You are on page 1of 240

ŞERHU’L-AHLÂKİ’L-ADUDİYYE

Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

İSMAİL MÜFÎD İSTANBULÎ


TÜRKİYE YAZMA ESERLER KURUMU BAŞKANLIĞI YAYINLARI: 47
Bilim ve Felsefe Serisi : 20
Ahlâk-ı Adudiyye Şerhleri Dizisi : 2
Kitabın Adı : ŞERHU’L-AHLÂKİ’L-ADUDİYYE
Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi
Müellifi : İsmail Müfîd b. Ali el-İstanbulî (ö. 1217/1802)
Özgün Dili : Arapça
Metin - Çeviri : Selime Çınar
Editör : Yrd. Doç. Dr. Eşref Altaş
Yalova Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi,
Felsefe ve Din Bilimleri Böl. (İslâm Felsefesi), Öğretim Üyesi
Arşiv Kayıt : İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No. A2546
Kapak Görseli : Hacı Selim Ağa Yazma Eser Kütp., Hüdâî Efendi, No.502
Kitap Tasarım : Yüksel Yücel
Baskı : Karist Baskı Çözümleri Ltd. Şti. Yeşilköy Mah. Atatürk
Havalimanı Cad. B2 Blok, No: 8/20 Bakırköy / İstanbul
Tel.: 0 212 465 92 48 Sertifika No: 22827
Baskı Yeri ve Yılı : İstanbul 2014
Baskı Miktarı : 1. Baskı, 2000 adet

KÜTÜPHANE BİLGİ KARTI


Library of Congress A CIP Catalog Record
İsmail Müfîd İstanbulî
Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi, Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye
1. İslâm Felsefesi, 2. Ahlâk, 3. Adudüddin el-Îci, 4. Ahlâk-ı Adudiyye,
5. İsmail Müfîd İstanbulî, 6. İslâm Ahlâk Düşüncesi, 7. Osmanlı Düşüncesi
ISBN: 978-975-17-3763-2

Copyright © Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı. Her hakkı mahfuzdur.


Bütün yayın hakları Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na aittir. Başkanlığın izni olmaksızın
tümüyle veya kısmen, hiçbir yolla ve hiçbir ortamda yayınlanamaz ve çoğaltılamaz.

T.C. Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı


Süleymaniye Mh. Kanuni Medresesi Sk. No: 5 34116 Fatih / İstanbul
Tel.: +90 (212) 511 36 37
Faks: +90 (212) 511 37 00
info@yek.gov.tr
www.yek.gov.tr
ŞERHU’L-
AHLÂKİ’L-ADUDİYYE
Ahlâk-ı Adudİyye Şerhİ

(eleştİrmelİ METİN - ÇEVİRİ)

İSMAİL MÜFÎD İSTANBULÎ


(ö. 1802)

Eleştirmeli Metin - Çeviri


Selime Çınar
TAKDİM
İnsanlık tarihi, akıl ve düşünce sahibi bir varlık olan insanın kurduğu
medeniyetleri, medeniyetler arasındaki ilişkileri anlatır. İnsan, zihnî faali-
yetlerde bulunma kabiliyetiyle bilim sanat ve kültür değerleri üretir, ürettiği
kültür ve düşünce ile de tarihin akışına yön verir.

Medeniyetler, kültürler, dinler, ideolojiler, etnik ve mezhebî anlayışlar


arasındaki ilişkiler kimi zaman çatışma ve ayrışmalara, kimi zaman da uz-
laşma ve iş birliklerine zemin hazırlamıştır.

İnsanların, toplumların ve devletlerin gücü, ürettikleri kültür ve mede-


niyet değerlerinin varlığıyla ölçülmüştür. İnsanoğlu olarak daha aydınlık
bir gelecek inşâ edebilmemiz, insanlığın ortak değeri, ortak mirası ve ortak
kazanımı olan kültür ve medeniyet değerlerini geliştirebilmemizle müm-
kündür.

Bizler, Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Cumhuriyet’e kadar büyük devletler


kuran bir milletiz. Bu büyük devlet geleneğinin arkasında büyük bir mede-
niyet ve kültür tasavvuru yatmaktadır.

İlk insandan günümüze kadar gök kubbe altında gelişen her değer, haki-
katin farklı bir tezahürü olarak bizim için muteber olmuştur. İslam ve Türk
tarihinden süzülüp gelen kültürel birikim bizim için büyük bir zenginlik
kaynağıdır. Bilgiye, hikmete, irfana dayanan medeniyet değerlerimiz tarih
boyunca sevgiyi, hoşgörüyü, adaleti, kardeşlik ve dayanışmayı ön planda
tutmuştur.

Gelecek nesillere karşı en büyük sorumluluğumuz, insan ve âlem tasav-


vurumuzun temel bileşenlerini oluşturan bu eşsiz mirasın etkin bir şekilde
aktarılmasını sağlamaktır. Bugünkü ve yarınki nesillerimizin gelişimi, geç-
mişimizden devraldığımız büyük kültür ve medeniyet mirasının daha iyi
idrak edilmesine ve sahiplenilmesine bağlıdır.
Felsefeden tababete, astronomiden matematiğe kadar her alanda, Me-
dine’de, Kahire’de, Şam’da, Bağdat’ta, Buhara’da, Semerkant’ta, Horasan’da,
Konya’da, Bursa’da, İstanbul’da ve coğrafyamızın her köşesinde üretilen de-
ğerler, bugün tüm insanlığın ortak mirası hâline gelmiştir. Bu büyük ema-
nete sahip çıkmak, bu büyük hazineyi gelecek nesillere aktarmak öncelikli
sorumluluğumuzdur.

Yirmi birinci yüzyıl dünyasına sunabileceğimiz yeni bir medeniyet pro-


jesinin dokusunu örecek değerleri üretebilmemiz, ancak sahip olduğumuz
bu hazinelerin ve zengin birikimin işlenmesiyle mümkündür. Bu miras bize,
tarihteki en büyük ilim ve düşünce insanlarının geniş bir yelpazede ürettik-
leri eserleri sunuyor. Çok çeşitli alanlarda ve disiplinlerde medeniyetimizin
en zengin ve benzersiz metinlerini ihtiva eden bu eserlerin korunması, ter-
cüme ya da tıpkıbasım yoluyla işlenmesi ve etkin bir şekilde yeniden inşâ
edilmesi, Büyük Türkiye Vizyonumuzun önemli bir parçasıdır. Bu doğrul-
tuda yapılacak çalışmalar, hiç şüphesiz tarihe, ecdadımıza, gelecek nesillere
ve insanlığa sunacağımız eserleri üretmeye yönelik fikrî çabaların hasılası
olacaktır. Her alanda olduğu gibi bilim, düşünce, kültür ve sanat alanla-
rında da eser ve iş üretmek idealiyle yeniden ele alınmaya, ilgi görmeye,
kaynak olmaya başlayan bu hazinelerin ülkemize ve tüm insanlığa hayırlar
getirmesini temenni ederim. Aziz milletimiz, bu kutsal emaneti yücelterek
muhafaza etmeyi sürdürecektir.
Recep Tayyip Erdoğan
T. C.
Cumhurbaşkanı
İÇİNDEKİLER

TAKDİM 4
ÖNSÖZ 9
GİRİŞ 11
Eser Hakkında Bilgi 11
Şârihin Hayatı ve Eserleri 12
Tahkik ve Tercümede İzlenen Yöntem 17

ŞERHU’L-AHLÂKİ’L-ADUDİYYE

ŞÂRİHİN MUKADDİMESİ 22

BİRİNCİ MAKALE
Nazarî Ahlâk 32

İKİNCİ MAKALE
Ahlâkın Koruması ve Edinilmesi 94

ÜÇÜNCÜ MAKALE
Ev Yönetimi 144

DÖRDÜNCÜ MAKALE
Şehir Yönetimi 186

DİZİN 293
SUNUŞ
Ahlâk-ı Adudiyye Şerhleri Projesi

7/13. yüzyıldan sonra İslâm dünyasındaki ilim gelenekleri önemli ölçüde


belli başlı eserler etrafında kaleme alınan şerh ve haşiyelerle devam eder. Bu
bağlamda İslâm düşüncesinin müteahhirûn dönemi Hidâyetü’l-hikme, Hik-
metü’l-ayn, Şerhu’l-Mevâkıf fî ilmi’l-kelam, Şerhu’l-Makâsıd, Şerhu’l-Akâid,
el-Akâidü’l-Adudiyye, Füsûsu’l-hikem, Miftâhu’l-gayb gibi çeşitli ilim dalla-
rında kaleme alınan eserlerin tarihi olarak okunabilir. Bu türlü klasikleşmiş
risâle ve kitap yazarları arasında Adudüddîn el-Îcî’nin bilhassa zikredilmesi
gerekir. Îcî, er-Risâletü’l-Vaz‘iyye, el-Akâidü’l-Adudiyye, el-Mevâkıf, Şerhu
Muhtasari’l-Müntehâ eserleriyle dilbilim, kelâm ve fıkıh usûlü alanlarında
yazım geleneği oluşturmasının yanısıra ahlâk ve siyaseti teorik ve pratik
yönleriyle ele aldığı el-Ahlâku’l-Adudiyye adlı risâlesiyle de ahlâk ve siyaset
alanında bir yazım geleneğinin oluşmasına vesile olmuş; el-Ahlâku’l-Adu-
diyye üzerine sonraki yüzyıllarda irili ufaklı pek çok şerh kaleme alınmıştır.
Bununla birlikte ahlâk düşüncesi, müteahhirûn dönemine ilişkin çalış-
maların azlığından payını almasının yanı sıra genel olarak İslâm düşüncesi-
nin en az çalışılan alanlarından da biridir. Bunda iki hususun büyük etkisi
vardır. Birincisi ahlâkın, daha ziyade pratik bir mesele olarak kavranıp teorik
kabullerin ahlâkî tercihlere yansımalarını takip etmenin güçlüğüdür. İkincisi
ise ahlâk alanının İslam düşüncesinin diğer alanlarına nispetle daha zayıf
olduğuna dair genel bir kanıdır. İbn Sînâ ve Fahreddîn er-Râzî gibi İslâm’ın
büyük düşünürlerinin ahlâk alanında kapsamlı eserler telif etmemiş olması
bu kanıyı destekleyici bir unsur olarak karşımızda dursa da bilhassa kelâm,
felsefe ve tasavvuf arasındaki ilişkinin konu, mesele ve gaye bakımından
yeniden tartışmaya açıldığı ve disiplinlerarası çalışmaların arttığı 7/13. yüz-
yıl ve sonrasında ahlâk ve siyasete dair çalışmalarda kayda değer bir artışın
olduğu gözlenmektedir. Hiç kuşkusuz ahlâk düşüncesinin 7/13. yüzyıl son-
rasındaki sürecini takip etmek ve müteahhirûn dönemi İslâm düşüncesinin
hususiyetlerini belirli bir literatür çerçevesinde incelemek için bu literatürün
çalışılması gerektiği açıktır.
Bu amaçla İlmi Etüdler Derneği (İLEM) bünyesinde “İslâm Ahlâk Dü-
şüncesi Çalışma Grubu”nu oluşturarak Ahlâk-ı Adudiyye geleneği kapsa-
mında yer alan ve şimdiye kadar tahkik ve tercümesi yapılmamış eserlerin
tahkîki, tercümesi, İslâm ahlâk düşüncesi tarihi açısından değerlendirilmesi,
12/6. yüzyıldan sonra kaleme alınan ahlâk eserlerinin olabildiğince yetkin
ve bilgilendirici bir kataloğunun hazırlanması, ahlâkın teorik ve pratik
sorunlarının hem genel ahlâk literatüründen hem de özel olarak Ahlâk-ı
Adudiyye literatüründen hareketle tartışılmasını hedefledik. On sekiz aylık
süre zarfında sözü edilen iş kalemlerinin tamamını gerçekleştirdik. İstan-
bulî’nin Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye adlı eserinin tahkik ve tercümesi de bu
kapsamda hazırlanan çalışmalardan biriydi. Bu bağlamda bir buçuk yılı
aşkın süre zarfında gerek tahkik ve tercüme gerekse kataloglama ve atölye
çalışmaları seviyesinde katkı yaparak çalışma grubumuzda yer alan Selime
Çınar’a çok teşekkür ediyor ve bu çalışmanın hem İslâm ahlâk düşüncesi
hem de Osmanlı dönemi İslâm düşüncesi çalışmalarına katkı yapmasını
diliyorum. Başta sevgili dostum Lütfi Sunar olmak üzere, bütün bu ça-
lışmalarımızda bize maddî imkanlarını seferber eden ve çalışma ortamını
hazırlayan İLEM (İlmi Etüdler Derneği) ile İLKE (İlim Kültür Eğitim Der-
neği) yöneticilerine teşekkür ediyorum. Bu eser başta olmak üzere “İslâm
Ahlâk Düşüncesi Çalışma Grubu”nun tahkik ve tercümesini yaptığı Ahlâk-ı
Adudiyye’ye ait diğer şerhlerin de yayınlanması noktasında önemli bir kül-
tür hizmeti ifa eden Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı’na hususen
teşekkür ediyorum.
Ömer TÜRKER
GİRİŞ

7/13. yüzyıl kendisinden sonra, klasiklerin yeniden şekillendiği, bu dö-


nemde kaleme alınan eserler üzerine şerh ve haşiye geleneklerinin oluştuğu
bereketli bir dönemdir. Eserlerinin medreselerde ders kitabı olarak okutul-
duğu ve üzerlerine pek çok şerhin yazıldığı velûd bir âlim olan Adudüddîn
el-Îcî’nin (ö. 756/1355), Risâletü’l-Ahlâk yahut meşhur adıyla el-Ahlâku’l-
Adudiyye risâlesi de söz konusu eserlerdendir.

Eser Hakkında Bilgi

Elinizdeki kitap 13. yüzyılda yazılmış olan bu ahlâk risâlesine 18. yüzyıl
sonunda kaleme alınmış bir şerhtir. Bu eser kendisinden önce Şemsüddîn
el-Kirmânî (ö. 786/1384), Taşköprîzâde Ahmed Efendi (ö. 968/1561),
Alâüddîn el-Kâzerûnî, Müneccimbaşı Ahmed Dede (ö. 1113/1702) gibi
âlimlerin yer aldığını bildiğimiz el-Ahlâku’l-Adudiyye şerhi geleneğinin bir
parçası olmak bakımından önem arz etmektedir. Ayrıca yüzyıllar içerisinde
felsefî ahlâk düşüncesindeki süreklilik ve farklılığı ortaya koyması açısından
da dikkate değerdir.

Şerh, risâlenin tümünün satır arası şerhidir. Dolayısıyla risâlenin düze-


nini takip eder şekilde dört bölümden oluşur. Birinci bölüm ahlâka dair
temel huy, meleke, fazilet, rezilet gibi kavramların tanımlandığı; ahlâkın
değişebilirliğinin tartışıldığı; nefsin düşünme, öfke ve arzu olmak üzere üç
gücünün, bu güçlerin ifrat, tefrit ve itidallerinden kaynaklanan fazilet ve
reziletlerin, faziletlerinin alt dallarının ele alındığı teorik bölümdür. İkinci
bölümde iyi huyların korunması ve kötü huyların giderilmesi incelenir. Bu
bölüm de şartlarla özelleşmiş herhangi bir bireye yahut duruma uygulan-
madığından aslında teorik olarak nitelenmeye elverişlidir. İlk iki bölümde
anlatılan bu teorinin üçüncü bölümde ev idaresine ve dördüncü bölümde
şehir yönetimine uygulandığını görürüz.
12 GİRİŞ - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Şerhte ayrıca şârihin bir tarikat halifesi olduğu izlerine rastlamaktayız.


Nitekim nefis güçlerinin itidalde olması üzerine yükselen ahlâk teorisi ve
eserin yazım tarzına sadık kalmakla birlikte, metnin içinde çokça geçen
ayetlerle hadisler ve bilhassa faziletler bölümünde Allah’ın veli kullarına ya-
pılan vurgu dikkat çekmektedir. Bunun yanında sözgelimi, ev yönetiminin
ele alındığı üçüncü bölümün çocuk eğitimi ile ilgili kısmında çocuğun anne
babaya karşı sorumluluktan daha büyük bir sorumluluğun hocaya-şeyhe
karşı olduğu, zira ebeveyn çocuğun tabiî varlığını bir süre sürdürmesinin
sebebi iken şeyhin onu ebedî saadete götürecek hasletleri kazandıran kişi
olduğunu belirtilmektedir. Bu gibi ifade ve imalara metnin muhtelif yerle-
rinde rastlamak mümkündür.

Şârihin Hayatı ve Eserleri

Hayatı hakkında ayrıntılı bilginin kaynaklarda yer almadığı İsmail


Müfîd Efendi, on yedinci yüzyılda yaşamış bir âlimdir. Aslen İstanbullu
olup İstanbulî künyesi ile anılır. Kendisi Nakşibendî tarikatının halifelerin-
dendir. Mekke payesine sahip olmuştur. Huzur derslerine iştirak etmiştir.1
1217/1802 senesinde vefat etmiş, İstanbul Davutpaşa Camii’nin haziresine
defnedilmiştir.2

Müderrislik görevinde bulunan İsmail Müfîd Efendi’nin velûd bir âlim


olduğu görülmektedir. Türkiye kütüphanelerinde yazma olarak bulunan
eserlerinden Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi ve İstanbul Nadir Eser-
ler Kütüphanesi’nde olanlar tarafımızdan tetkik edilerek tespit edilmiştir.
Eserleri şunlardır:

1) Hediyyetü efkari’l-abîd İsmail Müfîd: er-Risâletü’n-Nakşibendiyye ola-


rak da isimlendirilen risâle, Nakşibendiyye tarikatının esaslarının anlatıldığı

1 İsmail Müfîd İstanbulî, Tefsîru ayeti “ennallâhe muhzi’l-kâfirîn”, Süleymaniye Kütüphanesi,


H. Hüsnü Paşa, h.1199, 85b.
2 Bursalı Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, haz. Ali Fikri Yavuz, İsmail Özen, Meral Yayın-
ları, İstanbul, [t.y] I. cilt, s. 362.
Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye 13

Türkçe bir eserdir. Süleymaniye Kütüphanesi, Dârülmesnevi 169 numaralı


mecmuada ilk 27 varakta yer alan bir nüshası, 10 muharrem 1216 tarihlidir.
2) Risâle fi mâ yete‘allaku bi keyyi’l-himmasa: Şer‘î özür meselesini
beş başlıkta ele alan fıkha dair Arapça bir risâledir. Süleymaniye Kütüpha-
nesi, Esad Efendi No. 916’da (68-70 vr) kayıtlı bulunan eser Muhammed
Bahâüddin tarafından 1244 yılında istinsah edilmiştir.
3) Risâle fi Sâhibi’l-özri ve’l-a‘zâri’s-şer‘iyye: Müellifin kendi ka-
leme aldığı şer‘î özür meselesini beş başlıkta ele alan fıkha dair Risâle
fi mâ yete‘allaku bi keyyi’l-himmasa eserinin Türkçe tercümesidir. Hiç
birinde tarih yer almayan yazma nüshalara Süleymaniye Kütüphane-
si’nde, Esad Efendi 3737 (102 c-d-e vr), Reşid Efendi 251 (58-60 vr),
Yazma Bağışlar 1264 (1-4 vr) ve İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler
Kütüphanesi’nde T2010 (2-3 vr), T3723 (1-3 vr) tasnif numaraların-
dan ulaşılabilmektedir.
4) Hâşiye alâ tefsiri’l-Beyzâvi: Kadı Beyzâvi’nin (v. 685/1286) Envâ-
ri’t-Tenzîl ve Esrâri’t-Te’vîl adlı tefsirinin Fatiha, Bakara, Âl-i İmran, Nisâ ve
Mâide sûrelerine yazdığı hâşiyeleri içerir. Süleymaniye Kütüphanesi, Reşid
Efendi Koleksiyonu 101 numaralı müellif nüshası bu hâşiyelerin tamamını
içermektedir. Her bir sûre için ayrı ferağ tarihi verilen nüshanın tamamla-
nışı Recep 1217’dir. Fatiha suresi ve Bakara suresinin ilk bölümüne yazılan
hâşiyenin 42 varaklık bir nüshası da aynı kütüphanede Esad Efendi 218
numarada bulunmaktadır ve 13 Rebiülevvel 1210 tarihlidir.
5) Şerhu’ş-Şemâili’n-nebeviyye: Tirmizî’nin (ö. 279/892) eş-Şemailü’n-
nebeviyye eserinin şerhini içeren Arapça bir eserdir. Eserin Süleymaniye Kü-
tüphanesi, Esad Efendi Koleksiyonu No. 362’de bulunan bir nüshası 143
varaktan müteşekkildir. Üzerinde “min müsveddedât” ifadesinin yer aldığı
nüshanın müellif hattıyla kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Eserin bitiş tarihi
1203 olarak gösterilmiştir.

6) Hediyyetü’n-Nakşibendiyye ya da Terceme-i Risâle-i hakkıyye: Şey-


hi Nidai Abdullah b. Muhammed el-Kaşgâri’nin (v. 1174/1760) Sultan III.
Mustafa’ya sunduğu Farsça Risâle-i Hakîkiyye eserinin tercümesidir. Nak-
14 GİRİŞ - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

şibendî tarikatının esaslarını öğrenmek isteyenler için bir mukaddime, üç


bâb ve bir hâtime şeklinde düzenlediğini belirtir. Yazma halinde bulunan
eserler Süleymaniye Kütüphanesi’nde şu koleksiyonlarda bulunmaktadır:
Esad Efendi No. 1801: 1205 Rebiülâhir tarihlidir. 17 varaktan müteşek-
kildir. Esad Efendi No. 1422: 38-50 varaklar arasında yer alan eser 1205
tarihlidir. Esad Efendi No. 3593: 8 şevval 1208 tarihli eser ilk 17 varakta
yer almaktadır.

7) Terceme-i Muhtasari’l-Kudûrî: Hanefi fıkhının meşhur kitapların-


dan, Ebu’l-Hüseyin Ahmed b. Muhammed el-Kudûrî’nin (ö. 428/1037)
el-Muhtasar eserinin Türkçe tercümesidir. Eserin iki nüshası İstanbul Üni-
versitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Bunlardan birincisi
T2165 tasnifinde yer almakta olup istinsah tarihi 1227’dir. 402 varaktan
oluşmaktadır. İkinci nüsha T244 numaralı 188 varak hacminde, Rebiulev-
vel 1246 istinsah tarihlidir. Süleymaniye Kütüphanesi’nde yer alan nüshalar
ise şunlardır; Halet Efendi No. 103. Bu eser 297 varaktan müteşekkil ve
1229 istinsah tarihlidir. Muhammed Hayri’nin 1248’de istinsah ettiği 486
varaklık diğer bir nüsha Pertev Paşa No. 163’te bulunmaktır. Esad Efendi
592 numaralı nüsha Ahmet Nüzhet tarafından 1251 yılında istinsah edil-
miş, 202 varaklık bir kitaptır. İsmail Müfid Efendi’nin Kudûrî tercümesini
bulabileceğimiz başka bir nüsha, Cerîde-i Havâdis matbaası tarafından 1275
tarihinde basılmış Abdülğani el-Meydâni’nin Kûdûrî şerhinin derkenarına
elle yazılmış örneğidir. El yazmanın sonuna 1290 tarihi düşülmüştür. Eser
473 sayfadan oluşmaktadır.

8) Risâle fi’s-siyâseti’s-şer‘iyye: Dede Cöngî Efendi’nin (ö. 975/1567),


es-Siyâsetü’ş-şer‘iyye eserinin Türkçe tercümesidir. İstanbul Üniversitesi Nadir
Eserler Kütüphanesi T1298 kodunda yer alan bir nüsha tarih içermeyip ilk
17 varağı doldurmaktadır. Aynı kütüphanede T2010 kodunda 4-16 varak-
lar arasında yer alan başka bir örneğin istinsah tarihi 11 Recep 1248 olarak
verilmiştir. Yine mezkûr yerde T3723 numaralı bir nüsha 4-19 varakları
Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye 15

arasında bulunmakta 3 Muharrem 1229 tarihinde istinsah edildiği belir-


tilmektedir. Süleymaniye Kütüphanesi Yazma Bağışlar 1264 tasnifinde yer
alan bir diğer örnek 21 Recep 1242 tarihinde Muhammed Şükrü tarafında
istinsah edilmiş olup 5-25 varakları arasındadır.

9) Terceme-i es’ile-i semâniyye li’s-Seyyidi’ş-Şerîf: Seyyid Şerîf Cür-


canî’ye (ö. 816/1413) sorulan bazı dinî-metafizik içerikli sorulara verdiği
cevapları ihtiva eden Farsça risâlesinin Türkçe tercümesidir. Süleymaniye
Kütüphanesi Esad Efendi 3593 numaralı eserin 18-30 varakları arasında
yer alır. 17 Şevval 1208 tarihlidir.

10) Fıkh-ı Keydânî Tercemesi: Lütfullah en-Nesefî el-Keydânî’nin (ö.


750/1350) fıkıh kitabının Türkçe tercümesidir. Eserin iki nüshası Süley-
maniye Kütüphanesi’nde yer almaktadır. Birisi Fatih koleksiyonunda 1526
numarada bulunmaktadır ve 140 varaktır. Tarih belirtilmemiştir. Mihrişah
Sultan 108 numaralı nüsha ise 97 varak olup, 10 Muharrem 1180 tarihlidir.

11) Terceme-i Ehâdîs-i Erba‘în: İmam Nevevî’nin (ö. 676/1277) el-


Ehâdîsu’l-erba‘în eserinin beyitler halinde tercümesi ve şerhini içermektedir.
Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki iki nüshasından birisi H. Hüsnü
Paşa koleksiyonunun 237 numaralı cildinin 2-8 varakları arasında bulun-
makta ve telif tarihinin 19 safer 1211 olduğu belirtilmektedir. Diğer bir
nüsha Fatih 5442 numaralı eserin 116-126 varakları arasında yer almakta
olup Ahmet Nazif tarafından Muharrem 1220’de istinsah edilmiştir. Eserin
Akşehir Kütüphanesi 72, Milli Kütüphane 3665 ve 2545 kodlarında üç
nüshası daha bulunuyor görünmekte olup tarafımızdan tahkik edilmemiştir.

12) Levâih Tercümesi: Molla Cami’nin (ö. 817/1414) Levâih isimli


tasavvufa dair eserinin Türkçe tercümesidir. Eserin Süleymaniye Kütüpha-
nesi’nde üç nüshası mevcuttur. Mihrişah Sultan koleksiyonu 206 numaralı
kitabın ilk 25 varakında yer alan bir nüsha tarihsizdir. Bir diğer nüsha Hacı
Mahmud Efendi No. 3789’da olup istinsah tarihi Seyfeddin bin Muham-
16 GİRİŞ - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

med tarafından 1209 olarak belirtilmiştir. Başka matbu ve yazma eserlerle


ciltlenmiş İzmirli İ. Hakkı 1201 numaralı mecmuanın en sonunda Ahmed
Rüşdî tarafından 1291 tarihinde istinsah edilmiş 27 sayfalık bir nüsha yer
almaktadır. Eserin tarafımızdan tetkik edilmemiş diğer üç nüshası da şun-
lardır: İstanbul Belediye Kütüphanesi Osman Ergin Yazmaları 1511, Ankara
Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanesi 67, Diyanet İşleri
Başkanlığı Kütüphanesi 9388 C.

13) Kenzü’l-ummâl Şerhi: Ali el-Muttakî’nin (ö. 911/1505) Kenzü’l-


ummâl adlı hadis derlemesi eserinin mükerrerleri çıkarılmak suretiyle kı-
saltılmış hali Müntehâbi Kenzi’l-ummâl’in Türkçe şerhidir. Eserin İstanbul
Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi T2218 tasnifinde bulunan bir nüs-
hası 115 varak olup 6 Şevval 1235 tarihinde Sâlih b. Yusuf tarafından is-
tinsah edilmiştir.

14) Kasîdetü’l-Bürde Tahmîsi, Tercümesi ve Şerhi: Süleymaniye Kü-


tüphanesi H. Hüsnü Paşa 237 tasnifi, 23-45 varakları arasında yer alan
tarihsiz nüshasında görebileceğimiz telif, İmam Bûsirî’nin (ö. 695/1296)
Kasidetü’l-Bürde eserinin Arapça tahmîsiyle şerhini ve Türkçeye beyitler ha-
linde yapılmış tercümesini içerir. Eserin aynı şekilde tanzim edilmiş bir baş-
ka nüshası aynı kütüphanenin Aşir Efendi koleksiyonunda 300 numarada
yer almakta olup 22 varaktan müteşekkildir. Tarih Rebiülevvel 1103 olarak
verilmişse de bu bir zuhul sebebiyle olduğu düşünülüp muhtemelen 1203
kabul edilmelidir. Ayrıca Kasîdetü’l-bürde’nin sadece tek beyit halinde Arap-
ça şerhini içeren 10 varaklık bir nüsha aynı kütüphanede Hacı Mahmud Ef.
No. 3550’de yer almakta olup 1293’te istinsah edilmiştir.

15) el-Kasîdetü’n-Nûniyye Tahmîsi, Tercümesi ve Şerhi: Hızır Bey’in


(ö. 863/1459) kelâma dair el-Kasîdetü’n-nûniyye eserinin Arapça tahmîsiyle
şerhini ve beyitler halinde Türkçeye tercümesini ihtiva etmektedir. Eserin
Süleymaniye Kütüphanesi H. Hüsnü Paşa 237 numarada yer alan nüshası
8-22 varakları arasında olup telif tarihi 6 Ramazan 1210 olarak belirtilmiştir.
Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye 17

Bunların yanında hicri 1197 yılının 26 Ramazan günü, Sultan III.


Mustafa’nın huzur meclisine iştirak edip Enfâl suresinin 26. ayeti üzerine
yapılan ders için Arapça olarak kaleme aldığı tefsiri ve yine aynı meclislerde
konu olan Tevbe suresinin 2. ayeti üzerine yaptığı tefsiriyle birlikte mec-
liste bulunan Kuyucaklı Seyyid Abdurrahman Efendi, İbn Kemal, Ahmet
Münib Efendi, Çinivi Ahmet Efendi, Viranşehrî Hasan Efendi, Abdî Efen-
di, Ödemişli Ali Efendi gibi alimlere yönelttiği eleştirileri içeren iki küçük
risâlesi Süleymaniye Kütüphanesi H. Hüsnü Paşa Koleksiyonu 80 numaralı
kitabının 85-88 ve 88-91 varakları arasında yer alır. Kaleme alınış tarihi
1199 olarak belirtilmiştir. Ayrıca iki kasideye beyitler şeklinde yazdığı
iki şerh aynı koleksiyonda 237 numarada 45-101 varakları arasında yer
almaktadır.

İsmail Müfîd Efendi ayrıca: Abdülkadir Geylânî’nin (ö. 561/1166)


Delâilü’l-hayrât ve Feridüddîn Attâr’ın (ö. 618/1221) Pend-i Attâr eserlerine
şerh, Taşköprîzâde’nin (ö. 968/1561) Âdâbi’l-bahs şerhine, Molla Fenârî’nin
(ö. 834/1431) İsagoci Şerhi’ne ve İsamüddin İsferâyînî’nin (ö. 945/1538)
İstiâre Şerhi’ne ta‘lîkât yazmış ve İbn Melek’in (ö. 821/1418) Menâr şerhini
Türkçeye tercüme etmiştir.1

Tahkik ve Tercümede İzlenen Yöntem

Elinizde bulunan bu çalışmadan önce Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye eseri üze-


rine Kevser Kösem tarafından yüksek lisans tezi hazırlanmıştır. Tez, eserin
dizimini ve tercümesini içermektedir. Bu tezde Hacı Selim Ağa Kütüpha-
nesi’nde yer alan Hüdâyi Efendi 502 tasnif numaralı ve Süleymaniye Kü-
tüphanesi’nde yer alan Esad Efendi 1867 tasnif numaralı eserlerin görül-
düğü belirtilmektedir. Araştırmacı Hacı Selim Ağa’da yer alan eseri müellif
nüshası olarak kabul etmiş, fakat çalışmasını Süleymaniye’de yer alan nüsha
üzerinden gerçekleştirmiştir. Bu çalışmada ise biz, İstanbul Üniversitesi Na-

1 Bursalı Mehmed Tahir, A.g.e., s. 362.


18 GİRİŞ - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

dir Eserler Kütüphanesi’nde tarafımızca bulunan yeni bir nüshayı müellif


nüshası olarak esas aldık. Zira bu nüsha bir defter niteliğinde olup, üzerinde
İsmail Müfîd Efendi’nin müsevvedesi olduğu belirtilmektedir. Bu nüshanın
sonunda verilen tarih h. 24 Rebiülahir 1198 olup, Hüdâyi Efendi nüsha-
sının sonunda iki tarih yer almaktadır. Bunların birincisi eserin bitiş tarihi
olan h. 24 Rebiülahir 1198 ve ikincisi de istinsah tarihi olan h. Rebiülahir
1203’tür. Esad Efendi nüshasının tarihi ise h. Recep 1261 olarak verilmiştir.
Tahkikli metinde varak numaraları müellif nüshasının yaprakları karışık
ciltlendiğinden Hüdâyi Efendi nüshası esas alınarak konulmuştur. Tahkikte
kullanılan nüshalar ve rumuzları şöyledir:

‫ س‬: İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, nr. A2546.

‫ ه‬: Hacı Selim Ağa Kütüphanesi, Hüdayi Efendi, nr. 502.

‫ ع‬: Süleymaniye Kütüphanesi, Esad Efendi, nr. 1867.

Nüshaların derkenarlarında yer alan açıklamalara dipnotlarda yer veril-


miş fakat bunlar tercüme edilmemiştir. Eser kâle-ekûlu şerhi olmayıp satır
arası şerh olduğundan cümle bütünlüklerini korumak adına cümle düzen-
lerinde bazı küçük tasarruflarda bulunulmuş, Îcî’nin orijinal metni bold
verilmek suretiyle şerhten temyiz edilmiştir. Ayrıca Îcî’ye ait bölümler konu
girişlerinde paragraflar halinde verilerek anlam bütünlüğünün sağlanması
amaçlanmıştır. Eserin içinde yer alan Farsça şiirler tahkik ve tercümenin
editörü olan Eşref Altaş tarafından çevrilmiştir.

Son olarak bu çalışmanın tamamlanmasında pek çok kimsenin emeği


ve katkısı olduğunu belirterek, kendilerine en azından isimlerini zikretmek
suretiyle şükranlarımı ifade etmek üzere, beni İslam ahlâkı çalışma grubuna
dâhil eden, ahlâk alanına ilgi ve gayretimi teksif etmemi sağlayan, çalış-
ma boyunca hiçbir konuda desteğini esirgemeyen kıymetli hocam Doç Dr.
Ömer Türker’e; tercüme ve tahkiki defalarca, satır satır okuyarak hatalarımı
sabırla düzelten, beni teşvik eden, rehberliğini cömertçe sunan Yrd. Doç.
Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye 19

Dr. Eşref Altaş hocama; tercümede, kavramların karşılanmasında, hadisle-


rin tahrîcinde kendisine sıkça başvurduğum Yrd. Doç. Dr. Müstakim Arıcı
hocama, tüm süreçte bana manevi destek veren arkadaşım Mervenur Yıl-
maz’a, hadislerin tahrîci konusunda yardımlarını gördüğüm Kutlu Okan’a,
bu çalışmanın ortaya konmasının maddi ve manevi zeminini sağlayan İLEM
(İlmi Etüdler Derneği) ve İLKE (İlim Kültür Eğitim Derneği) yöneticilerine
ve çalışmanın koordinatör yardımcılığını yürüten, çalışma arkadaşım Kübra
Bilgin’e teşekkürlerimi sunuyorum.
Selime ÇINAR
Bağlarbaşı
16.10.2014
ŞERHU’L-AHLÂKİ’L-ADUDİYYE

İSMAİL MÜFÎD İSTANBULÎ


Allah’ın rahmeti onun üzerine olsun.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬

‫إﺳﻤﺎﻋﻴﻞ ﻣﻔﻴﺪ ﺑﻦ ﻋﻠﻲ اﻹﺳﻄﻨﺒﻮﻟﻲ‬


‫رﲪﺔ اﷲ ﻋﻠﻴﻪ‬
[ŞÂRİHİN MUKADDİMESİ]
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla…

Yaratan ve yöneten, mutlak hakîm olan, Resûlünü güzel ahlâkı tamam-


lamak üzere gönderen Allah’a hamdolsun. Salât ve selam Hz. Peygamber’in,
ailesinin ve ona her halinde tâbi olanların üzerine olsun.

Bu, ebedî saadete ulaştıran bir rehberdir. Açılmamış bir gül gibi olan
ve dahi bu ilmin kitapları için ruh mesabesinde bulunan Ahlâk-ı Adu-
diyye’nin muğlâklığını giderir. Müellif onu yorgunluğun kabardığı anda,
yazılanları mütalaa ederken sıkılıp daraldığında sözün parmak uçlarıyla
kaleme almıştır. Bu eser gerçekten eksilen denizlerde sabit kalmayı hak
etmektedir. Çünkü o himmet dizginlerini kendisine doğru çekmek gere-
ken mühim işlerin en önemlilerindendir. Nitekim düşünen nefsin insan
bedenine ilişmesinin en önemli maksadı onun, insan türünün kendisiyle
zatında kemale erdikten sonra sıfatlarında tamamlanacağı kemâlâtı elde
etmesidir ki bununla Mele-i A‘lâ’ya benzerlik, Cenâb-ı İlah’a yakınlık elde
etsin. Bu sebeple “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız.”1 buyurulmuştur. Bu
şekilde ebedî saadeti kazanır, sonsuz mutluluğa nail olur. Buna da ittifak-
la, doğru bir itikattan sonra, sâlih amelleri gerektiren ahlâk ilmi mutlak
olarak kefildir.

Ahlâk ilmi; ahlâk, ev idaresi ve şehir yönetimi şeklinde kısımlara


ayrılan amelî hikmetin bir bölümüdür. Nazar ve istidlal metodunu be-
nimseyen Meşşâîler, mütekellimler gibi ahlâkın bilgisinin elde edilme-
sinin mantıkî delillerle, kendisine ulaşmanın da kitaplarda yer alan ter-
biye metotlarıyla olacağını mümkün görürler. İçlerini gizli riyazetlerle
aydınlatan İşrâkîler ise tasfiye ehli sûfîler gibi nefsin kemale ermesinin
ancak bu sahte, duyu âlemiyle ilişkiyi kesip nur âlemiyle irtibata geç-
mekle, huşu içinde Allah’a yönelmekle mümkün olacağını düşünürler.

1 Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’z-za‘îfe ve’l-mevzû‘a, (Riyad: Mektebetü’l-meârif, 2000), 6/346.


‫] ّ ا אرح[‬
‫ا‬ ‫اّ ا‬
‫כאرم‬ ‫ّ‬ ‫ر‬ ‫ق‪ ١‬ا ي‬ ‫ا‬ ‫قا כ‬ ‫ّ ا כا‬ ‫ا‬
‫أ ا ‪.‬‬ ‫آ ا א‬ ‫و‬ ‫م‬ ‫ة وا‬ ‫ق‪ ،‬وا‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫אت‪ ٢‬ا‬ ‫כא‬ ‫אدة ا‬ ‫ا‬ ‫אد إ‬ ‫ه ّ‬ ‫؛‬ ‫و‬
‫א אن‬ ‫ا وح‪،‬‬ ‫ا ّ‬ ‫כ‬ ‫ح‬ ‫ا‬ ‫כא رد ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫ّ أّ‬ ‫ر‪ .‬وا‬ ‫א ‪٣‬ا‬ ‫ر‬ ‫ل وا‬ ‫ّ ا אن أ אء ا‬ ‫כ‬ ‫ا אن‬
‫فإ א‬ ‫أن‬ ‫ّ ا‬ ‫را‬ ‫أ ّا‬ ‫ر‪ ّ ،‬א‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬
‫א إّ א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا א‬ ‫ّ ا‬ ‫ا‬ ‫אن ا ّ ‪ّ ،‬ن ا‬
‫ذا‬ ‫כ א‬ ‫א‬ ‫אن‬ ‫ّ א عا‬ ‫لכ א ا‬
‫ق ا ّ «‪،٥‬‬ ‫ّ ا‬ ‫‪ ،‬و ا ورد »‬ ‫אب ا‬ ‫وا ّ ب إ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪٤‬‬
‫ّ‬ ‫אا‬
‫قا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪ ،‬وا כ ّ‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬و אل ا‬ ‫אدة ا‬ ‫ز א‬
‫ق‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا א ا‬ ‫אق‬ ‫א‬ ‫אل ا א‬ ‫אا‬ ‫‪٦‬‬
‫ّ‬
‫‪.‬‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫إ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا כ‬ ‫و‬
‫ا‬ ‫א‪ ٧‬א ا‬ ‫ل‬ ‫ّ زون‬ ‫ل‬ ‫وا‬ ‫ن‬ ‫ّא نا א‬ ‫وا‬
‫‪.‬‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫כ رة‬ ‫א אت ا‬ ‫א ]‪٢‬أ[ א‬ ‫لإ‬ ‫وا‬ ‫כא כ ّ‬

‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א א אت ا ّ ‪ ٩‬כא‬ ‫ا ا‬ ‫أ‬ ‫ا نا‬ ‫وأ ّ א‪ ٨‬ا‬


‫إ‬ ‫إ‬ ‫אل א ا ر ا ي‬ ‫ا‬ ‫ون‪ ١٠‬ا כ אل ا‬
‫ر‬ ‫دوام ا‬ ‫א‬ ‫اّ‬ ‫ّ إ‬ ‫ّ وا ور وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪١١‬‬
‫אع‬ ‫א‬

‫ﻓﻦ‬
‫اﻟﺘﻌﺮض ﻟﻠﺤﻜﻤﺎء وﺑﻌﺾ أﻗﻮاﳍﻢ أ ّن ّ‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬وﺟﻪ ّ‬ ‫‪٨‬‬ ‫س ‪ -‬اﳊﻜﻴﻢ ﻋﻠﻰ اﻹﻃﻼق‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫اﻷﺧﻼق ﻗﺴﻢ ﻣﻦ اﳊﻜﻤﺔ اﻟﻌﻤﻠﻴﺔ اﻟﱵ ﺗﻌﺮض اﳊﻜﻤﺎء ﻓﻔﻴﻪ‬ ‫ﻟﻌﻮﻳﺼﺎت‪.‬‬
‫س‪َ :‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﺗﻘﻮﻳﺔ ﻟﻪ وﺗﻨﺒﻴﻪ ﻋﻠﻰ أﻧّﻪ ﻣﺘّﻔﻖ ﺑﲔ اﻟﻔﺮﻗﺘﲔ ﻓﺮﻳﻖ ﰲ اﳉﻨّﺔ وﻓﺮﻳﻖ‬ ‫س ‪ +‬ﻣﺎ ﰲ؛ ه ‪ +‬ﺑﻌﺾ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ﰲ اﻟﺴﻌﲑ‪ .‬وﻧﻌﻢ ﻣﺎ ﻗﻴﻞ‪ :‬اﻟﻔﻀﻞ ﻣﺎ ﺷﻬﺪت اﻷﻋﺪاء‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺘﺸﺒﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬اﳋﻘﻴﻘﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫اﻷﻟﺒﺎﱐ‪ ،‬ﺳﻠﺴﻠﺔ اﻷﺣﺎدﻳﺚ اﻟﻀﻌﻴﻔﺔ‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬ﻓﻴﺼﺮون‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫واﳌﻮﺿﻮﻋﺔ‪.٣٤٦/٦،‬‬
‫ه‪ :‬ﺑﺎﻻﻧﻔﺼﺎل؛ ع‪ :‬ﺑﺎﻧﻘﻄﺎع‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ ،‬س‪ :‬ﻳﱰﺗﺐ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
‫ه‪ :‬ﺣﺼﻮﳍﺎ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬
24 MUKADDİME - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bu şekilde kişi cilalı ayna gibi berrak, istenildiği gibi dosdoğru olur da bu
aynaya hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir beşerin
aklına gelmemiş, melekût âleminin harika, ceberût âleminin şaşırtıcı sû-
retleri yansır. Allah bizi, mahşer gününde kendisinden şefaat istenen ve
şefaat eden Peygamberimizin hürmetine, ilmiyle amel eden vâsıl ve kâmil
âlimlerden kılsın.

Her ciddi işe Allah’ın adıyla, Allah’a hamd ile ve Nebisine, o her konuda
seçkin kıldığı kuluna salât ile başlamak gerekir. Bu hem rivayeten böyledir.
Ebû Hureyre, Nebî (s.a.)’den şöyle rivayet etmiştir: “Bismillahirrahmanirra-
him ile başlanmayan her önemli iş noksandır. Elhamdülillah ile başlanmayan
her önemli iş noksandır. Allah’a hamd ve bana salâtla başlanmayan her önemli
iş noksandır, kısırdır, her türlü bereketten mahrumdur.”1 İmam Suyûtî bu ha-
disi el-Câmiu’s-sağîr eserinde bu sırayla zikretmiştir. Hem de dirâyeten böy-
ledir. Çünkü kul fiillerinde bağımsız olmayıp Rabbinin yaratmasına muhtaç
olduğundan, her ne kadar fiilin kesbinde bir dahli olsa da işinin başından,
ömrünün sonuna kadar gerçek faile ismini zikretmek ve sıfatlarıyla bereket-
lenmek sûretiyle yardım isteyerek sığınmalıdır. Yine kendisine bahşettikle-
rinin en azından bir kısmının hakkını eda ederek, kendini beğenmekten
vazgeçerek, kendi başına buyruk olmadığını ortaya koyarak, Allah (cc) da
kitabına besmele ve hamd ile başladığından fiilini O’nun fiiline benzeterek,
hitabının içeriğine boyun eğerek, Nebisine O’nun ailesine ve ashabına tabi
olarak Allah’ı övmelidir.

Sığınan son derece aşağı ve kendisine sığınılan da son derece yüce olduğu
için müellif başka bir vesileye, en iyi ve en doğru olan salât bağıyla sarılma
ihtiyacı hissetmiştir. Böylece hamdin ardına Hz. Peygambere, onun saadet
kapısına müntesip olan ailesine salâtı da eklemek gerekmiştir. Müellif bes-
meleyle bereketlendikten sonra şöyle dedi:

1 Suyûtî, el-Câmiu’s-sağîr, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 391.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪25‬‬

‫ر‬ ‫א‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫آة ا‬ ‫כא‬ ‫א‬ ‫כ ن‬


‫‪،‬و‬ ‫رأت‪ ،‬و أذن‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫وا ا‬ ‫ا כ‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫אه ّ א‬ ‫ا כא‬ ‫وا ا‬ ‫אء ا א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אا ّ‬ ‫‪.‬‬
‫‪.‬‬ ‫م‪ ١‬ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬

‫ة‬ ‫ّ ‪ ٢‬وا‬ ‫ا ّ وا‬ ‫ذي אل‬ ‫כ أ‬


‫و ـ ّא و‬ ‫أ‬ ‫أن‬
‫ّ اّ‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫اّ‬ ‫ةر‬ ‫أ‬ ‫אه כ ّ אل‪ ،‬روا‬ ‫ّ و‬
‫ا‬ ‫اّ ا‬ ‫أ‬ ‫‪٣‬‬
‫و ّ أ ّ אل‪» :‬כ ّ أ ذي אل‬ ‫א‬
‫‪ ،‬وכ ّ أ ذي אل‬ ‫أ‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫أ‬ ‫‪ ،‬وכ ّ أ ذي אل‬ ‫أ‬
‫כ ّ כ ‪ ٤«.‬ذכ ه ا אم‬ ‫ق‬ ‫أ‬ ‫أ‬ ‫ّ‬ ‫ة‬ ‫ا ّ وا‬ ‫أ‬
‫כ ا‬ ‫‪٦‬‬
‫ّ ـ ّא‬ ‫‪٥‬‬
‫؛ ودرا‬ ‫اا‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫ا‬
‫أول‬
‫ّ‬ ‫و‬ ‫כ‬ ‫ر ‪ ،‬وإن כאن‬ ‫א ًאإ‬
‫وا ّ ك‬ ‫כ ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫إ‬ ‫ّ‬ ‫ه أن‬ ‫آ‬ ‫أ هإ‬
‫‪،‬‬ ‫‪٨‬‬
‫אب‬ ‫إ ‪ ،‬ود ً א‬ ‫‪٧‬‬
‫ّ א أو‬ ‫أداء‬
‫ً‬ ‫وأن‬
‫أ‬ ‫א‬ ‫‪ ١٠‬ا ّ‬ ‫ًא‬ ‫أ ‪،‬و‬ ‫م‪ ٩‬ا‬ ‫ً‬ ‫و‬
‫א ‪٢] .‬ب[‬ ‫ّ وآ وأ‬ ‫א وا ًاء א‬ ‫א‬ ‫כ א وا א ً‬ ‫א‬

‫ّ س ا אج‬ ‫א ا‬ ‫إ‬ ‫وا‬ ‫ّ‬ ‫א ا‬ ‫ِّ‬ ‫و ـ ّ א כאن ا‬


‫ا‬ ‫وأ ى‪،‬‬ ‫أ‬ ‫ة‬ ‫‪١٣‬‬ ‫‪١٢‬‬
‫أ ى‬ ‫ا אء‪ ١١‬و‬ ‫إ‬
‫ا ّ‪:‬‬ ‫א‬ ‫ا ّ‬ ‫אب إ א ‪ .‬אل‬ ‫‪ ١٤‬إ‬ ‫آ ا‬ ‫و‬ ‫ة‬ ‫א‬

‫ه – اﺑﺘﻐﺎء‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻪ دراﻳﺔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﰲ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه ‪ ،‬ع‪ :‬ﳍﺎ ﺟﻬﺔ‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع – ﳌﺎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه ‪ -‬واﳊﻤﺪ ﷲ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫اﻹﻧﺴﻴﺔ وﺻﻔﺔ اﻷﻗﺪﺳﻴﺔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬وﺻﻞ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬ﱂ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﺑﺼﻼت‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ع‪ :‬ﻹﻋﺠﺎﺑﻪ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪،‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬ﺗﻮﺟﻴﻪ‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ع‪ :‬ﻟﻌﺪم‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫و‪.٣٩١:‬‬
‫ﻟﻠﺬﻛﺮ اﻷ ّول‪.‬‬ ‫س ‪ -‬ﻟﻔﻌﻠﻪ ﺑﻔﻌﻞ‪.‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ ،‬ه‪ :‬ﻋﻄﻒ ‪١٠‬‬ ‫‪٥‬‬
26 MUKADDİME - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Bahşettiklerinden ötürü hamd Allah’adır.]


Hamd Allah’adır: Yani hamdeden ya da kendisine hamdedilen olmak
cinsi tam anlamıyla, mabuda hastır. Sıfatın mevsufa ya da müteallıkın müte-
allaka, ihbar sûretinde inşa yoluyla has kılınması devamlılığı hissettirmektedir.
Bahşettiklerinden ötürü: Yani akla gelen tüm ihsanları ve nimetlerinden
veya bu kitabı yazabilme kudreti verdiğinden veya bizzat kendi varlığından
ötürü. Bu şükrü de içine alan örfî bir hamddır. Veya muttasıf olduğu kemâl
sıfatları ortaya koymak, bunu gerektiren ahlâka bürünmek anlamında zikir
ehlinin ıstılahına göre sûfî bir hamddır. Böylelikle bu söylenenler berâat-ı
istihlâl sanatını içermektedir.
[Salât O’nun Nebîsi Muhammed’e ve ailesi üzerinedir.]
Salât: Yani anlamı failine göre çeşitlilik arz eden bir yüceltmenin cinsi.
Burada kasıt ya genel bir anlam; ya da rahmet, namını yüceltmek, ecrini
katlamak, derecesini artırmak, ümmetine şefaat etmesini sağlamak sûretiyle
nimetlendirmektir.
Nebîsi üzerinedir: Buradaki gizli yüklem “üzerine inendir”dir. “üzerine
olan” değildir. Çünkü “olmak” gizli yüklemi, ‘alâ (üzerine) edatı ile kulla-
nıldığında olumsuz durumları ifade eder. Nebinin kök anlamı haber veren
olup haber gönderenden haber gönderilene, Hak’tan halka vahiy yoluyla
aktarır. Rasûl (elçi) kelimesi kitap verilen olma kaydıyla daha özel bir anlama
sahip olsa da, naslarda daha yaygın olması sebebiyle müellif, nebî (haber
veren) kelimesini ona tercih etmiştir.
Muhammed: Tahmîd sözlükte, Allah’a ardı ardına hamdetmek demektir.
Bu kökten gelen Muhammed kelimesi fiilde ya da failde çokluk bildirir.
Peygamber (s.a.)’den önce kimseye Muhammed ismi verilmemiştir.
Ve ailesi: Ev halkı, eş ve çocukları ya da onun yoluna tabi olanlar. Bu
ifadenin umumiyeti açıktır. Burada ihtisar için harf-i cer zikredilmemiştir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪27‬‬

‫ا [‬ ‫ّ‬ ‫]ا‬

‫אص‬ ‫ّ‪،‬ا‬ ‫د א‬ ‫ّ א‬ ‫د‬ ‫أو ا‬ ‫ا א‬ ‫ّ أي‬ ‫ا‬


‫אرا‬
‫אر إ ً‬ ‫رة ا‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ف أو ا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫ار‪.‬‬ ‫א‬
‫ا‬ ‫ار‬ ‫ا‬ ‫دة‬ ‫ا‬ ‫أو‬ ‫ّא و‬ ‫ا ‪ ١‬أي‬
‫ا כ‬ ‫حأ‬ ‫ا‬ ‫כ أو‬ ‫א‬ ‫‪.‬و‬ ‫أو‬
‫ّ‬
‫‪٣‬‬
‫א‪،‬‬ ‫ّ‬ ‫قا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א‪ ،‬ا‬ ‫א ّ אف‬
‫‪٢‬‬
‫אت ا כ א‬ ‫إ אر ا‬
‫ل‪.٤‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫ا‬
‫ّ وآ [‬ ‫ّ‬ ‫ة‬ ‫]وا‬
‫ا ّאم‬ ‫ا ّ ع א א إ ا א ‪ .‬وا اد إ ّ א ا‬ ‫ا‬ ‫ة أي‬ ‫وا‬
‫أّ ‪.‬‬ ‫أ ه وإ ء در و‬ ‫ذכ ه و‬ ‫אم‬ ‫وا‬ ‫أو ا‬
‫ل‬ ‫כא ‪ّ ،‬ن ا כ ن ا‬ ‫أي אز‬ ‫‪٥‬‬
‫ّ‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪٦‬‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ ة‪ .‬وا‬ ‫ا‬
‫لإ ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫‪٧‬‬
‫אره‬ ‫ا כ אب‬ ‫ّ‬ ‫أّ أ‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬ا אره‬ ‫ا‬
‫ا כ‬ ‫ّ‬ ‫أ ى‪ ،‬و‬ ‫ّة‬ ‫ًا ّ‬ ‫ا א س‪ ٨‬ا‬ ‫ّ‬
‫م‪.‬‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫أو ا א ‪ ،‬و ُ ّ‬ ‫ا‬
‫אر‬
‫כ ا ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫א‬ ‫ا ‪،‬و‬ ‫أ‬ ‫وآ أي أ و א أو א‬
‫אر‪.٩‬‬
‫‪ ٧‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﲞﻼف اﻟﺮﺳﻮل ﻓﺈﻧّﻪ ﻛﺜﺮ اﺳﺘﻌﻤﺎﻟﻪ‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬ﰲ اﻟﻘﺎﻣﻮس اﻟﻨﻮال واﻟﻨﻴﺎل واﻟﻨﺎﺋﻞ‬ ‫‪١‬‬
‫ﲟﻌﲎ اﳌﺮﺳﻞ ﺑﺎﻟﻔﺘﺢ ﻣﻄﻠﻘًﺎ‪.‬‬ ‫اﻟﻌﻄﺎء وﻫﻮ اﺳﻢ ﲟﻌﲎ اﻟﻌﻄﻴّﺔ‪.‬‬
‫‪ ٨‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع ‪ :‬إﺷﺎرة إﱃ أ ّن ﺗﻔﺴﲑﻩ ﲟﻦ ﻛﺜﺮ‬ ‫ع‪ :‬ﺑﺎﻻﺗّﺼﻔﺎف‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﺧﺼﺎﻟﻪ اﳊﻤﻴﺪة ﺗﻔﺴﲑ ﺑﺎﻟﻼزم‪.‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻼزﻣﺔ ﳍﺎ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫‪ ٩‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﻻ ﳌﺎ زﻋﻤﻪ اﻟﺒﻌﺾ ﻣﻦ ﺧﱪ »ﻣﻦ‬ ‫ع‪ :‬اﻻﺳﺘﻬﺎل‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ّﻓﺮق ﺑﻴﲏ وﺑﲔ آﱄ ﺑﻌﻠﻲ ﻓﻠﻴﺲ ﻣﲏ« ﻓﺈﻧّﻪ ﻛﺬب‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬ﻣﻦ اﻟﻨﺒﺄ ﲟﻌﲎ اﳋﱪ اﻟﻌﻈﻴﻢ‬ ‫‪٥‬‬
‫ﺻﺮﻳﺢ‪ .‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬ﻻ ﳌﺎ رواﻩ اﻟﺸﻴﻌﺔ ﻣﻦ‬ ‫اﻟﻜﺸﺎف وﻳﺆﻳّﺪﻩ ﻗﻮﻟﻪ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم »أﻓﻀﻞ‬ ‫ﻛﻤﺎ ﰲ ّ‬
‫ﻗﻮﳍﻢ »ﻣﻦ ّﻓﺮق ﺑﻴﲏ وﺑﲔ آﱄ ﺑﻌﻠﻲ ﻓﻠﻴﺲ ﻣﲏ« ﻓﺈﻧّﻪ‬ ‫ﻣﺎ ﻗﻠﺖ أﻧﺎ واﻟﻨﺒﻴﻮن ﻣﻦ ﻗﺒﻠﻲ ﻻ إﻟﻪ إﻻ اﷲ« )ه –‬
‫ﻣﻮﺿﻮع ﻻ أﺻﻞ ﻟﻪﻛﻤﺎ ّ‬
‫ﺻﺮح ﺑﻪ اﻟﺜﻘﺎت‪.‬‬ ‫اﻟﻜﺸﺎف(‪.‬‬
‫ﻋﻈﻴﻢ ﻛﻤﺎ ﰲ ّ‬
‫ه ‪ -‬ﻧﻘﻞ ﻋﻦ اﳌﺨﱪ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
28 MUKADDİME - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[İmdi, bu, ahlâk ilmi konusunda muhtasar bir eserdir.]


Ve ba‘du: Vav edatı hamdeleyi sonlandırmak üzere gelen bir atıftır. Veya
mukadder bir emmâ’nın yerine gelmiştir. Yahut başlangıç bildirmektedir.
Ba‘du (imdi) akledilir olanın duyulur olana benzetilmesi sûretiyle zaman
için istiâre yoluyla kullanılan bir mekân zarfıdır. Çünkü mekânın parçaları-
nın aksine zatı karar kılmamış zamanın parçaları anlam olarak geride kalır.
Ba‘du kelimesinin âmili mukadder bir şarttır. Veya ism-i işarette bulunan
bir manayı fiil için ya da “diyorum” şeklindeki hazfedilmiş bir fiil için zik-
redilmiş bir cevaptır.
Bu: Fâ edatı, mukadder ya da mevhum emmâ’nın cevabıdır. Radıy
hâzâ (bu) kelimesinin Yüce Allah’ın “Rabbini yücelt” (el-Müddessir, 74/3)
ayetinde olduğu gibi fiilden önce gelen mansuba mahsus olduğunu belirt-
mektedir. Bu genele mahsus lafızlardan zihinde hazırlanmış mezkûr olana
işarettir. Bu durum bu lafızların soyut sûretler dışında manalara, sûretlere
veya bu ikisinden ya da daha fazlasından mürekkep olanlara delalet etmeleri
bakımındandır. Çünkü gözle görülen bir tikele tümel olarak vazedilmiştir.
Burada talibin zekâsına ve talep edilenin sağlamlığına bir işaret vardır.
Muhtasar: Yani lafzın veya lafzın delalet ettiği anlamın veya muhtasarın
cinsi. Muhtasarın lafzı, nisbî hazif mecazı sanatı yoluyla manası çok olsa da
bünye bakımından azdır. Bu muhtasar, ahlâk ilminin açıklaması hakkın-
dadır. Yani insanın ortaya koymaya gücünün yettiği varlıkların hallerinin
bilgisi olan amelî hikmettir. İnsanın ortaya koymaya gücünün yetmediği
varlıkların hallerinin bilgisine ise nazarî hikmet adı verilir. Bu tanım, ev yö-
netimi ve şehir idaresi alanlarını, araştırma konularının yakınlığından ötürü
mecaz yoluyla kapsar. Veya bu iki ilmin de kendisine bağlı olduğu asılla
yetinilerek bir kişinin ahlâkını iyileştirmenin keyfiyetine dair bir ilimdir.
“İlim” kelimesinin tamlanan olarak kullanılması ahlâkın ilmin dışında ol-
duğu varsayımından yola çıkılırsa beyâniyye’dir (açıklama içindir). Ahlâkın
ilme dâhil olduğu düşünüldüğünde ise lâmiyye’dir (sebep bildirmek içindir).
İlimle ifade edilmek istenen, ahlâka has meseleler veya ona has kesin yargılar
veya onu sürekli tekrarlamakla elde edilen melekedir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪29‬‬

‫ق‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫]و‬


‫رة أو ا ا ‪ ،‬و‬ ‫أ ّא ا‬ ‫ض‬ ‫أو‬ ‫ّ ا‬ ‫ا او א‬ ‫و‬
‫س כ ن ّ أ اء‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫אن ]‪٣‬أ[‬ ‫ف כאن ا‬
‫ف أ اء ا כאن‪ ،‬و א ا ط ا ّ ر‬ ‫ًא‬ ‫אر ا ات‬
‫ّ‬ ‫ا אن ا ي‬
‫أ ل‪.‬‬ ‫وف و‬ ‫أو ا‬ ‫ا‬ ‫אرة‬ ‫כ ر א ا ا‬ ‫اء‪ ١‬ا‬ ‫أو ا‬

‫ّ‬ ‫ّ أّ א‬ ‫‪ .‬وذכ ا‬ ‫ا ا אء اب‪ ٢‬إ ّ א ا ّ رة أو ا‬


‫﴿و َر َכ َ ـכَ ِّ ْ ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ ُ ِّ ِ ‪ ،(٣/٤٧ ،‬و ا‬
‫َ‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫ب‬ ‫א‬
‫אل‬ ‫א‬ ‫ا אظ‪ ٣‬ا‬ ‫ا‬ ‫َ‬ ‫إ אرة إ ا כ ر ا‬
‫أو ا‬ ‫ا‬ ‫ا א أو ا א أو ا ش أو ا ّכ‬ ‫ا‬
‫‪٥‬‬
‫ا‬ ‫ع‬ ‫ّ دة؛ ّ‬ ‫ى‪ ٤‬ا ش ا‬ ‫אرة ا‬ ‫ا‬
‫ب‪.‬‬
‫‪.‬‬ ‫א ا א أو א ا‬ ‫إ אرة إ‬ ‫اכ ‪.‬و‬ ‫א‬
‫‪٨‬‬
‫وإن כאن כ‬ ‫ا‬ ‫أو‬ ‫أو‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪٦‬‬
‫أي‬
‫ا‬ ‫ق أي ا כ ا‬ ‫ا‬ ‫‪٩‬‬
‫אن‬ ‫כא‬ ‫ا‬ ‫ّز ا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫ور‬ ‫ا‬ ‫ال ا‬ ‫אن‪ّ ،١٠‬ن ا‬ ‫ور و د א‬ ‫אن ا‬ ‫ال ا‬
‫لو‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪١١‬‬
‫אز‬ ‫ما‬ ‫‪.‬و ا‬ ‫כ‬ ‫ّ‬
‫وا‬ ‫ق‬ ‫ا‬ ‫ّ כ‬ ‫ا‬ ‫א‪ .‬أو ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫אرج‬ ‫أّ‬ ‫א‬ ‫‪ ١٣‬وإ א ا‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫ا‬ ‫اכ אء‪ ١٢‬א‬
‫‪١٤‬‬
‫אت‬ ‫أو ا‬ ‫א ا‬ ‫اد ا‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫أ ّ دا‬ ‫أو‬ ‫ا‬
‫او א‪.١٥‬‬ ‫א أو ا כ ا א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫ه‪ :‬ﺟﺰﻳﻞ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬أي ﻟﻔﻆ أ ّﻣﺎ وﻫﺬا اﻟﺬي ﻫﻮ ﺟﺰء‬ ‫‪١‬‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬ﻓﻼ ﻳﻠﺰم ﻇﺮﻓﻴﺔ اﻟﺸﻲء ﻟﻨﻔﺴﻪ‬ ‫‪٩‬‬ ‫اﳉﺰاء ﻓﻔﻴﻪ ﻣﺴﺎﳏﺔ‪.‬‬
‫ﻛﻤﺎ ﻻ ﳜﻔﻰ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﳉﻮاب‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬إن أرﻳﺪ اﻹﺷﺎرة إﱃ اﳌﻌﲎ أو أﻧﻔﺲ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ه ‪ +‬اﳌﺨﻴﻠﺔ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – ﻋﻠﻢ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ ،‬س ‪ -‬اﳌﺮّﻛﺒﺔ ﻣﻦ اﻻﺛﻨﲔ أو اﻟﺜﻼﺛﺔ ﺑﻄﺮﻳﻖ‬ ‫‪٤‬‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﺗﻨﺒﻴ ًﻬﺎ ﻋﻠﻰ أﻧّﻪ ﲟﻨﺰﻟﺔ ّ‬
‫اﻟﻜﻞ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫اﳌﺼﺮﺣﺔ ﺳﻮى‪.‬‬
‫اﻻﺳﺘﻌﺎرة ّ‬
‫ه ‪ -‬ﻟﻠﻌﻠﻤﲔ اﻵﺗﻴﲔ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻜﻠﻲ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﺘﺼﺪﻳﻖ‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬اﻷ ّول ﻋﻠﻰ اﻹﺷﺎرة إﱃ اﻷﻟﻔﺎظ واﻟﺜﺎﱐ‬ ‫‪٦‬‬
‫ه ‪ +‬ﻋﻠﻰ أ ّن اﳌﺮاد ﺑﻴﺎن ﻣﺎ ﻳﺘﻌﻠّﻖ ﺎ‪.‬‬ ‫‪١٥‬‬ ‫ﻋﻠﻰ اﻹﺷﺎرة إﱃ اﳌﻌﺎﱐ ﺑﻄﺮﻳﻖ ّ‬
‫اﻟﺘﺠﻮز‪.‬‬
‫ع – ﺟﻨﺲ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬
30 MUKADDİME - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Onu dört bölüm olarak düzenledim.]


Onu düzenledim: Hâzâ (bu) ile başlayan cümleye atıftır veya kad takdi-
rinde muhtasar bir zamirden haldir veya cümle başıdır. Dört bölüm olarak:
Risâle bu dört bölümü bütünün parçayı kapsaması gibi kapsar. Şöyle ki
bütün, önceden ya da sonradan gelmesiyle başka bir bütüne nispetle kendi
parçalarından bir parça gibi sayılır. Ka-ve-le kökünden mef ‘ale kalıbında
türetilen makâle (bölüm) kelimesi ism-i mekan ya da meful manasında
mastardır. Burada bütünün parçaları kapsaması şu şekildedir: Bu muhtasar
eserde zikredilen; ya ilkelerdir ki bu birinci bölümdür. Ya da maksatlardır.
Eğer maksatlarsa, bu maksat ya tek bir kişinin ahlâkını iyileştirme ile ilgili
olup hayrı başkasına dokunmaz ki bu ikinci bölümdür. Hayrı ev ahalisine
dokunan üçüncü bölümdür; şehir halkına ve fazlasına dokunan ise dördün-
cü bölümdür.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪31‬‬

‫א ت‪[.‬‬ ‫أر‬ ‫]ور ّ‬

‫]‪٣‬ب[ أو‬ ‫ا‬ ‫ا أو אل‬ ‫‪١‬‬


‫ور ّ‬
‫‪٢‬‬
‫ء‬ ‫ا‬ ‫אل ا כ ّ‬ ‫אا‬ ‫ً‬ ‫א ت‬ ‫أر‬ ‫אف‬ ‫ا‬
‫ا ل‬ ‫א‬ ‫ّ ‪ .‬وا‬ ‫ّ م وا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫أ ا‬ ‫ء‬ ‫اכ ّ‬
‫إ ّא‬ ‫ا‬ ‫כ ر‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ل‪ ٣‬و‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫כאن أو‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫أ‬ ‫ّ‬ ‫ٍ إ ّ א أن‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א ا و ‪ ،‬أو‬
‫‪٤‬‬
‫ا‬ ‫ا אدي‬
‫אوز إ‬ ‫א ا א ‪ ،‬أو‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫هإ‬ ‫אوز‬ ‫وا‬
‫א ا ا ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫‪٥‬‬
‫أ‬ ‫א ا א ‪ ،‬أو إ‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫أ‬

‫‪ ٤‬ع‪ :‬و‪.‬‬ ‫‪ ١‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﻋﻠﻰ أﻧّﻪ ﺗﺮﺗﻴﺐ ﻋﺮﰲ ﺟﻌﻠﻲ‪.‬‬
‫‪ ٥‬س‪ ،‬ع – أﻫﻞ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬اﻷﺟﺰاء‪.‬‬
‫‪ ٣‬ه ‪ +‬و‪.‬‬
[BİRİNCİ MAKALE]
[Birinci makale nazarî olan hakkındadır.]
Dört bölümden birisi birinci bölüm, nazarî olanın açıklanması hak-
kındadır: Yani bu ilmin konusu olan ahlâkın tanımını ve bölümlerini dü-
şünmekle ve çalışmakla elde edilen bilgi çeşidi hakkındadır. Nazarî bedihî-
nin mukabilidir. Nazarîden kastın, amelînin mukabili anlamında amelin
keyfiyetiyle ilgili olmayan şey olduğu da söylenir. Öyleyse derince düşün!
[Huy ondandır.]
Ondandır: Yukarıda tahkik edildiği üzere ilkeler bu ilmin bir parçası
sayılırsa, “ahlâk ilmindendir” anlamına gelir. Eğer ilkeler, yaygın olduğu
üzere ilmin dışında tutulursa o zaman “bu muhtasar eserdendir” anlamı-
na gelir. Müellifin minhu’yu (ondandır) “huy”un haberi yapması edebî bir
zorlamadır.
Huy: iki zammeyle huluk ya da tek zammeyle hulk diye okunur. Sözlük
anlamı canlının kendisi üzere yaratıldığı seciyedir. Terim anlamı ise:
[Nefsanî fiillerin kendisinden kolayca, düşünüp taşınmaksızın sadır
olduğu bir melekedir.]
Melekedir: Yani yerleşmiş nefsanî bir niteliktir. Nitelik ise zatı itibariyle
bölünme ve nispet kabul etmeyen bir arazdır. Nitelik (a) Ya dış duyularla
idrak edilir, o zaman hissî bir niteliktir. (b) Ya da dış duyularla idrak edilmez,
o zaman (i) hayvanî nefse mahsustur, bu nefsanî bir niteliktir. Niteliğin
düşünen nefse mahsus olması, aslî maksat olması bakımındandır (ii) veya
hayvanî nefse mahsus değildir. Bununla birlikte niceliğe ait olursa niceliğe
mahsus nitelik diye isimlendirilir. Teklik ve çiftlik böyledir. Ya da niceliğe ait
bir keyfiyet değildir, o zaman ona istidadî nitelik denir. Güçlülük ve zayıflık
böyledir. Nefsanî nitelik, nefiste amelleri sürekli tekrar etmek sûretiyle kök
saldıysa bu melekedir, değilse haldir.
Nefsanî fiillerin kendisinden sadır olduğu: Bunlar özgür iradeye sahip
fail nefisten bilinçli ve seçime dayalı olarak çıkan ihtiyarî fiillerdir. Minhâ
(kendisinden) kelimesinde hazfî veya aklî mecaz vardır. Melekenin fiillerin
şuur olmaksızın çıkması konusunda özgür iradeye sahip nefse benzetilmesi
sûretiyle kinaye yoluyla istiâre yapılması mümkündür.
‫א ا و [‬ ‫]ا‬

‫ي‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫א ا و‬ ‫]ا‬


‫ف‬ ‫ما‬ ‫ا‬ ‫ي أي‬ ‫אن ا‬ ‫ا א ت ا ر כא‬ ‫ا א ا و‬
‫‪.‬‬ ‫א ا‬ ‫عا ّ ‪.‬‬ ‫وأ א ا ي‬ ‫ا‬ ‫وכ‬
‫ّ ‪.‬‬ ‫א ا‬ ‫أّ‬ ‫ا‬ ‫ّ כ‬ ‫א‬ ‫اد‬ ‫‪١‬ا‬ ‫و‬
‫[‬ ‫ا‬ ‫]‬
‫ا ّ כ א‬ ‫ء‬ ‫ا אدي‬ ‫ق إن ا‬ ‫ا‬ ‫أي ا כא‬
‫ًا‬ ‫ر‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫כ א‬ ‫אر‬ ‫إن‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬أو‬ ‫ا‬
‫ا ان‬ ‫א‬ ‫ّ‪،‬‬ ‫أو‬ ‫ّ‬ ‫א ‪،‬و‬ ‫כّ‬ ‫ا‬
‫ًא‬ ‫ّ ‪.‬و‬ ‫ا‬
‫رو ّ ‪[.‬‬ ‫א‬ ‫אل ا‬ ‫אا‬ ‫ر‬ ‫] כ‬
‫ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ض‬ ‫‪ .‬وا כ‬ ‫را‬ ‫א‬ ‫כ أي כ‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ א‬ ‫ٍ إ ّא‬ ‫ّ أو ‪ .‬و‬ ‫כ‬ ‫ّ ا א‬ ‫رك א‬ ‫إ ّא‬
‫אכ ّ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫‪ ٢‬أو‬ ‫دة أ‬ ‫כ א‬ ‫א א א‬ ‫א ‪،‬و‬
‫‪٤‬‬ ‫‪٣‬‬

‫אل ‪ ٦‬ا כ‬ ‫أو و ‪.٥‬‬ ‫ّ א כ ّ כא د وا و‬ ‫ّ اכ ا‬


‫כ ار‬ ‫؛ وا א إن כאن را ً א ]‪٤‬أ[ ا‬ ‫ادي כא ّ ة وا‬ ‫ا‬
‫אل‬ ‫‪٧‬ا‬ ‫ر א ا אل ا א‬ ‫אل‪.‬‬ ‫כ وإ‬ ‫او ا אل‬
‫ّز‬ ‫א‬ ‫אر‪،‬‬ ‫ر وا‬ ‫אر‬ ‫א‬ ‫אر ا אدرة‬ ‫ا‬
‫אر‬ ‫ا‬ ‫ا כ‬ ‫‪٨‬‬
‫אرة א כ א‬ ‫‪.‬و כ ا‬ ‫أو‬
‫ر‪.‬‬ ‫ور‬ ‫ا‬

‫ه ‪ :‬أوﻻ ﺣﻴﻨﺌ ٍﺬ إ ّﻣﺎ أن ّ‬


‫ﳜﺘﺺ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫اﳌﻨﺠﻤﲔ‬
‫‪ ١‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬اﻟﻘﺎﺋﻞ رﺋﻴﺲ ّ‬
‫ه‪ :‬ﻻ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫أﲪﺪ دﻩ دﻩ )ع ‪ +‬ﰲ ﺷﺮﺣﻪ اﳉﺪﻳﺪ ووﺟﻪ‬
‫ع – ﻟﻪ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫اﻟﺘﺄ ّﻣﻞ أ ّن اﻟﻈﺎﻫﺮ ﻋﻤﻮﻣﻪ اﻟﻌﻤﻠﻲ(‪.‬‬
‫ه‪ :‬أى‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪ ٢‬ه – أﺻﻠﻴﺔ؛ س‪ :‬أﺻﻠﻴﺎ‪.‬‬
‫ع – ﺑﺎﻟﻜﻨﺎﻳﺔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﳐﺘﺺ ﺎ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ :‬أو ﻏﲑ ّ‬
34 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Kolaylıkla: zorlukla değil.

Düşünüp taşınmaksızın: Yani düşünmeden, düşünerek değil. Do-


layısıyla kişinin tabiatında olmadığı ve mesela zorunlu olarak meydana
gelmediği sürece sadece para vermek cömertlik olmaz. Parası olmayan
bir kimsenin verme melekesi olsa o kişi de cömerttir. Burada “düşünüp
taşınmaksızın”dan kasıt gayenin gaye olmasını tasdik etmek ve bu gaye-
nin başlanılan bir işi gerektirmiş olduğuna inanmaktır. Huy vasıtasıyla
nefisten sadır olan fiiller bu düşünüp taşınmadan uzaktırlar. Nefsin fiili
ve bu fiilin doğuracağı fayda elde etmek ya da zarardan kaçınmak gibi
gayesini tasavvur etmek şeklinde ihtiyarî ilkeleri olsa bile bununla nefsanî
kaydında içkin olan bir şuurun varlığı arasında bir çelişki yoktur. Böyle de
ifade edilmiştir. Açık olan şudur ki, çelişkinin kaynağı fiillerin kendisidir.
Çünkü fiiller etkilenmenin (infiâl) tersine bilince dayanan bir seçimle
gerçekleşir.

[Huyun değiştirilmesi tecrübeye, hakkında nas gelmesine ve akıl sa-


hiplerinin ittifakına bakıldığında mümkündür.]

Değiştirilmesi mümkündür: Mutlak olarak bu ilmin amacı olan ah-


lâkın düzeltilmesinin mümkün olduğunu açıklamak için bir atıftır veya
cümle başıdır. Yani her huy ihtiyarî bir şekilde, daha önce de gerçekleştiği
bilinen bir değişim imkânı ile, nefsin kendisi yönünden değil de, bedene
ilişmesi yönünden; reziletin fazilete dönüştürülmesi yoluyla zâtî olarak
veya mesela reziletin zayıflatılması yoluyla vasıfsal olarak değiştirilebilir.
Çünkü nefsin bedene ilişmesi araz-ı mufârıktır. Değişmesinin mümkün
olmasında bir şüphe yoktur. Onun nefis olması bakımından nefis olan
mahalli yönünden de değildir. Bunun hîniyye-i mümkine bir önerme ol-
duğu açıktır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪35‬‬

‫‪.‬‬

‫אء א‬ ‫כ ن‬ ‫ل ا אل‬ ‫‪٣‬‬


‫ّد‬ ‫כ ‪،٢‬‬ ‫כ‬ ‫رو ّ ‪ ١‬أي‬
‫כ ا ال‬ ‫אل כאن‬ ‫כ‬ ‫ً ‪.‬و‬ ‫ورة‬ ‫ر א‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫כ‬
‫ّ א‬ ‫אد‬ ‫ا א وا‬ ‫א‬ ‫אا‬ ‫‪٥‬‬
‫اد א‬ ‫أ ً א‪ .٤‬وا‬
‫כ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אل ا אدرة‬ ‫‪ّ ،‬ن ا‬ ‫وع‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫و א‬ ‫ّر ا‬ ‫אر כ‬ ‫ا و ّ ‪ ،٦‬وإن כאن א א ٍد ا‬
‫א ‪.‬כ ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫אت‪ ٨‬ا‬ ‫א אة‬ ‫ّة‬ ‫‪٧‬‬
‫ّ ة أو‬
‫ر‬ ‫ا‬ ‫אر ا‬ ‫ّ א א‬ ‫אل‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا א אة‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫‪٩‬؛ وا א‬
‫אل‪.‬‬ ‫فا‬

‫ء‪[.‬‬ ‫אق ا‬ ‫عو‬ ‫و رود ا‬ ‫א‬ ‫]و כ‬

‫قا ي‬ ‫ا‬ ‫‪١٠‬‬


‫אن إ כאن‬ ‫אف‬ ‫أو ا‬ ‫א‬ ‫و כ‬
‫ذا ً א‬ ‫هو‬ ‫כ‬ ‫ق‪ .‬أي כ ّ‬ ‫ا‬ ‫اا ّ‬
‫‪١١‬‬
‫ا ض‬
‫אر‬ ‫ً א‬ ‫ا‬ ‫ا ّة إ‬ ‫ا ذ‬ ‫‪١٢‬‬
‫‪ ،‬أو و ً א‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ا ذ‬
‫ا ات؛ ّ‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫ّ א א ن‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫إ כא ًא و ًא א‬
‫ا‬ ‫ّ ا ي‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫ّכ إ כאن ّ ه‪ ،‬و‬ ‫ض‪ ١٣‬אرق‬
‫‪ ١٤‬כ ‪،‬‬ ‫‪ ،‬وا א أ ّ‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﺟﺎﻣﻰ ﻗﺪس ﺳﺮﻩ اﻟﺴﺎﻣﻰ‪ :‬اﺧﻼق‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬أﺻﻠﻪ رؤﻳﺔ ﺑﺎﳍﻤﺰة ﻣﻦ اﻟﺮأي‬ ‫‪١‬‬
‫ﻳﻨﻚ وﺑﺪ ﳘﻪ ﲣﻤﺴﺖ وﺗﻮ زﻳﲔ ‪ /‬اﺣﻮال آﺧﺮت زﺗﻮ‬ ‫اﻟﺘﺰﻣﻮ ﻗﺒﻠﻬﺎ وا ًوا ﻣﻦ ﻏﲑ ﻗﻴﺎس‪.‬‬
‫روﻳﻨﺪﻩ ﺧﻖ ﻛﻴﺎ اﺳﺖ*‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﺑﻼ ﻓﻜﺮ وﻧﻈﺮ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬و‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ ،‬س‪ :‬ﻓﻤﻦ ﻳﺒﺬل اﳌﺎل ﺑﺎﻟﻄﺒﻊ ﻓﻬﻮ‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – ﺑﺈﺛﺒﺎت‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﺻﺎﺣﺐ ﻣﻠﻜﺔ اﻟﺴﺨﺎء وﱂ ﻳﻜﻦ ﻟﻜﻦ ﻟﻪ ﻣﻠﻜﺔ اﻟﻨﻮال‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﻗﺎﺋﻞ ﻗﻴﻞ ﻏﺎﻟﺒًﺎ اﻟﺸﺎرح اﻷﺧﲑ أﲪﺪ‬ ‫‪٩‬‬ ‫ﺑﺎﻟﻘﻮة‪ .‬وأ ّﻣﺎ‬
‫أﻋﻢ ﳑّﺎ ﻫﻮ ّ‬ ‫أﻳﻀﺎ ﻓﺎﻟﺼﺪور ّ‬ ‫ﻓﻬﻮ ﺳﺨﻲ ً‬
‫اﳌﻮﻟﻮي رﺋﻴﺲ اﳌﻨﺠﻤﲔ‪.‬‬ ‫ﻣﻦ ﺑﺬل ﻣﺎﻟﻪ ﻟﻐﺮض دﻳﲏ أو دﻧﻴﻮي ﺑﺎﻟﻘﺴﺮ واﳉﺎر‬
‫ه‪ ،‬ع– إﻣﻜﺎن‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﻓﻠﻴﺲ ﻟﻪ ﺳﺨﺎء ﻓﻌﻠﻢ أ ّن ﺑﲔ اﳋﻠﻖ واﻟﻌﻤﻞ ﻋﻤﻮًﻣﺎ‬
‫ه ‪ :‬اﻟﺬي اﻟﻐﺮض ﻣﻦ اﻟﻔﻦ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫وﺟ ًﻬﺎ ﲝﺴﺐ اﻟﻮﺟﻮد ﻓﺘﺄ ّﻣﻞ‪.‬‬
‫ع‪ :‬ﺻﻔﺔ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ﻣﺜﻼ‪ ،‬وﻟﺬا ﻗﻴﻞ‪:‬‬ ‫ع‪ :‬وﱂ ﻳﺼﺪر ﺑﺎﻟﻀﺮورة ً‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬ﻏﺮض‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ْﺲ أَ ْﺧ َﻼ ٌق ﺗَ ُﺪ ﱡل َﻋﻠَﻰ اﻟْﻔ ََﱴ‬
‫َوﻟِﻠﱠﻨـﻔ ِ‬
‫ه ‪ +‬واﻟﻈﺎﻫﺮ أ ّن ﻫﺬﻩ ﻗﻀﻴّﺔ ﺣﻴﻨﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫أ ََﻛﺎ َن َﺳ َﺨﺎ ٌء َﻣﺎ أَﺗَﻰ أَ ْو ﺗَ َﺴ ِ‬
‫ﺎﺧﻴَﺎ‬
‫ع – ﺎ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
36 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bunun anlamı şudur: her huyun nefsin bedene iliştiği vakitlerin bir kısmın-
da değiştirilmesi mümkündür. Tartışma huyun devamlı olup olmaması hak-
kındadır, zorunlu olup olmaması hakkında değildir. Yoksa huyun yaradılış
anlamına da gelecek şekilde eşsesli olması sorunu ortaya çıkar. Karşıt görüşlü
kimse huyların tümünün ya da bir kısmının; sebeplerinin tabiî olup tabiatın
devam etmesiyle devam ettiğine dayanarak devamlı olduklarını ileri sürer.
Bu durumda onun iddiası tümel veya tikel örf-i âmm bir önermedir. İtira-
zı da ancak hîniyye-i mutlaka bir önermeyle olabilir, mümkine ile olmaz.
Çünkü hîniyye-i mümkinenin nâkizi mutlak zarurîdir. Böyle denilmiştir.
Derince düşün.
Stoacı filozoflar tüm insanların tabiatının mahza iyi olduğu, dolayısıyla
kötülüğü sadece kötülerle vakit geçirerek edindikleri görüşündedirler. Erken
dönem Stoacılar ise insanların tabiatlarının mahza kötü olduğunu, dolayı-
sıyla iyiliği ancak iyilerle vakit geçirerek edindikleri görüşündedirler. Burada
her iki görüşün de teselsüle ya da farz edilenin tersine (hilâf-ı mefrûz) gö-
türdüğü açıktır. Galen’den nakledildiğine göre ise bazı insanların tabiatları
iyi, bazılarınınki kötüdür.
Sonra müellif ahlâkın değişmesinin imkânı konusundaki doğru görüşü
ispatlamaya girişti ve şöyle dedi: Kesin bir tecrübeyle: Tecrübe, etkinin,
etki edenden her seferinde çıktığını bilmek demektir. Böylece bununla
vâkıâya mutâbık, ispatlanmış kesin bir inanç meydana gelir. Bu görüşün
açıklanması şöyledir: Her huyun değiştirilmesi daha önce gerçekleştiği
bilinen bir değişim imkânı ile mümkündür. Çünkü bazı huyların değiş-
tirildiği defalarca gözlemlenmiştir. Durumu böyle olan bir şeyin değişti-
rilmesi mümkündür. Bazısının değiştirilmesi mümkünse zâtî bir imkân
olarak tamamının değiştirilmesi de mümkündür. Çünkü bu durumda
yaradılışla huy arasında fark yoktur. Burada kastedilen senin de bildiğin
gibi daha önce gerçekleştiği bilinen değişim imkânıdır. Parçada değişik-
liğin gerçekleşmesi, şartın ortadan kalkması ya da bir engelin bulunması
dolayısıyla bütünde değişikliğin gerçekleşmesini gerektirmez. Bu iddianın
açıklanması sonucun tersine sâlibe-i külliyyeye muârız mûcibe-i cüz’iyye
şeklinde ortaya konmuştur. Derince düşün.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪37‬‬

‫]‪٤‬ب[ א ن‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫أو אت‬ ‫ه‬ ‫כ‬ ‫כّ‬ ‫א‬
‫اك ا َ‬ ‫ما‬ ‫ور ‪ ،‬وإ‬ ‫و م دوا‬ ‫دوام ا‬ ‫وا اع‬
‫أن‬
‫ّ‬ ‫א אء‬ ‫‪١‬‬
‫ق أو‬ ‫ا‬ ‫ل وام‬ ‫إّ א‬ ‫א‬ ‫‪ .‬א‬ ‫ا ُ‬
‫‪،‬‬ ‫أو‬ ‫אّ כ‬ ‫‪ ،‬כ ن د اه‬ ‫وام ا‬ ‫دا‬ ‫أ א أ ر‬
‫ور‬ ‫ا‬ ‫כ ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אإ‬ ‫אر‬ ‫כ ن‬
‫ّ ‪.‬‬ ‫؛‬ ‫‪.‬כ ا‬ ‫ا‬

‫ل‬ ‫אن‬ ‫أ اد ا‬ ‫أن‬


‫ّ‬ ‫اإ‬ ‫ا כ אء ذ‬ ‫أن ا وا‬
‫ّ‬ ‫وا‬
‫إ أّ‬ ‫‪٢‬‬
‫ّ ن‬ ‫ار‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّإ‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫أن כ‬
‫ّ‬ ‫אر‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫نا‬ ‫כ‬ ‫ّ‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ن‬
‫أن‬
‫س ّ‬ ‫א‬ ‫وض‪ .‬و‬ ‫فا‬ ‫‪ ٣‬أو‬ ‫ا‬ ‫ّدي إ‬ ‫ا‬
‫ّ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ل‬

‫ا‬ ‫אل‪:‬‬ ‫ّ ا‬ ‫إ כאن‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫إ אت ا‬ ‫ع‬ ‫ّ‬


‫אد אزم‬ ‫ا‬ ‫أ ى‬ ‫ّة‬ ‫ّ‬ ‫ور‪ ٥‬أ‬ ‫‪٤‬‬
‫ا‬ ‫و‬
‫ه إ כא ًא و ًא؛ ّن‬ ‫כ‬ ‫أن כ ّ‬
‫ه ّ‬ ‫ا ‪.‬و‬ ‫א‬ ‫‪٦‬‬
‫א‬
‫ه‪.‬‬ ‫‪٩‬‬
‫أכ‬ ‫ًارا‪ ،٨‬وכ ّ א ا‬ ‫א ة‬ ‫ه א‬ ‫‪٧‬و‬ ‫ق‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫ا כ ّ إ כא ًא ذا ًא‪ ،١٣‬إذ‬ ‫‪١٢‬‬
‫أכ‬ ‫‪ ١١‬ا‬ ‫وإذا‪ ١٠‬أ כ‬
‫و عا‬ ‫م‬ ‫‪.‬و‬ ‫כ א‬ ‫اد ا כאن ا‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫و‬
‫ى‬ ‫ا‬ ‫ط أو و د א ‪ ،‬و‬ ‫אء‬ ‫اכ ّ‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫ّ ‪.‬‬ ‫ب‪،‬‬ ‫فا‬ ‫اכ‬ ‫ا‬ ‫אر‬
‫‪ ١٣‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬آدﻣﻰ ز اﺻﻞ‬ ‫ه – ﻗﺪ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬و‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ﻓﻜﺮت آﻣﺪ ﺻﺎف ‪ /‬از ﺻﻔﺎ‬ ‫ه‪ :‬وﻗﻊ ﺗﻐﻴﲑﻩ ﺑﻄﺮﻳﻖ اﻟﺘﺠﺮﺑﺔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬وذﻫﺐ اﳌﺘﻘ ّﺪﻣﻮن‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﻗﺎﺑﻞ ﳘﻪ اوﺻﺎف ‪ /‬ﻫﺮ ﺻﻔﺖ‬ ‫س‪ :‬ﳝﻜﻦ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺸﺮ؛ س ‪ :‬اﻟﺘﺲ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫راﻛﻪ ﻣﻴﺸﻮد ﻃﺎﻟﺐ ‪ /‬ﻣﻴﺸﻮد ﺑﺮ‬ ‫ع‪ّ :‬‬
‫ﻛﻞ ﻣﺎ ﻫﺬا ﺷﺄﻧﻪ إذا‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ه‪ ،‬ع ‪ -‬اﻟﻌﻠﻢ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ﺎدا وﻏﺎﻟﺐ‪.‬‬ ‫ه‪ ،‬ع‪ :‬ﺗﻐﲑ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ه‪ ،‬ع‪ :‬ﺻﺪور‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬ﳝﻜﻦ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬ﺛﺎﺑﺘﺔ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
38 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Hakkında nas gelmesiyle: Yani bize şer‘î delilin ulaşmasıyla. Rasu-


lullah (s.a.)’in “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız”1 ve “Ben güzel ahlâkı ta-
mamlamak için gönderildim”2 ve diğer sözleri gibi. Veya Allah Teâlâ’nın bu
konuda hüküm vermesi, fazileti emretmesi, rezileti yasaklaması ve bütün
bunları Nebisinin açıklaması. Rasulullah (s.a.)’in huyun değişmeyeceğine
delalet eden, “Dört şey değişmez: yaradılış, huy, rızık ve ecel”3 ve “Bir dağın
yer değiştirdiğini duyarsanız inanın, bir kişinin huyunun değiştiğini duyar-
sanız inanmayın, o ne üzere yaratıldıysa ona dönecektir”4 ve bunun gibi
sözleri meşhurla çelişmeyen garip hadislerdir. Ancak bunlarla kastedilen
mutlak olarak ahlâkın en iyi seviyeye ulaşamayacağıdır. Bunun incelemesi
ileride gelecektir.

Huyun değişmesinin imkânı konusunda müctehid olan akıl sahipleri-


nin ittifakıyla: Bu fıkhî bir icmadır. Veya kâmil kimselerin ittifakıyla, bu
ise dilsel bir icmadır. Bu ittifakın mezkûr ihtilafı ortadan kaldıracağı açıktır.
Üzerinde ittifak edilen konuları, değişimin imkânı hakkında söylenen söz-
lerin gerektirdiğinin bir kısmıyla, mesela eğitim ve idareyle sınırlamak ise
üslupta açık zorlamadır.

Bil ki, her şahsın belli bir mizaç genişliği vardır. Bu mizaç, genişliğin
iki tarafından birinin dışına çıkarsa bozulur ve sahibi helak olur. Bunun
çaresi mizacı orta sınırda tutmak ve bunun dışına çıktığında buraya geri
getirmektir ki, bu şekilde sahibi kendisinden fiiller sadır olurken, en faziletli
halde olsun. Zira ahlâkın değişmesinin mümkün olması herkesin kendi mi-
zacına nispetledir, başkasının mizacına nispetle değildir. Belki de değişme-
sinin imkânsız olduğu görüşü, Zeyd’in ve Amr’ın halinin dikkate alınması
sebebiyle değil, nefsü’l-emrde en faziletli halin dikkate alınması sebebiyledir.

1 Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’z-zaîfe ve’l-mevzû‘a, (Riyad: Mektebetü’l-meârif, 2000), 6/346.


