You are on page 1of 440

ŞARK İSTİKLAL MAHKEMESİ : ŞEYH SAİD İSYANI

EYÜP ERTÜREN

TARAFINDAN

ANKARA YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ


SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜNE
SUNULAN TEZ

TARİH ANABİLİM DALI


YÜKSEK LİSANS TEZİ

MAYIS 2018
Sosyal Bilimler Enstitüsü Onayı

Doç. Dr. Seyfullah YILDIRIM

Enstitü Müdür V.

Bu tezin Yüksek Lisans derecesi için gereken tüm şartları sağladığını tasdik ederim.

Prof. Dr. Hüseyin ÇINAR

Tarih Bölümü Başkanı

Okuduğumuz ve savunmasını dinlediğimiz bu tezin bir Yüksek Lisans derecesi için


gereken tüm kapsam ve kalite şartlarını sağladığını beyan ederiz.

Yrd. Doç. Dr. Sayim TÜRKMAN

Danışman

Jüri Üyeleri
Prof. Dr. Kenan OLGUN (AYBÜ, Tarih Bölümü)
Yrd. Doç. Dr. Sayim TÜRKMAN (Danışman, AYBÜ, Tarih Bölümü)
Doç Dr. Seyfi Yıldırım (HÜ, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Ens.)
İNTİHAL

Bu tez içerisindeki bütün bilgilerin akademik kurallar ve etik davranış çerçevesinde


elde edilerek sunulduğunu beyan ederim. Ayrıca bu kurallar ve davranışların gerektirdiği
gibi bu çalışmada orijinal olmayan her tür kaynak ve sonuçlara tam olarak atıf ve referans
yaptığımı da beyan ederim; aksi takdirde tüm yasal sorumluluğu kabul ediyorum.

Eyüp ERTÜREN

iii
ÖZET

ŞARK İSTİKLAL MAHKEMESİ : ŞEYH SAİD İSYANI

Ertüren, Eyüp

Yüksek Lisans, Tarih Bölümü

Tez Yöneticisi: Dr. Öğr. Üyesi Sayim TÜRKMAN

Mayıs 2018, 421 sayfa

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir yere sahip olan ve olağanüstü yargı
organları olarak faaliyet gösteren İstiklal Mahkemeleri, 1920-1927 yılları arasında farklı
şehirlerde, farklı zaman ve koşullar altında kurulmuşlardır. Bu açıdan, İstiklal
Mahkemelerinin bu yedi yıl içerisinde göstermiş oldukları faaliyetlerini, yaşanan siyasi
değişiklikler doğrultusunda ve dönemsel olarak değerlendirmek gerekmektedir.

İstiklal Mahkemeleri, genel olarak Millî Mücadele Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi


olarak iki kısma ayrılmaktadır. Millî Mücadele Döneminde faaliyet gösteren mahkemeler,
varoluş mücadelesinin verildiği bir zamanda, “İhtilal mahkemeleri” olarak hareket ederek,
Anadolu’nun işgalden kurtulmasında ve devletin otoritesinin sağlanmasında etkili
olmuşlardır. Cumhuriyet’in ilanından sonra kurulan İstiklal Mahkemeleri ise, inkılâpların,
siyasi çekişmelerin ve Şeyh Said İsyanı’nın yaşandığı bir zamanda, “İnkılâp mahkemeleri”
olarak hareket ederek, hem siyasi iktidarın belirlenmesinde hem de inkılâpların ve
kurulmak istenen yeni düzenin yerleşmesinde önemli faktörlerden birisi olmuşlardır.

Bu çalışmada, öncelikli olarak 13 Şubat 1925 tarihinde başlayan Şeyh Said


İsyanı’nın genel yapısı ile isyan hakkında tartışma konusu olan birçok mesele ele
alınmıştır. İkinci olarak ise, bu isyan sonrasında kurulan iki İstiklal Mahkemesinden birisi
olan Şark İstiklal Mahkemesi’nin faaliyetleri incelenmiştir. Çalışmada ağırlıklı olarak
Türkiye Büyük Millet Meclisi Arşivinde bulunan Şark İstiklal Mahkemesi belgelerinden
yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler: İstiklal Mahkemeleri, Şark İstiklal Mahkemesi, Şeyh Said
İsyanı, Takrir-i Sükûn Dönemi, Hıyanet-i Vataniye

iv
ABSTRACT

THE EAST INDEPENDENCE TRIBUNAL : SHEIKH SAID REBELLION

Ertüren, Eyüp

Master of Arts in History

Thesis Supervisor: Assistant Professor Sayim TÜRKMAN

May 2018, 421 pages

The Independence Tribunals, which have a significant place in Turkey’s history as


extraordinary judicial organs, were established in different cities and dates and in distinct
conditions between the years of 1920-1927. In this respect, it is necessary to assess the
activities of the Independence Tribunals for these 7 years in the light of the political
changes in those times.

The Independence Tribunals are generally assessed in two eras: The National
Struggle Period and The Republican Period. The tribunals operated during the National
Struggle Period, which was a struggle of existence, acted as “resurrection courts” and were
effective in the liberation of Anatolia from occupation and provision of state authority.
Following this, the tribunals operated after the proclamation of the Republic, at a time
when revolutions, political controversies and the Sheikh Said Rebellion took place, acted
as “revolution courts” and constituted one of the major factors for both in determination of
political power and in establishment of new order and revolutions.

In this study, first of all the general structure of the Sheikh Said Rebellion that
raised on the 13th of February 1925 and many debate issues about the Rebellion were
discussed. Secondly, the judgments of the East Independence Tribunal, one of the two
Independence Tribunals established after the mentioned Rebellion, were analysed. Mainly
the records of East Independence Tribunal, which are found in the archives of Turkish
Grand National Assembly, are examined for the study.

v
Keywords: Independence Tribunals, East Independence Tribunal, Sheikh Said
Rebellion, Maintenance of Public Order Period, treason.

vi
Anne ve Babama

vii
TEŞEKKÜR

Tezimin hazırlanmasında bana yol gösteren ve desteğini esirgemeyen saygıdeğer


hocam Dr. Öğr. Üyesi Sayim Türkman’a ve tezi okuyarak hem redaksiyonunda yardımcı
olan hem de içerik hakkında görüşlerini benimle paylaşan mesai arkadaşım Kerim Akar’a
teşekkür ederim. Ayrıca bu çalışmayı hazırlarken kendilerini ihmal ettiğim eşim ve
çocuklarıma anlayışlarından dolayı teşekkür ediyorum.

viii
İÇİNDEKİLER

İNTİHAL .............................................................................................................................. iii

ÖZET .................................................................................................................................... iv

ABSTRACT .......................................................................................................................... v

TEŞEKKÜR ....................................................................................................................... viii

İÇİNDEKİLER ..................................................................................................................... ix

TABLOLAR LİSTESİ ........................................................................................................ xv

BELGELER LİSTESİ ........................................................................................................ xvi

FOTOĞRAFLAR LİSTESİ.............................................................................................. xviii

KISALTMALAR ............................................................................................................... xix

GİRİŞ ..................................................................................................................................... 1

BİRİNCİ BÖLÜM ............................................................................................................... 5

İSTİKLAL MAHKEMELERİ, ŞEYH SAİD İSYANI VE ŞARK İSTİKLAL


MAHKEMESİNİN KURULMASI .................................................................................... 5

1. İstiklal Mahkemeleri ...................................................................................................... 5

1.1. Millî Mücadele Dönemi İstiklal Mahkemeleri ve Bazı Önemli Gelişmeler ........... 5

1.1.1. Birinci Dönem İstiklal Mahkemeleri ............................................................... 5

1.1.2. İkinci Dönem İstiklal Mahkemeleri................................................................. 7

1.1.3. İstiklal Mehâkimi Kanunu ve Mahkemelerin Düzenlenmesi .......................... 8

1.1.4. Üçüncü Dönem İstiklal Mahkemeleri ............................................................. 9

1.1.5. Saltanatın Kaldırılması .................................................................................. 10

1.1.6. Hıyanet-i Vataniye Kanununda Yapılan Değişiklik ...................................... 11

1.2. Cumhuriyet Dönemi İstiklal Mahkemeleri ve Bazı Önemli Gelişmeler .............. 12

1.2.1. Halk Fırkası’nın Kurulması ........................................................................... 12

1.2.2. Cumhuriyetin İlanı......................................................................................... 13

ix
1.2.3. İstanbul İstiklal Mahkemesi .......................................................................... 14

1.2.4. Halifeliğin Kaldırılması ................................................................................. 15

1.2.5. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası) ................................................ 16

1.2.6. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ................................................................ 16

1.2.7. Şark İstiklal Mahkemesi ................................................................................ 17

1.2.8. Ankara İstiklal Mahkemesi............................................................................ 19

2. Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi .............................................................. 20

2.1. Piran Olayı ve İsyanın Başlaması ......................................................................... 20

2.2. İsyanın Yayılması ve İşgaller................................................................................ 23

2.3. Şeyh Said’in Anlatımına Göre İsyanın Gelişimi .................................................. 24

2.4. Raporlara Göre Bazı Şehirlerin İşgalleri ve Yaşananlar ....................................... 28

2.4.1. Darahini’nin İşgali ......................................................................................... 28

2.4.2. Hani’nin İşgali ............................................................................................... 31

2.4.3. Palu’nun İşgali ............................................................................................... 32

2.4.4. Lice’nin İşgali ................................................................................................ 33

2.4.5. Elaziz’in İşgali ............................................................................................... 34

2.4.6. Silvan’ın İşgali............................................................................................... 37

2.4.7. Gümgüm’ün (Varto) İşgali ............................................................................ 38

2.5. İsyanın Ankara’daki Yankıları.............................................................................. 39

2.6. İdare-i Örfiye İlanı ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda Yapılan Değişiklik........ 40

2.7. Hükümet Krizi ve Ali Fethi Bey’in Başvekâletten İstifası ................................... 43

2.8. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun Kabulü ..................................................................... 46

2.9. İstiklal Mahkemelerinin Kurulması ve Mahkeme Heyetinin Seçilmesi ............... 52

2.10. Asilerin Diyarbekir Saldırısı ............................................................................. 53

2.11. Askerî Harekât ve İsyanın Bastırılması............................................................. 54

2.12. Başvekil İsmet Paşa’nın İsyan Hakkında Meclis’i Bilgilendirmesi .................. 58

2.13. İstiklal Mahkemesinin İsyan Bölgesine Gitmesi............................................... 58

x
2.14. Mahkemenin Göreve Başlaması ve Yayınlamış Olduğu İlk Beyanname ......... 60

2.15. Şeyh Said’in Yakalanması ................................................................................ 61

2.16. İlk Yargılamalar ve İlk İdamlar......................................................................... 65

2.17. Dört Tezkere ve Meclis’in Tatile Girmesi ........................................................ 66

2.18. Mahkemenin Diyarbekir’deki İlk Faaliyetleri................................................... 68

2.19. Mahkemenin Urfa’ya Geçmesi ve Faaliyetleri ................................................. 68

2.20. Mahkemenin Elaziz’e Gitmesi ve Faaliyetleri .................................................. 68

2.21. Mustafa Kemal ve İsmet Paşaların İsyanla İlgili Beyanatları ........................... 70

2.22. Mahkemenin Malatya’ya Gitmesi ..................................................................... 71

2.23. Mahkemenin İkinci Kez Diyarbekir’e Gitmesi ve Faaliyetleri ......................... 72

2.24. Mahkemenin İkinci Kez Elaziz’e Gitmesi ve Faaliyetleri ................................ 72

2.25. İsyan Hakkında Açıklamalar ve Umumi Islahat Vurgusu ................................ 73

2.26. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun İki Sene Daha Uzatılması .................................... 75

2.27. Mahkemenin Görevinin Sona Ermesi ............................................................... 76

İKİNCİ BÖLÜM ............................................................................................................... 77

ŞARK İSTİKLAL MAHKEMESİ VE ÖZELLİKLERİ ............................................... 77

1. Mahkeme Heyeti .......................................................................................................... 77

1.1. Mahkeme Üyelerinin Biyografileri ....................................................................... 77

1.1.1. Mazhar Müfit Kansu...................................................................................... 77

1.1.2. Ali Saib Ursavaş ............................................................................................ 78

1.1.3. Lütfi Müfit Özdeş .......................................................................................... 82

1.1.4. Ahmet Süreyya Örgeevren ............................................................................ 83

1.1.5. Avni Doğan ................................................................................................... 84

1.1.6. Hacim Muhittin Çarıklı ................................................................................. 85

1.1.7. Abdülhak Fırat ............................................................................................... 86

1.1.8. İbrahim Tolon ................................................................................................ 87

1.2. Mahkeme Savcılığı ............................................................................................... 87

xi
1.3. Mahkeme Heyeti Arasındaki Görüş Ayrılıkları.................................................... 89

2. Mahkemenin Hukuki Dayanakları ............................................................................... 90

2.1. Hıyanet-i Vataniye Kanunu .................................................................................. 90

2.2. Firariler Hakkında Kanun ..................................................................................... 93

2.3. İstiklal Mehâkimi Kanunu .................................................................................... 95

2.4. Takrir-i Sükûn Kanunu ......................................................................................... 99

3. Mahkemenin Özellikleri............................................................................................. 102

3.1. Yargı Sahası ........................................................................................................ 102

3.2. Gezici Mahkeme ................................................................................................. 102

3.3. Yargılama Şekli .................................................................................................. 103

3.4. Mahkemenin Baktığı Suçlar ............................................................................... 105

3.5. Şahsi Hukuk Davaları ......................................................................................... 107

3.6. İstiklal Mahkemesi İle İlgili Olmayan Yargılamalar .......................................... 108

3.7. Firari Asilerin Teslim Olma ve Yakalanma Şekilleri ......................................... 109

3.8. Delil ve Kanaat-i Vicdaniye................................................................................ 110

3.9. Maznunların Dava Vekili (Avukat) Tutma Hakkı .............................................. 113

3.10. Kefaletle Tahliye ve Gayr-ı Mevkuf Yargılanma ........................................... 114

3.11. Küçük Yaştakilerin Yargılanması ve Verilen Cezalar .................................... 114

3.12. Batı İllerine Yapılan Sevkler ........................................................................... 115

3.13. Yeni Ceza Kanunu’nun Uygulanması ............................................................. 117

3.14. Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Siyasal Emirle Hareket ................................. 118

3.15. İstiklal Mahkemesi ve Hukuk ......................................................................... 121

3.16. Mesai Cetvelleri .............................................................................................. 123

3.17. Yargılanan Kişi Sayısı..................................................................................... 126

3.18. Divan-ı Harp Yargılamaları ............................................................................ 127

3.19. İdamların Uygulanması ve Son Sözler ............................................................ 132

3.20. Şark İstiklal Mahkemesi Hapishaneleri........................................................... 136

xii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .......................................................................................................... 140

ŞEYH SAİD DAVASI VE İSYANIN NİTELİĞİ ......................................................... 140

1. Şeyh Said Davası........................................................................................................ 140

1.1. Şeyh Said Kimdir? .............................................................................................. 140

1.2. Şeyh Said ve Arkadaşlarının Yargılanma Süreci ................................................ 142

1.3. Şeyh Said Dosyasında Yargılanalar ve Aldıkları Cezalar .................................. 145

1.3.1. İdam Edilenler .................................................................................................. 146

1.3.2. Çeşitli Cezalar Alanlar ..................................................................................... 147

1.3.3. Beraat Edenler .................................................................................................. 147

1.3.4. Davası Ayrılanlar......................................................................................... 148

1.4. Şeyh Said İle Aynı Dosyada Yargılananlar Hakkında Ayrıntılı Bilgiler............ 149

2. İsyanın Niteliği ........................................................................................................... 183

2.1 Kürt İstiklal ve İstihlas Cemiyeti (Azadi) ........................................................... 183

2.1.1. Cemiyet Hakkında Genel Bilgiler ............................................................... 183

2.1.2. Kasım Bey’in Cemiyet Hakkında Verdiği Bilgiler ..................................... 187

2.1.3. Şeyh Said’in Cemiyet Liderleri ile Görüşmesi ve Azadi Bağlantısı ........... 199

2.2. Planlanmış Bir İsyan mıydı? ............................................................................... 206

2.2.1. Şeyh Said’in İfadelerine ve Mektuplara Göre Tertip .................................. 208

2.2.2. Diğer Sanıkların İfadelerine Göre İsyanın Tertibi....................................... 220

2.2.3. Raporlara Göre İsyan Hazırlıkları ............................................................... 224

2.3. İsyan Hakkında Yapılan İhbarlar ........................................................................ 227

2.3.1. Hormek Aşiretinin İsyan Hakkındaki İhbarı ............................................... 228

2.3.2. Çapakçur Başmuallimi Mehmed Zeki’nin İhbarları.................................... 230

2.3.3. Genç Eski Mebusu Hamdi Bey’in İhbarları ................................................ 236

2.3.4. Darahini İnzibat Memuru Fakih Hasan Fehmi’nin İhbarı ........................... 246

2.3.5. Çapakçur Halk Fırkası Reisi Rüştü Bey’in İhbarı ....................................... 247

2.3.6. Binbaşı Kasım Bey’in İhbarları ................................................................... 248

xiii
2.3.7. Genç Vilayetine Verilen Diğer İhbarlar ...................................................... 252

2.4. İsyanın Sebep, Amaç ve Niteliği ........................................................................ 254

2.4.1. Mahkeme Heyetinin İsyana Bakışı .............................................................. 258

2.4.2. Hükümetin İsyana Bakışı............................................................................. 258

2.4.3. Muhalefetin İsyana Bakışı ........................................................................... 260

2.4.4. Şeyh Said’e Göre İsyanın Gerekçe, Sebep ve Amacı .................................. 261

2.4.5. Mektup ve Belgelere Göre İsyanın Niteliği................................................. 270

2.4.6. Şeyh Said’i İsyana Sevk ve Teşvik Eden Gazete Haberleri ........................ 278

2.4.7. Kitabeten, Matbuat Vasıtasıyla Hükümete Müracaat Meselesi................... 281

2.4.8. Kürtçülük, Kürt Hükümeti Kurma ve Muhtariyet Talebi ............................ 283

2.4.9. Diğer Maznunların İfadelerinde Göre Sebep ve Amaç ............................... 284

2.4.10. Halifelik, Vahdeddin ve Kürtler .................................................................. 296

2.4.11. Raporlara Göre İsyanın Amacı .................................................................... 298

2.5. Dış Yardım ve İngilizler ..................................................................................... 305

2.5.1. Mahkeme Tutanaklarına Göre Dış Yardım ................................................. 312

2.5.2. Diyarbekir Postahanesinde Bulunan Kataloglar .......................................... 326

2.5.3. Tutulan Raporlara Göre Dış Yardım ........................................................... 331

3. Önemli Bazı Yargılamalar ......................................................................................... 333

3.1. Seyyid Abdülkadir’in Yargılanması ve Şeyh Said Bağlantısı ............................ 333

3.2. Cemilpaşazadeler ve İsyan.................................................................................. 335

3.3. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve İsyan ....................................................... 339

3.4. Gazeteciler ve İsyan ............................................................................................ 347

SONUÇ.............................................................................................................................. 352

YARARLANILAN KAYNAKLAR ................................................................................. 365

BELGELER ....................................................................................................................... 371

FOTOĞRAFLAR .............................................................................................................. 416

xiv
TABLOLAR LİSTESİ

Tablo 1: Mesai Cetvellerindeki Yargılama Rakamlarının Birleştirilmiş Tablosu ............ 124


Tablo 2: Savcılığın Mahkemeye Gönderdiği Tabloların Birleştirilmiş Hali .................... 125

xv
BELGELER LİSTESİ

Belge 1: Erganimadeni Jandarma Kıtası Mülazım-ı evvel Hüseyin Hüsnü, Eğil Takım
Kumandanı Mülazım-ı sani Mustafa Hamdi ve Erganimadeni Merkez Takım Kumandanı
Mülazım-ı sâni Tahir Sami tarafından hazırlanan 20 Şubat 1925 tarihli rapor ................. 371
Belge 2: Takrir-i Sükun hakkında 1/638 numaralı kanun layihası (tasarı) ....................... 375
Belge 3: Harekat-ı Askeriye mıntıkasında ve Ankara’da birer İstiklal Mahkemesi
kurulması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve 117 Numaralı Meclis Kararı..................... 377
Belge 4: Şark İstiklal Mahkemesi’nin yayınlamış olduğu beyannamenin müsveddesi .... 380
Belge 5: Şeyh Said’i teslim eden kişinin ödüllendirileceğine dair beyanname ................ 382
Belge 6: Şark İstiklal Mahkemesi’nin bakacağı suçlara dair yayınladığı beyanname ...... 383
Belge 7: 1925 yılı Nisan ayına ait mesai cetvelinin son sayfası ....................................... 385
Belge 8: Mahkemede yargılanan kişi sayısına dair Savcı Ahmet Süreyya Bey’in Büyük
Millet Meclisi’ne gönderdiği yazı ..................................................................................... 386
Belge 9:Şeyh Said ve arkadaşlarının infaz edildiğine dair tutulan zabıt varakası............. 388
Belge 10: Şeyh Said ve otuz yedi arkadaşı hakkında hazırlanmış olan 70 numaralı
iddianame .......................................................................................................................... 389
Belge 11: Şeyh Said’in muhakeme öncesi sorgusuna dair zabıt varakası ......................... 391
Belge 12: Şeyh Said’in Liceli Müftüzade Said ve Hüsnü Beylere yazmış olduğu 29/30
Şaban 343 tarihli mektup ................................................................................................... 394
Belge 13: Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’in de imzası bulunan beyanname ...... 396
Belge 14: Şeyh Said’in Şeyh Şerif’e yazmış olduğu 17 Kanunusani 1341 (17 Ocak 1925)
tarihli mektup..................................................................................................................... 398
Belge 15: Şeyh Said’in Şeyh Said’e yazmış olduğu 7 Ramazan 1343 (1 Nisan 1925) tarihli
mektup ............................................................................................................................... 400
Belge 16: Şeyh Abdullah tarafından Çarikli Reisi Hasan Ağa’ya yazılmış olan 20 Mart 341
(1925) tarihli mektup ......................................................................................................... 402
Belge 17: Şeyh Abdullah tarafından yazılan “Ey İslam askeri kardeşlerimiz” hitabıyla
başlayan 20 Mart 341 (1925) tarihli beyanname ............................................................... 404
Belge 18: Şeyh Said tarafından kendi el yazısıyla, Milli Aşiret Reisi İbrahim Paşa’nın oğlu
Halil Bey’e yazılmış olduğu tarihsiz ve imzasız mektup .................................................. 407
Belge 19: Şeyh Abdullah tarafından Elman Aşiret Reisi Bedirhan Ağa’ya yazılmış olan 19
Mart 341 (1925) tarihli mektup ......................................................................................... 408

xvi
Belge 20: Şeyh Hasan tarafından Şeyh Abdullah ve Şeyh Ali’ye yazılan 7 Mart 1341
(1925) tarihli mektup ve Şeyh Abdullah imzalı 4 Nisan 1341 tarihli pusula .................... 410
Belge 21: Diyarbekir Postahanesinde bulunan silah kataloglarıyla ilgili Üçüncü Ordu
Müfettişliğinin yazısı ......................................................................................................... 412
Belge 22: Mustafa Kemal Paşa’nın gazetecilerin yargılaması ile ilgili gönderdiği tegraf 414

xvii
FOTOĞRAFLAR LİSTESİ

Fotoğraf 1: Şeyh Said ....................................................................................................... 416


Fotoğraf 2: Şeyh Said ....................................................................................................... 417
Fotoğraf 3: Şeyh Said Diyarbekir’deki Kıta’ya teslim edilirken ..................................... 417
Fotoğraf 4: Şeyh Abdullah ............................................................................................... 418
Fotoğraf 5: Şeyh Şerif ...................................................................................................... 418
Fotoğraf 6: Şeyh İsmail (sağdaki) .................................................................................... 418
Fotoğraf 7: Fakih Hasan (sağdaki) ................................................................................... 418
Fotoğraf 8: Binbaşı Kasım Bey (sağdaki) ........................................................................ 419
Fotoğraf 9: Seyyid Abdüldakir......................................................................................... 419
Fotoğraf 10: Palulu Abdullah Sadi ................................................................................... 419
Fotoğraf 11: Hafız Mehmed ............................................................................................. 419
Fotoğraf 12: Mazhar Müfit Kansu (Mahkeme Reisi)....................................................... 420
Fotoğraf 13: Ali Saib Ursavaş (Mahkeme Aza ve Reisi) ................................................. 420
Fotoğraf 14: Lütfi Müfit Özdeş (Mahkeme Azası) .......................................................... 420
Fotoğraf 15: Ahmet Süreyya Örgeevren (Mahkeme Savcısı) .......................................... 420
Fotoğraf 16: Avni Doğan (Mahkeme Azası).......................................................... 421
Fotoğraf 17: Hacim Muhittin Çarıklı (Mahkeme Reisi) .................................................. 421
Fotoğraf 18: İbrahim Tolon (Mahkeme Azası) ......................................................... 421
Fotoğraf 19: Abdülhak Fırat (Mahkeme Savcı Yardımcısı) ......................................... 421

xviii
KISALTMALAR

a.g.m.: Adı geçen makale

age: Adı geçen eser

bkz: Bakınız

C.: Cilt

D.: Dönem

İ.: İçtima

İM: İstiklal Mahkemesi

M.Z.: Muhakeme Zabıtnamesi

Osm.: Osmanlıca

T12: Şark İstiklal Mahkemesi Fonu

T14: İstiklal Mahkemeleri Yazışmaları Fonu

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi

TCF: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

Z.C.: Zabıt Ceridesi

xix
GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin bir dönemine iz bırakan İstiklal Mahkemelerinin ilk


kurulma kararı, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından yaklaşık altı ay sonra 18 Eylül
1920 tarihinde alınmıştır. Millî Mücadele’nin tüm hararetiyle devam ettiği ve varoluş
mücadelesinin verildiği bir dönemde kurulan ve Millî Mücadele’nin kazanılmasının
önünde en önemli sorunlardan birisi olarak karşımıza çıkan asker kaçakları meselesini
halletmeyi amaçlayan İstiklal Mahkemeleri, bu süre içerisinde çok önemli vazifeler
gördüler.

Millî Mücadele’nin kazanılması ve Cumhuriyet’in ilanına kadar olan süreçte farklı


zamanlarda ve farklı şehirlerde kurulan İstiklal Mahkemeleri, olağan üstü yetkilere sahip
yargı mekanizmaları olarak çalışmış ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Anadolu
toprakları üzerindeki otoritesini tesis etmesinin en büyük faktörleri arasında yer almıştır.
Ancak Fransız İhtilal Mahkemelerini örnek alarak kurulan ve bu açıdan ihtilal
mahkemeleri1 niteliğine sahip olan bu mahkemeler, hiç şüphesiz ideal yargı organları
değillerdi. Çünkü olağanüstü ortamın gerekleri doğrultusunda, hukuki olmaktan çok siyasi
ve tarihi zorunluluklara dayanarak hareket etmekteydiler.2

İstiklal Mahkemeleri Heyeti başlangıçta üç kişiden oluşmaktaydı. Daha sonra dört


kişiye çıkarılan heyet üyeleri, milletvekillerinden oluşmaktaydı. Olayların olduğu bölgelere
giden ve yargılamaları halka açık bir şekilde yapan mahkemelerin kararları kesindi ve
temyizi bulunmamaktaydı. Mahkemelerin geniş yetkilerle çalışmalarına rağmen Meclis,
verilen bazı kararları kanuna aykırı görerek soruşturma açıyor ve mahkemelerin verdiği
cezaları iptal edebiliyordu. Ayrıca bir denetim mekanizması olarak, mahkemeler belli
aralıklarla faaliyetleri hakkında Meclis’e rapor sunmaktaydılar.3

Bunun yanında Mahkemelerin geniş yetkilerle çalışmasına ve bazı faaliyetlerine


yönelik Meclis’te güçlü bir muhalefet de oluşmuştu. Örneğin mahkemelerin asker
kaçakları ile ilgili verdiği bazı kararlar eleştirilere neden olmuş, özellikle yakalanamayan
asker kaçaklarının evlerinin yakılması, yerlerine aileden yakın bir akrabanın askere
alınması veya köy, mahalle halkına ağır para cezalarının verilmesi Meclis’te sert

1
Mete Tuncay, “İstiklal Mahkemeleri” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 4, İstanbul 1983,
s.938.
2
Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ayraç Kitapevi, Ankara 2009, s.152.
3
Taha Akyol, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, Doğan Kitap, İstanbul 2012, s.100.

1
tartışmaların meydana gelmesine neden olmuştu.4 Ancak mahkemelerin bu tür olumsuz
bazı uygulamalarına rağmen ülkede huzur ve güvenliğin sağlanmasında çok önemli işler
yapan5 bu mahkemelerin faaliyetlerine genel anlamda olumlu yaklaşılmaktadır.

Cumhuriyet’in ilanından sonra ise üç tane İstiklal Mahkemesi kurulmuştur.


Bunların ilki hilafet tartışmaları sırasında İstanbul’da kurulan İstanbul İstiklal
Mahkemesidir ve iki buçuk ay gibi kısa bir süre faaliyet göstermiştir. Şark ve Ankara
İstiklal Mahkemeleri ise 1925 yılında meydana Şeyh Said İsyanı sonrasında faaliyete
geçirilen İstiklal Mahkemeleridir. Şeyh Said isyanı ve sonrasında kurulan bu mahkemeler
yakın tarihimizin en önemli konuları arasında yer almaktadır. İsyan ile birlikte başlayan
Takrir-i Sükûn Dönemi ise tartışmaları hala günümüzde devam eden birçok gelişmeye
sahne olmuştur.
Millî Mücadele döneminde, bu mücadelenin kazanılmasında önemli katkılar
sağlayan İstiklal Mahkemelerinin başka yetkilerle yeniden devreye sokulmasına ve Takrir-i
Sükûn Döneminin başlamasına sebep olan Şeyh Said isyanı hakkında temelde tartışma
konusu olmuş olan birkaç mesele bulunmaktadır. Farklı kesimlerin kendi açısından
bakarak izah etmeye çalıştığı, bazen de kimi yazarların kendi ideolojilerini desteklemek
için bilerek olayın bir yönünü ön plana çıkardıkları isyan hakkında, tartışma konusu olmuş
olan bu temel meseleler, isyanın niteliğini ortaya çıkarması açısından ayrıca önem teşkil
etmektedir.

Bahsedilen meselelerden birincisi, 13 Şubat 1925 tarihinde fitili ateşlenmiş ve daha


sonra doğu illerimizin bir kısmını kapsamış olan Şeyh Said İsyanı’nın uzun seneler
boyunca yapılmış olan bir hazırlık aşamasından sonra mı başladığı, yoksa meydana gelen
bazı siyasi gelişmelerin sonrasında yaşanan toplumsal bir birikimin neticesinde,
kendiliğinden gelişen bir hadise mi olduğudur. İkinci mesele ise dış devletlerin isyan da
herhangi bir kışkırtmasının veya isyancılara yönelik bir yardımının olup olmadığıdır.
Özellikle Millî Mücadele döneminde Doğu Anadolu’da bağımsız bir Kürdistan kurmak
için çalışmalar yapmış olan İngiltere’nin ne gibi bir tutum sergilediğidir. Son konu ise
biraz da ilk iki mesele doğrultusunda şekillenecek olan isyanın sebep, amaç ve niteliğinin
ne olduğudur. Yani başta Şeyh Said olmak üzere isyancılar bağımsız bir Kürt devleti
kurmak için mi ayaklanmışlardı, yoksa yapılan inkılâplar karşısında İslami hassasiyetle
dini bir kıyam hareketine mi girişmişlerdi. Bu çalışmada hem yukarıda bahsedilen üç

4
Tuncay, “agm”, s.939.
5
Cevdet Küçük, “İstiklal Mahkemeleri” TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23, s.351.

2
mesele ele alınarak Şeyh Said isyanının niteliğinin ne olduğu anlaşılmaya çalışılmış hem
de isyan bölgesinde kurulmuş olan Şark İstiklal Mahkemesi’nin faaliyetleri ve işleyiş
biçimi incelenmiştir.

Şunu ifade etmek gerekir ki Şeyh Said İsyanı hakkında birçok çalışma yapılmış
olmasına rağmen, belki de uzun bir süredir bu konudaki arşiv belgelerine sınırlı sayıda
araştırmacının erişebilmiş olmasından dolayı, yapılmış olan bu çalışmalar genelde birbirini
tekrarlayan ve temelde birkaç kaynaya dayanan çalışmalar niteliğindedir. İsyanın niteliği
konusunda yapılan farklı yorumlar bir kenara bırakılırsa, özellikle isyanın hazırlık süreci
olarak anlatılan gelişmeler ve Piran hadisesi ile sonrasında yaşanan olaylar belli birkaç
esere ve gazete haberlerine dayanılarak anlatılmaktadır.

İlk dönemlerde Behçet Cemal ve Metin Toker’in yazmış olduğu eserler; M. Şerif
Fırat, Nuri Dersimi, Kadri Cemil Paşa, Ekrem Cemil Paşa, Ahmed Süreyya Örgeevren,
Avni Doğan’ın hatırat niteliğindeki eserleri ve bunların haricinde daha sonraki dönemlerde
Ergün Aybars, Martin V. Bruinesse, Robert Olson ve Uğur Mumcu’nun hazırlamış
oldukları eserler; her kitap, makale vesaire yazılarda atıf yapılan kaynak kitaplar olarak
karşımıza çıkmaktadır. Esasen temel eser olarak kabul edilen bu ve benzeri birkaç eser
hakkında yapılacak bir analiz günümüzde bu konu ile ilgili yapılan birçok araştırmada
sıkça tekrar edilen bilgilerin kaynağını göstermesi açısından faydalı bir çalışma olacaktır.

“Şark İstiklal Mahkemesi : Şeyh Said İsyanı” isimli bu çalışmada TBMM Şark
İstiklal Mahkemesi Fonunu oluşturan, 845 dosya gözden geçirilerek konuya katkı
sağlayacağını umduğumuz belgeler üzerinde durulmuştur. Belgelerin bir kısmının
tamamen çevirisi alınmış bir kısmı ise konu içerisinde izah edilmiştir.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci Bölümde, öncelikle 11 Eylül 1920


tarihi ile 7 Mart 1927 tarihleri arasında, farklı sebepler doğrultusunda ve farklı bölgelerde
kurulan İstiklal Mahkemeleri hakkında kısa bilgiler verilmiştir. Yaklaşık yedi yıllık bir
süreyi kapsayan bu dönem, Millî Mücadele ve Cumhuriyet Dönemi İstiklal Mahkemeleri
olarak iki başlık altında incelenmiş ve o dönemde meydana gelen ve konu ile ilgili olan
bazı önemli gelişmelerden kısaca bahsedilmiştir. Yine birinci bölümün ikinci kısmında
çalışmamızın asıl konusunu teşkil eden Şeyh Said isyanı ve bu hadise sonrasında kurulan
Şark İstiklal Mahkemesi’nin kuruluş süreci tarihsel sıra takip edilerek anlatılmaya
çalışılmıştır. İkinci bölümde isyan sonrasında bölgede kurulan ve yaklaşık iki yıl faaliyet

3
gösteren Şark İstiklal Mahkemesi’nin faaliyetleri ve özellikleri üzerinde durulmuştur.
Üçüncü bölümde ise hakkında birçok yorum ve iddia olan Şeyh Said İsyanının niteliği ele
alınmıştır. Bu bölümde temel olarak, isyan planlı bir isyan mıydı, herhangi bir dış devletten
yardım almış mıydı ve isyanın amacı ne idi sorularına cevap verilmeye çalışılmıştır.
Özellikle son iki bölümde, bu konuda daha önce araştırma yapanların fikirlerine yer
verilmesinin yanı sıra, mahkeme tutanakları ve arşiv belgelerinin ağırlıklı olarak
kullanılmasına özen gösterilmiştir. Bunun yanında belgeler ve fotoğraflar bölümlerinde;
tezde kullanılan bazı belgelerin asılları ile çevirilerine ve yargılanan bazı kişiler ile
mahkeme heyetinin fotoğraflarına yer verilmiştir.

4
BİRİNCİ BÖLÜM

İSTİKLAL MAHKEMELERİ, ŞEYH SAİD İSYANI VE ŞARK İSTİKLAL


MAHKEMESİNİN KURULMASI

1. İstiklal Mahkemeleri

1.1. Millî Mücadele Dönemi İstiklal Mahkemeleri ve Bazı Önemli Gelişmeler

Millî Mücadele devam ederken çeteler halinde, soygun ve yağmacılık yapan asker
kaçakları, memleketteki otoriteye zarar vererek, ülke düzenin sağlanmasında engel teşkil
etmekteydiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla birlikte hem Millî
Mücadele’nin başarısı hem de kamu düzeninin sağlanmasının önündeki en önemli
sorunlardan biri olarak karşımıza çıkan bu asker kaçakları meselesini halletmek amacıyla,
29 Nisan 1920’de 2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarıldı. Ancak kanunun dört
aylık uygulama sürecinde istenilen sonuç alınamamıştı.6

1.1.1. Birinci Dönem İstiklal Mahkemeleri

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’ndan istenilen neticenin alınamaması üzerine, asker


kaçakları meselesini halletmek için olağan üstü mahkemelerin varlığına ihtiyaç duyularak
11 Eylül 1920’de 21 numaralı Firariler Hakkında Kanun çıkarıldı ve bu kanuna dayanarak
İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına karar verildi. Kurulacak olan mahkemeler asker
kaçaklarıyla uğraşacak ve vermiş oldukları kararların temyizi olmayacaktı.7

18 Eylül 1920’de Heyet-i Vekile’nin (Bakanlar Kurulu) verdiği teklifle on dört


yerde İstiklal Mahkemesi kurulması istendi. Uzun tartışmalardan sonra aynı tarihte, 45
numaralı Meclis kararı ile acil olarak Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu
ve Kayseri’de olmak üzere yedi bölgede İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verildi.
Ancak 27 Ekim 1920’de Meclis tezkeresiyle Kayseri İstiklal Mahkemesi’nin kurulmasına
gerek olmadığı kararlaştırıldı. Bununla birlikte altı mahkemenin yanında 9 Kasım 1920’de
68 numaralı Meclis kararı ile Diyarbekir’de, 15 Kasım 1920’de de 73 numaralı Meclis
kararı ile Pozantı’da birer İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar verildi. Böylece birinci

6
Küçük, agm, s.350.
7
TBMM Zabıt Ceridesi, Dönem 1, Cilt 4, İçtima 63, s.93-101.

5
dönemde toplam sekiz İstiklal Mahkemesi kurulmuş oldu. Ancak bu mahkemelerden
Diyarbekir İstiklal Mahkemesi görevine başlayamadı.8

İstiklal Mahkemelerinin kurulma kararının alınmasından kısa bir süre sonra 26


Eylül 1920’de çıkarılan 28 numaralı Kanunla, İstiklal Mahkemelerinin yetkileri
genişletilerek mahkemelere asker kaçakları yanında, Hıyanet-i Vataniye Kanunu
kapsamında bulunan askeri ve siyasi casusluk suçlarına bakma yetkisi de verilmişti.

Birinci dönem İstiklal Mahkemeleri daha çok asker kaçaklarıyla alakalı davalara
bakmakla birlikte; emniyet-i dâhiliyeyi ihlal, bozgunculuk, gasp, soygunculuk, casusluk
gibi davalara da bakmışlardır. Diğer mahkemelerden farklı olarak Ankara İstiklal
Mahkemesi siyasi ağırlıklı davalara da bakmıştır. Sadrazam Damat Ferit Paşa, Rıza Tevfik,
Reşat Halis ve Çerkez Ethem’in gıyaben yargılanmaları; Mustafa Sagir davası, Yeşil Ordu
ve Komünist Parti yargılamaları bu siyasi davalar arasındadır.

Mahkemelerin vazifeye başlamasıyla memleket bir derece emniyet ve sükûna


kavuşmuş, bakaya ve firariler büyük ölçüde önlenmiş, casusluk ve bozgunculuk yapanlar
üzerinde önemli tesirler meydana gelmişti. Dört aylık görevi sonrasında mahkemelerden
istenilen sonucun alınması üzerine birinci dönem İstiklal Mahkemeleri -Ankara İstiklal
Mahkemesi hariç- 17 Şubat 1921 tarihli 97 numaralı Meclis kararıyla “şimdilik” kaydı
düşülerek kapatılmıştır.9

Görev süreleri içinde bu sekiz mahkemeye sevk edilen kişi sayısı 31.020’dir.
Bunlardan 2.622 kişinin beraat veya adem-i mesuliyetine karar verilmiştir. 337 kişi
vicahen, 1.017 kişi müeccelen, 79 kişi ise gıyaben idama mahkûm edilmiş; 572 kişiye
kürek ve kalebentlik cezaları, diğer 26.966 kişiye ise çeşitli cezalar verilmiştir.10 Bu

8
İstiklal Mahkemeleri, Cilt 1, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2015.
s.1-39.;Eskişehir İstiklal Mahkemesi, Cilt 4, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 2015. s.3-12.; Isparta İstiklal Mahkemesi, Cilt 5, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara 2015. s.3-10.
9
TBMM Z.C., D.1, C.8, İ.152, s.269.
10
Beraat: Suçlu sanılarak hakkında dava açılan kimsenin iddia olunan suçun sahibi olmadığının veya söz
konusu iddianın suç teşkil etmediğinin mahkeme kararı ile tespit edilmesi; aklanmak. Adem-i mesuliyet:
Fiil, muamele ve karardan dolayı mesul olmamak, sorumsuzluk. Vicahen idam: İdam cezasının sanığın
yüzüne karşı verilmesi. Müeccelen idam: İdam cezasının ertelenmesi. Kürek: Eskiden ağır cezayı
gerektiren durumlarda, suçlulara verilen gemilerde kürek çekme cezası; mahkûmun ayaklarına demir
ağırlıklar bağlanmak suretiyle ağır işlerde çalıştırma cezası; ağır hapis. Kalebentlik: Eskiden, hapis ve
sürgün cezasını birleştiren, siyasi suçlarla ve devlet memurlarının görevleri ile ilgi ceza. (Türk Hukuk
Lügati, Yayına Hazırlayan Türk Hukuk Kurumu, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1991.)

6
rakamlar içerisine bu dönemde kapatılmayan Ankara İstiklal Mahkemesi’nin ikinci
dönemde yaptığı yargılamalar da dâhildir.11

1.1.2. İkinci Dönem İstiklal Mahkemeleri

Birinci dönemde kurulmuş olan İstiklal Mahkemelerinin kaldırılmasından kısa bir


süre sonra firar, casusluk, soygunculuk gibi suçlar yeniden artmış ve iç emniyet yeniden
bozulmaya başlamıştı. İstiklal Mahkemelerinden sonra bu suçlarla Divan-ı Harp ve
Bidayet Mahkemelerinin ilgilenmesine rağmen istenilen sonuç alınamamıştı. Bu gelişmeler
üzerine 22 Temmuz 1921 tarihli 140 numaralı Meclis kararıyla Konya, Kastamonu ve
Samsun olmak üzere üç bölgede İstiklal Mahkemesinin kurulmasına karar verildi. Bu arada
5 Ağustos 1921 tarihinde çıkarılan 144 numaralı Başkumandanlık Kanunu ile Meclis
yetkilerini Mustafa Kemal Paşa’ya devretmiş, kurulmuş olan mahkemeler de doğrudan ona
bağlanmıştı.

İstiklal Mahkemelerinin doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya bağlanmasıyla yeni


tartışmalar gündeme gelmiş olmakla birlikte, 8 Eylül 1921 tarihli Başkumandanlık
tezkeresiyle Yozgat İstiklal Mahkemesi kuruldu. Böylece hâlihazırda görevine devam eden
Ankara İstiklal Mahkemesi’yle birlikte, ikinci dönemde toplam beş adet İstiklal
Mahkemesi görev yapmıştır. Ayrıca bu tarihten sonra istifa eden mahkeme üyelerinin
yerine, yeni üyeleri bizzat Başkumandan Mustafa Kemal Paşa belirlemeye başlamıştı.

İkinci dönem İstiklal Mahkemeleri yine öncelikli olarak asker kaçakları ve emniyet-
i dâhiliye ile alakalı davalara baktı. Bunun yanında Tekâlif-i Milliye emirlerinin
uygulanmasında mahkemelerin etkin rolü oldu. Ayrıca Samsun İstiklal Mahkemesi
Pontusçulukla ilgili davalara da baktı.

Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süre ile verilmiş olan Başkumandanlık, aralıklarla üç


defa uzatılmış, 20 Temmuz 1922’de kabul edilen 245 numaralı kanunla süresiz hale
getirilmişti. Ancak bu kanunla Meclis’in yetkilerini şahsi olarak kullanma durumu iptal
edildi. Aynı tarihte çıkarılan 271 numaralı Meclis kararıyla, yeni kabul edilen
Başkumandanlık Kanunu’na uygun olarak İstiklal Mahkemeleri üyelerinin vazifelerine son

11
Mahkemeye sevk edilen sanıklara ve verilen cezalara dair olan bu rakamlar Ergün Aybars’ın eserinde bir
tablo halinde verilmektedir. Ancak Aybars’ın da belirttiği gibi bu rakamlarda bazı eksikliklerin olması
muhtemeldir. Yargılamalara dair net rakamların, adı geçen mahkemelerin karar defterleri ve dosyalarında
yapılacak olan araştırmalar ile ortaya çıkacağı açıktır. Bu durum diğer mahkemeler için de geçerlidir. Aybars,
age, s.155.

7
verildi.12 İstiklal Mahkemelerinin Meclis denetiminden uzak bir şekilde çalışmakta
olduğunu söyleyen muhalefetin etkisiyle; 31 Temmuz 1922’de İstiklal Mehâkimi Kanunu
çıkarılmış ve 1 Ağustos 1922 tarihli 274 numaralı Meclis kararıyla, çıkarılan bu kanuna
uygun olarak ikinci dönem İstiklal Mahkemelerinin faaliyetlerine son verilmiştir.

İkinci dönemde Ankara İstiklal Mahkemesi’nin yargılamaları hariç tutulursa, diğer


dört mahkemeye görev süreleri içerisinde toplam 28.144 kişi sevk edildi. Bunlardan 9.122
kişinin beraat ve adem-i mesuliyetine karar verildi. 772 kişi vicahen, 1.479 kişi müeccelen,
164 kişi ise gıyaben idama mahkûm edilmiş, 1.214 kişiye kürek ve kalebentlik cezaları
verilmiştir. 14.675 kişiye ise çeşitli cezalar verilmiştir.13

1.1.3. İstiklal Mehâkimi Kanunu ve Mahkemelerin Düzenlenmesi

Sakarya Savaşı’nın kazanılmasından sonra asker kaçaklarının ve diğer suçların


azalması, İstiklal Mahkemelerine ihtiyaç kalmadığı kanaatini ön plana çıkarmış ve bu
mahkemelerin kaldırılması gündeme gelmişti. Hükümetin, mahkemelere ihtiyacı olduğunu
belirtmesi nedeniyle bu teklifler Meclis tarafından kabul edilmemekteydi. Ancak İstiklal
Mahkemelerinin geniş yetkilerle çalışmasından doğan rahatsızlıklar vardı ve muhalefet,
mahkemelerle ilgili bazı düzenlemeler yapmak istiyordu.14

TBMM’ye Mahkemelerin kaldırılmasıyla ilgili tekliflerin verildiği sırada,


Başkumandanlık Kanunu’nda yapılan değişiklikten dolayı Mustafa Kemal Paşa’nın
mahkemelere tayin ettiği azaların vazifelerinin son bulduğuna karar verilerek mahkeme
üyeleri geri çağırıldı. Ardından özel bir komisyonun hazırladığı 31 Temmuz 1922 tarih ve
249 numaralı İstiklal Mehâkimi Kanunu kabul edildi. Bu kanun ile firariler hakkındaki 11
Eylül 1920 tarihli kanun ve tadilleri ve 26 Eylül 1920 tarihli kanun yürürlükten
kaldırılarak, İstiklal Mehâkimi Kanunu yeniden düzenlendi. Buna göre yeni bir
mahkemenin kurulması Meclis çoğunluğuna bırakılarak yetki ve görevleri eskiye göre
daha belirgin hale getirildi. Ayrıca daha önce temyiz edilme ihtimali olmayan idam
kararlarının Meclis’in onayından geçmesi kararlaştırıldı.15

İstiklal Mehâkimi Kanunu’ndaki bu değişikliklerin nedeni Mustafa Kemal Paşa’nın


giderek artan gücünü frenlemek ve yetkilerini kısıtlamaktı. Çünkü mahkemelerin geniş

12
Küçük, a.g.m, s.351.
13
Aybars, age, s.155.
14
Küçük, “agm”, s.351.
15
TBMM Z.C., D.1, C.21-22, İ.77-83.

8
yetkilerle çalışmasından ve Başkumandanlık Kanunu’yla birlikte doğrudan Mustafa Kemal
Paşa’ya bağlanmış olmasından dolayı bir rahatsızlık söz konusuydu. Bu kanunun
kabulüyle Mustafa Kemal Paşa’nın, Başkumandanlık yetkileri devam etmesine rağmen;
kendi başına mahkeme kurma yetkisi elinden alınmış oldu. Bununla birlikte Meclis
üyelerinin çoğunluğunun da yeni bir mahkeme kurulmasına karşı çıkmaları neticesinde,
yeni mahkemelerin kurulmasına yönelik girişimler sonuç kaldı.16

Ergün Aybars, İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun bazı maddelerinden dolayı İstiklal


Mahkemelerinin çalışmalarında zaman kaybının yaşandığını ve mahkemelerin “ihtilal
mahkemeleri” olma niteliğini kaybettiğini belirtmektedir.17

1.1.4. Üçüncü Dönem İstiklal Mahkemeleri

Üçüncü dönem mahkemeleri, İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun kabulünden sonra


kurulmuştur. Bu dönemde kurulan ilk mahkeme Amasya İstiklal Mahkemesi’dir. Samsun
İstiklal Mahkemesi’nin kaldırılmasından sonra bölgede asayişin bozulması ve Rum
çetelerinin faaliyetlerinden dolayı, 27 Temmuz 1922 tarihinde Amasya İstiklal
Mahkemesi’nin kurulma kararı alınmıştır. Mahkeme göreve başladıktan sonra yaklaşık bir
ay faaliyette bulunduktan sonra mahkeme azalarından istifalar olmuş ve yeni aza seçimleri
de uzun zaman almıştır. Aza seçimlerinin uzayıp gitmesi üzerine Dâhiliye Vekili Ali Fethi
Bey 27 Kasım 1922’de Meclis’te verdiği beyanatta, bölgedeki eşkıyalık faaliyetlerinin
büyük ölçüde azaldığını ve mahkemeye ihtiyaç kalmadığını ifade etmiştir. Bunun üzerine
mahkeme fiilen kaldırılmıştır.

Amasya İstiklal Mahkemesi, İstiklal Mehâkimi Kanunu kabul edildikten sonra


kurulmuş olan ilk mahkemedir. Yaklaşık bir ay kadar çalışan mahkemenin faaliyetleri
hakkında bilgiler azdır. Mahkemenin kuruluş sürecinde muhalefetin sergilediği tavır,
mahkemelere karşı olan tepkinin boyutunu göstermesi açısından da ayrı bir öneme
sahiptir.18

Bu dönemde Memâlik-i Müstahlasa’da yani Batı Anadolu’da Yunan işgalinden


kurtarılmış bölgelerde İstiklal Mahkemelerinin kurulması gündeme de gelmişti. Batı
Anadolu’da Yunan işgali zamanında, işgalcilerle işbirliği yaparak birtakım yolsuz
harekâtta bulunmuş olanlara karşı halk arasında bir intikam duygusu oluşmuştu. Devletin

16
Tuncay, “agm”, s.940.
17
Aybars, age, s.124.
18
Aybars, age, s.127.

9
bu kişileri bir an önce cezalandırmaması durumunda bölge halkının intikam duygusuyla
hareket etme ihtimali vardı ki bu durum devlet otoritesine zarar verebilirdi. Bu kişileri
cezalandırmak için öncelikle bölgede geçici ceza mahkemelerinin kurulması gündeme
gelmiş, daha sonra ise bölgeye İstiklal Mahkemelerinin gönderilmesi istenmişti.19

Batı Anadolu’da İstiklal Mahkemelerinin kurulması, 27 Eylül 1922’de Meclis


gündemine geldi. Ancak Divan-ı Harplerin bu meseleyi çözebileceği görüşü ağır
basmaktaydı. 13 Aralık’ta konu tekrardan Meclis gündemine geldi ve İzmir, Bursa ve
Eskişehir’de mahkemelerin kurulmasına karar verildi. Bu mahkemelerden İzmir İstiklal
Mahkemesi’nin üye seçimlerinin yapılmasına rağmen, mahkemeler kurulamadı. Bundan
sonra milletvekillerinin oylamalara bile katılmayacaklarını bildirmeleri üzerine konu
tekrardan ele alınmadı.20

Cumhuriyet’in ilanından evvel kurulmuş olan son mahkeme, Elcezire İstiklal


Mahkemesi’dir. Tüm tedbirlere rağmen asker kaçaklarının önlenememesi ve bu durumun
bölgede Misâk-ı Millî’yi gerçekleştirmeye zarar verdiği gerekçesiyle 20 Ocak 1923
tarihinde Elcezire bölgesinde bir İstiklal Mahkemesinin kurulması gündeme geldi. 22 Ocak
1923’te 335 numaralı Meclis kararı ile merkezi Diyarbekir'de bulunmak ve sahası Elcezire
Cephesi Mıntıkası olmak ve sırf asker firarileri ile ilgili davalara bakmak üzere bir İstiklal
Mahkemesinin kurulmasına karar verildi.21 Mahkeme 9 Mart 1923’ten 11 Mayıs 1923’e
kadar iki ay çalıştı. Çalışmaları sırasında Diyarbekir, Mardin, Siverek, Elaziz ve
Malatya’da bulundu. Bu süre içerisinde 90 davayı sonuçlandırdı ve 37 kişiye ceza verdi.22

1.1.5. Saltanatın Kaldırılması

Millî Mücadele’nin başarıyla sonuçlanmasının ardından Türkiye Büyük Millet


Meclisi ile İstanbul arasında siyasi iktidarın gerçek sahibinin kim olduğu tartışmaları
başlamıştı. Esasen Millî Mücadele, Anadolu’nun bölünmesine karşı antiemperyalist ve
birleşik bir hareket olarak başlamıştı. Bu hareket içinde yer alanlarda genel olarak
mücadelenin kazanılmasından sonra sultanın yeniden iktidara gelmesi kanaati hâkimdi.
Ancak inkılâpçı fikirlere sahip olan ve daha mücadelenin kazanılmasından önce, yapmayı

19
TBMM Z.C., D.1, C.23, İ.109, s.195-219.
20
Aybars, age, s.129.
21
TBMM Z.C., D.1, C.26, İ.177-178, s.438,457-459.
22
Elcezire İstiklal Mahkemesi, Cilt 5 TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı Yayınları, Ankara
2015. s.3-9.; Aybars, age, s.133.; Tuncay, “agm”, s.941.

10
planladığı devrimleri yakın arkadaşına söyleyen Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele
döneminde temkinli davranarak sultan-halife konusunu ötelemişti.23

İstanbul Hükümeti, Millî Mücadele’nin kazanılmasında Ankara ve İstanbul


hükümetlerinin ortak hareket etmesinin etkili olduğu görüşündeydi. Ayrıca Sadrazam
Tevfik Paşa’nın yakında toplanacak olan Lozan Barış Konferansı’na birlikte katılmayı
önermesi, siyasi otoriteye ortak olmak istediğini daha net bir şekilde ortaya koymuştu.24 Bu
gelişmeler üzerine zaten zafer ile birlikte güç dengesini kendi lehine çeviren Mustafa
Kemal Paşa radikal bir karar alarak 1 Kasım 1922’de Saltanat ve Hilafeti birbirinden
ayırarak Saltanata son verdi.25 Saltanatın kaldırılmasıyla birlikte 4 Kasım’da İstanbul
Hükümeti istifa etti. “Sultan” unvanı alınan Vahdettin 17 Kasım’da ülkeden ayrıldı.
Vahdettin’in ülkeden ayrılmasından sonra 18 Kasım’da Abdülmecid Efendi TBMM
tarafından halife olarak seçildi. Bu seçimden önce Mustafa Kemal Paşa “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir. Halifenin herhangi bir biçim, yol ya da araçla iktidara ortak
olmasını Türk milleti kabul edemez” diyerek yeni halife ile taraftarlarını uyarmış olmasına
rağmen, 1923 yılı başlarında Halife ile Ankara Hükümeti arasında iktidar tartışmaları
başlayacaktı.26

1.1.6. Hıyanet-i Vataniye Kanununda Yapılan Değişiklik

Saltanat kaldırılırken Halifelik makamı korunmuş, ancak Halifelik makamının hak


ve yetkileri belirlenmemişti. Halifelik etrafında büyük tartışmalar meydana gelmiş,
Cumhuriyet’in ilanından evvel halifenin devlet başkanı sayılması ve yapılan kanunların
halife tarafından onaylanması gerektiği ileri sürülmüştü.27

27 Mart 1923’te, Meclis’te tartışmaların sertleştiği bir ortamda Trabzon Milletvekili


Ali Şükrü Bey’in, Cumhurbaşkanlığı Özel Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman
tarafından öldürülmesi ile tartışmalar daha da alevlenmişti. Bu gergin ortamda 1 Nisan
1923’te Meclis, kendini feshetme ve seçimleri yenileme kararı aldı. Meclis dağılmadan bir
gün önce 15 Nisan 1923’te, 334 ve 335 sayılı kanunlarla Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun
1. ve 8. maddelerinde değişiklikler yapıldı. 1. maddede yapılan değişiklikle saltanatı geri

23
Feroz Ahmad, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları, İstanbul 1999, s.68.
24
Cemil KOÇAK, “Siyasi Tarih (1923-1950)” Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye 1908-1980, Yayın
Yönetmeni: Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul 2013, s.128.
25
Ercüment Kuran, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu” Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16, s.616.
26
Stanford J. Shaw, Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Cilt 2, İstanbul 1983,
s.434.
27
Küçük, “agm”, s.351.

11
getirmek için yapılacak olan faaliyetler Hıyanet-i Vataniye kapsamına alındı.28 Bu
düzenleme, ileride İstiklal Mahkemelerinin karşı devrimcileri cezalandırmalarında dayanak
teşkil edecekti.29 8. maddede yapılan değişiklikle de, savaşın bitmesi ve olağanüstü
durumun sona ermesinden dolayı mahkeme kararlarına temyiz ve itiraz hakları tanındı.30

1.2. Cumhuriyet Dönemi İstiklal Mahkemeleri ve Bazı Önemli Gelişmeler

Cumhuriyet’in ilanından İstiklal Mahkemelerinin tekrar kurulmasına kadar olan


süreçte bazı önemli gelişmeler meydana geldi. Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan
değişiklikten sonra Birinci Meclis kapandı. 23 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması
imzalandı. TBMM’nin ikinci dönemi için yapılan seçimleri birinci grup kazandı ve ikinci
gruptan çok az kişi milletvekili seçilebildi. 11 Ağustos 1923’te II. TBMM’nin açılmasının
ardından ilk iş olarak Lozan Barış Antlaşması onaylandı. Sonrasında Halk Fırkası kuruldu.
Ankara Başkent yapıldı ve Cumhuriyet ilan edildi.

1.2.1. Halk Fırkası’nın Kurulması

Sivas Kongresi’nde “Her türlü parti akımlarından arınmış” olarak Anadolu ve


Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuştu. Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldıktan
sonra ortaya çıkan görüş ayrılıklarıyla birlikte Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adına, Meclis’te
Birinci Grup oluşturuldu. Ancak bu Grup, I. Meclis’te üstünlüğünü tamamen ele
geçirememişti. İkinci grup olarak adlandıran ve “Millî hâkimiyet” ilkesini savunan kesimin
muhalefetiyle karşılaşmıştı. Saltanatın kaldırılmasıyla, Birinci Grup partileşme yoluna
gitmiş ve Mustafa Kemal 6 Aralık’ta Halk Fırkası’nı kuracağını ilan etmişti. İkinci dönem
genel seçimlerine gidilirken Mustafa Kemal Paşa, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi olarak
9 Umde’yi açıklamış ve Grubun, Halk Fırkası’na dönüşeceğini söylemişti. Ancak parti
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından sonra 11 Eylül 1923’te resmi olarak
kuruldu.31 Halk Fırkası’nın kurulmasıyla birlikte Mustafa Kemal Paşa politik durumunu
daha da sağlamlaştırmıştı.32

28
Küçük, “agm”, s.352.; Aybars, age, s.129.
29
Aybars, age, s.166.
30
Aybars, age, s.130.
31
Mete Tuncay, “Siyasal Gelişmenin Evreleri” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 7, İletişim
Yayınları, İstanbul 1983, s.1967.
32
Shaw, age, s.435.

12
1.2.2. Cumhuriyetin İlanı

II. Dönem seçimlerinin yapılmasıyla birlikte I. Meclis’teki muhalif grup üyelerinin


birçoğu Meclis’e giremedi. Buna rağmen Meclis’te fikir bütünlüğü sağlanamamış ve Halk
Fırkası Meclis’e tamamen hâkim duruma gelememişti.33 Lozan görüşmeleri sırasında
Başvekil Rauf Bey ile İsmet Paşa arasında başlayan çekişmenin ardından Fethi Bey
Başvekil olmuş ancak Hükümet ile Meclis üyeleri arasındaki görüş ayrılıklarından dolayı
Meclis ve Hükümet arasındaki çatışma devam etmişti. Bunun yanı sıra Hükümet
üyelerinin, Meclis tarafından ayrı ayrı belirleniyor olması, Meclis’in Hükümet’e karşı olan
müdahalesini kolaylaştırmakta, bu çatışmanın daha da derinleşmesine neden olmaktaydı.

Diğer yandan Ekim ayının sonunda, Meclis İkinci Başkanlığı ve Dâhiliye Vekâleti
için yapılacak seçimlerde Hükümetin gösterdiği ve Mustafa Kemal Paşa’nın desteklediği
adayların Meclis tarafından reddedilip, bu makamlara, Rauf ve Sabit Beylerin seçilmesi,
Halk Fırkası içerisindeki muhalefeti daha net bir şekilde ortaya çıkarmıştı.34 Ortaya çıkan
bu hükümet krizi neticesinde Mustafa Kemal Paşa radikal bir şekilde Meclis Hükümeti
Sistemi’nden, bir Kabine Sistemi olan Cumhuriyete geçiş kararını aldı. Mete Tuncay,
Mustafa Kemal Paşa’nın yaşanan bu çatışmalara köktenci bir çözüm bulmak için planlı bir
şekilde hükümet bunalımı çıkardığını ve neden olarak Meclis Hükümeti Sistemini
gösterdiğini söylemektedir. Neticede 28 Ekim 1923’te Çankaya’da yapılan toplantıda
Cumhuriyet’in ilan edilmesine karar verildikten sonra, ertesi gün 29 Ekim 1923’te
Cumhuriyet ilan edildi.35

Cumhuriyet’in ilan edilmesi o dönemde bazı çevreler ve İstanbul basını tarafından


tepkiyle karşılanmıştı. Tepkilerin temelinde Millî Mücadele’nin önde gelen paşalarının
olmadığı bir zamanda ve kısa süren Meclis görüşmesi sonrasında 158 Milletvekilinin
oybirliği ile bu kararın alınması bulunuyordu. Bu çevreler tarafından Cumhuriyet’in
aceleye getirildiği ifade edilmekteydi.36

Bunun yanında Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte yapılan anayasa değişikliğiyle


Cumhurbaşkanına normalin ötesinde bazı yetkiler verildiği görüşü hâkimdi. Bu görüşe
göre Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Paşa “Ülke iktidarının en yüksek noktasına
gelerek devlet başkanlığı, Hükümet ve Meclis’in gerçek başkanlığı, tek parti başkanlığını

33
Tuncay, “Siyasal Gelişmenin Evreleri” s.1967.
34
Zürcher, age, s.248.;Koçak, age, s.133.
35
Tuncay, “agm”, s.1967.
36
Akyol, age, s.311.

13
kendinde toplamıştır.”37 Ayrıca bu güç yoğunlaşmasının, muhalefet üzerinde diktatörlüğe
doğru bir gidiş korkusu yarattığı, bu yüzden muhalefetin bu otoriterleşmeye karşı “Millî
hâkimiyet” fikrini yücelttiği ifade edilmektedir.38 Bu görüşler bir yana Cumhuriyet’in
ilanıyla birlikte rejim tartışmaları sona ermiş, meşrutiyeti geri getirmek isteyenlerin ve
halifeyi devlet başkanı olarak görmek isteyenlerin beklentileri boşa çıkmıştı.
Cumhuriyet’in ilk icraatları 31 Ekim’de on yıldır devam eden seferberliğin kaldırılması ve
26 Aralık’ta Cumhuriyet’in ilanı nedeniyle çıkarmış olduğu af kanunu olmuştur. Böylece
yeni bir dönemin başlamış olduğu belirtilmişti.39

1.2.3. İstanbul İstiklal Mahkemesi

Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi gelişmeler özellikle


İstanbul basınının tepkisini çekmiş ve olayların hilafetin kaldırılmasıyla neticeleneceğine
dair yazılar yazılmaya başlanmıştı. Ankara, İstanbul basınının bu tutumunu, devrimlere
karşı bir tepki olarak değerlendirmekteydi. Bu sırada Rauf Bey’in halifeyi ziyaret etmesi
ve halifenin devlet başkanı sayılabileceği yönündeki beyanları tartışmaları daha da
alevlendirdi.

Tartışmaların yaşandığı sırada Hint Müslümanlarının liderlerinden Ağa Han ve


Emir Ali’nin halifelik ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a yazdığı mektuplar,
ilgililerin eline geçmeden İstanbul basınının eline geçerek 5 Aralık’ta Tanin ve İkdam, 6
Aralık’ta Tevhid-i Efkâr gazetelerinde neşredildi. Mektupta hilafetin dünya Müslümanları
için öneminden, Türklerde kalmasının Türkiye’ye güç katacağından ve halifeliğin
kaldırılmaması gerektiğinden bahsediliyordu.40

8 Aralık 1923 tarihinde konu Meclis gündemine geldi. İsmet Paşa durum hakkında
bilgi vererek bu şahısların İngiliz Hükümetinin telkiniyle hareket ettiklerini ve bu mektubu
yayınlayanların Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci maddesine göre suç işlediklerini
söyleyerek İstanbul’a bir İstiklal Mahkemesi gönderilmesini teklif etti. Yapılan muhalefete
karşın 50 numaralı Meclis kararı ile İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurulmasına karar
verildi.41 Böylece önce asker kaçakları meselesi ile uğraşan, daha sonra yapılan
düzenlemelerle yetkileri genişletilerek iç güvenliği sağlayan İstiklal Mahkemeleri artık

37
Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınları, İstanbul 1984, s.582.
38
Akyol, age, s.352.
39
Aybars, age, s.167.
40
Küçük, “agm”, s.352.
41
TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985, s.314-328.

14
daha farklı bir sebeple kurulmuş oluyordu.42 Mahkeme 10 Aralık 1923 tarihinde
yayınladığı beyanname ile Cumhuriyet’in mevcudiyet ve esasatına karşı hareket ve
teşebbüse cüret edenleri şiddetle cezalandıracağını bildirdi.43

Mahkeme öncelikle Ağa Han ile Emir Ali’nin mektubunu yayınlayan gazetecilerin
yargılandığı “Matbuaat Davası” olarak bilinen yargılamaları gerçekleştirdi. Yargılamalar
sonunda gazetecilere beraat kararı verildi. Böylece hem yargılamalara karşı halkın tepkisi
yatıştırılmış hem de İstanbul basınına gözdağı verilmişti.44 Diğer önemli yargılamalar da
İstanbul Baro Reisi Lütfi Fikri Bey’in davası ve Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya
ve Cumhuriyet’e suikast davasıydı. Meclis, 30 Ocak 1924’te suikast davasının
sonuçlandığı tarihten itibaren mahkemenin görevinin bitmesine karar verdi. İstanbul
İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 ile 5 Şubat 1924 tarihleri arasında yaklaşık iki ay süre
ile faaliyetine devam etmiş, bu süre zarfında 17 kişi yargılandı.45

Mahkemenin faaliyetinin son bulmasının ardından Mustafa Kemal Paşa,


yargılananlarında içinde olduğu gazetecilerle 5 Şubat 1924 tarihinde İzmir’de bir araya
gelmiş ve yapacağı reformları anlatarak desteklerini istedi. Ayrıca 13 Şubat 1924 tarihinde
çıkarılan bir af kanunu ile İstanbul İstiklal Mahkemesinin cezaya çaptırdığı, içerisinde
Lütfi Fikri Bey’in de olduğu üç kişi affedildi.46

1.2.4. Halifeliğin Kaldırılması

Millî Mücadele döneminde ve Lozan görüşmeleri sırasında, dış politikada takip


edilen denge siyaseti gereği hem Sovyetlerle hem de İslami unsurlarla ilişkilere dikkat
edilmişti. Lozan görüşmelerinde anlaşmanın belli bir seviyeye gelmesi ile birlikte bu
unsurlara ihtiyaç kalmamış batılılaşma siyaseti benimsenmişti. Ayrıca Cumhuriyet’in
ilanından biraz önce rejimin ne olacağı gündeme geldiği sıralarda, hilafetin zararları
anlatılmaya başlanmıştı.47

Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte halifelik makamının konumu ve yetkileri üzerine


tartışmalar artarak devam etti. Halifelik makamının gerekliliği ve tarihsel konumu üzerinde
yapılan tartışmalar bir kenara bırakılırsa, asıl mesele halifeliğin, Cumhuriyet’e karşı siyasal
42
Aybars, age, s.159.
43
Aybars, age, s.178.
44
Küçük, “agm”, s.352.
45
Aybars, age, s.194.
46
İstanbul İstiklal Mahkemesi, Cilt 2, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 2015, s.3-10.; Küçük, “agm”, s.352.
47
Taha Akyol, Ama Hangi Atatürk, Doğan Kitap, İstanbul 2012, s.348-386.

15
bir seçenek olarak algılanması ve yeni rejim karşıtlarının halifelik etrafında toplanması
olmuştu.48 Tam da bu tartışmaların yaşandığı esnada daha önce değinmiş olduğumuz Hint
Müslümanları önderlerinin halifelik hakkında yazmış oldukları mektupların gazetelerde
yayınlanmış olması, olayı daha farklı bir boyuta getirerek halifelik karşıtlarının eline
önemli bir koz verdi. Yazılan bu mektuplar ulus devlet olma yolunda ilerleyen yeni
Cumhuriyet’i kendi sınırları dışındaki krizlerin içine çekiyor, yapılmak istenen reformların
önünde, en önemli engel ve sığınılacak bir merkez olarak halifelik makamının olduğunu
Hükümete gösteriyordu.49

Bu gelişmelerin gölgesinde 1924 yılı bütçe görüşmelerinde, hilafet bütçesiyle ilgili


tartışmaların yapıldığı bir sırada 3 Mart 1924 tarihinde Cumhuriyet’in önündeki siyasal
rakip olan halifelik kaldırıldı. Bu tarih aynı zamanda köklü devrimlerin başlangıç tarihi
oldu.50 Lewis’e göre reformcuların önünde geçmişten beri engel olan ulema sınıfına ve
onun hiyerarşik örgütüne ezici bir darbe vurulmuştu.51

1.2.5. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası)

1924 Anayasası, 20 Nisan 1924’te kabul edilmiş ve 37 yıl boyunca hem tek partili
hem de çok partili dönemde uygulanmıştır. Bu anayasa ile birlikte parlamenter sistem
kurulmuşsa da o dönemde Meclis üstünlüğü fikrinin devam etmesinden dolayı Meclis
hükümeti sisteminin yansımaları anayasada yer almıştır.52 Özellikle genel kuruldaki
görüşmeler sırasında Cumhurbaşkanının yetkileri konusunda Meclis, encümenin tasarısına
büyük oranda direnmiştir. Encümenin tasarısında yer alan Cumhurbaşkanının Meclis’i
fesih yetkisi kabul edilmemiş, veto yetkisi yumuşatılmış, yedi yıl olarak teklif edilen görev
süresi dört yıl olarak kabul edilmiştir.53

1.2.6. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

Birinci Meclis’teki İkinci Grup üyeleri yenilenen seçimlerden sonra Meclis dışında
kalmış olmasına rağmen Halk Fırkası Meclis’e tamamen hâkim olamamış, önemli bir
muhalefetle karşılaşmıştı. Cumhuriyet ve hilafet tartışmaları çerçevesinde bu muhalefet

48
Koçak, age, s.134.
49
Ahmad, age, s.70.
50
Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2011, s.24.
51
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2000, s.264.
52
Mümtaz Soysal, Fazıl Sağlam “Türkiye’de Anayasalar” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,
Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s.24-27.
53
Akyol, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, s.430-435.

16
daha belirgin bir şekilde gün yüzüne çıktı. Özellikle Lozan görüşmeleri sırasında ortaya
çıkan fikir ayrılıklarıyla birlikte Millî Mücadele’nin önder kadrosu Halk Fırkası’ndan
ayrılarak 17 Kasım 1924’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu.

Bazı araştırmacılara göre Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Halk Fırkası


arasında temelde büyük ideolojik farklar görülmemektedir. Parti programında yer alan
“Efkâr ve itikad-ı diniyeye hürmetkârdır” ifadesi partinin laiklik karşıtı olarak
algılanmasına neden olmuştur. Aslında parti cumhuriyet karşıtı ve hilafetçi değildir. Bu
dönemde yaşanan olay, kişiler arasındaki siyasi çekişmeler ile tartışmaların ve meydana
gelen siyasi devrimlerin etrafında gelişmesinden ibarettir.54 Yine başka bir görüşe göre
İkinci Meclis’te saltanatçılarla cumhuriyetçiler arasında bir çatışma yoktur. Çatışma liberal
cumhuriyetçilerle devrimci cumhuriyetçiler arasında olmuştur.55

Cumhuriyet Halk Fırkası, yeni partinin kurulmasını İttihat ve Terakki Fırkası’nın


canlandırılması olarak ifade etmiş ve sert bir şekilde eleştirmiştir. Mustafa Kemal Paşa ise
parti kurucularını ihanet ile suçlamış ve bu kişilerin daha önce Birinci Meclis’teki muhalif
grup ile gizli ilişkiler içinde bulunarak kendisine karşı bir komplo hazırladıklarını ifade
etmiştir.56 Bu arada meydana gelen Şeyh Said ayaklanması dönüm noktası olmuştur. Parti
isyan ile alakalı olduğu ileri sürülerek hükümet tarafından 3 Haziran 1925 yılında
kapatılmış, ardından İzmir suikast girişimi üzerine Fırka’nın önder kadrosu siyasal
yaşamdan tamamen tasfiye edilmiştir.57

1.2.7. Şark İstiklal Mahkemesi

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla birlikte Meclis’te muhalefetin


başladığı ve görüş ayrılıklarının derinleştiği bir dönemde 13 Şubat 1925’te Şeyh Said
isyanı patlak verdi. İsyan ilk başta kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmamış, çabuk
bastırılacak küçük bir eşkıyalık hareketi olarak değerlendirilmişti.58 İsyanın kısa zamanda
Diyarbakır, Elazığ ve Genç vilayetlerine yayılması ve daha geniş alanlara yayılma ihtimali
bulunmasından dolayı Başvekil Fethi Bey’in verdiği tezkere ile 25 Şubat’ta Şark
vilayetlerinin bazılarında bir ay müddetle idare-i örfiye (sıkıyönetim) ilan edildi. Yine aynı

54
Ömür Sezgin, Gencay Şaylan, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, Cilt 8, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s.2050.
55
Akyol, age, s.343.
56
Akyol, age, s.450.
57
Sezgin, “agm”, s.2045.
58
Aybars, age, s.211.

17
gün Hıyanet-i Vataniye Kanunu’na bir madde eklenerek dini ve mukaddesat-ı diniyeyi
siyasi gayelere alet ederek cemiyet kuran veya bu cemiyetlere üye olan ve bu maksatları
söz, yazı veya fiilen yayanlar bu kanununun kapsamına alındı.

İsyanı bir karşı devrim olarak değerlendiren İsmet Paşa ve Cumhuriyet Halk Fırkası
içerisindeki bir grup, Başvekil Ali Fethi Bey’i pasif kalmakla suçlayarak, sert bir
muhalefete başladı. O dönemde Halk Fırkası içinde İsmet Paşa’nın etrafında toplanan
radikal grup ile Fethi Bey’in etrafından toplanan ılımlı grup bulunmaktaydı. Fethi Bey
radikal grubun aksine isyan karşısında lüzumsuz yere sert tedbirler almak istememiş,
alınmak istenen sert tedbirlerin muhalefete karşı bir silah olarak kullanılmasından endişe
duymuştu.59 Yaşanan gelişmeler sonunda 4 Mart 1925’te Ali Fethi Bey Başvekillikten
istifa etmek zorunda kaldı. Aynı gün İsmet Paşa Başvekilliğe getirildi. İsmet Paşa hızlı bir
şekilde Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak, Ankara ve isyan bölgesinde birer İstiklal
Mahkemesi kurulmasını Meclis’e kabul ettirdi. Böylece Fethi Bey’in isyana karşı yumuşak
davrandığını söyleyen grup, isyana karşı ne derece sert hareket edileceğini göstermişti.
Başvekil İsmet Paşa’nın Meclis’e sunduğu teklifte kanunun gerekçesini, memleket
dahilinde asayiş ve huzurun sağlanması, kamu düzenini ihlal edecek irtica ve ihtilal hareket
ve teşebbüslerine karşı icap eden tedbirlerin alınması ve Cumhuriyet’in nüfuz ve kudretini
ve inkılâbın esaslarının güçlendirilmesi olarak izah etmiştir.60

Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri 117 numaralı Meclis kararı ile kuruldu. Bu
karar ile Şark İstiklal Mahkemesi’ne verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi tanınırken,
Ankara İstiklal Mahkemesi’nin vereceği idam kararlarının Meclis’in onayından sonra infaz
edilmesi kararlaştırıldı. Ancak bir buçuk ay sonra 20 Nisan 1925’te Meclis’in tatil olduğu
süre boyunca Ankara İstiklal Mahkemesi’ne de idam kararlarını uygulama yetkisi verildi.

Şark İstiklal Mahkemesi iki yıllık görevinde önemli birçok davaya baktı. Bunların
başında mahkemelerin kurulmasının da gerekçesi olan Şeyh Said ve arkadaşlarının davası
gelmektedir. Bunun yanında isyanla alakalı görülen Şeyh Eyüp, Dr Fuat, Kürt Teali
Cemiyeti Reisi Seyyid Abdülkadir davaları da önemli yargılamalar arasındadır.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Urfa sorumlusu Yarbay Fethi Bey’in davası ile birlikte,
bölgedeki parti şubelerinin kapatılmasına karar verilmiştir. Ayrıca içlerinde Eşref Edip,
Velid Ebuzziya, Abdülkadir Kemali, Ahmet Emin, Fevzi Lütfi gibi kişilerin bulunduğu

59
Metin Toker, Şeyh Sait ve İsyanı, Akis Yayınları, Ankara 1968, s.18,65.
60
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.69, s.131.

18
birçok gazeteci de yargılandı.61 Bunların yanında mahkeme yargılamaları sırasında
bölgedeki tekke ve zaviyeleri ruhsatsız cemiyet kapsamına alarak kapattı. Çok geçmeden
Ankara İstiklal Mahkemesi’nin de bu yönde kararlar vermesiyle Hükümet durumu
genelleyerek 30 Kasım 1925’te tekke ve zaviyeleri kapattı.62

1.2.8. Ankara İstiklal Mahkemesi

Ankara İstiklal Mahkemesi, görevinin ilk aylarında başta asker kaçakları olmak
üzere birçok davaya bakmıştır. İlk önemli yargılaması Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
yargılaması olmuştur. Dini siyasete alet ederek partiye üye kayıt etmek suçuyla tutuklanan
Üsküplü Salih Başo ve arkadaşlarının davasıyla birlikte TCF’nin İstanbul’daki merkezi ve
şubeleri kapatıldı. Daha sonra mahkemenin, Hükümeti bu konuda uyarması üzerine 3
Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatıldı. Yine Parti’nin İstanbul’daki
şubelerinin kapatılmasını eleştiren Tanin yazarı Hüseyin Cahit tutuklanarak Ankara’ya
getirildi. Ayrıca birçok gazeteci rejime muhalefet etmek gerekçesiyle tutuklanarak
yargılandı. Bunun yanında Vahdettin’i tekrardan tahta çıkarmak amacıyla Tarikat-ı
Salahiye adıyla gizli bir örgütün kurulduğu iddia edilerek yargılamalar yapıldı. İstanbul
Barosu Başkanı Lütfi Fikri Bey de bu cemiyetle alakadar olmak suçuyla yargılandı.
Komünistlerin davası olarak bilinen ve komünistlik propagandası yaparak iç güvenliği
tehdit etmek suçlamasıyla bazı gazeteciler de mahkeme karşısına çıkarıldı.63

25 Kasım 1925 tarihinde 671 numaralı Şapka İktisası Hakkında Kanun’un


çıkarılması ile birlikte memleket genelinde hükümete karşı bir tepki oluşmuş ve protestolar
başlamıştı. Mahkeme bu hareketleri Cumhuriyet’in meşruluğuna karşı ayaklanma
teşebbüsleri olarak saydı. Sivas, Tokat, Erzurum, Rize, Giresun ve Ankara’da gezici olarak
görev yapan mahkeme, ayaklanma saydığı bu girişimleri sindirdi. Ankara İstiklal
Mahkemesi’nin bakmış olduğu en önemli davalardan birisi de Millî Mücadele’nin önemli
isimlerinin yargılanmış olduğu İzmir Suikastı davası oldu. Mustafa Kemal Paşa’ya tertip
edilen suikast girişiminin sonuçsuz kalması sonrasında, zanlılar ve tertiple alakası olduğu
iddia edilen ve içinde birçok paşanın da bulunduğu kişiler hakkında yargılamalar yapıldı.
Suikast davasının devamı olan İttihatçılar davası ise Ankara’da görüldü. Yargılamalar
sonunda her iki davadan toplamda on dokuz kişi idama mahkûm edildi.64 Ankara İstiklal

61
Küçük, “agm” s.353
62
Tuncay, “İstiklal Mahkemeleri” s.941.
63
Aybars, age, s.279-318.
64
Küçük, “agm”, s.354.

19
Mahkemesi görev yaptığı 12 Mart 1925 ile 7 Mart 1927 tarihleri arasında 2436 kişiyi
yargılamış, toplamda 240 kişiyi idama mahkûm etmiştir. Asker kaçakları ile ilgili kararlar
ile sıkıyönetimin vermiş olduğu idam kararları bu sayıya dâhil değildir.65

Farklı tarihlerde altışar aylık uzatmalarla yaklaşık iki yıl görev yapan bu iki
mahkeme, 7 Mart 1927 tarihinde Meclis’in aldığı karar ile kapatıldı. Takrir-i Sükûn
Kanunu ise 979 numaralı kanun ile 4 Mart 1929 tarihine kadar yürürlükte kaldı, Ancak bu
süre içerisinde kullanılmadı. İstiklal Mehâkimi Kanunu ise yirmi iki yıl daha yürürlükte
kaldı ve her an kullanılmaya açık tutuldu. Bu kanun da çok partili hayata geçiş döneminde
5384 numaralı kanunla 4 Mayıs 1949 tarihinde yürürlükten kaldırıldı.66

2. Şeyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi

2.1. Piran Olayı ve İsyanın Başlaması

Şeyh Said her sene dedesi Şeyh Ali Sebti’nin kabrini ziyaret etmek üzere ikamet
ettiği Hınıs’tan doğum yeri olan Palu’ya gitmekteydi. 1924 yılı Aralık ayında da Hınıs’tan
yola çıkan ve yol üzerinde birçok yere uğrayarak halka vaaz ve nasihatlerde bulunan Şeyh
Said, kalabalık bir gurup halinde, yaklaşık iki ay sonra kardeşi Abdurrahim’in ikamet ettiği
Piran’a geldi. Piran o tarihte Genç ilinin Ergani ilçesine bağlı Eğil bucağının bir köyü idi.67

Şeyh Said’in maiyetinde bulunan ve onunla birlikte 13 Şubat 1925 tarihinde Piran’a
gelen bazı kanun kaçaklarıyla, onları tutuklamak isteyen jandarmalar arasında çıkan
çatışmayla isyanın fitili tutuşmuştur.68 Piran’da yaşanan hadise ile ilgili bazı eserlerde
farklı bilgiler veriliyor olsa da bu anlatılanlar genel olarak Şeyh Said’in yakalanmasından
sonra Varto’da alınan ifadesine dayanmaktadır. Onun 16 Nisan 1925’te Varto’da alınan
ifadesine göre Piran’da yaşanan hadise şöyle gerçekleşmiştir:

65
Aybars, age, s.374
66
Tuncay, “agm”, s.943.
67
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.13.; Toker, age, s.30.
68
Hadisenin yaşandığı tarihle ilgili olarak kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır. Dönemin gazeteleri,
Meclis görüşmeleri ve resmi belgelerde 13 Şubat tarihi verilmektedir. Ancak o dönemde hazırlanmış bazı
raporlarda 11 Şubat tarihi de verilmektedir (Cumhuriyet, 16 Şubat 1341, s.3.; TBMM Z. C., D.2, C.14, İ.64,
s.306.). Bunun yanında Metin Toker, Behçet Cemal 13 Şubat tarihini (Behçet Cemal, Şeyh Sait İsyanı, Sel
Yayınları, İstanbul 1955, s.25.; Toker, age, s.30.); M.Ş. Fırat, Nuri Dersimi, Kadri Cemilpaşa ve Hasretyan
gibi bazı yazalar ise 8 Şubat tarihi vermektedir (M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Kardeş
Matbaası, Ankara 1970, s.203.; M. Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, İstanbul
1977, s.186.). Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesine göre Şeyh Said, 21 Recep tarihinde Piran’a geldiğini
söylemektedir. Bu tarih de 15 Şubat’a denk gelmektedir (Şark İstiklal Mahkemesi Muhakeme Zabıtnamesi
(Karar 69) s.18.).

20
Şeyh Said, Piran’a giderken, onu köyün dışında karşılamaya gelen ahali ile birlikte
Piran’a girmiş ve Piran’da yaşayan biraderi Abdurrahim’in hanesine varıp ona misafir
olmuştur. Öğle vakti, biraderinin hanesinde oturmakta oldukları sırada, bir zabit (subay)
Şeyh Said’in yanına gelerek,“Mehmed Ağa oğlu Bahri” namında bir mahkûmun evinde,
dokuz mahkûmun daha gizlendiğini ve bunların teslim olmaları için kendisinin aracı
olmasını rica etmiştir. Bunun üzerine Şeyh Said bu kişilere haber göndermiş, fakat bu
kişiler, teslim olmayacaklarına dair talak-ı selase ile yemin ettiklerini söyleyerek teslim
olmamışlardır. Daha sonra bu kişilerden sekizi serbest bırakılmış ve diğer iki mahkûm
jandarmalar tarafından derdest edilmek istenmiştir. Fakat serbest bırakılan sekiz mahkûm
daha önce aralarında kararlaştırdıkları üzere sekizi dışarıdan ve diğer iki mahkûm da
hapishane içinden iki taraflı ateş açarak jandarmaları dağıtarak firar etmişlerdir.

Şeyh Said ifadesinin bu bölümünde isyan hakkında kendisine hiçbir taraftan


telkinat yapılmadığını, bunu sırf kendi düşünce, kanaat ve mefkûresiyle tasarladığını ve
mutlak surette hayır meydana getirmek için çalıştığını ifade etmiştir. Ayrıca Piran’da
bulunduğu sırada, hükümetin İslam şeriatına aykırı bazı icraatını tenkit ederek
“Medreseler kapatıldı. Meşihat ve evkaf lağvolundu. Yani evkaf maarife rabt oldu.
Gazetelerde bir takım dinsiz muharrirler mukaddesat-ı diniyeyi tezyif ve peygamberân-ı
izâm hazerâtına itâle-i lisan gibi seyyiâta cüret ediyorlar. Ben bugün elimden gelse bi’n-
nefs mücahade edip şeriatın i’lâsına hizmet ederim” şeklinde vaazlarda da bulunduğunu
söylemiştir. Şeyh Said, Piran’daki vaazını müteakip artık tasavvur, düşünce ve mefkûresini
icra etmeye karar vermiş ve beraberinde silahlı yedi sekiz kişi ile birlikte Piran’dan ikindi
vakti harekete geçerek sabaha karşı Hani nahiyesinin Çomayek köyüne gelmiştir.69

Şeyh Said aynı hadiseyi 27 Haziran 1925’te mahkemede yaptığı müdafaasında ise
şöyle anlatmaktadır:

“….Ale’s-sabah Piran’a taraf gittik. Müstakbiller meyanesinde meğer on kişi


mahkûm var imiş, bilmiyordum. Her onu da Bahri bin Mehmed Ağa’nın misafiri olmuşlar
ve Piran’da dahi yirmi süvari jandarma ve iki mülazımdan mürekkep bir müfreze var imiş.
İşbu müfreze mahkûmları görürler ve Mehmed Ağa hanesini basarlar. Mahkûmlar da
talak-ı selase ile yemin edip ki teslim olmayacağız. Haber aldım. Teşvişe düştüm. Bir niza’
çıkmamak için bir iki adam ricacı gönderdim. Bir mülazım geldi. Kıyam ettim. Bir iki defa
rica ettimse de kabul buyurmadılar. Derhal hayvanları hazır etmeyi söyledim.

69
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.18.

21
Hazırladılar, derakap silah sadası açıldı. Galiba bir mecruh Kürdlerden, iki de
jandarmalardan vâki oldu. Biz de Piran’dan çıkıp Hınıs’a doğru yola düştük….”70

Yukarıdaki iki ifadede anlatıldığına göre; Şeyh Said kendi maiyeti arasında olan
mahkûmlardan haberdar değildir. Hatta jandarmaların ricası üzerine mahkûmların teslim
olması için ricacı olmuş, ancak mahkûmlar teslim olmamışlardır. Herhangi bir anlaşmazlık
çıkmaması için çaba harcayan Şeyh Said bundan bir sonuç alamayınca yanına birkaç kişiyi
alarak Piran’dan ayrılarak Hınıs’a doğru yola çıkmıştır.

Ancak hadise askeri bir raporda daha farklı anlatılmaktadır. Erganimadeni


jandarmalarından Mülazım-ı evvel Hüseyin Hüsnü ve Eğil Takım Kumandanı Mülazım-ı
sâni Mustafa Hamdi ve Erganimadeni Merkez Takım Kumandanı Mülazım-ı sâni Tahir
Sami tarafından yazılmış olan 20 Şubat 1925 tarihli ortak rapora göre; Piran’a gelen Şeyh
Said buradaki müfrezenin silah ve atlarını almak fikriyle hareket etmiş ve maiyetinde
bulunan mahkûmlar Şeyh’in emriyle müfrezeye saldırmıştır. Hatta bu raporda isyanın 20
Mart tarihinde yapılmasının planlandığı yazılmıştır. Bahsi geçen raporun ilgili bölümü şu
şekildedir:

“Eğil’in Piran karyesinde mahkûm ve asker firarilerinin takibi zamanına müsadif


11 Şubat 341’inci Çarşamba günü Piran’a gelen ve elyevm Hınıs’ta sakin Şeyh Said nam
şahsın maiyetinde tahminen üç yüz kişiden ibaret züvvar (ziyaretçiler) ile Piran’a gelen bu
şeyh, müfrezenin yedindeki silah ve atlarını almak fikir ve mefsedetini fırsat ganimet
bilerek fiilini zâhire ihraç maksadıyla 20 Mart 341’de mevki-i tatbike koymak zamanını
unutarak maiyetindeki mahkûmîni müfrezemiz üzerine saldırarak elde edilen mahkûmînin
tahliyesiyle hane içerisine saklanan mahkûmînin elde edilmesine mümanaat edilmiş ve bu
gâvurları şeyhin emriyle “Sallualâ Muhammed” diyerek üzerimize hücum etmişlerse de
dört saat devam eden müsademe neticesinde iki jandarmamızın yaralanmasına, zabitan ve
efradımızın at ve eşyalarını ve Piran karakolunun eşya ve defâtirini ifna etmeye sebep
olmuş ve Piran’da şeyhin biraderi Abdurrahim nam herifi Piran ve havalisine memur tayin
ederek Piran muallimi Fahri nam şahısla civar köy ve kasabalara mektuplar yazarak
‘Şeriat istiyoruz’ perdesi altında ihtilal çıkarmaya sâik oldukları…..”71

70
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.316.
71
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.63-64.; İM/T12/13/69-17/255/3; Raporun aslı: Belge 1

22
2.2. İsyanın Yayılması ve İşgaller

13 Şubat 1925 tarihinde yaşanan Piran hadisesi ile birlikte isyan hareketi başladı ve
isyancılar hızlı bir şekilde civar yerleşim yerlerini ele geçirdi. İsyan başladıktan sonra 3.
Ordu Müfettişliği 14 Şubat’ta isyanla alakalı Genelkurmay Başkanlığı’na bir rapor sundu.
Genel Kurmay Başkanlığı hükümetin isyanı bir an önce bastırarak düzeni geri getirmeye
karar verdiğini bildirdi. 15/16 Şubat’ta İçişleri Bakanlığı’nın isyanın bastırılmasına dair
hazırladığı genel yönerge ile tenkil harekâtını 3. Ordu Müfettişi Kazım Paşa’nın idare
edeceği bildirildi ve bunun için 1. Süvari Tümeni görevlendirildi.72 Ordu birlikleri
hazırlıklarını yaparken 16 Şubat’ta Genç vilayetinin merkezi olan Darahini isyancıların
eline geçti. Şeyh Said birkaç gün burada kaldı ve burada isyanın cepheleri ile
kumandanlarını netleştirdikten sonra 19 Şubat’ta Lice’ye doğru harekete geçti. 21 Şubat’ta
Lice isyancıların eline geçti.

Şeyh Said Darahini’de iken Diyarbekir’den Lice’ye gönderilen Yarbay Hüsnü


emrindeki müfreze Fis Boğazı’ndan geçerken, Şeyh Said’in kardeşi Mehmed Mehdi ve
isyancılar tarafından baskına uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine
Yarbay Hüseyin emrindeki bir müfreze 19 Şubat’ta Lice’ye gönderildi. 20 Şubat’ta bu
müfreze de asilerle girdiği muharebe sonrasında yenilgiye uğrayarak geri çekilirken
Yarbay Hüseyin şehit düştü. Ayrıca 3 er şehit olmuş, 2 er yaralanmış, bir jandarma subayı
ile 38 er asilere esir düşmüştü. Bu arada karşı saldırıya geçen İbrahim Bey komutasındaki
müfreze, Piran ve civar köyleri asilerden tamamen temizlemişti.

Piran, Hani, Lice istikametinde asileri takip için görevlendirilen 1. Süvari Tümeni,
21 Şubat’ta kısa bir çarpışmadan sonra Hani’ye girdi. 22 Şubat’ta asilerin Hani’yi
çevirmesi ile müsademe başlamış bir süre sonra asiler çekilmişti. Ancak asileri takibe
başlayan tümenin bir kısmının şehirden ayrılması sonrası asiler bir baskınla tekrardan
Hani’ye saldırarak oradaki kuvvetleri esir aldılar.73 Ardından Şeyh Said 26 Şubat sabahı
Hani’ye girdi.

Elaziz Cephesinde ise Palu’nun işgali sonrasında Şeyh Şerif komutasındaki asiler
24 Şubat’ta Elaziz’i ele geçirdi. Ancak asilerin şehri yağmalamaya başlaması sonucu
halkın direnişi ile karşılaşarak şehri boşaltmak zorunda kaldılar. Muş Cephesinde ise Şeyh

72
Reşat Hallı, Genel Kurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 1, Kaynak Yayınları, İstanbul 1992, s.129-131.
73
Hallı, age, s.143-144.

23
Abdullah Muş cephesini tutarak vilayetin irtibatını kesmiş, Varto’yu alarak Erzurum’a
doğru ilerlemeye başlamıştı. Ergani de Piran hadisesinden sonra asilerin eline geçmişti. 74

2.3. Şeyh Said’in Anlatımına Göre İsyanın Gelişimi

Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesine göre, 13 Şubat’ta yaşanan Piran


hadisesinden Diyarbekir’in isyancılar tarafından kuşatılma tarihi olan 7 Mart’a kadar
isyanın gelişimi şu şekilde olmuştur:

Şeyh Said, Piran’da yaşanan hadiseden sonra, silahlı yedi-sekiz kişi ile birlikte
ikindi vakti Piran’dan yola çıkarak sabaha karşı Hani’nin Çomayek köyüne geldi. Şeyh’in
ifadesine göre onunla birlikte buraya gelen sekiz kişiden dördü Piçar’ın Botyan aşiretinden
Fakih Ahmed, Mahli Haley, Ahmed Salo ve Sabri bin Faro’dur.

Şeyh Said, Çomayek köyünde iken Piran’da verdiği gibi herhangi bir vaazda
bulunmadı ve sabahleyin Korha köyüne geçti. Korha’da, Piran’da söylediği gibi ahaliye
vaaz ve nasihatte bulunup bir gece kalan Şeyh Said, ertesi gün Genç’in Piçar nahiyesinin
Kahkik köyüne gitmek üzere harekete geçti. Kahkik’e giderken, başlarında Ömer Ağa bin
Faro’nun bulunduğu Botyan, Abdülhamid bin Fakih Hasan’ın bulunduğu Mıstan, Haydar
Ağa bin Ömer Ağa’nın bulunduğu Tavs ve Tavber karyeli Monla Ahmed’in bulunduğu
Silvan ahalisi; Şeyh Said’in yanına gelerek ona hitaben “Mademki sen din ve şeriat için
çalışıyorsun, biz de canımızla malımızla çalışacağız” diyerek Şeyh’e iltihak ettiler.
Ardından Şeyh Said bunlarla beraber Kahkik karyesine girdi.

Şeyh Said burada iken zina, hırsızlık, müskirat istimali (alkol kullanımı), katl ve
başka cezaları tertipten ibaret olan ve evvelce vaazında söylediği cihetleri icraya yönelik
bazı kararlar aldı. Ayrıca Darahini’ye vardıkları zaman, Darahini’de bulunan ve genelinin
Kürt olduklarını bildikleri Jandarmaların kendilerine karşı silah kullanmaları halinde
karşılık verileceği, kendi taraflarından ölenlerin şehit sayılacağı, bunun yanında karşı
taraftan ölenlerin mühder kabul edilerek, şer’an kısas ve diyet lazım gelmediği hususları
kararlaştırıldı.

Şeyh Said, ertesi gün bu aşiretlerle birlikte Darahini üzerine hareket etti. Yolda iken
Yahkik ve diğer aşiretlerin geri kalan kısımları da peyderpey gelerek Şeyh Said’e
katıldılar. O gün ikindi vakti Çemihini’ye varan Şeyh, Çemihini’de iken Yahkiklerden kırk

74
Cemal, age, s.35.

24
elli adamın Darahini’ye bir baskın yaparak jandarmalarla müsademe ettiklerini ancak
Darahini’yi işgal edemedikleri haberini aldı. İkindi vakti Çemihini’den hareket ederek
Darahini’ye yarım saat mesafedeki Kupar köyüne gelen Şeyh Said, burada iken gerek
Çemihini’den hareketten evvel, gerek kendi yanında bulunan Kürtler ve gerekse başka
taraflardan kendi başlarına giden şahıslar tarafından Darahini’nin işgal edildiğini işitti.

Şeyh Said, Kupar’da iken, maiyetinde Çapakçur’un Yamaç ve Az Aşiretleri olan


Şeyh Mustafa zade Şeyh Şerif’le görüşerek o gece köyde kalıp ertesi gün Darahini’ye
girmeyi ve hükümetin idaresini ele alıp bir kadı, bir müftü, bir inzibat memuru ile yirmi
kadar jandarma tayin etmeye karar verdi. Ancak geceleyin Darahini’den gelen Valirli
Hüseyin Bey zade Hacı Sadık Bey, Modan karyeli Monla Hasan ve Hacı İsmail Ağa zade
Yusuf Ağa, Şeyh Said’in yanına vararak Darahini’yi işgal eden aşiretlerin mal sandığını
vesaireyi talan ettiklerini, kendisi hareket etmediği takdirde vaziyetin daha da
fenalaşacağını haber verdiler. Bunun üzerine Şeyh Said yüz kadar maiyetiyle birlikte
Darahini’ye gelerek Ziraat Bankası’na gitti ve banka sandığını alarak Yusuf Ağa’nın evine
naklettirip, banka sandığını talan etmemeleri için nasihatte bulundu.

Şeyh Said sabahleyin ahaliyi toplayarak tekrar vaaz ve nasihatte bulundu ve


ardından eski müftü Valirli Hacı İlyas Efendi’yi Darahini’ye müftü olarak tayin etti. Şeyh
Said’in ifadesine göre; Hacı İlyas Efendi; Şeyh Said, Darahini’ye geldiği zaman Şeyh’e
gelerek tuttukları yolun doğru ve hak olduğunu söyleyen kişidir ve onun bu sözleri müftü
olarak atanmasında etkili olmuştur. Bunun yanında Monla Hasan’ı Darahini inzibat
memuru olarak tayin eden Şeyh, yirmi kadar jandarma tayinini de inzibat memuru Monla
Hasan’a havale etti. Ayrıca Darahini’de şube reisi olan bir binbaşı ile valiyi, valinin
odasında nezaret altına alarak mülazım rütbesinde olan iki jandarma zabitini ve diğer
memurları serbest bıraktı ve yanına gelen iki jandarma zabiti ile bazı memurlara, harekâtta
başarılı olmak şartıyla memuriyet vaadinde bulundu.

Şeyh, Darahini’de iki gece kaldı. Bu esnada başlarında Hacı Sadık Bey olan Zekti
aşireti; Hacı Selim bin Şerif Ağa’nın başında bulunduğu Gernus aşireti ve Kupar’da
bulunan Şeyh Şerif de maiyeti ile birlikte Darahini’ye gelmişti. Ayrıca Şeyh Said burada
iken Çapakçur’un Çan şeyhlerinden Şeyh İbrahim ile Şeyh Hasan’a ve Çapakçur Beylerine
Çapakçur’un işgalini ve kasaba halkına da mukavemet göstermemelerini yazdı ve bir süre
sonra Çapakçur’un işgal edildiğini duydu. Şeyh Said, Darahini’de bulunduğu üçüncü gün
bazı emirler vererek cephe kumandanlıklarına atamalar yaparak; Şeyh Şerif’e, gelecek

25
askerlere karşı Çapakçur’un Gazik Cephesini müdafaa etme görevini, Melekanlı Şeyh
Abdullah’a Girvas ve Muş Cephelerinin muhafazasını, Göynük ağalarına Çapakçur
Boğazı’nın üst taraflarının idaresini ve Çan şeyhlerine de Kiğı Boğazı’nı muhafaza
etmelerini emretti.

Yanında kalanlarla birlikte Darahini’den ayrılarak Lice’ye doğru hareket eden Şeyh
Said, yolda iken Hanili Mustafa Bey ve eski Müftü Salih Efendi’nin içeriden olmak üzere,
Serdi köyü ve civar köy halkının hep birlikte Hani’yi işgal ettikleri haberini aldı. Yine aynı
gün Lice’ye giderken Hani Nahiye Müdürü, Telgraf Müdürü ve Jandarma Kumandanı
Şeyh Said’in nezdine getiridi ve Şeyh Said, Darahini inzibat memuruna bir kâğıt yazarak
bu kişilerin orada iaşe edilmelerini söyledi.

Şeyh Said, Lice’ye bir buçuk saat mesafedeki Tilek karyesine geldiğinde, Lice
ahalisinden Şeyh Mehmed Şerif namında bir hocanın, Şeyh’in yanına gelerek kendisine:
“Bu gece Lice’ye girmeniz gasp ve gârâta ve kıtale sebep verecektir, girmeyiniz.” demesi
üzerine Şeyh, bu kişiye istek ve maksatlarını bildirerek, onu Lice’ye geri gönderdi ve kendi
fikrine karşı çıkmayan ağa ve beylerin yanına gelerek kendisiyle görüşmelerini ihtar etti.
Bunun üzerine eski müftü Abdülhamid Efendi, Sadullah Bey zade Hacı İbrahim Bey,
Hüseyin Bey, Hacı Said zade Rüşdü Efendi, Mehmed Bey oğlu Kazım Bey ve Lice
eşrafından otuz kadar kişi Şeyh’in yanına geldi ve yapılan görüşme neticesinde Lice’ye
girmemeye kararı verildi.

Bu arada meydana gelen olayları haber alan Lice’nin Serdi karyesinde oturan ve
Şeyh’in kardeşi olan Şeyh Mehmed Mehdi; Hükümet tarafından Fis Ovası’na sevk edilen
süvari alayına taarruz ederek, alayı geri çekilmeye mecbur edip Diyarbekir ovasına
uzaklaştırmıştı. Bu haberi alan Şeyh Said, civar köylerden katılan isyancıları da beraberine
alarak Karas, Mehmedyan, Tepecik, Sorıl, Şaklat Cephelerini tutmak ve geri çekilen alayı
karşılayıp esir etmek maksadıyla harekete geçti. Hareketlerinin birinci günü ikindi zamanı
Hizan karyesine gelen Şeyh Said ve asiler; Hizan’da iken süvari, piyade ve topçudan
oluşan askerin Lice’ye doğru geldiğini ve bunların henüz Lice’ye ulaşmadıklarını haber
alır almaz yukarda adı geçen cepheleri tuttular. Sabaha karşı ateş ve müsademe başladı.
Öğleye kadar devam eden muharebe sonrasında, Alay’ı Mehmedyan’dan aşağı olan ovaya
doğru geri çekilmeye mecbur eden asiler elli askeri esir edip bir miktar cephane, bomba ve
tüfek ele geçirdiler. Ayrıca geri çekilen alayı yarım saat kadar takip ettikten sonra geri
dönerek, ele geçirilen cephaneyi alıp geceyi Huri karyesine geçtiler. İsyancılar Huri’de

26
olduğu sırada Piran tarafına Hacı Akif Bey kumandasında bir alayın geldiği duyuldu.
Durum sabahleyin Şeyh Said ve Hanili Mustafa Bey’e yazılı olarak bildirildi. Ayrıca Hacı
Akif Bey imzasıyla Şeyh Said’e yollanan beyanname ile Piran’ın alındığı, Piran’daki
muallim Fahri’nin öldürüldüğü ve kendisinin de teslim olmasının hakkında hayırlı olduğu
bildirildi.

O gece Hani üzerine adamlarını sevk eden Şeyh, sabahleyin Pendar karyesine gitti.
Şeyh oraya vardığında maiyetinin idaresindeki asiler askerlerle müsademe halinde idi.
Müsademe akşama kadar devam etti. Çatışma sonunda gece alaturka saat birde alay,
mermileriyle beraber dört top bırakarak Diyarbekir’e doğru geri çekildi. Asiler dört beş
şahıs kayıp vermelerine rağmen Hani’ye girdiler. Şeyh Said ise müsademe sabahı Hani’ye
girdi.

Şeyh Said, aynı sabah Hani’ye bir saat mesafedeki Kaban mıntıkasına ulaşan ve
başında Cemil Bey’in bulunduğu alayının üzerine isyancıları sevk etti. Öğleden gecenin
saat ikisine kadar devam eden müsademe neticesinde Cemil Bey’le beraber üç yüz dört yüz
kadar asker ve on on beş kadar da zabit asiler tarafından esir alındı. Şeyh Said, esir alınan
askerlerin tamamını Darahini’ye sevk etti. Şeyh Said, ifadesinde esir alınan bu askerlerin
durumu hakkında açıklama yaparak; kendisinin mağlup olması halinde askerlerin zaten
kendi hallerinde kalacaklarını ve galip gelmesi halinde ise hepsini serbest bırakacağını
söylemiştir.

Siirt’ten askerlerin geldiğini işiten Şeyh Said, karşı tertibat almak üzere
gündüzleyin askersiz olarak Lice kasabasına gidip Mehmed Bey zade Kâzım Bey’e misafir
olmuş ve bir gece Lice’de kaldı. Burada, Lice ahalisi tarafından kendisine, Siirt’ten gelen
askerleri Hazro Köprüsü Boğazı’nda tevkif etme taahhüdü verildi. Ardından Lice jandarma
kumandanıyla, kaymakamının Darahini’ye gönderilmelerini emreden Şeyh bunların
ricaları üzerine bu kararından vazgeçti.

Lice’den Karaz, Huri, Pirhasan Boğazı’na gelen ve iki gece Karaz’da kalan Şeyh,
burada iken, daha önce çarpışarak Mehmedliyan istikametinden Diyarbekir’in şark ovasına
geri çekilen alayın tekrar Alibardak köyünde mevki aldığını haber aldı. Hava muhalefeti
nedeniyle asiler o gün harekete geçemedi. Asiler ertesi gün Alibardak’a hareket ettiler.
Şeyh Said ise asilerin kendisinin bu harbe iştirak etmesini uygun görmemeleri üzerine
Piraliyan’a gitti. O gece bir köyde kalarak sabahleyin Alibardak’a taarruz eden asiler,

27
esasen seksen atlı askerden başka mevcudu kalmayan müfreze ile müsademe ederek
askerleri geri çekilmeye mecbur bıraktılar ve biraz takipten sonra Alibardak’a geri
döndüler. Alibardak’a dönen asilerin büyük kısmı daha sonra kendi başlarına Diyarbekir
istikametine doğru harekete geçtiler.

Piraliyan’da bulunan Şeyh Said ise on beş kadar maiyeti ile birlikte Tirikan aşiretini
ittifaka dâhil etmek için Piraliyan’dan Hacıdel karyesine geldi ve o gece orada kaldı. Ertesi
gün Malanlı Şeyh Mehmed Siraç ile birlikte Reşid Ağa’nın köyüne gelerek bir gece de
orada kaldıktan sonra ertesi gün, Eğil beylerini ittifaka davet etmek üzere Reşid Ağa ile
beraber Eğil tarafına gitti. Eğil beyleri Şeyh Said’in fikir ve maksadının doğru olduğunu
tasdik etmelerine rağmen, ihtiyar olmalarından ve harp görmediklerinden dolayı bilfiil
iştirak edemeyeceklerini beyan ettiler. Ancak Eğil beylerinden Sadık Bey zade Mire Bey
ve Hamid Bey zade diğer Mire Bey ve Faik Bey zade Mehmed Bey, ittifakı kabul ederek,
seksen doksan kişiyle birlikte Şeyh Said’e katıldılar. Daha sonra Şeyh Said kendisine
katılan bu kişilerle birlikte Osmaniye istikametine hareket etti.

Şeyh Said Osmaniye’ye varmadan önce, Piran ağaları ile Şeyh Said’den önce
Eğil’den harekete geçen Eğil beylerinden Sadık Bey zade Mire Bey ve Kaçar zade Berniş
Ağası Tevfik Ağa taraflarından nahiye işgal edilmişti. Şeyh Said de işgalden sonra
Osmaniye’ye girdi ve iki gece kaldı. Ardından Diyarbekir’e giden kuvvetlerine yetişmek
üzere Şerbeti karyesine geçti. Oradan da Tepe ve Simaki yoluyla Diyarbekir’in doğu
mıntıkasındaki kuvvetlerinin nezdine gitti.75

2.4. Raporlara Göre Bazı Şehirlerin İşgalleri ve Yaşananlar

2.4.1. Darahini’nin İşgali

Genç Valisi İsmail Hakkı Bey 25 Nisan 1925 tarihinde bir rapor hazırlamış ve Genç
vilayetinin merkezi olan Darahini’nin işgali hakkında bilgi vermiştir. Bu rapora göre,
isyancıların merkezi durumunda olan Darahini’nin işgal süreci şöyle olmuştur:

13-14 Şubat 1925 gecesi alaturka saat 4.30 civarında kasabanın dışındaki Jandarma
Bölük Dairesi’yle hapishaneye silah atılması üzerine, Bölük merkezi ve hapishaneden
karşılık verilmiş, silah atanların bir kısmı kaçmış bir kısmı da civardaki evlere saklanmıştı.
Çatışma üzerine bölge ve bazı evler bir müfreze tarafından abluka altına alındı ve abluka

75
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.18-22. (Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesinden)

28
altındaki evlerin araştırılması sonucunda 6 kişi yakalanarak hapishaneye sevk edildi.
Durumu Dahiliye Vekâleti ile 7. ve 9. Kolordu Komutanlıklarına bildirmek üzere bir rapor
hazırlandı. Ancak telgraf hatlarının kesilmiş olduğunun anlaşılması üzerine rapor
gönderilemedi. Bunun üzerine telgraflar dört saat mesafede bulunan Çapakçur
telgrafhanesinden çekilmek istenmiş ve iki adam gönderilmişti. Sabahleyin kesilen telgraf
hattının tamir edilmesinden sonra 14 Şubat tarihinde Vali İsmail Hakkı Bey, Dahiliye
Vekiline son durum hakkında bilgi verirken hatlar tekrar kesildi.

Bu sırada Şeyh Said’in vilayet merkezine gelmekte olduğu haberinin alınması


üzerine Şeyh’e bir heyet gönderildi ve vilayet merkezine geldikleri takdirde silahla karşılık
verileceği haberi iletildi. Ancak nasihatleri önemsemeyen Şeyh Said beraberinde birçok asi
ile beraber, batı tarafından vilayete ilerlemeye devam etti. Bu arada Şeyh Said’in gelmekte
olduğunu duyan ve heyecana kapılan memur, esnaf ve ahali de bir yandan nasihatlerle
teskin edilmeye çalışılıyordu. Şeyh Said’in şehre batı tarafından yaklaştığı vakitlerde
alaturka saat 10 sıralarında kasabanın doğusunda bulunan Diz Çayı’nın karşı yakasında,
silahlı silahsız birçok isyancı toplanmıştı. Bu durum karşısında tedbir almak ve birikmekte
olan asileri dağıtmak üzere kasaba dışındaki Bölük Dairesi’ne giden Vali, orada
isyancılarla birlikte gelmiş olan Fakih Hasan’ı görmüş ve hem onu hem de Mülazım Mihri
Bey’i, toplanmakta olan asilerin yanına göndererek dağılmalarını bildirdi. Ancak asi
reislerinden Valirli Hacı Sadık ve Girnoslu Hacı Selim, Şeyh Said’i görmeye geldiklerini,
onu görmeden gitmeyeceklerini söylediler.

Şehirde toplam 23 jandarma vardı ve bunların bir kısmı Bölük merkezi civarındaki
hâkim tepeleri tutmuştu. Ancak vilayet merkezi olan ve altmış haneden oluşan
Darahini’nin güney batı tarafındaki sırtlar birçok asi tarafından sarılmış ve bunlar
peyderpey vilayet merkezine girmeye başlamıştı.

Bu sırada Diz Çayı’nın karşısında toplanmış olan asiler de çayı geçerek


jandarmalarla kuşatılmış olan hapishane ve Bölük merkezinin bir metre açığından geçerek
kasabaya doğru ilerlemeye başlamışlardı. Bunun üzerine Vali, Hacı Sadık ve Hacı Selim’i
bölük dairesine çağırdı ve tekrardan dağılmaları yönünde nasihatte bulundu. Ancak bunlar
Şeyh’i görmeye geldiklerini ve hükümete karşı bir husumetleri olmadığını söyleyerek
kasabaya doğru hareketlerine devam ettiler. Kalabalık, herhangi bir çatışma olmadan
kasabaya girdi. Vali İsmail Hakkı Bey, Mülazım Mihri Efendi’yi yanına alarak tekrardan

29
asilerin yanına giderek maksatlarını sordu. Onlar da: “Şeyh’i hapis edeceklerini söylediler,
onun için bizi buraya getirdiler” diyerek cevap verdiler.

Bu gelişmelerden ve şehrin bu vaziyeti almasından sonra akşam alaturka saat 12


sıralarında birçok silahlı şahıs Hükümet Konağı’na gelerek toplantı halinde olan Vali ve
Jandarma Kumandanını tutukladılar ve bulundukları odanın kapısına nöbetçi koydular.
Ayrıca o gece, 14-15 Şubat gecesi, asilerden Botyanlı Sabri ve yanındakiler Vali ve
Jandarma Kumandanını katletmek istemişse de Fakih Hasan buna mani oldu. Bunun
yanında asiler o gece, Jandarma Bölüğü’ne saldırıp silahlarını aldılar, bölük dairesindeki
maliye ve jandarma sandığını kırarak nakitleri gasp, silah ve cephaneyi de yağma ettiler.
Hapishane de tahliye edilerek, Askerlik Şubesi yakıldı ve Hükümet Dairesi de yağmalandı.
Aynı gece saat 7 sıralarında kasabaya bir çeyrek mesafedeki Kupar köyünde bulunan Şeyh
Said, Darahini’ye Yusuf Ağa’nın evine getirildi. Sabah olunca da, akşam açılamayan
Ziraat Bankasının kasası, Şeyh’in odasına getirildi ve nakitler gasp edildi.

Darahini’nin işgal altında kaldığı süre içerisinde Vali ve arkadaşları, isyancılar


tarafından tekrar öldürülmek istendi. Ancak bu sefer hükümete sadık kalmış olan Piçar
Nahiyesi Müdürü Mustafa Bey’in girişimleri ve vilayet merkezinin basılarak
kaçırılacakları bahanesinin ileri sürmesiyle Vali ve diğer birkaç esir iki saat mesafedeki
Kurik köyüne nakledildi. 15 gün orada kalan esirler daha sonra tekrardan vilayet
merkezine getirildiler. Esirlerin katledilmesine yönelik başka girişimler de oldu. 6-7 Nisan
gecesi Süvari Alay Kumandanı Cemil ve Jandarma Mülazımı Fehmi de esirlerin arasında
bulunduğu sırada, Yusuf adında bir asi ve arkadaşları esirleri Garip köyüne götürmek
bahanesiyle katletmek istedi. Ancak olaydan haberdar olan Halk Fırkası Reisi Mehmed
Ağa adamlarıyla gelerek esirlerin sevk ve katledilmelerine mani oldu.

Yine asilerin başarısız olup vilayet merkezine döndükleri sırada esirlere herhangi
bir suikast yapılmasını önlemek amacıyla 8 Nisan akşamı Fakih Hasan, Mehmed Ağa ile
birlikte, esirlerin tutulduğu evin duvarında delik açarak esirleri Mehmed Ağa’nın evine,
oradan da Meclis İdare Başkâtibi Mahmud Efendi’nin evine geçirdiler ve bu şekilde
esirlerin hayatlarını kurtardılar. 9 Nisan sabahı ise, asilerin bozgun halinde geri çekilerek
şehirden kaçmaları sonrasında esirler bulundukları yerlerden dışarı çıkarak esaretten
kurtuldular. Ardından Vali ve diğer devlet erkânı 7. Fırka’nın gelişine kadar merkezin

30
muhafazasını temin etmek için mümkün olan tedbirleri almaya çalıştılar. Vali Bey’in
esareti toplamda 54 gün sürmüştü.76

2.4.2. Hani’nin İşgali

Lice İlk Erkek Mektebi Başmuallimi Ali Fehmi Efendi’nin 28 Nisan 1925 tarihli
raporuna göre Hani’nin işgali ve yaşananlar şu şekilde gerçekleşmiştir:

İsyandan önce Hani’de, beyler ve şeyhler iki kısma ayrılmıştı. Birinci kısım: Salih
ve Mustafa Beylerin reis olduğu Said Bey ailesidir ki bunlar Hani’de isyan hareketinin
başlarındandı. Diğer kısım ise: Timur Bey ailesiydi ve liderleri Hamdi Bey’di. Hamdi Bey,
İsyan’ın başlangıcında kasabayı terk ederek Hazro beylerine iltica etmiş ve birkaç kişi
hariç akrabalarının ekserisi İsyan’a karşı muhalif tavır almıştı.

Piran hadisesinden önce Şeyh Said, Serdi’de iken başta Salih Bey olmak üzere
kasabanın ileri gelenleri onu karşılamaya gitmiş ve Hani’ye davet etmişti. İki yüze yakın
kişi ile Hani’ye gelen Şeyh Said, Salih Bey’e misafir olmuş, Hamdi ile Mustafa Beyleri
barıştırmış ve Şeyh Adem’in tekkesinde ittifak ve ittihada dair vaazda bulunmuştu. Yine
Fehmi Bey’in anlatımına göre barıştırma meselesinin olduğu gece Salih Bey’in, evinde
İsyan’ın programı çizilmiş ve sabahleyin Şeyh Said ile Piran’a hareket edilmişti.

Piran Hadisesi’nin yaşanmasından sonra Mustafa ve Salih Beyler başta olmak üzere
bütün ümera ve meşayihin katılımıyla Camiikebir’de büyük bir kongre yapıldı ve mesele
açıkça konuşularak halk cihada davet edildi. Ertesi gün 15 Şubat’ta Şeyh Tahir’in Serdi
köyünden gelmesi ile birlikte hükümet dağıtıldı ve asiler asker toplamaya başladı. Bu arada
Salih Bey’in evinde kasabanın ileri gelenleri ile birlikte ikinci bir kongre yapılarak din
davası ortaya atıldı. Bu toplantıda İbrahim Hoca muhalefet ederek bu hareketin huruc-ı
ululemr (hükümete karşı isyan) olduğunu söylemiş, ancak bir akşam öncesinde kasabanın
diğer muhalif beylerinin kasabayı terk etmiş olması sebebiyle isyan taraftarı olan grubun
sözü üstün gelmiş ve diğerleri onlara tabi olmak zorunda kalmışlardı.

Salih Bey’in başını çektiği, isyan taraftarı olan bu grup bir müddet daha bekledikten
sonra Birinci Süvari Fırkası’nın Hani yakınlarında mağlubiyeti akabinde Şeyh Said’in
kuvvetleriyle birleşerek halkı cebren isyana katılmaya teşvik etmişlerdi. İştirak
etmeyenlerin ise evleri yakıldı ve çeşitli zulümler yapıldı. Hani’nin bu şekilde isyancıların

76
İM/T12/11/69-12/153/26-27-28. (Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’in Genç merkezi Darahini’in işgal
edilmesine dair yazmış olduğu 25 Nisan 1341 tarihli rapor.)

31
eline geçmesinin ardından kasabada bu durum bir aydan fazla isyancıların lehine gelişti.
Ancak Diyarbekir bozgunundan sonra halk uyanmaya ve Şeyh’in halk üzerindeki nüfuzu
da kırılmaya başladı. Bundan sonra asiler kaçışmaya başlamış, kaçarken de halkı
yağmalamışlardı.77

2.4.3. Palu’nun İşgali

25/2. Alay 8. Bölük Mülazım-ı Evvel Ahmed Şevket Bey’in 29 Nisan 1925
tarihinde Palu vakası hakkında hazırladığı harp raporuna göre Palu’nun işgali ve
kurtulması şöyledir:

17. Fırka Liva Kumandanlığı tarafında görevlendirilen ve 25 piyade, iki ağır


makinalı tüfek, iki otomatik tüfek olmak üzere toplamda 36 askerden oluşan müfreze 17
Şubat tarihinde Mülazım-ı evvel Ahmet Şevket komutasında Palu’ya gelmişti. Ayrıca
Jandarma Yüzbaşı Ahmed Efendi kumandasında 10 süvari ve 10 piyadeden oluşan bir
jandarma kuvveti de bu müfreze ile birlikteydi. İsyancıların Çapakçur ve Gökdere
istikametinden Palu’ya saldırması ihtimaline binaen 18 Şubat’ta şehirde askerî hazırlıklar
yapıldı. Ayrıca Yüzbaşı Ahmet Efendi müfrezesi Gökdere’ye hareket etti. Bu gelişmeden
sonra şehirde on dört jandarma kalmıştı ve bunlar da askerî nizamdan uzaktı.

20 Şubat’ta Şeyh Şerif üç yüz kadar silahlı asi ile birlikte Mirahmed köyüne
ulaşmıştı. Bu sırada Gökdere köylerinin de isyana katıldığına dair haberler duyuldu. Aynı
gün şaki Yado’nun Palu-Elaziz telgraf hattını keserek 20/21 Şubat akşamı kasabaya baskın
yapacağına dair bir istihbarat da alındı. Bunun üzerine Palu Kaymakamı, Jandarma
Kumandanı ile Mülazım-ı evvel Şevket Bey’e teyakkuzda olmaları emrini verdi.
Beklenildiği gibi 20/21 Şubat akşamı Elaziz-Palu telgraf hattı kesildi. Bunun üzerine kırık
hattın tamiri için 15 kişilik bir müfreze 21 Şubat sabahı Palu’dan yola çıkarıldı. Hattı tamir
etmek için giden müfreze, hattı tamir edip Palu’ya dönüş yolu üzerinde oldukları sırada,
isyancıların akın halinde Palu’ya geldiklerine şahit oldu ve bunun üzerine Gülüşkür
istikametine doğru çekildi. Müfreze burada silahlarını cebren almaya teşebbüs eden
köylülerle çarpışa çarpışa zayiatsız olarak Elaziz’e gitmek zorunda kaldı. Zaten Jandarma
Yüzbaşı Ahmed Efendi’nin müfrezesinin Gökdere’ye gitmesiyle şehirde askerî nizamdan
uzak 14 jandarma kalmıştı. Şimdi de 15 kişilik müfrezenin Elaziz’e gitmesi ile birlikte

77
İM/T12/11/69-11/141/7 (Lice İlk Erkek Mektebi Başmuallimi Ali Fehmi Efendi’nin 28 Nisan 1341 tarihli
raporu.)

32
Palu’daki askerî güç iyice azalmış oldu. Bunun üzerine merkez kasaba ve civar köylerden
milis kuvvetlerle bu açık doldurulmaya çalışıldı.

İsyancılar yaklaşık bin kişi ile 21 Şubat akşamı Çapakçur-Palu yolunu takiben iki
koldan saldırıya geçtiler. Başlarında Şeyh Şerif bulunmaktaydı. Altmış kişilik bir grup da
şaki Yado kumandasında Sekrat-Palu yoluyla şehre ilerlemekteydi. Bine yakın isyancının
Mülazim-ı Evvel Şevket Efendi’nin bulunduğu mevzie hücum etmeleri üzerine, Şevket
Efendi ağır makinalı tüfekle ateş emrini verdi. Ancak bunu işiten ahali askerlere “Ateş
etmeyiniz. Ellerinde rehinelerimiz var, katlederler. Gelenler düşman değil din
kardeşlerimiz” diye bağırdı. O esnada ahaliden “milis” namı altında askerle aynı mevzide
olan bazı kişiler, makinalı tüfek cephanelerine ve askerlerin elindeki tüfeklere hücum
ederek aldılar. Askerlerin isyancılara karşı koyma imkânı kalmaması üzerine isyancılar iki
koldan şehre girerek şehri ele geçirdiler.78 İşgalin ardından hükümet defterleri tahrip
edilerek memurlar tehdit edilmeye başlandı. Asiler iki gün sonra Elaziz’e doğru harekete
geçtiler ve birkaç eşkıyayı Palu’da bıraktılar. Bunlar da aynı şekilde şehirde saldırı ve
talanı devam ettirdiler.

Palu’nun işgalinden biraz sonra yaşanan Elaziz hezimetinden sonra asiler firar
etmeye başladı. Palu’daki asilerin bir kısmının firar etmesi üzerine Palu Kaymakamı Fehmi
Bey memurları vazife başına çağırdı. 27 Şubat’ta memurlar dairelere giderek yapılan
tahribat hakkında zabıt tuttular. Ancak bu halde uzun sürmedi. İsyancıların tekrardan
saldıracakları haberleri üzerine memurlar ne yapacaklarını şaşırarak yine evlerine
çekildiler. 21 Şubat’ta işgalin ardından Palu yaklaşık bir ay asilerin elinde kaldı. 4 Nisan
tarihinde askerler iki koldan şehre ilerleyerek şehri ele geçirdi. 5 Nisan’da Hükümet
Konağı önünde resmigeçitten sonra memurlar yeniden vazifeye başlayabildiler. Ancak
isyancılar kasabanın etrafındaki tepelerde mevzi almışlardı. 27 Nisan’a kadar bu şekilde
çatışmalar devam etti. Bu tarihten sonra isyancılar mevzi aldıkları tepeleri de boşaltarak
geri çekildiler ve Palu tamamen asilerden temizlendi.79

2.4.4. Lice’nin İşgali

Piran’da yaşanan jandarma olayından sonra Şeyh Said’in Serdi karyesinde üç yüzü
aşkın silahlı kişi ile bulunduğu ve Lice üzerine gelmek fikrinde oldukları, duyulunca halk

78
İM/T12/36/271/9/4-5-6 (25/2. Alay 8. Bölük Mülazım-ı Evvel Ahmed Şevket Bey’in 29 Nisan 1925
tarihinde Palu vakası hakkında hazırladığı harp raporu)
79
İM/T12/30/216/3/1-4 (Palu Mahkeme Mübaşiri ve Palu Evkaf Memurunun yazıları)

33
arasında büyük bir heyecan oluşmuş ve ahali Şeyh Said ve hükümet taraftarları olarak
ikiye ayrılmıştı. Gelişmeler üzerine kaza yetkilileri bir toplantı yaptı. Diyarbekir’den bir
kuvve-i tedibiyenin hızlı bir şekilde gönderilmesi ihtimaline binaen hazırlık yapılması
kararlaştırıldı. Askerî birliğin kazaya gelme haberleri ve yapılan hazırlıklar ahali üzerinde
olumlu etki yaptı ve isyancılara karşı birlikte şehri korumak için hükümete müracaatlar
başladı. Bu arada Genç’in işgali haberi de alınmıştı.

Ne var ki şehirdeki bu ittifak çok uzun sürmedi. Kasabadaki şeyh taraftarlarının


fazla olması ve bunların Şeyh Said’e silah atacak olan kişileri vuracaklarını söylemeleri ve
bu arada Genç’in işgal edildiği haberleri şehirdeki muhalif gurubun faaliyetlerini
artırmasına neden oldu. Hani’ye gelen Birinci Süvari Fırkası’nın, 22 Şubat günü asilerle
girdiği muharebe Lice’den duyulmuş, memur ve hükümet taraftarı olan halkın moralini
yükseltmişti. Ancak 22/23 Şubat gecesi top seslerinin kesilmesi sonrasında süvari alayının
esir olduğu haberi alındı. Bu gelişme üzerine şehirdeki isyan taraftarları şehri ele geçirerek
memurları esir aldı. Ertesi gün 23 Şubat tarihinde ise Şeyh Said şehre girdi.80

Asiler Lice’ye beyaz, sarı ve kırmızı renkteki bayrakla girmiş ve dellal vasıtasıyla
“Kalkınız cennet kapıları açılmıştır. Tuttuğumuz şeriat ve hak yoludur” diyerek Şeyh
Said’e iltihak edilmesini istediler ve Diyarbekir’in alınması için halkı silahlı olarak sevke
teşvik ettiler.81

2.4.5. Elaziz’in İşgali

Tayyare Binbaşı Tahsin Bey’in, 23 Mayıs 1925 tarihinde Elaziz’in müdafaa ve


sükûtu hakkında hazırladığı rapora göre hadise şöyle yaşanmıştır.

21 Şubat tarihinde Palu’nun işgal edildiği haberi Elaziz’e ulaştığı vakit, Elaziz Liva
Kumandanlığında Osman Arif Bey bulunmaktaydı. Palu’da başlarında Şeyh Şerif olmak
üzere ve çoğu silahsız yaklaşık 500 asinin bulunduğu haberini alan Osman Arif Bey, bunun
üzerine Elaziz’in müdafaası için gerekli olan tedbirleri almaya başladı ve 22 Şubat günü
itibari ile bu tedbirleri hemen hemen tamamladı. Osman Arif Bey, 7. Kolordu
Kumandanlığından yardımcı bir kuvvet istedi, Erzincan’dan hareket etmiş olan Ester-Suvar
Jandarma Taburunun da 22 Şubat gecesi Elaziz’e varmasını emretti. Ayrıca Liva

80
İM/T12/12/69-13/173/10-17 (Lice Jandarma Kumandanının raporu)
81
İM/T12/87/811/2/18

34
Kumandanlığının elinde bulunan makineli tüfekleri kullanmaları için Çemişgezek’te
bulunan 25. Alay’dan dört adet zâbit talep edildi.

22 Şubat tarihi itibariyle Elaziz’deki mevcut askerî kuvvet şöyle idi;

Seyyar Jandarma Taburu tahminen 130 nefer (yüzde 70’i efrad-ı cedide ve henüz
muvasalat etmemişti),

25. Alay 1. Tabur 21 nefer,

Malatya’dan 7. Kolordu mürettep 50 küsur (efrad-ı cedide),

17. Fırka Zabitanının aileleri nezdindeki emirberler 20 adet,

17. Fırka 17. Alay bir kudretli cebel bataryası 4 top,

17. Fırka 17. Alay bir cebel bataryası 4 top (henüz muvasalat etmemişti)

Yukarıda rakamları verilen piyade ve jandarmaların çoğu askeri talimden yoksun


askerlerden oluşmaktaydı. Ayrıca efrad-ı cedideye tüfeklerin kullanılması dahi yeni
öğretilmişti.

Liva Kumandanı Osman Arif Bey, mevcut nizamiye kuvvetlerinin az olması


dolayısıyla elindeki bu kuvveti, şehir halkından oluşturulacak bir kuvvetle takviye etmek
çabası içerisinde idi. Bu amaçla eşraftan bazıları ile görüşerek yardımlarını talep etti.
Bunlardan biri Beyzade Mehmed Nuri Efendi idi. Osman Bey, Nuri Efendi ile
görüşmesinde kaç kişi verebileceğini sormuş Nuri Efendi de kendi sözüyle harekete
geçecek kimse olmadığını söyleyerek kumandanın talebini karşılıksız bırakmıştı. Osman
Bey daha sonra eşraftan başka kişilerle de görüştü. Ancak bunlardan sadece Yümni Bey
ova köylerinden 200 kişi çıkarabileceğini söyledi.82

Kumandan Osman Arif Bey, aslında şehrin savunmasına yönelik tedbirlerin


tamamlanmasından sonra bir kısım kuvvetle Palu’ya taarruz ederek hadisenin yayılmasına
izin vermemek niyetinde idi. Ancak bu düşüncesini gerçekleştirme fırsatı bulamadı. Bunun
yanında esasen Elaziz’deki umumi efkar, Vali’nin şahsına olan kin ve nefretten dolayı
82
Liva Kumandanının yardım istediği Mehmed Nuri Efendi, Elaziz’in işgalinden ve halkın ayaklanarak
isyancıları şehirden kovdukları sırada Dahiliye Vekâleti ile yapılan görüşme sonrasında Vali Vekili olarak
tayin edilmiştir. Ancak daha sonra isyanla alakadar olmak suçundan İstiklal Mahkemesine sevk edilmiştir.
Bu konuda hakkında beraat kararı verilmiş olmasına rağmen isyan zamanında Liva Kumandanlığı tarafından
kendisine teklif edilen hizmeti kabul etmediği ve İdare-i Örfi Nizamnamesi’ne mugayir harekette bulunduğu
gerekçesiyle İdare-i Örfi ilan edilen bölgede oturması uygun görülmemiş ve İzmit’te zorunlu ikamete
gönderilmiştir.

35
tamamıyla hükümet aleyhine ve isyancılar lehine seyretmekteydi. Tayyare Binbaşı Tahsin
Bey’in belirttiğine göre valinin birçok yolsuzlukları ve kumar, içki gibi halleri hükümet
aleyhindeki propagandayı güçlendirmişti.

23 Şubat tarihinde Elaziz’den Diyarbekir’e 40 mavzer ve cephane taşıyan bir birlik


yola çıkarıldı. Tayyare Binbaşı Tahsin Bey de bu birlikle birlikte hareket etti. Tahsin Bey
hazırlamış olduğu raporda bu yolculuğu anlatırken; Elaziz’den Kevlek köyüne kadar
içinden geçtikleri tüm köy halklarının, başlarında hacılar ve hocalar olmak şartıyla köylerin
batı ve güney yönlerindeki çıkışlarında toplanarak isyancıları bekler bir hal içerisinde
olduklarını ve kendilerine yabancı nazarla bakarak, verdikleri selamları dahi almadıklarını
söylemektedir. Bu birlik Mevri karyesine geldiği zaman köyün muhtarı yanlarında silah
taşıyan bu birliği Şeyh Şerif’e haber verdi. Şeyh Şerif de Yado namındaki eşkıyayı bu
birliğin üzerine gönderdi. Pusuya düşen birlik esir düştü. Binbaşı Tahsin Bey ise gece
karanlığında Elaziz’e geri kaçmayı başardı.

Tahsin Bey Elaziz’e geldiği sıralarda, isyancılar da Elaziz’e taarruza başlamıştı.


Doğudan gelen isyancılara karşı Beyyurdu sırtlarından top atışları yapılmaktaydı. O gün
top atışları devam ederken her şey hükümet lehine görünüyordu. Hatta Hüseynik’te
bulunan Depo Muhafızları Kumandanlığının tarafındaki isyancılar tamamıyla
çekilmişlerdi. Ancak bir süre sonra Beyyurdu sırtındaki bataryanın olduğu yerden avcı
taburları çekilmeye ve asiler sırtı ele geçirmeye başladı. Sırtta, topçu ve piyade atışlarının
kesilmesinin ardından Hüseynik’teki mukavemet bir süre devam etti, ancak uzun sürmedi.
Hem jandarmalar, hem de Vali şehirden kaçtı. Böylece şehir düştü. Osman Arif Bey de
isyancılarla çarpışarak şehrin kuzeyine çekildi. Yapılan saldırı esnasında şehir halkı
müdafaaya yardım etmemiş, eşraf yardımdan imtina etmişti. Hatta yardım edeceğini
söyleyenler de vaatlerini yerine getirmemişti.83

Şehrin işgalinden sonra Şeyh Şerif’in adamları şehri yağmalamaya başladı. Halkın
buna tahammül edemeyip karşılık vermesi üzerine her iki taraftan yaklaşık kırk elli kişi
öldü ve neticede asiler şehirden kovuldu. İsyanın elebaşlarından olan Abdullah Nihat,
Dersim kuvve-i tedibiye kumandanı namıyla 22 Mart tarihinde –muhtemelen Şeyh Said’e
– yazmış olduğu yazıda Elaziz’in işgaliyle ve yağma ile ilgili şunları söylemektedir:
“Geçen defa ahlaksızlık yüzünden altmıştan fazla telefat verip Elaziz’den ricat eden Şeyh
Şerif Efendi’nin askeri bu defa Elaziz’e bir intikam fikriyle gitmek istiyor. Bu fikirle

83
İM/T12/22/138/9/2-6 (Tayyare Binbaşı Tahsin Bey’in, 23 Mayıs 1925 tarihli raporu)

36
gidilecek olursa Cenab-ı Hak muvaffakıyet ihsan etmeyeceği gibi ikinci bir ricat ihtimali
de mevcuttur. Fazla askeriniz var ise münasip bir kumandan maiyetinde Elaziz’e sevk
buyurmanız pek münasiptir.”84

2.4.6. Silvan’ın İşgali

Silvan Kaymakamı Abdülvehhab’ın hazırlamış olduğu 1 Mayıs 1925 tarihli


raporuna göre Silvan’ın işgali şöyle olmuştur:

İsyan’ın başlaması ile birlikte Silvan’daki hükümet yetkilileri isyanın Silvan


bölgesinde yayılmasına karşı önlemler alarak, askerler gelene kadar zaman kazanmaya ve
isyanın genişlemesine mani olmaya çalışmıştı. Hükümet bu şekilde faaliyet göstererek
yaklaşık 45 günlük bir zaman kazandı. Ayrıca Hükümet yetkilileri bölgede bulunan şeyh
ve ağalarla irtibata geçerek onların hükümete bağlılıklarını sağlamaya ve bölgede yapılan
propagandaların önünü almaya çalıştı. Hatta Silvan’ın Kamışlı köyünde ikamet eden ve
hükümetin dikkatini çeken Şeyh Şemseddin her ihtimale karşı kaza merkezine getirildi.

Şeyh Şemseddin başlangıçta Şeyh Said aleyhinde sözler söylemiş olmasına rağmen,
Silvan’ın düşmesinden 10 gün önce köyüne çekilerek kardeşi Şeyh Nuri ile istişare edip
yeğeni Fahri ve oğlu Feyzi vasıtasıyla halkı isyana teşvik etmeye başlamıştı. Daha önce
hükümete sadakat telgrafları çeken Şeyh Şemseddin, isyan hareketinin başarılı olup
olmayacağından emin olmadığından bizzat hareket etmemiş oğlu ve yeğeni vasıtasıyla
çalışmalarda bulunmuştu.

İsyanın başlangıcında yalnız Şeyh Şemseddin değil, birçok ağa devlete sadık
olduklarını bildirmişti. Ancak isyanın bölgede genişlemesi, Lice jandarmalarının firar
ederek Şeyh Said’e katılmaları ve köylere gönderilen jandarmaların silahlarını köylülere
kaptırması gibi gelişmeler sonrasında, devlete sadakat telgrafı çeken bu ağalar hanelerine
çekildi ve meydan Şeyh Şemseddin’in propagandasına açık hale geldi. Bu sırada
Kaymakamlık tarafından, Sıdıkni, Boşat ve civar köylerin de Şeyh Said’e katılacağı
anlaşılmıştı. Ancak kazada bu olumsuz gelişmeyi önleyecek yeterince kuvvet
bulunmamakta idi. Yine de Kaza Müftüsü Abdurrahman Efendi ile Ali Ağa isyana
katılmak üzere olan bu köylere nasihat için gönderildi. Ancak bu nasihatler de fayda
etmedi. Sıdıkni, Boşat ve civar köyler Şeyh Said’e iltihak etti. Ayrıca buradan Şeyh
Şemseddin’in kaza merkezine gelmesi için kendisine tekrardan yazı yazılmıştı.

84
İM/T12/22/138/16/13-14

37
Bundan sonra 23 Mart 1925 sabahı alaturka saat 4 civarlarında Silvan’ın kuzey
kısmındaki kayalıklardan, kasideler söyleyerek inen isyancılar şehre iki kilometre
mesafeye kadar yaklaştılar. Kaza halkı da beyaz bayraklarla isyancıları karşılamaya gittiler
ve hükümet dairesini tahrip ederek isyancıların kazaya girmesini kolaylaştırdılar. Bu
gelişme üzerine kazayı korumak üzere söz vermiş olan ağaların da bir kısmı kenara çekildi.
Hükümet yetkilileri de teslim olmayı kabul etmemişti. Son bir girişimle Sadık Ağa,
isyancıların reislerini ikna için yanlarına gitmişse de dönüşünde vurularak şehit edildi.
Sadık Ağa’nın şehit edilmesinden sonra isyancılar hükümet yetkililerini esir aldı. Hatta
isyancılar Silvan Kaymakamı Abdülvehhap ile iki arkadaşını öldürmek istemelerine
rağmen kaza halkından bir hoca buna mani oldu. 23 Mart tarihinde isyancıların eline geçen
kaza, 15 Nisan tarihinde 12. Alay’ın şehre gönderilmesi ve üç gün süren muhasara sonunda
askerî birliklerin şehre girmesiyle geri alındı ve esirler kurtarıldı.85

2.4.7. Gümgüm’ün (Varto) İşgali

25 Mart 1925 tarihli Varto memurlarının tutmuş olduğu rapora göre: İsyancılar 11
Mart Perşembe günü gece saat dokuz sıralarında Gümgüm’e hücum ettiler. Çarpışmalar
sonunda isyancıların çokluğu ve kasaba içinden bazılarının da iştirak etmesiyle isyancılar
silahlı olarak kasabayı işgal ederek Hükümet Konağı’yla Selim Bey’in evlerinin çatılarına
birer bayrak diktiler. Ardından hükümet dairelerini işgal eden asiler dairelerdeki defterleri,
eşyaları ve diğer evrakları kısmen yırtmış, kısmen yakmış ve kısmen de evlerine
götürmüşlerdi. Ayrıca asiler devlet dairelerine hayvanlarını da bırakmışlar, esir olan
zabitlerin ve jandarmaların eşya, nakit ve hayvanlarını almışlar ve memurların evlerine
taarruzda bulunmuşlardı. İsyancılar memurlara hakaret ederek Yahudi ve Hristiyan
olduklarını söylemişti.86

Bu raporun yanında Muş Vali Vekili Sırrı Bey’in Bitlis Divan-ı Harbine yazdığı 16
Mart 1925 tarihli yazıya göre; Varto 12 Mart 1925 gecesi baskınla sükût etti. Baskını
yapan Cibranlı Halit’in kardeşleri Ahmet ve Selim’di. Bunlar Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza
ile birlikte halkı isyana teşvik etmişlerdi.87 Yine Muş vilayetine yazılan başka bir yazıya
göre: Şeyh Abdullah, refakatinde 500 kişilik bir kuvvetle 11 Mart Perşembe günü sabaha

85
İM/T12/11/69-9/119/3-4 (Silvan Kaymakamı Abdülvehhab’ın 1 Mayıs 1925 tarihli raporu)
86
İM/T12/9/69-4/45/4
87
İM/T12/85/806-2/43/2

38
bir saat kala Gümgüm’e girmiştir.”88 Gümgüm 25 Mart tarihinde Fırka tarafından geri
alınmıştır.

