You are on page 1of 134

İSLAM TARİHİNİN KAYNAKLARİ VE

ARAŞTIRMA METOTLARI

Prof Dr.Seyyıde İsmail Kâşif


Mısır Aynu Şems Üniversitesi İslam Tarihi Öğretim
Üyesi

Arapçadan Çevirenler:
Prof Dr. Mehmet Şeker
Doç.Dr. Rıza Savaş
Ramazan Şimşek

İZMİR-1997
ISBN:975-96383-0-4

(Bu tercüme "Mesâdıru't-Tarîhi'l-İslâmî ve


ıVfenâhicu'l-Balıs fîhi" isimli kitabm Beyrut 19K3 baskısı esas
alınarak yapılmıştır.)

İL-VAK LTD ŞTİ Yayımdır


İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Kuruluşu Hatay/ İZMİR
Tel. vc Faks: (O 232) 285 53 42
Yayın Nu. 1
İÇİNDEKİLER

TAKDİM 7

BİRİNCİ BASKI İÇİN ÖNSÖZ 9

İKİNCİ BASKI İÇİN ÖNSÖZ 11

BİRİNCİ BÖLÜM
Siyasî Tariiı vc Medeniyet Tarihi 13

İKİNCİ BÖLÜM
Tarihi. Başlangıcı vc Bitişi İtibariyle Belirli Dönemlere
Ayırmanm Zorluğu 19

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İslam Dünyasında Tarih İlminm Doğuşu 21

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Müslümanlara Göre Coğralya vc Onun Tarihle İrtibatı .49

1.
BEŞİNCİ BÖLÜM
İslam Dünyasında Tarihçiler ve Tarih Yazıcüığı Metodu.. 61

ALTINCI BÖLÜM
İbn Haldun ve Tarih Yazıcılığı 73

YEDİNCİ BÖLÜM
A-Çağdaş Tarihçilere Göre İsiam Tarihinin
Kaynaklan ve Araştırma Metodlan 79
(l).Hıtat Kitapları 79
(2).Tabakat Kitapları 80
(3).Coğrafya Kitapları 82
(4),Seyahat Kitapları 84
(5).Müh Hikayeler 89
(6).Edebiyat Kitapları 89
(7).Fıkıh Kitapları 92
(8).Hİsbe Kitapları 94
B-Yazıh ve Kazılı Belgeler 95
(!) Vesikalar vc Yazılı Papirüs Kağıtları 97
(2).Arkeolojik Malzeme ve Kitabeler 105
(3) Nümüzmatik veya Paraya da Meskukat İlmi 110
C.Sanat Tarihi 112
(1).islam Sanat Eserleri Alanmda Genel Eserler... 115

SEKİZİNCİ BÖLÜM

Yeni Tarihçiler, Metin Tenkidi, Bilgi Toplama,


Kompoze ve Te'lif. 117

SONUÇ 131
TAKDİM

"İslam Tarihi" kavramı, çok gemş bir zaman dilimini


kapsadığı içm bu alanın metodolojisi ve kaynaklan konusunda
kitap yazmak son derece zor bir iştir.
Tercümesini yaptığımız bu eserin yazan da konunun
genişliğini ve zorluğunu bilerek öğrencilerine bir dereceye
kadar kolaylık sağlamak amacıyla bu çalışmayı yapmıştır.
Biz de İslam Tarihinin kaynakları konusunda İlahiyat
Fakültesi ve Edebiyat Fakültelerinin bu sahayla ilgilenen
öğrencileri için faydalı olacağmı düşündüğümüzden dolayı bu
kitabı Türkçeye çevirmeyi uygun buduk. Bu konuda
ProfDr.Sabri Hızmetli'nin "İslam Tarihçiliği Üzerine"
(Ankara 1991) adlı esen gibi bazı Türkçe kitaplar
bulunmasına rağmen tercümesini sunduğumuz bu eser.bazı
bigileri birarada ve özet olarak vermesi yönüyle, bu alanla
ilgilenenlere önemli kolaylıklar sağiayacalc ve bazı farklı bakış
açıları kazandıracaktır diyebiliriz. Eserde, İslam Tarihinin
önemli kaynaklan ve bu kaynakların önemli özellikleri üzerinde
genel hatlarıyla durulmuştur.
Ancak yazar, İslam Tarihinin Türkleri ilgilendiren
dönemleri hakkında yok denecek kadar az bilgi vermektedir Bu
sebeple Türk okuyucusuna bu konuda tavsiye edeceğimiz ilk
eser,, Prof Dr.A.Zeki Velıdî Togan'ın "Tarihte Usul" adlı
eserının(lstajıbul,1981) "Türk Tarihine Ait Kaynâklar"(s.l76-
262) bölümüdür. Bu bölümün sonunda Togan, "İşte Tuk
Üniversitelerinde kurulan ve kurulacak Türk Tarihi
Enstitülennin veya bu mevzuu tetkik etmek üzere kurulacak
diğer ilmi müesseselerin vc cemiyetlerin kütüphaneleri burada
unvanlarını saydığımız bu ilk kaynakların, onların yazma
olanlannın fotoğraf ve filimlerden, keza bu ilk kaynaklara
dayanarak vücuda getirilen tetkik mahsulü eserlerden teşekkül
edecektir. Tetkik mahsulü eserler ise benim "Umumi Türk
Tarihine Giriş" kitabımm mukaddimesinde ve haşiyelerinde
sayılmış ve bu kitabın ikinci cildinde daha sayılacaktır."(s 262)
demektedir.
Üniversitelerimizde yapılan Türk Tarihi ile ilgili
araştırmalar her geçen gün artmaktadır. ÖzeUikle Selçuklu ve
Osmanlı tarihi alanmda Türkiye'de ciddi araştırmalar
yapılmıştır. Bu çahşmalann hem girişlerinde hem de
bibliyografyalarında konunun kaynaklan üzerinde önemli
açıklamalar yapmışlardır. Mesela Prof Dr. Osman Turan'ın
"Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti(İstanbul
1969)" adlı eserinin girişinde "Selçuklu Tarihinin Kaynakları
Hakkında"(s.l-19) başlığıyla verdiği bilgiler, bu devirle ılgih
kaynak eserlerin neler olduğunu ortaya koymaktadır.
Aynca Osmanlı tarih araştırmalan için bir metodoloji
kitabı olarak Mübahat S. Kütükoğlu'nım "Tarih
Araştırmalarında Usûl" adlı çalışması bu alanda yaymlanan
en ciddi eserlerden biridir. Ancak benzeri çalışmalar her geçen
gün devam etmekte ve yeni yeni eserler ortaya konmaktadır.
Tercümesini sunduğumuz bu küçük kitabm İslam Tarihi
alamyla ilgilenenler için bir boşluğu dcıiduracağıra, özellikle
Arkeolojik malzeme, kitabeler ve sikkelerle ilgili konularda
yapılan değerlendirmeler ile tarihçi olmak isteyen gençlere
yapılan tavsiyelerin ve yaklaşımların önem arzettığini
düşünmekteyiz. Bu arada kitapla ilgili tenkitlere açık
olduğumuzu belirtmek isteriz.
20-Mayıs-1997
ÇEVİRENLER
BİRİNCİ BASKI İÇİN ÖNSÖZ

Bu kitap İslam Dünyasında Tarih ilminin ortaya çıkışını


vc diğer ilimlerle ilişkisini belirlemeyi hedeflemektedir. Yine bu
eser, cn meşhur İslam tarihçilerini, onların bu konudaki
eserlerim ve İslam Tarihi sahasında araştırma yapma
metodlarmı ortaya koyma gayreti içindedir. Beni bu değişik
konularda böyle bir kitap yazmaya,"Tanh Metinleri ve
Alıştırmalar" adlı bir konunun, Birleşik Arap
Cumhuriyetleri(Yazarın bu kitabı kaleme aldığı yıllarda Mısır,
Suriye ve Libya'nın birleşme projeleri yürürlükte idi)
Üniversiteleri programlarına alınması sevk etmiştir. Böylece
öğrenci, asıl kaynaklan ve tanh araştırmalarında önemli sayılan
eserleri tanıma imkanına kavuşarak farklı tarih konularında
yazabilme yeteneğini kazandıran tarih tenkitçiliğini öğrenme
imkanını elde edecektir.
Bu kitap, değişik konuları yazmaya yöneldikleri sırada
İslam Tanhı'nde araştırma yapmak ıçın kendilennın yolunu
aydınlatmak gayesiyle "Küîliyyetu'l-Benat" daki kız
öğrencilerime sunduğum kültür dizisinden olaı^- bir eserdir.
Hedefime ulaşma konusunda başarılı ciimayı umuyorum.

14 Zilkade 1379/9 Mayıs 1960


Dr.Seyyidc İsmail Kâşif
Külliyyetü'l-Benât
(Aynu Şems Üniversitesi Kahire)
İKİNCİ BASKİ İÇİN ÖNSÖZ

Hamd, alemlerin Rabbma, salat ve selam Efendimiz,


peygamberlerin eşrefi ve sonuncusu olan Hz.Muhammed
üzerine olsun.
Bu kitap, İslam Dünyası'nda tarih ibninin ortaya çıkışını
ve bu ilmin doğuşundan bu tarafa diğer üunlerle olan ilişkilerini
ortaya koymayı hedeflemektedir.
Tarihî hâdiselerin, değişik düşüncelerden, çeşitli
devirierden ve bu günkü tarihçinin doğruya ulaşmak için
çalışma, jıraştırma ve incelemeye mecbur olduğu durumdan
daha farklı bir takım şartlardan geçip geldikten sonra ancak
araştıncıya ulaştığı bilinmektedir Buna ilaveten; tarihçilerin
ruhî ve aklî tasavvurlannm , temayüllerinin, karakterlennm ve
tarihî rivayetleri yazarken ve değişik devirlere ait olayları bir
araya getirirken onları çepeçevre saran şartlarm tahrik ettiği
edebî ve sanat zevkini de dikkate abnak gerekir.
Biz en meşhur müslüman yazarları, onların kitaplarını
geçmiş hicrî asırlarda tarihçilerin yazma metodlarının nasıl
geliştiğini kısaca ortaya koymaya çalıştık.
Diğer yandan; tarih konularını kendilerinden
yararianarak ortaya koyduğumuz kitaplan ve temel kaynaklan
günümüz tarihçilerine açıklamayı, bunun yanı sıra onlara
yazma ve te'lif usulünü, tarih metinlerini tenkit yöntemlerini, bu
metinlerle nasıl bir sonuca varılacağını ve bunlann birbirine
nasıl bağlanacağını belirtmeye çalıştık.
Bu kitap hicrî zilkade-1379, miladî Mayıs-1960 yılında
Kahire'de yayınlandıktan sonra Mısır ve diğer ülkelerdeki lisans
ve yüksek lisans öğrencileri arasında kabul gördü
Bu kitabın tekrar basımı için meslektaşlarun ve
öğrencilerden ısrarlı bir istek geldi. İşte bunun üzerme bazı
değişiklikler ve ilaveler yaptıktan sonra,bu kitabı tarih
araştırmaları yapanlara takdim ediyorum.
Allah'tan bizi doğru yola sevk etmesini diliyorum.

Kahire-6 Rebiussani 1403 h.


20 Ocak 1983 m.

Dr.Seyyide İsmail Kâşif


İslam Tarihi Profesörü
Külliyyetü'l-Benât Aynu Şems Üniversitesi

12
BİRİNCİ BÖLÜM

Sivasî Tarih ve Medeniyet Tarihi

Tarihçiler, içinde bulunduğumuz çağın başlarına kadar,


tarih çalışmalarında, devletlerin siyasî yönlerim araştırmaya
ağırlık vermişlerdir. Onlar, hükümdarları, önemli şahsiyetleri,
onlarm icraatlarını ve devletlerle aralarındaki anlaşmazlıkları
araştırmaya yönelmişlerdir. Bu hükümdarların yönetimindeki
halkların Tarihine hiç bir zaman gerekli önem verilmemiştir.
Günümüzdeki modem tarih araştırmaları, halkın değişik
sınıflarını, onların geçim şartlarını, müesseselerini, ekonomik,
sosyal ve siyasî durumlarını araştırmayı hedef almaktadır.
Tarih araştırmalarının maksadını gerçekleştirecek olan
da bu tip modem yönelişlerdir. Gerçekten de, milletlerin
medeniyetlerini vc medeniyetlerindeki gelişmeleri ortaya koyan,
onların ekonomik ve sosyal alanları ile ilgili olan tarihî
araştımialardır. Yukarıda işaret ettiğimiz bu yeni yönelişler,
büyük siyasî hâdiseleri anlamamızda, milletlerin ilerleme ve
geri kalma sebepleri ile onların zayıf ve güçlü noktalarını
tanımamızda bize yardımcı olacağı gibi, böylece onların
hayatında etkili olan çeşitli akımları da kavramamıza imkan
verecektir.
Tarihî coğrafya, siyasî coğrafya ve ekonomik coğrafy-a
adı altında yapılan araştırmalar, aslında bizim tarihî hâdiseleri
anlayıp, onları incelememize, birbirine bağlamamıza ve bunlar
arasındaki uzun vadeli ilişkileri kavramamıza yardımcı
olacaktır.
Şurası bir gerçektir ki, siyasî ve sosyal hareketlerin pek
çoğunu, onları doğuran ekonomik sebepleri vc bu sebepler
arasındaki münasebet ve tesirleri iyice araştırmadan, bu
hareketleri tümüyle anlamamız mümkün olmaz.
İslam Tarihinde, Abbasî, Karmatî ve İsmailî hareketler,
sadece si\asî ve dinî hareketler olarak ele alınmamalıdır. Bu
hareketlerin, ö dönemin iktisadî durumlarıyla güçlü bağları
vardır. Zira, İslam Tarihindeki Zenciler ayaklamnası da.
yalnızca siyasî bir hareket olmayıp, ekonomik ve sosyal yönleri
ağır basan sebeplerden kaynaklanan bir harekettir. Nitekim bu
hareketler, Abbasî İmparatorluğunun dağılmasına, bazı
bölgelerde bağımsızlık ve bölgecilik cereyanlarının
güçlenmesine yol açan sebeplerin başlıcalanndandır. İslam
fetihlerinin amaçlarının sadece İslam'ı yaymaya yönelik
olduğunu düşünürsek, bu fetihleri tam olarak anlamamız
mümkün olmaz Çünkü, gerçekte bu fetihlerin meydana
gelmesinde, iktisadî unsurların çok önemli rolü olmuştur. Aynı
sebeplerden dolayıdır ki, Samîler de ta eskiden beri Arap
yarımadasının ortasından kalkarak Dicle ve Fırat vadilerine,
Mısır'a ve Habeşistan'a doğru göç etmek zorunda kalmışlardır
Nitekim ekonomik faktörler, Emeviler'in el-Haccac kanalıyla
malî sisteme getirdikleri bir takım yeniliklerin sebeplerini de
açıklar mahiyettedir. Daha sonra Ömer b. Abdilaziz, İslam'ı
yaymaya öncelik veren siyaseti ışığında söz konusu ekonomik
durumu yeniden gözden geçirmiştir. İktisadî ve sosyal
faktörler, İslam Tarihinde bir çok hanedanın iktidardan
düşüşüne ve diğer bir çoğunun da iktidara gelişine yol açan
çeşitli siyasî hâdiselerin gerçek sebeplerinin açıklanmasına
yardımcı olmaktadır.

Bu arada milletlerin konumlarıyla iktisadî, sosyal ve


kültürel müesseselerinin uzun bir dönem içinde düzenli ve
yavaş yavaş gelişme gösterdiklerini de daima göz önünde
bulundurmamız gerekir. Bir hanedanın iktidardan düşüşü, diğer
bir hanedanın hakimiyeti ele geçirmesi, yabancı bir fatihin zafer
kazaımıası, belirli bir buluşun ortaya konması gibi büj'ük siyasî
olaylar ise kısa bir zamanda meydana gelir. Ancak çoğu kez
bunların uzun vadeli etkileri daha sonraları göriilür, İşte bütün
bu hâdiseler, milletlerin hayatında köklü ve hızlı değişiklikleri
aynı hızla beraberlerinde getirmezler. Bunun sebebi ise,
milletlerin varlığına hayat veren unsurların, siyasî hâdiselerin
meydana gelişindeki sürece ayak uyduramamasıdır. Tabiatiyle
bu durum, siyasî olayların, toplumun gelişmesinde etkisi

14
olmadığı anlamını ifade etmez. Burada demek istediğimiz;
iktisadî ve sosyal kurumların gelişmesi daha ağır seyreder. İşte
bu müesseseler, siyasî olaj'larm meydana gelmesine yaptıkları
etki kadar, bu olaylardan etkilenmezler.
Böylece iktisadî ve sosyal tarihin, hakimiyet kurmuş
hanedanlarla İslam Tarihi dönemlerine ait gelenekselleşmiş
ıstılahlarla yan yana gitmediğini gömlekteyiz, çünkü yeni bir
hanedanın iktidara gelmesi, iktisadî ve sosyal durumların bir
anda değiştirilmesine imkan vermez. Ancak, bu gelişmeler,
daha sonra yavaş yavaş ve düzenli bir biçimde kendisim
gösterir.
Öte yandan malî sistem ve ekonomik duramlarla sosyal
kurumların gelişmesi, düşünce hareketlerinin doğuşu ve
bunların zenginleşmesi ile 3'akından ilgili ve birbirine de
bağımlıdır. Nesir ile şiir sanatları ve mantık ile felsefî
hareketlerin ortaya çıkışının da, ekonomik dummlara bağlı
olduğu bir gerçektir.
Ticaret ve ekonomik hedefler, seyahatlarm yayılmasının
en büyük sebeplerindendir. Bu seyahatlarm, orta çağlarda
yeryüzünün en uzak köşelerine kadar İslam'ın yayılması,
Arapların coğrafya (Takvîmü'l-Buldan) konusunda eserler
bırakması ve değişik İslam Ülkelerindeki sosyal hayatla ilgili
olarak seyyahların anlattıkları ile çok yakın ilişkisi vardır.Yine
ticaret ve ekonomik hedefler, İslam Medeniyeti ile komşu
milletlerin medeniyetlerinm pek çok yönlerinin mezcı
konusunda temel etken olmuştur. Bu medeniyetler düşünce,
sanat ve ilmî alanlarda birbirlerini etkilemişlerdir. Ashnda
ekonomik ve ticarî faaliyetlerin, medeniyetler arasında meydana
getirdiği ilişkilerin bir sonucu olarak, İslam Medeniyeti ile Çin
ve Hint Medeniyetleri arasındaki düşünce ve sanat ilişkilerini
geniş bir açıdan araştımiaya günümüzde hâlâ ihtiyaç vardır.

Biz, İslam Tarihinde ekonomik ve sosyal konulardaki


araştınnaların önemi açısından, bu konuda daha da ileri giderek
diyomz ki; Orta Çağ'da İslam toplumunun ekonomik ve sosyal
müesseselerini araştımıak, gerek yakın çağ Tarihinin olaylarını

15
anlamak, gerekse günümüzdeki İslam ülkelerinin problemlerini
kavramak bakımmdan bizlere yardımcı olacaktır. Bu
söylediklerimizin önemi çok açık bir biçimde ortadadır. Zira,
Eski Çağ ve Orta Çağ tarih araştırmaları, şayet Yeni Çağ
mesele ve olaylarını kavramamıza yardımcı olamıyorsa, bu tip
araştırmalar, amaçlarına ulaşmadığı gibi sonuçsuz bir çalışma
olmaktan öteye gidemez.
Böylece biz, İslam Tarihini ciddî bir çalışma yaparak,
çeşitli siyasî hâdiseleri kavrayarak, inüslümanlann çeşitli
faktörlerin etkisiyle, değişik dönemlerde ilerleme veya geri
kalma sebeplerini anlamamıza yardımcı olacak bir biçimde
incelemek istiyorsak, müslüman topluluklarını ekonomik,
sosyal, fikrî ve siyasî yönleri ile ele alıp araştırmamız
gerektiğini söyleyebiliriz.
Burada, fert ve toplum hayatının sosyal ve ekonomik
yönlerini değişik açılardan ele alıp incelemek demek, siyasî
tarih konusunu bir tarafa bırakarak, geçen yüzyılda bir kısım
Alman tarihçilerinin "Medeniyet Tarihi" diye ifade etmek
zonında kaldıkları ve herkesi de bu sahaya davet ettikleri
tarzda, sadece medeniyet tarihi alanlarına eğilmek demek
olmadığını da belirtmek gerekir.
Aslında bu konuda, çağdaş anlayış, siyasî tanh
araştınrıaları ile medeniyet tarihi çalışmalarını birlikte
yürütmeye yönelmiştir. Geçmişi anlayıp günümüz meseleleri ile
karşılaştırabilmek için siyasî tarihle medeniyet tarihini birlikte
ele almak gerekir. İşte bu çalışma, bizim içinde bulunduğumuz
şartlann tarihî sebeplerini anlamamıza yardımcı olacağı gibi,
nimetlerinden istifade ettiğimiz buluşların kaynaklarını vc
günümüzde hüküm süren dinî, siyasî ve sosyal mezhepleri
tcmımamızın da yolunu açacaktır. İşte bunun içindir ki, biz,
tarihle ilgili araştınnalarm, "Siyasî Tarih" ve "Medeniyet
Tarihi" olarak ikiye ayrılmasını benimsemiyonız. Çünkü, siyasî
tarih çalışması , tek başına bütün olarak bir tarih çalışması,
olamayacağı gibi, "Medeniyet Tarihi" ile ilgili araştınnaları da
siyasî tarihten ayırmak mümkün olmayacaktır. Ancak hu
çalışma ile, tarihin sadece bir parçası kastediliyorsa buna bir

16
şey denemez. Tarih ilminin tam olarak bir anlam kazanabilmesi
ve kendisinden beklenen maksada ulaşabilmesi için, tarihî
hâdiselcri(events), insanların içinde bulundukları
şartları(conditıons) ve insanoğlunun ulaştığı ya da buluş
geliştirdiği müesseleri(institutions) iyi araştırmak gerekir.'
Tarihi olaylar veya siyasî tarih araştırmaları ile
yetinmenin, tarihî hâdiseleri ve müesseseleri içine alan
derinlemesine bir tarihî inceleme yapmaktan daha kolay olduğu
bilinen bir husustur. Burada işin garibi, bazı tarihçilerin, siyasî
tarih adını vererek yazdıkları kitaplarında medeniyet tarihinin
bazı yönlerinden de söz etmiş olmalarıdır. Bu gibi tarihçilerin,
yazdıkları eserlerinde, medeniyet tarihi ile ilgili
araştırmalarında yetersiz olduklarınm farkında olmaları
sebebiyle, bu hatalarını örtebilmek için kitaplarına siyasî tarih
adım vermeyi tercih ettikleri görülmektedir.

^Bk/.Robinson(James Harvey), Medieval and Modern Times, tkincı


Baskı,New York, 1934, s.l.

17
İKİNCİ BÖLÜM

Tarihi, Başlangıç ve Bitişi İtibariyle Belirli Dönemlere


Ayırmanın Zorluğu

Geçmiş çağları, başlangıçları ve bitişleri itibariyle tam


olarak belirli yıllarla sınırlı dönemlere taksim etmek hiç de
kolay değildir. Mesela İlk Çağ'ın, tam olarak Roma'nın 476
yılında Berberîler'in eline geçmesi ile bittiğini, hemen bunun
ardından da Orta Çağın başladığını ve daha sonra 1453 yılında
Osmanlıların İstanbul'u fethetmeleri ile Orta Çağın bitip
kalkınma çağını takip eden Yeni Çağın başladığını. Yakın
Çağın da 1789 Fıransız ihtilaliyle başladığını kesin olarak
söylememiz mümkün değildir.
Gerçekte, bir şehrin düşman eline düşmesi, bir devletin
yıkılması veya yapılan bir ihtilal ya da buna benzer bir takım
hâdiseler bir iktidarın düşmesine veya rejimlerden birinin
değişmesine sebep olabilir. Bu da bazen ticarî hayatta
durgunluğa veya canlanmaya ya da günlük yaşayışın bazı
kurallarının değişmesine ve teknik imkanlarının da farklılıklar
arzetmesine yol açabilir. Ancak bu hâdiselerin meydana
getirdiği köklü değişikliklerin tesiri tedricen ortaya çıkar. Zira,
bir ihtilal sebebiyle veya bir savaş kaybedilmesi ile halkın
hayatının günlük akışı, kültürel veya sosyal hayat tarzının
değişmesi mümkün olmadığı gibi bir sanatkârın meslekî
üslûbunu da değiştimıez. Zira, bir sanatkârın, sahip olduğu
yeteneklerinin akşamdan sabaha değişmediği de muhakkaktır.
İşte böylece; yeni bir yönetimin iktidara gelmesi, halkın
yaşayışında tedricî bir değişiklik göstereceği gibi bazen de
kayda değer hiç bir değişme göstermez.

Tarihte, matbaanın îcâdı, gazetelerin ortaya çıkışı,


buharın bir güç olarak kullanımı, tren yollarının hizmete
girmesi vs., gibi elle tutulur bir takım değişikliklerin sebepleri
olan Tarihî hâdiseler ise, insan hayatının belirli bir bölümünde
bazı değişikliklere yol açabilir. Fakat, genelde insan
yaşayışında ve onun örf ve adetlerinde kısa vadede bir kısım
değişiklikler meydana getinnez. Sözün kısası, görülür ki,
insanların yaşayış biçimleri, hayat sistemleri, toplumun
benimseyip yaşattığı bütün kurallar açısından; rejimlerin
krallıktan cumJıuriyete dönüşmeleri, devletlerin büyük bir
savaşta yenilgiye uğramaları, buharlı makinalarm kullanılmaya
başlamaları gibi benzeri büyük hâdiseler olarak tasavvur
ettiğimiz olaylar, kısa vadede büyük değişikliklere yol
açmazlar. Çünkü daha önce de belirttiğimiz bu gibi hâdiselerin
sonuçları, daha uzun vadede görülmeye başlanır. Ortaya çıkan
bu sonuçların, tesirlerinin yoğunluğu ve sürati bakımlarından
farklılıkları görülebilir. Ancak, kısa sürede büyük
değişikliklerin meydana gelmesinde etkili olamazlar. İşte bu
dunım tarih bütünlüğü (unity of history) veya tarihte devamlılık
ve süreklilik (continuty of historj') denilen bir husustur.

20
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

islam Dünyasında Tarih ilminin Doğulu

Tarih ihnı, Araplarda sözlü rivayetlere dayanmaktadır.


Bu dunımda bir tuhaflık yoktur. Zira, bir tarafdan İslam'dan
önce ve İslamî çağın başlarında, okuma yazma bilmiycnlerin
oldukça çok olması, diğer taraftan, Arap yarımadasında kabile
toplumu geleneğinin gereği ve bu kabile mensuplarının soy ve
soplarıyla övünme tutkusunun kabile ha>atına hakim olması,
Arapların pek çoğunu babalarının, dedelerinin ve kabilelerinin
mefâhirleri(kahramanlıkları ve övünebilecekleri hasletleri) ile
düşmanlarının ayıplarını ve kusurlarını ağızdan ağıza aktararak
kendi mefahirleri ile övünmc>e ve gururlanmaya sevketmiş ve
buna zorlamıştır. Ağızdan ağıza dolaşan bu bilgiler, rivayet
yoluyla kuşaktan kuşağa aktarılıyordu. İşte bu
söylediklerimizle ilgili olarak, Arap yarımadasının kuzeyinde
yaşayan Arap kabilelerine ait, "ENA-âmu'l-Arab" yani Arapların
tarihi diyebileceğimiz haberler, söz konusu kabilelerin tarihidir.
Bu haberlerde çeşitli Arap kabileleri arasındaki geçmişe ait
savaş hikayeleri anlatılmaktadır. Bu haberlerdeki abartmalara,
bulanıklığa vc gelişi güzel anlatım tarzına rağmen, bu
haberlerin, tarih ilminin doğuşuna büyük etkisi olmuştur
Çünkü, İslam dini, bu gibi rivayetlerin varlığına karşı bir tepki
göstermemiştir. Aksine, müslüman müellifler İslam'ın doğuşu
döneminde bu rivayetlerden çoğunu, çeşitli şahıslardan
dinleyerek, İslam öncesinde Arap yarımadasının kuzeyinde
yaşayan Araplarla ilgili bilgileri hicrî birinci asırda kaleme
almışlardır. İşte bu rivayetlerin "Ensâbu'l-Arab"ı yani Arap soy
kütüğünü büyük bir ölçüde komduğu da ayrı bir gerçektir.

Yine Arap kaynaklarındaki Arap yarımadasının güneyine


dair edindiğimiz bilgilerin temelini de; şüphesiz ağızdan ağıza
nakledilen bu şifahî haberler teşkil etmektedir. Bu kaynaklarda,
tarihin o dönemine ait güvenilir yazılı tarihî bilgilere
rastlanmamaktadır. Halbuki Yemen'in en eski medeniyetlere
beşiklik ettiği de bir gerçektir. Sözlü rivayete dayalı bu gibi
bilgiler, hicretten önceki ilk asırdan daha evveline ait hurafî
özellikler taşıyan kıssalar ve bazı kırallann adları dışında kayda
değer bir özellik ifade etmemektedir. Ancak, hicretten önceki ilk
çağla ilgili bize ulaşan bilgilerin daha ayrıntılı olduğunu ve
daha dikkatlice ifade edildiğini görmekteyiz.
Burada dikkatimizi çekici önemli bir husus, İslam daveti;
Arapları, öncekilerin mitolojileri, kendi tarihleri ve soy
kütükleri, Yemen'de kurulmuş bazı eski devletlere ait bilgileri,
Yahudiler ve hahamları ile ilgili haberleri, Hrıstiyanlar ve
ruhbanlarına dair hususları ve Arapların ticaret yoluyla temas
kurup tanıştıkları komşu milletlerden Habeşliler, Romalılar,
İranlılar, Hintliler, Nabatiler, Süryanîler ve Keldanîler gibi
milletlerden intikal eden haberleri bir tarafa bırakmaya
yöneltmiştir. Zira, İslam davası, Arapları, bu konulara vakit
ayıramayacak kadar meşgul etmiştir. İslamiyetin istikrarlı bir
konuma gelmesinden sonra, Araplar kendi geçmişleri ile ilgili
bilgilerle meşgul olmaya başlamışlardır.

Hicretin birinci asrı, cahiliye devri Arapları ve bunlarla


münasebette bulunan diğer milletlere ait bilgilerle ilgilenmenin
başlangıcı olmuştur diyebiliriz. İşte elde edilen bu haberlerden
bir takım mitolojiler meydana gelmiştir. Bu alanda kendini
kabul ettirmiş ve tanınmış kişilerin önde gelenleri; Vehb b.
Münebbih(öl:l 10 h./728 m.) ile Ubeyd b. Şeriyye'dir.^
Öyle anlaşılıyor ki, işte bu esatir, ahbâr ve siyerle ilgili
bilgilerin derlenip sayfalara ve yapraklara yazılmasına

^.Cürhüm kabilesine mensub olan Ubeyd, calıiliyc devri hukeması vc


hatipleri arasında saymlır. Onun Hz.Peygambcr'i gördüğü de rivayet
edihnişür.Muaviye'nin, Ubeyd'i San'a'dan Dımaşk'a getirttiği vc ona
cahiliye devri tarihi yazdırttığı kaydedihnektedir. l.Kitabu'l-Mulûk vı;
Ahbâru'l-Mazîn vc 2.Kitiibu'l-Emsâl adlarında iki kıtab ona nıshet
edilir. Birici kitap "Ahbâru Ubeyd b. Şeriyje fi Ahbâri'l-Yemcn ve
E^'ârihâ ve Ensiibihâ" adıyla, et-Titân ve Mulûku Himyer isimli
kitapla beraber basılmıştır. Ubeyd'in, Abdu'l-Melik b. Mervan
devrine(65-86 h./685-705 m.) kadar yaşadığı kaydedilmektcdir.Bkz cz-
Zıriklı, el-A'lâm,IV,341

22
Eınc\ilcr döneminde başlanmıştır. Rivayete göre, Ubeyd b.
Şeriyye. Muaviyc b. Ebi Siifyan adına "Kıtabıı'l-Mulûk ve
Ahbam'l-Mazîn" adlı eserini yazmıştır. Keza, Arapların \e
Arap olmayanların geçmişleri, tarihleri ve kralları ile ilgili
hikayelerin, her gcee Muaviye'ye anlatıldığı ve onun da bu
hikayeleri dinlediği rivayet edilmektedir.Bu rivayetlere göre
ellerindeki kitapları muhafaza etmek zorunda olan bir kısım
genç görevliler, bu kitaplardaki meliklerin hayatları ile onların
devlet yönetimine dair haberlerini Muaviye'ye okurlardı.^
Cahiliye döneminde Araplardan sözlü haberlerle meşgul
olanlar, sadece hikayeciler(er-Ruvat) ve Arap soykütüğü
(Ensâb) ile ilgilenenlerdi. Daha sonra, bunlara edebiyatçılar ve
dil ilmi ile uğraşanlar katıldı. Bunlar cahiliye dönemi
şiirlerinden kendilerine ulaşan her şeyi incelemeye yöneldiler.
Ayrıca bunlar; Arap yarımadasının kuzeyinde yaşayan
Arapların cahiliye devrine dair tarihleri ve onlardan intikal eden
çeşitli rivayetlerle, Hz.Peygamber devri müslümanlarına ait ve
fetihlerle ilgili haberieri araştımıışlardır. İşte bu hikayeci,
edebiyatçı ve nesebçiler arasından Muhammed b. cs-Saib el-
Kclbî(öl: 146/763). oğlu Hişam el-Kelbî(öl:204/819). Ebu
Mıhnef el-Ezdî(öl: 157/773). Sevf b. Ömer el-Kufî cl-
Esedî(öl: 170/786), el-Medainî(öl:225/839) vc Abdullah b. ez-
Zubcyr'in neslinden gelen ez-Zubeyr b. Bekkar(öl:256/869) gibi
tarih yazıcılığında çığır açan yazarlar ortaya çıkmıştır.

el-Fihrist'in yazarı İbnu'n-Nedim bu müelliflerin


yüzlerce kitabından bahsetmesine rağmen, neredeyse bu
kitapların hepsi kaybolmuş, bunlardan günümüze ancak bir
kaçı ulaşabilmiştir. Bunun dışında et-Taberî, el-Mes'ûdî. İbn
Abdi Rabbih ve el-Eğanî'nin yazarı Ebu'l-Ferec el-Isfehanî gibi
hır kısım tarihçiler günümüze ulaşamayan bu kitaplardan

'.el-Mes'ûdî, Murûcırz-Zcheb, 111,17,3, l75;lV,Xy.V,77,78 (Avrupa


baskısı), I .Krcukov, The hvo oldest book<i oıı Arabic Folklore (in
Islamic Culuııc, II. Or.Zeki Muiıanuned Hasan, "Dıra.sât rı'l-Muvazene
Beyne'l-Mucrrihîn fî Dari'l-İslam ^•e'l-Muerrihîn el-Avrubiyyîn tî
Usûri'l-Vustâ", s.6-7, (Mecellolu Küllivveli'l-Adâh ve'l-Dh'ıın , Bağdal,
IL lla/.iran 1957).

23
iktibaslar yaparak kendi eserlerine nakillerde bulunmuşlardır.
Diğer yandan Araplarda, tarih ilminin ortaya
konmasmda ve gelişmesinde İslam dininin tesiri büyük
olmuştur. Hatta müslümanlar bu ilimde, diğer milletlere
üstünlüklerini göstennişlerdir. Müslümanlar, özellikle dc
sahabiler, Kur'an'ı ve Hz.Peygamber'in hadislerini ezberlemeye
ciddi gayret göstermişlerdir.
Kur'an ise, o, Allah'ın hem lafzıyla ve hem de manasıyla
peygamberi Hz.Muhammed'e gönderdiği bir ilahî kitaptır.
Genel olarak Kur'an'ın metni mazbuttur ve herkes onun
metninin sılıhatini kabul eder. Her ne kadar değişik kıraatler
bulunsa da, zaten bu kıraatler nisbeten azdır ve bazı kelimelerle
sınırlıdır. Bu kıraatlerden yedisi üzerinde, hicri dördüncü
yüzyıhn(miladi: x.) sonlarına doğru ittifak hasıl olmuştur. Bu
kıraatlerin tamamı müslümanlarca makbuldür. Aralarındaki
farklar lafzîdir, manayı etkilememektedir. Kur'an-ı Kerim bir
defada toptan inmemiş olup Hz.Muhammed'e yaklaşık olarak
yirmi yılda parça parça nazil olmuştur.
Kur'an kelimesi, "karae" kökünden olup yazılı bir metni
okumak veya oku^'anın önünde yazılı bir şeyin bulunmasını
gerektirmeyen bir okuma şekli anlamlarına gelir.
Kitap kelimesi, şu ayet-i kerimede olduğu gibi, Kur'an
kelimesiyle eş anlamlı olarak da kullanılmaktadır. "Allah,
Kitab'ı hak olarak indirendir"'*
Kur'an surelerden oluşmaktadır. Bu sureler, Kur'an'ın
başlıca kısımları veya bölümleridir. Sureler ayetleri ihtiva
etmekte olup bu ayetler ise, Kur'an'ın küçük parçalarıdır.
Ayetin sözlük anlamı, "burhan" veya Hz.Peygamber'in
nübüvvetinin delili olan "mucize" dir.

'•.ŞMra(42),17.

