Professional Documents
Culture Documents
Yayınlayanlar:
İKİN Cİ CİLT
Caö vavınlan
Dizgi - Tashihi:
Yılmaz DAŞCIOĞLU — Hikmet TE K İN
Alaaddin SABAN
Cilt
ÇAĞ CİLT SAN.
Matbaacılar Sitesi Kat: 5 No; 101
Tel: 576 22 73
Maltepe - Topkapı
Doğuşum dünümüz» BÜYÜK İSLÂM TARİHİtün
Çeşitli ımittmi»rtni Hasırlayan Yasar K ad rosu :
Mütercimler:
Dr. Arif A Y T E K İN • AdU BEBEK
Durak PUSMAZ • Resul TOSUN
Rahmi Y AR AN • A. Remzi Y feşİLLİ
Abdullah YÜCEL
BİRİNCİ BÖLÜM
İKİNCİ BÖLÜM
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HZ. O SM A N DEVRİ
1 — Halife Seçilmesi ................................................................ 101
2 — Kısa Biyografisi ................................................................. 183
3 — Hz. Osman'ın Halifeliği ve Devrinde Yapılan Çeşitli İşler ... 104
4 — Hz. Osman Devrindeki Fetihler .......................................... 107
5 — Hz. Osman Devrinde İç Olaylar ve Karışıklıklar ............... 200
6 — Hz. Osman’ın Muhasara Edilmesive Şehadetl ............. 217
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HZ. A L İ DEVRİ
1 — Halife Seçilmesi ................................................................. 223
2 — Kısa Biyografisi ................................................................ 224
İÇİNDEKİLER 9
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALTIN C I BÖLÜM
EMEVİLER DEVRİ
EMEVİ DEVLETİ
YEDİNCİ BÖLÜM
F İK R İ VE ASKERİ HAREKETLER
c) İbâdiyye ..................................................................536
d) Acâride ................................................................. 536
e) Sufriyye .............................................................. 536
£) Şebibiyye .............................................................. 537
D. Haricî Fırkalarınca Çok Tartışılan Konular .............. 537
6 — Mutezile ........................................................................... 539
A. Muteziie’nin Ortaya Çıkışı ......................................... 539
B. Mutezile’nin tikeleri ................................................ 548
C. Mutezile’ye Tenkitler ............................................... 551
7 — D iğer Dinlerde ve İslâm'da Fırkalar 553
SEKİZİNCİ BÖLÜM
HİLAFET
GENEL DEĞERLENDİRME
Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ümmetine karşı İki ana görevi vardı:
Bunlardan birincisi, vahiy yoluyla Allah’dan aldığım ümmetine
tebliğ etmekti. Zaten peygamber olarak vazifelendirilme sebebi de
buydu. Bu aynı zamanda yeryüzünde, Allah'ın emirleri çerçevesinde
yasama, yani kanun koyma (teşri) vazifeslydl.
İkinci görevi İse, müslümanlara «im am » olmaktı, ö y le bir «İmam»
ki, bütün müslümanlar O'nun etrafında kenetlenecekler, hayatları
nı O’nun ortaya koyduğu prensiplere göre İnşa ve tanzim edecekler
di. O da, vahyin ışığında İslâm’ın hayat sistemini kuracak, mil'mln-
lerin elinden tutarak bu sistem içinde yaşamayı öğretecek, onların
karşılaştığı problemleri çözecek, hâkimlik yapacak, hakemlik, öğret
menlik yapacak, cihanşümul ve kıyamete kadar yaşayacak bir hayat
sisteminin mimarı olacak ve bu sisteme gönül verenleri, o sistemde
yaşayacak bir şahsiyet olgunluğuna eriştirecekti.
Hz. Peygamber, görevlerini tamamladı ve bu dünyadan göçtü.
O'nun irtihaliyle, mü'minlerin önüne iki mesele çıkıyordu. Birincisi,
Hz. Peygamber'in teşri vazifesinin nasıl sürdürüleceği, İkincisi ise İs
lâm toplumunda «İmamet')in nasıl yürütüleceği meselesi İdi.
Teşri konusu, Hz. Peygamber’le tamamlanmıştı. Vahiy ve onun ışı
ğındaki «sünnet», Islâm'ın teşri niteliğinin iki ana kaynağı olarak
ikmâl edilmişti. Bundan sonra müslümanlara, bu ana kaynaklar çer
çevesinde hayatı tanzim etmek, sistemlerini kurmak ve karşılaştı klan
problemleri çözmek görevi kalıyordu. Bir tür «Yasama H ilâfeti» di
yebileceğimiz bu vazife, kanun koymak değil, hayatı ana ışık kayna-
12 doğurtan gUnUmdze BÜ YÜ K İSLÂM T A R İH İ
c) İbâdiyye ..................................................................536
d) Acâride ................................................................. 536
e) Sufriyye .............................................................. 536
f) Şebibiyye .............................................................. 537
D. Haricî Fırkalarınca Çok Tartışılan Konular ............. 537
6 — Mutezile ........................................................................... 539
A. Mutezile'nin Ortaya Çıkışı ......................................... 539
B. Mutezile'nin İlkeleri ................................................ 548
C. Mutezile’ye Tenkitler ............................................... 551
7 — D iğer Dinlerde ve İslâm’da Fırkalar .................................. 553
S E K İZ İN C İ BÖLÜM
HİLAFET
GENEL DEĞERLENDİRME
Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetine karşı İki ana görevi vardı:
Bunlardan birincisi, vahiy yoluyla Allah'dan aldığını ümmetine
tebliğ etmekti. Zaten peygamber olarak vazifelendirilme sebebi de
buydu. Bu aynı zamanda yeryüzünde, Allah'ın emirleri çerçevesinde
yasama, yani kanun koyma (teşri) vazifeslydl.
İkinci görevi ise, müslümanlara «imam» olmaktı, ö y le bir «imam»
ki, bütün müslümanlar O’nun etrafında kenetlenecekler, hayatları
nı O’nun ortaya koyduğu prensiplere göre inşa ve tanzim edecekler
di. O da, vahyin ışığında Islâm’m hayat sistemini kuracak, mil’min-
lerin elinden tutarak bu sistem içinde yaşamayı öğretecek, onların
karşılaştığı problemleri çözecek, hâkimlik yapacak, hakemlik, öğret
menlik yapacak, cihanşümul ve kıyamete kadar yaşayacak bir hayat
sisteminin mimarı olacak ve bu sisteme gönül verenleri, o sistemde
yaşayacak bir şahsiyet olgunluğuna eriştirecekti.
Hz. Peygamber, görevlerini tamamladı ve bu dünyadan göçtü.
O’nun irtihaliyle, mü’minlerin önüne iki mesele çıkıyordu. Birincisi,
Hz. Peygamber'in teşri vazifesinin nasıl sürdürüleceği, İkincisi İse İs
lâm toplumunda «İm amet»in nasıl yürütüleceği meselesi İdi.
Teşri konusu, Hz. Peygamber’le tamamlanmıştı. Vahiy ve onun ışı
ğındaki «sünnet», İslâm’ın teşri niteliğinin iki ana kaynağı olarak
ikmâl edilmişti. Bundan sonra müslümanlara, bu ana kaynaklar çer
çevesinde hayatı tanzim etmek, sistemlerini kurmak ve karşılaştıktan
problemleri çözmek görevi kalıyordu. Bir tür «Yasama Hüâfeti» di
yebileceğimiz bu vazife, kanun koymak değil, hayatı ana ışık kayna-
14 doğuştan günümüze 3Ü Y Ü K İSLÂM T A R İH İ
dırdıklan bir kurul oluşturdular. İki taraftan birer üye seçip, bütün
İslâm ümmetinin bu çok önemli davasını halletme görevi ile görev
lendirdiler. Bu kurulun yetkisi, uzlaşmayan haille adaylarının ara
sında hakemlik yapmakla bitmiyor, onları azletme ve üçüncü bir aday
seçmeyi de kapsıyordu.
Fakat «Hakem heyeti» esasları ve sınırlan kesin olarak belirtil
meyen her müessese gibi işlerlikten yoksun olmaya mahkumdu. Üs
telik, işi daha da zorlaştıran bir üçüncü gurup ortaya çıktı. Harici
ler adı verilen bu gurup, Hakem heyetini dine karşı gelmekle, hattâ
dine meydan okumakla suçluyor, «Hüküm yalnız Allah’a aittir» hük
münü kendilerine İlke kabul ettiklerini ilân ediyorlardı. Bunlara gö
re, «H alife Allah tarafından tayin edilir ve bu vasıfları taşıyan bir
halifenin ise kendisinden şüphe etmemesi gerekirdi. Halbuki Hz. Ali,
halife seçildikten sonra onun İşine başkaları burnunu sokarak ha
kemliğe kalkışmışlar, bu da halifenin kendinden şüphelenmesine se
bep olmuştu. Kendinden şüphe eden bir halife yolunu şaşırmış sayı
lır, dolayısıyla hilâfeti lâyık olmaktan çıkardı.» Hak etmediği bir
mevkiye haset ettiği gerekçesiyle Muâviye de dine karşı gelmiş sayı
lıyor, hilâfete ehil olmadığı ileri sürülüyordu. Bunlar Hâricilerin yo
rumuydu. Hâricîler, daha da ileri giderek halife seçme yetkisini de
kendi üzerlerine aldılar ve buna itiraz edenleri, kâfir kabul ederek
kanlarım ve mallarını mübah saydılar.
Hariciler arasında da sağlam bir düşünce birliği yoktu. Nitekim
onlar da kendi aralarında parçalandılar. Devlet kuvvetleri karşısında
ne kendilerine, ne de başkalarına faydaları oldu. Üstelik fitne ve fe
sada sebep olduktan sonra eriyip gittiler.
Bu arada Muâviye, Şam ve civarmda bulunan gurupların yardı
mı ve zekice takip ettiği siyaset sayesinde Hz. A li’yi yenmeyi başar
dı. Böylece Hz. Ali'nin hilâfeti sona erdi. Tarihler, Muâviye için »zor
ba halife» tabirini kullanırlar. Ancak, olaya sistem olarak bakılınca
Muâviye’nin halife seçilişi ile Hz. A li’nin seçilişi arasında pek fark
görülmez. Bunu söylerken, ikisi arasındaki meziyet farkını saklı tut
tuğumuzu belirtmeliyiz. Konuya usûl yönünden bakıyoruz. Buna gö
re nasıl ki Hz. A li’yi bir gurup müslüman seçmişse, Muâviye’yi de
başka bir müslüman gurup seçmişti. Rekabet halinde olan iki ta
raftan birinin galip gelmesi ise tabü idi. Şer’î açıdan da birini öte
kine haksızlık etmekle suçlamak doğru değildir. Ancak burada Hz.
Peygamber tarafından, hilâfetin Hz. A li’ye verildiğine dair bir riva
yet söz konusu edilebilirdi. Bu rivayet ise sahabenin çoğunluğu nez-
dinde kesinlik kazanmamıştı.
Muâviye ve ondan sonraki Emevi halifeleri, halife seçiminde, ta
22 doğuştan günümüze BÜ YÜ K İSLÂM T A R İH İ
yin usûlünü tercih ettiler. Bu usûl olarak, Hz. Ebû Bekr’ln Hz. Ömer’i
aday göstermesine ve halife tayinine benziyordu. İnsanların nitelik
lerine bakılmazsa, usûlde pek farklılık yoktu. Emevi halifeleri de, ken
dilerinden sonra kimin halife olacağını bizzat açıklıyorlardı. Ancak
Hz. Ebû Bekr’in usûlu ile onlarınki arasında önemli bir fark vardı. O
da, Hz. Ebû Bekr’in, kendisinden sonra halifeliğe akrabası olmayan
birini aday göstermiş ve tayin etmiş olmasıydı. Emevi halifeleri İse,
kendilerinden sonra akrabalarından birini, genellikle oğullarını tayin
ediyorlardı. Bununla da hilâfetin sülâlede kalma usûlü ortaya çıkı
yordu. Meselâ Muâviye, kendisinin yerine oğlu Yezid’i getirmişti. Ger
çi bunu yaparken, belli başlı merkezlerin valilerinden, kendisine bir
veliaht seçecek ön seçmen delegelerinin gönderilmesini istemeyi ih
mal etmemişti. Tabu bu valiler Şam’a, Muâviye’nin istekleri doğrul
tusunda seçim yapacak kimseleri gönderiyorlardı. Muâviye durumu,
bu delegelere anlatıyor, kendisinden sonra- müslümanlar arasmda
meydana gelecek bölünmelerden korktuğunu ifade ederek oğlu Ye-
zid’ln veliaht olmasını teklif ediyor, onlar da hiç itiraz etmeden ka
bul ediyorlardı. Yezid'e ilk onayı veren valiler, halifenin neler dü
şündüğünü bilerek onaylamışlardı. Diğerleri ise bu usûlü körü körü
ne uyguladıklarından oğlu Yezid’in veliaht seçilmesini gerçekleştir
mişlerdi. Oysa o zaman, h ıü feliğe Yezid’den daha lâyık, büyük sa-
habiler vardı. Onlar ayrıca Ez. Peygamber ile sohbet şerefine de nail
olmuşlardı. Onlar Yezid'i ona ’lamadılar. Yezid’in hilâfeti döneminde
Hz. Hüseyin’in şehit edilmesi 'e sonuçlanan feci olaylar cereyan et
ti. îbn Zübeyr’in baş kaldırışı da bu cümledendir.
Muâviye'den sonra Yezid de, babası gibi kendisine oğlu Muâvl-
ye’y i veliaht tayin etmişti. Fakat o kargaşa ortamında halkı yönet
me gücünü kendisinde görmeyen II. Muâviye, kendi isteğiyle bu gö
revden ayrıldı. İşlerin daha da kötüleştiği bu sırada hilâfeti gene
Emeviler'den Mervan b. Hakem ele geçirdi. O da kendisinden son
ra çocuklarından ikisine birbiri arkasından, hilâfeti devir ve vasiyet
etti. Bu iki kardeşten önce Abdülmellk, halife oldu. Böylece Emevî-
ler’de ilk defa iki veliaht aynı anda tayin edilmiş bulunuyordu. (1)
(1 ) İki veliaht tayin edilmesi. İşlerin daha da karışmasına sebep oldu. Çün
kü bu İki veliahttan biri ötekini ortadan kaldırmak İstiyordu. Bu da.
İkincinin ya bir an önce İş başına gelmek İçin çaba harcadığı hakkın
da birincisinin vehme kapılmasından veya oğlunu kardeşi yerine, muh
temelen halifeliğe hazırlanacak kardeşinin oğlu yerine tercih etm e
sinden İleri geliyordu. Nitekim Abdülmellk. kardeşi Abdulazlz'ln Iş ba
şına gelmesini kasıtlı olarak geciktirmiş ve oğlu Velld'l veliaht tayin
etmişti. Abdulmellk’ln oğlu Süleyman da Amcazadesi Ömer b. Abdüla-
zlz'l. sonra da kardeşi Yezid b. Abdulmellk'l vellhat tayin etti. Fakat
H İLÂFET 23
landı. Bazan öyle oldu ki, yeni hükümdar işe, ailesinden rakibi ola
cak kardeşlerini ortadan kaldırarak başladı. Bununla beraber İslâm
tarihinde, hilâfet sorumluluğunu en uzun süre taşıyan hanedan da
OsmanlIlar oldu.
Hilâfetin Hz. Ali evlâdına ait olduğuna dair şer’i hüküm bulun
duğunu savunan ve kendilerine «A li taraftarları» anlamma gelen Ale
vîler denilen gurubun halife seçme usûlüne de verâset usûlü hâkimdi.
Buna göre en büyük oğul, babasının yerine geçecekti. Bu usûlü, Hz. Hü
seyin ile vârislerini oniki imama tamamlayan ve «İm âm iyye» veya «İsnâ
Aşeriyye» gurubu diye bilinenler sürdürürdü. İsnâ Aşeriyye gurubu,
Hz. A li’yi ve ondan sonraki aile efradını imam olarak kabul ediyor
lar ve on iki imam sayıyorlardı. Sonuncusu da ortadan gizlice kay
bolan Mehdi idi ki, onun âhir zamanda tekrar ortaya çıkacağma
inanıyorlardı.
Bunlardan başka diğer bazı fırkalarm da, hilâfet konusunda ay
rı ayrı görüşleri vardır. Fakat bu konuyu daha fazla uzatmak iste
miyoruz. Ancak şu kadarını ifade edelim ki, Şiîlerin, imamlığı dar
bir çerçeveye hasretmeleri, İmâmiyye mefkûresi etrafında büyük ço
ğunluğun toplanmasını önledi ve aralarında çeşitli anlayış farkları
ile fırkalar doğmasına yol açtı.
Hilâfet konusunda müslümanlar arasındaki görüş ayrılıkları
daima kuvvete başvurulmasıyla sonuçlandı. Hak sahibi, ancak kuv
vetliyse hakkını alabiliyor, icra edebiliyordu. Hemen hemen her ha
life adayı aynı yola başvurmuş, barış ve anlaşma metotlan bir türlü
bulunamamıştır.
Abbasîler döneminde hilâfet konusunu değişik bir açıdan ele alan
İslâm bilginleri, onu bir nevi dinî akide meselesi olarak değerlendir
diler. Konuyu bu açıdan inceleyen ilk âlimler Şiîlerin görüşüne yak
laşıyordu. Onlara göre, hilâfet konusundaki görüş ayrılığı, dinî bir
meseleydi. Bu arada, özellikle akide üzerindeki hassasiyetleri ile bi
linen Mütekellimîn de giderek konuyla ilgilendiler ve bu husus, diğer
dinî meseleler gibi akide tartışması haline geldi.
1 — H ALİFE SEÇİLMESİ
kat Hz. Ebû Bekr buna İzin vermedi. Hz. Ebti Bekr, vakarlı bir in
sandı. Toplantıda önce o konuştu. Evvelâ Muhacirlerin meziyetlerini
anlattı:
Hz. Muhammed’in davetine ilk uyanların onlar olduğunu, İslâmi
yet uğruna dayanılmaz meşakkat ve acılara katlandıklarını belirtti.
Arkasmdan sözü Ensara getirerek hizmetlerini yadedip onları da öv
dü. Meziyetlerini bir bir saydı.
Daha sonra Hz. Peygamber’den, kendisinin de bizzat duyduğu,
« İm am lar Kureyş'tendir» hadisini nakletti ve Ensara hitaben şöyle
dedi:
oE m irler bizden, vezirler sizden olsun. Sizinle istişare yapılma
dan, fikriniz alınmadan hiç bir konuda karar alınmayacaktır.» (1 )
Hz. Ebû Bekr, sözünü bitirince Ceşm b. el-Hazrec Oğullan’ndan
Habbab b. Munzir ayağa kalktı ve şöyle dedi:
«Ey Ensar! Kendinize hâkim olun. Burada bulunan herkesin si
zin güvenliğiniz altında olduğunu unutmayın. İtidalinizi bozmayın.
Şunu iyi bilin ki, sizin görüşünüze baş vurmadan halkı ilgilendiren
bir karar alınamaz. Siz şan ve şeref sahibisiniz. Sayıca olduğu gibi,
tecrübenizle de güçlü ve cesur bir toplumsunuz. Bu meziyetlerinizden
dolayı bütün insanlar davranışlarınızı yakından takip ediyor. Aranız
da ih tilâ fı uzatmayın ki, gücünüz zayıflamasın. Karşı taraf fikrinde
daha fazla direnirse, «Bizden bir Em ir, onlardan da bir Emim tekli
fin i kabul edelim.»
Bunun üzerine Hz. Ömer, «A ynı anda iki em ir olmaz» diye baş
layan bir konuşma yaptı. (2) Hz. Ömer, sözlerini bitirince Habbab tek
rar ayağa kalktı ve şöyle konuştu:
«Ey Ensar! Kendinize hâkim olun, bu adama ve onun gibi konu
şanların sözlerine itibar etmeyin. Aksi halde bu meselede ulaştığınız
başarının semeresini kaybetmiş olursunuz. Benim sözlerim bu konu
da derde devadır, kararınızı ona göre verin » dedi. Sonra Hz. Ömer ile
tartışmaya koyuldu.
Bu tartışmadan sonra Ebû Ubeyde söz aldı:
«Ey Ensar! Siz İslâm için, Allah’ın elçisine ilk yardım ve desteği
başlatan kimselersiniz. Şimdi, bunun tersini yapıp herşeyi alt-üst et
meyin.»
Daha sonra Hazrec kabilesinden, Zeyd b. Mâlik Oğulları’ndan Be-
şir b. Sa’d söz aldı ve şöyle dedi:
U) Taberî. I. 1839-1840
(2) Taberi. I. 1841 vd.
HZ. EBÛ BEKR (R A .) DEVRİ 20
(1) Kalhatî, 60
(2) İbn Hlşam, IV, 335-339
(3) Taberl, I, 1642 vd.
(4) Taberl, I, 1643-1844
30 doğuştan günümüze BÜYÜ K İSLÂM T A R İH İ
Bu konuşmalardan sonra Hz. Ali, Hz. Ebû Bekr’e bîat İçin öğle
namazından sonra zaman tayin etti. Hz. Ebû Bekr namazdan sonra
minbere çıktı, Hz. A li’nin meziyetlerini birer birer anlattı, bîata geç
kalışım ve haklı mazeretini dile getirdi. Hz. A li de bir konuşma yap
tı. Hz. Ebû Bekr’in meziyetlerini inkâr etmediğini, fakat halife se
çiminin aceleye getirilmesini doğru bulmadığı için kendisine kırgın
olduğunu anlattı. Bu açıklamaları dinleyen müslümanlar iki tarafı
da anlayışla karşıladılar. Hz. A li’yi, meseleyi barışla halletmesinden
dolayı tebrik ettiler.
2 — K IS A BİYOGRAFİSİ
Hz. Ebû Bekr, Ebû Bekr b. Ebı Kuhâfe künyesi ile tanınır. Teym-
oğulları’ndan Mürre b. K â’b b. Lüey b. Gâlib b. Fihr’in oğludur. Anne
si ise Ümmü’l-Hayr, Sülemî binti Sahr b. Am ir’dir. F il hadisesi yılların
da dünyaya gelmiştir.
Gençlik yıllarını, üstün bir ahlâk nümûnesl olarak geçiren Hz.
Ebû Bekr, halkın dertlerine ortak olur, yoksullara yardım ederdi. Ku-
reyşliler arasında büyük bir itiban vardı. Çünkü Kureyş’in geçmişi
hakkında başkalarının bilemediği «Neseb» bilgisine sahipti. Hz. Mu-
hammed’in nübüvvetinden önce de O’nun sâdık bir dostuydu. Peygam
berlik şerefi ile şereflenen Hz. Muhammed’in çağrışım ilk kabul eden
Ebû Bekr’di. Onun için Hz. Peygamber şöyle demişti: «K im i İslâm’a
çağırdımsa reddetti. Fakat Ebû Bekr, hiç tereddüt etmeden çağrımı
kabul e tti.»
İslâm’a girenlerin çoğalmasında da Hz. Ebû Bekr'in payı büyük
olmuştur. Müşriklerin müslümanlara eziyetleri artınca Habeşistan’a
hicret etmek istemiş, fakat İbnu’d-Duğunne adındaki Mekkeli, onu
himayesi altına aldığını belirterek hicretine mani olmuştu. İbnu’d-Du
ğunne, namazlarım alenen kılmaması şartıyla onu Kureyş’e karşı ko
ruyacağını bildirmişti. Ancak Hz. Ebû Bekr, bu ağır şarttan kurtul
mak için İbnu’d-Duğunne’nin himayesini reddederek öteki müslüman-
lar gibi zorluklara göğüs germe kararını verdi. Mekke'den Medine'ye
hicret söz konusu olduğunda Hz. Peygamber bu şerefi ona tevcih et
ti. Mağarada «İkinin İkincisi» oydu. Hicretin zor şartlarında, Hz. Pey
3 — AH LA K I
Her büyük insanın, adı anıldıkça insanlar arasında yad edilen bir
meziyeti olur. Hz. Ebû Bekr’in en büyük meziyeti azim ve merhame
tiydi.
Azim, bir insanın enlne-boyuna düşündükten sonra, bir işe karar
verdiği zaman, bir daha dönmemesi demektir. Bu azimdir ki, yoluna
sıradağlar çıksa onu yarıp geçme iradesini gösterir. İşte Ebû Bekr
böyledir.
Merhamete gelince, insan vicdanının hassas oluşudur ki, tersi
acımasızlıktır. Merhametli bir insan, düşman bile olsa, bir kimseye
isabet eden herhangi bir musibet karşısında üzüntü duyar, acıma duy
gulan harekete geçer.
İşte bu iki meziyet, halkın yönetimini üstlenen kişide ruhî bir
denge oluşturur. Sonsuz acıma duygusu insanı davranışlarında tered
düde sevkeder. Azim İse o tereddüdü yenmeyi sağlar.
Hz. Ebû Bekr’in bu azmine,,4lik defa Hz. Peygamber’in hastalı
ğından önce görevlendirdiği Üsâme b. Zeyd komutasındaki orduyu
onun vefatından sonra Şam dolaylanma göndermek söz konusu olduğu
zaman şahit oluyoruz.
HZ. EBÛ BEKR <R_A.) DEVRİ 33
sanız onları ibadetleri ile başbaşa bırakın. Size yiyecek, içecek ikram
edilirse «Bismillâh» demeden yemeyin, içmeyin. Kafalarını şeytan yu
vası haline getirenlerin başlarını ise bismillâh kılıcı ile uçurun.» (1 )
Üsâme, ordusuyla birlikte bu nasihatlan dinledikten sonra yola
çıktı. Kuzâaiıların bölgesine bütün gücüyle hücum etti. Oradakilerin
kalplerine korku saldı. Ordusuyla orada kırk gün kaldı. Büyük bir
ganimetle geri döndü. Bu ordunun Suriye seferi İslâm İçin çok ya
rarlı oldu. Çünkü oradaki İslâm düşmanlan arasında şöyle bir inti
ba bırakıldı: Müslümanlar güçlü olmasalar buraya kadar ordu gön
deremezlerdi.
5 — RİDDE O LAYLAR I
Hz. Ebû Bekr’in azmini ispatlayan başka bir örnek de İslâm ta
rihine «Ridde olayları» diye geçen, dinden dönüş hareketleri karşısın
da aldığı tavırdır.
Daha önce kısaca temas ettiğimiz gibi, Yemen ve Necid dolayla
rındaki Araplardan bir kısmı İslâm’a girdikleri halde, henüz tamamen
dine ısmmamışlardı. Bu durum, Kur’an-ı Kerim ’ln Hucurat sûresin
de şöyle ifade edilmektedir:
«Ey Muhammedi Bedeviler: ‘Biz iman e ttik derler. Sen onlara
şöyle de: ‘Hayır! İman etmediniz. Siz ancak, müslüman olduk deyin.
Çünkü iman henüz kalbinize girm em iştir3.» (2 )
Bedevi Arapların durumu bundan ibaretti. Müslüman görünme
lerine rağmen İslâm henüz kalblerine yerleşmemişti. Bunlar, Hz. Mu-
hammed’in vefatını fırsat büerek İslâm'ın farz kıldığı ibadetleri, özel
likle zekât vermeyi reddettiler. Bu karışık ortamdan istifade etmek
isteyen bazıları ise peygamberliklerini ilân ederek, aldattıktan kim
seleri peşlerine taktılar. Böylece, İslâm’dan dönen ve kendilerine «mür-
tet» denilen bu Araplar iki gurupta toplanıyordu:
1 — Zekât ödemek istemeyenler,
2 — el-Mütenebbinin denilen sahte peygamberlerin peşine takı
lan ve «R afizi» diye isimlendirilenler.
Yemen ve Necid bölgesindeki Araplan tesir altma alan bu olay
ları bastırmada, Hz. Ebû Bekr’in azim ve İradesi büyük rol oynamıştı.
Bu olaylarla ilgili haberler kendisine ulaştığı zaman, Üsâme ordusu
Suriye’den dönünceye kadar sabretti. Çünkü bu ordu, müslümanlarm 1 2
ret ve soğukkanlılıkla, hem de bir sene gibi kısa bir zamanda bastır
mak, Hz. Ebû Bekr gibi üstün zekâ sahibi bir halifenin sayesinde ger
çekleştirilmiştir.
B ö y le d u ru m la rd a İn san ın p an iğe k a p ılm a sı b e k le n irk e n ,
H z. Ebû B e k r 'in üstün a zim v e s a rsılm a z ira d e s i y a n ın d a , or
duda y a p tığ ı d ü ze n le m e ler de çok isab etli olm uştu. İz le d iğ i sa
v a ş s tra te jis i sonucunda, zam an ın d a h a b e r a lm a , a n î m a n e v
r a la r v e lojistik d estek lerle d ü şm a n la n e tk is iz h a le g e tiriş i de
y in e H z. Ebû B e k r 'ln b ir b aşarısıd ır. A y r ıc a H â lld b. V e lid 'in ,
M â lik b. N ü v e y r e 'n ln dul k a rıs ı İle e v len m e s i v e ord u nu n b a
şın d a n a y r ılıp hacca g itm esin d en d o la y ı m e y d a n a g e le n duru
m u ordu daki b irlik v e b era b erliği b ozm ad an m ak u l ola n e n iy i
ta r z d a İd a re e tm es i d ik k a te d eğer. Ö m er b. H a tta b v e Ebü
K atfid e, H â lid 'e k a rş ı t a v ır alıp g ö re v d e n a lın m a s ı g e r e k tiğ in
de ıs r a r e d iyo rla rd ı. H â lld 'in ordudan a y r ılm a s ıy la d ü zen in bo
zu la ca ğın ı iy i b ilen H z. Ebû B ekr, o la y ı ta s v ip e tm em e k le b ir
lik te , bu te p k ile r i y a tış tırm a s ın ı da iy i b ilm iş ti, z ir a ordunu n
d e ğ e r li k o m u ta n la ra ih tiy a c ı olduğu b ir sıra d a , on u g ö r e v d e n
alm ak büyük b ir h a ta olacaktı.
Kısaca diyebiliriz ki, Hz. Ebû Bekr’ln azim ve kararlılığı olmasay
dı sağlam iradeli insanlan bile ümitsizliğe düşüren bunca olayın üste
sinden gelinemez, o fırtınalı dönemlerde müslümanlar selâmete çıkarı
lamazdı. Şüphesiz Allah'ın yardımı da onunla beraberdi.
6 — FETİH HAREKETLE Rİ
S asanî Devleti:
Kisralarm devleti de denilen Sasani devletinin merkezi, Bağdat'ın
biraz güneyinde, Dicle’nin doğusunda ve batısında kurulan ve büyük
bir şehir olan Medâin idi.
HZ. EBÛ BEKR ( R A ) DEVRİ 45
Bizans Devleti:
(1 ) Irak çevresinde, Cezire tarafında bir yer adı. HanAfls'de Anbar yakın
larında Arapların pazar kurduktan yere yakın bir cebir.
52 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLA M T A R İH İ
lar. Ayrıca S u n& (l), Zümeyle ve daha sonra da Firaz’da düşmana bü
yük kayıplar verdirdiler. Bu bölgeler, Şam, Irak ve el-Cezîre bölgele
rindeki savaşın odak noktalarıydı. Ramazan ayında cereyan eden bu
savaşlarda özellikle Firaz'da; Bizans, Sasanl ve Arap yerlileri müslü-
manlara karşı birlikte savaşıyorlardı. Müslümanlar onlara çok acı bir
yenilgi tattırdılar. H. 12’inci yılın Zilkâde ayının ortalarında (Ocak
634) zafer gerçekleşince, ayın geri kalan beş gününü orada geçirdik
ten sonra Hâlid b. Velid, askerlerine Hire’ye dönme emri verdi. Asım
b. Am r’ı da, başlarına komutan olarak tayin etti. Kendisinin daha
sonra geleceğini söyleıhlşti. Ama, bazı arkadaşlarıyla beraber Hac fa
rizası için Mekke’ye gitti. Fakat bunu kimseye bildirmemişti. Gizli
olarak ve pek k u lla n ılm a y a n yollardan geçip Mekke’ye vardılar. Hac
f a r iza s ın ı ifa ettikten sonra yine kimseye görünmeden Hîre’ye dön
düler. Oraya ulaştıklarında müslüman askerler de henüz gelmişlerdi.
Dolayısıyla Hîre’ye beraber girmiş oldular. Onun bu arada hac fari
zasını ifa ettiğini kimse bilmediği gibi, Hz. Ebû Bekr de bilmiyordu.
Sonradan öğrenince ona çok kızdı ve Hîre'den alarak Şam cepheleri
ne tayin etti. Kendisine tayin edildiğini bildiren bir de mektup yazdı.
gönderilmesi İçin Hz. Ebû Bekr’e haber ulaştırdılar. Bunun üzerine Hz.
Ebû Bekr, Hâlid b. Velld’e Irak’ta, yerine Müsennâ b. Hârise’yi bırakıp
askerleriyle birlikte Yermuk'a hareket etmesini emretti.
Bu sırada Bizans ordularına da takviye birlikleri gelmişti. Hâlid
b. Velid, Irak’tan bu yeni savaş alanına geldiğinde, İslâm ordusunun
dört ayn komutanın idaresinde yanyana fakat ayn ayn cephede sava
şacağım gördü. Tam bu sırada, Bizans ordusunun taarruza geçerek
müslümanlara öldürücü bir darbe indirmeyi düşündüklerini öğrendi.
Öteki dört komutanla bir araya geldiklerinde onlara şöyle dedi:
«B u bir ölüm kalım savaşıdır. Böyle bir günde övünme, büyüklük
taslama kimseye yakışmaz. Allah için savaşıyoruz. Savaşta ihlâstan ay
rılmayalım. Cihadınızda Allah'ın rızası amacınız olsun. Bu savaş ge
leceği tayin edecek, bugün başarırsak, yarın da başarılı oluruz ve za
fer bizimdir. Bugün yenilirsek bir daha kendimize gelemeyiz. Yanlış
bir savaş düzeni kurmuşsunuz. Hz. Ebû Bekr böyle yaptığınızı bilse
mâni olur. Her komutan kendi birliğini değil, bütün İslâm ordusunu
yönetsin ve bu, sıra ile olsun. Bugün bir komutan, yarın başka bir
komutan orduya em ir versin. İlk günü bana bırakın. Şu BizanslIları
siperlerine göm elim » dedi.
Bu sözler üzerine komutanlar onun yönetimini kabul ettiler. Hâ-
lld b. Velid, orduyu hiç görülmemiş bir savaş düzenine soktu. Birlik
leri otuz sekiz kerdûsa ayırdı. Merkezde on sekiz kerdûs, sağda ve
solda onar kerdûs bıraktı. Merkezi Ebû Ubeyde, sağ kanadı Anır b.
As ve Şurahbil, sol kanadı da Yezld b. Ebî Sufyan komutasına ver
di. Ayrıca her kerdûsun başmda birer yardımcı komutan vardı. Her
kerdûstakl asker sayısı bini geçiyordu. Ebû Sufyan b. Harb, yaptığı
konuşmalarla askerin moralini yükseltiyordu: «Allah, AUah... Sizler
İslâm cengâverisiniz. Arapların iftihar kaynağı İslâm mücahitlerisiniz.
Onlarsa Bizans’ın çocukları, küfrün askerleridir. Ya Rabbil İslâm as
kerlerine yardımını gönder. Bugün İslâm’ın günüdür...» diyordu. Bir
asker, Hâlid b. Velld’e yaklaşarak: «Ş u düşman askerlerine bak, ne
kadar da çok» dedi. Hâlid b. Velid ona: «Savaşı çok olan değü, bilen
kazanır. Allah'ın yardımı ve benim şu k ır atım onlara yeter» dedi.
şısında düşman şaşkına döndü. Bizans atlan ürküp savaş alanının dı
şında dar bir geçide doğru kaçmaya başladılar. Süvariler atlara hâkim
olamıyorlardı. Bunu gören İslâm askerleri, düşman atlarının yolunu
daha fazla açtılar. Hâlld b. Veüd ve diğer komutanlar, Bizans piya
delerinin üzerine toplu şekilde hücum ettiler. Bu hücum onlara ölüm
darbesi olmuştu. Bozulan Bizans askerleri gerilemeye başlamıştı. Ken
dilerini takip eden İslim askerlerinin önünde hendeklere döküldüler.
Taberî’nln rivayetine göre, hendeklerde yüz yirmi bin B iza n slI ölmüş
tü. Ayrıca savaş meydanında asker ve atlardan da ölenler az değildi.
Gün boyu devam eden savaş geç saatlere kadar sürdü. Bizans karar
gâhı müslümanlarm eline geçmişti. Hâlld b. Velld, bu karargâhta sa
bahladı.
Yermuk'ta İslâm askerleri, yüce bir sabır ve sebat İmtihanı ver
diler. Aralarında Hz. Peygamber’le yanyana savaşan İkrlme de vardı.
Hâlid b. Velld sabah gün doğarken yarasının sarılması İçin İkrime’nln
yanına geldi, İkrime başını Hâlid’in dizine koydu. Diğer dizine de İk-
rlme'nln oğlu Amr uzandı. Her İkisi de yarabydılar. Hâlld onların baş
larını sıvazladı, yaralarını sardı.
İslâm askerlerinin yiğit komutanlarından da şehit olanlar vardı.
Y a r a lıla r ın sayısı İse oldukça kabarıktı. Şehit sayısı üç bini bulmuştu.
Bu savaşta İslâm kadınlan da geri- hizmetlerde cansiperane çalıştılar.
Bizans ordusunun ağır yenilgisini haber alan Herakllus, İkâmet ettiği
Hınıs'tan uzaklaşırken: « Elveda sana Suriye, ebediyyen elveda» diyor
du.
Savaş devam ederken Hâlid b. Velld, Medine’den Hz. Ebû Bekr’in
vefat ettiğini yerine Hz. Ömer’in halife seçildiğini haber almıştı. Hz.
Ömer, Hâlld b. Velid’l görevden alıp, yerine Ebü Ubeyde’yi başkomu
tan tayin ettiğini bir mesajla bildirmişti. Hâlld, ordunun disiplini bo
zulmasın diye bu mesajı bir süre sakladı ve zafer kesinleştikten sonra
açıkladı. Mesajı Ebû Ubeyde’ye uzatırken komutanlık görevini de ona
devrediyordu. Hâlld b. Velld’in şu sözleri tarihe mâlolmuştur:
( «B e n im için, Ömer'den daha sevgili olan Ebû Bekr’in ecelini sona erdi
ren Allah'a hamdolsun. Bana Ömer'i sonradan sevdiren A llah’a hamdol-
s u n .»
Bu savaşta kırk bin kişilik İslâm ordusu, sayıca kendinden beş
kat fazla bir orduyu, bu kadar kısa bir zaman içinde hezimete uğrattı.
Aynı şekilde İran cephesinde de, İslâm orduları, kendinden kat kat
fazla orduları bozguna uğrattı. Acaba bunu nasü başardılar? Bazı
tarihçiler, Bizans ve İran ordularındaki başıbozukluk ve karışıklığın,
onların mağlubiyetinin sebebi olduğunu zikrederler. Bunda hakikat
payı vardır. Fakat Bizans ordusu, tam bir savaş düzeni içinde ve us
56 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İS LÂ M T A R İH İ
Halifenin Maaşı:
Ordunun Maaşı:
Memur Maaşları:
(1) Abbes Mahmud Akkad, Hz. Ebü Bekr’ln Şahsiyet ve Dehası, 263 Ter.:
Ali özek
İKİN Cİ BÖLÜM
1 — HALİFE SEÇİLMESİ
2 — K IS A B İYO G R AFİSİ
İlk Hutbesi:
Hz. Ömer, halife seçildikten sonra, Hz. Ebû Bekr’in başlattığı
geleneğe uyarak İlk hutbesini okudu. Bu hutbede o da, Hz. Ebû Bekr
gibi takip edeceği siyaseti anlattı. Besmele ve hamdeleden sonra şöy
le dedi:
«M ü ’m in çekingen bir deveye benzer. Binicisinin kırbacına ma
ruz kalmamak için, onun reflekslerini daha önceden anlar ve ona
tam itaat eder. Ben, Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, bu ümmeti
en doğru yola yönelteceğim .n(l)
Hz. Ömer, bu kısa hutbesi İle müslümanlan itaatkâr bir deveye
benzetiyordu. Bütün mesele deveyi iyi yönetmekti. Bunun gibi müs-
lümanlar da iyi idare edilirse, bütün engelleri aşabilirlerdi. Bu bakım
dan müslümanlan yönetecek kimseler, büyük sorumluluk taşıyorlardı.
«Sizi en doğru yola yönelteceğim» derken bu sorumluluğun İdraki
içinde olduğunu vurguluyordu. Hz. Ömer, konuşmasını süslediği ben
zetmelerle, Arap belâgatının dinleyicileri etkilemek için öteden beri
A. IR A K VE İR A N ’D A K İ FE TİH LE R
(1) Kü fe yerlilerine alt ktlcUk bir yerleşim merkezi. Aşağı Seyb, yukarı
Seyb diye lkl loşundan oluşur.
70 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂ M T A R İH İ
(1 ) Cezire, Dicle ve Fırat arasında Şam yönünde uzanan bölgenin adı. Dl-
yarbeklr. Nusaybin, Harran, Ruha (U rfa ) gibi şehirleri Ifhıe alır.
F .: C
82 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂM T A R İH İ
B. B İZA N S Ü LK E S İN D E K İ F E TİH LE R
(1) Halep yakınlarında bir yer, Hâzır-ı Haleb de denir. Burada Araplar
da vardı.
92 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
(1) Sahilde bir şehir, Filistin bölgesine dahil kabul edilir. Taberlye'ye Uç
günlük mesafededir. Eskiden bUyUk bir şehirdi.
(2) Beyt-1 Cibrln yöresinde Filistin kasabalarından birisidir.
(3) Bu hadise, bazı tarih kaynaklarında zikredilmekle birlikte, pek gerçe
ğe yakın görünmemektedir. Amr b. Âs gibi gerçekten dâhi bir komu
tanın kendi askerini bırakarak. dUşman karargâhına girmesi makul
addedilemez.
HZ. ÖMER (R.A.) DEVRİ 93
tir. Orada bulunan Rum lar çıkarılacak, fakat gidecekleri yere kadar
güvenlikleri sağlanacaktır. Çıkmak istemeyenler ise Eyle halkı gib i ciz
ye verecektir. Burada kaltp hasadını almak isteyen de hasadını alacak
ve m alını satmak isteyene gerekli kolaylık gösterilecektir. Bu, Allah’
ın Rasûlü'nün, halifelerin ve m ü’m inlerin Eyle halkına verdiği bir gü
venlik ahdidir.»
H. 15. yılda yapılan bu antlaşmada Hâlid b. Velld, Am r b. As,
Abdurrahman b. A v f ve Muâviye b. Ebl Sufyan da şahit olarak hazır
bulundular. (1) İm za töreninden hemen sonra Hz. Ömer Kudüs’e gidip
oradaki Kıyâm e kilisesine girdi. Bu sırada namaz vakti gelmişti. Pat
riğe namaz kılabileceği bir yer sorunca, patrik, «Kilisenin herhangi bir
yerinde kılabilirsiniz» dedi. Hz. Ömer, kilisenin içinde namaz kılmak
istemedi. Kapıya yakın bir yerde namazını kıldıktan sonra patriğe dö
nerek, «Eğer ben içerde kılsaydım, öteki müslümanlar da orada kılar
lar, orayı mescit haline getirirlerd i» dedi. Bunun üzerine antlaşmaya
ilave yapılarak, müslümanlann namaz için kilisede toplanmaması ve
orada ezan okunmaması da yazıldı. Sonra Hz. Ömer, patrik’ten mes
cit yapılacak bir yer göstermesini istedi. O da Allah'ın Hz. Yakub’a
hitap ettiği tepeyi gösterdi. Hz. Ömer, oradaki kumlan bizzat elleri
ile temizlemeye başlayınca bunu gören diğer müslümanlar da hemen
çalışmaya başladılar. Kısa zamanda orayı mescit yapılmaya hazır ha
le getirdiler. Halife buraya bir mescit yapılmasını emrettikten sonra,
Şam bölgesindeki valiliklerin sınırlarını ve idarecilerini yeniden be
lirledi. Aynı zamanda biri Remle, öteki de Eyle olmak üzere Filistin’i
de iki kısma ayırdı. Daha sonra Medine’ye döndü.
