You are on page 1of 10

TASAVVUF I

(İLH3111.7)

DÖRDÜNCÜ DERS

IV- TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI


(KLASİKLER)
V. TASAVVUFUN KONUSU/GAYESİ
VE
DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

(BU KONULAR, DERS KİTABININ 54-64. SAYFALARI


ARASINDADIR)

Kur’ân ve sünnet kaynağına dayanan tasavvufî hayat ve


tasavvufî düşünce, mutasavvıfların yazıkları eserlerle belli bir
derinlik kazanmış ve sistematize edilmiştir. Kendilerinden
sonrakilere kaynaklık eden başlıca müellifler tasavvuf
kaynakları şunlardır:
1. Haris b. Esed Muhâsibî (ö. 243/857). Eserleri
günümüze ulaşabilen sûfîlerin ilklerindendir. Otuza yakın
eserinden özellikle er-Riâye li-hukûkıllâh, tasavvuf klasikleri
arasında girebilecek konumdadır. Kuşeyrî ve Gazzâlî’ye
kaynaklık etmiştir. Pek çok defalar basılmış, Abdülhakim Yüce
ve Şahin Filiz ve Hülya küçük tarafından yapılmış iki Türkçe
tercümesi vardır.
2. Hakîm Tirmizî (ö. 320/932). Tasavvufî düşüncenin ilk
temsilcilerinden sayılır. Hatmü’l-velâye adlı eseri İbn Arabî’ye
kaynaklık etmiştir. Eser Osman Yahya tarafından
yayınlanmıştır. (Beyrut 1965)
3. Ebû Nasr Serrâc’ın (ö. 378/988) el-Lüma’ı tasavvuf
ilminin kaynakları ve zuhuru hakkında bilgi veren; tasavvuf
kavramlarını en geniş bir biçimde ele alan ilk eserdir. Tasavvufa
2- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

ve mutasavvıflara özeleştirileri ilgi çekicidir. Nicholson


tarafından İngiltere’de Abdulhalim Mahmud tarafından
Kahire’de yayınlanmıştır. (Kahire 1960). Tarafımızdan İslâm
Tasavvufu adıyla Türkçe’ye çevrilmiştir. (İstanbul 1996)
4. Ebû Bekir Kelâbâzî (ö. 380/990). Kelam, fıkıh ve
hadis âlimi olan Kelâbâzî, et-Taarruf adlı tasavvuf klasiğinde
itikadi konularla birlikte tasavvufî kavramları açıklamaktadır.
Birkaç defa basılmış ve Süleyman Uludağ tarafında Doğuş
Devrinde Tasavvuf Taarruf adıyla Türkçeye çevrilmiştir.
(İstanbul 1979)
5. Ebû Tâlib Mekkî’nin (ö. 386/996) Kûtü’l-Kulûb adlı
eseri, zühd, ibâdet, tâat konularını ve amelî tasavvufun
uygulama biçimlerini açıklar. Gazâlî’ye kaynaklık etmiştir. Pek
çok defa basılmış olup son baskısı (Beyrut 1995) Said Nesib
Mekârîm tarafından iki cild halinde kısmen tahkikli bir neşirdir.
Biri Muharrem Tan (İstanbul 1999) tarafından; diğeri Yakup
Çiçek- Dilaver Selvi (İstanbul 2003) tarafından olmak üzere iki
tercümesi yayınlanmıştır.
6. Abdülkerim Kuşeyrî’nin (ö. 465/1072) er-Risâle’si.
Kuşeyri Risalesi, sünnî tasavvufu sistemleştirmiş olması
bakımından klasikler arasında mühim bir yer tutar. Kuşeyrî, Ebû
Nuaym gibi, Sülemî’nin talebesidir. Kuşeyrî Risâlesî’nin birçok
şerh ve tercümeleri yapılmış, Arapça olarak da pek çok defa
basılmıştır. En son neşri Abdulhalim Mahmud ve Mahmuş eş-
Şerif tarafından yapılmıştır. (Kahire, 1972, 1973) Osmanlıca
tercümelerinden başka, yeni harflerle Tahsin Yazıcı, Ali Arslan
ve Süleyman Uludağ, Dilaver Selvi tarafından ayrı ayrı
Türkçe’ye çevrilerek neşredilmiştir.
7. Ali bin Osman el-Cüllâbî el-Hucvirî’nin (ö.
465/1072) Keşfu’l-Mahcûb’u: Farsça olan eser (Tahran
1338/1919) İs’âd Abdülhâdi Kandil tarafından Arapça’ya (Kahire
1974), Süleyman Uludağ tarafından Türkçe’ye tercüme
edilmiştir. (İstanbul 1982).
8. Muhammed Gazâlî (ö. 505/1111). Kelam, felsefe ve
tasavvufta da üstad olan Gazâlî’nin karar kıldığı saha
3- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