24
Kur'an sureleri nazil oluşları itibariyle iki dönemi ihtiva
eder:
1. Miladî 622 yılından önce nazil olan sureler Mekkî,
2. Miladî 622 güzünden 632 m. yazına kadar (1 h.-ll
h.) nazil olanlar da Medenî sureler olarak isimlendirilir. Bu iki
dönemde müslümanların vaziyetlerinin birbirinden farklı
durumlar arzettiğini görmekteyiz. Zira birinci dönemde
müslümanlar, baskı altında yaşayan azınlık durumundaydılar.
İkinci dönemde ise, nüfiazlan tedricen artarak, önce Medine'nin
hakimi, daha sonra da Arap yarımadasının en büyük gücü
haline geldiler.
Kur'an-ı Kerim'de İslam öncesi Arap Tarihine dair
bilgiler yer almaktadır. Özellikle; Ad ve Semud gibi eski Arap
kabilelerinin bazıları zikredilmektedir. Bunlara ilaveten,
peygamberlere ait hikayeler, bahçelerin yıkılmasma sebeb olan
Arim seline dair bilgiler-'', Lokman kıssası, Ashab-ı Fil ve
Yemen meliklerine dair bazı haberler de bulunmaktadır.Eski
Araplara ait bazı bilgilerin mevcut olduğu Kur'an sureleri; el-
Bakara, Ali İmran, en-Nisa,el-Kehf ve el-Hakka sureleridir.
Arkeolojik kazılar sonucu ortaya çıkarılan tarihî eserlerin
eski Araplarla ilgili olarak kutsal kitaplarda rözellikle
Kur'an'da- geçen bazı haberlerin doğruluğunu teyit etmiş
olmasına rağmen, müsteşrikler, tarih alanında, kutsal kitaplara
güvenmek istemiyorlar. Zira, müsteşrikler, söz konusu
kitaplarda geçen tarihî bilgilerin muhtasar bir üslûb içinde
zıkredildiğinı düşünüyor ve bu haberlerden -özellikle de
Kur'an'dakilerden- maksadın; ahlakî bakımdan ibret ve ders
vermek olduğu, bu haberlerin hâlâ yeterince açık olmadığı,
zaman ve mekan bakımından sınırlarının eksik olduğu kanaatim
taşıyorlar. Burada müsteşrikler, kutsal kitaplardaki haberlerin
tefsirinde, sarih ve müfessirlerin düşdükleri ihtilafa da işaret
ediyorlar.

•\Sebe'(34),16.

25
Kur'an-ı Kerim, Peygamber'ın karşılaştığı zorluk ve onun
yoluna çıkan engellere .dair geniş bilgi veriyor. Kur'an-ı
Kerim'in, İslam'ın doğuşunu ve onun inanç sistemini incelemek
için birinci derecede ve ilk kaynak olduğunda şüphe yoktur.
Çünkü o, hem aslını korumuş, hem de onda, Peygamber'e ait
haberler ile onun asrı ve İslaın davasının karşılaştığı zorluklarla
ilgili bir çok olaya işaretler vardır.
Kur'an-ı Kerim, İslam dininin karşılaştığı bütün
hâdiseleri veya Hz.Muhammed(s.a.v.)'in yaptığı işleri ve
kendisi ile münasebeti olan tüm şahısları şümullü bir şekilde
zikretmediği ıçm bu ana kaynaktan faydalanmamızın zorluğunu
da gözden uzak tutmamamız gerekir.
Hz.Peygamber kendisine vahyoiunanı ezberliyordu.
Hz.Peygamber'in, vahiy yoluyla kendisine geien ayetleri
yazmak ıçın bir müddet sonra, Mekke ve Medine'de Zeyd b.
Sabit ile Übey b. Ka'b gibi yazıcılardan yararlandığı
anlaşılıyor. Bu yazıcılar, hurma dalı, düz ve ince taşlar, deri vc
kağıt parçaları, kağıtlar, deve ve kokain kemikleri, deve
semerlerindeki tahta parçaları gibi malzemelerden ellerine ne
geçerse onlara yazmaya çalışıyorlardı.
Hz.Muhamıned vefat ettiği zaman, Kur'an-ı Kerim'i
koruma zarureti doğdu. Kur'an'dan Hz.Peygamber için yazılan
ve Mekke ile Medine'deki bazı sahabilerin kendilerine mahsus
yazdıkları sahifeler bulunuyordu. Bunlardan ayrı, Kur'an
toplandığı sırada, bir kısım ayetler de bazı sahabilerin
ezberinde bulunmaktaydı.
Hz.Peygamber'den sonra Kur'an'ın birinci defa
toplanmasının Hz.Ebu Bekir'in sağlığında yapıldığı
bilimnektedir. Nitekim buna dair rivayette; Ömer b. el-
Hattab'ın, Müseylimetü'l-Kczzab ile yapılan savaşlarda
kurra(Kur'an hafızları)nın büyük bir bölümünün şehid olması
sonucunda, ayrıca diğer harplerde de, yaşayan kurranın
ölebilecekleri ihtimaliyle Kur'an'ın zayi olacağı hususunu
gündeme getirerek, Kur'an'ın toplanması için Halife Hz. Ebu
Bekir'e teklifte bulunduğu ve ortu bu konuda ikna ettiği

26
görülmektedir. Rivayetlerin çoğundan anlaşıldığma göre,
Hz.Ebu Bekir bu görevi, Hz.Peygamber'in vahiy katibi Zeyd b.
Sabit'e vermiştir. Zeyd de ; bu toplama işini, hurma dallarında,
taşlarda, deri parçalarında, dağınık kağıt yapraklarında yazdı
sureleri ve sahabilerin ezberlerinde olan ayetleri derleyerek
tamamlamıştır. Böjlece bir araya getirdiği Kur'an nüshasını
Hz.Ebu Bekir'e teslim etmiştir. Hz.Ebu Bekir de bu nüshayı
Ömer b. el-Hattab'a, o da kendi kızı ve Hz.Peygamber'in
hanımı Hafsa'ya bırakmıştır. Kur'an'ın nihaî olarak toplanması
ile ilgili faaliyet, Osman b. Affan zamanında tamamlanmıştır.
Bu toplama faaliyetinde Kur'an ayet ve surelerinin nüzul
sıraları gözönüne alınarak değil, ayet ve surelerin kısalık ve
uzunlukları esasına göre tertib edildiklerini görmekteyiz. Bir
sure toptan, bir defada nazil olmayıp, bu surenin ayetlerinin bir
kısmı Mekke'de bir kısmı da Medine'de inmiş olduğundan
dolayı, Hz.Muhammed(s.a.v.)'in hayatı ile ilgili tarihî
araştınnalarda Kur'an'dan faydalanmak kolay olmamaktadır.
Bazen bir surenin ayetleri, muhtelif aralıklarla ve çeşitli
vesilelerle nazil olduğu halde, bu ayetlerin hepsi bir surede
toplanarak, bu sureye sadece Mekkî denmiştir.
Abdullah b. Abbas gibi müslüman alimler, surelerin
nüzûlündekı tertibi araştırdılar ve onların tertibini nüzullerine
göre rivayet ettiler. Ancak bu alimler, bu araştırmalarında
büyük ihtilaflara düştüler.
Diğer yandan, bazı müsteşrikler -"Kur'an Tarihi" adlı
eserin yazarı Theodor Nöldeke gibi- ayetlerin nüzul sırasını
tesbite çalışmışlardır. Bu konuda Nöldeke, surelerin iniş
sırasını belirlemek için surelerin üslubunu ölçü olarak almıştır,
ö n a göre ilk surelerin ayetleri kısa ve seci'lidir. Fakat dalıa
sonra nazil olan surelerin ayetleri ise çoğunlukla uzundur ve
seci'li değildir. Ancak, Nöldeke'nin araştınnaları da, diğer
müslüman alimlerinki gibi, tek bir surenin ayetleri açısından
bakıldığında eksik olarak kabul edilmektedir. Çünkü, bir
surenin ayetleri uzun süreli aralıklarla inmiş olabilmektedir.

27
Drğer yandan İngiliz müsteşrik Richard Bell, Kur'an-ı
Kerim'i İngilizceye tercüme etmiş ve her ayeti ayrı ayrı
incelemiş, manaları, konuları ve üslûbları açısından nüzul
tarihlerini belirlemeye çalışmıştır. Şüphesiz Bell'ın araştırması
önemlidir. Ancak bu konuda verdiği hükümler her halükarda
kesin değildir.^
Hadisler, Kur'an'dan sonra, Araplarda tarihin doğuşu ile
ilgili olarak vesika olmaları bakımından önemli bir kaynak
hüviyetindedirler. Hadis kelimesi sözlükte; "el-Haber" ya da
dinî ve dünyevî bir konuda "sözlü rivayet" manasını ifade
etmektedir. Bu kelime, daha sonra, İslam'ın doğusuyla özel bir
mana kazanarak, Hz.Muhammed (s.a.v)'in sözlerini ifade etmek
için kullanılmaya başlamıştır. "Sünnet" kelimesi ise, sosyal, dinî
ve hukukî alanlarda normal davranış veya hareket tarzı
manalarını içine alır. Bu kalime Cahiliye Araplarınca;
insanların uydukları adetler anlamında bilinip kullanılan bir
kelimedir. İslam'ın zuhurundan sonra ise sünnet kelimesi, Hz.
Peygamber'in adeti, yani; onun işlediği bir iş, değiştirmediği bir
hareket tarzı ve görüp de karşı çıkmadığı davranışlar manasını
ifade etmeye başlamıştır.

Hadis, söylenen bir söz, sünnet ise işlenen bir ış


demektir. Bununla beraber sünnet; İmam Alımed b. Hanbel'ın;
"bu hadisde, beş süimet vardır" sözünden de anlaşılacağı gibi,
bazen de hadise şamil olmaktadır.
İslamiyetin zuhur ettiği ilk dönemde; Hz.Peygamber'le
birlikte yaşayan ve ona arkadaşlık eden sahabe, hadis vc
sünnetle ilgili malumat hususunda en iyi kaynak hüviyetinde
idiler. Zira onlar, Hz.Peygamber'in konuştuklarını dinleyen ve
yaptıklarına bizzat şahit olan insanlardı. Bu dönemden sonra,
insanlar,Hz.Peygamber'in hadislerini ve sünnetini, "et-Tabiûn"

''.Suyûtî'nın, ri-icknn tî Ulıinıi'l-Kur'an isimli eseriyle karşılaştırım/.


Nöldeke:Gcscichtc dcs Qurans, Göttiııgen 1860; ?3ell: The Qur'an .
Translatcıl vvith a critital rcarrangement of the Surahs , 2 vols
Ediiıburgh 1937-1939; Filachere; Lc Coran. Traduciinn sclon un essai
di' ı-oıiasstment ıics suuratcs 3 vols. Paris 1949-1951.

28
denen; Hz.Peygannber'in asrını takib eden asırda yaşayan ve
Sahabe'den hadisleri dinlemiş olan kuşaktan almışlardır. Daha
sonra gelenler de söz konusu bilgileri bu kuşaktan almışlardır.
Bunlara da "Tebe'u't-Tabiîn" denilmiştir.
İşte bu sebepten dolayı, her hadisi bir bütün olarak ele
aldığımızda onun iki bölümden ibaret olduğunu görürüz.
Birinci bölüm, birbiriyle bağlantılı olarak hadisi rivayet eden
ravîler zincirinden oluşur. Buna "el-İsnad" veya "es-Sened"
denmektedir. Çünkü bu senedle haberin doğruluğu
ispatlanabilmektedir. Bu sened, hadisi en son olarak bize
bildiren ravî ile başlar ve hadisi Hz.Peygamber'den duyan şahsa
kadar ulaşır. İkinci bölüm ise "Metin" dediğimiz, hadisin
muhteviyatından meydana gelmektedir.
Müslümanlar, Kur'an'dan sonra, Hadis ve sünneti dinî,
sosyal ve idarî hayattaki her türlü işin anlaşılmasında esas
olarak kabul etmişlerdir.
İslam toplumu, esasen dine dayandığı sırada Kur'an ve
Sünnet'e istinat etmiştir. Kur'an'ın metni ise muayyen ve
sınırları beUrlidir. Sünnet ve Hadislere gelince; çeşıth emeller
besleyenler, hadislere ve sümiete kendi maksatlarına hizmet
düşüncesiyle arzu ettikleri her şeyi rahatça katmaktan
çekinmemişlerdir.
Aslında Hadis İmamları, muhtehf grupların bir çok hadis
uydurdukları hususunda ittifak halindedirler. "el-FasI fi'l-Milel
ve'l-Ehva vc'n-Nihal" kitabının yazarı İbn Hazm, daha
Hz. Peygamber hayatta iken bir çok hadisin uydurulduğuna
işaret ediyor. Osman b. Affan zamanında meydana gelen
İslam'da ilk fitne zuhurundan itibaren hadis uydurmacılığı
devamlı artmış ve daha sonra önü alınamaz yaygın bir hastalık
haline gelmiştir. İşte bu dönemde, Emevîlerin, Hz.Osman'ın ve
kendilerinin faziletleri ile ilgili hadislerle propaganda
yaptıklarını görüyoruz. Keza, Abbasîler de, iktidarlarını
güçlendirici ve hilafetin kendi hakları olduğunu isbat eden
hadisler uydurma yoluna gitmişlerdir.

29
el-Mühelleb b. Ebi Sufra'nm -Emeviler zamanında
Haricîlerle yapılan savaşların kahramanı- Haricîler aleyhine
hadisler uydurduğu söylenmektedir. Öte taraftan el-Mürcie
taraftarları, kendi görüşlerini ve bazı mutasavvıflar da
tasavvufii destekleyen hadisler ortaya koymuşlardır. İşte
böylece, her firkanın kendi görüşünü desteklemek ve mezhebini
güçlendirmek için aynı yola baş vurduklarını görüyoruz. Şia
ise, hadislere "el-Ahbar" adım vennektedir. Onlara göre,
hadisler, senet yolu ile intikal etmeyip, sadece Şia imamlarının
rivayetleri yeterli kabul edilmektedir.
Hadis uydurma meselesi, çeşitli fırka ve mezheplerin
taraftarları ile sınırlı kalmamıştır. Aksine halk hikayecileri,
umuma açık yerlerde ve meclislerde dinleyicileri güldürmek ve
onları memnun ederek, onlardan menfaat sağlamak uğruna
çeşitli komiklikler yaparak, acayip hikayeleri rivayet
etmelerinin yanı sıra, lıalkı etraflarına toplamak için de; garip
hadisler uydurma yoluna gitmişlerdir.
Bazı takva sahibi ve zahid kimseler de, insanları dine ve
Kur'an'a yöneltmek ve böylece dini koruyup onu takviye için
hadisler uydurmuşlardır. İşte bunlardan birisi Nuh b.
Meryem'dir. Muhaddislerin ve fiıkahanın en büküklerinden biri
idi. Kendisi Ebu Cafer el-Mansur'un hilafeti döneminde(I36-
158 h/754-775 m) kadılık yapmıştır. Kur'an surelerinin
faziletleri hakkında bir çok hadis rivayçt etmiştir. Daha sonra
kendisi, bu hadisleri Kur'an-ı Kerim'e çekebilmek maksadıyla
Allah rızası için yaptığını itiraf etmiştir.
Müslümanların düşünce ve sosyal yönlerden gelişmeleri
de, mevzu(uydurma) hadisler konusunda etkili olmuştur. Öte
yandan zındıklar ve mülhidlerin de, dinde bozgunculuk yapmak
maksadıyla uydurma hadislerin yayılmasında rolleri olmuştur.
Aslında, hadislerin mevzu hadis belasıyla karşı karşıya
kalması, muhaddislerin Hz.Peygamber'in hadislerini inceleme
ve araştırmaya yönelmelerine sebep olmuştur. Hadis
bilginlerinin bu alanda büyük ve takdire şayan çaba
harcamalarına rağmen, onların bu çalışmaları hadisin mana ve

30
metnine değil, sadece ravîlerine yani ravîler zincirine dönük
olmuştur. Hadisçilerin bu çabaları hadisi tam olarak temize
çıkaramamıştır. Bu alanda, hâlâ, hadislerin bir çoğunun
sahihliği ve tamam olup olmamaları bakımından tartışılmasına
devam edilmektedir.
Başlangıçta hadis, sadece ezberleme ve şifahi rivayet
yoluyla nakledilmiyor, aksine hadisin yazılı olarak muhafaza
edilmesinin daha Hz.Peygamber'in sağlığında başladığı hususu
ağırlık kazanıyor.
Bu konuda Abdullah b. Amr b. el-As'ın, hadislerini
yazmak için Hz Peygamber'den izin istediği ve Peygamber'in de
ona bu izni verdiğine dair şöyle bir rivayet nakledilmektedir:
Abdullah b. Amr b. el-As: "Ya Rasulellah hem tabiî
halinizde, hem de kızgınlığınızda söylediklerinizi yazabilir
miyim ?" diye sordu. Hz.Peygamber de; "Evet! Çünkü ben
ancak hak olanı söylerim" cevabını verdi'.
İbn Sa'd"*, İshak b. Yahya'dan, o da Mücahid'den gelen
şöyle bir rivayeti nakleder: "Abdullalı b. Amr b. el-As'ın
yanında bir sahife gördüm. Bu sahifenin ne olduğunu sordum.
O da; 'Bunlar doğru sözlerdir. Zira bu sahifede doğnıdan
doğruya Hz. Peygamber'den bizzat işittiklerim yer almaktadır'
dedi.
Ebu Hureyrc bu konuda şöyle der; "Rasulullah'ın
hadislerini, Abdullah b. Amr b. el-As hariç benden daha iyi
muhafaza eden(ezberlemek suretiyle) kimse yoktu. Zira, o
yazıyordu, ben ise yazmıyordum." Abdullah da;
"Hz.Peygamber'den(yazdıklarımdan ayrı) bin kat fazlasını
ezberledim" demektedir.'^
Bu arada, Hz.Ebu Bekir'in de beşyüz hadisi topladığı

'.lbnu'1-E.sîr, Usıiu'l-Ğübc tî Ma'riteti's-Sahâbe , Kahire 1285-1286, III,


233.
».et-Tabakfıtu'l-KubrS , Leyden 1905-1921, VU, 189.
'^.İbnu'l-E.sir, Usdu'l-Ğîbc tî Ma'riteri's-Sahâbc, m, 233; İbn Hacer el-
Askalanî, cl-isâbe tî Temyizi's-Sahâbe, Kahire 1323-1325 h., IV, 112.

31
bilinmektedir. Ayrıca, Hz. Ali'nin de bir hadis sahifesıne sahip
olduğu kaydedilmektedir. Keza Abdullah b. Abbas'ın da bir çok
hadis sahifesine sahip olduğu ve öldüğünde de bir deve yükü
kitap bıraktığı rivayet edilmektedir. Cabir b. Abdillah da bir
hadis sahifesini elinde bulunduruyordu. Bunun yanında, diğer
sahabilerin de hadis sahifelerine sahip oldukları rivayet
edilmektedir.
İşte bu gibi hadis sahîfelerinin, Zührî'nin, Mekhul'ün ve
Hasanu'l-Basrî'nin sahip oldukları gibi Tabiûn asrında da
mevcut olduğu görülmüştür.
Şüphesiz ki, sahabilerin, İslam ordularının fethettikleri
ülkelerin her tarafına dağıldıkları biliımıektedir. Zira,
sahabilerin, bir çoğu bu ülkeleri fetheden ordulara
katılmışlardır. Burada, halifelerin fethedilen topraklarda
yaşayan insanlara, İslam dinini öğretmek maksadıyla sahâbîleri
bu ülkelere bilerek göndermiş olabilecekleri de düşünülebilir.
Alim sahâbîler, muhtelif memleketlerde kumlan dinî eğitim
öğretim müesseselerinin çekirdeğini oluştunnuşlardır
Makrizî'nin ifadesine göre'" Medine ahalisi; çoğunlukla
Abdullalı b. Ömer'in fetvalarına, Kufe halkı; genellikle
Abdullah b. Mes'ud'un'fetvalarına, Mekkeliler ise, ekseriyetle
Abdullah b. Abbas'ın fetvalarına, Mısır halkı ise çoğunlukla
Abdullah b. Amr b. el-As'ın fetvalarına uyuyorlardı.

Abdullah b. Amr b. el-As, Abdullah b. Ömer b. el-


Hattab ve Said b. el-Müseyyeb gibi /ilk hadis imamları, Raşid
Halifeler devrinde yönetimden ve yöneticilerden uzak
durmuşlardır. Emeviler devrinde ise, husumet, Ömer b.
Abdilaziz'in hilafet dönemi(99-101 h.) hariç, Emevîler'le
fukaha arasında hiç bitmemiştir. Emevîler, kendilerinden sonra
Abbasîlerin yaptıkları gibi, ulemayı kendilerine çekerek
yönetimlerine destek sağlamak için onların güvenlerini kazanma
yolunda bir gayret göstennemişlerdir. Diğer yandan, müslüman
fakihler, Ümeyye oğullarının daha önceki Raşid Halifeler'in
sünnetini bir kenara bırakarak, saltanat sistemini

'".ci-Hıtaı ,Bulük 1270h.,n,332.

32
benimsemelerine karşı çıkıyorlardı. Nitekim, fakihlerin büyük
çoğunluğu, Kureyş'in aristokrat sınıfının, başlangıçta
Hz. Peygamber'e şiddetle karşı koyduktan sonra İslam
devletinde idareyi ele geçirmelerini ve İslam davasının
meyvelerini böylece toplamalarını bir türlü içlerine
sindiremiyorlardı.
Abbasîler yönetimi ele geçirince, hilafetlerini
destekledikleri için fakihlere hem güven duydular ve hem de
onlara yakınlık gösterdiler. Abbasîlerin ftıkahaya önem
vermeleri hadislerin toplanması hareketinin canlanmasında
etkili olmuştur denebilir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, bu
tam anlamıyla bir tedvin sayılmazdı. Zira, hadis rivayetinin
büyük çoğunluğu, müslümanlar arasında şıfahî(sözlü) rivayet
yoluyla yapılıyordu. Belki de müslümanlar, ta baştan beri
lıadisleri geniş çapta yazmaktan Kur'an'la karışır endişesiyle
kaçınıyorlardı.
Hadis sahifeierinin en eskisi olarak kabul edilen ve
günümüze kadar ulaşan sahifelerden biri; Abdullah b. Lehi'a el-
Mısrî(öl:174 h./ 790 rn.)'nin sahifesi olup Heidelberger'de
papirüs yapraklarından oluşan mecmua arasında
bulumnaktadır.''
Bunun dışında ehmize ulaşan yazılı en eski hadis kitabı
ise, İmam Malik b. Enes el-Asbahî(öl:179 h./795 m.)'nin el-
Muvatta isimli kitabıdır. İmam Malik'in mezhebi, hadisi ön
plana aldığından diğer mezheblerden farklılık arzeder. İmam
Malik hadis taraftarları ekolünün kunıcusudur. Bu ekolün
merkezi Medine'de idi. Taraftarları hadisi benimsiyorlar, fıkhî
problemlerin çözümünü onda arıyorlardı. Çok nadir ve çaresiz
kaldıkları durumlarda içtihada başvuruyorlardı.
el-Muvatta bize bir kaç yoldan ulaşmıştır. Bu
rivayetlerin en önemlisi İmam Malik'in öğrencisi Endülüslü

" . B u konuda daha geniş bilgi için bkz.Fuat Sezgin, Geschichte Des
Arabischen Schrimums, 1,94

33
Yahya b. Yahya el-Masmıidî'nin rivayet ettiği nüshadır.
Bundan sonrakiler ise; Salınûn ile Şeybânî'nın rivayetleridir.
Burada dikkatimizi çeken husus; el-Muvatta isimli
kitabın bir hadis mecmuası olmayıp, hadisleri delil olarak
gösteren bir fıkıh kitabı olmasıdır.
Hadisin düzenli bir biçimde tedvinine hicri üçüncü asırda
başlanmış olduğu hususu açıktır. Zira, işte bu asırda bir dizi
hadis kitabı meydana çıkmıştır. Sünnîlerce benimsenen hadis
kitaplarının en önemlileri şu altı kitaptır: Sahihu'l-Buharî (256
h./870 m.), Sahihu Müslim (261 h./875 m.), Sünenü Ebî
Davud(275 h./888 m.), Sünenü't-Tirmizî (279 h./892 m.),
Sünenü'n-Nesaî (303 h./915 m.) ve Sünenü İbn Mace (273
h./886 m.).
Diğer yandan, İmam Malik b. Enes'e isnad olunan bir
rivayet daha vardır. Bu rivayete göre Halife Ömer b.
Abdilazız(99-101 h./717-720 m.) Medine'deki kadısı Ebu Bekir
Muhammed b. Ömer b. Hazm'a ilmin ve ilim erbabının
zamanla yok olmasından endişe ettiği için Hz.Peygamber'in
hadislerinden ve sünnetlerinden ne varsa kendisine yazmasını
emreder. Bu haber, İmam Malik'in el-Muvatta isimli eserinin
Muhammed el-Hasan eş-Şeybanî'nin rivayetini esas alan ilk
baskısında bulunmaktadır. Hicrî üçüncü asırda hadis
derleyenler, Ömer b. Abdilaziz zamanındaki bu çalışmaya yer
vermemektedirler.

Müslümanlarca tarihle ilgili ilmî kitapların yazılmasının


başlangıcının hadis ve sünnetle sıkı bir bağlılığının
bulunduğunu daha önce zikretmiştik. Bu münasebetle şunu da
belirtmeliyiz ki; hadis ve sünnet ilmi, Hz.Peygamber'in sözleri
ile işlerini incelemeyi amaçlamaktadır. Bu husustaki ilk bilgiler,
şifahî rivayetlere dayamnaktaydı. Daha önce de değindiğimiz
gibi hicrî birinci asırda bir şeyler yazıldıysa da, bunların tam ve
şümullü bir şekilde kaleme alınmaları ancak, hicrî iki ve üçüncü
asırlarda mümkün olabilmiştir. Aynı zamanda müslümanlarca
tarih ilmi; başlangıçta, Hz.Peygamber'in sîresini, sahâbîlerin
çalışmalarını, yeni oluşan İslam toplumunun faaliyetleri ile
gazâ ve cihad haberlerim tesbit ve tedkik etmeyi hedef alıyordu.
Herşeydeıı önce bu konuda da dayanak noktası şifahî rivayetler
olmuştur. Böylece tarih ilminin metod ve usûlünün ilk dönemde
hadis ilminin metodundan değişik olmadığını görmekteyiz. Bu
iki ilim; sadece hedefleri açısından ve ilgilendikleri rivayet
çeşitleri bakımından birbirlerinden ayrılmaktadırlar.
Muhaddisler, fıkhî ve ahlakî prensipleri ihtiva eden rivayetlerle,
tarihçiler ise, hâdiseleri detaylı ve düzenli bir biçimde anlatan
rivayetlerle ilgileniyorlardı. Hadis hem dirayet ve hem de
rivayete dayanır. Araplarda, tarih de; hem dirayet hem de
rivayete dayanmaktadır. Bu iki ilrtıin kaynakta ve yöntemde
müşterek olduklarına delil olarak, her kuşağın ilgili rivayetleri
kendinden önceki nesilden aldığı ve her rivayetteki metnin senet
veya isnattan sonra gelmesi söylediklerimizi isbat için
yeterlidir.'2 Ayrıca muhaddislerin isnada bü}aik önem
verdikleri de bilinmektedir. Muhaddisler, hadis senedinin
birbirine bağlı, kesintisiz ve güvenilir ravîlerden oluştuğunu
görmedikçe, hadise itimat etmiyorlardı. İşte bu sebeptendir ki,
muhaddisler, ravîleri inceleme ve hadis nakli konusunda onların
her birinin hayatlarını tetkik etme derecesine varacak şekilde
araştırma yapmaya yönelmişlerdir. Alimler bu konuda bazı
tabakat kitapları yanı ravîlerin biyografilerine dair eserler
kaleme almışlardır. Bunlara İbn Sa'd(230 h./844 m.)'m
"Tabakât" ını ve Zehebî(748 h./1347 m.)'nin "Tabakâtu'l-
Huffaz" ını örnek verebiliriz. Bu çalışmaların hepsi, ravîleri
tenkit ilminin temelini teşkil ediyordu. Bu da hadis ıstılahları
ilminde; "el-Cerhu ve't-Ta'dil" adıyla bilinmektedir.

'^.Ravilere "senet" denmiştir. Çükü, hadisin metni, hadisi rivayet eden


ravilere dayanmaktadır. Yani onlara itimat edilmektedir. Zira, hadisin
sahih olduğunu onlar isbatlamaktadır. Senet yerine isnat tabiri de
kullanılmaktadır. Çünkü, hadisin metninin doğru olup olmadığı onlara
isnad olunmakta ve onlara yüklenmektedir.
'^'.et-Ta'dîl, "addclc" fiilinin masdandır. "Şahit sanığı ta'dil etti" demek,
onu tezkiye ettı,onun suçsuzluğuna şahitlik yaptı demektir. et-Tecrîh,
°cerTaha"'nın mastarıdır. Şahitliği ve şahidin sözlerini çürüttü demektir.
Ta'dîl ve Tecrîh tabirleri hadis ve ükıh usûlü terimleridir. et-Ta'dîlü; bir
kimsenin dinî bakımdan istikamet sahibi olması, Allah'tan korktuğu için

35
Hadis ve tarihi bir arada toplayan tarihe ait en eski
kitaplar; Meğâzî ve Siyer kitaplarıdır. Bu tür tarih kitaplarının
sahâbîlerin yaşadıkları, Rasulullahı görüp, kendisinden hadis
duyarak, onları tabiûna aktardıkları ycT olan ve "Dam's-Sünne"
diye vasfedilen Medine'de doğmuş olması tabiîdir. Meğâzî ve
Siyeri kapsayan tarih yazıcılığı, hicrî ikinci asra kadar Medine
hudutları dışındaki şehirlere ulaşmamıştır. Durum ne olursa
olsun tarih kitaplarındaki bir kısım zayıf rivayetlere rağmen,
Araplarda doğru tarih yazıcılığı, ilk önce Meğâzî'nin yazılması
ile başlamıştır. Bazı rivayetlcrdeki zayıflığın sebebi ise,
bilindiği gibi hadis metinlerinin belirli sınırlar dahilinde
toplanamamış olmasıdır. Bunun sonucu olarak,
müslümanlardan belirli bir grubu, bir fırkayı, bir mezhebi, bir
kabileyi veya bir bölgeyi teyid için uydurulmuş hadislere kapı
açılmıştır.

İşte bu ilk tarih kitapları, Hz.Peygamber'in hayatını ve


gazvelerini ele alıp inceliyordu. Ayrıca bu kitaplarda;
müslümanların Habeşistan'a ve Medine'ye hicret haberleri ile
yine Rasulullah'ın gazveleri ve bu gazvelere katılanlarla ilgili
rivayetler de yer alıyordu,
Meğâzî konusunda en eski kitap yazanlardan birisi Urve
b. cz-Zubeyr(öl:92 h./7l() m.)'dir. Urvenin kitabının bazı
bölümleri; İbn İshak, el-Vakıdî ve et-Taberî'nin kitapları
vasıtasıyla bize ulaşmış bulumnaktadır. İkinci olarak; Meğâzî
konusunda bir mecmuavı kaleme alan ve en eskilerden biri

yalan söylemediğinin bılimnesi; rivayetinde ve şahitliğinde adalet üzere


olduğunun kabul ve teslim edilmesidir. et-Tecrihü; hadis veya fıkıh
imamlarmdan birinin, ravîler veya şahitlerden biri hakkında, rivayetine
güvenilmez, şahitliğine inanılmaz demeleridir. Bkz. Ebû Hâmid cl-
Gazalî, cl-Mustasrii min İlmi'l-livûl, Mı.sır baskısı, 1,100; ti, 102,103; İbn
llaeer el-Askalaııî, Nuhbctü'l-Fikcr tî Mustalahi Ehli'l-Escr, Mısır
1308 h.,s.3; İyad b. îyad, Kiıabu'l-İlma' ila Ma'ritc-ti UsûliV-Hivaycü
vc Takyiıli'«-Sema', s.3; İbnu's-Salah eş-Şehrezûrî, MukaıUiimctü
İbni's-salah, Haleb ba.skısı, 114-137; Dr.Esed Rü,stem, Mustalahu'r-
Tarih,s. 100-123; İbn Haldun'un MukaıUlirae' sindeki Tarih İlminde Ceıh
ve Ta'dîl bölümüne bakılabilir(I.kitap,35-38).

36
olduğu kaydedilenlerden biri de Eban b. Osman b. Affan(öl:
105 h./723 m.)'dır. Siyer yazanlarm en meşhurlanndan
Şurahbil b. Sa'd(öl: 123 h./740 m.)'ı, Abdullah b. Ebî Bekr b.
Hazm(öl:135 h./753 m.)'ı ve Asmı b. Ömer b. Katade(öl: 120
h./717 m.)'yı sayabiliriz, Bunlann hepsi Medine'dendir,
Meğâzî yazarları arasında birinci kuşaktan bir diğer
yazar da, Vehb b. Münebbıh(öl: 110 h,/728 m,)'dır. Yemenli
olan Vehb, İslam'dan önce buraya gelip yerleşen Fars asıllı
ailelerden birine mensuptur. O, Yemenli Kitap Ehlinden olan
Yahudi ve Hıristiyanların kitaplarındaki haberleri bilme
bakımından şöhret kazanmıştır. Vehb'ın eski kitabeleri çözmede
maharet sahibi olduğu anlaşılmaktadır. Mes'ûdî, Emevi halifesi
el-Velıd b. Abdilmelik'in 87 h./705 m. yılında Şam'da Ümeyye
Camiinin inşası sırasında, üzerinde Arapça olmayan bir kitabe
bulunan bir taş bulduğunu; bu taştaki yazının okunması için
Kitap Ehlinden bir topluluğa verdiğini, fakat onların
okuyamadığını, daha sonra Velid'in onu okumak üzere Vehb b.
Münebbih'e gönderdiğini anlatmaktadır.

es-Sa'lebî'nin "Arâisü'l-Mecalıs fî Kısası'l-Enbiya"


adlı kitabının kaynağı olarak .belirttiği "Kitabü'l-Mübtede' "
adlı eser de Vehb b. Münebbih'e nisbet edilmektedir. Bu kitabın
adı, yaratılışın başlangıcına işaret etmektedir. Ancak, kitap,
peygamberlere ait bir çok hikayeyi içinde bulundunnaktadır.
"Kitabü'l-Mülûki'l-Mütevveceti min Himyer ve Ahbaıihim
ve Gayri Zalik" adlı kitap da Vehb'e nisbet olunmaktadır.
Bu kitap Yemen'in mitolojik tarihidir.Vehb'in eserlerinin
tamamı bize ulaşmamıştır. Ancak, bu kitaplarm bazı
bölümlerinin, İbn Hişam'ın "Kitabu't-Tican" adlı eseri ile bize
ulaştığı anlaşılmaktadır.'^ Veh b. Münebbih'in Meğâzî
konusundaki kitabının bir parçası Almanya'da bulunmaktadır.
Bunun istinsah tarihi 228 h./842-3 m. olup, bu parçada büyük
Akabe bey'atı, Daru'n-Nedve'de Kureyş'in toplanması ve Hicret

'"'.Mcs'ûdî.Mürûcü'z-'Zeheb, Mısır 1346(el-Behi>7e Matbaası),n,152.


'5.Mes'ûdî,Mürûcü'z-'Zeheb, Mısır 1346(el-Behiyye Matbaası),ll,r52.
""..loseph llorovvitz,L'l-Meğazi'l-Ula vc Müellituha ,Ariipçııya Tiirciinıc:
I lii.scYİıı Nassiir.Kahire 1949.

37
yer almaktadır.''^
Meğâzî konusunda eser yazanların en meşhurlarından
biri de; Muhammed b. Müslim ez-Zührî(öl: 124 h./741 m.)'dir
Kendisi Kureyş kabilesinin Zühre kolundandır. Medine'de
okudu. Hicaz ve Şam arasında seyahat etti. Emevî Halifeleri ile
ilişkiler kurdu. Bilgisinin genişliği ile ün yaptı ve Medine'deki
hocalarının ilmini kendisinde topladı. Kuvvetli bir hafızaya
sahipti; tarihî haberleri toplamaya çok düşkündü. Onun bu
konuda şöyle söylediği rivayet olunur: "Bu ilmi hiç kimse
benim kadar yaymamıştır ve hiç kimse bu konuda benim kadar
çaba sarfetmemiştir" ez-Zührî, "kendi ilim meclisinde
bulunanların gencine, yaşlısına, olgun erkek ve kadına hatta;
gelin odasını hazırlayıp onunla meşgul olan kadınlara bile soru
sormaktan çekinmezdi".'^ ez-Zührî, o dönemde, olağan üstü bir
gayretle derlediği hadis ve haberlerin tedvinine yoğun bir çaba
harcamasıyla ün kazanmıştır. Konu, kendi isteği ile özel olarak
telif ettiği eserlerle sınırlı kalmayıp. Halife Ömer b. Abdilaziz'ın
ve Hişam b. Abdilmelik'in emirleriyle de onun, bir çok haber ve
hadisi derlediği anlaşılmaktadır. Öğrencilerinden birinin
rivayetine göre; Şam'daki Emevî kütüphanesinde ez-Zührî'nin
derlediği, ilmî konuları ihtiva eden ve pek çok ciltdeiı oluşan
yığınlarla kitap bulunmuştur.'^ Meseleye nereden bakılırsa
bakılsın, tarijı yazıcılığına ulaşma yolunda ez-Zührî taralından
yepyeni adımlar atıldığını görmekteyiz. Çünkü eski kaynaklar,
onun bir kısım kitaplar yazdığını, bu kitapların da, muhtelif
rivayetlerin ve hadislerin hepsini bir konuda bir araya getirmeyi
başardığını kaydetmektedirler. Yine eski kaynaklar onun, Halid
b. Abdillah el-Kasrı'nin^'' emriyle kuzeydeki Arap kabileleri

".Dr.Abdulaziz ed-Dûrî ve Prof.Naci Ma'rûr, Mûcezu Tarîhi'l-


Hadareti'l-Arabiyye, Bağdat 1952, s.260.
"'.Dr.Abdulaziz ed-Dûri ve ProfNaci Ma'rûf, Mûcezu Tarihi'l-
Hadareti'l-Arabiyye, Bağdat 1952, s.260.
'^.Bkz.îbn Sa'd, et-Tabakâtü'l-Kcbîr,(Avrupa baskısı),n,136.
20.Emevî Halifesi Hişam b. Abdilmelik, 105 h/723 m..'de Halid'ı Irak
valiliğine atadı. On beş yıl kadar bu görevde kalan Halid yine aynı Halife
tarafından görevden alındı. Bkz. Taberî, Tarih, VII, 254, Beyrut 1967.