2 Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’z-zaîfe ve’l-mevzûa, (Riyad: Mektebetü’l-meârif, 2000), I, 112.
3 Heysemi, Mecma‘u’z-zevâid ve menba‘u’l-fevâid, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2001), VII, 287.
4 Elbânî, Za‘îfü’l-Câmi‘i’s-sağîr ve ziyâdetuh, (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1979), I, 196.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪39‬‬

‫م‪:‬‬ ‫ا‬ ‫إ א‬ ‫ا‬ ‫ل ا‬ ‫ع أي‬ ‫و رود ا‬


‫‪٢‬‬
‫ق«‬ ‫כאرم ا‬ ‫ّ‬ ‫م‪ُ » :‬‬ ‫ا‬ ‫ق ا ّ « ‪٥] ١‬أ[ و‬ ‫ّ ا‬ ‫»‬
‫و אن‬ ‫ا ذ‬ ‫و‬ ‫وأ ه א‬ ‫א‬ ‫‪٣‬‬
‫ل‬ ‫א‪ ،‬أو‬ ‫و‬
‫وا زق‬ ‫وا ُ‬ ‫‪ :‬ا َ‬ ‫ُ غ‬ ‫م‪» :‬أر‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫ّ‬
‫ه‪.‬‬ ‫כא‬ ‫زال‬ ‫م‪» :‬إذا‬ ‫ا‬ ‫« و‬ ‫‪٤‬‬
‫وا‬
‫‪٥‬‬
‫«‬ ‫א ُ‬ ‫إ‬ ‫ّ ه؛‬ ‫زال‬ ‫وإذا‬
‫أن‬
‫ّ‬ ‫ر‬ ‫אرض ا‬ ‫ّ ا‬ ‫م‬ ‫لّ‬ ‫ّא‬ ‫ه‬ ‫و‬
‫ء‬ ‫ق‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫‪٧‬‬
‫ا א ت‬ ‫أ‬ ‫ق إ‬ ‫غ ا‬ ‫‪٦‬‬
‫م‬ ‫اد‬ ‫ا‬
‫‪.٨‬‬

‫أو ا כא‬ ‫אع‬ ‫إ‬ ‫إ כאن ّ א‬ ‫ءا‬ ‫אق ا‬ ‫و‬

‫ا ّ‬ ‫אق א ا ف ا כ ر‪ .‬و‬ ‫د أن ا‬ ‫ي‪.‬‬ ‫أّ‬


‫א ‪.‬‬ ‫כّ‬ ‫وا‬ ‫ّ כא‬ ‫כאن ا‬ ‫ما ل‬ ‫א‬

‫ج ذ כ ا اج‬ ‫אص‪ ،‬إذا‬


‫ّ‬ ‫ض اج‬ ‫ص‬ ‫ا‬ ‫أن כ ّ‬
‫ّ‬ ‫وا‬
‫ورده‬
‫ّ‬ ‫ّا‬ ‫ا اج‬ ‫ج‬ ‫ا‬ ‫כ‪ ،‬و‬ ‫و א‬ ‫أ‬
‫أ א ‪،‬‬ ‫ر‬ ‫א‬ ‫أ ا‬ ‫أ‬ ‫כن א‬ ‫و‬ ‫إ‬
‫ّ ا ل‬ ‫اج آ ‪،‬‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫اج‪ ٩‬כ ّ‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫כאن ا‬
‫و‪.١٢‬‬ ‫אل‪ ١١‬ز و‬ ‫‪ ١٠‬إ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا א ت‬ ‫إ أ‬ ‫אع א‬ ‫א‬

‫ع – ﻋﺪم‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫اﻷﻟﺒﺎﱐ‪ ،‬ﺳﻠﺴﻠﺔ اﻷﺣﺎدﻳﺚ اﻟﻀﻌﻴﻔﺔ‪.٣٤٦/٦ ،‬‬ ‫‪١‬‬


‫ه‪ :‬ﺑﻠﻮغ اﻷﺧﻼق إﱃ اﻟﻜﻤﺎل‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫اﻷﻟﺒﺎﱐ‪ ،‬ﺳﻠﺴﻠﺔ اﻷﺣﺎدﻳﺚ اﻟﻀﻌﻴﻔﺔ‪.١١٢/١ ،‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬اﳊﻘﻴﻘﺔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬وﳊﺼﻮل‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – ﻣﺰاج‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ُﻖ واﻟ ﱢﺮْز ُق واﻷَ َﺟ ُﻞ«‬
‫اﳋﻠﻖ واﳋﻠ ُ‬ ‫»أرﺑَ ٌﻊ ﻗ ْﺪ ﻓُ ِﺮَغ ّ‬
‫ﻣﻨﻬﻦ‪ُ :‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه‪ :‬ﺑﺎﻟﻨﺴﺒﺔ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫اﳍﻴﺜﻤﻲ‪ ،‬ﳎﻤﻊ اﻟﺰواﺋﺪ وﻣﻨﺒﻊ اﻟﻔﻮاﺋﺪ‪.٢٨٧/٧ ،‬‬
‫ع‪ ،‬ه – ﺣﺎل‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﲜﺒﻞ زال ﻋﻦ ﻣﻜﺎﻧِ ِﻪ ﻓﺼ ﱢﺪﻗُﻮا‪ ،‬وإذا ﲰ ْﻌﺘُﻢ‬ ‫»إذا ﲰ ْﻌﺘُ ْﻢ ٍ‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬ﻋﻤﺮ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ﺑﺮﺟﻞ زال ﻋﻦ ﺧﻠُ ِﻘ ِﻪ ﻓﻼ ﺗُ َﺼ ﱢﺪﻗُﻮا‪ ،‬ﻓﺈِﻧﱠُﻪ ﻳﺼﲑ إﱃ ﻣﺎ ُﺟﺒ َ‬
‫ِﻞ‬ ‫ٍ‬
‫ﻋﻠَﻴْ ِﻪ« اﻷﻟﺒﺎﱐ‪ ،‬ﺿﻌﻴﻒ اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪.١٩٦/١ ،‬‬
40 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bunun zikredilen hadisin anlamı olması mümkündür. Buna göre de müm-


kün ya da imkânsız olmasına dair tartışma lafzî olabilir. Muarızın; her huy
tabiîdir, tabiî olan hiç bir şey ihtiyarî bir değişime açık değildir görüşüne
gelince, burada huyun tabiat olması gereklilik anlamında alınırsa küçük
önermeye itiraz edilir. Eğer medhaliyyet [huyun/ahlâkın içeriğinde tabiat da
vardır] anlamında alınırsa büyük önermeye itiraz edilir. Çünkü medhaliyyet
alet yönündendir. Bu ise ihtiyarîdir, imkânsızlığı gerektirmez.

[Bundaki istidatlar mizaçlara göre farklılık gösterir.]


Bundaki istidatlar farklılık gösterir: Bu cümle yumkinu (huyun değiş-
mesi mümkündür) cümlesine atıftır. Eğer fîhi (bundaki) kelimesindeki za-
mir hulk (huy)’a gidiyorsa o cümlenin içeriğini destekleyicidir. Eğer değişim
kastediliyorsa bazıları için değişimin kolaylığına bazıları için de zorluğuna
işaret etmektedir. Nitekim mizacı hassas olup çabuk etkilenen için huyun
değişmesinin kolay olduğu, mizacı ağır olup yavaş etkilenen için ise bunun
zor olduğu bilinen bir durumdur. İstidat, bir şeyin, şartın bulunması ve
engelin kalkması sayesinde meydana gelen yakın kabiliyetidir. Bu yüzden
kabiliyetten daha hususidir.
Mizaçlara göre: Yani huy ve seciyede insan mizaçlarının gerektirdiği
şekilde karışım farklılıklarına göre, tıpkı yaradılışında ve somut bünyesinde
bu mizaçlara göre farklılık göstermesi gibi. Bu, aynı tür olsalar bile kişinin
yaradılışına, huyuna ve bu ikisinin sınıflarına göre farklılık gösterir. Mizaç,
terim olarak dört unsurun; birbirlerine, birbirlerinin baskınlığını azaltma
yoluyla etki eden küçük parçalarının karışımından oluşmuş ortalama bir
niteliktir. Dört tabiatın basitliği, bileşikliği ve baskınlıklarının azalmasıyla
meydana gelen itidalleri bakımından dokuz kısma ayrılır. Bunların her biri
türsel, sınıfsal, kişisel ve uzuvsaldır. Bunların her birinin ifrat ve tefrit ol-
mak üzere iki sınırı olan bir genişliği ve aralığı vardır. Öyle ki sınırı aşar-
sa zıddına dönüşür ve böylece kişi helak olur. Her bir genişliğin hâricî ve
dâhilî orta bir mizacı vardır. Ortada bulunan kişi, fertlerin en itidallisidir.
Nicelik ve nitelik açısından hakiki itidal sahibi olmak imkânsızdır. Nite-
kim bunun delilleri vardır. İnsan mizaç itibariyle türlerin en dengelisidir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪41‬‬

‫ا اع‬ ‫‪١‬‬
‫ا כ‬ ‫כ ر‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫و כ أن כ ن ذ כ‬
‫ا‬ ‫ء‬ ‫و‬ ‫إن כ ّ‬
‫אرض ّ‬ ‫ا כאن وا אع‪ .‬وأ ّ א ل ا‬
‫אء ]‪٥‬ب[‬ ‫ا‬ ‫ت‬ ‫إن أ‬ ‫ا‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫אري‪،‬‬ ‫ّ ‪٢‬ا‬ ‫א‬
‫א‬ ‫‪ ،‬ن‬ ‫אכ ى‬ ‫ا‬ ‫أو‬ ‫ى‬ ‫א‬
‫אع‪.‬‬ ‫ا‬ ‫אر‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ادات‬ ‫ا‬ ‫]و‬
‫א إن כאن‬ ‫ّ‬ ‫כ‬ ‫ادات‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫إن כאن‬ ‫آ‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫أو‬
‫‪،‬و‬ ‫אل‬ ‫ا‬ ‫ر ًא‬ ‫כאن ا‬ ‫إن‬
‫ّ ر‪ّ ،٤‬‬ ‫‪٣‬כ א‬
‫ء‬ ‫ا‬ ‫اد ا א‬ ‫ذ כ‪ .‬وا‬ ‫אل‬ ‫ءا‬ ‫ًא‬ ‫כאن ا‬
‫‪.‬‬ ‫ا א‬ ‫ّ‬ ‫أ‬ ‫ط وا ر אع ا א‬ ‫د‪ ٥‬ا‬
‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ًא א‬ ‫ًא‬ ‫أي ا‬ ‫ا‬
‫‪٦‬‬
‫ا‬ ‫س‪،‬‬ ‫وا כ ا‬ ‫ا‬ ‫כا‬ ‫א‬ ‫ّ כא‬ ‫وا‬
‫ا ف‬ ‫اج‬ ‫ا ع‪ .‬وا‬ ‫כא‬ ‫א‪ ٧‬وإن ا‬ ‫و‬ ‫وا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫اء ا‬ ‫ّ ةا‬ ‫ا‬ ‫ا ر‬ ‫ط‪ ٨‬ا א‬ ‫ا‬ ‫אد‬ ‫ّ‬ ‫כ‬
‫ا א‬ ‫א אر א‬ ‫‪.‬و‬ ‫رة ا‬ ‫א‬ ‫כّ‬ ‫כ‬ ‫א‬
‫א‬ ‫أ אم‪ .‬وכ ّ‬ ‫رات إ‬ ‫א כ אر ا‬ ‫ا אا א‬ ‫و ّכ א وا‬ ‫ا ر‬
‫ّ ان إ اط‬ ‫ضو א‬ ‫א‬ ‫‪٩‬‬
‫ي وכ ّ‬ ‫و‬ ‫و‬ ‫و‬
‫ض‬ ‫‪،‬وכ ّ‬ ‫א‬ ‫כ‬
‫‪١٠‬‬
‫ّه‬ ‫إ‬
‫ّه ا כ‬ ‫אوز‬ ‫إذا‬ ‫و‬
‫اد‪.‬‬ ‫أ لا‬ ‫ا‬ ‫ودا ‪ ،‬כ ّ א‬ ‫אر‬ ‫و‬ ‫اج و‬
‫اع ا ً א‪،‬‬ ‫אن أ ل ا‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫ّ ا‬ ‫אل כ א ا‬ ‫כ א وכ ً א‬ ‫لا‬ ‫وا‬

‫ه‪ :‬وﻫﺬا‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه‪ :‬ﳛﺼﻞ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع‪ :‬ﺻﻨﻔﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﻟﻠﺘﻐﻴﲑ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬اﺧﺘﻼف‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬إن رﺟﻊ إﱃ اﻟﺘﻐﻴﲑ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ّ :‬‬
‫ﻛﻞ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬ﻓﻬﻠﻚ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ه‪ :‬ﻣﻊ وﺟﻮد‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
42 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bu yüzden aklî kemâlâtla özel kılınmış, ulvî ve süflî varlıkların faziletlerine


sahip olmuştur. Bir mizacın özelliklerine ona has alametlerle delil getirilir.
Bu yüzden Peygamberimiz (s.a.)’in mizacının insan bireyleri arasında en
dengeli mizaç olduğunu söylemişlerdir.
[Nefsin güçleri üçtür: Düşünme, itidali hikmet, tefriti kalın kafa-
lılık, ifratı cerbezedir; öfke, itidali şecaat, tefriti korkaklık, ifratı deli
cesaretidir; şehvet, itidali iffet, tefriti isteksizlik, ifratı azgınlıktır.]
Nefsin güçleri üçtür: Düşünen nefsin özgür iradesiyle fiilleri işlerken
kendilerinden yardım aldığı bedensel aletlerin açıklanmasına bir giriştir.
Burada güçten kasıt, o alettir; mutlak anlamda etki eden nefsin veya başka-
sının etki ilkesi veya mukayyed anlamda başkası üzerindeki etkisi kastedil-
memiştir. Canlıların zor fiilleri yerine getirmelerini sağlayan güç de değildir.
Mahallinin kendisi sayesinde yavaş etkilenmesini sağlayan bir nitelik de
değildir. Fiilin mukâbili olan, bir şeyin meydana gelme imkânı da değildir.
Zâtî bir imkân da değildir. Denilir ki uzak güç, şartların sağlanması ve en-
gellerin kaldırılmasıyla yakına dönüşür. Çünkü güç bunların her biri için
de eşsesli olarak veya hakiki ve mecaz olarak kullanılır. Bir ihtiyarî fiilin
mukaddimelerinin tasavvur, irade ve kudret olmak üzere üç tane olması
nedeniyle nefsin güçleri de üç tane olunca bunların aletleri de üç tane ol-
muştur. Meşhur olan görüşe göre ruhlar üç tanedir: birincisi tabiî ruhtur.
Bu ruhun yeri karaciğerdir. Fiili de tabiî güçler vasıtasıyla gerçekleşir ki
bunlar; beslenme, büyüme ve üreme güçleridir. Beslenmenin; çekme, tut-
ma, hazmetme ve boşaltım olmak üzere dört yardımcı gücü vardır. İkincisi
hayvanî ruhtur. Bu nefsin yeri kalptir. Üçüncüsü nefsânî ruhtur. Bu ruhun
yeri beyindir. Hayvanî ruhun güçleri idrak gücü ve hareket gücüdür. İdrak
gücü on hâssedir. Hareket gücü ise sevk eden güç ve fail güçten oluşur.
Şeyhin [İbn Sina] de seçtiği en doğru açıklama Aristo ve takipçilerinin de
tercih ettiği görüştür ki buna göre ruh tektir. Güçler ise bedene ait her
bir fiil türünün ilkesi olması için zatî istidattan sonra ruh için meydana
gelen yakın istidatlardan ibarettir. Güçlerin istidatları ancak ruhun bede-
nin uzuvlarına ulaşması ve bu uzuvların mizacıyla karışmasıyla tamamlanır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪43‬‬

‫لّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫وا‬ ‫اد ا‬ ‫א ‪١‬ا‬ ‫ى‬ ‫وا‬ ‫ّ אכ א تا‬ ‫و اا‬


‫اج ّ א‬ ‫إن‬
‫‪،‬و ا א ا ّ‬ ‫ّ‬ ‫ص ]‪٦‬أ[ ا اج א אر ا‬
‫אن‪.٣‬‬ ‫أ اد ا‬ ‫أ لأ‬ ‫ات‪ ٢‬ا‬

‫א ا אوة‪،‬‬ ‫ةو‬ ‫ا א ا כ وإ ا א ا‬ ‫א‬ ‫ث‪ :‬ا‬ ‫] ىا‬


‫ا א‬ ‫ة א‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫אا‬ ‫ّر و‬ ‫وإ ا א ا‬ ‫א‬ ‫ا אا‬ ‫א‬ ‫وا‬
‫د‪[.‬‬ ‫אا‬ ‫رو‬ ‫ا ّ وإ ا א ا‬

‫ا א‬ ‫אا‬ ‫ا‬ ‫تا‬ ‫אن‪ ٤‬ا‬ ‫وع‬ ‫ث‬ ‫ىا‬


‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ًא‬ ‫أا‬ ‫اد א ّ ة כ ا‬ ‫אر ‪ ،‬א‬ ‫أ א אا‬
‫אل‬ ‫ا‬ ‫ان‬ ‫כّ ا‬ ‫א‬ ‫ا ‪ ،‬و ا رة ا‬ ‫أو ه أو ّ ً ا א‬
‫ء‬ ‫لا‬ ‫אل‪ ،‬و إ כאن‬ ‫ءا‬ ‫ّ א‬ ‫א כ ن‬ ‫ا אّ ‪،‬و اכ ا‬
‫אم‬ ‫א‬ ‫ةو‬ ‫‪ ٥‬و ا כאن ا ا ‪ .‬و אل א‪ ٦‬ا ّ ة ا‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫اك‪ ٨‬أو א‬ ‫א‪ ٧‬א‬ ‫כّ‬ ‫ا ‪ّ ،‬ن ا ّ ة‬ ‫وط وار אع ا‬ ‫ا‬
‫ّ ر وا رادة‬ ‫ث‪ :‬ا‬ ‫אري‬ ‫ا‬
‫ً א ّن ّ אت ا‬ ‫אز‪ .‬وإ ّ א כא‬ ‫وا‬
‫و ّ‬ ‫ث‪ :‬ا‬ ‫أن ا رواح‬
‫ر ّ‬ ‫א ً א أ ً א‪ ،‬وا‬ ‫وا رة‪ .‬כא ‪ ٩‬آ‬
‫ادم‬ ‫ّ ة‪ .‬و אد‬ ‫وا‬ ‫ا אد وا א‬ ‫و‬ ‫ا ىا‬ ‫ا‬ ‫اכ و‬
‫‪،‬‬ ‫ّ ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫‪ .‬وا وح ا‬ ‫وا ا‬ ‫أر ‪ :‬ا אذ وا א כ وا א‬
‫ة‪،‬‬ ‫اس ا‬
‫ّ‬ ‫رכ ا‬ ‫وا وح ا א و ّ ا אغ‪ ،‬و ا א رכ و ّ כ ‪ ،‬وا‬
‫و‬ ‫أر‬ ‫إ‬ ‫אذ‬ ‫ا ي ا אره ا‬ ‫ّ כ א و א ‪ .‬وا‬ ‫وا‬
‫א‬ ‫ا א‬ ‫ادات ا‬ ‫ا‬ ‫أن ا وح وا ‪ ،‬وا ى אرة‬
‫ّ‬
‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫أ اع ا אر ا‬ ‫ع‬ ‫أ כّ‬ ‫כ ن‬ ‫‪١١‬‬
‫ن‬ ‫‪١٠‬‬
‫اد ا ا‬ ‫ا‬
‫אء‪.‬‬ ‫اج כ ا‬ ‫אء ا ن ]‪٦‬ب[ وا ا א‬ ‫ل ا وح إ أ‬ ‫اد א إ‬ ‫ا‬
‫ع‪ :‬ﺑﺎﻹﺷﺮاك‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫س‪ ،‬ع – ﺑﻴﺎن‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬اﻟﻔﻀﺎﺋﻞ‪.‬‬
‫س‪ ،‬ع ‪ :‬ﻓﻜﺎن‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع ‪ -‬ﻣﻘﺎﺑﻞ اﻟﻔﻌﻞ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬اﻟﺼﻠﻮة‪.‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﺬي‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ ،‬س ‪ +‬ﳍﺎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫‪ ٣‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﻣﻄﻠﺐ‪ :‬ﻣﺰاج‬
‫ع‪ :‬ﻻ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﻨﻬﻤﺎ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﻧﺒﻴّﻨﺎ ﻋﻠﻴﻪ ﺻﻠﻮات اﻟﺮﲪﻦ أﻋﺪل‬
‫أﻣﺰﺟﺔ أﻓﺮاد اﻹﻧﺴﺎن‪.‬‬
44 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bu şu nedenle açıktır ki latif dört sıvı eğer kalbin sağ karıncığına ulaşırsa
bunun hulasasından buharsal latif bir cisim oluşur. Bu düşünen nefse ili-
şen ilk şeydir ve hayvanî ruh olarak adlandırılır. Bunun bedene ait fiillerin
ilkesi olması bakımından zâtî bir istidadı vardır. Damarlar aracılığıyla bey-
ne varıp uzuvların mizacıyla karışırsa uzak istidadı tamamlanır ve böylece
hislerin ve hareketin ilkesi olması için yakın bir istidada dönüşür. Bu da
nefsanî ruh olarak adlandırılır. Sonra beynin ortasına yayılır ve idrak için
bir alete dönüşür. Bu şekilde dış ve iç duyular oluşur. Bundan bir kısım
karaciğere gider, onun mizacıyla karışır ve şehvet gücü adını alır. Bir kısım
kalbe gider mahallinin mizacıyla karışır, uzaklaştırma ilkesine dönüşür
ve öfke gücü adını alır. Bir kısım da hareket eden tüm uzuvlara gider
ve fail güç adını alır. Bu hayvanî ruh, kalbe ulaşan kan olan maddesine;
berraklığı, bulanıklığı, seyrekliği ve yoğunluğu konusunda tâbidir. Eğer
safi, nurani, mutedil bir mizaç ve kıvamdaysa tam olarak ulvi cirimlere
benzer. Ona ilişen düşünen nefis de en kâmildir, akıllara ve aletlere en
yakın ve en çok benzeyendir. İnsana kimi zaman şehvet gücü galip gelir
ki bu avamın çoğunluğunun halidir, o zaman sefihler gibi yeme, içme,
cinsel ilişki gibi hayvanî lezzetlere meyleder. Bazen de yırtıcılık galip gelir
ve aklı fikri yenmek ve intikam olur. Bazen de düşünen nefsin hikmetleri
galip gelir, o zaman da ilimler, idrakler, türlü türlü hayırlar ve ibadetler
yoluyla zât ve rûhâniyette, meleklerle ortak olur. Bu hakiki manada kâmil
insandır. Allah’tan doğru yola tevfik nasip etmesini ve bizi böyle kullardan
eylemesini dileriz.

Düşünme: Yani birinci güç düşünme gücüdür. Yani terimsel olarak


sebep kastedilip sebep olunanın söylenmesiyle; idrak gücüdür. Muzafın
hazfi mümkündür ve bu yüzden zamiri müennes gelmiştir. Bundan kasıt
mahalli beynin orta lobu olan mütefekkire gücüdür. Müellif bu gücü ilk
zikretmiştir, çünkü insanı özel kılan güç olmasının yanında diğer iki güç
de buna bağlıdır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪45‬‬

‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ط ا ر إذا و‬ ‫ا‬ ‫ذ כ ّن‬ ‫و‬


‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا א‬ ‫ّ‬ ‫‪١‬‬
‫أول‬
‫ّ‬ ‫אري‪ ،‬و‬
‫אء‬ ‫ا‬ ‫‪ .‬ذا ا ج‬ ‫ا אر ا‬ ‫اد ذا‬ ‫ا ‪،‬و ا‬ ‫א وح ا‬
‫כ ن ًא ن כ ن‬ ‫اده ا‬ ‫ّا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا אغ ا‬ ‫إ‬ ‫و‬
‫ن ا אغ‬ ‫إ‬ ‫ّ رو ً א א ًא‪ّ ،‬‬ ‫כ‪،‬‬ ‫אس وا‬ ‫أ‬
‫ج‬ ‫إ اכ‬ ‫اس ا א ة وا א ‪ ،‬و‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫دراك‬ ‫آ‬
‫أ‬ ‫ّ و‬ ‫اج‬ ‫و ج‬ ‫إ ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫‪٢‬‬
‫ّة‬ ‫ا ‪،‬و ّ‬
‫ّ‬ ‫אء‬ ‫ّכ‬ ‫تا‬ ‫‪،‬و ‪٣‬إ‬ ‫ّة‬
‫א‬ ‫إ ا‬ ‫ا ما ا‬ ‫ّאد ا‬ ‫א ‪ ،‬و ا ا وح ا ا א‬
‫ًא‬ ‫اج وا ام כאن‬ ‫لا‬ ‫‪ ،‬ن כאن א ًא را ًא‬ ‫وכ ور ور و‬
‫‪٤‬‬
‫ل‬ ‫وא‬ ‫أכ‬ ‫ّ‬ ‫ا א ا‬ ‫ا ّאم‪ ،‬כאن ا‬ ‫ا‬ ‫ام ا א‬ ‫א‬
‫ّام‬ ‫אل أכ ا‬ ‫כ א‬ ‫ا ّة ا‬ ‫‪٥‬‬
‫وا أ وأ ‪ ،‬وا אن אر ًة‬
‫ّام؛ و אر ًة‬ ‫ب وا אع כא‬ ‫ا כ ‪ ٦‬وا‬ ‫ا‬ ‫ا ا ا‬ ‫إ‬
‫ا א‬ ‫כ ا‬ ‫אم؛ و אر ًة‬ ‫وا‬ ‫כ ها‬ ‫כ ن‬ ‫ا‬
‫ات‬ ‫م وا دراכאت‪ ٧‬وأ اع ا‬ ‫ا‬ ‫ا ات وا و א‬ ‫כ‬ ‫אرك ا‬
‫אد‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫لا ّ ا‬ ‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫אن ا כא‬ ‫ا‬ ‫وا אدات ]‪٧‬أ[ و‬
‫اد‪.‬‬ ‫ءا‬ ‫א‬ ‫وأن‬
‫א‬ ‫ًא‬ ‫رכ‬ ‫أي ا‬ ‫ا ّة ا א‬ ‫‪ ٨‬أي ا ّ ة ا و‬ ‫ا‬
‫כّ ة‬ ‫اد א ا ّ ة ا‬ ‫א‪ ،‬وا‬ ‫אف‪ ،٩‬و ا أ ّ‬ ‫فا‬ ‫‪،‬و כ‬ ‫ا‬
‫אن‬ ‫א א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אغ‪ ّ ،‬א ّن‬ ‫ا‬ ‫ا و‬ ‫ّ אا‬ ‫ا‬
‫אن‪.‬‬ ‫אا‬ ‫ّ‬
‫اﳌﻌﺮوف وﻛﻮﻧﻪ ﻣﺒﺘﺪأ ﺗﻘﺪﻳﺮ إ ّﻣﺎ‬ ‫‪ ٦‬ع‪ :‬أﻛﻞ‪.‬‬ ‫ه – أول‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫وﻛﻮن ﻓﺎﻋﺘﺪاﳍﺎ آﻩ ﺧﱪا ﻋﻨﻪ ﻛﻤﺎ‬ ‫‪ ٧‬ع‪ :‬اﻹدراك‪.‬‬ ‫ﻗﻮة‪.‬‬
‫ع– ّ‬ ‫‪٢‬‬
‫ﻗﻴﻞ ﺑﻌﻴﺪ‪.‬‬ ‫‪ ٨‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﻋﻠﻰ أﻧّﻪ ﺧﱪ‬ ‫ع ‪ -‬وﻗﺴﻂ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫‪ ٩‬ه ‪ -‬وﳝﻜﻦ ﺣﺬف اﳌﻀﺎف‪.‬‬ ‫ﳏﺬوف ﻛﻤﺎ ﻫﻮ اﻟﺸﺎﺋﻊ‬ ‫ع‪ :‬ﺑﺎﳌﻌﻘﻮل‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫س‪ ،‬ه ‪ :‬ﻳﻐﻠﺐ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
46 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

İtidali hikmettir: yani hikmet, üç mizacın, hayvanî ruhun, beynin ve


beynin orta lobunun mizaçlarının itidali sayesinde düşünmenin itidalin-
de olması sonucu hâsıl olan güçtür. Bu nefsin kendisiyle hak ve bâtılın
farkını bildiği, hayır ve şerri ayırt ettiği bir meleke olan ahlâki hikmettir.
Böylece nefis hakka inanır, düşünüp taşınmadan kolaylıkla hayrı işler. Bu
faziletlerin köküdür ve Allah-u Teâlâ’nın “Kime hikmet verilmişse, ona çok
hayır verilmiştir” (el-Bakara, 2/269) buyruğundaki, Peygamber (s.a.)’den
rivayet edilen “Allah’ım bize hakkı hak olarak göster ve ona uymamızı nasip
eyle, şerri de şer olarak göster ve kaçınmamızı nasip eyle”1 sözünden murad
edilen şeydir. Yoksa bu; eşyanın kendinde durumlarının bilgisini imkân
ölçüsünde araştıran ilim olan felsefi hikmet değildir. Bu iki uçtan daha ge-
neldir. Ahlâkî hikmet, ilmi tam bilmek ve ameli tam yapmak anlamındaki
şer’î hikmet de değildir. Sözlükte yer alan fayda ve maslahat anlamındaki
hikmet de değildir. Bil ki sadece müfekkirenin itidali bu hikmet için ye-
terli değildir. Bunun yanında kendisini hatadan koruyacak olan bir kural
gerekir ki, o da mantıktır. Bu yüzden mantığa olan ihtiyaç çok kuvvetlidir.
Bu Meşşâîlerin metodudur. İşrâkîler ise müfekkirenin itidalinin nefis kut-
sallaşmadan sağlanmayacağı, kudsî nefse sahip olanın da mantığa ihtiyaç
duymayacağı görüşündedirler.
İfratı cerbezedir: Yani düşünme gücünün aşırılığından meydana gelen
güç, cerbezedir. Cerbeze şeklinde fethayla okunur. Bu kendisi sayesinde dü-
şünüp taşınmadan, kolaylıkla hak olduğu iddiasıyla bâtılda, hayır olduğu
iddiasıyla da şerde ısrarın sadır olduğu bir melekedir. Sağır kef’in zammesi
ve tek noktalı bâ ile okunan, güç veya cisim anlamına gelen kurbeze keli-
mesinin Arapçalaşmış halidir. Böyle rivayet edilmiştir. Cerbezenin sebebi
vehim gücünün itidalden ayrılıp ifrata meyletmesiyle müfekkireye hâkim
olmasıdır. Bilgi edinme yollarının çok olması kınanırken, bilginin nicelik ve
nitelik açısından çokluğu ise övülür. Nazar gücünün fazlalığının daha iyi ve
güzele götüreceği zannıyla müfekkirenin ifratının amelî konularda olduğu-
nu, nazarî konularda olmadığını iddia eden görüşün hiçbir tutar yanı yoktur
ve müellifin söylediği gibi değildir. Filozoflar, bâtıl tevil sahipleri, hile ehli
Sasânîler ve göz bağlayıcı cerbeze sahipleri arasında sayılırlar.
1 Bu ibare hadis kaynaklarında yer almamakta olup Hz. Ömer’in duası olarak geçmektedir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪47‬‬

‫اج‬ ‫ا‬ ‫ال ا‬ ‫ا א א‬ ‫ا‬ ‫א ا א ا כ أي ا ّ ة ا א‬


‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا כ‬ ‫‪.‬‬ ‫ا و‬ ‫ا وح ا ا وا אغ وا‬
‫‪٣‬‬
‫ّ‬ ‫‪٢‬ا‬ ‫ا ّ وا א و ّ‬
‫ّ‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫כ א ف‪ ١‬ا‬
‫א ‪َ ﴿ :‬و َ ْ‬ ‫رو ّ و أ ا א ا اد‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫‪٤‬‬

‫ُ ْ َت ا ْ ِ כْ َ َ َ َ ْ ُاو ِ َ َ ْ ًا כ ً ا﴾ ) رة ا ْ َ َ ة‪ (٩٦٢/٢ ،‬و א روي‬


‫‪٦‬‬
‫א ً وارز א ا א «‬ ‫ا م‪» :‬ا ّ ّ أر א ا ّ א وارز א ا א ‪ ٥‬وأر א ا א‬
‫ر‬ ‫א‬ ‫أ ال ا אن‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا כ ا‬
‫؛‬ ‫وإ אن ا‬ ‫إ אن ا‬ ‫ا‬ ‫؛و ا‬ ‫ا‬ ‫ا כאن‪ ّ ،‬أ ّ‬
‫‪٧‬‬

‫כ‬ ‫כّ ة‬ ‫ال ا‬ ‫ّد ا‬ ‫أن‬


‫ّ‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫أ ا א ة وا‬ ‫و ا‬
‫‪،٨‬‬ ‫ا‬ ‫ا כ ‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א ن‬ ‫ّ א‬ ‫ها כ ‪،‬‬
‫‪١٠‬‬
‫أن‬
‫ّ‬ ‫ا نإ‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬وذ‬ ‫ّא‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪.‬و ا‬ ‫ّ ت‪ ٩‬إ‬ ‫و اا‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫‪،‬و א‬ ‫כ ا‬ ‫א‬ ‫‪١١‬‬
‫ّ‬ ‫כّ ة‬ ‫ال ا‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫אج إ‬
‫ة‬ ‫ا‬ ‫ز אدة‪ ١٢‬ا ّ ة ا א‬ ‫ة أي ا ّ ة ا א‬ ‫وإ ا א ا‬

‫ا ّ‬ ‫ّو‬ ‫ّאد אء أ ّ‬ ‫ا א‬ ‫ار‬ ‫ر ]‪٧‬ب[ ا‬ ‫כ א‬ ‫א ‪.‬و‬


‫وا אء‬ ‫ا כאف ا‬ ‫‪ُ ١٣‬כ ة‬ ‫رو ّ ‪،‬‬ ‫אد אء أ ّ‬
‫כّ ة‬ ‫ا‬ ‫ءا ا‬ ‫אا‬ ‫‪.‬و‬ ‫؛כ ا‬ ‫ا ّ ة أو ا‬ ‫ّ ة‬ ‫ا‬
‫وإن כאن‬ ‫اط‪ّ .‬ن ز אدة آ ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ال إ‬ ‫ا‬ ‫و א‬
‫כّ ة‬ ‫اد إ اط ا‬ ‫إن ا‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫و ‪.‬‬ ‫כ א أو כ ً א‬ ‫ز אدة ا‬
‫وا כ אل و‬ ‫ز אدة ا‬ ‫أن ز אدة ا‬
‫אت ّ ّ‬ ‫אت ا‬ ‫ا‬
‫وأر אب‬ ‫אب ا و ت ا א‬ ‫ة ا כ אء‪ ١٤‬وأ‬ ‫כ א אل‪ .‬و أ אب ا‬
‫ذة‪.‬‬ ‫وا‬ ‫ا א א‬ ‫ا‬
‫ع – أن‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﻫﺬﻩ اﻟﻌﺒﺎرة ﱂ ﻳﻮﻗﻒ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﰲ ﻣﺼﺎدر‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﺗﻌﺮف‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ﻳﺘﺄﱏ‪.‬‬
‫ع‪ّ :‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫اﻷﺣﺎدﻳﺚ‪ ،‬وإ ﺎ دﻋﺎء ﺳﻴﺪﻧﺎ ﻋﻤﺮ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻓﻌﺘﻘﺪ؛ ه‪ :‬ﻓﺘﻌﺘﻘﺪ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬زﻳﺎد‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬ﻋﻢ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬اﳋﲑ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫س ‪ +‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﻨﻄﻖ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬اﳌﻌﲎ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع – اﳊﻜﻤﺎء‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ه‪ :‬اﺷﺘ ّﺪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬اﺗﺒﺎ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
48 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Tefriti kalın kafalılıktır: Yani müfekkirenin noksanlığından hâsıl olan


güç, kalın kafalılıktır. Bu vehim gücünün hâkim olmasıyla, nefsin kendisiyle
sadece duyulur olanları idrak ettiği, akledilir olanları idrak edemediği bir
melekedir. Sahibi bazı hayvanlar gibi sadece taklitçidir.
Öfke: Yani ikincisi öfke gücüdür. Daha önce belirtildiği gibi sebebin
zikredilmesi veya muzafın açıklaması sebebiyledir. Buna hayvanî nefis, yır-
tıcı nefis ve bir görüşe göre de nefs-i levvâme denir. İstenmeyen şeyi ortadan
kaldırmaya ve intikam almaya sevk eden güçtür.
İtidali şecaattir: Yani bu gücün itidalinden ve hayvanî ruhun, beynin
ve kalbin mizaçlarının itidalde olmaları nedeniyle ortalama bir halde bu-
lunmasından meydana gelen meleke, şecaattir. Bu, kendisiyle nefisten teh-
likelere karşı ihtiyarî olarak şer‘î atılganlığın sadır olduğu bir melekedir. Bu,
düşünme gücüne, şehvet gücünden daha yakındır. İki güç düşünme gücüne
hizmet ediyorlarsa da birbirlerine zıttırlar ve her ikisi de birbirlerinin baskın-
lığını azaltır. Böyle olmazsa üstün gelen düşünme gücüne hizmetin dışına
çıkar ve ona hakkıyla hizmeti sürdüremez.
İfratı deli cesaretidir: Yani etkilerinin niceliksel ve niteliksel olarak faz-
la olmasını gerektirmesi bakımından öfke gücünün aşırılığından meydana
gelen meleke, deli cesaretidir. Bu, kendisiyle şeriatın ve aklın güzel kabul
etmediği şekilde tehlikelere karşı atılganlığın meydana geldiği bir melekedir.
Tefriti korkaklıktır: Yani etkilerinin, niceliksel ve niteliksel olarak
gereğinden az olmasını gerektirecek şekilde öfke gücünün zayıflığından
meydana gelen meleke, korkaklıktır. Bu, kendisiyle atılganlık gereken yerde
çekingenliğin sadır olduğu bir melekedir. Bir görüşe göre de öfkenin ihtiyarî
olarak devre dışı bırakılmasıdır.
Bil ki, faziletlerin tamamı hikmet ve şecaatten doğar. Hikmet faziletlerin
babasıdır, şecaat ise annesidir. Bütün reziletler de cehalet ve korkaklıktan ne-
şet eder. Buna göre birincisi babasıdır, ikincisi de annesidir. Hikmet ilimdir,
şecaat sabırdır. Dolayısıyla nefis hayvanî hazları bilip ondan kaçındığında
dünya ve ahirette hafifliği gerektiren iffet meydana gelir. Cehaleti ve kor-
kaklığı var sen kıyasla.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪49‬‬

‫כ‬ ‫ا אوة‪ .‬و‬ ‫כة‬ ‫אن ا‬ ‫א ا אوة أي ا ّ ة ا א‬ ‫و‬


‫‪.‬‬ ‫ءا ا‬ ‫ت א‬ ‫אت دون ا‬ ‫إدراك ا‬ ‫ر א ا אر ا‬
‫ا א ‪.‬‬ ‫ف‪ ١‬כ‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫و א‬
‫‪.‬‬ ‫אف כ א‬ ‫ا‬ ‫أو ا‬ ‫رادة ا‬ ‫ا ّة ا‬ ‫أي ا א‬ ‫وا‬
‫ا ّة ا א‬ ‫‪.‬و‬ ‫א‬ ‫وا ّ ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫و אل א ا‬
‫אم‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ا כ وه وأ‬ ‫د‬
‫ا א‬ ‫א‬ ‫ال כ ا ّ ة وכ‬ ‫ا‬ ‫א أي ا כ ا א‬ ‫ا אا‬ ‫א‬
‫כ‬ ‫א ‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا وا אغ وا‬ ‫ا وح ا‬ ‫ال أ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬
‫أ با א‬ ‫אر‪ ،‬و‬ ‫אوف א‬ ‫ا‬ ‫‪٢‬‬
‫ام ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫א‬
‫رة ]‪٨‬أ[‬ ‫א‬ ‫כّ‬ ‫ّאد אن و כ‬ ‫אو א‬ ‫‪ ،‬وإن כא א אد‬ ‫ا ّة ا‬
‫‪.‬‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫א ا א‬ ‫ا א‬ ‫ى وإ‬ ‫ا‬
‫ز אدة‬ ‫اد ا‬ ‫ا‬ ‫ّ ر أي ا כ ا א‬ ‫وإ ا א ا‬
‫אכ‬ ‫ا‬ ‫ام‬ ‫را‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫ّر و‬ ‫ا‬ ‫آ אر א כ א أو כ ً א‬
‫‪.‬‬ ‫عو ‪٣‬ا‬ ‫אا‬
‫و‬ ‫ا‬ ‫أي ا כ ا א‬ ‫אا‬ ‫و‬
‫אم ّ א‬ ‫را‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫אن آ אر א כ א‪ ٤‬أو כ ً א‬
‫אر‪.‬‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ام‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫‪٥‬‬
‫א‬ ‫أ ا‬ ‫א ‪ ،‬א כ‬ ‫وا‬ ‫ا כ‬ ‫ّ‬ ‫כّ א‬ ‫א‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫وا‬
‫א وا א أ ّ א‪،‬‬ ‫‪ ،‬א ّول‪ ٦‬أ‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ا ذا‬ ‫وا א أ ّ א‪ .‬و‬
‫א‬ ‫وا‬ ‫ا ّة ا‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬ذا‬ ‫א‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫ّن ا כ‬
‫‪.٨‬‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ة‪ ،‬و‬ ‫א وا‬ ‫ا‬ ‫‪٧‬‬
‫ّ‬ ‫ا ّ ا‬
‫ع ‪ -‬واﻟﺸﺠﺎﻋﺔ ﻓﺎﳊﻜﻤﺔ أﺑﻮ اﻟﻔﻀﺎﺋﻞ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ع‪ :‬ﺿﺮف؛ ع‪ + :‬ﻫﺎﺋﻢ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ه‪ :‬واﻷول‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬أي ﻓﻴﻤﺎ ﻳﻨﺒﻐﻲ ﻋﻠﻰ وﺟﻪ ﻳﻨﺒﻐﻲ‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ﻟﻠﺨﻠﻔﺔ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﻛﻤﺎ ﻗﻴﻞ‪.‬‬
‫ه ‪ -‬وﻗﺲ ﻋﻠﻴﻪ اﳉﻬﻞ واﳉﱭ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻻ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﻛﻴﻔﺎ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
50 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Sonra şunu bil ki, öfkenin hakikati nefsin istenmeyeni giderme ve inti-
kam almaya yönelik hareketi ve meylidir. Nefis hoşlanmadığı bir şeyi tasav-
vur ettiğinde onu sevk gücü aracılığıyla gidermek ister. Bu yüzden kalpten
sıcak ve sıcaklığından dolayı kuru bir dumanın buharı çıkar da bundan bir
kısım beyne yükselir. Eğer çok olursa beyin gücünü tamamen ele geçirir ve
fiillerini gerçekleştirmesini engeller. Ondan sonra da tüm vücuda yayılır,
etkisi altına alır ve bozar. Sahibinde söylediği ve yaptığı şeylere dair hiç-
bir şuur kalmaz. Sonra yavaş yavaş durulur ve yayıldıktan sonra çözünmüş
bu buhardan geriye kalan şey kalbe döner. Kişi kendine gelir ve yaptığına
pişman olur. Eğer bu nefsin âdeti ise deli cesaretidir. Eğer buhar mutedil-
se güçleri devre dışı bırakmaz. Bilakis onları giderilmesine şer‘an ve aklen
atılganlık gereken şeyler için şuurlu bir atılganlığa sevk edecek şekilde ısıtır.
Eğer bu yerleşik bir hal olursa bu şecaattir. Eğer istenmeyen durumu or-
tadan kaldırmayı ister ve öfke hareketinin zayıflığıyla birlikte vehim buna
ilişirse veya ilişmezse bu çelişki, atılganlık gereken yerde çekingenliktir. Eğer
bu bir melekeyse, korkaklıktır.

Şehvet: Yani üçüncü güç, şehevîdir, behimîdir, emmâredir. Bu nefsin


tabiatıyla uyumlu olan şeylere yönelmesidir. Burada kasıt, karaciğerde bu-
lunan, nefsi tabiatla uyumlu olan şeyleri istemeye sevk eden bir güçtür.
Şehevi gücün istekleri öfke gücünün aksine mahza cismânîdir. Çünkü öfke
gücünün isteği cismânî ve nefsânî arasında ara bir bölgededir, rûhânîye
benzer. Daha önce düşünme ve öfkede ifade edildiği gibi bu sebebin sebep
olanla adlandırılmasıdır, ya da muzafın açıklamasıdır. Diğer sıfatları da
buna göre sen kıyasla.

İtidali iffettir: Yani şehvetin itidalinden meydana gelen güç, iffet me-
lekesidir. Bu, şeriatın gerektirdiği üzere yeme, içme, giyinme, barınma gibi
bedensel zorunluluklarla yetinmek; insanî kemâlâtı elde etme ve nefsini
hayvanlarla ortaklıklardan arındırmaya gayret göstermek sûretiyle şehvet
gücünün fiillerinin kendisinden sadır olduğu melekedir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪51‬‬

‫אم‪،‬‬ ‫ا‬ ‫כ وه وأ‬ ‫د‬ ‫אإ‬ ‫و‬ ‫כ ا‬ ‫ا‬ ‫أن‬


‫ّ‬ ‫ّا‬
‫אر‬ ‫ا ّة ا א ‪،‬‬ ‫ا‬‫א ا‬ ‫ر‬ ‫ذا ّ رت أ ً ا כ و א أرادت د‬
‫إ ا אغ‪ ،‬ن כאن כ ً ا ا‬ ‫ار ‪،١‬‬ ‫אر א‬
‫د אن ّ‬
‫ا نو ّ‬ ‫هإ‬ ‫أ א אو‬ ‫ا ىا א כّ א ّ א‬
‫و‬ ‫כ א ر‬ ‫‪ّ ،‬‬
‫‪٢‬‬
‫و‬ ‫ر א‬ ‫א‬ ‫ه‪ ،‬و‬
‫‪٥‬و م‬ ‫אر‬ ‫ا‬ ‫אم‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫ّ‬ ‫אر ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫إ ‪٣‬ا‬
‫ً‬ ‫אر‬ ‫ا ّ ر‪ ،‬وإن כאن ا‬ ‫ا אدة‬ ‫‪ ،‬ن כאن‬ ‫ّא‬
‫‪٦‬‬

‫ا ي‬ ‫ا‬ ‫ر ]‪٨‬ب[‬ ‫אرن א‬ ‫ام ا‬ ‫ًא א ًא‬ ‫א‬ ‫ا ى‬


‫א ‪ ،‬وإن أراد ر‬ ‫ا‬ ‫ً ‪ ،‬ن כאن א را‬ ‫ًא و‬ ‫ام‬ ‫ا‬
‫אم‬ ‫ا‬ ‫אر‬ ‫ها‬ ‫أو و א‬ ‫כ ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫و אر‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ام‪ ،‬وإن כאن כ‬ ‫ا‬

‫ا‬ ‫ا ّ אرة‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ة أي ا ّ ة ا א ا ّ ة ا‬ ‫وا‬


‫ا‬ ‫ا‬ ‫اכ‬ ‫ا ‪ ،‬وا اد א ّ ة‬ ‫א‬ ‫إ‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫א زخ‬ ‫‪ّ ،‬ن‬ ‫فا‬ ‫א‬ ‫‪.‬و א א‬
‫وا‬ ‫ا‬ ‫כ א ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫א و א‬ ‫א وأ‬ ‫وا‬
‫א ا و אف‪.‬‬ ‫אف‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫أو‬

‫כ‬ ‫ة כ ا ّ ‪.‬و‬ ‫ال ا‬ ‫ا‬ ‫א ا א ا ّ أي ا ّ ة ا א‬


‫א כ אء‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ر א أ אل ا ّ ة ا‬
‫فا ّ إ‬ ‫כ ‪،‬و‬ ‫وا‬ ‫ب وا‬ ‫ا כ وا‬ ‫ور אت ا ن‬
‫ا ‪.‬‬ ‫אرכאت‪ ٧‬ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫اכ א تا‬

‫‪ ٥‬ع‪ :‬ﻓﻴﺼﺤﻮا‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﳊﺮارﺗﻪ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫‪ ٦‬ع‪ :‬ﻋﻠﻰ ﻣﺎ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻘﻮل وﻳﻔﻌﻞ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ٧‬ع‪ :‬اﳌﺸﺎرﻛﺔ‪.‬‬ ‫ع – إﱃ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬اﳌﺴﺎم‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
52 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

İfratı azgınlıktır: Bu şehvet gücünün, gereksiz nefsanî hazlarla ilgili fi-


illerinin kendisinden sadır olduğu bir melekedir.

Tefriti isteksizliktir: Cümûd (isteksizlik) kelimesi cimle okunur. Humûd


şeklinde noktalı hâ ile de okunduğu da söylenmiştir. Kendisi sayesinde
şehvet gücünün uygun olan ve olmayan fiillerinin özgür iradeyle devre dışı
bırakıldığı bir melekedir. Bu da istenen kemalin noksanlığına ya da zayıflı-
ğına sebep olur.

Bil ki, filozoflara ve muhakkik sufilere göre düşünen nefis zatında mü-
cerreddir ve insanî kemâlâtı elde ederken başvurması için bütün cismanî
güçleriyle hayvanî ruha bağlıdır. Bu nedenle eğer nefis bunları istenildiği
şekilde kullanırsa kendisi için nefsanî kemâlâtı hâsıl olur. Böylelikle Naim
Cenneti’ne girer. Ama durum tersine olursa, nefis ömrünü geçirmek için
hayvanî ruhun aleti olur, onun arzularına dalar, iştihasına kendini kaptırır
ve elinden kurtulamazsa, bu haldeyken neyi kaçırdığını idrak edemez,
öldüğünde de cehennemde, korkunç bir azaba duçar olur. Onun durumu
için ava gitmeye niyetlenmiş, atına binmiş, yanına köpeğini almış ve çöle
doğru yola çıkmış bir kişiyi örnek verirler. Eğer atı eğitimli, ortalama bir at
ise, zayıf ve aciz ya da güçlü ve azgın değilse; köpeği eğitimli ise; kendisi de
av konusunda bilgili ise istidadı ölçüsünde muradına erer. Evine mutlu ve
gururlu bir şekilde döner, ailesinin yanına sevinçli bir şekilde gider. Eğer
atı inatçı ve asi ise, köpeği eğitimli değilse, kendisi iyi bir binici değilse
ya da av konusunda gözü açık değilse muradına eremez. Hatta herkes de
açlıktan helak olabilir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪53‬‬

‫‪١‬‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫א أ אل ا ّ ة ا‬ ‫ر‬ ‫כ‬ ‫رو‬ ‫وإ ا א ا‬
‫א ‪.‬‬ ‫ا ا ا‬

‫ا ّة‬ ‫א‬ ‫ر‬ ‫‪ ،‬כ‬ ‫א אء ا‬ ‫و‬ ‫د א‬ ‫אا‬ ‫و‬


‫אن ا כ אل‬ ‫ّدي إ‬ ‫אر‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫آ אر א ا‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫ب أو‬ ‫ا‬

‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا כ אء و‬ ‫ذا א‬ ‫ّ دة‬ ‫ا א‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫‪٢‬‬
‫وا‬
‫א إ‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫ى ا‬ ‫ا‬ ‫א وح ا‬ ‫ّ‬
‫א ‪،‬‬ ‫اכ א ت ا‬ ‫אء‬ ‫כ‬ ‫א ‪ ،‬نا‬ ‫אا‬ ‫כ א‬
‫אء‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫]‪٩‬أ[ آ‬ ‫و אرت ا‬ ‫ا‬ ‫‪ .‬وإن כ‬
‫כ‬ ‫ه‬ ‫אه و‬ ‫כ‬ ‫اه وا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫‪ ٦‬و اب أ ‪،‬‬ ‫אر‬ ‫‪٥‬‬ ‫‪٤‬‬
‫כ ا א ‪ ٣‬و אت‬ ‫א אت و‬ ‫ارכ‬
‫ج‪ ٨‬إ‬ ‫כ ًא‬ ‫ً א وأ‬ ‫رכ‬ ‫אل א‬ ‫א א‬ ‫‪٧‬‬
‫ا‬ ‫و‬
‫‪٩‬‬
‫ً א وכ‬ ‫א‬ ‫ًא א ً ا و‬ ‫ّ ًא‬ ‫א ًא‬ ‫اء‪ .‬ن כאن‬ ‫ا‬
‫إ‬ ‫اده ور‬ ‫א ـ ً א אل اده ر ا‬ ‫ال ا‬ ‫‪١٠‬‬
‫ً א وכאن‬
‫‪١١‬‬
‫و ًא‬ ‫ًא‬ ‫ورا‪ .‬وإن כאن‬
‫ً‬ ‫أ‬ ‫إ‬ ‫ًرا و‬ ‫ًא‬
‫اده‬ ‫إ‬ ‫אر ً א‬ ‫ال‪ ١٢‬ا‬ ‫אر ً א أو‬ ‫כ‬ ‫أو‬ ‫أو כ‬
‫א ‪.‬‬ ‫ام‬ ‫כاכ ّ‬

‫ع ‪ -‬ﻋﻠﻰ ﺗﻠﻚ اﳊﺎﻟﺔ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬ ‫‪ ١‬ع – ﻻ‪.‬‬


‫ه‪ :‬ﻣﺎت‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫ّ‬
‫‪ ٢‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﰒ إ ّن ﲢﺼﻴﻞ اﻟﻜﻤﺎﻻت‬
‫ع – ﻓﻬﻮ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫اﻟﻨﻔﺴﺎﻧﻴﺔ و ﺬﻳﺐ اﻷﺧﻼق اﻹﻧﺴﻴﺔ ﻗﻠّﻤﺎ ﻳﺘﺄﺗّﻰ‬
‫ع‪ :‬ﺟﻴﻢ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﺑﺎﻟﻌﺒﺎدات اﻟﻈﺎﻫﺮة ﺑﻞ ﻻ ﺑ ّﺪ ﻟﻪ ﻣﻦ ﻣﺮﺷﺪ ﻛﺎﻣﻞ‪ ،‬ﻓﺈ ّن‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﻛﺬا ذﻛﺮﻩ ﰲ اﻟﺘﻠﻮﻳﺢ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﻇﺎﻫﺮا ﻓﻌﻠﻴﻚ ﺑﺘﻜﺜﲑ‬
‫اﻟﺼﺤﺒﺔ ﻣﺆﺛّﺮة‪ .‬ﻓﺈن ﱂ ﻳﻜﻦ ً‬
‫ع‪ :‬ﻓﻴﺨﺮج‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫اﻟﻨﱯ ﻋﻠﻴﻪ اﻟﺴﻼم؛ ﻓﺈ ّن ﺗﻜﺜﲑﻫﺎ إﻛﺴﲑ‬
‫اﻟﺼﻼة ﻋﻠﻰ ّ‬
‫ه‪ :‬وﺻﺎر ﻛﻠﺒﻪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ﰲ ﻫﺬا اﻟﺒﺎب ﻟﺘﺄدﻳﺔ إﱃ اﻻﻧﺘﺴﺎب ﻛﻤﺎ ﻧﻘﻠﻪ اﻟﻔﺎﺳﻲ‬
‫ه – ﻛﺎن‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫اﳌﺴﻤﻰ‬
‫ﻋﻦ ﺑﻌﺾ اﻟﻌﺎرﻓﲔ ﰲ ﺷﺮح دﻻﺋﻞ اﳋﲑات ّ‬
‫ه‪ :‬ﺧﺮوﻧﺎ؛ ع‪ :‬درون‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﺑﺄﻧﻮار اﻟﻠﻤﻌﺎت‪ .‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﺻﺎﺋﺐ‪ :‬ﺑﲑون زﺷﺮع‬
‫ه‪ :‬وﺑﺄﺣﻮال‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ﻫﺮﭼﻪ ﺑﻮد رﻧﺞ ﻋﺘﺴﺖ ‪ /‬ﻗﺎﻧﻮن ﺣﻔﻆ ﺻﺤﺖ ﻋﺎﱂ‬
‫ﺷﺮ ﺑﻌﺘﺴﺖ*‪.‬‬
54 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Faziletler orta hallerdir. Bunlar üçtür. Uçlar reziletlerdir. Bunlar ni-


celik bakımından altı tanedir. Niteliğin sapması bunlardandır.]

Faziletler orta hallerdir: Yani kemaldeki fazilet sıfatları orta meleke-


lerdir veya tefrit ve ifratın ortasında bulunanlardır. Burada açık olan orta
hallerin faziletler olduğuna hükmedilmesidir. Çünkü ifadedeki maksat tıp-
kı reziletler hakkında da uçlar olduklarına hükmedilmesi gibidir. Uçların
reziletler olduğu hükmüyle beraber faziletlerin tanımlanmasının istenmesi
faydasız bir iştir. Ortadan kasıt daha önce açıklandığı gibi yaklaşık bir iti-
daldir, kesin bir itidal değildir. Bu, insanı nefis ve bedenin toplamı olarak
kabul eden Meşşâîlere göre nefsânî ve cismânî saadettir. Bu yüzden insanı
“düşünen ölümlü canlı” olarak tanımlamışlardır. İşrâkîlere göre ise bu sa-
dece nefsânî saadettir.

Bunlar üçtür: Yani faziletler. Tâ’nın zikredilmesiyle orta olanlar fa-


zilet olarak yorumlanır. Bu, nefsanî güçlerin üç tane kabul edilmesi
bakımındandır. Adalet bağımsız bir fazilet değildir, aksine üçünün topla-
mıdır. Bu yüzden müellif onu zikretmemiştir.

Uçlar reziletlerdir: Uç bir şeyin sonudur. Konum kategorisindendir.


Bazen de bir şeyin kendisinde son bulduğu şeye söylenir. O zaman
cevherler ve arazın son noktasına tabi olur ve bu nedenle sadece duyulur
olana has olur. Duyulur olanın dışındaki şeyler için kullanımı ise teşbih
yoluyla olur.

İkinin üçle çarpılmasıyla bunlar altı tanedir. Altı tane olması itibariyle bu
reziletler, nicelik bakımındandır: yani zatlarına bakıldığında miktarlarının
gerektirdiği sebebiyle. Nitelikleri ve sıfatları bakımından rezilet olmalarına
gelince; ortalar, kendilerinde fazilet olsalar bile, gerektirdikleri fiillerin fasit
arazlarla bozulmuş olmasından dolayı rezilete dönüşürler. Bu yüzden müellif
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪55‬‬

‫اכ ‪.‬‬ ‫اف رذا‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫]وا‬


‫‪[.‬‬ ‫و א رداءة ا כ‬

‫ّ‬ ‫ا כאت ا‬ ‫ا כ אل‬ ‫אت ا א‬ ‫א ‪ ١‬أي ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫وا‬


‫א‬ ‫כ א‬ ‫أن‬ ‫اط‪ .‬وا א‬ ‫‪ ٣‬وا‬ ‫ا‬ ‫ا و אط‬ ‫‪٢‬‬
‫أو ا ا‬
‫اف‪ ،‬وإرادة‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫د א אدة כ א כ א ذا‬ ‫ّ ا‬ ‫ا و אط‪،‬‬
‫‪٥‬‬
‫ّ‬ ‫اد א‬ ‫א ‪ .‬وا‬ ‫ّא‬ ‫اف א ذا‬ ‫ا‬ ‫ا כ‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫אدة ا‬ ‫ا‬ ‫ّ ‪.‬و‬ ‫כ א‬ ‫ا‬ ‫ال ا‬ ‫ا‬
‫ان‬ ‫ّ ه א‬ ‫وا ن‪ ،‬و ا‬ ‫عا‬ ‫אن‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫إ‬ ‫ا ا‬ ‫ّא‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫א‬ ‫אدة ا‬ ‫أّ ا‬ ‫ا ن‬ ‫ا א ‪ ،‬وا‬ ‫ا א‬

‫כ ا אء‪ .‬و ا‬ ‫‪٧‬‬


‫ا و אط ‪ ٦‬أو ا و אط‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫أي ا‬
‫א‪،‬‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א ‪ .‬وا‬ ‫ىا‬ ‫ا‬
‫כ א‪.‬‬ ‫ا‬

‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫‪٨‬‬


‫ء‪،‬‬ ‫ف א ا‬ ‫ا‬ ‫اف رذا‬ ‫وا‬
‫ًא‬ ‫ض כ ن‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אء כ ن‪ ٩‬א ً א ي ا א‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫א‬ ‫س وا‬ ‫]‪٩‬ب[ א‬
‫‪١٠‬‬
‫א‬ ‫א אر כ‬ ‫ه ا ذا‬ ‫‪.‬‬ ‫ب ا‬
‫ذوا א‪ ،‬وأ ّ א‬ ‫إ‬ ‫ار א א‬ ‫אء‬ ‫أي א‬ ‫اכ‬ ‫‪١١‬‬

‫א‬ ‫‪١٢‬‬
‫א‬ ‫أ‬ ‫وإن כא‬ ‫رذا‬ ‫א א א و אط‬ ‫כ א א و‬
‫ة‪ ،‬و ا אل‪:‬‬ ‫ا א‬ ‫‪١٤‬‬
‫اض‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫‪١٣‬‬
‫ّ‬ ‫אل ا‬ ‫כ ن ا‬
‫س‪ :‬ﻳﻜﻮن‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﺮذاﺋﻞ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬وﻧﻌﻢ ﻣﺎ ﻗﻴﻞ‪:‬‬
‫ه ‪ -‬ﺑﺎﻋﺘﺒﺎر ﻛﻮ ﺎ‪.‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﺑﻄﺮﻳﻖ ﺗﺸﺒﻴﻪ ‪١٠‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﻲ‬ ‫ِ‬
‫َﻀ‬ ‫ُﻛ ﱡﻞ اﻷُْ ُﻣﻮِر َﺗـ ُﺰ ُ‬
‫ول َﻋﻨْ َﻚ َوَﺗـْﻨـﻘ‬
‫ه‪ :‬ﺑﺎﻋﺘﺒﺎر‪.‬‬ ‫اﳌﻌﻘﻮل ﺑﺎﶈﺴﻮس وﻟﻌﻠّﻪ ﺣﻘﻴﻘﺔ ‪١١‬‬ ‫إﱠِﻻ اﻟﱠﺜـﻨَ ُﺎء ﻓَﺈِﻧﱠُﻪ ﻟ َ‬
‫َﻚ ﺑَﺎﻗِﻲ‬
‫ع‪ :‬ﻧﻔﺴﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ﻋﺮﻓﻴﺔ‪.‬‬ ‫َﻀﺎﺋِ ٍﻞ‬
‫ﲔﻓَ‬ ‫َواﷲِ ﻟ َْﻮ ُﺧﱢﻴـ ْﺮ ُت َﺑـ ْ َ‬
‫ه – ﻫﻰ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ع‪ :‬اﻷواﺳﻂ‪.‬‬ ‫َﻣﺎ ُﺧﱢﻴـ ْﺮ ُت َﻏْﻴـ َﺮ َﻣ َﻜﺎ ِرِم اﻷَْ ْﺧ َﻼ ِق ‪٦‬‬
‫ع‪ :‬ﺑﺎﻷﻋﺮاض‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ع – اﻷوﺳﺎط‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬واﻟﻮاﻗﻌﺔ‪.‬‬
‫ع – ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪ ٣‬ع – اﻟﺘﻔﺮﻳﻂ‪.‬‬
56 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

niteliğin sapması yani nicelik bakımından faziletler olsalar bile niteliğin


sapmasından dolayı meydana gelen melekeler bunlardandır yani rezilet-
lerdendir demiştir. Çünkü rezilet ancak itidalden çıkmakla olur. Bu nicelik
olarak, azlık ve çoklukla olabildiği gibi, nitelik olarak düzgünlükle veya
sapkınlıkla da olabilir. Meleke, düzgünlükte veya sapkınlıkta fiillerin tekrar-
lanması olan kendi sebebine tâbidir. Bunun benzeri şudur: Mizaç itidalden
saptığında ve sahibi için kötü bir hal meydana geldiğinde bunun sebebi
ya dört unsurun çokluk ya da azlık yönünden uygun hallerinden ayrılmış
olmasıdır ki, bu nicelik bakımından bir hastalıktır. Veya madde olduğu hal
üzere kalmakla beraber niteliklerden birinin bozulmuş olmasıdır ki, bu da
nitelik bakımından bir hastalıktır.
[Hikmettekine gelince bu âlimlere karşı küstahlık etmek için ilim
öğrenen kimse gibidir.]
Hikmet melekesindeki sapmaya gelince bu ilim öğrenen kimse gi-
bidir: yani öğrenimden sapma ilmin mesailini öğreneninki gibi, niyetten
sapma ise müellifin de zikrettiği gibi ilmi dinî değil dünyevî bir amaç için
öğreneninki gibidir. Burada müsamaha veya mecaz vardır. Ve zamirde-
ki kullanımın “âlimlere karşı küstahlık etmek için” ifadesi için olması
mümkündür. Yani onları yenmek, tartışmalarda susturmak için; -mucârât
(küstahlık etmek) kelimesi cerâet’ten (küstahlık) türetilmiştir, mudârât ke-
limesinde olduğu gibi elif, hemze’den dönüşmüştür- faziletlerin en üstünü
olan hikmetin bizzat kendisini elde etmek için değil.
[Şecaattekine gelince bu onu şan ve ganimet için uygulayanınki gi-
bidir.]
Şecaatteki sapmaya gelince onun sebebinin sapması, onu uygulayanın
niyetinin sapması gibidir. Yani ona özgü fiilleri uygulayan ve şan ve ganimet
için yani sadece arzu edilen şöhreti kazanmak için veya savaşlarda ganimet
elde etmek için birbiri ardınca tekrar eden gibidir; yoksa hasletlerin en iyisi
olan şecaatin bizzat kendisi için değil.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪57‬‬

‫وإن כא‬ ‫داءة ا כ‬ ‫أي ا כאت ا א‬ ‫و א أي ا ذا ‪ ١‬رداءة ا כ‬


‫כ א‬ ‫ال‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫وج‬ ‫א‬ ‫‪ّ ،‬ن ا ذا إ ّ א‬ ‫اכ‬ ‫א‬
‫‪ .‬وا כ‬ ‫اכ‬ ‫دة وا داءة و‬ ‫כ ن א‬ ‫اכ‬ ‫כ ن א ّ وا כ ة و‬
‫اج إذا‬ ‫أن ا‬
‫ه ّ‬ ‫دة وا داءة‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫כ ّر ا‬ ‫אا ي‬ ‫א‬
‫وج ا א‬ ‫إ ّא‬ ‫ء ا אل‬ ‫א‬ ‫ال و‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫ا‬
‫ى‬ ‫אد إ‬ ‫أو‬ ‫‪٢‬‬
‫اכ‬ ‫ض‬ ‫ا ّ وا כ ة א‬ ‫א‬ ‫אا‬ ‫א‬
‫‪.‬‬ ‫اכ‬ ‫א א‬ ‫אدة‬
‫אء ا ّ‬ ‫ا כ אت‬

‫אء‪[.‬‬ ‫אراة ا‬ ‫ّ א‬ ‫כ‬ ‫ا כ‬ ‫]أ ّ א‬


‫‪٤‬‬
‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫ّ א‪ ٣‬أي داءة‬ ‫כ‬ ‫כ ا כ‬ ‫أ ّ א رداءة ا כ‬
‫أو‬ ‫א‬ ‫ًא د ًא כ א ذכ ه‪،٥‬‬ ‫אد‬ ‫ض‬ ‫א א رداءة ا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫אراة ا אء أي‬ ‫ا‬ ‫ام‬ ‫ّ ز‪ ،٦‬و כ ا‬
‫ا אا‬ ‫اراة‪-‬‬ ‫ة כא‬ ‫ا‬ ‫اءة‪ ،‬א‬ ‫ا‬ ‫‪-‬‬ ‫وإ ا‬
‫א ‪.٧‬‬ ‫ا‬ ‫أ‬

‫‪[.‬‬ ‫وا‬ ‫אر א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫]وأ ّ א‬

‫אر א أي‬ ‫ض‬ ‫א כ داءة‬ ‫داءة‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫وأ ّ א رداءة ا כ‬


‫ّد‬ ‫أي‬ ‫وا‬ ‫أ ى‬ ‫ّة‬ ‫‪٨‬‬
‫א و او א‬ ‫ا אر ا‬ ‫א‬
‫ا אا‬ ‫وب‬ ‫ا‬ ‫א ‪٩‬ا‬ ‫ب أو‬ ‫אر ا‬ ‫اכ אب ا‬
‫א ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫أ‬

‫ع‪ :‬ﳚﻮز‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع ‪ -‬وﻣﻨﻬﺎ أى اﻟﺮذاﺋﻞ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫س‪ ،‬ه ‪ -‬ﻻ ﻟﺬا ﺎ اﻟﱵ ﻫﻲ أﻓﻀﻞ اﻟﻔﻀﺎﺋﻞ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻜﻴﻔﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﺰاد ﳍﺎ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﻌﻠﻤﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬اﻹﺻﺎﺑﺔ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﻌﻠﻢ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه ‪ -‬رداءة اﻟﻐﺮض ﻣﻦ ﲢﺼﻴﻠﻬﺎ دﻧﻴﻮﻳًﺎ ﻻدﻳﻨﻴًﺎ ذﻛﺮﻩ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
58 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[İffettekine gelince bu hazları terk edip ya ahirette ondan daha fazla bir
karşılık bekleyen ya da dünyada bir mevkiyi amaçlayanınki gibidir.]
Kendinde övgüye değer olan iffetteki sapmasına gelince, bu haram ya da
ihtiyaç fazlası mübah hazları terk eden bununla, onun yerine başka bir hazzı;
ya ahirette ondan daha fazla bir karşılık veya dünyada bir mevkiyi amaç-
layan gibidir. Birincisi zâhit olan, ikincisi zâhit görünen içindir. Haz tabiatla
uyumlu olan şeyleri uyumlu olduğu yönüyle algılamaktır. Acı ise tabiata ay-
kırı olan şeyleri aykırı olduğu yönüyle algılamaktır. el-Mebâhisü’l-meşrikıyye’de
şimdiye kadar hazzın mahza bir idrak olduğuna veya onunla birlikte başka bir
şeyin de bulunduğuna rastlamadım. En kuvvetli haz nefsânî kemâlâtı yakinî
olarak idrak etmekle meydana gelen aklî hazdır. En şiddetli acı da “bütün
insanların âlemlerin Rabbi huzuruna varacakları günde” (el-Mutaffifîn, 83/6)
kemâlâtın elden kaçırıldığının idrakiyle ortaya çıkan aklî acıdır.
[Bunlar eğer başka bir amaç saflıklarını bozmazsa ve düşünüp taşın-
maksızın meydana gelirlerse fazilettirler. Çünkü bu iyilik ve kemaldir.]
Bunlar eğer başka bir amaç saflıklarını bozmazsa fazilettirler: Yani
ortaların faziletler olması ancak iki şartla gerçekleşir. Birincisi bunları elde
etme amacının sırf dinî olup, dünyevî bir amaçla karışmamış olmasıdır. Aksi
takdirde Allah Teâlâ’nın ahlâkına benzemekten çıkar. Amaç, tasavvurunun,
faili o fiile karşı atılmaya sevk ettiği şeydir. Eğer faydası başkasına dokunursa
o maslahat olur. Eğer fiille ilgili olursa sonu açısından gaye, meydana gelmesi
açısından fayda olur. Eğer bu gizli kalırsa o da hikmettir. İkinci şart düşünüp
taşınmaksızın meydana gelmeleridir. Nitekim müellif şöyle demiştir: Ve dü-
şünüp taşınmaksızın meydana gelirlerse. Eğer böyle değilse bunlar meleke
olmazlar. Melekenin tanımından olan kemalin bilindiği açıktır. Dolayısıyla,
burada amaç onu şu sözle sınırlamaktır: Çünkü bu iyilik ve kemaldir: yani
mal gibi dünyayla ilişkili bir başka bir amaç için değil. İyilik failin, kemal
olduğu için seçtiği kemaldir. Kemal ise bir şeyin zâtî olarak kendisiyle ta-
mamlandığı şeydir, bu birinci kemaldir veya sıfatları açısından tamamlandığı
şeydir, bu da güçten fiile çıkması açısından ikinci kemaldir. Bunun aslı, olması
gerektiği üzere zikredilen çıkma içindir. Böyle söylenmiştir. Müellif faziletlerin
ana gövdelerini açıklayınca alt dallarına işaret ederek şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪59‬‬

‫ة أو‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا אض أכ‬ ‫ك ا ّة و‬ ‫כ‬ ‫ا ّ‬ ‫]وأ ّ א‬


‫א‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ا אه‬
‫أو‬ ‫ّ‬ ‫ك ]‪١٠‬أ[ ا ّ ة ا‬ ‫א כ‬ ‫و‬ ‫ا ّ ا‬ ‫وأ א رداء א‬
‫ة أو‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫כ ا אض ّ ة أכ‬ ‫و‬ ‫را א‬ ‫ا ا ة‬ ‫ا א‬
‫‪ .‬وا ّ ة إدراك ا‬ ‫وا א‬ ‫ا‬ ‫א وا ول‬ ‫ا‬ ‫ا אه‬
‫ا‬ ‫ا א‬ ‫א ‪.‬و‬ ‫إدراك ا א‬ ‫‪ ،‬وا‬
‫ء آ ‪ ،‬وأ ى ا ّ ات‬ ‫ّ د ا دراك أو‬ ‫أن ا ّ ة‬
‫ا ن ّ‬ ‫يإ‬
‫ا‬ ‫ما‬ ‫‪ ،‬وأ ّ ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫دراك ا כ א ت ا א‬ ‫ا ّة ا‬
‫َ ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ ُ َ ِّ َ ‪(٦/٣٨ ،‬‬ ‫אس ِ َ ِّب ا ْ َ א َ‬
‫دراك ا א ﴿ َ ْ َم َ ُ ُم ا ُ‬
‫وכ אل‪[.‬‬ ‫ّ א‬ ‫رو ّ ‪،‬‬ ‫رت‬ ‫ضو‬ ‫א‬ ‫إذا‬ ‫א‬ ‫]وإ ّ א‬
‫ّ ‪٢‬إ‬ ‫א‬ ‫إن כ ن ا و אط‬
‫ّ‬ ‫ض‬ ‫א‬
‫‪١‬‬
‫א إذا‬ ‫وإ ّ א‬
‫ض د ي‪.‬‬ ‫ًא‬
‫‪٣‬‬
‫א د ًא‬ ‫אכ نا ض‬ ‫‪.‬أ‬
‫ام‬
‫‪٦‬‬
‫ّ ره א ًא‬ ‫א ‪ ٥.‬وا ض א כ ن‬ ‫قا ّ‬ ‫‪٤‬‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫ج‬ ‫وإ‬
‫א אر‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬وإن ّ‬ ‫إ ا‬ ‫‪ ،‬نر‬ ‫ا‬ ‫ا א‬
‫ور א رو ّ ‪،‬‬ ‫א‬ ‫כ ‪.‬و א‬ ‫א ة‪ ،٧‬وإن ِ ذ כ‬ ‫א و א אر‬ ‫ا א‬
‫‪ ٨‬ا כ אل‬ ‫أّ‬ ‫כ ن כאت‪ ،‬و‬ ‫رت رو ّ وإ‬ ‫כ א אل‪ :‬و‬
‫ضآ‬ ‫‪١٠‬‬
‫وכ אل أي‬ ‫ّ א‬ ‫ه‬ ‫ا כ ‪ ،‬א اد‬ ‫‪٩‬‬
‫ا ي‬
‫אره ا א‬ ‫ا כ אل ا ي‬ ‫ا אل‪ .‬وا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ّא‬
‫ا כ אل ا א‬ ‫و‬ ‫ا כ אل ا ّول‪ ،‬أو‬ ‫ء ذا ً א و‬ ‫ا‬
‫כ כ‪ .‬وا כ אل א ّ‬
‫‪.‬‬ ‫‪١١‬‬
‫‪،‬כ ا‬ ‫א‬ ‫כر‬ ‫وج ا‬ ‫‪ .‬وأ‬ ‫ا ّة إ ا‬ ‫א אر و‬
‫و א אل‪:‬‬ ‫א ]‪١٠‬ب[ أ אر إ‬ ‫لا‬ ‫و ـ ّא ّ أ‬
‫ﻋﻠﻰ اﻷ ّول ﻟﻜﻮﻧﻪ ﻋﺪﻣﻴًﺎ ﻓﺘﺄ ّﻣﻞ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﺑﺄﺧﻼق اﻹﳍﻲ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﺑﻀﻢ اﻟﺸﲔ‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ّ :‬‬ ‫‪١‬‬
‫ه‪ :‬ذﻟﻚ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬ﻟﻺﻗﺪام‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫اﻟﺸﻮب ﲟﻌﲎ اﳋﻠﻂ‪.‬‬
‫ه – أى‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ :‬ﺧﺎﺋﺪة‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫س ‪ +‬أﺣﺪ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬ﻛﻤﺎ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬وﻫﻮ رﻛﻦ ﳍﺎ‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ ،‬س – ﳏﻀﺎ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﻐﻀﻦ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ﻓﺈﻃﻼق اﻟﺸﺮط ﻋﻠﻴﻪ ﳎﺎز وﻛﺬا‬ ‫ه‪ :‬اﻟﺘﺸﺒﻪ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
60 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Her faziletin alt dalları vardır.]

Üç faziletten her bir faziletin alt dalları vardır. Şuab (şubeler) kelime-
si şın harfinin zammesiyle ve ‘ayın harfinin fethasıyla okunur. İlk anlamı
ağaç dalı olan şu‘be kelimesinin çoğuludur. Burada kasıt alt daldır. Fazilet,
kapalı istiâre yoluyla bir meyveli ağaca benzetilmiş ve tahayyül yoluyla da
ona dallar isnat edilmiştir. Bunun amacı onun alt dallarının gerekliliğine ve
meyvenin ancak gövde sayesinde var olabileceğine dikkat çekmektir.

[Hikmetin alt dalları yedidir.]

Hikmetin alt dalları yedidir: yani bunları artırmak mümkünse de meş-


hur görüşe göre yedi alt daldır.

[Zihin duruluğu: nefsin karışıklığa düşmeksizin sonuca ulaşma is-


tidadıdır.]

1) Zihin duruluğu: Bedel ya da mahzuf bir mübtedanın haberidir. Birin-


ci alt daldır. Zihinden kasıt müfekkire gücü ya da düşünen nefistir, mutlak
anlamda idrak gücü ve kıvrak zekâ kastedilmemiştir. Duruluğuyla ise onun
yukarıda hazfî veya lafzî mecaz sanatıyla bahsedilen üç mizaca göre itidalinin
melekesi; ve yine çok yemek ve içmekle veya öfke gibi nefsin hareketiyle bey-
ne yükselen kötü buhardan arınmış olması kastedilmektedir. Nefsin, ister
tasavvur ister tasdik olsun nefse uygun ilkelerden, selikî veya mantıkî sırala-
maya uygun olarak birinci hareketle, genel olarak tahmin edilen sonuçtan
ilkelere, ikinci hareketle de ilkelerden sonuca ulaşacak şekilde, bahsi geçen
iki harekette karışıklığa ve tereddüde düşmeksizin nazarî sonuca ulaşma
istidadıdır, yani yakın gücü kabul etme melekesidir.

Bil ki istidat, yakınlık bakımından güçten daha hususi bir anlama sa-
hiptir. Güçte böyle bir itibar söz konusu değildir; zira iki zıtta olan nispeti
eşittir. İstidat ise iki zıttan birine yakın olan güçtür. İmam [Fahreddîn er-
Râzî] de böyle anlatmıştır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪61‬‬

‫‪[.‬‬ ‫] ّ כّ‬

‫ا‬ ‫و‬ ‫ّ ا‬ ‫ث‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ّ כّ‬


‫‪٣‬‬
‫ة‬ ‫ةا‬ ‫א‬ ‫ّ ا‬ ‫א ا ع‪،‬‬ ‫اد‬ ‫‪ ،٢‬وا‬ ‫ا‬ ‫‪١‬‬
‫ا‬
‫ا‬ ‫‪ .‬وا ض‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אرة א כ א وأ‬ ‫ا‬
‫א‪.‬‬ ‫אر ا‬ ‫ه ا وع א و ّ‬ ‫وم‬

‫‪[.‬‬ ‫כ‬ ‫]‬

‫א‪.‬‬ ‫ر وإن אز ا אدة‬ ‫ا‬ ‫‪ ٤‬أي‬ ‫כ‬

‫ب‪[.‬‬ ‫اج ا‬ ‫اد ا‬ ‫‪:‬ا‬ ‫אء ا‬ ‫]‬

‫اد א‬ ‫ا و ‪ ،‬وا‬ ‫وف‪ ،‬و ‪ ٥‬ا‬ ‫أ‬ ‫ل أو‬ ‫אء ا‬


‫ا‬ ‫ا‬
‫כ‬ ‫א‬ ‫؛و‬ ‫ًא و ا‬ ‫رכ‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫כّ ة أو ا‬ ‫ا ّة ا‬
‫ة‬ ‫ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫أو ا‬ ‫ّز ا‬ ‫כ رة א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫اد‬ ‫ا‬ ‫כא‬ ‫כ ا‬ ‫ب أو‬ ‫אغ כ ة ا כ وا‬ ‫ا دّ ا א ةإ ا‬
‫ّ ًرا‬ ‫ي‬ ‫با‬ ‫اج ا‬ ‫א ّة ا‬ ‫א א‬ ‫כ כ‬ ‫أي‬ ‫ا‬
‫ر‬ ‫با‬ ‫ا‬ ‫כ ا و‬ ‫א א‬ ‫אد א ا א‬ ‫ًא‬ ‫כאن أو‬
‫أو ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אإ‬ ‫‪ ٦‬إ א وא א‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫כ ر‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫اب‬ ‫وا‬

‫ّ‬ ‫אإ ا‬ ‫دو א‬ ‫ا ّ ة א אر ا ب‬ ‫ّ‬ ‫اد أ‬ ‫أن ا‬


‫‪ّ ٧‬‬ ‫ـ]ا[‬
‫إ أ ا ّ ‪ ٨‬כ ا ذכ ه ا אم‪.‬‬ ‫اد ا ّ ة ا‬ ‫اء وا‬
‫ه ‪ -‬ﰲ اﳉﻤﻠﺔ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ه ‪ -‬ﰲ اﻷﺻﻞ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ﻣﺎ ﺑﲔ اﻟﻘﻮﺳﲔ أﺿﻴﻒ ﻹﲤﺎم اﳌﻌﲎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع ‪ -‬اﻟﺜﻤﺮة‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫اﻟﻘﻮة اﻟﻘﺮﻳﺒﺔ إﱃ أﺣﺪ‬
‫ع ‪ -‬ﻋﻠﻰ ﺳﻮاء واﺳﺘﻌﺪاد ّ‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬وﳝﻜﻦ اﻟﻜﺴﺮ ﻻﻟﺘﻘﺎء اﻟﺴﺎﻛﻨﲔ‬ ‫‪٣‬‬
‫اﻟﻀ ّﺪﻳﻦ‪.‬‬ ‫ﺑﻄﺮﻳﻖ اﻟﺴﺮد‪.‬‬
‫ه‪ :‬ﻻ ﻣﻌﲎ ﻟﻪ وﺟﻮدﺗﻪ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬ﳏﺬوف أى‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
62 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Mükemmel kavrama: gerektirenden gerekene geçişin sağlıklı


olmasıdır.]
2) Mükemmel kavrama: Yani zihnin lafzî veya başka bir çeşit işaretten
işaret edilene geçişinin iyi olmasıdır. Çünkü “kavrama” sözü edilen geçiştir ve
geçişin lafızla sınırlanmasının bir anlamı yoktur. Mükemmelliğinden maksat
ise anlamanın niceliksel ve niteliksel olarak itidalinin melekesidir. Geçişin
sağlıklı olmasıdır. Yani sayesinde zihnin gerektirenlerin tümünden gerek-
lerin tümüne geçişinin sağlıklı bir şekilde gerçekleştiği melekedir. Nitekim
bu, melekenin durumudur. Bu yüzden müellif gerekten gerektirene deme-
miştir. Sağlıklı olmasından kasıt isabet ettirmesidir, birinciye dönmemesi
için zâtî bir imkân ve yakın güç değildir. Bu şekilde tamlayan yapılmasının,
sûretin zihinde oluşması kabilinden olması mümkündür. Aralarındaki fark
şudur: istidat isabetli olmayı zorunlu olarak gerektirmez. Bu ikinciden daha
genel anlamlıdır. Gerektirmek ayrılmanın yokluğundan ibarettir, yoksa ay-
rılmanın imkânsızlığı değildir ki o da örfî gerekliliktir. Fakat gereklilik, ha-
ricîden ve zihnîden ve daha hususi veya daha genel anlamıyla açık olandan,
açık olmayandan, şeyin gerekliliğinden ve şeyden daha geneldir. Nitekim
bu ilgili yerde açıklanmıştır.
[Zekâ: sonuçlara ulaşma hızıdır.]
3) Zekâ: Peltek ze ile okunur. Sözlükte tutuşmaktır. Terim olarak ise
sonuçlara ulaşma hızıdır. Yani iki çakmak taşının tutuşmasıyla ateşin or-
taya çıkma hızı gibi kendisiyle zihnin, kıyasın iki öncülünden sonuca hızla
varmasını sağlayan melekedir. Nitekim burada zihnin hareketini iki çak-
maktaşının birbirine vurulması olan tutuşmaya, sonuca ulaşma yönünden
açık istiare ile bir benzetme söz konusudur. Ayrıca iki öncülün iki çak-
maktaşına zımnen benzetilmesi söz konusudur. Sonuçlar da hızla ortaya
çıkma bakımından ateşe, zihin kava, iki öncül iki çakmaktaşına kapalı istiare
yoluyla benzetilebilir. Çünkü tutuşmanın ortaya konması tahayyül yoluyla
olur. Zihnin ve sonuçların iki çakmak taşına benzetilmesi ihtimali de ifrat
derecesinde zekâsı olanın gayet iyi bileceği gibi yanlıştır. Hızın tamlanan
olarak kullanılması açıklama içindir ki bazı nüshalarda bulunmaması da
bunu destekler.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪63‬‬

‫ا ازم‪[.‬‬ ‫و אت إ‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫ّ ا‬ ‫‪:‬‬ ‫] دة ا‬

‫هإ‬ ‫و‬ ‫ا الّ ا‬ ‫ا אل ا‬ ‫أي‬ ‫دة ا‬ ‫وا א ‪:‬‬


‫اد‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫א‬ ‫כ رو‬ ‫אل ا‬ ‫ا‬ ‫ل‪ّ .‬ن ا‬ ‫ا‬
‫ّ ا אل‬ ‫א‬ ‫אل أي ]‪١١‬أ[ כ‬ ‫ّ ا‬ ‫‪٢‬‬
‫ا כ א وכ ً א‪،‬‬ ‫כ ا‬ ‫‪١‬‬
‫د‬
‫نا כ‪،‬و ا‬ ‫ا ازم כ ّ א‪ ٣‬כ א‬ ‫و אت כ ّ א إ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫وا ّ ة ا‬ ‫ا כאن ا ا‬ ‫א‬ ‫ا وم‪ .‬א اد א ّ ا‬ ‫ا زم إ‬
‫رة‪ ،‬وا ق‬ ‫لا‬ ‫ا ّول‪ ،‬و כ أن כ ن إ א א‬ ‫إ‬ ‫ّ‬
‫م‬ ‫ا א ‪ .‬وا وم אرة‬ ‫أ ّ‬
‫‪٤‬‬
‫ا اد‪،‬‬ ‫اد‬ ‫أن ا‬
‫א ّ‬
‫‪٥‬‬
‫و‬ ‫وا‬ ‫ا אر‬ ‫‪ ،‬כ أ ّ‬ ‫ا כאك ا א ا ي ا وم ا‬
‫ءכ א‬ ‫ا‬ ‫ءو‬ ‫ّ أو ا ّ و ا ّ و ا وم‬ ‫ا‬ ‫ا ّ א‬
‫ّ‪.‬‬ ‫ّ‬
‫ا اح ا א ‪[.‬‬ ‫]ا כאء‪:‬‬

‫א‬ ‫أي כ‬ ‫ا اح ا א‬ ‫ًא‬ ‫ّ و‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪ :‬ا כאء א ال و‬


‫כא اح ا‬ ‫ا א‬ ‫ا אس إ‬ ‫ّ‬ ‫ع ا אل ا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫بأ‬ ‫اح ا ي‬ ‫א‬ ‫ا אل ا‬ ‫إ אر ا אر‪،‬‬
‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ّ‬ ‫אرة ا‬ ‫ا‬ ‫اج‬ ‫ا‬
‫א אدح‬ ‫ا‬ ‫رو‬ ‫ا‬ ‫א אر‬ ‫ا א‬ ‫‪.‬و כ‬ ‫א‬
‫‪.‬‬ ‫اح א‬ ‫אت ا‬ ‫אرة א כ א ‪،‬‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫وا‬
‫ط‪.‬‬ ‫ذכאء‬ ‫כ א‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫وا א‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫وا‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ ه‬ ‫כ א‬ ‫א‬ ‫وإ א ا‬
‫‪ ٤‬ع – ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ه – ﻫﻮ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ع‪ :‬اﻟﻄﺒﻴﻌﻰ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع – ﻛﻠﻬﺎ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ع‪ :‬ﻓﻬﻢ‪.‬‬
64 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[İyi tasavvur: şeyleri imkân ölçüsünde olduğu gibi araştırmaktır.]


4) İyi tasavvur: Yani, iyiden kastın bir şeyin tamlık niteliği oldu-
ğundan, bilginin tamlığıdır. Bu örfî iyidir. Yoksa onun tabiata uyumlu
olması değildir; bu sözlük anlamıyla iyidir. Dünyada övgüye ahirette
sevaba ilişkin olması da değildir; bu da şer‘î iyidir. Tasavvurdan kasıt ise
bir şeyin sûretinin ister tasavvur ister tasdik olsun zihinde oluşmasıdır,
yoksa tasdikin mukabili olan salt tasavvur değildir. Şeyleri imkân öl-
çüsünde olduğu gibi araştırmaktır. Yani şeylerin kendinde bulunduğu
durumların ölçüsüyle ilişkili olarak istidlalle onlara olumlu ya da olum-
suz nispetler kurma melekesidir. Nitekim bu bir yönüyle zekâdan daha
geniştir. Araştırmak, sözlükte incelemek demektir. Başka bir anlamı soru
ve cevaptır. Bazen de mutlak olarak bir şeyi başka bir şeye atfetmek an-
lamında kullanılır.
[Kolay Öğrenme: nefsin çok çaba sarf etmeden sonuca ulaşma gü-
cüdür.]
5) Kolay Öğrenme, nefsin çok çaba sarf etmeden sonuca ulaşma gü-
cüdür. Yani az bir çaba ile tasavvur ya da tasdik şeklindeki sonucu anlamaya
dair bilfiil yakın istidat melekesidir. Bu iyi tasavvurdan daha dar anlamlıdır.
[Ezberleme: idrak edilen sûretleri kaydetmektir.]
6) Ezberleme, idrak edilen sûretleri kaydetmektir. Yani, öncelikle öğ-
renmek yoluyla bilinen sûretlerin sayesinde kaydedildiği melekedir. Çünkü
söylendiği üzere bedihî sûretler kendiliğinden kayıtlıdır. Bundan kasıt ve-
him gücüne hizmet eden hafıza gücü değildir.
[Hatırlama: kaydedilenlerin akla getirilmesidir.]
7) Hatırlama: Zukr (hatırlama) zammeyle okunur. Zikr şeklinde kes-
rayla da okunabilir. Kaydedilenlerin akla getirilmesidir. Yani hafıza
gücünde depolanmış bilgileri getirme melekesidir. Bundan kasıt bazı fi-
lozofların ortaya koyup müzekkire ya da zâkire diye adlandırdıkları depo-
lanmış bilgileri getirmede kendisinden istifade edilen beyin gücü değildir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪65‬‬

‫‪[.‬‬ ‫ر א‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫ّ ر‪ :‬ا‬ ‫ا‬ ‫]‬


‫ء‬ ‫כ نا‬ ‫اد א‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ّ ر أي כ אل ا‬ ‫ا‬ ‫ا ا ‪:‬‬
‫ي‪ ،‬و כ‬ ‫‪١‬ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ًא‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫כ אل‪ ،‬و‬
‫ّر‬ ‫؛ وא‬ ‫‪٢‬و ‪٣‬ا‬ ‫ا‬ ‫وا اب‬ ‫ا א‬ ‫ح‬ ‫ّ ً א ]‪١١‬ب[‬
‫א‬ ‫ّ ر ا אذج ا‬ ‫ا‬ ‫ًא‬ ‫ّ ًرا כאن أو‬ ‫ا‬ ‫ء‬ ‫رة ا‬ ‫ل‬
‫ا א أو ا‬ ‫أي כ ا‬ ‫‪٣‬‬
‫ر א‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫و‬ ‫أ ّ‬ ‫א‪،‬‬ ‫א‬ ‫ال ا‬ ‫را‬ ‫ًא‬ ‫ل‬ ‫א א‬
‫‪٦‬‬
‫ا ال وا اب‪ ،‬و‬ ‫‪ ،٥‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا כאء‪ ،٤‬وا‬
‫ً א‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ء‬
‫‪[.‬‬ ‫ز אدة‬ ‫ب‬ ‫درك ا‬ ‫ّ ‪ّ :‬ة ا‬ ‫ا‬ ‫]‬
‫أي‬ ‫ز אدة‬ ‫ب‬ ‫درك ا‬ ‫‪٧‬‬
‫ّة ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪:‬‬ ‫ا א‬
‫ّ ري أو ا‬ ‫با‬ ‫ا‬ ‫‪٩‬‬
‫א‬ ‫‪٨‬‬
‫اد ا‬ ‫כ ا‬
‫ّ ر‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫أ‬ ‫‪،١٠‬‬
‫رכ ‪[.‬‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫‪:‬‬ ‫]ا‬
‫را‬ ‫אا‬ ‫رכ أي כ‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫ا אد ‪ :‬ا‬
‫ّة‬ ‫اد‬ ‫ا‬ ‫‪.‬‬ ‫ا אכ א‬ ‫را‬ ‫א כ אب‪ّ ،‬ن ا‬ ‫أو‬
‫ّ‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ا אد‬ ‫ا א‬
‫אت‪[.‬‬ ‫אر ا‬ ‫]ا כ ‪ :‬ا‬
‫אر‬ ‫אت أي כ ا‬ ‫אر ا‬ ‫ا‬ ‫ّو‬‫زاכ‬ ‫ا א ‪:‬ا כ א‬
‫אن‬ ‫ا‬
‫ا اد ‪ ١‬ا ّ ة ا א‬ ‫ا ّة ا א ‪ ،‬و‬ ‫و‬ ‫אت ا‬ ‫ا‬
‫ا כ אء و ّ א א ا ّכ ة وا اכ ة‪،‬‬ ‫אأ א‬ ‫و אت‬ ‫אر ا‬ ‫ا‬ ‫‪١٢‬‬
‫א‬

‫ع ‪ +‬ﻣﺎ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫‪ ٦‬ع‪ :‬ﺗﺴﺘﻌﻤﻞ‪.‬‬ ‫ع ‪ -‬واﻟﺜﻮاب ﰲ اﻵﺟﻞ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ه‪ :‬ﺑﺄدﱏ ﺳﻌﻲ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫‪ ٧‬ع ‪ +‬ﻣﺎ‪.‬‬ ‫ه ‪ +‬اﳊﺴﻦ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬ﺎ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫اﻟﻘﻮة‬
‫ّ‬ ‫ﻻ‬ ‫‪:‬‬ ‫ع‬ ‫س‪،‬‬ ‫ﻫﺎﻣﺶ‬ ‫‪ ٨‬ﰲ‬ ‫ع‪ :‬ﺑﻘﺪرﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – ﺎ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫اﻟﺒﻌﻴﺪة ﺑﻘﺮﻳﻨﺔ اﻟﺴﺒﺎق‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ذﻛﺎء‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﺘﻘﻴﺶ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
66 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Çünkü o sadece bazı cüz’î duyusal manaları getirir, küllî makulleri değil.
Bu kaydedilmişleri hatırlamaktır. Unutulanı hatırlamaya gelince bu ancak
üç güç ile tamamlanabilir. Çünkü vehim, hafızada depolanmış cüz’î ma-
nayı bulamayınca mütehayyileye başvurur. O da hayâle başvurur ve de-
polanmış sûretler vehim gücüne, vehim gücü unutulmuş manayı içeren
sûreti buluncaya kadar ardı ardına sunulur. Sonunda vehim gücü onu
ikinci kez idrak eder.
Bil ki, bu bedendeki cismânî güçlerin tümü ve onlardan kaynaklanan
fiiller, düşünen nefiste bulunan güçlerden yansıyan nakışlar mesabesinde alt
dallardır. Onlar bu nefsanî güçlerin aynaları gibidirler. Çünkü nefis taşan
bir nurdur. Nefis ve beden arasında bir aşk ilişkisi vardır. Bu şekilde nefisten
mizaçsal istidadına göre kemâlâtı taşar. Nitekim bu ilgili yerde açıklanmıştır.
Müellif hikmetin alt dallarını anlatmayı bitirince şecaatin alt dallarını
anlatmaya koyuldu ve şöyle dedi:

[Şecaatin on bir şubesi vardır.]