Bu olayda müslümanlann, yenik düşmanlarına bile, nasıl insani
bir şekilde muamelede bulunduktan görülüyor. Hal böyleyken, daha
sonra Haçlıların Eyle’y i geri aldıklan zaman müslümaniara reva gör
dükleri zulüm ve işkenceler göz önüne alınır ve bir karşılaştırma ya
pılırsa, aradaki fark daha açık olarak ortaya çıkar.
e) V eb a S a lg ın ı:
H. 17. yılda Hz. Ömer, ikinci defa Şam’ı ziyaret etmek istedi. Bu
defa Muhacir ve Ensar’dan bazılarım da yanma aldı. Sarağ’a (2 ) gel
diklerinde, ordu komutanlan onları karşılayarak Şam’da salgm has
talık (veba) olduğunu söylediler. Bunun üzerine Hz. Ömer, önce be
raberinde gelen Muhacir ve Ensar’la, daha sonra da Fetih muhacirle
ri ile ayrı ayn istişareler yaptı. Fakat guruplardan hiç birisi geri
1
okuması için izin istedi. O da izin verdi. Hz. Bilâl'in ezanını dinleyen
sahabîler, Hz. Peygamber dönemini hatırlayarak duygulandılar. Hz.
Ömer dahil hepsinin gözleri yaşardı. Halife Ömer, daha sonra Medine’
ye döndü.
C. M IS IR ’IN VE İS K E N D E R İY E ’N İN F E TH İ
O) Makrizl, I, 164-165
100 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂM T A R İH İ
m aruf bir adama havale etti. Bunların toplanıp getirilmesi, her ne fi
yatla olursa olsun satm alınması, satan kimselere teşvikât icrası husus
larında da bir adama mezuniyet verdi...» Am r b. el-Âs, Yahya'nın bu
beyanatım takdir etmekle beraber şayanı hayret bulur. Amr, «Fakat,
Emirü’l-Mümlnin Ömer b. Hattab’dan izin istemeden bu hususta hiç
bir emir veremem» der. Amr, Yahya tarafından vuku bulan beyanat
tan bahisle, bu babda ne yapmak lâzım geldiğini Hz. Ömer’den sorar.
Bunun üzerine Hz. Ömer’den şu cevap gelir: «Beyan ettiğin kitaplara
gelince, bunlar Kltabullah’a uygun şeyleri havi ise Kitabullah bizi on
lardan müstağni kılmıştır. Allah'ın kitabına aykırı şeyler var İse onla
ra ihtiyaç yoktur, bunları yak.» Am r b. el-As bu kitapları İskenderiye
hamamlarına dağıtmağa ve ocaklarında yaktırmaya başladı. O sırada
İskenderiye’de bulunan hamamların miktarım bilirken hatırımdan çık
tı. Rivayete göre bu kitaplar, o suretle ocaklara atılıp altı ay zarfın
da tüketilmiştir. Bunu işitip de hayrete düşmemek kabil değildir.»
sır Tarihi) ’nde yazdığımız veçhile bu ikinci fıkra ile aynı fikirde bu
lunuyor idik. Fakat daha sonra İslâmiyet ve Medeniyyet-i İslâmiye
Tarihi hakkında devam eden çalışmalarım neticesinde hakikata hiz
met maksadıyla ileride göstereceğimiz sebeplerden dolayı birinci fırka
nın fikir ve mütalâasını ötekinden tercihe şayan bulduk. Çalışmaları
mızın neticesini bildirelim, şöyle ki: Evvelâ yukarda verdiğimiz malu
mattan anlaşıldığı üzere Araplar, İslâmiyetin ilk yıllarında varit olan
hadis-i şeriflere ve sahabenin büyüklerinin sahih ve sarih sözlerine is
tinaden İslâmiyeti teyit etmek maksadıyla Kur’an-ı Kerim 'ln dışında
bütün kitapların imhasına çalışmışlardır». Daha önceki kaynaklarda
verilen bilgileri tekrarlayan Corci Zeydan şu şekilde devam eder: «Mez
kur kütüphanenin İslâmiyetten evvel kısmen yakılmış olduğunu inkâr
etmiyoruz. Lâkin bunun bir kısmının İslâmiyetten evvel yanması,
kalanının İslâmiyetten sonra yanmasına engel teşkil etmez..»
lü Beni Nadir İçin bkz. Vâkıdi. Aynı eser, 379-383: İbn Hlşam, II. 192-
194; Ebû Ubeyd, Aynı eser, 14-18; İbn Şebbe, Aynı eser, 200-207: Tabe-
rl. Tefsir, X X V III, 18 vd.: Belâzurl. Aynı eser, 18-22; Şâfll. el-Umm,
IV. 64-65: Mustafa Fayda, Aynı eser, 18-19
(2) Ebû Ubeyd. Aynı eser, 18-19; Ebû Yusuf, Kltabu’l-Harac, I, 186-189:
Taberl thtU&fuT-Fukahâ, 140
(3 ) Ebû Ubeyd, Aynı eser, 21-23
112 doğuştan günümüze BÜ YÜ K İSLÂM T A R İH İ
lerle amel etmişlerdir. Ömer b. el-Hattab da, mallar konusunu ele al
dığında, bunları, bu üç çeşite irca etmiştir. (1)
Bundan sonra Ebû Ubeyd, Hz. A li ile Hz. Abbas'm, Fedek malla
rıyla ilgili olarak Hz. Ömer'le yaptıkları konuşmaya ait, aşağıdaki ha
beri nakletmektedir:
«...H z .'A li ile Hz. Abbas, Hz. Ömer’in yanına girdiler, selâm ve
rip oturdular. Abbas şunları söyledi:
«E y m ü’m inlerin em iri! Benimle şu adam (Hz. A li’yi kastederek)
arasında bir karar ver.» Orada bulunan Hz. Osman ve beraberindeki
ler de:
«O ikisi arasında hükmünü v e r!» dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer
şunları söyledi:
«A llah, Rasûlüne bu fey’i tahsis etmiş ve ondan başkasına bundan
bir şey verm em iştir.» Hz. Öm er sözlerine devam ederek şu âyeti oku
du:
«O nların mallarından Allah’ın Rasûlüne verdiği şeyler için, siz
ne at ve ne de deve sürdünüz, fakat Allah, dilediği kimselere karşı,
peygamberlerine üstünlük verir. Allah her şeye k a d ird ir.»(2 ) Bundan
dolayı bu m allar (B e n i Nadir ve Fedek), yalnızca Rasûlullah’a mah
sustur. Ayrıca, Allah’a yemin ederim ki, Rasûlullah bu mallan, sîzler
den başkasına vermediği gibi sisleri bundan m ahrum da etmedi, O,
bu mallardan sislere verdi ve aranızda dağıttı. Sonunda bu mallardan
bir kısmı da geriye kaldı. Rasûlullah, ailesinin senelik ihtiyacını bu
mallardan karşılardı, geri kalanını da Allah yolunda harcardı. Ra
sûlullah, hayatı boyunca bu mallan bu şekilde kullanmıştır. Allah için,
şimdi size soruyorum: «B u durumu biliyor musunuz?» Oradakiler,
«E v et» diye cevap verince Hz. Ömer, Hz. Abbas ile Hz. A li’ye hitaben:
«A llah için, ikinize soruyorum: «B u durumu ikiniz de biliyor m u
sunuz?» Onlar da, «E v et» diye karşılık verdiler.» (3 )
Ebû Ubeyd, Hz. Peygamber’e mahsus mallar ile alâkalı Hz. Ömer’in
yukarıdaki görüşlerine işaret ettikten sonra, humus, fey ve zekât gelir
lerinin, Kur’an-ı Kerim ’e göre, kimlere verilmesi gerektiğine dair Hz.
Ömer’in okuduğu âyetleri sıralamakta; (4) daha sonra da, tslâm Dev
leti gelir kaynaklarıyla ilgili olmak üzere şunları yazmaktadır:
«İşte müslümanlann halifelerinin idare ettikleri, Hz. Ömer’in zik
rettiği ve yüce Allah'ın kitabına irca ettiği mallar, Fey, Humus ve
Zekât olmak üzere üç çeşittir. Bunlar kısa (mücmel) İsimler olup her
a) Humus i
Hz. P e y g a m b e r ve H u m u s :
(1) Ebû Ubeyd, 454; Rahbi, I, 148-9; Taberi, Ebû’l-Â llye’nln bu rivayetini
doğru kabul etmez ve Allah’a alt hisse olmadığını belirtir; bkz. T e f
sir, X. 4; aynı müellif, İhtilâf, 139; Serahsî, el-Mebsût, X, 8; bura
da, Kâbe ve diğer bölgelerdeki camiler İçin kullanılacağı zikredilir.
(2) Ebû Ubeyd, 22; Rahbi, I, 149
(3) Ebû Yusuf, I, 169; Ebû Ubeyd, 21-23; Rahbi, Fıkhu'l-Mulûk, I, 144,
147-148; burada Ebû Hanlfe ve Şâfll'nln bu görüşte olduğu tasrih edil
mektedir.
(4) Ebû Ubeyd, 23; Rahbi, I, 149
HZ. ÖMER (R A.) DEVRt 117
H z. Ö m e r ve Humus:
(1) Rahbi. I, 149; Hz. Ebû Bekr'ln Zllkurbâ'ya hisse vermeyişlnl, nassın
İçtihat He değiştirilmesi yönünden tenkit eden Şia'nın görüşü için
bkz. Mûsevi. en-Nass ve’l-İctlhad, 110-113
(2) Ebû Yusuf, I. 165-168; Ebû Ubeyd, 462-463; Hz. A li bu hususta şun
ları söylemiştir: «Ben bu makama, Ömer’in bağladığı düğümü çöz
mek İşin gelmedim.» Yine Hz. A li: «Daha önce nasıl karar yeriyordu
iseniz, şimdi de aynı şekilde karar veriniz. Çünkü ben, ih tilâfı sev
mediğim gibi, İnsanların birlik olmasını; aksi halde dostlarım gibi
ölmeyi tercih ederim » demiştir; Ebû Ubeyd 464
HZ. ÖMER (R A .) DEVRİ 121
bana haber gönderdi. Tanına varınca: «B unu al ve bölüştüm dedi. Ona
dedim ki:
«E y M ü ’m inlerin E m iri! Bu sene bizim mala ihtiyacımız yok, hal
buki müslümanlann buna çok ihtiyaçtan vardır.»
«Bunun üzerine Ömer, o sene humustan Zilkurbâ’ya ayrılan his
seyi müslümanlara dağıttı. Nihayet ben şu makamıma oturuncaya ka
dar (h a life oluncaya), Ömer’den sonra hiç kimse humus hissemizi ver
mek üzere bizi çağırmadı. Ömer’in yanından çıktığım da Abbas b. Ab-
dilm uttalib ile karşılaştım. Bana: «Ey A li! Bizi, bir haktan mahrum et
tin k i kıyamet gününe kadar, artık bir daha bize bu hak verilmeyecek
t ir ! » d e d i.(l)
İbn Şebbe'nin Hz. A li’den naklen rivayet ettiği bir diğer haber İse
şöyledir:
«Hz. Peygamber, humusu Abdvlm uttalib ve Abduyağûsoğullan ara
sında taksim ederdi. Sonra Hz. Ebû Bekr de bundan az bir miktarda
onlara dağıtırdı. Daha sonra Hz. Ömer, iki yıl humusu onlara dağıttı.
Sonradan müslümanlann maruz kaldıktan kıtlık yılında, humus ko
nusunu Hz. Ali ile konuştu ve ona: «Humusu bize bağışlayınız» dedi.
Bunun üzerine Hz. A li de, Zilkurbâ’nın hissesini bağışladı. Hz. A li evi
ne dönünce, Hz. Abbas kendisine: «Humusu o n a (ö m e r’e ) verdiniz m i? »
diye sordu. Bu soruya Hz. A li: «E v et» diye cevap verince, Hz. Abbas:
«A lla h ’a yemin ederim ki, artık peygamber olan birisi humustan size
hisse verinceye kadar, kimse ondan size bir şey vermeyecektir» dedi.» (2 )
Zilkurbâ hissesiyle alâkalı olmak üzere, Hz. Peygamber’ln amcası
oğlu Abdullah b. Abbas’dan da bazı haber ve görüşler, kaynaklarda ri
vayet edilmiştir.
Ebû Ubeyd’in eserinde yer alan bir rivayette, Abdullah b. Abbas
şunları söylemiştir:
«Öm er, humustan Zilkurbâ’ya ait olduğuna inandığı bir m iktar his
seyi bize veriyordu. Biz, bu verileni istemedik ve kendisine: «Zü ku r-
bâ hissesi, humusun beştebiridir» dedik. Bunun üzerine Öm er şunla
rı söyledi: «Allah, humusu yalnızca âyette zikrettiklerine tahsis etmiş
tir, bundan dolayı ondan en fazla faydalanacak olanlar, sayılan çok
ve daha fazla ihtiyacı bulunanlardır.» Abdullah b. Abbas, «İnsanlann
bazısı bize, bu hakkımızı verdi, bazdan da vermedi» d em iştir.»(3 )
Yine Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer'in humustan Zilkurbâ’ya hisse
(1) Ebû Yusuf, I, 167-168; Ebû Ubeyd. 466-467; Burada Hz. Ömer’in, Hz.
Haşan ve Hz. Hüseyin’e humustan hisse verdiği rivayet edilmiştir:
Bkz. tbn Şebbe, II, 647-648
(2) Rahbî, I, 147
(3) Şâflî, VI. 73-74: Rahbi, I, 147
(4) Rahbi, I, 147-146
HZ. ÖMER (R.A.) DEVRİ 123
b) Fey:
1 — Ci zye:
(1 ) Mustafa Fayda, Hz. Ömer Zamanında Gayr-1 M (islimler, 149 vd.; Cizye
ayetinden önceki durumlar İçin bkz. 145-149
(2 ) Hz. Peygamber zamanında, yahudller ve hristlyanlar yanında, mecu-
siler de ehl-1 kitaptan sayılmıştır. Bu husus, Hz. Peygamber in: «O n
lara, ehl-1 kitaba davrandığınız gibi davranınız» had)sl İle kararlaş
tırılm ıştır; bkz. Ebû Yusuf, I, 452-453; Ebû Ubeyd. 44-51, 724-726; Ta-
beri. İhtilâf, 199-203
(* ) Bkz. Tevbe sûresi, âyet 60
(• * ) Bkz. Enfâl sûresi, âyet 41
126 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂM T A R İH İ
Eyle (300 dinar), Cerbâ (100 dinar), Ezruh (100 dinar), Necran (iki
bin elbise) gibi bölge veya kabilelerden, belirlenen miktarlarda «müş
terek cizye» şeklinde, vergi alınması cihetine gidilmiştir. Böylece aynî
veya nakdî, kadın ve çocuklar hariç, «adam başı» veya «müşterek ciz
ye» şeklinde vergiler alınmıştır. (1)
Cizye uygulaması, Hz. Ebû Bekr zamanında da aynı şekilde devam
etmiştir. Hâlid b.' Velid, Hîre, Ulleys, Bânıkya ve çevresini fethetmiş
ve onlardan cizye almak üzere antlaşmalar yapmıştır. (2)
Hz. Ömer zamanında fethedilen bölgelerdeki gayr-i müslimlerin
erginlik çağına gelen erkeklerinden, yılda bir defa cizye alınmıştır.
Yapüan antlaşmalarda, cizye vergilerinin farklı miktarda ve bölgelere
göre değişik seviyelerde tespit edilmiş olduğunu görüyoruz.
Sevad (Irak) bölgesinde, gayr-i müslimlerin malî durumlarına gö
re, zenginlerinden kırk sekiz, orta hallilerden yirm i dört, diğerlerin
den de on iki dirhem yıllık cizye alınmıştır. (3)
Sevad bölgesinde adam başı tayin edilen bu cizye miktarları ya
rımda, Ramhürmüz (sekiz yüz b in ), Rey ve Kûmis (beş yüz b in ), Azer
baycan (sekiz yüz bin) bölgelerinde ise, zikredilen miktarlarda müş
terek cizye antlaşmaları yapılmıştır. (4)
Suriye bölgesinde, Dımaşk şehri için yıllık altm para ile ödedik
leri takdirde dört dinar, gümüş parayla ödediklerinde kırk dirhem ile
«erzaku’l-müslimînni (Müslümanların yiyecekleri) karşılamak üzere ay
lık iki müdâ. buğday, üç kist zeytinyağı, miktarları belirlenmeyen et-
yağı, bal verilmesi şart koşulmuştur. (S)
Hınıs ve Lâzkiyye’den müşterek cizye alınması kararlaştırılmış
t ır . ^ )
(1) Hz. Peygamber zamanındaki cizye miktarları İçin bkz. İbn Hlşam, II,
525-526; İbn Sa'd, I. 277-278, 2e9-290; Hamldullah, Vesaik, 73. 87-89,
90-95. 112-122, 140-145; Dûrl, Nizam, 44-46, 51; Mustafa Fayda.
149-159
(2) Mustafa Fayda, 159-165
(3) Ebû Yusuf. H, 134; Ebû Ubeyd, 55-56; Mustafa Fayda, 167-168
(4) Belâzurl. 390-400, 466-467; Mustafa Fayda, 172
(5) Belâzurl, 148; burada. Hâlid b. Velld'ln Dımaşk halkı İle daha önce
yaptığı antlaşmada, bir dinar İle erzâkui-müsllmln İşin bir cerib
buğday, sirke ve zeytinyağı ödenmesini kararlaştırmış olduğu, Hz.
Ömer'in daha sonra bu miktarı değiştirdiği rivayet edilmektedir; Ebû
Yusuf, n , 134; Ebû Ubeyd, 55. 213; Halep İşin de aynı mlktarm tes
pit edildiğini görüyoruz; bkz. Belâzurl, 174; Antakya İşin İse. bir d i
nar ve bir cerib buğday alınması kararlaştırılmıştır, bkz. Belâzurl,
174-175
(6) Belâzurl, 155-157; Lâzklyye'nln cizye miktarı zlkredUmemlştlr.
HZ. ÖMER (R.A.) DEVRİ 127
2 — Haraç ( T a s k ) :
(1) Ebû Yusuf, I, 192-194: Yahyâ b. Âdem, 27-28, 48; Ebû Ub»vd. 82-83;
Belâzuri, 325-326: Hamldullah, Vesâlk, 340-341
(2) Ebû Yusuf, I. 102
(3) Cerlb, 1366 metrekaredir, Reyyis, 261-279; farklı görüşler İçin bkz. Mus
tafa Fayda. 54
(4) Toprağın ekilip ekllmemesl hususuna alt İfadeler, «işlensin veya İş
lenmesin kendisine su ulaşan to p ra k la » (Ebû Yusuf. I. 284); «Ziraat
F .: 9
130 doğuştan günümüze B Ü YÜ K ISLÂM T A R İH İ
(1) Task İçin bkz. Ebû Ubeyd, 81, 96. 111; Yahya b. Âdem, 56: Belâzurl.
329: Kudüme b. Ca'fer, 78 a-b, 156 b: Hatib el-Bagdâdl. I. 7
(2) Reyyis, 44-50; S. Tuğ, 4; A. Fattal, 317-322; Dennet, 95-99
(3) Ebû Yusuf, I. 208; Belâzurl, 150, 154, 155, 156, 162. 164; Taberl, I.
2392; Dennet. 101-107
(4) Sûlî, 216; İbn A'sem el-Kûli, I, 160, 216; Bedevi Abdullatif, el-Mlzâ-
-nlyyetu'l-Ûlâ fl'l-İslâm , 38
(6) Belâzurl, 205; Dennet. 90; F. Işıltan, Urfa, 50-51, 95
(6) Belâzurl. 252; Y a ’kubl. n , 144; Reyyis, 149; Dennet, 115 vd.
(7 ) Belâzurl, 253-256; aynca bkz. Reyyis, 143-151; ib n Abdl'l-Hakem,
158-161
132 doğuştan günümüze BU YU K İSLAM T A R İH İ
3 — Haraç ( V a z i f e ) :
Ebû Ubeyd'ln tasnifinde yer alan fey gelirlerinin son ikisi, ticaret
mallarından alman vergilerdir. Bu vergilerin ilki, zimmilerden, İkincisi
de harbilerden alınmıştır. İslâm tarihinde, gayr-i müslimlere ticaret
m allan vergisini ilk defa koyan Hz. Ömer’dir. (3) Hz. Peygamber ve
Hz. Ebû Bekr zamanlarında bu vergi mevcut değildi.
Hz. Ömer, İslâm Devleti hududu dışındaki Menbic halkının, «T i
caret yapmak için ülkene girmemize izin ver, bizden ondabir (uşr)
vergi al» şeklindeki müracaatlarını, Sahabiyle istişareden sonra, ka
bul etmiştir. Kendilerinden ilk defa ticaret malları vergisi alınan har
bîler, Menbic halkının tüccarları olmuştur. (4)
Bir diğer lıaberde ise, bu verginin konuluşu daha farklı bir gerek
çe Ue anlatılmaktadır. Şöyle ki, Basra valisi Ebû Musa el-Eş’arî, Hz.
Ömer’e: « Buradaki bazı müslüman tacirler, düşman ülkesine ticaret
için gidiyorlar, düşmanlar da (harbîler) kendilerinden ondabir vergi
alıyorlar» şeklinde bir mektup yazmıştır. Bunun üzerine Hz. Ömer,
valisine şu cevabı vermiştir: «Sen de, onların müslüman tacirlerden al
dıkları kadar, onların tacirlerinden vergi al. Zimmilerden de yirmi-
debir, müslümanlardan ise, kırk dirhemden bir dirhem al. ik i yüz dir
hemden az olan mallardan bir şey alma...«1,1)
Bu haberden anlaşıldığına göre Hz. Ömer, harbiler'e bu vergiyi, mü
tekabiliyet esasına göre koymuştur. (2) Ayrıca o, kendileriyle yapılan
antlaşmalarda zikredil di ğini görmediğimiz bu verginin, zlmmiler'den
de yiım idebir nispetinde alınmasını emretmiştir. (3)
Hz. Ömer zamanında fey ismi altmda toplanan vergiler hakkın-
daki bu kısa bilgilerden sonra, şu neticeyi çıkarabiliriz. Kur'an-ı Ke-
rim'in emri üzerine alınan cizye yanında, fetihlerden sonra ele ge
çen verim li topraklardan haraç, ticaret mallarından da ondablr ve yir-
midebir oranlarında vergi alınması Hz. Ömer tarafından kararlaştırıl
mıştır. Bu vergilerle birlikte Beytülmâl’e gelen şeylerde büyük artış
lar olmuştur. îşte Hz. Ömer, bu fey gelirlerini müslümanlara dağıtmak
üzere Divan Teşkilâtı’nı kurmuştur.
(1) Ebû Yusuf. II. 175-116; Yahya b. Âdem, 173; Abdunazzak. VI. 98: bu
son kaynakta, Hz. Ömer'in. Habeşlilerin müslüman tacirlerden ne ka
dar vergi aldıklarım öğrenmesi üzerine bu karara vardığı rivayet
edilmiştir: ayrıca bkz. Ebû Ubeyd, 97
(2) Mütekabiliyet hakkındaki değerlendirmeler için bkz. HamiduUah. İs-
lâmda Devlet İdaresi, 117; aynı yazarın. İslâm Fıkhı, 18: Tum agll.
İslâmiyet ve Milletler Hukuka, 123-124.
(3) Müslümanlardan alınan ticaret malları vergisi, zekâta dahUdlr. İslâm
hukukçuları, zimmilerden ticaret m allan vergisinin alınıp alınmama
sını tartışmışlardır: bunun için bkz. Mustafa Fayda, Hz. Ömer ve
Ticaret Malları Vergisi, 327-330. İ. F. Dergisi. X X V I. Ankara 1983
(4) Ebû Yusuf. I. 194-5; ayrıca bkz. Belâzurl. 548
134 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
sa el-Eş'arî, Hz. Ömer’e bir milyon dirhem getirir, Hz. Ömer bu mikta
rı öğrenince: «Sen ne söylediğini biliyor musun?» diye sorar. Ebû Mû-
sa: «E vet biliyorum, bir milyon dirhem, yani on tane yüz bin » deyip
yüz bin kelimesini on defa tekrar eder. Bunun üzerine Hz. Ömer şun
ları söyler:
« Eğer söylediğin doğru ise, bu maldan herkese, kanı yüzünde ol
duğu halde, Yemen’deki çobana bile hisse verilm elidir.» (1 )
İbn Sa’d tarafından rivayet edilen bir diğer haberde ise, Hz. Ömer’
in Divan tedvini konusunu müslümanlarla istişare edince, Hz. Ali ken
disine şunları söyledi:
ııYanında toplanan malların hepsini, hiç bir şey bırakmadan her
yıl taksim edersin!» Hz. Osman ise şu endişesini dile getirmiştir:
«İnsanlara yetecek kadar mal görüyorum. Ancak,bunlar, alanla
almayanın bilinecek şekilde sayılmazsa, bu işin karışacağından korka
rım » dedi. Velid b. Hişam b. Muğîre de şunları tavsiye etti:
« Ben §am’dan geldim, oranın em irlerinin Divan tedvin etmiş ol
duklarını ve ordular kurduklarını gördüm. Sen de Divan tedvin et,
ordular kur.» Bunun üzerine Hz. Ömer, onun fikrini benimseyip Di-
van’ı kurdu. (2)
Hz. Ömer’in Divan Teşkilâtı’nı kurması, kaynaklarda zikredilen
gerekçeler bakımından, benzerlik arzetmektedir. Suriye ve Irak-lran
fetihleri sonucunda, Medine'ye ulaşan fey gelirlerinde büyük artışın
olması, Hz. Ömer’in yeni bir düzen kurmasını gerektirmiştir. Fey ge
lirlerinin Divan kurulmadan önce nasıl dağıtıldığı üzerinde biraz son
ra duracağız. Ancak, burada şu kadarım hemen belirtelim ki, yukarı
da ele aldığımız rivayetlerden anlaşüdığına göre Hz. Ömer, fey gelir
lerini, herkese, atıyye şeklinde ve yıllık olarak dağıtmayı kararlaştır
mıştır.
Hz. Ömer, fey gelirlerinin dağıtımı için yeni bir düzenlemeye g i
dilmesi ihtiyacını duyunca, Ashap ile istişare etmiştir. Yukarıdaki ri
vayetlerde, Hz. A li’nin toplanan malların tamamının her yıl taksim
edilmesini, Hz. Osman'ın ise, feyden hisse alanlarla almayanların tes
pit edilmesini ve bir karışıklığa meydan verilmemesini tavsiye ettikle
rini ve Hz. Ömer’in bu tavsiyeleri yerine getirdiğini görüyoruz.
Öte yandan Hz. Ömer’e yapılan tavsiyeler arasında yer alan bazı
hususlar, Divan'm kurulmasındaki yabancı tesirlere işaret etmektedir.
Şöyle ki Velid b. Hişam, Suriye’deki Bizans Divan ve Ordu teşkilâtın
dan, Fîrûzan ise Sasanî Divanlarmdan bahsetmişler ve benzer mües-
seselerin kurulmasını Hz. Ömer’e tavsiye etmişlerdir. Bu yabancı tesir
meselesi üzerinde en fazla duran müellif, İbn Tiktaka (70i'/1309) ’
dır. Ona göre müslümanlar, Allah yolunda ve O’nun nzası için, dün
ya malına rağbet etmeyen ve din uğrunda savaşan kimselerdir. Hz.
Peygamber, insanlara devamlı atıyyeler bağlamamış, savaşlarda elde
edilen ganimetleri, dinin emirlerine uygun şekilde, Mescid-i Nebevî’de
dağıtmıştı. Bu durum, Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’in ilk devirlerinde de
bu şekilde devam etmişti. Ancak Kisıalarm hâzineleri Medine’ye gel
meye başlayınca Hz. Ömer, bunları ne yapacağmı, nasıl muhafaza ede
ceğini bilemiyqrdu. Medine’de bazı İranlı merzubanlar bulunuyordu.
Hz. Ömer’in bu gelen servetler karşısındaki hayretlerini gördüklerinde,
kendisine Kisralarm devletin gelir ve giderlerini tespit ettikleri, maaş
alanların isimlerini yazdıkları ve hile karışmayan Divanlarının bulun
duğunu söylediler. Bu husus, Hz. Ömer’in dikkatini çekti ve Divan
Teşkilâtı’nı kurdu. (1)
Divan’a duyulan ihtiyaç, bir başka ifade ile, fey gelirlerinin art
ması sonucu, Hz. Ömer’in bazı tedbirler düşünmesi, hiç şüphe yok ki
îslâm Devleti’nin kendi ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır. Bu ihtiyaç
hususunda bir tesirin söz konusu olmadığını belirtmeliyiz.
Divanın kuruluşuna dair rivayetler içerisinde, Divan yanmda Or
duların kurulması şeklinde de bir tavsiyenin yer aldığını görüyoruz.
Hz. Ömer'in kurduğu Divan Teşkilâtı’nın, bir Ordu Divanı olup olma
dığına ileride temas edilecektir.
(1) Ebü Yusuf. I. 333-335: Ebû Ubeyd. 344. 355-356; Burada, Hz. Pey
gam berin hanımlarına dört. Medine'deki diğer kimselere İkişer dinar
düştüğü rivayet edilmektedir.
(2) Taberi, I. 2411; İbnüi-Esir, II. 502; İbn Tiktaka. el-Fahrl, 75
(3) İbn Sa'd. III. 2S6; Belâzuri. 550. 560; Ya'kübi. II. 143; Taberi. I. 2595:
İbn Haldun. I. 203; Maverdi. 190
HZ. ÖMER (R A.) DEVRİ 139
2 — Divan:
(1) Hz. Ömer'in el-Câblye'dekl konuşması İçin bkz. Ebû Ubeyd, 318-319:
Fesevî. I, 463-464: el-Câblye ve Hz. Ömer'in buraya ve Suriye'ye gidiş
leri hakmdakl haberler İçin bkz. İbn Sa'd, 283 -
(2) Ebû Yusuf, I. 192-193
(3) «D ivan» kelimesinin etimolojisi ve çeşitli şekillerdeki kullanışları İçin
bkz. es-Sûll, Edebü’l-Küttab, 187-189: «D vn» kelimesinden bkz. Cev
heri, es-Sıhah, V, 2115; İbn Manzur, Llsanul-Arab, X m , 166: Ze-
bldl, Tacu'l-Arûs, IX, 203-4
140 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
3 — Hz. Ö m e r ’ in D i v a n ’ı Teşki l i :
ti) Maverdi, 1B9; İbnü'l-Esir, en-Nilıâye, II, 42; İbn Haldun. I. 202-3;
Kalkaşaııdî, I, 91: Nuveyri, V III, 195-6
(2) Ahmed b. Hanbel. VI. 240
(3) Nihat Çetin, Eski Arap Şiiri, 11
(4) Emevi ve Abbasî Divanları için bkz. Dominique Sourdel, Le Vizarat
Abbaside s
HZ. ÖMER (R.A.) DEVRİ 141
(1) Ebû Yusuf. I. 330-331. II. 197-203: İbn Sa'd. II I. 299: Taberi. I. 2752
(2 ) Ebû Ubeyd. 375-376
(3) M. HUseyln Heykel, el-Faruk, II. 232
144 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
il) Ebû Yusuf. I. 317-318; Ebû Ubeyd. 319-320; burada, İlk önce Hz. Pey
gam berin hanımlarından başlandığı rivayet edilmiştir; Bel&zuri, 548,
555, 556, 560; burada, Hz. Abbas'ın, divan defterlerini bu şekilde yazdır
dığı İşin Hz. Ömer'e teşekkür ettiği ve «Akrabalık seni bize bağladı»
dediği zikredilmektedir. Y a ’kubi. II. 143; burada, İlk defa Hz. Ali'nin
yazıldığı da zikredilmektedir; bkz. Sûlt, 190-181
(2) Ebû Yusuf, I, 319; Kureyş kabilesinin kolları arasındaki sıralama
İçin bkz. Şâfli, IV. 82 ve Fesevi, I, 466-467; Maverdl. 190
uz. ÖMER (R A.) DEVRİ 141
(1) İbn Sa’d. I I I. 295; Belâzuri, 549-560; Ya'kubi, II. 143: Taberi, I. 2750;
bunların hayatı ve Ensab ilmine hizmetleri için bkz. Fuat Sezgin,
GAS, I. 24$. 256-259
150 doğuştan günümüze BUYUK İSLAM TARİHÎ
Şam’da (Suriye) bir Arapça Divan ile bir Rumca Divan vardı» (1) de
mek suretiyle, bu noktayı açık bir şekilde ifade etmişlerdir.
Medine dışındaki bu üç bölgedeki Divan Teşkilâtı hakkında, ger
çekten az bilgiye sahibiz. Hz. Ömer’in Medine'de kurduğu Dlvan'da,
yıllık verdiği atıyye miktarlarım henüz ele almadık, az sonra bunlar
üzerinde duracağız. Ancak şimdi haklarında bilgi vermeye çalışacağı
mız diğer üç bölgeye ait Divan Teşkilâtı’nm varlığım, yalnızca bazı
atıyye miktarları ile diğer bazı haberler vasıtasıyla ancak tespit ede
bildiğimizden, bu bölgelere alt bulabildiğimiz rivayetlerin hepsini bir
likte sıralamaya çalışacağız.
Ebû Yusuf’un naklettiği bir haberde, Hz. Ömer’in ordu komutan
ları ve köy ileri gelenlerine, yeme, İçme ve diğer ihtiyaçları ile yaptık
ları işlerin ehemmiyetine göre, dokuz, sekiz veya yedi biner dirhem
yıllık atıyye tahsis etmiş olduğunu bildirmektedir. Ayrıca Taberi’nin
naklettiği bir rivayette. Divan Defterlerinin, Medine dışında, yalnızca
Medâin, Küfe, Basra, Dımaşk, Hınıs, prdün, Filistin ve Mısır’da tedvin
edildiği açıkça belirtilmiştir. (2)
Hz. Ömer, tnüslüman olmayı kabul eden İranlı dihkanlardan er-Ru-
feyl'e iki bin dirhem atıyye tahsis etti, aynı zamanda, haraç ödemeye
devam etmesi şartıyla, toprağını ekmesine de izin verdi.(3) Yine İran
dihkanlanndan Nehru’l-Melik dihkanı İbnu’n-Nehiran'a, el-Felâlic dlh-
kam Busbuhrî’nin iki oğlu Hâlid ve Cemil’e, Babil ve Hutamiye dihka-
nı Bistam b. Nersi’ye, el-Al dihkanı er-Rufeyl'e, Hürmüzan’a ve Cüfey-
ne el-Abbâdi’ye biner dirhem atıyye bağlanmıştır. Bazı rivayetlerde ise,
Hürmüzan’a iki bin dirhem tahsis edilerek diğerlerine tercih edildiği
bildirilmektedir. (4)
Medine dışındaki yerlerde Divan Teşkllâtı’nın nasıl uygulandığı
nı ve yeni fethedilen bölgelerin durumuyla Hz. Ömer’in yakından ilgi
lendiğini gösteren bir başka rivayeti daha zikretmek istiyoruz:
«Hâlid b. Urfuta el-Uzri, Ömer’in yanma geldi. Bunun üzerine Ömer
ona: «Geridekilerden ne haber?» diye sorunca Hâlid ona şu cevabı ver
11) Cabşlyarl, el-Vüzera, 38: Sûli. EdebU'l-Kiittab. 192; aynca bkz. Mak-
rizl. el-Hıtat, I, 98; Reyyia. 201-202: C. Pellat. Le Mllleu Basrlen, 225-
226
12) Ebû Yusuf. I. 331-332; Taberi. I. 2414
13) Ebû Yusuf. I. 322-323; bu dlhkanın İsmi, tllrkçe tercümeye esas olan
metinde «M inkal» şeklinde yanlış tespit edilmiştir, doğrusu «er-Ru-
feyl» olacaktır; ayrıca bkz. Rahbi. I. 322-323; Ebû Ubeyd. 204: Belâ-
zuri, 325
14) Belâzuri. 560; Ebû Ubeyd. 166-167. 337; ayrıca bkz. Ya'kûbi. II. 143-
144
152 doluştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂM T A R İH İ
(1) Ya'kûbi. II. 143; bütün kaynaklar Bedir Muhacirlerinin beş bin d ir
hem aldığında ittifak etmişlerdir. Hz. Ömer’in Mekkelilere onar onar
verdiğine dair bir rivayet İçin bkz. İbn Sa’d, III, 302
(2) Taberl, I. 2411-2412
(3) Ebû Ubeyd. 330
HZ. ÖMER (R A.) DEVRİ 165
5 — F ey d e n H e r M ü s l ü m a n a A t ı y ye V e r i l d i mi?
ıl) Maverdl, 122: A'rab İçin ayrıca bkz. Şeybânl, es-Slyeru’ l-Kebîr, I, 94-
95, 12G-127; Belâzuri. 561: İbn Haldun, I. 103 vd.
(2) İslam'da D iva n i İlk defa Hz. Ömer'in kurduğuna dair rivayetler İçin
bkz. İbn Sa’d, III, 282; Belâzuri, Ensab, II, 297 b; İbn Kuteybe, Uyun,
I, 198; Taberi, I, 2749; Cahşlyari, 16; Maverdi. 189; İbnO'l-Eslr. en-
Nibaye, II, 42; Makrlzi, I. 92; Kettânl, I, 225; Reyyls, 132-133; K a l-
kaşpndl, Subh, I. 91; İbn Tlktaka, 74-75; Nuveyri, V III, 196; İbn H al
dun, I, 203
UZ. ÖMER (R.A.) DEVRİ ıvı
li) İbn Sa'd, I. 107; Buhâri, IV, 18, 33-34; V. 130; MUsUm. V III. 266:
Kalkaşandi, I, 91; Maknzi. I, 92; Nuveyrl, V III, 196; Muhammed KUrd
Ali, II, 102; Okiç, İslâmlyette İlk Nüfus Bayımı, 11-19; Puln, 57-62;
AH Yardım, Hadis, n . 14-15; Kettanl, I, 226-229 ve 220-227; Hz. Pey
gamber’ln devamlı atlyye verdiğine dair bir rivayete rastlayamadık;
ayrıca bkz. Puln, 42-62, 69-70; Hamidullah, İslâm Peygamberi, II.
1040-1041, 1064
(2) Kalkaşandi. I. 91
F. : 11
162 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
ibadetlerde olur; aynca nassın menettiği hususlar İçin bid'at söz ko
nusudur, diye cevap vermişlerdir. (1)
Bütün bu hususlar, İslâm tarihinde İlk Divan Teşkilâtı'nı Hz.
Ömer’in kurduğunu açıkça göstermektedir.
Hz. Abbas :
di Ebû Yusuf, I. 313-314. 31S; İbn Sa'd, III, 297; Belâzuri, 551; Ya'kubi,
II. 143; Taberi, I. 2413; Maverdi. 191
(2) Ebu Yusuf, I, 312-313. 325; Ebû Ubeyd. 320-321. 343-344; burada. Sa
fiyye ile CUveyriye'ye cariye olduklarından dolayı altışar bin veril
diği zikredilmiş, diğerleriyle aynı seviyeye getirildiği belirtilmiştir:
ayrıca bkz. İbn Sa'd. III, 297, 300, 304: Fesevi. I, 463; Belâzuri, 551.
555, 557; Taberi, I, 2413
(3) Ebu Yusuf, I. 320; Ebû Ubeyd, 321-322; burada, Safiyye ve Cüveyriye'
ye altışar bin zikredilmiştir. İbn Sa'd, V III, 67: Belâzuri. 548, 556,
557; Maverdi. 191
141 Belâzuri. 548
HZ. ÖMER (R.A.) DEVRİ 165
mmlarına, kendisi tarafından dağıtılacağını zannederek şunları söyle-
miştir:
«Allah, m ü’minlerin emirini affetsin! Arkadaşlarımın arasında,
banlan taksime benden daha muktedirleri vardı!» Bunun üzerine ona,
bu malların hepsinin kendisine ait olduğu bildirildi. Hz. Zeyneb, para
ların yere dökülmesini, üstünün kapatılmasını emretti. Sonra da bu
paralan, çeşitli ailelere avuç avuç dağıtılmasını istedi. Paralan bölüş
türen kadın kendisine: « Görüyorum ki beni unutuyorsun, benim de
sende hakkım var» deyince Hz. Zeyneb: «Ö rtünün altında kalanlar da
senin olsun» dedi. Geriye, seksen beş dirhem kalmıştı. Hz. Zeyneb da
ha sonra ellerini kaldırıp şöyle dua etti:
«Ey A llah'ım ! Ömer’in atıyyesi, bu seneden sonra, bir daha bana
ebediyyen ulaşmasın!» Hz. Zeyneb, Hz. Peygamber’in hanımları içeri
sinde, ona ilk kavuşanı olmuştur, o, aynı zamanda Hz. Peygamber’in
hanımları arasında en fazla cömert olanı ve hayır sahibi id i.(l)
Hz. Ömer'in tahsis ettiği atıyyelerin miktarlarını, diğer kaynak-
lardakilere göre oldukça değişik şekillerde nakleden Ya'kubi, Hz. Pey-
gamber’in hanım ları için de şu miktarları zikretmektedir: Hz. Pey
gamber’in hanımlarına altışar bin, Aişe, Ümmü Habibe ve Hafsa’ya ise
on ikişer bin, Safiyye ve Cüveyriye'ye beşer bin atıyye verilmiştir.(2)
Bedir E h li:
(1) Ebû Yusuf, I. 326-328: Ebü Ubeyd. 320: İbn Sad. III. 300-301: V III.
109-110; Hz. Zeyneb. hicretin 20. yılında vefat etmiştir: bkz. İbn Sad.
V III. 115: Belâzuri. 555
(2) Ya’kubi. II. 143
(3) Ebû Yusuf. I. 311-312. 319; Ebû Ubeyd. 322. 335; İbn Sa d. III. 206:
Belâzuri. 550, 556-557; Maverdi. 191: Taberi. I, 2412
166 doğuştan günümüze B U Y U K İS LA M T A R İH Î
Üsâme b. Z e y d .
(1) Ebû Ubeyd. 321: tbn Sa'd, III, 300-304: Fesevi. I. 463: Belâzuri, 548,
555-557: Ya'kubi. II. 143: burada Muhacirlere Uç bin, Ensara dört
bin rivayeti var: Sûli. 191; Bedlr'e İştirak edenlerin hepsine altışar
bin şeklindeki rivayet İçin de bkz, Ebû Ubeyd, 321: Belâzuri. 556-557
(21 Ebû Yusuf. I. 314-315. 321: Ebû Ubeyd. 320
(3) Taberi. I, 2413
(4) Ebû Yusuf. I. 312. 319-320: İbn Sa'd. III, 296: Belâzuri. 550; Taberi.
