Professional Documents
Culture Documents
www.ahmedhulusi.org
KAPAK HAKKINDA
AHMED HULÛSİ
Gavs-ı Â’zâm ABDULKÂDİR GEYLÂNÎ
“GAVSİYE” AÇIKLAMASI
AHMED HULÛSİ
ISBN: 978-975-7557-38-8
1. Baskı: 1991
. Baskı: 2014
www.ahmedhulusi.org
“…İnnemel müşrikûne necesün…”
“…Kesinlikle müşrikler necistir…”
(9.Tevbe: 28)
S UNU .................................................................................. 1
1. Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî’nin “Risâle-i Gavsiye”
Tercümesi .............................................................................. 5
2. “Gayrı”dan Münezzehtir! ................................................ 15
3. Şeriat - Tarikat - Hakikat ................................................. 17
4. İnsan ............................................................................... 25
5. İnsanın Sırrı .................................................................... 29
6. Fakr Hakkında ................................................................. 31
7. İnsan ve Melek ................................................................. 33
8. İnsan, Esmâ Hâmilidir! .................................................... 37
9. İnsan, Talep Edilendir! .................................................... 39
10. İnsanın Hakikati............................................................. 41
11. Allâh’ın Nefsi ile Kaîm! ................................................. 45
12. “Fakîr”de Perde Yoktur! ................................................ 49
13. Uyanıklık ....................................................................... 53
14. Seferi Bâtın .................................................................... 55
15. Vusûl - Yakîn - Rü’yet .................................................... 57
16. Saîd - Şakî ..................................................................... 67
17. Fakr’ın Aslı ................................................................... 71
18. Muhabbet, Perdedir! ...................................................... 75
19. Ölümün Aslı ................................................................... 77
20. “Hayret” Hâli ................................................................ 79
21. Soru Biter! ..................................................................... 83
22. Sırrî Neş’e ..................................................................... 85
23. Rü’yet, İlimdir! .............................................................. 89
24. “Fakîr”de Dileyen, O’dur! ............................................. 95
25. Cennet ve Cehennemliklere Zuhuru ................................. 97
26. Keriym, Rahıym ............................................................. 99
27. Uyuma Ki Göresin! ...................................................... 101
28. Arş Nedir? Fakrın Kemâli ............................................ 107
29. Raûf ............................................................................. 113
30. İrfan Mertebeleri ......................................................... 115
31. Fakîr’in Duası ............................................................. 119
32. Fakîr’in Meskeni .......................................................... 121
33. Zât’ı Talep ................................................................... 123
34. Cennet Boyutları .......................................................... 127
35. Müferridûn .................................................................. 131
36. Pişmanlık ..................................................................... 135
37. Kurb, Ayrılıktır! ........................................................... 137
38. Allâh’a Yakınlık ........................................................... 141
39. Kurb, Ma’siyettir! ........................................................ 143
40. Acz, Yokluğa Yakındır .................................................. 145
41. Erhamur Rahıymiyn ..................................................... 147
42. Ma’siyet ve Tâatla Perdelenme ..................................... 149
43. Sistemin İşleyişi ........................................................... 155
44. Benlik, Zillettir! ........................................................... 159
45. Zulmet-Nûr Perdeleri ................................................... 163
46. Gayrı Nedir? ................................................................ 169
47. Allâh’ın Ahlâkı ............................................................. 171
48. Vitriyet-Vâhidiyet-Ahadiyet .......................................... 175
49. Namaz ve Hakikati ....................................................... 179
50. Şuurun Orucu............................................................... 185
51. Şirk ve Hakiki Fâil ....................................................... 187
52. Tövbe Edenin Gülüşü ................................................... 189
53. Mâsumun Tövbesi ......................................................... 191
54. Müşrikler El Sürmesin! ................................................ 195
55. Mülhime İlmi ............................................................... 197
56. Aşk .............................................................................. 199
57. Aşk, Hicaptır! .............................................................. 201
58. Benlik, En Büyük Günah! ............................................. 203
59. Hedef, Zât’tır! .............................................................. 207
60. Mücahede Şarttır! ........................................................ 213
61. Fiilin Karşılığı Alınacaktır! ......................................... 217
62. Mücahedesiz Müşahede Olmaz! .................................... 219
63. Ana-Babasız-Evlatsız ................................................... 223
64. Nazar Etme .................................................................. 229
65. İlmin Özü ..................................................................... 231
66. Kalp Neye Yönelirse! .................................................... 233
67. Mi’râc ......................................................................... 235
68. Namaz ......................................................................... 237
N AKŞIBENDÎLIKTE “V AHDET ” G ÖRÜŞÜ .............................. 241
S IRRA E RENLERIN M ISRALARI A RASINDA ............................ 253
Ahmed Hulûsi Kimdir? Amacı Nedir? .......................... 291
SUNU
Değerli Okurlarım,
“Tasavvuf”tan gaye, kişinin Allâh’ı bilmesi; Allâh indînde ve
ilminde “yok”luğunu hissedip yaşaması; ve nihayet “ALLÂH
İsmiyle İşaret Olunan, BÂKÎ’dir” hükmünün tespit olmasıdır.
Yüzyıllarca insanlar, bu gaye ile sayısız çalışmalar yapmış, bu
yolda elde ettikleri bilgileri, diğer hemcinsleriyle paylaşmak üzere
sayısız eserler vermişlerdir.
Hz. Muhammed Mustafa (aleyhisselâm)’ın tebliğine kulak veren
ve Kur’ân-ı Kerîm’i anlamaya çalışanlar, yaptıkları sayısız
çalışmalardan sonra iki ana görüş çevresinde bir araya gelmişlerdir.
a. “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”i insanın ve kâinatın
ÖTESİNDE; insanın dışında; bir TANRI gibi kabul edenler.
b. “ALLÂH Adıyla İşaret Edilen”i, sonsuz ve sınırsız AHAD
olarak anlayıp; Allâh kavramı dışında “gayrı varlık” ve hatta
“gayrı” düşüncesi kabul etmeyenler.
Hz. Ebu Bekir’den, Hz. Âli’den, İmam Caferî Sadık’tan,
1
“Gavsiye” Açıklaması
Cüneyd-i Bağdadî’den, Bâyezid-i Bistamî’den, Abdülkâdir
Geylânî’den, Ahmed Rufaî’den, Ahmed Bedevî’den, Hasan
Şazelî’den, İmam Gazâli’den, Muhyiddini Arabî’den,
Abdülkerîm el Ciylî’ye kadar isimlerini sayamadığımız sayısız zevât
(Allâh cümlesinin sırrını azîz etsin), hepsi de yaptıkları tahkik sonucu,
ALLÂH’ın AHADİYETİ konusunda ittifak etmişlerdir. Günümüzde
dahi, tahkik ehli bu kanaat içindedir. Çünkü, “Hakikat” tektir ve
“O”na nazar edenlerin de bu konuda ihtilafa düşmeleri mümkün
değildir.
Hz. Rasûlullâh’ın söylediklerini kendilerine konu alan diğer
birtakım değerli zevât dahi, dinin zâhirini korumak için son derece
değerli çalışmalar yapmışlar ve insanların dine yönelmek
mecburiyetinde olduklarını, çeşitli şekillerde izaha gayret ederek, bu
yolda hizmet vermişlerdir...
Allâh, bu değerli zevâtın hizmetlerini de, niyetlerine göre elbette
ki kabul eylemiştir...
Hâcegân silsilesi diye bilinen ve günümüzde “Nakşibendî”lik
olarak tanınan tarikatın önde gelen isimlerinden Hâce Ubeydullâh
Ahrar, Reşâhat isimli eserin sahibi Sâfi Hüseyin’e şöyle der:
“Günümüzün geçerli din ilimlerinin özü tefsir, hadis ve fıkıhtır.
Bunların da özü, tasavvuf ilmidir. Tasavvuf ilminin de hülâsası ve
mevzu, VÜCUD bahsidir.”
“Derler ki, bütün mertebelerde bir TEK VÜCUD vardır; ki o
vücud, kendi ilmî sûretleriyle görünmüştür...”
İster Vahdet-i Vücud; ister Vahdet-i Şuhud; ister Şuhud-u Zât;
tasavvuftaki hangi görüş olursa olsun, hepsinin de esası TEK’liktir!
İşte bu sebepledir ki, bütün tarikatların (elbetteki tasavvuf
tarikatlarının) konusu; “ALLÂH’ın TEK’liği”nin anlaşılması,
hazmedilmesi ve yaşanmasıdır...
Gerçek tasavvuf ehli, hangi yoldan olursa olsun, bir diğer kişiye
“gayrılık” gözüyle bakmaz ve hakkında menfi konuşmaz; çünkü
2
yetiştiricisi kâmil ise öğretmiştir ki, konuştuğu söz Hakk’a
ulaşacaktır!
1967 yılında neşrettiğimiz “TECELLİYÂT” isimli
kitapçığımızda, o gün için Allâhû Teâlâ’nın bize ihsan buyurduğu ilk
müşahededen söz etmiştik. Vahdet konusunda ilk görüşlerimizi, o
eserde dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık...
1982 yılında ise, çok değerli arkadaşım Hilmi Ahmed Tunalı,
bizden Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî Hazretlerinin tasavvuf
ehli arasında çok meşhur olan “RİSÂLE-İ GAVSİYE” isimli eserini
açıklamamızı istedi.
Biz de kapasitemiz yettiğince, Allâh kulu olarak, ihsan
buyurduğu ilim ve yaşam nispetince, bu eseri altmış dakikalık dört
kaset dolduracak biçimde açıklamaya çalıştık.
Elinizdeki “GAVSİYE AÇIKLAMASI”, işte bu çalışmanın
kitaba göre düzenlenmiş şeklidir. Bu hizmete vesile olan ve yıllar
boyunca uzun yıllar çalışmalarımda büyük desteğini gördüğüm
değerli insan Hilmi Ahmed Tunalı’ya huzurlarınızda açık
teşekkürlerimi sunmak benim için bir borçtur.
Evet, niçin “Gavsiye açıklaması”...
Yanlış bilgilenme sonucu olarak, halkımızın pek çoğu, tasavvufun
ana mevzusu olan “Allâh’ın TEK’liği” konusunu Muhyiddini
Arabî’ye bağlarlar; ve hatta, bu konudaki bilgisizlik yüzünden
konuyu saptırarak, “panteizm” olarak değerlendirip ve çevrelerine de
böyle anlatırlar.