Şecaatin kendisinden çıkıp dallara ayrılan ve ondan kopmayan on bir
alt dalı vardır. Birincisi:

[Olgun nefis: Fakirlik ve zenginliği, yüceliği ve düşüklüğü önemse-


memektir.]
1) Olgun nefis: Kibr (olgun) kelimesi kef’in kesresi ve bâ’nın sükûnuyla
okunur. Büyüklük anlamındadır, ha-su-ne babındandır. Bâ’nın fethasıyla
okunan kiber’e gelince, ‘a-li-me babındandır ve yaşın büyüklüğü anlamına
gelir. Bu, nefsin kendisini başkasından üstün görmesi anlamındaki yerilmiş
kibir değildir. Aksine o fakirliği, zenginliği, yüceliği -(kibr) ba’nın sükû-
nuyla- ve düşüklüğü -(sağar) sad’ın fethasıyla- önemsememe melekesidir.
Sağar (düşüklük) zillet demektir. Zammeli okunup suğr olduğunda da bu
anlama gelir. Kesra ve fethayla sığar olursa yaşın küçüklüğü anlamına gelir.
Burada kasıt zayıf nefisleri daralmaya veya ferahlamaya sebep olacak şekilde
etkilemesi gibi, sayılanlardan hiç birinin, kişi için mutluluk ya da sıkıntı
oluşturması açısından bir öneminin olmamasıdır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪67‬‬

‫‪ ،‬و ا ذכ‬ ‫اכّ ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫إ ا‬ ‫ّ א‬


‫ا‬ ‫إذا‬ ‫ث‪ّ ،‬ن ا‬ ‫ى‬ ‫ّإ‬ ‫‪١‬‬
‫ّ‬ ‫ظ‪ ،‬وأ ّ א ذכ ا‬ ‫ا‬
‫אل‪ ،‬و ض‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ّ ‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ا‬ ‫ون ا א‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫رة ]‪١٢‬أ[‬ ‫ا‬ ‫ا ا‬ ‫ًא إ أن‬ ‫ًא‬ ‫ا ا‬ ‫و‬ ‫را‬ ‫ا‬
‫א ًא‪.‬‬ ‫رכ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫تا‬ ‫أ‬ ‫ا‬
‫وآ אر א وع‬ ‫א‬ ‫ا ىا‬ ‫اا ن‬ ‫א‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫وا‬
‫כا ى‬ ‫اא‬ ‫ا ى‪ ،‬وכ ّ א‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫شا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫‪٢‬‬
‫ّ‬ ‫ا ن‬ ‫אو‬
‫ر ّאض‪ ،‬و‬ ‫א ‪ّ ،‬ن ا‬ ‫ا‬
‫ّ‪.‬‬ ‫اد א ا ا כ א ّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫כ א‬
‫אل‪:٣‬‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אن‬ ‫ع‬ ‫ا כ‬ ‫و ـ ّא غ‬
‫‪[.‬‬ ‫ة‬ ‫ى‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫]و‬
‫א‪ .‬ا و ‪:‬‬ ‫כّ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ة‬ ‫ى‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫و‬
‫אر‪[.‬‬ ‫אر وا כ ْ وا‬ ‫وا‬ ‫אر ا‬ ‫‪:‬ا‬ ‫]כ ا‬
‫‪ .‬وأ ّ א‬ ‫אب‬ ‫ا‬ ‫ا כאف و כ ن ا אء‬ ‫כ‬ ‫כ ا‬
‫م‪،‬‬ ‫ا כْ ا‬ ‫ا‬ ‫ّ و‬ ‫ز אدة ا‬ ‫אب‬ ‫ا אء‬ ‫ا כِ َ‬
‫وا אر وا כ‬ ‫אر ا‬ ‫כ ا‬ ‫א‬ ‫ق‬ ‫ا‬ ‫و رؤ‬
‫وا‬ ‫אכ‬ ‫ّ ‪ ،‬وأ ّ א ا‬ ‫א‬ ‫ا لّ وכ ا ا‬ ‫אر א‬ ‫א כ ن وا‬
‫‪٤‬‬
‫ه‬ ‫ر ا אر‬ ‫ها‬ ‫ء‬ ‫כ ن‬ ‫اد أن‬ ‫ّ ‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫אن‬ ‫א‬
‫ً ا ّدي إ‬ ‫سا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا ح أو ‪ ٥‬ا ح כ א‬
‫אط‪.‬‬ ‫אض وا‬ ‫ا‬

‫ﺷﻌﺐ اﻟﺸﺠﺎﻋﺔ ﻓﻘﺎل‪.‬‬ ‫اﳌﻨﺴﻲ‪.‬‬


‫ّ‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ذﻛﺮﻩ اﶈﻔﻮظ وأ ّﻣﺎ ذﻛﺮﻩ‬
‫‪ ٤‬ع – ﻋﻨﺪﻩ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ه‪ :‬ﻓﻴﻔﻴﺾ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ع‪ :‬و‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ه – وﻟ ّـﻤﺎ ﻓﺮغ ﻋﻦ ﺷﻌﺐ اﳊﻜﻤﺔ ﺷﺮع ﰲ ﺑﻴﺎن‬
68 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Yüce himmet: dünya mutluluğuna ve mutsuzluğuna aldırış etme-


mektir.]
2) Yüce ve âli himmet: Bu, mizacın sağlığı, güçlerin ve organların sıh-
hati, malın çokluğu, refah düzeyi ve bunların tersi gibi durumların şecaat
sahibi olan kimsenin gözünde, dünyayla ilişkisini kesmesi ve talebini ahirete
yöneltmesi sebebiyle tamamen eşit olduğundan ister bedensel ister haricî
olsun dünya mutluluğuna ve mutsuzluğuna aldırış etmeme melekesidir.

[Sabır: acılara ve korkulara direnme gücüdür.]

3) Allah’a itaat konusunda Sabır ve sebat. Bu acılara ve korkulara di-


renme ve nefsin zor durumlardan etkilenmemesi gücüdür. Bu zor işlerden-
dir. Daha önce bahsedildiği gibi hikmet, faziletlerin babası, sabır da annesi-
dir. Bu, sabrın her yönüyle şecaatin kökü olmasını gerektirmez, yalnızca zor
amellerin kendisine dayanması, ona bağlı olması yönünden gerektirir. Bu
Allah Teâlâ’nın şu sözünün sırrıdır: “Sabredenlere ecirleri hesapsız verilecek-
tir.” (ez-Zümer, 39/10) Sabır, yüce himmetten daha kuvvetlidir. Bu yüzden
müellif dördüncü gücü sabra eklemiştir:

[Soğukkanlılık: tehlikeler karşısında tasalanmamaktır.]


4) Soğukkanlılık: Necdet (soğukkanlılık) nun’un fethası ve cim’in sükû-
nuyla okunur. Bu tehlikeler karşısında tasalanmamaktır. Bunun anlamı
musibetler ve korkularla karşı karşıya kalınan durumlarda sözlü ve fiilî ola-
rak telaşa kapılmamak, nefsi endişe belirtmekten ve korktuğunu hissettir-
mekten alıkoymaktır.

[Hilim: öfke kapladığı andaki iç huzurudur.]


5) Hilim: Hilm (hilim) kesralı okunur. Ha-su-ne babındandır. Zam-
meyle okunan hulm ise na-sa-ra babındandır ve uyuyanın gördüğüdür.
Bu öfke kapladığı andaki iç huzurudur. Yani, hayvanî ruhun ha-
reketi ve insan bedenine yayılması ve bu şekilde sıcak bir buharın in-
sanların beynine yükselerek onları intikam almaya ve zararları gider-
meye yönelterek duyuları iptal etmesi esnasında nefsin sakin olmasıdır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪69‬‬

‫א و אو א‪[.‬‬ ‫אدة ا‬
‫ا ّ ‪:‬‬ ‫]‬ ‫ما א ة‬
‫א و אو א‬
‫‪١‬‬
‫אدة ا‬ ‫כ ما א ة‬ ‫ا ّ و ّ אو‬ ‫ا א ‪:‬‬
‫אء وכ ة ا אل ور א‬ ‫ا ى وا‬ ‫وا אر ‪ ٢‬כ ّ ا اج و‬ ‫ا‬
‫אو‬ ‫א‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫ا אل وأ اد א‪ ٣‬א اء ا א‬
‫ى‪.‬‬ ‫אدة ا‬
‫ال‪[.‬‬ ‫م وا‬ ‫‪ ّ :‬ة אو ا‬ ‫]ا‬
‫ال و م‬ ‫م وا‬ ‫ا‬ ‫אو‬ ‫ّة‬ ‫و‬ ‫ا א‬ ‫وا אت‬ ‫ا א ‪:‬ا‬
‫أن ا כ‬
‫ّ‬ ‫ر‪ .‬و‬ ‫ما‬ ‫ال‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫ا אل ا‬
‫כّ و‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫ذככ‬ ‫م‬ ‫أ ّ א‪ .‬و‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫أ ا‬
‫א‬ ‫ّ‬
‫‪٥‬‬
‫وا א א إ ‪ .‬و‬ ‫ّ ا אل ا א ّ‬
‫]‪١٢‬ب[‬
‫أ ى‬ ‫ون َا ْ َ ُ ْ ِ َ ْ ِ ِ َ ٍ‬
‫אب﴾ ) ُ َر ُة ا َ ِ ‪ .(٠١/٩٣ ،‬و‬ ‫﴿ ِا َ א ُ َ ا א ِ ُ َ‬
‫ا ّ ‪ .‬و ا ّ إ ا ّ ة‪.‬‬
‫ا אوف‪[.‬‬ ‫ة‪ :‬م ا ع‬ ‫]ا‬
‫אوف‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫ما‬ ‫כ‬ ‫و‬ ‫ا نو כ نا‬ ‫ة‬ ‫ا ا ‪:‬ا‬
‫אد‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫א ةا‬ ‫אل‬ ‫ال وا‬ ‫ا‬ ‫اب‬ ‫ما‬
‫ع وإ אر ا ع‪.‬‬ ‫إ אر ا‬ ‫ال وכ ّ ا‬ ‫ا‬
‫‪[.‬‬ ‫رة ا‬ ‫‪:‬ا‬ ‫]ا‬
‫اه‬ ‫א‬ ‫ّ و‬ ‫א‬ ‫‪ ،‬وأ ّ א ا‬ ‫אب‬ ‫אכ‬ ‫‪ :‬ا‬ ‫ا א‬
‫أي כ ن‬ ‫‪٧‬‬
‫رة‪ ٦‬ا‬ ‫כ ا‬ ‫‪ ،‬و‬ ‫אب‬ ‫ا א‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫ا نا‬ ‫وا אره إ‬ ‫ا‬ ‫כ ا وح ا‬ ‫ا‬
‫ا א ‪.‬‬ ‫אم ود‬ ‫ا‬ ‫د אغ‪ ٨‬ا אس‬ ‫אر إ‬
‫ّ‬ ‫אر‬ ‫د‬ ‫اس‬
‫ّ‬ ‫ا‬

‫ه‪ :‬ﻫﺬا‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﰲ اﳌﺄﻛﻞ واﳌﺸﺮب واﳌﺴﻜﻦ‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬ﺻﻮرة‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫واﳌﻨﻜﺢ وﻳﻘﺎل ﻟﻪ اﻟﺒﺨﺖ )ع‪ :‬اﻟﺒﺤﺚ(‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﺻﺎﺋﺐ‪ :‬ﻋﻨﺎن ﻧﻔﺲﮐﺸﻴﺪن ﺟﻬﺎد ﻣﺮدان‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﻏﲑﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫اﺳﺖ ‪ /‬ﻧﻔﺲ ﴰﺮدﻩ زدن ذﮐﺮ اﻫﻞ ﻋﺮﻓﺎن اﺳﺖ‪*.‬‬ ‫ع‪ :‬أﺿﺪاﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﺪﻣﺎغ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬ﺷ ّﺪة‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
70 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Burada nefse, hareket halinde olmasına rağmen sükûn isnat etmenin mecazi
olduğu açıktır. Tahallüm (hoş görmek) hareketten önce öfkenin savuşturul-
ması ve bunun sürekli tekrarlanması ile hilmin oluşması bakımından hilmin
tekellüfüdür. Şair şöyle demiştir:
“Düşkünleri hoş gör, sevgilerini kazanmaya çalış
Hilmi tasannu ile takınmadıkça gerçeğine ulaşamazsın.”
[Sükûn: düşmanlıklar ve savaşlarda aceleci olmamaktır.]
6) Sükûn: Filozoflara göre hareket etme özelliği olan şeyin hareketi-
nin yokluğudur. Hareket, aşamalı olarak güçten fiile çıkmaktır. Sükûn, iki
oluşun iki anda tek mekânda olmasıdır. Hareket ise iki oluşun iki anda iki
mekânda olmasıdır. Bu ilmin terimi olarak sükûn düşmanlıklar ve savaş-
larda teenni melekesidir. Teenni enât kökünden kanât veznindedir, uyum-
luluk anlamına gelir. Kim buna güç yetirirse başkasına da güç yetirir. Bu
yüzden müellif yedinciyi de bu iki fazilete has kılmıştır.
[Tevazu: fazilet sahiplerini ve kendisinden aşağıda olanları büyük
görmektir.]
7) Tevazu: Düşük ve zelil görünmektir. Terim olarak fazilet sahipleri-
ni ve kendisinden aşağıda olanları yani mütevazı olan kişiden genellikle
malca, makamca ve nadiren diğer faziletler bakımından aşağı olanları bü-
yük görme melekesidir. Ama bu, onların fazilet sahibi olmaları yönünden
değildir. Çünkü melekede düşünüp taşınma olmaz.
[Gayretlilik: güzellikle bahsedilmesi gereken yüce işler için çaba-
lamaktır.]
8) Gayretlilik: Sözlük anlamı metanettir. Terim anlamı güzellikle bahse-
dilmesi gereken yüce işler için çabalama melekesidir. Bir görüşe göre güzel
bahsi gerektirenlerin kendisi sayesinde nefisten sadır olduğu melekedir.
[Dayanıklılık: nefsin kendisini iyi işlerde yormasıdır.]
9) Dayanıklılık: Nefsin kendisini iyi işlerde yorması melekesidir. Bu-
nun anlamı nefsin şer‘an güzel şeyleri elde etmek için çeşitli yorgunluklar
ve zorluklara tahammül etmesidir. İt‘ab (yormak) mastardır, failine muzaf
olmuştur. Mefulu mahzuftur. O da itibarî başkalaşmaya göre nefistir veya
şahıstır veya aksidir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪71‬‬

‫ّ‬ ‫אزي‪ .‬وا‬ ‫ا وح‬ ‫כ‬ ‫כ نا‬ ‫‪٢‬‬


‫ا‬ ‫אد‪ ١‬ا כ ن إ‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬
‫او כ א אل‪:‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ا‬ ‫כ و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا כّ‬
‫َ َ َא‬ ‫َو َ ْ َ ْ َ ِ َ ا ْ ِ ْ َ َ‬ ‫َ َ ْ َ ِ ا ْ َ ْد َ ْ َ َوا ْ َ ْ ِ ُود ُ ْ‬
‫‪٤‬‬

‫وب‪[.‬‬ ‫אت وا‬ ‫ا‬ ‫]ا כ ن‪ :‬ا ّ‬


‫وج‬ ‫כ ا‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫ّא‬ ‫כ‬ ‫ا כ אء م ا‬ ‫ا אد ‪ :‬ا כ ن‬
‫כ כ אن‬ ‫כאن‪ ،‬وا‬ ‫آ‬ ‫כ אن‬ ‫ا כّ‬ ‫ر ً א‪ .‬و‬ ‫ا ّة إ ا‬
‫وب‬ ‫אت وا‬ ‫ا‬ ‫כ ا ّ‬ ‫حا ّ‬ ‫ا‬ ‫כא ‪ .‬و‬ ‫آ‬
‫א‪.‬‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אا ر‬ ‫‪.‬و ا ر‬ ‫ا‬ ‫وزن ا אة‬ ‫ا אة‬
‫دو ‪[.‬‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫אم ذوي ا‬ ‫‪:‬ا‬ ‫]ا ا‬
‫אم‬ ‫כ ا‬ ‫ح‬
‫‪٦‬‬
‫ا‬ ‫وا لّ ‪ .‬و‬ ‫و ‪ ٥‬إ אر ا‬ ‫ا א ‪:‬ا ا‬
‫א ًא و‬ ‫ا אل وا‬ ‫ا‬ ‫دو أي دون ا‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫ذوي ]‪١٣‬أ[ ا‬
‫ا כ‪.‬‬ ‫א إذ رو ّ‬ ‫ذوو ا‬ ‫إّ‬ ‫אدرا כ‬
‫ً‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫א ‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ا כ ا‬ ‫א‬ ‫ص‬ ‫א ‪:‬ا‬ ‫]ا‬
‫‪٨‬‬
‫ا כ‬ ‫א‬ ‫ص‬ ‫כ ا‬ ‫ًא‬ ‫دة‪ ٧‬و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا א ‪:‬ا‬
‫‪.١٠‬‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫א ‪ .٩‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫אت‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫אل‪ :‬إ אب ا‬ ‫]ا‬
‫أ اع‬ ‫ّ ا‬ ‫אت‬ ‫ا‬ ‫כ إ אب ا‬ ‫אل و‬ ‫‪:‬ا‬ ‫ا א‬
‫ر אف إ‬ ‫אب‬ ‫ً א‪ ،١١‬א‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫وا‬ ‫ا‬
‫أو א כ ‪.‬‬ ‫אري أو ا‬ ‫א א ا‬ ‫ا‬ ‫وف و‬ ‫ل‬ ‫وا‬ ‫ا א‬

‫اﺻﻄﻼﺣﺎ‪.‬‬
‫ً‬ ‫ه‪ :‬و‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬اﳊﺠﺎرة‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬إذ اﻟﻨﻔﺲ ﻫﻲ اﳌﺴﻜﻨﺔ ﻟﻠﺮوح ﻓﻬﻮ‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ذﻛﺮ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫إﺳﻨﺎد اﻟﺴﺒﺐ‪.‬‬
‫ه ‪ +‬أى اﻟﻔﻀﺎﺋﻞ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬واﻟﺘﻘﺎﺑﻞ ﻋﻠﻰ اﻷ ّول ﺗﻘﺎﺑﻞ اﻟﻌﺪم‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﻮﺟﺐ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫واﳌﻠﻜﺔ وﻋﻠﻰ اﻟﺜﺎﱐ ﺑﺎﻟﺘﻀﺎ ّد‪.‬‬
‫ع – ﺷﺮًﻋﺎ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﲨﻊ أدﱏ وأﺻﻠﻪ أدﻧﻴﲔ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه ‪ +‬ﻟﻐﺔ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
72 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Hamiyet: dini ve mahremiyeti şüphelerden korumaktır.]


10) Hamiyet: Hamiyyet (hamiyet) yâ’nın şeddesi ile okunur. Sözlükte
ar ve gurur anlamındadır. Terim olarak dini ve mahremiyeti şüphelerden
korumaktır. Tühem (şüpheler) tuhme’nin (şüphe) çoğuludur, hutme vez-
nindendir. Vehm kökünden gelir. Vav, tuhme ve turas’ta olduğu gibi tâ’ya
dönüşmüştür. Burada koruma ile, mesela kızların evlendirilmesini yasak-
layan Cahiliye hamiyetinden ve kadınsılık ile deyyusluktan kaçınarak şer‘î
olan koruma kast edilmiştir. Çünkü birincisi ifrat, ikincisi tefrittir. İşlerin
en hayırlısı ortasıdır.

[Yumuşak kalplilik: Başkasına dokunan acıdan acı duymaktır.]


11) Yumuşak Kalplilik: Yani kalbin hassaslığıdır. Başkasına dokunan
acıdan acı duyma melekesidir. Her şecaat sahibi, yumuşak kalplidir, çabuk
etkilenir. Bu nedenle bir başkasına kötü ya da çirkin bir şeyin dokunduğunu
ve acı verdiğini gördüğünde bundan acı duyar ve böylelikle, gücü yeterse,
endişesiz ve tasasız bir şekilde onu hemen gidermeye yönelir. Böylece şecaa-
tin haksız yere olan zulmün, öldürmenin, yol kesiciliğin zıddı olduğu açıkça
görülür. Şecaat sahibi olarak adlandırılanların çoğu, Cahiliye Arapları örne-
ğinde olduğu gibi aslında deli cesaretine sahiptir. Zira onlar ancak İslam’dan
ve şeriat terbiyesi aldıktan sonra gerçek şecaat sahibi olmuşlardır. Müellif
şecaatin dallarını anlatmayı bitirince iffetin dallarına geçti ve şöyle dedi:

[İffetin on bir şubesi vardır.]


Uzlaşmanın, uyumluluğa dâhil edilmesiyle, iffetin on bir şubesi vardır.
O konu ilerde gelecektir.

[Hayâ: kötülük işleme korkusuyla nefsin kendini tutmasıdır.]


1) Hayâ: Kötülük işleme korkusuyla nefsin kendini tutma meleke-
sidir. Yani nefsin kendisini kötü gördüğü fiilden düşünüp taşınmaksızın
alıkoymasıdır. Nitekim korkuyu sebep olarak zikretmesi bunun meleke
olmasıyla çelişir, ancak kök olması itibariyle çelişmez. Kötüden kastın,
işleyenin mutlak olarak yerildiği şey olduğu açıktır. Bu örfî kötüdür.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪73‬‬

‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫م وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ ‪:‬ا‬ ‫]ا‬

‫א‬ ‫ًא כ ا‬ ‫‪ ،٢‬و‬ ‫ا אر وا‬ ‫ا אء‪ .‬و‬ ‫ّ‬ ‫ا א ة‪ :١‬ا‬


‫ا او‬ ‫أ‬ ‫ا‬ ‫‪٣‬‬
‫وزن‬ ‫ا‬ ‫م وا‬ ‫ا‬
‫ّ ا א‬ ‫ًازا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫اد ا‬ ‫وا اث‪ .٤‬وا‬ ‫ا‬ ‫אء כ א‬
‫إ اط وا א‬ ‫وا א ‪ّ ،٦‬ن ا و‬ ‫ا‬ ‫ً ‪٥‬و‬ ‫ا אت‬ ‫و‬ ‫ا א‬
‫‪.‬‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫‪ ،٧‬و‬

‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫أذى‬ ‫]ا ّ ‪ :‬ا ذّي‬

‫כّ‬ ‫ا‬ ‫أذى‬ ‫כ ا ذّي‬ ‫و‬ ‫‪ :‬ا ّ أي ر ا‬ ‫ا אد‬


‫وآذاه‬ ‫‪٩‬ا‬ ‫אل‪ .‬ذا رأى כ ً ا أو‪ ٨‬כ و ً א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ر‬
‫א‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫اب‪،‬‬ ‫ع وا‬ ‫إن ر‬ ‫و אدر إ د‬ ‫ذّى‬
‫אن‬ ‫ّر כ‬ ‫ًא‬ ‫ّ‬ ‫وإن أכ‬
‫ّ‪ّ ،‬‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫‪.‬‬ ‫م وا ّدب دب ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫‪١٠‬‬
‫א ًא‬ ‫אروا‬ ‫ا ب‬
‫אل‪:‬‬ ‫وع ا ّ‬ ‫ع‬ ‫א‬ ‫وع ا‬ ‫‪١١‬‬
‫و ـ ّא غ‬

‫‪[.‬‬ ‫ة‬ ‫ى‬ ‫ّ إ‬ ‫]و‬

‫‪.‬‬ ‫ء א‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫]‪١٣‬ب[ د אل ا‬ ‫ة‬ ‫ى‬ ‫ّ إ‬ ‫و‬

‫َف ار כאب ا א ‪[.‬‬ ‫אر ا‬ ‫אء‪ :‬ا‬ ‫]ا‬

‫أي ا א א‬ ‫ف ار כאب ا א‬ ‫אر ا‬ ‫כ ا‬ ‫אء و‬ ‫ا و ‪ :‬ا‬


‫א אر‬ ‫כ إ‬ ‫כ‬ ‫ف א‬ ‫א‬ ‫ز א رو ّ ‪.‬‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ً א‪ ١٢‬و‬ ‫ّم א‬ ‫א‬ ‫أن ا اد א‬
‫ّ‬ ‫‪ .‬وا א‬ ‫ا‬

‫ع‪ :‬ﻳﻠﺤﻖ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع– ً‬


‫ﻣﺜﻼ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﻌﺎﺷﺮ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬ﺷﺠﻌﺎن‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺪﻳﺎﻧﺔ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه ‪ -‬واﻷﻧﻔﺔ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫س‪ :‬ﻋﻦ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺘﻔﺮﻳﻂ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬ﲨﻊ ﻤﺔﻛﺤﻄﻤﺔ؛ ع‪ :‬ﺧﻄﻤﺔ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – ﻣﻄﻠﻘًﺎ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫س‪ ،‬ع ‪ -‬ﻣﻨﻜﺮا أو‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺘﻤﺎث‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
74 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bununla eşseslilik veya mecaz yoluyla hem tabiata aykırı olan veya eksik-
lik sıfatı olan anlamındaki aklî kötüyü, hem de işleyenin dünyada yeril-
diği ve ahirette ceza gördüğü şey demek olan şer‘î kötüyü kapsayacak şey
de kastedilmiş olabilir. Bununla, daha önce de geçtiği gibi iyinin, örfen,
işleyenin mutlak olarak övgüye mazhar olduğu, aklen tabiata uyumlu veya
kemal sıfatı olan, şer‘an de işleyenin dünyada övüldüğü ve ahirette ödüllen-
dirildiği şey olduğu bilinir.
[Sabır: nefsi arzulara kapılmaktan alıkoymaktır.]
2) Günaha karşı Sabır. Nitekim bu daha önce sözü edilen sabırdan, karşı
koyma gücü yönünden uyuşsa bile, iliştiği şey yönünden farklılaşır. Bu,
nefsi alıkoyma melekesidir. Yani daha önce de geçtiği gibi, düşünen nefsin,
itibarî başkalaşmaya göre hayvanî ruhu veya kendisini arzulara kapılmak-
tan, yani arzuladığı ve iştah duyduğu kötü şeyleri yapmaktan engellemesi-
dir. Hevâ (arzular) ra-dı-ye gibi he-vi-ye fiilinden gelir. He-vi-ye istemek de-
mektir. Re-v-â gibi he-v-â’dan, mudıyyen gibi huviyyen’den gelmez. Nitekim
bunun anlamı düşmektir.
[Arzuları dizginlemek: şehevî arzular harekete geçtiğinde sükûnet
göstermektir.]
3) Arzuları dizginlemek: Deat (arzuları terketmek) kelimesi seat veznin-
de, bırakmak anlamındaki ve-de-a fiilinin mastarıdır. Bu ilmin terimi olarak
şehevî arzular harekete geçtiğinde sükûnet göstermektir. Yani sayesinde
hayvanî nefsin; şehevî gücün güçlü bir şekilde hareketi ve hücumu esnasında
nefsânî hazları terk etmeye götüren akla yönelerek sakin olmasını sağlayan
bir melekedir.
[Malını temiz tutmak: küçük düşmeden ve zulmetmeden mal edin-
mek ve güzel yerlere harcamaktır.]
4) Malını temiz tutmak: Nezâhat sözlükte temizlik demektir. Terim
olarak zillet ve aşağılanma anlamında küçük düşmeden -(mehân) mim’in
fethası ile- ve başkasının hakkına geçmemek anlamında zulmetmeden mal
edinmek ve güzel yerlere yani şer‘î olarak kendisine harcanması övülmüş
yerlere harcamaktır. Mal tabiatın kendisine meyil duyduğu ve ihtiyaç za-
manı için biriktirdiği şeydir. İnsanların maslahatı için yaratılmış olan şey
olarak da tefsir edilmiştir. Elisıkılık ve pintilik de bunun üzerinden gerçek-
leşir. Telvîh’te de böyle geçer. İnfâkuhu (onu harcamak), iktisâb (edinmek)
üzerine atıftır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪75‬‬

‫אن‬ ‫أو א כ ن‬ ‫ا א‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫و כ أن اد א‬


‫ك أو‬ ‫ما‬ ‫‪١‬‬
‫آ ً‬ ‫א ً و א‬ ‫א ّم א‬ ‫و‬ ‫وا‬
‫ا‬ ‫ً א‬ ‫ً א‪ ٢‬و‬ ‫ح א‬ ‫ًא א‬ ‫أن ا‬
‫כ ّ‬ ‫אز‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫‪.٣‬‬ ‫א ً و אب آ ً כ א‬ ‫ح א‬ ‫ًא א‬ ‫כ אل و‬ ‫أو א כ ن‬
‫ى‪[.‬‬ ‫א ا‬ ‫ا‬ ‫‪:‬‬ ‫]ا‬
‫ّ وإن وا‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫ا א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪:‬ا‬
‫ا‬ ‫ا وح ا‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫أي‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ّة ا‬
‫اه‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫ى أي‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אري כ א‬ ‫א א א ا‬ ‫أو‬
‫ى כ وى ُ א כ ُ ِ א‪،‬‬ ‫ّ‬ ‫ِ َي כ َ ِ َ ‪ ٦‬أ‬ ‫‪٥‬‬
‫אت‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫‪.‬‬ ‫ّ‬
‫ة‪[.‬‬ ‫אن ا‬ ‫‪:‬ا כ ن‬ ‫]ا‬
‫حا ّ‬ ‫ا‬ ‫كو‬ ‫ر ودع‬ ‫وزن ا‬ ‫ا א ‪:‬ا‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א כ‬ ‫ة أي כ‬ ‫אن ا‬ ‫ا כ ن‬
‫ك‬ ‫ّدي إ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫عإ‬ ‫ّ א‬ ‫כ‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫כ ا ّة ا‬
‫א ‪.‬‬ ‫ا ا ا‬
‫ة‪[.‬‬ ‫אرف ا‬ ‫ا‬ ‫وإ א‬ ‫אن و‬ ‫]ا ا ‪ :‬اכ אب ا אل‬
‫‪٧‬إ‬ ‫א‬
‫ً א اכ אب ا אل‬ ‫אرة وا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا ا ‪:‬ا ا‬
‫ي‬ ‫א ا د ‪،‬و‬ ‫‪٩‬‬
‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا א ‪ .٨‬و‬ ‫و ّ‬ ‫ا‬
‫ان‬ ‫ا لّ وا‬ ‫‪١١‬‬
‫אن א‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫‪١٠‬‬
‫ا ّ وا ِّ ‪١٤] ،‬أ[ כ ا‬
‫אرف‬ ‫ا‬ ‫ا כ אب‬ ‫وإ א‬ ‫ا‬ ‫ا ّي‬ ‫و‬
‫ً א‪.‬‬ ‫فإ א‬ ‫حا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ة أي ا‬ ‫ا‬

‫ه ‪ +‬ﻛﺬا ﻗﻴﻞ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪ ٦‬س ‪ ،‬ه ‪ +‬ﻫﻮى‪.‬‬ ‫ع ‪ -‬وﻳﻌﺎﻗﺐ ً‬


‫آﺟﻼ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﻄﻠﻖ‪.‬‬ ‫‪ ٧‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﻫﺬا ﺗﻔﺴﲑ ﺑﺎﻟﻼزم ‪٩‬‬ ‫ع – ﻣﻄﻠﻘًﺎ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬ﻛﻤﺎ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﻷ ّن أﺻﻠﻪ ﻣﻮل ﻻ ﻣﻴﻞ ﺑﺪﻟﻴﻞ‬ ‫ه ‪ -‬ﻛﻤﺎ ﺳﺒﻖ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﺑﻔﺘﺢ اﳌﻴﻢ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫أﻣﻮاﻟﻪ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻓﻬﻮ ﻏﲑ اﻟﺼﱪ اﻟﺴﺎﺑﻖ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه‪ :‬اﻟﺴﻮء‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
76 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Kanaat: yeterle yetinmektir.]


5) Kanaat: yeterle yetinmektir. Yani nefsi yok olmaktan koruyacak ka-
darla ve yiyecek içecek, giyecek, barınak ve diğer ihtiyaçlardan zaruret mik-
tarıyla yetinmektir. Kefaf (yeter olan) kef’in fethasıyla okunur. Peygamber
(s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “İslam’a erdirilmiş, yaşantısı yeterle yetinmek
üzere olan ve buna kanaat edene ne mutlu.”1 Yine O’ndan rivayet edilmiştir
ki: “Az olup yeten, çok olup oyalayandan hayırlıdır.”2 Hz. Ali (kv) şöyle de-
miştir: “Mülk olarak kanaat, nimet olarak güzel ahlâk yeter.” Zünnûn şöyle
demiştir: “Kanaat eden kendi zamanında yaşayanlardan yana rahat olur ve
akranlarından daha üstün olur.” Tuğrâvî şöyle demiştir:
“Kanaat mülkü hakkında endişe duyulmaz
Onun için ne hizmetçiler gerekir ne uşak.”

[Vakar: İsteklere yönelirken ağırbaşlı olmaktır.]


6) Vakar: Bu, isteklere yönelirken ağırbaşlı olmaktır. Bu dinginliktir
ve aceleden kaçınmaktır. Çünkü bu, görüşün doğru veya yanlış olmasına
sebep olan bir şeydir. Bu yüzden Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Te-
enni Rahman’dan, acele Şeytan’dandır”.3 Şair şöyle demiştir:
“İstediğin bir şeyde aceleci davranma
Olgunlaşmadan sürekli değişim övülmez.”

[Uyumluluk: güzele götürene boyun eğmektir.]


7) Uyumluluk: Şer‘an veya aklen veya örfen güzele götürene boyun eğ-
mektir. Mukâbili sertliktir. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Uyumlu-
luk bir şeye dahil olunca onu süsler, kabalık bir şeye dahil olunca onu zedeler.”4
Şair şöyle demiştir:
“Yüceyi istemek konusunda uyumluluk ne güzel yardımcıdır
Hedef ve isteklere ulaşmak için uyumlu ol.”

1 Tirmizi, “Zühd”, 35.


2 Taberâni, el-Mu‘cemu’l-evsat, (Kahire: Dâru’l-harameyn, 1995), III, 77.
3 Tirmizî, “Birr”, 65.
4 Müslim, “Birr”, 78.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪77‬‬

‫ا כ אف‪[.‬‬ ‫אر‬ ‫]ا א ‪ :‬ا‬

‫ا כאف ‪ ٢‬أي‬ ‫‪١‬‬


‫ا כ אف‬ ‫אر‬ ‫כ ا‬ ‫و‬ ‫‪ :‬ا א‬ ‫ا א‬
‫ا כ‬ ‫وري‬ ‫را‬ ‫ا כ אء א‬ ‫كوא‬ ‫ا‬ ‫א כ ّ ا‬
‫َ‬ ‫م‪» :‬‬ ‫ا‬ ‫ُر وي‬ ‫א‪ .‬و‬ ‫و‬ ‫وا כ‬ ‫ب وا‬ ‫وا‬
‫وכ‬ ‫أ ً א‪ » :‬א‬ ‫«‪ ٣‬و‬ ‫ِم‪ ،‬وכאن ْ ُ כ א ً א و َ‬ ‫ُ ِي إ‬ ‫ا‬
‫כً א و א‬ ‫א א‬ ‫כ ّ م ا ّ و ‪» :‬כ‬ ‫« ‪ ٤‬و אل‬ ‫ٌ א כ ُ وأ‬
‫אل‬ ‫ز א وا‬ ‫أ‬ ‫اح‬ ‫ا‬ ‫ً א‪ «.‬و אل ذو ا ن‪» :‬‬ ‫ا‬
‫ا ‪:‬‬ ‫أ ا ‪ «.‬و אل ا‬
‫אج ِ ِ ِإ َ ا ْ َ ْ َ انِ َوا ْ َ َ لِ‬
‫ُْ َ ُ‬ ‫َ َ ْ ِ َو َ‬ ‫ْכ ا ْ َ َא َ ِ َ ُ ْ َ‬
‫ُ ُ‬
‫[‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫]ا אر‪ :‬ا ّ‬
‫ّز‬ ‫وا‬ ‫و ‪٥‬ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا ّ‬ ‫ا אد ‪ :‬ا אر و ا ّ‬
‫م‪» :‬ا ّ‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬و ا אل‬ ‫‪ّ ّ ،‬دي إ إ א ا أي و‬ ‫ا‬
‫אن«‪ ،٦‬و ‪:٧‬‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬
‫ان‬
‫ََْ َ ُ ْ َ ُ َْ َ ا ْ ِ ُ ْ َ ُ‬ ‫َ ِ ً ِ اْ َ ْ ِ َ ْ ُُ ُ‬ ‫َ َ َ כُ‬
‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫אد א ّدي إ‬ ‫ا‬ ‫‪:‬‬ ‫]ا‬
‫ً أو‬ ‫ً א أو‬ ‫ا‬ ‫אد‪ ٨‬א ّدي إ‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا א ‪:‬ا‬
‫ء إ زا و ا‬ ‫ا‬ ‫م‪» :‬‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬אل‬ ‫ً א‪ ،‬و א ا‬
‫‪:‬‬ ‫א «‪ ،٩‬و‬ ‫ءإ‬

‫ِא ْ َ ْ َر ِب َوا ْ ُ َ‬ ‫َ ْאر ُ ْ ِ َ ْ َ‬ ‫َ َ ِ اْ ُ َ‬ ‫َا ِّ ْ ُ ِ ْ َ ا ْ َ ْ ُن ِ‬


‫ع‪ :‬ﻫﻲ؛ ه‪ :‬أي‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬وﻧﻘﻞ ﻋﻦ أرﺳﻄﻮ أ ّن اﻟﻐﺮض ﻣﻦ‬ ‫‪١‬‬
‫ﺳﻨﻦ اﻟﺮﲤﺬي‪ ،‬اﻟﱪ ‪.٦٥‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫اﻷﺳﺒﺎب اﻟﺪﻧﻴﻮﻳﺔ دﻓﻊ اﻵﻻم ﻛﺎﳉﻮع واﻟﻌﻄﺶ وﻫﻲ‬
‫ه‪ :‬ﻗﺎل‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫اﻟﺼﺤﺔ اﳌﻼزﻣﺔ ﻟﻼﻗﺘﺼﺎر ﻋﻠﻰ‬
‫اﻟﻠﺬّة اﻷﺻﻠﻴﺔ اﻟﱵ ّ‬
‫ع‪ :‬اﻻﻧﻘﺎد‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫اﻟﻜﻔﺎف ﻻ اﻟﻠﺬّة اﻟﺒﺪﻧﻴﺔ‪.‬‬
‫ﻓﻖ ﻻ ﻳﻜﻮ ُن ﰲ ﺷﻲ ٍء ﱠإﻻ زاﻧﻪ‪ .‬وﻻ ﻳُﻨﺰُع ﻣﻦ‬
‫»إ ﱠن اﻟ ﱢﺮ َ‬ ‫‪٩‬‬ ‫س‪ ،‬ه ‪ -‬ﺑﻔﺘﺢ اﻟﻜﺎف‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﺷﻲ ٍء ﱠإﻻ ﺷﺎﻧﻪ« ﺻﺤﻴﺢ اﳌﺴﻠﻢ‪ ،‬اﻟﱪ ‪.٧٨‬‬ ‫ﺳﻨﻦ اﻟﺮﲤﺬي‪ ،‬اﻟﺬﻫﺪ ‪.٣٥‬‬ ‫‪٣‬‬
‫اﻟﻄﺎﺑﺮاﱐ‪ ،‬اﺠﻤﻟﻤﻊ اﻷوﺳﻂ‪.٧٧/٣ ،‬‬ ‫‪٤‬‬
78 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[İyi gidişatta olmak: nefsi yetkinleştirecek şeylere rağbet etmektir.]


8) İyi gidişatta olmak, şeriat, akıl ve örf kanunları üzere olan şeylerden
nefsi yetkinleştirecek olanları sevmektir.
[Verâ: Güzel amellere sarılmaktır.]
9) Verâ: Şeriata, akla ve mürüvvete uygun güzel amellere sarılmaktır.
Şair şöyle demiştir:
“Allah’tan kork, çünkü iyilik boşa gitmez
Mahlûkatın en şereflisi Allah’tan korkandır.”

Genellikle takva ile eş anlamlı kullanılır.

[Düzenlilik: işlerin maslahata uygun şekilde belirlenmesi ve düzen-


lenmesidir.]
10) Düzenlilik: İşlerin maslahata uygun şekilde belirlenmesi ve
düzenlenmesidir. İşlerden kasıt hayatın kendisiyle mümkün olduğu
şeylerdir. Belirlenmelerinden kasıt ise küllî bir şekilde tasavvur edilme-
leri; düzenlenmelerinden kasıt ise bunların nefsin, malın, dinin, ne-
sebin ve aklın korunması türünden maslahatlar olmaları bakımından
tasavvurdan fiile çıkarılmasıdır. Fiile çıkarmanın yolu da mesela şöyle
denmesidir: Bu fiil şeriat bakımından övülmüş, akıl bakımından kabul
görmüştür. Çünkü nefsi korumayı içermektedir. Durumu her böyle olan
şeyin ve devamı şeklindedir.
[Cömertlik: gerekeni gerekene vermektir. Bu altı türdür.]
11) Cömertlik. Gerekeni, verilmesi gerekene vermektir. Şartı; ver-
menin niteliğine, niceliğine, elisıkılıktan ve saçıp savurmaktan kaçınarak
verileceği yere dikkat etmektir. Bu şecaatin gereğidir, tam tersi söz konusu
değildir. Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Allah cömert cahili,
cimri âlimden daha çok sever.”1 Bu, yani cömertlik, altında altı tür bulunan
bir cinstir. Birincisi:
1 İbn Cevzî, Kitâbü’l-mevzû‘ât mine’l-ehâdîsi’l-merfû‘at, (Riyad: Edvâu’s-selef, 1997), II, 534.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪79‬‬

‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ّ א כ‬ ‫‪:‬‬ ‫ا‬ ‫]‬

‫ع‬ ‫א نا‬ ‫ّא‬ ‫ا‬ ‫א כ‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪:‬‬


‫وا ف‪.‬‬ ‫وا‬

‫‪[.‬‬ ‫אل ا‬ ‫ز ا‬ ‫]ا رع‪:‬‬

‫ّوة‪.‬‬ ‫وا‬ ‫ع وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אل ا‬ ‫ز ا‬ ‫‪ :‬ا رع و‬ ‫ا א‬


‫אل‪١٤] :‬ب[‬

‫َو ِإن َכ ِ َ ا ْ َ ْ ِ َ ْ َ َ َ ر ُع‬ ‫َ َ ر ْع َ ِ ن ا ْ َ ْ َ َ َ َ َ ُ‬


‫ى‪.‬‬ ‫א ًא اد ً א‬ ‫و‬

‫א ‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫رو‬ ‫ا‬ ‫אم‪،‬‬ ‫]ا‬

‫ر א‬ ‫اد א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫رو‬ ‫ا‬ ‫אم و‬ ‫ا א ة‪ :‬ا‬


‫אإ ا אإ‬ ‫اכّ ‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ّر א‬ ‫א‬ ‫אش‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ّ‬
‫‪.‬و‬ ‫وا‬ ‫‪١‬‬
‫وا‬ ‫وا אل وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا‬

‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫ً‪،‬‬ ‫ل‬ ‫ًא و‬ ‫د‬ ‫اا‬ ‫ً‪:‬‬ ‫اج أن אل‬ ‫ا‬
‫إ ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬وכ ّ א‬ ‫ا‬

‫أ اع‪[.‬‬ ‫‪.‬و ا‬ ‫אء‪ :‬إ אء א‬ ‫]ا‬

‫אء‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫إ אء א‬ ‫אء و‬ ‫‪:‬ا‬ ‫ا אد‬


‫زم‬ ‫‪،‬و‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ّ ًزا‬ ‫א‬ ‫כ ا ّ وכ ّ א و‬ ‫ا‬
‫اّ‬ ‫ّ إ‬ ‫لأ‬ ‫ّ ا‬ ‫م‪» :‬ا‬ ‫ا‬ ‫ون ا כ ‪ .‬و‬ ‫א‬
‫اع‪ .‬ا ّول‪:‬‬
‫أ اع‬ ‫אء‬ ‫‪ ٢«.‬و ا أي ا‬ ‫ا א ا‬

‫اﳉﻮزي‪،‬ﻛﺘﺎب اﳌﻮﺿﻮﻋﺎت ﻣﻦ اﻷﺣﺎدﻳﺚ اﳌﺮﻓﻮﻋﺎت‪،‬‬ ‫‪ ١‬ع ‪ -‬واﻟﻨﺴﺐ‪.‬‬


‫)أﺿﻮأ اﻟﺴﺎف‪ ،‬اﻟﺮﻳﺎض‪.٥٣٤/٢ ،(١٩٩٧ ،‬‬ ‫أﻗﺮب إﱃ اﷲِ ﻣﻦ ﻋﺎﱂٍ ٍ‬
‫ﲞﻴﻞ« اﺑﻦ‬ ‫اﻟﺴ ﱡ ُ‬
‫ﺨﻲ‬ ‫ُ‬
‫»اﳉﺎﻫﻞ ﱠ‬ ‫‪٢‬‬
80 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Eliaçıklık: kolaylıkla ve gönül hoşluğuyla vermektir.]


11.a) Eliaçıklık: Kolaylıkla ve gönül hoşluğuyla vermektir. Nitekim
bu melekenin halidir. Bu yüzden şair şöyle der:
“En iyi bağış kendisinde
Ne erteleme olan ne de bıkkınlık belirtisi olandır.”
Cins daha genel olmasına rağmen, Allah’a Sahî (eliaçık) denmez, Kerim
(cömert) denir. Çünkü Allah’ın isimleri tevkifîdir, Şâri‘in isimlendirmesine
dayanır. Bu şekilde isimlendirildiğini kimse duymamıştır. İkincisi:
[Diğergamlık: kendi ihtiyacından vazgeçerek olmasıdır.]
11.b) Diğergamlık: Sözü edilen bağışın kendi ihtiyacından vazgeçerek
yani bağış yapan kişinin kendisini kendi ihtiyaçlarını gidermekten alıkoy-
masıyla olmasıdır. Nitekim Allah Teâlâ’nın şöyle buyurmuştur: “Kendileri-
nin ihtiyacı olduğu halde başkasını kendilerine tercih ederler.” (el-Haşr, 59/9)
Üçüncüsü:
[Âlî-cenaplık: sevinçle vermektir.]
11.c) Âlî-cenaplık: Nübl (âlî-cenaplık); nûn’un zammesi, tek noktalı
bâ’nın sükûnuyla okunur, yoksa denildiği gibi iki noktalı yâ ve zammeli
nun’la değil. Sözlükte üstünlük ve şeref anlamındadır. Terim anlamı se-
vinçle vermektir. Bu da gönül hoşluğunun ve cömertliğin tamlığının bir
göstergesidir. Nitekim Mütenebbî şöyle demiştir:
“Ona geldiğinde onun yüzünün parladığını görürsün
Sanki istemiş olduğun şeyi sen veriyormuşsun gibidir.”
Dördüncüsü:
[Paylaşımcılık: arkadaşlarla paylaşmaktır.]
11.d) Paylaşımcılık: Faydalanmak ve faydalandırmak konusunda arka-
daşlarla paylaşmaktır. Şair der ki:
“Sevdikleriyle paylaşım, kendilerinde kemalin en geniş sınırlarının oldu-
ğu bir kavmin alışkanlığındır.” Beşincisi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪81‬‬

‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫אء א‬ ‫]ا כ م‪ :‬ا‬

‫אل ا כ ‪ ،‬و ا אل ا א ‪:‬‬ ‫כ א‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫אء א‬ ‫ا כ مو ا‬

‫ُ َ א َ َ ٌ َو َ َأ َ َ ا ْ َ َ لِ‬ ‫َو َ ْ ُ َ ِ ٍ َ א َ ْ َ ِ َ א‬

‫‪ّ ،‬ن‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫اכ‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫اّ‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫وإ ّ א‬
‫א ‪.‬ا א ‪:‬‬ ‫ق ا אرع و‬ ‫إ‬ ‫أ אء ا ّ א‬

‫א ‪[.‬‬ ‫اכ ّ‬ ‫אر‪ :‬أن כ ن‬ ‫]ا‬

‫أي אر ًא כ ّ‬ ‫א‬ ‫اכ ّ‬ ‫כ ر‬ ‫אء ا‬ ‫أن כ ن ا‬ ‫אر و‬ ‫ا‬

‫ون َ ٰ َا ْ ُ ِ ِ ْ َو َ ْ‬
‫﴿و ُ ْ ِ ُ َ‬
‫אء ا א‪ ،‬כ א אل ا ّ א ‪َ :‬‬ ‫ا‬
‫אن ِ ِ ْ َ َ א َ ٌ ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ ْ ِ ‪ .(٩/٩٥ ،‬ا א ‪:‬‬
‫َכ َ‬
‫ور‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫‪:‬ا‬ ‫]ا‬

‫‪،‬‬ ‫‪١‬‬
‫ا نכ א‬ ‫ّאة‬ ‫ا אء ا‬ ‫ّ ة‬ ‫ّ ا ن و כ ن ا אء ا‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫أ אرة‬ ‫ور‪،‬‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫ًאا‬ ‫وا ف‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫وכ אل ا אء כ א אل ا ّ ‪١٥] :‬أ[‬

‫َכ َ َכ ُ ْ ِ ِ ا ِ ي َأ ْ َ َ א ِ ُ ْ‬ ‫َ َ ُاه ِإذَا َ א ِ ْ َ ُ ُ َ َ ِّ ً‬


‫‪٢‬‬

‫ا ا ‪:‬‬

‫אء‪[.‬‬ ‫אرכ ا‬ ‫אء‬ ‫ا אة‪ :‬ا‬ ‫]ا‬

‫אع אل‪:‬‬ ‫ّ وا‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫אرכ ا‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫ا אة و‬ ‫ا‬

‫ِ َא َ ِ‬
‫אت ا ْכَ َ אلِ‬ ‫َ ُ ْ َأ ْ َ‬ ‫ُ َ ا َ א ُة‪ ٣‬ا ْ َ ِ ِ َد ْأ ُب‪ٍ ْ َ ٤‬م‬

‫‪:‬‬ ‫ا א‬

‫‪ ٣‬ع‪ :‬ﻫﻮاﺳﺎﻩ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﻛﻤﻞ‪.‬‬


‫‪ ٤‬ه‪ :‬ذات‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ه‪ :‬ﺗﻌﻄﻴﻪ‪.‬‬
82 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Bahşetme: vermesi gerekmeyeni iyilik olarak vermektir.]

11.e) Bahşetme: Vermesi gerekmeyeni iyilik olarak yani başkası-


nın iyiliği için, karşılık ve iyilik beklemeden vermektir. Gerekmeyeni
vermek bir karşılık beklentisiyle de olabilir. Bu yüzden müellif “iyilik
olarak” kaydını koymuştur. Bu bir tekrar değildir. Kök itibariyle ele
alındığı için de meleke olmasıyla çelişmez. Bunun konusu daha önce
geçmişti. Altıncısı:

[Ferâgat: bırakması gerekmeyeni tokgözlülüğünden bırakmaktır.]

11.f ) Ferâgat: Bırakması gerekmeyeni bir ödül beklentisiyle değil tok-


gözlülüğünden yani gözü tok olduğu için veya edepsizlik yapmamak için
bırakmaktır, yani o şeyden ferâgat ederek bırakmaktır. Mesela borcunun
bir kısmını düşmektir. Denilir ki sanki burada kişi kötüye götüren bir şeyin
bulaşmaması için ferâgat eder. Ne varsa bunda vardır.

Müellif birçok fazileti bu şekilde açıklamasının ardından bu faziletleri bir


araya getiren cihet-i vahdelerini belirtmek üzere şöyle dedi:

[Adalet diğer faziletleri bir araya getiren şeyin ismidir. Alt dalları
vardır.]

Adalet diğer faziletleri bir araya getiren şeyin ismidir: Bu yüzden fazi-
letlerin reisi kılınmıştır. Adalet bazılarına göre mizaçta olduğu gibi faziletlerin
toplanıp birbirleriyle karışmalarından meydana gelen basit bir melekedir. Di-
ğerlerine göre ise toplanmış yapısı itibariyle veya onsuz bileşik bir melekedir.
İmam Gazâlî Mizânü’l-amel’de adaleti şöyle tanımlamıştır: “Adalet, nefsin,
kendisi ile nazarî aklı, öfkeyi ve şehveti yönettiği ve hikmetin gerektirdiği şeye
taşıdığı bir gücüdür.” Ebû Ali İbn Miskeveyh’in tanımı ise şöyledir: “Adalet
güçler birbirleriyle uyumlu olduklarında, üç faziletin birleşmesi ve ayırt edici
güç gerektirmesiyle oluşan, nefsin bir faziletidir.” Muhakkik Tûsî’ye göre ise;
“hikmet, şecaat ve iffet şeklindeki üç faziletin tümüne verilen bir isimdir ki
bunun neticesi her durum ve sıfatta eşitliktir.”
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪83‬‬

‫ّ ‪[.‬‬ ‫א ‪ :‬ل א‬ ‫]ا‬

‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ ً أي‬ ‫ل א‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫ا‬


‫ّ‬ ‫כ ن ّ ‪ ٢‬ا اء‪ ،‬ا ّ ه א‬ ‫‪١‬‬
‫و ل א‬ ‫اء وا‬ ‫ا‬
‫כ א ّ ‪ .‬ا אدس‪:٤‬‬ ‫ّ א אر ا‬ ‫‪٣‬‬
‫ذכا כ‬ ‫א‬ ‫כ ار‪ .‬و‬

‫ّ א‪[.‬‬ ‫‪ :‬ك א‬ ‫א‬ ‫]ا‬

‫ا‬ ‫ًא‬ ‫ّ ً א أي‬ ‫א‬ ‫أي כ‬ ‫ك א‬ ‫‪٥‬‬


‫و‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫د ‪.‬‬ ‫אزة כא‬ ‫ّ ‪٧‬ا‬ ‫ا‬ ‫وءة‬ ‫م‪ ٦‬ا‬ ‫وا‬
‫אن‬ ‫‪ .‬و ـ ّא غ‬ ‫א‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ّدي إ‬ ‫قأ‬ ‫ّه‬ ‫‪٨‬כ ّ‬ ‫و‬
‫א אل‪:‬‬ ‫אا א‬ ‫و‬ ‫ّ دة أراد أن כ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬

‫‪[.‬‬ ‫א ‪.‬و א‬ ‫א ا‬ ‫א‬ ‫ا ا‬ ‫]وا‬

‫כ‬ ‫א ‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫و ا‬ ‫א‬ ‫א ا‬ ‫א‬ ‫ا ا‬ ‫وا‬


‫‪ .‬و ّכ‬ ‫ا‬ ‫اج‬ ‫ا‬ ‫اج כ א‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫אع ا‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫א ا אم ا ا‬ ‫‪.‬‬ ‫آ‬ ‫أو و‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا אر ا‬ ‫א‬
‫א‬ ‫ةو‬ ‫وا‬ ‫ي وا‬ ‫ا‬ ‫سا‬ ‫א‬ ‫ّ א ّة‬ ‫ان ا‬
‫אع‬ ‫ا‬ ‫ث‬ ‫ّ א‬ ‫כ‬ ‫ا כ ‪ .‬وأ‬
‫ّ ة‪.‬‬ ‫ّة ا‬ ‫ا א‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ا ى‬ ‫‪١٠‬‬
‫א‬ ‫‪٩‬‬
‫ث‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫وا‬ ‫ا כ‬ ‫ثا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ّ אا‬ ‫ّ ا‬ ‫وا‬
‫אت‪.‬‬ ‫ال وا‬ ‫ا‬ ‫אواة‬ ‫אا‬ ‫وا ّ و א‬

‫‪ ٨‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬رﺋﻴﺲ‬ ‫‪ ٥‬ع‪ :‬ﻫﻮ‪.‬‬ ‫س‪ ،‬ه – ﻻ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫اﳌﻨﺠﻤﲔ أﲪﺪ ﻣﻮﻟﻮى‪.‬‬ ‫‪ ٦‬س – ﻋﺪم‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﺗﺼﺮ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ٩‬ع – ﻋﻨﺪ‪.‬‬ ‫‪ ٧‬ع‪ :‬اﻟﺘﻮﻗّﻊ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﻜﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫‪ ١٠‬ع‪ :‬ﻣﺴﺎﻣﻠﺔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺴﺎدﺳﺔ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
84 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Allah Teâlâ adaleti ve ihsanı emredince ve insan ilişkilerinin çoğunda


bunları uygulamak zor olunca yüce Allah kullarının durumlarını üç şer‘î
kanunla düzenlemiştir. Bunlar büyük kanun, konuşan adalet olan hâkim ve
bu dünyada insanların alışverişlerinin kendisi üzerine bina edildiği dirhem
ve dinardır. Bu son kısma sessiz adalet denir. Şair ne güzel söylemiştir:
“Bir bilge gönder ve ona tavsiyede bulunma
İşte o bilge dirhemdir.”
Adaletin on dört tane alt dalı vardır: Birincisi:
[Saf dostluk: bir amacın bulandırmadığı, onu bütün iyiliklerde ken-
disine tercih ettiği halis bir sevgidir.]
1) Saf dostluk: Dünyevî bir amacın bulandırmadığı ve gerçekten bu
dostluk vasfıyla nitelenmiş kişiyi bütün iyiliklerde yani kendisinde fayda ve
kemal bulunan her şeyde kendisine tercih ettiği halis bir sevgidir. Bunu
sadece malla sınırlamanın hiçbir imkânı yoktur. Peygamber (s.a.) şöyle bu-
yurmuştur: “Sizden biriniz kendisi için istediğini kardeşi için de istemedikçe
gerçekten iman etmiş olmaz.”1 Bazıları bunu arada hiç bir engel ve kusur
olmayacak şekilde ikiliği kaldırmak olarak tanımlamışlardır. Bu da Sıddık-ı
Ekber gibi çok az bulunur. Bu yüzden şöyle denilmiştir:
“Arkadaşın a’sı ve simya’nın s’si
İkisi birlikte bulunmaz, o halde tamah etmeyi bırak.”
İkincisi:
[Kaynaşma: geçim planlaması hususunda görüşlerin birliğidir.]
2) Kaynaşma: Geçim planlaması hususunda görüşlerin birliğidir. Ârâ
(görüşler) re’y’in (görüş) çoğuludur. Aslı âr’ây’dır. Bi’r’in (kuyu) çoğulu âbâr’da
(kuyular) olduğu gibi harfler yer değiştirmiştir. Görüş; fikir anlamındadır. Eş-
sesli olarak söz anlamında kullanıldığı da söylenir. Nitekim bu genel bir eşses-
liliği gerektirir. Çünkü tam bir ülfet, zâhiren ve bâtınen ittifak gerektirir. Eb-
herî’nin de zikrettiği gibi bu, sözleşmeyi gerektiren geleneksel danışmaya döner.

1 Buhârî, “İman”, 7.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪85‬‬

‫א ت‬ ‫أכ‬ ‫ّ ًا‬ ‫אن ]‪١٥‬ب[ وכאن‬ ‫ل وا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫و ـ ّא أ ا ّ‬


‫‪١‬‬
‫ا א س‬ ‫و‬ ‫‪:‬ا‬ ‫ث ا‬ ‫אده‬ ‫ال‬ ‫א أ‬ ‫اّ‬ ‫ا אن‬
‫א ت‬ ‫א‬ ‫אر ا‬ ‫وا‬ ‫‪ ،‬وا ر‬ ‫لا א‬ ‫ا‬ ‫ا כ ‪ ،‬وا אכ و‬
‫‪:‬‬ ‫א‬ ‫ل ا אכ ‪ ،‬و‬ ‫ه ا ار‪ ،‬و אل א ا‬ ‫ا אس‬

‫َو َذاكَ ا ْ َ כِ ُ ُ َ ا ِّ ْر َ ُ‬ ‫َ َ ْر ِ ْ َ כِ ً א َو َ ُ ِ ِ‬
‫ة‪ .٢‬ا و ‪:‬‬ ‫أر‬ ‫و א‬
‫ات‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫ضو‬ ‫א‬ ‫אد‬ ‫ّ‬ ‫ا ‪:‬‬ ‫]ا‬
‫ه أي‬ ‫ضد يو‬ ‫א‬ ‫‪٣‬‬
‫אد أي א‬ ‫ّ‬ ‫ا و‬ ‫ا‬
‫כّ א‬ ‫ات أي‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫اّ‬ ‫אر‬
‫א א‪» :‬‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫א א אل‪ .‬و אل‬ ‫وכ אل‪ ،‬و و‬
‫ّ אر‬ ‫« ‪ ،٤‬و ّ א‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫כ‬ ‫أ‬
‫ا‬ ‫و أ ر‪ ٥‬כ א‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫כ ن‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫ا כ و ا‬
‫َ َא‬ ‫َ ُ َ َ انِ َ َ ْع َ ْ َ ْ ِ َכ ا‬ ‫אف ا ْכِ ِ َא ِء َ ً א‬
‫ِ ِ َو َכ ُ‬ ‫َ ُאد‪ ٦‬ا‬
‫ا א ‪:‬‬
‫אش‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ا אون‬ ‫‪ :‬ا אق ا راء‬ ‫]ا‬
‫رأي‪،‬‬ ‫אش ا راء‬ ‫ا‬ ‫ا אون‬ ‫‪٧‬‬
‫ا אق ا راء أي‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫ك‬ ‫ا כ‪،‬و‬ ‫‪ ،‬وا أي‬ ‫כ אر‬ ‫أرآي‪،‬‬ ‫وأ‬
‫אق א ً ا‬ ‫ا‬ ‫אم ا‬ ‫اك‪ّ ،‬ن‬ ‫ما‬ ‫ّ‬ ‫ا ل‬ ‫و‬
‫ي‪.‬‬ ‫אو כ א‪ ٨‬ذכ ه ا‬ ‫ا‬ ‫אورة ا‬ ‫إ ا‬ ‫را‬ ‫و א ًא‪ ،‬و‬

‫ه ‪ +‬ﻣﻦ اﻟﻜﱪﻳﺖ اﻷﲪﺮ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ع‪ :‬ﻧﺎﻣﻮس‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع ‪ +‬ﻛﺎف‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه‪ :‬أرﺑﻌﺔ ﻋﺸﺮ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه – أي‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﺣﺎﺻﻠﺔ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﻛﺬا‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﺻﺤﻴﺢ اﻟﺒﺨﺎري‪ ،‬اﻹﳝﺎن ‪.٧‬‬ ‫‪٤‬‬
86 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Ülfetin danışmayı genel bir gerektirmeyle gerektirmesi cüz’î bir gerektir-


meyle gerektirmemesi açıktır. Sonra ülfet âlemin düzeninin sebeplerinden
biridir. Bu yüzden Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Mümin ülfet eden
ve kendisine ülfet edilendir, ülfet etmeyende hayır yoktur.”1 Üçüncüsü:

[Vefa: iyilik yapmayı benimsemek ve dostlara verilen sözleri tut-


maktır.]
3) Vefa: İyilik yapmayı benimsemek ve şeriat, akıl ve örfün yermediği
konularda, dostlara verilen sözleri tutmaktır. Denir ki vefanın şartı, ölüme
kadar ve hatta ölümden sonra da vefa duyulan kişinin evlatları ve dostlarıyla
devam etmesidir. Böylesi ise şu günlerde çok istenir ama az bulunur. Bu
yüzden şair şöyle demiştir:
“Vefaya gelince onu çok duydum ama
Ne kendisini, ne de bir izini gördüm.”
Tuğrâvî şöyle demiştir:
“Vefa azaldı, mazaretler doldu taştı
Söz ve fiilin birbirini takip mesafesi uçurum oldu.”
Dördüncüsü:

[Sevilme çabası: denklerinin sevgisini, bunun gerektirdiği şeylerle


kazanmaya çalışmaktır.]
4) Sevilme çabası: denklerinin sevgisini güzel ahlâk, güler yüzlülük,
hoş sözlülük ve benzeri nezaket yollarıyla bu isteğin gerektirdiği şeylerle
kazanmaya çalışmaktır. Müellif bunu denklerle sınırlamıştır çünkü ken-
dinden üsttekilerin sevgisi zor, alttakilerinki zillettir. Şairin de dediği gibi:
“Eğer sevgiyi elde etmek istiyorsan
O zaman benzerler ve denklerle yetinmelisin
Rezillerin sevgisi zillet doğurur
Büyüklerin sevgisi ise zordur.”
Beşincisi:

1 Taberâni, el-Mu‘cemu’l-evsat, (Kahire: Dâru’l-harameyn, 1995), VI, 58.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪87‬‬

‫ا ل א‪ّ .‬‬ ‫م‬ ‫אورة و ً א א א‬ ‫ز‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫و‬
‫فو‬ ‫آ‬ ‫ا م‪» :‬ا‬ ‫أ אب אم ا א ‪ ،‬و ا אل‬ ‫ا‬
‫‪ ١«.‬ا א ‪:‬‬
‫אء‪[.‬‬ ‫دا‬ ‫ا אة و א‬ ‫ا‬ ‫ز‬ ‫]ا אء‪:‬‬

‫ّم‬ ‫א‬ ‫אء‬ ‫دا‬ ‫ا אة و א‬ ‫ا‬ ‫ز‬ ‫ا אء ]‪١٦‬أ[ و‬


‫ت‬ ‫ا‬ ‫‪٢‬‬
‫א‬ ‫ت وإ‬ ‫ا‬ ‫اره إ‬ ‫ط ا אء ا‬ ‫ً א‪.‬‬ ‫ً و‬ ‫ًא و‬
‫ه ا ّאم‪ .‬و ا‬ ‫د‬ ‫ا‬ ‫ام‬ ‫ا‬ ‫وأ א ‪ .‬و‬ ‫أو د ا‬
‫‪:‬‬

‫َ ُ َ ْ ًא َو َ َأ َ ا‬ ‫َ َ א َر َأ ْ‬ ‫ِِ‬ ‫َأ א ا ْ َ َ ُאء َ َ ْ ٌء َ ْ َ ِ ْ‬


‫اوي‪:‬‬ ‫و אل ا‬

‫َ َ א َ ُ ا ْ ُ ْ ِ َ ْ َ ا ْ َ ْ لِ َوا ْ َ َ ِ‬ ‫אض ا ْ ُ ْ ُر َوا ْ َ َ َ ْ‬


‫َ ا ْ َ َ ُאء َو َ َ‬

‫ا ا ‪:٣‬‬

‫ذ כ‪[.‬‬ ‫ّدة ا כ אء א‬ ‫]ا ّدد‪:‬‬

‫و‬ ‫ا‬ ‫بכ‬ ‫ذכا‬ ‫ّدة ا כ אء א‬ ‫ا ّدد و‬


‫ّ א כ אء‪ّ ،‬ن ّدة‬ ‫و ه ا כ ام‪ .‬وإ ّ א‬ ‫ذכ‬ ‫اכ مو‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫ّ ‪ .‬כ א אل‪:‬‬ ‫ّ وا د‬ ‫ا‬

‫َ َ َ ْ َכ ِא ْ َ ْ َאلِ َوا ْ َ ْכ َ א ِء‬ ‫ِ َא‬ ‫َ ِ ذَا َأ َر ْد َت َ َ د ًة َ ْ َ‬

‫َات َ َא ِء‬
‫َو َ َ د ُة ا ْ ُ َ َ א ِء ذ ُ‬ ‫َ َ َ د ُة ا ْ َ ْر َذالِ ُ رِ ُث ِذ ً‬

‫‪:‬‬ ‫ا א‬
‫‪ ٢‬ع – ﻣﺎ‪.‬‬ ‫َﻒ وﻻ‬
‫ﻓﻴﻤ ْﻦ ﻻ ﻳﺄﻟ ُ‬
‫َﻒ وﻻ ﺧﲑَ َ‬ ‫‪» ١‬اﳌُﺆِﻣ ُﻦ ﻳﺄﻟ ُ‬
‫َﻒ وﻳُﺆﻟ ُ‬
‫‪ ٣‬ع‪ :‬اﻟﺮاﺑﻊ‪.‬‬ ‫َﻒ« اﻟﻄﺎﺑﺮاﱐ‪ ،‬اﺠﻤﻟﻤﻊ اﻷؤﺳﻂ‪.٥٨/٦ ،‬‬ ‫ﻳُﺆﻟ ُ‬
88 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[İyiliğe karşılıkta bulunmak: iyiliğin karşılığını dengiyle veya faz-


lasıyla vermektir.]
5) İyiliğe karşılıkta bulunmak: İyiliğin karşılığını dengiyle veya faz-
lasıyla vermektir. Daha azla karşılık vermek -bir görüşe göre dâhil olsa
da- buna dâhil değildir. Kötülüğe daha azıyla karşılık vermeye gelince açıkça
görüleceği gibi o da dâhil değildir. Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu sözüdür:
“Size selam verildiğinde ona daha güzel bir karşılık verin ya da aynen mukabele
edin.” (en-Nisa, 4/86). Altıncısı:

[Ticari dürüstlük: işlemlerde adaleti gözetmektir.]


6) Ticari dürüstlük: ortaklar arasında alınan ve verilenin itidal üzere
olması sûretiyle işlemlerde adaleti gözetmektir. Yedincisi:
[Hakları güzellikle ödeme: karşılık vermede pişmanlığı ve minnet
etmeyi bırakmaktır.]
7) Hakları güzellikle ödeme: karşılık vermede yani ücret olarak öde-
mesi gerekeni verirken pişmanlığı ve minnet etmeyi bırakmaktır. Minnet
ve pişmanlık, vermek konusunda mutlak olarak yerilmiştir. Sekizincisi:
[Sıla-i rahim: iyililikleri akrabalarla paylaşmaktır.]
8) Sıla-i rahim: İyililikleri akrabalarla paylaşmaktır: Yani akrabaların
kendi sahip olduğu dünyevî şeylerden, mal ve hediyelerden pay almasını
sağlamaktır. Peygamber (s.a.)’den şöyle bir kudsî hadis rivayet edilmiştir:
“Ben Allah’ım. Ben Rahman’ım. Rahmi yarattım ve ona kendi ismimin kö-
künden bir isim verdim. Kim onu gözetirse onu gözetirim. Kim ilişkisini keser-
se onunla ilişkimi keserim.”1 Gerçek rahim dört niteliği kendinde toplayan
tabiatın hakikatinin ismidir. Onun gözetilmesi yerini bilmekle ve değerini
yükseltmekledir. İlişkiyi kesmek ise onu hor görmekle, aşağılamakla, hak-
kını tam vermemekledir. Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “İlim
iki çeşittir; bedenlerin ilmi, dinlerin ilmi.”2 Molla Fenârî’nin Şerhu Miftâhi’l-
gayb eserinde açıkladığı gibi, insan ruhunun dış dünyada ortaya çıkması
tabiî mizacın elde edilmesine ve kemâlâtının burada zuhur etmesine bağlı
olduğundan müellif bedenlerin ilmini öne aldı. Dokuzuncusu:
1 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 375.
2 Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâri’l-merfû‘a fi ahbâri’l-mevzû‘a, (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1986), s. 247.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪89‬‬

‫أو ز אد ‪[.‬‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫]ا כא ة‪ :‬א‬


‫أ ّ‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫أو ز אد‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا כא ة‪ ١‬و‬
‫أّ א‬ ‫א א א‬ ‫ّ‬ ‫אءة‬ ‫אزاة ا‬ ‫א‪ .‬وأ ّ א‬ ‫إّ א‬ ‫أ اد א وإن‬
‫﴿و ِاذَا ُ ّ ُ ْ ِ َ ِ ٍ َ َ ا ِ َא ْ َ َ ِ ْ َ א َا ْو‬
‫א ‪َ :‬‬ ‫ا א‬ ‫ا اد‪ ٢‬أ ً א‪ .‬و‬
‫ُردو َ א﴾ ) ُ َر ُة ا ِّ َ אءِ‪ .(٦٨/٤ ،‬ا אد ‪:‬‬
‫א ت‪[.‬‬ ‫ل‬ ‫כ ‪:‬ر א ا‬ ‫ا‬ ‫]‬
‫אء‬ ‫وا‬ ‫א ت ن כ نا‬ ‫ل‬ ‫ر א ا‬ ‫כ و‬ ‫ا‬
‫כאء‪ .‬ا א ‪:‬‬ ‫ا‬ ‫ال‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫אزاة‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ّ وا م‬ ‫אء‪ ،‬ك ا‬ ‫ا‬ ‫]‬
‫أداء א‬ ‫אزاة‪ ٤‬أي‬ ‫ا‬ ‫ّ وا م‬ ‫ك‪ ٣‬ا‬ ‫אء و‬ ‫ا‬
‫ق‪ .‬ا א ‪:‬‬ ‫ا‬ ‫אق‬ ‫אن ا‬ ‫ّ وا م‬ ‫אزاة‪ّ ،‬ن ا‬ ‫ا‬
‫ات‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫אرכ ذوي ا ا‬ ‫‪:‬‬ ‫ا‬ ‫]‬
‫אء‬ ‫ا‬ ‫ات أي‬ ‫ا‬ ‫אرכ ذوي ا ا‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫ّ ‪ .‬و ُروي‬ ‫وأ اع ا אل وا‬ ‫ات ا‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫]‪١٦‬ب[ ّ א‬
‫א‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫‪.‬‬ ‫א ‪» :‬أ א ا ّ وأ א ا‬ ‫اّ‬ ‫م כא‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫«‪ .٥‬وا‬ ‫א‬ ‫‪،‬و‬ ‫אو‬ ‫و‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا ًא‬
‫כא א و‬ ‫א‬ ‫ا כ אت ا ر ‪ ،٦‬و‬ ‫ا א‬ ‫ا‬
‫م‪:‬‬ ‫ا‬ ‫روي‬ ‫ّ א‪ .‬و‬ ‫אو‬ ‫א אزدرا א‪ ٧‬و‬ ‫ر א‪ ،‬و‬
‫‪٩‬‬
‫א‬ ‫ا وح ا‬ ‫ّ‬ ‫ّא‬ ‫ا د אن«‬
‫‪٨‬‬
‫ان و‬ ‫ا‬ ‫אن‬ ‫»ا‬
‫ا‬ ‫ان כ א ّ‬ ‫ا‬ ‫‪١٠‬‬
‫ّم‬ ‫رכ א‬ ‫و‬ ‫اج ا‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫‪.‬ا א‬ ‫אح ا‬ ‫ح‬ ‫ا אري‬
‫‪ ٨‬ﻋﻠﻲ اﻟﻘﺎري‪ ،‬اﻷﺳﺮار اﳌﺮﻓﻮﻋﺔ ﰲ‬ ‫ع‪ :‬اﺠﻤﻟﺎوزاة‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬اﳌﻜﺎﻓﺎت‪.‬‬
‫أﺧﺒﺎر اﳌﻮﺿﻮﻋﺔ‪ ،‬و‪.٢٤٧ :‬‬ ‫اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪،‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫‪ ٢‬ع ‪ -‬وأ ّﻣﺎ ﳎﺎزاة اﻹﺳﺎءة ّ‬
‫ﺑﺄﻗﻞ‬
‫‪ ٩‬ع‪ :‬اﻹﻧﺴﺎن‪.‬‬ ‫و‪.٣٧٥:‬‬ ‫ﻣﻨﻬﺎ ﻓﺎﻟﻈﺎﻫﺮ أّ ﺎ ﻟﻴﺴﺖ ﻣﻦ‬
‫‪ ١٠‬ع‪ :‬ﻗﺪ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺮﺑﻊ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫اﻷﻓﺮاد‪.‬‬
‫ع‪ :‬ﺑﺎزراﺋﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪ ٣‬ع – ﺗﺮك‪.‬‬
90 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Şefkat: hoşa gitmeyen şeyleri insanlardan gidermek için gayret sarf


etmektir.]

9) Şefkat: Hoşa gitmeyen şeyleri insanlardan gidermek için gayret


sarf etmektir. Çünkü herkes başka birine kötülük erişmesinden etkilenir.
Nitekim Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Müminler bir beden
gibidir. Herhangi bir uzuv rahatsız olduğunda diğer uzuv da rahatsız olur.”1
Böyle bir şey vehim ve hayâl meclislerinde olan birine aşikâr olmaz. Çünkü
hakikatler dedikoduyla bilinemez. Onuncusu:

[Arabuluculuk: düşmanlıklarda, düşmanlıkları giderecek şekilde in-


sanların arasını bulmaktır.]

10) Arabuluculuk: Düşmanlıklarda, düşmanlıkları giderecek şekilde


yani uygun olan bir hale ulaştıracak şekilde insanların arasını bulmaktır.
Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Kardeşlerinizin arasını düzel-
tin.” (el-Hucurat, 49/10). On birincisi:

[Tevekkül: insan gücünün yetmediği şeylerde çabalamayı bırak-


maktır.]

11) Tevekkül: Bitkinin yeşermesi, büyümesi, meyve vermesi gibi insan


gücünün yetmediği sonuçlar konusunda çabalamayı bırakmaktır, yoksa
ekmek, dikmek, sulamak gibi sebepler konusunda değil. Çünkü bunlar insa-
nın iradesi dâhilinde olan sebeplerdir. Bu yüzden Peygamber (s.a.) “Devemi
saldım ve Allah’a tevekkül ettim” diyen bir bedeviye şöyle buyurmuştur:
“Önce onu bağla sonra tevekkül et.”2 Ve yine Peygamber (s.a.)’den rivayet
olunmuştur ki: “Eğer siz Allah’a tam tevekkül etseydiniz sizi sabah aç çıkıp
akşam tok dönen kuşlar gibi rızıklandırırdı.”3 Sonra âriflere göre sıradan se-
bepler gözlerin perdesidir. Kimin görüşü açılırsa sadece sebepleri yaratanı
görür. On ikincisi:

1 Müslim, “Birr”, 66.


2 Tirmizî, “Sıfâtu’l-kıyâme”, 65.
3 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 445.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪91‬‬

‫ا אس‪[.‬‬ ‫إزا ا כ وه‬ ‫فا ّ إ‬ ‫‪:‬‬ ‫]ا‬

‫ّ‬ ‫אس‪ّ .‬ن כ ّ أ‬


‫ا אس‬ ‫إزا ا כ وه‬ ‫فا ّ إ‬ ‫‪١‬و‬ ‫ا‬
‫ا ا‬ ‫ن כא‬ ‫م‪» :‬ا‬ ‫ا‬ ‫ه‪ ،‬כ א ُروي‬ ‫ل ا כ وه إ‬ ‫و‬
‫ا‬ ‫כ‬ ‫آ «‪ ،٣‬و‬ ‫‪٢‬‬
‫ا כ‬ ‫إذا ا כ‬
‫وا אل‪ .‬ا א ‪:‬‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫א‬ ‫אل‪ّ ،‬ن ا‬ ‫وا‬

‫א‪[.‬‬ ‫אت א‬ ‫ا‬ ‫ا אس‬ ‫ّ‬ ‫ح‪ :‬ا‬ ‫]ا‬


‫‪٥‬‬
‫א‬ ‫א‪ ٤‬أي א א‬ ‫אت א‬ ‫ا‬ ‫ا אس‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫حو‬ ‫ا‬
‫א ‪َ َ ﴿ :‬א ْ ِ ُ ا َ ْ َ َا َ َ ْ כُ ْ ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ ُ ُ َ ِ‬
‫ات‪،‬‬ ‫ا א ت‪ .‬כ א אل ا ّ‬
‫ة‪:‬‬ ‫‪ (٠١/٩٤‬ا אد‬

‫‪[.‬‬ ‫رة ا‬ ‫א‬ ‫]ا כّ ‪ :‬ك ا‬

‫אب‬ ‫ّ אت دون ا‬ ‫ا‬ ‫رة ا‬ ‫‪٦‬‬


‫א] [‬ ‫كا‬ ‫ا כّ و‬
‫ً‪،‬‬ ‫س وا‬ ‫ب دون ا رع وا‬ ‫אء وإ اج ا אر وا‬ ‫אت وا‬ ‫כא‬
‫‪٧‬‬
‫ا ّ«‬ ‫א و ّכ‬ ‫م‪» :‬ا‬ ‫ا‬ ‫‪ .‬و ا אل‬ ‫אر ا‬ ‫ا‬ ‫ّ א أ אب‬
‫م‪ » :‬أ ّכ‬ ‫ا‬ ‫وروي‬
‫ا ّ‪ُ .‬‬ ‫و ّכ‬ ‫א‬ ‫‪٨‬‬
‫אل‪ :‬أر‬ ‫ا‬
‫א ً א و وح‬ ‫و‬
‫‪٩‬‬
‫ّכ ]‪١٧‬أ[ ز כ כ א زق ا‬ ‫ّ‬ ‫اّ‬ ‫ّכ ن‬
‫ا‬ ‫אب‪ّ ،‬ن‬ ‫ا אر‬ ‫אب ا אد‬ ‫א ًא«‪ ّ .١٠‬ا‬
‫ة‪:‬‬ ‫אب‪ .‬ا א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ى‬ ‫א‬

‫ه‪ :‬ﻳﻨﺎﺳﺐ ذﻟﻚ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﻧﻌﻢ ﻣﺎ ﻗﻴﻞ‪ :‬ﺑﲎ آدم اﻋﻀﺎى‬ ‫‪١‬‬
‫ﻣﺎ ﺑﲔ اﻟﻘﻮﺳﲔ أﻛﻤﻞ ﻹﲤﺎم اﳌﻌﲎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﻳﻜﺪﻛﺮﻧﺪ ‪/‬ﻛﻪﻛﻪ دراﻓﺮﻳﻨﺶ زﺑﻚﻛﻮﻫﺮﻧﺪ‪/ .‬ﺟﻮ ﻋﻀﻮى‬
‫»اﻋ ِﻘﻠْﻬﺎ وﺗﻮﱠﻛ ْﻞ« ﺳﻨﻦ اﻟﺮﲤﺬي‪ ،‬ﺻﻔﺔ اﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ‪.٦٠‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﺑﺪر داور در وزﻛﺎر ‪ /‬دﻳﻜﺮ ﻋﻀﻮﻫﺎ را ﺎﻧﺪ ﻗﺮار‪*.‬‬
‫ع ‪ +‬أﻧﺎ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه ‪ :‬ﻳﺸﺘﻜﻰ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﻐﺪد‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫اﲪﻬﻢ وﺗﻌﺎ ُﻃ ِﻔﻬﻢ ‪،‬‬
‫ﺜﻞ اﳌﺆﻣﻨﲔ ﰲ ﺗﻮادﱢﻫﻢ وﺗﺮ ُ ِ‬ ‫» َﻣ ُ‬ ‫‪٣‬‬
‫ﺣﻖ َﺗﻮﱡﻛﻠِﻪ َﻟﺮزﻗَﻜﻢ‬
‫»ﻟﻮ أﻧﱠﻜﻢ َﺗﻮﱠﻛﻠُﻮ َن ﻋﻠﻰ اﻟﻠﱠ ِﻪ ﺗ َﻌﺎﱃ ﱠ‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﺳﺎﺋﺮ‬
‫ُ‬ ‫ﻟﻪ‬ ‫ﻰ‬ ‫ﻋ‬‫َ‬ ‫ﺗﺪا‬ ‫‪،‬‬‫ﻋﻀﻮ‬
‫ٌ‬ ‫ﻣﻨﻪ‬ ‫ﻰ‬ ‫َ‬
‫اﺷﺘﻜ‬ ‫إذا‬ ‫‪.‬‬ ‫ِ‬
‫ﺪ‬ ‫اﳉﺴ‬ ‫َﻣ ُ‬
‫ﺜﻞ‬
‫اﻟﻄﲑَ ﺗﻐﺪو ِﲬ ً‬
‫ﺎﺻﺎ وﺗﺮوح ﺑِﻄﺎﻧًﺎ«‬ ‫ﻳﺮزق ﱠ‬ ‫ﻛﻤﺎ ُ‬ ‫ﺑﺎﻟﺴﻬ ِﺮ وا ُﳊ ﱠﻤﻰ« ﺻﺤﻴﺢ اﳌﺴﻠﻢ‪ ،‬اﻟﱪّ ‪.٦٦‬‬ ‫اﳉﺴ ِﺪ ﱠ‬
‫اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪ ،‬و‪.٤٤٥:‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﺪﻓﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
92 BİRİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Teslimiyet: Allah’ın işine kendini bırakmak ve tabiatına uyumlu


olmayan şeylerde itirazı terk etmektir.]
12) Teslimiyet: Allah’ın işine kendini bırakmak ve zâhiren tabiatına
uyumlu olmayan şeylerde itirazı terk etmektir. Bu ikisi Cennet’teki sü-
rekli nimete ulaşma ve Cehennem’deki korkunç azaptan kurtulma sonucuna
götüren iki mukaddimedir. On üçüncüsü:

[Rıza: nefsin kendisine dokunandan ve elinden kaçırdığından etki-


lenmeksizin kendini hoş tutmasıdır.]
13) Rıza: Nefsin kendisine dokunan zarardan ve elinden kaçırdı-
ğı faydadan etkilenmeksizin kendini hoş tutmasıdır. Çünkü nefsi hoş
tutmak, etkilenmeyle birlikte bulunmasından ve onsuz olmasından daha
geneldir. Birincisi rıza değildir. Bunun, anlamı telafi için geldiği açıktır ve
bu ahlâkın değişim kabul etmesine dair geçen görüşle çelişmez. Sonra rıza
Ehl-i Sünnet’e göre itirazı bırakmaktır. Dolayısıyla bu iradeden daha hu-
susidir. Mu‘tezile’ye göre ise aynısıdır. Küfür, Ehl-i Sünnet’e göre Allah’ın
razı olmadığı ama irade ettiği bir şeyken, Mutezile’ye göre Allah küfrü irade
etmez. On dördüncüsü:

[Kulluk: Allah’ı, Allah ehlini yüceltmek ve emirlerine uymaktır.]


14) Kulluk: Allah’ı, Allah ehlini, dostlarını yüceltmek ve Allah’ın
emirlerine uymaktır. Allah ehli ise kendilerini Allah’ın sevdiği ve kendileri
de Allah’ı seven peygamberler, veliler, melekler, ilmiyle amel eden âlimler,
salih kullardır. Allah’ın kullarına muhabbeti onların kerametlerini ve sevap
kazanmalarını irade etmektir. Kulların Allah’a muhabbeti ise itaat etmeyi,
emirlerine uymayı, yasaklarından kaçınmayı irade etmektir. Şerhu’l-Mevâ-
kıf’ta geçtiğine göre, bizim Allah’a olan muhabbetimiz onda devamlı olarak
bulunan mutlak kemali tasavvur etmeye dayanan ve Hazreti Kuds’e dur-
maksızın, sürekli olarak tam bir şekilde yönelmeyi gerektiren rûhânî bir
keyfiyettir. Başkasına olan muhabbetimiz ise fayda, haz ve benzeri sevilen
şeyler konusunda âşık ve maşukun, nimet veren ve nimet alanın sevgisi gibi
sürekli bir şekilde kemal tahayyülüne dayalı bir keyfiyettir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪93‬‬

‫‪[.‬‬ ‫א‬ ‫اض‬ ‫ا ّ و كا‬ ‫אد‬ ‫‪،‬ا‬ ‫]ا‬


‫‪١‬‬
‫א‬ ‫اض‬ ‫اّ و كا‬ ‫אد‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫اب‬ ‫ا‬ ‫ص‬ ‫وا‬ ‫‪٣‬ا‬ ‫‪٢‬ا‬ ‫אن إ‬ ‫ّ אن‬ ‫ا א ‪.‬و א‬
‫‪:‬‬ ‫‪.‬ا א‬ ‫ا‬

‫ّ ‪[.‬‬ ‫ما‬ ‫و א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‪:‬‬ ‫]ا‬

‫ا א‬ ‫אر و א‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אو‬ ‫ا‬
‫ا אل و و ‪.‬‬ ‫أن כ ن‬ ‫אأ ّ‬ ‫‪ّ ،٤‬ن‬ ‫ا אل ا‬ ‫ّ ‪ ،‬أي‬ ‫ما‬
‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ٍ‬
‫אف א‬ ‫‪٦‬‬
‫رك و أ ّ‬ ‫د أّ‬ ‫א‪،‬‬ ‫‪٥‬‬
‫وا ّول‬
‫ا رادة؛‬ ‫ّ‬ ‫أ‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫اض‬ ‫אء ك ا‬ ‫ا ّ ‪ ّ ،‬ا‬
‫‪.٧‬‬ ‫ا‬ ‫اد‬ ‫و‬ ‫اد‬ ‫‪ ،‬אכ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫و‬
‫ة‪:‬‬ ‫ا ا‬

‫وا אل أوا ه‪[.‬‬ ‫ا ّ وأ‬ ‫]ا אدة‪:‬‬

‫ّ‬ ‫و‬ ‫ّ‬ ‫اّ‬ ‫وا אل أوا هه‪ .‬وأ‬ ‫ا ّ وأ‬ ‫ا אدة و‬
‫אده‬ ‫ّ اّ‬ ‫‪.‬و‬
‫و אد ا ّ ا א‬ ‫כ وا אء ا א‬ ‫ا אء‪ ٨‬ا و אء وا‬
‫אب‬ ‫‪ ،‬و ّ ا אد إرادة ا א وا אل وا ه وا‬ ‫و‬ ‫إرادة כ ا‬
‫ّر‬ ‫ّ‬ ‫ّ א ّ א כ رو א‬ ‫حا ا‬ ‫ا ‪.‬و‬
‫س‬ ‫ةا‬ ‫אم إ‬
‫ّ ا ّ‬ ‫ار و‬ ‫ا‬ ‫ا ي‬ ‫ا כ אل ا‬
‫ب‬ ‫ا‬ ‫אل כ אل‬ ‫‪٩‬‬
‫ّ‬ ‫هכ‬ ‫ّ א‬ ‫ر و ار‪ ،‬و‬
‫‪.‬‬ ‫ّ و‬ ‫ق وا‬ ‫وا‬ ‫ّ ا א‬ ‫ا‬ ‫ًّ‬ ‫אכ‬ ‫أو ّ ة أو‬

‫ع‪ :‬ﻷﻧﻪ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع – ﻻ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ﻣﺮﺿﻲ ﻋﻨﺪﻫﻢ وﻏﲑ ﻣﺮاد ﻋﻨﺪ‬
‫ع ‪ -‬ﻓﺎﻟﻜﻔﺮ ﻣﺮاد ﻏﲑ ّ‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه ‪ +‬ﺣﺼﻮل‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫اﳌﻌﺘﺰﻟﺔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺘﻌﻠﻴﻢ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – اﻷﻧﺒﻴﺎء‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬ﻣﻦ ﻏﲑ اﻧﻔﻌﺎل اﻟﻨﻔﺲ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﱰﺗّﺐ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬اﻻﻗﻞ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
[İKİNCİ MAKALE]

[İkinci makale ahlâkın koruması ve edinilmesi hakkındadır.]


İkinci makale ahlâkın koruması ve edinilmesi yani mevcut faziletlerin
var olmaya devam etmesi ve eksik olanın elde edilmesi hakkındadır.
Nefsin reziletlerle donanması, genellikle faziletlerle donanmasından önce
olunca ki bunun sebebi şudur: nefis ilk yaratıldığında bütün bunlardan âri
ve bunları almaya hazır bulunur. Ardından nefis bedene ilişir ve kendisine
kemâlâtı elde etmesi için güçler ve aletler verilir. Böylece nefisle, beden
üzerinde tasarrufta bulunan hayvanî ruh arasında aşığın maşukla ilişkisi
gibi tam bir ilişki kurulur. Nefis, hayvanî ruhun rızasını ister, hayvanî ru-
hun reziletleri işlemek ve faziletlerden kaçınmaktan ibaret olan arzularını
engellemez. Bu şart altında nefis bu beladan kurtulmak ve ebedî saadetin
sebeplerini elde etmek ister. Dolayısıyla öncelikle mevcut reziletleri gider-
mesi gerekir ki eksik faziletleri elde edebilsin. Bu yüzden müellif bu bölümü
reziletleri gidermeyi açıklamaya hasretmiştir. Ama bu gerçekten zordur. İlahî
bir hekimin gözetiminde, rabbanî bir mürşidin eğitiminde çok riyazete,
güçlü mücâhedeye ihtiyaç duyar. Çünkü sohbet çok etkilidir. Görmez mi-
sin en iyi hekimlerden biri olan bir hasta bile tedavi için başka bir hekime
ihtiyaç duyar. Rûhânî hastalık ise cismanî hastalıktan daha gizlidir ve teda-
visi ondan daha zordur. Kur’an ve Sünnet sessiz sözlerdir. Hz Ali’nin (ra)
Hâricîlere nasihat ettiğinde söylediği gibi konuşan etkili bir söz gereklidir.
Çünkü hastanın tedaviye ihtiyacı vardır.

[Kim bir fazilete çalışmayla veya tabiatından kaynaklı bir şekilde


sahip olmuşsa iyilerden ayrılmamak ve kötülerle arkadaşlığı kesmek
sûretiyle onu korusun. Boş sözlere, şakaya ve tartışmaya dalmaktan
sakınsın.]
Kim bir fazilete çalışmayla veya tabiatından kaynaklı bir şekilde sa-
hip olmuşsa onu korusun. Müellif, çoğu insanın kendisine ihtiyaç duy-
masından ötürü edinme daha önemli ve daha faydalı olsa da, korumayı
açıklamayı öne aldı. Çünkü var olanı korumak olmayanı edinmekten ken-
dinde önceliklidir. Sonra fazilet ya çalışmayla elde edilir ve genelde böyledir.
‫א ا א [‬ ‫]ا‬

‫ق واכ א א‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫א ا א‬ ‫]ا‬

‫א‬ ‫אء ]‪١٧‬ب[ ا‬ ‫‪١‬‬


‫ق واכ א א أي‬ ‫ا‬ ‫א ا א‬ ‫ا‬
‫ا ّ אف‬ ‫ّ א‬ ‫א ذا‬ ‫دة‪ .‬و ـ ّ א כאن ا אف ا‬ ‫دة وا אء ا‬ ‫ا‬
‫א ن‬ ‫ّ‬ ‫ّ ة א‪،‬‬ ‫א‬ ‫ّ دة‬ ‫ة‬ ‫أول ا‬
‫ّ‬ ‫א ًא ّن ا‬ ‫א‬ ‫א‬
‫ا وح‬ ‫אو‬ ‫אل ا כ א ت‪،‬‬ ‫ت‬ ‫א ا ى وا‬ ‫وأ‬
‫א‬ ‫ق‪ ،‬وכא‬ ‫ا א‬ ‫כ‬ ‫כא‬ ‫ا ن‬ ‫ّف‬ ‫ا ا‬ ‫ا‬
‫א ‪،‬‬ ‫ا‬ ‫אب‬ ‫وا‬ ‫ار כאب ا ذا‬ ‫اه‪ ٢‬ا ي‬ ‫א‬ ‫אه‬
‫אدة ا‬ ‫‪ ٤‬أ אب ا‬ ‫ا دّ و‬ ‫ها ر‬ ‫ّ‬ ‫أرادت‪ ٣‬أن‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫دة‪ ،‬و ا ا‬ ‫ا א ا‬ ‫دة‬ ‫أو ً إزا ا ذا ا‬
‫ّ‬
‫ر א אت‬ ‫אج إ‬ ‫ا‪،‬‬ ‫ة‬ ‫ا زا ‪ ،‬כ ّ א‬ ‫אن כ‬ ‫ها א‬
‫ّ ة‪،‬‬ ‫ر ّא ‪ّ ،‬ن ا‬ ‫إ و‬ ‫ّ‬ ‫כ ة و א ات‬
‫ض‬ ‫ا واء‪ ،‬وا‬ ‫آ‬ ‫אج إ‬ ‫ّאء‬ ‫ّ اق ا‬ ‫أن ا‬
‫ى ّ‬ ‫أ‬
‫כ م א‬ ‫‪ ،‬وا כ אب وا‬ ‫ًא‬ ‫وأ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫ا و א‬
‫ارج‪،٥‬‬ ‫ا‬ ‫اّ‬ ‫ر‬ ‫‪،‬כ א‬ ‫ّ א‬ ‫כ م‬ ‫ّ‬
‫א ‪.٦‬‬ ‫إ‬ ‫אج ا‬
‫אر‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ز أ‬ ‫א‬ ‫أو‬ ‫אכ‬ ‫]‬
‫اء‪[.‬‬ ‫اح وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫ار وإ ّאه وا‬ ‫ا‬ ‫و م‬
‫وإن כאن‬ ‫א‪ ّ ،‬م אن ا‬ ‫أو‬ ‫אכ‬ ‫‪٧‬‬

‫ّم‬ ‫د‬ ‫ا‬ ‫אج أכ ا אس إ ‪ّ ،‬ن‬ ‫أ ّ وأ‬ ‫אن‪ ٨‬ا כ‬


‫ا‬ ‫و‬ ‫אכ‬ ‫إ ّ א أن‬ ‫د ‪ ّ ،٩‬ا‬ ‫ا‬ ‫כ‬
‫‪ ٧‬ع‪ :‬ﻓﻀﻴﻠﺘﻪ‪.‬‬ ‫‪ ٤‬ه‪ :‬ﲢﺼﻞ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع – ﰲ‪.‬‬
‫‪ ٨‬ه ‪ +‬ﻃﺮﻳﻖ‪.‬‬ ‫‪ ٥‬ع‪ :‬اﳋﻮارﻳﺞ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬اﳍﻮاﻩ‪.‬‬
‫‪ ٩‬ع‪ :‬اﳌﻔﻘﻮدة‪.‬‬ ‫‪ ٦‬ع‪ :‬ﻋﺎﰿ‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ع‪ :‬إرادة‪.‬‬
96 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Yahut şahsî tabiat ve mizaç sayesinde elde edilir. Birincinin örneği faziletin,
güzel ahlâk üzere doğmuş olan Peygamberlerde (as) ve bazı velilerde olduğu
gibi çalışma çabalama yoluyla değil ilham ve cezbe yoluyla elde edilmesidir.
Faziletler bu grubun ayrılmaz özelliğidir, korumaya ihtiyaçları yoktur. Di-
ğerleri ise böyle değildir. Çünkü onların ihtiyaçlarının olduğu açıktır. Fazi-
letleri korumanın icmalî yolu mizacın sıhhatini, tıp kitaplarında açıklanmış
ve kendisine dayanılan altı zarurete devam etmek sûretiyle korumaktır. Taf-
silî yol ise dört türle sınırlandırılmıştır. Birincisi:

a) İyilerden ve kötülerle arkadaşlığı kesmekten ayrılmamak sûre-


tiyle. Çünkü arkadaşlık çok etkileyicidir. Denilir ki tabiat yanındakinin
huyundan çalar. Hz. Ali (kv)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Kötülerin arka-
daşlığından kaçının. Çünkü tabiat, tabiattan etkilenir.” Müellif iyilerle vakit
geçirmek ya da kötülerden uzak durmak dememiştir. Çünkü söylediği iki
şeyin bu konuda kesinlikle yapılması gerekir. Bu yüzden, ayrılmamanın
açıkça belirtilmesi için “kesmek”in “ehl (iyilere)”e atıf olduğu söylenmiştir.

Boş sözlere, şakaya ve tartışmaya dalmaktan sakınsın. Yani kendisini


koyuvermekten, koyuvermeyi kendisinden uzak tutsun. Bu koyuvermenin
olmamasının en edebî şekilde söylenişidir. Bu yüzden müellif uyarı olarak
bu ifadeyi seçmiştir. Genelde vuku bulmasına işaret ederek koyuverme ko-
nusunda öğüt vermiştir, bu mübalağa gerektirmez. Koyuvermekten kasıt
meşru olmayan arzular alanında nefsin dizginlerini gevşetmek, şaka ve tar-
tışmanın çokluğuna aldırmamaktır. Nitekim şair şöyle demiştir:

“Sakın sakın şakaya yaklaşma çünkü o


Şerre davet eder, kötülüğü çeker.”