2.5. İsyanın Ankara’daki Yankıları

İsyan bölgesinde bu gelişmeler yaşanırken, isyan hakkındaki ilk haberler


gazetelerde 16 Şubat 1925 tarihinde yer aldı. Haberlerde Piran’da Şeyh Said adında
birisinin jandarma ile müsademeye girerek kaçtığı bildiriliyor ve olay sıradan bir eşkıyalık
hareketi olarak yansıtılıyordu.89 Aynı gün Dahiliye Vekili Cemil Bey, Bakanlar Kurulunu
bilgilendirmiş ve olayı bastırılmak üzere olan mahalli bir hareket olarak anlatmıştı. Ancak
Cemil Bey’in, olayın tenkili için uçakların kullanılması emri verildiğini söylemesi ve ertesi
gün çıkan gazete haberlerinde Ankara mehâfilinin olayda İngiliz parmağı olduğu fikrini
taşıdığını yazması olayın basit bir eşkıyalık hareketinden farklı olduğunu göstermişti.90

Konu, Dâhiliye Vekâleti bütçesinin görüşüldüğü 18 Şubat tarihinde ilk kez


Meclis’in gündemine geldi. Giresun Mebusu Hakkı Tarık Bey, gazetelerde Genç
vilayetinin Şeyh Said isminde birisinin elinde olduğuna dair haberler yazdığını söyleyerek
Dâhiliye Vekilinden bu konuda izah istedi. Dâhiliye Vekili Cemil Bey ise şöyle cevap
vermişti: “Hakkı Tarık Beyefendi matbuatta gördükleri bir hadiseden bahis buyurdular.
Hakikaten şubatın on üçüncü günü Ergani vilâyetinin Hınıs ile Delice arasındaki
sahasında Şeyh Said namında bir adam biraderleri ve bir kısım maiyetiyle harekât-ı
şekavetkârâneye (eşkıyalık hareketi) başlamış, fakat bunu tedmir (yok etmek) için de
Hükümetçe gayet şiddetli tedâbir ittihaz edilmiştir. Bu tertibatın temadisiyle bu hareketin
olduğu yerde bastırılacağına emniyet hâsıl olmuştur”91 Cemil Bey, Meclis’te isyanla ilgili
yaptığı bu ilk konuşmasında isyanı bir eşkıyalık hareketi olarak tanımlamasına ve kısa
sürede bastırılacağını belirtmesine rağmen, o günkü gazetelerde Şeyh Said ve maiyetinin
İngilizlerden teşvik ve yardım gördüğü yazmakta idi.92

Anlaşılacağı üzere, isyanın başlamasının üzerinden beş gün geçmesine ve asilerin


bazı yerleri ele geçirmiş olmasına rağmen, hükümet olaya umumi bir ihtilal olarak
yaklaşmamakta, mahalli bir hareket olarak görmeye devam etmekteydi. Bu gelişmelerin
yaşandığı sırada Mustafa Kemal Paşa, birkaç ay önce Başvekâletten istifa eden ve istirahat

88
İM/T12/10/69-5/49/5
89
Toker, age, s.38.; Aybars, age, s.211.
90
Örgeevren, age, s.46.; Cemal, age, s.38-39.
91
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.59, s.131.
92
Toker, age, s.13.

39
için İstanbul’da bulunan İsmet Paşa’yı 20 Şubat’ta acilen Ankara’ya çağırdı. 21 Şubat’ta
Ankara’ya gelen İsmet Paşa’yı Ankara garında Mustafa Kemal Paşa bizzat karşıladı. İkili,
Çankaya Köşkü’ne giderek olayı değerlendirdi ve alınacak tedbirleri müzakere etti.93

Aynı akşam Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında toplanan Başbakan Fethi Bey,
Halk Fırkası Başkan Vekili İsmet Paşa ve Meclis Başkanı Kâzım Özalp bazı doğu illerinde
sıkıyönetim ilan edilmesine karar vererek, bu konudaki tezkerenin Meclis Başkanlığına
gönderilmesi kararını aldılar. Sıkıyönetim ilanı, olayın mahiyetini değiştirmiş ve mahalli
bir eşkıyalık hareketi olmadığını kamuoyuna göstermişti.94 23 Şubat tarihinde toplanan
Halk Fırkası Grup toplantısında hükümet, alınacak tedbirleri gruba bildirdi. Grupta asilerin
çok şiddetli bir şekilde cezalandırılması kararı alındı.95

2.6. İdare-i Örfiye İlanı ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda Yapılan


Değişiklik

23 Şubat tarihli Meclis toplantısında; Elaziz, Genç, Muş, Ergani, Dersim,


Diyarbekir, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van ve Hakkâri vilayetleriyle Erzurum
vilayetlerinin Kiğı ve Hınıs kazalarında bir ay müddetle idare-i örfiye ilan edildiğine dair
Başvekâlet tezkeresi okundu. Ancak Başvekil Ali Fethi Bey Meclis’te olmadığı için
tezkere hakkındaki izahat ve müzakere ertesi güne ertelendi.96

25 Şubat’ta Malatya’nın da idare-i örfiye sahasına dâhil edildiğine dair ikinci bir
tezkere okundu.97 Ardından Meclis’te bulunan Başvekil Ali Fethi Bey, İdare-i Örfiye ilan
edilmesine sebep olan isyan hareketi hakkında geniş bir izahat verdi. İsyanın Piran’da
başladığı gün olan 13 Şubat tarihinden 25 Şubat tarihine kadar olan gelişmeleri ve alınan

93
İsmet İnönü, Hatıralar, 2.Kitap, Bilgi Yayın Evi, Ankara 1987, s.198.
94
Cemal, age, s.41.
95
Cemal, age, s.40-43.
96
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.63, s.288.
Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesine
Ergani vilâyetinin bir kısmında kuvve-i müsellaha-i devlete karşı müsallehan vukua gelen isyan Diyarbekir,
Elaziz ve Genç vilâyetlerine de sirayet eylemiş ve tevessüe müsait görülmüş olduğundan Elaziz, Genç, Muş,
Ergani, Dersim, Diyarbekir, Mardin, Urfa, Siverek, Siirt, Bitlis, Van ve Hakkâri vilayetleriyle Erzurum
vilâyetinin Kiğı ve Hınıs kazalarında bir ay müddetle idare-i örfiye ilan edilmiştir.
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 86’ncı maddesi mucibince keyfiyeti Meclisi Âlinin tasdikine arz eylerim. 23
Şubat 1341. Başvekil Ali Fethi
97
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.64, s.291.
Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesine
23 Şubat 1341 tarih ve 6/908 numaralı tezkereye zeyildir:
Harekât-ı isyaniyenin sirayeti hasebiyle Malatya vilâyetinde dahi bir ay müddetle idare-i örfiye ilan
edilmiştir.
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 86’ncı maddesi mucibince keyfiyeti Meclis-i Âlinin tasdikine arz eylerim
efendim. Başvekil Ali Fethi

40
askeri tedbirleri anlatan Ali Fethi Bey devamında, isyan hareketinin hangi sebeplerden
dolayı ortaya çıktığını, isyancıların üzerinden çıkan vesikalara ve raporlara göre şu şekilde
izah etti:

“Elde edilen bu vesaika nazaran ve maktullerin üzerinde bulunmuş olan bir


mektuba nazaran, güya Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, o havalide sekiz yüz kişinin katline
emir vermiş ve bu katil olunacak zevat arasında Şeyh Sait de bulunmakta imiş. Bu
malumatı para mukabilinde elde etmiş ve bundan kurtulmak için zaten muzmer olan,
mürettep olan isyanı şimdi yapmaya mecburum, bu isyandan maksadı da şeriatın
temininden ibaret bulunuyormuş.

Diğer bir vesikada, alınan raporlardan birinde deniyor ki; hadise padişahlık,
hilafet, şeriat, Abdülhamid'in oğullarından birinin saltanatını temin gibi irticakâr bir
propaganda pûşidesi (örtüsü) altında Kürtçülüktür ve umumi olarak kabul edilebilir.
Ancak bu, umumiyet içinde fiiliyat Piran'da vakitsizce infilak ettiği için, kuvvetsiz bulunan
Piran, Lice, Genç muhiti havzasına mahsur kalmıştır.”

Ali Fethi Bey’in izahına göre; Kürdistan’da bir hükümet teşkil etmek için iki
seneden beri cereyan eden fikir ve sözler bugün uygulamaya konulmuştu ve harici
meselelerin halledilmeye başlandığı bir dönemde, dâhilde çıkan bu isyanın asıl birçok
sebebi olabilirdi. Ancak asiler tarafından bu asıl sebepler halka söylenmiyordu. Halka
“1300 yıldan beri tekâmül eden İslam dininin mahvolduğu ve İslam’ın yeniden ihyası için
Cenab-ı Hakk’ın Şeyh Said’i görevlendirdiği” söylenmekteydi. Şeyh Said’in kendine
mehdi süsü verdiğinin de vesikalardan anlaşıldığını bildiren Başvekil, olayda kullanılan
argümanların Arnavutluk İsyanı ve 31 Mart Olaylarında da kullanıldığını ve isyana karşı
alınan askeri tedbirlerin yanında kanuni bazı tedbirlerinde alınması gerektiğini, bu yüzden
Meclis’e bir kanun teklifi verileceğini söyledi.

Ali Fethi Bey’in izahından sonra sözü Kâzım Karabekir aldı. Karabekir hükümetin
beyanına göre idare-i örfiye ilanının gerekli olduğunu söyledikten sonra, “Bu sınırlı
mütegallibenin (zorba takımı, derebeyler), harici teşvikatla bazı emellere nail olmak için,
halkı dini tahrik ile idlal ettikleri anlaşılmıştır. Dini alet ittihaz ederek, mevcudiyet-i
milliyemizi tehlikeye sokanlar her türlü lanete layıktır.” diyerek hükümetin yapacağı
kanuni değişikliğe destek verileceğini bildirdi. Ardından yapılan oylama ile Terakkiperver
Fırkası’nın da desteğiyle idare-i örfiyenin ilanı kabul edildi.

41
25 Şubat tarihinde Ali Fethi Bey’in izahı ve sıkıyönetim ilanının kabul
edilmesinden sonra Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci maddesinin değiştirilmesi için
Başvekâlet tarafından Meclis’e bir kanun teklifi verilerek müzakerelere geçildi.98 Kanun
değişikliği ile dini ve mukaddesat-ı diniyeyi siyasete alet edenler Hıyanet-i Vataniye
Kanunu’nun kapsamına alınıyordu. Müzakereler uzun sürmedi ve büyük bir tartışma
olmadı. Yalnız Karesi Mebusu Vehbi Bey, “Mukaddesat-ı diniyenin” ne olduğunun kayda
geçmesini istedi. Buna karşı yine Karesi Mebusu ve daha sonra Şark İstiklal Mahkemesi
Savcısı olacak olan Ahmed Süreyya Bey “Şer’in tespit ettiği ne ise kanunun kastettiği
mukaddesat-ı diniyede bunların heyet-i umumiyesidir” diyerek cevap verdi. Ardından
kanun teklifi oylanarak kabul edildi.99

Bu tarihten itibaren Anadolu’nun birçok yerinden isyanla ilgili telgraflar Meclis’e


gönderilmeye başlanmıştı. 26 Şubat’ta Adana, Cizre ve Malatya’dan gönderilen telgraflar
Meclis’te okundu. Telgraflarda “İnkılâbı tehlikeye düşürecek irticaî hareketleri kökünden
söküp atmak için Hükümet-i Cumhuriyenin ufak bir işaretine intizar edildiği”
vurgulanmaktaydı. Meclis’te memnuniyetle karşılanan bu telgraflara Divan-ı Harp
Riyaseti’nin uygun bir şekilde cevap yazması da kararlaştırıldı. İlerleyen günlerde
Anadolu’nun birçok yerinden gelen benzer telgraflar Meclis’te okunmaya devam etti.100

26 Şubatta Elaziz vilayetinden Dahiliye Vekâleti’ne gönderilen iki mektup da


Meclis’te okunarak memnuniyetle karşılanmıştı. Mektuplar isyancıların Elaziz’den
çıkarılarak takip edildiğine dairdi. Bu arada söz alan Ergani mebusu İhsan Hamit Bey,
isyancıların batıya doğru bir istila hareketine girişmelerine rağmen asıl hedeflerinin
Diyarbakır’ı işgal ederek İngilizlerle irtibata geçmek olduğunu bu yüzden buranın
savunulması için tedbir alınması gerektiğini söylemişti.101

98
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.64, s.310.
Madde 1. - Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasî gayelere esas veya âlet ittihazı maksadıyla cemiyetler
teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu cemiyetlere dahil olanlar haini vatan
addolunur. Dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek, şekli devleti tebdil ve tağyir veya emniyeti
devleti ihlâl veya dini veya mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına
fesat ve nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müştemian kavli veya tahriri veyahut fiilî bir şekilde
veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezalik haini vatan addolunur.
Madde 2. - İşbu kanun neşri tarihinden muteberdir.
Madde 3. - İşbu kanunun icrasına Adliye Vekili memurdur.
Başvekil ve Müdafaa-i Milliye Vekili Ali Fethi, Adliye Vekili Mahmut Esat vs.
99
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.64, s.306-311.
100
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.65, s.351.
101
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.65, s.358-359;378-379.

42
Ancak aynı gün 26 Şubat tarihli Cumhuriyet gazetesinde Diyarbekir, Malatya ve
Ergani’nin asilerin eline geçtiği yazılıydı. Aynı habere göre Diyarbekir ve Ergani valileri
esir düşerken Malatya valisi geri çekilmeyi başarmıştı.102 Aslı olmayan bu haber, 28
Şubat’ta çeşitli yerlerden isyanı kınamak için gönderilen telgrafların Meclis’te okunduğu
sırada gündeme geldi. Ergani Mebusu İhsan Hamit Bey bu haberlere değinerek
Cumhuriyet gazetesinde çıkan bu yalan neşriyatla ilgili Hükümetin ne tür tedbirlere
başvuracağını sordu. Dâhiliye Vekili Cemil Bey de bu tür yayınlar hakkında kanuni takibat
yapılması için teşebbüste bulunulduğunu söyledi.103

2.7. Hükümet Krizi ve Ali Fethi Bey’in Başvekâletten İstifası

Hükümetin isyan hakkında Meclis’i geç bilgilendirmesi rahatsızlıklara sebep


olmuştu. Parti içerisindeki bir grup Fethi Bey’in hem isyana bakışını eleştiriyor hem de
isyanın bastırılması için almış olduğu tedbirleri hafif görüyordu. Ali Fethi Bey’in isyanı
irticai ve mahalli bir olay görmesine karşı parti içerisindeki bir grup; olayı planlı, genel bir
karşı devrimin parçası olarak görmekte ve memleket genelinde sert tedbirler alınması
taraftarıydı.104

Bu görüş ayrılıkları gölgesinde 2 Mart tarihinde yapılan CHF Grup toplantısında bir
hükümet krizi ortaya çıktı. O ana kadar isyan bölgesinde ilan edilen idare-i örfiyenin,
Hükümet üyelerinin ittifakıyla alındığı biliniyordu. Ancak toplantıda bu kararın dört
muhalif oya karşı çoğunlukla alındığı ortaya çıktı. Böylece hükümet üyeleri arasındaki
fikir ayrılığı gün yüzüne çıkmış ve tartışmalar yaşanmıştı. Tartışmaların büyümesi ve Ali
Fethi Bey’e olan itimadın sarsılması üzerine Mustafa Kemal Paşa toplantıya çağırıldı.
Tartışmalar sonunda Başvekâletten çekildiğini bildiren Fethi Bey; daha şiddetli tedbirlerle
elini kana sürmek istemediğini, hükümetinin aldığı tedbirlerin yeterli olduğunu, ancak
arkadaşlarının bu tedbirleri yeterli bulmadığını söyledi.105

Goloğlu, parti içerisindeki köktenci ve şiddet kanadının bu değişiklikle iki amaçları


olduğunu söylemektedir. Birisi isyanın daha fazla büyümeden şiddetle bastırılması, diğeri
ise Halk Partisi’nin içerisindeki ılımlı kesimin lideri olan Ali Fethi Bey’in bu isyanı
bastırarak bir başarı elde etmesi halinde, iktidardan düşürülmesinin zorlaşacak

102
Cumhuriyet, 26 Şubat 1925, Numara: 291, s.1.
103
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.66, s.12-13.
104
Örgeevren, age, s.57.
105
Örgeevren, age, S.59-60.

43
olduğudur.106 Ali Fethi Bey sadece Halk Fırkası içerisindeki ılımlıların desteğini almamış
aynı zamanda isyana karşı gösterdiği tavırla Terakkiperverlerinde desteğini sağlamıştı.
Esasen en başında Fethi Bey’in Başvekâlete getirilmesi yeni kurulmuş olan muhalefet
partisi karşısında Halk Fırkası’nın çözülmesini önlemeye yönelikti. Ancak Ali Fethi Bey’in
başvekilliği döneminde dahi partinin kontrolü kendi elinde değildi. Radikal gruptan olan
Recep Peker’in Parti Genel Sekreterliğine devam ettirilmesiyle kontrol İsmet Paşa’nın,
dolayısıyla Mustafa Kemal Paşa’nın elinde bulunmaktaydı.107

Ali Fethi Bey, 3 Mart tarihli Meclis görüşmelerinde çok kısa bir açıklama yaptı.
Halk Fırkası’nın bir önceki gün yapılan toplantısında, dâhili siyasetten dolayı cereyan eden
tartışmalarda hükümetin azınlıkta kaldığını, bu yüzden icra vekilleri heyetinin istifasını
Reis-i Cumhur’a takdim ettiğini söyledi.

Bunun üzerine İstanbul mebusu Rauf Bey söz aldı. Ali Fethi Bey’in yeterince
açıklayıcı konuşmadığını, birkaç gün önce Fethi Bey’in isyan hakkındaki izah ve alınan
tedbirleri Meclis’in uygun bulduğunu söyledikten sonra, bu durumun dâhilde ve hariçte
birçok yanlış düşünceyi doğurabileceğini söyleyerek, Meclis’in bu konuda daha fazla
aydınlatılmasını istedi. Ancak Fethi Bey tartışmaları uzatmayarak “Başka verecek izahatım
yoktur. Siyaset-i dahiliye hakkında cereyan eden müzakere neticesinde fırka hükümeti
olmak dolayısıyla, fırkada Hükümet ekalliyette kalmıştır ve bunun üzerine vazifesine
devam etmek imkânını göremediğinden Reis-i Cumhura istifanı vermiştir.” demekle
yetindi. Fethi Bey yeni hükümet kurulana kadar görevi vekâleten yürütecekti.108 İsyan
karşısında yeteri kadar sert tedbirler almamakla suçlanan Ali Fethi Bey, istifasından bir
müddet sonra milletvekilliğinden de istifa ederek Paris’e Büyükelçi görevi ile gitmiştir.
Ahmed Süreyya Bey hatıralarında, Fethi Bey’in hadisenin vahim bir ihtilal mahiyetinde
olduğunu bir türlü anlayamadığını, ilk gününden itibaren isyanın vaziyetini ve genişleme
kabiliyetini anlayan ilk kişinin Mustafa Kemal Paşa olduğunu söylemektedir.109

Esasen Ali Fethi Bey başkanlığında kurulmuş olan hükümet henüz üç buçuk aylık
bir hükümetti. Halk Fırkası’nın Grup İdare Kurulu’nda yapılan müzakerelerin ardından
İsmet Paşa’nın Başvekâletten istifası sonrasında 22 Kasım 1924 tarihinde kurulmuştu. Bu
idare kurulunda yapılan tartışmalar önemlidir ve Mustafa Kemal Paşa’nın bu kurulda
106
Goloğlu, age, s.122.
107
Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-1931, Tarih Vakfı
Yayınları, İstanbul 2005, s.144; Akyol, age, s.457.
108
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.68, s.110-111.
109
Örgeevren, age, s.27.

44
söyledikleri birkaç ay sonra olacakları tarif eder niteliktedir. Esasen Mustafa Kemal Paşa,
büyük komplo olarak nitelendirdiği ve memleket genelinde paşaların da içerisinde
bulunduğu gizli bir yapılanmanın varlığından şüphe etmekteydi. Millî Mücadele’nin
önemli paşalarının ordudan istifa ederek Meclis’e girmelerini de bu yapılanmanın bir adımı
olarak değerlendiriyordu.110 Mustafa Kemal Paşa bu kurulda yaptığı konuşmasında,
memleket genelinde menfi tahriklerin son derece arttığından, çok yakında bir ihtilal
olabilme ihtimalinden ve Cumhuriyet’in mevcut kanunlarla korunamayacağından
bahsetmişti. Mustafa Kemal Paşa’nın Halk Fırkası Grup İdare Kurulu’nun gizli
toplantısında söylediklerini Avni Doğan şu şekilde aktarmaktadır:

“Efendiler! Sizi çok önemli bir meseleye karar vermek için topladım. Memlekette
menfi tahrikât son haddini bulmuştur. İstanbul basını, TCF’nin dini siyasete alet eden
propagandası şurada burada sinmiş olan mürtecilere cesaret vermektedir. Yer yer
Cumhuriyet idaresi aleyhinde ağır isnatlar ve iftiralar yapılmaktadır. ‘Din elden gidiyor,
aile hayatımız, binlerce yıllık geleneklerimiz birbiri ardınca yıkılıyor, bu gidişle Garp
medeniyetini alacağız diye dinimizden olacağız’ yolundaki propagandaların tesirsiz
kalacağını sanmak budalalık olur. Benim görüşüme göre yakın bir zamanda bir ihtilal ile
karşılaşmamız mümkündür.

Mevcut kanunlar, inkılâplarımızı ve henüz çok taze olan Cumhuriyetimizi


korumaktan acizdir. Hele Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin dağılışı sırasında
Abdülkadir Kemali Bey’in Meclis’çe kabul olunan ‘Masuniyet-i Şahsiye Kanunu’ icra
organının ve emniyet kuvvetlerinin elini kolunu bağlamıştır. Zabıta kuvvetlerimiz, suçlunun
yakasına sarılamıyor. Bunu yapabilmek için bir süre kanuni formalitelere lüzum
hissediyor. Bu durum fesatçılara cesaret vermektedir.”

“Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük.
Birçok eski müesseseleri yıktık. Bunların binlerce taraftarı vardır. Fırsat beklediklerini
unutmamak lazım. En ileri demokrasilerde bile rejimi korumak için sert tedbirlere
müracaat edilmiştir. Bize gelince inkılâbı koruyacak tedbirlere daha çok muhtacız. Bu
durumu Başvekil ile inceledik. İsmet İnönü ufukta görünen tehlikeleri önlemek için icra
organı ve zabıtayı takviye eden bazı kanuni tedbirlere müracaatın zaruri olduğu

110
Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Cilt 2, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları, İstanbul 1967, s. 852.

45
kanaatindedir. Sizleri bunun için topladım. Soruyorum size büyük tedbirler alınmasına
taraftar mısınız? Büyük Millet Meclisi bu kanunları kolaylıkla kabul eder mi?”111

Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın kurulda yaptığı bu konuşmasına rağmen kurulda


bulunanlar iki noktada birleşmişti. Birincisi olağanüstü tedbirlere başvurmanın gerekli
olmadığı, ikincisi ise inkılâbı korumak için tedbir almaya gerek olmadığı idi. Çünkü onlara
göre, devrimler halk tarafından benimsenmişti. Bu karar üzerine Mustafa Kemal Paşa:
“Benim burnuma barut ve kan kokusu geliyor. İnşallah ben aldanmışımdır” diyerek İsmet
Paşa’nın Başvekâletten istifa ederek Fethi Bey’in kabineyi kuracağını ifade etmişti. Fethi
Bey’in kurduğu kabineye İsmet Paşa kabinesinden üç kişi alınmış olmakla birlikte kabine
genel anlamda mutedillerden teşkil edilmişti. Ancak parti yönetimi hâlâ İsmet Paşa’nın
elindeydi ve bu durum Fethi Bey hükümetinin geçici olduğu yorumlarına sebep olmuştu.112

Yukarıda söylediğimiz gibi 22 Kasım 1924’te kurulan Fethi Bey hükümeti uzun
sürmedi. Birkaç ay sonra Mustafa Kemal Paşa’nın şüphelendiği ihtilal meydana geldi.
mutedil hareket eden Ali Fethi Bey’in Başvekâletten istifası sonrasında Cumhuriyeti
korumak için sert tedbirleri alacak olan İsmet Paşa hükümeti kuruldu.

2.8. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun Kabulü

4 Mart 1925 tarihinde ilk olarak, Reis-i Cumhur’un Meclis’e gönderdiği tezkere ile
Ali Fethi Bey’in Başvekâletten istifasının kabul edildiği ve yeni hükümet kurulana kadar
vekâleten vazifesine devam edeceği bildirildi. Ardından ikinci bir tezkere ile Başvekâlete
İsmet Paşa seçildi. İsmet Paşa hükümetin programını kısaca izah ettikten sonra yeni
hükümet güvenoyuna sunuldu. Açılan müzakerede TCF üyelerinden Ali Fuat Paşa söz
alarak memleketin hiç ümit edilmedik bir zamanda hükümet buhranı içinde kaldığını,
birkaç gün önce Meclis’in Fethi Bey hükümetine güvenoyu verdiğini ve bu değişikliğin
nedeninin açıkça münakaşa edilmemesi halinde yeni hükümete güvenoyu
veremeyeceklerini söyledi. Ali Fuat Paşa’nın, konuşmasında üzerinde durduğu iki husus
vardır. Birisi isyan hadisesinin hükümetin düşmesine sebep olduğunu zannetmenin doğru
olmadığıdır. Diğeri ise asileri cezalandırırken, milletin hukuk ve hürriyetini sınırlayacak ve
baskı altına alacak tedbirlere başvurulmaması gerektiğidir.

111
Avni Doğan, Kuruluş, Kurtuluş ve Sonrası, Dünya Yayınları, İstanbul 1964, s.165-166.
112
Akyol, age, s.450-451.

46
Ali Fuat Paşa’dan sonra tekrardan kürsüye gelen İsmet Paşa, memleketin huzuru
için seri ve tesirli tedbirlerin alınması gerektiğini söyledi ve “Memlekette yalnız hadisatın
ifnasını (yok etme) değil, bütün memlekette hadisat-ı muhtemeleye karşı behemehâl seri ve
müessir tedâbir-i mahsusa alacağız” diyerek, yeni hükümetin alacağı tedbirlerin isyan
bölgesiyle sınırlı kalmayacağını vurguladı. Ardından yapılan oylama ile 23 redde karşı 153
kabulle hükümet güvenoyu aldı.113 4 Mart tarihinde Hükümetin güvenoyu alması ardından
İsmet Paşa, Takrir-i Sükûn hakkında kanun tasarısını Meclis’e sundu.114 Kanun tasarısı
Adliye Encümenine sevk edildi ve encümende kısa bir süre görüşüldükten sonra tasarı
aynen kabul edilerek acilen müzakereye açıldı. Adliye Encümeni azalarından olan Feridun
Fikri Bey ve Osman Nuri Bey bu kanuna muhalif olduklarına dair şerh düşmüşlerdi.

Kanun teklifinin müzakereye açılmasıyla Gümüşhane Mebusu Zeki Bey usule dair
söz isteyerek Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun 26’ncı maddesine göre idam hükümlerini
Meclis’in icra edebileceğini, bu yüzden teklif edilen bu kanunla Teşkilât-ı Esasiye
Kanunu’nun taban tabana zıt olduğunu ve Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun bu maddesinin
değişmesinden sonra bu kanunun müzakeresine başlanabileceğini söyledi.

Dersim Mebusu ve Adliye encümeni azasından olan Feridun Fikri Bey de bu


kanunun körü körüne Meclis’e getirildiğini ifade ederek, kanun teklifinin tamamına karşı
çıktı. Feridun Fikri Bey’in üzerinde durduğu birkaç nokta vardı. Birisi bu kanunun
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun “Masuniyet-i şahsiye” (kişi dokunulmazlığı) ile alakalı 70.
maddesine aykırı olduğuydu. Feridun Fikri Bey’e göre teklif edilen bu kanunla her çeşit
siyasi faaliyetler, neşriyat vesaire hürriyetlerle ilgili olan bütün faaliyetler doğrudan
doğruya hükümetin takdirine, idaresine ve denetimine bırakılmaktaydı. Ayrıca hükümet
müphem birtakım tabirlerle herhangi bir mevhumu irtica kavramı içine dâhil edebilir, hatta
insanların zihninden geçen fikirleri bile bunun kapsamına alabilirdi. Feridun Fikri Bey,
kanunda geçen huzur, sükûn ve emniyet kelimeleri üzerinde durarak, bunların nereden
başlayıp nerede bittiği bilinmeyen mefhumlar olduğunu, dünyada bütün keyfî hükümetlerin
bütün yanlış hareketlerini bu mefhumlar üzerinden gerçekleştirdiğini ifade etti ve son

113
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.69, s.127-129.
114
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.69, s.131. Belge 2
Birinci Madde - İrticaa ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisini ve huzur ve sükûnunu ve emniyet ve
asayişini ihlâle bâis bilûmum teşkilât ve tahrikât ve teşvikat ve teşebbüsat ve neşriyatı Hükümet,
Reisicumhurun tasdikiyle, re'sen ve idareten men'e mezundur.
İşbu ef’al erbabını Hükümet İstiklâl Mahkemesine tevdi edebilir.
İkinci Madde - İşbu kanun tarih-i neşrinden itibaren iki sene müddetle mer'iyülicradır.
Üçüncü Madde - İşbu kanunun tatbikine İcra Vekilleri Heyeti memurdur.

47
olarak cümlelerini şöyle bitirdi: “Heyet-i Celileniz böyle adeta şüphe kanunu mahiyetini
tazammun edecek bir suret, bir hareket ve nev’an-ma (bir dereceye kadar) idare-i örfiyeyi
bile hafif bıraktıracak bir surette bir harekette bulunmak Teşkilât-ı Esasiye, Cumhuriyet ve
Hâkimiyet-i Milliye ruhuna münafidir. Bendeniz bu kanunun heyet-i umumiyesinin reddini
teklif ediyorum.”

Kanuna karşı çıkan Kâzım Karabekir Paşa ise kanunla ilgili olarak şunları söyledi:
“İsyan hadisesine karşı hükümetimizin her türlü kanuni icraatına taraftarız. Fakat
muayyen hadise karşısında milletin hukuk-ı tabiiyesini tazyike matuf olacak icraatlara
katiyen taraftar değiliz. Huzur-ı âlinize getirilen kanun gayrı vazıh ve elastikidir. Eğer bu
kabul edilirse, buna istinaden Teşkilât-ı Esasiye’mizin ruhundan doğan siyasi taazzuvlar
ve bunların faaliyetini tahdide veyahut matbuatı tazyike teşebbüs edilirse, halk hâkimiyeti
tenkis edilecek demektir. Çünkü artık milletvekillerinin sadaları dahi bu kubbe altından
harice çıkamayacaktır. Bu kanunu kabul etmek, Cumhuriyet tarihi için bir şeref değildir”
Bununla birlikte Kâzım Paşa, eleştirilerini İstiklal Mahkemelerine de yöneltti. İsyana karşı
kanuni icraatlara taraftar olduğunu ancak İstiklal Mahkemelerinin, İstiklal Harbi
zamanında yapılması lazım gelen mahkemeler olduğunu, artık tarihe karışmaları
gerektiğini ifade etti ve söylerini şöyle bitirdi: “İsmet Paşa Hazretleri eğer İstiklal
Mahkemelerini ıslahat aleti zannediyorlarsa pek ziyade yanılıyorlar.”

Teklif edilen kanun hakkında yapılan bu muhalif konuşmalardan sonra, Yozgat ve


İstanbul İstiklal Mahkemesi’nde görev yapmış olan Konya Mebusu Refik Bey; Feridun
Fikri Bey ve Kâzım Paşa’ya hitap ederek: “Kanuna muhalefet edenler beyhude telaş ve
endişe içerisindedirler. Teşkilât-ı Esasiye ile emniyet altına alınan hukuk-ı amme-i millet
ve milletin hâkimiyeti, bu kanunun kabulüyle sıyanet edecektir.” diyerek bu kanun ile
hakimiyet-i milliye ve Cumhuriyet’in korunacağını ifade etti.

Rauf Bey de bu kanun teklifine karşı çıktı. Rauf Bey, Genç İsyanı ile
Cumhuriyet’in tehlikede olduğunu kabul etmeyerek, Cumhuriyet’in ve hakimiyet-i
milliyenin bir takım mütegallibenin (zorba takımı, derebeyler) meydana getirdiği isyan ile
yıkılacağına ihtimal vermenin kalbî bir zaaf olacağını ifade etti. Ayrıca İstiklal
Muharebeleri zamanında en çetin hadiseler karşısında, Meclis’in Teşkilât-ı Esasiye’ye
muhalif bir harekette bulunmadığını, bu hadise karşısında da Kanun-i Esasi’nin ihlal
olunmaması gerektiğini söyledi.

48
Kanuna karşı çıkanlar arasında Sivas Mebusu Halis Turgut Bey de vardı. Halis
Turgut Bey, olayı geneli kapsamayan ve Kürtçülük peşinde koşan bir kısım zavallının
başlattığı bir hareket olarak tanımlayarak, hadisenin böyle sınırlı bir olayken, vatanın diğer
kısımlarına genişler ihtimali ile hareket edilmesini Türk milletinden şüphe etmek anlamına
geleceğini söyledi. Devamında “Bir yangın söndürülürken Türk Milletinin hukuk-ı
tabiiyeleri tahdit edilmemelidir” dedi. Ayrıca Halis Turgut Bey kanunun iki sene devam
edeceğine dair olan maddesini de eleştirmiş ve “Bu hadise daha iki sene mi yaşayacak?
Efendiler! Türk milleti hiçbir zaman kendi hayatına, hâkimiyetine taalluk eden bu gibi
fesada hiç bir zaman meydan vermeyecek, derhal bastıracaktır.” demişti.

Daha sonra Şark İstiklal Mahkemesi azalarından olacak olan Bozok Mebusu Avni
Bey ise kanun teklifini savunarak şunları söyledi: “Bazı arkadaşlar endişelerini belirterek
bu kanunun Teşkilât-ı Esasiye ile bir tezat teşkil ettiğini söylüyorlar. Teşkilât-ı Esasiye’nin
hukuk-ı amme faslını kapatacağını söylüyorlar. Hukuk-ı amme denilen şey isyan çıkarmak
mıdır, İhtilal midir ki, bu kanun çıkarıldığı zaman bu haklar ihlal olsun, kanun sakıt olsun.
Kanun isyana, irticaa, fesada ve nizam-ı ictimaiyi mumil harekâta bir mania teşkil
ediyor.…Bu milleti sükûna ve huzura götürmek içindir. Adı üzerindedir. Takrir-i Sükûn
Kanunu’dur…. Bu namussuzların ve memlekete kundak sokmak isteyenlerin korkacağı bir
kanundur.”

Kanuna karşı yapılan eleştirilerin merkezinde çıkarılan kanunun Teşkilât-ı


Esasiye’ye aykırı olduğu ve bu kanun ile birçok hürriyetin kısıtlanacağı bulunmaktaydı.
Ayrıca isyan karşısında alınacak tedbirlerin isyan sahası olan Genç vilayeti ile sınırlı
kalmayacağı endişesi hâkimdi. Bu konuda Muş Mebusu İlyas Sami Bey’in açıklamaları
dikkate değerdir. İlyas Bey bu hadisenin Genç’le sınırlı olmadığını anlatırken Şeyh Said’in
maceraya atılacak veya siyasi bir fikre alet olarak bu işe kalkışacak bir kişi olmadığını, bin
türlü tahrikle ancak yerinden hareket edecek bir kişi olduğunu söylemişti. Ona göre buna
“Genç İsyanı” demek irticai mahiyette olan ve umum memleketin afakında görülen asıl
fesadı görmemek anlamına geliyordu.

Müdafaa-i Milliye Vekili Recep Bey de uzun bir konuşma yaptı. Konuşmasında
özellikle İstanbul basınına yüklendi ve hadise üzerinde İstanbul basınının etkilerinden söz
etti. Recep Bey, İstanbul basınının yapmış olduğu yayınlarla Türkiye’de devlet, hükümet,
Meclis yoktur havası estirerek memlekette devletin nüfuzunu tahrip ettiğini ve bu
teşebbüslerin vatanın bir kısmında başarılı olduğunu ifade etti. Ayrıca Takrir-i Sükûn

49
Kanunu’yla ilgili şunları söyledi: “Emniyet-i umumiyeyi masun bulundurmak için, o
emniyet-i umumiye sahasında icra-yı tahribat etmekte olan zehirli yılan yuvalarını kanun
vasıtasıyla -asla başka vasıta ile değil- vazı-ı kanun olan bu Meclis-i Âli’nin vereceği
karar ile ve kuvve-i müeyyidesi olarak vücuda gelecek olan kanun vasıtasıyla tahrip etmek
lazım değil midir? Görülecek zehir ve yılan yuvaları tahrip edilmedikçedir ki, ihlâl
edileceğinden şikâyet edilen emniyet-i umumiyeye; vatanın ve milletin istiklâl, salâhı,
saadet ve istikbali suret-i katiyede tahtı tehlikede bulunmaktadır….Efendiler! Takip
edilmek istenilen ve demin arz ettiğim yılanlar ve zehirli yuvalardır. Mülevves noktalar ve
köşelerdir. O köşeleri kanunun kudret ve kuvveti ile dezenfekte ve tathir salâhiyeti
olmaksızın bu memleketin idaresini bizim hükümetimiz deruhte etmek mevkiinde değildir.”

Kanunun lehinde konuşan Adliye Vekili Mahmut Esat Bey de kanunu eleştirenlere
cevap verdi. Öncelikle Takrir-i Sükûn Kanunu’nun, Teşkilât-ı Esasiye’ye aykırı olduğunu
söyleyen ve Fransa’daki “Şüpheliler Kanununa” benzeten Feridun Fikri Bey’e cevap
vererek “Şüpheliler Kanunu’nun mahiyeti başka idi; bu, o kanun değildir. Bu, hükümetin
mühim ve müşkül anlarda polis vazifesini tevsi eden bir kanundur. Üst tarafı mahkemelere
aittir” dedi. Ardından Kâzım Karabekir ve Rauf Bey’in bu kanunun hangi açıdan Teşkilât-
ı Esasiye’ye aykırı olduğunu açıklamalarını istedi ve Kâzım Karabekir’in sözüne
“Memleketi anarşi içinde bırakmak da ne Büyük Millet Meclisi’ne ne de onun hükümetine
şeref değildir” diyerek karşılık verdi..

Mahmut Bey’in suali sonrasında Rauf Bey kanuna neden karşı olduğunu biraz daha
izah ederek şöyle cevap verdi: “Devletin polisi, mehâkimi, jandarması, memurin-i
nizamiyesi ile diğer aksamı, ifa-yı vazife edemeyecek bir halde midir ki, orada böyle
fevkalâde bir tedabir ittihazına ihtiyaç gördüler? İşte nokta-i nazar ihtilâfımız bundan ileri
geliyor. Yoksa bu memlekette en ufak bir fesat karıştıracak herhangi bir muharrikin, en
şiddetli ve kanuni cezaya maruz kalmasını, ben de Mahmut Esat Bey kadar arzu ederim.
Fakat arkadaşlar tekrar ediyorum ki, Takrir-i Sükûn Kanunu denilen bu kanunun
sükûnsuzluk getireceğinden şüphe ediyorum, endişe ediyorum, (endişe etmeyiniz sesleri)
işte maruzatım bu noktadandır.”

Daha sonra kürsüye gelen Başvekil İsmet Paşa: “Kanun, Teşkilât-ı Esasiyenin
hududu dâhilinde, memlekette tedabir-i nâfia cümlesinden asarı nafia vücuda getirecek bir
kanun mahiyetindedir….İstiklal Mahkemesi de bir vasıtadan ibarettir. Emniyet ve asayişin
ve huzur ve sükûnetin muhafazası, milletin her türlü kanunlardan beklediği ilk ve başlıca

50
bir vazifedir ki, bu hususta hiçbir tedbiri ihmal etmemek mecburiyeti katiyesi
karşısındayız.” dedikten sonra; Kazım Karabekir’e hitapla: “Yalnız bir şey sorayım; bana
ıslahattan bahsederken, bu memlekette ıslahat fikirleri, teceddüt, terakki fikirleri
ahlâksızlıktır diye bar bar bağırırken, muhalefet erkânı niçin bir tek kelime söylemediler.
(Tasdik ettiler sesleri) (Alkışlar) Şimdi muhalif bir vaziyet alan arkadaşların, söz söylemek
lazım geldiği zaman söz söylememeleri bir manayı haizdir” dedi.

İsmet Paşa’nın sözlerine karşı Kâzım Paşa kanuna karşı olma gerekçesini tekrardan
şu şekilde izah etti: “İşte efendiler! Bizim endişemiz böyle elastiki ve böyle her şeye
cezbedilebilir ve istenildiği şekle sokulabilir bir kanunla, hakk-ı hürriyeti tahdit etmemek
içindir. Binaenaleyh bu kanunun kabulüyle, matbuat memleketimizde tamamıyla takyit
edilmiş olacaktır. (Asla sesleri) İnşallah öyle olur ve muhalefet erkânına karşı veyahut
herhangi bir yerde siyasi taazzuvlara karşı zan ve vehimlerle birçok icraata kıyam
edebilmek daima muhtemeldir. Ben şunu arz ederim ki: Bilhassa İsmet Paşa Hazretleri’ne,
yirminci asırda zan ve vehimle millet idare edilemez. (Sağdan alkışlar)”

Kâzım Paşa’nın sözlerinde sonra tekrardan kürsüye gelen Recep Bey, İstanbul
basınına yeniden yüklenerek bu kez Kâzım Karabekir ve bazı arkadaşlarının bir zamandan
beri İstanbul basınıyla aynı fikirleri, aynı tarzda mütalaa etmekte olduklarını söyledi.
Müzakerelerin tamamlanmasıyla birlikte Takrir-i Sükûn Kanunu 122 kabul, 22 ret ile kabul
edildi.115

Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kabulünden sonra Hükümetin, bu kanuna dayanarak


yaptığı ilk uygulama; 6 Mart tarihinde Tevhid-i Efkâr, İstiklal, Son Telgraf, Aydınlık,
Orak-Çekiç, Sebilürreşat gazete ve mecmualarını kapatmak oldu.116 11 Mart tarihli Meclis
oturumda Erzurum Mebusu Rüştü Paşa bu gazetelerin neden kapatıldığına dair Dâhiliye
Vekili Cemil Bey’e bir soru yöneltti. Rüştü Paşa, kanunların geçmişe dönük olamayacağını
söyleyerek bu gazetelerin Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kabulünden sonra bu kanuna aykırı
hangi hareketlerinden dolayı kapatıldığını sormuştu. Ayrıca hükümetin kendine muhalif ve
hoşuna gitmeyen gazeteleri kapatarak ifade ve basın hürriyetini ihlal etmiş olacağını da
vurgulamıştı. Cemil Bey ise cevabında kısaca gazetelerin Takrir-i Sükûn Kanunu’na aykırı
hareketlerinden dolayı kapatıldığını söyledi.117

115
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.69, s.131-149.
116
Tuncay, age, s.149.
117
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.75, s.349-350.

51
2.9. İstiklal Mahkemelerinin Kurulması ve Mahkeme Heyetinin Seçilmesi

Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kabulünden hemen sonra bu kez “Harekât-ı askeriye


mıntıkasında ve Ankara’da birer İstiklal Mahkemesi kurulması hakkında” Başvekâlet
tezkeresi okunarak müzakereye geçildi.118 Bu defa müzakereler çok uzun sürmedi. Muhalif
vekillerden Feridun Fikri Bey tezkereye itiraz ederek isyan bölgesinde kurulacak olan
mahkemenin, idam kararlarını Meclis’e tasdik ettirmeden infaz etmesinin Teşkilât-ı
Esasiye Kanunu’na aykırı olduğunu belirtti. Onun itirazına karşı daha sonra Şark İstiklal
Mahkemesi’nin savcılığına seçilecek olan Ahmet Süreyya Bey cevap vererek herhangi bir
ayrılığın olmadığını söyledi. Müzakerenin ardından iki İstiklal Mahkemesinin kurulması
kabul edildi.119

4 Mart 1925’te kurulma kararı verilen İstiklal Mahkemelerinin üye seçimleri 7


Mart’ta yapıldı. Gizli oy sistemi ile yapılan seçimlerde her bir mahkeme için bir reis, bir
savcı, biri yedek olmak üzere üç adet üye seçilecekti. 7 Mart’ta yapılan ve 146 kişin
katıldığı aza seçimlerinde Şark İstiklal Mahkemesi Reisliğine 126 oy alan Hacim Muhittin
Bey (Giresun), Müddei-i Umumiliğine 124 oy alan Ahmet Süreyya Bey (Karesi),
Mahkeme Azalıklarına ise 123 oy alan Ali Saib Bey (Kozan), 125 oy alan Avni Bey
(Bozok) ve 122 oy alan Lütfi Müfit Bey (Kırşehir) seçildi. Ancak Mahkeme Reisliğine
seçilen Hacim Muhittin Bey sağlık sorunlarını sebep göstererek Mahkeme başkanlığından
istifa etti ve bu konudaki telgrafı 12 Mart tarihinde Meclis’te okundu. Bu istifanın ardından
16 Mart’ta Mahkeme Reisliği için yeniden seçim yapıldı ve 106 kişinin katıldığı seçim
sonrasında Mazhar Müfit Bey 87 oy almasına rağmen nisab-ı müzakere olmadığı için
seçim başka bir celseye ertelendi. Ertesi gün yapılan ve 117 kişinin katıldığı seçimde
yeniden Mazhar Müfid Bey 97 oy alarak Mahkeme Reisliğine seçildi. Böylece göreve
başlayacak olan Şark İstiklal Mahkemesi’nin ilk üyeleri belirlenmiş oldu. Ancak görev

118
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.69, s.149. Belge 3
Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti Celilesine
31 Temmuz 1338 tarihli İstiklâl Mehâkimi Kanunu birinci maddesinin bahşettiği salâhiyete binaen Hükümet,
harekât-ı askeriye mıntıkasında usulü dairesinde derhal bir İstiklal Mahkemesinin teşkil ve faaliyete ibtidar
eylemesini taht-ı vücupta görmekte ve işbu mahkemece verilecek idam kararlarının dahi aynı kanunun
beşinci maddesi mucibince ve vaziyetin müstaceliyet ve istisnaiyetine binaen Meclis-i Âlice tasdik
edilmeksizin infazına müsaade talep eder. Bundan başka ahval-i fevkalâdeye binaen ilân olunan seferberliğin,
milletin ve Cumhuriyetin emniyetini muhil muhtelif ve irticai propagandaların, teşebbüsat ve harekâtın
kavanin-i mahsusasın atebean men'i ve tecziyesi esbabının da serian istikmali maksadıyla ve aynı tarihli
İstiklâl Mehâkimi Kanunu’nun birinci maddesi mucibince idam kararları Meclis-i Âlice tasvip edilmek ve
merkezi Ankara’da olmak ve daire-i kazası harekât-ı askeriye mıntıkası haricindeki vilâyâta şâmil bulunmak
üzere derhal ikinci bir İstiklâl Mahkemesinin teşkiline müsaade buyurulmasını teklif ve rica ederim efendim.
Başvekil İsmet 4.3.1341
119
TBMM Z.C., D.2, C.15, İ.69, s.149-154.

52
süresi iki yıl devam edecek olan Mahkeme’nin üyeleri zaman içerisinde değişikliğe
uğramıştır. Çeşitli zamanlarda Şark İstiklal Mahkemesi Heyetinde görev alan ve bu
çalışmanın ikinci bölümünde biyografilerine yer verilen mahkeme üyeleri şunlardır:

Denizli Mebusu Mazhar Müfit Bey (Reis)

Karesi Mebusu Ahmed Süreyya Bey (Savcı) (Hukukçu)

Kozan Mebusu Ali Saib Bey (Aza-Reis) (Asker)

Bozok Mebusu Avni Doğan Bey (Aza) (Mülkiye Memuru)

Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit Bey (Aza) (Asker)

Hacim Muhittin Bey (Reis) (Mülkiye Memuru)

Erzincan Mebusu Abdülhak Bey (Savcı Muavini) (Asker-Hukukçu)

Kocaeli Mebusu İbrahim Bey (Aza) (Asker)

2.10. Asilerin Diyarbekir Saldırısı

Ankara’da bu gelişmeler yaşanırken 7 Mart’ta Diyarbekir asiler tarafında


kuşatılmıştı. Asiler şehrin dört kapısından birden saldırıya geçtiler. Şiddetli çarpışmalar
sonrasında asilerin bir kısmı şehre girmiş olmasına rağmen 8 Mart sabahında bozguna
uğrayarak çekilmek zorunda kaldılar. Bu, isyancıların almış olduğu ilk önemli yenilgi
idi.120 İsyancılar 11 Mart’ta tekrardan Diyarbekir’e saldırmak istemişlerse de başarılı
olamadılar. Diyarbekir saldırısı ve sonrasında yaşanan bazı gelişmeler Şeyh Said
tarafından şu şekilde anlatılmaktadır:

Osmaniye’nin isyancılar tarafından işgal edilmesinden sonra şehre giren ve iki gece
kalan Şeyh Said, Piraliyan’a hareket ederken kendisinden ayrılıp Diyarbekir’in doğusuna
giden kuvvetlerinin batısındaki Eğil, Piran ve Deşgevran ahalisinden oluşan kuvvetin
yanına yetişmek ve batıdan yapılacak harekâtı idare etmek için Şerbeti karyesine gitti.
Oradan da Tepe, Simaki yoluyla doğu mıntıkasındaki kuvvetlerinin yanına geçti. Şeyh
Said’in ifadesinde söylediğine göre, doğu ve batı kuvvetleri toplamı üç bin kadardı.

O gece Simaki’de iken Diyarbekir’in, dört kapıdan hücum edilerek işgal edilmesi
ve hareketin gece alaturka saat sekizde başlaması kararlaştırılmıştı. Ancak acele edilerek
müsademe saat ikide başladı. Neticede başarısız olan asiler müsademe sabahı geri

120
Cemal, age, s.35-37.

53
çekilmeye mecbur oldular. Saldırıda yüz yirmi kadar asi şehre girmeyi başarmıştı. Bu
kişilerin akıbeti hakkında her hangi bir bilgi alamayan Şeyh Said, geri çekilmelerinin
ardından isyancılara evlerinde altı gün kalmak üzere izin verdi ve kendisi de Karaz
mıntıkasına gelip orada beş altı gün kaldı.

Şeyh Said batı cihetindeki Tilham karyesinde bulunduğu esnada izin verdiği
isyancılar sekiz gün sonra tekrar yanına geldiler. İsyancılar o sırada Lice ve Siverek
yollarını tutmuşlarsa da Mardin yolu açık olduğundan ve askerler oradan Diyarbekir’e
gelmekte olduğundan; Şeyh Said bu yolu tutmak üzere asilerle birlikte Dengecük, Çapar,
Toluluk, Sakiri, Hacıleylek, Gözalan, Karakilise köylerine gitti. Burada Siverek tarafından
milis ve yüz atlı nizamiye askerinin geldiğini haber almaları üzerine bu cepheye üç yüz
kişilik bir kuvvet gönderdi. Yapılan müsademe neticesinde askerleri bozguna uğratan asiler
milis Zazalardan seksen esir alarak döndüler. O sırada Çaksor karyesinde bulunan Şeyh
Said esirlere vaaz ederek onları terhis etti.

Diyarbekir’den dışarı çıkan askerlerin taarruza başlamaları ve Aşağıtil Dağı’nı


tutmaları üzerine asiler Yukarıtil’de dayanamayıp geri çekildiler. Asilerin o gece taarruz
için yaptıkları hazırlıklar, havanın muhalefeti dolayısıyla akamete uğradı ve kuvvetlerin
köylere dağılması sebebiyle Şeyh Said de oradan çekilerek Karakilise’ye geldi.121

2.11. Askerî Harekât ve İsyanın Bastırılması

24 Şubat tarihli Meclis görüşmelerinden sonra Mustafa Kemal Paşa, Çankaya


Köşkü’nde Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, İkinci Başkan General Kazım ve İnönü
ile birlikte isyanın bastırılmasına yönelik askerî tenkil planını hazırladı. Plana göre isyan
bölgesi kısa süre içinde sarılacak; Erzurum, Erzincan, Sivas, Diyarbekir ve Mardin
üzerinden askerî birlikler sevk edilerek tenkil planı uygulanacaktı.122

23 Şubat’tan itibaren alınmaya başlanan askeri tedbirler sonrasında Şeyh Said 7


Mart Diyarbekir saldırısında ilk önemli mağlubiyetini aldı ve geri çekilmeye başladı.
Ancak asilerin diğer cephelerde saldırıları devam etmekteydi. 12 Mart’ta Varto asilerin
eline geçti. Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza 11 Mart’ta Hınıs’a, Koçuşağı aşireti ise 20 Mart’ta

121
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.22. (Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesinden)
122
Cemal, age, s.49.

54
Çemişgezek’e saldırdı, ancak her iki saldırı da başarılı olamadı. Silvan ise 25 Martta
asilerin eline geçmişti.123

Seferberlik ilanı ile birlikte ordu birlikleri hızlı bir şekilde Erzurum, Mardin,
Diyarbekir ve Malatya bölgelerinde yığınak yapmaya devam etmekteydi. Bu arada
Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa, 9 Mart tarihinde yayınladığı beyanname ile hareket
ordusunun hazırlıklarını tamamladığını duyurdu. İsyana katılanların şiddetli bir şekilde
cezalandırılacağını söyleyen ve bölge halkını ikaz eden Fevzi Paşa, beyannamede şöyle
diyordu:

“Hareket ordumuz hazırlığını ikmal etmiştir. Birkaç güne kadar harekât-ı


tedibiyeyi başlatması mukarrerdir. Tedibat gayet seri ve şedid olacaktır. Harekât-ı tedibiye
yalnız asiler üzerine tevcih edilecek ve Hükümet-i Cumhuriyeye isyan etmiş olanlara şedid
cezalar indirilecektir. Kiğı ahalisi gibi Cumhuriyet’e sadakatlerini ve asilere
muhalefetlerini fiilen izhar ve ispat edecek olan masum halkın bu şedid cezalardan masun
kalması matluptur. Bu sebeple isyana fiilen muhalif olan köylerin derhal en yakın mülki ve
askeri Cumhuriyet memurlarına müracaat ederek isyanla alakadar olmadıklarını ve
gönüllü hizmete hazır bulunduklarını bildirmeleri lazımdır. Düşman parasıyla satın
alınmış isyan rüesasının teşvik ve ifsatlarına bilerek kapılmış olan köyler ahalisinin dahi
müşevvik ve müfsit isyan rüesasını derdest ve Cumhuriyet hükümetine teslim ettikleri halde
bu gibi kandırılmış köyler halkı dahi kendilerini kurtarmış olur. Umumun malumu olmak
üzere işbu beyanname mülki ve askeri bilumum Hükümet-i Cumhuriye memurları
tarafından dâhilindeki en küçük köylere kadar ve her vasıtaya müracaatla derhal neşir ve
ilan edilecektir. Keyfiyetin en uzak köylerin dahi haberdar olabilmesi için üç gün mühlet
verilmiştir. Ordunun kati harekâta başlamasından evvel asi ve masum mıntıkaların iyice
anlaşılması için işbu beyannamenin iblağ olunduğu mahaller Cumhuriyet’e irtibat ve
sadakatlerini fiilen bildiren köyler serian Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetine
bildirilecektir”124

Beyannamede askeri harekâtın masum ahali ile bir alakasının olmadığı ve


Cumhuriyet’e sadık olan köylerin bir an evvel hükümete gelerek sadakatlerini bildirmeleri
isteniyordu. Yayınlanan bu beyanname tesirini gösterdi ve isyan sahasındaki birçok köy
ahalisi hükümete müracaat ederek sadakatlerini bildirmeye başladı. Askeri harekât

123
Toker, age, s.87-88.
124
İM/T12/30/220/4/5

55
sırasında buna benzer beyannameler ordu tarafından tekrardan yayınlanmıştır. Bunlara
birkaç örnek şöyledir:

Beyanname

Eşkıyanın takip ve tedibi sırasında haksızlık olmamak için Hükümet-i


Cumhuriyemize bağlı ve sadık köylerin bir an evvel hükümete gelerek işbu sadakatlerini
bildirmelerini Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisimiz Fevzi Paşa Hazretleri emir ve ilan
buyurmuşlardır.

İşbu emre binaen ben de tekrar diyorum ki hemen en yakın hükümet merkezine
veyahut üzerlerine ve civarlarına yürüyen ordu kıtaatımızın kumandanlarına müracaatla
sadakatlerini söylemeyen ve köylerinde (…?) olduğu halde haber vermeyen köyler eşkıya
ile birleşmiş kabul edilecek ve haklarında asi muamelesi yapılacaktır.

Bunun için işitmedik, haberimiz yoktu gibi özürlerin artık kabul edilemeyeceğini
ilan ediyorum.

Üçüncü Ordu Müfettişliği125

Beyanname

Harekât-ı askeriyede bulunan kıtaatımız kumandanlarının verdikleri raporlardan


bazı köylülerin köylerini boşaltarak çekilmiş oldukları anlaşılıyor.

Hareket-ı askeriyenin ahali-i masume ile bir alakasının olmadığı tekrar tekrar ilan
edilmiş, yine böylece bazı köylerin boşaltılması işbu köyler halkının şakilerle beraber
olduğunu gösterdiğinden hemen yakılmalarının emir edildiği ve bundan böyle boşalmış
görülecek her köyün de yine tamamen yakılacağı ilan olunur.

Üçüncü Ordu Müfettişliği126

125
İM/T12/24/149/20/1
126
İM/T12/24/149/22/1

56
İlan

Beşinci Kolordu Diyarbekir havalisindeki isyanı tenkil ve asayişi temin maksadıyla


Diyarbekir havalisine gelmiş ve fırkalarıyla az zamanda isyanı şimale doğru tardetmiştir.
Bimennihilkerim pek yakında bütün usatın teslim olmaları memuldür. Binaenaleyh
bugünden itibaren her kimin yedinde silah, cephane, kılıç varsa Lice’ye ve Hani’ye ve sair
civardaki kıtaatın en büyük kumandanlarına teslim ederek vesika alacaklardır. Ahalinin
katiyen korkmamasını ve hükümete muti olan eşhasın evlat muamelesi göreceğini
hatırlatırım. Silahını teslim etmeyen, yollardan gelip geçen asker ve ahaliye bir tek bile
silah atan ve telgraf tel ve direklerini bozan köyler derhal ihrak edilerek ahali Divan-ı
Harbe verilecektir. Ceza idama kadar gider.

Beşinci kolordu kumandanı

Naci

8 Nisan 341127

Yığınakların tamamlamasından sonra 26 Mart 1925 tarihinde ordu birlikleri Varto,


Elazığ ve Diyarbekir istikametinden harekete geçti. Amaç asileri Çapakur, Genç ve Lice
arasında sıkıştırarak yok etmekti. 31 Mart’ta Hani, 1 Nisan’da Silvan ve Lice, 5 Nisan’da
da Palu ve Piran geri alındı. Asiler dağılmış durumda Genç istikametine kaçıyorlardı.128

Şeyh Said, Diyarbekir bozgunundan sonra asilerin geri çekilmesini de ifadesinde


anlatmıştır. İfadesine göre, Diyarbekir bozgunundan sonra maiyetinde üç yüz kadar asi ile
birlikte Karakilise’ye gelen Şeyh Said, bölgeyi tanımamaları, hava muhalefeti ve askerlerin
şiddetli saldırıları sonucunda, bu bölgede tutunamayacaklarını anlayarak doğuya geri
dönmeye karar verdi. Şeyh Said, maiyetindeki kuvvetleri askerlere karşı dağı tutmak
maksadıyla Tilham ve Şehaban köylerine ve oradan da Deveboyun Gediği’ne
göndermesine rağmen, isyancılar bozguna uğrayarak Karaz mıntıkasına çekildiler. Bu
arada askerler saldırıya devam ederek bu mıntıkada Tilkan aşiretiyle çarpışıp bir süre
bekledikten sonra, ertesi gün Tilkan köylerini yakarak Karaz ve Ağviran mıntıkasına
geldiler. Asiler ise Ağviran mıntıkasından asker göndermişlerse de yine karşılık
gösteremeyerek geri çekildiler.

127
İM/T12/38/295/4/1
128
Toker, age, s.91-92. Cemal, age, s.66-67.

57
Askerlerin Hani’ye yaklaştıkları sırada, Hani’ye yakın Kâban karyesinde bulunan
Şeyh Said ve asiler, askere karşı cephe tutmak istemiş iseler de asilerin morali bozuk
olmasından dolayı başarılı olamayıp Hançök Dağları’na firar etmeye karar verdiler.
Askerler baskıya devam ederek Lice’yi aldıktan sonra Şeyh Said ve asilerin bulunduğu
dağa yöneldiler. Asiler buna karşı bazı cepheleri tutmuşlarsa da bir sonuç alamadılar ve
askerler Gözil Dağı’na geldiler. Şeyh Said ve asiler bu esnada tekrar yine cephe tutmak
üzere teşebbüste bulunmuşlarsa da morallerinin bozukluğu sebebiyle teşebbüsleri sonuçsuz
kaldı.129

2.12. Başvekil İsmet Paşa’nın İsyan Hakkında Meclis’i Bilgilendirmesi

İsmet Paşa 7 Nisan tarihinde yani göreve gelmesi ve Takrir-i Sükûn Kanunu’nun
kabul edilmesinden bir ay sonra, Meclis’te isyanla ilgili bir açıklama yaptı. İzahta
öncelikle, asilerin ele geçirmiş oldukları yerlerden ve hükümetin işe başladığı zaman
vaziyetin ciddi olduğundan, zan ve vehim üzerine hareket edilmediğinden bahsetti. Daha
sonra başlatılmış olan askeri harekâtın henüz tamamlanmadığını, asilerin dağlık
mıntıkalara çekildiğini ancak tamamen yok edilmediklerini söyledi. Ayrıca askeri
harekâtın bitiminden hemen sonra hem isyan bölgesinde hem de dine dayanarak siyasi
aldatmaların yapılmasına müsait olan yerlerde bu tür durumların önüne geçmek için idari
ve adli tedbirlerin alınacağını bildirdi.130

2.13. İstiklal Mahkemesinin İsyan Bölgesine Gitmesi

Şark İstiklal Mahkemesi’nin kurulup üye seçimlerinin yapılması ardından,


mahkeme heyetinin hazırlıklarını tamamlayarak görev yeri olan isyan bölgesine doğru
hareket etmesi yaklaşık bir ay sürdü. Bu gecikme sebebiyle Başvekil İsmet Paşa 26 Mart’ta
Meclis Başkanlığına yazdığı yazı ile Müdafaai-i Milliye Vekâleti’nin ve Erkân-ı Harbiye-i
Umumiye Riyaseti’nin İstiklal Mahkemesinin acele olarak harekete geçmesini istediğini
bildirmişti. Nihayet mahkeme heyetinin ve görevli memurların bir kısmı 4 Nisan tarihinde
Ankara’dan hareket etti. Ali Saib Bey Adana’da, Avni Bey de Konya’da kafileye
katılacaklardı. Mahkeme Heyeti 6 Nisan’da Yenice istasyonuna vardı ve burada Adana
Valisi tarafından karşılandı. Üç gün Adana’da kalan heyet, burada mahkeme kâtip

129
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.22-23. (Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesinden)
130
TBMM Z.C., D.2, C.17, İ.96, s.150-151.

58
kadrosunun eksiğini tamamladıktan sonra Adana-Güller-Gaziantep-Birecik-Urfa-Siverek
üzerinden Diyarbekir’e gitmeyi kararlaştırdı.

Mahkeme Adana’da bulunduğu sırada, 7 Nisan tarihinde Diyarbekir vilayetine yazı


yazarak, iki güne kadar Diyarbekir’e hareket edileceğini, mahkeme heyetinin çalışmaları
için hükümet konağında altı odanın hazırlanmasını, muhakeme salonu için mükemmel bir
kürsünün inşa edilerek ve diğer gereçlerin hazırlanmasını; hükümet konağında altı odanın
bulunmaması halinde bu şartları haiz müstakil bir binanın tedarik edilmesini bildirdi.
Bundan başka mahkeme heyetinin ikametleri için Alipınarı Mevkii’nde en az üç odalı üç
hanenin kiralanması da talep edildi.131

Heyet 10 Nisan’da Adana’dan hareket etti ve aynı gün Gaziantep’e vardı. Bir gece
orada kaldıktan sonra Birecik üzerinden 12 Nisan’da Urfa’ya varıldı. Mahkeme Urfa’da
iken Mahkeme Savcılığına isyanla ilgili evraklar gelmeye başlamıştı. 12 Nisan 1925’te
Urfa Mevki Kumandanlığı’ndan, İsyan Mıntıkası İstiklal Mahkemesi Müddei-i
Umumiliği’ne yazılan iki adet yazı ile isyanla alakadar olan kişilerin ismi verilerek
mahkemeye sevk edilip edilmeyeceği sorulmuştu. Savcılık ise aynı tarihte cevap vererek
dosyaların Diyarbekir’e gönderilmesini istedi.132

Urfa’dan hareket eden heyet ve maiyeti aynı gün 12 Nisan’da saat ikide Siverek’e,
akşam yedide ise Diyarbekir’e vardı.133 Savcı aynı gün Meclis’e çektiği telgrafla,
mahkeme heyetinin maiyetiyle birlikte Diyarbekir’e ulaştığını ve yarından itibaren
vazifeye başlanacağını bildirdi. Bu telgrafa göre mahkeme heyetinin maiyetinde beş kâtip,
dört zabıta memuru ve yedi şoför bulunmaktaydı. Mahkeme Reisi Mazhar Müfit de heyetin
Diyarbekir’e vardığını ertesi gün Meclis’e çektiği telgrafla bildirdi.

Mahkeme heyeti, 13 Nisan’da İstiklal Mahkemesi için adliye binasında ayrılmış


olan yeri görmeye gitti. Ancak Mahkemeye ayrılan binan durumunu beğenmeyen heyet,
yakınlarda bulunan hükümet konağını gezerek Mahkemeye tahsis edilmesini istedi. İki gün
içerisinde konak muhakeme için hazır hale getirilerek İstiklal Mahkemesine tahsis edildi.
Aynı gün 7. Kolordu Kumandanlığı’na yazılan yazı ile “Mahkeme emrinde bulunmak üzere
genç ve faal bir zabit kumandası altında, Türk askerlerden oluşan otuz kişilik bir

131
İM/T12/90/829/39/10
132
İM/T12/90/826-2/36/2
133
Örgeevren, age, s.89-90

59
müfrezenin” mahkeme emrine gönderilmesi istendi. Hazırlanan 30 kişilik müfreze 14
Nisan 341 tarihinde mahkeme emrinde göreve başladı.134

2.14. Mahkemenin Göreve Başlaması ve Yayınlamış Olduğu İlk Beyanname

12 Nisan 1925’te Diyarbekir’e gelen Mahkeme 13 Nisan’da yargı sahası dâhilinde


bulunan on dört il ve iki kazada ki bütün halka hitaben bir beyanname yayınladı.
Beyannamede suçsuz olanların veya zorla bu cereyana kapılanların mahkemenin adalet ve
merhametine mazhar olacağı, ancak İnkılap ve Cumhuriyet’in ruh ve gayesini rencide
edenlerin mahkemenin kahhar pençesinden yakasını kurtaramayacağı ilan edilmişti.
Yayınlayan beyanname şöyledir:

Beyanname

Temsil Ettiği Büyük Millete

Türk inkılâb-ı meşkûrunun ve Türk Devlet-i Cumhuresinin en âli müessesesi olan


Türkiye Büyük Millet Meclisinin Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile haiz olduğu mutlak
salahiyet-i kazaiyesini (Ergani, Urfa, … ilahir vilayetleriyle, Erzurum vilayetinin … ve
…kazalarını) ihtiva eden vasi’ mıntıkada istimal ve icraya mezun Şark İstiklal Mahkemesi,
kendi daire-i kazası dahilinde bulunan bütün halka ber-vech-i âti hususatı beyan ve tebliğ
eder.

1- İstiklal Mahkemesi devletin kavânin-i esasiyesi ahkâm-ı umumiyesinden mülhem


olarak Türk Cumhuriyetini ve Türk Milletinin mutlak emniyet ve refahını idlal
edecek veya Cumhuriyet ve inkılâp ruhuna zaaf irasına sebebiyet verecek en küçük
fiil ve hareketi ve bu kabil ef’al ve harekâta her ne suretle olursa olsun iştiraki
vatan ve millet mefhum-ı mukaddesi muvacehesinde a’zam ve eşna’-ı hıyanet
addeder.
2- İnkılâp ve Cumhuriyet’in ruh ve gayesini rencide edenlerle bu kabil ef’al-i
reddiyeyi ictisarda bir beis görmeyenler İstiklal Mahkemesinin mahz-ı kanun ve
zat-ı adaletten aldığı kahhar pençesinden tahlis-i giriban edemezler.
3- Şark İstiklal Mahkemesi şedit fakat çok adil olan inkılâp ve Cumhuriyet kanunlarını
tatbik ederken ruh-ı madeleti ve masum halka karşı adaletin en mülayim desatirini
bir an için olsun nazardan dûr tutmaz.

134
İM/T12/90/826-2/35/2

60
4- Yukarıda yazılan (14) vilayet ve iki kaza dâhilinde bulunan ve bu mıntıka haricinde
bulunup veya bundan sonra bu mıntıka haricine çıkıp da Türkiye Cumhuriyeti
topraklarında yaşayan bütün Türk vatandaşları emin olmalıdır ki kendi ruhunda
vatan ve millete karşı ihanet ve mücrimiyet hissi duymadığı ve her hangi bir cürme
mürettip ve âmil veya şerik olmadığı halde cebir ve ikrah veya hile ve desâis ile
hah ve nâ-hah bazı cereyanlara kapılmış ve bilahare izhar-ı nedamet etmiş münfail
insanlar mahkemenin kanununa müstenit ve ondan müstahrec olan adalet ve
merhametine mazhar olacaktır.
5- Türkiye Büyük Millet Meclisi Şark İstiklal Mahkemesi’nin saha-i mesaisini
aydınlatan şems-i adalet ve hükümlerinin mesnedi Cumhuriyet kanunlarının sarih
ve pür-hayat ahkâmıdır.135

Aynı tarihte bu beyannamenin haricinde savcılık tarafından, gerekli makamlara bir


tamim (genelge) daha yazılarak Şark İstiklal Mahkemesi’nin bakacağı davaların ne gibi
suçlarla sınırlı olduğu açıklanarak, bu tür suçlardan dolayı tutuklu olanların dosyalarıyla
birlikte İstiklal Mahkemesi Savcılığına gönderilmesi istendi. Bundan sonra 14 Nisan’da
Diyarbekir’deki Divan-ı Harplerden gönderilen bazı evrakların savcılık tarafından
alınmasıyla mahkeme fiilen yargılamalarına başladı.136

Mahkemenin yargılamalarına başladığı bu tarihlerde önemli gelişmeler de meydana


gelmişti. İsyanın baş tertipçisi olarak görülen ve daha önce tutuklanarak Bitlis Divan-ı
Harbi tarafından yargılanan Cibranlı Halid, Yusuf Ziya, kardeşi Teğmen Ali Rıza, Faik
Bey ve Molla Abdurrahman 14 Nisan’da idam edildi. 15 Nisan’da ise Kürt Teali Cemiyeti
eski Reisi Seyyid Abdülkadir İstanbul’da tutuklanarak yargılanmak üzere Diyarbekir’e
gönderildi. Ayrıca aynı gün isyanın lideri Şeyh Said, Abdurrahmanpaşa Köprüsü’nde
Binbaşı Kasım Bey tarafından tutularak hükümet güçlerine teslim edildi.137

2.15. Şeyh Said’in Yakalanması

Askeri harekâtın başlamasından sonra isyancılar büyük darbe alarak dağılmışlardı.


Bu durum karşısında Şeyh Said orduya karşı koyamayacağını anlamış ve birkaç
hizmetçisiyle beraber Menaşküt’e gitmişti. Şeyh Said, orada Şeyh Abdullah, Kasım Bey ve

135
İM/T12/90/826-2/82/5-6; İM/T12/90/826-2/82/4; Arşiv dosyalarında bulunan bu beyanname el yazısı ile
yazılmış müsvedde halindedir. Beyannamenin 14 Nisan 1925 tarihli Vakit Gazetesinde de birkaç ufak
değişiklikle yayınlanmıştır. Belge 4
136
Şark İstiklal Mahkemesi 649 Numaralı Esas Defteri, s.1.
137
Uğur Mumcu, Kürt İslam Ayaklanması 1919-1925, Um:ag yayınları, Ankara 2008, s.83.

61
birkaç kişi ile müzakerede bulunarak geri çekilme planı yaptı. Toplantıda Varto
istikametinden çekilip Fırat’ı geçerek Muşlu Nuh Bey’in yanına sığınıp duruma göre
hareket etmeye karar verildi. Bu karar üzerine harekete geçen ve geri çekilmeye başlayan
Şeyh ve yanındakiler Melhemlü köyünün ilerisindeki bir tepeye geldiklerinde tekrar
müzakerede bulunarak Nuh Bey’in yanına gitmekten vazgeçtiler. Kaçamayacaklarını
anlayan asiler Varto’da Osman Nuri Paşa’ya teslim olmaya karar verdiler. Ancak
Abdurrahmanpaşa Köprüsü’nün önüne geldikleri zaman Şeyh Said teslim olmaktan
vazgeçti ve kendi başına kaçmaya karar verdi. Şeyh Said’in bu niyetini anlayan Binbaşı
Kasım Bey ve adamları ona mani oldular. Esasen Kasım Bey Osman Nuri Paşa’ya hitaben
bir mektup yazarak teslim olacaklarını bildirdi. Bir süre sonra askerler gelerek Şeyh Said
ve yanındakilerini teslim alarak önce Çarbuhur’a sonra da Varto’a merkeze Osman Nuri
Paşa’nın yanına götürdüler.138 Böylece 13 Şubat 1925 tarihinde Piran’da başlayan isyan,
Şeyh Said’in 15 Nisan 1925’te Abdurrahmanpaşa Köprüsü üzerinde yakalanması ile son
buldu.

Şeyh Said, Savcı Ahmed Süreyya Bey tarafından alınan ifadesinde yakalanmasını
şöyle anlatmıştır:

“…Fakih Hasan’ı ric’at zamanı çağırmıştım. O da geldi. Fakat bizimle iki gece
kaldı. Biz de ric’at ediyorduk. Darahini’yi terk ettik. Biz savuştuk. Ona: ‘Sen ne
yapacaksın, ben Menaşküt’e doğru gideceğim’ dedim. O da bana ‘Ben teslim olacağım’
dedi. Ben de ‘Eslah odur’ dedim idi. Menaşküt’e gittiğimde fikrimiz Suluk (Muş)
Köprüsü’nden savuşup Nuh Bey’in yanına gitmekti. Yahut Varto’dan Murad’ı geçip
Hasenanlı Halid Bey’in yanına savuşmayı düşünüyorduk. Kasım Bey de zahirde öyle
söylüyordu. Fakat bâtında Osman Nuri Paşa’ya kâğıt yazdığını ve ailesini gönderdiğini
sonra kendisinden duymuştum. Bir defa da Muş tarafına gitmeye teşebbüs etmiştik.
Karabegan köyüne kadar gittik. Bize kılavuz bulacak olan Mehmed Bey gelmedi. Yağmur
vardı, vakit geçti. Gündüz de oldu, Girvas’a döndük. Yağmur çok yağdı, çamur pek çok idi.
O gece Girvas’ta kaldık. Sabahısı Ceban’a gittik. Ancak ertesi sabah Ceban’a ulaştık.
Oradan da gece yürüdük. Çarburuh tarafına vardık. Asker vardı. Lolan tarafından da
görüldük. Onlar Kızılbaş’tır. Hükümete çete yazılmışlardı. Bize arkadan silah sıktılar. Biz
ilerledik. Onlar da çok takip etmediler. O gece İspahiyan köyünde kaldık. Ahalisi kaçmıştı.
O gece tekrar kalktık. Melhemlü’ye gittik. Melhemlü, Şeyh Ahmed Asmahi köyüdür. O

138
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.23.

62
köyün karşısındaki tepede gündüzü geçirdik. O tepede teslim olmak meselesi zuhur etti.
Şeyh Abdullah, ‘Ben teslim olurum, ben yapamam’ dedi. Kasım Bey de teslim olmak
fikrinde idi. Ben evvela ‘Teslim olmam’ dedim ve bilahare ben de ‘Teslim olurum’ dedim.
Bu niyet üzerine kalktık. Mağrip namazını kılıp Varto üzerine yürüdük ki, oradan altı saat
uzaktır. Yolda karanlıkta birbirimizi kaybettik. Ben Abdurrahmanpaşa Köprü’süne geldim
ki, henüz şafak ağarmamıştı. Orada kalbime bir şey sünuh etti ki, gidip teslim olmayayım.
Vakıa her taraf da askerle tutulmuştu. Orada Kasım Bey bana ulaştı. Bu fikrimi anlayınca
bana: ‘Efendi olmaz. Ben Osman Paşa’ya mektup yazdım ki müfreze göndersin, gelip bizi
teslim alsın’ Ben ona: ‘Askerler beni öldürsün’ diyordum. O bana: ‘Olmaz’ diyordu ve
beni teslime ikna ediyordu. Ve bana: ‘Olur ki affederler, ya sürgün ederler, belki necat
yolu bulunur. Bu yolda ise beş dakika geçmeden telef olursun. Nerede ise telef olursun.
Müfreze gelir ateş eder’ diyordu. Beni kandırdı, döndük. Müfrezeler geldi. Bizi ilk bulanlar
Çarburuh askerleri idi. Çarburuh’a döndürdüler. Bizi orada bir odaya indirdiler, o sırada
bizi Paşa telefona istedi, görüşüldü…”139

İsyanın bastırılması için başlatılan askerî harekât sırasında 3. Ordu Müfettişliği


tarafından yayınlamış olan beyanname ile Şeyh Said’i canlı teslim edene 1000, ölü olarak
teslim edene ise 700 madenî altının mükâfat olarak verileceği; ayrıca Şeyh Said’i teslim
eden kişinin isyancılardan olması halinde de, aynı mükâfatla ödüllendirilerek affedileceği
ilan edilmişti. 3. Ordu Müfettişliğini yayınladığı beyanname şöyledir;

Beyanname

Masum ahaliyi iğfal ile İslam’ı yekdiğeri aleyhine tahrik eden Şeyh Said’in halkı
ızrar ve perişan ederek kuvâ-yı tenkiliye önünden firarla ötede beride saklandığı istihbar
kılınan merkum Şeyh’i hayyen derdest edene bin madeni altın, meyyiten getirene yedi yüz
madenî altın mükafaten verileceği gibi, bunu hayyen ve meyyiten getirecek olanların
Şeyh’in avane ve müştereklerinden olduğu takdirde mev’ud mükafat verilmekle beraber
aynı zamanda (…?) maddesi mucibince affolunacağı ilan olunur.

Üçüncü Ordu Müfettişliği140

Bu beyanname sonrasında Şeyh Said’i yakalayarak hükümet güçlerine teslim eden


kişi Şeyh Said’in akrabalarından olan ve Şeyh, Menaşküte’e geldiği vakit geri çekilme

139
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.28-29.
140
İM/T12/24/149/21/1 Belge 5

63
planı hakkında müzakerelerde bulunduğu Binbaşı Kasım Bey olmuştur. Kasım Bey
müdafaasında bu yakalanma olayını ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır. Onun anlatımına göre -
kısmen günümüz Türkçesiyle- olay şöyle yaşanmıştır;

“Varto’dan ayrıldığımızda Şeyh Abdullah’a teslim olma ve aman dilemenin yegâne


çare olduğunu söylerdim. Kendisi de kâni olmuştu. Fakat Zazalar ancak beş yüz asker
vardır. Onları da vaktinde esir ederiz diyorlar ve Şeyh’i tehir ediyorlardı. Şeyh Said
geldiğinde tedbir değişti. Muş ovasından Murad Köprüsü’ne geçerek Nuh Bey’e katılarak,
Muş ve Bitlis’in sükûtunu temin eylemek ve olamazsa İran’a geçerek dertlerine çare
aramak fikirleri meydana çıktı. Ve Muş ovasına kadar gidildi. Orada artık bütün
mevcudiyetimle bu hareketin imkânsızlığından tafsilat verdim. Köprüden geçmenin
mümkün olmadığına ikna edince, geçitten geçmeyi söylediler. Geceleyin geçide
gitmeyeceğimi ısrarla söyledim. Tekrar dönüp Girvas karyesine gidildi. Ertesi günü
Girvas’tan Varto’ya doğru dağdan geçildi. En kolay şekilde geçilecek yolları
gösterdiklerinde türlü zorluklar göstererek başka yollara saptırdım. En zor durumlarda
kalınca artık Şeyh Said’e karşı da aman dilemek gerektiği işini söyledim ve Nisan’ın on
dördüncü günü aman dileme kararlaştırıldı. Akşamüzeri Varto’ya doğru hareket edildi.
Hareketimiz geceleyin olduğundan kuvvet pek dağınık bir haldeydi. Yolda Şeyh Said’in
tekrar caydığını işittim. Kendisiyle görüştüm ve bir saat konuştuk. Çarbuhur’u geçince
artık ilerisinde asker olmadığını ve kurtulacağını ve teslim olmayacağını söyledi. Tam
Abdurrahmanpaşa Köprüsü üzerine gelmiştik. Şeyh Said atından inmiş, atlılar da ileride
geçiyorlardı. Geçmemesini söyledim, dinlemediler. Biraderim Reşid ve akrabamdan Timur
ve Ahmed ve Kargapazarlı Mehmed ve Reşid ile Şerif oğlu Mehmed ve Halid ile hemen
ateş açtırdım. Yüze yakın silah atıldığında atlısı tamamen kaçtılar. Şeyh Said’in kısrağı da
atlı ile gitmişti. Köprünün güney ayağı yakınında Şeyh Said’i yakaladık. Yeni şafak
açılmıştı. Varto’ya teslim olmaya gelmeyeceğini ve istersem kendisini öldürmemi söyledi.
Her halde gidileceği cevabını verdim. Osman Paşa’ya bir tezkere yazarak ufacık bir
müfreze istedim. Şeyh Said’i Abdurrahmanpaşa Köprüsü’nde tevkif ettiğimden ufacık bir
müfrezenin gönderilmesini istirham eylemiş idim. Cevaben aldığım 15 Nisan 341 tarihli
emirleri mevcuttur. Şafak vakti bu hadise olmuştu. Güneş doğduktan sonra iki saat orada
beklemede kalmıştık. Daha sonra Çarbuhur sırtlarından inen müfreze Paşa’nın selamını

64
tebliğ ederek Çarbuhur’a götürdü. Paşa’nın esasen Varto’dan gönderdiği müfreze on
dakika sonra Çarbuhur’da bizi buldu, Paşa emrini verdi.”141

Bu iki ifadenin yanında Bitlis Valisi ve 2. Fırka Kumandanının 16 Nisan 1925


tarihli yazısında Şeyh Said’in yakalanması daha farklı olarak şöyle anlatılmaktadır;

“12/13 Nisan gecesi Şark’a gecen asiler her taraftan mahsur kaldıklarını görerek
Çarburuh’un kuzeyinden Şerefeddin dağlarına kaçmak için giderken Çarburuh’ta
müfrezenin ateşiyle karşılanmış ve bir saat devam eden müsademeden soran Melikanlı
Abdullah müfrezeye teslim olmuştur. Diğerleri kaçma teşebbüsünde bulunmuşlarsa da
müfrezenin şiddetli ateşiyle Şeyh Said ve yanındakiler teslim alınmıştır. Ayrıca çarpışma
esnasında Çarburuh Deresi’nin güneyine geçen yüz kadar asi firar etmiş, müfrezenin
takibi sonucunda bunların birçoğu öldürülmüştür.”142

2.16. İlk Yargılamalar ve İlk İdamlar

13 Nisan 1925 tarihinde göreve başlayan Mahkemenin bakmış olduğu ilk davalar
Şeyh Eyüp ve Doktor Fuat Bey’in davaları oldu. Doktor Fuat Bey 24 Şubat’ta, Şeyh Eyüp
ise 6 Nisan’da Diyarbekir Divan-ı Harbi tarafından tevkif edilmişlerdi. Şark İstiklal
Mahkemesi’nin göreve başlamasıyla birlikte bu iki kişinin dosyaları Divan-ı Harp
tarafından aidiyet kararı alınarak 14 Nisan’da mahkeme savcılığına gönderildi. Savcı
Ahmed Süreyya Bey 15 Nisan’da bu kişiler hakkında iddianame hazırlayıp aynı gün
mahkemeye sevk etti. Mahkeme 16 Nisan’da muhakemelerini gerçekleştirdi. Yargılamalar
gece saat 12’ye kadar sürdü ve bu iki kişi hakkında idam kararı verdi. Karar 20 Nisan
tarihinde sabah saat 9’da infaz edildi.

Bu ve birkaç yargılama daha yapıldıktan sonra verilen kararlar 4 Mayıs tarihli


Diyarbekir gazetesinde ilan edilerek halka duyuruldu. Verilen ilanda şunları yazılmıştı:
“Halk hâkimiyetine müstenit Türk Devlet-i Cumhuriyesinin Büyük Millet Meclisi’nin
salahiyet-i kazaiyesini istimale mezun olan Heyet-i Hakime’nin milletin irade-i nazimesine
müstenit olarak ita ettiği mukarrerat-ı adileyi halkın görerek ve işiterek müsterih ve
mütenebbih olması beyan ve ilan olunur”143

141
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.322.
142
İM/T12/86/806-3/49/5
143
Diyarbekir gazetesi, 4 Mayıs 1341 no: 211; M/T12/8/68/7/1-2

65
2.17. Dört Tezkere ve Meclis’in Tatile Girmesi

20 Nisan 1925 tarihinde Başvekil İsmet Paşa tarafından Meclis’e dört tezkere
gönderildi. Bu tezkerelerle, Meclis’in yakın bir zamanda tatile girecek olması dolayısıyla,
iki İstiklal Mahkemesinin faaliyetlerinin altı ay, isyan bölgesinde ilan edilmiş olan idare-i
örfiyenin ise yedi ay daha uzatılmasına karar verildi. Ayrıca Meclis’in bir daha
toplanmasına kadar Ankara İstiklal Mahkemesi’ne idam kararlarını infaz etme yetkisi de
verildi. Böylece Şark İstiklal Mahkemesi’nin sahip olduğu idam yetkisine Ankara
Mahkemesi de sahip oldu. Kabul edilen dördüncü tezkere ile de Meclis’in tatili esnasında,
isyan sahasında teşkilât-ı mülkiyede herhangi bir değişiklik yapma yetkisi hükümete
verildi.

Meclis tatile girmeden iki gün önce İsmet Paşa tarafından verilen bu tezkereler
hakkında Meclis’te tartışmalar yaşandı. Mahkemelerin kuruluş aşamasına da muhalefet
gösteren Feridun Fikri Bey, İstiklal Mahkemelerinin faaliyetlerinin uzatılmasına karşı
çıkarak, Mahkemelerin henüz dört buçuk aylık bir faaliyet zamanı olduğunu ve sürenin
yeterli geleceğini, bu tür olağanüstü mahkemelerin varlığının uzun süre devam etmesinin
memleketin olağan dışı bir hal içinde olduğunu göstereceğini söyledi. Ali Fuat Paşa ise bu
dört tezkerenin memleketteki olağanüstü halin devam ettiğini gösterdiğini ve Meclis’in
tatile girmeden önce memleketin vaziyeti hakkında izahat vermesi gerektiğini söyledi.

Mahkemelerin süresinin uzatılmasına karşı çıkanlardan birisi de Halis Turgut Bey


oldu. Halis Turgut Bey, İstiklal Mahkemelerinin doğrudan Meclis’e bağlı olduğunu;
mahkemelerin süresinin uzatılması gerektiği takdirde, mahkeme heyetinin Meclis’e
başvurarak bunu yapması gerektiğini söyleyerek, bu teklifin Başvekâlet tarafından
yapılmasına karşı çıktı.

Ankara İstiklal Mahkemesi’ne idam yetkisinin verilmesi de tartışma konusu oldu.


Feridun Fikri Bey, Takrir-i Sükûn Kanunu tartışmalarında söylediği gibi, bu durumun
Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na aykırı olduğunu ifade etti. Kâzım Karabekir Paşa da Ankara
Mahkemesi’ne idam yetkisinin verilmesini eleştirdi ve şu ana kadar görülen davaların bu
idam yetkisine gerek olmadığını gösterdiğini söyledi. Ayrıca şu söyledikleri önemlidir:
“Şarktaki hadise, muayyen ve herkes tarafından artık görülebilir ve tel’in edilecek bir vaka
olduğu için, orada tatbik edilecek idam hükümleri bilahare bizi müteessir etmeyebilir.
Fakat Meclis-i Âlinizin bulunmadığı bir zamanda, Ankara İstiklal Mahkemesi’nden
geçecek herhangi bir hükm-i idamın icrası, bilahare meyus olsak dahi telafisi imkânı gayr-

66
ı kâbil bulunur.” Buna karşı Adliye Vekili Mahmud Esat Bey isyana sebep olanların yalnız
isyan mıntıkasında olmadığını ve her tarafta bulunma ihtimal olduğunu söyledi.

Tezkerelere karşı çıkan Trabzon Mebusu Rahmi Bey ise Adliye vekilinin bu sözü
üzerine, isyan sahası dışındaki müsebbiplerin Cumhuriyet’in diğer adli teşkilâtıyla
cezalandırılabileceğini; Mahmud Bey’in, bu sözü ile adliye teşkilâtının acz içinde
olduğunu itiraf ettiğini söyledi. Bunun üzerine Adliye Vekili’nin verdiği şu cevap
önemlidir: “Adliye kanunları tabiî zamanlarda cari olur. Her memlekette fevkalâde
hâdiselerin karşısına fevkalâde tedbirlerle çıkılır ve böyle tedbirlerle önüne geçilir.
Fevkalâde hâdiseleri tabiî günler için yapılan kanunlara tevdi etmek onun cürümlerini
himaye etmek demek olur.”

Tezkereleri savunan Zonguldak Mebusu Tunalı Hilmi Bey’in müzakere esnasında


söylediği şu cümleler hadiseye nasıl yaklaşıldığını göstermesi açısından önemlidir: “Yeni
Türkiye, yeni bir devreye girmiştir. Onda terbiyeden, ticaretten, her türlü yaşayıştan
tutunuz da her şey yenileşecektir. Eğer yenileşmezse eski Türkiye yeni Türkiye'ye galebe
çalacaktır bir. Eğer yenileşmezse arkadaşlar, yeni dünya eski Türkiye karşısında imiş gibi
daima galebe çalmak namzetliği altında bulunacaktır…. Arkadaşlar! Farz ediniz ki ben,
farz ediyorum ki Feridun Fikri Bey’in kanaati doğrudur. Siz de farz ediniz ki, güya bu
kanaata hürmetkâr olmak itibariyle Kanun-ı Esasi’ye muhalif olduğu için Ankara İstiklâl
Mahkemesi’ne idam salâhiyeti vermeyeceğiz. Vermediğiniz takdirde eski Türkiye, yeni
Türkiye’ye galebe çalacaktır. O zaman Teşkilât-ı Esasiye nerede kalır? Sonra Paşa
Hazretleri’nin ye’sine hak vermemizi farz ettiğimiz takdirde yine İstiklâl Mahkemesinin
icraatı teahhur eder de eski Türkiye yeni Türkiye’ye galebe çalarsa acaba hangimiz
mezardan çıkıp da ye’se düşeceğiz? Binaenaleyh hüküm süren, istifa kanunudur. Acımak
yok, bunlar olacaktır. Merhamet yok. Ancak yeni yola doğru giden Türkiye'nin arkasından
koşacağız.”144

20 Nisan’da kabul edilen bu tezkerelerden sonra Meclis, 22 Nisan’da altı aylığına


tatile girdi ve bu süre zarfında hem Ankara hem de Şark İstiklal Mahkemesi idam
yetkilerine sahip bir şekilde faaliyetlerine devam etti. Taha Akyol bu tarihten itibaren
İstiklal Mahkemelerinin denetimsiz bir infaz aygıtı haline geldiğini ve Millî Mücadele
döneminde böyle bir şeyin hayal bile edilemeyeceğini söylemektedir.145

144
TBMM Z.C., D.2, C.18, İ.107, s.240-249.
145
Akyol, age, s.475

67
2.18. Mahkemenin Diyarbekir’deki İlk Faaliyetleri

Şark İstiklal Mahkemesi, yetki sahası içerisindeki bazı şehirlerde gezici olarak
görev yapmış olan bir mahkemedir. 12 Nisan’da Diyarbekir’e gelen mahkeme 30
Haziran’a kadar burada kaldı ve bu süre içerisinde toplamda 70 dava dosyasını karara
bağlayarak 183 kişi hakkında çeşitli cezalar verdi. Şeyh Eyüp ve Dr. Fuat Bey’in
yargılamalarının yanında; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Urfa Kâtibi Fethi Bey, Kürt
Teali Cemiyeti Reisi Seyyid Abdülkadir ve Şeyh Said’in yargılanması bu sürede
Diyarbekir’de karara bağlanan önemli davalar arasındadır. Mahkeme, bu süre içerisinde
yapmış olduğu yargılamalara dair ayrıntılı bilgiler içeren iki adet mesai cetvelini de
Meclis’e yollayarak bilgilendirmede bulunmuştur.

17 Haziran’da Savcı tarafından gerekli makamlara yazılan bir yazı ile


mahekemenin başka bir şehre nakledileceği bildirildi ve herhangi bir evrak veya şahsın
Diyarbekir’e gönderilmemesi istendi. Bunun ardından Diyarbekir’deki son yargılamasını
30 Haziran’da yapan mahkeme bir süre sonra Urfa’ya geçti.

2.19. Mahkemenin Urfa’ya Geçmesi ve Faaliyetleri

Diyarbekir’den ayrılacağını duyuran Mahkeme, 29 Haziran 1925 tarihinde Urfa


vilayetine yazdığı yazı ile “Önümüzdeki hafta cumartesi Urfa’ya hareket edilecektir”
diyerek ve yargılamanın mektep binasında yapılacağını, kürsüye ihtiyaç olmadığını,
sandalye ve koltuk hazırlanmasını bildirdi.146 Mahkeme Temmuz ayı başında Urfa’ya
hareket etti ve yaklaşık bir hafta Urfa’da kaldı. Burada iken, daha önce İstanbul İstiklal
Mahkemesi’nde yargılanmış ve af ile serbest bırakılmış olan ancak isyanla alakalı
görülerek Şark İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilen Hoca İbrahim Edhem’in yargılaması
yapıldı. Haziran ayına ait olan mesai cetveli de Urfa’dan Meclis’e gönderen Mahkeme
bundan başka bir yargılama yapmadı ve 7 Temmuz’da Diyarbekir’e geri döndü.

2.20. Mahkemenin Elaziz’e Gitmesi ve Faaliyetleri

Mahkeme Urfa’dan Diyarbekir’e döndükten sonra bir müddet burada kaldı,


ardından 11 Temmuz’da Elaziz’e hareket etti. Mahkeme, Elaziz’e hareketinden evvel
yazmış olduğu yazı ile 30 Haziran tarihinden itibaren zanlıların Elaziz’e gönderilmesini

146
İM/T12/84/805-2/38/4

68
istedi. Diyarbekir hapishanesinde bulunan ve henüz yargılamaları yapılmayan sanıklar da
Elaziz’e sevk edildi.

Elaziz’de İstiklal Mahkemesi duruşma salonu için Erkek Öğretmen Okulu tahsis
edildi. Hazırlıkların tamamlanmasının ardından 18 Temmuz’da yargılamalara başlandı. Bu
arada Ali Saib Bey izinli olarak Ankara’da bulunmaktaydı. Elaziz’e dönmek üzere 1
Ağustos’ta Ankara’dan hareket etti. Savcı Ahmed Süreyya Bey ise 3 Ağustos’ta izinli
olarak Elaziz’den ayrıldı. Onun yokluğunda mahkeme savcılığını Avni Bey üstlendi.

Mahkeme Elaziz’de bulunduğu zaman zarfında 398 dosyayı karara bağladı. Son
kararını 19 Nisan 1926’da veren mahkeme burada yaptığı yargılamalara dair olan 10 adet
mesai cetvelini Meclis’e sunarak bilgilendirmede bulundu. Mahkeme Elaziz’de bulunduğu
bu süre zarfında mesai cetvellerinin haricinde Başvekâlet ve Meclis’e yazdığı yazılarla da
yargılamalar hakkında bilgi vermekteydi. 19 Ekim 1925’de Başvekâlete yazılan yazı ile
mahkemede 682 mevkuf (tutuklu), 379 gayr-ı mevkuf (tutuksuz) toplam 1.061 sanığın
bulunduğu bildirilerek, izinli olan Savcı Ahmed Süreyya Bey’in, Eylül’ün onuna kadar
vazifeye dönmesi istemişti.147

Yine Başvekâlete yazılan diğer bir yazıya göre mahkeme, kuruluşundan 7 Mart
1926 tarihine kadar 2.968 maznuna ait 487’si siyasi, 53’ü adi ceza olmak üzere toplamda
540 davaya baktı. Bunlardan 399’u siyasi, 38’i adi olmak üzere toplamda 438 dava evrakı
karara bağlandı. Bu dava evrakında 122 vicahi, 65 gıyabi toplamda 187 kişi hakkında idam
kararı verilmiş, 621 kişi muhtelif cezalara çarptırılmış, 1780 kişi ise beraat etmiştir.148
Bunların yanında Mahkeme, Elaziz’deki yargılamalarını bitirdikten sonra 20 Nisan’da
Başvekâlete bir yazı yazarak o ana kadar toplamda 3000 kişinin yargılandığını,
Diyarbekir’de 500’e yakın kişinin beklediğini ve 50 kişinin de diğer yerlerden geleceğini
bildirmişti.149

Bu arada Mahkeme Reisliğinde değişiklik yaşandı. 4. yasama yılının başlamasından


bir gün sonra Şark İstiklal Mahkemesi Başkanı Mazhar Müfit Bey sağlık sebeplerinden
dolağı mahkeme başkanlığından istifa etti. Mahkeme Başkanlığı için ilk seçim 13 Kasım
tarihinde yapıldı. 119 kişin katıldığı seçimlerde Hacim Muhittin Bey 114 oy almasına
rağmen ekseriyet olmadığı için seçim başka bir güne ertelendi. Ertesi gün 14 Kasım’da

147
İM/T12/83/805-1/24/5
148
İM/T12/97/843-1/14/16
149
İM/T12/84/805-3/83/10

69
yapılan ikinci bir seçimde yine Hacim Muhittin Bey 129 oy alarak Şark İstiklal Mahkemesi
Riyasetine seçildi. 16 Nisan’da yola çıkan yeni başkan 24 Nisan’da Elaziz’e gelerek
vazifeye başladı.

2.21. Mustafa Kemal ve İsmet Paşaların İsyanla İlgili Beyanatları

22 Nisan tarihinde altı aylığına tatile giren Meclis, 1 Kasım 1925 tarihinde yeni
döneme başladı. Mustafa Kemal Paşa 4. Yasama yılının açılış konuşmasında isyan
hakkında açıklamalarda da bulunarak isyan hadisesini irticai (gerici), umumi (genel),
mürettep (planlı) bir cereyan olarak niteledi ve bu irtica hadisesinin bazı vilayetlerdeki
sosyal ve idari hastalıkları göz önüne serdiğini ve bu hastalıkların tedavisine ısrarla devam
edileceğini beyan etti. Konuşmanın bir bölümü şöyledir:

“Meclis-i Âli, faaliyetine fasıla verdiği zaman Cumhuriyet Ordusunun, irtica


hadisesini tertip ve tesviye etmekle meşgul bulunduğu malumdur. Ordu; Cumhuriyet
düşmanlarını süratle ve katiyetle tenkil etmiştir.…

İsyan hadisesinin; irticai, umumi, mürettep bir cereyan-ı efkâr ve bir silsile-i
istihzaratın fiilî bir işareti ve neticesi olduğu bir seneden beri cereyan eden ahval ve
hadisat ile bir defa daha sabit olmuştur.

Büyük Millet Meclisi’nin, vaziyetin hâmil olduğu ciddiyet ve ehemmiyeti hakkıyla


derpiş (öngörme) ederek ittihaz ettiği tedâbir, vatanın selâmet ve masuniyetini (korunma)
ve vatandaşlarının huzur emniyetini temin eylemiştir. Meclis-i Âli müşahadesinde ve
tedâbirindeki isabetle tarih-i millimizdeki mevki-i ihtiramını bihakkın teyit eyledi.…

İrtica hadisesi bazı vilayetlerimizde mevcut ve mahsus olan içtimai ve idari


hastalıkları bütün milletin enzar-ı ibretinde tamamen tebarüz ettirmiş ki bir kül olan bu
aziz vatanda umum vatandaşların bedenî, malî, mefkûrevi bütün mükellefiyetlerini aynı
suhulet ve müsaraatle (acele etme) ifa etmesini temin edinceye kadar müşahede ettiğimiz
hastalıkların tedavisinde ısrarla devam mecburiyetindeyiz (bravo sesleri, alkışlar). Bu
yolda ittihazı lâzım gelen esaslı ve katî tedbirlerin Büyük Millet Meclisi’ne mütemadi bir
surette ve itina ile takip olunacağına millet emin olabilir.”150

Mustafa Kemal Paşa’nın konuşmasından birkaç gün sonra İsmet Paşa, 9 Kasım
tarihinde Meclis’te, devletin genel siyaseti üzerine yaptığı beyanda İstiklal

150
TBMM Z.C., D.2, C.19, İ.1, s.8-11.

70
Mahkemelerinin çalışmalarına değindi. Beyanatında Şark İsyanı’nı “irtica hadisesi” olarak
niteleyen İsmet Paşa, İstiklal Mahkemelerinin faaliyetleriyle; memleketin sosyal düzen,
huzur ve sükûnunu sağlamak yolunda hayırlı bir tesir icra ettiğini söyledi. Ayrıca
memleketin huzurunu sağlamak amacıyla tekke ve zaviyeler ile Terakkiperver Fırkası’nın
kapatılması gibi birçok önleyici tedbirleri almak zorunda kaldıklarına değindi. Devamında
Takrir-i Sükûn Kanunu’nun ve bu tedbirlerin alınma amacını şöyle açıklamıştır: “Büyük
Millet Meclisinin Takrir-i Sükûn Kanunu’nu ile ve tedabir-i sairesi ile aldığı vaziyet,
milletin yüksek seviye-i medeniyeye varması için ve Cumhuriyet Kanunlarının esaslarını
teyit ve tesis etmek için, bir murakabe-i âliye tesis etmesi suretinde tecelli etmiştir.”151

İsmet Paşa, 12 Aralık 1925 tarihli Meclis görüşmelerinde de dâhilî ve haricî


hadiseler hakkında bir beyanatta bulundu. Beyanatında son zamanlarda Anadolu’nun farklı
yerlerinde meydana çıkan ve Ankara İstiklal Mahkemesi’nin ilgilendiği irtica hadiseleri
hakkında bilgi verdi. İsmet Paşa’nın irtica hadiseleri dediği olaylar Şapka Kanunu’ndan
sonra Sivas, Giresun, Erzurum ve Rize civarında çıkan hadiselerdi. Ayrıca 7 Aralık’ta
Hazro’da askerî birliğe yapılan saldırıdan da bahseden İsmet Paşa, bu hadisenin
Cenevre’de Musul meselesinin müzakeresinin başladığı bir sırada olmasına dikkat çekerek,
bu hadisenin dış devletlerin tahrik ve teşvikleriyle isyan sahasında yeniden bir isyan
parlatmak teşebbüsü mahiyetinden telakki edilebileceğini söyledi. Bunun yanında
Hazro’da yaşanan hadise ile Şapka Kanunu sonrasında Anadolu’nun farklı yerlerinde çıkan
hadiseler arasında bağlantı kuran İsmet Paşa; Sivas, Giresun, Erzurum, Rize ve Adana gibi
irticai hadiselerin ortaya çıktığı yerlerin, Şeyh Said İsyanı’nı bastırmak için seferberlik ilan
edilen ve asker sevk edilen yerler olduğunu ve yeni çıkabilecek isyanlara karşı asker sevk
edilebilecek bu yerlerin irtica ile zehirlenmek istediğini vurguladı.152

2.22. Mahkemenin Malatya’ya Gitmesi

Mahkeme Elaziz’de bulunduğu sırada 20 Nisan 1926’da yazdığı yazı ile


Elaziz’deki işlerin 19 Nisan’da bittiğini üç dört gün sonra Malatya’ya, dönüşte
Diyarbekir’e gidileceğini, Malatya’da bir haftadan fazla iş olmadığını bildirdi. 24 Nisan’da
Malatya’ya hareket eden heyet 28 Nisan Çarşamba günü Elaziz’e geri döndü. Mahkeme
Malatya’da herhangi bir yargılama yapmadı. Elaziz’e dönüşünde 2 Mayıs’ta 462 numaralı
dosyayı karara bağladı.

151
TBMM Z. C., D.2, C.19, İ.5, s.60-64.
152
TBMM Z.C., D.2, C.19, İ.23, s.109-116.

71
2.23. Mahkemenin İkinci Kez Diyarbekir’e Gitmesi ve Faaliyetleri

Mahkeme 10 Mayıs 1926 Pazartesi günü Diyarbekir’e ulaştı ve yargılamalara 19


Mayıs’ta başlamıştır. Diyarbekir’e bu gelişinde iki ay kalan mahkeme, 83 dava dosyasını
karara bağladı ve en son kararını 18 Temmuz’da verdi. Mahkeme tarafından 5 Temmuz’da
tüm vilayetlere gönderilen yazı ile buradaki işleri halletmek üzere Elaziz’e gidileceği, bu
yüzden bu tarihten itibaren mahkemeye evrak gönderilmemesi istendi.153

Mahkeme Diyarbekir’de bulunduğu bu sürede 2 adet mesai cetvelini Meclis’e


sunarak yargılamalar hakkında ayrıntılı bilgilendirmede bulundu. Bunun yanında Ahmed
Süreyya Bey 19 Temmuz’da 7. Kolordu Komutanlığına yazdığı yazıda Mahkemenin
Diyarbekir’de 700’e yakın kişinin muhakemesini tamamladığını ve Mahkeme heyetinin
Elaziz’i merkez olarak kabul ederek buraya gideceğini bildirdi. Ayrıca Diyarbekir
hapishanesinde İstiklal Mahkemesinin bakacağı 173 kişi olduğunu, bunların toptan veya
birkaç posta halinde Elaziz’e gönderilmesini istedi.154

Bu arada Şark İstiklal Mahkemesi’nin talebi doğrultusunda, Meclis’te 28 Nisan


1926’da mahkemeye bir savcı yardımcısı seçilme kararı alınmıştı. Seçim 15 Mayıs
tarihinde yapıldı ve Erzincan Mebusu Abdülhak Bey Şark İstiklal Mahkemesi Savcı
Yardımcısı olarak seçildi. Ayrıca 18 Mayıs 1926 tarihli Meclis toplantısında, Başvekâlet
tezkeresi ile 7 Eylül 1926’da bitecek olan İstiklal Mahkemelerinin süresinin altı ay daha
uzatılmasına ve idam kararlarını -eskisi gibi- mahkemelerin infaz edebilmesine karar
verilmişti. Böylece İstiklal Mahkemesinin süresi üçüncü kez uzatılmış oluyordu. Bununla
birlikte bir değişiklik de İstiklal Mehâkimi Kanunu’nda yapıldı. 1 Temmuz 1926 tarihinden
itibaren yürürlüğe girecek olan Yeni Ceza Kanunu ile İstiklal Mehâkimi Kanunu’nu uygun
hale getirmek için 29 Mayıs 1926’da kanunda bazı değişiklikler yapıldı.

2.24. Mahkemenin İkinci Kez Elaziz’e Gitmesi ve Faaliyetleri

5 Temmuz’da Elaziz’e gideceğini bildirmesine rağmen bazı gecikmeler neticesinde


21 Temmuz Çarşamba günü Elaziz’e varan Mahkeme, 25 Temmuz’da yazdığı yazı ile
sanık ve evrakların Elaziz’e gönderilmesini istedi. Ahmed Süreyya, 25 Temmuz’da Elaziz
Vilayetine yazdığı bu yazı ile mahkemenin faaliyete geçtiğini, Diyarbekir’den 200’e yakın

153
İM/T12/87/814/3/1-2
154
İM/T12/90/827/56/1-2

72
maznunun geleceğini, bu yüzden hapishane binasının teslimini istedi.155 Ayrıca Adliye
Vekâleti’ne yazılan 28 Temmuz 1926 tarihli yazı ile Mahkemenin o tarihe kadar 546
dosyayı karara bağladığı ve 179 kişinin vicahen idama mahkum edilip 1.404 kişinin
muhtelif cezalara mahkûm edildiği ve 2.196 kişi hakkında da beraat kararı verildiği
bildirildi.156

Mahkeme, Elaziz’e bu ikinci ve son gelişinden sonra bir daha yer değiştirmedi. 2
Ağustos 1926 tarihinde yargılamalara başladı ve en son kararını 1 Mart 1927 tarihinde
verdi. Burada bulunduğu süre içerisinde 7 adet mesai cetvelini Meclis’e gönderdi.
Yargılamaların son bulmasının ardından 1 Mart tarihinde, Mahkemenin son altı aylık
faaliyetini içeren bir yazı Meclis’e sunuldu. Buna göre son altı ay içerisinde Savcılıktan
309 iddianame ile 900 maznun mahkemeye sevk edilmiş, bunlardan 28 kişi hakkında
vicahen idam kararı verilerek infaz edilmiştir. Ayrıca 436 kişi hakkında çeşitli cezalar
verilmiş ve 346 kişinin ise vicahen beraatına karar verilmiştir. Firari 131 maznun hakkında
da gıyaben idam kararı verilmiştir.157

Mahkemenin Elaziz’de bulunduğu bu süre içerisinde mahkeme üyelerinde bazı


değişikler yaşandı. 20 Kasım’da Reis Hacim Muhittin Bey istifa etti. Yerine 6 Aralık’ta Ali
Saib Bey seçildi. Ayrıca Kocaeli Mebusu İbrahim Bey’de Ali Saib Bey’den boşalan
Mahkeme azalığına seçildi.

2.25. İsyan Hakkında Açıklamalar ve Umumi Islahat Vurgusu

Mustafa Kemal Paşa, 1 Kasım 1926 tarihli 5. Yasama yılı açılış konuşmasında yine
“Şark irticaı”na değinerek, Şark irticaının gerektirdiği ıslahat tedbirlerinin isabetle ve
başarıyla uygulandığını, bu sayede vatandaşların sosyal ve ekonomik hayatları üzerinde
şimdiden tesirleri görüldüğünü ifade etti. Ayrıca Takrir-i Sükûn Kanunu’na da değinerek
bu kanunun, umumi ıslahatın anlaşılmasında, tatbikinde ve genel olarak sükûn ve istikrarın
sağlanarak devletin nüfuz ve haysiyetini yeniden sağlamasına katkıda bulunduğunu, bir
müddet daha uzatılmasının uygun olduğunu söyledi.

Şu cümleler önemlidir: “İçtimai bünyemizin hiçbir hâdisesini, hiçbir derdini yarım


tedbirlerle uyuşturmak şiarında ve istidadında olmayan Cumhuriyet, tevessül ettiği radikal
ıslahatın ilk devrelerini geçirmiş ve günden güne artacak semerelerini iktitaf (toplama)

155
İM/T12/87/814/4/1
156
İM/T12/97/843-1/9/1-2
157
İM/T14/9/60/11

73
etmek devrine girmiştir. Şiarımızın ve istidadımızın ilham ettiği ve esasen memleket
ihtiyaçlarına mutabık olduğu eserleriyle tezahür eden yolumuzda katiyetle yürümek
azmindeyiz….

Milletimizin mukadderatına vazıyet ettiğinden beri Büyük Millet Meclisi’nin şiarı,


Heyet-i içtimaiyemizin kaybettiği asırları süratle telâfi etmek ve bu maksatla istihdaf ettiği
gayelere emniyet ve sükûnetle varmak için halin icap ettirdiği tedbirleri tereddütsüz ittihaz
ve tatbik eylemektir. Büyük Millet Meclisinin son senelerde çizdiği istikametlerden
gûnagûn (çeşitli) mugalatalar (yanıltmaca) ve teşvişlerle (karışıklık) milletimizi inhiraf
ettirmek isteyenlere karşı, bizzarure vazettiği Takrir-i Sükûn Kanunu bu şiarın
âsârındandır. Bu kanunun, ıslahat-ı umumiyenin iyi anlaşılmasına, hüsn-i tatbikine
alelumum sükûn ve istikrarın vusulüne ve devlet nüfuz ve haysiyetinin takrir ve teyidine ne
derece nâfi olduğu meydandadır. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun alelumum fena hareketlere
ve suiistimallere karşı hürriyet-i efkâr ve matbuatı asla takyit etmediği müsellemdir. Bu
hutut dahilinde tatbik edilmekte bulunan Takrir-i Sükûn Kanunu’nun, milletin hayatı için
asıl olan huzur ve emniyetin, ıslahat ve inkılâbâtın müdafaa ve teyidi gibi esasat-ı
hayatiye, iktiza ettirirse münasip bir müddet daha idame-i mer'iyyeti, Büyük Millet
Meclisi’nce derpiş ve mütalaa edilmeye şayandır”158

İsmet Paşa da birkaç gün sonra yaptığı konuşmada aynı ıslahat vurgusunda
bulunmuş ve şunları söylemiştir:

“Bizim dahili politikamız, umumi ıslahatın tatbikatı ile ve millî vahdetin tarsinine
(kuvvetlendirme) matuf mesai ile ifade olunabilir. Büyük Millet Meclisi’nin ıslahatı, umumi
ve esasi ıslahatı, memleketin her tarafında muvaffakiyetle tatbik olunmuştur. İlk ve çetin
devreler geçirilmiştir. Bütün memlekette yepyeni bir nizam, selametle, isabetle teessüs
etmiştir. Bu memlekette yüzlerce seneden beri tevessül olunan ıslahat fikirleri niçin yarım
kalmış ve niçin akim kalmış?... Tarih, bunu tetkik ederken, sizin muvaffakiyetinizin sırrını
hakkiyle kavrayacaktır ümidindeyim. Tevessül ettiğimiz ıslahat, gösteriş yapmak veyahut
ahara kendimizi beğendirmek için tevessül olunmuş tedabir mahiyetinde değildir.”159

158
TBMM Z.C., D.2, C.27, İ.1, s.-2-6.
159
TBMM Z.C., D.2, C.27, İ.3, s.-25-27.

74
2.26. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun İki Sene Daha Uzatılması

4 Mart 1925 tarihinde 2 yıl için kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu’nun süresi 4
Mart 1927 tarihinde doluyordu. 2 Mart’ta İsmet Paşa, Meclis’e verdiği tezkere ile bu
kanunun iki yıl daha uzatılmasını, ancak Mart’ın 7’sinde süresi dolacak olan İstiklal
Mahkemelerinin uzatılmasına gerek olmadığını ifade etti. İsmet Paşa, Mahkemelerin
süresinin uzatılmasına gerek olmadığını söylerken, gerektiği durumlarda yine bu
mahkemelerin faaliyete geçirilebileceğini de vurgulamıştı. Yapılan teklif sonrasında
Takrîr-i Sükûn Kanunu 4 Mart 1929 yılına kadar uzatıldı. Meclis’te kanunla ilgili herhangi
bir muhalif konuşma olmamış, oylama da işari olarak yapılmıştı.

İsmet Paşa o gün Meclis’e yaptığı konuşmada Takrir-i Sükûn ve İstiklal


Mahkemelerinin birçok faydalar getirdiğini, bu kanun ve mahkemelerin sayesinde
ıslahatların kısa zamanda gerçekleştirildiğini söyledi. İsmet Paşa’nın şu cümleleri
önemlidir:

“İki sene evvel karşısında bulunduğumuz hadisatın en mühimi, Şeyh Said İsyanı’yla
tebarüz (belirme) eden hareket-i fiiliye değildi. Asıl tehlike memleketin umumi hayatında
hâsıl olan teşevvüş (karışıklık) ve tezebzüb (kararsızlık) idi. Bu, memleketin birçok
zamanlardan beri hayat-ı siyasesine ârız (gelen) olan başlıca derttir. Memleketin
tekâmülâtına ve samimi ıslahatçıların bütün gayretlerine mani olan, asıl engel olan budur
ve küçük ihtirasatı işletmeğe alışmış mütereddi münevverlerle, hürriyet-i vicdanı
başkalarının vicdanıyatına tecavüz için vasıta addeden siyasetçilerin faaliyetidir….

İttihaz buyurduğunuz tedbir, bizim kanaatimizce, yalnız Şark’ta hâdis olan hareketi
değil, memleketin terakkisine ve tekâmülüne başlıca engel olan, nizam-ı içtimaiyedeki
teşevvüşü izaleye başlıca medar olmuştur….

Efendiler, Takrir-i Sükûn devrinden ettiğimiz büyük istifadelerden birisi de,


asırlardan beri bu memlekette ciddi erbab-ı gayretin tahayyül ve tasavvur ettikleri
ıslahatın asgari fedakârlıklarla icra ve tesis olunabilmesidir. Hakikat-i ahvalde büyük
ıslahat tedvinat esasen milletin istidat ve kabulüne ve bunu ihtisas eden Büyük Millet
Meclisi’nin karar ve tasvibine muallaktır. Böyle olmakla beraber şimdiye kadar erbab-ı
gayrete bu yolda büyük mesafe kat etmeye mani olan erbab-ı teşevvüş Takrir-i Sükûn

75
Kanunu’nun ve İstiklâl Mahkemelerinin tesiriyle faaliyetlerinden esaslı surette mahrum
kalmışlardır.”160

2.27. Mahkemenin Görevinin Sona Ermesi

4 Mart 1925’te 117 numaralı Meclis kararı ile 6 ay için kurulmuş olan Şark İstiklal
Mahkemesi’nin süresi; 20 Nisan 1925, 28 Şubat 1926 ve 18 Mayıs 1926 tarihlerinde alınan
kararlarla üç defa altışar ay uzatılmıştı. En son alınan kararla mahkemenin süresi 7 Mart
1927 tarihinde doluyordu. Bu süresinin bir daha uzatılmaması üzerine Şark İstiklal
Mahkemesi, 7 Mart tarihinden itibaren fiilen faaliyetlerini durdurdu ve bu tarihten sonra
mahkemeye gönderilen dosyaları geri iade ederek kabul etmedi.161 Bundan sonra Meclis’e
yazılan yazı ile savcılıktaki tüm belgelerin ait olduğu makamlara gönderildiği ve mevsim
şartlarının iyileşmesiyle birlikte tüm heyetin hemen Ankara’ya hareket ederek Meclis’e
katılacağı bildirildi.162 Mahkeme, son olarak 13 Mart 1927 tarihinde yayınladığı
beyanname ile 7 Mart 1927 tarihinden itibaren salahiyet-i kazaiyesinin (yargı yetkisi) son
bulduğunu ve bu yüzden mahkemeye evrak gönderilmemesini ilan etti.163

160
TBMM Z.C., D.2, C.30, İ.39, s.6-9.
161
İM/T12/91/831/2/1
162
İM/T14/9/60/10
163
İM/T12/87/814/1/1-1

76
İKİNCİ BÖLÜM

ŞARK İSTİKLAL MAHKEMESİ VE ÖZELLİKLERİ

1. Mahkeme Heyeti

1.1.Mahkeme Üyelerinin Biyografileri

1.1.1. Mazhar Müfit Kansu

1289 (1872) Denizli doğumlu olan Mazhar Müfit Bey’in; babası Süleyman Müfit
Bey, annesi Fatıma Gülfem Hanım’dır. Rüşdiye, İdadi ve Mekteb-i Mülkiyeden mezun
olduktan sonra, önce Gelibolu, daha sonra Edirne İdadilerinde muallimlik ve müdür
muavinliği yaptıktan sonra Edirne vilayetinde Havsa, Çorlu, Uzunköprü ve İskece
Kaymakamlıklarında bulundu. Ardından Gümülcine, Lazistan, Karesi Mutasarrıflıkları,
Bitlis ve Mamüratü’l-Aziz Valiliklerinde bulunan Mazhar Müfit Bey; Millî Mücadele
sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın Erzurum’da bulunduğu sırada yanına gelerek Millî
Mücadele’ye iştirak ederek Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Sivas’a geldi. Sivas
Kongresinde bulunduktan sonra Heyet-i Temsiliye üyeliğine seçildi ve Ankara’ya gelerek
Mustafa Kemal Paşa ile birlikte çalışmalarda bulundu. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne
Hakkâri Mebusu olarak seçilerek İstanbul’a gitmesinin ardından, İstanbul’un işgali ve
Meclis-i Mebusanın dağıtılması üzerine firar ederek Ankara’ya geldi ve Büyük Millet
Meclisi’ne iltihak etti. Birinci Meclis’te yine Hakkâri Mebusu olan Mazhar Müfit Bey,
Sakarya Harbi’nde Meclis namına Kayseri ve Mülhakatı Müfettişliğini üstlenmiş, akabinde
Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle kendisine verilen bazı vazifeleri ifa ettikten sonra yine
Paşa’nın emriyle Kayseri, Yozgat, Kırşehir, Niğde İstiklal Mahkemesi azalığında bulundu.
Yine Birinci Meclis’te Mebus iken üç ay müddetle Mamüratü’l-Aziz valiliğinde de
bulundu. İkinci Meclis’e Denizli mebusu olarak giren Mazhar Müfit Bey, bu dönemde 16
Mart 1925 yılında Şark İstiklal Mahkemesi Reisliğine seçildi ve bu görevi 2 Kasım 1925
tarihine kadar idare etti. Daha sonra III., IV. ve V. Dönem Denizli, VI. ve VII. Dönem
Çoruh Milletvekilliği yaptı.164 Mahkemenin radikal üyelerinden olduğu ve Terakkiperver

164
TBMM Arşivi 194 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü (1920-2010), Cilt
1, TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü Yayınları, Ankara 2010, s.32; Şark İstiklal Mahkemesi, Cilt
6/1, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 2017 s.8.

77
üyelerini ve gazetecileri suçlamak için Şeyh Said’in ağzından laf almaya çalıştığı belirtilen
Kansu, 12 Kasım 1948 tarihinde öldü.165

1.1.2. Ali Saib Ursavaş

1303 (1887) Kerkük doğumlu olan Ali Saib Bey’in; babası Mehmed Emin Bey,
annesi Leyla Hanımdır. 1908 yılında Mekteb-i Harbiye’den mezun olarak Mülazım-ı sani
rütbesiyle Bağdat’ta 6. Ordu’da askerlik görevine başladı. 1911’da Şam’da bulunan 8.
Ordu’ya geçti. Aynı yıl İtalya Harbi nedeniyle gönüllü olarak Bingazi’ye giderek bir sene
orada kaldı. 1912’da yine gönüllü olarak Balkan Harbi’ne iştirak etti. 1913 senesinde kendi
isteğiyle Jandarma’ya geçerek Beyrut Jandarma Alayı’na tayin edildi. 1915 senesinde
Halep Jandarma Alayı’na geçtikten sonra 1917’de Deyrizor Jandarma Alayına Yüzbaşı
oldu. 1918’de mütareke sonrasında Kars ve Zülkadriye Jandarma Kumandanlıklarında
bulundu. 1919’da ise vekâleten Kozan Jandarma Kumandanlığı’nı yerine getirdi. Ardından
Urfa Jandarma Tabur Kumandanlığına tayin edildi. Burada Urfa Havalisi Kuva-yı Milliye
Kumandanlığı yaptı. Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile birlikte Urfa Mebusu olarak
Meclis’e girdi. Millî Mücadele sırasında Konya İstiklal Mahkemesi azalığını yerine getirdi.
İkinci Meclis’e Kozan Mebusu olarak giren Ali Saib Bey, Şeyh Said İsyan’ı sonrasında
Şark İstiklal Mahkemesi azalığına seçildi. Mahkemenin başından sonuna kadar mahkeme
heyetinde görev aldı ve mahkemenin kapanmasına yakın bir dönemde Mahkeme Reisi
Hacim Muhittin Bey’in görevinden ayrılması üzerine Mahkeme Başkanlığına seçildi.
Bundan sonra III., IV., V. ve VI. Dönem Urfa Milletvekilliği yapan Ali Saib Bey 26 Eylül
1939’da öldü.166
Ahmed Süreyya Bey, Ali Saib Bey hakkında “Arkadaş olarak mert ve dostluğuna
sadık bir insandı” demesine rağmen sadece Mahkeme Heyetinin değil aynı zamanda
Savcılığın her işine ve her muamelesine vakıf olmaya çalıştığını, adeta Şark İstiklal
Mahkemesi’nin daimi teftiş ve kontrolünü yapmak ister gibi bir hal ve tavır içinde
olduğunu söylemektedir.167

Ali Saib Bey mahkemenin en aktif üyeleri arasındadır. Mahkeme’nin başından


sonuna kadar aralıksız vazifede kalmıştır. Bazı özellikleri ve yargılamalar sırasında
sergilediği tavırlar dolayısıyla Şark İstiklal Mahkemesi üyeleri arasında hakkında en çok

165
Akyol, age, s.465-469.
166
TBMM Arşivi 419 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü Cilt 1 s.109; Şark
İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, s.6.
167
Örgeevren, age, s.114.

78
tartışma ve iddialar olan kişidir. Mahkeme tutanaklarına bakıldığı zaman Mahkeme Heyeti
arasında, sanıklara karşı kullandığı sert tavrı ile ön plana çıkmaktadır. Ali Saib Bey, İstiklal
Mahkemesi üyeliğine seçilmeden önce 4 Mart 1925 Takrir-i Sükûn Kanunu görüşmeleri
sırasında Müdafaa-i Milliye Vekili Recep Bey’in İstanbul matbuatı hakkında söylediği
sözler sonrasında “Allah belalarını versin, kahrolsunlar” diyerek söze girmesi, onun daha
sonra sergileyeceği sert tavırları göstermesi açısından önemlidir.168

Ankara İstiklal Mahkemesi Azası Kılıç Ali Bey’le yakın arkadaş olan ve Ahmed
Süreyya ile yaptığı tartışmaları Kılıç Ali Bey’e bildiren Saib Bey’in, Mahkeme üzerinde
nüfuzu olduğu anlaşılmaktadır.169 Mazhar Müfid Bey’in Mahkeme Reisliğinden
ayrılmasından sonra, kendisi gibi Mahkeme azaları olan Lütfi Müfid ve Avni Beyler 3
Kasım 1925’te Mustafa Kemal ve İsmet Paşalara yazdıkları yazı ile Ali Saib Bey’in işleri
bilen ve yüksek isabetle çaba sarfeden birisi olduğundan bahsederek Mahkeme Reisliğine
seçilmesini istemelerine rağmen Meclis’te Hacim Muhiddin Bey riyasete seçilmişti. Ali
Saib Bey ancak Hacim Muhittin Bey’in istifasından sonra Mahkeme’nin görevinin
bitmesine birkaç ay kala Mahkeme’nin başkanlığına getirildi.170

Şark İstiklal Mahkemesi’nde, gazeteciler davasında yargılanıp beraat eden Eşref


Edib’in “eli kanlı cellad”, “kara vicdanlı bir insan kasabı”171 olarak tanımladığı Ali Saib
Bey hakkında anlattıkları dikkat çekicidir. Eşref Edip, mahkemenin hakiki reisinin Ali Saib
Bey olduğunu ve Mahkeme tarafından, Ali Saib Bey’in görüş ve düşüncelerinin
Ankara’nın görüşü diye telakki edildiğini belirtmektedir.172 Ayrıca Eşref Edib, Ankara’nın
Ali Saib vasıtasıyla mahkemeyi yönlendirdiğini söyleyerek şunları ifade etmektedir:
“Mahkemenin iki yüzü var! Bir resmi yüzü, diğeri ise içyüzü. Reis Mazhar Müfid (Kansu)
mahkemenin resmi yüzünü idare ediyor. Ali Saib (Ursavaş) ise iç yüzünü. Bunun gibi
Ankara’nın da iki şifresi var. Biri mahkeme reisliğine mahsus, diğeri Ali Saib (Ursavaş)’ın
şahsına. Görünürde Reis, Mazhar Müfid (Kansu), hakikatte mahkemenin diktatörü Ali

168
Akyol, age, s.460.
169
Örgeevren, age, s.142.
170
M/T12/83/805-1/22/6
171
Eşref Edib Fergan, İstiklal Mahkemelerinde Sebilürreşad’ın Romanı, Beyan Yayınları, İstanbul 2002,
s.84;153.
172
Fergan, age, s.175.

79
Saib. Herkes bunu biliyor; mahkeme reisi, azaları, savcısı, kalem memurları, gazeteciler,
hatta halk..”173

Ali Saib Bey hakkında ciddi birçok iddia bulunmaktadır. Mahkeme üyeliği
sırasında rüşvet karşılığında bazı sanıkları kurtardığı ve mahkeme üyeliği vasfını
kullanarak Kozan, Kadirli, Feke, Saimbeyli ahalisini tehdit altında bulundurarak
korkuttuğu ve bu yolla hem bölgedeki siyasi rakiplerini sindirdiği, hem de hatırı sayılır bir
servet elde ettiği iddia edilmektedir.174 Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanıp beraat eden
Cemilpaşazade Kadri Bey, yine kendisi gibi Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanan ve
yapmış olduğu Kürtçülük faaliyetleri birçok kişi tarafından bilinen Cemilpaşazade Ekrem
Bey’in yargılama sonunda hapis cezası alarak idamdan kurtulmasını, Ali Saib ve Lütfü
Müfid’e rüşvet olarak verilen binlerce kırmızı altın neticesinde olduğunu söylemektedir.175
Bunun yanında dönemin Van Milletvekili İbrahim Arvas “Elaziz İstiklal Mahkemesi’nde
kelle müzayedesi yapılıyordu” dedikten sonra beş yüz altına bir kelle alıp satıldığını ve Ali
Saib Bey’in Ankara’ya dönerken altmış bin altın ile geldiğini söylemektedir. Arvas, aynı
iddiaları Ahmet Süreyya Bey içinde tekrarlamaktadır.176

Bu konuda Şark İstiklal Mahkemesi dosyaları arasında dikkat çekici bir belge
bulunmaktadır. Belge, Urfa’da bulunan Badilli aşireti reisi Said Bey’i kurtarmak için Ali
Saib Bey’in Urfa’ya gelerek 500 madenî altın pazarlığı yaptığına dair olan bir
ihbarnamedir. Kırık ve bozuk bir hatla yazılmış olan ve imza yerinde Dündar ismi yazılı
olan mektup şöyledir:

Bey Efendi

Ali Saib Bey geçende Urfa’ya yalnız gelip gitmesini takiben kulaktan kulağa Badilli
Said Bey’in adamlarıyla konuşarak merkumu kurtarmak için beş yüz madenî altın pazarlık
ettikleri, buna binaen Said Bey’in dehalet edeceği ahali arasında söylenmiş idi. Öylece de
teslim oldu. İstiklal Mahkemesinin burada hiçbir işi olmadığı halde mahza Said Bey’in
bütün pisliklerini temizlemek için geldiği, Said Bey’in mahrem adamının rivayetine atfen

173
Fergan, age, s.105-106. Ankara İstiklal Mahkemesinde de yargılanan Eşref Edip benzer bir şeyi bu
mahkeme içinde söyleyerek şunları söylemektedir: “Mahkeme heyetinin yan arkasında yan tarafta bir zat
daha var; Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri. Resmen heyete dahil değil, fakat mahkemede özel bir mevki
sahibi, tıpkı kapitülasyonlar devrinde mahkemelerde bulunan konsoloslar gibi” Fergan, age, s.50-51.
174
Ahmet Cevdet Çamurdan, Bir İbret Levhası Adaletin Tecellisi İle Sonuçlanan Korkunç İftira Olayı,
Fersa Matbaası, Ankara 1978, s.1-3.
175
Kadri Cemil Paşa, age, s.101.
176
İbrahim Arvas, Tarihi Hakikatler, Arı Matbaası, Aralık 2005. s.89-90.

80
kulaktan kulağa söyleniyor. Fasık-ı mahrum olmanızı Cumhuriyet’in şerefini korumanızı
arz eylerim.

Dündar177

Mahkeme Reisi Mazhar Müfit Bey, Hamvizade Said Bey’in konağında misafir
bulunduğu bir sırada, 4 Temmuz 1925 Cumartesi günü, on beş yaşlarında bir genç, konağın
bahçesinde bulunan hizmetçilerden birisinin yanına gelerek Mahkeme reisi Mazhar Müfit
Bey’e verilmek üzere bu mektubu vererek oradan uzaklaşmıştır. Ardından mektup Said
Bey’e ulaştırılmış o da Ali Saib Bey’e vermiştir. Ali Saib Bey ise mektubu Şark İstiklal
Mahkemesi Savcılığına, Ahmet Süreyya Bey’e vermiştir. Bundan sonra mektubun kim
tarafından gönderildiği ile ilgili tahkikat başlamıştır. Yapılan tahkikat sonunda mektubu
Urfa’nın Karaburç mahallesinden kasap çırağı Mahmudelbarut oğlu Hüseyin’in getirdiği
anlaşılmıştır. Hüseyin ilk başta mektubu getirenin kendisi olduğunu inkâr etmesine
rağmen, daha sonra şallı aba giyen bir şahıs tarafından bu mektubun kendisine verildiğini,
yakalandığı takdirde de inkâr etmesini tembih ettiğini ayrıca bu iş için para da aldığını
itiraf etmiştir. Tahkikatın ilerleyen safhalarında bu mektubu Hüseyin’e veren kişinin
Ahmed oğlu Reşid namında birisinin olduğu anlaşılmış, ancak o da bunu inkâr etmiştir.

Ahmed Süreyya Bey, mektubun kırık ve bozuk bir hatla yazılmış olmasına rağmen
düzgün bir ifade ile yazılmış olmasının, mektubu yazan kişinin tahsili yerinde düzgün
ifadeye muktedir bir şahıs olduğunu gösterdiğini ve bilerek bozuk yazıldığı kanaatinde
olduğunu tutmuş olduğu raporda söylemiştir. Ancak dosyada konuyla ilgili herhangi bir
belge olmadığı için meselenin nasıl sonuçlandığı ve bu kişiler hakkında ne gibi bir
yaptırım uygulandığı bilinmemektedir.

Ömrünün sonlarına doğru Ali Saib Bey’in başından geçen ve Atatürk’ün onu
“gönül defterinden silmesine” sebep olan bir diğer önemli olay ise 1935 yılında Atatürk’ü
hedef alan bir suikast teşebbüsüne adının karışmasıdır. 1935 yılında yaşanan bu olay
yüzünden Ali Saib Bey’in dokunulmazlığı kaldırılarak hâkim karşısına çıkarılmıştır.
Ankara Cumhuriyet Savcısı olayı Çerkez Ethem ile Ali Saib Bey’in tertip ettiğini

177
İM/T12/90/829/6/1-13

81
söylemesine rağmen, yapılan yargılamada Ali Saib Bey iddiaları reddetmiş ve sonuçta
hakkında beraat kararı verilmiştir.178

1.1.3. Lütfi Müfit Özdeş

1290 (1874) İstanbul doğumlu olan Lütfi Müfit Bey’in; babası Nuri Bey, annesi
Gülsüm Hanım’dır. 1901’de Mülazım, 1904’te Erkan-ı Harp Yüzbaşısı olarak Erkan-ı
Harbiye’den mezun oldu. Mezuniyetinin ardından orduya katılmak için beklerken on
arkadaşıyla birlikte bazı “gizli eylemleri” neticesinde hapse girdi. Birkaç hafta sonra
serbest kaldı ve Beşinci Ordu merkezi olan Şam’a gönderildi. Burada iki yıllık staj
müddetini tamamladıktan sonra Kolağası olarak Ordu Erkan-ı Harbiyesine nakil edildi.
1906’da Halep, 1907’de Selanik’e nakledildi. Meşrutiyette Selanik Harbiyesinde olan Lütfi
Müfit Bey, 1909 senesi başında 20. Alay 2 Tabur Kumandanı olarak Köprülü’de bulundu.
31 Mart Hadisesi’nde İstanbul’a gelerek Hurşit Paşa Divan-ı Harbi’nde çalıştı. Altı ay
kadar Erkan-ı Harbiye Harita Şubesinde çalıştı. 1910’da Yemen’e Binbaşı olarak gitti.
Balkan Harbi’nde Yozgat Fırkası Erkan-ı Harbi olarak çalıştı. 1914’te Erkan-ı Harb-i
Umumiye 3. Şubesinde çalıştı ve 7. Alay Kumandanı oldu. Harb-i Umumi’de alayıyla
birlikte Birinci Kuvve-i Seferiye olarak İran’a geçti. Dilman ve Çağlayan Harbi’ni yaptı.
1916’da Umum Depo Kıtaatı Müfettişliği Heyet-i Erkan Reisi oldu. 1917’de Galiçya’ya
10. Alay Kumandanı olarak gitti. Aynı yılın sonunda on zabitiyle birlikte Kırım ve
havalisinde, oradaki Türklerin teşkilâtına gizlice görevlendirildi. 1921 senesine kadar
İstanbul’da kaldı ve İstanbul’daki Karakol Grubu ile ve kısmen Müdafaa-i Milliye
Grubuyla çalıştı. Aynı yıl Anadolu’ya geçti ve Sakarya Harbi’nde Yahşihan Menzili
Erkan-ı Harp Reisi olarak bulundu. Ardından Konya’da 1. Alay Depo Kumandanlığı’na ve
sonrasında Karahisar cephesinde bulunan 135. Alay Kumandanlığı’na nakledildi. Büyük
Taarruz’da, alayıyla birlikte Karahisar’a girdi. Başkumandanlık Harbi’nde Yunanlılarla
Eşme Muharebesi yaptı. Piyade olarak İzmir’e, 10 Eylül sabahı girdi. Bilahare 57. Alay
Liva Kumandanlığı’na tayin edildi. 1923’te emekliye ayrıldı. 1924’de ara seçimle İkinci
Meclis’e Kırşehir Mebusu olarak girdi. Şark İsyanı’nın başlamasından sonra Mahkemeye

178
Ahmet İlyas, “Milli Mücadele Döneminde Önemli Bir Şahsiyet: Ali Saib Ursavaş”, Turkish Studies
2015, s.242-243.

82
aza oldu. Bundan sonra III., IV. ve V. Dönem Kırşehir Milletvekilliği yaptı ve 18 Nisan
1940 tarihinde öldü.179

Okul yıllarından itibaren Mustafa Kemal Paşa ile yakın arkadaş olduğu bilinen
Lütfi Müfit Bey, faaliyet süresi boyunca Şark İstiklal Mahkemesi azalığını yerine
getirmiştir. Mahkeme Savcısı Ahmed Süreyya Bey ile yaptığı bir tartışmada “Bizim
muayyen, millî gayemiz vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun fevkine de çıkarız”
diyen Mahkeme üyesidir.

1.1.4. Ahmet Süreyya Örgeevren

1304 (1888) Balıkesir Sındırgı doğumlu olan Ahmet Süreyya Bey’in; babası Hilmi
Bey, annesi Hasibe Hanım’dır. İbtidai ve Rüşdi tahsilini Sındırgı’da, İdadi tahsilini ise
Bursa’da yaptı. 1906 senesinde İstanbul Hukuk Mektebine girdi ve 1910’da mezun oldu.
Önce Razlık kazası Savcılığına tayin oldu, daha sonra sırasıyla Taşoz, Edremit kazaları
Savcılıklarında bulundu. Daha sonra Karaisalı Bidayet Mahkemesi Reisliğine terfi etti.
Ardından Hayrabolu Hâkim Münferit Muavinliğine tayin olunan Ahmed Süreyya Bey
oradan istifa ederek İzmir’e geldi ve avukatlık yapmaya başladı. 1914 senesinde İhtiyat
Zabitan Mektebi’ne giren ve Birinci Mürettip olarak Dördüncü Ordu emrine giden Ahmet
Süreyya Bey, umumi seferberlik devam ettiği müddetçe asker olarak çalıştı. Terhis
olduktan sonra Almanya’ya gidecek olan hukukçular arasında yer almak için sınava girip
kazanmasına rağmen Mondros Mütarekesi’nin imzalanması üzerine Almanya’ya gidemedi
ve akabinde Aydın sancağı Sulh Hâkimliğine tayin edildi. Aydın’da bu görevi yürütürken
İzmir’e gelen Ahmet Süreyya Bey, İzmir’in işgal edilmesi ve Yunanlıların izin vermemesi
üzerine Aydın’a geri dönemedi ve altı ay kadar İzmir’de kalarak burada hâkimlik yaptı.
Daha sonra bir fırsatını bulup Nazilli’ye kaçtı ve bakanlıktan aldığı emir üzerine
mahkemesini Söke’ye naklederek bir buçuk sene orada çalıştı. Burada Kuva-yı Milliye
teşkilâtına da dâhil oldu. Söke’nin işgal olunması üzerine Muğla’ya geldi ve burada Büyük
Taarruz’dan on gün evvel elli neferlik bir müfreze teşkil ederek silahlandırdı. Ardından 4-5
Eylül 1922 tarihinde Söke üzerine yürüyerek Söke’nin geri alınmasında yer aldı. İzmir’in
geri alınmasından sonra müfrezesini dağıtarak bir müddet fahri olarak Birinci Kolordu
İstihbaratında çalıştı. Bundan sonra tekrardan avukatlık yapmaya başlayan Ahmet Süreyya

179
TBMM Arşivi 564 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü, Cilt 1 s.107; Şark
İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, s.8; Mustafa Müjdeci, Cem Karakılıç, “Atatürk’ün Okul, Silah ve Dava
Arkadaşı Miralay Lütfi Müfit Özdeş: Hayatı ve Askeri-Siyasi Faaliyetleri”, History Studies, 2013, s.120-
145.

83
Bey, 2. Dönem Karesi mebusu olarak TBMM’ye girdi ve Şeyh Said İsyanı’nın
başlamasından sonra Şark İstiklal Mahkemesi’ne Savcı olarak seçildi. Şark İstiklal
Mahkemesi Savcılığı görevine başladıktan sonra Mahkeme’nin Diyarbekir’deki ilk dönem
yargılamalarını bitirip Elaziz’e geçtiği sırada bir müddet izinli olarak Ankara’ya gitti. Daha
sonra tekrardan görevine dönen Ahmet Süreyya Bey, Şark İstiklal Mahkemesi kapanana
kadar Mahkeme’nin Savcılık görevini yürüttü. Daha sonra IV. Dönem Aksaray, V., VII. ve
VIII. Dönem Balıkesir, VI. Dönem Bitlis Milletvekilliklerinde bulunan Ahmet Süreyya
Bey 7 Ağustos 1969 yılında öldü.180
Taha Akyol, Ahmet Süreyya Bey’in eskiden liberal-muhalif çizgideyken Şeyh Said
isyanı üzerine radikalleştiğini ve inkılâpçı kanada katıldığını, ancak birikimli bir hukukçu
olduğunu söylemektedir.181 Ahmed Süreyya, Şark İstiklal Mahkemesi’nin hukukçu
üyesidir ve hatıratında Mahkeme Heyetinden farklı olarak hukuk çerçevesinde faaliyet
gösterdiğini ve bu yüzden Mahkeme üyeleri ile arasında geçen tartışmaları anlatmaktadır.
Bunun yanında gazetecilerin İstiklal Mahkemesinde yargılanmasına karşı çıktığını, hatta
tutuklanarak Diyarbekir’e getirilen gazetecilerin, kendisinin mahkeme heyetinden farklı
düşündüğünü gördükleri zaman biraz müsterih olduklarını söylemektedir.182 Ancak
İstanbul basınını susturmak için İstanbul da bir İstiklal Mahkemesi kurulmasını isteyen kişi
de Ahmet Süreyya Bey’dir.183

1.1.5. Avni Doğan

1308 (1892) Yozgat doğumlu olan Avni Bey’in babası; Hayrullah Bey, annesi
Zehra Hanım’dır. İbtidai tahsilini Yozgat’ta tamamladıktan sonra İstanbul Sultanisinde
okuyarak 1909 yılında mezun oldu. Daha sonra Mülkiye-i Şahaneye girerek 1913’de
mezun oldu. Aynı yıl Sadaret Mektubi Kalemi Hulefalığına ve dört ay sonra Sadaret
Umur-ı Mühimme ve Kalem-i Mahsus Hulefalığına terfi etti. 1914’te İhtiyat Zabit
Mülazımı olarak Kafkas, Çanakkale, Medine cephelerinde bulunarak Harb-i Umumi’ye
iştirak etti. Terhisinden sonra Adana’da Fransız işgaline karşı Yeni Adana gazetesini
çıkardı. Bunun üzerine 1920’de Fransızlar tarafından Adana’dan sürüldü. Aynı yıl önce
Boğazlıyan ve daha sonra Ereğli Kaymakamlığına atandı. 1921’de Ereğli
Kaymakamlığından istifa ederek ticaretle uğraşmaya başladı. Birkaç ay sonra, seferberliğe
180
TBMM Arşivi 542 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü, Cilt 1 s.104; Şark
İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, s.9.
181
Akyol, age, s.463-465.
182
Örgeevren, age, s.281.
183
Akyol, age, s.456.

84
iltihak ederek Milli Mücadele’ye iştirak etti. 1923 senesinde Bozok Mebusu olarak Büyük
Millet Meclisi’ne katıldı. Şark İstiklal Mahkemesi’nin kurulmasından sonra Mahkeme
üyeliğine seçildi. III., IV. ve V. (İstifa: 01.10.1936 Konya Valiliğine atanması nedeniyle)
Dönem Yozgat, VI. ve VII. (İstifa: 02.08.1943) Dönem Çankırı, IX. Dönem Yozgat, XI.
Dönem Ankara, XII. Dönem Kastamonu Milletvekilliği ve Kurucu Meclis’te Devlet
Bakanlığı yaptı. Bu arada Kastamonu, Samsun ve Ankara Valilikleri de yapan Avni Doğan
14 Haziran 1965 yılında öldü.184

Şark İstiklal Mahkemesi heyeti teşekkül ettiğinde 31 yaşında Mahkemenin en genç


üyesi (yedek üye) olarak heyete katılan Avni Bey, Savcı Ahmet Süreyya Bey’in
yokluğunda Mahkeme Savcılığı görevini yerine getirmiştir.