I. 2412
HZ. ÖMER (R A.) DEVRİ 167
Kadınlar:
Hz. Ömer, müslüman kadınlara da feyden atıyye vermiştir. O, ilk
Muhacir kadınlardan Esma binti Umeys, Esmâ bintl Ebi Bekr ve Ab
dullah b. Mes’ud’un annesi Ümmü Abd'e biner dirhem tahsis etmiş-
(1 ) Ebû Yusuf. I. 314: Ebû Ubeyd. 323-324: burada, miktarlar İki bin
ve bin beş yllz şeklinde rivayet edilmiştir kİ, doğru olmasa gerekir.
İbn Sa’d. m . 297: Belâzuri. 551. 558-559: Y a ’kubi. II. 143; burada.
Abdullah b. Ömer'e beş bin. Hz. Ömer’in kendisine İse dört bin dir
hem atıyye tahsis ettiği zikredilmektedir; Maverdl, 191
(2) Ebû Yusuf, I, 315; tbn Sa’d. III. 296, 297; buradaki rivayette bu
(ocukların Bedlr’e katılanlannki oldukları şeklinde bir tasrih bulun
maktadır; Belâzuri, 550-551
(3) Ebû Yusuf, I. 315, 320-321; İkinci rivayette dört bin dirhem şeklin
dedir; ayrıca bkz. İbn Sa’d. III, 297; Belâzuri, 551
(4) Ebû Yusuf. I, 321; İbn Sa’d, İÜ , 297, 304; Fesevi. 1 , 463; Belâzuri.
551; Taberi, I. 2412-2413; Maverdi, 191
168 doğuştan günümüze HUKUK İSLAM TARİH İ
tir. (1) Bunlara üçer bin dirhem bağlandığı da rivayet edilmiştir. Ay
rıca Hz. Peygamber’in halası Safiyye binti Abdilmuttalib’e altı bin,
Ümmü Kelsum binti Ukbe’ye bin dirhem atıyye bağlanmış olduğunu
öğreniyoruz. (2)
Muhacir ve Ensarrn kadınlarına, durumlarına göre, altı yüz, dört
yüz, üç yüz ve iki yüz dirhem, (3) bazı kadınlara da ikişer bin atıyye
tahsis edildiği rivayet edilmiştir. (4)
Seyf b. Ömer, Bedir ehlinin hanımlarına beş yüzer, Hudeybiye'ye
kadar müslüman olanların hanımlarına dört yüzer, daha sonrakilere
üç yüzer, Kadisiye’ye katüanlann hanımlarına iki yüzer ve diğerlerine
de aynı seviyede olmak üzere atıyye bağlandığını rivayet etmektedir. (5)
Hz. Ömer, Hz. Peygamber ile Hudeybiye'de bulunmuş H ııfaf b.
Eyma’mn bedevi kızına leyden hisse vermiştir. Bu kadın Hz. Ömer’e
gelmiş ve «E y M ü ’m inlerin E m in ! Ben H ııfaf b. Eyma’n ın kızıyım, ba
bam Rasûlullah ile Hudeybiye'de bulunmuştur» dedi. Hz. Ömer: «Y a
kın akrabalık» dedi ve bu kadına yiyecek ve giyecek verilmesini emret
ti. Orada bulunanlardan birisi: «B u kadına fazla ihsanda bulundun»
deyince Hz. Ömer:
«Babası Rasûlullah ile Hudeybiye’de bulunmuş, belki de şu şu şe
hirlerin fetihlerine iştirak etmiştir. Binaenaleyh onun bunda hissesi
vardı, biz bu şehirlerden cizye de alıyoruz. Şu halde ona bundan ver
meyeyim m i? » karşılığını vermiştir. (6)
Ç ocuk lar:
(1) Ebû Ubeyd, 322. 344; İbn Sa'd. III, 298, 304; Belâzurl, 556. 558, 552;
Vâkıdî’den naklen İki Muhacir kadına Uç bin dirhem olduğu riva
yet edilmektedir.
(2) İbn Sa'd, III, 2S7-298; Belâzurl, 552; Taberi, I, 2413
(3) Ebû Yusuf, I, 321
(4) Ebû Yusuf, I. 322; burada bizim kullandığımız metinde «kadınlar»
tercümeye esas alınan metinde İse «erkekler» şeklindedir, İbarenin
gelişine göre, kadınlan tercih ettik, kadınlar İçin farklı miktarlara
örnek olmak üzere bkz. Ya'kubi, II, 143
(5) Taberi, I, 2413
(6) Ebû Ubeyd, 373
HZ. ÖMER (R.A_) DEVRİ 169
Kadın, yavrusunun bir an önce atıyyesini alabilmesi İçin erken sütten
kestiğini ve çocuğun bundan dolayı ağladığını söyledi. Bunun üze
rine Hz. Ömer, çocuklara doğar doğmaz fey gelirlerinden atıyye bağ
lanmasını emretti. (1) Hz. Peygamber’in torunu Hz. Hüseyin’e, ço
cuğa ne zaman atıyye verileceği sorulduğunda, o: vDoğar doğmaz
çığlık atınca» şeklinde cevap vermiştir. (2)
Hz. Ömer bu kararım, Medine’de münâdiler vasıtasıyla şu şekilde
İlân ettirmiştir: «Çocuklarınızı sütten kesmekte acele etmeyiniz, biz
müslüman doğan her çocuğa atıyye veriyoruz.» Hz. Ömer bu hususu,
diğer bölgelere de bildirdi. (3)
M e v â li:
K ö le le r:
r i) Ebû Yusuf. I. 332: Ebû Ubeyd. 33B-343; İbn Sa’d, I I I. 298. 301: Be-
lâzurl, 552, 562; burada, on dinar şeklindedir. Belâzurl. Ensab, 303 b:
Maverdf. 191-192
(2) Ebû Ubeyd, 338: Belâzuri, 563
(3 ) Ebû Ubeyd. 338: tbn Sa'd. I I I 301
(4 ) Ebû Ubeyd, 335-357; Belâzurl, 559-560
(5) Ebû Ubeyd, 337: ayrıca bkz. 166-167: Belâzuri, 560
(6) Taberi. I, 2413
(7) Ebû Ubeyd, 559
170 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
e) A tıyyelerin Dağıtımı s
Atıyyelerin dağıtım ve teslimine ait tespit ettiğim iz bazı haberleri
de burada ele alalım. Hz. Ömer, Medine’deki Ensara ait atıyyelerin
dağıtılması vazifesini, Zeyd b. Sâbit’e vermişti. O da, önce Medine'
(1) Ebû Ubeyd. 346-347: Belazuri. 5G3: ayrıca bkz. Maverdi. 124
(2) ibn Sa’d. III. 297: Belazuri. 551
(3) Ebû Ubeyd. 371-372
(4) Ebû Ubeyd, 372: aynı rivayet aynı râvlden biraz değişiklikle. Belazuri'
de şu şekildedir: «Bunun üzerine Ömer ona yazdığı mektupta: K im
seye Kur’an’ı okumasına göre atlyye verme! diye )pmlr verdi.* Fütiı-
bu’l-Buldan. 558
HZ. ÖMER (R A ) DEVRİ 171
(1) Taberi, I, 2540; Basra’daki dağıtım İçin bkz. S. Ahmed el-Ali. 47-48,
114-115
(2) İbn Hlşam. II, 73
(3) Ebiı Yusuf, I. 335: Ebû Ubeyd, 351-353; burada yiyecek miktarları
İçin farklı ölçeklerin kullanıldığım görüyoruz. İbn Sa’d, III. 305; Fe-
sevi, I, 465; burada, Hz. Ömer'in el-Câblye'de bir kişinin aylık yiye
cek ihtiyacını tespit ettiği anlatılmaktadır. Belâzuri. 564; Taberi. I,
2413-2414: Maverdi, 192; Puin, 90-92
(4) Ebü Ubeyd, 352; Belâzuri. 564-565
15) Ebû Ubeyd, 352-3: Hz. Ömer’in kölelerden zekât alması hakkında bkz.
İbn Sa’d, VI, 152
(6) İbn Sa’d, III, 282-263; Belâzuri, Ensab. 297 b.
(7) Belâzuri, 346: Şlbli, J31-332
HZ. ÖMER (R.A.) DEVRİ 173
B. K A ZA (A D L İ T E Ş K İL Â T )
i l .I Puln, 95-100
(2) Hz. Ömer «muhkem farz» demekle Kur an ahkâmını, «uyulan sün
net» demekle de sünneti şerifi; yani Kur'an ahkâmındaki esasları
ve Rasülullah'm hayatında görülen uygulamaları kastediyordu.
(3) Bununla Hz. Ömer, «davacının delilleri doğru olduğu kadar İkna edici
de olmalı, yani ondan emin olunmalıdır. Bu da ancak karşı tara
fın delillerini dc dinlemekle olur» demek İstiyordu.
HZ. ÖMER (R A.) DEVRİ 177
tünde idi. Gerçi Hz. Ömer döneminde Hz. Ebû Bekr'ln metodunu be
nimsetecek bir durum da ortaya çıkmamıştı
Hz. Ömer, bir yere memur tayin edip gönderirken: «Y a Rabbi!
Ben, bu memuru halkın maUannt gasbetmesi veya onlara zulmetmesi
için göndermiyorum. Zulüm eden bir mülki amir, benim memurum de
ğild ir» diye dua ederdi. O bir cuma hutbesinde ise, «Şahit ol ya Rabi
Ben gönderdiğim valileri, insanlara dinlerini ve Rasûlullah’m sünne
tin i öğretm eleri için gönderiyorum. Halkın gelirlerini, ganimetleri eğit
paylaştırmaları için, adil yönetim uygulamaları için gönderiyorum.
Halledemedikleri bir mesele olursa, onu da bana havale etsinler, diye
gönderiyorum» diyordu. Valileri, elçileri gönderirken onları uğurlama
ya çıkar ve öğüt verirdi: «Sizi halkı dövüp, sövmeniz için göndermiyo
rum. Müslümanların namaz ve sair ibadetlerine mukayyet olun, ara
larında hak üzere hüküm verin, adaleti yerleştirin, diye gönderiyorum.
Halkı dövüp söverek, işkence ederek, miskinleştirmeyin. Bununla bir
likte halkı unutup sahipsiz de bırakmayın ki, fitne çıkmasın. K u r’an-ı
K erim ’e bağlılığı geliştirin, Hadis-i şerifi yaygınlaştırın. Eğer böyle
yaparsanız ben de sizinleyim.» Bir hutbesinde de:
«Ey insanlar! Sizi yönetmek üzere tayin ettiğim bir memurdan
eza-cefa görürseniz, hemen bana bildirin. Allah’a yemin ederim ki, öy
le bir yöneticiden kesinlikle hakkınızı alır ve kısas uygularım » diyordu.
D. H ALKA K A R Ş I DAVRANIŞI
E. B E Y TÜ LM Â L K ON U SU N D AK İ T İT İZ L İĞ İ
Hz. Ömer, bir mesele ortaya çıktığı zaman, karar vermeden önce
müslümanlarm görüşüne de müracaat eder, konuyu onlarla enine bo
yuna tartışırdı. «İstişare etmeden uygulamaya konulan konular, ba
şarısızlığa mahkûmdun derdi. İstişareleri kademeli olurdu. Önce müs-
lümanlann çoğunluğunun fikirlerini yoklar, sonra Kureyş’in, daha
sonra da sahabelerin görüşlerini alırdı. Bu suretle en doğru fikir olu
şur ve ona göre davranırdı. Onun bu davranışı, halkın kendi İşlerini
de aralarında görüşerek yapmalarına sebep olmuştur. Böylece önemli
İşlerde geniş çapta bir istişare geleneği oluşmuştu. Halkın her kesi
minden insan, fikirlerini söyleme fırsatı buluyordu. Bu görüş alış ve
rişi, kademe kademe cemiyetin en aklı başında, bilgili ve yaşlılarına
kadar yükselirdi. Neticede onlar tarafından karara bağlanan bu fikir
lere herkes razı olur ve uyardı.
Bir keresinde, Hz. Ömer evliliklerde mehir paralarının aşın yük
seldiğini görünce, bunu sınırlamak istediğini belirtti. Fakat mescidin
arka saflarından bir kadın itiraz ederek, «Onlardan birine pek çok mal
vermiş olsanız dahi, ondan bir şeyi geri almayın» (1 ) meâlindeki âyeti
hatırlatınca fikrinden döndü ve «B u kadın haklı, Ömer ise yanıldı» dedi.
Halktan kendisinin davranışlarında doğru yoldan aynldığını gördük
leri zaman çekinmeden fikir ve tavsiyelerini açıklamalarını isterdi.
Bir konuşmasında şöyle demişti: «Ey müslümanlar! Doğru yolda
olduğuma inandığınız sürece beni destekleyin, doğruluktan saptığım
G. HZ. Ö M ER ’İN C E M İY E T A N L A Y IŞ I
ile evlendi. Ondan kızı Fâtıma oldu. Ensardan Kays’ın kızı Cemile ile
evlendi. Ondan oğlu Âsim dünyaya geldi ve sonra onu boşadı.
Daha sonra Hz. A li’nin kızı Ümmü Külsüm ile evlendi. Ondan olan
Zeyd ile Rukayya yaşamadılar. Sonra Yemen’den Lihye ile evlendi, on
dan da Abdurrahman dünyaya geldi.
Daha, son ra da Z eyd b. Ö m er'in k ızı Â tlk e İle evlen di. R iv a
y e te g öre Hz. Ömer, Hz. Ebû B e k r 'in k ızı Ümmü K ü lsü m 'ü de is
tem iş fa k a t y a ş ı küçük olan Ümmü Külsüm bu isteği reddetm iş,
sebebini soran H z. Â iş e 'y e de, Hz. Ö m er'i, ö zellik le k a d ın la ra
k a rş ı sert tab iatlı olduğu için reddettiğini söylem iş, Hz. Â lşe, du
rum u A n ır b. Â s 'a anlatınca, o da Hz. Ö m er'in y a n m a gidip ona,
« S e n H z. Ebû B e k r 'in k ızım istem işsin doğru m u ? » d iy e sor
m uş, Hz. Ö m er'in, « E v e t , doğru, bunda ne v a r ? » dem esi ü ze ri
ne, « B i r ş e y yok , fa k a t o, Hz. Â iş e 'n in h im ayesin d e ş e fk a t v e
n a zla büyüdü. Sen ise s e rt huylusun, biz bile senden çekin iriz.
Ü stelik sen, Hz. Ebû B e k r 'in k ızı ile evlen irs e n , on unla olacak
a ile v î m eseleler aran ızın açılm asına sebep olm az m ı ? » d iyerek ,
« G e l , ben senin için Hz. A li'n in k ızı Üm m ü K ü lsü m 'ü İsteyeyim ,
hem b öy lece R asû lu lla h 'a ak rab alık ş e re fin e de n a il o l u r s u n »
dedi. A y r ıc a Hz. Ömer, Utbe b. R a b ia 'n ın k ızı Üm m ü E b a n 'ı da
istem iş, fa k a t o da, O 'n u s e rt ta b ia tlı b u la ra k red d e tm iştir.
H. VEFATI
Hz. Ömer, yaralı olduğu halde eve gelerek, oğlu Abdullah’a katili
aramasını söyledi. Sonra bir tabip çağrıldı. Fakat, bunun bir faydası
olmadı. H. 23. yılın Zilhicce ayında (Ekim 644) Çarşamba günü al
dığı altı hançer yarasından kurtulamadı. Vasiyeti üzerine cenaze na
mazını Suheyb kıldırdı. Hilâfetinin on yıl, altı ay sürdüğü rivayet edi
lir. Ayrıca rivayetlerde şehit olduğunda Hz. Ömer’in de Rasûlullah ve
Hz. Ebû Bekr gibi altmış üç yaşında olduğu hususu da vardır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
1 — HALİFE SEÇİLMESİ
seçim yönetimini eline almış oldu. O gece sahabeleri bir bir ziyaret
edip fikirlerini sordu. Medine’ye gelen yetkili ve büyük şahıslarla
ve ordunun ileri gelenleri ile de; görüştü. Kiminle görüşmüşse, Hz. Os
man’ı tercih ediyordu.
Sürenin sona ereceği günün akşamı Abdurrahman b. Avf, Zü-
beyr’i ve Sa’d'ı camiye çağırdı. Caminin bir köşesinde önce Zübeyr'l
yanına alarak ona, «Abd-i Menaf Oğuüan'ndan vazgeç» dedi. Zübeyr,
«Ben A li’den yanayım» dedi. Sonra Sa’d’a dönerek, «B iz ikimiz yalnı
zız, bize kimse oy vermez, bari senin yerine ben seçeyim» dedi. O da,
«Sen kendini seçersen kabul ederim ama, eğer Hz. Osman’ı tercih ede
ceksen, ben Hz. A li'yi seçmek istiyorum» dedi sonra da, «Sen kendini
aday koy da bizi de rahat e ttir» diye sitem etti. Abdurrahman da,
«Ey Ebû İshak! Ben adaylıktan çekildim. Şayet çekilmemiş olsaydım
bile hilâfeti kabul etmezdim» dedi ve: «Aslında Hz. Ebû Bekr ve Hz.
Ömer'den sonra kim halife olursa olsun halk ondan razı olmaz» diye
ilave etti. Bundan sonra Zübeyr ve Sa'd gittiler. Abdurrahman, Hz.
A li’yi çağırdı, onunla uzun boylu konuştular. Ondan sonra da Hz. Os
man'ı çağırdı. Onunla da sabaha kadar konuştular. Sabah namazdan
çıkınca da Abdurrahman,'Şûra üyelerini, Muhacirleri ve Ensann geri
kalanlarım topladı. Mescit dolmuştu. «Ey müslümanlar! Herkes kimin
halife seçildiğini öğrenip huzur içinde yerine dönmek istiyor. Onun
için bu iş artık bitsin» dedi. Cemaatten değişik seBİer geldi. Herkes
kendi fikrini söylüyordu. Sonra Sa’d, «Ey Abdurrahman/ Sen üzerine
aldığın görevi yerine getir, halkın arasına fitn e girmeden, düşünceni
açıkça ortaya koy» dedi. O da hemen ileri atılıp: «Ben düşüneceğim ka
dar düşündüm, yeteri kadar da istişare ettim . Siz de sorumluluktan
kurtulun, vebal altında kalmayın» dedi. Sonra Hz. A li’yi çağınp, «A l
lah'ın kitabı, Rasûlü’nün sünneti ve ondan sonraki iki halifenin dav
ranışlarına göre amel edeceğine Allah adına ahit ver» dedi. O da, «E lim
den geldiği kadar buna uyarım » dedi. Abdurrahman sonra Hz. Os
man'ı çağınp ona da aynı şeyi söyledi, o da, «P e k i» deyince, «ö y le ise,
uzat e lin i» dedi ve Hz. Osman’a halife olarak biat etti. Bunu gören
Hz. Ali, biraz geri çekilip, «Bakalım, bekliyelim» dedi. Fakat öteki müs
lümanlar Hz. Osman’a biat edince, o da arkadan, gelip biat etti. Hz.
Osman'ın üçüncü halife seçiliği Hicri 23. senenin sonu (M. 644) 24.
senenin başmda gerçekleşti.
2 — K IS A BİYO G RAFİSİ
Künyesi, Osman b. Affan b. Ebi'l-As b. Umeyye b. Abd-i Şems b.
Abd-i Menaf el-Emevi el-Kureşi'dir. Annesi Ervâ binti Kureyz b. Rebia
b. Abd-i Şems b. Abd-i Menaf'tır.
F. : 13
194 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
kİ, Abdurahman b. Ebî Bekr’ln tarif ettiği hançerin aynısı İdi. Zira
TemîmoğuUan’ndan biri Ebû Lü’lü'ü takip etmiş, onu öldürüp elinden
o hançeri almıştı. Bunu Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah öğrenince, ba
basının defin İşleri bitinceye kadar beklemiş, sonra da Hünnüzan'ı
bulmuş ve onu öldürmüştü. Çok geçmeden Cûfeyne'yl de bulmuştu.
Cûfeyne, Hire halkından bir hrlstiyan olup Sa’d b. Ebî Vakkas tara
fından okuma-yazma öğretmesi İçin Uedlne'ye gönderilmişti. Ubeydul
lah onu da öldürmek İstemişti. Fakat onu gören Suheyb, o günlerde
halife vekili olduğu İçin Ubeydullah’ı yakalattı ve hapse attı. Seçilen
yeni halifenin İlk yapacağı İşlerden birisi onu yargılamak olacaktı. Ke
za Hz. Osman da halifeliği ilân edildikten sonra, İlk İş olarak bu da
vaya baktı. Camide oturdu, Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah'ı getirtti.
Muhacir ve Ensardan orada bulunanlara sordu: «İslâm'da meydana
gelen bu tefrika hakkında nasıl bir hüküm vermemi tavsiye edersi
niz» dedi. Hz. Ali, Hz. Ömer’in oğlu Ubeydullah’a kısas uygulanması
nı tavsiye etti. Fakat Muhacirlerden bazıları: « Dün Ömer şehit edildi.
Bugün de oğlu öldürülsün, olacak şey m i?» diye itiraz ettiler. Orada
bulunan Amr b. As İse, «Ey m üm inlerin em iril Bu olayda senin m esuli
yetin yoktur. Hilâfeti henüz üzerine aldın. Olay ise senden önce cere
yan etmiştim dedi. Hz. Osman İse: «Müslümanların halifesi olarak,
halihazır durumlarda hükümler verme yetkim vardır. Dolaytst ile bu
olayı suçlunun diyet ödemesi şeklinde hükme bağlıyorum. Bütün so
rum luluk bana a ittin dedi ve bu olay da böylece çözümlenmiş oldu.
(1) Burası Horasan eyalellne bağlı geniş bir bölgedir. Yukarı Toharlstan
ve aşağı Toharlstan diye İkiye ayrılır. Yukarı Toharlstan, Belh’ln doğu
su ve Ceyhun'un batısına düşer. Belh'e 28 fersah mesafededir. Aşağı
Toharlstan İse, Ceyhun'un batısında Belh'den daha uzakta ve yukarı
kısımdan biraz daha doğudadır. En büyük kenti Talkan'dır.
HZ. OSMAN (R A.) DEVRİ 199
a) K ü f e ’ de Durum:
hayli yayıldıktan sonra İbn Mea’ud'a gittiler. Aynı iddiayı ona da tek
rarladılar. îbn Mes’ud şu cevabı verdi.
«Bizden bir şey gizleyenin gizli işini araştırmaz ve perdeyi aşma
y ız»
Velid, bu söze kırıldı. İbn Mes'ud’a şöyle dedi: «Benimle ilgili ola
rak, azgın ve taşkm bir kavme böyle bir şeyi nasıl söylersin? Örtüp
gizlediğin şey nedir? Bu sözler zanlılar işin söylenir.» Karşılıklı söz
düellosu büyüdü ve birbirlerine kızarak ayrıldılar.
Velld’ln düşmanlarına bu da kâfi gelmedi. Medine’ye giderek Ve-
lid’i şikâyet etmeye ve içki içtiğine dair aleyhine şahitlik yapmaya
karar verdiler. Şahitlik için seçilen iki kişi, Velld'in işten attığı ve Hz.
Osman’ın da tanıdığı kimselerden bir gurupla birlikte Medine'ye var
dılar. Haberi verdiklerinde Hz. Osman, onlardan kimin şahitlik yapa
cağını sordu, tki kişiyi şahit gösterdiler. Hz. Osman, onlara olayı na
sıl gördüklerini sordu. Şahitler şöyle konuştular:
«Biz onun hizmetçileri idik. Huzuruna girdik ki içki kusuyor.» Hz.
Osman, «İçkiyi ancak İçen kusar» dedi ve Velid’e haber gönderip Me
dine’ye çağırdı ve içki içme cezasına çarptırdı. Had uygulandı. Ayrıca
valilikten alınarak yerine Said b. el-As tayin edildi.
Saıd, Medine'den Kûfe’ye doğru yola çıktı. Yanında Velld’in ba
şına çorap ören kişiler de bulunuyordu. Kûfe'ye varınca minbere çı
karak ahaliye şunları söyledi:
«Allah'a yemin ederim ki, istemediğim holde size vali olarak gön
derildim. İh tilâ fı giderip sulhu temin etmekle görevlendirildim. Oysa
ortada bir ihtilâf görünmüyor. Dikkatinizi çekerim, fitnenin kaynağı
n ı anlamış bulunuyorum. Ta fitneye son veririm yahut çeker giderim.
Bunun için bütün gücümü ortaya koyacağım.» Hemen ardından so
ruşturmaya başladı, tik tespitlerinden sonra Hz. Osman'a şunları yazdı:
« Kûfelüerin işi adamakıllı karışmış durumda. Şan ve şöhret sa
hibi kimseler, malı mülkü olan ve ileri gelenler köşelerine çekilmiş
durumdadır. İşe, ayak takımı ile dışarıdan gelen bedeviler hâkimdir,
ö y le ki, bu şehrin izzet ve şeref sahibi olanlarına bakılmaz olmuş.»
Hz. Osman, Saîd’e şu cevabı verdi: «İslâm ’ın ilk neslinden, Allah'
m o ülkeye girm elerini nasip ettiği kimselerin üstünlüğü vardır. An
cak herhangi bir sebeple Kûfe’ye yerleşenleri de tebeadan saymak ge
rekir. İle ri gelen faziletli insanlar hakka tâbi olmaktan geri kalma
m alı ve diğerlerini doğru yola sevketmelidirler. Şehre gelen herkesi
koru ve hepsine adaleti tatbik et. Çünkü adalet ancak insanlara iyi
davranmakla elde edilir.»
204 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
b) Basra’nın Durumu :
saça ilerleyen İbn Sebe, Mısır'da faaliyetlerine uygun bir ortam buldu
ve burada çalışmaya başladı.
c) M ı s ı r 'ı n Durumu:
d) Ş a m ’ın Durumu:
Ebû Zerr, Hz. Osman’ın huzuruna varınca, halife, «Ey Ebû Zerr!
Nedir bu hal? Şamlılar senin dilinin fesadından şikâyet ediyorlar?»
diye sordu. Ebû Zerr de ona, düşüncelerini anlattı. Bunun üzerine
Hz. Osman, «Ey Ebû Ze rr! Benim görevim bana ait olana hükmetmek,
raiyyenin ödemesi gereken vergiyi almak, anları zühd hayatına zor
lamamak, onları çalışmaya ve iktisada davet etm ektir» dedi. Ebû Zerr
ise düşüncelerinde ısrar ediyordu. Halife, bunun üzerine Ebû Zerr'in
eı-Rebze’ye gidip orada ikamet etmesini emretti. Bunu halifeden Ebû
Zerr’in bizzat kendisinin istediği de rivayet edilir. Hz. Osman. Ebû
Zerr’i gönderdikten sonra ona maaş bağladı. Aynı şekilde Râfi b. Hu-
F . : 11
210 doğuştan gflnUmüze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
e) M e d i n e ’nin Durumu: »
bazı şeyler sorup, böyle bir huzursuzluğun varlığını ona kabul ettir
mek şeklinde açıklandı. Üç vilâyetten üç gurup çıkmış ve Medine’ye
yaklaşmışlardı. Hz. Osman, bunların gelişini haber alınca, bilgi topla
mak ve ne istediklerini öğrenmek üzere iki kişi gönderdi. Bunlar Hz.
Osman'ın yetiştirdiği huyca da ona benzeyen insanlardı. Bu yüzden
gelen topluluk onlara bir şey yapmadı. İsteklerini şu şekilde bildirdiler:
«Biz Hz. Osman’a insanların kalbine ekmiş olduğumuz şeyleri ha
tırlatmayı, sonra onlara dönüp, bunun sonucunu bildirmeyi istiyoruz.
Döndüğümüzde, biz Osman'a bu hususları bildirdik, o ise bunlarla il
gili herhangi bir açıklama yapmadı ve tevbe etmedi, diyeceğiz. Sonra
hacca gidiyormuşuz gibi çıkacağız ve onu kuşatıp halledeceğiz. Eğer
diretirse onu öldüreceğiz.»
Elçiler dönüp, durumu bildirdiklerinde Hz. Osman güldü. Sonra
gelen gurupları ve Medinelileri topladı. Medinelilere bu topluluğun ne
yapmak istediğini bildirdi. Bunun üzerine halktan bazdan bu adanı
lan öldürmeyi teklif ettiler. Hz. Osman bunu kesinlikle reddetti. Aksi
ne, «O n la rı affeder, dileklerini kabul eder ve yaptığımız işler hak
kında bilgi veririz. Herhangi bir suç işlemeden, yahut küfrü ortaya
çıkmadan hiç bir kimseye had uygulamayız. Bunlar sizin de duyduğu
nuz bazı hususları dile getiriyorlar. Üstelik bunu bilmeyenlere tebliğ
etmek için yaptıklarını iddia ediyorlar» dedi.
man, buna karşılık, «Dikkat edin" dedi. » Kur'an bir olan Allah’ın ka
tından gelmiş tek bir kitaptır. Ben bu hususta ancak bu gerçeği göz
önünde tuttum , öğle değil m i?» Topluluk yine, »Evet, öyle» dediler.
«B enim Rasvlullah'm sürgüne gönderdiği Mervan b. Hakem'in dönü
şüne izin verdiğim söyleniyor. Halbuki Mervan Mekkelidir. Rasülullah.
onu Mekke'den T a ife sürmüştü. Sonra yine Rasülullah onun eski ye
rine dönmesine izin verdi, öyleyse onu sürgün eden de, sürgünden
döndüren de Rasûlullah'tır, öyle değil m i?» Yine «E v et» dediler
Hz. Osman devam etti: «Vali olarak yeni gençler tayin ellin, dedi
ler. Halbuki ben işe ehil olanları tayin ettim. Şu insanlar onun amll-
liğine aittirler, onu sorun onlara, bunlar da onun memleketlndendir.
Benden önce onlardan daha genç olanlar tayin edilmişti. Rasülullah,
Üsâme'yi komutan tayin ettiği zaman şimdikinden çok daha fazlası
ve fenası söylenmişti, ö y le değil m i?» Yine, »Evet öyle» dediler.
Hz. Osman konuşmasını sürdürdü: «Benim, İbn Ebi Serh'e gani
metten verdiğimi söylediler. Halbuki ben ona, ganimetten Beytülmâl'e
ayrılan beşte birden hibe ettim, bu da yüz bin dinar İdi, bu kadarını
Ebû Bekr ve Ömer de vermişlerdi. Askerler, onların bunu kötü gör
düğünü ileri sürdü, ben de bunun üzerine onlara geri verdim. Halbu
ki bu onlann değildi. Mesele böyle değil mi?» »Evet öyle» cevabını
verdiler. Hz. Osman devam etti:
«Benim aile ve akrabamı sevdiğimi ve onlara mal verdiğimi söyle
diler. Gerçek şu ki, ben onlara kendi malımdan veriyorum ve müslü-
manların malım kendim için ve başka biri için helâl saymıyorum. Ben
Rasülullah, Ebû Bekr ve Ömer zamanında kendi öz malımdan geniş
ölçüde atıyye veriyordum. Hem o zamanlar ben mala daha düşkün,
daha sıkı idim, şimdi ailemin en yaşlısı iken ve ömrüm geçmişken,
neyim varsa aileme terketmişken mi mala düşkün olacağım? Bu mül-
hidler ne derse desinler Allah'a yemin ederim ki, hiç bir şehre fazla
vergi yükü yüklemiş değilim. Bunu diyen varsa, bu fazlalık onun ol
sun ve ben bunu onlara geri vereceğim. Gelen mal ancak beşte birden
ibarettir. Bunları kendim için hiç bir zaman helâl görmedim. Bunla
rın dağıtımıyla tamamen başka müslümanlar görevlendirilmiştir. A l
lah'ın malından bir kuruş ve daha fazlasına İltifat etmemiş, yüzümü
dönüp bakmamışımdır. Ben ancak kendi malımdan yiyorum.»
Hz. Osman, hakkında ileri sürülen suçlamaları böyle cevaplan
dırdıktan sonra isyancı guruba herhangi bir şey yapmayıp, onları vi
lâyetlerine geri gönderdi.
214 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
H a y a , s a h ib in in h o ş la n ılm a y a n b ir ç o k ş e y e g ö z y u m m a s ın a
s e b e p o lu r . Y u m u ş a k h u y lu lu ğ a g e lin c e , o d a k iş iy i m ü s lü m a n la r
a r a s ın d a f it n e ç ık m a s ın d a n k o r k a r a k v e b u fit n e k a p ıs ın ın k e n d i
e liy le a ç ılm a m a s ın ı a r z u ed erek fe d a k â r lığ ı k e n d i n e fs in d e y a p
m a y a z o r l a r . H z . O s m a n 'm h u tb e le r in i v e m e k t u p la r ın ı İn c e le y e n
k im s e , o n d a k i b u y a p ıy ı a n la m a k t a g e c ik m e z . H a t t â ilk h u tb e s in
d e b ile b u d u ru m k e n d in i g ö s te r ir . H z. O s m a n 'm ş a h s ın a e z iy e t
ya p a n v e h a k k ın d a ç ir k in ş e y le r s ö y le y e n le r iç in b ile k ö tü söz
b) Hz. Osman'ın D e fn i:
kız kardeşi Ümmü Kttlsüm ile evlendi. Onun da ölümü üzerine Kays
Gaylan kabilesinden Fâhite binti Gazvân ile evlendi, bundan da Abdul
lah (küçük) adında bir çocuğu oldu ve bu hanımı da öldü. Sonra
Ümmü Am r binti Cündeb ed-Devsî ile evlendi. Bundan da, Ömer, Hâ-
lid, Ebân, Am r ve Meryem adında çocukları oldu. Yine Hz. Osman,
Mahzûmîler’den Fâtım a binti Velid el-Mahzûmiye ile evlendi. Bundan
da Velid, Saîd ve Ümmü Said admda çocuktan oldu. Sonra Ümmü’l-
Benin binti Uyeyne b. Hısn el-Fezarîye ile evlendi. Bu hanundan Ab-
dülmelik doğdu ve bu zevcesi de öldü. Daha sonra Abd-i Menaf Oğul-
lan ’nda Remle binti Şeybe ile evlendi. Bundan da Aişe, Ümmü Ebân
ve Ümmü Ömer doğdu. Remle’den sonra ise, Naile binti el-Karâfisa
el-Kelbiye ile evlendi. Bu hanımından da Meryem doğmuştu. Hz. Os
man öldüğünde hanımlarından Fâhite, Ümmü’l-Benîn, Remle ve Naile
hayatta bulunuyorlardı.
2 — K IS A B İYO G R AFİSİ
ra da Hz. Peygamber, onu kızı Fâtım a İle evlendirdi. Tebük seferi hariç
bütün haıplerde Hz. Peygamber ile birlikte bulundu. Tebük seferinde İse
Hz. Peygamber onu ailesine bakmakla görevlendirmişti. Onun her
harpte doldurulmaz bir yeri ve övgüye değer tesiri vardı. Tehlikelere
dalan ve güçlüklere aldırmayan bir yiğit idi. Hz. Peygamber’in vahiy
kâtibi idi. Hz. Peygamber vefat ettiği zaman Hz. Ali, kendisinin hali
feliğe başkalarından daha lâyık olduğuna inanıyordu. Hz. Peygamber
ile olan sıhriyet ve akrabalığı da bu düşüncesinde etkili olmalıydı. Fa
kat müslümanlar, halifelik için Ebû Bekr’l tercih etmişler o da an
cak Hz. Fâtıma vefat ettikten sonra Hz. Ebû Bekr’e biat etmişti. Hz.
Ebû Bekr, kendi yerine geçmesi için Hz. Ömer'in adını verip müslü
manlar da bunu kabullenince, Hz. Ali de onlarla birlikte biat ettiyse
de hiç şüphesiz Hz. Peygamber’in vefatmda yaşadığı duyguyu yeniden
yaşamıştı. Hz. Ömer’in müşaviri idi. Hz. Ömer onunla şer'i ahkâm ko
nusunda devamlı istişarede bulunuyordu. Hz. Ömer vefatından evvel
halifeliği, içinde Hz. Ali'nin de yer aldığı altı kişilik şûraya havale
edince, ağır basan tahmini yine çoğunluğun kendisi lehinde olacağı
yolunda idi. Ne var ki, tahmin ettiği çıkmadı. Halifelik Hz. Osman'a
verildi. Hz. Osman da bu görevi kabul etti ve kendisi de ona biat et
ti. Fakat hayatının sonuna kadar Hz. Osman’la olan alâkası bir türlü
sıcaklaşmadı. Hz. Osman'ın şehadetiyle sonuçlanan olayda, kendisini
hadiselerin dışında tutmak için çok gayret sarfetti. İsyancılar ise onun
adım kalkan olarak kullanma çabasmdaydılar. Sonunda bilinen acı
olaylar vuku buldu ve Hz. Osman şehit edildi. Hz. Osman'ın katlinden
beş gün sonra Hz. A li’ye halife olarak biat edildi.
İlk Hutbesi:
b i r a d a m a k a r ş ı k o la y d e ğ ild i.
M u â v iy e bunu n a s ıl is te r d i k i, k e n d is in i n e fis le r in e t e r c ib
e d e n b ir o rd u s u va rd ı ve b u o r d u o n u , e m ir liğ e d iğ e r le r in d e n da
h a lâ y ık b u lu y o r d u . B u g ü ç lü o r d u n u n u m u m î h is s iy a t ı İ s t ik a m e
tin d e h a rek et ed erek H z. A l i 'y e m u tla k s u re tte ita a ti g e r e k tir e n
b ia t e k a tılm a d ı.
H z . Â i ş e ve Taraftarlarının Basra'ya
Girişleri:
O s â m e b . Z e y d 'd e n b a ş k a k im s e c e v a p v e r m e d i. Ü s â m e k a lk
tı v e d e d i k İ: «A lla h irilir ya, o iki kifi istemeyerek Kat ettiler. » Bunun
ü z e r i n e S e lh b . H u n e y f, Ü s â m e 'y e s a ld ır d ı. E ğ e r S ü h e y b b . S in a n ,
Ebû E yyû b e l-E n s a r î, M u h a m m e d b . M e s le m e g ib i s a h a b e d e n ba
z ıla r ı k a lk ıp on u e lle r in d e n a lm a s a y d ı, o ra d a b u lu n a n la r
Ü s â m e ’ n ln İ ş in i b it ir e c e k le r d i. S ü h e y b , Ü s â m e 'n i n e lin d e n tu ttu ,
onu e v in e g ö tü rd ü ve s u s m a s ın ı t a v s iy e e tti. K â 'b İs e B a s r a 'y a
d ö n d ü . H z . A li, K â 'b 'ı n M e d i n e 'y e g e lip d ö n d ü ğ ü n ü h a b e r a lın c a
v a l i O s m a n 'a b i r m e k t u p y a z a r a k o n u a c iz lik le s u ç la d ı. M e k t u p t a
ş ö y le y a z ıy o r d u :
232 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂM T A R İH İ
Hz. Ali, K a ’ka’ b. Amr’ı elçi tayin ederek Basra’ya gönderdi. Ka'ka',
Hz. Âişe’nin yanına gelince aralarında şu konuşma geçti. K a ’ka’ :
«Seni meydana çıkartıp, bu beldelere sürekleyen sebep nedir?» di
ye sordu. Hz. Âişe :
«Ey oğul! Beni buraya sürükleyen insanların arasmı düzeltme ça
basıdır.» dedi. K a ’ka’, Talhâ ve Zübeyr’in görüşlerini öğrenmek için
bu konuşmaya onlann da katılmalaruu istedi. Onlar da geldiler. Talhâ
da, Zübeyr de maksatlarının Hz. Aişe'nin maksadının aynı olduğunu
bildirdiler. K a ’ka’, onlara «Bu ıslah nedir?» diye sordu. Hep birlikte,
«Hz. Osman'ın katillerinin cezalandırılmasıdır. Bu iş terkedllirse, K u r’-
an terkedilmiş olur. Eğer bu kısas yerine getirilirse, K u r’an ihya edil
miş olur» diye cevap verdiler. K a ’ka’ :
«Siz, Hz. Osman’m Basralı katillerini öldürdünüz ya. Halbuki siz
onları öldürmeden önce gidişatınız şimdikinden daha düzgündü. Bu
gün ise bir adam hariç tam altı yüz kişiyi öldürdünüz. Onlann öl
dürülmelerine altı bin kişi kızdı, sizden uzaklaştı ve aranızdan aynldı-
lar. Biraz önce sözünü ettiğim o öldürmek istediğiniz şahıs Hurkus
b. Züheyr'dir. Onu, altı bin kişi himaye etmiştir. O öldürülenler, bir
kişi yüzünden öldürülmüşlerdir. Eğer onu bırakırsanız, söylemekte ol
duğunuz şeyi terketmiş olursunuz. Eğer onlan ve sizi terkedenlerl öl
dürürseniz aleyhinize dolaşır dururlar. Bu takdirde kaçındığınız teh
likeye düşersiniz, fitne alır, yürür. Bu iş, sizin kötü gördüğünüz olay
dan çok daha büyüktür. O ülkelerdeki Mudar ve Rebîa kabilelerini
kızdırdınız ve sizinle harp etmek üzere toplandüar. Sizin yardımdan
mahrum bırakılmanız, o insanların yardım görmesi demektir. Nite
kim bunlar, o korkunç olayı ve büyük günahı tertipleyenleri destek
lemek üzere toplanmışlardı. Öyle inanıyorum ki, bu işin çaresi an
cak sakin olmaktır. Sakinleşince onlar şüphe ile depreşmeye başlaya
caklardır. Siz bize biat ederseniz, bu bir hayır alâmeti ve rahmet
müjdesi olacak, bu ümmetin de afiyet ve selâmetiyle sonuçlanacak
tır. Eğer yan çizer, büyüklenerek ayak diretir ve biat te k lifim izi
kabul etmezseniz, bu da bir şerrin habercisi ve alınacak intikamın
hüsrana uğramasına sebep olacaktır. A fiyeti tercih edin. Nim et elde
eder, hayırlara vesile olursunuz. Nitekim sîzler, hayır kapüarını açan
kimselerdiniz. Bizi hedef almayınız, onu da hedef edinmeyin, bu be
lâ bizi de, sizi de yere vurur. Allah’a yemin ederim kİ, bunu size söy
lüyor ve sizi ona biate davet ediyorum. Varidatı azalan bu ümmet
ten Allah'ın verdiği nimeti geri almasından, ümmetin birliğinin ta-
mamlanamamasından ve Allah'ın bir musibet indirmesinden korkuyo
HZ. A L İ (R A .) DEVRİ 235
rum. Zira ortaya çıkan bu mesele güç yetecek bir iş değil, sıradan
işlere benzemez. Bir adamın diğerini öldürmesi, bir gurubun bir şah
sı öldürmesi, yahut kabilenin bir kişiyi öldürmesi gibi değildir.» Hz.
Aişe de:
«Güzel söyledin, İsabet ettin, eğer Ali de senin dediğin gibi söy
lerse iş düzelir» dedi. K a’ka’, Hz. Ali'ye gitti ve durumu haber verdi.
O da memnun oldu, halkı sulh yapmaya hazırladı. Sonra yola çıkmak
için emir verdi. Bu arada şu mahiyette bir hutbe okudu:
«A li ile geçmişte aramda olan şey, bir kimsenin kayın validesi ile
arasında geçen şeyler nevinden kalacaktır. Yine benim nezdimde Ali,
razı olunan kimselerdendir.»
Hz. A li de, «Ey insanlar/» dedi. «Hz. Aişe, doğru söylemiş ve ita
atkâr davranmıştır. Onunla benim aramdaki şey dediği gibidir. O,
hem dünya ve hem âhirette Peygamberimizin hanım ıdır.» Böylece Hz.
Aişe, Receb 36 (M. 659) başlarında Basra’dan çıktı. Kendisini Hz.
Ali birkaç m il uğurladı ve oğlunun da onunla bir gün yolculuk etmesi
ni emretti.