38
hakkında bir kitap yazmaya başladığını ve Hz.Peygamber'in
sîresi hakkında da bir eser telif ettiğini rivayet ediyorlar. Bize
ulaşamayan bu eserin varlığını. "ez-Zühriyyât" adı verilen ve
sonraki yazarların rivayet ettikleri hadis mecmualarmda
görüyoruz. Ayrıca, siyer yazarlarının bu eserden naklettikleri
bir çok bölümleri de yine bu yazarların eserlerinde
görmekteyiz.2'
ez-Zührî'nin derlediği haberler ve hadisler, kendisinden
sonra gelen üç öğrencisinin Meğâzî konusunda yazdıkları
eserlerin esasını teşkil etmiştir.Öğrencilerinden biri, Ma'mer
b. Raşid el-Yemanî el-Basrî(150 h./767 m.)'dir. Bu zatın hadis
ve Meğâzî konusunda bıraktığı eseri, ceylan derisi üzerine
yazılmış olarak, hâlen İstanbul'da korunmaktadır.^^ Bu nüsha
363 h./973 m. yılında Tuleytula'da istinsah edilmiştir.^'' ez-
Zuhri'nin öğrencilerinin en meşhuru, şüphesiz Muhammed b.
İshak(151 h./768 m.)'tır. İbn İshak, İrak'a gidip Abbasî halifesi
el-Mansur ile görüşmüş ve Meğâzî konusunda bir kitap kaleme
almıştır. Bu kitabı tam olarak bize ulaşmamıştır. Ancak, İbn
Hişam, bazı değişiklikler ve kısaltmalar yaparak herkesçe
bilinen meşhur Sîre kitabında İbn İshak'ın söz konusu
kitabından nakillerde buluıunuştur. İbn İshak'ın Kitabü'l-
Meğâzî adlı eseri aslında; el-Mübtede' , ei-Meb'as ve el-
Meğâzî^^ olmak üzere üç bölümden ibarettir. Birinci kısımda.

(Mütercimler)
^'.Bkz.Abdulaziz ed-Dûrî, A Study on the Bcginning.s ofHitory Writing
in islam (in Bullentin of the School of African and Oriental Studies),
Şubat 1957.
^2.Dr. Salih Ahmed el-Alî, Muhaderât fi Tarîhi'I-Arab, Bağdat 1955, 1,
217-218.
^•'.Ma'mer b. Raşid'in eserleri ve hayatı hakkında daha geniş bilgi için bkz.
Rıza Savaş, Siyer ve Kaynakları, s.58-60.
^''.Dr.Abdulaziz ed-Dûri ve ProfNaci Ma'rûf, Mûcezu Tarîhi'l-
Hadareti'l-Arabiyye, Bağdat 1952, s. 261.
İbn İshak'ın eserinin bazı bölümleri M.Hamidullah tarafından Sîretu
İbn İshak adıyla Fas'da neşredildi. Aynı eserin ikinci baskısı Türkiye
(Konya 1981)'de yapıldı.(Mütercimler)

39
islam öncesi peygamberler tarihi yer almaktadır. İkinci kısımda
ise; Hz.Peygamber'in Mekke dönemi ele alınmıştır. Üçüncü
kısımda da; Peygamber efendimizin Medine devri yer almış
bulumnaktadır. İbn İshak'ın kitabını öğrencisi el-Bekkâî'den
rivayet eden İbn Hişam(218 h./833 m.), sîre kitabının
mukaddimesinde, İbn İshak'ın kitabında, kendisinin yaptığı
değişikliklere işaret etmektedir. Bu değişiklikler, Hz.Adem'den
Hz.İbraliim'e kadar olan dönemdeki ehl-i kitabın tarihinin
çıkarılması ile kendi kitabına aldığı bazı hikayelerin
kısaltılmasından ibarettir. Bununla beraber, İbn Hışam'ın
kitabına almadığı bu rivayetler Taberî'nin "Tarih" 'i ile
Ezrakî'nin "Ahbaru Mekke" si yoluyla bize ulaşmış
bulunmaktadır.^^
İbnu'n-Nedim "el-Fihrıst" adlı kitabında İbn İshak'ın
"Kitabü'l-Hulefâ" adını verdiği bir eserinden şpz etmektedir. Biz
bu kitabın muhtevası hakkında herhangi bir bilgiye sahip
değiliz. Bununla birlikte Taberî, Raşid Halifeler devri tarihinin
ravîleri arasında zikrettiği İbn İshak'ın bu kitabında, özellikle
gazveler konusunun ele alındığı ve muhtasar bir eser olduğu
kanaatini vermektedir. Meğâzî konusundaki telif hususunda İbn
tshak'ı takip edenlerin önde gelenlerinden biri Muhammed b.
Ömer el-Vakıdî(öl:207 h./823 m.)'dir. Kendisi Medıne'lidir.
Abbasî sarayı mensupları ile yakın ilişki kurmuş ve el-Me'mun
zamanında er-Rasafe'ye kadı tayin edilmiştir. el-Vakıdî, kendi
çağındaki yaygın bilgi kaynaklarını incelemeye koyulmuş ve
ulaşabildiği bütün yazma eserleri istinsah etmiştir. el-Vakidî'nin
iki kölesine istinsah ettirdiği kitapların 600 dolabı doldurduğu
ve ıkı bin dinarlık el yazması eser satın aldığı rivayet
edilmektedir. İbnu'n-Nedim "Fihrist" inde, Yakut "Mu'ccmu'l-
Udebâ" smda, el-Vakidî'nin Kur'an, hadis, fıkıh ve tarih
konularında bir çok kitabına işaret etmektedirler. Tarih
konusunda "et-Tarîhu'l-Kebîr" , "et-Tabakât" ve "es-Sîre"
adlı eserlerine ilaveten , "Ahbâru Mekke" , "Bey'atu's-

Dr.Zeki Muhammed Hasan, Dırâsât fi'1-Müvazene Beyne'1-Muerrihîn


fî Diyari'l-İslanı ve'l-Mucrrihîn el-Avrubiyyîn fi'l-Usûri'l-Vusta,
s.lO.

40
Sakîf, "Sîretu Ebî Bekr ve'r-Rıdde" 27 "YcMnu'l-CcmcI".
"Sıffin". "Futûhu'ş-Şam". Futûhu'l-Irak" \ e "Darbu'd-
Denanîr ve'd-Derahım" gibi konularda bu çok risalesinin
\arlığına işaret olunmaktadır. Bu kitaplardan, daha sonraki
devirlerde başkaları tarafindan telif edilen eserlerde parça bölük
\er alan bölümler dışında, hiç biri bize ulaşmamıştır, el-
Vakidî'nın eserlerinden bize ulaşan tek kitabı "Kitabu'l-
Meğâzî" sidir. Von Kremer. ilk üçte bir bölümünü, Şam'da
bulduğu tam olmayan el yazma nüshasından 1856 m. yılında
Kalküta da yayınlamıştır.^* Ancak, bu eserin tam bir nüshası
İngiltere müzesinde bulunmaktadır •^'^

el-Vakidî'nın Şia mezhebine ka\dığı kaydedilmekte ise de


onun bu konuda mutedil biri olduğu söylenebilir.
Muhammed b. Sa'd(öl;230 h./845 m.). el-Vakidî'mn
katibi olarak tanınan ve Meğâzî konusunda telif yapmış olan
talebelerinin en meşhurlarındandır. Kendisi Basra'da doğmuş,
önce Medine'\e daha sonra Bağdat'a gitmiş ve orada el-Vakıdî
ile tanışmıştır. "cl-Fihrıst' 'ın yazarı. İbn Sa'd'ın teliflerinden
"K iliibu Ahbari'n-Nebı" adlı eserinin dışında başka
eserlerinden de bahsetmektedir Bu ifadeden . İbn Sa'd'ın. önce
öğrencilerine anlattığı, sonra da kaleme aldığı, bize kadar
ulaştığı şekli\le, kendisinin tek "Sıre" kitabının bu olduğu
anlaşılmaktadır Öte yandan. "et-Tabakât" adlı esen. bilinen
şekli ile, ilk önce Hüseyin b Felım(289 h./902 m.), tarafından
bir ara\a getirilmiştir. İşte bu iki kitabı da; İbn Ma'ruf
(yaklaşık olarak 300 h./91? m yılında) bir araya getirmiştir

^'^ MhamiduDah bu eseri "Kitabu'r-Ridde ve Evâilu Futûhi'l-Accm


ve'l-Irak" adıyla Paris 198y'da yayınladı. Vakidî'nin diğer eserleri
hakkında daha geniş bilgi için bkz.Rıza Savaş, Siver ve Kaynaklan, s.
65-75, İzmir 1995.
2" Vakidî'nin "Kitabu'l-Meğazî" adlı eseri, Dr.Marsden Jones tarafından
Londra'da üç cilt olarak yayınlanmıştır. Bu eserin yazmaları ve diğeı
baskıları için bkz. Fuat Sezgin, Tarîhu't-Turasi'l-Arabî(Arapçaya
çevirenler: Dr. Mahmud Fehmi Hicazı - Dr Fehmi Ebulfadi), I, 471-472
(Mısır 1977) (Mütercimler)
Joseph Horovıiu, «l-Meğazi'l-Ula ve Mûellifûha . 119-120

41
Bu kitabm birinci kısmmı, Sîretu'n-Nebi; diğer bölümünü ise,
sahabe ve tabiûnun hayat hikayeleri teşkil etmektedir.^"^
Burada İbn Sa'd'm Sire kitabınm bazı konularında, İbn
İshak'tan daha geniş bilgiler verdiği görülmektedir. Nitekim İbn
Sa'd'ın Tabakât'ındaki "Ahbâru'n-Nebi" bölümü,
Hz.Peygamber'in mektupları ile elçilerine dair daha fazla
bilgiler verdiği gibi, "Alâmâtü'n-Nübüvve" ve "Sıfatu Ahlaki
Rasulillah"la ilgili iki yeni konuyu ele alıyor. Bu iki konu, daha
sonraları kaleme alınmış olan "Delâil" ve "Şemail" e dair
eserlerin esaslarını teşkil etmiştir. İbn Sa'd, orjinal vesikaların
bir çoğunun tam metnini venne gibi bir özelliğe sahiptir.
Şüphesiz ki; Hz.Peygamber'in, sahabenin ve tabiûnun
biyografileri ile ilgili tarih ansiklopedisi diyebileceğimiz böyle
bir eserin yazılmış olması,hikayeciler ve ravîler arasında bilmen
şekliyle hadis ilmi ile tarihî rivayetleri birbirine bağlama
hususunda yeni bir halka oluşturmaktadır. İbn Sa'd'm "et-
Tabakâtü'l-Kübrâ" adh eseri, 1904-1928 yıllarında müsteşrik
Edward Shav tarafından Leyden'de yayınlanmıştır.^'

Abbasîler döneminde tarih yazıcılığının başlangıcına en


büyük hazırlığı yapanların, siyer yazarları, tabakât kitapları
müellifleri ile futühât ve Meğâzî tarihçilerinin çalışmaları
olduğunu görmekteyiz. Zira, tarihçiler, genel tarih ile ülkelerin
ve milletlerin tarihlerini, bu çağda yazmaya başlamışlardır. Bu
konuda tarihçiler farsça genel tarih kitaplarındaki metodlardan
etkilenmişlerdir. Bu kitaplardan, Acem meliklerinin tarihlerini
anlatan kitap gibi bazılarını İbn Mukaffa(öl:140 h./757 m.)
arapçaya çevirmiştir.
Genel tarih yazarlarının en eskilerinden biri de 276
h./889 m. yılında Bağdat'ta vefat eden İbn Kuteybe ed-
Dîneverî'dir. İbn Kuteybe, Kufe'de doğduğu ve oralı olduğu
halde, Dîneverî olarak isim yapmıştır. Bunun sebebi; Acem

-^'^.Joseph Horowitz, el-Meğazi'l-Ula ve Müellifûha , 127.


^'.Prof.Gibb'in İslam Dünyasmda Tarih ilminin başlangıcı hakkında
kaleme aldığı makalenin birinci kısmına(Dairetü'l-Maarir i'l-tsiamiyye'nin
Tarih Maddesi) bakınız.

42
Irak'ındaki Dînever şehrinde kaddık yapmış olmasıdır. İbn
Kuteybe, sadece tarihçi değil, aynı zamanda o, dil, gramer, dinî
iHmler ve edebiyat tarihçiliği alanlarında da geniş bilgiye
sahipti. Onun kitaplarından tarihe dair olanı "Kitabu'i-
Maarif' idir. Bu eser, yaratılış, peygamberler, cahiliye devri
arapları, Hz.Peygamber'in sîresi, futühât, Meğâzî, sahâbîler,
tabiûn ile Arap ve Acemlere dair rivayetler hakkında genel bir
özettir. Bu kitap Mısır ve Avrupa'da basılmıştır.
İbn Kuteybe'nin eserlerinden biri de "el-İmame ve's-
Siyase" dir. Bu kitabın konusu Hilafet ile el-Emîn ve el-
Me'mûn dönemine kadar hilafetin tarihi, şartları ve gelişimidir.
İbn Kuteybe'nin "Uyûnü'l-Ahbâr" adlı eserine gelince; bu
kitap, bir çok bölümü içine almaktadır. Bu eserde; saltanat,
harp, ilim ve ravîler ile ilgili bigilerden bahseden bölümler gibi
bizi yakından ilgilendiren konular bulunmaktadır. Uyûnü'l-
Ahbâr, Darü'l-Kütüb yayınevi tarafından yaymlanmıştır.
Ayrıca bu kitabın bazı bölümleri Prof Cari Brockelmann
denetiminde Almanya'da basılmıştır.
el-Ya'kûbî adıyla tanınan Ahmed b. Ebî Ya'kub b. Vazıh
da İbn Kuteybe'nin çağdaşlarmdandır. Dedesi Halife el-
Mansur(136 h./754 m.- 158 h./775 m.)'un mevâlisındendi. el-
Ya'kûbî, seyyah, müverrih ve coğrafyacı idi, HZ.Ali yanlılanna
temayülü ile tanındı, İslam ülkelerinin her tarafını dolaştı ve
yaklaşık 284 h./897 m. yılında vefat etti. el-Ya'kûbî, coğrafya
alanında "Kitabu'l-Büldan" isimli bir eser yazdı. Onun bu
kitabı, konusu itibari ile günümüze ulaşan kitaplar arasında en
eskisidir. Bu eser, Leiden'de Coğrafya yayınevi tarafından
bastırılmıştır. Daha sonra. Prof Jaston Wiet tarafindan bir çok
yorumlarla fransızcaya çevrilmiştir. Onun tarih konusundaki
eseri is^ "Tarihu'l-Ya'kubî" olarak bilinmektedir. Bu da,
ProfHoutsama tarafindan Leiden'de iki cilt halinde
bastırılmıştır. Birinci cildi, eski genel tarihi, ikincisi ise, 259
h./872-3 m. yılına yani Halife el-Mu'temid devrine kadar gelen
halifeleri sırasıyla ele alan İslam Tarihini ihtiva etmektedir.
Ayrıca el-Ya'kûbî'nin tarihi İrak'ta Necefu'l-Eşref matbaasında
basılmış bulunmaktadır.

43
Diğer bir tarihçi de Dinever halkından biri olarak tanınan
Ebû' Hanife ed-Dîneverî(öl:282 h./895 m. veya 290 h./903
m.)'dir. Ebû Hanife ed-Dîneverî,dil, botanik, geometri ve
matematik alanlarında alimdi. O, bilgilerini Basralı ve
Kufeli'lerden aldı. Bize onun eserlerinden "el-Ahbâru't-Tıvâl"
adlı kitabı ulaşmıştır. Bu eser, el-Ya'kubî'nin Tarihine
benzemektedir. Hz.Adem'den başlayıp Yezdücerd'in
hakimiyetinin sonuna kadar olan hâdiseleri ele almaktadır.
Zamanına kadar gelmiş geçmiş Kahtan meliklerini, Rum
krallarını ve Türk hakanlarını anlatmaktadır. Daha sonra.
İmamların ve Halifelerin; Halife Mu'tasım ile Bâbek isyanına
kadar olan geçmiş olayları ve savaşlarını ele almaktadır. Bu
eserde ayrıca, eski genel tarihle ilgili konular el-Ya'kûbî'nin
Tarihinden daha kısa, Emevilerle ilgili konular ise daha geniş
olarak ele alınmıştır. Ebû Hanife'nin el-Ahbâru't-Tıvâl 'ı
Leiden'de iki cilt olarak, Mısır'da ise bir cilt halinde basılmıştır
Müslüman tarihçilerin en meşhurları, hiç şüphe yok ki,
et-Taberî ile el-Mes'ûdî'dir. Ebu Cafer Muhammed b. Cerîr et-
Taberî(öl:310 h./922 m.), Hazar denizinin güney kıyısında
bulunan Taberistan'da doğmuştur. Mısır, Şam ve Irak'a
seyehatlerde bulunmuş, Bağdat'ta ilim tahsil etmiş ve orada
vefat etmiştir. et-Taberî'nin ünü, Kur'an Tefsiri ve "Tarîhu'r-
Rüsül ve'l-Mülûk" adlı kitabı ile yayılmıştır. Kendisinden
sonra gelen Miskeveyh, lbmı'1-Esir, İbn Haldun, Ebu'l-Fida ve
ez-Zehebî gibi tarihçiler Taberî Tarihini kaynak olarak
kullanmışlardır.et-Taberî, devamlı çalışması ile meşhuı
olmuştur. Hatta, kendisinin kırk yıl boyunca, her gün kırk sayfa
yazmaya özen gösterdiği rivayet olumnaktadır. et-Taberî'nin
"Ahbâru'r-Rüsül ve'l-Mülûk" adlı eseri, arapça yazılmış
şümullü tarih kitaplarının ilkidir. et-Taberî, tarihinde,
yaratılışla başlayıp h.302 yılına kadar meydana gelen olayları
ele almaktadır. Onun, bu kitabını hicrî yılları esas alarak
düzenlediği bilinmektedir. et-Jabeıî, tarihî olayları kaydederken
rivayet zincirindeki isnadı esas almış ve rivayetleri senediyle
vermiştir et-Taberî'nin tefsir ve tarih alanındaki kitaplarının
her birinin otuz bin varak olduğu belirtilmektedir. Öğrencileri
kendisinden kitabını özetlemesini istemişler, o da, şimdikine

44
göre hacmi on kat daha fazla olduğu halde, ehmizdeki hacmi ile
özetlemiştir. Durum ne olursa olsun, et-Taberî, telifatı
hususunda, zamanındaki mevcut kaynaklan, hocalarından
topladığı hadislerle rivayetleri \ e muhtelif seyahatlerde elde
ettiği bilgileri kaynak olarak kullanmıştır. et-Taberî'nin kitabı
Avrupa ile \fisirda basılmıştır.
et-Taberî Tarihinde, hadis vc tarih ilimleri arasındaki sıkı
münasebet açıkça görülür. et-Taberî'nin önce muhaddis. sonra
tarihçi olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda Taberî Tarihi, onun
Kur'an-ı Kerimi tefsirine dair olan büyük kitabını da
tamamlayıcı mahiyettedir
Taberî Tarihi'nin son cildinde muhteva yönüyle bir
zayıflık göze çarpmaktadır. Zira, idarî müesseselerin karmaşık
bir hal almasından, bürokratlar, saray adanılan ve yöneticilerle
doğıudan münasebet kurabilenlerin, bir çok haberin cn sağlam
kaynağı haline gelişlerinden sonra, İslam Tanhi yazmak için
muhaddis üslûbunun artık tek başına yeterli olmayacağı hususu
ortaya çıkmıştır.^^
el-Mes'ûdî'ye gelince; o, Abdullah b. Mes'ud'un
soyundan olup, Bağdat'ta yetişti ve 346 h./957 m. yılında
Fustat'ta vefat etti. el-Mes'ûdî, olayları hicrî yıllara göre
düzenleme yerine; tarihî konuları milletler, yöneticiler ve
hanedanlar şeklinde konu başlıkları halinde düzenlemek
suretiyle, tarih yazıcılığında yeni bir çığır açınıştıi. Özellikli.;
İbn Haldun gibi tarilıçiicr. onu bu yolda takıp etmişlerdir el-
.Mes'ûdî, Mutezile mezhebine mensup olup, ilim tahsil etaıek
için düJaştı ve bu vesile ile İslam dünyasının bir çok bölgesini
gördü. Hayatının önemli bir bölümünü, "Mürûcü'z-Zeheb ve
Mcadinü'l-Cevher" adlı kıtabınr"yazuıği Suriye ilo M'Sir'da
geçirdi. Bu kitap, tarihî ve coğrafî açıdan fcüyi'k hır değer
î-aşımaktadır. Müellif bu eserinde müslüman tarihçilerin
alışageidiklcri konuları incelemekle yetinmeyerek, Hindistan,

Dr.Zeki Muhiinımed Hiisun, Dırâsât tî'l-Miiva/ene Beyne'l-Muerrihîn


tî Diyari'l-İslam ve'l-Muerrihîn el-Avrubiyyîn fı'l-Usûri'l-Vusta,
.s. 11. "

45
iran. Roma ve Yalıudi tarihlerine de yöneldi. Bu hususta çok
hoş şeyler ortaya koydu. Bu sebeple tarih yazarları, el-
Mes'ûdî'ye Arab'ın Heredot'u unvanını verdiler. el-Mes'ûdî.
"et-Tenbîh ve'l-İşraf adıyla bir başka kitap yazmıştır. el-
Mes'ûdî, bu eserinde, tarih felsefesi, kainat, filozofların tekamül
nazariyesi hakkındaki görüşleri ile hayvan, bitki ve madenler
arasındaki ilişkilerle ilgili görüşlerini özlü bir şekilde ortaya
koymuştur. Ayrıca bu e-^ -rinde, yazar, eski çağ tarihi ile
müslümanların tarihine dair konuları yazmış olup, aynı
zamanda, o, coğrafya ile çok yakından ilgilenmiş ve değişik
beldelerin coğrafyası hakkında bilgiler vermiştir.
Müslüman tarihçilerin bir diğeri de; 421 h./1030 m.
tarihinde vefat etmiş olan Miskeveyh'dir.^^ O, Ebu'l-Fadi b. el-
Amîd'in kütüphanesinin Emîn'i idi. Daha sonra da ,
Adududdevle b. Büveyh'in hizmetine girmiştir. Miskeveyh,
pehlevıce ve arapçada ileri derecede bilgi sahibi idi. Onun
"Tecâribü'l-Umem" adlı kitabı, pek çok zaman, güvenilen bir
kaynak olarak görülmüştür(Bu eserin beşinci ve altıncı cihleri
Amedroz tarafından neşredilmiş olup Margoliouth tarafından
da Oxford'ta 1921 yılında İngilizceye çevrilmiştir. Bunun
birinci kısmı Leiden'de yayınlanmıştır). Zira, Miskeveyh,
kendisinden önceki olayları anlatırken çoğunlukla Taberî'den
yararlanmıştır. Bundan sonra da, çağındaki büyük şahsiyetlerle
ilişki kurmuş olup, hâdiselerin gerçek kahramanlarından bilgi
edimne imkanını elde etmiştir. Bunun da ötesinde, Miskeveyh,
sadece bir yazar ve tarihçi değil, aynı zamanda; o bir filozof ve
tabipdi, savaş ve siyaset ilimlerinde de bir uzmandı. Bu da
onun vardığı kanaatİerinin gerçeğe uygun olmasına da imkân
veriyordu, Aynı zamanda o, hükümlerinde de isabetli idi.

Diğer yandan Adududdevlc( 367 h.-372 h./977 m.-983


m.)'nin ahlakî özelliklerinden, onun son derece müsamahakar
oluşunun Miskeveyh'in üzerinde çok olumlu bir etki bırakmış

•'•'.Miskeveyh'in asıl adı, Ahmed b. Muhammed b. Yakub'dur. Bk/,.


Hayruddin ez-Ziriklî, el-A'lam, 1,204, Beyrut 1969.(Mütercimler)

46
olması Miskevejh'm bir özelliği olarak ortaya çıkmaktadır.
Buna uygun olarak, Miskeveyh yazdıklarında Seyfii'd-Devle'nin
aczini ortaya koymuş olup onun Bizanslılar karşısında bazen
yenilmiş olduğunu hiç gizlemcmiştir. Halbuki Scyfu'd-Devlc,
Bizanslılara karşı yaptığı savaşlarla ilgili destanlarda, dilden
dile dolaşan büyük bir dinî kahraman olarak bilinirdi.

47
DÖRDÜNCÜ BOLUM

Müslümanlara Göre Coğrafya ve Onun Tarihle


İrtibatı

Tarih yazıcıhğı ile başlangıçtan itibaren müslümanlarca


"Takvîmü'l-Büldan" yani coğrafya ilmi arasında yakın bir bağ
kurulmuştur. Zira, müslümanlar, eski Yunan medeniyetinden
etkilenmelerinden önce, yaşadıkları şehirlerle ülkelerin coğrafî
özelliklerini vasfederek ; yollannı, sokaklarını, gelirlerini ve
iklim şartlarını detaylı bir şekilde kaydetmişlerdir. Belki de
bunun en önemli sebeplerinden birisi; müslümanların, Hulefa-ı
Raşidîn ve Emeviler devrinde fethedilen toprakların tanınması
ve bu topraklarla ilgili cizye ve haraç vergilerinin düzenlenmesi
için coğrafya ilminden faydalanmayı düşünmüş olmalarıdır.
Bunun yanında müslümanların, ilim tahsil etmek, hadis
derlemek, bedevilerden Arapçanın tabir ve ıstılahları ile
edebiyatına dair bilgiler toplamak veya halife yahut emir
tarafından verilen dinî ya da idarî görevleri joirütmek için İslam
ülkesinin değişik yörelerine gitmek zorunda kalmış olmaları da
coğrafya ilmine önem vermelerini gerektirmiştir. Keza,
müslümanlar, hac farizasını ifâ etmek üzere Mekke'ye giden
yolları bilmek ihtiyacı ile de ülkeler coğrafyasına özellikle ilgi
duymuşlardır. Buna Arapların ticarete olan bağlılıklarını da
ekleyebiliriz. Zira, Arapların eski çağlardan beri Doğu ile Batı
arasında geniş bir ticarî alana sahip olduklarını biliyoruz.
Özellikle Yemen, ticaret alanında büyük bir üne sahiptir. Hicaz
lıalkı da Arapların en ünlü tüccarlarından sayılmaktadır.

Araplar, eski Yunan coğrafyasını kendi dillerine


aktarmaya başladıklarında rehber olarak Batlamyus'un
coğrafyasını esas almışlardır. Ancak, Araplar, coğrafya ilminin
eski Yunan'dan nakli ile yetinmediler. Bu alanda ilerlemeye
çalışarak muhtelif bölgelerde dolaşıp Yunanlıların bir çok
hatasını düzeltmeye çalıştılar.
Müslümanların coğrafya alanında telif ettikleri kitaplar,
Asya'nın ortalarından Endülüs'e kadar mevcut müslüman
şehirleri hakkında bir çok bilgiler ihtiva etmekteydi. Müslüman
coğrafyacılar, müslüman topraklarını, sıcak ve soğuk bölgeler
arasında 3'er alan mutedil topraklar olarak kabul ediyorlardı.
Böyle bir bölgenin insanlar için en uygun bölge olduğu göz
önüne alındığında, müslümanların sahip oldukları toprakların
medeniyet açısından dünya bölgelerinin medenî gelişmeye en
müsait bölgesi olarak kabul edilmekte idi. Batlamyus'un
coğrafyası 246 h. / 860 m. yılından önce Yakub b. İshak
tarafından Arapçaya tercüme edilmiştir. Yakub'un Kinde
krallarının soyundan geldiği söylenir. Dedesi önce Basra'ya
yerleşmiş, sonra da Bağdat'a geçmiştir. Yakub cl-Kindi, tıp,
felsefe, mantık, matematik ve nücûm ilmi alanlarında bilgi
sahibi idi. Ayrıca, Batlamyus'un coğrafyası. Sabit b. Kurra(öl:
288 h./901 m.) tarafından da Arapçaya tercüme edilmiştir.
Sabit, Harran sabiîlerindendi. O, Bağdat'a giderek, orada
Halife Mu'tezid ile görüştü. Halife onu müneccimleri arasına
aldı. Sabit, tıp ve felsefe alanında geniş bir bilgiye sahipti.
Muham.med b. Musa el-Harizmî'-, Batlamyus'u örnek
alarak "Sûretü'l-Arz" veya "Afrikanın Resmi" " adıyla bir
kitap hazırlamıştır(Yayınlayan: Hans V. Mzik, Wien,1916).
Hicrî üçüncü(nıi!adî dokuzuncu) asırda yazılan bu kitap, daha
sonra coğrafya alanında telif olunan kitaplara esas olmuştur.
Bu kitapta Halife el-Me'mun'un emriyle, el-Harizmî ile altmış
dokuz alimin birlikte çizdikleri bir harita vardı. Bu haritaya baş

.(Ha-Vav-Elif-Ra-Zay-Mim-Ya)Bu kelimenin ilk harfi damme ile fethe


arası bir sesle okunur, vavdan sonraki elif de okıman bir elif
değildir.Bkz. Yakut el-Hamevî, Mu'cctnü'l-Büldan, ll,,195.(Miitercimler)

^- Yazarın, "Vasfu Ifrıkiyye" adlı bir kitabı vc yine "Suretü'l-Arz


Mine'l-Müdün ve'l-Cibal" ismli ayrı bir eseri olduğu kaydedilmektedir.
Bk7,.Hayruddin ez-Ziriklî, el-A'lam, V1J,337, Beyrut 1969.(Mütercimler)

50
vuranlar arasmda ei-Mes'ûdî(dördüncü hicrî/ onuncu miladî
asır) de bulunuyordu.
Hindistan ile Çin'i bir kaç defa gezen müslümanlardan
biri de Arap Seyj'ah Süleyman et-Tacir'dir. Yaklaşık 237
h./8.5I m. yılında Hidistan'a ve Çin'e yaptığı seyahatleri bu
konuyla ilgili olarak yazdığı bir kitapta anlatmıştır. Bu
Seyahatnameye Sîraflı Ebû Zeyd Hasan tarafından hicrî
dördüncü(miladî onuncu) asırda bir zeyl kaleme alınmıştır. Ebû
Zeyd Hasan, bu Zeyilde Çin denizinde yolculuk yapan
seyyahlar ile tacirlerden duyduklarını anlatmıştır. "Rihletü
Süleyman et-Tacir" veya "Silsiletü't-Tevârîh" adıyla bu
kitap, 1811 m. yılında müsteşrik Langles tarafindan
neşredilmiştir. Daha sonra da müsteşrik Reinaud 1845 m.
yılında fransızca tercümesi ile birlikte yeniden yayınlamıştır.
Müsteşrik Ferrand, uzak doğu ile ilgili, Arapça, Farsça ve
Türkçe coğrafya ile ilgili metinleri ve seyahatnameleri toplu
halde 1922 m. yılında fransızcaya tercüme etmiştir.^<^
Süleyman et-Tacir'in bu seyahatnamesi, liicrî
üçüncü/miladî dokuzuncu asırda Hint Okyanusu ve Çin
denizinde yapılan deniz yolculukları açısından İslam Tarihinin
en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Zira, bu
seyahatname, orta çağda, yakın doğu ile uzak doğu arasındaki
münasebetler ve ticarî hareketler hakkında önemli bir kaynaktır
Meşhur seyyahlardan biri de İbn Fazlan'dır. İbn Fazlan,
Tolunoğullarını yenerek, Mısır'ı tekrar 292 h./905 m. yılında
Abbasî devletinin hakimiyetine almış olan Kumandan
Muhammed b. Süleyman'ın kölesidir. Abbasî halifesi el-
Muktedir Billah 309 h./921 m. yılında İbn Fazlan'ı Volga
bölgesindeki Bulgarlar'a gönderdi. Bu bölgenin meliki
müslüman olmuş, Abbasî halifesine bir mektup yazarak;
kendilerine İslamiyeti anlatacak, İslam aiıkamına dair bilgiler
verecek ve orada kendilerine bir mescid yaparak ülkesinin dört
bir yanında İslam'ı yaymak için bir minber dikilmesini

Dr Zeki Muhaıımied tlasan, cr-Rahhaletü'l-Mü.flimûn rı'l-Usûri'l-


Vusta, Kahire, 1945 ,s.23.

51
istemiştir. Ayrıca, kendisini rakip hükümdarlara kaişi
koruyacak bir kalenin yapılmasını da Halife'den talep etmiştir.
Bilindiği gibi Bulgar Türkleri orta çağın başlarmda iki
ayrı devlet kurmuşlardır. Bunlardan ilki, orta Volga havzasında
(Arap kaynaklarının verdiği adla İtil nehri havzasında)
kurulmuş olan ve İbn Fazlan'ın ziyaret ettiği İslamiyetin
yayılmış olduğu Bulgar 'devletidir. Diğeri ise Tuna nehri
havzasında kunilan Bulgar devletidir.
Bulgar kelimesi hem halk, hem ülke, hem de Volga
nehrinin doğusuna düşen yerleşim bölgesi için
kullanimaktaydı. Bu yerleşim bölgesinin bazı kalıntıları
şimdiki Kazan şehri yakınlarında ve Volga nehrinin sol kıyısına
altı kilometre mesafede bulunmaktadır.
İbn Fazlan, Abbasî halifesinin İdil-Volga Türklenne
gönderdiği heyetin dinî konularda uzman oları bir üyesiydi. Bu
heyetin başında, siyasî ve askerî konuları görüşecek olan
halifenin temsilcisi olarak bulunuyordu. İbn Fazlan, bu
seyahati, kendi adıyla tanınan bir kitapta anlatmıştır. İbn
Fazlan, bu seyahatnamesinde gezip gördüğü yerleri inceden
inceye anlatmış, İdil-Volga Türklerinin medeniyetlerinden, örf
ve adetleri ile ticarî hayatlarından açık açık bahsetmiştir.
Bu seyahatname, ilk defa Alman müsteşrik Frahen'in
yardımıyla "Risaletü İbn Fazlan fı'r-Rûs" adıyla 1823 yılında
Saınt Petersburg'da Almanca tercümesiyle birlikte basılmıştır.
Frahen, bu seyahatnameye Arap kaynaklarında bulduğu eski
Rus kabilelerine dair bilgileri de eklemiştir. Ayrıca, Rus
Müsteşrik Barthold da İslam Ansiklopedisuıde yazdığı
"Bulgar" maddesinde de bu seyahatnameden balısetmiştir.
el-îstahrî ve el-Mes'ûdî gibi müslüman tarihçi ve
coğrafyacılar, hicrî dördüncü(miladî onuncu) yüzyıldan
itibaren, İbn Fazlan'ın Seyahatnamesinden nakiller yapmaya
başlamışlardır. Dalıa sonra Yaioıt el-Hamevî, İtil, Başkırd,
Bulgar, Hazar ve Harizm maddelerini yazarken, söz konusu

52
eserden önemli bölümler iktibas etmiştir."
Yaklaşık 300 h./912 m. yılında ölen Horasanlı İbn
Hurdazbeh müslüman coğrafyacılardandır. Eserlerinden bize
"K itabü'l-Mesalik ve'l-Memaİik" adlı kitabı ulaşabilmiştir.
Bu kitabın yazarının, İran'ın Cibal (Mîdyâ) bölgesinde posta
işlerinden sorumlu bir görevde bulumuş olması eserin değerini
artırmaktadır. Kitap ülkenin haraç geliri, yollan, bu yollar
arasındaki mesafeler ve benzeri konular hakkında istatistik! ve
aynntılı bilgiler ihtiva etmektedir. Bu kitap, Leiden'de coğrafya
koleksiyonu arasmda müsteşrik De Goeje tarafından
yayınlanmı.ştır. Söz konusu eserin, hicrî üçüncü (miladî
dokuzuncu) asırda kaleme alındığı anlaşılmaktadır. Daha
sonraki devirlerde, İbn el-Fakih, İbn Havkal ve el-Makdisî'nin
bu eserdeki topoğrafık bilgilerden faydalandıkları açıkça
görülmektedir.