1.1.6. Hacim Muhittin Çarıklı

1297 (1881) Uşak doğumlu olan Hacim Muhittin Bey’in; babası Ahmet Muhittin
Bey, annesi Hatice Nâfia Hanım’dır. 1901’de İzmir Mekteb-i İdadisi’nden, 1904’te
Mekteb-i Mülkiye’den mezun oldu. 1907 Temmuz ayına kadar Aydın’da Maiyet
Memurluğu yaptı. Ardından İzmir merkez ile Denizli ve Saruhan livalarında da aynı
vazifede bulundu. Daha sonra sırasıyla Kula kazası Kaymakam Vekilliği; Burhaniye,
Gönen, Bergama, Tavas, Çeşme Kaymakamlıklarında bulundu. Daha sonra 1914 ile 1915
tarihlerinde Aydın Polis Müdüriyetinde bulundu. Ardından yine sırasıyla Akhisar
Kaymakamlığı ile Havran ve Karesi Mutasarrıflıklarında bulunduktan sonra İzmir’in işgali
üzerine Balıkesir bölgesinde Kuva-yı Millîye’de çalıştı ve Heyet-i Merkeziye Riyasetinde
bulundu. İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Karesi Mebusu olarak
girdikten sonra İstanbul’un işgali üzerine firar ederek Birinci Büyük Millet Meclisi’ne
Karesi Mebusu olarak iştirak etti. İkinci Meclis’e Giresun Mebusu olarak giren Hacim
Muhittin Bey, Konya İstiklal Mahkemesi azalığı ve Elcezire İstiklal Mahkemesi
Başkanlığını yaptı. Şeyh Said İsyanından sonra kurulan Şark İstiklal Mahkemesi’nin
başkanlığına seçilmekle birlikte, henüz Mahkeme göreve başlamadan önce sağlık
sorunlarını göstererek başkanlıktan istifa etti ve yerine Mazhar Müfit Bey seçildi. Ancak
Mazhar Müfit Bey’in istifasından sonra tekrardan 14 Kasım 1925 tarihinde Mahkeme
Başkanlığına seçildi, bu görevi bir sene ifa ettikten sonra 20 Kasım 1926’da istifa etti.
İkinci Dönem Giresun Milletvekilliğinden başka III. Dönem Giresun, IV., V., VI., VII. ve

184
TBMM Arşivi 466 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü, Cilt 1 s.87; Şark
İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, s.6; Aybars, age, s.408.

85
VIII. Dönem Balıkesir Milletvekilliklerini de yapan Hacim Muhittin Bey 5 Aralık 1965’te
öldü.185

1.1.7. Abdülhak Fırat

1297 (1881) Erzincan doğumlu olan Abdülhak Bey’in; babası Mehmet Sıdkı
Efendi, annesi Aliyye Hanım’dır. 1899 senesinde Mekteb-i Harbiye’ye girdi ve 1901’de
Mülazım-ı Sani olarak mezun oldu. Kıtaat-ı redife ve muzaffada, Erkan-ı Harbiye ve
Divan-ı Harplerde vazife gördü. 1909 tarihinde İstanbul Hukuk Mektebi’ne girdi ve
1914’te mezun oldu. Yüzbaşı olarak Balkan Harbi’ne iştirak etti. Onuncu Kolordu Erkan-ı
Harbiyesi Harekât Şubesi’nde ve Edirne’nin geri alınmasında Sol Cenah Ordusu Üçüncü
Mehâkim Şubesi Müdüriyeti’nde bulundu. Harpten sonra Harbiye Nezareti Umur-ı
Mehâkim Müdüriyeti Azalığıyla Encümen-i Adliye-i Askeriye Azalığında bulundu.
1915’te Harb-i Umumi’ye iştirak ederek 1918 senesine kadar 151. Alay Üçüncü Tabur
Kumandanlığında ve Kırk Sekizinci Fırka Erkan-ı Harbi vekâletinde hizmet ederek çeşitli
mevki ve cephelerde bulundu. Harb-i Umumi’den sonra İstanbul Usera Müfettişliği
Tahkikat Şubesi Müşavir-i Adliliği’nde ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Dördüncü Kavanin
ve Nizamat Şubesi’nde çalıştı. 1921’de Harekât-ı Milli’ye iştirak ederek Millî
Mücadele’nin sonuna kadar Müdafaa-i Milliye Vekâleti Umur-ı Mehâkim Müdür
Vekâletinde, Birinci ve Yedinci Depo Alaylarının İkinci ve Dördüncü Tabur ve Yirmi
Birinci Fırkanın 16. Kafkas Alayının İkinci Tabur Kumandanlıklarında ve aynı alayın
Divan-ı Harp Riyasetinde bulundu. Sonrasında tekrardan Müdafaa-i Milliye Vekâleti
Umur-ı Mekahim Muavinliğiyle Hukuk Müşavirliği Vekâletinde bulunduğu sırada,
İstanbul’un Millî Hükümet’e iltihakı üzerine memuriyetine ek olarak İstanbul İstitlaat
Komisyonu Müşavir-i Adliliğini ifa etti. Daha sonra Müdafaa-i Milliye Vekâleti
Muhakemat Şubesi Müdürü olarak bulunduğu esnada İkinci Dönemde araseçimle Erzincan
Mebusu seçilmesi üzerine Binbaşılıktan emekliye ayrılarak Meclis’e giren Abdülhak Bey,
Şark İstiklal Mahkemesi’nin kurulmasından bir yıl sonra Mahkeme’nin bir Savcı
yardımcısına ihtiyaç duyması neticesinde 15 Mayıs 1926 tarihinde Şark İstiklal
Mahkemesi’ne Savcı Yardımcısı olarak seçildi ve dokuz ay bu görevde bulundu. Bundan

185
TBMM Arşivi 251 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü, Cilt 1, s.96; Şark
İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, s.7.

86
sonra III., IV., V., VI., VII. ve VIII. Dönem Erzincan Milletvekilliklerini de yapan
Abdülhak Bey 3 Nisan 1953’te öldü.186

1.1.8. İbrahim Tolon

1296 (1878) Karadeniz Ereğlisi doğumlu olan İbrahim Bey’in; babası Hurşit Bey,
annesi Fatma Hanım’dır. İbtidai, Askeri Rüşdi ve İdadi tahsillerinden sonra 1899 senesinde
Mekteb-i Harbiye’den Piyade Mülazım-ı sanisi olarak mezun oldu. 1903’te Mülazım-ı
evvel 1908’de Yüzbaşı, 1916’da Binbaşı ve 1923’te Kaymakam rütbesine terfi etti.
Jandarma Zabit Mektebi Müdürlüğü’nden sonra İkinci Büyük Millet Meclisi’ne Kocaeli
Mebusu olarak katıldı. İkinci Dönem Kocaeli mebusluğu yaptığı sırada Hacim Muhittin
Bey’in Mahkeme Riyasetinden istifası ve yerine Ali Saib Bey’in seçilmesi üzerine 6 Aralık
1926’da Mahkeme üyeliğine seçildi ve bu görevi üç ay yerine getirdi. Bundan sonra III.,
VI. ve VII. Dönem Kocaeli Milletvekili de yapan İbrahim Bey 2 Aralık 1956’da öldü.187

1.2. Mahkeme Savcılığı

Şark İstiklal Mahkemesi’nin Savcılık görevini yürüten ilk kişi, bir hukukçu olan
Ahmed Süreyya Bey oldu. Ancak onun izinli olduğu bir dönemde, bu görevi Mahkemenin
yedek üyesi ve Mülkiye mezunu olan Avni Doğan idare etti. Mahkeme savcılığı yoğun bir
mesai ile çalışmaktaydı. Mahkemeye gelen bütün evraklar savcılığın elinden geçiyordu.
Savcı, bu yoğun evrak mesaisinin yanında duruşmalarda da bizzat bulunuyordu.

Bu yoğun mesai neticesinde, İstiklal Mahkemesi Savcısının talebi üzerine, 5.


Kolordu Kumandanlığı Adli Müfettişi olmakla birlikte 3. Ordu Müfettişi Kâzım Bey’in
müşaviri olarak çalışmakta olan Münir Bey, İstiklal Mahkemesi Savcılığına yardımcı
olmak amacıyla geçici olarak görevlendirilmişti.188 Ancak savcılığın yoğunluğunun
giderek artması üzerine, gerektiğinde savcının yerine duruşmalara katılabilecek bir savcı
yardımcısının varlığına ihtiyaç duyulmuştu. Bu ihtiyacı karşılamak üzere Şark İstiklal
Mahkemesi’nin talebi doğrultusunda mahkemeye bir Savcı Yardımcısı seçmek için önce
İstiklal Mehâkimi Kanunu düzenlendi, ardından 15 Mayıs 1926 tarihinde Mahkeme için

186
TBMM Arşivi 499 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü, Cilt 1, s.94; Şark
İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, s.5.
187
TBMM Arşivi 567 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası; TBMM Albümü, Cilt 1, s.108; Şark
İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, s.7.
188
İM/T12/90/827/66/5

87
Savcı Muavini seçildi. Savcı Muavinliği görevine seçilen Erzincan Mebusu Abdülhak Bey,
aslen asker olmakla birlikte hukuk eğitimi de almıştı.189

Savcılığın görev ve yetkileri İstiklal Mehâkimi Kanunu ile düzenlenmişti. Öncelikle


İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun 6. maddesine göre Savcı’nın Mahkeme kararlarına itiraz
hakkı bulunmaktaydı. Şark İstiklal Mahkemesi’nin aldığı kararlara bakıldığında Savcının
bu hakkını nadir olarak kullandığı anlaşılmaktadır. Buna örnek olarak 462 numaralı karara
yapılmış olan itiraz gösterilebilir. 2 Mayıs 1926’da Nazimiye Kaymakamı İsmail Hakkı
Bey hakkında, vazifede tekâsül ve terahi (tembellik ve ihmal) fiilinden dolayı verilen
mahkûmiyet kararına, Savcı Ahmed Süreyya Bey “Ruh-ı madelet (adillik) ve ahkâm-ı
kanuniyeye münafi (aykırı)” olduğu gerekçesiyle itiraz etmiştir. Neticede Mahkeme’nin
verdiği karar 25 Ekim 1926 tarihinde Meclis’te görüşülmüş ve Kaymakam İsmail Hakkı
hakkında verilen cezanın iptaline karar verilmiştir.190

Mahkeme Savcılığı ile ilgili bir diğer düzenleme, İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun 8.
Maddesi ile yapılmıştır. Buna göre Mahkeme’nin vasıta-i muhaberesi yani diğer
makamlarla haberleşme merkezi olarak Savcılık makamı kabul edilmişti. Ancak bazı
makamlar, bazı dosyaları Mahkeme Başkanlığına gönderiyordu. Bu yüzden Savcılık bu
makamları uyararak, bu tarz işlemlerin karışıklığa sebebiyet verdiğini bildirmişti.191

İstiklal Mahkemesi Savcılığı, yargı sahasında bulunan yerel savcılıklarla birlikte


çalışmaktaydı. Yerel savcılıkların görevi, İstiklal Mahkemesinin yetki alanına giren
suçlarla ilgili tahkikatı tam bir şekilde yaptıktan sonra fezleke hazırlayarak İstiklal
Mahkemesine göndermekti. Yerel savcılıkların men-i muhakeme ve lüzum-ı muhakeme
yani soruşturmanın açılması veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermeye
yetkileri yoktu. İstiklal Mahkemesinin bakacağı suçlar hakkında tahkikat ve takibat icrası
İstiklal Mahkemesi Savcılığına aitti.192 Bunun yanında yerel mahkemelerin men-i
muhakeme kararı verme yetkisi olmamasına rağmen 14 Ocak 1926 tarihinde Kiğı
Müstantikliğinin (Sorgu Hâkimliği) bir mahkûm hakkında verdiği men-i muhakeme
kararının İstiklal Mahkemesi Savcılığı tarafından uygun görülerek tasdik edildiği
belgelerden anlaşılmaktadır.193

189
İM/T14/60/630/32/33
190
İM/T12/92/834-2/86/12
191
İM/T12/90/827/15/1
192
İM/T12/88/819/27/1-2
193
İM/T12/85/816-1/15/13-14-15

88
Ahmed Süreyya Bey’in yerel savcılıklarla bazı sıkıntılar yaşadığı anlaşılıyor.
Savcılık, devamlı bir şekilde, yerel savcılıklardan gönderilen tahkikat evraklarının noksan
olduğundan şikâyet etmektedir. Savcı, belirgin bir suçla zanlı olmayan, haklarında tam bir
tahkikat yapılmayan ve tahkikat evrakı gönderilmeyen bir kimsenin mahkemeye sevk
edilmesini kesinlikle istemiyordu. Hatta 24 Aralık 1925’te Maden Savcılığı’na yazdığı yazı
ile evrakların bir daha noksan gönderilmesi halinde, ilgili olan şahıslar hakkında
“muamele-i intibahiye” icra edileceğini yazmıştır.194 Mahkeme, kendisine gönderilen
maznunların tahkikatlarının tam olarak yapılmasını ve bu evrakların gönderilmesini
istemekte idi. Bu tür işlemleri tamamlanmayan zanlıların gönderilmesi istenmiyordu.

1.3. Mahkeme Heyeti Arasındaki Görüş Ayrılıkları

Mahkeme heyeti, birbiriyle uyumlu ve iyi geçinebilmiş bir heyet gibi


görünmemektedir. Avni Doğan hatırasında, “İstiklal Mahkemesi başkan ve azaları
arasında normal bir münasebetin kurulduğunu görmek nasip olmadı” diyerek bu durumu
gözler önüne sermiştir. Heyet daha Diyarbekir’e varmadan kimin otomobili önden gidecek
gibi basit bir protokol meselesinden dolayı küfür ve tartışmalar yaşamıştı. Mahkeme
Heyeti, dava sonunda karar almak için bir odaya toplandıkları zaman bile çok büyük
tartışmalar yaşanıyor, hatta silahlar bile çekiliyordu. 195

Mahkeme azasından Ali Saib Bey’in Mahkeme’nin tüm işlerine vakıf olmaya
çalışması ve Savcılığın yapmış olduğu yazışmalardan bile haberdar olmak istemesinin
Ahmed Süreyya Bey’i ciddi anlamda rahatsız etmiş olduğu anlaşılıyor.196 Öncelikle
Mahkeme’nin görev ve yetkileriyle ilgili, heyet arasında ciddi tartışmalar yaşanmış ve bu
tartışmalar Ankara ile yapılan yazışmalar ile son bulabilmişti. Ahmed Süreyya Bey, İstiklal
Mahkemesinin, İstiklal Mehâkimi Kanunu’ndaki yargılama yetkisiyle sınırlı olduğunda
ısrarcı davranmaktaydı. Ancak başta Ali Saib Bey olmak üzere diğer iki aza; Ceza
Kanunu’nun bütün madde ve hükümleriyle ilgili fiillerin muhakemelerini yapma taraftarı
idiler. Çünkü Ankara İstiklal Mahkemesi öyle yapmaktaydı. Ahmed Süreyya Bey’in
hatıratında genişçe anlattığı bu tartışmalar sonrasında Ankara ile yazışmalar yapılmış ve
Şark İstiklal Mahkemesi’nin bakacağı suçlarda genişletilmişti.197

194
İM/T12/88/819/27/4
195
Doğan, age, s.171.
196
Örgeevren, age, s.114.
197
Örgeevren, age, s.132-149.

89
Benzer durum gazetecilerin yargılanmasında da yaşanmıştı. Gazetecilerin
yargılanması meselesinde Mahkeme Heyeti arasında görüş ayrılığı vardı. Ahmed Süreyya
Bey gazetecilerin davaya dahil edilmeleri konusunda isteksiz davranmış olmasına rağmen
Mahkeme Heyeti, gazetecileri Şeyh Said davasına dahil etmişti. Daha sonra gazetecilerin
müstakil olarak yargılandığı davanın savcılığını yapan Avni Doğan ise gazetecilerin
cezalandırılması yolunda Mahkeme Heyeti tarafından baskıya maruz kaldığını
hatıralarında anlatmıştır.

2. Mahkemenin Hukuki Dayanakları

2.1. Hıyanet-i Vataniye Kanunu

Hıyanet-i Vataniye Kanunu, Büyük Millet Meclisi’nin açılmasından kısa bir süre
sonra 29 Nisan 1920 yılında kabul edilen 2 Numaralı kanundur ve İstiklal Mahkemelerinin
kuruluş süreci bu kanunun kabulüyle başlamıştır. Millî Mücadele’nin devam ettiği ve
Meclis’in Anadolu üzerindeki otoritesini henüz tesis edememiş olduğu süreçte çıkarılan bu
kanunla asker kaçaklarının önüne geçerek hem Millî Mücadele’nin başarısı, hem de kamu
düzeninin sağlanması amaçlanmıştı. Kanun metni şu şekildedir:

Hiyanet-i Vataniye Kanunu


Birinci Madde - Makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatı ve memâlik-i mahrusa-i
şahaneyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def maksadına matuf olarak teşekkül eden
Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren
muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur.
İkinci Madde - Bilfiil hiyanet-i vataniyede bulunanlar salben idam olunur. Fer-an
zimedhal olanlar ile müteşebbisleri Kanun-ı Ceza’nın kırk beşinci ve kırk altıncı maddesi
mucibince tecziye edilirler.
Üçüncü Madde - Vaiz ve hitabet suretiyle alenen veya ezmene-i muhtelif eşhas-ı
muhtelifeyi sırren ve kavlen hıyanet-i vataniye cürmüne tahrik ve teşvik edenlerle işbu
tahrik ve teşviki suver ve vesait-i muhtelife ile tahriren ve tersimen irtikâp eyleyenler
muvakkat küreğe konurlar. Tahrikât ve teşvikat sebebiyle madde-i fesat meydana çıkarsa
muharrik ve müşevvikler idam olunurlar.
Dördüncü Madde - Hiyanet-i vataniye maznunlarının merci-i muhakemesi ika-ı
cürüm edilen mahaldeki Bidayet Ceza Mahkemesi’dir. Ahval-i müstacele ve fevkalâdede

90
maznunun derdest edildiği mahal mahkemesi de icra-yı muhakeme ve ita-yı karara
salâhiyettardır.
Beşinci Madde - Hiyanet-i vataniye maznunlarının muhakemesi bidayet ceza
mahkemelerinden verilecek gayr-i muvakkat tevkif müzekkeresi üzerine herhalde mevkufen
icra edilir.
Altıncı Madde - Zabıta-i adliye memurlarının tanzim edecekleri tahkikat-ı ibtidaiye
evrakı daire-i istintaka tevdi olunmaksızın mahallin en büyük mülkiye memuruna ita
olunur ve onun tarafından dahi müddei-i umumiler vasıtasıyla yirmi dört saat zarfında
mahkemeye verilir.
Yedinci Madde - Hiyanet-i vataniye maznunlarına ait muhakemat, bir sebeb-i
mücbir olmadıkça âzami yirmi günde hükme rabt olunacaktır. Bu müddeti bilâ-sebeb-i
mücbir tecavüz ettiren mahallî zabıtası ile mahkeme heyeti Kanun-ı Ceza’nın yüz ikinci
maddesi zeyli mucibince cürmünün derecesine göre tecziye edilmek üzere mâfevki
mahkemesince muhakemesi bi’l-icra âzami yirmi gün zarfında hükme rabt edilecektir.
Sekizinci Madde- İşbu kanuna tevfikan mehâkimden sâdır olacak mukarrerat katî
olup Büyük Millet Meclisince ba’de’t-tasdik mahallerinde infaz olunur. Tasdik edilmediği
takdirde Meclis’ce ittihaz edilecek karara tevfik-i muamele olunur.
Dokuzuncu Madde - İşbu cerâimin emr-i muhakemesi için mahkemelerce istenilen
şahsa, celp ve davete hacet kalmaksızın bilâ-hüküm ihzar müzekkeresi tastır kılınır:
Onuncu Madde - İsyana iştirak etmeyen eşhas hakkında li-garezin isnadatta
bulunanlar isnat ettikleri cürmün cezasıyla mücazat olunurlar.
On Birinci Madde - Haklarında gıyaben hüküm sâdır olan eşhas, derdestlerinde
işbu kanuna tevfikan yeniden ve vicahen muhakemeleri icra olunur.
On İkinci Madde - İşbu kanun her mahallin idare âmiri tarafından nahiye ve kaza,
liva ve vilâyat merkezlerine ve köy heyet-i ihtiyariyeleri, müçtemian celb edilerek ifham ve
suret-i tebliği mutazammın heyet-i mezkûre azalarının imzalarını havi zabıt varakaları
tutularak idare meclislerince hıfzedilmekle beraber kavaninin neşir ve ilânı hakkındaki
kanuna tevfikan ayrıca neşir muamelesi dahi yapılacaktır.
On Üçüncü Madde - İşbu kanunun icra-yı ahkâmına Büyük Millet Meclisi
memurdur.
On Dördüncü Madde - İşbu kanun her mahalde tarih-i tebliğ ve ilânından kırk sekiz
saat sonra mer'i olacaktır.
29 Nisan 1336 ve 30 Recep 1338

91
14 maddeden oluşan Hıyanet-i Vataniye Kanunu, kabul edilmesinden sonra Bidayet
Mahkemeleri ile Divan-ı Harpler tarafından uygulamış ancak bu iki mahkemenin, ihtilal
döneminin olağan üstü koşullarına göre çalışamaması neticesinde Kanun’un dört aylık
uygulama süresinde istenilen sonuç alınamadı. Bunun üzerine 11 Eylül 1920’de Firariler
Hakkında Kanun kabul edilerek İstiklal Mahkemelerinin kurulması kararlaştırıldı.

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun bazı maddeleri zaman içerisinde değişikliğe


uğramıştır. İlk değişiklikler -saltanatın kaldırılmasından sonra yaşanan gergin ortamda,
Meclis’in dağılmasından bir gün önce- 15 Nisan 1923’te 334 ve 335 sayılı kanunlarla
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. ve 8. maddelerinde yapıldı. Kanun’un ilk maddesinde,
Büyük Millet Meclisi’nin hilafet, saltanat ve Osmanlı devletini ecnebi elinden kurtarmak
maksadıyla teşekkül ettiği ve Meclis’in meşrutiyetine karşı sözle, fiilen ve yazı ile
muhalefet edenlerin vatan haini olduğu vurgulanmıştı. Ancak 15 Nisan 1923 tarihinde 1.
maddede yapılan değişiklikle “Büyük Millet Meclisi’nin hilafet, saltanat ve Osmanlı
devletini ecnebilerin elinden kurtarmak amacıyla teşekkül ettiği”ni ifade eden bölüm
çıkarıldı. Bunun yerine saltanatın kaldırılması kanuna muhalefet etmek hıyanet-i vataniye
kapsamına alındı. Bu düzenleme ile saltanatı geri getirmek isteyenler ile karşı devrimciler,
İstiklal Mahkemelerinde yargılana bilecekti. Değişiklik sonrası birinci madde şu şekildedir:

“Birinci Madde — Hiyanet-i Vataniye Kanununun birinci maddesi ber-veçh-i âti


tadil olunmuştur:
Saltanatın ilgasına ve hukuk-ı hâkimiyet ve hükümranisinin gayr-i kabil-i terk ve
tecezzi ve ferağ olmak üzere Türkiye halkının mümessili hakikisi olan Büyük Millet
Meclisi’nin şahsiyet-i maneviyesinde mündemiç bulunduğuna dair 1 Teşrinisani 1338
tarihli karar hilâfında veya Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı
mutazammınkavlen veya tahriren veya fiilen ankasdin muhalefet veya ifsadat veya
neşriyatta bulunan kesan haini vatan addolunur.”

8. maddede yapılan değişiklikle ise savaşın bitmiş ve olağan üstü durumun sona
ermiş olmasından dolayı mahkeme kararlarına temyiz ve itiraz hakları tanındı.198 335 sayılı
kanun metni şu şekildedir:

“Birinci Madde — Hiyanet-i Vataniye Kanununun sekizinci maddesi ber-veçh-i âti


tadil olunmuştur:

198
Aybars, age, s.130.

92
İşbu kanuna tevfikan mehâkimden sadır olan mukarrerattan mahkûmiyeti
mutazammın olanlar resen ve beraet veya adem-i mesuliyet ile vazife ve salâhiyet gibi
mukarrerat müddei-i umumilerin veya alâkadaranın istidalarına binaen Heyet-i temyiziye
ceza dairesince mevadd-ı saireye tercihan tetkik olunur. Heyet-i temyiziye ceza dairesi
ahkâm ve mukarrerat-ı mezkûreyi vazife ve salâhiyetten ve tahsisatın hükme müessir
olacak surette noksanından ve iptal hakkı mucip olacak surette usul-ı muhakemeye adem-i
riayetten ve hükmün kanuna muhalefetinden nâşiâdiyen nakız ve o dairede ifa-yi muamele
etmek üzere hükmü veren mahkemeye iade eder. Nakız kararlarına karşı ısrar caiz
değildir.”

Kanundaki diğer önemli değişiklik, Şeyh Said İsyanı’ndan sonra 25 Şubat 1925
tarihinde 556 numaralı kanunla yapıldı. Bu değişiklikle dini ve mukaddesat-ı diniyeyi
siyasi gayelere alet ederek cemiyet kuran veya bu cemiyetlere üye olan ve bu maksatları
söz, yazı ile veya fiilen yayanlar, bu kanununun kapsamına alındı. Değişiklik sonrasında
birinci madde şu şekli aldı:

“Birinci Madde — Dini veya mukaddesatı diniyeyi siyasi gayelere esas veya alet
ittihaz maksadıyla cemiyetler teşkili memnudur. Bu kabil cemiyetleri teşkil edenler veya bu
cemiyetlere dâhil olanlar haini vatan addolunur. Dini veya mukaddesat-ı diniyeyi alet
ittihaz ederek şekli devleti tebdil ve tağyir veya emniyet-i devleti ihlâl veya dini veya
mukaddesatı diniyeyi alet ittihaz ederek her ne suretle olursa olsun ahali arasına fesat ve
nifak ilkası için gerek münferiden ve gerek müçtemian kavli veya tahriri veyahut fili bir
şekilde veya nutuk iradı veyahut neşriyat icrası suretiyle harekette bulunanlar kezalik haini
vatan addolunur.”
2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanunu 12 Nisan 1991 tarihinde çıkarılan 3713
numaralı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yürürlükten kaldırılmıştır.

2.2. Firariler Hakkında Kanun

Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun kabulünden sonra, kanun kapsamına giren suçlara


Bidayet Mahkemeleri ile Divan-ı Harpler bakmaktaydı. Ancak bu iki mahkeme tarafından
kanunun istenilen şekilde uygulanamaması, özellikle Millî Mücadele’nin devam ettiği bir
dönemde asker kaçaklarının önüne geçilememesi üzerine, bu meselede kesin sonuçların
alınabilmesi için olağan üstü mahkemelerin varlığına ihtiyaç duyularak 11 Eylül 1920’de
21 numaralı Firariler Hakkında Kanun çıkarıldı ve bu Kanun’a dayanarak İstiklal
Mahkemelerinin kurulmasına karar verildi. Bu Kanun’a göre kurulacak olan mahkemeler,
93
asker kaçaklarıyla uğraşacak ve vermiş oldukları kararların temyizi olmayacaktı. Kanun’la
ayrıca mahkeme heyetinin üç kişiden oluşup üyelerin Meclis içinden seçileceği,
mahkemelerin adet ve kurulacağı bölgelerin hükümetin teklifi üzerine Meclis’in tayin
edeceği ve bunlardan başka birkaç husus belirlendi.199 Kanunun tam metni şöyledir:

Firariler Hakkında Kanun


Birinci Madde - Muvazzaf ve gönlü ile hizmet-i askeriyeye dahil olup da firar
edenler veya her ne suretle olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari derdest ve
sevkinde tekâsül gösterenler ve firarileri ihfa ve iaşe ve ilbas edenler hakkında mülki ve
askerî kavaninde mevcut ahkâm ve inde’l-icab diğer gûna mukarrerat-ı cezaiyeyi
müstakilen hüküm ve tenzif etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından mürekkep
(İstiklal Mahkemeleri) teşkil olunmuştur.
İkinci Madde - Bu mahkemeler azasının adedi (üç) olup Büyük Millet Meclisi’nin
ekseriyeti ârasıyla intihap ve içlerinden birisi kendileri tarafından reis addolunur.
Üçüncü Madde - İşbu mahkemelerin adedini ve mıntıkalarını Heyet-i Vekilenin
teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi tayin eder.
Dördüncü Madde - İstiklal Mahkemelerinin kararları kati olup infazına bi’l-ûmum
kuva-yı müsellaha ve gayr-i müsellaha-i devlet memurdur.
Beşinci Madde - İstiklal Mahkemelerinin evâmir ve mukarreratını infaz etmeyenler
veya infazda taallül gösterenler işbu mahkemeler tarafından taht-ı muhakemeye alınır.
Altıncı Madde - Her İstiklal Mahkemesi ketebe ve müstahdemin maaşatı şehrî yüz
lirayı geçmeyecektir.
Yedinci Madde - Her İstiklal Mahkemesi vazifeye mübadereti anında firari ve
bakaya efradının bir müddet-i muayyene zarfında icabetini teminen her türlü vesait-i
tebliğiyeye müracaat eder.
Sekizinci Madde - İşbu kanun tarih-i neşrinden muteberdir.
Dokuzuncu Madde - İşbu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi memurdur.
11 Eylül 1336 ve 28 Zilhicce 1338

Bu kanunla birlikte kurulma kararı verilen İstiklal Mahkemelerinin yalnız asker


firarileri ve firara ilişkin suçlara bakması kararlaştırılmıştı. Ancak çok geçmeden 26 Eylül
1920’de çıkarılan 28 numaralı Kanunla, İstiklal Mahkemelerinin yetkileri genişletilerek,
Mahkemelere asker kaçakları yanında, askeri ve siyasi casusluk suçları ile Hıyanet-i

199
TBMM Z.C., D.1, C.4, İ.63, s.93-101.

94
Vataniye Kanunu’nun kapsamında bulunan suçlara bakma yetkisi de verildi. 28 numaralı
kanun metni şöyledir:

Kumandanların merâtib-i askeriye arasında itaat ve inzibat teminine matuf hukuk


ve salâhiyetleri mahfuz kalmak üzere istihlâs ve istiklâl-i vatan ve hilâfet için mücahede
eden Büyük Millet Meclisi’nin amal ve makasıdına münafi olarak düşman maksat ve
menfaatini terviç yollu teşvikat ve tahrikat ve ifsadatta bulunanlar ve memleketin kuva-yı
maddiye ve maneviyesini her ne suretle olursa olsun kesir ve tenkise sâi edenler ve düşman
hesabına askerî ve siyasi casusluk edenlerle 29 Nisan 1336 tarihli Hiyanet-i Vataniye
Kanununun muhtevi olduğu mevaddan dolayı maznunualeyh bulunanların icra-yı
muhakeme ve tenfiz-i hüküm salâhiyeti İstiklâl Mahkemeleri teşekkül eden mıntakalarda
mehâkim-i mezkûreye verilmiştir. Elyevm bidayet mehâkiminde derdest-i rüyet bulunan
mevad İstiklâl Mehâkimine devredilmeyip bidayet mahkemeleri tarafından intaç
edilecektir.
26 Eylül 1336 ve 12 Muharrem 1339
Ayrıca 28 Kasım 1920’de kabul edilen 65 numaralı kanun ile bu kanunda bir
değişiklik daha yapılarak daha önce üç olarak belirlenen Mahkeme üyelerinin sayısı dörde
çıkarıldı.

İstiklal Mahkemeleri belli bir dönem, bu kanun ve eklerinde belirlenen usullere


göre yargılamalarını yaptıktan sonra 31 Temmuz 1922 tarihinde çıkarılan ve İstiklal
Mahkemelerini yeniden düzenleyen İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun on dördüncü
maddesiyle Firariler Hakkındaki Kanun ve ekleri yürürlükten kaldırıldı.

2.3. İstiklal Mehâkimi Kanunu

Sakarya Savaşı’nın kazanılmasından sonra askerden firar ve diğer suçların


azalması, İstiklal Mahkemelerine ihtiyaç kalmadığı kanaatini ön plana çıkarmış ve
Meclis’te Mahkemelerin kaldırılması gündeme gelmişti. Ancak hükümetin mahkemelere
ihtiyaç olduğunu belirtmesi üzerine bu teklifler kabul edilmemekteydi. Bununla yanında
İstiklal Mahkemelerinin geniş yetkilerle çalışmasından dolayı rahatsızlıklar vardı ve
muhalefet, Mahkemelerle ilgili bazı düzenlemeler yapmak istiyordu.200

İstiklal Mahkemelerinin kaldırılmasıyla ilgili tekliflerin verildiği sırada,


Başkumandanlık Kanunu’nda yapılan değişiklikten dolayı Başkumandan Mustafa Kemal

200
Küçük, “agm”, s.351.

95
Paşa’nın Mahkemelere tayin ettiği azaların vazifelerinin son bulduğuna karar verilerek
Mahkeme üyeleri geri çağırıldı. Ardından özel bir komisyonun hazırladığı 31 Temmuz
1922 tarih ve 249 numaralı İstiklal Mehâkimi Kanunu kabul edildi. Bu Kanun ile firariler
hakkındaki 11 Eylül 1920 tarihli kanun ve ekleri yürürlükten kaldırılarak, İstiklal
Mahkemelerinin çalışma yöntemleri yeniden düzenlendi. Buna göre yeni bir mahkemenin
kurulması Meclis çoğunluğuna bırakılarak yetki ve görevleri eskiye göre daha belirgin hale
getirildi ve daha önce temyiz edilme ihtimali olmayan idam kararlarının Meclis’in
onayından geçmesi kararlaştırıldı.201 İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun tam metni şöyledir:

İstiklal Mehâkimi Kanunu


Birinci Madde - İcra Vekilleri Heyeti’nce gösterilecek lüzum ve Büyük Millet
Meclisi’nce ekseriyet-i mutlaka ile verilecek karar üzerine icap eden mahallerde İstiklal
Mahkemeleri teşkil olunur.
İkinci Madde - Bu mahkemeler Büyük Millet Meclisi’nin ekseriyet-i mutlakası ve
rey-i hafi ile kendi azası meyanından müntahap bir reis ve iki aza ve bir müddei-i
umumiden teşekkül eder. Ancak heyet-i mahkemeye tarî olacak noksanın ikmalini teminen
ayrıca bir aza daha intihap olunur.
Üçüncü Madde - İstiklal Mahkemelerinin vezâifi ber-veçh-i âtidir:
A) Muvazzaf ve gönlü ile hizmet-i askeriyeye dahil olup da firar edenler ve firara
sebebiyet verenler ve firari derdest ve sevkinde tekâsül gösterenler ve firarileri bi’l-ihtiyar
ihfa ve iaşe ve ilbas edenler hakkında Ceza Kanunnamesi’yle Askerî Kavânininde muayyen
ceza-yı hüküm ve esbab-ı muhaffife ve müşeddide mevcut olduğu takdirde yalnız bu
fıkradaki cerâime münhasır olmak üzere tensip edeceği diğer güna mukarreratı ittihaz
eylemek;
B) 29 Nisan sene 1336 tarihli Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nun muhtevi olduğu
ceraimi;
C) Devletin emniyeti hariciye ve dahiliyesini ihlâl edenler hakkında Ceza
Kanunu’nun birinci babının birinci ve ikinci fasıllarında muharrer cerâimi;
D) Askerî ve siyasi casusluk ve suikast-i siyasi ve asker ailelerine taarruz ve
tecavüz ceraimi;
H) Seferberlikte tedarik-i vesait-i nakliye komisyonlarının suiistimalât ve
müsamahatı hakkında Askerî Ceza Kanunu’na müzeyyel 12 Şevval 1332 ve 21 Ağustos

201
TBMM Z.C., D.1, C.21-22, İ. s.77-83.

96
1330 tarihli kanun-ı muvakkatin birinci maddesini muaddil 28 Rebiyülâhır 1332 ve 2 Mart
1331 tarihli kanunda musarrah cerâimi rüyet etmek;
K) İhtilasta bulunan, rüşvet alan bilumum memurin-i mülkiye ve askeriyeyi ve
bunlara hangi sınıftan olursa olsun iştirak ve vesatet eyleyenleri;
S) Nüfuz- memuriyetinden istifade ederek halka zülüm ve işkencede bulunan
memurin-i mülkiye ve askeriyeyi muhakeme etmek.
Dördüncü Madde - Büyük Millet Meclisi lüzum gördüğü İstiklal Mahkemeleri için
üçüncü maddede muharrer vezâiften bir kısmının istisnasına karar verebilir.
Beşinci Madde - İstiklal Mahkemelerinin idamdan gayri hükümleri katî olup
infazına, bi’l-umum kuva-yı müselleha ve gayr-i müselleha-i devlet memurdur. İdam
hükümleri Büyük Millet Meclisi’nce bi’l-umum mesâile tercihan tetkik ve tasdik olunduktan
sonra infaz olunur. Şu kadar ki müstacel ve müstesna hal ve zamanda idam hükümlerinin
dahi Meclis’ce tasdik edilmeksizin infazına Meclis kararıyla mezuniyet verilebilir.
Altıncı Madde - İstiklal Mahkemeleri kararlarına bu mahkeme müddei-i
umumisinin hakk-ı itirazı vardır. Müddet-i itiraz yevmi tefhimin ferdasından itibaren üç
gündür ve itirazı vâki Büyük Millet Meclisi’nce katiyen hallolunur.
Yedinci Madde - İstiklâl Mahkemesi heyetleri her altı ayda bir intihap olunur ve bu
müddetin hitamından evvel heyet tamamen veya kısmen Meclis kararıyla tebdil
edilebileceği gibi esbab-ı teşkilin zevaliyle faaliyeti dahi tatil olunur
Sekizinci Madde - Müddei-i umumiler işbu kanun ahkâmına tevfikan muttali
olacakları cerâim hakkında takibat-ı kanuniyede bulunurlar. Tevkif ve tahliye kararlarında
müddei-i umumilerin mütalâası alınmadıkça tevkif ve tahliye yapılamaz, İstiklâl
Mahkemelerinin vasıta-i muhabere ve tebliğ ve tebellüğü Müddei-i umumileridir.
İstiklâl Mahkemelerinin mukarreratının infazı hususunda kuvve-i müselleha ve
gayr-i müsellehaya Müddei-i umumiler âmirdir.
Dokuzuncu Madde - İstiklal Mahkemelerinin evâmir ve mukarreratını infaz
etmeyenler veya infazda taallül gösterenler müddei-i umumilerinin talep ve sevki üzerine
aynı mahkemeler tarafından taht-ı muhakemeye alınırlar.
Onuncu Madde - İstiklal Mahkemeleri Askerî Ceza Kanunu’nun yedinci faslındaki
hukuk-ı emiriyeden maada hukuk-ı şahsiyeye hükmedemezler.
On Birinci Madde - İstiklal Mehâkimi ile mehâkim-i sair arasında tahaddüs edecek
ihtilâfı merci Türkiye Büyük Millet Meclisi Adliye encümenince bilcümle umuru takdimen
hallolunur.

97
On İkinci Madde - Her İstiklal Mahkemesi ketebe ve müstahdemin maaşatı asliyesi
şehrî yüz lirayı geçmeyecektir.
On Üçüncü Madde - Her İstiklal Mahkemesi ayda bir defa Heyet-i Umumiyeye
hulâsa-i hüküm ve mesai cetveli göndermeğe mecburdur.
On Dördüncü Madde - Firariler hakkındaki 11 Eylül 1336 tarihli kanun ile İstiklal
Mahkemeleri Kanunu’nun birinci maddesine müzeyyel 26 Eylül 1336 tarihli kanun ve
firariler hakkındaki 11 Eylül 1336 tarihli kanunun 2’nci maddesini muaddil 6 Rebiyülevvel
1339 ve 28 Teşrinisani 1336 tarihli kanun mülgadır.
On Beşinci Madde - İşbu kanun tarihi neşrinin ferdasından itibaren mer'idir.
On Altıncı Madde - İşbu kanun Büyük Millet Meclisi tarafından icra olunur.
31 Temmuz 1338 ve 4 Zilhicce 1340

İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun çıkarılarak, Mahkemelerin işleyişinde yapılan bu


değişikliklerin bir nedeni de Mustafa Kemal Paşa’nın giderek artan gücünü frenlemek ve
yetkilerini kısıtlamaktı. Çünkü mahkemelerin geniş yetkilerle çalışmasından ve
Başkumandanlık Kanunu’yla birlikte doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya bağlanmış
olmalarından dolayı bir rahatsızlık söz konusuydu.202 Ergün Aybars bu Kanun’un
çıkarılmasıyla birlikte “İstiklal Mahkemelerine ve M. Kemal’e karşı olanların isteği yerine
geldi” dedikten sonra bu Kanun’un bazı maddelerinden dolayı İstiklal Mahkemelerinin
çalışmalarında zaman kaybının yaşandığını ve Mahkemelerin, ihtilal mahkemeleri olma
niteliğini kaybettiğini vurgulamaktadır.203

Şark İstiklal Mahkemesi, 31 Temmuz 1922 tarihli İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun


birinci maddesine dayanılarak 3 Mart 1925 tarihinde İsmet Paşa’nın Meclis’e sunduğu
“Harekât-ı Askeriye Mıntıkasında ve Ankara’da birer İstiklal Mahkemesi Teşkili
Hakkında” 117 numaralı Meclis kararıyla kurulmuştur. Yine aynı Kanun’un beşinci
maddesine göre aciliyetine binaen Mahkeme’ye idam kararlarını uygulama yetkisi
verilmiştir.

İstiklal Mahkemelerine dayanak oluşturan İstiklal Mehâkimi Kanunu,


Mahkeme’nin faaliyet süreci içerisinde birkaç değişikliğe uğramıştır. İlk olarak 13 Şubat
1926 tarihinde 738 numaralı Kanun’la İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun 12 maddesi
değiştirildi. Değişiklik Şark İstiklal Mahkemesi’nin talebi üzerine yapıldı. Değişikliğin

202
Tuncay, “İstiklal Mahkemeleri”, s.940.
203
Aybars, age, s.122-124.

98
amacı yoğun çalışma mesaisi içerisinde olan Mahkeme’nin, özellikle de savcılığın işlerini
kolaylaştırmaktı. Mahkeme Savcısı hem dosyaları hazırlıyor hem de duruşmalarda hazır
bulunuyordu. Bu yoğun mesai karşısında savcının yetersiz kalması üzere Mahkemeye bir
savcı muavini seçilmesi ihtiyacı doğmuştu. Yapılan değişiklikle Kanun’a, gerekli olduğu
takdirde İstiklal Mahkemelerine bir müddei-i umumi muavini seçebilme maddesi konuldu.

Diğer değişiklik 29 Mayıs 1926 tarihinde 868 numaralı Kanun ile yapıldı. Ankara
İstiklal Mahkemesi üyelerinden olan Afyon Mebusu Ali ve Denizli Mebusu Necip Ali
Beylerin vermiş olduğu kanun teklifiyle İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun üçüncü
maddesinin C fıkrası değiştirildi. Değişikliğin amacı İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun
üçüncü maddesinin C fıkrasında geçen ceza numaralarının 1 Temmuz 1926 tarihinden
itibaren yürürlüğe girecek olan yeni Ceza Kanunu’na tatbik edilmesiydi.

7 Mart 1927 tarihinde Şark İstiklal Mahkemesi’nin görev süresi son bulmasına
rağmen yirmi iki yıl daha yürürlükte kalan İstiklal Mehâkimi Kanunu ve kanuna yapılan
ekler 4 Mayıs 1949 tarihinde 5384 numaralı Kanun ile yürürlükten kaldırıldı.

2.4. Takrir-i Sükûn Kanunu

578 numaralı Takrir-i Sükûn Kanunu, Şeyh Said İsyanı sonrasında yaşanan
hükümet değişikliği ile birlikte yeni Başvekil İsmet Paşa’nın teklifi ile 4 Mart 1925
tarihinde kabul edildi. İsmet Paşa, Meclis’e sunduğu kanun tasarısında bu Kanun’un
amacının, memleket dahilinde emniyet, asayiş, huzur, sükun ve kamu düzenini ihlal edecek
irtica ve ihtilal, hareket ve teşebbüslerine karşı gereken tedbirleri alarak Türkiye
Cumhuriyeti’nin nüfuz ve kudretini takviye ve inkılâbın esaslarını sağlamlaştırma ve
masum halka zarar verenlerin süratle takip ve cezalandırılması olduğunu söylemişti.
Meclis’te büyük tartışmalar sonrasında kabul edilen bu Kanun’la, memleket dahilinde
irtica ve isyan hareketlerine, kamu düzenini ve emniyeti ihlal edecek her türlü teşkilât,
tahrik, teşebbüs ve neşriyatı hükümetin men etmeye izinli olduğu vurgulanarak bu fiilleri
işleyenlerin İstiklal Mahkemelerine gönderilmesi kararı alındı. Kanunun metni şöyledir:

Takriri Sükûn Kanunu


Birinci Madde — İrticaa ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisini ve huzur ve
sükûnunu ve emniyet ve asayişini ihlâle bâis bilûmum teşkilât ve tahrika ve teşvikat ve
teşebbüsat ve neşriyatı Hükümet, Reisicumhurun tasdikiyle, re'sen ve idareten men'e
mezundur.

99
İşbu efal erbabını Hükümet, İstiklâl Mahkemesine tevdi edebilir.
İkinci Madde — İşbu kanun tarihi neşrinden itibaren iki sene müddetle mer'iyü’l-
icradır.
Üçüncü Madde —İşbu kanunun tatbikine İcra Vekilleri Heyeti memurdur
8 Şaban 1343 ve 4 Mart 1341

Türkiye Cumhuriyeti’nin bir dönemine damga vuran bu Kanun’un kabulünden


sonra Şark ve Ankara İstiklal Mahkemeleri kurulmuş ve memleket dahilinde sert tedbirler
alınmıştır. İki yıl için kabul edilen Kanun’un süresi 2 Mart 1927 tarihli 979 numaralı
kanunla iki yıl daha uzatılmış ve 4 Mart 1927 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.

Hem kabul edildiği dönemde hem de sonrasında Kanun’la ilgili çok önemli eleştiri
ve yorumlar yapılmıştır. Kanun’un kabulü sırasında yapılan tartışmalarda, kanunla birlikte
kurulan İstiklal Mahkemelerinin, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na aykırı olduğu görüşü ön
plana çıkmıştı. Feridun Fikri Bey bu Kanun’u Şüpheliler Kanunu’na benzetmiş; Kâzım
Paşa, Kanun’un açık olmayıp elastiki bir kanun olduğunu belirttikten sonra “İstiklal
Mahkemeleri şeref değildir” demiş, Rauf Orbay da anayasaya aykırı olduğunu söyleyerek,
bu Kanun’un sükûn getirmeyeceğini dile getirmişti.

Bunların yanında bir çok yazar veya araştırmacı tarafından bu Kanun’la ilgili farklı
yorumlar yapılmıştır. Shaw kitabında bu Kanun’la “İki yıl için hükümete diktatörce
yetkiler tanındığını” söylemektedir.204 Kemal Karpat ise:“1925 Takrir-i Sükûn Kanunu TC
tarihinde yeni bir devrenin başlangıcı sayılabilir. Nüfuzunu memleketin her köşesine
yaymış, teşkilâtlı muhalefeti ortadan kaldırmış olan hükümet bundan böyle bütün kuvveti
elinde tutarak iş görebilecek durumdaydı” demiştir.205 Bernard Lewis “İki yıl için
hükümete olağan üstü ve gerçekte diktatörlük yetkileri veren zecri Takrir-i Sükûn Kanunu
acele Meclis’ten geçirildi” demektedir.206

Ayrıca bu dönemde yapılan reform ve inkılâpların bu Kanun’un oluşturmuş olduğu


elverişli ortamdan istifade edilerek yapıldığı görüşü de ağır basmaktadır. Yine Bernard
Lewis bu konuyla ilgili olarak Atatürk’ün “Takrir-i Sükûn Kanunu’nun desteğine dayanan
büyük reformcu” olduğunu söylemektedir.207 Mahkeme üyelerinden olan Avni Doğan aynı
konuya değinerek “Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu Kanun etrafında duyulan endişeleri
204
Shaw, age, s.452
205
Karpat, age, s.47
206
Lewis, age, s.265.
207
Lewis, age, s.270.

100
reddederek onun en adil şekilde tatbik edildiğini ve Takrir-i Sükûn Kanunu’nun
devrimlerin yapılmasında büyük rolü olduğunu belirtmiştir” demektedir.208 Mete Tuncay
ise şunları söylemiştir: “Takrir-i Sükûn Kanunu’nun gölgesi altında çeşitli toplumsal
düzeltim girişimleriyle bu çizgi sürdürülmüş ve bunlara yurdun türlü yerlerinden yükselen
tepkiler İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla bastırılmıştır.”209

Mahkemelerde yapılan bazı hukuksuzlukları mazur görerek diğer ülkelerdeki ile


kıyaslayarak nispeten hafif telakki eden Kırçak’ın, Takrir-i Sükûn Kanunu hakkındaki
yorumu şöyledir: “Yasanın çıkarılışında, yeni kurulmuş bir devleti ayakta tutabilmek için
zorunluluk vardı denilebilir. Üstelik dünyanın her ülkesinde gerçekleştirilen rejim
değişikliklerinde ister sağ olsun ister sol ister orta yol olsun, sel gibi kan aktığını ve
insanların toplama kamplarında çürütüldüğü unutulmamalıdır… İlerici aydınların ezilmesi
ve düşünce özgürlüğünün yok edilmesi kolay örtbas edilemeyecek tarihsel bir yanlışlıktır.
İrticayı susturmak ile düşünce özgürlüğünü yasaklamak arasında çok büyük ayırım
vardır… Takrir-i Sükûn Yasası bu yönüyle toplumun ruhuna yerleşmesi gereken demokrasi
havasını uzun bir süre ortadan kaldırmış, egemen sınıfları güçlendirmiştir.”210

Mustafa Kemal Paşa ise Nutuk’ta Takrir-i Sükûn Kanunu ile İstiklal
Mahkemelerinin bir baskı unsuru olarak kullanılmadığını dile getirmiştir. Ayrıca şapka
inkılâbının kolaylıkla yapılmasında bu kanunun yürürlükte olmasının etkili olduğunu,
ancak bu kanun olmasaydı yine bu inkılâpların yapılacağını ifade etmesi dikkat çekicidir.
Mustafa Kemal Paşa’nın açıklamaları şöyledir:

“Takrir-i Sükûn Kanunu’nu ve İstiklal Mahkemelerini vasıta-i istibdat olarak


kullanacağımız fikrini ortaya atanlar ve bu fikri telkine çalışanlar oldu…

Biz, fevkalade ittihaz olunan ve fakat kanuni olan tedbirleri hiçbir vakit ve hiçbir
suretle, kanunun fevkine çıkmak için, vasıta olarak kullanmadık. Bilakis, memlekette sükûn
ve asayiş tesisi için tatbik ettik. Devletin hayat ve istiklalini, temin için kullandık. Biz, o
tedbirleri, milletin medeni ve içtimai inkişafında istifadeli kıldık…

Efendiler! Takrir-i Sükûn Kanunu’nun cari ve İstiklal Mahkemelerinin hal-i


faaliyette bulunduğu müddet zarfında yapılan işleri göz önüne getirecek olursanız,

208
Doğan, age, s.168.
209
Tuncay, age, s.155
210
Çağlar Kırçak, Cumhuriyet’ten Günümüze Gericilik, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayın. Mart
2001, s.32.

101
Meclis’in ve milletin emniyet ve itimadının, tamamen mahalline masruf olduğu
kendiliğinden anlaşılır.

Memlekette ika edilen, büyük isyan ve suikastlar bertaraf edilerek, temin olunan
asayiş ve huzur, elbette, umumca mucib-i memnuniyet olmuştur.

Efendiler, milletimizin başında, cehil, gaflet ve taassubun ve terakki ve temeddün


düşmanlığının alamet-i farikası gibi telakki olunan fesi atarak onun yerine bütün medeni
alemce serpuş olarak kullanılan şapkayı giymek ve bu suretle, Türk milletinin, medeni
hayat-ı içtimaiyeden, zihniyet itibarıyla da, hiçbir farkı olmadığını göstermek bir lazıme
idi. Bunu, Takrir-i Sükûn Kanunu câri olduğu zamanda yaptık. Bu kanun câri olmasaydı,
yine yapacaktık. Fakat bunda, Kanun’un meriyeti de suhuletbahş oldu denirse, bu, çok
doğrudur. Filhakika, Takrir-i Sükûn kanununun meriyeti, bazı mürtecilerin, milleti vâsi
mikyasta tesmim etmesine meydan bırakmamıştır...”211

3. Mahkemenin Özellikleri

3.1. Yargı Sahası

Şark İstiklal Mahkemesi’nin yargı sahası 23 ve 25 Şubat 1925 tarihli tezkerelerde


“Harekât-ı isyaniye sahası” olarak tabir edilen ve idare-i örfiye ilan edilen on dört vilayet
ile iki kaymakamlık merkezini kapsamaktadır. Bunlar Muş, Ergani, Elaziz, Genç, Mardin,
Diyarbekir, Bitlis, Urfa, Siverek, Siird, Dersim, Malatya, Van, Hakkâri Vilayetleri ile
Hınıs ve Kiğı Kaymakamlıklarıdır.

3.2. Gezici Mahkeme

Şark istiklal Mahkemesi gezici bir mahkeme idi. Görev alanı içerisinde bazı vilayet
merkezlerine uğrayarak yargılamalarını yapmaktaydı. Mahkeme, gideceği şehirlerin
valiliklerine, hareketinden yaklaşık on gün kadar önce yazı yazarak mahkemenin
geleceğini ve yapılması gereken hazırlıkları bildirmekteydi. Vazifesine ilk olarak
Diyarbekir’de başlayan Mahkeme, yargılamalarını daha çok Diyarbekir ve Elaziz’de yaptı.
Bunun haricinde Urfa ve Malatya’ya da giden mahkeme, Urfa’da da bir yargılama
yapmıştır.

211
Atatürk, age, Cilt 2, s.894-895.

102
12 Nisan 1925’te Diyarbekir’e gelerek göreve başlayan Mahkeme, 30 Haziran
1925’te 70 numaralı dosyayı karara bağladıktan sonra Temmuz ayı başında Urfa’ya
geçmiştir. Yaklaşık bir hafta burada kalmış ve 5 Temmuz 1926’da 71 numaralı dosyayı
karara bağlamıştır. 7 Temmuz’da tekrardan Diyarbekir’e gitmiş ve 11 Temmuz’da
Diyarbekir’den Elaziz’e hareket etmiştir. Elaziz’de 18 Temmuz’da yargılamalara başlamış
ve buradaki en son kararını 19 Nisan 1926 tarihinde vermiştir. Mahkeme Elaziz’de
bulunduğu bu ilk görev süresi içerisinde 72 ila 461 numaralı dosyaları karara bağlamıştır.
24 Nisan 1926’da Malatya’ya hareket eden Mahkeme, 28 Nisan’da Elaziz’e geri
dönmüştür. Malatya’da bulunduğu süre içerisinde herhangi bir yargılama yapmamıştır.
Elaziz’e dönünce 2 Mayıs 1926’da 462 numaralı dosyayı karara bağlamıştır. Ardından 10
Mayıs 1926’da Diyarbekir’e ikinci kez giden Mahkeme 19 Mayıs’ta yargılamalara
başlamış ve burada 546 numaralı dosyayı 18 Temmuz 1926 tarihinde karara bağladıktan
sonra 21 Temmuz 1926’da Elaziz’e geri dönmüştür. Mahkeme Elaziz’e bu ikinci
gelişinden sonra bir daha yer değiştirmemiş ve 7 Mart 1927 tarihinde görev süresi dolana
kadar yargılamalarına burada devam etmiştir. Mahkeme, yer değişikliklerine rağmen asıl
yargı merkezi olarak Elaziz’i seçmiş ve kararların çoğunu orada vermiştir.212

3.3. Yargılama Şekli

İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun sekizinci maddesine göre Şark İstiklal


Mahkemesi’nin yerel mahkeme ve makamlarla yazışmaları Mahkeme Savcılığı üzerinden
yapılmaktaydı. Yerel savcılıklar ve Divan-ı Harpler ve diğer makamlar isyanla alakalı
olarak yakaladıkları kişileri yargılanmak üzere İstiklal Mahkemesi Savcılığına bildiriyor,
Savcılık bunlarla ilgili ön çalışmayı yapıp kendi yetki alanına giren zanlılarla ilgili
iddianameyi hazırladıktan sonra İstiklal Mahkemesi Başkanlığına gönderiyordu. Esasen
mahkemenin bir istintak dairesi (sorgu hâkimliği) olmadığı için mahkeme daha çok yerel
savcılıklarla çalışıyor ve ön sorgu işlemlerini yerel mahkemeler tarafından yapılıyordu.
İstiklal Mahkemesi Savcısı Süreyya Bey, gerekli gördüğü durumda bazı kişilerin
ifadelerini de almaktaydı.

Bir kişinin muhakemesi başlamadan önce Usul-ı Muhakemat-ı Cezaiye


Kanunu’nun 248 ve 249’uncu maddeleri gereğince mahkeme heyetinin önüne çıkarılarak;
adı, baba adı, yaşı, mesleği sorulup hüviyeti tespit edildikten sonra avukat tutup tutmadığı
soruluyor, zanlıların avukat tutmadığını söylemesi halinde avukat tutması bildiriliyordu.
212
Şark İ.M. 650 Numaralı Karar Defteri.

103
Yargılama, bir başkan ve iki üyeden oluşan Mahkeme Heyeti tarafından yapılmakta
idi. Savcı da yargılama esnasında hazır bulunuyordu. Yargılama başladıktan sonra
iddianame okunup Savcı tarafından dava ile ilgili açıklama yapılmasının ardından sanık
veya sanıkların sorgusuna geçiliyordu. İstiklal Mahkemesindeki bütün yargılamalar aleni
olarak ve kalabalık bir dinleyici kitlesi huzurunda yapılıyordu. Verilen kararlardan sonra
alkışlamalarda olmaktaydı. Kararlar mahkûmların yüzlerine bildiriliyordu.

Yargılamaların gece yarılarına kadar devam ettiği oluyordu. Örneğin Mahkeme’nin


ilk yargılaması olan Şeyh Eyüb ve Dr. Fuad’ın yargılamaları gece 12’ye kadar devam
etmiş ve aynı gece bu kişilerin idam kararları Meclis’e bildirilmişti.213 Yargılamalar hem
vicahen yani yüz yüze hem de sanıkların gıyabında yapılmakta idi. Gıyabında yargılaması
yapılarak hakkında hüküm verilen şahıslar, yakalanmalarının ardından tekrardan hâkim
karşısına çıkarılmaktaydılar.

İstiklal Mahkemesinde yargılanan tüm mahkûmların fotoğrafları çekilmekteydi.


Dahiliye Vekili Cemil Bey 19 Nisan 1925’te yazdığı yazıda isyanla alakadar bulunan
şahısların münferit ya da grup halinde, reislerin ise ikişer parça münferit fotoğraflarının
gönderilmesini istemiş, Savcı Ahmed Süreyya Bey de bu fotoğrafların gönderileceğini
bildirmişti. Ancak Şark İstiklal Mahkemesi dosyaları içerisinde sanıklara ait pek fotoğraf
bulunmamaktadır.214

Yargılanmayı bekleyen sanıkların hepsi Diyarbekir veya Elaziz’deki


hapishanelerde tutulmuyordu. Civar kaza ve nahiye hapishanelerinde de İstiklal
Mahkemesi sanıkları bulunmaktaydı. Muhakeme vakti gelen sanıkların mahkemeye
getirilmesi için maznunun bulunduğu yerin savcılığına yazı yazılarak muhakemenin tarihi
bildiriliyor ve kişinin muhakeme tarihinde hazır bulunması isteniyordu. Sanığın istenilen
tarihte mahkemeye ulaşmasının mümkün olmadığı durumlarda, yerel savcılıkların
muhakeme tarihinin değiştirilmesini istediği de oluyordu.215

Bir sanığın mahkeme huzuruna çıktıktan sonra muhakemesi çok uzun sürmemekte
idi. Bir maznunun sorgusuna geçildiği zaman, daha önce alınmış olan ifadesi var ise
öncelikle bu ifadeler okunuyordu. İfadeler oldukça ayrıntılı idi. Bu yüzden bazıları hariç
sanıkların Mahkeme tarafından yapılan sorguları çok uzun sürmemekte idi. Bunun yanında

213
İM/T14/55/87
214
İM/T12/84/805-2/50/1-2
215
İM/T12/97/843-1/12/8-11

104
sanık hakkında mektup vesaire delillerde mahkemede okunmakta idi. Muhakeme esnasında
Savcı da yeri geldiği zaman söz alarak sorular sormakta ve fikirlerini söylemekteydi.

Şunu söylemek gerek ki Mahkeme Heyeti, İsyan’ın amaç ve maksadı konusunda


kesin fikre sahip olduğu için, özellikle Şeyh Said davası gibi önemli kişilerin yargılandığı
davalarda, üzerinde durduğu birkaç konu oluyordu. Bunlar: “İsyanın amacı ne idi?”,
“Önceden tertip edilmiş miydi?”, “Herhangi bir dış bağlantı var mıydı?”, “Diyarbekir’in
işgal edilmek istenmesinin amacı ne idi ve buradan herhangi bir yardım alınmış veya
şehirden birileriyle irtibata geçilmiş miydi?” Mahkeme zanlılara daha çok bu konular
üzerinde yoğunlaşan sorular sormuştur. Bunları sorarken de daha çok isyanla alakalı olan
başka kişileri ortaya çıkarmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

3.4. Mahkemenin Baktığı Suçlar

İstiklal Mahkemelerinin hangi suçlara bakacağı 31 Temmuz 1922 tarihli İstiklal


Mehâkimi Kanunu’nun üçüncü maddesiyle belirlenmişti. Ayrıca aynı Kanun’un onuncu
maddesinde Mahkemelerin şahsi hukuk davalarına hükmedemeyecekleri yazılıydı.

Şark İstiklal Mahkemesi göreve başladıktan sonra 18 Haziran 1925 tarihinde 103
numara ile yayınladığı beyanname ile İstiklal Mahkemesinin bakacağı suç çeşitlerini ilan
etmiştir. Bu beyannamede hem İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun üçüncü maddesinde geçen
suçlara hem de Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile Takrir-i Sükûn Kanunu’nda geçen suçlara
atıf yapılmıştır.216

103 numaralı beyanname şu şekildedir;

İstiklal Mahkemelerinin rü’yet edeceği mevadd-ı cürmiyeber-vech-i âtidir.


A:
1- Muvazzaf ve gönüllü asker olup da firar edenleri
2- Firara sebebiyet verenleri
3- Firari derdest ve sevkinde tekâsül gösterenleri
4- Firarileri ihfa, iaşe ve ilbas edenleri
Haklarında Ceza Kanunnamesiyle, Askeri Kavânin’de muharrer cezayı ve icap
ederse kanun haricinde ve münasip görecekleri cezayı tertip ederler.
B:

216
İM/T12/87/814/12/15 Belge 6

105
1- Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 15 Nisan 339 tarihli muaddel birinci
maddesinde muharrer ceraimi
2- Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun muaddel birinci maddesiyle müzeyyel 25 Şubat
341tarihli kanunda musarrah ef’al-i memnuayı
3- 4 Mart 341 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu’yla musarrah ef’al-i memnuayı
H:
Kanun-ı Ceza’nın birinci babının birinci ve ikinci fasıllarında muharrer emniyet-i
dahiliyeve hariciyeyi ihlal cürmüyle mürettep 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54 ve zeyli 55, 56, 57,
58 ve zeyilleri 59, 60 ve zeyli 61,62 ve zeyli 63, 64, 65, 66’ncı maddelerde muharrer
mevaddı
1- Askerî ve siyasi casusluk ve su-i kasd-ı siyasi ve asker ailelerine taarruz ve
tecavüz ceraimi Askeri Ceza Kanunu’na müzeyyel 21 Ağustos 330tarihli Kanun-ı
Muvakkat’ın birinci maddesine muaddil 2 Mart 331 tarihli kanunda musarrah ceraim
2-İhtilasda bulunan, rüşvet alan bilumum memurîn-i mülkiye ve askeriyeyi ve
bunlara hangi sınıftan olursa olsun iştirak eyleyenleri
3- Nüfuz-ı memuriyetten istifade ederek halka zulüm ve işkence eden memurîn-i
mülkiyeve askeriyeyi ve bunlara müteferri ahval ve ef’al-i cürmiyeyi takip, tahkik ve
muhakeme etmek İstiklal Mahkemesince münhasır vazaif-i kanuniyedendir.
Zaman içerisinde bu beyannameye ek olarak iki beyanname daha çıkarılmıştır.
Birincisi 3 Ağustos 1925 tarihli tamimdir. Buna göre 103 Numaralı beyannamenin A
fıkrasında geçen “Asker firarileri ve firara sebebiyet verenler ve bunları ihfa, iaşe ve ilbas
edenleri ve derdestlerinde tekâsül gösterenlerin” İstiklal Mahkemesine gönderilmeyerek
Divan-ı Harplere teslim edilmesi istenmiş, hatta bu suçlarla ilgili olup mahkemeye sevk
edilen ve yollarda olanların da en yakın Divan-ı Harplere gönderilmesi bildirilmiştir.217

İkinci olarak 21 Eylül 1925 tarihinde çıkarılan tamim ile bazı yerel mahkemelerin
seneler önce meydana gelmiş ve İsyan ile alakası olmayan suçlara ait dosyaları
mahkemeye gönderdiği, bu işlemin İstiklal Mahkemesinin iş yoğunluğunu artırdığı, bu
yüzden yalnızca İsyan ile alakalı ve İstiklal Mahkemesi Kanunu’na dâhil olan şahısların
mahkemeye sevk edilmesi istenmiştir.218 Örneğin asayişin ihlaline dair olan davalara
bakmak Mahkeme’nin yetkisinde idi ancak bazı makamlar İsyan’dan önceki dönemde
işlenmiş olan asayişi ihlal davalarını da İstiklal Mahkemesine göndermekteydi. İstiklal

217
İM/T12/87/814/11/16
218
İM/T12/87/814/11/14-15

106
Mahkemesi Savcılığı, bu tür davaları kabul etmeyerek ait olduğu makamlara iade
etmekteydi.219

3.5. Şahsi Hukuk Davaları

İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun onuncu maddesi gereğince, İstiklal Mahkemeleri


Askerî Ceza Kanunu’nun yedinci faslındaki hukuk-ı emiriyeden (öşür) başka hukuk-ı
şahsiye davalarına bakması men edilmişti. Bu yüzden Mahkeme şahsi hukuka ait olan
davaları yargı alanına girmediği gerekçesiyle kabul etmemekte idi.220
Bu konuda Ankara ve Şark Mahkemelerinin uygulama farklılığını ve aynı kanuna
tabi olan mahkemelerin, aynı hukuk anlayışı ile hareket etmediğini gösteren dikkat çekici
bir olay yaşanmıştır. Mevzu Şark İstiklal Mahkemesi’nde idam edilmiş olan Hoca
Askeri’nin Mersin’de bir Hıristiyan tüccar nezdinde kalan para ve malları ile ilgilidir.

Hoca Askeri önce Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmış, daha sonra Şark
İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilerek yargılaması sonucunda idam edilmiştir. Hoca Askeri
ticaretle uğraştığı için bir miktar serveti bulunmaktaydı. Ankara İstiklal Mahkemesi
Savcısı, 16 Haziran 1925’te bir gazetede Hoca Askeri’nin servetiyle ilgili çıkan haber
üzerine Şark İstiklal Mahkemesi Savcılığına yazdığı yazıyla “verese ve eytama”
(mirasçılar ve öksüzler) ait hukukun muhafazası için bu konuyu tahkik etmelerini ve bu
işin Mahkeme’nin salahiyeti dâhilinde olduğunu bildirmiştir. Şark İstiklal Mahkemesi
savcısı Ahmed Süreyya Bey ise karşılık olarak yazdığı yazı ile İstiklal Mahkemelerinin
şahsi hukuku ilgilendiren bu tür meseleleri takip etmeye izinli ve mecbur olmadığını
söylemiş ve meselenin Dahiliye ve eytam muamelatıyla halledilmesini istemiştir. Ancak
Ankara Savcısı konuyla ilgili tekrardan yazı yazarak konunun halledilmesini ve bunun
Mahkeme’nin yetkisi dahilinde olduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Ahmed Süreyya
üslubunu biraz daha sertleştirerek, “İstiklal Mahkemesi, onun bunun veresesinin varisi
olamaz” diyerek cevap vermiş ve dosya birkaç defa bu şekilde iki Savcılık arasında gidip
gelmiştir.

Necib Ali ile Ahmed Süreyya arasında geçen bu yazışmalar, Mahkeme dosyaları
arasında yer almaktadır. Bu karşılıklı yazışmalar Ahmet Süreyya Bey’den sonra
Mahkeme’nin Savcılığını yapmış olan Avni Doğan’ın da dikkatini çekmiş olacak ki bu
belgelerin üzerine “İki Müddei-i Umuminin tarz-ı tefekkürlerini gösterir hoş bir vesikadır”
219
İM/T12/85/805-6/187/2
220
İM/T12/85/805-7/211/2-3

107
notunu düşmüştür.221 İki Mahkeme de aynı kanunlara göre yargılama yapmasına rağmen
bu tür uygulama farklılıkları olmakta idi. İstiklal Mahkemelerinde yargılanan Mebuslarda
da Mahkemeler farklı uygulamalara gitmiştir. Örneğin Şark İstiklal Mahkemesi,
yargılanacak olan Mebusların dokunulmazlıklarının kaldırılmasını istemesine rağmen
Ankara İstiklal Mahkemesi böyle bir uygulamaya ihtiyaç duymamıştır.222

3.6. İstiklal Mahkemesi İle İlgili Olmayan Yargılamalar

Yukarıda belirtildiği gibi İstiklal Mahkemeleri, isyanla alakalı suçlara bakmakta idi.
Ancak isyanla alakası olmayan, adam öldürme ve gasp gibi suçlardan zanlı olan bazı
kişilerin İstiklal Mahkemesinde yargılanması bazı sebepler doğrultusunda uygun
görülmüştü.

Örneğin: 3. Ordu Müfettişi İzzeddin Bey, İstiklal Mahkemesi Savcılığına yazdığı


yazı ile Hizan’da çeşitli cinayetler işleyen, halkı korkutan ve haklarında gıyaben idam
kararı verilmiş olan Şeyh Mazhar, Telli Bey ve birkaç kişinin Hizan bölgesinde idam
edilmelerinin hükümetin güç ve adaletini, bölge halkı üzerinde daha yüksek tecelli
ettireceğini bildirmiş ve bu kişilerin İstiklal Mahkemesine sevk olunarak, orada muhakeme
olunmalarını talep etmiştir. Savcı Ahmed Bey ise bu kişilerin işlemiş olduğu suçların katil
ve gasp gibi suçlar olduğunu, isyanla alakadar olmadığı gerekçesiyle bu kişilerin İstiklal
Mahkemesine sevkinin mümkün olmadığını bildirmekle birlikte belirtilen amacın kabule
değer olduğu cihetle bu konuda Bakanlar Kuruluna yazı yazılmasını ve Bakanlar
Kurulunun, Takrir-i Sükûn Kanunu’nun verdiği yetki ile bu tür kişileri İstiklal
Mahkemesine sevk edebileceğini bildirmişti. Bu yazışmalar 1926 yılı Mayıs içerisinde
yapılmıştır. Daha sonra bu kişilerden Şeyh Mazhar İstiklal Mahkemesine sevk edilmiş ve 9
Ocak 1927 tarihinde hakkında idam kararı verilmiştir.223

Bunun yanı sıra İstiklal Mahkemesi dosyalarında bu konu ile ilgili olarak
Haralambos isminde bir kişiye ait bazı evraklar dikkat çekmektedir. Haralambos aslen
Kayserili olup İstanbul’da ikamet eden ve mütareke yıllarında Divan-ı Harb-i Örfi Müddei-
i Umumiliğinde bulunmuş olan bir avukattır. 23 Ağustos 1925 tarihinde İstiklal
Mahkemesi savcılığının İstanbul Polis Müdüriyetine yazdığı yazı ile bu kişinin şark isyanı
ile alakası olduğu, tahkikatın yapılarak ve tevkif edilerek ilk trenle Elaziz’e gönderilmesi

221
İM/T12/85/805-6/170/1-6
222
Tuncay, age, s.167.
223
İM/T12/90/827/63/1-2-3

108
istenmiştir. Bunun üzerine Haralambos 24 Ağustos’ta evrakıyla birlikte Şark İstiklal
Mahkemesi’ne sevk edilmiştir. Bu şahsa ait İstiklal Mahkemesi evrakında herhangi bir
yargılama ve yazışma bulunmamaktadır. İsyanla ne gibi alakası olduğuna dair bir belge de
mevcut değildir. Yalnız 31 Ağustos 1925 tarihinde İstanbul Polis Müdüriyetinden yazılan
bir istihbarat yazısında bu şahsın Nemrud Mustafa Divan-ı Harbinde vazife yaptığı esnada
Şeyhülislam Hayri Efendi’yi bizzat sorgulayıp, işkence yaptığı bildirilmektedir.224

3.7. Firari Asilerin Teslim Olma ve Yakalanma Şekilleri

Firar etmiş olan isyancıların, özellikle asi reislerinin yakalanması için çeşitli yollara
başvurulduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Siirt vilayetinde firar halinde olan bazı asi reisleri
(Reşkotan ve Bekiran aşiret reisleri Rızo ve Keleş) ile irtibat halinde olan valilik, firarilerin
yakalanması için bölgedeki kişileri aracı yapıyordu. Asi reisleri, aracı olan bu kişilere
teslim olacaklarını söylüyor ve hükümetin haklarında ne gibi bir muamele yapacaklarını
anlamaya çalışıyorlardı. Yetkililer bu tür “birinci dereceden” şahısları yakalamak ve onları
ürkütmemek amacıyla, daha önceden teslim olan “ikici dereceden” bazı isyancıların
tutuklanarak İstiklal Mahkemesine sevk edilmelerini geçici olarak erteliyor ve aileleri ile
birlikte belirlenen yerlerde ikamet etmelerine müsaade ediyorlardı.225

Bu tür uygulamalar yüzünden farklı olaylarda yaşanmakta idi. Yukarıda bahsedilen


konu ile ilgili Siirt vilayetinde meydana gelen dikkat çekici bir olay yaşanmıştır.
Fettahpaşazade Kubinli Aziz Bey oğlu Musa ve Cemil Bey oğlu Mehmed Bey adında iki
kişi, Garzan Savcısı tarafından, casusluk suçlamasıyla tutuklanarak İstiklal Mahkemesine
sevk edilmek istenmiştir. Ancak 18. Alay Kumandanı ve İdare-i Örfiye Kumandanı Ruşen
Bey, Savcının kararını tanımayarak, bu iki kişiyi serbest bıraktırıp kendisinden habersiz
hiçbir işlemin yapılmamasını istemiştir. Bu olay üzerine Garzan Savcısı Sabri Bey durumu
İstiklal Mahkemesine şikâyet etmiştir. İstiklal Mahkemesi ilk başta Ruşen Bey’in bu
uygulamasını gayr-ı kanuni görmüş, Alay Kumandanı’nın bu kişileri teslim etmesini, aksi
takdirde kendisinin İstiklal Mahkemesine sevk edileceğini gerekli makamlara yazmıştır.
Ardından Siirt valisinin yaptığı tetkikat ile olayın daha farklı olduğu anlaşılmıştır. Vali
hazırladığı raporda bu kişilerin Hazo isyanında ve Cemil Çeto’nun yakalanma harekâtında
hizmeti geçmiş, istihbarat işlerine bakan ve ayrıca Rızo ve Keleş’in teslim olmaları
konusunda aracılık etmekte olan kişiler olduğunu bildirmiştir. Ayrıca Siirt Valisi, Garzan

224
İM/T12/81/800-1/1/3; İM/T12/81/800-1/1/1
225
İM/T12/88/822/15/9

109
Hâkimi ve savcısının bu tür müdahaleleriyle bazı askeri harekâtın başarısız olduğunu da
raporunda bildirmiştir. Vali, hâkimin Siirtli bir Arap, savcının ise Bitlisli bir Kürt
olduğundan ve bu kişilerin kendi emellerine ters olan durumlarda, meseleyi başka hallere
sokarak İstiklal Mahkemesini meşgul ettiğini bildirmişti. Neticede yukarıda ismi geçen
Musa ve Mehmed’in İstiklal Mahkemesinde yargılanmasına bir sebep olmadığı görülmüş,
Garzan hâkim ve savcının görevine ise son verilmiştir.226

Bunun yanında Silvan bölgesindeki isyan liderlerinden olan Şeyh Şemseddin de


firar halinde iken bu tür bir pazarlık sonrasında teslim olmayı kabul etmişti. Şeyh Said’in
yakalanması ise Binbaşı Kasım Bey ile olan muhabereler sonrasında gerçekleştirildiğine
daha önce değinilmişti. Ayrıca Şeyh Şerif’in yakalanması da yine isyan zamanında
isyancılara katılmış olan Jandarma Hamid’in yardımları ile sağlanmıştır. Hamid hakkında
hazırlanan fezlekede, onun isyana katıldığının sabit olduğu, ancak Şeyh Şerif’in
yakalanmasında da yegâne sebebin kendisi olduğu belirtilerek, ordu müfettişliğinin
yayınlamış olduğu beyannameden istifade ederek affedilmesinin uygun olacağı
söylenmişti. Ancak İstiklal Mahkemesinde Şeyh Şerif’i nasıl yakalattığını anlatan
Jandarma Hamid idamdan kurtulamamıştır.

3.8. Delil ve Kanaat-i Vicdaniye

Taha Akyol, Mahkeme kararlarının, partizan üyeler tarafından, delile göre değil
kanaat sistemine göre verildiğini söylemektedir.227 Şark İstiklal Mahkemesi kararlarına
bakıldığında heyetin vicdani kanaatinin önemli olduğu açıktır. Mahkeme bir kişinin
beraatına karar vereceği zaman, kişinin suçlu olduğuna veya isyanla alakalı olduğuna dair
“kanaat-i vicdaniyeyi temin edecek” bir delil veya emare olmadığından beraatına diyerek
kararlarını vermekteydi. Aynı şekilde bir kişinin cezalandırılmasına karar verilirken de,
zanlı hakkında yapılan ihbar ve şehadetler ile kanuni delil ve emarelerin sabit olduğu
vurgulanarak kişinin suçluluğuna “kanaat-i vicdaniye hâsıl olduğundan” denilerek
cezalandırılmasına karar veriliyordu. Bu açıdan bakıldığında mahkemenin kararlarını
verirken delil unsurunu kullanmadığını iddia etmek pek mümkün değildir. Ancak burada
tartışılması gereken mahkemeye sunulan delillerin sıhhati ve yeterliliği ile şahitlerin
ifadelerinin doğruluğudur.

226
İM/T12/88/822/15/1-29
227
Akyol, age, s.503.

110
Bir kişinin İstiklal Mahkemesinin sanıkları arasında yer almasında, askerî ve sivil
makamların tutmuş oldukları raporlar ile şahitlerin vermiş olduğu ifadeler ve verilen
ihbarlar etkili olmaktaydı. Bu rapor ve ihbarlarda o köy veya kasabadan kimlerin silahlı
olarak cepheye gitmiş olduğu ve şehirlerde ne gibi propaganda faaliyetlerinde bulundukları
yazmaktaydı.

Diğer yandan isyancıların kendi aralarında yapmış oldukları yazışmaların ve


mektupların, bir kişinin İsyan’a iştirak ettiğini gösteren en önemli delillerden olduğu
anlaşılmaktadır. Genellikle imzalı olan, İsyan’ın sevk ve idaresinden bahseden mektuplar
muhakeme sırasında yeri geldiği zaman sanıklara gösterilmekte ve mahkemede
okutulmakta idi. Bu tür açık bir delil olması nedeniyle sanıkların bazıları imzası olan
mektupları sahiplenmeyerek inkâr ediyordu. Bir kısmı ise mektupların başkaları tarafından
kendi isimleriyle yazıldığını iddia etmekteydiler.

Muhakeme sırasında bir sanığın, başka bir kişi hakkında verdiği ifadeye göre
yargılamalar da yapılmakta idi. Örneğin Cemilpaşazelerin Şeyh Said davasında dâhil
edilmesi muhakeme esnasında iki sanığın, onlar hakkında duyuma dayanarak verdiği ifade
sonrasında olmuştu. Yine gazetecilerin yargılanması Şeyh Said ve Kasım Bey’in
ifadelerinin bir neticesi olarak ortaya çıkmıştı.228

Bu konuda dikkat çeken bir dava da eski Ayan üyelerinden ve Kürdistan Teali
Cemiyeti eski reisi Seyyid Abdülkadir’in yargılamasıdır. Daha önce ayrıntılarına
değinildiği üzere Seyyid Abdülkadir isyanın asıl tertipçilerinden olmak ile suçlanarak
İstanbul’da tutuklanmış Diyarbekir’e getirilmiştir. Onun suçlu olduğuna dair ileri sürülen
en önemli delil İstanbul Polis Müdüriyeti tarafından hazırlanan raporlar olmuştur. Bu
belgeler Seyyid Abdülkadir’in adamı Palulu Sadi’nin İngiliz yetkili sanarak İstanbul Polis
Teşkilâtından bir memurla isyan üzerine yaptığı pazarlıklardan bahseden gizli raporlardan
oluşmaktaydı. Abdullah Sadi, mahkemede bu görüşmelerin kendisi tarafından yaptığını
itiraf etmiş hatta bu görüşmeleri Seyyid Abdülkadir’in bilgisi dahilinde ve onun adına
yaptığını iddia etmişti. Sadi, bunun yanında birkaç iddiada daha bulunmasına rağmen,
görüşmeleri Seyyid Abdülkadir adına yaptığına dair kendi itirafından başka bir delil
bulunmamaktadır ve Seyyid Abdülkadir bu iddiaları mahkemede reddetmiştir. Seyyid
Abdülkadir, esas olarak bu raporlara ve Sadi’nin itiraflarına dayanılarak idam edilmiştir.
Ergün Aybars mahkemede delil olarak kullanılan bu gizli rapor hakkında şunları

228
Örgeevren, age, s.151.

111
söylemektedir: “Bu raporlar, Türk polisinin yaptığı gizli çalışmalar sonucu hazırlanmıştır.
Olağan dönemin hukuk mahkemelerinde bu çeşit gizli raporlar delil kabul edilemez.
Ancak, İstiklal Mahkemeleri olağanüstü yetkilere sahip inkılâp mahkemeleri olduklarını,
olağanüstü tehlikeler içinde, özellikle karşıdevrimi bastırmak için çalıştıklarını göz önüne
almak gerekir.”229

Bununla birlikte sanıkların mahkemede yaptıkları savunmalara bakıldığı vakit


birçoğu, haklarında ihbarname veren kişilerin kendi düşman ve hasımları olduğunu öne
sürmüşlerdir. Bunlara bölgede çalışan devlet memurlarının vermiş olduğu ihbarlar da
dâhildir. Şark İstiklal Mahkemesi’nde isyancılarla beraber hareket ettiği gerekçesiyle
yargılanmış birçok memur da bulunmaktadır. Bu memurlar hakkındaki ihbarların
birçoğunu yine aynı yerdeki diğer memurlar vermekteydi. Örneğin Genç Valisi İsmail
Hakkı Bey hakkında bölge memurları tarafından verilen olumsuz ihbarları, İsmail Bey’in
kendisi bu kişilerle olan husumetine yüklemekteydi. Bu konuda enteresan bir olay da
Hanili Mustafa ve Salih Beylerle ilgilidir. Bu kişiler, Mahkeme huzurunda kendi haklarına
ihbar veren kişilerin, düşmanları olduğunu söyleyince; Ali Saib Bey, bu tür hakikatlerin
hasımlardan çıkacağını söylemişti.

Yerel savcıların sanıklar hakkında hazırlamış olduğu fezlekeler de önemlidir.


Mahkemenin genelde bu fezlekelerde belirtilen görüş doğrultusunda kararlarını almış
olduğu anlaşılmaktadır. Bu fezlekeler, yapılan ihbarların önüne de geçmekteydi. Örneğin
Şeyh Said davasında yargılanan altmış yaşındaki Monla Süleyman hakkında Çapakçur
Tapu Memuru, Fahran Nahiye Müdürü, Çapakçur Kaymakamı rapor vermiş ve Şeyh Said
ile birlikte gezdiğini ihbar etmişlerdi. Hatta Genç Jandarma Kumandanlığı Monla
Süleyman’nın cepheye dahi gittiğini bildirmişti. Ancak bu ihbarlara rağmen tahkik
heyetinin İstiklal Mahkemesine gönderdiği fezlekede bu kişinin suçluluğunun
anlaşılamamış olduğu yazılmış ve İstiklal Mahkemesi bunu esas alarak bu kişi hakkında
beraat kararı vermiştir.

Yine bazı raporlara rağmen hakkında yeteri kadar delil bulunamadığı için beraat
eden başka maznunlar vardır. Şeyh Said ile aynı davada yargılanan elli beş yaşındaki
rençber Ahmed, askerlerin Rotcan Dağlarında tarama yaptığı bir sırada silahlı olarak
yakalanmış ve Divan-ı Harp tarafından hakkında tahkikat yapılarak İstiklal Mahkemesine
sevk edilmiştir. 19. Alay 1. Bölük tarafından tutulan raporda, bu kişinin İsyan’a iştirak

229
Aybars, age, s.239.

112
ederek birçok cephede bulunduğu ve yakalandığı zaman kendisine çoban süsü vererek
kurtulmaya çalıştığı yazılı olmasına rağmen İstiklal Mahkemesi yeteri kadar delil
bulunmadığı gerekçesiyle bu kişi hakkında beraat kararı verilmiştir.

3.9. Maznunların Dava Vekili (Avukat) Tutma Hakkı

İstiklal Mahkemeleri ile ilgili tartışma konularından biri de zanlıların avukat tutma
hakları olup olmadığı veya bu hakkı kullanıp kullanamadıklarıdır. Taha Akyol, İstiklal
Mahkemelerinde hiçbir zaman avukat olmadı demektedir. Bunun yanında bu konuda
yazılmış birçok kitapta aynı görüş paylaşılarak İstiklal Mahkemelerinde avukat olmadığı
yazmaktadır.230 Ankara İstiklal Mahkemesi’nin, sanıkların bu hakkını pek önemsemediği
açıktır. İzmir Suikastı davasında yargılanan İzmir Mebusu Şükrü Bey, bir avukat tutacağını
söylemesi üzerine, Mahkeme Reisi Ali Çetinkaya’nın “İstiklal Mahkemeleri, dava
vekillerinin cambazlığına gelmez…. Avukatlarla falan geçirecek vaktimiz yok” demesi, bu
durumu açıkça ortaya koymaktadır.231

Ancak konumuz olan “Şark İstiklal Mahkemesi’nde” bu durumun biraz daha farklı
olduğu anlaşılmaktadır. Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmed Süreyya Bey bu konuya
çok dikkat ve hürmet gösterildiğini ve sanıkların müdafaa haklarını tamamen serbest
olarak kullanabilmelerine büyük ehemmiyet verilerek müdafaalarını yapmak üzere avukat
tutabileceklerinin sanıklara her vakit önceden bildirildiğini söylemektedir.232 Savcının
söylediği gibi, Şark İstiklal Mahkemesi’nde sanıklar yargılanmaya başlamadan önce, Usul-
i Muhakemat-ı Cezaiye Kanunu’nun 248. maddesi gereğince Mahkeme Heyeti huzuruna
çıkarılarak ön sorguları yapılıp hüviyetleri tespit edildikten sonra, yine aynı Kanun’un 249
ve 350 numaralı maddeleri gereğince her birisine avukat tutup tutmadıkları soruluyor ve
tutmamışlar ise avukat tutmaları bildiriliyordu. Buna rağmen mahkeme dosyalarından
anlaşıldığına göre, sanıkların geneli avukat tutmamış ve savunmalarını kendileri
yapmışlardır. Ancak avukat tutan sanıklar da vardır. Ahmed Süreyya Bey, Şeyh Said
davasındaki sanıkların hiçbirisinin avukat tutmadığını söylemesine rağmen, yargılananlar
arasında olan Şeyh Şemseddin’in avukat tutmuş olduğu görülmektedir. Şeyh Şemseddin,
İzzet Kemaleddin Efendi ve Şekib Hüseyin Hasib Efendi adında iki kişiyi avukat olarak
tutmuş, bu kişiler Şeyh Şemseddin’in vekili olduklarını vekâletnameyi mahkemeye ibraz

230
Akyol, age, s.504, Abdurrahman Dilipak, İnönü Dönemi, Beyan Yayınları, İstanbul 1989, s.46-63.
231
Azmi Nihat Erman, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, Temel Yayınları, İstanbul 1971, s.112.
232
Örgeevren, age, s.275.

113
etmişler ve mahkemede bu talebi kabul etmiştir. Zabıtnamede Şeyh Şemseddin’in sorgusu
sırasında bu avukatların bir müdahalesi görünmüyor ancak son celsede Şeyh Şemseddin’in
savunmasını avukatı İzzet Efendi yapmıştır.233

Avukat tutan başka sanıklarda olmuştur.234 Ancak bazı davaların çok kısa sürmesi
ve idamların kısa zaman içinde uygulanmış olması göz önüne alınırsa avukatların ne gibi
bir fonksiyonu olduğu tam olarak anlaşılamamaktadır. Örneğin Şark İstiklal
Mahkemesi’nin ilk yargılamaları olan Şeyh Eyüb ve Dr Fuat davaları -bu kişilerin
mahkemeye sevk edilmeleri de dahil olmak üzere- toplamda birkaç gün sürmüştür.

3.10. Kefaletle Tahliye ve Gayr-ı Mevkuf Yargılanma

İstiklal Mahkemesinde yargılanan bazı kişiler, kefalet senedi alınarak gayr-ı


mevkuf yani tutuksuz olarak da yargılanmışlardır. Örneğin Kozan’da mevkuf olarak
bulunan Çeçenlerden Gül Murad, Reşid ve birkaç kişinin 27 Eylül 1925 tarihinde tutuksuz
olarak yargılanmasına karar verilmiş ve 1 Aralık 1925’te mahkemede hazır bulunmaları
istenmiştir.235 Aynı şekilde 14 Kasım 1926’da Mülazım Hüseyin Turgut’un gayr-ı mevkuf
yargılanmasına karar verilmiştir. 28 Aralık 1926 tarihinde Emekli Jandarma Yüzbaşısı
Fethullah Efendi kefalet senedi alınarak serbest bırakılmış ve tutuksuz olarak
yargılanmıştır. Bunların yanında mahkemenin tutuksuz olarak yargılama kararı verdiği
başka kişilerde vardır. Ancak bu kararlar daha çok Mahkeme’nin son aylarında verilmiştir.

3.11. Küçük Yaştakilerin Yargılanması ve Verilen Cezalar

Şark İstiklal Mahkemesi’nde, küçük yaşta olup isyana iştirak ettiği gerekçesiyle
yargılananlar da olmuştur. İsyana iştirak ettiği anlaşılan ancak 15 yaşını geçmeyen zanlılar
hakkında Ceza Kanunu’nun 40. maddesi gereğince idam yerine ıslah-ı nefis için hapis
cezası verilmiştir. Örneğin Şeyh Said davasında yargılanan, Hasan bin Salih hakkında
yapılan tahkikat ve ihbarlar neticesinde İsyan’a silahlı olarak iştirak ettiği sabit görülmüş
ve hakkında idam kararı verilmişti. Ancak idam cezası bu madde gereğince 10 sene kürek
cezası olarak değiştirilmiştir.

Şeyh Said davasında yargılanan bir diğer sanık, Örfi bin Mahmut’tur. Örfi’nin
silahlı olarak asilerin arasında gezdiğine dair rapor ve şahit ifadeleri bulunmaktadır. Savcı,
233
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s. 355
234
200, 202, 224, 282, 291, 326, 339, 405, 416, 724, 734, 760 numaralı kararların dosyalarında bazı
maznunların avukat tuttuğuna dair vekâletnameler bulunmaktadır.
235
İM/T12/91/830/42/10-13

114
onun küçük bir mücrim olduğunu ancak İsyan’a ailesinin arasında karışmış olduğunu ve
yaşının da on beşi geçmemiş olduğundan, hakkında verilecek cezada yaşının dikkate
alınmasını istemiştir. Örfi ifadesinde yaşını 11 olarak söylemiştir. İhbarnamelerde ise 16
olarak geçmektedir. Örfi hakkında, Ceza Kanunu’nun 45. maddesinin hem-fiillerle yani
suç ortaklarıyla ilgili fıkrası gereğince 10 sene kürek cezası verilmiş ancak yaşının on beşi
geçmemiş olmasından dolayı Ceza Kanunu’nun 40. maddesi gereğince ıslah-ı nefis için üç
sene hapsine karar hükmedilmiştir.

3.12. Batı İllerine Yapılan Sevkler

Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanarak altı aya kadar mahkûm olan kişiler,
Dahiliye Vekâleti’nin emri gereğince mahkumiyet müddetlerini mensup oldukları vilayet
hapishanelerinde tamamlamaktaydılar. Hakkında tahliye kararı verilenler ise başka bir
sebepten dolayı tutuklu değillerse aynı gün tahliye edilmekteydiler.236 Yargılamanın
neticesinde daha uzun süreli kalebent ve kürek gibi cezalara mahkûm edilenler ise
cezalarını çekmek üzere Kütahya, Konya, Çorum, Uşak, Kastamonu, Burdur, Isparta gibi
Batı illerine sevk edilmekte ve cezalarını tamamladıktan sonra yine aynı şehirde zabtiye
nezareti yani kolluk kuvvetlerinin gözetimi altında bulunarak vilayet haricine çıkmalarına
izin verilmemekteydi.

Bununla birlikte bazı mahkûmların aileleri de batı illerine sevk edilmekteydi.


Batıya sevk edilen mahkûm aileleri iki kısımdır. Bunlardan birincisi: İdare-i Örfiye
mıntıkasında isyan sebebiyle idam edilen veya firarda olanların aileleridir. Bunlar 1925 yılı
içerisinde Batı’ya sevk edilmişlerdir. Diğer kısım ise: İstiklal Mahkemesi tarafından
mahkûm olup cezasını batı illerinde çekmek üzere Batı’ya sevk edilen mahkûmların
aileleridir. Bunlarla alakalı yazışmalar 1926 yılında başlamıştır.

Hakkında idam ve ağır ceza verilen kişilerin ailelerinin, intikam fikriyle hareket
ederek bölgede gizliden gizliye yeniden karışıklık çıkarma ihtimalinden dolayı, bu ailelerin
İsyan bölgesinde ikamet etmeleri uygun görülmemiştir. Bu amaçla Dahiliye Vekâleti,
Elaziz Vilayetine yazdığı yazı ile idam ve ağır cezaya mahkum edilenlerin aile fertlerinin
miktarını ve bunlardan hangilerinin başka yerlere nakillerinin gerektiğini gösteren
cetvellerin hazırlanmasını istemiştir. Ayrıca başka yerlere nakledilecek ailelerden
hangilerinin iskân ve iaşelerinin hükümetçe temin edilmesi gerektiği de sorulmuştur.

236
İM/T12/91/833/7/6

115
Bunun yanında Bakanlığın istediği bu cetvelleri gönderen Vali Ali Rıza Bey,
cetvelde adı geçen kişilerin çoğunun köy ahalisinden ve “gayrı müdrik” yani birşeyi
idrakten yoksun, çiftçi takımından kişiler olup, bu şahısların bölgede yeni bir fesat
çıkartmalarını pek mümkün görmediğini ifade ederek, maslahata daha uygun olması için,
bu şahıslardan ziyade, isyan ve ihtilale sebebiyet verebilecek, hükümetin nüfuzuna
mukavemet edebilecek, öldürülmüş veya firari olan derebey ve ağaların ailelerinin başka
yerlere sevk edilmesi gerektiğini Dahiliye Vekâleti’ne bildirmiştir.237

Ailelerin Batı’ya sevk edilmesinin başka bir sebebi daha bulunmaktaydı. İstiklal
Mahkemeleri tarafından idama mahkûm olanlar, bulundukları yerlerde infaz ediliyordu.
Diğer cezalara mahkûm olanlar ise bölgenin vaziyeti dolayısıyla Batı’daki hapishanelere
sevk edilmekteydi. Ancak Batı illerine sevk edilen firarilerden bir kısmı yolda firar
etmekteydi. Bu kişiler firar ettikten sonra tekrardan ailelerinin bulunduğu Doğu illerine
geliyor ve buradaki isyancı çetelere katılıyor, hatta onları ihbar edenleri öldürüyorlardı.
Örneğin Zaza Ahmed, Ömer Küşto Bolu’ya sevk edilmiş, ancak Niğde-Ulukışla arasında
firar etmiştir. 15 seneye mahkûm olan Şükrü Ağa ise Muğla’ya gönderilmiş ancak yolda
Urfa’da iken firar etmiştir. Daha sonra Kâhta’ya geçerek isyan çıkarmaya çalışmıştır. Firar
eden bir diğer şahıs ise Süryani cemaatinden Barsum’dur, firar ederek Halep’e gitmiştir.238
Bu sebeple Savcılık, Başvekâlet’e yazdığı yazı ile bu kişilerin firar sebepleri ne olursa
olsun Doğu’ya dönmelerinin temel sebebinin aileleri olduğunu, bu yüzden bunların
ailelerinin de Batı’ya sevk edilmesinin, bölgenin sükûn ve selameti açısından uygun
olacağını bildirmiştir. Savcılığın tabiri ile bu “cezrî” yani radikal ve köktenci bir tedbir
olarak düşünülmüştür. 3. Ordu Müfettişliği de bu teklifi uygun görmekle birlikte, bu tür
kişilerin miktarının 6000’i geçeceğinden, bu işin bir kanun, karar ve para meselesi
olduğunu söylemiştir. Neticede bunun kararı Başvekâlet’e bırakılmıştır.239

Dikkat edilen bir diğer mesele de mahkûmlarla ailelerinin ayrı vilayetlere sevk
edilmesiydi. Örneğin Cemil Çeto’nun oğlu Feramuz ve üç arkadaşı Kastamonu
Hapishanesine sevk edilmişken, bunların 37 kişiden oluşan aile fertleri Niğde’ye sevk
edilmişlerdi. Daha sonra Feramuz ve arkadaşları, ailelerinin bulunduğu Niğde
hapishanesine sevklerini istemişlerse de diğer mahkûmlara emsal teşkil edeceği

237
İM/T12/87/816/3/4-5
238
İM/T12/84/805-3/66/1-2-3-4
239
İM/T12/84/805-3/62/1-2-3-4

116
gerekçesiyle Mahkeme tarafından kabul edilmemiştir.240 Bununla birlikte Mahkeme’nin bu
tür talepler arasından mahzur görmediğine izin verdiği de olmuştur. Örneğin 5 Eylül
1926’da rüşvet’ten dolayı 3 sene hapse mahkûm olan ve Elaziz hapishanesinde bulunan
Jandarma Halil oğlu Hamdi, cezasının kalan kısmını Tokat Hapishanesinde çekmek için
başvurmuş, Mahkeme bir sakınca görmemiş ve talebi karşılamıştır.241

Bu iki aile grubundan farklı olarak, Batı’ya sevk edilen bir diğer kesim de İsyan’la
alakalı olarak yargılanan ancak haklarında yeterli delil olmadığı için beraat eden
şahıslardır. Esasen beraat eden şahıslara beraat ettiklerine dair fotoğraflı vesika
verilmekteydi.242 Bu kişilerden bazılarının Doğu’da ikamet etmeleri sakıncalı görülerek
Batı’ya sevk edilmeleri bir zaruriyet olarak görülmüştür. Bu gibi şahısların sevkleriyle
ilgili işleri 3. Ordu Müfettişliği yapmıştır. Bu yüzden beraat edenlerin listesi 3. Ordu
Müfettişliğine de gönderiliyordu.243

3.13. Yeni Ceza Kanunu’nun Uygulanması

İstiklal Mahkemesi görevine devam ederken 1 Mart 1926 tarihinde yeni Türk Ceza
Kanunu kabul edilmiş ve yürürlüğe giriş tarihi olarak 1 Temmuz 1926 belirlenmişti.
İstiklal Mahkemelerinin görevine devam ettiği dönemde Ceza Kanunu’nun değişmesinin
yargılamalarda bazı karışıklıklara neden olma ihtimali vardı. Bu konudaki ilk düzenleme,
İstiklal Mehâkimi Kanunu’nda düzenleme ile başlamıştı. İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun
“H” fıkrası, Ceza Kanunu’nun hangi maddelerine bakacağı açıklanıyordu. Karışıklık
olmaması için bu fıkra bir kanun teklifi ile yeni Ceza Kanunu’na göre düzenlendi. 244

Önemli meselelerden birisi de Yeni Ceza Kanunu’nun, İstiklal Mahkemesi


mahkûmları için tatbik edilip edilmeyeceğiydi. Adliye Vekâleti; Yeni Ceza Kanunu’nun
bütün mahkemelerin mahkûmlarına tatbik edilecek maddelerinin İstiklal Mahkemesi
mahkûmları için de tatbik edilmesini istiyordu. Ancak Şark İstiklal Mahkemesi Heyeti,
yeni kanunun bazı maddelerinin siyaseten ve bilhassa Şark’ın hususiyeti itibarıyla, İstiklal
Mahkemesi mahkûmlarını kapsamasını uygun görmüyordu.

Esasen problem daha çok Eski Ceza Kanunu’nun 13 ve 14. maddelerine göre ceza
almış olanların, cezalarının Yeni Ceza Kanunu’na göre değiştirilip değiştirilmeyeceği
240
İM/T12/93/836-2/40/1, İM/T12/93/836-2/40/1-2
241
İM/T12/93/836-2/71/1
242
İM/T12/88/820/13/1-2
243
İM/T12/90/827/72/2
244
İM/T12/84/805-3/84/3-4-5

117
hakkındaydı. Batı illerinde mahkûmiyetlerini tamamlayan mahkûmlar, Eski Ceza
Kanunu’nun 13 ve 14. Maddelerine göre yine batı illerinde süre sınırlaması olmadan
zabtiye nezareti altına bulundurulmaktaydılar. Mahkemenin böyle bir karar vermesi, bu
mahkûmların cezalarını çektikten sonra bir daha Doğu illerine gelmelerine mani olmak
maksadına yönelikti. Bu kişiler hakkında Yeni Ceza Kanunu tatbik edilirse bu kişiler belli
bir müddet zabtiye nezareti altında bulundurulacaklar, sonra da serbest kalacaklardı.245 1
Temmuz 1926 tarihinde Adliye Vekâletine yazılan yazıda bu konu şu şekilde
anlatmaktaydı. “İstiklal Mahkemelerinin sebeb-i teşekkülleri siyasi, idari ve bilhassa bazı
zaruretlere istinad ettiği gibi, mahkeme hükümlerinde bu ciheti alelekser nazar-ı dikkate
almış ve mahkumiyet kararını verirken müddet-i cezaiyelerini Garp cihetlerinde ikmal ve
ikmal-i müddetten sonra fimabad ila yevmil vefat o vilayet dahilinde ve zabtiye nezareti
altında kalması hususlarını da ayrıca tespit eylemiştir. Şimdi Kanun’un tatbiki
münasebetiyle bunlar serbest bırakıldıkları halde hemen memleketlerine avdet
eyleyecekleri ve o halde ise Şark’ta yeniden birtakım vaziyetlerin tahaddüsü pek mümkün
olmakla beraber İstiklal Mahkemesinin de nüfuz ve tesirini haleldar eyleyeceğinden
hususat-ı mesrude, mahkememiz mahkûmlarına teşmillerinin muvafık olmayacağını…”246

Adliye Vekili Recep Bey, Mahkeme’nin zabtiye nezareti altında bulunanların


serbest bırakılmalarındaki sakıncalara yönelik uyarılarını haklı görmekle birlikte, bir
yandan da mutlak olan bir kanunun hükümlerinin uygulanma zarureti olduğunu, bu yüzden
bu iki noktanın uzlaştırılması gerektiği fikrindeydi. Yapılan yazışmalarda zabtiye nezareti
altında bulunanlar dışındaki tüm cezaların yeni Kanun’a göre değiştirilmesinde bir sakınca
olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.247 Türk Ceza Kanunu’nun yürürlüğe
girmesinden sonra Mahkeme’nin görev süresinin bitimine kadar, cezalar hem yeni hem de
eski ceza kanununa göre verilmiştir. Yeni ceza kanununun yürürlüğe girmesinden sonra
İstiklal Mahkemesi tarafından verilen ilk karar, 521 numara ve 6 Temmuz 1926 tarihli
karardır.

3.14. Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Siyasal Emirle Hareket

İstiklal Mahkemelerinin kararlarını verirken bağımsız olup olmadıkları veya siyasi


iktidarın emriyle hareket edip etmedikleri, en çok tartışılan mevzulardan biri olmuştur.

245
İM/T12/97/843-1/9/1-2
246
İM/T12/97/843-1/11/17
247
İM/T12/97/843-1/9/3-4

118
Bazıları Ankara’dan alınan talimatların ve Gazi Paşa’nın düşüncelerinin kararlara kaynak
teşkil ettiğini söylerken bazıları bu tür iddiaların somut delillere dayanmadığını
söylemektedirler.248 İzmir Suikasti Davasında yargılanan Ali Fuat Cebesoy’un
hatıralarında anlattığına göre, suikast davasının sonuçlanıp beraat etmesinden bir süre
sonra Mustafa Kemal Paşa ile bir araya gelmiş ve bu görüşmede Mustafa Kemal Paşa, Ali
Fuat Paşa’ya “Paşaları senin hatırın için affettirdim” demiştir.249

Yapılan yargılamaların ve Mahkeme’nin faaliyetlerinin Ankara tarafından çok


yakından takip edildiği, yapılan yazışmalardan anlaşılmaktadır. Mahkeme ile Başvekâlet
arasında, günü gününe yapılan yazışmalarla Mahkeme’nin yaptığı her faaliyet Ankara’ya
bildirilmekteydi. Bazı kişiler, Başvekâlet tezkeresi ile de Mahkeme’ye sevk ediliyordu.
Bunun yanında Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri arasında sıkı bir irtibat bulunuyordu.
Yaptıkları faaliyetleri birbirlerine bildirmekteydiler.

Siyasi iktidarın yargılamalara müdahale ettiğine dair verilen en çarpıcı örnek, Şark
İstiklal Mahkemesinde, gazetecilerin yargılanmasıdır. Bu davanın savcılığını yürüten Avni
Bey, gazeteciler ile ilgili iddianameyi hazırlamadan önce Mahkeme Heyeti tarafından
kendisine telkinler başladığını belirttikten sonra, gazetecilerin yargılamaları sırasında
kendisine Ankara’dan ikinci derece bazı şahıslar tarafından yapılan telkinleri de şöyle
anlatmaktadır: “Beni cesaretlendirmek için Ankara’da ikinci derecedeki bazı zevattan, her
gün şifreler alıyorum. Bu şifrelerde gazetecilerin Cumhuriyet’in ilanından itibaren
hükümete karşı aldıkları menfi durum izah olunarak haklarında tatbik edilecek cezanın
bana itibar sağlayacağı ifade edilmekte idi.”250

“Gazeteciler ve İsyan” bölümünde ayrıntısı verildiği üzere, bu davada yargılanan


on gazeteci yargılanmaları sırasında Mustafa Kemal Paşa’ya bir af telgraf yazmışlardı.
Bunun sonrasında Mustafa Kemal Paşa’nın mahkeme heyetine gönderdiği telgrafta ise
sanıkların hatalarını anladıkları ve bu durumun göz önüne alınmasını istemesi üzerine
haklarında beraat kararı verilmişti.

Gazetecilerin yargılanması ile ilgili olarak Mete Tuncay’ın kitabında vermiş olduğu
bir belge önemlidir. Tuncay, kitabında yer verdiği bu belge için “İstiklal Mahkemelerinin
bağımsızlığı ve yasallığı savlarının iç yüzünü ortaya koymaktadır” diyor. Bunun yanında

248
Dilipak, age, s.46-63; Aybars, age, s.400.
249
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Doğan Kardeş Yayınları, 2.Kısım, İstanbul 1960, s.224.
250
Doğan, age, s.174.

119
“Bu belge yorum gerektirmeyecek kadar açık bir biçimde İstiklal Mahkemelerinin siyasal
iktidarın emriyle hareket ettiklerini gösteriyor” demektedir. 251 Tuncay’ın TTK Arşivi’nde
rastladığını söylediği ve Savcı vekili Avni Bey’in Dahiliye Vekili Cemil Bey’e gönderdiği
9 Eylül 1925 tarihli belge Tuncay’ın kitabında aktardığı şekli ile şöyledir:

Dahiliye Vekili Cemil Beyefendi’ye

1- Süreyya Bey vazifeye dönmekten çok korktuğu(m) için (?) vukuf ve takdirine çok
hürmetkâr olduğum Cemil Bey’e şu satırları yazmayı lüzum gördüm. Gazetecilerin
memlekete ika ettikleri zararı en çok idrak edenlerden birisiyim. Ahmed Emin ve
rüfekasını buraya celp ve tevkif ettirirken bu hususta hiçbir tereddüt hissetmedim.
2- Gazi Paşa hazretlerinin gazetecilerin kurtulmaları şayan-ı arzuları tarzındaki
şifreli emirleri gelinceye kadar muhakemenin tarz-ı cereyanı da çok iyiydi. Bu emir
geldikten sonra hepimizden (içimizden!) bir arkadaş gazetecilere ve Gazi
hazretlerinin ulüvvü cenaplarına mazhar olarak beraat edecekleri ve beraattan
sonra Fırka lehine sarf-ı mesai için Ankara’ya gidilerek Reis-i Cumhur
hazretleriyle kendilerinin mülakatına delalet olunacağı ihsas olunmuştur.
3- Bu ihsastan sonra tekrar eski vazifeye (vaziyete!) rücu ile mahkûmiyetleri cihetine
gitmeyi mübeccel Gazi hazretleriyle İsmet Paşa hazretlerinin şeref-i zâtileri için
tehlikeli görmekteyim. Müşarunileyh hazeratına rüfekamızla [arkadaşlarla]
müştereken yazdığımız bir şifrede sarahaten değilse de buna yakın maruzatta
bulundum.
4- Semahat-ı ruhaniye ve temayülat-ı asilanesini çok iyi tanıdığım zat-ı âlilerinden
bana yürüyecek doğru yolun iraesini hürmetle rica ederim. İrae buyuracakları
tariki bilakaydüşart kabul ettiğimi şimdiden arz ederim efendim.
İstiklal Mahkemesi Müddei-i Umumi Vekili

Bozok Mebusu Avni252

Bu yazı, Mustafa Kemal Paşa’nın gazetecilerin affedilmesi için Mahkeme’ye


yazdığı yazı ile aynı tarihlidir. Anlaşıldığına göre gazetecilerin affedileceği gazetecilere
bildirildikten sonra, affedilmelerinden vazgeçilmiştir ve Avni Bey de bu durumu Mustafa
Kemal Paşa ile İsmet Paşa’nın şeref-i zâtileri için tehlikeli görerek ne yapması gerektiğini
Dâhiliye Vekili’ne danışmaktadır. Bilindiği üzere dört gün sonra gazeteciler hakkında

251
Tuncay, age, s.151.
252
Tuncay, age, s.151.

120
beraat kararı verilmiştir. Bu belge Mahkeme’ye müdahaleyi net bir şekilde göstermekle
birlikte, Şark İstiklal Mahkemesi dosyalarında tarafımızdan yapılan incelemede bu belgeye
veya bunun gibi, net bir şekilde Mahkeme kararlarına müdahaleyi gösteren bir evraka
rastlanmamıştır.

Ayrıca Mahkeme’de yargılanmış olan gazetecilerden Eşref Edib’in anlatımına göre:


Mahkeme’nin asıl başkanı Ali Saib Bey’dir ve Mustafa Kemal Paşa’nın, heyet içerisindeki
adamıdır. Mahkeme Heyetinin Ankara ile görüşmek için sahip olduğu şifrenin yanında, Ali
Saib Bey’in bir de şahsına ait şifre vardır ve Ankara ile direk temas halindedir.253

3.15. İstiklal Mahkemesi ve Hukuk

İstiklal Mahkemelerinin yargılamalarında ve aldığı kararlarda hukuka ne kadar


riayet ettiği tartışma konusudur. Şüphesiz bu Mahkemeler olağanüstü mahkemelerdi ve
belli amaç doğrultusunda hareket etmekteydiler. Dönemin Meclis tutanaklarına da
yansıdığı şekilde yüz yıllardan beri engellenmiş olan ıslahatların kısa zamanda
yerleşmesinde ve sosyal düzenin tesis edilmesinde etkili olan bu Mahkemeler, geniş ve
hatta hukukun üstünde yetkilere sahipti. Bu konuda mahkeme üyelerinden Avni Doğan
“İstiklal Mahkemelerinin salahiyetleri hudutsuz olduğu kadar, bu salahiyetler kontrolsüz
idi” demektedir.254 Akyol, bu hudutsuz ve kontrolsüz yetkilerin adalet için mi yoksa
siyaset için mi kullanıldığı sorusuna, siyaset için kullanıldığı cevabını vermektedir.255
Aybars da bu Mahkemelerin hukuka göre değil, inkılâp ilkelerine yönelik çalıştığını
söylemektedir.

Şark İstiklal Mahkemesi’nin, Adiliye Vekâletine gönderdiği bir yazıda,


mahkemenin kararlarını verirken siyasi, idari ve bazı zaruri sebepleri göz önüne aldığı
açıkça dile getirilmiştir. Zaten aynı yazıya göre, mahkemenin kurulma nedeni de bu siyasi,
idari ve zaruri sebeplere dayanmaktaydı. Yeni Ceza Kanunu’nun bazı maddelerinin,
İstiklal Mahkemesi mahkûmlarına teşmilini siyasi ve bölgesel bazı sebeplerden dolayı
uygun görmeyen Şark İstiklal Mahkemesi’nin, 1 Temmuz 1926 tarihli bu yazısının ilgili
bölümü şu şekildedir:

“İstiklal Mahkemelerinin sebeb-i teşekkülleri siyasi, idari ve bilhassa bazı


zaruretlere istinad ettiği gibi, Mahkeme hükümlerinde bu ciheti alelekser nazar-ı dikkate

253
Fergan, age, s.105-106.
254
Doğan, age, s.174.
255
Akyol, age, s.503.

121
almış ve mahkûmiyet kararını verirken müddet-i cezaiyelerini Garp cihetlerinde ikmal ve
ikmal-i müddetten sonra fimabad ila yevmil vefat o vilayet dâhilinde ve zabtiye nezareti
altında kalması hususlarını da ayrıca tespit eylemiştir. Şimdi kanunun tatbiki
münasebetiyle bunlar serbest bırakıldıkları halde hemen memleketlerine avdet
eyleyecekleri ve o halde ise Şark’ta yeniden bir takım vaziyetlerin tahaddüsü pek mümkün
olmakla beraber İstiklal Mahkemesinin de nüfuz ve tesirini haleldar eyleyeceğinden
hususat-ı mesrude mahkememiz mahkûmlarına teşmillerinin muvafık olmayacağını…”256

Bunların yanı sıra Mahkeme Heyeti arasında ortak bir hukuk anlayışı olmadığı da
bilinmektedir. Avni Doğan bunu hatıralarında şöyle anlatıyor: “Herkesin kendine göre bir
politikası, kendine göre bir hukuk anlayışı vardı. Heyet-i hâkime karar için bir odaya
toplandıkları zaman, sık sık görüş ayrılıkları kendini gösterir, kavgalar başlar, bazen
tabancalar çekilirdi.”257

Şark İstiklal Mahkemesi’nin bakacağı davalar İstiklal Mehâkimi Kanunu’nda


belirtilerek sınırı çizilmişti. Hatta Mahkeme, yargılamalarına başlamadan önce yayınladığı
bir beyanname ile de hangi suçlara bakacağını ilan etmişti. Ancak Ahmed Süreyya’nın
hatıralarında geniş olarak anlattığı gibi Mahkeme Heyetinin, özellikle azadan Ali Saib
Bey’in, Ceza Kanunu’nun ve Askeri Ceza Kanunu’nun bütün madde ve hükümleriyle ilgili
fiillerin yargılamalarını yapmak istemesi bazı tartışmalara neden olmuştu. Ahmed Süreyya
Bey, savcı olarak bu fikre iştirak etmediğini söylüyor ancak diğerleri hem Takrir-i Sükûn
Kanunu’nu, hem de Ankara İstiklal Mahkemesi’nin bu şekilde uygulama yaptığını
söyleyerek Mahkemenin yetkisini genişletme fikrinde olduklarını söylüyorlardı. Bu
tartışmalar esnasında yine azadan olan Lütfi Müfid Bey’in söylemiş olduğu “Bizim
muayyen, millî gayemiz vardır. Ona varmak için, ara sıra kanunun fevkine de çıkarız”
sözü Mahkeme’nin bakışını göstermesi açısından önemlidir.258 Neticede bu tartışmalardan
sonra Mahkeme, yayınlamış olduğu beyannamede söylediği suçların dışındaki suçlara da
bakmaya başlamıştı.259 Esasen Lütfi Müfid Bey’in bu sözlerine benzer açıklamaları Adliye
Vekili Mahmud Esat Bey, Meclis müzakereleri sırasında dile getirerek şunları söylemişti:
“Adliye kanunları tabiî zamanlarda cari olur. Her memlekette fevkalâde hâdiselerin
karşısına fevkalâde tedbirlerle çıkılır ve böyle tedbirlerle önüne geçilir. Fevkalâde

256
İM/T12/97/843-1/11/17
257
Doğan, age, s.171.
258
Örgeevren, age, s.137.
259
Örgeevren, age, s.143.

122
hâdiseleri tabiî günler için yapılan kanunlara tevdi etmek onun cürümlerini himaye etmek
demek olur.”

3.16. Mesai Cetvelleri

Şark İstiklal Mahkemesi, İstiklal Mehâkimi Kanunu’nun on üçüncü maddesine göre


bakmış olduğu davaların hüküm özetlerini ve mesai cetvellerini her ay Meclis’e
göndermek mecburiyetinde idi. Bu bir nevi mahkemenin çalışmalarının Meclis tarafında
denetlenmesi anlamına gelmekteydi. Bu mesai cetvellerinde hükme bağlanan sanıkların
miktar ve isimleri, nev-i cürüm (suçun türü) ve hülasa-i hüküm (hüküm özeti) ve karar
bildirilmekteydi. Bunun yanında bir önceki aydan devreden, o ayda mahkemeye gelen ve
bir sonraki aya devreden işler bildiriliyordu.

12 Nisan’da göreve başlayan Şark İstiklal Mahkemesi, bu tarihten itibaren 22 adet


mesai cetvelini Meclis’e göndermiştir.260 1924 Nisan ayı yargılamalarını gösteren ilk mesai
cetveli 14 Mayıs 1924’de Diyarbekir’den, 1927 Ocak ayı yargılamalarını gösteren son
mesai cetveli ise 3 Şubat tarihinde Elaziz’den gönderilmiştir. Mahkeme 7 Mart 1927
tarihine kadar görev yapmış olmasına rağmen, en son şubat ayına dair mesai cetveli
bulunmamaktadır. Şark İstiklal Mahkemesi’nde verilen karar sayısı 798’dir. Mesai
cetvelleri 726 numaralı karara kadar olan kısmı kapsamaktadır. Bunların dışında Mahkeme
dosyaları arasında, Mahkeme Savcılığının, Mahkeme’ye göndermiş olduğu iddianame ve
talepnameler ile mahkemeye sevk edilen şahıslara dair mahkûm olan ve beraat edenlerin
miktarını gösteren 6 adet tablo da bulunmaktadır. Bu altı adet tablo, 1 Eylül 1926 ile 28
Şubat 1927 tarihleri arasını kapsamaktadır.261

260
Bkz Tablo 1. Bu mesai cetvelleri T14 dosyasında farklı yerlerde bulunmaktadır. Tabloda bu 22 cetvelin
birleştirilmiş hali verilmiştir. Örnek bir mesai cetveli için Belge 7
261
Bkz Tablo 2. Bu tabloda 6 cetvelin birleştirilmiş hali verilmiştir. İM/T12/91/832/6

123
Bir Önceki Vürud Eden Toplam İntaç ve Muhakemeleri Bir sonraki aya Göderildiği Tarih ve Yer Karar aralığı

262
Aydan Devreden Mevad hükme devreden
Mevad iktiran eden mevad derdest-i rü'yet
bulunan mevad
Nisan 1341 (1925) 45 45 15 30 14 Mayıs 1341-Diyarbekir 1-14
Mayıs 1341 (1925) 30 31 61 27 (3 Evrak tevhiden) 34 5 Haziran 1341-Diyarbekir 15-39

Haziran 1341 (1925) 52 77 129 37 (6 Evrak tevhiden) 92 2 Temmuz 1341-Urfa 40-70

Temmuz 1341 (1925) 68 108 176 16 (1 Evrak hiden) 160 5 Ağustos 1341-Elaziz 71-85

Ağustos 1341 (1925) 161 80 241 28 (3 Evrak tevhiden) 213 3 Eylül 1341-Elaziz 86-110

Eylül 1341 (1925) 213 51 264 38 (5 Evrak tevhiden) 226 3 Ekim 1341*262 11-143

Ekim 1341 (1925) 226 16 242 0 242 31 Ekim 1341*

Kasım 1341(1925) 242 33 270 11 264 5 Aralık 1341-Elaziz 114-154

Aralık 1341(1925) 264 30 294 75 219 3 Ocak 1926* 155-229

Ocak 1926 219 26 245 87 (7 Evrak tevhiden) 158 2 Şubat 1926* 230-310

124
Şubat 1926 158 43 201 84 (9 Evrak tevhiden) 117 1 Mart 1926* 311-385

Mart 1926 117 10 127 80 (16 Evrak tevhiden) 47 3 Nisan 1926* 386-450

Nisan 1926 47 9 56 11 45 4 Mayıs 1926-Elaziz 451-461

Mayıs 1926 43 47 90 32 48 1 Haziran 1926-Diyarbekir 462-493

Haziran 1926 48 33 81 27 54 4 Temmuz 1926- Diyarbekir 494-520

Temmuz 1926 54 63 117 41 76 1 Ağustos 1926-Elaziz 521-546

(*) işareti olanlarda mesai cetvelinin hangi şehirden gönderildiği belirtilmemiştir.


Ağustos 1926 76 27 103 63 40 5 Eylül 1926-Elaziz 547-609

Eylül 1926 40 25 65 23 42 2 Ekim 1926-Elaziz 610-632

Ekim 1926 42 49 91 33 58 1 Kasım 1926-Elaziz 633-663

Kasım 1926 58 30 88 6 82 2 Aralık 1926-Elaziz 664-669

Aralık 1926 82 68 150 8 142 2 Ocak 1927-Elaziz 670-676

Tablo 1: Mesai Cetvellerindeki Yargılama Rakamlarının Birleştirilmiş Tablosu


Ocak 1927 142 23 165 59 106 3 Şubat 1927-Elaziz 677-726
Mahkemeye tevdi olunan Mahkemeye tevdi olunan Toplam İdam Muhtelif Beraat Yekün
Şahıs Ceza eşhas

Eşhas adet İddianame Eşhas adet Talepname Vicahi Gıyabi Eşhas Eşhas
adet adet adet adet adet adet

1 Eylül 1926-30 Eylül 1926 80 21 21 9 101 3 29 36 68

1 Ekim 1926-31 Ekim 1926 112 31 50 24 162 5 52 50 92

125
1 Kasım 1926-30 Kasım 1926 170 18 56 14 226 1 14 2 17

1 Aralık 1926-31 Aralık 1926 490 58 196 30 686 8 128 104 11 251

1 Ocak 1927-31 Ocak 1927 160 19 105 24 265 5 91 74 170

1 Şubat 1927-28 Şubat 1927 430 39 30 22 460 5 3 182 173 367

Tablo 2: Savcılığın Mahkemeye Gönderdiği Tabloların Birleştirilmiş Hali


3.17. Yargılanan Kişi Sayısı

En çok tartışma konusu olmuş ve merak edilen meselelerden birisi de Şark İstiklal
Mahkemesi’nde kaç kişinin yargılanmış olduğudur. Bu konuda birçok rakamlar verilmiş
olmasına rağmen, bunların arasında belgelere dayanan tek rakam Aybars’ın kitabında
geçmektedir. O da İstiklal Mahkemesi arşiv belgelerine dayanmaktadır.

Şark İstiklal Mahkemesi, yapmış olduğu yargılamalara dair cetvelleri her ay düzenli
olarak Meclis’e göndermiştir. Bu cetvellerde kaç kişinin yargılandığı ve hangi cezaların
verildiği görülmektedir. Bunun haricinde farklı tarihlerde farklı sebeplerle Meclis’e,
Başvekâlet’e ve diğer makamlara da gönderilen yazılarda yargılama rakamlarına dair
bilgiler bulunmaktadır.

Bu belgeler arasında Şark İstiklal Mahkemesi’nin yapmış olduğu yargılamaya dair


toplam rakamların verildiği en son belge, 13 Mart 1927 tarihli Savcı Ahmed Süreyya
Bey’in TBMM’ye gönderdiği 432 numaralı belgedir. Bu belgeye göre Mahkemenin göreve
başladığı 13 Nisan 1925 tarihinden 7 Mart 1927 tarihine kadar olan yargılama rakamları
şöyledir: 207 vicahi, 213 gıyabi olmak üzere toplamda 420 idam kararı verilmiştir. 1811
kişi çeşitli cezalarla mahkûm olmuş, 2779 kişi hakkında ise beraat kararı verilmiştir. Yani
Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılananların toplam sayısı 5010’dur.263

Kaç kişinin yargılandığına dair rakam veren şahıslardan birisi Olson’dur. Onun
anlatımına göre 1925 yılının Ağustos ayının sonu itibarıyla, İngiliz İstihbaratının tahminine
göre Kürt eşrafından 327 kişiye idam cezası verilmiştir. Ayrıca yine aynı kaynağa göre
İstiklal Mahkemesi toplamda 7740 kişiyi tutuklamış ve 660 kişiyi idam etmiştir. 264

Olson’un İngiliz İstihbaratının tahminlerine dayandırdığı bu bilgiler arşiv


belgeleriyle uyuşmamaktadır. Örneğin arşiv belgelerine göre 1925 yılının Ağustos başı
itibarıyla mahkemeye 1120 kişi sevk olunmuş bunlardan 357 kişi hakkında hüküm
verilmiştir.265 Yine 7 Mayıs 1926 tarihli Başvekâlet’e yazılan yazıya göre; Mahkeme’nin
kurulduğu tarihten 7 Mart 1926 tarihine kadar 2968 maznuna ait 487’si siyasi, 53’ü adi
ceraim olmak üzere toplamda 540 dava mahkemeye sevk edilmiş, bunlardan 399’u siyasi,
38’i adi ceraim olmak üzere toplamda 438 dava karara bağlanmıştır. Karara bağlanan bu

263
İM/T14/9/60/10/1
264
Robert Olson, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Özge Yayınları, Ankara 1992,
s.186.
265
İM/T12/84/805-2/34/2

126
davalarda 122 kişi vicahi 65 kişi gıyabi olmak üzere 187 kişiye idam, 621 kişiye de
muhtelif cezalar verilmiş, 1780 kişi de beraat etmiştir.266

Tabii bu rakamlar mahkemede hakkında hüküm verilenlere aittir. İstiklal


Mahkemesine sevk edilen ancak Mahkeme’nin kendi yetki alanına girmediği gerekçesiyle
yerel mahkemelere sevk ettiği kişilerde vardır. Esasen Şark İstiklal Mahkemesi geniş
yetkilere sahip olmasına rağmen, Mahkeme’nin yoğunluğundan dolayı, bir zaman sonra
asker kaçaklarına dair davaları yerel mahkemelere sevk etmeye başlamış ve bu tür
davalarının İstiklal Mahkemesine gönderilmemesini istemiştir.

3.18. Divan-ı Harp Yargılamaları

İstiklal Mahkemelerinde kaç kişinin yargılanmış olduğunu yukarıda söylendi.


Ancak bu rakamlara Divan-ı Harplerin yani sıkıyönetim mahkemelerinin vermiş oldukları
kararlar dahil değildir. İsyan dolayısıyla bölgede kaç kişinin yargılandığı ve idam
edildiğine dair çeşitli rivayetler vardır. Mete Tuncay bu rakamların Takrir-i Sükûn
döneminin “devlet terörü” hakkında yeterli fikir veremeyeceğini söylemektedir.267 Şark
İstiklal Mahkemesi faaliyete geçmeden önce bölgede kurulan, onunla birlikte faaliyetlerine
devam eden ve Mahkeme’nin kaldırılmasından sonra belli bir müddet daha çalışmaya
devam eden Divan-ı Harplerin bölgede yaptığı yargılamalara ilişkin bilgi
bulunmamaktadır.

İsyan ile birlikte Doğu illerinde sıkıyönetim ilan edilmesi ve Divan-ı Harplerin
teşekkülü 23 Şubat 1925 tarihindedir. Bununla birlikte 31 Mart 1925’te Divan-ı Harplerin
idam kararlarını Meclis’e sormadan uygulama kararı alınmıştır.268 Adliye Vekili Mahmut
Esat Bey’in 20 Nisan 1925 tarihli Meclis görüşmelerinde söylediğine göre, o tarih
itibariyle İsyan bölgesinde on tane Divan-ı Harp vardır ve hepsi de hüküm vermektedir.269
Ayrıca Şark İstiklal Mahkemesi Savcılığı tarafından Meclis’e yazılan 1 Eylül 1925 tarihli
yazıya göre isyandan sonra isyan sahasında 7 adet Divan-ı Harp kurulmuş, bunlardan 2
tanesi daha sonra ilga edilmiştir.

Şark İstiklal Mahkemesi 13 Nisan 1925’te faaliyetlerine başlamıştı. Mahkeme,


göreve başlamasıyla birlikte bir tamim yayınlayarak isyanla alakalı olarak tamimde
266
İM/T12/97/843-1/14/16 Belge 8
267
Tuncay, age, s.173.
268
“Harp ve İsyan Sahalarındaki İdare-i Örfiye Mıntıkalarında Müteşekkil Divan-ı Harplerden verilecek
İdam Kararlarının Suret-i İcrasına Dair Kanun” 31 Mart 1925 tarih ve 595 numaralı Kanun.
269
TBMM Z.C., D.2, C.18, İ.107, s.245.

127
belirtilen ceza türlerine ait maznunların İstiklal Mahkemesine sevk edilmesini istemişti.
Savcı Ahmed Süreyya Bey, 4 Mayıs 1925 tarihli yazısında İstiklal Mahkemelerinin yetki
alanına giren suçların hiçbirinin Divan-ı Harbi Örfilerce muhakemesine başlanılmamasını,
başlanılmış olanların ise bulundukları noktada bırakılması istemişti.270 Bu tamimle birlikte
Divan-ı Harplerin, ellerinde İsyan’la alakalı olan davaları İstiklal Mahkemesine
göndermeye başladığı anlaşılmaktadır. Ancak bu tamimin yayınlanmasına kadar olan
sürede Divan-ı Harplerin isyanla ilgili davalara bakarak idam kararları verdiği
bilinmektedir. Örneğin Vakit gazetesinin 20 Nisan 1925 tarihli haberine göre 18 Nisan
1925 tarihinde Divan-ı Harb-i Örfi yapmış olduğu muhakeme neticesinde verdiği karar ile
Elaziz’de 23 asi idam edilmiştir.271 Yine 27 Nisan tarihli habere göre Divan-ı Harb’in
yaptığı yargılamalar sonrasında 22 Nisan tarihinde, Şeyh Said’in keramet sahibi olduğunu
iddia eden Ahmet Hüsnü sekiz, asayişi ihlal eden Ali on beş sene mahkûm edilmiş, ayrıca
asilere katılan bir kişi ile Diyarbekir hücumuna iştirak etmiş olan bir asi idama mahkûm
edilmiştir.272

İstiklal Mahkemesi, Divan-ı Harplerin elinde bulunan dosyaların kendisine havale


edilmesini bildirmesine rağmen, kısa bir süre sonra Mahkeme’nin yoğunluğu nedeniyle
seferberlik ilanından sonra firar eden askerlerin Divan-ı Harplere gönderilmesini isteyerek
iş yükünü hafifletmeyi de amaçlamıştır. Kısaca, Şark İstiklal Mahkemesi’nin 13 Nisan
1925’de göreve başlamasıyla birlikte Divan-ı Harpler ve İstiklal Mahkemeleri birlikte
yargılamalar yapmış, 4 Mayıs tarihindeki tamimden sonra Divan-ı Harpler ellerindeki
dosyaları İstiklal Mahkemesine havale etmiş ve bu tarihten sonra 7 Mart 1927 tarihine
kadar firariler hariç İsyan’la alakalı tüm yargılamaları İstiklal Mahkemesi yapmıştır. Şark
İstiklal Mahkemesi, görevinin bitiminde ise elinde kalan dosyaları Elaziz Havalisi
Kumandanlığına teslim etmiştir.

Şark İstiklal Mahkemesi dosyalarında Divan-ı Harplere ve oradan İstiklal


Mahkemesine sevk edilenlere dair bazı rakamlar vardır. Mahkeme’nin göreve
başlamasından sonra bölgedeki Kolordu Kumandanlıkları tarafından 3. Ordu
Müfettişliğine ve Şark İstiklal Mahkemesi’ne yazılan belgelerde, Divan-ı Harplerde kaç
kişinin muhakeme edilmekte olduğuna dair bazı rakamlar bulunmaktadır. Şüphesiz
rakamlar Divan-ı Harplerde kaç kişinin yargılandığına dair kesin bilgililer çıkarılamaz

270
İM/T12/86/807-1/21/1
271
Vakit Gazetesi, 20 Nisan 1925, s.1.
272
Vakit Gazetesi, 27 Nisan 1925, s.1.

128
ancak kısmen fikir verebilir. Unutulmamalıdır ki bu rakamlarda bahsedilenlerin çoğu da
İstiklal Mahkemesinin görevine başlamasıyla birlikte İstiklal Mahkemesine sevk
edilmişlerdir.

14 ve 17 Nisan 1925 tarihlerinde Sarıkamış’ta 9. Kolordu Kumandanı Asım Bey


tarafından 3. Ordu Müfettişliğine gönderilen yazılara göre Hınıs Divan-ı Harbi Örfisi 10
Nisan 1925 tarihinde işe başlamıştır ve Hınıs Divan-ı Harbi’nde 17 şahsa ait üç dosya
vardır. Mülga Erzurum Divan-ı Harbi’nde ise Hıyanet-i Vataniye suçundan muhakemeleri
icra edilmekte olan 19 maznun bulunmaktadır. Bunların beşi Kiğı’dan, sekizi Erzurum’dan
gönderilmiştir ve bir kişi de Erzurum’dan tutuklu olarak gelmiştir. Bu maznunlar Hınıs’a
gönderilecektir. Ayrıca 15 Nisan 1925’de tutuklanan meşayih ve beylerin soruşturma
evrakları tamamlanmak üzeredir.273

15 Nisan 1925 tarihinde Lice’de 5. Kolordu Komutanı Naci Bey tarafından, 3. Ordu
Müfettişliğine yazılan yazıya göre: 5 kişinin tahkikatları yapılarak Divan-ı Harbe sevk
edilmiştir. İlk sorguları henüz tamamlanmamış 111 mevkuf vardır. Lice Divan-ı Harbi
henüz işe başlamamıştır. Divan-ı Harp, 16 Nisan 1925’te öğleye kadar Lice’ye gelecektir.
Divan-ı Harp henüz faaliyete geçmediğinden hiçbir maznun hakkında karar verilmemiş ve
infaz da yapılmamıştır.274

16 Nisan 1925 tarihinde Diyarbekir’den 7. Kolordu Komutanı Mirliva (…?)


tarafından Şark İstiklal Mahkemesi Savcılığına yazılan yazıya göre: Diyarbekir Divan-ı
Harbi Örfisinde tahkikatı ve muhakemesi devam eden 43 takım evrak vardır. Bu 43 takım
evrakta 200’den fazla şahıs bulunmaktadır. Bu şahıslardan bir kişi hakkında vicahen, bir
kişi hakkında ise gıyaben idam kararı verilmiş, bir kişinin davası da beraat ile
sonuçlanmıştır. 3 kişi İstiklal Mahkemesine sevk edilmiştir.275Ayrıca daha sonra bu 43
evraktan 22’si İstiklal Mahkemesi savcısının talebiyle 20 Nisan’da İstiklal Mahkemesine
sevk edilmiştir.

17 Nisan 1925 tarihinde Elaziz Havali Kumandanı Nureddin Bey tarafından 3.


Ordu Müfettişliğine yazılan yazıya göre: Elaziz Divan-ı Harb-i Örfisinde muhakemeleri

273
İM/T12/86/808/19/2
274
İM/T12/86/808/19/1
275
İM/T12/86/808/18/1-2-3-4-5-6

129
yapılmakta olan 20 evrakta 175 şahıs vardır. Ayrıca tahkikatı devam eden 23 evrak 183
şahıs bulunmaktadır.276

23 Nisan 1925 tarihinde Bitlis’te Bitlis Valisi ve 2. Fırka Kumandanı Kazım Bey
tarafından 3. Ordu Müfettişliğine yazılan yazıya göre: Divan-ı Harb-i Örfi
Müstantikliğinde tahkikatı devam eden 8, Divan-ı Harp’te muhakeme edilmekte olan 1
evrak vardır. Bu evraklarda, içerisinde Şeyh Said’in de bulunduğu 100’den fazla zanlı
bulunmaktadır. Bu zanlılardan bir kısmı hakkında Hınıs Divan-ı Harbi Örfisi ve bir kısmı
hakkında da İstiklal Mahkemesi takibat yürütmektedir. Ayrıca rapora göre şimdiye kadar
Divan-ı Harbi Örfi tarafından hıyanet cünha derecesinde 8 evrakın hükümleri tasdik ve
infaz edilmiştir.277

25 Nisan 1925 tarihinde Sarıkamış’ta 9. Kolordu Kumandanı Asım Bey tarafından


3. Ordu Müfettişliğine yazılan yazıya göre; Hınıs Divan-ı Harb-i Örfisinde görülmekte
olan 9 evrak, 67 şahıs vardır. Bunların bir kısmının muhakemelerine başlanmış, bir
kısmına ise başlanmamıştır. Bunlardan başka Kiğı’dan Hınıs Divan-ı Harbi’ne gönderilen
24 kişi ilk tahkikat evrakları mevcut olmadığından, sorgu evraklarının tamamlanması için
Kiğı’ya yazı yazılmıştır. Ayrıca 2 kişi hakkında da evrak mevcuttur.278

1 Mayıs 1925 tarihinde Diyarbekir’den 5. Kolordu Kumandanı Mirliva Naci Bey


tarafından 3. Ordu Müfettişliğine yazılan yazıya göre: Lice Divan-ı Harb-i Örfisine
muhakeme için gönderilen ve henüz hükme bağlanmayan 7 takım evrak ve 17 şahıs vardır.
Bu şahıslardan Lice eski Müftüsü Abdülhamid hakkında idam kararı verilmiş, evrakı
incelenmiş ve tenfizi emir olunmuştur. Tahkikatı tamamlanan fakat Divan-ı Harbe yeni
gönderilmiş olan 3 takım evrak ve 24 şahıs vardır. Ayrıca tahkikatı henüz başlamamış ve
Divan-ı Harb’e gönderilmemiş 132 kişi mevcuttur.279

8 Mayıs 1925 ve 10 Mayıs 1925 tarihinde Elaziz Havali Kumandanı Mirliva


Nureddin Bey tarafından 3. Ordu Müfettişliğine gönderilen yazılara göre; Divan-ı Harbi
Örfi’de muhakeme edilmekte olan 40 takım evrakta 330 şahıs vardır. Belgelerde bu kişiler

276
İM/T12/86/808/17/1-2-3
277
İM/T12/86/808/14/1-2-3-4
278
İM/T12/86/808/13/1-2-3-4-5, İM/T12/86/808/11/1-2
279
İM/T12/86/808/10/1-2-3

130
hakkında Müstantik (sorgu hâkimi) tarafından verilen kararlar mevcuttur. Kararlar
24/3/1925 ile 4/5/1925 tarihleri arasında verilmiştir.280

8 Mayıs 1925 tarihinde 9. Kolordu Kumandanı Asım Bey tarafından 3. Ordu


Müfettişliğine yazılan yazıya göre: Hınıs Divan-ı Harbi Örfisinde 7 evrak 32 kişi
mevcuttur. Bunların dışında 200’den fazla kişi firari ve gayr-ı mevkuftur. Bunlara 10
günlük zaman tanınmış, teslim olmamaları halinde gıyabi olarak muhakemelerine
başlanacaktır.281

18 Mayıs 1925 tarihinde Elaziz Havali Kumandanı Mirliva Nureddin Bey


tarafından 3. Ordu Müfettişliğine yazılan yazıya göre: Divan-ı Harb-i Örfi’de evvelce arz
edilenler hariç, muhakemesi devam etmekte olan 29 takım evrakta 88 şahıs mevcuttur.
Haklarında Müstantiklik kararı verilmiştir. Verilen kararlar 10/5/1925 ve 16/5/1925
arasıdır. 282

23 Mayıs 1925 tarihinde Elaziz Havali Kumandanı Mirliva Nureddin tarafından 3.


Ordu Müfettişliğine yazılan ve bir önceki yazı ek olan belgeye göre: Muhakemesi devam
etmekte olan 5 evrak 24 kişi vardır.283

Bunların dışında 9. Kolordu Komutanı Mirliva Asım Bey tarafından, İstiklal


Mahkemesine yazılan yazıda 8 Temmuz 1925 tarihinde Hınıs Divan-ı Harbinden 153 kişi
Elaziz İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmiş olduğu ve bunlara yolda Muş vilayetinden de
katılacaklar olduğu bildirilmişti.284 Yine bir belgeye göre 15 Mayıs 26 tarihi itibarıyla
Diyarbekir Divan-ı Harbi Örfisinin İstintak dairesinde, Hıyanet-i Vataniye cürmünden
haklarında tahkikat devam eden 157 mevkuf, 160 gayr-ı mevkuf maznun
bulunmaktaydı.285

Divan-ı Harp’ten, İstiklal Mahkemesine sevk esnasında firarların ve ölümlerin


yaşandığı da anlaşılıyor. Örneğin; Bağdatlı Abdüllatif bin Mahmud namında kişi Casusluk
suçlamasıyla maznun olarak Urfa Divan-ı Harbi tarafından 20 Mayıs 1925 tarihinde Şark

280
İM/T12/86/808/8/1-2-3-4-5-6, İM/T12/86/808/7/1-2-3-4-5-6-7-8-9
281
İM/T12/86/808/8/7-8
282
İM/T12/86/808/5/1-2-3-4-5-6
283
İM/T12/86/808/5/7-8
284
İM/T12/84/805-2/38/9
285
İM/T12/85/806-1/15/1-5

131
İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilmiş, ancak sevki sırasında firar etmeye çalışmış ve ölü
olarak ele geçirilmiştir.286

3.19. İdamların Uygulanması ve Son Sözler

İstiklal Mahkemesi tarafından verilen idam hükümleri yerel savcılıklar tarafından


infaz edilmekteydi. İnfazlar yerel Savcılık, Merkez Kumandanı, Jandarma Kumandanı,
Tabip, İstiklal Mahkemesi Muhafız Takım Kumandanı, Hapishane İmamı huzurunda
yapılmaktaydı. İnfazların tamamlanması ardından bu kişilerce tutulan, hükmün infazına
dair olan “zabıt varakaları” mahkemeye sunulmaktaydı. Bu zabıt varakalarına göre infazlar
ilk başlarda kararın verilmesinden 3 veya 4 gün sonra uygulanmış daha sonraları ise
kararın verildiği aynı gün veya bir gün sonra infaz edilmeye başlanmıştır. Ayrıca
maznunlardan Müslüman olanlara imam tarafından, Gayrimüslim olanlara da bir papaz
tarafından dini telkinatta bulunuluyordu. İnfaz tarihi Cuma gününe denk gelenlerin infazı
ise ertesi güne ertelenmekteydi. Savcı’nın Mahkeme’nin idam kararlarına itiraz etme hakkı
bulunmasına rağmen, bu hakkı kullanmadığı görülmektedir.