Daha sonra Hz. Ali Basralılardan biat aldı. Abdullah b. Abbas i
HZ. A L İ (R.A.) DEVRİ 237
rem ayı girince her iki gurup da sulh yapma isteği ile çarpışmayı dur
durdular. Birbirlerine elçiler gönderdiler. Hz. Ali, Adiy b. Hatem’i,
Yezid b. Kays el-Erhabî'yi, Ziyad b. Hafsa’y ı ve Şebes b. Rebi’y i gön
derdi. Şebes daha önce de gönderilen elçilerdendi.
Hz. Ali, « Sen kim oluyorsun, sen, süvari yahut piyade olarak sal-
dırsaydın Allah sana merhamet edip korumayacaktı. (E lç ilik sıfatı
seni konuşturuyor) . « dedi.
Daha sonra Şurahbil b. es-Samet söz aldı: «Ben konuşacak olur
sam, yemin ederim ki, söyleyeceklerim daha önce arkadaşımın söyle
diklerinin aynı olacaktır. Ona verdiğinden başka verecek cevabın var
m ı? « dedi.
H z . A li is e , «E v e t, v a r » d e d i, ö n c e A l l a h 'a h am d ü sen a e t
ti. S on ra H z. P e y g a m b e r 'i n b i 's e t i n i v e in s a n la r ı d oğru y o la
ile t t iğ in i a n la ttı. S on ra H z. P e y g a m b e r 'i n v e fa t e ttiğ in i v e in
s a n la r ın d a Ebû B e k r 'i h a life s e ç t ik le r in i, H z . E b û B e k r 'i n de,
H z. Ö m e r 'i y e r i n e h a life t a y in e ttiğ in i z ik r e tti. B u ik i h a life n in
ü m m et iç in d e d oğru y o ld a n a y r ılm a d ık la r ın ı v e a d a le tli d a v
r a n d ık la r ın ı b e lir tti. « B i z , Hz. Peygamber'in ailesinden oldu
S on ra ,
ğumuz halde, bunlar üzerimize halife tayin ettikleri için onlara darıldık.
Fakat artık onları affettik. Osman tayin olundu ve halkın ayıpladığı bir ta
kım işler yaptı. Halk da onun aleyhine yürüdü ve öldürdüler. Sonra halk
bana geldi, ben ise onların işlerinden elimi çekmiş, onlardan uzaklaşmış
tım. Bana << Biat a l » dediler. Ben ise, istemedim. O nlar bu sefer bana,
«B ia t im iz i kabul et, çünkü insanlar senden başkasına razı olmuyor, sen
bu işi üzerine almazsan insanların paramparça olacağından k orkuyoru z»
dediler. Ben de, biatlerini kabul ettim. Beni zayıflatan, daha önce bana
biat etmiş olan iki kişinin ayrılmaları olmuştur. A lla h 'ın , dinde kendisine
bir öncelik nasip etmediği ve Islâm'da bir sadakat önceliği bulunmayan
M uâviye'nin muhalefeti, hiç bir kayıt tanımayan, bu guruplardan bir gu
ruptur. Kendisi ve babası, müslüman oluncaya kadar, A llah ve Rasûlüne
mhep düşman olmuştu, bizimle giriştiği şu ihtilâftan başka hiç bir gazası
yoktur. B ununla birlikte siz, Peygamberinizin, kendilerinden ayrılmanız ve
muhalefet etmeniz, insanlardan hiç birini onlara eşit saymanız yakışık al
mayan ailesini, ona itaate davet ediyorsunuz. Gözünüzü açın, ben ise sizi
A lla h 'ın kitabına ve Resulünün sünnetine, bâtılı kahredip yok etmeye ve
d inin esaslarını ihya etmeye davet ediyorum.» d e d i
Ş u r a h b il ile H z. A li a r a s ın d a k i g ö r ü ş m e le r , H z. O s
m a n 'l a ilg ili o la r a k da d eva m e tti. O 'n u n ö ld ü r ü lü ş ü ile ilg ili
ç e ş itli k o n u ş m a la r o ld u . A n c a k bu k o n u ş m a la r d a n h iç b ir
n e tic e a lm a m a d a n ç e k ip g ittile r . B u g ö r ü ş m e le r d e n b ir n e ti
c e ç ık m a m a s ı d a n o r m a ld i.
HZ. A L İ (R.A.) DEVRİ 243
«A lla h 'ın kitabına çağrıldığın zaman buna icabet et. Eğer bu
na razı olmazsan İbn AJfan’a yaptığımızı sana da yaparız. Zira Yüce
Allah’ın kitabında olan hükümlerle amel etmek, bizim boynumuzun
borcudur. Yemin ederim ki, ya sen K u fa n 'd aki hükümlerle amel eder
sin, yahut biz sana bu işleri y a p tırım .» Sonra ondan, Eşter’in harbi
terketmesi için haber göndermesini istediler. O da Eşter’e bir elçi gön
derdi. Eşter bu elçiye, «Şu saatte beni yerimden ayırman olacak şey
değil. Bu sana yakışmaz. Ben kesinlikle muvaffak olacağımı umuyo
rum , binaenaleyh bana acele ettirm e » dedi. Elçi bu haberi alıp, döndü.
Haber, Hz. A li’ye ulaşmadan Eşter’in tarafından gürültü ve sesler
yükseldi. İnsanlar, Hz. A li’yi, « Vallahi öyle zannediyoruz ki, sen ona
harp etmesi için em ir verdin» diye suçladılar. Eşter’in derhal getiril
mesini, aksi halde onu terkedeceklerini bildirdiler. Hz. A li elçiye, « y a
zıklar olsun, Eşter’e söyle geri gelsin, zira fitn e çıktı. A rtık harbi bı
rakmaktan başka çare yok.» dedi. Sonra Muâviye'nin ne istediğini so
rup öğrenmesi için, Eş’as b. Kays’ı gönderdi. Eş’as, gittiğinde Muâviye
dedi k i : «Siz ve biz, Allah’ın kitabında em rettiği şeye döneceğiz. Siz
den, razı olduğunuz bir kişi gönderirsiniz, biz de bir kişi göndeririz ve
bu kişilerin Allah’ın kitabında olan hükümle karar vermelerine ve
kitaptan şaşmamalarına dair onlardan söz a lım . Daha sonra da an
laştıktan şeye u y a m .» Eş’as, «B u doğru bir iş » dedi. Hz. A li’ye geldi
ve ona bu teklifi haber verdi. Halk da, buna razı oldu. Şamlılar, Amr
b. el-Âs'ı seçtiler. Eş’as ve ona tâbi olanlar da, «B iz Ebû Mûsa el-Eş’-
ari’ye razıyız» dediler. Bunun üzerine Hz. Ali, bunlara, «Siz daha işin
başında bana isyan ettiniz, şu an bana karşı gelmeyiniz» dedi. Ebû
Mûsa hakkındaki endişesini, bunlara açıkladı. Hz. A li’ye göre Ebû Mû-
HZ. A L İ (R.A.) DEVRİ 245
den itibaren üç halifeyi de görmüş ve her üç halife ona büyük bir gü
ven duymuşlardı. Hattâ Irak’tan sonra en büyük İslâm beldesi olan
Suriye’nin hepsi ona tâbi olmuş ve Şam onun için büyük bir İdare mer
kezi haline gelmişti. Bu da Anadolu sınır kasabalarının korunmasın
da en etkili yol olmuştu. O, Hz. Ali'nin kendisine bu gözle bakmadı
ğını önceden biliyordu. Çünkü Hz. Ali’nin ilk işi, onu azletmek olmuş
tu. Anladı ki, Hz. A li’ye katılması, kendisini bu yüksek mevkiden
uzaklaştıracaktı. Kim bilir bundan sonra önünde düşmanlığa sebebi
yet veren bunca şüphe varken hali ne olacaktı?
1 — Hz. A li biat meselesinde; Kureyş’in ulularından olduğu ve
ikişer binden az olmamak üzere müslüman askerlerden oluşan birlik
lerden kurulu bir orduya sahip, en büyük valiliği deruhte ettiği hal
de, kendisiyle istişare etmemişti.
2 — Ayrıca Sahabiden bir çoğu da Hz. A li’ye biat etmemişti.
3 — Hz. A li’yi hilâfete ilk çağıranlar, Hz. Osman'ı öldürüp sonra
da intikam isteyenlerdi.
4 — Hz. A li de onları ordusunda korumuş ve kısasa tâbi tutma
mıştı. Hz. Muâviye bütün bunlardan, Hz. A li’nin onların fiillerine mü
temayil olduğu sonucunu çıkarıyordu. Bu tereddütler Hz. Muâvlye’yl,
Hz. Ali'ye biat etmekten alıkoymuş ve zayıf kalıp acizliğe düşmemek
için onu bazı tedbirler almaya sevketmiştir.
B irb irlerin e bu düşünceyle bakan iki şahsın b irleşm esi v e o r
ta y a çık an bu korkunç fitn e y i, m üslüm anlardan u za k la ştırıp ,
d oğru b ir y o la v a rm a la rı da mümkün değildi. M ektu p laşm aları
ik i gurup arasında b an şa y o l açabilecek um um î b ir u zlaşm a sağ
lam am ıştı. Çünkü Hz. A li, M u â v iy e 'n in k en disine b iat etm esin i
istiyor, başka tercih bırakmıyordu. Hattâ Irak ‘ tan gönderilen elçiler
bile, M u â viy e ile alay edici ve onu küçümseyici b ir eda ile konuşı-
yoriardı. M u â v iy e de önce, kısas edilm ek ü ze re H z. O sm an'm k a
tillerin i, sonra da halifenin şûra vasıtasıyla seçilm esini istiyoıdu.
Hz. A li ise h e r iki dıru m a da razı olmamaktaydı. H z Osman'm ka
tillerin e kısas uygulama gereğine in annekla b irlik te, onları ordu
sundan çekip aldığı zaman topluluğunun dağılmayacağından v e o r
dunun bölünmeyeceğinden em in değildi. Ayrıca, kendisi için biatin
tam am landığına inanıyor v e bunu terkedem eyeceğini düşünüyordu.
Gücü n e kadar büyük olursa d sun, hiç kimsenin buna itiraz etm eye
hakkı yoktu. Hz. Ali, M uâviye'n in duıumunu böyle değerlendiriyor
du. Bütün bunlara Hz. A li'n in ordusundaki S e b â y y e Arkasının
m ensuplarım da ilave etmek gerekecektir. Zira o n la r iki gurup ara
sında anlaşma olm asını istemiycr, sönmeye y ü z tutan fitn e ateşini
körüklem ek için devam lı o d ın taşım aktan geri durmuyorlardı.
248 doğuştan günUmUze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
Hakem T ay i n i n i n Sonuçları:
kendileri gibi tevbe ederse ona biat edeceklerini, aksi halde karşı çı
kacaklarını söylediler. Hz. Ali, «Şehre girin, altı ay bekleyelim. Mal
toplansın, atlar kuvvetlensin. Sonra düşmana doğru yola çıkarız.» de
di. Bunun üzerine şehre girdiler.
Bu topluluğun nazariyyesi şuydu:
«Hz. Ali'ye sahih bir şekilde biat edilmişti. Öyleyse ona biattan
çekinen kimse isyan ve zulüm suçunu işlemiştir. Onlara göre büyük
günah işleyenler kâfir olmaktaydı. O halde Muâviye, adil halife Hz.
A li’ye zulmetmiş, karşı çıkmış, bundan dolayı Allah ve Rasûlüyle sa
vaşmıştır. O zaman, o ve topluluğu için Kur’an’da bir had cezası var
dır. K ur’an'da açıklanan ve kabul edilen bu cezalar için hakem tayin
etmenin bir mânâsı yoktur. O takdirde halifenin kararıyle meşru kı
lınan bir dini hüküm değiştirilmiş olur. Muâviye ve beraberindekiler
Haricilere göre cezaya, âyetle müstahak olmuştur. O takdirde onlara
karşı yumuşak davranmak, onlarla anlaşma yapmak; Allah'ın dinin
de hafif davranmak ve hükmün ancak Allah’a ait olduğu hususta in
sanları hakem tayin etmek demektir. Bu da onlara göre suç olup,
faili de dalâlettedir. Dalâlette olanm aslmda müslümanlarm halifesi
olması doğru değildir. Öyleyse Hz. Ali'nin halifeliği ve ona tâbi ola
nm da, masumiyeti yoktur. O zaman kendilerine düşen onlarla sa
vaşmaktır. Haricîlere göre, onlar da Muâviye'nin ordusuna benzemek
tedir.»
Dikkat edilirse, prensipte bâtüdan hareket eden bu gurup, böyle
bâtıl bir hükme varmıştır. Çünkü prensibi bâtıl olan bir şeyin, kendi
si de bâtıldır. Yalnız isyan gibi, Allah ve Rasûlü’yle olan savaşma
gibi suçlara gelince, bunlar hakkında elbette, Allah'ın kitabında açıkla
nan bir had cezası vardır. Bu doğrudur. Am a önce Muâviye ve bera
berindekilerin asi ve zalim oldukları hakkında düşünmeye ve delile ih
tiyaç vardır. Eğer bir kişinin imamete gelişinde şüphe varsa yani
imameti kesin mi, değil m i şeklinde bir şüphe söz konusu ise, bu hu
susta hakem tayin etmek mümkündür. Allah’ın dini hakkında elbet
te insanları hakem tayin etme gibi bir şey olamaz. Buradaki ise, hük
mün dayandığı bir vasfın doğruluğu hakkında hakem tayin etmektir,
Allah'ın emri üzerinde değil... Kendisine hırsızlık davası sunulan hâ
kimden, hırsızın elinin kesilip kesilmeyeceği hususunda görüş bildir
mesi istenmez. Ancak, bunun bir hırsız olup olmadığının bilinmesi
hakkmda onun görüşü istenir. Sanığın hırsızlık yaptığı ispatlanırsa,
o zaman hâkimin, kesin olarak hırsızın elinin kesilmesine hükmetme
si gerekir. Hakem tayin etme, halifeliğinden şüphe duyulan bir kim
se için olduysa, o zaman da şüphe eden kimsenin, kesinlik kazanma
mış olan bir işi talep etmek için, kan akıtması câiz olmaz. Bu da aynı
HZ. A l i <R.A.) DEVRİ 251
Hakemlerin Buluşması:
e) Hz. A li ve H aricîler:
Hz. Ali, Haricilere, onları Muâviye ile savaşmaya çağıran bir mek
tup yazdı. Onlar da cevaben şunları yazdılar:
«Şüphesiz sen, Rabbin için değil de kendin için kızdın! Küfre
girdiğine şehadet eder ve tevbe edersen seni aramızda düşünürüz.
Yoksa aynı şekilde sana da muhalefet ederiz. Şüphe yok kİ, Allah kor
kakları sevm ez!» Hz. Ali, mektuplarını okuyunca onlardan ümidini
kesti. Onları bırakarak Şam üzerine yürümek için Nuhayle’dekl ka
rargâha vardı. Burada, Basra’daki orduyu göndermesi için İbn Ab-
bas’a, Medain’in ordusunu yola çıkarması için de oranın emlrine bi
rer mektup yazdı. Yanında yetmiş bin asker toplanmıştı. Burada hal
ka Muâviye ile savaşmanın çok mühim olduğunu belirten bir konuş
ma yaptı. Bunun üzerine halk, «Ey Mü’minlerin Emiri! Bizi istedi
ğin yere götü r!» diye bağrıştı. Nuhayle'de iken Hz. A li’ye Hariciler’in
halka engel oldukları ve halktan bazılarım öldürdükleri haberi geldi.
Haberin doğruluğunu araştımak üzere derhal bir elçi gönderdi. Onu
da öldürdüler. Bu haber Hz. A li’ye ulaşınca, halk «Ey Mü’minlerin
Emiri! Niye arkamızda bunları bırakırsın? Geride mallarımız ve çoluk
çocuğumuz onlann elinde kalacak. Bizi önce bu topluluğun üzerine
gönder. Onlarla aramızdaki meseleyi halledince, Şam’daki düşmanla
rımız üzerine yürürüz» dediler.
Hz. Ali, halkın söylediğini uygun bularak geri döndü. Haricîler’e
yaklaştığı zaman bir elçiyle: «Kardeşlerimizin katillerini bize veriniz
ki, onlara karşılık olarak bunları öldürelim. Sonra, Şam ahalisini ba
şımızdan atmcaya kadar, sizi serbest bırakıyor ve sizden el çekiyorum.
Belki Allah kalplerinizi çevirir ve sizi içinde bulunduğunuz durumdan
daha hayırlısına döndürür» diye haber gönderdi. Haricîler, Hz. A li’ye,
256 doğuştan günlünüze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
imamlarına bakışı tam tersi İdi. İtaatkâr bir orduları, birlikte çarpan
yürekleri vardı. Bütün bunlar, güç işleri başarmak İsteyenler İçin ye-
terliydi.
M uâviye’nin önem verdiği şeylerden biri de Mısır’ı ele geçirmek
ti. Çünkü Mısır, askerler için büyük bir erzak kaynağı olabilirdi. So
nunda M ısır'ı ele geçirmeyi başardı. Olaylar şöyle gelişti:
Hz. Osman öldürüldüğü zaman, Muhammed b. Ebi Huzeyfe M ı
sır’ı almış, ancak Mısır halkı onu kabul etmemişti. Daha sonra hilâ
fet Hz. A li lehine neticelenince, o da, İleri gelen taraftarlarından
Kays b. Sa'd b. Ubâde’yl, H. 36’da oraya vali tayin etmişti. Kays, siya
sî İşlerden de haberdardı. Mısır’da işler yoluna girmişti. Ancak yeril
Mısırlılardan bir gurup Hz. Osman'ın öldürülüşüne tepki olarak ay
rılmış ve Harputî’ye gitmişlerdi. Bunların başında Mesleme b. Mu-
halled el-Ensari vardı.
Mısır, Muâviye için büyük bir kuvvetti. Sadece ele geçirmek ye
terli değildi. Bilâkis Hz. A li’nin taraftarlarım çökertmek İçin onlara
karşı müfrezeler hazırlamayı düşündü. Derhal Numan b. Blşr’l Ay-
nu’t-Temr’e gönderdi. Orada Hz. A li adına silâhlanan Mâlik b. K â ’b
vardı. Mâlik, hemen Hz. A li’ye yardım İstediğini bildirdi. Hz. A li de
260 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
miye gelirken onlar da halifenin her zaman camiye girdiği kapı çev
resinde pusuya yattılar. Hz. Ali, kapıya geldiğinde İbn Mülcem onun
önüne çıktı ve, «Ey Ali! Hüküm senin ve arkadaşlarının değil, A l
lah’ındır» diyerek, kılıcıyla Hz. A li’nin başına vurdu. Sesleri duyan ce
maat paniğe kapüdı. Bu esnada. Hz. Ali, «Adamı kaçırmayın» diye
seslendi. Cemaat derhal etrafını çevirerek ibn Mülcem’i yakaladı. Na
mazdan sonra mü'mlnler Hz. Ali'nin huzuruna girerek, «İnşallah Ba
na bir hal olmaz ama eğer seni kaybedecek olursak Hasan’a biat
ederiz» dediler. Hz. Ali, «Ben bu hususta size bir şey emretmem. Siz
daha iyi bilirsiniz» dedi. Sonra oğullarına vasiyet etti. Hz. Ali, son
derece zor şartlar içinde geçirdiği dört sene, dokuz aydan birkaç gün
eksik süren hilâfetinden sonra H. 40 yılı Ramazan’ın 10. pazar günü
(26 Ocak 661) vefat etti. Hilâfet m erkezi'olan K ûfe’de defnolundu.
Berk b. Abdullah, Hz. Ali'nin yaralandığı gün Muâviye’nin yolunu
bekledi. Muâviye evinden çıktığı n in n i, Berk ona kılıcıyla saldırdı.
Kılıç Muâviye’nin uyluğuna rastgelmişti. Bu yaradan tedavi olarak
kurtulan Muâviye, kendisi için hususî bir mahfel yapılmasını, bundan
böyle geceleri nöbet tutulmasını, namaz kıldığı zaman secdeye vardı
ğında başucunda bekçi bulunmasını emretti.
Amr b. Bekr de, o gece Anır b. el-Âs’m yolunu kesti. Fakat Am r
b. el-Âs hasta olduğu için namaz kıldırmak üzere camiye gitmemişti.
O sabah onun yerine sabah namazını halka Hârice b. Huzâfe kıldırdı.
Hârice, Amr b. el-Âs’m sahib-i şurtası idi. Binaenaleyh, Am r b. Bekr,
Amr b. el-Âs zannıyla ona saldırarak öldürdü. Bunun üzerine şöyle
denilmiştir: «Am r b. Bekr, Am r b. el-As’ı öldürmek istedi, Allah'ın mu
radı ise Hârice’nin öldürülmesi imiş.»
K u r e y ş 'in ile ri gelen leri ise ta ra fta rla rım , İsyan a sevketm h
le r, o n la ra hâkim olm uşlardı. A r tık İki ta r a f arasın d a k esin bl
h u su m et v a r d ı. H e rh a n g i b ir u zla ş m a im k â n ı k a lm a m ış tı
M u â vly e, ordu kom utanlarının b azı h a rek etlerin i hoşgörüyor, on
la n k en disine bağlayacak b ir takım İm kân lar sağlıyordu. Hz. Ab
İse, k en d ilerin e m uhtaç olduğu bir zam anda dahi k om u tan larım
b ir h u rm a çekirdeği kadar önem siz ş eyler İçin bile sorguluyordu.
H attâ b ö y le b ir h areket îbn A b b a s'ı da etkilem iş, Hz. A li'd e n a y
r ılıp B a s r a 'y ı te rk ed erek M e k k e 'y e gitm esin e sebep olm uştu.
Hz. A li’nin şartlan, Hz. Ömer'lnklne benzemiyordu. Hz. Ömer,
valilerine karşı katı davranırdı. Fakat bütün halk onun yanında bulu
nuyordu. Oysa Hz. Ali’nin durumu çok farklı İdi. Ümmetin büyük
çoğunluğu onun karşısında bulunduğu gibi, valileri de bir çok suçla
malarla karşı karşıya idiler. İşte bunlar Hz. A li’yi zora iten sebeplerin
başında sayılabilir.
Hz. A li’nin ordusu, onun vefatından sonra halife olarak oğlu Ha-
san’a biat etme düşüncesindeydi. Nitekim öyle de oldu. H. 40 (661)
yılında onu halife olarak ilân ettiler. Fakat Hz. Haşan, içinde bulun
duğu durumu İnceden inceye gözden geçirdiğinde, kendisine güvene-
meyeceği bir ordu ve güçlü bir düşmanla karşı karşıya olduğunu gö
rüyordu. Bunlara İlâve olarak o, fitneden hoşlanmayan, müslümaniar
268 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂ M T A R İH İ
için sevgi ile dopdolu bir İnsandı. Bunun içindir ki, gerek kendi şahsı,
gerekse İslâm ümmeti için Muâviye lehine hilâfetten feragat etmek
ten başka bir yol göremiyordu. Bu düşünce ile iki tarafın da razı ola
cağı şartlar karşılığında onunla banş yapmak istedi. Bir mektup ya
zarak kendisine biat ettiğini bildirdi. Hicri 41. senenin Reblülevvel ayı
sonlarında K ûfe’yi Muâviye’ye teslim etti. Böylece Hz. Peygamber’in
şu hadisi tecelli etmiş oldu: « Şüphesiz ki benim bu oğlum b ir seyyid-
dir. Um ulur ki, Allah onun sayesinde ik i büyük m üm in gurubu barış
tıracaktır.»
Hakikaten ortalık durulmuştu. Müslümanlar, hicretin 41. yılm a
tekâbül eden bu seneye «birlik y ılı» adım verdiler. Tarihçiler, yaklaşık
30 yılı bulan ve Hz. Peygamber’in vefatından başlayıp, Hz. Hasan'la
noktalanan bu döneme, H ulejâ-i Râşidîn Dönem i adım verdiler. Bu
gün ideal İslâm toplumu denince, o dönemin sosyal yapısı akla, geli
yor. Gerek dahili yönetimde, gerek dış İlişkilerde nevî şahsına mün
hasır bir idari model olarak ele almıyor.
BEŞİNCİ BÖLÜM
H İL Â F E T :
H A L İF E ’N İN K A Z A Y E T K İ S İ :
O RD U K O M U T A N L I Ğ I :
D E V LE T G E L İ R L E R İ :
a) H a ra ç:
b) C iz y e :
c) Z e k â t:
PA R A :
HAC :
N A MA Z :
E Ğ İ T İ M VE Ö Ğ R E T İM :
EMEVÎ DEVLETİ
UMEYYE
__ I__
I Ebol-Aft
Hfjrb
Hakem
I
Ebû Sufyan
I
(1) I. Muâviye
I
(4) I. Mervan
(2) I. Yezid
(5) Abdülmelik
(3) II. Muâviye
(8) Ömer (14) II. Mervan
I
(6) I. VeUd (?) Süleyman (9) IL Yezid
I
(10) Hlşam
Ziyad b. Ebîh:
Ziyad, aslında Hz. A li taraftan idi. Hz. Ali, şehit edildiği zaman
İran ’da vali olarak bulunuyordu. Ziyad’m İran’daki nüfuzu anlatı
lınca Muâviye'nin dikkatini çekti ve onu kazanmak için Muğire’yi ara
cı olarak gönderdi. Ziyad’m yanma giden Muğire ona şöyle dedi:
« Muâviye beni sana gönderdi. Hasan’dan başka kimse bu işe destek ol
madı. O ise Muâviye’ye biat etti. Bu işler iyice oturup, Muâviye’nin sa
na olan ihtiyacı sona ermeden sen de gerekeni yapmalısın» Ziyad: «B a
na yol göster, maksadını açıkla. Bana güvenebilirsin» dedi. Bunun
F . : 19
290 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
üzerine Muğire şöyle devam etti: «Muâviye ile işbirliği yapmanın doğ
ru olacağını düşünüyorum.<■ Bu görüşmeden sonra Muğire, Muâviye'
nın yanına döndü ve aldığı rapor üzerine Ziyad'a bir güven mektubu
gönderdi. Mektubu alan Ziyad, Muâviye’ye katıldı. Muâviye, Ziyad’a
Fars bölgesinde topladığı m allan ne yaptığını sordu. Ziyad bunların
bir kısmını dağıttığını, bir kısmını Hz. A li’ye verdiğini ve bir miktar
da kendisinde kaldığım söyledi. Ziyad’a inanan Muâviye kalan malla-
n ondan teslim aldı. H. 44 yılında Muâviye, bir gurubun Ebû Sufyan’ın
itiraf ettiğine dair şahitlik etmesi üzerine Ziyad'ın kendisinin kardeşi
olduğunu ilân etti. Daha önce Hz. A li hayatta iken Muâviye, Ziyad’a
bir mektup yazarak Ebû Sufyan’ın kendisini velâyetine aldığını haber
vermişti. Bu durumu öğrenen Hz. Ali, Ziyad’a bir mektup yazarak şöy
le demişti: «Ben seni vali yaptımsa, bu seni ona lâyık gördüğüm için
değildir. Ebû Sufyan’m bir takım yanlış düşünce ve hayalleri vardı.
Ancak onun bu hayallerine bakıp o adama ne vâris olunur, ne de so
yuna girilir. Şunu iyi bilesin ki Muâviye, insanı aldatmasını pek iyi
bilir. Çok dikkatli. ol.» Hz. A li’nin 'vefatından sonra Muâviye, Ziyad’ı
kendine çekmek istemiş ve akrabalığına almak suretiyle de onun sev
gisini perçinlemiştir.
Bir çok kimse bu akrabalığın hakiki bir nesep ifade etmediğini
belirtse de Ziyad bundan sonra, Ziyad b. Ebî Sufyan diye anılmaya
başlanmıştır. Bu olaydan sonra Ziyad, onun da kendisine aynı şekil
de hitap etmesi arzusuyla Hz. Âişe’ye, «Ziyad b. Ebî Sufyan’d a n ...» diye
başlayan bir mektup yazmış, fakat aldığı cevap, « M ü 'm inlerin annesi
Âişe’den oğlu Ziyad’a ...» başlıklı bir mektup olmuştur. Yine bu ge
lişmelerden sonra Ziyad, hacca gitmek istemiş ve kendisiyle dargın
olan kardeşi Ebû Bekr, onun evine gelerek çocuklarından birine, şöy
le demiştir: «O ğlum , babana haccetmeyi düşündüğünü, Medine’ye uğ
rayıp Rasûlullah’m zevcesi Üm m ü Habîbe binti Ebî Sufyan ile görüş
mek istediğini işittiğ im i söyle. Ve de ki, eğer görüşme izni verirse Ra-
sûlullah’a k .rşı çok mahcup olursun. Yok kabul etmezse aleme karşı
rezil olursun.» Bunun üzerine Ziyad, hacca gitmekten vazgeçmiştir.
H. 45 (665) senesinde Muâviye tarafından Basra, Horasan ve Si-
cistan valisi olarak tayin edilen Ziyad, Rebiulevvel ayının sonlarına
doğru Basra’ya geldiğinde anarşi içinde bulduğu halka, Allah’a
hamd etmeden hitap etmeye başladığı için daha sonra «B atra» diye
anılacak olan bir hutbe okudu. Şimdi bazı edebî özellikler taşıyan ve
Ziyad’m halkı idare politikasını ortaya koyan bu hutbeyi nakledelim.
Ziyad hutbesinde şöyle diyordu:
«Şüphesiz ki kara cehalet, kör taassup ve insanı cehenneme sü
rükleyen sapıklık, ayak takımınızın yaşadığı ve ileri gelenlerinizi de
EMEVÎLER DEVRİ 291
güvenlik dönemi olmuştur. Bu, tarihin Irak halkı için kaydetmiş ol
duğu acı bir gerçektir. Onlar, başlarına merhametli ve müsamahakâr
bir vali geldiği zamanlar bozulmuş, vali ve halifelere haksız yere baş
kaldırmışlar, iftira etmişlerdir.
M u ğ İ T e b. Şu’be:
dikleri haberi ulaşınca şairleri Muâz b. Cuveyn şu me&lde bir şiir söy
ledi:
«E y fedailer! Kendini AUah’a adamışların göç zamanı geldi.
Bilmeyerek günahkârlar ülkesinde bulundunuz. Hepiniz öldürü
leceksiniz.
Düşmanınıza karşı koyunuz. Boğazlanmayı beklemeniz sapık bir
görüştür.
Arkadaşlar, en doğru ve adaletli yolda gayeye ulaşmak için çar
pışınız.
Keşke ben de cins bir at üzerinde zırhlı ve silâhsız olarak aranız
da bulunsaydım.
Keşke sizinle beraber düşmanınıza saldırıp da ilk ölüm şerbetini
içen ben olsaydım.
Benim k ılıcım ı çekmem yüzünden, sizin korkup dağılmanız, sizin
cepheye koşup kırılmanız, benim ise bukağılanmış bir esir olmam ba
na acı gelmektedir.
İk i tara ] arasında tozlar havaya yükseldiği zaman, size hücum
edildiğinde yanınızda olabilseydim sizi desteklerdim.
Bugüne kadar nice topluluklar yenildi, taarruzlar yaşandı ve çağ
lar geçildi.»
Sonra Mustevrid' ve adamları Sevrâ’ya çekildiler ve orada konak
ladılar. O gece sayılan üç yüz kişi kadardı. Oradan da Surat'a geçti
ler ve bir gece de orada konakladılar. Durumdan haberdar olan Mu-
ğire, halkın ileri gelenlerini topladı ve isyancılann korku ve kötü
niyetle hareket ederek yine ayaklandıklannı açıkladı. Onların üstü
ne kimi göndermesinin uygun olacağını sordu. Adiy b. Hatem ayağa
kalktı ve «Hepimiz onlara düşmanız, fik irlerin i beğenmeyiz ve size
bağlıyız. Hangimize emretseniz gideriz» dedi. Ondan sonra Ma’kll b.
Kays ayağa kalktı ve «Burada bulunan kim i bu göreve getirseniz, em
rin izi yerine getirecek, anlan dağıtıp, ortadan kaldıracaktır. Fakat
ben öyle inanıyorum ki, bu işe benden daha uygun, onlara daha düş
man ve acımasız bir kimse bulamazsınız, beni görevlendiriniz» dedi.
M uğire; bu teklifi kabul etti.
M a’kil yanma Şia’dan seçme süvarilerden üç bin kişilik bir ordu
alarak Haricilerin peşine düştü. Medâln’e vardıklarında üç yüz kişi
lik bir birlik ile Ebû Ruvağ’ı öncü olarak gönderdi. Ebû Ruvağ’ın
birliği Haricîlerle el-Mizar denilen mevkide karşılaştı. Sabah olunca
Haricîlerin taarruzuna uğradılar ve dağıldılar. Birliği bozguna uğra
yan Ebû Ruvağ, askerlerine şöyle haykırdı: «Aptal süvariler, Allah sizi
kahretsin, geri dönün, saldınn.» Bu çağn üzerine dağılan süvariler,
toparlanıp ikinci bir hamle yaptılarsa da yine dayanamadılar ve ta
300 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İS L Â M T A R İH İ
Ubeydullah b. Ziyad:
Nâfi, bir müddet hapiste kaldıktan sonra bir yolunu bularak oradan
kaçmağa muvaffak oldu. Gizlice Dımaşk’a gelerek durumu Muâviye'
ye arzetti. Halife onu tekrar eski vazifesine iade edeceğine dair söz
verdi ise de, bu sırada İstanbul muhasarası devam ettiği için bu istek
tahakkuk ettirilememiştir. Ancak Yezid’in halife olmasından sonra
Ukbe, Kuzey Afrika’ya dönebilmiştir. Bu sırada İslâm donanmasının
G irit ve Sicilya adalarına karşı akınlan görülmektedir. Ancak bu akın
lar bir yıpratma siyasetinden ileriye geçememiştir.
dan sonra, o konuda yaptıkları hakkında mazur olur. Ben daha ön
ce sizinle konuştuğum zaman, bazılarınız kalkıp bana halkın önünde
itiraz ediyordunuz. Ben ise olanları hep hoş görür, ajlederdim. Şimdi
bir şey söyleyeceğim. Yemin elliyorum ki. eğer herhangi biriniz bura
da bana itiraz edip karşı çıkan bir söz söylerseniz, ikinci bir cümle
söylemeye fırsat bulamadan boynu kılıçla vurulur.» Muâviye, bundan
sonra muhafızlar komutanını çağırdı ve bu üç kişiden her birinin ba
şına kılıçlı iki asker dikmesini, eğer herhangi biri kendisi konuştuğu
zaman tasdik veya itiraz şeklinde bir kelime sariedecek olursa, orada
kafalarını uçurmalarını emretti. Oradan hep beraber çıktılar. Muâ
viye minbere çıkarak şöyle bir konuşma yaptı:
M u â v iy e ’ n in Bir Günü :
f1 M uâviye’nin Şahsiyeti:
g) M uâviye’nin Ö lüm ü:
Muâviye, Şam’da hastalandığında oğlu Yezid orada değildi. Muâ
viye, Dahhak b. Kays ile Müslim b. Ukbe’yi çağırtarak kendilerine Ye-
zid’e hitaben yazdığı vasiyetini teslim etti. Vasiyetinde şöyle diyordu:
ııOğlum , senin önüne çıkacak zorluk ve problemleri kaldırdım.
Düşmanlarını bertaraf ettim. Arapları itaat altına aldım. Senin için
hiç kimsenin yapamayacağı kadar servet biriktirdim. Hicazlılara dik
kat et! Onlar senin büyüklerindirler. Yanma gelenlerine ikram et.
320 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
«Muâviye, Arapların başı, sonu ,ve dedesiydi. Allah fitn eyi onunla
kaldırdı. M em leketleri fethettirdi. Onu halife yaptı, ne var ki Muâviye
öldü ve şunlar da onun kefenidir. Kendisini bu kefene sarıp mezarına
koyacak, amelleri ile başbaşa bırakacağız. Sonra kıyamete kadar sü
ren kargaşa gelecek. Eğer onu görmek istiyorsanız, bunu yapabilirsi
niz.»
%
2 — Y E Z ÎD B. M U Â V İY E (60 - 64/680 - 684)
Halife Olması:
şeklinde bir şiirle karşıladı. Hâni, «Mesele nedir?» diye sorunca şu açık
lamayı yaptı: «Ey Hâni! Evinde halife ve müslümanlar için düşünü
len şeyler nedir? M üslim ’i getirip evine alıyor, ona silâh ve asker top-
luyorsun. Bunların gizli kalacağını m ı sanıyorsun?» Hâni bu sözlere
itiraz edemedi. Bunun üzerine İbn Ziyad kendisinden Müslim'i teslim
etmesini istedi. Fakat Hâni, halkın kınamasından çekindiği için bunu
kabul etmedi. İbn Ziyad’ın emriyle tutuklanan Hâni, valinin sarayın
da hapsedildi. Bu durumu öğrenen Müslim adamlarına -aralarında pa
rolaları olan- «Y a Mansur/» diye bağırdı. O güne kadar Müslim’e biat
edenlerin sayısı on sekiz bin kişi olup bunlardan sadece Müslim'in
bulunduğu ev etrafında nöbet tutanlar dört bin kadardı. Halk Müs
lim ’in etrafına toplandı. Halkı ayaklandırıcı bir konuşma yapan Müs
lim valinin sarayına doğru hareket etti. Cami ve sokaklar insanlarla
dolup, taşıyordu. Bu arada valinin yanında otuz muhafız, yirm i kadar
Küfeli eşraf ailesi ve kölelerinden başka kimse yoktu. Eşrafla bir gö
rüşme yaptı ve daha sonra Kesir b. Şihab'ı çağırarak kendisine bağlı
adamlarıyla harekete geçip halkı Müslim’in etrafından koparmasını
söyledi. Muhammed b, Eş’as’a da kendisine bağlı kimselerle ortaya
çıkıp, kendilerine katılanların kurtulacağını ilân etmesini emretti. Di
ğer bir kısım eşraftan da aynı şeyleri istedi. Birkaç kişiyi ise yanında
alıkoydu. Eşraf valinin emrini hemen yerine getirdi. Bu arada sarayda
kalanlar da halkın karşısına geçerek devlete bağlı olanlarm koruna
cağını söylediler. İsyancıları tehdit ettiler. Bu durumu gören halk
dağılmaya başladı. Öyle bir dağılma oldu ki, camide Müslim'in yanın
da sadece otuz kişi kalmıştı. Nereye gideceğini şaşıran Müslim kaça
rak bir yere gizlendi. Fakat gizlendiği yeri öğrenen vali, Muhammed
b. Eş’as’ı göndererek yakalatıp getirtti. Müslim yakalanınca Muham-
med’e şöyle dedi:
c) H arre S a va şı:
arada onlara karşı hücuma geçersin.» Sonra babası Mervan geldi ve,
oAbdülmelik gelmedi m i?» diye sordu. Müslim, «Evet, geldi. Ona ben
zeyen çok az Kureyşli ile konuştum» dedi. Mervan şu karşılığı verdi:
uAbdülmelik'i görmen, beni görmen demektir.»
Müslim, Abdülmellk'in çizdiği taktik üzere ilerledi. Medine’ye ulaş
tığı zaman halkı çağırıp şöyle dedi: «Halife sizin ulu kişiler olduğunu
zu söyledi. Ben de kanınızı dökmek istemiyor, size üç gün süre veriyo
rum. Eğer pişman olur, af dilerseniz, sizi bağışlar, buradan ayrılarak
Mekke’ye giderim. Ama bu isyanı sürdürürseniz, başınıza geleceklerden
biz sorumlu değiliz.» Medineliler bu sözlere kulak asmadılar. Daha son
ra iki taraf arasında başlayan savaş çok çetin oldu. Ve bütün İleri
gelenleri öldürülen Medinelilerin hezimeti ile sonuçlandı. Müslim, Me
dine’de üç gün süreyle askerlerine herşeyi serbest bıraktı. İnsanlar öl
dürüldü, mal ve eşyalar yağmalandı. Sonra halk, Yezid'e biat etmeye
davet edildi. «A rtık onun kölesi olacaklar, o da onların mal, can ve na
muslarını koruyacaktı, sahipleri olacaktı.» Müslim, bunu kabul etme
yeni öldüreceğini açıkladı. Ali b. Hüseyin'in yanma geldi. Yezid'ln tav
siyesi gereği ona iyi muamele etti ve biat istemedi. Bu olay H. 63. se
nenin Zilhicce ayının son iki günü (29-30 Ağustos 683) meydana geldi.
İslâm tarihinin acı hadiselerinden biri de derin tesirler bırakarak
böylece sona erdi.
f) Y ezid'in Ö lüm ü:
Yezid b. Muâviye, H. 64 senesinin 14 Rebiulevvel’inde (10 Kasım
683) Şam'ın Havran köyünde 39 yaşında iken vefat etti. Yezid’in ha
lifelik müddeti, üç sene, sekiz ay, on dört gün sürmüştür.
Y e z i d ’in Ailesi:
Yezid, Utbe b. Rabia’nın kızı Ümmü Hâşim ile evlenmişti. Yezid’in
bu hanımından Muâviye ve Hâlid adlı iki oğlu oldu. Yezid’e Ebû Hâ
şim de denirdi. Sonra Abdullah b. Âmir in luzı Ümmü Kiilsüm ile ev
lendi. Bu kadından da Abdullah dünyaya geldi. Abdullah'ın Araplar
arasmda nişancılığı ile ünlü olduğu belirtilir. Ayrıca çeşitli cariyeler-
den küçük Abdullah, Ebû Bekr, Utbe, Harb ve Abdurrahman adlı oğul
ları dünyaya geldi.
3 — II. M U ÂV İYE B. Y E Z İD (63/684)
sesle bağırıyordu. Bunun üzerine Husayn: «Ben senin akıllı biri oldu
ğunu sanıyordum. Ben seninle gizli konuşuyorum, sen açığa vuruyor
sun. Seni halifeliğe davet ediyorum, sen ise harpte başka bir şey istemi
yorsun» diyerek onu terketti. Husayn, ordusuyla önce Medine'ye, ora
dan da Şam'a gitti. Şam’a vardıklarında Mu&viye b. Yezld’e biat edil
mişti. Muâviye’nin durumunu ise az önce belirttik.
Şam’ın hali bu idi, imam yoktu. Hicaz’da İse İbn Zübeyr vardı.
Irak’a gelince, Yezid’in ölüm haberi Irak valisi Ubeydullah b. Zlyad’a
ulaşır ulaşmaz, halkı camide toplayarak onlara şöyle hitap etti:
Muhtar, köprü savaşmda şehit olan Ebû Ubeyd’in oğlu olup Hz.
A li-M u â v iy e mücadelesinde faal olmasa bile Hz. Ali tarafını tutmuş,
Müslim b. Akîl’in çıkardığı isyana katılmış ve bu sebeple hapsedilmiş
tir. Kerbelâ vakasından sonra hapisten çıkan Muhtar, Mekke’ye dön
müş ve Abdullah b. Zübeyr’in ortaya çıktığı şuralarda herhangi bir
harekete katılmamıştır. Muhtemelen bu devrede ilerde girişeceği hare
ketin fikrî ve askerî plânlarını hazırlamıştır. Mekke’nin muhasarasın
da Abdullah'ın saflarında kahramanca dövüşmüştür. Muhtar, siyasi
emellerini tahakkuk ettirmek hususunda en müsait yerin. Şiflerin ço
ğunlukta bulunduğu Irak olduğunu bildiği için 684 y ılı ilkbaharında
K û fe’ye gitti. Bu şuada Küfe, Şiileri Süleyman b. Surad'ın idaresi al
tında idi. Muhtar, onun m aiyetine girmeyerek, kendisinin Hz. A li’nin
oğlu Muhammed b. el-Hanefiyye’nin veziri olduğunu ortaya attı. Va
zifesinin Hz. Hüseyin’in intikamını almak olduğunu ilân etti. Onun
etrafm da yavaş yavaş bir kalabalık toplanmağa başladı ise de Şiflerin
büyük bir kısmı ona itim at edemiyorlardı. Hattâ Medine’ye bir heyet
göndererek Muhammed b. el-Hanefiyye'den durumu sordular. Muham
med, bu heyete Hüseyin’in intikamını kim abrsa ona dua edeceğini
bildirince Kûfeliler Muhtar’a inanmak zorunda kaldılar. Bundan ce
saret alan Muhtar, faaliyetlerini artnınca vali tarafından hapsedildi.