Ünlü müslüman coğrafyacılardan biri de, aynı zamanda


alevî olan İbn Vazıh el-Ya'kûbî'dir. Hicrî üçüncü asrın sonunda
(miladî dokuzuncu asır) telif ettiği tarUı kitabından daha önce
bahsetmiştik. Ayrıca "Kitabü'l-Büldan" adlı telif eseri de,
coğrafya yayınevince Leiden'de yayınlanmış ve daha sonra da
ProfWiet tarafından fransızcaya çevrilmiştir. el-Ya'kûbî'nin
yaptığı yolculuklar, Horasan'da TahiroğuUan devletinde ve
Mısır'da Tolunoğulları devletinde'*' üstlendiği vazifeler ile diğer
kaynaklardan derlediği ıstatistikî bilgiler bakımından, bu kitap
ayrı bir değer taşımaktadır. Bütün bunların ötesinde el-Ya'kûbî,
kendinden önceki bilginlerin bir çoğunun da yaptıkları gibi
naklettiği bilgileri herhangi bir incelemeye tabi tutmadan
aktarma yoluna gitmemiş, aksine bu bilgileri aklın ve mantığın
süzgecinden geçirmeye özen göstermiştir. el-Ya'kûbî'nin bu
kitabı, ayrıca, Bağdat ile Samarra şehirlerinin çeşitli
özelliklerini anlatması ile de dikkat çelonektedir.
Kudame b. Cafer(öl:310 h./922 m. veya 320 h./932 m.)

" . D r Zeki Mulıaımned Hasan, er-Rahhaletü'l-Müslimûn fı'l-Usûri'l-


Vusta, Kahire, 1945 ,s.26-31.
" ..Zeki M. Hassan, Les Tulunides, Paris 1933, s.271-272.

53
"Kitabü'l-Harac ve Sanaatü'l-Kitabeh" adlı eserini telif
etmiştir. Bu kitapta müellif, İslam Dünyasının bölgelerini ve
vergi toplama usûlü ile posta yollannı aiılatmıştır. Bu kitabın
bir bölümü fransızca tercümesi ile birlikte 1889 yılında
Ldden'de Coğrafya Yayınevi'nin kitapları arasında (altıncı
seride) yayınlanmıştır. Diğer yandan Corci Zeydan;
Kudame'nin kitabının muhtevasının bir çok bölümünü; haraç,
mesalik ve memalik konularında yazılmış diğer kaynakların
muhtevalarından büyük bir kısmmı "Tarîhu't-Temeddüni'l-
İslamî" adlı eserine alarak neşretmiştir.
Bu arada İbn Fakih el-Hemezam(öl: hicrî 3.asrın sonlan/
miladî 10. asrın başlan)'den de söz etmek gerekir. Onun
eserlerinden bize "Muhtasaru Kitabi'l-Buldan" adlı eseri
ulaşmıştır. Bu kitap, arapça ve latince açıklamalarla Prof De
Goeje denetiminde 1885 yılında Coğrafya Yayınevinin
Kitapları arasında (beşinci seride) Leiden'de basılmıştır. İbnu'l-
Fakih bu kitabmı yaklaşık 279 h. yılında telif etmiştir. O, bu
eserinde Çin ve Hindistan kara ve denizlerini, araplann
yaşadıkları bölgelerle diğer ülkeleri ele almıştır. Ayrıca, Basra
ve Kufe'nin özelliklerine de geniş yer vermiştir. el-Makdisî ve
Yakut kitaplarında, el-Hemezanî'nin bu eserinden çokça söz
etmişlerdir.

İbn Rusteh, yaklaşık olarak 290 h./903 m. yılında


İsfahan'da; aslı bir kaç ciltten ibaret coğrafya alanında büyük
bir sözlük olan "el-A'laku'n-Nefîse" adlı eserim yazmıştır. Bu
ciltlerden biri. Coğrafya Yayınevi'nin yayınladığı kitapların
yedinci cildi içinde el-Ya'kûbî'nin Kitabü'l-Büldan 'ı ile biriıkte
1891-1892 yıllarında Leiden'de yaymlandı. el-A'laku'n-Nefîse
kitabının konusu; göklerdeki gariplikleri, yerin merkezi, hacmi
ve yer yüzündeki bölgelerin özellikleridir.
Özellikle, coğrafya konularında yazanlardan biri de; el-
Hemdanî diye bilinen, İbnü'l-Haik(öl: 334 h./945 m.)'dir
Kendisi Yemenli Hemdan kabilesine mensuptur. Eserlerinden
bize, "Sıfatu Cezîreti'l-Arab" adlı kitabı ulaşmıştır. Bu kitap,
Arap ülkelerinin özelliklerinden, dağlarından, yerleşim
merkezlerinden, şehirlerinden, dillerinden, arkeolojik

54
eserlerinden ve madenlerinden bahsetmektedir. Bu eser,
müsteşrik Muller tarafmdan Leiden'de bastırılmıştır, el-
Hemdanî'nin "el-İklîl" adlı bir kitabı daha vardır. O, bu
kitabında Himyerî'lerin soylarından, krallarından ve Yemen'in
diğer özelliklerinden söz etmektedir. Bunun bir cildi günümüze
ulaşmış ve bu cilt de yine müsteşrik Muller tarafmdan 1879'da
Leibnic'de yayınlanmıştır.
Coğrafya alanında, hicrî dördüncü asrın ikinci
yarısında(miladî 10.asır), müslüman bilginler arasında temayüz
edenlerden biri de, Kudüs'de doğmuş olan Şemsüddin Ebû
Abdillah el-Makdisî'dir. el-Makdisî, doğuda Sind ve Hind,
batıda Endülüs olmak üzere İslam memleketlerinin bir çok
bölgesini gezmiştir. O, "Ahsenü't-Tekasîm fî Ma'rifetı'l-
Ekalîm" adlı kitabında İslam ülkelerinin, beldelerini, kara ve
denizlerini anlatmış ve bu kitabını alimlere, devlet başkanlarına
ve bütün yolculara ısrarla tavsiye etmiştir. el-Makdisî, bu
kitabını tanıtırken; kitabında çizdiği haritada, bölgeleri, bu
bölgelerin sınıriarını ve sınır hatlarını açıkladığını; ana yolları
kırmızı renkle, altın rengi kumsalları sarı renkle, tuzlu denizleri
yeşil renkle, nehirleri mavi renkle, sarp dağları da koyu krem
renginde boyalarla boyadığını ifade etmektedir.

"Ahsenü't-Tekasîm fî Ma'rifeti'l-Ekalîm" adlı bu eser,


.Arap Coğrafyası Kitapları serisi içinde. Prof De Goeje
tarafından, bazı yorum ve Latince tercümesiyle birlikte,
yayınlanan eserlerin ikinci kısmında Leiden'de 1877 yılında
basılmıştır. Aynı kitap. Prof Dozy ve Prof De Goeje'nin
çabalarıyla açkIama ve bazı yorumlarıyla fransızca olarak
1906 yılında Leiden'de ikinci defa basılmış buluıunaktadır.
Daha sonra aynı eser, Kalküta'da Hindistan Yayınevi
tarafından birinci ciiz içinde ingilizce tercümesiyle birlikte
yaymlamnıştır.
el-Makdisî, kitabının özelliklerini anlatırken aşırılığa
kaçmakla birlikte hayatında karşılaştığı olayları da uzun
uzadıya anlatmaktadır. Eserini telif sırasmda karşılaştığı
güçlükleri de şöylece anlatmaktadır: "Bu kitapdakı bilgileri
derleyip, meydana getirmek; ancak, ülkeleri dolaşarak, İslam

55
ülkelerine giderek, bilginlerle görüşerek, hükümdarlara hizmet
ederek, kadılarla bir mecliste bulunarak, fukahadan ders alarak,
ediplerle, kurralarla, hadis müstensihleriyle bir arada
bulunarak, zahid ve mutasavvıflarla düşüp kalkarak, vaiz ve
hikayecilerin meclislerine devam ederek, her gittiği yerde de
ticareti elden bırakmayarak, herkesle sohbet ederek,
karşılaştığım olayların sebeplerini anlayıncaya kadar
kavramaya çalışarak, elde:, gelen gayreti göstermekle mümkün
oldu. Bununla beraber, eyaletlerin yüzölçümlerini, fersah
ölçüleri ile eksiksiz olarak ortaya koyarak, hudutları dolaşıp
ayrıntılı bir biçimde kaydederek, ordugah ve kışlaları dolaşarak
tesbit ettikten sonra bu eseri ortaya koydum.""

el-Makdisî, yazdıklarında, genellikle ince eleyip sık


dokur, yeni ve değerli haberlerle ilgilenir, kendisine orjinal
gelen olayları derlerdi.
Coğrafya dalında yazan müslümanlardan biri de Ebû
Reyhan el-Beyrûnî^" el-Harizmî(öl: 440 h./1048 m.)'dır. el-
Beyrûnî denmesinin sebebi, Sind'de bulunan Beynin şehrinden
olmasından dolayıdır. Rivayete göre Sebüktekin oğlu Sultan
MaJımud, Harezm'i ele geçirdikten sonra Hint fetihlerine
başladı. Hint fetihleri sırasında da, el-Beyrûnî'yi yanından
ayırmadı. Böylece el-Beyrûnî hintliler arasında yaşamış, onların
dillerini öğrenmiş ve onların kültürlerine vakıf olmuştur. Sonra
ölünceye kadar da Gazne'de yaşamıştır. el-Beyrûnî, Hindistan
hakkında da "Tarihu'l-Hind" adını verdiği bir kitap
yazmıştır. Bu kitap alman müsteşrik Prof Sachau tarafından
ingilizce tercümesiyle birlikte 1887-1888 de Londra'da
yayınlanmıştır. Bu eser, Hindistan coğrafyası ve tarihi

" .Dr.Zeki Muhammed Hasan, er-Rahhalctü4-Müslimûn fı'l-Usûri'l-


Vusta, s.42-43.
••^ .Bu kelimenin okunuşu hakkında bkz.Günay Tümer, Bîrûnî'ye Güre
Dinler ve tslam Dini, s.36-39, D.İ.B.Ankara 1991.(Mütercimler)
.Kitabın adı "Kitabu't-Tahkîk Ma li'l-Hind min Makuletin
Makbuletin ev Maraule" olarak zikr edilmektedir. Beyrûnî'nin diğer
eserleri için bkz.Günay Tüıner, Bîrûnî'ye Göre Dinler ve İslam Dini,
s.56-67, D.İ.B.Ankara 1991.(Müterdmler)

56
hakkında önemU kaynaklardan biridir. cl-Beyrûnî, kitabında
ilmî ve tarafsız bir üslub kullanmıştır. Omm müslüman olması,
müslüman olmayanlar hakkında hüküm verirken tarafsız
davramnasma engel teşkil etmemiştir.
el-Beyrûnî'nın "el-Asanı'1-Bakiye 'Ani'l-Kurûni'l-
Halıye" adlı tarih ve ilm-i nücuma dair bir başka esen daha
vardır. Bu da Prof Sachau tarafından ingilizce tercümesiyle
birlikte 1876-1879 arasında Leipzig' de , yine 1923'de aynı
yerde ikinci defa yayınlanmıştır.
Hicrî beşinci asrın ünlü seyyahlarından biri de İran'lı
Nasır Husrev'dir. Nasır Husrev, İran'ın her tarafını, Türkistan,
Hindistan ve Arap topraklan ile yakın doğu>aı gezmiştir. Fatımî
halifesi el-Mustansır Billah döneminde 439-441 h./ 1047-1050
m. yılları arasında Fatımî idaresindeki Mısır'ı ziyaret etmiş ve
bu ülkenin refah seviyesine hayran kalmıştır. Nasır Husrev,
Mısır'daki ıstikrann ve Nil Vadisindeki refahın, Fatımî
devletinin yönetimi ile onun mezhebi olan îsmailiye
mezhebinden ileri geldiğine kanaat getirmiştir. İşte bu
sebepledırki, önceleri sünnî mezhep sahibi olan Nasır Husrev,
bu seyahatinden sonra, îsmailiye mezhebinin en ateşli
taraftarlarından biri olmuş ve Fatımî Halifelerine aşırı derecede
de bağlı biri haline gelmiştir. Ve Nasır Husrev, Horasan'a
döndükten sonra, Îsmailiye mezhebinin ateşli dailiğini yapmaya
başlamıştır. Bu propagandanın İslam dünyası için tehlike
oluşturduğunu gören Selçuklular, Nasır Husrev'e baskı
yapmışlar, o da Maveraünnehir'e kaçmış ve orada 453 h./1061
m. yılında ölmüştür. Nasır Husrev, hicrî beşinci yüzyılda İslam
topraklarının doğusundaki İslam medeniyeti alanında yapılacak
araştırmalar için en önemli bir kaynak olan "Sefer-name" adını
verdiği ve gezileri ile ilgili tafsilatlı bir eser olan bu
seyahatnameyi bırakmıştır. Bu seyaliatnameyi, farsçadan
fransızcaya Charles Schefer çevirmiş(paris 1881), aynı eseri,
arapçaya Yahya el-Haşşab 1945 yılında Kahire'de tercüme
etmiştir.

57
Ortaçağ coğrafya ve haritacılarının en büyüklerinden biri
de 493 h./llOO m. yılında Mağribü'l-Aksa'nm SebteCehrinde
doğan eş-Şerif el-İdrisı'dir. el-İdrisî, Kurtuba üniversitesinde
okudu. Sonra Endülüs'ü, Afrika'nın kuzeyini ve Anadolu'yu
dolaştı. Onun Fransa ve İngiltere'yi gezdiği de söylenir. Daha
sonra o, Normandiyalı kral II.Roger'in Sicilya'daki sarayına
davetini kabul eder. Il.Roger, Sicilya l^allığuıı, İtalya'nın
güneyini ve o dönemde bilir"-n diğer ülkeleri içine alan genel bir
coğrafya kitabı yazmasını el-İdrisî'den ister. Böylece el-İdrisî,
Normandiyalı kral II.Roger'in Sicilya'daki sarayında yaşayan
ilim adamlarının en ileri gelenlerinden biri haline gelir. Sicilya
ismi îdrisî adıyla briıkte anılmaya başlamıştır. İdrisî, "Kitabu
Rogeı" adıyla bilinen ünlü "Nüzhetü'l-Müştak fî İhtiraki'l-
Afak" adlı kitabını Roger'in ölümünden önce 548 h./1154 m.
yılında bu dönemde telif etmiştir. İdrisî, tarihin ilk yer küresi
modelini yine Kral Roger için yapmıştır. Bu dünya küresi, 144
okka" ağırlığında gümüşten yapıirmştı. İdrisî, bu kürenin
üzerine, o zamana kadar yeryüzünde bilinen ne varsa, hepsini
açıklamalı ve kabartmalı olarak çizip göstermiştir.

Müslüman coğrafyacıların, tarihçilerin ve "ediplerin en


meşhurlarından biri de Yakut el-Hamevî'dir. Yakut, Rum asıllı
olup, 575 h./1178 m. yılında Rum topraklarında doğmuştur.
Çocuk yaşlarda esir düşmüş ve Bağdat'ta oturan Hamalı bir
tacir tarafından satın alınmıştır. Yakut, müslüman olarak
büyümüştür. Efendisi, ticarî işlerinde ondan yararlanmak için
onun eğitim ve öğretimine önem vermiştir. Yakut, zamanında
bilinen ilimleri öğrenmiş, Basra körfezi başta olmak üzere,
efendisi adına bir çok ticari seferler yapmıştır. Daha sonra
efendisi, Yakut'u 596 h./1199 m. yılında azad ederek, değişik
uzak bölgelere kendi ticaret kervanının başında göndermeye
başlamıştır. Bir süre sonra, aralarında çıkan anlaşmazlık
üzerine Yakut, kitap istinsah etmeyi kendisine meslek
edinmiştir. Yakut, bu mesleğinden, bundan sonra yaptığı kitap
ticaretinden, ticari yolculuklardan ve gezilerden çok
yararlanmıştır. Efendisinin, kendisini azad etmesinden önce ve

« .1 okka 1.248 kg.(Suriye'de)=l .282 kg.

58
sonra, İran'ı, Arap topraklarını, Anadolu'yu, Mısır, Şam ve
Maveraünnehir bölgelerini dolaştı. Yakut, kütüphanelerdeki
araştırmalardan, özellikle de; Merv şehrindeki kütüphanelerde
yaptığı incelemelerden büyük ölçüde faydalanmıştır. Yakut,
kendisi Harizm'de iken 616 h./1219 m. yılında moğolların
oraları istilasına şahit olmuştur.
Yakut, "Mu'cemü'l-Büldan" adlı eserin yazandır. Bu
eserin özelliği, alfabetik sıraya göre düzenlemrıiş olması,
dikkatli hazırlanması ve muhtevalı olmasının yanı sıra,
coğrafya, tarih, çeşitli ilimler ve edebiyatı bir araya toplamış
olmasıdır.-" Yaİcut, bu eserini 621 h./1224 m. yılında
tamamlamış ve kendisi 626 h./l228 m. yılında Halep civarında
vefat etmiştir.

''^ .Dr.Zeki Muhaımııed Hasan, er-Rahhalctü'l-MÜ4İimûn fi'l-U.sfıri'l-


Vusta, s.l()2-!05.

59
BEŞİNCİ BÖLÜM

İslam Dünyasında Tarihçiler ve Tarih Yazıcılığı


Metodu

İslam medeniyeti, Eski ve orta Çağlarda başka hiç bir


medeniyetin ulaşamadığı bir çok kaynak esenyle övünebilir.
İslam Tarihi alanında araştınna yapan bir kimse, pek çok tarihî
kaynaktan ve tarihle doğrudan ilgisi olmayan diğer
kaynaklardan da yararlanabilir. İslam medeniyeti sahasında
araştırma yapanın, ana kaynaklar yanında, çeşitli yönleriyle
tarihle ilgisi ikinci derecede olan pek çok eserden de
faydalanması mümkün olabilir.
Müslüman tarihçilerin bü\aik çoğunluğu, gerekli imkan
ve şartlar uygun olduğu için, doğrudan ve bağımsız ojarak,
tarih yazıcılığına yönelebiliyorlardı.- Bu işi yönetimde
bulunanlardan birinin emir ve arzusuna göre yapmıyorlardı. Bu
tarihçiler arasında hükümdarlarla yakın münasebet içmde
bulunan vezir, küttab ve kadılar mevcut olmasına rağmen,
istisnalar hariç, halife ve emirlere bağımlı resmî tarihçiler
yoktu.
Bu arada, bazı müslüman tarihçiler, bolluk içinde
yaşarken, bazıları da öğretim veya ticareti kendilerine meslek
edinmişlerdi. Bunların arasmda bazı fakir tarihçiler de
öğrencilere tarih dersi vererek geçimlerini sağlıyor ve böylece
öğrenciler de hocalarından tarihî rivayetleri öğrenmiş
oluyorlardı.
Resmî sıfat taşıyan tarih kitaplarına örnek olarak
'îzzuddevle Bahtiyar'ın divan katibi vezir İbrahim cs-Sabî'nin
Büveyhiler tarihi ile ilgili telif ettiği "Kitabu't-Tacî"yı
gösterebiliriz. Miskeveyh, bu eserden "Tecaribü'l-İJmem" adlı
eserine bir çok nakilde bulunmuştur.''^
Ancak İslam Tarihi yazmıı alanmda bu gibi resmî sıfat
taşıyan tarih kitaplarının sayısı çok azdır. Bu konuda bilinen
odur ki, halifeler ve hükümdarlar, edebiyatçılardan, fakihlerden
muayyen konularda kitap telif etmelerini onlardan talep
ediyorlardı. Buna Ebu Hanife'nin meslelctaşı Ebu Yusufun "el-
Harac" kitabını örnek olarak verebiliriz. Biz bu konuda Halife
Harun er-Reşid'in, Ebu Yusuf a çeşitli sorular sorduğunu, Ebu
Yusufun da o sorulara bu kitabında cevap verdiğini biliyoruz.
Diğer hükümdarların, tarihçilerden, Harun er-Reşıd'in
Ebu Yusuf dan istediğini istemedikleri anlaşılmaktadır. Bununla
birlikte, halifelerin ve valilerin tarihçilere bazı zamanlarda bir
takım ihsan ve ikramlarda bulunulması için saray görevlilerine
emir verdiklerini biliyoruz. Genel olarak ortaya çıkan durum
şudur: Müslüman tarihçilerin büyük bir bölümü görüşlerinde
bağımsız olmayı ve tarihî olayların rivayetinde gerçeği bulmayı
amaçlıyorlardı. Bu sebeple hükümdarlardan fazlaca
etkilenmemişlerdir. Bunlar; el-Belazurî. et-Taberî, Hilal es-
Sabî, Miskeveyh ve İbn Hayyan el-Kurtubî gibi tarihçilerdir.
Mesela Miskeveyh, Büveyhî devletinin kuruluşunu anlatırken
onu kuranların cinayetlerini de açık açık anlatmıştır. Keza
müslüman tarihçiler, ne geçmiş milletlerin tarihçilerinden ne de
çağdaşları olan tarihçilerden kayda değer bir etki altında
kalmamışlardır. Tercüme yolu>la da olsa müslüman tarihçilerin
eski Yunan tarihçilerini tamdıklarını gösteren hiç bir belge
elimize geçmemiştir.
Keza Süryanîlerin tarih yazma metodlarının da
müslüman tarihçiler üzerinde her hangi bir etkisi görülmemiştir.
Halbuki Süryanilerin Urfa ve Nusaybin'de meşhur üniversiteleri
olduğunu biliyoruz. Daha sonra Kisra Enuşirvan, onlar için
Cundeysabur'da-*^ başka bir üniversite kurmuştur. Süryanîler

.Dr.Zeki Muhammed Hasan, Dırâjiât ti'l-Müvazene Beyne'l-Muerrihîn


tî Diyaıi'l-İslam ve'l-Muerrihîn el-Avrubiyyîn tt'l-Usûri'l-Vusta,
S.14-İ5.
.Sabur b. Erdeşir'in, Huzistan'da yapürdığı bir şehirdir. Buraya Rum

62
eski Yunancayı öğreniyorlar ve bu yolla da eski Yunan
kitaplarındaki bilgileri Süryanîceye çeviriyorlardı. Bunun
sonueu olarak da, Sürj'anîler, Yunan medeniyetinin çoğunun
Araplarca alınmasına aracılık etmişlerdir. Arapların,
Yunanlılardan aktardıkları ilimler, özellikle, mantık, felsefe,
matematik, astronomi ve coğrafya bilimleri olmuştur. Bunların
arasında tarih yoktur. Aslında bir kısım müslüman tarihçilerde
göze çarpan yabancı tesiri ise, eski İran tarihine özgü Pers tarih
kitaplarındaki bilgilerden kaynaklanmıştır. Bu konuda dikkati
çeken husus, batıda Orta Çağ tarihçilerinin büyük
çoğunluğunun yaptığı gibi İslam topraklarında bulunan
tarihçilerin büyük çoğunluğu da tuhaf hikayeler, hurafeler ve
olağan üstü şeyler yazma eğilimine sahip ^ e her güçlü ve büyük
olan şeyi ya cinler ya da Adem'e bağlıyorlardı. Yine, ordu,
mallar, işçiler veya inşaat malzemeleriyle ilgili çeşith
sayımlarda da abartılı yazıyorlardı. Söz konusu abartılı
hükümler, özellikle cahiliye döneminden sözeden İbn el-Haik el-
Hemedanî'nin "İklîl" adlı kitabında, Taberî'nin Tarih'inde ve el-
Mes'ûdî'nın Murûcü'z-Zeheb adlı kitabında olduğu gibi açıkça
göze çarpmaktadır. Diğer yandan Orta Çağ'da, İslam
ülkelerinde ve Avrupa'da yaşayan tarihçilerin, kendilerinden
öncekilerden pek çok nakiller yaptıkları dikkatimizi
çekmektedir. Bazen bu tarihçiler kendi çağlarından nakiller
yaparlar ve bazen de bir takım kitapları olduğu gibi istinsah
ederlerdi. Çoğu zaman nakilci, aldığı kaynağın adını açıkça
belirtirken zaman zaman da bazıları bunu hiç yapmazlardı.-"
Orta Çağ'da bazı kitapları kopya etmenin normal karşılandığını
görüyoruz Belki de bunun sebebi, kaynak eserlerin nesihlerinin
yapılmaması sonucu bu eserlerin yaygın olmaması, kağıdın

esirlerle beraber kendi ordusunun bir kısmını iskân etti.Bkz. Yakut el-
Hamevî, Mu'cemü'l-Büldan, 11,170; Bu şehirde bulunan ilim merkezleri
İslam medeniyetinin doğuşunda çok önemli rol oynamıştır denebilir.
(Mütercimler)
.Dr.Zeki Muhammed Hasan, Dırâsât tî'l-Müvazene Beyne'l-Muerrihîn
lî Divari'l-İslam ve'l-Muerrihîn el-Avrublv-vîn tt'l-ıisûri'l-vusta,
s.23-24.

63
pahalılığı ve matbaanın henüz icad edilmemiş olmasıdır.
Tarihçiler, kopya ettikleri kaynağı belirttikleri sürece kopya
olayında hiç bir sakınca görmüyorlardı. Belki de bunun başka
bir sebebi de Orta Çağ'da tarih yazıcılığında kişi faktörünün
ortadan kalkması olayıdır. Eski maddi kaynaklardan ve
kitaplardan toplanan temel malzeme üzerine kurulan tarihî
araştırmalar, tarihî rivayetlerin kritiği, düzenlenmesi, sebep
sonuç ilişkilerinin araştırılması, bunların açıklanması ve
bundan bir takım sonuçlar çıkarıp bunları birbirine bağlamak
gibi kavramlar yoktu. Bu gibi bilimsel tarihî araştırmalar henüz
gün ışığına çıkmamıştı.
Yine bazı tarihçiler, kendi kitaplarına ve başkalarının
kitaplarına muhtasarlar yazılmasını kabul ediyorlardı, İbn
Haldun, Mukaddime 'sinde "çeşitli ilimlerde muhtasar telifatın
çokluğu öğretim düzenini bozmaktadır"-" şeklinde açtığı başlık
altında bu durumu eleştirmektedir,
Türk Tarihçisi Hacı Hahfe(öl:1067 h,/1657 m,),
"Keştü'z-Zunûn an Asâmi'l-Kütübi ve'l-Funûn" adlı
kitabında telifte muhtasarları nazarı itibara alırken şu meşhur
sözünü söylemiştir: "Kitap yazmak yedi şekilde olur: Aklı
başında bir bilginin yapacağı telif;
1 ,Ya hiç benzeri olmayan bir şeyi ortaya koymak,
2,Ya eksik kalmış bir şeyi tamamlamak,
3 .Ya müphem olan bir şeye açıklık getirmek,
4. Ya uzun olan bir şeyi özüne dokunmadan kısaltmak,
5. Ya dağınık olan bir şeyi bir araya toplamak,
6. Ya karışık olan bir şeyi düzenlemek,
7. Ya da yazarın yaptığı yanlışları düzeltmek için olur,"
Dikkat çeken başka bir husus da; İslam ülkelerindeki
tarihçilerin büyük çoğunluğunun, bir kısım tarihî rivayetler

•"^ ,lbn Haldun, Mukaddime. 532-533.

64
üzerinde inceleme yapmadan veya bazı rivayetleri bazılarına
tercih etmeden çehşkili bir kısım tarihî rivayetleri olduğu gibi
aktarmaları, bunun da ötesinde insanı, esas konudan yan
konulara doğnı çekecek derecede sözü uzatmalarıdır. Kuşkusuz
bu tip çalışmalar, Orta Çağ'da olağan karşılanıyordu. Çünkü
tarihte bilimsel araştırma ve düzenleme yöntemleri ondokuz ve
yirminci asırlarda başlamıştır/"
Diğer yandan şurası da dikkatimizi çekmektedir ki; İslam

.Dr.Zeki Muhammed Hısan, Dırâsât li'l-Müvazene Beyne'l-Muerrihîn


tî üiyari'l-İsInnı ve'l-Muerrihîn el-Avrubiyyîn ti'l-Usûri'l-Vusta , s
26.
Burada aşağıda İsimlerini vereceğimiz tarih araştırmalarında metud
konusunda başvuru eserlerinden bazıları zikredilmiştir

Cnımp, C.G. : uistory and Historical Research (Londoıı 192S)


l'euter, E. : llistoire de L'Historiographie .Modeme (Paris 1914).
Fling, F.M. : The Writing of Uistory. An Introduction to llistorical
Research (Yale 1926).
Vincent, T.M. : Aids to Historical Research (Nevv York 19.34).
Oman, Ch. : On the NVriting of Historj (London 1939).
Laglois, C.V. et Seigııobos, C : Introduction aux Etudes Hi.storiques
(Paris 1898).
Chaterji, M.M. : uistory as a Science (London 1927).
Heamshaw: İlmu't-Tarih, Arapçaya çeviri: Abdıılhamid el-'lbadî (Kahire
1937).
Dr.E.sed Rüstem: Mustalahu't-Tarih (Beynıt ] 939).
Dr.Hasan Osman: Menhecü'l-Bahsi't-Tarihî (Kahire 1943)
Dr Ali İbrahim Hasan: İstihdamu'l-Mesadır ve Turuku'î-Bahs tî't-
Tarihi'l-Mısri'l-Vasît (Kahire 1949).

Tarih metodolojisi hakkında Türve olarak kaleme alınmış bazı iinemli


eserler:(Miitercimlerin Notu)

A.Zekı Velîdî Togan: Tarihte Usfıl, İstanbul 1950.


Mübahat S. Kütükoğlu: Tarih Araştırmalarında lisûl, İstanbul 1991.
Tuncer Baykara: Tarih Araştırma va Vaznıa Metodu, İ/mir I 995.
İbrahim Kalesoğlu: Tarih Metodu (Teksir), İstanbul 1972.

65
ülkelerinde ve Orta Çağ'daki tarihçiler, genellikle doğru tarihî
rivayetleri, diğer asılsız veya uydurma ya da ihtimal dahilinde
olması uzak yahut ravîlerin maksat ve eğilimleriyle yazılmış
olan rivayetlerle karıştırıyorlardı. Keza tarihçilerin, çoğu
zaman, başlangıçta şifahî olan rivayetlere dayanmaları,
incelememeleri ve araştırmamaları yüzünden eski kaynaklardan
yaptıkları kopyalar nedeniyle siyasî olayların rivayetinde çoğu
zaman hatalar yaptıklarını görüyoruz.
Yine Orta Çağda yazılan tarih kitapkrında, toplumu,
kurumları, hükümetin idarî gidişatını, genel hizmet organlarını,
İslam milletlerinin vaziyetlerini öğrenebileceğimiz diğer sosyal,
iktisadî, malî, tarımsal ve sınaî yönlerini nadiren incelediklerim
görüyoruz. Hatta, insanın aklına ilk bakışta o dönem
tarihçilerinin, bu gibi incelemelerin tarih yazıcılığı hedefleri
arasına girmediğini sandıkları geliyor. Belki de tarihçileri haklı
gösterecek bir takım mazeretleri vardır. Çünkü Orta Çağ'da
İslam ülkelerinde toplum yapısı ve düzenindeki gelişme yavaş
seyrediyordu. Bu şartlar ve kurumlar o dönemde okujoıcu
tarafından farkediliyordu.
Tarih araştırıcısı, yazarın eğilimlerini, özel meraklarını
ve bunun yazılarındaki etkilerini ortaya koyabilmesi için onun
hayat hikayesini bilmesi gerekir. Tarih yazarı, bazen haklarında
yazı yazdığı mezhep, fırka veya belirli bir grubun taraftarı
olabilmekte ve böylece onlara gereksiz olarak destek vermekte
veya bu konudaki rivayetlerde kasden yalana baş vurmaktadır
Böyle olan yazar, taraftarlığını yaptığı grubun adını yüceltecek
veya sorumluluk yükünü ya da yüz kızartıcı bir suçu onlardan
defetmek için ve okuyucuyu belirli sonuçlara götürebilmek
maksadıyla ya tarihî hakikatleri tahrif veya bazılarını
görmezlikten gelir. Bazen de yazar, yöneticilere yaranmak
hırsıyla onlara iyi görünmek veya onların baskısından
kurtulmak için işi adaletten uzaklaşmaya kadar götürür.

Yine tarih alanında araştırma yapan kimsenin, hicrî


üçüncü(miladî 9.) asır ile hicrî dokuzuncu(miladî 15.) asır
arasında yazılmış bulunan İslam Tarihine ait kitapların
hepsinin, bu tarihin temel kaynakları ohnadığını bilmesi

66
gerekir. Bu dönemler arasmda yazılmış olan kaynakların hepsi,
İslam Tarihine ait aslî kaynaklar arasında değer bakımından
aynı derecede kaynaklar değillerdir
Bunun yanında elimizde, bizzat yazarlarının şahit olduğu
veya çağdaşı bulunduğu ya da gerçekten onlara zaman
bakımından çok yakın olan olayları içeren kitaplar vardır.
Kuşkusuz bu tür eserler orjınal kaynaklardır. Kaynakları ve
rivayetleri eleştirme açısından bilimsel araştırma kurallarını da
dikkate alarak bunlara güvenmek gerekir. Bu çeşit kaynaklara
örnek olarak; el-Belevî'nin "sîretu Ahmed b. Tolun" adlı
eserini, keza İbnu'd-Daye'nin "Sîretu Ahmed b. Tolun"
kitabını, İbn Zulak'ın "Sîretu'l-İhşîd" adlı eserini, es-Sûlî'nin
"Ahbaru'r-Râdî ve'l-Muttakî Billah" isimli kitabını, İbn
Şeddad'ın "Sîretu Salahaddin" adlı eserini ve Ebû Şâme'nin
"Kitabü'r-Ravdeteyn fî Ahbari'd-Devleteyn (en-Nûriyye ve'
s - Salahiyye)" isimli kitabını gösterebiliriz.
Tarihî kaynaklar arasında, yazarlarının kendi çağlannın
olaylarına veya kendi çağlarına yakın olan olaylara yer
verdikleri bir takım kitaplar vardır. Bu yazarların telif
yöntemleri, bilgi toplamada bü^lik ölçüde çağımız
gazetecilerinin yöntemine benziyordu. Bu yazarlar, kendi
çağlarında yaşayan ve önde gelen bilginler, ordu komutanları ve
hükümet erkanıyla görüşür, çeşitli konular ve olaylar hakkında
onlardan bilgi alırlardı. Savaşlara katılan, divanlarda veya
vezarette görev alan ya da devlette önemli görevler üstlenmiş
olan bu yazarlardan bazıları, bilgilerini, yakınlarında bulunan
devlet adamlarından ve olaylara yakın kaynaklardan alıyorlardı.
Bu yazarların, tanıtmaya çalıştıkları şahısların hedefleri ve
yüce idealleri çerçevesinde, kendi dönemlerinde geçerli olan
ahlakî değerlerin anlaşılması konusunda önemleri büyüktür.
Keza bizler, çoğu zaman bu yazarların kitaplarından
dönemlerindeki günlük hayata ait bir çok bilgiler elde
edebilmekteyiz. O dönemde bazı devlet adamlannm ve alimlerin
kendi hayatlarını yazmalarını bu çerçevede değerlendirmek
gerekir. Buna örnek olarak, 584 h./1188 m. yılında vefat eden
ve kendi hayat hikayesini yazan Usame b. Munkiz'i

67
gösterebiliriz. O, çağında cereyan eden önemli siyasî olaylarla
3'akın ilişki içindeydi. Bu eseri H.Derenbourg, "Usama ibn
Munquid" adıyla (Paris 1889, Publ.Ec. des Langues
Or.,t.Xn.) neşretmiştir. Yine Ph.Hitti de bu eseri "Usamah's
Memoirs" adıyla Princeton 1930'da yayınlamıştır. Aynı eseri,
Muhammed Hüseyn de "Usame b. Munkiz" adıyla Kahire'de
neşretmiştir.
Biz İslam'ın doğuşu döneminde yazılan kitaplardan, bu
yazarların, hadisçilerin hadis rivayetinde izledikleri yolu aynen
izlediklerinden ve çağlarında yaşanan olaylarla beraber rivayet
kanalıyla kendilerine ulaşan diğer hâdiseleri de rivayete dayalı
olarak aktardıklarından daha önce söz etmiştik. İşte bu tür
kitapların temel kaynaklar olarak kabul edildiğini de belirtmek
gerekir. Bu kaynaklara güvenmek, tabiî ki söz konusu
rivayetleri bilimsel bir incelemeye ve eleştiriye tabi tuttuktan
sona mümkün olacaktır. Bu türün en iyi örneği; et-Taberî'nin
"Tarihu'r-Rusul ve'l-Mulûk" adlı kitabıdır.
İkinci tür eski kaynak eserlerin yazarlarıysa, hem kendi
çağlarından önceki müslüman Arapların tarihlerini ve hem de
kendi çağlarında meydana gelen tarihî olayları bize
aktarmışlardır. Bunların kitaplarının birinci bölümü, daha
önceki kaynaklardan aktarılmış olmakla beraber kendi
dönemlerine ait olan kısmı ise, geniş kapsamlı, akıl ve mantık
süzgecinden geçmiş olma özelliğini taşır. Bu gibi kaynaklara
güvenmek, tabiî ki kendi çağlarıyla ilgili bahsettikleri olaylarla
veya İslam topraklarından çok iyi bildikleri ülke ile alakalı
olmaya bağlıdır. İşte, başlı başına bu tür de, muteber ve
güvenilir kabul edilen eski kaynaklardan sayılır. Bu son şıkka
örnek olarak, Büveyh oğullarına vezirlik yapmış olan vezir ve
tabib İbn Miskeveyh'in "Tecâribu'l-Umem" adlı kitabıdır.
İbn Miskeveyh 340 h. olaylarına gelinceye kadar yazdıklarını
daha önceki tarih kitaplarından toparlamıştır. AiTcak bu tarihten
sonraki yazdığı hâdiselerle ilgili tarihî olaylarda, görgü
şahitlerine, kendi müşahedelerine ve kişisel deneyimlerine
dayanmaktadır. Keza İbn Haldun'un "el-'İber ve Divanü'l-
Mübtedei ve'l-Haber" adlı kitabının muteber kaynaklardan

68
biri olarak kabul edilen en önemli kısmı, kuzey Afrika'da
hakimiyet sürmüş olan aileler ve Berberîler'in tarihleriyle ilgili
olan bölümüdür. Bu bölüm, yazarını tarihçiler arasında birinci
dereceye yükseltecek kadar kapsamlı, derin, titiz hazırlanmış ve
doğru hükümler ihtiva etmek gibi özelliklere sahiptir. Yine bu
eserin mukaddimesi, İslam Tarihi felsefesi alanında yazılanların
en seçkini olma özelliğini taşıdığından ve sosyoloji biliminin
ana ilkelerinden pek çoğunun temelini attığından dolayı y;ızarmı
tüm düşünürler arasında zirveye yüceitmiştir.
Bu söylediklerimizin dışında bir kısım eski eserler daha
vardır. Ancak bu eserler, ikinci derecede kaynaklardır. Çünkü
bu kaynakların yazarları, kitaplarındaki bilgileri ya biraz önce
işaret ettiğimiz iki tip kaynaktan veya ikinci derecedeki
kitaplardan aktarmışlardır. İşte bu tür eserler güvenilir
kaynaklar değildir Zira; bunların her biri ya belirli bir kitabın
özetidir veya değişik kitaplardan toplanmış bilgileri taşıyan
eserlerdir. Bu tip kitaplar büyük ölçüde, çağunız tarihçilerinin
yazdıkları kitaplara benzemekle beraber bilimsel yöntem
bakımından çağımızdaki yazarların eserlerinin gerisindedir.
Ancak bu tür eserler, güvenilir kaynaklar olmamalanna
rağmen, bunların çoğu, çok yararlı eserlerdir. Çünkü bazen bu
eserler, aslı kaybolmuş veya bize ulaşmamış esas muteber
kaynaklardan alrtarılmış kitaplar olabilmektedirler. Bunun da
ötesinde, araştırıcının bu tip eserlere başvurması ve bunları
incelemesi, bu alandaki çeşitli bakış açılarım tanıması
bakımından kendisine fayda sağlar. İşte bu çeşit kaynaklara
örnek olarak Suyûtî'nin "Tarîhu'I-Hulefâ" adlı eserini
gösterebiliriz.