İnfazdan önce herkese son bir diyeceği olup olmadığı soruluyordu. Bu konuda
Diyabekir’de tutulan infaz zabıt varakaları daha ayrıntılı bilgi vermesine rağmen Elaziz’de
tutulan zabıtlarda genelde son sözlere dair bilgi bulunmamaktadır. İstiklal Mahkemesi
dosyalarında bulunan “İnfaz zabıt varakaları”nda yazıldığı şekilde bazı idam
mahkûmlarının son istekleri ve son sözleri şöyledir.287

Şeyh Mehmed Eyüb bin Halid:“…Amentü billah ila âhir okuyarak ve kelime-i
şehadet getirerek kader-i ilahi böyle olduğu ve başka bir diyeceği olmadığı…” (Karar
No:1)

Dr. Fuad:“…Allah şahid-i âlîdir ki: Şu isyan meselesinde hiçbir su-i medhalim
yoktur. Tabii zamanla yani Şeyh Tahir tutulduktan sonra hakikat tavzih edecektir. Eğer
benim Şeyh Tahir’le bir alakam bir münasebetim ve iddia olunduğu gibi vechle kendisini
evimde misafir ettiğim tahakküm etmezse bana bu idam hükmünü veren heyette eğer his ve
vicdan ve insaniyet varsa hayat-ı siyasiyeden ve belki de insanlıktan istifa edeceklerini
ümit ederim. Aksi sübut bulursa [ki bir mütehakkildir] demenizi rica ederim. …” (Karar
No:2)

286
İM/T12/82/801-1/1/1-4
287
İM/T12/833,834,835,836 Tenfiz-i İlamat dosyaları. Örnek bir infaz zabıt varakası için Belge 9

132
Jandarma Sabri bin Tevfik ve Jandarma Cemil bin Rıza:“…bir diyecekleri olmadığı
ve işi Allah’a havale eylediklerini beyan eylemekle…” (Karar No:7)

Mehmed Şerif, Mehmed bin Ahmed, Emin bin Mehmed, Ahmed bin Hüseyin,
Mehmed bin Gazanşer, Mehmed Ali, Abdülkerim:“…Allah iman selameti versin bi
kusuruz sebep olana Allah bırakmasın ve sebep olanlardan haklarını isteyeceklerini…”
(Karar No:19)

Ahmed bin İskender:“...buradaki çocuklarının Piçar köyündeki kızının yanın


gitmelerinin ve bin kuruş hayrına sarf olunmasının ve kurban kesilmesinin ve iki ölçek
buğday alınmasının...” (Karar No:19)

Ahmed bin Haydar: “...iki ölçek buğday ve bir kurban edilmesinin ailelerine tembih
edilmesini…” (Karar No:19)

Seyyid Abdülkadir:“…vasiyetnamesini katib-i adlilikçe tasdik ettirilmiş


olduğundan münderecatı vechle muamele ifasını ve hükümet bu hareketiyle Kürtlerle
Arapların birleşmesine hizmet etmekte olduğunu…” (Karar No:32)

Seyyid Abdulkadir oğlu Seyyid Mehmed:“…evlad-ı Hüseyin şehit edilerek vak’a-i


kerbelaya muntazır edildiğini…”(Karar No:32)

Abdullah Sadi:“…masum ise de Allah’ın takdirine ve mahkemenin kararına razı


bulunduğunu ve Hükümet-i Cumhuriye ile bütün millete arz-ı şükran eder olduğunu…”
(Karar No:32)

Kemal Fevzi:“…yalnız masumiyetinden bahsettiğini…” (Karar No:32)

Hacı Ahti Mehmed Tevfik:“…yaşasın Kürt mefkûresi…” (Karar No:32)

Hoca Askeri:“…İstanbul Müftülüğünde bulunduğundan terekemde bulunan bir


senelik maaşının ailesine verilmesini ve masum olduğundan affını…” (Karar No:32)

Emin bin Ali:“ …katırcı Mehmed Ali oğlu Mehmet’te eşyası bulunduğunu ve bu
meyanda bir yirmi beş madenî Mecidiye kıymetinde iki hançeri de bulunduğundan,
hükümet tarafından alınmasını beyan eylediği…” (Karar No:59)

Hüseyin Bey bin İsmail: “…vasiyetini Hapishane Müdürüne verdiğini, başkaca bir
diyeceği olmadığı…” (Karar No:64)

133
Kamil Beyoğlu Abdüllatif:“…Vartolu İsmail Bey, dayısı olduğundan ailesine
bakmasının tebliği…” (Karar No:69)

Monla Mahmud bin Reşid:“…cenazesinin ailesi meyanına defni hususunda Dağ


kapısında mukim Hacı Paşa’ya tefhimi…” (Karar No:69)

Hanili Mahmud Bey bin Mustafa:“…üç seneye mahkûm bulunan mahdumu Örfinin
Adana’ya gönderilmeyip burada bırakılması için İstiklal Müddei-i Umumisine
söylenmesini...” (Karar No:69)

Hanili Mustafa Bey:“…cenazesinin Mehmedbey mahallesinde mukim Şeyh Ömer


Efendi hanesinde Gecce(?) ailesine teslimini…” (Karar No:69)

Hanili Said Bey oğlu Salih Bey:“…cenazesinin Hani’ye defni hususunda


teşebbüsatta bulunmak üzere Cizreli zade Münir Efendi’nin hanesinde bulunan
hemşiresine söylenmesi…” (Karar No:69)

Şeyh Ömer bin Şeyh Bekir:“…cesedinin Beyaztürbe mahallesinde Şeyh Cafer’in


ailesine teslimini…” (Karar No:69)

Timur ağa bin Esad:“…beraat eden Binbaşı Kasım Bey’e cesedinin teslimi ve
cevahir hanımın ellerinden ayaklarından öptüğünü ve kendisine helal etmelerini ve kendisi
cümlesine helal ettiğini ve Salih Bey mezarını yapmasını ve ailesini bakmasını…” (Karar
No:69)

Baba Bey:“ …mezarının yapılması için Mülkiye Hapishane Müdürü’nde on iki


Mecidiyesi bulunduğunu…” (Karar No:69)

İbrahim Edhem:“…son hadisede gerek fiilen ve gerek fer’an medhaldar


bulunmadığını ancak iyi düşünememesi sebebiyle bazı kimseleri ziyaret etmek için uzak
mahallere kadar gittiğini ve yine düşüncesizliği mülabesesiyle görüştüğü her türlü
lakırdısını kabul ettiğini ve bazı kimselerden de mektup ve buna mümasil bazı evrak alıp
üzerinde taşıdığını beyan ve maahaza kendisi daha çocuk iken bir gün yaptığı hareketle
validesini hiddete sevk ve validesi tarafından da kendisine inşallah boynun ipe gelir diye
bedduada bulunduğunu ve bu akıbete bu suretle düçar olduğunu ve söylediği lakırdıların
diğerlerine ibret olmak üzere matbuatla ilanını gerek mevcut zevatın ve gerekse kendisini
bilen ve tanıyan eşhasın haklarını helal etmesinin matbuata ilaveten dercini ve başka
diyeceği olmadığını…”(Karar 71)

134
Mehmed oğlu Reşid:“…kendilerine gadr edildiğini ve Cenab-ı Hak’tan af
dilediğini…” (Karar No:523)

Mahmud oğlu Sadık: “…bu meselede kabahati olmadığı iftiraya uğradığını


hükümetten adalet istemiş olduğunu…” (Karar No:523)

Sadun oğlu Hançer: “…bir kabahati olmadığı ve varsa zaten cezasını çekiyor
olduğunu ve Cenab-ı Hak’tan iman selameti temenni eylediğini…” (Karar No:523)

Aşiret Reisi Bocolu Timur oğlu Ömer; “…Cenab-ı Hak’tan affını temenniden
başka diyeceği olmadığı…” (Karar No:523)

Şemun oğlu Muhtar Yusuf:“…bir diyeceği olmadığını yalnız hapishanede Çavuş


oğlu Fetho ile Çaycı Abdo’ya hayrına sarf edilmek üzere iki madenî lira verdiğini…”
(Karar No:523)

Ömer oğlu Sadık:“…Cenab-ı Hak’tan affını dilemekten başka bir diyeceği yok…”
(Karar No:523)

Mehmed oğlu Aziz:“…Hükümet-i Cumhuriye’ye malıyla canıyla çalıştığı halde


Şırnaklı Abdurrahman’ın iftirasına uğradığını, ondan huzur-ı İlahi’de davacı olduğunu…”
(Karar No:523)

İsa oğlu Halid:“…bir diyeceği olmadığını ve bütün ümmet-i Muhammed’e hakkını


helal ettiğini…” (Karar No:523)

Kadir Bezor: “…iki fırka askere erzak verdiğini ve yardım ettiklerini ve asker
katletmediğini ve kelime-i tevhidden başka bir diyeceği olmadığını…” (Karar No:543)

Biçar Aşireti Reisi Cemil Çeto:“…Hükümete elden geldiği kadar muavenet ettiğini
ve hain-i vatan olmadığını ve kaderi böyle olduğunu ve kelime-i tevhidden başka diyeceği
olmadığı…” (Karar No:543)

Şükrü Ağa:“…hakkını sebep olanlardan huzur-ı İlahi’de isteyeceğini ve kendisini


teslim olduğundan Mahkeme haksız yere hüküm ettiğinden Mahkeme’den davacı
olduğunu…” (Karar No:544)

Hasenanlı Halid Bey:“…sizden bekleyecek bir ümidim yok. Her bir şeye Allah’ı
tevkil ettim…” (Karar No:546)

135
Mahmud oğulları Derviş ve Mehmed:“…madenî mevcutları olan doksan beş
kuruşun valideleri Karasu kerimesi Papo’ya verilmesini ve valideleri tarafından bir
kurban kesilmesini ve iskat ve salat-ı teşbih için beş yüz kuruş sarf edilmesini…” (Karar
No:623)

Şeyh Emir oğlu Bero: “…yalnız madenî bir lira ile on sekiz mecidiyesini Beşiri
Kaymakamlığı vasıtasıyla Azl karyesinde bulunan pederi Şeyh Emir’e verilmesi…” (Karar
No:624)

Mahkeme dosyalarındaki son sözler bunlarla sınırlıdır. Burada şunu ilave etmek
gerekir ki Garo Sasuni gibi bazı kişilerin kitaplarında başta Şeyh Said olmak üzere birçok
mahkûmun idamlarından önce Kürtlük ve Kürdistan üzerine sözler söylediği
aktarılmaktadır. Ancak bu bilgilerin gerçeği yansıtması mümkün görünmemektedir. Çünkü
Sasuni gibi şahısların kitaplarında aktarılan bu tür sözler, idam edilen şahısların hem
Mahkeme’de vermiş oldukları ifadeleriyle ve hem de müdafaalarıyla tamamen
çelişmektedir. Mahkeme huzurunda Kürtlük ve İsyan’la alakası olmadığını iddia eden ve
son ana kadar affedilmeyi umdukları anlaşılan bu kişilerin bu tür sözler söylemiş
olmalarını iddia etmek tutarlı değildir. Ayrıca bu tür sözler söylediklerine dair herhangi bir
belge de bulunmamaktadır.288

Ayrıca idam edilenlere atfedilen bu tür sözlerin, herhangi bir sebepten dolayı
Mahkeme tarafından kayıt altına aldırılmamış olması da mümkün değildir. Çünkü verdiği
her kararda, İsyan’ı, bir Kürt ve Kürdistan hareketi olarak tanımlayan ve son söz olarak
“Yaşasın Kürt mefkûresi” diyen Hacı Ahti’nin sözlerinin kayda geçmesine müsaade eden
Mahkeme Heyeti, diğerlerinin de bu tür sözler söylemeleri halinde, kendi iddiasının
gerçekliğine delil olarak bu sözleri kayıta geçirmesi ve kullanması kaçınılmazdı.

3.20. Şark İstiklal Mahkemesi Hapishaneleri

Şark İstiklal Mahkemesi gezici bir mahkemedir. Yargılamaları daha çok Diyarbekir
ve Elaziz’de yapılmıştır. Mahkeme, Diyarbekir’de bulunduğu sırada askerî hapishaneyi,
Elaziz’de bulunduğu zaman zarfında ise daha önce Askerlik Şubesi emrindeki askerlerin

288
Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.yy’den Günümüze Ermeni ve Kürt İlişkileri, Med
Yayınları, İstanbul 1992,s.191-192. ( Şeyh Said isyanı ile ilgili olarak “Türkler ve Kürtler arasında, aynen
Ermeniler ile Türkler arasında olduğu gibi çok derin uçurumlar açılmış olduğundan artık aralarında hiçbir
barış yolu kalmamıştı” diyen Sasonu gibi kişilerin, idam edilenlerin son sözlerinde dair yazdıklarının gerçek
olmadığı aşikârdır. Sasuni, age, 193.

136
bulunduğu eski Ermeni Protestan Kilisesini hapishane olarak kullanmıştır.289Ancak
hapishane olarak kullanılan kilise binasında, zaman içinde yaşanan yoğunluk ve izdiham
neticesinde, İstiklal Mahkemesi’nin talebiyle kilise binasının yanındaki cami de hapishane
olarak kullanılmaya başlanmıştır.290 İstiklal Mahkemesinde yargılanacak olan şahıslar
genel olarak mahkemenin bulunduğu bu iki şehirdeki hapishanelere sevk edilmekteydi.
Ancak tüm zanlılar bu iki şehirde tutulmuyordu. Maznunların civar kazaların
hapishanelerinde tutulması ve muhakeme sırası gelen mahkûmların celp edilmesi,
Mahkeme’nin yapmış olduğu uygulamalar arasındaydı.

Arşiv belgelerinde Diyarbekir’deki hapishane hakkında çok belge olmamakla


birlikte, Elaziz’de hapishane olarak kullanılan kilise binası hakkında bazı belgeler
bulunmaktadır. Elaziz’de bulunan hapishanenin muhafazasını 5. Fırka’ya ait bir bölük
yapmaktaydı. Bir ara bu hapishanenin muhafazasının vilayet jandarması tarafından
yapılması gündeme gelmesine rağmen, jandarmanın sayısının yetersizliğinden dolayı
bundan vazgeçilerek hem jandarmanın hem de askerin bu işi birlikte yapması, kilise
binasını 5. Fırkanın, bitişiğindeki camiyi de vilayet jandarmasının muhafaza etmesi
kararlaştırılmıştı.291 Yapılan yazışmalarda hem hapishanenin fiziki şartlarının hem de
tutukluların sağlık durumlarının pekiyi olmadığı anlaşılmaktadır. Tevkifhane Müdürü
Osman Nuri İstiklal Mahkemesine yazdığı bir yazıda, tevkifhanenin darlığı yüzünden
günden güne hastalıkların arttığı, sabah ve akşam vizitelerini yapmak için bir doktora
şiddetle ihtiyaç olduğu bildiriliyordu.292

Hapishanenin durumuyla ilgili en geniş bilgiyi veren Elaziz Askeri Hastanesi


Tabipleri tarafından tutulan rapordur. Elaziz Havali Kumandanlığının emri ile tevkifhane
olarak kullanılan kilise binası ve tutuklular muayene edilmiş, neticede hem tutukluların
sağlığı hem de Muhafız Taburu ve şehir halkının, ortaya çıkması muhtemel bulaşıcı bir
hastalığa maruz kalamaması için 22 maddelik bir rapor hazırlanmıştır. Bu rapora
bakıldığında hem hapishanenin şartları ve hem de tutukluların durumu iyi değildir. Rapora
göre, bina içerisinde temizlikten eser yoktur. Tutukluların, yemeklerini kilise binası ile
etrafındaki parmaklıklar arasında kendilerinin yapıyor olması bu durumun başlıca
nedenidir. Bu yüzden acilen mahkûmlardan aylık toplanıp yemeklerin toplu halde

289
İM/T12/90/826-2/3/4
290
İM/T12/91/830/26/3
291
İM/T12/91/830/27/5-6-7-11
292
İM/12/91/830/26/2

137
yapılması istenmektedir. Tutukluların da çoğu pis, bitli ve çamaşırları aylarca
yıkanmamıştır. Ayrıca bina yetersizdir ve başka bir binaya geçilmelidir. Raporun son
kısmındaki tavsiye durumu daha net göstermektedir. Buna göre beraat edenler
temizlenmeden şehre bırakılmamalı ve kilise binası boşaltıldıktan sonra 40 gün boş
bırakılmalı ve sonra temizlenmelidir. Bu rapor üzerine Havali Kumandanlığı, Mahkeme’ye
13 Mart 1926’da yazı yazarak Vilayet Sıhhiyesince tetkikat yapılması gerektiğini
bildirmiştir. Ancak daha sonra hapishanenin durumuyla ilgili ne gibi bir gelişme olduğuna
dair bir belge mevcut değildir.293

Yine Tevkifhane Müdürü Osman Nuri’nin 24 Temmuz 1925 tarihinde Mahkemeye


yazdığı yazıdan anlaşıldığına göre tevkifhane oldukça yetersiz ve kalabalıktır. Onun
anlatımına göre tevkifhanenin kapasitesi ancak 200 kişidir. Ancak o an itibariyle Mülkiye
Tevkifhanesinde 561 mahpus bulunmaktadır. Bir saat içerisinde de 179 mevkuf
Diyarbekir’den gelecektir. Bu, hem barınma hem de güvenlik noktasında sıkıntılar
doğurmaktadır. Bu koşullar altında idama mahkûm bir kişi kaçmaya çalışmış, bir onbaşıyı
yaralamış ve güçlükle zabtedilmiştir. Osman Nuri’nin bildirdiği bu durum İstiklal
Mahkemesi tarafından, Elaziz Havali Kumandanlığına ileterek şartların iyileştirilmesini
istemiştir. Ayrıca meydana gelen bu firar teşebbüsünde Muhafız Kıtasının çok uyuşuk
hareket etmesinin de neden olduğunu söylemiş ve hapishaneye gönderilen “kıta zabitanın
Türk, zeki, cesur ve cevval olmasını ve efradın her halde Türk oğlu Türk ve muallem ve
pişkin efrattan terkip buyurulmasını” rica etmiştir.294 Bu tür problemler Diyarbekir
Hapishanesinde de yaşanmaktaydı. Diyarbekir Hapishanesinde uzun müddet duran bazı
mahpusların problem çıkarmaları üzerine 3. Ordu Müfettişliği, o sırada Elaziz’de bulunan
Mahkeme’ye yazı yazarak hapishanede bulunan bazı kişilerin bir an önce muhakeme
edilmesini istemişti. Hatta Mahkeme’nin dönmesinin uzaması halinde bu kişileri Elaziz’e
göndermeyi uygun görmüştü.295

Bunun yanı sıra Elaziz hapishanesinden firarlarda olmaktaydı. Örneğin 25 Eylül


1926’da idamına hükmedilen Çapakçurlu Mahmud oğlu Mehmed hapishaneden firar
ederek yine Çapakçur civarında eşkıyalığa başlamış, hatta iki kişiyi de katletmiştir. Bunun
üzerine Hapishane Müdürü, Mahkeme’ye tevkifhanede bir gardiyanın olduğunu ve ikiye
çıkarılması gerektiğini, ayrıca tevkifhanenin muhafazasında 20 kişinin olduğunu, bu

293
İM/T12/90/827/71/1-2-3
294
İM/T12/89/826-1/45/1-2
295
İM/T12/83/805-1/12/6

138
sayının da 70’e çıkarılması gerektiğini, aksi takdirde yeni firarların olabileceğini
bildirmiştir. 296

Hapishanede ölümlerde gerçekleşiyordu. Keferzili Hasan Molla 18 Haziran


1926’da hapishanede ölmüştü. Doktor raporuna göre lekeli humma 15 gün devam etmiş ve
tifodan ölmüştür.297 Ayrıca 26 Ocak 1926 tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre Divan-ı
Harb-i Örfi mevkufları ile İstiklal Mahkemesi mevkufları hapishanede karışık halde
bulunmaktaydı.298

İstiklal Mahkemesi kurulduğundan itibaren hapishanenin müdürlüğünü Osman Nuri


yerine getirmiştir. Mahkeme’nin görevinin sonlarına doğru Mahkeme, Millî Müdafaa
Vekâleti’ne yazdığı yazı ile Osman Nuri’nin fedakâr bir şekilde bu vazifeyi gördüğünü,
hatta idam mahkûmları tarafından yaralandığını bildirmişti. Ayrıca Mahkeme’nin görevi
bitince Osman Nuri’nin Elaziz’de kalmasını sakıncalı görmüş, burada kalırsa halkın her
türlü tecavüz, fenalık, suikast ve intikamına uğrama ihtimali olduğundan onun 3. Ordu’ya
nakli istenmiştir.299

Bunlardan ayrı olarak, Mahkeme 17 Mayıs 1341 tarihinde aldığı kararla maznun ve
mevkufların ailelerine göndereceği ve onlara gelecek olan mektupların İstanbul’da Polis
Müdüriyeti, taşrada ise en büyük mülki memurluklarca açılarak tedkik edileceğini ve
sakıncalı bir durum yok ise teslim edilmesini, aksi takdirde Mahkeme’ye gönderilmesini
karara bağlamıştı.300Ancak Mahkeme dosyalarına bakıldığı zaman bazı mahkûmların
idamlarından önce ailelerine yazmış olduğu mektupların hâlâ Mahkeme dosyalarında
olduğu görülmektedir. Örneğin idam edilen Ankaralı İbrahim Edhem Hoca’nın ailesine
yazmış olduğu mektuplar dosyasında durmaktadır ve gerekli kişilere ulaştırılmadığı
anlaşılmaktadır.

296
İM/T12/91/831/31/5
297
İM/T12/88/819/3/1-5
298
İM/T12/88/819/33/13
299
İM/T12/84/805-2/56/1-2-3
300
İM/T12/84/805-4/105/1

139
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ŞEYH SAİD DAVASI VE İSYANIN NİTELİĞİ

1. Şeyh Said Davası

1.1. Şeyh Said Kimdir?

1865 Palu doğumlu olan Şeyh Said’in babası Şeyh Mahmud Fevzi, annesi Gule
Hanım’dır. Dedesi, Nakşibendi tarikatının Halidiye koluna mensup Palulu Şeyh Ali
Sebti’dir. Şeyh Ali Sebti’nin Halid el-Bağdadi’nin ya da onun kardeşi ve halifesi olan
Mahmud Sahib’in halifesi olduğu kaydedilmektedir. Şeyh Ali Sebti, Diyarbekir’in Septi
köyünden gelerek Palu’nun Kasımiye mahallesine yerleşmiştir. Bir süre sonra Erzurum’un
Hınıs ilçesine göç etmiş ve daha sonra Palu’ya geri dönmüştür. Şeyh Ali Sebti’nin
ölümünden sonra, oğlu ve aynı zamanda halifesi olan Şeyh Mahmud Fevzi, Hınıs’a geri
dönmüştür. Şeyh Mahmud’un beş oğlundan birisi olan Şeyh Said, babasının ölümünden
sonra ailenin reisi olmuştur. Birinci Dünya Savaşı sırasında Piran bölgesine göç eden Şeyh
Said, savaş sonrasında tekrardan Hınıs’a yerleşmiştir. Palu ve Hınıs’ta medreseler kuran ve
müderrislik yapan Şeyh Said, dini ve sosyal konularda ve aşiretler arası çatışmalarda
halkın ilk olarak başvurduğu bir kişi olarak ün kazanmıştır. 301

Şeyh Said, İstiklal Mahkemesindeki sorgusunda okuduğu medreseler ve aldığı


derslerle ilgili şu bilgileri vermiştir:

“Reis Müfid Bey: Nerede tahsil ettiniz, Şeyh Said Efendi?

Şeyh Said: Muş’ta, Malazgirt’te, Palu’da tahsil ettim.

Reis Müfid Bey: Oralarda nerede tahsil ettiniz, medresede mi okudunuz, kimlerden
ders aldınız?

Şeyh Said: Evet, medreselerde okudum. Palu’da Amcam Şeyh Hasan yanında
okudum. Muş’ta Fakı Mehmed Emin Efendi; Malazgirt’te Abdülhakim ve Hınıs’ta da Musa
Efendi’nin yanında okudum.

Reis Müfid Bey: Ne okudunuz Şeyh Efendi?

301
Zekeriya Kurşun, “Şeyh Said”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt Ek-2, s.566-568.; Toker, age, 30-31.

140
Şeyh Said: Envar, Muharrer, Nahiv, Sarf, Mantık, Meâni, İstiare, Beyan, Bediî,
Akâid gibi şeyler okudum.

Reis Müfid Bey: İstiare buyurdunuz, ne demektir?

Şeyh Said: İstiare müşebbehi terk etmek, istiare masdardır. Sarf sualini sorarsanız.

Reis Müfid Bey: Akâid de okudunuz, değil mi?

Şeyh Said: Evet, akâid de okudum.”302

Metin Toker; Şeyh Said’in çok zengin bir kişi olduğunu, yanında sadece çoban
olarak 120’ye yakın adamının bulunduğunu, her yıl on sürüye yakın koyunu olduğunu ve
bunları bizzat Halep’e kadar götürüp satarak oradan mal aldığını yazmaktadır. Ayrıca
Hınıs – Halep yolunun Şeyh Said’in nüfuzu altında olduğunu söyleyen Toker, bunun hem
Şeyh Said’in geniş bir bölgede yaptığı ticari faaliyetlerden, hem de ailesinin akıllıca ve
isabetli bir şekilde yaptığı evliliklerden kaynaklandığını söylemektedir.303

Şeyh Said’in, evlilik yoluyla Hamidiye Alayları Kumandanlarından ve Kürt İstiklal


ve İstihlas Cemiyeti’nin kurucularından olan Cibranlı Halid Bey ile akrabalığı
bulunmaktaydı. Bununla birlikte isyanda adı geçen önemli birçok kişinin Şeyh Said’in
hısım veya akrabası olduğu bilinmektedir. İstiklal Mahkemesi sanıklarından Fakih Hasan
ifadesinde bu duruma vurgu yapmıştır. Onun anlatımına göre; Şeyh Said, Şeyh
Abdullah’ın kayınpederidir. Şeyh Said’in iki kız kardeşi ve bir kızı Çan şeyhleriyle evlidir.
Çan şeyhlerinin bir kız kardeşi Said ile evli ve Ali Rıza’nın annesidir. Çan şeyhinin bir kızı
Hacı Sadık Bey’de, iki kızı da Hacı İsmail Ağa’dadır. Yusuf Ağa ise Hacı Sadık Bey’in
yeğeni ve damadıdır.304

Şeyh Said’in beş erkek kardeşi vardı. Bunların bazıları isyana katılmış, bazıları ise
muhalif kalmıştır. Şeyh Said vermiş olduğu ifadede kardeşlerinden Mehmed Mehdi ve
Abdurrahim’in kendi müttefiki olduğunu, Şeyh Tahir’in kararsız kaldığını, Hınıs Müftüsü
Şeyh Bahaeddin’in kendisine muhalif olduğunu, yine Hınıs’ta bulunan bir diğer kardeşi
Ziyaeddin’in fikrini bilmediğini söylemiştir. Ayrıca Şeyh Said’in beşi kız, beşi erkek on

302
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.3.
303
Toker, age, s.32.
304
İM/T12/10/69-6/65/9

141
çocuğu vardı. Yine kendisinin ifadesine göre erkek çocuklarından Ali Rıza, Gıyaseddin ve
Selahaddin isyana iştirak etmişti. Diğerleri ise henüz küçüktü.305

1.2. Şeyh Said ve Arkadaşlarının Yargılanma Süreci

15 Nisan 1925’te yakalanan Şeyh Said’in ilk ifadesi Varto Müstantikliği (Sorgu
Hâkimliği) tarafından 16 Nisan’da alınmıştı. İcra Vekilleri Heyetinin 15 Nisan 1925 tarihli
toplantısında Şeyh Said ve arkadaşlarının muhakemelerinin Diyarbekir’de görülmesi kararı
alındıktan sonra Şeyh Said ve beraberindeki 39 kişi, 6 Mayıs’ta Diyarbekir’e getirilerek
Mülkiye Hapishanesine teslim edildi.306 Hapishaneye teslim edildiklerinde Şeyh Said’in
250, Şeyh Abdullah’ın 80 ve Binbaşı Kasım Bey’in 96 madenî lirası ayrıca Şeyh Said ve
Kasım Bey’in birer altın saati bulunmaktaydı. Bunlar Hapishane tarafından alınmış, daha
sonra talepleri üzerine kendilerine iade edilmişti. Şeyh Said, Diyarbekir’e getirildikten
sonra Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmed Süreyya Bey tarafından 21 Mayıs tarihinde
ifadesi tekrar alındı.307

Bundan sonra Savcı Ahmed Süreyya, Şeyh Said ve 37 kişi hakkında hazırlamış
olduğu 70 numaralı iddianameyi, 23 Mayıs’ta mahkemeye sundu.308 25 Mayıs’ta Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu’na göre, mahkeme heyeti önüne çıkarılan sanıkların
hüviyetleri tespit edildi ve muhakeme esnasında kendilerine yardımcı olmak üzere avukat
intihap edip etmedikleri soruldu. Hiçbirinin avukat tutmadığı anlaşılınca, avukat tutmaları
sanılara bildirildi.309

Şeyh Said ve 37 sanığın muhakemesi 26 Mayıs’ta başladı. O gün sorgulara


geçilmeden önce, Hacı Mehmed Sadık bin Hüseyin de davaya dâhil edildi. Böylece Şeyh
Said davasındaki maznun sayısı 39 oldu. Zabıt Kâtibinin iddianameyi okuması ve Savcı
Ahmed Süreyya’nın davanın içeriğini açıklamasının ardından mahkeme heyeti tarafından
Şeyh Said’in sorgusuna geçildi. O gün yalnız Şeyh Said’in sorgusu yapıldı. Daha sonra
Şeyh Said, Kasım Bey, Şeyh Abdullah, Şeyh İsmail ve Şeyh Şerif hakkında Savcılığın
hazırlamış olduğu 21 Mayıs tarihli muvacehenamenin okunmasının ardından; Savcı
Ahmed Süreyya söze girerek Şeyh Said’in müdafaasını yaparken kullandığı bazı ifadelere
itirazla, Şeyh Said’in daha önce verdiği ifadelerle muhakeme sırasındaki ifadeleri arasında

305
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.24-27. Toker, age, s.32.
306
İM/T12/84/805-2/51/3
307
İM/T12/87/815/1/4-5-6-7-8
308
Belge 10
309
Belge 11

142
bazı çelişkiler olduğunu söyleyerek Şeyh Said’in hem savcılık hem de Varto Müstantikliği
tarafından tutulan ifadelerinin okunmasını istedi. Savcının isteği üzerine bu iki ifade
okundu ve ardından Savcı Ahmet Süreyya Bey’in, Şeyh Said’e bazı sorular yöneltmesiyle
o gün Şeyh Said’in sorgusu tamamlandı.310

26 Mayıs’taki duruşmanın sonunda Savcı’nın talebi doğrultusunda Nakib Bekir


Sıdkı Bey, Cemilpaşazade Ekrem Bey, Kadri Bey, Memduh Bey, Cevdet Bey, Muhittin
Bey ile Çan Şeyhlerinden Şeyh Hasan ve arkadaşlarının (toplam 14 kişi) davaya dahil
edilme kararı alındı. Ayrıca yakalandığı anlaşılan Şeyh Şemseddin’in evrakının Divan-ı
Harp’ten getirilmesine karar verilerek dava 30 Mayıs Cumartesi gününe ertelendi.311

30 Mayıs Cumartesi günü, önceki celsede muhakemelerinin birleştirilerek


yapılmasına karar verilen şahıslar da mahkemeye getirildi. Hüviyetleri tetkik edildikten
sonra gerekli kanuni ihtarların yapılması, zabıt kâtibinin haklarındaki iddianameyi okuması
ve savcının teşrih-i davada bulunmasından sonra tekrar Şeyh Said’in sorgusuna geçildi.
Kısa bir sorgudan sonra dava dosyasında bulunan yüzden fazla mektup ve dava evrakı
teker teker okundu. Ardından 8 sanığın (Şeyh Abdullah, Kasım Bey, Şeyh İsmail, Şeyh
Abdüllatif, Hacı Halid Bey, Abdülhamit Bey, Kamil Bey, Kasım Bey’in yeğeni Reşid)
sorguları tamamlandı ve muhakeme 1 Haziran 341 tarihine ertelendi.312

1 Haziran Salı günkü muhakeme Aşiret Süvari Alayı Binbaşı İsmail Efendi’nin
sorgusuyla başladı ve toplamda 26 kişinin sorgusu yapıldı. Günün sonunda Savcı’nın talebi
doğrultusunda Malazgird Mal Müdürü Şükrü Efendi ve Yüzbaşı Ali Avni Efendi’nin
davaya dahil edilmelerine karar verilerek muhakeme 7 Haziran Pazar gününe ertelendi.313

7 Haziran Pazar günü muhakemenin başlamasıyla birlikte 48 numaralı kararla;


maznunlardan Hanili Mustafa Bey’in zevcesi Kadriye Hanım ve hizmetçisi Hatice Hanım
hakkında beraat, yine Mustafa Bey’in kızı Hamide Hanım ile uşağı Hasan hakkında daha
önce Divan-ı Harp tarafından men-i muhakeme kararı verilmiş olduğundan tahliye

310
Savcı tarafından alınan 21 Mayıs tarihli ifadenin orijinali mahkeme dosyasında bulunmasına rağmen 16
Nisan tarihinde Varto Müstantikliği tarafından tutulan ifadenin orijinali mahkeme dosyasında
bulunmamaktadır.
311
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.1-34.
312
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.34-98.
313
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.98-149. Burada verilen yargılama tarihleri Şark İstiklal Mahkemesi
dosyalarında bulunan Osmanlıca muhakeme zabıtnamesine göre verilmiştir. Ancak zabıtnamede verilen bazı
tarihler dönemin gazeteleri ile örtüşmemektedir. Zabıtnameye göre 1 Haziran 1925’te muhakemesi yapılan
sanıkların bir kısmının muhakemeleri dönemin gazete haberlerine göre 31 Mayıs tarihinde yapılmıştır.

143
kararları verildi. Bu kararın ardından 8 sanığın daha muhakemesi tamamlandı ve günün
sonunda isyanın sebeplerinden biri olduğu gerekçesiyle 5 gazetecinin davaya dahil
edilmelerine karar verilerek, muhakeme 8 Haziran Pazartesi gününe ertelendi.314

Muhakeme, 8 Haziran Pazartesi günü Demirci oğlu Süleyman’ın sorgusuyla başladı


ve toplamda 10 kişinin sorgusu tamamlandı. Günün sonunda Genç Valisi İsmail Hakkı Bey
ile Çapakçur Kadısı Ali Rıza Efendi’nin davaya dahil edilmesine karar verilerek
muhakeme 9 Haziran tarihine ertelendi.315

9 Haziran’da Kaymakam Hüseyin Hilmi Bey’in sorgusuna kaldığı yerden devam


edildi. Ardından Liceli Tahir ve İzzet Beyzade Mehmed Bey’in davaya dahil edilmesine
karar verilerek onlarında yargılanmasından sonra Hanili Mustafa, Salih Beyler ile Hasan
bin Salih’in sorgusu yapıldı ve muhakeme 14 Haziran’a ertelendi.316

14 Haziran’da 10 kişinin sorgusu yapıldı. Sorgusu yapılan kişilerden Binbaşı Kasım


Bey’in babası Ahmed Ağa hakkında isyanla alakalı bir belge olmadığından 49 numaralı
kararla beraatına karar verildi. Ayrıca Madenli Kadri Efendi ve Monla Mahmud o gün
davaya dahil edilerek muhakemeleri yapıldı. Günün sonunda muhakeme 15 Haziran’a
ertelendi.317

15 Haziran’da Genç Valisi İsmail Hakkı Bey ve Nahiye Müdürü Tayyib Ali Bey’in
sorguları yapılarak muhakeme 19 Haziran gününe ertelendi.318

19 Haziran’da ilk olarak Çapakçur Hâkimi Ali Rıza Efendi ile Şeyh Şemseddin’in
sorguları yapıldı. Ardından Darahini Müftüsü İlyas Efendi ile Hanili Mustafa Bey’in oğlu
Mahmud Bey’in davaya dahil edilmeleri kararının verilmesinden sonra sorguları
tamamlandı. Ardından Genç eski Mebusu Hamdi Bey ve Palu Jandarmalarından Mustafa
şahit olarak mahkemede dinlendikten sonra Cemilpaşazadelerin sorgusuna geçildi
Cemilpaşazade Ekrem, Ömer, Cevdet, Kadri, Memduh ve Muhittin Beylerin sorguları
tamamlandıktan sonra Nakib Bekir Bey’in sorgusu yapıldı.

Sorguların tamamlanmasının ardından Savcı söze girerek şimdiye kadar isyanla


aslen veya feran zi-medhal (ikinci dereceden fail) olan 74 kişinin muhakemesinin

314
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.149-173.
315
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.173-197.
316
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.198-243. Zabıtnameye göre 9 Haziran 1925’te yapılan bazı muhakemeler,
dönemin gazete haberlerine göre 10 Haziran 1925’te yapılmıştır.
317
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.243-268.
318
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.268-287.

144
yapıldığını, bunlardan başka bu davaya dahil edilmesine rağmen halen muhakemesi
yapılmamış olan kişilerin davalarının ayrılmasını talep etti. Bunun üzerine Mahkeme
heyeti tarafından henüz sorgusu yapılmayan Mal Müdürü Şükrü ve gazetecilerin
davalarının ayrılmasına karar verildi. Ardından dava evrakının tedkik edilmek üzere
Savcılık makamına teslim edilmesine ve sanıkların da son savunmalarını hazırlamaları için
mühlet verilmesine karar verilerek muhakeme 20 Haziran’a ertelendi.319

20 Haziran’daki duruşma Savcı Bey’in konuşmasıyla başladı. Savcı Ahmed


Süreyya Bey isyanın sebeplerini kısaca özetledi ve her bir maznun hakkındaki son
mütalaasını sundu. Savcı Bey isimlerini teker teker verdiği bu şahıslardan başta Şeyh Said
olmak üzere 53 kişinin isyanın asıl failleri olduğunu ve cezalandırılmalarını talep etti.
Ardından Rüştü Efendi’nin adem-i mesuliyetini, 6 kişinin fer’an zi-medhal (ikinci
dereceden dahil) olarak mücrimiyetlerini, Vali İsmail Hakkı Bey’in tekasül ve terahi
fiilinden dolayı cezalandırılmasını ve geriye kalan diğer kişilerin de haklarında masumiyet
kararı verilmesini talep etti. Ardından kimisi sözlü olarak kimisi de yazılı olmak üzere
maznunlar son müdafaalarını yapmaya başladı. O gün Şeyh Said başta olmak üzere 61 kişi
müdafaasını yaptı ve muhakeme 28 Haziran’a ertelendi.320

28 Haziran’da maznunların savunmaları devam etti. 15 kişinin daha savunmasını


yapmasının ardından muhakeme son buldu ve mahkeme heyeti, maznunlar hakkında
kararını açıkladı. Toplamda 92 kişinin sanık olarak yer aldığı muhakeme sonunda 47 kişi
hakkında idam kararı, 9 kişi hakkında da çeşitli cezalar verildi. 30 kişi beraat etti, 6 kişinin
dosyası da başka bir zamanda görülmek üzere ayrıldı. Ayrıca mahkemenin yargı sahası
içerisinde bulunan tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verildi.321

1.3. Şeyh Said Dosyasında Yargılanalar ve Aldıkları Cezalar

Şeyh Said ile aynı davada maznun olarak toplam 92 kişi yargılandı. Yargılama
sonunda 47 kişi idam edilmiş, 9 kişi hakkında çeşitli cezalar verilmiş, 30 kişi de beraat
etmiştir. Ayrıca 6 kişinin dosyası da ayrıca görülmek üzere ayrılmıştır. Bu 92 kişin ismi ve
aldıkları cezalar şöyledir:

319
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.287-308.
320
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.309-350. Dönemin gazete haberlerine göre bu muhakeme 27 Haziran 1925
tarihinde yapılmıştır ki doğru olan tarih budur. Muhakeme zabtında yanlış yazılmıştır.
321
Şark İM. M.Z. (Karar 69) s.350-366.

145
1.3.1. İdam Edilenler

1. Şeyh Mahmud oğlu Şeyh Mehmed Said


2. Şeyh Mahmud oğlu Şeyh Abdullah
3. Şeyh Hasan oğlu Şeyh İsmail
4. Şeyh Hasan oğlu Şeyh Abdüllatif
5. Hacı Yusuf oğlu Hacı Halid
6. Halid oğlu Kamil Bey
7. Hacı Halid oğlu Molla Emin
8. Şeyh Musa oğlu Şeyh Ali
9. Halil oğlu Mehmed Ağa
10. Halid oğlu Baba Bey
11. Esat oğlu Timur Ağa
12. Kamil oğlu Abdüllatif Bey
13. İbrahim oğlu Mehmed
14. İbrahim oğlu Süleyman
15. Selim oğlu Bahri Bey
16. Şeyh Mustafa oğlu Şeyh Cemil
17. Yusuf oğlu Çerkes
18. Mehmed oğlu Halid
19. Şeyh Mustafa oğlu Şeyh Şerif
20. Hasan oğlu Süleyman
21. Hüseyin oğlu Ali Badan
22. Selim oğlu Yusuf
23. Halil oğlu Molla Cemil
24. Hacı Süleyman oğlu Fakih Hasan Fehmi Efendi
25. Hüseyin oğlu Hacı Sadık Bey
26. Şeyh Halid Efendi oğlu Şeyh İbrahim Efendi
27. Şeyh Halid Efendi oğlu Şeyh Ali Efendi
28. Şeyh Halid Efendi oğlu Şeyh Celal Efendi
29. Ahmed Efendi oğlu Şeyh Hasan Efendi
30. Demirci Ömer oğlu Süleyman
31. Rüstem oğlu Ali (Arap Abdi)
32. Şerif oğlu Süleyman

146
33. Şerfi oğlu Hamid
34. Nadir oğlu Halid Nadir
35. Mehmed oğlu Tahir
36. Mehmed oğlu Tahir Efendi
37. İzzet oğlu Mehmed Bey
38. Hacı Ali oğlu Mustafa Bey
39. Şeyh Ali oğlu Şeyh Abdullah
40. Şeyh Bekir oğlu Şeyh Ömer
41. Şeyh Mehmed oğlu Şeyh Adem
42. Said oğlu Salih Bey
43. Hasan Fahri oğlu Kadri Efendi
44. Reşid oğlu Molla Mahmud
45. Şeyh Yusuf oğlu Şeyh Şemseddin
46. İsmail oğlu Tayyib Ali Bey
47. Mustafa Bey oğlu Mahmud Bey

1.3.2. Çeşitli Cezalar Alanlar

1. Sultan oğlu Hüseyin Hilmi Efendi (15 sene kürek)


2. Süleyman oğlu Abdülmecid Efendi (10 sene kürek)
3. Maksud oğlu Mehmed Mihri Efendi (10 sene kürek)
4. Kasım oğlu Ekrem Bey (10 sene kürek)
5. Yahya Efendi oğlu Ali Avni Efendi (10 sene kürek)
6. Salih Bey oğlu Hasan (10 sene hapis)
7. Mahmud Bey oğlu Örfi (3 sene hapis)
8. İlyas Fevzi oğlu İsmail Hakkı Bey (1 yıl hapis)
9. Ali Rıza Efendi (Hudud-ı millî haricine çıkarılma)

1.3.3. Beraat Edenler

1. Ahmed oğlu Kasım Bey


2. Nadir oğlu Molla Abdülhamid
3. Ahmed oğlu Reşid
4. Ali oğlu İsmail
5. Ahmed oğlu Reşid

147
6. Mehmed oğlu Maksud
7. Mahmud oğlu Hüseyin
8. Haydar oğlu Nimet
9. Mehmed oğlu Ahmed
10. İsmail oğlu Niyazi Efendi
11. Hasan oğlu Ali
12. Faris oğlu Mehmed Salih Efendi
13. Cemilpaşazade Ömer Bey
14. Cemilpaşazade Cevdet Bey
15. Cemilpaşazade Kadri Bey
16. Cemilpaşazade Memduh Bey
17. Cemilpaşazade Muhittin Bey
18. Hacı Mesud Efendi oğlu Bekir Sıdkı Bey
19. Ahmed oğlu Süleyman
20. İsmail oğlu Ahmed
21. Süleyman oğlu Rüştü Efendi
22. Şeyh Yunus kızı Kadriye Hanım
23. Mustafa kızı Hamide Hanım
24. Şeyh Ali kızı Hatice Hanım
25. Yusuf oğlu Hasan
26. Süleyman oğlu Ahmed Ağa
27. Ahmed Ağa oğlu Ali
28. Ahmed Ağa oğlu Cündi
29. Molla Fethullah oğlu Molla İlyas Efendi
30. Hacı Sadullah oğlu İbrahim Bey

1.3.4. Davası Ayrılanlar

1. Şükrü Efendi
2. Eşref Edib
3. Velid Ebuzziya
4. Sadri Edhem
5. Fevzi Lütfi
6. Abdülkadir Kemali

148
1.4. Şeyh Said İle Aynı Dosyada Yargılananlar Hakkında Ayrıntılı Bilgiler

Şeyh Said

Şeyh Said ile ilgili daha önce bilgi verildiği için burada tekrar edilmemiştir.

Şeyh Abdullah

Şeyh Mahmud oğlu Şeyh Abdullah, Genç doğumlu Melekanlı, 38 yaşında, Medrese
ve Postnişin, Şeyh Said’in damadı.

İsyan’ın başlamasından sonra Şeyh Said tarafından Girvas ve Muş cephelerine


kumandan olarak tayin edildi. Muş ve birkaç cephede kumandanlıklarda bulunmuş
olmasına rağmen kendi ifadesinde hiçbir hücuma kumandanlık etmediğini, hem Muş’ta
hem de Varto’da halkı yatıştırmak ve isyancıları döndürmek istediğini, Hükümete bazı
itirazları olmasına rağmen isyana taraftar olmadığını söylemiştir. Bunun yanında
Varto’nun işgalinden sorumlu tutulan Şeyh Abdullah; Varto’yu kendisinin işgal
etmediğini, işgalden sekiz saat sonra şehre girdiğini ifade etmiştir.

Kendisinin “kumandan” unvanıyla ismi geçen bazı mektupları inkâr ederek, bu


mektupların kendi adına başkaları tarafından yazıldığını, böylece kendisinin de bu işin
içine sokulduğunu iddia etse de bazı mektuplar kendisine gösterilince mektupların
kendisinin olduğunu kabul etmiş, mektupların cebren yazdırıldığını söylemiştir.322

Mahkemede okumuş olduğu müdafaanamesinde de İsyan’ın başından sonuna kadar


hükümetin lehine ve isyancıların aleyhine çalıştığını, isyancılar arasında hükümete dehalet
kapısını (teslim olmayı) kendisinin açtığını ve böylece Kasım Bey’in Şeyh Said’i tevkif
etmesine sebep olduğunu söyledikten sonra, teslim ve tesellüm arasında fark olduğunu
söyleyerek mahkemenin karar verirken bu durumu göz önüne almasını istemiştir. İsyana
iştirak ve kumandanlık ettiğine dair rapor ve şahit ifadeleri bulunan Şeyh Abdullah
hakkında idam kararı verilmiştir.323

Binbaşı Kasım Bey

Müteakid Binbaşı Ahmed oğlu Kasım Bey, Cibranlı aşiretinden olup, Varto’nun
Kolan karyesindendir. Kasım Bey, Harbiye’den 1897 çıkışlıdır ve 1915 tarihinde
binbaşılığa tayin edilmiştir. I. Dünya Savaşı’nın ilk iki senesinde Mürsel Paşa’nın

322
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.74-82.
323
İM/T12/9/69-2/3/3 (Şeyh Said ve rüfekası hakkındaki hüküm hülasasını gösteren defter)

149
kumandanı olduğu Süvari Fırkası’nda, çeşitli cephelerde bulunmuştur. 1918’de İran’da
Hemedan sınırına yakın bölgede Altıncı Ordu emrinde iken Mondros mütarekesinin
imzalanması ile birlikte terhis edilmiştir.324 İsyan başladığı zaman 41 yaşında olan ve
Varto’nun Gümgüm kasabasında oturan Kasım Bey, Şeyh Said’in bacanağıdır. Cibranlı
Halid Bey’in bir kardeşi Şeyh Said ile diğer kardeşi de Kasım Bey’le evliydi.325

Şeyh Said ile birlikte isyana iştirak suçlamasıyla birlikte mahkemeye sevk edilmiş
olan Kasım Bey, 15 Nisan 1925’te Abdurrahmanpaşa Köprüsü’nde Şeyh Said’i tutarak
Hükümet güçlerine teslim eden kişidir. Mahkemede, bölgedeki Kürtçülük faaliyetleri, eski
Bitlis mebusu Yusuf Ziya ile yaptığı görüşme ve burada öğrendiği Kürdistan İstihlas ve
İstiklal Cemiyeti hakkında o ana kadar bilinmeyen birçok bilgiyi açıklamıştır. Bunun
yanında Cibranlı Halid Bey ile Şeyh Said’in görüşmesi hakkında da bilgiler veren Kasım
Bey, İsyan’ın arkasına İngiliz parmağı ve parası olduğunu söylemiştir.

Esasen, Kasım Bey’in isyana fiilen ve silahlı olarak iştirak ettiğine dair rapor ve
şahit ifadeleri bulunmaktadır. Gümgüm kasabası Muhtarı Mehmed oğlu Sofi, Gümgüm
Tapu Memuru Ziya Efendi ve Gümgüm kasabası Heyet-i İhtiyariyesinden Abdullah oğlu
Hasan; şahit olarak vermiş oldukları ifadelerinde Kasım Bey’in İsyan hareketine silahlı
olarak ve maiyeti ile birlikte iştirak ettiğini ihbar etmişlerdir.326

Ayrıca mahkeme dosyasında -muhtemelen- savcılık tarafından tutulmuş olan


defterde Kasım Bey’in Şah Hüseyin adında birine yazdığı mektupta şu cümlelerin geçtiği
vurgulanmıştır: “Buraya gelenler eşkıya değil, sizi eşkıya Türklerden kurtardı. Bilatehir
yerinize geliniz. Bulan (Lolan) ve Hormek rüesası ile birlikte emniyet için hemen Şeyh’in
ziyaretinize geliniz” Yine aynı defterde Kasım Bey’in hizmetkârı olan ve onunla birlikte
İsyan’a iştirak edip bu sebeple Divan-ı Harp’te yargılanarak idam edilen Ahmed’in vermiş
olduğu ifadesinde, efendisi Kasım Bey’le beraber kaçtıklarını, mağlubiyet üzerine teslim
olduklarını ve Kasım Bey’in, Şeyh Said’in yakalanmasını kolaylaştırdığını söylediği
yazmaktadır.

Savcılık, Kasım Bey’le ilgili kanaatini bu defterde şu şekilde yazmıştı: “Bu Kasım
Bey daha bidayet-i İsyan’da biraderleri ve tevabiiyle beraber isyana fiilen ve müsellahan
iştirak etmiş ve ilim ve irfanı ve Türk ordusundaki tecâribi hasebiyle müktesebat-ı

324
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.321-322.
325
Mumcu, age, s.41.
326
İM/T12/9/69-4/45/9-18

150
ilmiyesini usat lehine sarf etmiş ve Şeyh Said ve diğer rüesa-yı usatın düşünemediği
tertibatı bu düşünmüş ve aynen tatbik etmiştir. Ahiren dehalet ve Şeyh Said’in derdestine
az çok say’ etmesi aleyhlerine teveccüh eden mağlubiyetten nâşidir. Şeyh Said’ten fazla
ika-ı mazarrat etmiştir.” Yani savcılık Kasım Bey’i Şeyh Said kadar suçlu ve İsyan’ın
başarısız olacağını anladığı zaman canını kurtarmak için Şeyh Said’i Hükümet’e teslim
eden bir asi olarak görmekte idi.327

Kasım Bey asilerin arasında bulunmuş, şahit ifadeleri ve raporlara göre de İsyan’a
iştirak etmişti. Ancak o, mahkemede verdiği ifadelere göre, daha isyan başlamadan,
bölgedeki gelişmeleri hükümete ihbar eden hatta Mustafa Kemal Paşa’yı bizzat
bilgilendiren kişidir. İhbarları sayesinde Azadi’nin kurucularının yargılanmasına sebep
olmuştur. Müdafaasında “1335 (1919) senesinden beri âmâl ve makâsıd-ı hükümetten
başka bir şey ile alakadar değilim ve sadakat ve merbutiyetimden ez-serimu inhiraf
etmedim.” diyen Kasım Bey, asilerle birlikte olduğu sürede onların esiri olduğunu ve o
süre içerisinde gizlice hükümetin maksadı doğrultusunda çalıştığını ve Şeyh Said’i
yakalatarak isyan ateşini söndürdüğünü ifade etmişti. Mumcu’ya göre de, Kasım Bey en
başından itibaren, yaptığı ihbarlarla hükümetin bir ajanı idi.328 Ancak Kasım Bey, en
başından itibaren hükümetin ajanı gibi görünse de zaman içerisinde birkaç defa fikir ve
tavır değişiklikleri yaşadığı anlaşılıyor.

Örneğin isyandan önce 18 Nisan 1923 yılında Cibranlı Halid, Kasım Bey’e yazdığı
mektupta:“1335’te ise ben mutedil sen ise müfrit idin. Şimdi bililtizam fikrime muhalefet
ediyorsun” demektedir. Dava dosyasında bulunan ve 1923 yılı içerisinde yazılan beş
mektupta Kasım Bey’in Kürtçülük hareketlerine muhalif tavırlar içerisinde olduğu
anlaşılıyor. Ancak daha sonra yukarıda bahsedildiği gibi isyana katıldığına dair rapor ve
ifadeler vardır. Bu durumda Kasım Bey’in isyan başladıktan sonra isyancılara katıldığı
ama isyanın başarısız olacağını anladıktan sonra kendi canını kurtarmak için Şeyh Said’i
hükümete teslim etmiş olduğu sonucu ortaya çıkabilir. Bunu destekler nitelikte 16 Mayıs
1925 tarihinde savcı tarafından alınan ifadesinde Kasım Bey şunları söylemiştir: “Ben
usattan (isyancılardan) dahi olsam. Yani bir zaman için olsun usata iştirak etmiş bile
bulunsam. Hükümetin emir ve arzusuna tebean Şeyh Said’i tutup teslim ettiğim için bizat

327
İM/T12/9/69-2/3/4 (Şeyh Said ve rüfekası hakkındaki hüküm hülasasını gösteren defter)
328
Mumcu, age, s.83.

151
ve bu hususta bana muavenet eden arkadaşlarımın mazhar-ı muavenet ve aflarını ve hatta
mazhar-ı mükafat olmaklığımı talep ve istirham ederim”329

Savcı da son mütalaasında Kasım Bey’in gerçekte asilerin arasında bulunmuş


olmasına rağmen birçok asinin firar etmesine mani olması ve yine birçok asinin hükümete
teslim olması için teşebbüste bulunmasından dolayı beraatını istemişti. Yargılamanın
sonunda hem Kasım Bey, hem de Şeyh Said’in yakalanmasında yardımcı olan akrabaları
hakkında beraat kararı verilmiştir. Ancak Kasım Bey’le birlikte beraat eden babası ve
kardeşleri çok geçmeden yeniden İstiklal Mahkemesinde hâkim karşısına çıktılar.
Haklarında yapılan bir ihbar sonrasında, hükümet aleyhinde propaganda yapmak
suçlamasıyla ifadeleri alınarak 1 Kasım 1342 tarihinde İstiklal Mahkemesine sevk edilen
Kasım Bey’in babası ve kardeşlerinin, Savcı’nın talebi doğrultusunda tutuksuz olarak
yargılanmasına karar verilmiş, ardından 4 Mart 1926 tarihinde yapılan muhakemeleri
sonrasında 396 numaralı kararla yeniden haklarında beraat kararı verilmiştir.330

Şeyh İsmail ve Şeyh Abdüllatif

Şeyh İsmail Diyarbekir’de post-nişindir. Şeyh Abdüllatif ise onun hem kardeşi hem
de mürididir. Aslen Cizreli olan bu iki kardeş Diyarbekir’in Tirmil Karyesinde
oturmaktaydılar. Şeyh İsmail 36, Şeyh Abdüllatif 30 yaşındaydı. İki kardeş 15 Nisan’da
Şeyh Said’den ayrıldıktan sonra, Abdurrahmanpaşa Köprüsü’ne bir iki saat mesafedeki
Çerkes köyünde Çerkesler tarafından yakalanarak hükümete teslim edilmişlerdi.

Bu iki kardeş Şeyh Said’in Diyarbekir’i aldıktan sonra İngilizlerle irtibata


geçeceğini, Cemilpaşazadelerle irtibat halinde olduğunu ve isyanın amacının Kürdistan
kurmak olduğunu söylen birkaç sanık arasında yer almaktadırlar. Ancak bunların
ifadelerinde bazı çelişkilerin olmasının yanı sıra Şeyh Abdüllatif, mahkemenin ilk
günlerinde verdiği bazı ifadeleri daha sonraki günlerde değiştirerek yalan ifadede
bulunduğunu söylemişti.

Şeyh İsmail ve Şeyh Abdüllatif, ifadelerinde İsyan’a katıldıklarını inkâr etmelerine


rağmen Şeyh Said bu ikisinin kendilerine iştirak ettiğini, hatta Şeyh İsmail’i Bozan Bey ve
Şeyh Eyüp’le görüşmek üzere Karacadağ’a gönderdiğini ve bu iki kardeşin asker getirmek
için köylere gittiklerini söylemiştir. İki kardeş bu iddiaları da reddetmiş ve Şeyh İsmail,

329
İM/T12/10/69-5/46/8
330
Şark İM 650 Numaralı Karar Defteri, s.156.

152
Şeyh Said’i kendisine iftira etmekle suçlamıştır. Yargılama sonunda İki kardeş hakkında
muhakeme sonunda idam kararı alınmıştır.331

Hacı Halid

Hacı Yusuf oğlu Hacı Halid, elli iki yaşında, rençber, Boğilan karyesinden.

İfadesinde kerhen isyancılarla beraber olduğunu, asker geldiğinde korkusundan


kaçtığını söylemiş ve isyana iştirak ettiğini inkâr etmiştir. Savcılık tarafından tutulan
defterde bu şahıs hakkında herhangi bir evrak ve vesikaya tesadüf edilemediği
söylenmekle birlikte, bazı şahitlerin bu kişinin isyana iştirak ettiğine dair ifadelerinin
olduğu yazmaktadır. Hacı Halid hakkında idam kararı verilmiştir.332

Abdülhamid Bey

Nadir oğlu Abdülhamid, elli beş yaşında, aslen Şuşar’ın Kırıkan karyesinden olup
Genç’in Melekan karyesinde ikamet etmekteydi.

Abdülhamid Bey ifadesinde İsyan’a iştirak ettiğini kabul etmemiştir. Yakalandıktan


sonra 17 Nisan’da Varto’da alınan ifadesinde, bazı aşiret reislerinin Şeyh Abdullah’a
hitaben: “İngilizlere müracaat ediniz” diye söylediğini, ancak Şeyh Abdullah’ın cevaben
“Artık zamanı geçmiştir.” diye karşılık verdiğini söylemişti. Ancak mahkemedeki sorgusu
sırasında “Böyle bir şeyden haberim yok” demiştir. Bazı sanıklar onun bir müddet asilerle
beraber gezdiğini söylemelerine rağmen Abdülhamid Bey hakkında dosyasında herhangi
bir evrak bulunmamaktadır. Yargılamanın sonunda İsyan’la alakadar olduğuna dair yeterli
delil olmadığından hakkında beraat kararı verilmiştir.333

Kâmil Bey

Halid Bey oğlu Kamil Bey, Cibranlı aşiretinden, 58 yaşında, Oğnut’un Kanireş
köyünden.

Kâmil Bey ifadesinde İsyan’a iştirak etmediğini söylemiştir. Ancak başta Şeyh Said
olmak üzere birçok maznunun Kamil Bey’in isyana iştirak ettiğine dair ifadeleri vardır.
Bunun yanında savcılık tarafından tutulan defterde Kâmil Bey için şunlar yazılıdır: “Kamil
Bey’in bulunduğu cephelerden Emirulmücahidin ve vekili Hasan Fakih’e ve sair rüesa ile

331
İM/T12/9/69-2/3/4-5; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.89-94.
332
İM/T12/9/69-2/3/5; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.94-95.
333
İM/T12/9/69-2/3/6; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.95-96.

153
meşayihe hitaben yazdığı daha birçok harp raporları, mektuplar ve talimatnameler
mevcuttur.” Yargılama sonunda hakkında idam kararı verilmiştir.334

Kargapazarlı Reşid

Ahmed Ağa oğlu Reşid, otuz yaşında, okuryazar, Genç Vilayetine tabi Oğnut’un
Kargapazar karyesinden, evli ve çocuklu, Binbaşı Kasım Bey’in yeğeni.

İfadesinde isyana iştirak etmediğini ancak askerlerin Varto’ya geldiği zaman


Hormek aşiretinin köylerine geldiğini ve bu yüzden korkarak kaçtığını, ardında Kasım
Bey’e iltihak ederek bir süre Şeyh Said ile birlikte gezdiğini ve Kasım Bey’in emri ile
Abdurrahmanpaşa Köprüsü’nde Şeyh’i yakaladığını söylemiştir. Bunun yanında Şeyh Said
ise ifadesinde Meneşküt’e geldiği zaman isyan meselesi hakkında bu kişi ile müzakerede
bulunduğunu söylemiştir. Ayrıca 25 Mart 1925 tarihli zabıt varakasında Reşid’in
isyancılarla birlikte Gümgüm’ün işgaline fiilen iştirak ettiği yazmaktadır. Mahkemedeki
yargılamasında da aynı iddialar dile getirilmekle birlikte hakkında beraat kararı
verilmiştir.335

Binbaşı İsmail Efendi

Ali Ağa oğlu İsmail Bey, eski aşiret süvari binbaşı, 55 yaşında, Cibranlı aşiretinden,
Varto’nun Karkarut köyünden

İsmail Efendi ifadesinde İsyan’a iştirak etmediğini söylemektedir. Ancak Şeyh Said
ifadesinde onun için “Bizim müttefikimizdir” demiştir. Ayrıca Gümgüm Tapu Memuru
Ziya Efendi’nin şehadetinde ve 25 Mart 1925 tarihli zabıt varakasında, İsmail Bey’in
isyancılara iltihak edip Gümgüm’ün işgaline fiilen iştirak ettiği yazmaktadır. Bu ifadelere
rağmen Savcı; İsmail Bey’in, Binbaşı Kasım Bey’in emri altında çalışmış olduğu sabit
olduğundan, beraatını istemiş ve hakkında beraat kararı verilmiştir.336

Monla Emin

Hacı Halid oğlu Monla Emin, 30 yaşında, ilim tahsili ile meşgul, aslen Melekan
karyeli olup Muş’un Girvas karyesinde ikamet etmekte.

334
İM/T12/9/69-2/3/6; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.96-97.
335
İM/T12/9/69-2/3/7; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.97-98.
336
İM/T12/9/69-2/3/7; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.98-100.

154
Monla Emin, mahkemede İsyan’a iştirak etmediği yönünde ifadeler vermiş ve
müdafaasında: “İsyan esnasında bir fenalığa meydan vermemek için Şeyh Abdullah ile
birlikte çalıştık” demiştir. Ancak 17 Nisan’da, Varto’da yapılan sorgusunda isyana iştirak
ettiğine dair ifadesi vardır. Şeyh Said de Meneşküt’e geldiği zaman, vaziyet ve isyan
hakkında onunla müzakerede bulunduğunu söylemektedir. Ayrıca Şeyh Said’in oğlu Ali
Rıza’ya ait olup Monla Emin’in üzerinden çıkan ve Diyarbekir’in sükûtu ile İngilizlerle
muhabereye dair olduğu belirtilen mektubu, Varto’da alınan ifadesinde okumuş olduğunu
söylemesine rağmen muhakeme esnasında okuduğunu inkâr etmiştir. Monla Emin
hakkında isyana iştirakten idam kararı verilmiştir.337

Şeyh Ali

Şeyh Musa oğlu Şeyh Ali, 70 yaşında, Postnişin, Hacıbey mahallesinden.

Varto’da alınan ifadesinde Şeyh Abdullah’tan mektup aldığını itiraf eden Şeyh Ali,
muhakemesi sırasında isyana iştirakini ve Şeyh Abdullah’tan aldığı mektubu inkâr etmiş
ve “Benim okumam yok, ifademi okumadan imzaladım.” demiştir. Bununla birlikte Elaziz
Belediye Başkanlığı’nın 17 Mayıs 1925 tarihli bir takririnde Şeyh Ali’nin maiyetiyle
birlikte Elaziz’in işgalinde bulunduğu ve Belediye sandığını açarak paraları aldığı
yazmaktadır. Hakkında idam kararı verilmiştir.338

Mehmed Ağa

Halil oğlu Mehmed Ağa, 28 yaşında, Oğnut’un Kargapazar köyünden, ağavattan.

Mahkemede İsyan’a iştirak etmediğini söylemiştir. Ancak şahitlerin ifadesi ile


Gümgüm’ün işgaline iştirak ettiği sabit görülmüştür. Ayrıca 20 Nisan 1925 tarihli zabıt
varakasına göre, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın emri üzerine, Ali Rıza ile birlikte Müfreze
Kumandanı Mahmud Bey’in üzerindeki parayı aldığını itiraf etmiştir. Mehmed Ağa
hakkında idam kararı verilmiştir.339

Baba Bey

Halid Bey oğlu Baba Bey, Cibranlı aşiretinden, 30 yaşında, Aşiret alay
kumandanlığı vekilliğinde bulunmuş, Oğnut’un Toklıyan köyünden.

337
İM/T12/9/69-2/3/8; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.100-102.
338
İM/T12/9/69-2/3/8; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.102-103.
339
İM/T12/9/69-2/3/9; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.103-105.

155
Mahkemede İsyan’a iştirak etmediğini söylemiştir. Ancak başta Şeyh Said ve Şeyh
Abdullah, onun kendileriyle birlikte hareket ettiklerini söylemişlerdir. Şahitlerin ifadeleri,
raporlar ve mektuplar da Baba Bey’in Varto’nun işgaline iştirak etmiş olduğu ve isyanın
mühim simalarından olduğu yönündedir. Hakkında idam kararı verilmiştir.340

Bazikanlı Reşid

Ahmed Ağa oğlu Reşid, Cibranlı Aşiretinden, otuz altı yaşında, rençber ve alışveriş
ile meşgul, Bazikan karyesinden, evli ve çocuklu, Binbaşı Kasım Bey’in kardeşi.

Reşid ifadesinde Şeyh Abdullah’ın ısrar ve zorlamasıyla İsyan’a iştirak ettiğini


itiraf etmiştir. Ayrıca Gümgüm İhtiyar Heyetinden Abdullah, verdiği ifadede bu kişinin
isyancılara iltihak ederek Gümgüm kasabasının işgaline iştirak ettiğini gördüğünü
söylemiştir. Reşid, Mahkemede de aynı şekilde ifade vermiş, zorla isyancılarla birlikte
olduğunu söylemiştir. Bunun yanında Varto’ya gidiş sebebini de orayı ele geçirmek için
değil, abi olan Kasım Bey’i koruma amacıyla olduğunu söylemiştir. Yargılamasının
sonunda hakkında beraat kararı verilmiştir.341

Timur Ağa

Esad oğlu Timur Ağa, Cibranlı aşiretinden, 33 yaşında, Varto’nun Diyadin


karyesinden, rençber.

Timur Ağa ifadesinde zorla isyancılara katıldığını ve beraberce Gümgüm’ü işgal


ettiklerini söylemiştir. Ancak Doktor Faik Ali Bey ve Abdullah oğlu Ali de onun hakkında
verdikleri ifadelerinde ve 25 Mart 1925 tarihli zabıt varakasında onun Gümgüm taarruzuna
ve işgaline iştirak ettiği ifade edilmektedir. Timur Ağa’nın hakkında idam kararı
verilmiştir.342

Abdüllatif Bey

Kâmil oğlu Abdüllatif Bey, 33 yaşında, eski Varto Varidat Kâtibi, aslen Muşlu
olup, Hınıs doğumlu, Gümgüm kazasında ikamet etmekte.

Abdüllatif Bey, Şeyh Said’in Diyarbekir’i aldıktan sonra İngilizlerle irtibata


geçerek, onların yardımıyla bir hükümet kurmak niyetinde olduğunu Zazalardan duyduğu

340
İM/T12/9/69-2/3/9; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.106-107.
341
İM/T12/9/69-2/3/10; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.107-109.
342
İM/T12/9/69-2/3/10; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.109-110.

156
yönünde ifade vermiş, kendisinin de korkudan İsyan’a iştirak ettiğini söylemiştir. Ancak
şahitler onun Gümgüm’ün işgaline silahlı olarak iştirak ettiği söylemişlerdir. Hakkında
idam kararı verilmiştir.343

Mehmed Bey

İbrahim Bey oğlu Mehmed Bey, Cibranlı aşiretinden, 55 yaşında, rençber, Muş’un
Bağlıisa karyesinde ikamet etmekte.

Şeyh Abdullah’ın, kendisini kandırmaya çalıştığını ancak kendisinin iştirak


etmediğini iddia etmiştir. Hakkında idam kararı verilmiştir.344

Süleyman Bey

İbrahim oğlu Süleyman Bey, Cibranlı aşiretinden, 47 yaşında, rençber, Muş’un


Bağlıisa karyesinde ikamet etmekte.

İfadesinde İsyan’a iştirak etmediğini, Şeyh Abdullah’ın tehdit ve korkusuyla


kaçtığını söylemiştir. Ancak şahit ifadeleri ve zabıt varakalarında Gümgüm’ün işgaline
iştirak ettiği yazmaktadır. Hakkında idam kararı verilmiştir.345

Bahri Bey

Selim Bey oğlu Bahri Bey, Cibranlı aşiretinden, 41 yaşında, aşiret mektebinden
mezun, Kıdemli Yüzbaşılıktan malulen emekli, Muş’un Sultan karyesinde ikamet etmekte.

İfadesinde İsyan’a iştirak etmediğini, Şeyh Abdullah’ın tehdit ve korkusuyla


kaçtığını söylüyor. Ancak şahit ifadeleri ve zabıt varakalarında, Gümgüm’ün işgaline
iştirak ettiği yazmaktadır. Hakkında idam kararı verilmiştir.346

Şeyh Cemil

Şeyh Mustafa oğlu Şeyh Cemil, 33 yaşında, aslen Zorabad karyeli, Varto’nun Tepe
karyesinde ikamet etmekte.

İfadesinde isyan’a iştirak etmediğini, bir müfsitliğe kurban gittiğini söylemiştir.


Savcılık tarafından tutulan defterde Şeyh Cemil ile ilgili herhangi bir not yazmamaktadır.

343
İM/T12/9/69-2/3/11; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.110.
344
İM/T12/9/69-2/3/11; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.111.
345
İM/T12/9/69-2/3/12; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.111-112.
346
İM/T12/9/69-2/3/12; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.112.

157
Yalnız Varto’da alınan ifadesinde, kendisinin İsyan’a iştirak ettiğine dair ihbarların olduğu
söylenmiştir. Ancak dosyasında Şeyh Cemil ile ilgili bir belge de yoktur. Muhakeme
sırasında Şeyh Abdullah da onun için:“Gümgüm’e neden gelip gittiğini bilmiyorum”
demiştir. Yargılama sonunda hakkında idam kararı verilmiştir.347

Çerkes

Yusuf oğlu Çerkes, 20 yaşında, Kolhisar karyesinde ikamet etmekte ve altı yedi
senedir Şeyh Said’in hizmetkârı, bekâr ve ümmi.

Üç dört senedir Şeyh Said’in hizmetinde bulunan Çerkes, ifadesinde Şeyh Said’in
emriyle silahını taşıyıp birlikte gezdiklerini, harbe iştirak etmediğini, daha sonra ise teslim
olduğunu söylemiştir. Hakkında idam kararı verilmiştir.348

Maksud

Mehmed oğlu Maksud, 20 yaşında, Hınıs Mezraalı, rençber, bekâr, ümmi, Şeyh
Said’in çobanı.

İfadesinde Şeyh Said’in satmış olduğu hayvanların parasını getirdiğinde kendisini


bırakmadığını ve beraberinde silahsız olarak gezdiğini söylemiştir. Yargılanmasının
sonunda hakkında beraat kararı verilmiştir.349

Halid

Mehmed oğlu Halid, Kargapazarlı, 40 yaşında, Rençber.

Mahkemedeki sorgusu çok kısa olan ve hiçbirşey bilmediğini söyleyen Halid, 17


Nisan’da Varto’da alınan ifadesinde Piran’da isyanın başladığını duyduğu zaman silahını
alarak şeyhlere katılmak üzere köyünden ayrıldığını, şeyhleri bulamayınca yalnız başına
teslim olduğunu söylemişti. Hakkında idam kararı verilmiştir.350

Abdülmecid Efendi

Süleyman bin Abdülmecid Efendi, 46 yaşında, Malazgirt Müddei-i Umumisi, aslen


Muşlu.

347
İM/T12/9/69-2/3/13; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.113.
348
İM/T12/9/69-2/3/13; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.113-114.
349
İM/T12/9/69-2/3/14; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.114-115.
350
İM/T12/9/69-2/3/14; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.115.

158
27 Mart 1925 tarihli Malazgird Müddei-i Umumi Vekili, Belediye Reisi Müstantik
vs. imzalı zabıt varakasında Abdülmecid Efendi’nin; şaki Süleyman, Ahmed ve rüfekasıyla
dostça görüşmekte olduğu ve kazanın asiler tarafından işgalinde isyancılara her türlü
kolaylıkta bulunduğu, şaki Halid’in oğlunu evinde misafir ettiği ve Şeyh Ali Rıza’nın
alenen Abdülmecid Efendi’ye teşekkür ettiği yazılıdır. Abdülmecid Efendi, hakkındaki
iddiaları reddetmiş, bunların Kaymakam Vekili ve Jandarma Bölük Kumandanının
iftiraları olduğunu söylemiştir. Ancak Savcı; Abdülmecid Efendi’yi, Şeyh’i hanesinde
misafir etmek ve asilere kolaylık sağlamaktan isyanda fer’an zi-medhal görmüştür.
Abdülmecid Efendi 10 sene kürek cezasına çarptırılmıştır.351

Şeyh Şerif

Şeyh Mustafa oğlu Şeyh Şerif, 44 yaşında, Elaziz Cephesi Kumandanı, aslen
Diyarbekir’in Tilalo karyesinden olup seyyah meşayihten.

Kaymakam rütbesiye milis alayında kumandanlık etmiş ve çeşitli cephelerde


bulunmuş olan Şeyh Şerif, 24 Nisan 1925 tarihinde Çapakçur kazasının Palu hududunda
bulunan Metan Karyesinde bir mağarada yalnız başına saklandığı sırada 5. Fırka 13. Alay
2. Bölük Kumandanı Yüzbaşı Mustafa Bey tarafından tutuklanmıştır.352

Şeyh Şerif muhakemesinde İsyan’a iştirak ettiğini, Emiru’l-mücahidin lakabını


kullandığını, Elaziz cephesi kumandanı olduğunu ve diğer suçlamaları kabul etmemiştir.
Harput’u kendisinin değil isyancıların işgal ettiğini, Harput Adliye Dairesi’ni de köylülerin
yağma ettiğini söylemiştir. Ancak mahkeme sırasında Şeyh Said dâhil bütün maznunlar
onun İsyan’ın liderlerinden olduğunu itiraf etmişlerdir. Şeyh Said onu önce Gazik Cephesi
Kumandanlığına atadığını, isyanın genişlemesi üzerine Palu ve Elaziz Cephelerinin de
kumandanlıklarını da ona verdiğini söylemiştir.

Tüm maznunların ifadelerine ve yazılmış olan mektuplara rağmen Şeyh Şerif’in


İsyan’la olan alakasını reddetmesi ve yalnızca “İsyancılarla teşrik-i mesaide bulundum”
demesi Mahkeme Heyetini dahi şaşırtmıştır. Onun bu tutumu üzerine Hâkim, Şeyh Said’e
bunu niye reis tayin ettin diye sormuş, o da gülerek “Rus Harbi’nde muharebe etmiş, cesur
idi, işimize yarar diye kumandan ettim” demiştir.

351
İM/T12/9/69-2/3/15; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.115-119.
352
İM/T12/10/69-6/72/26

159
Binbaşı Kasım Bey ise, Şeyh Şerif’in yedi senedir Kürtçülük faaliyetlerinde
bulunduğu söylemiştir. Şeyh Şerif bunu da kabul etmemiştir. Palu Jandarma Başçavuşu
Mustafa, Şeyh Şerif’le arasında geçen konuşmayı mahkemede şu şekilde anlatmıştır:“13
Teşrinisani 41’de idi. Yalnız kaldım. Şeyh gelmiş beni istemiş. Gitmedim. ‘Ben vazifedeyim,
gitmem’ dedim. Tekrar iki adam geldi, reddettim. Üç müsellah geldi, beni cebren
götürdüler. Kendisi yüz kişinin ortasında oturuyordu, ben girince elini silahına attı. ‘Sen
Türk’sün. Seni Zazaların ayağına kurban edeceğim’ dedi. Elini tuttular. ‘Bana tabi
olacaksınız’ dedi. Jandarma olduğumu ve kendisine iltihak edemeyeceğimi izah ettim. Beni
biraz dövdüler. Sonra ahaliye: ‘Ben Cumhuriyet’i yakacağım. Beş yüz askerim var.
Burhaneddin’i halife yapacağım. Burhaneddin’i Arabistan’dan Acemistan’a getirdim’
dedi. ‘Paşaları keseceğim. Zazaları paşa yapacağım’ dedi. Ben yine itiraz ettim, yine beni
dövdüler. ‘Zazaları yedi yaşından yetmiş yaşına kadar paşa yapacağım’ dedi. Bana da
dedi ki: ‘Bu köylerden firari filan tutarsan seni köylüler vuracaklar.’ Sonra dedi: ‘Sebeb-i
içtimaımı ihbar ederse bunu öldürünüz’ dedi. Beni bırakmadılar. Arkadaşlarımı topladım,
başka köylere gittim. Genç’ten Halil namında birisi geldi: ‘Genç’e gittim. Genç valisine
istida ettim’ dedi. ‘Şeyhler bizi İngiliz parasıyla bizi baştan çıkarıyorlar dedik’ dedi.”

Müdafaasında hem Kürtçülük iddialarını hem de Jandarma Mustafa’nın sözlerini


kabul etmeyen Şeyh Şerif şunları söylemiştir: “Aslen Kürd isem de lakin bendeniz Türk
olarak vatan için çalışmışım. Şu kaç günden beridir ki mahkeme-i âdilenizde cereyan eden
muhakemelere bakılınca; bu Kürdçülük meselesi değil şimdi, senelerden beri mürettep
olduğu ve rüesâ-yı aşâirin ve bazı zevatın yekdiğerine yazmış oldukları mektupları
celselerde okunduğundan anlaşılmıştır. Kulları da bu Kürtçülük gayesini takip etmiş olsa
idim her halde bendenizin de ufak bir varakam bulunması icap edeceği tabii idi. Bununla
müftehirim ki böyle bir varakam olmadığından aleyhime isnad olunan hıyanet-i
vataniyeden masum olduğuma kanaatiniz tamamıyla lâhik olacaktır.” Muhakemesi
sonunda Şeyh Şerif’in hakkında idam kararı verilmiştir.353

Jandarma Süleyman

Hasan oğlu Süleyman, 39 yaşında, Jandarma, Yamaç aşiretinden ve Şenik


karyesinden.

353
İM/T12/9/69-2/3/115; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.119-126.

160
Şeyh Şerif’in kâtipliğini yaptığı, mektuplarını yazdığı iddialarını reddetmiş; izinli
olarak Darahini’den köyüne gitmekte iken Şeyh Şerif’e denk geldiğini, silahını aldıklarını
ve zorla Çapakçur’a götürdüklerini söylemiştir. Ancak maznun ve şahitlerin ifadesi ile
İsyan’a iştiraki sabit görülerek hakkında idam kararı verilmiştir.354

Ali Badan

Hüseyin oğlu Ali Badan, 40 yaşında, rençber, Yamaç aşiretinden ve Şenik


karyesinden.

Şeyh Şerif ile Az aşiretinin tehdidi üzerine İsyan’a iştirak ettiğini ve Şeyh Şerif ile
Elaziz’e giderek oradan iki silah, bir at getirdiğini ve sonra onları askere teslim ettiğini
söylemiştir. Ancak Çapakçur Kaymakamlığının yazısında Elaziz Cephesine gittiği, silah ve
cephane getirdiği yazılıdır. Hakkında idam kararı verilmiştir355.

Değirmenci Yusuf

Selim oğlu Yusuf, 50 yaşında, Çapakçurlu, Değirmenci.

Varto’da alınan ifadesine göre bazı asilerin tehdidiyle, harp etmek üzere Çapakçur
Boğazı’na gitmiş, daha sonra kaçarak teslim olmuştur. Hakkında idam kararı verilmiştir.356

Hüseyin

Mahmud oğlu Hüseyin, 37 yaşında, Çapakçurlu, Çapakçur ahalisinden Şükrü


Bey’in hizmetçisi.

Mahkemedeki ifadesinde bir başçavuşun kendisine nereli olduğunu sorduğunu


“Çapakçurluyum” demesi üzerine kendisini aldığını söyleyen Hüseyin, hakkındaki
suçlamaları kabul etmemiştir. Daha önce Çapakçur’da yapılan tahkikat sonrasında
hazırlanan fezlekesinde hakkında beraat kararı verilmiş olan Hüseyin hakkında İstiklal
Mahkemesinde de beraat kararı verilmiştir.357

Monla Cemil

Halil oğlu Monla Cemil, 49 yaşında, Yamaç aşireti reislerinden, Musyan


karyesinden, Musyan karyesi imamı ve mektep muallimi.

354
İM/T12/9/69-2/3/16; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.126-128.
355
İM/T12/9/69-2/3/16; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.128-129.
356
İM/T12/9/69-2/3/17; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.129-130.
357
İM/T12/9/69-2/3/17; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.130.

161
İfadesinde önce tehdit üzerine isyancılara iştirak ettiğini, daha sonra ise yalandan
hasta olup kaçtığını ve cepheye gitmediğini söylemiştir. Ancak Çapakçur Mahkeme
Başkâtibi Adli Bey, Çapakçur jandarmalarından Derviş, yine Çapakçur Hâkimi Ali
Efendi’nin şahit olarak verdiği ifadelerinde ve bazı raporlarda Monla Cemil’in İsyan’a
iştirak ederek bazı cephelerde bulunduğu ifade edilmektedir. Aleyhinde verilen bu ihbarları
kabul etmeyen Monla Cemil hakkında idam kararı verilmiştir.358

Nimet

Haydar oğlu Nimet, 20 yaşında, Darahini vilayeti Rotçan nahiyesi Ceman


karyesinden, Rençber

Askerlerin Rotcan Dağlarında tarama yaptığı sırada silahlı olarak yakalanmış ve


Divan-ı Harp tarafından hakkında tahkikat yapılarak İstiklal Mahkemesine sevk edilmiştir.
İsyan’a iştirak etmediğini başka, bir köye öküz almaya gittiğini, kendisini korumak için
yanında silahının olduğunu ve sonra asi olarak yakalandığını söyleyen Nimet hakkında
beraat kararı verilmiştir.359

Ahmed

Mehmed oğlu Ahmed, 55 yaşında, rençber, aslen Pürnekli olup Rotçan’da


oturmakta.

Askerlerin Rotcan Dağlarında tarama yaptığı sırada silahlı olarak yakalanmış ve


Divan-ı Harp tarafından hakkında tahkikat yapılarak İstiklal Mahkemesine sevk edilmiştir.
19. Alay 1. Bölük tarafından tutulan raporda Ahmed’in İsyan’a iştirak ederek birçok
cephede bulunduğu, yakalandığı zaman kendisine çoban süsü vererek kurtulmaya çalıştığı
yazılmış olmasına rağmen İstiklal Mahkemesindeki yargılamasında hakkında yeteri kadar
delil bulunmadığından beraat kararı verilmiştir.360

Fakih Hasan

Hacı Süleyman oğlu Fakih Hasan Fehmi, 35 yaşında, Genç vilayetinin Modan
karyesinden, Şeyh Said’in Darahini İnzibat Memuru.

358
İM/T12/9/69-2/3/18; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.130-134.
359
İM/T12/9/69-2/3/18; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.134-135.
360
İM/T12/9/69-2/3/19; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.135.

162
Fakih Hasan, Şeyh Said tarafından Darahini inzibat memuru olarak tayin edilmiş ve
bu görevi yaklaşık 30 40 gün devam ettirmiştir. Fakih Hasan esasen ilk başta bu görevi
istemediğini, daha sonra ahalinin ve memurların ısrarı üzerine bu görevi kabul ettiğini
söylemiştir. Hatta Genç merkezinin işgalinden birkaç gün sonra Şeyh Said buradan
ayrılmak üzere iken memur ve esnafın bir kısmı Şeyh Said’in yanına giderek can ve
mallarının muhafazası için Fakih Hasan’ın inzibat memuru olarak tayin edilmesini
istemişlerdir. Fakih Hasan bu görevi yürüttüğü müddet içinde memurları koruyup
kolladığına dair vilayet memurlarının yazıları bulunmaktadır.

İsyancılara iştirak etmediğini, Şeyh Said’le aynı fikirde dahi olmadığını, hatta
İsyan’dan bir ay evvel, İsyan’ın olacağını gerekli makamlara bildirdiğini söyleyen Fakih
Hasan, Darahini’nin ordu tarafından geri alınması üzerine serbest bırakılmıştı. Ancak
bilahare Hani Nahiye Müdürü’nün, onun hakkında vermiş olduğu ihbar üzerine
tutuklanarak Diyarbekir’e, İstiklal Mahkemesine sevk edilmiştir.

Fakih Hasan için Mahkeme’nin tutmuş olduğu notta şunlar yazmaktadır. “İsyan’ın
bidayetinden müntehasına kadar Fakih Hasan isyan ve ihtilalin merkez ve mihver-i sıkleti
olan Genç’te Şeyh Said namına çok çalışmış isyanın muvaffakıyetle neticelenmesi için
fevkalade sarf-ı mesai etmiş; harp raporları, talimatları, ilannameleri kendisi yazmış ve
imza etmiş ve hadise-i isyaniyenin tevessüüne, devamına var kuvvetiyle sarf-ı mesai
eylemiş bir şahıs olduğu evrak-ı dava muhteviyatıyla ayanen mütezahirdir.”

Fakih Hasan aslında isyancılar için değil devlet için çalışıp memurları muhafaza
etmiş olduğunu söylemesine rağmen, mahkeme dosyasında kendisinin yazmış olduğu ve
isyancılar arasında muhabereyi sağladığına yönelik birçok mektup bulunmaktadır. Hasan,
bu mektupların bir kısmını kendisinin yazmadığını iddia etmiştir. Savcı en son iddiasında
onun memurlar için yapmış olduğu iyiliklerin affını gerektiremeyeceğini söylemiştir. Fakih
Hasan hakkında idam kararı verilmiştir.361

Mehmed Mihri Efendi

Maksud oğlu Mehmed Mihri, 31 yaşında, Diyarbekirli, Jandarma Mülazım-ı evveli.

Şeyh Said tarafından mülazım-ı evvel rütbesiyle Darahini’de görevlendirilmiştir.


Mihri Efendi herhangi bir görev almadığını ve Şeyh Said ile görüşmediğini söylemesine

361
İM/T12/9/69-2/3/19; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.135-144.

163
rağmen; Şeyh Said, yanına gelip elini öptüğünü mahkemede söylemiştir. Bununla birlikte
Fakih Hasan, onun kendisinden görev istediğini de mahkemede itiraf etmiştir. Mihri,
isyanda fer’an zi-medhal (ikinci dereceden dahil) olmak suçlamasıyla 10 sene kürek
cezasına çarptırılmıştır.362

Niyazi Efendi

İsmail oğlu Niyazi, 28 yaşında, Genç Sıhhiye Kâtibi, Bitlis Taş mahallesinden.

Niyazi hakkında herhangi bir tahkikat evrakı yoktur. Mahkemede 5 Şubat 1925
tarihli ve Diyarbekir’den Mehmed Salih imzasıyla kendisine gönderilen mektubun İsyan’la
bir alakası görülememiş ve hakkında beraat kararı verilmiştir.363

Jandarma Ali

Hasan oğlu Ali, 19 yaşında, Liceli, Silvan jandarmalarından.

Ali hakkında herhangi bir tahkikat evrakı yoktur. 5 Şubat 1341 tarihli ve
Diyarbekir’den Mehmed Salih imzasıyla Genç Sıhhıye Kâtibi Niyazi Efendi’ye yazılan
mektupta, Salih Efendi’nin bir tüfeği bu Ali ile Niyazi’ye gönderdiği yazmaktadır.
Mektubun İsyan’la alakası görülememiş ve Jandarma Ali hakkında beraat kararı
verilmiştir.364

Mehmed Salih Efendi

Faris oğlu Mehmed Salih, 35 yaşında, Bitlis Kızılmescit mahallesinden, Tüccar.

Salih Efendi hakkında herhangi bir tahkikat evrakı yoktur. Hakkında beraat kararı
verilmiştir.365

Hacı Sadık Bey

Hüseyin bin Hacı Sadık Bey, 60 yaşında, Genç’in Valir nahiyesinden, rençber.

İsyan’ın kumandanlarından olmak suçlamasıyla tutuklanmış olan Hacı Sadık Bey,


ifadesinde hakkındaki iddiaları reddetmiştir. Bir ifadesinde, Şeyh Said’in tüm müracaatına
rağmen isyan ve fikrine iştirak etmedim ve korkudan dağa kaçtım demiş, diğer ifadesinde

362
İM/T12/9/69-2/3/20; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.144-149.
363
İM/T12/9/69-2/3/20; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.150-151.
364
İM/T12/9/69-2/3/21; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.151-152.
365
İM/T12/9/69-2/3/21; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.152-153.

164
ise cepheye gittiğini ancak silah atmadığını söylemiştir. Ancak Şeyh Said, bu kişinin
İsyan’a iştirak ettiğini, Fakih Hasan da Darahini’yi işgal eden kişilerden birinin Hacı Sadık
Bey olduğunu söylemişlerdir. Bunun yanında şahitlerin ifadesi ve yazılan raporlara göre de
Hacı Sadık Bey’in İsyan’a iştiraki sabit görülmüştür. Mahkeme Reisi’nin tabiriyle Sadık
Bey, “Darahini’nin en büyük kumandanıdır.” Hakkında idam kararı verilmiştir.366

Cemilpaşazade Ekrem Bey

Kasım oğlu Ekrem, 33 yaşında, rençber, Diyarbekirli.

Şeyh Said isyanın başlamasından yaklaşık on gün sonra Şubatın 25’inde


tutuklanmıştır. “Müstakil bir Kürdistan teşkiline çalışmak ve isyanda alakadar olmak”
cürmüyle önce Seyyid Abdülkadir ile birlikte yargılanmış, ardından dosyası Şeyh Said
davası ile birleştirilmiştir. Ekrem Bey’in Şeyh Said ile aynı fikirde olduğu ve onun ile
muhabere halinde olduğuna dair bazı sanıkların ifadeleri bulunmaktadır. Ekrem Bey
hakkındaki iddiaları reddetmiştir. “Cemilpaşazadeler ve İsyan” bölümünde hakkında
ayrıntılı bilgi verilen Ekrem Bey hakkında 10 sene kürek cezası verilmiştir.367

Cemilpaşazade Ömer Bey

Cemil Paşa oğlu Ömer, 35 yaşında, Rençber, Diyarbekir Cumhuriyet Halk Fırkası
heyet-i idaresi azasından.

Ömer Bey 26 Şubat 1925 günü İsyan olayı üzerine Merkez Kumandanlığına celp
edilmişti. Kürtçülüğü ile bilinen Ömer Bey’in üzerinden İsyan’la alakası tespit edilemeyen
iki mektup çıkmıştı. Ancak tevkif edildiği esnada Merkez Kumandanına “Hükümetin hata
ettiğini, bütün dahil ve haricin heyecan içerisinde bulunduğunu” söylemişti. Yapılan
tahkikat sonrasında Divan-ı Harp Savcısı, Ömer Bey hakkında men’-i muhakeme kararı
vermiş olmasına rağmen Divan-ı Harp Reisi bu kararı onaylamamıştır. Ömer Bey’in,
tevkifi esnasındaki sözleri “Hükümetin icraatına muhalif surette idare-i kelamda
bulunmak” olarak değerlendirilmiş ve Hıyanet-i Vataniye Kanunu ile ilgili görülmüştü.
Ömer Bey, önce Divan-ı Harb’e, ardından da 13 Nisan’da İstiklal Mahkemesine sevk
edilmiştir.

İstiklal Mahkemesinde, hakkında yapılan suçlama “isyanın mürettep ve


muharrikleri arasında olmak ve Kürtçülükle maruf bulunmak” olan Ömer Bey’in dosyası,
366
İM/T12/9/69-2/3/22; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.153-157.
367
İM/T12/9/69-2/3/22; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.305-306.

165
Şeyh Said davası ile birleştirilmiştir. Ömer Bey’in mahkemedeki savunması birkaç satırdır
ve İsyan’la ilgisi olmadığını söylemiştir.

Divan-ı Harp’teki sorgunda ise 1919 senesinden beri Müdafaa-i Hukuk Cemiyetine
dâhil olduğunu ve hâl-i hazırda Cumhuriyet Halk Fırkası’nın Diyarbekir heyet-i idaresi
azasından olduğunu söyleyen Ömer Bey, Kürt Cemiyetine üyeliğinin ise Sevr Antlaşması
sonrası Ermenistan felaketine karşı hükümetin izni dahilinde olduğunu, Sivas
Kongresi’nden sonra da bu cemiyetin varlığına gerek kalmadığından kapandığını
söylemişti. Bununla birlikte Merkez Kumandanı’na söylediği sözleri de inkâr etmişti.
Ömer Bey’in İstiklal Mahkemesindeki yargılamasının ardından hakkında beraat kararı
verilmiştir.368

Cemilpaşazade Cevdet, Kadri, Memduh, Muhittin Beyler

Bu dört kişi, 7/8 Mart Diyarbekir hücumu sonrası 7. Kolordu tarafından şüphe
üzerine nezarete alınmıştı. Yapılan tahkikat sonrasında haklarında bir kayıt olmadığından
yine 7. Kolordu tarafından serbest bırakılmaları istenmişti.

İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmet Süreyya da bu kişilerin hakkında yeterli iddia ve


ihbar olmadığı kanaatindeydi. Ancak 5 Mayıs tarihinde İstiklal Mahkemesi Heyeti,
Diyarbekir hücumuna iştirak etmekten maznun olan Monla Süleyman oğlu Mahmud’un
daha önce vermiş olduğu ifadesine nazaran bu dört kişinin İstiklal Mahkemesine sevk
edilmesi kararını aldı. Monla Süleyman oğlu Mahmud 9 Mart’ta verdiği ifadede
Cemilpaşaların hükümet nazarından sükûtu dolayısıyla mühim bir inkılâp yapıp yeni bir
hükümet teşkilinde mevki kazanmak için Şeyh Said ile müşterek olduklarını zannettiğini
söylemişti. Doğrudan Mahkemenin verdiği karar ile tevkif edilen Cemilpaşazadeler,
haklarındaki iddiaları reddetmiştir. Mahkemede yargılanmaları çok uzun sürmemiş olan
Cemilpaşazadeler hakkında beraat kararı verilmiştir.369

Nakib Bekir Sıdkı Bey

Hacı Mustafa Efendi oğlu Nakib Bekir Bey, 35 yaşında, Diyarbekir’in Defterdar
mahallesinden, Nakibüleşraftan.

Nakib Bekir Bey hakkında Şeyh Said ile aynı fikirde olduğuna dair ihbarlar
yapılmıştır. Ayrıca Hani’nin işgalinden sonra Hanili Mustafa ve Salih Beylerin Bekir
368
İM/T12/9/69-2/3/23; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.306-307.;İM/T12/10/69-8/99/1-29.
369
İM/T12/9/69-2/3/23-24-25; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.307-308.;İM/T12/10/69-8/98/1-17.

166
Bey’e mektup yazdığı da yapılan ihbarlar arasındadır. Muhakemesinde de aynı iddialar
gündeme gelmiş Şeyh Said, Bekir Bey’in şeriat taraftarı olduğunu duyduğunu ancak
herhangi bir muhaberesi olmadığını söylemiştir. Aynı şekilde Hanili Salih ve Mustafa
Beyler de kendilerinin Bekir Bey’e mektup yazmış olduğuna dair iddiaları reddetmiştir.

Bekir Bey’in hakkında yapılan bir ihbar da Şeyh Said’in sakalına küfür eden
Maksud adında birisi ile münakaşaya girmiş olmasıdır. Bekir Bey ifadesinde bu hareketini
Şeyh Said’e taraftar olduğu için yapmadığını, Müslüman olan herhangi birinin sakalına
küfür etmenin günah olduğu hasebiyle yaptığını söylemiştir. Bu mesele mahkemedeki
sorgusunda da gündeme gelmiştir. Mahkemenin baskısı üzerine Bekir Bey, bu kez Şeyh
Said’in Müslüman olmasında ısrar etmeyerek bu fikrinden rücu ettiğini söylemiştir. Bunun
üzerine Mahkeme Heyeti, Şeyh Said’e: “Bekir Bey senin Müslüman olmadığını anladım
diyor” demesi üzerine Şeyh Said de: “Allah bilir Müslüman olup olmadığımı. İnşallah
Müslüman’ım.” demiştir. Bekir Bey hakkında beraat kararı verilmiştir.370

Şeyh İbrahim

Şeyh Halid oğlu Şeyh İbrahim, 53 yaşında, Çan karyesinden, Çapakçur müftüsü,
Şeyh Said’in eniştesi.

Kardeşleri ile birlikte Çapakçur’u işgal etmiş, sonrasında Çapakçur Kaymakamlığı


yapmıştır. İfadesinde cebir ve tehdid üzerine Şeyh Said’in teklif ettiği vazifeyi kabul
ettiğini ve bu şekilde memurların hayatını koruduğunu söylemiştir. Ancak Şeyh Said,
İsyan’dan sonra Şeyh İbrahim’in, kendisine katıldığını, ayrıca Çan şeyhlerini Kiğı
Boğazı’nı muhafazaya gönderdiğini söylemiştir. Bunların yanı sıra, Şeyh İbrahim’in
İsyan’a fiilen iştirak ettiğine dair mektup ve raporlar bulunmaktadır. Hakkında idam kararı
verilmiştir.371

Şeyh Ali Efendi

Şeyh Halid oğlu Şeyh Ali, 34 yaşında, rençber, Çan karyesinden.

İfadesinde Şeyh Şerif’in teklif ve tehdidi üzerine isyancılara iltihak ettiğini,


maiyetiyle beraber Elaziz üzerine gidip şehri işgal ettiklerini ve daha sonra şeriat uğrunda
çalışacakları halde isyancıların talan yapmaya başladıklarını görünce geri döndüğünü

370
İM/T12/9/69-2/3/25; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.308.
371
İM/T12/9/69-2/3/26; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.163-170.

167
söylemiştir. Başta Şeyh Said olmak üzere diğer maznunların ve şahitlerin ifadeleri ve
raporlarla İsyan’a iştirak sabit görülen Şeyh Ali hakkında idam kararı verilmiştir.372

Şeyh Celal

Şeyh Halid oğlu Şeyh Celal, 48 yaşında, rençber, Çan karyesinden.

İfadesinde Şeyh Şerif’le birlikte Elaziz ve Palu cephelerine harplere gittiğini,


sonrada geri döndüğünü kabul etmiştir. Hem maznunların hem de şahitlerin ifadesinde
Şeyh Celal’in İsyan’a iştirak ettiği sabit görülmüş ve hakkında idam kararı verilmiştir.373

Şeyh Hasan

Şeyh Ahmed oğlu Şeyh Hasan, 70 yaşında, rençber, Çan karyesinden.

İlk ifadesinde maiyetiyle birlikte Kiğı’yı işgal için gittiğini ancak müsademede
milislerin şiddetli mukavemeti sonucunda başarılı olamadıklarını söylemiş ve İsyan’a
katıldığını kabul etmiştir. Ancak mahkemedeki sorgusunda iddiaları inkar eden Şeyh
Hasan hakkında tutulan rapor ve şahitlerin ifadeleri ile İsyan’a iştiraki sabit görülmüş ve
hakkında idam kararı verilmiştir.374

Demirci Süleyman

Ömer oğlu Süleyman, 55 yaşında, Demirci, Az karyesinden, Az aşireti reisi.

İlk ifadesinde şeyhlerin ve yardımcılarının hükümeti işgal ve memurları vazifeden


men etmeleri üzerine korkup kaçtığını, biraderi Mustafa’nın Kiğı cephesinde maktul
düştüğünü, birinci muharebeye katılmadığını ancak kendisini “şeriat” diyerek
kandırdıklarını ve kendisinin bu maksatla ikinci muharebeye iştirak ettiğini söylemiştir.
İstihbarat raporlarında Demirci Süleyman’ın isyana iştirak ettiği ve kardeşinin ölümü
üzerine esir memurları öldürme girişiminde bulunduğu, ancak Şeyh İbrahim’in buna mani
olduğu yazmaktadır. Bununla birlikte bir diğer raporda hükümet tarafından affedilmek için
şaki Yado’yu ele geçirmek istediği ancak başaramadığı, Şeyhlerin iğfaline geldiğini
söylediği yazmaktadır. Mahkemedeki sorgusunda eski ifadesinin bir kısmını inkâr eden
Demirci Süleyman hakkında idam kararı verilmiştir.375

372
İM/T12/9/69-2/3/26; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.170-171.
373
İM/T12/9/69-2/3/27; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.172-173.
374
İM/T12/9/69-2/3/27; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.172.
375
İM/T12/9/69-2/3/28; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.173-174.

168
Arab Abdi

Ali oğlu Arab Abdi, 50 yaşında, rençber, Çevlik karyesinden.

Arab Abdi ilk ifadesinde hakkındaki iddiaları reddetmiş, hatta isyana engel olmaya
çalıştığını ancak muvaffak olamadığını söylemiştir. Şahitler ve istihbarat raporlarında Arap
Abdi’nin isyana iştirak ettiği, Çapakçur reislerinden olup isyanın başlangıcından itibaren
halkı kışkırtarak cephelere kuvvet sevk ettiği yazmaktadır. Mahkemedeki sorgusunda da
iddiaları inkâr eden Arab Abdi, burada Çapakçur kaymakamı Hüseyin Hilmi ile tartışarak
onun asilerle muhaberesi olduğunu söylemiştir. Arab Abdi hakkında idam kararı
verilmiştir.376

Monla Süleyman

Ahmed oğlu Monla Süleyman, 60 yaşında, Çapakçur’un Dereinazik karyesinden.

Süleyman ilk ifadesinde İsyan’a iştirak ve ahaliyi isyana tahrik etmediğini ve


aleyhinde söylenen sözlerin garezden dolayı söylendiğini ifade etmiştir. Çapakçur Tapu
Memuru, Fahran Nahiye Müdürü ve Çapakçur Kaymakamı’nın vermiş olduğu raporlarda
bu şahsın Şeyh Said ile beraber gezdiği bildirilmiştir. Bunun yanında, Genç Jandarma
Kumandanlığı 2 Mayıs 1925 tarihli telgrafında bu kişinin cepheye gittiğini bildirmiştir. Bu
ihbarlara rağmen tahkik heyetinin hazırlamış olduğu fezlekede “Monla Süleyman’ın cürmü
anlaşılamamıştır” yazmaktadır. Mahkemedeki sorgusu gayet kısa süren Monla Süleyman
hakkında beraat kararı verilmiştir.377

Süleyman

Şerif oğlu Süleyman, 26 yaşında, rençber, Çapakçur’un Yusufanlı karyesinden.

İlk ifadesinde İsyan’a iştirak etmediğini, askerlerin gelmesinden sonra herkes gibi
kendisinin de korkup kaçtığını, sonra ise gelerek teslim olduğunu söylemiştir. Ancak
sonraki ifadesinde Az aşireti ile birlikte cepheye gittiğini itiraf etmiş ve kendini şeyhlerin
iğfal ettiğini itiraf etmiştir. Hakkındaki raporlar da bu yöndedir. Çapakçur’a vardığında
hapishaneyi basarak mahpusları serbest bıraktığına dair rapor bulunmaktadır.

376
İM/T12/9/69-2/3/28; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.174-183.
377
İM/T12/9/69-2/3/29; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.183.

169
Mahkemedeki sorgusu kısa sürmüş, hakkındaki iddiaları reddetmiştir. Süleyman hakkında
idam kararı verilmiştir.378

Jandarma Hamid

Şerif oğlu Hamid, 24 yaşında, Jandarma, Çapakçur’un Yusufanlı karyesinden, Şerif


oğlu Süleyman’ın kardeşi.

İfadesinde cepheye gitmediğini ancak başlangıçta asilerin lehine az çok çalıştığını,


bunun da cehaletinden kaynaklandığını söylemiştir. Ayrıca Şeyh Şerif’in yakalanmasına
sebep olduğunu söyleyen Hamid, bu konuyu teyit eden bir vesikayı Fırka Kumandanından
almıştır. Şahitlerin ifadeleri ve raporlarla, Hamid’in İsyan’a iştiraki sabit görülmüştür.
Kardeşi Süleyman’la birlikte cepheye gittiği, memurların evini yağmaladığı bildirilmiştir.
Bununla birlikte heyet-i tahkika tarafından hazırlanan fezlekede Hamid’in İsyan’a iştirak
ettiğinin kesin olduğu ancak Şeyh Şerif’in yakalanmasında yegâne sebebin bu şahıs olduğu
vurgulanmış ve Ordu Müfettişliğinin yayınlamış olduğu beyannameye göre kanunun 65.
maddesinden istifade etmesi uygun görülmüş ve icabının yapılması için Fırka
Kumandanlığına sevk edilmiştir. Mahkemedeki sorgusunda aynı mevzu gündeme gelmiş
ancak, Savcı Ahmed Süreyya, bu kişinin Şeyh Şerif’in yakalanmasında katkıda bulunmuş
olmasına rağmen, bir jandarma olarak İsyan’a katılmış olduğu sabit olduğundan idamını
istemiş ve hakkında idam kararı verilmiştir.379

Halid Doğan

Nadir oğlu Halid Doğan, 35 yaşında, Rençber, Çevlik’ten.

İlk ifadesinde Çanlı Şeyh Ali’nin tehdidi ile Harput cephesine gittiğini, daha sonra
Harput’tan kaçmaya mecbur olduğunu ve oradan getirdiği at ve silahı hükümete teslim
edip kendisinin de teslim olduğunu söylemiştir. Hakkında tutulan fezleke, rapor ve
şahitlerin ifadeleri İsyan’a katıldığı yönündedir. Mahkemede iddiaları reddeden Halid
Doğan hakkında idam kararı verilmiştir.380

Tahir

Mehmed oğlu Tahir, 27 yaşında, Jandarma-Reçber, Çapakçur’un Kürük


karyesinden.
378
İM/T12/9/69-2/3/29; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.183.
379
İM/T12/9/69-2/3/30; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.183-186.
380
İM/T12/9/69-2/3/30; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.186-187.

170
Şahitlerin ifadesine göre Diyarbekir cephesine ve taarruzuna gitmiş, sonra yaralı
olarak gelmiştir. Yanında da at ve silah getirmiştir. Hakkındaki iddiaları reddeden Tahir,
ilk ifadesinde isyana iştirak etmediğini ve yarasının da kurşun yarası olmadığını
söylemiştir. Bununla birlikte yarasını tedavi eden doktora rüşvet vermek istediği anlaşılan
Tahir, mahkemede de yarasının kurşun yarası olmadığında ısrar etmiştir. Bunun üzerine
mahkemede bir daha muayene edilmiş ve yarasının kurşun yarası olduğu tespit edilmiştir.
Hakkında idam kararı verilmiştir.381

Ahmed

İsmail oğlu Ahmed, 62 yaşında, rençber, Çapakçur’un Velvare karyesinden.

Asi reislerinden Çevlikli Şükrü Bey’e yataklık ederek isyanda fer’an zi-medhal
(ikinci dereceden dahil) olmak suçlamasıyla tutuklanmıştır. İfadesinde Şükrü Bey’e
yataklık etmediğini ve İsyan’a katılmadığını ancak insaniyet namına Şükrü Bey’in ailesini
hanesine kabul ettiğini söylemiştir. Hakkında beraat kararı verilmiştir.382

Rüşdü Efendi

Süleyman oğlu Rüşdü, 34 yaşında, Simsorlu, rençber ve Çapakçur Halk Fırkası


reisi.

İfadesinde kendisinin katiyen isyanla alakadar olmadığı gibi isyanın çıkmasından


önce böyle bir hadisenin ortaya çıkacağını hissederek gerekli makamlara malumat
verdiğini ve isyanın ortaya çıkışından sonra da tenkiline çalıştığını söylemiştir. Rüşdü Bey
hakkında Jandarma Kumandanı ve Çapakçur Hâkimi’nin isyancılar arasında bazı
cephelerde bulunduğuna dair raporlar bulunmaktadır. Ancak Rüşdü Bey Ankara’ya çekmiş
olduğu telgrafın isyancılar tarafından haber alınarak hain ilan edildiğini ve hem kendi hem
de ailesinin canını kurtarmak için isyancılar arasında bulunmaya mecbur olduğunu
söylemiştir. Ayrıca raporlarda Rüştü Bey’in Çan şeyhlerinin teslim olmasında etkili olduğu
da yazmaktadır. Mahkemedeki sorgusunun ardından Savcı Ahmed Süreyya Bey bu
durumu göz önüne alarak Rüşdü Efendi’nin beraatını istemiş ve hakkında beraat kararı
verilmiştir.383

381
İM/T12/9/69-2/3/31; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.187-188.
382
İM/T12/9/69-2/3/31; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.188.
383
İM/T12/9/69-2/3/32; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.188-191.

171
Hüseyin Hilmi Bey

Sultan oğlu Hüseyin Hilmi Bey, 36 yaşında, aslen Ahlat kazasından, Çapakçur
Kaymakamı.

İfadesinde, İsyan başladıktan sonra asilere ve ahaliye nasihatta bulunduğunu ancak


tesir edemediğini, merkez kazanın işgalinden sonra ise orada kalıp fedakârlık gösterdiğini
söylemişti. Hüseyin Hilmi, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’ya bir mektup yazarak hürmetlerini
sunmuş ve tertibat ve tedbir almak için Ali Rıza’yı yanına davet etmiştir. Ayrıca raporlarda
Şeyh Abdullah’ın elini öptüğü ona karşı da hürmette bulunduğu yazılıdır. İsyanda fer’an
zi-medhal olmak suçuyla tutuklanmış olan Hüseyin Hilmi, Savcı tarafından hazırlanmış
olan son iddianamede de aynı suçtan dolayı cezalandırılmasını istemiştir. Hakkında 15
sene kürek cezası verilmiştir.384

Tahir Efendi

Mehmed oğlu Tahir Efendi, 44 yaşında, Lice’nin Kaya mahallesinden, Genç


Tahrirat Kalemi Sermüsevvidi.

Tahir Efendi, İsyan’ın amillerinden olmak ve Darahini İnzibat Memuru Fakih


Hasan’ın kâtipliğini yapmakla suçlanmıştı. İlk ifadesinde Vali’nin emriyle Şeyh Said’e
nasihate gittiğini ancak müsbet bir sonuç alamadığını, işgalden sonra ise cebir ve tazyik ile
Fakih Hasan’ın nezdinde istemeyerek hizmet ettiğini, mektup ve talimatnameler yazdığını
söylemiştir. Şeyh Said ve Fakih Hasan başta olmak üzere birçok kişi, Tahir Efendi’nin
kâtiplik görevini yürüttüğünü ifade etmektedir. Şeyh Said’in dosyasındaki mektuplarının
bir kısmını Tahir Efendi yazmıştır. Bunun yanında, vazife gördüğü bu süre içerisinde maaş
da almıştır. Ayrıca Şeyh Said’in İngilizlerle muhaberesi olduğunu ve icab ederse
İngilizlere muavenet edeceğini Fakih Hasan’dan duyduğunu da söylemiştir. Yargılama
sonucunda hakkında idam kararı verilmiştir.385

Mehmed Bey

İzzet oğlu Mehmed Bey, 31 yaşında, Çapakçur Garip karyesinden.

İfadesinde İsyan’a iştirak ettiğini inkâr etmiştir. Ancak şahitlerin ifadelerine ve


raporlara göre İsyan’a katılmış, cephelerde bulunmuştur. Diyarbekir cephesine gittiği,

384
İM/T12/9/69-2/3/32; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.191-201.
385
İM/T12/9/69-2/3/33; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.201-212.

172
dönüşünde otomatik silah ve cephane getirdiği raporlarda yazmaktadır. Hakkında idam
kararı verilmiştir.386

Hanili Mustafa Bey

Hacı Ali oğlu Mustafa Bey, 53 yaşında, Hani nahiyesi eşrafından,

Mustafa Bey ifadesinde “Ahkâm-ı diniye ve şer’iyenin temin, tatbik ve infazı” için
Şeyh Said ile beraber hükümet aleyhine kıyam ve isyan ettiğini, isyan hareketini sevk ve
idare ettiğini, Diyarbekir ve diğer cephelerde bulunduğunu itiraf etmiştir. Şeyh Said de
ifadesinde Mustafa Bey’in başlangıçta İsyan’a katılarak maiyeti ile birlikte Hani’yi işgal
ettiğini söylemiştir. Ayrıca raporlarda Mustafa Bey’in müsademede bir zabit ile iki askeri
şehit ettiği ve kendisinin de yaralı olarak ele geçirildiği yazmaktadır. Hakkında idam kararı
verilmiştir.387

Kadriye Hanım

Şeyh Yunus kızı Kadriye Hanım, Hanili Mustafa Bey’in zevcesi, 50 yaşında.

İsyan hareketine iştirak ve propaganda yapmak suçlamasıyla tutuklanmıştır.


Kolordu Heyet-i Tahkikası tarafından yapılan sorguda bunu inkâr etmesine rağmen,
şahitlerin ifadeleri olduğu gerekçesiyle muhakeme edilmesine karar verilmiş ve İstiklal
Mahkemesine sevk edilmiştir. İstiklal Mahkemesi Savcısı’nın talebi doğrultusunda 7
Haziran tarihinde, 48 numaralı kararla hakkında beraat kararı verilmiştir.388

Hatice Hanım

Ali kızı Hatice Hanım, 40 yaşında, eşi seferberlikte vefat etmiş, Hanili Mustafa
Bey’in hizmetçisi.

Hükümet aleyhinde propaganda yapmak ve Diyarbekir’e silah ve cephane sevk


etmek suçlamasıyla tutuklanmıştır. 5. Kolordu Heyet-i Tahkikası tarafından yapılan
sorguda Hatice Hanım’ın isyancılar arasında dolaştığı ve hükümet aleyhinde bulunduğuna
dair şahitlerin ifadeleri olduğu gerekçesiyle muhakeme edilmesine karar verilmiş ve

386
İM/T12/9/69-2/3/33; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.212-214.
387
İM/T12/9/69-2/3/34; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.214-230.
388
İM/T12/9/69-2/3/34;İM/T12/11/69-1

173
İstiklal Mahkemesine sevk edilmiştir. İstiklal Mahkemesi Savcısı’nın talebi doğrultusunda
7 Haziran tarihinde, 48 numaralı kararla hakkında beraat kararı verilmiştir.389

Hamide Hanım

Hanili Mustafa Bey kızı Hamide Hanım, Salih Bey oğlu Ömer Bey’in zevcesi, 18
yaşında, Hani’de ikamet etmekte.

Hükümet aleyhinde propaganda yapmak suçuyla tutuklanmış, 5. Kolordu Heyet-i


Tahkikası tarafından yapılan tahkikatta yeterli delil olmadığından men-i muhakemesine
karar verilmişti. Savcı’nın talebi doğrultusunda daha önce men-i muhakeme kararı verilmiş
olan Hamide Hanım hakkında 7 Haziran tarihinde, 48 numaralı kararla tahliye kararı
verilmiştir.390

Hasan

Yusuf oğlu Hasan, 12 yaşında, Mustafa Bey’in hizmetçisi

İsyan’a iştirak etmek suçlamasıyla tutuklanmıştır. 5. Kolordu Heyet-i Tahkika


tarafından yapılan tahkikatta yeterli delil olmadığından men-i muhakemesine karar
verilmişti. Savcı’nın talebi doğrultusunda daha önce men-i muhakeme kararı verilmiş olan
Hasan hakkında 7 Haziran tarihinde, 48 numaralı kararla tahliye kararı verilmiştir.391

Örfi

Mahmud Bey oğlu Örfi, 11 yaşında (ihbarnamede yaşı 16 olarak bildirilmiş), Hanili
Mustafa Bey’in torunu.

Örfi elinde silah ve belinde üç sıra fişek olarak askerlere silah atmak suçlamasıyla
tutuklanmıştı. Örfi’nin silahlı olarak gezdiğine dair rapor ve şahitlerin ifadeleri
bulunmaktadır. İfadesinde babasıyla birlikte dağlarda gezdiğini, ancak silah atmadığını
söyleyen Örfi İstiklal Mahkemesine sevk edilmişti. İstiklal Mahkemesi Savcısı, Örfi’nin
küçük bir mücrim olduğunu ancak İsyan’a ailesi arasında karışmışsa da yaşının henüz on
beş olmamış olduğundan dolayı, hakkında verilecek hükümde yaşının ve bu durumun

389
İM/T12/9/69-2/3/35;İM/T12/11/69-1
390
İM/T12/9/69-2/3/35;İM/T12/11/69-1
391
İM/T12/9/69-2/3/36;İM/T12/11/69-1

174
dikkate alınmasını talep etmiştir. Mahkeme bunu göz önüne alarak hakkında idam cezasına
bedel ıslah-ı nefs için üç sene müddetle hapis kararı verilmiştir.392

Şeyh Abdullah

Şeyh Ali oğlu Şeyh Abdullah, 57 yaşında, meşayihten, Hanili nahiyesinden.

İfadesinde İsyan’a katılmadığını, köyünde kimse kalmadığından korkup kaçarak


dağlarda silahlı olarak tek başına gezdiğini ve cepheye gitmediğini söylemiştir. Ancak
Hani Nahiye Müdürü Hüsnü Bey’in şahit olarak verdiği ifadede Şeyh Abdullah’ın,
İsyan’dan önce üç seneye mahkûm olarak Lice’ye sevk edildiğini, 14 Şubat tarihinde Şeyh
Said’in kardeşi Şeyh Tahir’in yardımcılarıyla birlikte postayı basarak iki jandarmayı dağa
kaldırdıkları zaman, Şeyh Abdullah’ı da jandarmaların elinden kurtardıklarını, 15 Şubat
sabahı isyancılar nahiyeyi bastıklarında Şeyh Abdullah’ın asilerin arasında olduğunu ve
Şeyh Abdullah’ın İsyan’a katıldığını bütün Hani halkının bildiğini söylemiştir. Hakkında
idam kararı verilmiştir.393

Şeyh Ömer

Şeyh Bekir oğlu Şeyh Ömer, 60 yaşında, Cafer Tayyar Baba Dergâhı Mütevellisi,
Hani nahiyesinden.

İfadesinde köyde kimse kalmadığında korkup kaçtığını, dağa çıkıp yalnız gezdiğini
sonra da gelerek teslim olduğunu, ayrıca Şeyh Said’in Hani’ye geldiği zaman onu
karşılamaya gitmediğini de söylemiştir. 21 Mayıs’ta şahit olarak ifade veren Muallim
Zübeyir Efendi, Şeyh Ömer hakkında “Hükümet taraftarı olduğunu efkâr ve harekâtından
anladım” demişti. Lice Erkek Mektebi başmuallimi Ali Fehmi Efendi tarafından verilen 28
Nisan tarihli raporda ise Şeyh Ömer’in vaaz ve nasihat yapmak suretiyle halkı İsyan’a
teşvik ettiği söylenmiş ve bunun üzerine 5 Kolordu tahkikat heyeti, muhakemesinin
yapılmasına karar vermişti. İstiklal Mahkemesindeki yargılamasında hakkındaki iddiaları
reddeden Şeyh Ömer hakkında idam kararı verilmiştir.394

Şeyh Adem

Şeyh Mehmed oğlu Şeyh Adem, 50 yaşında, Hani nahiyesinden, Hani nahiye
azasından.
392
İM/T12/9/69-2/3/36; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.243-244.
393
İM/T12/9/69-2/3/37; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.244.
394
İM/T12/9/69-2/3/37; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.244-247.

175
İfadesinde İsyan’a iştirak etmediğini söylemiştir. Mustafa Bey ve Halid Bey’in,
Şeyh Said tarafından barıştırılması Şeyh Adem’in tekkesinde yapılmıştır. Savcı, Şeyh
Adem’in tekkesinin siyasi bir merkez olarak kullanılmasına müsaade ettiğini dile
getirmiştir. Yargılamasının ardından hakkında idam kararı verilmiştir.395

Hanili Salih Bey

Said oğlu Salih Bey, 55 yaşında, eşraftan, Hani nahiyesinden, Hanili Mustafa
Bey’in amcası.

Salih Bey ifadesinde Hükümetin dine karşı gösterdiği ilgisizliğinden dolayı kıyam
ve isyan ettiğini, kendine tabi olanlarla birlikte çeşitli cephelere gittiğini ve isyan
hareketini idare ettiğini itiraf emiştir. Şeyh Said de Salih Bey’in kendi müşavirlerinden
olduğunu söylemiştir. Diğer maznunların ifadeleri ve raporlarla Salih Bey’in İsyan’a
iştirak ettiği sabit görülmüştür.

Mahkeme tarafından isyancıların en mühim şahısları arasında görülen Salih Bey


isyan’a iştirak ettiğini inkâr etmemiştir. Şeyh Said’in Diyarbekir’e hücum etme niyeti
olmamasına rağmen Salih Bey’in uygun görmesi üzerine Diyarbekir hücumu
gerçekleştirilmiştir. Ayrıca İsyan’ın tertip edilmediğini, hazırlandığını, Hükümetin Şer’-i
şerif’e aykırı hareketlerinin bu isyanı hazırladığını söylemiştir. İsyanı da “Vahşiyane bir
miting” olarak nitelemiştir. Diyabekir’i almak istemelerinin nedeni olarak da buradan
hükümete yazılacak bir telgrafın büyük tesiri olacağını düşünmelerini göstermiştir. Bunun
yanında Mustafa Bey ve Hamdi Bey’in Şeyh Adem’in tekkesinde Şeyh Said tarafından
barıştırılması olayını organize eden Salih Beydir. Bu toplantının hiçbir siyası amacı
olmadığını sadece barıştırma maksatlı olduğunu iddia etmiştir. Cemilpaşazadelerle de bir
muhaberesi olmadığını söylemiştir. Yargılama sonunda hakkında idam kararı verilmiştir.396

Hasan

Hanili Salih Bey oğlu Hasan, 14 yaşında.

İfadesinde başka bir dava yüzünden şahit olarak Maden’e gitmiş olduğunu,
dönüşünde Hani’nin işgal edilmiş olduğunu gördüğünü ve ailesinin yanında bulunduğunu
ancak hiç silah atmadığını söylemiştir. Hakkında yapılan tahkikat ve ihbarlarla babası Salih
Bey’le birlikte silahlı olarak İsyan hareketinde bulunduğu kesin görülmüştür. İstiklal
395
İM/T12/9/69-2/3/38; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.247-249.
396
İM/T12/9/69-2/3/38; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.230-241.

176
Mahkemesi Savcısı, Hasan’ın hakkında verilecek cezada yaşının dikkate alınmasını istemiş
ve 10 sene kürek cezası verilmiştir.397

Ahmed Ağa

Süleyman oğlu Ahmed Ağa, 86 yaşında, Cibranlı aşiretinden, Gümgüm


kasabasında ikamet etmekte, aslen Kolan karyesinden, Binbaşı Kasım Bey’in babası.

İsyan’a iştirak suçlamasıyla 12. Fırka tarafından diğer maznunlar arasında


mahkemeye sevk edilmiş olan Ahmed Ağa’nın, hakkında bir delil olmaması ve yaşı
dolayısıyla İsyan’a iştirak etmesi mümkün görülmemiş, muhakeme devam ederken 14
Haziran tarihinde 49 numaralı karar ile hakkında beraat kararı verilmiştir.398

Ali

Ahmed Ağa oğlu Ali, 27 yaşında, Cibranlı aşiretinden, Gümgüm kasabasında


ikamet etmekte, aslen Kolan karyesinden, Binbaşı Kasım Bey’in kardeşi.

Şeyh Said ifadesinde Meneşküt’e geldiği zaman Ahmed’le de vaziyet ve firar


üzerine müzakere ettiğini söylemiştir. Ayrıca bu şahsın silahlı olarak İsyan’a iştirak
ettiğine dair bazı şahitlerin ifadeleri vardır. Ali de ilk ifadesinde Zazaların cebir ve
tazyikiyle isyancılara katılıp İsyan’a katıldığını söylemiştir. Ancak İstiklal Mahkemesinde
bu ifadesi okunduğu zaman bu ifadenin kendisinin olmadığını ve İsyan’a iştirak etmediğini
söylemiştir. Hakkında beraat kararı verilmiştir.399

Cündi

Ahmed Ağa oğlu Cündi, Cibranlı aşiretinden, Gümgüm kasabasında ikamet


etmekte, aslen Kolan karyesinden, Binbaşı Kasım Bey’in küçük kardeşi.

Şeyhlerin ve diğer maznunların bir kısmının ifadesine göre isyancılarla beraber


bulunmuş ve İsyan’a iştirak etmiştir. Kendi ifadesinde de zorla ve istemeyerek isyancılara
katıldığını söylemiştir. Mahkemedeki sorgusu iki satır olan Cündi, bir şeyden haberi
olmadığını söylüyor. Hakkında beraat kararı verilmiştir.400

397
İM/T12/9/69-2/3/39; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.241-243.
398
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.249
399
İM/T12/9/69-2/3/40; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.250-253.
400
İM/T12/9/69-2/3/40; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.253.

177
Madenli Kadri Efendi

Hasan Fahri oğlu Kadri Efendi, 31 yaşında, Bakırmaden’in Arpameydan


mahallesinden, rençber ve Meclis-i Umumi azasından.

Kadri Efendi, Şeyh Said’in verdiği görev üzerine Maden inzibat kumandanlığını
yapmıştır. Şeyh Said, iyi bir adam olduğu için bu görevi ona verdiğini söylemiştir. Ayrıca
Şeyh Said’e yazmış olduğu 20 Mart 1925 tarihli mektupta Şeyh Said’e hürmetlerini
bildirerek tuttuğu yolun hak ve doğru olduğunu söylemiştir. Kadri Efendi, Maden işgal
edilmeden önce şehri isyancılara karşı savunduğunu ancak işgal sonrası mecburen boyun
eğerek şehrin asayişini sağlamak için bu görevi üstlendiğini, aslında kendisinin hükümet
taraftarı olduğunu ifade etmiştir. Teşkil etmiş olduğu kuvve-i muaveneden ve yaptığı
teşkilât dolayısı ile Kadri Efendi’ye Birinci Süvari Fırka Kumandanlığı tarafından verilmiş
2 Mart tarihli teşekkürname de vardır. Yargılaması sonunda Madenli Kadri Efendi
hakkında idam kararı verilmiştir.401

Monla Mahmud

Reşid oğlu Monla Mahmud, 65 yaşında, İmam, Bakırmaden’in Piran karyesinden.

Şeyh Abdurrahim tarafından Maden’e vekili olarak gönderdiği yazılıdır. İfadesinde


Şeyh Said’in biraderi Abdurrahim’in tazyik ve tehdidi üzerine isyancılar tarafından işgal
edilen Maden’de kalıp bu esnada isyancıların tecavüzlerine mani olduğunu ve bu suretle
vatan hizmetinde bulunduğunu ifade etmiştir. Hakkında idam kararı verilmiştir.402

Yüzbaşı Avni Bey

Yahya oğlu Ali Avni, 34 yaşında, Genç vilayeti Jandarma Yüzbaşısı, Elaziz’in
Rızaiye mahallesinden

Şeyh Said’in 16/17 Şubat 1925 tarihli Ali Avni Efendi’nin yüzbaşı rütbesiyle vazife
ifa edeceğine dair buyuruldusu vardır. Fakih Hasan da bu şahsın yüzbaşı rütbesiyle
vazifelendirilerek, yarı maaşla çalışmış olduğunu söylemiştir. Ali Avni Bey vazife aldığını
ısrarla inkâr etmiştir. Ancak muhakeme esnasında Şeyh Said, ona vazife verdiğini ve
görüştüğünü söylemiştir. Savcı son olarak hazırladığı iddianamesinde Ali Avni Bey’in

401
İM/T12/9/69-2/3/41; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.253-260.
402
İM/T12/9/69-2/3/41; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.260-261.

178
“Asilere teslim-i nefs eden ve onlardan hizmet ve para kabul eden” bir şahıs olduğu
söyleyerek cezalandırılmasını istemiştir. Hakkında on sene kürek cezası verilmiştir.403

Şükrü Efendi

Malazgird Kazası Mal Müdürü.

Abdülmecid Efendi’nin sorgusu sırasında İsyan’la alakadar olduğu gerekçesiyle 1


Haziran tarihinde davaya dâhil edilmiştir. Ancak muhakemesi yapılmadan 9 Haziran’da
davası ayrılmıştır.

Eşref Edip Bey, Velid Ebuzziya Bey, Sadri Edhem Bey, Fevzi Lütfi Bey,
Abdülkadir Kemali Bey

7 Haziran tarihinde Şeyh Said davasına dahil edilmişlerdir. Ancak muhakemeleri


yapılmadan 19 Haziran’da davaları ayrılmıştır.

İsmail Hakkı Bey

İlyas Fevzi oğlu İsmail Hakkı Bey, 53 yaşında, Rizeli, Genç Valisi.

İsmail Hakkı Bey’in, Şeyh Said davası başladıktan sonra yapılan ihbar ve ifadeler
üzerine, 8 Haziran tarihli celsede davaya dahil edilmesine karar verildi. Vali hakkındaki
iddia İsyan ortaya çıkmasından önce kendisine birçok ikaz ve ihbarların yapıldığı ancak
Vali’nin bunlara itibar ve ehemmiyet vermediği yönündedir. Mahallî Savcılığın yazmış
olduğu raporda Vali İsmail Hakkı Bey’in adeta kasıt derecesinde atalet ve lakaytlığından
bahsedilmektedir.

Vali Bey ifadesinde bir kusurunun olmadığını, Şeyh Said’in maiyetiyle birlikte
Palu’ya gelmesini araştırdığını ve her sene mu’tad olarak pederinin kabrini ziyaret için
gelmiş olduğunun ortaya çıktığını, bundan başkada şüpheli bir durum olmadığını
söylemiştir. Bununla birlikte, isyanla alakalı kendisine hiçbir ihbarın yapılmadığını iddia
etmiştir. Savcı son mütalaasında İsyan’ın, Vali Bey’in kendi yetki alanında temerküz etmiş
olmasına ve ihbarlara rağmen kusur göstererek İsyan hareketinin yayılmasına istemeyerek
sebep olduğunu söyleyerek cezalandırılmasını istemiştir. Hakkında bir sene hapis cezası
verilmiştir

403
İM/T12/9/69-2/3/42; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.261-268.

179
Bir sene hapis ve ömür boyu memuriyetten men cezasına çarptırılan İsmail Hakkı
Bey, hapis cezasını yattıktan sonra, 7 Şubat 1927’de Dahiliye Vekili Cemil Bey tarafından
başvekâlete yazılan tezkere ile affedilmesi istenmiş ve olay Meclis’in onayından geçmek
ve görüşülmek üzere Meclis gündemine alınmış, 26 Mart’ta bu konuyla ilgili görüşme
yapılmıştır. Dahiliye Vekâleti’nin teklifi tepki ile karşılanmış ve İsmail Hakkı Bey’in
affedilmesine karşı çıkılmıştır. Görüşmelerde Kılıç Ali Bey: “Sonra sıra Çerkez Ethem’e
gelecek” diyerek karşı çıkmıştır. Tepkiler sonrasında bu teklif reddedilmiştir. Ancak daha
sonra 1 Haziran 1929 tarihinde İsmail Hakkı Bey’in affedilme meselesi tekrardan
Meclis’in gündemine gelmiş ve 1474 numaralı kanunun çıkarılmasıyla affedilmiştir.404

Ali Rıza Efendi

Kazım oğlu Ali Rıza Efendi, 52 yaşında, Çapakçur Bidayet Hâkimi, aslen Bağdatlı.

Şeyh Said maiyetiyle birlikte Çapakçur’a geldiği zaman onu karşılamaya gitmiş ve
Şeyh Said’in İsyan hareketi için “Sahabe-i güzinin harekâtına müşabih mahiyettedir.
Mübecceldir. Kendisinden muvaffakıyet me’muldür” gibi sözler sarf ederek muhitini tahrik
etmek suretiyle isyan hareketinin fer’an zi-medhali olarak görülmüştür. Ayrıca Ali Rıza
Efendi, Muallim Mehmed Zeki hakkında 3 ay hapis cezasını veren kişidir. Ali Rıza Efendi
ifadesinde Şeyh Said’i karşılama amaçlı gitmediğini, Muallim ile ilgili olarak hazırlanmış
olan fezlekelerden yola çıkarak bu cezayı verdiğini söylemiştir. Ali Rıza Efendi’nin
yargılanmasının sonunda sınır dışı edilmesine karar verilmiştir.405

Tayyib Ali Efendi

İsmail oğlu Tayyib Ali Efendi, 33 yaşında, Mütevellizadelerden, Perhankök


Nahiyesi Müdürü.

Şeyh Said, Tayyib Efendi için “Başlangıçta bizim fikirde idi sonra fikrini
değiştirdi” demiştir. Fakih Hasan ise Tayyib Efendi’nin, İsyan’ın başlamasından evvel
Cibranlı Halid ve şeyhlerle muhaberesi olduğunu, kendisinin bunu Vali’ye söylediğini ama
Vali’nin buna aldırış etmediğini söylemiştir. Eski Mebus Hamdi Bey’in de, Tayyib
Efendi’nin Kürtçü olduğu ve bu yolda faaliyette bulunduğuna dair ihbarı vardır. Tayyib Ali
Efendi, hakkındaki Kürtçülük iddialarını reddetmiş, kendisinin 339 yılında mebusluğa

404
İM/T12/9/69-2/3/45; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.268-278.
405
İM/T12/9/69-2/3/46; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.287-289.

180
aday olması ile birlikte Hamdi Bey’in kendi aleyhine döndüğünü ve Kürtçülükle itham
etmeye başladığını söylemiştir. Yargılaması sonrasında hakkında idam kararı verilmiştir.406

Şeyh Şemseddin

Şeyh Yusuf oğlu Şeyh Şemseddin, 60 yaşında, rençber, aslen Diyarbekirli,


Silvan’ın Gündiyan karyesinde oturmakta.

Şeyh Şemseddin ifadesinde İsyan’a iştirak etmediğini bilakis hükümete sadakat ve


İsyan’a mukavemet gösterdiğini ve bu yüzden takdirnameler aldığını ancak bilahare
korkudan dağa kaçtığını ifade etmiştir. Şeyh Said’in ifadesine göre, kendisi Şeyh
Şemseddin’e mektup yazarak kıyamını istemiş, o da bunu kabul etmiştir. Bunun yanında
Şeyh Said, Şeyh Şemseddin’in kendi emir ve iradesi altında olmadığını, doğrudan doğruya
kendi başına hareket ettiğini de söylemiştir.

Şeyh Şemseddin, İsyan’ın ilk zamanlarında hükümete bağlılığını göstermiş hatta


Kulp kazası ve civarında halkı aydınlatmak ve işrad etmek ile görevlendirilmiştir. Ancak
irşad görevini yerine getirmekte iken Lice’nin isyancıların eline geçmesiyle birlikte fikir
değiştirmiş, Silvan civarındaki isyan hareketini sevk ve idare etmiş, ordu ile muharebeye
dahi girmiştir. Ancak İsyan’ın başarıya ulaşamayacağını anladığı zaman hükümete teslim
olmayı tercih etmiştir. Şeyh Şemseddin’in bu tarz hareket ettiğine dair birçok rapor ve şahit
ifadeleri bulunmaktadır. Şeyh Şemseddin, hakkındaki iddiaları muhakemesi sırasında
reddetmiş, kendisinin şeyh olmadığını, İsyan’a katiyen iştirak etmediğini ve Şeyh Said’i de
daha önce hiç tanımadığını söylemiştir. Yargılaması sonunda hakkında idam kararı
verilmiştir.407

İlyas Efendi

Monla Fethullah oğlu Hacı İlyas Efendi, 69 yaşında, Genç Müftüsü, Genç
vilayetinin Valir karyesinden.

Hacı İlyas Efendi; Şeyh Said, Darahini’ye geldiği zaman onunla birlikte Vali’yi
ziyarete gitmiştir. Şeyh Said’e hitaben tuttuğu yolun doğru ve hak olduğunu beyan ettiğine
dair iddialar vardır. Şeyh Said de Genç’i işgal ettikten sonra Hacı İlyas Efendi’yi müftü
olarak tayin ettiğini söylemiştir. Buna karşın Hacı İlyas, Şeyh’in fikirlerine katılmadığını,
hareketini doğru gördüğüne dair beyanda da bulunmadığını söylemiştir. Savcı, İlyas
406
İM/T12/9/69-2/3/46; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.279-287.
407
İM/T12/9/69-2/3/47; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.289-294.

181
Efendi’nin Şeyh Said ile konuştuğunun anlaşılmış olmasına rağmen İsyan hareketi ile bir
münasebetinin görülmediğini söyleyerek beraatını istemiş, hakkında beraat kararı
verilmiştir.408

Mahmud Bey

Hanili Mustafa Bey oğlu Mahmud Bey, 36 yaşında, Hanili

Şahitler, Mahmud Bey’in İsyan’dan önce Erzurum’dan çok miktarda silah


getirirken yakalandığını ve sonra Kürdistan’ın istiklali için kendilerinin de hazırlanmalarını
gerektiğini söylediğini ve propagandada bulunduğunu söylemişlerdir. Mahmud Bey
ifadesinde iddiaları reddetmiş, dokuz aydır mevkuf olduğunu, Erzurum’dan getirdiği
söylenen silahları da 1917 yılında Urfa meselesinden dolayı Ermeni ve Fransızlara karşı
olan harp yüzünden hükümetin emriyle aldığını söylemiş, bunun yanında diğer iddiaları da
reddetmiştir. Savcı, Mahmud Bey’in İsyan esnasında Diyarbekir hapishanesinde mevkuf
olmasından dolayı isyana fiilen iştirak edemediğini ancak hazırlık safhasında mühim bir
rol oynamış olduğunu söyleyerek cezalandırılmasını istemiştir. Hakkında idam kararı
verilmiştir.409

İbrahim Bey

Liceli Hacı Sadullah oğlu İbrahim Bey, 66 yaşında, Lice’de Camiikebir


mahallesinde oturmakta, çiftçi.

İbrahim Bey, İsyan’a iştirak ve Şeyh Said tarafından Lice Kaymakamlığına


atanarak bu vazifeyi yerine getirmekle suçlanmıştır. Şeyh Said tarafından İbrahim Bey’e
yazılmış olan mektuplar bulunmaktadır. İbrahim Bey ise ifadesinde İsyan’a iştirak
etmediğini, Şeyh Said’in kendisine kaymakamlık teklif ettiği halde kendisinin kabul
etmediğini söylemiştir. Yargılanmasının sonunda, hakkında beraat kararı verilmiştir.410

408
İM/T12/9/69-2/3/47; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.294-295.
409
İM/T12/9/69-2/3/48; Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.295-297.
410
İM/T12/9/69-2/3/48

182
2. İsyanın Niteliği

2.1 Kürt İstiklal ve İstihlas Cemiyeti (Azadi)

Kaynaklarda Şeyh Said İsyanı’nın tertipçisi olarak gizli bir Kürt cemiyetinden
bahsedilmekte ve isyanın bu örgüt tarafından yapılan birkaç senelik hazırlığın neticesinde
başlatıldığı vurgulanmaktadır. Bu açıdan öncelikle bu örgüt hakkında bazı bilgiler vererek
hem isyanda bir rolü olup olmadığını hem de Şeyh Said’in bu örgütle ne tür bir ilişki
içerisinde olduğunu değerlendirmek gerekmektedir.

2.1.1. Cemiyet Hakkında Genel Bilgiler

Mahkeme tutanaklarında Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti olarak geçen bu


örgüt, birçok kaynakta farklı isimle zikredilmekte, kuruluş tarihi ve kurucuları hakkında
çeşitli bilgiler verilmektedir. Örgütle ilgili ilk bilgiler Şeyh Said’in yakalanmasını sağlayan
ve onunla birlikte yargılanan Binbaşı Kasım Bey tarafından Şark İstiklal Mahkemesi’ndeki
muhakemesi sırasında verilmiştir. Şunu belirtmek gerekir ki günümüzde yapılmış olan
yayınların çoğunda -özellikle yerli yayınlarda- örgüt hakkındaki bilgiler genel olarak aynı
kaynaklara dayanmaktadır ve bu kaynakların temelinde de Kasım Bey’in ifadeleri yer
almaktadır. Bunun yanında Bruinessen ve Olson gibi yabancı arşivlerden yararlanan
kişilerin çalışmalarında da örgüt hakkında bilgiler bulunmaktadır.

Şeyh Said İsyanı hakkında ilk çalışmayı yapanlardan birisi olan Behçet Cemal, bu
cemiyetin Kürt Teali Cemiyetinin dağılmasından sonra 1923 yılında kurulduğunu ve
kurucularının arasında Cibranlı Halid ve Yusuf Ziya’nın yanında eski Kürt Teali Cemiyeti
lideri Seyyid Abdülkadir’in de olduğunu belirtmektedir.411 İsyan’ın gerçekleştiği dönemde
yaşayan M. Şerif Fırat ise Azadi örgütünden bahsetmemekle birlikte, olayların ilk plan
aşamasının Kürt Teali Cemiyeti adı altında yapıldığını, Lozan’dan sonra bu cemiyetin
dağılması üzerine irtica hareketinin başında Yusuf Ziya ve Şeyh Said’in kaldığını
söylemektedir.412 Nuri Dersimi de, örgütün 1922 yılında Cibranlı Halid Bey’in
başkanlığında Erzurum’da “Kürt İstiklal Cemiyeti” adı altında kurulduğunu
söylemektedir.413

411
Cemal, age, s.14.
412
Fırat, age, s.192-193.
413
Dersimi, age, s.183.

183
Bunların yanı sıra Cemilpaşazadelerden olan ve Şark İstiklal Mahkemesi’nde
yargılanmış olan Kadri Cemil Paşa da hatıratında, Kürt aydınlarının Cibranlı Halit Bey’in
etrafında toplanarak 1922 yılında istiklal anlamına gelen “Azadi” adında bir örgüt
kurduklarını söylemektedir.414 Yine Cemilpaşazadelerden olan ve Şark İstiklal
Mahkemesi’nde yargılanarak mahkûm olmuş olan Cemilpaşazade Ekrem Bey de bu örgüt
hakkında şunları söylemektedir: “Cibranlı Halit Bey, Bitlisli Yusuf Ziya Bey ve arkadaşları
Lozan muahedesinden sonra Erzurum’da Azadi ismiyle bir gizli siyasi Kürt Cemiyetini
teşkil etmişlerdi. 1924 senesinin yazında biz Diyarbekirdeki Kürtçüler de bu cemiyetin bir
şubesini teşkil ettik.”415

Uğur Mumcu ise “Kürt Azadi (İstiklal) Cemiyeti”nin 1923’te Erzurum’da


kurulduğunu, ilk başkanının Mutki Aşireti Reisi Muşlu Hacı Musa olduğunu
yazmaktadır.416 Abdülhaluk Çay da aynı şekilde isyanın organizatörünün 1923 yılında
kurulmuş olan Azadi olduğunu söyler.417

Robert Olson’un anlatımına göre; 1921 yılında kurulan bu cemiyetin ilk adı “Kürt
Özgürlük Cemiyeti”dir. Daha sonra “Kürt İstiklal Cemiyeti” adını almış ve kısaca “Azadi”
denilmiştir. Cemiyet Erzurum’da Miralay Cibranlı Halit Bey tarafından kurulmuştur.
Örgütün yaklaşık 23 şubesi vardır. Şube liderlerinin çoğu Türk ordusunun subaylarıdır ve
örgüte mensup aşiret üyelerinin birçoğu da Hamidiye Alaylarında kumandanlık yapmış
kişilerdir.418 Olson’un bu örgütle ilgili vermiş olduğu bilgiler İngiliz Hava Bakanlığı ile
Sömürgeler Bakanlığına gelen raporlara dayanmaktadır. İngiliz istihbaratının Azadi
hakkındaki bilgi kaynağı ise 1924’te Beytüşşebab İsyanı’ndan sonra Türk ordusundan firar
etmiş olan askerlerdir. Olson, bu askerlerden birisi olan İhsan Nuri için şunları
söylemektedir; “İhsan Nuri, İngiliz İstihbaratının Azadi’nin kökenleri ve amaçları
hakkındaki üç bilgi kaynağından biri ve 4 Eylül 1924 Beytüşşebab’taki isyanın baş
kışkırtıcısı idi”419 Olson eserinde Azadi üyeleri hakkında geniş bilgi vermekle birlikte bazı
eleştirilere uğramıştır. Yaşar Kalafat, Azadi’ye sempati duyan veya Azadi ile hiçbir ilişkisi

414
Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kurdistan, Öz-ge Yayınları, Ankara 1991, s.85.
415
Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybun Yayınları, Ankara 1992, s.54.
416
Mumcu, age, s.41. Mumcu, Olson’a atıf yaptığı başka bir yerde cemiyetin başkanını Cibranlı Halid olarak
göstermektedir. Mumcu, age, s.159.
417
Abdulhaluk M. Çay, Her Yönüyle Kürt Dosyası, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 458.
418
Robert Olson, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Özge Yayınları, Ankara 1992,
s.72.
419
Olson, age, s.77.

184
olmayan, yörenin tanınmış birçok simasının herhangi bir belge gösterilmeden, Olson
tarafından Azadi’nin üyesi olarak gösterildiğini söylemektedir.420

Martin Van Bruinessen’e göre; örgüt 1923 yılında kurulmuştur. Kurucu ve


mensuplarının çoğu Türk ordusunda görevli askeri deneyime sahip subaylardır. Bunun
yanında birçok şeyh de bu örgüte girmiştir.421 Örgütün Kuzey Kürdistan’daki nüfuzlu
kişilerle bağlantıya geçtiğini ve aynı zamanda 1923 seçimlerinde seçim kampanyası
bahanesiyle Yusuf Ziya’nın birçok aşiret reisiyle görüştüğünü söyleyen Bruinessen, 1924
yılında örgütün ilk kongresini yaptığını ve kongrede Mayıs 1925’te genel bir ayaklanmanın
başlatılması ve isyana destek vermesi için yabancı devletlerle anlaşma yapılma kararları
alındığını yazmaktadır. Ayrıca bu kongrede Şeyh Said’in ön plana çıkarak isyan için
çekingen davranan Hamidiye komutanlarını Kürdistan’ın bağımsızlığı için savaşmaya ikna
ettiğini aktarır.422

Olson’un belirttiğine göre 1924 yılında yapıldığı söylenen bu kongre ile ilgili ilk
değerlendirmeyi Bruinessen yapmaktadır.423 Bruineessen’nin kongre ile ilgili tek kaynağı,
kongrede bulunmayan ancak bulunanların çoğunu tanımış olduğunu söyleyen Molla Hasan
Hişyar’dır. Bruinessen, bu kişinin anlatımlarının bağımsız bir teyidini
gerçekleştiremediğini söylemektedir.424 İsyanla ilgili İngiliz Devlet Arşivlerinde araştırma
yapan Olson da, Devlet Arşivleri Bürosu’nda bu kongre ile ilgili herhangi bir belge
bulamadığını söylemekle beraber bunu örgütün kendisini iyi gizlemiş olabileceğine
bağlamaktadır.425 M. Şerif Fırat ise herhangi bir kongreden bahsetmemekle birlikte isyanın

420
Yaşar Kalafat, Bir Ayaklanmanın Anatomisi Şeyh Sait, Asam Yayınları, Ankara 2003, s.111.
421
Martin van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, İletişim Yayınları, İstanbul 2003, s.411-413.; Olson, age,
s.73-74.;
422
Bruinessen, age, s.411-412
423
Olson, age, s.278.
424
Bruinessen’in kaynaklarından birisi olan Hasan Hişyar Serdi, daha sonra yayınlanan hatıralarında isyan
hakkında geniş bilgiler vermektedir. İsyan zamanında 17-18 yaşlarında olan Hasan Hişar, hatıratında isyanın
başlama sürecini ve Piran Olayı’nı kendisini de işin içine katarak anlatmaktadır. Ancak onun anlattıklarının
ne Şeyh Said’in anlatımıyla ne de resmî raporlarla bir ilgisi vardır. Serdi, her önemli olayda kendisini de
olayın bir parçası olarak anlatır. Ayrıca bulunmadığı toplantıları da, toplantılara katılmış gibi anlatmakta ve
Şeyh Said’in bu toplantılarda Kürtçülük üzerine attığı nutuklardan bahsetmektedir. Ancak onun Şeyh Said’e
atfettiği bu sözler hem Şeyh Said’in ifadelerine, hem de ele geçen mektupların muhteviyatına tamamen zıttır.
Bunun yanında Fethi Bey’i TCF başkanı olarak göstermektedir. Ayrıca isyancıların rakamını 70000, Hani’de
esir edilen asker sayısını ise 12000 olarak vermektedir. Ankara ve Şark İstiklal Mahkemelerinde idam edilen
şahısların 20000 kişi olduğunu, 1 milyon kişinin yargılandığını söylemektedir. Bu açıdan bakıldığında
Hişyar’ın vermiş olduğu bilgilerin güvenilir olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte Bruinessen’in
Hişyar’a dayanarak eserinde yer verdiği bazı bilgiler, daha sonra hazırlanan birçok kitapta hiç eleştirilmeden
doğru kabul edildiği görülmektedir. Hasan Hişyar Serdi, Görüş ve Anılarım, Med Yayınları, İstanbul 1994,
s.191-306.
425
Olson, age, s.278.; Bruinessen, age, s.411-413.