tasavvuftur. O’nun İhyâu ulûmi’d-dîn adlı eseri diğer ilimlerde


olduğu gibi tasavvufta da âbide eserlerdendir. İslâm dünyasının
en yaygın eserlerinden biri olan İhyâ’nın pek çok baskıları ve
muhtelif dillere tercümeleri vardır. Eserin Ahmed Serdaroğlu’na,
ve Ali Arslan’a ait olmak üzere iki Türkçe tercümesi yapılmıştır.
Eser, yeni olarak Dilaver Selvi tarafından tercüme edilmiş olup
İhya’nın her kitabı ayrı 40 kitap halinde basılmaktadır. 20. kitap
(Peygamber Ahlakı) basılmıştır. 2021. Ayrıca ciltli basımına
başlanmıştır.
9. Ebû Hafs Ömer Sühreverdi (ö. 632/1234). Bağdat’da
“şeyhler şeyhi” olan Sühreverdî tarîkat dönemi tasavvufunun
kaynaklarında olan Avârifu’l-maârif’in yazarıdır. Öncekilerden
farklı olarak Avarif’te tekke hayatı ve halvet âdâbı gibi konulara
da yer verilmiştir. H. Kamil Yılmaz-İrfan Gündüz tarafından ve
Dilaver Selvi tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Başka
tercümeleri de mevcuttur.
10. Muhyiddin b. Arabî (ö. 638/1240), tasavvufî
tefekkürün en önemli temsilcidir. Vahdet-i vücud konusunu
sistematize etmiştir. Fusûsü’l-Hikem ve el-Fütûhatü’l-
Mekkiyye onun en yaygın eserleridir. Fütûhat’ın Osman Yahya
tarafından yapılan tahkikli neşrinin baskıları Mısır’da devam
etmektedir. Özellikle Fusûs için pek çok şerh yazılmıştır. A. Avni
Konuk’un tercüme ve şerhi, en son yayınlanan ve en önemli
şerhlerden biridir. El-Fütuhâtü’l-Mekkiyye yakın dönemde
Ekrem Demirli tarafından türcüme edilmiştir.
11. Mevlânâ Celâleddin Rûmî (ö. 672/1273). Aşk ve
vecd şairidir. Duygu yüklü dünyasını şiirle açmış, Mesnevî ile
sunmuştur. Farsça olan Mesnevî’si pek tutulmuş, okunmuş,
ezberlenmiş ve muhtelif dillere çevrilmiş, şerhler yazılmıştır.
Veled İzbudak tercümesi M.E.Bakanlığı şark klasikleri arasında
neşredilmiştir. Tâhiru’l-Mevlevî şerhi, tamamlanmış olmakla
birlikte en geniş ve tutulan Türkçe şerhlerinden biridir.
4- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