Şakanın fazlası, iffetin şubelerinden biri olan vakarı alıp götürecek şekilde
hafifliğe sebep olur. Arada sırada şaka yapmak ise övülmüştür ve müminin ince
ruhlu olduğunun göstergesidir. Bu yüzden şakalaşmakla arkadaşlık ve ülfet
pekişir, soğukluk ve nefret gider. Peygamber (s.a.)’in de bazen şakalaştığı ama
sadece doğruyu söylediği vakidir. Fazla tartışma düşmanlık ve nefret doğurur.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪97‬‬

‫ا و אء‬ ‫مو‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫כ א‬ ‫اج ا‬ ‫وا‬ ‫وإ ّ א א‬


‫ا ّ‬ ‫ب‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫‪١‬‬
‫ق‬ ‫ّ ا‬ ‫و وا‬ ‫]‪١٨‬أ[ ا כ ام ا‬
‫ف‬ ‫א‬ ‫إ‬ ‫אج‬ ‫ا‬ ‫ا ّو‬ ‫ازم أ‬ ‫א‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫وا כ‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫אا‬ ‫‪ّ .‬‬ ‫א ‪،‬כ ا‬ ‫ا‬ ‫‪ّ ،‬ن ا א‬ ‫ا‬
‫כ‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ور אت ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫او‬ ‫اج א‬ ‫ا‬
‫أ اع‪.‬‬ ‫أر‬ ‫‪٣‬‬
‫ّ ‪ ،٢‬وا‬ ‫ا‬
‫ار‪،‬‬ ‫ا‬ ‫אر و م‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ز أ‬ ‫‪:‬‬ ‫ا ّول‬ ‫כ א‪ ٤‬أ אر إ‬
‫כ ّم ا ّ‬ ‫وروي‬
‫‪ُ ،‬‬ ‫ا‬ ‫ق‬ ‫ا‬ ‫ّ ة‪ .‬و‬ ‫ّن ا‬
‫א‬ ‫«‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ار ّن ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫‪» :‬ا‬ ‫و‬
‫ه ا אب‪ ،‬و ا‬ ‫‪٥‬‬
‫אا ز‬ ‫ز‬ ‫ّ‬ ‫ار ّ‬ ‫ا‬ ‫אر و א‬ ‫ا‬
‫أ ً א‪.‬‬ ‫ز‬ ‫لّ‬ ‫‪٦‬‬
‫ا‬ ‫ف‬ ‫م‬ ‫ا‬
‫אل‬ ‫ا‬ ‫اء أي‬ ‫اح وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫وإ ّאه‪ ٧‬وا‬
‫ا ا אره‬ ‫אل‪.‬‬ ‫أن אل و م ا‬ ‫א‪ .‬و ا أ‬ ‫אل‬ ‫وا‬
‫ا‬ ‫א‬ ‫أن و‬
‫ّ‬ ‫אل إ אرة إ‬ ‫ا‬ ‫وأ‬ ‫אم ا‬
‫و م‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ات ا‬ ‫ان ا‬ ‫إر אء אن ا‬ ‫اد‬ ‫ا א ‪ .‬وا‬
‫ال‪ .‬כ א אل‪:‬‬ ‫اح وا‬ ‫ا א ة כ ةا‬

‫ِء َ א ِ ُ‬ ‫اع َو ِ‬
‫ِإ َ ا ِّ َد ٍ‬ ‫اح َ ِ ُ‬‫َو ِإ אكَ ِإ אكَ ا ْ ِ َ َ‬
‫‪٨‬‬

‫ا ّ ‪ .‬وأ ّ א‬ ‫אر ا ي‬ ‫ّ ا א‬ ‫اح ّدي إ ا‬ ‫ّن‪ ٩‬כ ة ا‬


‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا وح‪ .‬و ا ّכ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫وح و‬ ‫ّ‬ ‫‪١٠‬‬
‫اح أ א ًא‬ ‫ا‬
‫حو‬ ‫‪١١‬‬
‫م ]‪١٨‬ب[‬ ‫ا‬ ‫أّ‬ ‫ة‪ .‬و‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫وا‬
‫אء‪،‬‬ ‫اوة وا‬ ‫ال رث‪ ١٢‬ا‬ ‫א‪ .‬وכ ة ا‬ ‫لإ‬
‫إﻳّﺎك اﳌﺰاح‪.‬‬ ‫‪ ٦‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﻻ ﻋﻠﻰ اﳌﻼزﻣﺔ‪.‬‬ ‫ع ‪ +‬أو وﺻﻠﻮا‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ه‪ :‬إذ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫‪ ٧‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﺑﺎﻟﻨﺼﺐ‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻄﺒﻴﺔ‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬ﰲ ﺑﻌﺾ اﻷﺣﻴﺎن‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﻋﻄﻒ ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻪ ﻟﻨﻔﺴﻪ ﻛﻤﺎ ﰲ‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺘﻔﺼﻴﻞ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – ﻗﺪ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﻗﻮﳍﻢ إﻳّﺎك واﻷﺳﺪ ﻟﻠﺘﺤﺬﻳﺮ‪.‬‬ ‫ه – ﻛﻤﺎ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه‪ :‬ﺗﻮرث‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫‪ ٨‬ه ‪ -‬واﳉﺪال ﻛﻤﺎ ﻗﺎل وإﻳّﺎك‬ ‫ع‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
98 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bunun ortası doğruyu ortaya çıkarmak için yapılan münazaradır. Böyle de-
nilmiştir. Ama münakaşa olması konusunda açık bir ihtilaf vardır. Müellif
ikincisine şu sözüyle işaret etti:

[Kendisini ilmî ve fikrî görevler konusunda yetiştirsin. İlmin yüce-


liğini sürekliliğini ve duruluğunu; dünyanın değersizliğini, geçiciliği-
ni ve bulanıklığını düşünsün.]
b) Kendisini yetiştirsin. Yani kendisini hazırlıklı, alışkın kılsın. Liyuriz
(yetiştirsin) kelimesi ya zammeli okunur. İkâme gibi irâza kökünden gelir.
İyyâhu (sakınsın) ile başlayan cümleye atıftır. Müdevven meselelerden olu-
şan ilmî ve hoş nüktelerden oluşan fikrî görevlerle. Yahut birinciden kasıt
müdevvenler ikinciden kasıt hoş nüktelerdir. Bir görüşe göre tamlayanın
olması ya da olmaması varsayımlarına göre birinciden kasıt fayda vermek
ikinciden kasıt istifade etmektir. Hikmet fazileti, köklerin kökü ve diğer
faziletleri elde etme şartı olduğundan onu korumayı diğerlerini korumanın
önüne geçirdi. Nefsin mal ve mevki gibi süslerle uğraşması ve arzular, bah-
sedilen kendini yetiştirme eyleminin önünde engel olduğundan müellif,
bunu kolaylaştıracak şeyleri anlatmaya koyuldu ve dedi ki: Değerini yani
ilmin kendinde ve ehli konusunda değerini, kıymetini ve devamlılığını
yani nefisteki sürekliliğini ve bu şekilde kendisinden kuvvetli ve ebedî bir
haz aldığını ve geçici cismanî endişelerden arınmışlığını ve ilmi elde etmeye
kendinde ve ehlinin konusunda engel olan dünyanın alçaklığını ve geçici-
liğini ve nefsânî karanlıklarla bulanmışlıklarını düşünsün. Üçüncüsüne
şu sözüyle işaret etti:
[Kendisine kusurları hakkında onu uyaracak gerçek bir arkadaş se-
çer. Düşmanlarının sözlerini inceler, kendi kusurlarını öğrenir ve terk
eder. Yetinmez, insanların kusurlarına bakar ve onlardan kaçınır.]
c) Kendisine kusurları hakkında onu uyaracak gerçek bir arkadaş seçer.
Yani kendisini uyaracak birini tercih eder. Bu da mürşid-i kamildir. Fakat o kib-
rit-i ahmerden daha az bulunur. Kim bir şeyi ister ve ciddiyetle ararsa muhakkak
bulur. Bu seçimin sadece Fail ve Muhtar olan Allah’ın hiçbir emir vermeye ve
emir almaya ihtiyaç duymadan seçmesine bağlı olduğuna işaret ederek “seçsin”
dememiştir. Seven sevdiğinin kusurunu görmez sözüne işaretle de arkadaşı “ger-
çek” kaydıyla sınırlamıştır. Seven sevdiğinin kusurunu görmez zâhirî bir ifadedir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪99‬‬

‫‪٢‬‬
‫اً‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫‪ .‬כ‬ ‫اب‪ ،١‬כ ا‬ ‫אر ا‬ ‫ا א ة‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫وا‬
‫‪:‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ا א‬ ‫א ‪ .‬وإ‬
‫א و אرة‬ ‫ودوا و‬ ‫כ‬ ‫وכ‬ ‫א‬ ‫]و ض‬
‫א وزوا א و כ ّ ر א‪[.‬‬ ‫ا‬
‫כא א ‪،‬‬ ‫ا را‬ ‫ّ ا אء‬ ‫‪٥‬‬
‫אدة‪،‬‬ ‫א را‬ ‫أي‬ ‫‪٤‬‬
‫و ض‬
‫ا כאت‬ ‫א ا ّو و כ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫وإ ّאه إ‬
‫‪٦‬‬
‫اد א و‬ ‫אت‪ .‬و ا‬ ‫ّو אت وا א ا‬ ‫اد א و ا‬ ‫أو ا‬ ‫ا‬
‫أ‬ ‫ا כ‬ ‫אف أو و ‪ ،‬و כ ن‬ ‫ا‬ ‫אد א‬ ‫ا‬ ‫إ אد א‪ ،‬א א‬
‫א‪ ،‬و ـ ّ א כאن‬ ‫א‬ ‫ل ّم‬
‫‪٧‬‬
‫طا‬ ‫א‬ ‫لو א ا‬ ‫ا‬
‫כ رة‬ ‫ا‬ ‫ا را‬ ‫ات א ً א‬ ‫ا אل وا אه وا‬ ‫אت‬ ‫א‬ ‫אل ا‬ ‫ا‬
‫ذا و‬ ‫و ره‬ ‫ا‬ ‫أي‬ ‫כ‬ ‫א כ א ّ א‪ ،‬אل‬
‫‪٩‬‬
‫א‬ ‫א أ ًא‪ ،‬و‬ ‫ا اذًا‬ ‫‪٨‬‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ أ ‪ ،‬ودوا أي א‬
‫ّ‬ ‫אو‬ ‫אا א‬ ‫א ا א و אرة ا‬ ‫כ ورات ا‬
‫‪:‬‬ ‫ا א‬ ‫א ‪ .‬وإ‬ ‫אت ا‬ ‫א وزوا א و כ ّ ر א א‬ ‫أ‬
‫لأ ا و‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫ّ‬ ‫ق‬ ‫אء ا‬ ‫أ‬ ‫אر‬ ‫]و‬
‫א‪[.‬‬ ‫ا אس‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫כ אو‬
‫‪،‬و‬ ‫ّ‬ ‫أي‬ ‫ّ‬ ‫ق‬ ‫אء ا‬ ‫أ‬ ‫אر‬ ‫و‬
‫ءو‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫اכ‬ ‫כّ أ ر‬ ‫ا כא‬ ‫ا‬
‫‪١٠‬‬
‫ّد‬ ‫أن כ ن‬ ‫אر‬ ‫ها‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫إ אرة إ‬ ‫‪.‬و‬ ‫و‬
‫ق‬ ‫אء א‬
‫وا אر‪ ،‬و ّ ا‬ ‫أ‬ ‫ا אر إ‬ ‫אر‬ ‫ا‬ ‫ا א‬
‫‪ ،‬כ م א ي‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ى‬ ‫إن ا‬
‫ّ‬ ‫‪١١‬‬
‫أن‬
‫ّ‬ ‫إ אرة ]‪١٩‬أ[ إ‬
‫ه‪ :‬ﻳﻠﺘﺬّ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪ ٥‬ه ‪ -‬ﺑﻀﻢ اﻟﻴﺎء؛ ع ‪ +‬وﻛﺴﺮ اﻟﺮاء‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺜﻮاب‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬ﺻﻔﺎﺗﻪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫‪ ٦‬ع ‪ -‬اﳌﺮاد ﺑﺎﻷوﱃ اﳌﺪ ّوﻧﺎت‬ ‫ه‪ :‬ﻣﻦ ﺟﺪال‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﳎﺮد‪.‬‬
‫ه‪ّ :‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫واﻟﺜﺎﱐ اﳌﺴﺘﺤﺴﻨﺎت وﻗﻴﻞ اﳌﺮاد‬ ‫ه ‪ +‬أﺷﺎر‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه – أنّ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﺑﺎﻷوﱃ‪.‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﺑﺴﻜﻮن اﻟﻀﺎد ﻣﻦ‬ ‫‪٤‬‬
‫‪ ٧‬ع‪ :‬ﻗﺪ‪.‬‬ ‫اﻹراﺿﺔ‪.‬‬
100 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Çünkü gerçek muhabbet sevileni istenmeyen şeylerden muhafaza etmeyi,


dünyada ve ahirette onun şanına leke sürecek şeylerden korumayı gerektirir.
Onu helak edecek isteklerinde ona uymaz. “Onu uyaracak” sözündeki akıllı
bir insana hatasını fark ettirme şeklindeki uyarı, uyarı şeklinde olmalıdır,
azarlama şeklinde olmamalıdır. Çünkü akıllı bir insanın hatası da apaçık
fakat kendisinin fark etmediği ve ufak bir uyarma ile ortaya çıkacak şekil-
dedir. Fakat gerçekte böyle bir arkadaşın varlığı nadir olduğundan müellif
başka bir uyarıcıya geçti ve şöyle dedi: Düşmanlarının sözlerini inceler,
kendi kusurlarını öğrenir ve terk eder. Nitekim Galen’den nakledildiğine
göre akıllı kimseler tıpkı iyi bir hekimin zararı defetmek için zehirden fay-
dalandığı gibi düşmanlarından faydalanırlar. Bunu anlamaya çalış! Bununla
da yetinmez, insanların kusurlarına bakar ve onlardan kaçınır. Çünkü
mümin müminin aynasıdır. Kendisinde görmediğini onda görür. Hz. Lok-
man kendisine edebi kimden öğrendin diye sorulunca edepsizden demiştir.
Burada bu bakış açısının sadece kendi faydası için olduğuna, başkasının
zararına olmadığına dair bir metafor vardır. Çünkü bu en büyük reziletler-
dendir. Müellif dördüncüsüne şu sözüyle işaret etti:

[Eğer bir gevşeklik görürse, zor riyazetlerle nefsine boyun eğ-


dirsin.]
d) Eğer bir gevşeklik görürse yani faziletleri korumak isteyen kimse
hayvanî ruha ve karanlık bedene bağlılık dolayısıyla iyilerden ayrılmamak
kötülerden uzak durmak sınırlamasına engel olacak bir zayıflığı fark ederse
zor riyazetlerle nefsine boyun eğdirsin. Yani iyilerden ayrılamamak, kötü-
lerden uzak durmak konusunda nefsini itaatkâr kılsın. Çünkü zor riyazetler
hayvanî ruhu ve heyûlânî bedeni zayıflatır, boyun eğme konusunda nefsi
kuvvetlendirir ve nefis rahatlık ve rehavete meyletmez.
Müellif var olanın sıhhatinden icmâlî olarak bahsetmeyi tamamlayınca
cismânî tıpta alışılageldiği üzere zıddıyla iyileştirme yoluyla eksik olanın
kazanılması konusuna başladı ve şöyle dedi:
[Kimde bir hastalık varsa onu, mukabili olan fazileti işlemek sû-
retiyle, olmazsa zorlamayla, olmazsa onun mukabili olan reziletle
iyileştirsin. Onu diğer uca gitmeyecek şekilde muhafaza etsin. O da
olmazsa zor riyazetlerle iyileştirsin.]
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪101‬‬

‫ّא‬ ‫بو‬ ‫ب ّא‬ ‫ا‬ ‫‪١‬‬


‫ّ ا אد‬ ‫نا‬

‫ّ‬ ‫اده‪ ،‬و‬ ‫אכ‬ ‫ّ‬ ‫א و אده‪ ،‬و‬


‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أن כ ن‬ ‫عا א‬ ‫أن إ‬
‫ّ‬
‫‪ .‬و ـ ّא‬ ‫د‬ ‫ه‬ ‫א‬ ‫ًא‬ ‫أن כ ن‬ ‫ا א‬ ‫وإن‬
‫ّ‬
‫ّ‬ ‫אل‪ ٣‬و‬ ‫ّ‪٢‬آ‬ ‫אدر إ‬ ‫ا‬ ‫أ ر‬ ‫اا‬ ‫د‬ ‫כאن و‬
‫‪٤‬‬
‫ن‬ ‫ء‬ ‫أن ا‬
‫א س ّ‬ ‫כ אכ א‬ ‫لأ ا و‬
‫כأ ً א‬ ‫‪ .٥‬و‬ ‫ّ א‬ ‫ّة ا‬ ‫د‬ ‫ّ‬ ‫ا אذق א‬ ‫כ א‬ ‫ا‬
‫ى‬ ‫א‬ ‫‪ .‬ى‬ ‫آة ا‬ ‫א ّن ا‬ ‫ا אس‬ ‫א‬ ‫و‬
‫ّدب‪ .‬و‬ ‫ا دب؟ אل ّ‬ ‫ّ‬ ‫אن‪ّ :‬‬ ‫‪ .‬כ א ُروي أ ّ‬
‫ا ذا ‪.‬‬ ‫أ‬ ‫ار ه‪ّ ،‬‬ ‫‪٦‬‬
‫ّد‬ ‫اا‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫ر إ‬
‫‪:‬‬ ‫ا ا‬ ‫وأ אر إ‬
‫‪[.‬‬ ‫ّ א א א אت ا‬ ‫ًرا‬ ‫]وإن رأى‬
‫אد‬ ‫ا‬ ‫ًא א ً א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫ًرا أي‪ ٧‬إن‬ ‫وإن رأى‬
‫א‬ ‫وا ن ا‬ ‫ا‬ ‫אر ا وح ا‬ ‫ار‬ ‫ا אر و א ا‬ ‫ز‬
‫ّ א‬ ‫א א אت ا‬ ‫‪٩‬‬
‫א‬ ‫وا‬ ‫ز‬ ‫ا‬ ‫ّ א‪ ٨‬أي‬
‫و‬ ‫ا א‬ ‫ّ ي‪ ١٠‬ا‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ا وح ا‬
‫وا ا ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫إ‬
‫אن اכ אب‬ ‫ع‬ ‫אل ]‪١٩‬ب[‬ ‫א‬ ‫‪١١‬‬
‫د‬ ‫אن ّ ا‬ ‫و ـ ّא غ‬
‫אد‪ .‬אل‪:‬‬ ‫א‬ ‫ّ ‪ ١٢‬ا‬ ‫ا‬ ‫اد כ א‬ ‫א‬ ‫ا א‬ ‫د‬ ‫ا‬
‫ّا ذ‬ ‫ّا‬ ‫ا א‬ ‫אر כאب ا‬ ‫א‬ ‫ض‬ ‫]و‬
‫ّ ا א אت ا א ّ ‪[.‬‬ ‫فا‬ ‫ا‬ ‫אوز إ‬ ‫א‬ ‫ا‬

‫ع ‪ -‬واﺠﻤﻟﺎﻧﺒﺔ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع – ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ه‪ :‬ﺗﻘﺘﻀﻲ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ه‪ :‬ﻓﺘﻘﻮى‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ :‬دﻓﻊ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﺗﻨﺒﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﻮﺟﻮد‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع – ﻓﻘﺎل‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﻄﻠﺐ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع ‪ +‬ﻣﻦ ﺑﺎب اﻟﺘﻔﻌﻴﻞ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻨﻔﻌﻮن‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
102 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

a) Kimde bir hastalık varsa onu, mukabili olan fazileti işlemek sûre-
tiyle iyileştirsin. Çünkü nefis sıhhatli ve hastalıklardan ârî bir fıtrat üzere
yaratılmıştır. Bu yüzden eğer ona kötü arkadaşlık yüzünden bir hastalık
bulaşırsa kaybedilmiş sağlığı elde etmenin yolu fıtratına mukâbil olan has-
talığı, söz konusu aşamalılık kuralı uyarınca gidermektir. Aşamalılık kuralı
en hafiften, daha hafife, oradan ağıra oradan daha ağıra gitmektir. Nitekim
müellif bu dört aşamaya sıra ve süreyi gösterecek şekilde işaret etmiştir.
Çünkü mevcut reziletin mukabili olan fazileti işlemek sûretiyle tedavi zor-
lamaktan daha hafiftir. Bundan sonrakileri de bununla kıyasla. Müellif, “zıt”
kelimesini kullanmamıştır. Çünkü gerçek zıtlık kendisinde, iki karşı uçta
yer alma şartı olandır. Fazilet ise, daireye göre merkez konumunda olan bir
ortadadır. Dolayısıyla kendisi ve uçta bulunan arasında tam anlamıyla bir
zıtlık bulunamaz. “Fazileti işlemek” derken sanki bunun fazilet sahibi biri
için rezilet işlemek gibi olduğuna dair bir ima vardır. Böyle denilmiştir. Bu,
hafif bir yiyecekle tedavi mesabesindedir.
b) Olmazsa zorlamayla. Yani gizli ve aşikâr olarak azarlama ve değiştir-
me, akıbetinin vehametini düşünme sûretiyle nefsin üzerine gitmekle. Bu da
zehirli olmayan, yoğun bir ilaçla tedavi mesabesindedir. Nefsini zorlamanın
etkisinin sırf Allah’ın inayeti sayesinde gerçekleşebileceği açıktır. Özellikle
cimrilik ve öfke gibi ağır reziletlerde genelde bir mürşid-i kamilden sâdır
olmasına ihtiyaç duyulur.
c) Olmazsa mevcut olmayan fazilet için o reziletin mukâbili olan rezi-
letle. Bu zehirli bir ilaç mesabesindedir. Bu hususta tam bir ihtiyat gerekir.
Bu yüzden müellif şöyle dedi: Söz konusu rezilet, hal mertebesinden çıkıp
meleke mertebesine yükselmeyecek ve böylece felakete dönüşmeyecek şe-
kilde onu diğer uca gitmemesi için muhafaza etsin.
d) Olmazsa zor riyazetlerle. Bu dağlama şeklinde bir tedavi gibidir, bu
en sonuncu çaredir. Hâfız Şîrâzî’nin de dediği gibi:
“Şayet bülbül ve kumru avazıyla şarap içmezsen sana dağlama ilacını
yaparım, çünkü dağlama son çaredir.”
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪103‬‬

‫ّن ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אر כאب ا‬ ‫א‬ ‫ض‬ ‫و‬


‫ءا‬ ‫ض א ض‬ ‫اض‪ ،١‬ذا‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫ةا‬ ‫ا‬
‫א ة‪ ٢‬ا ر‬ ‫אد א‬
‫ّ‬ ‫دة إزا ا ض ا‬ ‫ّ ا‬ ‫ا‬
‫‪،٤‬‬ ‫ا‬ ‫ّ إ‬ ‫ّ‪٣‬و إ ا‬ ‫ّ إ ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫دة‪ ،‬و‬ ‫ا‬
‫אر כאب‬ ‫א‬ ‫‪ّ ،٥‬ن ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫א لّ‬ ‫ها ر‬ ‫כ א أ אر إ‬
‫ه‪ .‬و‬ ‫א‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫أ‬ ‫ا א‬ ‫ذ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א ا‬ ‫‪٦‬‬
‫ط‬ ‫ا ي‬ ‫אد ا‬
‫ّ‬ ‫אدة ّن א ه ا‬
‫ّ‬ ‫ا‬
‫ّאد כא ‪ ،‬و‬ ‫א‬ ‫אو‬ ‫ا ا ة‪،‬‬ ‫ا כ‬ ‫و‬ ‫وا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫إ אر ّ כאر כאب ا ذ‬ ‫אر כאب ا‬
‫‪.‬‬ ‫اء ا‬ ‫ج א‬ ‫ا‬ ‫‪،‬و ا‬

‫و כّ‬ ‫ا ّ وا‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫أي ا‬ ‫ّا‬


‫أن‬
‫ّ‬ ‫اכ ‪ .‬و‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ج א واء ا‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪.‬و ا‬ ‫و א‬
‫أن‬ ‫אج א ًא إ‬ ‫א ‪.‬و‬ ‫א اّ‬ ‫כ نإ‬ ‫‪٧‬‬
‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫وا‬ ‫ة כא‬ ‫ا‬ ‫ا ذا‬ ‫ّ א‬ ‫ا כא‬ ‫فا‬ ‫ر‬

‫‪،‬‬ ‫ج א واء ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا ا‬ ‫א‬ ‫ا‬


‫ّا ذ‬
‫ّ‬ ‫ن‬ ‫فا‬ ‫ا‬ ‫אوز إ‬ ‫ا אل‬ ‫אم‪،‬‬
‫אط ا ّ‬ ‫ا‬
‫ا כ‪.‬‬ ‫ا כ‬ ‫در‬ ‫ا אل إ‬ ‫כ ا ذ ]‪٢٠‬أ[‬

‫ا واء‪ ،‬כ א אل‬ ‫آ‬ ‫ج אכ ّ و‬ ‫ا‬ ‫ّ ا א אت ا א ّ و‬


‫ا א ا ازي ّ س ه‪:‬‬

‫ا واء ا כ *‬ ‫ا‬ ‫جכ‬ ‫ى اכ‬ ‫و‬ ‫ت‬

‫‪ ٥‬ه‪ ،‬س‪ :‬اﳌﻬﻤﻠﺔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺮاض‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫‪ ٦‬ع – ﻓﻴﻪ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻃﺮﻳﻖ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ٧‬ع‪ :‬اﻟﺘﻌﻔﻴﻒ‪.‬‬ ‫ه ‪ +‬اﳋﻔﻴﻒ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع ‪ -‬ﰒّ إﱃ اﻷﺛﻘﻞ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
104 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bundan da istifade edemeyen kimsenin durumu artık Allah’a havale edilir.


Allah’ın rahmetinden ümit kesilmez. Bazı şeyhler bunun ardından şartları
ve edebiyle seyahati emrederler.
Müellif dört tedavi yolunu icmalî bir şekilde anlattıktan sonra sık rastla-
nılan hastalıkları ve tedavilerini tafsilî bir şekilde anlatmaya koyuldu:
[Sık rastlanılan cüz’î hastalıkları ve tedavilerini ele alalım.]
Sık rastlanılan cüz’î hastalıkları, hikmet, şecaat, iffet ve adalet gibi
itidal durumların uçları olan çeşitli hastalık türlerini ve tedavilerini ele
alalım. Bu uçlar; cerbeze, kalın kafalılık, deli cesareti, korkaklık, azgınlık,
isteksizlik, zulüm ve ezikliktir. Bunların her birini gidermek için nefsin bir
sınıftan diğerine veya bir fertten diğerine doğru hareket etmesi ve oraya
geçmesi gerekir ki böylelikle kendisi ve ulaşılmak istenen fazilet arasındaki
mesafeleri aşsın. Şüphesiz bu şuurunun şuuru olmasa da hareket idrake ve
şuura dayalı iradi bir harekettir.
Bu hastalıklar arasından nazarî güçten kaynaklı olan biri, şaşkınlıktır.
[Şaşkınlık. Sebebi delillerin çatışmasıdır. Tedavisi aklın kanunlarına
uymaktır.]
1) Şaşkınlık: Bu, nefis aklî görüşler ve şehevî düşüncelerden iddiaların ve
meyillerin çatışmasıyla nefsin birini diğerlerine tercih edememesi yönünden
nefiste meydana gelen bir haldir. Şerhu’l-Mevâkıf’ta da böyle geçer. Sebebi
genellikle aklî delillerin çatışmasıdır. Sebebi, nadiren de olsa şehevî düşün-
celer olduğunda ise bu; kötü, sıcak mizaç ve vehim gücünden kaynaklanan
kuruntuların akla bulaşması yüzünden nazarî gücün sağlıksızlığından ileri
gelir. Hareketin hızlılığının gerektirdiği sıcaklık ile bazılarının dizilmesinin
sonuç vereceği bazılarının ise vermeyeceği öncüller ortaya çıkar ve akıl doğru
ile yanlışı ayırt edemez. Böylece kararsızlık ve işe yaramaz bir gelgite sebep
olacak şaşkınlık meydana gelir. Bu çatışma, filozofların ve kelamcıların yüce
amaçlarının çoğunda gerçekleştiği gibi mantık kurallarını gözetmemekten
kaynaklanıyor olabilir. Bu yüzden müellif şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪105‬‬

‫א‬ ‫ا‬ ‫روح ا ّ ‪ ،‬وכאن‬ ‫س‬ ‫ا ّ ‪ ،١‬و‬ ‫هإ‬ ‫א‬ ‫و‬


‫و א وآدا א‪.‬‬ ‫א‬ ‫א א‬
‫اض‬ ‫ا‬ ‫אن‬ ‫ع‬ ‫אل‬ ‫ا‬ ‫א אت ا ر‬ ‫ا‬ ‫و ـ ّא غ‬
‫אل‪:‬‬ ‫ع‬ ‫אن‬ ‫اכ ةا ع‬
‫א‪[.‬‬ ‫א‬ ‫כ و‬ ‫]و כ أ ا ً א‬
‫ض‬ ‫أ اع أ אس ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫כ و‬ ‫و כ أ ا ًא‬
‫ا ‪،‬و כ‬ ‫وا ّ وا‬ ‫א‬ ‫وا‬ ‫ا כ‬ ‫أ اف‪ ٢‬ا و אط ا ر‬ ‫ا‬
‫א ‪،‬‬ ‫ر وا‬ ‫د وا‬ ‫ر وا‬ ‫وا‬ ‫ّ ر وا‬ ‫دة وا‬ ‫ة وا‬ ‫اف ا‬ ‫ا‬
‫أو د إ‬ ‫آ‬ ‫إ‬ ‫وا א א‬ ‫כ ا‬ ‫א‬ ‫زا כ ّ‬ ‫ّ‬ ‫و‬
‫כ‬ ‫أن כ ا‬
‫ّכ ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אو‬ ‫א ا‬ ‫ا‬ ‫آ‬
‫ر‪.‬‬ ‫ر א‬ ‫כ‬ ‫ر وإن‬ ‫א دراك وا‬ ‫إراد‬
‫‪:‬‬ ‫ا ّة ا‬ ‫اض‪ ٣‬ا א‬ ‫כا‬
‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ا ا‬ ‫אر‬ ‫א‬ ‫א אرض ا د ّ ‪ .‬و‬ ‫ة‪:‬‬ ‫]ا‬
‫ل‪ ٥‬ا א‬ ‫وا‬ ‫ا אرض ا وا‬ ‫ض‬ ‫א‬ ‫ة‪ ٤‬و‬ ‫ا‬
‫اه‪ .‬כ ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ء‬ ‫ّ‬ ‫ا ‪٦‬ا‬ ‫وا‬ ‫ا راء ا‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫אا‬ ‫א ًא‪ ،‬وإن כאن‬ ‫א אرض ا د ّ ا‬ ‫ا‬ ‫حا‬
‫אرض ]‪٢٠‬ب[‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אر ود‬
‫ّ‬
‫‪٧‬‬
‫ء اج‬ ‫א ا ّة ا‬ ‫אدرا وذ כ‬
‫ً‬
‫א‬ ‫‪٩‬‬
‫ّ אت‬ ‫‪٨‬‬
‫כ‬ ‫ا‬ ‫ارة ا‬ ‫א‬ ‫‪،‬‬
‫‪،‬‬ ‫ا ّ ‪ ١٠‬وا א‬ ‫را‬ ‫ىا و عو‬ ‫ا‬ ‫عو‬ ‫ا‬
‫ا אرض م‬ ‫‪،‬و‬ ‫اب ا א‬ ‫وا‬ ‫ّ‬ ‫ةا‬ ‫ضا‬
‫‪.‬و ا‬ ‫ا כ אء وا כ ّ‬ ‫ا א‬ ‫א‬ ‫أכ ا‬ ‫כ אو‬ ‫ا אة ا‬
‫אل‪:١١‬‬
‫‪ ٩‬ه ‪ :‬ﻳﻨﺘﺞ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﻴﻮال‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﻗﻮة إﻻ ﺑﺎﷲ‪.‬‬
‫ه ‪ +‬وﻻ ﺣﻮل وﻻ ّ‬ ‫‪١‬‬
‫‪ ١٠‬ع‪ :‬اﳋﻠﻖ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﳋﺎﻃﺮ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬أﻃﺮف‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١١‬ع ‪ -‬وﻟﺬا ﻗﺎل‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺰاج‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺮاض‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه ‪ +‬اﻟﺬﻫﻨﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬اﳋﲑة‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
106 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bunun tedavisi çatışan iki delilin öncüllerini içerik ve form bakımın-


dan titizlikle incelemek sûretiyle aklın kanunlarına uymaktır ve mantık
kurallarını gözetmektir ki bu şekilde hatanın kaynağı ortaya çıksın vehim
gücünün kuruntuları açıklığa kavuşsun. Bunun mantık kurallarına uymama
bakımından bir eksiklik olduğu mizacın bozukluğu sebebiyle müfekkire
gücünün bir hastalığı olmadığı açıktır. Eğer öyleyse bu tedavi işe yaramaz.
Beynin mizacının düzeltilmesi, müfekkire gücünün sağlığına ve itidaline ka-
vuşturulması gerekir. Böyle denilmiştir. Sen her durumda mantık kanunları-
nın uygulanması ve gözetilmesi gerektiğini çok iyi biliyorsun. Onun gayesi
birinci yönün başka bir tedaviye muhtaç olduğudur. Bunun üzerine düşün.
Nazarî güçten kaynaklanan hastalıklardan biri cehl-i basittir:
[Cehl-i basit. Cehalet ashabı, insanı hayvanlardan ayıran özelliğe sa-
hip olmamaları dolayısıyla hayvanlar gibidirler, hatta daha aşağıdırlar.
Sohbetlerinde kendi eksiklerini fark etmek için âlimlerin peşini bırak-
mamakla tedavi edilir.]
2) Cehl-i basit: Bilmesi gereken konuda bilgisiz olmaktır. Burada bir
problem vardır. O da şudur: Yokluk, meleke olması bir yana keyfiyet bile
değildir. Bu yüzden sapkın ahlâktan da değildir. Cevap ise şudur: bu haki-
kati bilinmeyen bir keyfiyettir. Bu yüzden yokluksal olan gereği ile ifade
edilmiştir. Veya söz konusu yokluk nefiste bulunmaya uzun bir süre devam
ederse onda köklü bir nitelik oluşur. Bunun uzak olduğu açıktır. Âmidî’den
nakledildiğine göre bu, ilmin zıddıdır. Şerhu’l-Mevâkıf’ta da böyledir. Ama
bu açık olanın aksinedir. Bunun sebebi açık olunca ki o, bilgiyi elde etmede
çabayı bırakmak ve tamamlamak zor olmakla birlikte meşakkatine katlan-
mamak, ilk başının soğandan acı fakat sonunun baldan tatlı olduğunu dü-
şünmemektir, müellif ondan bahsetmeyi bıraktı ve bunun ne kadar aşağılık
olduğuna işaret etmek sûretiyle bundan sakındırmaya geçti. Sonra şöyle
dedi: Cehl-i basit ashabı insanı hayvanlardan arizi bile olsa, istenilen bir
şekilde ayıran şeye sahip olmamaları nedeniyle hayvanlar gibidirler ve
hatta onlar, hayvanların kendilerine layık fiillerle ikinci kemallerine yö-
nelmeleri nedeniyle Kur’an-ı Kerim’de geçtiği gibi onlardan “daha aşağıdır-
lar.” (el-Furkân, 25/44) “Hidayet karşılığında dalaleti satın alan” (el-Bakara,
2/16) ve başıboş bırakılacaklarını sanan diğer cehl-i basit ashabı bu hususta
hayvanların aksinedir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪107‬‬

‫אن ا‬ ‫ا‬ ‫و ا אة ا ا‬ ‫ا‬ ‫ا ا‬ ‫אر‬ ‫א‬ ‫و‬


‫‪١‬و ّ د‬ ‫ا‬ ‫رة‬ ‫ّאدة و‬ ‫אر‬ ‫ا‬ ‫ّ אت ا‬
‫א‬ ‫ا אة ا‬ ‫ر‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬
‫אغ‬ ‫اج ا‬ ‫ّ‬ ‫ج‬ ‫اا‬ ‫ٍ‬ ‫اج‪ ،‬و‬ ‫ءا‬ ‫כّ ة‬ ‫ا‬
‫ا ا‬ ‫אر‬ ‫ّن‬ ‫‪ .‬وأ‬ ‫ال‪ ،‬כ ا‬ ‫ّ وا‬ ‫ا‬ ‫כةإ‬ ‫ورد ا‬
‫ّ‬
‫ج‬ ‫אج إ‬ ‫ا ّول‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫אل‪ .‬א‬ ‫כّ‬ ‫و ا א א ز‬ ‫ا‬
‫ّ ‪ .‬و א‪:‬‬ ‫آ ‪،‬‬

‫א َ ْ ُ ْ َأ َ ‪.‬‬ ‫אن‬ ‫אز ا‬ ‫א‬ ‫אم‬ ‫א כא‬ ‫‪،‬أ‬ ‫ا‬ ‫]ا‬


‫‪[.‬‬ ‫אور‬ ‫א‬ ‫אء‬ ‫ز ا‬ ‫و א‬

‫م‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫א إ כאل و‬ ‫‪،‬و‬ ‫ّ‬ ‫ما‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫اب‬ ‫ق ا د ّ ‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫כ ن‬ ‫أن כ ن כ ‪،‬‬ ‫ً‬ ‫כ نכ‬
‫‪ ٢‬أو ّن ا م ا כ ر إذا‬ ‫ز אا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ّ כ‬
‫ي‬ ‫ا‬ ‫‪ ،٤‬و‬ ‫أّ‬ ‫‪،‬‬ ‫را‬ ‫א‪ ٣‬כ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬
‫א ًا‬ ‫ف ا א ‪ .‬و ـ ّ א כאن‬ ‫‪ ،‬כّ‬ ‫ا‬ ‫حا‬ ‫כ א‬ ‫ّ‬ ‫أّ‬
‫و م‬ ‫כ‬ ‫ّ‬ ‫אّ‬ ‫ّ‬ ‫و ما‬ ‫كا‬ ‫و‬
‫ك‬ ‫ا‬ ‫כ ّ آ ه ]‪٢١‬أ[ أ‬ ‫ا‬ ‫أو وإن כאن أ ّ‬
‫ا ّ ر ّن ّ‬
‫‪٥‬‬

‫אم‬ ‫א رداء ‪ ،‬אل أ א כא‬ ‫إ אرة إ‬ ‫ذכ ه و אدر إ ا‬


‫ًא وإن כאن אر ًא ﴿ َ ْ ُ ْ َأ َ ﴾ ) ُ َر ُة‬ ‫אزا‬
‫אز ا אن א ا ً‬ ‫א‬
‫ا אل‬ ‫כ א אا א‬ ‫ا כ אب ّ א‬ ‫ا ْ ُ ْ َ אنِ ‪ (٤٤/٥٢ ،‬א כ א‬
‫﴿ا ْ َ َ ُوا ا َ َ َ ِא ْ ُ ٰ ى﴾ ) ُ َر ُة‬ ‫ا‬ ‫ف أ אب ا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫ى‪.‬‬ ‫כ ا‬ ‫ا أن‬ ‫ا ْ َ َ َ ةِ‪ (٦١/٢ ،‬و‬
‫‪ ٤‬ه‪ :‬ﳜﻔﻰ ﺑﻌﺪﻩ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع ‪ +‬ﰲ اﻟﻔﻬﻢ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ه‪ :‬أنّ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬اﻟﻌﺪم‪.‬‬
‫‪ ٣‬ه‪ :‬ﻣﻨﻬﺎ‪.‬‬
108 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Kendi eksiklerini âlimlerle konuşması sırasında fark etmesi için on-


ların peşini bırakmamakla tedavi edilir. Açıktır ki bu hastalığın delilidir,
giderilmesinin değil. Nitekim neden olarak belirttiği şey de bunun delilidir.
Bu ancak, bütüncül bir çaba olan asıl tedavinin sebebidir. Buna cehl-i ba-
sitin, kişinin yaşlılık ya da ihtiyarlık zamanına kadar devam etmesi halinde
hastalığa dönüşeceği şeklinde bir itiraz yöneltilmiştir. Şüphesiz o zaman
tedavisi çok zor hatta imkânsız olacaktır. Bu ancak çocukluk ya da gençlik
yaşında tedavi edilir. Bu da akıl sahipleri için apaçık bir şeydir.
Nazarî güçten kaynaklanan hastalıklardan biri de cehl-i mürekkeptir:

[Cehl-i mürekkep. Eğer tedavi kabul ederse, yapması gereken


matematik bilimlere sıkıca sarılmaktır. Sonra öncül öncül dikkatini
yöneltmektir.]
3) Cehl-i mürekkep. Vakıaya uymayan kesin inançtır. Meşhur olduğu
üzere taklide dayananları da kapsaması için dış dünyada tahakkuk etmesi dik-
kate alınmaz. Burada itikad ile mutlak manada tasavvur kastedilmiyorsa, ta-
savvurî cehli de kapsaması için itikadın yerine tasavvur denilmesi daha uygun
olurdu. Çünkü kişi bir şeyin nefsü’l-emrde bulunduğu halin tersi bir duruma
inanmaktadır ve inandığı şeyin inandığı şekilde olduğuna inanmaktadır. Bu
Mu‘tezile’nin görüşünün aksine bilginin zıddıdır. Nefsü’l-emr; sufilerin a‘yân-
ı sâbite olarak adlandırdığı ilm-i ilahideki sûretlerden ve bazı müteahhirin
ulemasının dediği gibi ilmî sûretlere tabi olan zâtî durumlardan ve muhakkik
Tûsî’nin Nefsü’l-emr Risâlesi’nde ve allame Devvânî’nin şerhinde belirttiği üze-
re birinci akıldaki sûretlerden ibarettir. Veya Sadru’ş-Şerîa’nın Ta‘dîlu’l-ulûm’da
zikrettiği gibi dış dünyadan daha geniş olması şartıyla ayanda gerçekleşenden
ibarettir. Cehl-i mürekkebin yakın sebebi, ucup ve kibrin getirdiği inat üzerin-
de alışkanlık olmuş ısrardır. Bu açıktır. Tedavisi son derece zordur. Bu yüzden,
bu imkânsızı farzetmek gibi olduğundan şüphe üslubuyla şöyle der:
Eğer tedavi kabul ederse, yapması gereken matematik bilimle-
re sıkıca sarılmaktır. Yani tedavisi dış dünyada maddeye ihtiyaç du-
yan, zihinde duymayan varlıkları araştıran geometri, aritmetik gibi ma-
tematik bilimlere devam etmektir, Çünkü bunlar kesin bilgilerdendir.
Böylelikle tabiatına kesin bilginin tadının ulaşması beklenir ve bu sa-
yede hatalarından aşama aşama uyanır. Bu yüzden müellif şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪109‬‬

‫ا ض‬ ‫أ ّ א‪ ١‬د‬ ‫אور‬ ‫א‬ ‫אء‬ ‫ز ا‬ ‫و א‬


‫اכّ ‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا ي‬ ‫جا‬ ‫ا‬ ‫إ أّ‬ ‫כ א لّ‬
‫‪٢‬إ‬ ‫اره و غ א‬ ‫ا‬ ‫ً אإ‬ ‫ا‬ ‫ّن ا‬ ‫ض‬ ‫وا‬
‫ّ ر‪ ،‬وإ ّ א א‬ ‫ّ‬ ‫ٍ‬ ‫أن‬
‫ّכ ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫أو ا‬ ‫ّ اכ‬
‫أو ا אب‪ .‬و א‪:‬‬ ‫א‬ ‫وا אب‪ ،‬و‬ ‫ّا‬
‫ّ‬ ‫ا א אت ّ ا ّ‬ ‫ز‬ ‫ج‬ ‫ا‬ ‫כّ ‪ ،‬إن‬ ‫ا‬ ‫]ا‬
‫א ر ‪[.‬‬ ‫ّ‬
‫ا אت כ א‬ ‫ا ‪،‬و‬ ‫א‬ ‫אد אزم‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫כّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫ّر‬ ‫אد א‬ ‫ُ ّل ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫ر‬ ‫ا‬
‫ّ ر‪ .‬وإ ّ א כאن ّכ ًא‪ّ ،‬ن‬ ‫ا‬ ‫אد‬ ‫ا‬ ‫ا ّ ري‪ ٣‬إ أن‬
‫ا אده‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ف א‬ ‫ا ء‬ ‫א‬
‫را‬ ‫ا‬ ‫אرة‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫ًא‬ ‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫א‬
‫ر‬ ‫ا א‬ ‫ون ا ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫אن ا א‬ ‫ّ אة א‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ا ّول‬ ‫ا‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א א‬ ‫ا‬
‫ا ّوا ‪،‬‬ ‫אا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ر א ]‪٢١‬ب[‬ ‫ّ ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬
‫را‬ ‫א ذכ ه‬ ‫ا אرج‬ ‫أّ א أ ّ‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬ا ا‬ ‫أو‬
‫وا כ‬ ‫ا‬ ‫ا אد ا ي‬ ‫ار‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫م‪ ،‬و‬ ‫ا‬
‫ا‪ ٥‬אل‪:‬‬ ‫‪.‬‬ ‫א ا‬ ‫א ‪.‬و‬ ‫אد‪ ،‬و‬ ‫א‬
‫ا א אت أي‬ ‫ز‬ ‫אل‬ ‫ّ כ ضا‬ ‫ا ّכ‪،‬‬ ‫ج‬ ‫ا‬ ‫إن‬
‫אدة‬
‫ا ّ‬ ‫ةإ‬ ‫دات ا‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫ما א‬ ‫ا‬ ‫او‬
‫أن‬ ‫אت‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ّ א‬ ‫אب‪،‬‬ ‫وا‬ ‫כא‬ ‫ا אرج دون ا‬
‫ا ر ‪ ،‬و ا אل‪:‬‬ ‫ّ‬ ‫‪،‬‬ ‫ذوق ا‬
‫‪ ٤‬ع‪ :‬ﻋﻦ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ه‪ :‬أﻧّﻪ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ه‪ :‬وﻟﺬا‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬ﺻﺎﺣﺐ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ع ‪ +‬ﻟﻜﺎن أوﱃ‪.‬‬
110 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Sonra aşamalı olarak öncül öncül dikkatini yöneltsin. Bir görüşe göre
bu dikkat, talebe bağlıdır, talep de bu dikkate bağlıdır. Burada kısır döngü
vardır. Dolayısıyla tedavisi işe yaramaz. Başka bir görüşe göre farkına varma,
Allah tarafından, talep olmaksızın gerçekleşebilir.
Zararları defetmeye yönelik öfke gücünden kaynaklanan hastalıklardan
biri, öfkedir:
[Öfke. Tedavisi sebeplerinin giderilmesiyledir.]
1) Öfke: Bu, herkesin yaşayarak bildiği, tarife ihtiyaç duymayan du-
rumlardan biridir. Sebebi, kalpteki hayvanî ruhu taşıyan kanın, hayvanî
ruhun tabiatına uyumlu şeyleri elde etmesine engel olan şeyi gidermek için
tek seferde veya aşamalı olarak dışarı doğru hareket etmesinden meydana
gelen sıcaklıkla kaynamasıdır. Bu şekilde sıcaklık artabilir ve kaynayan kan,
kalbi ele geçirerek yakar. Sonra içten gelen sıcaklık birden söner ve aniden
helake götürür. Bunun tedavisi en zor işlerdendir. Sokrates’ten aktarıldığına
göre şöyle demiştir: “Ben azgın derin denizde, dağ gibi dalgalar arasındaki
birinin güvenliğinden emin olurum ama öfkelinin güvenliğinden emin ola-
mam. Çünkü denizcinin çabası belki işe yarayabilir. Ancak öfkeli karşında
gösterilen çaba genellikle onun tepesini daha çok attırır.” Bu yüzden bunun
tedavisi zorunlu sonucuna değil iradî başlangıcına göredir. Tedavisi sebep-
lerini gidermeyledir. Bunlar çoktur. En bilindikleri on tanedir. Nitekim
müellif şöyle dedi: Sebepler şunlardır:
[Sebepler şunlardır: ucup ve kibir. İdrar mahallinden iki kere geç-
miş, yarın da ölecek olan, türünün fertlerine ihtiyaç duyan biri için
bu oldukça hayret vericidir.]
a) Ucup ve Kibir: Ucup bir şeyi hak etmediği halde onu hak ettiğini
düşünmektir fakat bunu iddia etmemektir. Kibir hem düşünmek, hem iddia
etmektir. Bir görüşe göre ikisi arasında fark yoktur. Müellif tedavilerine de
şu sözleriyle işaret etti: Birincisi cinsel ilişki ikincisi doğum sırasında idrar
mahallinden iki kere geçmiş, yarın da ölecek olan biri için bu hayret
vericidir, yani gariptir, makul olmaktan uzaktır. Nitekim onun başlangıcı
atılmış bir sperm, sonu ise pis bir leştir ve bu ikisi arasında da pek çok
kusur taşır. Bununla ilgili Hz. Ali (kv)’den bir hikâye rivayet edilmiştir:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪111‬‬

‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫اا‬ ‫ّ [‪ ١‬א ر‬ ‫]‬ ‫ّ‬ ‫ّ ا ّ‬


‫כ أن כ ن‬ ‫‪،‬و‬ ‫א‬ ‫دور א‬ ‫‪،‬‬ ‫ذכ ا‬ ‫وا‬
‫‪.‬‬ ‫فا‬ ‫אه‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫ا‬ ‫ا ّة ا‬ ‫اض ا א‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫أ א ‪[.‬‬ ‫‪:‬‬ ‫]ا‬
‫אن ا م‬ ‫‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا אت ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫‪٢‬‬
‫ا‬
‫إ‬ ‫ا‬ ‫כ ا وح ا‬ ‫ارة א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫وح ا‬ ‫ا א‬
‫ارة‬ ‫ّا‬ ‫‪.‬و‬ ‫لا‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫ا אرج د ًא أو ر ً א‬
‫ّدي إ‬ ‫د‬ ‫ارة ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫قا ما א א‬
‫اط‪» :‬أ א آ‬ ‫ر‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫‪.‬و‬ ‫ك‬ ‫ا‬
‫אل ا ا אت و‬ ‫اج כא‬ ‫ّج‬ ‫ّ‬ ‫ّ‬
‫‪٣‬‬
‫כאن‬
‫אن ّدي‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫]‪٢٢‬أ[ ا ّ ح‬ ‫אن«‪ّ ،‬ن‬ ‫ا‬
‫אه‬ ‫אري دون‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ّ ة ا ران‪ .‬و ا כאن‬ ‫א ًא إ‬
‫ة כ א אل‪:‬‬ ‫א‬ ‫ا‪ .‬وأ‬ ‫כ ة‬ ‫أ א و‬ ‫اري‪ ،‬و‬ ‫ا‬

‫ّ‬ ‫و‬ ‫ىا ل ّ‬ ‫ى‬ ‫ّ‬ ‫وا כ ّ ‪ :‬و א‬ ‫ا‬ ‫]و‬


‫‪[.‬‬ ‫أ אء‬ ‫אج إ‬ ‫ًا و‬
‫اد אء‪،٥‬‬ ‫و‬ ‫ء‬ ‫אق‬ ‫אد ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫وا כ ّ‬
‫‪٤‬‬
‫و ا‬
‫א א أ אر‬ ‫אو‬ ‫ق‬ ‫اد א ‪ .‬و‬ ‫وا כ ّ ا אده‬
‫ّة‬ ‫ى ا ل‬ ‫ى‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪٦‬‬
‫أي‬ ‫و א‬
‫رة وآ ه‬ ‫ً ا ّو‬ ‫ّ‬ ‫عو‬ ‫ا‬ ‫‪٧‬‬
‫ا אع و ّ ة أ ى‬
‫כ ّم ا ّ و‬ ‫رة כ א ُروي‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫رة و‬

‫ع‪ :‬اﻟﻜﱪ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ﻣﺎ ﺑﲔ اﻟﻘﻮﺳﲔ أﻛﻤﻞ ﻹﲤﺎم اﳌﻌﲎ‪.‬‬


‫ه‪ :‬ﻣﻦ ﻏﲑ ادﻋﺎء‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫‪ ٢‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬وﻋﺮﻓﻪ ﺑﻌﻀﻬﻢ ﺑﺄﻧّﻪ ﺣﺮﻛﺔ ﻟﻠﻨﻔﺲ‬
‫ه ‪ +‬ﻛﻞ ﻣﻨﻬﻤﺎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﻣﺒﺪؤﻫﺎ ﺷﻬﻮة اﻻﻧﺘﻘﺎم‪.‬‬
‫ه – أﺧﺮى‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪ ٣‬ع ‪ -‬ﻛﺎن ﰲ‪.‬‬
112 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Abdülmelik bin Mervan tarafından atanmış Horasan emiri Muhelleb, ce-


sur ve kibirli bir adamdır. Bir gün çalım satarak yürürken salih bir kişiyle
karşılaşır. O kişi Muhelleb’e ilgi göstermez. Muhelleb ona “Sen beni tanımı-
yorsun galiba” der. Adam “Ben seni senden daha iyi tanıyorum” diye cevap
verir. Muhelleb “Ben kimim” diye sorunca “Sen idrar mahallinden iki kere
geçmiş ve sonunda leşe dönüşecek birisin” der. Böylece Muhelleb o yürü-
yüş tarzını terk eder. Akıllı kişi, insanın değerinin faziletler ve iyi ahlâkla
olduğunu akleder. Bu da ittifakla, ucup ve kibri yok eden bir şeydir. Bunun
tedavilerinden biri, türünün fertlerinden kişilere hatta onun da ötesinde
hayvanlara, cansız maddelere ihtiyaç duyduğunu düşünmesidir. Nitekim
müellif cerâ (geçmiş) cümlesine atıfla şöyle dedi: Ve türünün fertlerine
ihtiyaç duyan. Herkes başkasına ihtiyaç duyar. Bu yüzden ucup ve kibir
garip karşılanır. Kim bu tedaviden istifade etmezse aşağılık ve eziklik rezilet-
lerini işlesin. Sınırını korusun ki öbür uca geçmesin. Bunun bahsi yukarıda
geçmişti. Üçüncü sebep:

[Böbürlenmek. Bu, akla o ikisinde daha uzaktır. Çünkü bu baş-


kasının fazileti üzerinedir. Bilmediği şeyleri öğrenerek itibarının ne
kadar düşük olduğunu bilsin.]
c) Kendisini başkasına tercih etmeksizin, soy sop ve benzeri ile böbürlen-
mek. Bu, akla o ikisinden, yani ucup ve kibirden daha uzaktır. Çünkü bu
başkasının fazileti üzerinedir. Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir:
“Bana atalarınızla gelmeyin. Bana amellerinizle gelin.”1 Şair şöyle demiştir:
“Eğer geçip gitmiş atalarınla övünüyorsan haklısın
Ama onların bıraktığı nesil ne kötüymüş.”
Mal ve mevki ise hemen elden gidecek şeylerdir. Bunlarla ancak ca-
hiller övünür. Bilmediği şeyleri öğrenerek itibarının ne kadar düşük
olduğunu bilsin. Buradaki azlığın yokluk anlamına geldiği açıktır. Çün-
kü azıcık bir değer böbürlenme için yeter. Büyüklerin böbürlenme gibi
görünen davranışları nimetten bahsetme kabilindendir. Bunda bir sorun
yoktur. Dördüncüsü:

1 Ya‘kûbî, Târîhu’l-Ya‘kûbî, (Beyrut: Dâru’s- Sâdır, [t.y.]), II, 110.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪113‬‬

‫ً א כ ّ ً ا‪،‬‬ ‫وان כאن‬ ‫ا כ‬ ‫ف‬ ‫אن‬ ‫ّ ‪١‬أ‬ ‫أن ا‬


‫و כ ّ‬
‫‪ .‬אل ا ّ ‪:‬‬ ‫إ ذכا‬ ‫א‬ ‫ًا و ّ‬ ‫ًא‬
‫כ‪ .‬אل‪:‬‬ ‫כ‬ ‫כأ ّ‬ ‫‪:‬‬ ‫‪ .‬אل ا‬ ‫א‬ ‫כ ّכ א ر‬
‫ّ‬ ‫كا‬ ‫‪.‬‬ ‫‪،‬و‬ ‫ىا ل‬ ‫ا ي‬ ‫أ א؟ אل‪ :‬أ‬
‫ق‪.‬‬ ‫و כאرم ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫אن إ ّ א‬ ‫ا‬ ‫أن‬
‫ّ ّ‬ ‫‪ .‬وا א‬ ‫ها‬
‫إ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אأ ًא‬ ‫אق‪ .‬و‬ ‫وا כ ّ א‬ ‫א‬ ‫و‬
‫ى‬ ‫ًא‬ ‫אد כ א אل‬ ‫ان وا‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫اد‬ ‫ا‬
‫وا כ ّ ‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫ب‬ ‫ه‬ ‫אج إ‬ ‫وכ ّ‬ ‫أ אء‬ ‫אج إ‬ ‫و‬
‫אوز إ ا ف‬ ‫ان و‬ ‫ا لّ وا‬ ‫כ‬ ‫ج‬ ‫اا‬
‫‪:‬‬ ‫ا א‬ ‫כ א ّ ‪ .‬وا‬ ‫ا‬
‫إ‬ ‫و ف ّ ا אره א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫אر‪ ،‬أ‬ ‫]وا‬
‫ف‪[.‬‬
‫هو‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫]‪٢٢‬ب[ وا‬ ‫אر א‬ ‫ا‬
‫م‪:‬‬ ‫ا‬ ‫ُروي‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫وا כ ّ‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א أي‬ ‫أ‬
‫‪:‬‬ ‫א כ «‪ ٢‬و‬ ‫א כ وا‬ ‫»‬
‫َ َ ْ َ َ ْ َ ‪َ ٤‬و َכِ ْ ِ ْ َ َ א َو َ ُ وا‬ ‫ِإنِ ا ْ َ َ ْ َت ِ َא ٍء َ َ ْ ا‪َ ٣‬أ ْ َ َ א‬
‫אل‪ .‬و ف ّ ا אره‬ ‫אإ ا‬ ‫‪ ٦‬ا وال و‬ ‫وا אل‪ ٥‬وا אه‬
‫אر‬ ‫ا‬ ‫م‪ّ ،‬ن أد‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ف ا א ‪ .‬إن ا ّ‬ ‫إ‬ ‫א‬
‫‪٧‬‬
‫ا כ אر‬ ‫אر‬ ‫رة ا‬ ‫אر و א و‬ ‫א‬ ‫כ‬
‫إ כאل‪ .‬وا ا ‪:‬‬ ‫ا‬
‫ع‪ :‬ﺿﻌﺖ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ :‬ﻗﻴﻞ ﻫﻮ اﻟﺬي اﺧﱰع اﻟﻄﻌﺎم اﶈﻠّﻲ‬
‫ع‪ :‬أو اﳌﺎل‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﺑﺎﻟﻠﱭ اﳌﺸﻬﻮر ﺑﺎﳌﻬﻠّﱯ‪.‬‬
‫ع‪ ،‬س‪ :‬ﺳﺮﻳ ًﻌﺎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫‪» ٢‬ﻻ ﺗﺄﺗﻮﱐ ﺑﺄﻧﺴﺎﺑﻜﻢ واﺋﺘﻮﱐ ﺑﺄﻋﻤﺎﻟﻜﻢ« ﻳﻌﻘﻮﰊ‪،‬‬
‫ع‪ :‬ﻗﺒﻞ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﺗﺎرﺑﺦ اﻟﻴﻌﻘﻮﻳﺐ‪.١١٠/٢ ،‬‬
‫‪ ٣‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ :‬ذوي ﺷﺮف‪.‬‬
114 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Çekişme ve inatçılık. Bu ikisi düzeni bozan şeylerdir.]


d) Genel olarak çekişme ve münakaşa. Beşincisi:
e) İnatçılık: Bu sürekli bir düşmanlık durumudur. Bu ikisi düzeni
bozan şeylerdir. Bu konuda söz birliği vardır. İslam’da çekişme olmadığı
rivayet edilmiştir.
[Şaka ve alaycılık. Bu ikisi dünyevî faydası az olmalarının yanında
güzelliği yok eden, düşmanları çeken, düzeni bozan şeylerdir.]
f ) İtidalden çıkmış şaka. Mutedil şaka kemal alametidir. Daha önce de
geçtiği gibi, Peygamber (s.a.) sadece doğruları söyleyerek şakalaşırdı. Hz. Ali
(kv) de rivayetlere göre çok şakalaşan bir insandı. Yedincisi:
g) Bütün durumlarda alaycılık. Bu ikisi dünyevî faydası az ve uhrevî
zararı çok olmalarının yanında güzelliği yok eden şeylerdir. Yani kendi-
sinde güzel duruşun ve vakarın aşırı derecede yittiği bir mekân gibidir. Ve
düşmanları çeken, yani kendisine düşmanlığı kuvvetle çeken bir toprak
gibidir. Mef‘ale kalıbı, kendisinde bir şeyin çokça yapıldığını gösteren ism-i
mekân kalıbıdır, medrese ve makbere gibi. Ve düzeni bozan, eğer makta‘a
(bozan) deseydi sıra tam olurdu. Alaycılarla kıyamet gününde alay edile-
ceği ayette bildirilmiştir. Şöyle ki onlara yardım edilir, Cennet’in kapısına
ulaşırlar, fakat sonra kapılar yüzlerine kapatılır. Mutedil şakacılık övülmüş
olduğundan müellif buna şu sözüyle işaret etti: Şakada ölçüyü ve itidali
tutturamıyorsa, şakayı tamamen bıraksın. Çünkü uçurumun kenarında
dolaşanın uçuruma düşme ihtimali çoktur. Sekizincisi:
[Hainlik ve haksızlık. Bu ikisi, dünya malı içindir ve o da çok azdır.
Bunu başkasında farzetsin, o zaman çirkinliğini anlar.]
h) Hainlik: Yani, mal, mevki ve insanî ilişkilerde zulüm. Dokuzuncusu:
ı) Haksızlık: Bu, intikam amacıyla zulmetmektir. Mukabili affetmek-
tir. Nitekim hainliğin mukabili de vefadır. Naslarda yüce Allah’ın affe-
dici olduğu, kullarını affetmeyi sevdiği yer alır. Allah’ın intikam alması-
na gelince bu adaleti ve kendi hakimiyetindeki tasarrufu sebebiyledir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪115‬‬

‫אم‪[.‬‬ ‫אج‪ :‬و א א אن‬ ‫اء وا‬ ‫]وا‬


‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ال‬ ‫اء وا‬ ‫وا‬
‫אم‬ ‫و א א אن‬ ‫א‬ ‫אد‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אج و‬ ‫‪ :١‬ا‬ ‫ووا א‬
‫م‪ .‬ووا אدس‪:‬‬ ‫ا‬ ‫اء‬ ‫א אد ا כ م‪ .‬و ُروي أ ّ‬ ‫وإ ّ א‬
‫اء‬ ‫אء و‬ ‫ّ ا א ةا‬ ‫اء‪ :‬و א‬ ‫اح وا‬ ‫]وا‬
‫כ ‪[.‬‬ ‫اح‬ ‫ا‬ ‫אد‬ ‫ا‬ ‫אم و‬ ‫א‬
‫ر‬ ‫ا כ אل‪ .‬و‬ ‫ل‬ ‫اح ا‬ ‫ال‪ّ .‬ن ا‬ ‫ا‬ ‫اح‪ ٢‬ا אرج‬ ‫ا‬
‫כ‬ ‫כ ّم ا ّ و‬ ‫‪٣‬‬
‫א כ א ّ ‪ .‬وכאن‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ا ّ‬ ‫ا‬
‫א כ א אل‪ .‬ووا א ‪:‬‬ ‫ا‬
‫ّة‬ ‫وכ ة ا‬ ‫ّ ا א ةا‬ ‫ال و א‬ ‫ا‬ ‫اء‬ ‫ا‬
‫ًא כ ً ا‬ ‫وا אر‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫אء أي כ כאن‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫כאن‬ ‫‪٥‬ا‬ ‫اوة ًא כ ً ا‪ّ ،‬ن‬ ‫ا‬ ‫اء أي כ‬ ‫و‬
‫אم‪ .‬و‬ ‫ّا‬ ‫אم و אل‬ ‫ة א‬ ‫وا‬ ‫ر‬ ‫ء כא‬ ‫ا‬ ‫כ‬
‫אب‬ ‫نإ‬ ‫‪،‬‬ ‫א‬ ‫‪،‬‬ ‫ما‬ ‫‪٦‬‬
‫أ‬ ‫أن ا‬
‫ورد ّ‬
‫و‬ ‫ل و ً א أ אر إ‬ ‫‪ .‬و ـ ّ א כאن ا اح ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫ا‬
‫ل‬ ‫כ ًכא כ ّ ًא‪ّ ،‬ن‬ ‫ال ]‪٢٣‬أ[ ا اح‬ ‫אد وا‬ ‫ا‬
‫‪ .‬ووا א ‪:‬‬ ‫‪٧‬‬
‫כ أن‬ ‫ا‬
‫‪[.‬‬ ‫ف‬ ‫ه‬ ‫‪.‬و‬ ‫אو‬ ‫אع ا‬ ‫‪:‬و א‬ ‫ر وا‬ ‫]وا‬
‫‪:‬‬ ‫ا אل وا אه وا ض‪ .‬ووا א‬ ‫ر أي ا‬ ‫ا‬
‫أن‬
‫أن ا ر א ا אء‪ .‬و ورد ّ‬
‫כ א ّ‬ ‫אم‪ .‬و א ا‬ ‫ا‬ ‫و ا‬ ‫ا‬
‫כ‬ ‫ّف‬ ‫وا‬ ‫ًא‬ ‫א‬ ‫אده‪ .‬وأ ّ א כ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫اّ‬

‫ع‪ :‬ﻣﻜﺎن‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬اﳋﺎﻣﺴﺔ‪.‬‬


‫ه ‪ +‬ﺑﺎﻟﻔﺘﺢ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬اﳌﺰاج‪.‬‬
‫ه‪ :‬ﻳﺴﺘﻬﺰئ ﻢ؛ ع‪ :‬ﻳﺴﺘﻬﺰأﻳﻬﻢ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫‪ ٣‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬وﺣﻜﻲ أﻧّﻪ ﻗﺎل ﻟﻪ ﺳﻠﻤﺎن رﺿﻲ‬
‫ع‪ :‬ﻳﺮﺗﻊ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫أﺧﺮك إﱃ اﻟﺮاﺑﻌﺔ ﺣﲔ رﻣﺎﻩ ﺑﻘﺒﻀﻪ ﻣﻦ ﺗﺮاب‬‫ﻫﺬا ّ‬
‫ﻣﺮات‪.‬‬‫ّ‬ ‫ﺛﻼث‬ ‫اﻏﺘﺴﺎﻟﻪ‬ ‫ﻋﻘﻴﺐ‬
116 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bu yüzden buna göre kıyas yapılamaz. Bu ikisi (hainlik ve haksızlık), dün-


ya malı için, yani dünyada faydalanılacak şey için olur. Ve o da çok azdır,
çabucak elden gider. “Oysa ahiret daha hayırlı ve kalıcıdır.” (el-A‘lâ, 87/17)
Bunu başkasında farzetsin, yani bunların çirkinliğini tam göremeyen kişi
bu ikisinin başka birinden sadır olduğunu düşünsün, o zaman çirkinliğini
anlar. Ya‘rif (anlar) cezimle okunur, emrin cevabıdır. Onuncusu:

[Haklarında çekişilen kıymetli mücevherleri istemek. Değersiz


olmanın yanında düşmanları artırır. İhtiyacı olduğunda da ihtiyacını
görmez. Kalsa bile sana kalmaz.]
j) Haklarında çekişilen kıymetli mücevherleri, yani hayvanî nefsin
arzuladığı kıymetli mücevherler gibi değerli şeyleri istemek. Bu istediği-
ne erişmekten engellendiğinde öfkeye sebep olan şeydir. Tedavisi dünya
malının kendinde değersiz olduğunu düşünmektir. Değersiz olmanın
yanında düşmanları ve onun özellikleri hakkındaki uydurma hurafeleri
artırır. Güvende olsa bile düşmanların artmasından kurtulamaz. İhtiyacı
olduğunda da ihtiyacını görmez. Çünkü fiyatının yüksekliği sebebiyle
insanlar satın almaya cesaret edemezler. Satın almaya gücü yeten de elin-
den gideceğinden korkar ve onu istemez. Bu hemen elden gidecek bir
şeydir, her hangi bir şekilde elde kalmaz. Kalsa bile sana kalmaz. Aksine
şimdikini zengin eder sonra varise geçer. Kendisi için yarışmaya değmez.
Değecek olan hayatta ve ölümden sonra kalıcı olan kemâlât mücevherleri-
dir. “İşte yarışacak olanlar bu konuda yarışsın!” (el-Mutaffifîn, 83/26) Sâib
İsfehânî ne güzel söylemiştir:
“Çabalarından ve dünyadan sana kalan huzurdur ancak
Batan gemiden geriye kalan ne varsa o senin malındır.”
Bu tedavi yolları öfke kabarması ve dalgalanması oluşmadan öncesi
içindir.

[Öfke kabardıktan sonra tedavi, öfke buharının aklı başından


alması dolayısıyla çok zordur. Ona yaklaşan herkes ona nispetle ya-
nacak bir odun gibidir. Bulunduğu durumu değiştirmek, soğuk su
içmek ve uyumak belki işe yarayabilir.]
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪117‬‬

‫אو‬ ‫ا‬ ‫א ّ‬ ‫אع ا א أي‬ ‫ران‬ ‫و א‬ ‫אس‬


‫‪١‬‬
‫َ ْ ٌ َو َا ْ ـ ٰ ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ ْ ٰ ‪ (٧١/٧٨ ،‬و‬ ‫﴿وا ْ ٰ ِ َ ُة‬
‫ا وال‪َ .‬‬
‫ف‬ ‫ه‬ ‫א‬ ‫ه أي ر‪ ٢‬ور כ ّ‬
‫‪ .‬ووا א ‪:‬‬ ‫اب ا‬ ‫م‬ ‫א‬
‫ّو و‬ ‫אر א כ ا‬ ‫ا ‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫]‬
‫כ‪[.‬‬ ‫כ‬ ‫وإن‬ ‫ا א‬
‫אء‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أي‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א א‬
‫ّ را א‬
‫‪٤‬‬
‫ا ‪ .‬وا ج‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ ‪،٣‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫כא‬ ‫ا‬
‫ا ا אت‬ ‫אر א כ ا ّو و ا ّ א‬ ‫אو‬ ‫א‬ ‫אع ا‬
‫ا א‬ ‫اء و‬ ‫אدل إכ אر ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫כ א‬ ‫ا‬
‫אف‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫ا א‪ .٥‬و‬ ‫ا‬ ‫ا אس‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ء‬ ‫ّ א‬
‫ي אل وإن‬ ‫ا وال‬ ‫א‪ ،٦‬و‬ ‫ه‬ ‫ا ا א‬
‫‪،‬‬ ‫א א‬ ‫وارث‪.‬‬ ‫إ‬ ‫ا אدث أو‬ ‫כ‬ ‫כ‬
‫ِכ َ ْ َ َ َא َ ِ‬
‫﴿و ذٰ َ‬
‫ا אة و ا אت َ‬
‫‪٨‬‬
‫‪ ٧‬ا اכ א تا א‬ ‫ا‬
‫א ‪:‬‬ ‫א אل ا א ا‬ ‫ا ْ ُ َ َא ِ ُ َن﴾ ) ُ َر ُة ا ْ ُ َ ِّ َ ‪ ،(٦٢/٣٨ ،‬و‬
‫د א و אل אن אر אل‬ ‫א‬
‫*‬ ‫א آن אل‬ ‫א‬ ‫در‬
‫ا ‪.‬‬ ‫و‬ ‫אن ا‬ ‫א אت‬ ‫و ها‬
‫א ا‬ ‫ه ا‬ ‫ج‬ ‫ا‬ ‫אج‬ ‫ا‬ ‫]وأ ّ א ا‬
‫و ب‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ور ّ א‬ ‫د‬ ‫כ ن כא‬ ‫ب‬ ‫وכ ّ א‬
‫ا אء ا אرد وا م‪[.‬‬
‫ع‪ :‬اﺳﺘﻬﺰاﺋﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ه‪ :‬ﻟﻨﻔﺮﺿﻪ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬ﻓﻴﻬﻤﺎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه‪ :‬ﻟﻨﻘﺪر‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع – ﺑﻪ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻘﻴﻤﺔ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬اﳊﻴﺎت‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬أن‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
118 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Öfke kabardıktan sonra tedavi, kalbin kanının kaynamasından kaynak-


lanan ve bütün organlara yayılıp kişinin idraki işlemez hale getiren ve bu
şekilde iç ve dış güçleri iptal eden öfke buharının aklı başından alması
dolayısıyla çok zordur. Ona yaklaşan herkes ona nispetle yanacak bir
odun gibidir. Vekûd (odun) vav’ın fethasıyla okunur, kendisiyle ateş yakılan
demektir. Ona bir çarenin işlemesi ancak Allah’ın yardımı ile olabilir. Kabar-
mış öfkeyi yatıştırmakta; ayağa kalkmak, oturmak ya da uzanmak gibi bu-
lunduğu durumu değiştirmek belki işe yarayabilir. Çünkü hareket, beyni
kaplayan dumanı kısmen dağıtır ve böylece öfke genel olarak diner. Ve genel
olarak sıcaklığın dinmesi için soğuk su içmek ve uyumak. Ama burada bir
sorun olduğu açıktır. Çünkü uyku bu kabarmanın dinmesine bağlıdır. Bunu
gidermenin aklî ve şer‘î yollarından biri soğuk suyla abdest almak, Bir ve Yüce
olan Allah’a yakarmaktır. Geriye sadece öfkenin sıkça rastlanan uzak bir sebebi
kalınca, müellif bunun az olduğuna işaret edecek şekilde şöyle dedi:
[Bazen de öfke, arzu ettiği şeyi elde etmesine engel olunduğunda
meydana gelebilir. Bazen niteliği sapabilir. Ve kişi hayvanlara ve cansız
varlıklara sövmeye başlar. Başkasından, sadır olan bu çirkin eylemleri
ve kötü durumları gözlemlemek ve onu çirkin bulmak ona bunun
kendinde çirkinliğini gösterir.]
Bazen de öfke, kendisinde yırtıcılığın hâkim olduğu nefsin meylettiği
arzu sebebiyle, ister cinsel ister yiyecek ister giyecek ya da başka bir türden
olsun arzu ettiği şeyi elde etmesine engel olunduğunda meydana gelebi-
lir. Cinsel arzu spermin dolmasıyla tabiplerin “manya” olarak adlandırdık-
ları yırtıcı bir deliliğe götürür. Bundan da öfke doğar. Bazen niceliği sabit
kalmakla birlikte niteliği sapabilir ve kişi idraki ve muhakemesi kapandı-
ğından dolayı hayvanlara ve cansız varlıklara söver. Böylece delilerin ve
çocukların yapacağı şeyleri yapar. Tıpkı ay ışığına uluyan köpek gibi olur.
Müellif öfkenin her bir sebebinin tedavi yollarına işaret ettik-
ten sonra öneminden dolayı hepsinin birden tedavi yoluna işaret etti
ve şöyle dedi: Başkasından, öfkeli kimseden durum ya da temayül
olarak sadır olan bu çirkin eylemleri ve kötü durumları gözlem-
lemek ve onu çirkin bulmak yani müşâhede (gözlemlemek)’ye atıf-
la bu fiillerin aklen ve şer‘an ayıp olması, ya da hâzîhi (bu)’ya atıfla,
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪119‬‬

‫א ا‬ ‫ه‪ ١‬ا‬ ‫ج‬ ‫ا‬ ‫אج‬ ‫ا‬ ‫]‪٢٣‬ب[‬ ‫وأ ّ א ا‬


‫و א‬ ‫ّ إدراك א‬ ‫ا ن‬ ‫إ‬ ‫ا‬ ‫אن دم ا‬ ‫ا א‬
‫ّ‬ ‫ا او א‬ ‫د‬ ‫כ ن כא‬ ‫ب‬ ‫وכ ّ א‬ ‫اه ا א ة وا א‬
‫ا‬ ‫כ‬ ‫א ‪ ٢‬ا כ ا ّب‪ .‬ور ّ א‬ ‫إ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫‪.‬‬
‫ّ‬ ‫כ‬ ‫אع‪ّ ،‬ن ا‬ ‫כא אم وا د وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا א‬
‫و ب ا אء ا אرد‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫‪٣‬‬
‫כ‬ ‫אغ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا د‬
‫אن‪ّ ،‬ن ا م‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫ارة‬ ‫כ אا‬ ‫وا م‬
‫א אء ا אرد‪،‬‬ ‫ّ‬ ‫ًא ا‬ ‫ً و‬ ‫أ אب د‬ ‫אن‪ .‬و‬ ‫כ نا‬ ‫ّ‬
‫ع أ אر‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫‪ .‬و ـ ّא‬ ‫ا ّ ا כا ا‬ ‫ّع إ‬ ‫وا‬
‫ل אل‪:‬‬ ‫א‬ ‫إ‬
‫ا א‬ ‫ور ّ א ردأت כ‬ ‫ة إذا‬ ‫ا‬ ‫כ ن‬ ‫]و‬
‫א‪[.‬‬ ‫ه ّ‬ ‫א א‬ ‫אل وا‬ ‫ها‬ ‫אدات و א ة‬ ‫وا‬
‫אا‬ ‫ا א‬ ‫إ אا‬ ‫ةا‬ ‫ا‬ ‫כ نا‬ ‫و‬
‫א‪ .‬و‬ ‫أو‬ ‫أو א‬ ‫ا‬ ‫أو‬ ‫اء כא‬ ‫א‬ ‫ة‬ ‫כا‬ ‫إذا‬
‫ّ‬ ‫א‪،‬‬ ‫ّאء‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫نا‬ ‫ا‬ ‫ّ إ‬ ‫ءا‬ ‫א‬ ‫ّدي ا‬
‫אدات כ‬ ‫ا א وا‬ ‫אء כ‬ ‫ور ّ א ردأت כ‬ ‫ا‬
‫אن‪ ،‬כ ن כא כ‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫א‬ ‫ب ا دراك وا ذ אن‪،‬‬
‫‪.‬‬ ‫را‬ ‫ا אوي‬
‫ا כ م أ אر‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫أ אب ا‬ ‫כّ‬ ‫א‬ ‫و ـ ّ א أ אر إ‬
‫אل ا‬ ‫ه ا‬ ‫אل و א ة‬ ‫אم‬ ‫א ]‪٢٤‬أ[‬ ‫א‬ ‫إ‬
‫א א‬ ‫א ً أو א ً وا‬ ‫ا א‬ ‫ا אدرة‬ ‫ال ‪ ٥‬ا‬ ‫وا‬
‫ه‬ ‫ً א أو‬ ‫ً و‬ ‫א‬ ‫א ة أي כ‬ ‫ا‬ ‫ه‬
‫‪ ٤‬ه – ﻻ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﻟﺴﱰ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ع‪ :‬اﻷﻓﻌﺎل‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬ﺑﻌﻨﺎﻳﺖ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ع‪ :‬ﻓﻠﻴﺴﻜﻦ‪.‬‬
120 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

bu fiillerin sonuçlarının utanç verici olduğunu gözlemlemek, kendinde be-


dihî bile olsa, bu fillerin kendinde çirkinliğini gösterir. Vav’ın birlikte
anlamında olması mümkündür. Min gayrihî (başkasından) sözü müşâha-
de’ye (gözlemlemek) ya da istihcânihî’ye (çirkin bulmak) tenâzu‘ yoluyla
müteallıktır.
Bil ki, öfke hızlılık ve yavaşlık açısından dokuz kısma ayrılır. Çünkü
meydana gelmesi ya hızlı ya yavaş ya da ortadır. Geçmesi de böyledir. Üç
üçle çarpılınca dokuz olur. En hafifi yavaş gelen hızlı gidendir, en ağırı bu-
nun tersi olandır. Buna eklenebilecek daha birçok konu vardır. Ebherî’nin
zikrettiği üzere bunlar yedi sınıftır: pişmanlık, dünyada ya da ahirette karşı-
lık görmekten korkmak, sevdiklerini yitirmek, düşmanlarını diline düşür-
mek, rezil kimselerin istihzası, mizacın değişmesi, öfke gücünün tefritinden
kaynaklanan hastalıklardan acı çekmek.
[Ödleklik. Bunu aşağılık, düzensizlik, mahremin ayaklar altına alın-
ması izler. Tedavisi tehlikelere dalmak ve yorucu işlere atılmak ve ölü-
mün zorunlu olduğunu hatırlamaktır.]
2) Ödleklik: Bu, intikam arzusunun yok olması sebebiyle nefsin ha-
reket gereken yerde hareketsiz olmasıdır. Bunu izleyen, sapkın birçok du-
rum vardır. En meşhurları on tanedir. Müellif bazısına şöyle işaret etti:
Bunu şunlar izler: aşağılık ve nefsin ezikliği; kötü bir yaşayış, başkasının
malına tamah, kendisine zulmedilmesi gibi dünya işlerinde düzensizlik;
iftira, sövgü ve istihzayı duyup ona tahammül etme şeklinde mahremin
ayaklar altına alınması, buraya kendisi ve ailesi hakkında bütün çirkin-
liklere razı olmak dahildir. Önemli işlerin aksaması, sebatsızlık, tembellik,
azarlanmayı gerektiren şeyleri işlemek de bunlardandır. Noktalı hâ’nın ve
vav’ın fethasıyla okunan haver (gevşekliğe) gelince o, korkaklığın eklenti-
lerindendir, bizzat kendisi değildir. Çünkü haver, denildiğine göre insanın
her olayda hemen endişelenmesi ve etkilenmesidir. Korkaklığın sebebi ya
nefsin ahmaklığından dolayı zararlı şeyleri düşünmemek ya da rahatını
bozmamak için onları gidermeyi umursamamaktır. Dolayısıyla Allah için
öfkelenmesi gereken yerde sakin kalır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪121‬‬

‫‪.‬‬ ‫א‬ ‫א وإن כאن‬ ‫א‬ ‫אن آ אر א ّ‬ ‫أي و א ة ا‬


‫אن‬ ‫א ة وا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ه‬ ‫‪.‬و‬ ‫و כ أن כ ن ا او‬
‫ا אزع‪.‬‬

‫و‬ ‫أ אم؛ ّن‬ ‫إ‬ ‫ء‬ ‫وا‬ ‫א אر ا‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫وا‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫با‬ ‫ّ ‪ ،‬وכ ا زوا ‪.‬‬ ‫ء أو‬ ‫أو‬ ‫إ ّא‬
‫כ ةأ א א‬ ‫ا‬ ‫ذ כ‪ .‬و‬ ‫כ‬ ‫ا وال‪ ،‬وأ‬ ‫وأ ّ א ء ا وض‬
‫אزات א ً أو آ ً و‬ ‫فا‬ ‫و‬ ‫ي‪ :‬ا ا‬ ‫א ذכ ه ا‬
‫اض‬ ‫ا‬ ‫اج وا ّ ‪ .‬و‬ ‫اء ا راذل‪ ١‬و ّ ا‬ ‫اء وا‬ ‫א ا‬ ‫ّאء و‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫ا א‬

‫אوف‬ ‫ا‬ ‫ض‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫ل وا אك ا‬ ‫ا لّ وا‬ ‫‪،‬‬ ‫]ا‬


‫ت‪[.‬‬ ‫وذכ و ب ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ام‬ ‫وا‬

‫אم‪ .‬و א‬ ‫ةا‬ ‫ن‬ ‫כ‬ ‫با‬ ‫و‬ ‫כ نا‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫‪٤‬‬
‫ا لّ و א‬ ‫א‬ ‫ّ ‪٣‬إ‬ ‫ة‪ .‬أ אر ا‬ ‫‪٢‬‬
‫א‬ ‫אت رد ّ أ‬
‫א و כّ ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ءا‬ ‫ل أ ا א‬ ‫وا‬ ‫ا‬
‫ّ א‬ ‫اء‬ ‫وا‬ ‫ا ف وا‬ ‫אع ا ا‬ ‫א‬ ‫وا אك ا‬
‫ا ر‬ ‫وا אل‪ .٥‬و א ا‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫א כّ‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫ا אء‬ ‫ر‬ ‫‪ .‬وأ ّ א ا‬ ‫ا‬ ‫وار כאب א‬ ‫ّ و ّ ا אت وا כא‬ ‫ا‬

‫‪ ّ ،‬أن ع ا אن و ّ‬ ‫ا ا‬ ‫وا او‪٢٤] ٦‬ب[‬ ‫ا‬


‫دة‬ ‫ّر ا א‬ ‫إ ّא م‬ ‫ا‬ ‫א ‪.‬و‬ ‫אن‬ ‫כّ‬ ‫ًא‬
‫‪ .٧‬כ‬ ‫כ ا‬ ‫אره כ ن ا ا‬ ‫ما א ة‬ ‫أو‬ ‫ا‬
‫ا ّ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫אم‬

‫‪ ٥‬ع‪ :‬ﻋﻴﺎل‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻷرذال‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫‪ ٦‬ع‪ :‬اﻟﻮار‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﺷﻬﻮرﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ٧‬ع‪ :‬اﻟﺪﻓﻴﺔ‪.‬‬ ‫ه – اﳌﺼﻨّﻒ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﺎﻳﺔ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
122 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Tedavisi tehlikelere dalmak ve yorucu işlere atılmaktır. Mehâvif (teh-


likeler), ism-i mekan olan mehâf (tehlike)’nin çoğuludur. Me‘âtib (harap
edici işler), ma‘teb’in (harap edici iş) çoğuludur. Harap edici iş, dalgalı
denizlerde yolculuk yapmak, zorlu yollarda sefere çıkmak, ebedî helakten
kurtulmak için kendisini tehlikelere atmak gibi harap olmanın ve helakin
yeridir. Allah Teâlâ’nın şu buyruğu ile çelişmez: “Kendinizi kendi elinizle
tehlikeye atmayın.” (el-Bakara, 2/185) Bunun yanında ölümün zorunlu ol-
duğunu hatırlamaktır. Ölümün zarurî olduğunu, ondan kurtuluş olmadı-
ğını düşünmektir. Çünkü ölüm, kendisine götüren şeyi değersizleştirir. Bu
yüzden Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Hazları yok eden ölümü çokça
hatırlayın.”1 Ölüm, hayat şanından olan bir şeyde hayat bulunmamaktır.
Ölümün yaratılması ise onu Allah’ın dilemesidir veya hayatın zıddı olan
araz demektir. Korkaklığın eklentilerinden olan ölümden ve başka şeylerden
korkmak yerildiği için müellif tedavisine şu sözüyle işaret etti:

[Korku. Eğer mümkünse sebebinin terkiyle, değilse kendisini alış-


tırmakladır.]
3) Korku: eğer terki mümkünse sebebinin terkiyle, değilse kendi-
sini alıştırmakla tedavi edilir. Yani eğer sebepleri terk edemiyorsa; sebep,
ölüm gibi meydana gelmesi elinde olmayan zorunlu bir şeyse o halde teda-
visi kendisini alıştırmak; bunun kötülüğü çabuklaştırmak, vaktinden önce
gerçekleşmesine sebep olmak dışında hiçbir netice vermeyeceğini sürekli
düşünmek sûretiyle nefsin hareketini ve telaşını sakinleştirmektir.
Bil ki korku, gidermeye gücünün yetmeyeceği bir kötülük beklediğinde
nefse ilişen bir durumdur. Bu kötülük ya yaşlılık ve ölüm gibi gerçekleşmesi
zorunlu olan bir şeydir. Nitekim bunun tedavisi nefsi bunun gerçekleşeceği
konusunda sakinleştirmek ve bunu sürekli hatırlamakla ve düşünmekle vakit
kaybetmemektir. Yahut gerçekleşmesi zorunlu olmayan bir şeydir. Bunun
tedavisi ise herhangi bir şekilde imkân dâhilindeyse sebebini ortadan kaldır-
maktır. Eğer mümkün değilse söz konusu şeye kendini alıştırmaktır. En bü-
yük korku ölüm korkusudur. Fakat bu düşünen nefsin mahiyeti, ölümsüzlü-
ğü, ölümün keyfiyeti, ölüm ötesi gibi konularda bilgisizlikten kaynaklanır.

1 Tirmizi, “Zühd”, 4.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪123‬‬

‫א‬ ‫ا‬ ‫ام‬ ‫כאن وا‬ ‫אف ا‬ ‫אوف‬ ‫ا‬ ‫ض‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫و א ة‬ ‫أ ا‬ ‫كכ כ با‬ ‫وا‬ ‫ّا‬ ‫‪.‬و‬
‫ي‬ ‫كا‬ ‫ا‬ ‫ص‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫وإ אء ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ا ّ‬
‫﴿و َ ُ ْ ُ ا ِ َא ْ כُ ْ ِا َ ا ْ ُכَ ِ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ َ َ ةِ‪ ١(٥٨١/٢ ،‬وذכ‬
‫א ‪َ :‬‬ ‫א‬
‫ن א ّدي‬ ‫ّ‬ ‫ص‬ ‫وري‬ ‫تأ‬ ‫ت أي ّכ ّ‬
‫أن ا‬ ‫و با‬
‫‪،‬‬ ‫ّא‬ ‫אة‬ ‫ما‬ ‫ت‬ ‫و ا ورد‪» :‬أכ وا אدم ا ّ ات«‪ ،٢‬وا‬ ‫إ‬
‫ًא‬ ‫ه‬ ‫و‬ ‫ف‬ ‫ّאد א‪ .‬و ـ ّ א כאن ا‬ ‫ض‬ ‫ه أو‬ ‫و‬
‫‪:‬‬ ‫أ אر إ‬ ‫ا‬ ‫ا‬

‫‪[.‬‬ ‫א‬ ‫إن أ כ وإ‬ ‫ك‬ ‫ف‪،‬‬ ‫]وا‬

‫أي وإن‬ ‫א‬ ‫כ وإ‬ ‫‪٤‬‬


‫‪ ٣‬إن أ כ‬ ‫أي א‬ ‫ك‬ ‫ف‬ ‫وا‬
‫ت‬ ‫ور ًא כא‬ ‫כ نو‬ ‫و‬ ‫כ‬ ‫כ و‬ ‫כ‬
‫אل‬ ‫ىا‬ ‫ًא‬ ‫‪٥‬‬
‫أّ‬ ‫اب‬ ‫כ وا‬ ‫ا‬ ‫و כ א‬
‫أوا ‪.‬‬ ‫א‬ ‫ا כ وه وا‬

‫‪ .‬وذ כ‬ ‫د‬ ‫ر‬ ‫כ وه‬ ‫ّ‬ ‫ض‬ ‫ف‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫ا‬
‫و م‬ ‫כ ا‬ ‫ت‬ ‫ع כא م وا‬ ‫وري ا‬ ‫ا כ وه إ ّ א‬
‫إن أ כ‬ ‫إزا‬ ‫ع‬ ‫כ ا‬ ‫כ ه و כ ه‪ .٦‬أو‬ ‫ا‬

‫ت‪ .‬כ ّ‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫فا‬ ‫ا‬ ‫כ ر‪٢٥] .‬أ[ وأ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ه وإ‬ ‫ا‬
‫ه‪.‬‬ ‫‪٧‬‬
‫تو א‬ ‫ا‬ ‫و א א وכ‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אش‬
‫ٍ‬

‫س ‪ +‬أي‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ع ‪ +‬ﻓﺈ ّن ذﻟﻚ إﻟﻘﺎء إﱃ اﳌﻔﺎزة ﰲ اﳊﻘﻴﻘﺔ‪.‬‬


‫ه‪ :‬ﲟﻼﺣﻈﺔ أ ّن ﻓﻜﺮﻩ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ات« ﺳﻨﻦ اﻟﺮﲤﺬي‪ ،‬اﻟﺰﻫﺪ‬ ‫‪» ٢‬أﻛﺜِﺮوا ذﻛﺮ ﻫﺎ ِد ِم ﱠ‬
‫اﻟﻠﺬ ِ‬ ‫ُ‬
‫ه ‪ -‬وﻓﻜﺮﻩ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫‪.٤‬‬
‫ع‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪ ٣‬ه – ﺑﻪ‪.‬‬
124 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Şu halde bunun hakikatini bilen ve kemale götüren şeyler konusunda çaba


sarf eden, Allah’ın rahmetinin genişliğini fark eden kimse ölümü umur-
samaz ve kaybedeceği şeyleri düşünüp acı çekmez. Sufiler bunun tabiî ve
zorunlu ölümden önce nefsanî arzuları terk etmek ve tamamen Allah’a
yönelmek sûretiyle isteyerek ve seçerek ölmekten geçtiğini söylerler. Bu
yüzden şu hadis gelmiştir: “Ölmeden önce ölünüz.”1 Platon’dan şöyle nak-
ledilmiştir: “İradeyle ölürsen, tabiî olarak yaşarsın.” İbn Sina Ölüm Kor-
kusunu Gidermeye Dair Risâle’sinde şöyle der: “Ölümden korkmak ancak
ölümü bilmeyen, öldükten sonra yok olacağını, nefsinin ortadan kalkaca-
ğını ve âlemin kendisinden sonra var olmaya devam edeceğini zanneden
ya da ölümün hiçbir hastalığa benzemeyen bir hastalık olduğunu sanan ya
da ölümden sonra ceza göreceğini düşünen ya da bu konuda kararsız olan
ya da öldükten sonra ardında bırakacağı mala mülke, çocuklara, aileye
üzülen kişiye mahsustur. Bütün bunlar boş düşüncelerdir. Çünkü ölüm,
bir zanaatkârın aletlerini kullanmayı bırakıp bir süre dinlenmeye çekilmesi
gibi, nefsin aletleri olan uzuvları ve duyuları kullanmayı bırakmasından
başka bir şey değildir. Nefis, beden dağıldıktan sonra yok olmayacak bir
cevherdir. Nitekim bedenden ayrıldıktan sonra var olmaya devam eder
ve maddenin getirdiği üzüntülerden arınır ve ölüm insanın gerçekliğinin
tamamlayıcısı olduğundan devamlı bir mutluluğa kavuşur. Çünkü o düşü-
nen ölümlü bir canlıdır. Ölüm onun kemalidir. Zira onunla en yüce mer-
tebeye uçar, Allah’ın bekasına varır. Sınırsız ve nurlu âleme döner, sınırlı
ve sahte olan âlemden kurtulur. Ölümden korkmak, tamamlanmaktan
korkmak ve eksik kalmaya çalışmak demektir.” Senin gerçekte bu duyulur
bünyeden ibaret olduğunu sanma. Bilakis sen özel soyut bir cevhersin. Bu
yüzden şair şöyle demiştir:
“Nefsinle ilgilen ve onun faziletlerini tamamla
Sen bedenle değil nefisle insansın.”