Bu arada işaret etmemiz gereken bir nokta da şudur:


Günümüz tarihçilerinden bazıları, tarih yazıcılığı ve İslam
Tarihçileri hakkmda iyi araştırmalar ortaya koymuşlardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:
1-Wüstenfeld, F.: Die Geschichtschreiber der Araber
undiher VVerke (Gottingen, 1882)
Bu kitapta Wüstenfeld, hicretten sonra on asır içindeki

69
tarihçilerden 590 Arap Tarihçisi'nin adını saymaktadır. Burada,
bu kitabın yayınlanmasının üzerinden üç çeyrek asırlık kadar
bir zamanın geçmiş olmasına dikkat çekmek istiyoruz. Halbuki
bu süre içinde Ortaçağ'da yaşamış müslüman ve Arap
tarihçilerle ilgili çeşitli araştırmaların hayli ilerlemiş olduğu
ortadadır. Nitekim bu dönem içinde çeşitli tarihî yazmalar
bulunup yayınlanmıştır.
2-Margoliouth, D.S.; Lectures on Arabic Historians
(Calcutta, 1930).
Margoliouth, bu kitapta hicrî altıncı asra kadar geçen
zaman içinde(miladî 7-12) yaşam.ış tarihçileri ele almaktadır.
Margoliouth, bu dönem tarihçilerinin yazdıkları kitapların
tahlili ve değerlerinin ortaya konmasıyla değil sadece yazarların
özgeçmişleriyle ilgilenmektedir.
3-Brockelmamı, C : Geschichte der Arabischen
Litteratur (2 Vols. Weiınar, Berlin 1898-1902,
Supplementband 3 vols. Leiden 1937-1942).
Bu değerli eser, Araplann Orta Çağ'da yazdıkları bütün
kitapları ele almaktadır. Yazar, bu kitabında tarihî çağlar
itibanyle sırasıyla bölümler halinde bu kitaplardan söz
etmektedir. Bu kitaptaki her bölümde yazar, içindeki maddeler
itibariyle yazma eserler ve diğer kitaplardan sırasıyla
bahsetmektedir. Müelliflerin yazmalarında ise, önce her
müellifin özgeçmişiyle işe başlar ve onların kitaplarının listesini
ve bize ulaşan yazmalarının korunduğu yerleri bildirir,
bunlardan yayınlanan matbu eserlerin Özet tanıtımlarını veya
bunlarla ilgili yorumları belirtir. Brockelmann, 1937-1942
yıllan arasında yayınladığı üç cildin maddelerini, bu kitabın aslı
olan iki cild için zeyl olarak tertib etmiştir.Zeylin ilk cildini,
birinci cilde yazdıkları için, ikincisini de ikinci cilde yazdıkları
için ek olarak düzenlemiştir. Zeylin üçüncü cildini ise, dört
cildin tamamı için açıklama olarak düzenlemiştir. Brockelmann,
tarihle ilgili olarak yazdığı kitaplarda, kendisinden önce
Wüstenfeld'in "Arap Tarihçileri ve Yazdıkları" adlı
kitabından yararlanmıştır.

70
4- Article "Ta'rikh" (Encyclopaedia of islam,
Supplement), by H.R.A. Gibb.
Bu eser, İslam'da tarih yazıcılığmm doğuşu ve gelişimi
haklcmda iyi bir araştırmadır.
5- Sauvaget, J.. Introduction a L'histoire de L'Orient
Musulman (Paris, 1946).
6- Rosental: A History of Müslim Histyoriography
(Leiden, 1952).
7- Heyvvorth-Dunne, G: A basic Bibliugraphy on islam
(Cairo, 1953).
8- Georgi Zeydan: Tarîhu't-Temeddüni'I-İslamî (İslam
Medeniyeti Tarihi), (5 cıld Kahire 1902-1906).
9-Yusuf İlyan Serkis: Mu'cemu'I-Matbuati'I-Arabiyye
ve'l-Muarrebe (Kahire, 1928-1930).
10- Joseft Horovvitz: el-Meğâzî'l-Ulâ ve Mûellifûha ,
(Arapçaya tercüme: Hüseyn Nassar, Kahire 1949).
11- Abdulaziz ed-Dûrî: A Study on the Beginnings of
History VVriting in islam (in Bulletin of the School of African
and Oriental Studies, Feb.,1957).

71
ALTINCI B O L U M
İbn Haldun ve Tarih Yazıcılığı

İbn Haldun(732-809 h./1332-1406 m ) , eski müslüman


tarihçilerden İslam Medeniyeti konusunda tarih yazanların en
önde gelenlerinden biri olarak kabul edilir. İbn Haldun
dışındaki müslüman tarih yazarları, iktisadî ve sosyal faktörleri
hesaba katmadan sadece tarihî olayları ve şahıslara ait
biyografik bilgileri olduğu gibi aktarırken, onun, meşhur
Mukaddime'sinde İslam alemindeki idarî ve siyasî sistemler
üzerine sözederek uzun bölümler açtığını görüyoruz.
İbn Haldun, müslümanların bildikleri meslekler, sanat
kolları, iktisadî sistemler, çeşitli ilim dalları ve fenlerden
bahsetmektedir. Yine o, tarihî olayları tenkit ve sebeplerini
irdeleme gibi esaslara dayanan tarih yazıcılığı için yeni
yöntemler geliştirmiştir. İbn Haldun, toplumu, onun
oluşumunu, sistemlerini ve gelişimini derinlemesine bir
araştırma ve hür düşünce ile ele alıp incelemektedir.
Ancak burada üzüntü verici olan husus, İbn Haldun, bu
j'öntemini kendisi "el-İber ve Divanu'l-Mubtedei ve'l-Haber
" adlı meşhur tarih kitabını yazarken tatbik etmemiştir. İbn
Haldun, "el-İber ve Divani'I-Mubtedei ve'l-Haber " adh
kitabının Mukaddime'sinde, tarih ilminden bahsederken tarih
ilminin zahirî ve batmî manalarını anlatır ve şu görüşlere yer
verir: "Tarih, zahirine bakıldığında geçmişteki olayların ve
devletlerin hallerinin ve geçen çağdaki haberlerin öte tarafına
geçmez. Bu alanda çok söz sarfedilir ve ata sözleri söylenir.
Meclisler, cemaatla dolduğunda tarih olayları nakledilerek
toplantılar tazelenir, dinleyenler hoşlanır ve rağbetle dinlerler.
Tarih, insanların ve kavimlerin hal ve dummlannın nasıl
değişmiş olduğunu, devlet sınırlarının nasıl genişlemiş, kuvvet
ve kudretlerinin nasıl artmış bulunduğunu, ölüm ve yıkılma
çağı gelinceye kadar yeryüzünü nasıl imar ettiklerim bize
bildirir. Bu, tarihin zahirî manasıdır. Tarihin içinde saklanan
mana ise incelemek, düşünmek, araştırmak ve kainatın neden ve
niçinlcrini inceleme, hâdiselerin voıku ve cereyanının sebep ve
tertibini inceleyip bilmekten ibarettir. İşte bundan dolayı tarih
şereflidir ve hikmetin içine dalmıştır. Bundan ötürü tarih.^
hikmet ilimlerinden sayılmaya layıktır.
İslam tarihçilerinin büyükleri, geçmiş gün ve çağların
haberlerini toparladılar. Bu haberlere eserlerinde yer verdiler ve
bunları bize emanet bıraktılar. Sonradan gelen hazıra konucular
ise bu bilgi ve haberleri asılsız yalan haberlerle karıştırdılar.
Bunlar bu asılsız haberleri, ya doğru sandılar veya kendileri
uydurdular. Zayıf ve esası olmayan riva>'etleri eserlerine alarak
tasvir ettiler. Sonradan gelenlerin çoğu, bunların eserlerini
kendileri için örnek edinerek, onların yolunu tuttular. Bu yanlış
rivayetleri nasıl ışittilerse bize o şekilde naklettiler. Olayların ve
çeşitli durumların sebeplerini düşümuediler ve bu kaideye
uymadılar. Yanlış ve asılsız olan bu haberleri bir tarafa
atmadılar. Bunların hakikati araştırma gayretleri azdır. Yanlış
ve esassız olanları çıkartarak rivayetleri temizleme hizmetleri
oldukça zayıftır. Vehim ve yanlışlıkların haberlerle yakın bir
dostluk ve ilgisi vardır. Taklit, insanın bir özeUiği; neseb ve
soyundan gelen ırsî bir hususiyetidir...Basiret ise, doğnıyu
yanlıştan ayırabilme özelliğidir. Bilgi, fikir ve basiret, sahibine,
hakikatin yapraklarını aydınlatır...."^'

İbn Haldun, insanların abartma tutkularını anlatırken


şöyle demektedir: "Her yüzyıl içinde yaşıyanlann hepsi dc kendi
çağlarında veya kendi çağlarına yakın bir vakitte hüküm süren
devletlerin askerleri hakkında söze daldıklarında Müslüman ve
Hıristiyan kavimlerin orduları ve askerlerini, devletin vergi
olarak toı^ladığmı ve Sultanın haraçlardan elde ettiklerini ve
servet sahibi olan zenginlerin mal, mülk ve servetlerini saymaya
başladıklarında yüksek sayılardan tuttunırlar, adetlerin dışına

.İbn Haldun, Mukaddime, s.3-4 (Beyrut), Türkçeye ter:Zakır Kadiri


Ugan, Mukaddime, I,5-6,M.E.B.İstanbul 1990.

74
çıkarlar ve garip vesveselere kapılırlar. Daire memurlarının
askerlere dair olan defterlerini inceler, servet sahiplerinin mal
ve metalarını, servetlerinin faydalarını ve israf derecesinde bol
para harcayanların harcadıkları paralarını dikkatle gözden
geçirir ve incelersen, bu söylenen söz ve sayıların onda birini
bile bulmadığını göreceksin. Bu sözlerin ve yüksekten
tutturulan bu sayıların kaynağı, nefsin garip nesnelere düşkün
olması, aşırı sözler söylemenin dile kolay ^^elmesi ile tenkit ve
takip hususunda gaflettir".
Daha sonra İbn Haldun, bazı tarihçilerin ortaya
koydukları uydurma haberlerden bahsederek görüşlerini şöyle
dile getirir: "Tarihçilerin zayıf ve esassız olarak naklettikleri
haberlerden bin de, Yemen ve Arap yarımadası
hükümdarlarından olan Tebabi'a'nın, Yemen'deki beldelerinden
kalkarak Ifnkiyyeve Batı Afrika'daki Berberîler >Tirdu üzerine
yürümüş olduklarına dair rivayetlerdir... Bu tarihçiler, sonuncu
Tebabi'a'dan olan Es'ad Ebu Kerb hakkında da bu kabilden
sözler söylerler....Bu hükümdarın Musul'u ve Azerbaycan'ı ele
geçirmiş olduğunu, Türklerle karşılaşarak onları yendiğini ....
kendisinden sonra üç oğlunun da Fars ve Türk illerinden
Maveraünnehir'deki Soğd ili ve Rum yurdu üzerine yürüdüğünü
, birinci oğlun Semerkand'ı ele geçirdikten sonra, çölü geçerek
Çin üzerine saldırdığını ve Semerkand üzerine yürümüş olan
ikinci kardeşinin kendinden önce Çin'e gitmiş olduğunu ve iki
kardeşin orada birleşerek Çin'i kanlar içinde bıraktıktan sonra
birlikte ganimetlerle döndüklerini, dönerken orada Himyer
oğullarını bıraktıklarını, bunların şimdi de Çin'de yaşamakta
olduklarını iddia ederler. Üçüncü kardeşlerinin Kostantîniyye'ye
kadar ilerlediğini, Kostantîniyye'yi ve Rum yurdunu kahr ve
zelil ettikten sora Yemen'e dönmüş olduğunu yazarlar.

Bu haberlerin hiçbiri doğru değildir, uydurma masal ve


hikayelere benzeyen yanlış şeylerdir...."^o
Keza İbn Haldun, tarihçilerin inceleme ve eleştirme
yapmadıklarına temas ederek Bermekîler felaketiyle ilgili olarak

İbn Haldun, Mukaddime (Tükçe Ter.), I,24-25.(Mütercimler)

75
şöyle demektedir: "Tarihçilerin uydurmalarından biri de, Halife
Harun er-Reşîd'in, Bermekîler'i cezaya çarptırmasının bir
sebebi olarak, kız kardeşi Abbase'nın, Cafer b. Yahya b. Haht
ile olan kıssa ve hikayesini sebep olarak
göstermeleridir....Fakat dindarlığı, anne ve babasının şerefi ve
şalisiyetinin yüksekliği Abbase'nin bu gibi işlerde bulunmasına
müsaade etmez. Bu ululuk ve şeref, onu bundan
uzaklaştırır....Şayet kötülüklerden korunma, namus ve iffet
onda olmazsa başka kimde ve nerede olabilir? Ya da düılistlük
ve temizlik, onun ailesinde bulunmazsa, başka nerede bulunur?
Bu fazilet ve meziyetlere sahip olan Abbase, Acem
azatlılarından bir azatlı olan Cafer b. Yahya ile nesebini
birleştirerek Arab'a mahsus olan şerefim nasıl kirletebilir'^'
Halife Harun er-Reşîd'in; Bermekîler'i cezalandırması,
onlarm devleti ve idareyi istibdatları altına almaları ve devletin
hazinelerini ellerine geçirerek saklamalarından ileri gelmiştir.
Hatta, Harun er-Reşîd biraz para istemiş, bu para ona
verilmemişti. Bermekîler, devletin idaresmi onun elinden
almışlar, devlet ve saltanatı onunla paylaşmış ve
ortaklaşmışlardı. O, onlarla beraber devletin işlerini
yürütemiyordu. Bu suretle Bermekîlerin tesirleri büyümüş, şan
ve şöhretleri her tarafa yayılmış, devlet memuriyetlerim ve
devletin bölgelerini kendi oğullarına ve ihsanlarıyla
terbiyelerinde yetişen dostlarına tahsis etmişler, başkalarını bir
tarafa bırakarak vezirlik, katiplik, komutanlık, haciplik gibi
askerî, idarî ve ilmî işleri yakınlarına vermişlerdir....Bu gibi
hareketlen, dostlarının gücenmelerine ve havassın kin
beslemelerine yol açmıştır

Yine İbn Haldun, Fatımîler'in veya ei-Ubeydîler(Bazı


kaynakların, onlan devletlennin baş kurucusu Ubeyduliah el-
Mehdî'ye nisbet ettikleri gibi)'in nesepleriyle ilgili olarak
tarihçilerin yaptıkları hatalardan bahsederek şöyle demektedir:
"Asılsız ve çürük haberlerden biri de şudur: Bir çok tarihçi,
Kayravan ve Kahire'de hüküm süren şiî halifeleri olan

" .İbn Haldun, Mukaddime (Tükçe Ter.), 1,31-35.(Mütercimler)

76
Ubeydîler'i, Ehli Beyt'in dışında tutmuş ve Caferu's-Sadık'ın
oğlu olan İmam İsmail'e varan nesebini karalamışlardır. Onlar
bu kanaate ulaşırken, o sıralarda zayıf düşmüş olan Abbasî
halifelerini desteklemek için derlenip düzülmüş olan bir takım
hâdiselere itimat etmişlerdir. Bu hâdiselerin uydurulmasının
sebebi; hilafet konusunda kendilerine karşı hak iddia edenleri
kötülemek suretiyle, Abbasî halifelerine yaranmak ve
düşmanlarına karşı şamata yaparak kendilerini memnun
etmektir....""
İbn Haldun yine İdris el-Alevî'nin nesebiyle ilgili olarak
da şöyle der; "İdris b. İdris b. Abdillah b. Hasan b. el-Huseyn
b. Ali b. Ebî Talib'ın nesebini karalayanların yaptıkları
dedikodular ve yaydıkları fısdtılar da yukarıdaki benzerleri
gibidir. Hatta, gerçeğe onlardan çok daha fazla uzaktır. İdris,
babasından sonra Uzak Batı(el-Mağribü'l-Aksa,yani Fas)'da
imamet makamına geçmiştir(808 m.). Onlann neseplerini
karalayanlar, büyük İdris'ten hamile kalan annenin bu
çocuğunun, babasının İdris olmayıp, azatlıları Raşid olduğunu
iddia ederler. Allah bunların belalarmı versin ve rahmetinden
uzak]aştırsın! Bunlar ne de çok cahil kişilerdir! ""

".İbn Haldun, Mukaddime, s.21,(Beyrut), Türkçeye ter:Zakir Kadiri


Ugan, Mukaddime, I,46,47,(M.E.B.Istanbul 1990 ).
" .tbn Haldun, Mukaddime, s.23-24,(Beyrut), Türkçeye ter:Zakir Kadin
Ugan, Mukaddime, l,53,(M.E.B.lstanbul 1990).

77
YEDİNCİ B Ö L Ü M

A- Modern Tarihçilere Göre İslam Tarihinin


Kaynakları ve Araştırma Metodları

Daha önce de behrttiğimiz gibi, İslam Tarihi alanında


araştırma yapanların, çalışmaları sırasında, medeniyet tarihinin
önemine dikkat etmeleri gerekir. Aslında siyasî tarih ve
medeniyet tarihi, Araplar'ın geçmişini ve medeniyet
kervanındaki miraslarını anlamak için, biri birinden aynimaz
ikilidir. Bu kural, her hangi bir milletin tarihini doğru anlamak
için de geçerlidir. Bu gimü anlamak ve geleceğe gerekli
hazırlığı yapabilmek için, tarih araştırmalarını geçerli kılan
sebeplerin başında ondan ders almamız gelmektedir.
Burada şu hususu da belirtmek gerekir: Toplumsal
araştırmalar ve toplumun iktisadî ve sosyal sistemlerini
inceleme faaliyetleri, Orta Çağ'da müslüman yazarlarca hiç
büinmeyen konular arasında sayılamaz. Biz, bu alanda oldukça
geniş metüılere rastlıyoruz. Ancak bu metinleri, derli toplu ve
belirli bir eser içinde göremiyoruz. Buna mukabil, bu bilgileri,
tarih, edebiyat, tabakât, fıkıh, hıtat, seyahatname ve coğrafya
kaynaklarında dağınık bir vaziyette buluyoruz.

(\).HITA T KİTAPLARI

Hıtat kelimesinin tekili el-Hitta, daha önce kimsenin


oturup işgal etmediği bir toprak parçasının bir insan tarafından
sınırları çizilerek işgal edilmesi ve o toprak parçasının
kendisine ait olduğunu gösteren sınırlarla çevrihnesi anlamına
gelir. Bu kavram daha soma değişiklik geçirerek kabilenin
oturduğu mahalle arazisi veya bir meslek grubuna ait bir toprak
parçası ya da imara tabi tutulan şehirlerden birinin imarıyla bir
cemaate verilen bir iskan bölgesi anlamını kazanmıştır.
Bazı eski müslüman tarihçiler, Hıtat konusunda eserler
yazmışlardır. Ancak bunların en meşhuru; el-Makrizî'nin
"Kitabü'l-Mevaiz ve'l-İ'tibar fîZikri'l-Hıtati ve'l-Asâr" adlı
eseridir, Makrizî, bu kitabında, kentleri, çeşitli mahalleleri,
surları ve binalan anlatır, buralarda oturan nüfustan söz eder
ve değişik binalar inşa edenlerden balıseder, Öteyandan İslam
çağlarında Mısır'ın tarihine değinir. Ayrıca o çağlarda Mısır
haUumn uygarlığından ve Mısır'ın tarihî eserlerinden de söz
eder.

(2). TABAKAT KİTAPLARI

Orta Çağ'da İslam topraklarının siyasî, sosyal ve kütürei


durumları hakkında oldukça geniş bilgi içeren Arapça
kitaplardan bazıları da teracim ve tabakat eserleridir. Bu
kitaplar, fakihler, alimler, edebiyatçılar veya meslek erbabından
belli bir grubun kuşaktan kuşağa hayat hikayelerini anlatan
kaynaklardır.
Bu eserlerden bazıları şunlardır:^"
İbn Hallikân: Vefeyâtü'l-A'yân.
İbn Şakir el-Kutubî: Fevâtü'l-Vefeyât.
İbnü'l-Esîr: Üsdü'l-Ğâbe fî Ma'rifeti's-Sahâbe.
es-Safedî: el-Vâfî bi'l-Vefeyât.
İbnu'l-Kıftî: İhbârü'l-Ulemâ bi Ahbâri'l-Hukemâ

,Yazar bu bölümde en başta İbn Sa'd'ın, et-Tabakâtü'l-Kübrâ isimli


eserini zikretmeliydi. Herhalde yukanda bu eserden bahsettiği için
burada tekrardan kaçındı.(Mütercimler)

80
ibn Ebî Usaybia: Uyûnü'l-Enbâ fi Tabakâti'l-Etibbâ.
es-Suyûtî; Buğyetü'i-Vuât fi Tabakâti'l-Luğaviyyîn
ve'n-Nulıât.
eş-Şevlcanî: el-Bedrü't-Taii' fi A'yâni'l-Karni's-Sâbi'.
İbnu'I-Fuvatî: el-Havâdisü'I-Câmia an Alıbâri'l-
Mieti's-Sâbia.
İbn Hacer el-Askalanî: ed-Dürerü'l-Kâmine fî A'yâni'l-
Mieti's-Sâmine.
es-Sehâvî. ed-Davu'l-Lâmi' fi A'yâni'i-Karni't-Tâsi'.
ez-Zebidî: Tabakâtü'n-Naliviyyîn.
İbn Beşkuval: es-Sıla fi Tarîlıi Eimmeti'i-Endüiüs ve
Ulemaiiıinı ve Muhaddisîhim ve Fukahaihim ve Üdebâihim.
es-Subkî: Tabakâtü'ş-Şâfiiyye.
es-Sülemî: Tabakâtü's-Sûfiyye.
İbnYa'ia: Tabakâtü'l-Hanabile.
İbnu'l-Mu'tez: Tabakâtü Fuhûli'ş-Şuarâ.
İbn Cülcül: Tabakâtü'i-Etibbâ ve'i-Hukemâ.
İbn Receb: Zeylu Tabakâti'l-Hanâbile.
el-Huşenî: Kudâtu Kurtuba.
en-Nebahî: Kudâtü'l-Endüiüs.
er-Razî: Kitabü'l-Cerlı ve't-Ta'dîI (Min Teracimi
Ricali'l-Hadisi'n-Nebevî).
İbnü'i-Esir: el-Lübâb fi'l-Ensâb.
el-Aydriisî: en-Nuru's-Safir fî Ahbâri'I-Karni'l-Aşir.
el-Ğazzî: el-Kevâkibü's-Sâire fi A'yâni'l-Mieti'l-Aşire.

81
(3). COĞRAFYA KİTAPLARI

Daha önce de belirtiğimiz gibi, müslümanlara göre,


coğrafyanın tarihle sıkı bir bağlantısı vardır. Coğrafya ile ilgili
arapça yazılmış eserler, bir çok gerçeği içermektedir. Tarih
araştırmalarında bu gerçeklerden yararlanmak gereklidir.
Çünkü bu eserlerden pek çoğu, özellikle ülkeleri ele alır, ülkeler
arasındaki uzaklıkları açıklar, bunlardan her birinin ürettiği
mallan, onlann ne yönüyle meşhur olduklarını ve ülke
ahalisinin geleneklerini anlatır.
Bahsettiğimiz bu kitaplar arasında, saydığımız
özelliklerinin yanında, okuyucunun kültürünü artırmak, ona
hoşça vakit geçirtmek, o dönemin tarihî, edebî, sosyal ve
iktisadî yönlerini de ele almak gibi değişik hedeflere yönelenler
bulunmak-tadır. İşte bu yüzden, Orta Çağ'da İslam dünyasının
durumunu detaylı bir biçimde yansıttıkları için söz Iconusu
kitaplar, o dönemler için büyük ve temel kaynak olarak
değerlendirilmektedir.
Müsteşrikler, müslümanların "Takvîmü'l-Büldan"
konusunda yazdıkları kitapların bir bölümüyle ilgilenerek onları
yayınlamışlardır. Bunlann başında; müsteşrik De Goeje'nin,
"Arap Coğraya Kitaplar /Bibliotheca Geographorum
Arabicarum" adıyla yayınladığı kitaplar gelmektedir.

Bu kitaplar şunlardır:
l.Cilt:- el-îstahrî: Mesâlikü'l-Memâlik (2.baskı,Leiden
1927).
II.Cilt:- İbn Havkal: el-Mesâlik ve'l- Memâlik (Leiden
1873). Daha sonra bu eserin harita ilaveli ve daha mükemmel
bir baskısı, J. H.Kramers tarafından 1938 Leiden'de

82
yayınlanmıştır.
ın Cilt - el-Makdisî: Ahsenü't-Tekâsim fî Ma'rifeti'l-
Ekâlim (2.baskı, Leiden 1906)
IV.Cilt:- İlk Üç Cild Ait Açıklamalar ve Fihristler.
V.Cilt - İbnii'l-Fakih el-Hemezanî: Muhtasaru Kitabi'l-
Buldân (Leiden 1885).
VI.Cilt:- İbn Hurdazbeh: el-Mesâlik ve'l-Memâlik
(Leiden 1889).
VII Cilt - ibn Rusteh: el-A'laku'n-Nefıse ; el-Ya'kııbî,
Kitabü'l-Büldân (Leiden 1892),
VIII Cilt:- el-Mes'udî: Kitabü't-Tenbîh ve'l-İşraf, Bu
kitapla berabar yedi ve sekizinci ciltler ıçın açıklamalar ve
fihristler basılmıştır. (Leiden 1894).

Tarihî açıklamalar yönünden zengin olan en önemli


coğrafya kaynakları şunlardır:
1- Yakut el-Hamevî: Mu'cemü'i-Büldân (Vüstenfcld
neşri, Leiden 1866-1873 ve Kahire baskısı 1323 h,).
2- İbnü'l-Cey'an: et-Tuhfetü's-Seniyye bi Esmâi'l-
Bilâdi'l-Mısriyye( Kahire 1316 h./1898 m.).
3- el-İdrisî: Nüzhetü'l-Muştak fî İhtiraki'l-Afâk (Özet
basım. Roma 1592 m.)
4- el-îdrisî: Sıfatü'l-Mağrib ve Ardi's-Sudan ve Mısr
ve'l-Endülüs, ( Nüzhetü'l-Muştak'tan alman ve ayrı olarak
basılan), (Leiden 1866).

el-Estbes, Maveraünnehir ve Rusya'nın güney


bölgelerinde yaşayan göçebe kavimler hakkında farklı
açıklamalara ait belki en önemli kaynak, "Hudûdü'1-Alem"
adıyla bilinen ve 372 h./ 982 m. yılında Farsça yazılmış olan

83
kitaptır. Bu eserin Farsça metni, Rus müsteşrik W.Barthold
tarafından 1930 yılında Leningrad'da yayınlamnıştır.
Prof Vlademir Minorsky, söz konusu eserin İngilizce çevirisini
1937 yılında Oxford'da yayınlamıştır.

Modem coğrafyanın kaynaklarından ve Orta Çağ'da


müslümanların yazdığı coğrafya kitaplarından yararlanılarak
ortaya konan çalışmalardan biri de şu eserdir: G.Le Strange:
The Lands of the Eastern Caliphate (2nd ed. Cambridge
1930).
Bu kitap, Irak, Arap Yarımadası, İran ve Orta Asya
bölgelerinin, İslam fetihlerinden itibaren Timur zamanına kadar
geçen dönemdeki coğrafî yapısını ele almaktadır. ProfBeşîr
Fransîs ve Prof Corcis Avvad bu eseri, bazı coğrafya, tarih ve
arkeolojik yorumlarla Arapçaya çevirmişler ve fihristler ilave
etmişlerdir. Bu çalışma 1954 yılında da Irak Bilim Kurulu
yayınları arasında neşredilmiştir."

(4).SEYAHA T KİTAPLARI

Müslümanlar, Orta Çağ'da Coğrafya araştırmalarında


olduğu gibi seyahatlar ve keşifler alanında da önemli başarılar
elde ettiler. İslam Medeniyeti'nin meyvesini venrıesı,, fetihlerüı
yaygınlaşması, müslümanların karada ve denizde hakimiyeti ele
geçinuesi, din, dil ve imparatorluklerı etrafında onları
birleştiren kültür bağları, ilim tahsili veya hac farizasını yerine
getinnek için yapılan seyahatlar, ticaretin genişlemesi ve bu
dönemde bilinen dünyanın büyük bir bölümünde müslüman
ticaretçilerden ohışan kafilelerin yayılması gibi hususlar, uzun
süren seyahatlerin yapılmasının önemli sebeplerindendir.

,KarşılaştiTİnı:',-.Dr.MuhamiTied Hasan: Dırâsât tî Menâhiri'l-Bahs fı't-


Tarihi'l-İslamî (Kahire Üniversitesi Edebiyat Falcültesi Dergisi XII.cilt.
I.diz„Mayıs 19.50, s. 170-172)

84
Müslüman yazarlar, hicrî üçüncü (miladî dokuzuncu)
asır ile dokuzuncu(miladî on beşinci) asır arasında yaptıkları
seyahatlarla ilgili çok şey yazdılar. Ancak tek başına bu
seychatleri müstakil eser olarak yazan çok az yazar çıkmıştır.
Yazarların çoğu, yazdıkları tarih veya coğrafya kitaplarında bu
seyahatlerden bahsetmişlerdir.
Müslümanların coğrafya alanındaki çalışmalarından
bahsederken, bize ulaşan ilk müslüman seyyahların
hikayelerinin. Çın, Hind ve Bulgar ülkeleri ile Rusya'mn güneyi
hakkmda olduğunu zikrettik. Daha sonra hicrî üçüncü ve
dördüncü asırda, coğrafyacılar, ülkeler coğrafyası konusunda
yazmaya ve kendi hakimiyetleri altındaki bölgelerin özelliklerini
ve komşu ülkelerin coğrafî durumlarını anlatmaya başladılar.
Hicrî dördüncü asrın coğrafyacılarının büyük bir kısmının
yazdıkları eserlerin pek çoğu, kendi seyahatlerine ve
müşahedelerine dayanır.
Hicrî beşinci(miladî on birinci) asırda İranlı Nasır
Husrev, yakın doğuya uzun bir seyahat yaptı. Her şeyden evvel
kendi gördüklerim yazdığını söylemesi, onun bize bıraktığı
seyahatnamede gezisini dikkatli bir şekilde kaleme aldığını ifade
eder. Gördüğü medeniyetin tezahürlerini anlaması, onun İslam
milletleriyle birleşme arzusunu kamçılamıştır. Burada onun
Fatımî Halifesi el-Mustansır dönemindeki Mısır'ı anlatmasına.
Kahire şehrinden bahsetmesine ve onun bu bölgelerdeki
bayram, kutlama, sanat, ılım ve panayırlar konusundaki
çalışmalara yaptığı yardımdan bahsetmesine ayrıca Kudüs'teki
kutsal yerleri anlatmasına işaret etmemiz yeterli olacaktır.^''

Hicrî altıncı asırdan itibaren İslam ülkelerinde seyahatler


artmıştır. Bunların en önemlileri batıda yaşayanların doğuya
yaptıkları seyahatlardır. Bunların başında da Endülüs'lü İbn
Cübeyr'in, Sebte (Ceuta) limanından 578 h./1183 m. yılında
Ceneviz şehri gemilerinden biri ile el-Balyar, Sardunya ve

.Nasır Hüsrev'in eseri(Sefernâme), Türkçeye Abdülvehhab Tarzî


taraündan çevrilmiş ve M.E.B. yayınları arasında İstanbul 1988'de
yaymlanmı ştır. (Mütercimi er)

85
Sicilya adalarına da uğrayarak iskenderiye'ye yaptığı seyahat
gelir. İbn Cübeyr, Mısır'da es-Saîd bölgesindeki Kûs'a yöneldi,
oradan çöl yoluyla Ayzab'a sefer yaptı. Ayzab ile Cidde
arasında hacıları taşıyan nakliyecilerle Kızıl Dcniz'i geçti Hac
farizasını da eda ettikten sonra İbn Cübeyr, İrak bölgesine
geçti. Bundan sonra Şcun'a yöneldi. Ceneviz bandıralı gemi onu
Sicilya'ya götürdü. Oradan da başka bir Ceneviz gemisiyle
Endülüs'te bulunan Kartaca kalesine geldi. Böylece iki sene üç
ay kadar süre memleketinden uzak kalan İbn Cübeyr, ülkesine
döndü. İbn Cübeyi, 585 h./1189 m. yılında ikinci vc 614
h./1217 h. yılında ise üçüncü gezisini yine doğuda bulunan
İslam ülkelerine yaptı. O, ilk gezisi ile ilgili haberleri, uğradığı
ülkeler ve buralardaki durumlardan bahseden geniş
açıklamaları içeren günlüklere benzer tarzda kaleme aldı ve
"Tezkire bi'l-Ahbâr an İttifakâri'I-Esfâr" adını verdi. Bu
eserin değişik baskıları bulunmaktadır. Ancak adı geçen eserin
en iyi baskısı. Hollandalı şarkiyatçı De Goeje'nin talıkiki ile
1907 m. (Gibb Memorial Series) iLondra'da yapılmıştır Aynı
eser, Dr.HüseyTi Nassar'm tahkiki ile "Rihletü İbn Cübeyr"
adıyla Kahire'de yayınlanmıştır.

Sosyal araştırmalar yönünden zengin olan gezi


kitaplarından biri "el-İfade ve'l-İ'tibar fı'I-Umuri'l-
Müşahedeti ve'1-Havadisi'l-Muayene bi Arzi Mısır" isimli
eserdir. Bu kitap, Iraklı AbduUatif el-Bağdadî isimli bir
doktorun Mısır'a gerçekleştirdiği gezinin ürünüdür. Yazar, bu
eserinde hicrî altıncı asrın (miladî 12.asrın) sonlarındaki Nil
Vadisi'nden bahsetmiştir. Bu yazarın önemli özelliği; yaptığı
geziyi dikkatli bir şekilde ortaya koyması ve değişik imar
işleriyle beraber sosyal olaylara temas etmesidir. Ayrıca el-
Bağdadî gibi bir doktordan beklenen ilmî yaklaşımları da bu
eserde görmek mümkündür. Mısır'ın bitki örtüsü ve hayvanlar
alemi ile ilgili açıklamalar yanında. Yukarı Mısırda kı. Ehram,
Sfenks'' heykeli, Dikili taşlar, Tapıınaklar, İskenderiye Feneri
gibi Mısır'ın eski eserlerini de anlatmıştır.

..Mı.sır'tla L-ski Mısırlılardan kalma kadın başlı aslan vucullıı heykel


(Miilercimlcr)

86
el-Bağdadî, bu eserler hakkmda ortaya koyduğu
görüşüyle, Orta Çağ'da müslümanlann, adı geçen eserlerin
değerine yabancı olmadıklarını ifade etmektedir. O şöyle
demektedir: "Hükümdarlar bu eserlerin bekasını sağlamaya
yönelik çalışmalara devam ettiler ve onlarla gereksiz
uğraşmalara engel oldular. Bu eserlerin sahiplerine düşman
olmaları, onları bu işlerden geri bırakmadı. Bunu şu iyilikleri
temin için yaptılar: Böylece tarihin bekası sağlanır ve geçmiş
asırlara dikkat çekilmiş olur. Yine bu eserler, geçmişte yaşamış
milletlerin çeşitli dunımlarma, hayatlarına, ilimlerinin
gelişmişliğine, düşüncelerinin duruluğuna ve buna benzer
konulara ışık tutar. Bunların hepsi nefsin bilmeyi arzu ettiği ve
onu öğrenmekle etkilendiği hususlardandır.