Oysa, “Allâh’ın TEK’liği” konusunun, “panteist” görüş ile uzak-
yakın hiçbir ilgisi olmadığı gibi; bu konuyu ortaya atan ilk insan da
Muhyiddini Arabî değildir!
Muhyiddini Arabî’den çok evvel, İmam Gazâli, avama dönük
olarak yazdığı Kimyâ-i Saâdet, İhya-u Ulûmid’din gibi eserlerinin
yanı sıra; kendi ifadesiyle “ariflere, gerçekleri idrak ettirmek için”
yazdığı “MİŞKÂTÜL ENVÂR” isimli eserinde, “VAHDET”
3
“Gavsiye” Açıklaması
konusunu bütün açıklığıyla kaleme almıştır. Bu çok değerli eser,
dilimize Sayın Süleyman Ateş tarafından kazandırılmış ve Mehmed
Şevket Eygi tarafından Bedir Yayınevince basılmıştır. İmam
Gazâli’nin “Vahdet” konusundaki görüşlerini öğrenmek isteyenlere
bu eseri tavsiye edebiliriz...
“Vahdet” konusunu, İmam Gazâli’den bir hayli önce de, Gavs-ı
Â’zâm Abdülkâdir Geylânî Hazretleri “GAVSİYE RİSÂLESİ”
isimli eserinde açıklamıştır...
Genelde, tarikat seviyesinde kitapları bilinen Hz. Gavs’ın,
“HAKİKAT” bahsini anlatan bu eseri, tasavvufla ilgilenen, hangi
yoldan olursa olsun, herkes için son derece önemli bir eserdir.
Bu yüzdendir ki, talebin kimden geldiğini elhamdulillâh gördük;
ve günümüz diliyle, günümüz insanının anlayacağı bir biçimde
açıklayarak sizlere sunduk.
Ayrıca, “NAKŞIBENDΔ silsilesinden birçok zevâtı kirâmın
“VAHDET” konusundaki görüşlerini de gene bu esere ilave yaptık;
ki okuyucu sadece KADİRÎLİKte bu görüşler varsanmasın.
Ve nihayet “Vahdet”i konu alan bazı şiirleri de bu esere ekledik;
ki o konuda ehlini de mahrum bırakmamış olalım.
Tasavvufta, hemen bütün mürşidi kâmillerin bildiği bu konuyu,
ehlini bulamamış isteklilerinin de mahrum kalmaması gayesiyle
kitaba dökerken; temennimiz, hiç değilse hakikatin bilinebilmesidir!
AHMED HULÛSİ
4
1
8
“Risâle-i Gavsiye” Tercümesi
− Yâ Gavs-ı Â’zâm, indîmde avam gibi uyuma, beni görürsün!
Sordum, dedim ki…
− Yâ Rabbi, indînde nasıl uyuyayım?
− Cismin lezzetinden sıyrılarak; nefsin şehevâtından arınarak;
ruhun anlık kaymasından kurtularak; ve zâtınla fenâ bularak uyu!
Ve dedi ki…
− Yâ Gavs-ı Â’zâm...
Dedim ki…
− Lebbeyke yâ Rabbel Arşil Aziym..?
Dedi…
− De ki: Yâ Rabbel Keriym ve yâ Rahıym…
Yâ Gavs Â’zâm, ashabından kim sohbetimi isterse, ona FAKRI;
sonra FAKRIN FAKRINI; ve sonra da FAKRIN FAKRININ
FAKRINI tavsiye ederim... Böylece, FAKR hâlinde onlarda
BEN’den başkası kalmaz!
Ve daha dedi ki;
− Yâ Gavs-ı Â’zâm. Ne mutlu sana mahlûkatıma Raûf
olabilirsen; ve ne mutlu sana onların hatalarını bağışlarsan!
Ve daha buyurdu ki;
− Ey Gavs-ı Â’zâm. Zâhidleri nefis yolunda; ârifleri kalp
yolunda; vâkıfları ruh yolunda kıldım. “Nefs”i de HÜR olanlara
mahal kıldım... O yüzden “Hürlerin kalpleri sırlar kabirleridir”
demişlerdir.
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Ashabına söyle, fakr hâlindekilerin dualarını
ganimet bilsinler. Şüphesiz ki onlar benim indîmde, ben de onların
indîndeyim!
9
“Gavsiye” Açıklaması
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Ben bütün “fakr”dakilerin sığınacağı yeri,
meskeni ve manzarıyım ve bana dönerler.
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Cennete nazar etme ki, beni vasıtasız göresin;
ve cehenneme de nazar etme ki, beni vasıtasız göresin.
Yâ Gavs. Cennet ehli cennetle meşgûldür; azap ehli ateşle
meşgûldür! Sen ise “BEN”imle meşgûl ol!
Yâ Gavs. Cennet ehlinden bazı kullarım, nimetlerimden
sığınırlar bana; cehennem ehlinin azaptan bana sığınmaları gibi!
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Rasûl ve Nebilerin haricinde kullarım vardır
ki, onların hâllerine muttali olamaz ne dünya ehlinden biri, ne âhir
ehlinden biri, ne cennet ehlinden biri, ne azap ehlinden biri, ne
Mâlik, ne Rıdvan, ve ne cennet için halkettiklerim ve ne de
cehennem için halkettiklerim!
Yâ Gavs. Kim benden gayrıyla meşgûl olursa, sahibi ateş olur
kıyamette.
Yâ Gavs. Kurb ehli kurbiyetlerinden dolayı yakınırlar, buûd
ehlinin uzaklıktan şikâyetleri gibi...
Yâ Gavs. Kimse benden uzak olamaz, ma’siyetiyle; kimse de
tâatıyla kurb sahibi olamaz.
Yâ Gavs. Birisi benden kurb sahibi ise, o ancak ma’siyettedir.
Zira, onlar acz ve nedâmet ehlidirler.
Yâ Gavs. Acz, nûr kaynağıdır; ucûb, kendini beğenmede
kederlere mahaldir, zulmet kaynağıdır.
Yâ Gavs. Çok sıcak bir günde biri sana gelip su istese ve senin de
o suya ihtiyacın olmasa ve buna rağmen de vermesen, sen cimrilerin
en cimrisi olursun! Hâl böyle olunca, nasıl rahmetime mâni
olayım?
Ben nefsime şehâdetle tescil ederim ki, kesinlikle
ErhamurRahıymiyn’im!
10
“Risâle-i Gavsiye” Tercümesi
Yâ Gavs. Ma’siyet ehli ma’siyetiyle perdelidir. Tâat ehli de
tâatıyla perdelidir; ve ben onlardan kaçınırım. Bunlardan başka bir
grup da vardır; ki onların ne tâatla alâkaları vardır, ne de
ma’siyetle!
Yâ Gavs. Hatalı kullarımı fazl ve keremim ile müjdele; mucibini
de adl ve öç almamla müjdele.
Yâ Gavs. Tâat ehli nimetlere tezellül ettiklerinden zikrederler; ve
ma’siyet ehli de tezellül edip Rahıym’i zikrederler!
Yâ Gavs. Avamı halkettim, nûruma dayanamadılar, araya zulmet
perdesini koydum, havâssı yarattım nûruma dayanamadılar, nûr
perdelerini koydum.
Yâ Gavs. Ashabına söyle, onlardan kim bana vâsıl olmak isterse,
benden gayrı her şeyden sıyrılıp çıksın!
Yâ Gavs. Dünya geçidinden çık ki, âhirete vâsıl olasın; âhiret
geçidinden de çık ki, bana vâsıl olasın!
Yâ Gavs. Cisimlerden ve nefsinden çık; sonra kalplerden ve
ruhlardan çık; sonra hüküm ve emirden çık; ki bana vâsıl olasın!
Dedim ki…
− Yâ Rabbi, hangi namaz sana daha yakındır?
− O namaz ki, içinde benden başkasının kalmadığı, kılanın
içinde kaybolduğu!
Sonra sordum, dedim ki…
− İndînde hangi oruç daha faziletlidir..?
− O oruç ki, onda benden başkası kaybolup, benden gayrı
kalmaz!
Sonra sordum…
− Hangi fiiller indînde faziletlidir?
11
“Gavsiye” Açıklaması
− Benden gayrının kalmayıp, içinde cennet ve cehennemin
bulunmadığı, yapanın kaybolduğu!
− Hangi gülüş indînde faziletlidir?
− Ağlamayarak tövbe edenlerin gülüşü…
− Hangi tövbe indînde faziletlidir?
− Mâsumların tövbesi!
− Hangi ismet indînde daha faziletlidir?
− Tövbekârların ismeti!
Sonra dedi ki…
− Yâ Gavs-ı Â’zâm. İlim sahibi için yol yoktur, tâ ki indîndeki
ilmi inkâr etmedikçe... Eğer ilmini terk etmezse, şeytanın lisanı olur!
Rabbim Teâlâ’yı gördüm ve sordum:
− Yâ Rabbi… “Aşk”ın mânâsı nedir?
− Yâ Gavs! Âşık ol bana! Âşık benim, aşk benim! Kalbini
benden gayrından çevir ve fariğ kıl!
Yâ Gavs-ı Â’zâm. Aşkın zâhirine ârif olursan, aşktan fenâ
bulmalısın! Zira, aşk HİCAPTIR! Âşık ile mâşuk arasındaki hicap!
Yâ Gavs! Tövbeyi istersen, önce nefsinden günahı çıkarmalısın...
Sonra kalbinden hâtırasını çıkarmalısın!... İşte o zaman bana vâsıl
olursun!.. Aksi hâlde müstehzilerden olursun!
Yâ Gavs! Haremime girmek istersen, ne mülke, ne melekûta, ne
ceberûta iltifat et. Şüphesiz ki mülk âlimin, melekût ârifin, ceberût
da vâkıfînin şeytanıdır! Kim bunlardan birine razı olursa, o,
indîmde tard edilmişlerden olur!
Ve daha dedi ki…
− Yâ Gavs. Mücahede, müşahede denizlerinden bir denizdir ve
12
“Risâle-i Gavsiye” Tercümesi
balıkları da vâkıflardır... Müşahede denizine girmeyi irade edene,
mücahede gerekir... Zira, mücahede müşahedenin tohumudur!