V. TASAVVUFUN KONUSU
Tasavvuf konusu genel anlamda Allah, varlık ve insandır.
Keşf, ıyan, vecd ve vicdan itibarıyla Cenâb-ı Hakk’ı zat, sıfat,
şüûn ve fiilleriyle tanımaktır (ma’rifet-i ilâhiyye). İnsanın ruh ve
nefs itibarıyla yapısı, rûhun tasfiyesi, nefsin tezkiyesi ve ahlâkın
yüceltilmesi tasavvufun konusudur. Bu yüzden bazı
mutasavvıflar, tasavvufun konusunu “tahalluk ve tahakkuk”
olarak özetlemişlerdir. Tahalluk, İslâm ahlâkını öğrenmek,
tahakkuk bunu gerçekleştirip ahlâkî ve manevî yükseliş sonucu
bazı tahkikî bilgilere ulaşmaktır. Bir başka ifade ile tasavvufun
halka dönük olan tarafı tahalluk, Hakk’a dönük olan ciheti ise
tahakkuktur. Cüneyd el-Bağdâdî, “Tasavvuf nedir?” diye
sorulduğunda: “Tasavvuf sûfîyâne hayatın bir vasfıdır” cevabını
vermişti. “Bu vasıf Hak’la mı yoksa halkla mı kaimdir?” sorusuna
“Hakikati Hakk’ın vasfı, resim ve sûreti ise halkın vasfıdır.” diye
cevap vererek buna işaret etmiştir.
Ruhun tasfiyesi, nefsin tezkiyesi ile ahlâkın yüceltilmesi
için gerekli şartlar, manevî makamlar ve haller; vecd, istiğrak,
aşk, sevgi, nefret ve kin gibi duygular ve bunlara dair bilgiler
tasavvufun konusuna dahildir.
Kâinat ve varlık da tasavvufun konuları arasında yer alır.
Çünkü tasavvuf, Allah, insan ve varlık arasındaki ilgiyi “vahdet-i
vücud”, “vahdet-i şühûd” ya da “tevhîd-i vücûdî ve şühûdî” gibi
düşünce sistemleri içinde inceler. Nitekim ilgili bahislerde
görülecektir.1

VI. TASAVVUFUN GAYESİ


Kâinatta hiçbir şey, gayesi ve tesâdüfi değildir. Her şeyin
bir gayesi ve kaderi vardır. Nitekim Allah Resûlü (s.a.v.),
peygamber olarak gönderilişinin bir gayesi bulunduğunu ve
bunun da “mekârim-i ahlâkı tamamlamak” olduğunu açıkça ifade
buyurmuşlardır.2

1
Bk. Arvâsî Abdülhakim, er-Riyazu’l-tasavvufiyye, s.24.26.
2
Ahmed, Müsned, 2/398; Malik, Hüsnü’l-Huluk, 1; Beyhakî, Sünen-i Kübrâ, 10/323
(Beyrut 1994).
5- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

İlimlerin ve özellikle İslâmî ilimlerin ortak gayesi, “dünya ve


ahret mutluluğu” olarak özetlenmiştir. Dini ilimler arasında yer
alan tasavvufun gayesi nedir?
Tasavvufun gayesi, insanı kötü ahlâktan, çirkin huylardan
uzaklaştırmak, güzel vasıflarla bezemek, Allah ve Resûlü’nün
ahlâkını benimseterek Hz. Peygamber’e tam bir ittibâ ile “insan-ı
kâmil” yetiştirmektir. Bir başka ifadeyle, “Müslüman için ebedî
saadeti sağlamaktır.”
Bu ana gayede bütün mutasavvıflar ittifak halinde olmakla
birlikte, bunun gerçekleşmesi konusunda ön görülen vesile ve
yollar farklıdır. Bir kısım mutasavvıflar, bu netice ve gayeye
ibadet ve zikirle, bir kısmı riyâzatla, bir kısmı aşk ve vecdle
erişileceğini ifade etmektedir. Bunun nihâi sınırı vuslattır. Vuslata
ermenin en güzel yolu, “üsve-i hasene” olan Allah Resûlü’ne
ittibâ ile O’nun verâset-i manevîsine sahip olmaktır.

B. TASAVVUFUN DİĞER İLİMLERLE MÜNASEBETİ

İlimleri birbirinden soyutlamak mümkün değildir. Tasavvuf,


özelliği gereği dinî bir ilim olarak diğer İslâmî ilimlerle, sosyal bir
vâkıa olarak sosyal ilimler, edebiyat ve güzel sanatlarla
münasebet halindedir. İslâmî ilimler içinde, tasavvuftan başka,
diğer ilimlerle bu kadar iç içe olan bir başka ilim yoktur.
İslâmî ilimlerin bağımsızlık kazanması hicrî II. Asırdan
itibaren başlar. Önceleri bütün İslâmî ilimler bir bütün halindeydi.
Birbirinden ayrılmış, hususiyetleri ve esasları ortaya çıkmış
değildi. Fıkıh, tefsir ve hadis gibi ilimlerin bağımsız hale gelip
tasavvufun müstakil bir ilim olarak çıkmasından sonra da ilimler
arasındaki etkileşim devam etmiştir.
I. TASAVVUF VE DİĞER İSLÂMİ İLİMLER
İslâm şekil ve suretten çok, mânâ ve ruha değer veren bir
dindir. Tasavvuf da dinin bâtınî ve manevî tarafı ile meşgul
olduğundan, hemen bütün İslâmî ilimlerle iç içedir.
1) TASAVVUF VE TEFSİR: Tefsir, nüzûl sebeplerini de
nazar-ı itibara alarak Kur’ân âyetlerinin yorumunu yapan bir
6- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