1 Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâru’l-merfû‘a fi’l-ahbâri’l-mevzû‘a, (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1986), s. 348.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪125‬‬

‫اّ‬ ‫ر‬ ‫ا כ אل و‬ ‫א ّدي إ‬ ‫ا אل و‬ ‫ف‬


‫ذכ‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ّ א ت‪ .‬وذכ ‪ ١‬ا‬ ‫تو‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫אل‬ ‫ا‬
‫ات‬ ‫ك ا‬ ‫اري‬ ‫ا‬ ‫ت ا‬ ‫ا‬ ‫אري‬ ‫ُت ا رادي ا‬ ‫ا‬
‫ا«‪ ،٢‬و‬ ‫أن‬ ‫ا‬ ‫א כ ّ ‪ .‬و ا ورد‪» :‬‬ ‫א‬ ‫اّ‬ ‫א وا ّ إ‬ ‫ا‬
‫‪٥‬ر א ا‬ ‫‪٤‬‬
‫א‬ ‫‪ .‬אل ا‬ ‫א‬ ‫א رادة‬ ‫‪٣‬‬
‫ن‪:‬‬ ‫أ‬
‫ت‬ ‫ري ا‬ ‫ضإ‬ ‫ت‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫إن ا‬
‫ت‪ّ :‬‬ ‫ا‬ ‫ا ّ‬
‫ت أ ـ ًא‬ ‫ّا‬ ‫ه أو‬ ‫‪٦‬‬
‫وا א‬ ‫ذا و‬ ‫ّ‬ ‫ّ أ ّ إذا אت ا‬ ‫و‬
‫ذ כ أو‬ ‫ّ‬ ‫ت أو‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫اض أو‬ ‫أ ا‬ ‫ًא‬
‫‪ّ .٧‬ن‬ ‫ن א‬ ‫ا אل وا و د وا אل‪ .‬و ه כ ّ א‬ ‫א‬ ‫ّ‬
‫اس כ ك‬
‫ّ‬ ‫אء وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אل آ‬ ‫ا‬ ‫كا‬ ‫ًא أכ‬ ‫ت‬ ‫ا‬
‫اب‬ ‫وإن ا‬
‫أو א ‪ّ .‬‬ ‫ا‬ ‫‪ ٨‬وا‬ ‫ا א آ‬
‫אدة دا‬ ‫و‬ ‫כ ورات ا‬ ‫و‬ ‫ا ن‪ .‬ذا אر א‬
‫ت כ א ؛ إذ‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ان א‬ ‫אن‪ّ ،‬‬ ‫ا‬ ‫ت אم‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬
‫ق وا ر‬ ‫א ا‬ ‫إ‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫אء ا ّ‬ ‫إ‬ ‫و‬ ‫أ ‪٩‬ا‬ ‫إ‬
‫ا אم و א כ‬ ‫ف‬ ‫ف‬ ‫وا ور‪ ،١٠‬א‬ ‫א ا‬ ‫ّ‬ ‫و‬
‫‪١٢‬‬
‫أ‬ ‫‪١١‬‬
‫س‬ ‫اا כ ا‬ ‫]‪٢٥‬ب[‬ ‫ا‬ ‫ّ أ ّכ‬ ‫אن‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫‪:١٥‬‬ ‫ص‪ .١٤‬و ا‬ ‫ّد ا‬ ‫‪ ١٣‬ا‬ ‫ا‬

‫َ َ ْ َ ِא ْ ِ َ ِא ْ ِ ْ ِ ِإ ْ َ ُ‬
‫אن‬ ‫َأ ْ ِ ْ َ َ ا ْ ِ َوا ْ َכْ ِ ْ َ َ א ِ ِ َ א‬

‫ع‪ :‬أﻓﻖ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه ‪ :‬ﻗﺎل‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ه ‪ -‬وﻳﺼﲑ إﱃ ﺑﻘﺎء اﷲ ﺗﻌﺎﱃ وﻳﺮﺟﻊ إﱃ ﻋﺎﱂ‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﻋﻠﻲ اﻟﻘﺎري‪ ،‬اﻷﺳﺮار اﳌﺮﻓﻮﻋﺔ ﰲ اﻷﺧﺒﺎر اﳌﻮﺿﻮﻋﺔ‪،‬‬ ‫‪٢‬‬
‫اﻹﻃﻼق واﻟﻨﻮر وﻳﺘﺨﻠّﺺ ﻣﻦ ﻋﺎﱂ اﻟﺘﻘﻴﻴﺪ واﻟﺰور‪.‬‬ ‫)اﳌﻜﺘﺐ اﻹﺳﻼﻣﻲ‪ ،‬ﺑﲑوت‪ ،(١٩٨٦ ،‬و‪.٣٤٨:‬‬
‫ه‪ ،‬ع‪ :‬اﳌﺨﺼﻮص‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﻮت‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه – ﻫﻮ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬ﺳﻨﺎﱐ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬اﳉﻮاﻫﺮ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ع – ﰲ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬اﶈﻀﻮر؛ ه‪ :‬اﶈﺴﻮس‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﺒﻘﻪ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
‫ه‪ :‬ﻛﻤﺎ ﻗﺎل‪.‬‬ ‫‪١٥‬‬ ‫ه ‪ +‬وأوﻫﺎم ﻋﺎﻃﻠﺔ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬
‫ع‪ :‬اﻵﻟﺔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬
126 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Ölüm nefsin bedenden ayrılmasıdır. Bunda bir acı yoktur. Ancak bir-
leşmekte acı olabilir. Çünkü ayrılma esnasında beynin güçleri işlemez hale
geldiğinden acı hissetmezsin. Böyle denilmiştir. Cezalandırılma korkusu,
ölümden değil, günahlardan korkudur. Bir şeyden korkan kimse o şeyin
imkân dâhilindeki sebebinden kaçınır, reziletleri bırakır, faziletlerle süslenir.
Arzulardan, evlatlardan geride bırakacağı şeylere üzülmekse en garip haller-
dendir. “Mal ve evlatlar, dünya hayatının süsleridir. Kalıcı salih ameller Rab-
bin katında sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.” (el-Kehf, 18/46)
Şehvet gücünün ifratından kaynaklanan hastalıklardan biri açgözlü-
lüktür:
[Açgözlülük. Tedavisi, hayvanlarla bu konuda ortak olduğunu, hazla-
rının azlığını ve süresinin kısalığını, arzu edilen şeylerin değersizliğini dü-
şünmek, şehvet gücünün hikmetini anlamaya çalışmak, nefsin ayartma-
ları karşısında iyice düşünüp taşınmak, alıkoyacak ilmî düşüncelerle ve
benzeriyle meşgul olmak ve dünyaya yöneltecek şeylerden kaçınmaktır.]
1) Açgözlülük: dünyayla ilgili şeyleri elde etme konusunda aşırıya git-
mektir. Zira ilim ve benzeri dinî konularda hırs övülmüştür.
Şu yollarla tedavi edilir: bu konuda hayvanlarla ortak olduğunu
düşünmek. Bir şeydeki ortakların aşağılığı o şeyin de aşağılığını gerekti-
rir. Hazlarının azlığını ve süresinin kısalığını düşünmek. İki zamir de
kendisi konusunda açgözlülük duyulan şeylere işaret etmektedir. İkinci
zamirin hazza işaret ediyor olması da mümkündür. Arzu edilen, açgöz-
lülük duyulan şeylerin değersizliğini düşünmek. Nitekim “arzu edilen
şeylerin hazzını ve bunların değersizliğini” deseydi daha anlaşılır olur-
du. Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Eğer dünya Allah’ın gö-
zünde bir sineğin kanadı kadar etseydi, bir kâfire ondan bir yudum su bile
içirmezdi.”1 Şehvet gücünün hikmetini anlamaya ve bilmeye çalışmak.
Ki onun yaradılışındaki maslahat, kişinin tabiatına hoş gelen şeyleri çek-
mek sûretiyle şahsının ve türünün devamını sağlamaktır, yoksa sadece çe-
şitli hazlarla gönül eğlendirmek için değildir. Bu tefekkür’e (düşünmek)
atıftır, müşâreket’e (ortak olduğuna) değil. Nitekim böyle denilmiştir.
1 Tirmizî, “Sıfâtu’l-kıyâme”, 13.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪127‬‬

‫ّ ‪١‬ا‬ ‫ا ّ אل إذ‬ ‫אإ‬ ‫ا نو أ‬ ‫ت אر ا‬ ‫ّا‬


‫‪٣‬‬
‫ف‬ ‫ا אب‬ ‫ف‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫אכ א‬ ‫א‬ ‫ّ ا ىا‬ ‫‪٢‬‬
‫ا اق‬
‫ك‬ ‫‪٤‬‬
‫כ‬ ‫ا‬ ‫ّز‬ ‫ء‬ ‫אف‬ ‫ت‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ب‬ ‫ا‬
‫وا אت‬ ‫ات وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א ‪ .‬وا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫ا ذا‬
‫אت ا א ِ َ ُ‬
‫אت َ ْ ٌ‬ ‫ا א ت ﴿ َا ْ َ אلُ َوا ْ َ ُ َن ز َ ُ ا ْ َ ٰ ِة ا ْ َא َوا ْ َא ِ َ ُ‬ ‫أ‬
‫ِ ْ َ َر ِّ َכ َ َ ا ًא َو َ ْ ٌ َا َ ً﴾ ) ُ َر ُة ا ْכَ ْ ِ ‪.(٤٦/١٨ ،‬‬

‫‪:‬‬ ‫إ اط ا ّ ة ا‬ ‫اض ا א‬ ‫ا‬ ‫و‬

‫ّ א‬ ‫ا אو‬ ‫ّ‬ ‫ا אت و‬ ‫אرכ ا‬ ‫א כّ‬ ‫ص‪ ،‬א‬ ‫]ا‬


‫ت‬ ‫وإ א ا أي‬ ‫اج כ ا ّ ة ا‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫ي א‪[.‬‬ ‫א‬ ‫אب‬ ‫א وا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫אت و‬ ‫אل א‬ ‫وا‬ ‫ا‬

‫ا‬ ‫أ‬ ‫ص‬ ‫א‪ .‬إذ ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫ا א‬ ‫صو‬ ‫ا‬
‫وح‪.٦‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ه‬ ‫و‬ ‫כא‬
‫‪٨‬‬
‫ء‬ ‫ا‬ ‫כאء‬ ‫ا אت‪ ٧‬و ّ ا‬ ‫אرכ ا‬ ‫א כ‬ ‫א‬
‫ص‬ ‫را‬ ‫ان‬ ‫אا‬ ‫ّ ا אو‬ ‫ءو‬
‫ّ ذכ ا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّة و א כ‬ ‫ا א‬ ‫א‪ .‬و ز أن כ ن ا‬
‫ُروي‬ ‫‪.‬و‬ ‫א כאن أ‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫אل ّ ة ا‬ ‫א‪،‬‬ ‫ص‬ ‫ا‬
‫כא ً ا‬ ‫א‬ ‫אح‬ ‫اّ‬ ‫ل‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫כא‬ ‫م‪» :‬‬ ‫ا‬
‫א ّن ا‬ ‫وا‬ ‫כ ا ّة ا‬ ‫اج‬ ‫אء«‪ ،٩‬وا‬ ‫א‬
‫اذ‬ ‫ّد ا‬ ‫א‬ ‫إ‬ ‫و‬ ‫אء ا‬ ‫א‬
‫‪١٠‬‬
‫‪.‬‬ ‫אرכ כ א‬ ‫ا‬ ‫ا כّ‬ ‫أّ‬ ‫ّذ‪ .‬وا א‬ ‫أ اع ا‬
‫ﻛﻞ ﺣﲔ‪.‬‬‫ه‪+‬ﰲ ّ‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﳛﺲ‪.‬‬
‫ه‪ّ :‬‬ ‫‪١‬‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﲟﻌﻮﻧﺔ اﳌﻘﺎم أو ﺑﻄﺮﻳﻖ اﻻﺳﺘﺨﺪام‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﻔﺮق‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬ﺗﻘﺘﻀﻲ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه ‪ -‬ﻣﻦ اﻟﻌﻘﺎب ﺧﻮف‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ﺳﻨﻦ اﻟﺮﲤﺬي‪ ،‬ﺻﻔﺔ اﻟﻘﻴﺎﻣﺔ ‪.١٣‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫اﻟﺘﺤﺮز ﻋﻦ‬
‫ّ‬ ‫ﻣﻦ‬ ‫ﻟﻪ‬ ‫ﺪ‬
‫ه‪ :‬ﻣﻦ ﺧﺎف ﻣﻦ ﺷﻲء ّ‬
‫ﺑ‬ ‫ﻻ‬ ‫‪٤‬‬
‫ه ‪ -‬واﻟﻈﺎﻫﺮ أﻧّﻪ ﻋﻄﻒ ﻋﻠﻰ ّ‬
‫اﻟﺘﻔﻜﺮ ﻻ اﳌﺸﺎرﻛﺔ ﻛﻤﺎ‬ ‫‪١٠‬‬ ‫أﺳﺒﺎﺑﻪ اﳌﻤﻜﻨﺔ‪.‬‬
‫ﻗﻴﻞ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻌﻤﻞ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
128 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Nefsin ayartmaları karşısında iyice düşünüp taşınmak, yani nefsin kötü


şeyleri süslemesi, güzel ve tatlı gibi göstermesini engellemek için onu ida-
re etmek. Şöyle ki nefis çoğu vakit arzuları elde etmeye dalarak ve bunda
açgözlülük göstererek, faziletleri ve kemâlâtı elde etmekle meşgul olmaz.
Alıkoyacak, yani onu meşgul edip dünyevî istekleri unutturacak ilmî dü-
şüncelerle yani ilmî görevler ve bunun dışında cüz’î zanaatler ve benzeriyle
meşgul olmak ve dünyaya yöneltecek ve ona sevk edecek şeylerden ka-
çınmak. Çünkü ilimle meşgul olmak yeme, içme, giyinme, barınma, binek
kullanma gibi başka hayvanî arzulara olan açgözlülüğü zayıflatır. Üstelik
oburluk zekâyı yok eder.

Bunların yanında bir de cinsel arzuya duyulan açgözlülük vardır. Bu


icma ile, insan için en zararlısıdır. Bu açgözlülük insanı, bozuk tahayyüller
yoluyla mecazi aşk olarak ifade edilen ifrat derecesindeki sevgiye götürür.
Böylece dünya ve ahiretin hüsranına sebep olur. Bunun isteksiz nefisleri
harekete geçirmek için bir tedavi yolu olması ise zehirle tedavi kabilindendir.
“Mecaz hakikatin ölçüsüdür” sözü hayvanî şehvetin ifratından doğan mecazi
aşk hakkında değildir. Bilakis o mecazın letafetinin tamlığının ve hayvanî
ruhun inceliğinin en üst itidalinden kaynaklanan aşk hakkındadır. Böylece
bu mecaza sahip olan kişi ne zaman güzel ve mükemmel bir şey görse âşık
ve maşukun Gerçek Bir’e benzer şekilde kuvvetli bir uyum ve birlik içinde
olduğu aşk mertebesine çıkacağı şekilde ona meyleder. Bunlardan biri, bir-
biriyle uyumlu notaların meydana getirdiği nağmelerdir. Ne zaman insanın
mizacı itidale en yakın olursa hayvanî ruh daha ince, daha aydınlık ve me-
lekut âleminin basit cisimlerine daha çok benzer olur. Dolayısıyla düşünen
nefisten buraya yansıyan sûretler daha berrak olur ve Gerçek Bir’e duyulan
gerçek aşka doğru yükselir. Böylece İşrâki felsefe kitaplarında ayrıntılı bir
şekilde anlatıldığı gibi, onun nuruyla aydınlanmış ve korunmuş olur, onun
etkilerinden etkilenir. Şehvet gücünün tefritinden kaynaklanan hastalıklar-
dan biri de tembelliktir:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪129‬‬

‫אت ا‬ ‫د‬ ‫أي إدار ]‪٢٦‬أ[‬ ‫تا‬ ‫وإ א ا أي‬


‫א‬ ‫ا‬ ‫אن وا‬ ‫رة ا‬ ‫א ‪ ،‬وإراء א‬
‫أכ ا و אت‬ ‫א‬ ‫ص‬ ‫ات وا‬ ‫ا‬ ‫אك‬ ‫وا כ א ت א‬
‫א‬ ‫و‬ ‫א ا‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫‪١‬‬
‫و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אت أي ا‬ ‫אل א‬ ‫وا‬
‫ض‬ ‫אو‬ ‫‪٢‬‬
‫ي‬ ‫אب א‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א أي‬ ‫א‬
‫אت ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ص‬ ‫ا‬ ‫‪٣‬‬
‫אل א‬ ‫א‪ّ ،‬ن ا‬
‫‪.‬‬ ‫‪٥‬ا‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫اכ‬ ‫אכ ‪ ٤‬وا‬ ‫وا‬ ‫אرب وا‬ ‫כא כ وا‬

‫ّدي‬ ‫אع‪ .‬و‬ ‫אن א‬ ‫ا‬ ‫أ ّ‬ ‫ة ا אع‪ .‬و‬ ‫ص‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫אزي‪ .‬כ ن‬ ‫ا‬ ‫א א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א ّ تا א ةإ‬ ‫ا‬
‫سا א ةإ‬ ‫כا‬ ‫ًא‬ ‫ة‪ .‬وכ‬ ‫ان ا א وا‬ ‫ًא‬
‫ّا‬ ‫ةا‬ ‫ا אز‬ ‫ا ج א ّ‪.‬و‬ ‫اכ א ت‬
‫כ אل א‬ ‫‪٧‬ا א‬ ‫ا‬ ‫ةا‬ ‫إ اط ا‬ ‫ا אزي‪ ٦‬ا ي‬
‫ًא‬ ‫אز כ ّ א א‬ ‫اا‬ ‫א‬ ‫א‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ا و א ا‬ ‫אز ور ّ ا وح ا‬ ‫ا‬
‫ق‬ ‫وا‬ ‫אرك ا א‬ ‫ا‬ ‫ّرج إ‬ ‫א ً‬ ‫אر إ‬ ‫כא ً‬
‫ّכ‬ ‫אن ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫ةا‬ ‫إ ا‬ ‫وا ّ אد ا‬ ‫ّة ا א‬
‫ال כאن ا وح‬ ‫ا‬ ‫אن‪ ٨‬أ ب إ‬ ‫اج ا‬ ‫‪ .‬وכ ّ א כאن‬ ‫א‬ ‫ا אت ا‬
‫כ‬ ‫را‬ ‫‪ ،‬כ نا‬ ‫ا כ‬ ‫אم ا‬ ‫א‬ ‫أرق وأ ر وأ‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫א ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ ]‪٢٦‬ب[ إ‬ ‫‪،‬‬ ‫أ‬ ‫ا א‬ ‫ا‬
‫ا כ‬ ‫כ‬ ‫ّ ً ا אره כ א‬ ‫ّ ًرا אره و‬ ‫א‬ ‫‪٩‬‬
‫‪ ،‬כ ن‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫ا‬ ‫اض ا א‬ ‫ا‬ ‫ا ‪.‬و‬ ‫ا‬

‫ه ‪ -‬واﳌﺴﺎﻛﻦ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ه ‪ -‬أي اﻟﻮﻇﺎﺋﻒ اﻟﻌﻠﻤﻴﺔ وﻏﲑﻫﺎ‪.‬‬


‫ع‪ :‬ﺗﻨﺰﻳﻞ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫‪ ٢‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﻟﻠﻔﻘﲑ‪ :‬ﻣﺎﻫﻴﺖ ﳎﺎزى ﺣﺴﻨﻚ ﻣﺂءل‬
‫ه‪ :‬اﳌﺬﻛﻮر‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﻳﻮق ‪ /‬ﺑﺮ آﻓﺘﺎب اﻟﺴﻪ ﺑﻜﺎﻛﻢ زواﱃ ﻳﻮق ‪ /‬اﺷﺠﺎرى‬
‫ع‪ :‬ﻋﺸﻖ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﺣﻮق ﺣﺪﻳﻘﻪ ﺣﺴﻨﻚ ﻧﻪ ﻓﺎﺋﺪﻩ ‪ /‬ﺑﺎ راود ﺣﻘﻴﻘﺖ‬
‫ع‪ :‬اﻟﻨﺎس‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫اوﻟﺰر ﺎﱃ ﻳﻮق‪*.‬‬
‫ع – ﻓﻴﻜﻮن‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫‪ ٣‬ع‪ :‬ﻟﻀﻌﻒ‪.‬‬
130 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Tembellik. Nefsin ve bedenin helakine yol açar. Bu, cansız var-


lıklara benzemektir. Hikmeti ortadan kaldırır. Azimli kimselere ben-
zemeye çalışsın. Sonuçları üzerine düşünsün. Onların hikâyelerini
dinlesin. Tembellerin ve kötü akıbetlerinin yerilmesi hakkında ve
tembelliğin sebep olduğu boş işlerle uğraşmak gibi şeyler hakkında
düşünsün.]
2) Tembellik: Bu şehvet gücünü isteyerek işlevsiz bırakmaktır. Bunun
sapkın eklentileri vardır. Müellif bazılarından şöyle bahseder: Bu nefsin
helakine yol açar. Böyle olması nefsin cansız varlıklara benzer hale gelmesi
sebebiyledir. Tembellik, ileride de işaret edileceği gibi kişiyi ebedî saadete,
sonsuz nimetlere götürecek kemâlâtı elde etmekten geri durmaya iter. Ve
bedenin helakine yol açar. Çünkü tembellik; şehvet gücünün eksikliğinin
beslenme, büyüme, üreme güçlerinin eksikliğine, bu da kişinin kendisinin
ve türünün yok olmasına yol açması nedeniyle bedenin kendisi için yaratıl-
dığı şeyleri yapmamaya götürür. Bir görüşe göre dünya ve ahiret düzeninin
kendisine dayandığı şeyleri elde etme konusunda hareketsizlik ve gayretsiz-
liğe sebep olduğundan dolayıdır. Buna şöyle bir cevap verilmiştir: Bu, dünya
konusunda bünyenin eksikliğine ve ahiret konusunda yanlış inanca bağlı-
dır, şehvet gücünün işlevsiz kılınmasına değil. Kastedilen budur. Bunun
sonuçları cansız varlıklara benzemek ve istidadı boşa harcamaktır. Nitekim
müellif bu cansız varlıklara benzemektir demiştir. Çünkü tembel kişi in-
sana ve hatta hayvana mahsus tüm güçlerini işlevsiz hale getirebilir. Bunun
sebebi olarak düzenleme ve uygulamanın devre dışı bırakılması gösterilir.
Ebherî şöyle demiştir: “O hastadır, çünkü o, hayvanlara benzemeyi gerek-
tirir.” Bunu anlamaya çalış! Bunun sonuçlarından biri: hikmetin ve kişinin
beslenme ve büyüme güçlerinin tamlığına bağlı olarak kendi varlığının de-
vamı ve üreme gücünün tamlığına bağlı olarak neslin devamı olmak üzere
iki maslahat için yaratılmış olan şehvet gücünün orta kıvamda olmasına
dayanan maslahatın ortadan kalkmasıdır. Tembellik bunu iptal eder. O
da bâtınî olarak akraba ilişkilerini kesmek anlamına gelir ki bu daha önce
açıklaması geçtiği üzere, Allah’ın “Ben Rahmanım ve rahmi yarattım”1 diye
başlayan kudsî hadiste buyurduğu gibi yasaktır. Müellif problemli taraflarını
açıkladıktan sonra tedavisini anlatmaya koyuldu ve şöyle dedi:
1 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 375.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪131‬‬

‫אد وإ אل ا כ ‪.‬‬ ‫ّ א‬ ‫وا ن و‬ ‫كا‬ ‫א א‬ ‫]ا א ‪ ،‬و‬


‫وא‬ ‫و ء א‬ ‫اכ‬ ‫ّ أ‬ ‫و‬ ‫כא א‬ ‫ّ و‬ ‫أر אب ا‬ ‫א‬
‫‪[.‬‬ ‫אل א‬ ‫ا‬ ‫ّه ا א‬

‫א‬ ‫رد ذכ‬ ‫אر‪ .‬و א ا‬ ‫א‬ ‫ا ّة ا‬ ‫ا א و‬


‫ء א‬ ‫א א כ א‬ ‫אد ا א‬ ‫ّ א ّ א א‬ ‫كا‬ ‫א א‬ ‫و‬
‫وا ن‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫אدات ا‬ ‫ا כ א ت‪ ١‬ا ّد إ ا‬
‫ّد إ‬ ‫ا‬ ‫אن ا ّ ة ا‬ ‫‪٢‬‬
‫ّא‬ ‫ا ن‬ ‫ّ א‬
‫وا ع‪ .‬و‬ ‫אء ا‬ ‫إ‬ ‫ّ ةا א‬ ‫وا‬ ‫אن ا ّ ة‪ ٣‬ا אد وا‬
‫אد‪.‬‬ ‫אش وا‬ ‫אم ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫א א ا כ ن وا א‬
‫אد‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫אد‬ ‫אش و ء ا‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫را‬ ‫ّ‬ ‫ورد ّ‬
‫ّ‬
‫אد و אع‬ ‫א‬ ‫‪٤‬‬
‫ّ‬ ‫אا‬ ‫أ ا‬ ‫اد‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا ّة ا‬

‫ّ‬ ‫ا ىا‬ ‫אد ّن ا ّ אل‬ ‫ّ א‬ ‫اد כ א אل و‬ ‫ا‬


‫‪٧‬‬
‫ي‪:‬‬ ‫وا ّ ف כ א אل ا‬ ‫אط ا‬ ‫‪٦‬‬
‫ان‪ ،٥‬و‬ ‫א‬ ‫אن‬ ‫א‬
‫‪ .‬و أ ا א‪ ٨‬إ אل ا כ وا‬ ‫א‬ ‫א א‬ ‫ما‬ ‫ّ‬
‫‪١٠‬‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫אء ا‬ ‫‪٩‬‬
‫ا‬ ‫ّة ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫ا‬
‫ّ ة‪ .‬وا א‬ ‫אم ا‬ ‫ف‬ ‫‪ ،‬و אء ا ع ا‬ ‫כ אل ا ّ ة ا אد ا‬

‫ّ‬ ‫]‪٢٧‬أ[ ا‬ ‫ا‬ ‫ا ي‬ ‫ا א‬ ‫ًא‬ ‫א‪ ،‬כ ن‬


‫إ «‪ ،١٢‬כ א‬ ‫ا‬ ‫‪» :‬أ א ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫אل‪:‬‬ ‫‪١٣‬‬
‫א א‬ ‫א أ אر ا‬ ‫א‬ ‫אن‬ ‫ع‬ ‫و ‪ّ .‬‬
‫ع‪ :‬واﳌﺼﻠﺤﺔ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺘﺸﺒﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ع ‪ -‬ﺗﺘﻘﺎﻋﺪ ﻋﻦ ﲢﺼﻴﻞ‬
‫ع‪ :‬اﳌﺮﺗّﺐ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ :‬اﳊﻴﻮاﱐ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫اﻟﻜﻤﺎﻻت‪.‬‬
‫اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪،‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ه‪ :‬ﺗﻌﻄﻴﻠﻪ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫‪ ٢‬ع ‪ +‬ﻣﻦ‪.‬‬
‫و‪.٣٧٥:‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ ،‬س‪ :‬اﻷ ﺮي‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ع ‪ -‬اﻟﺸﻬﻮﻳﺔ اﳌﺆّدﻳﺔ إﱃ ﻧﻘﺼﺎن ‪٧‬‬
‫ع ‪ -‬ﺑﻌﺪ ﻣﺎ أﺷﺎر اﻋﻮﺟﺎﺟﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫أﻳﻀﺎ‪.‬‬
‫ه‪ً +‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫اﻟﻘﻮة‪.‬‬
‫ّ‬
132 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Azimli kimselere benzemeye çalışsın. Cid (azim) cim’in kesrası ile oku-
nursa çalışmak, çabalamak; fethasıyla okunursa şans anlamındadır. Mücâ-
nese’den (benzemeye çalışmak) kasıt örfen, onları gözlemlemek sûretiyle sı-
fatlarda onlarla ortak olmaktır. Bazı nüshalarda mücâlese (birlikte oturmak)
geçmektedir. Fakat benzemek bakımından birincisi daha uygundur. Bir görü-
şe göre de ikincisi birincisinin yanlış okunmuş halidir. Sonuçları, yani azmin,
dünya ve ahiret hallerinin düzeni konusunda azim sahipleri üzerinde görünen
sonuçları üzerine düşünsün. Ve cansız varlıklara benzemekten kaçınsın. On-
ların güzel hallerini içeren hikâyelerini dinlesin. Çünkü iyiyi dinlemek ona
meylettirir, aynı şekilde kötüyü dinlemek ondan uzaklaştırır. Vehim ve hayâl
gücünün, özellikle naif nefisler üzerinde duyulurlara yakınlıkları dolayısıy-
la büyük bir etkisi vardır. Tembellerin ve kötü akıbetlerinin kınanması
hakkında düşünsün. Âsârihi (sonuçlarını)’ye atıftır. Görüldüğü gibi burada
ihtibak [sözden zıt veya benzer unsurlardan birinin atılarak diğerinin ona delâ-
letiyle yetinmek anlamında edebî sanat] sanatı vardır. Bunu anlamaya çalış! Ve
tembelliğin sebep olduğu, boş işlerle uğraşmak gibi şeylerin kınanmasını
dinlesin. İbtâlu’l-hikme’ye (hikmetin ortadan kalkması) atıf olduğu açıktır.
Bu tembelliğin sonuçlarındandır ki Ebherî bunu tercih etmiştir. Bir görüşe
göre mezemme’ye (kınanması) atıf olması da mümkündür. Sebep olma yönü
şudur: Kişinin kendisi için önemli olan itidalle ilgili şeylerle meşgul olmaması
onu gereksiz işlere sevk eder. Dervişlerin, Allah’ın rızasını isteyerek ve O’na
yönelerek dünyevî kazançlardan el etek çekmeleri tembelliğe dâhil değildir.
Çünkü yaptıkları şeyin getirisi nefsi ve bedeni diriltmek ve meleklere benze-
mektir. Yine sapkın hastalıklardan biri üzüntüdür:
[Üzüntü. Kaynağı bütün taleplerini elde etmeyi ve sevdiği her şeyin
kalıcı olmasını istemektir. Bu cehalettir. O halde kalıcı sâlih amellere
yönelsin.]
3) Üzüntü: Bu, sevdiğini kaybettiğini ve istediğini elden kaçırdığını id-
rak etmesi sebebiyle nefsin daralması anında kendisine ilişen bir durumu-
dur. Kaynağı bütün taleplerini elde etmeyi ve sevdiği her şeyin kalıcı
olmasını istemektir. Bu, birbirine zıt şeyleri aynı anda içermesi dolayısıyla
kendinde imkânsız olmasından ötürü büyük bir cehalettir. Kişinin en çok
sevdiği şey kendi nefsi ve bedeni olmasına rağmen bunlar dahi zorunlu
olarak elden gidecek şeylerken diğer arzulara ne demeli? Zira bunlar yüce
Allah’ın emanetleridir. Nitekim İmam Şâfiî şöyle demiştir:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪133‬‬

‫א‬ ‫‪،‬‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ כ‬ ‫أر אب ا‬ ‫א‬


‫ً א‪.‬‬ ‫א ة‬ ‫א א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אرכ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫اد א‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ّ‬ ‫ّ ا ّول‬ ‫ّ ‪.‬و‬ ‫א‬ ‫‪ .‬وا ّول أو‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫אش‬ ‫ا‬ ‫אم أ ا‬ ‫أر א‬ ‫ّا א ة‬ ‫ّ آ אره أي آ אر ا‬
‫‪،‬‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫כא א‬ ‫‪١‬‬
‫ّ א אد و‬ ‫ز ا‬ ‫وا אد‪ .‬و‬
‫אل ّ‬ ‫وا‬ ‫‪.‬و‬ ‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫אع ا‬ ‫‪ ،‬כ א أن ا‬ ‫ّ‬ ‫אع ا‬ ‫ّن ا‬
‫اכ‬ ‫אت و ّ أ‬ ‫ّة أ א א‬ ‫س ا אذ‬ ‫ا‬ ‫ّ א‬
‫وא‬ ‫אك‪ ،‬א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫آ אره‪ .‬و‬ ‫و ء א‬
‫ّ‬ ‫إ אل ا כ ‪،‬‬ ‫‪٣‬‬
‫‪٢‬ا א‬ ‫אل א‬ ‫ّه ا א‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ي‪ .‬و כ‬ ‫أ اض ا א כ א ا אره ا‬
‫‪٦‬‬
‫א‬ ‫‪٥‬‬
‫ال ّدي إ‬ ‫آ אر ا‬ ‫ّ‬ ‫אل א‬
‫‪٤‬‬
‫ما‬ ‫أن‬
‫وو ا ّ ّ‬
‫אش‬ ‫ا‬ ‫‪ ٧‬ا כ אب‬ ‫ا אכ‬ ‫א‬ ‫ا א‬ ‫ا אل‪ .‬و‬
‫א א إ אء ا‬ ‫‪ّ ،‬ن‬ ‫ا‬ ‫‪٨‬‬
‫א‬
‫אة ا ّ א و ّ ً א إ‬ ‫ًא‬
‫כ ‪ .‬و ا اض ا د ّ‬ ‫وا ن وا ّ א‬
‫و‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫و אء‬ ‫ا א‬ ‫ل‬ ‫ه‬ ‫]ا ن‪،‬‬
‫ا א אت ا א אت‪[.‬‬ ‫ّ إ‬ ‫‪.‬‬
‫ب أو‬ ‫א دراك ت ا‬ ‫ا א‬ ‫ض‬ ‫نو‬ ‫ا‬
‫و‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫و אء‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫‪٩‬‬
‫ل‬ ‫]‪٢٧‬ب[‬ ‫ه‬ ‫ب‬ ‫ا‬
‫א‬
‫أن أ ّ ا‬
‫ّ‬ ‫א ت‬ ‫אع ا‬ ‫ّ ا‬ ‫א א ات‬
‫אت‪ ّ .‬א ودا ا ّ‬ ‫א ا‬ ‫ور ا ات‪ ،‬כ‬ ‫و‬ ‫ءو‬ ‫ا‬
‫ا ّ‪:‬‬ ‫ر‬ ‫א כ א אل ا א‬
‫ه ‪ +‬ارﺗﻜﺎب‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬اﻟﻈﺎﻫﺮ أﻧّﻪ ﺑﺎﳉﺰم ﻋﻄﻔًﺎ ﻋﻠﻰ ﻗﻮﻟﻪ‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﻐﻨﻴﻪ ه ‪ +‬ﻣﻦ اﻻﻗﻮال‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫وﻳﺼﺢ اﻟﺮﻓﻊ‪.‬‬
‫ﻳﺘﺄ ّﻣﻞ ّ‬
‫ه‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻐﻨﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ﺟﻨﺎب‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﻋﻄﻒ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﺣﺼﻮﻟﻪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫س‪ ،‬ه‪،‬ع ‪ +‬ﻻ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
134 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

“Mal mülk ve aile ancak emanetlerdir


Gün gelir emanetleri geri vermek gerekir.”
Bu yola giren kişi kalıcı faziletlerden ve kemâlâttan sâlih amellere yö-
nelsin ve kalbini dünyanın süslerinden olan geçici bozuk emellere ve kötü
hallere değil, bunlara bağlasın da böylece haklarında şu ayetin geldiği Allah
dostlarından olsun: “Bilesiniz ki, Allah dostlarına hiç bir korku yoktur. Onlar
üzülmeyeceklerdir de.” (Yunus 10/62) Allah’ım onların hürmetine bizi de
onlarla haşreyle! Şair ne güzel söylemiş:
“Kendisini üzen bir şey görmek istemeyen
Kaybedeceğinden korktuğu şeyi edinmesin.”
Neshedilen bir Kur’an ayetinin şöyle olduğu söylenir: “Ademoğlunun
iki vadi dolusu altını olsa üçüncüsünü ister. Onun gözünü ancak toprak
doyurur.” Bir Mesnevi beyiti şöyledir:
“Harislerin göz testisi dolmadı.
Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.”
Müellif ana hastalıkları anlatmayı bitirince güçlerden kaynaklanan tâlî
hastalıkları anlatmaya koyuldu:
[Haset. Kaynağı açgözlülük ve faydaların tamamını kavramak
imkânsız olduğundan ötürü cehalettir. Sonucu sürekli bir üzüntü ha-
lidir. En kötüsü âlimler arasındakidir. Çünkü birinin payı, diğerinde
olmamasına bağlı değildir.]
1) Haset: Bu başkasının sahip olduğu nimetin, kendisi ona sahip olmayı
istesin veya istemesin yok olmasını istemektir. Birincisi şehvet, ikincisi öfke
gücünden kaynaklanır. Açıklaması şudur: haset, başkasının sahip olduğu
bir nimeti idrak ettiğinde nefsin darlanması dolayısıyla ilişen bir durumdur.
Böylece o nimetin o kişinin elinden gitmesini ister, elinden gittiğini id-
rak ettiğinde, bu nimet ister kendisine gelsin ister gelmesin, ferahlık duyar.
İkincisi birincisinden daha aşağıdır. Bu, her iki kısmıyla da kendinde kötü-
lüktür. Çünkü bu yokluk olan kötülüğü istemektir. Zira iyilik var olmaktır.
Kaynağı açgözlülüktür. Bu da dünya işlerinde mutlak olarak, dinî işler-
de ise nimetin başkasının elinden gitmesini istemek yönünden yerilmiştir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪135‬‬

‫َو َ ُ َ ْ ً א َأ ْن َ ُ د ا ْ َ َدا ِ َ א‬ ‫َو َ א ا ْ َ אلُ َوا ْ َ ْ ُ َن ِإ َو َدا ِ ُ‬


‫وا כ א ت و‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا א אت ا א אت‬ ‫ّ ا אכإ‬
‫כ ن‬ ‫و ء ا א ت‪،‬‬ ‫אت ا‬ ‫ا‬ ‫א دون ا א אت ا א ات‬
‫ّ ‪َ ﴿ :‬ا َ اِن َا ْو ِ َ َאء ا ِ َ َ ْ ٌف َ َ ْ ِ ْ َو َ ُ ْ َ ْ َ ُ َن﴾‬ ‫أو אء ا ّ ا ‪ ١‬ورد‬
‫א ‪:‬‬ ‫‪.‬و‬ ‫א ز‬ ‫ا‬ ‫) ُ َر ُة ُ ُ َ ‪ ،(٢٦/٠١ ،‬ا ّ ّ‬
‫َ َ َ ِ ْ َ ْ ًא َ َ ُ‬
‫אف َ ُ َ ْ َ ا‬ ‫َو َ ْ َ ُه َأ ْن َ َ َ ى َ א َ ُ ُؤه‬

‫ا‬ ‫آدم واد אن‬ ‫‪ » :‬כאن‬ ‫ا אت ا آ ا‬


‫‪:‬‬ ‫אت ا‬ ‫ا‬ ‫إ ا اب«‪ ،‬و‬ ‫א א ًא و א‬
‫‪٢‬‬

‫*‬ ‫در‬ ‫ف א‬ ‫א‬ ‫אن‬ ‫כ زة‬

‫אل‪:‬‬ ‫‪٣‬‬
‫א‬ ‫ّ ةا א‬ ‫اض ا‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫اض ا‬ ‫ا‬ ‫و ـ ّא غ‬

‫وأ ه‬ ‫ات‬ ‫ا‬ ‫אب‬ ‫ّن ا‬ ‫ص وا‬ ‫ها‬ ‫]ا‬


‫‪[.‬‬ ‫אن ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ وا‬ ‫אء إذ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ن ا ا ‪ ،‬و ّه‬ ‫ا‬

‫‪ ٤‬أو‬ ‫אإ‬ ‫ّ و‬ ‫اء כאن‬ ‫ا‬ ‫ّ زوال‬ ‫و‬ ‫ا‬


‫ض‬ ‫أّ‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫ا‬ ‫ة وا א‬ ‫ا‬ ‫‪ .‬وا ّول‬
‫دراك زوا א‬ ‫و‬ ‫ّ زوا א‬ ‫א‬ ‫إدراك‬ ‫א‬ ‫א‬
‫؛‬ ‫ّ‬ ‫כ‬ ‫ا ّول و‬ ‫أو ‪ .‬وا א أردأ‬ ‫إ‬ ‫اء‪ ٥‬و‬
‫صو‬ ‫ها‬ ‫د ]‪٢٨‬أ[‬ ‫ا‬ ‫م إذ ا‬ ‫ا‬ ‫ّا ي‬ ‫ا‬ ‫ّ‬
‫ا‬ ‫‪٦‬‬
‫زوال ا‬ ‫وّ‬ ‫ا‬ ‫ً א‪ ،‬و‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫م‬

‫‪ ٤‬س‪ ،‬ه ‪ -‬إﱃ ﻧﻔﺴﻪ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬اﻟﺬي‪.‬‬


‫‪ ٥‬ع‪ :‬ﺑﺈدراك ﺳﻮء‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ه‪ :‬ﻻ‪.‬‬
‫‪ ٦‬ه‪ :‬اﳋﲑ‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ع – ﻣﻨﻬﺎ‪.‬‬
136 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Ve diğer kaynağı faydaların tamamını kavramak imkânsız olması itibariyle


cehalettir. Çünkü hasedin özelliği bütün faydalara ilişmesidir. Daha açıkça
görünen odur ki açgözlülük dünyevî şeyler konusundaki hasede, cehalet de dinî
şeyler konusundaki hasede mahsustur. Her ikisinin de hasedin birinci kısmına
ait olduğu açıktır. Birinci kısma has kılınması yönü, akla ilk anda gelmesi ve
çokluğu olabilir. Sonucu daha önce bahsedilmiş hastalıklardan olan sürekli bir
üzüntü halidir. Sürekli olması hasedin sürekliliğine nispetledir. Hasedin bazı
kısımları diğer kısımlardan daha kötü olunca müellif kötülerin en kötüsüne,
bu tehlikeli durumu gidermek için şöyle işaret eder. En kötüsü âlimler ara-
sında olandır. Haset ya ilim konusundadır ki, müellif sebebini şöyle belirtir:
Çünkü birinin ilimden payı, ilim dışındaki şeyler hakkında düşünüldüğü
gibi diğerinde olmamasına bağlı değildir. Bunun elden gitmesinin özellikle
de hasedin zararını ve sonucunu bilen biri tarafından istenmesi çok kötüdür.
Yahut haset, ilim dışında mevki, şeref, itibar, mal gibi şeyler konusundadır.
Bunun kötülüğü, durumun hakikatini bilen için ortadadır. Bu yüzden müellif
sık karşılaşılmasına rağmen sebebini zikretmemiştir. Bunun üzerine düşün!
Gıpta hasetle, faydayı elde etmeyi isteme anlamında ortak ve başkasının
elinden gitmesini isteme konusunda farklı olduğundan, müellif bir hastalık
olmamasına rağmen gıptaya değinmiş ve şöyle demiştir:
[Gıpta, başkasının elinden gitmesini istemeksizin faydayı elde etmek
istemektir. Bu ahirete dair konularda övülmüştür. Dünyevî şeylerde ise
açgözlülük sayılır.]
2) Gıpta: Ğıbta (gıpta) kesralı okunur. Da-ra-be gibi, ğa-be-ta kökünden
isimdir. Sözlükte iyi hal demektir. “Allah’ım, yücelt, alçaltma” sözü buradan
gelir. Terim anlamı başkasının elinden gitmesini istemeksizin faydayı
elde etmek istemektir. Yani başkasındaki iyiliğin bir benzerini istemektir,
tümünü değil. el-hayr’daki (fayda) lam ahd için gelmiştir. Nitekim Sıhah’da-
ki ifade bunu hissettirmektedir. Ki o da gıpta edilen halin bir benzerini iste-
mek, başkasının elinden gitmesini arzulamamaktır. Lâm, Ebherî’nin dediği
gibi istiğrak için değildir. Çünkü bu yerilmiş hırs ve bahsi geçen cehaletten
kaynaklanır. Bu ahirete dair konularda övülmüştür. Dünyevî şeylerde
ise açgözlülük sayılır. Fakat bu hasedin açgözlülüğü gibi yerilmemiştir.
Çünkü yoklukla ilişkili değil, benzer bir varlıkla ilişkilidir. Bunu anlamaya
çalış! Böyle denilmiştir. Nefsanî hastalıklardan birisi de:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪137‬‬

‫ّ‬ ‫ا‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫אء‬ ‫ات‬ ‫ا‬ ‫אب‬ ‫ّن ا‬ ‫وا‬
‫‪.‬‬ ‫א‬ ‫ي وا‬ ‫ا‬ ‫ص א‬ ‫ّ ا‬ ‫أن‬ ‫ات‪ .‬وا‬ ‫ا‬
‫אدره‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و ّ و‬ ‫ا‬ ‫ا ّول‬ ‫ّ אن א‬ ‫أّ א‬ ‫و‬
‫‪.‬‬ ‫إ دوام ا‬ ‫א‬ ‫כ رة ودوا‬ ‫اض ا‬ ‫ا‬ ‫وأ ه ا ن ا ا‬ ‫وכ‬
‫א ًא‬ ‫ور ا‬ ‫ّا‬ ‫א‬ ‫أ אر إ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أ אف ا‬ ‫و ـ ّ א כאن‬
‫כ א ّ‬ ‫ا‬ ‫إ ّא‬ ‫אء و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ور‪ ،‬אل‪ ٢‬و ّ ه‬ ‫ا‪ ١‬ا‬
‫ّ ذכ‬ ‫כ א‬ ‫אن ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ وا‬ ‫إذ‬
‫ا ّ ‪ ،‬وأ ّ א‬ ‫כ ن‬ ‫وא‬ ‫ّة ا‬ ‫ّ א ّ‬ ‫زوا‬ ‫‪.‬‬ ‫ا‬
‫ا אل‪،‬‬ ‫א ة‬ ‫אر وا אل‬ ‫ل وا‬ ‫ا אه وا‬ ‫ه‬
‫ّ‪.‬‬ ‫أ ّ أכ‬ ‫و כ ك‬
‫م‬ ‫و אر‬ ‫لا‬ ‫אرك ا‬ ‫‪٣‬ا‬ ‫و ـ ّ א כא‬
‫اض אل‪:‬‬ ‫ا‬ ‫أّ א‬ ‫ّض א‬ ‫ا‬ ‫ا وال‬
‫وح‬ ‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫م ا وال‬ ‫لا‬ ‫‪:‬‬ ‫]ا‬
‫ص‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫و و‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫ا אل‪ .‬و‬ ‫ب‪ .‬و‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫אכ‬ ‫ا‬
‫م ا وال‬ ‫ل ا‬ ‫ًא‬ ‫ً א«‪ ،‬و‬ ‫ًא‬ ‫»ا ّ‬
‫כ א‬ ‫‪ ،‬א م‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫ا‬ ‫أي‬ ‫ا‬
‫زوا א‬ ‫أن‬ ‫ط‬ ‫אل ا‬ ‫ّ‬ ‫أن‬ ‫אح‪ .‬و‬ ‫אرة ا‬
‫م وا‬ ‫صا‬ ‫ا‬ ‫אش‬
‫ٍ‬ ‫ّ‬ ‫ي‪،‬‬ ‫اق ‪ ٥‬כ א אل ا‬
‫م‬ ‫ص כّ‬ ‫ا‬ ‫و و‬ ‫ا‬ ‫وح‬ ‫כ رو‬ ‫ا‬
‫‪،‬‬ ‫د‪٢٨] ،‬ب[ א‬ ‫ا‬ ‫م‬ ‫ّ א‪ ٦‬א‬ ‫مכ‬ ‫صا‬ ‫כ‬
‫א ‪:‬‬ ‫اض ا‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫כ ا‬
‫‪ ٥‬ه ‪ -‬ﻓﺎﻟﻼم ﻟﻠﻌﻬﺪ ﻛﻤﺎ ﻳﺸﻌﺮ ﺑﻪ ﻋﺒﺎرة اﻟﺼﺤﺎح وﻫﻲ‬ ‫ه – ﻫﺬا‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ﺗﺘﻤﲎ ﻣﺜﻞ ﺣﺎل اﳌﻐﺒﻮط ﻣﻦ ﻏﲑ أن ﺗﺮﻳﺪ زواﳍﺎ‬
‫أن ّ‬ ‫ع – ﻓﻘﺎل‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﻋﻨﻪ ﻻ ﻟﻼﺳﺘﻐﺮاق‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻛﺎن‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫‪ ٦‬ه‪ :‬ﻟﻌﺪم ﺗﻌﻠّﻘﻪ‪.‬‬ ‫ه ‪ +‬اﻟﻮاﻗﻊ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
138 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Tamah. Hırs, tembellik ve Allah’ın yardımlaşma ihtiyacını yaratma-


sındaki hikmeti bilmemekten kaynaklanan bir hastalıktır.]
3) Tamah: Başkasından bedelsiz ve karşılıksız olmak üzere bir şey bekle-
mektir. Aşağılığa sebep olur. Bu yüzden “Kanaat eden yücelir, tamah eden
aşağılık olur” buyrulmuştur. Nitekim müellifin: hırs, tembellik ve Allah’ın
yardımlaşma ihtiyacını yaratmasındaki hikmeti bilmemekten kaynak-
lanan bir hastalık sözü, lâzımıyla yapılmış bir tefsirdir. En mükemmel ve
tam şekilde âlemin düzenini gerektiren ezeli inayet ve ilahî hikmet, insanın
doğuştan toplumsal bir varlık olmasını, yani insan türünün devamının ken-
disine dayandığı faydalı işler ve zarurî ihtiyaçlar konusunda yardımlaşmak
için hemcinsleriyle toplumsallaşmayı, birlik olmayı gerektirdiğinden, önem-
li şeyleri elde etmek konusunda karşılıksız ve bir bedel olmaksızın beklenti
içinde olmak söz konusu hırsa, tembelliğe ve cehalete dayanır. Karşılıklar-
dan biri de fakir ve yaşlı kimselerin dualarıdır. Dolayısıyla onlardan bunu
beklemek tamah değildir. Böyle denilir. Tedavisi sözü edilen sebepleri orta-
dan kaldırmaktır. Çok açık olduğu için, müellif tedavisini belirtmemiştir.
Nefsanî hastalıklardan biri de:

[Kin. Gerçek kardeşlik düşünülmek sûretiyle giderilir.]


4) Kin: İntikam arzusu anlamında, dat’ın kesrasıyla dığn (garez) demek-
tir. Bu açıktır. Bu yüzden müellif sadece tedavisini şu sözüyle açıklamak
sûretiyle yetinmiştir: Gerçek kardeşlik, yani türde birlik düşünülmek sû-
retiyle giderilir. Zira bu dünyevî kardeşliği de toprak kardeşliğini de kap-
sar. Birincisi daha etkilidir, dolayısıyla onu düşünmek sûretiyle tedavi daha
güçlüdür. Burada kinin kaynağının kardeşliğe ve gerçek intikam alıcının
Allah Teâlâ olduğuna dair bilgisizlikten ve tehevvürden kaynaklandığına
bir işaret vardır. Açık oldukları için müellif bunlara değinmemiştir. Hasta-
lıklardan biri de:
[Yalan. Gerçek olmayan inancı ifade etmesinden dolayı bu, ko-
nuşmamaktan daha kötüdür. Birçok zarara sebep olabilir. O halde
yerilmek, güveni kaybetmek, hafife alınmak gibi sebep olduğu şeyleri
düşünsün.]
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪139‬‬

‫ا א‬ ‫א‬ ‫اّ‬ ‫כ‬ ‫ص وا א وا‬ ‫ا‬ ‫‪ :‬ذلّ‬ ‫]ا‬


‫ا אون‪[.‬‬ ‫إ‬

‫ض وإ א ‪ ،‬و رث ا لّ ‪ .‬و ا ورد‬ ‫‪١‬ا‬ ‫ء‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫ا‬


‫כ‬ ‫ص وا א وا‬ ‫ا‬ ‫ذلّ‬ ‫«‪،‬‬ ‫ذلّ‬ ‫» ّ‬
‫ا א ا ز‬ ‫א زم‪ .‬و ـ ّ א ا‬ ‫ا אون‬ ‫إ‬ ‫ا א‬ ‫א‬ ‫اّ‬
‫אن‬ ‫وأ ّ أن כ ن ا‬ ‫أכ‬ ‫و‬ ‫אم ا א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫وا כ‬
‫א‬ ‫אون ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ ن وا‬ ‫ا‬ ‫א ًא إ‬ ‫أي‬ ‫ًא א‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫‪٢‬‬
‫و‬ ‫א אء‬ ‫ّ‬ ‫ور ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ وا‬ ‫ا‬
‫כ ر‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ص وا א وا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫إ א‬ ‫ا ًא‬ ‫لا ّ‬
‫‪.‬و‬ ‫ً א‪ ،‬כ ا‬ ‫ّ‬ ‫כ ن‬ ‫اء‬ ‫ةا‬ ‫אء‬ ‫ا א ا‬ ‫و‬
‫ره‪ .‬و א‪:‬‬ ‫כ رة‪ ،٣‬כ‬ ‫إزا أ א ا‬

‫‪[.‬‬ ‫ّة ا‬ ‫ّر ا‬ ‫‪ ،‬ول‬ ‫]ا‬

‫א ‪،‬و اا‬ ‫אم‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا אد‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫ا ع‪.‬‬ ‫أي ا ّ אد‬ ‫ّة ا‬ ‫ّر ا‬ ‫ول‬ ‫אن‬
‫أن‬
‫ّ‬ ‫إ אرة‪ ٥‬إ‬ ‫ّر א أ ّ‪ .‬و‬ ‫‪٤‬‬
‫آכ ‪ ،‬وا‬ ‫‪ .‬وا و‬ ‫وا‬ ‫ّة ا‬ ‫ا‬
‫ّ ر أ ً א‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ًא‪ ،‬و‬ ‫ًא‬ ‫א‬ ‫ّة و כ‬ ‫א‬ ‫אا‬
‫ره‪ .‬و א‪:‬‬ ‫ّض‬

‫אر‪.‬‬
‫ّ‬ ‫ّ ور ّ א‬ ‫א ًدا‬ ‫אد ا‬ ‫ما‬ ‫]ا כ ب‪ ،‬و‬
‫אف‪[.‬‬ ‫אد وا‬ ‫ّ و ما‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫כّ‬
‫‪ ٤‬ه‪ :‬ﻓﺰواﳍﺎ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع – ﻣﻦ‪.‬‬
‫‪ ٥‬ع‪ :‬أﺷﺎر‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع ‪ -‬وﻧﻮﻋﻬﻢ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ع‪ّ +‬‬
‫وإﳕﺎ‪.‬‬
140 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

5) Yalan: Yargının olguyla uyuşmamasıdır. Hem bilgi hem de bilgiyi


veren bununla nitelenebilir. Bu hastalıkların en kötüsüdür. Bu yüzden hem
akıl, hem şeriat hem örf yalanı kötü görür. İlgili yerde ayrıntılı bir şekilde
açıklandığı üzere sadece bazı durumlarda hoş görülür, bazı durumlarda ise
zorunludur. Bir görüşe göre hoş görülen şey, sözü kapalı söyleme kabilinden-
dir. Bu yüzden hakkında: “Sözü kapalı söylemek yalandan kurtulmada rahat-
lık sağlar.”1 buyrulmuştur. Oysa burada biz gerçek yalandan bahsediyoruz.
Gerçek olmayan yani olguya uymayan inancı ifade etmesinden dolayı
bu, yokluk bakımından yokluk kendinde kötü olmasına rağmen hayvanlara
mahsus bir sıfat olan konuşmanın yokluğundan daha kötüdür. Bir görüşe
göre doğru ve gerçek arasında bir fark yoktur. İşin aslı şudur: Aralarındaki
fark doğrunun sadece söze has olması ve bunda sadece yargı bakımından
bir uyumun aranması; gerçeğin ise söz, görüş ve inanç için genel kullanıl-
ması ve bunda olgu bakımından uyumun aranmasıdır. Yanlış inanç çok ve
büyük kötülüklere sebep olduğundan müellif buna şöyle diyerek işaret etti:
Birçok zarara sebep olabilir. Yani yanlışı ifade etmek, çoğunlukla yalancıya
ve başkalarına pek çok zararın dokunmasına sebep olur. Bu yüzden düzen
bozulur, evden, şehirden, ülkeden nizam kalkar. O halde insan, yerilmek,
güveni kaybetmek, insanlar tarafından hafife alınmak gibi sonuçları, yani
yalanın sebep olduğu şeyleri düşünsün. Hâlbuki insanın şerefi ve hayvanlar-
dan ayrılması konuşmayla ve ifade gücüyledir. Konuşmanın maddesi nefes
alıp vermeyle göğse girip çıkan havadır. Nefes dışarıdan yeni bir havayı içine
çekmek ve kalbin ısısıyla yanan havayı, hayvanî ruhu rahatlatmak için dı-
şarı atmaktır. Bu kıymetli nefesi aşağıların aşağısına düşürmek akıllı birinin
yapacağı iş değildir. Bununla birlikte ondan sapkın hastalıklar çıkmaktadır.
Nitekim müellif şöyle dedi:
[Bundan ve ucuptan kendini övme, ondan da ikiyüzlülük doğar.]
6) (Kendini Övme) Bundan (yalandan) ve ucuptan kendini övme
doğar. Salef (kendini övme) noktasız sad ve lam ile okunur. Bu, kişinin
kendisinde olmayan saygınlığı, kemali ve başka insanlardan üstünlüğünü
iddia etmesidir. Bu, ikisinden doğan hastalıkların en kötüsüdür. Bu yüzden
müellif sadece bu kadarla yetinmiştir.
1 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 141.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪141‬‬

‫‪.‬‬ ‫כ א‬ ‫ا‬ ‫ا ‪.‬و‬ ‫ا כ‬ ‫א‬ ‫م‬ ‫اכ بو‬


‫ع وا ف‪ .‬و‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫اض‪ ،‬و ا ا‬ ‫أردأ ا‬ ‫و‬
‫אر‬ ‫ا‬ ‫ّ ‪.‬و‬ ‫ّ‬ ‫אכ א‬ ‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ا כ ب«‪٢٩] ١‬أ[ وכ‬ ‫و‬ ‫אر‬ ‫ا‬ ‫ّ א‪» :‬إن‬ ‫ورد‬ ‫ا‬
‫‪٣‬‬
‫م‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪٢‬‬
‫ا ي‬ ‫ما‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫اכ ب ا‬
‫ا ‪.‬‬ ‫א‬ ‫ّ أي‬ ‫א ًدا‬ ‫אد ا‬ ‫م ّ‬
‫ق א ل وا אر‬ ‫אص ا‬ ‫ا ق א‬ ‫ّ ‪ .٤‬وا‬ ‫ق وا‬ ‫ا‬ ‫ق‬
‫אد وا אر‬ ‫ل وا أي وا‬ ‫ّ‬ ‫ما‬ ‫ف‪ ٥‬ا כ و‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫אدات‬ ‫אد ا א ‪ّ ٧‬دي כ ً ا إ‬ ‫א ا ا ‪ .‬و ـ ّ א כאن‪ ٦‬ا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫ًא‬ ‫אر أي כ ً ا א אرت ا אدة ا א‬‫ّ‬
‫‪٩‬‬
‫ور ّ א‬ ‫‪ ٨‬أ אر إ‬
‫ل أو‬ ‫אم‬ ‫ا‬ ‫ّ ا אم‪ .‬و‬ ‫ا כאذب و ه‪،‬‬ ‫ّ ات כ ة‬
‫אد‬ ‫ّ و ما‬ ‫ا‬ ‫اכ ب‬ ‫א أي א‬ ‫אن‬ ‫כّ ا‬ ‫‪.‬‬ ‫أو إ‬
‫ان‬ ‫‪ ١٠‬א ا‬ ‫אن وا אزه‬ ‫فا‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫ف ا אس‬ ‫אف‬ ‫وا‬
‫اء‬ ‫ب‬ ‫ر א ّ ‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫ّدد‬ ‫اء ا‬ ‫وا אن‪ .‬و ّאد ا‬ ‫א‬
‫ف‬ ‫ا ‪،‬‬ ‫و ‪ ١١‬ا وح ا‬ ‫ارة ا‬ ‫ق‬ ‫اء‬ ‫ا אرج ود‬
‫أّ‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫ر‬ ‫כאد‬ ‫‪١٢‬‬
‫إ أ ّ‬ ‫ا‬ ‫اا‬
‫أ اض رد ّ כ א אل‪:‬‬
‫ا אق‪[.‬‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫]و‬
‫اد אء ا‬ ‫وا م‪ ،‬و‬ ‫ا אد ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫و‬
‫א‬ ‫א‬ ‫أ‬ ‫אل‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ّق‬ ‫وا כ אل وا‬ ‫ا ا‬ ‫א‬
‫‪.‬‬ ‫و اا‬
‫ع‪ :‬ﲟﺎ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه‪ :‬ﺟﺎﻧﺐ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪،‬‬ ‫‪١‬‬
‫ه‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫ع ‪ -‬واﻻﻋﺘﻘﺎد واﻋﺘﺒﺎر اﳌﻄﺎﺑﻘﺔ ‪١٠‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫و‪.١٤١:‬‬
‫ع‪ :‬ﻟﱰوﻳﺞ‪.‬‬ ‫ﻓﻴﻪ ﻣﻦ ﺟﺎﻧﺐ اﻟﻮاﻗﻊ وﻟـﻤـّﺎ ﻛﺎن‪١١ .‬‬ ‫ع – ﻫﻮ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬أﺣﺲ ﺣﺴﻴﺲ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻗﺪ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﻋﺪم‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﻛﺒﲑة‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫اﳊﻖ‪.‬‬
‫ه‪-‬و ّ‬ ‫‪٤‬‬
142 İKİNCİ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

7) (İkiyüzlülük) Ondan da ikiyüzlülük doğar: Yani kendini övmekten


ikiyüzlülük doğar. Bu içinde olanın tersini ortaya koymaktır. Dinî konu-
larda olması en kötüsüdür. Dünyevî ilişkilerde de böyledir. İkincisi sürekli
olursa birinciye götürür. Allah Teâlâ bizi doğru inançla, güzel ahlâkla ve
amelle rızıklandırsın.
Bil ki, nefis zâtı itibariyle heyûlânîdir, ayna gibi, her durumu kabule ha-
zır bulunmaktadır. Gelip geçici olanlar değil, kalıcı olan melekeler dikkate
alınır. Fakat akıllı basiretli kişi hataya düşmekten korktuğu için uçurumun
kenarında dolaşmaz. Allah Teâlâ bize basiret nasip etsin. O ne güzel dost,
ne güzel yardımcıdır.
Müellif muhtasar bir şekilde ahlâkın güzelleştirilmesini ele aldığı ikinci
bölümü bitirince üçüncü bölüme koyuldu. Bu minval üzere sözü kapalı bir
şekilde söyledi ve şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪143‬‬

‫‪.‬وכ ن‬ ‫فا‬ ‫إ אر‬ ‫ا אق‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا אق أي و‬ ‫و‬


‫ّدي إ‬ ‫ّا א‬ ‫‪ .‬وإذا ا‬ ‫א تا‬ ‫ا‬ ‫‪١‬‬
‫را‬ ‫ا‬ ‫أ‬
‫‪.‬‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ّ و‬ ‫אد ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ا ّول‪٢٩] .‬ب[ رز א ا ّ‬

‫آة‪.‬‬ ‫אت‪ ٢‬כא‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫ّة‬ ‫ا ات‬ ‫ا א‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫ا‬
‫ل‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫‪ ٣‬ا כאت‪ .‬כ ّ ا א‬ ‫א‬ ‫אر‬
‫ّ‬ ‫אر‬
‫ّ‬ ‫و ا אر‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪ ّ .٤‬א ا ّ‬ ‫ا‬ ‫ًא‬ ‫ا‬

‫אر‬ ‫ا‬ ‫ق‬ ‫ا‬ ‫ا ا‬ ‫א ا א‬ ‫ا‬‫و ـ ّא غ‬


‫ال אل‪:‬‬ ‫اا‬ ‫אل‬ ‫אا‬ ‫و ى‬ ‫ع ا א ا א‬

‫‪ ٣‬ه ‪ +‬ﺣﺴﻦ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ه – اﻟﺪﻳﻨﻴﺔ‪.‬‬


‫‪ ٤‬ع ‪ -‬ﺧﻮﻓًﺎ ﻣﻦ اﻟﺘﻘﺼﲑ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ه‪ :‬ﺣﺎﻻت‪.‬‬
[ÜÇÜNCÜ MAKALE]

[Üçüncü makale ev yönetimi ile ilgilidir.]


Üçüncü makale ev yönetimi ile ilgilidir. Bu filozofların terminolojisin-
de evi paylaşan topluluğun maslahatlarına dair bir ilimdir. Topluluktan ka-
sıt; baba, evlat, koca, hanım, hizmetçi, hizmet alan, mal ve malı yönetendir.
Nitekim ileride açıklanacaktır. Evden kasıt ister taştan, ister çamurdan, ister
kıldan, ister tüyden, ister başka bir şeyden olsun, bunların aralarındaki özel
kaynaşmanın mekânıdır. Bu ilmin faydası şer‘an, örfen ve aklen ev halkıyla
uygun bir şekilde paylaşım içinde olmanın keyfiyetini bilmektir. Şüphesiz
ev, bu manasıyla canın, malın, neslin, ailenin korunması gibi önemli mas-
lahatlarla tam bir şekilde örtüşmektedir. Bu, şu sözü söyleyenin kastettiği
şeydir: “Bu ilimde evden kasıt, bu dördü arasındaki özel kaynaşmadır.” Bu
yüzden müellif şöyle der:
[Bu araştırma dört konudadır.]
Bu araştırma, yani ev yönetimi araştırma ve özel bir uygulamaya ilişkin
bir ilimdir; sırasıyla mal, eşler, hizmetçiler ve çocuk olmak üzere dört konu-
dadır. Bu şekilde dörtle sınırlamanın yönü şudur ki, insan kişisel varlığını
sürdürebilmek için gıdaya şiddetle ihtiyaç duyar, türünün varlığını sürdü-
rebilmek için ise üremeye ve evlenmeye ihtiyaç duyar. Gıda yönetilmeye ve
kişinin kendisi yerine evde kalacak, gıdasını ve malını korumayı devralacak
bir yardımcıya, gıdayı elde etmesini sağlayacak ve ailesi için sarf edecek pa-
raya ihtiyaç duyar. Bu yüzden şüphesiz bireysel ve türsel olarak insan hayatı
mal, hizmetçiler, hanım ve çocuğa bağlıdır ki bununla her birine mahsus
kaynaşma kolaylaşsın. Mal her hâlükârda ilk gelen öncüldür. Bu yüzden
müellif onu öne almıştır ve şöyle demiştir:
[Birincisi maldır. Araştırma; kazanılması, korunması ve harcanması
hakkındadır.]
Birincisi maldır: Malın kökü emvâl (mallar)’ın gösterdiği üzere
mevl’dir. Tanımı tabiatın kendisine meylettiği ve ihtiyaç zamanı için bi-
riktirdiği şeydir. Bu lâzımıyla yapılmış bir tanımdır. Bunda amaçla-
nan araştırma, kazanılması, korunması ve harcanması hakkındadır.
‫א ا א [‬ ‫]ا‬

‫ل[‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א ا א‬ ‫]ا‬


‫א‬ ‫א‬ ‫ف ا כ אء‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א ا א‬ ‫ا‬
‫وا אدم‬ ‫د وا وج وا و‬ ‫ا ا وا‬ ‫א‬ ‫اد א‬ ‫ل‪ .‬وا‬ ‫ا‬ ‫אرכ‬
‫ا‬ ‫ّ ا‬ ‫‪٢‬‬
‫ل‬ ‫ء‪ .‬وا‬ ‫ّ ل‪ ١‬כ א‬ ‫وم وا אل وا‬ ‫وا‬
‫‪٣‬‬
‫א‪ ،‬و א‬ ‫أو‬ ‫أو ا‬ ‫ر أو ا‬ ‫أو ا‬ ‫ا‬ ‫اء כאن‬ ‫ا ا‬
‫ل‬ ‫أن ا‬
‫ّכ ّ‬ ‫ً ‪.‬و‬ ‫ًא و‬ ‫ًא و‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫אرك ا‬ ‫ا‬ ‫כ‬
‫وا אل وا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אم ّ‬ ‫د‬ ‫اا‬
‫اا ّ ا ّ ‪٤‬ا‬ ‫ل‬ ‫اد א‬ ‫אل‪» :‬ا‬ ‫اد‬ ‫وا אل‪ .‬و‬
‫ّ ‪:٥‬‬ ‫ا אل ا‬ ‫ه ا ر «‪،‬‬
‫أ ر أر ‪[.‬‬ ‫]ا‬
‫‪٦‬‬
‫أ ر أر‬ ‫אص‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫أي‬ ‫ا‬
‫אن‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ا ‪ ،‬وو ا‬ ‫ا‬ ‫م وا‬ ‫وا‬ ‫ا אل وا و‬
‫وا زدواج‪،‬‬ ‫إ ا א‬ ‫אء‬ ‫אج‪ ،‬و‬ ‫אج إ ا اء أ ّ ا‬ ‫אء‬
‫ا وא‬ ‫‪٧‬‬
‫و ب‬ ‫و אون م‬ ‫אج إ‬ ‫اء‬ ‫وا‬
‫אة ا د‬ ‫أن ا‬
‫م ّ‬ ‫א ‪،‬‬ ‫إ‬ ‫أ א و‬ ‫אل‬ ‫]‪٣٠‬أ[ وإ‬
‫ص‬ ‫ا‬ ‫אا ّ‬ ‫ّ‬ ‫وا‬ ‫م‪ ٨‬وا و‬ ‫א אل وا‬ ‫وا‬
‫ا ّ ‪ .‬אل‪:‬‬ ‫כ ّ אل‪.‬‬ ‫ّ אت‬ ‫כ ّ أ ‪ ،‬وا אل أ م ا‬
‫ج‪[.‬‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫א ا אل‪ :‬ا‬ ‫]أ‬

‫و ّ‬ ‫إ ‪٩‬ا‬ ‫א‬ ‫ال‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫א ا אل أ‬ ‫أ‬


‫ج‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫د‬ ‫ا‬ ‫א زم ا‬ ‫ا א ‪.١٠‬‬
‫‪ ٨‬ع‪ :‬ﳋﺪم‪.‬‬ ‫‪ ٥‬ه – اﳌﺼﻨّﻒ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬اﳌﺘﻮل ؛ ع‪ :‬اﻟﺘﻤﻮل‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫‪ ٩‬ع – إﻟﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪ ٦‬ه‪ :‬أي‪.‬‬ ‫ه ‪ ،‬س‪ :‬وﺑﺎﳌﻨﺰل‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١٠‬ه ‪ -‬وﻳ ّﺪﺧﺮ ﻟﻮﻗﺖ اﳊﺎﺟﺔ‪.‬‬ ‫‪ ٧‬ع‪ :‬ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻓﺎﺋﺪة‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﺘﺄﻟﻴﻒ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
146 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Çünkü ilk olarak kazanılması veya benzeri şekilde edinilmesi, ikinci ola-
rak ziyan edilmemesi, üçüncü olarak da ihtiyaç olduğunda önemli yerlere
harcanması gerekir. Sözü edilen tanımda bu yönlere işaret vardır. Böyle de-
nilmiştir.
[Kazanmaya gelince; ticaret ve zanaatle uğraşmaya ilişkindir. Zanaat
daha süreklidir. Bunda adaleti ve mürüvveti gözetmek gerekir.]
Kazanmaya gelince, kendisine bağışlanması ve miras kalması gibi eline
geçmesi veya kendisinin bizzat çalışarak kazanması gibi konulara gelince;
birincisi açıktır. İkincisine ise müellif şöyle işaret etti: ticaret ve zanaatle
uğraşmaya ilişkindir. Ticaret kâr amacıyla yapılan alış-veriş ilişkisidir. Fet-
ha ya da kesra ile sınaat/sanaat (zanaat) para kazanmak için işin keyfiyetine
ilişkin bilgidir. Müellif bazılarının zikrettiği gibi ziraat ve hayvancılığı zikret-
memiştir. Bunun sebebi birinciyi birinciye, ikinciyi ikinciye dâhil etmesidir.
Sonra bunlardan hangisinin tercihe şayan olduğu konusunda ihtilaf edil-
miştir. İmam Şafiî’den nakledildiğine göre kendi yaşadığı zamanda ticarette
daha çok helal ve sözlerde daha çok doğruluk olmasına dayanarak ticaretin
zanaatkârlıktan daha iyi olduğunu söylemiştir. Mâverdî’den ziraatin her iki-
sinden de daha iyi olduğu nakledilmiştir. Müellif ise zanaati tercih etti ve
şöyle dedi: Zanaat, zanaatkârın yeteneğine dayandığı ve ürünlere çok ihtiyaç
duyulduğu için ticarete nispetle daha sürekli, ticarette malları yok eden
birçok felaket bulunduğu ve zanaatin aksine ticaretin sadece sebeplerinde
iradenin etkisi olduğu için ticaretten daha az risklidir. Ayrıca zanaat daha
az meşguliyeti olduğu için de tercih edilebilir. Çünkü bu ahiret kazancıyla
meşgul olmayı, ebedî erzakı elde etmeyi önemseyen kişi için daha uygundur.
Ayrıca zanaat ehli kibir, ucup, mal mülk biriktirmek gibi kalbi; faziletleri
ve kemâlâtı elde etmekten alıkoyan kötülüklerden uzaktırlar. Bunda yani
kazanma hususunda adaleti, yani işlemlerde, alım satımda, ölçüde, tartıda
doğru olmayı; dolandırıcılıktan ve hileden kaçınmayı ve Şeriat, akıl ve örf
tarafından övülmeyi gerektiren tüm güzel fiillerin ilkesi olan mürüvveti
gözetmek gerekir. Bir görüşe göre mürüvvetten kasıt hoşgörüdür ve sı-
kıştırmayı terk etmektir. Başka bir görüşe göre şarkıcılık, kumarbazlık gibi
aşağılık zanaatleri seçmemektir. Yine bu gibi mesleklerden bazıları tabiata
hoş gelmeyen hacamatçılık, deri tabaklayıcılık, çöpçülüktür. Bu konuda
ihtilaf vardır. Mesnevi’de şöyle geçer:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪147‬‬

‫ّ‬ ‫ا‬ ‫فإ‬ ‫אع א ًא‪ ،‬وا‬ ‫أو ً ‪ ،‬و م ا‬


‫ه ّ‬ ‫و‬ ‫اכ‬ ‫ّ‬ ‫إذ‬
‫‪.‬‬ ‫אت כ א‬ ‫ها‬ ‫ا כ ر إ אرة إ‬ ‫ا‬ ‫אج‪ ١‬א ًא‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫أدوم‪ .‬و‬ ‫א‬ ‫א ‪ .‬وا‬ ‫אرة وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫]أ ّ א ا‬
‫ّوة‪[.‬‬ ‫ل وا‬ ‫ا אة ا‬
‫‪.‬‬ ‫روث أو א‬ ‫ب وا‬ ‫ا‬ ‫لכ א‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ّ א أن‬ ‫أ ّא ا‬
‫אرة‬ ‫א ا‬ ‫אرة وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫‪٤‬‬
‫‪ ٣‬ا א أ אر‬ ‫وا ّول א ‪،٢‬‬
‫ّ כ‬ ‫‪٥‬‬
‫أو א כ‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫ا‬ ‫اء‬ ‫ا א א وا‬
‫د א ا و‬ ‫‪ ٦‬כ א ذכ ‪ ٧‬ا‬ ‫ا‬ ‫כ ا را وا‬ ‫ا אل‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫اّ‬ ‫ر‬ ‫ا א‬ ‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪ ّ .٨‬ا‬ ‫وا א‬ ‫ا و‬
‫ا אل‬ ‫ق‬ ‫ا‬ ‫لو‬ ‫כ ةا‬ ‫ا א אء‬ ‫אرة‬ ‫أن ا‬
‫א ّ‬
‫א‬ ‫אل وا‬ ‫رّ ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א‪ .‬وا‬ ‫أن ا را‬
‫ا אوردي ّ‬ ‫ز א ‪.‬و‬
‫ادث‬ ‫ع وأ ّ آ כ ة ا‬ ‫אج إ ا‬ ‫כ ا א ‪ ،‬وכ ة ا‬ ‫אرة‬ ‫ا‬ ‫أدوم‬
‫ّن‬ ‫ّ‬ ‫א ‪.‬و‬ ‫فا‬ ‫أ א א‬ ‫‪١٠‬‬
‫אر إ‬ ‫אرة و ا‬ ‫ا‬ ‫‪٩‬‬
‫ا‬
‫ّ אت‬ ‫ا‬ ‫אل ]‪٣٠‬ب[ כ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫אل‬ ‫أ‬ ‫ً‪،‬‬ ‫א أ ّ‬ ‫ا‬
‫وإכ אر‬ ‫ا ا כ وا‬ ‫א אأ‬ ‫‪ .‬وأ‬ ‫א ا‬ ‫ا‬ ‫و و‬ ‫ا‬
‫א وا כ א ت و‬ ‫ا‬ ‫ّ إ‬ ‫ا‬ ‫كا‬ ‫ال وا‬ ‫ا‬
‫אو אت وا زن‬ ‫א ت وا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ل أي ا‬ ‫ا אة ا‬ ‫ا‬ ‫أي‬
‫אل ا‬ ‫ور ا‬ ‫أ‬ ‫ّوة ا‬ ‫اع وا‬ ‫ّ وا‬ ‫ا‬ ‫אب‬ ‫وا כ وا‬
‫א ‪.‬و‬ ‫و كا‬ ‫א‬ ‫ا اد א ا‬ ‫ح ً א و ً و ً א‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫‪١٣‬‬
‫א وا א وا כ א‬ ‫‪ ١١‬כא ّ وا אر‪ ١٢‬و א ا‬ ‫م ا אر ا א ا‬
‫ي‪:‬‬ ‫و ا‬ ‫و‬ ‫ّ ا‬ ‫א‬

‫ع – إﻻ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع – اﳌﻮاﺷﻲ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه ‪ -‬ﻋﻨﺪ اﻻﺣﺘﻴﺎج‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع‪ :‬اﳊﺴﻴﺴﺔ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ :‬ذﻛﺮﻩ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه ‪ +‬اﳊﺎل‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﻐﻤﺎر‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﺜﺎﱐ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬وإﱃ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه ‪ -‬واﻟﻜﻨﺎﺳﺔ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﻐﻨﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه‪ :‬ﻗﺎل‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع – ﻋﻠﻢ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
148 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

“Herkes özel bir iş için yaratılmıştır ve


Bu işin arzusu her kalbe konulmuştur.”
Burada Allah-u Teâlâ’nın “Herkes yaradılışına göre iş tutar” (el-İsrâ,
17/84) sözüne ve Peygamber (s.a.)’in: “Herkese kendisi için yaratıldığı şey
kolaylaştırılır”1 sözüne bir telmih vardır.
[Muhafazaya gelince bunda pintilik etmeksizin, harcama, kazanılan-
dan daha az olmasıyla veya işletmekledir. Mal sahibi mallarını ihtiyaten
nakdî, aynî ve gayrı menkul olarak taksim etmelidir.]
Muhafazaya gelince bu, pintilik etmeksizin, harcamanın, kazanı-
landan daha az olmasıyladır. Yani evin zorunlu harcamaları konusunda
ailenin ve çocukların ihtiyaçlarında bir eksiklik olmaksızın çıkanların ele
girenlerden daha az olmasıyladır. Nitekim şair şöyle der:
“Seni temin ederim tutumluluğum cimrilik değildir
Fakat harcamalarım yüzünden kazandıklarım kalmadı
Tabiatımda cömertlik vardır ama ben
Ayağımı yorganıma göre uzatırım.”
Eğer kendisinde tabiî güçler bulunan unsurdan oluşmuş cisimler üzerin-
de tasarrufta bulunan doğanın işleyişini; büyüme çağında girenlerin çıkan-
lardan fazla olduğunu ve bu şekilde bedenin bölgelerinde tabiatı oranında
büyüme ve artmanın meydana geldiğini, sonra ikisi eşitlendiğinde durmanın
meydana geldiğini ve bu durumda artma ve azalmanın olmadığını; çıkanlar
arttığında da bedende çözülmeler başladığını –ki bu gerileme çağıdır- dik-
katli bir gözle incelersen bunun sonuçlarını mal konusunda da takip ede-
bilirsin ve böylece ev yönetimini elde edersin, durumun düzeni bozulmaz.
Veya malın muhafazası işletmekle, yani çabuk bozulacak olanı daha uzun
zamanda azalacak olanla veya büyümesi ve artması umulanla değiştirmek
sûretiyle kâr ve fayda elde etmekledir. Nitekim tabiat da bozulacak hiçbir
şeyi biriktirmez. Mesela kan gıdaya en yakın olmasına rağmen onu biriktir-
mez. Aksine bedenin tüm organlarına yayılmış olan tabiî balgamı biriktirir.
1 Buhârî, “Tevhid”, 53.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪149‬‬

‫*‬ ‫ا ا‬ ‫ان را در د‬ ‫כאرى א‬ ‫را‬ ‫כ‬

‫َ אכِ َ ِ ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ ِ ْ َ اۤءِ‪،(٨٤/١٧ ،‬‬ ‫﴿כ َ ْ َ ُ َ ٰ‬


‫א ‪ُ :‬‬ ‫إ‬ ‫و‬
‫‪١‬‬
‫‪«.‬‬ ‫ا م‪» :‬כ ّ ّ א‬ ‫و‬

‫ّل‬ ‫אر‪ .‬وا‬ ‫أو א‬ ‫ا‬ ‫جأ ّ‬ ‫כ نا‬ ‫]وأ ّ א ا‬


‫אط‪[.‬‬ ‫و אع و אر‬ ‫أ ا‬

‫وف أ ّ‬ ‫‪ ٢‬أي כ ن ا‬ ‫ا‬ ‫جأ ّ‬ ‫כ نا‬ ‫وأ ّ א ا‬


‫ور אت‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ما‬ ‫ط‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫لכ א‬ ‫ا‬

‫ِא ْ َ ْ ِج َد ْ ِ‬ ‫َو כِ ْ َ א َ ِ‬ ‫ُِ ْ ِ‬ ‫َو َ ِّ َכ َ ْ َ ِإ ْ َ אכِ‬

‫َ ْ رِ ا ْכِ َ א ِء َأ ُ رِ ْ ِ‬ ‫ََ‬ ‫َ א َ ُ َ ْ َ َأ ِّ‬ ‫َِْ ا‬ ‫َو ِ‬


‫‪٣‬‬
‫ّא‬ ‫אم ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫وإذا أ‬
‫ا אء وا אدة‬ ‫ّ‬ ‫ّا‬ ‫و א‬ ‫א‬ ‫د‬ ‫‪٤‬‬
‫ا ىا‬
‫‪ .‬وإذا‬ ‫و‬ ‫ف‬ ‫ا‬ ‫ّ إذا אو א‬ ‫أ אر ا ن‬
‫ا אل‬ ‫‪٦‬أ ه‬ ‫אط‪ ٥‬ا‬ ‫ّ ا‬ ‫ا ن ]‪٣١‬أ[ و‬ ‫ا ال‬ ‫ج‬ ‫زاد ا‬
‫אر أي‬ ‫ا אل א‬ ‫אم‪ ٧‬ا אل أو‬ ‫ّ‬ ‫لو‬ ‫ا‬ ‫כ א‬
‫اد‬ ‫א‬ ‫ّ إ‬ ‫א‬ ‫אد إ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ة وا א ة‬ ‫ا‬
‫אد כא م‬ ‫ا‬ ‫ًא‬ ‫ّ‬ ‫أن ا‬
‫ا אء وا زد אد כ א ّ‬ ‫أو א‬
‫أ اء ا ن‪،‬‬ ‫ّق‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أ بإ‬ ‫כ‬
‫اﳌﺘﺼﺮﻓﺔ ﰲ اﻷﺟﺴﺎم اﻟﻌﻨﺼﺮﻳﺔ ﳑّﺎ ﻳﻮﺟﺪ ﻓﻴﻬﺎ‬
‫ّ‬ ‫ع‪-‬‬ ‫‪٤‬‬ ‫‪ ١‬ﺻﺤﻴﺢ اﻟﺒﺨﺎري‪ ،‬اﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪.٥٣‬‬
‫اﻟﻘﻮى اﻟﻄﺒﻴﻌﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﺻﺎﺋﺐ‪ :‬ﺷﺎدئ ﻫﺮﻛﻪ زﻳﺎدت زﻏﻢ‬
‫ع‪ :‬اﳋﻄﺎط‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ﻛﺎﻣﻞ ﻧﻴﺴﺖ ‪ /‬ﻫﺮﻛﻪ راﺧﺮج زد ﺧﻠﺴﺖ ﺑﺮون ﻋﺎﻗﻞ‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﺟﺰاء إذا اﻷ ّول‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﻳﻨﺴﺖ‪*.‬‬
‫ع‪ :‬ﻟﻨﻈﺎم‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪ ٣‬ه‪ ،‬ع‪ :‬ﻓﻴﻬﺎ‪.‬‬
150 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Böyle denilir. Ayrıca tabiat aynı şekilde, bedene dışarıdan gıda olarak bir
şeyin girmeyeceği bir vakte kadar gıdaya dönüşmesi üzere kanı da biriktirir.
Nitekim kötü hastalıkta bu söyleyen kişinin anlattığı gibidir. Bunun üzerine
düşün. Mal sahibi mallarını felaketlerin meydana gelmesine karşı ihtiya-
ten nakdî, aynî ve gayrı menkul olarak taksim etmelidir. Çünkü eğer bir
bölüm felakete uğrarsa diğer bölüm yerinde kalır. Nitekim mutlak hikmet
sahibi olan Allah insanların gıdalarını pek çok hayvan ve bitki çeşidinden
yaratmıştır.
[Harcamaya gelince; Allah yolunda olanda hoşnutsuzluktan, gönül
kırmaktan, gösterişten kaçınsın. Bilhassa fakirliğini gizleyene versin.
Mürüvvet için olanda, acele etmesi, verdiğini gizlemesi, az bulması, sü-
rekli olması vereceği yeri iyi seçmesi gerekir. Bir sefihi engellemek ve bir
faydayı elde etmek türünden bir zaruret için olanda zaruretle yetinmek
gerekir. İhtiyaç için olana gelince bunda tutumlu olmak ve fazla harca-
maya meyil gereklidir.]
Harcamaya yani malın sarf edilmesine gelince, bunun dört yeri var-
dır: (i) Sevaba ulaşmak için, zekât, adaklar ve sadakalar gibi Allah yolun-
da olanlar. Bunda şunlardan kaçınsın: vermede hoşnutsuzluktan ve gö-
nülsüz olmaktan. İç huzuru ve gönül ferahlığıyla sarf etsin ki bu şekilde
bu cömertlik sayılsın. Eğer bu zor gelirse o zaman sahip olduğu her şe-
yin kendisi hak etmeksizin Allah’ın bahşettiği nimetler olduğunu ve on-
dan az bir kısmını fakirlere infak olarak vermesini emrettiğini düşünsün
ki böylelikle az ve geçici bir nimet, çok ve kalıcı hale dönüşsün. Kerahet-
ten (hoşnutsuzluk) kastın Allah Teâlâ’nın şu ayette buyurduğu gibi baya-
ğılık olduğu da söylenmiştir: “Kendiniz almayacağınız bayağı şeyleri ver-
meye kalkışmayın” (el-Bakara, 2/267). Gönül kırmaktan, Allah Teâlâ’nın
şu ayette buyurduğu gibi: “Sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak
sûretiyle boşa çıkarmayın” (el-Bakara, 2/264). Gösterişten. Riyâ (gösteriş)
hemze ve yâ ile okunur, mufâ‘ale babından mastardır. Saygı görmek ve
çokça mal elde etmek için başkasına iyi görünmek anlamındadır. Bunu
yasaklayan pek çok hadis vardır. Ama nefsi bundan temizlemek en zor
işlerdendir. Selef-i Sâlihîn halis niyetin zorluğundan şikâyet etmişler ve
halis niyeti ibadetlerin sûretinin ruhu konumunda değerlendirmişlerdir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪151‬‬

‫اء ا ن‬ ‫א إ‬ ‫ا مأ ًא‬ ‫ّ‬ ‫أن ا‬


‫ّ‬ ‫‪.‬و‬ ‫כ ا‬
‫א‬ ‫ضا א‬ ‫ا‬ ‫כ א‬ ‫ا‬ ‫ا אرج א‬ ‫ا ن‬ ‫‪١‬‬
‫د‬
‫אط‬ ‫و אع و אر‬ ‫أ ا‬ ‫ّل‬ ‫ذכ ه ذ כ ا א ‪ ّ ،‬وا‬
‫اء‬ ‫ا כ ا‬ ‫כ א‬ ‫آ‬ ‫ًא‬ ‫א ا אت‪ ،‬ن أ א‬
‫ان وا אت‪.‬‬ ‫أ اع ا‬ ‫אن‬ ‫ا‬

‫ّ‬ ‫وا ذى وا אء و‬ ‫اכ ا‬ ‫اّ‬ ‫ج א כאن‬ ‫]وأ ّ א ا‬


‫ا‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫وءة א‬ ‫ه‪ .‬و א כאن‬ ‫כ‬ ‫אق‬ ‫א‬
‫אر‬ ‫א‬ ‫أو‬ ‫د‬ ‫ورة‬ ‫‪ .‬و א כאن‬ ‫אر ا‬ ‫وا‬
‫ف‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫אد وا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ورة‪ .‬وأ ّ א א כאن‬ ‫ا‬

‫אت‬ ‫ا‬ ‫اّ‬ ‫א כאن‬ ‫אلّ‬ ‫أر‬ ‫ف ا אل‬ ‫ج أي‬ ‫وأ ّ א ا‬


‫אء و‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫ا כ ا و ما‬ ‫אت‬ ‫כא כאة وا ور وا‬
‫أن‬
‫ّ‬ ‫ذכ‬ ‫ا כ م‪ .‬وإن‬ ‫כ ن‬ ‫ر‬ ‫اح ا‬ ‫وا‬ ‫ا א‬
‫ف‬ ‫אق‪ ،‬و أ ه أن‬ ‫ا‬ ‫‪٢‬‬
‫א‬ ‫א أ‬ ‫اّ‬ ‫ه‬ ‫א‬
‫ً א כ ة‪ ٤‬א ‪.‬‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א ًא ً إ ‪ ٣‬ا اء א אق‬
‫﴿و َ َ َ ُ ا ا ْ َ َ ِ ْ ُ ُ ْ ِ ُ َن‬
‫א ‪َ :‬‬ ‫כ أن اد א כ ا ا א‬ ‫و‬

‫א ‪ ُ ِ ْ ُ َ ﴿ :‬ا َ َ َ א ِכُ ْ‬ ‫ْ ُ ْ ِ ٰא ِ ِ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ َ َ ةِ‪ ،(٧٦٢/٢ ،‬وا ذى‬ ‫َو َ‬


‫ر‬ ‫َ ِّ َوا ْ َذٰ ى﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ َ َ ةِ‪٣١] ،(٤٦٢/٢ ،‬ب[ وا אء א ة وا אء‬ ‫ِא ْ‬
‫‪.‬‬ ‫כ ا אل ا‬ ‫أو‬ ‫ّ ا‬ ‫إراءة ا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫ر‪.‬‬ ‫ا‬ ‫‪٥‬أ‬ ‫ا‬ ‫כ ة כ‬ ‫א أ אد‬ ‫ا‬ ‫ورد‬ ‫و‬
‫ر ا אدات‬ ‫ا وح‬ ‫صو ّ ه‬ ‫ا‬ ‫אء ا‬ ‫כא‬ ‫‪٦‬‬
‫و‬

‫‪ ٤‬ع‪ :‬ﻛﺜﲑًا‪.‬‬ ‫‪ ١‬ه ‪ +‬ﻓﻴﻪ‪.‬‬


‫‪ ٥‬ه‪ :‬ﻋﻨﻪ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع – ﻋﻠﻴﻪ‪.‬‬
‫‪ ٦‬ع – ﻗﺪ‪.‬‬ ‫ﻳﺴﺘﺤﻖ ﻣﻦ‪.‬‬
‫ّ‬ ‫‪ ٣‬ه ‪ +‬ﻣﻦ‬
152 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Öyleyse kurtulmak nasıl kolay olur? “Kurtuluş vakti çoktan geçmiştir.” (Sâd,
38/3) Bu yüzden sadakaların gizli verilmesi hakkında nas gelmiştir, sağ eli-
nin verdiğini sol elinden, sol elinin verdiğini de sağ elinden gizlemesi bil-
dirilmiştir. Bilhassa fakirliğini gizleyene versin. Yani fakirliğini gizleyen
ve başkasından istemeyen fakiri, başkasından isteyen fakire tercih etmelidir.
Burada emir kipi, fakirliğini gizlemeyene vermek de caiz olduğu için men-
dupluk bildirir. Bâ edatı ayırt etme anlamımda sınırlama ve tahsis şey için
kullanılmıştır. Müellif gizleyene vurgu yapmıştır çünkü o daha iffetli ve ilan
edenden daha çok ihtiyaç içindedir. Müellif sonra ikinci harcama yerini an-
latmaya koyuldu: (ii) Mürüvvet için olan, yani mürüvvet ve güzel sonuçları
gerektiren kâmil bir insanlık için yapılan harcamalar. Sıhah’ta mürüvvet,
hemze’li okunur, insanîyet demektir, mer’ (insan) kökünden gelir. Bazen vâv
şeddeli okunur. “Kişinin mürüvv’ü” (insanlığı) veya “mürüvvet sahibi oldu”
gibi kullanımları vardır. Bunun müellifin de belirttiği gibi kemal yönünden
beş şartı vardır: (a) Acele etmek, yani vermede acele etmek. Zira cömert
kimseye yakışan budur. Bu yüzden cömertliği tavsif ederken şair şöyle der:

“En iyi bağış kendisinde


Erteleme ve bıkkınlık belirtisi olmayandır”.