Yâ Gavs. Kim mücahedeyi ihtiyâr ederse, ona müşahedem olur;
istese de istemese de!
Yâ Gavs. Kim mücahededen mahrum ise, ona müşahedeye yol
yoktur! Tâliplere, benim kendilerine lazım olduğum gibi, mücahede
lazımdır!
Yâ Gavs. Kullarımın faziletlisi ve sevgilisi onlardır ki; evladı ve
ana-babası olup da kalbi onlardan fâriğdir!.. Eğer, ana-babası ölse
hiç hüzün çekmez! Evladı ölse yine kederlenmez!.. Kulum bu
mertebeye ve menzile eriştiğinde, benim indîmde “ana-babasız ve
evlatsız” “lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad”
olur!
Yâ Gavs. Bana nazar etmek istiyorsan bir mahalde, gayrımdan
fâriğ kalbi ihtiyâr et!
Sordum…
− İlmin ilmi nedir?..
Dedi ki…
− Yâ Gavs-ı Â’zâm. İlmin ilmi, ilimden cehildir!
Yâ Gavs. Kalbi mücahedeye meyleden kula ne mutlu... Vay
hâline o kulun ki kalbi şehvetlere meyleder!
Rabbimi gördüm ve “mi’râc”tan sordum... Buyurdu ki:
− Mi’râc, benden gayrı her şeyden urûc’tur!.. “Mi’râc”ın kemâli
de, nazarının gayrına kaymaması ve isyan etmemesidir!
Yâ Gavs. “Mi’râc”ı olmayanın namazları yoktur benim
indîmde... Ve o, namazdan mahrumdur!
13
14
2
“GAYRI”dan MÜNEZZEHTİR!
16
3
− Yâ Gavs-ı Â’zâm!
Dedi Allâh…
− Lebbeyk Rabbi Gavs, dedim.
− Nâsut ile Melekût arasındaki her tavır şeriat; Melekût ile
Ceberût arasındaki her tavır tarikat; Ceberût ile Lâhut arasındaki
her tavır da hakikattır!
21
“Gavsiye” Açıklaması
ardındaki TEK’in irfanı başlar! Kişi bu durumda, Nefs mertebeleri
diye anlatılan sıralamada üçüncü basamakta yer alan “Mülhime nefs”
seviyesindedir!
Ancak burada çok önemli bir nokta var ki, eğer burayı anlamadan
geçersek, daha ilerideki merhalelerde çok büyük yanılmalar oluşur.
“Mülhime Bahsi” ve “Bilincin Arınışı” isimli söyleşi
kasetlerimizde çok geniş bir şekilde izah ettiğimiz gibi, bu geçiş
basamağı son derece önemli bir yükseliş bölümüdür.
Eğer “Mülhime nefs” mertebesi iyi tanınmazsa, kişi yanlış
değerlendirmesi yüzünden küfre veya gizli şirke çok rahatlıkla
düşebilir!
Kişi kendisini görürken, vehmî benliği ortadan kalkmamışken,
Hakk’ın dışında varlıklar görme hâli devam ederken, “Ben Hakk’ım”
demesi “küfr”ü yani hakikati inkârı, gerçeği örtme hâlini meydana
getirdiği gibi; Tek’lik yanı sıra, çokluk ispatı dolayısıyla gizli şirke
düşme hâlini dahi yaşayabilir.
“Mülhime”, ilham alan anlamınadır. Yani bu düzeye gelen kişi,
kendisinin üstünde olan çeşitli mertebelerden gelen ilhamları almaya
başlar; arınması, nefsini tezkiye etmesi nispetinde... Bu sebeple de
ilhamın geldiği mertebenin özelliğine göre hâller yaşamaya başlar!
Kâh Mutmainne’den ilham alır, kâh Raziye’den, kâh
Mardiye’den! Ve bu ilhamlar onda yaşandığı süreç içinde, o kendini
sanki o mertebeleri yaşıyormuş, o mertebelerin ehliymiş gibi hisseder.
Oysa gerçekte Mülhime nefs durumunun tabii neticelerini
yaşamaktadır!
Buranın en büyük özelliği, kişinin kendisini, zaman zaman bir
vücut sahibi birim olarak görmesine rağmen, zaman zaman da varlığın
TEK’liğini algılama ve hissetme yönünden ÖZÜNDEKİ Hakk’ı
müşahede etmesi; ve bu yüzden de “Ben Hakk’ım” diyebilmesidir.
Şayet tahkik neticesinde kendisinden bu ifade çıkıyorsa, elbette ki
bu hâlinden dolayı suçlanamaz... Mazurdur!
22
Şeriat – Tarikat – Hakikat
Ancak buralardan geçmiş, bu mertebenin inceliklerini iyi bilen bir
aydınlatıcısı var ise ve kendisi de o kişiye gerçekten inanıp teslim
olmuş ise, burada meydana gelecek yanılgılardan ve ayak
kaymalarından kolayca kurtularak bir yukarı mertebeye terakki
edebilir.
Tevhid-i Efâl, Tevhid-i Esmâ, Tevhid-i Sıfat ve Tevhid-i Zât ve
bunların neticesi olarak Fenâ-i Efâl, Fenâ-i Esmâ, Fenâ-i Sıfat ve
Fenâ-i Zât bu makâmda yerini bulur ve neticede “Fenâfillâh” başlar!
Bu seyir tasavvufta bir diğer tanımlama ile iki türlü sıralama
şeklinde anlatılır;
1. Şeriat - Tarikat - Marifet - Hakikat.
2. Şeriat - Tarikat - Hakikat - Marifet.
Bu iki sıralamada dikkat edilirse “Marifet” ile “Hakikat”in yer
değişmesi söz konusudur.
Gerçekte ise bu iki sıralama birbirinden ayrı değildir.
Şöyle ki;
Şeriat - Tarikat - Marifet - Hakikat - Marifeti Billâh!
Hakikatin öncesinde gelen “Marifet”; Mülhime nefsde “ilâhî
ikram” yollu kulda hâsıl olan “Marifeti İlâhî”dir. Özellikle “Rufaî”
sisteminde hâsıl olur ve yaşanır.
Hakikatten sonra, Mardiye nefsde bütün kemâliyle hâsıl olan
“Marifet” ise, “Marifeti Billâh”tır ki, sanki birincisiyle aralarında
sadece bir isim benzerliği vardır... Bu marifetin yeryüzündeki zuhur
mahallinin 7’ler, 4’ler, 3’ler ve “Müferridûn” gibi çok sayılı sınırı
vardır.
Bu konudaki daha detaylı bilgi “NEFS” isimli söyleşi kasetimizde
mevcuttur. Ayrıca “BİLİNCİN ARINIŞI” isimli kitabımızda da
bununla ilgili bilgiyi okuyabilirsiniz.
Evet… Hakikat, Mutmainne nefsde yaşanmaya başlar. Yani,
Ceberût âlemine nüfuz, Mutmainne’den itibaren başlar... Tam kemâli
23
“Gavsiye” Açıklaması
ise Mardiye Nefs mertebesinde yaşanır!
Mardiye başlangıç itibarıyla Sıfat mertebesi, kemâli itibarıyla
Zât mertebesidir. Esasen, yeryüzünde üç-beş kişiye takdir edilmiş
bulunan bu mertebelerden söz etmek, elbette ki pek bize düşmez.
Biz gelelim üzerinde düşünüp anlamamız gereken hususlara…
Ceberût âlemi; Mutmainne Nefs durumunda yaşanmaya başlanıp
Mardiye Nefs’te zirvesine çıkılır; ki bu âleme de “Hakikat âlemi”
denilir. Ki bunun da neticesi Lâhut âlemidir.
Lâhut âlemi ise “ZÂT âlemi”dir ki bu âlemin ne olduğunu ancak
yaşayan bilir. Ne anlatabilmek mümkündür, ne de bilgi edinerek
yaşıyabilmek!
24
4
İNSAN
27
28
5
İNSANIN SIRRI
30
6
FAKR HAKKINDA
31
“Gavsiye” Açıklaması
3. Fakrın fakrının fakrı!
“Fakr’ımla iftihar ederim” anlamındaki hadîs-î Rasûlullâh
(aleyhisselâm)’ın burada işaret etmek istediği mânâ, işte yukarıdaki
beyanın da açıklamasıdır... Bu demektir ki;
“Yokluğum ile iftihar ederim!”… Yanlış anlamayalım,
yoksulluğum ile değil! Yani, Allâh’ın varlığı ve vücudu yanında,
benim de bir varlığım ve vücudum var değil... Sadece Allâh var ve
ben, aslım hakikatim itibarıyla, YOKum!
Eğer kişi, beş duyu esaretinden ve şartlanmaların oluşturduğu
kabullerden arınıp, vehminin kabul ettirdiği göresel benlikten
kurtulabilirse, görür ki kendisi yoktur, sadece Allâh vücud sahibidir!
Nitekim, bu yokluğunu idrak etme sadedinde de “fenâfillâh”
deyimi kullanılır. Bunun mânâsı, Allâh’ın varlığı yanında kendi
yokluğunu hissetme ve yaşama hâlidir.
İşte, bu yokluğunu idrak etmiş, yani fakr’e ermiş anlamında
kullanılan, fakîrin yemesi ve içmesi, benzetme yollu Hakk’ın yemesi
ve içmesi olarak tavsif edilmiştir.
Benzetmenin ötesinde, Zât’ı ve benliği itibarıyla elbette ki Allâh,
bu gibi kavramlardan münezzehtir.
32
7
İNSAN ve MELEK
Ve dahi sordum...
− Yâ Rabbî, melâikeyi hangi şeyden halkettin?
Dedi ki Hak Teâlâ:
− İnsanın nûrundan halkettim; ve insanı da nûrumun
zuhurundan halkettim.
33
“Gavsiye” Açıklaması
tanınan, Abdülkâdir Geylânî’nin torunlarından olan zâtın kaleme
aldığı “İnsan-ı Kâmil” isimli eserdir.
35
36
8
Ve daha sordum…
− Yâ Rabbi Gavs, hiç seni hâmil bulunur mu?
Dedi:
− Yâ Gavs-ı Â’zâm. İNSANI meydana getirdim beni hâmil
olması için... Ve mükevvenâtı da, İNSANI hâmil olması için
meydana getirdim!