Fakat hapis hayatı uzun sürmedi. Hapisten çıkar çıkmaz tekrar ha
rekete geçti. Bu şuada Süleyman b. Surad ölmüş ve Şiîler başsız kal
mıştı. Bu durum Muhtar’ın lehine bir gelişme idi. Çok geçmeden dev
rin en büyük komutanlarından İbrahim b. M âlik el-Eşter’i de bir hi
le ile kazandı. Artık açıkça ortaya çıkabilecek askerî güce sahip ol
muştu.
Muhtar, başlangıçta Şiilere dayanıyor ve onların düşünce ve inanç
larım benimser gözüküyordu. Fakat kâfi derecede kuvvetlendiğini far-
EMEVİLER DEVRİ 341
K û fe’de bir çok kimse, Hüseyin’in katline iştirak etmek veya onu
korumamakla itham edilerek idam edildi. Irak'ta karışıklıkların de
vam etmesi ve Muhtar’m açıkça olmasa bile Abdullah b. Zübeyr ile
ihtilâfa düşmesi Abdülmelik b. Mervan’ın işini kolaylaştırmıştı.
342 doğuştan günümüze.BÜYÜK İSLÂ M T A R İH İ
c) Abdullah b. Z ü b eyr:
dahale eden ciddî, sert ve fakat adaletli bir idarecidir. Onun aleyhin
de pek çok şey yazan tarihçiler bile, yirmi yıl süreyle büyük İslâm
devletinin yarışma kayıtsız şartsız hükmetmiş olmasına rağmen ölü
münde silâhlarından, Kur'an’dan ve birkaç yüz dirhemden başka hiç
bir mirası kalmamış olan bu şahsın pek ender görülen dürüstlüğüne
dil uzatmak imkânını bulamamışlardır. Haccac'ın teşebbüsüyle ger
çekleştirilen önemli işlerden birisi de K u r’an metninin harekelenme-
sidir.
Hz. Ebû Bekr ve Osman zamanlarında kitap haline getirilen Kur'-
an, harflerin noktasız olması ve harekelerin bulunmaması sebebiyle
ancak Arapçayı çok iyi bilenler tarafından doğru olarak okunabilmek-
te idi. Hele Arapçayı bitmeyen yabancıların K u r’an’ı okuması âdeta
imkânsızdı. Bu sebeple Haccac’ın teşvik ve yardımlarıyla Basra’da bir
birine benzeyen harfleri farkedilir hale getirmek için çeşitli noktalar
ve okumayı kolaylaştırmak için harekeler tespit edildi. Okuyanlar için
büyük kolaylık teşkil eden bu işaretler, Haccac zamanında her taraf
ta kullanılmaya başlandı.
Haccac, Velid’den sonra halife olacak olan Süleyman b. Abdül-
m elik’ten hiç hoşlanmaz ve bu hislerini de saklamazdı. Bu sebeple ken
disinin Velid’den önce ölmesi için dua ettiği rivayet edilmektedir. A l
lah, onun duasını kabul etmiş olacak ki 714 yılında vefat etmiştir.
lar ile, hak ve hukuk bakımından eşitlik elde etmek, cizyeden kurtul
mak ve o zamana kadar sadece Arap asalet sınıfının kaydedildiği ma
aş defterlerine ithal edilmek gayretiyle birleştirmiştir. Ona göre Hac-
cac, ihtida edenlerin, yani çok büyük olan yeni müslüman sınıfının,
cizyeyi, müslüman olmazdan önce olduğu gibi ödemek zorunda olduk
larını emretmişti. Bilindiği gibi fethedilen bölge sakinleri, cizye ver
mek şartıyla eski dinlerinde kalabilirler ve işlerini yürütebilirlerdi.
Müslüman olduktan sonra ise cizye alınmazdı. Fakat fetihleri takip
eden yıllarda müslüman olanların sayılarının artması ve bunun ne
ticesi olarak cizye ödememeleri üzerine, devlet gelirlerinde büyük bir
düşme olmuş ve Haccac, bu gelir kaybını önlemek maksadlyle Mevâ-
li'den cizye alma cihetine gitmiştir.
onlara itaat etme. Dünya işlerinde onlara gayet iyi davran» (1 ) buyur
duğunu biliyorsunuz. Yine Allah «insanlara güzel söz söyleyin» (2 )
buyuruyor.» Abdullah, bu sözlerden sonra Haricilere, akşama tekrar
gelmelerini, orada son sözünü söyleyeceğin' bildirdi.
Akşam olunca Hariciler tekrar ona gittiler. İbn Zübeyr, silâhını
kuşanmış olarak huzurlarına çıkıp bir konuşma yaptı. Bu konuşma
sında Osman, Talhâ ve Zübeyr'i övdü ve onlara yapılan hücumların
hepsine cevap verdi. Bunun üzerine Haricîler birbirlerine baktılar ve
orayı terkederek dağıldılar. Bir kısmı Basra’ya, bir kısmı da Yemâme’
ye gitti.
Basra’ya gidenler arasında Nâfi b. Ezrak da vardı. Bunlar, Nâ-
fl’yl kendilerine emir tayin etmişlerdi. Nâfi, onları Basra'dan alıp Ah-
vaz’a götürdü ve orada yerleştiler. Halktan kendileriyle münazara
edenler olduğu halde kimseye dokunmuyorlardı. Fakat daha sonra ha
lifenin âm illerini oradan kovup vergiyi kendileri toplamaya başladı
lar. N âfi b. Ezrak’m harbe iştirak etmeyenleri tekfir etmesi, çocuk
ları öldürmesi, müslümanlann kanını helâl sayması ve ülkeyi küfür
ülkesi olarak ilân etmesine kadar Hariciler aynı fikirde idiler.
Haricîler, guruplar halinde halka hücum etmeye başladılar. Halk
dağıldı ve Basralılarm sancağını Harise b. Bedr alarak bir müddet
onlarla savaştı. Fakat halk onu terketmişti. Buna rağmen arkadaşla
rından bazıları İle birlikte savaşmaya devam etti. Neticede Ahvaz’a çe
kilmek zorunda kaldı.
Bu yenilgi haberi Basra’ya ulaşınca, halk korktu ve Mühelleb b.
Ebî Sufra’dan başkasının Haricilerle başa çıkamayacağını düşünerek
durumu ona arz ettiler. Mühelleb, elde ettiği yerlerin idaresinin ken
disine verilmesi, Beytülmâl’den destek sağlanması ve istediği kimsele
ri seçebilmesi şartıyla buna razı oldu. Şartlarını kabul ettiler. O da
askerlerini seçti ve Haricilerin üzerine yürüdü. Haricîler, Basra’ya
yaklaşmışlardı. Onları merhale merhale uzaklaştırdı. Ahvaz’da Harici
ler ile çetin bir savaşa girişti. Basralılar da, Hariciler de kıyasıya sa
vaşıyorlardı. Hattâ Mühelleb'in sebatı ve cesareti olmasaydı, Basralı-
ların yenilmesi an meselesiydi. Mühelleb’in cesareti, onların moralleri
ni düzeltti. Böylece kuvvet kazanan Basralılar, canla-başla savaştılar.
Çok geçmeden Haricîlerin reisi Ubeyd b. Mâhuz öldürüldü ve Harici
ler bozuldular. Büyük bir kısmı öldürüldü. Kurtulanlar ise Kirman ve
İsfehan taraflarına çekildiler.
ladı. Sabah namazından öğleye kadar eşi görülmemiş bir şekilde savaş
tılar. Öğleden sonra iki taraf da çekildi. Berâ Mühelleb'e gelerek:
ııVallahi, oğulların gibi yiğit, süvarilerin gibi savaşçı asla görmedim.
Sana karşı savaşanlardan daha dayanıklı, daha sabırlı bir kavim de
görmedim. Sen vallahi, mazursun» dedi.
Mühelleb ikindi vakti, oğullan birliklerinin başında .olduğu hal
de, orduyu tekrar harbe sürdü ve önceki gibi çok çetin bir savaş ce
reyan etti. Berâ bunun üzerine Haccac'a dönerek hadiseyi bütün çıp
laklığıyla anlattı. Mühelleb on sekiz ay hiç bir şey elde edemeden on
larla savaşa devam etti.
Bu arada Harici karargâhında beklenmedik bir olay meydana
geldi. Süvarilerden biri, yine kendilerinden birini öldürdü. Haricîler,
K atariy’den bu adamı ele geçirip kısas olarak öldürmesini istediler.
Kâtariy: «Bunu yapmaya lüzum görmüyorum. Adam tevil edip hata
ya düştü. Onu öldürmeyi doğru bulmuyorum. O fazilet sahibi b irid ir»
dedi. Bu olay aralarmda anlaşmazlık çıkmasına sebep oldu. Kata-
riy b. el-Fucâe’yi emirlikten azledip yerine Abd-i Rabblh el-Kebîr’i
emir seçtiler. Bir kısmı ise hâlâ K atariy b. el-Fucâe’nin biati altmda
kaldığı için aralarında çatışma başladı. Haecac, bu anlaşmazlık anın
da onlara hücum edilmesini uygun görüyordu. Fakat Mühelleb, on
ların birbirlerini yenmesini ve zayıflam alarını bekliyordu. Haccac, Mü-
helleb’i istediği gibi davranmakta serbest bıraktı. Hariciler, bir ay
kadar birbirleriyle savaştılar. Sonunda Katariy, taraftarlarıyla çıkıp,
Taberistan tarafına gitti. Haricilerin çoğu da Abd-i Babbih el-Kebîr’e
biat ettiler.
Mühelleb, bunun üzerine onlara hücum ederek hepsini öldürdü.
İçlerinden çok az bir kısmı kurtuldu. Karargâhlarım yerle bir edip
orada bulunan her şeyi ele geçirerek kalanları esir aldı. Çünkü onlar
da diğer müslümanlan esir alıyorlardı. Bu konuda Kâbu’l-Aşkari’nin
Râmhürmüz ve Sabur harplerini anlattığı uzun bir kasidesi vardır.
Baş tarafı şöyledir:
lıştırır ve kıssalar anlatırdı. Bir gün onlara şöyle dedi: «B ilm iyorum
sis neden bekliyorsunuz ve ne samana kadar bekleyeceksiniz? Zu
lüm yayılmış ve adalet ortadan kalkmış iken, valiler halka te
peden bakıp Hak’tan uzak ve Allah’a isyan edercesine yoldan çık
mışken daha ne için bekliyorsunuz? Hazırlanın. Bâtılı inkâr edip Hak’
kı isteyen kardeşlerinize haber gönderin, gelsinler, görüşelim. Ne ya
pacağımızı düşünelim ve isyan edeceksek ne zaman edeceğimizi ka
rarlaştıralım .))
Bunun üzerine yazışmalar başladı. Şebib, Salih'e yazarak onu is
yan etmeye teşvik etti. Gelip Salih’in yanında toplanarak 77 senesi
nin Safer ayı başında (10 Mayıs 696) isyan etmeyi kararlaştırdılar.
Salih beraberindekilere: «A llah'tan korkun. Sisler hiç kimseyle sa
vaşmakta acele etmeyin. Ancak onlar sizinle harbetmek ister, size kar
şı savaşmaya başlarlarsa savaşın. Çünkü siz, Allah’ın hududu çiğne
nince, onun için gazaba gelip isyan ettiniz. Yeryüzünde isyan edip
helâl olmadığı halde kan döküldüğü, haksız yere mallara el konduğu
için isyan ettiniz. Hem adamları bunları yaptı diye ayıplıyor, hem
de kendiniz aynı şeyleri yapmak istiyorsunuz. Bunu sakın yapmayın.
Zira sizler yaptığınız her şeyden mesul olacaksınız.»
Bundan sonra on üç gün Dârâ’da kaldılar. Dârâlılar bunlardan
korunmak için tedbir aldılar. Aynı şekilde Nusaybin ve Sincar aha
lisi de kalelere sığındılar. el-Cezîre emiri Muhammed b. M ervan’a is
yan haberi ulaşmca, üzerlerine bin kişilik bir kuvvet gönderdi. Fakat
Hariciler, bu birliği kısa sürede dağıttılar. Bunun üzerine üç bin kişi
lik bir ordu daha gönderdi. Bu ordu Haricîleri yerlerinden söküp at
tı. Deskere'ye kadar kaçtılar. Haccac da bunların üzerine yeniden üç
bin kişilik bir ordu gönderdi. Hariciler bunlarla da savaştı, fakat bu
rada reisleri Salih b. Misrah öldürüldü. Bu defa başlarına Şebib geç
ti. Medâin’e gittiler. Sonra sürekli yer değiştirerek oradan oraya do
laşmaya başladılar. Sayıları iki yüzü geçmeyen bu Harici topluluğu
üzerlerine gönderilen bütün orduları peşpeşe mağlûp etti.
Bu başarılardan sonra Şebib, Haccac’ın kuvvetinden çekinmeye
rek K û fe’ye girdi. Önüne çıkanı öldürmeye başladı. Ortalığı fesada ver
di. Bütün bunlar Haccac, K û fe’de köşkünde iken vuku buluyordu.
Haccac, bunun üzerine halkı Haricîleri K û fe’den çıkartmak için yar
dıma çağırdı. Komutanlar toplandı. Bunu duyan Şebib, K û fe’den çık
tı. Haccac’m askeri de onu takibe başladı. Fakat bu askerler Şebib’e
bir şey yapamadılar. Her defasında yenildiler. Nihayet Haccac, Abdül-
melik’ten yardım istedi. Kûfelilerin bu işin altından kalkamadığım
bildirdi. Abdülmelik, dört bin kişilik bir orduyu Haricilerin üzerine
gönderdi. Haccac da Kûfe'den elli bin kişi çıkardı. Bu arada Şebib’in
EMEVÎLER DEVRİ 371
ordusu da bin kişiye ulaşmıştı. Garip olan şu ki, bu bin kişi elli bin
kişiyi mağlûp etti. Şebib, bundan sonra ikinci defa K ûfe’ye girdi ve
hattâ orada bir de mescit inşasına başladı. Haccac, artık bu işi bitir
mek istiyordu. Yardıma gelen Suriye ordusuna: «Ey Suriyelileri Siz
itaat eden, sabırlı ve şuurlu insanlarsınız. Şu pis insanların bâtılı, si
zin hakkınızı mağlûp etmesin. Gözünüzü yumun ve üzerlerine yer
den sürünerek gidip hücum edin. Şu topluluğu mızraklarınızın ucuyla
karşılayın» diyerek onları coşturdu. Askerler sürüne sürüne giderek
Şebib’in siperlerine kadar vardılar. Burada hep birden ayağa kalka
rak hücuma geçtiler. Savaş bir gün boyunca devam etti. Şebib'ln kar
deşi öldürüldü. Şebib de yenilgiye uğradı. Bu, Şeblb'in İlk yenüglslydl.
Karısı Gazale’y i bırakarak kaçtı. Karısı öldürüldü. Haccac arkasından
takipçiler gönderdi. Bunlar Şebîb'e Anbar’da yetiştiler ve iki birlik
arasında yeniden korkunç çatışmalar meydana geldi. Nihayet Şebib
savaş sırasında nehre düşüp boğuldu. Hariciler meselesi de böylece ka
panmış oldu.
K âb e ' n in Tamiri:
Karışıklıklar devrinin en önemli olaylarından biri de, Kabe’nin Hu-
sayn b. Numeyr’in muhasarası sırasında hasar görüp tam ir edilmesi
dir. H. 65 (684-6B5) yılında Abdullah b. Zübeyr yıkılmaya yüz tutmuş
olan Kâbe’yi yerle aynı seviyeye gelinceye kadar yıktı ve temelini kaz
dı. el-Hicr’i de Kâbe'ye kattı. Hacılar bu sırada tavafı temelin etrafın
dan yapıyorlar, namazı da temelin bulunduğu tarafa kılıyorlardı. Ha-
cerii’l-Esved’i ipek bir kumaşa sararak bir sandık içinde kendi evine
koydu. Ayrıca Kâbe'nin içindeki kıymetli eşya, ziynet, elbise, koku
ve diğer malzemeleri bina tamamlanıncaya kadar Beytullah’ın depo
suna, bekçilerin yanma koydu. el-Hicr’in Kâbe'ye katılmasının sebe
bi, annesi Esmâ’nın Hz. Âişe'den rivayet ettiği şu hadistir: « B ir gün
Rasûlullah şöyle buyurmuştu: «Senin ka im in küfürden yeni dönmüş
olmasaydı, Kâbe’yi yıkar, İsmail’in yaptığı temeller üzerine tekrar bi
na eder ve ona iki kapı yapardım.»
İbn Zübeyr öldürülüp, Haccac vali olunca el-Hicr bölümünün bu
lunduğu yeri yıkıp Kureyşliler zamanındaki durumuna irca etmiştir.
Kâbe’nin bugünkü hali Haccac ve îbn Zübeyr'in yaptıkları gibidir.
ge, çok kötü bir duruma düşmüş, İslâm kuvvetleri, Mısır sınırına ka
dar geri çekilmek zorunda kalmıştı. Tunus’un sahil kısımları Bizans'ın
kontrolüne geçti. İç kısımlar ise Bizans’a bağlı olmakla beraber, ya
rı müstakil bir durumda olan Kusayla adlı bir Berberi reisinin idare
si altmda bulunuyordu. Böylece müslümanlara karşı bir Berberî-Bi-
zans ittifakı oluşturulmuştu. Bu sırada Mısır valisi olan Abdülaziz b.
Mervan, merkezden yardımcı kuvvetler alamadığı için Kuzey Afrika’
ya karşı herhangi bir askeri harekâta girişemiyordu. Daha sonra Kay-
revan’ı da ele geçiren Kusayla, beş yıl kadar bu bölgede hüküm sürdü.
Abdülmelik, daha Abdullah b. Zübeyr gailesinin devam etmesine
rağmen Kuzey Afrika’daki gelişmeleri tehlikeli bularak kardeşi Ab-
dülaziz’e harekete geçme emri verdiği gibi, ayrıca merkezden de yar
dımcı kuvvetler şevketti. Züheyr b. Kays komutasmda meydana ge
tirilen bir ordu, Berka üzerinden Tunus’a doğru ilerlemeğe başladı.
Bu harekât Berberiler’in geri çekilmesine sebep oldu. Kayrevan, mü
cadele edilmeden Züheyr’in eline geçti. Kusayla, Kayrevan’m batısın
da müslümanlarm karşısına çıktı. Yapılan savaşta Berberîler ağır bir
mağlubiyete uğradılar. Kusayla savaş meydanında öldü (69/688).
Züheyr b. Kays’m bu başarılarını haber alan Bizans İmparato
ru II. Justinianus (685-695), Kuzey Afrika’da tekrar hâkimiyet kur
mak için İstanbul’dan bir donanma gönderdi. Sicilya’dan da takviye
kuvvetleri alan Bizans donanması, Kartaca’ya çıkarma yaptı. Bu sı
rada batıya doğru yürüyüşe devam eden Züheyr, süratle geriye döne
rek Bizans kuvvetleriyle karşılaştı. Yapılan çetin savaşta müslüman-
lar mağlup oldular. Züheyr de şehitler arasmda bulunuyordu. Müslü
manlarm Afrika’daki hâkimiyetini tekrar tehlikeye düşüren bu sa
vaşın tarihi kesin olmamakla beraber, 76 (695) yılında olduğu kuv
vetle muhtemeldir. Berberîler, müslümanlarm uğradıkları bu mağlu
biyetten istifade ederek isyan ettiler. Buna rağmen aralarında anlaşa
madıkları ve her kabile müstakil hareket ettiği için Kayrevan’da bu
lunan İslâm kuvvetlerine önemli bir zarar veremediler.
2. A n a d o l u ’ d ak i Fetihler:
3. Doğudaki Fetihler:
— Evet.
— Pekâlâ ben nasıl konuşuyorum, hata ediyor muyum?
— Evet, çok küçük bazı hataların var. Basan bir harf eksik veya
fazla söylüyorsun. «İn ne» yerine «Enne», «E n n e» yerine «İn n e »y i kul
lanıyorsun. Bunun üzerine Haccac:
— Sana üç gün m ühlet veriyorum. Eğer üç günden sonra Irak
topraklarında seni bulursam, öldürürüm , dedi. O da Horasan’a döndü.
85 (704) senesinde Haccac, Yezid’i Horasan valiliğinden azlederek, ye
rine kardeşi Mufaddal’ı tayin etti. Mufaddal zamanında, Badgis’e se
fer yapıldı ve fethedildi. Daha sonra Nem Ahurûn ve Şûman’a sefer
ler düzenlenip, zaferler kazanıldı. Mufaddal'm Beytülmâl diye bir şe
yi yoktu. O, kendine geleni dağıtır ve ganimetleri orduya taksim eder
di. Çok geçmeden Haccac, Mufaddal’ı da azletti ve yerine Kuteybe b.
Müslim’i Horasan valiliğine tayin etti.
1. V â s ı t ’ ı n Kuruluşu :
letine vali tayin ederek, ona her bakımdan destek olması, devlet İda
resinde adam seçmenin en güzel örneğini vermiştir. Haccac’ın sert tu
tumu ve çok kan dökmesi yüzünden onu tuttuğu için tenkide uğramış
ise de, Irak gibi fitne ve fesadın eksik olmadığı bir bölgede sükûneti
temin etmede bundan başka bir yol da herhalde pek bulunamazdı.
Abdülmelik, kendisinden sonra dört oğlu hilâfete geçtiği ve daha
sonraki Emevî halifelerinin yalnız ikisinin doğrudan doğruya ondan
neş’et etmediği cihetle « hükümdarlar babası» admı taşır. Ondan sonra
veliahtliğe Mısır valisi olan kardeşi Abdülazlz tayin olunmuş ve bu
sıfatla kendisine biat edilmişti. Abdülmelik, kardeşini vellahtükten
uzaklaştırmak İçin gayret sarfedlyordu. Onun ölümü Abdülmellk'e ra
hat bir nefes aldırmıştır.
6 — 1. V E L İD B. A B D Ü L M E L İK (8 6 - 96/705-715)
3. Anadolu Gazaları ve H a z a r l a r ’ la
Mücadeleler:
Haris, kıskanç, sert, buna mukabil mükemmel bir asker olan Mû
sa, Hassan’ın burada bıraktığı birlikler üzerinde kolaylıkla nüfûz ku
rabildi. Bu kuvvetleri yeni müslüman olan Berberi savaşçıları ile tak
viye eden Mûsa, süratli bir yürüyüşle Atlas Okyanusu kıyılarına ulaş
tı. Bu zafer yürüyüşünün teferruatı hakkında kaynaklarda yok dene
cek kadar az bilgi bulunmaktadır. Sadece Kuzey Afrika'nın Tanca'ya
kadar ve iç kısımların Sicilmasa’ya kadar fethi, her halde 706 - 709 yıl
lan arasında olmuş olmalıdır. Bu fetihlerin fazla zayiat vermeden ger
çekleştiği anlaşılmaktadır. Kuzey Afrika’nın batı taraflarında oturan
Berberi kabileleri, doğudaki kardeşlerinin Islâm iyeti kabul ettikleri
ni görünce onlar da fazla mukavemet etmeden bu dini kabul ettiler.
Yalnız, Bizans'ın elinde bulunan Septe (Ceuta) bölgesi, sert bir şe
kilde mukavemette bulunmuşlardır.
710 y ılı Temmuzunda Julianus’un gem ileri ile güney İspanya’ya bir
akın yaptı. Burada hâlâ onun adım taşıyan T ârifa şehrine çıkartma
yaptı ve zayiata uğramadan büyük bir ganimetle geri döndü. Böyle-
ce cesaretleri artan müslümanlar, bu defa Mûsa’nın azatlısı olduğu
kaydedilen Târik b. Ziyad komutasında yedi bin kadar Berberi ve üç
yüz kadar da Arap savaşçısından meydana gelen müslüman ordusu
boğazı geçerek sonradan kendi adını alan Cebel-i Târik (eski adı
Calpe) kıyılarını ele geçirdi. Donanması pek küçük olduğu için, alın
ması pek zor olan bu kayalıklarda tutundu ve diğer birliklerinin ya
vaş yavaş gelmesini bekledi. Sonra ülkenin içine dalarak Janda (Han
da) gölü kenarına kadar ulaştı. Târik, boğazı geçtikten sonra bütün
gemileri yaktırmış ve böylece geriye dönme ihtim alini ortadan kaldır
mıştı.
İslâm kuvvetleri İspanya’ya geçtikleri sırada Vizigotlar’m başın
da Roderich adlı bir kral bulunuyordu. Yabancı tarihçiler, bu sırada
İspanya'da taht kavgaları olması sebebiyle Vizigotlar'm müslüman-
lara karşı kuvvetli bir orduyla çıkamadıklarını belirterek mağlubiyeti
hafifletm eye çalışmaktadırlar. Bu gibi iddialar kaynakların kesin ola
rak teyid etmediği, büyük neticeli savaşlardan sonra her zaman or
taya atılan iddialardan ibarettir. Müslümanlar ile Vizigotlar arasın
daki büyük savaş 28 Ramazan 92 (19 Temmuz 711) tarihinde bugün
Salado adını taşıyan Vadi Bekka suyu kenarmda yapıldı. Roderich’in
komuta ettiği ve sayıca müslümanlardan oldukça kalabalık olan Vi-
zigot ordusu zırhlı ağır piyadeden ibaretti. Buna karşıhk müslüman
lar hafif teçhizatlı süvari idiler. Sekiz veya 01i gün devam eden sa
vaşta K ral Roderich’in büyük bir şecaatle dövüştüğü İslâm kaynakla
rında zikredilmektedir. Hattâ bir ara Târık’ın kuvvetlerinde bozgun
emareleri görüldü. Bu sırada Târık’m öne atılarak, « Ey gaziler, ga fil
ce nereye kaçıyorsunuz? Önünüz düşman, arkanız deniz. Denizde bo
ğulmayı m ı, yoksa şehit olmayı m ı istersiniz?» tarzındaki hitabından
sonra birlikleri onu takip ederek Vizigotlar’ı ağır bir yenilgiye uğrat
tılar. K ral Roderich’in ise ne olduğu bilinmemektedir.
Velid, babası gibi bir efendi, bir hâkim gibi davranır ve buna bil
hassa dikkat, ederdi. Devletin bütünlüğü söz konusu olduğu zaman
asla merhamet göstermezdi. Büyük bir cevvaliyet ve basiretle geniş im
paratorluğunun iç ve dış politikasını idare etmesini bilmiştir. Babası
ve kendi zamanında Irak umumî valisi sıfatıyla kayıtsız şartsız gü
vendiği Haccac'm yolunu takip etti. Abdülmelik, Haccac, Velid, bu
üç şahsiyet daha önce Muâviye ve Ziyad b. Ebih’in tutmuş olduğu is
tikametten aynlmayarak, mütemadiyen iktidardaki hanedanın yıkıl
396 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
a) Dahilî D urum :
b) İstanbul'un M uhasarası:
a) İç ve Dış O la y la r:
Medine’de doğmuştur. Babası Abdülaziz, uzun yıllar Mısır valiliği
yapmıştır. Anne 4arafmdan Hz. Ömer’den gelmektedir. Hayatm ın bü
yük bir kısmını Medine'de geçirmiştir. Hz. Peygamber’in şehrinde
iyi bir tahsil ve terbiye görmek üzere babası tarafından Medine’ye
gönderilmiş ve babasının ölümüne kadar orada kalmıştır (704). Ha
life Abdülmelik, onu Dımaşk’a getirmiş ve kızı Fâtım a ile evlendir-
miştir. Ömer, halife Velid tarafmdan 706 yılında Hicaz valiliğine ta
yin edildi, bunun üzerine doğup büyüdüğü şehre gelerek yerleşti.
Umumiyetle tamamen keyfi bir tarzda hüküm süren diğer vali
lerin aksine Ömer, şehre gelir gelmez hadis bilen on dindar kimse
den bir meclis kurdu. Bütün mühim işleri bunlarla görüşüp karara
bağladıktan sonra yapıyordu. Ayrıca bu on kişiye, memurları yakın
dan kontrol etme selâhiyeti de vermişti. Onun yumuşak ve âdil ida
resi sayesinde, Mekke ve Medine Haccac'm sıkı idaresinden kaçan
ların sığmağı haline geldi. Bu sebeple Haccac ile araları açıldı ve
onun isteği üzerine Ömer, Hicaz valiliğinden 93 (711-712) yılında az
ledildi. Buna rağmen itibarım kaybetmedi. Recâ b. Hayva’nm des
teği sayesinde veliaht tayin edildi. Halife Süleyman'ın vefatı üzerine
durum ortaya çıkınca Abdülmelik’in iki oğlu Yezid ve Hişam itiraz
ettiler, fakat bunların itirazı ciddî bir durum meydana getirmedi ve
Ömer’e herkes biat etti.
Ömer b. Abdülaziz, halife olur olmaz İstanbul’u muhasara etmek
te olan Mesleme komutasındaki orduya derhal muhasarayı kaldırarak
merkeze dönme emrini verdi. Mesleme, bu emri derhal tatbik sahasına
koyarak kuşatmayı kaldırdı. Zaten ordu tükenmiş bir durumda idi.
Dönüş de oldukça sıkıntılı geçti. Aynı zamanda daha önce fethedilmiş
olan ve içine bir garnizon yerleştirilmiş bulunan Tuvana'nın terkini
ve şehrin tahribini emretti. Bunun üzerine Tuvana tahrip edilerek
terkedildi. Buraya yerleştirilmiş olan birlikler M alatya’ya geldiler.
Gerek İstanbul muhasarasının kaldırılması ve gerekse Anadolu
içlerinde müstahkem bir mahal olan Tuvana’nın terki, yeni halifenin
Bizans'a karşı yapılmakta olan gazaların durdurulmasını istediğini
EMEVİLER DEVRİ 403
(1 ) Geniş bilgi İçin bkz. Ahm et EMİNOĞLU, Ömer b. Abdülaziz, İst. 1984:
İmadüddln Halil, Ömer b. Abdülaziz Dönemi ve İslâm İnkılâbı, İst. 1984
(2) Suyûti. Tarlhu'l-Hulefâ, 156
EM EVİLER DEVRİ 407
c) Ş a h siyeti:
a) Y ezid b. M ühelleb'in İs y a n ı:
H alifeliğini müteakip, gerek Yezid'in idaresi ve gerekse sonraki
devir üzerinde önemli tesiri olan bir hadise ortaya çıktı. Yezid, Hac-
cac ile yakın münasebetler kurmuş ve onun yeğeni ile evlenmişti.
Hattâ bu hanımdan doğan bir oğluna Haccac adım vermişti. Ona olan
bu yakınlığı sebebiyle, Haccac’m ailesine ve yakınlarına fena muame
lede bulunmuş olan Süleyman'ın gözde adamı Yezid b. Mühelleb’e düş
manca hisler besliyordu. Yen i halifenin kendi hakkmdaki hislerini
gayet iy i bilen Yezid b. Mühelleb onun halife olduğunu duyar duy
maz hapisten kaçtı. Diğer bir rivayete göre hapisten kaçma keyfiyeti
Ömer’in hastalığı sırasında olmuştur. Hapisten kaçan Yezid, ailesinin
mensup olduğu Ezd kabilesinin bulunduğu Basra'ya gitti. Vali Adiy
b. Ertad onu şehre sokmak istemiyordu, hattâ şehir dışında onu kar
şıladı. Fakat herkes valinin değil Yezid’in emirlerine tâbi olduğunu
açığa vurdu. Böylece Basra’ya yerleşen Yezid, burada merkeze bağlı
kâfi derecede Suriyeli birlik bulunmaması sebebiyle hazırlıklarını ko
layca tamamladı.
Yezid b. Mühelleb, Arap kabileleri arasındaki rekâbetten fayda
lanarak Ezd ve Rebîa kabilelerini kendi tarafına kazandı. Tem im ve
Kays kabileleri valiyi destekleme karan aldılar. Fakat yapılan ilk mü
cadelede valinin basiretsiz hareketi sebebiyle Yezid’in karşısında tu
tunamadılar ve dağıldılar, vali esir edildi. Bundan cesaret alan Yezid,
halkı, Allah'ın kitabı ve Hz. Peygamber'in sünneti namma Suriyeli
lere karşı, Türk ve Deylemlilere karşı yapılacak olanlardan çok daha
lüzumlu ve sevap getirecek bir mücadeleye davet etmeye başladı.
Bu sırada Basra'da yaşayan ve Ömer b. Abdülazlz’in yakın dost
luğunu kazanmış olan Haşan el-Basrî, Yezid’in bu davetine itiraz
EMEVİLER DEVRİ 415
b) Devrindeki F etih le r:
c) Kısaca Şahsiyeti:
F. : 27
10— H İŞ A M B. A B D Ü L M E L İK (105 -12 5 /72 4 -7 4 3)
a) İç Olaylar :
Hişam, hiç bir hususta kardeşi Yezid’e benzemiyordu. Dikkatli,
namuslu ve iyi bir devlet adamı idi. Bu bakımdan hilâfete geçer geç
mez, devletin idari kademelerinde değişiklikler yapmaya başlamıştır.
İlk icraatı, devletin doğu eyaletlerindeki Kays kabilesinin baskısını
hafifletm ek için Irak valisi Ömer b. Hubeyre’y i azletmek olmuştur.
Onun yerine tayin edilen Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, kuvvetli bir ka
bileye mensup olmadığı için Irak'ta başlamış olan kabileler arasın
daki rekâbette tarafsız kalmıştır. Haccac’m yanında yetişmiş olan
ve onun teşviki ile bir müddet Mekke valiliğinde bulunan Hâlid, Sü
leyman'ın halife olmasıyla memuriyetinden azledilmiş ve Hişam’ın
hilâfete geçmesine kadar herhangi bir göreve getirilmemiştir. Uzun
süren valiliği esnasmda Irak’ı, Ziyad ve Haccac zamanında olduğu
gibi sükûnete kavuşturmaya çalışmış, bunda bir dereceye kadar ba
şarılı olmuş ve fakat az bir zaman sonra bütün direnişine rağmen,
tarafsızlığını koruyamamış ve Yemen kabileleri tarafını tutmaya mec
bur edilmiştir. O da Haccac gibi ziraate çok önem vermiş, muhtelif ka
nallar açUsmış, bataklıkların kurutulmasına çalışmış, ancak bu sa
yede elde edilen gelirin büyük kısmını kendisi almıştır. Bu sebeple
de epeyce düşman kazanmıştır. Hâlid'in m uhalifleri onu hnstiyan ve
yahudileri fazla korumakla itham etmektedirler. On beş yıl kadar
devam eden valiliği sırasında Emevî hanedanına mensup bazı kim
selerin de düşmanlığını kazanınca, halife nezdinde yapılan aleyhte
propaganda tesirini gösterdi ve Hâlid 738 yılında azledildi.
Hâlid’in valiliği sırasında Irak’ta uzun sükûn yıllarının hüküm
sürmesine mukabil halefi Yusuf b. Ömer zamanmda tehlikeli bir is
yan patlak verdi. A li evlâdından Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali, ailesi-
EMEVİLER DEVRİ 410
b) M averaünehr’deki F etihler:
d) Anadolu G a z a la rı:
e) Ispanya'daki Gelişmeler ı
man, bu seferinde daha önce takip edilen istikameti değil, batı yolu
nu takip etmiştir. Bordeaux önlerinde müslümanlan karşılayan Eu-
des mağlup olarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bordeaux’yu ele geçi
ren Abdurrahman, buradan kuzeye yönelerek Poitiers'ye kadar iler
ledi. Eudes, müslüman kuvvetlerini durdurmak için Fransa kralı Char
les M artel'in yardımına müracaat etti. Ramazan 114 (Ekim 732) ta
rihinde Poitiers yalanda Abdurrahman, Charles M artel komutasında
ki Frank ordusu ile karşılaştı. Birkaç gün süren çarpışmalardan son
ra müslümanlar şiddetli bir umumi hücumda bulundular. Fakat ta
mamen zırhlı olan Frank kuvvetlerini mağlup edemediler. Bu çarpış
malar sırasında Abdurrahman şehit düştü. İslâm kuvvetleri, başko
mutanlarının şehit düşmesi üzerine geceleyin savaş meydanım ter-
kettiler.
Meşhur İngiliz tarihçisi Gibbon, bu savaşta müslümanlar galip
gelmiş olsalardı neler olacağım şöyle tasavvur etmektedir:
«O zaman belki şimdi Ozford’da K u ta n tefsir edilecek ve sünnet
edilmiş m illetin önünde minberlerde Muhammed’in dininin kutsiyeti
ve doğruluğu ispat edilecekti. F ra n k la tın hnstiyan Avrupa için gör
dükleri iş büyüktü. Fakat ne olursa olsun BizanslIlar doğuda onlar
dan çok daha önemli işler görmüşlerdir.»
Müslümanlar, bu başarısızlığa rağmen tam mânâsıyla geri püs
kürtülmüş değillerdi. Bizzat halife Franklar’a karşı savaşı hırs ve
gayretle destekliyordu. Abdurrahman el-Gafıki’nin halefi Abdülmelik
b. Katan, Franklar’a niçin taarruz etmediği hususunda sorguya çe
kildi. Abdülmelik, buna uygun olarak yürüyüşe geçti, fakat çok llerle-
yemedi. Preneler’de yerleşmiş olan hnstiyanlar onun ilerleyişine mâ
ni oldular. Bu başarısızlık sebebiyle Hişam, onu azlederek yerine Uk-
be b. Haccac'ı tayin etti (73S). Ukbe, bir müddet iç durumu düzelt
mekle meşgul oldu. Nihayet harekete geçip Saragossa’ya geldiği za
man, eline Berberiler tarafından çıkarılan bir isyanın bastırılmasına
yardım etmesi için Afrika’ya çağıran mektuplar geldi.
Halife Ömer b. Abdülaziz’in ölümünden sonra tekrar haraç ver
meye mecbur edilen Berberiler, Arap idarecilerinin kendilerine âde
ta köle muamelesi yapmalan neticesinde infial halinde idiler. Önce
halife Hişam’a müracaat ederek bu haksızlıkların önlenmesini iste
meye karar verdiler. Fakat halife bunların elçilerini huzuruna kabul
etmedi. Bu adaletsiz tutumun yanında Berberiler arasında yoğun bir
şekilde Harici propagandası da yapılıyordu. 740 yılında Fas’tan Kay-
revan’a kadar uzanan geniş sahada büyük bir isyan patlak verdi. A f
rika emirleri bu isyan karşısında çaresiz kalmışlardı. Ukbe b. Haccac’
ın Ispanya’dan yaptığı yardımlar da bir netice vermeyince halife Hi-
EMEV1LER DEVRİ 425
f) Hişam ’m Şahsiyeti:
H alife Hişam'ın yirmi yıl kadar devam eden iktidarı esnasında
askeri bakımdan bazı başarılar kazanılmasına rağmen, onun takip
ettiği m âlî politika Emevi hanedanının y ıkılm asına zemin hazırlamış
tır. En büyük kusuru servet toplama hırsı idi. Devleti, gelir getiren
bir çiftlik addediyordu. Valileri, ona mümkün olduğu kadar çok vergi
göndermek zorunda idiler. Bu paralan toplamak için başvurduktan
usullere kayıtsız kalıyordu. Maveraünnehr, Afrika ve Ispanya'daki te-
bea onun bu tutumu neticesinde ümitsizliğe düşmüştü. Hiç bir yerde
sevilmemişti. Kendisine hürmet ettirmesini bilmesine rağmen, insan
lar üzerinde müessir olamıyordu. Dindarlan rencide edecek bir hali
yoktu. Gayr-ı müslimlere karşı da müsamahalı davranıyordu. Kala
balıktan, debdebeli saray hayatmdan hoşlanmadığı için, Dımaşk yeri
ne Rusâfe’de oturuyordu. Maliye dairesi onun devrinde en İyi çalı
şan müesseselerln başında geliyordu.
Hlşam, bütün zamanını çalışmaya hasrederdi. İç yönetim saha
sında her tarafta başarısızlığa uğramıştı. Bu sebeple geniş devleti
teslim aldığı zamandan çok daha ümitsiz bir durumda terketmlştlr.
Abbasi propogan dasının onun zamanında alevlenmesi tesadüf değil
dir. Halife Hişam, 6 Rebiulahir 125 (6 Şubat 743) tarihinde vefat et
miştir.
11 — II. V E L İD B. II. Y E Z İD (125 -12 6 /74 3 -7 4 4)
II. Velid'in hilâfeti elinde tutuşu bir lânet, bir musibet olarak
değerlendirilmektedir. Buna rağmen II. Velid'in öldürülmesi Emevi
hanedanının hâkimiyetinin sona erdiğini haber veriyordu. Bizzat
Umeyye ailesi mensuplan, şimdiye kadar kendi 6Ulâlerlne dalma sa
dakat göstermiş olan Suriye’de, hilâfetin itibarım'sarstıktan için eya
letlerdeki karışıklıklar artık önlenemez hale gelmişti.
12 — I I I . Y E Z İD B. I. V E L İD (126/744)
III. Yezid Dımaşk’ta resmî biat esnasmda H. 126 (17 Nisan 744),
kendisine Ömer b. Abdülaziz'i örnek aldığım, inşaat yapmamayı, ka
nal açtırmamayı, servet biriktirmemeyi, bir eyaletten elde edilen pa
rayı sadece bu eyalet ihtiyaçları için harcamayı, ne kendilerinin ne
de karılarının fena yollara sapmamalarım sağlamak için askerlik mü
kelleflerini gereğinden fazla savaş yerlerinde tutmamayı, gayr-ı müs-
lim arazi sahiplerine ümitsizlik ve perişanlıkla evlerini ve arazilerini
terketmemeleri için ağır yükler yüklememeyi ve her zaman için za
yıfların kuvvetlilerden ettiği şikâyetleri dinlemeyi tekeffül ettiği uzun
bir nutuk söyledi:
«E ğer bunları yapmazsam, beni azledebilir veya cezalandırabilir
siniz, benden daha lâyık bir kimse varsa, başınıza getirin, ona ilk biat
edecek kişi ben olacağım » diyerek nutkunu bitirdi.
Yezid, tam mânâsıyla Yem en kabilelerine, özellikle de K elb kabi
lesine dayanıyordu. Çevresinde Kays kabilesine mensup kimse bulun
muyordu. Irak valiliğine gözünü budaktan sakınmayan Mansur b.
Cumhur’u tayin etti. Mansur, Irak’ta halife değişikliği sebebiyle her
hangi bir kargaşalığın çıkmasına meydan vermedi. Sicistan ve Sind
eyaletleri de aynı şekilde I II. Yezid’in halifeliğini tanıdı ve buraya va
li olarak bir K elbli getirildi. M ısır da biat eden eyaletler arasında yer
alıyordu. Horasan’da Nasr b. Seyyar, Ermeniye ve Azerbaycan’da Mer-
van b. Muhammed, yeni halifeyi tanımamakla beraber, bir harekete
geçmektense beklemeyi tercih ettiler. Çok beklemeye de lüzum kal
madı. Yezid 12 Zilhicce 126 (25 Eylül 744) tarihinde öldü. Kendisine
halef olarak kardeşi İbrahim b. Velid’i tayin etmişti.