Araştırmaların, hicrî sekizinci (miladî on dördüncü)


asırda İbn Batuta'nın seyahatından bahsetmeleri tabiîdir. Onun,
müslümanların en büyük seyyahlarından ve en çok ülke
gezenlerinden biri olmasında, zengin ve kapsamlı haberleri
aktaran ve dolaştığı ülkelerdeki sosyal durumlardan en çok
bahseden bir seyyah olmasında şaşılacak bir şey yoktur. İbn
Batuta'nın Merakeş'de bulunan vatanı Tanca'yı 725 h./1325 m.
yılında hac farizasını eda için terk ettiği, Cezayir, Tunus,
Trablus, Mısır ve Şam'a uğradığı. Hac mevsiminden sonra
Hicaz'dan İrak'a gittiği, bazı İran şehirlerini ve Cezîre'yi
dolaştıktan sonra Hicaz'a döndüğü, oradan Yemen'e gittiği,
sonra Şam'a, Küçük Asya'ya(Anadolu), Kırım ve Kokaz gibi
adalara, Volga bölgesine, İstanbul'a, daha sonra Harzem,
Buhara, Semerkant, Herat, Nisabur, Gazne ve Kabil'e gittiği
bilinmektedir. İbn Batuta bundan sonra Hindistan'a gitti ve
oranın hükümdarı Muhanmıed b. Tuğluk ile buluştu.

Bu hükümdarın, Çin hükümdarına gönderdiği elçilerin


başkanlığını yaptı. Çin'den Somatra'ya çıktı. Fakat Hidistan'a
dönmedi. İrak'a, sonra Şam'a daha sonra Mısır ve Tunus'a
yöneldi. Son olarak da vatanına ulaştı. Daha sonra ikinci bir
seyahat yapan İbn Batuta, Endülüs'ü ziyaret etti. Üçüncü bir
seyahatini ise batı Sudan'da bulunan müslümanların
memleketlerine yaptı. Bundan sonra 754 h./1353 m. yılında

87
Ebû 'İnan cl-Merinî'nin Fas'dakı sarayına döndü. İbn Batuta'nın
seyahatleriyle ilgili anlattıkları, btı hükümdarın hoşuna gitti.
Bunun üzerine katibi N4ulıammed b. Cüzey el-Kelbî'ye İbn
Batuta'nın kendisine imla ettireceklerini yazmasını emretti,
hükümdarın katibi İbn Cüzey, b u ' seyahatnamenin yazımını,
özetlenmesini ve düzenlcnırcsini vaptı. Yine ona bazı şiirler
ekledi ve bazı bölümle,-lii yazarken bu sırada bulunan
seyahatnamelerden; özellıtMO tbn Cübeyr'in seyahatnamesinden
yararlandı. İbn Cüzey, İbn Batuta'nın scyahatnaıntsine
"Tuhfetü'n-Nazzâr fî Ğarâibi'l-Emsâr ve Acâibi'l-Esfâr"
ismini verdi. Bu eserin yazımını 757 h./1357 nı. vılında
tamamlayan İbn Cüzey, sonuçta bu seyyahın yirmıbeş yıllık
seyahatten sonra, seyahatini bu hükümdarın ülkesinde
nok-talamasını övdüğü gibi. İbn Batuta'yı da övmeyi unutmadı.
İbn Batuta. yaşadığı üsrı bize doğm bir şekilde anlatan
önemli bir eser bııabmştır diyebiliriz. İbn Batuta'nın
se>ahatnamesınde bazı terslikler bulunmaktadır. Bunun sebebi,
İbn Battıta'mn bizzat kendisinin seyahatnunı,:oini kaijme
almaması, İbn Ciirzey'ın bu seyahatin bazı haberlerini atması ve
diğer bazı seyahatnamelerden bu kitaba bazı ilaveler
yapmasıdır'".
İbn Batuta'nın S'.'yahatnamesi, Paris'te fransızca
tercümesi}le beraber, geçen asrın ortalarında iki şarkiyatçı De
Fremeri ve Sanguinetti tarafından yayınloııdı. Kaİıire'de de iki
arapça baskısı yapılmıştır. ProfGıbb, bu eserin ingilizce bıT
özetini 1929 \ilinda "Broadway Travellers" serisi içuıdc
yayınladı. Gibb, bu esere tbn Batuta ve onun yaşadığı asırdan
bahseden bir giriş yazmıştır."*

. I J I ! .scyulititnaınedcki bazı tutar.-iizlıklünn bıiiuııınasmın subepk-ri


baivkmdu bkz: Ismel PanTuıi.siıroğiu, İbiı Bututa Seyahatmamesinıleıı
Sevmeler, İ.staııbu) 1971; Mehınel Şeker, İbn Batııta'ya Göre
Anadolunun .Sosyal, Kültürel ve İktisadî Hayatı ile Ahîlik, Ankara,
iyy:5. (Miileruimlci)
5!)
.Seyahatnamelerin ve müslüman seyyahların özellikleri konusunda
bakııu7..Dr.Zeki Muhammed Hasan, Ortaçağ'da Müslüman Seyyahlar ,

88
(5).MİLLÎ H İ K A Y E L E R

Millî hikayeler, İslam Tarihçisinin nazar-i dikkate alması


gereken kaynaklardandır. Ancak onlardan tarihî hakikatleri
çıkarırken çok dikkatli olunması gerekir. Çünkü bu rivayetler,
başlangıçta sadece sözlü anlatıma dayanıyordu. Bunlar daha
sonraki asırlarda yazıya geçmiştir. Ayrıca bu hikayelerin
hedefi; övünme, dinleyenleri teselli etme ve onların hoşuna
gidecek kahramanlık konularını ve hikayelerde yaygın olarak
yer verilen hususları dile getirmektir. Asrımızda tarihî filim ve
romanlarda gördüklerimize benzer hikayeleri anlatanların, Arap
meşhurlarından bir kişi etrafinda tarihî olmayan olaylara ve
yukarıda yer verilen konularda, hayallerine dayanmalarında
şaşılacak bir şey yoktur.
Başlangıçta bu hikayeler. Gazvelere ve İslam fetihlerine
dayanıyordu. Büyük ölçüde bunlar gerçeklerden oluşuyordu.
Sonra Meğâzî kıssaları, başka millî hikayelere yöneldi.
Bunlardan bazıları, Antara kıssası gibi Cahiliye devrindeki
Arap kahramanlarından ve bazıları Bizans'a karşı yapılan
cihaddan bahsediyordu. Bazıları ise; Benû Hilal'in Kuzey
Afrika seferine, yine bir kısmı Memluklü Sultanı Baybars'ın"^^"
hikayesi gibi İslam Tarihi'nin kahramanlarına yer veriyordu.

(c). EDEBİYA T KİTAPLARI

Eski edebiyat kitaplarının, Orta Çağ İslam toplumunun


çeşitli durumları konusunda tarihî hakikatlerden tamamen uzak
olmayan yardımcı kaynaklar oldukları hususunda şüphe yoktur.

ayrıca bahsettiği kaynaklar.


.Bkz Sauvaget, ıntroduction a l'Histoire de l'Orient Musulman
PP.26-28.

89
özellikle toplumun zevk, adetler, ahlak ölçülen, yüksek örnek,
normal yaşantı, bayramlar, teselli üslupları, şehirlerin
durumları ve buna benzer toplumsal alanlarda bu eserler, bize
yardımcı olur. Ayrıca biz bu eserlerde siyasî tarihle ilgili bazı
hakikatleri de bulmaktayız. Emevî devleti hakkında
bildiklerimizin pek çoğunun edebiyat kitaplanna dayandığı bir
gerçektir.
Edebiyat kitaplarının çoğunda İslam Tarihi'nde tanınan
şahsiyetlere nisbet edilen ilginç olayları dile getirmeye yönelik
mülahazalar vardır. Fakat bu nisbetin doğru olduğuna kanaat
getirmek mümkün değildir. Bizim için, bu ilginç olaylardan
bazılarının edebiyat kitaplarında tekrarlanan ve değişik
sebeplerle farklı kişilere nisbet edilen hikayelerden olması
yeterlidir.
İslam Tarihi'nde araştırıcıların yararlandıkları bazı
edebiyat kitapları şunlardır:
el-İbşihî: el-Mustadraf fî Külli Fennin Mustazraf
(Kahire 1352).
el-Isfahanî (Ebu'l-Ferec): Kitabü'l-Eğânî (Bulak 1285
h./1868 m., 20 cilt, Aynca R.E.Brunnovv'un neşri: Leiden
1888, 21 cih olarak. Yine Guidi, 1895-1900 m. tarihinde
Leiden'de bu eser için bir fihrist yayınlamıştır.
İbnu'l-Enbarî: Nuzhetü'l-Elibba fi Tabakati'l-Udebâ
(Mısır 1294 h ) .
İbn Hacce el-Hamevî: Semerâtü'l-Evrâk.
İbn Abdi Rabbih: el-Ikdu'l-Ferîd.
İbn Kuteybe: Uyûnü'l-Ahbâr (Kahire 1925-1930 m.).
tbn Kuteybe: Kitabü'l-Maârif (Mısır 1353 h ) .
tbnü'l-Kelbî: Kitabü'l-Esnâm (Mısır 1934 m ) .
el-Bağdadî (Abdulkadir b. Ömer): Hizanetü'l-Edeb.
el-Bîrûnî (Ebu'r-Reyhan): el-Cemâhir fî Ma'rifeti'l-

90
Cevahir (Haydarabad, Dakkan 1355 h.).
et-Tenûhî: el-Ferec ba'de'ş-Şidde (Mısır 1357 h ) .
ct-Tenûhî: el-Müstecad min Fealâti'l-Ecvad (Dımaşk
1946 m.)
cs-Scalebî (Abdulmelik): Letâifii'l-Maârif (Leiden 1867
m.).
el-Cahız: el-Beyân ve't-Tebyîn (4 cüz, Kahire 1928).
el-Cahız; el-Buhalâ.
el-Cahız: el-Hayavân.
el-Cahız: et-Tabassur bi't-Ticare (2 baskı,Kahire 1935.
Bu eseri Tunuslu Hasan Hüsnü Abdülvehhab tashih ederek
neşr etmiştir).
el-Cahız: et-Tac fî Ahlâki'l-Mülûk, Tahkik: Alımet Zeki
Paşa (Kahire 1914 m.).
el-Harızmî: Mefâtihu'I-UIûm (Leiden 1895 m ) .
ed-Demirî: Hayâtü'l-Hayavâni'l-Kubra.
er-Rağıb el-lsfehanî:Muhâdarâtü'l-Üdebâ ve
Muhâveratü'ş-Şüarâ ve'l-Büleğâ (Mısır 1326 h.)
Şeyhu'r-Rabve (Muhammed b. Ebî Talib ed-Dımaşkî):
Nuhbetü'd-Dehr fî Acâibi'I-Berri ve'l-Bahr (Saint Petersburg
1866 m.).
es-Sabî (Ebû İshak): Resâil (Lübnan 1898 m.).
es-Sûlî: Edebü'l-Küttâb (Kahire 1341 h.).
el-Gazvelî: Metâliu'l-Budûr fî Menâzili's-Surûr
(Kahire 1299 h.).
el-Kalkaşandî : Subhu'l-A'şa fî Sınaati'l-İnşa (14 cüz.
Kahire 1913-1919 m.,Daru'l-Kutubı'l-Mısrıyye).
el-Makkarî: Nafhu't-Tîb min Ğusni'l-Endülüsi'r-Ratîb
(Bulak 1279 h.).

91
d-Mc\dani: Mecmau'l-Emsâl (Kalııre 1352 h )
cn-Ncvacî : Halbetü'l-Kemît ( M ı s ı r 127Cı h ).
cn-Nuvcyrî: Niliâyetü'l-Ereb fî Funûni'l-Edeb ( 1 3 cuz.
Daru'l-K.utubil-Mısri>ye Diğer ciltlen yazma olarak
durmaktadır).
el-Vatvat (Cemaluddın): Ğuraru'l-Hasâisi'l-Vadılıa
(Kalııre 1284 h )
Vekî' (Muhammed b Halef) : Ahbâru'l-Kudât (Kahire
1950)

(7). FIKIH KİTAPLARI


Bilindiği gibi fıkıh, Kur'an ve Hadis'ten şer'î hükümleri
çıkamıak, kıyas yapmak ve ıcmada bulunmaktır. Kelime
anlamıyla fıkıh, anlamak ve bilmektir.
Bu dalda bize ulaşan en erken kaleme alınan kitaplar.
Ebû Yusufun "el-Harâc". eş-Şevbanî'nın "ei-Cânıiu'i-
Kebîr" . "el-Câmiu's-Sağîr" \ e "Kitabu's-Siyeri'l-Kebîr".
İmam Malik'in "el-Muvatta" ve eş-Şafıî'mn "el-Umm" isimli
eserleri gibi hicrî ikinci asra kadar varan ka> naklardır.
Tarihçinin, fıkıh kitaplarında. İslam milletleri ile ilgili
durumları ve Orta Çağ kurumlan ile ilgili açıklamaları bulması
tabiîdir Fıkıh alimleri, özellikle milletin bütün kesınılernle
ilgilenerek müslümanların hayatlarının çeşitli yönlen\lc meşgul
olmuşlardır Onların eserlerinin, yaşantı düzeyine, sosyal
olaylara, iktisadî \'e malî konulara, ahlak ve adetlere \e
toplumun çeşitli kesimleri arasında yayılan bıd'atlara yer verme
yönünden zengin olmasında şaşılacak bir şey yoktur.
Gerçekten fıkıh alimlerinin bu bıd'atlerlc ilgili olarak
yazdıkları ve yöneticilerle hükümdarların belli durumlar ve
meseleler hakkında kendılermden feU'a ıstemelen sonucu,
onlann eserlerinde okuduğumuz fet^•alar, müslümanların içinde
yaşadıkları durumlar, hayatta karşılaştıkları sorunlar ve

92
aralarında yaygın olan adetler hakkında son derece değerli
kaynaklar olarak kabul edilir.
Ancak tarihçiye düşen görev, söz konusu fıkıh
kaynaklarından elde ettiği bilgiler hususunda titiz
davranmaktır. Çünkü fıkıh alimlerinin yazdıkları, bazen hayatm
gerçeklerinden uzak ve nazariyeden öteye geçmemektedir. Bu
karışıklığa verilecek en meşhur örneklerden biri şudur: Mısır'da
cizye verme konusunda bazı fıkıh alunleri, zimmîler arasmda
eşitlik görüşünü savunurken , bazıları da sadece yöneticilerin
cizye koyarken insanları üç gruba ayırdıklarmı söylüyordu.
Buna göre zengin zimmîden kırk sekiz dirhem, orta halliden
yirmi dört dirhem ve daha aşağı durumda olandan ise on iki
dirhem alınıyordu. Ancak müslümanlara Mısır'ın fethinden
Ahmed b. Tolun'un oraya gelişine kadar olan dönemi kapsayan
valiler devrine ait papirüs kağıtlarına yazılı vesikalar, cizyenin
her şahsın durumuna göre değiştiğini göstermektedir. Eşit
şekilde cizye veren iki kişi bulmak zordur. Çünkü birisi bir
dinar verirken diğeri bir buçuk dinar öder, üçüncüsü ise üçte iki
dinar, dördüncüsü de bir dinar ve bir dinarın üçte birini öder'.
Buna göre, cizye her şahsın servetine göre takdir edilmekte
idi.<^'

Fıkıh kitaplarında bulunan tarihî açıklamalar konusunda


araştırma yapan kimsenin, bu çalışmaların bazı kurumlan
kapsamadığını ve toparlayıcı olmadığını aklından çıkarmaması
gerekir. İslam hükümetlerinin koyduğu bazı vergiler hakkında
fıkıh kitaplarında her hangi bir açıklama bulunmamaktadır
Yine bu eserlerin bir kısmında, toplumda olmayan bazı
hallerin münakaşasının yapılması ve bu konularda hükümler
çıkarılmaya çalışılması, araştırıcıyı bazen yanıltır. Bu sahada
fıkıh kitaplarının haram veya mekruh olduğunu kabul ettiği
bid'at, adet ve işlerin çoğunun, fıkıh alimlerinin onlarla
savaşma ve toplumu bunlardan temizlemeyi vurgulama
zamretini hissettikleri bir sınıra kadar toplumda bunların
yaygın olması gerektiğini zikretmeliyiz.

.Bkz.Dr.Seyyide Kaşif, Mısır fî Fecri'l-İslam (Kahire 1947), s.37-41.

93
(8).HİSBE KİTAPLARI

Hisbe , toplum hayatı hakkında çeşitli


açıklamalar yönünden zengin olan eserlerdir. Muhtesibin,
çarşilar, yollar, çalışanlar ve satıcılarla ilgili düzenlemeleri
yaptığı, şer'î hükümlere riayetle iyi bir üslûb üzere çalıştığı ve
toplumu murakabeye ve halkı, tüccarın ve sanayicilerin
aldatmalarmdan korumaya özen gösteren kimse olduğu
bilinmektedir.'^
Hisbe kitapları, muhtesibin görevlerim tafsilatlı bir
şekilde ortaya koyar. Bu kitapların en önemlilerinden bazıları
şunlardır:
(1)- Muhammed b. Muhammed b. Ahmed el-Kuraşî
(İbnu'l-Uhuvve): Kitabu Meâlimi'l-Kırbe fî Ahkâmi'i-Hisbe
(Reuben Levy yayınladı),(Gibb Memorial Series), Cambridge
1938.
(2)- Abdurrahman b. Nasr eş-Şeyzerî: Nihâyetü'r-
Rütbe fî Talebi'l-Hisbe (es-Seyyid el-Baz el-Arinî neşretti.
Kahire 1946 m.).
(3)- Ahmed b. Teymiyye: el-Hisbe fı'I-İslam (Kahire
1318 h ) .
(4)- Ebû Abdillah es-Sakatî: Adâbü'l-Hisbe (Paris 1931
m).

" .Bkz.el-Maverdî,el-Ahkâmü's-Sultaniyye, (Kahire 1328 h.),20.bab ve


sonrası; el-Makrizî,el-Hıtat ,1,4 6 3 ^ 6 4 ; Grunebaum,G.E.Von,Medival
islam (Chicago,lllinois,1947),pp. 165-167.
.Bkz. eş-Şeyzerî,Nihâyetü'r-Rütbe fî Talebi'l-Hisbe; Adam Mez, el-
Hadârettt'l-lslâmiyye fı'l-Kami'r-Râbii'l-Hicrî (Arapçaya çeviri:
Dr.Muhammed Abdülhadî Ebû Rayde, 1.baskı. Kahire 1940 m.), n,233-
234; Dr.Zeki Muhammed Hasan, Dırâsât fî Menâhici'l-Bahs fı't-
Tarîhi'l-lslamî, s. 173-174 ve burada zikredilen kaynaklar; Dr.Seyyide
Kaşif, Mısır fî Asri'l-Ihjidiyyîn, (Kahire 1950), s.229

94
B- YAZILI VE KAZILI (ESERI.ER) BELGELER'''

İslam Tarihi sahasında çalışma yapan yeni


araştırıcıların, İslam Tarihi yazıcılığı ile arkeoloji arasındaki
bağın farkında olması gerelcir. Arkeolojinin geçmişten bize
ulaşan bütün kalıntılar ışığında araştırmalar yapan bir ilim dalı
olduğu bilinmektedir. Arkeoloji alimi, ilmî hedeflerine ulaşma
konusunda, tarih öncesi devirlerin ilmi ve meskukat veya
nümüzmatik ilmi gibi değişik araştımialardan arkeoloji ile
irtibatı olan her ilim dalından yararlanır. Ayrıca arkeolojik
tarihî kitabeler konusundaki çalışmalar, beşerî bilimler ve yapı,
heykel ve resim gibi sanatlar ve süsleme gibi pratik sanatlar
tarihi yanında papirüs kağıtları ile ilgili ilimlerden de istifade
eder.

Bazen meşhur tarihî yanlışları düzeltmekle birlikte


arkeoloji, edebî ve tarihî kaynaklarda hissettiğimiz boşluğu
doldurmada da büyük oranda bize yardımcı olmaktadır. Eski
Yunanistan'daki İsparta'da eğitim ve hayat şartları, sertlik ve
zorluğa dayanan özellikler taşıyordu. Bu sertlik, İsparta
tarihinde eski geleneklere dayanmaktaydı. Ancak bu bölgedeki
1905 ile 1912 yılları arasmda yapılan kazılar, M.Ö. sekizinci
ve yedinci yüzyıllarda Isparta'daki hayatın israf, lüks ve
zenginlik belirtilerini taşıdığını ortaya koymuştur. Yine M.Ö.
altıncı asırda başlayan Isparta'daki hayatın zorlukları, önceki
iki asırda yapılan israf ve lüks yaşantıya bir tepkidir. Bu israf
yüzünden İsparta toplumunu saran tehlikeyi bertaraf etmek ve
israfa dalan milletlere -nisbetle sayılarının az olması sebebiyle
tehlikeyi yok etmek için İsparta yönetimi şiddete yönelmiştir.'^^

.Bu konu başlığı kitabın ashnda bulunmamaktadır.


" Dr.Zeki Muhammed Hasan, Dırnsât fî Menâhici'l-Bahs fı't-Tarîhi'l
İslamî, s 154-156.

95
Yine buna benzer bir olayda şudur: d-Velid b.
Abdilmelik'in hilafeti döneminde(86-96 h./705-715 m.) Mısır
valisi Kurra b. Şerik (90-96 h./709-715 m.)'ın zulmünden
bahseden pek çok rivayet ve metin bulumnaktadır. Fakat 1901
yılında elde edilen Komışkav papirüsleri, bu rivayetlerin
hepsinin doğru olmadığını ortaya koymuştur.'"^
Gerçek şu ki, eski çağların tarihi ile alakalı araştırma
yapanlar, tarih ile arkeoıoji arasında kuv\'etli bir ilişki
olduğunun şuuruna tam olarak varmışlardır. Eski çağlardan
hangi dönemin tarihçisi olursa olsun bu kişinin, araştımla
yaptığı asrın arkeoloji alimlerinden biri olması veya en azından
tarihiyle uğraştığı yerlerin medeniyeti konusunda arkeologların
ulaştıkları sonuçlara kesin olarak güvenmesi gerekir. Çünkü bu
çağlardem günümüze kadar gelen arkeolojik malzeme, ait
oldukları devimlerin temel kaynaklarıdır.
Fakat İslam Tarihçilerinden bcizılarının, arkeolojiden
yararlanmadan İslam milletlerinin tarihini yazabilecekleri
konusundaki inançları devam etmektedir. Ancak bu düşünce,
İslam Tarihi öğretiminde istenmeyen sonuçlar doğurmaktadır.
O halde İslam Tarihçilerinin, İslam arkeolojisini iyi bilmesi
veya en azından İslam arkeologlarının ulaştıkları ilmî sonuçları
kullanmaları gerekir.
İçinde bulunduğumuz asrın başlangıcından itibaren
müsteşrikler arasından İslam Tarihi ile ilgilenen İngilizlerden
Margolilouth, Thomas Arnold, Lane Poöle ve G. Le.Strange,
Almanlardan Becker vc P.Kahle ve Fransızlardan Blachere.
Sauvaget, G.Wiet, Corc Marçais ve Levi-ProvençaK^ gibi ileri
gelen tarihçilerin, İslam arkeoloji alimlerinden olduklarını
kaydetmemiz bizim için yeterlidir.
tslam arkeoloji ilmi sonucu olarak ortaya konan ve İslam
Tarihi hakkında yaptığı araştırmaların mükemmele

.Se>7İde Kaşif, Mısır fi Fecri'l-İslam, s.225-226.


Dr.Zeki Muhammed Masan. Uırasât fi Menâhici'l-Bahs fi't-Tarîhi'l-
İslamî. s. 155-157.

96
yaklaşmasını isteyen tarihçinin, kullanması gerekh olan değişik
Araştırmalardan bazıları şunlardır:
(1)- Vesikalar ve Yazılı Papirüs Kağıtları Konusundaki
Çalışmalar.
(2)- Arkeolojik Tarihî Kitabeler hakkında yapılan
çalışmalar (Tarihî yapılar, eski eserler ve mezarlar üzerinde
bulunan).
(3)- Sikkeler ve Nümizmatikle ilgili çalışmalar.
(4)- Mimarlık ilmi, süsleme ve pratik sanatlarla ilgili
çalışmalar.

0). VESİKALAR VE YAZILI PAPİRÜS KAĞITLARI

Bize, tarih, edebiyat ve sosyal konular hakkında yazılmış


kitaplar içinde, İslam milletlerinin çalışmaları konusunda bü\aik
değeri olan açıklamalar ulaşmıştır. Fakat bunlar, güvenilirlik
açısından, vesikaların değerlerine ulaşamamaktadır. Buna
benzer vesikalar, Orta Çağ'da İslam Tarihinde biliniyordu,
fakat az kullanılıyordu ve nerede ise Papirüs vesikaları ile
sınırlı ıdı.
Orta Çağ toplum hayatı konusunda ve idarî, adlî, sosyal
ve sanat dallarında yapılan çalışmalarda başvuruda bulunacak
vesikalar ve kalıntılar yönünden İslam milletlerinin fakir
oldukları bir gerçektir. Bu, ilk bakışta şaşırtıcı bir durum
olarak görülür, özellikle Orta Çağ Avnıpasıyla ilgili pek çok
vesika ve kalıntılar bulunduğunu hatırladığımızda, daha çok
hayret ederiz. Halbuki bu dönemlere ait müslümanlarla ilgili
vesika ve kalıntıların daha çok olması beklcmnektedir. Çünkü
müslümanlar, genellikle medeniyet ve kültür alanlarında daha
üstün durumda idiler ve kitabe yazıcılığı müslümanlar arasında
Avrupalılardan daha gelişmiş durumda idi.

Vesikalar ve kalıntılar konusunda Orta Çağ İslam

97
milletlerinin fakir olmasmm bazı sebepleri olduğu açıktır.
Bunlardan biri şudur: İslam ülkelerinde Kur'an ve Sünnet
idarenin temelidir. Halife, sultan veya komutanın isteği ancak
bu çerçevede geçerlidir. Bu yöneticiler, elde ettikleri bir hakkı
tesbit eden vesikaların korunmasına hırs göstennezler. Çünkü
bu vesikalar, eğer Şeriat bunları desteklemezse hiç bir değere
sahip değildir. Bundan başka bütün müslümanlar. Şeriat
ilminde eşitti. İslam toplumunda, Avrupa toplumunda bulunan
Kilise ve burayı elinde tutanlar gibi manevî şahsiyetleri olan
kurumlar bulunmamaktadır. Yine İslam toplumunda Orta Çağ
Avrupasında bir anlamda derebeyi olan idareciler olmadığı gibi
kuvvetli yönetimler de yoktu. Ayrıca Orta Çağ Avrupasında
bilinen çeşidiyle idarî ve malî konularda bağımsız gibi olan hür
şehirler de yoktu. Bütün bu gruplar, iktisadî, malî ve sosyal
konularla ilgili işler hususunda pek çok yazılı dokümanları
korudukları gibi kazandıkları haklan tesbit eden vesikaları da
muhafaza etmişlerdir.'* Adlî konularda, İslam kadıları, adaleth
şahitleri dinlemeye dayanıyordu. Bu konuda yazılmış vesikalar
çok değildir. Ancak vakıflarla ilgili konularda durum böyle
değildir.

Orta Çağ İslamî devirlerden bize ulaşan vesikaların


çoğunun hükümete ait vesikalar olması gerektiğini
düşünüyoruz. Ancak bunlar azdır. Bunun sebebi, hakimiyete
dayanan yönetim tarzıdır. Bu, genelde yukarıdan aşağıya inen
bir tarz değildir veya bir birine bitişik yönetim anlayışı yoktur.
Bilakis aralarında düşmanlıklar olan ve bu esasa oturan bir
idare vardı. Yönetimi ele geçiren bir aile, kendisinden önceki
aileden kalan şeylerin yok olmasına çalışmasa da korunmasına
da yardımcı olmazdı. Bundan başka yönetimle ilgili vesikaların
çoğunun zayi olması, onlann korunmaması ve değerinin
bilinmemesiyle ilgilidir. Bu vesikalar, yanarak veya başka
sebeplerle yok olurdu.

Bununla beraber, ele geçirilen vesikalar, bize çok sayıda

<^' .Dr.Zeki Muhammed Hasan, Dırâsât fî Menâhici'l-Bahs fi't-Tarihi'l-


İslamî. s.l57-158.

98
ulaşan evrak şeklinde gelmişti. Orta Çağ Avmpasmdan kalan
vesikalardan, Orta Çağ Avnıpa Tarihi konusunda çalışmalar
yapan tarihçilerin yararlandıkları gibi bizim de bu dönem
vesikalarına sahip olamayışımız bir gerçektir. Çünkü, ilk
devirlere ait İslam vesikalarının çeşidi azdır. Bunlarm çoğu
idare ile ilgilidir. Bu vesikalar arasında sosyal kurumlara,
iktisadî duruma ve malı kurumlara ait çok vesika yoktur. Yine
İslam Tarihinde bazı fetret (ara) dönemleri olmuştur. Ayrıca
bazı İslam ülkelerinden ise çok az vesika bize ulaşabilmiştir.
Bize gelen vesikaların büyük bir kısmı, İslaın'ın doğduğu
asırdaki Mısır Tarihi'ne aittir. Bu sebeple sosyal, siyasî,
iktisadî ve malî konularda yapılan çalışmalarda bu vesikaların
büyük bir önemi vardır. Çünkü bunlar arasında papirüs
cinsinden vesikalar da bulunmaktadır." Bunlarda, cizye, haraç,
tayinler, idarî kurumlar, ticaret yolları, bina ve mescitlerin
yapımı, donanma kurma ye ticarî malların, evlerin ve arazilerin
fiyatları ile ilgili açıklamalar bulunmaktadır. Ayrıca evlilik
akitleri, alış veriş ve bazı adetler ile sosyal düzeni bize
açıklayan yazışmalara da rastlamaktayız.
On dokuzuncu asnn başlarında 1824 m. yılında Mısır'da
bazı çiftçilerin içinde papirüs kağıdından oluşan iki arapça
mektubun bulunduğu bir testiyi bulmalarından itibaren papirüs
vesikalarla ilgili çalışmalara yönelme olmuştur. Bu tarihte

.Papirüs, şu anda kullandığımız kağıttan önce, eski Mısır halkının


papirüsten yaptıkları kağıttır. Papirüs bitkisi uzunlamasına parçalara
ayrılır, bu parçalar yan yana konur, bunların diğer bir kısmı da
enlemesine konarak bitiştirilir, bu sıkıştırılarak inceltilir, Soru'a bunun
üzerine yazı yazılır,Papirüs tomarına da papirüs denir. Bir tomar,
biribirine bitiştirilmiş yirmi varaktan oluşurdu. İlk varak, büyük yazılır,
resimler ve nakışlarla süslenirdi. Bu yazı, sanatın tarihini, yermi,
sanatkarını ve benzeri resmî açıklamaları belirtirdi. Bu ilk varak,
yunancada "Protocol" olarak i.simlendirilir (Protocol kelimesi,ilk
anlamına gelen Prolos ve zamk anlamına gelen "Kolla" kelimesinden
gelmektedir. Bu kelime, günümüz diplomasi dilinde mektup, ittifak ve
antlaşma gibi her türlü vesikanın asıl nü.shası anlamında
kullanılmakladır). Fakat, Arapçada papirüs tomarının ilk varağı üzerine
yazılan re.smi yazı için "Tıraz" kelimesi kullanılır.

99
Kahire'de Fransa konsolosu olarak görev yapan Drovetti, bu iki
mektubu Silvestre De Sacy isimli araştırıcıya gönderdi. O da
bu mektuplar hakkında 1825 m. yılında Paris'de yayınlanan
"Juurnal des Savants" dergisinde bir makale yazdı.
Geçtiğimiz asrın ikinci yansında Yunanca, Kıptîce ve Arapça
yazılmış -özellikle el-Feyûm bölgesinde- papirüs vesikalar
bulunmaya başlandı.
Bu vesikaların çoğu Avrupalılara satıldı. Bunlar
kütüphane, müze ve arkeoloji kurumlarında bulunmaktadır.
Özellikle Viyana, Berlin, Londra ve Paris'te sergilenmektedir.
Bununla birlikte Daru'l-Kütübi'l-Mısriyye, el-Feyûm'la beraber
Ahmim, Sakave, el-Eşmonin, Meyt Rehine, Ehnasya ve Edfo
gibi Mısır'daki diğer yerlere ait zengin bir papirüs vesikalar
koleksiyonunu korumaktadır.
Değerli papirüs vesikalarından bazıları, Yunanca'da
Aphrodito'nun annesi diye bilinen Komişkav'm^" köyünde
bulunan vesikalardır. Daru'l-Kütübi'l-Mısriyye'de bunlardan bir
mecmua korunduğu gibi büyük bir • kısmı da İngiltere ve
Chicago Üniversitesi Doğu Enstitüsü müzelerinde
korumnaktadır.
Bu vesikalar, 90 ve 96 h.(708-715 m.) yıllan arasında el-
Velid b. Abdilmelik'in Mısır valisi olan Kurra b. Şerik dönemi
idaresi ve Mısır toplumu hakkında güzel açıklamalar ortaya
koymuştur.
A.Grohman isimli şarkiyatçı, papirüs vesikaları
çalışmaları konusunda önem verilen bir araştırıcıdır. Onun, bu
konuda neşrettiği pek çok kitabı ve araştırması bulunmaktadır.
Yine Elarşidok Riz'in''' mecmuasına ilaveten, Margoliouth,
Becker, Bell, Hofineier, De Sacy, Maspero ve N.Abbot gibi
araştıncılar da pek çok papirüs vesikaları yayınladılar.

.Kom İşkav, Esyût bölgesinde Tahta ile Ebutic arasındadır. Burası İslamî
dönemde Eşkuh ismi verilen geniş vilayetlerden biridir.
^' .Papirüs vesikaları konusunda değişik kaynakların özellikleri için
bakınız: Dr.Zeki Muhammed Hasan, Dırâsât fî Menâhici'l-Bahs fi't-
Tarihi'l-lslamî, s. 158-161.

100
Bize ulaşan Arapça papirüs vesikalarının metinlerinden
elde ettiğimiz bazı bilgiler için örnekler aşağıya çıkarılmıştır:
Dr.Seyyide Kaşif: Mısır fî Fecri'l-İslam (İslam'ın
Doğduğu Asırda Mısır) (1.baskı. Kahire 1947): s. 23, 30, 35,
36, 38, 39, 41, 48, 49, 50, 56, 57, 58. 59, 60, 63. 64, 68, 75,
81, 91, 94, 201, 225, 227, 265, 278, 291, 292.
Dr.Seyyide Kaşif: Mısır fî Asri'l-Ihşidiyyîn (1. baskı.
Kahire 1950): s.l26, 147, 177, 181, 197, 198, 199, 243. 248,
255, 258. 259, 263. 264, 265. 271. 272, 273, 274, 275, 276,
277, 342,344.
Vakıf vesikaları da İslam Tarihinde araştırma yapan
kişiye faydalı olan vesikalar arasındadır. VakıF^ , bir akarın
dağıtılmasının mümkün olmadığını ve vakıf vesikasında
sınırları çizilmiş hisselere uygun olarak vakıf kurucusunun
zürriyetine müdahele yetkisini veren veya din yahut hayır
müessesine tahsis edildiğini ifade eden bir kurumdur.
Bu kurumun İslam ülkelerinde eski bir kurum olduğu
görüşü tercih edilen görüştür. Belki bu kurumun başlangıcı
Emeviler devrine kadar gider.
Mısır'da vakıf divanının kuruluşunun 118 h./736 m.
yılına yani Emevî valileri dönemine kadar gittiği bilinmektedir.
Bu işle kadılar ilgilenirlerdi. Mısır'da vakıflar konusuna ilk el
atan vali, Tevbe b. Nemr el-Hadramî (115-120 h./733-738
m.)'dir. Bundan evvel vakıflar, kendi aileleri veya onlann
vasileri elinde idi. Tevbe şöyle dedi: "Bu sadakaların fakirlere
ve miskinlere döndürülmesini düşünüyorum. Bunları yok
olmaktan ve miras yoluyla başkasına geçmekten kurtarmak için
bu işe el atmak istiyorum". Tevbe ölünceye kadar, vakıflar
büyük bir divan oldu.'^^

''Mslam Ansiklopedisi " V a k ı r ' maddesine ve bu konuda yazılan


kaynaklara bakınız.
'''.el-Kindî.el-Vulât ve'l-Kudât, s.346 (Neşr:Guest, Beyrut 1908 m, Gibb
Memorial Series).