37
“Gavsiye” Açıklaması
Yoksa, olayı mekân ve madde boyutları içinde anlamak, son
derece ilkel ve yetersiz bir düşünce şeklidir. İnsanın, ilâhî isimlerin
zuhur mahalli olması, yukarıdaki şekilde ifade edilmiştir, mecazî bir
anlatım ile.
Veya şöyle de bunu ifade edebiliriz;
“İnsanı meydana getirdim beni taşıyan olması için. Yani,
benim vasıflarımla meydana getirdim insanı ki, benim
isimlerimin mânâlarını taşıyıp, onları zâhire çıkartması için.”
Ve tüm boyutlarıyla evreni de insanı taşıması için meydana getirdi!
Günümüzde Kozmik Bilinç diye tanımlanan İNSAN-I KÂMİL’in
tüm özelliklerinin, her an değişik bir şekilde ortaya çıkışıyla, varlığını
devam ettiren kâinat dahi, bu özelliğiyle İNSANI taşıyan olarak
mevcuttur!
İnsan-ı Kâmil’in sahip olduğu özelliklerin ve mânâların kuvveden
fiile dönüş mahalli olan kâinat, bu yönüyle elbette ki, insanı taşımak
üzere meydana getirilmiş olarak tarif edilmiştir.
Bunu daha değişik bir ifade ile şöyle de dile getirebiliriz.
İNSAN’ın sayısız vasıf ve özelliklerinin ortaya çıkması için
meydana getirilmiş yapıdır kâinat.
Sanki, bedenin kendisi kâinattır; özü, ruhu da İNSAN-I
KÂMİL ya da bugünün deyimiyle Kozmik Bilinç!
38
9
40
10
İNSANIN HAKİKATİ
41
“Gavsiye” Açıklaması
İşte bu sebeple “İnsan sırrımdır; ve ben de onun sırrıyım”
beyanını öncelikle “İNSAN-I KÂMİL” içindir diyerek anlamaya
çalışalım.
Bu sebeple de…
43
44
11
Bize önceden izah edilen hususlar, burada daha da açık seçik bir
hâlde bize idrak ettiriliyor.
İnsanın nefsi, cismi, kalbi, ruhu, işitişi ve görüşü, eli ve ayağı yani
her şeyi hep Hakk’ın NEFS’iyle mevcut ve kaîm…
Oysa yukarıdaki açıklamada gösteriyor ki, asla böyle bir şey söz
konusu değildir.
Zira “Allâh”, her türlü mânâ ile kayıtlı olarak düşünülmekten berî,
sonsuz - sınırsız AHAD’dır!
46
Allâh’ın Nefsi ile Kaîm
Ve kişi, “Lâ ilâhe illâllâhu Vâhid-ül AHAD” diyemediği, yani
bu cümlenin mânâsını idrak edip yaşayamadığı sürece şirki hafîden
yani gizli şirkten kendini kurtaramaz.
47
48
12
49
“Gavsiye” Açıklaması
Allâh’ın varlığı dışında ikinci bir varlık mevcut değildir ki, onun
içine girme veya onunla birleşmeden bahsedilsin.
Hilmi diye biri gerçekte hiçbir zaman var olmamıştır! Kendini
“Hilmi” sanması, “Öz”ünden mahrum ve perdeli olmasından ileri
gelir!
Kendini varsanan; karşısındakilerin de var olduğunu sanarak yaşar
ve basîretindeki bu perdeden kurtulamaz ise, ölüm ötesi yaşamda asla
bu perdelilikten kurtulamaz. Perdeli olan suçlar, perdesiz olan ise o
fiilin hakiki fâilini seyrederek, ona dil uzatmaz, gönül koymaz!
İşte “yok”luğa eren fakîr, perdelilikten kurtulmuştur. Allâh’la
arasındaki bütün perdeler kalkmış ve gözünde gören, dilinde söyleyen
hep O olmuştur.
Şayet böyle birini bulursan, hiç durma yaklaş O’na! Çünkü bu
Allâh’a yaklaşmandır!
Bir de sanma ki, O, fakra ermeden evvel vardı da bu yüzden
Allâh’tan ayrı idi! Hâşâ! Gene varlığının tümünde mevcut olan
Allâh’tı!
Ne çare ki, kendini ortaya çıkarmayı murat etmiyordu.
Ne diyor fahri âlem Muhammed Mustafa sallâllâhu aleyhi
vesellem;
“FAKR iftiharımdır!”
50
“Fakîr”de Perde Yoktur!
“Aç kaldım, beni doyurmadın; hasta oldum, beni ziyaret
etmedin!”
51
“Gavsiye” Açıklaması
Bunların dışında, fakr hâlindekilerin hepsinde de ya tenzih ya da
teşbih ağırlıklı görüş hâkimdir. Ve bunların cümlesi de Hakk’tır!
Fakr tamam olduğunda o mahalde seyredilen, görülen, konuşulan
artık kişi değil, Hakk’tır; Esmâ-i ilâhî’dir!
Bu sebeple fakr hâlinde olduğu idrak edilen birisine rastlanırsa,
ona olabildiğince yakın olmak gerekir, Allâh’ı daha iyi tanıyabilmek
için. Zira belli bir sûreti, şekli, kaydı olmayan Allâh’ı tanıyabilmek,
ancak O’nun bu tür kendini olabildiğince açık ettiği mahaller ile
mümkündür.
52
13
UYANIKLIK
Ve dedi ki bana:
− Yemek yeme ve içme ve uyuma! İNDÎMDEKİ yerinde kalben
ve basîretinle hazır olmadıkça!
SEFERİ BÂTIN
55
56
15
61
“Gavsiye” Açıklaması
olacaktır? İbadet bitecek midir?
Yakîne erenin ibadeti biter! Ancak, ubûdeti devam eder!
Yakîne erenin ibadetinin bitmesi ne demektir?.. İbadet nasıl biter?..
Sonra ne olur?..
Fiil, kula bağlandığı zaman ibadet adını alır. Fâili hakiki ortaya
çıkıp, kuldan sâdır olan fiillerin Allâh’a ait olduğunda ise ubûdet
denilen yaşam başlar!
Hemen şu âyeti kerîmeyi hatırlayalım:
Atma fiili senden çıktı ama sanma ki sen varsın da o atma fiilini
sen meydana getirdin; atma fiilinin hakiki fâili Allâh’tı.
63
“Gavsiye” Açıklaması
Âyeti kerîmesi bu gibi “seçilmiş”lerin durumunu açık seçik
vurgular! Hakiki mânâsıyla meczuplar, Allâh’ın kendine seçtikleridir!
Allâh’ın kendine seçmesi ne demektir?
Allâh’ın kendine seçmesinden murat, kişideki perdelilik oluşturan
vehim gücünün tasarrufunun ortadan kalkmasıyla, hakikatini tanıması;
rü’yete ve vuslata ermesidir!
Ancak bu durum, perdeliler, gerçeği görmekten mahrum kalan,
gözünün gördüğü kadar düşünebilenler tarafından asla anlaşılamaz!
Konu buraya kadar gelmişken, akla takılabilecek şu sorunun da
cevabını vermeden geçmeyelim:
“Ben vuslata erdim, gerçeği gördüm, hakikati idrak ettim, artık
bundan sonra ben ibadet etmiyorum! Ne yukarıda bir tanrı var ve ne
de ibadete ihtiyacı olan bir varlığım!” diyerek, bir kişinin ibadetleri
terk etmesi hoş görülebilir mi? Bu hâli yerinde midir? Yaptığı bu iş
doğru mudur?
Bu gerçekten tasavvufta son derece önemli bir konudur.
Birçokları, bu hususta kendilerine örnek olarak gösterilen kişilerin
davranışlarını da kabul etmezler. Mesela, derseniz ki; hakikate ermiş
bulunan Abdülkâdir Geylânî, Bahaeddin Nakşıbendi, İmam
Gazâli, Muhyiddini Arabî, Hacı Bektaş Velî gibi zevâtın hiçbiri de
ibadetlerini terk etmemişlerdir. Hemen buna kılıf takıp; onlar örnek
kişilerdi, bunun için yapmışlardı, derler.
Oysa “ibadet” adı verilen bu çalışmalar, Allâh’ın Esmâ ve Sıfatını
izhar kanunları gereği ve sonucu olarak zorunludur ki, bunu idrak
edemezler.
65
66
16
SAÎD - ŞAKÎ
Gerek “saîd” oluş ve gerekse “şakî” oluş ezelî bir hükmü ilâhî
sonucudur! Saîd, daha sonra çalışmalarıyla, yaptıklarıyla şakî olmaz;
şakî de yapabileceği tüm çalışmalarına rağmen, sonradan saîd olmaz.
Hüküm, ezelde kesin olarak verilmiştir; bunu sonradan
değiştirebilecek hiçbir güç de mevcut değildir.
Bu konuda Allâh’ın hükmünün kesin olup, kişinin sonradan
yapacağı çalışmalar ile asla değişmeyeceğini; “İNSAN ve
SIRLARI”, “Hz. Muhammed’in açıkladığı ALLÂH” ve “AKIL ve
İMAN” isimli kitaplarımızın “Kader” bahislerinde pek çok hadîs-î
şerîf ile açıklığa kavuşturduk elimizden geldiğince. Arzu edenler
“Kader” konusunun gerçeğini bu kitaplardan inceleyebilirler.
67
“Gavsiye” Açıklaması
“Allâh mahlûkatı bir karanlık içinde yarattı. Üzerlerine
nûrundan saçtı. O nûrdan isâbet alan saadete erdi... O nûrdan
isâbet almayan da şekavette kaldı.”
68
Saîd – Şakî
“Herkes ne iş için yaratılmış ise, ona o işler kolaylaştırılır.”
69
70
17
FAKR’IN ASLI
Nereye taşıyor?..
Hakikatine!
İşte böyle olunca, insanın da, bu âlemin içinde yer alan bir fert
olarak gerçekte yok olduğu kolaylıkla görülür.
Hadis:
72
Fakr’ın Aslı
istidat ve kabiliyette yaratılmış olması demektir.
73
74
18
MUHABBET, PERDEDİR!
75
“Gavsiye” Açıklaması
Ne zaman bu perde kalkar?
Sevgi ne kadar artarsa, seven o derece sevilenle ilgilenmeye başlar.