13 — İB R A H İM B. I. V E L İD (128-127/744)
E M E V lL E R D Ö N E M İN D E F İK İR H A R E K E T L E R İ
İSLÂM VE F IR K A LA R
1— ŞİA
A. Ş İA ’N IN DOĞUŞ SEBEPLERİ
terip, meyvesini u n u ttu la r» dedi. Hz. AH, söz konusu hadisten «akra
balık» unsurunu çıkarmış ve halifenin Hz. Peygamber’in yakın akra
balarından olmasının daha uygun olacağını düşünmüştü.
H ilâfet için Hz. Peygamber’e akrabalık tercih sebebi sayılırsa, Hz.
Ali, Hz. Peygamber’e Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’den daha yakın ol
maktaydı. Fakat Hz. Ebû Bekr ve Ömer’in bu hadisten, akrabalığı de
ğil, Kureyş'in güç ve itibarının tercih sebebi olacağını anladıkları
açıktır. Çünkü Kureyş, Araplar arasında gücü ve sözü geçerli bir ka
bileydi. Otoritesine boyun eğilir, itaat edilirdi. Nitekim, Hz. Ebû Bekr,
Beni Saide sakifesinde yaptığı konuşmada, bu kanaatini bizzat, « Bu
nunla beraber biz, nesep bakımından Arapların en ortasıyız» diyerek
açıkladı. Hz. Ömer de bu yöndeki görüşlerini, « Şayet Kureyş K eler
deliğine girse, Araplar da g i r e r » ( l ) ifadesiyle bildirdi.
Hz. Ebû Bekr ve Ömer, üstün ahlâklarıyla hiç bir zararh fikrin
kendi devirlerinde ortaya çıkmasına ve yayılmasına fırsat vermeyerek
âdeta Asr-ı Saadet'i devam ettirdiler. Onların döneminde müslüman-
lar, büyük bir huzur içinde yaşadılar. İslâm'ın gücü Arap yarımadası
nın dışına kadar yayıldı.
Hz. Osman’m hilâfet dönemi ise, aynı huzur ve sükûnet içinde
geçmedi. Biraz yaşlılığı, biraz da halim selim olması sebebiyle İslâm ’da
ilk muhalif hareketlerin onun döneminde ortaya çıkmaya ve güçlen
meye başladığını görüyoruz. Burada, İslâm’ı içten yaralamak amacıy
la müslümanlığı kabul etmiş gözükerek çeşitli fitne hareketlerini or
ganize eden yahudi asıllı Abdullah b. Sebe sahneye çıkıyor. (2) İbn
Sebe ile ilg ili bilgiler, onun müslüman görünerek İslâm’ı içten yık
mayı amaçlayan bir münafık olduğunu gösteriyor.
Abdullah b. Sebe, Hz. Osman devrinde iki gurubu görüyordu. Bun
lardan birisi^ halifenin tutumuna karşı çıkıyor, yaptıklarını eleştiri
yor ve bu görüşlerini İslâm! bazı kaynaklarla desteklemeye gayret
ediyordu. Diğer gurubu ise, halifeye bağh ve İdaresinden hoşnut olan
lar teşkil ediyordu. İbn Sebe, asü hedeflerine ulaşmak İçin halifeye
muhalif olanların tarafını tutmayı uygun buldu. Şia tarihinde Abdul
lah b. Sebe’nin iki önemli işi gerçekleştirdiği söylenebilir:
B. A B D U LLA H B. SEBE’N İN İŞ İN } K O L A Y L A Ş T IR A N
SEB EPLER :
Ayrıca, Abdullah b. Sebe'nin amacına ulaşmasına yardım eden ba
zı sebepler de vardır. Bunlar:
1 — Hz. Osman’m yakınlarına karşı tutum ve davranışları ile
bazı hareketleridir. Öyle ki bu durum, Hz. Osman’ı, önceki iki halifey
le karşılaştırıldığında savunulamaz hale düşürmüştür.
2 — Hz. Peygamber’in Ehl-i Beyt’ini destekleme arzusundan, sev
gisinden ve onlara yardımcı olabilme duygusundan doğan tabiî eği
limdir.
3 — Hz. A li’nin güzel ahlâkı, derya gibi bir ilme sahip olması ve
İslâm’ın yayılması için gösterdiği emsaline ender rastlanan kahraman
lıklarının bilinmesidir.
4 — «Hz. A li’nin lâyık olduğu halifelikten uzaklaştırılarak, hak
sızlığa uğratıldığı» kanaatinin kamuoyunda giderek üzüntü veren bir
konu haline gelmesidir.
Hz. Ebû Bekr ve Ömer devirlerinde, onların İslâm’a hizmetleri,
Hz. Peygamber’e yakınlıkları ve hilâfete lâyıkıyla ehil olmaları sebe
biyle Hz. A li’nin durumu, halkta büyük bir üzüntü kaynağı olmamış
tır. Ancak Hz. Ömer’den sonra Hz. A li’nin halife olacağına dair halk
ta bir beklenti mevcuttu.
Hz. Ömer’in vefatından önce bizzat Hz. Ömer tarafından belirle
nen altı kişilik Şûra ise, konuyu görüştü ve oylar eşit çıkınca üye
lerden Abdurrahman b. A vf'ı hakem tayin etti. Abdurrahman b. A v f
da Hz. Osman’ı tercih edip, halife seçtiğini ilân etti. Bunun üzerine
Hz. Ali'nin, « Bugün aleyhimize hareket ettiğiniz ilk gün değildir» di
yerek, «A rtık bana düşen güzelce bir sabır. İddialarınız karşısında an
cak A llah'tan yardım is te n ir.n (l) meâlindeki âyeti okuması ve biz
zat haksızlığa uğradığı kanaatini ifade etmesi halkın çoğunluğunu bü
yük üzüntüye şevketti. İbn Abd-i Rabbih’in rivayetinde ise, Hz. Ömer’
in vefatım takip eden Şûra olayı hakkmda Hz. A li’den şu sözler nakle
dilmiştir: uAbdurrahman b. A v), kendisini bu işten hariç tutacağına
ve halkın um um i arzusu istikametinde bir halife seçeceğine dair bi
ze söz vermişti. Ancak, elini Osman'a uzatıp ona biat etti. Ey Allah’
ım ! Buna üzülmedim dersem muhakkak ki, yalan söylemiş olu-
r u m .»(2 )
5 — Hz. A li’nin hilâfeti esnasında K û fe’yi başkent edinmesidir.
Küfe, bu tarihten itibaren Şiîliğin merkezi olmuştur. O sırada Küfe,
dini terkettlklerl İçin Zeyd b. A li’nin verdiği rivayet edilir. Hz. Ebu
Bekr ve Hz. Ömer'i terk ettiklerinden dolayı bu İsmi aldıkları da ri
vayetler arasındadır. Ancak Hz. A li'yi Hz. Osman'a tercih edenler İse.
Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer’in halifeliğini zaten kabul etmemektedirler.
Bundan dolayı Şia olarak isimlendirilmişlerdir. Bkz. el-Ikdu i-Ferid,
IV. 404
(1) îbn Abd-1 Rabblh, el-Ikdu'l-Ferîd, II, 409-410
(2) Ahmed Emin, Fecru’l-İslâm , 276-277
EMEVÎLER DÖNEMİNDE F İK İR HAREKETLERİ 441
«İlâ h » olarak nitelemiş oluyordu. Hz. Ali, İbn Sebe'yi Medâln'e sür
dü. (1) Her ne kadar sürgün cezasını az bulanlar olsa da, bunun İzahı
vardır. İbn Sebe, fışkını açıkça ortaya koymamıştır. «Sen! Seni» di
ye söylediği cümle, sapık maksadım açık olarak ifade etmemektedir.
Fakat daha sonra sapık maksattan açıkça ortaya konulunca Hz. AH
olanca gücüyle ve şiddetle bunlara karşı koymuştur. İbn Hazm, bunu
şöyle anlatır: Abdullah b. Sebe’ye mensup bir gurup Hz. Ali'ye gele
rek, «Sen O’sun» dediler. Hz. A li de onlara, «O dediğiniz kimdir?»
diye sorunca onlar da: «Sen Allah'sın» diye mukabele ettiler. Hz. Ali,
onların sözüne derhal karşı çıktı ve yakılmak suretiyle İdamlarına
hükmetti. Hz. Ali'nin hükmü derhal infaz edildi. (2)
— Muhammed b. Hanefiyye ve oğlu Ebû Hâşim’in, M uhtar ve
Abdullah el-Kindî ile mücadelesi ■
Muhtar, her yerde kendisinin, Muhammed b. Haneflyye'nln adam
larından ve samimi taraftarlarından olduğunu iddia ediyordu. İmam-ı
Muhammed, onun saçmalık ve sapıklıklarım öğrenince ondan uzak
olduğunu dostlarına ve halka açıkladı. Bu da Muhtar’m etrafında bu
lunanların dağılmasına, kendisinin yenilgisine ve ölümüne sebep ol
d u .^ ) ■
Muhammed b. Hanefiyye’nln ölümünden sonra yerine oğlu Ebû
Hâşim geçti. Onun vefatmdan sonra da Abdullah b. Amr b. Harb
el-Kindî, Ebû Hâşim’in yerine geçtiğini iddia etti. Fakat sonraları doğ
ruluktan sapınca, Ebû Hâşim’in taraftarları karşı çıkarak onu bu
makamdan uzaklaştırdılar. (4)
— Muhammed el-Bâkır ve Ebû Mansur e l-tc li:
Ebû Mansur, Şiflerin sapıklanndandı. Bir yandan Bâkır’ın imam
olduğunu ileri sürüyor, diğer yandan da onun ve diğer İmamların
«ulûhiyyet» sıfatları olduğunu söyleyerek onlan tanrılaştırıyordu. Ba
kır, bunu öğrenince Ebû Mansur’u kovarak, bu fikirleri dolayısıyla
onunla alâkâsı olmadığım bildirdi. (5)
— Câfer es-Sâdık ve sapık Şiiler :
Câfer es-Sâdık, müslümanlann en büyük düşünür, zâhld ve âllm-
lerindendir. Bâkır’ın oğludur. Annesi Ümmü Ferve, Hz. Ebû Bekr’ln
oğlu Muhammed’den torunu Kâsım’ın kızıdır. Câfer es-Sâdık, dinde
(1) Şlilere göre Hz. Peygamber. Veda haccı dönüşünde Gadir-Hum deni
len yerde ashabını toplayarak onlara, Hz. A li'yi vasiyet etmiş ve. «Ben
kimin efendisi İsem Ali de onun efendisidir» demiştir.
(2) İbn Abd-1 Rabbih, el-Ikdu'l-Ferîd, IV, 262-293
EMEVÎLER DÖNEMİNDE. FİKİR HAREKETLERİ 447
— Bize ait bir sun ifşa eden, dağlar kadar altuı bağışlasa, yi
ne de bizden uzaklaşmaktan başka bir şey yapmış olamaz.
— Taklyye (İnancı gizleme) dedelerimin, babalarımın ve benim
dinimdir. Bundan dolayı taklyyeye inanmayanın dini de yoktur.
— Bize İtaat, Allah'a itaat, bize İsyan Allah’a İsyan demektir.
Biz, Allah'ın halk üzerindeki kapılan, perdeleri, emirleri ve sırlarını
gizleyen muhafızlarıyız. Onun ahit ve misakuu kabul edenleriz. Asıl
metinde «el-Ahızine» şeklinde olan kelimenin, doğrusunun «ei-Ahı-
zûne» şeklinde olması gerekir. (1) Fıkıh ve filoloji kümlerinin İleri
gelenlerinden biri olan Câfer es-Sâdık'ın bu gibi açık seçik bir gramer
hatası yapması beklenemeyeceğine göre, bütün bu sözlerin onım adı
na uydurulmuş olduğu muhakkaktır.
Câfer es-Sâdık’a isnat edilen bu görüşler üzerinde düşünen kişi,
onların açıkça çeüştiğinl görür ve en azından bir kısmının uydurul
duğuna tereddütsüz hükmeder. Ancak, bilhassa halktan bu sözlerin
gerçek olup olmadığını araştıranlar ne yazık kİ, azdır. Şehristan!(2)
bu konuda şöyle diyor :
((Câfer es-Sâdık, «Gulet» adı verilen sapık Şlllerln, rlc'at, (İm a
mın tekrar dönmesi) ve gaybet (İmanım gizlenmesi) gibi görüşlerin
den ve Râfizîler’in İleri sürdükleri aptalca fikirlerden uzak kalmış, bu
gibi saçmalıkları yapanları da lânetlemlştlr... Fakat Câfer es-Sâdık’
m ölümünden sonra muhtelif fırka ve mezheplere ayrılan Şiflerden
her gurup, kendilerini, bu imanım taraftarlarına kabul ettirebilmek
için, fik ir ve görüşlerini ona dayandırmışlardır. İşin gerçeği şu ki
Câfer es-Sâdık’m, bunların isnat ve fikirleriyle alâkası yoktur. Ne ga
riptir ki, Câfer es-Sâdık'ın rlc'at ve gaybet hakkında hiç bir mütalâa
sı olmamışken, İmamiyye’nin bir kolu olan Nâvûslyye fırkası, onun
hayatta olduğunu, asla ölmeyeceğini, tekrar ortaya çıkıp, hükmünün
yükseüp kuvvetleneceğini İleri sürmüş, ona nispetle bir de böz uy
durmuşlardır. «Başımın dağdan üzerinize yuvarlandığım görseniz da
hi inanmayınız. Ben elinde kılıç olan sahibinizlm !»(3)
Şia maskesini kullanan sapıkların, imam Câfer’den rivayet et
tikleri açık çelişkilerden biri de, onun kendinden sonra tayin ettiği
imamla ilgilidir, tmamlyye fırkalarından biri olan Eftahlyye, Câfer
es-Sâdık’tan yaptığı rivayetlerde onun kendinden sonra oğlu Abdul
lah b. E ftah’ı İmam olarak seçtiğini iddia etmiştir. Şehrlstanl, bu ri
vayetleri kaydeder. (4) tsmaiUyye mezhebi İse, Câfer es-Sâdık'ın ken
C. B Ü V E Y H Î İS T İB D A D I VE ŞİA
eden bu kitap, Usul-i K&fi ile Furu-1 KM1 denilen iki kısımdan İba
rettir.
K im im i İse kendisinden, «Sahibu'z-Zaman'ın» (1) duasıyla doğ
muş biri olarak söz eder. Babası yaşı Uerleylnceye kadar çocuk sahibi
olamamış, sonra gaip imamın üçüncü vekilinden, «Sahlbu’z-Zaman»
dan Allah'ın kendine bir çocuk vermesi için dua etmesini istemiştir.
Vekil bu isteğini yerine getirmiş, oSahlbu'z-Zaman» dua etmiş ve
Allah da duasmı kabul buyurmuştur.
Tûsi ise, Büveyhi meliki öldükten sonra da yaşamış, kitapları He
risalelerinin tamamı veya büyük bir kısmı, gözleri önünde yakılmış
tır.
Şimdi sapık Şlilerln inançlarını belirleyen rivayetlerden bazıla
rım öğrenmek üzere Küleynl'nln kitabı «Kâflnye dönelim:
1 — Küleyni, imama biat etmenin zarureti konusunda imam
Muhammed el-Bâkır’ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: «A llah’ı bilen
ancak A llah’a ibadet eder. Aziz ve çelil olan Allah'ı bilmek, O'nu, ■pey
gamberlerini, A li'nin, velî ve imam olduğunu, diğer hidayete ermiş
imamlara da uymayı ve onların düşmanlarından uzak olarak Allah'a
yakın olmayı, tasdik etmektir. Şüphesiz imamsız olan bir kimse, yo
lunu şaşırmış, sapıtmış olur. Bu durumda kalırsa kâfir gibi ölmüş
olur. » ( 2 )
2 — Yine Küleyni, vahiy ve imam konusunda, İmam A li el-Rı-
zâ’dan da şunlan nakletmektedir: «İm am ın kendine de vahiy gelir.
Söyleneni işitir, fakat konuşanı görmez.* (3 )
3 — tulum ların mevki ve makamı hususunda da yine İmam Ali
er-Rız&’dan, «İm am ların makamı Nebiler menzilesindedir, çünkü im am
la r kusurlardan uzak ve günahlardan arınmışlardır.» İmam Muham
med el-Bâkır’dan da, «İm am lar bir şeyi bilmek istediklerinde, Allah'ın
sadece onlara bildireceğini ve imamların ölecekleri zamanı bildiklerini,
yalnız kendi istekleriyle öleceklerini ve onlara hiç bir şeyin gizli ol
m a d ığım » ifade eden sözler nakledilmiştir. (4)
4 — İmamların tefsirlerinden olarak Küleyni, Bâkır'ın, «K im bir
iyilik getirirse, ona, ondan daha hayırlısı verilir. Onlar, o gün korku
dan da emindirler. K im de kötülük getirirse yüzüstü ateşe atihr-
D. U YD U R M A M UCİZELER
E. F İ K R Î S IZ M A VE T A H R İF A T
Ş İA İM A M L A R I
Muhammed el-Mektüm
(9) Muhammed et-’faki İv. 198/614) 1
İV. 220/835)
•
Câfer el-MusaJdak
I~
110) A li en-Naki (v. 240/655) s
İv. 254/888)
I r
Muhammed el-Habib S
İ l i l Haşan el-Askeri İv. 270/683) U
(v. 260/873)
Ubeydullah el-Mehdi
112) Muhammed el-Mehdî İv. 322/934)
<2S6’da doğmuş, 265 yıllarında (F&tımi ailesinin başıdır.)
kaybolmuş, gizlenmiş)
2 — Ş Î I F IR K A L A R I V E İN A N Ç L A R I
A. Z E Y D İY Y E
ye, Hz. Peygamber’in Hz. A li’y i kendisinden sonra imamlığa İsmen de
ğil de vaslen tayin ettiğini, halkın bunu kabul etmeyip ihmalkâr dav
randığını, nitekim sonunda Hz. Ebû Bekr’i seçtiklerini, bundan do
layı da küfre girdiklerini iddia etmişlerdir. Böylece Ebû Cârûd, ima
mı Zeyd b. A li’ye muhalefet etmiştir.» (1)
B. İSN Â A Ş ER İYY E
İsnâaşeriyye, Hz. Peygamber’in vefatından sonra Hz. A li ve sı
rasıyla onun on bir oğlunu Allah'ın emri, peygamberin tayini ve vasi
yeti ile meşru imam kabul eden ve böylece on İki imama İnanmayı
dinin aslına dahil bir rükün olarak görenlerin mezhebidir. İmamlyye
fırkalarının en meşhuru ve bugünkü şartlarda en kuvvetlisidir. İran
ve Irak Şiîleri genel olarak İsnâaşeriyye’ye bağlıdır. Bugün, «Ş iî» ke
limesi bahis konusu olunca, İsnâaşeriyye anlaşılır.
İmamlyye, Şii fırkalarının en uzun ömürlü ve en güçlü olanıdır.
Tafsilâtına ileride girişileceği üzere, bu fırkalara İmam iyye ismi,
«im am » meselesine verdikleri ehemmiyetten kaynaklanmaktadır. İsnâ
aşeriyye de, İmamiyye fırkalarının en meşhuru ve en çok taraftara
sahip olanıdır. Ancak İsnâaşeriyye’ye giren sapık fikirler Zeydiyye’
den daha çoktur. Çünkü Şia’y ı bir maske olarak kullanan İslâm düş
manlarının telkinlerinden bir çoğu İsnâaşeriyye’ye girmiştir. Bunun
sebepleri şunlar olabilir:
1 — İsnâaşerlyye’nln İslâmî düşünceleri bozarak, ona tuzak ha
zırlamak gayesiyle bir araya gelen sapıklarla işbirliği, ömrünün uza
masını sağlamıştır.
2 — İsnâaşeriyye imamları, sulh ve sükûna çok mütemayil idi
ler. Şii ayaklanmalarının Hz. Hüseyin’den sonraki tarihini tetkik eden
ler, bunların İsnâaşeriyye imamlarıyla ilgisi olmadığını görürler. Bu
olaylar genellikle, Zeyd b. Ali oğlu Yahya ve Hz. Hasan'm oğullan İle
Ehl-i Beyt'ten diğerleri çevresinde meydana gelmiştir.
Nitekim Ali Zeyne’l-Âbidîn, babasının ve yakınlarının Kerbelâ’da
öldürülmesi esnasında gördüğü dehşet verici olaylar sonunda bile sulh
ve sükûneti tercih etmiştir. Aynı şekilde onun evlâdı da çoğunlukla
rahat ve sakin bir hayata meyletmişlerdir. Bu tarz hayat, sahte Şiller
için de tehlikesiz görünmüştür. Çünkü bunlar, daha önce de söyledi
ğimiz gibi, inanmadıklan bir dâvâ için kanlarım akıtmayı zaten iste
memişlerdir.
C. İS M A İL İY Y E
(1) A rif Tamir, A yoı eser, 92-97; Şehrlstanî, el-Mltel ve'n-Nlhal, I, 172
(2) Hlcr sûresi, âyet 99
(3) Mahmud el-Beşblşî, el-Firaku’l-İsm alllyye, 60
EM EVÎLER DÖNEMİNDE F İK İR HAREKETLERİ 473
aittir. Şüphesiz Allah işiten ve bilendir.» (1)
Şehristanî de, Ismailiyye’nin sözlerini bazı felsefecilerin fikirleriy
le karıştırdıklarını, kitaplarını da bunların yolunu takip ederek tas
nif ettiklerini, bundan dolayı Allah hakkında da, «vardır veya yoktur,
âlimdir veya cahildir, kadirdir veya âcizdir demeyiz» dediklerini kay
deder. ( 2 )
Alam ut kalesinin sahibi Haşan Sabbah da, Ismailiyye mezhebln-
dendir. Haşan Sabbah ve taraftarları, haksızlık ve öldürmekle, canla
rının İstediğini yapmakla meşhur olmuştur. Akide ve İnançları da, de
rece derecedir, ön ce şüpheye düşürmekle başlar, küfürle ve mü6 İü-
manları öldürerek Allah’a yakınlaşma fikriyle sona erer. Böyleslne
sapık bir yolda olan bir fırkanın İslâm'la ilgisinin olmayacağı açıktır.
Bu fırkanın prensip ve öğretileri de İslâmî bir ruhtan kaynaklananına.
Gerçek Şiilikle de alâkası olamaz. Ancak bu sapıklıklarım gizlemek
için bu ismi taşımışlardır. (3)
Burada Ismailiyye’nin bir kolu olan Fâtımiler ile, lsmalllyye’yl
birbirinden ayırmak İçin, söylenmesi gerekil, önemli birkaç söz var
dır. Söyleyeceklerimiz temel prensiplerle alâkalıdır.
Şüphesiz, İsmailiyye sapıklık ve yalana mütemayil idi. Fâtıml dev
leti kurulmadan önce bu aile, uzun yıllar gizil kaldıktan sonra ortaya
çıkınca M ısır’a hâkim olmak için harekete geçti. Bu sebeple Fâtımî-
ler, istikran sağlayabilmek ve halkın kendilerine dostluğunu kazana
bilmek için sapık inançlarının bir kısmını gizlemeye veya terketmeye
mecbur kalmışlardır.
Namazı imama tâbi olmak, haccı onu ziyaretten ibaret, orucu da
imamın sırrını ifşa etmekten sakınmak şeklinde kabul etmemişlerdir.
Bütün bu teviller gizlenerek, ibadetler bütün müslümanlann bildiği
gibi gerçek şekliyle yapılmıştır. Belki de Fâtımiler böylece, Mısırlılara
açıklaması mümkün olan esaslarla muamele etmeyi benimsemişlerdir.
Çünkü karanlıklarda doğan öğreti ve ilkelerin, aydınlıkta yaşaması
nın mümkün olmadığı gayet açıktır. Ayrıca Mısır ve Suriyelilerin, İs-
mailiyye’nin sapık fikirlerini kabul etmeleri de imkânsızdır. Fâtımiler
devrinde derlenen Deâimu’l-İslâm, Te’vilu Deâimi’l-lslâm, el-Mecâli-
sü’l-Mûeyyidiyye, el-Mecâlisü'l-Mustansıriyye ve el-Müsâmerat gibi
önemli İsmailiyye kaynaklan incelendiğinde, bunlarda yazılanların te
mel İslâmî düşünceden uzaklaşmakla birlikte İsmailiyyeye nazaran
A. HZ. H ÜSEYİN
ön ce de zikrettiğimiz gibi, daha Muâviye hayatta iken Yezid’e
biat etmeyen az bir gurup arasında Hüseyin b. A li de vardı. Hz. Hü
seyin, Muâviye’nin vefatmdan sonra, kendi kendine Yezid’e karşı
yada verilecek en güzel şey, benim buradan çıkıp Ira k’a gitm em ola
ca k tır» demekten kendini alam ad ı.(l)
İbn Abbas İse, Hz. Hüseyin’e feryat edercesine yalvararak şunları
söylüyordu: « Irak halkı, sözünde durmayan bir topluluktur. Sakın on
lara yaklaşma! Burada kal, çünkü sen Hicaz ahalisinin efendisisin.
Eğer kendime yakıştvrdbttseydim, gidişine engel olmak için yakana
yapışırdım.» Hz. Hüseyin, İbn Abbas’a şu cevabı verdi: «B en im yüzüm
den Mekke’nin kudsiyeti ihlâl edileceğine, şurada-burada öldürülmem
daha iyidir.» İbn Abbas, Hz. Hüseyin'in Mekke'den gitmek konusunda
kesin kararlı olduğunu görünce: «E ğer mutlaka gitm ek istiyorsan, Ye-
men’e git. Orada kaleler, uzun ve geniş vâdiler, babanın da taraftar
ları vardır. Böylece Beni ümeyye’den uzaklaşır, halka m ektup ve da-
vetçilerini de buradan yollarsın.» Bunun üzerine Hz. Hüseyin: «Ey
amcamın oğlu! Ben, senin ne kadar müşfik nasihat e ttiğin i biliyorum.
Ama K û fe’ye gitmeye kesin kararlıyım » dedi. İbn Abbas ise; «Madem
ki K û fe’ye gitm ek istiyorsun, o halde hanım larını ve çocuklarını gö
türme. Vallahi ben senin çocuklarının ve hanım larının gözleri önün
de öldürülen Hz. Osman gibi olmandan korkuyorum. Şüphe yok ki,
Hicaz’ı ve İb n Zübeyr’i terketmenle onu sevindireceksin» dedi. Daha
sonra ortaya çıkan İbn Abbas geçerken İbn Zübeyr’e uğradı. Ona, «G ö
zün aydın ey İbn Zü beyr!» dedi.
b) Küfe Y olcu lu ğu :
Hz. Hüseyin, kendisine yapılan bütün bu nasihatleri dinlemeye
rek, H. 60 yılının sonlarmda (680 yılının ortaları), yanında ailesi, ha
nımları, çocukları, hizmetlileri ve az bir taraftarı olduğu halde yola
çıktı. Sayılan doksan ikiye vanyordu. Wellhausen, dikkate değer bir
husus olarak, «Şüphesiz Ensar ve Kureyşliler, Hz. Hüseyin’i yalnız bı
rakmışlar, o da Medine’den yanlarında, onlardan hiç kimse olmadığı
halde çıkmıştı. Gerçekten K ü feli taraftarları arasında da onlardan
çok az kimse vardı» (2 ) demektedir.
Her halükârda Hz. Hüseyin, Müslim’in başma gelenlerden haber
siz olarak bu küçük toplulukla K û fe’ye yönelmişti.
Hz. Hüseyin yolda, daha önce bahsettiğimiz gibi Kûfe'den gelen
şair Ferezdak ile karşılaştı ve ondan, «K û fe ’deki halktan habeı ver
mesini» istedi. Ferezdak da, «Çok iyi bilenden sordun, kalpleri senin
le beraber ise de, kılıçla n Beni Umeyye iledir. Kaza ve kader gökten
iner. Allah neyi dilerse onu yapar» şeklinde cevap verdi. Hz. Hüseyin,
Ömer b. Sa’d, çıkar bir yol bulmak için, Hz. Hüseyin ile bir fikir
etrafında birleşme imkânı bile bulmuştu: Hz. Hüseyin ona, «Y a Me
dine’ye dönmek veya AUah yolunda cihat eden topluluklardan birine
katılarak Allah için savaşmak veyahutta Şam’da bulunan Yezid ile
görüşmek» yolunda bir teklifte bulunmuş, o da bunu kabul ederek
Ubeydullah’a ulaştırmıştı. Ubeydullah, buna önce sevindi. Fakat ne
yazık ki, çok geçmeden komutanlarından Şimr b. Zl’l-Cevşen derhal
araya girerek fitneyi kızıştırdı: «Onun bu teklifini kabul edecek m i
sin? Vallahi o, elini senin eline biat için koymadan bu şehirden gider
se, senden çok daha güçlü olacak, sen ise çok daha zayıf duruma dü
şeceksin. Ona bu ftrsatı verme, bu çok tehlikelidir. Yanındaküerle bir
likte senin emrine girmelerinden başka bir şeye razı olm a!» şeklinde
ki sözleriyle her şeyi alt üst etti. Bunun üzerine İbn Ziyad, « Senin fik
rin ne güzel fikir, bu görüş yerine getirilsin» d ed i.(l)
İbn Ziyad, Şimr b. Zi’l-Cevşen’le, Ömer b. Sa’d'a katı kalpliliğini
gösteren bir mektup gönderdi. Bu talihsiz mektupta İbn Ziyad, «Ömer’
den, Hz. Hüseyin’i yanındaküerle birlikte kendisine göndermesini, ka
bul etmediği takdirde, onunla savaşmasını, savaşta katledüecek olur
sa, Hz. Hüseyin'in cesedini atlara çiğnetmesini emrediyordu.» Mektup,
şöyle noktalanıyordu: «Emrimizi yerine getirirsen, tam ve kümü mâ
nâda itaat edenlerin mükâfatını veririz, yapmazsan işimizi ve ordu
muzu terk et, Şim r ile askeri başbaşa bırak. Biz ona kesin em rim izi
vermiş bulunuyoruz.»
Hz. Hüseyin, teslim olmayı reddedince savaşmaktan başka çare
kalmadı. Savaşa, isimleri geçen komutanlardan Hurr b. Yezld dışın
da hepsi katıldı. Hurr b. Yezld ise barış için yeterli gördüğü Hz. Hüse
yin'in teklifi, İbn Ziyad tarafından reddedilince, Hz. Hüseyin’in tara
fına geçerek, onun saflarında çarpıştı. ( 2 )
Savaş çok dengesiz ve eşit olmayan şartlar altmda başladı ve de
vam etti. B ir yanda her bakımdan hazırlanmış, güçlü bir ordu, diğer
yanda hiç hazırlığı olmayan küçük bir cemaat... Hz. Hüseyin’in adam
ları birer birer gözleri önünde düşüp hayatlarım kaybediyordu. Ce
maatinden ilk ölenler Müslim b. Avsece ve Abdullah b. Umeyr el-Kel-
bî olmuştur ki, bunların ikisi de en seçkin yiğitlerdendi. Sonra savaş
devam etti, nihayet Hz. Hüseyin’in akraba ve arkadaşları birer birer
hayatlarım kaybettiler. Geride Hz. Hüseyin’le beraber ancak üç veya
dört kişi kalmıştı. Sonra bunlar da gözü önünde öldüler. Tek başına
kalmıştı.
B. T A R İH Ç İL E R VE K ER B ELÂ SAVAŞI
C. TEVV Â B İN
D. M U H TA R B. EBÎ UBEYD
Taif, siyasi alanda şöhretleri büyük şahsiyetler çıkarmıştır kİ,
bunların en önemlileri, Muhtar b. Ebî Ubeyd es-Sakafı, Haccac b. Yu
suf es-Sakafî, Ziyad b. Ebih ve oğlu Ubeydullah’tır.
Muhtar, hicretin ilk yılında doğmuştur. Aynı zamanda Hz. A li’nin
azatlı kölesi olan Keysan’dan ilim tahsil ettiği ve Keysan ona, Hz.
Hüseyin’in katillerini bildirerek, onun intikamını almaya teşvik et
tiğinden dolayı «Keysan» lâkabını aldığı rivayet edilir. Bağdadî’nln
rivayetine göre ise Keysan, Muhtar'm asıl lâkabıdır. (2)
Muhtar, İslâm tarihinde istikrarsız şahsiyeti İle tanınır. Onun en
zayıf noktası, vasıtalar ne olursa olsun, mal ve şöhrete ulaşmak iste
ğidir. Bu karakterdeki bir kişi, eğer emelini gerçekleştirmeye yaraya
caksa; yalan söylemeye, olduğundan başka görünmeye, peygamberlik
ve ilâhlık İleri sürmeye, dostken düşman, düşman iken dost olmaya
(1) Taberi, IV, 462 vd.; Davld Donaldesh, Akldetu’ş-Şlft’ 116; Nevevl,
Tehzİbu’l-Esmâ, I, 234
(2) Bağdadi, el-Fark beynel-Flrak, 26
492 doğuştan gtlnUmüze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
müsaittir. Yine böyle bir şahsın çok keskin ve aynı zamanda da dö
nek bir zekâya sahip olacağı da tahmin edilebilir.
Gençliğinde, önce Hz. Ali'nin, sonra da Hz. Hasan’ın Medain va
lisi olan amcası Sa’d b. Mesud’a tâbi olmuştur. Sa’d, Hz. Hasan’ın
ordusu kendisine başkaldırmca Medain’e sığınmıştı. İşte o zaman Muh
tar, amcasına, «Zengin ve şeref sahibi olmak ister m isin?» diye sor
du. Amcası, «N e demek istiyorsun?» diye sorunca Muhtar, «Haşan’t
bağlamanı ve Muâviye’den eman dilem eni» diye cevap verdi. Sa’d ona
çok kızdı ve: «A llah sana lânet etsin! Rasûlullah’m kızının oğluna sal
d ırır ve onu bağlarım ha.'.. Sen ne kötü adamsın!..» d e d i.(l)
Böylece Muhtar, amcasıyla beraber Emevîler nezdinde mevki el
de etmek için, Hz. Hasan'ı kurban etmek istemişti. Lâkin bu emel
gerçekleşmedi. O halde Muhtar, mal ve şöhrete ulaşmak için değişik
yollar denemeliydi.
Muhtar, o sırada, K ûfe’de kendisine bir çok yardımcı ve taraftar
sağlayabilecek Şia topluluğunu görünce, K û fe’deki evinin kapısını Müs
lim b. Akîl’e açtı, ona biat ve yardım etti. (2) Müslim öldürülünce İbn
Ziyad, Muhtar’ı yakalattı ve sopayla vurarak gözünü kör etti, sonra
da hapse attırdı. (3)
Muhtar’m kızkardeşi Safiyye, Abdullah b. Ömer ile evliydi. Muh-
tar’ın başma geleni öğrenince ağlayıp sızladı. Bunun üzerine Abdul
lah, Yezid b. Muâviye’ye başvurarak Muhtar’m affm ı istedi. Yezid de
vali İbn Ziyad’a, M uhtar'ı serbest bırakmasını emretti. Ubeydullah,
gelen emir gereği M uhtar'ı serbest bırakarak, K û fe’y i terketmesini is
tedi. Muhtar bir süre şurada burada dolaştıktan sonra, en son Mekke'
deki Abdullah b. Zübeyr’in yanma gitti. O şuada İbn Zübeyr halife
liğini ilân etmişti. O zaman onun Muhtar’a, Muhtar’m da ona ihti
yacı vardı. Fakat, «İk i kılıç bir kında beraber olamayacağı» için, ikisi
de birbirinden çekiniyor ve birbirlerine karşı samimi olamıyorlardı.
İkisinin birbirine olan ihtiyacına, rağmen, birinin diğerinden ne ka
dar çekindiğini, Taberî'nin şu rivayetinden daha iyi anlayabiliriz:
«Muhtar, İbn Zübeyr ile karşılaşınca ona şöyle dedi: «Benden ha
bersiz karar vermemen, işleri kendisine bildirdiğin ilk kişi ben olmam
ve halifeliğe geldiğinde en önem li işlerin için benden yardım istemen
şartıyla sana biat etmeye geldim .» Bunun üzerine İbn Zübeyr, «A l
lah’ın kitabı ve sünneti üzere senin biatini kabul ediyorum.» dedi.
Bu savaşta İbn Eşter, İbn Ziyad'ı bir kılıç darbesiyle İkiye böldü.
Bu muharebede aynı zamanda, Kâbe’yi kuşatıp mancınıkla dövdü
ğünden bahsettiğimiz Husayn b. Numeyr es-Sekûnî de öldürüldü. Böy
lece Muhtar, şöhretinin zirvesine ulaştı. Musul, Ermeniyye ve Azer-
F. : 32
498 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂ M T A R İH İ
onlara cesaret verip, teşvik etti. Bunun neticesinde meydana gelen sa
vaşlarda çok kimse öldü ve çoğunluğunu M evâli’nin oluşturduğu Muh-
tar’m taraftarlarından yüzlercesi Mus’ab’a teslim oldu. Fakat Mus’ab
onları teslim olmalarından sonra kılıçtan geçirdi. Bundan dolayı da
kmandı. Bu hadiseden sonra Abdullah b. Ömer’in Mus'ab’ı görerek,
«B ir sabahta E h l-i kıbleden yedi bin kişiyi katlederek onların katili
oldun» dediği, Mus’ab’m kendini savunmak için, «O n la r şüphesie kâ
firle rd i» diye cevap vermek istemesi üzerine Abdullah'ın, «Vallahi on
ların sayısı kadar babandan miras kalan boyunlardan boğaelasaydın
yine de israf olurdu, halbuki bunlar insandı» diye söylediği rivayet
edilir.( 1 )
D. Z E Y D İT Y E A Y A K L A N M A LA R I
(1) Y a ’kubl, m , 46 vd.; Taberl, V. 492 vd.; İbn Tiktaka. el-Fahrl, 112 vd.
500 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
A. H A R İC İL E R İN ORTAYA Ç IK IŞ I
sözler söyleyerek onları hainlikle suçladılar. (1) Buna rağmen, Hz. A li’
nin hilâfetinden beri rahat yüzü görmediğini belirten ordu, savaşın
durmasından memnun olmuştu. Eş’as, Hz. A li’ye baş vurarak Muâvi-
ye’ye gitm eyi ve mushafları mızraklara niçin taktırdığını sormayı tek
lif etti. Hz. A li de bu işle onu görevlendirdi. Eş’as, Muâviye’ye gide
rek ona, yaptıklarının ne anlama geldiğini sordu. Muâviye, «Biz de,
siz de A llah’ın K u fa n 'd a k i emrine dönelim. B ir adam siz seçin, bir
de biz seçelim. A llah’ın kitabındakiyle hüküm etm eleri için onlardan
aht alalım. Sonra da anlaştıkları şeye tâbi ola lım » diye cevap verdi.(2)
Bu teklif, Hz. A li’nin ordusunda yeni bir anlaşmazlığa sebep ol
muştur. Muâviye ve ordusu, temsilci olarak Arap dâhisi Am r b. As’ı
ittifakla seçti. Hz. Ali ise Abdullah b. Abbas’ı aday olarak gösterdi.
Ancak bir gurup, «İbn Abbas’ın Hz. Ali'ye çok yakın olduğunu ve em
rinden dışarı çıkamayacağını» ileri sürerek buna karşı çıktılar. Hz.
A li bu defa Eşter’in gönderilmesini istedi. Aynı gurup, «Yeryüzünü
Eşter’den başka ateşe veren var m ı? » diye itiraz ettiler. Garip olan
şu ki, bu adamlar, Hz. A li’ye yakın birinin seçilmesine müsaade etme
dikleri ve tarafsız bir şahsın seçilmesinde ısrar ettikleri halde, Muâ-
viye’nin hem gerçek bir Arap dâhisi ve hem de çok yakını olan Am r
b. Âs’ı seçmesine itiraz etmediler.
Nitekim çoğunluk, Ebû Mûsa el-Eş’arî’nin gönderilmesini kabul
etti. Hz. Ali, Ebû Mûsa el-Eş'arî’nin seçilmesine itiraz ederek: « İşin
başında bana isyan ettiniz. Şim di bari emrime karşı gelmeyin. Ebû
Mûsa bana göre gü ven ilir birisi değildir. Çünkü beni terk etti. Ayrıca
ben, kendisine eman verinceye kadar da kaçtı» dedi. Fakat İraklılar
görüşlerinde ısrar ettiler. Hz. Ali de rızası olmamasına rağmen onlara
boyun eğdi. (3) İk i taraf H. 37 senesinin Ramazan ayında Dûmetu’l-
Cendel’de buluşmayı kararlaştırdılar. Karar yazıyla tespit edildi. (4)
İh tilâ f hakeme havale edildikten sonra, iki ordu da geri çekildi.
Ancak Muâviye ordusunun dönüşü, bir yenilgiden kurtuluş ve zafer
dönüşü sayılırken, Hz. A li ordusunun dönüşü, kaçınılmaz bir yenilgi
yi haber veriyordu. Nitekim daha yoldayken orduda anlaşmazlık baş-
gösterdi. Hz. Ali, K û fe’ye döndü fakat ordunun bir kısmı, Hz. A li’yi
terkederek Harûra köyüne çekildiler. İşin garip tarafı bunların Hz.
A li’yi hakem meselesine zorlayanlar olmasıdır.
Hz. Ali, daha sonra «H a ricîle r» diye isimlendirilecek olan bu gu
ruba g itti ve onlarla konuştu:
(1) Eşter'ln savaş dönüşü bunlara yaptığı konuşma İçin, Taberi'ye bakınız.
(2) Taberi, IV, 36
(3) Taberi. IV, 36: İbn Kuteybe. el-İm&me ve's-Siyâse, I, 126-127
(4) Taberi. IV. 38, 40. 52
EMEVÎLEH DÖNEMİNDE F İK İR HAREKETLERİ 509
Hz. Ali: «A lla h için söyleyin, hakem meselesini benden daha çok
istemeyen birini biliyor musunuz?»
Hariciler: « Allah şahit olsun ki, hayır.»
Hz. A li: «B eni, hakemi kabul etmem için sizin zorladığınız da ger
çek değil m i? » '
Hariciler: «Aüah şahit ki, evet.»
Hz. A li: «Öyleyse niçin emrime muhalefet edip, bana karşı geldi
niz?»
Hariciler: «B iz büyük bir günah işledik ve tevbe ettik. Sen de A l
lah’a tevbe, istiğfar et, biz de sana dönelim.»
Hz. Ali: « H er günahtan Allah’a istiğfar ederim.» Bu konuşma so
nunda Hz. Ali'ye iltihak ederek döndüler. Sayılan altı bin civarında
idi. (1)
Hariciler, K û fe’ye gelince, Hz. A li’nin hakem meselesini günah ka
bul edip tevbe ettiğini yaymaya başladılar. Bunun üzerine Eş’aa b.
Kays, Hz. Ali'ye gelerek durumu sordu. Hz. Ali ona, «Hakem meselesin
den döndüğümü zanneden yalan söylemiştir. Hakemi dalâlet olarak
görenler daha sapıktırlar» şeklinde cevap verdi. Bunun üzerine Hari
ciler yeniden isyan edip Kûfe’den ayrıldılar. Bu defa görüşmek için
Abdulah b. Abbas gönderildi.
Hariciler, ona: <M i , kan hususunda insanları hakem kabul e tti
ğinden büyük bir günah işledi. Allah’tan başka hakem yoktur» karşı
lığını verdiler. Abdullah: «Allah’ın, Harem’de avlanan çeyrek dirhem
değerindeki tavşan hususunda insanları hakem seçmeyi, kadın ve er
kek arasındaki anlaşmazlığa hakem tayinini em rettiğini bilmiyor m u
sunuz? Hz. Peygamberin, Hudeybiye'de Kureyş’le anlaşma yapıp sa
vaşı terk ettiğin i bilm iyor musunuz?» cevabım verdi. Hariciler: «Evet
ama A li, kendini müslümanlann hilâfetinden sildi.» Abdullah: «Hz.