101
Vakıf müessesesi yaygınlaştı ve insanlar buna yöneldiler.
Ya mescit, medrese, hastahane, çeşme gibi hayır kuruluşlarım
yapımak veya kurucusunun, ölümünden sonra buraları
korumak ve harcamaları üstlenmek üzere takva saikiyle veya
miras yoluyla zenginliğin bölümnesini engellemek gayesiyle
yapılıyordu. Çünkü bu durumda akar, vakfın malî işleriyle
ilgilenen kişinin gayretleri sonucu artabilecek duruma gelir. Bu
artış da vakfın sülalesi arasında bölüştürülür.
Tarihçiler İbn Tolun'un''-', Mescit, çeşme ve
hastahanesini, bazı binalar da ekleyerek vakfettiğini zıltrederler
Biz burada vakıf müessesesinin''^ iyiliklerini veya
çağımızda bazı İslam devletlerinde vakıf müessesinin
kaldırılması sonucunu doğuran kötülüklerini sunacak değiliz.
Bizi burada ilgilendiren, vâkıfların yazdıkları akitler ve
bunlardan bize ulaşan pek çok vakfiye, ilgili malın özelliklerini,
sınırlarını, vâkıfın hedeflerini ve daha başka bir çok hususu
içerir. Biz bu belgelerden, ilgili devrin toplumu hakkında ve o
dönemin mimarîsi, kanunları ve idareleri ile ilgili ıstılalıları
konusunda önemli bilgiler elde ederiz. Fakat koruma altında
bulunan vakıf vesikaİarı, İslam Tarihinin son dönemlerine
aittir. Ayrıca bunlar üzerinde çalışma yapmak, tarihçiler için
kolay değildir. Bunların maddî değerinin yüksek ve
korunmalannm da mahkeme ve hükümet vesikaları arasında
olması işi zorlaştınnaktadır. Yine bu vesikalara ulaşmayı
zorlaştıran unsurlardan biri de İslam devletlerinin büyük bir
kısmında bunların ilmî bir tanziminin veya çalışmayı
kolaylaştıracak fihristlerinin buluıunamasıdır.

el-Makrizî, "yedi çeşme" hakkında bilgi verirken,


Ihşidîler döneminden bize ulaşan bu çeşmelere ait bir
"vakfıye"den bahsetmiştir. Kuraklık olduğu bir dönemde Nil

^-^ .Dr.Zeki Mulıaımned Hasan, el-Fennü'l-İslâmî fî Mısır, s.67.


''\Yine vakıf için Bkz.Gaudefroy DemombynesLes Institutions
Musulmanes , 168 ve devamı. Bu kitabm Arapça tercümesi,"en-
Nuzumu'l-islamiyye" , Salih eş-Şemâ' ve Faysal es-Samir, (Bağdat
1952), s. 195 ve'devamı.

102
Nehrinin sularının ulaşmaması ve kanallarm kuruması
sebebiyle''^ er-Ravza adası mıntıkasından su getirmeye mecbur
oldukları zaman el-Fustat halkı için Cafer b. el-FadI b. Cafer b.
el-Furat bu çeşmeleri yaptı. Bu vezir, yaptırdığı yedi çeşmeye
su getirmek için el-Fustat'da el-Hamra hattında bir kuyu kazdı.
Bu çeşmeleri bütün müslümanlara vakf ederek üzerine de şunu
yazdı:"Bismillahirrahmanirrahim. Hüküm her zaman Allah'a
aittir. Şükür ve hamd onadır. Kulu Cafer b. el-FadI b Cafer b.
el-Furat'a gönderdiği iyilik ve onu bu kuyuyu yapmaya ve inşa
ettiği yedi çeşmeye buranın suyunu getirmeye sonra da bunu
bütün müslümanlara vakfetmeye muvaffak kılmak yine Allah
Teala'dandır. Vâkıf, bu çeşmeleri daimi statüde bir vakf
yapmıştır. Bunları değiştirmek, suyundan bir kısmını başka bir
tarafa çevirmek, nakletmek ve iptal etmek helal değildir. Sebil
olan çeşmeler mecrasının dışında başka bir yere
çevrilemez."Kim işittikten sonra onu değiştirirse, günahı onu
değiştirenin boynunadır.Şüphesiz Allah işitendir, bilendir".''''
Bu vakıf, 355 yılında yapılmıştır. Allah'ın rahmeti. Nebisi
Muhammed ve onun yakınlarına olsun".

el-Makrizî, el-Vetavit kuyusundan bahsederken, bize bu


kitabenin metnini vermektedir.^* İşin en güzel tarafı bu kitabe,
el-Vatavit kuyusu çıkmaz sokağı ismiyle bilinen ve İbn Tolun
Camii civarmda es-Salîbiyye caddesine ulaman küçük cadde
girişinde es-Salîbij'ye mahallesinde bulunan büyük bir taş
üzerinde yer alan levha üzerinde bulunmuştur. Fakat bu levha
kırılmış ve bazı parçaları yok olmuştur. Ancak üç satır kadar
bir metin kalmıştır. Bu metni de Fan Birtem Wiet okumuştur.'^
Bu kitabe, değeri çok büyük olan bir belgedir. Çünkü bu
kitabe, el-Makrizî'nin yazdıkları konusunda güvenilecek bir
yazar olduğunun ve arkeolojik kalıntıları kullanırken çok
dikkatli davrandığının bir delilidir. Bir de bu kitabe, İslamî
dönem Mısır Tarihi konusunda bize ulaşan en erken bir

'"^.el-Makrizî,el-Hıtat,I,_344.
^''.Bakara(2),181.
''*.el-Makrizî,el-Hıtat,n,135.
^'.Wiet: Corpus Inscriptiunum Arabicarum, Egypte II,pp.91-94.

103
vakfiyedir.
Bu kuyunun, yapıldığı dönemde el-Vetâvît kuyusu olarak
bilinmemesi hususuna gelince, bu konuda el-Makrizî şo\ İL der
"Bu çeşmeler, zamanla harap oldu ve kuyunun üzerine binalar
yapıldı. Kuyuda pek çok yarasa barınmaya başladı. Bu scbcplc
adı geçen kuyu, el-Vctâvît( =Yarasalar) kuyusu diye tanındı
Bunun gibi Medine'de Daru Teber diye isimlendirilen
evi, Ebu Bekr Muhammed b. Ah el-Mazraî isimli vezir, oğluna
ve soyunun yok olması halinde ise fakir ve miskinlere vakf
etmiştir.^'
ProfMayer, • Memlûk sultam Kayıtbay devrine ait bir
"Vakfiye"yi neşretti.
Eğer papirüs belgeleri ve diğer vesikalar hakkında
konuşmak durumunda isek, Orta ve Yeni Çağ'da.bazı
cumhuriyet ve ülkelerle beraber, Bındıkıyye, Ceno\a. Napoli,
Piza, Barselona gibi büyük ticaret merkezlerinin. İslam ülkeleri
ile önemli ficarî ilişkilerinin olduğunu hatırlatmamız gerekir. Bu
ilişkilerden geriye bu ülkelerin arşivlerinde korunan, siyasî ve
ticarî belgeler kalmıştır.
Fakat bu belgelerin çoğu siyasî ve iktisadî sahalarda
Osmanh Devleti ile Avrupa devletleri arasındaki ilişkilere aittir.
Bu sebeple genel arşivlerin yanında bu belgelerin, dışişleri,
savaş ve deniz balcanlıkları ile Vatikan'da korunduğunu
görayonız.

İslam ülkelerinde korunan yazılı belgelerin çoğunun


Türk asrının öncesine kadar gitmediği bilinmektedir. Bu
sebeple bu belgeler, Orta Çağ İslam Tarihi konusunda bize

*'Ö.Se>'yıde Kaşif, Mısır fî Asri'l-Ihşidiyyîn, s.292-293.


>".rbnDokmak, el-İntisâr li Vasıtati Akdi'l-Emsâr, IV, 9.{Bulak 1309 h.
Müsteşrik Vollers neşretti): Seyyide Kaşif, Mısır lî Asri'l-Ihşidiyyîn,
S.211.
*'2.Mayer,L.A.:The Buildings of Qaltbay (London 1928).

104
yardımcı olmaz. Aııcak bu belgeler, Osmanlı Asrı yani Yeni
Çağ Tarihi hakkında doğu İslam araştırmalarında değeri büyük
vesikalardır.
Son olarak Ortaçağ'da bazı tarihçilerin, eserlerinde
hükümetle ilgili vesikaların suretlerini naklettiklerini
zikredelim. Bu suretlerden pek çok açıklamalar elde etme
konusunda yararlamnaktayız.^^
Ancak iki ana sebeple buna benzer vesikalardan
yararlanmak smırlıdır. Birincisi; bu suretlerin doğruluğunun
kesin olduğunu belirleme imkanına sahip değiliz. Bazen, bunlar
bizzat asıl belgelerden değil, daha ev\'el yazılmış kitaplardan
nakledilmiş olabilir. Bazen de, özel bir görüşü desteklemek için
uydurulmuş ve tamamen intihal olabilir. Ayrıca bu rivayetlerin,
nesilden nesile yazarların eliyle nakledilmesi, tahrif, yanlışlık,
çıkarma, ekleme ve benzen bir çok müdaheleye sebep olabilir.
İkincisi ise; asıl belgelerden nakledilen bu suretlerin çeşidi
azdır. Bunlar, neredeyse bazı mektuplar, hitabeler ve
antlaşmalardan öteye geçmez. Eserlerinde, nakledilen bu
belgelere benzer pek çok sayıda belge bulduğumuz müslüman
yazarların başında el-Kalkaşandî gelir. Onun "Subhu'l-A'şa fî
Sınaati'l-İnşa" isimli eserinde, bunun çok sayıda örnekleri
bulunmaktadır.

(2).ARKEOLOJIK BELGELER VE TARIHÎ

KITABELER

Akeolojik tarihî kitabelerin, İslam Tarihi çalışmalannda


büyük bir yeri vardır. Bu vesikalar, tarafsız ve bir nakilciden
diğerine, bir ravîden başka bir ravîye geçerek değişen rivayetler
olmayıp; tesbit ettikleri olayların çağdaşı olan belgelerdir. Bu
kitabeler, mescitlerin duvarlarına, arkeolojik değerli taşlann
üzerine, kabir taşlarına, anıt mezarlara, tekkelere, evlere, diğer
yapılara ve kumaşlar üzerine yazılır. Bize, içlerinde dualar.

Muhammed HamıduUah Haydarabadî, Mecmuatü'l-Vesâiki's-


Siyâsiyye fı'I-Ahdi'n-Ncbevî ve'l-Hilafeti'r-Râşide (Kahire 1941),
Dr.Cemaluddiu eş-Şeyyal, Mecmuatü'l-Vesâiki'l-Fatıtnıyyc (Kahire).

105
Kur'an ayetleri ve tarihî gerçekler olan binlerce kitabe
ulaşmıştır. Müslümanların da, eski Firavunlar gibi, kitabe
yazmaya büyük bir arzuyla yöneldiklerinde şüphe yoktur.
Çünkü müslümanlar, kitabeleri, süsleme sanatının bir unsuru
sayıyorlardı.**'*
Müslümanlar tarafından yazılan bu tarihî kitabelerin,
tarihî değer yönünden. Firavun, Sebe, Yunan ve Latin
kitabelerine benzer olmadığı bir gerçektir. Çünkü eski tarihle
ilgili olan bu kitabelerin, bu devirlere ait yazılı kaynakların az
olması açısından çok büyük değeri vardır. İslam kitabeleri ise,
yanı başında duran tarih, edebiyat ve daha başka İslam Tarihi
çalışmalarında temel kaynak olarak zikrettiğimiz binlerce
kaynaktan sadece biridir.
Yine Tarihî İsiam kitabelerinde çeşitliliğin az olduğunu
ve tekrarın fazla yapıldığını düşünüyoruz. Genelde bu
kitabelerde Kur'an-ı Kerim ayetleri, ölülere rahmet dileme ve
eserin sahibine veya mescid, medrese, sebil ve binanın
yapıcısının nıhu için yapılan değişik dualar yahut da halife,
sultan veya valilere lakaplarıyla beraber yapılan övgüler
yazılmıştır. Buna ilaveten İslam imparatorluğu ülkelerinden
bazılarında tarihî İslam kitabelerinden bize ulaşanlar arasında,
bu ülkelerle ilgili yapılan çalışmalarda bu kaynağın bize çok
şeyler ifade ettiği nadirdir. Biz burada Mısır, Şam ve el-Cezire
gibi bazı İslam beldelerinin, yazılı tarih kalıntıları bakımından
zengin, Mağrib, özellikle Tunus gibi bazı bölgelerin ise fakir
oldukları kanaatindeyiz.

Bununla beraber,bizım zikrettiklerimiz, İslam Tarihi


çalışmalarında asıl kaynaklar arasında olması sebebiyle, yazılı
İslamî kalıntıların tarihî değerini düşürmez. Çünkü bu belgeler,
ortaya koydukları olayların ve hakikatlerin çağdaşı olmaları ve
hakimiyeti elinde tutan ailenin döneminde bu aile veya
devletlerinde geçerli olan bir dinî mezhep için taassub gösteren
müslüman tarihçilerin kitaplarından daha çok tarafsız olma

'^''.Dr.Zeki Muhammed Hasan, Funûnii'l-İslam (İslam sanatında yazı


süslemeleri bölümü), s.234-248.

106
özellikleri yönüyle ayrılırlar. Bu tarihî kitabelerde değişik
isimlerin tahrif ve bozulması az olduğu gibi verdikleri tarihler
de doğrudur. Ayrıca görevlilerin isimlerinden, bilinenlerden
daha fazlası verilmiştir. Bazen de idare, toplumun durumu,
malî ve iktisadî kurumlar hakkında aydınlatıcı bilgiler
aktarırlar. Bütün bunlara ilaveten binaların ve sanat eserlerinin
tarihini belirleyen yine kitabelerdir. Bu yönüyle kitabeler,
genellikle Arkeoloji ve Sanat Tarihi bilimlerine hizmet eder.
Yine tarihî kitabelerin, tarihçilerin sözlerini sorgulama,
doğruluklarını isbat veya hatalarını belirleme konulannda da
büyük faydaları olduğunu düşünüyoruz.**^ Mesela Orta Çağ
Mısır tarihçilerinin, Ahmed b. Tolun camiinin inşa tarihi
konusunda ihtilafa düştüklerini görüyoruz. el-Kindî*'", İbn
Tolun'un bu camiyi 264 h. yılında inşaya başladığını ve 266
h.'da bitirdiğini zikreder. İbn Dokmak"^ ve Ebü'l-Mehasin b.
Tağriberdî*^ ise inşaya başlama tarihini 259 h.olarak
zikrederler. el-Makrizî**^ ise yapımın 263 h.'de başladığını ve
265 h.'de bitirildiğini kaydetmektedir. Bu tarihçilerin sözlerini,
camide bir mermer levha üzerinde bulunan ve kufi hatla
süslenmiş olan tarihî kitabede bulunan tarih, tashih etmiştir. Bu
kitabe, el-Makrizî'nin zikrettiği gibi caminin yapımının 265 h.
yılında tamamlandığını tesbit etmiştir.

Her halükarda, her hangi bir tarih kitabının zikrettiği ile


yine her hangi bir kitabe kalıntısından anlaşılan bilgi arasında
farklılık bulunması halinde her zaman kitabe kalıntılarından
elde edilen ve anlaşılan bilgiler tercih edilir.
Fakat bu tarihî kitabe kalıntılarından yararlanmanın en
iyi yolu, bunların metinleri ile tarih kitaplarından elde edilen

**^l)r Zeki Muhammed Hasan, Dırâsât tî Menâhici'l-Bahs tVt-Tarihi'l-


İslamî, S.I61-16İ.
'^''.Kitabü'l-Vüllât ve'l-Kudât, s 219
'*''.el-İntisâr li Vasıtati Akdi'l-Emsâr, IV, 123(Bulak 1309 h. baskısı).
**>*.en-Nucûmü'z-Zâhire, İÜ, 9 (Daru'l-Kütübi'l-Mısriy>'e baskısı).
«9.cl-Hıtat, n , 2 6 1 .

^''.Dr.Zeki Muhammed Hasan, el-Fennü'l-İslamî fi Mısır, I, 37.

107
bilgiler ^arasında bir denge kurmaktır. Sonra da bunları
yorumlamak, açıklamak ve tarihî eserlerden elde edilen bilgileri
destekleyen veya bunlara ters düşen hususların, bunlardan
çıkarılmasının mümkün olduğunu belirtmek gerekir. Bu tarz
ilmî çalışmaları yapanların başında İsviçreli şarkiyatçı Max
Von Berchem gelir. Bu araştırıcı, İslam Kitabe Kalıntıları
ilmiyle uğraşanların piri olarak kabul edilir.
Max Von Berchem, 1863'de doğdu, İsviçre, Almanya ve
Fransa'da arkeoloji alimlerinden ve büyük şarkiyatçılardan ders
aldı. Sonra Arapça kitabeleri okuma, yorumlama ve müslüman
tarihçilerden ve diğer Arapça kitabelerden elde edilen bilgilerle
bağlantı kurma konularında otorite olduğu ortaya çıktı. Bu
sahada o, büyük bir uzman oldu. Çağımızda İslam
araştırmalarının bu dalında çalışan alimler, onun eserini örnek
aldılar. Max Von Berchem, doğu İslam ülkelerini dolaştı ve bu
yerlerden, hazırladığı büyük çalışma için gerekli olan ilmî belge
ve maddelerden oluşan bol malzeme ile döndü. Onun yaptığı
çalışma, uzak doğudaki İslam mimarisinin ürünü olan binaların
özelliklerini ve buralarda bulunan kitabeleri bir araya getinnek
için büyük bir kitap içinde zengin açıklamalar ve arkeolojik
izahlardan ibaret olan bir araştırmadır. Bu kitabın adı;
"Corpus Inscriptiunum Arabicarum(Arap Kitabeleri
Koleksiyonu)" dur. Max Von Berchem, bu büyük çalışmada
seçkin arkadaş ve öğrencilerinin yardımmdan yararlandı.
Yazarla beraber bu insanlar, Mısır, Suriye ve Filistin'den
kitabeler topladılar. Paris'de bulunan Yüksek Edebiyat
Cemiyeti "Academie des Belles Letters", bu büyük kitabın
değerinin büyüklüğünü anladı ve neşrini üstlendi. Bu kitabı,
Emest Renan( 1832-1892) tarafından daha evvel neşredilen
Samî Kitabeleri Koieksiyonu(Corpus Inscriptionum
Semiticarum) isimli kitabın devamı gibi neşretti.

Arkeolojik kitabelerdeki yazılar konusunda Van


Berchem'in araştırmalanmn en iyi örneklerinden biri Suriye'de
bulunan Arapça kitabe yazılan konusundaki şu eseridir:
Inscriptions Arabes de Syrie (Mem.pres. Ins. Egt. t. III,
1897, pp. 417-520).

108
Van Bcrchcnı, Admon Falyo ile beraber Suriye'de
bulunan arkeolojik kalıntdar arasında yaptığı seyahati anlatan
bir kitap yazdı. Bu kitapta Suriye'nin tanıtımı ve tarihî olaylarla
ilgisinden bahseden konulara yer verdi.^' Bu kitap, Şam Tarihi
ve eserleri hakkında, haçlı savaşları döneminde doğu ve batı
arasındaki ilişkiler konusunda en iyi kaynaklardan sayılır.
Birinci dünya savaşı pek çok öğrenciyi ve yardımcıyı
Van Berchem'den uzaklaştırdı. Bu sahada yapılan çalışmalar
büyük ölçüde durdu. Barış geri gelince onun öğrencileri ve
hocaları ilme döndüler. Van Berchem, barışın gen gelmesinden
uzun süre yararlanamadı. Çünkü bu büyük araştırıcı, 1921 m.
yılı sonunda öldü.
Fakat,Van Berchem'in öldüğü sırada kitabe yazıları ilmi
gelişti ve kaideleri oturdu. Van Berchem, geriye birikimini
yüklenen öğrencilerinden seçkin bir grup bıraktı. Bunların
başında "Arap kitabeleri koIeksiyonu"nun Mısır'a has
bölümünü tamamlayan ve bunun ikinci cildini de yazan Gaston
Fit gelir.92
Van Berchem tarafından başlanan "Arap Kitabeleri
Koleksiyonu" projesinin hedefi, İslam ülkelerinden her birine
bir bölüm ayırmak ve her ülke için orada bulunan tarihî
yapılara uygun olarak tarihî bir düzen içinde kitabeleri vermek
idi.
Van Berchem'in öğrencileri ve yardımcılan, İslam
aleminin her tarafında bulunan yapı ve sanat eserleri üzerindeki
yazılı metinleri toplama hususunda hocalarının arzusunu yerine
getirmek için çalıştılar. Bu projeyi tamamlamak için
yardımlaştılar. Weit (G.), Combe ve J.Sauvaget, İslam
arkeolojisi ve tarihi konusunda çalışma yapanlara dayanarak

".Miix Van Berchem et Ecimond Ptıtio, Voyagc en Syrie, 11 vols (Mem.


publ. par Les Membres de L'Instit.Français d'Archeol.Orientale du Caire
1914-1915).
Gaston, Materinux pour un Corpus Inscriptionum Arabi Egypton
II.Memoiros de L'Iııstitut Français d'ArcheoIogie Wiet Orienlale t.52.
1930) Carum.

109
Van Berchem'in çalışmalaruu yürüttüler. Böylece "Arapça
Kitabeler için Tarih Arşivi" (Repertoire Chronologique
d'Epigraphie Arabe) ortaya çıktı. Bu geniş ve kapsamlı arşiv,
Van Berchem'in anısına yayınlandı ve ithaf yazısının altına
Bağdat'ta bulunan el-Mercaniyje Medresesindcki bir kitabede
yer alan "bir insan öldüğü zaman ameli kesilir. Ancak
kendisinden yararlanılan bir ifim bırakan kimsenin ameli
kesilmez" ifadesi k o n u l d u . B u ibarenin tercih edilmesi son
derece uygun düşmüştür. Bu arşivin ilk bölümü 1931 senesinde
çıktı. Bugüne kadar on dört bölüm yayınlandı.
Bu arşiv, tarihleri bulunan ya da vali veya bölgenin
hakimi yahut bu eserin sanatkannm ismi veya bundan başka
işaret ve izlerle tarihini belirleme imkanı olan bütün kitabeleri
topladı. Tarihleri belirlenebilen sanat eserlerine tarihî sıra
içinde dönemine ait olduğu idarecinin döneminin son senesinin
tarihi verildiği bilinmektedir. Bu arşiv, çıkaranların tarihi sıra
içinde koymaları gereken yere koymadıkları kitabelerle
tamamlanmıştır. Önceki bölümlerde yayınlanması gereken
kitabeler, bir zeyl halinde yayınlanmıştır.
Bu kitabelerin, binaların yapıcıları sanat eserlerinin
sahipleri kummların gelişmesi, adetler, siyasî olaylar, ticari
ilişkiler ve daha başka hususlar hakkında pek çok şeyi
aydınlattığı konusunda şüphe yoktur. Ayrıca bu kitabeler, bazı
Mühendislerin ve sanatkarların isimlerini de ortaya
koymuştur.^''

(3). NÜMİZ.VLATtK V E Y A PAR.4 Y A DA M E S K U K A T


İLMİ

en-Neniiyyat, en-Nemy kelimesinin çoğuludur Anlamı


dirhem veya fiilüstür. Bu kelime Latince ve Yunanca basılmış

'''-^.Dr. Zeki Muluımıncd Hasan. Dırii.sât tî Menâhici'l-Bahs fı'l-Tarihi'l-


İslami, s. 165-166 ve Arap Kitabeleri içm /ikıcdılen kaynaklara bakını/
Dr. Zeki Muhammed llasan, Dırâsât 11 Menâhici'l-Bahs IVt-Tarihi'l-
İslami, s 162-164.

1 10
giimüşpara veya madalya ya da para anlamlanna gelen
"Nomos" ve " Nummus" kelimelerinden gelmektedir. Avrupa
dillerindeki "Nomismatics" maddesi de bu kelimeden
türetilmiştir.
İslam Ülkelerinde halife, sultan, emir veya bunları
temsil eden vali ve hâkimlerden birinin, toplumun t)aşı olarak
taşıdığı özelliklerden biri de para basımıdır. Bu sebeple İslam
Sikkeİeri ile ilgili çalışmalar, İsiam Tarihinin, özellikle siyasî
tarihin kendisinden çok büyük faydalar sağladığı alan olmuştur.
Sikkeler üzerindeki yazılar, emirler ve hakimlerin lakaplarıyla
beraber basım tarihi ve bu topluluğun dinî mezhebi ile ilgili
bazı özel ibareler içermektedir. Bu yazılar lakapların ve
isimlerin arşivi durumundadır. Aynı şekilde bunlar valilerin
halifeliğe bağlılığını veya bağımsızlığını ve bu bağımsızlığın
süresini de içerir. Bu açıdan nümizmatiğin öneminin büyük
olması hususunda şüphe yoktur. Çünkü bunlar sahih, antik ve
resmi belgelerdir. Bunları tenkid kolay değildir.^^

Bütün bunların yanında İslam Sikkeleri, para basımında


rolü olan şehirlerin isimlerini ebedileştirmiştir. Bu aynı
zamanda mezkur şehirlerin, o devirde büyük bir idarî özelliğe
sahip olduğunu ifade eder. İslam paralarının miktarını
öğrenmek, hangi çeşit paralara büyük yönelme olduğuna işaret
ettiği gibi İslam ticaretinin çoğu kere uzak bölgelere kadar
uzandığını da gösterir.
Irakh alım peder Enstas Mary el-Kınmlî 1939 yılında
"en-Nukûdü'l-Arabiyye ve İlmü'n-Nemiyyât" adım verdiği
ve içinde Orta Çağ'da^^' bu sahada kitap yazanlarm en
önemlilerinin, özellikle el-Belazurî ve el-Makrizî'nin eserlerini

^^Dr. Zeki Mııhiimmed Hasan, Dırâsât fi Menâhici'l-Bahs fi't-Tarihi'l-


İslami, s. 167; Seyyide Kaşif, Mısr Fî Asri'l-İhşidiyyîn, 192-195
'^•^.el-Makrizî.Şüzurü'l-Uliûd fi Zikri'n-NukuJi'l-Kadime ve'l-
İslamiyye, İstanbul 1298 h.; el-Makrizî, İğasetü'l-Umme bi Kcşfi'l-
Ğumme, Kahire, (Dr.Muhamıned Mustafa.Dr.eş-Şeyyat neşri); İbn
Haldun, el-Mukaddime; el-Kalkaşendî, Subhu'l-A'şa, f^anı'l-Kutubi'l-
Mısriyye ba.skısı

111
topladığı bir kitap yayınladı. Aynı zamanda bazı yeni
yazarların eserlerini de aldı. Peder Enstas bu kitaba
açıklamalar, kişi isimleri, künye, sıfat, lakap ve paralar
üzerindeki yazılarda bulunan hürmet belirten ifadeler hakkında
da izahlar ekledi. Aynı zamanda bu yazar, para yapılan
maddeler, ölçü. tartı ve değer gibi araştırıcının İslam Paraları
konusunda siyasî, sosyal vc iktisadî pek çok hakikati anlaması
hususunda, ona yardımcı olacak konuları da açıklamıştır.'^''
Stlane-Poole, la Voix, Sauvaire ve daha başka
şarkiyatçılar, İslam paraları ve nümizmatiği hakkında bir çok
önemli kitap ve makale yazmışlardır.^**

C-SANAT TARİHİ
Eski kalıntıların hcpsiiji araştıran bilime Arkeoloji denir.
Sanat Tarihi ise; sanatsal değeri olan eşya ile ilgilenen bir
alandır.
Sanatın bir çok tanımı bulunmaktadır. Sanatın mahiyeti
konusunda da filozoflarla ilim adamları arasında görüş
farklılıkları vardır Bazıları onu, insanın hayal aleminden
gerçek aleme çıkardığı vc insan ruhunda beğenme, neşe veya
dehşet meydana getiren ya da güzelliği anlamakla birlikte insan
duygularına etki eden bir şey olarak açıklarlar.
Eski çağlardan ben sanatın doğmasına değişik ve farklı
şeylenn sebep olduğu açıktır. İnsan, bu eski asırlardan beri
anısını ebedi leşti mıek veya insanların beğenmesinden haz
duymak ya da av ve savaş gibi bazı olayları tesbit maksadıyla
bazı zamanlar, gördüklerinin resmini yapmıştır. Aynı şekilde,
gördüğü zaman zevk almak veya başkasının beğenisini
kazamnak için hayatında kullandığı eşyaları süslemek
istemiştir. İnsan bu faaliyetlerinde, zaman zaman oturma, yeme

'•^^.Dr. Zeki MuhaiTuned Hasan, Dırâsât ti Menâhici'l-Bahs fi't-Tarihi'l-


İslanıi, s. 167-168.
^^'.Dı, Zeki Muhammed Ha.san, Dırâsât fi Menâhici'l-Bahs tVl-Tarihi'l-
İslami, s.168-169; Se>7ide Kaşif, Mısr fi Asri'1-Ihşidi>yîn, s. 191-197.

112
vc içme gibi zaruri smırları aşmıştır. Süsleyip ruhunun zek
aldığı ve duygularını ifade ettiği eşyalar meydana getirmiştir.
İlkel insan, rüzgar, yıldırım, şimşek, deprem gibi tabiî
afetlerden korkardı. Bunların, korku, hastalık ve musibetlere
sebep olan ilahlar olduğuna inanırlardı. Sihirbazlar, korunmak
veya hastalıklardan şifa bulmak felaketlerden sakınmak ve
şeytanları uzaklaştırmak gayesiyle heykeller ve muskalar
yaparlardı. Böylece başlangıçtan itibaren sanatın ortaya
çıkması ile dinî inançların ilişkisi \ ardır.
İnsan oğlu yerleşik hayata geçtiği dönemlerde, dinî
inançların, sanatın gelişmesine büyük etkisi olduğu
anlaşılmaktadır. Heykeltıraşlığın yanında mabetlerin ve
türbelerin yapımı ile buraların resimlerle süslenmesi, bunun en
güzel delilidir. Bilindiği üzere güzel sanatlar, iki esas bölümden
oluşur, a) Plastik Sanatlar b) Dinamik Sanatlar.
a) Plastik Sanatlar: Bu sahada sanatçı, gördüklerini
aktarır ve onu şekillendirir. Binalar, heykeller, resimler ve
süslemeler gibi insanın görmekle zevk aldığı eserler. Bu
sanatlar, mimarî, heykeltıraşlık, resim ve süslemeyi içerir.
Süsleme sanatlarına, aynı zamanda uygulamalı, fer'î ve
endüstriyel sanatlar adı verilmiştir. "Süsleme Sanatları" tabiri,
bu isimlendirmelerin hepsine uygun olur ve hepsini kapsar.
Çünkü, bu tabir, plastik sanatların her bölümünü içerir ve
bunların nakışlarla veya renklerle ya da değişik maddelerle
süslenmesi, yine bu tabirin içine girer. Yine ev eşyaları, yeme
içme araçları, kumaşlar ve üzerinde süslemeler bulunan çeşitli
eşyalar da böyledir.
b) Dinamik Sanatlar: Bu tür sanatlar, ancak kulak ve
işitme özelliği ile anlaşılan sanatkırdır. Etkisini ancak zamanla
gösterebilir. Mesela bir musiki eseri ve kaside böyledir. Dans
sanatı, bakınakla anlaşılır ise de adımların musiki ritimleriyle
tamamlanması için yine bir zamana ihtiyaç duyulur. Yine
insan, tiyatro eserinden duyarak ve görerek zevk alır. Tiyatro
yoluyla ortaya konan her çeşit anlatımın da zamana ihtiyacı
vardır.

113
Dinamik sanatlar, musikî, dans, şiir, belagat, fesahat ve
tiyatro sanatlarmı içerir. Edebiyat kitaplan ve millî hikayeler
üzerinde çalışmak, bizi, bu dinamik sanatlardan pek çoğuna
götürür.
Plastik sanatların, İslam şehircilik tarihinde büyük önemi
vardır. Çünkü binaların ve sanat eserlerinin üzerinde çalışmak,
iktisadî ve sosyal hayatla ilgili belgelerle ilişkisi olan bir çok
konuya ışık tutar. Bu sanatlar, geçim seviyesini, sanatın
gelişmesini veya yayılmasını ortaya koyar. Aynı zamanda İslam
ülkelerinin değişik bölgeleri arasındaki ilişkileri anlamamıza da
yardımcı olur.
Biz, süsler, elbiseler, silahlar ve süs eşyaları hakkında
çalışmak istediğimiz zaman, tarihî dokumacılık, silahlar, eski
süs eşyalarından bize ulaşanlar oİdukça azdır. Yazma eserlerde
bulunan resimler üzerindeki insan çalışmalarını, sanat
eserlerinde bulunan izleri ve yalın halde olan çalışmaları
incelemeliyiz. Buradaki çalışmadan kasdımız, elbise, silah ve
süs eşyalarının tasarımları konusundaki resimler hakkında
yapılan çalışmalardır.^^
Binalar ve sanat eserleri üzerindeki İslam Remizleri -
yani yöneticilerin kendilerine rumuz edindikleri işaretler-
hakkında çalışmak, Orta Çağ'daki iktalar ve askerî kurumlarla
ilgili pek çok konuyu ortaya koyar. Bu sebeple İslam
•Medeniyeti çalışmaları ile ilgilenenler, binaların, sanat
eserlerinin ve resimlerin, bu sahada pek çok hakikati ortaya
çıkanna imkanını veren asıl kaynaklardan olduğunu kabul
ederler. Onlann, bu sanat eserlerinin ve resimlerin bunlardan
sonra sahteleri ile kanştırıldıklarını da kabul etmeleri gerekir.
Bu yüzden bu sahada çalışma yapanların, İslam eserleri
konusunda uzmanların görüşlerine dayanmaları gerekir.

''-'.Dr. Zeki Muhammed Hasan, Dırâ.«ât 11 Menâhici'l-Bahs tî't-Tarihi'l-


İslami, s. 169.

114
(1).ISı.AM SANA T ESERLERI SAHASıNDA

GENEL KAYNAKLAR
1- Dr. Zeki Muhammed Hasan, Atlasu'l-Pünûni'z-
Zuhrufıyye ve't-Tesâviri'l-İslamiyye (Bağdat 1956
m..Edebiyat Fak yaymlarmdan). Yeni baskı: Danı'r-Raıdi'l-
Arabû Beyaıt, s.b.6585.
2- Dr. Zeki Muhammed Hasan, Funûnü'I-İslam,(Kahire
1948.Yeni baskı: Dam'r-Raıdi'l-Arabî, Beynıt, s.b.6585).
3- Dr. Zeki Muhammed Hasan, el-Funûnü'l-İrâniyye fî
Asri'l-İslamî, (Kahire, Danı'l-Asari'l-Arabiyye yayınlarından.
2.baskı: lla\eli ve tashihli 1946 m.. Yeni baskı: Daru'r-Raidi'l-
Arabî, Beyrut, s.b.6585.
4- Dr. Zeki Muhammed Hasan. es-Sîn ve Funûnü'l-
İsJam, (Kahire 1941 m.el-Mecmau'l-Mısrî lı's-Sakafeti'l-
llmiyyc yayınlarından. Yeni baskı: Danı'r-Raidı'l-Arabî,
Beyaıt, s.b.658.5.
5- Dr. Zeki Muhanmied Hasan, Kunûzü'l-Fatımıyyîn,
(Kahire l')"7 m,Yeni baskı: Daru'r-Raidi'l-Arabî. Beyrut,
s.b.6585.
6- Dr Zeki Muhammed Hasan. et-Tasvîr fi'l-İslam
'Inde'1-Fürs, (Kahire 1936 m. Leenctü'f-Tclif ve't-Terciime
ve'n-Neşr),(Yeni baskı: Danı'r-Raidi'l-Arabî. Beyrut, s.b.6585.
7- Dr. Zeki Muhammed Hasan. el-Fennü'l-İslamî fı
Mısr (Kahire 1935 m..Danı'1-Asari'l-Arabivye
vavın[arından),(Yeni baskı: Daru'r-Raidi'l-Arabî. Beynıt,
s.b.6585.)
Yukarıda kaydettiğimiz kaynakların hepsinin, İslam
sanatları ve tslam eserleri konusunda önde gelen kaynaklara
büyük kalkılan olduğunu düşünüyoruz.
Burada eski eserler müdürlüğünün Irakt'a "Hafriyyat
Samira" adıyla 1940 m. yılında iki cüz içinde neşrettiği
çalışma) a da işaret etmemiz gerekir.