Nihayet sevgi o dereceye ulaşır ki, sevdiğinden başka bir şey
düşünemez olur. Âdeta deli divâne olur!
İşte bu yakıcı duyguların etkisiyle, sevdiğini azami ölçülerde
tanımaya ve bundan sonra da ona ulaşmaya çalışır. Ancak sevilen
Allâh olunca ve O iyi bir şekilde tanınınca, idrak eder ki, varlığının
her zerresinde ve tüm “BEN”liğinde mevcut olan Allâh’tır!
İşte bu tespit ile birlikte artık demeye başlar;
“Ben yokum ancak O var! Ben bir gölgeden, bir hayalden,
vehim ile varsanılan bir zandan ibaretim; gerçekte var olan
sadece Allâh’tır!”
Böylece o kişi ortadan kalkınca, “ikilik” mevhumu ve mefhumu
da ortadan kalkmış olur. Dolayısıyla perde de!
Bundan sonra yaşanır ki, gören gözdür, işiten kulak; tutan eldir,
yürüyen ayak! Bâkî olan Allâh’tır!
76
19
ÖLÜMÜN ASLI
77
“Gavsiye” Açıklaması
“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar!”
78
20
“HAYRET” HÂLİ
81
82
21
SORU BİTER!
83
84
22
SIRRÎ NEŞ’E
86
Sırrî Neş’e
ortaya koymaktadırlar ki, bu hâl de onların mecazî ifadeyle raks
edişleri, bir diğer ifade tarzıyla zikirleri, kulluklarını yerine
getirişleridir. Bu mânâyı sadece insan ve hayvan boyutuyla değil, tüm
evrensel varlıklar olarak anlamak mecburiyetindeyiz...
87
88
23
RÜ’YET, İLİMDİR!
Rü’yeti ilmin gayrı, başka bir şey zannediyorsa; hakikat ilmini elde
ettikten sonra ayrıca bir de rü’yet diye bir şey var zannediyorsa, o kişi
hicap altındadır, yani perdelilerdendir!
89
“Gavsiye” Açıklaması
mânâda ilim, kendini, özünün ne olduğunu bilmektir.
Dünya’daki şeylerin neden ne hâlde olduğunu veya neye
dönüşeceğini bilmek, kişiye geçici yararlar sağlar. Kişinin gerçek
menfaati ise, “ÖZ”ünü bilmekte yatar. Bu sebepledir ki, asırlardır
sayısız insan kendini Allâh’ın yoluna vermiş, vuslata ermek için
hadsiz hesapsız şeylerden vazgeçmiştir.
RÜ’YET nedir?
RÜ’YET, İLİM’dir!
İlim, esas itibarıyla ikiye ayrılır. Geçici yarar sağlayan ilim, ebedî
yarar sağlayan ilim.
Hakikat ilmine dair olan ilim ise asıl gerçek ilimdir. Herhangi bir
konuya bağlanmadan sadece “ilim” kelimesiyle Rasûlullâh’ın
bahsetmiş olduğu “ilim”, hep “Hakikat ilmi”dir ki, bu tüm
mevcudatın özünde saklı olan SIRRI bildiren ilimdir.
Hakikat ilmi, gözle görülecek sûrete ait yani şekli, maddesi olan
bir nesne değildir. Dolayısıyla ister madde gözüyle, ister rüya
şeklinde görülmesi söz konusu olan bir şey değildir HAKİKAT ilmi!
İşte bu sebepledir ki, kim baş gözüyle veya rüya şeklinde Allâh’ın
görülebileceğinden söz ederse, bu kişi ilmin özünden mahrum olması
sebebiyle konunun hakikatinden mahrumdur.
91
“Gavsiye” Açıklaması
Gerek Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm) ve gerekse evliyaullâhın
önde gelenlerinden bazı zevâtın rüyalarında, Allâh’ı bir insan
sûretinde gördüklerine dair nakiller mevcuttur. Bunlar elbette ki yalan
değildir. Ancak rüyanın ne olduğunu iyi bilmek gerekir.
Esas itibarıyla, her şey yani her görüntü, Allâhû Teâlâ’nın çeşitli
isimlerinin mânâlarının bir sûrete bürünmüş hâlidir. Hatta daha
gerçeğiyle, biz o mânâları, beynimizdeki özel algılama sistemi ile,
görüntüler, sûretler şeklinde algılarız.
94
24
Ve dedi ki bana:
− Yâ Gavs-ı Â’zâm... Benim indîmde fakîr, hiçbir şeyi olmayan
değildir! Belki fakîrler onlardır ki, emirleri her şeyde geçer! Bir
şeye “OL” derler ise, o şey olur!
“Bir kul yararlı çalışmalar ile bana yakîn elde eder. Artık ben
o kulumun görür gözü, işitir kulağı, söyleyen dili, tutan eli
yürüyen ayağı olurum.”
96
25
CENNET ve CEHENNEMLİKLERE
ZUHURU
Ve dedi ki bana…
− Yâ Gavs-ı Â’zâm. Cennettekilere, zuhurumdan sonra ne ülfet
vardır, ne de (daha büyük bir) nimet; ateştekilere zuhurumdan sonra
ne vahşet vardır ne de hurkat (bilmezlik).
98
26
KERİYM, RAHIYM
99
100
27
UYUMA Kİ GÖRESİN!
Ve dedi ki…
− Yâ Gavs-ı Â’zâm…
− Lebbeyke yâ Rabbel Arşil Aziym?..
Dedi…
− De ki: Rabbel Keriym ve Rahıym…
Yâ Gavs-ı Â’zâm... Ashabından kim sohbetimi isterse, ona
FAKRI; sonra FAKRIN FAKRINI; ve sonra da FAKRIN
FAKRININ FAKRINI tavsiye ederim... Böylece, FAKR hâlinde
onlarda BEN’den başkası kalmaz!
Bu idrak, üzerinde biraz daha derin düşünülür ise önemli bir şuur
sıçraması daha getirir, ki o da şudur:
Mâdemki fiilleri meydana getiren Allâh’tır, öyle ise o fiillerin
ortaya çıktığı mahal de Allâh’a aittir! Dolayısıyla O, yaptıran değil
yapandır!
Fiili meydana getiren fâili hakiki, yani o fiili ortaya koyan O’dur!
Dolayısıyla ne fiil görüyorsak, onun meydana getiricisi hep O’dur.
Yalnız burada şunu iyi bilmek gerekir;
Resim, ressamın eseridir; ressamın kafasındaki düşünce veya
duygunun şekle girmiş hâlidir ama, resim ressamdır diyerek, ressamı
o resimle kayıtlamak, sınırlamak asla mümkün değildir.
Bunun gibi, herhangi bir fiili meydana getiren Allâh’ı o fiil veya
anlamı ile, yahut da sûretiyle kayıt altına almak, çok büyük
düşüncesizlik ve anlayışsızlık olur.
Bütün bunları öğrenip yaşamaya çalışırken;
110
Arş Nedir? Fakrın Kemâli
izah etmek için kullanılmış bir ifadedir. Biz dahi kitaplarımızda bu
ifadeyi böylece naklettik.
Ancak doğrusu ve gerçeği odur ki; Allâh, zaman kavramı ile
kayıtlanmaktan münezzeh olduğu için, “...idi” veya “...cek”
kavramlarından berî olarak, süreklilik mânâsı içinde anlaşılmalıdır!
Ebu Rezîn el-Ukeylî (r.a.) anlatıyor:
“Ey Allâh'ın Rasûlu, dedim, mahlûkatını yaratmazdan önce
Rabbimiz nerede idi?”
Bana şu cevabı verdi:
“El Â’mâda idi. Ne altında hava, ne de üstünde hava vardı…”
Ahmed İbnu Hanbel dedi ki: Yezid şunu söyledi: “El Â’mâ, yani
Allâh’la birlikte başka bir şey yoktu, demektir.” (Tırmızî, Tefsir,
Hud-3108)
Bu yüzden de bu hadîs-î şerîfte geçen mânâyı ehlullâh, “El
Â’mâdadır” olarak müşahede eder. Ezelen ve ebeden! Ve hatta ezel-
ebed kavramından münezzeh olarak!
İşte bu durumda FAKRIN FAKRININ FAKRI meydana gelmiş
olur!
111
112
29
RAÛF
113
114
30
İRFAN MERTEBELERİ
116
İrfan Mertebeleri
Vâkıflar, “Ruh” boyutunda kendilerini tanımışlardır. Burada
bahse konu olan “Ruh”; vehim yollu kabul edilen birimsel ruh değil,
“Ruh-u Â’zâm”dır. Bu sebeple de, bu mertebedekiler, “Vahdet”
mertebesinde, çokluk kavramının içine giren her şeyden berî olarak
yaşarlar!
Vahdet müşahedesi içinde, Esmâ-i ilâhîyeyi seyir hâlindedirler.
Burası, “Hakikat” mertebesine tekabül eder. Kendi isimlerinin
mânâlarının türlü şanlarını seyir hâlindedir.
Kim mi?
Elbette ki O! Birimin ne haddine!
Bütün bunların yaşamını devam ettiren, Bâkî olan Hakk’tır!
Ancak ne var ki, tüm kemâlâta rağmen, bu seyir dahi Esmâ
âlemine dönük olduğu için; “Zât” mertebesine nispetle, Zâtî ilim
indînde, kesrete dönük bir mertebe durumundadır.
Bu tecellinin yaşandığı, bu şanın bulunduğu mahal; hakikate vâkıf
olmuş anlamında olarak “Vâkıfîn” diye anılır. Vâkıf olmuşlar...
“Mukarrebûn” diye de anılırlar. “Allâh’a Hakk-el yakîn olmuşlar”
anlamında olarak. Bu mertebe, velâyetin en üst mertebelerindendir.
“Zâtî” tecelli, bu zevâtı kirâmda “Berkî” tecelli şeklindedir.
Bir de bunların ötesinde zamanın İnsan-ı Kâmil’ine ve Gavs’ına
has olan “Tecelli-i Zât” vardır ki; bu zevâtta bu durum daimîdir.
İşte onlar için anlatılan, “NEFS’i de HÜR olanlara mahal
kıldım” ibaresidir. Mutlak mânâda NEFS=BEN onların mahallidir!
Zât’ını tanıma mertebesi yani...