Peygam befde öyle yapmıştı. Hudeybiye antlaşmasında ismini sildirdi
ama Peygamber olarak devam etti.»
Bu tartışmadan sonra bir kısmı, Abdullah b. Abbas’m görüşünü ka
bul ederek Hz. A li’ye yeniden dönmeye karar verdi. Diğerleri İse iti
raz ederek: «B unu tartışmayın, çünkü Ali, Allah’ın K u fa n ’da, «D oğ
rusu onlar, çekişgen bir kavimdir» (2 ) buyurduğu kavimdendir. A l
lah, onlar hakkında, «İnatlaşıp, düşmanlık besleyen bir kavmi uyar
man iç in » (3 ) buyurmuştur» diye karşı koyup, Kûfe’ye dönmekten ka
çındılar. (4)
a) N eh revan Savaşı:
Hz. A li için, onların üzerine yürümekten başka çare kalmamıştı.
Yine de bir şeyler söyleyip, onlan uyarmaya çalıştı. Onlardan kendi
sine Abdullah b. Habbab’ın katillerini teslim etmelerini istedi. Ayrı
ca hakem olayının da kendisine Haricîler tarafmdan zorla kabul et
tirildiğini söyledi. Haricîler, Hz. A li’ye kötü sözler söylediler ve: «İ n
sanları hakem yapmakla kâfir olduk. Allah’a tevbe ederek İslâm ’a dön
dük. Sen de kâfir olduğunu söyle, sonra bizim gibi Allah’a tevbe et.
İslâm’a dön ki, biz de sana dönelim » dediler. Hz. Ali, bu çirkin isteğe
M uâviy e Zamanında:
Abdullah b. Z ü b e y r v e A b d ü l m e l i k Z a m a n ı n d a
Haricîler v e M ü h e l i e b b. E b î S a f r a :
K at ar î y b. el-Fucâe:
N âfî b. Ezrak ölünce Haricilerin başına, Katariy b. el-Fucâe geç
ti. Ünlü bir komutan olan Fucâe aynı zamanda şiirle de uğraşırdı. Şu
mısralar ona aittir:
« Sabredin, ölüm meydanında sabredin,
Ebedîlik gücümüz dışı...
H er canim in yolu ölüm yoludur,
Arz ehlini bir davetçi çağırır durur,
K işin in hayattan daha hayırlı nesi var,
K iş i bir m al parçası sayılınca.» (1 )
İbn Zübeyr hareketi son bulunca, Hariciler İle mücadele İşi Hac-
:ac ve Abdülmellk{| kaldı. Onlar da, Ezârika’ya karşı savaşı sürdür
mesi İçin Mühelleb’l yerinde bıraktılar. Ona yardımcı olarak da Ab-
lurrahman b. Mlhnef’l verdiler. Hariciler, bir gece baskın düzenleye
rek İbn Mihnet ve ordusundan bir çok kişiyi öldürdüler. Mühelleb İse
siyaset ve harbi bir arada yürüterek onlara karşı yine zafer kazandı.
Bu arada Katariy taraftarları arasında bir anlaşmazlık çıktı ve
İkiye bölündüler. Haricilerin büyük kısmı Abd-1 Rabblh el-Kebîr’e bi
at etti. Pek azı ise Katariy’ln yanında kaldı. Sonunda İki gurup blr-
blrlyle savaşa tutuştu. Mühelleb onları kendi hallerine bırakarak, blr-
blrlerlyle savaşmalarına göz yumdu. Sonra da güçleri İyice zayıfla
yınca, üzerlerine hücum etti. Nihayet Emevî orduları, Katariy ve
Abd-1 Rabblh el-Kebîr’l öldürüp, ordularını hezimete uğrattılar. (2)
Şebib b. T e z i d:
Haccac'ı tehdit edip, itibar ve nüfûzunu sarsan Haricilerden biri
de Şebib b. Yezid eş-Şeybani’dir. Şebib taraftarlarına, «Korkağı ve
cesaretsizi haklamak için gece sana yeter» derdi. Akşam olunca da,
nişte size yardım geldi» şeklinde konuşurdu. (3) H. 76 (6B5-686) se
nesinde ayaklanıp önüne çıkan Emevi birliklerini mağlup ettikten son
ra K û fe’ye girdi ve Haccac’ı tehdide başladı. Haccac, Şeblb’le savaşa
tutuştu. Aralarında çok şiddetli çarpışmalar cereyan etti. Sonunda
Şebib zayıfladı ve Ahvaz’a çekildi. Haccac, Şebib üzerine Sufyan b.
Ebred komutasında bir ordu gönderdi. Sufyan, Şeblb’i takip etti ve
deniz kıyısında muhasara altına aldı. Kaçacak yeri kalmayan Şebib,
H. 76 (687-696) senesinde denizde boğularak öldü. (4)
yapıda kaldı. Aralarında fik ri bir çalışma olmadığı gibi, ŞUlerin ak*
sine dış kültürlere de kapılarım açmadılar. Abbasiler devri boyun
ca, İslâm âlemini kasıp kavuran felsefe tufanı da Haricilerin geliş
me çağında henüz başlamadığından Hariciler ondan da etkilenmediler.
Felsefi akımiann İslâm âlemini sarmaya başladığı dönemde ise, za
ten Haricilerin yıldızı sönmeye yüz tutmuştu, tikelerini incelerken gö
rüşlerinin ve düşüncelerinin ne derece sathi olduğunu göreceğiz.
B. H A R İC ÎL E R İN F İK İR L E R İ
Haricilerin fikirlerini üç başlık altında incelemeye çalışacağız:
1 — Harici isyanlarının sebepleri,
2 — Haricilerin bariz alâmetleri,
3 — Harici fırkatan ve bu fırkaların, din ve siyaset üzerindeki
görüşleri.
a) Harici İsyanlarının S e b e b i:
Mâlik el-Eşter’e zaferi tamamlayacak çok kısa bir müddet dahi tanı
madığını gördük. Bütün bunlar, bu şahsa yapılan İthamların doğru
luğunu teyid etmektedir.
«Hariciler, Hz. Ali’den sonra kalkıp Mu&vlye 11e harbettUer. Nasıl
olur da Muâviye, A li ordusunda fitne uyandırmış olabilir?» diye soru
labilir.
Bunun cevabı gayet açıktır. Zira Muâviye, bu oyunu toplulukla
değil sadece Eş’as gibi bazı komutanlarla oynamış, bu cahil topluluk
da onlara uymuştur. Bu topluluğun, hileden habersiz olduğu söylene
bilir. Onların Muâviye'ye olan kinleri, Hz. A li’ye olandan daha faz
laydı. Bunun için de Muâviye’ye ve Emevîler’e karşı mücadelelerini sür
dürmüşlerdir.
Hariciler var oldukları sürece Emevilerle her yerde savaştılar. K uv
vetli bir ihtimalle bu savaşların sebeplerinden biri de kabile taassu
buydu. İslâm'ın savaştığı bu taassup, maalesef zaman içinde yeniden
ortaya çıktı ve bazı kabileler idarenin Emevîler tarafından alınmasını
kendilerine zül telâkki ederek onlarla savaştılar.
Haricilerin merkezi Basra ve Küfe idi. Bu iki bölgede Hariciler
Şiilerle uzun süre bir arada bulundular ve mümkündür kİ, ayaklan
ma ve fitne tutkusunu onlardan aldılar.
Son olarak, Harici isyanlarının en önemli sebeplerinden birinin de
kendi görüşlerine olan aşırı bağlılıkları olduğunu söyleyebiliriz. Hari
cîler bir görüşe bağlandıklarında o görüş bir akide, inanç haline ge
liyor ve ondan asla dönmüyorlardı. Bu görüşün neticesinin tehlikeli
olup olmayacağı da onları ilgilendirmiyordu. Kendi görüşlerinin sa
mimi taraftarları olan Hariciler, başka fikirlere hiç değer vermiyor
lar ve inançları uğrunda kendilerini kurban etmekte asla tereddüt
göstermiyorlardı. Abdullah b. Habbab’a, «Göğsündeki K a fa n seni
öldürmemizi emrediyor» demişlerdi. K ur’an'ın suçsuz bir müslüma-
nın öldürülmesini emretmesi, ne kadar yanlış bir düşünceydi. Halbuki
onlar buna inandılar ve inançlarının gereğini yerine getirdiler.
Buna benzer bozuk itikatlarından biri de, kendilerinden olmayan
müslümanın öldürülmesini helâl saymaları, fakat Zımmîlere llişme-
meleridir. Zımmiler hakkında, «Peygamberinizin zimmetini muhafa
za edin» diyerek onlann kanlarım akıtmıyorlardı.
Bu hususta rivayet edilen şu olay hayli dikkate değerdir:
Mutezile reisi Vâsıl b. Ata, arkadaşlarıyla yürürken Haricilerin
Harûriye kolundan bir gurubun geldiğini gördü. Vâsıl, arkadaşlarına,
«Siz onlarla konuşmayın, beni onlarla başbaşa bırakın» dedi. Harici
522 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂ M T A R İH İ
ler ona, «Sen ve arkadaşların nesiniz?» diye sordular. Vâsıl, «Allah ke
lâm ını dinlemek için iltica etmiş kimseleriz» dedi. Bunun üzerine Ha
riciler, «Size sığınma hakkı verdik» deyince, Vâsıl, « Öyleyse bize inanç
larınızı öğretin» dedi. Haricîler, kendi inançlarını ona öğretmeye baş
ladılar. Vâsıl da onlar anlattıkça, «K a bul e ttik » diyerek cevap verdi.
Haricîler buna çok sevindiler ve, «S izi bırakıyoruz, çabuk uzaklaşın»
dediler. Vâsıl, «B u size yakışmaz çünkü Allah, «Müşriklerden biri sa
na sığınırsa, onu emniyet altına al ki, Allah'ın kelâmını dinlesin. Son
ra onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır» (1 ) buyuruyor» dedi.
Haricîler, birbirlerine bakıştılar ve, «Bu doğru» deyip onların yanına
güven içinde olacakları yere kadar götürecek bir adam verdiler. ( 2 )
Elimizde, Haricî liderlerinden ikisinin görüşlerini açıklayan, fikir
ve inançlarının nasıl oluştuklarını gösteren iki önemli belge vardır.
Birinci belge Necdet’in, N âfî b. el-Ezrak’a insanları, mü’min-kâflr
ayırd etmeden katlettiğini, çocukları öldürdüğünü ve emanete ihanet
ettiğini öğrenince yazdığı mektuptur. İbn Abd-i Rabbih’in rivayetine
göre bu belgenin metni şöyledir:
«Bismillâhirrahmanirrâhim,
Benim seninle olan bağınım, şefkatli bir babanın bir yetim e ve iyi
bir kardeşin zayıf birine olan bağı gibi olduğunda şüphe yoktur. A l
lah için kmayanm kınamasına aldırma ve zalimlerin yardımına koş
ma. Canını, rızasına kavuşmak için Rabbine itaat yolunda sattığın
da ve doğruyu bulduğunda sus. Zira şeytan, kendiiü seninle uğraş
maya vakfetmiştir. Çünkü senden ve taraftarlarından başka onun ko
layca altettiği kimse yoktur. Şeytan seni kendine çekti, seni aldattı.
Sen de aldandın ve Allah'ın kitabında mazur saydığı zayıflan ve har
be iştirak etmeyenleri tekfir ettin. Halbuki övgüsü yüce, sözü hak ve
va’di doğru olan Allah şöyle buyurdu: «A lla h ’a ve peygamberine kar
şı samimi olmaları şartıyla acizlere, hastalara, harcayacak bir şey
bulamayanlara cihada çıkmamaktan dolayı bir sorumluluk yok
tu r.» (3 ) Sonra onlan isimlerin en güzeliyle «muhsinler» olarak isim
lendirdi ve buyurdu ki: «İy ilik te bulunanları ayıplamaya yer yok
tur.» ( 4 ) Peygamber yasakladığı halde çocukların katlini helâl saydın,
halbuki Allah'ın şu âyeti, onlan da kapsamaktadır: «H içb ir kimse baş
kasının günahını taşımaz» (5 ) Allah, «kuûd ehli - harbe katılmayan
ğ u r u r la r .»(l) Buna göre Nuh, daha doğmadan onlan küfür ile andı.
Nuh kavminde o caiz oluyor da, bizim kavmlmlzde nasıl caiz olmaz?
Bize muhalif olanların can ve mallarım helâl saymamıza gelin
ce, Allah bize onların kanlanın helâl kıldığı gibi m allarım da helâl
kılmıştır. Onların kanlan helâldir. M allan da müslümanlara gani
mettir. Allah’tan kork Necdet ve kendine g e ll» (2 )
N âfi’nln görüşlerine getirdiği deliller İşte böyleydi. Z ayıf olduğu
açıktır. Fakat Ezârlka, onu vahiy gibi görüyor, ona boyun eğiyor ve
gereğince amel ediyordu. Ezârlka'mn tavrı hem Emevî yönetimini,
hem de genel olarak bütün müslümanlan huzursuz etmiştir. Fakat
onlar, hiç kimsenin rızasına veya gazabına aldınş etmemişler, bütün
gayretleriyle sonu ne olursa olsun, hak bildikleri yolda yürümeyi
tercih etmişlerdir.
bimin karşısına hain olarak çıkmayı arzu etm em » dedi ve Âdeti üze
re sabah hapishaneye dönmeye karar verdi. Gardiyan ise, Mirdas’m
bu haberi alınca gelmeyeceğini düşünerek çok kötü bir gece geçirdi.
Sabah olunca Mirdas’ı ümitsizce beklemeye başladı. Uzaktan Mlrdas'
m geldiğini görünce önce çok şaşırdı. Onu hapse koyduktan sonra sor
du: «Em ir’in verdiği karan duydun m u?» Mirdas: «E vet» dedi. Gar
diyan daha çok şaşırdı: «Peki niye kalkıp geldin?» Mirdas: «Kalkıp
geldim, çünkü sana ihanet edemezdim. Senin bana yaptığın iyilik yü
zünden ceza görmene sebep olamaz ve iyiliğine fira r İle cevap vere
mezdim» dedi. Sabahleyin, İbn Ziyad’m emri gereğince Hariciler te
ker teker öldürülmeye başlandı. Sıra Mirdas’a gelince gardiyan, İbn
Ziyad’m ayağına kapanıp, «Bunu bana bağışla» diye yalvardı ve
olan-biteni anlattı. İbn Ziyad, onu bağışlayıp serbest bıraktı.» (1)
C. H A R İC İL E R İN P A R Ç A LA N M A S I VE Y E N İ F IR K A L A R
(1) Taberî, IV, 236 vd.; İbn Abd-i Rabblh, el-Ikdu’l-Ferld, II, 390 vd.
(2) Taberî, IV, 349 vd.
(3) Tevbe sûresi, âyet 1
(4) Bakara sûresi, âyet 221
534 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İS LÂ M T A R İH İ
a) E zâ rik a :
Bunlar, Ebû Râşld N âfi b. Ezrak’m taraftarları olup, onunla bir
likte Basra’dan Ahvaz’a gitmişler, Ahvaz ve K irm an'ı istilâ ederek bu
bölgede güçlenmişlerdir. Atıyye b. Esved,(3) K atariy b. el-Fucâe, Ubey-
de b. H ilâl el-Yeşkurâ, Sahi b. Hablb, Salih b. Mihrak, Abd-i Rabblh
el-Kebîr ve Abd-1 Rabblh es-Sağlr de Ezârika’mn liderleri olarak ta
nınırlar. Ezârika, Harici fırkalarının en büyüğü, en tehlikelisi ve en
başardı olanıdır. Senelerce İslâm ordularıyla çarpışmışlardır.
Basralılar, onlardan korunmak için kendisine sığınınca Mühelieb
b. Ebi Sufra, orada Haricilerle savaşmaya başlamıştır. Daha sonra İbn
Zübeyr de Haricilerle harbetmek üzere Mühelleb’l görevlendirmiştir.
İbn Zübeyr’den sonra Abdülmellk ve Haccac da Mühelleb’i aynı gö
revde bırakmışlardır. Mühelieb ile Hariciler arasındaki savaş tam on
dokuz sene sürmüştür. Mühelleb’in dirayeti ve Hariciler arasında baş
b) Necedât ı
c) tb â d iy y e :
Abdullah b. İbâd’ın taraftarlarıdır. Müslüman m uhalifleriyle ev
lenmeyi, mirası sahih kabul ederler. Onlara göre, müslüman muha
liflerinin dâr’ı (ülkesi), «dâr-ı tevhidndir. Fakat sultanm oturduğu
yer «dâr-ı bağy»dir. M uhaliflerinin şehadetlerlni kabul ederler. K ul
ların fiilleri, Allah'ın mahlûku, kulların da mecazen değil, gerçek
olarak müktesebleridir. İmamlarını, «Em iru’l-mü’m inin» diye isim
lendirmezler. «M uhacirim » ismini de kullanmazlar. Davet etmeden
m uhalifleriyle savaşı caiz görmezler. U m a n (l) ve Kuzey Afrika ta
raflarında ikamet eden İbâdiyye’ye mensup bir gurup dışında Hari
cî kalmamıştır. Uman çevresindeki İbâdiyye mensupları da kendile
rine Haricî denmesini istemezler.
d) A c â r id e :
Bunlar Necdet’in fırkasına bağlı Atıyye b. el-Esved’in talebesi olan
Abdülkerim b. Acrad’m taraftarlarıdır. Abdülkerim'in İbn Beyhes’ln
talebesi olduğu da rivayet edilmektedir.
Acâride taraftarları, müslüman çocukları hakkında bülûğa erin
ceye kadar bir hüküm vermezler. Bülûğa erince İslâm’a davet eder
ler. Müşriklerin çocukları ise babalarıyla cehennemdedirler. Kuûd eh
lini dost kabul ederler. H icreti fariza olarak değil, fazilet olarak görür
ler. Büyük günah işleyenleri tekfir ederler. (2) Acâride'nin parçalan
maya çok mütemayil bir gurup olduğu görülmektedir. Şehristanî, yedi
tane Acâride gurubu zikretmekte ve Saltıyye, Meymûniyye, Hamziy-
ye, Halfiyye, Etrafiyye, Seb’iyye ve Hâzimiyye isimlerini vermektedir.
e) S u fr iy y e :
Sufriyye isminin kime nispet edildiği konusunda ihtilâf vardır.
Ziyad b. el-Asfar’a nispet edenler olduğu gibi Abdullah b. Saffar'a
nispet edenler de vardır. «Sarı» mânâsına gelen «sufra»ya da nispet
edilmiştir. Sufriyye'nin gece gündüz ibadet etmek ve oruç tutmaktan
benizlerinin sarardığı, bu yüzden bu ismi aldıkları rivayet edilir. Bu
görüş, Taberi'nin dediği gibi, kanaatkâr, zahit ve yüzü sararmış bir
zat olan Salih b. Misrah’m vasıflarına uygundur. (3) Salih, Haricilerin
bir gurubuna komuta ederek isyana kalkışmıştı. Şebib b. Yezid eş-Şey-
banî en önemli adamlarındandır. Bunun da Şebîblyye diye bir guru
bu yönettiği rivayet edilir.
f) Ş eb ib iyye:
D. H A R İC İ F IR K A L A R IN C A Ç OK T A R T IŞ IL A N K O N U LA R
Muhaliflerin Çocukları:
Ezârika’ya göre, kuûd ehli ve N âfi ile hicret etmeyen tek fir olu
nur.
Necedât’a göre, kuûd caizdir. İsyan daha efdaldlr.
Sufriyye’ye göre, kuûd caizdir.
A. M V T E Z İL E ’N tN ORTAYA Ç IK IŞ I
Cebriyye'nin Görüşü:
di Daha geniş bilgi İçin bkz. Şehrlstanl, Aynı eser; İbn Hazm. el-FasI;
Eş'ari, Makâlâtü'l-İslâmlyytn; Bağdadi. el-Fark beynel-Flrak ve Nlc-
holson. A Llterary History of the Arabs
(2) Aynı Kaynaklar.
(3) Enfal sûresi, âyet 2
(4) Mahmud el-Beşbişl, el-Flraku’l-İsl&mlyye, 16
542 doğuştan günllmUze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
M u t e z i l e ’nin Görüşü.'
bire mevzuu budur. Fakat elimizde Haşan el-Basri ile talebesi Vâsıl
arasındaki anlaşmazlığın, «büyük günah işleyen kişi» mevzuundan
önce başladığını gösteren bilgiler vardır. Şehristani, el-Milel ve’n-Nl-
hal adlı eserinde, Vâsıl ve arkadaşı Amr b. Ubeyd’in, «insanın fiil
lerini kendisinin yarattığı» görüşüne yöneldiğini anlatır. «Kulların
kendi fiillerini yaratması» konusu, «büyük günah işleyen» konusun
dan daha geniştir. Şehristani ayrıca, Vâsıl ve arkadaşının, Allah'ın
sıfatlarım kabul etmediklerini de zikreder. Vâsıl ve arkadaşı Amr b.
Ubeyd’in bu iki meselede Haşan el-Basri’ye muhalif oldukları bilini
yordu. Buna rağmen Haşan el-Basri’nin ilim halkasına devam ediyor
lardı. «Büyük günah işleyen» konusuna gelince anlaşmazlık alanı
genişleyerek ayrılığa sebep oldu. Şehristani bu bilgileri verdikten son
ra şöyle diyor: Vâsıl ayrıldı, kader ve sıfatlan inkârda muvafakat
eden Am r b. Ubeyd de onu takip e tti.(l)
Dikkat edilecek nokta Vâsıl’ın, «büyük günah işleyen» sorusu so
rulduğunda hocasının cevabını beklememesidir. Çünkü Vâsıl, hocası
nın cevabım biliyordu. Haşan el-Basri, kaza ve kader hakkında hadis
ehli gibi düşünüyordu. Yani, «kulun fiillerini Allah'ın yarattığı, onun
ise kesb diye isimlendirilen seçime ve o İşe yönelmeden başka rolü
olm adığı» kanaatlndeydi. Vâsıl, aynı zamanda hadis ehlinin, amelle
rin imandan bir cüz olmadığı görüşünü benimsediklerini de biliyordu.
Bu yüzden Vâsü, Haşan el-Basri’nln büyük günah işleyeni âsi mü’mln
sayan görüşünü belirtmesine fırsat vermeden ortaya atüarak kendi
görüşünü açıkladı.
İşte böylece Mutezile ortaya çıktı. Başlangıçları daha önce söy
lediğim iz gibi, Haricîlerin büyük günah işleyen hakkmdaki görüşlerine
muhalefet ile irtibatlıydı. Ayrıca bu konu dışında da değişik görüşler
ileriye sürdüler. Gurubun ilmi birikimi belli bir seviyeye ulaşınca,
önde gelen âlimleri görüşlerini açıklamaya ve hedeflerini tespite baş
ladılar. Bütün bunlar ikinci hicri asrm başlarında oluyordu. Mutezi-
lîler, ilkelerini belirlerken akla dayanmışlardı. Bu sebepten her ko
nuda aklı ön plâna alıp, onu rehber edindiler. Daha sonra felsefeye
yöneldiler. Özellikle İslâm âleminde ilmi kalkınma genişleyip, çeşitli
m illetlerin felsefi akımları ile ilgili eserler Arapçaya çevrilince, fel
sefeden geniş bir şekilde yararlanma yolunu tuttular. Felsefe, İslâm
düşmanlarının İslâm’a karşı kullandığı bir silâhtı. Mutezile, bu silâh
tan İslâm adına İstifadeyi düşündü. Felsefe yoluyla İslâm’a saldıran
veya tenkit edenlere, kendi silâhlarıyla karşı koyarak İslâm’ı müda
faaya çalıştı. Şehristani, M 'itezile’nin Allah'ın sıfatlarım İnkâr husu
sundaki görüşlerini izah ederken şöyle diyor:
B. M U T E Z İL E ’N İN İL K E L E R İ I
a) A d i:
Mutezile, «K u l kendi fiilin i kendisi yaratır ve ona göre mükâfat
veya ceza görü r» meselesine kısaca «A d i» ismini verir. Adi prensibine
göre, Allah’a şerr, zulüm, küfür ve maslyet gibi peyleri yaratmak İza
fe edilemez.
Çünkü zulüm yaratırsa zâlim olur. Mutezile, A llah ’ın İyilik ve
hayırdan başka bir şey yaratmadığına kanidir. Bu İlkelerinden dola
yı Mutezlle’ye, «Adllyye» İsmi de verilmiştir. Yine bu yüzden onlara,
«K aderlyye» de denilmiştir. Yani «Kaza ve kader meselesine karşı çı
kanlar ve ona inanmayanlar» anlam ına Bu ismi Mutezile kabul et
mez. Onlar, «Kaderlyyeanln kaderi İnkâr edenlere değil, kadere İna
nanlara verilmesi gerektiği görüşündedirler. Bu İsmi sevmemelerinin
asıl sebebi ise, Hz. Peygamber’ln, «Kaderiyye, bu üm m etin mecûsile-
Tidir» şeklindeki hadisidir. Yine Hz. Peygamber’den, «Kaderiyye, ka
der hususunda Allah'ın hasımlandır» hadls-1 şerifi rivayet edilmiştir.
Bu yüzden kadere İnananlar, bu İsmi Mutezlle’ye, Mutezile İse kade
re inananlara yakıştırır. ( 1 )
Bu hadisler bize, kader meselesinin Hz. Peygamber zamanında
tartışılmaya başlandığım ve üzerinde çokça konuşulan eski bir mevzu
olduğunu gösterir. İslâm dünyasına girişinin İse müslüman olan bir
hrlstiyan vasıtasıyla olduğu rivayet edilir. Ondan Mabder el-Cühenl
ve Gaylân ed-Dımaşkl almıştır. Zaman zaman İslâm meclislerinde ko
nuşulan bu mevzu. Mutezile zamanında onların da İlgi alanına gir
miş ve konuyu »m İ bir yaklaşım la ele almaya, üzerinde titizlikle de
ğerlendirmeler yapmaya yönelmişlerdir.
b) T e v h id :
Mutezile, Allah'ın sıfatlarım inkâra « Tevhid» ismini verir. Mute
zile, Allah’a «kadim sıfatlarının izafesini» kabul etmez. Onlara göre,
kadim sıfatların varlığım kabul etmek demek, kadim varlıkları ço
ğaltm ak demektir. Bu ise şirktir. Allah zatiyle âlim, zatiyle kadir, za
tiyle mütekellimdlr, derler. Görüşlerine bağlı olarak da, K ur’an'ın
mahluk olduğunu ileri sürerler. «Çünkü Allah’tan başka kadim yok
tur.»
Sıfatların inkârından dolayı Mutezlle’nin muarızlan onlara, «Mu-
attıle» ism ini verirler. Çünkü Allah’ın sıfatlarım tatil ve İlga etmek
tedirler. Sıfatların varlığım kabul edenler İse, «sıfatiyye» diye isim
lendirilir.
Bu iki ilke yüzünden Mutezile kendisine, «Eylü'l-Adl ve’t-Tevhid»
denmesini İster. ( 2 )
(1) Daha geniş bilgi İçin bkz. gehrlatanl, el-Mllel ve’n-Nlhal; İbn Hazm.
el-FasI; Eş'arI, MakAUtdl-talAınlyrln
(2) Aynı kaynaklar.
550 doğuştan günümüze B Ü Y Ü K İS L Â M T A R İH İ
cl V a’d ve V a id :
M 'tezile’ye göre bir müslüman, dünyadan İtaat üzere tevbe ede
rek ayrılmış ise sevabı ve sevabın ötesinde fazileti hak eder. Şayet
büyük günah işlemişse ve tevbe etmeden de dünyadan göçmüşse, ebe-
diyyen cehennemde kalacaktır. Fakat azabı kâfirlerin azabmdan da
ha h a fif olacaktır. Mutezile bu durumu «va’d ve vaid» diye isimlen
dirmiştir.
d) Hüsün ve K u b u h :
b) İslâm’ın S a deliği:
İslâm, kolaylık ve sadeliği kabul eder. Fakat Mutezile, bu müsa
mahakâr ve sade akideyi felsefe, lahûti araştırmalar ve İslâm'ın an
cak insanın kavrama kabiliyeti ölçüsünde açıkladığı kevniyyat yile
ilgili konulan deşerek zorlaştırdı.
c) Felsefe:
Mutezile, felsefe okyanusuna şüphesiz İslâm’ı müdafaa için gir
di. Fakat çoğu, elindeki silâhla kendini vurdu. Başka bir ifade ile,
bazılan bu felsefe okyanusunda boğuldular, çarpıldılar ve sapıttılar,
ö y le ki bazılan, tenasühün (Ruhun öldükten sonra başka bir beden
de dünyaya dönüşü) varlığına ve (haşa) Allah'ın yalan söylemeye
ve zulmetmeye gücü yettiğine, yalan söylerse yalancı, zulmederse de
zâlim olacağına hükmetmeye kadar gittiler. ( 2 )
Mutezile, İslâm'ın ilk çağında vuku bulan fitne olaylarım değer
lendirirken sahabeye dil uzatmayı caiz görmüş ve gerek Hz. Peygam-
ber'e yakın destekleri olan, gerekse İslâm'ın yayılmasında büyük hiz
metleri geçen sahabeye hiç de uygun düşmeyecek şekilde hücum et
miştir. Öyle ki onları, «fâsık» diye nitelendirecek kadar haddi aş
mıştır. (3) Bunların yamsıra, K ur’an’ın mahlûk olduğu yolunda-
A. EMEVlLER VE HİLAFET
1 — H İL Â F E T T E K İ DEĞİŞME
Seçimler ve B iat:
B. ÜLKELERİN İDARESİ
bir çul giydirip şiddetli işkenceler yaptı. Buna rağmen Hâlid, bir tek
kelime konuşmadı. Bunun üzerine Kûle'ye götürülüp orada da işken
ceye maruz bırakıldı. Sonunda göğsünden aldığı bir hançer yarasıyla
öldü. Gece vakti gizlice gömüldü. Hâlid, bu olaydan önce Irak’ı on
beş yıl idare etmişti. Yemen’in ileri gelenlerinden birisiydi.
D. ADLİ TE ŞK İLAT
E. M ERKEZ T E Ş K İL Â T I
F. İS L Â M Î SİK K E L E R (P A R A LA R )
(* • ) Mlskal: 24 kırat.
(1) Belâzurî, FUtûbu'l-Buldan, 467-468
(2) Bkz. İsmail Galib. Meskûk&t-ı Kadlm e-i İslâmî ye Kataloga, İst. 1312.
(* * * ) K ı r a t : Be; adet arpa ağırlığı.
572 doğuştan gtlntlnıUze B Ü Y Ü K İSLÂ M T A R İH İ
G. KÜLTÜR FAALİYETLERİ
1. Gramer:
Cahiliye döneminden beri Hicaz’da iki kardeş şehir olan Mekke
ve Medine, şiir faaliyetlerinin odaklaştığı merkezlerdi. Daha sonra
ları Hz. Ömer’den sonra ilk müslümanlann Hicaz’dan çıkarak deği
şik yerlere gitmeleri ve İslâm devletinin sınırlarının genişlemesiyle
Irak, Suriye ve Mısır gibi vilâyetler de bu hususta önem kazanmışlar
dır. Bunlardan özellikle Irak, canlı bir fikri ve İlmî faaliyetler mer
kezi haline gelmiştir. Basra ve Küfe şehirlerinde daha sonraları birer
gram er ekolü halini alacak olan dil çalışmaları başlamıştır.
İslâm ’a giren gayr-ı Arap toplulukların, Kur’an’ı ve hadisleri in
celeme ve öğrenme konusundaki arzu ve ihtiyacı bu çalışmalara baş
lanmasının temel sebeplerinden birisidir. Aynca Kur'an-ı Kerim'in
fasih Arayçayla, günlük dilde k u lla n ıla n ve Farsça, Süryanlce gibi
dillerin etkisiyle saflığı bir hayli bozulmuş olan kimselerin bile K ur’-
an’ı okuyup anlamakta zorluk çekmeye başlaması, bu çalışmaları teş
v ik eden önemli gelişmelerdir.
Bu konudaki mühim çalışmalardan birisi de Haceac’ın, Kur'an-ı
K erim ’in harekelendirilmesini sağlaması olmuştur. K ur’an harfleri
2. Hadis ve F ıkıh:
lere göre Şâ’bî, yüz elli kadar sahabeden hadis dinlemiş ve bunların
hepsini hafızasında toplamıştır. Şâ’bî, Halife Abdülmelik tarafından
önemli bir görev için İstanbul’daki Bizans İmparatoruna da gönde
rilmiştir. Onun yetiştirdiği talebelerin en tanınmışı şüphesiz Ebû Ha-
nlfe’dlr.
Hadis ve fıkıh sahasında Basra ve Küfe mektepleri önemli geliş
meler göstermiş olmakla birlikte, Hicaz’daki mektepler gibi Medine
metodunun etkisinde kalmamış, ayrı birer ekol halini almışlardır.
3. Ş i i r , H i t a b e t ve B e l & ğ a t :
Emeviler devrinde edebi sanatlar sahasında da önemli gelişmeler
olmuştur.
Cahiliye döneminin Arap hayatında vazgeçilmez bir yer tutan şi
ir, daha çok âhiret hayatım hedef alan ve dünyevi zevk ve eğlenceye
değer vermeyen ilk İslâmî devirde (Hulefâ-i Râşldln devrinin sonuna
kadar), eski gücünü kaybetmişti. Fakat dini bir müessese olan hilâfeti,
dünyevi bir saltanata dönüştüren ve bu yüzden (bazı İstisnalar dışın
da) eğlence ve sefahata düşkün bir hayat yaşayan Emevl halifelerinin
çevresinde şiir yeniden ön plâna çıkmıştır.
Bu devirde yetişen önemli şairlerden birisi Ömer b. Ebl Rebia’dır
(öl. yaklaşık 719). Devrinde lirik şiirin en büyük üstadı sayılan bu
şair, şiirlerinde dini hislere hemen hemen hiç yer vermez. Kureyş ka
bilesinden olan Ömer’in günümüze kadar gelen bir divanı vardır. Bu
divan İki cilt halinde Paul Schwarez tarafından Lelpzlg'te (1901-1909)
neşredilmiştir. (1)
Ömer'in aşk şiirleri yazmasına karşılık çağdaşı Cemil (öl. 701) plâ
tonik şiirleriyle şöhret bulmuştu, tik Leylâ ve Mecnûn mesnevisini de
bu şairin yazdığı rivayet edilmektedir. (2)
İslâm öncesi Arap şiirinin derlenmesi konusunda yapılan İlk te
şebbüs de bu devire rastlamaktadır. Cahiliye dönemine alt yaklaşık üç
bin kasideyi alfabetik sıraya göre derleyip tertip eden Hammad er-Râ-
vîye (713) bunları halife II. Velld'in huzurunda okumuştur.
Emeviler devrinde yetişen üç şair daha vardır kİ bunlar, halife
Abdülmelik İle oğullan Velld, Süleyman ve Yezld'ln gözde şairi Fe-
rezdâk (640 - 725), Haccac’m saray şairi Cerir (öl. 726) ve kendisi bir
tırlstiyan olan el-Ahtal... Her üçü de Irak’ta doğmuş ve yetişmişlerdir.
(1) Geniş bilgi İçin bkz. Philip Hlttl, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev.
Salih Tuğ, İst. 1980. Ayrıca bkz. Islehanl, Aganl, I, 32; ve Cebrail Cab-
bur, Ömer b. Rebla, Beyrut. 1935-1939
(2) Isfehanî, Aynı eser, I, 169; İbn HalUkan. Aynı eser, L 148
576 doğuştan gUntlmUze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
4. Tarih:
(1) Geniş bilgi İçin bkz. Philip Hlttl, Aynı eser, 395
(2) Geniş bilgi İçin bkz. İbn Nedim, Fihrist, 89; tbn HaUlkan, Aynı eser,
II. 365
(3) İbn Halllkan, Aynı eser, IV, 89
EM EVİLER DÖNEMİNDE İDARİ MÜESSESELER 577
laşık 728). Aslen Yemenli bir yahudi olan Vehb’in verdiği bilgi ve ha
berlerin doğruluğu oldukça şüpheli olmakla birlikte, güney Arabistan
tarihi konusunda başta gelen kaynaklardan birisidir. Yine Kâbu’l-Ah-
bâr (ölm. 652) isimli diğer bir yahudi kökenli tarihçi de zikredilmeye
değer. Muhtemelen Hz. Ömer zamanında müslüman olan K â ’b daha
sonra, Muâviye Suriye valisi iken onun sarayında öğretmenlik ve mü
şavirlik yapmıştır. (1)
Kâ'b, Vehb b. Münebbih ve diğer yahudi asıllı muhtedller vası
tasıyla anlatılan ve doğrulukları oldukça tartışmalı olan pek çok ha
ber, kıssa ve İslâm öncesi Araplarıyla İlgili bilgiler (İsrailiyât) bu de
virde müslümanlar arasında geniş bir şekilde yayılmıştır.
5. Eğitim:
ri) İbn Halllkan, Aynı eser, İÜ . 106-107; Taberl, IH . 2403: Nevevi Tehzl-
bu'l-Esmâ ve'l-Lüga, 523
(2) Bkz. İbnü'l-Cevzi, Sfre, 257; Câhız, Beyan, n . 136-143
F. ; 31
578 doğuştan gUntlmüze B Ü Y Ü K İS L Â M T A R İH İ
zid b. Ebî Habib'in burada aynı zamanda bir öğretmen olarak da te
mayüz ettiği rivayet edilmektedir.
Diğer taraftan kaynakların naklettiğine göre Dahhak b. Muzalim,
K û fe’de bir okul açmış ve halktan bir ücret talep etmeksizin dersler
vermiştir. Yine Basra şehrine yerleşen bir bedevinin ücret karşılığı
eğitim göstermek üzere bir okul açmış olduğu da rivayetler arasında
dır. (1)
6. T ıp ı>e Kimya:
7. M im arî:
Abdullah b. Mes’ud: 60, 167, 202, 501, 502, 503, 504, 505, 513,
203, 574. 514, 525, 532, 534, 570, 571.
Abdullah b. Misade: 260. Abdulmuttalib: 21.
Abdullah b. Muâviye: 430. Abdulmuttalib Oğullan: 285, 502.
Abdullah b. Muâviye b. Abdillah Abdu’l-Uzza: 32.
b. Câfer b. Ebî Tâlib: 445. Abdurrahman b. Abbas el-Haşi-
Abdullah b. el-Mu'tem: 80. mî: 358.
Abdullah b. Muti: 327, 341, 481, Abdurrahman b. Abdullah el-Ga-
495. fikî: 423, 424.
Abdullah b. Ömer: 166, 191, 207, Abdurrahman b. Attab b. Esîd:
224, 252, 276, 309, 310, 311, 232, 236.
320, 322, 323, 345, 492, 498. Abdurrahman b. A v f: 19, 32, 63,
Abdullah b. Ömer b. Abdülaziz: 94, 95, 138, 146, 183, 196,
186, 187, 189, 221, 430. 191, 270, 276, 281, 438.
Abdullah b. Rebîa: 222. Abdurrahman b. Ebi Bekr: 194,
Abdullah b. Sa’d b. Ebı Şerh: 195, 309.
199, 200, 208, 210, 220, 222. Abdurrahman b. Hâlld b. Velid:
Abdullah b. Sa’d el-Ezdî: 340. 205.
Abdullah b. es-Saffar: 532, 533, Abdurrahman b. el-Haris: 295.
534, 536. Abdurrahman b. Muğire: 568.
Abdullah b. Sebe: 135, 149, 200, Abdurrahman b. Muâviye: 285,
206, 208, 211, 214, 219, 220, 567.
235, 407, 437, 441, 442, 443, Abdurrahman b. Mihnef: 367,
555. 515.
Abdullah es-Seffah: 17. Abdurrahman b. Muhammed b.
Abdullah b. Selâm: 224. Eş’as: 354, 355, 356, ?57, 358,
Abdullah b. Sevr: 60. 364, 378, 569.
Abdullah b. Sevr Ebû Fudeyk: Abdurrahman b. Mülcem: 261,
532. 262, 511.
Abdullah b. Umeyr el-Kelbî: 483. Abdurrahman b. Müslim: 384,
Abdullah b. Utbe: 86. 386.
Abdullah b. Vâii’l-Bekrî: 340. Abdurrahman b. Ömer: 1B7, 188.
Abdullah b. Vehb er-Rasibî: 254, Abdurrahman b. Rabîa: 87.
256, 510. Abdurrahman b. Sâlim: 568.
Abdullah b. Yezld: 336. Abdurahman b. Semûre: 303.
Abdullah b. Zübeyr: 22, 176, 236, Abdurrahman b. Yezid: 333, 336.
251, 309, 310, 313, 320, 322, Abdu Yağus Oğulları: 121.
323, 331, 334, 335, 336, 338, Abdülaziz b. Abdullah b. Hâlid b.
339, 340, 341, 342, 343, 344, Useyd: 363, 402, 405.
346, 347, 351, 359, 360, 361, Abdülaziz b. Mervan: 285, 338,
362, 371, 372, 375, 433, 479, 372, 381, 390, 393, 394, 397,
480, 489, 492, 493, 495, 497, 560.
İNDEKS 583
357, 369, 370, 373, 374, 375, Dahhak b. Muzallm: 561, 578.
404, 415, 422, 431, 511, 514, Dahlr: 388.
563, 566, 573. Dailer: 468.
Charles Martel: 424. Dftra: 369, 370.
Clrâ': 72. Dârabclrd: 363.
Ciref: 365. D&r&bgird: 86, 88.
Cizye: 49, 61, 81, 67, 93, 100, 1C9, Dâr-ı bağy: 536.
118, 124, 125, 127, 128, 129, Darende: 375.
139, 141, 166, 249. Dftr-ı Tevhid: 536.
Comes Julianus: 390. Daru’l-Harp: 270.
Corci Zeydan: 102, 103. Daru'r-Bızk: 127, 172.
el-Cubb&î: 548. David Donaldesh: 442.
Cûdi b. Rebîa: 51. Hz. Dftvud: 292.
Cûfeyne el-Abbâdi: 151, 104, 195. Davud b. Kahzam: 364.
Cunade b. Ebî Umeyye el-Ezdi: Davudoğullan: 440.
305. Davud b. Süleyman: 400.
Curcuma: 127, 374. Daybul: 388.
Cuşem b. Bekr Kabilesi: 263. Debâoğullan: 35.
Cuzcan: 384. Dehriler: 548.
Cübeyr b. M ut’im: 117, 149, 221, Derâhlm-1 Hâlidlye: 572.
568. Derâhlm-i Hubeyrlye: 572.
Cüheyze: 529. Derâhlm-i Yusuflye: 572.
Cündeb b. Kâ'b el-Ezdi: 205. Derbend: 198, 389, 417, 422.
Cüneyd b. Abdurrahman el-Mur- Deskere: 370.
rî: 420. Deylemliler: 414, 460, 482.
Cürcan: 87, 198, 398, 399, 404, Deyr Slm'an: 413.
561, 565. . Deyru’l-Câsellk: 344.
Cüreş: 60. Deyru’l-Cemâclm (Kafatası Ma
Cüveyriye: 164, 165. nastın): 357.
Deyru’l-Kurra: 357.
Dımaşk: 129, 151, 159, 244, 260,
- Ç- 307, 344, 375, 394, 402, 415,
418, 425, 426, 427, 428, 429,
Çağanya: 303.