(b) Gösteriş ve bağışta bulunacağı kişiyi utandırma belasından emin ol-


mak için gizlemek. (c) Az bulmak, yani aslında bu alicenaplığın ve gönül
zenginliğinin gerektirdiği bir şey olmasına rağmen, minnet altında bırak-
maktan ve ucuptan kaçınmak için verdiği şey aslında zâhiren ve bâtınen
çok ve değerli olsa bile onu az ve değersiz saymak. (d) Süreklilik, yani ardı
kesilmeden vermek. Çünkü ihsanı kesmek –ki bu cömertlikle çelişen bir
durumdur- geçmişteki bağışları da unutturur. (e) Vereceği yeri iyi seçmek,
yani hak eden kişiyi iyice düşünerek bağışı yapacağı yeri tercih etmek. Şair
ne güzel söylemiştir:

“Açık eli kılıcın yerine, yukarı koymak


Zararlıdır, tıpkı kılıcı ıslak yere koymak gibi.”
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪153‬‬

‫ص‪ ،(٣/٨٣ ،‬و ا ورد إ אء‬


‫אص﴾ ) ُ َر ُة ۤ‬
‫َ ََ ٍ‬ ‫﴿و َ َت‬
‫ص َ‬
‫‪١‬‬
‫ا‬ ‫כ‬
‫‪٢‬‬
‫ّ‬ ‫وא כ و‬ ‫אره إن أ א א א‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫אت و‬ ‫ا‬
‫ه‬ ‫ل‬ ‫هو‬ ‫ا ي‬ ‫אز ا‬ ‫أن‬ ‫ه أي‬ ‫כ‬ ‫אق‬ ‫א‬
‫ا כא ‪ .‬وا אء دا‬ ‫אق‬ ‫از ا‬ ‫‪٣‬‬
‫ب‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ا א‬ ‫ا‬
‫ّ ‪ ٥‬أ ّ وأ ّ א‬ ‫ّ‬ ‫אز‪ .‬وإ ّ א‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫ص‬ ‫ر وا‬ ‫ا‬
‫ف‬ ‫وءة أي ا‬ ‫אل و א כאن‬ ‫ف‪ ٦‬ا א‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫‪ّ .‬‬ ‫ا‬
‫אح‬ ‫ا‬ ‫‪.‬‬ ‫אر ا‬ ‫ا‬ ‫א ا כא‬ ‫وءة وا‬ ‫ا‬ ‫ا ي כאن‬
‫אر ذا‬ ‫ّو ا‬ ‫אل‬ ‫ّ د‪ ٧‬ا او‬
‫‪٨‬‬
‫ء‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫א ‪،‬‬ ‫ةا‬ ‫وءة א‬ ‫ا‬
‫أي‬ ‫ا כ אل כ א אل‪ :‬א‬ ‫وط‬ ‫ئ‪ ،‬و‬ ‫ؤة‬
‫ا כ م‪:١٠‬‬ ‫و‬ ‫‪.‬و ا‬ ‫ناכ‬ ‫‪٩‬‬
‫כ א‬
‫‪١١‬‬
‫ُ َ א َ َ ٌ َو َ َأ َ َ ا ْ َ َ لِ‬ ‫َو َ ْ ُ َ ِ ٍ َ א َ ْ َ ِ َ א‬

‫أي‬ ‫אء وا‬ ‫א‬ ‫‪١٣‬‬


‫ّ‬ ‫ا אء و‬ ‫א‬ ‫‪١٢‬‬
‫وا‬
‫ّ ًزا‬ ‫א ً ا و א ًא‬ ‫אכ ة‬ ‫وإن כא‬ ‫ة‬ ‫ّ‬ ‫ّ ا‬
‫]‪٣٢‬أ[‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫ّ ا ّ و אء ا‬ ‫أّ‬ ‫אن وا‬ ‫إ אم ا‬
‫א‬ ‫ّ اכ م‬ ‫א ًא‬ ‫כ‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫אء ّ ً ‪ّ ،‬ن‬ ‫أي ا‬
‫ّ‬ ‫‪١٤‬‬
‫ا אء‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫أي‬ ‫אر ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫א‬ ‫אء و‬ ‫ا‬
‫‪١٥‬‬
‫َ ْ ِ ِ ا َى‬ ‫َ ْ ِ ِ ا ْ ِ ِא ْ َ א ِ ‪َ ِ ُ /‬כ َ ْ ِ ا ْ ِ ِ‬ ‫َو َو ْ ُ ا َ ى ِ‬

‫‪ ١٣‬ع‪ :‬ﺣﺼﻪ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﺸ ّﺪد‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬اﻹﺧﻼص‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫‪ ١٤‬ع‪ :‬اﻹﻋﻄﺎء‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﻮار ه ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﻟﻴﺨﻠﺺ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١٥‬ع ‪ -‬ﰲ ﻣﻮﺿﻊ اﻟﺴﻴﻒ ﺑﺎﻟﻌﺎﱄ‬ ‫ع – ﻫﻮ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬ﻟﻠﻨﺪم‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ﻣﻀﺮ ﻛﻮﺿﻊ اﻟﺴﻴﻒ ﰲ ﻣﻮﺿﻊ‬ ‫ه ‪ -‬ﰲ وﺻﻒ اﻟﻜﺮم‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ه‪ :‬ﻓﺎﳋﺼﻮص‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫اﻟﻨﺪى‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺎل‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫أﺧﻒ و‪.‬‬
‫ه‪ّ +‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﺼﺮف‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
154 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bağışı sürdürmek cömertliğin gerekliliklerindendir. Çünkü cömertlik


gerekeni, gerekene, gerektiği kadar vermektir. Bu onun, düşünüp taşınma
içermeyen bir meleke olması ile çelişmez. Hediye de gerçek bir dostluktan
ileri geldiği, sapkın bir sebepten kaynaklanmadığı sürece bağış gibidir. Müel-
lif bundan sonra üçüncü harcama yerini anlatmaya koyuldu: (iii) İster zâlim
zorba, ister fasık hileci olsun akılsız, sefih birinin vereceği zararı gidermek
veya maslahatı ve istediğini elde etmek için kadı ve hâkimlere verilen rüşvet
gibi kendisine zorunluluk duyulan bir faydayı elde etmek türünden bir
zaruret için yani verenin kendisine zorunluluk duyduğu bir sebep için olan.
Çünkü rüşvet ırzı, ruhu, dini, aklı, malı korumak için caizdir ve hatta bazen
farz olur. Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Kişinin kendisiyle ır-
zını koruduğu her şey ona sadaka olarak yazılır.”1 Halbuki rüşvet haramdır.
O zaman bunda zaruretle yetinmek gerekir. Yani zarureti giderecek kadar
olanla yetinmek farzdır. Çünkü zaruret miktarına göre belirlenir. Bir görüşe
göre bunun üzerine biraz daha ilave etmek daha ihtiyatlıdır. Çünkü insanların
yaradılışlarında insafsızlık, tabiatlerinde hırs ve açgözlülük vardır. Burada şöyle
bir durum vardır: eğer bu ilave, zararı gidermek için gerekliyse zaten zarurete
dâhildir. Gerekli değilse bu ilaveye gerek yoktur. Bu söz tartışılır; çünkü ilave,
istenileni sağlamada, özellikle de büyük işlerde kolaylık sağlayabilir. Dördün-
cü yer insanın şahsının ve neslinin varlığını devam ettirmede en çok ihtiyaç
duyduğu ve harcamalar sadece bununla sınırlansa akla başka yerin gelmeye-
ceği bir yer olduğu için müellif bunu anlatmaya tekid bildiren emmâ (gelince)
edatıyla başladı: (iv) İhtiyaç için olana gelince, yani insanın kendisi ve ailesi
için zorunlu olarak ihtiyaç duyduğu yiyecek, giyecek ve barınağı karşılamak
için yapacağı harcama yerine gelince, tutumlu olmak, yani eğer bir engel
yoksa orta yolu tutmak ve fazla harcamaya meyil, yani eğer işleri kolaylaş-
tıracaksa tefrit ve cimrilik yerine, israf ve savurmaktır. Çünkü bu, cimriliğin
aksine birlikteliğin tamlığı ve muhabbetin bolluğunu getirmekle iki kötüden
daha iyi olanıdır. Çünkü cimrilik sevginin azalmasına ve yok olmasına sebep
olur. Bu da evin düzenini bozar.
Müellif bundan sonra ev yönetimiyle ilgili dört husustan ikincisini an-
latmaya koyuldu ve şöyle dedi:
1 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 395.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪155‬‬

‫‪،‬‬ ‫א‬ ‫אء‪ ّ ،‬إ אء א‬ ‫ازم ا‬ ‫אء‬ ‫‪١‬ا‬ ‫و א‬


‫ّ‬ ‫אد‬ ‫ّ‬ ‫כ رو ّ ‪ .‬وا ّ כא ّ إذا כא‬ ‫א ‪٢‬ذ ככ‬
‫‪٥‬‬
‫ّإ א‬ ‫ورة أي ا‬ ‫אل و א כאن‬ ‫ف‪ ٤‬ا א‬ ‫رد ّ ‪ ّ .٣‬ع ا‬
‫اء כאن א ـ ً א ّ ًאرا أو א ً א כّ ًאرا أو‬ ‫ا‬ ‫ّة‬ ‫د‬ ‫ا‬
‫وا ام‪ّ ،‬ن‬ ‫ا‬ ‫אة وا כאم‬ ‫אة‬ ‫ا إ כא א ا‬
‫وا אل‪ .‬و‬ ‫وا‬ ‫ا ض وا وح وا‬ ‫כ ن وا ًא‬ ‫ا ر אء א‬
‫ام‬ ‫أن ا ر אء‬
‫ّ‬ ‫«‬ ‫כ‬ ‫כ‬ ‫ِ‬ ‫ء‬ ‫م‪ » :‬א و ا‬ ‫ا‬ ‫ُروي‬
‫ّر‬ ‫ورة‬ ‫إذ ا‬ ‫ورة‪ ٦‬وا‬ ‫ا‬ ‫ر א‬ ‫ورة أي‬ ‫ا‬ ‫אر‬ ‫א‬
‫אف‬ ‫ما‬ ‫ل‬ ‫أ ط ّن أכ ا אس‬ ‫أن ا אدة‬
‫ّ‬ ‫‪٨‬‬
‫ر א‪ .٧‬و א‬
‫ر‬ ‫د ا‬ ‫أن כ ا אدة إن‬
‫ّ‬ ‫אف‪،‬‬ ‫ص وا‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫و‬
‫א ؛ إذ ا אدة‬ ‫ا אدة‪ .٩‬و‬ ‫و‬ ‫ورة وإ‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫دا‬
‫אج إ ا אن أ ّ‬ ‫ّא‬ ‫אم‪ .‬و ـ ّ א כאن ا ا‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫ا ام ّ א‬
‫ه‬ ‫إ‬ ‫אدر ا‬ ‫ف‬ ‫ا‬ ‫وإذا أ‬ ‫و‬ ‫אء‬ ‫אج ]‪٣٢‬ب[‬ ‫ا‬
‫فا ي כ ن‬ ‫أي أ ّ א ا‬ ‫א‬‫ّ א ا ّכ ة אل وأ ّ א א‪ ١٠‬כאن‬ ‫أ אر إ‬
‫اء وا אس وا כ‬ ‫ا‬ ‫و א‬ ‫ور אت‬ ‫א אج إ ا אن‬
‫اف‬ ‫ف أي ا‬ ‫إ ا‬ ‫א وا‬ ‫כ‬ ‫إن‬ ‫ّ‬ ‫אد أي ا‬ ‫א‬
‫א כ אل‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫‪ ّ .‬أ نا‬ ‫إن ّأدى إ أ‬ ‫وا‬ ‫دون ا‬ ‫وا‬
‫אم‬ ‫ّ‬ ‫ا א‪.‬‬ ‫ّ أو‬ ‫אن ا‬ ‫‪ّ .‬‬ ‫فا‬ ‫ّ‬ ‫وز אدة ا‬ ‫ا‬
‫ل‪.‬‬ ‫ا‬

‫אل‪:‬‬ ‫‪١١‬‬
‫را ر‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫ع‬ ‫ّ‬
‫ع‪ :‬ﻳﻨﺪﻓﻊ ﺑﺎﻟﻀﺮورة‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه‪ :‬ﻣﻼﺣﻈﺔ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﻀﺮورة ﺗﻘﺪرﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﻨﺒﻐﻲ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬اﻟﻘﺎﺋﻞ ﺟﻼل اﻟﺪ ّواﱐ واﻟﺴﺎﺋﻞ‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬إﺷﺎرة إﱃ أ ّن اﳍﺪﻳّﺔ ﻟﻌﻠﺔ رﺿﻴﺔ ﻛﻤﺎ‬ ‫‪٣‬‬
‫أﲪﺪ ﻣﻮﻟﻮي‪.‬‬ ‫ﺗﻌﻄﻴﻬﺎ أرﺑﺎب اﳌﺮام ﻟﻠﻘﻀﺎة واﳊﻜﺎم ﻻ ﻳﻨﺎﰲ اﳌﺮوءة ﳉﻮاز‬
‫ع ‪ +‬ﻛﺬا ﻳﻘﺎل‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ﻫﺬا اﻹﻫﺪاء وﻻ ﻛﻼم ﰲ اﻹﻫﺪاء ﻛﻤﺎ ﺳﻴﺠﻲء‪.‬‬
‫ع – ﻣﺎ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﺼﺮف‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع – اﻷرﺑﻌﺔ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ :‬إﻟﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
156 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[İkincisi eşlerdir. Kişi evlenmeyi nesli devam ettirmek ve evin düze-


nini sağlamak için istemelidir, sadece şehvet için değil. Akıl, iffet ve hayâ
olmazsa olmazlardır. Buna soy, güzellik ve zenginlik de eklenirse daha
iyidir. İfrat derecesindeki güzelliğe gelince, isteyenlerinin çok olması ve
akıllarının zayıflığı sebebiyle asla! Sadece malı için olan da böyledir.]

İkincisi eşlerdir. Çünkü neslin devamını sağlayan evlilik ancak bu iki-


siyle mümkündür. Bu yüzden hikmetlerini açıklamak gereklidir. Müellif
birincisini şu sözüyle anlatmaya koyuldu:

Kişi evlenmeyi insanı hayvanlardan ayıran şeye layık olduğu şekilde


nesli devam ettirmek ve evin düzenini sağlamak için istemelidir, sadece
şehvet için değil. Bu istek hanım için de geçerlidir, fakat o kocasına tâbîdir.
Teehhül (evlenme) kelimesinin tezevvüc (eşlenme) kelimesinin yerine tercih
edilmesinde kocanın evliliğe ehil olması gerektiğine bir işaret vardır. Müellif
ikinci hikmeti açıklamaya koyuldu:

Akıl, iffet ve hayâ olmazsa olmazlardır. Çünkü düzenin sağlanmasında


aklın tam bir rolü vardır. Akılsız ve beyinsiz bir kadın kendisini bile yönete-
mez, başkasını nasıl yönetsin? İffetsizlik olmayanı elde etmek şöyle dursun,
olanı yok eden bir sebeptir. Hayâsızlık ise akıl ve şeriat yolunda yürümeyi
engeller. Bu yüzden “Hayâ imandan bir şubedir.”1 buyurulmuştur. Her bi-
rinin diğerini gerektirdiği açıktır. Fakat müellif açıklamak istemiş, hatır-
latmakla yetinmemiştir. Kalp inceliği, dilini tutmak ve kocaya itaat etmek
iffetin şubelerindendir. Örtünmek, bakışlarını indirmek, sesini alçaltmak,
evine bağlı olmak da hayânın şubelerindendir.

Bu sayılan özelliklere soy, güzellik ve zenginlik de eklenirse daha iyidir.


Yani kendisine bu üçünün eklenmediği kadından daha iyidir. Çünkü bunla-
rın her biri kendinde tercih sebebi olmanın yanında iyi bir ahlâkın ve temiz
bir iffetin işaretidir. Burada avama, bu üçünü asıl, ilk üçünü de ek ve yan
özellik saymaları ya da ilk üçünü asıl saymamaları yönünden bir red vardır.

1 Buhârî, “İman”, 3.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪157‬‬

‫ة‪ .‬وا‬ ‫ّد ا‬ ‫ل‬ ‫و אم ا‬ ‫א ّ ا‬ ‫ا و אن‬ ‫]ا א‬


‫אل‬ ‫אل وا אل و ‪ .‬وأ ّ א ا‬ ‫وا‬ ‫א‪ .‬وإن زاد ا‬ ‫ّ‬ ‫אء‬ ‫وا ّ وا‬
‫ّ ‪ ،‬وכ ا ّ د ا אل‪[.‬‬ ‫ّ و‬ ‫ط כّ כ ة‬ ‫ا‬
‫ّ‬ ‫א‪.‬‬ ‫إ‬ ‫אء ا ع‬ ‫ّد إ‬ ‫ا‬ ‫ا و אن ّن ا و‬ ‫ا א‬
‫אن כ א‪.‬‬
‫ة‬ ‫ّد ا‬ ‫ل‬ ‫و אم ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫‪:‬‬ ‫ا ّول‬ ‫ع‬
‫اا‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫ان‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫אز‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫ا ّوج إ אر ّن ا وج‬ ‫إ אر ا ّ‬ ‫وج‪ .١‬و‬ ‫أ ً אإ أّ א א‬ ‫و‬
‫‪.٢‬‬ ‫و‬ ‫أن כ ن أ ً‬
‫‪٣‬‬
‫אم‬
‫ّ‬ ‫د‬ ‫א إذ ا‬ ‫ّ‬ ‫אء‬ ‫وا ّ وا‬ ‫‪ :‬وا‬ ‫ا א‬ ‫و ع‬
‫א‪ ،‬כ‬ ‫כّ‬ ‫‪٤‬‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا אم‪ّ ،‬ن ا‬
‫د‪ .‬و م‬ ‫ا‬ ‫ً‬ ‫د‬ ‫فا‬ ‫ر‬ ‫א‪ .‬وا‬ ‫ّ‬
‫אء‬ ‫ع‪ [ ٣٣] .‬و ا ورد »ا‬ ‫أ‬
‫وا‬ ‫ا‬ ‫ك‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫ا‬
‫כ‬ ‫و‬ ‫إ أ ّ أراد ا‬ ‫ما‬ ‫א‬ ‫أن כ ّ‬
‫ّ‬ ‫אن«‪ ٥‬و‬ ‫ا‬
‫ا وج‪ .‬و‬ ‫إ א‬ ‫אن و‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫وع ا ّ ‪ :‬ر ّ ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫א‬
‫‪.‬‬ ‫تو ز ا‬ ‫ف وإ אء ا‬ ‫ّ ا‬ ‫ّ و‬ ‫אء‪ :‬ا‬ ‫وع ا‬
‫‪٧‬‬
‫و‬ ‫אل‬ ‫ا‬ ‫‪٦‬‬
‫א ذכ‬ ‫אل وا אل‬ ‫وا‬ ‫وإن زاد ا‬
‫א‬ ‫ر‬ ‫א‬ ‫ّن כ ّ‬ ‫‪٨‬‬
‫ه ا‬ ‫א‬ ‫د‬ ‫ّ‬ ‫أو‬ ‫أي‬
‫ون‬ ‫ّام‬ ‫رد‬
‫ّ‬ ‫ة و‬ ‫ا ة ‪ ٩‬و אء ا‬ ‫ذا أ אرة‬
‫و א أ ً ‪.‬‬ ‫ا و ز אدة ‪ ١١‬و ً א أو‬ ‫أ ً ‪ ١٠‬وا‬ ‫ه ا‬

‫ع ‪ :‬ذﻛﺮﻩ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه ‪ +‬ﰲ ذﻟﻚ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع‪ :‬ﻓﺎﻷوﱃ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬ﺑﺄ ّن اﻟﺘﺰّوج ﻳﻨﺒﻐﻲ أن ﻳﻜﻮن ﳌﻦ ﻳﻜﻮن ً‬
‫أﻫﻼ‬ ‫‪٢‬‬
‫ه ‪ +‬أو ﻓﺎﻟﺰﻳﺎدة أوﱃ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﻟﻠﺰوﺟﻴﺔ‪.‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﺴﲑ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬ﲤﺎم‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬أﺻﻮﻻ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع – اﻟﻌﻘﻞ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه‪ :‬زواﺋﺪ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﺻﺤﻴﺢ اﻟﺒﺨﺎري‪ ،‬اﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪.٥٣‬‬ ‫‪٥‬‬
158 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Genelde büyük bir zarar ve elim bir azap doğuruyor olmasına rağmen, zayıf
akıl ve saçma görüş sahipleri arasında ifrat derecesindeki güzelliğe rağbet yay-
gın olduğu için, müellif bunu tekid bildiren emmâ (gelince) edatı ve yasaklama
bildiren kellâ (asla) edatı kullanarak reddetti ve şöyle dedi: İfrat derecesindeki
güzelliğe gelince, asla! Yani ondan sonuna kadar uzak dur. Çünkü uzuvların
birbirleriyle olan müthiş uyumu sahibinin letafetini ve basit bire olan benzerli-
ği doğurur. Böylece, özellikle de hayvanî şehvet unsurunun eklenmesiyle nefis
ona kuvvetli bir şekilde meyleder. Ama zararı tamdır, içinde zehir olan tatlı
gibidir. İsteyenlerinin çok olması ve kendilerinde akıllarının zayıflığı sebe-
biyle. Güzellik çoğunlukla aklın ve kemalin bir göstergesiyse de bu kadınların
zararları; ifrat derecesindeki güzelliğin kocanın üzerinde yönetim ve üstün-
lük ilişkisi gerektirmesiyle faydalarını aşar. Bu yüzden evin düzeni bozulur.
Bu kadından ayrılmak ve kendini uzaklaştırmak da zordur. Hz. Ali (kv)’nin
şöyle dediği anlatılır: “Ey insanlar, kadınlara hiçbir işte itaat etmeyin, onları
bir şeyi idare etmeye bırakmayın. Zira onlar kendi hallerine bırakıldıklarında
görülecek şey, malı mahvetmeleri ve idareciye isyan etmeleridir. Onları yalnız
kaldıklarında dinsiz, arzularında takvasız buluruz. Onlarla haz kolay, şaşkınlık
pek çoktur. Onların samimileri günahkârdır. Kötü niyetlileri ise zinakârdır.
Masumları ise yoktur. Onlarda Yahudilerde olan üç özellik vardır: Zulmet-
tikleri halde zulüm görüyormuş gibi davranırlar, tatlı dille konuşurken yalan
söylerler, istedikleri halde ilgilenmez gözükürler. Onların şerlerinden Allah’a
sığının. En hayırlısına karşı dahi çok dikkatli olun.” Sadece malı için olan
da evin yönetiminin kadına geçmesi ve kocanın onun üzerinde bir hâkimiyeti
kalmaması açısından durumun bozulması ve alt üst olmasına götüreceğinden
kesinlikle sakındırılması gereken bir konumdadır.
Müellif bunun ardından evlendikten sonra yapılması gerekenleri anlat-
maya koyuldu ve şöyle dedi:
[Faziletlerini göstermek ve kusurlarını örtmek yoluyla kadında hey-
bet uyandırması, serbestlik tanımaması, uygun bir terbiye vermesi, ona
cüz’î işlerde danışması, onu evde yönetici kılması, onun akrabalarına
ikramda bulunması, kıskançlığını harekete geçirmemesi, onun zihnini
ev işleriyle meşgul etmesi gerekir. Onu aşırı sevmekten kaçınsın. Eğer
ona vurulmuşsa bunu gizlesin. Sırlarını ona açmasın. Ona küllî mese-
lelerde danışmasın. Malının miktarını saklasın. Onu boş eğlencelerden
ve yaşlı kadınlarından meclislerinden uzak tutsun.]
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪159‬‬

‫وا راء‬ ‫لا‬ ‫אب ا‬ ‫أ‬ ‫א‬ ‫ط א‬ ‫אل ا‬ ‫ا‬ ‫و ـ ّ א כאن ا‬


‫כ ة وכ ّ‬ ‫ّא ا‬ ‫د‬ ‫و اب أ‬ ‫ر‬ ‫א ًא‬ ‫‪١‬‬
‫ّ‬ ‫أّ‬ ‫ا‬
‫ّة א‬ ‫ّ‬ ‫אء؛‬ ‫א ا‬ ‫ط כ ّ أي ا‬ ‫אل ا‬ ‫אل وأ ّ א ا‬ ‫ا اد‬
‫ً‬ ‫ا‬ ‫‪٢‬إ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫و א‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫م‬ ‫אء ا‬ ‫ا‬
‫ّ כ ة‬ ‫כ ّ ره أ ّ כ‬ ‫ةا‬ ‫ا‬ ‫ّ إ دا‬ ‫ً א ّ א إذا ا‬
‫‪٤‬‬
‫‪ ٣‬وا כ אل א ًא‬ ‫وإن כאن ا אل أ אرة‬ ‫ّ أ‬ ‫ّو‬
‫ا‬ ‫ّة ا‬ ‫ط‬ ‫אل ا‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫ّ ّ‬
‫ام‪ .‬و‬ ‫اق وا‬ ‫ّ ا‬ ‫ّ أ ا אم‬ ‫ّق‬ ‫ا وج‬ ‫ّ وا‬
‫ّ‬ ‫ا אء ]‪٣٣‬ب[ أ ً ا‪ ٥‬و‬ ‫כ ّ م ا ّ و »أ ّ א ا אس‬ ‫כ‬
‫א ّ‬ ‫ا א כ‪ ،‬و‬ ‫ّ ّ إن כ ‪ ٦‬و א ون أ ن ا אل و‬ ‫ّن‬
‫ّ כ ة‪.‬‬ ‫ة وا ة‬ ‫ا ّ ‪،‬ا ّة ّ‬ ‫ا ّ و ورع ّ‬ ‫ّ‬ ‫د‬
‫و אت‪.‬‬ ‫א ّ‬ ‫א ات‪ ،‬وأ ّ א‬
‫‪٨‬‬ ‫‪٧‬‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ א ات‪ ،‬وأ ّ א‬ ‫ا‬ ‫ّא‬
‫ّ‬ ‫و ّ כאذ אت و‬ ‫ّ و ّ א אت و‬ ‫ّ‬ ‫د‪:‬‬ ‫ث אل‬ ‫‪٩‬‬
‫ّ‬
‫ّد‬ ‫אر ّ « وכ ا‬ ‫ر‬ ‫ار ّ وכ ا‬ ‫وا א ّ‬ ‫و ّ را אت א‬
‫‪١٠‬‬
‫ل وا ب ا אل‬ ‫د إ ا‬ ‫از‬ ‫ا אل و ب ا‬
‫א‪.‬‬ ‫ل إ א و כ ن ا وج כ ً א‬ ‫ا‬ ‫رא‬
‫אل‪:‬‬ ‫ا ّ‬ ‫אن א‬ ‫ع‬ ‫ّ‬
‫אط‪،‬‬ ‫ب‪ ،‬و ّ ا‬ ‫ا‬ ‫א ‪،‬و‬ ‫אر ا‬ ‫א‬ ‫إ אع ا‬ ‫]و‬
‫ل‪ ،‬وإכ ام‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אت و כ‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬و אور א‬ ‫א א‬ ‫א‬ ‫و‬
‫ّ א‪،‬‬ ‫ط‬ ‫ل‪ ،‬و‬ ‫را‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫א‪ ،‬و‬ ‫ة‬ ‫ا‬ ‫أ אر א א‪ ،‬ود‬
‫ا כ ّ אت‪ ،‬و‬ ‫אور א‬ ‫أ اره‪ ،‬و‬ ‫א‬ ‫ه‪ ،‬و‬ ‫א‬ ‫وإن ا‬
‫א ‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫و א‬ ‫ّ אا‬ ‫ار א ‪ ،‬و‬
‫‪ ٨‬ع‪ :‬ا‪.‬‬ ‫‪ ٥‬ع‪ :‬ﰲ أﻣﺮ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻋﻠﻴﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫‪ ٩‬ه‪ :‬ﻓﻔﻴﻬﻦ‪.‬‬ ‫‪ ٦‬ع‪ :‬ﺗﺮك‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻓﺘﻤﻴﻞ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١٠‬ه‪ :‬ﻳﻨﺘﻘﻞ‪.‬‬ ‫‪ ٧‬ع‪ :‬ﻃﻮاﳊﻦ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻌﻘﻞ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﰲ اﻟﻐﺎﻟﺐ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
160 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Onu büyük görmesi, ilişkisinde nefret etmemesi ve aralarında güzel bir


yaşantının olması için zor kullanarak değil, güzellikle, faziletlerini göstermek
ve kusurlarını örtmek yoluyla kadında heybet uyandırması ve serbestlik
tanımaması gerekir. Açık olan, killeti’l-inbisât (serbestlik tanımamak) setr
(örtmek) kelimesine atıf konumunda mecrurdur. Îka‘ (uyandırma) kelimesine
atıf olarak merfu da olabilir. Çünkü serbestliğin genişliği örtünün kalkmasına
ve belirli sınırların dışına çıkılmasına götürür. Böylece düzen bozulur. Akide-
lerden ve ibadetlerden zorunlu dinî bilgileri öğretmek ve âdâb-ı muaşereti, ev
işlerini, ona yakışan ve yakışmayan halleri anlatmak gibi uygun din ve dünya
işleriyle yumuşak bir şekilde bir terbiye vermesi gerekir. Bazı nüshalarda ter-
biye yerine terhîb (rahatlatmak) yani genişlik tanımanın uygun olduğu konu-
larda sıkmamak olarak geçmektedir. Belki de bu, şeref bakımından metnin
tefsirinde daha doğrudur. Ona aklı eksik olduğundan küllî işlerde değil, sade-
ce gönlünü hoş etmek için cüz’î işlerde danışması gerekir. Bununla birlikte
kadının görüşünün aksini tercih eder. Çünkü “Kadınlara danışın ve söyledikle-
rinin tersini yapın”1 buyurulmuştur. Bir görüşe göre burada danışmayla başka
bir fayda daha elde edilir, bu da doğru seçimin kadının görüşünün tersi olma-
sıdır. Fakat daha doğrusu bu mevzu küllî işlerde danışma içindir. Bu da gene-
le bakıldığında böyledir. Çünkü kadınların çoğu görüşleri, kadınlar duyulur
olana daha bağlı oldukları için akla ters düşen vehmin gerektirdikleridir. Bazı
erkeklerin akıllarının kadınlardan daha zayıf, görüşlerinin daha saçma olduğu
gizli değildir. Böyle bir erkeğin, eğer hanımı daha isabetliyse ona uyması ve
görüşünü kabul etmesi gerekir. Böyle denilmiştir. Ve yine onu evde yönetici
kılması, yani cüz’î işleri ona emanet etmek ve bir tek onu sorumlu tutmak
sûretiyle evi yönetmeye önem vermesini sağlayarak hizmetçiler gibi başkasının
üzerine onu yönetici yapması gerekir. Çünkü her çokluğu bir arada tutacak bir
cihet-i vahdeye ihtiyaç vardır. Hanımının ve akrabalarının gönlünü hoş etmek
için cömertlik ya da başka yollarla hanımın akrabalarına ikramda bulun-
ması gerekir ki ona hanımın maslahatına olacak işleri düzenlemesinde yardım
etsinler. Başkalarından sarf-ı nazar etmek sûretiyle onu kıskançlıktan uzak
tutması. Kıskançlık nefsin, onu gerçekte ya da zanda itibarını zedeleyen şeyi
gidermeye sevk eden bir gücüdür. Onun zihnini ev işleriyle ve evin gerekli
şeylerini yönetmekle meşgul etmesi gerekir ki ilgisi başka şeylere yönelerek
düzen bozulmasın.

1 Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâru’l-merfû‘a fi’l-ahbâri’l-mevzû‘a, (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1986), s. 240.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪161‬‬

‫ا‬ ‫ب‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫אر ا‬ ‫א‬ ‫إ אع ا‬ ‫و‬


‫א‪.‬‬ ‫א ة‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫أ‬ ‫אو ما ّ‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫אع‬ ‫ا‬ ‫ًא‬ ‫‪،‬و כ ا‬ ‫ا‬ ‫ًא‬ ‫ّ‬ ‫أّ א‬ ‫אط ا א‬ ‫و ّ ا‬
‫ّ أ ا אم‪.‬‬ ‫אم‬
‫ا אد ا ّ‬ ‫وج‬ ‫אب وا‬ ‫ر ا‬ ‫ّدي‪ ٢‬إ‬ ‫ّن‪ ١‬כ‬
‫ور אت‬ ‫ا‬ ‫ا ء כ‬ ‫أ د א ود א א‬ ‫א א א‬ ‫و‬
‫א أو‬ ‫‪٣‬وא‬ ‫א ة وأ ر ا‬ ‫آداب ا‬ ‫אل و‬ ‫ا א وا‬ ‫ا‬
‫א א‬ ‫א‬ ‫م‬ ‫א أي‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ال‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫אت‬ ‫ا‬ ‫אور א‬ ‫‪٣٤] .٤‬أ[ و‬ ‫ه א כ‬ ‫و ّ أو‬ ‫ا‬
‫ذכ‬ ‫א‪ ٥‬و‬ ‫אن‬ ‫ا כ ّ אت‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ًא‬ ‫را‬ ‫ّ‬ ‫ا‬
‫ا א ة‬ ‫و‬ ‫‪٦‬‬
‫ّ«‬ ‫א‬
‫ف رأ א א ورد‪ » :‬אورو ّ‬ ‫אر‬
‫אورة‬ ‫أن כ ا‬ ‫אورة و כ ن ا اب ف رأ א‪ .‬وا‬ ‫أ ى‬
‫אرض‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫إ ا א ‪ّ ،‬ن أכ رأ ّ‬ ‫ا כ ّ אت‪ .‬و ا א‬
‫ً وأ‬ ‫אل أ‬ ‫ا‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫אت‪ .‬و‬ ‫ّ א‬ ‫ّة ا‬
‫כ א‬ ‫أر‬ ‫رأ א‪ ٧‬إن כא‬ ‫אو‬ ‫زو‬ ‫أن ّ‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫رأ ًא‬
‫ادم ن‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א אכ‬ ‫ل أي‬ ‫א ا‬ ‫כ‬ ‫أ ًא‬ ‫‪.‬و‬
‫‪٨‬‬
‫ّ כّ‬ ‫א‪ .‬إذ‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫إ אو‬ ‫را‬ ‫ّض ا‬
‫אو ب‬ ‫א‬ ‫ا אة و‬ ‫إכ ام أ אر א א א‬ ‫ة‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫כ ة‬
‫א ن‬ ‫ة‬ ‫ا‬ ‫أ ًאد‬ ‫א‪ .‬و‬ ‫א‬ ‫ا א‬ ‫أ אر א‬
‫أو‬ ‫ا ض‬ ‫ح‬ ‫א‬ ‫ّ א‬ ‫ة ّة‬ ‫א‪ .‬وا‬ ‫إ‬
‫אل‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫ّ‬ ‫از‬ ‫لو‬ ‫را‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ًאدا‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫ل‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ّدي إ‬

‫ه ‪ +‬وﺗﺪﺑﲑﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ع‪ :‬ﻷﻧﻪ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫»ﺷﺎوروُﻫ ﱠﻦ وﺧﺎﻟﻔﻮُﻫ ﱠﻦ« ﻋﻠﻲ اﻟﻘﺎري‪ ،‬اﻻﺳﺮار‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه‪ :‬ﺗﺆدي‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫اﳌﺮﻓﻮﻋﺔ ﰲ اﺧﺒﺎر اﳌﻮﺿﻮﻋﺔ‪ ،‬و‪.٢٢٥ :‬‬ ‫ع ‪ -‬وﺗﻔﻬﻴﻢ آداب اﳌﻌﺎﺷﺮة وأﻣﻮر اﻟﺒﻴﺖ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه – رأﻳﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬ﻛﻤﺎ ﻓﺴﺮ ﺑﻌﺾ اﻟﺸﺮاح وﲪﻠﻪ‬ ‫‪٤‬‬
‫ع – ﻛﻞ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫اﻟﺒﻌﺾ ﻋﻠﻰ اﻟﺴﻬﻮ ﻣﻦ اﻟﻨﺎﺳﺦ‪.‬‬
162 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Müellif bundan sonra kaçınılması gereken hususları anlatmaya koyuldu


ve şöyle dedi:
Genel olarak sebeplerinden uzak durmak yoluyla onu aşırı sevmekten
kaçınsın. Bir görüşe göre müellifin Eş‘arî olup teklîf-i mâ lâ yutâk (kişinin
kaldıramayacağı yükü yüklenmesi)’ni mümkün görmesine binaen bizâtîhi
sevmenin kendisinden uzak durmak yoluyladır. Bu görüşün tartışmaya açık
olduğu açıktır. Eğer ona vurulmuşsa ve bu elinde olmayan bir şey haline
gelmişse mümkün olduğu kadar bunu gizlesin. Çünkü bu mağlubiyeti, ha-
nımını razı edecek fiillerin peşine düşmeyi, fazla nazın sonucunda usanmayı
ve yüce hükümran Allah’ın razı olacağı şeylerden uzaklaşmayı gerektirir.
Saklaması gereken sırlarını ona açmasın. Yutli‘ (açmasın) cezimle okunur.
Nehiydir, kendisinden önceki emre atıftır; veya merfu okunur, nehiy anla-
mındadır, yine aynı kelimeye atıftır. Çünkü kadınların yaradılışında vefasız-
lık, çabuk öfkelenme ve sırları ifşa etmek sûretiyle intikam alma arzusu var-
dır. Yine sır saklama kuruluğa dayanan bir sûret kabilindendir. Kadınlar ise
genel olarak yaş mizaçlıdırlar. Ona küllî meselelerde danışmasın. Az önce
izah edildiği gibi meczum ya da merfu okunur. Burada kasıt, küllî meseleler-
de danışmaya götüren cüz’î meselelerde danışmadır ki bunun sayesinde yap-
mak veya yapmamak gibi cüz’î sonuçları elde etsin. Bu da iknaî ya da bur-
hanî delile götürür. Yolculuk konusunda danışma hakkında şöyle denir: bu
uygun yol arkadaşlarıyla, şu vakitte, şu amaçla yapılan bir yolculuktur. Böyle
olan her yolculuk isabetlidir. Danışman ya bu sonucu onaylar veya küçük
önermeye yahut büyük önermeye itiraz eder. Bu münazaranın bir türüdür.
Daha önce kadınların küllî düşünmeden uzak, hayâlî ve vehmî işlere yatkın
yaratıldıkları söylenmişti. Onlara danışma şüphe tozlarını harekete geçirir ve
danışan danıştığı şey konusunda şüphe sahibiyken bu şüpheleri daha da artar.
Kadının öfke anında intikam almak için insanlar arasında yaymasıyla ifşa ol-
maması veya evin idaresi ve düzeni için gerekli olanın dışında bir yükümlü-
lüğe götürmemesi için malının miktarını ondan saklasın. Yestur (saklasın)
kelimesi merfu ya da meczum okunur. Onu uzak tutsun, inşa anlamı taşı-
mak üzere emre veya nehye atıf olarak merfu okunur veya yestur (saklasın)
sözünde olduğu gibi yukarıda geçen emir lâm’ının başına geldiği kelimeye
atıf olarak meczum okunur. Böyle söylenmiştir. Bu konuda ihtilaf vardır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪163‬‬

‫אل‪:‬‬ ‫از‬ ‫ا‬ ‫אن א‬ ‫ع‬ ‫ّ‬


‫א אء‬ ‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫أ א א‬ ‫אب‬ ‫ّ א א‬ ‫ط‬ ‫و‬
‫א‬ ‫אق‪ .‬و‬ ‫א‬ ‫ّ زة כ‬ ‫ا א ةا‬ ‫ّ‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬
‫م‬ ‫ّ‬ ‫ا כאن‪٣٤] ،‬ب[‬ ‫ه‬ ‫ار‬ ‫א و אرت‪ ١‬ا‬ ‫وإن ا‬
‫ّא‬ ‫ل وا א‬ ‫طا‬ ‫ل‬ ‫אل وا‬ ‫ا‬ ‫‪٣‬‬
‫א‬ ‫א‬ ‫‪٢‬و‬ ‫ا‬
‫أو א‬ ‫ا‬ ‫‪٥‬‬
‫ف‬ ‫‪٤‬‬
‫م‬ ‫א א‬ ‫אل‪ .‬و‬ ‫ا כا‬
‫م‬ ‫א‪ّ ،‬ن ا אء‬ ‫مכ‬ ‫أ اره ا‬ ‫أ ًא‬ ‫ا‬
‫אء ا ّ ‪ .‬وأ ً א כ אن ا‬ ‫אم‬ ‫ةا‬ ‫و‬ ‫‪٦‬ا‬ ‫ا אء و‬
‫ا כ ّ אت‬ ‫אور א‬ ‫ا اج א ًא‪ .‬و‬ ‫و ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫رة ا‬ ‫ا‬
‫אورة‬ ‫ّد إ ا‬ ‫אت ا‬ ‫ا‬ ‫אورة‬ ‫اد ا‬ ‫‪ ٧‬כ א ّ ‪ .‬وا‬ ‫م أو א‬ ‫א‬
‫إ א‬ ‫ّدي‪ ٨‬إ د‬ ‫ً أو ًכא‪،‬‬ ‫אت ا‬ ‫א כا‬ ‫ا כ ّ אت‬
‫ض‬ ‫כ ا‬ ‫و‬ ‫‪٩‬‬
‫ا‬ ‫ر‬ ‫إ‬ ‫אورة ا‬ ‫א ‪ .‬כאن אل‬ ‫أو‬
‫اه‪ ١١‬أو‪ ١٢‬כ اه‬ ‫אر أو‬ ‫ّ ‪ ١٠‬ا‬ ‫اب‬ ‫ا‬ ‫כ ا‪ ،‬وכ ّ‬
‫ة‬ ‫א وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أن ا אء‬
‫ّ‬ ‫ا א ة‪ .‬و‬ ‫ع‬
‫אכא‬ ‫כ‬ ‫אر ا ّכ כ ن ا‬ ‫ّ‬ ‫אورة‬ ‫ّ اכّ ‪ ،‬א‬
‫אء‬ ‫ّدي ا‬ ‫ّ‬ ‫ار א‬ ‫א‬ ‫م‬ ‫‪ ١٣‬أو א‬ ‫א‬ ‫أ ّכ‪ .‬و‬ ‫אر‬ ‫אا‬
‫אرج‬ ‫א‬ ‫כ‬ ‫אم أو إ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا אم‬ ‫א‪ ١٤‬إ‬ ‫إ א‬ ‫إ‬
‫כ‬ ‫أو ا‬ ‫ا‬ ‫ّ א א‬ ‫وا אم‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫כ م‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫لا مכ‬ ‫م‬ ‫אء أو א‬ ‫ا‬

‫ه ‪ +‬أو ﻗﻴﺪﻩ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع‪ :‬أو ﺳﺮﻋﺔ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه ‪ +‬ﳏﺒﺘﻪ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع‪ :‬و‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﺮﻓﻊ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﻌﻠﻮﻣﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫أﻳﻀﺎ‪.‬‬
‫ه‪ً +‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ع‪ :‬ﻓﻴﺆي‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﺮﻃﻴﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬إﺷﺎﻋﺔ ﺣﺎﳍﺎ‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ه‪ :‬ﻣﺘﻮاﻓﻘﺔ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬ﻫﻲ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬ﻓﻴﺼﻮب‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻣﻦ ﺑﺎب إﻓﻌﺎل‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
164 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Yani onu boş eğlencelerden, yani düğün dernek, toplantı ve benzeri yerler-
de duyma, yapma, söyleme yönünden boş eğlencelerle oyalanmasından ve
yaşlı kadınlarından meclislerinden uzaklaştırsın. Çünkü onlar insanların,
yoldan çıkma mertebesinden yoldan çıkarma mertebesine yükselmiş olan
şeytanlarıdır.
Müellif kocanın hükümlerinden bahsettikten sonra hanımın durumla-
rını anlatmaya koyuldu ve şöyle dedi:

[Kadınlar için şunlar zorunludur: iffetli olmak, yeterlilik göster-


mek, haşyet göstermek, iyi bir eş olmak, çok sitem etmemek.]
Eş olma yönünden kadınlara beş nitelik zorunludur: (i) İffetli olmak,
yani eşinden başkasına karşı bakışını kesmek, kalbini tutmak ve sevgisini
ona hasretmek. Böyle söylenilmiştir. (ii) Yeterlilik göstermek, yani sevgi
ve muhabbetin artması için eşine ve evine yardım etmek, elinden geldiği
kadar tahammül göstermek ve kendi başına göğüs germek gibi kadınların
yapmaları gereken şeyi ortaya koymak.(iii) Haşyet göstermek, yani eşinin
kalbinde heybetli olduğunu gösterecek şekilde nefretin değil, muhabbetin
haşyetini göstermek. (iv) İyi bir eş olmak. Yani itaatle ve geçimsizlikten
kaçınmakla iyi bir evlilik sürdürmek. Bunun yollarından biri eşinin gönlünü
kazanmak için kendisini süslemesi, bedenini bakımlı ve kıyafetlerini temiz
tutmasıdır. (v) Çok sitem etmemek. Çünkü bunu çokça yapmak sevginin
azalmasına yol açar. Müellif bundan sonra, zikrettiği hususlara ters düşen
kadını terk etmesini emretti ve şöyle dedi:

[Kim bozukluk hissederse onu kesinlikle terk etsin.]


Kim kendisiyle şer‘an ve örfen evin düzeninin dağılacağı bir bozukluk
hissederse, yani gözlemlerse, onu kesinlikle terk etsin. Yani derhal kadını
boşaması gerekir. Ancak çocuklara yazık olması gibi daha büyük bir bozul-
maya yol açacaksa başkadır. Naslarda beş tür kadından kaçınılması gerektiği
buyrulmuştur: hasret çeken, minnet altında bırakan, ahlayıp vahlayan, başı
dağlanmış ve harabat yeşilliği. Hasret çeken kadın, birinci kocasından çocuğu
olan ve onu özleyen kadındır. Minnet altında bırakan kadın, mal sahibi olup
eşini malıyla ezen kadındır. Ahlayıp vahlayan kadın, birinci eşinin ikincisin-
den daha iyi olduğunu düşünen ona tutkun olup ona sevgi besleyen kadındır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪165‬‬

‫א‬ ‫ً‬ ‫ً أو‬ ‫ً א أو‬ ‫אت‬ ‫אل א ّ‬ ‫أي ا‬ ‫א ]‪٣٥‬أ[ ا‬ ‫أي‬


‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫אو א‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ا سو א‬
‫ل‪.‬‬ ‫ا‬ ‫لإ‬ ‫ا‬

‫אل‪ :‬و‬ ‫אن أ ال ا و‬ ‫ع‬ ‫אن أ כאم ا وج‬ ‫و ـ ّא غ‬

‫ا ّ ‪ ،‬و ّ ا אب‪[.‬‬ ‫‪،‬و‬ ‫אء ا ّ ‪ ،‬وإ אر ا כ א ‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫]‬

‫א وכ ّ‬ ‫אت‪ :‬ا ّ أي‬ ‫زو אت‬ ‫אء‬ ‫ا‬


‫‪ .‬وإ אر ا כ א أي إ אر‬ ‫ّ א‬ ‫ا زو א و‬ ‫א‪ ،‬כ ا‬ ‫ّא‬ ‫א‬
‫א אدة‬ ‫א‬ ‫و ّ א رو אو א‬ ‫ا وج وا‬ ‫ّ‬ ‫א‬
‫أن زو א‬
‫ّ‬ ‫ا ّ ا ة لّ‬ ‫أي إ אر‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫ّ وا‬ ‫ا‬
‫ز‪.‬‬ ‫از‬ ‫ا زدواج א א وا‬ ‫ا ّ أي‬ ‫א‪ .‬و‬
‫אء زو א‪ .‬و ّ ا אب‬ ‫ًא‬ ‫א א‬ ‫אو‬ ‫אو‬ ‫و‬
‫כא‬ ‫ك‬ ‫ّ‪ ّ .‬أ‬ ‫ا‬ ‫ّدي إ‬ ‫زو א ّن إכ אره‬
‫אل‪:‬‬ ‫ف א ذכ‬ ‫ا‬

‫‪[.‬‬ ‫כ ا‬ ‫אد‬ ‫ّ‬ ‫أ‬ ‫]و‬

‫כ‬ ‫ًא‬ ‫ً א أو‬ ‫ل‬ ‫אم ا‬ ‫ّ‬ ‫אد‬ ‫ّ أي א‬ ‫أ‬ ‫و‬


‫כ אع‬ ‫אد آ‬ ‫ّدي‪ ١‬إ‬ ‫أن‬ ‫ا אل إ‬ ‫א‬ ‫أي‬ ‫ا‬
‫ّא‬ ‫ان‪ ٢‬ا‬ ‫ا‬ ‫أ אف‬ ‫از‬ ‫ا‬ ‫ورد أ ّ‬ ‫אل‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫א و‬ ‫ا‬ ‫ّא‬ ‫‪ :‬ا‬ ‫اء ا‬ ‫ا א و‬ ‫وכ‬ ‫وا ّא‬ ‫وا ّא‬
‫زو א א אل‪ .‬وا ّא‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ ‪ .‬وا ّא‬ ‫زوج آ‬
‫ا ّول‪.‬‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫ّ‬ ‫ا א‬ ‫ًا‬ ‫زو א ا ّول‬ ‫ا‬

‫‪ ٢‬ه‪ :‬اﻟﻨﺴﺎء‪.‬‬ ‫‪ ١‬ه ‪ +‬ذﻟﻚ‪.‬‬


166 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Başı dağlanmış olan, iffet yolundan sapmış olup insanların eşi hakkında
gıybet ettiği ve kadının kötülüklerinin zikredilmesiyle eşinin sanki başının
damgalanmış gibi olduğu kadındır. Harabat yeşilliği ise, güzel ama köksüz,
çöplük üzerinde biten yeşillik gibi olan kadındır.
Müellif bundan sonra evin üçüncü unsurunu anlatmaya koyuldu ve
şöyle dedi:
[Üçüncüsü hizmetçilerdir. Hepsinin durumuyla ve düzeltilmesiyle,
sonra her birinin durumuyla ilgilensin. Onların geçimlerini sağlasın.
Durumlarını bilsin. Zaaf göstermeksizin onlara yumuşak davransın.
Zulüm göstermeksizin de baskı altında tutsun. Her birisi için bir iş
belirlesin. Onlara aşırı ağır iş yüklemesin. Köle daha iyidir.]
Üçüncüsü hizmetçilerdir: Hadem (hizmetçiler) fethayla okunur. Hâdim
(hizmetçi)’nin çoğuludur. Tıpkı teba‘ (takipçiler)’in tâbi‘ (takipçi)’nin ço-
ğulu olması gibidir. Hizmetçiler evin ihtiyaçlarındandır. Uzuvlardan sadır
olan işleri devralmalarından ötürü bunlara benzetilmişlerdir. Hizmetçisiz bir
ev uzuvları işlemeyen bir beden gibidir. Onların var olmaları yüce Allah’ın
nimetlerindendir. Genel olarak hepsinin durumuyla ve düzeltilmesiyle,
sonra ayrıntılı olarak her birinin durumuyla ve düzeltilmesiyle ilgilensin.
Bu şekilde hangi göreve uygun oldukları, hangi sorumluluğu kaldırabilecek-
leri ortaya çıksın, bir şeyi kendisine ait olmadığı yere koymaktan korunsun,
kendisine ve başkasına zulmetmemiş olsun. Durumlarını düzeltmek için
onların geçimlerini sağlasın. Çünkü o, Peygamberimizin (s.a.)’in de şöyle
buyurduğu gibi Allah katında onların durumlarından sorumludur: “Hepiniz
çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden sorumlusunuz.”1 Yaradılış bakımından
onlarla eşit olduğunu aklında bulundursun. Yumuşaklık ve ihsan yolunu
seçip sertliği ve baskıyı terk ederken itidal şartını unutmamalıdır ki emir-
lerine karşı bir gevşeklik olmasın. Müellif de buna işaret etmiştir ve şöyle
demiştir: İyi, kötü, faydalı, zararlı durumlarını bilsin. Onları çalıştırırken
durumlarını bilmek, diğer günlerde onlardan habersiz olmak uygun olmaz.
Hizmette tembelliğe sebep olacak bir zaaf göstermeksizin onlara yumu-
şak davransın. Şeriatın dışına çıkan bir zulüm göstermeksizin de baskı
altında tutsun ki böylece yüce Rabb’in terbiyesinde asıl olanın celal ve
cemal arasında olması gibi her zaman korku ve ümit arasında bulunsunlar.
1 Buhârî, “Cuma”, 11.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪167‬‬

‫כ‬ ‫زو א‬ ‫ا אس‬ ‫ا ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫وכ ا א‬


‫אכ ّ א‬ ‫أ‬ ‫]‪٣٥‬ب[‬ ‫اء ا‬ ‫أة‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا א כ‬ ‫כ‬
‫‪.‬‬ ‫اء ا‬
‫ل אل‪:‬‬ ‫أرכאن ا‬ ‫ا א‬ ‫ع‬ ‫ّ‬
‫‪،‬‬ ‫אل כ ّ وا‬ ‫א ّ‬ ‫אل ا כ ّ وإ‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫]ا א‬
‫‪،‬و‬ ‫ّف أ ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫א‬ ‫و‬
‫أو ‪[.‬‬ ‫ّ ‪ .‬وا‬ ‫כّ‬ ‫ً ‪،‬و‬ ‫כّ‬ ‫‪،‬و ّ‬
‫ل‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א ؛ ّ‬ ‫אدم כא‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫ا א‬
‫م‬ ‫ل‬ ‫א‪ .‬وا‬ ‫ور ا אر ا اردة‬ ‫א‬ ‫אء‬ ‫ّ ا א‬ ‫و‬
‫אل‬ ‫א ‪،‬‬ ‫اّ‬ ‫‪١‬‬
‫د‬ ‫אء‪،‬‬ ‫כא ن ا ّ ا‬
‫ً‬ ‫وإ‬ ‫אل כ ّ وا‬ ‫ّ‬ ‫אً‬ ‫אإ‬ ‫ا כ ّ وإ‬
‫ء‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫و ّي כ‬ ‫أي‬ ‫أّ‬
‫ول‬ ‫ّ‬ ‫ح א‬ ‫א‬ ‫و ه‪ .‬و‬ ‫ّ و כ ن א ـًא‬
‫ول‬ ‫راع وכ ّכ‬
‫ٍ‬ ‫م‪» :‬כ ّכ‬ ‫ا‬ ‫כ א אل‬ ‫أ ا‬ ‫اّ א‬
‫כ‬ ‫כ‬ ‫ّ أن‬ ‫ة כ‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫‪٤‬‬
‫אوا‬ ‫‪٣‬‬
‫ر ّ «‪ ٢‬و‬
‫ا אون‬ ‫ّدي إ‬ ‫ال‬ ‫طا‬ ‫وا‬ ‫و ك‪ ٥‬ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬

‫ّ‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ّف أ ا‬ ‫و אل‪ :‬و‬ ‫אل כ א أ אر إ‬ ‫ا‬
‫א ا ّאم‪ .‬و‬ ‫ام وا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫و‬
‫و‬ ‫ا‬ ‫ا כא‬ ‫ّدي إ‬
‫ا‬ ‫אء כ א‬ ‫ف وا‬ ‫ا‬ ‫ا‪ ٦‬دا ً א‬ ‫כ‬ ‫ع‬ ‫ّا‬ ‫אرج‬
‫אل‪.‬‬ ‫ل وا‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫ا ّب ا‬

‫‪ ٤‬ع‪ :‬ﻣﺴﺎوا ﻢ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﻓﻮﺟﺪﻫﻢ‪.‬‬


‫‪ ٥‬ه‪ :‬ﻳﱰك‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ﺻﺤﻴﺢ اﻟﺒﺨﺎري‪ ،‬اﳉﻤﻌﺔ ‪.١١‬‬
‫‪ ٦‬ع‪ :‬ﻳﻜﻮن‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ه‪ :‬ﻳﻼﺣﻆ‪.‬‬
168 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Ve yine hareketlerine ve duruşlarına bakmalı, onları dikkatle inceleme-


lidir. Çünkü dış görünüş ahlâkî yaşayışa; dış yaradılış iç ahlâka işaret
eder. Zeki olan aptal olana tercih edilir. Aksi de söylenmiştir. En iyisi
sınırlamamak, yeteneğine göre bir iş belirlemektir. Bu yüzden müellif
şöyle dedi: Her birisi için dikkatle incelemesinin sonunda ortaya çıkan
durumuna uygun bir iş belirlesin. Eğer onu tanıdığı gibi çıkarsa ne ala;
değilse onu başka bir işe kaydırsın. Eğer bir hata veya kusur işlerse birin-
cide hoş görsün, ikincide tehdit etsin, üçüncüde terbiye etsin, dördün-
cüde ise geri çevirsin. Karşılık verme ve cezalandırmada acele etmesin.
Hizmetçilerin en iyisi sevgiyle hizmet edendir. En kötüsü ise nefretle
hizmet edendir. Onlara aşırı ağır iş, yani güçleri üzerinde olan, genel
olarak güç yetirebileceklerinden daha fazla iş yüklemesin. Hizmetçiler
hür ve köle olmak üzere iki kısım olduğundan müellif amaca en uygun
olana şöyle işaret etmiştir:
Çoğunlukla köle hürden daha iyidir. Çünkü daha bağımlı, ayrılması
daha zordur. Bu da eğer akıllıysa böyledir. Değilse akıllı hür, işlevsiz köleden
daha iyidir. Hizmetçiler üç sınıftır: (i) Evin işlerini yöneten özel hizmetçi;
bu, hizmet alanın duyu organları mesabesindedir. (ii) Alışveriş gibi işleri
yürüten hizmetçi; bu eller mesabesindedir. Bu ikisinde akıl ve istikamet şartı
aranır. (iii) Ağır iş hizmetçisi; bu da ayaklar mesabesindedir. Bunda kuvvet
ve dayanıklılık şartı aranır. Her milletin övülen ve yerilen yönleri vardır.
Nitekim Araplar sözü güzel söylemekle meşhurdurlar; kaba tabiatlı olmakla
ve şehvet güçleriyle itham edilirler. Habeşliler vefa ve sebat ile öne çıkarlar;
kibir ve tahammülsüzlükle ayıplanırlar. Acemler akıllık, zekilik, iyi yönetim-
le bilinirler; hilekârlık, tuzak ve ikiyüzlülükle ayıplanırlar. Yunanlılar doğru
sözlülük, vefa ve maharetle öne çıkarlar; cimrilik ve çirkeflikle yerilirler.
Hintliler sezgi ve vehim gücüyle, hızlı hareket etmekle, hizmet kalitesiyle,
el çabukluğu ile bilinirler; ucup, kin, kibir ve korkaklıkla kınanırlar. Türkler
cesaret ve hizmet kalitesiyle meşhurdurlar, vefasızlıkla ve güvenilir olma-
makla ayıplanırlar. Böyle derler. Bu iyi özelliklerin ve kusurların çoğunluğa
dayandığı açıktır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪169‬‬

‫رة لّ‬ ‫إذ ا‬ ‫ّس‬ ‫כא و כ א و‬ ‫أ ً א إ אن ا‬ ‫و‬


‫و‬ ‫ا‬ ‫أر‬ ‫‪ .‬وا כ ّ‬ ‫قا א‬ ‫ا‬ ‫ا א ة‬ ‫ة وا‬ ‫ا‬
‫اد و ا אل‪:‬‬ ‫]‪٣٦‬أ[‬ ‫ما‬ ‫א כ ‪ ،‬وا و‬
‫כ א‬ ‫‪١‬‬
‫ج‬ ‫‪ ،‬ن‬ ‫ّس‬ ‫א‬ ‫א ا ي‬ ‫א ًא‬ ‫ً‬ ‫כّ‬ ‫و‬
‫ا ّة‬ ‫א‬ ‫ة‬ ‫ز أو‬ ‫ر‬ ‫آ ‪ .‬وإذا‬ ‫إ‬ ‫א وإ‬
‫א‬ ‫و‬ ‫ا ا‬ ‫و ّده‬ ‫ا א‬ ‫و ّد‬ ‫ا א‬ ‫‪٢‬‬
‫و ّ ده‬ ‫ا و‬
‫ه‪ .‬و‬
‫م אכ ‪.‬‬ ‫א ّ و ّ‬ ‫כ ن‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫وا‬
‫אدة‪ .‬و ـّא‬ ‫و‬ ‫ّא‬ ‫ر‬ ‫زا ة‬ ‫ّ أي‬ ‫כّ‬
‫ض אل‪:‬‬ ‫א‬ ‫أ אر إ ‪ ٣‬أو‬ ‫ّو‬ ‫כאن ا אدم‬
‫‪٤‬‬
‫א ً إذا כאن א ً‬ ‫ا‬ ‫אدا وأ‬
‫ا ّ א ًא ّ أ ّ ا ً‬ ‫أو‬ ‫وا‬
‫أ אف‪ :‬ا אدم‬ ‫ا א ‪ ّ .‬ا אدم‬ ‫ا‬ ‫أو‬ ‫ّا א‬ ‫א‬ ‫وإ‬
‫ّف‬ ‫وم‪ ،٦‬و אدم ا‬ ‫‪٥‬‬
‫اس‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫أ را لو‬ ‫ّ‬ ‫אص ا‬
‫ّ‬ ‫ا‬
‫א ؛ و אدم‬ ‫وا‬ ‫אا‬ ‫כّ‬ ‫ط‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫اء و‬ ‫وا‬ ‫כא‬
‫ح‬ ‫و ط ا ّ ة وا ّ ‪ .‬و כ ّ‬ ‫ا‬ ‫ا ّ و‬
‫ة‪ ،‬وا‬ ‫و ّة ا‬ ‫ةا‬ ‫‪٧‬‬
‫א ا אن ّ‬ ‫ر‬ ‫وذم‪ .‬א ب‬‫ّ‬
‫אرف א‬ ‫ب‪ ٨‬א כ ّ و م ا ّ ‪ ،‬وا‬ ‫אزة א אء و אت ا م‬
‫ا‬ ‫אز א‬ ‫وا כ وا אق‪ ،‬وا وم‬ ‫ب א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫وا כ א‬
‫س‪ ١٠‬وا‬ ‫ّة ا‬ ‫وف‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫وا‬ ‫م‪ ٩‬א‬ ‫وا אء وا כ א و‬
‫‪،‬‬ ‫وا כ وا‬ ‫وا‬ ‫م ]‪٣٦‬ب[ א‬ ‫و‬ ‫‪١١‬‬
‫ا‬ ‫כ و‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫ر و م ا א ‪ ،‬כ ا א ا‪.‬‬ ‫ب א‬ ‫و‬ ‫و دة ا‬ ‫א‬ ‫ر א‬ ‫وا ك‬
‫‪.‬‬ ‫ا א‬ ‫א‬ ‫אل وا‬ ‫ها‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫و‬

‫‪ ٩‬ع‪ :‬ﻣﻌﻠﻮم‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﳋﻮاص‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ه‪ :‬ﻋﻦ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫‪ ١٠‬ع‪ :‬اﳊﺪث‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻟﻠﻤﺨﺪوم‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻬﺪد‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١١‬ع‪ :‬اﻟﻴﺪن‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﻨﻬﻢ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع – إﱃ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﻣﻐﻴﻮﺑﺔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﻋﺎﻗﺎ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
170 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Müellif bundan sonra evle ilgili dört hususun dördüncüsünü anlatmaya


koyuldu ve şöyle dedi:
[Dördüncüsü çocuktur. Ona güzel bir isim versin. Sonra onu mute-
dil mizaçlı, güzel ahlâklı biri emzirsin. Ahlâkını korusun ve daha önce
zikredilenlerle iyileştirsin. Aralarında bulunduğu kişiler iyi kimseler
olmalıdır. Onu istidadı olan bir zanaatle uğraştırsın ve onu tamamla-
masını, ondan kazanç elde etmesini emretsin.]
Dördüncüsü çocuktur. Veled (çocuk) doğan herkese verilen isimdir.
Ebeveyni üzerinde hakları vardır. Onların da onun üzerinde hakları vardır.
Haklarından birincisi güzel bir isim konulmasıdır: Ona güzel bir isim ver-
sin. Yani onu Peygamberlerin isimlerinden bir isim gibi güzel, mübarek bir
isimle adlandırsın, uğursuz bir isimle değil. Peygamber (s.a.)’in bazı isimleri
beğendiği, bazılarını ise değiştirdiği meşhurdur. Evfak ve huruf ilimlerinde
açıklandığı üzere isimlerdeki farklılık müsemmalara etki eder. Bir görüşe
göre mütekellimler arasındaki ismin müsemmanın aynısı ya da gayrısı ol-
ması konusundaki tartışma sanki buradan kaynaklanır. İmam [Fahreddîn
er-Râzî] bu tartışmanın gereksiz olduğu söyler. Çünkü eğer isimle, manası
olan bir lafız kastedildiyse şüphesiz bu müsemmanın gayrısıdır. Eğer isim-
le, kendisine delalet eden mana kastediliyorsa açıktır ki bu aynısıdır. Bu
yüzden bazı muhakkik âlimler, eğer isim lafızdan ibaretse Mu‘tezile’nin gö-
rüşü doğrudur demişlerdir. O da ismin; onun belirli bir zâta delalet eden
bir isim oluşu anlamında tesmiyeyle aynı olduğudur. Bu durumda tesmiye
isimlendirilenin sıfatı olur, isim verenin değil. Eğer isim anlamdan ibaretse
o zaman tercih edilen görüş Ehl-i Sünnetindir. O da ismin müsemmayla
aynı olduğudur.
Burada isimden kasıt ilimden bir kısımdır. O da aynıyla bir şahsa ko-
nulan şeydir. Eğer babadan, anneden, oğuldan ya da kızdan dolayı verilirse
künye olur. Eğer böyle değil de kendisinden övgü ya da yergi anlaşılıyorsa
lakap olur. Bunların hiçbiri değilse isimdir. Bir görüşe göre ismin konulma-
sının yedinci güne kadar geciktirilmesindeki sır, güzel isim koyma hususu-
dur ki insan iyice düşünebilsin. Çocuğun haklarından biri de emzirmenin
iyi olmasıdır. Nitekim müellif şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪171‬‬

‫אل‪:‬‬ ‫را ا ر‬ ‫ع‬ ‫ّ‬


‫ق‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫اج‬ ‫ا‬ ‫‪ّ ،‬‬ ‫]ا ا ا‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫ه‬ ‫א‬ ‫و اوى א ّ ‪ ،‬و כ‬ ‫أ‬
‫כ א وا כ אب א‪[.‬‬ ‫אو‬

‫‪.‬‬ ‫ًא‬ ‫א‬ ‫أن‬


‫כ א ّ‬ ‫وا‬ ‫ق‬ ‫دو‬ ‫כّ‬ ‫ا‬ ‫ا ا ‪١‬ا‬
‫‪٢‬‬
‫ّכ‬ ‫א‬ ‫أي‬ ‫‪:‬‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫وأول‬
‫ّ‬
‫م‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫ّ‬ ‫ّא‬ ‫אء‬ ‫אء ا‬ ‫أ‬ ‫כא‬
‫ّف‬ ‫ا‬ ‫אء ّدي إ‬ ‫ا‬ ‫ّق‬
‫‪٣‬‬
‫א‪ .‬وا‬ ‫ّ‬ ‫אء و‬ ‫ا‬ ‫אءل‬
‫ف‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫א‬ ‫כ ّ‬ ‫وف‪.‬‬ ‫ا و אق وا‬ ‫ّ אت כ א ّ‬ ‫ا‬
‫ف‬ ‫اا‬ ‫ه‪ .‬و אل ا אم‬ ‫ّ أو‬ ‫ا‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ا כّ‬
‫ّ ‪ ،‬وإن أر‬ ‫ا‬ ‫ّכ أ ّ‬ ‫ا الّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ل ا כ م؛ ّ إن أر‬
‫אرة‬ ‫إن כאن ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫‪ .‬و ا אل‬ ‫‪٥‬أّ‬ ‫ل‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫ا ً א دا‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫أّ‬ ‫و‬ ‫א ل لا‬ ‫ا‬
‫م‬ ‫ا‬ ‫‪ .‬وإن כאن אرة‬ ‫ا ا‬ ‫כ نا‬ ‫ذات‬
‫ّ ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫أّ‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫אر ل أ‬ ‫א‬

‫‪ .‬ن‬ ‫אو‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫א א‬ ‫ّ ا‬ ‫اد א‬


‫‪.‬‬ ‫א‬ ‫وإ‬ ‫ذم‬
‫ح أو ّ‬ ‫نأ‬ ‫כ وإ‬ ‫ر ب أو أم أو ا أو‬
‫إ אن‬ ‫אن‬ ‫اا‬ ‫‪٦‬‬
‫ا ما א‬ ‫إ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬
‫ا ر אع כ א אل‪:‬‬ ‫אن‪ .‬و‬ ‫ا‬

‫‪ ٤‬ه ‪ -‬ﻣﻦ ﻫﻨﺎ؛ ع‪ :‬ﻣﻦ ﻫﻬﻨﺎ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع – اﻟﺮاﺑﻊ‪.‬‬


‫‪ ٥‬ه‪ :‬ﻓﻼ ﺷﻚ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ه‪ :‬ﻳﺘﱪك‪.‬‬
‫‪ ٦‬ع ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ه‪ :‬اﻟﺘﺼﺮف‪.‬‬
172 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Sonra onu mutedil mizaçlı, güzel ahlâklı biri emzirsin. Çünkü sütün,
tüm ahlâk konularının öznesi olan emzirilenin mizacı üzerinde büyük bir
etkisi vardır. Onun mizacı mutedil olma ya da olmama bakımından sütün
mizacını takip eder. Sütün mizacı da emzirenin mizacını takip eder. Böy-
lece çocuğun ahlâkı emzirenin ahlâkını takip eder. Bu yüzden “Emzirme
tabiatı değiştirir”1 buyrulmuştur. En faydalısı annesinin sütüdür. Çünkü bu
süt, hamilelik süresince adet kanından dönüşmüştür. Çocuk da buna alı-
şıktır. Bununla birlikte annenin emzirmesi tabiî bir sevgi ile olur. Eğer baba
sütanneye ihtiyaç duyarsa yaşı genç, görünüşü ve ahlâkı güzel, kırmızıya
çalan beyaz tenli, uzuvları orantılı birini seçmelidir. Sonra sütünü, tırnağı-
nın üzerine bir damla damlatmak sûretiyle kontrol etmelidir. Mutedil olanı
mercimek gibi olan, ifrat derecesinde yoğun ya da aynı şekilde çok seyrek
olmayandır. Beyaz, güzel kokulu olur. Sütten kesildikten sonra eğer bunun
etkileri iyi olmuşsa ahlâkını korumaya çalışmalıdır. Kendisinde görülecek ilk
etki asalettir, o da hayâdır. Kötü özelliklerin iyileştirilmesini de daha önce
işaret edilen tedavi yollarıyla yapar. Nitekim müellif şöyle dedi:
Ahlâkını korusun ve daha önce zikredilenlerle yani büluğ zamanına
kadar etkilerin ortaya çıkmasından sonra daha önce geçen koruma ve gider-
me yollarıyla iyileştirsin. Büluğdan önce ise onu kötü huylara götürecek
şeylerden koruması gerekir. Bu yüzden onu istediği şeylere yaklaştırmalı,
sevmediği şeylerden uzaklaştırmalı, onu kızdıracak ve üzecek şeylerden ko-
rumalı, ona bazı çocuk haklarında yardımcı olmalı, ona boş eğlenceler, kötü
sözler, ahlâksızlarla arkadaşlık gibi hususlarda serbest bırakmaksızın mutedil
bir genişlik tanımalıdır. Müellif bundan sonra büluğa ermiş, bulüğ çağına
gelmiş ve reşit olmuş olanların eğitilmesini anlatmaya koyuldu ve şöyle dedi:
Aralarında bulunduğu kişiler iyi kimseler olmalıdır. Yani onu iyilerle bir
arada tutmalı, kötülerden uzaklaştırmalıdır. Çünkü çocuk bu evrede yazısız
boş bir levha, sûretsiz heyûlâ gibidir. Şüphesiz arkadaşlık etkileyicidir. Bu
yüzden şair şöyle demiştir:
“Kişiyi sorma, arkadaşına bak
Her arkadaş arkadaşına uyar.”

1 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 277.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪173‬‬

‫ق ّن ا‬ ‫ا‬ ‫اج ]‪٣٧‬أ[‬ ‫ا‬ ‫ّ‬


‫ال‬ ‫ا‬ ‫اج ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ق‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ار‬ ‫ا ي‬ ‫اج ا‬
‫א‪ ٢‬و ا‬ ‫א‬ ‫כ ن‪ ١‬أ‬ ‫اج ا‬ ‫א‬ ‫‪ .‬و اج ا‬ ‫و‬
‫دم ا‬ ‫‪٤‬‬
‫ّ ا‬ ‫أّ ‪،‬‬ ‫ّ ا אع«‪ ٣‬وا‬ ‫אع‬ ‫ورد‪» :‬ا‬
‫‪ .‬وإن ا אج‪ ٥‬إ‬ ‫ّ ا‬ ‫أن إر א א א‬
‫ّ‬ ‫אد‬ ‫ّة ا‬
‫ة‬ ‫ّ‬
‫‪٦‬‬
‫אء‬ ‫رة وا ة‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫אر‬ ‫أن‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ل‬ ‫‪ ،‬א‬ ‫ا‬ ‫ة‬ ‫ّ‬ ‫א ن‬ ‫אء‪ّ ،‬‬ ‫ا‬ ‫א‬

‫ا ا ‪ّ .‬‬ ‫ّ‬ ‫א ً א‪ ،‬و כ ن أ‬ ‫ّא ً‬ ‫ًא و‬ ‫ًא‬ ‫כ نכ‬


‫وأول א‬
‫‪ّ .‬‬ ‫إن כאن آ אر א‬ ‫أ‬ ‫אع إ‬ ‫ا‬ ‫אم‬ ‫ا‬
‫ج כ א אل‪:‬‬ ‫قا‬ ‫اوا א א ّ‬ ‫אء وإ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫آ אر ا‬

‫وا‬ ‫أ אب ا‬ ‫א ّ‬ ‫و اوي א ّ أي‬ ‫أ‬ ‫و‬


‫ءا‬ ‫ّ א ّدي إ‬ ‫ا אر إ و ا غ‪ .‬وأ ّ א‬ ‫ر‬
‫و א ه‬ ‫أو‬ ‫ّא‬ ‫و‬ ‫א כ‬ ‫‪٧‬‬
‫و ّ‬ ‫א‬ ‫ّب إ‬
‫اכ م‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫ا‬ ‫ً‬ ‫ًא‬ ‫ّو ّ‬ ‫أ כאم ا‬
‫אل‬ ‫‪١٢‬‬
‫‪ ١١‬و ّ ا‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪ ١٠‬ا‬ ‫ف أراذل‪ ٨‬ا ّام‪ ّ .٩‬ع‬ ‫وا‬
‫ار‪،‬‬ ‫ا‬ ‫אر و א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫أي‬ ‫א ه أ ا‬ ‫و כ‬
‫ّ دة‬ ‫ا‬ ‫ش وا‬ ‫ا‬ ‫ّد‬ ‫ر כא ح ]‪٣٧‬ب[ ا‬ ‫اا‬ ‫ّن ا‬
‫‪:‬‬ ‫ّ ة‪ ،‬و ا‬ ‫أن ا‬
‫ّכ ّ‬ ‫ر‪ .‬و‬ ‫ا‬

‫אرنِ َ ْ َ ِ ي‬
‫َ ِ ٍ ِא ْ ُ َ َ‬ ‫َ כُ‬ ‫َ ِ ا ْ َ ْ ِء َ َ ْ َ لْ َو َأ ْ ِ ْ َ ِ َ ُ‬

‫ع‪ :‬ﻋﻮام‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه‪ :‬اﺣﺘﻴﺞ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ه‪ :‬ﻓﺘﻜﻮن‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ه – اﻟﺒﺎﻟﻎ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻧﻘﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﻻﺧﻼﻗﻬﻤﺎ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ﻣﺮاﻫﻘﺔ؛ ه‪ :‬اﳌﺮاﻫﻖ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ه ‪ :‬ﻳﺒﻌﺪ ﻋﻨﻪ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪،‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه ‪ -‬وﺳﻦ اﻟﺮﺷﺪ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬أرذال‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫و‪.٢٧٧:‬‬
‫ع ‪ +‬ﻋﺪم‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
174 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Babanın çocuğuna dinî akideleri, şer‘î hükümleri, nebevî sünnetleri, se-


lefin âdâbını öğretmesi gerekir. Onun kötülükleri işlemesini engellemek,
onu iyi işlere teşvik etmek, ona iyilerin övülmesi kötülerin yerilmesi ile ilgili
naslarda gelen bilgileri anlatmak, yaptığı az bir iyiliği büyütmek, yaptığı
bazı kötü şeylere ilk etapta göz yummak, akılsızların elbiseleriyle süslen-
meye ve çabuk bozulup mide fesadına sebep olan yaş yiyecek ve meyvelere
alıştırmamak iyi bir tedbirin gerekliliklerindendir. İlan etmekten kaçınacağı
şeyi yapmasına, gündüz uyumasına, gece uykusunu uzun tutmasına engel
olmalıdır. Onu yalan, küçümseme, gıybet ve koğuculuktan alıkoymalıdır.
Ona sessiz olmayı, kısa cevap vermeyi, konuştuğu kişinin yüzüne bakmama-
yı emretmelidir. Onun ilme ve eğitime olan istidat ve kabiliyetini dikkatle
incelemeli, eğer istidadı varsa oraya yönlendirmeli, yoksa kabiliyetli olduğu
şeyle ilgilenmesini sağlamalıdır. Mesnevi’de bu şöyle geçer:

“Herkes özel bir iş için yaratılmıştır ve


Bu işin arzusu her kalbe konulmuştur.”

Bunun dayanağı Peygamber (s.a.)’in şu sözüdür: “Herkese kendi için ya-


ratıldığı şey kolaylaştırılır.”1 Bazı filozoflar çocukları çarşıda dolaştırır, onlara
zanaatleri gösterir, eğer onlarda bir şeye karşı fazla bir ilgi görürlerse onları
ona yönlendirirlermiş. Yoksa Allah’ın istediği şey onlarda ortaya çıkıncaya
kadar kendi hallerine bırakırlarmış. Bu yüzden müellif şöyle dedi:

İlme olan kabiliyetinden ümidi kesince onu istidadı olan bir zanaatle
uğraştırsın ve onu tamamlamasını, ondan kazanç elde etmesini emret-
sin. Çünkü ilim insanî kemâlâtın en şereflisidir. Sözü edilen ümidi kesmeden
önce zanaatle meşgul olmak sakıncalı bir zulümdür. Bir görüşe göre zanaat
ilimden daha geneldir. Bunda tartışılacak çok şey vardır. Zanaatle uğraşma-
nın eğitime engel olmadığı da söylenmiştir. Çünkü geçim hususunda zihnin
rahat olmasını sağladığı görülebilir. Geçmiş sultanlar çocuklarına, kazançları-
nın kendi ellerinden olması için tabiatlerine uygun zanaatlerden öğretirlerdi.
1 Buhârî, “Tevhid”, 53.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪175‬‬

‫כאم ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫ّ و ه‬ ‫أن‬ ‫ا ا‬ ‫و ب‬


‫ار כאب ا א‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫وا داب ا‬ ‫ا‬ ‫وا‬
‫ار‪،‬‬ ‫وذم ا‬
‫אر ّ‬ ‫حا‬ ‫א ورد‬ ‫א‬ ‫وإ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫ر‬ ‫ّא‬ ‫أول ا‬‫ّ‬ ‫אض‬ ‫ه وا‬ ‫وا כ אر‬
‫اכ ا‬ ‫وا‬ ‫אء وأ اع ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ه‬ ‫ّ‪ ،‬و م‬ ‫ا‬
‫ة‪ ،‬و‬ ‫אد ‪ ١‬ا‬ ‫ط ا د ّ ا ّد إ‬ ‫ا‬ ‫א إ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫اכ ب‬ ‫‪،‬و‬ ‫م ا אر وإכ אر م ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫إ‬
‫اب و م ا‬ ‫אر ا‬ ‫ه א כ ت وا‬ ‫‪،‬و‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫وا‬
‫اده و א‬ ‫ا‬ ‫‪٢‬‬
‫ّس‬ ‫أن‬ ‫ّ א אب‪ ّ .‬إ ّ‬ ‫و‬ ‫إ‬
‫כ א‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫א‪ ،‬وإ‬ ‫ا א‬ ‫אرف‪ ،‬ن כאن‬ ‫وا‬
‫ي‪:‬‬ ‫ا‬

‫*‬ ‫ا‬ ‫ا ادرد‬


‫‪٣‬‬
‫כאرى א‬ ‫را‬ ‫כ‬

‫ا כ אء‬ ‫« ‪ ،٤‬وכאن‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫م‪» :‬כ ّ‬ ‫ا‬ ‫و אه‬


‫وا ز אدة‪ ٧‬ر‬ ‫ف‪ ،‬ن و‬ ‫‪٦‬ا‬ ‫‪٥‬‬
‫ض‬ ‫اق و‬ ‫ا‬ ‫אل‬ ‫ون ا‬
‫א אء‬ ‫א‬ ‫‪٨‬‬
‫ن‬ ‫وإ‬ ‫א‬ ‫ء‬
‫و ا אل‪:‬‬ ‫א‬ ‫اّ‬
‫ا س‬ ‫א وا כ אب א‬ ‫כ‬ ‫ّ אو‬ ‫א‬ ‫]‪٣٨‬أ[ و‬
‫כ ر‬ ‫ا سا‬ ‫אل א‬ ‫א ‪ ،‬א‬ ‫‪ ّ ،‬أ فا כ א تا‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫ّ ‪،‬‬ ‫ا‬ ‫אل א‬ ‫ا‬ ‫א ‪ .٩‬و‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫א أ ّ‬ ‫ا‬ ‫ور‪ .‬و‬
‫كا א‬ ‫אش‪ .‬وכאن ا‬ ‫أ ا‬ ‫اغ ا אل‬ ‫ل‬
‫‪١٠‬‬
‫ّ א‬
‫ا ‪.‬‬ ‫כ‬ ‫כ ن ّ‬ ‫א‬ ‫א ا‬ ‫ا‬ ‫ًא‬ ‫ّ ن‪ ١١‬أو د‬

‫‪ ٩‬ه ‪ -‬وﻓﻴﻪ ﻣﺎ ﻓﻴﻪ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻌﺮﺿﻮن‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﻔﺴﺎد‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫‪ ١٠‬ع‪ :‬اﳊﺼﻮل‪.‬‬ ‫ه ‪ +‬أﻧﻮاع‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﺘﻐﺮس‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١١‬ع‪ :‬ﻳﺘﻌﻠﻤﻮن‪.‬‬ ‫ع‪ :‬زادة‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬اورادرد‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﻓﻴﺨﻠﻮ ﻢ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﺻﺤﻴﺢ اﻟﺒﺨﺎري‪ ،‬اﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪.٥٣‬‬ ‫‪٤‬‬
176 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Kızlara ev işlerini yönetmeyi, zorunlu aslî ve fer‘î hükümleri öğretirlerdi;


ilimlerle fenleri ve yazı yazmayı öğretmezlerdi. Çünkü bunlar çoğunlukla
onların bozulmalarına sebep olur. Onları güzel edep ve ahlâk üzere yetiş-
tirmek, zanaatlerden onlara mahsus olanları öğretmek ve yaşları geldiğinde
dengiyle çabucak evlendirmekle yetinmelidir.

Sonra bil ki çocukların, gençlerin, erkeklerin, kadınların çoğu zamanda


ihtiyaç duyduğu âdâb ve haller; konuşma, yeme, hareket etme ve durma ile
ilgilidir. Konuşma âdâbına gelince, az konuşmak bundandır. Çünkü en iyi
söz az ve öz olandır. Bunu gerektiren bir ihtiyaç olmaksızın sözü gereksiz
yere uzatmak kıt akıllılığa ve zayıf görüşlülüğe delalet eder. Çok konuşmak
kalbi öldürür, vakarı giderir, zararları çeker. Çünkü kim çok konuşursa çok
hataya düşer. Sana, Hz Aişe (ra)’den rivayet edilen Peygamber (s.a.) hakkında
şu söz bu konuda şahit olarak yeter: “O az konuşurdu. O kadar ki, her mec-
liste söyledikleri sayılıydı.” Bazı filozoflardan şöyle aktarılmıştır: “Eğer sebep-
siz yere çok konuşan birini görürsen onun deli olduğuna hükmet.” Ve onlar
konuşmanın öncesinde bir inceleme ve tam bir düşünme olması gerektiği
konusunda ittifak etmişlerdir. Açıktır ki bu da az olmasını gerektirir. Ko-
nuşma âdâbından biri de yüksek ve alçak, hızlı ve yavaş arasında olmasıdır.
Başka biri duruma uygun olması, sözü dinleyen muhatabın anlayacağı şekil-
de olmasıdır. Bu yüzden “insanlarla akılları ölçüsünde konuşun” denilmiştir.
Başka biri kötü, pervasız ve hafif sözlerden kaçınmaktır. Başka biri gösterişten,
kavgadan, cevap yetiştirmekten, söz bitmeden karşılık vermekten kaçınmak;
yabancı sözler, çok kullanılmayan ve alışık olunmayan farklı kelimelerden ve
çirkin şakalardan sakınmaktır. Çünkü bu mürüvveti giderir, alçaklığı getirir,
kin ve düşmanlığa götürür. Mutedil olanında bir sakınca yoktur. Başka biri
konuşmada nezaketi gözetmek, münakaşadan ve kavgadan kaçınmaktır. Baş-
ka biri söylemek ya da dinlemek yoluyla gıybetten, iftiradan, yalandan, koğu-
culuktan uzak durmaktır. Başka biri dinlemesi konuşmasından çok olmasıdır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪177‬‬

‫وا‬ ‫כאم ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫تو‬ ‫ز ا‬ ‫ا אت‬ ‫و‬


‫אد ّ‬ ‫א ًא إ‬ ‫ّد‬ ‫ّ א‬ ‫اכא ‪،‬‬ ‫אرف و‬ ‫م وا‬ ‫دون ا‬
‫ان‬ ‫ّ א‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫قا‬ ‫وا‬ ‫א داب ا‬ ‫ا د‬
‫ّ‪.‬‬ ‫أ‬ ‫א כ אء إذا‬ ‫و‬ ‫א و‬ ‫ا‬
‫אن‬ ‫ال ا ز‬ ‫ا داب وا‬
‫أن א‬ ‫ّ‬ ‫ّ ا‬ ‫وכ و‬ ‫ّ‬
‫وا ّאن وا אل وا ان أכ ا و אت א ّ א כ م وا אم وا כאت‬
‫ا כ م א ّ ودلّ ‪ ،‬وإכ אره‬ ‫‪ّ ،‬ن‬ ‫א‬ ‫وا כ אت‪ .‬أ ّ א آداب ا כ م‬
‫و‬ ‫ا‬ ‫و א ا أي أدلّ ‪ ١‬وإ ّ‬ ‫ّ ا‬ ‫ورة دا إ‬
‫א‬ ‫ا ‪ .‬وכ אك א ً ا‬ ‫כ א כ ت‬ ‫כ‬ ‫אر؛ ّن‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا אر و‬
‫اכ م‬ ‫م כאن‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫اّ א‬ ‫א ر‬ ‫ُروي‬
‫ا כ אء‪» :‬إذا‬ ‫‪٢‬‬
‫כ‬ ‫ودا‪ .‬و‬
‫ً‬ ‫כّ‬ ‫כאن‬
‫أن כ ن‬ ‫أّ‬ ‫ا‬ ‫ن«‪ .‬وا‬ ‫ّ‬ ‫א כ‬ ‫כ ًا‬ ‫رأ‬
‫ا ّ ‪ .‬و א أن‬ ‫أّ‬ ‫אم‪ ،‬و‬
‫وا כ ا ّ‬ ‫ً א ]‪٣٨‬ب[ א‬ ‫اכ م‬
‫ا אل وכ‬ ‫א‬ ‫אء‪ .‬و א‬ ‫اع وا‬ ‫אء وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫כ ن‬
‫ر‬ ‫אل‪ ،٣‬و ا אل‪» :‬כ ّ ا ا אس‬ ‫אق ا‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫אب‬ ‫ّ ‪.‬و אا‬ ‫وا‬ ‫وإ אر ا‬ ‫ا‬ ‫از‬ ‫« ‪ .٤‬و א ا‬
‫‪٥‬‬
‫از‬ ‫אل وا‬ ‫אم ا‬ ‫א‬ ‫ال وا‬ ‫اب‬ ‫ال و אدرة ا‬ ‫اء وا‬ ‫ا‬
‫אل و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫وا כ אت‪ ٦‬ا‬ ‫אظ ا‬ ‫إ אن ا‬
‫وان‪،‬‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ان و ّدي إ‬ ‫‪ ٧‬ا ّوة و رث ا‬ ‫؛ ّ‬ ‫ا اح ا‬
‫ا א‬ ‫از‬ ‫אورة وا‬ ‫ا‬ ‫ال‪ .٨‬و א ا אة ا‬ ‫و س א‬
‫א ً א‪.‬‬ ‫ً و‬ ‫אن وا כ ب وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫‪٩‬‬
‫א ة‪ .‬و א أن‬ ‫وا‬
‫כّ ؛‬ ‫أכ‬ ‫א‬ ‫و א أن כ ن ا‬
‫‪ ٩‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬اﻛﺮ ﺻﺎﺣﺐ‬ ‫ﻋﻠﻰ ﻗﺪر ﻋﻘﻮﳍﻢ‪.‬‬ ‫ﰱ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬ﻣﺘﻌﻠّﻖ ﺑﻘﻮﻟﻪ اﻻﺗﻰ‬ ‫‪١‬‬
‫ﺳﺨﻦ ﻛﺎﻣﻞ ﺷﻮد ﺧﺎﻣﻮش‬ ‫ه ‪ +‬وﻣﻨﻬﺎ اﻻﺣﱰاز‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ادل ﻗﺪم ﻋﻠﻴﻪ ﻟﺮﻋﺎﻳﺔ اﻟﺴﺠﻊ‪.‬‬
‫ﻣﻨﻜﲑدد ‪ /‬ﻛﺮﻩ ﺟﻮن از زﺑﺎن‬ ‫ع‪ :‬اﻟﻜﻤﺎﻻت‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬أن‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﻏﻴﺨﻪ واﺷﺪ ﻛﻮش ﻣﻨﻜﲑدد‪*.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻨﺒﻐﻲ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺘﻌﺎل‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه ‪ +‬ﰲ اﻟﺒﻴﺎن‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ ،‬س ‪ -‬وﻟﺬا ﻳﻘﺎل ﻛﻠﻤﻮا اﻟﻨﺎس‬ ‫‪٤‬‬
178 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Nitekim yüce Allah bir dil iki kulak yaratmış, sanki bir kere söylemeyi iki
kere dinlemeyi emretmiştir. Başka biri muhatabından başka bir yere bak-
mamak ve yönelmemek, anladım, duydum gibi takip bildiren kelimeleri
adet haline getirmemek, ittifakla bağlamda yeri olmayan, dinleyenin aklını
karıştıracak bir söz sarf etmekten, konuşma esnasında gereksiz yere gülmek-
ten, bazı muğlak yerler hariç çok soru sormaktan ve soruşturmaktan uzak
durmaktır.
Hareket etme ve durma âdâbına gelince, bunlardan birisi hareket eder-
ken hızlı ve yavaş olmada mutedil olmak, kibirli yürümekten, uzuvları sal-
lamaktan, etrafa çok bakmaktan kaçınmaktır. Başka birisi adamlar kaldır-
madığı sürece ayakkabıların hizasında oturmak, sakalıyla, tespihiyle, eliyle,
ayağıyla, başıyla diliyle oynamaktan, burnundan ve ağzından bir şey çıkar-
maktan kaçınmak ve başkasının yanında uyumamaktır. Bir diğeri, biraz sağ
yanı üzerine uyuyup sonra sol tarafına dönmektir. Çünkü bu beden için
daha faydalı, hazmın iyi olmasında daha etkilidir. Sırtüstü uzanmak en kötü
yatma şeklidir. Çünkü beyinden göğse inen iner ve nefes organlarını bozar,
hazmı kötüleştirir. Yüzükoyun yatmak ise hazma yardımcı olsa da, ilgili
yerlerde açıklandığı gibi kalp ve göğüs hastalıklarına sebep olur.
Yemek âdâbına gelince, bunlardan birisi başlamadan önce ve sonrasında
elleri, ağzı ve burnu yıkamak, besmele ile başlamak, hamdele ile bitirmek,
misafir için olması dışında yemeğe başlamada acele etmemek, yemek artık-
larıyla eli, elbiseyi, sofrayı kirletmekten, üç parmaktan fazlasıyla yemekten,
ağzı aşırı açmaktan, büyük lokma almaktan, hızlı çiğnemekten ve yutmaktan,
yemek bitmeden parmaklarını yalamaktan –bittikten sonra dişlerini temizle-
melidir-, başkasının nasıl yemek yediğini incelemekten kaçınmaktır. Önün-
den yemek; çekirdek, kemik gibi şeyleri çıkarmak zorunda kalırsa ağzını ört-
mektir. Eğer yemek esnasında su içme ihtiyacı duyarsa kimsenin ağzından
ve boğazından çıkan sesi duymayacağı bir şekilde içmesi, insanların arasında
dişlerini temizlememesi gerekir. Elini, diş köklerini, ağzını ve dudaklarını
iyice temizlemelidir. Ev sahibinin ellerini yıkamayı, yemekten önce misafir-
den sonraya bırakması, yemekten sonra ise onlardan önce yıkaması gerekir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪179‬‬

‫‪.‬‬ ‫ّ‬
‫‪٢‬‬
‫א ًא وا ً ا وأذ כ ّ أ أن כ ّ ‪ ّ ١‬ة و‬ ‫א‬
‫ّن ا ّ‬
‫א אت‬ ‫ا‬ ‫وا אد ء‬ ‫ا א‬ ‫وا אت إ‬ ‫و א ما‬
‫אس‬ ‫אق‬ ‫ا‬ ‫إ اد ا כ م‬ ‫אب‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫أو‬
‫כ‬ ‫ا‬ ‫א ه‪ ،‬و‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫ا א‬ ‫‪٣‬‬
‫אق و א‬ ‫אق و‬
‫אم‪.‬‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אم إ‬ ‫ال وا‬ ‫أ אء ا כ م‪ ،‬وכ ة ا‬
‫‪٤‬‬
‫כ‬ ‫ا‬ ‫ء‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ال‬ ‫אا‬ ‫כ وا כ ن‬ ‫وأ ّ א آداب ا‬
‫אء‪ .‬و א‬ ‫ا‬ ‫אت إ‬ ‫אء وכ ة ا‬ ‫כا‬ ‫ءو‬ ‫ا‬ ‫از‬ ‫وا‬
‫ا‬ ‫ز‬ ‫אل‪ ،‬وأن‬ ‫ا‬ ‫ّ ا אل ]‪٣٩‬أ[ إ إذا ر‬ ‫س‬ ‫ا‬
‫وأن‬ ‫و‬ ‫أ‬ ‫ء‬ ‫إ اج‬ ‫أو א و‬ ‫أو رأ‬ ‫أو ه أو ر‬ ‫أو‬
‫ا אر‪ ّ ،‬أ‬ ‫‪٥‬‬
‫אع‬ ‫ً ّا‬ ‫ا‬ ‫ه‪ .‬و א ا م‬ ‫אم‬
‫אء أ ّ أو אع‪ ٦‬ا د‪ ّ ،‬ل א ل‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫دة ا‬ ‫ن وأد‬
‫אح وإن כאن‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫و ءا‬ ‫آ تا‬ ‫رو‬ ‫ا‬ ‫אغ إ‬ ‫ا‬
‫ّ‪.‬‬ ‫و ر כ א ّ‬ ‫رث أ ا ً א‬ ‫כّ‬ ‫ا‬ ‫ًא‬
‫ه‪ ،‬وا أ‬ ‫وع و‬ ‫ا‬ ‫وا وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אم‬ ‫وأ ّ א آداب ا‬
‫אب‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫‪ ،‬و م ا אدرة إ إ‬ ‫א‬ ‫وا‬ ‫א‬
‫ط‬ ‫ثأ א ‪،‬و‬ ‫א ق‬ ‫ا כ‬ ‫אم‪ ،‬و‬ ‫لا‬ ‫ة‬ ‫وا ب وا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫عو‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫وכ‬ ‫ا‬
‫‪.‬و אا כ‬ ‫أכ ا‬ ‫כ‬ ‫אت إ‬ ‫ا‬ ‫ا אم‪ ،٧‬و‬ ‫אم و‬ ‫אم ا‬
‫ّ إ ‪ .‬وإن‬ ‫‪ ٨‬إن ا‬ ‫כא ات وا‬ ‫ا‬ ‫إ אء א أ‬ ‫و‬
‫أ ًا‬ ‫و‬ ‫ب‬ ‫أن‬ ‫אم‬ ‫أ אء ا‬ ‫ب ا אء‬ ‫ا אج إ‬
‫أن א‬ ‫ا אس‪ ،‬و‬ ‫ّ أ א‬ ‫وأن‬ ‫و‬ ‫ت‬
‫ه‬ ‫ّ‬ ‫أن‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪،‬و‬ ‫و‬ ‫لأ א و‬ ‫ه وأ‬
‫ه‪.‬‬ ‫אم و ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫‪ ٧‬ه‪ :‬اﻟﻄﻌﺎم‪.‬‬ ‫‪ ٤‬ه‪ :‬اﳊﺮﻛﺎت‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﻳﻜﻠﻢ‪.‬‬
‫‪ ٨‬س‪ :‬ﻣﻦ اﻟﻔﻢ ﻛﺎﻟﻌﻈﻢ وﻏﲑﻩ؛ ع‪:‬‬ ‫‪ ٥‬س‪ ،‬ع‪ :‬ﺗﻀﻄﺠﻊ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬ﻳﺴﺘﻤﻊ‪.‬‬
‫ﻣﻦ اﻟﻔﻢ وﻏﲑﻩ‪.‬‬ ‫‪ ٦‬ه‪ :‬أﻧﻮاع‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ه‪ :‬ﻋﻤﺎ‪.‬‬
180 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Müellif çocuğun haklarını bitirdikten sonra ebeveynin haklarını anlat-


maya koyuldu ve şöyle dedi:
[Çocuğa gelince ebeveyninin onun yakın var edicileri ve terbiye edici-
leri olduklarını bilsin. Üstelik onların da ihtiyaç duyması, onlara son de-
rece ihtimam göstermesini gerektirir. Bu yüzden mümkün olduğu kadar
rıza, sevgi, itaat ve iyilik için çaba sarf etmelidir. Hocası ise onu mükem-
melleştiren, ona insanî sûreti ve ebedî hayatı kazandıran terbiyecisidir.]
Çocuğa gelince ebeveyninin onun yakın var edicileri yani şehâdet âle-
minde varlığını ortaya çıkaran, ortaya çıkmasına sebep olan ve terbiye edici-
leri yani ona uyan bir şekilde terbiye verenler olduklarını bilsin. el-Karîbân
(yakın) tenazu‘ kuralı gereği hem var edenlerin hem de terbiye edenlerin sıfa-
tıdır. Her şeyin var edicisi ve hakiki terbiye edicisi Melik ve Kadir olan Allah
olduğu için onlar onun zâhiren varlığını devam ettirmesinin sebepleridirler.
Ebeveyn çocuğun bu iki konuda onlara ihtiyaç duymasından ötürü şükret-
mesini gerektiren büyük nimettirler. Üstelik onların da ihtiyaç duyması,
yani ebeveynin de bu iki nimete ihtiyaç duyması, onlara son derece ihtimam
göstermesini gerektirir. Çünkü onlar mümkün varlıklardır. Her mümkün
varlık yaratılmaya ve yönetilmeye ihtiyaç duyar. “Allah bütün âlemlerden müs-
tağnidir.” (Âl-i İmran, 3/97) Bu yüzden onların durumlarına özen göstermek
ve onlara iyilik yapmaya koyulmak gerekir. Nitekim Allah-u Teâlâ da şöyle
buyurmuştur: “Anne babaya iyilik” (el-İsra, 17/23). Bu yüzden müellif şöyle
dedi: Bu yüzden mümkün olduğu kadar rıza, sevgi, itaat ve iyilik için çaba
sarf etmelidir. Yani çocuk çabasını; onların rızasını kazanmak -rıza sözde ve
fiilde itirazı terk etmektir-, onların hoşuna gidecek fiilleri yaparak ve hoşlan-
madıklarını terk ederek ona karşı duydukları tabiî sevgiyi sürdürmek, onlara
itaate sarılmak ve şeriate uygun emirlerini yerine getirmek için sarf etmelidir.
Çünkü “Yaratıcı’ya isyan konusunda yaratılana itaat olmaz.”1 İmam Gazâlî’den
nakledildiğine göre haram ya da helal olduğu şüpheli olan şeyler konusunda
ebeveyne itaat caiz ve hatta müstehaptır. Onlara ya onlar daha istemeden
ihtiyaçlarını gidermek, bırak başkasını kendisinden bile bir şey istetmemek
şeklinde fiilî; Allah Teâlâ’nın “Onlara güzel söz söyle” (el-İsra, 17/23) buyurdu-
ğu gibi yumuşak olmak, sesini yükseltmemek şeklinde sözlü; onlara, yaşarken
ve öldükten sonra dua etmek şeklinde kalbî iyilikte bulunmak gerekir.
1 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Daru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 585.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪181‬‬

‫אل‪:‬‬ ‫قا ا‬ ‫אن‬ ‫ع‬ ‫قا‬ ‫‪١‬‬


‫و ـ ّא غ‬

‫ز אدة ا א‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫اه ور ّאه‬ ‫أن وا‬


‫ّ‬ ‫]وأ ّ א ا‬
‫ّ رّ‬ ‫ر ا כאن‪ .‬وا‬ ‫אن‬ ‫وا‬ ‫ّ وا א‬ ‫אء وا‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫א‬
‫[‬ ‫אة ا‬ ‫وا‬ ‫رة ا א‬ ‫ا‬ ‫ا כ ّ ا ي أ אض‬

‫ره‬ ‫א‬ ‫ا و ده و‬ ‫اه أي‬ ‫‪٢‬‬


‫أن وا‬
‫]‪٣٩‬ب[ ّ‬ ‫وأ ّ א ا‬
‫ا א‬ ‫א‬ ‫ًא‬ ‫وכ ن‬ ‫א‬ ‫ّ אن‬ ‫אدة ور ّאه أي ا‬ ‫א ا‬
‫اه‬ ‫אن‬ ‫ا ّ ا כ ا אدر ا‬ ‫ا‬ ‫ا כ ّ ور ّ‬
‫‪٤‬‬ ‫‪٣‬‬
‫وإن כאن‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫אن‬ ‫אن‬ ‫אن‬ ‫ا אزع‪ .‬و א‬ ‫ور ّאه‬
‫ز אدة‬ ‫‪٧‬ا‬ ‫א‬ ‫إ‬ ‫א أي‪ ٦‬ا ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫إ ‪٥‬ا ا‬
‫و﴿ا َ َ ِ َ ِ‬ ‫אد وا‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫כ‬ ‫כ אن وכ ّ‬ ‫ّ א‬ ‫א‬ ‫ا א‬
‫א א‬ ‫א وا אدرة‬ ‫ا ْ َ א َ َ ﴾ ) ُ َر ُة ٰالِ ِ ْ ٰ َن‪،(٧٩/٣ ،‬‬
‫אء‬ ‫ما‬
‫﴿و ِא ْ َ ا ِ َ ْ ِ ِا ْ َ א ًא﴾ ) ُ َر ُة ا ْ ِ ْ َ اۤءِ‪ ،(٣٢/٧١ ،‬و ا אل‬
‫כ א אل ا ّ א ‪َ :‬‬
‫ه‬ ‫אن ر ا כאن أي ل ا‬ ‫ل ا אء وا ّ وا א وا‬
‫אا‬ ‫ّ‬ ‫و ل وإ אء‬ ‫اض‬ ‫كا‬ ‫אو‬ ‫ر א‬
‫א‬ ‫אد‬ ‫א وا‬ ‫א‬ ‫א وا אدرة‬ ‫אو ك א א‬ ‫א‬
‫ا אم‬ ‫ا א «‪ ٨‬و‬ ‫ق‬ ‫א‬ ‫إذ »‬ ‫ع ا‬ ‫א‬
‫ً‬ ‫א إ ّא‬ ‫אن إ‬ ‫אت‪ .‬وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫از א‬ ‫ا ا‬
‫ا ض‬ ‫ً‬ ‫א إ ا ض‪ ٩‬إ‬ ‫אو مإ ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫כ‬
‫﴿و ُ ْ َ ُ َ א َ ْ ً‬
‫א ‪َ :‬‬ ‫ت כ א אل ا ّ‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ً א‬ ‫ه‪ ،‬وإ ّ א‬ ‫إ‬
‫ا אة و ا אت‪.‬‬ ‫א‬ ‫אء‬ ‫ًא﴾ ) ُ َر ُة ا ْ ِ ْ َ اۤءِ‪ ،(٣٢/٧١ ،‬وإ ّ א ًא א‬ ‫َכ‬

‫‪» ٨‬ﻻ ﻃﺎ َﻋ َﺔ ﳌﺨﻠﻮق ﰲ َﻣﻌﺼﻴ ِﺔ‬ ‫‪ ٥‬ع‪ :‬ﻋﻠﻰ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ِ‬
‫اﳋﺎﻟﻖ« اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ‬ ‫‪ ٦‬ع ‪ +‬إﱃ؛ ه‪ :‬اﺣﺘﻴﺎج‪.‬‬ ‫ه‪ :‬واﻟﺪاﻩ‬ ‫‪٢‬‬
‫اﻟﺼﻐﲑ‪ ،‬و‪.٥٨٥:‬‬ ‫‪ ٧‬ع‪ :‬ﺗﻠﻚ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻷن‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫‪ ٩‬ه ‪ -‬إﱃ اﻟﻌﺮض‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻣﻮﺟﺪا ﻟﻜﻞ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
182 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Onların öldükten sonra hakları; vasiyetlerinin yerine getirilmesi, onlar için


istiğfar edilmesi, kabirlerinin ziyaret edilmesi, Kur’an okunması, onların
ailelerine, akrabalarına, dostlarına ve saireye bağışta ve çeşitli şekillerde iyi-
likte bulunulmasıdır. Burada imkân şer‘î imkândır. Tabiî imkân olduğu da
söylenmiştir. Bu da İmam Gazâlî’nin görüşüne uygundur.