Zâtıyla zâtını bilişin, âlemde zuhur yollu izharı için meydana
gelen bir şandır bu!
“HÜR” kelimesi, gerçekte sadece bu zevât için kullanılır. Ve
onların kalpleri, yani bilinçleri Allâh’ın ilmiyle dolu bir hâlde hadsiz
hesapsız sırlarla doludur.
117
“Gavsiye” Açıklaması
Bu mertebedeki “Zâtî ilim” hakkında, ne bugüne kadar bir
açıklama yapılmıştır, ne de bundan sonra böyle bir açıklamanın
yapılabilmesi mümkündür! Zâtî ilimden söz edilmesi muhaldir!
118
31
FAKÎR’İN DUASI
119
“Gavsiye” Açıklaması
Talep edilen, gerçekte, kişiden değil, Hakk’tandır. Ancak bu
hakikat idrak edilmeden, direkt kişiden olarak yapılırsa, bunda gizli
şirk tehlikesi çok büyüktür.
Esasen, bütün sûretlerin ardında hep VECHULLÂH olduğu için,
bütün talepler hep Allâh’adır. Ancak icabet “fakr” hâlindekilerden
veya “yanık, mahzun, mağdur, erimiş” gönüllerden veya kerem ve
gına zuhur mahallerindendir.
İcabet; bilinmelidir ki, kesin olarak Hakk’ın takdirine kalmış bir
şeydir. Anında icabet eder veya erteleyerek icabet eder veya etmez!
Ama yine de yaptığından sual olmaz! Çünkü sual edebilecek ikinci bir
varlık mevcut değildir.
120
32
FAKÎR’İN MESKENİ
121
122
33
ZÂT’I TALEP
123
“Gavsiye” Açıklaması
“Allâh’ım, cehennem korkusuyla sana kulluk ediyorsam,
cehennemine at beni. Ama yalnızca seni sevdiğim için, senin için
kulluk ediyorsam, vuslatına erdir beni!”
124
Zât’ı Talep
Diğer taraftan, cehennem ehli dahi, içinde bulundukları ortamın
şartlarından dolayı öylesine sıkıntılarla karşı karşıya içiçedirler ki,
ızdırabı çekmeyene izah mümkün olmaz. Dolayısıyla, onların da artık
o hâlde ve ortamda Allâh ile meşgûl olmaları, Allâh’ı tanımaya fırsat
bulmaları bahis konusu olmaz.
Ve böylece, her iki grup da kendi içinde bulundukları hâllerle
yoğrulur giderler.
125
126
34
CENNET BOYUTLARI
129
130
35
MÜFERRİDÛN
Bir diğer deyiş ile bu zevât, “Vârisi Rasûlullâh” olarak öyle bir
sırra ve bu sırrın neticesi olarak, öyle özelliklere sahip olmuşlardır ki,
bunları dışarıdan bir kimsenin anlaması imkân dışıdır.
131
“Gavsiye” Açıklaması
İşte yukarıda bahsedilen kişiler, Hz. Muhammed Mustafa
(aleyhisselâm)’ın yaşadığı bu hâlden miras almış “FERDİYET”
sahibi kişilerdir ki, bunların durumuna da şöyle işaret edilmiştir
ashaba hitaben:
İstidatlı bir kişiyi tespit ettikleri zaman, o kişi hangi yolda olursa
olsun, alıp yetiştirirler. Çünkü önemli olan yol değil, hedeftir.
132
Müferridûn
Gerçekte, bu “Müferridûn” denilen zevât, sûret âlemi dolayısıyla,
bu âleme izafeten bu ismi alırlar. Oysa onlar, Hakk’ın Zâtî sıfatları
ile bu âlemdeki zuhur mahallerinden başka bir şey değillerdir.
Bundan daha ötesini söylemek de vardır, ama dar havsala kâselerini
çatlatmamak için ötesine gitmeyelim.
133
134
36
PİŞMANLIK
Ölüm ötesi yaşama intikâl etmiş bir kişi için, “vuslata ermeden
gitmenin” getireceği eksiklik kadar büyük ve korkunç bir eksiklik
135
“Gavsiye” Açıklaması
düşünülemez. Bunun çok minyatürize edilmiş misalini vermek gerekir
ise, şöyle bir benzetmeden söz edebiliriz:
136
37
KURB, AYRILIKTIR!
139
140
38
ALLÂH’A YAKINLIK
142
39
KURB, MA’SİYETTİR!
143
“Gavsiye” Açıklaması
Şayet bu pişmanlık ve acziyet, birimi “yok”luğa erdirir ise,
olmayan şeyin şirki de olamayacağına göre, işte bu durumda “gizli
şirk” ortadan kalkar. Aksi takdirde, hangi düzeyde ve boyutta olursa
olsun, kişi kendini gördüğü sürece “gizli şirk” içinde yaşamına
devam eder!
144
40
146
41
ERHAMUR RAHIYMİYN
− Yâ Gavs. Çok sıcak bir günde biri sana gelip su istese ve senin
de o suya ihtiyacın olmasa ve buna rağmen de vermesen, sen
cimrilerin en cimrisi olursun! Hâl böyle olunca, nasıl rahmetime
mâni olayım?
Ben nefsime şehâdetle tescil ederim ki, kesinlikle
ErhamurRahıymiyn’im!
147
“Gavsiye” Açıklaması
Zaten, Kur’ân-ı Kerîm’de “İSTEYİNİZ VEREYİM”
denilmektedir. Herkes varoluş gayesine göre sürekli talep etmekte ve
de icabet görmektedir. Çünkü onlar, talep ettiklerini alıp, gereğini
ortaya koymak için var olmuşlardır zaten!
Burada geçen talep, isteme ve verme gibi kelimelerin mânâlarını
madde planda, madde çıkarlar için değil, varoluş planında varoluş
gayesi ve gereklerinin yerine getirilmesi açısından ve mertebesinden
anlamak gereklidir.
148
42
“Kişi ne hâl ile yaşarsa, o hâl ile ölür ve o hâl ile bâ’s olur!”
151
“Gavsiye” Açıklaması
Bu konuya tam bir vukufu olmayanlar, kelimelerin şeklinde
kalınca, derinliğindeki mânâya nüfuz edemeyince, mânâyı zâhir
şekliyle anlayıp; mâdemki tâatla alâkaları yokmuş, o hâlde biz de tâat
olan fiilleri terk edelim gibi bir anlayışa sapmaktadırlar.
Oysa burada anlatılmak istenilen husus, tâatlerinin olmayışı
cümlesinden, tâatleri “ben”lenmeyişleridir!
Bu mertebeye ulaşmış kişiler, “benliklerinin olmayışını” idrak
ettikleri için, hakiki ve mutlak fâili müşahede ettikleri için; o yararlı
fiilleri; namaz, oruç, zikir, hac, zekât gibi faaliyetleri asla kendilerine,
nefislerine bağlamazlar, hepsini Allâh’tan görürler geçerler.
İşte bu yüzdendir ki onların ne ma’siyetle bir ilgileri vardır ne de
tâatleri vardır!
Bu anlatılanı çok iyi anlamak gerek!
Ayrıca bir de şunu bilelim;
“Tâat” ve “ma’siyet”in varlığı, perdeliler içindir.
Allâh’tan mahcub olan yani perdeli olan; Allâh’tan ayrı olarak
gördüğü varlıkların davranışlarını “tâat” ve “ma’siyet” olarak
adlandırır.
Allâh’ın fâili hakiki olarak meydana getirdiği tüm fiiller, hiçbir
ayırım söz konusu olmaksızın “hikmet”tir!
Mâdemki Allâh, bütün âlemleri, kendi sayısız, sınırsız ve sonsuz
Esmâ’sını seyir için meydana getirmiştir. Her an, bütün âlemlerdeki
tüm fiillerin yaratıcısı Allâh’tır. Öyle ise, O’nun bütün yaptıkları
“Hakiym” isminin gereği olarak bir hikmete dayalıdır ve yerli
yerindedir!
153
154
43
SİSTEMİN İŞLEYİŞİ
158
44
BENLİK, ZİLLETTİR!
Ve her iki hâlin altında da tek bir şey yatmaktadır; ENE!.. Yani,
BENLİK, BENCİLLİK, birimselliğine menfaat temini peşinde
koşmak!
161
162
45
ZULMET-NÛR PERDELERİ
165
“Gavsiye” Açıklaması
Akla gelen veya gelmeyen, insanın bildiği veya bilmediği her şey,
Esmâ terkiplerinden meydana gelmiştir!
Esmâ (Allâh’ın isimleri), her şeyin aslı ve özüdür, ki aynı
zamanda yüce Zât’ın da perdesidir!
Nûrdan perdeler diye işaret edilen de Allâh’ın bu Esmâ’sıdır!
Pek çok velî, Esmâ mertebesinde eşyanın hakikati olan isimlerin
mânâları ile karşı karşıya kalınca, mutlak hakikati bulduklarını sanmış
ve bununla yetinerek, Zât-ı ilâhî’yi Ahadiyeti ile bilememişlerdir.
İsmail Hakkı Bursevî merhum, ki Gavs-ı Zaman olarak bilinir;
Ruh-ul Beyan isimli çok değerli Kur’ân-ı Kerîm tefsirini yazan
zâttır. “Lüb-ül Lübb” şerhinde şu hadîs-î şerîfi nakleder:
167
168
46
GAYRI NEDİR?
Biz görülen her şeyin, Hakk’tan ayrı bir varlık olarak mevcut
olduğunu sanırız! Ve o görülen şeyin ardında da Hakk’ın var
olduğunu tasavvur ederiz. Hâlbuki iş böyle değildir!
Kim ki, gördüğündeki mânâ ile Allâh’ı kayıt alma gafletine düşer,
o artık çok yoğun bir perde ile perdelenmiş demektir.
170
47
ALLÂH’IN AHLÂKI
171
“Gavsiye” Açıklaması
İntihar ederek, bedeni kullanım dışı bırakmak, bilakis kişinin
dünyaya bağlı ve bağımlı kalmasına yol açar ki, bu da insana
cehennemden başka bir şey getirmez!
Evet, bu durumda Dünya varlıkları ile perdelenmeyip; o
varlıklarda tasarruf eden Tek Gerçek Mutasarrıfı göreceğiz. İşte
böylece de mülk âleminden melekût âlemine geçmiş olacağız.