430, 432, 503, 504, 573.
Çanakkale: 399.
Dicle: 44, 46, 50, 52, 67, 68, 66,
Çin: 87, 384, 554.
77, 78, 378.
Dlhkan: 67, 151.
— D — Dirar b. el-Hattab: 80.
Direfş Kâviyan: 68.
Dabık: 400. Dirhem: 126, 128, 133, 135, 137,
Dahhak b. Kays el-Şeybani: 319, 151, 152, 153, 154, 184, 165,
320, 336, 337, 431. 167, 168.
590 dogugtan günümüze B Ü Y Ü K İS L A M T A R İH İ
457, 458, 467, 468, 469, 471, Kâ'b b. Mâlik: 161, 224.
473, 474, 475, 476. Kâ'b b. Sevr: 231, 323.
İsmet: 466, 467. Kabul: 354, 358.
İsnâaşeriyye: 24, 453, 455, 456, Kabu'l-Aşkari: 366.
457, 458, 462, 463, 467, 468. Kabullstan: 355.
İspanya: 391, 392, 393, 394, 397, Kadıköy: 305.
417, 423, 424, 425. Kadı Yahya b. Eksem, 451.
İsrailoğullan: 494. Kadlsiye: 70, 72, 77, 79, 152, 103,
İstanbul :45, 46, 199, 200, 304, 167, 168, 179, 204, 243, 347,
305, 306, 307, 322, 372, 390, 382.
391, 399, 400, 402, 403, 422, Kafiz: 130.
566, 575. Kafkasları 380, 422.
İtalyan: 58. Kafkasya: 429.
lyad: 50, 80. Kâhine: 373.
İyas b. Kabisa: 48. Kahire: 453, 486.
lyas b. Seleme: 182. Kahtaba b. Şeblb: 432.
İyaz b. Ganem: 46, 50, 51, 80, Kâhtan: 42, 377.
81, 131. Kâim: 469, 470.
İyaz b. Ubeydullah: 567. Ka’ka’ b. Anır: 50, 54, 79, 65, 90,
İzm it: 399, 400. 234, 235.
İznik: 423. Kalk aşandı: 161.
Kallinikos: 305.
— J — Kapadokya: 423.
Kapıdağ: 305.
Karâmita, 466, 555.
Janda(Handa), 392. Kar bun: 97.
Johannes Philoponos, 103. Karin: 47.
Juhannes, 373. Karkisiya: 80, 82, 337, 339, 342.
Julianus, 332, 391, 392. Kariuk: 421.
Justlnianus, 390. Karraûn: 553.
II. Justinianus: 372, 374, 375, Kartaca: 306, 372, 373, 391.
389. Kâsım: 443.
Kâsım b. Rebia es-Sakafî: 222.
Kasr-ı Kumla: 369.
— K —
Kasru'l-Şem: 106.
Kaşgar: 387.
Kabac Hatun: 304. ■
K â'b b. Acre: 224. Katariy b. el-Fucâe el-Mazeni:
Kâbu’l-Ahbar: 189, 577. 363, 384, 366, 367, 368, 369,
Kâbe: 64, 65, 116, 179, 284, 323, 512, 514, 515, 529, 534, 535,
331, 345, 371, 493, 496, 504, 537.
532. K atîf: 43.
600 doğuştan gUnümUze B Ü Y Ü K İS LÂ M T A R İH İ
I. Mercan b. Hakem: 22, 213, 230, Mısır (-U, -1ar), 17. 18, 23, 45,
285, 302, 308, 309, 330, 331, 46, 59, 96, 97, 99, 100, 101,
336, 337, 338, 339, 446, 490, 102, 103, 106, 107, 109, 123,
502, 503, 558, 559, 560, 561. 127, 128, 131, 132, 149, 150,
II. Mercan b. Muhammed b. Mer- 151, 152, 153, 159, 160, 172,
van: 285, 286, 422, 428, 429, 176, 197, 199, 200, 206, 207,
430, 431, 432, 517, 558, 566, 214, 215, 217, 219, 222, 227,
568, 573. 257, 258, 259, 287, 302, 306,
Mervanoğullan: 560. 336, 338, 342, 360, 372, 379,
Mercu’r-Rûd: 87, 198, 377, 382, 380, 381, 390, 394, 400, 402,
384, 431. 428, 432, 440, 468, 473, 486,
Mervu’ş-Şâhcân: 87. 501, 563, 567, 568, 589, 573,
Meryem binti Osman b. Alfan: 577, 578, 579.
222 . Mirbed: 231.
Merzuban: 136. Mihrân b. Behram Cûbin: 50, 51,
Mesallh: 70. 68, 70.
Mescld-i Haram: 114, 229. Mlhricankazak: 82.
Mescid-i Nebevi: 99, 136, 217, 557, Mlhyâd: 263.
578, 579. Mikdad b. Esved: 60, 192.
Mesih: 440, 475. Mikdad b. Umar: 96, 106.
Mesiha: 51. Mina: 505.
Mes’ud b. Anır, 335. Minas: 92.
Mes’udi: 103, 253. Mircaha: 68.
Mesleme b. Abdülmellk, 389, 390, Miskinler: 140.
399, 400, 402, 403, 415, 421, el-Mizar: 47, 299.
422, 423, 516, 517, 566. Moğollar: 17.
Mesleme b. Mahled, 224. Mora: 374.
Mesleme b. Muhalled el-Ensari: Mousalon: 103, 104.
96, 98, 99, 257, 259. Muâviye b. Ebi Sulyan: 16, 20,
Meş’ale b. Nuaym: 171. 21, 22, 82, 92, 94, 106, 154,
Meşihâtü’l-Feth (Fetih Erkâm): 197, 199, 200, 204, 205, 208,
284. 209, 210, 211, 220, 221, 222,
Mevtti, 169, 172, 341, 358, 359, 227, 228, 238, 239, 240, 241,
405, 420, 497, 49B. 243, 244, 245, 246, 247, 248,
Mevrî b. Ebî Mevri el-Esedi, 282. 249, 250, 251, 253, 254, 255,
Meymûn el-Curcanî, 389. ----- 257, 258, 259, 260, 261, 262,
Meymûne binti Ali b. Ebi Tâlib: 266, 267, 268, 270, 281, 285,
263. 286, 287, 288, 289, 290, 293,
Meymûnlyye: 536. 294, 295, 296, 301, 302, 305,
Meysûn binti Bahdal: 322. 306, 307, 308, 309, 310, 311,
Muhammed Hüseyin . H eyk el: 312, 313, 314, 315, 316, 317,
143. 318, 319, 320, 322, 323, 332,
6 04 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İSLÂ M T A R İH İ
338, 340, 373, 374, 379, 380, 35, 36, 37, 38, 42, 43, 45, 59,
390, 391, 395, 403, 450, 464, 64, 115, 147, 206, 207, 224,
477, 478, 486, 492, 503, 504, 254, 281, 283, 320, 379, 406,
507, 508, 511, 512, 513, 514, 412, 424, 450, 457, 465, 469,
520, 521, 528, 531, 532, 537, 474, 540, 542.
558, 559, 567, 569, 570, 576, Muhammed b. Abdirrahman b.
577. Ebî Leylâ: 120.
Muâviye b. Hişam: 423. Muhammed Abduh: 264, 543.
Muâviye b. Hudeyc: 99, 100, 106, Muhammed b. Abdullah b. Cahş:
259, 306. 167.
Muâviye b. Velid b. Muğire b. Muhammed b. A li b. Abdullah b.
Ebi'l-Âs b. Umeyye: 339. Abbas: 17.
II. Muâviye b. Yezid: 22,185, 333, Muhammed b. A li b. Hüseyin b.
334, 335, 556, 559. Babaveyh: 448.
Muâz b. Cebel, 42, 60, 95, 147. Muhammed b. Amr: 309.
Muâz b. Cuveyn b. Husayn: 297, Muhammed b. Avs el-Ensari: 417.
299, 513. Muhammed el-Bâkır: 443, 449,
Muccaa b. Murâre: 40. 451, 453, 455.
Mudar kabilesi: 228, 234, 561, Muhammed b. Cerir b. Abdullah
562. el-Becelî: 410.
Mufaddal b. Yusuf es-Sakafî: 377, Muhammed b. Ebi Bekr: 208,
378, 383. 214, 216, 217, 219, 236, 258,
Muğire b. Habnâ: 369. 259, 443.
Muğire b. Mühelleb: 362, 367, Muhammed b. Ebi Huzeyfe: 208,
376. 214, 257.
Muğire b. Şû’be: 75, 83, 84, 130, Muhammed b. Eş’as: 325, 343,
179, 180, 188, 197, 224, 226, 520.
251, 253, 289, 290, 294, 297, Muhammed el-Habib: 455.
301, 307, 513, 527. Muhammed b. Hanefiyye: 41, 229,
Muğire b. Zurâre: 73, 74. 322, 340, .341, 342, 443, 455,
Mugis: 394. 457, 458, 466, 495, 496, 504,
Muhacir (-1er, -ûn): 14, 28, 29, 505.
36, 40, 94, 111, 140, 144, 147, Muhammed b. Haşan et-Tûsî:
149, 153, 155, 156, 160, 163, 448.
165, 167, 168, 193, 195, 200, Muhammed b. Kasım b. Muham
201, 211, 224, 270, 276, 487, med es-Sakafi: 382, 388, 397,
501, 536. 566.
Muhacir b. Ebî Umeyye, 35, 41, Muhammed el-Mehdi: 455.
43, 60. Muhammed el-Mektûm: 455.
Muhakkime: 506. Muhammed b. Mervan b. Hakem
Hz. Muhammed (s.a.v.): 14, 15, el-Emevî: 285, 357, 374, 375,
17, 18, 25, 28, 29, 30, 31, 32, 566.
İNDEKS 605
Muhammet! b. Mesleme: 81, 82, 545, 546, 547, 548, 549, 550,
149, 180, 207, 224, 231. 551, 554, 555.
Muhammed Şeltut: 543. Mübareze: 86.
Muhammed et-Taki: 451, 455. Mücaşı b. Mes'ud es-Sülemi: 86.
Muhammed b. Talhâ: 232. Müdrik: 367.
Muhammed b. Umeyr: 348. Müellefe-i Kulûb: 149, 161.
Muhammed b. Yahya: 263. el-Müeyyed fi’d-Din: 475.
Muhammed b. Yakup el-Küley- Mühelleb b. Ebi Sufra: 303, 343,
nl: 448. 344, 347, 349, 350, 354, 356,
Muhammed b. Yusuf el-Kindi: 361, 362, 363, 364, 365, 366,
567. 367, 368, 369, 375, 376, 377,
Muharrem b. Nevfel: 568. 382, 497, 512, 513, 514, 516,
Muhtar b. Ebı Ubeyd es-Sakafi: 527, 528, 534, 561, 562, 565.
340, 341, 342, 343, 433, 443, Mühelleboğulları: 415.
491, 492, 493, 494, 495, 496, Mülhide: 468.
497, 498, 505, 561. Müller: 520.
Mukavkıs: 96, 97, 98. Münzir b. S&vâ: 43.
Mukran: 86. Mürcie: 433, 540, 541, 546, 554,
‘ Muleyke binti Cervel: 187. 555.
Multan: 388. Mürre b. K â ’b b. Lüey b. Gâllb
Munaza: 423. b. Fihr: 31.
Munzir b. Zübeyr: 329. Müsennâ b. Harise: 54, 66, 67, 68,
Murad: 325. 69, 70, 71, 92.
Hz. Mûsa: 360, 469. Müseylemetü’l-Kezzâb: 39, 40, 41,
Mûsa b. Abdullah: 383. 59.
Mûsa el-Kâzım: 448, 451, 455, Müseyyeb b. Neciyye el-Fezari:
468. 260.
Mûsa b. Nusayr: 307, 390, 391, Müs'ır b. Fedeki et-Temiml: 244,
392, 393, 394, 397, 566. 507.
Mus'ab b. Zübeyr: 342, 343, 344, Müslim b. Haccac Ebu’l-Hiiseyln
362, 363, 374, 497, 498, 514, el-Kuşeyri en-Neysabûıî: 40.
571. Müslim b. Akil b. Ebi Tâllb: 323,
Mustevrid b. Alfe: 297, 298, 299, 324, 325, 331, 340, 416, 478,
300, 301. 479, 480, 481, 488, 492.
Mustevrid b. Alkame: 513. Müslim b. Avsece: 483.
Musul: 82, 341, 342, 343, 362, 369, Müslim b. Ukayle: 520.
419, 431, 495, 496, 497, 517, Müslim b. Ukbe el-Murri: 319,
563. 330, 503, 504, 550.
Muşellel, 504. Müslim b. Ziyad: 561.
Mu’tasım: 17. Mütekellimin: 24.
Mûte: 33. Mütevekkil: 17, 554.
Mutezile: 24. 433, 459, 521, 540, Müz&him, 407.
606 doğuştan günümüze BÜ YÜ K İSLÂM T A R İH İ
— N — Nimes: 423.
Ninova: 328.
Nabatîler: 132. Nîrek: 377.
Nadı b. Enes: 153. Nirun: 388.
Nadr b. Saîd el-Haraşî: 431. Nişapur: 87, 198, 294, 303, 431,
Nâfî b. Ezrak: 359, 361, 512, 514, 432, 499, 561.
515, 522, 523, 524, 532, 533, Nizar: 561.
534, 535, 537, 538. Nizek: 383, 385.
Nâfı b. el-Hâris el-Huzâı: 197. Nizek Tarhan: 384.
Nahîle: 238. Nuaym b. Mukarrin: 86, 87.
Nâil: 241. Hz. Nuh: 351, 469, 475, 523, 524.
Nâile binti el-Karâfisa: 217, 222. Nuhayle: 255, 288, 289, 415.
Nakib: 171. Numan: 474.
Narborme: 403, 417. Numan b. Beşir: 323, 324, 329,
Na’sel: 217. 330, 336, 337, 478, 479.
Nasır el-Utruş: 460. Numan b. Bişr: 224, 259.
Nasr b. Seyyar: 421, 428, 431, Numan b. Mukarrin: 73, 78, 84,
432, 499, 500. 85.
Natil: 49. Nusaybin: 80, 81, 370, 431.
Nav’am Suyu: 425. Nusayr b. Ebû Musa b. Nusayr:
Nâvûsiyye: 447. 51.
Nebi: 440. Nûşirevân (Anuşirvan): 45, 46.
Necdet b. Âm ir- 3 3 1 , 3 5 9 , 364,
516, 522, 523, 524, 530, 532,
535, 536. f l
Necedât: 514, 533, 535, 538.
Necef: 75. ordu Divanı: 136.
Necîd: 34, 35, 37, 281. Orihuela: 393.
Necran: 42, 60, 126, 153. Orişelim: 46.
Nefise binti A li b. Ebi Tâlib: 263. Orosius: 103.
Nehrevan: 254, 261, 297, 411, 510, Ortaçağ: 58.
511, 513, 519. Ortodoks: 553, 554.
Nehru’l-Melik Dihkanı: 151. Orta Kale: 378.
Nem Âhurûn: 378. Oryantalistler: 104.
en-Nemânk: 67. Hz. Osman b. Affan: 19, 51, 60,
Nemr: 80. 61, 63, 64, 112, 120, 135, 148,
Nersâ: 67. 183, 186, 191, 192, 194, 195,
Nesa: 431. 196, 197, 199, 200, 201, 202,
Nesef: 304, 385, 387. 203, 204, 205, 206, 208, 209,
Nicholson: 487. 210, 211, 212, 213, 215, 216r
Nlhavend: 85, 86. 217, 218, 219, 220, 221, 222,
Nü: 106. 223, 225, 226, 227, 228, 229,
İNDEKS 607
231, 232, 234, 235, 237, 238, 44, 55, 5Sı, 60, 61, 63, 64. 65,
240, 241, 242, 244, 246, 247, 66, 67, 681, 60, 70, 71, 72, 73,
251, 252, 253, 257, 259, 263, 75, 76, 77, 78, 79, 80, 81. 82,
264, 266, 267, 270, 276, 281, 83, 84, 85i, 86, 87, 88, 89, 90,
282, 287, 293, 301, 302, 307, 91, 92, 93. 94, 95, 9f), 99, 100,
338, 350, 352, 354, 360, 361, ıo ı. 102, 104, 105, 106, 107,
436, 437, 438, 446, 448, 450, 108, 109, 112, 113, 116, 118,
464, 480, 502, 507, 525, 531, 119, 120, 121, 122, 123, 124,
532, 570. 127, 128, 129, 130, 132, 133,
Osman b. Ali: 262. 134, 135, 136, 138, 139, 140,
Osman b. Ebi’l-Âs es-Sakafî: 86, 141, 142, 143, 144, 145, 146,
88. 197. 147, 148, 149, 150, 151, 152,
Osman b. Ebi Vakkas: 60. 154, 156, 158, 159, 160, 161.
Osman b. Hanif: 277. 162, 163, 164, 165, 166, 167,
Osman b. Hayyan cl-Mûrri: 397. 168, 169, 170, 171, 172, 173,
Osman b. Huneyf: 227, 230, 231, 174, 175, 176, 178, 179, 180,
232. 181, 182, 183, 184, 185, 186,
Osmaniye: 259. 187, 188, 189, 191, 193, 194,
Osman b. K ay s: 152. 195, 197, 199, 200, 201, 202,
Osmanlı Devleti (-b, -1ar): 18, 211, 213, 218, 219, 220, 223,
23, 34, 579. 225, 227, 242, 252, 264, 267,
Osman b. Muhammed b. Ebi Suf- 270, 271, 273, 274, 275, 276,
yan: 329. 277, 278, 279, 280, 281, 285,
Osman b. Velid: 375. 287, 203, 310, 312, 318, 334,
Oxford: 424. 345, 360, 379, 380, 389, 394,
402, 407, 409, 411, 412, 422,
- Ö - 435, 436, 438, 459, 460, 461,
463, 503, 516, 531, 532, 557,
Ömer b. Abdülaziz: 20, 158, 285, 558, 570, 573, 577.
396, 400, 402, 403, 404, 405, Ömer b. Hubab es-Sülemi: 561.
406, 407, 408, 410, 411, 412, Ömer b. Hubeyre el-Fezâri: 415,
413, 414, 417, 419, 424, 428, 418, 504, 572.
516, 517, 518, 526, 557, 559, Ömer b. Mâlik: 80.
560, 564, 565, 567, 572, 577, Ömer b. Mukarrin : 78.
578, 579. Ömer b. Osman: 222.
Ömer b, el-Ca’d: 205. Ömer b. Ali b. Ebi Tâlib: 263,
Ömer Camii: 579. 485.
Ömer b. Ebi Rebîa: 575. Ömer b. Sa’d b. Ebi Vakkas: 328,
Ömer b. Ebi Seleme: 167. 482, 483, 484, 488, 496.
Ömer b. el-Hamak el-Huzâı: 205. Ömer b. Ubeydullah b. Ma’mer:
Hz. Ömer b. Hattab: 18, 19, 20, 343, 362, 363.
22, 27, 28, 29, 30, 38, 39, 41, Ömer b. Velid: 389.
608 doğuştan günümüze BÜ YÜ K İSLÂM T A R İH İ
Şam (-Ü, -1ar): 20, 21, 22, 23, 32, 457, 458, 460, 461, 462, 468, 477,
33, 35, 52, 53, 60, 61, 75, 81, 468, 506, 524, 530, 554.
89, 90, 91, 93, 94, 95, 104, Şlbll Numâni: 174, 175.
135, 148, 151, 152, 181, 197, Şihabuddln Ebû Flras: 470.
199, 204, 205, 207, 208, 209, ŞU (-1er, -İlk): 17, 24, 294, 312,
211, 220, 222, 224, 227, 228, 323, 324, 339, 340, 341, 356,
232, 233, 238, 243, 244, 248, 419, 435, 438, 436, 440, 441,
251, 255, 256, 257, 259, 260, 442, 443, 444, 445, 446,
276, 277, 285, 287, 295, 296, 447, 448, 449, 450, 451, 452,
307, 310, 311, 313, 314, 319, 453, 454, 455, 457, 458, 460,
320, 333, 334, 335, 336, 337, 461, 462, 463, 464, 466, 468,
338, 340, 369, 379, 396, 397, 473, 477, 489, 490, 493, 494,
409, 458, 478, 483, 485, 486, 495, 496, 498, 499, 500, 512,
489, 490, 491, 493, 496, 497, 517, 518, 519, 521, 526, 574.
520, 559, 561, 563, 571, 576, Şlmr b. Zl’l-Cevşen: 483, 484.
579. Şlıaveyh: 45.
^ «ın ın » t). Sahvftıı: 208. Şlt: 469.
Ş6ç: 386, 421. Şûman: 378.
Şebes b. Rebî et-Temimi: 239, Şurahbll b. Hasane: 35, 40, 53,
240, 241, 248. 54, 93.
Şebiblyye: 538, 537. Şurahbll b. es-Samet: 241, 242.
Şeblb b. Yezld eş-Şeybani: 356, Şureyh b. Hân'ı el-Harlal: 251.
366, 370, 371, 515, 529, 536. Şureyh b. el-Haris el-Klndl: 176.
Şecere-1 Rıdvan: 194. Şurat: 506, 519.
Şebb&raz: 45, 87. Şuûbiye Hareketi: 406.
Şehlngah: 45. Şuveyl: 48, 40.
Şehr: 42.
Şehrek: 83.
— T —
Şehrlstani: 441, 442, 444, 447,
450, 456, 461, 463, 473, 530, Tabakat: 149.
535, 536, 546, 547, 548, 550. Taberî: 47, 55, 103, 138, 159, 181,
Şehriyar: 66, 70. 200, 201, 224, 232, 248, 386,
Şemûn: 469. 460, 479, 484, 486, 490, 492,
Şemsüddln Ahmed b. Yakub et- 499, 513, 517, 519, 527, 529,
Tıbbl: 470, 471. 533, 536, 570.
Şevzeb: 516, 517. Taberistan: 87, 196, 366, 369,
Şeybel b. Ebî'l-Kzdî: 202. 398, 460, 565.
Şeyzer: 131. Taberlye: 573.
Şezuna: 363. Tabisin: 198.
Şia: 25, 295, 267, 299, 433, 435, Tabnâ: 332.
437, 441, 442, 444, 445, TağUb Kabilesi: 50, 69, 80, 263,
447, 448, 452, 453, 454, 456, 280, 377, 518.
612 doğuştan günümüze BÜ YÜ K İSLÂM T A R İH İ
Yemen (-li, -1er): 34, 41, 42, 45, III.Yezid b. I. Velid b. Abdülme-
125, 135, 152, 153, 188, 227, lik: 427, 428, 439, 558, 562,
247, 260, 267, 276, 326, 342, 575.
347, 415, 418, 428, 431, 460, Yuhannis oğlu Vebr: 42.
480, 511, 561, 562, 563, 565, Yunan: 548, 578.
577. Yûnus b. Avn en-Numeyri: 540.
Yemen Tihamesi: 35. Yunusiyye: 540.
Yeniçağ: 59. Yusuf b. Ömer: 418, 419, 427
Yerbû Oğullan: 36. 459, 498, 499, 564, 572.
Yermuk: 53, 54, 55, 56, 89, 63,
163, 167, 200, 501.
Yeşkur: 410. — Z —
îl-Yeşkurî: 532.
Yevmü’d-Dar: 502. Zab: 332, 342.
Yezdücerd b. Şehriyar: 45, 70, Zabulistan: 385.
73, 74, 77, 78, 79, 84, 85, 87, Zâdenferruh b.'Piri: 379.
88. Zâhir Baybars: 23.
II. Yezid b. Abdülmelik: 285, 402, Zamm: 303, 383.
412, 414, 415, 416, 417, 418, Zâre Merzübanı: 119.
421, 426, 516, 517, 558, 559, Zât el-Savarî: 196, 305.
560, 572. el-Zâvile: 356.
Yezid b. Ebî Habib: 557. Zazan: 566.
Yezid b. Ebî Sufyan: 53, 54, 60, Zeberkan b. Bedir: 38, 50.
91, 93, 95, 284, 285, 287. Zebid: 60.
Yezid b. Enes: 342, 496. Zemzem Kuyusu: 504.
Yezid b. Hani: 507. Zerenc: 356, 358.
Yezîdller: 527. Zerdüştlük: 439, 440.
Yezid b. Kays el-Erhabî: 240. Zerdüştiler: 548, 553.
i. Yezid b. Muâviye: 22, 285, 305, Zerûd: 71.
307, 309, 310, 311, 312, 319, Zeyd b. Ali b. Hüseyin b. Ali:
322, 323, 324, 328, 329, 330, 418, 419, 430.
331, 332, 333, 334, 335, Zeyd b. Ali b. Zeyne'l-Abldin b.
338, 367, 377, 378, 382, 400, Hüseyin b. Ali: 453, 455, 459,
414, 464, 477, 478, 479, 483, 460, 461, 462, 463, 498, 499.
485, 486, 487, 489, 492, 493, Zeyd b. Hârise: 33, 166, 352.
503, 532, 533, 559, 560, 563, Zeyd b. el-Hattab: 41.
578. Zeyd b. Hısn: 529.
Yezid b. Mühelleb b. Ebi Sufra: Zeyd b. Husayn et-Tâi: 507, 510.
358, 368, 376, 397, 398, 404, Zeydiyye: 453, 455, 456, 458, 456,
405, 414, 416, 562, 565. 460, 461, 462, 463, 467, 46B,
Yezid b. Müslim: 416. 498, 500.
Yezid b. Ömer b. Hubeyre: 432. Zeyd b. Mâlik Oğullan: 28.
616 doğurtan günümüze B Ü YÜ K İSLAM T A R İH İ
A K K A D Abbas Mahmud,
— Hz. Ebû Bekr’in Şahsiyet ve Dehası, Tere: Ali özek.
— Hüseyin Seyyidü’ş-Şühedâ.
el-A SK ER İ Murtaza,
— Abdullah b. Sebe.
BA R TH O LD W. — K Ö PR Ü LÜ M. F.,
— İslâm Medeniyeti Tarihi, Ankara, 1963.
B E D E V İ AbdüOatif,
— el-Mızâniyyetu’l-Ûlâ fi'l-lslâm, Kahire, 1000.
el-BEŞBİŞİ Mahmud,
— el-Firakul-lsmaillyye.
BILTAC1 Muhammed,
— Menhecu Ömer b. Hattab fî't-Teşri, Kahire, 1670.
CABBVR Cebrail,
— Ömer b. Rebîa, Beyrut, 1934-1939.
C A E TA N İ L.,
— İslâm Tarihi, Tere: Hüseyin Cahld, İstanbul, 1924-1927.
618 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
Ç A Ğ A TA Y Neşet,
— 100 Soruda İslâm Tarihi,' İstanbul, 1972.
Ç ELEB İ Ahmet,
— el-Yehûdiyye.
— Edyânü’l-Hindi’l-Kübrâ.
Ç E T İN Nihat,
— Eski Arap Şiiri, İstanbul, 1973.
D EN NE T Daniel C.,
— el-Cizyetu ve’l-İslâm, Arapça tere. F. F. Câdullah, Beyrut, 1960.
D Û R Î Abdulaeiz,
— Mukaddime fi’t-Târihi'l-İktisâdi'l-Arabi, Beyrut, 1969.
E M İN O Ğ LU Ahmet,
— Ömer b. Abdülaziz, İstanbul, 1984!
E M İR Temim,
— Divân.
el-EŞ’A R İ,
— Makâlâtu’l-İslâmiyyin.
FA YD A Mustafa,
— Hz. Ömer Zamanmda Gayr-i Müslimler. (Basılmamış doçent
lik tezi).
G A L İB İsmail,
— Meskûkât-ı Kadime-i İslâmiye Katalogu.
B İB LİYO G RA FYA 616
de GOEJE M. J.,
— Mâmoire sur la Conqu6te de la Syrle, Leiden, 1600.
H A LÎF E b. H A YY Â T (240/854),
— Tarihu Halife b. Hayyât, Dımajk, 1667-1668.
H A L İL İmamüddin,
— Ömer b. Abdülaziz Dönemi ve İslâm İnkılâbı, İstanbul, 1684.
H A M İD Ü LLA H , Muhammed,
— İslâm’ın Hukuk İlmine Yardımları, Derleyen, Salih Tuğ, İs
tanbul, 1662.
H İT T İ, Phüip,
— Siyasî ve Kültürel İslâm Tarihi, Çev. Salih Tuğ, h ı >.
IŞ IL T A N Fikret,
— Urfa Bölgesi Tarihi, İstanbul, 1660.
İB N B ATU TA,
— Seyahatname.
620 doğuştan günümüze B Ü YÜ K İS LA M T A R İH İ
İB N E B l-H A D İD ,
— Şerhu Nehcü'l-Belâğa.
İB N E B İ NASR,
— Al Muhammed fl Kerbelâ.
İB N H AN İ,
— Divân.
İB R A H İM FU Â D AHMED A L İ,
— el-Mevâridu’l-Mâliyye I l’l-lslâm, Kahire, 1972.
K A LH A T İ, Ebû Saîd,
— el-Keşf ve’l-Beyân.
M E C LİS İ,
— Tuhfetu’z-Zâirîn.
M E H D İ Muhammed,
— Hulâsâtu'l-Ahbar.
el-Müeyyed f i’d-Din,
— Divân.
P E L L A T Charles,
— Le Dllleu Basrlen et la Formatlon de Cahız, Paris, 1954.
P U İN Gerd-rüdiger,
— Der Diwân von ‘Umar Ibn al-Hattâb, Bonn, 1970, (Doktora
tezi).
S A İD el-EFĞÂNİ,
— Esvâku’l-Arab fî’l-Câhlllyye ve’l-lalâm, Dımaşk, 1960.
S A LİH AH M ED el-Ali,
— et-Tanzîmâtu’l-lctimâlyye ve’l-îktlaâdlyye fî’l-Baara f l’l-Kar-
nl’l-EvvellT-Hlcrî, Beyrut, 1969.
S E ZG İN Fuat,
— Geschichte Arablschen Schrlfttams, Leiden, 1967-1971. Arapça
Tere. M. F. Hlcarî, Tarlhu’t-Turâa el-Arabl, Riyad, 1983-1984.
SDBH t es-SALİH,
— en-Nuzumu’l-tslâmlyye, Beyrut, 1968.
622 .doğuştan günümüze BÜYÜK İSLAM TARİHİ
Ş E LT U T Muhammed,
— el-lslâm Akîdetün ve Şeriat ün.
Ş İB L İ Mevlûnâ en-Nu’mâni,
— Hazret-i Ömer, Tere. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1927.
T A M İR Arif,
— Erbâu Resâile İsmailiye.
T U Ğ Salih,
— İslâm Vergi Hukukunun Ortaya Çıkış, Ankara, 1963.
T U R N A G İL Ahmet Reşit,
— İslâmiyet ve M illetler Hukuku, İstanbul, 1972.
W ELLHAUSEN, J.,
— A l Khawarig and al Shlah.
— Arap Devleti ve Sükûtu, Tere. Fikret Işıltan, Ankara, 1963.
Y IL D IZ Nuray,
— Eskiçağ Kütüphaneleri.
Milâdi / Hicri
632 11 — Hz. Ebû Bekr’ln halife seçilmesi.
— Hz. Fâtıma’mn vefatı.
— II. Hüsrev'ln İki km da dahil olmak üzere birçok
hükümdarın İran tahtına çıkıp İnmesi.
— Sasanî hükümdarı III. Yezdücerd’ln tahta çıkması.
— İslâm ordularının Dûmetu’l-Cendel seferi.
633 12 — Rldde savaşları, HâUd b. Velld'ln yalancı peygam
ber Müseyleme taraftarlarını yenmesi.
— Hâlld b. Velld komutasındaki İslâm ordusunun
Hûmak’ı kuşatması ve yerlilerle antlaşma yapıl
ması.
— Hlre Emirliğinin sonu.
— Kinde Beyliğinin sonu.
634 ' 12 — HâUd b. Velld’ln Ecnâdln’de Sasanller'l kesin ye
nilgiye uğratması ve Irak’ın fethi.
13 — Hz. Ebû Bekr’ln vefatı.
— Hz. Ömer’in halife seçilmesi.
— Yermuk savaşı.
— Köprü savaşı.
635 14 — Buveyb savaşı.
— Kadislye savaşı.
— Şam'ın fethi.
— Merc el-Rûm savaşı.
— Hınıs'ın fethi.
637 16 — Kudüs’ün fethi.
— Medâin’in fethi.
— Celûla savaşı.
— el-Cezîre’nin fethi.
638 17 — Şam’da veba salgım.
— Küfe şehrinin kuruluşu.
— Ahvaz’ın fethi.
639 18 — Bahreyn’den İran’a yeni bir cephe açılması.
624 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
Milâdi / H icri
641 20 — Mısır’ın fethi.
— Râmhürmüz, Sus ve Tuster’in fethi.
— İlk Divan Teşkilatı’nm kurulması.
641-642/ 21 — İskenderiye’nin fethi.
— Fustat şehrinin kuruluşu.
642 — Nihavend savaşı.
644 23 — İsfehan’m fethi.
— Derbend’in fethi.
— Horasan'ın fethi.
— Hz. Ömer’in şehit edilmesi.
24 — Hz. Osman'ın halife seçilmesi.
645 — İskenderiye'nin Rumların eline geçmesi.
646 25 — İskenderiye'nin geri alınması.
649-650/ 29 — Basra ayaklanması.
652 32 — Sahabeden Ebû Zerr’in vefatı.
653 33 — Kıbrıs'ın fethi.
655 35 — Bizans ile İslâm donanmaları arasındaki ilk şid
detli savaş: Zât el-Savarî.
656 — Hz. Osman'ın şehit edilmesi.
— Hz. Ali'nin halife olması.
36 — Cemel Vakası.
657 — Sıffîn Savaşı.
37 — Tahkim (Hakem) olayı.
— Haricîler’in ortaya çıkışı.
— Haricîler’le Hz. A li arasında meydana gelen Neh-
revan savaşı.
661 40 — Hz. A li’nin şehit edilmesi.
— Hz. Hasan'ın halife seçilmesi.
41 — Hz. Hasan'ın hilâfetten feragati ve Muâviye’ye bi
at etmesi.
— Muâviye’nin halife olması ve Emevî saltanatının
başlaması.
663 43 — Hariciler’in K ûfe’de isyanı.
— Kabul şehrinin fethi.
664 — Am r b. el-As’ın vefatı.
668 48 — Müslümanların ilk İstanbul seferi.
— Bazı Sicilya sahil şehirlerinin fethi.
669 — İlk İstanbul kuşatması.
670 50 — Kuzey Afrika’da müslümanlar tarafından Kayre-
van şehrinin kurulması.
— Sahabeden Ebû Eyyub el-Ensarî’nln İstanbul ku-
KRONOLOJİ 625
Milâdi / Hicrî
şatması sırasında vefatı.
671 51 — Sahabeden Muğire b. Şû'be’nin vefatı.
— Belh’ln fethi.
672 52 — Rodos’un fethi.
673 53 — Akdeniz ve Ege'deki bazı adaların fethi.
— Küfe ve Basra valisi Ziyad b. Ebih'ln ölümü.
674 54 — İkinci İstanbul seferi.
— Beykent'in fethi.
— Buhara'nm kuşatılması.
676 56 — Buhara'nm fethi.
680 60 — Hz. Muâvlye'nln ölümü.
— Yezld b. Muâvlye’nln halife olması.
61 — Kerbelâ faciası ve Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi.
683 63 — Harre savaşı (Emeviler'in Medine'ye saldırması).
64 — Emeviler tarafından Mekke’nin kuşatılması.
— Yezid'in ölümü.
684 — II. Muâvlye b. Yezid’in halife olması, istifası ve
vefatı.
— Islâm âleminin Suriye dışında kalan bölgelerinde
Abdullah b. Zübeyr'e biat edilmesi.
684 65 — Merc-i Râhit savaşı ve Suriye'de Mervan b. Ha-
kem’e biat edilmesi.
684-685/ 65 — Kabe'nin Abdullah b. Zübeyr tarafından tamir
edilmesi.
685 — Mervan’ın ölümü.
— Abdülmelik b. Mervan’ın halife oluşu.
66 — Muhtar b. es-Sakafi İsyanı.
— II. Justinianus'un Bizans tahtına çıkışı.
686 67 — Emeviler ile Muhtar arasında Hâzlr savaşının ya-
pılması.
687 — Mus’ab b. Zübeyr tarafından Muhtar İsyanının
bastırılması ve Muhtar'ın öldürülmesi.
688 / 60 — Berberiler’in isyan etmesi, bastırılmaları ve reis-
leri Kusayla’mn öldürülüşü.
680-690/ 70 — Abdülmelik’in, Bizans İmparatoru II. Justinianus
ile sulh anlaşması yapması.
691 / 71 -- Abdülmelik kuvvetleriyle Mus’ab komutasındaki
Abdullah b. Zübeyr ordusu arasında yapılan Dey-
rü'l-Câselik savaşı.
— Abdülmelik’in,- Hicaz dışındaki bölgelerde halife
kabul edilmesi.
F. : 40
626 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
Milâdi / Hicri
692 72 — Haccac’m Mekke’yi kuşatması.
73 — Abdullah b. Zübeyr’in öldürülmesi.
692- 693 — Bizans ile yapılan Sivas savaşı.
693 — Ermeniye bölgesinin müslümanların hâkimiyetine
geçmesi.
693- 694/ 74— İlk İslâmî paranın basılması.
694- 695/ 75— Haccac’ın Irak valiliğine tayin edilmesi.
695 / 76 — Bizanslılar’ın Kartaca çıkartması.
- - Bizans İmparatoru Justinianus’un tahttan indiri-
lişi.
— Komutan Leontios’un Bizans İmparatoru olması.
696 / 77 — Ezrâkî Haricîleri’nin sonu.
— Haricîler’den Şebib b. Yezid’in isyanı.
697 / 78 — Mühelleb b. Ebî Sufra’nın Horasan valiliğine ta
yin edilmesi.
— Kartaca kuşatması.
698 / 79 — Bizans İmparatoru Leoritios’un tahttan indirllişi.
— Bizans'ın Kartaca’yı terkedip G irit’e çekilmesi.
698-699/ 79 — Suriye’de veba salgını.
700 81 — Horasan fatihlerinden Abdurrahman b. Eş’as’ın
isyanı.
700-701 — Erzurum’un fethi.
701 — Abdurrahman b. Eş’as’ın Basra’yı ele geçirmesi.
82 — Abdurrahman b. Eş'as’m Kûfe’ye girmesi.
702 83 — Deyru’l-Cemâcim savaşı ve Abdurrahman ’o. Eş’as
isyanının bastırılması.
— Horasan ve Sicistan bölgelerinde isyanlar çıkması.
702-703 — Darende’nin fethi
— İslâm kuvvetlerinin Berberi isyancısı Kâhine üze
rine yürümesi ve yapılan Avras savaşı sonucu is
yanın bastırılması.
703 — Hariciler’e karşı yaptığı savaşlarla tanınan Hora-
rasan valisi Mühelleb b. Ebî Sufra’nın ölümü.
84 — Masisa (M isis)’nm fethi.
704 — Ermeniler’in isyanı ve bastırılması.
84-85 — Horasan’daki isyânlann tamamen bastırılması.
705 ' 86 — Vâsıt şehrinin kuruluşu.
— Halife Abdülmelik'in ölümü.
— I. Velid b. Abdülmelik’in halife olması.
— Maveraünnehr şehirlerini fetheden Kuteybe b.
Müslim'in Horasan’a vali tayin edilmesi.
KRONOLOJİ 627
Milâdi / Hicri
— II. Justinianus'un yeniden Bizans tahtına geçişi.
706 / 87 — Beykent'in fethedilmesi.
707 / 88 — Tumuşkas ve R&mlsan şehirlerinin fethi.
708 — Tuvana’nın fethi.
709 / 90 — Buhara’nm fethi.
710 / 91 — İlk İspanya seferi.
711 / 92 — Ispanya’nın fethi.
— Bizans İmparatoru II. Justinianus'un tahttan İn
dirilip, öldürülüşü.
— Daybul'un fethi.
/ 93 — Semerkant'ın fethi.
— Hindistan’da ilk caminin yapılması.
712 — İndus havzasının fethi.
712 / 94 — Yalvaç ve Amasya’nın fethi.
713 — Prene dağlarına kadar bütün Ispanya'nın İsl&m ha
kimiyetine girmesi.
— Şâş, Hocend ve Fergana şehirlerinin fethi.
— Multan’m fethi.
713-714/ 95 — Heraklia (E reğli)’nın fethi.
714 — Irak’ta yirmi yıl valilik yapan ve «zalim » sıfatıyla
tanınan Haccac b. Yusuf es-Sakafl’nin ölümü.
715 / 96 — Halife I. Velld’in ölümü.
— Süleyman b. Abdülmellk’in halife oluğu.
— Doğuda büyük fetihler yapan Kuteybe b. Müs
lim'in öldürülmesi.
97 — İstanbul kuşatması.
— Bizans komutanlarından Theodoslos'un İmpara
tor II. Anastasios’u tahttan indirerek yerine geç
mesi.
717 / 99 — Halife Süleyman'ın ölümü.
— Ömer b. Abdülaziz'in halife olması.
720 101 — Halife Ömer b. Abdülaziz’in vefatı.
— II. Yezid b. Abdülmelik’in halife olması.
— Yezid b. Mühelleb’in isyanı.
102 — Yezid b. Mühelleb isyanının bastırılması ve Ye-
zld’ln öldürülmesi.
724 105 — Halife Yezid’in ölümü.
— Hişam b. Abdülmelik’in halife olması.
727-728/109 — Maveraünnehr isyanı.
732 ,'114 — İspanya valisi Abdurrahman b. Abdullah'ın Fran-
Fa içlerine yürümesi, Poitlers savaşı ve mttslü-
028 doğuştan günümüze BÜYÜK İSLÂM TARİHİ
Milâdi / Hicri
manların geri çekilmesi.
737 ,119 — Mervan b. Muhammed’in Hazar başkenti el-Bey-
da’yı kuşatması, Hakan’ın müslüman olması.
740 /122 — Zeyd b. A li’nin isyan etmesi ve öldürülmesi.
— Meşhur kahraman Abdullah el-Battal’ın Afyon
yakınlarında şehit olması.
740 /122 — Kuzey Afrika’da Berberi isyanı.
743 /125 — Halife Hişam’ın ölümü.
— II. Velid b. II. Yezid’in halife olması.
744 126 — Halife II. Velid’in vefatı.
— III. Yezid b. I. Velid’in halife olması.
— Halife III. Yezid’in ölümü,
126-127 — İbrahim b. I. Velid’in halife olması.
127 — II. Mervan b. Muhammed’in İbrahim’i mağlup
ederek halife olması.
745 — Suriye’de Sabit b. Nuaym isyanı.
— Süleyman b. Hişam’ın halife sıfatıyla Mervan'a
başkaldırması.
128 — Kûfe’de Şiilerin isyanı.
746 — Suriye ve Irak’taki isyanların bastırılması.
— Abbasoğulları’ndan İbrahim b. Muhammed’in Ebû
Müslim’i Horasan’a göndermesi.
748 /130 — Horasan valisi Nasr b. Seyyar’ın yenilmesi ve Ho
rasan’ın Ebû Müslim’in eline geçmesi.
749 131 — Abbasi taraftarlarmm K ufe’yi ele geçirmesi ve
Ebû'l-Abbas'a biat edilmesi.
750 '132 — Emevî halifesi Mervan ile Abdullah b. A li komu
tasındaki Abbasî ordusu arasmda Büyük Zab suyu
savaşı yapılması, Mervan’ın yenilerek kaçması ve
Mısır’da öldürülmesiyle Emevî Devleti’nin yıkıl
ması.
İK İN C İ C İLD İN SONU