185
Cibranlı Halid’in başkanlığında, Yusuf Ziya ile birlikte 1924 yılı ilkbaharında
planlandığını ve Şeyh Said’in manevi nüfuzundan dolayı başa geçirildiğini yazmaktadır.426

Örgütün bölgede ne kadar şubeleştiği konusunda en geniş bilgiyi Olson


vermektedir. Örgütün yaklaşık 23 şubesi olduğunu söyleyen Olson, eserinde bu şubeler ve
mensupları hakkında bilgiler verir. Bunun yanında N. Dersimi de; Bitlis, Darahini, Elaziz,
Diyarbekir, Urfa, Siirt ve daha birçok yerde şubelerinin kurulduğunu söylemiştir.427 Kadri
Cemil Paşa hatıratında; Mülazım İsmail Hakkı Saveyş adında birisinin bu örgütün
teşkilâtlandırılması için görevlendirildiğini, bu kişinin Diyarbekir’de örgütün şubesini
açtığını belirtmektedir.428

Başta Bruinessen ve Olson olmak üzere birçok kaynak örgütün gizliliğine vurgu
yapmaktadır. Örgütün başkentten uzakta, Anadolu’da ve çok gizli olarak kurulmuş
olmasından dolayı, örgütten çok az bahsedildiği ve örgüt hakkında hemen hemen hiçbir
bilgi olmadığından bahsedilmektedir.429 Kadri Cemil Paşa da bu gizli yapılanmaya
değinmekte ve örgütün Diyarbekir ile Erzurum arasındaki ilişkisinin şifre ile elden
götürülerek yapıldığını söylemektedir.430

Çok gizli bir teşkilâtlanma yürütmüş olduğu söylenen örgütün hükümetin gözünden
kaçmadığı ve örgüt liderlerinin faaliyetlerinin takip edildiği anlaşılmaktadır. Bunun
yanında bazı kişilerin bölgedeki bu tür faaliyetler hakkında hükümete ihbarlarda
bulunduğu kaydedilir. Örneğin M. Şerif Fırat, Azadi hakkında hükümete ilk ihbarı Hormek
aşiretinin verdiğini söylemektedir. M. Şerif Fırat’ın anlatımına göre; 1920 yılında Cibranlı
Halit Bey, Lolan ve Hormek aşiretleriyle toplantı yaparak Kürtçülük propagandasında
bulunmuştur. Bu faaliyetler, adı geçen aşiret mensupları tarafından mutasarrıflıklara
bildirilmesi üzerine Halid Bey’in faaliyetleri Kolordu tarafından şüpheli görülerek
Erzurum’a çağırılmış ve burada alıkonulmuştur.431 Örgütün faaliyetleri hakkında bilgi
sahibi olan Hükümetin, bir şekilde bu örgüte son vermek istediği de dile getirilmektedir.
Fırat’ın söylemine göre 1924 yılında Erzurum’a gelen M. Kemal Paşa, yaptığı tahkikat

426
Fırat, age, s.192-194.
427
Dersimi, age, s.183.
428
Kadri Cemil Paşa, age, s.85
429
Bruinessen, age, s.411.; Olson, age, s.72.
430
Kadri Cemil Paşa, age, s.85.
431
Fırat, age, s.185-187.

186
neticesinde yakında bir isyanın başlayacağını anlamış ve Cibranlı Halid Bey ile Yusuf
Ziya’nın yakalanma emirlerini bizzat vermiştir.432

Olson da aynı şekilde Kürtçülük faaliyetlerini ve bu faaliyetleri yürütenleri takip


eden Hükümetin, Azadi’nin faaliyetlerinden haberdar olduğunu aktarmaktadır. Ayrıca
Olson, İsyan’ın henüz olgunlaşmadan Türk hükümetinin harekete geçerek Kürt subaylarını
tutuklama ve hareketi bastırma ihtimalinin, Azadi’yi korkuttuğundan bahseder.433

İhsan Ş. Kaymaz da Şeyh Said İsyanı’nın arkasında Azadi adında bir örgüt
olduğunun anlaşıldığını ve hem İngilizlerin 1924 yılı başından itibaren bu örgütle bağlantı
kurduğunu hem de Türklerin bu örgütün faaliyetlerinden haberdar olduğunu
söylemektedir.434 Bununla birlikte -İngiliz kaynaklarına göre- Türk hükümetinin örgütle
iletişim kurarak Musul meselesini çözüme kavuşturana kadar örgütün hareketsiz kalmasına
çalıştığını, hatta 1924 Ağustosunda Diyarbekir’de bir Türk-Kürt kongresinin gizli olarak
gerçekleştirildiğini ve Nesturi operasyonu öncesinde bir sorun çıkmaması için Azadi
temsilcileriyle görüşerek zaman kazanmaya çalıştığını söyleyen Kaymaz, bu doğrudan
görüşmelerden sonuç alamayan Türk hükümetinin örgütün lider kadrosunu saf dışı
bırakmak için harekete geçtiğini belirtmektedir.435

2.1.2. Kasım Bey’in Cemiyet Hakkında Verdiği Bilgiler

Mahkeme tutanaklarında Kürt İstiklal ve İstihlas Cemiyeti ile ilgili en geniş bilgiyi
Binbaşı Kasım Bey vermiştir. Kasım Bey’in mahkemede bu örgüt hakkında vermiş olduğu
bilgiler, dönemin gazetelerinde de yayınlanmış ve birçok kişi örgütün varlığından bu
şekilde haberdar olmuştur. Daha önce de denildiği gibi birçok kaynakta Azadi ile ilgili
verilen bilgiler, Kasım Bey’in ifadelerine dayanmaktadır. Kasım Bey ise cemiyetle ilgili
bilgilerini 1923 senesinde eski Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey’le yaptığı konuşmadan
öğrenmiştir.

Kasım Bey örgüt hakkındaki ifadelerini 26 Mayıs ve 7 Haziran tarihleri olmak


üzere iki farklı günde vermiştir. 26 Mayıs tarihli sorgusunda bölgedeki Kürtçülük

432
Olson, age, s.76.; Kadri Cemil Paşa, age, s.86.; Fırat, age, s.195.
433
Olson, age, s.76-77.
434
İhsan Ş. Kaymaz, Şeyh Sait Ayaklanmasında İngiliz Parmağı, Kaynak Yayınları, İstanbul 2014, s.110-
112.
435
Kaymaz, age, s.118-121.

187
faaliyetlerinden kısaca bahsetmiş ve Bitlis Mebusu Yusuf Ziya ile yaptığı görüşmeyi
anlatmıştır. Bu tarihteki ifadesi şu şekildedir:

“Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in bu isyanının esbabını ve kimlerle tertibatta


bulunduğunu lütfen söyler misiniz?

Kasım Bey: Esasen Seyyid Abdulkadir’le Bedirhaniler paylaşamayan iki kardeş


gibi Kürdistan riyasetini taksim edemiyorlardı. Abdurrezzak Bedirhani Kürdlüğü telkin
için Rusya’ya geçti. Bu efkâr ilerledi. İstanbul’da Kürd Teali Cemiyeti açıldı. Muş’ta da
zannederim. Burada da açıldı. Seyyid Abdülkadir riyaset ediyormuş. Harp seneleri bir
durgunluk oldu. Mütarekenin ilk senelerinde artık devr-i fetret başlayınca fırsat buldular
cemiyeti yine ihya ettiler. Her tarafta şubeler için yazılmıştı. Bazı yerlerde küşad edildi. Ve
335’te Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin Erzurum Kongresini teşriflerinde bendeniz
orada idim. Herkesçe bir kanaat vardı ki hatta avamda bile “Kürdistan olacak”. Şerif
Paşa namında bir mösyö Paris’te mümessil olarak Kürdlük için çalışıyordu. Biz yazdık. Bu
hiç kimsenin murahhası veya vekili değildir dedik. İngiliz mümessiline Vilson’a müracaat
ettik. 336 senesinde Meclis-i Millî açılınca tebrikler ettik. Ümitlenen insanlar benimle alay
ettiler. “Sen Kürd iken bu adamlara neden meylediyorsun” dediler. Bendeniz mefkûremi
onlara söylemezdim. Bir kere Kürdlerde ezelden ebede kadar ittifak olmayacaktır. Lafzi bir
kelime-i şehadette ancak ittifak ederler. Sonra lisanları yoktu. Müstakil olsalar bile ya
İngilizce ya Farisi veya Arabi konuşacaklardı. Binaenaleyh Kürd hükümeti değil Arap
veya İran hükümeti olacaktı. Ben de altı yüz senedir beraber yaşadığımız bir milletten
ayrılmak istemedim.

Reis Müfid Bey: Müftüzade Reşid Bey nerededir efendim?

Kasım Bey: Müftüzade Reşid Bey evvelce Malatya mutasarrıfı idi. Müteaddid
mutasarrıflıklarda bulunmuştur. Şimdi nerededir, bilmiyorum. 339’da sâbık mebus maslup
Yusuf Ziya, mumaileyh Reşid Bey’le birlikte Millet Meclisi’nin feshini müteakip intihap
propagandası için Varto’ya gelmişlerdi. Gittim, görüştüm. Merhabadan sonra Yusuf Ziya,
‘Hacı İlyas Sami gâvur oldu’ dedi. Sükût ettim. Yine tekrar etti. ‘Bir risale neşretti, gâvur
oldu. Artık ona rey vermeyin, bize verin’ dedi. ‘Kime verelim’ dedim. Reşid Bey’i gösterdi.
Güldüm. ‘Reşid Bey’in kırk senedir gâvur olduğu bilmiyorum. İlyas Sami Bey’i yeni
duydum’ dedim. ‘Belki rekabettir’ dedim, geçti. Kemal Paşa hazretlerine fena sözler
söyledi. Sükûta davet ettim. Devam etti. ‘Hükümetin istediği adamları istemeyiniz’ dedim.

188
Kendi evimde olduğundan pek men edemiyordum. ‘Ahali sizin lokmanız değildir’ dedim.
‘Avama böyle şeyler söylemeyiniz’ dedim. Ertesi gün beni çağırdı. ‘Yemin et, sana bir şey
söyleyeceğim’ dedi. ‘Ben zabit olduğum zaman bir yemin ettim, bir daha etmem’ dedim.
‘Bir sırdır’ dedi. ‘Ben söz veririm’ dedim. ‘Kürdistan İstihlası ve İstiklal Cemiyeti teşekkül
etmiş, siz bu işi deruhte edeceksiniz ve yemin edeceksiniz’ dedi. ‘Ben bu cemiyeti istihfaf
ediyorum’ dedim. Yalvardı, hatta arada ısrar etmeye başladı. ‘Çık dışarı’ dedim. Yalvardı,
gezinmeye çıktık. ‘Neden kabul etmiyorsun’ dedi. ‘Kürdlerde istiklale istidat yok’ dedim.
‘Yardım edenler çoktur’ dedi. ‘Kim diye’ sordum. ‘Bize para, esliha ve cephaneyi hep bir
devlet verecek, hangi devlet olduğunu söylemem’ dedi. İskandil ettim. ‘Farz edelim İngiliz
versin’ dedim. ‘İngiliz parasıyla Müslümanlar öldürülür mü?’ dedim. Agid ve Kerem’in
cemiyette olduklarını söyledi. Bazı rüesaya uğrayacağını söyledi. Ben kendini kandırdım.
‘Hayatın tehlikededir, yapma’ dedim. On dört saatlik mesafeyi bir günde gitti. Bitlis’e
girdi. Yusuf Ziya’nın hikâyesi budur…

… Bazı Kürtler İstanbul’la -Yusuf Ziya da gitmişti- alakadar oluyorlardı. Şeyh Said
Efendi ile de görüşüyorlardı. Bilmem efkârını açtı mı açmadı mı? Hatta biz Yusuf Ziya
hakkında zabıt varakası da tuttuk. Tevkif ettiler. Sonra propaganda şekil ve mahiyetinde
tevil ettiler ve beraat ettirdiler. Tekrar tevkif ettiler. Erzurum’da Halet Bey’in 336’da
Erzurum’a gittiği sırada Midhat Bey, Hoca Raif Efendi ile bir muhalefet grubu vardı.
Halet Bey her tarafın Kürdleriyle temas ettiği için efkâr-ı umumiyeyi yüzde seksen
nisbetinde Kürtlüğe çevirdiler. Mustafa Kemal Paşa’ya da arz etmiştim ve tedâbir ittihaz
lüzumunu bildirmiştim. Tedâbir gecikti ve Şeyh Said Efendi de Perşembeyi Çarşambadan
evvel getirdi. İşte bu.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın İstanbul’a gidişi bu isyanla
alakadar mıdır?

Kasım Bey: Ali Rıza esasen Haleb’e, oradan İstanbul’a geçti. Sonra döndü. Seyyid
Abdülkadir Efendi’yi gördüğünü söyledi. “Bu düdük ötmez. Ömrümüz on beş gündür”
dedim. “Merak etme, olacak” dedi.”436

436
Kasım Bey’in, Mahkeme savcısı Ahmed Süreyya Bey tarafından 16 Mayıs 1925 tarihinde yapılan
sorgusunda, savcının “Ali Rıza geldiğinde babasına neler söylemiş ve İstanbul’da kimlerle temas etmiştir?”
sorusuna şu şekilde cevap verdiği yazmaktadır: “Ali Rıza babasıyla görüştüğünde bize uzaktı bilmem. Yalnız
ben kendisine bu fikrin musib olmadığını ve bu hareketinin doğru olmadığını söylediğimde, o da bana
İstanbul’da Seyyid Abdülkadir ile görüştüğünü ve Seyyid Abdülkadir’in kendisine İngiliz nüfuzuyla Kürdistan
İstiklali yapılacağını söyleyeceğini bildirmişti. Ben tekrar bunun bir hayal olduğunu doğru olmadığını
söylemiştim.” İM/T12/10/69-5/46/6

189
(…)

“Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in demin bahis buyurduğunuz Reşid ve Yusuf Ziya ile
bir alakası var mıydı?

Kasım Bey: Evvelki günkü ifadesinde haberim yoktur diyor. Bendenizin ki


mesmuattır. Yusuf Ziya, Reşid ve Seyyid Abdülkadir’le alakası olduğunu bilmiyorum.”

(…)

“Reis Müfid Bey: Kasım Bey, sen 339 senesinde Ziya Bey’in geldiğini ve
görüştüğünüzü söyledin. Sana teklifâtta bulunmuşlar. Bir Kürd cemiyeti var yemin edersen
sana söyleyeceğiz diye. Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti teşekkül etmiş. Bütün rüesa
buna yemin ederek dâhil olmuşlar. Demek ki Kör Sadi’nin buradaki itirafâtı hiç imiş. Size
soruyorum. Böyle bir cemiyetten bahsedilince bu cemiyetin nerede olduğunu ve kimlerden
müteşekkil bulunduğunu ve ne zaman teşekkül ettiğini sormadın mı? Bu iki tanesini olsun
anlayamadın mı?

Kasım Bey: Sordum kendisine. ‘Yemin etmedikçe söylemem’ dedi. ‘Fakat muhterem
zevat vardır’ dedi. Seyyid Abdülkadir ve oğlu olduğunu duymuştum. Düşündüm, fakat
cevap alamadım.

Reis Müfid Bey: Kürdistan İstihlas Cemiyeti deyince Haleb’de ve İstanbul’da


teşekkül eden cemiyetler buna müessir olmaz. Kürdistan’da olmalı ki buna müessir
olabilsin. Binaenaleyh bu cemiyetin nerelerde şuabatı vardı?

Kasım Bey: ‘Parası da çoktur. Kırk bin tüfek bir devlet verecek. İki milyon lirası
vardır’ dedi. Cemiyetin şuabatı hakkında bir şey sormadım. ‘Cemiyette muhterem zevat
vardır’ dedi. Fakat esami ta’dad etmedi. Reşid Bey misafirim oldu, kaldı. Ziya gitmişti. ‘Bu
nedir Allah’ını seversen’ dedim. ‘Yalan canım, bir talimat yoktur’ dedi. Cebinden beş altı
kart çıkardı. Birisinde (Abdullah Tevfik zade Bekir Sıdkı) ve bir kısmında Bekir Sıdkı’dan
evvel bir ‘Kef’ harfi vardı. ‘Kef’sizler efrada ve ‘Kef’li olanlar da rüesaya aittir’ dedi ve
‘Talimat bundan ibarettir’ dedi. Teşkilât da beşer beşer imiş ve her beşinin de diğer beşten
haberi yokmuş. Osman Kadri Bey’e, Halet Bey’e açtım. Halet Bey ‘Bir vesaik varsa
Dâhiliye Vekâletine gönderelim’ dedi. Reşid Bey’den istedim, vermedi. Ben de çalamadım.

Reis Müfid Bey: Bekir Sıdkı’nın kim olduğunu öğrendin mi?

190
Kasım Bey: Kendisine sormadım. Evvelce gelen haberlere nazaran Zazaların
şehirden kendilerine tabi olacağını zannediyorlardı. Öyle bir ümit ile geliyorlarmış.

Reis Müfid Bey: Hiç anlamadınız mı? Şu memleket dâhilinde nerede şuabatı
olduğunu ve Diyarbekir’e ne için hücum ettiklerini etrafındakilere olsun sormadın mı?
Zazaların kendileriyle beraber olduğunu nereden biliyorlarmış ve Zazalarla bunların
arasındaki münasebatı temin eden kimlermiş?

Kasım Bey: Aralarındaki vasıta evvelce temin edilmiştir. Fakat nasıl bilmem. Gelen
haberlerde Zazaların beraber olduğu söyleniyordu. Kürdlerde bu hamakat olduktan sonra
sormaya lüzum var mı?”437

Özetle; 1923 tarihli görüşmede Yusuf Ziya Bey, Kürdistan İstihlas ve İstiklal
Cemiyeti’nin kurulduğunu; para, silah ve cephaneyi bir devletin vereceğini söyleyerek
Kasım Bey’e cemiyetin işlerini yapmasını teklif etmiştir. Kasım Bey ise bu teklifi kabul
etmemiştir. Bunun yanı sıra Yusuf Ziya Bey, isim vermeyerek cemiyete muhterem
kişilerin de üye olduğunu, cemiyetin iki milyon lirası olduğunu ve bir devletin kırk bin
tüfek vereceğinden bahsetmiştir. Ayrıca Kasım Bey, örgütün gayet gizli bir yapılanmaya
sahip olduğunu ve cemiyetin beşer beşer teşkilâtlandığını ve her beşinin diğer beş kişiden
haberi olmadığını da bu konuşmasında öğrendiğini söylemiştir. Bu bilgilere ek olarak,
mahkemedeki sorgusundan önce 16 Mayıs 1925 tarihinde savcı tarafından alınan
ifadesinde Kasım Bey, Yusuf Ziya ile yaptığı bu görüşmede Yusuf Ziya’nın Kürdistan
İstihlas ve İstiklal Cemiyetinin İstanbul’da teşekkül ettiğini söylediğini aktarmaktadır.438

7 Haziran tarihli muhakemede ise Kasım Bey örgüt hakkında daha geniş bilgiler
vermiş ve bu kez Cibranlı Halid ile Şeyh Said arasında bir sene önce yapılan görüşmeden
bahsetmiştir. Ancak Kasım Bey’in bu tarihteki ifadesi ile ilk ifadesi arasında bazı çelişkiler
vardır. Örneğin ilk ifadesinde eski Kürt Teali Cemiyeti Reisi Seyyid Abdülkadir’in bu gizli
cemiyete üye olduğunu -duyuma dayalı olarak- bildiğini söylemesine ve “Şeyh Said’in
Yusuf Ziya, Reşid ve Seyyid Abdülkadir ile alakası olduğunu bilmiyorum” demesine
rağmen ikinci ifadesinde isyancıların yönetim kadrosunu dini ve siyasi olarak iki kanada
ayırmış ve Seyyid Abdülkadir’in bu iki grubun lideri olduğunu söylemiştir. İfadeleri
şöyledir:

437
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.84-87.
438
İM/T12/10/69-5/46/6

191
“Reis Müfid Bey: Kasım Bey, meydana çıkmamış birçok hakayık var. Bunlar böyle
kalıyor. Bunların günahı sizin boynunuza kalır. Şeyh Said Efendi’nin bu harekâtı hakkında
bize iyi malumat ver?

Kasım Bey: Bendeniz geçen seferki ifadâtımda imsak ettim. Çünkü tedkikat çok
oluyor, belki itiraf edenler hakkında teshilatı mucip olur dedim.

Reis Müfid Bey: Sen şimdi geçen sene ki Cibranlı Halid Bey’le olan mülakatı
söyle?

Kasım Bey: Geçen sene Kemal Paşa geldiklerinde heyet-i istikbaliye meyanında
gittim. Halid Bey’de kaldım. Bana dedi ki, ‘Şeyh Said geldi. Bu güzün çıkacağım. Bana
ittiba edenlere Kuran’ı temhir ettireceğim’ dedi. ‘O vesika olur, başka yeminler yaptırınız’
dedim. Saat beşe kadar münakasa ettik, Şeyh Said’le görüştük.

Reis Müfid Bey: Bu muhavere nerede oluyor?

Kasım Bey: Habeşi’de, kendi evinde. Ben milliyetimi inkâr edemem. 340’ta idi.
Dedim ‘Ben Kürd’üm, Allah yoktur demekle insan kâfir olur, fakat milliyetini inkâr
edemez’ dedim. ‘Bu tertibatınız doğru değildir’ dedim. Tekrar konuştuk. ‘Benim üzerime
vacip oldu çıkacağım, kıyam edeceğim’ dedi. ‘On beş gün sonra çıkacağım’ dedi. Halid
Bey’in tevkifi, Kerem’in takibi kendisinin şehadete çağırılması çıktı. Niyabet varakasıyla
ifadesini verdikten sonra Şuşar cihetine çıktı. Kamil Bey’le görüşmüş, rüesa söz vermişler.
İlk söz veren Kamil Bey olmuştur. Kıyam edersen iştirak ederiz demişler. Çapakçur’a
Melekan’a geçmişler. Şeyh Abdullah demiş ki “Ben buna muvafakat etmem. Bu hükümet
malımızın nısfını istese veririm. İtaatten çıkmam” demiş. Çan şeyhlerine, Çapakçur’a,
Piran’a gelmiş orada bu mesele tahaddüs etmiş.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi, bu söylenen sözlerin hangisi doğru hangisi
yalandır?

Şeyh Said: O suretle geldim, o doğrudur. Kasım Bey’le de görüştüm. Bu şeriat için
dertleşirdim. Şeriatın zevaline teessüf ediyordum. Böyle zeki adam nerede görsem
söylerdim.

Reis Müfid Bey: Bu müddet zarfında daha evvel tasavvur etmişsiniz. Demek ki
bunun söylediği şeylerin hepsi doğrudur.

192
Şeyh Said: Belâ, çoğu doğrudur. O kıyam münakaşası aklıma gelmiyor.”

Bundan sonra, Kürdistan Cemiyeti’nin Kürdistan İstiklal ve İstihlas Cemiyeti adı


altında gizli bir cemiyete inkılâp ettiğini söyleyen Kasım Bey, bu gizli cemiyetin çok
müthiş bir yemini olduğunu ve müntesibinin kafasını kesseler hiç bir şey söylemeyeceğini
de ifade etmiştir. Ayrıca Kasım Bey, Kürtleri diniyun ve siyasiyun olarak iki kısma
ayrıldığını Halid ve Kerem Beylerin siyasiyun cihetinin reislerinden olduğunu, Şeyh
Said’in de bu örgüte dâhil olup diniyyun cihetinden olduğunu, hem diniyun hem de
siyasiyunların başlarının İstanbul’da Seyyid Abdulkadir olduğunu anlatmıştır.439 Yine
Bağdat’taki komitenin İngilizlerle, Halep’teki komitenin de Fransızlarla görüştüğünü
ancak işleri bitiremeden Şeyh Said’in acele ettiğini belirtmiştir. Kasım Bey’in sorgusu şu
şekilde devam etmiştir:

“Reis Müfid Bey: Bunlar beyninde iki türlü cereyan bulunduğundan ve birisinin
diniyun, diğerinin siyasiyun olduğundan bahsettiniz?

Kasım Bey: Bunlar bendenizin tabirimdir efendim.

Reis Müfid Bey: Bunlar dâhilde teşkilât yapmakla beraber hariçteki şuabat ile de
temasta bulunduklarını söylediniz. Dâhildeki teşkilât nerelerde ve nasıldır ve hariçteki
şuabatın derece-i mesaileri hakkında bana malumat verir misiniz?

Kasım Bey: Beyefendi, daire-i mahremiyetlerine girmediğim için çok şey


bilmiyorum. Yalnız Halid Bey’den işittiklerimi arz edeyim. Süleymaniyeli Tevfik, Salih
Efendi, İsmail Hakkı Efendi namında üç zabit vardı. Mezunen İsmail Hakkı Diyarbekir’e
sonra Urfa’ya ve Haleb’e gidiyor. Yazdığı bir mektupta ‘Haleb’de Bozo Bekir Necmi Bey’e
takdim ettim. Buradaki ticaret şubesini himaye etmesini rica ettim vaat aldı’ yazıyordu.
Zabitler okurken gülüşüyorlardı. Halid Bey ‘Bozo şifredir. Kürd’tür. Necmi Fransız’dır.
Nihad Türk’tür’ diyordu. Bağdad’dan Ömer Kutbeddin imzalı bir mektup geliyor.
‘Buradaki Suad Bey’e (İngilizler) söyledim. Ticaret şubeleriyle muhabere ettiler ve bu
büyük ticarethaneye yazdılar (Londra) şube müdürü sizi tanıyor memnun oluyor’ diyor.

Reis Müfid Bey: Dediniz ki üç zabitin yoldan çıkıp geldiğini ve Diyarbekir’de


mezuniyet aldığını ve oradan Urfa’ya gittiklerini söylediniz. Acaba o zabitler dönmüş
müdür?

439
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.163.

193
Kasım Bey: Diyarbekir’de mezuniyet emrini beklemek için gelmiş. Buzabitin
avdetine dair haberim yoktur. Zaten dönmeyecekti.

Reis Müfid Bey: Demek oluyor ki dâhilde bir teşkilâtı mevcuttur?

Kasım Bey: Tevfik Bey, Salih Bey, Ali Yaver Efendi geçen sene Erzurum’da idiler.
Teşkilâtı Yusuf Ziya ve Halid Bey açık söylediler. Teşkilât beşer beşer yapılıyor. Ve beşlik
gruplar yekdiğerlerinden malûmattar değil.

Reis Müfid Bey: Bu teşkilât nerelerde? Şehirlerde yok mu?

Kasım Bey: Bitlis’te her halde vardır. Çünkü Ziya orada idi. Erzurum’da Kürd
teşkilâtı olmasa bile muhalif teşkilât vardı.

Reis Müfid Bey: Diyarbekir’de var mıdır?

Kasım Bey:334’te Diyarbekir’de bir cemiyet vardı. Ekrem Bey de reis idi. Bir
beyannamesini gördüm. Halkı cemiyet teşkiline teşvik ediyordu.

Reis Müfid Bey: Haleb’de bulunan Kürd cemiyetleriyle Kürdistan’ın istiklali için
çalışan zümre ile muhabere ettiklerini söyledin. Bu muhabere ne vasıtasıyla oluyordu? Ve
aralarında vasıtalık eden bir adam yok mu?

Kasım Bey: Haleb’den mektuplar yazılıyordu. Halid Bey’e gelenler İstanbul’a


geliyor. İstanbul’dan buraya geliyordu. Zarflar re’sen kendisine idi.

Reis Müfid Bey: Mesela Bitlis, Cizre tarikiyle bir yol yok mu?

Kasım Bey: Onu işitmedim ve sormadım.

Reis Müfid Bey: Demek siz buna kanisiniz?

Kasım Bey: Kani değil, en son kani olan bendeniz oldum. Herkes kanidir. Artık bu
aşikârdır.

Reis Müfid Bey: İstanbul’da var mı acaba bunlardan?

Kasım Bey: Halid Bey ‘İstanbul’da da vardır’ dedi. ‘Bedirhaniler göze müstahhim
olduklarından ayrıldılar ve İstiklal ve İstihlas Cemiyeti teşkil ettiler. Seyyid Abdülkadir’i
kendi müracaatı üzerine reis yaptılar’ dedi.

(…)

194
Reis Müfid Bey: Kasım Efendi, sizden şunu öğrenmek isterim. Dini zümrenin bir
adı var mıydı?

Kasım Bey: Onlar öyle cemiyet şeklinde değildir. Bu sunufa bendeniz tefrik ettim. O
vakit bildiklerimi söyleseydim kavl-i mücerredde kalırdı. Bu günkü isyan söylediklerimin
hakikatini ispat etti.

Reis Müfid Bey: Gerek siyasi zümrenin ve gerek dini zümrenin başları acaba
İstanbul’da mıdır? Yoksa başka yerde midir?

Kasım Bey: Evet, İstanbul’da

Reis Müfid Bey: Kimlerdir bunlar?

Kasım Bey: Seyyid Abdülkadir hepsinin başında idi. Memuzin kitabı, Jin gazetesi,
sair Kürtçe eşar, kavaid -o lisan kavaide sığmaz ya- yapmışlardı.

Reis Müfid Bey: Demek her ikisinin de başı İstanbul’da

Kasım Bey: Bunlar hep İstanbul’dan geliyordu.

Reis Müfid Bey: Bunların başında maslup Seyyid Abdülkadir Efendi mi var?

Kasım Bey: Evet, Mehmet Mihri filan bir sürü daha vardı.

Reis Müfid Bey: Hacı Sadık Bey bu isyanda alakadar mıdır? Değil midir?

Kasım Bey: Tanımıyorum. Sadık Bey bizden çok uzaktı. İştirak kavlen veya eliyle
olur. Şüphesiz iştirak etmişti. Fakat belki silah atmadı. Kendisi de itiraf ediyordu.

Reis Müfid Bey: Kasım Bey, bu isyan için tertibat olduğu anlaşılıyor. Bu isyandan
gaye nedir?

Kasım Bey: İstiklaldir. Kendileri de kısmen itiraf ettiler.

Reis Müfid Bey: Bu gayeye vusul için bazısı siyasi çalışmış, bazısı da dini çalışmış;
neticesi ne olacak?

Kasım Bey: Herkes kendine terettüp eden vazifeyi yapıyordu. Maksat müşterekti ve
istiklaldi.”440

440
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.162.

195
Kasım Bey’in ifadesine göre isyanın asıl tertipçileri isyan sahasının dışındadır ve
isyanın asıl lideri İstanbul’da bulunan Seyyid Abdülkadir’dir. Ayrıca örgüt mensuplarını
dini ve siyasi olarak iki kısma ayıran Kasım Bey, bu şekilde farklı fikirlere sahip olan ve
farklı kesimlerden birçok kişinin aynı amaç doğrultusunda hareket etmiş olduğunu iddia
etmiştir. Kasım Bey’in bu söylemiş oldukları daha sonra bu konuda yazılmış olan eserlere
kaynak olması açısından önemlidir. Örneğin Behçet Cemal, Kürt İstiklal ve İstihlas
Cemiyeti’nin Yusuf Ziya, Cibranlı Halid ve Seyyid Abdülkadir tarafından kurulduğunu ve
isyanın siyasi şefinin Seyyid Abdülkadir, askeri şefinin ise Şeyh Said olduğunu
söylemektedir.441

Mahkeme heyeti, isyanın dini ve siyasi ayağıyla ilgili olarak Şeyh Said’e de bazı
sorular sormuştur. Tutanaklarda geçen bir bölüm şöyledir:

Ali Saib Bey: Şeyh Efendi, sen şimdiye kadar mütemadiyen dini cepheden bahsettin.
Biraz da meselenin siyasi kısmından bahset?

Şeyh Said: Medhaldar değilim ki bileyim.

Ali Saib Bey: Peki, seni siyasiler kendi emellerine alet etmişler?

Şeyh Said: Bilmiyorum, onu bilmiyorum.

Ali Saib Bey: Bu kadar vacibatı terk ettikten sonra bunu da ederdin. Neden bu
cihette ısrar ettin?

Şeyh Said: Âni ateş alan kuru ot gibi oldu. İçinden çıkamadık.

Ali Saib Bey: Senin bilmediğin tesirler var?

Şeyh Said: Ben bilseydim derdim. Neden saklayayım.

Ali Saib Bey: Belki bilmezsin. Fakat en müsait seni buldular. Seni haberdar
etmediler ve Diyarbekir’i sen almış olsa idin, o vakit senin de önüne çıkacaklardı.

Şeyh Said: Allah bilir.

441
Cemal, age, s.76. (Esasen bu örgüt hakkında başta Behçet Cemal olmak üzere birçok kişinin verdiği
bilgiler Kasım Bey’in mahkemedeki ifadelerine dayanmaktadır. Bunun haricinde örgütle ilgili çok fazla bilgi
yoktur. Yalnız İngiliz arşivlerine dayanarak örgüt hakkında yeni bilgiler veren Olson ve Bruinessen olmuştur.

196
Ali Saib Bey: Sen Diyarbekir’de toplayacak olduğun ulemâ ve beylerle ne
yapacaktın? O vakit beyler içinde öyle kurnazları var ki o vakit senin ellerini kollarını
tutarlardı.

Şeyh Said: Allah bilir.”442

Yukarıdaki Şeyh Said’in ifadesinde ön plana çıkan husus ve mahkeme reisinin


söylediği, siyasilerin Şeyh Said’i kendi emellerine alet etmiş olduğudur. Bu mahkeme
reisinin iddiasıdır. Şeyh Said bu soruya “Bilmiyorum, onu bilmiyorum” diyerek cevap
vermiştir. Vedat Şadilli, bu iddiayı destekler şekilde başlangıçta İslam şeriatı adına
başlatılan isyanın kısa zaman sonra Seyyid Abdülkadir, İhsan Nuri, Cibranlı Halid,
Hasenanlı Halid ve Yusuf Ziya gibi yerli İngiliz ajanları tarafından maksadından
saptırılarak bir Kürt devleti amacına doğru kaydırıldığını söylemektedir. Yine Vedat
Şadilli’ye göre Şeyh Said bunu anlamış ancak bir şey yapamamıştır.443 Şeyh Said’in
mahkeme tutanaklarında geçen, bu durumla ilgili bir ifadesi de şöyledir:

“Ali Saib Bey: Diyarbekir’e girse idiniz, ukalâ olarak kimleri getirecektin?

Şeyh Said: Yine bu adamları.

Ali Saib Bey: Şeyhlerden sana fayda yok. Hangisine sorsan okuryazar olmadığını
söylüyorlar. Bunlardan ne istifade edecektin? Şeyh mi toplayacaktın? Yoksa Bey mi
toplayacaktın?

Şeyh Said: Ulema toplayacaktım. Beyler toplayacaktım. Zi-nüfuz beyleri, Kitab’ı


korduk hükümetten rica ederdik?

Ali Saib Bey: Zi-nüfuz beylerin önüne de kitap mı koyacaktın?

Şeyh Said: Belâ, Kitab’ı kordum.

Ali Saib Bey: Ne yapacaktı bu beyler Kitabı?

Şeyh Said: Şeriatı isterdik. Kabul etmeselerdi cebren yaptırırdım.

Ali Saib Bey: Beylere cebren yaptıracak kuvvet var mıydı? Nüfuz-ı umumi, nâfiz
olan beyler vasıtasıyla geçer. Malum ya?

Şeyh Said: Nüfuz-ı umumi elime geçseydi, onların nüfuzu hususi kalırdı.
442
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.225.
443
Şadillili Vedat, Türkiye’de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar 1, Kon Yayınları, Ankara 1980, s.75.

197
Ali Saib Bey: Seninle beraber ayağa kalkan şeyhler, hepsi kabahati senin üzerine
atıyor. Sen buradan beyleri toplayacağını söylüyorsun?

Cevap: Söyletmeselerdi onlar bizi mahvederdiler. Fakat zann-ı gâlibimiz onlar da


bizimle iştirak ederler kanaatinde idim.

Ali Saib Bey: Sendeki kanaat bütün nâfiz beyler senin bu hareketine iştirak ederler
öylemi?

Şeyh Said: Hayır.

Ali Saib Bey: Onlar ihtiyaç gördüğü zaman, sen onlarla çalışmamışsın. Çünkü
onlar evvelce burada bir Kürd cemiyeti teşkil etmişler, sen onlara muavenet etmemişsin?

Şeyh Said: Evet, ben onlara yardım etmemiştim.

Ali Saib Bey: Her muhalif olanı, şeriat taraftarı mı biliyordunuz?

Şeyh Said: Muhalif olan şeriat taraftarıdır derdik. Hatta burayı (Diyarbekir)
muhasara ederken, on bir rüesanın şeriat taraftarı olduklarından hapis olduklarını
duymuştum. Onlar şeriat taraftarıdırlar. Herhalde bize muavenet eder dedik.

Ali Saib Bey: Sana bir sual sorsalardı. Biz bir cemiyet teşkil ettik. Sen o vakit
bizimle ne için birleşmedin deselerdi. Sen ne cevap verecektin?

Şeyh Said: O vakit bir münazaa olurdu. Ben din talep ederken onlar din talep
etmeselerdi münazaa olurdu.

Ali Saib Bey: Onlar manen ve maddeten sana tefevvuk edeceklerdi, öyle mi?

Şeyh Said: Ederlerdi. Beni mahvederlerdi.

Ali Saib Bey: Sen bunlara karşı ne ile mukabele edecektin?

Şeyh Said: Tasvip etmeselerdi, benimle mücadele etselerdi bizi mağlup ederlerdi.

Ali Saib Bey: Zi-nüfuz beylerin iştirak edeceklerine dair sana nereden kanaat
geldi?

Şeyh Said: Şeriatımız hamdolsun bakidir. Ahkâmı meflûçtur.”444

444
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.207.

198
2.1.3. Şeyh Said’in Cemiyet Liderleri ile Görüşmesi ve Azadi Bağlantısı

Şeyh Said’in isyan öncesinde herhangi bir Kürt Cemiyetine üye olmadığı ve siyasi
yapılanmalarla pek de ilgili olmadığı bilinmektedir. Behçet Cemal, Şeyh Said’i isyandan
önce tanıyanların, Şeyh’in din, mezhep, siyaset ve hükümet ile alakasının hiçbir zaman
koyun sürülerinden daha fazla olmadığını söylediklerini aktarıyor.445 Bununla birlikte Şeyh
Said’in mütareke yıllarında Diyarbekir’de kurulmuş olan Kürt cemiyetine üye olmadığı ve
herhangi bir yardımda bulunmadığı da mahkeme tutanaklarında geçmektedir.446 O halde
Şeyh Said’in, kurucuları ve üyeleri genel olarak askerlerden oluşan bir örgüte lider
olduğuna dair iddialar neye dayanmaktadır ve Şeyh Said kendi adıyla anılacak bir isyanın
başına nasıl geçmiştir.

Kaynaklarda askerlerden başka Şeyh Said başta olmak üzere birçok şeyhin bu
örgüte üye olduğu ve Şeyh Said’in, Yusuf Ziya veya Cibranlı Halid Bey’in vasıtasıyla
örgüte girdiği yazmaktadır.447 M. Şerif Fırat, Şeyh Said’in örgütle bağlantısını 1922 yılına
kadar götürerek bu tarihte Şeyh ile Cibranlı Halid Bey’in Erzurum’da günlerce irtica
harekâtını konuştuklarını ve Cibranlı Halid’in Şeyh’ten aldığı fetvaları bölgede yayarak
taraftar topladığını söylemektedir. Ayrıca 1924 yılında Yusuf Ziya’nın, Erzurum’da
Cibranlı Halid’in evinde bir hafta kalıp burada alınan kararları Şeyh Said’e imzalattığı ve
ardından Yusuf Ziya’nın bu karar suretini gezdiği yerlerde ağa, şeyh ve hocalara
gösterdiğini yazmaktadır.448 Bununla birlikte M. Şerif Fırat, Azadi’nin liderlerinden olan
Yusuf Ziya’nın Divan-ı Harp’te yargılanması esnasında hıyanetini itiraf ederek, irtica
hareketinin liderleri arasında Şeyh Said’in de ismini verdiğini söylemektedir.449

Şeyh Said’in örgüte giriş tarihi olarak kaynaklarda tek bir tarih bulunmamaktadır.
Bazıları 1924 tarihini vermektedir. Örneğin Mumcu, Şeyh Said’in bu örgüte 1924 yılında
Erzurum’da yapılan ilk kongresinde katıldığını ve yine 1924 Ağustos ayında Erzurum’da

445
Cemal, age, s.19.
446
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.208.
447
Cemal, age, s.14.; Yavuz Özdemir, “Şeyh Sait İsyanı”, Yeni Türkiye, Sayı 44, Mart-Nisan 2002, s.486.;
Dersimi, age, s.184.
448
Fırat, age, s.192-194.
449
Fırat, age, s.195. Yusuf Ziya’nın isyanın liderlerinden biri olarak Şeyh Said’in ismini verdiğine dair
mahkeme zabıtnamesinde veya dosyalarda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Yusuf
Ziya’nın Divan-ı Harp’teki yargılama dosyasını İstiklal Mahkemesinin incelediği anlaşılıyor. Ancak Yusuf
Ziya’nın Divan-ı Harp yargılamasına dair olan dosyası İstiklal Mahkemesi dosyaları arasında
bulunmamaktadır. Bir belgede Yusuf Ziya ve arkadaşlarına ait dosyanın 14 Temmuz 1925 tarihinde
Diyarbekir’de 7. Kolordu Komutanlığına iade edildiği yazılıdır. Bu açıdan, Yusuf Ziya’nın böyle bir ifadesi
olması halinde İstiklal Mahkemesinde gündeme gelmiş olması gerekirdi. İM/T12/90/826-2/3/4

199
Şeyh Said’in, Cibranlı Halid Bey ve Mutki Aşireti Reisi Musa Bey’le yaptığı görüşmeden
sonra cemiyetin başkanlığına getirildiğini ifade etmektedir.450

Bunun yanında 1924 yılı içinde yapılan inkılâpların şeyh, hoca ve aşiret reislerinin
örgüte girmelerini kolaylaştırdığı ve bu yüzden 1924’te yapıldığı ifade edilen kongreye
dinî bir görünüm verildiği yorumları vardır. Ayrıca dindar halkın bu harekete katılması için
bilerek harekete dinî bir renk verildiği ve Şeyh Said gibi kişilerin isyana dahil edildiği
söylenmektedir. Savcı Ahmed Süreyya Bey de hatıratında bu duruma dikkat ederek din
unsurunun halkın isyana katılmalarını sağlamak için etkili bir propaganda unsuru ve
manevi bir silah olarak kullandığını belirtir.451

Bunun yanında bazı yazarlar Yusuf Ziya ve Cibranlı Halid gibi isyanın siyasi
ayağını oluşturan kişilerin Divan-ı Harp tarafından yakalanmasından sonra, siyasi liderlerin
ortadan kalktığını ve isyanın liderliğinin Şeyh Said gibi din adamlarına kaldığını ifade
etmektedirler. Aynı görüşe göre isyandaki dini söylemin ağır basmasının nedenlerinden
birisi de budur.452

Bunun yanında Şeyh Said’in bölgedeki aşiretler arasında, özellikle Zaza Kürtleri
arasında nüfuza sahip olmasından ve kitleleri harekete geçirmesi mümkün olduğundan
örgüte dahil edildiği ifade edilmektedir.453

Şeyh Said’in örgüt üyeliği ile ilgili bu tür çeşitli görüşler bulunmaktadır. Ancak
Şeyh muhakemesi sırasında herhangi bir örgütle bağlantısı olduğu iddiaların reddetmiş ve
isyanı ansızın gelişen bir olay olarak anlatmıştır. Bu aşamada Şeyh Said’in, Kürt İstiklal ve
İstihlas Cemiyetinin liderleri ile olan görüşmeleri önemlidir. Sorgusunda Yusuf Ziya ve
Cibranlı Halid ile olan ilişkisi gündeme gelmiştir. Şeyh Said’in ifadesine göre Yusuf Ziya
ile ilk görüşmesi Ramazan ayında olmuştur. Yusuf Ziya ile Muşlu Reşid, Ramazan’da
kendisini ziyarete gelmiş, bir saat kalıp çay içip gitmişlerdir. Hatta Şeyh Said, Yusuf Ziya
Bey’in Bitlis Mebusu olduğunu orada öğrenmiştir. İkinci kez, bahar bayramında
görüşmüşlerdir. Yusuf Ziya, Hınıs’a Şeyh Said’in köyüne gelmiş, orada “Kürdistan
hükümetini teşkil etmek üzereyiz.” demiş, buna karşın Şeyh “Bu muhaldir, fikrim kabul
etmiyor.” demiştir. Daha sonra “Onun ümidini kestim, o da kani oldu.” diyen Şeyh Said,
Yusuf Ziya’nın kendisinden 400 not borç istediğini, ancak parasının oğlu Ali Rıza’da
450
Mumcu, age, s.41-42.
451
Olson, age, s.140.; Bruinessen, age, s.414-415.; Cemal, age, s.19-20.; Örgeevren, age, s.41.
452
Bayram Yurtçiçek, “Şeyh Sait Ayaklanması ve Cumhuriyet Devrimi”, Teori, Eylül 2011, s.8
453
Bruinessen, age, s.387,411-413; Olson, age, s.140.; Özdemir, “agm” s.487.; Cemal, age. s.19.

200
olduğu için veremediğini ve bundan sonra Yusuf Ziya’nın Erzurum’a gittiğini dönüşte de
bir daha görüşmediğini söylüyor. Şeyh Said, Varto’da alınan ifadesinde Yusuf Ziya Bey’le
ihtilal fikri üzerine konuşmadığını söylemiştir.454

Örgütün diğer lideri Cibranlı Halid ise, Şeyh Said’in kayınbiraderi ve aynı zamanda
da teyze oğludur. Cibranlı aşiret ağalarından, Hamidiye Alayları için kurulan aşiret
mektebine giden sayılı aşiret reisi oğullarından olan Halid Bey’in diğer aşiret
subaylarından daha milliyetçi bir kişi olduğu söylenmektedir.455 Şeyh Said ifadesinde
ticaret için her sene Erzurum’a gittiğini ve orada Cibranlı Halid ile görüşerek hilafet ve
şeriat meselelerini konuşup ve müzakere ettiğin söylemiştir.456 Tutanaklarda geçen
bölümler şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Kürd Teali Cemiyetinden malumatınız olmadığını söylediniz.


Bitlisli Yusuf Ziya geldiğinde ne görüştünüz?

Şeyh Said: Yusuf Ziya’yı tanırım. Bana gelmişti.

Reis Müfid Bey: Yusuf Ziya Bey size Kürd meselelerinden bir şey söylemedi mi?

Şeyh Said: Ramazanda idi. Bitlisli Haydar Efendi, Yusuf Ziya Bey’in Muşlu Reşid
Bey’le ziyarete geldiğini söyledi. Kendisinden ders okumuştum, tanıdım. Yusuf Ziya’nın
Bitlis Mebusu olduğunu orada öğrendim. Bir saat kaldılar, çay içtiler, kalktılar gittiler.

Reis Müfid Bey: Tabii bunu söylediği zaman arkadaşlarından ve teşkilâtından


bahsetmiştir.

Şeyh Said: Bir müddet sonra bahar bayramı idi. Hınıs’a gelmişti. Benim köyüme
misafir geldi. Orada açtı. Dedi ki, ‘Biz Kürdistan hükümetini teşkil etmek üzereyiz’ dedi.
‘Bu muhaldir’ dedim. Fikrim bunu kabul edemiyordu.

Reis Müfid Bey: Erzurum’a kime gidiyordu efendim?

Şeyh Said: Benden para istedi. Dört yüz not istedi. Paramı Ali Rıza’ya vermiştim,
veremedim. Eşya almıştı. Borcunu vermek üzere Erzurum’a gidiyorum dedi.

Reis Müfid Bey: O size bir Kürdistan hükümeti teşkil edeceğini söyledi. Böyle
mühim bir söz üzerine kabul etmediğinizi söylediniz. Bu adam kimlerle iş yapıyormuş?

454
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.16;27.
455
Bruinessen, age, s.412.
456
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.27.

201
Şeyh Said: Hayır, onun da ümidini kestim. Kendi de kâni oldu. Erzurum’dan
avdetinde bir daha görmedim.

Reis Müfid Bey: Cibranlı Halid Bey’le bunun münasebeti var mı? Halid Bey’in
tavsiyesiyle gezmedi mi?

Şeyh Said: Bilmiyorum. Meclis-i Mebusan için gezdiği zaman Halid Bey’in
tavsiyesi vardır dediler.

Reis Müfid Bey: Bir Kürdistan hükümeti yapacağız dedi, bu kadar mıdır? Başka bir
şey söylemedi mi?

Şeyh Said: İzahatım yoktur. Bildiğim bir şey yok. Muhaldir, olmaz dedim. Ne
tedbiriniz var ne tertibiniz var dedim.”457

(…)

“Süreyya Bey: Hacı Musa Bey’i tanır mısın?

Şeyh Said: Hacı Musa Bey’i Medine-i Münevvere’de gördüm. Yirmi iki sene
evveldi.

Süreyya Bey: Muhabere ve muhavereniz filan yok muydu?

Şeyh Said: Ne mükâtebe ve ne muhabere, hiçbir şey görüşmedim.

Süreyya Bey: Hasenanlı Halid Bey?

Şeyh Said: Halid Bey’le de muhaberem yoktur. Yakındır.

Süreyya Bey: Cibranlı Halid Bey. Bununla tanışır mısın?

Şeyh Said: Cibranlı Halid Bey’le tanışırım.

Süreyya Bey: Hasenanlı Halid Bey’le de tanışır mısın? Ondan sonra görüşmedin
mi?

Şeyh Said: Hasenanlı Halid Bey’i de gördüm. Ondan sonra hiç görüşmedim. Bir
kere kısa bir müddet gördüm. Elimi öptü gitti. Ben, harem tarafında idim.

Süreyya Bey: Göbey kimdir? Ne için gelmişti?

457
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.16.

202
Şeyh Said: Göbey, Bulanık’tan Hınıs’a gelmişti. Aşar iltizam etmişti.

Süreyya Bey: Kaç gün kaldı Hınıs’ta?

Şeyh Said: Bir iki gece zannederim Hınıs’ta kaldı.

Süreyya Bey: Hasenanlı Halid Bey Hınıs’a gelsin, iki gün kalsın da yalnız senin
evine gelip elini öpüp dönsün. Bu mümkün müdür?

Şeyh Said: O kadar dostluğumuz da yoktur. Kasaba zaten küçüktür. Ufak bir
kasabadır. Ondan sonra daha görüşmedim.

Süreyya Bey: Cibranlı Halid Bey’le nerede görüştün?

Şeyh Said: Cibranlı Halid Bey’le bu bahar Erzurum’da görüştüm. Para almak
üzere Erzurum’a gitmiştim. Orada kendi divanında görüştüm.

Süreyya Bey: Şeriattan, devlet idaresinden bahsetmedi mi Halid Bey?

Şeyh Said: Bir şey konuşmadık. Şeriattan bahsettik. Akâidden toplama Kürdçe bir
tercüme yapmıştı. Bana gösterdi. Okudum o kadar.

Süreyya Bey: İrşad için Varto’ya isyandan iki ay evvel filan gelmedin mi?

Şeyh Said: Kıyamdan evvel hiç Varto’ya gelmedim.

Süreyya Bey: Bu fikir benim içimde vardı müteessir oluyordum dediniz. Cibranlı
Halid Bey gibi bir adamı görünce insan bu fikrini nasihat kabilinden olsun açmaz mıydı?

Şeyh Said: Nasihat kabilinden, gazetelerde her hangi birisi muhalif-i şeriat bir şey
bulursa bana gösterirdi.

(…)

Süreyya Bey: Cibranlı Halid Bey, Hasenanlı Halid Bey bir Kürdistan hükümeti
kurmak istiyorlarmış ve her tarafta bu suretle haberler gönderiyorlarmış. Size bu hususta
bir haber göndermediler mi?

Şeyh Said: Hayır, haber göndermediler. Yalnız Yusuf Ziya bu şeylerden bir nebze
açtı. Ben kapattım.

Süreyya Bey: Ne vakit idi bu, Şeyh Efendi?

203
Şeyh Said: İki sene evvel ilkbaharda idi. İsyandan bahsetti. İttifak edelim dedi.
Ayrılak, bir hükümet teşkil edelim dedi. İttifak edersen bir şey yaparız diyordu.

Süreyya Bey: Bunu işittiğiniz zaman bu nasıl olur diye sormadınız mı?

Şeyh Said: Ben dedim. Kürdistan’da bütün ahali ittifak edemez dedim. O da
Bitlis’te cephane çoktur. Asker de yoktur dedi. Ben de onun imkânsızlığından bahsettim.

Süreyya Bey: Parayı nereden bulacaklarını sormadınız mı?

Şeyh Said: Para meselesini sormadım.”458

İfadelerden anlaşılacağı üzere Şeyh Said, Kürt İstiklal ve İstihlas Cemiyetinin lider
ve üyelerinin birçoğunu tanımaktadır. Zaman zaman onlarla görüşmelerde de bulunmuştur.
Ancak kendi ifadesine göre hem onların örgütlerine üye değildir hem de onlarla aynı
fikirde bulunmamaktadır. Şeyh Said, Varto’da alınan ifadesinin bir bölümünde Hasenanlı
Halid, Nuh Bey ve Hasenanlı Kerem’in kendisinden önce harekâta başladığını ve
kendisinin bunlarla bir alakasının bulunmadığını söylemiştir.459

Bunun yanında isyan başladıktan sonra isyancıların Cibranlı Halid ve Nuh Bey gibi
kişilerle irtibat halinde olduklarına dair mektuplar bulunmaktadır. Örneğin 1 Mart 1925
tarihli bir mektuba göre Şeyh Abdullah, Cibranlı Halid ve Nuh Bey ile muhabere
halindedir.460 Yine 5 Mart 1925 tarihli başka bir mektupta Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ile
Şeyh Abdullah, Halid Bey ve Nuh Bey’in adamları ile görüşmüştür. Fakih Hasan’a yazılan
mektupta şöyle denilmektedir: “Halid Bey ve Nuh Bey’in adamları geldi. Gümgüm (Varto
merkez) sükût etmezse iştirak edemeyeceklerdir.” Anlaşıldığı kadarıyla Ali Rıza ve Şeyh
Abdullah, Cibranlı Halid ve Nuh Bey’in adamları ile görüşerek onları isyana iştirak
etmeleri için ikna etmeye çalışmaktadırlar. Ancak Azadi örgütünün liderlerinden olan
Cibranlı Halid’in adamlarını isyana katılmaları için ikna etmeye çalışmaları, Şeyh Said’in
bu örgüt ile var olduğu iddia edilen bağlantısını ve Şeyh Said’in örgütün emri ile isyanı
başlatmış olduğu yönündeki iddiaları sorgulamayı gerektirecektir.

Bazı örgüt üyelerinin hatıralarında anlattıkları, Şeyh Said’in örgüt ile bağlantısı
olup olmadığını göstermesi açısından önemlidir. Örneğin Şeyh Said ile birlikte yargılanan,
muhakemesi sırasında hakkındaki Kürtçülük iddialarını reddeden, ancak daha sonra

458
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.33-34.
459
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.23.
460
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.47.

204
yazdığı hatıralarında kendisinin Azadi’nin Diyarbekir kurucuları arasında olduğunu ifade
eden Kadri Bey, Şeyh Said’in örgüte üye olduğu hakkında herhangi bir bilgi vermemekle
birlikte onun başlattığı bu isyan hareketini “Kürt millî mücadele” tarihinin bir parçası
olduğunu söylemektedir.461 Ancak onun hatıratında anlattığına göre bu isyandan Azadi’in
haberi yoktur. Kadri Bey şunları söylemektedir: “8 Şubat 1925 tarihinde Türk karakol
erlerinden bazılarının Piran’da öldürüldüğünün haberini Diyarbekir’de işittiğimizde bu
hususta bir şeyden haberi olmayan Azadi kuruluşu ve görevli Diyarbekir şubesi üyeleri
bizler olayın içeriğini ve ne amaçla yapıldığını anlayamadık. Cemiyetin reisi Halit Cibri ve
nüfuzlu azalarının tutuklu olması, örgüt kuruluşunun tamamlanmamış olmasından ötürü,
örgüt kararı ile bu kıyam hareketinin yapıldığını çok uzak görüyorduk. Hayret ve tereddüt
içinde idik.”462

Daha önce ifade edildiği üzere örgütün dini ve siyasi olarak iki kanadı olduğu ve
bunların ortak amaç için çalıştığı iddia edilmiştir. Ancak bu muhaliflerin hepsinin örgütün
içerisinde olduğu ve aynı fikir, amaç doğrultusunda hareket edip etmedikleri tartışmalıdır.
Bu kişilerin birbirleriyle yaptığı görüşmelere dair çok fazla bilgi mevcut değildir ve
olanlara da burada yer verilmiştir. Bununla birlikte mahkeme dosyalarında bulunan bir
belge hükümete muhalif olan kişilerin birbirine bakışını göstermesi açısından önemlidir.
Seyyid Abdülkadir ve Yusuf Ziya arasında yapılmış olan bir görüşmeyi, Seyyid
Abdülkadir’in adamı Palulu Sadi, Mister Templen ile yaptığı görüşmede şöyle anlatmıştı ki
bu kişilerin farklı amaçlar doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir: “Yusuf Ziya
meselesine gelince: Birkaç ay evvel mumaileyh Seyyid Abdülkadir’i ziyaretle İkinci Grup
namına teklifatta bulundu. Bunların işi Ankara hükümetini iskat etmekti. Yani mesele bir
taklib-i hükümet idi. Bunda ise Kürt menafi-i milliyesine taalluk eder bir cihet
görülemediği için Seyyid teklifatı kabul etmedi ve bu meseleye karışmam dedi.”463

Genel olarak bakıldığı zaman Şeyh Said’in örgüte üyeliğini gösteren ve örgütün
emri ile bu isyanı başlattığına dair net bir delil mevcut değildir. Ortada Kasım Bey’in
anlattıkları ile birkaç kitapta delilleri ortaya konulmadan verilen bilgiler vardır. Yeri
gelmişken şunu da belirtmek gerekir ki isyandan önce bazı kişiler tarafından yapılan
ihbarlar vardır ki bu ihbarlarda da doğrudan Şeyh Said’in bir isyan hazırlığı içerisinde
olduğuna dair bir ifade bulunmamaktadır. Bu ihbarlar daha çok bölgedeki Kürtçülük

461
Kadri Cemil Paşa, age, s.91.
462
Kadri Cemil Paşa, age, s.92.
463
IM/T12/3/32-2/21/5

205
faaliyetleri ve hükümete karşı muhalif grupların faaliyetlerinden bahsedilmektedir. Bu
durumda birbirinden farklı amaçlarla hareket eden grupların birbirine yakın zamanlarda ve
birbirini tetikler şekilde harekete geçmiş olduğu görüşünü kuvvetlendirmektedir.

2.2. Planlanmış Bir İsyan mıydı?

13 Şubat 1925’te başlayan isyan, Piran’da jandarmalarla birkaç kanun kaçağının


arasında çıkan çatışmadan sonra, kendiliğinden gelişen bir olay mıydı, yoksa birkaç yıl
süren hazırlık safhasından sonra fitili Piran’da erkenden tutuşan mürettep (planlı) bir
hareket miydi? Bir önceki bölümde isyanının planlayıcısı olduğu iddia edilen Kürt İstiklal
ve İstihlas Cemiyeti ve bu örgütün Şeyh Said ile olan bağlantısına değinilmişti. Şeyh Said
isyanına bu örgütün faaliyetleri çerçevesinde bakılması halinde ve Şeyh Said’in örgütle
ilişkisi veya üyesi olduğuna dair iddiaların kabul edilmesi durumunda, isyanın birkaç
senelik hazırlık safhası olduğunu değerlendirmek kaçınılmazdır. Ancak bir önceki bölümde
yer verildiği üzere Şeyh Said’in bu örgütün üyesi olduğu ve örgüt liderlerinden aldığı emir
ile isyanı başlatmış olduğu -en azından eldeki verilere göre- delil ve iddiaları yetersiz
görünmektedir. Ayrıca Şeyh Said, hükümetin yapmış olduğu icraatlardan memnuniyetsiz
olduğunu ve bu icraatlar aleyhinde vaazlarda bulunduğunu söylemesine rağmen bu örgütle
olduğu iddia edilen bağlantıyı da kesinlikle reddetmiştir. Bu açıdan bu bölümde isyanın
planlanmış olduğuna dair ileri sürülen iddialara yer verildikten sonra, mahkeme
tutanaklarına ve belgelere bu konunun nasıl yansıdığı üzerinden hareket edilecektir.

Şark İstiklal Mahkemesi Savcısı Ahmed Süreyya Bey, İstiklal Mahkemesi ve


Divan-ı Harplerin isyan bölgesinde yaptıkları soruşturmaların ve yargılama dosyasında
mevcut belgelerin isyanın çok evvelden hazırlandığını gösterdiğini söylemektedir.464
Mahkeme heyetinin de aynı görüşle hareket ederek sorgulamaları daha çok isyanın asıl
tertipçilerini ortaya çıkarmaya yönelik olarak yürüttükleri görülmektedir.

Bazı yazarlara göre Şeyh Said İsyanı, Türkiye genelinde karşı bir ihtilal hareketi
olarak, hükümet muhalifleri, saltanat-hilafet yanlıları ve Kürt grupları tarafından
planlanmış ve yabancı devletlerden yardım görmüş bir hareketti. İktidarın; isyanı umumi,
mürettep, irticai olarak tanımlaması ve doğu ile birlikte batı illerinde de bir mahkeme
kurulması, var olduğu iddia edilen diğer tertipçileri bulmaya yönelik bir tavırdı.

464
Örgeevren, age, s.47.

206
İsyanın önceden planlandığını söyleyenlerin ortak kanaatlerinden biri de, isyanın
planlandığı zamandan önce meydana gelmiş olmasıdır. Onlara göre; 1924 senesi boyunca
devam etmiş olan isyan hazırlıkları son birkaç ay içinde hız kazanmıştı. 1924 yılında Muş
ve Bitlis’te meydana gelmiş olan Nesturî İsyanı sonrasında Bitlis’te kurulmuş olan Divan-ı
Harb’in yaptığı soruşturmalar ve Yusuf Ziya ile arkadaşlarının tutuklanmış olması, bölgede
faaliyet gösteren ve isyan hazırlıkları yapan gizli Kürt cemiyetinin faaliyetlerini ortaya
çıkarmış, Şeyh Said de tutuklanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Bu durumdan Halep
ve İstanbul’daki karşı devrim şefleri korkmuş ve isyana hemen başlamaya karar
vermişlerdi. Bunun üzerine Şeyh Said de harekete geçmiş ve isyanı başlatmıştı.465 Ahmed
Süreyya da Şeyh Said’in İstanbul’da bulunan ve Seyyid Abdülkadir ile görüşme halinde
olan oğlu Ali Rıza’nın, İngilizlerle anlaşmaya varıldığına dair bir mektubu Şeyh Said’e
göndermiş olabileceğini ve isyanın erken başlamasının bir sebebinin de bu olabileceğini
söyler.466

İsyanın planlı bir hareket olduğunu kabul etmekle birlikte erken başlamasını
hükümetin bir komplosu olarak değerlendirenler de vardır. Bunlara göre; Azadi’nin
faaliyetlerinden haberdar olan hükümet, Şeyh Said’i adım adım izlemiş, daha fazla kuvvet
toplamasına mani olmak ve hareketi doğmadan boğmak istemiştir. Bu amaçla bir jandarma
birliği Piran’a yollanarak Şeyh’in emri altında bulunan bazı kişiler tutuklanmak
istenmiştir.467 Yine aynı görüşe göre; Piran hadisinden sonra, isyan hazırlıkları
tamamlanmadan önce bir hareket yapılmasını istemeyen Şeyh Said, bazı tedbirler almaya
çalışmasına rağmen gittiği her yerde heyecan halinde olan Kürtlerin ayaklandığını görerek
isyanın başına geçmiştir.468

İsyanın planlanma aşaması ve Şeyh Said’in bu süre içerisinde yapmış olduğu


faaliyet ve toplantılarla ilgili birçok kitapta bilgi verilmesine rağmen bu bilgilerin kaynağı
hatıra kabilinden birkaç kaynağa dayanmaktadır. Bunların en başında M. Şerif Fırat’ın
kitabı gelmektedir. Fırat’ın anlatımına göre hazırlıklar 1922 yılında başlamıştır. 1922
baharında Cibranlı Halid ile Şeyh Said, Erzurum’da günlerce irtica hareketi üzerinde
konuşmuş ve Cibranlı, Şeyh Said’den aldığı ve Mustafa Kemal Paşa aleyhinde olan fetvayı

465
Yavuz Özdemir, “Şeyh Sait İsyanı”, Yeni Türkiye, Sayı 44, Mart-Nisan 2002, s. 487-488.; Cemal, age,
s.23-25.; Örgeevren, age, s.37-38.; Kaymaz, age, s.123.
466
Örgeevren, age, s.39-40.
467
Dersimi, age, s.185.; İbrahim Sediyani, Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı, Cilt 2, Şura Yayınları,
İstanbul 2014, s.281.
468
Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kurdistan, Öz-ge Yayınları, Ankara 1991, s.87-88.; Dersimi, age,
s.185.

207
bütün aşiret ağalarına duyurmuştur. 1924 yılı ilkbaharında ise Yusuf Ziya, Erzurum’a
gelerek Cibranlı Halid ile görüşmüş ve isyanla alakalı kararlar almışlardır. Bu kararlara
göre; aşiretler silahlanacak, İngiliz yardımı temin edilecek ve Şeyh Said isyan kapısını
açacaktır. Bu kararların alınmasının ardından Yusuf Ziya, Hınıs’ın Kolhisar köyünde
bulunan Şeyh Sadi’in yanına gelerek bu kararı imzalatmış ve bu imzalı kararı bölgede
gezerek birçok şeyh ve ağaya göstermiştir.

Yine Fırat’ın anlatımına göre; bu faaliyetlerden haberdar olan ve 1924 yılı Ekim
ayında Erzurum’a gelen Mustafa Kemal Paşa, Cibranlı Halid ve Yusuf Ziya’nın
tutuklanma emirlerini vererek bunları Divan-ı Harb’e sevk ettirmiştir. Bu arada bu kişilerle
ilişkisi olan Şeyh Said 22 Aralık 1924’te Hınıs merkezinde Divan-ı Harb’e ifade vermiş
ardından 27 Aralık 1924’te Cibranlı’nın kurtarılma emrini vererek Şuşar Gökoğlan
nahiyesinin Kırıkhan köyüne gelmiştir.469 4 Ocak 1925 tarihinde Kırıkhan’da, Şeyh Said’in
oğlu Ali Rıza’nın da katıldığı bir toplantı gerçekleşmiş ve Şeyh Said burada fetva
hazırlamıştır.470 6 Ocak 1925 Karlıova’nın Kanireş köyüne geçen Şeyh burada da bir
toplantı yapmış ve 8 Ocak 1925’te Solhan’a bağlı Melekan’a gelip Şeyh Abdullah ve Firari
Kerem’le sabahlara kadar isyanın ne şekilde yapılacağına dair konuşmuş ve karar almıştır.
9 Ocak 1925’te Melekan’dan Çapakur’un Çan karyesine gelerek kararı Şeyh Mustafa’ya
bildiren Şeyh, 12 Ocak 1925’te Çapaçur’a, ertesi gün ise Simsor’a gitmiştir. 15 Ocak’ta
Darahini şehir merkezine gelmiş ve buradaki kişilere isyan patlayınca Darahini’yi işgal
etmelerini söylemiştir. 21 Ocak’ta Şeyh Lice’ye, 25 Ocak’ta ise Hani’ye gelmiş ve burada
Salih Bey’e misafir olmuştur. 3 Şubat’ta Hani’de Şeyh Şerif’le görüşen Şeyh Said, 5 Şubat
Hani’den ayrılarak çok sayıda silahlı ile Piran’a gelmiştir. 8 Şubat’ta ise Piran hadisesi
patlamıştır.471 Daha önce belirttiğimiz gibi isyanın başlamasına kadar olan süreç hakkında
bu bilgileri veren kişi M. Şerif Fırat’tır. Fırat bu bilgileri hatıratında herhangi bir kaynak
göstermeden anlatmaktadır. Daha sonra yapılan yayınlar onu kaynak göstermektedir.

2.2.1. Şeyh Said’in İfadelerine ve Mektuplara Göre Tertip

Bu bölümde mahkeme tutanaklarında isyanın planlı olduğuna dair gösterilen delil


ve iddialar ile Şeyh Said’in bunlara verdiği cevaplar incelenecektir. Bu konuda Şeyh
Said’e sorulan bazı sorular ve cevapları şöyledir:

469
Fırat, age, s.198.
470
Mahkeme dosyasında bulunmayan bu fetva ve aynı tarihte Şeyh Said’in Hormek aşireti reislerine yazdığı
söylenen mektuba “İsyan Hakkında Yapılan İhbarlar” bölümünde yer verilmiştir.
471
Fırat, age, s.192-202.

208
“Reis Müfid Bey: Şeyh Efendi Piran’a gelmezden evvel din meselesinden dolayı
kıyamı tasavvur ediyordunuz değil mi?

Şeyh Said: Kalbimde tasavvur ediyordum, lakin muharebe suretiyle değil. Risale
yazıp şeriat ahkâmını tasrih ederek kanunları da şeriata mutabık bir şekilde talep etmek
istedik. Meclis-i Mebusan’a göndermek istedim.

Reis Müfid Bey: Ne için yapmadınız, böyle bir risale yazmadınız?

Şeyh Said: Evet arz ettiğim gibi biz evvela bu fikri kitabeten halletmek için gidip
münakaşa-i ilmiye yapayım dedim ve bazı rüfeka bulmak istiyordum. Fakat kader-i ilahi
beni Piran’a sürükledi. Piran vak’ası çıktı. Önünü alamadım.472

(…)

Reis Müfid Bey: Bu isyanı kimlerle ve nerede hazırladınız?

Şeyh Said: Tertibatı evvel yoktu, Piran Vakası’nda alevlendi. Biz de düştük içine ve
işe başladık. Ben Lice’ye geldim. Hiçbir suretle kimseye bir şey dememiştim. Bu vakadan
oldu, kimseye sırran ve alenen bir şey söylememiştim.

Reis Müfid Bey: Mahdumunuz Ali Rıza Efendi’nin İstanbul’dan geldikten sonra kaç
gün geçti bu kıyam vaki’ oldu?

Şeyh Said: Ali Rıza İstanbul’dan geldikten takriben bir ay sonra oldu.

Reis Müfid Bey: Mahdumunuz İstanbul’da bu isyan meselesini kimlerle görüşmüş


ve size ne haber getirdi?

Şeyh Said: İsyan meselesinden İstanbul’da katiyen işitmemiş. Hatta Erzurum’a


geldim, Halid Bey’i bekledim gelmedi. Oğlu geldi ve babasının mahpus olduğunu söyledi.
İşitmemiştim.

Reis Müfid Bey: Mahdumunuz İstanbul’dan geldikten sonra şeriat şöyle olmuş
böyle olmuş diye her halde bir şey söylemiştir zannederim?

Şeyh Said: Hınıs Kürtlerinden birisine misafir olmuş ve Seyyid Abdülkadir


Efendi’yi ziyaret etmiş.

Reis Müfid Bey: İstanbul’a ne maksatla gitmiştir?

472
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.4.

209
Şeyh Said: Ağnam götürmüş idi. Halep tüccarlarına verdiler.

Reis Müfid Bey: Mahdumunuz İstanbul’dan geldikten sonra nerede birleştiniz?

Şeyh Said: İstanbul’dan avdetinde oğlumla Şuşar’da birleştim.

Reis Müfid Bey: ‘Jandarmalar geldi, adam vuruldu, bu isyan vaki oldu’ dediniz,
böyle midir? Yoksa başka şekilde midir?

Şeyh Said: Jandarmalar vurulmasa idi, o vacibi kitabeten halledecektim.

Reis Müfid Bey: Size ne idi, jandarmalar vazife-i memuresini ifa ediyor diye bütün
halkı kaldırıyorsunuz?

Şeyh Said: Hayır, bence bir şey yoktu. Bir niza vuku bulur. Bunlar yemin etmiş, siz
ısrar ediyorsunuz yapmayınız dedim.

Reis Müfid Bey: Sizin bu nasihatinizin üzerine oldu mu bir şey?

Şeyh Said: Ya vuruştular.

Reis Müfid Bey: Vurdular diye siz ne oldu da halkı kıyam ettirdiniz?

Şeyh Said: Ben köyden çıktım, kıyam koptu. Olunca ben de başına geçtim.473

(…)

Reis Müfid Bey: Şeyh Efendi, maksat isyan. Jandarma gelmiş gibi değildir.
Propagandalar, irşadât yapılıyormuş?

Şeyh Said: Jandarma meselesi olmasaydı kitabeten, hitabeten belki bir sene sonra
olurdu. Belki altı ay sonra olurdu yahut olmazdı.

Reis Müfid Bey: Jandarma meselesi, tasavvur ve tasmim buyurduğunuz fiile bir
vesile oldu. Olmasa idi altı ay sonra olacaktı değil mi?

Şeyh Said: Hayır, olmasa idi belki olmazdı. Allahü Teâlâ kader etse idi olurdu.

Reis Müfid Bey: Her şeyi kaza ve kadere atfediyorsunuz. İrade-i cüz’iyenizi inkâr
mı ediyorsunuz?

473
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.5-6.

210
Şeyh Said: Hayır, ihtiyar da vardır. Ben de boş değilim, benim de dahlim var tabii.
İnkâr etmiyorum.

(…)

Reis Müfid Bey: Demek bu kıyam ve isyanı münhasıran zât-ı âliniz düşündünüz?

Şeyh Said: Evet, benim fikrimde vardı. Ulema, fuzala, ukalayı göreyim dedim.
Ahkâm-ı din metruk oldu, men’iyât unutulmuş. Onları isteyelim dedim. Öyle ümit
ediyorduk.

Reis Müfid Bey: Ukala ile ulema ile müşavere ettiniz mi?

Şeyh Said: Müşavere etmedim, edemedim, vakit kalmadı, bu iş zuhur etti.474

(…)

Ali Saib Bey: Şeyh Said Efendi! Bu isyan musammem mi, yoksa tasavvursuz mu
oldu? Bunun esası nedir?

Şeyh Said: Esasını kime atfedeyim?

Ali Saib Bey: Lice’ye yazdığın mektuba nazaran bunu evvelce tasavvur ettiğin
anlaşılıyor?

Şeyh Said: O yazı benim değildir, imza da benim değildir. O ifadede zaten benim
değildir. Bedende? çıkmak ne demektir.475

Ali Saib Bey: Bu mektubu imza ederken okumadın mı? ‘Ah Türkler kaleden dışarı
çıksalar’ diyorsun.

Şeyh Said: Okuryazarım. Aklıma gelmiyor.

474
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.6.
475
Burada bahsi geçen mektuba ileride yer verilmiştir (Belge 12). Ancak mektupla ilgili Şeyh Said’in
söylediklerine dair farklı kayıtlar vardır. Yukarıda görüldüğü üzere Osmanlıca zabıtnamede Şeyh Said bu
mektup için “O yazı benim değildir. İmza da benim değildir” tabirini kullanmıştır (Şark İM. M.Z. (Karar 69),
s.9-10.). Ancak Şeyh Said, Savcı Ahmed Süreyya Bey tarafından daha önce alınmış olan ifadesinde bu
mektup için “Bu mektubun zirindeki imza benim fakat yazısı katibim Liceli Bilal Efendi mahdumu Fehmi
Efendi’ye aittir” diyerek cevap vermiştir. (Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.30.). Ahmed Süreyya Bey’in
hatıratında bu kısım “O yazı benim değildir, imza benim” olarak geçmektedir. (Örgeevren, age, s.195.)
Zabıtnameye sehven yanlış yazılmış olma ihtimaline karşı, tutanakların müsveddelerine baktığımız zaman,
orada da “İmza benim değildir” olarak yazılı olduğu görülmektedir. Savcının hatıratı ile ilk sorgusundaki
ifadeler birbirini desteklemekte, ancak muhakemenin ilk günündeki Şeyh Said’in ifadesiyle çelişmektedir. Bu
durumda ya zabıtnamenin müsveddesine ve dolayısıyla temiz haline bu kısım yanlış yazılmıştır. Ya da Şeyh
Said, savcıya verdiği ifadesini daha sonra mahkeme esnasında değiştirmiştir.

211
Ali Saib Bey: Bir intikam hissi tabiidir, beş altı günde tahassul etmez.

Şeyh Said: Vallahi o intikam meselesini bilmem. Yalnız diyorlardı Diyarbekir’de


kale olmasaydı şöyle alır, böyle keserdik diyorlardı. Onu demek istedim. Fikrimde isyan
yoktu.

Ali Saib Bey: ‘Piran’a gelinceye kadar fikrimde isyan yoktu, Hani’ye geldiğim
zaman da böyle’ diyorsun. Peki, Mustafa Bey’le Hamdi Bey’i ne için barıştırmaya çalıştın?

Şeyh Said: Mustafa Bey’le Hamdi Bey’i din için barıştırdım. Birbirleri aleyhinde
mütemadiyen uğraşıp duruyorlardı. Müslümanlık namına barıştırdım.

Ali Saib Bey: Bunların arasında senelerden beri buğz vardır. Eskiden gelmeyip de
vakadan birkaç gün evvel gelmeniz tasavvur olduğunu ispat ediyor.

Şeyh Said: Öyle tesadüfi oldu. Lice’de de birisini barıştırdım. Bunlar hep
tesadüftür.476

(…)

Reis Müfid Bey: ‘Tesadüfün hadisatın getirdiği bir noktada isyan zuhura geldi, ben
de karıştım’ diyorsunuz. Fakat dediniz ki: İsyandan üç ay evvel çıktım”. Ne için çıktınız?

Şeyh Said: Biz çıktık, lakin Divan-ı Harb’e, Bitlis’e şehadet için istediler. Şeyh
Abdülbaki’ye yazdım. ‘Benim ifademi burada alsınlar, müsaade al’ dedim. Müsaade
edildiğine dair haber geldi. Hınıs mahkemesinde ifademi aldılar. Memleketin kışı uzundur.
Palu’ya gelip kalmak istedim.

Reis Müfid Bey: Hangi ayda çıktınız, yani kışın en şiddetli zamanında?...

Şeyh Said: Kânunuevvel’de (Aralık) çıktım.

Reis Müfid Bey: Sizin gibi müsin olan bir kimse kışın en şiddetli mevsiminde çıkar
mı?

Şeyh Said: Günde üç saatten fazla gitmiyorduk. Yerler müsait idi. Odun, ateş yoktu.

Reis Müfid Bey: İlkbaharda yahut sonbaharda yahut yazın çıksa idiniz sizin için
daha iyi değil miydi?

476
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.9-10.

212
Şeyh Said: Yazın ticaret ve ziraat ile meşgulüz. Kânunuevvel muattaliyet zamanıdır.
İş yoktur.

Reis Müfid Bey: Hadise-i isyana kadar ne miktar zaman geçti.

Şeyh Said: İki aydan ziyade geçti.

Reis Müfid Bey: İsyan başlamadan iki ay evvel çıkıyorsunuz. Palu’ya gidiyor bir
seyahat yapıyorsunuz. Aradan çok geçmeden isyan patlıyor. Dediniz ki, Sebilürreşad’ı
okuyoruz. Demek ondan mülhem oldunuz. Tasavvur ettiniz ve sonra isyan ettiniz değil mi?

Şeyh Said: Evet, fikrimde vardı. Patlatmak niyetimizde yoktu, fakat patladı.

Reis Müfid Bey: Sizin oğlunuz Halep’ten geçiyor?

Şeyh Said: Halep’e ticaret için gitmişti. Parasını İstanbul’a poliçe vermişlerdi,
İstanbul’a gitti, parasını aldı geldi.

Reis Müfid Bey: İstanbul’a ticaret için Halep’ten geçti ve oralarda bazı kimselerle
görüştü. Size söyledi, siz de isyana kıyam ettiniz öyle mi?

Şeyh Said: O geldiğinde ben çıkmıştım, dışarıda idim. Şuşar’da birleştik. İsyandan
takriben kırk gün evveldi.”477

Şeyh Said’in buraya kadar olan ifadeleri, muhakemesinin başladığı ilk güne yani
26 Mayıs’a aittir. Şeyh Said, “silahlı” bir isyanın önceden hazırlandığını kabul etmemiş,
isyandan evvel gizli veya açık kimseye bir şey söylemediğini ileri sürmüştür. Ayrıca isyanı
“Kalbimde tasavvur ediyordum” demiş, ancak bunu da din meselesinden dolayı bir risale
yazıp âlimlerle istişare ederek hükümeti uyarmak olarak izah etmiştir. Piran’daki olaydan
dolayı da bunu yapmaya vakti olmadığını söylemiştir. Bunun yanında, oğlu Ali Rıza’nın
İstanbul’a gitmesi ve Seyyid Abdülkadir’le görüşmesinin de isyanla alakalı olmayıp ticari
amaçlı olduğunu, Diyarbekir’in de bir plan dahilinde alınmaya çalışılmadığını, doğal
olarak geliştiğini ve hatta bunun için bir hazırlık da yapılmadığını söylemiştir. Ayrıca Kürt
Teali Cemiyetini bilmediğini söyleyen Şeyh Said, isyandan önce Yusuf Ziya ile
görüşmesinde de onun fikirlerine katılmadığını bizzat kendisine söylediğini ifade etmiştir.

Yukarıdaki diyaloglarda geçtiği üzere, muhakeme sırasında Ali Saib Bey’in,


isyanın daha önce planlandığına dair delil olarak gündeme getirdiği iki mesele olmuştu.

477
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.13.

213
Birisi Şeyh Said’in Lice’ye yazmış olduğu mektup, diğeri de Hanili Mustafa ve Hamdi
Beylerin barıştırılmasıdır.

Ali Saib Bey, Şeyh Said’in 25/26 Mart 1925 tarihinde yazmış olduğu mektupta
Lice halkına hitaben söylediği “Cihat aşkı, intikam ateşiyle yanan tutuşan Liceliler,
şimdiye kadar diyorlardı ki: ‘Ah Türkler bir defa surdan dışarı çıksaydılar.’ İşte çıktılar.
Sıra sizindir.” ifadelerini delil göstererek, bir intikam hissinin beş altı günde ortaya
çıkmayacağını ifade ederek, bu mektubun isyanın önceden planlandığının bir delili
olduğunu ileri sürmüştür. Mektubun tamamı şu şekildedir.

Liceli Müftüzade Said Efendi ve Hüsnü Beylere

Selam ve dualar ederim. Şimdi Salih Bey’den aldığım rapordan bugün Lice’nin
seçme yiğitlerinden mürekkep kuvvetinizin, Türklerin cüz’i bir mukavemetine
dayanamayarak münhezim olduğunuz anlaşılıyor. Doğrusu buna ihtimal vermek bile
istemem. Cihat aşkı, intikam ateşiyle yanan tutuşan Liceliler, şimdiye kadar diyorlardı ki:
‘Ah Türkler bir defa surdan dışarı çıksaydılar.’ İşte çıktılar. Sıra sizindir. Biz bu taarruzu
bu cephede bekliyorduk. Kuvvetinizi toplayınız, askerin kuvve-i maneviyesini ıslah ediniz.
Üç saat evvel yazmış olduğum ve serâpâ hakikat olan beyannameyi bi’l-müvacehe
okuyunuz. Mealini lisan-ı münasiple anlatınız. Cihadın fezâili, cebânetin fenalığı,
hezimetin namuskâr Lice kadınları ve bütün muhadderât-ı İslamiye hakkında bâdî olacak
fezâyihi birer birer ta’dad etmek suretiyle güzel bir mev’izadan sonra muhlisane bir dua
okuyup, Tilalo ve civardaki ve tensip edeceğiniz düşman mevâzıına bu gece baskın yapınız.
İnşallah muvaffak olacaksınız, korkmayınız. Ruhaniyet-i hazret-i risaletpenâhi
mededkârınız olsun amin

29/30 Şaban 343 (25/26 Mart 1925)

Hadimü’l-mücahidîn Mehmed Said en-Nakşibendi478

Barıştırma meselesi ise, Şeyh Said’in isyandan birkaç gün evvel Hani’ye gelerek
Hani’nin ileri gelenlerinden olup aralarında husumet olan Mustafa ve Hamdi Beyleri
barıştırmasıdır. Şeyh Said onları din namına barıştırdığını ve bu olayın isyanın öncesine
denk gelmesini tesadüf olduğunu söylemiştir. Aynı mevzu, olayın tarafları olan Mustafa ve
Salih Beylerin muhakemesinde de gündeme gelmiştir. Mahkeme reisi, Şeyh Said’in bu iki

478
İM/T12/9/69-4/44/12-13 Belge 12

214
kişiyi barıştırarak büyük bir kuvvet elde etmeyi planladığı görüşündeydi. Şeyh Said ise bu
kişilerin dargın olduğunu Lice’ye geldiğinin ertesi günü öğrendiğini savunmuştur. Şeyh
Said dahil, olayda bulunan diğer kişilerde toplanmanın barıştırma meselesi olduğunu başka
bir şeyin konuşulmadığını ifade etmişlerdir.

İsyanın Piran Hadisesi’nden önce planlandığına dair gösterilen bir belge de,
askerlerin Piran’ı asilerden geri aldıktan sonra, Şeyh Said’in biraderi Abdurrahim’in
evinde kitaplarının arasında bulunan bir beyannamedir. Bu beyannamenin tarihi yoktur.
Savcı Ahmed Süreyya bu belgenin beyannameden ziyade bir taahhütname niteliği
taşıdığını ve belgenin Piran Hadisesi’nden önceki hazırlık safhasında hazırlanmış olan bir
ahitname olması gerektiğini söylemiştir. Belgede, isyana fiilen katılmış olan Şeyh Said’in
kardeşi Abdurrahim’in de imzası vardır.479 Şeyh Said ifadesinde bu beyannameden haberi
olmadığını ve beyanname ile aynı fikirde de olmadığını söylemiştir. Beyanname şöyledir:

Beyanname

Türk Cumhuriyeti’nin İslamiyet’e mugayir ahval ve harekât ve bilhassa muhibb-i


İslamiyet olan Kürt eşraf ve hanedanına reva görmekte olduğu mezalim ve hakaret ve kin
ve nefret birkaç seneden beri gazete ve evrak-ı resmiyelerinde okunuyor. Bunlar
Ermenilere yaptığı muamele gibi Kürt müteneffizanına da bir muamele yapmak fikrinde
oldukları ve hatta geçen sene içtima eden Meclis-i Mebusan’da bu husus müzakere
kılındığı ve karar verildiği de mevsuk menâbiden istihbar kılınmış ve buna dair birçok
alâim mesbuk ve mevcut bulunmuştur. Salabet-i İslamiye ve asabiyet-i Kürdiyesi galeyana
gelen birçok zevat bir cemiyet-i İslamiye teşkil ederek müstakil bir İslam hükümeti vücuda
getirmek fikrindedirler. Allah muvaffakiyet versin. Amin. İşte İslamiyet’ten fersah fersah
ırak olan ve adeta kadim putperestlik dini ihya ve ayin-i metrukelerini icraya hatve atan bu
Türk laik hükümetinin izmihlaline çalışanlara an-samimü’l-kalp muavenet-i maddiye ve
bedeniyede bulunacağımızı ve bu uğurda icap eden her türlü fedakârlığı ifada tereddüt ve
rehavet göstermeyeceğimizi ve emin olduğumuz her ferdi her zatı bu hususa tahrik ve
teşvik edeceğimizi taahhüt eylediğimizden işbu taahhütnamenin zirini bi’t-tav’ ve’r-rıza
imza ve temhir eyleriz.

479
Örgeevren, age, s.31-32.; Bir kaynakta bu beyannamenin İstanbul’daki Kürt alimler tarafından 21 Şubat
1925 yayınlandığı yazıdır. Sediyani, age, s.315-317.; Başka bir kaynakta ise bu belgenin bir nüshasının bir
müsademede öldürülen Muallim Fahri’nin üzerinde bulunduğu ve isyandan çok önce yazılıp imzalandığı
söylenmektedir. Mehmet Bayrak, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Özge yayınları, Ankara
1993, s.402.

215
Mustafa Zülfi Ağazade, Molla İmranzade, Kürdiyanzade, Abdullahzade, Mustafa
bin Zülfi oğlu Mehmed, Fahri, Abdurrahim, Diranlı Sofi Ömerzade Molla Bekir, Hacı
Bedir Ağazade Mehmed, Büyük Hacı Ağazade Hasan, Zülfi Perzid Ağazade, Hacı Ali
Ağazade, Melamiyanzade Ahmed480

Savcı Ahmed Süreyya Bey’in şüpheli gördüğü diğer bir husus da; Şeyh Said’in
Hınıs’tan Piran’a giderken ziyaret maksadıyla uğradığını söylediği yerlerde, ahalinin
kalabalık bir şekilde onu karşılamaya çıkmalarıdır. Şeyh Said bunun memleketlerinde adet
olduğunu ve kendisinin Piran’a her gittiğinde iki yüz, üç yüz kişinin kendisini karşılamaya
çıktığını söylemiştir.481

Bir diğer mevzu, Piran’daki hadiseden birkaç gün sonra Hani ve Darahini’nin, Şeyh
Said emir vermeden halk tarafından işgal edilmiş olmasıdır. Savcı, bu durumun isyanın
daha önce planlanmış olduğunu gösterdiğini söylemiştir. Bu konuda aralarında geçen
konuşma şöyledir:

“Süreyya Bey: Darahini ne vakit işgal edildi? Siz asker mi sevk ettiniz? Siz nerede
idiniz ve Darahini’nin işgali için emir verdiniz mi?

Şeyh Said: Darahini işgalinde Çemihini’de idim. Fakat işgal emri vermemiştim.

Süreyya Bey: Darahini işgaline siz emir vermediğiniz halde bir kuvvet çıkıp işgal
ediyor. Şeyh Efendi’nin Piran’da bir vakası oluyor değil mi? Peki, siz Diyabekir’in,
Hani’nin işgali için emir verdiniz mi?

Şeyh Said: Verdim. Kahkik’ten mesela Şeyh Abdullah’a, Şeyh Şerif’e, Şeyh Hasan’a
emirler verdim. Darahini’yi ahali işgal etti.

Süreyya Bey: Hani’yi kim işgal etti?

Şeyh Said: Hani’yi de ahali işgal etti.

Süreyya Bey: Ya ahali bunu düşünmüş, size haber vermişler veyahut sizden emir
almadan işgal ettiler. Bundan anlaşılır ki vaka musammemdir.

Şeyh Said: Bilmiyorum. Yalnız Piran vakasıyla bu patladı, ben de içinde idim,
sonra başına geçtim.

480
İM/T12/13/69-17/254/2 Belge 13
481
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.30.

216
Süreyya Bey: Ne için bu vaka Hani’nin, Diyarbekir’in işgaline sebep oluyor da
Sivas’ta bir kasabanın işgaline sebep olmuyor?

Şeyh Said: Hani için ne emir verdim, ne kâğıt yazdım. Hiçbir şey.

Süreyya Bey: Demek ki evvelce tasmim edilmiş bir şeydir?

Şeyh Said: Allahu Teâlânın emriyle her yerde birden patladı. Biz de kaçmadık inkâr
etmiyorum. Patladıktan sonra elimden geldiği kadar çalıştım.

Süreyya Bey: Sizin emriniz olmadan Hani işgal edilirse siz ne zannedersiniz?

Şeyh Said: Ben yazmadım. Adam göndermedim ve bilmiyorum.

Süreyya Bey: Bu bir eser-i tertip değil midir, Size bir zann-ı yakîn gelmez mi?

Şeyh Said: Hayır, eser-i tertip olamaz.”482

Ahmed Süreyya Bey hatıralarında, Şeyh Said’in bazı şahıslara vermiş olduğu cephe
kumandanlıklarının da çok önceden tespit edilmiş bir husus olduğunu;483 ayrıca Seyyid
Abdülkadir’in, Palulu Kör Sadi vasıtasıyla İngilizlerle temasa geçtiğini, bunun da isyanın
hazırlık safhası olduğunu söylemektedir.484

Bununla birlikte mahkeme dosyasında bulunan ve Ahmed Süreyya’nın, isyanın


önceden planlanmış olduğunun en önemli delillerinden biri olarak gösterdiği 17 Ocak 1925
tarihli Şeyh Said’in Şeyh Şerif’e yazmış olduğu mektup şöyledir:

Hulefa-i Sebtiye-i Halidiye-i Nakşibendiyeden reşadetlü Şeyh Mustafa Efendi’nin


mahdum-ı aliyyü’l-kadrleri reşadetlü Şeyh Şerif Efendi’ye

Reşadetlü Şeyh Şerif Efendi Hazretleri

Mahsusen selamlar ve dualar eylerim. Sıhhat ve afiyetinizin iş’arıyla memnunen ve


mesruren müteşekkir oldum. Yarın bi-havlihi ve meşiyyetihi Teâlâ Sibsur’a, Abunur’a,
Analu’ya ve andan Zeyneb’e geleceğim. İnşallah Zeyneb’de zatınızla mülakat hâsıl olur.
Mehmâemken sükûnet ve itminan matlubumdur. Bakalım takdir-i Cenab-ı Rabbü’l-izzet
cellecelalehü ne surettedir ve neler zuhur eder ve biz de behemehâl Allahu Teâlânın
zuhuratına tâbi olacağız. Hüseyin Efendi, gayrın kısrağı olan hayvanı sahibine teslim

482
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.31-32.
483
Örgeevren, age, s.29.
484
Örgeevren, age, s.36-37.

217
eylesinler ve paralarını Hanikliden alsınlar ve bir miktar emanetlerin Kiğı’dadır. Serian
celp ettirmek lazımdır. Ve’s-selâmualeyküm ve alâmenittebealhüdâ

17 Kanunusaniefrenci 1341 (17 Ocak 1925)

Palulu Mehmed Said en-Nakşibendi485

Bu mektup Piran vakasından 27 gün önce isyanın kumandanlarından Şeyh Şerif’e


yazılmıştır. Ahmed Süreyya Bey, bu mektupta geçen “Kiğı’da olan emanetler”in Şeyh
Şerif’e tahsis edilmiş silah ile cephaneler olduğunu ve ayrıca Şeyh Said’in “Allah’ın
zuhuratına tabi olacağız” diyerek cahil ve mutaassıp olan Şeyh Şerif’i dinî sözlerle
bağlamaya çalıştığını söylemektedir.486

Şeyh Said’in damadı Şeyh Abdullah ve Kasım Bey, ifadelerinde Şeyh Said’in
isyanın başlamasından önce Piran’a gelirken yolda söyledikleri hakkında bilgiler vermiştir.
Savcı bunları da isyanın planlanmış olduğuna delil olarak göstermiştir. Zabıtnamede geçen
bölüm şöyledir:

“Şeyh Abdullah: Evvelce Piran’a geçerken bana ve herkese teklif etti. ‘Hükümet
bana vurmadıkça vurmuyorum. Bana vursun ben de vururum. Siz de vurunuz’ dedi.
Kendine taraftar arıyordu, hatta ben reddettim, kabul etmedim. Bitlis Divan-ı Harbi’nin
bunu istemesinden korktu.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi! Sen bunun mürettep olmadığını söyledin. Bak
damadın ne diyor?

Şeyh Said: Benim de hükümete karşı isyanım mukarrer değildi.

Reis Müfid Bey: Demek mesele Bitlis Divan-ı Harbi’nin istemesinden zuhur ediyor.
Gördün mü Şeyh Said Efendi; damadın ne söylüyor, yalan mı söylüyor damadın? Sen bir
şey mi yapmıştın ki kaçacaktın

Şeyh Said: ‘Beni tutarlarsa kaçarım’ diyordum. Yusuf Ziya bir kere bizim eve
gelmişti ve ‘olmaz, bu fikri terk ediniz’ dedim.

Reis Müfid Bey: Şeyh Efendi sen daha evvel karar veriyorsun, damadına da
malumat veriyorsun. Hâlâ da dinden şeriattan bahsediyorsun.

485
İM/T12/10/69-6/72/4 Belge 14
486
Örgeevren, age, s.20.

218
Şeyh Said: Bizim dinden başka bir fikrim yoktu, din içindi. Başka bir fikir yoktu.

Reis Müfid Bey: Kasım Efendi sen anlat. Yollardan geçerken ne söyledi, neler
yaptı?

Kasım Bey: Mesmuatımız o idi ki, Şeyh Said ‘din için kıyam farz oldu’ demişti. ‘Bir
Türk öldürmek yetmiş gâvur öldürmekten efdaldir’ demiş. Tedbirler için de görüştük, onlar
hakkında arz-ı malumat ettim efendim.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi sana din bunu mu emir ediyor?

Şeyh Said: Sükût…”487

(…)

Ali Saib Bey: Şeyh Abdullah Efendi! Şeyh Said Piran’a geçerken sana uğramış ve
demiş ki: ‘Yusuf Ziya takip ediliyor, beni de ararlarsa bana muavenet edin.’ Böyle deyince
sen ona ne dedin?

Şeyh Abdullah: Yusuf Ziya’nın bahsi olmadı. Divan-ı Harp’ten korktu. ‘Hükümet
beni vurursa siz de hepiniz müdahale edin’ dedi.

Ali Saib Bey: Şeyh Said Efendi, sen niye tutulmaktan vehmediyordun?

Şeyh Said: Tutulmaktan korkmadım. Niyabet geldi, şehadeti verdim.

Ali Saib Bey: Melekan’dan Şeyh Abdullah Efendi’ye ne dedin, nereden biliyordun
böyle bir kıyamın vâki olacağını? Sen Şeyh Abdullah’a demişsin ki ‘Hükümet beni vurursa
siz de benimle beraber olun.’ Ne için dini alet ediyorsun, sen kendi nefsini muhafaza için?

Şeyh Said: Dinimiz için söyledim, ahkâmının icrasını talep ettim. ‘Kıyam vuku
bulursa siz de yardım ediniz’ dedim. Dinden maada katiyen bir fikrim yoktu.”488

Bu konuşmalardan sonra Ahmed Süreyya söze girerek, Kürt istiklal taraftarı olan
Yusuf Ziya’nın davasına şahit olarak çağırılmasından korkmasının, kendisinin de bu
teşkilâta dahil olduğuna işaret ettiğini, ayrıca isyanın erkenden başlamasına sebep
olduğunu söylemiştir. Ayrıca Piran’a giderken uğradığı yerlere de sırf telkin ve tertip
amacıyla gittiğini söylemiş ve şu soruyu sormuştur: “Kendisi bu iki cihetten hangisini
kabul ediyor, şahsını kurtarmak için mi, yoksa din için mi mücadeleye davet etmiştir?”
487
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.87.
488
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.88.

219
Bundan sonra Şeyh Said: “İsyan meselesi niyetimizde vardı. Bela, niyetimizde
vardı. Hin-i vukuu (meydana gelme zamanı) malum değildi. Dinimiz için çalışalım
diyorduk” demiştir.489

2.2.2. Diğer Sanıkların İfadelerine Göre İsyanın Tertibi

İsyanın kimler tarafından ne zaman planlandığı diğer sanıklara da yöneltilmişti.


Sanıkların geneli isyanın Piran hadisesi ile başladığını ve başka bir şey bilmediklerini
söylemelerine rağmen isyanın ileri gelen birkaç kişisinin farklı bazı açıklamaları olmuştur.

Şeyh Said’in hizmetkârlarından olan Maksud’un ifadesinde de şöyle bir konuşma


geçmiştir:

“Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi, Şuşar’da ahaliye ne söylüyordu?

Maksud: “Hükümet şeriatı kaldırmış” diyordu.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi!‘Piran’a gelinceye kadar böyle bir fikrim yoktur’
diyordun. Bak adamın ne diyor?

Şeyh Said: Evvelce, Piran’a gelmezden evvel kıyama davet etmedim. Fakat ahval-i
hazıradan bahsederdim. Neyi inkâr edeyim?”490

Şeyh Said’in Darahini İnzibat Memuru olan Fakih Hasan’ın ifadesinde de bu


konuda önemli konuşmalar geçmiştir. Fakih Hasan isyanın önceden planlanmış olduğunu
itiraf eder mahiyette açıklamalarda bulunmuştur. Hatta isyandan önce bir isyan hazırlığı
olduğu konusunda Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’i uyardığını söylemektedir. Zabıtnamede
geçen bölüm şöyledir:

“Reis Müfid Bey: İsyan neden zuhur etmiştir? Sebebi nedir izah ediniz?

Fakih Hasan: … Vakadan otuz gün evvel Şeyh Said köye gelmiş. Ahali istikbale
gitti, ben de Şeyh’in yanına gittim. Orada şeriat bahsi oldu, ‘Sen tahriren müracaat et’
dedim. Kendisi benim sözümü tasdik etti. ‘Doğrudur, kıtale sebebiyet doğru değildir.
Tahriren müracaat lazımdır’ dedi. Mebus-ı sâbık Hamdi Bey Dâhiliye Vekâletine ihbar
verdi. Vali buna ‘yalandır’ diye Dâhiliye’ye tekzip etti, öyle mesele kapandı; Çapakçur’da
Rüşdü Bey vardı.

489
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.88-89.
490
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.115.

220
Reis Müfid Bey: ‘Şeyh Efendi isyandan evvel geldiği zaman şeriat meselesi açıldı
dediniz. Ne münasebetle açıldı.

Fakih Hasan: Konuşurlarken söyledi. ‘Bazı şeyler var ki şer-i şerife mugayirdir’
dedi. ‘Bunları kabul etmeyeceğiz, müdafaa edeceğiz’ dedi.

Reis Müfid Bey: O gün mevzubahis olan mesele yalnız şeriat meselesi miydi?

Fakih Hasan: Ben orada bir saat oturdum. Bundan başka bir şey görüşülmedi.

Reis Müfid Bey: Senin orada bulunduğun müddet zarfında şeriat meselesinden
başka bir şey görüşülmedi mi?

Fakih Hasan: Hayır, Çapakçur’a geldim. Rüşdü Bey ihbariye verdi, vali onu tehdit
etti, yine mesele kapandı. Çapakçur muallimi Mehmed Efendi de Dâhiliye’ye bir ihbariye
verdi; Vali merkez vilayete celp ettirdi, azlettirdi. Sonra Lice’ye gönderdi, usat girince onu
Lice’de katletti.

Reis Müfid Bey: Muallim ne gibi ihbarda bulundu; beyler ve aşâir arasında bir
ihzarât var diye mi; sonra mahkeme bunu ne için mahkûm ediyor?

Fakih Hasan: İsyan vuku bulacağına ve aralarında muhabereleri olduğuna dair


ihbaratta bulunmuş. Vali, muallimi tazyik etti, azletti ve mahkemece üç aya mahkûm
ettirdi. Hâlbuki sonradan meydana çıktı.

Reis Müfid Bey: Demek bu Piran’daki bir jandarma meselesi değil. Daha evvel
tertip edilmiş öyle mi?

Fakih Hasan: Tabii tertip olmazsa bu rüya değil ki, nâgehan olsun.

Reis Müfid Bey: Bu isyan, acaba kaç sene evvel tertip edilmiştir? Sonra Mebus-ı
sâbık Hamdi Bey, Rüşdü Efendi, bir de Muallim Efendi; bu isyanı daha evvel keşif ve ihbar
etmişler. Siz bunu Darahini’deki mülakattan sonra mı anladınız?

Fakih Hasan: Bir ay evvel ben, Muallim’in, Hamdi ve Rüşdü Beylerin ihbarından
anladım ve Vali’ye dedim ki ‘İhbarlar doğrudur. Yazınız, işi kapatmayınız’ dedim. Vali
beni tekdir etti. ‘Asıl ve esası yoktur’ dedi.

Reis Müfid Bey: Siz oranın ileri gelenlerinden olduğunuz halde bir ay evvel haber
alıyorsunuz da, orada yabancı bir muallim sizden daha evvel haber alıyor. Bu nasıl olur?

221
Fakih Hasan: Şeyh Said Efendi, Erzurum’dan yeni gelmişti, Çapakçur’a geldi.
Muallim Çapakçur’da haber almış olacak.

Reis Müfid Bey: Demek ki bu isyan aylarca evvel tertip edilmiş.

Fakih Hasan: Onların verdiği ihbarların doğru olduğu ve müretteb olduğu


kanaatindeyim.

Reis Müfid Bey: Bu tertibatı yalnız Şeyh Said Efendi mi yapıyor?

Fakih Hasan: Köylerde şeriat bahsi açılınca hepsi kabul ediyor ve iştirake söz
veriyorlardı. Sonra Piran’da vaka çıktı, büyüdü.

Reis Müfid Bey: Bu jandarma vakası olmasaydı bu isyan ne zaman zuhur edecekti?

Fakih Hasan: Jandarma vakası olmasaydı isyan çıkar mıydı yoksa tahriren mi
teşebbüsatta bulunulurdu bilmem.491

(…)

Ali Saib Bey: Şeyh Said Efendi, uyuyor muydun? Bak, Hasan Fakih Efendi’ye
‘kıyam edelim’ demişsin.

Şeyh Said: Hayır, uyumuyordum. Dedim ki ‘biz müracaat edelim, hükümetimize


bildirelim ve tasdik ettirelim’ dedim.”492

Fakih Hasan Mahkemedeki ifadesinde isyanın daha önce tertip edilmiş olduğunu
söylemesine rağmen, Şeyh Said namına yazmış olduğu bir mektupta isyanın ani olarak
ortaya çıktığını ve vaktiyle konuşulup düşünülmediğini söylemektedir. Mektup 16 Mart
1925 tarihinde Piçar Beylerinden Salih, Mustafa ve Mahmud Efendilere; onları ittifaka
dahil etmek veya tarafsız kalmalarını sağlamak amacıyla yazılmıştı. Mektupta konuyla
alakalı geçen kısım şöyledir:

“…Kardeşlerim bizimle müttehid olmanız ve bizlere muavenet-i lazımede


bulunmanızı vaktiyle sizlere arz-ı malumat edilmediğinden kusurumuz varsa da bu kusurda
sizleri nazar-ı ehemmiyete almamak fikrine mebni değildir. Zaten bu mesele pek ani olarak
zuhur etmiş yani vaktiyle görüşülmüş, konuşulmuş değildir; buna iman etmelisiniz.
Mamafih maksadımız, âmâl ve gayemiz din-i mübin-i İslamiye’yi âli tutmak ve şeriat-ı

491
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.135-136.
492
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.139.

222
garra-yı Ahmediye’yi düstur ittihaz etmek ve dinsizleri mevki’-i ikbalden düşürmektir. Şu
hale nazaran sizlerin muhalif kalmanız mugayir-i hak ve hakikat olmakla sizin için
insafsızlıktır. Bunu asalet ve necabetinizle, akaid-i İslamiye’nize de muvafık değildir.
Muhalif bulunmanız netice itibariyle hakkınızda iyi değildir…”493

İsyanın tertip edilmesi veya hazırlanmış olması hakkında ilginç konuşmalardan biri
de Hanili Salih Bey’in müdafaasında geçmektedir. İsyanı vahşiyane bir miting olarak
niteleyen ve cinnet hali ile bütün halkın isyana iştirak ettiğini söyleyen Salih Bey,
Hükümetin şeriata muhalif icraatlarının isyanı hazırladığını ifade etmiştir. Mahkeme Reisi
ile arasında geçen konuşma şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Bu vahşiyane mitingi niye tertip ettiniz, medeni bir şekilde miting
tertip edemez miydiniz?

Hanili Salih Bey: Başka çaresini bulamadık. İsterseniz isyan deyiniz, ben böyle
telakki ediyorum.

Reis Müfid Bey: Sizi Şeyh Said Efendi mi iğfal etti, yoksa bu cereyana
kendiliğinizden mi kapıldınız?

Hanili Salih Bey: Hayır, ben iğfale kapılacak adam değilim. Şeyh Said Efendi bir
kibritti, o olmasa idi başka birisi yapardı. Şeyh Said Efendi ne beni kandırabilir ne de
icbar edebilir.

Reis Müfid Bey: ‘Şeyh Said Efendi bir kibritti, kabiliyet hazırlanmıştı’ demiştiniz.
Demek ki evvelce tertip edilmiştir?

Hanili Salih Bey: Şüphesiz hazırlanmıştı. Hükümetin mugayir-i şer’-i şerif harekâtı
bu vaziyeti ihzar etmişti.

Reis Müfid Bey: Ne vakitten beri hazırlanmıştır?

Hanili Salih Bey: Geçen sene, işte o tarihte.

Reis Müfid Bey: Ne suretle hazırlanmıştır?

Hanili Salih Bey: ‘Tertip edilmişti’ başkadır, ‘hazırlanmıştı’ başkadır. ‘Hükümetin


harekâtı hazırladı’ dedim.

493
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.57.; İM/T12/10/69-5/58/6-7-8.

223
Reis Müfid Bey: Halkın bu teessüratını hissedip de bu fertleri toplayan kimdi?

Hanili Salih Bey: Fertleri toplayan yoktu. Her fertte bir teessür görüyordum.
Önayak olan kimse yoktu. Bilahare Şeyh Said Efendi geldi. Tesadüftür.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi olmasaydı bu iş yine olacaktı, öyle mi?

Hanili Salih Bey: İhtimal başka bir sebep yine bu hadiseyi meydana
getirebilirdi.”494

İsyan’ın planlanmış olduğu ve hazırlık safhasıyla ilgili en geniş bilgiyi veren Kasım
Bey olmuştur. Daha önceki bölümlerde Kasım Bey’in bu ifadelerine yer verilmişti. Özetle
Kasım Bey ifadesinde Şeyh Said’in, Yusuf Ziya ve Cibranlı Halid Bey ile olan ilişkilerini;
gizli bir Kürt örgütünün faaliyetlerini anlatmış ve isyanın birkaç yıldır gizlice
hazırlanmakta olduğundan bahsetmişti.

2.2.3. Raporlara Göre İsyan Hazırlıkları

İsyan sırasında bölgede bulunan nahiye müdürü, kaymakam ve jandarma


kumandanı gibi bazı devlet görevlilerinin isyanla ilgili olarak hazırladıkları ve İstiklal
Mahkemesine veya askeri makamlara sunmuş oldukları raporlar bulunmaktadır. Bu
raporlarda isyanın hazırlık aşaması ile ilgili bilgiler verilmektedir. Bölgede yaşayan ve bir
kısmı bir süre asilerin elinde esir olarak kalmış olan bu memurların anlattıkları önemlidir.
Ancak şunu ifade etmek gerekir ki bu kişilerin vermiş oldukları bilgilerin geneli esaret
altında kaldıkları zaman duyduklarına dayanmaktadır.

Hani Nahiye Müdürü Hüsnü Bey, 5 Mayıs 1925 tarihinde, İstiklal Mahkemesi
Savcısı’na yazılı olarak verdiği ifadede 1924 senesi Ağustos ayı içerisinde Şeyh Said’in,
Çapakçur kazasının Çan köyüne gelerek kayınbiraderi Şeyh İbrahim’in evinde Çan
şeyhleri, Fakih Hasan ve civar köylerden gelen ağalar ile birlikte hükümet aleyhine tertibat
aldıklarını, aynı zamanda Darahini vilayetinde Darahinili Yusuf Ağa’nın hanesinde de bir
kongrenin toplandığını söylemiştir. Nahiye Müdürü, yapıldığını söylediği bu iki kongreyi
Çapakçur’da esir bulunduğu sırada “şayian” işittiğini söylemektedir. Hüsnü Bey, Çan ve
Darahini’de yapılan bu kongreden, daha önce 25 Nisan’da 7. Fırka’ya yazdığı raporda da
bahsetmiştir.495

494
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.232.
495
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.67.

224
Ayrıca Hüsnü Bey, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın isyandan önce koyun satmak
bahanesiyle İstanbul’a ve Halep’e gittiğini, kardeşi Tahir’in ise Diyarbekir ve Lice’ye sık
sık gidip gelmesi dolayısıyla isyanın asıl tertipçilerinin; İstanbul, Ankara, Diyarbekir ve
Lice’de olmaları gerektiğini de söylemiştir. İsyanın asıl müessirlerinin kendince henüz
meçhul olduğunu söyleyen Hüsnü Bey şunları da söylemiştir: “Şeyh Said ve avanesinin
Hükümet-i Cumhuriyemiz aleyhinde isyan edecek kadar milliyet duygusu, akıl ve zeka ve
sairesi olmadığından bunları tahrik eden müessirlerin behemehal vilayet merkezlerinde
bulunması kadar bedihi bir şey olamaz. Makam-ı âlilerinin bu şahısları tezahür ettireceği
katidir.”

Hüsnü Bey, 14 Şubat 1925 tarihinde isyancılar tarafından Serdi köyüne getirildiği
zaman Şeyh Said’in kardeşi olan Şeyh Tahir’in şunları söylediğini de ifade etmiştir:
“Dinsiz Türkler bizi yalnız zannetmeyiniz. Bizim her yerde adamlarımız vardır. İki tanesini
söyleyeyim. Liceli Fehmi, Diyarbekirli Doktor Fuad; bunları Halep’e gönderiyoruz. Biz
top, tüfek, asker de buluyoruz.” Hüsnü Bey verdiği ifadede, Şeyh Tahir’in bu sözlerinden,
isyancıların Diyarbekir ve Halep’le de muhabereleri olduğunun anlaşıldığını
söylemektedir.496

Lice Kaymakamı Asım Bey, 26 Mayıs 1925 tarihli raporunda isyanın


başlamasından ve Şeyh Said’in Piran’a gelmesinden önce yapılmış olan kongre ve
toplantılarla ilgili diğer raporlara göre ayrıntılı bilgiler vermektedir. İsyanı tahrik ve teşvik
edenlerin şeyhler, fakihler, mollalar, beyler, ağalar ve köy kâhyaları olduğunu söyleyen
Asım Bey; isyanı Şeyh Said’in, Piran Hadisesinden önce geçtiği kasaba ve köylerde
yaptığı toplantılarda tertip etiğini ifade etmiştir.

Asım Bey’in anlatımına göre; ilk büyük kongre, kış gireceği sırada Çapakçur’a
bağlı Çan köyünde otuza yakın Çan şeyhinin ve uzaktan yakından bir takım kişilerin
katılımıyla Şeyh Said’in başkanlığında yapılmış ve gizli kararlar alınmıştır. İkinci mühim
toplantı kış girdikten sonra Tavsala’da Haydar Ağa’nın evinde yapılmıştır. Üçüncü toplantı
ise 5-7 Şubat 1925 tarihlerinde Lice’de Kazım Bey’in konağında yapılmıştır. Bu toplantıda
Lice ahalisi arasındaki parti çekişmelerine son verilmiş, hatta Müftüzade Said ayağa
kalkarak: “Artık aramızda bir şey kalmadı. Hepsi ile kardeş oldum” gibi sözler
söylemiştir. Şeyh Said de aynı toplantıda “Erzurum Daru’l-muallimin Mektebinde,
muallimler tarafından ‘insanların aslı maymundur’ gibi sözler söylediklerinden

496
İM/T12/90/829/31/1-2-3

225
talebelerden birçoğu bunun üzerine mektebi terk etmiştir” diye beyanatta bulunmuştur. 8
Şubat 1925 Pazar gecesi Derkam köyünde Ahmed Bekir Komu’nda, Ahmed Kahya
nezdinde gizli bir toplantı yapan Şeyh Said, 9 Şubat 1925 Pazartesi gecesini ise Serdi
köyünde geçirmiş ve orada da gizli toplantılar yapmıştır. Dördüncü önemli toplantıyı ise 9
Şubat 1925 gecesi Hani’de Salih Bey’in evinde, Hanili şeyh ve beylerden müteşekkil bir
grupla yapmış ve isyan meselesi Salih Bey’in evinde kesinleştirilmiştir. Ayrıca Hani’de
Mustafa Bey’le Hamdi Bey’i barıştırmıştır. Beşinci toplantı ise 11 Şubat 1925 tarihinde
Piran’da olmuştur. Bu toplantıya Şeyh Abdurrahim, Kör Muallim Fahri, Piran ağaları ve
Şeyh’in beraberindekiler katılmıştır ve bu toplantıdan sonra isyan orada başlamıştır.
Bununla birlikte raporda, birinci toplantıyı takip eden günlerde Şeyh Said’in, Hacı İbrahim
Bey’e “Ahvali görüyorsun bu ahir (…?) din zaafa uğruyor, ben yetmiş sekseni, sen de
altmışı buldun, bundan sonra başımıza gelecek akıbetten endişeye mahal yoktur” tarzında
bir şeyler söylediği de yazmaktadır.

Asım Bey’in raporunda, isyandan önce Şeyh Said’in söylediği ve isyan için daha
önce hazırlıklar yapıldığına dair bazı sözleri bulunmaktadır. Asım Bey bunları Meclis idare
azası Molla Mustafa’dan aktarmaktadır. Raporda, Şeyh Said’in ilk defa Lice’ye geldiği ve
oradan Hani’ye doğru yola çıktığı gün, Liceli Molla Mustafa’nın kardeşlerinden
Abdülbaki’nin Lice Belediye Meclis Azasından Ali Ağa’ya “Şeyh Said, Hizan’da mukim
Mehmed Selim Efendi’ye ve Silvan’da mukim Şeyh Şemseddin’e uğrayacaktı, uğramadı bu
iş çürüktür.” dediğini yazmaktadır. Ayrıca yine raporda, Asım Bey’in Molla Mustafa’dan
duyarak aktardığına göre, Şeyh Said başlangıçta Hınıs aşiretleri ile Halid Bey, Musa Bey
ve Yusuf Ziya Bey’le bir sene önce müşavere ve müzakere etmiş ve “Burası
Kürdistan’dır. Türkiye Hükümeti dinimize halel getiriyor. Ya telgraf yazarız veya bir şey
yaparız, buna bir çare buluruz” demiştir.497

Erganimadeni jandarmalarından Mülazim-i sani Hüseyin Hüsnü, Eğil Takım


Kumandanı Mülazım-ı sani Mustafa Hamdi ve Erganimadeni Merkez Takım Kumandanı
Tahir Sami Beyler hazırladıları raporda Piran Hadisesi’nden sonra asilerin esaretinde
kaldığı zaman; Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’in, 1919 senesinden beri gayet gizli
bir şekilde çalıştıklarını ve Şeyh Said’de iki yük madeni altın bulunduğunu söylediğini
ifade etmişlerdir.498

497
İM/T12/87/816/16/1-11
498
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.64.

226
Bir diğer rapor Lice Jandarma Kumandanının hazırlamış olduğu 13 Nisan 1925
tarihli rapordur. Rapora göre Şeyh Said’in 5 Şubat’ta büyük bir debdebe ile Lice’ye
girmesi, Lice Jandarma Kumandanı Ziya’nın dikkatini çekmişti. İngilizlerin Musul
meselesini kazanmak için para kuvvetiyle bazı adamları elde ettiğine dair gelen gizli
tamimlerin de doğruluğunun güç kazanmış olduğundan bahseden komutan, bu şüpheli
durum üzerine Şeyh Said’i gözlem altına almış ve misafir olduğu hanedeki
hizmetkârlardan birisinin babasını elde ederek bazı bilgilere ulaşmıştır. Jandarma
Komutanı hazırlamış olduğu raporda bu bölümü şöyle anlatmaktadır: “Şeyh zahiren
cevami ve mesacitte ahaliden ve bilhassa beylerden yekdiğerine dargın olanları barıştırmış
ve buradan hareketinden bir gece evvel nısfülleylden (gece yarısı) sonra ta sabaha kadar
Bilal Efendizade Fehmi, Müftü’nün oğlu Said ve Tahir Ağalar dahil olduğu halde bir
içtima-ı hafi (gizli toplantı) yapmışlar ve pederi elde edilen hizmetçinin Şeyh’e kahve
götürdüğü bir zaman işittiğine nazaran, Kürdistan kıyamı için henüz vaktin gelmediği ve
Nisan 341 ayının mutasavver (tasarlanmış) kıyamın icrası için pek müsait olduğunu, Şeyh
tarafından söylendiği halde Fehmi ile Hoca Said tarafından vaktin en müsait zaman
olduğunun ileri sürüldüğü işitilmiş ve pederi vasıtasıyla acizlerine bu malumat iblağ
edilmiş idi.”499 İsyanın Nisan ayı içerisinde başlamasının planlandığını söyleyen jandarma
komutanı, Piran’daki jandarma hadisesinin planlanmış olan isyanın Nisan ayından önce
başlamasına sebebiyet verdiğini de söylemektedir.

Raporlarda önemli bilgiler verilmekte birlikte dikkati çeken birkaç husus vardır.
Birincisi devlet görevlileri bu raporları asilerin elinden kurtarıldıktan sonra yazmışlardır ve
anlatmış oldukları esir kaldıkları zaman duyduklarına dayanmaktadır. Bir diğeri Lice
Jandarma Kumandanı, Şeyh Said’in isyandan önce Lice’ye geldiğinde yaptığı toplantıdan
ve bir muhbir vasıtasıyla, isyancıların hangi tarihte isyana başlayacaklarını öğrendiğinden
bahsetmektedir. Ancak isyan başlamadan önce elde etmiş olduğu bu istihbaratı gerekli
makamlara bildirmiş olduğuna dair bir bilgi mevcut değildir.

2.3. İsyan Hakkında Yapılan İhbarlar

İsyan başlamadan önce bölgedeki gelişmeleri ve isyan hazırlıklarını yetkili


makamlara bildiren veya bildirdiğini iddia eden kişiler olmuştur. Bu ihbarlar İstiklal
Mahkemesi yargılamaları sırasında gündeme gelmiş ve isyanın önceden planlandığının
delillerinden biri olarak kullanılmıştır.
499
İM/T12/12/69-13/173/10-11

227
İhbarların bir kısmı isyandan iki sene öncesine kadar gitmektedir. Mebus Hamid
Bey ve Binbaşı Kasım Bey’in ihbarları bu şekildedir. Bu ihbarlarda bölgedeki
gelişmelerden, Kürtçülük faaliyetlerinden bahsedilmekte ve daha çok Azadi olarak bilinen
Kürt İstiklal ve İstihlas Cemiyeti ile adı geçen kişiler hakkında bilgiler verilmektedir. M.
Şerif Fırat’ın Hormek aşireti tarafından verildiğini söylediği ihbarda bu niteliktedir.
Çapakçur Başmuallimi Mehmed Zeki Bey’in verdiği ihbarların ilki ise isyandan altı ay
öncesine dayanmaktadır. Bunların yanında isyandan birkaç ay önce ihbarda bulunduğunu
iddia eden kişiler de vardır. Doğrudan hükümete yapılan ihbarların yanında, ihbarların
bölgede iletildiği şahıs, Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’dir.

2.3.1. Hormek Aşiretinin İsyan Hakkındaki İhbarı

1921 yılından beri hazırlık aşamasında olan irtica hareketinin 1924 yılına
gelindiğinde şiddetlendiğini, fakat isyan bölgesindeki idare memurlarının Cibranlı Halid’in
adamları tarafından aldatılması sonucunda durumun üst makamlara yazılmadığını söyleyen
M. Şerif Fırat, ayrıca “Bu irtica hareketini ilk önce gizli bir mektupla Gazi Mustafa
Kemal’e arz eden Varto’daki Hormek aşiretinin aydınları olmuştu. …Bu haberden sonra
büyük kurtarıcı 1924 Ekim ayında Pasin depreminden ötürü Erzurum’a gelmişti. Erzurum
yurtseverlerinden ve idare makamından edindiği tahkikatta ve Cibranlı Halid’in bizzat
gösterdiği muhalefetten, yakında isyanın başlayacağını anlamış ve Ankara’ya dönerken
Yusuf Ziya, Cibranlı Halit ve arkadaşlarının yakalanma emrini buyurmuştu.”
demektedir.500

Fırat’ın iddiasına göre Hormek aşiretinin isyan hakkında vermiş olduğu bir diğer
ihbar, Şeyh Said’in 4 Ocak 1925 tarihinde yapılan toplantı akabinde Hormek aşireti
reislerine gönderdiği mektup sonrasında olmuştur. Fırat’ın anlatımına göre Kırıkhan’da
yapılan toplantıda bulunan aşiret ağaları ve hocalar; Varto ve Hınıs bölgelerinde bulunan
Alevi aşiretlerinin bu cihada katılmadıkları takdirde işin güçleşeceğinden bahsetmiş, bunun
üzerine Şeyh Said, Varto’daki Hormek aşireti ağalarına bir mektup yazmıştır. Hormekliler
bu mektubu aldıktan sonra isyana karşı duracaklarını bildirerek, mektubu Varto
Kaymakamı Sırrı Bey’e göndermişlerdir. Böylece isyana karşı hükümet tarafından gereken

500
Fırat, age, s.195.

228
tedbirlerin alınmasını sağlamışlardı.501 M. Şerif Fırat’ın kitabında geçen ve Hormek aşireti
reislerine gönderildiği söylenen mektup şöyledir:

Hormek aşireti rüesasından Halil, Veli ve Haydar Ağalara

Esselamün-aleyküm, rahmetullahi ve berakatihi, lehülhamd, velminne, hidayet-i


rabbani ile din-i mübin-i Ahmadiyi kafir olan Mustafa Kemal’in yed-i zulmünden tahlis
etmek gazası niyetiyle Şuşar’a hareket edildi. Bu gaza ve cihadın mezhep ve tarikat tefrik
edilmeden Lailahaillallah Muhammeden resulallah diyen bütün İslam müvehhitleri üzerine
farz olduğundan minnelkadım memleketimizde büyük bir gayret ve şecaat sahibi olan
Müslüman aşiretinizin de şeriat-ı garra-yı Ahmedi’yeye ve bu cihad-ı ekbere itba,
edeceğinize itimadım berkemaldir. Ya eyyühelensar, dinimizi ve namusumuzu bu
mülhitlerin elinden kurtaralım, size istediğiniz yerleri verelim. Bu dinsiz hükümet bizi
kendisi gibi dinsiz yapacaktır. Bunlarla cihat farzdır. Yacuhidu yukatilu fisebilillah 4
Kanunusani 1341 (4 Ocak 1925) Elseyit Muhammet Saidi Nakşibendi.502

Fırat, ayrıca 4 Ocak 1925 tarihinde yapılan toplantıda, Şeyh Said’in yazmış olduğu
bir fetvadan bahsetmektedir. Bu fetvada yine Fırat’ın kitabında geçtiği şekilde şöyledir:

“Kurulduğu günden beri din-i muabin-i Ahmedi’nin temellerini yıkmaya çalışan


Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal’e arkadaşlarının, Kuran’ın ahkâmına ayıkırı
hareket ederek, Allah ve Peygamberi inkar ettikleri ve Halifeyi İslamı sürdükleri için gayr-
ı meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğunu,
Cumhuriyet’in başında bulunanların ve Cumhuriyet’e tabi olanların mal ve canlarının
şeriatı gurrayı Ahmediye’ye göre helal olduğu…..ve saire.”503

İsyanın başlamasında yaklaşık bir ay önce yazılmış olduğu söylenen bu fetva ve


mektup, -şayet doğru ise- isyanın hazırlıklarının çok önceleri başladığını göstermektedir.
Ancak Şeyh Said’in muhakemesi sırasında, isyandan önce yapılan bazı ihbarlar
mahkemede gündeme gelmiş ve Savcı bunları Şeyh Said’e sormuştur. Fırat’ın kitabında
geçen ve Hormek aşiretinin yapmış olduğunu söylediği bu ihbar, mektup ve fetva,
muhakeme sırasında gündeme gelmemiştir. Ayrıca mahkeme dosyasında bunlarla ilgili bir
belge bulunmamaktadır. Fırat’ın Varto Kaymakamı Sırrı Bey’e verildiğini söylediği ve

501
Fırat, age, s.199-200.
502
Fırat, age, s.200.
503
Fırat, age, s.199.

229
Şeyh Said’e ait olan mektubun, kaymakam tarafından, delil olarak İstiklal Mahkemesine
gönderilmiş olmaması, bu mektupların gerçekliğine şüphe düşürmektedir.

2.3.2. Çapakçur Başmuallimi Mehmed Zeki’nin İhbarları

Muallim Mehmed Zeki Efendi’nin yapmış olduğu ilk ihbar 26 Ekim 1924 tarihinde
tutmuş olduğu bir zabıt varakasına dayanmaktadır. İsyandan yaklaşık beş ay önce
hazırlanan bu tutanağa göre, Kadımadrak köyünden Hacı Mehmed adında birisi, Çapakçur
merkezinde, hükümet maliye dairesinde Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Paşa aleyhinde
sözler söylemiş ve aynı sözleri daha sonra başka ortamlarda da pervazısca sarf etmiştir.
Ayrıca zabıt varakasına göre; Kürtçülük zihniyeti ile hareket eden Hacı Mehmed; Mustafa
Kemal’in haccı kaldırdığını ve İslamiyet’e darbe vurduğunu söylemiş, hükümet aleyhinde
konuşarak “Hükümet bizden ne kadar uzak durursa başımız gaileden kurtulacak” demiştir.
Muallim Mehmed Zeki Efendi bu konuşmalara şahit olan kişilerin de isminin olduğu bir
zabıt varakası tutmuştur. Bu zabıt varakasında beş kişinin ismi yazmasına rağmen sadece
eski Genç Mebusu Hamdi Bey bu belgeyi imzalamıştır. Tutulmuş olan bu zabıt varakası 3
Kasım 1924’te eski Genç Mebusu Hamdi Bey’in yazdığı ihbar ile birlikte Dahiliye
Vekâleti’ne sunulmuştur. Zabıt varakası şöyledir:

Zabıtvarakası

Kadımadrak karyeli Hacı Mehmed’in Çapakçur merkezinde hükümette maliye


dairesinde Hükümet-i Cumhuriye aleyhinde ve bilhassa Gazi Mustafa Kemal Paşa
hazretleri hakkında ber-vech-i zir lisandırazlıkta bulunmuştur. Şöyleki: Ferâiz-i ilahiyeden
birisi olan “Hac” ki bi’l-umum Müslümanların gitmesi ve hatta bizim gibi zenginlerin
tekar ziyareti lazım iken “Kemal’in” bırakmadığı açık bir lisan ile fikri gıcıklamak,
Kürtçülük zihniyetiyle “Kemal’in” İslamiyete bir darbe vurduğunu söylemiş olup sâmiûn
ve hâzirun ise birer suretle mukabele de bulunmuşlardır. Ezcümle Mal Muavini Sıdkı
Efendi hac feraiz-i ilahiyeden olduğu gibi insanların kendi yanlarında hac sevabına nail
olacak hasenat ve hayırlar mevcuttur. Şayet bu fikir-i hacdan bahsediliyorsa! Mesela
Hacımadrak üzerine bir köprü yapılsın gibi. İşte, maruz muhavere esnasında Çevlikli
tüccar esnafından Mahmud Çavuş, Tapu memuru Abdulhalim, Merkez tahsildarı Halid,
Mal Müdürü refiki Bedri Beyler mevcut idiler.

Aynı günde kendi hanesine avdetle akşamla yatsı arasında yine Çapakçur’daki
söylemiş olduğu ve Hükümet-i Cumhuriye aleyhindeki hezeyanları bilâ-perva Genç Mebus-

230
ı sabıkı Hamdi Bey, Çanlı Şeyh Said Efendi, karye-i mezkure ahalisinden Ahmed Şemdin,
Ahmed Haço ve saireler huzurunda malumat furuşlukta bulunmuş evvelki sözlerini teyit ve
tekrar etmiştir. Vicdanımızın sada-yı zindegisi işbu malumatı zabt ve kayt eylemeye sevk
eylemiş, mesele-i maruzada Mebus-ı sabık Hamdi Bey de mevcut bulunmakla tasdik
buyurmayı fariza-i zimmet addeylemiştir. Elyevm yine üçüncü sabah muhaveresinde
hükümetin hiç bize lazım olmadığını, hükümet bizden ne kadar uzak olursa başımız
gâileden kurtulacağını da yine Çanlı Şeyh Said, mezkur karyeli Jandarma Seyfi, Mebus-ı
sabık Hamdi Bey mevcut idiler. Merkumun hulasa-i fikri her-bar hükümet-i hâzıramız
aleyhinde bulunduğunu mübeyyin işbu zabıt varakası bi’t-tanzim imza kılındı.

26 Teşrinievvel 340 (26 Ekim 1924)

Çapakçur Merkez Başmuallimi Mehmed

İşbu zabıt varakası münderecatının cereyan-ı hale muvafık ve hakikate mukarin


bulunduğu tasdik olunur

Çanlı Şeyh Said (imza etmemiştir), Karye-i mezkureli Ahmed Haco (imza
etmemiştir), Karye-i mezkureli Ahmed Şemdin (bu dahi imza etmemiştir.), Karye-i
mezkureli Jandarma Seyfi (imza etmemiştir.), Kadımadrak karyesinden Genç Mebus-ı
sabıkı Hamdi (imza)504

Bu ihbar üzerine Dahiliye Vekâleti’nin emriyle Çapakçur Kaymakamı Hüseyin


Hilmi Bey tarafından bir tahkikat yapılmıştır. Yapılan tahkikatta Hacı Mehmed, hükümet
aleyhinde bulunduğuna dair iddiaları kabul etmemiş ve Muallim Mehmed Zeki Efendi’nin
göstermiş olduğu şahitler de Hacı Mehmed’in lehine ifade vermiştir. Bunun üzerine
Kaymakam, asılsız ihbarda bulunduğu gerekçesiyle Muallim Mehmed Zeki aleyhinde bir
fezleke hazırlamıştır.

Bu arada Çapakçur Kaymakamlığının bildirmesi üzerine Genç Valisi tarafından


alınan bir kararla 6 Ocak tarihinde Muallim Mehmed Zeki görevden alındı. Görevden
alınma sebepleri göreve devamsızlık, ücretsiz dağıtması gereken kitapları fahiş fiyatlara
satmak ve okul namına gönderilen paraları zimmetine geçirmek fiilleri zikredilmektedir.
Genç Valisi bir yazısında bu görevden almanın Hacı Mehmed olayı ile ilgisi olmadığını
söylemektedir.

504
İM/T12/69-12/160/6

231
Mehmed Zeki görevden alınınca aynı gün eski Mebus Hamdi Bey’in teşvikiyle
Mustafa Kemal Paşa’ya ve Dâhiliye Vekâletine telgraf çekmiştir. “Kürtçülük propagandası
ve esrarı” başlığı altında çektiği telgrafta, ailesi ve kendisinin hayatının tehlikede olduğunu
ve Hacı Mehmed’in propagandada bulunarak suikastler tertip etmekte olduğunu
bildirmiştir.505 Muallim’in çekmiş olduğu telgraf şöyledir:

Ankara Türkiye Cumhuriyeti Reisi Tahlis-iVatan Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerine.
Sureti Dahiliye Vekâlet-i Celilesine.

Kürdçülük propagandası ve esrarı hakkında hükümet-i mahalliyece ifademin


ahzına irade buyurulmuştur. Bu muhitte bilhassa Genç vilayeti dâhilinde hissiyat ve hayat-
ı memuriyetim ve efrad-ı ailemin hayatı hemen tehlikeye maruzdur. İfade vermekten
tevahhuş ve hazer eylerim. Kadımadraklı Hacı Mehmed serbesttir. Propagandası, tehdidi,
hükümet-i hazıra aleyhindeki mefsedet, melanetler tertibi ve şahsi suikast
ihzaratındadırlar. Bu hususlarda evvela hayatımızın her suretle taht-i tehdide
aldırılmasına muntazar halet-i nez’de olanlara merhamet talep, hükümet-i milliyenin
adaletine dehalet ederim. Ta’cil buyurulsun efendim.5 Kanunusani 341 (5 Ocak 1925)

Çapakçur Merkez Başmuallimi Mehmed Zeki Dündaralp506

Bu telgraf üzerine Dâhiliye Vekâleti, Genç Vilayetine yazdığı yazı ile konu
hakkında izahat istemiştir. Bunun üzerine Vali, Jandarma Kumandanı ile birlikte tekrardan
Muallim’in ifadesini almış ve tahkikat yapmıştır. Vali, Dahiliye Vekâleti’ne cevaben
yazdığı 13 Ocak tarihli yazı da Muallim Mehmed Zeki Bey ile eski Mebus Hamdi
Beylerin, başka kişilerle olan şahsi husumetlerine siyasi bir şekil vererek asılsız ihbarlarda
bulunduklarını ve bu kişilerin Bitlis Divan-ı Harbine sevk edilmelerini belirtmiştir. Genç
Valisinin cevabi yazısı şöyledir:

“Muallim’in alınan ifadesinde hezeyanlarından hiç birisini ispat edememiş ve


hiçbir delil ve emare gösterememiş ve güya hayatı tehlikede bulunduğundan Ankara’da

505
Telgrafın Hamdi Bey’in teşviki ile çekildiğini Vali İsmail Hakkı Bey bir yazısında söylüyor. Ayrıca
Muallim Mehmed Zeki Bey’in çekmiş olduğu üç telgraf vardır; ikisi 5 Ocak, diğeri 13 Ocak tarihlidir. Bu
telgraf, 5 Ocak ve 15 numaralı olan telgraftır. Bu telgraf bazı belgelerde 6 Ocak tarihli olarak geçiyor. 5 Ocak
tarihli diğer telgraf ise bir belgede 15 Ocak tarihi ile geçmektedir. 13 Ocak tarihli telgraf ise 49 numaralıdır.
Yapılan bir yazışmada Muallim Mehmed Zeki adına Çapakçur’dan 15, Merkez vilayetten ise 49 numaralı iki
telgraf çekildiği, Muallim adına başka çekilen bir telgraf olmadığı yazmaktadır. 95 numaralı telgraf Ali
Onbaşı tarafından çekilmiştir. Bununla birlikte bu üç telgraftan sadece 5 Ocak tarihli bir telgraf 7 Ocak
tarihinde Dahiliye Vekili Cemil Efendi’ye verilmiştir. Diğer ikisinin geldiğine dair herhangi bir kayıt
bulunmamaktadır.
506
İM/T12/12/69-12/158/8

232
ifade verebileceğini söylemiştir. Kadımakraklı cahil Hacı Mehmed ise böyle birşeyden
katiyen malumatı olmadığını ifade ve haricen yapılan tahkikat da onu teyit etmektedir.
Mebus-ı sabık hakkında mükerreren arz edildiği vechle mumaileyh Hamdi ve Muallim
Mehmed Efendilerin husumet-i şahsiyelerine siyasi bir şekil vererek hükümet-i
Cumhuriyemiz aleyhinde bulunmalarına ve Kürt hükümeti tesis etmelerine dair bu muhitte
asıl ve esastan âri meseleler ihdas suretiyle halktan, mebuslardan bazılarını lekelemek,
hükümet nazarından düşürmek ve mutazarrır etmek istedikleri anlaşılmaktadır. Bunların
bu gibi su-i hal ve iftiraları muhitin efkar-ı ammesine pek su-i tesir icra ve asayiş-i
umumiyeyi ihlal etmekte olduğundan bu gibi iftira ve cereyanlara nihayet verilmek ve
yekdiğeri haklarında burada siyasi malumatlarını ve iddialarını ispat etmek üzere her
ikisinin Bitlis Divan-ı Harbine izamlarına müsaade buyurulması selamet-i vatan namına
maruzdur”

Valinin, Dahiliye Vekâleti’ne bu telgrafı çektiği aynı gün 13 Ocak’ta Muallim de


bir telgraf çekerek susması ve ifadesini değiştirmesi için Genç valisi tarafından kendisine
işkence, tehdit ve baskı yapılmaya başlandığını, memuriyetine son verildiğini bildirmiş
ayrıca ifadesinin Ankara’da alınmasını istemiştir. Muallim çekmiş olduğu bu telgraf
şöyledir:

Ankara Türkiye Cumhuriyeti Reisi Tahlis-i Vatan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine.

Cereyan ve mesail-i mühime-i Kürdiyeyi himaye tarikiyle bilhassa Hacı Mehmed’i


ihbar eylediğime rağmen sükût ve tebdil-i ifade eylemekliğim için Genç valisi İsmail Hakkı
Bey tarafından işkence, tehdit ve tazyika başlanıldım. İstirahatlerinin temini için
memuriyetlerime hâtime çektiler. Değil memuriyetim zat-ı halaskârileri gibi dühat ve
mukaddes Cumhuriyetimiz uğruna canım ve efrad-ı ailemi fedaya müheyyayım. İfademin
Hükümet-i Cumhuriyenin makarrı olan Ankara vilayeti merkezinde ahzına irade
buyurulmasını sabırsızlıkla beklerim efendim.13 Ocak 341 (1925)

Çapakçur Merkez Başmuallimi Mehmed Zeki Dündaralp507

Mehmet Zeki Efendi bu telgraftan iki gün sonra 15 Ocak’ta Mustafa Kemal Paşa’ya
bir telgraf daha çekmiştir. Bu telgrafında vaziyetin günden güne vahim bir hal aldığından,
Hacı Musa Bey’in tesiriyle Bitlis eşrafından Hacı Necmeddin’in torunu olan ve bir Kürt
casusu olan Sıddık’ın Çapakçur Başmuallimliğine kendi yerine tayin edildiğinden

507
İM/T12/12/69-12/158/8

233
bahsetmiştir. Ayrıca hem Çapakçur’da bulunan Kürt cemiyetinin varlığından hem Vali’nin
bu işlere sessiz kaldığından hem de memleketin başına gelebilecek muhtemel bir ihtilalden
bahsetmiştir. Muallim Mehmed Zeki Bey’in son telgrafı şöyledir:

Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti Reisi Tahlis-i Vatan Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hazretlerine

Meşhur Hacı Musa Bey Genç vilayetine kadar gelmemiş ise de tesir-i nüfuzu ve
hafiyeliği ile Bitlis eşrafından Hacı Necmeddin hafidi Sıddık gelerek Çapakçur
Başmuallimliğine muallimlik şeraitini hâiz olmadığı halde bilâ-imtihan Kürdçülük kuvveti
tesiriyle tayin edilmiş ve ettirilmiştir. Bu tesir ve tehdit ahengine Çapakçur kaymakamı da
serfüru eylemiştir. Vali Bey’den sorulsun ki hüviyetini tedkik eylemediği efendi
kıyafetindeki bir Kürd casusunu hangi kuvvetin tahtında muallimliğe tayin etmiştir?
Vilayetten ve Çapakçur merkezlerinden bu kabil memur kıyafetli Kürd, yerli ve hariçten
eşhas-ı muzırra da gelmektedir. Acaba Çapakçur’da böyle bir kuvvetli cemiyetin mevcut
olduğu hissedilmedi mi? Edilmiş ise ne için Hükümet-i Cumhuriye-i mukaddese haberdar
edilmiyor. Mir-i mumaileyh muhit alevlensin, esrar-ı hükümet keşf edilsin, eşhas-ı muzırra
dağılsın, tahassun eylesin ve memleket bir ihtilal içinde mi kalsın istiyorlar? Acizlerini
tazyikve ifademin ne için bu muhitte verilmesini Ankara’ya ifadeye gelmekliğimi takip ve
tehire uğratıyor. Çapakçur’da vücuduyla kaim müsbetmurad ne suretle tekzip edilecektir?
İrade buyurunuz. Vaziyet günden güne kesb-i vehamet ediyor. Fazlasını hükümet-i
mahalliye tedkik ve tahkik buyursun. Bendeniz başka esrar ve ifadeyi huzurunuzda vermeyi
sabırsızlıklarla bekliyorum. Telgraf parası vermeye istikraza takatim yok. Şifrem yok.
Fazlaca tazyik ve tehir edilirsem, çekeceğim böyle açık telgraflarla esrar-ı mühimme
efvah-ı nasta şüyu’ bulacaktır.

15 Kanunusani 341 (15 Ocak 1925)

Çapakçur Başmuallim-i sabıkı Mehmed Zeki Dündaralp508

Vali’nin yazmış olduğu 13 Ocak tarihli şifre üzerine Dahiliye Vekâleti’nden bir
cevapname yazılarak İdare-i Vilayat Kanunu’nun 19. maddesi gereğince Muallim hakkında
tahkikatın savcılığa teslim edilmesi emir buyuruluyor. Bunun üzerine Vali, olayı Çapakçur
Savcılığına sevk ediyor. Hilaf-ı hakikat ihbarda bulunmak suçlamasıyla, Muallim
mahkemeye celp ediyor. Bundan korkan Muallim, Lice’de bulunan eniştesinin yanına firar

508
İM/T12/12/69-12/158/10

234
ediyor. 2 Şubat’ta Muallim’in gıyabında mahkeme yapılıyor. 5 Şubat’ta üç ay
mahkûmiyetine karar veriliyor. Bu olaydan bir hafta sonra Piran’da isyan başlıyor ve
Lice’de bulunan Muallim isyancılar tarafından evinde şehit ediliyor. Bir yazışmada Vali,
Muallimin öldürülmesinin isyan ile ilgisi olmadığını, Mehmet Zeki’nin, Liceli Galip
Ağa’nın evinden geceleyin çıkarken Galip Ağa zannedilerek öldürüldüğünü söylemiştir.

Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’in, Muallim ile ilgili daha farklı iddiaları da olmuş
ve bunları Dahiliye Vekâleti’ne bildirmiştir. İsmail Hakkı Bey, Muallim’in Elaziz
vilayeti’nin Percenek köyü Muallimi iken kötü hal ve idaresi dolayısıyla azledilmiş ve
askere sevk edilmek üzere asker alım şubesine teslim edilmiş iken, o vakit Çapakçur Mal
Müdürlüğü’nde bulunan Abdülgani Efendi’nin yanına firar ettiğini ve eniştesi vasıtasıyla,
kendisi henüz vali değil iken, 19 Haziran 1924’de Çapakçur Mektebi Başmuallimi tayin
edildiğini söylemiştir.

Muallim Mehmed Zeki Olayı başka belgelerde daha farklı olarak karşımıza
çıkmaktadır. Muallim Mehmed Zeki’nin eniştesi Lice Ziraat Bankası Memuru olan
Abdülgani, 11 Nisan’da 5. Kolorduya yazdığı yazıya göre; Muallim Mehmed, Şeyh Said
hakkında bir şey yazmaya cesaret edememiş ancak Şeyh Said’in casuslarından olan Hacı
Mehmed hakkında yazı yazmıştır. Yapılan tahkikatlarda ise Kürt casuslarının vermiş
olduğu ifadelerle Muallim azledilmiş ve yerine meşhur Bitlisli Hacı Musa Bey’in yeğeni,
Kürt casusu Sıdkı Efendi, muallim olarak tayin edilmiştir. Bunun üzerine hayatının
tehlikede olduğunu anlayan Muallim, Lice’ye eniştesi Abdülgani Bey’in yanına gelmiş ve
oradan Diyarbekir’e bir rapor yazmıştır. İsyanın başlamasından sonra Hacı Mehmed, Şeyh
Said ile birlikte Diyarbekir cephesinde bulunduğu sırada Lice’nin Kaya Mahallesi’nden
para karşılığında temin edilen bazı kişiler 10 Mart günü saat on bir sıralarında Muallim’in
olduğu evi basarak kapının önünde şehit etmişlerdir. Muallim, evin önünde yaklaşık bir
saat yağmur altında kalmıştır. Muallim’in şehadetinden sonra Hacı Mehmed, Muallim’in
Kadımadrak’taki evini ve hayvanlarını yağma ettirmiştir.509

Muallim Mehmed Zeki Olayı, Şeyh Said’in yargılanmasından önce 20 Mayıs 1925
tarihinde İzmir’de yayınlanan Türkili gazetesinde “Çapakçur Telgrafhanesinde Boğulan
Esrar” başlığıyla haber olmuştu. Haberde şöyle deniliyordu: “Bir muallim, isyanı
vukuundan üç ay evvel haber verdiği için bir yalanla mahkûm edilmişti. İsyanın
zuhurundan sonra ise Şeyh Said’in emriyle şehit edildi.” Haberde, Çapakur’da tutulan

509
İM/T12/12/69-12/158/6-7

235
zabıtname ile Muallim Mehmed Zeki Efendi’nin Gazi Paşa’ya çektiği üç telgraf da
yayınlanmış ve bu telgrafların Gazi Paşa’ya ulaşıp ulaşmadığını sorguladıktan sonra şu not
düşülmüştü: “Şubatın on üçüncü günü hayatının tehlikede olduğunu anlayarak Lice’ye
giden genç Muallim, bir taraftan Çapakçur mahkemesince müfterilikle mahkûm edilirken
üç gün sonra Şeyh Said başta hainler isyan bayrağını kaldırıyorlar. Âsiler Lice’ye gelince
genç Muallim’in kale içindeki evine gidiyorlar. Kendisini aşağı indirip kapısının önünde
öldürüyorlar. Günlerce sokakta kalan cesedini de köpeklere yedirmek suretiyle
dinsizliklerini bir kere daha gösteriyorlar”510

Şeyh Said davası başladıktan sonra, Muallim’in yapmış olduğu ihbarları ciddiye
almadıkları gerekçesiyle Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi Bey ve Genç Valisi İsmail
Hakkı Bey bu davaya dâhil edilmişlerdir. Ayrıca Muallim’i 3 ay hapse mahkûm eden Genç
hâkimi Ali Rıza Efendi de aynı davada yargılanmıştır. Şunu da ifade etmek gerekir ki
Muallim Mehmed Zeki Efendi’nin ihbarlarında bölgedeki Kürtçülük faaliyetlerinden
bahsediliyor olmasına rağmen Şeyh Said hakkında ve onun isyan ile ilgili yaptığı ifade
edilen hazırlıklardan bahsedilmemektedir.

2.3.3. Genç Eski Mebusu Hamdi Bey’in İhbarları

Eski Genç Mebusu Hamdi Bey’in isyanla ilgili olarak yapmış olduğu ihbarlar,
önemli bir yer teşkil etmektedir. Şeyh Said’in yargılanması sırasında şahit olarak da
mahkemede bilgisine başvurulmuş olan Hamdi Bey’in, mahkeme dosyasında öncelikli
olarak 1923 yılı içerisinde Mustafa Kemal Paşa’ya göndermiş olduğu dört adet telgraf
bulunmaktadır. Bu telgrafları 1923 yılında olan seçimler dolayısıyla kendisine verilen şifre
ile göndermiştir.

Hamdi Bey bu telgraflarda, bölgede Kürdistan zihniyeti üzerine propagandalar


yapılarak halkın efkârının ifsad edildiğinden, yine muhalif mebuslardan Yusuf Ziya Bey’in
bölgeye gelerek hilafet ve Kürtçülük propagandasında bulunduğundan ve bölgedeki diğer
gelişmelerden bahsetmektedir. Telgraflarda şöyledir:

1. Telgraf:

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Numara:3Gayet mühim ve müstaceldir

510
Türkili gazetesi, 30 Mayıs 1341, Numara:53, s.3

236
Mütekaddim 9 Mayıs 39 tarih ve bir numaralı şifreye lahikadır. Mutasarrıf’ın
idaresizliğine rağmen âmâl-i muzırralarına nâil olacak fikr-i fesadıyla hizmet-i askeriye ile
mükellef sevke tabi iken desise ile geri kalan İhtiyat Zabiti muhaliflerden Tayyib Efendi’yle
Çanlı Şeyh Mustafa’ya rey kazandırmak için Tayyib’in pederi Genç Vergi Başkâtibi İsmail
ve bacanağı Müddei-i Umumi Abdülmecid Efendiler grubumuz namzetlerine rey
verdirmemeye çalışmakta ve muzır propagandalarla ortaya Kürdistan zihniyetini sokarak
halkın efkârını ifsad etmekte olduklarından mumaileyhimin İstiklal Mahkemesine sevkleri
esbabının istikmal buyurulması selamet-i vatan namına maruzdur. 11 Mayıs 339 (1923)

2. Telgraf:

Büyük Millet Meclisi Reisi Baş Kumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Numara:4 Müstaceldir

Livamız namzetlerinden Bitlis Mebusu muhaliflerden Yusuf Ziya Efendi


İstanbul’dan doğruca bu havalice nafizü’l-kelam bulunan Genç Melekankaryeli Şeyh
Abdullah Efendi’nin nezdine gelerek hilafet meselesini ve Kürtçülük zihniyetini ilka ile
muzır propagandalar yaparak halkın efkârını ifsat ve ihlal etmekte ve dolayısıyla
teşkilâtımıza engel olup intihabata fesat karıştırmış ve mamafih bu telkinat üzerine Şeyh
Abdullah dahi Erzurum’da bulunan Miralay Kürt Halid Bey’in nezdine gitmiş olduğu gibi
bu efkâr-ı muzırralarını suret-i hafiyede bizzat ve bilvasıta her tarafa intişar ettirmekte ve
her ne hikmete mebni ise Mutasarrıf-ı liva işbu mühim hususlarda lakayt bulunmakta ve
binaenaleyh esasen bu babda Trabzon’da, Erzurum’da, Diyarbekir’de Dersim’de,
Elaziz’de, Genç’te ve mahall-i sairede son derece hafi teşkilâtlar mevcut olup peyderpey
öteye beriye sirayet ve teşa’ub etmekte olduğu mahsus idüğünden icabının ifa buyurulması
selamet-i vatan namına maruzdur.9 Haziran 39 (1923)

3. Telgraf:

Büyük Millet Meclisi Reisi Baş Kumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Numara:5Mühim ve Müstaceldir

Mütekaddim 9 Haziran 339 tarih ve 4 numaralı şifreye lahikadır. Erzurum’da


bulunan aşiret reisi Vartolu Halid Bey, Erzurum Mebusu Süleyman Necati Bey ve hem-
pâlarıyla bi’l-ittifak istiklâliyet efkâr-ı muzırrasına rağmen İngiltere’nin âmâl-i fâsidesine
hizmetle Van hududunda isyan eden Kürd Simiko nam şerir ile Bitlis, Muş, Genç ve

237
mahall-i saire rüesa ve meşayihiyle dahi muhabere-i hafiye-i fesadiyede bulunmakta
olduğuna bu kere muttali bulunduğum maruzdur.17 Haziran 39 (1923)

4. Telgraf:

Büyük Millet Meclisi Reisi Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Numara:8Mühim ve Müstaceldir

İngiltere’nin ıtmâ ve ilkaâtıyla Zaho’da müteşekkil Kürt cemiyetince mutasavver


bulunan Kürdistan namıyla muhtariyet ilanı âmâl-i muzırrasına rağmen vilayet-i
şarkiyedeki ekrad ve aşâir-i rüesa ve meşayihle muhabere ve ittihad etmekte ve
binaenaleyh bu babda ötede beride gizlice dolaşmakta bulunan Bedirhaniler ve sair eşhas-
ı leime cahil ahaliyi tesmim ve idlal ile tedabir-i hainanede bulunmakta oldukları mahsus
idüğünden icabının ifası selamet-i vatan namına maruzdur.13 Eylül 39511

Hamdi Bey’in Mustafa Kemal Paşa’ya göndermiş olduğu bu telgrafların yanında


1924 yılı içerisinde Dahiliye Vekâleti’ne göndermiş olduğu üç adet rapor bulunmaktadır.
Bunlardan 11 Temmuz 1924 tarihli raporunda Çapakçur Kaymakamı Hüseyin Hilmi’nin
Kürtçülük zihniyetini taşımakla birlikte, Şeyh Şerif’e hükümetin sırlarını verdiğini, ayrıca
yine Oğnut Nahiye Müdürü Tayyib Efendi ve sairenin Şeyh Şerif’le hem fikir olarak
Kürdistan’ın muhtariyeti için faaliyet gösterdiklerini ve tedbir alınmasını bildirmiştir. Bu
raporlarda bahsedilen Şeyh Şerif ve Tayyib Efendi, İstiklal Mahkemesinde yargılanarak
idam edilmiş, Hüseyin Hilmi Bey ise 15 sene kürek cezasına çarptırılmıştır. Rapor
şöyledir:

Dahiliye Vekâlet-i Celilesine

On beş gün mukaddem maa aile müteehhil bulunduğum Çapakçur kazasına avdetle
ahval-i hazıra-i umumiye hakkında bu kere de icra eylediğim tahkikat ve tedkikat-ı amîka
neticesinde istihsal edebildiğim malumat ve istitlaât-ı çakeranemi ber-vech-i zîr arz ve
tezbir eylerim. Şöyle ki;

Çapakçur kazası Kaymakamı muhaliflerden Hüseyin Hilmi Bey’in esasen Çerkes


bulunmak dolayısıyla idare-i hazıra aleyhinde olup Ekrad ve aşâirin âmâl-i muzırralarına
hâdim ve hal-i hazırda cereyan edegelmekte bulunan Kürdçülük zihniyetini taşımakta
olduğu gibi akdemce arz eylediğim vechle daima öteyi beriyi dolaşarak hükümet-i

511
İM/T12/12/69-12/160/3

238
mukaddese-i hazıramız aleyhinde fena propagandalarla cahil ahalinin efkârını tahriş ve
tesmim etmekte bulunan Dikvanlı Şeyh Şerif ile müttehidü’l-efkâr olup hükümetin esrar-ı
mühimmesini ve tamimen tebliğ buyurula gelen evâmir ve şifrelerin münderecatını Şeyh-i
mumaileyhin vasıtasıyla Ekrad ve aşâire haber vermektedir.

Mamafih Çapakçur müteneffizanından olup Genç Vergi Başkâtibi bulunan


muhaliflerden İsmail Efendiyle oğlu Oğnut nahiyesi Müdürü Tayyib ve biraderi Çapakçur
Nüfus Kâtibi Maruf ve Sandık Emini Züfer Efendilerle Müdür-i mumaileyh Tayyib
Efendi’nin kayınpederi olup Varto kazası kaymakamlığında iken Kürdçülük zihniyetini
takip ettiğinden dolayı azledilen ve şimdi Çapakçur’un kaza merkezinde ikametle mazuliyet
maaşını almakta bulunan Bitlisli Abdülhamid Bey dahi şeyh-i mumaileyh hemfikir
bulunmakta ve daire-i hazıra aleyhinde olup evvel ve ahir arz ve izah edegeldiğim vechle
rüfekaları gibi vilayât-ı şarkıyede Kürdistan namıyla muhtariyet teşkili âmâl-ı muzırrasıyla
çalışmakta olduklarını ve hatta mumaileyhimden Abdülmecid ve damadı Müdür Tayyib
Efendilerin tavassutuyla Muşlu Hacı Musa ve Erzurum’da mukim aşiret reisi Miralay
Halid Beylerle muhabere-i hafiye-i fesadiyede bulunmakta olduklarını ve maahaza Tayyib
Efendi ise Muş ve Erzurum’la hem-hudud ve etraf-ı erbaası aşâirle muhat bulunmak
itibarıyla ehemmiyet-i mevkıası derkar bulunan Oğnut nahiyesi Müdüriyetinde müstahdem
bulunmasından nâşî tamimen müdüriyet namına da tebliğ oluna gelmekte bulunan
hükümetin mahrem esrarını ve evamir-i mühimme münderecatını dahi aşâir rüesasıyla
meşayihine söylemekte ve hükümet-i mukaddese-i Cumhuriyemiz aleyhinde her tarafa
hafiyen muhabere ve ittihad etmekte ve ber-vech-i maruz Kürdistan namıyla muhtariyet
istihsali âmâl-i bâtılanesine rağmen tedabir ve teşebbüsat-ı hainanede bulunmakta
olduklarını yerli yerince tamamiyle vâkıf olduğumu ber-tafsil Genç Vali Vekili İsmail
Hakkı Bey’e şifahen arz etmiş olduğum gibi işin ehemmiyet-i fevkaladesine ve umuma ait
bulunmasına mebni icab ve tedabir-i lazımenin ifa buyurulması zımnında hasbe’l-hamiye
selamet-i vatan namına keyfiyetin zat-ı devletlerine de arzına lüzum görmüş ve bu vesile ile
revabıt-ı samimanemi teyid ile tazimat ve ihtiramat-ı çakeranemi takdim ve temenni-i
muvaffakıyet eylerim.11 Temmuz 340 (1924)

Genç Mebus-ı Sabıkı

Hamdi512

512
İM/T12/12/69-12/160/4

239
24 Eylül 1924 tarihli olup Hamdi Bey’in müracaatı üzerine Genç Vilayeti
vasıtasıyla Dahiliye Vekâletine gönderilen raporda ise, Molla Said-i Kürdi’nin
İstanbul’daki Kürt cemiyetinin kararıyla memur olarak şark vilayetlerine gönderildiği ve
amacının Kürdistan’da muhtariyet ilan edilerek Irak’a bağlamak olduğu, ayrıca Molla
Said-i Kürdi’nin Erzurum’a gelerek Cibranlı Halid Bey’le ve saire başka kişilerle
görüştüğü, oradan da Van’a gittiğini bildirilmişti.513 Ayrıca aynı raporda Şeyh Şerif, Muşlu
Hacı Musa, Halid Bey, Yusuf Ziya ve Tayyib Bey’in de aynı hususta faaliyet göstererek
birbirleriyle muhabere halinde olduğundan bahsedilmektedir. Raporun tamamı şöyledir;

Monla Said-i Kürdi nam eşhas İstanbul’da müteşekkil Kürd cemiyetince mukarrer
olduğu vechle vilayât-ı şarkiye havalisine memuren i’zam edilerek Kürdistan namıyla
muhtariyet teşkil ve ilanıyla Irak’a rabtı âmâl-i bâtılasına rağmen, evvel emirde
Erzurum’a gelerek Varto aşiret reisi Miralay Kürd Halid Bey’le ve ahiren Oğnut
nahiyesinden geçmekte iken aşiret reisi Binbaşı Baba Bey’le ve saire ile de görüşerek
teâti-i efkârla Muş, Van cihetlerine savuşmuş ve bu havali Ekrad ve aşair ve rüesa ve
meşayihiyle bi’l-ittihat bir takım fena propagandalarla ve ilkaât-ı menfure ilcasıyla efkar-ı
umumiyeyi tahriş ve tesmim etmekte ve dolayısıyla Musul’un Zaho kazasındaki Kürt
cemiyeti ile bu babda muhabere ve ittihat etmekte oldukları müstahberdir. Mamafih Palu
kazasının Dikvan nahiyesinden ve Kürd cemiyeti azasından bulunan Şeyh Şerif dahi bu
âmâl-i muzırrayı takiben her-bar öteyi beriyi dolaşmakta ve Muşlu Hacı Musa Bey’le
mumaileyh Halid Bey ve Bitlis Mebus-ı sabıkı Yusuf Ziya ve Çapakçur müteneffizanından
olup Muş ve Erzurum’la hem-hudud ve etraf-ı erbaası aşairle muhat bulunmak itibarıyla
ehemmiyet-i fevkaladesi derkâr bulunan Oğnut nahiyesi müdürü Tayyib Efendiler dahi bu
hususta yekdiğerleriyle muhabere ve ittihad etmekte ve cahil ahaliyi idlal ve iğfal etmekte
oldukları mahsus ve müstatli’dir. Binaenaleyh bu gibi eşhas-ı muzırranın böyle
sellemehüsselam ötede beride dolaşarak teşebbüsat-ı hainanede bulunmaları ve hususiyle
bunlardan bazısının devlet memuriyetinde istihdamları bi’n-netice gayr-ı kabil-i telif

513
Hamdi Bey’in raporunda Molla Said-i Kürdi olarak bahsettiği kişi Şeyh Said değildir. Bu kişi
Bediüzzaman Said Nursi olmalıdır. Tartışmalar olsa da belgeler Said Nursi’nin Kürt Teali Cemiyeti
üyelerinden olduğunu göstermektedir. Şeyh Said ile Said Nursi’nin karıştırıldığı anlaşılmaktadır. Cumhuriyet
gazetesinin 16 Şubat 1925 tarihli nüshasında şöyle yazmaktaydı: “Şubat’ın on üçüncü günü Ergani’nin Piran
karyesindeki jandarma müfrezesiyle o civara gelen Şeyh Said Beidüzzaman ve avanesi arasında bir
müsademe olmuş….” 23 Şubat 1341 tarihli İstiklal gazetesinde ise şöyle yazmakta idi: “Şeyh Said,
Bediüzzaman değildir. Bazı gazeteler Şeyh Said’in Bediüzzamnü’l-Kürdi olduğunu yazmışlarsa da asinin
aslen Palu kasabası ahalisinden olup mülga Daru’l-hikmetü’l-İslamiye azalığında bulunan zat olmadığı
anlaşılmıştır” yazmaktadır. Behçet Cemal’in eserinde de Şeyh Said için “Şeyh Said Bediüzzaman” tabiri
kullanılmaktadır ki bu karışıklığın sebebinin Cemal’in eserinin bir bölümünü Cumhuriyet gazetesinin
haberlerini esas alarak hazırlamış olmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

240
hâlâta sebebiyet vereceği ecilden katiyen tecviz buyurulamayacağı müstağni-i arz ve
izahtır. Esasen İngiltere’nin siyaset-i melunanesi icabatı olarak Musul vilayetinin, vilayet-i
şarkıyenin kilidi olmak itibariyle Van, Hakkari, Erzurum, Muş, Bitlis, Diyarbekir, Siverek,
Elaziz, Malatya, Genç vilayetleriyle alakadar addedile gelmekte ve bu vilayetlerin Irak
gibi müstakil bir kitle haline vazıyla beraber Irak’a rabtı âmâl-i muzırrasıyla uğraşmakta
oldukları derkâr idüğünden işbu ahval-i muzırraya meydan ve imkan kalmamak üzere
vilayât-ı şarkıyede idare-i örfiye ilanıyla beraber bu gibi muzır eşhasın serbest
bırakılmayarak tecziyeleri ehem ve elzem idüğünden icabat ve tedabir-i serianın ifası
hususunun Dahiliye Vekâlet-i Celilesine arz ve iş’ar buyurulması sâika-i hamiyetle
selamet-i vatan namına maruzdur efendim. 24 Eylül 340 (1924)

Çapakçur Kadımadrak karyesinde mukim

Genç Mebus-ı Sabıkı

Hamdi514

Hamdi Bey’in yukarıdaki 24 Eylül 1924 tarihli raporunda belirttiği, memurlardan


ve ahaliden bazılarının Said-i Kürdi ile teşrik-i mesai ederek bir Kürt hükümeti teşkil etme
hususu Bitlis Divan-ı Harbine bildirilmiş ve bunun üzerine Çapakçur Savcısı vasıtasıyla
Hamdi Bey’in ifadesi alınmıştır. Dahiliye Vekâleti bu tahkikatın neticesini Ocak 1925
içerisinde hem Dokuzuncu hem de Yedinci Kolorduya sormuştur. Yedinci Kolordu
Komutanı Mürsel Paşa yazdığı cevapta Hamdi Bey’in ihbarlarının söylentiye dayandığı ve
ihbarlarının kaynağını gösteremediği belirtilmiştir.

Hamdi Bey’in Dahiliye Vekâleti’ne göndermiş olduğu üçünü rapor, 3 Kasım 1924
tarihlidir. Bu raporda devlet erkânının vilayet dâhilinde, Kürtçülük cereyanlarına ve
hükümet aleyhtarlığına karşı lakayt bulunduğundan, bilhassa bu cereyanların faal
unsurlarından olan Oğnut Müdürü Tayyib Efendi’nin, yapılmış olan ihbarlara ve
müracaatlara rağmen, daha güçlü olduğu Fahran nahiyesine tayin edildiğinden ve
camilerde Cumhuriyet Hükümetine dua edilmediğinden ve hükümet aleyhinde kötü söz
söyleyen Kadımadraklı Hacı Mehmed hakkında hiçbir işlem yapılmadığından bahsetmiştir.
Ayrıca -Bir önceki bölümde tam metni verilen- Muallim Mehmed Zeki Bey tarafından
tutulmuş olan 26 Ekim 1924 tarihli zabıt varakası da bu raporun eki olarak Dahiliye
Vekâletine sunulmuştur. Raporun tamamı şöyledir:

514
İM/T12/12/69-12/160/5

241
Dahiliye Vekâlet-i Celilesine

Maruzat-ı Mühimme-i Bendeganemdir

Merbutan takdim kılınan 26 Teşrinievvel 340 tarihli zabıt varakası


münderecatından da keyfiyet müsteban buyurulacağı vechle, bu havalide de hükümet-i
mukaddese-i Cumhuriyemiz aleyhindeki Kürdçülük zihniyeti tamamiyle yerleşmiş ve efkâr-ı
umumiye zehirlenmiş iken taşradaki evliya-yı umur efendilerimiz maalesef halen işe
ehemmiyet vermemekte ve hatta birtakımları gerek menafi’-i hasiselerine, gerekse hanedan
taraftaranından olup muhalif bulunmalarına rağmen bu gibi ahval-i muhimmeyi tekzibe
bile cüret etmektedirler. Ez-an cümle geçenlerde makam-ı âlilerine telgrafiyen vuku bulan
müracaat-ı çakeranem üzerine şeref-vârid olan irade-i name-i telgrafileri mucibince
ahval-i umumiye hakkındaki istitlaâtımın vilayet şifresiyle arzı zımnında Genç Vali vekili
İsmail Hakkı Bey’e mütekaddim maruzatımın münderecatını ve esrar-ı mühimme-i
hükümeti tamamiyle alakadarana ifşa ile âmâl-i hainanelerine iştirak etmekte bulunduğu
cereyani-i muamele ile müberhendir. Şöyleki:

Evvel, ahir arz ve izah eylediğim vechleKürd cemiyeti azasından ve âmâl-i muzırra
ashaplarından bulunan Çapakçur Ekradından İhtiyat Zabiti Tayyib Efendi Genç’e mülhak
Oğnut Nahiyesi Müdüriyetinde iken mumaileyhin Kürdçülük zihniyetiyle idare-i hazıra
aleyhinde olup Halid ve Hacı Musa Beyler ve saire ile muhabere-i hafiyesi ve Ekradı iğfal
ve idlal etmekte olduğu hakkında Vali Vekili’ne mükerreren vuku bulan ihbaratıma ve
iş’arat-ı resmiyeye ehemmiyet vermeyerek âmâl-i menafi-i cuyanesi hasebiyle bu kere de
mumaileyhi bi’l-iltizam memleketi bulunan Çapakçur kazasının Fahran Nahiyesi
Müdüriyetine tahvil ettirilmesine mebni memleketi bulunmak itibarıyla müteneffiz
bulunduğu hane-i mezkurede bir takım ilkaât-ı menfure ilcasıyla Kürdçülük teşkilât ve
zihniyetini tevsi etmekte ve cahil ahalinin efkârını zehirlemektedir.

Mamafih herbar Hükümet-i Cumhuriyemiz aleyhinde sâî olan eşhas-ı leimeden


olduğu merbut zabıt varakası münderecatıyla da müeyyed ve müsbet bulunan Çapakçur’un
Kadımadarak karyesi ahalisinden Maksud oğlu Hacı Mehmed nam eşhas melun eşkıya
yatağı ve hâmisi olduğu gibi sırf menafi’-i şahsiyeleri uğrunda devre çıkmış olan Genç
Vali Vekili’ni Jandarma Tabur Kumandanı Beyler karye-i mezkurede bir saat mesafede
kaza merkezinde bulundukları bir sırada beş gece evvelisi merkum Hacı Mehmed’in
tahrikiyle bir seneden beri ötede beride dolaşmakta ve icra-yı şekavet edegelmekte

242
bulunan Çevlikli Yado nam şaki çetesiyle beraber nısfü’l-leylde mukim bulunduğum
mezkûr Kadımadrak karyesine müsellehan baskın yaparak ve birçok mermi atarak karye
halkını ve âcizlerini tehdit ile alâmelainnas suret-i cebriyede karye-i mezkureli Hacı
Ali’nin dükkânındaki eşyasını nehb ve garetle merkumu fena derecede darp ve işkence
etmiş olduklarını, merkumun Vali Bey’e vuku bulan şikâyeti üzerine eşkıya yatağı bulunan
yalnız hain-i merkum Hacı Mehmed yalnız merkez kazaya celp ile kendisinden bir miktar
para alarak bırakmış oldukları tevatüre nefvah-ı nasta söylenmektedir. Fi’l-hakika
merkumun cihet-i adliyeye teslim edilmeyerek hod-serâne bırakılmış olması da haber-i
mezkûru teyid etmektedir. Binaenaleyh Vali Vekili Bey’in Laz bulunması dolayısıyla
muhaliflerden olduğu cihetle bu gibi ahval-i müessifeye asla ehemmiyet vermemekte ve
aksi takdirinde tekzip bile etmekte olduğu şâyân-ı hayret ve teessüftür. Bununla beraber
ahval-ı hazıra hakkında selamet-i vatan uğrunda gayet mühim ve mahrem olan maruzatımı
dahi alakadar olan eşhasa söylemesi üzerine birçok tehdidata maruz bırakılmaktayım.
Bendeniz Türk millet-i necibesinden bulunmaklığım hasebiyle her an milliyet ve vatanımız
uğrunda fedakârlık etmiş ve bu misillü tehdidat-ı hainaneye asla ehemmiyet vermemekte
bulunmuş ve fakat birtakım takdiratsız, vicdansız evliya-yı umur efendilere karşı takbihat
ve tehalüke maruz bırakılmaklığıma karşı vicdanen muazzeb bulunmakta isem de her ne
olursa olsun bu mesleğimde sebat edeceğimi, vatan hainleriyle herbar pençeleşeceğimi ve
hükümet-i hazıra-i mukaddesemize karşı olan merbutiyet ve sadakatimi muhafaza yolunda
hayatımı bile fedaya âmâde bulunduğumu bu kere de teyit ve temin eylerim.

Maahaza bu havalide hükümet merakizinden maada camileri bulunan kurâda cuma


hutbelerinde Cumhuriyet’e asla dua okunmamakta olduğu ve ezcümle meskûn bulunduğum
mezkûr Kadımadrak karyesinde de cami olup cuma günlerinde hatip tarafından katiyen
dua edilmeyerek meskûtün-anh bırakılmakta olduğu meşhud iken evliya-yı umur
efendilerimiz tarafından buna da ehemmiyet verilmemektedir. Bu ahval-i müessife sıdk-ı
maruzatıma delil-i vâzıh bulunmuş ve bi’n-netice telafisi gayr-ı kabil vekayiin ve tuğyan-ı
umuminin zuhuruna ve tedabir-i hainanelerinin ikaına meydan ve imkân bırakacağı
müstağni-i arz ve izah idüğünden icab-ı seriinin ve tedabir-i mânianın ifa buyurulmasını
selamet-i vatan namına tekrar arz ve temenni-i muvaffakıyet ile tazimat ve ihtiramat-ı
mahsusamı takdim eylerim efendim. 3 Teşrinisani 340 (3 Kasım 1924)

Çapakçur Kadımadrak karyesinde mukim

Genç Mebus-ı Sabıkı Hamdi

243
Haşiye:

Merbut Zabıt varakasında münderiç olduğu vechle Çapakçur’un Hükümet


dairesinde Maliye odasında Reis-i Cumhur Münci-i vatan Gazi Mustafa Kemal Paşa
Hazretleriyle hükümet-i hazıra aleyhinde lisandarlıkta ve tefevvühat-ı hainanede bulunan
şahıs ise maru’l-arz eşkıya çetesine yataklık ederek vaka-i mezkureye muharrik ve
müşevvik bulunduğundan dolayı Vali Vekili Bey tarafından merkez kazaya celp ile her ne
hikmete mebni ise cihet-i adliyeye teslim edilmeksizin hod-serane salıverilmiş ve hatta
evrakı bile ait bulunduğu mahkemeye verilmemiş olan mütecasir Kadımadrak karyeli Hacı
Mehmed nam şahıstır. Va esâfa zehi ibret

Hamdi515

Hamdi Bey’in yapmış olduğu bu ihbarlar üzerine, bölgeden Hamdi Bey aleyhine
şikâyet telgrafları gönderilmeye başlanmıştı. 5 Ocak 1925 tarihinde Belediye Reisi, Müftü
ve eşraftan bazı kişilerin, Çapakçur’dan Dâhiliye Vekâleti’ne çektikleri telgrafta Hamdi
Bey’in yapmış olduğu ihbarların asılsız olduğu, bölge halkının onu milletvekili
seçmediğinden dolayı bu tür yalan ihbarlarda bulunduğunu söyleyerek memleketlerinin bu
kötü ahlaklı kişiden kurtarılmasını istemişlerdi. Telgraf metni şöyledir:

“Mebus-ı sabık Hamdi Efendi kendisini mebus intihap etmediğimizden münfail


kazada mevcut camilerde Cumhuriyet namına hutbe okunmadığından, ahalimizden
bazılarının Monla Said-i Kürdi âmâline hizmeten Kürdistan teşkili mesaisinde
olduklarından bahisle isnadatta bulunuyor. Bu yalanları müteessiren haber aldık. Bütün
huttabımız hararetle Cumhuriyet namına hutbe okumakta, hiçbir ferdimiz başka emel
taşımamaktadır. Hamdi Efendi’nin yalanı irtikâbı dört maksada mebnidir. Kendisini
intihap etmeyen halkımızdan ve namzedliğini vermeyen Halk Fırkası’ndan aralarında
münaferet ve ikilik sokmak suretiyle intikam almak suretiyle hükümete tecellük eylemek
müstakbel intihabat için tehditlerle bir zemin-i muvaffakiyyet hazırlamaktır. Hükümet-i
cumhuriyenin bi-riya hadimleri biz vilayet ve kaza hükümetlerinden sorarak su-i ahlakla
müştehir ve bir rüyayı arz için Abdülhamid’in kahve ocağına kadar başvurup mükâfat-ı
sadakat dileyen bu hainden, yabancısı olduğu memleketimizin halas buyurulmasını irca
ederiz.”516

515
İM/T12/12/69-12/60/9-10
516
İM/T12/12/69-12/160/15-16-17-18

244
Bununla birlikte Hamdi Bey de 6 Ocak’ta, Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafla;
Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’in hainleri kendi aleyhine tahrik ettiğini, hayatının tehlikede
olduğunu söylemiş ve gereğinin yapılmasını istemiştir. Karşılıklı yapılan bu şikâyetler
üzerine Dâhiliye Vekâleti Genç Vilayetine yazı yazarak olayın araştırılmasını istedi.
Vali’nin Dahiliye Vekâleti’ne cevaben gönderdiği 11 Ocak’taki yazısıyla bölge halkının
Cumhuriyet hükümetine bağlı olduğu, Hamdi Bey’in mebus seçilemediği için bölge
halkından ve bazı memurlardan öç almak için bu tür isnatlarda bulunduğu belirtilmişti.

Genç Halk Fırkası Reisi Mehmed Rıza Bey ve diğer azalar da Hamdi Bey’in bu
ihbarları karşısında Dahiliye Vekâleti’ne şikayette bulunmuşlardır. 12 Ocak 1925 tarihli
telgraf şöyledir:

“Vilayetimiz bidayet-i teşekkülü olan 98 tarihinden bu ana kadar ahali-i vilayet,


hükümetin emirleri dairesinde hareket, itaat ve merbutiyetleri sayesinde teveccüh kazanmış
ez-cümle ilan-ı meşturiyeti müteakip birçok vilayet halkı fırkacılık ve itaatsizlikleri
yüzünden idam, nefy, hapis cezalarına maruz kaldıkları halde yine bu vilayet halkı mümtaz
olarak çıkmış ve Gazi Paşa hazretleri kongrenin bidayet-i teşekkülünde Erzurum’da
verdiği emir ve talimat üzerine İstanbul hükümetiyle kat-ı alaka eyleyerek bilistinad 335
senesinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetini teşekkül ettirilmiş ve verilen emirlerin infazında
çalışılmış ve binaberîn Cumhuriyet Fırkası’ndan mebusluğa namzet gösterilenlere
müttefikan intihab gibi temin-i muvaffakiyet gösterilmiş hulasa asayiş ve itaat hususunda
vilayetimizden vilayetlere numune-i imtisal olduğu bididar bulunmuştur. Hakikat böyle
iken geçen seneden beri vilayetimiz halkından olmayan hiç bir suretle vilayetimizle alakası
bulunmayan ve memuriyet-i esbakı mahkeme zabıt kâtibi olan mebus-ı sabık Hamdi Efendi
bir zamanları Kürtçülük meselesini şimdide güya hutbelerde Cumhuriyet namına dua
edilmediğini ve idare-i cumhuriye aleyhine Vilayet halkı bir propagandada
bulunduklarından bahisle daire-i merkeziyeyi işgal etmekte olduğunu kemal-i teessürle
işittik. Sırf yalandan ibaret olan şu işarat mucib-i meyusiyetimiz olmuştur. Esasen
tercüme-i halinin bozuk, müfsitlikle meşhur olan Hamdi Efendi devr-i istibdadda dahi
Sultan Hamid zamanında yine birtakım yalanlara kendisi kahve ocağına kadar sevk ve
safsata ve hezeyandan ibaret olan ifadesini nazar-ı teemmül etmeyerek avdet ettirilmişti.
Cumhuriyet idaresinden bütün manasıyla razı ve hiçbir muhalif yoktur. Olmuş olsa Hamdi
Efendi’den ziyade vazife bizimdir. Cemiyetimiz muhaliflerin esamisini arz-ı malumat
ederdi. Lütfen Hamdi Efendi’nin işaratları güzel tedkik ve tahkik edilsin, doğru olursa

245
bütün vilayet ahalisi iştirak ettirilmek suretiyle en ağır ceza tatbik edilsin. Aksi takdirde
vilayetimize isnat ettiği şu lekelerden dolayı hükümetçe hakkında müfteri cezası verilsin.
Ve vilayetimizce alakası olmayan mumaileyhin şu iftiralarına nihayet verilmek suretiyle
memleketten kaldırılmasını adalet-i hazıradan kemal-i tazarru ile istirham eyleriz”517

Hükümetin bölgedeki gelişmeler hakkında daha önce de başka mevzularda da


Hamdi Bey’den faydalandığı anlaşılmaktadır. Dahiliye Vekâleti, Musul meselesi ile
Nasturi teşkilâtı hakkında bilgi toplamak için Hamdi Bey’i uygun görmüş ve 26 Mayıs
1924 tarihinde Diyarbekir Vilayetine yazdığı yazı ile onun Musul’a giderek oradan
malumat göndermesini ve bunun karşılığında Hamdi Bey’e 500 lira ücret de verileceğini
bildirmişti. Ancak yapılan yazışmalardan Hamdi Bey’in Musul’a gitmekten imtina ettiği
yazılıdır.518

2.3.4. Darahini İnzibat Memuru Fakih Hasan Fehmi’nin İhbarı

İsyanı, meydana gelmesinden yaklaşık bir ay önce Genç Valisi’ne ihbar ettiğini
söyleyen kişilerden birisi de Şeyh Said’in Darahini inzibat memurluğu görevini yerine
getiren Fakih Hasan’dır. Fakih Hasan İstiklal Mahkemesi tarafından yargılanarak idam
edilen sanıklar arasındadır.

Fakih Hasan’nın Mahkemede verdiği ifadesine göre; isyanın başlamasından bir ay


öncesinde Muallim Mehmed Zeki, Rüşdü Bey ve Hamdi Beylerin vermiş olduğu
ihbarlardan isyan hazırlığı olduğunu anlamış ve Genç Valisine: “İhbarlar doğrudur.
Yazınız işi kapatmayınız” demiş, Vali de onu azarlayarak, “asıl ve esası yoktur” demiştir.
Bunun yanında Fakih Hasan, isyanın başlamasından ve Çapakçur’un işgal edilmesinden
sonra, ahalinin camide toplandığı bir gün, camide bulunan valiye, daha önce onu ihtar
ettiğini hatırlatarak, “bu ahalinin vebali sana aittir” diye söylemiştir.

Genç Valisi İsmail Hakkı, mahkemedeki sorgusunda Fakih Hasan’ın isyanla ilgili
herhangi bir ihbarda bulunduğunu kabul etmemesine rağmen, camide geçen konuşmayı
tasdik eden başkalarının verdiği bazı ifadeler vardır. Camide geçen olaya şahit olanlardan
birisi, tüccardan Bitlisli Bahri Efendi’dir. Onun anlatımına göre; cuma namazı için camiye
giden Bahri, orada Fakih Hasan’ın ve ondan başka memur reislerinin toplandığını
görmüştür. Fakih Hasan, Vali ve Jandarma Kumandanı’na hitaben: “Mustafa Kemal Paşa

517
İM/T12/12/69-12/161/6-7-8-9-10
518
İM/T12/83/805-1/3/1;İM/T12/83/805-1/4/6

246
hazretlerine yazdığım şu telgrafı okuyunuz. Ben ümmiyim. okuryazar değilim. Vali Bey, siz
valisiniz; bunda tashih edilecek bir şey var ise tashih ediniz.” demiş, Vali de: “Ben böyle
şeylere karışmam diğer efendilere veriniz” demiştir. Bunun üzerine Fakih Hasan, Vali’ye
hitaben: “Bundan iki ay evvel şifahi olarak bu harekât-ı isyaniyenin zuhur edeceğini hususi
bir surette size söyledim. Siz vaktiyle bunun çaresine bakmadınız. Bu masum ahaliye yazık
değil midir? Seni hükümet buraya vali göndermişti” demiş, Vali de: “Sizin de elinizde
kalsam hayatım gitmiştir. Türk idaresi altında kalsam yine hayatım gitmiştir. Çünkü bu
mesele hakkındaki ihbarları tekzip ettim. Artık benim için yaşamak kalmamıştır.” diyerek
cevap vermiştir.519

2.3.5. Çapakçur Halk Fırkası Reisi Rüştü Bey’in İhbarı

Çapakçur Halk Fırkası Reisi olan Rüştü Bey, Şeyh Said ile birlikte yargılandıktan
sonra beraat eden şahıslardandır. Rüştü Bey, isyanın başlamasından yaklaşık dört ay önce
23 Eylül 1924 tarihinde Ankara Halk Fırkası Başkanlığına çekmiş olduğu telgrafla
bölgedeki gelişmeler hakkında bilgi vermiştir.

Rüştü Bey’in ifadesinde anlattığına göre; Muşlu Hacı Musa Bey, Çapakçur
Müddei-i Umumisi Şemseddin Bey’in kardeşi olan Mustafa Bey’i propaganda için
Çapakçur’a gönderiyor. Çapakçur’da kardeşi ile görüşen Mustafa Bey ardından Simsor’a
geçiyor. Orada Hasan oğlu Ali ve Ahmed oğlu Arif adında iki kişiye: “Siz de Kürtsünüz,
hükümet-i cumhuriye kâfir olmuş. Müstakil bir Kürt hükümeti teşekkül edecektir. Siz de
bunu biliniz.” demiştir. Ardından bu iki kişi bu durumu Rüştü Bey’e ihbar ediyor. O da 23
Eylül 1924 tarihinde olayı Halk Fırkası başkanlığına iletiyor. Bunun üzerine Dâhiliye
Vekâleti, Genç Valisi’nin tahkikat yapmasını istiyor. Vali de olayı Çapakçur Kaymakamı
Hüseyin Hilmi’ye havale ediyor; Hilmi Bey, konu ile ilgili tahkikat yaparak dosyayı
Vali’ye gönderiyor. Bu kez Vali, şahitleri tekrar dinlemek üzere celp ediyor.

Rüşdü Bey sorgusunda bu bölümü şöyle anlatmıştır: “İfademi aldılar. Şahitlerin de


ifadelerini aldılar, Vilayete gönderdiler. Vali bunları tevkifhanede bıraktı. ‘Siz yalan
söylüyorsunuz. Kürdistan’da böyle bir şey yoktur’ dedi. Dâhiliye Vekâletine de böylece
yazdı. Sonra kasabaya geldi. Bana ‘Ne cesaretle bu telgrafı veriyorsun’ dedi. ‘Bir daha
böyle bir şey yazarsan gözlerini patlatırım’ dedi.” Bu olaydan sonra Vali, Bakanlığa işin
asıl ve esası yoktur diye yazı yazmıştır.

519
İM/T12/12/69-12/159/4-11

247
Rüştü Bey’in Halk Fırkası’na göndermiş olduğu telgraf şöyledir;

Telgraf

Ankara Halk Fırkası Riyaset-i Aliyyesine

Bura Müddei-i umumisi Muşlu Şemseddin Bey’in biraderi Mustafa, Muş’tan


buraya gelmiş ve kardeşi mumaileyh ile görüştükten sonra tekrar Muş’a avdet etmek üzere
Simsor karyesine uğramış ve Simiko ile Seyyid Taha ve Hacı Musa Bey ve Şeyh Mahmud
Süleymani ve şehzadeler yekdiğeri ile ittihad etmiş, zalim olan hükümet-i hazırayı tarumar
etmekle Kürt Hükümetinin vücuda getirilmesi esbabını ihzar eylemiş olduğu malumatını
biraderi mumaileyh Şemseddin Bey’e getirdiğini ve bu muhabereyi temin vazifesiyle
mükellef bulunduğunu ve biraderinin ifadesine nazaran bu havali ahalisi de muhalif
olduğunu bildiği hasebiyle bunu söylemekte bir beis görmediğini ifade etmiştir. Şemseddin
Bey’in de eşhas-ı merkume ile müttehid bulunmakta olduğu ve ahalinin de fikrini
zehirlemeye başlamakta bulunduğunu bila-mezuniyet yaylaları dolaşmış olmasıyla sabittir.
Ahali nazarında bir tesir yapmak üzere vazifesine nihayet vermesiyle beraber hakkında
takibat-ı kanuniyenin icrası selamet-i millet icabından olduğunu arz eylerim. 23 Eylül 340
(1924)

Çapakçur Halk Fırkası Reisi Rüşdü

Böyle bir telgrafla bölgedeki gelişmeleri Halk Fırkası Başkanlığı’na bildiren Rüştü
Bey’in isyana iştirak suçuyla yargılanmasının sebebi, isyancılar arasında bazı cephelerde
bulunduğuna dair raporların olmasıdır. Rüştü Bey isyancıların arasında bulunmuştur, ancak
bunu çekmiş olduğu bu telgrafın isyancılar tarafından haber alınarak hain ilan edilmesi
üzerine ailesini koruma amaçlı yaptığını söylemiştir. Bunun yanında Rüştü Bey’in Çan
şeyhlerinin teslim olmasında da etkili olduğu raporlarda kayıtlıdır.

2.3.6. Binbaşı Kasım Bey’in İhbarları

Binbaşı Kasım Bey, Abdurrahmanpaşa Köprüsü üzerinde Şeyh Said’i tutarak


hükümete teslim etmiş ve isyanın bastırılmasında önemli bir rol almıştı. Kasım Bey,
mahkemedeki sorgusunda isyanı çeşitli vesilelerle hükümete bildirdiğini ve isyancılar
arasında olduğu vakitlerde de hükümet lehine faaliyetlerde bulunduğunu söylemiştir. 1335
(1919) yılından itibaren hükümetin maksatları doğrultusunda çalıştığını ifade eden Kasım
Bey, İstiklal Mahkemesine verdiği müdafaanamesinde henüz daha isyan başlamadan

248
hükümet namına yaptığı çalışmaları ve daha sonra Şeyh Said isyanı hakkında yapmış
olduğu ihbarları şu şekilde anlatmıştır:

“…Hükümet-i Milliye’nin henüz teşekkülü ve kahr-ı a’dâile meşgul bulunduğu bir


sırada Erzurum, Harput ve Diyarbekir yollarını kat’ ve bend eden şaki-i meşhur Hallo’nun
tenkili için gelen Şark Cephesi Kumandanları avdetinden sonra kendisine teminat vererek
hükümetle bi’l-muhabere dehalet ve istîmanını temin eyledim. Muş Mutasarrıflığının 25
Ağustos 336 ve 478 numaralı telgrafıyla 4 Eylül 336 ve 534 numaralı tahrirî emirleridir.
Cephelere gönderilmek üzere küçük kazamızdan madenî olarak kırk üç bin altı yüz doksan
kuruşu iâneten derç ve cem ederek bizzat Muş Mutasarrıfı Fehmi Bey’e teslim eyledim.
337’de Hacı Musa Bey ve Muşluların müttefikan Muş mustasarrıfı Mehmed Ali ve Şube
Reisi İsmail Beyleri teb’idlerinde Varto’dan Erzurum’a geçmekteler iken, ben de hanemde
alıkoyarak bir hafta sonra Şark Cephesi Kumandanlığına uzun bir telgrafla tafsilat arz
ederek makamlarına iadelerini istirham ve temin eyledim, vicdanlarına eminim. 337’de
Licelilerin otuz kadar esterlerini yükleriyle beraber gasp eden eşkıyadan Mehmed Bey ve
rüfekasının takibine gelen müfrezelere yardım ederek meydana çıkarmış ve kısm-ı azamını
istirdad eylemiştim. Diğer kısmını da merkumûnun istîmanlarıyla takipten aflarını
cepheden istirham ve temin eylediğim zaman ashabına iade ettirmiştim. 339’da Bitlis
Mebus-ı sabıkı Yusuf Ziya’nın Kürdlükle alakasını Varto’ya geldiğinde anladığım gün de
derhal süvari fırkasına -ol vakit Üçüncü Alay Kumandanı idim.- şifre ile arz eyledim ve
aldığım emir üzerine zabıt varakası tanzim ve takdim ile merkumu muhakemelere
sürükledim. Neticesi meydandadır. Şerif Paşa’nın Kürdlerle alakadar olmayıp Kürdlerin
Türkiye camiasından ayrılmayacağı hakkında telgraflarla muhite ve halka numune-i
mümessili oldum, bu yüzden bazılarının nefretini kazandım. Lord Gürzon’un Lozan’da
Kürd mebusları müntehap olmayıp Gazi Paşa tarafından tayin edildiği mealinde zehirli
sözlerine karşı ilk tekzib ve tel’in telgrafını Muş Mebusu İlyas Sami Bey vasıtasıyla yazdım.
Meclis’te okunup hüsn-i tesir yaptığı cevabını aldım. Bu telgraf ve Yusuf Ziya’nın
meselesi; Kürd rüesasının bir kısmı aleyhimde tezyifler, tahkirler yapmaya ve hatta suikast
teşebbüsünde bulunmalarını da istintaç eylemiş iken, asla meyyalat etmemiş ve
sadakatimde sabit-kadem ve musırr kalmıştım. Hasenanlı Halid Bey’in takibi esnasında da
Gazi Paşa hazretlerine, Başvekâlete, Dâhiliye Vekâletine ve Muş Mebusu İlyas Sami
Bey’e; Muş Valisi Sırrı Bey’den, Bulanık’ta Kazım Paşa’ya telgraf verdim. Kürd
cereyanının git gide kuvvetlendiğini, binaenaleyh bir an evvel önünün alınmasını, Muş
Mebusları İlyas Sami, Osman Kadri ve Erzurum Mebusu Halet Beylere sıra buldukça
249
müşâfeheten ve Meclis’teler ise mektuplarla arz ederdim. Bilhassa Halk Fırkası Katib-i
Umumiliğine -Receb Beyefendi zamanında- uzun bir mektup takdimiyle aşiret hayatına
hâtime vermesi ve eşhas-ı mühimme ve müteneffizanının Anadolu içerilerinde iskânları ile
aşâirin kısmen olsun Türk ahali ile tebdilleri zamanının hulul eylediğini dermeyan
eylemiştim. Geçen sene Gazi Paşa Hazretleri’nin Erzurum’u seyahat ve teşriflerinde Muş
Vilayeti heyet-i istikbaliyesinden olarak gitmiştim, ayrıca hususi bir ziyaretle şerefyâb
oldum. Ve Kürdlük, iftirak fikrinin avamda hemen yüzde seksen nisbetinde bulunduğunun
ve tedabir-i katiye-i serianın ittihazı pek muktazi bulunduğunu Ali Said Paşa huzuruyla arz
eyledim. Cibranlı Halid Bey’in tevkifiyle Bitlis’e izamı, Hasenanlı Halid Bey’in takibini
müteakib, Şeyh Said’in din irşadatında bulunarak; Hınıs’ın Şuşar nahiyesinden Oğnut,
oradan Çapakçur’a ve Darahini’ye ve ilerisine geçtiğini işittim. Muahharan Piran Vakası
ve Darahini işgalini işittik. Muhitime su-i tesir yapmamak için elimden dilimden geleni
diriğ etmedim. 23 Şubat 341 tarihiyle İlyas Sami Bey’den aldığım telgrafa cevaben 25
Şubat 341 tarihiyle Dâhiliye Vekâletine ve İlyas Sami Bey’e 21 Kânunuevvel 341
telgrafıyla vaziyetimi bildirmiş olduğumdan sadakatimde sabit-kadem kalacağımı yazdım.
Genç’in Oğnut nahiyesinden iki yüze karib Kürd kuvvetleri mıntıkamıza girdiler. Merkez
kazaya gelmeleri mukarrer iken abluka vaziyetinde tekrar ricatlerini temin eylediğimi
telgrafla yine İlyas Sami Bey’e yazdım. Meclis’te okunarak 3 Mayıs 341 tarihiyle 21/75
numara ile Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesinin takdirnamesini cevaben aldım. Son
dakikalara kadar ruhumla merbutu bulunduğum hükümetten ayrılmayacağımı birçok
muhabere ve mükâlemede anlamış olan âsiler, Genç’in Oğnut, Meneşküt ve Muş’un
Ziyaret nahiyesiyle Akça’nın bir kısım halkı içtima ederek aşiretimin bir takım cahil hoca
ve şeyhlerinin inzımam-ı muavenetiyle aşiret halkını iğfal ederek mıntıkaya girdiler ve
bendenize teslim olmamı haber gönderdiler ‘Son nefsim hükümetle beraberdir’ cevabını
alınca leylen merkez kazaya hücum tasavvurunda bulunduklarını haber aldım. Makine
başında Muş Valisi’ne ahvali arz ettim ve kazadaki ester-suvarın yüzde sekseni Kürd
olduğundan, emin olamadığımı, behemehâl bir bölük askerin sürat-i izamı şiddetle lazım
geldiğini söyledim; muvaffak olamadım. Hınıs’ta askeri kaymakamı Osman Bey’den yüz
nefer istedim. Kolordu’ya yazıp emrini alacağını söyledi, bir daha bulamadım. Akşamleyin
Jandarma Kumandanı -ol vakit- Mülazım-ı evvel Abdülbaki Efendi ile görüşerek âsilerin
tehacümü takdirinde müdafaa mümkün olamayınca birlikte çıkmak mı yahut esir olmak mı
lazım geleceğini müdavele-i fikir etmek lüzumunu konuştuk. Kaymakam Vekili’yle görüşüp
halledeceğini söyledi ve aynı gece de âsiler sabaha yakın hücum ettiler. Yirmi dakika

250
kadar müdafaa edildi. Kasabayı işgal ettiler, bizim kapıya doğru geldiler. Daha evvel
kapıya gelmiş bulunan birkaç akrabam Zazaların kapıya taarruzunu men ettiler. İşgalden
üç dört saat sonraya kadar kapıyı açmadım, muahharan Şeyh Abdullah birkaç hoca ile
ilhah ederek açtırdılar ve birçok münakaşa ve mükâleme cereyan etti. Fakat netice
itibarıyla ellerinde esir bulunuyordum. Teslim olmasa idim, Girnoslu Hacı Selim ve
kardeşleriyle; etbaı hayatıma kast edeceklerini yemin etmişlerdi. Onlar merkez kazada
bulundukları kaç gün nereye gitsem akrabamdan iki üç silahlı beraberimde gelir idi. Bu
halleri mevcud hükümet memurları görüyor ve pekâlâ biliyorlardı. Bugün ne derece
vicdana mâlik olduklarını kestiremem. Şu emr-i vaki içinde bulununca artık bunların elden
geldiği mertebe sezdirmeyerek harekâtını ta’kim etmek ve gelecek kuva-yı askeriyenin
yolları üzerine düşürmeyerek, harekât-ı askeriyeyi suhuletle temin eylemek maksadını
düşündüm. İşgallerinin ferdasında Hınıs’a hareket edeceklerdi. Hınıs’ta zayıf bir kuvvet
var idi. Âsiler, Varto’ya altı yedi yüz kişi ile girdiler, Hınıs’a gidinceye kadar bini tecavüz
ederdi. Binaenaleyh Hınıs’ta bilâ-tevakkuf işgallerini muhakkak gördüm. Ve türlü
bahaneler serdiyle tehir ettim. Bugün yarın ile sallayarak 12. Fırka’nın vüruduna kadar iki
hafta geçtiği halde Hınıs’a hareketlerini ta’kim ettim. İki üç gün Hınıs’a hareketleri
teahhur edince ‘o halde Muş’a hareket edelim’ dediler. ‘Arkadan Hınıs kuvvetinin
Varto’ya gelmesi pek melhuzdur’ dedim. Bu suretle her iki veçheden hareketlerini
durdurdum. Kısm-ı azam efradı hastalanarak hanelerine gönderildi. Varto’yu işgalleriyle
beraber telgraf hattının tamiri ve hükümetle muhabere yapılması lüzumunu söyledim ve
hattı tamir ettirdim. Birkaç saat Hınıs Kaymakamı mani oldu, sonra Erzurum’u bulduk;
Başmüdür’e Ankara yolunu vermeyi istirham ettim, ‘Kırıktır’ dediler, 9. Kolordu’yu
istedim, ‘Kırık’ cevabını aldım; O halde Erzurum Mevki Müstahkemi Kumandanı Hasan
Paşa ile Vali Bey’i makine başına istedim, ondan da cevap yok. İki gün uğraştım, çare-sâz
olamadım. Muhabere imkânını bulsa idim, ‘hiç olmazsa Erzurum’a bir adam isterler ben
gider o suretle yakamı kurtarırım’ fikrinde idim, muvaffak olamadım. Fırkanın Varto’ya
taarruz ve işgali gününde ailemi ayrıca çıkardılar. Hayvanım olmadığı halde başkasından
bir hayvan alarak beni de beraber götürdüler. Meneşküt nahiyesine, Zazaların içine gittik.
Muş ovasında tertibat alırlardı, Oğnut cihetini mühim göstererek tertibatı dağıttırdım.
Oğnut cihetini tahkim edince Muş ovasına kuvvetin gönderilmesini ileriye sürerek
bozardım. Bulunduğum müddetçe müsademeye meydan vermedim. Muş Ovası’nda bir defa
cüz’i askerin ilerlemesiyle hemen bilâ-tevakkuf geriye çekilmelerini rey verdim. Varto’dan
mufarakatimizde Şeyh Abdullah’a teslimiyet ve istîmanın yegâne çare olduğunu söylerdim,

251
kendisi de kâni olmuştu. Fakat ‘Zazalar ancak beş yüz asker vardır. Onları da vaktinde
esir ederiz’ diyorlar ve Şeyh’i tehir ediyorlardı. Şeyh Said geldiğinde tedbir değişti. Muş
Ovası’ndan Murad Köprüsü’ne geçerek Nuh Bey’e iltihak ederek, Muş ve Bitlis’in
sükûtunu temin eylemek ve olamazsa İran’a geçerek dertlerine çare aramak fikirleri
meydana çıktı ve Muş Ovası’na kadar gidildi. Orada artık bütün mevcudiyetimle bu
hareketin imkânsızlığından tafsilat verdim. Köprüden geçmenin gayr-ı mümkün olduğunu
ikna edince, geçitten geçmeyi söylediler. Geceleyin geçide gitmeyeceğimi musırran beyan
ettim. Tekrar avdetle Girvas karyesine gidildi. Ertesi günü Girvas’tan Varto cihetine
dağdan geçildi. En suhuletle geçmek yollarını gösterdiklerinde türlü tas’ibât göstererek
…..”520

Ayrıca 9. Kolordu Komutanı Asım Bey’in 3. Ordu Müfettişliğine yazdığı yazıda da


Mütareke senelerinde Yusuf Ziya’nın “Kürdistan İstihlası Cemiyeti”nin propagandasını
yaparken Binbaşı Kasım tarafından hükümete ihbar edilmiş olduğu, ancak Hınıs Hâkimi ve
Müstantiki tarafından iltimas edilerek beraat kararı verildiği yazmaktadır.521

2.3.7. Genç Vilayetine Verilen Diğer İhbarlar

Yukarıda bahsedilenlerin yanında, bazı nahiye müdürleri ile jandarma subaylarının,


İsyan’ın başlamasından önce Genç Valisi İsmail Hakkı Bey’e ihbarda bulunduklarına dair
iddialar vardır. Genç Valisi, muhakemesi esnasında, bu iddiaları reddetmiş, kendisine
herhangi bir rapor veya malumat verilmediğini ileri sürmüştür. Vali yalnızca Hınıslı
Kerem’in takibi esnasında, Kerem’in köylerde bazı propagandalarda bulunduğunu haber
aldığını söylemiştir.

Genç Valisi’ne isyandan önce bilgi verildiğini Mahkeme’ye ihbar eden Lice Banka
Memuru Abdülgani ve Bitlisli tüccardan Bahri Efendi’dir. Abdülgani, 6 Mayıs 1925
tarihinde Şark İstiklal Mahkemesine Mehmed Zeki’nin ihbarları ve Vali’nin bu konudaki
kayıtsızlığı hakkında bir telgraf göndermiş, bunun üzerine Mahkeme bu telgrafla alakalı
Abdülgani’nin ifadesinin alınmasını istemişti. Bunun üzerine hem Abdülgani’nin hem de
Bahri Çavuş’un ifadesi alınmıştır. İfadelerinde isyandan önce kimlerin Vali’ye ihbarlarda
bulunduğunu söylemişlerdir. Bunların verdiği bilgilere göre; Oğnut Jandarma
Kumandanlığında görevli Mehmet Çavuş bir mesele için Garzan karyesine gitmiş ve Sadin

520
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.323-324.
521
İM/T12/86/808/13/4

252
Ağa’yı tutuklamak istemiş. Sadin Ağa silahına davranarak “Siz burada ne geziyorsunuz.
Hükümetinizin bir hafta ömrü kalmıştır.” demiştir. Mehmet Çavuş bu olayı bir rapor haline
getirerek Vali’ye sunmasına rağmen, Vali kabul etmeyerek bu gibi yolsuz ihbarlarda
bulunmamasını ihtar etmiş ve bu olaydan bir hafta sonra isyan patlamıştır. Bahri Çavuş’un
söylediğine göre, Mehmet Çavuş bu olayı kendisine anlatmış ve raporun da üzerinde
olduğunu söylemiştir. Ayrıca Vali’nin, Oğnut Nahiye Müdürü Tevfik Efendi tarafından
yazılan raporları Kalem’de saklayarak neticelendirmediği iddia edilmektedir.

Bir diğer ihbar, Piçar Nahiyesi Müdürü Mustafa Bey’in, Karakol Kumandanı
Süleyman Çavuşu Vali İsmail Bey’in yanına göndererek durumdan haberdar etmesi ve
bazı tedbirlerin alınmasını istemesidir. Yine Bahri Çavuş’un anlatımına göre: Süleyman
Çavuş isyandan yirmi gün evvel isyan hazırlıkları olduğunu Vali’ye bildirmiş, Vali de ona:
“Çapakçur Başmuallimi’nin akıbetini gördünüz, azledildi, ispat edebilirseniz meydana ona
göre çıkın.” diye cevap vermiştir. Bahri Çavuş bunları, esir olduğu bir zaman Süleyman
Çavuş’un kendisinden duyduğunu söylemiştir.

Bir diğer ihbar, Takım kumandanı Fehmi Efendi’nin ihbarıdır. Şeyh Said
Meneşküt’te dolaştığı zaman Merkez Takım Kumandanı Fehmi Efendi de yirmi otuz kadar
askerle Hınıslı Kerem’in takibinde bulunmaktaydı. Fehmi Efendi köylerde gezerken Şeyh
Said’in de oralarda isyan hazırlığı yaptığını gördüğünü Vali’ye söylemiş, ancak Vali
bunları üst makamlara bildirmemiştir.

Banka memuru Abdülgani’nin verdiği ifadeye göre, isyandan yirmi gün önce bazı
eşkıyaların vilayet merkezine gelerek Takım Kumandanı Mülazım Abdülgani Efendinin
hanesini ablukaya alıp ateş açmaları mevzusuna da Vali, lakayt kalarak olayı layıkıyla
araştırmamıştır. İfadesinde Genç Valisi İsmail Hakkı’nın da isyanla alakalı olduğunu
söyleyen Abdülgani, valinin Trabzonlu olup Ali Şükrü Bey’in ya biraderi ya da yakın bir
akrabası olduğunu da iddia etmiştir.522

Vali İsmail Hakkı ile karşı karşıya gelen bir kişi de Genç Savcısı Mehmed Hamdi
Bey olmuştur. Mehmed Hamdi Bey, Yusuf Ziya’nın Kürdistan istiklal fikrini ahaliye telkin
ettiği haberini aldıktan sonra tahkikat için köylere gitmiş ve dönüşte gördüğü durumu Vali
Bey’e haber vermişti. Vali ise “Âsâr-ı fiiliye yok, teşkilâtları olup olmadığı meçhul”

522
İM/T12/12/69-12/159/4-11

253
diyerek cevap vermişti.523 Şunu ifade etmek gerekir ki bu ihbarlara bakıldığı zaman
ihbarların kaynağı Abdülgani ile Bahri Efendilerdir ve ifadelerinde başkalarından
duyduklarına dayanmaktadırlar. Ancak bu iki kişinin bahsettiği şahıslarla ilgili herhangi bir
tahkikat yapıldığına dair bir belge yoktur. Ayrıca bu kadar ihbarlar kendisine söylendiği
halde bunlara itibar etmediği ifade edilen İsmail Hakkı Bey muhakeme sonrasında
memuriyetten men ve bir sene hapisle kurtulmuştu. Bunun yanı sıra 1927 yılında İsmail
Hakkı Bey’in affedilmesi için hükümet tarafından Meclis’e bir teklif sunulmuştu. 1927
yılındaki bu teklif Meclis’te tepki ile karşılanıp kabul edilmemesine rağmen 1929 Haziran
ayında çıkarılan başka bir kanun ile İsmail Hakkı Bey affedilmiştir.

2.4. İsyanın Sebep, Amaç ve Niteliği

Birçok kişi, isyan hakkında “İrticai hareket”, “Karşı devrimci ihtilal”, “Kürdistan
kurmayı hedefleyen millî hareket”, “İslami düzen kurmak ve halifeyi yeniden idarenin
başına getirmek için yapılmış olan dini kıyam”, “Menfaatleri tehdit altında olan
feodalizmin tepkisi” gibi farklı tanımlamalar yapmakta ve buna paralel olarak Şeyh Said’in
şahsı ile ilgili olarak “yobaz bir serüvenci”, “samimi bir Kürt milliyetçisi”, “İslam akaidini
ihya etmek için kıyam eden mücahit” tabirleri kullanmaktadırlar.

Behçet Cemal, isyanı “Karşı ihtilal hareketi” olarak nitelemektedir.524 Metin Toker
ise “Şeyh Said bir Kürt lideri gibi davranmaktan ziyade karşı ihtilalin bir darbecisi gibi
hareket ediyordu ve açtığı bayrak hilafet bayrağıydı, şeriat bayrağıydı” demektedir.525
Kemal Karpat ise İsyan’ın maksadının “Bağımsız bir Kürdistan kurmak ve halifeliği
yeniden diriltmek” ve aynı zamanda “Doğu bölgesinde köyleri kontrol altında alarak
derebeylik sistemini parçalamak istidadını gösteren hükümet otoritesine karşı bir tepki”
olduğunu söylemektedir.526

Yaşar Kalafat isyanın amacını belirtirken şunları söylemektedir: “… Şeyh Said de


diğer din adamları gibi Cumhuriyet sistemine kuruluşundan beri karşı idiler. Fakat Doğu
Anadolu’da müstakil bir Kürdistan kurmak gibi bölücü bir fikirden tamamen münezzehti.

523
İM/T12/12/69-12/153/31
524
Cemal, age, s.7.
525
Toker, age, s.17.
526
Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul Matbaası, İstanbul 1967, s.45.

254
İslami bir müessese olan hilafet makamının yeniden tesisi ve İslam hukukunun devlet
idaresinde uygulanması gibi fikirlerden hareket etmekten başka bir şey değildi”527

Mahmut Goloğlu ise, olayı devrimlere karşı bir irtica hareketi olarak görmektedir.
Onun deyimiyle bu ayaklanma “Din işlerinin dünya işlerinden ve özellikle politikadan
ayrılması amacıyla yapılmış devrimlere karşı ümmetçi anlayışın tam bir gerici tepkisi” idi.
Ayrıca Goloğlu, farklı birçok amacı hedef edinmiş grup ve kişilerin isyanda yer almış
olmasına rağmen, isyanı asıl yapanların “Devlet düzeninin tek temelinin din ve tek devlet
politikasının ümmetçilik olduğuna hiçbir gücün sarsamayacağı şekilde inanmış” olan
Nakşibendilerin yaptığını vurgulayarak, isyanın “Temel dayanağı irtica idi” demektedir.528
Ancak Goloğlu’na göre isyan başarı olsaydı, sadece bir irtica hareketi olarak kalmayarak,
Türkiye’nin parçalanmasına ve yabancı işgali altına girmesine neden olabilecekti.529

Vedat Şadilli de şunları söylemektedir: “Cumhuriyet’in ilanı ve halifeliğin


kaldırılmasından sonra Şeyh Said ayaklanması, bir Kürtçülük hareketi olarak gösterilmek
istenmişse de gerçekten bu ayaklanmanın sebepleri çok daha başkadır. Millî Mücadele’ye
‘Millî egemenliğe dayanan kayıtsız şartsız bağımsız bir Türk devleti kurmak’ kararı ile
başlayan M. Kemal, Cumhuriyet’in ilanı ve halifeliğin kaldırılmasından sonra, bu tip
hareketlerin başlayabileceğini biliyordu.”530

Mete Tuncay, Mahkeme tutanaklarında geçen ve Savcı’nın görüşlerine paralel


şekilde düşünerek isyanın “Dinsel bir giysi altında ulusal bir başkaldırı olduğu
531
kanısındayım.” demektedir. Kırçak, İsyan’ın dinsel sloganlarla yürütülmekle birlikte
ayrılıkçı bir hareket olduğunu söyler.532 Uğur Mumcu ayaklanmanın İslami düzen
istemleriyle başlayıp, sonunda bağımsız Kürt İslam devleti amaçlandığını söylemektedir.533

B. Lewis ise “Kürt ayaklanmasını, Allahsız Cumhuriyet’i devirmeyi ve Halifeyi geri


getirmeyi isteyen derviş şeyhler yönetmişti.” diyerek hadiseyi bir Kürt ayaklanması olarak

527
Kalafat, age, s.31.
528
Goloğlu, age, s.142.
529
Goloğlu, age, s.143.
530
Şadilli Vedat, age, s.70.
531
Tuncay, age, s.136.
532
Çağlar Kırçak, Cumhuriyet’ten Günümüze Gericilik, Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayın. Mart
2001, s.23-24
533
Mumcu, age, s.136.

255
nitelemekte aynı zamanda irticai tarafına da değinmektedir.534 Necip Fazıl Kısakürek, Şeyh
Said’in sırf kendi başına ve sadece inancı uğrunda hareket ettiğini söylemektedir.535

İsyanın Azadi tarafından tasarlanıp İngilizlerce kışkırtıldığını söyleyen İhsan Ş.


Kaymaz da şu önemli tespitlerde bulunmaktadır: “İlk hareketi başlatanların ulusalcı Kürt
aydınları olması, teşkbaşına Şeyh Said ayaklanmasına ulusal nitelik kazandırmaya yeterli
değildir. Bu, eyleme ulusalcı bir boyut ekler ama kesinlikle eylemin bütününü karakterize
etmez. … Şeyh Said ayaklanmasının ulusal nitelikte bir eylem olduğunu ileri sürmek, hiçbir
ölçüte göre olanaklı değildir. Azadi’nin varlığı, tek başına, hareketi ulusalcı olarak
tanımlamaya yetmez. Bu nedenle, ulusallık savına dayanmaya ve onu savunmaya
çalışanlar kendi söylemleri içerisinde çok ciddi mantıksal çelişkilere ve tutarsızlıklara
düşmekten kurtulamamaktadırlar. İlişki kalıplarının, dinsel öğretinin parametreleriyle
belirlendiği feodal bir toplumda ‘ulusçuluk’ yaftasını yakıştırmaya çalışmak, zorlama bir
düşüncedir.”536

İsyanı bir Kürt ulusal hareketi olarak niteleyen ve isyanın dinî yönünü oldukça
zayıf görenler de vardır. Örneğin Hasretyan, İsyan’ı o güne kadar görülmemiş yaygınlık ve
örgütlülükte bir Kürt ulusal hareketi olarak nitelemekle birlikte, birçok kişi tarafından
kabul edilen, İsyan’ın içindeki dinî faktörü oldukça zayıf görmektedir. Hasretyan “Şeriatın
geri getirilmesini isteyen mücadele sloganı bağımsız Kürdistan sloganıyla
karşılaştırıldığında ikinci derecede rol oynadığını” söylemektedir. Hatta “Çoğu Kürt
aşiretinin yüzeysel olarak Müslüman olduğunu”, “Dini fanatizmin Kürtlerin belirgin
özelliklerinden olmadığını”, “Kürtlerin padişahla hep mücadele etmiş olduğunu”
söylemektedir.537 Başka bir Ermeni yazar Garo Sasuni de aynı şekilde bu hareketin
“Tartışma götürmez bir Millî bağımsızlık hareketi” olduğunu söylemesinin yanında “Kürt
isyanı dinci ve gerici bir isyan olmadığı gibi, gerici Türk unsurlar ile de hiçbir ilgisi, bağı
mevcut değildi” demektedir.538 Ancak mahkeme tutanaklarına ve mektuplara bakıldığında
dinî söylem o kadar ağır basmaktadır ki, olaya tamamen milliyetçi bir açıdan yaklaşanların
söylemiş oldukları gerçekle bağdaşmamaktadır.

534
Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2000, s.266.
535
Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 1993, s.57.
536
Kaymaz, age, s.153-155.
537
M. A. Hasretyan, Kemal M. Ahmad, M. Cıwan, 1925 Kürt Ayaklanması, Jina Nu Yayınevi, Uppsala
1985, s.32.
538
Garo Sasuni, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.yy’den Günümüze Ermeni ve Kürt İlişkileri, Med
Yayınları, İstanbul 1992, S.191.

256
Hasretyan gibi isyanı tamamen Kürt millî hareketi olarak niteleyenler, dini
söylemin bilerek tercih edildiğini, hatta harekete dini bir renk vermek ve dindar halkın
desteğini kazanmak amacıyla Şeyh Said gibi kişilerin örgüte dahil edildiğini
belirtmektedirler.539 Ancak Hasretyan Şeyh Said’in dini söylemlerle hareket etmesini
eleştirmektedir. Ona göre, Şeyh Said’in dini kendine perde yapması ve asıl amacı olan
Kürdistan kurma düşüncesini gizlemesi bir eksikliktir, çünkü birçok Kürt lideri Şeyh
Said’in din davasına önem vermemiştir.540

Bir kısım ise Yusuf Ziya ve Cibranlı Halid gibi isyanın siyasi ayağını oluşturan
kişilerin önceden yakalanmasından dolayı siyasi liderlerin ortadan kalktığını ve isyanın
dini kişilerce yönetilmek zorunda kalındığından dolayı dini söylemin ağır bastığını
söylemektedirler.541

Bruinessen, Şeyh Said’in çok inançlı bir insan olmasının yanında samimi bir
milliyetçi olduğunu, isyana katılanların da dinî ve millî bağlılıklarını birbirinden ayırt
etmemin mümkün olmadığını söyleyerek, isyanın hem dinî hem de milliyetçi nitelikte
olduğunu vurgular. Ancak Şeyh Said’in birincil amacının Kürdistan kurmak ve isyana
katılanların asıl motivasyonunun da milliyetçilik olduğunu söylemektedir.542 Bruinessen’in
bu fikir ve kanaatleri daha çok, ayaklanmaya aktif olarak katılmış olduklarını söylediği
kişilerle yaptığı mülakatlara dayanmaktadır. Bu kişilerin anlattığına göre Şeyh, birincil
olarak milliyetçi duygularla harekete geçmiş ve isyanı bir araç olarak kullanmıştır. Ancak
Bruinessen bu kişilerin ayaklanmayı efsanevi şekilde anlatmalarının bu kaynaklarla ilgili
bir sorun olduğunu da söylemektedir. Yine kendisi bu kaynaklarının, din adamlarına karşı
olan görüşlerinin etkisiyle, milliyetçi vurgularda bulunduklarını söyler.543

Ayaklanma “Kürt derebeyliğinin Cumhuriyet hükümetine karşı bir tepkisi” olarak


da nitelendirilmektedir.544 Tuncay, resmî görüşün gerisinde nadiren dile getirildiğini
söylediği bu görüşe temkinli yaklaştığı anlaşılıyor. Ona göre Cumhuriyet’in anti-feodal
niteliği, anti-kapitalist niteliğine benzemektedir.545

539
Olson, age, s.140.; Bruinessen, age, s.414-415.; Cemal, age, s.19-20.
540
Hasretyan, age, s.12-13.
541
Yurtçiçek, “agm” s.8.
542
Bruinessen, age, s.441-443.
543
Bruinessen, age, s.389-390.
544
Hallı, age, s.121-124.
545
Tuncay, age, s.139-141.

257
2.4.1. Mahkeme Heyetinin İsyana Bakışı

Şark İstiklal Mahkemesi 16 Nisan 1925’te verdiği ilk idam kararında, isyanın
gayesini “Müstakil bir Kürdistan teşkilini temin ve Türkiye Devlet-i Cumhuresi’ni inhilal
ve inkısama sevk etmek” olarak açıklamıştı. Bundan sonra verilen kararlarda da hep aynı
şekilde isyanın amacı, “Müstakil bir Kürdistan Hükümeti teşkil” etmek olarak
geçmektedir. Kararlarda irtica vurgusu yok gibidir. Birkaç yerde, örneğin İbrahim
Edhem’in kararında “Fikr-i irticakâranesini neşretmek” cümlesi geçmektedir. Bir yerde de
“İrticakar Kürt istiklali” denilmektedir. Daha sonraki kararlarda da sıklıkla şu tabir
kullanılmaktadır: “Kürt İstiklalinin temini için zahiren din ve şeriat perdesi altında
Hükümet-i Cumhuriye aleyhinde müsellahan kıyam ve isyan.”

Mahkeme Savcısı Ahmed Süreyya Bey, Şeyh Said ve 37 sanık hakkında hazırlamış
olduğu 70 numaralı iddianamede de İsyan’ın amacını, “Güya dini ve şer’i fakat her halde
müstakil bir Kürt hükümeti tesis eylemek.” şeklinde ifade etmiştir. Ahmed Süreyya Bey
hatıralarında da İsyan’ın dış görünüşü itibarıyla dinci ve şeriatçı olduğunu ancak asıl
hüviyeti, iç bünyesi, ruhu ve tertipçilerinin maksat ve gayesi bakımından ise tastamam bir
Kürt milliyetçiliği, Kürt devlet ve hükümetçiliği olmaktan başka bir şey olmadığını
vurgulamış, buna delil olarak isyancıların mektuplarında kullanmış oldukları bazı ifadeleri
delil olarak göstermiştir.546 Ayrıca Savcıya göre, Şeyh Said’in mahkemede “İnat ve ısrarla
inkâr ve saklamaya devam ettiği” iki şeyden birisi isyanın planlı olduğu, diğeri de Kürtlük
davası güdüldüğüdür. Ahmed Süreyya, Şeyh Said’in bu konuda gayet ketum olmayı terk
etmediğini söylüyor. Ona göre, Şeyh’in amacı, bu iki hususun kesin bir şekilde tespit
edilememesi halinde Şeyh Said’in idam cezasında kurtulma ümidi beslemesidir.547

2.4.2. Hükümetin İsyana Bakışı

İsyan başladığı zaman Ali Fethi Bey Hükümetinden Dahiliye Vekili Cemil Bey,
yaptığı açıklamalarda İsyan’ın bastırılmak üzere olan mahallî bir hareket olduğu söylemiş
ve isyanı şekavet (haydutluk, eşkıyalık) hareketi olarak tanımlamıştı. Ali Fethi Bey ise
Meclis’te yaptığı ilk açıklamada kendisine ulaştırılan vesika ve raporlara göre İsyan’ı
değerlendirmiş; bir vesikaya göre isyanın şeriatın teminini amaçlayan planlı bir isyan
olduğunu, diğer rapora göre ise Abdulhamid’in oğullarından birinin saltanatını temin
etmek görüntüsü altında Kürtçülük olduğunu söylemiştir.
546
Örgeevren, age, s.40-41.
547
Örgeevren, age, s.20-21.

258
Başvekil Ali Fethi Bey, isyan’ı mahallî ve kısa sürede bastırılacak bir isyan olarak
görmüş ve isyan bölgesinde sıkıyönetim kararını isyanın başlamasından ancak on gün
sonra alabilmişti. Ancak başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere İsmet Paşa ve Halk
Fırkası içerisindeki bir grubun isyana bakışı farklı idi. Mustafa Kemal Paşa; isyanı umumi,
mürettep ve irticai olarak görmekte idi. Bu yüzden Halk Fırkası içerisindeki bir grup, isyan
karşısında Fethi Bey’in pasif kaldığını söyleyerek onu ciddi eleştirilere tabi tutmuştu.
Hükümet değişikliği yaşanıp İsmet Paşa Başvekil olduktan sonra, hem isyanın
bastırılacağını hem de memleket genelinde olabilecek hadiselere karşı tedbir alınacağını
söyledi. Halk Fırkası vekilleri Takrir-i Sükûn Kanunu görüşmeleri sırasında da İsyan’dan
ziyade İstanbul basınına yüklenmişlerdi.

Hükümet değişikliğinden sonraki dönemlerde Mustafa Kemal ve İsmet Paşalar


isyanı irticai bir hareket olarak tanımlamaya devam etmişlerdir. İsmet İnönü daha sonra
kaleme alınan hatıralarında da Şeyh Said İsyanı’nı millî bir hareket olarak kabul etmemek
gerektiğini söyledikten sonra, isyanın sebepleri arasında Doğu Anadolu’daki sosyal
meseleler üzerinde düşünmek icap ettiğini söylemiştir.548

Bununla birlikte 30 Nisan 1925 tarihinde Erkân-ı Harp Riyaseti’nden (Genel


Kurmay Başkanlığı) gönderilen yazıda sınırlı bir sahada ve çeşitli amaçlar doğrultusunda
meydana gelen isyanın, özellikle İstanbul basınında umumi bir Kürt kıyamı şeklinde
gösterilmesinin içerde ve dışarda bazı kişiler tarafından propaganda zemini haline
getirildiği bildirilmiş ve isyanın “iftiraktan (ayrılık) ziyade irticai ve cehalet ve iğfal eseri
olduğu” şeklinde yayınların yapılmasının gerekli olduğu bildirilmişti. Bu durum 3 Mayıs
tarihli Bakanlar Kurulu’nda da görüşülerek umumi ve mürettep bir irtica hareketinin
basında Kürt meselesi şeklinde yer almasının hem hakikatle bağdaşmadığı hem de
siyaseten mahzurlu olduğu kararı alınmıştı.549

Görüldüğü üzere Şark İstiklal Mahkemesi, İsyan sanıklarını Kürt devleti kurmak ve
ülkeyi bölmek suçlaması ile yargılarken hükümet yetkilileri isyanı irticai bir isyan olarak
tanımlamışlardır. Hatta Bakanları Kurulu’nun aldığı karardan sonra dahi mahkeme verdiği
kararlarda isyanın bir Kürt devleti kurma amacına yönelik olduğunu vurgulamaya devam
etmiştir. Bu açıdan Hükümet’in, 3 Mayıs’ta aldığı kararda irtica hareketinin, basında Kürt

548
İnönü, age, 202-203.
549
Başbakanlık Baş Vekâlet Arşivi. Baş Vekâlet Kalem-i Mahsus Müdüriyeti No:1845

259
meselesi olarak yer almasının hakikat ile bağdaşmadığını vurgulamasına rağmen bunun
siyaseten tercih etmiş olabileceği de göz ardı edilmemelidir.

Hareketin dışarıya karşı irticai, içeriye karşı Kürt hareketi olarak lanse edilmeye
çalışıldığı birçok kişi tarafından dile getirilmektedir. Örneğin hadiseyi ulusal Kürt hareketi
olarak görenler Hükümetin bunu bilerek irticai bir hareket olarak göstererek dış devletlerin
harekete yardım etmelerine engel olduğunu söylemekteler. Dersimi’ye göre bu propaganda
ile Ruslar, Kürtlerin yardım isteklerine sessiz kalmışlardır.550 Hasretyan da isyanı, irticai
bir hareket olarak gösteren Kemalistlerin bu isyanı ulusal ve uluslararası kamuoyunda
küçük düşürmeye çalıştığını belirtmektedir.551 Bununla birlikte isyanın İslami bir hareket
olduğunu söyleyen Mahmut Akyürekli iddianamelerde geçen Kürt hareketi vurgusuyla,
hareketin İslami karakterinin görünmez kılınarak Anadolu’da dindar halkın tepkisinin
önüne geçilmek istendiğini yazmaktadır.552 Mete Tuncay, hükümetin isyanın rengini bu
şekilde farklı göstererek hedefleyebileceği amacın, tüm yurt genelinde başlatacağı genel
bir karşı hareketi haklı kılmaya yönelik olabileceğini söylemektedir.553 Aynı şekilde Akyol
da, hükümetin takip ettiği bu umumi irtica tezinin basını ve muhalefeti susturmada hayli
işe yaradığını belirtmektedir.554

2.4.3. Muhalefetin İsyana Bakışı

İsyan’ın başladığı ve Ankara’ya yankılandığı ilk zamanlarda muhalefetin yaklaşımı


Ali Fethi Bey Hükümetinden pek de farklı olmamış, hükümetin çıkarmış olduğu
sıkıyönetim kararına ve aldığı diğer tedbirlere destek vermişlerdir. Kazım Karabekir
bölgede sıkıyönetim ilanının gerekli olduğunu söylemiş ve isyancıları, “sınırlı mütegallibe”
(zorba takımı, derebeyi) olarak ifade etmişti. Hatta bu sınırlı mütegallibenin dış teşviklerle
bazı amaçlarına ulaşmak için halkı dinî açıdan tahrik ettiğini ve her türlü lanete layık
olduklarını dile getirmişti.

Terakkiperver üyelerinden ve Erzurum Mebusu olan Rüştü Bey ise 26 Şubat’ta


İstiklal gazetesine verdiği beyanatta, bölgedeki vali ve kaymakamların aczinin olayı bu
hale getirdiğini söyleyerek şunları söyledi: “Eğer bu vali ve kaymakamlar vazifelerinin
ehli insanlar olsaydılar usat (asiler) namı verilen ve hakikatte birkaç çapulcunun

550
Dersimi, age, s.192.
551
Hasretyan, age, s.32.
552
Mahmut Akyürekli, Şark İstiklal Mahkemesi:1925-1927, Kitap Yayınevi, İstanbul 2013, s.29-30.
553
Tuncay, age, s.136.
554
Akyol, age, s.467.

260
hareketinden başka bir şey olmayan bu şer zümrenin maksatları daha evvelden keşif ve
men edilirdi.” Rüştü Bey açıklamasının devamında asi kuvvetlerinin yedi binden fazla
olmadığını ve İsyan’ın Nisan’ın sonuna kadar bastırılabileceğini söyledi. Ayrıca İsyan’da
ecnebi parmağı olduğunu zannetmiyorum diyerek şunları ifade etti: “Hadisede ecnebi
parmağı olduğunu zannetmiyorum. Çünkü Genç ve Muş memleketin ortasındadır.
Ecnebilerle temas etmek maksadı olsaydı asiler hududa yakın mesela Zaho’ya çekilip
şimdiye kadar tek bir memurumuzun giremediği aşiretlerle birleşebilirlerdi”555

Ancak muhalefetin hükümete verdiği bu destek çok uzun sürmedi, hükümet krizi ile
birlikte Ali Fethi Bey’in istifası ve İsmet Paşa Hükümeti’nin kurulması sonrasında,
muhalefet alınmak istenen sert tedbirleri şiddetle eleştirdi ve çıkarılan kanunlara karşı çıktı.
O dönemde muhalefetin iki önemli ismi olan Ali Fuat Cebesoy ve Rauf Orbay,
hatıralarında Şeyh Said İsyanı hakkında bazı tespitlerde bulunmuşlardır. Ali Fuat Cebesoy,
İsmet Paşa Kabinesinde Dahiliye Vekilliği yapan Ferit ve Recep Beylerin doğu illerinin
durumuna önem vermediklerini ve Şark vilayetlerinin çoğunda hükümetin iktidarsız
valilerle birkaç katibin eline bırakıldığını belirtmiştir. Bunun yanı sıra İsyan’ın başta
İngilizler olmak üzere Kürt Teali Cemiyeti ve Tarikat-ı Salahiye gibi örgütler tarafından
tahrik edilerek, bizzat şeyhler tarafından kumanda edildiğini belirten Cebesoy, İsyan’da
muhalefet ile matbuatın zerre kadar suçu olmadığını ifade etmiştir.556 Şeyh Said’in Birinci
Dünya Harbi sırasında Ruslar hesabına isyan ettiğini, daha sonra Rus Konsolosluğuna
sığındığını söyleyen ve Şeyh Said’e ağır hakarette bulunan Rauf Orbay ise Halk Fırkası
içerisindeki müfritlerin bu isyan bahanesiyle TCF’nin kapatılmasına çalıştıklarını ve isyanı
siyasi maksatlarına alet ettiklerini belirtmiştir.557

2.4.4. Şeyh Said’e Göre İsyanın Gerekçe, Sebep ve Amacı

Şeyh Said, mahkemede isyanın nedeni olarak dinî meseleleri gerekçe göstermiş ve
dinin muhafazası için kıyam ettiğini söylemiştir. Maksadını her defasında, “Ahkâm-ı
şer’iye ve diniyeyi i’lâ ve tatbik” yani şeriat ve din hükümlerini yüceltmek ve uygulamak
olarak tanımlamıştır. Bütün hareketini Kuran’dan istihraç ettiğini söyleyen Şeyh Said,
İsyan’ı “Vaktin imamı şeriatın ahkâmını icra etmezse üzerine kıyam vaciptir” esasına
dayandırmış ve buna göre isyanın şer’an caiz olduğunu savunmuştur. Bunun yanında

555
İstiklal gazetesi, 26 Şubat 1925, No: 88, s.1
556
Ali Fuat Cebesoy, Siyasi Hatıralar, Doğan Kardeş Yayınları, 2.Kısım, İstanbul 1960, s.142;163.
557
Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni/Siyasi Hatıralarım, Cilt 2, Emre Yayınları, İstanbul 1993, s.181-
183.

261
“Kıyam fikrimizce cihattır. Hükümete ahkâm-ı şer’iyenin icbar-ı tatbiki (zorla uygulatmak)
için kıyam cihattır” diyerek aynı zaman bu kıyamın bir cihat olduğunu da söylemiştir.

Şeyh Said sorgusunun yapıldığı ilk gün 26 Mayıs tarihinde İsyan’ın sebeplerini bu
şekilde izah etmişti. Hükümetin şeriat kurallarını tatbik etmediğini, Men-i Müskirat
Kanunu’nu uygulamadığını ve had cezalarını terk ettiğini söyleyerek, bunun üzerine
kendisinin şeriat kurallarına uygun olarak bu ahkâmın uygulanmasına vesile olmak için bu
hareketi gerçekleştirdiği üzerinde durmuştu. Şeyh Said’in ahkâm-ı şer’iyeye yani şeriat
hükümlerine uygun hareket etme vurgusu üzerine, Mahkeme heyeti Şeyh Said’e,
kendisinin yapmış olduğu hareketin şeriat hükümlerine uygun olup olmadığına dair sorular
sormuşlardır. Heyet, onun icma-ı ümmete başvurmadığını, “Bize silah çeken bizden
değildir” hadisine ters hareket ettiğini ve -bir mektupta geçen cümlelere göre- şahsi
menfaatini umumun menfaatine tercih ettiğini söyleyerek, şeriat ahkâmına uygun hareket
etmediğini söylemiştir. Bu konu ile ilgili mahkemede geçen konuşmalar şöyledir:

“Reis Müfid Bey: İsyan harekâtını siz nasıl tasavvur ettiniz, nasıl buldunuz? Sizi
teşvik eden veyahut ilham mı vaki oldu?

Şeyh Said: Hâşâ ilham vaki olmadı. Kitaplarda gördük ki imam-ı vakit, şeriatın
ahkâmını icra etmezse üzerine kıyam vaciptir. Hükümete şeriat meselesini anlatmak
istedik, hiç olmazsa bir kısmının icrasını talep edecektik. Allahü teâlâ’nın kaderi beni bu
işe düşürdü; içine bir düştüm, bir daha çıkamadım.

Reis Müfid Bey: Buyurdunuz ki, kütüb-i fıkhiyede imam şeriattan inhiraf ederse
kıyam vaciptir. Bunun hiçbir şurûtu yok mu Şeyh Efendi?

Şeyh Said: Bunun şurûtu nedir, şurûtunu bilmiyorum. Şer’an vaciptir biliyorum.

Reis Müfid Bey: Bu halin imamdan vukuunda bir Müslüman kıyam mı eder?

Şeyh Said: Benim de niyetim böyle değildi, bilmecburiye oldu. İnhiraf yok. Ahval-i
şer’iyeyi icra etmezse dedim.

Reis Müfid Bey: Kıyamınızın esbabı ne idi? Siz gayeniz demek ki şeriattan vaki
olduğuna hüküm ettiniz. Ondan kıyam ettiniz öylemi, Şeyh Efendi?

Şeyh Said: Kitap, ‘Kıyam vaciptir’ diyor. ‘Şeriatı icra ettireceksin’ diyor. Ahkâm-ı
şer’iye katl, zina, müskirat ilâ ahir gibi ahvali men ediyor. Hepimiz hamdolsun

262
Müslümanız. Kürt, Türk yoktur. Bütün hatt-ı harekâtımızı bizim Kur’an-ı azimüşşandan
istihraç ediyoruz. Şeriat meselesi bir de Sebilürreşad’ın yazdıkları haddimizi artırıyor, bizi
teşvik ediyordu.”558

(…)

“Reis Müfid Bey: Şeriat-ı mutahharanın ahkâmı icra edilmediğinden dolayı bu


isyanı vücuda getirdiniz öyle mi?

Şeyh Said: ‘İmam eğer şeriat ahkâmını icra etmezse’ dedim. Bu, şer’an isyanın
cevazına delildir. Vaktaki vuku buldu, işte şeriat da ‘vaciptir’ diyor. Hiç olmazsa günahkâr
olmayız dedim.

Reis Müfid Bey: Şeyh Efendi siz buyurdunuz ki, ‘Müslümanlar birbirinin
kardeşidir.’ Müslüman’ı Müslüman üzerine kıtale sevk etmek caiz midir?

Şeyh Said: Evet, yekdiğerinin kardeşidir. İmama kıyam etmek muharebeyi intaç
etmez mi? Kitap öyle diyor.

Reis Müfid Bey: İslamlar madem kardeştirler, nasıl olurda siz Müslümanları birbiri
üzerine kıtale sevk ettiniz?

Şeyh Said: Ya Hazret-i Ali muharebe ettikleri adam Müslüman değil mi idi? Yine
kardeş kalır.

Reis Müfid Bey: Siz icma’-ı ümmetle intihap edilmiş bir Reis-i Cumhur, bir Meclis-i
Mebusan, bir Heyet-i Vekile vardır; Bunlara dinde gördüğünüz lakaydiyi bildirmeden
Müslümanları ne için kıtale sevk ettiniz?

Şeyh Said: E..Kıtale ben sevk etmek istemedim, bu zevata da yazamadım. Niyette
kaldı, kader bırakmadı, kavgaya düştük, iş elimize geçti.

Reis Müfid Bey: Şeyh Efendi, buyurdunuz ki vaciptir?

Şeyh Said: Belâ, kitap ‘vaciptir’ diyor.

Reis Müfid Bey: Evet, kitap söylüyor. Ama icma’-ı ümmete müracaat etmek
lazımdır.

Şeyh Said: İcma-ı ümmet. Müctehidlerin icmaı lazımdır.

558
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.3-4.

263
Reis Müfid Bey: Vacipti bu kıyam buyurdunuz. Küffar; bilâd-ı İslamiye’yi, Kuran-ı
azimüşşanı çiğnerken cihat nedir?

Şeyh Said: O da cihattır, farzdır; evet, belâ.

Reis Müfid Bey: Yunan bütün memleketimizi çiğnerken bu topladığınız dört bin kişi
ile Yunan üzerine yürümediniz?

Şeyh Said: O vakit biz çok perişandık, vaktimiz olsaydı durmazdık. Balkan
muharebesinde müheyya olduk, istemediler; bu muharebede muhacir fakir idik, o zaman
yine giderdik. Vaktimiz yoktu.”559

(…)

“Reis Müfid Bey: Sizden ve benden daha ziyade mu’tekid olan Müslüman askerine
kurşun atılır mı?

Şeyh Said: Evet, o da İslam askeridir. Kıyam fikrimizce cihattır, hükümete ahkâm-ı
şer’iyenin icbar-ı tatbiki için kıyam cihattır.

Reis Müfid Bey: Siz yalnız reyinizle kıyam ediyorsunuz. Lazım gelirdi ki ulemâ,
fuzalâ ile müşavere etmeliydiniz?

Şeyh Said: Hayır, ben müçtehit değilim fakat böyle anladım. Ahkâm-ı şer’iyemizin
hepsi değil, fakat çokları metruktur.

Reis Müfid Bey: Mademki müçtehit değilsiniz, şeriat yoktur diye fırlamamalıydınız?

Şeyh Said:(Sükût)”560

(…)

“Ali Saib Bey: Ahkâm-ış er’iyeden ne gibi şeyler istiyordun Şeyh Efendi?

Şeyh Said: Müskiratın men’i.

Ali Saib Bey: Müskirat memnu değil mi, Men’-i Müskirat Kanunu var?561

559
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.4-5.
560
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.9.
561
28 Şubat 1337 tarihinde kabul edilen Men-i Müskirat Kanunu, 9 Nisan 1924 tarihinde değiştirilerek içki
yasağı kaldırılmıştır.

264
Şeyh Said: Sonra lağvolmuş zannettik, böyle duyduk. Tekfir yok. Katl için hadd
vardır. Recmvardır. İlââhir.

Ali Saib Bey: Pekâlâ bunu on beş sene yirmi sene evvel niye düşünmedin? Niye
müracaat etmedin?

Şeyh Said: Evvel de düşündük fakat Allahu teâlâ kader etmemiş, vakt ü saati tekmil
olmamıştı.”562

(…)

“Ali Saib Bey: İsyan ettiğin zaman, askeri, Müslüman askeri olarak mı görüyordun,
yoksa kâfir askeri mi?

Şeyh Said: Hayır, Müslüman askeri olarak telakki ettim.

Ali Saib Bey: Bir hadis var: ‘Men selle aleyna’s-seyfe feleyseminna’ böyle midir?

Şeyh Said: Orada diyor.

Ali Saib Bey: Dava ettin mi, bunun manasını söyle?

Şeyh Said: Belâ, bu hadis-i şerif vardır. Fakat ‘din için olursa’ diyor. Bu ‘selle
seyf’ ile bir hukuk müdafaa etmiyordum, din müdafaa ediyordum. ‘Bize kim kılıç çekerse
bizden değildir’ diyor.

Ali Saib Bey: ‘Şeriatı terk etmiş, onu öldürmek caizdir’ diye bir hadis var mı?

Şeyh Said: İmam şeriatın ahkâmını icra etmez, kâfir olursa ona kıyam caizdir.

Ali Saib Bey: Ahkâm nedir, ne gibi ahkâmdır terk edilen?

Şeyh Said: Şürbün haddi terk olunmuştur. Biz ümmet-i Muhammediye’den değil
miyiz, ister babamızdan terk olunmuş olsun yine biz mesul değil miyiz?

Ali Saib Bey: Bu hadis-i şerifi tefsir et: ‘İslam’a kılıç çeken Müslüman değildir.’
Öyle değil mi?

Şeyh Said: Ben peygambere mi kılıç çekiyorum? Ümmet-i Muhammed’in bir


kısmını şeriata davet için yaptım.

562
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.10.

265
Ali Saib Bey: Şerait-i İslamiye’yi hamdolsun tamamen ikmal ediyoruz. Yapılmayan
ne var?

Şeyh Said: Kur’an ahkâmından neyi icra ediyoruz? Riddet haddi bir, katlin haddi
iki, diyet üç, kısas dört, darp haddi beş, bunların hangisini gördük?

Ali Saib Bey: Bunların hepsi Ceza Kanunu’nda var. İslamlar içerisinde sizden âlim
ve mütedeyyin kimseler yok mu, varsa neden yalnız siz düşünüyorsunuz?

Şeyh Said: Çoktur. Benim aklımın hiffetinden bilmem. Benden âlim tabii çoktur.

Ali Saib Bey: Bunlar hakikaten yapılmıyorsa onlar ne için talep etmiyorlar?

Şeyh Said: Ne kadar ehl-i şeriat varsa hep talep ediyorlar, fakat canından
malından korkuyorlar.

Ali Saib Bey: Bütün ulemâ içerisinde en âlim ve en cesuru sensin öyle mi?

Şeyh Said: En âlimi ben değil, fakat en tehlikeye atılan benim.”563

(…)

“Ali Saib Bey: Ahkâm-ı şer’iyece menâfi-i şahsiye, menâfi-i umumiyeye tercih
edilir mi?

Şeyh Said: Menâfi-i şahsiye menafi-i umumiyeye tercih edilmez.

Ali Saib Bey: Tercih eden bir adam ahkâm-ı şer’iyeyi yapmamış olur değil mi?

Şeyh Said: Menâfi-i şahsiyesini tercih etmemelidir, şeriata muhaliftir.

Ali Saib Bey: Sen, Şeyh Şerif’e yazdığın mektubunda nefsin her şeyden mukaddes
olduğunu yazıyorsun?

Şeyh Said: Ben onu yazdım, benim cepheme gelmesini isterdim.

Ali Saib Bey: Sen emirü’l-mücahidînsin, başkumandansın, emir eder getirirsin, öyle
değil mi?

Şeyh Said: Hayır, öyle değildi, herkes keyfine.

563
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.10-11.

266
Ali Saib Bey: Ahkâm-ışer’iyeye muhalif olarak emir vermek doğru mudur, Şeyh
Efendi?

Şeyh Said: Dersimlilerle muharebeye gittiğini duymuştum. Bir de zarurette


kalmıştım, buraya gelmesi için yazdım. O vakit Dersim’de idi.

Ali Saib Bey: Siz şer’in muhafazası için ayaklandığınızı söylüyorsunuz. Nasıl olup
da nefsin her şeye müreccah olduğunu yazıyorsunuz?

Şeyh Said: Nefisten ‘murad orayı terk edip buraya gel’ demek istedim. Menâfi-i
umumiye burada idi. ‘Ya müdafaa edelim veya kaçalım’ dedim.

Ali Saib Bey: Şeyh Efendi, elinizle top tutuyorsunuz. Üfleyince tayyare
indiriyorsunuz?...

Şeyh Said: Ne o doğrudur, ne de o. Bunu kim söylemişse yalandır.

Ali Saib Bey: İlm-i remil, ilm-i nücumdan bir şey bilir misiniz?

Şeyh Said: Hayır, anlamam.

Ali Saib Bey: O halde mektuplarınıza nazaran muvaffak olunacağını nereden


anlıyordunuz?

Şeyh Said: Muvaffakıyet için ‘İnşaallah’ derdim.

Ali Saib Bey: Menâfi-i şahsiye menafi-i umumiyeye tercih edilirse ahkâm-ı
şer’iyeye muhalif olur diye bir şey sormuştum, bak sana mektubunu okuyorum (diyerek
okudu.)

Zîri 7 Ramazan 1343 tarihiyle müverrah ve Hâdimü’l-mücahidîn Mehmed Said el-


Nakşibendi imzasıyla mümzâ ve Şeyh Şerif Efendi’ye hitaben muharrer olan mezkûr
mektubun aynen meali zîrde münderiçtir: ‘Selam ve dualar eylerim. Fişeklerin noksan ve
fıkdanından cepheyi Belkini Dağı’na aldım. Bu tarafta asker-i Rum ziyadedir. Eğer
helakimize mucip bir mani yok ise Karaçol’dan geri çekilesiniz ve bir miktar kâfi kuvvet
bize gönderesiniz. Şeyh Hüseyin ile beraber ve ahvalinizi güzelce mebsut olarak yazasınız.
Dersim ne haldedir, lehimize veyahut aleyhimizedir? Bugün bizim hayatımızı düşün,
kimsenin hayatını ve malını düşünme. Biz mahvolduktan sonra gayrın hayatı ve malı bize

267
ne fayda verir? Nefis, gayrın üzerine mukaddemdir. Cümle harp arkadaşlarımıza selam ve
dualar eylerim.’564

Ali Saib Bey: Asker-i Rumî nedir?

Şeyh Said: Kürdler biz Türk askerine ‘asker-i Rum’ deriz. Tabirdir, öyle deriz.

Ali Saib Bey: Onun reyine bırakıyorsun, emr-i kat’i vermiyorsun.

Şeyh Said: Orada Dersimlilerle muharebe ediyordu. Emr-i kat’î vermedim, kendi
fikrine terk ettim.

Ali Saib Bey: Bak yazdığınız bu mektubun mündericatı ahkâm-ı şer’iyeye muvafık
mıdır Şeyh Efendi?

Şeyh Said: ‘Biz telef olduktan sonra sizin orada lüzumunuz yoktur’ demek istedim.
Biz reis idik, reisin mefkudiyeti, ölümü; umumun menâfiine mugayir değil mi idi?”565

(…)

“Reis Müfid Bey: Şeriatı kimden isteyecektin?

Şeyh Said: Ahkâm-ı şer’iyemiz bugün metruktür. Cumhuriyetten evvel de, sultanlar
zamanından beri metruktür; yalnız, bunlar kaldırmış değildirler. Allah emir etmiş onu
feshetmek nasıl, Allah’ın emrini yerine getirmek lazım değil mi? Bunları infaz edecek
ulemâ-yı İslamiye’dir, ikinci kavilce de hulefâdır.

Reis Müfid Bey: Hulefâdan maksadınız ne?

Şeyh Said: Hulefâdan maksat halifelerdir. Onlar ahkâm-ı şer’iyeyi yerine


getirmekle muvazzaftırlar.

Reis Müfid Bey: Bir halife mi olsun istiyordun?..

Şeyh Said: Olsa dinimize muvafıktır, o da ahkâm-ı şer’iyedendir.

Reis Müfid Bey: Kürre-i arzda üç yüz elli milyon Müslüman var. Bunların
içerisinde Müslümanlık için kavga eden yegâne Türklerdir. Bunu bilmez misiniz?

Şeyh Said: Vaciptir; benim de üzerime vaciptir, senin üzerine vaciptir.

564
İM/T12/10/69-6/72/40 Belge 15
565
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.11-12.

268
Reis Müfid Bey: On asırdan beri âlem-i nasârâya karşı İslamiyet’i muhafaza
etmişler. Şimdi de Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda devletin dini din-i İslam’dır diyor. Peki,
bu Cumhuriyet neyi bırakmış?566

Şeyh Said: Evet Türklerdir. Madem ki onların elinden geliyor yine yapsınlar. Biz
Kürtler sizinle beraber yok muyduk, hangi muharebede sizden ayrıldık? Mademki
Müslüman’dır, ahkâm-ı şer’iyeyi icra borcu mudur, borcu değil midir?

Reis Müfid Bey: Her Müslüman kendi ef’alinden mesuldür, öyle değil mi?

Şeyh Said: Evet, eşhas kendi ef’alinin mesulüdür; fakat cemiyetin, hükümetin
hatasından her İslam mesul değil midir?

Reis Müfid Bey: Elli milyonluk bir Müslüman’ın başına geçen hükümet eline kırbaç
alıp köy köy gezecek mi, Şeyh Said namaz kıldı mı diye?

Şeyh Said: Evet, her köyden sual edecek. Ben bilmem, kitap öyle söylüyor.
Efendimize göstereyim. ‘Filan köyden ezan okunuyor mu, cemaat var mı?’ diye sormak
lazımdır.

Reis Müfid Bey: Bu Türklere karşı şeriatın muhafazası için musammem bir fikri
meydana getirmek kastıyla isyan ettiniz öyle mi? Doğrusunu söyle!

Şeyh Said: Neyin doğrusunu söyleyeyim? Şeriatın ahkâmı ne ise icra etsin, bunda
ne zarar vardı? Dünyamızda, ahiretimizde bahtiyar olurduk.”567

İsyanın dinî gerekçeleri ve ahkâm-ı şer’iyeye uygunluk üzerine yapılan bu


tartışmalardan sonra, Savcı Ahmet Süreyya Bey söze girerek şunları söyledi: “Her hangi
bir şahsın, devletin herhangi bir cüzünde (parça) isyan vücuda getirerek taklib-i hükümete
(hükümet darbesi) kıyamdan sonra işlediği bu cinayeti muhik (haklı) göstermek için
katiyen bir sebeb-i makul gösteremez. O işi herhangi bir şahsın veya herhangi bir müellifin
nokta-i nazarında meşru olsa bile Türk Cumhuriyeti’nde yaşayanlarca işaret ettiğim bu
kabil (tür) harekât daima hıyanet olacaktır.” Yani Savcı Şeyh’in göstermiş olduğu bu dini
gerekçelerin isyanı makul gösteremeyeceğini ve savunmasında bu noktaları dikkate
almaması gerektiğini söylemekteydi.

566
10 Nisan 1928 yılında yapılan değişiklikle 1924 Anayasasının “Devletin dini, din-i İslam’dır” maddesi
kaldırılmıştır.
567
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.16.

269
2.4.5. Mektup ve Belgelere Göre İsyanın Niteliği

Şeyh Said dosyasında İsyancılar arasında yapılmış olan birçok yazışma, mektup ve
belge delil olarak bulunmaktadır. Bu mektup ve belgelerin yüzden fazlası tüm sanıkların ve
mahkeme heyetinin önünde okunmuştur. Mektuplar daha çok, İsyan’ın başlamasından
sonra yazılmış ve askerî nitelikte, cephelerdeki gelişmelerden bilgi veren mektup ve
yazışmalardır. Bunun yanında başka aşiretleri ittifaka dahil etmek için yazılan mektuplar
ve isyancılar tarafından kaleme alınmış olan bazı beyannameler de mevcuttur. İsyanın
öncesine ait birkaç tane mektup da bulunmaktadır.

Mektuplarda kullanılan tabirler İsyan’ın niteliğini anlamak açısından önemlidir.


Bazı mektuplarda “Türkler”, “Türk askerleri” ve Türk askerleri için “düşmanlar” tabiri
kullanılmaktadır. İsyana katılmayan Kürt ve aşiret mensuplarına da “melun” ve “Türk”
denilmektedir. Mektuplarda geçen bu tür tabirler mahkemede de gündeme gelmiş ve Savcı
tarafından isyanın millî bir hareket olduğuna dair delil olarak gösterilmiştir. Bu konuda en
dikkati çeken mektup 29/30 Şaban 343 (25/26 Mart 1925) tarihli Şeyh Said tarafından
Liceli Müftüzade Said ve Hüsnü Beylere yazmış olduğu mektuptur. Mektupta “Türkler ve
düşmanlar” tabiri geçmektedir.568 Bu mektup, Şeyh Said’in muhakemesi başlamadan önce
Savcı Ahmed Süreyya Bey tarafından alınan ilk sorgusunda da gündeme gelmişti. Savcı
mektupta geçen “Türkler ve düşmanlar” tabirlerini Şeyh Said’e sormuş, kendisinin din ve
şeriat namı altında kıyam ettiği halde Kürt ve Türk diye ayırım yapmış olmasının ve
Türkleri düşman olarak vasıflandırmasının bu işin din meselesi olmadığını gösterdiğini
söylemiş ve bu konu hakkında ne diyeceği sormuştu. Şeyh Said ise “Bu mektubun zirindeki
imza benim fakat yazısı kâtibim Liceli Bilal Efendi mahdumu Fehmi Efendi’ye aittir”
diyerek cevap vermiştir.569

Sadece bu mektupta değil, birkaç mektupta daha aynı tabirler kullanılmıştır. Şeyh
Şerif ve Fakih Hasan arasında yapılan 1/2 Mart 1925ve 4 Mart 1925 tarihli yazışmalarda
Harputluların “Türklüğü” iddia etmeye başladıklarından bahsetmektedir. Yazışmalarda
geçen bölümler şöyledir:

“…Palu’yu, Harput’u işgal eylediğinizi işitmiş, memnun olmuş ve himmetinize


müteşekkir kalmış olduğumuzu muhakkak biliniz. Harputlular Türklüğü iddia ile içlerinden

568
Bu mektuba, “Şeyh Said’in İfadelerine ve Mektuplara Göre Tertip” bölümünde yer verilmiştir. Belge 12
569
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.30. (Bununla ilgili bir açıklama için bkz dipnot 475)

270
sizi çıkarmaları ve Palu’yu da bırakıp Gökdere’ye kadar gelmelerine bir türlü mana
veremedik….”570

“…İkinci taarruzda Rüşdü Beylerle Necib Ağa ve birtakım Palu ve Elazizli kimseler
Türklük davasında bulunuyorlar. Bunlar için emir nedir?….”571

Şeyh Said tarafından, Şeyh Şerif’e yazılmış olan 7 Ramazan 1343 (1 Nisan 1925)
tarihli mektupta Türk askeri için “Asker-i Rum” tabirini kullanmıştır. Şeyh Said bunun için
“Kürdler biz Türk askerine asker-i Rum deriz. Tabirdir. Öyle deriz” cevabını vermiştir.572
Ahmet Süreyya’nın hatıratında değindiği ve işin din meselesi olmadığını gösteriyor dediği
tabirler mektuplarda bunlarla sınırlıdır. Bunların haricinde İstiklal Mahkemesi
dosyalarında İsyan’ın amacının Kürt hükümeti kurmak olduğunu gösteren, net ifadeler
içeren bir mektup bulunmamaktadır. Bununla birlikte bağımsız İslam Cumhuriyeti
kurulmasından bahseden bir beyanname vardır. Bu beyanname Şeyh Said’in kardeşi
Abdurrahim’in evinde bulunmuştur. Savcı bunun isyandan önce hazırlanmış bir
taahhütname olduğu kanaatindedir. Şeyh Said mahkemede bu beyannameden haberi
olmadığını söylemiştir.573

Mektuplarda dinî söylemler ağır basmaktadır. İsyanın din için yapıldığı


vurgulanmaktadır. Özellikle bazı aşiretleri isyana davet için yazılan mektuplarda bu dinî
söylemin daha ağır bastığı görülmektedir. Bazı örnekler şöyledir;

Şeyh Said tarafından yazılan 7 Ramazan (1 Nisan 1925) tarihli mektup:

“…Zira cümlemiz, an-samimü’l-kalbbilâ-garaz vela-ivaz dinimizin i’lâsı için bütün


nefsimizi ve ırzımızı ve emval ve emlakimizi tehlikeye attık. Her şey Allah’ın kaderiyledir.
Kaderimizde ne var ise göreceğiz…”574

Çanlı İbrahim tarafından Fakih Hasan’a yazılan 2 Nisan 1925tarihli mektup:

“…Binaenaleyh gayemiz davamız şeriat-ı garranın ahkâmını mevki-i icraya vaz’ ve


adalet etmektir… Mamafih Şeyh Efendi de bu gibi muhalif-i şeriat hakaretlere razı
değildir…”575

570
İM/T12/10/69-6/72/21-22
571
İM/T12/10/69-5/57/2
572
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.12.
573
İM/T12/13/69-17/254/2 Bu beyannameye daha önceki bölümlerde yer verilmiştir. Belge 13
574
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.38-39.
575
İM/T12/10/69-5/58/11

271
Hasan Fahrizade Kadri ve Mahmud Kahyazade imzalı 24 Şaban 1343 - 20 Mart
1925 tarihli Şeyh Said’e yazılan mektup;

“…İslamiyet’in mabihi’l-istinadı olan şeriat-ı mutahhara-i Ahmediyenin ihyası


emrindeki teşebbüsat-ı dindaranelerine bütün ruhumuzla merbutuz. Muvaffakıyet-i
semuhilerini Cenab-ı Hak’tan temenni eyleriz…”576

Şeyh Said’in damadı olan Melekanlı Şeyh Abdullah’a ait iki önemli belge
bulunmaktadır. Bunlardan birisi 20 Mart 1925 tarihinde Çarik aşireti reisi Hasan Ağa’ya
yazılan mektuptur. Şeyh Abdullah bu mektupta; hükümetten ayrılarak ayrı bir devlet
kurma peşinde olmadıklarını, dine yapılan baskı ve müdahaleye engel olmak niyetinde
olduklarını, niyetlerinin başka şekilde anlatıldığından bahsetmektedir. Mektubun tamamı
şu şekildedir:

Çarikli Reisi Hasan Ağa’ya

Son zamanlarda din-i Muhammedî’nin görmüş olduğu tazyik cümle ulemâ ve


meşâyihi irşadât ve tezahürata mecbur etti. Bugün Hükümetten bir istiklal ve iftirak
peşinde değiliz. Umur-i diniyeye vaki’ müdahalenin men’ini istiyoruz. İhtimal ki zat-ı
alileri ve emsaliniz rüesa ve beylere başka nâ-meşru bir tarzda tefhim edilmiştir. Hâşâ biz
Kur’an elimizde olarak din kardeşlerimizi müzaherete davet ediyoruz. Dinimiz bir, ırkımız
bir, lisanımız birdir. Ve inşallah hiçbir kimseye hile ve hud’a yapmayı bilmez ve tenezzül
etmeyiz. Hazret-i Muhammed’e salavat, ehl-i beytine salavat, getirelim, birleşelim. Sizden
muavenet-i askeri istemem. Yalnız muvafakat-ı fikir arzu ederim. Karşımızda tertibat
aldığınızı işittim. Çok müteessir oldum. Acaba sizle benim aramızda bir kin ve bir garaz
var mıdır. Haşa yoktur. Neden olsun. Zât-ı âlinizden ümidim pek büyüktür. Çünkü
cümlemiz bir kıble bir Kur’an’a tâbi olduğumuzdan ümidvar bulunduğum. Necabetinizi ve
cevabınızı beklerim efendim.

Varto 20 Mart 341 (1925)

Melekani Abdullah577

Şeyh Abdullah’a ait olan diğer belge, Tezahürat-ı Diniye Reisi Melekanlı Abdullah
imzasıyla yazılan, 20 Mart 1925 tarihli beyannamedir. Şeyh Abdullah Türk askerlerine
hitaben yazdığı bu beyannamede; dindaş olan Türk askerine kurşun atmak için değil, dini
576
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.50.
577
İM/T12/10/69-5/47/10 Belge 16

272
emirlerin serbest bırakılmasını istemek için toplandıklarını söylemiş ve tüm
Müslümanların bu maksatta uzlaşması gerektiğini bildirmiştir. Ayrıca hükümetten
ayrılarak ayrı bir devlet kurma amacında olmadıklarını bu beyannamede tekrarlamıştır.
Beyannamenin tamamı şu şekildedir:

Ey İslam askeri kardeşlerimiz!

Bizi yoktan var eden Cenab-ı Hakk’ın, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed


Aleyhisselatü vesselama inzal buyurdukları Kur’an-ı azimüşşan ellerimizde ve
beytimizdedir. Siz dindaşlarımıza kurşun atmaya değil Kur’an’ın emir eylediği umur-ı
diniyenin serbest bulunmasını istirham maksadıyla içtima ve tezahüratta bulunuyoruz.
Bilcümle İslam’ın bu maksatta muvafakat etmesi vaciptir. “Tealev ilâ kelimetin sevein
beynena ve beyneküm âlâye.” Ey aşâir-i ehl-i sünnet ve’l-cemaat. Cenab-ı Hak bu dini
bize gönderdi ki kıyamete kadar hürmetkâr ve muhafazakâr bulunalım. Allah’a da onunla
ubudiyet edelim. Bazı eşhas buna taarruz ediyor. Hükümet men etmiyor. Sizin imanınız
kabul eder mi ki birisi Allah yoktur, peygamber yalancıdır desin. Asla ve kat’a kabul eder
bir mümin tasavvur edemem. Biz hükümetten istiklal ve iftirak istemiyoruz. Çünkü o
kabiliyet bizde yoktur. Ancak istediğimiz dindir. Dinin ve ahkâm-ı şeriatın serbest
bulunmasıdır. Eğer siz buna ve Kur’an’a tabi iseniz geliniz görüşelim, öpüşelim. Şayet
Kur’an’a da kurşun atmak arzu eden varsa siz onlara da ıslah duasını isteyiniz ve’s-
selamü aleyküm

Varto 20 Mart 341 (1925)

Tezahürat-ı Diniye Reisi Melekani Abdullah578

Yine tarihsiz ve imzasız bir beyannamede; birkaç sene önce din ve devletin,
düşmanın ayakları altında bulunduğu bir sırada Mustafa Kemal Paşa’nın din ve vatan
muhafazası görevini üzerine alarak, vatanın kurtulmasına sebep olduğu ancak daha sonra
İslam şeriatının ihmal edildiği söylenerek, Cumhuriyet Hükümeti’nden istenilen talepler
sıralanmıştı. Bu talepler arasında, İslam kadınlarına verilen serbestliği şeriata göre
sınırlandırılması, medreselerin açılması, Men’-i Müskirat Kanunu’nun uygulanması gibi
maddeler bulunmaktadır. Beyannamenin tamamı şu şekildedir:

578
İM/T12/10/69-5/47/9 Belge 17

273
Ey din kardeşlerimiz. Kısa bir şey arz eyliyorum. Şöyle ki hepimiz Müslümanız
müminiz kardeşiz. Birkaç sene evvel dinimiz devletimiz düşman ayakları altında kalacak
bir dereceye gelmişti. Mustafa Kemal Paşa hazretleri muhafaza-i din ve vatan vazifesini
deruhte etti. Ve millet mebuslarını Ankara’da topladı. Hakikaten vatanı kurtarmaya sebep
oldu. Ve büyük hizmetler gösterdi. İnkâr etmiyoruz. Umum millet kendisine borçlu ve
müteşekkir kaldı. Büyük bir vücut ve istinatgâh tanıdı. Ve daha birçok ümit beklerken
ümitlerimiz boşa çıktı. Şeriat-ı İslamiye ihmal edildi. Din-i mübin-i İslam’a zaaf târî
oluyor. Hükümet-i Cumhuriye’den ber-vech-i âti maddelerin tatbik ve icrasını bekliyoruz.
Madde 1- İslam kadınlarına verilmiş olan serbestliğin şeriata muvafık bir surette tahdidi.
2- Medreselerin, Şer’iye ve Evkaf dairelerinin tekrar küşad ve ihyası 3- Men-i Müskirat
Kanunu’nun kemafi’s-sabık temami-i tatbik-i ahkâmının temini. 4- İslam kadınlarının dans
mahallerine gitmelerinin ve dans etmelerinin men’i. 5- Şeriat-ı İslamiye’ye mugayir olan
ahval ve harekâtın men’i esbabının temini ve 6- Fuhuşhanelerin, umumhanelerin
kapatılması men edilmesi.579

Yine muhakeme dosyasında, Şeyh Said tarafından kendi el yazısıyla, Milli Aşiret
Reisi İbrahim Paşa’nın oğlu Halil Bey’e yazılmış olduğunun anlaşıldığı kaydedilen,
imzasız ve tarihsiz bir mektupta, mevcut hükümetin dine ve dindarlara savaş ilan
edittiğinden bahsedilmektedir. Arapça yazılı olan mektupta mevcut hükümetin; İslam
hilafetini kaldırdığı, saltanat ailesini sürgün ederek mallarına el koyduğu, medreseleri
kapattığı, şeyhülislamlık müessesini kaldırdığı, vakıf müesseselerinin mal varlıklarını Milli
Eğitim Bakanlığına devrettiği, kadınların tesettürünü kaldırdığı, zinayı serbest bıraktığı vs
ifade edilmektedir.580

Darahini İnzibat memuru Fakih Hasan Fehmi’nin, Şeyh Said namına, Piçar
beylerinden Salih, Mustafa ve Mahmud Efendilere yazmış olduğu 16 Mart 1925 tarihli
mektupta, mevcut hükümetin dini ve İslami ananeleri ortadan kaldırarak ladini ilan ettiği
ve bu durumun İslam namını taşıyan her ferdi son derece müteessir ettiğinden
bahsedilmektedir. Mektubun ilgili bölümü şu şekildedir:

“…Hükümet-i hazıranın din-i mübin-i İslamiye’yi ve bilhassa an’anât-ı İslamiye’yi


ortadan kaldırmak ve lâdini ilan ettikleri, cümlenin malum olduğu gibi bi’t-tabi’ siz de bu
ciheti pekâlâ anlamış idiniz. İslam olan ve İslam namını taşıyan her fert, hükümetin bu

579
İM/T12/10/69-5/58/6
580
İM/T12/9/69-4/44/23-24 Belge 18

274
ahvalinden son derece müteessir olmuştu. Nihayet bu tesirâticabatı olarak bi’l-umum
İslamlarca maruf olan Palulu Şeyh Ali Efendi hazretlerinin hafidi Şeyh Said Efendi
hazretleri malından emval ve eşyasından ve evlad-ı iyalinden ve hatta kendi hayatından
bile vazgeçerek hükümetin kabul ve icra ettiği şu lâdini mesailine tahammül etmeyerek
başına topladığı İslamlarla teşrik-i mesai ederek 14 Şubat 341 tarihinde vilayetimiz
merkez hükümetiyle Çapakçur hükümetlerini işgal etti. Ve Melekanlı Şeyh Abdullah Efendi
hazretlerine yazdığı mektup üzerine Şeyh-i mumaileyh dahi Genç ve Oğnut Meneşküt
halkıyla Varto’yı işgal ve Varto’dan yetmiş seyyar jandarmasını esir alarak bugün merkez
vilayetine geldiler…”581

Melekanlı Şeyh Abdullah tarafında Elman aşâiri Bedirhan Ağa’ya yazılan 19 Mart
1925 tarihli mektupta da, isteklerinin şeriat davası olduğu yazılıdır. Mektup şu şekildedir:

Elman Aşairi Bedirhan Ağa’ya

Bilhassa selam ederim. Aşâirinizin cümlesine selam ederim. Dinimiz birdir. Gerek
davamız bir ola. Bizim istediğimiz şeriat davasıdır. Siz onlar değilsiniz ki müttefik
olmayasız. Evvel ve ahir din davası kol ve tüfek kuvvetiyle ileri gelmiştir. Bunun için bize
iltihak ediniz ve etrafınızda bulunan aşâirle muhabere ediniz. Sözünüzü bir ediniz ki
inşallah Muş’u işgal edelim. Zaten Allahu teâlâ müyesser eder.

Burada bulunan aşâir reisleri cümlesi size selam ederler. El-baki dua

19 Mart 341 (1925)

Melekanlı Şeyh Abdullah582

Bu belgelere bakıldığı zaman isyan sahasında ve isyana katılanlar arasında dinin


önemli bir unsur olduğu anlaşılmaktadır. Bazı yazarlar isyancıların asıl amaçlarını
gizlemek ve dindar halkı isyana katılmaya ikna etmek amacıyla dini söylemleri tercih
ettiklerini ifade etmelerine rağmen isyana katılan geniş kitleler açısından bakıldığında
temel nedenin din unsuru olduğu görülmektedir. Bu açıdan Hasretyan gibi bazı yazarların
Şeyh Said isyanında dinin hiçbir etkisi olmadığını dile getirmeleri temelsiz bir iddiadan
ibarettir. Bunun yanında bu tür dini söylemler sadece isyancıların yayınladıkları
beyannamelerde değil, askeri makamların yayınladıkları beyannamelerde de kullanıldığı ve
böylece bölge halkının ikna etmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu durum isyana katılan
581
İM/T12/10/69-5/58/7-8
582
İM/T12/10/69-5/47/8 Belge 19

275
kitlelerdeki dini etkiyi göstermektedir. Buna bir örnek olması açısından 8 Nisan 1926
tarihinde Kırk Birinci Fırka Kumandanının “Ey Müslümanlar” başlığıyla yayınlamış
olduğu beyanname şu şekildedir:

Ey Müslümanlar!

Biliyor musunuz ne büyük bir gaflet içindeyiz. Etrafımızı saran din düşmanlarını bu
halimizle sevindiriyoruz. Küffar üzerimize ordularını sevk etseydi bu kadar muvaffak
olamazdı. Çünkü onlar bir dirhem kanı akmadan bir parasını sarf etmeden asırlardan beri
beklediği maksadına nâil oluyor. Çünkü onların arzusu yeryüzünde Müslüman
bırakmamaktır. Yaptığınız bu hareket ne büyük gaflettir. Kime karşı kurşun atıyorsunuz.
Kime karşı isyan ediyorsunuz. Düşünmüyor musunuz karşımızdaki ordu dinimizi,
namusumuzu, canımızı Yunan piçlerinin, İngiliz kâfirlerinin kirli ayakları altında
kalmaktan kurtarmış ve bu uğurda yüz binlerce şehit vermiştir. Şimdi bu hale karşı
şühedamızın ruhu ağlıyor.

Fahr-i Muhammed Mustafa Sallallahu Teala Aleyhivesellem efendimizin ruh-ı


mübarekleri fevkalade müteessir, biz ise birbirimizi boğazlıyoruz. Bunu hangi din, hangi
şeriat emir eder, bugün belki şunun bunun balını yağma edebiliriz. Fakat Allahu
azimüşşana kasem ederim ki bunlar bize karim olur. İngilizlerin memleketimizi çiğnediği
zaman ne ırz ve ne de namus kalmayacağı gibi bugün Müslüman kanı dökmeye
kullandığınız silahlarınızın pek çabuk ellerinizden düşer. Bir İngiliz jandarması, bir Mısırlı
Müslüman köyünden geçerken bir tavuk avlamış ve köylü kadın ağlamaya başlamış, buna
İngiliz neferi kızmış kadını da keyfi için bir kurşunla yere sermiş, bu esnada kocası
yetişerek deli gibi olup bir bıçakla jandarma üzerine yürüyerek koluna saplayacağı esnada
jandarma bunu da öldürmüş, bu herifin jandarmaya karşı bıçakla hücum etmesi İngiliz
kanununa karşı o kadar büyük bir cürüm imiş ki o köy halkı kâmilen idam edildiği gibi köy
ateşe verilmiş. Ben Yemen’e giderken Mısır’dan geçiyordum. Şimendiferle giderken bu
köyün yandığını görüp şimendiferdeki bir Mısırlı Müslüman’a sordum. Bana ağlayarak bu
vakayı hikaye eyledi. İki sene evvel Hindistan’da bizim için iane toplamak üzere bir
cemiyet teşkil eden Müslümanların bu hareketini kabahat telakki eden İngiliz kumandanı
elli bin Müslüman’ı kurşuna dizdirdiği gibi bir Hint şehrinde bir İngiliz kadınını bir
Müslüman’ın yanlışlıkla yere düşürdüğü için Hint valisi o şehrin kadın ve erkek bütün
Müslümanlarını kendi yüz üstü saatlerce yılan gibi sürüklemelerini emir ederek icra
ettirmiştir.

276
Velhasıl İzmir’de Yunanlıların gebe kadınların karınlarını yararak çıkardıkları
çocuklarını köpeklere attıklarını ve birçok Müslüman evladını diri diri ateşlere atarak
yaktıklarını bilmem ne için duymamış gibi hareket ediyorsunuz.

Ey gafil Müslümanlar! İşte Arabistan, işte Arnavutluk, işte Trablusgarp, işte Tunus,
işte Fas ağlamaktan gözleri patlamıştır. Her biri ayrı ayrı devletin esiri, kölesi olmuştur.
İnsaf ediniz. Bugün efendi iken yarın nasıl köle olmaya razı olursunuz. Size tam bir
Müslüman ve temiz bir dindaşınız sıfatıyla bu hitabı yapıyorum. Bunu kendim için bir
vicdan borcu telakki ediyorum. Belki içinizde düşünemeyenler bulunuyor diyorum ve
tekrar ederim. Yaptığınız hatadır. Dine, namusa, millete karşı zulüm ve isyandır. Hatanın
neresinden dönülürse kârdır. Cenab-ı Vacibulvücud’dan mağfiret temenni ederek
hareketinizden vazgeçiniz. Köylerinize avdet ederek selamet ile oturunuz. Tekrar ediyorum.
Biliniz bu devlet böyle birçok isyanlar görmüş ve söndürmüştür. Hiçbir zaman acze
hamletmeyiniz. Bir bölüğü, bir taburu dar bir yerde sıkıştırıp esir etmek, onları soymak,
silahlarını almak büyük bir marifet değildir. Bir bölük soyulur, yerine bir alay gelir. Bir
alay bozulur, yerine bir fırka gelir. Fırkalar bile mahvolsa ordular geleceğinden ve dinimiz
ve namusunuz uğrunda son nefesin sarf olunacağında kimsenin şüphesi olmasın. Bunun
misali de vardır. Harb-i Umumide mağlup olduk. Bizi tamamıyla esir edecek bir
muahadeyi İstanbul’da eski hükümet ve İngiliz parasıyla bu güne kadar yaşayan
padişahlar tasdik ettikten sonra biz bir avuç ordu silahlarımıza sarılarak yedi düvele
meydan okuduk ve Allah’ın inayeti ve peygamber-i zişanımızın imdadıyla azmimiz
sayesinde muvaffak olup beş yüz bin kişilik Yunan ordusunu birkaç gün içinde denize
dökerek bütün silah, top ve cephanesini iğtinam ederek ordumuzu beş kat daha takviye
eyledik. Bununla bütün dünya Müslümanları iftihar etmiştir. Şüphe yok ki bu vazifeyi ifa da
bir hisseniz vardır.

Ey Müslüman kardeşler! Yaptığınız hatadır. Hatadır. Hatadır. Allah cümlemizi


ıslah eylesin. Amin

Kırk Birinci Fırka Kumandanı

25 Ramazanulmübarek sene 1344 (8 Nisan 1926)583

583
İM/T12/11/69-9/118/18-20

277
2.4.6. Şeyh Said’i İsyana Sevk ve Teşvik Eden Gazete Haberleri

Şeyh Said muhakemesinin başında şeriat hükümlerinin uygulanmadığını gerekçe


göstererek isyan ettiğini söylemişti. Muhakemenin ilerleyen zamanlarında Mahkeme Reisi
yeniden Şeyh Said’e, kendisini isyana sevk eden sebepleri sormuş, Şeyh de iki sebep
göstermiş ve şöyle cevap vermişti. “Birisi kütüb-i şer’iye ve akide idi. Ruhumuz çıksa
akidemiz çıkmaz. İkincisi de matbuat, mütemadiyen bizim din nokta-i nazarında kinimizi
tezyit ettiriyordu.” Bu cevap karşısında mahkeme reisi, üçüncü bir sebep olarak
Meclis’teki muhalefeti de zikretmişti. Şeyh Said ise “Muhalefet vardı, fakat o sebep
değildi” diyerek cevap vermişti.584

Şeyh Said’in gazetelerden okuduğu ve kendini isyana teşvik ettiğini söylediği


haberler, hem isyanın niteliğini göstermesi açısından hem de ifadelerde adı geçen gazete
yazarlarının, davaya dahil edilmesine sebep olmasından dolayı önemlidir. Mahkeme
tutanaklarında geçen ifadelerin bir bölümü şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Şeyh Efendi, şer’-i şerifin icra edilmediğini, kadınların serbest
gezdiğini, mebusların arasında ihtilaf olduğunu nereden anladın da kıyam ettin?

Şeyh Said: Malumatım kitaptan idi.

Reis Müfid Bey: Şer’-i şerifin tatbik edilmediğini hangi gazetelerde okur anlardın?

Şeyh Said: Şer’-i şerifin muhalefet meselesini matbuattan; Sebilürreşat’tan, Tevhid-


i Efkâr’dan anlardım. Tanin, Son Telgraf okumazdım. Cumhuriyet, Vakit; onları nadiren
görürdüm. En çok Sebilürreşad okurdum ve bazen de Tevhid-i Efkâr’dan.

Reis Müfid Bey: Bazen diye ikiye ayırdınız. Birisi matbuat, öbürleri kimlerdir?

Şeyh Said: Tüccar müccar. Erzurum mebusları gelirlerdi, onlardan intişar ederdi.
Muhabere etmezdim, tereşşuh ederdi.

Reis Müfid Bey: Erzurum mebuslarından kimleri tanırsın?

Şeyh Said: Raif Hoca’yı bir kere gördüm, diğerlerini görmedim.

Reis Müfid Bey: Nereden biliyorsun şer-i şerifin tatbik edilmediğinin Erzurum
mebuslarından tereşşuh ettiğini?

584
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.157.

278
Şeyh Said: Raif Hoca’nın Meclis’teki beyanatını gördüm.

Reis Müfid Bey: Başka hangi beyanatını okudun, hangi gazetede gördün?

Şeyh Said: Aklıma gelmiyor hangi gazetede okuduğum.

Reis Müfid Bey: Başka hatırladığın ne gibi şeyler var?

Şeyh Said: Bazı risaleler gördüm. Ahmed Cevdet mi Abdullah Cevdet mi


bilmiyorum. Bir risale gördüm. Mesela Sebilürreşat’ta görüyorduk ki: Musa mağrur iken,
İsa meşhur iken, Muhammed emin iken bunlar birer din çıkarmışlar, bu kadar ulakâ bir
din çıkaramazlar mı gibi şeyler okur canımız sıkılırdı. Sebilürreşat’ta yazıyordu ki: İzmid
muharriri Kılınçzade Hakkı, fahr-i kainat efendimiz hakkında itâle-i lisanda bulunmuştur.
Hasan Fehmi namında bir müftü mahkemeye müracaat etmiş, yüz lira ceza-yı nakdi ile
Kılınçzade mahkûm olmuş, Ankara adliyesi onu beraat ettirmiş.

Reis Müfid Bey: Hâlbuki mahkeme Ankara’ya gelmez. Temyiz Mahkemesi


Eskişehir’dedir.

Şeyh Said: Belâ belâ, Eskişehir’e gelmiş beraat etmiş diye okudum.

Reis Müfid Bey: Başka neler işittin?

Şeyh Said: Mesela Meşihat-ı İslamiye’yi şimdi Kız Mektebi yapmışlar. Talibattan
birisi piyano çalmış, biri de keman çalmış, sabahlara kadar müsamere yapmışlar. Bunları
okuyunca müteessir oluyorduk. ‘Meşihat-ı İslamiye’de bir vakitler büyük ulema
otururlardı’ diye meyus olurduk, acırdık. Maksadımız ‘Şeref-i İslamiye parlasın’ derdik.

Reis Müfid Bey: Başka neler okudun?

Şeyh Said: Bir risale, mebuslardan üç kişi telif etmişti. İlyas Sami (Muş) ve iki kişi
‘Reddiye’ diye. ‘Müçtehitler zaman-ı sabıkta hulefanın dalkavukluklarını yapmışlar’
derlerdi. Bu da canımızı sıkardı.

Reis Müfid Bey: Bu reddiyeyi kime yazmışlardı?

Şeyh Said: Birisi hilafet lehinde bir risale yazmış, evvel mebusmuş. O da bir
reddiye yazmış.

Reis Müfid Bey: Başka neler okuyordun?

279
Şeyh Said: Sebilürreşad’ın her nüshasında bir şey vardı ve benim üzerimde
tesiratilkâ ediyordu. Farmasonluğu tarif ediyordu, laikliği tarif ediyordu; hepinizin
manzuru olmuştur. Ben cibilliyet-i İslamiyemle mahzun oluyordum.”585

(…)

“Reis Müfid Bey: Dediğin risaleler üç dört sene evvel yazılmıştır. Sen ne için
bunlara birer reddiye yazmadın?

Şeyh Said: Ben o vakitler bir şeye karışmak istemedim ve karışmadım. Okuyordum
teessüf ediyordum. Kalbime nefret hissi geliyordu. Bunun men’i lazımdır derdim.”586

(…)

“Reis Müfid Bey: Raif Hoca’nın beyanatını okuduğunu söyledin, hâlbuki o Ziya
Hoca’nındır. Beyanatın mealini söyle

Şeyh Said: Ben Raif Hoca’nın biliyorum.

Reis Müfid Bey: Okuyunca memnun oldunuz değil mi?

Şeyh Said: ‘Hükümeti dinen teyit edelim, muvafık mutabık bir hükümet yapalım.’
diyordu. Biz de bir mebusun Millet Meclisi’nde dini mevzubahis etmesi bizi memnun etti,
müsterih etti.

Reis Müfid Bey: O beyanatı kimseye göstermediniz mi?

Şeyh Said: Bana da bir başkası gösterdi. ‘Bak’ dedi, ‘Allah razı olsun bu adam dini
mevzubahis etmiş, keşke hepsi öyle olsa’ dedi.

Reis Müfid Bey: Mebusların hepsinin hoca olmasını mı istiyorsunuz?

Şeyh Said: Yok, hoca olması lazım değil; dindar ve Müslüman olsun.”587

(…)

“Ali Saib Bey: Sen ahkâm-ı şer’iyeye muhalif ahvali nereden anlıyordun?

Şeyh Said: Gazetelerden anlıyordum.

585
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.139-140.
586
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.140.
587
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.141.

280
Ali Saib Bey: En çok gazetelerden anlıyordun öyle mi? Bak şimdi gazeteciler
gelecek, göreceksin hepsi genç çocuklar. Senin tasavvur ettiğin gibi koca sarıklı, uzun
sakallı adamlar değil

Şeyh Said: Ben ne bileyim, Sebilürreşad diyordu. ‘Kız çocukları, erkek çocukları
şapka giyiyorlar’ diye Sebilürreşad yazıyordu.

Ali Saib Bey: Sen şemsiye taşımadın mı, işte o da şemsiyedir?

Şeyh Said: Şemsiye taşıdım, fakat o şapka imiş. Hatta yirmi beş yaşında delikanlılar
bile giyermiş. ‘İtalyan mekteplerinde çocuklar tenessül (tanassur) ediyorlar’
diyorlardı.”588

2.4.7. Kitabeten, Matbuat Vasıtasıyla Hükümete Müracaat Meselesi

Şeyh Said mahkemedeki sorgusunda vacip olarak gördüğü ve zihninde tasavvur


ettiği kıyamın aslında “kitabeten müracaat” yani din ile ilgili taleplerini yazılı olarak
hükümete bildirmek şeklinde olduğunu söylemişti. Şeyh Said’in ifadesine göre; yanına
birkaç kişi daha bulup ilmî tartışmalardan sonra, bir kitap yazarak şeriatın hükümlerini
açıklayacak ve kanunların da şeriata uygun olmasını talep edecekti. Ancak kendi değişiyle;
Piran hadisesi buna müsaade etmemişti. Hatta jandarma meselesi olmasaydı, belki altı,
belki de bir sene sonra kitabeten müracaat ederek bu vacibi halledecekti.

İsyandan yaklaşık bir ay önce, Şeyh Said ile Fakih Hasan arasında geçen bir
konuşma, Şeyh Said’in silahlı isyandan ziyade hükümete müracaat ederek bazı taleplerde
bulunma düşüncesine daha yakın olduğunu destekler niteliktedir. Fakih Hasan’ın
anlatımına göre; Şeyh Said, Fakih Hasan’ın köyüne gelince orada şeriat bahsi olmuş,
bunun üzerine Fakih Hasan, hükümete yazılı olarak müracaat etmesini söylemiş, Şeyh Said
de onu tasdik ederek; “Doğrudur kıtale sebebiyet doğru değildir, tahriren müracaat
lazımdır” demiştir.

Şeyh Said’in bu yöntemi tercih etmemesinin sebebi sadece Piran Hadisesi değildir.
Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesinde bu konuda söyledikleri önemlidir. Varto’daki
ifadesinde, matbuat vasıtasıyla müracaatta bulunmayı gereksiz ve faydasız gördüğünden bu
yola iltifat etmediğini söyleyen Şeyh Said, gerek mebusların ve gerekse matbuat erkânının,
kendisini eski kafa ve itikatta görerek mürteci addedeceklerini hatta eğleneceklerini ve

588
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.206.

281
müracaatlarını reddedeceklerini düşündüğünü söylemişti. Şeyh Said, bu düşüncelerden
dolayı biraz daha güçlü olduktan sonra hükümete müracaat etmeyi düşünmüştü. Bunu teyid
eden bir konuşmasını isyan başladıktan sonra Darahini’de Yusuf Ağa’nın evinde yapmıştı.
Devlet memurları Şeyh Said’e telgraf hatlarını tamir ettirip taleplerini Ankara Hükümetine
bildirmesini söyleyince Şeyh Said: “Hayır, şimdi müracaat etmem. Ne vakit ayaklarımızı
uzatacak kadar kendimize bir yer yaparsak ol vakit müracaat edeceğim” diye cevap
vermişti.589

Kitabeten müracaat etmesi konusunda Şeyh Said’i birkaç kişinin daha uyardığı
mahkeme konuşmalarından anlaşılıyor. Tutanaklarda geçen bölüm şöyledir:

“Ali Saib Bey: Şeyh Said Efendi, bu sana nasihat etti mi?

Şeyh Said: İsmail Efendi, bu [Liceli Tahir], bir adam daha vardı. ‘Bu ne iştir. Ne
yapıyorsunuz?’ dediler, İsmail Efendi söyledi. ‘Dinimizin istikametini dava ediyoruz’
dedim. ‘Kitabeten yazınız’ dediler. ‘İstihza ederler tahkir ederler, Kürtleri nazar-ı itibara
almazlar’ dedim. ‘Başka yerde yapınız’ dediler. ‘Ben burada bir kere başladık’ dedim.
Doğrusu nasihatleri tesir etti; hatta adam gönderdim, hücuma gidenleri geri çevirdim.

Ali Saib Bey: Şeyh Efendi, geçenki ifadelerinle şimdiki ifadelerin arasında ayrılık
görüyorum.

Şeyh Said: Hayır, hakiki söyledim. Bu sözü orada beraber söyledim, tafsilat
olduğundan tay ettim.

Ali Saib Bey: Bu kanaat sende orada mı hâsıl oldu?

Şeyh Said: Evvelden bende o kanaat vardı.

Ali Saib Bey: Sen Piran’da bu vaka olmasaydı müracaat edecektim dedin?

Şeyh Said: Belâ, niyetimde müracaat vardı. Fakat biraz kuvvetli olup müracaat
edecektim.

Ali Saib Bey: Sen isyan fikrini, kıyam fikrini kafana koymuşsun, buğz ve adavetin
neticesi ne olur?

589
İM/T12/12/69/12/153/34-35

282
Şeyh Said: Buğz ve adavet kalbimde vardı, fakat kıyam yoktu, evvelleri yoktu
hakikat buydu.”590

2.4.8. Kürtçülük, Kürt Hükümeti Kurma ve Muhtariyet Talebi

Şeyh Said, ifadesinin başından sonuna kadar Kürtçülük iddialarını reddetmiş ve


Kürt hükümeti kurmaya yönelik amaçlarının olmadığını savunmuştur. Hatta ifadesinin en
başında, bu konuda henüz bir soru sorulmamışken, “Hamd olsun hepimiz Müslümanız.
Kürt Türk yoktur.” demiştir. Diyarbekir’i almak istemelerinin sebebini de, din
konusundaki taleplerini daha güçlü bir şekilde hükümete sunmak olarak izah eden Şeyh
Said, kraliyet kurma iddialarını reddetmiş ve “Ben ne riyazet kabul ederdim ne de elimden
gelirdi” demiştir. Hatta Diyarbekir’i aldıktan sonra hükümetin taleplerini kabul etmemesi
halinde bile “Hükümetten ayrılmazdık. O vakit ne yapacaktık bilmem” demiştir.