Bu âlemdeki bütün varlıkların hep Hakk’ın Esmâ’sının
mazharı olduklarını, bu hâlleriyle de gerçek mânâdaki
“KULLUK”larını yerine getirmekte olduklarını göreceğiz.
Ancak iş burada bitmiyor! Bundan da geçmek gerek.
Bu defa iş geliyor o mutlak tasarruf sahibi Tek’i tanımaya. O’nu
nasıl tanıyabiliriz, görünmez, tutulmaz bir varlık olduğuna göre?
Özellikleriyle… Huylarıyla!.. Yani Ahlâkıyla!..
172
Allâh’ın Ahlâkı
“Zâtı, bilinmezliğiyle bilmek”, “Ahadiyet” sırrına vukufla
mümkündür!
Zâtın bilinmezliğini idrak ettikten sonra, kalır iş isimleri yollu
tafsilî bilmeye… Ki bu da ancak melekût âleminin içinde olan, Efâl
tecellilerine vukufla mümkün olur!
Esmâ’nın, “Mardiye” nefs düzeyinde toplu bilinişi, ancak Efâl
mertebesindeki ortaya çıkışlar ile tamamlanır.
Ancak ne var ki, bütün bilişler dahi, çeşitli perdeler olan Esmâ
tecellilerinden başka bir şey değildir!
Bir başka anlatım ile, “Melekût âlemi”, “Akl-ı Küll âlemi”dir ki,
mânâları seyir hâlidir. Ve bunlar dahi, Zâtın kendi özelliklerini,
mânâlarını seyir için meydana getirdiği tecellilerdir.
Sen, bunlarla kayıtlı olarak seyre başladığın zaman, sürekli çeşitli
isimlerin mânâlarını müşahedeye başlayacağın için, zâtını görmekten
perdeli kalırsın! Bu yüzden de zâtını tanıma yolunda geri kalırsın. İşte
bunun için, aklı cüzden geçtiğin gibi, Akl-ı küll’ün seyrinden dahi
geçmek tavsiye edilmektedir!
173
174
48
VİTRİYET-VÂHİDİYET-AHADİYET
176
Vitriyet – Vâhidiyet - Ahadiyet
Kalpler ve ruhlar mevcut değildir!
Bunların hepsi de vehim yollu görülen hayallerdir! Gaflet ve
uykuda olmanın sonucu olarak meydana gelmektedir!
Çünkü bunların hepsi de, “ilmî sûretler” olmaktan öte bir şey
değillerdir!
“İlmî sûretler” ise ancak ve ancak, sadece ve sadece Allâh’ın
ilminde mevcutturlar!
Bu anlattıklarımızı size ne nispette ulaştırabileceğiz, bilemiyoruz.
Elbette her okuyan, istidadı nispetinde, takdirindekini alabilecektir.
Ehli, zaten bunların böyle olduğunu bilir. Yaşamayana ise ancak
bu kadar açıklaması mümkündür. Biline ki, böyle hâller de vardır!
“Sonra emir ve hükümden de çık”...
Ya, bu ne demektir?
Emir ve hüküm, hep kesret âleminin neticesidir! Kesret âlemi
içinde, varlıklar arasında geçerli bir sistemdir.
Bu kavramla kayıtlı bir müşahede devam ettiği sürece, kesret
âleminin son bulması ve Teklik seyrine girilmesi asla mümkün olmaz!
Bu yüzden de, Allâh’a urûc murat ediliyorsa, çokluk görme
basîretsizliğinden arınıp; Emir, âmir, memur; hâkim, mahkûm, hüküm
üçlüsünün var olmadığını idrak edip; TEK’in seyrine girilecektir.
İşte o zaman “kader sırrı” da açılır ki, bu da “Vâhidiyet”
mertebesinde yaşayanın vukuf sahibi olduğu hâllerden biridir!
177
178
49
NAMAZ ve HAKİKATİ
Dedim ki;
− Yâ Rabbi, hangi namaz sana daha yakındır?
− O namaz ki, içinde benden başkasının kalmadığı, kılanın
içinde kaybolduğu!
181
“Gavsiye” Açıklaması
iki milleti bir gözle görmeye başlar”; Yunus Emre’nin dediği gibi!
Çünkü, onun nazarında yetmiş iki millet değil, TEK varlık vardır!
Ârifin bu namazı “orta namaz”dır! “Salâtı vusta”dır. Ve bunun
hükümlerine göre karşılığına ulaşır!
Ceberût âleminin namazına gelince...
Ârifi Billâh’ın namazıdır bu! “Namaz müminin mi’râcıdır”
şeklindeki Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)’ın işaret ettiği namazdır bu
namaz!
“Kab-ı kavseyn” boyutuna urûc ettiği zaman Rasûlullâh
sallAllâhu aleyhi ve sellem mirâc’da nakledilir ki, kendisine;
“Dur! Rabbin namazdadır!” denilmişti.
Rubûbiyet mertebesinin namazından söz edilmektedir burada.
“Rabbin namazı”, Rabb-ül âlemîn’in Rubûbiyet hükümlerinin
Efâl âleminde yürürlükte olmasıdır.
Rabbin hükümlerinin, Rabbanî kudretiyle tahakkukundan “Rabbin
namazı” diye söz edilmektedir.
Rab; Esmâ’nın mânâları üzere mahlûkatı var edip yönlendirendir!
Bu tasarruf, “terbiye” diye anılır.
Bu mertebe, boyutsal bir mertebedir ve “şuur sıçraması” diye
adlandırdığımız bir tür mi’râc ile hâsıl olur. Şuurda oluşur!
“Şuur” kendisini “Ceberût” boyutunda tanıdığı zaman, kendi
vehmî benliği, birimsel benliği kalkmış olur; ve kendisinde Hakkanî
vasıflar ile Rab zuhur eder.
İşte bu namaz, bir mânâda “Rabbin namazı” denilerek, Rabb’e
izafe edilir. Ki gerçekte Rabbin tasarrufu dışında kalan hiçbir şey
yoktur.
Esasen, Rabbanî seyr, kendi Esmâ’sı üzerinedir. Efâl ise Esmâ’nın
tabii neticesi olarak meydana gelir.
Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm), Allâhû Teâlâ’nın ikramı olarak
182
Namaz ve Hakikati
mirâc’a çıktığı zaman, Ceberût âleminde, Rabb-ül âlemîn’in tüm
mevcudat üzerinde Esmâ yollu mutlak tasarrufunu müşahede etti,
“Kab-ı kavseyn” noktasında.
“Ev edna”… Hatta bunun da ötesinde, Hz. Muhammed Mustafa
(s.a.v) ismi altında, “gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili, tutan
eli ve yürüyen ayağı olarak”; “Şehâdet etti ki Allâh, kendisinin
dışında, ötesinde bir TANRI mevcut değildir”!
Ve sonra Rabbi ile mükaleme etti Rasûlullâh (aleyhisselâm)!
Ve sonra Rabbinin emirlerini hâmil olarak tekrar insanların arasına
döndü Muhammed Mustafa adıyla, RASÛLULLÂH!
Acaba, bu cümleler bize Rasûlullâh (s.a.v)’in hüviyeti, eniyeti ve
kişiliği hakkında bazı ipuçları verebiliyor mu?
Birincisi insanlara emrolunan, farz olunan bildiğimiz namazdı.
İkincisi, “orta namaz” diye bahsedilen.
Üçüncüsü ise, “daimî namaz” diye anlatılmak istenen.
Esasen, ikinci tür de vakitle kaîm olmayarak devamlı ikame edilen
bir tür “daimî namaz” olmasına rağmen; gerçek “daimî namaz” bu
üçüncü namazdır.
İşte, en makbûl namaz, “kılanın içinde olmadığı” olarak belirtilen
bu üçüncü namazdır. Ki bu konuya metnin sonlarına doğru tekrar bir
nebze, Zül’Celâli Vel’İkrâm’ın ihsanı ve sınırların müsaade ettiği
ölçüde değineceğiz.
Ayrıca “Namaz” konusunu çok daha geniş bir şekilde “TEMEL
ESASLAR” kitabında açıklamaya çalıştık... Bu konuyu daha detaylı
okumak isteyenler oradan okuyabilir.
183
184
50
ŞUURUN ORUCU
186
51
Sonra sordum:
− Hangi fiiller indînde faziletlidir?
− Benden gayrının kalmayıp, içinde cennet ve cehennemin
bulunmadığı, yapanın kaybolduğu!
188
52
190
53
MÂSUMUN TÖVBESİ
Avamın tövbesi; yapılan bir hataya pişman olup, onu bir daha
191
“Gavsiye” Açıklaması
tekrar etmemeye karar vermektir!
193
194
54
MÜŞRİKLER EL SÜRMESİN!
195
“Gavsiye” Açıklaması
TÂHİR OLANLARDAN BAŞKASI DOKUNAMAZ!” (56.Vâkı’a:
79) deniliyor.
Kaba şirk, açık şirk, kaba necâset hükmünde olduğu gibi; gizli şirk,
“hafî şirk” dahi küçük necâset hükmündedir. Bu yüzden de bu
pislikten arınmamış olanların TEK’lik sırrına, Vahdâniyete el
sürmemeleri tavsiye edilmektedir... Çünkü, şirkle bulanmış bilincin
Allâh’ın sırlarını anlaması mümkün değildir!
196
55
MÜLHİME İLMİ
198
56
AŞK
199
“Gavsiye” Açıklaması
olursa olsun, gerçekte sevilen hep O’dur!
“Murat etti ki, kendisinden gayrı sevilmeye; sonra zâhir oldu
sevilenler sûretinde; sonra da baktı ki kendisinden gayrı mevcut
değil, bu defa hep seven ol kendi oldu!” cümleleri işte bu durumu
açıklar.
İyi bilelim sevgi nedir; hangi isim altında olursa olsun sevilenler
kimdir; sevgiyi oluşturan cazibe nedir, kimdendir, kime aittir; ve
nihayet seven kimdir?
“Bildik ki âlemde her ne var, hep AŞK imiş” beytinde işte bu
sırra işaret edilmektedir.
200
57
AŞK, HİCAPTIR!