ilimdir. Tefsirde “rivayet ve dirayet” olmak üzere yaygın iki metod


vardır. Tasavvuf, ilmi, gerek kaynağının Kur’ân ve sünnet olması,
gerekse tefsirdeki iki usûle ilâveten geliştirip kullandığı “işârî”
metod açısından tefsir ilmiyle irtibatlıdır. Müfessirlerin
kullandıkları rivayet ve dirayet metodundan başka, mutasavvıf
müfessirlerin kullandığı “işârî metod” bazı müteşabih âyetlerin
daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmaktadır. Âyetlerin zâhirî
mânâlarından başka öze âit bâtınî mânâlarının bulunduğu
konusunda ehl-i sünnet bilginleri ittifak halindedir. İhtilâf sadece
bâtınî keyfiyeti ve mahiyeti konusundadır.
Mutasavvıflar, işârî tefsire dair müstakil eserler vücuda
getirmişlerdir. Meşhur işârî tefsirler ve müellifleri şunlardır:
1. Tefsirü’l-Kur’âni’l-Azim, Sehl b. Abdullah-ı Tüsterî
(283/896).
2. Hakâikü’t-Tefsir, Ebû Abdurrahman-ı Sülemi
(412/1021).
3. Letâifü’l-İşârât, Abdülkerim-i Kuşeyrî (465/1072).
4. Arâisü’l-Beyân, Rüzbihan Baklî (606/1209).
5. Bahrü’l-Hakâik, Necmeddin-i Dâye (654/1256).
6. Aynü’l-Hayat, Te’vilât-ı Necmiyyye, Necmeddin-i Kübrâ
(618/1221).
7. Tekmiletü’t-Te’vilât-ı Necmiyye, Alâüddevle Simnânî
(736/1335).
8. Nuğbetü’l-Beyân fî Tefsiri’l-Kurân, Şihabüddin-i
Sühreverdi (632/1234).
9. Tefsiru İbn Arabi, Muhyiddin b. Arabî (638/1240).
10. Te’vilât, Hakâitü’t-Te’vil fî Dekâiki’t-Tenzîl,
Abdürrezzak Kâşânî (730/1330)
11. el-Fevâtihü’l-İlâhiyye ve’l-Mefâtihü’l-Gaybiyye,
Nimetullah-i Nehcivânî (920/1514).
13. Rûhü’l-Beyân, İsmail Hakkı Bursevî (1137/1724).
14. el-Bahrü’l-Medîd fî Tefsiri’l-Kurâni’l-Mecîd, Ahmed İbn
Acibe (1224/1809).
7- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