Ancak Şeyh Said’in, Varto’da vermiş olduğu ifadesinde farklı bazı söylemleri
bulunmaktadır. Bu ifadeye göre Şeyh Said, İsyan’ın maksadını şöyle anlatmıştı: “Ahkâm-ı
şer’iyenin bu vaziyette keşmekeş devam eder ve hükümet de bunun önüne geçmek üzere
tedabir ittihaz etmezse, kendi aralarında ahkâm-ı diniyeyi layık-ı vechle temin ve tatbik
etmek fikriyle muhtariyet talep ve temin eylemek ve hükümet buna da muvafakat etmediği
takdirde Diyarbekir’i zabt eder etmez, icap ederse İngiliz Hükümeti’ne müracaat ederek
Türk hükümetinin maksatlarına temine davet ve icbar edilmesini talep etmekten ibaret”591
Yani Şeyh Said, hükümetin şeriat hükümlerini, içinde bulunduğu keşmekeşlikten
kurtarmadığı takdirde dinî kuralların layıkıyla uygulanmasını sağlamak fikriyle
“Muhtariyet” talep etmek amacında olduğunu hatta hükümetin bunu kabul etmemesi
halinde İngilizlere müracaat ederek, İngilizlerin vasıtasıyla Türk hükümetini buna
zorlamak niyetinde olduğunu söylemişti.

Şeyh Said’in yakalanmasından sonra 16 Nisan’da yapılan sorgusunda geçen bu


ifadeler, daha sonra verdiği ifadelere tamamen zıttır. Şeyh Said, daha sonra hem Savcı
tarafından alınan ifadesinde, hem de mahkeme sorgusunda böyle bir muhtariyet talebinden
veya İngiliz yardımından kesinlikle bahsetmemiş ve bu tür iddiaları da reddetmiştir.
İfadelerdeki bu çelişkiler birkaç sebepten kaynaklanabilir. Birincisi Şeyh Said Varto’da
vermiş olduğu ifadesini daha sonra değiştirmiş ve bu iddiaları gündeme getirmemiş

590
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.206.
591
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.24.

283
olabilir. Savcı Ahmet Süreyya Bey de Şeyh Said’in muhakemesinin yapıldığı ilk gün bu
duruma dikkat çekerek, Şeyh Said’in ifadeleri arasında çelişkiler olduğundan bahsetmiş ve
önceki ifadelerin mahkemede okunmasını istemişti. Mahkeme tutanaklarına bakıldığı
zaman bu durum yalnız Şeyh Said için geçerli değildir. Bunun yanında diğer sanıkların da
ilk ifadeleri ile mahkemedeki ifadelerinde farklılıklara rastlanmaktadır. Sanıkların birçoğu
muhakemeleri sırasında Varto’da alınan ifadelerinin bir kısmını inkâr etmişler ve
ifadelerinde yazan bazı cümleleri kullanmadıklarını iddia etmişlerdir.

Şeyh Said’in yukarıda zikredilen ifadeleri arasındaki çelişkileri açıklamak için


ikinci bir sebep ortaya çıkmaktadır ki bu daha hem Varto’da alınan ifadelerin hem de
mahkeme tutanaklarının sıhhatini sorgulamayı gerektirecektir. Öncelikle şunu ifade etmek
gerekir ki Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesinin orijinali mahkeme dosyasında
bulunmamaktadır. Yukarıda aktarılan bölüm mahkeme tutanaklarında geçmektedir.
Varto’da alınan ifadenin orijinali mahkeme dosyalarında olmadığından dolayı tutanakta
geçen bölümle kıyaslaması tarafımızdan yapılamamıştır. Ancak Şeyh Said’in ifadelerinin
bir kısmı dönemin bazı gazetelerinde yayınlanmıştır. Bu açıdan Varto’da alınan ifadede
geçen böyle önemli bir itirafın, dönemin gazetelerine yansıyıp yansımadığı önemlidir.
Böyle bir itirafın yargılamaları takip eden basın tarafından yayınlanma ihtimali yüksektir.
Ancak bu ifadelerin gazetelerde yer almadığı görülmektedir. Örneğin Hâkimiyet-i Milliye
gazetesinin 28 ve 31 Nisan 1925 tarihli nüshalarında, Şeyh Said’in Varto’da alınan
ifadelerinden bahsedilmekle birlikte böyle önemli bir itiraftan söz edilmemiştir. Yine Vakit
gazetesinin 27 Nisan 1925 tarihli nüshasında “Şeyh Said’in İfadatı” başlığı altında yapılan
haberde Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesinde, “Kürdistan Krallığını teşkil için fırsatın
zuhur ettiğini zannederek harekete geçtik” dediği yazmakla birlikte -ki muhakeme
zabıtnamesinin orijinalinde bu ifadeler de yoktur- İngilizlerin yardımıyla muhtariyet talep
edileceğine dair bir bilgiden bahsedilmemektedir. Bununla birlikte yine Vakit gazetesinin 7
Haziran 1925 tarihli nüshasında Şeyh Said’in Varto’da alınan ifadesinin büyük bir bölümü
neşredilmiştir. Fakat muhtariyet talebi ve İngiliz yardımı ile ilgili mahkeme
zabıtnamesinde yer alan bölüm burada da yer almamaktadır.

2.4.9. Diğer Maznunların İfadelerinde Göre Sebep ve Amaç

Hem mahkeme sırasında hem de mahkeme öncesindeki sorgularda sanıklara


isyanın maksadı, neden başladığı sorulmuştu. Sanıkların geneli isyanın dinî sebeplerden
çıktığını ve Piran’da başladığını söylemişlerdi. İsyanın önde gelen kişilerinin ifadelerine

284
göre İsyan, hükümet kurma amacı taşımamaktaydı, amaç dindi ve bu konuda hükümetten
bazı taleplerde bulunacaklardı.

Örneğin, Şeyh Said’in damadı olup isyanda önemli bir rol oynayan Şeyh Abdullah
ifadesinde, “Hükümete itirazlarım vardı. Fakat isyan taraftarı değildim” demektedir.
Bunun yanında Muş Vilayetine yazılan tarihsiz ve imzasız belgeye göre; 11 Mart Perşembe
günü sabaha karşı Şeyh Abdullah 500 kişilik bir kuvvetle Gümgüm’e geldiğinde, Şeyh
Abdullah’a maksatlarının ne olduğu sorulmuştu. Şeyh Abdullah verdiği cevapta
maksatlarının beylik, ihtilal çıkarmak veya hükümete karşı gelmek değil, yalnız dini bir
meseleyi hükümetten istirham etmek olduğunu söylemiş ve bunu gerçekleştirmek için üç
gün boyunca Hınıs telgrafını tamir edip meseleyi Ankara’ya anlatmak istemişlerse de
Erzurum’un buna yol vermediğini, şimdi ise Muş valisini aracı yaparak dertlerini
Ankara’ya arz etmek istediklerini belirtmişti. Belgenin ilgili bölümü şu şekildedir:

“Bu içtimadaki maksadı beylik değil, ihtilal çıkarmak değil, Hükümet-i


Cumhuriye’mize karşı gelmek değil, yalnız bir mesele-i diniyeyi Hükümet-i
Cumhuriye’mizden istirham olduğu ve bunun için üç gün çalışarak Hınıs telgrafını yaptırıp
Ankara’ya meseleyi anlatmak istediği halde Erzurum yol vermedi, şimdi de zat-ı alilerini
vasıta edip zat-ı alileri vasıtasıyla Ankara’ya dertlerini ve meseleyi anlatmak ve katre
kanları kalıncaya kadar topraklarını ecnebiyeye vermemek olduğunu arz etmektir ve
ecnebiler de bunu yani İslamiyet toprağına tama’ etmemelerini anlatmaktır”592

Darahini İnzibat Memuru olan Fakih Hasan da maksadın şeriat meselesi olduğunu
söylemişti. Tutanakta geçen ifadesinin bir kısmı şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Diyarbekir’i aldıktan sonra maksatları ne idi?

Fakih Hasan: Diyarbekir’i aldıktan sonra ne yapacaklardı bilmiyorum, yalnız


bildiğim şeriat meselesiydi. Ben kendisine bir mektup yazdım: ‘Şeriat böyle İslam’ı İslam’a
vurdurmak değildir’ dedim. O bana ‘şaşarım aklına’ dedi. ‘Biz Kürdlüğü muhafaza
edeceğiz’ dedi.

Reis Müfid Bey: Bu memleketleri aldıktan sonra halife mi yapacaklardı?

Fakih Hasan: Sonra bir halife getireceklerdi, yine bu hükümetle idi. Bir kısım
mebusların da beraber olduğunu söyledi. ‘Halife elyak olsun da kim olursa olsun’ diyordu.

592
İM/T12/10/69-5/49/5

285
Reis Müfid Bey: İşgalden sonra bir halife yapacaklarını söylediniz, nasıl
yapacaktınız, Hilafet olmadığına dair kanun olduğunu siz bilmiyor musunuz?

Fakih Hasan: Kanun olduğunu ben bilmiyordum. Onlar söylüyorlardı, bilmem;


muhaberesi var mıydı yok muydu, bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: Demek oluyor ki, bunların maksadı din perdesi altında hükümet
tesis etmek idi?

Fakih Hasan: İfadem doğrudur. Her ne olursa olsun ben doğruluktan


ayrılmıyorum.”593

(…)

“Ali Saib Bey: Sen Şeyh Said Efendi’ye gittiğin zaman ‘ne var ne yok’ dedin, o da
sana şeriat meselesini söyledi. Öyle mi?

Fakih Hasan: Kendisi, Şeyh Said Efendi daima söylerdi ki: ‘Mebuslar şer-i şerifi
kaldırmışlar. Birkaç madde var onları talep edeceğiz’ dedi.”594

Savcı Ahmed Süreyya Bey tarafından 18 Mart 1925 tarihinde Fakih Hasan’ın
ifadesi alınmıştı. Fakih Hasan’ın bu ifadede bazı sorulara verdiği cevaplar şöyledir:

“Süreyya Bey: Şeyh Said’in bu kıyamdaki maksadı ne idi?

Fakih Hasan: Şeriat istemekti.

Süreyya Bey: Şeriat ortadan kalkmış mı idi ki şeriat isteniliyordu?

Fakih Hasan: Hayır kalkmamıştı. Yalnız Şeyh Said’in ifadesine göre bazı mebuslar
şeriatı kaldırmak istiyorlarmış, şeriatı muhafaza için kıyam etmiş ve hatta hükümet de bu
fikirde imiş ve programında bile varmış, ahalinin daha ziyade iştiraki de bu yüzdendir.

(…)

Süreyya Bey: Şeyh’in bu işteki maksadı hakkında ne anladınız?

Fakih Hasan: Kendi aralarında ne vardı bilmem. Bana şeriat istediklerini


söylüyorlardı. Darahini’nin işgalinden sonra Karaz’da iken ben kendisine mektup yazdım.
Maksadının şeriat olduğunu ve silah istimal etmeyeceğini hatırlattım. Hâlbuki öyle hareket

593
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.137-138.
594
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.138-139.

286
etmediğini ve silah kullandığını ve bunun muhalif-i şer olduğunu yazdım. Bana cevaben
Fehmi’nin yazısıyla bir mektup gönderdi. Bu mektupta “Ben Kürtlerin hukukunu muhafaza
için yapıyorum” diyordu. Şeyh’in bu mektubunu dairede Ceza Reisinin, Müddei-i
Umuminin, Banka memurunun ve isimlerini der-hatır edemediğim diğer memurların
huzurunda okudum ve bunun maksadı fenadır dedim. Onlar da biz zaten eskiden bu işin
fena olduğunu biliyoruz dediler…

Süreyya Bey: Şeyh Said maksadına varmak için nereleri işgal etmek istiyordu?

Fakih Hasan: Diyarbekir’i, Malatya’yı, Harput’u, Maraş’ı, Urfa’yı, Siverek’i,


Ayıntab’ı, Muş’u, Bitlis’i, hatta Sivas’ı, Trabzon’u Erzurum’u ve birçok yerleri işgal etmek
istiyordu ve bunun için de mebusların birçoğu ve paşaların kısm-ı azamı kendi fikrinde
olduğunu söylüyordu. Fakat ben bunları bizzat Şeyh’in ağızından değil, onun erkânından
olan ağavat ve beylerden işitiyordum. Hatta bu Şeyh’in adamları bu havaliye asker
gelirken, gelen askerlerin Abdülhamid’in oğluyla beraber geldiğini ve kendilerine yardım
için geldiğini söylüyorlardı. Fakat gelen asker muharebeye başlayınca artık kimse
inanmaz olmuştu.”595

Elaziz Cephe Kumandanı olan Şeyh Şerif de isyancıların muhtariyet istemeleri


halinde onları vuracağından bahsetmişti. İfadesi şöyledir:

“Reis Müfid Bey: İşte Şeyh Şerif Efendi, Kaymakam Bey’e de sorduk.

Şeyh Şerif: Kaymakam Bey’e demedim mi ki ‘İngilizlerin dahli varsa ben kendim
usata vururum’ dedim. Sorunuz. ‘Muhtariyet isteseler de vururum’ dedim.

Reis Müfid Bey: Ne idi maksadın, bu isyan edenlerin peşinde koşmaktaki?

Şeyh Şerif: Benim maksadım yoktu. Ben kumandanlık etmedim, yalandır.”596

(…)

“Süreyya Bey: Bunlar muhtariyet ve istiklaliyet isteseler ecnebi bir hükümetten, sen
bunları vururdun değil mi?

Şeyh Şerif: Vururdum elimden gelse idi.

Kaymakam Hilmi Bey: Öyle söyledi.

595
İM/T12/10/69-6/65/2-13
596
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.167.

287
Süreyya Bey: Üç yüz beş yüz kişi de olsa vurur muydun?

Şeyh Şerif: Vallahi yemin, dakikada olsa vururdum.

Süreyya Bey: Şeyh Said Efendi’yi de vurur muydun?

Şeyh Şerif: Karşı gelirdim. Onlar beni vursaydılar hiç olmazsa kurtarırdım.”597

Bir diğer sanık ve yargılamanın sonunda idam edilen Hanili Mustafa Bey de
ifadesinde “Şeriat fikri öyle saldırmıştı ki, Şeyh Said bile nâdim olup durun yapmayın
deseydi önüne geçemezdi.” demiştir.

Şeyh Said haricinde isyanı haklı gerekçelerle izah etmeye çalışan kişi Hanili Salih
Bey olmuştur. Salih Bey, İsyanı vahşiyane bir miting olarak nitelemiş ve medreselerin
kaldırılması gibi bazı inkılâpların halk üzerindeki olumsuz tesirlerinden bahsetmiştir. Onun
bu konudaki sorulara verdiği cevaplar şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Bir isyan hadisesi var. Bu gibi hadisat şüphesiz maksatsız olmaz.
Bu isyandan maksat nedir?

Salih Bey: Maksat bizim bu havalide dinden ibarettir. Evvel emirde medreselerin
seddi, ahalinin zihnini hırpaladı. Bizim bu havalide her köyde bir medrese bulunur. İaşe
ederler, beş on talebe bulunur. Medarisin seddi emri verilince her tarafta bir su-i tesir
yaptı. Dinlerini öğretmek men olununca teessür başladı, Hukuk-ı Aile Kanunu ve ilâ âhir
galeyanı artırdı. Maksadımız biliyorduk ki hükümete karşı duramayacağız. Dini teessür bir
cinnet-i muvakkata halini almıştı. Ekser ahali intihar eder derecesine ileri atılıyordu,
‘Dinimiz uğruna bir kaçımız ölelim, Diyarbekir’i işgal edelim’ diyorduk.

Reis Müfid Bey: Demek ki avam arasında bu dini şekilde bir galeyan vardı. Zat-ı
âlinizin de kanaati bu muydu?

Salih Bey: Evet, başka katiyen bir sâik yoktur. Bu teessür bende daha ziyade idi.
‘Hükümet dine ait işlere müsaadekâr bulunsun’ diyordum. Ben de istiyordum ki, ‘Hükümet
bir an evvel tashih-i harekât etsin’ diyordum.

Reis Müfid Bey: Bu galeyanı husule getiren kimlerdi?

Salih Bey: Galeyan kendi kendine geliyordu, emeğe lüzum yoktu.

597
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.168.

288
Reis Müfid Bey: Salih Bey! Ben gezdiğim köylerde kelime-i şehadet bilmeyen,
namazı bilmeyen adamlara tesadüf ettim. Bu dediğiniz şekilde bu halk isyan eder mi?

Salih Bey: Bu kabil adamlar her yerde bulunur, ahalinin ekserisi öyle değildir,
kelime-i şehadeti bilmeyenler de vardır.

Reis Müfid Bey: Size soruyorum, Medreselerde müderris dediğiniz adamlar okumak
yazmak bilmeyen adamlar değil mi, orada tahsil gören adamlar da aynı değil mi?

Salih Bey: Bizim medreselerden iyi adamlar çıkmıyor değil efendim.

Reis Müfid Bey: Siz isyan iştirakinizden maksadınız da din meselesidir öyle mi?

Salih Bey: Yalnız din meselesi, yalnız!

Reis Müfid Bey: Bu halkı dine alet ittihaz ederek, böyle isyan ettirmek doğru
mudur?

Salih Bey: Size karşı öyle söylüyorlar.

Reis Müfid Bey: Sorduklarımız Şeyh Efendi’nin, Bey’in emriyle girdiklerini


söylüyorlar. Hiç dinden, medreselerin kapandığından bahsetmiyorlar.

Salih Bey: Mustafa Bey muhteldir, sözünü bilmiyor yarım adam. Şimdi dara gelince
şeyhe, ağaya atıyor. Herkeste o cesaret-i medeniye yok ki, Evet din için yaptım’ desin.
Kürd de kendine göre kurnaz ve ağasının üstüne atıp kurtulacak zanneder.

Reis Müfid Bey: Acaba Yusuf Ziya, Halid de din meselesi için mi uğraşıyorlardı?

Salih Bey: Onu hiç bilmiyorum. Yalnız geçen gün bazı şeyler duydum, Kasım
Bey’den duydum, taaccüp ettim. Bizim bu havalide öyle şeyler yok.

Reis Müfid Bey: Doktor Fuad, Hacı Ahti bunları tanırsın. Bunların fikr-i siyasisini
de bilirsin ve işitmişsindir tabii?

Salih Bey: Doktor Fuad’ı uzaktan tanırım. İşitiyorum ki, Doktor Fuad bir Kürd
kulübünde imiş. Ben esasen cemiyet, kulüp ve komit fikirlerinin aleyhdarıyım. Bizim
mülhakatta Doktor Fuad gibi eşhasın zerre kadar tesiri olamaz. Kasabayı bilmiyorum.
Bizde yoktur.

Reis Müfid Bey: Ben size bu isyanın esbabının birisinin de siyasi olduğundan
bahsettim. Demek ki maksat ve gayeniz din meselesidir öyle mi?
289
Salih Bey: Kendim öyle olduğum gibi ekser ahaliyi de öyle gördüm.

Reis Müfid Bey: Şeyh Abdüllatif ve Şeyh İsmail, bunları tanırsın. Bu adamlar
huzur-ı mahkemede İngilizlerle muhabere ve ittifak olduğunu söylediler. Bunlar cahil iken
duyarlar da sizin gibi âlim bir zat işitmez mi?

Salih Bey: Onu bilmiyorum beyim. Katiyen bilmem ve emin olunuz İngiliz parmağı
da olduğunu bilsem iştirak ve kabul etmezdim. Bu vilayette sâik dindi.

Reis Müfid Bey: Harici bir tesirat vücudunu kabul etmiyorsunuz, öyle mi; ne için?

Salih Bey: Aklıma sığdıramıyorum.

Reis Müfid Bey: Fena mıdır; mezmum mudur?

Salih Bey: Fenadır ya… Bir evlat pederine karşı isyan eder fakat..

Reis Müfid Bey: Haricin parmağını mezmum görüyorsunuz da; hükümete,


pederinize karşı yaptığınız isyanı ne için mezmum görmediniz?

Salih Bey: Mugalata değildir.

Reis Müfid Bey: Siz isyana iştirak ettiniz mi etmediniz mi?

Salih Bey: Evet, o cereyana ben de kapıldım.

Reis Müfid Bey: Siz de biraderzadeniz Mustafa Bey gibi muhteli’ş-şuur muydunuz?

Salih Bey: Mustafa Bey ‘ifade-i meram edemiyor’ demek istedim.

Reis Müfid Bey: Cereyan ile isyan arasında fark görüyor musunuz?

Salih Bey: Evet, ben fark görüyorum. Ben cereyana iştirak ettim, benim nazarımda
bizim hükümetimiz vahşiyane bir miting şeklinde idi.

Reis Müfid Bey: Bu vahşiyane mitingi niye tertip ettiniz, medeni bir şekilde miting
tertip edemez miydiniz?

Salih Bey: Başka çaresini bulamadık. İsterseniz ‘isyan’ deyiniz, ben böyle telakki
ediyorum.

Reis Müfid Bey: Sizi Şeyh Said Efendi mi iğfal etti, yoksa bu cereyana
kendiliğinizden mi kapıldınız?

290
Salih Bey: Hayır, ben iğfale kapılacak adam değilim. Şeyh Said Efendi bir kibritti,
o olmasa idi başka birisi yapardı. Şeyh Said Efendi ne beni kandırabilir ne de icbar
edebilir.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi bir kibritti, kabiliyet hazırlanmıştı demiştiniz.
Demek ki evvelce tertip edilmiştir?

Salih Bey: Şüphesiz hazırlanmıştı. Hükümetin mugayir-i şer’-i şerif harekâtı bu


vaziyeti ihzar etmişti.

Reis Müfid Bey: Ne vakitten beri hazırlanmıştır?

Salih Bey: Geçen sene, işte o tarihte.

Reis Müfid Bey: Ne suretle hazırlanmıştır?

Salih Bey: Tertip edilmişti başkadır, hazırlanmıştı başkadır. ‘Hükümetin harekâtı


hazırladı’ dedim.

Reis Müfid Bey: Halkın bu teessüratını hissedip de bu fertleri toplayan kimdi?

Salih Bey: Fertleri toplayan yoktu. Her fertte bir teessür görüyordum, önayak olan
kimse yoktu. Bilahare Şeyh Said Efendi geldi, tesadüftür.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi olmasaydı bu iş yine olacaktı, öyle mi?

Salih Bey: İhtimal başka bir sebep yine bu hadiseyi meydana getirebilirdi.”598

Ayrıca Hanili Salih Bey, müdafaasında, hakkındaki Kürtçülük iddialarını


reddederek, İslam milletlerinin arasına nefret sokacak bir hareketi ayıpladığını söyleyerek
şunları ifade etmiştir: “Kalben müteessirdik, fakat bir kıyam-ı umumi olacağını
hayalimizden geçirmiyorduk. Bu muhakemeye gelmezden evvel demek ki çok gafilmişim,
kendimi bileli böyle siyasi bir Kürdlük cereyanı olduğunu bilmiyordum. Akvam-ı İslamiye
arasına münaferet sokacak bir hareketi, her cereyanı takbih ederim. Beni mahkûm da
etseniz idam olunurken de söylerim. Siyasi hiçbir cereyandan haberdar değilim. Bu isnad
benim için bir lekedir, ölürken bile bu lekeyi reddederim. Her halde civar köylerde öyle
siyasi cereyanlar yoktu, eğer merkez vilayette var idiyse ondan da haberdar değilim.”599

598
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.230-232.
599
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.349.

291
Yukarıdaki ifadelerin yanında isyanın Kürt Hükümeti kurmak maksadına yönelik
olduğu ve dinin bu iş için perde yapıldığına dair ifade veren sanıklar da olmuştur. Örneğin
Şeyh Abdüllatif isyanın maksadı için “Din perdesi altında İngilizlerle birleşip bir
Kürdistan Beyliği teşkil etmekti.” demişti.600 Abdüllatif Bey de ifadesinde “İşittiğime
nazaran Şeyh Said Diyarbekir’i alacak ve dört kişi İngilizlere gönderecek ve anlaşacakmış,
bunları da Zazalardan işittim. Öyle anlaşılıyor. Böyle işittim efendim. Hükümet mi teşkil
edeceklermiş ne yapacaklarmış bilmiyorum. Muharebe edecekler, İngilizlerin muavenetiyle
hükümet teşkil edeceklermiş” demiştir.601

Bu konuda en geniş bilgiyi veren yine Binbaşı Kasım Bey’dir. Kasım Bey’in
ifadelerine daha önce geniş olarak yer verildiği için bu bölümde tekrarlanmamıştır. Ancak
Kasım Bey’in isyanın amacını net bir şekilde belirttiği birkaç ifadesi şu şekildedir:

“Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi isyandan evvel her halde bir tertibat yaptı. Bu
tertibatta kimler vardı ve ne idi esbabı?

Kasım Bey: Tertibat din meselesini ortaya attılar. Taklib için dini alet ettiler. Güya
dini tatbik etmek istiyorlardı.

Reis Müfid Bey: Dini alet ettiklerine kanisiniz. O halde esas maksatları ne idi?

Kasım Bey: Esas maksatları istiklal elde etmekti.”602

(…)

“Reis Müfid Bey: Kasım Bey, bu isyan için tertibat olduğu anlaşılıyor. Bu isyandan
gaye nedir?

Kasım Bey: İstiklaldir. Kendileri de kısmen itiraf ettiler.

Reis Müfid Bey: Bu gayeye vusul için bazısı siyasi çalışmış, bazısı da dini çalışmış.
Neticesi ne olacak?

Kasım Bey: Herkes kendine terettüp eden vazifeyi yapıyordu. Maksat müşterekti ve
istiklaldi.”603

600
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.92.
601
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.110.
602
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.85.
603
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.164.

292
Diğer bir sanık Çapakçur Halk Fırkası Reisi Süleyman oğlu Rüştü Bey, isyancıların
Kürt hükümeti teşkil etmek amacında olduklarını zannettiğini söylemiştir. İfadesi şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Süleyman, biliyorsun ki bir hadise var. Bu İsyan hadisesinin
neticesi ne idi, ne yolda meydana geldi?

Rüştü Efendi: Ben de bu vukuatın ne yolda olduğunu bilmiyorum. Birkaç ay evvel


Kaza Kaymakamı tarafından benden bir sual soruldu, tahkikat yaptım, Hacı Mustafa
Bey’in neden dolaştığını anlayamadım. Sonra, ‘hükümet ezer’ dedim. ‘Onu kimse ezemez’
dediler. Sultan Hamid’in oğlu ile Simiko ve birkaç şeyhin Acem hududuna geldiğini
duydum. Halk Fırkası’na yazdım, Genç Vilayetine tahkikat için emir geldi, Vali şahitleri
tecziye ettirdi.

Reis Müfid Bey: Bu isyandan maksat ne idi? Yalnız şeriat meselesi midir?

Rüştü Efendi: Haricen şeriat idi. Fakat asıl maksat ne idi bilmiyorum. Çünkü
kendileriyle temas etmiyordum.

Reis Müfid Bey: Şimdi Simiko ve sairden bahsediniz. Onların muhaberesinden


şeriat meselesi olmadığını anlamadın mı?

Rüştü Efendi: Onların gayesi her halde şeriat gayesi olduğunu bilmiyorum. Fakat
başka ne maksatları vardı bilemiyorum, zannederim Kürd hükümeti teşkil etmek maksatları
vardı.”604

Darahini İnzibat Memuru Fakih Hasan’ın kâtipliğini yapan Liceli Tahir de şunları
söylemiştir:

“Reis Müfid Bey: İsyanın esbabı nedir; ne anladın, ne diyordu Şeyh Said?

Liceli Tahir: Bilahare anladım. Lice’den Piran’a geçtiğini, orada vukuat olduğunu
duyunca anladım. Genç hükümetinin üstüne gittiğini ve hilaf-ı şeriat ahvalden dolayı isyan
edeceğini söyledi.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in isyandan maksadı ne imiş?

Liceli Tahir: Bendeniz evvelce vâkıf değildim, sonra da bunu biliyorum.

Reis Müfid Bey: Yalnız maksat şeriat mı imiş?

604
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.188.

293
Liceli Tahir: Hasan Efendi şeriat ahkâmının tatbiki için çalıştığını söyledi.

Reis Müfid Bey: Hasan Fakih sana isyanın esbabı hakkında bir şey söylemedi mi,
hariçten muhabereleri yok muymuş?

Liceli Tahir: Hasan Efendi, ‘İşittiğime göre İngiltere ile de muhaberesi vardır’
dedi; bana o kadar söyledi.

Reis Müfid Bey: Eğer maksat şeriat meselesi olsa İngiltere ile muhabereye lüzum
var mıdır?

Liceli Tahir: Evvelce bir ittifak, bir muhabere olduğunu bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: Bunun neticesi ne olacaktı, sen ne tahmin ediyorsun?

Liceli Tahir: Şeyh’in tarifine göre birkaç yeri işgal ettikten sonra hükümeti icbar
edeceğim dedi.

(…)

Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in ecnebi hükümetlerle veyahut sakıt hükümdarlarla
münasebeti olduğundan Hasan Fakih sana bahsetmedi mi?

Liceli Tahir: Katiyen malumatım yok, böyle bir şey bilmiyorum. -demekle ifade-i
mazbutası tekrar okunarak-

Reis Müfid Bey: İfadende bunu söylemişsin. Ne işittin, doğru söyle?

Liceli Tahir: Evet, bendeniz onu söyledim. Halifezade meselesini duymadım.

Reis Müfid Bey: İngiltere’nin Şeyh Said’e muavenet edeceğini de söyledi mi?

Liceli Tahir: İngiltere ile ittifakı ve muhaberesi olduğunu icabında muavenet


edeceğini söyledi.”605

(…)

“Reis Müfid Bey: Elaziz’i, Diyarbekir’i aldıktan sonra maksatları ne idi?

Liceli Tahir: Maksatları benim hissiyatıma göre, Diyarbekir’i zabt eder etmez
Ankara ile muhaberata başlayacaklarmış.

605
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.202-203.

294
Reis Müfid Bey: Bu teklifatı Ankara kabul etmezse ne olacaktı?

Liceli Tahir: Onu bendeniz bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: Diyarbekir’i zabt etmek kolay mıdır?

Liceli Tahir: Diyordum, alsalar bile netice faydasızdı.

Reis Müfid Bey: Diyarbekir’in içinden kendilerine muavenet vaat edenler var
mıydı?

Liceli Tahir: O kadar dedi fakat esami tasrih etmezdi, kendisi de bilmezdi. Katiyen
idare edemezlerdi, zaten bir hükümet teşkil edeceğiz demiyorlardı.

Reis Müfid Bey: Hasan Efendi bundan bahsetmez miydi, Diyarbekir’deki


arkadaşlarından bahsetmedi mi?

Liceli Tahir: Hasan Fakih de bilmezdi.

Reis Müfid Bey: Diyarbekir’i vesaireyi aldılar. Ankara muvafakat etmeyince ne


yapacaklardı? Müstakil bir hükümet mi teşkil edeceklerdi?

Liceli Tahir: Onu rivayeten söylüyorlardı.

Reis Müfid Bey: İfadende İngilizlerin muavenetinden bahsediyorsun. İngilizlerle


ittifaktan istiklal çıkmaz mı?

Liceli Tahir: Hariç devlet olunca öyle bir mana fi’l-hakika çıkar.”606

Mahkemede yargılanmış olan Mardinli çiftçi Mehmed oğlu Arif’in hizmetkârı 18


yaşında Gülün bin Maho ifadesinde, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’in köylerine
gelerek köy ahalisine hitaben “Haydi ne duruyorsunuz. Şeriat kayboldu. Silahlanınız
Mustafa Kemal Paşa’dan şeriat isteyeceğiz” dediğini söylemiştir.607 Bunun yanında
Mahkeme dosyasında Şeyh Said’in hizmetkârlarından olduğu söylenen ve 62 numaralı
kararda yargılanan Halid oğlu Bahri ifadesinde, “Maksat din ve şeriat meselesi ve
binnetice taklib-i hükümettir” demiş ve Şeyh Said’in “Şeriat istiyoruz” tarzında
propaganda yaptığını söylemiştir.608 Şeyh Said tarafından Lice zabıta memurluğuna tayin
edilmiş olan İsmail oğlu Hüseyin de ifadesinde; isyanın başarılı olması ve Diyarbekir’in

606
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.205.
607
İM/T12/7/51/2/1 (Şark İM. Karar 51)
608
İM/T12/8/62/5/2

295
alınmış olması halinde Ankara’dan Diyarbekir’e birçok “başların” geleceğini ve orada
onlarla anlaşma yapılacağını işittiğini söylemiştir. Ayrıca başarısız olunduğu takdirde ise
İngilizlere isnat edeceklerini zannederdim demiştir.609

2.4.10. Halifelik, Vahdeddin ve Kürtler

Bazı kaynaklar tarafından İsyan’ın en önemli sebeplerinden birisi olarak, halifeliğin


kaldırılması gösterilmektedir. İsyancıların bir amacının da, Musul’da bulunduğu söylenen
Abdülhamid’in oğlu Burhaneddin’i halife yapmak olduğu bazı raporlarda geçmektedir ve
bu iddia mahkeme sırasındaki sorgulara da yansımıştır. İsyancıların böyle bir beklenti
içerisinde oldukları ve bu söylentilerin isyancılar arasında yayıldığı anlaşılmaktadır. Hatta
asilerin Diyarbakır’ı almaya çalıştıkları ve başaramadıkları bir zamanda, şehri savunmak
için gelen askerlerin Abdülhamid’in oğlunun askerleri olduğu ve isyancılara yardıma
geldiği lafları isyancıların arasında dolaşıyordu.

Bölge halkının halifeye büyük bir bağlılık içerisinde olduğu bazı kaynaklarda
geçmektedir. Kürt milliyetçisi olan ve isyandan önceki bir dönemde Kürt Hamidiye
Alaylarına katılıp Hasenan ve Cibran aşiretlerinin oluşturduğu İhtiyat Tugayındaki Kürt
subaylarla irtibata geçen Kadri Cemil Paşa, bu tugaydaki subaylarla Kürtlerin millî
meseleleri üzerine konuşmaya çalıştığını, ancak buradaki aşiret mensubu subayların İslam
Halifesine büyük bir sadakatle bağlı olduklarından Kürtlerin millî meselelerine ait hiçbir
şeyi dinlemek istemediklerinden bahsetmektedir.610 Yine Kadri Cemil Paşa daha sonraki
dönemde yabancı devletlerin egemenliğinde olan halifenin kurtulacağı inancıyla Kürtlerin
Mustafa Kemal Paşa’ya içten bağlılık gösterdiklerini ancak Yunan savaşından sonra
halifenin saltanattan uzaklaştırılmasıyla birlikte Türk ve Kürt İslamların Mustafa Kemal
Paşa’ya karşı besledikleri sevgi ve güvenin yok olmaya başladığını söylüyor.611

Bir diğer yazar Ömer Kürkçüoğlu da Halifeliğin kaldırılmasının isyanın


sebeplerinden birisi olduğu ve aynı zamanda Türkiye’nin Musul tezine manevi bir darbe
vurduğunu belirtmektedir.612 Bruinessen ise halifeliğin kaldırılmasını “Kürt-Türk
kardeşliğinin en önemli sembolünün ortadan kaldırılması” olarak nitelemektedir613 ve

609
İM/T12/8/64/4/5
610
Kadri Cemil Paşa, age, s.45.
611
Kadri Cemil Paşa, age, s.85.
612
Ömer Kürkçüoğlu, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Ankara 1978, s.305-309.
613
Bruinessen, age, s.414.

296
hilafetin ilgasından sonra Kürdistan’da milliyetçilikten ilham alan bir dizi ayaklanmaların
çıktığına dikkat çeker.614 Bruinessen’e göre isyanı tertip edenlerin Vahdettin’le irtibata
geçmeye çalışmalarının amacı da dindar Kürt halkının desteğini sağlamaktır.615

Mahkeme tutanaklarına Şeyh Said’in halifelik ile ilgili görüşleri de yansımıştır.


Şeyh, ifadesinin bir yerinde, herhangi ırk ve millete mensup olursa olsun “eslah ve erşed
ve a’lem” (en iyi, en olgun ve en bilgili) bir sülalenin şeriat ahkâmı gereğince halife
olmasını şer’an vacip olarak gördüğünü söylemiştir.616 Başka bir yerde ise halifelerin
ahkâm-ı şer’iyeyi yerine getirmekle görevli olduklarını söylemiş, Mahkeme Reisi’nin “bir
halife mi olsun istiyorsun?” sualine “Olsa dinimize muvafıktır. O da ahkâm-ı
şer’iyedendir” cevabını vermiştir. Şeyh Said’in en yakınlarında olan Fakih Hasan da
ifadesinde Şeyh Said’in halifeliği geri getirme amacında olduğunu söylemiş, “halife elyak
(liyakatli) olsun da kim olursa olsun” dediğini aktarmıştır.

Önemli iddialardan birisi de Sultan Vahdeddin’in Şark İsyanı ile alakadar hatta
tertipçisi olduğudur. Behçet Cemal karşı devrim olarak nitelediği İsyan hareketini bizzat
Vahdeddin tarafından idare edildiğini söylemektedir. Onun anlatımına göre Vahdeddin İla-
yı Vatan adında gizli bir örgüt kurmuş, Bükreş’te Hilafet kongresinin yapılmasından sonra
Anadolu’da karşı propagandaya başlamıştır. Aynı zamanda Hilafet Komitesi adı altında
olan bu örgüt Şeyh Said’le de anlaştığı gibi, Kürt hareketini İstanbul’dan idare eden Seyyid
Abdülkadir’le anlaşmıştır. Behçet Cemal bu mutabakata göre isyanın 1926’da
başlamasının kararlaştırıldığını aktarmaktadır.617 Bu iddiayı teyit edecek yeterli delil
olmamasına rağmen Behçet Cemal ile aynı fikirde olan yazarlar vardır.618 Bunun aksine
bazı araştırmacılar da Vahdeddin ve dinî muhalefetin Kürt isyanıyla bağlantısının ispat
edilemediğini söylemektedirler.619

Vahdeddin’le Şeyh Said İsyanı arasında olduğu iddia edilen bağlantının tespit
edilmesine yönelik çalışma İstiklal Mahkemesinin yargılamaları sırasında başlamıştı.
Ankara İstiklal Mahkemesi’nde Distolcüler davası yani Vahdeddin’in kurmuş olduğu iddia
edilen Tarikat-ı Salahiye Cemiyeti davası devam ederken, Şark İstiklal Mahkemesi’nde de

614
Bruinessen, age, s.393.
615
Bruinessen, age, s.414.
616
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.24. (Varto’da alınan ifadesinden)
617
Cemal, age, s.17.
618
Hamza Eroğlu, Türk Devrim Tarihi, Sanem Matbaası, Ankara 1981, s.197.
619
Bruinessen, age, s.433.

297
Kürt Teali Cemiyeti Reisi Seyyid Abdülkadir ile Kör Sadi’nin yargılamalarını
yapılmaktaydı.

Ankara İstiklal Mahkemesi’nin Savcısı Necib Ali’nin 5 Haziran 1925 tarihinde


Şark İstiklal Mahkemesi’ne yazmış olduğu yazı da bu bağlantının nasıl araştırıldığı
anlaşılıyor. Bu yazıya göre; Vahdeddin, İngilizlerin oluruyla, Tarikat-ı Salahiye adında ve
amacı şeriat hükümlerini uygulayan bir hükümetin iktidara gelmesini sağlamak amacıyla
bir cemiyet kurmuştur, Şark İstiklal Mahkemesi’nde yargılanmakta olan Kör Sadi’nin bu
cemiyetle alakası vardır, Tarikat-ı Salahiye Cemiyeti ile Şeyh Said’in maksatları arasında
çok büyük uyum vardır. Necib Ali, ayaklanma ile bu cemiyet arasında bir münasebet tespit
etmek arzusunda olduklarını ve Şeyh Said’in de bu cihetle sorgulanmasını istemektedir.
İsyan ile Cemiyet arasında irtibatı düşündüren delil ise Tarikat-ı Salahiye Cemiyetinin
Musul’da bulunan Şeyh Mahmud’a üyelik için bir vesika göndermiş olması ve Cemiyet’in
Beyazıt’ta bir kahvede yaptığı toplantılara Kör Sadi’nin iştirak etmiş olmasıdır.620

2.4.11. Raporlara Göre İsyanın Amacı

İsyan bölgesinde görev yapmış olan sivil ve askeri bazı memurların hazırlamış
olduğu raporlar bulunmaktadır. Bu kişilerin isyan hakkında verdiği bilgiler önemlidir. Bu
bölümde, bu raporlarda isyanın maksadı ile ilgili kısımlar aktarılmıştır.

Bir müddet asilerin elinde esir olan Hani Nahiyesi Müdürü Hüsnü Bey, İstiklal
Mahkemesi Savcısı’na verdiği ifadede isyanın maksat ve gayesinin şeriat perdesi altında
Kürdistan istiklali olduğunu söyledikten sonra asilerin elinde esir olduğu sırada Şeyh
Said’in kardeşi Şeyh Mehdi’nin söylediklerini aktararak şunları ifade etmiştir:

“Mukaddema bu hükümet şeriatı, medreseleri, mektepleri, Kur’an’ı ilga etti. Güya


buna Şeyh Said min-tarafillah (Allah tarafından) memur imiş, bunun için isyan etmişler.
Bilahare asilerin birkaç binlere bâliğ olarak Diyarbekir’e hücumları esnasında ‘Kürdistan
Hükümeti olacak, Türk memurları kovulacak’ şayiası çıktı.”

“İsyandan gaye ve maksatları şeriat perde-i nisyanı altında Kürdistan istiklali ve


Türklüğün izmihlali gayesi takip ediliyordu. 15 Şubat 1341’de Şeyh Mehdi tarafından
Serdi’ye götürüldüğümüzde Şeyh Tahir aynen şöyle diyordu: ‘Türk Hükümeti.. Türk
Hükümeti.. Ne için Kürt Hükümeti olmasın? Bak benim hırkamın kolundaki yamalara, hain

620
İM/T12/84/805-2/44/7, İM/T12/84/805-2/43/1-2

298
Türkler siz görürsünüz. Bundan sonra biz sizi istemiyoruz. Emellerimize muvaffak olursak
ne âlâ, olamaz isek Halep’e gideriz. Oradaki pek âlâ, pek iyi yaşıyor ve İngilizlerin idaresi
sizden iyidir. Siz Türklerden ne iyilik gördük?’ buna mümasil (benzer) sözler söylediler.
Binaenaleyh bu maksat gayelerini pekâlâ gösteriyor. Darahini vilayetinin Tavsala
karyesine geldiğimizde Botyanlı Ömer Ağa’nın biraderi Sabri Ağa şöyle söylüyordu:
‘Asker gelmeden Diyarbekir’e girersek işimiz oldu. Yok giremez isek, bizim için hak ve
hayat yoktur.’”621

Hüsnü Bey, ayrıca 25 Nisan 1925’te 7. Fırka’ya yazdığı raporda Hani’de esir alınıp
Darahini’ye getirilince burada Darahini İnzibat Memuru Fakih Hasan ile arasında geçen
konuşmayı şöyle aktarmıştır:

“On beş Şubat 341 tarihinde usat tarafından Hani nahiyesinden Telgraf Müdürü
Kadri ve Takım K. Vekili Fahri Çavuş ve dört jandarma efradı kaldırılarak Darahini’ye
sevk edildik. Şeyh Said’in vekili ve Darahini İnzibat Zabiti Fakıh Hasan bizleri hatt-ı harp
nizamına dizdirerek ‘Hani müdürü kimdir?’ diye sordu. Bendeniz cevap verdim.
‘Nerelisin?’ dedi. Konyalı olduğumu söyledim. ‘Sen Konyalılara kurban ol; bu dinsiz
hükümetin aleyhinde kaç sene mukaddem Konyalılar isyan etmiştir. Bizim maksadımız
sizin gibi dinsizleri dine davet etmektir. Senin, Şeyh’in aleyhindeki yazdığın raporu
gördüm. Seni Şeyh’e kurban edeceğim.’ dedi ve heyet-i nahiyeyi çifte süngülü ile Jandarma
Dairesine hapsetti.”622

Lice Kaymakamı Asım Bey, 26 Mayıs 1925 tarihinde verdiği raporun bir
bölümünde isyan edenlerin her birinin farklı maksatları takip ettiğini söyleyerek şunları
ifade etmiştir:

“Her şey, fakat hiç bir şey… Bu isyan eden fertlerin her biri muhtelif maksatlar
istihdaf ediyorlardı. Kimi yekdiğerinden intikam alıyordu; Hani’de Mustafa Bey, Hamdi
Bey’i yağma ettirdiği gibi. Kimi memurînden (memurlar) intikam alıyordu. Kimi tekâlifin
kesretinden kurtulmak istiyordu. Çoğu mahkûm, asker firarisi ve hazineye medyundur
(borçlu). Kimi şeriat istiyordu, kimi padişahlık, halifeden bahsediyordu; en sonra Kürtlük
meselesi cereyanı almış yürümüştü. Bir misal: Kurik köyünde topal bir Ali Ağa vardı. Bu
adam Darahini, Çapakçur ve Ardeşin arasında mutavassıtlık yapıyor ve hiçbir şey (…?)
etmiyordu. Bir gün makam-ı istihzada (alay ederek) ‘Darahini körlerin payitahtı’ dedim,

621
İM/T12/90/829/31/1-2-3
622
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.67.

299
bütün yüzü gözü kızardı. Hem mahcup oldu ve hem de hiddet etti. ‘Evet, Darahini payitaht,
Şeyh Efendi halife’ dedi. Eğer Kürtler Diyarbekir’i alaydılar Kürtler ve Türkler arasında
çok büyük rezaletler kopacak ve esir Türk memur, zabit ve askerlerden nişane
kalmayacaktı.”623

Genç Savcısı Mehmed Hamdi Bey, Şeyh Said’in Darahini’ye gelmesinden sonra
Yusuf Ağa’nın evinde memurlarla yaptığı konuşmaya şahit olmuş ve bunu 25 Mayıs 1925
tarihli raporunda aktarmıştır. Rapora göre Şeyh Said, Ankara Hükümetinin; hilafeti, şer’i
mahkemeleri, evkafı lağvedip medreseleri kapattığını ve “ladini” bir Cumhuriyet
kurduğunu söylemiş ve kendisinin de emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkerle (iyiliği
emretme köyülüğü men etme) mükellef olduğunu söylemiştir:

“Sabahleyin memurîn-i Adliye bendehaneye geldikleri zaman gece gelmiş olan


Şeyh Said’in memurlarla görüşmek üzere Yusuf Ağa’nın hanesine çağırdığı gelen birisi
tarafından haber verilmekle bizzarur memurînle beraber Yusuf Ağa’nın hanesine Şeyh
Said’in nezdine gittiğimizde Şeyh Said: ‘Hazret-i Peygamberimiz Kuran-ı mu’cibince amel
eder ve yanında da Ebubekir Sıddık ve Ömer hazeratını müsteşar olarak bulundurur fakat
rey sahibi Hazret-i Peygamber idi. Osmanlı Padişahları da mahkeme-i şer’iyelere ve
ulemaya ve dine riayet ve medreseleri ihya, evkafı muhafaza, müskiratı men eylemek
suretiyle altı yüz sene mülkü idare ettiler. Vaktaki meşrutiyet oldu, din ciheti biraz zafa
düçar olduysa da göze çarpacak derece değildi. Ne vakit Ankara Hükümeti teşekkül etti;
hilafeti, mahkeme-i şer’iyeleri, evkafı lağv ve medreseleri kapattı; laik –kendi tabiriyle
Ladini- bir hükümet-i Cumhuriye olduğunu ilan etti. Ben ulemadanım,‘emr-i bilmaruf ve
nehy-i anilmünkerle mükellefim. Maden dâhilinde Piran’da jandarmalar yanımdaki
adamları tutmak istedi; Arada silah patladı, kan döküldü; artık olan oldu, Diyarbekir
postasını zabt ettirdim. Bu ruhumu feda edip meydana çıktım. Vakt-i merhunundan
(belirlenen vakit) evvel bu işe giriştim. Bakalım ömrümüz iki gün mü, üç gün mü olacaktır?
Zira paramız, topumuz, cephanemiz yoktur; istinadımız sırf din kuvvetidir.’ dedi. Biz de:
‘Medreselerin lağvına mukabil, ilahiyat şubesi açıldı; Mahkeme-i şer’iyenin zaten mahdud
(sınırlı) ve muayyen (belirli) olan vazifesi mahkeme-i asliyeye verildi, Evkaf’ın idaresi
usul-i sâlimeye rapt olundu, alenen müskirat istimalinin men edildiğine dair tebligat vuku
buldu; bunlar kâfidir.’ diye ifademize o da ‘Hayır kâfi değildir’ diye cevap verdi. Biz:
‘Öyle ise telgraf hattını tamir ettirip Ankara hükümetine iblağ (ulaştırma) etseniz muvafık

623
İM/T12/87/816/16/11

300
olmaz mı?’ dedik. O da: ‘Hayır, şimdi müracaat etmem. Ne vakit ayaklarımızı uzatacak
kadar kendimize bir yer yaparsak ol vakit müracaat edeceğim’ diye cevap verdi ve
yanından ayrıldık.”

Ayrıca Genç Savcısı Mehmed Hamdi Bey, Şeyh Said, Darahini’den ayrıldıktan
sonra Fakih Hasan’ın memurları camiye toplamasını ve orada geçen konuşmaları da
aktarmıştır. Fakih Hasan camide yapmış olduğu konuşmada; tesettüre ve şeriat
hükümlerine riayet edilmediğini, içki kullanımının serbest olduğunu, kadınların dans
ettiğini vs. söyleyerek bunlardan dolayı kıyamın meydana geldiğini söylemiştir. Ayrıca bu
konuşmasında maksatlarının bir devlet kurmak olmadığını da söylemiştir:

“Fakih Hasan bir gün öğleden evvel ‘özürlü özürsüz her memur öğlen namazına
gelecek’ diye dellal bağırttı. ‘Bundan maksat ne olabilir?’ diye memurîn ile söyleşiyor iken
Tahsil Memuru Hamid Efendi gelerek: ‘Fakih Hasan memurîne bir beyanname okuyacak
ama bunda bir şeytanet (şeytanlık) var’ dedi. Biz de: ‘Olsa olsa memurîni vasıta edip
maksatlarını hükümete iblağ ettirecekler’ dedik. Öğle okundu, camie gittik. Namaz
bittikten sonra ahaliyi ve memurînden tali kısmını dışarıya çıkardı. Devair rüesasını (resmi
kurum başkanları) camide alıkoyup kapıya da tüfekli Kürt jandarmaları ikame ve ‘içeriye
kimse girmeyecek’ diye emr-i kati verdi. Vali İsmail Hakkı, Jandarma Binbaşısı Mustafa,
Muhasebeci Münir ve Şube Reisi Hüseyin ve Mahkeme Reisi İsmail Hakkı ve Aza Lütfi ve
Aza Mülazımları Mustafa ve Kemal ve Nüfus Müdürü Şükrü ve Sıhhiye Müdürü Mazhar ve
Ziraat Bankası Müdür Fazlı ve Tahsil Memuru Hamid ve Jandarma Yüzbaşısı Ali Avni ve
Mülazım Mihri Bey ve efendilerle eşraftan Mehmed Ağa ve Diznankaryeli Haydar Ağa ve
birkaç faki içeride kaldık. İnzibat Memuru Fakih Hasan cebinden bir kâğıt çıkardı.
Jandarma Yüzbaşısı Ali Avni Efendi’ye verdi. O da ayağa kalkıp alenen okudu. Kâğıtta
şöyle yazılıydı; ‘Tesettüre ve ahkâm-ı şer’iyeye riayet olunmuyor, müskirat istimal
olunuyor, kadınlar dans ediyor, Evkaf ve mahkeme-i şer’iyeler lağv ve medreseler sed
ediliyor; Bundan dolayı kıyam vukua geldi. Maksadımız bunları Ankara Hükümeti’ne iblağ
etmektir’ dedi. Ben Fakih Hasan’a: ‘Sen bunu böyle yazıp bize okudun fakat Şeyh Said
burada yoktur.’ dedim. Cevaben: ‘Onun malumatı olmadıkça böyle şeye teşebbüs edebilir
miyim.’ demesine karşı ‘Öyle ise Maksadımız istiklal değildir diye yazılmamış’ dedim. O
da: ‘Evet öyle bir maksadımız yoktur. Sırf yazıldığı vecihledir.’ dedi. Şube Reisi: ‘Sizin
Ankara’da mebusunuz vardır. Onun vasıtasıyla hükümete iblağ etseniz olmaz mı’ demesine

301
cevaben: ‘Hayır bizim mebusumuz yoktur, o hükümetin emriyle tayin edilmiştir. Zaten
evvelce Kürdistan beş vilayet idi. şimdi livalarla vilayet oldu.’ diye söyledi.”624

Lice Memurlarından altı kişinin (Varidat Katibi Yusuf, Baytar Ömer Hulusi,
Sıhhıye Memuru Naci, Sıhhıye Memuru Kadri, Banka Memuru Abdülgani, Lice Telgraf
Müdürü Nail) hazırlamış olduğu 14 Nisan 1925 tarihli ortak raporda Şeyh Said’in Lice’ye
girdikten sonra çevresi ile yaptığı konuşmaları şöyle anlatılmaktadır:

“Şeyh’in meclisindeki bütün mübahase Türklerin Kur’an’ı, din ve şeriatı kaldırıp


her köyde bir fuhuşhane tesis ettirecekleri ve Avrupa’dan celp edecekleri erkeklere
damızlık yaptırıp İslam’ı Hristiyanlaştıracaklarını ve kadınların müteaddid (birden çok)
erkeklere istediği varabileceklerini ve nikâhın badema (bundan sonra) men edildiğini,
Ankara’dan Halid Bey’e vürud eden mektupta yazmış bulunduğundan, hâlbuki Kürtlerin
civanmert, dindar bir millet olup Türklerin hâkimiyeti altında dinsiz, namussuz, istiklalsiz
yaşamları gayr-ı caiz, Kürt istiklalinin mutlak surette istihsal edileceğini ve Türklerin nefy
ettikleri Ermenileri getirip Erzurum, Van, Muş, Bitlis ve havalisinde kemakân (eskiden
olduğu gibi) iskânlarıyla Türklerin kovulacağı yolunda devam ediyordu. Kerameti
cümlesinden olarak elhamdülillah Hani’de toplar, mitralyözler, makinalı tüfekler
mücehhez bir fırkanın bütün mühimmatıyla esir edildiğini ve bundan iğtinam edilen
(ganimet olarak alma) top, cephane ile Diyarbekir ve Bitlis zabt ile Erzurum’a
yürüneceğini söylediği istihbar kılınmış, ve Ermenilerin vatan-ı aslilerine memâlik-i
ecnebiyeden sahiplerine müsaade edildiğini ve mevcut Ermenilerin mal ve canlarına
katiyen müdahale ve zulüm edilmemesini münadilerle (tellal) ilan ettirmiştir.”625

Lice Jandarma Kumandanı Ziya Bey, 13 Nisan 1925 tarihli raporunun son kısmında
kıyamın iki sebebi olduğunu söyleyerek şu açıklamalarda bulunmuştur:

“Kıyam’ın esasi ikidir: Birisi Kürdistan hükümeti teşkil etmek, diğeri de mahkûm
olan Şeyh Said’in affını temin eylemek gayesine matuftur. Şeyh’in biraderi, oğlu, Lice
Müftüsü’yle oğlu Hoca Said, İhtiyat Zabitlerinden Fehmi’nin efkârı Kürdistan’ın istiklali
merkezindedir. Müftü’nün oğlu Hoca Said medrese odasında Kürdistan istiklalinden
mütemadiyen bahsetmiş ve bir gün bahsederken bu işte muvaffakiyete hâsıl olmazsa

624
İM/T12/12/69-12/153/34-35
625
İM/T12/87/811/2/2-17

302
hudangerde o rezil, dinsiz Türk Hükümeti tekrar tesis ederse kendileri için hakk-ı hayat
olamayacağını söylemiştir.”626

Lice İlk Erkek Mektebi Başmuallimi Ali Fehmi’nin 28 Nisan 1925 tarihli
raporunda isyanın amacının İngiliz himayesi altında bir Kürt hükümeti kurmak olduğunu
söylemektedir:

“İsyan; şekli itibariyle soygunculuğu, mahiyeti itibarıyla Kürtçülüğü, hakikatte


ecnebi paralarıyla genç Cumhuriyetimizi sarsma maksadını hâvi idi ki Kürdistan’ın
bilumum şeyhleri beyleri, bugün masum görünenler dâhil olmak üzere cümlesi
methaldardır. Sebilürreşad mecmuası ile Tevhid-i Efkâr gazetesi işbu irticaı ihzar ettiği
gibi İctihad’ın bazı makaleleri de ezhanı tahrike çok yardım etmiştir.

İsyanın esası: Evvela irtica, saniyen Kürt istiklali, salisen ecnebi tahrik ve
teşvikiyle Türkiye’nin sarsılmasından ibarettir. Memleketteki şeyhlerle softaların
propagandaları, teceddüd, asrilik, gençlik aleyhine matuf iken, isyandaki az çok
düşünebilenler… bir Kürt hükümeti ve fakat İngiliz himayesi altında istiklal sevdasını
taşıyorlardı. Nitekim Şeyh Said, Şeyh Tahir, Salih Bey, Liceli Fehmi bu babda fikirlerini
açıkça beyan etmişlerdi.”627

Şeyh Said’in 5 Şubatta Lice’ye gelmesinden sonraki süreci gün gün raporunda
anlatan Lice Asker Alım Şube Reisi 10 Nisan 1925 tarihli raporunda, isyancıların
liderlerinin söylemiş olduğu bazı sözleri raporunda aktarmaktadır. Bu raporda, Şeyh
Said’in kardeşleri Şeyh Tahir ve Şeyh Muhittin’in Hani postasını ele geçirdikleri haberini
Lice’ye getiren Muallim Ali Fehmi Efendi ifadesine göre, Şeyh Tahir: “Türkiye
Hükümetinin gayr-ı şer’i bir takım ahvalinden, Türkler arasında dinin sükûtundan ve
medreselerin seddi keyfiyetinden bahis açmış ve isyanı mecburi olarak ihtiyar etmiş
olduklarını” söylemiştir. Yine aynı rapora göre 18 Şubat tarihinde Lice’de isyan taraftarı
olanlar halkı isyana iştirak için dolaşarak propaganda yapmakta ve Şeyh Muhittin’in
yazmış olduğu mektubu halka okumaktaydılar. Mektup “Ey zümre-i kalile-i gâfilin!
Kur’an-ı Kerim’e nasıl karşı korsunuz? Koyduğunuz takdirde cümleniz helak ve tarumar
olursunuz.” mealinde idi ve halk üzerinde büyük tesir bırakmakta idi.

626
İM/T12/12/69-13/173/15
627
M/T12/11/69-11/41/8

303
Ayrıca Şeyh Said, 19 Şubat tarihinde Darahini’den hareket ederek Lice’ye iki saat
mesafeye kadar geldiğinde, şehir ahalisi, Şeyh’in nezdine elçi göndererek şehre girmemesi
ve herhangi bir vahşetin yaşanmamasını istedikleri vakit, Şeyh Said onlara: “Ben dinin
i’lası ve şeriat-ı garranın tesisiyle medarisin (medreseler) ihdası (kurma) için bu liva-yı
isyanı (isyan sancağı) çektim. Katiyen Lice’ye geleceğim, Kur’an’a ve bana kim karşı
korsa koysun.” diyerek cevap vermiştir.

Yine aynı raporda, 23 Şubatta Lice’ye giren Şeyh Said’in, Kâzım Bey’in konağında
iken yanına gelen halka ve memurlara şu şekilde hitap ettiği yazmaktadır: “Ey Efendiler!
Kürdistan’ın, bir Erzurum vilayeti kadar olan Belçika hükümeti ilan-ı istiklaliyet ettiği
halde biz hala bir rehbere arz-ı ihtiyaç ediyoruz. Dağlarımız maadinle (madenler) dolu,
ovalarımız altınla mezrudur (ekili). Milliyetimizi, diyanetimizi, şeriatımızı unutmuş; dans
salonlarına Avrupai birtakım adet ve kanunlara gayr-ı şer’-i bazı hallere tapmışız. Şule-i
ilim (ilim ışığı) ve irfan olan medreseleri sedd etmiş, farmason yetiştiren mektepler
açmışız. Ben Kürt menâfiine (menfaatler) olarak liva-yı isyanı çektim ve perdeyi yırttım,
artık siz de dikmek çaresine bakınız”

Bunun dışında Binbaşı’nın raporunun sonunda isyanla alakalı fikirlerini beyan


ettiği şu bölüm de dikkat çekicidir:

“Şeyh’in bu isyanına iştirak eden Licelilerin bir kısmı câh (mevki, rütbe)ve servet,
bir kısmı nehb ve garet (yağma) emelleriyle, bir kısmı da Şeyh’in havf (korku) ve
tehdidatıyla iştirak etmiş idi… Birtakım softalar ve mutaassıplar tarafından yapılan
propaganda neticesinde, Şeyh’in cidden sahib-i keramet olduğunu muhitin cahil kafaları
hazmediyordu. Şeyh ‘Top güllesini tutar, kurşunu toprak yapar’ gibi daha birçok
safsatalara iman getirmişlerdi. Şeyh, Lice halkının bilgisinden değil cehalet ve
belahatinden (aptallık) istifade etti. Bir gaye ve emel peşinde koşan ancak yirmi kişiden
ibaret olsa gerektir, diğerlerinin yüzlerini karartan cehalet ve taassuplarıdır. Şeyh’in
musanna (uydurma) kerameti, göz kamaştırır altınları, zerrin sözleri; şunun bunun gözünü
kamaştırdı, fikir ve iradeleri tarumar etti.”628

628
İM/T12/29/201/4/1-11

304
2.5. Dış Yardım ve İngilizler

Şeyh Said İsyanı’nın İngilizler veya başka bir devlet tarafından kışkırtılmış olması
ve İsyan’ın başlangıcından itibaren ya da herhangi bir aşamasında, İsyancıların
İngilizlerden yardım alıp almadıkları hakkında da farklı görüşler vardır.

Şeyh Said isyanından birkaç ay önce bazı önemli olaylar meydana gelmişti. Lozan
Anlaşması gereğince Türkiye ve İngiltere 19 Mayıs 1924 tarihinde bir araya gelerek Musul
meselesini görüşmeye başlamıştı. Musul konusunda Türkiye’nin temel tezi, Musul
nüfusunun genelinin, yüzyıllardır beraber yaşayan Türk ve Kürtlerden meydana geldiği, bu
yüzden Musul’un Kürt ve Türk nüfusunun ana bloğunun yaşadığı Türkiye’ye bağlanması
gerektiği idi. İngilizler ise Türkiye’nin tezine karşı olarak, iki milletin birbirinden çok
farklı ve uyum içinde yaşamadıklarını savunuyordu. Kendi tezinden emin olan Türkiye,
bölgede bir plebisit yapılmasını isterken İngilizler buna yanaşmamakta idi.629

Görüşmeler devam ederken İngiltere masadan kalkarak 6 Ağustos 1924’te Milletler


Cemiyeti’ne başvurdu. Tam da bu gelişmeden bir gün sonra 7 Ağustos’ta “Hristiyan
Kürtler” olarak bilinen ve çoğu Hakkâri bölgesinde yaşayan Nesturiler, Cumhuriyet’e karşı
bir ayaklanma çıkarmıştı. Irak’ta bulunan İngilizler’in Nesturilere silah ve para yardımı
yaptıkları anlaşılmıştı. Bir diğer önemli gelişme ise bu isyanı bastırmakla görevli olan
Beytüşşebab Grubu’na bağlı bazı subayların 4 Eylül 1924 tarihinde kıtalarından kaçarak
İngilizlere sığınmaları olmuştur. Firar eden bu subaylardan birisi Azadi’nin kurucularından
olan Yusuf Ziya Bey’in kardeşi Teğmen Ali Rıza idi.630 Bu önemli gelişmeler birkaç ay
sonra çıkacak olan Şeyh Said isyanının bu gelişmelerin bir parçası olduğu ve İngiliz
bağlantılı olduğu yönündeki şüpheleri artırmıştı. Hatta devletin üst kademelerinde ve
gazetelerde isyandaki İngiliz rolüne kesin gözle bakılmakta idi.

Şeyh Said İsyanı’nın başlamasından kısa bir süre sonra Meclis’te konu ile ilgili
açıklama yapan Başvekil Fethi Bey: “Efendiler! Haricî mesailin (meseleler) hallolunmak
üzere bulunduğu şu sıralarda dahilde zuhur eden bu isyan hareketinin esbab-ı menşeini
aradığımız zaman, bir çok şeyler varid-i hatır (akla gelen) olabilir. Fakat bu varid-i hatır
olabilecek esbab ve avamil (sebepler) hakikaten asıl asiler ve mürettipler (düzenleyen)
tarafından ahaliye karşı izhar edilmemiştir.” diyerek isyanın Musul meselesinin

629
Kaymaz ,age, s.103-105.
630
Bilal N. Şimşir, Kürtçülük II 1924-1999, Bilgi Yayınevi, Ankara 2011, s.115-118.

305
halledilmesi sırasında çıkmış olduğuna dikkat çekmiş ve olayı Arnavutluk İsyanı ile 31
Mart Hadisesi’ne benzetmiş ve isyanın dış bağlantısına üstü kapalı da olsa işaret etmişti.

Esasen isyanın başlarında ve yargılamaların olduğu dönemde, İsyan’da İngilizlerin


parmağı olduğuna dair genel bir intiba bulunmakta idi. 17 Şubat tarihli Cumhuriyet
gazetesinde Ankara mahfilinin bu işte İngilizlerin parmağı olduğuna inandığı yazılıydı.
Aynı şekilde Cumhuriyet gazetesinin 18 Şubat tarihli nüshasında Şeyh Said ve maiyetinin
İngilizlerden yardım gördüğü yazılıyordu.631 Metin Toker, kitabında Doğu’da bir Kürt
hareketinin İngilizler eliyle hazırlanmakta olduğunu, hükümetin bunu bildiğini ve bu
konuda birçok planın ele geçirildiğini yazmaktadır.632

Kâzım Karabekir Paşa ise, Fethi Bey’le aynı gün yaptığı Meclis konuşmasında:
“Mahdut mütegallibenin, haricî teşvikatla bazı emellere nail olmak için, halkı dinî tahrik
ile idlal (doğruluktan ayırma) ettikleri anlaşılmıştır” diyerek hem hükümetin alacağı
tedbirlere destek vermiş, hem de İsyan’da dış bir devletin kışkırtması olduğundan
bahsetmişti.633 Ancak bununla birlikte muhalif mebuslardan Rüştü Paşa bir gazeteye
yaptığı değerlendirmede, hadise’de yabancı bir devletin parmağı olduğunu düşünmediğini
söylemiş; buna delil olarak da İsyan’ın Genç ve Muş gibi memleketin orta bölgesinde
meydana geldiğini, yabancı devletlerle temas amacı olsaydı, isyanın daha güneyde, sınıra
yakın bölgede çıkmış olması gerektiğini söylemiştir.634 Necip Fazıl da aynı durumu,
İsyan’da bir İngiliz parmağı olmadığına delil olarak göstermektedir.635

Daha sonra Başvekil olan İsmet Paşa da o dönemde isyanın dış bağlantılı olduğuna
dair beyanatlarda bulunmuştur. Hatta Şeyh Said İsyanı’nın ateşinin söndüğü bir dönemde,
7 Aralık tarihinde Hazro’daki askerî birliğe yapılan saldırı ile ilgili yaptığı açıklamasında;
Cenevre’de Musul müzakeresinin başladığı bir sırada bu hadisenin yaşanmış olmasına
dikkat çekerek, haricin tahrik ve teşvikiyle isyan sahasında yeniden bir isyan parlatılmak
istendiğini söylemiştir. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak da 9 Mart tarihinde
yayınlamış olduğu beyannamede isyanın reislerinin düşman parası ile satın alınmış kişiler
olduğunu söylemişti.

631
Toker, age, s.13.; Cemal, age, s.39.
632
Toker, age, s.17.
633
TBMM Z.C., D.2, C.14, İ.64, s.308-309.
634
İstiklal Gazetesi, 26 Şubat 1925, No: 88, s.1
635
Kısakürek, age, s. 53-54.

306
Birçok kişi tarafından dile getirilen temel görüş; İngilizlerin, görüşülmekte olan
Musul meselesi hakkında Türkiye’nin elini zayıflatmak için böyle bir isyanı kışkırtmış
olduğudur. Mumcu’ya göre, İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın gizli belgeleri, Millî Mücadele
döneminde İngilizlerin bir Kürt devleti kurdurmaya çalıştıklarını gösteriyordu. Musul
petrollerini ele geçirmek amacıyla kurmak istedikleri bu devleti de Kürt Teali Cemiyeti
liderlerini kullanarak yapmaya çalışmışlardı.636

İhsan Ş. Kaymaz ise, İngilizlerin Musul meselesini Milletler Cemiyeti’ne


taşımasından bir gün sonra Nesturi ayaklanmasının çıkmış olmasını ve Milletler
Cemiyeti’nin bölgede inceleme yapmak üzere Musul’a gönderdiği komisyonun 11
Şubat’taki incelemelerinden iki gün sonra Şeyh Said isyanının çıkmış olmasını, İngilizlerin
I. Dünya Savaşı’ndan sonra kesintisiz bir biçimde süren Türk düşmanı politikalarıyla
düşünüldüğünde, İngilizlerin iddiasının aksine “talihsiz raslantı”larla açıklanamayacağını
vurgulamaktadır.637

Behçet Cemal, isyancıların yabancı bir devletten yardım aldığını “açıkça belirten”
bazı delillerden bahsetmektedir. Onun anlatımına göre isyancıların bölgede dağıttıkları
hilafet ve dinden bahseden beyannamelerin, Şeyh Said’in elinde olmayacak bir teknikle
basılıp dağıtılması, asilerin üzerinde yabancı askerlerinkine benzeyen üniformaların
bulunması ve asilerin yabancı menşeli silahlar kullanması ve yine esirlerin ceplerinden
yabancı paraların çıkması, bu hareketin önceden planlanan, yabancı bir devletten destek
gören karşı bir ihtilal olduğunu açıkça belirtmekteydi.638

636
Mumcu, age, s.13;22-23
637
Kaymaz, age, s.133-134.
638
Cemal, age, s.48-49. Aslında Behçet Cemal’in kitabında geçen bu bölüm Cumhuriyet gazetesinin 26
Şubat 1925 tarihli nüshasında çıkan bir habere dayanmaktadır. Haberde şöyle denilmekteydi: “İsyan
sahasında muhtelif eşkâlde tevzi edilen beyannamelerde ezcümle ‘Halife sizi bekliyor. Hilafetsiz
Müslümanlık olmaz. Hiçbir halife memleketten ihraç edilmemiştir. Şiarımız dindir, şeriat isteyiniz. Şimdiki
hükümet müdemadiyen dinsizlik neşretmektedir. Kadınlar çıplaktır. Mekteplerde dinsizlik ilerliyor’
denilmektedir. Bu beyannameler Şeyh Said’in elinde olmayan ve olması imkânı bulunmayan muhtelif ve fenni
vesait ile atılmaktadır. Diğer taraftan mahalli küçük kuvvetlerimizin eline geçen üseranın kıyafeti ecnebi
kıyafet-i askeriyesidir. Gerek beyannamelerin fenni vesait ile tevzii, gerek bu kıyafet ve bilhassa mezkûr
kıyafeti lâbis usatın ceplerinde bulunan ecnebi banknotları hadisenin çok evvelden tertip edilmiş, ecnebilerin
muanenetini temin olunduktan sonra başlamış olduğu hissini vermektedir” (Cumhuriyet, 26 Şubat 1925,
numara: 291 s.1) Haberi yapan kişi bu emarelerin yabancılardan yardım aldıktan sonra isyanın başlamış
olduğu “hissini vermektedir” demesine rağmen Behçet Cemal “yabancı bir devletten yardım gören siyasi bir
karşı ihtilal mahiyetinde olduğunu açıkça belirtiyordu” demektedir. Ayrıca bu haberin baş kısmında, aslı
olmamasına rağmen Malatya, Diyarbekir ve Ergani’in isyancıların eline geçtiği de yazmaktadır ki bu yalan
haber 28 Şubat 1925 tarihli Meclis görüşmelerinde gündeme gelmiş ve Ergani mebusu İhsan Hamit Bey
Cumhuriyet gazetesinde çıkan bu yalan neşriyatla ilgili Hükümetin ne tür tedbirlere başvuracağını sormuş,
Dâhiliye Vekili Cemil Bey de bu tür yayınlar hakkında kanuni takibat yapılması için teşebbüste
bulunulduğunu söylemiştir. Benzer bir haber 8 Nisan 1925 tarihli Vakit Gazetesinde “Genç İsyanında

307
Yaşar Kalafat ise isyanda İngiliz parmağına işaret ederek: “Musul meselesinin
tartışıldığı dönemde Kürtlerin Türklerden farklı bir etnik unsur olduklarını ileri süren
İngiltere, bu isimle anılan Türkleri Şeyh Said Olayı ile isyana sevk ederek Türk devletinin
dış Türkler politikasına da gem vurmuştur” demektedir.639

Tuncay da, İngilizlerin bu isyanı desteklemesinin bir sebebi olmadığını


söylemektedir. Ona göre: Halifeliğin kaldırılmasından memnun olan ve Musul’u elinde
tutmak isteyen İngilizler, Türkiye’nin Rusya’ya karşı zayıflamasını istemezlerdi. Ayrıca
Türkiye Kürtlerinin bağımsızlığının Irak Kürtlerini de etkileme ihtimali bulunmaktaydı.640

Mim Kemal Öke, İngiltere’nin isyan ile olan ilişkisinde iki ihtimalden
bahsetmektedir. Birinci ihtimale göre eğer İngiltere perde arkasından da olsa isyana destek
vermiş ve asileri cesaretlendirmişse müdahalenin dozunu gayet iyi ayarlamış ve asilerin
nihai bir zafere ulaşmalarını sağlayacak şekilde yardım etmekten kaçınmıştır. İkinci
ihtimale göre ise İngiltere isyanın hiçbir safhasında asilere destek olmamış ancak
isyancılara destek olabileceği intibaını hem Ankara’ya hem de asilere vererek bekle gör
siyasetini uygulamıştır.

Öke ayrıca, Musul meselesinin çözüme kovuşturulmağı ve Türk ileri harekâtı


hesaplarının yapıldığı bir sırada çıkan Şeyh Said isyanın İngilizlere bazı yararlar
sağladığını söylemektedir. Bu faydalardan birisi; çoğunluğu Kürtlerden oluşan Musul’u
isteyen Türklerin, henüz Türkiye’deki Kürtlerle bile barış içinde yaşayamadıkları
görüntüsünü vermiş olmasıdır ki bu Türkiye’nin Musul iddiasını zayıflatmış oluyordu.
Diğer fayda ise; içeride ayaklanmayı bastırmak için uğraşan ve bu yüzden Irak’a askeri bir
harekâta girişemeyen Türkiye’nin Musul meselesinde direnmesi güçleşiyordu. Bunların
yanı sıra ayaklanmanın çıkmasından çok sınırlı kalmasının İngiltere’yi daha çok

İngilizlerin oynadığı rol” başlığı altında da yer almıştır. Ergün Aybars da eserinde Behçet Cemal’in
dediklerini yineleyerek, bu sayılanların “ayaklanmanın yabancı bir ülke tarafından desteklendiğini
kanıtlıyordu” demekte ve hem Behçet Cemal’e hem de TBMM Arşivi dosyalarına dipnot atmaktadır.
(Aybars, age, s.213.) Ancak bu arşiv dosyalarında, asilerin ileri teknikle bastığı bir beyanname -en azından
matbu- bulunmamakla birlikte yine İstiklal Mahkemesi dosyalarında isyancıların üzerinde yabancı üniforma,
para vs. bulunduğuna dair bir belge mevcut değildir ve bu iddia sanıkların muhakemesi sırasında da gündeme
gelmemiştir.
639
Kalafat, age, s.37.
640
Tuncay, age, s.137.

308
ilgilendirdiğini söyleyen Öke, yukarıdaki faydalardan dolayı İngiltere’nin bir ayaklanma
için Kürtlere umut verdiğinin düşünülebileceğini ifade etmektedir.641

Cumhuriyet’in ilanından sonra çıkmış olan bu İsyan’da, İngilizlerin müdahalesi


olup olmadığına dair İngiliz arşivlerinde yapılan çalışmalarda, İngilizlerin isyanla
alakalarını gösterecek bir belgenin bulunmadığı dile getirilmektedir. Bunun yanında, Türk
arşiv kaynaklarında da İngiliz desteğine dair bir kanıtın olmadığı söylenmektedir.642 Aynı
şekilde İngilizlerin, Şeyh Said isyanını tasarladıklarını, kışkırttıklarını ve yönlendirdiklerini
kanıtlayan somut delillerin olmadığını söyleyen İhsan Ş. Kaymaz, başka bir konuya dikkat
çekerek ayaklanma sırasında ve sonrasında Bağdattaki İngiliz yöneticilerinin konuyla ilgili
gözlem ve değerlendirmelerine rastlanmamasının şüphe uyandırdığını söyleyerek şunları
ifade etmektedir: “Ayaklanma sırasında ve sonrasında Bağdattaki İngiliz yöneticilerinin -
özellikle Dobbs’un- konuyla ilgili hiçbir gözlemine, değerlendirmesine ya da yorumuna
rastlanmamaktadır. Dikkat edilecek olursa, ayaklanma patlak verdikten sonra konuyla
ilgili İngiliz yazışmalarının neredeyse tamamı, İstanbul’daki İngiliz temsilciliği ile Londra
arasında gerçekleşmektedir. Oysa Doğu Anadolu’daki bir Kürt ayaklanmasının en az
İstanbul’dakiler kadar, Bağdat’taki İngiliz görevlilerini de yakından ilgilendirdiği açıktır.
Nitekim Doğu Anadolu’da örgütlü bir Kürt bağımsızlık hareketinin bulunduğunu
Londra’ya ilk duyuran, Azadi örgütünün yapısı, üyeleri ve eylemleriyle ilgili bilgileri
aktaran, örgütle casusları aracılığıyla bağlantı içinde olan, Nesturi operasyonu sırasında
Irak’taki İngiliz makamlarına sığınan Türk ordusunda grevli Kürt kökenli Azadi üyesi
subayları sorgulayan, Azadi’den yararlanılması durumunda Erzurum ve Bitlis’i
kapsayacak bir ayaklanma çıkarılabileceği düşüncesini ortaya atan ve kişisel olarak bu
düşünceye yakınlık duyduğunu da gizlemeyen Dobbs’tur. Ne olmuştur da Dobbs birdenbire
suskunluğa bürünmüştür? Ya da neden İngiliz arşiv belgeleri bu konuda araştırmacıya
hiçbir şey söylememektedir?.... Dobbs’un kişiliği, yöntemleri ve Azadi ile ilişkileri dikkate
alındığında, Şeyh Said ayaklanmasının, Musul sorunu ile ilgili böylesine kritik bir
zamanlamayla patlak vermiş olmasını sıradan bir rastlantı olarak değerlendirmek olanaklı
görülmemektedir.”643

641
Mim Kemal Öke, Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu 1918-1926, Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1992, s.158.160.
642
Olson, age, s.192.
643
Kaymaz, age, s.140-141.

309
İsyancıların yabancı devletlerle ilişki kurmaya çalıştığını ancak başarılı
olamadıkları da iddia edilmektedir. Bruinessen, 1924 yılında yapıldığı söylenen kongrede
Fransız, İngiliz veya Ruslardan yardım alma kararının alındığı söylemektedir. Onun
anlatımına göre Şeyh Said’in isteği üzerine Ruslardan yardım alınmak istenmiş, herhangi
bir karşılık bulunamayınca İngilizlere başvurulmuştur. Hatta İngilizlere üç farklı kanaldan
yaklaşılmıştır: Birincisi, Trabzon’daki konsoloslukla; ikincisi, Irak’taki önde gelen
Kürtlerin aracılığı ile son olarak ise Irak’a kaçmış olan Azadi üyeleri vasıtasıyla. Ancak
tüm bu girişimlere rağmen İngilizler de herhangi bir taahhütte bulunmamışlardır.644 Daha
önce de ifade edildiği gibi, dikkat edilmesi gereken husus Bruinessen’in bu konudaki
bilgilerinin kaynağıdır. Bruinessen, bu bilgileri sözlü kaynaklara, anlatımlara
dayandırmaktadır. Hatta 1924 tarihinde yapılan ve böyle önemli kararların alındığı
kongrenin kaynağı da bu sözlü kaynaklardır. Kendisi bu tarihteki kongreyi bağımsız başka
kaynaklardan teyit ettiremediğini söylemektedir.

İsyancıların yardım beklentisi içinde oldukları, ancak herhangi bir dış yardım
alamadıklarını dile getiren Bruinessen, buna delil olarak isyan sırasında kullanmış
oldukları ve Birinci Dünya Savaşı’ndan kalan silahları gösterir.645 Yazışma ve raporlardan
anlaşıldığı kadarıyla isyancıların birçoğunun silahları eskiydi. İsyancılar silah ve cephane
ihtiyaçlarını pusuya düşürdükleri askerî birliklerden ve ele geçirdikleri şehirlerdeki askerî
silah depolarını yağmalayarak karşılamaktaydılar. Şeyh Said, ifadesinin bir yerinde
Diyarbekir’i almak istemelerinin bir nedeni olarak şehirdeki cephaneyi ele geçirmek olarak
göstermiştir. İsyancıların dış bir devletten yardım talebinden bahsedenler arasında Nuri
Dersimi de vardır. Ancak, o Türkiye’nin bu isyanı irticai bir hareket olarak göstererek
Rusların harekete karşı ilgisiz kalmalarını sağladığını söylemiştir.646

Bunun yanında İstanbul’da bulunan İngiliz Diplomatik Temsilcisi Lindsay


tarafından İngiltere Dışışleri Bakanı Chamgerlain’e gönderilen telgraflara göre İngilizler
bu isyandan habersiz görünmektedir. 27 Şubat 1925 tarihli telgrafta şunlar yazılıdır: “Türk
basını ve hatta resmi açıklamalar, Kürt isyanını İngiliz entrikasına bağlıyor. Bu
açıklamaları yapanlar kendi söylediklerine gerçekten inanıyorlar mı bilmem. Ama İngiliz
makamlarının, hükümetten memnun olmayanların bütün açılımlarını ve yardım isteklerini
geri çevirdiğini açıkladım. (Dışişleri temsilcisi) Nusret Bey bana teşekkür etti ve İngiliz

644
Bruinessen, age, s.413.
645
Bruinessen, age, s.432.
646
Dersimi, age, s. 192.

310
entrikası iddiasına şahsen inanmadığını, hükümetin de inandığını sanmadığını söyledi.”647
Yine bu yazışmalarda isyanı bastırmak üzere bölgeye sevk edilen askeri gücün, isyanın
bastırılmasından sonra Irak ve Musul için bir tehdit olarak kullanılıp kullanılmayacağı dile
getirilerek askeri yığınağın devam etmesi halinde Türkiye’nin güney komşularını yani
Irak’ta bulunan İngilizleri ve Suriye’de bulunan Fransızları diken üstünde tutacağından
bahsedilmekte idi.648

İstanbul’daki bazı İngiliz istihbarat uzmanları tarafından hazırlanan raporlarda da,


isyanı, Musul meselesinde avantaj sağlamak isteyen Türklerin başlatmış olabilecekleri
geçmektedir.649 İngilizlerin isyanla ilgisi olmadığını söyleyenler, İngilizlerin bu isyanı
yakından takip etmiş olmalarının sebebini de Musul meselesine dayandırmaktadırlar.650
Aynı şekilde Fransızların, Türk askerini Suriye üzerinden geçirmesine İngilizlerin tavır
alması da İngilizlerin isyana verdiği destekten değil, Türklerin Musul’a yapacakları
muhtemel bir harekâttan duyulan endişeden kaynaklandığı şekilde yorumlanmıştır.651

Dönemin, Türkiye’nin İngiliz Büyükelçisi hazırladığı bir raporda, İsmet Paşa’ya


İngiltere’nin İsyan’la bir alakası olmadığını ve “İngiltere’nin Türkiye’de bir sorun
yaratmayı istediği takdirde ülkenin bir ucundan diğer ucuna bir isyan başlatabilirdik”
dediğini yazmıştı. Yine aynı rapora göre, Büyükelçi’nin bu ikazından sonra İsmet Paşa,
İsyan’daki İngiliz parmağından bir daha bahsedememiştir.652 İsmet Paşa daha sonra
yayınlanan hatıralarında da İsyan’ı İngilizlerin çıkardığına dair kesin delillerin
bulunamadığını söylemiş ve şu açıklamada bulunmuştur: “Şeyh Said İsyanı’nı doğrudan
doğruya İngilizlerin hazırladığı veya meydana çıkardığı hakkında kesin deliller
bulunamamıştır. Fakat bundan şüphe edilmiş ve gerekli tahkikat yapılmıştır. Çünkü
İngilizlerin Musul harekatı esnasında ve daha sonra Nasturi ayaklanmalarında olduğu
gibi, hudutlarda ve dışarıda propagandayla, münasebetlerle Şeyh Said İsyanı’nın
patlamasında zahiren yardımcı oldukları intibahı mevcuttu.”653

İngilizlerin bir kışkırtması veya yardımı olsun olmasın, İsyan’ın Musul meselesinde
Türkiye’nin elini zayıflattığı, Türkiye’nin Musul politikasında takip ederek ısrarla öne

647
Şimşir, age, s.126-127.
648
Şimşir, age, s.132-134.
649
Olson, age, s.192-193., Akyol, age, s.471 .
650
Olson, age, s. 174.
651
Tuncay, age, s.142-143.
652
Olson, age, s.196.
653
İnönü, age, s.202.

311
sürmüş olduğu Türk ve Kürt birlikteliğine zarar verdiği kabul edilmektedir. Buna göre;
Musul’un kaybedilmesi Lozan’dan itibaren başlayan bir süreç dahilinde olmuş olsa da; bu
isyan Türkiye’yi, kendi içindeki Kürtlerle çatışma halinde göstermiş, askerî noktada
orduyu meşgul etmiş ve neticece Musul meselesinde Türkiye’nin elini zayıflatarak,
İngilizlerin çıkarlarına hizmet ederek Musul’un kaybını kolaylaştırmıştır.654

2.5.1. Mahkeme Tutanaklarına Göre Dış Yardım

Şeyh Said ve diğer zanlıların yargılanması esnasında, Mahkeme Heyetinin üzerinde


durduğu konulardan birisi de dış yardım meselesi olmuştur. Zanlıların bazıları Şeyh
Said’in İngilizlerle irtibat halinde olduğunu iddia etmesine karşın, başta Şeyh Said olmak
üzere İsyan’ın önde gelen şahısları bu iddiaları reddetmiştir. Bu bölümde Şeyh Said ve
diğer zanlıların sorgusu esnasında gündeme gelen dış yardım iddiaları ve bunlara verilen
cevaplar yer almaktadır.

İsyanda İngiliz yardımı veya bağlantısı olduğunu iddia eden kişilerin başında
Kasım Bey gelmektedir. Kasım Bey’in bu konudaki ifadeleri şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın, İstanbul’a gidişi bu isyanla
alakadar mıdır?

Kasım Bey: Ali Rıza esasen Haleb’e, oradan İstanbul’a geçti, sonra döndü. Seyyid
Abdülkadir Efendi’yi gördüğünü söyledi. ‘Bu düdük ötmez, ömrümüz on beş gündür’
dedim. ‘Merak etme, olacak’ dedi.

Reis Müfid Bey: Ali Rıza, İstanbul’dan avdetten sonra Seyyid Abdülkadir’den
bahsederken size İngiliz nüfuzuyla Kürdistan teşkil edileceğini söyledi mi?

Kasım Bey: Esasen Ali Rıza söylesin söylemesin, bu mesâilin İngiliz parmağı ve
parasıyla olduğunu biliyorum.655

Reis Müfid Bey: Seyyid Abdülkadir, Ali Rıza’ya bir şey söylememiş mi?

Kasım Bey: Onu Ali Rıza bana söylemedi.

Reis Müfid Bey: Ali Rıza, babasına neler söylemiş ondan malumatın var mı?

654
Olson, age, s.192.; Akyol, age, s.470-471.; Bruinessen, age, s.431, Yurtçiçek, “agm”, s.13.;
655
2 Haziran 1925 tarihli Hakimiyet-i Milliye gazetesinde bu bölüm şöyle geçmektedir: “Bu isyanın İngiliz
parasıyla döndüğünü sanırım.”

312
Kasım Bey: Mesmuatıma nazaran Ali Rıza geldi, Şuşar’da Şeyh Said’e iltihak etti.
Fazla bilmiyorum.”656

(…)

“Reis Müfid Bey: Bu isyanı Şeyh Said kendi kendine mi yapmıştır?

Kasım Bey: Zaten herkesin silahı vardı, efkâr-ı umumiye de bozuktu.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said neye güveniyordu?

Kasım Bey: Maddeten meydanda hiçbir şey yoktu, belki maneviyata güveniyordu.

Reis Müfid Bey: Yalnız maneviyat üzerine midir, yoksa hariçten bir tesir var mıydı?

Kasım Bey: Harekât-ımaddiyenin kuvve-i maneviyeye istinadı Peygamber


zamanından sonra artık olmamıştır ve olamaz, fakat esasını bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: Bu isyanda hariçten bir tesir olduğuna kani misiniz ve Şeyh Said
yüzde sekseni yüzde yüze mi çıkarmıştır ve bu isyanı Şeyh Said başlı başına mı yaptı
diyorsunuz?

Kasım Bey: Efkâr-ıumumiyedeki zihniyeti tamamen kazanmak için bekliyorlardı,


fakat Şeyh Said tesri’ etti. Kendini Divan-ı Harbe istediler, kuşkulandı, gitmedi. Sonra
patlak verdi. Birçok yerler de iştirak etmedi.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in demin bahis buyurduğunuz Reşid ve Yusuf Ziya ile bir
alakası var mıydı?

Kasım Bey: Evvelki günkü ifadesinde ‘haberim yoktur’ diyor. Bendenizin ki


mesmuattır. Yusuf Ziya, Reşid ve Seyyid Abdülkadir’le alakası olduğunu bilmiyorum.”657

(…)

“Ali Saib Bey: Demek ki o gazetelerin hükümete hücumlarından hükümetin zayıf


olduğuna hükmettiler?

Kasım Bey: Buranın efkâr-ı umumiyesini ve Şeyh Said’e bu cesareti veren bu


gazetelerdir, Yoksa bu kadar çabuk olamazdı. Bağdad’daki komiteleri İngilizlerle,

656
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.85.
657
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.85-86.

313
Haleb’teki komiteleri Fransızlarla görüşüyordu. İşlerini bitirmediler idi, Şeyh Said Efendi
acele etti.”658

Önceki bölümlerde de bahsedildiği üzere Kasım Bey yargılama sırasında itirafçı


konumunda olan kişidir. İfadesinde İsyan’ın İngiliz parmağı ve parasıyla olduğunu659 ve
Şeyh Said’in üyesi olduğunu söylediği gizli Kürt cemiyetinin Bağdat’taki komitesinin
İngilizlerle, Halep’teki komitelerinin ise Fransızlarla görüştüğünü söylemiştir.660 Yine
Kasım Bey’in ifadelerine göre, Diyarbekir bozgunundan sonra geri çekilen Şeyh Said,
kendisine Murat Köprüsü’nü geçerek İran’a Simiko’nun yanından İngilizlere iltihak ederiz
demiştir.661

Kasım Bey’in dışında bu konuda iddiada bulunan diğer kişiler de Şeyh İsmail ve
Şeyh Abdüllatif kardeşler olmuştur. Bu iki kardeşin verdiği ifadeler şöyledir:

“Ali Saib Bey: Şeyh İsmail Efendi! Sen, Diyarbekir’in zabtından sonra İngilizlerle
birleşeceğini söylemişsin, doğru mudur?

Şeyh İsmail: Evet, öyle duydum ve dedim. Bütün ahvalini bilmem. Piran’da kendini
görmedim fakat duydum. Kendisinin de ifadesi vardır efendim.”662

(…)

“Reis Müfid Bey: Diyarbekir’i almaktaki maksadı nedir?

Şeyh İsmail: Diyarbekir’i almak istedi. Maksadı buraya gelip, Diyarbekir’i alıp bir
ecnebi devletine iltihak etmek istedi.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi, hangi ecnebi ile iştirak edecekti?

Şeyh İsmail: Ya Fransız veya İngiliz’e.

Reis Müfid Bey: İngilizlerin muavenetiyle hükümet teşkil edecek, böyle miydi fikri?

Şeyh İsmail: Zannederim İngilizlerle iltihak edecekti. Hizmetçisi Nebi vardı, o


söyledi. ‘Diyarbekir’i alıp İngilizlerle irtibat tesis edecek’ diyordu.”663

658
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.162.
659
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.86.
660
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.161.
661
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.87.
662
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.35.
663
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.89.

314
(...)

“Reis Müfid Bey: Darahini’ye Şeyh Said’le beraber gitmediniz mi, ondan sonra
beraber gezmediniz mi, ne anladınız fikrinden?

Şeyh İsmail: Evet gezdim, beni bırakmadı. Maksadı İngilizlere iltihak etmek
istediğini hissettim.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said bu fikirde yalnız mıydı, yoksa başka tervic edenler de
var mıydı?

Şeyh İsmail: Onu bilmem beyim.”

(...)

“Reis Müfid Bey: Buyurdunuz ki Şeyh Said’in fikrinin İngilizlerle birleşmek


olduğunu?

Şeyh İsmail: Nebi’den böyle duymuştum. Şeyh Efendi ile çok görüşmezdim,
etrafında rüesa ile görüşürdü.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said muavenetini bekledi mi, beklediği o devletten bir
muavenet görüyor muydu, bir muhaberesi var mıydı?

Şeyh İsmail: İşitmedim efendim.”

(…)

“Reis Müfid Bey: Said Efendi’nin İngilizlerle rabıta tesis ve muavenet talep
edeceklerini gerek fikrinden anladın ve gerekse ‘hizmetçisi Nebi’den işittim’ dediniz.
Diyabekir’i işgalden sonra İngilizlerle ne suretle rabıta tesis edecekti?

Şeyh İsmail: Onları anlamadım efendim, Diyarbekir’i tutsa İngilizlerle


görüşeceğini anladım.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi! İngilizlerle birleşmek de din icabâtından mıdır?

Şeyh Said: Ben İngilizlerle ne vakit muhabere etmişim?”664

(…)

“Reis Müfid Bey: Maksadı ne idi?


664
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.91

315
Şeyh Abdüllatif: Maksadı din perdesi altında İngilizlerle birleşip bir Kürdistan
Beyliği teşkil etmekti. Maksadı bu olduğunu işitiyorduk.

Reis Müfid Bey: Bu söylediğiniz fikri kendisinden işittiniz mi, ne zaman gitmek
istiyordu?

Şeyh Abdüllatif: Kendisi İngiliz içine gitmek istedi. Diyarbekir alınırsa İngiliz’in
muavenetiyle hükümet teşkil edilecek deniyordu, sonraları daha aşikâr oldu. Hizmetçisi
diyordu. ‘Acem içinden İngiliz içine kaçar’ deniliyordu.

Reis Müfid Bey: Nasıl aşikâr oldu? İsyan zamanı ve isyandan evvel İngilizlerle
muhabere ettiği kendisi veya mukarrebîni tarafından söylendi mi?

Şeyh Abdüllatif: İsyandan evvel duymadık. Diyarbekir’e hareket olduğunda


akrabasından Nebi’den duydum. ‘Diyarbekir alınırsa bir müddet müdafaa ederiz. Sonra
İngilizlere haber göndeririz. Bize muavenet eder’ dedi.”665

(...)

Reis Müfid Bey: Diyarbekir’i almaktan maksat İngilizlerden muavenet talep edecek,
hükümet teşkil edecek. Demek Şeyh Said Efendi’nin din perdesi altındaki hareketi bundan
ibaret öyle mi?

Şeyh Abdüllatif: Evvel söyledim, din perdesi altında bir dolap çevirmek
istediler.”666

Şeyh İsmail ve Şeyh Abdüllatif mahkeme huzurunda benzer ifadeler vermişlerdir.


Şeyh Said’in İngilizlerle irtibat halinde olduğunu ve Diyarbekir’in alınmasından sonra
İngilizlerin yardımıyla bir hükümet teşkil edileceğini iddia etmişlerdir. Bunun yanında

665
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.92. Şeyh Said ve arkadaşlarının muhakemelerinin bir kısmı dönemin
gazetelerinde yayınlanmıştır. Ancak bu gazetelerde, muhakeme sırasında geçen konuşmaların bir kısmınının
yanlış aktarıldığı anlaşılmaktadır. Hâkimiyet-i Milliye gazetesinin 2 Haziran 1925 tarihli nüshasında Şeyh
İsmail ile Şeyh Abdüllatif’in ifadelerinin bir kısmına yer verilmiştir. Bu iki kardeşin İngiliz yardımı ile ilgili
ifadeleri gazetede aynen şöyle aktarılmaktadır: “Şeyh Said’in ağzından kulaklarımızla duyduk. Diyarbekir’e
girince Cizre’yi almaya gideceğim. İngilizlerle görüşerek hükümet kuracağım dedi.” Aynı ifadeler Vakit
Gazetesinin 31 Mayıs 1925 tarihli nüshasında da geçmektedir. Ancak Mahkeme’nin orijinal tutanaklarında
böyle bir ifade yoktur. İki kardeşin bu tür ifadeleri, Şeyh Said’in ağzından değil, Nebi adındaki hizmetçiden
duydukları yazmaktadır.
Gazete haberlerinde ifadelerin farklı olarak yer almasına bir örnekte şudur: 7 Haziran 1925 tarihli Vakit
gazetesinde yer alan bölüme göre Mahkeme Reisi, Şeyh Said’e “Diyarbekir’i almakla ne olacaktı” diye
sormuş, Şeyh Said ise: “Diyarbekir’i aldıktan sonra kısas tatbik edecektik, yalancının dilini, hırsızın elini
kesecektik. Din böyle emrediyor.” dediği yazmaktadır. Ancak zabıtnamenin orijinalinde böyle bir mülakat
geçmemektedir.
666
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.93.

316
Şeyh İsmail, 17 Mayıs 1925’te Savcı tarafından alınan ifadesinde de benzer şeyleri, Şeyh
Said’in Diyarbekir’i işgal ettikten sonra Siird ve Cizre yoluyla İngilizlerle münasebet
kurmayı düşündüğünü söylemişti. Şeyh İsmail’in verdiği bilgiye göre, Şeyh
Said:“Diyarbekir’i aldıktan sonra hükümet-i hazıraya danışacağım. Kabul ederse ben de
kabul edeceğim, etmezse başka bir hükümetle anlaşacağım” demişti.

Bu iki şahsın ifadeleri hakkında dikkat edilmesi gereken birkaç husus


bulunmaktadır. Her iki kardeşin vermiş olduğu bu bilgiler duyuma dayalıdır. Her ikisinin
bilgi kaynağı da Nebi adında Şeyh Said’in hizmetkârı olduğunu söyledikleri şahıstır. Nebi
yakalanamamış ve yargılanamamıştır. Şeyh İsmail, müdafaasında bu kişinin öteden beri
katil ve şaki olduğunu ve kendisini darp ederek Şeyh Said’in nezdine götürdüğünü
söylemiştir. Şeyh Said de Savcı tarafından alınan ifadesinde Nebi hakkında bilgi vermiştir.
Şeyh Said, asilerin geri çekilme yolunda oldukları zaman, Nebi’nin Melhemlü Dağı’na
varmadan kaçıp gittiğini, Hınıslı olduğunu, üç dört sene evvel Erzurum’da gördüğünü, ne
iş yaptığını da bilmediğini söylemiştir. Ayrıca bu şahsın Menaşküt’te kendine iltihak
ettiğini ve esasen çiftçi ise de hırsızlık ve şekavet yaptığını söylemektedir. Diğer bir husus
ise Şeyh Abdüllatif, yargılamanın sonlarına doğru ilk başta vermiş olduğu bazı ifadelerin
yalan olduğunu mahkeme huzurunda itiraf etmiş bir kişidir.

İngilizler konusunda sorguya çekilen diğer bir sanık, Abdülhamit Bey’dir.


Abdülhamit Bey yakalandıktan sonra 17 Nisan’da Varto’da alınan ifadesinde, bazı aşiret
reislerinin Şeyh Abdullah’a hitaben “İngilizlere müracaat ediniz” dediğini, Şeyh
Abdullah’ın ise cevaben “Artık zamanı geçmiştir.” diye karşılık verdiğini söylemesine
rağmen mahkemedeki sorgusunda bu tür bir ifade kullandığını inkâr etmiştir.

Sanıklardan Abdüllatif Bey de İngilizler konusunda ifade vermiştir. Onun


söyledikleri de duyuma dayalıdır. İfadesi şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Bu işin başa çıkmayacağını biliyorsunuz. Acaba bu rüesa ecnebi
bir hükümetten kuvvet almak için vaat almışlar mıdır?

Abdüllatif Bey: İşittiğime nazaran Şeyh Said, Diyarbekir’i alacak ve dört kişi
İngilizlere gönderecek ve anlaşacakmış. Bunları da Zazalardan işittim, öyle anlaşılıyor.

317
Böyle işittim efendim. Hükümet mi teşkil edeceklermiş ne yapacaklarmış bilmiyorum.
Muharebe edecekler, İngilizlerin muavenetiyle hükümet teşkil edeceklermiş.”667

Genç Tahrirat Kalemi Sermüsevvidi iken isyandan sonra Fakih Hasan’ın kâtipliğini
yapan Liceli Tahir de ifadesinde İngiliz meselesine dair Fakih Hasan’a atfen bazı şeyler
söylemiştir. Ancak Fakih Hasan, “İngiliz meselesinde ona hiçbir şey söylemedim” diyerek
inkâr etmiştir. Liceli Tahir’in ifadesi şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Yalnız maksat şeriat mı imiş?

Liceli Tahir: Hasan Efendi şeriat ahkâmının tatbiki için çalıştığını söyledi.

Reis Müfid Bey: Hasan Fakih sana isyanın esbabı hakkında bir şey söylemedi mi,
hariçten muhabereleri yok muymuş?

Liceli Tahir: Hasan Efendi ‘İşittiğime göre İngiltere ile de muhaberesi vardır’ dedi.
Bana o kadar söyledi.

Reis Müfid Bey: Eğer maksat şeriat meselesi olsa İngiltere ile muhabereye lüzum
var mıdır?

Liceli Tahir: Evvelce bir ittifak, bir muhabere olduğunu bilmiyorum.”

(...)

“Reis Müfid Bey: Şeyh Said’in ecnebi hükümetlerle veyahut sakıt hükümdarlarla
münasebeti olduğundan Hasan Fakih sana bahsetmedi mi?

Liceli Tahir: Katiyen malumatım yok, böyle bir şey bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: İfadende bunu söylemişsin. Ne işittin doğru söyle?

Liceli Tahir: Evet, bendeniz onu söyledim. Halifezade meselesini duymadım.

Reis Müfid Bey: İngiltere’nin Şeyh Said’e muavenet edeceğini de söyledi mi?

Liceli Tahir: İngiltere ile ittifakı ve muhaberesi olduğunu, icabında muavenet


edeceğini söyledi.”668

(…)

667
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.110.
668
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.202-203

318
Reis Müfid Bey: Diyarbekir’i vesaireyi aldılar. Ankara muvafakat etmeyince ne
yapacaklardı, müstakil bir hükümet mi teşkil edeceklerdi?

Liceli Tahir: Onu rivayeten söylüyorlardı.

Reis Müfid Bey: İfadende İngilizlerin muavenetinden bahsediyorsun. İngilizlerle


ittifaktan istiklal çıkmaz mı?

Liceli Tahir: Hariç devlet olunca öyle bir mana fi’l-hakika çıkar.”669

İngiliz bahsi Darahini İnzibat Memuru Fakih Hasan’ın sorgusunda da geçmiştir.


Fakih Hasan, Darahini merkezli olarak asilerin arasında muhabere vasıtası olması
açısından önemli bir kişidir. Liceli Tahir’in, kendisi hakkındaki iddialarını kabul etmeyen
ve İngiliz bahsinin katiyen olmadığını söyleyen Fakih Hasan’ın ifadesi şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Bunların bu tertibatı neye istinaden olmuştur, yoksa müsademe
başlayınca kendilerine muavenet edecek bir yer mi tasavvur ediyorlardı?

Fakih Hasan: Düşünseydiler, münevverler olsaydı, topsuz tüfeksiz bu işin


çıkmayacağını takdir etmeliydiler.

Reis Müfid Bey: Hariçten bunlara yardım edecek bir kuvvet var mıymış, ne idi
bunların planları, nereleri zapt edeceklerdi, sonra ne yapacaklardı, İngilizlerle mi
birleşeceklerdi?

Fakih Hasan: Bilmem, öyle bir şeyi katiyen işitmedim, İngiliz bahsi katiyen olmadı.
Darahini’de kuvvet yok idi, Vali de müsademeye emir vermedi. İlk günü hiçbir şey
söylemediler.”670

Palu ve Elaziz’i işgal eden ve Elaziz Cephe Kumandanı unvanını kullanan Şeyh
Şerif de İngiliz yardımını kabul etmemiştir. İfadesi şöyledir:

“Reis Müfid Bey: İşte Şeyh Şerif Efendi, Kaymakam Bey’e de sorduk.

Şeyh Şerif: Kaymakam Bey’e demedim mi ki ‘İngilizlerin dahli varsa ben kendim
usata (isyancılar) vururum’ dedim. Sorunuz. ‘Muhtariyet isteseler de vururum’ dedim.

(…)

669
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.205.
670
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.136-137.

319
Süreyya Bey: Bunlar muhtariyet ve istiklaliyet isteseler ecnebi bir hükümetten, sen
bunları vururdun değil mi?

Şeyh Şerif: Vururdum elimden gelse idi.

Kaymakam Hilmi Bey: Öyle söyledi.

Süreyya Bey: Üç yüz beş yüz kişi de olsa vurur muydun?

Şeyh Şerif: Vallahi yemin, dakikada olsa vururdum.

Süreyya Bey: Şeyh Said Efendi’yi de vurur muydun?

Şeyh Şerif: Karşı gelirdim. Onlar beni vursaydılar hiç olmazsa kurtarırdım.

Süreyya Bey: Bunları ne ile vuracaktın?

Şeyh Şerif: Ben kendim vururdum. Rus’a vurmadım mı?”671

Bunların yanında 64 numaralı kararda yargılanan Şeyh Said’in Lice İnzibat


Memuru Hüseyin de ifadesinde “İngiliz diye sözler işitirdim. Fakat ne için söylediklerini
anlamıyordum” demiştir.672

Bunların yanında muhakeme esnasında hem Diyarbekir’in sükûtu hem de


İngilizlerden bahseden bir mektup gündeme gelmiştir. Mektup Çan şeyhlerinden Şeyh
Hasan tarafından Şeyh Abdullah ve Şeyh Ali’ye yazılmıştır. Mektup yine maznunların
arasında bulunan Molla Emin’in üzerinden çıkmıştır. Mektup ve eki şöyledir:

Muş Cephesinde Şeyh Abdullah ve Şeyh Ali Efendilere mahsus.

7 Mart 341 tarih alınan postadan Şeyh Said Efendi ile Malanlı İbrahim Paşa’nın
mahdumunun muhaberesi birleşerek ve İbrahim Paşa oğlu tarafından Siverek ve Çermük
işgal olunmuştur ve Diyarbekir’e doğru hareket edileceği Şeyh Efendi ile edilen cereyan-ı
muhabereden anlaşılmıştır. Binaenaleyh İbrahim Paşa’nın oğlu Arab ile İngilizlerle
çoktan beri bu fikirde bulunduklarını ve Şeyh Efendi kendisi izhar etmiş olduğunuzu
fevkalade memnun olduğu bu ise size tebşir ediyorum. Ve sizin de Muş’a hareket edeceği
bildiriniz ve aşâir diğerinin hal ve harekâtı ne gibi yolda ise iş’ar buyurunuz ve kat’-ı
muhabere etmeyiniz efendim.

671
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.167-168.
672
İM/T12/8/64/4/5

320
7 Mart 341

Çan meşayihinden Şeyh Hasan

Monla Emin, Said bin Hacı Mehmed ve Said bin Halil ve Ahmo bin Mahmud ve
Haso bin Yusuf

Bâlâdaki eşhasın bilâ-tehir Gaziyan’da mücahidîne iltihak etmeleri matluptur.

4 Nisan 341

Melekanlı Şeyh zade Abdullah673

Şeyh Abdullah’ın bu mektupla ilgili ifadesi şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Şeyh Ali Efendi’ye yazılmış bir mektup var. Sizin değil midir?

Şeyh Abdullah: Benim malumatım yok. Ben okuryazar değilim. Arapça okurum,
fakat yazamam.

Reis Müfid Bey: Siz yazı yazmak bilmiyorsanız bu kocaman sarığı ne taşıyorsunuz?

Şeyh Abdullah: Vallahi yazım yok, sarık öyle adettir.

Reis Müfid Bey: Ne yazılı bu mektupta, imza senin değil mi?

Şeyh Abdullah: İmzayı da ben atmadım, mektubu da ben yazmadım.

Reis Müfid Bey: Sizde bir memuriyet daha var. ‘Tezahürat-ı diniye reisi’ ne demek?
Sizin böyle bir mektubunuz var mıydı?

Şeyh Abdullah: Vallahi bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: Monla Emin ve Said isimleri de var. Bak bir taraftan da asker
topluyorsunuz?

(…)

673
Bu mektupla ile ilgili olarak Vakit gazetesinde, “İngilizler ve Şeyh Said” başlığı altında şu haber yer
almaktadır: “Şeyh Said’in vekayi esnasında cenupta İngilizlerle muhaberede bulunduğu katiyetle söyleniyor.
Hatta mesela Monla Emin üzerinde Çan meşayihinden Şeyh Hasan imzasıyla Şeyh Abdullah’a hitaben
yazılan mektupta Şeyh Said ile Malanlı İbrahim Paşa’nın mahdumu arasında irtibat bulunduğunu Çermik,
Siverek işgal edildiğinden Diyarbekir’e doğru hareket olunacağını İngilizlerin de bu fikri terviç etmekte
olduklarını yazmaktadır. Monla Emin Varto’ya getirildiği zaman Şeyh Abdullah telaş ederek Emin’e Kürtçe
aman evrakı ne yaptın diye telaş göstermiştir. Şeyh Emin’in üzerindeki mühim vesaiki imha ettiği
anlaşılmaktadır…” Vakit Gazetesi, 21 Nisan 1925, s.1. Belge 20

321
Reis Müfid Bey: Bu imzalar aynı imzalardır. Sizin tarafınızdan yazılmıştır.

Şeyh Abdullah: Herkes bir memur, bir kumandan olmuştu. Ben bu mektuplardan
haberdar değilim.”674

Aynı mektuptan Molla Emin’in sorgusunda bahsedilmiştir. Molla Emin’in hem bu


mektup hem de dış yardım meselesinde verdiği ifade şöyledir;

“Reis Müfid Bey: Senin üzerinde bir mektup var, kimindir o?

Molla Emin: Girvas’ta idik. Ali Rıza bir kâğıt okuyordu. Bana verdi. ‘Sonra
okuruz’ dedi.

Reis Müfid Bey: Ali Rıza’ya mı aitti?

Molla Emin: Evet efendim, ona gelmişti.

Reis Müfid Bey: Ne yazıyordu?

Molla Emin: Cebime koydum, okumadım.

Reis Müfid Bey: İfadende okuduğunu söylüyorsun.

Molla Emin: Katiyen okumadım.

Reis Müfid Bey: Biz o mektupta ne olduğunu biliyoruz. Mademki cebine koydun,
mündericatını kabul ediyorsun demektir.

Molla Emin: Ben muhteviyatını bilmiyorum, hatta mülazım ifademi alırken de


söyledim.

Reis Müfid Bey: O mektupta Diyarbekir’in sükûtu için ve İngilizlerle muhabereye


dairdir, işte odur?

Molla Emin: İhtimal herhalde bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: Bu mesele hakkında Ali Rıza ne söyledi sana?

Molla Emin: Gidiyordu. Dayılarından mektup aldığını söyledi, okumadı bana.


Katiyen aklıma bir şey gelmedi, kâğıda baktı, güldü.

Reis Müfid Bey: Dayısından mı gelmiş?

674
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.76-77.

322
Molla Emin: Evet, öyle dedi.

Reis Müfid Bey: Dayısından gelen mektubu ne münasebetle saklamadı da sana


verdi?

Molla Emin: Müstacel mazereti vardı. Duramadı, bana verdi.

Reis Müfid Bey: Müstacel bir mazeret, bir kâğıdı cebine koymaya mani midir?
Başka bir şey söyle de inanalım.

Molla Emin: Bilmem, o kâğıdın muzır olduğunu bilseydim; saklamaz, imha


ederdim.

Reis Müfid Bey: Mektup burada, Çan şeyhi Şeyh Hasan’dan geliyor. ‘Muş
cephesinde Şeyh Abdullah ve Ali Efendi’ye mahsustur’-diyerek meali kısm-ı mahsusunda
münderiç mezkûr mektup tekrar kıraatle-Bu mektuba ne dersin?

Molla Emin: Ben yazmadım ki bir şey söyleyeyim.

Reis Müfid Bey: Yazan sen değilsin, muhatap sen değilsin, neden korkuyorsun
söyle?

Molla Emin: İmza sahibine sorunuz, ben ne bileyim. Bana okumadı.

Reis Müfid Bey: Şeyh Abdullah’ın kâtibi misin?

Molla Emin: Hayır, Arapça bilirim, güzel yazarım, fakat Türkçe bilmem.

Reis Müfid Bey: Şeyh Abdullah imzalı bu mektubu sen mi yazdın, senin yazın mı?

Molla Emin: Hayır, benim yazım değil.

Reis Müfid Bey: Şeyh Abdullah Efendi kim yazdı bunu?

Şeyh Abdullah: Bilmiyorum efendim.

Reis Müfid Bey: Mektup münderecatı hakkında izahat ver?

Monla Emin: O mektubu bilmem. Yalnız, ahali meyanında deveran ediyordu ki,
Usat Diyarbekir’i ve etraftaki kasabaları alacaklar; İngiliz hududuna, bir taraftan
Harput’a kadar gidecektik, işgal mıntıkasını tevsi’ edecektik. Hacı Selim dedi
ki:‘Diyarbekir tarafında çok şehirler işgal ettik, ganâim aldık’ dedi.

323
Reis Müfid Bey: Diyarbekir zabt olduktan sonra ne olacaktı?

Molla Emin: Kürdistan hududunu tamamıyla işgal edip İngiliz hududuna temas
edecektik. Sonra Şeyh Said Efendi, Ankara’ya müracaat edip birtakım metâlibat serd
edecekmiş.

Reis Müfid Bey: Peki, hududu malum olan bu kıtada muayyen bir şey yapmak
istemiyorlar mıydı?

Molla Emin: Bilmiyorum; Ben reis, âmir değildim.

Reis Müfid Bey: Diyarbekir’in işgalinden sonra İngilizler muavenet mi


edeceklerdi?

Molla Emin: Hacı Selim Ağa diyordu ki: ‘Bir fırka esir aldık’ diyordu. Sonra usatın
mağlup olduğunu duyduk.

Reis Müfid Bey: Bir taraftan isyanın sebeb-i zuhuru şeriattır; diğer taraftan
Kürdistan hududundan, İngiliz muavenetinden bahsediliyor; demek şeriat perde imiş.

Molla Emin: Bilmiyorum, ben duyduklarımı söylüyorum, muavenetten bir şey


duymadım.

Reis Müfid Bey: Bu kadar vâsi’ hudut dâhilindeki kıtaatı işgalden sonra ne
olacaktı?

Molla Emin: Şeyh Said Efendi hazır, ona sorulsun; ben bilmem, her vakit Şeyh
Abdullah ile gezerim.”675

Şeyh Said mahkemede vermiş olduğu ifadesinde isyanı dışarıdan veya içeriden
herhangi bir telkinat ile yapmadığını ve kendi fikriyle planlamış olduğunu anlatmıştır.
Özellikle muhakeme sırasında gündeme gelen İngiliz yardımı meselesini ve Diyarbekir
alındıktan sonra İngilizlere müracaat edileceği iddialarını kesin olarak reddetmiştir.
Mahkemedeki sorgusunun bir bölümü şöyledir;

“Reis Müfid Bey: İsyanı yalnız başınıza yaptığınızı ben zannetmiyorum. Herhalde
sizi teşvik eden vardır?

675
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.101-102.

324
Şeyh Said: Ne hariçten ne dâhilden bizi teşvik eden yoktur; hariçten maksadım
ecnebilerdir. Ne hariçten, ne de Türkiye’de müşevvikler yoktur.”676

(…)

“Ali Saib Bey: Şeyh Said Efendi! Bu isyanın müretteb olmadığını, tesadüfen
olduğunu söylediniz. Böyle midir?

Şeyh Said: Murad da değildi.

Ali Saib Bey: Hâlbuki arkadaşlarınızdan bazıları bu isyanın müretteb olduğunu ve


Diyarbekir’i aldığınızda İngiliz himayesi talep edeceğinizi ifade ediyorlar. Ne diyeceksin?

Şeyh Said: Hayır, hâşâ öyle bir şey yok.”677

Muhakemesi başlamadan Savcı tarafından alınan ifadesinde de şunları söylemişti:

“Diyarbekir’i aldıktan sonra Cizre üzerinden İngilizlerle temas edeceğime ve


muavenet temin eyleyeceğime dair etbâm arasında geçmiş bir sözden ve böyle bir şeyden
haberim yoktur. Bilsem söylerim. Fakat kimseye iftira etmem ve yalan söylemem.”678

Ancak Şeyh Said, hem mahkemede ve hem de Savcı tarafından alınan ifadelerinde
İngiliz yardımı meselesini reddetmesine rağmen, daha önce Varto’da alınmış olan
ifadesinde daha farklı söylemleri bulunmaktadır. Bu ifadesine göre Şeyh Said,
“Muhtariyet” talepleri olduğundan bahsetmiş ve hükümetin bunu kabul etmemesi halinde
İngilizlere müracaat ederek Türk hükümetini buna zorlayacaklarını söylemiştir. Daha
önceki bölümlerde Varto’da alınan ve Şeyh Said’in diğer ifadeleri ile çelişen bu sözleri
hakkında bir açıklama yapılmıştır.679

Şeyh Said’in son yaptığı müdafaasında söylediği sözler ise şöyledir:

“… Heyet-i Celile-i İstiklaliye-i Âdilanemizi her bir mukaddesat-ı diniyemle temin


ederim ki bu hadise cereyanında ne ecnebilerin ve ne de Kürd siyasetini takip edenlerin ve
ne de hükümetimizin muhalifi olan Terakkiperverlerin parmağı ve alakası katiyen içinde
yoktur. Bunlarla hâşâ ne muhaberem ve ne mülakatım ve ne iştirakim ve ne bi’l-vasıta
haberim katiyen yoktur. Gerçi kem vuku-ı hadise bu mezkûrlara ima ve işaret eder ise de

676
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.6.
677
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.35.
678
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.30
679
“Kürtçülük, Kürt Hükümeti Kurma ve Muhtariyet Talebi” Bölümünde bu konu ile ilgili açıklama vardır.

325
siz heyet-i âdilaneye yakîn ve itminan hâsıl olsun ki bu işlere sebeb ve bâis, yakînimce
yukarıda beyan ettiğim gibi, diyanet tesirinden maada bir şey göremiyorum…”680

“… Esnâ-yı muhaverede söyledim ki kütüb-i fıkhıyede mesturdur ki: ‘İmam-ı zaman


şeriatın ahkâmını icra etmezse ümmet üzerine vaciptir ki o imam üzerine kıyam edip hal’
ettireler. Yerine, icra eden diğerini nasb edeler.’ Kasım Bey söyledi ki: ‘Güzel lakin bu
kıyama külliyetli para ve esliha ve cephane lazımdır, bu da ecnebisiz mümkün değildir.’
Ben de söyledim ki ‘Bu şer’an caiz değildir ki ecnebi küffarını İslam üzerine taslit
ettirmek.’ Söz burada hitam bulup başka konuşuldu…”681

28 Haziran tarihinde Mahkeme Heyeti’nin maznunlar hakkındaki kararı


açıklandıktan sonra da Şeyh Said’in son sözü şu olmuştu: “Allah’a ayandır. Ecnebiler,
siyasiler parmağı yoktur. Cezamın tahfifini istirham ederim.”682

2.5.2. Diyarbekir Postahanesinde Bulunan Kataloglar

İsyanın İngilizlerle bağlantılı olduğuna dair ileri sürülen iddialardan birisi de


Diyarbekir’in asiler tarafından kuşatıldığı zaman, yabancı bir harp malzemesi şirketine ait
silah kataloglarının Diyarbekir Postahanesine gönderilmiş olduğudur. İsyanın dış bağlantılı
olduğunun önemli delillerinden kabul edilen bu iddia hakkında farklı görüşler
bulunmaktadır. Bazıları da bu belgenin kamuoyunu yanıltmak için emniyet memurları
tarafından uydurulduğunu söylemişlerdir.683 İsyan’a İngiliz kışkırtmasının yol açtığı
görüşüne katılmayan Mete Tuncay, İngiliz silah fabrikalarından Şeyh Said adına kataloglar
gelmiş olmasının doğru olsa dahi İngiliz hükümetinin resmî bir politikası olduğu anlamına
gelmeyeceğini söylemektedir.684 Uğur Mumcu ise Tuncay’ın bu yorumunu eleştirerek
Tuncay’ın konu ile ilgili İngiliz belgelerini araştırmadan yorum yaptığını ve o dönemdeki
İngiliz silah şirketlerinin denetiminin İngiliz hükümetinin elinde olduğunu söylemektedir.
Hatta Mumcu’nun anlatımına göre, o tarihte İngiliz silah ticaretini elinde bulunduran ve
Muğlalı bir Rum olan şahıs İngilizlerden “sir” unvanını almıştır.685

Ahmed Süreyya Bey’in anlatımına göre silah kataloglarına ait telgraflar 9 Mart
tarihinde gönderilmiştir. Bu konuda Meclis arşivinde birkaç tane belge bulunmaktadır.

680
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.318.
681
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.320.
682
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.36.
683
Kadri Cemil Paşa, age, s.88.
684
Tuncay, age, s.137.
685
Mumcu, age, s.190-191.

326
Arşivdeki ilk belge, Savcı Ahmed Süreyya Bey’in 6 Haziran 1925 tarihinde Üçüncü Ordu
Müfettişliğine yazdığı yazıdır. Yazıda Ahmed Süreyya Bey, silah kataloglarıyla ilgili
olduğu söylenen ve Dersim Postahanesi vasıtasıyla Diyarbekir’e gelen evrakların asıllarını,
asılları yok ise suretlerini, bu da mümkün değilse bu husustaki malumatlarını bildirmelerini
istemiştir. İkinci belge ise Ahmed Süreyya Bey’in bu talebine müfettişliğin cevabi olarak
yazdığı yazıdır. Müfettişlik; verdiği cevapta, vesikaların Erkan-ı Harbiye-i Umumiye
Riyaseti’ne gönderildiğinden dolayı asılları olmadığını söyleyerek bir bilgilendirme yazısı
yazmıştır. Müfettişliğin göndermiş olduğu yazıya göre İsyan’ın ilk safhasında gelmiş ve
Diyarbekir Postahanesinde bulunmuş olan matbu evrak, “Kürdistan Harbiye Nezaretine”,
“Kürdistan Mezbaha Müdüriyetine”, “Kürdistan Belediye Riyasetine” ve “Kürdistan Reis-i
Hükümetine” yazılmıştı. Bu matbu evrak İngilizce, “buz ve buz makinelerine”686 ait
katalog ve risalelerden oluşuyordu. Evrakın hepsinin adresi Fransızca yazılmıştı, yalnız
“Belediye Riyasetine” diye yazılan adres Fransızca ve Almanca yazılı idi. Matbu
risalelerin üzerinde Milano, Mersin ve Adana Postahanelerinin damgaları bulunmaktaydı.
687

Şunu ifade etmek gerekir ki her ne kadar bu katalogların gönderildiği adresler


problemli ve şüpheli gözükse de dipnotta da izah edildiği üzere ve bu belgeye göre,
katalogların bir silah fabrikasına ait olmadığı ortaya çıkmaktadır. Ayrıca ister İngiliz
hükümetinin isterse bir İngiliz silah fabrikasının, bağımsızlık için isyan ettiği söylenen bir
gruba, silah yardımı yapmak veya silah satmak için postahane vasıtasıyla silah kataloğu
gönderme yöntemini tercih etmesi, mantıklı bir durum gibi gözükmemektedir.

Bu telgraf ve kataloglarla ilgili mahkeme dosyalarında başkaca bir belge


bulunmamaktadır. Yalnız yargılama esnasında bir yerde bu telgraf ve kataloglar gündeme
gelmiştir. Hanili Salih Bey’in sorgusu yapıldığı zaman, Salih Bey’in İsyan’ın daha evvel
planlanmadığını ve kendiliğinden geliştiğini söylediği vakit, mahkeme heyeti bu
telgraflardan bahsederek, bunların isyanın daha önce planlandığının bir delili olduğunu

686
Belgedeki bu kelime “buz” olarak okunmaktadır. Tarafımızdan herhangi bir okuma yanlışı yapılmadı ise
veya bu isimde bir silah ya da silah şirketi mevcut değil ise Diyarbekir Postahanesine gönderilen bu
kataloglar herhangi bir silah şirketine değil, bir buz makinesi şirketine aittir ve dolayısıyla mahkemede de
dile getirilen bu iddia tamamen kamuoyunu yanıltmak için uydurulmuştur. Bu katalogların asıllarının
Mahkeme dosyalarında mevcut olmaması ve bu konu ile ilgili tek belgenin de bu belge olasından dolayı bu
kelimeyi başka bir belgeden teyit etme imkânı bulunamamıştır. Katalogların gönderildiği adreslerden
birisinin “Kürdistan Mezbaha Müdüriyeti” olması, kanaatimizce, katalogların buz makinelerine ait olduğunu
desteklemektedir.
687
İM/T14/8/55/66/1; İM/T12/90/826-2/18/7 Belge 21

327
söylemişlerdir. Salih Bey bu telgraflardan haberi olmadığını söylemiştir. İfadesine göre
Şeyh Said de Hükümet Konağı’nda kendisine söylendiği zaman bu telgraflardan haberi
olmuştu. Bu konu ile ilgili Hanili Salih Bey ve Şeyh Said’in ifadeleri şöyledir:

“Reis Müfid Bey: Şeyh Abdüllatif ve Şeyh İsmail, bunları tanırsın. Bu adamlar
huzur-ı mahkemede İngilizlerle muhabere ve ittifak olduğunu söylediler. Bunlar cahil iken
duyarlar da sizin gibi âlim bir zat işitmez mi?

Hanili Salih Bey: Onu bilmiyorum Beyim. Katiyen bilmem ve emin olunuz İngiliz
parmağı da olduğunu bilsem iştirak ve kabul etmezdim. Bu vilayette sâik (sebep) dindi.

Reis Müfid Bey: Harici bir tesirat vücudunu kabul etmiyorsunuz öyle mi, ne için?

Hanili Salih Bey: Aklıma sığdıramıyorum.

Reis Müfid Bey: Fena mıdır, mezmum (kınanmış) mudur?

Hanili Salih Bey: Fenadır ya… Bir evlat pederine karşı isyan eder fakat..

Reis Müfid Bey: Haricin parmağını mezmum görüyorsunuz da hükümete,


pederinize karşı yaptığınız isyanı ne için mezmum görmediniz?

Cevap: Mugalata (yanıltmaca) değildir.”688

(…)

“Reis Müfid Bey: Demin ‘Kadınlar havadis getiriyordu, Diyarbekir’e girmek için
de arzu vardı’ dediniz. Behemahal (ne olursa olsun) Diyarbekir’i almak istemenizdeki
maksat nedir?

Hanili Salih Bey: Maksat yalnız vilayet merkezi olması değildi, Diyarbekir’e
gelinceye kadar iki üç vilayet ahalisi karışıyordu.

Reis Müfid Bey: Diyarbekir’e girince ne yapacaktınız?

Hanili Salih Bey: Hükümete müracaat edecektik, birkaç vilayet ahalisi ‘şu şu
şudur’ diyecektik.

Reis Müfid Bey: Diyarbekir ahalisinin de sizinle aynı fikirde olduğunu nereden
biliyorsun ki katiyetle söylüyorsun?

688
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.231-232.

328
Hanili Salih Bey: Hayır, şehir ahalisi demek istemedim. Diyarbekir ahalisi dediğim
gibi en büyük kısmı kasaba haricidir. Mühim bir merkez olduğu için gerek iaşe ve gerek
muhabere daha kolay olurdu, yoksa şehir ahalisi ile münasebetimiz yoktu.

Reis Müfid Bey: Hükümete müracaat ettiniz, hükümetin kabul edeceğini nereden
biliyordunuz?

Hanili Salih Bey: Madem ki millet hükümetidir ve birkaç vilayet ahalisi talep ediyor,
is’af (kabul etme) eder fikrinde idik.

Reis Müfid Bey: Kabul etmese ne yapacaktınız?

Hanili Salih Bey: Bizim gayemiz bu idi, onu hesap etmemiştik.

Reis Müfid Bey: Bu çok hesapsız bir hareket olur.

Hanili Salih Bey: Zaten hangi hareketimiz hesaplıydı? Evvelce de dedim, bizim
hareketimiz bir nevi intihardı.

Reis Müfid Bey: Bu tuttuğunuz yol makul mü, gayr-ı makul mü?

Hanili Salih Bey: Sâika-i teessür insanı bazı gayr-ı makul yollara sevk eder. Siz
harfiyen mantıki olmasını istiyorsunuz, bizim öyle bir planımız yoktu.

Reis Müfid Bey: İntizam olmadığından bahsediyorsun, hâlbuki ‘Kürdistan Harbiye


Nezareti Başvekâleti’ diye gelen kâğıtlar intizama delalet etmez mi?

Hanili Salih Bey: Ne! Hiç haberim yok, şimdi ilk defa işitiyorum.

Reis Müfid Bey: Makam-ı iddia on beş gün evvel ilk isticvabında ‘ben söyledim’ diyor,
şimdi birinci defa işittiğinizi söylüyorsunuz?

Hanili Salih Bey: Emin olunuz ki makam-ı iddianın benden sorduğunu unutmuşum ve
hâlâ da der-hatır edemiyorum.

Reis Müfid Bey: ‘Kürdistan Harbiye Nezaretine’ diye kâğıtlar geldiğini makam-ı iddia
sana ihbar etmiş, birinci defa işittiğini söylemişsin. Şimdi ben sordum, yine birinci defa
duyduğunu söyledin?

Hanili Salih Bey: Makam-ı iddianın bana bu suali sorduğunu el-an (şu anda)
hatırlamıyorum, hastayım.

329
Reis Müfid Bey: Mustafa Bey, makam-ı iddiadan size bu hususta bir şey söylenmiştir.

Mustafa Bey: Bilmiyorum.

Reis Müfid Bey: Şeyh Said Efendi, size söylenmiş midir?

Şeyh Said: Bey mi idi, Saib Bey mi idi, biri Hükümet Konağı’nda söylediler, orada
işittim.

Hanili Salih Bey: Geçen gün ilk geldiğimde beni bir zatın yanına götürdüler ‘Süreyya
Bey’ dediler. Bu zat mıydı bilmiyorum? Cereyan eden bu sözlerden katiyen der-hatır
(hatırlama) edemiyorum.

Süreyya Bey: Salih Bey huzurunuzda ikinci bir kizb irtikâp etmiştir (yalan söyleme).
Ben Salih Bey’in ifadesini almadığım halde bana ifadesini aldığımı söylüyor.

Reis Müfid Bey: Sizin hücum geceniz, böyle ‘Başvekâlet ve Harbiye Nezareti’ diye
gelen bu gibi evrakın gelişinden ne anlarsınız? İngiltere’den mi geliyor bunlar?

Hanili Salih Bey: Allah belasını versin İngiltere’nin. Ben ne bileyim.

Reis Müfid Bey: ‘Kürdistan Harbiye Nezareti’, ‘Başvekâleti’ ve netice bir hükümet
teşkiline delalet etmez mi?

Hanili Salih Bey: Ben bundan bir şey anlamıyorum. Ne bileyim, neye delalet eder?
Birçok manalar varid-i hatır olabilir. İhtimal gizli bir fikr-i melanet var. Belki bazı
komitelerinin, belki de İngiltere’nin bir melanet planıdır; ne bileyim, ben bilmiyorum.

Süreyya Bey: Salih Bey siz dediniz ki: ‘İsyan olduğunu kabul etmeyeceğim ve
vahşiyane bir mitingdir, mürettep değildir, hazırlanmıştır’ dediniz. Bu kadar ince fark
yaptınız. Yine dediniz ki: ‘Bu havalinin hariçle bir irtibatı olmadığını’ söylediniz. Haleb,
Bağdad gibi yerlerle bir irtibatı olması muhtemel midir?

Hanili Salih Bey: İhtimal. Şimdiye kadar hissiyatım arz ettiğim gibi idi. Bilmiyorum,
bence yoktur.

Süreyya Bey: Diyarbekir üzerine bir taarruz yapıldı. Taarruz yaptığınız zaman
‘Kürdistan Harbiye Nezaretine’, ‘Kürdistan Reis-i Hükümetine’ diye İngiltere’den,
Fransa’dan, Rusya’dan mekâtib, postalarla gelirse sizin için büyük bir karine teşkil etmez
mi; haricin bu isyanla alakası vardır der misiniz demez misiniz?

330
Hanili Salih Bey: Evet, o vakit akla bir ihtimal gelir.

Süreyya Bey: Şu iki vakanın hudusu (meydana çıkma) hariçle alakası olduğuna karine-
i katıa (kanıt sayılan belirti) teşkil etmez mi?

Hanili Salih Bey: Karine-i katıa değil, zann-ı gâlip (gerçeğe yakın olan zan) zuhura
getirir.”689

2.5.3. Tutulan Raporlara Göre Dış Yardım

Erganimadeni Jandarma Kıtası Mülazım-ı evvel Hüseyin Hüsnü Bey ve iki kişinin
hazırlamış olduğu 20 Şubat 1925 tarihli raporda isyancıların amacının Sultan
Abdülhamid’in oğlunu hilafete geçirmek olduğu ve bunu gerçekleştirmek için de Rus veya
İngilizlerden yardım alacaklarının anlaşıldığı söylenmektedir. Raporun ilgili bölümü
şöyledir:

“…elyevm Musul’da olduğu söylenen Sultan Abdülhamid’in oğlunu hilafete


geçirmek ve bu maksada nâil olmak üzere hatıra gelmedik muamele-i cinaiyede bulunarak
mazlum ahalinin kanını dökmek. Hudangerde hükümete mukabele edemezlerse Rus yahut
İngiliz’e bi’l-müracaa maksat ve emellerini bu hükümetler vasıtasıyla istihsal edecekleri
anlaşılmakla işbu raporumuz takdim olunur efendim”690

Lice İlk Erkek Mektebi Başmuallimi Ali Fehmi raporunda; isyanın İngilizlerin
himayesi altında yapıldığını ve isyanda İngiliz paralarının tesirinin bariz olduğunu
söylemektedir:

“…İsyandaki az çok düşünebilenler…bir Kürt hükümeti ve fakat İngiliz himayesi


altında istiklal sevdasını taşıyorlardı. Nitekim Şeyh Said, Şeyh Tahir, Salih Bey, Liceli
Fehmi bu babda fikirlerini açıkça beyan etmişlerdi. Ecnebi tahriki, bilhassa İngiliz
paralarının tesiri barizdi. İngilizlerden tayyare, top geleceğini; çıksalar Musul’a
kaçacaklarını bâlâdaki eşhas ve hemen kısm-ı azam-ı usat söylemişlerdir...”691

Hani Nahiye Müdürü Hüsnü Bey’in 12 Mayıs 1925 tarihinde Divan-ı Harbi Örfi
Riyasetine verdiği raporda, isyancıların dış bir devlet ile bağlantılı olduğunu Şeyh Tahir’in
sözlerinden anladığını söyleyerek şunları ifade etmiştir:

689
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.236-237.
690
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.64
691
İM/T12/11/69-11/41/8 Lice İlk erkek mektebi baş muallimi Ali Fehmi’nin 28 Nisan 341 tarihli raporu

331
“…İsyan’ın hükümet-i ecnebiye ile alakası olduğunu şöyle anlıyorum. 15 Şubat’ta
biz dağa kaldırıldığımız esnada Serdi karyesine getirildik. Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Tahir
‘Türkler! Siz bizi yalnız zannetmeyiniz. Biz Doktor Fuat ile Liceli Fehmi’yi Halep’e
göndereceğiz.’ demesi hariçle olan münasebetlerini göstermektedir…”692

Lice Jandarma Kumandanı Ziya Bey’in Diyarbekir Jandarma Kumandanlığına


yazdığı 13 Nisan 1925 tarihli raporunda İngilizler ve Musul ile ilgili şunları söylemektedir:

“…Musul meselesinin kendi lehine hall edilmesini temin etmek için İngilizlerin bu
havalide müstakil bir Kürdistan hükümeti teşkil etmek perdesi altında bir şuriş (karışıklık)
çıkarabilmek için bir hayli para dağıttığı ve bu teşkilâtın cenubdan şimale kadar ittisa’
(genişleme) peyda ettiği mevrut ve mahrem tamimlerden anlaşılmıştı…

İngilizler, emellerinin husulü için bizde Avrupa misyonerlerinin makesi bulunan


hocalarla şeyhleri elde etmeyi düşünmüş ve bunda muvaffak olmuşlardır. Tarihen de sabit
olduğu üzere Osmanlı hükümeti derununda zuhur eden kıyamlar, ihtilaller Çaldıran
zaferinin acısını Şah İsmail Safevi tarafından memleketlerimize meşayih, hocalar
kıyafetinde gönderilen bir takım cehelenin (cahiller) yüzünden çıkmıştır. Bunların
camileri, medreseleri, türbeleri, tekkeleri, ahlaksızlığın, mefsedetin (fesatlık)
menşeidir.”693

Lice Kaymakamı Asım Bey, Şark İstiklal Mahkemesi savcılığına verdiği raporda
isyancıların dışarı ile olan irtibatları hakkında şunları söylemiştir:

“Bu defa Molla Mustafa, Şeyh Said’in İstanbul’da Şeyh Abdülkadir’le


mektuplaştığını ve onunla hemfikir olduğunu söylemiştir. Lice’de Fehmi’nin,
Diyarbekir’de Doktor Fuad’la, Cemilpaşazadelerle görüştüğü ve mektuplaştığı
mütevatirdir. Diyarbekirlilerin de Halep’le mektuplaştıkları zannolunmaktadır. İsyandan
evvel Şeyh Said’in beray-ı ticaret Halep’e gittiğini ve oğlunu İstanbul’a celebliğe (hayvan
ticareti) gönderdiğini söylüyorlar. İsyan zamanında Şeyh Said, Lice’de fernasından
(gafil)birine ‘Erzurum’dan bana cephane yardım edecekler, onlar da iştirak edeceklerdir
ve ben yıkmaya memurum; tamire, ıslaha memur başkalarıdır’ demiş. Şeyh’in
muhaberesini temin eden ve kâtib-i hususuliğini deruhte eden Liceli Fehmi’dir”694

692
İM/T12/87/811/2/21
693
İM/T12/126/9-13/173/14
694
IM/T12/87/816/16/9

332
3. Önemli Bazı Yargılamalar

3.1. Seyyid Abdülkadir’in Yargılanması ve Şeyh Said Bağlantısı

Seyyid Abdülkadir ve arkadaşlarının yargılamaları, Şark İstiklal Mahkemesi’nin


önemli davaları arasındadır. Seyyid Abdülkadir, isyan sahası dışında isyanın asıl tertipçisi
olmakla suçlanmış ve idam edilmiştir. Behçet Cemal, Seyyid Abdülkadir ve arkadaşları
için: “İsyanın şefleri” tabirini kullanmakta ve İsyan’ın onun tarafından planlandığını
söylemektedir.695 Seyyid Abdülkadir, 1880 yılında İran’a karşı isyan eden Şeyh
Ubeydullah’ın oğludur. Mumcu, bu isyanın İran’da bağımsız bir Kürt devleti kurmak için
çıkarıldığını kaydetmektedir.696 Seyyid Abdülkadir isyanın bastırılmasından sonra babası
ile birlikte Taif’te sürgün olarak yaşamış daha sonra ise İstanbul’a gelmiştir. Osmanlı’da
Ayan Meclisi üyeliği ve 1919’da Damat Ferit Paşa Hükümetinde Danıştay Başkanlığı
yapan Seyyid Abdülkadir, 1918 yılında İstanbul’da kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin
kurucu başkanıdır.697 Bruinessen onun, Kürtler üzerinde büyük etki sahibi olduğunu ve
1920 yılında İstanbul Kürt Loncalarının, Seyyid Abdülkadir’i kendi adlarına konuşacak tek
insan olarak açıklamaları üzerine İngiliz gözlemcilerin, onu Kürtlerin temsilcisi olarak
ciddiye aldığını söylenmektedir.698

Yine Mumcu’nun aktardığına göre; İngiltere, kendi koruması altında bağımsız bir
Kürt devleti kurmayı planladığı ve bunun için Kürt ileri gelenleri ile iletişim halinde
olduğu bir dönemde Seyyid Abdülkadir ile de irtibat halindeydi.699 Ayrıca İngiltere’nin
İstanbul Yüksek Komiserliği’nin Londra’ya gönderdiği raporlarda onun için: “Satın
alındığı takdirde güçlük çıkarmaz” denildiği aktarılmaktadır.700 Bunun yanında Yüksek
Komiser Amiral Sir F. de Robeck 26 Mart 1920 tarihinde Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a
verdiği bilgide; Kürdistan’ın özerk olmasından, Seyyid Abdülkadir ile Şerif Paşa’nın da
emirlerinde olduğundan bahsedilmekte idi.701

Nuri Dersimi de, Seyyid Abdülkadir hakkında dikkat çekici bilgiler vermektedir.
Dersimi, Kürt Teali Cemiyeti’nin bir toplantısına katıldığı zaman, toplantıdaki gençlerin

695
Cemal, age, s.76.
696
Ercan Karakoç, Enver Yalçın, “Bir Siyasetçi Olarak Seyyid Abdülkadir” Mavi Atlas, Sayı 6, 2016,.s.79.;
Mumcu, age, s.2.
697
İsmail Göldaş, Kürdistan Teali Cemiyeti, Doz Yayınları, İstanbul 1991, s. 16-17.
698
Bruinessen, age, s.408-409.
699
Mumcu “İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nın gizli belgeleri, Kurtuluş Savaşı yıllarında İngilizler’in bir Kürt
devleti kurdurmaya çalıştıklarını gözler önüne seriyor” demektedir. Mumcu, age, s. 13.
700
Mumcu, age, s.5.
701
Mumcu, age, s.14.

333
Kürdistan’ın bağımsızlığını istediklerini, Seyyid Abdülkadir’in ise buna karşı Türklerin zor
zamanında onlara bir darbe indirmenin Kürtlük şanına yakışmayacağını söylediğini
aktarmaktadır.. Yine Dersimi’nin dediğine göre; Seyyid Abdülkadir bağımsız bir
Kürdistan’a yanaşmıyor, bir Türk vilayeti şeklinde bir Kürdistan fikrini savunuyordu.
Dersimi bu fikrin, Osmanlı diplomatlarının göz boyamak için söyledikleri fikirlerden farkı
olmadığını ifade ederek, bu açıdan Seyyid Abdülkadir’in bilerek veya bilmeyerek Kürt
Teali Cemiyeti içerisinde bir Osmanlı ajanı rolünü oynadığını söylemektedir.702

Seyyid Abdülkadir’in kurucusu ve başkanı olduğu Kürdistan Teali Cemiyeti, bu


çalışmanın konusu dışında olmakla birlikte, bu cemiyete üye olan kişilerin farklı amaçlarla
hareket ettiği anlaşılmaktadır. Bu durum Seyyid Abdülkadir ve arkadaşlarının İstiklal
Mahkemesindeki ifadelerine de yansımıştır. Ayrıca bunu teyit edecek bir örneği Behçet
Cemal vermektedir. Behçet Cemal, Kürt Teali Cemiyeti kurulduğu zaman Sabit Sarıoğlu
gibi birçok Şark Türkü’nün bu cemiyete üye olarak, Birinci Cihan Harbi’nden sonra
kurulmak istenen mukavemet teşekküllerini kuvvetlendirmek istediğini söylemektedir.703
Seyyid Abdülkadir de mahkemede verdiği ifadesinde, Cemiyeti kurma amaçlarının Birinci
Dünya Savaşı’ndan sonra bölgede kurulmak istenen Ermeni devletine karşı yapılan bir
hareket olarak izah etmiştir.

Şeyh Said İsyanı’nın başlamasından iki ay sonra İçişleri Bakanlığının emri ile
İstanbul’da 13 Nisan 1925 gecesi Seyyid Abdülkadir, oğlu Seyyid Mehmed, Seyyid
Abdülkadir’in evinde misafir olarak bulunan Erbilli Hoşnev aşiretinden Nazif ve Palulu
Abdullah Sadi tutuklandılar. Tutuklanma nedenleri Kürdistan isyan hareketiyle alakalı
görülmeleriydi. Şeyh Said ile Seyyid Abdülkadir arasında irtibat olduğuna dair ileri sürülen
en önemli delillerden birisi Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın isyandan önce İstanbul’a
gelerek Seyyid Abdülkadir ile görüşmesidir. İsyanın bu görüşmede kararlaştırıldığı
söylenmektedir. Ancak hem Seyyid Abdülkadir hem Şeyh Said savunmalarında bu
iddiaları reddetmişlerdir. Şeyh Said, oğlunun ticari amaçlı olarak İstanbul’a gittiğini
söyleyerek kendisini savunmuştur.