115
SEKİZİNCİ BÖLÜM

Yeni Tarihçiler, Metin Tenkidi, Bilgi Toplama,


Kompoze ve Te'lif

Tarih sahasında araştırma yapan kimsenin, okuduklarına


itimat konusunda son derece dikkatli ve feraset sahibi olması ve
yazarın eğilim ve arzulan ile bunların yazdıklarına etkilerini
anlaması için onu tanıması gerekir.
İbn Haldun, cl-Mukaddime isimli eserinin ilk
bölümünün hemen başında "Birinci kitap. Dünya İmannın
Mahiyeti, ö n a Arız Olan Göçebelik ve Yerleşik Hayat,
Tağallub ve İstila, Kazanç, Geçinme, Sınaî, İlimler ve Bunlann
Benzerleri. Bunların Sebep ve İlletleri" adını verdiği başlık
altında şunlan k a y d e t m e k t e d i r : " B i l ki tarihin hakikati.
Dünyanın insan yaşayabilecek yerlerini, cemiyetler halinde
yaşayarak imar etmekten(Umran) ve bu imarın tabiî haline arız
olan vahşilik ve birbirine alışmaktan, kendilerini mensub
oldukları kavim ve kitleleri korumalarından ibaret olan
asabiyetlerden bahsetmek ve insanlann birbirine her çeşit
saldırganlıklarına ve tegallüplerine ve bu tegallüplerin bir
sonucu olarak devletlerin kuruluşuna, bu devletlerin kuvvet ve
şevketlerinin derecelerine, insanların çalışarak keızanma ve
geçinmelerine, ilimlere, hüner, sanat ve umumiyetle sanaiye ve
tabiî olarak bu memurluktan husule gelen medeni eserlere dair
bilgi vermek ve bu konularla ilgili olan haberleri nakil ve

•"".İbn Haldun, Mukaddime, Türkçeye ter: Zakir Kadiri Ugan,


M.E.B.,İstanbul 1990,1,82.
rivayet etmektir. Yalan ve uydurma, tabiî olarak, haberlerin
kapısını çalar, haberler yalan karışır, haberlere yalanlar
karışmasını icabettiren sebepler vardır. Fikir ve mezheplere
taraftarlık bu sebeplerden birini teşkil eder. Çünkü insan
nefsen, haberleri işittiği ve kabul ettiği vakitlerde itidal halinde
bulunur ise, haberleri hakkiyle inceler ve doğrusunu yalanından
ayırdedip haberlerin doğruluğunu açık bir surette belli oluncaya
kadar düşünür, bir fikir, mezhep ve inanca taraftarlık karışır
ise, insan ilk ağızda, kendisine uygun olan haberleri kabul eder,
bir fikir ve mezhebe meyi ve taraftarlık, insanın dikkatle
düşünerek haberi tenkit süzgecinden geçirmesine ve
incelemesine mani olur ve o insan, yalanı kabul ve naki eder.
Haberlere yalan karışmasını icabettiren sebeplerin diğer
biri de, haberleri naki ve rivayet edenlere inanmaktır. Bir
haberin yalan veya doğru olduğunu incelemek, nakledenin
adaletli, yani sözüne inanılacak bir kimse olup olmadığını tesbit
etmekle ve onun kusur ve ayıplarını araştırarak onun
adaletli(sözüne inanılır) bir kişi olup olmadığına hükmetmekle
ilgilidir.
Haberlere yalan karışmasının bir sebebi de, maksatları
unutmaktır. Haberleri nakledenlerin bir çoğu, gözü ile
görmesinden ve işitmesinden maksadın ne olduğunu bilmez.
Haberi, zamıına ve tahminine göre naklederek yalana katlanır.
Haberlere yalan karışmasının sebeplerinden diğer biri de,
haberin doğruluğu velımine kapılmaktır. Bunun vukuu çoktur.
Bu düşünce çoğunlukla haberi nakledene inanmaktan ileri gelir.
Diğer bir sebebi de, halleri olaylarla karşılaştırma
keyfiyetini bilmemektir. Çünkü hal ve haberler karıştırılarak
belirsiz bir dunıma getirilmiş ve başka şekle sokulmuş olduğu
için, haberci hali gördüğü gibi nakleder. Halbuki şekli
değiştirilmiş olduğundan vakıa da hakikate uygun değildir.
Haberlere yalan karışmasının bir sebebi de, haberleri
nakledenlerin, övmek ve halleri güzel göstermek ve bu sayede
şöhretlerini yaymak maksadıyla, yüksek derece ve mevki
sahiplerine yaranmak istemeleridir. Bu yolla doğnı olmayan

118
pek çok haberler yayılır. İnsanların övünmeye düşkün oldukları
bellidir. İnsanlar, şeref ve servet gibi dünya nimetlerine ve
sebeplerine gözlerini dikerek bakmaktadırlar. Ekseriyetle
faziletlere rağbet etmezler ve fazilet sahipleriyle bu meziyetleri
elde etmek için yarışmazlar.
Yalan haberler karışmasının, andığımız sebeplerin
hepsinden daha önemli diğer bir sebebi var ki, bu da (Dünyanın
insan yaşayabilen bölgelerinde yaşayan kavimlerin ve
cemiyetlerin yer yüzünün imarından ibaret olan) ümranın ve
diğer tabirle içtimaî hayatın tabiatının (tabiî cereyanının)
hallerini bilmemektir. Çünkü cereyan eden hâdiselerin, o
hâdiselere gerek zatî ve gerek fiilî (ve arızî) olsun, her hâdisenin
kendisinin zatına ve kendisine mahsus olan bir tabiati ve arızî
olan halleri bulunması zaruridir. Hâdiseyi işiten kimse,
hâdiselerin ve hallerin varlıktaki tabiatlarını ve bunların icap ve
taleplerim bilir ise, bu bilgiler o kimsenin haberin doğrusunu,
yalanından ayırdetmek üzere yapacağı incelemelerine yardım
eder. Haber ve hâdise hangi neviden olursa olsun, bu usul
incelemeler için en mükemmel bir metoddur.
Çoğu zaman, haberleri ve olayları işiten kimse, vukuu
mümkün olmayan haberler naklolunduğunda, bunları kabul
etmektir. Nitekim Mes'ûdî, deniz hayvanları İskenderiye'nin
yapımına engel oldukları vakit, İskender'in ağaçtan bir tabut
yaptırarak içine camdan bir sandık koymuş ve bu sandığın içine
girerek .denizin içerisine dalmış olduğuna dair vukuu mümkün
olmayan bir haber nakletmektedir. Bu habere göre İskender,
deniz altında gördüğü şcNİanlardan ibaret olan bu hayvanların
şekil ve suretlerini resm etmiş ve bunların heykellerini
madenden yaptırarak binaların karşılarına diktiımiş, öteki
hayvanlar denizden çıkarak bu heykelleri gördüklerinde
kaçmışlar, bu suretle bunların saldırılarından kurtulduktan
sonra İskender, şehrin yapımını tamamlamıştır. Hikaye uzun yi
hurafeler kabilinden olup camdan yapılan bir tabut, billurdan
olduğu için denizin dibine kadar ulaşması ve oradaki şeytan ve
cinlerin şekil ve resimlerini yapacak kadar denizin dibinde
kaldıktan ve denizin üzerine çıktıktan sonra da dalgaların

119
çarpmasından kurtulması mümkün değildir. Üstelik
hükümdarlar kendilerini bu gibi tehlikelere atmazlar.
Hükümdarlardan herhangi biri buna güvenir ise, kendisini
tehlikeler içine atmış olur. Bu yolda hareket eden hükümdar,
devletini yıkılmaya mahkum eder, kendisi denizin dibinden
dönünceye kadar tebaanın başkasına bey'at etmesinden emin
olamaz. Bu ise kendisini yok etmek demektir. Halkı, onun
aldanarak ve gurura kapılarak seçtiği bu yolculuktan dönmesini
göz açıp kapayıncaya kadar olsun beklemez. Üstelik cin ve
şeytanlar cisimli mahluklar olmadığmdan, onların suret ve
heykelleri belli değildir. Onlar ancak şekil ve suretler haline
girebilmek kudret ve istidadını haizdirler. Cinlerin çok başlı
olduklarına dair haberlerden maksat da onların çirkinliklerini
anlatmak ve onları korkunç göstermektir, bunun aslı yoktur.
Bu hikayenin yalan olduğunu anlatan diğer bir cihet
daha vardır kı, bu sebep yukarıda anılan sebeplerin hepsinden
daha kuvvetli bir surette olayın vukuunun mümkün olmadığını
ispat eder. Bu sebep de şudur: Denize dalan kimse, sandık
içinde olsa dahi tabiî olarak bu sandık soluk alması için ona dar
gelir ve havasızlıktan ötürü onun ruhu çarçabuk ısınır, bunun
bir sonucu olarak insan ciğerinin mizaç ve tabiatına uygun bir
şekilde tadil edici soğuk havayı bulamaz, kalbindeki ruhu
bulunduğu yerinde helak olur. Hamamda bulunanların
hamamın hava alan menfezleri kapatılarak soğuk havadan
mahrum edildiklerinde helak olmaları bunun bir delilidir. Derin
kuyuların ve çukurların içine dalanlar dahi, oradaki
oksijensizlik(Ufiinet) ten dolayı hava ısındıktan sonra rüzgarlar
eserek havayı tahlil ve ta'dil etmediği için hemen ölürler.
Denizden ayrılan balıklar da aynı sebepten dolayı ölürler.
Çünkü balık için bu hava sıcaktır, karadaki hava onun ciğerini
ta'dil etmiyor, onun alışmış olduğu su içindeki hava ise
soğuktur. Bunun bir sonucu olarak hayvanî olan ruhunu
sıcaklık istila eder ve hemen ölür. Yıldırım isabet edenlerin ve
başka bu gibi hallere katlananların ölümleri de aynı sebepten
ileri gelmektedir.

Vukuu mümkün olmayan şeylerden bin de Mes'udî'nın

120
Roma şehrindeki sığırcık kuşunun heykeline dair olan haberidir.
Bu rivayete göre sığırcıklar, yılın belli bir gününde bu heykelin
etrafinda toplanırlar. Kuşların her biri zeytin getirir, Roma
halkı da işte bu zeytinlerden zeytin yağlarını istihsal ve temin
ederler imiş. Bu kuşlann getirdiği zeytinden Roma ahalisinin
gereken zeytin yağı ihtiyacını temin etmeleri tabiî halden ne
kadar uzaktır?
el-Bekrî'nin Zatü'l-Ebvab adını taşıyan şehrin
yapılmasına dair olan haberi dahi vukuu mümkün olmayan hal
ve olaylardan birini teşkil eder. Bekrî'nın haber verdiğine göre,
bu şehrin ihatası otuz konaklık mesafeden fazladır. On bin
kapısı vardır; şehirler(kaleler), ancak içine kapanarak
korunmak için yapılır ki aşağıda bundan bahsedeceğiz. Bu şehir
ise ihata olunmaktan çok uzaktır. Bu şehirde kale de bulunmaz
Bundan dolayı içine sığınarak korunmak da mümkün değildir
Mes'udî'nin, Nuhas(Bakır) şehri hakkmda verdiği haberi de bu
kabildendir Mes'udî'nin rivayetine göre bu şehrin bütün
binalan bakırdan olup, Sicilmase sahrasında yapılmıştır. Musa
b. Nusayr, Mağrip(Bati Afrika) gazveleri esnasmda bu şehre
rastgehniştir. Şehrin kapılan kapalıdır. Şehrin duvarlan üzerine
çıkan kimse, duvarlanna baktığmda bayılır ve kendisini aşağıya
doğru atar ve tekrar duvanna tırmanmaya yanaşmaz. Bu,
vukuu mümkün olmayan bir hurafenin hikayesi olup, bunu
kıssacılar naklederler. Sicilmase sahrasında süvariler ve
rehberler dolaşmışlar ve dolaşıyorlar, bu şehir hakkında hiç bir
haber ve söz işitmemişler. Üstelik nakledilen bütün bu haller,
günlük normal yaşayışta, vukuu mümkün olmayan şeylerdir
Şehirlerin binası ve ihatası hakkmdaki haberler tabiî hallere
uygun değildir Madenler elde edilerek, çanak, tabak ve ev
eşyası yapmak için kullanılır. Bilindiği gibi madenden şehir
bina etmek unkansızdır, gerçekten uzaktır.
Bunun benzerleri ve vukuu imkansız olan bu hâdise ve
olaylar çok nakledilmektedir. Bunlar, dünyanın insan yaşayan
yerlerinde toplumların vücuda getirdikleri mamurelerin
kanunlarını bilmekle ancak incelenebilir. Bu ise en doğru
inceleme usulüdür, haberlenn doğru olduğunu anlamak ıçın en

121
ziyade güvenilen metod budur. Bu usûl ravîlerin adaletini(söz
ve haberlerine güvenilen kimse olup olmadığmı) araştırmak
suretiyle haber ve hâdiseleri inceleme usûlünden önce gehr.
Haber verilen bir şeyin haddi zatında mümkün olup olmadığı,
bu usûl ile bilinir. Vukuu mümkün olmadığı takdirde ravînin
adaleti olup olmadığı ve aranılan şartlar bulunmadığı takdirde
ravîsıni cerhetmek suretiyle incelemeye lüzum kalmaz. Ravîde
rivayetin bütün şartlan bulunsa bile haberin yalan olduğuna
hükmediHr.
Dikkatle düşünen fikir saliipleri, haberin lafzının
mealinin, yani kelime ve ibaresinden anlaşılan mefhum ve
mananm vukuunun imkansız olmasını ve lafzının îikıl kabul
edemeyecek bir şekilde tevil olunmasım haberin doğruluğunu
cerhetmenin bir sebebi olarak anarlar. Şer'î meselelere dair olan
haberlerde ta'dil -ravînin adaleti ve cerh(yolu ile) ravînin halini
tenkid usulü, haberin doğruluğunu ispat için bir delil teşkil
eder. Çünkü şer'î olan haberlerin çoğu üışaîdir, yani bir işi
işlemekle emir veyahut bir işi işlonekten menetmekten ibarettir.
Şeriatı vaz'eden, inşaî haberlerle amel etmeyi vacip kılmıştır
Çünkü haberin doğruluğu hakkında zannm husulü kafidir.
Zanmn doğruluğu ise ravînin adaletine, işittiği ve naklettiğini
zaptetmiş olmasına inanmakla olur.
Olaylara dair olan haberlerin ise tabiî kanun ve kaidelere
uygun olması itibariyle doğru olması şarttır. Bu tarikle olayın
vukuunun mümkün olup ohnadığım anlamak şarttır. Olayları
bu usul ile incelemek, ravînin adaletini araştırmak suretiyle
incelemekten daha kuvvetlidir. Çünkü inşaî haber, fayda ve
kuvvetini ancak ta'dil ve cerhten almıştır. Haber ise hem bu
usulden, hem tabiat kanun ve kaidelerine uygun olmaktan
iktibas etmiştir. O halde haberlerde hakkı batıldan ayırmak ve
vukuu mümkün olup olmadığını anlamakla olur.
Bunun için de ümran adı ile andığımız beşerin içtimaî
hayatının hal ve tabiatını gözden geçirmek gerekir. Biz bu
metotla beşerin sosyal hayatının zatına sonradan gelen şeylerle,
sosyal hayatın tabiatından veyahut arızî ve önemsiz ya da anzî
olması imkansız olan şeyleri birbirinden ayırdederiz. Bu yolda

122
hareket ettiğimiz takdirde bu usul bizim için bir kanun teşkil
eder ve bu kanun ile ölçerek haberlerin doğrusımu yalanmdan,
şek ve şüphe götürmez delil ve burhan ile ispat etmiş oluruz.
Bu kanun bizim için bir ölçü olup, tarihçiler nakledecekleri
haberlerin doğru veya yanlış olduğunu bu kanun vasıtasıyla
incelerler".
İbn Haldun'un yukarıda kaydettiğimiz metnini dikkatle
incelediğimiz zaman, İslam dünyasında tarih yazıcılığının nasıl
gelişme kaydettiğini anlarız Hicrî sekizinci ve dokuzuncu
asırlar, miladî on dört ve on beşinci asırlar arasında(733-809
h./1332-1406 m.) yaşayan İbn Haldun, hadisçilerin tarih
yazıcılığı için ortaya koydukları metodların, İslam Tarih
yazıcılığı için yeterli olmadığını vurgulamıştır. Bunun
sebeplerinden biri, şeriata ait haberlerle tarihî rivayetler
arasındaki farklardır. Yine İbn Haldun, tarihçinin doğru bir
karar vermemesinin sebeplerini şöyle açıklamıştır:
a. Tarihçinin, bir mezhebe veya bir görüşe aşırı bağlı
olması,
b. Tarihçinin, tarafsız olmaması,
c. Tarihçinüı, haberi rivayet edene aşın güvenmesi.
Tarihçi bu hatalardan uziik durmaz ise çok yanlış yapar
Yine akıl ve medeniyetle çelişen, meydana gelmesi mümkün
olmayan olaylara da tarihçi bazen yönelebilir. Bu da bir
hatadır.
Prof.Esed Rüstem'in, İbn Haldun'un "Umran'ın mahiyeti
konusundaki yaklaşımı hakkında şöyle bir görüşü vardır: İbn
Haldun'un "ümranın mahiyeti" , konusundaki görüşünü kabul
etmek mümkün değildir. Ancak bu görüş tabiata has ümranın
özelliklen konusunda geçerlidir. Çünkü tabiat kanunları sabittir
ve tezahürleri de ölçülüdür. Fakat insan topluluklarına ait
ümranın özellikleri taknbıdir ve çoğu durumlarda sabit

lOl.İbn Haldun, el-Mukaddimt (Matbaatü'l-Keşşal', Beyrut), Birinci kitap,


.s. 35-.38,( Türkçe Tercüme: 1,82-90).

123
değildir. "02
Yeni tarihçinin, eski metinlerin değerini, çoğu zaman
yazarların, rivayet ettikleri veya yazdıkları olayların zamanına
yakınlıkları ve uzaklıklarıyla bağlantılı olarak değiştiğini
dikkate alması gerekir.
Kendisiyle olaylar arasına çeşitli devreler giren ve
rivayetlere unutma, müdahele ve istinsah edenlerin hatalarının
bulunduğu yazmalara dayanan sonraki yazardan, olayları daha
iyi anlama, bunları birbirine karıştırmama ve olayların geliştiği
şartları daha iyi biline konusunda kendi dönemindeki hâdiseleri
bize anlatan çağdaş yazar çok daha değerlidir
Diğer taraftan yazar, hedeften uzak kaldığı zaman, bazen
özel bir duruma sahip olur, aynı şekilde bazen de o. olaylara
şahit olan veya olayların kahramanlan ile ilişkileri bulunan
kimselerden biri olabilir. Bazen kültürünü, başkalarınm
ulaşamayacağı yabancı metinlerden yararlanarak elde eden
veya biyografisinden ve seyal'ıavlerinder ve benzen
hususlardan, başkasmın ula.çmasî münilvün olmayan ka>7iaklaıa
ulaştığın; anladığınuz yazanu elbette özel bir kıymeti vardır.
Bütün bunlardan ayn yeni tarihçinin, bir yönden olaylara
çağdaş olan temel kaynaklar i b b's kayTiaklara, dikkat ve
sorumluluk anlayışı veya bu anlayıştan uzak bir tarzda dayanan
kaynaklan birbirinden ayırması gerekir. Esasen araştırıcıyı da
dikkat ve sorumluluk anlayışı olmadan temel kaynaklara
dayanan sonraki kaynaklar tatmin etmez.
Tarihî rivayetler birden fazla olur, olaylardan binnin
anlatımında veya sahiplerini behrtmede ya da sonuçlarını
açıklamada bu rivayetler birbiriyle çelişirse yazmaya
başlamadan önce araştırıcının üzerine düşen görev, araştırmaya
devam etmesi ve araştırmasını derinleştirmesidir. Belki de
böylece bu rivayetlerden birmi kabul edip diğer rivayetlerin
zafiyetlerine işaret ederek bunlardan birisim tercih eder. Eğer

'"2 Esed Rü.stem. Mustalahu't-Tarih, s. 1.30.

124
bunlardan birini tercih edemez ve şüphe devam edecek olursa
araştırıcıya düşen görev, rivayetlerin hepsini anlatıp bunlar
arasında hüküm veremediğini ve tercih yapamadığım
belirtmesidir.
Araştırıcı, çoğunluğun görüşünü azınlığm görüşüne
tercih etme esasma dayanarak çok sayıdaki rivayeti ona
muhalif düşen bir rivayete tercih edemediğini daima belirtmesi
gerekir. Tarihçinin arzu ettiği gerçeklere ulaşmak için bu gibi
vesikalar doğru değildir. Zira burada esas olan keyfiyettir,
kemmiyet değildir. Bazen pek çok rivayete muhalefet eden tek
bir tarihî rivayet, o rivayetleri nakledenlerden daha kıdemli bir
ravîden sadır ohnuş olabilir , nakilcilerden ve şüphelerden daha
uzak olabilir
Araştırıcı her zaman, çoğunluğım görüşünü azmlığm
görüşüne tercih etme esasına göre hareket ederek sayı
bakınundan fazla olan rivayetleri, bunlara muhalif olan bir
rivayetten daha üstün görmeye gücünün yetmeyeceğini
bilmelidir. Çünkü bu metodla tsuihçinin, araştırdığı hakikate
ulaşması mümkün obnaz. Bu konuda ölçü kemmiyet değil
keyfiyettir. Bazen diğer rivayetlere zıt olan bu tdc tarihî rivayet,
o rivayetleri nakledenlerden daha evvel yaşamış ve her türlü
zandan daha uzak olan bir ravîden gelmiş olabilir. Bazen
gerçek ihnî kriterler, bir tek ravîde, diğer rivayet sahiplerinden
daha çok bulunabilir. Hatta bazen bu çok sayıdaki rivayetler,
tek bir rivayetten veya araştıncmın bibnediği rivayet ya da
kaynaktan müteselsil olarak aktanlan nakillerdir.
Araştırıcı bütün bunlann yanında, hedefinin, değişik
rivayetlerin ortaya koyduğu yaklaşık bir sonuca ulaşmak
olmadığmı aklında tutmalıdır. Çünkü onun böyle yapması,
ortaya yeni bir rivayet koymaktan öteye geçmez.
Yermük savaşı konusunda bilgi verirken Prof Philip
Hitti'nın yaptığı, bu cümledendir:"Herakliüs, kardeşi
Theodorus'un kumandası altında 50 000 kişilik bir ordu vücuda
getirdi ve düşman karşısında kesin bir tavır takınmaya
hazırlandı. Halit b. el-Velid, geçici olarak Huns, Dımaşk ve

125
diğer stratejik şehirleri kendi haline terk etti ve 25 000 kişiden
oluşan kuvvetlerini Yermük vadisine topladı."'"^ Bu bilgiyi
verdikten sonra Prof Philip Hitti, aynı yerde dip notta şu
açıklamayı yapmaktadır: "Arapça haberlerin, Bizans ordusunu
100 000 ila 240 000 arası ve İslam ordusunu ise; 40 000
göstermeleri. Yunan kaynaklarınınki gibi güvenilir mahiyette
gözükmemektedir.''
Böylece Hıttinm, Arap ve Yunan kaynaklarının hiç
birinden rivayet almadığını, orta bir yol takip ederek Bizans
ordusunu,50 000, Arap ordusunu ise 25 000 olarak takdir
ettiğini görüyoruz. Araplcu^ın kendi ordulanna nisbetle Bizans
ordusunun sayısuu yükseltme konusundaki mübalağasmı nazarı
İtibara aldıktan sonra böyle yaptığı fikri ağırlık kazanmaktadır.
O bunu iki tarafin ordusunun sayıları ve oranları hakkında
gerçeğe yakın bir fikir vermek için yapmıştır. Halbuki onun bu
konuda Arap ve Yunanlılara ait değişik rivayetlere yer vermesi
ve iki taraf arasmdaki diklcat çeken mübalağa üslubuna da
işaret etmesi gerekirdi. Ya da ulaştığı kanaatlere kendisim
götüren sebeplen, yazdığı dip notlara ilave edebilirdi.
Çok sayıda rivayet, beUi bir konuda birleştiği zaman,
eğer tabiî kanunlar ve olayın zahirî şartlanna ters düşüyorsa
araştıncımn, bunların tamamını terk etmesi gerekir. Bu konuda
ölçü, rivayetlerin çokluğu ve olay hakkında aynı şeyleri
söylemeleri değildir. Araştmcı, incelemesini sürdürdüğü zaman
bu rivayetlerin çoğunun birbirinden nakil olduğunu veya bir
asıldan kaynaklandığını ortaya koyabilir
Gerçekten araştırıcının, tek bir kaynaktan nakledildiği
veya ondan peş peşe aktarıldığı için birbiri ile uyumlu
rivayetlerin çokluğundan her zaman sakınması gerekir. Bazen
nüshanın kopyasında veya rivayette bir hatanın varlığımn diğer
rivayeüerin hepsinde görülmesi ya da şaşırtıcı bir uyumun

'"'.Dr.Phıhp Hıttı, Tarihu'l-Arab (Mulavval),Arapçaya tercüme:Edvard


Corcı ve Dr.Cebrail Cebbur, I,204,(Beynıl, Daru'l-Kcşşal", 1952 m.).

"''*.Ksed Rüslem, Mmtalahu't-Tarih, s 141-14.3

126
olması araştıncıya bu konudaki yanlışlığı ortaya koyma imkam
verir. Belli bir konudaki rivayetierin düzenli ve bazısınm bazısı
ile uyum içinde olması sonuçta da istenen tarihî şeklin
tamamlanmasmı sağlaması elbette arzu edilen bir husustur.
Bunda şaşılacak bir durum yoktur.
Araştırıcının, araştırma yaptığı tarihî bir dönemde çok
açık olan bir şeyin bilinmediğini kesin bir tarzda ortaya
koymaktan sakınması çok iyi olur. Bu, başka hiç bir şeyle değil
sadece kaynaklann bu konuyu zikretmemeleriyle açıklamr
diyerek kesüı hüküm vermenin tehlikesi şudur: Araştıncı
kaynaklann tamammın bize geldiğini ve bunlann tamanunı
bildiğini yahut kesüı hüküm vermek istediği konunun meydana
gelmediğini behrtmesi ve bu konunun bilinmediğini, eski
kaynaklarm o konuyu söz konusu etmek için önemli
irmedikleriıü kesin bir tarzda ortaya koyabilmesi nadiren olur
S zellikle olaylar ve onlann zahiri durumu hakkmdaki önem
ölçüleriıün bir asırdan diğer asra ve bir yerden başka bir yere
göre değişiklikler arzettiğini hatırladığımız zaman, bu son
husus gerçekten zordur.
On dokuzuncu asırdan itibaren yirminci asırda tarih
ilminin, diğer iUmler gibi ilmî bir metoda dayanan bir ilim
haline geldiğinde şüphe yoktur. Çünkü bu ilmih hedefi, tabiat
ilimleri ve matematik gibi gerçeğe ulaşmaktır. Bununla beraber,
tarih kesinlik ifade eden ilimler gibi bir ilim dalı değildir.
Çünkü tarihçinin bütün kaynaklardaki bilgilere vakıf olması
çok zor bu durumdur. Bazen de kaynaklar yok ohnuş ve bize
ulaşmamıştır. Bir yazma eserin veya bir tarihî kitabenin ya dş
papirüs vesikasınm bulunması, bazı görüşlerin değişmesüıi
veya düzeltibnesini sağlar Aynca tarihçi, her zaman tarihî
hakikatleri, tabiat ilimlerinde ilim adamlannm yaptığı gibi
sabitleştiremez. Çünkü tabiat ilimleriyle uğraşanlar,
hakikatlerin kendisinden kaynaklandığı bütünü çoğu zaman
görürler. Halbuki tarihçi, bunu yapamaz. Bu sebeple geçmişte
vaşayanların gördüklerine ve geriye bıraktıklan kaynaklarda

'"'.Esed Rü.stem, Mustalalıu't-Tarih. s 143-145

127
yazdıklanna dayanmak mecburiyetinde kalır. Tarihçi, bu
gerçeklerin bazısmın diğer bazısıyla iHşkilerinin hepsini ve
ilgili olduğu topluma uygulanmasını bilemez.
Dr.Esed Rüstem, tarihin kesin ilimlerden olmadığını,
tarih araştırma metodu çerçevesinde ortaya koymuştur. Bunu
"Mustalahu't-Tarih" isimh kitabmm "el-İctihad" başlığmı
koyduğu dokuzuncu bölümimde belirtmektedir. O şöyle
demiştir: " Bazen tek basma gerçekler, geçmişin derinliklerinde
kalan bölgelerden sadece bir bölgede yoğunlaşır ve başka bir
bölgede hiç bulunmaz. Tarihçi, olmayan yerdeki boşluğu, bol
olan bölgeden alarak karşılamaya gayret eder. Buna benzer
boşluk tabiat ilimlerinde de görülür. Ancak ilim adamları bunu
deney, araştırma ve yeniden müşahede ile telafi ederler ve
istediklerini tamamlayıp bu bilgiyi diğer bilgilere ekleyerek
boşluk bırakmaymcaya kadar bundan vazgeçmezler. Tarihçi ise
müşahededen uzak ve deney yapamayan biri olarak sıkmtı
içindedir. Bu durum tarihçinin çok çalışmasmı ve akimi iyi
kullanmasmı gerektirir. O, bazOT "menfi içtihat" diye isim
vermek istediğimiz şeyle bazen de müsbet içtihatla amel eder.
Olumsuz içtihat, mantıkçüann "susmak delildir" diye ifade
ettikleri şeydir. Bunun manası, tarihçinin "Şöyle şöyle bir olay
olmamıştır. Çünkü kaynaklarda bununla ilgih bir şey
bulunmamaktadır" demesıdir. Bu ise sonuç itibariyle çok
tehlikeli bir husustur. Zira susmak bazen delil ise de bazen dehl
değildir. Bu delile benzer şeyleri ileri sürerek, bazı sonuçlar
çıkarmadan önce aşağıda kaydedeceğimiz üç hususla konunun
•desteklenmesi gerekir;
1- Tarihçi, konuyla ilgili bütün kaynaklara vâkıf
olduğundan emin olmalıdır.
2- Tarihçi, araştırdığı konuda önceki tarihçilerin
yazdıklarının tamammın elinin altında olduğundan emin
olmalıdır.
3- Yine o, çalıştığı konuda kaynakların sessiz kalmasının
mümkün olmadığını kesin olarak belirlemelidir. Çünkü
geçmişte meydana gelen bazı konular hakkında kaynaklann

128
sustuğu bilinmektedir. Bunun çeşitli sebeplen vardır.
a) Ravînin olayı bilmemesi,
b) Ravînin olaya fazla önem vermemesi,
c) Yönetimi elinde bulundurem hükümetin olayın
yayılmasını sakıncalı bulması.'"^'
Tarihçinin, kaynakların sessiz kalması sebebiyle belli bir
olayın meydana gelmediğini kesin bir tarzda ortaya
koyamayacağına örnekler verebilme imkanına sahibiz Bunun
en güzel örneği Harun er-Reşid ile Şariman arasındaki dostluk,
karşılıklı gerçekleştirilen elçilik ve hediyeler konusudur İslam
Tarihi için esas olan İslam Tarihi kaynakları bu olaya hiç işaret
etmemişlerdir Bu konunun kaynağı Orta Çağ Avnıpa
Tarihçilerinin kaydettiği rivayetlerdir. Bunların başında da
bizzat Şariman'la ilişkileri olan İcnhard gelir.
Bu olaya bazı yeni araştırıcılar değinmişlerdir. Ancak
olayın kabul edilmesi veya reddi hususunda ihtilafa düşmüşler;
bunlan, müslüman ve Arap tarihçılenn bu olaydan
bahsetmemelerini delil göstererek konunun doğruluğunu kabul
etmemişlerdir. Gerçek ilmî araştırma metodlanna uygun olarak
bize göre tek başına bahsedilen delile dayanarak adı geçen olayı
yok saymak doğru olamaz. Çünkü bize ulaşmayan kaynaklarda
bu konunun zikredildiği ihtimal dahıhndedir. Yine bildiğimiz
kaynaklarm, devlet sırlanndan birini anlatmayı istememeleri
sebebiyle olayı aktarmamaları da ihtimal dahilindedir Zira bu
kaynaklann hedefi, açıklanması doğru olan şeyler değildir. Bu
olayın işaret ettiği dostluk ve elçilerin gidip gelmelerinin izahı
şudur: er-Reşid'in dostluğunu kazanarak Bizans Devletine karşı
yardım almak Şariman'ın hedefleri arasındadır. Bu çerçevede,
bu dostlukla er-Reşid de Endülüs Devletine karşı Şariman'dan
yardım almayı istemiş olabilir. Yani karşılıklı olan bu dostluk,
her iki devlete de düşman olan ortak iki devletin varlığı
sebebiyle kurulmuştur Fakat Abbasî Halifesi bir Hıristiyan
devlet başkanı\la bir İslam Devletine karşı ittifak yapmayı

l-seJ Rü.stcm, !Vlu.stalahu't-Tarih, s 189-192

129
halkına açıklamada zorlanmış olabilir. Böylece bu dostluk ve
karşılıklı elçilerin gidip gelmeleri gizli olarak kalmıştır
denebilir
Yem tarihçinin ele aldığı tarihî gerçekleri, mantıkî bir
çerçeve ve emniyet içinde düzenlemesi gerekir Bu gerçekleri
açık bir şekilde izah etmeli ve bazı sonuçlar çıkarma, sebepler
belirtme ve açıklamalar getirme gibi kendi özel görüşlerim bu
gerçeklerden ayn tutmaya özen göstermelidir. Yine tarihçinin,
tarihî gerçekleri birbirine eklemesi, aralarındaki ilişkiyi ortaya
koyması, sebep ve sonuç çerçevesinde olayların gelişmesini
bilmesi, psikolojik sebepleri açıklaması, açık ve gizli hedefleri
ortaya koyması ve aralarındaki karşılaştırmaları vukufıyetle
tahlil etmesi gerekir. Tarihçinin tarihî gerçeklerden pek çok şeyi
izaha, daha önceki veya çağdaş hakikatler ya da bunlara
katılacak gerçeklerle yapmaya yönelecektir Fakat bu yeterli
değildir. Tarihçi yazdığı ülkenin ve orada yaşayan insanların
tabiatını, insan topluluklarının adetlerini ve gelişme seyrini
bilmesi gerekir.
SONUÇ

Burada araştırıcıya, yazma ka>Tiaklara bakarken


bunların orjinallığini belirlemeleri ve bazen bu eserlere
müstensihlerin ilave, çıkarma ve değiştirme yaptıkları
düşüncesinden hareketle bu hususlarda dikkatli davranmasını
öneririz. Bildiğimiz tek bir kitabı esas alarak muhtelif yazmalar
arasında mukayese yoluyla bunu belirleyebilir.
Yazma eserlerde meydana gelen bazı değişiklik türleri
ise, yazmaların sahipleri veya okuyucuları tarafından dip
notlanna veya konu sonlarına ya da satır aralarına bazı ilave ve
açıklamaların yahut yorumlarm eklenmiş olmasıdır. Böylece
daha sonraki çağlarda bazı müstensihler, bu karışıklığın içinden
çıkamaz duruma düşebilirler ve bu ilaveleri asıl meme eklerler
Bu yolla yazann asrından daha sonraki asırlarda yapılan bu
ilaveler ve kendi görüşüne muhalif olan bu durum haksız yere
müellife ısnad edilmiş olur. Bu konuda verilecek iyi örneklerden
biri dc Dr.Esed Rüstem'in meslektaşı Cebrail Cebbur'un İbn
Abdi Rabbih ile ilgili tezinin yazımı esnasında karşılaştığı
olaydır. İbn Abdi Rabbıh'in kitabının elimizde bulunan
nüshalarını yayınlayanlar, bu baskıyı kitabın aslına muhalif
olarak yerleştirilmiş el yazması bir nüshaya dayandırdıkları
ortaya çıkmıştır. Bu yayıncılar, durumun farkına varmadan asıl
nüshayı ve ilaveleri bir arada basarak durumun daha sonra
farkedilmesıne bilmeden yardımcı olmuşlardır.
Burada tuhaf olan şey, aslıyla uyuşmayan ilaveler, bu
baskıda açıkça görülüyordu. Bunu anlamak ıçın fazla bir
çalışmaya ve incelemeye gerek yoktu Mesela Ikdu'l-Ferîd
okunduğu zaman el-Yetimetü's-Saniye adlı bölümde Abbasî
Halifelerinden er-Radî, el-Muttakî, el-Müstekfi ve cl-Mutî' gibi
dört halifenin hayat hikayelerinin verildiğini görürüz. Halbuki
bunların hepsi, hicrî 328 tarihinden sonra ölen yani İbn Abd
Rabbih'den sonra vefat eden kimselerdi. Aynı yerde cl-Muti'nın
havat hikavesinı okurken onun hicrî 363 yılında kendisim
azlettiği haberini görürüz. Halbuki bu olay, İbn Abd Rabbih'ın
ölümünden otuz beş yıl sonra meydana gelmiştir. Büyük bilgin
Nöldeke, Umerau Gassan adlı kitabında bu hikayeye dikkat
çektikten sonra mahalli yayıncının, böyle bir hatayı
tekrarlaması üzücü değil mi'.' Aslında Prof.Cebbur biraz önce
bahsettiğimiz tezinde İbn Abd Rabbıh'in Ikdu'l-Ferîd adlı
kitabındaki bu gibi hile ve yanlışlıkları ortaya çıkarmış olması
takdir edilmelidir.
Günümüzde yayınlanan eserleri hafife almak,
araştırıcıların gayretlerini inkar anlamına gelir ki bu da insafa
sığmaz. Aslında yeni araştırmaları okumak tarihî ve ilmî
araştırmaların gidişatına vakıf olabilmek tarihçinin görevidir.
Özellikle bu gibi kitap ve makaleler, derin araştırma
özelliklerini taşımaktadır. Bu eserin yazarlarının asıl
kaynaklara müracaatları sırasında rivayetleri tenkitleri ve o
rivayetlerdeki tarihî gerçekleri ortaya çıkarma uğrunda büyük
ve yorucu çabalar harcadıklarını bu eserler göstermektedir.
Yeni yazılan kitaplardan pek çoğunun yüzeysel olduğu veya
gerçek ilmî araştırma yöntemlerinden birine bağlı
bulunmaksızm belli bir görüşü teyit etmek veya genel kültüre
hizmet için gayret sarfettikleri dikkat çekmektedir. Bu gibi
çalışmaların, bilimsel tarihî araştırmalara kaynak olması doğru
değildir Bilinen şudur ki yeni tarih araştırmaları yöntem
doğruluğu, rivayet tenkitçiliği, kaynaklarm anlatımı, araştırma
derinliği, ifade nezaketi ve okuyucuya ayrıntılı fihristler takdim
etme bakımından ilmî yaklaşımlarda farklılıklar arz etmektedir
Araştırıcının yem kitaplardan faydalanabilme noktalarını
bulması zor değildir. Burada İmam Gazalî'nin şu sözünü
aktarmamız yararlı olacaktır: "A^uşkular hakikate ulaştırır.
A'uşkulanmayan düşünemez. Düşünemeyen göremez.
Göremeyen sapıklıkta ve karanlıkta kalır."

Dr.Seyyide İsmail A'âşif


0.r02.1983

132

You might also like