2) TASAVVUF VE HADİS: Hadis, Hz. Peygamber’in söz,


fiil, takrir, yaratılış veya huyla ilgili vasıf ve özelliklerini inceleyen
ilimdir. Tasavvufun hadis ilmiyle olan münasebeti, tefsirle olan
münasebeti gibidir. Yani tasavvufî hayatın temelini oluşturan Hz.
Peygamber (s.a.v.)’in rûhî ve zühdî hayatı ile, bu konudaki
sözleri, tasavvuf ile hadis ilmini birbirine yaklaştırmıştır.
Tasavvufun bir ilim olarak ortaya çıkışından önce, gerek
muhaddisler ve gerekse mutasavvıflar tarafından kaleme alınan
Kitâbu’z-zühd’ler, hadis ilmiyle tasavvuf arasında bir köprü görevi
görmüştür.
Mutasavvıfların başlangıçtan beri hadis ilmiyle meşgul
olduğu ve ilk zâhid-sûfilerin ekserîsinin muhaddis bulunduğu
bilinmektedir. Bu itibarla hadisle tasavvufun yakın bir akrabalığı
vardır. Ancak mutasavvıfların hadis rivayeti konusunda
muhaddislerin gösterdiği titizliği gösterdiklerini söylemek zordur.
Çünkü muhaddisler hadisleri hıfz ve rivayet için belli titizlikleri
öğrenip naklederken mutasavvıflar, hadisleri bir irşad vesilesi ve
ahlâkî öğüt şeklinde değerlendirmişler ve hadis rivayetinde
özellikle sened konusu üzerinde pek fazla durmamışlardır.
Mutasavvıflardan bazılarının eserlerinde görülen zayıf, ya da
mevzu hadislerin varlığının sebebi budur.
Tasavvufun hadis ilmiyle olan bir başka alâkası da, tefsir
ilminde olduğu gibi, hadislerin de işârî üslûpta şerhedilmesi ve
muhtelif tasavvufî konularda ekserisi, bu maksadla pek çok eser
kaleme alarak tasavvufî yorumları hadislerde de kullanmış ve
bazı tasnifler meydana getirmiştir. Bunlar içinde örnek olarak şu
müellif ve eserlerini zikredebiliriz:
a) Hakîm Tirmizî (ö. 320/932) Nevâdiru’l-usûl. Eser, ilk
tasavvufî hadis şerhi sayılabilir.
b) Ebû Bekir Kelâbâzî’nin (ö. 380/990) Bahru’l-fevâid’i
c) Ahmed er-Rifâî’nin (ö. 578/1183) Hâletü ehli’l-hakîka
maallah’ı.
d) Sadreddin Konevî’nin (ö.673/1274) Şerhu hadis-i
erbaîn’i.
8- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

e) İbn Ebî Cemre’nin (ö. 699/1300) Behcetü’n-nüfûs’u.3

3) TASAVVUF VE FIKIH: İmam-ı A’zam Ebû Hanife fıkhı,


“nefsin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmek” diye tarif eder.
Fıkıh ilminin gayesi insanla insan, insanla cemiyet ve insanlar
eşya arasındaki münasebetleri düzenlemektir. Tâbîîn ve tebe-i
tâbiîn döneminde henüz ilimler bağımsız hale gelmediği için
“fıkıh” kelimesiyle genellikle “mutlak ilim” kasdedilirdi. Ancak
daha sonraları “el-Fıkhu’l-Ekber” tâbirî ve Tevhid ilminin; “el-
Fıkhu’l-vicdânî” ya da “Fıkh-ı bâtın” ve “İlmü’l-kulûb”, nefs
tezkiyesi, ahlâk eğitimi ve tasavvuf ilminin; sadece “Fıkıh” veya
“Fıkh-ı zâhir” ibadet, muâmelat ve cezalara âit şer’î hükümleri ve
amellerin organlara âit zâhirî kısmını inceleyen ilmin adı oldu. Bu
yüzden tasavvuf ile fıkıh, gerek doğuşu, gerekse gelişmesi
sırasında iç içedir.
Fakihler, namaz, oruç, hacc gibi ibadetlerle nikâh, talâk,
ticaret ve kısas gibi muâmelâtı inceleyip hükümlerini tedvin
ederken, mutasavvıflar zühd, takvâ ve ihlâs gibi bâtınî ahkâmı
canlı örnekler halinde halka sunmaya gayret göstermişler ve
fukahânın bıraktığı boşluğu doldurmaya çalışmışlardır.
Fıkhın incelediği konulardan biri de “hikmet-i teşrî”dir.
Tasavvuf da ibadet ve tâatlerdeki hikmetleri genellikle “manevî
incelikler” olarak inceler. Tasavvuf kitaplarında “esrâru’s-salât” ve
“esrâru’s-savm” gibi konular buna dahildir.
Zâhirî fıkhın üstadları şerîatın zâhirî ahkâmını delillerden
istinbat ettiği gibi, sûfiler de kalp ve iç âleme âit hükümleri öylece
delillerden istinbat etmişlerdir. Fıkhın dışarıdan incelediği
konuları, tasavvuf içerden anlamak ve anlatmak istemiştir. Nasıl
ibadetlerin zâhirî bir şekli varsa ve bunlarla ilgili hükümler fıkıh
ilminin konusunu teşkil ediyorsa, huzur-ı kalp, huzû ve huşûun da
öyle bir bâtını şart vardır, ki o da tasavvufun konusunu teşkil
eder. Bedenin zâhirî olan fiil ve hareketlerinde iyilik veya kötülüğe
meyletmesi, kalbin salâh ve fesâdına bağlıdır. Çünkü kalpteki
salâh ve fesad, vücûdun her tarafında tesir eder.