Yargılanmak üzere Diyarbakır’a getirilen zanlılar ilk önce 6 Mayıs’ta Mahkeme


Heyeti’nin önüne çıktılar, yargılamaları ise 13 Mayıs’ta başladı. Daha sonra Bitlisli Kemal
Fevzi, Diyarbekirli Hacı Ahti Mehmet Tevfik, Hoca Askeri, Cemilpaşazade Ekrem Bey’in

702
Dersimi, age, s.133-134.
703
Cemal, age, s.14.

334
de içinde bulunduğu on bir kişi bu davaya eklenerek yargılamalar devam etti. Seyyid
Abdülkadir ve arkadaşları için yöneltilen iddia, “Kürt isyan ve ihtilaliyle alakadar ve
isyanın amil ve muharriklerinden olmak” idi. Savcı; Seyyid Abdülkadir’in evinden hiç
çıkmamasına rağmen Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza ile görüşmek için çıktığını ve onunla
görüşerek elim ve hain kararlar verdiğini söyledi. Savcı’ya göre, İsyan’ın bastırılmaya yüz
tuttuğu bir dönemde bile Seyyid Abdülkadir bu fikirlerinden vazgeçmemişti.704

Seyyid Abdülkadir’in idamının en önemli gerekçelerinden birisi de, Palulu Sadi’nin


İstanbul’daki faaliyetleri ve mahkemede söyledikleridir. Palulu Sadi, isyan öncesinde ve
sonrasında, bir İngiliz yetkilisi sandığı Mister Templen ile bağımsız bir Kürdistan’ın
kurulması için görüşme ve pazarlıklar yapmıştır. Ancak Palulu Sadi’nin görüştüğü şahıs
aslında İstanbul Emniyet Müdüriyeti’nde çalışan Başkomiser Nizamettin Bey’di ve
görüşmeler İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından takip edilerek raporlar
hazırlanmaktaydı. Bu raporların Şark İstiklal Mahkemesinde okunması sonrasında Palulu
Sadi, bu görüşmeleri Seyyid Abdülkadir adına yaptığını, Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın
İstanbul’a gelerek Seyyid Abdülkadir’in evinde iki gün kaldığını, isyanı burada birlikte
tertip ettiklerini ve Seyyid Abdülkadir’in haberi olmadan Kürdistan’da bir yaprağın bile
kıpırdamayacağını iddia etmiştir. Seyyid Abdülkadir ise bu iddiaları reddetmiş hatta Palulu
Sadi ile aralarında kavgalar yaşanmıştı. 23 Mayıs 1925 tarihinde biten yargılamanın
sonunda Seyyid Abdülkadir ile beraber altı kişi hakkında idam kararı verilmiştir. İdam
edilenler arasında Palulu Sadi de bulunmaktadır.

3.2. Cemilpaşazadeler ve İsyan

Mahkeme Heyeti’nin üzerinde durduğu ve açığa çıkartmaya çalıştığı bir diğer


mesele isyancıların neden Diyarbekir’i almaya çalıştığı ve bu saldırıyı yaparken,
Diyarbekir’in içinden herhangi bir yardım alıp almadıklarıdır. Özellikle bölgede Kürtçülük
faaliyetleriyle bilinen Cemilpaşa ailesinin bu isyanla bir alakası olup olmadığı üzerinde
durulmuştur.

Mahkemede Şeyh Said’in, Cemilpaşazadelerle irtibat halinde bulunduğunu


söyleyen birkaç kişi olmuştur. Bunlardan ikisi, Şeyh İsmail ve Şeyh Abdüllatif’tir. Ancak
bunlarında ifadelerinde bazı çelişkiler bulunmaktadır. Şeyh İsmail, hem Savcı tarafından
alınan ifadesinde, hem de Mahkemede Cemilpaşazadelerin ve Nakib Bekir Bey’in, Şeyh

704
IM/T12/3/32-1/11/2

335
Said’in fikrinde olduğunu; Cemilpaşazadelerden kimlerle olduğunu bilmemekle beraber
Said’in bu aileden bazıları ile muhaberesi olduğunu söylemiştir. Şeyh İsmail’in bu
konudaki bilgileri duyuma dayalıdır ve kaynağı da Şeyh Said’in hizmetinde bulunan Nebi
adında bir şahıstır. Şeyh Abdüllatif de benzer şekilde, Cemilpaşazade Ekrem Bey, Nakib
Bekir Bey ve Doktor Fuad’ın Şeyh Said ile irtibatı olduğunu söylemiştir. Onun da kaynağı
Nebi’dir. Bunun yanında Ekrem Bey’in de Şeyh Said’e bir mektup yazmış olduğunu bizzat
Şeyh Said’in ağzından duyduğunu söylemiştir.

Muhakemenin ilk günlerinde tür ifadeler veren Şeyh Abdüllatif 19 Haziran’da yani
Cemilpaşazadelerin sorgusunun yapıldığı gün ifadesini değiştirerek, Varto’da ve birkaç
gün önce mahkemede verdiği ifadesinin yalan olduğunu, Varto’da kendisini
dövdüklerinden korkudan mahkemede de yalan ifade verdiğini, aslında Şeyh Said’in
Diyarbekir’de kiminle irtibat halinde olduğunu bilmediğini söylemiştir. Bununla birlikte
Diyarbekir’de bir Kürt cemiyetinin olduğunu ve Cemilpaşazadelerin, Nakib Bekir Bey ve
sairenin bu cemiyete üye olduğunu söyleyen Şeyh İsmail, daha önce alınan ifadesinde bu
cemiyetin iki sene evvel kurulmuş olduğunu söylemesine rağmen, muhakeme esnasında
beş altı sene önce kurulmuş olduğunu söyleyerek çelişkili ifadelerde bulunmuştur.

Bu konuda ifade veren diğer bir kişide Hanili Mustafa Bey’dir. Mustafa Bey’in
yazdığı bir mektupta Diyarbekir’de üç mahallenin ve Cemilpaşazadelerin harp ilan ettikleri
bilgisi geçmektedir. Mustafa Bey bu mektubu inkâr etmiştir.

Şeyh Said ise ifadesinde Diyarbekir’e gitmediğini, ahalisini ve Cemilpaşazadeleri


tanımadığını söylemekle birlikte, Hanili Salih Bey’den; Diyarbekir’de şeriat taraftarı olan
60 kişinin hapis olduğunu, bunların arasında Cemilpaşazadelerin ve Nakib Bekir Bey’in de
olduğunu işittiğini söylemiştir. Salih Bey ise Şeyh Said’in bu ifadesini kısmen
yalanlayarak, Cemilpaşazadeleri şahsen tanımadığını, Şeyh Said ile Diyarbekir’de kimler
olduğu hakkında konuştukları sırada Cemilpaşazadelerin isimin geçtiğini ama şeriat
taraftarı olduklarının mevzubahis olmadığını söylemiştir.

İsyanı’nın başlamasından kısa bir süre sonra bu aileye mensup Ekrem,705 Ahmed,
Ömer, Cevdet, Kadri, Memduh ve Muhittin Beyler tutuklanarak cezaevine gönderildiler.

705
Cemilpaşazadelerden Ekrem Bey, daha önce 1922 yılında Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılanmıştı.
1912 yılında, Cemilpaşazade Ömer ve Kadri Bey ile birlikte Hevi Kürt Talebe Cemiyetini kuran ve bir ara
eğitim için Avrupa’ya gittikten sonra Cihan Harbi dolayısıyla Türkiye’ye gelerek çeşitli cephelerde bulunan
Ekrem Bey, daha sonra Diyarbekir merkezli olan ve resmi olarak kurulan Kürdistan Cemiyeti’nin ilk reisi
olmuş ve Kürtçülük faaliyetlerinde bulunmuştur. Milli Mücadele döneminde cemiyetin faaliyetlerinin zararlı

336
Bunlardan Ekrem ve Ahmed Beyler İsyan’la alakadar olmak suçundan önce Seyyid
Abdülkadir ile birlikte yargılandılar. Yargılama sonunda 23 Mayıs’ta verilen karar ile
Ahmed Bey beraat etti. Ekrem Bey’in davasının ayrılmasına karar verildi. 26 Mayıs 1925
tarihinde Şeyh Said’in yargılanmasının başlamasıyla birlikte, burada verilen ifadeler
doğrultusunda Cemilpaşazadelerden Ekrem, Kadri, Memduh, Ömer, Cevdet ve Muhittin
Beyler Şeyh Said dosyasına dahil edildiler. Cemilpaşazadelerin sorgusu 19 Haziran’da
yapıldı ve çok uzun sürmedi.

Önce Ekrem Bey’in ifadesi alındı. Ekrem Bey; Şeyh Said ile muhaberesi olduğu,
Hacı Ahti’yi Irak’a gönderdiği ve Palulu Kör Sadi tarafından söylenen, kendisinin
Diyarbekir seyyar şube memuru olduğuna dair iddiaları kabul etmedi. İngiliz Binbaşı Noel
ile iyi niyetle dolaştığını, Diyarbekir’de kurulmuş olan cemiyetin de 1918 yılında kurulan
cemiyet olduğunu, bundan başka cemiyet bilmediğini söyledi. Diğerleri de Ekrem Bey gibi
isyanla ve Kürt cemiyetiyle bağları olduğunu kabul etmediler. Ekrem Bey ifadesinin
sonunda “Kürt Türk’ten ayrı değildir” demiştir. Kadri Bey ise “Türk oğlu Türk’üm”
diyerek ifadesini bitirmişti. Kadri Bey’in bu son sözüne karşı, Mahkeme Reisi “Mademki
Türk olduğunu söylüyorsun. Ben de kemal-i memnuniyetle kabul ediyorum.” diyerek cevap
vermişti.

Cemilpaşazadelerin, Şeyh Said taraftarı olduğunu söyleyen tanıkların ifadelerini


değiştirmeleri ve Şeyh Said’in de bu aile ile bir irtibatı olmadığını söylemesi sonrasında,
Savcı da hazırlamış olduğu son iddianamesinde Cemilpaşazadelerin “Kürd cereyanına
kapıldıkları hakkında birçok işrabât (dolaylı anlatım, ima) mevcud ise de son hadise-i
isyanda aslen veya fer’an (ikinci dereceden) alakadar olduklarını tesbite kâfi delâil
mefkuddur (olmayan, kayıp).” diyerek beraatlarını talep etmiştir.

Muhakemeleri sırasında isyan ile bağlantılarını inkar eden Cemilpaşazadeler son


savunmalarını da aynı doğrultuda yapmışlardı. Ekrem Bey yaptığı son müdafaasında
vatana bağlılığından ve yağmager, cahil şeyhlerle aynı fikirde bulunmasının mümkün

görülerek kapatılmasıyla birlikte, Ekrem Bey Diyarbekir’den ayrılarak Halep’e gitmiştir. Ardında orada
görüştüğü Binbaşı Noel ile birlikte Anadolu’ya geçmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın bu kişiler hakkında
verdiği tevkif kararından sonra, Türk askerinin takibi neticesinde İstanbul’a firar eden ve 1920 yılında
Kürdistan Cemiyeti tarafından, Kürtçülük faaliyetlerinde bulunmak üzere doğuya gönderilen Ekrem Bey,
gizlice Diyarbekir’e gelerek faaliyetlerde bulunmuştur. 1922 yılında yakalanarak İstiklal Mahkemesinde
yargılanmak üzere Ankara’ya gönderilmiştir. Diyarbekir’den gönderilen tavsiye ve dilekçelerin, Mustafa
Kemal’in kendisini sağ salim, serbest bırakmaya icbar ettiğini söyleyen Ekrem Bey 1922 yazında
Diyarbekir’e geçmiştir. 1924 yılında ise Cibranlı Halit ve Yusuf Ziya Bey tarafından kurulan Azadi
örgütünün Diyarbekir şubesini teşkil edenlerin arasında yer almıştır. Ekrem Cemil Paşa, age, s.22-54.

337
olmadığından bahsederek, muhakeme sırasında sanıkların yaptığı itiraflarla masumiyetinin
ortaya çıktığını söyledi. Diğerleri de ortak olarak yazdıkları müdafaalarında ailelerinin
şimdiye kadar memleket için yaptıkları hizmetlerden, Kürtlük ve Kürtçülük yaygaralarının
bazı kişiler tarafından üstünlük vasıtası olarak kullanılan bir moda olduğundan ve
kendilerinin de hiçbir zaman Kürtçü olmadıklarından bahsettiler.

Yargılama sonunda Ekrem Bey, İsyan’da “fer’an zi-medhal” (ikinci dereceden


dahil) olmak suçundan on sene kürek cezasına çarptırıldı, diğerleri hakkında ise beraat
kararı verildi. Ancak mahkeme, beraat kararı verirken şöyle bir şerh düşmüştü:
“Haklarındaki ihbarât müstelzim-i muahaze görülemediğinden âtiyen zuhur edecek ahval
ve delail nazar-ı dikkate alınmak üzere onların dahi adem-i mesuliyetlerine” yani daha
sonra ortaya çıkabilecek herhangi bir hareketleri ve delil olursa tekrardan mahkemeye sevk
edilebilecekleri ihtar ediliyordu.

Mahkemede böyle ifadeler veren, Kürtçülük iddialarını reddederek Türk olduklarını


söyleyen Ekrem ve Kadri Beyler daha sonra kaleme aldıkları hatıralarında kısmen işin
hakikatini anlatmış ve Azadi’nin Diyarbekir şubesini kendilerinin kurduğunu
söylemişlerdir.706 Kadri Bey’in anlatımına göre Azadi’nin önemli şahıslarından olan ve
örgütün Kürdistan’da teşkilâtlandırılması için görevlendirilen Mülazım İsmail Hakkı
Saveyş, Diyarbekir’de Kadri Cemil Paşa, Cemilpaşazade Kasım Bey, Dr Fuat, Hacı Ahti,
Ekrem Cemil Bey ve bazıları ile görüşmüş ve Diyarbekir’e örgütün şubesini açmıştır.707

Her ikisi de hatıralarında İsyan’ın hazırlıksız ve çok erken başladığını


söylemektedirler. Kadri Cemil Paşa, Piran’daki olayı duyunca ne amaçla yapıldığını
anlayamadıklarını, örgüt lideri Cibranlı Halit’in tutuklu olması ve teşkilâtın da
tamamlanmamış olmasından dolayı, isyanın örgütün kararı ile başladığını çok uzak
gördüklerini söylemiştir.708 Aynı şekilde Ekrem Bey de İsyan’ı hazırlayanların kendilerini
hiçbir şeyden haberdar etmediğini söylemektedir. Yine savunmasında cahil şeyhlerle
hemfikir bulunmasının mümkün olmadığını söyleyen Ekrem Bey, hatıratında Şeyh Said
için “Merhum ve mağfur büyük liderimiz” diyerek bahsetmektedir.709

706
Ekrem Cemil Paşa, age, s.54.; Kadri Cemil Paşa, age, s.85.
707
Kadri Cemil Paşa, age, s.85.
708
Kadri Cemil Paşa, age, s. 92.
709
Ekrem Cemil Paşa, age, s.54.

338
3.3. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve İsyan

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Şeyh Said İsyanı’nın bağlantısı konusunda


çeşitli iddia ve görüşler bulunmaktadır. Behçet Cemal, karşı ihtilal olarak gördüğü isyanın
zehirli tohumlarının, muhalif parti kanalıyla aleni olarak ekilmiş olduğu iddia etmiştir.
Ayrıca TCF etrafında toplanan muhalefeti dört gruba ayıran Behçet Cemal, saltanatçı olan
Lütfi Fikri ve arkadaşları ile Kürtçü grup olan Seyyid Abdülkadir ve Kürt Teali
Cemiyeti’nin, İsyan’ın asıl unsurları olduğunu, diğerlerinin ise istismar edildiğini
söylemektedir.710 Aynı şekilde Neşet Çağatay, dinci bir tepki olarak gördüğü isyanın TCF
tarafından desteklendiğini söylemektedir.711 Bunun yanında Azadi’nin kurucularından olan
ve Bitlis Divan-ı Harbi tarafından idam edilen Yusuf Ziya Bey’in 1924 yılı son baharında,
yani isyan başlamadan bir müddet önce Ankara’dan İstanbul’a giderek Mustafa Kemal
Paşa’nın muhalifi olan TCF ve diğer muhalif partilerle görüştükten sonra Erzurum’a
döndüğü iddia edilmektedir.712 Bruinessen de bu iddiayı kısmen destekler mahiyette, Azadi
örgütünün Yusuf Ziya ve Seyyid Abdülkadir vasıtasıyla Türk muhalefetiyle ilişki kurma
girişimlerinde bulunduğu ancak bir sonuç alınamadığını belirtmektedir.713 Bu tür iddiaların
yanında Terakkipever Cumhuriyet Fırkası’nın, İsyan ile hiçbir bağlantısının olmadığını ve
bunun ispatlanamadığını söyleyen birçok araştırmacı da bulunmaktadır.714

Öncelikle İsyan başladıktan sonra Terakkiperver üyelerinin göstermiş oldukları


tavır önemlidir. Daha önceki bölümlerde ayrıntılı bir şekilde verildiği üzere, Meclis
tutanaklarındaki görüşmelerde TCF üyelerinin isyan karşısında net bir tavır sergileyerek
İsyan’ı irticai bir hareket olarak niteledikleri görülmektedir. Aynı zamanda İsyan’ın
bastırılması için Başvekil Ali Fethi Bey’in almış olduğu tedbirlere tam destek vermişlerdir.
Ancak ilerleyen zamanlarda, hükümet değişikliği sonrasında, İsmet Paşa’nın almak istediği
sert tedbirlere muhalefet ederek, isyan karşısında İstiklal Mahkemelerinin işletilmesine
karşı çıkmışlardır.

710
Cemal, age, s.10-11.
Behçet Cemal’in sınıflandırmasına göre Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası etrafında toplanan dört muhalif
gurup şöyledir;
1-Rauf Orbay ve arkadaşları (İnkılabın tatbikindeki usullere muhalif grup)
2-İsmail Canbolat ve arkadaşları (İttihat ve Terakkici grup)
3-Lütfi Fikri ve arkadaşları (Saltanatçı grup)
4-Seyydi Abdülkadir ve Kürt Teali Cemiyeti (Kürtçü grup)
711
Neşet Çağatay, Türkiye’de Gerici Eylemler (1923’ten Buyana), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, Ankara 1972, s.27.
712
Dersimi, age, s.184.
713
Bruinessen, age, s.432.
714
Şevket Süreyya Aydemir, Tek Adam, Cilt 3, Remzi Kitabevi, İstanbul 1965, s.219.

339
Bu arada Terakkiperverlerin, isyan karşısında mutedil hareket eden Ali Fethi Bey
hükümetine destek vermelerini, kendilerini savunma amaçlı bir taktik olarak
yorumlayanlar da vardır. Bu görüşe göre; İsmet Paşa’nın muhalifleri tasfiye etmek için
İsyan’ı kullanacağını TCF üyeleri bilmekteydiler.715

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın, İsyan’ı kışkırttığına dair ileri sürülen temel


argüman parti programında yer alan maddelerin ve parti mensuplarının yapmış oldukları
propagandaların bu isyanı tertip edenlerin işine yaradığı, halka ve isyancılara cesaret
vermiş olduğudur.716 Mahkeme Heyeti’nden olan ve bir süre mahkemenin savcılığını da
yapmış olan Avni Doğan, yapılan soruşturmalarda TCF’nin doğuda açmış olduğu
temsilcilikleri tarafından, dinin siyasete alet edildiğinin meydana çıktığını söylemiştir.717

Şark İstiklal Mahkemesi’nde TCF ile ilişkili olan ilk dava Terakkiperver Urfa
Temsilcisi Fethi Bey hakkında yapılan yargılamadır. Bu önemli dava Ankara İstiklal
Mahkemesi tarafından da yakından takip edilmiş, Fethi Bey’in vermiş olduğu ifadeler
Ankara İstiklal Mahkemesi’ne bildirilmiştir. Baba adı Hıfzı olan Fethi Bey, 48 yaşında
emekli Erkân-ı Harp Kaymakamlarındandı. TCF Urfa Şubesi kâtipliği görevini yerine
getirmekteydi. Fethi Bey İsyandan yaklaşık üç dört hafta önce Urfa’ya gelmiş, kendisinden
önce Fırka Başkanı olan Hasan Ağa’nın evinde kalmış ve parti teşkilâtlanmasıyla meşgul
olmuştu. Ayrıca Siverek’e giderek orda da parti teşkilâtını kurmuştu. Siverek’te iken, daha
sonra İstiklal Mahkemesinde yargılanarak idam edilecek olan, Şeyh Eyüb’ün evinde
yaklaşık on beş gün misafir olarak kalmıştır. Fethi Bey mahkemede vermiş olduğu ifadede
TCF’nin şubesini açmak için resmi işlemlerde bulunduğunu ancak Halk Fırkası’nın, resmî
açılışı engellemeye çalıştığını söylemiştir.

Fethi Bey’in zanlı olarak Mahkeme Heyeti’nin karşısına çıkma nedeni, TCF’nin
teşkilâtlanmasını yaparken dini ve mukaddes olan dinî hisleri alet olarak kullanarak halk
arasında nifak ve ikilik yaymak suçlamasıydı.718

715
Hasretyan, age, s.18.; Toker, age, s.26-27.
716
Eroğlu, age, s.199.
717
Doğan, age, s.172. (Dahiliye Vekâleti’nden, Şark İstiklal Mahkemesine 28 Mayıs 1341 tarihinde
gönderilen ve kaynağı Beyrut Başşehbenderliği olan bir ihbarda; Fethi Bey’in Şam, Halep ve Beyrut
arasındaki Kürt ve fesat cemiyetleri ile Türkiye’deki cemiyetler arasında haberleşme vasıtalığı ifade etmekte
olduğu bildirilmektedir.) İM/T12/84/805-4/100/1
718
“Mensup olduğu fırka-i siyasiyenin Meclis haricindeki cemiyet teşkilâtını icra salahiyetini istimal
esnasında dini ve mukaddes olan hissiyat-ı diniyeyi alet ittihaz ederek halk arasında nifak ve şikak ilkasına
teşebbüs ve cüret etmek”

340
Esasen Fethi Bey ve TCF, Şark İstiklal Mahkemesi’nin ilk yargılaması olan Şeyh
Eyüb’ün muhakemesinde gündeme gelmişti. Yukarıda belirtildiği gibi Fethi Bey, Parti’nin
Siverek şubesini teşkilâtlandırma sürecinde Şeyh Eyüb’ün evinde misafir olarak kalmıştı.
Fethi Bey’in Siverek’teki Parti teşkilâtlanması sırasında yaptığı propagandalar hakkında,
Şeyh Eyüp’ün verdiği ifadeler, mahkemede Fethi Bey’in aleyhine kullanılmıştır. Şeyh
Eyüb’ün ifadesine göre, Fethi Bey propaganda esnasında:“TCF’nin iyi bir fırka olduğunu,
resmen açıldığını, çok terakki edeceğini, dine hürmetkâr olduğunu, Halk Fırkası’nın ise
dinle alakası olmadığını, dinin terakki etmesi hususunda bir parti teşkil ettiklerini, partinin
Gazi Paşa’nın muvafakatı ile açılarak Gazi’nin bitaraf olduğunu” söylemiştir.

Yapılan muhakeme sonunda Fethi Bey’in, Siverek’te Parti teşkilâtlanması sırasında


halka yaptığı nutuk ve konferanslarda söyledikleri, halkın dinî hislerini tahrik ve halk
arasında nifak çıkarma olarak görüldü ve hareketi, Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci
maddesiyle ilişkilendirildi. Ancak TCF Urfa Kâtibi Fethi Bey, Parti kurucusu olmaması,
sadece seçilmiş bir memuru olması sebebiyle olayda ikinci dereceden dahil görüldü ve
daha önceki mülki ve askerî hizmetleri de hakkında hafifletici sebepler sayılarak, 18 Mayıs
tarihinde, hakkında 3 sene kalebentlik cezası verildi.

Mahkeme, Fethi Bey hakkında verilen kararda bir hususa daha vurgu yaptı. O da
Fethi Bey’in bu propagandayı Parti programının 6. maddesine dayanarak yapmış olduğu
idi.719 Mahkeme, kararında bu altıncı maddenin, daha sonra düzenlenmiş olan Hıyanet-i
Vataniye Kanunu’nun 1. maddesine göre, Hıyanet-i Vataniye kapsamına girdiğini
vurgulamıştı. Esasen Mahkeme bu durumu Fethi Bey’in kararı açıklanmadan önce, 7
Mayıs 1925’te Başvekâlete yazdığı yazıyla da izah etmiş ve Parti programı nedeniyle
Terakkiperverlerin vatan haini olduğunu yazmıştı. Yazının ayrıntısında 25 Şubat 1925
tarihinde kabul edilen Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. maddesinde yapılan değişiklikten
sonra, TCF’nin parti programının 6. maddesini değiştirmeyerek mevcut durumuyla
çalışmaya devam ettiği, dolayısıyla dini ve mukaddesat-ı diniyeyi siyasete alet ettiği
söyleniyordu. Ayrıca yazıda, bu maddenin Parti programında durduğu müddetçe
Terakkiperverlerin kanuni durumlarının 25 Şubat 1925 tarihli kanuna göre vatan haini
olmaktan ibaret olduğu vurgulanmıştı.720

719
Parti Programının altıncı maddesi şu şekildedir: “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası efkâr ve itikadat-ı
diniyeye hürmetkardır.”
720
İM/T12/84/805-4/104/1-2-3-4

341
Mustafa Kemal Paşa da Nutuk’ta TCF’nin parti programını eleştirerek onun “En
hain dimağların mahsulü” olduğunu söylemiştir. Ayrıca “Mürettep, umumi, irticai olan
Şark İsyanı’nın” sebepleri arasında TCF’nin dinî vaatleri ile Şark’a gönderdiği katib-i
mesullerinin faaliyetlerinin de olduğunu vurgulamıştı.721 Bunun dışında Mustafa Kemal
Paşa, Fethi Bey ve 6. madde ile ilgili olarak şunları söylemiştir:

“Hatırat defterini nafile ve teheccüt namazlarının sevabından bâhis hadislerle


dolduran bu Kâtib-i Mesul, Şark Vilayetlerimizde tahrikât-ı diniyede bulunurken
Fırkasının programını tatbik etmiyor muydu? Masum halka, beş vakit namazdan maada,
geceleri de fazla namaz kılmayı vaaz ve nasihat etmek, belki de ömründe namaz kılmamış
olan bir politikacı tarafından vâki olursa, bu hareketin hedefi anlaşılmaz olur mu?

Efendiler! Yaptığımız inkılâbın vüsat ve azameti karşısında, eski hurafat ve


müessesatın birer birer sükûtunu gören mutaassıp ve irticakar anâsır, efkâr ve itikadat-ı
diniyeye hürmetkâr olduğunu ilan, bir fırkaya ve bahusus bu fırkanın içinde isimleri şöhret
bulmuş zevata dört el ile sarılmaz mı? Yeni fırka yapan zevat bu hakikati müdrik değil
midirler? O halde ellerine aldıkları din bayrağı ile millet ve memleketi nereye götürmek
istiyorlardı? Böyle bir suale verilmesi gereken cevap da hüsnüniyet, gaflet, kayıtsızlık gibi
sözler; memleketi terakkiye isal edeceğim diye ortaya atılan bir fırka rüesası için mazeret
teşkil edemez!

Efendiler! Yeni Fırka, unvan ittihaz ettiği terakki ve cumhuriyet namlarının zıdd-ı
tamlarıyla inkişaf etmiştir. Bu Fırka’nın rüesası, hakikaten mürtecilere ümit ve kuvvet
vermiştir. Buna misal olarak arz edeyim; Ergani’de usatın valiliğini kabul eden maslup
Kadri, Şeyh Said’e yazdığı mektupta: ‘Millet Meclisinde Kâzım Karabekir Paşa’nın fırkası,
ahkâm-ı şer’iyeye riayetkâr ve dindardır. Bize müzaheret edeceklerine şüphe etmem. Hatta
Şeyh Eyüp nezdinde bulunan Katib-i Mesulleri, Fırka’nın nizamnamesini getirmiştir…’
diyor. Şeyh Eyüp de muhakemesi sırasında “Dini kurtaracak yegâne fırkanın, Kazım
Karabekir Paşa’nın teşkil ettiği fırka olup, ahkâm-ı şer’iyeye riayet edileceğinin, fırka
nizamnamesinde ilan edildiğini” söylemiştir.

Efendiler! Terakki ve cumhuriyet kelimelerini kullanarak, bize ve münevveran-ı


millete karşı din bayrağını gizlemek tedbirinde bulunanlar, memlekette umumi irtica ve
isyan yapmak için, dahil ve hariçte, tertipler ve teşvikler yapmakla meşgul olanların

721
Atatürk, age, Cilt 2, s.890-893.

342
mevcudiyetinden bihaber farz olunabilirler mi? Yeni fırkaya dahil olanların, tekmil azası
mevzubahis olmasa bile, dinî vaatleri, muvaffakiyet için, müessir âmil kabul eden ve buna
dair formülü nizamnamelerine idhal eden kimseler, memlekete müteveccih, şahıslarımıza
müteveccih suikastlardan bihaber kabul edilemezler.

İsyanın vukuundan aylarca mukaddem, memleketin şurasında burasında yapılan


hafi içtimalardan ve Cemiyet-i Hafiye-i İslamiye teşkilâtından, İstanbul’da Nakşibendi
meşayihinin yaptığı içtimada, izhar edilecek kıyama müzaheret vaat edildiğinden ve
nihayet millî hudutlarımızın haricinde bulunup, Şark İsyanı’nı tahrik edenlerin
beyannamelerinde Kazım Karabekir Paşa’nın fırkasından ümit ile bahsolunduğundan
haberdar olmadıklarını farz edelim. Fakat, Fethi Bey Hükümeti zamanında bizzat Fethi
Bey vasıtasıyla, kendilerine fırkanın muzır ve isyan ve irticaa müşevvik vazı ve mahiyette
olduğu bildirildiği zaman olsun, hakikati mütalaa ve müşahade etmeleri lazım gelmez
miydi? Hükümetin ve benim pek halisane olarak bu ihtaratımızdan sonra olsun hakikati
anlamaları ve ona göre hareket etmeleri icap ederdi. Onlar bilakis bu defa da ‘efkâr ve
itikadat-ı diniyeye riayetkârız,’ klişesini büsbütün aksi manada tefsire kalkıştılar. Güya
malum formül ile nazarlarında, her dinin ve din salikinin efkâr ve itikadatına riayetkâr
olduğunu ifade etmek… geniş hürriyetperver olduklarını anlatmak istiyorlarmış…
Efendiler! Bu tarz-ı harekete dürüst, samimi denilemez!”722

Bu son paragrafta da işaret edildiği gibi, Başvekil Ali Fethi Bey, 25 Şubat 1925
tarihinde, Kazım Karabekir, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar’dan oluşan bir heyeti
makamında kabul ederek: “Size Fırkanızı kendi kendinize dağıtmanızı tebliğe beni memur
ettiler. Dağıtmazsanız istikbali çok karanlık görüyorum. Kan dökülecektir.” dedi ve
Parti’nin kapatılmasını Terakkiperver yöneticilerine bildirdi. Ancak Parti yöneticileri o
zaman bu isteği yerine getirmediler.723

Bununla birlikte Parti’nin kapatılma süreci Şark İstiklal Mahkemesi’nin kendi yargı
sahası içindeki TCF şubelerini kapatma kararı ile başladı. 18 Mayıs’ta alınan kapatma
kararı ardından mahkeme 25 Mayıs 1925 tarihinde yargı sahası içinde bulunan on dört
vilayetle iki kaymakamlığa (Muş, Ergani, Elaziz, Genç, Mardin, Diyarbekir, Bitlis, Urfa,
Siverek, Siird, Dersim, Malatya, Van, Hakkâri Vilayetleri ile Hınıs ve Kiğı
Kaymakamlıkları) göndermiş olduğu beyanname ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

722
Atatürk, age, s.891:893.
723
Cebesoy, age, s.143.

343
kulüplerinin kapatılma kararının uygulanmasını ve bu konuda hazırlanacak olan
tutanakların mahkemeye gönderilmesini istedi. Yerel makamların Mahkeme’ye gönderdiği
bu tutanaklara göre, Urfa ve Siverek vilayet merkezleriyle Urfa’ya bağlı Suruç kazasında
TCF kulüpleri olduğu tespit edilerek kapatıldı. Diğer yerlerde ise herhangi bir
teşkilâtlanma olmamıştı.

Bunun yanında bazı yerlerde de teşkilâtlanma girişimleri olmuş ancak Parti şubesi
açılamamıştı. Örneğin Mardin’de parti şubesinin açılması için başvuru yapılmış ancak
müracaat eden kişinin kanuni vasıfları haiz bulunmaması nedeniyle şubenin açılmasına izin
verilmemişti. Kiğı’da ise Kaymakam’ın İstiklal Mahkemesine yazdığı yazıda, “Kaza
dahilinde esasen TCF şubelerinin açılmasına meydan verilmemiş” olduğundan
bahsedilmektedir. Yine Diyarbekir Vilayetinden mahkemeye gönderilen yazıda Derik
kazasından İlyas Efendi namında birisinin parti şubesini teşkil etmek için Ankara’ya
telgrafla müracaat ettiğini, ancak fiilen bir şube teşkil edilmediği bildirmiştir.

Dosyalarda bulunan bu belgelere göre TFC’nin resmî olarak açılmış olan üç şubesi
(Urfa, Siverek, Suruç) kapatılmış, üç yerde (Mardin, Kiğı, Diyarbekir) açılması için
teşebbüslerde bulunulmuş ancak açılamamıştır. Mahkeme’nin yargı sahası içinde bulunan
diğer yerlerde ise parti şubesi bulunmamaktadır.724 TCF’nin isyan bölgesinde yapmış
olduğu teşkilâtlanma bundan ibaretti.

Şark İstiklal Mahkemesi’nin yargı alanında bulunan Parti merkezlerini 18 Mayıs’ta


kapatmasından sonra Bakanlar Kurulu, Takrir-i Sükûn Kanunu’nun verdiği yetkiye
dayanarak TCF’nin kapatılmasına karar verdi ve 3 Haziran 1925 tarihinde Parti tamamen
kapatıldı. Şark İstiklal Mahkemesi üyelerinden Avni Doğan’ın dediği gibi TCF’nin
kapatılmasında Şark ve Ankara İstiklal Mahkemesi’nin büyük rolü olmuştur.725

Şeyh Said’in yargılanması esnasında da Meclis içerisindeki muhalefet ve


Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gündeme gelmişti. Şeyh Said kendisini kıyama sevk
eden nedenleri sayarken, Mahkeme Heyeti, Meclis’teki muhalefeti de neden olarak
göstermiş, buna karşılık olarak Şeyh Said:“Muhalefet vardı, fakat o sebep değildi”

724
İM/T12/82/803/2/9; İM/T12/82/803/2/6; İM/T12/82/816/19/1
725
Doğan, age, s.172-173.

344
demişti.726 Şeyh Said’in Terakkiperver ile ilgili sorgusu tutanaklarda şu şekilde
geçmektedir:

“Ali Saib Bey: Meclis içerisinde bir muhalefet olduğunu ve bu muhalefetin dini
kurtaracağını işittiğini geçen celsede söylemiştin. Nasıl işittin, bir daha söyler misin?

Şeyh Said: İşitmiştim.

Ali Saib Bey: Meclis içindeki bu muhalefetten bir şey ümit ettiniz mi?

Şeyh Said: Kalbimizde seviniyorduk. ‘Allahuteala bir sebep çıkarsa da dine hadim
büyük adamlar kalksalar.’ derdik. ‘Sebep halk eder’ derdik.

Ali Saib Bey: Sen her iki Fırka’nın programını gördün mü, senin en ziyade hoşuna
giden hangisi oldu?

Şeyh Said: Muhabere filan edemedik. Kendilerinin programını Darahini’de


Belediye Reisi verdi. ‘Müskiratı ilâahir men edeceğiz’ diyordu, hoşuma gitti. Yalnız bir
mesele vardır. ‘Eğer birisi kötü bir şey yaparsa cebir olmaz’ diyordu. Ötekini de gördüm,
fakat Terakkiperver’i nispeten doğru gördüm.

Ali Saib Bey: En ziyade hoşuna giden madde hangisi idi?

Şeyh Said: Müskirat ve fuhşun men’i idi.

Ali Saib Bey: Bir madde vardı o programda. ‘İtikadat-ı diniyeye hürmetkârız’ diye

Şeyh Said: Evet.‘İtikadat-ı diniyeye hürmetkârız’ diye maddesi çok iyidir.

Ali Saib Bey: Bunların başında bulunan, buna taraftar olan adamları bilmez
miydin?

Şeyh Said: Belediye reisi vardı, her iki fırka programlarından birer nüsha verdi.
Derdim ki ‘Allahu teala bir sebep halk etse de din terakki etse’ diyorduk. Hiç kimseyi
görmedim, yalnız Ergani’nin işgalinden sonra Ali Bey namında birisinde bir kâğıt gördüm.
Kâzım Karabekir imzalı idi. ‘İnşallah işimiz ileri gider’ yazıyordu, bana Ali Bey gösterdi.

Ali Saib Bey: Ali Bey kimdir?

Şeyh Said: Osmaniye’de müftü-i esbak Hacı Hüseyin Efendi’nin oğlu Ali Bey’dir.

726
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.157.

345
Ali Saib Bey: Şeyh Efendi, sen ne görüştün Ali Bey’le. O telgraf kimin imzasıyla
gelmişti.

Şeyh Said: Telgraf mı ne idi bilmem, kısa bir şeydi. ‘Allahualem Kâzım Karabekir
imzalı idi’ derdim, bu daha aslahtır.

Ali Saib Bey: Mademki bu Terakkiperver Fırkanın dini kurtaracağına dair sana bir
kanaat geldi ve sevindin, ne için bu Terakkiperver Fırkacılara müracaat etmedin?

Şeyh Said: Yok, müracaat etmedim, vakit bulamadım. Vakit bulsaydık iki tarafa da
müracaat etmek isterdik.

Ali Saib Bey: Bir iyisi var. Bir de fenası var. Sen iyisini yapan adamlara müracaat
edecektin, ‘Şu noksanlarınız var bunları ikmal ediniz’ diyecektin?

Şeyh Said: Bu sefer içinde gördüm o programı.

Ali Saib Bey: Evvelce görseydin, müracaat eder miydin?

Şeyh Said: Benimle birkaç kişi ittifak etseydi müracaat ederdim.”727

Mahkeme Heyeti bu konuda Kasım Bey’e de sualler yöneltmiştir. Kasım Bey,


ifadesinde 1920 yılından beri Erzurum’da bir muhalefet cereyanı olduğunu, Hoca Ziya ve
Raif Beylerin Erzurum’a geldiklerinde Cibranlı Halid’e gelerek Halk Fırkası’ndan istifa
edip yeni bir fırka kuracaklarına dair söz verdiklerini ifade etmiştir. Bununla birlikte
TCF’nin programındaki “İtikad-ı diniyeye hürmetkârdır” fıkrasının efkâr-ı umumiyeye çok
tesir ettiğini ve cesaret verdiğini, ayrıca nizamnamede “Tahdid-i merkeziyet taraftarıdır”
maddesinden dolayı TCF’nin hükümeti elde etmesi halinde kendilerine muhtariyet
verileceği ve kan dökülmeden bir istiklal elde edileceği kanaatinin; İsyan’ı tertip eden
siyasilerde oluştuğunu söylemiştir.728 Şeyh Said, Kasım Bey’in söylediği bu ifadelere karşı
“Ben böyle ince meseleleri bilmem” demekle yetinmişti.

Ayrıca Şeyh Said son müdafaasında da TCF ile iddia edilen bağlantısını reddederek
şu cümleleri kurdu: “Her bir mukaddesat-ı diniyemle temin ederim ki bu hadise
cereyanında ne ecnebilerin ve ne de Kürd siyasetini takip edenlerin ve ne de
hükümetimizin muhalifi olan Terakkiperverlerin parmağı ve alakası katiyen içinde yoktur.

727
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.159-160.
728
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.161.

346
Bunlarla hâşâ ne muhaberem ve ne mülakatım ve ne iştirakim ve ne bi’l-vasıta haberim
katiyen yoktur.”729

3.4. Gazeteciler ve İsyan

Takrir-i Sükûn Kanunu’nun müzakereleri sırasında bazı gazetelerin yaptığı


yayınlardan ve basının İsyan üzerinde yaptığı etkilerden bahsedilmişti. Özellikle Müdafaa-i
Milliye Vekili Recep Bey, İstanbul basınına yüklenmiş, İstanbul basınının hadise
üzerindeki etkilerinden söz ederek, bu gazetelerin yaptığı yayınlarla; Türkiye’de devlet,
hükümet, Meclis yok havası estirildiğini söylemişti. Bununla birlikte 4 Mart tarihinde
Kanun’un çıkarılmasından hemen sonra, Hükümet bu kanunun ilk uygulaması olarak 6
Mart tarihinde Tevhid-i Efkâr, İstiklâl, Son Telgraf, Aydınlık, Orak Çekiç ve Sebilürreşad
adlı gazete ve mecmuaları kapatmıştı.730

Şeyh Said, muhakemesi sırasında kendisini isyana iten sebeplerden birisi olarak
basında çıkan yazıları göstermiş, özellikle Sebilürreşad ve Tevhid-i Efkar gazetelerinde
şeriatın tatbik edilmediğine dair çıkan haberlerin etkili olduğunu söylemişti. Aynı şekilde
Binbaşı Kasım Bey de Toksöz, Tevhid-i Efkar, Son telgraf, Sebilürreşad gazetelerinin
isimlerini vermiş ve “Buranın efkâr-ı umumiyesini ve Şeyh Said’e bu cesareti veren bu
gazetelerdir. Yoksa bu kadar çabuk olamazdı.” diyerek isyanın sebeplerinden biri olarak
gazete haberlerini göstermişti.731

Şeyh Said ve Binbaşı Kasım Bey’in ifadeleri üzerine, 7 Haziran 1925 tarihli
celsenin sonunda, Savcı’nın tavsiyesi üzerine, isyan üzerinde etkisi olduğu düşünülen
gazetecilerin yargılanma kararı alındı. Esasen, o zaman Mahkeme’nin savcılığını yürüten
Ahmed Süreyya Bey gazetecilerin davaya dahil edilmelerini gerektirecek bir sebep
olmadığı görüşünde idi. Ancak Mahkeme Heyeti aksi şekilde karar aldı ve gazeteciler Şeyh
Said ile birlikte yargılanmak üzere Diyarbekir’e getirildiler.732

Savcı Ahmed Süreyya Bey’in gazetecileri davaya dahil etmek hususundaki


çekingenliği, mahkeme sırasında yaptığı konuşmadan da belli olmaktadır. Savcı bu
konuşmasında, isyanın bir çok sebebi olduğunu, bu sebeplerden birisinin de basın
özgürlüğünü, şahsi maksat ve siyasi gayeleri için suiistimal eden neşriyat ve matbuat

729
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.318.
730
Tuncay, age, s.149.
731
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.161.
732
Doğan, age, s.173.

347
olabileceğini söyledikten sonra mevzubahis gazetelerin yayınlanmış nüshalarının
incelenmesinin ardından İsyan’ı tahrik ve kolaylaştırdığı anlaşılan şahısların muhakemeye
dahil edilebileceğini ve bu kararı almanın da mahkemenin yetkisi dahilinde olduğunu
söylemişti. Savcının bu görüşü üzerine Mahkeme Heyeti Sebilürreşad, Tevhid-i Efkâr,
Toksöz, Son Telgraf gazeteleri sahip ve başmuharrirleri olan Eşref Edip, Velid, Abdülkadir
Kemali, Fevzi Lütfü ve Sadri Edhem Beylerin tutuklu olarak Şeyh Said davasına dahil
edilmelerine ve Sebilürreşad, Tevhid-i Efkar, Son Telgraf, Vatan, İstiklâl ve Tanin, İleri
gazeteleriyle Adana ve İstanbul’da yayınlanan eden Toksöz gazetelerinin 1924 senesi Ocak
ayından itibaren yayınlanan nüshalarının incelenmek üzere getirilmesine karar verdi.733

Gazetecilerin davaya dahil edilme kararının alınmasından sonraki bir celsede


Mahkeme Heyetinden Ali Saib Bey ile Şeyh Said arasında şöyle bir konuşma geçmiştir:

“Ali Saib Bey: Sen, ahkâm-ı şer’iyeye muhalif ahvali nereden anlıyordun?

Şeyh Said: Gazetelerden anlıyordum.

Ali Saib Bey: En çok gazetelerden anlıyordun öyle mi? Bak şimdi gazeteciler
gelecek, göreceksin hepsi genç çocuklar. Senin tasavvur ettiğin gibi koca sarıklı, uzun
sakallı adamlar değil?

Şeyh Said: Ben ne bileyim. Sebilürreşad diyordu. Kız çocukları, erkek çocukları
şapka giyiyorlar diye Sebilürreşad yazıyordu.

Ali Saib Bey: Sen şemsiye taşımadın mı? İşte o da şemsiyedir?

Şeyh Said: Şemsiye taşıdım. Fakat o şapka imiş. Hatta yirmi beş yaşında
delikanlılar bile giyermiş. İtalyan mekteplerinde çocuklar tenessül(?) (tanassur) ediyorlar
diyorlardı.

Ali Saib Bey: Bunu da Sebilürreşad mı yazıyor?

Şeyh Said: Bunlar yalansa neden yazıyorlardı. Gerek yalan yazmayalar. Bunlar her
yere gidiyor.

Ali Saib Bey: Gazeteciler gelecekler göreceksin. Hepsi küçük küçük çocuklar?

Şeyh Said: Sizin Türkiye Hükümetinin aleyhinedir. Neden bırakıyordunuz?

733
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.173.

348
Ali Saib Bey: Siz biz var mıdır? Sen kimlere rey verdin?

Şeyh Said: Biz, Ziya Hoca’ya, Raif Hoca’ya Rüşdü Paşa’ya verdik.

Ali Saib Bey: İşte onlar Meclis’te oturuyorlar. Aralarında hükümet teşkil ediyorlar.
Onlar senin vekillerin değil midir?

Şeyh Said: Belâ, belâ, vekillerimdir.”734

Gazeteciler, Şeyh Said ile birlikte yargılanmak üzere Diyarbekir’e getirilmelerine


rağmen, 19 Haziran tarihli celsede dosyalarının ayrılarak, muhakemelerinin ayrıca
yapılmasına karar verildi. Dosyanın ayrılmasından sonra birkaç gazeteci daha davaya
eklendi ve neticede sanık gazeteci sayısı 10’a ulaştı. 28 Haziran’da Şeyh Said ve
arkadaşlarının yargılanmasının tamamlanmasının ardından Mahkeme Elaziz’e geçti,
gazeteciler de yargılanmak üzere buraya götürüldü. Bu arada Savcı Ahmed Süreyya Bey
de izinli olarak Ankara’ya hareket etmişti. Ahmed Süreyya Bey’in yokluğunda,
Mahkemenin yedek üyesi olan Avni Bey, Mahkemenin Savcılığını yerine getirdi ve
gazeteciler yargılanırken de Mahkeme Savcılığını o yaptı. Doğan, hatıralarında bu
yargılama ile ilgili olarak “Bu hazin maceranın savcılığını yaptım” demektedir.

Şeyh Said’in gazetecilerle ilgili olan iddiasını “gülünç” olarak niteleyen Doğan,
gazetecilerin yıkıcı yayınlar yapmış olmalarına rağmen İsyan’la bir alakaları olamayacağı
kanaatinde idi.735 Doğan ayrıca, Şeyh’in gazeteciler aleyhine verdiği beyanların, telkin ile
verdirildiğini söylemektedir. Bu konuda Doğan’ın ifadeleri şöyledir: “Şeyh Said’in
gazeteciler hakkında yaptığı beyanat, kendi kanaatinden doğmuş değildi. Ona telkin
yapılmış, muayyen isimler verilerek bunları itham ederse cezanın hafifletileceği vaat
olunmuştu”736 Bu davada yargılanan gazetecilerden olan Eşref Edip Fergan yazmış olduğu
hatıralarında bu konuya değinerek, Şeyh Said’e telkinde bulunan kişinin mahkeme
azasından Ali Saib Bey olduğunu, Şeyh Said’in bu şekilde ifade vermesi halinde idamdan
kurtularak Edirne’ye sürgün edileceği vaadini verdiğini söylemektedir.737

Avni Bey, gazeteciler ile ilgili iddianameyi hazırlamadan önce Mahkeme Heyeti
tarafından kendisine telkinler başlamıştı. Mahkeme Heyeti, Savcı’nın nasıl bir iddianame

734
Şark İM. M.Z. (Karar 69), s.206.
735
Doğan, age, s.173.
736
Doğan, age, s 174.
737
Eşref Edib Fergan, İstiklal Mahkemelerinde Sebilürreşad’ın Romanı, Beyan Yayınları, İstanbul 2002,
s.115.

349
hazırladığını merak ediyor ve gazetecilerin cezalandırılmalarının lüzumunu söyleyerek
Savcı’yı sıkıştırıyordu. Doğan, gazetecilerin yargılamaları sırasında kendisine Ankara’dan
yapılan telkinleri de şöyle anlatmaktadır: “Beni cesaretlendirmek için Ankara’da ikinci
derecedeki bazı zevattan, her gün şifreler alıyorum. Bu şifrelerde gazetecilerin,
Cumhuriyet’in ilanından itibaren hükümete karşı aldıkları menfi durum izah olunarak
haklarında tatbik edilecek cezanın bana itibar sağlayacağı ifade edilmekte idi.”738

“Yazıları ile halkı isyana teşvik ve isyanla alakadar olmak suçlarından maznun
(zanlı)” olan gazetecilerin yargılamaları 11 Ağustos 1925 tarihinde başladı. Yargılamalar
devam ederken gazeteciler müşterek bir telgrafla Mustafa Kemal Paşa’ya müracaat ederek
af dilediler.739 Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, 9 Eylül’de Mahkeme Savcılığına
göndermiş olduğu telgrafla, gazetecilerin kendisine gönderdiği müşterek telgrafın suretini
de göndererek, gazetecilerin yaptığı hatayı anlamış olduklarını bildirdi ve bu durumu
Mahkeme’nin nazar-ı insafa almasını istedi. Gazetecilerin Mustafa Kemal Paşa’ya
göndermiş oldukları mektup ile Gazi Paşa’nın Mahkeme’ye yolladığı telgraf, 13 Eylül
tarihindeki celsede okundu. Ayrıca ertesi günkü gazetelerde “Gazetecilerin Gazi’ye
Telgrafları” başlığı altında yayınlamıştı.740

Mustafa Kemal Paşa’nın, ekiyle birlikte Mahkeme’ye yolladığı telgrafta şunlar


yazılıdır:

Elaziz Şark İstiklal Mahkemesi Müddei-i Umumiliğine

9 Eylül 1341

Gazetecilerin Mahkeme’ye celbinden sonra Anadolu’da ve isyan sahasındaki


meşhudatları üzerine hata ettikleri ve nâdim oldukları hakkındaki telgrafnameleri evvelce
mahkemenin nazar-ı adaletine takdim etmiş idim. Bu defa yine müştereken âtideki telgrafla
müracaat ediyorlar. Bunu da nazar-ı insafa almak muvafıktır efendim.

Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal

Telgrafnameber-vech-i âtidir.

Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

738
Doğan, age, s 174.
739
Küçük “agm”s.353.
740
İkdam gazetesi, 14 Eylül 1341.

350
Şark İstiklal Mahkemesi karşısında isticvablarımız icra ve ikmal olunduğu şu
günlerde tahdis-i nimet kabilinden bir hareketle huzur-ı uluvviyetinize çıkmayı vecibeden
addettik. Cumhuriyet’in sadık bir amelesi, inkılâbın samimi birer hâdimi olduğumuzu ispat
etmiş olmak kanaatiyle bi-payan fahr ve gurur hissederek zat-ı riyasetpenahilerine bir kere
daha arz ederiz ki bu kanaat şu dakika vicdanlarımızı müsterih etmekle beraber bundan
daha çok güvendiğimiz nokta, asalet-i kalbinizin lütf-ı hata-puşanesidir. Bu lütfun yad-ı
imtinankârânesiyle ve zeval-i napezir bir irtibat-ı kalbi ile bundan sonra vazifemize devam
edebilmek vicdanlarımızda hasıl olan intibahı harekat-ı müstakbelimize rehber edinerek
yüksek gayemize doğru bitmez nasıye ile yürüyebilmek için feyz-i enzar itimadınızı
bizlerden diriğ buyurulmamasına pek muhtacız. Huzur-ı Mahkeme’de taayyün eden
masumiyetimiz için büyük müncinin yüksek vicdanından duyacağımız müjde-i af ve
müsamaha iledir ki bizim için kıymettar olan bu lütfu bizden esirgemeyeceğinizi uluvv-i
kalbinizden ümit ederek en derin tazimatımızı arz ve takdim ederiz muhterem reis-i cumhur
hazretleri.

Gündüz Nadir, Velid, SubhiNuri, İsmail Müştak, Ahmed Emin, Ahmed Şükrü, Sadri
Ethem, Abdülkadir Kemali, Fevzi Lütfi, Eşref Edip741

Yaklaşık bir ay süren yargılama sonunda 13 Eylül 1925 tarihinde karar açıklandı.
Sebilürreşad yazarı Eşref Edip, Tevhid-i Efkâr yazarı Velid Ziya, Son Telgraf yazarları
Sadri Edhem ve Fevzi Beyler, Vatan gazetesi sahibi Ahmed Emin ve yazarlarından Ahmed
Şükrü, İstiklâl gazetesi yazarı İsmail Müştak, Sahya gazetesi yazarı Gündüz Nadir, İleri
gazetesi yazarı Suhbi Nuri Bey hakkında beraat kararı verildi. Abdülkadir Kemali Bey ise
Ankara İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildi.742

741
İM/T12/21/135-2/29/1-2 Belge 22
742
Şark İstiklal Mahkemesi 650 Numaralı Karar Defteri, (Karar 135)

351
SONUÇ

13 Şubat 1925 tarihinde yaşanan Piran Hadisesi’nden sonra başlayan isyan, kısa bir
süre içerisinde yayılarak Genç vilayet merkezi başta olmak üzere doğu illerinin bir
kısmında etkili oldu. Kısa sürede yayılan isyan, ilk günlerde Ankara’da büyük bir yankı
uyandırmadı, mahalli bir hareket olarak algılandı. Ancak ilerleyen günlerde isyanın
düşünüldüğünden daha geniş bir hareket olduğu anlaşıldı. Dönemin Başbakanı Ali Fethi
Bey 14 il ve 2 kazayı kapsayacak şekilde sıkıyönetim ilan ederek tedbirler aldı. İsyana
bölgesel ve kısa sürede bastırılacak bir olay olarak bakmaya devam eden ve sert tedbirler
alma taraftarı olmayan Ali Fethi Bey, kendisi gibi düşünmeyen ve isyanı Türkiye
genelinde bir karşı devrim hareketi olarak algılayan Halk Fırkası içerisindeki bir cephenin
eleştirilerine maruz kalarak başbakanlık koltuğundan çekilmek zorunda kaldı. İsmet Paşa,
başbakan olduğu ve yeni hükümeti kurduğu gün Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkarıp İstiklal
Mahkemelerinin kurulma kararını alarak isyanı sert bir şekilde bastıracağını ve isyan
sahasının dışında da tedbirlere başvuracağını göstermiş oldu.

Meclis içi muhalefeti oluşturan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Ali Fethi Bey
Hükümeti zamanında alınan tedbirlere destek vermekle birlikte, İsmet Paşa Hükümetine
güvenoyu vermemiş, Takrir-i Sükûn Kanunu’na ve İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına
karşı çıkarak, isyanın üzerinde yoğunlaşılmasını ve bir an önce bastırılmasını istemişlerdi.
Muhalefet, çıkarılan bu kanunla hem Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun ihlal edildiğini ileri
sürmüş, hem de ucu ve sınırları belli olmayan, her şeyi kapsayabilecek bir şüpheliler
kanununa dönüşmesinden endişe etmişti. Kazım Karabekir Paşa, isyan bahanesiyle siyasi
faaliyetlerin ve matbuatın üzerine gidilmemesini istemişti. Ancak ilerleyen zamanlarda
muhalefetin ortaya koyduğu bu çekinceler teker teker gerçekleşti.

İsyanı mahalli bir hareket olarak gören Ali Fethi Bey Hükümetinin son bulup İsmet
Paşa Hükümetinin kurulmasından sonra kabul edilen Takrir-i Sükûn Kanunu ve kurulan
İstiklal Mahkemeleri yeni bir dönemin başlamasına neden oldu ve hükümetin daha geniş
yetkilerle hareket etmesini sağladı. İsyanı Türkiye genelinde planlı bir irtica hareketi olarak
gören yeni hükümet, geniş çaplı bir harekât başlatıp isyan bölgesi dışında olduğu iddia
edilen, isyanın asıl tertipçilerinin peşine düştü. Bu süreç içerisinde farklı kesimlerden
birçok kişi isyanla ilişkilendirilerek tutuklandı ve yargılandı. TCF mensuplarının
yargılanması, Tarikat-ı Salahiye Davası ve Seyyid Abdülkadir’in yargılanmaları buna

352
birkaç örnektir. Ayrıca ilk muhalefet partisi olan TCF’nin kapatılmasında ve muhalefetin
tasfiye edilmesinde İstiklal Mahkemelerinin büyük etkisi oldu.

İsyan sonrasında kurulan Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri iki ayrı mahkeme
olsa da bunların faaliyetlerini birbirinden tamamen farklı olarak düşünmek hükümetin
olaya bakışının yeterince anlaşılmadığı anlamına gelecektir. Bu iki mahkeme Şeyh Said
isyanından sonra aynı gün ve aynı karar ile kurulmuş, biri isyan bölgesinde faaliyet
gösterirken diğeri isyan bölgesi dışında kalan sahaya hâkim olmuştur. Şark İstiklal
Mahkemesi, isyan bölgesinde isyana fiilen katılanların yargılamasını yapmış, Ankara
İstiklal Mahkemesi ise memleket genelinde tertip edildiği düşünülen bu karşı devrim
hareketinin diğer tertip ve teşvikçilerini cezalandırmak amacıyla hareket etmiştir. Ancak
yalnız bu tertip ve teşvikçiler değil, birçok muhalif grup bu mahkemelerden geçmiştir.
Taha Akyol’un dediği gibi Ankara İstiklal Mahkemesi, Şark İstiklal Mahkemesi’nden
önemlidir. Çünkü Şeyh Said İsyanı birkaç ay içerisinde bastırılmıştır. Ancak “Ankara
İstiklal Mahkemesi bütün basını ve muhalefeti susturmuştur.” Radikal ıslahatların
yaşandığı ve devletin üst kademelerinde umumi ıslahat vurgusunun yapıldığı bu dönemde
ve ortamda, birer İnkılap mahkemesi olarak hareket eden İstiklal Mahkemeleri, inkılâpların
yerleşerek, hükümetin amaçladığı yeni sosyal düzenin kurulmasında etkin rol
oynamışlardır.

İsmet Paşa ve Hükümet, bu isyan hareketini birkaç seneden beri hazırlanan, tertip
ve teşvikçileri daha derinlerde bulunan irticai bir karşı devrim hareketi olarak algılamıştı.
Mahkemede yapılan yargılamalar da bu yönde oldu ve isyanın o güne kadar adı
duyulmayan gizli bir Kürt cemiyeti tarafından organize edildiği iddia edildi. Bu durum
daha sonra yapılan çalışmaların birçoğunda da zikredilmiş ve isyanın Kürt İstiklal ve
İstihlas Cemiyeti (Azadi) adında bir örgüt tarafından planlandığı yazılmıştır. Kuruluş tarihi
hakkında çeşitli bilgiler verilen bu örgütün bölge üzerinde bazı emelleri olduğu ve muhalif
gruplarla bir şekilde irtibata geçmeye çalıştığı bilinmektedir. İddialara göre, Azadi
Doğudaki şeyh, hoca ve aşiret reislerinin desteğini almak için dini söylemler geliştirmiş ve
1924 yılı içinde yapılan inkılâpları, taraftar kazanmak için kullanmıştır. Aynı zamanda bu
dini söylemle diğer muhalif muhafazakâr kesimleri de etkilemeyi amaçlamıştır. Yine
iddialara göre, eski Bitlis Mebusu ve Azadi kurucularından olan Yusuf Ziya Bey
vasıtasıyla Türk muhalefeti ile temas kuran örgüt, Sultan Vahdettin ile irtibat kurmuştur.

353
Peki, iddia edildiği gibi Şeyh Said İsyanı, Azadi denen örgüt tarafından yıllar süren
bir planlamanın ürünü müydü ve Şeyh Said bahsedilen bu örgütün lideri miydi? Bu soruya
cevap verebilmek için örgütün faaliyetleri ve Şeyh Said ile olan ilişkisinin derecesini tespit
etmek önemlidir. Ancak örgüt hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Mahkeme kayıtlarında Kürt
İstiklal ve İstihlas Cemiyeti adı ile geçen bu örgüt hakkındaki ilk bilgiler, İstiklal
Mahkemesindeki muhakemesi sırasında Binbaşı Kasım Bey tarafından verilmiştir. Bu
bilgililer dönemin gazetelerinde yayınlanmış ve daha sonra yapılan yayınlarda da aynen
tekrar edilmiştir. Günümüzde yapılan yayınların birçoğuna bakıldığı zaman örgüt
hakkındaki temel bilgilerin Kasım Bey’in ifadelerinde geçen bilgilerden ibaret olduğu
anlaşılacaktır.

Muhakeme sırasında itirafçı/muhbir konumunda olan ve örgüt hakkında sınırlı


bilgiler veren Kasım Bey, Şeyh Said’in örgütün diniyun kanadının lideri olduğunu,
Cibranlı Halid ve Yusuf Ziya gibi örgütün lider kadrosunun tutuklanmasından sonra
liderlik makamına geçerek isyanı vaktinden önce başlattığını söylemiştir. Kasım Bey
ayrıca, İstanbul’da bulunan ve eski Kürt Teali Cemiyeti lideri Seyyid Abdülkadir’in bu
cemiyetin siyasiyun kanadının lideri olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra yazılan ve kaynak
niteliğinde sayılan birçok kitapta da bu ifade kabul görmüş ve aynen tekrarlanmıştır.
Ancak Şeyh Said ile Seyyid Abdülkadir arasında bir irtibat olduğuna dair ileri sürülen en
önemli delillerden biri Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın isyandan birkaç ay önce İstanbul’a
gelerek Seyyid Abdülkadir ile görüşmesidir. İsyanın bu görüşmede kararlaştırıldığı iddia
edilmektedir. Buna ilave olarak Seyyid Abdülkadir ile Şeyh Said arasında bir bağlantı
olduğunu iddia eden kişilerden biri de mahkeme kayıtlarında Seyyid Abdülkadir’in adamı
olarak zikredilen Palulu Sadi olmuştur. Bu iddialar hem Şeyh Said hem de Seyyid
Abdülkadir tarafından reddedilmiştir. İki şahıs arasında olduğu iddia edilen bağlantı ve
Şeyh Said’in Seyyid Abdülkadir’den aldığı emir ile isyanı başlatmış olduğuna dair kesin
bir delil bulunmamaktadır. Ayrıca Seyyid Abdülkadir’in mütareke yıllarında İstanbul’da
kurulmuş olan Kürt Teali Cemiyetinin lideri olduğu bilinmekle birlikte Azadi örgütünün
lideri olduğu yönündeki iddialar ve deliller de yetersizdir.

Bunun yanında bu örgütle ilgili daha farklı ve geniş bilgiler veren Olson ve
Bruneissen olmuştur. Olson’un örgüt hakkındaki bilgi kaynağı İngiliz Hava Bakanlığı ile
Sömürgeler Bakanlığına gelen raporlara dayanmaktadır ki İngiliz istihbaratına örgüt
hakkında bilgi verenler 1924 Beytüşşebap isyanında Türk Ordusundan firar etmiş olan

354
İhsan Nuri gibi askerlerdir. Olson’un eserinde Azadi çok yaygın bir örgüt olarak
gösterilmektedir. Ancak bazı yazarlar Azadi ile hiçbir ilgisi bulunmayan birçok kişinin
Olson tarafından bu örgüte üye olarak gösterildiğini söyleyerek tenkitte bulunmuşlardır.
Olson’un örgüt hakkında verdiği bilgilere temkinli yaklaşmak yerinde olacaktır. Çünkü
Azadi hakkında İngiliz istihbaratına bilgi veren İhsan Nuri gibi firari askerlerin, İngilizlerin
desteğini alabilmek için örgütün gücünü ve müntesiplerini olduğundan fazla gösterme
çabası içinde olabilecekleri göz ardı edilmemelidir.

Bunun haricinde isyanın son hazırlık aşaması olarak, Şeyh Said’in Hınıs’tan
hareketle Piran’a gelene kadar üç aylık süre zarfında birçok yere uğrayarak toplantılar
yaptığı yazılmaktadır. Azadi’den aldığı emir sonrasında giriştiği iddia edilen bu hareket
birçok kaynakta isyanın son hazırlık safhası olarak anlatılmaktadır. Şeyh Said’in bu
seyahati dönemin bazı devlet raporlarında da geçmekle birlikte, seyahat ile ilgili bilgi
veren temel kaynak M. Şerif Fırat olmuştur. Daha sonra yapılan araştırmaların birçoğu da
buna dayanmaktadır.

Bununla birlikte dikkati çeken bir husus; Şeyh Said’in örgüt mensubu olduğu
yönündeki iddiaların dillendirildiği, ancak net delillerle bu bağlantıların ispatının ortaya
konulmadığı birçok eserde, örgütün gizliliğine vurgu yapılarak, ispat edilemeyen bu
bağlantı açıklanmaya çalışılmaktadır. Esasen bunların kaynağı da tamamen Kasım Bey’in
ifadeleridir. Örgütün Şeyh Said ile teması hiç olmamış değildir. Örgütün kurucuları olan
Cibranlı Halid ve Yusuf Ziya Beylerin Şeyh Said ile görüşerek onu örgütün içerisine
çekmek ve desteğini almak istedikleri bilinmektedir. Şeyh Said Mahkemedeki ifadesinde
Yusuf Ziya ile olan görüşmesini anlatmış, Yusuf Ziya’nın bağımsız bir Kürt devleti kurma
fikrini kendisine açtığını, ancak kendisinin buna karşı çıktığını söylemiştir.

Yargılama sırasında itirafçı konumunda olan ve mahkemede verdiği ifadeler daha


sonra yapılan yayınlara kaynaklık eden Binbaşı Kasım Bey hakkında birkaç bilgi vererek,
mahkemedeki ifadelerini değerlendirmek yerinde olacaktır. Kasım Bey, sadece bu örgüt
hakkında bilgi vermemiş, Şeyh Said’in İngilizlerle irtibat halinde olduğunu ve bir Kürt
devleti kurma amacıyla hareket ettiğini iddia etmiştir. Ancak Kasım Bey’in ifadelerinin bir
kısmının doğruluğuna birkaç sebepten dolayı şüphe ile yaklaşılabilir. Öncelikle Binbaşı
Kasım Bey’in hem isyandan önce hükümete karşı olan fikirleri hem de isyan karşısında
aldığı tavır hakkında farklı belge ve iddialar bulunmaktadır.

355
Kasım Bey, Şeyh Said’i yakalayarak hükümete teslim etmiş olan kişidir.
Mahkemedeki ifadesinde 1919 yılından beri hükümete hizmet ettiğini ve isyancılar
arasında da bu yüzden bulunduğunu söyleyerek yapmış olduğu hizmetlerden bahsetmiştir.
Onun hükümet taraftarı olduğunu ve isyancılara karşı hareket ettiğini destekleyen belgeler
vardır. İsyancıların Varto’yu işgal girişiminde bulundukları vakit, işgale karşı koyarak
isyancıları püskürttüğü için Meclis Başkanı tarafından kendisine tebrik telgrafı
gönderilmiştir. Hatta Şeyh Said’in oğlu Ali Rıza’nın babasına yazdığı bir mektupta Kasım
Bey’den melun olarak bahsedilmekte ve Varto’nun işgaline engel olduğu söylenmektedir.
Bu açıdan bakıldığında birçok kişinin kabul ettiği gibi Kasım Bey’in isyancılar arasında
hükümetin bir ajanı rolünü oynadığı açıktır.

Bunların yanında Kasım Bey’in isyana fiilen ve silahlı olarak iştirak ettiğine dair
rapor ve şahit ifadeleri de bulunmaktadır. Ayrıca İstiklal Mahkemesi Savcısı’nın yargılama
için tutmuş olduğu notlarda, onun isyana fiilen ve silahlı olarak iştirak ettiği, ancak isyanın
başarısız olacağını anladığı zaman hükümete dehalet ederek Şeyh Said’in yakalanması için
çalıştığı ifade edilmektedir. Bunlara ilave olarak muhakeme dosyası içerisinde, Kasım
Bey’in isyan öncesi dönemlerde, hükümet muhalifi olduğuna dair bazı ifadeler
bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Kasım Bey’in zamanla bir fikir değişikliği içerisine
girdiği ya da Şeyh Şemseddin gibi isyanın gidişatına göre tavır aldığı düşünülebilir. Şeyh
Şemseddin de isyan başladıktan sonra önce hükümetin yanında olmuş, isyancılar
güçlenince onların yanına geçmiş, en son ise affedilmek ümidiyle teslim olmuştu.
Mahkemede hükümet lehine hizmetler yaptığından bahsetmesine rağmen idamdan
kurtulamamıştır. Ancak Binbaşı Kasım Bey, Şeyh Said’in yakalanmasını sağlayarak hem
kendisini hem de kendisi ile birlikte isyana iştirak etmiş olduğuna dair raporlar bulunan
bazı akrabalarını ceza almaktan hatta idamdan kurtarmıştır.

Bununla birlikte Kasım Bey’in Kürt İstiklal ve İstihlas Cemiyeti hakkında verdiği
bilgiler iki farklı gündeki muhakemesine aittir. İlk bilgileri muhakemesinin ilk günü
vermiştir ve nispeten sınırlıdır. Daha sonra, yaklaşık on gün sonraki muhakemesinde
mahkeme reisinin yönlendirmesiyle örgüt hakkında ilk gün söylemediği yeni bilgiler
vermiştir. Kasım Bey, ikinci ifadesinde, diğer sanıkların itiraf etmesini beklediği için her
şeyi ilk ifadesinde söylemediğini ve sustuğunu belirtmesine rağmen bu durum şüphe
uyandırmakta ve bazı ifadeleri telkin yoluyla verdiği ihtimalini ortaya çıkarmaktadır.
Mahkeme Heyeti tarafından bazı sanıklara bu tür telkinlerin yapıldığı bilinmektedir. Bu

356
iddiada bulunan kişi Şark İstiklal Mahkemesi üyelerinden Avni Doğan’dır. Avni Doğan,
Mahkeme heyetinden bazılarının Şeyh Said’e telkinde bulunarak, gazetecileri suçlayıcı
ifadeler verdiği takdirde cezasının hafifletileceğinin söylediğini hatıratında ifade
etmektedir. Bu açıdan Kasım Bey’in ifadelerinde bu tarz telkinlerin bulunmuş olabileceği
göz ardı edilmemelidir. Özellikle hakkında isyana katıldığına dair raporlar bulunan ve
savcının en az Şeyh Said kadar suçlu olarak gördüğü bir maznun, her ne kadar Şeyh
Said’in yakalanmasını sağlamış ve bu şekilde yayınlanmış olan beyannameye göre
affedilme hakkını kazanmış olsa da ucunda idam olan bir yargılanmada canını kurtarmak
için her türlü yola başvurabileceği açıktır.

Şeyh Said’in ifadelerine bakıldığı zaman hem Azadi ile olduğu iddia edilen
bağlantısını reddetmekte hem de isyanın herhangi bir hazırlık aşamasının olmadığını iddia
etmektedir. İsyanın Piran hadisesinden sonra aniden başladığını savunmakla birlikte
Hınıs’tan çıkıp Piran’a gelene kadar olan seyahati sırasında uğradığı yerlerde hükümetin
yapmış olduğu icraatları tenkit ettiğini ve bu yönde vaazlar verdiğini de inkâr
etmemektedir. İfadelerden anlaşıldığı kadarıyla, Şeyh Said hükümetin icraatlarından
rahatsız olarak karşı bir hareket içerisine girmek istemiştir. Ancak Şeyh Said’in nasıl bir
tavır alacağı konusunda tereddüt içerisinde olduğu açıktır. Önce hükümete müracaat
ederek rahatsız olduğu konuları bildirme niyetinde olsa da, bazı sebeplerden dolayı bu yola
tevessül etmemiştir. İddia edildiği gibi Şeyh Said’in, Azadi bağlantılı olarak birkaç yıl
boyunca isyan hazırlığı içerisinde olduğunu söylemek mümkün olmamakla birlikte, onun
silahlı bir isyan düşüncesi içerisinde olmadığını iddia etmek de doğru olmaz. Daha önce
ifade edildiği gibi Şeyh Said’in Azadi ile olan bağlantısı ve örgütten aldığı emir ile isyanı
başlattığı iddiaları ispata muhtaçtır. Ancak “Vaktin imamı şeriatın ahkâmını icra etmezse
üzerine kıyam vaciptir” esasına dayanan, “Hükümete ahkâm-ı şer’iyenin icbar-ı tatbiki için
kıyam cihattır” diyen ve kendisinin emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkerle mükellef
olduğunu söyleyen Şeyh Said’in bir isyan fikrinde olmadığını iddia etmek doğru değildir
ve son iki aylık seyahatinin ileride gerçekleşebilecek bu tür bir hareketin ön hazırlığı
olduğu düşünülebilir.

Bazı kesimler tarafından sıkça dile getirilen bir husus ise Hükümetin, Şeyh Said’in
isyan hazırlığı içerisinde olduğunu bildiği ve hazırlıklar tamamlanmadan isyanı boğmak
amacıyla Piran hadisesini provoke ettiği iddialarıdır. Öncelikle şunu söylemek gerektir ki
hükümetin böyle bir isyan hazırlığından haberdar olması durumunda bu girişimleri bertaraf

357
etmek için elinden gelen çabayı sarf etmesi gayet tabiidir. Ancak Hükümet gerçekleşecek
bir isyanı öne çekerek, isyancıları hazırlıksız yakalamak amacıyla kışkırtıcı ve provokatif
bir çaba içine girmiş midir, bu iddia ispatlanması gereken ayrı bir durum olmakla birlikte,
hükümetin isyan sonrasında, isyan sahasının dışına da sarkacak şekilde geniş çaplı bir
harekâtla muhalif grupların üzerine gittiği ve isyan sonrasında oluşan genel durumu hem
kendi iktidarını güçlendirmek hem de oluşturmak istediği yeni düzeni yerleştirmek için
müsait bir zemin olarak kullandığı açıktır.

Sadece Piran Hadisesi değil özellikle isyan içerisindeki bazı gelişmeleri hükümetin
provokasyonu olarak değerlendirme eğilimi oldukça fazladır. Mister Templen ve Palulu
Sadi’nin yaptığı görüşmelerin, Seyyid Abdülkadir’i isyanın içerisine bir şekilde dahil
etmek için yapılan provokatif bir hareket olduğu iddia edilmektedir. Bazıları ise Elaziz gibi
isyancılar tarafından işgal edilmiş olan bazı yerlerde, isyancıların yaptığı yağmaları
hükümetin bir provokasyonu olarak göstermektedirler. Bu tür iddialar da yine ispata
muhtaçtır.

İsyanın Piran hadisesinden sonra aniden geliştiğini ve alev aldığını söyleyen Şeyh
Said bu andan itibaren başına geçtiği isyanı, dini gerekçelere dayandırmış ve hükümetin
şeriata muhalif olarak yaptığı icraatları neden göstermiştir. Medreselerin, şer’iye ve evkaf
dairelerinin kapatılması, içki içilmesinin serbest bırakılması gibi konuları örnek olarak
göstermiştir. Özellikle birçok yazarın da dikkat çektiği gibi halifeliğin kaldırılması isyanın
önemli sebeplerinden bir olarak ortaya çıkmaktadır. Şeyh Said sorgusu sırasında halifelik
taraftarı olduğunu ve dinen bir halifenin bulunmasının caiz olduğunu söylemiştir. İsyan
sırasında isyancılar arasında dillendirilen ve daha sonra mahkeme tutanaklarına da
yansımış olan bir durum Şeyh Said’in Sultan Abdülhamid’in oğullarından birini, isyanın
başarı ile sonuçlandığı takdirde Diyarbekir’e getireceğidir. Hatta bazı kaynaklarda Şeyh
Said’in Sultan Abdülhamid’in oğlu Burhaneddin ile görüştüğü söylenmekte ise de
isyancılar arasındaki söylentilerden ve mahkemede duyuma dayalı birkaç ifadeden başka
bu iddiayı destekleyecek bir delil bulunmamaktadır.

Şeyh Said’in İslami hassasiyetlerle mi yoksa millî amaçlar doğrultusunda mı isyan


ettiği, hakkında en çok tartışma yapılan konulardandır. Şeyh Said’in Azadi ile bağlantılı
olduğunu ve isyanın birkaç sene önceden planlandığını söyleyenler, onun samimi bir Kürt
milliyetçisi olduğunu ve bağımsız bir Kürt devleti kurma amacıyla hareket ettiğini
söylemektedirler. Ancak Şeyh Said başta olmak üzere maznunların çoğu isyanın dini

358
amaçlarla başladığını ifade etmişlerdir. Şeyh Said tamamen dini sebeplerle isyan ettiğini
ileri sürerek Kürtlükle alakalı tüm iddiaları reddetmiştir. Mahkeme evrakı arasında bulunan
mektup ve yazışmalar da isyanın amacının dini mahiyette olduğunu destekler niteliktedir.
Bununla birlikte muhakeme sırasında Şeyh Said’in bağımsız bir Kürt devleti kurmak
amacıyla hareket ettiğini iddia eden sanıklar da olmuştur. Bunlar Şeyh Said ile birlikte
yargılanan Binbaşı Kasım Bey, Şeyh İsmail, Şeyh Abdüllatif ve birkaç kişidir.

Mahkeme heyeti verdiği kararlarda isyanın amacını din perdesi altında bir Kürt
devleti kurmak olarak ifade etmiştir. Ancak mahkeme kararlarını bu şekilde verirken,
hükümet isyanı irticai bir hareket olarak nitelemiş ve bakanlar kurulu kararı ile gazetelerde,
isyanın Kürt kıyamı olarak yer almasının doğru olmadığı söylemiştir. Hatta dönemin
Başbakanı İsmet Paşa hatıralarında isyanı millî bir hareket olarak kabul etmemek
gerektiğini söylemiştir.

Muhakeme sırasında Şeyh Said’in mektuplarda kullanmış olduğu birkaç tabir


isyanın millî bir hareket olduğuna delil olarak ileri sürülmüştür. Bazı mektuplarda “Türkler
ve Kürtler” tabiri ile Türk askeri için “düşman” tabirleri kullanılmaktadır. Bunların
yanında mahkeme kayıtlarında Şeyh Said’in “Din için kıyam farz oldu. Bir Türk öldürmek
yetmiş gavur öldürmekten efdaldir” dediği geçmektedir. Mahkemede, Şeyh Said’in böyle
söylediğini iddia eden Kasım Bey’dir. O da bu sözü Şeyh Said’in ağzında duymamıştır.
Kasım Bey mahkemede bu iddiada bulununca, Şeyh Said her herhangi bir karşılık
vermemiş sessiz kalmıştır. Şeyh Said’in Fakih Hasan ile yaptığı bir konuşmasında “Biz
Kürtlüğü muhafaza edeceğiz” diye bir söz söylediği de bilinmektedir. Esasen milliyetçi
anlamlar içeren ve Şeyh Said’in iddiasının aksine anlamlar taşıyan bu sözlerin yoğun bir
propaganda neticesinde ve yapılan inkılâplar sonrasında Türkleri -en azından mevcut
hükümeti- dinsiz olarak gören ve Kürtlüğü İslamlıktan farklı algılamayan bir düşüncenin
eseri olabileceği göz ardı edilmemelidir veya Yaşar Kalafatın dediği gibi “Şeyh Sait’in
kişiliğindeki cehalet ve imanın kine dönüşebileceğini göstermektedir.” Çünkü Şeyh
Said’in, bazılarının iddia ettiği üzere, millî hislerle hareket etmiş olması hem mahkeme
safhasındaki ifadelere hem de yazılan mektuplara tamamen zıttır.

Bazı yayınlarda Şeyh Said’in Kürt milliyetçiliği üzerine yaptığı iddia edilen bazı
konuşmaları; hem mahkemedeki ifadeleri ile hem de mektuplarla bağdaştırmak güçtür.
İsyan başlamadan önce 1925 Ocak ayında Çan’da yapılan toplantıda Şeyh Said’in Kürt
milliyetçiliği üzerine yaptığı söylenen konuşmalar birçok yayında kullanılmış olmasına

359
rağmen bu konuşmanın doğruluğuna şüphe ile bakmak gerekir. Bu toplantının içeriği ile
ilgili bilgi veren şahıs Bruinessen’dir. Onun kaynağı da isyana katıldığını söyleyen ancak
ifadeleri çelişkilerle dolu sözlü bir kaynağa aittir. Esasen Bruinessen de bu kişinin
ifadelerini bağımsız kaynaklara teyit ettiremediğini söylemektedir. Bu sözlü kaynağın daha
sonra hazırlamış olduğu hatıratına bakıldığında da çelişkilerle dolu olduğu net olarak
görülmektedir.

Bazıları isyanın tamamen millî amaçlarla yönelik olduğunu, bazıları ise tamamen
dini amaçların güdüldüğünü, bazıları ise hem dini hem millî amaçların isyanda etkili
olduğunu söylemektedirler. Bazı kesimler ise kendi amaç ve ideolojileri doğrultusunda
isyanı istedikleri gibi göstermeye çalışmaktadırlar. İsyanın bu şekilde farklı niteliklerde
yorumlanması aslında bu tür farklı amaçlı insanların bu isyanın içerisinde bulunmuş
olmasından kaynaklanmaktadır. Farklı amaçlarla hareket eden bu grup ve kişilerin, ortak
amaçlarının hükümet karşıtlığı olduğu açıktır. Kürt İstiklal ve İstihlas Cemiyeti üyeleri
Şeyh Said ile temas kurup ondan destek almaya çalışarak, onun üzerinden dindar halkı
kendi yanlarına çekmeye çalışmışlardır. Yusuf Ziya ve Cibranlı Halid gibi örgüt
liderlerinin tutuklanmasından sonra Şeyh Said’in örgüt mensubu olmasa bile bu kişilerin
kendisi ile irtibata geçmiş olmalarından dolayı hükümetin kendisine yönelik bir hareket
içerisinde olduğunu düşündüğü ve bu tedirginlikle hareket etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Ayrıca Şeyh Said, hükümetin yaptığı inkılâplardan rahatsızlık duyan ve bunları açık açık
eleştirerek karşı bir harekete geçmek amacındaki bir kişi olması açısından, isyan öncesinde
farklı amaçlar taşıyan siyasi muhaliflerle aynı safta ve aynı amaçla hareket ettiği görüntüsü
vermiştir veya yetkililer bu şekilde algılamıştır. Bununla birlikte isyan başladıktan sonra
farklı amaçlı kişilerin katılımıyla, millî söylemlerin de dile getirildiği bilinmektedir. Bazı
devlet memurlarının hazırlamış olduğu raporlara göre; isyancılar ilk başlarda hükümetin
şeriata ters icraatları yüzünden isyan ettiklerini söylerken, sayıları çoğaldıktan sonra
özellikle Diyarbekir hücumu zamanında “Kürdistan hükümeti kurulacak” gibi sözler
söylenmeye başlanmıştır.

İsyanı İngilizlerin kışkırtmış olduğu ve Şeyh Said’in İngilizlerden yardım aldığı


veya böyle bir talepte bulunmuş olduğu hakkında farklı tartışmalar bulunmaktadır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, İngilizlerin Birinci Dünya Savaşından sonra, bölgede
bir Kürt devleti kurdurmak için faaliyetlerde bulunduğu, İngiliz Dışişleri belgeleri üzerinde
araştırma yapanlarca, ifade edilmektedir. Bunun yanında bölgede bağımsız bir devlet

360
kurmak için çaba içerisinde bulunan ve İngilizlerden yardım almak amacında olan şahıs ve
Azadi gibi grupların olduğu da bilinmektedir. Ayrıca Nesturi İsyanı sırasında İngilizlerin
açık bir desteği olmuştur. Bu tür durumlar Şeyh Said isyanının da İngiliz kışkırtmasının
farklı bir versiyonu olduğuna dair şüpheleri artırmıştır. Özellikle Musul meselesi
münasebetiyle bölgeye bir komisyonun gönderildiği sırada isyanın başlamış olması Şeyh
Said ve İngilizler arasında bağlantı olduğu şüphesini güçlendirmiştir. Hem dönemin
hükümeti hem de muhalefeti, İsyanda İngilizlerin rolü olduğuna dair açıklamalarda
bulunmuşlardır ki bu yaklaşımda İngilizlerin bölge üzerindeki faaliyetleri ve Musul
meselesi dolayısıyla oluşan şüphelerin olduğu açıktır.

Şark İstiklal Mahkemesi, Şeyh Said ile Seyyid Abdülkadir arasında bir bağlantı
olduğunu kabul ettiği için, mahkeme kayıtlarında Seyyid Abdülkadir’in adamı olarak
geçen Palulu Sadi’nin, İngiliz yetkilisi Mister Templen sanarak, Türk polis teşkilâtı
mensubu Nizamettin Bey ile yapmış olduğu pazarlıkları, isyancıların İngilizlerden yardım
alma girişimi olarak değerlendirmiştir. Daha sonra yapılan yayınlarda da kabul edilen
genel görüş budur. Ancak Palulu Sadi’nin bu görüşmeleri Seyyid Abdülkadir adına
yaptığına dair şüphelerin mevcut olmasının yanında, daha önce açıklandığı üzere Şeyh
Said’in Seyyid Abdülkadir ile irtibat halinde olduğu iddiasını da destekleyecek güçlü
deliller bulunmamaktadır.

Dönemin gazetelerinde de isyanda İngilizlerin parmağı olduğuna dair çokça


haberler yapılmıştır. Ancak bu haberlerin bir kısmının kamuoyu oluşturmak için yapılmış
olabileceği göz ardı edilmemelidir. Şeyh Said’in İngilizlerle bağlantılı olduğuna dair
haberler isyanın ilk günlerinden itibaren gazetelerde yazılmaya başlanmıştı. İlk günlerdeki
haberlerde Ankara’da bazı mevkilerin bu işte İngiliz parmağı olduğundan şüphe
etmedikleri yazıyordu. Bunlardan başka, yakalanan asilerin üzerinde yabancı askerlere ait
üniformaların ve paraların bulunduğu ve isyancıların ellerinde yabancı menşeli silahların
olduğuna dair haberler yapılarak isyancıların dış bir devletten yardım alındığına dair
haberler yapılıyordu. Ancak arşiv belgelerinde bunu destekleyecek bir belge olmadığı gibi
gazete haberlerinde bahsedilen bu konular ve iddialar, muhakeme sırasında gündeme dahi
gelmemiştir.

İsyancıların İngilizlerden silah yardımı aldığına dair herhangi bir delil yoktur.
İsyancıların ihtiyaç duydukları mühimmatı işgal ettikleri şehirlerdeki askeri cephanelerden
karşıladığı, kendi aralarında yapmış oldukları yazışmalara yanmıştır. Bunun yanında hem

361
dönemin gazetelerinde hem de mahkemede gündeme gelmiş olan Diyarbekir
Postahanesinde bulunan ve yabancı bir silah fabrikasına ait olduğu söylenen katalogların
da kamuoyu oluşturmak için çıkarılan haberlerden biri olduğu anlaşılmaktadır.

Yargılamalar sırasında, Şeyh Said’in İngilizlerle irtibat halinde olduğunu ve


Diyarbekir’i aldıktan sonra İngilizlerin yardımıyla hükümet kuracağını söyleyen bazı
sanıklar olmuştur. Onların bu iddiaları da duyuma dayanmaktadır. Şeyh Said’in
kendisinden bu yönde bir şey duymuş değillerdir. Bu tür ifadede bulunan kişilerden biri
Şeyh Abdüllatif’tir. Şeyh Abdüllatif, muhakemesinin ilk günlerinde Cemilpaşazade Ekrem
Bey hakkında verdiği ifadeleri son günlerde değiştirip, ilk gün yalan ifade verdiğini
söyleyerek Ekrem Bey’in muhtemel bir idam cezası almasının önüne geçmiştir. Burada
hatırlatılması gereken bir husus, Şeyh İsmail ve Şeyh Abdüllatif kardeşlerin, duyuma
dayalı olarak mahkemede söyledikleri bu iddialar, dönemin gazetelerinde Şeyh Said’in
kendisinden duymuş oldukları şeklinde yansıtılmıştır. Dönemin atmosferi içerisinde
İngilizlerden şüphe edilmesi ve bazı gazetelerde bu şekilde yorumların yapılarak bu
şüphelerin dile getirilmesi normal karşılanabilecek bir durum olmakla birlikte, dönemin
bazı gazetelerinde gerçek olmayan haberlerin kamuoyu oluşturmak amacıyla yapılması ve
daha sonra yapılan araştırmalarda, bu yalan haberler üzerinden gidilerek aynı cümlelerin
tekrarlanması, gerçekle uyuşmayan ve algı oluşturmaya yönelik anormal bir durumdur.

Şeyh Said’in İngilizlerle irtibat halinde olduğu özellikle Şeyh Said’in


yakalanmasına kadar olan süreçte gazetelerde fazlasıyla yer almasına rağmen daha
sonrasında bu konu üzerinde fazla durulmamış ve devlet yetkilileri tarafından pek
dillendirilmemiştir. İsmet Paşa daha sonraları yazılan hatıralarında böyle bir ilişkinin
bulunamadığını ve isyana millî bir hareket olarak bakmamak gerektiğini söylemiştir.

Bunun yanında Şeyh Said dini gerekçelerle isyan etmiş olduğunu iddia etmesine
rağmen girişmiş olduğu hareketin neticelerini pek de öngörememiş olduğu anlaşılmaktadır.
İsyan sonrasında bölgede büyük bir kargaşa ortamı oluşmuş, şehirler isyancılar tarafından
yağmalanmış, hadiseye katılan bazı kişiler şahsi husumetleri olan kişi ve memurlardan öç
almaya çalışmışlardır. Şeyh Said’in ifadesiyle amacı şeriat ahkâmını ikame etmek olan
hareket, amacından çok farklı yönlere sapmıştır. Mahkeme reisi de bu tür durumları
muhakeme sırasında Şeyh Said’e hatırlatmıştır. Şeyh Said’in söylediği şu sözler hareketin
amacının dışına çıktığını göstermesi açısından önemlidir “Benim maksadım bu dine hizmet
etmekti. Bu çeşit niyetimde yoktu. Allahu Teâlânın kaderi beni bu çeşide düşürdü.

362
Muvaffak da olamadık ve şimdi anladığıma göre muvaffak da olsa idik bu ahali ile bir şey
olamazdı. Bu bir cinnetti. Çünkü bu ahaliden sıdkım sıyrıldı. Şeriata razı olan ahali
kalmamıştır.” İsyancıların ellerinde bir süre esir olarak kalan devlet memurlarının
hazırlamış olduğu raporlardaki bilgiler isyancıların bir kısmının, şahsi husumet besledikleri
devlet memurlarına karşı yaptıkları muameleler hakkında bilgi vermektedir. Özellikle
Diyarbekir bozgunundan sonra asilerin başarılı olamayacağını anlamaları ve geri
çekilmeleri sürecinde, bir kısım asiler işgal altında bulunan şehirlerde esir olarak bulan
devlet memurlarına karşı suikast girişimlerinde bulunmuşlardı. Ancak onları yine isyana
katılmamış olan bölge halkı asilerin elinden almıştı. Hatta Genç Valisini ve Binbaşıyı Şeyh
Said’in Darahini inzibat memuru olan Fakih Hasan kurtarmıştı.

İsyan sonrasında isyan bölgesine gönderilen Şark İstiklal Mahkemesi, olağan üstü
yetkilere sahip olarak hareket etmiş ve iki yıl görev yapmıştır. Mahkemenin ne kadar
hukuk çerçevesinde yargılamalar yapmış olduğu ve bu yargılamalarda siyasi iktidarın ne
kadar yönlendirici olduğu hep tartışma konusu olmuştur. Ayrıca mahkeme kurulduğu
zaman ilk görev yapan beş üyeden sadece mahkeme savcısının hukuk kökenli olması
önemlidir. Geniş yetkilere sahip olan Şark İstiklal Mahkemesi’nin yargı alanının ve
sahasının kanunlarla belirlenmiş olmasına rağmen mahkeme bu sınırları ihlal etmiş hatta
bunun ötesinde kendi alanına girmeyen yargılamalar yapmıştır. Esasen İstiklal
Mahkemelerinin siyasi, idari bazı zorunluluklar neticesinde kurulduğu ve Mahkemelerin
aldığı kararlarda bu zorunlulukların göz önünde bulundurulduğu, mahkeme tarafından
yapılan bir yazışmada açıkça söylenmektedir.

Mahkemelerde maznunlar kendilerini yeterince savunabilmişler miydi? Avukat


tutma haklarını kullanabilmişler miydi? Hâkimler delile göre mi yoksa vicdani kanaate
göre mi kararlarını vermişlerdi? Bunlar mahkemelerle ilgili tartışma konusu olan
mevzulardır.

Yargılamalar sırasında avukat tutan maznunlar olmuştur. Tutmayanlara da avukat


tutmaları gerektiği kanunen bildirildiği anlaşılmaktadır. Ancak çok kısa süren yargılamalar
sırasında maznunların bu haklarını sağlıklı bir şekilde kullanabildikleri şüphelidir. Ayrıca
avukat tutmuş olanların sayısı on beş yirmi kişiyi geçmediği görülmektedir. Bunun yanında
sanıkların yerel savcılıklar tarafından alınmış olan ifadeleri esas olarak kabul edildiği için
mahkemede alınan ifadelerinin çok kısa tutulduğu görülmektedir. Bu hızlı yargılama süreci

363
sanıkların savunma haklarını yeterince yerine getirememiş oldukları izlenimini
vermektedir.

Mahkemenin kanaat-i vicdaniyeye göre karar verdiği bir gerçek olmakla birlikte,
delil unsurunun hiç göz önüne almadıkları söylenemez. Ancak bu delillerin ne kadar
sıhhatli olduğu tartışılabilir. Muhakeme sırasında; mektuplarla, maznunlarının kendilerinin
itiraflarıyla ve yahut çatışma sırasında almış oldukları yaralarla isyana fiilen katıldığı
anlaşılan kişiler cezadan kurtulamamışlardır. Fakat hakkında bu tür deliller olmamakla
birlikte askeri ve sivil makamların rapor ve ihbarları neticesinde ceza almış olanlar da
bulunmaktadır ki hakkında ihbarda bulunan ve ceza alan maznunların çoğu iftiraya
uğradıklarını ve ihbarda bulunan şahısların kendileriyle husumeti olduğunu iddia
etmişlerdir.

Şark İstiklal Mahkemesi’nde kaç kişinin yargılandığı ve idam edildiği ile ilgili de
farklı rakamlar bulunmaktadır. Mahkeme, çalıştığı süre boyunca faaliyetlerini her ay
TBMM’ye bildirmekteydi. Şark İstiklal Mahkemesi’nin gönderdiği bu Mesai cetvellerinde
kaç kişinin yargılandığı ve ne cezalar verildiği çok açık bir şekilde görülmektedir.
Bazılarının yargılama sayısı ve idamlara dair verdiği rakamlar oldukça abartılıdır ve
gerçekle alakası yoktur.

364
YARARLANILAN KAYNAKLAR

Arşiv Belgeleri

İM/14 Dosyaları (İstiklal Mahkemeleri Yazışma Dosyaları)

İM/T12 Dosyaları (Şark İstiklal Mahkemesi Dosyaları)

Şark İstiklal Mahkemesi 649 Numaralı Esas Defteri (Osmanlıca)

Şark İstiklal Mahkemesi 650 Numaralı Karar Defteri (Osmanlıca)

Şark İstiklal Mahkemesi 69 Karar Numaralı Mahkeme Zabıtnamesi (Osmanlıca)

TBMM Arşivi 194 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası

TBMM Arşivi 419 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası

TBMM Arşivi 466 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası

TBMM Arşivi 499 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası

TBMM Arşivi 542 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası

TBMM Arşivi 564 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası

TBMM Arşivi 567 Numaralı Sicil Dosyası Tercüme-i Hal Varakası

Kitaplar

AHMAD, Feroz, Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları, İstanbul 1999.

AKYOL, Taha, Ama Hangi Atatürk, Doğan Kitap, İstanbul 2012.

____________, Atatürk’ün İhtilal Hukuku, Doğan Kitap, İstanbul 2012.

AKYÜREKLİ, Mahmut, Şark İstiklal Mahkemesi : 1925-1927, Kitap Yayınevi, İstanbul


2013.

ARVAS, İbrahim, Tarihi Hakikatler, Arı Matbaası, Aralık 2005.

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt 2, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayınları,
İstanbul 1967.

AYBARS, Ergün, İstiklal Mahkemeleri, Ayraç Kitapevi, Ankara 2009.

AYDEMİR, Sevket Süreyya, Tek Adam, Cilt 3, Remzi Kitabevi, İstanbul 1965.
365
BAYRAK, Mehmet, Kürtler ve Ulusal-Demokratik Mücadeleleri, Özge yayınları,
Ankara 1993.

BRUİNESSEN, Martin Van, Ağa, Şeyh, Devlet, İletişim Yayınları, İstanbul 2003.

CEMAL, Behçet, Şeyh Sait İsyanı, Sel Yayınları, İstanbul 1955.

ÇAĞATAY, Neşet, Türkiye’de Gerici Eylemler (1923’ten Buyana), Ankara


Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1972.

ÇAMURDAN, Ahmet Cevdet, Bir İbret Levhası Adaletin Tecellisi İle Sonuçlanan
Korkunç İftira Olayı, Fersa Matbaası, Ankara 1978

ÇAY, Abdulhaluk M.,Her Yönüyle Kürt Dosyası, İlgi Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul
2010.

DERSİMİ, M. Nuri, Kürdistan Tarihinde Dersim, Doz Yayınları, İstanbul 1977.

DİLİPAK, Abdurrahman, İnönü Dönemi, Beyan Yayınları, İstanbul 1989.

DOĞAN, Avni, Kuruluş, Kurtuluş ve Sonrası, Dünya Yayınları, İstanbul 1964.

Ekrem Cemil Paşa, Muhtasar Hayatım, Beybun Yayınları, Ankara 1992.

Elcezire İstiklal Mahkemesi Cilt 3, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı


Yayınları, Ankara 2015

ERMAN, Azmi Nihat, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, Temel Yayınları, İstanbul
1971.

EROĞLU, Hamza, Türk Devrim Tarihi, Sanem Matbaası, Ankara 1981.

Eskişehir İstiklal Mahkemesi Cilt 4, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı


Yayınları, Ankara 2015

FERGAN, Eşref Edib, İstiklal Mahkemelerinde Sebilürreşad’ın Romanı, Beyan


Yayınları, İstanbul 2002

FIRAT, M. Şerif, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Kardeş Matbaası, Ankara 1970.

GOLOĞLU, Mahmut, Devrimler ve Tepkileri, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2011.

____________, Türkiye Cumhuriyeti, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2011.

366
GÖLDAŞ, İsmail, Kürdistan Teali Cemiyeti, Doz Yayınları, İstanbul 1991.

HALLI, Reşat, Genel Kurmay Belgelerinde Kürt İsyanları 1, Kaynak Yayınları,


İstanbul 1992.

HASRETYAN, M. A., Kemal M. Ahmad, M. Cıwan, 1925 Kürt Ayaklanması, Jina Nu


Yayınevi, Uppsala 1985.

Isparta İstiklal Mahkemesi Cilt 5, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı


Yayınları, Ankara 2015

İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, 2.Kitap, Bilgi Yayınevi, Ankara 1987.

İstanbul İstiklal Mahkemesi Cilt 2, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı


Yayınları, Ankara 2015

İstiklal Mahkemeleri Cilt 1, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı


Yayınları, Ankara 2015

Kadri Cemil Paşa (Zinar Silopi), Doza Kurdistan, Öz-ge Yayınları, Ankara 1991

KALAFAT, Yaşar, Bir Ayaklanmanın Anatomisi Şeyh Sait, Asam Yayınları, Ankara
2003.

KARPAT, Kemal H.,Türk Demokrasi Tarihi, İstanbul Matbaası, İstanbul 1967.

KAYMAZ, İhsan Ş., Şeyh Sait Ayaklanmasında İngiliz Parmağı, Kaynak Yayınları,
İstanbul 2014.

KINROSS, Lord, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, Sander Yayınları, İstanbul
1984.

KIRÇAK, Çağlar, Cumhuriyet’ten Günümüze Gericilik, Yeni Gün Haber Ajansı Basın
ve Yayın. Mart 2001.

KISAKÜREK, Necip Fazıl, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları,
İstanbul 1993.

KOÇAK, Cemil, “Siyasi Tarih (1923-1950)” Türkiye Tarihi 4 Çağdaş Türkiye 1908-
1980, Yayın Yönetmeni: Sina Akşin, Cem Yayınevi, İstanbul 2013.

367
KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türk-İngiliz İlişkileri (1919-1926), Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1978.

LEWİS, Bernard, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara
2000.

MUMCU Uğur, Kürt İslam Ayaklanması 1919-1925, Um:ag yayınları, Ankara 2008.

OLSON, Robert, Kürt Milliyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Özge


Yayınları, Ankara 1992.

ÖKE, Mim Kemal Belgelerle Türk-İngiliz İlişkilerinde Musul ve Kürdistan Sorunu


1918-1926, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1992.

ÖRGEEVREN, Ahmet Süreyya, Şeyh Sait İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Temel
Yayınları, İstanbul 2002.

SASUNİ, Garo, Kürt Ulusal Hareketleri ve 15.yy’den Günümüze Ermeni ve Kürt


İlişkileri, Med Yayınları, İstanbul 1992.

SEDİYANİ, İbrahim, Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı, Cilt 2, Şura Yayınları,
İstanbul 2014.

SERDİ, Hasan Hişyar, Görüş ve Anılarım, Med Yayınları, İstanbul 1994.

SHAW, Stanford J., Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Cilt
2, İstanbul 1983.

Şadillili Vedat, Türkiye’de Kürtçülük Hareketleri ve İsyanlar 1, Kon Yayınları, Ankara


1980.

Şark İstiklal Mahkemesi, Cilt 6/1, TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara 2017

ŞİMŞİR, Bilal N.,Kürtçülük II (1924-1999), Bilgi Yayınevi, Ankara 2011.

TBMM Albümü (1920-2010), Cilt 1, TBMM Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü


Yayınları, Ankara 2010.

TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara 1985.

TBMM Zabıt Cerideleri

368
TOKER, Metin, Şeyh Sait ve İsyanı, Akis Yayınları, Ankara 1968.

TUNCAY, Mete, Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması 1923-


1931, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2005.

Türk Hukuk Lugatı, Başbakanlık Basımevi, Ankara 1991.

ZÜRCHER, Erik Jan, Modern Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları, İstanbul 2008.

Makaleler

AKBULUT, Dursun Ali “İkinci Dönem TBMM ve Cumhuriyet’in İlanı” Türkler


Ansiklopedisi, Cilt 16.

İLYAS, Ahmet, “Milli Mücadele Döneminde Önemli Bir Şahsiyet: Ali SaibUrsavaş”,
Turkish Studies 2015.

KARAKOÇ Ercan, Enver Yalçın, “Bir Siyasetçi Olarak Seyyid Abdülkadir” Mavi Atlas,
Sayı 6, 2016.

KURAN, Ercüment, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşu” Türkler Ansiklopedisi, Cilt 16.

KURŞUN, Zekeriya, “Şeyh Said”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt Ek-2.

KÜÇÜK, Cevdet, “İstiklal Mahkemeleri” TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt 23.

MÜJDECİ, Mustafa, Cem Karakılıç, “Atatürk’ün Okul, Silah ve Dava Arkadaşı Miralay
Lütfi Müfit Özdeş: Hayatı ve Askeri-Siyasi Faaliyetleri”, History Studies, 2013.

ÖZDEMİR, Yavuz, “Şeyh Sait İsyanı”, Yeni Türkiye, Sayı 44, Mart-Nisan 2002.

SEZGİN, Ömür, Gencay Şaylan, “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” Cumhuriyet


Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt 8, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

SOYSAL, Mümtaz, Fazıl Sağlam “Türkiye’de Anayasalar” Cumhuriyet Dönemi Türkiye


Ansiklopedisi, Cilt 1, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

TUNCAY, Mete, “İstiklal Mahkemeleri” Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi,


Cilt 4, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

____________, “Siyasal Gelişmenin Evreleri” Cumhuriyet Dönemi Türkiye


Ansiklopedisi, Cilt 7, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

369
YURTÇİÇEK, Bayram, “Şeyh Sait Ayaklanması ve Cumhuriyet Devrimi”, Teori, Eylül
2011

Süreli Yayınlar

Cumhuriyet Gazetesi.

Diyarbekir Gazetesi.

İkdam Gazetesi.

İstiklal Gazetesi.

Türkili Gazetesi.

Vakit Gazetesi

370
BELGELER

Belge 1: Erganimadeni Jandarma Kıtası Mülazım-ı evvel Hüseyin Hüsnü, Eğil Takım
Kumandanı Mülazım-ı sani Mustafa Hamdi ve Erganimadeni Merkez Takım Kumandanı
Mülazım-ı sâni Tahir Sami tarafından hazırlanan 20 Şubat 1925 tarihli rapor

371
Piran 20/2/341

Huzur-ı âli-i kumandan-ı ekremiye

Eğil’in Piran karyesinde, mahkûm ve asker firarilerinin takibi zamanına müsadif 11


Şubat 341’inci Çarşamba günü Piran’a gelen ve elyevm Hınıs’ta sakin Şeyh Said nam
şahsın maiyetinde tahminen üç yüz kişiden ibaret züvvar ile Piran’a gelen bu şeyh,
müfrezenin yedindeki silah ve atlarını almak fikir ve mefsedetini fırsat ganimet bilerek
fiilini zâhire ihraç maksadıyla 20 Mart 341’de mevki-i tatbike koymak zamanını unutarak
maiyetindeki mahkumîni müfrezemiz üzerine saldırarak elde edilen mahkumînin
tahliyesiyle hane içerisine saklanan mahkumînin elde edilmesine mümanaat edilmiş ve bu
gâvurları Şeyh’in emriyle ‘Sallu alâ Muhammed’ diyerek üzerimize hücum etmişlerse de
dört saat devam eden müsademe neticesinde iki jandarmamızın yaralanmasına, zabitan ve
efradımızın at ve eşyalarını ve Piran karakolunun eşya ve defâtirini ifna etmeye sebep
olmuş ve Piran’da Şeyh’in biraderi Abdurrahim nam herifi Piran ve havalisine memur
tayin ederek Piran muallimi Fahri nam şahısla civar köy ve kasabalara mektuplar yazarak
‘Şeriat istiyoruz’ perdesi altında ihtilal çıkarmaya sâik oldukları ve esaret anımızda üç yüz
otuz beş senesinden beri bu fikri kazanmak maksadıyla gayet hafi bir surette çalıştıklarını
ve Şeyh Said ile iki yük madeni altın bulunduğunu bizzat Şeyh Abdurrahim ağzından
işitilmiştir. Zîrde esamisi muharrer ve (1) rakamıyla gösterilen şahıslar evvelce zehirlenmiş
ve propagandalarına devam edegelmekte bulundukları (2) rakamıyla gösterilen eşhas ise
para ve silah vermek suretiyle iğfal edildikleri. Usatın beş altı bine bâliğ oldukta. Maden,
Diyarbekir üzerine yürünülerek mahbusîni kurtarmak. Jandarma, şube ve askeri
idarelerindeki cephane ve eslihaları ve sandık mevcudunu dahi yağma ve bütün defatir ve
kavânîni yırtmak emelinde bulundukları, cüz-i bir müdafaaya karşı her hangi bir şahıs
olursa olsun katletmek, bilhassa valileri ve jandarma ve bi’l-umum zabitanı şube
heyetleriyle adliye memurlarının hayatlarını ortadan kaldırmak ve elyevm Musul’da
olduğu söylenen Sultan Abdulhamid’in oğlunu hilafete geçirmek ve bu maksada nâil
olmak üzere hatıra gelmedik muamele-i cinaiyede bulunarak mazlum ahalinin kanını
dökmek. Hodangerde hükümete mukabele edemezlerse Rus yahut İngiliz’e bi’l-müracaa
maksat ve emellerini bu hükümetler vasıtasıyla istihsal edecekleri anlaşılmakla işbu
raporumuz takdim olunur efendim

Ergani Madeni Merkez Takım K. Eğil Takım K. Erganimadeni Jandarma Kıtası


emrinde

372
Mülazım-ı sani Mülazım-ı sani Mülazım-ı Evvel

Tahir Sami Mustafa Hamdi Hüseyin Hüsnü

(1) Şeyhmalanlı Şeyh Sıraç, Hanili Salih Bey, Hanili Şeyh Muhyiddin, Hanili Tahir
ve Piran’da Şeyh Abdurrahim, Piran muallimi Fahri, Diyarbekir’de Doktor Fuat, Piran’da
Kör Hüseyin Ağa

(2) Piranlı Osman Hacı, Piranlı Zülfi Eyüb, Basraflı Mehmed Oso, Piranlı Zülfü
Zübeyir ve üç oğlu, Şulbetanlı Mir Sadık ve oğlu ve kardeşi Hüseyin ve Kılbinli Hacı Ali
ve Kılbinli Sefer ve Kılbinli Veysi Kâhya ve Kuçikli Molla İbrahim ve Ekrekli Mustafa
Kâhya, Dibnili Hacı Mustafa ve Dağanlı Fettah Gülo ve oğulları ve Şeyhmazanlı Ali
Kanco Şulbetanlı Şeho,Seydo Mamo ve Piranlı Zülfü Cico ve Piranlı Züber Mustafa ve
Piranlı Bahri Mehmed ve Askek uşakları ve Hasek ve Kılbinli Veli

Ve’l-hâsıl Piran karyesinin Yaralyan ve Mahmudçelebi Mahalleleri halkı ile Kılbin


ve Diran karyelerinin bi’l-umum halkı mevcut idiler

373
374
Belge 2: Takrir-i Sükun hakkında 1/638 numaralı kanun layihası (tasarı)

375
Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaset-i Celilesine

Ahval ve hadisat-ı fevkalâde-i ahirenin gösterdiği lüzum ve memleket dahilinde


emniyet ve asayişi, huzur ve sükûnu ve nizam-ı içtimaiyi ihlâl edecek irticakarâne ve
ihtilâlkarâne harekât ve teşebbüsata ve ifsadata karşı icap eden tedabiri ittihaz ile Türkiye
Cumhuriyeti’nin nüfuz ve kudretini takviye ve inkilâbın esasatını tarsin ve masum halkı
ızrar ve idlâl eden mütecasirlerin süratle takip ve tenkili maksadıyla icra Vekilleri
Heyetinin 4 Mart 1341 tarihli içtimaında karara iktiraneden işbu lâyihanın iktisab-ı
kanuniyeti için Meclis-i Âlinin nazarı tasvib ve tasdikine arzına müsaade buyurulmasını
rica ederim.

4 Mart 1341

Başvekil İsmet

Takrir-i Sükun Kanunu

Madde 1- İrticaa ve isyana ve memleketin nizam-ı içtimaisini ve huzur ve sükûnunu


ve emniyet ve asayişini ihlâle bâis bilûmum teşkilât ve tahrikât ve teşvikat ve teşebbüsat ve
neşriyatı Hükümet, Reisicumhurun tasdikiyle, re'sen ve idareten men'e mezundur.

İşbu ef’al erbabını Hükümet İstiklâl Mahkemesine tevdi edebilir.

Madde 2- İşbu kanun tarih-i neşrinden itibaren iki sene müddetle mer'iyülicradır.

Madde 3- İşbu kanunun tatbikine İcra Vekilleri Heyeti memurdur

Hariciye Vekili (bulunamadı) Dahiliye Vekili Cemil Bahriye Vekili


İhsan

Müdafaa-i Milliye Vekili Recep Adliye Vekili Mahmud Esad İcra Vekilleri
Reisi İsmet

Sıhhıye Vekili Refik Nafia Vekili Süleyman Sırrı Ziraat Vekili (bulunamadı)

Ticaret Vekili Ali Cenani Maarif Vekili Hamdullah Subhi Maliye


Vekili Hasan

376
Belge 3: Harekat-ı Askeriye mıntıkasında ve Ankara’da birer İstiklal Mahkemesi
kurulması hakkında Başbakanlık tezkeresi ve 117 Numaralı Meclis Kararı

377
Karar

117

Harekât-ı askeriye mıntıkasında ve Ankara’da birer İstiklâl Mahkemesi teşkili


hakkında Başvekâletten mevrud ve zirde aynen münderiç tezkere, Heyet-i Umumiyenin
4/3/1341 tarihinde münakid altmış dokuzuncu içtimaının ikinci celsesinde kabul edilmiştir.

4/3/1341

Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti Celilesine

31 Temmuz 1338 tarihli İstiklâl Mehâkimi Kanunu birinci maddesinin bahşettiği


salâhiyete binaen Hükümet, harekât-ı askeriye mıntıkasında usulü dairesinde derhal bir
İstiklal Mahkemesinin teşkil ve faaliyete ibtidar eylemesini taht-ı vücupta görmekte ve
işbu mahkemece verilecek idam kararlarının dahi aynı kanunun beşinci maddesi mucibince
ve vaziyetin müstaceliyet ve istisnaiyetine binaen Meclis-i Âlice tasdik edilmeksizin
infazına müsaade talep eder. Bundan başka ahval-i fevkalâdeye binaen ilân olunan
seferberliğin, milletin ve Cumhuriyet’in emniyetini muhil muhtelif ve irticai
propagandaların, teşebbüsat ve harekâtın kavanin-i mahsusasına tebean men'i ve tecziyesi
esbabının da serian istikmali maksadıyla ve aynı tarihli İstiklâl Mehâkimi Kanunu’nun
birinci maddesi mucibince idam kararları Meclis-i Âlice tasvip edilmek ve merkezi
Ankara’da olmak ve daire-i kazası harekât-ı askeriye mıntıkası haricindeki vilâyâta şâmil
bulunmak üzere derhal ikinci bir İstiklâl Mahkemesinin teşkiline müsaade buyurulmasını
teklif ve rica ederim efendim.

Başvekil İsmet

378
379
Belge 4: Şark İstiklal Mahkemesi’nin yayınlamış olduğu beyannamenin müsveddesi

380
Beyanname

Temsil Ettiği Büyük Millete

Türk inkılâb-ı meşkûrunun ve Türk Devlet-i Cumhuresinin en âli müessesesi olan


Türkiye Büyük Millet Meclisinin Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile haiz olduğu mutlak
salahiyet-i kazaiyesini (Ergani, Urfa, … ilahir vilayetleriyle, Erzurum vilayetinin …ve
…kazalarını) ihtiva eden vasi’ mıntıkada istimal ve icraya mezun Şark İstiklal Mahkemesi,
kendi daire-i kazası dahilinde bulunan bütün halka ber-vech-i âti hususatı beyan ve tebliğ
eder.

1- İstiklal Mahkemesi devletin kavânin-i esasiyesi ahkâm-ı umumiyesinden


mülhem olarak Türk Cumhuriyeti’ni ve Türk Milletinin mutlak emniyet ve refahını idlal
edecek veya Cumhuriyet ve inkılâp ruhuna zaaf irasına sebebiyet verecek en küçük fiil ve
hareketi ve bu kabil ef’al ve harekâta her ne suretle olursa olsun iştiraki vatan ve millet
mefhum-ı mukaddesi muvacehesinde a’zam ve eşna’-ı hıyanet addeder.

2- İnkılap ve Cumhuriyet’in ruh ve gayesini rencide edenlerle bu kabil ef’al-i


reddiyeyi ictisarda bir beis görmeyenler İstiklal Mahkemesinin mahz-ı kanun ve zat-ı
adaletten aldığı kahhar pençesinden tahlis-i giriban edemezler.

3- Şark İstiklal Mahkemesi şedit fakat çok adil olan inkılâp ve Cumhuriyet
kanunlarını tatbik ederken ruh-ı madeleti ve masum halka karşı adaletin en mülayim
desatirini bir an için olsun nazardan dûr tutmaz.

4- Yukarıda yazılan (14) vilayet ve iki kaza dâhilinde bulunan ve bu mıntıka


haricinde bulunup veya bundan sonra bu mıntıka haricine çıkıp da Türkiye Cumhuriyeti
topraklarında yaşayan bütün Türk vatandaşları emin olmalıdır ki kendi ruhunda vatan ve
millete karşı ihanet ve mücrimiyet hissi duymadığı ve her hangi bir cürme mürettip ve âmil
veya şerik olmadığı halde cebir ve ikrah veya hile ve desâis ile hah ve nâ-hah bazı
cereyanlara kapılmış ve bilahare izhar-ı nedamet etmiş münfail insanlar mahkemenin
kanununa müstenit ve ondan müstahrec olan adalet ve merhametine mazhar olacaktır.

5- Türkiye Büyük Millet Meclisi Şark İstiklal Mahkemesi’nin saha-i mesaisini


aydınlatan şems-i adalet ve hükümlerinin mesnedi Cumhuriyet kanunlarının sarih ve pür-
hayat ahkâmıdır.

381
Belge 5: Şeyh Said’i teslim eden kişinin ödüllendirileceğine dair beyanname

Beyanname

Masum ahaliyi iğfal ile İslam’ı yekdiğeri aleyhine tahrik eden Şeyh Said’in halkı
ızrar ve perişan ederek kuvâ-yı tenkiliye önünden firarla ötede beride saklandığı istihbar
kılınan merkum Şeyh’i hayyen derdest edene bin madeni altın, meyyiten getirene yedi yüz
madenî altın mükafaten verileceği gibi, bunu hayyen ve meyyiten getirecek olanların
Şeyh’in avane ve müştereklerinden olduğu takdirde mev’ud mükafat verilmekle beraber
aynı zamanda (…?) maddesi mucibince affolunacağı ilan olunur.

Üçüncü Ordu Müfettişliği

382
Belge 6: Şark İstiklal Mahkemesi’nin bakacağı suçlara dair yayınladığı beyanname

383
İstiklal Mahkemelerinin rü’yet edeceği mevadd-ı cürmiyeber-vech-i âtidir.
A:
1- Muvazzaf ve gönüllü asker olup da firar edenleri
2- Firara sebebiyet verenleri
3- Firari derdest ve sevkinde tekâsül gösterenleri
4- Firarileri ihfa, iaşe ve ilbas edenleri
Haklarında Ceza Kanunnamesiyle, Askeri Kavânin’de muharrer cezayı ve icap
ederse kanun haricinde ve münasip görecekleri cezayı tertip ederler.
B:
1- Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 15 Nisan 339 tarihli muaddel birinci
maddesinde muharrer ceraimi
2- Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun muaddel birinci maddesiyle müzeyyel 25 Şubat
341tarihli kanunda musarrah ef’al-i memnuayı
3- 4 Mart 341 tarihli Takrir-i Sükûn Kanunu’yla musarrah ef’al-i memnuayı
H:
Kanun-ı Ceza’nın birinci babının birinci ve ikinci fasıllarında muharrer emniyet-i
dahiliye ve hariciyeyi ihlal cürmüyle mürettep 48, 49, 50, 51, 52, 53, 54 ve zeyli 55, 56,
57, 58 ve zeyilleri 59, 60 ve zeyli 61, 62 ve zeyli 63, 64, 65, 66’ncı maddelerde muharrer
mevaddı
1- Askerî ve siyasi casusluk ve su-i kasd-ı siyasi ve asker ailelerine taarruz ve
tecavüz ceraimi Askeri Ceza Kanunu’na müzeyyel 21 Ağustos 330 tarihli Kanun-ı
Muvakkat’ın birinci maddesine muaddil 2 Mart 331 tarihli kanunda musarrah ceraim
2-İhtilasda bulunan, rüşvet alan bilumum memurîn-i mülkiye ve askeriyeyi ve
bunlara hangi sınıftan olursa olsun iştirak eyleyenleri
3- Nüfuz-ı memuriyetten istifade ederek halka zulüm ve işkence eden memurîn-i
mülkiyeve askeriyeyi ve bunlara müteferri ahval ve ef’al-i cürmiyeyi takip, tahkik ve
muhakeme etmek İstiklal Mahkemesince münhasır vazaif-i kanuniyedendir.

384
Belge 7: 1925 yılı Nisan ayına ait mesai cetvelinin son sayfası

385
Belge 8: Mahkemede yargılanan kişi sayısına dair Savcı Ahmet Süreyya Bey’in Büyük
Millet Meclisi’ne gönderdiği yazı

386
Mahreci : Elaziz Mahreç merkezinin tarih ve numarası 481
Tarihi : 13-3-927 Kalem-i Mahksusa vürudu 13-3-927
Numarası : 433 Hal tarihi ve açanın imzası 13 minhü (imza)

Büyük Millet Meclis-i Riyaset-i Aliyesine

1- Bugün makam-ı iddiada bulunan bütün evrak fiilen ve tamamen makamat-ı


aidesine devir teslim edilmiş bulunuyor.
2- Kanun-ı mahsusa tevfikan İstiklal Mahkemesine ait mevad-ı cürmiye
maznunlarıyla bunlara ait evrak-ı tahkikiye ve deavinin madema bu nâma
gönderilmemesi havza-i kazamız dahilindeki makamat-ı mülkiye ve askeriyeye
tamimen arz ve tebliğ edilmiştir.
3- İcra edilen son tedkikat-ı kuyudiyeye nazaran fiilen mahkememizin ise ibtidar ettiği
13 Nisan 341 tarihinden 7 Mart 1927 tarihine kadar iki yüz yedi vicahi, iki yüz on
üç gıyabi ki cem’an dört yüz yirmi şahıs hakkında idam hükmü verilmiş ve vicahi
hüküm infaz edilmiştir.
4- Bu müddet zarfında ayrıca bin sekiz yüz on bir şahıs-ı maznun, muhtelif ve
mütefavit cezalara mahkum edilmiştir. Ve iki bin yedi yüz yetmiş dokuz şahıs
beraat etmişmiştir.
5- Bu suretle cem’an beş bin on şahıs hüküm heyetince muhakeme edilmiş demektir.
6- Evvelce makam-ı riyasetten arz edildiği üzere el-an karla mestur ve mürus ve ubura
gayr-ı müsait olan yollar açıldığı anda bütün heyetin hemen Ankara’ya
müteveccihan hareket ve Meclis’e iltihak edeceğini arz ederim.
7- İşbu şifre Büyük Millet Meclis’i Riyaset-i Celilesiyle Başvekâlet-i Celile’ye arz
edilmiştir.

Sabık Şark İstiklal Mahkemesi Müddei-i Umumisi


Karasi Mebusu
Ahmet Süreyya

387
Belge 9:Şeyh Said ve arkadaşlarının infaz edildiğine dair tutulan zabıt varakası

388
Belge 10: Şeyh Said ve otuz yedi arkadaşı hakkında hazırlanmış olan 70 numaralı
iddianame

389
Diyarbekir Türkiye Büyük Millet Meclisi
23/5/341 Şark
Numara 70 İstiklal Mahkemesi Müddei-i Umumiliği
Aded
341
Esas 70

İddianame

Güya dinî ve şer’î fakat her halde müstakil bir Kürd hükümeti tesis eylemek emel
ve maksadıyla kıyam ve isyan eden Hınıslı Şeyh Said ile rüfekasından olan otuz yedi
şahsın evrak-ı davaları merbuttur.

Merkumûnun her biri isyan ve ihtilal hadisesinde ale’d-derecât âmil ve müessir


olmakla maznundurlar. Haklarında mevkufen muhakeme icrası talep ve inde’l-muhakeme
sabit olacak cürümlerinin mahiyet-i kanuniyelerine göre tahdid-i cezalarını iddia ederim

Ahmed Süreyya

390
Belge 11: Şeyh Said’in muhakeme öncesi sorgusuna dair zabıt varakası

391
Şark İstiklal Mahkemesi

Maznunların kable’l-muhakeme isticvaplarına mahsus zabıt varakası

71 Dosya Numarası Müddei-i Umumilik Numarası 70

Evrakın tarih-i Tevdii 24 Mayıs 341

Reis: Mazhar Müfit Beyefendi Aza: Ali Saib Beyefendi Aza: Lütfü Müfit
Beyefendi Müddei-i Umumi: Ahmet Süreyya Beyefendi Zabıt Katibi Davut Bey

….Maddesinden dolayı maznunun aleyh olup Şark İstiklal Mahkemesi Müddei-i


Umumiliğinin tarih ve……..numaralı iddianamesiyle li-ecli’l-muhakeme mahkeme-i
müşarunileyhaya gönderilen

Usul-i muhakemat-ı cezaiye kanunun iki üz kırk sekizinci maddesi mucibince


…..tarihine müsadif …….günü usulen tevkifhaneden celp ile huzur-ı heyete alınarak emr-i
isticvabi ibtidar olunan

Evvela – Kendisinin ve pederinin isim ve şöhret ve sin ve sanatı ne olduğu ve


ikametgâhı nereli olup ne vakitten beri ve ne sebepten dolayı tevkifhanede bulunduğu ve
şuhut pusulasının tarafına tebliğ edilip edilmediği sual olundukta: “İsmi Şeyh Mehmed bin
Şeyh Mahmud aslen Palu’da mütevellit ve Hınıs’ta mukim altmış yaşında tahminen bir
aydan beri isyan maddesinden dolayı mevkuf bulunduğu”

Saniyen – Bundan evvel cereyan eden tahkikat esnasında sebk eden ifadesinde ısrar
edip etmediği ve bu babda ilave ve dermeyan edecek sözleri olup olmadığı soruldukta:”
“ifade-i sabıkamda ısrar edip ilave edecek bir şeyim olmadığını”

Salisen Usul-ı mezkûrun 349 ve 350’inci maddeleri mucibince müdafaasına


müavenette bulunmak üzere bir vekil intihap edip etmeyeceği sual olundukta: “Veliki
bulunmadığını”

Kılındığını mübeyyin işbu zabıtname taht-ı imzaya aldırıldı. 20 Mayıs 341

Maznun Şeyh Said bin Şeyh Mahmud

Zabıt Katibi Davud Reis

Mazhar Müfit

392
393
Belge 12: Şeyh Said’in Liceli Müftüzade Said ve Hüsnü Beylere yazmış olduğu 29/30
Şaban 343 tarihli mektup

394
Liceli Müftüzade Said Efendi ve Hüsnü Beylere.

Selam ve dualar ederim. Şimdi Salih Bey’den aldığım rapordan bugün Lice’nin
seçme yiğitlerinden mürekkep kuvvetinizin, Türklerin cüz’i bir mukavemetine
dayanamayarak münhezim olduğunuz anlaşılıyor. Doğrusu buna ihtimal vermek bile
istemem. Cihat aşkı, intikam ateşiyle yanan tutuşan Liceliler, şimdiye kadar diyorlardı ki,
“Ah Türkler bir defa surdan dışarı çıksaydılar.” İşte çıktılar. Sıra sizindir. Biz bu taarruzu
bu cephede bekliyorduk. Kuvvetinizi toplayınız. Askerin kuvve-i maneviyesini ıslah
ediniz. Üç saat evvel yazmış olduğum ve serâpâ hakikat olan beyannameyi bi’l-müvacehe
okuyunuz. Mealini lisan-ı münasiple anlatınız. Cihadın fezâili, cebânetin fenalığı,
hezimetin namuskâr Lice kadınları ve bütün muhadderât-ı İslamiye hakkında bâdî olacak
fezâyihi birer birer ta’dad etmek suretiyle güzel bir mev’izadan sonra muhlisane bir dua
okuyup, Tilalo ve civardaki ve tensip edeceğiniz düşman mevâzıına bu gece baskın
yapınız. İnşallah muvaffak olacaksınız. Korkmayınız. Ruhaniyet-i hazret-i risaletpenâhi
mededkârınız olsun amin”

29/30 Şaban 343

Hadimü’l-mücahidîn Mehmed Said en-Nakşibendi

Şayet ric’ate mecbur olursanız çok gerilere çekilmeyin. Dağa kadar giderseniz.
Hatta Dervişhasenan, Pirhüseyinan, Heftkerem istikametlerini geçerseniz bizim hatt-ı
ric’atimizi tehlikeye ilka etmiş olursunuz. Ya gerilere kadar ric’at etmeyiniz veyahut
ric’ate evvelce karar verip nereye ric’at edeceğinizi, laekal beş saat evvel emin bir vasıta
ile bize bildiriniz ve ric’atin askercesine ve muntazam olmasına elden geldiği kadar gayret
ediniz. Bugün Darahini’den aldığım postada Bitlis’in işgal haberi üzerine Kiğı’da bulunan
iki yüz seksen nefer Türk askerinin telgrafla Erzurum’a davet edildiği ve Kiğı’nın işgaline
Çevlik’ten kuvvet gönderileceği bildiriliyor. Palu tekraren tarafımızdan işgal ve Mahmud
es-Sâmini zade Saadeddin Efendi kaymakam tayin edilmiştir. Saat gece 1

Mehmed Said en-Nakşibendi

395
Belge 13: Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahim’in de imzası bulunan beyanname

396
Beyanname

Türk Cumhuriyeti’nin İslamiyet’e mugayir ahval ve harekât ve bilhassa muhibb-i


İslamiyet olan Kürt eşraf ve hanedanına reva görmekte olduğu mezalim ve hakaret ve kin
ve nefret birkaç seneden beri gazete ve evrak-ı resmiyelerinde okunuyor. Bunlar
Ermenilere yaptığı muamele gibi Kürt müteneffizanına da bir muamele yapmak fikrinde
oldukları ve hatta geçen sene içtima eden Meclis-i Mebusan’da bu husus müzakere
kılındığı ve karar verildiği de mevsuk menâbiden istihbar kılınmış ve buna dair birçok
alâim mesbuk ve mevcut bulunmuştur. Salabet-i İslamiye ve asabiyet-i Kürdiyesi galeyana
gelen birçok zevat bir cemiyet-i İslamiye teşkil ederek müstakil bir İslam hükümeti vücuda
getirmek fikrindedirler. Allah muvaffakiyet versin. Amin. İşte İslamiyet’ten fersah fersah
ırak olan ve adeta kadim putperestlik dini ihya ve ayin-i metrukelerini icraya hatve atan bu
Türk laik hükümetinin izmihlaline çalışanlara an-samimü’l-kalp muavenet-i maddiye ve
bedeniyede bulunacağımızı ve bu uğurda icap eden her türlü fedakârlığı ifada tereddüt ve
rehavet göstermeyeceğimizi ve emin olduğumuz her ferdi her zatı bu hususa tahrik ve
teşvik edeceğimizi taahhüt eylediğimizden işbu taahhütnamenin zirini bi’t-tav’ ve’r-rıza
imza ve temhir eyleriz.

Mustafa Zülfi Ağazade, Molla İmranzade, Kürdiyanzade, Abdullahzade, Mustafa


bin Zülfi oğlu Mehmed, Fahri, Abdurrahim, Diranlı Sofi Ömerzade Molla Bekir, Hacı
Bedir Ağazade Mehmed, Büyük Hacı Ağazade Hasan, Zülfi Perzid Ağazade, Hacı Ali
Ağazade, Melamiyanzade Ahmed

İşbu suret Piran’da şeyh Abdurrahim Efendi’nin hanesinde elde edilen aslına
mutabık olduğu tasdik olunur. 20 Şubat 341

Eğil Nahiye Müdür Maden Vilayeti

Sabri Jandarma Kumandanı

Ömer Lütfi

397
Belge 14: Şeyh Said’in Şeyh Şerif’e yazmış olduğu 17 Kanunusani 1341 (17 Ocak 1925)
tarihli mektup

398
Hulefa-i Sebtiye-i Halidiye-i Nakşibendiyeden reşadetlü Şeyh Mustafa Efendi’nin
mahdum-ı aliyyü’l-kadrleri reşadetlü Şeyh Şerif Efendi’ye

Reşadetlü Şeyh Şerif Efendi Hazretleri.

Mahsusen selamlar ve dualar eylerim. Sıhhat ve afiyetinizin iş’arıyla memnunen ve


mesruren müteşekkir oldum. Yarın bi-havlihi ve meşiyyetihi teâlâ Sibsur’a Abunur’a
Analu’ya ve andan Zeyneb’e geleceğim. İnşallah Zeyneb’te zatınızla mülakat hâsıl olur.
Mehmâemken sükûnet ve itminan matlubumdur. Bakalım takdir-i Cenab-ı Rabbü’l-izzet
cellecelalehü ne surettedir. Ve neler zuhur eder. Ve biz de behemehâl Allahu Teâlânın
zuhuratına tâbi olacağız Hüseyin Efendi, gayrın kısrağı olan hayvanı sahibine teslim
eylesinler ve paralarını Hanikliden alsınlar. Ve bir miktar emanetlerin Kiğı’dadır. Serian
celp ettirmek lazımdır. Ve’s-selâmu aleyküm ve alâ menittebeal hüdâ”

17 Kânunusani efrenci 1341


Palulu Mehmed Said en-Nakşibendi

399
Belge 15: Şeyh Said’in Şeyh Said’e yazmış olduğu 7 Ramazan 1343 (1 Nisan 1925) tarihli
mektup

400
Şeyh Şerif Efendi’ye

Selam ve dualar eylerim. Fişeklerin noksan ve fıkdanından cepheyi Belkini Dağı’na


aldım. Bu tarafta asker-i Rum ziyadedir. Eğer helakimize mucip bir mani yok ise
Karaçol’dan geri çekilesiniz ve bir miktar kâfi kuvvet bize gönderesiniz. Şeyh Hüseyin ile
beraber ve ahvalinizi güzelce mebsut olarak yazasınız. Dersim ne haldedir, lehimize
veyahut aleyhimizedir? Bugün bizim hayatımızı düşün, kimsenin hayatını ve malını
düşünme. Biz mahvolduktan sonra gayrın hayatı ve malı bize ne fayda verir? Nefis, gayrın
üzerine mukaddemdir. Cümle harp arkadaşlarımıza selam ve dualar eylerim

7 Ramazan 1343 (1 Nisan 1925)

Hâdimü’l-mücahidîn Mehmed Said el-Nakşibendi

401
Belge 16: Şeyh Abdullah tarafından Çarikli Reisi Hasan Ağa’ya yazılmış olan 20 Mart 341
(1925) tarihli mektup

402
Çarikli Reisi Hasan Ağa’ya

Son zamanlarda din-i Muhammedî’nin görmüş olduğu tazyik cümle ulemâ ve


meşâyihi irşadât ve tezahürata mecbur etti. Bugün Hükümetten bir istiklal ve iftirak
peşinde değiliz. Umur-i diniyeye vaki’ müdahalenin men’ini istiyoruz. İhtimal ki zat-ı
alileri ve emsaliniz rüesa ve beylere başka nâ-meşru bir tarzda tefhim edilmiştir. Hâşâ biz
Kur’an elimizde olarak din kardeşlerimizi müzaherete davet ediyoruz. Dinimiz bir, ırkımız
bir, lisanımız birdir. Ve inşallah hiçbir kimseye hile ve hud’a yapmayı bilmez ve tenezzül
etmeyiz. Hazret-i Muhammed’e salavat, ehl-i beytine salavat, getirelim, birleşelim. Sizden
muavenet-i askeri istemem. Yalnız muvafakat-ı fikir arzu ederim. Karşımızda tertibat
aldığınızı işittim. Çok müteessir oldum. Acaba sizle benim aramızda bir kin ve bir garaz
var mıdır. Haşa yoktur. Neden olsun. Zât-ı âlinizden ümidim pek büyüktür. Çünkü
cümlemiz bir kıble bir Kur’an’a tâbi olduğumuzdan ümidvar bulunduğum. Necabetinizi ve
cevabınızı beklerim efendim.

Varto 20 Mart 341

Melekani Abdullah

403
Belge 17: Şeyh Abdullah tarafından yazılan “Ey İslam askeri kardeşlerimiz” hitabıyla
başlayan 20 Mart 341 (1925) tarihli beyanname

404
Ey İslam askeri kardeşlerimiz!

Bizi yoktan var eden Cenab-ı Hakk’ın, Peygamberimiz Hazret-i Muhammed


Aleyhisselatü vesselama inzal buyurdukları Kur’an-ı Azimüşşan ellerimizde ve
beytimizdedir. Siz dindaşlarımıza kurşun atmaya değil Kur’an’ın emir eylediği umur-ı
diniyenin serbest bulunmasını istirham maksadıyla içtima ve tezahüratta bulunuyoruz.
Bi’l-cümle İslam’ın bu maksatta muvafakat etmesi vaciptir. Tealev ilâ kelimetin sevein
beynena ve beyneküm âlâye. Ey aşâir-i ehl-i sünnet ve’l-cemaat. Cenab-ı Hak bu dini bize
gönderdi ki kıyamete kadar hürmetkâr ve muhafazakâr bulunalım. Allah’a da onunla
ubudiyet edelim. Bazı eşhas buna taarruz ediyor. Hükümet men etmiyor. Sizin imanınız
kabul eder mi ki birisi Allah yoktur, peygamber yalancıdır desin. Asla ve kat’a kabul eder
bir mümin tasavvur edemem. Biz hükümetten istiklal ve iftirak istemiyoruz. Çünkü o
kabiliyet bizde yoktur. Ancak istediğimiz dindir. Dinin ve ahkâm-ı şeriatın serbest
bulunmasıdır. Eğer siz buna ve Kur’an’a tabi iseniz geliniz görüşelim. Öpüşelim. Şayet
Kur’an’a da kurşun atmak arzu eden varsa siz onlara da ıslah duasını isteyiniz ve’s-
selamü aleyküm

Varto 20 Mart 341

Tezahürat-ı diniye reisi

Melekani Abdullah

405
406
Belge 18: Şeyh Said tarafından kendi el yazısıyla, Milli Aşiret Reisi İbrahim Paşa’nın oğlu
Halil Bey’e yazılmış olduğu tarihsiz ve imzasız mektup

407
Belge 19: Şeyh Abdullah tarafından Elman Aşiret Reisi Bedirhan Ağa’ya yazılmış olan 19
Mart 341 (1925) tarihli mektup

408
Elman Aşairi Bedirhan Ağa’ya

Bilhassa selam ederim. Aşâirinizin cümlesine selam ederim. Dinimiz birdir. Gerek
davamız bir ola. Bizim istediğimiz şeriat davasıdır. Siz onlar değilsiniz ki müttefik
olmayasız. Evvel ve ahir din davası kol ve tüfek kuvvetiyle ileri gelmiştir. Bunun için bize
iltihak ediniz ve etrafınızda bulunan aşâirle muhabere ediniz. Sözünüzü bir ediniz ki
inşallah Muş’u işgal edelim. Zaten Allahu teâlâ müyesser eder.

Burada bulunan aşâir reisleri cümlesi size selam ederler. El-baki dua

19 Mart 341

Melekanlı Şeyh Abdullah

409
Belge 20: Şeyh Hasan tarafından Şeyh Abdullah ve Şeyh Ali’ye yazılan 7 Mart 1341
(1925) tarihli mektup ve Şeyh Abdullah imzalı 4 Nisan 1341 tarihli pusula

410
Muş Cephesinde Şeyh Abdullah ve Şeyh Ali Efendilere mahsus.

7 Mart 341 tarih alınan postadan Şeyh Said Efendi ile Malanlı İbrahim Paşa’nın
mahdumunun muhaberesi birleşerek ve İbrahim Paşa oğlu tarafından Siverek ve Çermük
işgal olunmuştur ve Diyarbekir’e doğru hareket edileceği Şeyh Efendi ile edilen cereyan-ı
muhabereden anlaşılmıştır. Binaenaleyh İbrahim Paşa’nın oğlu Arab ile İngilizlerle
çoktan beri bu fikirde bulunduklarını ve Şeyh Efendi kendisi izhar etmiş olduğunuzu
fevkalade memnun olduğu bu ise size tebşir ediyorum. Ve sizin de Muş’a hareket edeceği
bildiriniz ve aşâir diğerinin hal ve harekâtı ne gibi yolda ise iş’ar buyurunuz ve kat’-ı
muhabere etmeyiniz efendim.

7 Mart 341

Çan meşayihinden Şeyh Hasan

Monla Emin, Said bin Hacı Mehmed ve Said bin Halil ve Ahmo bin Mahmud ve
Haso bin Yusuf

Bâlâdaki eşhasın bilâ-tehir Gaziyan’da mücahidîne iltihak etmeleri matluptur.

4 Nisan 341

Melekanlı Şeyh zade Abdullah

411
Belge 21: Diyarbekir Postahanesinde bulunan silah kataloglarıyla ilgili Üçüncü Ordu
Müfettişliğinin yazısı

412
Türkiye Cumhuriyeti Diyarbekir-7/6/41

Üçüncü Ordu Müfettişliği Erkan-ı Harbisi

637

Şark İstiklal Mahkemesi Müddei-i Umumiliğine

6/Haziran/341 tarih ve 90 numaralı tezkereleri cevabıdır:

1- Harekât-ı İsyaniyenin ilk safhası esnasında gelmiş ve Diyarbekir Postahanesinde


bulunmuş olan evrak-ı matbua şu adreslere muharrer idi.
a. Kürdistan Harbiye Nezaretine
b. Kürdistan Mezbaha Müdüriyetine
c. Kürdistan Belediye Riyasetine
d. Kürdistan Reis-i Hükümetine
2- Bunlar kâmilen İngilizce muharrer buz ve buz makinelerine ait katalog ve
risalelerden ibaretti.
3- Cümlesinin adresi Fransızca yazılmıştı. Yalnız belediye riyasetine hitaben yazılmış
olan adres Fransızca ve Almanca idi.
4- İşbu matbu risaleler üzerinde Milano postahanesi damgası ile Mersin ve Adana
postahaneleri damgaları vardı.
5- Risalelerin heyet-i mecmuası Erkan-ı Harbiye-i Umumiye riyasetine gönderilmiş
olduğundan asılları veya suretleri takdim kılınamadı efendim.

Üçüncü Ordu Müfettifi

Ferik Kazım

413
Belge 22: Mustafa Kemal Paşa’nın gazetecilerin yargılaması ile ilgili gönderdiği tegraf

414
Elaziz Şark İstiklal Mahkemesi Müddei-i Umumiliğine

9 Eylül 1341

Gazetecilerin Mahkeme’ye celbinden sonra Anadolu’da ve isyan sahasındaki


meşhudatları üzerine hata ettikleri ve nâdim oldukları hakkındaki telgrafnameleri evvelce
mahkemenin nazar-ı adaletine takdim etmiş idim. Bu defa yine müştereken âtideki telgrafla
müracaat ediyorlar. Bunu da nazar-ı insafa almak muvafıktır efendim.

Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal

Telgrafname ber-vech-i âtidir.

Reis-i Cumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Şark İstiklal Mahkemesi karşısında isticvablarımız icra ve ikmal olunduğu şu


günlerde tahdis-i nimet kabilinden bir hareketle huzur-ı uluvviyetinize çıkmayı vecibeden
addettik. Cumhuriyet’in sadık bir amelesi, inkılâbın samimi birer hâdimi olduğumuzu ispat
etmiş olmak kanaatiyle bi-payan fahr ve gurur hissederek zat-ı riyasetpenahilerine bir kere
daha arz ederiz ki bu kanaat şu dakika vicdanlarımızı müsterih etmekle beraber bundan
daha çok güvendiğimiz nokta, asalet-i kalbinizin lütf-ı hata-puşanesidir. Bu lütfun yad-ı
imtinankârânesiyle ve zeval-i napezir bir irtibat-ı kalbi ile bundan sonra vazifemize devam
edebilmek vicdanlarımızda hasıl olan intibahı harekat-ı müstakbelimize rehber edinerek
yüksek gayemize doğru bitmez nasıye ile yürüyebilmek için feyz-i enzar itimadınızı
bizlerden diriğ buyurulmamasına pek muhtacız. Huzur-ı Mahkeme’de taayyün eden
masumiyetimiz için büyük müncinin yüksek vicdanından duyacağımız müjde-i af ve
müsamaha iledir ki bizim için kıymettar olan bu lütfu bizden esirgemeyeceğinizi uluvv-i
kalbinizden ümit ederek en derin tazimatımızı arz ve takdim ederiz muhterem reis-i
cumhur hazretleri.

Gündüz Nadir, Velid, Subhi Nuri, İsmail Müştak, Ahmed Emin, Ahmed Şükrü,
Sadri Ethem, Abdülkadir Kemali, Fevzi Lütfi, Eşref Edip

415
FOTOĞRAFLAR

Fotoğraf 1: Şeyh Said

416
Fotoğraf 2: Şeyh Said

Fotoğraf 3: Şeyh Said Diyarbekir’deki Kıta’ya teslim edilirken

417
Fotoğraf 4: Şeyh Abdullah Fotoğraf 6: Şeyh İsmail (sağdaki)

Fotoğraf 5: Şeyh Şerif Fotoğraf 7: Fakih Hasan (sağdaki)

418
Fotoğraf 8: Binbaşı Kasım Bey (sağdaki) Fotoğraf 10: Palulu Abdullah Sadi

Fotoğraf 9: Seyyid Abdüldakir Fotoğraf 11: Hafız Mehmed

419
Fotoğraf 12: Mazhar Müfit Kansu Fotoğraf 14: Lütfi Müfit Özdeş
(Mahkeme Reisi) (Mahkeme Azası)

Fotoğraf 13: Ali Saib Ursavaş Fotoğraf 15: Ahmet Süreyya Örgeevren
(Mahkeme Aza ve Reisi) (Mahkeme Savcısı)

420
Fotoğraf 16: Avni Doğan Fotoğraf 18: İbrahim Tolon
(Mahkeme Azası) (Mahkeme Azası)

Fotoğraf 17: Hacim Muhittin Çarıklı Fotoğraf 19: Abdülhak Fırat


(Mahkeme Reisi) (Mahkeme Savcı Yardımcısı)

421

You might also like