Bil ki insan, kendisine düşünen nefis ya da insanî ruh denilen, faziletleri


ve kemâlâtı kabule hazır bulunan hâdis, ebedî, soyut bir cevherden ibarettir.
Fakat bunları bilfiil elde etmesi için bazı aletlere ihtiyaç duyar. O da bütün
organları, dış ve iç güçleriyle birlikte şu hususi bünyedir. Büstî (ra) şöyle
demiştir:

“Nefsine yönel, faziletlerini tamamla


Sen cisminle değil nefsinle insansın.”

Bir görüşe göre insan bu duyulur yapıdır. Bu en zayıf görüştür. Bu yapı


ve içinde gül suyunun gülde bulunduğu gibi bulunan hayvanî ruhtan oluş-
tuğu da söylenir. Bu da zayıftır. Bazılarına göre o, bu maddi beden ve onu
yönetmek ve yönlendirmek için ilişen soyut nefisten oluşur. Bu da bir ha-
kikatin soyut ve maddi şeylerden bileşik olamayacağı görüşüyle reddedil-
miştir. Soyut nûrânî nefis ve maddî zulmânî bünye arasında asla bir ilişki
olamayacağı için Allah Teâlâ hikmeti gereği latif bir maddeden her iki taraf
için de uygun bir vasıta yaratmıştır. Bu da kalpte, latif karışımlardan oluşan
hayvanî ruhtur. Daha önce de belirtildiği gibi insandan beklenen ilmî ve
amelî kemâlâtı elde etmesi, ahlâkını güzelleştirmesi, razı olunan melekeler-
le değiştirmesidir. Ebeveyn bu bünyenin var olmasını ve bir süre varlığını
sürdürmesini sağlayan doğal sebeplerdir. Kemâlâtı elde etmek ebedî hayata,
sonsuz mutluluğa götüren gerçek baba olan bir hocaya muhtaçtır. Ahlâkı
güzelleştirmek de mükemmel ve mükemmelleştirici bir şeyhe dayanır. Bu
ikisinin ebeveynin de hakları üstünde gözetilmesi gereken büyük hakları
vardır. Nitekim müellif buna şu sözünde içkin olarak işaret etti ve şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪183‬‬

‫א و اءة‬ ‫א وز אرة‬ ‫אر‬ ‫و א א א وا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫و‬


‫א‬ ‫אو‬ ‫א وأ א‬ ‫א وأ א‬ ‫أ‬ ‫אن إ‬ ‫ّ ق وا‬ ‫ا آن ]‪٤٠‬أ[ وا‬
‫ا כאن ا אدي و‬ ‫‪،‬و‬ ‫اد א כאن ا כאن ا‬ ‫ات‪ .‬وا‬ ‫و ها‬
‫رأي ا ا ‪.‬‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫ا א‬ ‫א‬ ‫ّ د אدث أ ي‬ ‫אن אرة‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫وا‬
‫א ‪١‬إ‬ ‫א א‬ ‫وا כ א ت כ ّ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫وا وح ا‬
‫אء وا ى ا א ة‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫‪٣‬ا‬ ‫ها‬ ‫آ ت‪ ٢‬و‬
‫ا ّ ‪:٤‬‬ ‫ر‬ ‫כ א אل ا‬‫وا א‬
‫َ َ ْ َ ِא ْ ِ َ ِא ْ ِ ْ ِ ِإ ْ َ ُ‬
‫אن‬ ‫َأ ْ ِ ْ َ َ ا ْ ِ َوا ْ َכْ ِ ْ َ َ א ِ َ َ א‬
‫ا ال‪ .‬و אل ‪ ٥‬ا ا כ‬ ‫سو أ‬ ‫اا כ ا‬ ‫و‬
‫‪ .٦‬و‬ ‫ا رد و‬ ‫אن אء ا رد‬ ‫ا אري‬ ‫ا‬ ‫ا وح ا‬
‫ّ ف‪.‬‬ ‫وا‬ ‫א ّ ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ دة ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا ا ن ا ّאدي‬ ‫‪٧‬‬
‫ا‬
‫ّ د وا ّאدي‪ .‬و ـ ّ א‬ ‫ا‬ ‫ز أن כ ن ّכ‬ ‫ا ا ة‬ ‫ور ّد ّن ا‬
‫ُ‬
‫اّ א‬ ‫ّ دة ا را وا ا ّאد ا א א أ ً‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫כ‬
‫‪ ٨‬و ا وح ا ا‬ ‫ا‬ ‫כّ‬ ‫א‬ ‫ا ّאدي وا‬ ‫כ‬
‫د ا אن‬ ‫أن ا‬‫ّ‬ ‫ط‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫ا כ ّن ا‬
‫א א כאت ا ّ ‪ .‬وا ا ان‬ ‫قو‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫وا‬ ‫ا כ א ت‪ ٩‬ا‬
‫אج إ‬ ‫‪١٠‬‬
‫اכ א ت‬ ‫و א א ّ ة‪ .‬و‬ ‫ها‬ ‫د‬ ‫אن אد אن‬
‫‪،‬و‬ ‫אدة ا‬ ‫وا‬ ‫אة ا‬ ‫ا א‬ ‫ا با‬ ‫ّ ا ي‬ ‫ا‬
‫وا‬ ‫ق‬ ‫א‬ ‫ا כّ‬ ‫ا כא‬ ‫‪ ١٢‬ا‬ ‫ف‬ ‫ق‪٤٠] ١١‬ب[‬ ‫ا‬
‫אل‪:‬‬ ‫ا אل‬ ‫כ א أ אر إ‬ ‫قا ا‬ ‫ا אة ق‬ ‫ا‬
‫‪ ١١‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬إذ اﻟﻐﺎﻟﺐ أ ّن‬ ‫‪ ٨‬ع‪ :‬ﻃﺮﻓﲔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﳏﺘﺎج‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ﺬﻳﺐ اﻷﺧﻼق ﻳﺘﺄﺛﺮ ذﻛﺮ‬ ‫‪ ٩‬ع ‪ +‬ﻓﻬﻮ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻵﻻت‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫اﷲ اﳌﻠﻚ اﳋﻼق وﺗﺄﺛﲑﻩ ﻣﻨﻮط‬ ‫‪ ١٠‬ع ‪ -‬اﻟﻌﻠﻤﻴﺔ واﻟﻌﻤﻠﻴﺔ و ﺬﻳﺐ‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺒﻴّﻨﺔ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫اﳌﺮﰊ ﻛﻤﻞ ﻟﺸﺎﻫﺪ ﰲ‬ ‫ﺑﺈذن ّ‬ ‫اﻷﺧﻼق وﺗﺒﺪﻳﻠﻬﺎ ﺑﺎﳌﻠﻜﺎت‬ ‫ﻣﺮ ﻣﻦ ﻗﻮﻟﻪ‪.‬‬
‫ه‪ :‬ﻛﻤﺎ ّ‬ ‫‪٤‬‬
‫ﺑﻌﺾ اﻷدﻋﻴﺔ اﻟﺮﺑﺎﻧﻴﺔ واﻷدوﻳﺔ‬ ‫اﻟﺮﺿﻴﺔ واﻟﻮاﻟﺪان ﺳﺒﺒﺎن ﻋﺎدﻳﺎن‬ ‫ع – ﻫﻮ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫اﻟﺮوﺣﺎﻧﻴﺔ‪.‬‬ ‫ﻟﻮﺟﻮد ﻫﺬﻩ اﻟﺒﻨﻴﺔ وﻟﺒﻘﺎﺋﻬﺎ ﻣﺪة‬ ‫ع – وﻫﻮ ﺿﻌﻴﻒ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
‫‪ ١٢‬ه ‪ +‬ﺗﺮﺑﻴﺔ‪.‬‬ ‫وﲢﺼﻴﻞ اﻟﻜﻤﺎﻻت‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﻗﻴﻞ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬
184 ÜÇÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Zâhirî ve bâtınî konularda eğitim veren hocası onu mükemmelleştiren


terbiyecisidir. Mükemmelleştiren, terbiyecinin açıklayıcı sıfatıdır. Çünkü
terbiyecilik aşama aşama ona insanî sûreti ve ebedî hayatı kazandıran
kemale ulaştırmak demektir. Bu da mükemmelleştirenin izahıdır. Yani o
Allah’ın ona ilmî sûretler ve razı olunan ahlâktan ibaret olan insanî fazilet-
leri bahşetmesinin sebebi olur. Çünkü burada insanî sûretten kasıt insana
layık olan sıfatlardır. Nitekim Peygamber (s.a.) de şöyle buyurmuştur: “Al-
lah Âdem’i kendi sûretinde yaratmıştır.”1 Bunun ilmî sûretlere tahsis edilmesi
mümkün değildir. Bir görüşe göre bu, çocukların eğitimini de kapsamak
üzere başkasının muhayyile gücüne ve zihnine gelen şeydir. Fakat bu bü-
yüklerin öğrenimini kapsamaz. Sûretin aslı kendisiyle bir şeyin nakşolduğu
ve ortaya çıktığı şeydir. Ebedî hayattan kasıt, müminlere has ebedî rûhânî
hayattır. Kâfirlerin hayatına gelince eğer bu başka bir evrede devam ede-
cekse, ölümden daha kötü ve daha aşağılıktır. Bu yüzden Allah Teâlâ şöy-
le buyurmuştur: “Orada ne ölür (kurtulur), ne de (rahat bir hayat) yaşar.”
(el-A‘lâ, 87/13) En iyi hocalar yüce peygamberlerdir. Onların en kâmili
Peygamberimizdir. Salât ve selam onun ve onların üzerine olsun. Zira on-
lar ilmî ve amelî hükümleri, güzel ve yüce ahlâkı öğretmişlerdir. Onlardan
sonra ilmiyle amel eden âlimler, kâmil şeyhler gelir. Böylece Peygamber
(s.a.)’in hakkının hakların en büyüğü olduğu ortaya çıkmıştır. Ondan sonra
âlimlerin ve mürşidlerin haklarıdır. Sonra ebeveynin haklarıdır. Haklar bu
sırayla gözetilir. Allah bizlere bunları hakkıyla gözetmeyi nasip eylesin, bizi
en güzel şekilde terbiye etsin.
Müellif özel yönetime mahsus üçüncü bölümü bitirdikten sonra genel
yönetim hakkındaki dördüncü bölümü anlatmaya koyuldu ve –Allah ona
rahmet etsin - şöyle dedi:

1 Buhârî, “İsti’zan”, 1.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪185‬‬

‫ّن ا‬ ‫‪٢‬‬
‫כא‬ ‫ً א א ًא أو א ًא ر ّ ا כ ّ‬
‫‪١‬‬
‫وا ّ‬
‫אة ا‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫رة ا‬ ‫ا‬ ‫אل א ر إ ا כ אل ا ي أ אض‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫اّ‬ ‫א‬ ‫ًא‬ ‫כ ّ أي ا ي אر‬
‫אت‬
‫ُ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫رة ا‬ ‫اد א‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫قا‬ ‫وا‬ ‫را‬ ‫ا‬
‫ر «‪ .٤‬و‬ ‫آدم‬ ‫»إن ا ّ‬
‫م‪ّ ٣‬‬ ‫ا‬ ‫אن כ א‬ ‫ا‬
‫أو ذ‬ ‫אل ا‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫‪ .٥‬و‬ ‫را‬ ‫אא‬ ‫و‬
‫‪.‬‬ ‫ءو‬ ‫ا‬ ‫رة א‬ ‫ا‬ ‫אل‪ .‬وأ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫אل כ ّ‬ ‫ا‬
‫אة‬ ‫‪ .‬وأ ّ א‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫אة ا و א ا ا‬ ‫ا‬ ‫אة ا‬ ‫اد א‬ ‫وا‬
‫אت وأ ى‪ .‬و ا אل‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ى‬ ‫ةا‬ ‫א‬ ‫وإن כא‬ ‫ا כא‬
‫ا ّ א ‪ُ ُ َ َ ﴿ :‬ت َ א َو َ َ ْ ٰ ﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ ْ ٰ ‪ ،(٣١/٧٨ ،‬وأ‬
‫ّ‬ ‫ا‬
‫ّ ا ا כאم‬ ‫ة وا م؛ ّ‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ّא‬ ‫ا אء ا כ ام وأכ‬
‫ا ّ ‪ ّ ،‬ا אء ا א ن وا א ا כא ن‬ ‫قا‬ ‫وا‬ ‫وا‬ ‫ا‬

‫ّ‬ ‫אء وا‬ ‫قا‬ ‫ق ّ‬ ‫ا‬ ‫مأ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ ا‬ ‫أن‬


‫ّ‬
‫وأد א‬
‫ّ ر א א ّ‬ ‫א‬ ‫‪ ،‬رز א ا ّ‬ ‫اا‬ ‫و ا א א‬ ‫قا ا‬
‫‪.٦‬‬ ‫د‬

‫א‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫אم‬ ‫אص א‬


‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א ا א ا ا‬ ‫ا‬‫و ـ ّא غ‬
‫א ‪:‬‬ ‫اّ‬ ‫אم אل ر‬
‫ا ّ‬ ‫ا‬ ‫ا ا ا כא ]‪٤١‬أ[‬

‫‪ ٤‬ﺻﺤﻴﺢ اﻟﺒﺨﺎري‪ ،‬اﻹﺳﺘﺌﺬان ‪.١‬‬ ‫ﻇﺎﻫﺮا أو ﺑﺎﻃﻨًﺎ‪.‬‬


‫‪ ١‬ع‪ً :‬‬
‫‪ ٥‬ع ‪ +‬ﻓﻘﻂ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ه ‪ +‬ﻟﻠﺮب‪.‬‬
‫‪ ٦‬ع‪ :‬أدﻳﻨﺎ ﺣﺴﻦ ﺗﺄدﻳﺔ‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ع‪ :‬ﺗﻌﺎﱃ‪.‬‬
[DÖRDÜNCÜ MAKALE]

[Dördüncü makale şehir yönetimine dairdir.]


Dördüncü makale şehir yönetiminin keyfiyetinin açıklanmasına dair-
dir. Müdün (şehirler) iki dammeyle okunur. Medîne (şehir)’in çoğuludur.
Bil ki insan, doğası gereği toplumsaldır. Yani kendisinin ve neslinin varlığını
sürdürebilmesi için toplumsallaşmaya ve bir arada olmaya muhtaçtır. Çün-
kü onun kemâlâtı aşama aşamadır, bunların meydana gelmesi astrolojinin
iddiasının aksine sebeplerin yardımına ihtiyaç duyan harekete bağlıdır. Bu
sebepler südur eden ilkeden hazır bulunan maddeye taşan sûretler gibi ya
kendinde kemâlâttır, ya da büyümeye kabulü hazırlayan gıda gibi, mad-
deyi sûretleri ve kemâlâtı kabul etmeye hazırlayıcıdır. Yerinde açıklandığı
üzere yardım ya maddeyledir, ya organladır ya da hizmetledir. İnsana tüm
yaratılmışlar hizmet eder. Tevrat’ta şöyle geçer: “Ey Âdemoğlu, seni kendim
için yarattım. Eşyayı da senin için yarattım.” İşte buradan irfan sahibi için
meleklerin insana secde etmesinin sırrı açığa çıkar. İnsanın gerçekte nurlar
âleminden soyut bir cevher olduğu daha önce geçmişti. Ama ebedî hayata
ve sonsuz mutluluğa götürecek faziletleri ve kemâlâtı elde etmek, derecesini
yükseltmek için bu boyutları küçük, kederleri ve tehlikeleri büyük bedene
ilişince, kendisinin ve neslinin varlığını sürdürmek için toplumsallaşmaya ve
çokça yardımlaşmaya ihtiyaç duyar. Çünkü en temel yiyeceği olan ekmeğin
elde edilmesi dahi pek çok sebebe, alete, yardıma, yaratılmış birçok türün
pek çok kez çalışmasına ve hareketine bağlıdır. Şair ne güzel söylemiştir:
“Bulut, rüzgar, ay, güneş ve gök çalışmaktadır
Sen eline bir ekmek alasın da gafletle yemeyesin diye.”
Anlatılır ki Hazreti Âdem (as) yeryüzüne indiğinde kudsî bir güç ve me-
lekî bir yardımla desteklenmiş olmasına rağmen bir lokmasını bin emekle
kazanırmış. İnsanların istidatlarını farklı farklı, kişilerin ilgilerini çeşit çeşit
yaratması Allah’ın rahmetindendir. Bu yüzden şöyle denmiştir: “Eğer il-
giler aynı olsaydı, halklar helak olurdu” âlemin düzeni bozulurdu. Bilakis
“Herkese kendisi için yaratıldığı şey kolaylaştırılır”1 ve “Her grup kendi sahip
olduğuyla kıvanır.” (er-Rum, 30/32)
1 Buhârî, “Tevhid”, 53.
‫א ا ا [‬ ‫]ا‬

‫ن‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫א ا ا‬ ‫]ا‬


‫אن‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫‪.‬ا‬ ‫ّ‬ ‫ن‬ ‫ا‬ ‫‪١‬‬
‫אن כ‬ ‫ا א ا ا‬
‫و ‪ّ ،‬ن‬ ‫אء‬ ‫אون‬ ‫ّ‬ ‫ّ ن وا‬ ‫ا‬ ‫אج إ‬ ‫أي‬ ‫א‬
‫ا אب‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫כ ا‬ ‫אإ ا‬ ‫ر‬ ‫כ א‬
‫ّاد‬ ‫ا‬ ‫را א‬ ‫א כא‬ ‫ف ا כ אت‪ .‬وا אب إ ّ א כ א ت‬
‫ا ر وا כ א ت‬ ‫ّ ة א ا أ ا אض وإ ّ א ّ ات ّ ا ّאدة‬ ‫ا‬
‫ّ‪.‬‬ ‫כ א ُّ‬ ‫إ ّ א א ّאدة أو ا أو ا‬ ‫כא اء ا َ ّ ل ا אء‪ .‬وا‬
‫כ‬ ‫آدم‬ ‫ا راة‪ » :‬א‬ ‫ورد‬ ‫אت‪ .‬و‬ ‫‪٢‬ا‬ ‫وم‬ ‫אن‬ ‫وا‬
‫د‬ ‫ّ‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫כ«‪ ،‬و‬ ‫אء‬ ‫ا‬ ‫و‬
‫ار‬ ‫א ا‬ ‫ّد‬ ‫ا‬ ‫אن‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫אن‪ .‬و‬ ‫כ‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫‪٤‬‬
‫אر‬ ‫ار ا כ ة ا כ ار وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ها‬ ‫ّ‬ ‫כّ ـ א‬
‫‪٣‬‬

‫و ّ ا ر אت ا אج‬
‫‪٥‬‬
‫وا אدة ا‬ ‫ّد إ ا אة ا‬ ‫وا כ א ت ا‬
‫ا ي ّ‬ ‫ا‬ ‫إ ا ّ ن وכ ة ا אون؛ ن أ ن أ‬ ‫و‬ ‫אء‬
‫אت‬ ‫إ כ ة أ אب وآ ت و אت وأ אل و כאت أ اد ا‬
‫‪:‬‬ ‫א‬ ‫ّ ات‪ .‬و‬ ‫כ ّ ات‬
‫و اد رכ‬ ‫آب و אك و כ و‬
‫رى*‬ ‫ارى و‬ ‫כ‬ ‫‪٧‬‬
‫א‬ ‫‪٦‬‬
‫כ‬
‫ا رض‬ ‫‪٨‬إ‬ ‫م ـ ّא‬ ‫ا‬ ‫أن آدم‬
‫כ ّ‬ ‫و‬
‫]‪٤١‬ب[‬ ‫א‬ ‫ر‬ ‫ا כ ‪.‬و‬ ‫وا‬ ‫ّ א ّة ا‬ ‫أّ‬
‫אوت ا‬ ‫»‬ ‫ّ ‪،‬و ا‬ ‫אص‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ادات ا אس‬ ‫ا‬
‫ِ ْ ٍب ِ َ א‬ ‫و﴿כ‬
‫ُ‬ ‫‪٩‬‬
‫«‬ ‫ـ א ُ‬ ‫»כ ّ‬ ‫אم ا א «‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫כ‬
‫وم‪.(٣٢/٣٠ ،‬‬
‫َ َ ْ ِ ْ َ ِ ُ َن﴾ ) ُ َر ُة ا ِ‬
‫‪ ٧‬ع ‪ :‬ﻧﺎﺗﻮاﱏ‪.‬‬ ‫‪ ٤‬ه ‪ -‬واﻷﺧﻄﺎر‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﻣﻌﺮﻓﺔ‪.‬‬
‫‪ ٨‬ع‪ :‬ﺣﺒﻂ‪.‬‬ ‫‪ ٥‬ع‪ :‬اﺣﺘﻴﺎج‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬ﲜﻤﻴﻊ‪.‬‬
‫‪ ٩‬ﺻﺤﻴﺢ اﻟﺒﺨﺎري‪ ،‬اﻟﺘﻮﺣﻴﺪ ‪.٥٣‬‬ ‫‪ ٦‬ع – ﻛﻪ‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ع – ﳌﺎ‪.‬‬
188 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Her toplumsallaşma ve yardımlaşma şehir siyaseti denilen büyük bir


yönetime ihtiyaç duyar. Bu siyaset üç husus üzerinde yükselir; (i) din adı
verilen, dinî ve dünyevî hükümleri, dünya ve ahiret için gerekli olan şey-
leri kapsayan ilahî bir yönetim, rabbanî bir kanun. Bu şeriat ve milledir.
Filozoflar tarafından namus-ı ekber olarak adlandırılır. Bunu bir tebliğ
eden olmalıdır. O da Allah (cc)’ın halifesi olarak gönderilmiş peygamber-
dir. Aristo onların hakkında şöyle der: “Onlar Allah’ın yardımına en çok
mazhar olmuş kimselerdir.” Hükümet ise insanlar arasındaki düşmanlık-
ları gidermek içindir. Çünkü insanların çoğu iyiliğe ve kötülüğe hazır bu-
lunsalar da bazıları tabiatleri itibariyle kötüdürler, bunda insanıyla ciniyle
tüm yaratılmışlar için büyük bir zarar olsa da sadece kendi faydalarını
düşünürler. Onlardan iyi olanlar azdan da azdır. Bu yüzden bu zamanda
iyilerin kimseye zararı ve faydası dokunmayan kimseler olduğu söylenmiş-
tir. Şair ne güzel söylemiştir:

“Ben öyle bir zamanda yaşıyorum ki, kötülük terk edilir


Pek çok insan tarafından, iyilik ve güzellik olsun diye.”

(ii) İnsanların çoğu şer‘î kurallara uymaz. Bu yüzden hükümdar


olarak adlandırılan, kontrol eden bir yönetici gerekir. Bu yüzden şöyle
denilmiştir: “Yöneticiler olmasaydı, hükümler işlevsiz kalırdı.” Filozoflar
bunu namus-ı evsat olarak adlandırır. İşrakiler şöyle derler: hükümdarla-
rın nurların nurundan kendilerine gelen hususi bir nurları vardır. Bunun
sayesinde insanlar onlara itaat eder onlardan çekinirler. Onlar kendi ter-
minolojilerinde bu nura “kiyan hora” derler. (iii) Üçüncü husus alış veriş-
lerde kullanılan paradır. Çünkü alışveriş karşılıklı telafiye bağlıdır ve her
bir telafinin iş gücüyle olması olanaksızdır. Gümüş ve altın diğer madeni
maddeler arasında ücret olmaya has kılınmıştır ve para olarak adlandı-
rılmıştır. Filozoflar bunu namus-ı asğar, sessiz adalet olarak adlandırır.
Nitekim bu daha önce geçmişti.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪189‬‬

‫‪.‬و כ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫אج إ‬ ‫ّ ن وا אون‬ ‫إن ا‬


‫ّ ّ‬
‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫وا א ن ا א‬ ‫ا‬ ‫‪:‬ا‬ ‫را‬ ‫م‬ ‫א إّ א‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫אد و‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫وا ازم ا‬ ‫وا‬ ‫כאم ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫ا ّا‬ ‫ّ و‬ ‫ّ‬ ‫ا כ אء א א س ا כ ‪ .‬و‬ ‫ّ‬ ‫وا ّ و‬
‫أכ وأכ ‪«.١‬‬ ‫א اّ‬ ‫ا‬ ‫ّ ‪»:‬‬ ‫ّ و ّ ‪ .‬אل أر‬ ‫اّ‬

‫ّ‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫وإن כאن‬ ‫ا אس؛ ّن أכ‬ ‫ا‬ ‫وا כ‬


‫ّة‬ ‫وإن כאن‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫כّ‬
‫ا‬ ‫ا ا אن‬ ‫אر‬ ‫‪:‬ا‬ ‫‪.‬و ا‬ ‫أ ّ‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫ّ وإ‬
‫‪:٢‬‬ ‫א‬ ‫ن‪ .‬و‬ ‫ّ ون و‬

‫אن َو ِإ ْ َ אلٌ‬ ‫ِ ْ َأ ْכ َ ِ ا ِ‬
‫אس ِإ ْ َ ٌ‬ ‫إ ّא َ ِ َز َ ٍ َ ْ كُ ا ْ َ ِ ِ ِ ِ‬

‫כً א‪ .‬و ا‬ ‫ّ‬ ‫אכ‬ ‫ّ‬ ‫‪،‬‬ ‫א نا‬ ‫أכ ا אس‬


‫‪ .٤‬אل‬ ‫ا כ אء‪ ٣‬ا א س ا و‬ ‫ّ‬ ‫כאم«‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا כאم‬ ‫‪»:‬‬
‫ار‪ ،‬و ا‬ ‫را‬ ‫ًא‬ ‫ًرا‬ ‫ك‬
‫‪٥‬‬
‫إن‬
‫ا ن‪ّ :‬‬ ‫ا‬
‫ره*‪ .٦‬وا‬ ‫כ אن‬ ‫ا‬ ‫כا ر‬ ‫‪ .‬و אل‬ ‫ا אس و א‬
‫]‪٤٢‬أ[ أن‬ ‫ا אوض‪ ٧‬و‬ ‫ّ‬ ‫ّ א‬ ‫א ت‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا אري‬ ‫ا‬ ‫ا א‬
‫ا ا‬ ‫אد ا‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫‪،‬‬ ‫א‬ ‫כ نכّ‬
‫‪١١‬‬
‫ل‬ ‫وא‬ ‫ا כ אء א א س ا‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫‪١٠‬‬
‫א ل‪ ٩‬و‬ ‫‪٨‬‬
‫ّ‬
‫כ א ّ‪.‬‬ ‫ا א‬

‫ع‪ ،‬ه‪ :‬اﻟﺘﻌﺎرض‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫‪ ٥‬ع‪ :‬اﳌﻠﻮك‪.‬‬ ‫ه ‪ -‬وأﻛﺜﺮ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع‪ :‬ﺧﺼﻮص؛ س – ﳐﺘﺼﲔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪ ٦‬ه ‪ +‬ﻛﻴﺎن ﲨﻊ ﻛﻲ ﲟﻌﲎ‬ ‫ه‪ :‬ﻗﺎل أﺑﻮ اﻟﻄﻴﺐ‪ .‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ ،‬س‪ :‬اﻟﺒﺪل‬ ‫‪٩‬‬ ‫اﻟﺴﻠﻄﺎن وﺧﻮرﻩ اﺳﻢ ﻟﻠﻨﻮر‪ .‬ﰲ‬ ‫اﳌﺘﻨﱯ‪.‬‬
‫س‪ ،‬ع‪ :‬ﻗﺎﺋﻠﻪ ّ‬
‫ه‪ :‬ﲰﻴﺎ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﻛﻴﺎن ﲨﻊ ﻛﻲ‬ ‫ه – اﳊﻜﻤﺎء‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع ‪ :‬أو ﺑﺎﻟﻌﺪل‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﲟﻌﲎ اﻟﺴﻠﻄﺎن وﺧﻮرﻩ اﺳﻢ ﻟﻠﻨﻮر‪.‬‬ ‫ع ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
190 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Siyasetin üç kısmı vardır; (i) Peygamberlerin zâhiri ve bâtını kapsayan


siyaseti, (ii) bâtında etkili olan âlimlerin siyaseti, (iii) zâhire ilişkin olarak
hükümdarların siyaseti. İnsan tabiî kaynaşmasını elde edebilmek için top-
lumsallaşmaya ihtiyaç duyduğundan yerleşik hayata geçer. Bu yüzden ve
onların işlerinde yardımlaşmalarını kolaylaştırmak için cuma namazı ve
vakitlerin çoğunda cemaat vaz edilmiştir. Müellif buna işarette bulundu ve
şöyle dedi:
[Yardımlaşmaya olan ihtiyaç toplumsallaşmayı gerektirmiştir. En
iyisi sevgi üzere olandır. O ya iyilik, ya fayda ya haz içindir ya da bun-
ların ikisinin bir araya gelmesinden oluşur. İki taraf eşit olabilir, farklı
da olabilir. Devam etmesi de bu bakımdandır.]
Yardımlaşmaya olan ihtiyaç toplumsallaşmayı gerektirmiştir. Temed-
dün (toplumsallaşma)’nın kök anlamı şehirde toplanmak demektir. Daha son-
ra genişlemiş ve mutlak olarak toplanma anlamına gelmiştir. Bir görüşe göre
bundan kasıt özel bir kaynaşmadır. Bunda ne kastedildiği açıktır. En iyisi,
yani toplumsallaşma ve yardımlaşmanın dünya ve ahirette en iyi ve en faydalı
üyesi sevgi üzere olandır. Yani gerçek bir sevgiden kaynaklanandır. Değilse
ülfeti giderir ve külfeti getirir. Sevgi kemalin veya hazzın veya faydanın veya
buna benzer bir şeyin veya başka bir şeyin tahayyül edilmesinden kaynaklanan
nefsanî bir keyfiyettir. Sevgi ya hızlı oluşur ve kaybolur, ya da ikisi de yavaş
olur. Yahut çabuk oluşur yavaş gider ya da tam tersi olur. Sevginin bütün var-
lıklarda ortak olduğunu söyleyen sevgiyi, bazı hayvanlarda ve bitkilerde oldu-
ğu gibi mutlak bir temayül olarak açıklamıştır. Mıknatıs ve demir arasındaki
çekme ve çekilme de bundandır. Bu yüzden şair şöyle demiştir:
“Bir ceylan kalbi kendine çekti
Mıknatıs ve önündeki bir parça demir gibi.”
Allah sevgisi, sürekli isimleriyle, sıfatlarıyla zâtının kemâlâtını tasavvur
etmekten, kesintisiz ve aralıksız olarak ona yönelmekten doğan nefsanî bir
keyfiyettir. Sevginin kaynağının, sevilen ve seven bakımından birçok kısmı
olduğundan müellif bazısına işaret etti ve şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪191‬‬

‫‪،‬و א‬ ‫وا א‬ ‫א‬ ‫אء ا א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪:‬‬ ‫أ אم‬ ‫א‬ ‫ّ‬
‫אن‬ ‫א א ‪ .‬و ـ ّ א כאن ا‬ ‫ّ‬ ‫كا‬ ‫ا‬ ‫‪،‬و א‬ ‫ا א‬ ‫ة‬ ‫אء ا‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫و ا ُ‬ ‫כّ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫א ًא إ ا ّن‬
‫ا‬ ‫ا אون أ אر إ‬ ‫أ ر‬ ‫‪١‬‬
‫ّ‬ ‫وا א אت أכ ا و אت و‬
‫אل אل‪:‬‬ ‫ا‬

‫إ ّא‬ ‫ّ‪.‬و‬ ‫א א כאن‬ ‫ّ ن‪ ،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا אون أو‬ ‫إ‬ ‫]ا א‬


‫אن ودوا א‬ ‫אن و‬ ‫אوى ا‬ ‫אو‬ ‫ّ ة أو כّ‬ ‫أو‬ ‫أو‬
‫ذ כ‪[.‬‬

‫‪ّ ،‬‬ ‫ا‬ ‫אع‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّن‬ ‫ا‬ ‫ا אون أو‬ ‫إ‬ ‫ا א‬
‫א‬ ‫אص و‬
‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا ّ‬ ‫اد‬ ‫ا‬ ‫ً א‪ .‬و‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫אر‬ ‫ا‬
‫ة א כאن‬ ‫א وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ ن أو ا אون‪ ٢‬وأ‬ ‫أ اد ا‬ ‫א أي‬ ‫و‬
‫ّ כ‬ ‫و رث ا כ ‪ .‬وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אد وإ‬ ‫‪٣‬‬
‫ّ‬ ‫ّ أي א‬
‫إא‬ ‫א‪ .‬و‬ ‫אכ أو‬ ‫أو‬ ‫ّ כ אل أو ّ ة أو‬ ‫א א‬
‫אل‬ ‫ء ا وال أو א כ ‪ .‬و‬ ‫ا وث‬ ‫א أو‬ ‫وث وا وال أو‬ ‫ا‬
‫אر‪،‬‬ ‫ا אت وا‬ ‫ا‬ ‫כ א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫دات ّ‬ ‫א‬
‫‪:٤‬‬ ‫‪.‬و ا‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫اب‬ ‫ا ب وا‬ ‫و‬
‫‪٥‬‬
‫َ ْ َب ِ ْ َא ِ َ ِ ْ َ َ ا ْ َ ِ ِ‬ ‫َ َ َب ا ْ َ ْ َ َ אد ٌِن ِ ْ َ ِ ٍ‬

‫א‬ ‫א و‬ ‫أ‬
‫ّ ر כ א ت ذا‬ ‫א א‬ ‫و ّ اّ א כ‬
‫ا אع و ار‪ .‬و ـ ّ א כאن א أ אم‬ ‫א‬ ‫ار‪ .‬وا ّ إ‬ ‫و ا‬
‫א אل‪:‬‬ ‫وا א وا א ]‪٤٢‬ب[ أ אر إ‬ ‫כ ة א אر ا‬

‫‪ ٤‬ه ‪ -‬وﻟﺬا ﻗﻴﻞ؛ ع‪ :‬ﻛﻤﺎ ﻗﺎل‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﻟﻴﺘﺴﱰ‪.‬‬


‫‪ ٥‬س‪ ،‬ه ‪ -‬ﺟﺬب اﻟﻘﻠﺐ ﺷﺎدن ﻣﻦ ﺑﻌﻴﺪ ﺟﺬب‬ ‫‪ ٢‬ع ‪ -‬أو اﻟﺘﻌﺎون‪.‬‬
‫ﻣﻘﻨﺎﻃﻴﺲ ﻗﻄﻌﺔ اﳊﺪﻳﺪ‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ع ‪ -‬ﻣﺎ ﻳﻨﺸﺄ ﻣﻦ ﳏﺒّﺔ‪.‬‬
192 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

O ya iyilik, ya fayda ya haz içindir ya da bunların ikisinin bir araya


gelmesinden oluşur. Çünkü sevginin sebebi ya sevilende dış görünüş ya da
ahlâkî gidişat itibariyle var olan bir kemaldir. Bu iyiliktir. Bununla oluşan
sevgi çabuk kurulur, yavaş çözülür. Ya da dinî veya dünyevî bir kemale
götürendir. Bununla oluşan sevgi çabuk meydana gelir, yavaş gider. Ya da
başka bir şeyle oluşur. Bu durumda ya basit ya bileşik olur. Basit olana ge-
lince o tümevarımsal olarak, şehevî hazdır, çabuk değişir. Bununla oluşan
sevgi başlangıcında ve sürmesinde hızlıdır. Bileşik olan ise ya (i) birinciyle
ikinciden veya (ii) birinciyle üçüncüden ya da (iii) ikinciyle üçüncüden ya
da (iv) üçünden oluşur. Bunda çabuk ve yavaş olma baskın olana göredir.
Bu üçünden her biri vakıaya dayalı olabilir, inanca dayalı da olabilir. Sevgi
iki taraftan da olabilir. Nitekim burada birçok ihtimal vardır. Müellif buna
şu sözüyle işaret etti: İki taraf eşit olabilir. Yani sevginin nedeni konusun-
da her iki taraf da eşit olabilir. Sâzende ve dinleyici gibi birisinin sebebinin
diğerininkinden farklı bir türde olması dolayısıyla farklı da olabilir. Çünkü
çoğunlukla birincisinin sebebi fayda, ikincisinin sebebi hazdır. Bu durumda
türler çoğalır. Devam etmesi de bu bakımdandır. Yani sevginin devamlılığı
sözü edilen sebepler dolayısıyladır. Eğer bunlar devam ederse sevgi de devam
eder, etmezse etmez. Bunların en devamlısı iyilik, en çabuk kaybolanı şehevî
hazdır. Sevgilerin en büyüğü yüce Allah sevgisidir. Çünkü o bütün iyilikleri
kuşatır. Fakat bu sadece dille olmamalıdır. Aksine bütün hal, söz ve fiillerde
rızasını gözeterek O’nun yüce zâtına tam bir şekilde yönelmekle olur. Al-
lah sevgisini Peygamberinin (s.a.) sevgisi izler. Öyle ki O’nu ebeveyninden,
evladından ve bütün insanlardan daha çok sever. Marifet ancak, sevilenin
kâmil özelliklerini, celal ve cemal sıfatlarını bilmekle olur. Bu yüzden Pey-
gamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “Allah asla cahil bir dost edinmez.”1 Onu
da âlimlerin, salihlerin, hocanın, şeyhin, ebeveynin, akrabaların, sonra da
insanların birbirine olan sevgisi izler.

1 Halebî, Mevsû‘atu’l-ehâdîs ve’l-âsâri’z-za‘îfe ve’l-mevzû‘a, (Riyad: Mektebetü’l-meârif, 1999), VIII, 445.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪193‬‬

‫ّ إ ّ א ا כ אل‬ ‫ا‬ ‫א ّن‬ ‫ّ ة أو כّ‬ ‫‪١‬‬


‫أو‬ ‫أو‬ ‫إ ّא‬ ‫و‬
‫ًא و ّ‬ ‫ب رة أو ة و ا ‪ .‬وا ّ ا א‬
‫‪٢‬‬
‫ا‬
‫ً א و ول‬ ‫ي‪ ،‬وا ّ א‬ ‫أو ا‬ ‫ًא؛ أو א ّدي إ ا כ אل ا‬
‫ا ّة ا‬ ‫ً א أو ّכ ًא‪ .‬א‬ ‫ٍ إ ّ א أن כ ن‬ ‫א‪ .‬و‬ ‫ًא‪ ٣‬أو‬
‫‪ ٥‬ا اء و אء‪ .‬وا ّכ‬ ‫ا ّ‪ .‬א ّ א כ ن‬ ‫اء‪ ٤‬و‬ ‫א‬
‫‪ .‬وا‬ ‫عا‬ ‫أو‬ ‫وا א‬ ‫ا א‬ ‫أو‬ ‫أو ا א‬ ‫ا ّول وا א‬ ‫إ ّא‬
‫כ ن‬ ‫כ ن وا ًא و‬ ‫ها‬ ‫‪ .‬وכ ّ‬ ‫ا א‬ ‫ء‬ ‫وا‬
‫א ت כ ة أ אر إ א‬ ‫אا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫כ نا‬ ‫אد ًא‪ .‬و‬ ‫ا‬
‫אن ن‬ ‫ا ّ و‬ ‫‪٦‬‬
‫ان‬ ‫א ّאن‬ ‫אن أي ا‬ ‫אوى ا‬ ‫و‬
‫ا ّول ا‬ ‫ب وا א ؛ ّن‬ ‫כא‬ ‫عا‬ ‫א‬ ‫أ‬ ‫כ ن‬
‫ذ כ أي دوام‬ ‫اع ودوا א‬ ‫ٍ כّ ا‬ ‫ا ّ ة א ًא‪ ،‬و‬ ‫ا א‬ ‫و‬
‫‪ .‬وأدو א‬ ‫وإ‬ ‫כ رة؛ ن دام‪ ٧‬دا‬ ‫ا אب ا‬ ‫א ذכ‬ ‫ّ‬ ‫ا‬
‫ّ א א‬ ‫א ؛‬ ‫ّ اّ‬ ‫ّ‬ ‫‪ .‬ورأس ا‬ ‫وأ א א ا ّ ة ا‬ ‫ا‬
‫ا وام‬ ‫‪٩‬‬
‫א‬ ‫אم إ‬
‫ا ّ‬
‫‪٨‬‬
‫א ّ‬ ‫אن‬ ‫ّد ا‬ ‫ات כ‬ ‫ا‬
‫ة‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫אل‪ .‬و ّ‬ ‫ال وا‬ ‫ال وا‬ ‫ا‬ ‫ا אة ر א‬
‫‪.‬و‬ ‫وا ه وو ه وا אس أ‬ ‫ّ إ‬ ‫כ نأ‬ ‫م‬ ‫وا‬
‫א ‪،‬‬ ‫و‬ ‫אت‬ ‫ت‪ ١٠‬כ א‬ ‫ب ]‪٤٣‬أ[‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ا‬
‫אء‬ ‫ّ ا‬ ‫א‬ ‫«‪ ١٢‬و‬ ‫اّ و א א ً‬ ‫م‪ » :‬א ا‬ ‫ا‬ ‫‪١١‬‬
‫و ا אل‬
‫ً א‪.‬‬ ‫ّ ا אس‬ ‫אء ّ‬ ‫وا‬ ‫وا ا‬ ‫אذ وا‬ ‫אء وا‬ ‫وا‬

‫‪ ١٠‬ع‪ :‬ﺑﻐﺒﻨﻮن‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﺘﺤﺎﺑﺎن‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬و‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫‪ ١١‬ه‪ :‬روي ﻋﻨﻪ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬دوام‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه ‪ :‬ﺬا اﻟﻮﺟﻪ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١٢‬اﳊﻠﱯ‪ ،‬ﻣﻮﺳﻮﻋﺔ اﻷﺣﺎدﻳﺚ‬ ‫ع‪ :‬ﺑﺎﻟﺘﻮﺟﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫أﻳﻀﺎ‪.‬‬
‫ه‪ً +‬‬ ‫‪٣‬‬
‫واﻵﺛﺎر اﻟﻀﻌﻴﻔﺔ واﻟﻨﻮﺿﻮﻋﺔ‪،‬‬ ‫س‪ ،‬ع – ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬ﺑﻼ اﺳﺘﻘﺮاء‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫‪.٤٤٥/٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻜﻮن ﺳﺮﻳﻌﺎ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
194 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Unsurları; yöneten, yönetilen ve denklerdir.]

Unsurları yöneten, yönetilen ve denklerdir. Yani şehrin ve onun


içindeki kaynaşmış toplumun unsurları üçtür: (i) otorite kuran, yöneten,
üstünlük sağlayan, imam olarak adlandırılan yönetici; (ii) kendisi üzerine
otorite kurulan ve üstünlük sağlanan yönetilenler; (iii) kendilerinde yöne-
ticilik ve yönetilirlik vasıfları olmayan ve üst ve alt bakımından bu ikisine
denk olanlar. Çünkü yönetim dizginleri şehir halkının elinde ya olur ya da
olmaz. Birincisi hükümdardır. İkincisi ya ona bazı işlerde yardımcı olur ya
da olmaz. Bunlardan birincisi de yönetilenlerdir ikincisi denklerdir. Bu-
rada melik (yönetici) ve emsâl (denkler) sözlük anlamında kullanılmıştır.
Birincisi şer‘î hakimiyet anlamında kullanılmamıştır. Çünkü o efendi ve
köleye has bir anlamdır. İkincisi de türsel mahiyette veya nefsanî sıfatlarda
birlik anlamında değildir. Bu anlam filozofların ve kelamcıların terimidir.
Bu açıktır. Bazıları erdemli bir şehrin unsurlarını beş kabul etmişlerdir:
(i) kâmil ve kural koyan âlimler; (ii) nasihat eden şeyhler; (iii) mühendis,
muhasebeci, doktor, astrolog gibi insanların mallarını ve işlerini koruyan
güç sahibi kimseler; (iv) şehri düşman saldırısından koruyan mücâhidler;
(v) şehrin ticaret, zanaat, ziraat ve tarım gereksinimlerini düzenleyen ih-
tiyaçlarını karşılayan tüccarlar, zanaat sahipleri, ziraatçılar ve işçiler. Bu
beşinin haricindekiler şehrin dışında kalırlar, en-nevabitü’l-ecnebîyye (ayrık
otları) olarak adlandırılırlar. Bunlar da beştir: (i) riyâkâr, salihlerin ve zâ-
hidlerin kılığına bürünmüş, yol gösteren şekline girmiş bozguncular; (ii)
ihtimaller şüphesine, eksik bilgilerin yaygarasına sıkışmış, bu şeytanlıkla
makam ve mal etmeye çalışan inatçı hilekârlar; (iii) kimya, simya, remil,
sihirbazlık icra ettiğini iddia eden veya kendisini kör ve felçli gibi gösteren
kimseler gibi çeşitli hilelerle dünyalık elde etmeye çalışan Sâsâniler; (iv)
dıştan bağlı gibi görünen fakat gizliden ve açıkça itaatsizlik eden eşkiya-
lar; (v) insanların itikadlarını bozan zındıklar ve mülhidler. Allah onları
kıyamete kadar mağlup etsin.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪195‬‬

‫אل‪[.‬‬ ‫ك وا‬ ‫]وأرכא א ا א כ وا‬

‫א‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫وا‬ ‫لا‬ ‫אل أي أ‬ ‫ك وا‬ ‫وأرכא א ا א כ وا‬
‫كا‬ ‫א אم‪ ،‬وا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ّف ا א‬ ‫ا‬ ‫‪:‬ا אכا‬
‫אכ و‬ ‫وا د ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ن‬ ‫א‬ ‫אل ا‬ ‫ب‪ ،‬وا‬ ‫ا‬
‫ه أو ‪ .‬ا ّول ا א כ‬ ‫א‬ ‫إ ّ א أن‪ ١‬כ ن ز אم‬ ‫כ ‪ّ ،‬ن أ ا‬
‫ك وا א‬ ‫أ ره أو ‪ .‬ا ّول ا‬ ‫وا א ‪ ٢‬إ ّ א أن כ ن אو ًא‬
‫؛‬ ‫ا ّف ا‬ ‫أن ا ّول‬
‫ّ‬ ‫א ي‬ ‫أن ا כ وا‬
‫ّ‬ ‫ا אل‪.‬‬
‫أو‬ ‫ا א ا‬ ‫ا אد‬ ‫אص א ّ وا ‪ ٣‬و ّ‬
‫أن ا א‬ ‫ّ‬ ‫ّ‬
‫א ‪.‬و‬ ‫ا כ אء وا כ ّ ‪ ،‬و‬ ‫כ א‬ ‫ا אت ا‬
‫ن‪،‬‬ ‫ا ا‬ ‫א‬ ‫ّ ون‪ ،٤‬وا‬ ‫نا‬ ‫אء ا כא‬ ‫‪:‬ا‬ ‫ا א‬ ‫أرכאن ا‬
‫א‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ال ا אس وأ א‬ ‫ن‬ ‫رون ا א‬ ‫وا‬
‫א ون‪،‬‬ ‫ا‬ ‫اء و‬ ‫ّض ا‬ ‫ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫ّ‬ ‫אء وا‬ ‫وا‬
‫ا‬ ‫وا‬ ‫وا را‬ ‫א‬ ‫אرة وا‬ ‫ا‬ ‫از א‬ ‫وُ ّ‬ ‫ّ אت ا‬ ‫ّ‬ ‫و‬
‫אرج‬ ‫ها‬ ‫ا‬ ‫ن‪ .‬و א‬ ‫א‬ ‫ف وا ّراع وا‬ ‫ا‬ ‫ا ّ אر‪ ،٥‬وأ‬ ‫و‬
‫أ ً א‪ :‬ا اؤون ا ّ ن ّي‬ ‫و‬ ‫‪٧‬‬
‫ا‬
‫ّ ن א ا‬
‫‪٦‬‬
‫ا‬
‫ون ]‪٤٣‬ب[‬ ‫ذوي إر אد‪ ،٨‬وا‬ ‫א‬ ‫אء وا ّ אد وأ אب إ אد‬ ‫ا‬
‫وا אل‬ ‫ا‬ ‫אل و‬ ‫ا‬ ‫ذ‬ ‫ا אل ا א ون‬ ‫א ون‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫אم ا‬ ‫ا א ن‬ ‫ا אه وا אل‪ ،‬وا א א‬ ‫‪١٠‬‬
‫ها‬ ‫‪٩‬‬
‫ن‬ ‫ا‬
‫ة‪ ١١‬أو ي‬ ‫أو ا‬ ‫אء أو ا‬ ‫ا כ אء أو ا‬ ‫ّ‬ ‫כ‬ ‫اع ا‬
‫ً ا أو‬ ‫رة و‬ ‫ا אد‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫وأ ّ ‪ ،‬وا אة ا אر ن‬ ‫‪ ١٢‬أ‬
‫م ا אم‪.‬‬ ‫א إ‬ ‫‪ ١٤‬ا ّ‬ ‫ّام‬ ‫ون א ا‬ ‫ةا‬ ‫ا אد ‪ ١٣‬وا‬
‫ع ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪ ٧‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ه‪ ،‬ع‪ :‬اﳌﻌﱪ ﻋﻨﻬﺎ ‪١٠‬‬ ‫ع – أن‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﻜﻤﻴﺎء واﻟﺴﻤﻴﺎء واﻟﺮﻣﻞ‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﺑﺎﻟﻔﺎرﺳﻴﺔ ﺑﺴﺒﺰئ ﺑﻴﻜﺎﻧﺔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺜﺎ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫واﻟﺸﻌﺒﺪة‪.‬‬ ‫‪ ٨‬ه‪ :‬أﺻﺤﺎب ذوي اﻓﺴﺎد ﰲ ﻗﻮاﻟﺐ‬ ‫ه ‪ -‬واﻟﻌﺒﺪ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﻟﻌﻴﻨﻪ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫أوﱃ إرﺷﺎد؛ ع‪ :‬اﻟﺰﻫﺎد اﻟﺬﻳﻦ ﻫﻢ‬ ‫ه – اﳌﺪﺑﺮون‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬زﻧﺎدﻗﺔ‪.‬‬ ‫أﺻﺤﺎب ﻓﺴﺎد ﰲ ﻗﺎﻟﺐ ذوي إرﺷﺎد‪١٣ .‬‬ ‫ع ‪ -‬وﻫﻢ اﻟﺘﺠﺎر‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬ﺣﺬﳍﻢ‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫‪ ٩‬ع‪ :‬اﳌﺴﺘﺤﻠﺼﻮن‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﺑﺎﻟﻨﻮاﺑﺘﻪ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
196 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Müellif bunların durumlarının ayrıntılarını anlatmaya koyuldu,


hükümdardan başladı ve şöyle dedi:
[Hükümdara gelince asil, himmeti yüce, sağlam görüşlü, kararlı, sa-
bırlı, zengin ve âvâne sahibi olması gerekir. Kimseyi üstün getirtmez.
Ancak borç ve intikam sahibi başkadır. Üç şeyi yapması gerekir. Bun-
lardan birincisi; ilim, kılıç, alım-satım ve ziraat ehlini düzene koymak,
bu sınıflardan birini diğeri üzerinde söz sahibi kılmamaktır. İkincisi iyi-
lere ihtiram göstermek ve onları güçlendirmek, kötüleri engellemektir.
Onların terbiyesi kötülükten alıkoymaktır. Sonra hapistir. Öldürmeye
gelince asla, ancak şeriatin emrettiği hariçtir. Üçüncüsü aralarında rızık
ve ikram konusunda dengeyi gözetmektir. Bu; şeriate bağlı kalmakla,
kolayca ulaşılmakla, geçitleri muhafaza etmekle, yol güvenliğini sağla-
makla, devamlı düşünmekle, hazları terk etmekle, akıl ve anlayış sahip-
lerine danışmakla kolaylaşır.]
Hükümdara gelince asil, himmeti yüce, sağlam görüşlü, kararlı, sabır-
lı, zengin ve avane sahibi olması gerekir. Bu yedi husustan dördü zorunlu-
dur. Bunlar yüce himmetlilik, sağlam görüşlülük, kararlılık ve sabırdır. Geriye
kalanlar, olması iyi olan şeylerdir. Müellifin soy asaletini zaruri olmamasına
rağmen en önce zikretmesinde Eş‘arîlerin Peygamber (s.a.)’in şu sözüne binaen
tercih ettikleri Kureyşli olma şartı görüşüne bir işaret vardır: “Yöneticiler Ku-
reyş’tendir.”1 Buna ilgili yerde cevap verilmiştir. Yüce himmetlilik güzel ahlâkın
gerekliliklerindendir. Temiz kişilik sahibi olma ve sağlam görüşlülük iyi bir ya-
radılışın, savaş ve barış hallerini yönetmeyi, orduyu düzenlemeyi, geçitleri ko-
rumayı mümkün kılan tecrübeliliğin göstergesidir. Kararlılık ise bütün iyilik-
leri elde etmek, faziletleri ve kemâlâtı kazanmak için en temel ilkedir. Hikâye
olunur ki, Halife Me’mun toprak yeme hastalığına duçar olur. Hekimler ona
bunu yasaklayıp onu tedavi ederler. Fakat bundan kurtulamaz. Bir gün akıllı bir
hizmetçi ona “Ey müminlerin emîri, hükümdarların kararlılığı nerde kaldı?”
der. O da bundan sonra bir daha yemez. Büyük zorluklara karşı sabır, amaç-
lara ulaşmanın anahtarıdır. Zenginlik, insanların kalbindeki sevgiyi sağlam-
laştırmakla beraber ihtiyaç anında halkın mallarına tamah etmekten alıkoyar.

1 Suyûtî, el-Câmi‘u’s-sağîr, (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 2004), s. 186.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪197‬‬

‫ال ا א כ אل‪:‬‬ ‫ال و أ‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫و‬

‫م‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا أي‪ ،‬א‬ ‫أن כ ن أ ً ‪ ،‬א ا ّ ‪،‬‬ ‫]أ ّ א ا א כ‬


‫أ ر‪:‬‬ ‫د أو ر‪ .‬و‬ ‫إ أ א‬ ‫ًرا‪ ً ِ ،‬ا‪ ،‬ذا أ ان‪ .‬و‬
‫א‬ ‫أ‬ ‫כّ‬ ‫وا א وا ار ‪،‬‬ ‫وا‬ ‫أر אب ا‬ ‫أ א‬
‫א‬ ‫ار و د‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫אر و‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪.‬ا א‬ ‫ا‬
‫ا زق‬ ‫ا‬ ‫ع‪ .‬ا א‬ ‫ا‬ ‫אأ‬ ‫إ‬ ‫‪ ،‬وأ ّ א ا‬ ‫ّ ا‬
‫ق‬ ‫ا‬ ‫ر وأ‬ ‫ا‬ ‫אب و‬ ‫ا‬ ‫عو‬ ‫وا כ ا ‪ ،‬و ّ ذ כ א ام ا‬
‫‪[.‬‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫و او ا כ و ك ا ّ ات و אورة أو‬

‫م‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ا أي‪ ،‬א‬ ‫ً‪ ،‬א ا ّ ‪،‬‬ ‫أن כ ن أ‬ ‫أ א ا אכ‬

‫ّ ا ّ‬ ‫ور و‬ ‫א‬ ‫أ ر أر‬ ‫ه‬ ‫ًرا‪ ً ِ ،١‬ا‪ ،‬ذا أ ان‬


‫ّ אت‪ .‬وإ ّ א ّ م أ א ا‬ ‫ا‬ ‫‪ ،‬وا א‬ ‫و א ا أي و אت ا م وا‬
‫ا א ة ا اط ا‬ ‫אر‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ور א‪ ٢‬إ אرة إ‬ ‫م‬

‫ّ ‪.‬و ّ ا ّ‬ ‫«‪ ٣‬وأ‬ ‫م‪» :‬ا‬ ‫ا‬ ‫א‬


‫‪٤‬‬
‫ّ‬
‫ة ا ّ ة وכ ة‬ ‫آ אر ا‬ ‫ق‪ .‬و ا ا ات و א ا أي‬ ‫ازم כאرم ا‬
‫ا شو‬ ‫و‬ ‫ب وا‬ ‫أ ا‬ ‫כّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ات وا ز א‬ ‫ا‬ ‫ل כ אب‬ ‫ا‬ ‫مأ‬ ‫ر‪ .‬و אت ا‬ ‫ا‬
‫هو‬ ‫ا ّאء و א‬ ‫כ ا‬ ‫نا‬ ‫أن ا‬
‫כ ّ‬ ‫وا כ א ت‪.‬‬
‫«‪،‬‬ ‫ك אأ ا‬ ‫ما‬ ‫א ‪» :‬أ‬ ‫ًא‬ ‫‪ ،‬אل‬
‫אر‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫א‬ ‫אح ا‬ ‫ا‬ ‫א אة ا‬ ‫ه‪ .‬وا‬ ‫أכ‬ ‫إ‬
‫אج‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫]‪٤٤‬أ[ أ ال ا‬ ‫ا‬ ‫ب ا אس‬ ‫ّ‬ ‫إ א ‪٥‬ا‬

‫‪ ٤‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ :‬ﺑﺄﻧّﻪ ﻳﺸﱰط ﻓﻴﻪ ‪ ...‬ﻋﻠﻰ ‪ ...‬ﻛﻤﺎ ﰲ‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﺻﺒﻮر؛ ه‪ :‬ﺻﺒﻮا‪.‬‬
‫ﺷﺮح‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ه‪ :‬ﺿﺮور ﺎ‪.‬‬
‫‪ ٥‬س‪ :‬اﻹﻳﺜﺎر ﻣﻊ أﻣﲑاﺗﻪ‪.‬‬ ‫‪ ٣‬اﻟﺴﻴﻮﻃﻲ‪ ،‬اﳉﺎﻣﻊ اﻟﺼﻐﲑ‪ ،‬و‪.١٨٦:‬‬
198 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Avane sahibi olmanın gerekliliğini açıklamaya gerek yoktur. Bunların


hepsinin temelinde, tüm iyilikleri kendinde toplayan adalet bulunur. Bu
yüzden şöyle derler: Devlet ancak yiğitlerle, yiğitler ancak parayla, para
ancak halkla, halk da ancak adaletle ayakta durur. Müellif âvâne sahibi
olmayı kendisinden sonra gelenle anlaşılacağı için ve açık olduğu için zik-
retmemiştir. Söz konusu yardım, şüphesiz işin erbabı tarafından olmalıdır,
insanların birbirine iş emanet etmesi şeklinde olmamalıdır. Bu yüzden
müellif şöyle dedi:
Üstün getirtmez. Yani hükümdar halkından kimseyi başkası üzerine
üstün gelmesine, hakkını talep etmesine ve hâkimiyet kurmasına müsaade
etmez. Ancak borç ve intikam sahibi başkadır. Bu durumda alacaklının
borçlusundan, mağdurun katilinden hakkını istemesine müsaade eder ve
onlara şeriat doğrultusunda yardım eder. Müellif bundan sonra sağlığı ve
varlığı sürdürmenin tabiî bir düzenle kendisine dayandığı dört unsura ben-
zeyen dört avaneyi anlatmaya koyuldu ve şöyle dedi:
Üç şeyi yapması gerekir. Yani hükümdarın yapması gerekir ki böylece
herkes üzerindeki siyasi yönetimi sağlam olsun.
Bunlardan birincisi dört grubu düzenlemek, işlerini düzene koymak,
onları layık oldukları makamlarda tutmak, sınırları çiğnemelerini engelle-
mektir. Yapması gereken şey dört düzenleme yapmaktır.
Birincisi: İlim ehlini düzene koymaktır. Yani gereken şekilde işlerini dü-
zenlemektir. Bunlar insanlara dinî akidelerini aklî ve naklî delillerle öğreten,
onlardan şüphe ve kuşkuları gideren âlimler; şer‘î konularda fetva veren ve kav-
gaları gideren fakihler; duruma ve yere uygun sanatlı sözleri söyleme yeteneği-
ne sahip olup hükümdarın dili konumunda olan kâtipler; muhasebede mahir
olan muhasebeciler; her türlü ölçü konusunda yetkin olan mühendisler; kural-
lar ve aletlere göre zamanları ve bazı durumları bilen müneccimler; insan mi-
zacı, sağlığın korunması ve hastalığın giderilmesi konusunda derin bilgi sahibi
olan hekimlerdir. Bu birinci grup hayat ve varlığın sürdürülmesi yönünden
su mesabesindedir. İkincisi kılıç ehlini düzene koymaktır. Bunlar sınırları ve
kaleleri düşmanın kötülüklerinden koruyan cesur mücâhidlerdir. Bunlar kötü
maddeleri yakma, inat ehlini yok etme bakımından ateş mesabesindedirler.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪199‬‬

‫ا כאرم‪.‬‬ ‫א‬ ‫لا ي‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا אن‪ .‬و‬ ‫ٍ‬ ‫ذا أ ان‬ ‫وכ‬
‫و‬ ‫א‬ ‫אل إ‬ ‫א אل و‬ ‫אل و ر אل إ‬ ‫א‬ ‫مإ‬ ‫و ا א ا‪ :‬ا و‬
‫ّ أن‬ ‫ن‪،‬‬ ‫ء‪ ّ .‬ا‬ ‫ّא‬ ‫ا א‬ ‫ره‬ ‫כه‬ ‫ل‪ .‬و‬ ‫א‬ ‫إ‬ ‫ر‬
‫و ا אل‪:‬‬ ‫‪١‬إ‬ ‫ا אس‬ ‫أر א‬ ‫כ ن‬

‫ّ‬ ‫هو‬ ‫ك‬ ‫ا‬ ‫ا א כ أ ًا‬ ‫أي‬ ‫و‬


‫ا ا‬ ‫א‬ ‫أو ر‬ ‫د‬ ‫إ أ א‬ ‫و‬
‫ان‬ ‫אن ا‬ ‫ع‬ ‫‪ّ .‬‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫و א‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫وا‬
‫ا‬ ‫ّ وا אء‬ ‫אا‬ ‫ا‬ ‫ا ر‬ ‫כא א‬ ‫ا‬ ‫ا ر‬
‫אل‪:‬‬ ‫ا‬

‫ر‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫ّ‬ ‫أ ر‬ ‫ا אכ‬ ‫أي‬ ‫و‬

‫ا‬ ‫ر‬ ‫و‬ ‫أ ر‬ ‫و‬ ‫ا ر‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫أ‬


‫تا ر ‪:‬‬ ‫ا‬ ‫ود‪ .‬و‬ ‫אوز ا‬ ‫و‬

‫אء‬ ‫ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫א‬ ‫أ ر‬ ‫أي‬ ‫أر אب ا‬ ‫ا ّول‬


‫ا‬ ‫ن‬ ‫و‬ ‫وا‬ ‫א دّ ا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ّ ن ا אس‬ ‫ا‬
‫אت‪،‬‬ ‫ود ا‬ ‫כאم ا‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫ّ ن א‬ ‫אء ا‬ ‫وا כ ك وا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫اכ م ا‬ ‫כّ ن‬ ‫كا‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫وا כ ّאب ا‬
‫ن‬ ‫ن ا כא‬ ‫אب وا‬ ‫ا‬ ‫ّ אب ا א ون‬ ‫אم‪ ،‬وا‬ ‫ا אل وا‬
‫ا א ت‬ ‫‪٣‬‬
‫و אت و‬ ‫ن ا אر ن‬ ‫ّ‬ ‫وا‬ ‫‪٢‬‬
‫א‬ ‫أ اع ا‬

‫وכ ّ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ن ]‪٤٤‬ب[‬ ‫ّאء ا‬ ‫ت‪ ،‬وا‬ ‫وا‬ ‫ا ا‬


‫ا אة‬ ‫כ‬ ‫ا אء‬ ‫ا و‬ ‫ض‪ .‬و ه ا א‬ ‫ا ّ ود ا‬
‫ر‬ ‫א ون ا אر ن‬ ‫אن ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫أر אب ا‬ ‫‪٤‬‬
‫وا אء‪ .‬وا א‬
‫ا אد‪.‬‬ ‫كأ‬ ‫אد وإ‬ ‫إ اق ّاد ا‬ ‫ا אر‬ ‫اء و‬ ‫ور ا‬ ‫ع‬ ‫وا‬
‫‪ ٣‬ع‪ :‬وﰲ ﺑﻌﺾ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬ﺑﻌﻀﻬﺎ‪.‬‬
‫‪ ٤‬ع ‪ +‬ﰲ‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع ‪ :‬اﳌﺴﺎﻗﺔ‬
200 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Üçüncüsü alım-satım ehlini düzene koymaktır. Bunlar çeşitli canlıların so-


luduğu ve bitkilerin büyümesini sağlayan hava mesabesindeki ticaret ehli,
zanaat ve meslek sahipleridir. Dördüncüsü bitkileri yetiştiren, çoğu zaman
yiyecekleri sağlayan ziraat ve tarım ehlini düzene koymaktır. Bunlar bitki-
lerin elde edilmesi bakımından toprak mesabesindedirler. Müellif düzene
koymaya şu sözüyle bir tür açıklama getirdi: Bunlardan birini diğeri üze-
rinde söz sahibi kılmamalıdır. Çünkü bir bileşikte itidal bazı parçaların
diğeri üzerine üstünlük sağlamamasıyla olur. Yoksa bozulma meydana gelir.
İkincisi iyilikleri başkalarına geçen âlimler, tarikat şeyleri veya iyilikleri
başkalarına geçmeyen kılıç ehli gibi iyilere ihtiram göstermek ve onları
konumlarına göre ikramlarla güçlendirmek, - takviye (güçlendirme) keli-
mesi bazı nüshalarda takrîb (yakınlaşma) olarak geçer- ve ister kötülükleri
başkasına geçsin ister geçmesin kötüleri engellemektir. Beşinciyi duru-
munun açıklığından dolayı zikretmemiştir ki bu, iyiliğe ve kötülüğe hazır
bulunandır. O da iyiliğe teşvik etmek, kötülüğe götürecek şeylerden alı-
koymaktır. Alıkoymak dört çeşittir. Müellif birincisine şöyle işaret etmiştir:
Onların terbiyesi kötülükten zorla alıkoymaktır. Eğer geri çekilirse ne ala,
yoksa müellifin de dediği gibi hapsetmektir: Sonra hapistir. Yani zararları-
nın ölçüsüne göre şehir halkının arasına karışmasının veya bir işlemde bu-
lunması ve iş yapmasının veya şehre girmesinin engellenmesidir. Çoğunluk
öldürmeye cevaz vermemiş, şeriatin gerektirdiği şekilde el ya da ayak gibi
kötülük organının kesilmesiyle yetinmişlerdir. Bu yüzden müellif şöyle dedi:
Öldürmeye gelince asla, ancak şeriatin emrettiği hariçtir. Çünkü kulları
üzerinde yönetim Allah’ın emrettiği şekilde olmalıdır. Ve “Kim Allah’ın sınır-
larını çiğnerse işte onlar zâlimlerin ta kendileridir.” (el-Bakara, 2/229) Kısas,
O’nun rahmetinin kemalindendir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sizin için kısasta hayat vardır ey akıl sahipleri.” (el-Bakara, 2/179) Uzman
hekim diğer uzuvların selameti için gerektiğinde bir uzvu kesebilir.
Üçüncüsü aralarında, yani sözü edilen gruplar arasında derecelerine
göre rızık ve ikram konusunda dengeyi gözetmektir. Yani onlara layık
olduğu şekilde ikramda bulunmaktır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪201‬‬

‫ف‬ ‫אرات وأر אب ا‬ ‫אب ا‬ ‫أ‬ ‫و‬ ‫‪١‬‬


‫א‬ ‫أر אب ا‬ ‫وا א‬
‫ّ ‪ ٢‬ا א אت‪.‬‬ ‫ّ‬ ‫ا אت وا‬ ‫اع ا‬ ‫ّ‬ ‫اء ا‬ ‫ا‬ ‫א אت‬ ‫وا‬
‫ات‬ ‫ّ‬ ‫א אت ا‬ ‫ّ‬ ‫ا ا‬ ‫وا‬ ‫ار‬ ‫أر אب ا‬ ‫ووا ا‬
‫ع‬ ‫ا אت‪ .‬و ّ ‪ ٣‬ا‬ ‫ا رض‬ ‫أכ ا و אت‪،‬‬
‫م‬ ‫ال ا ّכ אت‬ ‫إذ ا‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫כّ أ‬ ‫‪٤‬‬

‫אد‪.‬‬ ‫ا‬ ‫وإ‬ ‫ا‬ ‫أ ا‬

‫ا‬ ‫و א‬ ‫אء ا‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫אر إ‬ ‫אر‬ ‫ا‬ ‫ا א‬


‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫א כ ام‬ ‫و‬ ‫אر כ ر אب ا‬ ‫‪٥‬‬
‫أو‬
‫כ ا א‬ ‫ّ ًא أو א ً ا‪ .‬و‬ ‫ّ‬ ‫اء כאن‬ ‫ار‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫ّ א ّدي إ‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫رأ هو‬ ‫ّ‬ ‫وا‬ ‫ّ‬ ‫و‬
‫‪٧‬‬
‫ا‬ ‫א‬ ‫و د‬ ‫ا ّول‬ ‫أ اع أ אر إ‬ ‫أر‬ ‫ا ّ ‪ ّ .٦‬ا‬
‫أو‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫א‬ ‫أي ا‬ ‫כ א אل ّ ا‬ ‫א‬ ‫وإ‬ ‫إن ا‬
‫‪ .‬وا כ ون‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫أو ا‬ ‫ّ ف وا‬ ‫ا‬
‫ع ]‪٤٥‬أ[‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫ّ כא‬ ‫‪٨‬آ ا‬ ‫واכ ا‬ ‫زوا ا‬
‫أن כ ن‬ ‫אد ا ّ‬ ‫ّف‬ ‫ع ّن ا‬ ‫ا‬ ‫אأ‬ ‫إ‬ ‫و ا אل وأ ّ א ا‬
‫َن﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ َ َ ةِ‪،‬‬ ‫ِכ ُ ُ ا א ِ ُ‬
‫ود ا ِ َ ُאو ٰ َ‬
‫و﴿و َ ْ َ َ َ ُ ُ َ‬
‫َ‬ ‫أ ه‬
‫אص َ ٰ ٌة‬ ‫ِ اْ ِ َ ِ‬ ‫﴿و َכُ ْ‬
‫َ‬ ‫ا אص כ א אل ا ّ א‬ ‫‪ (٩٢٢/٢‬و כ אل ر‬
‫ًا‬ ‫ا אذق‬ ‫َא ُاو ِ ا ْ َ ْ َ ِ‬
‫אب﴾ ) ُ َر ُة ا ْ َ َ َ ةِ‪ (٩٧١/٢ ،‬وا‬
‫אء‪.‬‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫ا‬

‫ا زق‬ ‫ا‬ ‫כ رة‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أي‬ ‫ا‬ ‫ا א‬


‫‪.‬‬ ‫وا כ ا أي ا כ ام א‬

‫ع‪ :‬ﻏﲑﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﻌﺎﳌﺔ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع ‪ :‬اﻟﺸﺮع‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﻟﻨﺸﻮر‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﺸﺮع‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬ﰒّ ّ‬
‫ﻓﺴﺮ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – ﺑﻘﻄﻊ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه ‪ :‬ﻓﻘﺎل‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
202 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Söz konusu hükümdarın yapması gereken söz konusu bu üç husus yedi


şeyle kolaylaşır: (i) Şeriate bağlı kalmak, yani güzel bir düzeni kolaylaş-
tırmak için her hükümde şeriatin koyduğu sınırları korumak. (ii) İhtiyacı
olan herkesin maruzatını sunması için saklanmayı önemsemeyerek, kolayca
ulaşılmak. (iii) Düşmanların tuzaklarından emin olmak için yiğitleri gözet-
lemeye koyarak geçitleri muhafaza etmek. (iv) Tüccarların gelmesi, çeşitli
beldelerden mal ve erzak getirmeleri için asileri ve bozguncuları yok ederek
yol güvenliğini sağlamak. (v) Siyaset tarzı ve yönetim biçimi konusunda
devamlı düşünmek. Çünkü isabetli düşünme amaçlara varmayı, iyinin ve
kötünün ortaya çıkmasını, faydanın zarardan ayırt edilmesini sağlar. (vi)
Bedensel hazları terk etmek. Çünkü bunlara dalmak hüsrana götürür. Za-
rureti giderecek kadar olanla yetinmek insanın rahat etmesini sağlar. (vii)
Akıl ve anlayış sahiplerine danışmak. Nühâ (anlayışlar) nûn’un damme-
siyle okunur. Nühyetun (anlayış)’un çoğuludur. Sahibine yakışmayan şeyleri
yasaklayan akıl anlamındadır. Danışmak Allah-u Teâlâ’nın şu sözüyle emre-
dilmiştir: “Onlara iş konusunda danış.” (Âl-i İmran, 3/159) Âlimlerin çoğu
bunun müstehap olduğu görüşündedir. Bir görüşe göre farzdır. Muhakkik
Tûsî bir risâlesinde şöyle demiştir: Hükümdarın, hâkimiyetini yiğitlerle, yi-
ğitleri parayla, parayı bayındırlıkla, bayındırlığı adaletle koruması gerekir.
Özel işlerini her gün, genel işlerini her ay, otorite işlerini her saat, düş-
manlarının işlerini her an teftiş etmelidir. Tedbir feleğinin işleyişinde başarı
rüzgârını talep etmelidir; onların ‘kaza ve kader böyledir’ sözlerindeki kızgın
deveye binmemelidir. Savunması ertelemek olmalı, cezalandırması ise teh-
dit ve korkutmadan sonra olmalıdır. Sözü korkutucu, fiili kesin olmalıdır.
Kendisine sığınana dönmeli, kendisinden yüz çevireni tuzağa düşürmelidir.
Halkın kalplerine ürperme, yakınındakilerin kalplerine sevgi koymalıdır. Bir
çeşit korkutmayla insanların iftira etmesini engellemelidir.

Müellif bundan sonra haskulun durumlarını açıklamaya koyuldu ve


şöyle dedi:
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪203‬‬

‫‪٢‬‬
‫כ ر‬ ‫ا אכا‬ ‫ا ا‬ ‫را‬ ‫ا‬ ‫כ ر‬ ‫و ّ ‪١‬ذכا‬

‫ّ‬ ‫כאم‬ ‫ا‬ ‫‪٣‬‬


‫ع‬ ‫ود ا‬ ‫א‬ ‫أ אء א ام ا ع أي‬
‫ض‬ ‫אج‬ ‫כّ כ ّ‬ ‫אب‬ ‫م א ةا‬ ‫אب‬ ‫ا‬ ‫ا אم و‬
‫وان‬ ‫ا‬ ‫כא أ‬ ‫‪٤‬‬
‫ا אن‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ر‬ ‫ا‬ ‫אج و‬ ‫ا‬
‫אع‬ ‫ا رزاق وا‬ ‫ّدد ا ّ אر و‬ ‫אد‬ ‫אب ا‬ ‫ق‪ ٥‬زا ا אة وأ‬ ‫ا‬ ‫وأ‬
‫ا א‬ ‫ا ؛ ّن ا‬ ‫ا‬ ‫وכ‬ ‫ا א‬ ‫د و او ا כ‬ ‫ا‬
‫ّ و ك ا ّ ات‬ ‫ا‬ ‫وا אز ا‬ ‫وا‬ ‫را‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫لإ‬ ‫ا‬
‫ا ورة‬ ‫ر א‬ ‫ان‪ ،‬وا כ אء‬ ‫ا‬ ‫אو‬ ‫אك‬ ‫א ؛ ّن ا‬ ‫ا‬
‫ّا ن‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫אن و אورة أو‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫﴿و َ אوِ ْر ُ ْ ِ‬
‫א ‪َ :‬‬ ‫رة‬ ‫אورة‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫א‬ ‫ّא‬ ‫ا‬
‫אب‪.‬‬ ‫אب و‬ ‫أّ‬ ‫ر‬ ‫ا ْ َ ْ ِ ﴾ ) ُ َر ُة ٰالِ ِ ْ ٰ َن‪ ،(٩٥١/٣ ،‬وا‬
‫אل‬ ‫سا כ א‬ ‫כ أن‬ ‫ر א ‪:‬‬ ‫ّ ا‬ ‫אل ا‬
‫ّ أ‬ ‫أن‬ ‫ا ‪،‬و‬ ‫אرة א‬ ‫אرة وا‬ ‫אل א אل وا אل ]‪٤٥‬ب[ א‬ ‫وا‬
‫وأ أ ا‬ ‫כّ א‬ ‫א‬ ‫وأ‬ ‫כّ‬ ‫א‬ ‫م وأ‬ ‫כّ‬ ‫א ّ‬
‫כ‬ ‫و‬ ‫אن כ ا‬ ‫‪٦‬ا‬ ‫‪ ،‬وأن‬ ‫כّ‬
‫و א‬ ‫א‬ ‫‘‪ ٧‬وأن כ ن ا‬ ‫אء وا‬ ‫’כ ا أ ا‬ ‫ا כ‬
‫أن‬ ‫ً ‪.‬و‬ ‫ًرا و‬ ‫‪ ،‬وأن כ ن כ‬ ‫وا‬ ‫ا‬

‫و با א ّ‬ ‫با אّ ا‬ ‫وأن دع‬ ‫ا ى‬ ‫אل‬ ‫و‬ ‫أ אب إ‬


‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫ا را‬ ‫ا אس‬ ‫ّ و‬ ‫ا‬
‫ك אل‪:‬‬ ‫أ ال ا‬ ‫ع‬ ‫ّ‬
‫‪ ٥‬ه‪ :‬اﻟﻄﺮﻳﻖ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﺗﻴﺴﺮ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫‪ ٦‬ع‪ :‬ﺷﺮط‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﺗﺴﻌﺔ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ٧‬ه‪ :‬اﻟﺘﺪﺑﲑ‪.‬‬ ‫ع – اﻟﺸﺮع؛ ه‪ :‬ﺣﺪودﻩ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬اﻷﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
204 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

[Haskula gelince yapması gerekenler şunlardır: son derece ihtiram


göstermek, emirlerine uymak, bıktırmadan hizmete devam etmek, gü-
zellik atfetmek, -yüksek rütbeliler hariç- yalnız kaldıklarında övmek,
görüşünü değiştirmesi konusunda yumuşak davranmak, sırlarını gizle-
mek, töhmet altındakilerden ve onlara yardımdan uzak durmak, her ko-
nuda hükümdarı kendisine tercih etmek, her konuda onu onaylamak,
hırsı terk etmek. Hükümdardan değil, onun sayesinde fayda bulsun.
Malının ve canının ona feda olduğunu göstersin. Bu ikisini onu süsle-
mede kullansın. Hükümdarın denkleriyle ilgili şeylerde onunla ortak
olmasın. Öfkesi anında ondan sakınsın. Gönlünden bile olsa ondan
şikâyetçi olmasın. Sürekli hizmette bulunarak ona yakın olsun. Hü-
kümdar onu kardeş bilse bile, o hükümdarı efendi bilsin. Düşmanlı-
ğından sakınsın. Kendi hakkında söylenenlere kulak asmasın. Hüküm-
darın ondan gizlediği şeylere girmesin. Huzurunda sırlı konuşmasın.
Kendinden öndekilerin önüne geçmeye çalışmasın.]
Haskula gelince yapması gerekenler, yani yapması gereken işler şun-
lardır: Dili, bedeni ve uzuvlarıyla hükümdara son derece ihtiram gös-
termek. Çünkü o özellikle Allah’ın gölgesi ve Peygamber (s.a.)’in halifesi
olmakla özel bir tecelliye mazhardır. Günah dışında ulu’l-emre itaat va-
cip olduğundan dışından ve içinden emirlerine uymak. Yasaklarından
da kaçınması gerekir. Bıktırmadan hizmete devam etmek. Yani mut-
lak olarak değil, kendi vaktinde emredilen işi bırakmamak. Çünkü bu
hükümdarda ve haskulda sıkılmaya sebep olur. Ne güzel söylenmiştir:
“Hükümdara hizmet, seyr-i sülukun yarısıdır.” Güzellik atfetmek, yani
dalkavukluk etmeden hükümdardan sadır olan söz, fiil, görüş ve idareyi
iyiye yormak sûretiyle güzel bulmak. Bazı nüshalarda tezyîn (süslemek)
kelimesi tefa‘ul babında tezeyyün (süslenmek) olarak gelmiştir, huzuruna
her girdiğinde edebe riayetle birlikte güzel ve temiz giyinme anlamında-
dır. Birinci nüshayı da bu anlama yormanın mümkün olduğu açıktır. Bir
görüşe göre bağlam buna uygun değildir, bunu övgü takip ettiğinden red-
dedilmiştir. Burada ne kastedildiği açıktır. Ondan sadır olan her şeyi öv-
mek. Ancak yalnız kaldıklarında yüksek rütbe sahibi bunu yapmak-
tan müstesnadır yani vezir, müfti gibi yüce mertebe sahibi müstesnadır.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪205‬‬

‫‪،‬‬ ‫إ ل‪ ،‬وا‬ ‫ز‬ ‫אل‪ ،‬وا‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫א ا‬ ‫ك‬ ‫]وأ ّ א ا‬


‫אب‬ ‫اره‪ ،‬ا‬ ‫رأ ‪ ،‬وا כ אن‬ ‫ة‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫ح إ ذا ا‬ ‫وا‬
‫ء‪ ،‬و ك‬ ‫כ‬ ‫ا‬ ‫ّ ‪ ،‬وا‬ ‫כّ‬ ‫אر‬ ‫‪ ،‬وا‬ ‫א‬ ‫وا‬ ‫أر אب ا‬
‫ز ‪،‬‬ ‫א‬ ‫و ن‪ ،‬و‬ ‫أن א ود‬
‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ص‪ ،‬و‬ ‫ا‬
‫و‬ ‫כ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ّز‬ ‫א ‪،‬و‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫אرכ‬ ‫و‬
‫‪،‬‬ ‫ّق‬ ‫ر א‪ .‬و‬ ‫أ ًא‬ ‫‪ ،‬وإن‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ه‪ ،‬و‬
‫‪،‬و‬ ‫אر‬
‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ه‬ ‫א‬ ‫‪،‬و‬ ‫ب א אل‬ ‫و‬
‫‪[.‬‬ ‫ا‬ ‫ّم‬ ‫ا‬

‫א و א‬ ‫אכ‬ ‫أ ر א ا‬ ‫أي‬ ‫ك‬ ‫وأ א ا‬


‫אص‬ ‫א‬ ‫‪١‬‬
‫ر‬ ‫ّ اّ و‬ ‫אص כ‬ ‫ٍّ‬ ‫ّ‬ ‫وأرכא‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫و ‪٢‬ا‬ ‫با א‬ ‫אل وا ه א ً ا أو א ًא‬ ‫وا‬
‫ا‬ ‫م ا כאכ‬ ‫إ ل أي‬ ‫ز‬ ‫ا ‪ ٤‬وا‬ ‫אب‬ ‫‪٣‬ا‬ ‫و‬
‫א‬ ‫ك‪ .‬و‬ ‫ك وا‬ ‫ل‬ ‫رث ا‬ ‫ّ‬ ‫ً א‪،‬‬ ‫و א‬ ‫ر א‬ ‫ا‬
‫ً‬ ‫ا אכ‬ ‫ر‬ ‫א‬ ‫أي‬ ‫ك« وا‬ ‫ا‬ ‫ك‬ ‫ا‬ ‫»‬
‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ًا ن‬ ‫و ً ورأ ًא و‬
‫כّ א د‬ ‫א و ّ‬ ‫أ‬ ‫ن‬ ‫ا ّ‬ ‫ّ‬ ‫وا‬ ‫ا‬
‫‪.‬و‬ ‫اا‬ ‫ا و‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫أّ‬ ‫ا אة آدا ‪ .‬و‬
‫‪٥‬‬
‫ح‬ ‫ح أي‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫ح‪ ،‬و‬ ‫א‬ ‫אم و‬ ‫ا‬ ‫إّ‬
‫ا ز وا‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫]‪٤٦‬أ[ أي א‬ ‫إ ذا ا‬ ‫ر‬ ‫כّ א‬

‫‪ ٤‬ع‪ :‬ﻧﻮاﺣﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪ ١‬ع‪ :‬رﺳﻮل اﷲ‪.‬‬


‫‪ ٥‬ع – ﻣﺪح‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬اﻷوﱃ‪.‬‬
‫‪ ٣‬ع‪ :‬ﻳﻠﺰم‪.‬‬
206 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Çünkü rütbe sahibinin hükümdardan her sadır olanı yüceltmesi, her yap-
tığını övmesi gerekmez. Aksine yalnızken hükümdarın kabul veya reddet-
mesi konusunda sessiz kalmak veya insanların arasında sadece hükümdarın
anlayacağı bir imada bulunmak kaydıyla bilgece bir üslupla ve edebe riayet
ederek ona iyi niyet göstermek, hatası hakkında uyarmak, doğruya işaret
etmek gereklidir. Müellif bunun bir tür açıklamasına şu sözüyle işaret etti:
Görüşünü değiştirmesi konusunda yumuşak davranmak. Yani eğer bun-
da kendisi veya başkası için bir zarar sezerse öncelikle onu idare etsin, ikinci
olarak hatasını imayla veya açıkça belirtsin. Denilir ki sultana bilgi vermek
bilgi alma, öğretmek de öğrenme üslubunda olmalıdır. Rütbe sahibi olma-
yanın kendisini büyük bir zarara atmaması için susması ve övmesi gerekir.
Sırlarını gizlemek, hatta sultanın meclisinde geçen herhangi bir şeyi ilan
etmek bir yana en ihtiyatlısı onu telaffuz bile etmemektir. Bu yüzden şair
şöyle söylemiştir:
“Hükümdarla bulunduğunda
Takva ve iffet elbiseni giyin
Yanına girdiğinde kör gir
Çıktığında dilsiz çık.”
Haskulun yapması gereken diğer şey töhmet altındakilerden yani hü-
kümdarın sadakatleri konusunda şüphelendiği ve düşmanı olduklarını dü-
şündüğü kimselerden ve onlara yardımdan uzak durmaktır. Peygamber
(s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Töhmet mevkilerinden sakının.”1 Şair şöyle
söylemiştir:
“Arkadaşımın arkadaşı arkadaşımdır
Düşmanımın arkadaşı bana arkadaş değildir.”
Onlara yardım etmek onları sevdiğine işaret eder ve onların arkadaşlığında bu-
lunan sakıncayı gerektirir. Her konuda onu kendisine tercih etmek yani istedi-
ği ve haz aldığı her işte onu kendisi yerine seçmek. Her konuda onu onaylamak.

1 Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâru’l-merfû‘a fi’l-ahbâri’l-mevzû‘a, (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1986), s. 105.


‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪207‬‬

‫إ אض‬ ‫ة‬ ‫ا‬ ‫ر‬ ‫و ح א‬ ‫אو‬ ‫ّ‬


‫و ا אة ا داب‬ ‫با כ‬ ‫اب‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫‪١‬‬
‫إ‬ ‫ا‬ ‫ل أو‬ ‫ا ّد وا‬ ‫ا כ ت‬
‫وا‬ ‫ه‬ ‫ع‬ ‫כ א أ אر إ‬ ‫‪٣‬‬
‫ا‬ ‫ا אכ‬ ‫‪٢‬‬

‫أو ً و ّ‬
‫ّ‬ ‫ه ن ار‬ ‫أو‬ ‫ًرا‬ ‫رأ أي إذا رأى‬
‫أن כ ن‬ ‫‪٥‬‬
‫אن‬ ‫ا‬ ‫א ًא‪ .‬و‬ ‫أو ا‬ ‫ا ر‬ ‫‪٤‬‬
‫ه‬
‫ح‬ ‫ا כ ت وا‬ ‫ّ ‪.‬و‬ ‫أ با‬ ‫אدة و‬ ‫رة ‪ ٦‬ا‬ ‫إ אد‬
‫اره‬ ‫وا כ אن‬ ‫ر‬ ‫ّ‬ ‫כ ذا‬
‫ن‪.‬‬ ‫ا‬ ‫אن و‬ ‫ا‬ ‫ى‬ ‫ء‬ ‫‪٧‬‬
‫ّه‬ ‫ط أن‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫و ا‬

‫ِ َ ا َ َوا ْ َ َ َ‬
‫אف َ ْ َ ْ‬ ‫ِإذَا َ ِ ْ َ ا ْ ُ ُ كَ َ א ْ َ ْ‬

‫َوا ْ ُ ْج ِإذَا َ َ ْ َ َأ ْ َ ْ‬
‫س‬ ‫َ ْאد ُ ْ ِإذَا َ א َد َ ْ َ أ‬

‫ا כ‬ ‫ّ‬ ‫أي‬ ‫א‬ ‫وا‬ ‫אب أر אب ا‬ ‫‪٨‬أ ًאا‬ ‫و‬


‫‪٩‬‬
‫ا ّ «‬ ‫ا‬ ‫م »ا ّ ا‬ ‫ا‬ ‫او ‪ .‬و ُروي‬ ‫ع‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫و‬

‫َ ِ ُ‬ ‫َ ِ ُ َ ُ ِّوي َ ْ َ ِ‬ ‫َ َا َ ِ‬ ‫َ ِ ُ َ ِ ِ َدا ِ ٌ ِ‬

‫אر‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫‪١٠‬‬


‫ور ا ي‬ ‫ما‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫وا‬
‫ء‬ ‫כّ‬ ‫ا‬ ‫وا‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫‪١١‬‬
‫ّ‬ ‫כّ‬ ‫ّ أي‬ ‫כّ‬
‫ع‪ :‬ﻳﻨﻔﻮﻩ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﻋﻠﻰ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬ﻋﻨﻪ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻌﺮﻓﻪ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ﻋﻠﻲ اﻟﻘﺎري‪ ،‬اﻻﺳﺮار اﳌﺮﻓﻮﻋﺔ‪ ،‬و‪.١٠٥:‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺄ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه ‪ +‬ﻛﺎن‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ :‬ﺧﻄﺄ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه ‪ -‬أي ﺗﺮﺟﻴﺤﻪ ﻋﻠﻰ ﻧﻔﺴﻪ ﺑﻜﻞ ﺣﻆ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ه – اﻟﺴﻠﻄﺎن‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ه‪ :‬ﻋﻠﻰ ﺻﻮرة‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
208 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Çünkü çekişme sevgiyi yok eder. Hırsı terk etmek. Çünkü sadece mal ve
para gibi fayda elde etme konusuna dalmak ve hırslanmak, samimiyetsizliği
ve sevginin saf olmadığını gösterir ve nefrete sebep olur. Bu durumda on-
dan, yani hükümdardan değil, onun sayesinde fayda bulsun. Yani bizzat
ondan istemek sûretiyle ondan değil. Çünkü bu gözünden düşmesine sebep
olur. Zâhirde malı ve canıyla ona hizmet ederek malının ve canının ona
feda olduğunu göstersin. Çünkü sadece göstermesi hükümdarın sevgisi
için yeterlidir. Bu ikisini onu süslemede yani devletinin düzenini koru-
mada kullansın. Hükümdarın denkleriyle ilgili şeylerde onunla ortak
olmasın. Lâ yuşârikhu (ortak olmasın) kelimesinin nehy-i gaib sigasında
cezimli olduğu görülmektedir. Yani haskulun hükümdarlara mahsus du-
rumları hükümdarla paylaşması mümkün değildir. Çünkü onlar kendileri-
ne has konuları paylaşmanın otoriteyi paylaşmaya götüreceğini düşünürler.
Dolayısıyla bunun hükümdarın düşmanlığına sebep olmaması için bundan
kaçınmalıdır. Öfkesi anında ondan sakınsın. Çünkü hükümdarın öfkesi
öldürücü bir zehirdir. Hükümdar da öfke anında, saldırgan aslan gibidir.
Gönlünden bile olsa ondan şikâyetçi olmasın. Olumsuzluk kipinde ya-
saklamadır. Yani onun hakkında hiç kimseye şikâyet etmez, beyanda bu-
lunmasa bile ferâset ve irfan sahipleri yanında açığa çıkmaması için içinde
de biriktirmez. Sürekli hizmette bulunarak ve sürekli kulluk yaparak ona
yakın olsun. Yani onunla yakınlık bağı kursun. Mette (yakınlık kurma) fii-
linden gelir, medde gibi. Yani akrabalıkla veya başka bir şeyle ilişki kurmak
demektir. Hükümdar ona sevgisinden dolayı yükünü alsa bile hizmette bir
şımarıklık göstermemelidir. Nitekim müellif şöyle dedi: Hükümdar onu
kardeş bilse bile, o hükümdarı efendi bilsin. Yani hükümdar onu kardeşi
yerine koysa dahi haskul ona tam bir saygı gösterme konusunda onu efendi
ve baba yerine koysun. Çünkü onlar nadiren tilki gibi dalkavuk görünüp,
çoğunlukla aslan gibi sıçrarlar. Düşmanlığından sakınsın, yani hizmetinde
dosdoğru olma yoluyla kendisine düşman olmasının kötülüğünden kaçın-
sın. Çünkü bu gözetmesi en zor yön olsa da kurtuluşun yoludur. Şair ne
güzel söylemiştir:
“Doğruluk Allah rızası içindir
Doğru yolda giderken azanı ben hiç görmedim.”
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪209‬‬

‫אك‬ ‫ص وا‬ ‫ّد ا‬ ‫ص ّن‬ ‫ف‪ ١‬و ك ا‬ ‫ا‬ ‫ف א‬ ‫ّن ا‬


‫ّدي إ‬ ‫ّ‬ ‫אء ا‬ ‫صو‬ ‫ما‬ ‫ا אل وا אه‬ ‫ا א‬
‫ن‬ ‫أي‬ ‫‪٢‬ا אכ‬ ‫ّ‬ ‫أي‬ ‫ة ]‪٤٦‬ب[ و‬ ‫ا‬
‫و ن‬ ‫أن א ود‬
‫ّ‬ ‫هو‬ ‫ط‬ ‫ّ ‪ّ ٣‬دي إ ا‬
‫א‬ ‫ّ ا אכو‬ ‫אر‪ٍ ٤‬‬
‫כאف‬ ‫ّد ا‬ ‫و א א ً ا ّن‬
‫م‬ ‫א ا א أّ א‬ ‫ّ‬
‫‪٥‬‬
‫א‬ ‫אرכ‬ ‫و‬ ‫אم دو‬ ‫أي‬ ‫ز‬
‫ّ‬ ‫أ‬ ‫אכ‬ ‫אرכא‬
‫ً‬ ‫ك‬ ‫כ‬ ‫أي‬ ‫ا א‬
‫‪،‬‬ ‫ا‬ ‫אرك‬ ‫ا‬ ‫ّدي إ‬ ‫‪٦‬‬
‫א‬ ‫אرك‬ ‫أن ا‬
‫ن ّ‬ ‫ك ّ‬ ‫א‬
‫ز‬ ‫اوة ا א כ و‬ ‫ًא إ‬ ‫כ ن‪ ٨‬ذ כ‬ ‫‪٧‬‬
‫ز‬ ‫أن‬
‫و‬ ‫ا א‬ ‫‪ ١١‬כא‬ ‫אل‬ ‫ّ א ‪،‬و‬ ‫‪ ١٠‬ا א כ‬ ‫ّن‬ ‫‪٩‬‬

‫ا כ ى‬ ‫أي‬ ‫رة ا‬ ‫ه‬ ‫و‬ ‫כ‬


‫‪١٢‬‬
‫ّ‬ ‫אن و‬ ‫وا‬ ‫ا ا‬ ‫أ‬ ‫אن‬ ‫ا אن‬ ‫إ‬ ‫ّ‬ ‫א ّ‬ ‫و‬
‫ا‬ ‫א‬ ‫א ا و‬ ‫ّ إ כ ّ أي ّ‬
‫‪١٣‬‬
‫ّب‬ ‫א‬ ‫إ‬ ‫إ أي‬
‫زد אد‬ ‫ا אכ כ‬ ‫‪ .‬وإن ر‬ ‫ا ل‬ ‫د و‬ ‫ودوام ا‬ ‫ا‬
‫‪١٤‬‬
‫ا خ‬ ‫ا אכ‬ ‫ر א أي إن‬ ‫أ ًא‬ ‫כ א אل وإن‬ ‫أ‬
‫‪١٥‬‬
‫ّ ا‬ ‫ون‬ ‫ّ‬ ‫כ אل ا‬ ‫ا ّب وا ب‬ ‫ك‬ ‫ا‬
‫م‬ ‫‪١٧‬‬
‫ّ‬ ‫ز‬ ‫أي‬ ‫ّق‬ ‫א ًא و‬ ‫אدرا و ن و ‪ ١٦‬ا‬
‫ً‬
‫أ‬ ‫אة وإن כא‬ ‫ا‬ ‫ّ א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬
‫‪:‬‬ ‫א‬ ‫ا אة‪ ،‬و‬ ‫ا‬

‫*‬ ‫از ره را‬ ‫م‬ ‫ا‬ ‫ر אی‬ ‫را‬


‫ع‪ :‬ﻫﺖ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ه ‪ -‬أن ﳛﱰز ﻋﻨﻪ ﺣﱴ ﻻ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬اﻻﺧﺘﻼف‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬أخ‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ه‪ :‬ﻓﻴﻜﻮن‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬إﱃ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬اﻟﻜﻠﺐ‪.‬‬ ‫‪١٥‬‬ ‫ع‪ :‬ﻏﺼﺒﻪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ ،‬س‪ :‬ﻓﺈن‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬وﺛﻠﺒﺔ‪.‬‬ ‫‪١٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﻏﺼﺐ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻟﺬاﻟﻚ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع – ﺷﺮ‪.‬‬ ‫‪١٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﻏﺼﺒﻪ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻻ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ع‪ :‬ﻟﻴﻬﺘﺖ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ه‪ :‬ﺧﺼﺎﺋﺼﻬﻢ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
210 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bir görüşe göre burada kasıt dosdoğru olması konusunda gurura kapılma
sebebiyle herhangi bir düşmanlıktan sakınmaktır. Çünkü onlar dosdoğru
olmayı bir hastalık olarak görürler. Buna, şu sözüyle çelişiyor olmasından
dolayı itiraz edilmiştir: Kendi hakkında söylenenlere kulak asmasın. Bu
öncekini açıklama mesabesindedir. Çünkü sanki o dosdoğru olmakla muh-
kemleşmiştir. Hükümdarın ondan fiil ya da söz olarak gizlediği şeylere gir-
mesin. Çünkü bir sırrı kurcalamak bir kişinin haremine girmek gibidir, hele
ki hükümdarın sırrını. Onun huzurunda gizli konuşmasın. Yani onun
yanında kimseyle gizlice konuşmasın. Çünkü gizli konuşma sıradan insan-
ları dahi sinirlendirirken, hükümdarlara ne yapar? Muhakkak ki haskula
karşı öfkeye sebep olur. Kendinden öndekilerin önüne geçmeye çalışma-
sın. Yani onun rütbesinin üstünde rütbe talep etmemelidir. Eğer hükümdar
ona bu görevi verirse elinden geldiğince reddetmelidir. Bir görüşe göre bu
mekânsal bir öne geçme olabilir. Bunu genelleştirmek akla uzak değildir.
Müellif bundan sonra denklerin durumlarını açıklamaya koyuldu ve
şöyle dedi:
[Denklere gelince üçtür: Arkadaşlar. Onları idare eder, onlara iyilik-
te bulunur. Onlarla hediyeleşir. Onlara iyi davranır. Onların tanışlarını
gözetir. Onlara yardım eder. Onları mükâfatlandırır. Hatalarını bağışlar
ve çokça sitem etmez. Ancak işe yaracağını düşünürse başkadır. Onlar-
dan sırrını ve malını gizler. Bütün bunlar gerçek dost olmayan kimse
hakkındadır. Gerçek dosta gelince ona karşı bütün bu yükler düşer,
çünkü o kişinin kendisi gibidir.]
Bazı durumlarda yönetici ve yönetilene benzeyen denklere gelin-
ce üçtür: arkadaşlar, düşmanlar ve tanıdıklardır. Çünkü iki kişi arasın-
daki ilişki ya iyi inanç ya kötü inanç üzerinedir ya da bunlardan hiçbi-
rine dayanmaz. Arkadaşlık şeriat, akıl ve örf cihetinden istenen bir
şeydir. Sokrates’ten arkadaşlığın dünya hazinelerinden ve dünyadaki
her şeyden daha iyi olduğu nakledilmiştir. Aristo şöyle demiştir: “İnsan-
lar arkadaşa refah zamanında kaynaşma, zorluk zamanında yardımlaşma
için ihtiyaç duyarlar.” Bu yüzden kimin arkadaşı çoksa dünyada ve ahi-
rette amacına ulaşması kolaylaşır denir. Kim bir arkadaş edinmek isterse
öncelikle gençlik zamanındaki durumunu, anne babasını, kardeşleri-
ni, sülalesini sonra da arkadaşlarıyla ve akrabalarıyla ilişkisini araştırsın.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪211‬‬

‫א‬ ‫ون ا‬ ‫ّ‬ ‫ًارا א‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫اد ا‬ ‫ا‬ ‫]‪٤٧‬أ[ و‬
‫‪،‬‬ ‫ّ כא‬ ‫ب א אل‬ ‫و‬ ‫אه‬ ‫ور ّد ّ‬
‫رة ا א ‪ُ ،‬‬
‫אل‬ ‫ا‬ ‫ه ا אכ‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫ّ א‬ ‫כ ّ אل إذا‬
‫אن و‬ ‫ّا‬ ‫ّ א‬ ‫‪١‬‬
‫ء‬ ‫ا‬ ‫ل‬ ‫ا ّ כא‬ ‫ا‬ ‫ال؛ ّن ا‬ ‫وا‬
‫آ אد ا אس‬ ‫‪٢‬‬
‫ار‬ ‫ه ّن ا‬ ‫ّ‬ ‫כא أ ً ا א‬ ‫أي‬ ‫אر‬
‫ّ‬
‫ا‬ ‫ّم‬ ‫ا‬ ‫كو‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ّدي إ‬ ‫ك‬ ‫א‬ ‫כ‬
‫‪.‬‬ ‫رو‬ ‫ا כ‬ ‫‪ ،‬وإن כ ّ‬ ‫قر‬ ‫‪٣‬‬
‫ر‬ ‫أن‬ ‫أي و‬
‫‪.‬‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫כ א‬ ‫ّ م ا כא‬ ‫و כ ا‬

‫אل אل‪:‬‬ ‫أ ال ا‬ ‫ع‬ ‫ّ‬


‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫‪ ،‬و אد‬ ‫إ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ار‬ ‫אء‪،‬‬ ‫‪:‬ا‬ ‫אل‬ ‫]وأ ّ א ا‬
‫‪،‬و ّ‬ ‫ذ‬ ‫אوز‬ ‫‪،‬و‬ ‫א‬ ‫‪ ،‬و כא‬ ‫‪ ،‬و אو‬ ‫ّ‬‫‪،‬و ّ‬
‫ا‬ ‫ا‬ ‫اכّ‬ ‫‪.‬‬ ‫ح‪ ،‬و כ ا ّ وا אل‬ ‫א إ إذا ّ ا‬
‫‪[.‬‬ ‫ّ‬ ‫ا כّ‬ ‫ّ‬ ‫‪ .‬وأ ّ א ا‬ ‫ا‬

‫אء‬ ‫ا‬ ‫ال‬ ‫ا‬ ‫ك‬ ‫א כ وا‬ ‫ن‬ ‫א‬ ‫אل ا‬ ‫وأ ّ א ا‬
‫أو ا ّ أو‬ ‫אد ا‬ ‫إ ّא א‬ ‫אرف‪ّ ،‬ن ا א‬ ‫اء وا‬ ‫وا‬
‫أن‬
‫اط ّ‬ ‫ً و ً א‪ .‬و‬ ‫ًא و‬ ‫ا‬ ‫א‪ .‬وا‬ ‫אد أ‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫א نإ‬ ‫‪ :‬ا אس‬ ‫א‪ .‬و אل أر‬ ‫אو א‬ ‫כ زا‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫אؤه‬ ‫כ ت‪ ٤‬أ‬ ‫אو ‪ .‬و ا‬ ‫ّة‬ ‫אل ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫אل ا א‬
‫أو ً‬
‫ل ّ‬
‫‪٥‬‬
‫ا‬ ‫وّ ‪.‬و‬ ‫وا‬ ‫ها‬ ‫א‬ ‫إ‬ ‫אن و‬
‫א وذوي ا‬ ‫أ‬ ‫‪٦‬‬
‫ّ‬ ‫و‬ ‫وإ‬ ‫ِ אه ووا‬ ‫א‬

‫‪ ٤‬ع‪ :‬ﻛﺜﺮة‪.‬‬ ‫‪ ١‬ه‪ :‬اﻟﻨﺴﻮان‪.‬‬


‫‪ ٥‬ع‪ :‬ﻓﻴﺴﺄل‪.‬‬ ‫‪ ٢‬ع‪ :‬اﻟﺴﺮاﺋﺮ‪.‬‬
‫‪ ٦‬ع – ﻋﻦ‪.‬‬ ‫‪ ٣‬ه‪ :‬ﻣﺮﺗﺒﺔ‪.‬‬
212 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Sonra onun yöneticilik sevgisine baksın. Çünkü kim yönetmeyi severse sev-
gide sana eş olamaz. Eğer bulursa bir arkadaşla yetinsin. Çünkü bu arkadaş
daha önce de geçtiği üzere kibrit-i ahmer gibidir.

Bu üç kısımdan birincisi: Faydalanmak ve zevk almak için olan arka-


daşlardır. Onları güler yüzlülük, candanlık ve tatlı dillilikle idare eder.
Onlara malla, sözle, bazı durumlarda yardımla iyilikte bulur. Çünkü iyi-
lik etmekle hürü kölen yaparsın. Onlarla hediyeleşir. Yani onlara sevgi
hediyesi verir, rüşvet hediyesi değil. Çünkü o düşmanlığa sebep olabilir.
Peygamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Hediyeleşin ki birbirinize olan
sevginiz artsın.”1 Onlara iyi davranır. Yani onlara güleryüzle ve tatlı dille,
sözle ve fiille hoş davranır. Heş beş (güleryüzlü sevimli) adam diye bir tabir
vardır. Yani rahat ve yumuşak demektir. Onların tanışlarını gözetir. Yani
arkadaşlarıyla ilişkisi olanlara yardım ve iyilikte bulunmak ve azarlamamak
sûretiyle haklarını korur. Nitekim müellif şöyle dedi: Onlara, yani arkadaş-
lara ve onların yakınlarına yardım eder. İsterse bir hurmanın yarısıyla olsun
onları mükâfatlandırır. Çünkü burada amaç sevgi göstermektir. Hataları-
nı bağışlar ve fazla sitem etmez. İklâl (azaltmak) mastarından gelir. Çünkü
azarlama sevgi bağlarını koparır. Ancak işe yarayacağını düşünürse yani
azarlama ve çokça paylama ile düzeleceklerse başkadır. Ama önce imayla,
olmazsa yalnızken açıkça yapar. Bu ikisi de işe yaramazsa ona iyi niyet ve
bilgece bir tavır gösterir. Onlardan sırrını ve malını gizler. Çünkü konu
düşmanlığa dönüşebilecek bir yerde duran, gerçek olmayan dostluktur. Pey-
gamber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “Arkadaşını ölçülü sev, bir gün
nefret ettiğin kişi olabilir.”2 İbnu’r-Rûmî şöyle demiştir:
“Düşmanından bir kere sakın,
Dostundan bin kere sakın.
Arkadaş belki düşmana dönüşebilir,
O zaman ona zarar verecek şeyi en iyi bilen kimse olur.”

1 Müslim, “Vesâyâ”, 6.
2 Tirmizî, “Birr”, 60.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪213‬‬

‫ّدة‪.‬‬ ‫ا‬ ‫ْכ‬ ‫ُ‬


‫‪٢‬‬
‫א ‪ّ ،‬ن أ ّ ا א‬ ‫‪١‬‬
‫ّ‬ ‫ّ‬
‫כ א‬ ‫أ‬ ‫כ‬ ‫אء إن و ]‪٧٤‬ب[ ّن ذ כ ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫و כ‬
‫‪:‬‬ ‫אم ا‬ ‫ا‬ ‫ّ ‪ .‬ا ّول‬
‫ا‬ ‫وا‬ ‫‪٣‬‬
‫ا‬ ‫א‬ ‫اذ ار‬ ‫אع أو ا‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫ا‬
‫ال؛ ّ‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫אل أو ا‬ ‫א אل أو ا‬ ‫إ‬ ‫و‬ ‫אن ا‬ ‫وا‬
‫رث‬ ‫ة؛ ّ א‬ ‫ّ ا‬ ‫ّ ا ّ‬ ‫أي‬ ‫א ّ ُ َ ا ّ و אد‬
‫ً‬ ‫أي‬ ‫ّ‬ ‫ا م » َאدوا א ا«‪ ٤‬و‬ ‫ا اوة‪ .‬و ُروي‬
‫ّ و‬ ‫ّ‬ ‫ّ أي ر‬ ‫ّ‬ ‫אن‪ .‬אل ر‬ ‫وة ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫و ً‬
‫و م‬ ‫אن إ‬ ‫وا‬ ‫אو‬ ‫אء‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ق‬ ‫أي ا‬ ‫ّ‬
‫و‬ ‫א‬ ‫و כא‬ ‫ّ‬ ‫אء و‬ ‫أي ا‬ ‫כ א אل و אو‬ ‫ة‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ل‬
‫‪٥‬‬
‫ا‬ ‫و ّ‬ ‫ذ‬ ‫אوز‬ ‫ّ ة إذ ا ض إ אر ا ّ و‬
‫ح‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ح أي ر‬ ‫אل ا ّدة إ إذا ّ ا‬ ‫إذ ا ا ة‬
‫‪٧‬‬
‫ة‬ ‫ا‬ ‫‪٦‬‬
‫أو ً وإ‬
‫ّ‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫ة وإכ אر ا אب כ‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫ّ وا אل‬ ‫وأ ب ا כ و כ ا‬ ‫إ אض ا‬ ‫א‬ ‫‪٨‬כ ّ‬ ‫وإن‬
‫بإ‬ ‫ضا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا ا‬ ‫ا‬ ‫ّن ا כ م‬
‫‪٩‬‬
‫כ‬ ‫أن כ ن‬ ‫ًא א‬ ‫כ‬ ‫ْ‬ ‫م‪» :‬أ‬ ‫ا‬ ‫اوة כ א ُروي‬ ‫ا‬
‫ا و ‪:‬‬ ‫ً א א«‪ .١٠‬و אل ا‬
‫َوا ْ َ ْر َ ِ َ َכ َأ ْ َ َ ه‬ ‫ِا ْ َ ْر َ ُ وكَ َ ًة‬
‫אن َأ ْ َ َف ِא ْ َ َ ه‬
‫و َ כَ َ‬ ‫ا‬ ‫ُ‬ ‫َ َ ُ َא اْ َ َ َ ا ّ ِ‬

‫ه‪ :‬وإن ﱂ ﻳﻨﻔﻊ ﻓﻠﻬﺎ اﻟﺘﺼﺮﻳﺢ ﺛﺎﻧﻴﺎ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﺻﺤﺒﺘﻪ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ :‬اﳋﻠﻖ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع ‪ -‬ﻓﺈن ﻣﻦ أﺣﺐ اﻟﺮﻳﺎﺳﺔ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﻨﻔﻌﻞ؛ ه‪ :‬ﻳﻌﺪ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﻄﻠﻖ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﺑﻔﻴﻀﻚ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ﺻﺤﻴﺢ اﳌﺴﻠﻢ‪ ،‬اﻟﻮﺻﺎﻳﺎ ‪.٦‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ﺳﻨﻦ اﻟﺮﲤﺬي‪ ،‬اﻟﱪ ‪.٦٠‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ :‬اﻻﻗﺎل‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
214 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Müellif bu yüzden şöyle dedi: Bütün bunlar fayda veya haz arzusu taşı-
yan gerçek dost olmayan kimse hakkındadır. Arkadaşlığı sadece iyilik ve
kemal için olan gerçek dosta gelince ona karşı bütün bu yükler düşer,
çünkü o kişinin kendisi gibidir. Bu birbirlerini Allah için seven, iyilik
ve takvada yardımlaşan kimseler hakkındadır. Onların hakkında, onların
kıyamet gününde, arşın gölgesinde nurdan minberlerin üzerinde oturacak-
ları, mahşer ehli onlara gıpta edeceği1 buyrulmuştur. Onlar gerçekte aşağılık
şehvetleri, hayvanî hazları terk ederek kendi istekleriyle ölen ve böylelikle
birlik mertebesine ulaşan bir gruptur. Bu riyazet ve mücâhedenin bir sonu-
cudur. Buraya ulaşmak rabbanî bir hoca, hakiki bir mürşid olmaksızın çok
zordur. Bu, filozofların iki kişi arasındaki gerçek arkadaşlığın doğumları ya
da döllenmeleri esnasında feleklerin duruşunun benzerliğinden dolayı mi-
zaçlarının benzer olması sebebiyle gerçekleştiği iddiasıyla çelişmez. Bu tabiî
bir sebeptir. Denklerin ikinci kısmı:
[Düşmanlar. Onları bağışlar ve idare eder. Düşmanlıklarını bilme-
leri, sözlerini dinlememeleri için onları yöneticilere şikâyet eder. Niyet-
lerini ve kusurlarını araştırır ve gizli tutar. Doğruluk ve adalete bağlı
kalır. Onların görüştüğü kimselerle görüşür. Faziletler bakımından on-
ları geçmek gibisi yoktur. Kınama, diline dolama ve sövmeye gelince,
asla. Eğer bir konuda ona güvenirse ona ihanet etmez. Barış sağlamaya
çalışarak, onlardan kaçınarak, zulüm ve rezilet yoluna gidilmeden zor
kullanmayla zararlarını gidersin.]
Düşmanlardır. Tanıdıklardan önce zikretmiştir. Çünkü düşmanla-
rın zararlarını gidermek daha önemlidir. Bunu anlamaya çalış. Bir görüşe
göre düşmanlığın arkadaşlığın zıddı olmasından dolayı önce zikretmiştir.
Her şey zıddıyla bilinir. Düşmanlık ya iyilerin kötülere düşmanlığı gibi;
kötülük, zarar ve acı vermek için olan gerçek düşmanlıktır veya kin ba-
kımından açık, haset bakımından gizli, yakından yakın, en uzak ya-
bancıdan uzak olup ayrılabilen bir araz şeklinde gerçek olmayan düş-
manlıktır. Yakında bulunan sakınılmaya en gereksinim duyandır. Bu
yüzden şöyle buyrulmuştur: “En büyük düşman şu bedenindeki nefsindir.”2
1 İbn Belbân, el-İhsân fi takrîbi Sahihi İbn Hibbân, (Beyrut: Müessetü’r-Risâle), II, 287.
2 Aclûnî, Keşfu’l-hafâ, (Kahire: Mektebetü’l-kudsî, 1932) s. 143.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪215‬‬

‫اذ‬ ‫אع وا‬ ‫ضا‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫اכّ‬ ‫و ا אل‬
‫ّ‬ ‫وا כ אل‬ ‫ّد ا‬ ‫ا‬ ‫ا ي כאن‬ ‫]‪٤٨‬أ[ وأ ّ א ا‬
‫ى‪ ،‬و‬ ‫ا ّ وا‬ ‫ا ّ ا אو‬ ‫אّ‬ ‫و ا ا‬ ‫ا כّ ‪ّ ١‬‬
‫ّ ا ش‬ ‫ر‬ ‫א‬ ‫ن ما א‬ ‫‪ :‬أّ‬ ‫ورد‬
‫ات ا‬ ‫كا‬ ‫אر ًא‬ ‫ًא ا‬ ‫א ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫‪ ،٢‬و‬ ‫ا‬ ‫أ‬

‫ا א وا אد و ّ‬ ‫ا ّ אد‪ .‬و ا‬ ‫اإ‬ ‫ا‬ ‫وا ّ ات ا‬


‫א ذ כ א ذכ ه ا כ אء‬ ‫ّא ‪ .‬و‬ ‫و‬ ‫ّ رא‬ ‫ل إ א ون‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫אכ‬ ‫ا‬ ‫إّ א‬ ‫ا ا‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬
‫از‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ط‬ ‫א أو‬ ‫و د‬ ‫ا כ ا ا‬ ‫א ‪٣‬ا‬
‫אل‪:‬‬ ‫ا‬ ‫ا א‬ ‫وط ا אد ‪ .‬وا‬ ‫أن כ ن ذ כ‬
‫‪،‬و‬ ‫او‬ ‫ا‬ ‫ا ؤ אء‬ ‫إ‬ ‫‪ ،‬و ار ‪ ،‬و כ‬ ‫اء‪،‬‬ ‫]ا‬
‫ل‪،‬‬ ‫ق وا‬ ‫א‪ ،‬و زم ا‬ ‫و‬ ‫و א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬
‫א وا‬ ‫وا‬ ‫‪ ،‬وأ ّ א ا‬ ‫ا‬ ‫כא‬ ‫אء ‪،‬‬ ‫و א‬
‫אب ّ‬ ‫ح ّ ا‬ ‫ر א‬ ‫ن‪ ،‬و‬ ‫א א‪ ،‬وإذا ا‬
‫ورذ ‪[.‬‬ ‫ا‬
‫اوة‬ ‫ّن ا‬ ‫‪ .٤‬و‬ ‫ر أ ّ‪ ،‬א‬ ‫אرف ّن د‬ ‫ا‬ ‫اء ّ‬ ‫ا‬
‫ّ أو ا ّ أو ا‬ ‫ا‬ ‫اوة إ ّ א‬ ‫ّ ا אء‪ ّ .٥‬ا‬ ‫ّ א‬ ‫ا و‬‫ّا‬
‫‪٨‬‬
‫אرض אرق א ة‬ ‫‪٧‬‬
‫ا ّ أو‬ ‫‪ ٦‬כ اوة أ ا‬
‫א ًאإ‬ ‫أ ّا‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ة‬ ‫ا‬ ‫א‬
‫‪٩‬‬
‫כ«‬ ‫כا‬ ‫ّوك‬ ‫از و ا ورد »أ ى‬ ‫ا‬

‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ س‪ ،‬ع‪ :‬ﻣﺼﺮع ﻣﻦ ﻗﺼﻴﺪة اﳌﺘﻨﱯ‬ ‫‪٥‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﺘﻜﻠﻴﻒ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫)ع‪ :‬اﻟﻘﺼﻴﺪة(‪.‬‬ ‫ﻇﻞ اﻟﻌﺮش ﻳﻮم ﻻ ّ‬
‫ﻇﻞ إﻻ‬ ‫»اﳌﺘﺤﺎﺑّﻮن ﰲ اﷲ ﰲ ّ‬ ‫‪٢‬‬
‫ه ‪ +‬ﻛﺎﻧﺖ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ﻇﻠّﻪ ﻳﻐﺒﻄﻬﻢ ﲟﻜﺎ ﻢ اﻟﻨﺒﻴﻮن واﻟﺸﻬﺪاء« اﺑﻦ ﺑﻠﺒﺎن‪،‬‬
‫ع‪ :‬و‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫اﻹﺣﺴﺎن ﰲ ﺗﻘﺮﻳﺐ ﺻﺤﻴﺢ اﺑﻦ ﺣﺒﺎن‪.٢٨٧/٢ ،‬‬
‫ه ‪ +‬أو‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﺑﺘﺸﻬﺎﺑﻪ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫اﻟﻌﺠﻠﻮﱐ‪ ،‬ﻛﺸﻒ اﳋﻔﻰ‪.١٤٣/١ ،‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه – ﻓﺎﻓﻬﻢ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
216 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Eziyetle ilgili durumlarda onları bağışlar ve idare eder. Yani zararlarını gi-
dermek için onlara sevgi gösterir. Çünkü kötülüğü iyilikle gidermek mahza
iyiliktir. Akıllı bir kişi saldırılarına maruz kalmadıkça ve zararlarını gidermek
için olmadıkça ömrünün bir bölümünü düşmanlarla uğraşarak geçirme-
melidir. Bu yüzden müellif şöyle dedi: Aynı konumdakilere söylememek ve
amacını aşmamak kaydıyla düşmanlıklarını bilmeleri, sözlerini ve hakkın-
daki iddialarını dinlememeleri için onları yöneticilere şikâyet eder. Ni-
yetlerini yani hakkında neye niyet ettiklerini ve zararlı neleri sakladıklarını
ve ortaya çıkarmak gerektiğinde ortaya çıkarmak için kusurlarını araştırır.
Ve eğer ortaya çıkarması gerekmiyorsa kendilerini savunmak için onları çe-
şitli açıklamalarla ortadan kaldırmaya çalışmamaları için onları saklar. Böyle
söylenmiştir. Doğruluk ve adalete bağlı kalır. Yani onlara karşı yalan ve
iftira yoluna gitmesin ve haklarında doğru yoldan sapmasın. Zira bu, amaç-
lananın tersine götürür. İftiracıların sözü dinlenmez, kurtulmak istediğinde
ona yardım edilmez. Onların görüştüğü kimselerle yani niyetlerini ve ku-
surlarını öğrenmek için düşmanlarının görüştüğü kimselerle görüşür, onla-
rı sever gibi görünür. Faziletler bakımından onları geçmek gibisi yoktur.
Yani düşmanların zararlarını bazı ortak faziletlerde onları geçmek sûretiyle
gidermek gibisi yoktur. Burada lâ (yok) edatının ismi mahzuftur. Tıpkı lâ
‘aleyke (senin sorumluluğun yoktur) dedikleri gibi. Bu görüşün ispatı Pla-
ton’dan aktarılan şu sözdür: Düşmana üstünlük sağlamanın en iyi yolu kişinin
kendisini düşmanlarının ortak olduklarını iddia ettikleri faziletler bakımın-
dan onlardan üstün kılmasıdır, ama aralarındaki düşmanlığın alevlenmemesi
için onlardan önde olduğunu iddia etmemesi şartıyla. Bu önde olma isteği
düşmandan yararlanma kabilindendir. Akıllı kimse dostlarından faydalan-
dığı gibi düşmanlarından da faydalanır denilir. Kınama, diline dolma ve
sövmeye gelince, asla. Yani düşmanlara, itibarlarını zedelemek için kınama,
amaçlarına ve fiillerine kara çalma şeklinde karşılık vermeye, başlarına gelen
musibetler yüzünden onları diline dolmaya, kötü sözlerle sövmeye, kusurları
hakkında gıybet etmeye gelince akıllı bir kimse bunların hepsinden kesinle
kaçınmalıdır. Hâşâ (asla), uzak olmak anlamında bir fiildir. Zamiri zikredilen
kelimelerin her birisidir. Mefulu mahzuftur. Bundan kaçınılır çünkü bu
düşmanlığı ve nefreti artırmasıyla beyinsizlerin yolu ve cahillerin üslubudur.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪217‬‬

‫ّ ة ّن د ا ّ‬ ‫ا‬ ‫ّدة‬ ‫ا‬ ‫أي‬ ‫ّ א ذى و ار‬ ‫א‬


‫ا اء‬ ‫א‬ ‫هإ‬ ‫ًא‬ ‫ف‬ ‫א أن‬ ‫‪.‬و‬ ‫א‬
‫ا‬ ‫إ ا ؤ אء‬ ‫و ا אل و כ‬ ‫ّ‬ ‫ود‬ ‫אر‬ ‫إ‬ ‫إ أن‬
‫אو‬ ‫ذכ‬ ‫אوز إ‬ ‫]‪٤٨‬ب[ واد אء‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫او‬
‫وه‬ ‫ّ وأ‬ ‫ا‬ ‫أي ّ א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫ده و‬ ‫ا אر‬
‫ّإ‬ ‫א إن‬ ‫אر‪ ٢‬و‬ ‫ا‬ ‫אج إ‬ ‫ا‬ ‫אو‬ ‫ّ ة‪ ١‬و א‬ ‫ا‬
‫ل‬ ‫ق وا‬ ‫و زم ا‬ ‫ّو ت‪ .‬כ ا‬ ‫א أ‬ ‫إ אر א ّ ارכ ا د‬
‫ّ‬ ‫ا ّ‬ ‫وا ول‬ ‫כ ا כ ب وا אن‬ ‫أي‬
‫אة و א‬ ‫إن أراد ا‬ ‫א‬ ‫إ כ م ا אة و‬ ‫ا اد‪ ٣‬و‬ ‫כ‬
‫و א‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫اء‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫أي ا‬ ‫אء‬
‫ر‬ ‫دا‬ ‫أي‬ ‫ا‬ ‫‪٦‬‬
‫‪ ٥‬כא‬ ‫ّ إ‬ ‫رة ا‬ ‫‪٤‬‬
‫و ى‬
‫وف‬ ‫כ ‪ ،٧‬א‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫د‬ ‫اء‬ ‫ا‬
‫ا‬ ‫ق‬ ‫ا‬ ‫أن أ‬
‫ن ّ‬ ‫أ‬ ‫א ُכ‬ ‫ا‬ ‫כ‪ .٨‬و‬ ‫כ‬
‫אرכ‬ ‫ّ نا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫א ًא‬ ‫ا‬ ‫اء أن‬ ‫ا‬
‫ذכ‬ ‫‪.‬و‬ ‫اوة‬ ‫ّ ا‬ ‫ّ‬ ‫م ّاد אء ا‬ ‫ط‬ ‫א כ‬
‫א ‪.‬‬ ‫ا כ א‬ ‫ا א‬ ‫‪٩‬‬
‫אع א اء‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫وا‬ ‫اء א‬ ‫ا‬ ‫א א أي أ א א‬ ‫א وا‬ ‫وا‬ ‫وأ ّ א‪ ١٠‬ا‬
‫א ‪ ١٢‬و‬ ‫ا‬ ‫إذا أ א‬ ‫א‬ ‫وا‬ ‫כ‬ ‫‪ ١١‬وأ א‬ ‫أ ا‬
‫أن א א‬
‫ّ‬ ‫‪١٣‬‬
‫אا א‬ ‫א א כ ّ وا‬ ‫א‬ ‫א‬ ‫و‬ ‫א ا‬
‫‪١٥‬‬
‫ّ‬ ‫‪١٤‬‬
‫א א‬ ‫وف‪ .‬وإ ّ א‬ ‫ّ א ذכ و‬ ‫ه כ ّ وا‬ ‫ُ َو‬
‫אء‪.‬‬ ‫اوة وا‬ ‫ز אدة ا‬ ‫א ًא إ‬ ‫ء כ‬ ‫אء ]‪٤٩‬أ[ ود אر ا‬ ‫אر ا‬

‫ع‪ :‬إﻋﺮاﺿﻬﻢ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ه‪ :‬ﻻ ﻛﻤﺎ ﻳﺴﺒﻖ اﻟﻴﻬﻢ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه ‪ +‬وﺳﻮء اﻟﻘﺼﺪ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ع‪ ،‬س‪ :‬ﺑﺎﳌﺼﺎﺋﺐ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺸﱰك‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه ‪ -‬إﱃ اﻹﻇﻬﺎر‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه ‪ +‬اﻟﺼﺎﺋﺐ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ه‪ :‬أي ﻻ ﺑﺄس‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬اﳌﺮام‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﻋﻦ ذﻟﻚ‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ع ‪ -‬ﻗﺪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه ‪ +‬ﻧﻔﺴﻪ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه‪ :‬ﻷ ﺎ‪.‬‬ ‫‪١٥‬‬ ‫ه – أ ّﻣﺎ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع – ﻻ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
218 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Eğer düşmanı bir konuda ona güvenirse ona ihanet etmez. Bilakis o ko-
nuda dosdoğru olur. Çünkü özellikle de emin bir kimse olduğu düşüncesiyle
güvenildiğinde ihanet etmek münafıklığın ve iman zayıflığının göstergesi
olmasıyla terk edildiğinde sevgiye ve düşmanlıktan vazgeçmeye sebep ola-
bilir. Üç şekilde zararlarını giderir; (i) barış sağlamaya çalışarak, yani
onlarla iyi olmaya, arabulucular vasıtasıyla düşmanlığı gidermeye çalışarak.
Bu en iyi yoldur. (ii) Sonra evini uzağa taşımak veya vatandan göç etmek
sûretiyle onlardan ve tuzaklarından kaçınarak, uzak durarak. (iii) Sonra
yönetici veya başkası tarafından zulüm ve rezilet yoluna gidilmeden zararı
giderecek kadar, zor kullanmayla. Çünkü başkasına zulmederek ya da ken-
disi rezilet işleyerek üstün gelmek; kötülüğü kötülükle gidermek, çirkinliğe
çirkinlikle karşılık vermektir. Üçüncüsü:
[Tanıdıklar. İrtibatı muhafaza etmeli, hepsiyle iyi şekilde geçinme-
li, kibirliye kibirle karşılık vermeli, samimi ve salih kimselere ikramda
bulunmalı, faziletli kimselerden istifade etmeli, onlara malla ve hizmet
ederek yardım etmelidir. Öğrencilerin ahlâkını güzelleştirmeli ve şef-
katli davranmalıdır. İsteyene vermelidir. Israrcı olan hariçtir. Muhtaç
olmayıp tamah edene de vermemelidir. Güçsüzlere merhamet göster-
meli ve onlara, iyilikte bulunmalıdır. Mümkün olduğu kadar insanla-
rın ihtiyaçlarını gidermelidir. Taziyeler, tebrikler, hasta ziyaretleri gibi
adetlere uymalıdır. İkiyüzlülük derecesine çıkmayacak şekilde onların
mutluluklarında mutlu, üzüldüklerinde üzgün görünmelidir.]
Tanıdıklardır. Ma‘ârif (tanıdıklar), bilinen anlamında ma‘rife (tanıdık)’ın
çoğuludur. Terim olarak ne arkadaş ne düşman olan demektir. Farsça’da
âşinâ denir. Müellifin şu sözüyle açıkladığı gibi kısımları ve hükümleri var-
dır: İrtibatı muhafaza etmelidir. Rifd kesralı okunduğunda bağlantı, fet-
halı olarak rafd diye okunduğunda vermek ve yardım etmek anlamına gelir.
Hepsiyle iyi şekilde geçinmeli, yani tanıdıkların her biriyle zâhiren ve
bâtınen iyi bir geçim ve ilişki içinde olmalıdır. Çünkü bu muhabbeti artırır,
düşmanlığı azaltır. Hediye ve ihsan, insanı köle eder. Elle ve dille yardım da
böyledir. Ancak inatçı ve kibirli kimse hariçtir. Çünkü o bundan etkilen-
mez. Bu yüzden müellif şöyle dedi: Kibirliye kibirle karşılık vermelidir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪219‬‬

‫א‬ ‫כ‬ ‫א‬ ‫؛ ّن ا‬ ‫ن‬ ‫أ‬ ‫ّوه‬ ‫وإذا ا‬


‫כ ن כא‬ ‫‪١‬‬
‫אن‬ ‫אد א‬ ‫ا‬ ‫ّ א‬ ‫אن‬ ‫ا‬ ‫أ אرات ا אق و‬
‫ح‬ ‫أ אء א‬ ‫ر‬ ‫اوة و‬ ‫ا‬ ‫ع‬ ‫ّدة وا‬ ‫ًא‬

‫ق‪ّ .‬‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫او‬ ‫‪ ٢‬وإزا‬ ‫أي‬


‫‪٤‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ّ‬
‫ّ ا‬ ‫ءا‬ ‫ل أو‬ ‫ا‬ ‫כא‬ ‫و‬ ‫از‬ ‫אب وا‬ ‫ا‬
‫ه إذ ا‬ ‫ا אכ أو‬ ‫ر‬ ‫ا‬ ‫ورذ ‪ ٥‬و ر א‬
‫‪:‬‬ ‫אءة‪ .‬وا א‬ ‫אءة א‬ ‫ا‬ ‫ّ‪ ٦‬و א‬ ‫ّ א‬ ‫ا‬ ‫د‬ ‫وا ذ‬ ‫ا‬

‫ا כ ّ ‪ ،‬وإכ ام‬ ‫ا כ ّ ‪ ،‬وا כ ّ‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬ ‫אرف‪،‬‬ ‫]ا‬


‫‪،‬‬ ‫א אل وا‬ ‫ء‪ ،‬و א‬ ‫ا‬ ‫אدة‬ ‫ح‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫אء وأ‬ ‫ا‬
‫‪ ،‬وإ אء ا א إ إذا أ ّ أو‬ ‫وا‬ ‫ّ‬ ‫قا‬ ‫أ‬ ‫و‬
‫ا אس א أ כ ‪ ،‬و وم‬ ‫ا‬ ‫אء‬ ‫‪،‬و‬ ‫אن إ‬ ‫אء وا‬ ‫ا‬ ‫אج‪ ،‬ور‬

‫وا ّ‬ ‫وا אدات‪ ،‬وإ אر ا ح‬ ‫ا אزي وا א‬ ‫ا אدات‬


‫ّ ا אق‪[.‬‬ ‫جإ‬

‫و‬ ‫ا ف‬ ‫وف‪ ،٧‬و‬ ‫ا‬ ‫אرف‬ ‫ا‬


‫ا‬ ‫ّ א‬ ‫آ א* و أ אم وأ כאم כ א‬ ‫א אر‬ ‫ّو و אل‬
‫ا כ ّ أي‬ ‫ا‬ ‫א و‬ ‫אء وا‬ ‫ا‬ ‫وא‬ ‫אء ا‬ ‫ا‬ ‫אכ‬
‫رث‬ ‫ّ‬ ‫אرف‪،‬‬ ‫ا‬ ‫כ ّ وا‬
‫א ً ا و א ًא‬ ‫ر وا א‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫א‬ ‫ا אن‪ ،‬وכ ا ا‬ ‫אن‬ ‫אء وا‬ ‫ا ّ و ّ ا اوة‪ ،‬وا‬
‫ا כّ ‪،‬‬ ‫ّ ‪ ،‬و ا אل وا כ ّ‬ ‫أو ا אن إ ا א ا כ ّ ؛ ّ‬
‫‪ ٥‬ع‪ :‬وﻻ رذﻳﻠﺔ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬ﺑﺎﻹﳝﺎن‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫‪ ٦‬ع – ﺑﺎﻟﺸﺮ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﺻﻼح ﺣﺎﳍﻢ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ٧‬ع‪ :‬ﻣﻌﺮوف‪.‬‬ ‫ه‪ :‬زوال‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﻋﺪا ﻢ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
220 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Çünkü hadiste rivayet edildiği gibi “Kibirliye kibirle karşılık vermek


sadakadır.”1 Bu kötülüğün kötülükle giderilmesi değildir; kötülük sûretinde
iyiliktir; ama edepli ve ihtiyatlı olmak, eziyet vermemek kaydıyla. Samimi ve
sâlih kimselere ikramda bulunmalı, başkalarının iyiliği için veya bizâtihî
iyilik için nasihat eden kimselere ikramda bulunmalı, bu arada durumun
hakikatine muttali olabilmek için dikkatli ve temkinli olmalıdır ki dilleri
baldan tatlı kalpleri ise soğandan acı olan sahtekârların tuzaklarına düşme-
sin. Birinci kategoriye ıslah ediciler de girer. Çünkü ıslah bir tür iyi niyettir.
Bir görüşe göre ikinci kategoriye girer. Çünkü o sadece iyi olmaktan daha üs-
tündür. Çeşitli şer‘î ve aklî ilimleri ve alet ilimlerini bilen faziletli kimseler-
den istifade etmelidir. Çünkü ilim öğrenmek nefsi cehaletin ve ahmaklığın
karanlığından kurtarmaktır, rivayeten ve direyaten herkese farzdır. Peygam-
ber (s.a.)’den şöyle rivayet edilmiştir: “İlim öğrenin. Çünkü onu öğrenmek Al-
lah’a itaat, öğrenmek istemek ibadet, çalışmak zikir, onu araştırmak cihat, onu
bilmeyene öğretmek sadaka, onu ehline kullanmak Allah’a yakınlıktır.”2 Burada
fazileti bâtınî alana da teşmil etmek mümkündür. O zaman yol gösteren
mürşidler de buraya dâhil olur. Onların iyi niyetli kimselere dâhil edilmesi
de uzak bir görüş değildir. Kulları doğru yola sevk etmek de iyi niyettendir.
Onlara malla ve hizmet ederek yardım etmelidir. Eğer durumları müsait
değilse bunu yapmalıdır ki bu kişiler kendileri ve ailelerinin geçimleriyle
meşgul olup insanlara sundukları faydadan geri kalmasınlar. Öğrencilerin
ahlâkını güzelleştirmeli ve onlar gerçek ilimleri ve ilahi bilgileri öğrenmeye
hazırlıkları tam olsun diye ve dinî konularda nasihat ederek şefkatli dav-
ranmalıdır. Çünkü kim ahlâkını güzelleştirmezse ilim ve hikmetten nasibi
az olur. Bu yüzden ilk filozoflar öğrencilere öncelikle amelî felsefeden ahlâk-
larını güzelleştirecekleri hususları öğretirlerdi. Sonra onlara işlerini düzen-
lemek, ihtiyaçlarını gidermek sûretiyle şefkatli davranmalıdır, müellif eğer
bundan sonra “onları ilme yönlendirsin” deseydi daha güzel olurdu. Bunun
üzerine düşün. Gücü yettiğince, bir hurmanın yarısı bile olsa isteyene ver-
melidir. İsteğinde ısrarcı olan hariçtir. Çünkü o zaman onu geri çevirmesi,
ısrar etmesinin; kalbini tabiî sebeplere bağladığını, tüm sebeplerin sebebini
unuttuğunu ve yaratılmışa dayandığını gösterdiğinden unutkanlığından
dönmesi, kalbini mutlak olarak gerçek rızık vericiye bağlaması için caiz olur.

1 Aliyyu’l-Kâri, el-Esrâru’l-merfû‘a fi’l-ahbâri’l-mevzû‘a, (Beyrut: el-Mektebu’l-İslâmî, 1986), s. 175.


2 Elbânî, Silsiletü’l-ehâdîsi’z-za‘îfe ve’l-mevzû‘a, (Riyad: Mektebetü’l-meârif, 2000), XI, 461.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪221‬‬

‫כ ند ا ّ‬ ‫ا‬ ‫«‪ ٣‬כ א ُروي‬ ‫ا כّ‬ ‫ّن »ا כ ّ‬


‫‪٢‬‬ ‫‪١‬‬

‫وإכ ام‬ ‫אط‬ ‫وا‬ ‫ّ כ‬ ‫ا د‬ ‫رة ا‬ ‫א ّ ‪ ٤‬א‬


‫ا‬ ‫إ‬ ‫א‬ ‫وإرادة ا‬ ‫א‬ ‫ّ‬ ‫ح أي إכ ام‬ ‫אء وأ ا‬ ‫ا‬
‫ّ‬ ‫אط‬ ‫ا م ]‪٤٩‬ب[ وا‬ ‫إ‬ ‫ح א‬ ‫أو א‬
‫و‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫أ‬
‫אك ا ّאد ا אכ‬ ‫ا‬ ‫ا אل ّ‬
‫‪.‬و‬ ‫ح ع‬ ‫ن ا ّول‪ّ ،‬ن ا‬ ‫ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫ا‬ ‫أ ّ‬
‫ما‬ ‫أ اع ا‬ ‫ءا א‬ ‫אدة ا‬ ‫ح وا‬ ‫ا‬ ‫ا א ‪ّ ،‬‬
‫ا وا‬ ‫وا‬ ‫אت ا‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ّ ا‬ ‫ّن‬ ‫وا‬ ‫وا‬
‫ّ‬ ‫ّن‬ ‫م» ّ اا‬ ‫ا‬ ‫روا ودرا ‪ .‬و روي‬ ‫כّ‬
‫אد و‬ ‫وا‬ ‫אدة و اכ‬ ‫א و‬
‫ا ر אد‬ ‫א‬ ‫ا א‬ ‫ا‬ ‫«‪ .٥‬و כ‬ ‫و‬
‫א אل‬ ‫إر אد ا אد و א‬ ‫ا‬ ‫אء‪ّ ،‬ن‬ ‫ا‬ ‫إد א‬ ‫و‬
‫אل‬ ‫ا‬ ‫ا אدة‬
‫‪٦‬‬
‫ا‬ ‫ا אل‬ ‫א‬ ‫إن‬ ‫وا‬
‫أ ا‬ ‫وا‬ ‫ّ‬ ‫قا‬ ‫أ‬ ‫وا אل و‬ ‫‪٧‬‬
‫אش‬ ‫ا‬
‫ّب‬ ‫‪ّ ،‬ن‬ ‫אرف ا‬ ‫وا‬ ‫ما‬ ‫اد‬ ‫ّا‬ ‫ا‬
‫ّ‬ ‫ّ نا‬ ‫ا כ אء‬ ‫وا כ ‪ .‬و ا כאن أوا‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫أ‬
‫ّא‬ ‫ّ‪ ٩‬א‬ ‫ّب أ‬ ‫א‬ ‫‪٨‬‬
‫ا כ ا‬ ‫أو ً‬
‫ّ‬
‫ّ وإ אء ا א‬ ‫م‘ כאن أو ‪،‬‬ ‫ه ’وإ אد‬ ‫אل‬ ‫‪.‬و‬ ‫ورا‬ ‫ود‬
‫ز ه‪ّ ،‬ن ا אح‬ ‫ٍ‬ ‫‪١٠‬‬
‫ا‬ ‫ة إ إذا أ ّ‬ ‫ّ‬ ‫و‬ ‫و‬ ‫א‬
‫وا‬ ‫אب א כ‬ ‫ا‬ ‫ّ‬ ‫אب ا אد و‬ ‫א‬ ‫ّ ر‬
‫ق‬ ‫ا‬ ‫א زاق ا‬ ‫]‪٥٠‬أ[ و‬ ‫ق‬ ‫ا‬

‫ه‪ :‬اﻟﻌﺒﺎدة‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه‪ :‬ﻷﻧّﻪ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ع‪ :‬اﻟﻌﺎش‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫اﳌﺘﻜﱪ‪.‬‬
‫ّ‬ ‫ﻋﻠﻰ‬ ‫اﻟﺘﻜﱪ‬
‫ه– ّ‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬اﻟﻌﻠﻤﻴﺔ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ﻋﻠﻲ اﻟﻘﺎري‪ ،‬اﻷﺳﺮار اﳌﺮﻓﻮﻋﺔ‪ ،‬و‪.١٧٥ :‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه – ﰒّ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع – ﺑﻞ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬ﺳﺆال‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫اﻷﻟﺒﺎﱐ‪ ،‬ﺳﻠﺴﻠﺔ اﻷﺣﺎدﻳﺚ اﻟﻀﻌﻴﻔﺔ‪.٤٦١/١١ ،‬‬ ‫‪٥‬‬
222 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Duyuları ve sezgisiyle gözlemlemek sûretiyle muhtaç olmayıp tamah edene


de vermemelidir. Güçsüzlere merhamet göstermeli ve onlara, zayıflıkları
ve merhameti hak ettikleri ortaya çıktıktan sonra iyilikte bulunmalıdır.
Bununla Allahu Teâlâ’nın şu sözü sebebiyle isteyenin geri çevrilmesinin ya-
sak olduğu zannı ortadan kalkar: “İsteyeni ise geri çevirme” (ed-Duha, 93/10)
Böyle söylenmiştir. Ne varsa burada vardır. Mümkün olduğu kadar yani
imkânı oldukça, malıyla, bedeniyle, diliyle insanların ihtiyaçlarını gider-
melidir. Veya bedel olarak alınırsa insanların ihtiyaçlarından gücünün yetti-
ği kadarını gidermelidir. Şer‘î veya şeriate uygun örfî şu adetlere uymalıdır:
(i) Taziyeler: te‘âzî (taziyeler) ta‘ziye (taziye)’nin çoğuludur. Başına musibet
gelen bir kimseyi sevap kazanacağını hatırlatarak sabra çağırmaktır. (ii) Teb-
rikler: tehâni (tebrikler) tehniye (tebrik)’in çoğuludur. Bir şeye sevinmiş
olan bir kimseyi şükre teşvik etmektir. (iii) Hasta ziyaretleri: hasta ziyareti,
hastayı durumuna uygun yumuşak sözlerle teselli etmektir. İkiyüzlülük ve
samimiyetten uzak yağcılık derecesine çıkmayacak şekilde onların mut-
luluklarında mutlu, üzüldüklerinde üzgün görünmelidir. Çünkü bu
gücü yettiğince yaratılmışlara iyiliği ve cömertliği eriştirmede yüce Allah’ın
ahlâkıyla ahlâklanmak sûretiyle gösterilen özel bir ikiyüzlülüktür. Bunda
iyiliği başkasına ulaştırmaktan başka bir amaç yoktur. Allah her türlü iyilik
konusunda başarıya ulaştırandır.
Söz Melikü’l-allâm olan Allah’ın yardımıyla nihayete erdi. Ama buna,
Celaleddîn Devvânî (ra)’nin Levâmiu’l-İşrâk kitabının sonunda zikrettiği;
Platon’un öğrencisi Aristoteles’e vasiyetini eklemek ve dahil etmek gerek.
Platon şöyle demiştir:
“Allah’ı bil ve O’nun hakkına riayet et. Gücünü her zaman öğren-
meye ve öğretmeye harca. Âlimi, sadece ilminin çok olmasıyla seçme,
onun kötülüklerden ve şerlerden kaçınıp kaçınmadığını da araştır. Al-
lah’tan yok olacak şeyleri isteme. Ondan kalıcı salih şeyleri iste. Her va-
kit müteyakkız ol. Kendisiyle amel etmen gerekmeyen şeyi isteme ve
ona karşı hırslanma. Unutma kuldan ilahî intikam sadece gazap yo-
luyla alınmaz, terbiye ve tehzip yoluyla da olabilir. Sadece güzel bir ha-
yat temennisiyle sınırlı kalma, bununla birlikte güzel bir ölüm de dile.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪223‬‬

‫אن إ‬ ‫אء وا‬ ‫ا‬ ‫س ور‬ ‫ّ وا‬ ‫אدة ا‬ ‫אج‬ ‫أو‬

‫ّ‬ ‫ا א‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫ّ‬ ‫א‬ ‫‪١‬‬
‫א‬ ‫وا‬ ‫ر‬
‫و‬ ‫َ ْ ﴾ ) ُ َر ُة ا ٰ ‪ ،(٠١/٣٩ ،‬כ ا‬ ‫﴿و َا א ا א ِ َ َ َ َ ْ‬
‫َ‬ ‫א‬
‫أو‬ ‫אس א أ כ أي ّ ة إ כא א أو‬ ‫أ ً א‪ ٢‬אء ا ا‬ ‫‪.‬و‬ ‫א‬
‫أ ّ ل א و وم ا אدات ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫אء‪ ٣‬א أ כ‬ ‫א أو‬
‫ا‬ ‫אب‬ ‫ّ ا‬ ‫و‬ ‫ا אزي‬ ‫ع‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫أو ا‬
‫ا כ‬ ‫‪٤‬‬
‫ء‬ ‫ور א‬ ‫ّ ا‬ ‫و‬ ‫وا א‬ ‫א‬ ‫כ ا‬
‫א وإ אر ا ح‬ ‫א‬ ‫כ אت ّ‬ ‫ا‬ ‫‪ ٥‬وا אدات‪ ٦‬ا אدة‬
‫ّ ا אق وا‬ ‫אر ا כ ر إ‬ ‫جا‬ ‫ّ‬ ‫وا ّ‬
‫إ אل‬ ‫א‬ ‫اّ‬ ‫ّ ًא‬ ‫ص‬ ‫אق‬ ‫ّ‬ ‫ص؛‬ ‫ا‬ ‫ا אري‬
‫ل‬ ‫ىو‬ ‫ض‬ ‫כ ن‬ ‫د‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫و‬ ‫د ّא‬ ‫وا‬ ‫ا‬
‫‪.‬‬ ‫כّ‬ ‫ّ‬ ‫‪ ،‬وا ّ ا‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ا‬
‫אق‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫نا ّ ا כا ّ م כ‬ ‫אم‬ ‫ا‬ ‫اכ مإ‬ ‫و‬
‫ن‬ ‫و א א‪ ٧‬أ‬ ‫اق‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫آ‬ ‫ر‬ ‫ل ا ّوا‬ ‫א ذכ ه ا‬
‫אل ‪:‬‬ ‫א א‬ ‫ه أر‬
‫ا و אت‪،‬‬ ‫ّ وا‬ ‫ا‬ ‫ّ ‪ ،‬وا ف ّ כ‬ ‫»ا ف ا ّ وا‬
‫אدات‪.‬‬ ‫ور ]‪٥٠‬ب[ وا‬ ‫ا‬ ‫‪٩‬‬
‫ّ ا א כ ة‪ ٨‬ا م وا ه א א‬ ‫و‬
‫‪ ١١‬ا א אت ا א אت‪ ،‬وכ‬ ‫ا ّ ًא ّ ق إ ‪ ١٠‬ا وال وا‬ ‫و‬
‫‪،‬‬ ‫ص‬ ‫‪ ١٢‬و‬ ‫כ‬ ‫ًא‬ ‫ا و אت و‬ ‫ّ ًא‬
‫כ ن‬ ‫ا‬ ‫כ ن دا ً א‬ ‫ه‬ ‫אم ا‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫وا‬
‫تا ّ ‪،‬‬ ‫אا‬ ‫ا‬ ‫אة ا ّ‬ ‫ّ ا‬ ‫‪،‬و‬ ‫وا‬ ‫ا د‬
‫ع‪ :‬ﺑﻜﺜﺮ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫‪ ٧‬ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ه‪ :‬ﺑﺎﻋﺘﺒﺎر أ ّن ﻫﺬا‬ ‫ع‪ :‬اﺳﺘﺤﻘﺎرﻫﻢ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ه‪ :‬اﻻﺟﺘﻨﺎب‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫اﻟﻔﻦ اﳊﻜﻤﺔ اﻟﻌﻤﻠﻴﺔ ﻛﻤﺎ ﺳﺒﻖ‪.‬‬
‫ّ‬ ‫أﻳﻀﺎ‪.‬‬
‫ع– ً‬ ‫‪٢‬‬
‫ع – إﻟﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ﰲ ﻫﺎﻣﺶ ع‪ :‬وﻻ ﺗﻨﻈﺮ ﻣﻦ‬ ‫ع‪ :‬ﻗﻀﺎﺋﻪ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ﻗﺎل ﺑﻞ إﱃ ﻣﺎ ﻗﺎل ﻓﻼ ﺿﲑ ﰲ‬ ‫ه – ﺑﺎﻟﺸﻲء‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع – ﻋﻤﻠﻪ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ﻧﻘﻞ ﻛﻼم اﳊﻜﻤﺎء واﻟﻔﻀﻞ ﻣﺎ‬ ‫ه ‪ -‬ﻟﻪ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ﺷﻬﺪت ﺑﻪ اﻷﻋﺪاء‪.‬‬ ‫س ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
224 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Unutma, güzel bir hayat iyiliği ve güzelliği elde etmenin vesilesidir. Nef-
sini şu üç konuda hesaba çekmeden uyuma ve dinlenme: Birincisi o gün
bir hata işledin mi işlemedin mi? İkincisi o gün iyi bir şey yaptın mı yap-
madın mı? Üçüncüsü, o gün iyi bir iş yapma imkânını kaçırdın mı, bu
konuda bir kusur ettin mi etmedin mi? Bunları düşündükten ve hesaba
çektikten sonra telafi için çaba göster. Şu bilince ulaşmaya ve hatırla-
maya çalış: sen bu hayattan önce neydin ve ondan sonra ne olacaksın?
Hiç kimseyi sevme; çünkü âlem değişimin ve yok olma yeridir. Bil ki gü-
nahkâr, başına gelecekleri bilen, ahirete inanan bununla birlikte kötülük
yapan, kendisini suç ve günah işlemekten alıkoymayan kimsedir. Kendi
zâtının dışındaki işleri sermayen kılma. Bir iyiliği, onu hak edenlere
ulaştırmak için senden istemelerini bekleme. Dünya hazlarıyla sevinen,
dünya musibetlerinden uzak kimseyi bilge sayma. Ölümü hatırla ve onu
her zaman bir dost say. Bir kişinin bayağılığını ve aşağılığını sınırsızca
çok ve faydasız konuşmasından ve kendisine hiç sorulmayan bir şeyi
söylemesinden anla. Bil ki kim başkasının kötülüğünü isterse, kendisi
için bu kötülüğü kabullenmiş demektir. Defalarca düşün, kafa yor, son-
ra konuş. Herkesin arkadaşı ol. Hemen öfkelenme ki bu sende bir huy
olmasın. İhtiyaç sahibinin ihtiyacını gidermeyi yarına erteleme. Çünkü
yarının nasıl geleceğini ve o gün ne olacağını bilemezsin. Başına bir şey
gelenin yardımcısı ol, başına kötü ahlâk gelen hariç. İki kişi arasında
her ikisinin de sözünü dinlemeden hakem olma. Sadece sözlü hikmeti
edinme. Hem sözlü hem de fiilî hikmeti edin. Çünkü sözlü hikmet dün-
yada kalır. Fiilî hikmet seninle ahirete gelir ve orada sonsuza kadar kalır.
İyilik uğruna acı çekersen acı gider iyilik kalır. Eğer kötülük yolunda
haz alırsan haz gider kötülük kalır. Sana seslenileceği ama duymayacağın
günü hatırla. O gün duyulacak tek şey demir lisandır. O gün düşünce
kaybolur, gözler kararır, gözlerin rutubetine toprak bulaşır, nefsin be-
deninden ayrılır. Bedenine ait leşin kokusunu alman mümkün olmaz.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪225‬‬

‫‪،‬و‬ ‫إ اכ אب ا ّ وا‬ ‫כ نو‬ ‫ا‬ ‫أن ا אة ا ّ‬


‫ّ‬ ‫وا‬
‫‪٣‬‬
‫أّ‬ ‫أ ر‪ :‬أ א أن ّ‬
‫‪٢‬‬
‫כ‬ ‫أن‪ ١‬א‬ ‫حإ‬ ‫و‬
‫أم‬ ‫ر ‪ ٥‬כ‬ ‫أو ‪ ،‬و א א أن ّ‬
‫‪٤‬‬
‫ر כ ذכا م‬
‫أم ‪،‬‬ ‫ت‬ ‫أو‬ ‫أ אل ا‬ ‫‪٦‬‬
‫אت כ‬ ‫‪ ،‬و א א أن ّ‬
‫אة و‬ ‫ا‬ ‫أ‬
‫ا ارك‪ ّ .‬و ّכ א כ‬ ‫و ا ّ وا א‬

‫ّ‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ض ا ّ وا وال‪ .‬وا‬ ‫ادث ا א‬ ‫ّد‪ ٧‬أ ً ا ّن‬ ‫א‪ ،‬و‬
‫ا‬ ‫ار כאب ا‬ ‫‪٨‬و כ ّ‬ ‫ة ّ‬ ‫ا‬ ‫ّכ ا א و‬ ‫ا ي‬
‫ّ‬ ‫ذا כ‪ ،‬و‬ ‫ر ا אر‬ ‫ا‬ ‫رأس א כ‬ ‫‪.‬و‬ ‫א‬ ‫وا‬
‫ّة‬ ‫ح‬ ‫כ ًא‬ ‫‪٩‬‬
‫ّ‬ ‫ه כ‪ ،‬و‬ ‫أن‬ ‫ّ إ‬ ‫إ‬ ‫إ אل ا‬
‫ا‬ ‫ت وا‬ ‫א א‪ ،‬واذכ ا‬ ‫‪١٠‬‬
‫אو غ‬ ‫ّ ات ا‬
‫إ אره‬ ‫هو‬ ‫و‬ ‫إכ אره כ م‬ ‫أ ود אء‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫دا ً א‪ .‬وا‬
‫أ‬ ‫ا‬ ‫أراد‬ ‫أن‬
‫]‪٥١‬أ[ ّ‬ ‫أ ً ‪ .‬وا‬ ‫أ‬ ‫ء‬
‫ًא כ ّ أ ‪.‬‬ ‫‪.‬כ‬ ‫ّة أ ى ّ כ ّ ّ ا‬ ‫ذ כ ا ّ ‪ ،‬כّ و ّ‬
‫אج‬ ‫ا‬ ‫אء א‬ ‫ّ‬ ‫ً א כ‪ ،‬و‬ ‫כ نا‬ ‫ّ ع‪ ١١‬א‬
‫إ‬ ‫אو ًא‬ ‫‪ ،‬وכ‬ ‫ث‬ ‫وא‬ ‫ءا‬ ‫כ‬ ‫إ ا ؛ ّכ‬
‫כ‬ ‫א‪ .‬و‬ ‫כ‬ ‫א‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫‪.‬و‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫ا‬ ‫ً א؛ ّن ا כ ا‬ ‫‪١٢‬‬
‫א ل وا‬ ‫כ ًא א ل‬
‫ا‬ ‫א ّ ة‪ .‬إن ّ‬ ‫ةو‬ ‫כإ ا‬ ‫‪١٣‬‬
‫وا כ ا‬
‫ّ‪.‬‬ ‫ا‬ ‫‪ ١٦‬ا ّ ة و‬ ‫ّ‬ ‫ا‬ ‫ّ ذت‬
‫‪١٥‬‬ ‫‪١٤‬‬
‫‪ ،‬وإن‬ ‫ا‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫و‬ ‫אن ا‬ ‫‪ ١٧‬ا‬ ‫وا ي‬ ‫כ‬ ‫واذכ ا م ا ي‬
‫כ‪،‬‬ ‫כ‬ ‫ا اب و‬ ‫א‬ ‫ّ ‪ ١٩‬ر‬ ‫אن و‬ ‫ا‬ ‫‪١٨‬‬
‫ا כ و‬

‫ه‪ :‬ﻳﺬﻳﺐ‪.‬‬ ‫‪١٦‬‬ ‫ع‪ :‬ﺑﺸﺮع‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ع – ﻋﻤﻞ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ع – أن‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫ه – ﻓﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪١٧‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﻔﻌﻞ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬ﻳﻮد‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ا ﻫﺎ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ه‪ :‬ﺗﻈﻠﻢ‪.‬‬ ‫‪١٨‬‬ ‫ع‪ :‬ﺗﺬﻫﺒﻪ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫س‪ :‬ﺗﻔﻌﻞ‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ع‪ :‬ذاﺗﻪ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ه‪ :‬ﺗﺼﺐ‪.‬‬ ‫‪١٩‬‬ ‫ع – إن‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫س‪ :‬ﻳﻌﺪ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ع‪ :‬أم ﻻ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ه‪ :‬ﺗﺬوب‪.‬‬ ‫‪١٥‬‬ ‫ه‪ :‬ﻣﺼﻴﺒﺘﻪ‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع – ﻓﻴﻪ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
226 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Duyuların kaybolur da cerahatlere dokunan kurtları hissetmezsin. Aklında


bulundur ki sen, içinde ne bir dost ne bir düşmanı tanımadığın, kimseye
eksiklik isnat edemediğin, efendiyle kölenin eşit olduğu bir yere gidiyor-
sun. Adil tartıyı aklında tut. Edep ve riyazeti birleştir. Çünkü yolculuğun
ne zaman olacağını bilemezsin. Bil ki en iyi ilahî ihsan hikmettir. Hikmet
sahibi ise düşüncesi, sözü, fiili birbiriyle örtüşen kimsedir. Çaban her zaman
iyiliğe iyilikle karşılık vermek üzerine olsun. Kötülükten geç. Eğer gücün
yeterse ona da iyilikle karşılık ver. Bu fânî âlemdeki hiçbir şeye dayanma.
Bâkî âleme dair hiçbir şeyden bıkıp usanma, bu hususta gevşeklik gösterme.
İyi bir şeyden vazgeçilmesine müsaade etme. Kötü bir şeyi iyiliğe vesile kıl-
ma. Geçici kötülükler için daha iyi ve daha güzel olanı bırakma. Hikmeti
ve ehlini kendine arkadaş edin. Hikmet sözlerini ve ehlinin nasihatlerini
dinle. Boş arzular ve ehlini kendinden uzak tut. Bir şeye vaktinden önce
koyulma, koyulduğunda ise ciddiyet ve basiretle meşgul ol. Çok mala ve
yüksek makama göz dikme. Üzülme, musibetler geçer. Çünkü onların hiç
birinde devam ve sebat yoktur. Arkadaşınla ilişkini hâkime ihtiyaç duyma-
yacak şekilde tut, düşmanınla ilişkini ise hâkime müracaat ettiğinde zafer
ve üstünlük sende olacak şekilde tut. İnsanlarla gününü gün etmeyi bırak.
Yaratılmışlara karşı mütevazı olmayı kendine huy edin. Mütevazı hiç kim-
seyi aşağılama. Kendini mazur gördüğün hiç bir şeyde kardeşlerini suçlama.
Tembellikle sevinme. Araştırmana güvenme. Kötü bir fiile olan pişman-
lık iyi bir fiile olan pişmanlıktan iyidir. Kimseyle tartışma. Adalet yolunu
tut. İyiliklere karşı gayret göster. Bil ki tıpkı ayık bir kimsenin sarhoşla
konuşması gerekmediği, konuşursa idare edici bir şekilde konuşması ge-
rektiği gibi akıllı bir kimsenin cahillerle konuşması gerekmez, konuşursa
yumuşaklık ve idare edici bir şekilde konuşması gerekir. Hür insanların en
mutlusu ve saygıya en layığı, alışkanlıklarının boyunduruğundan çıkmış,
öfkesine itaat etmekten kurtulmuş, insanların kalbine hiç çaba sarf etme-
den girmiş, kaynaklarından gelirleri kendisini meşgul etmeyen kimsedir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪227‬‬

‫ّ‬ ‫א ود ا ي‬ ‫ّכ‬ ‫‪١‬‬


‫כو‬ ‫כ כ أن ّ را‬ ‫و‬
‫ّو‪،‬‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ف‬ ‫ا כאن ا ي‬ ‫إ‬ ‫‪ .‬واذכ أ ّכ ذا‬ ‫ا‬
‫‪ .‬واذכ‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫ي‬ ‫אن وا כאن ا ي‬ ‫ا‬ ‫א‪ ٢‬أ ً ا إ‬
‫أن‬
‫ّ‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫ا‬ ‫ري‬ ‫ّ‬ ‫ا دب وا ر אض‬ ‫ان ا ل‪ ،‬وا‬ ‫ا‬
‫‪،‬‬ ‫و‬ ‫כ هو‬ ‫ا‬ ‫ا ي‬ ‫ا כ ‪ ،‬وا כ‬ ‫אאا‬ ‫ا‬ ‫أ‬
‫وا אوز ا ّ ‪ ،‬وإن رت א‬ ‫א‬ ‫כא ة ا‬ ‫כ دا ً א‬ ‫و כ‬
‫ء أ ر‬ ‫ء أ ر ا‪ ٣‬ا א ا א و כ ّ‬ ‫ّכ‬ ‫‪.‬و‬ ‫א‬
‫ات‪،‬‬ ‫ا‬ ‫ء‬ ‫‪٥‬‬
‫אوز‬ ‫ّ ز‪ ٤‬ا‬ ‫אو‬ ‫אون‬ ‫]‪٥١‬ب[و‬ ‫ا א ا א‬
‫وأ‬ ‫أو‬ ‫ك א‬ ‫ات‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ا ّ אت و‬ ‫ًא‬ ‫و‬
‫כ אت‬ ‫כ وا‬ ‫ًא‬ ‫‪٧‬‬
‫א‬ ‫وأ‬ ‫ا כ‬ ‫ور ا ا ‪ .٦‬وا ّ‬ ‫ا‬
‫و‬ ‫أ‬ ‫ع‬ ‫כ‪ ،‬و‬ ‫ى وأ‬ ‫אو ّ ا‬ ‫أ‬ ‫و א‬ ‫ا כ‬
‫ا אه‪.‬‬ ‫כ ة ا אل‪ ٨‬ور‬ ‫ة‪ .‬و‬ ‫א م وا‬ ‫א‬ ‫وإذا‬
‫א כ‬ ‫א دوام و אت‪ ،‬وا‬ ‫ء‬ ‫؛ إذ‬ ‫א‬ ‫ن‪ ،‬ول ا‬ ‫و‬
‫إن را‬ ‫و‬ ‫ّو‬ ‫ا‬ ‫ا אכ و‬ ‫כإ‬ ‫و‬ ‫ا‬
‫ا ا‬ ‫وا‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫כ‪ .‬وا ك ا‬ ‫وا‬ ‫ا אכ כאن ا‬ ‫إ‬
‫إ اכ‬ ‫أ ًا‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫أ ًا‬ ‫ًא כ و‬
‫‪ ،‬وا ا‬ ‫ا‬ ‫ح א א و‬ ‫‪،‬و‬ ‫ورا‬
‫ً‬ ‫כ‬ ‫ّ‬ ‫ء‬
‫אدل أ ً ا‪ ،‬و زم‬ ‫‪،‬و‬ ‫ا‬ ‫ا‬ ‫ا ا‬ ‫ا‬ ‫ا‬
‫א‬ ‫أن‬ ‫أن ا א‬
‫ّ‬ ‫ات‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫ل ووا‬ ‫ةا‬
‫ا כ ان إ‬ ‫א‬ ‫أن‬ ‫‪١٠‬‬
‫א‬ ‫‪٩‬‬
‫اراة כ א‬ ‫وا‬ ‫א‬ ‫إ‬ ‫ا א‬
‫אن אد وزال‬ ‫ج‬ ‫א‬ ‫ار وأ ّ‬ ‫ا‬ ‫وإن أ‬
‫اراة‪ّ ،‬‬
‫אدره‪،‬‬ ‫ارده‬ ‫و‬ ‫ب ا אس ون‬ ‫و ل‬ ‫‪١١‬‬
‫א‬
‫‪ ٩‬ع – ﻻ‪.‬‬ ‫ه‪ :‬ﻓﻴﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﺒﻄﻞ‪.‬‬ ‫‪١‬‬
‫‪ ١٠‬ع‪ :‬اﳌﺼﺎﺣﻲ‪.‬‬ ‫ع‪ :‬اﻟﺰاﺋﻞ‪.‬‬ ‫‪٦‬‬ ‫ه‪ :‬ﻫﻬﻨﺎ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫‪ ١١‬ع‪ :‬ﻃﺎﻋﺘﻪ‪.‬‬ ‫ع‪:‬ﻷﻫﻠﻬﺎ‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ه‪ :‬ﻫﺬﻩ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع – اﳌﺎل‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬ﲡﺎوز‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
228 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

Bil ki insanın nefsi yetkinleşirse ve aklı olgunlaşırsa görüşleri kuvvetlenir.


Zayıflarsa, işi şansa kalır. Bil ki serbest davranış senin açıklarından bir
açıktır. Onu güvenilir olan kimse dışında kimseye harcamamalıdır. Bil ki
kim ilmi fazileti için öğrenirse ilmin değer görmüyor olması onu üzmez.
Kim de onu faydası için öğrenirse ilim ondan şansın yüz çevirmesi gibi yüz
çevirir. Bil ki hilim ancak güç sahibi olana yakışır. Zâhitlik de ancak bazı
güçlerinden vazgeçene yakışır. Sana meyledene amacını öğreninceye kadar
yaklaşma. Eğer senin zâtî özelliklerinden dolayı ise onun doğru olduğu
ortaya çıkar. Eğer senin geçici bir özelliğinden dolayı ise onu önemseme.
Çünkü bu meyil o özelliğin var olmasıyla var olur, gitmesiyle kaybolur.
Namusu koru ki seni korusun. Her işinde adaletli ol. Çünkü kim adaletli
olursa tasası azalır ve her şey onu özler. Bil ki danışma danışılanın tabi-
atının mirasıdır. İhtiyarlık çağına erişsen ve hocan senden genç olsa bile
öğrenmen, istifade etmen, dinlemen, çekinmemen gerekir. Çünkü ceha-
let en çirkin şeydir. Bil ki hikmetin faydalarından biri, bilgenin, denizde
geminin battığı durumda kendisinin kurtulan kişi hükmünde olduğunu
bilmesidir. Nitekim o boğulmaktan kurtulur, bundan son derece mutlu
olur ve kurtulmak ile boğulmak arasında kalmışlara büyük bir şefkat du-
yar. Bil ki insanların ilim bakımından en faydalısı, zenginlik sağlamayan
ilimlere rağbet gösterendir.

Sonra Devvânî şöyle der: Platon’a ölüm döşeğinde bu dünyadan


göçerken soru soruldu o da şöyle dedi: “Dünyaya zorla geldim, onda
şaşkın bir şekilde yaşadım ve işte şimdi isteksizce gidiyorum. Bu dün-
yada bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir.” Allah en iyisini ve en
doğrusunu bilir.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪229‬‬

‫‪ .‬وإذا‬ ‫ا أي ا‬ ‫إ‬ ‫ا‬ ‫وכ‬ ‫‪١‬‬


‫אن إذا‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫وا‬
‫إ‬ ‫را כ‬ ‫رة‬ ‫أن ا א כ‬
‫ّ‬ ‫‪ .٢‬وا‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫ا‬
‫‪ ٤‬כ אده و‬ ‫ّ ‪٣‬ا‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫و]‪٥٢‬أ[ وا‬ ‫ن‬ ‫ا‬
‫إ‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ّ ‪ .‬وا‬ ‫اف ا‬ ‫א‬ ‫‪٧‬‬
‫ف‬ ‫واه‪ ٦‬ا‬ ‫‪٥‬‬
‫ّ‬
‫ن‬ ‫رة‪.٨‬‬ ‫ا‬ ‫ك‬ ‫إ‬ ‫ة‪ ،‬وا‬ ‫ا‬ ‫ر‬
‫א ‪،‬‬ ‫ّ‬ ‫אכا ا‬ ‫ء‬ ‫ف ّ ‪ ،‬ن כאن‬ ‫إ כ‬ ‫‪٩‬‬
‫ّ‬
‫‪١٠‬‬
‫ف‬ ‫و‬ ‫א‬ ‫م‬ ‫؛ ّن ذ כ ا‬ ‫אر‬ ‫وإن כאن‬
‫ّ‬ ‫‪١١‬‬
‫ل‬ ‫أ رك ّن‬ ‫כ‪ ،‬وا ل‬ ‫ا א س‬ ‫ا ‪ .‬وا‬ ‫א‬
‫أن‬ ‫אر‪ .‬و‬ ‫ا‬ ‫כ‬ ‫رة‬ ‫أن ا‬
‫ّ‬ ‫ء‪ .‬وا‬ ‫כّ‬ ‫ّ وا אق إ‬
‫ّ‬ ‫‪ ،‬و כאن ا‬ ‫א ا‬ ‫َ‬ ‫و‬ ‫و‬ ‫و‬ ‫ّ و‬
‫أن‬ ‫ا ا כ‬ ‫أن‬
‫ّ‬ ‫‪ .‬وا‬ ‫כّ‬ ‫أ‬ ‫ّ ؛ ّن ا‬ ‫ا‬ ‫כ‬
‫ق‬ ‫ا‬ ‫א‬ ‫‪١٤‬‬
‫ا‬ ‫כ ت ‪ ١٣‬ا‬ ‫‪١٢‬‬
‫א‬ ‫ا כ أّ‬
‫ص‬ ‫ا‬ ‫ّد ًدا‬ ‫ا אس‬ ‫و‬ ‫وره‬ ‫‪١٥‬‬

‫م«‪.‬‬ ‫ا‬ ‫‪١٦‬‬


‫א‬ ‫ا ير‬ ‫ًא‬ ‫ا אس‬ ‫أن أ‬
‫ّ‬ ‫ق‪ .‬وا‬ ‫وا‬

‫א‬ ‫ا‬ ‫إ‬ ‫א אل‪» :‬‬ ‫‪ ١٧‬ا‬ ‫وا א‬ ‫ن‬ ‫أ‬ ‫ّ אل‪:‬‬
‫א إ أّ‬ ‫أ‬ ‫א כאر ً א و‬ ‫ّ ًا و א أ א أ ج‬ ‫א‬ ‫او‬
‫وأ כ ‪.‬‬ ‫‪ «.‬وا ّ أ‬ ‫أ‬

‫ه – ﺑﻪ‪.‬‬ ‫‪١٣‬‬ ‫ع‪ :‬ان ﺻﺮف‪.‬‬ ‫‪٧‬‬ ‫ع‪ :‬ﻗﻮﻳﺖ‪.‬‬ ‫‪١‬‬


‫ه ‪ -‬ﰲ اﻟﺒﺤﺮ‪.‬‬ ‫‪١٤‬‬ ‫ع ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪٨‬‬ ‫ه‪ :‬اﻟﺒﺤﺚ؛ س‪ :‬اﻟﺒﺤﺖ‪.‬‬ ‫‪٢‬‬
‫ع‪ :‬ﻓﻴﻈﻢ‪.‬‬ ‫‪١٥‬‬ ‫ه‪ ،‬ع‪ :‬ﲟﻦ‪.‬‬ ‫‪٩‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﻌﻠﻢ‪.‬‬ ‫‪٣‬‬
‫ع‪ :‬ﻳﻌﲏ‪.‬‬ ‫‪١٦‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﻨﺼﺮف‪.‬‬ ‫‪١٠‬‬ ‫ع‪ ،‬س‪ :‬ﺗﻮﺣﺸﻪ‪.‬‬ ‫‪٤‬‬
‫ع‪ :‬ﻣﻦ‪.‬‬ ‫‪١٧‬‬ ‫ع‪ :‬أﻋﺪل‪.‬‬ ‫‪١١‬‬ ‫ه‪ :‬ﻳﻌﻠﻤﻪ‪.‬‬ ‫‪٥‬‬
‫ه – ﳒﺎ‪.‬‬ ‫‪١٢‬‬ ‫ع‪ :‬ﳉﻮاﻩ؛ ه ‪ +‬و‪.‬‬ ‫‪٦‬‬
230 DÖRDÜNCÜ MAKALE - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

el-Melikü’l-Allâm olan Allah’ın yardımıyla söz nihayete erdi, amaç hâsıl


oldu. Allah’a daima hamdolsun. En yüce salât ve selam Resulüne, O’nun
değerli ailesine ve arkadaşlarına olsun.
‫ﺷﺮح اﻷﺧﻼق اﻟﻌﻀﺪﻳﺔ‬ ‫‪231‬‬

‫ا وام‬ ‫ّ‬ ‫ن ا ّ ا כ ا ّ م وا‬ ‫ام‬ ‫اכ م و ّ ا‬ ‫כ‬ ‫و‬


‫אم‪.١‬‬ ‫ا‬ ‫آ ا כ ام و‬ ‫مو‬ ‫ة وا‬ ‫ا‬ ‫أ‬ ‫ر‬ ‫و‬

‫اﻟﻄﺮﻳﻘﺔ اﻟﻌﻠﻴﺔ‪ ،‬ﺷﻴﺦ اﳌﺸﺎﺋﺦ اﳉﻠﻮﺗﻴﺔ‪ّ ،‬ﻧﻮر اﷲ ﺗﻌﺎﱃ‬ ‫‪ ١‬ع ‪ +‬وﻗﺪ ﰎّ ﲢﺮﻳﺮ ﻫﺬا اﻟﻜﺘﺎب اﳌﺴﺘﻄﺎب ﺑﻌﻮن اﷲ‬
‫ﺑﻀﻴﺎء إرﺷﺎدﻩ‪ ،‬ﻗﻠﻮب اﳌﺴﱰﺷﺪﻳﻦ ﻣﻦ ﻋﺒﺎدﻩ‪ ،‬ﺣﲔ‬ ‫اﳌﻠﻚ اﻟﻌﺰﻳﺰ اﻟﻮّﻫﺎب ﰲ اﻟﻴﻮم اﻟﺜﻼﺛﲔ ﻣﻦ ﺷﻬﺮ رﺟﺐ‬
‫ﻛﻮﻧﻪ ﻗﺎﺿﻴًﺎ ﲟﺪﻳﻨﺔ أﺳﻜﺪار‪ ،‬ﲪﺎﻫﺎ اﷲ ﺗﻌﺎﱃ ﻋﻦ‬ ‫اﳌﺮﺟﺐ ﻟﺴﻨﺔ إﺣﺪى وﺳﺘﲔ وﻣﺌﺘﲔ وأﻟﻒ ﻣﻦ ﻫﺠﺮة‬ ‫ّ‬
‫اﺳﺘﺬﻛﺎرا ﳍﺬا اﻟﻔﻘﲑ ﰲ ﺑﻌﺾ آﻧﺎﺋﻪ‪،‬‬
‫ً‬ ‫اﻷﻛﺪار‪،‬‬ ‫اﻟﻨﺒﻮﻳﺔ ﻋﻠﻰ ﺻﺎﺣﺒﻬﺎ أﻓﻀﻞ اﻟﺼﻼة وأزﻛﻰ اﻟﺘﺤﻴّﺔ‬
‫واﺳﺘﻌﺠﺎﺑًﺎ ﳊﺴﻦ ﳘّﺘﻪ وﺧﲑ دﻋﺎﺋﻪ‪ ،‬ﺣﺎﻣ ًﺪا ﷲ ﺗﻌﺎﱃ‬ ‫وﻋﻠﻰ آﻟﻪ اﻟﱪرة اﻟﻨﻘﻴﺔ؛‬
‫وﻣﺼﻠّﻴًﺎ ﻋﻠﻰ ﻧﺒﻴّﻪ وآﻟﻪ وأﺣﺒﺎﺑﻪ‪ ،‬أواﺧﺮ رﺑﻴﻊ اﻵﺧﺮ‬ ‫ه ‪ ۱۱۹۸ +‬ﰱ‪۲۴‬ر رﻗﻤﻪ وأﻫﺪاﻩ ﺑﻌﻮن اﷲ‬
‫ﺳﻨﺔ ‪۱۲۰۳‬؛‬ ‫اﳌﺘﻌﺎل‪ ،‬ﺑﻌﺪ ﻣﺎ أﳍﻤﻪ وأﺳﺪاﻩ ﻋﻠﻰ ﻫﺬا اﻟﻨﻮال‪،‬‬
‫س ‪ ۱۱۹۸ +‬ﰱ‪۲۴‬ر‪.‬‬ ‫أﻓﻘﺮ اﻟﻌﺒﻴﺪ‪ ،‬إﲰﺎﻋﻴﻞ ﻣﻔﻴﺪ‪ ،‬ﻛﺎن اﷲ ﺗﻌﺎﱃ ﻟﻪ ﳌﺮﺷﺪ‬
Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye’nin İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi, No. A2546’da
kayıtlı bulunan müellif hattı yazma nüshasının başı ve sonundan görüntüler.

2a vr.
1b vr.
38b vr.
38a vr.
DİZİN

A beyin 44, 46, 48, 50, 60, 64, 68, 106,


118, 126
acele 70, 76, 150, 168, 178, 152 boşaltım 42
Acemler 168 böbürlenmek 112
acı 58, 68, 72, 120, 124, 126, 214, büyüme 42, 130, 148
224
açgözlülük 126, 128, 134, 136, 154 C-Ç
âdâb 160, 174, 176, 178
adalet 54, 82, 88, 104, 114, 146, 184, candanlık 212
188, 198, 202, 226, 309 cehalet 48, 106, 132, 134, 136, 138,
âdet 50, 218, 222 220, 228
ahiret 48, 58, 64, 68, 74, 100, 116, cehennem 52, 92
120, 128, 130, 132, 136, 146, cehl-i basit 106
188, 190, 210, 224 cehl-i mürekkep 108
ahlâk ilmi 22, 28, 32 Celaleddîn Devvânî 108, 222
akıl 4, 34, 38, 42, 44, 48, 50, 58, 74, cennet 52, 92, 114
76, 78, 82, 86, 104, 106, 108, cerbeze 42, 46, 104
118, 140, 144, 146, 156, 158, ceza 74, 124, 126, 168, 202
160, 168, 174, 196, 198, 200, cezbe 96
202, 210, 220, 228 cinsel 42, 118
alaycılık 114, 120 cömertlik 34, 78, 80, 148, 150, 152,
âlî-cenaplık 80 154, 160, 222, 309
amelî 32, 46, 182, 184, 220 çekişme 114, 208
amelî hikmet 22, 28 çekme 42, 190
arabuluculuk 90, 218 çocuk 108, 118, 124, 144, 148, 164,
Araplar 72, 168 170, 172, 174 176, 180, 184
Aristo 42, 188, 210, 222
arkadaş 78, 84, 94, 96, 98, 100, 102, D
172, 206, 210, 212, 218, 226 danışmak 84, 86, 160, 162, 202, 228, 202
arkadaşlık 96, 102, 172 Davutpaşa Camii 12
arzu 52, 56, 74, 94, 96, 88, 116, 126 dayanıklılık 70
arzuları dizginlemek 74 deli cesareti 42, 48, 50, 72, 104
aşağılık 24, 70, 74, 88, 106, 112, 120, denkler 194, 210, 214
126, 134, 138, 140, 146, 184, dengeli 40, 42
214, 224, 226 diğergamlık 80
aşamalılık 70, 102, 108, 110, 184, 186 din 15, 56, 58, 72, 78, 88, 126, 134,
ayrık otları 194 136, 142, 154, 160, 174, 188,
azgınlık 42, 52, 104 192, 198, 220
dört unsur 40, 56, 148, 198
B düşman 100, 114, 116, 194, 202, 206,
bağış 80, 146, 152, 154, 182 208, 210, 214, 216, 218
bahşetme 82, 184 düşmanlık 70, 90, 96, 114, 176, 188,
bedihî 32, 64, 120 208, 212
beslenme 42, 130 düşünüp taşınma 31, 34, 46, 58, 70,
72, 126, 128, 154
238 DİZİN - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

düzen 86, 114, 120, 130, 132, 138, hamiyet 72


140, 148, 154, 156, 158, 160, hanım 144, 156160, 162, 164
162, 185, 198, 202, 208 hareket 42, 70, 178
haset 134, 136, 214
E haşyet 164
ebeveyn 170, 180, 182, 184, 192 hatırlama 64, 66
edep 100, 104, 176, 182, 204, 206, hayâ 42, 46, 48, 52, 68, 72, 74, 94, 100,
220, 226, 110, 128, 140, 156, 172, 182
eğitim 38, 52, 94, 174, 184 hayır 44, 46, 72, 76, 86, 116, 126, 158
Ehl-i Sünnet 92 hayvanî ruh 44, 94, 128
eliaçıklık 80 haz 48, 52, 58, 74,92, 98, 122, 126, 158,
elisıkılık 74, 78 190, 192, 202, 206, 214, 224
eş 144, 156, 164, 166 hazmetme 42
Eş‘arî 162, 196 hediye 88, 154, 212, 218
ev 11, 12, 22, 28, 30, 144, 148, 154, hikmet 48, 56, 98, 226
158, 160, 166, 176 hilim 68, 228
evlat 86, 126, 144, 192 hizmetçi 144, 160, 166, 168
evlilik 72, 144, 156, 158, 164, 176 hizmet alan 144, 168
ev yönetimi 22, 28, 144, 154 hoca 180, 182, 184, 192, 214, 228
ezberleme 64 huy 32, 34, 36, 38, 40, 96, 172, 224, 226
eziyet 220 hükümdar 188, 190, 194, 196, 202,
204, 206, 208, 210
F hür 226
faal güç 42, 44 Hz. Ali 76, 96, 110, 114, 158, 310
fayda 34, 36, 58, 84, 92, 114, 136, 148,
154, 188, 190, 212, 214, 228
İ
fazilet 34, 38, 42, 46, 48, 56, 58, 60, 70, İbn Miskeveyh 82, 311
82, 94, 102, 184, 216, 220, 228 İbn Sina 42, 124
idrak gücü 42, 60
G iffet 42, 48, 50, 58, 72, 82, 96, 104,
152, 156, 164, 166, 206
Galen 36, 100 ifrat 40, 42, 46, 48, 52, 62, 72, 126,
gayretlilik 70 128, 154, 156, 158, 172, 311
Gazâlî 82, 180, 182 ihsan 26, 152, 166, 218, 226
gıpta 136, 214 ikiyüzlülük 142, 218, 222
gösteriş 152 ilim 22, 28, 32, 34, 46, 88, 108, 126,
güzel 22, 46, 48, 70, 76, 74, 78, 88, 114, 198, 220
128, 132, 142, 146, 152, 156, inatçılık 52, 108, 114, 194, 198, 218
158, 160, 166, 168, 170, 180, intikam 44, 48, 50, 68, 114, 120, 138,
184, 188, 202, 204, 220, 222, 226 162, 196, 198, 222
irade 32, 42, 52, 90, 92, 146
H isteksizlik 42, 52, 104, 128
Habeşliler 168 istidat 32,40, 42, 44, 52, 62, 64, 66,
hainlik 114 130, 170, 174, 186
hakları güzellikle ödeme 88 İşrâkî 22, 46, 54, 128, 188
haksızlık 114 itidal 40, 42, 54, 60, 88, 104, 106,
hâl 32, 38, 48, 50, 54, 56, 102, 104, 128, 132, 166, 200
136, 176, 192 iyi 64, 78, 164, 166, 226
Şerhu’l-Ahlâki’l-Adudiyye 239

iyi gidişatta olmak 78 müfekkire 44, 46, 48, 60, 106


iyiliğe karşılıkta bulunmak 88 mükemmel kavrama 62
iyi tasavvur 64 mürşid 98, 102, 214
mürüvvet 78, 146, 150, 152, 176
K müteahhirin 108
kalın kafalılık 48, 104, 311 mütevazı 70, 226
kalp 41, 50, 110, 178, 183
kanaat 76, 134, 138 N
karaciğer 42, 44, 50 nazarî 22, 28, 32, 46, 60, 82, 104, 106, 108
kaynaşma 84, 144, 190, 210 nazarî hikmet 28
kemal 22, 26, 52, 54, 58, 74, 84, 92, nefis 22, 32, 34, 36, 44, 46, 48, 50, 52,
114, 124, 140,152, 158, 184, 60, 70, 94, 98, 100, 128, 142,
190, 192, 214 182
kendini övme 140, 142 nefret 96, 160, 164, 168, 208, 212, 216
kibir 108, 110, 112, 146 nefsanî ruh 44, 182
kin 138, 168, 176, 214 nefs-i emmare 50
kınama 214, 216 nefs-i levvâme 48
koca 144, 156, 158, 164 niteliğin sapması 54, 56, 58
koğuculuk 174, 176
kolay öğrenme 64 O-Ö
korkaklık 48, 50, 104, 120, 168 olgun nefis 66
korku 68, 72, 122, 124, 126, 134, 166, 202 ödleklik 120
köle 166 öfke 42, 44, 48, 50, 60, 68, 102, 110,
kulluk 92 116, 118, 120, 134, 162, 208,
Kur'an 94, 106, 134, 182 210, 224
Kureyş 196 örf 74, 76, 78, 86, 132, 140, 144,
146,164, 210, 222
M
mal 58, 74, 114, 120, 136, 144, 146, P
148, 150, 158, 202, 208, 220, paylaşımcılık 80
226, 312 pişmanlık 50, 88, 120, 226
malını temiz tutmak 74 Platon 124, 216, 222, 228
mantık 11, 22, 46, 60, 104, 106, 124
maslahat 46, 58, 74, 78, 126, 130, 144, R
154, 160 rezilet 11, 34, 38, 48, 54, 56, 94, 100,
matematik 108 102, 112, 126, 214, 218
Mâverdî 146, 312 rıza 92
meleke 28, 32, 54, 56, 58, 72, 80, 82, Risâletü’l-Ahlâk 11
102, 106, 142, 154, 182, 312 riyazet 22, 94, 100, 102, 214, 226,
Meşşâî 22, 46, 54 rüşvet 154, 212
mevki 58, 98, 112, 114, 136
millet 168 S
minnet 88, 152, 164 saadet 22, 24, 54, 94, 130
mizaç 38, 40, 42, 44, 46, 48, 56, 60, sabır 48, 68, 74, 196
66, 68, 82, 96, 104, 106, 120, saf dostluk 84
128, 162, 172,198, 214 samimi 158, 208, 218, 220, 222
mutedil 44, 170, 172, 178 sapkın 56, 106, 120, 130, 132, 140, 154
Mu‘tezile 92, 108, 170 saygı 140, 150, 208, 226
240 DİZİN - Ahlâk-ı Adudiyye Şerhi

seciye 32, 40 tembellik 120, 128, 130, 132, 138,


sevgi 70, 84, 86, 92, 128, 154, 164, 166, 226
168, 172, 180, 190, 192, 196, terbiye 22, 72, 110, 112, 120, 130,
202, 208, 212, 216, 218 158, 160, 166, 168, 180, 184,
sevilme çabası 86 196, 200, 222
sevk gücü 42, 50 teslimiyet 92
siyaset 188, 190, 202 tevazu 70
sıla-i rahim 88, 130 tevekkül 90
soğukkanlılık 68 ticaret 146, 194, 200
sohbet 94, 106 ticari dürüstlük 88
Sokrates 110, 210 tıp 96, 100
Stoacılar 36 töhmet 204, 206
sükûn 70 Tûsî 82, 108, 202
tutma 42
Ş Türkler 168
şaka 94, 96, 114, 176 U-Ü
şaşkınlık 104, 158, 228
şecaat 42, 48, 50, 56, 66, 68, 72, 78, ucup 108, 110, 112, 140, 146, 152, 168
82, 104 uyumluluk 76
şefkat 90, 218, 220, 228 uzlaşma 72
şehir idaresi 22, 28, 186, 188 ülfet 84, 86, 96, 190
şehvet 42, 44, 48, 50, 52, 126, 128, üreme 42, 130, 144
130, 134, 156, 158, 168, 313 üzüntü 132, 134, 136
şeriat 38, 46, 48, 50, 64, 70, 72, 78, V
86, 140, 144, 146, 156, 164,
166, 180, 182, 188, 194, 198, vakar 76, 96, 114, 176
200, 210, 220, 222, vefa 86, 114, 162, 168
şeyh 104, 182, 184, 192, 194 vehim gücü 46, 48, 50, 64, 66, 104,
şöhret 56 106, 168, 132
verâ 78
T Y
tabiî 36, 40, 42, 88, 124, 148, 172, Yahudiler 158
180, 182, 190, 198, 214, 220 yalan 138, 140, 158, 174, 176, 216
tabiî ruh 42 yaratılış 36, 38, 40, 126, 148, 154,
tabiat 34, 36, 40, 50, 58, 64, 74, 88, 162, 166, 168, 196
92, 94, 96, 108, 110, 126, 144, yöneten 188, 194, 196, 216, 218
146, 148, 150, 154, 168, 172, yönetilen 194, 210
174, 188, 228 yumuşak kalplilik 72
takva 78, 158, 120, 214 Yunanlılar 168
tamah 120, 138, 196, 218, 222 yüce himmet 68
tanıdıklar 210, 214, 218
tecrübe 34, 36, 196 Z
tedavi 94, 102, 104, 106, 108, 116, 118, zekâ 62, 64
122, 126, 128, 138, 172, 196 zihin duruluğu 60
teenni 70, 76 zulüm 72, 74, 114, 120, 158, 166,
tefrit 40, 42, 48, 52, 54, 72, 120, 130, 174,218
154, 314
teklif-i mâ lâ yutâk 162

You might also like