3
Geniş bilgi için bk. H. Kâmil Yılmaz, Tasavvufî Hadis Şerhleri, İstanbul 1990.
9- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI KAYNAKLARI-
KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE MÜNASEBETİ

Fıkıh ve tasavvuf, inceledikleri konular itibarıyla aynı


olmakla birlikte, vasıt ve vesileleri farklıdır. Her ikisinin kaynağı
Kur’ân ve sünnettir. Ancak fıkıh ilmi, akıl ile istinbat ve burhan
yolunu, mutasavvıflar ise manevî tecrübe ve mükâşefe yolunu
izlemektedirler.
4) TASAVVUF VE KELÂM: Kelâm ilmi, “Allah Teâlâ
hazretlerinin zat ve sıfatından, peygamberlik ve peygamberlere
ait meselelerden, kâinattaki varlıkların nereden gelip nereye
gittiğinden, İlsâm kanunu üzere bahseden bir ilimdir.” diye
tanımlanır. Bu tarif kapsamına giren Allah, insan ve kâinât
meseleleri, ilm-i kelâm gibi tasavvufun da konusudur. Ancak
kelâm ilmi, bu konuları incelerken İslâm kanunu; yani kitap ve
sünneti esas alarak akıl aracılığıyla çözüm aramaya çalışmakta;
tasavvuf aynı konuları kitap ve sünnet çizgisinde, fakat keşf ve
ilham yoluyla, manevî tecrübelerle çözümlemeye çalışmaktadır.
Kelâm ilminin gayesi İslâm’ın hak din olduğuna insanları ikna
etmek, İslâm’a yöneltilen tenkid ve itirazları cevaplandırmaktır.
Aynı konuları işleyen kelâm ve tasavvuf âlimleri arasında tarih
boyunca zaman zaman esaslı tartışmalar olmuştur. Bu iki ilmi
telif etmeye çalışan Gazzâli gibi âlimler de eksik değildir.
5) TASAVVUF VE AHLAK: Ahlâk, huy anlamına gelen
hulk kelimesinin çoğuludur. Ahlâk-ı mezmûme denilen kötü
huyların ıslahı ve ahlâk-ı mahmûde denilen iyi huyların herhangi
bir zorlamaya meydan kalmadan insanıda bir meleke hâlinde
yerleşmesinin adıdır. Ahlâk vidan mahsulüdür. İnsanın manevi
refahını ve iç huzurunu temin eder. İslâm’da ahlâkın müstakil bir
ilim olarak ortaya çıkışının tarihi yenidir. İslâmın amelî ahlâk
anlayışı, daha çok mutasavvıflarca gerçekleştirilmiş ve onlar
tarafından temsil edilmiştir. Teorik ahlâk ise, genellikle İslâm
filozoflarınca geliştirilip temsil edilmiştir.
Tasavvuf, bir eğitim müessesesi olarak; nefsin tezkiyesi,
kalbin tasfiyesi ve ahlâkın güzelleştirilmesiyle meşgul bulunduğu
için, bazılarınca ahlâk olarak da tanımlanmıştır.
Tasavvuftaki kalp tasfiyesi ve nefs tezkiyesinin ana amacı,
kulun, iyilikleri hiçbir iç engel ile karşılaşmadan yapabilmesi,
10- DÖRDÜNCÜ DERS: TASAVVUFUN YAZILI
KAYNAKLARI-KONUSU-DİĞER İSLÂMÎ İLİMLERLE
MÜNASEBETİ

hiçbir zorlama olmadan ahlâkî esasları refleks olarak benimsemiş


olmasıdır. Yani tasavvufun gayesi ahlâkı yüceltmektir. İç huzurun
meydana gelmesi için maddi ihtiras ve aruzların zâil olması
gerekir. Bu bakımdan tasavvuf ile ahlâk iç içedir.

You might also like