202
58
“Kesinlikle sana öyle bir fetih (görüş açıklığı) verdik ki, (o)
Feth-i Mubiyn’dir (apaçık açık hakikati sistemi müşahede)! Bu
yüzden Allâh, senin geçmiş ve (fethe rağmen oluşacak) gelecek tüm
zenbini (bedenselliğinin doğal getirisi perdeliliklerini) mağfiret eder
(örter) ve sana olan nimetini tamamlar; seni, hakikatini yaşama
yolunda yürütür!” (48.Feth: 1-2)
205
206
59
HEDEF, ZÂT’TIR!
208
Hedef, Zât’tır!
ârifin melekût âlemi, hayalden başka bir şey değildir! Hakikat âlemi
ve TEK gerçek nûr mevcutken, tutup da hayalî varlıklar ile meşgûl
olmak, sanki şeytana uymak gibidir!
Şeytanlık, vehim hükmüne dayanır!
Var olmayan şeyleri var kabul edip, gerçek var olanı yok kabul
etmek, şeytanî hâldir; yani vehme tâbi olma hâli...
Vehmî benliği terk edememiş ârif de, bu mânâ yönünden henüz
şeytanını müslüman edememiş durumdadır. Yani, vehmin tesirinden
kurtulup TEK’e ermemiştir!
Ârif kimdir? Sezgi-ilham yollu Hakk’ın Tekliğini hissedip, her
şeyde O’nu gören... Her şey Hakk’tır diyen...
Oysa gerçekte, “her şey” mevcut değildir ki!
Ayrı ayrı birçok şey mevcut değildir ki!
Birçok ayrı ayrı şeyler, TEK bir şeyden meydana gelsin, ya da
daha da beteri, panteist görüş olan TEK bir şeyi meydana getirsin!
Böyle bu görüşe sahip olmak tamamen bir aldanıştan başka bir şey
değildir.
Bırakın panteist görüşün, bir gerçekten sapkın düşünce oluşunu,
ayrı ayrı şeyler görüşü dahi, velev ki TEK’in görünümleri şeklinde
algılansın, yine de gerçeğe isâbet etmemektedir!
İşte ârif, “ayrı ayrı şeyler ve o şeylerin HAK oluşu” görüşleri
içinde yüzdüğü sürece; bunun ötesine geçemediği sürece, Allâh’tan
uzak düşmüş durumdadır.
Ceberût’un vâkıfînin şeytanı olması hâline gelince;
Bu husus, açıklanması ve anlaşılması oldukça güç olan bir
noktadır.
“Tatmayan bilmez” sözünün ifade ettiği gibi, bunu yaşamayana
izah etmek son derece güç olmasına rağmen inşâAllâh ifadesini
kolaylaştırır.
209
“Gavsiye” Açıklaması
Ceberût âlemi, Vâhidiyet mertebesidir ki, Esmâ ve Sıfata tekabül
eder. Zâtî sıfatlarla ve Esmâ yollu kendini tanıma, seyretme
mertebesidir bu mertebe…
Esas itibarıyla âlemler; kesret âlemi ve vahdet âlemi olarak ikiye
ayrılır. Ancak bu kesin böyle değil, anlayışın ya da bir diğer şekliyle
anlayış yetersizliğinin oluşturduğu ikidir, bu âlemler.
Kesret âlemi yani çokluk âlemi, Efâl âlemidir.
Çokluğun oluşturduğu mülk ya da melekût boyutunda sayısız
fiiller söz konusudur.
Vahdet âleminde ise kesretten söz edilemez. Vahdet âleminde
kesretin yani çokluğun varlığı kalmamıştır!
“TEK”, çok kavramı kabul etmez! Ahadiyet, çokluk kavramlarını
yok eder.
Ceberût ve Lâhut sanki bir nesnenin içyüzü ile dışyüzü gibidir!
“NEFS” yani “Mutlak BEN”liğin, kendini, isimlerinin mânâları
yönünden seyri, tanıyışı Ceberût âlemidir!
İsimler ve mânâları yollu olmaksızın salt, sırf, “Samediyet” yollu
“Ahadiyet”e yöneliş, eniyet ve hüviyete yöneliş âlemi ise,
“Lâhut”tur.
“İlim bir noktadır”, “Zâtıyla zâtını seyretmektedir; gayrı söz
konusu değildir”, “Â’mâdadır” gibi cümleler hep bu âlemi çeşitli
vecheleriyle tanımlamak içindir.
Zâta ermek, zâtını tanımak, zâtı için seçilmiş olmak gibi tâbirler ile
anlatılmak istenilen husus gerçek hedef olunca, görülür ki Ceberût
mertebesinin hâli dahi zâta perdedir!
“Vâkıf”; yani hakikate ermiş, çokluk kavramından ve görüşünden
arınmış, kendi isimlerinin mânâlarını seyreden, bu seyir hâlinde
elbette ki zâtından perdeli durumdadır.
Evet, her ne kadar, Zâtın Esmâ’sını, yani Zâtın icat ettiği mânâları
seyrediyorsa da; gene de meşgalesi, isimlerin işaret ettiği sonsuz
210
Hedef, Zât’tır!
mânâlardır... Ve bunların asla sonu gelmeyeceği için de Zâtı ancak
Esmâ perdesi arkasından seyir hâlindedir!
Ki bu yüzden de Vâkıfîn, ne kadar yüce ve hatta yaşamı hayal bile
edilemez mertebede “Hayy” olursa olsun, Zâtın hüviyete dönük
yönünden uzak düşmüştür!..
İşte bu mertebe “tard edilme” ifadesi, Zât ile değil, Esmâ yollu
Zâtı müşahede hâlini anlatmak için kullanılmıştır.
Esas itibarıyla Ulûhiyet; Vâhidiyet ve Vahdâniyeti anlatır.
Vâhidiyet’in bâtını Ahadiyet, zâhiri ise Rahmâniyet’tir. Topluca
adı ise Ulûhiyet’tir.
“Allâh” ismi hiçbir isimden türememiştir!.. Tamamıyla özel, has
ismidir Ulûhiyetin...
“İlâhiyet” ile “Ulûhiyet” tamamıyla ayrı şeylerdir.
İlâhin me’lûhu vardır... Yani, ilâhın, ilâhlığını kabul edecek kendi
dışında bir varlık vardır... Gayrı vardır...
Ulûhiyet ise kendi dışında bir varlık kavramı kabul etmez!
Onun içindir ki Allâh, ilâh-tanrı değildir... “Tanrılık”
kavramından da münezzehtir!
“Vâhid”in, Zâtî sıfatları yollu kendini seyri “Rahmâniyet”; Efâl’i
meydana getirecek isimleri yollu seyri “Melikiyet”; o isimlerle Efâl’i
oluşturması ise “Rubûbiyet”tir! Rab, fiili oluşturan; Merbub ise fiil
olarak çıkandır!
“Vâhid”in zâtı “Ahadiyet”, kendini bilişi “Eniyet”, zâtında hiçlik
hâli “Â’mâiyet”... Evet, bunların tümü birden de tekrar edelim
“ULÛHİYET”tir!
Allâh’ın bizde izhar ettiği ilme göre, bu böyledir... Muhakkak ki
hakikat, Allâh indîndedir!
211
212
60
MÜCAHEDE ŞARTTIR!
Çünkü Esmâ seyri öyle bir şeydir ki, yutar içine de farkında bile
olunmadan dalınır gidilir...
215
216
61
218
62
219
“Gavsiye” Açıklaması
Mücahede, vehmin getirdiği perdelerin kalkması için şarttır!
221
222
63
ANA-BABASIZ-EVLATSIZ
224
Ana-Babasız-Evlatsız
“Kalbini onlardan fariğ kılmak” diye anlatılmak istenen şey, fiilî
değil, “şuursal”dır!.. Şuurunda, kendini bir “bilinç”, bir “şuur”
olarak göremezsen, kendini et-kemik beden kabul edersen; ve bu tür
yaşam içinde geçip gidersen, elbette ki ne kendi hakikatini tanımış
olursun, ne de karşındakinin hakikatini tanımış olursun!
Esasen, ana-baba-evlat kavramı bu dünyada mevcuttur! “Cennette
herkes 33 yaşında olacaktır” açıklamasını yapan Hz. Rasûlullâh
(aleyhisselâm), ileride bu çeşit kavramların olmayacağına dikkati
yeterince çekmiştir... Öyle ise, şimdiden, şuurdan bu kavramları
çıkartmak gerekir!
Ancak, tekrar ediyorum, kavramın kalkması ana-babayı dışlamak,
çocuklarınla ilgilenmemek değildir...
Aksine, bu idrake gelmiş bir kişi ana-baba-evlat ismi altında var
olan gerçek varlığı müşahede edip, onlara elinden gelen azami hizmet
ve hürmeti gösterir... Çünkü, hizmet ve hürmet ettiği varlık bilir ki
Hakk’tır!
Bu anlattığımız işin bir mertebesi...
Bir de bunun üstündekilerin müşahedesi var ki, burada onlara da
bir uyarı söz konusu...
Çeşitli Esmâ-i ilâhî’yi seyir hâlinde olanın, bilmesi ve müşahede
etmesi gerekir ki; o isimler arasında, Allâh indînde bir fark yoktur!
Bir ismin mânâsının zuhurunun, diğer bir ismin mânâsının
zuhurundan farklı ve değerli olmadığını müşahede etmek zorundadır...
Zira isimler arasında fark yoktur. Kısacası isimler tecellisinde,
isimlerden birinin ağır basarak diğerinden perdelenme meydana
getirmesi kişinin bir üst mertebeye urûcunu köstekler...
Melekût âlemi; Allâh’ın isimlerinin işaret ettiği mânâların zâhir
olduğu bâtın âlemidir.
Zâhir âlemi vardır...
Bâtın âlemi vardır...
225
“Gavsiye” Açıklaması
Ledünn âlemi vardır...
Ve bu âlemlere ait zâhir ilmi vardır, bâtın ilmi vardır ve ledünn
ilmi vardır.
Bâtın ilimlerin taalluku, Melekût âleminedir.
Ledünn ilmi ise, Zâtiyûna has, Müferridûna has ikram yollu
sunulan “İndAllâh”tan bağışlanan gaybî ilimdir.
Bu ilme nail olanlar, artık kişilik değer yargılarından arınmış
olurlar; ve Allâh’ın âleme nazarı gibi bir nazar sahibi olurlar... Bu
durum tasavvufta, “ALLÂH’IN AHLÂKI İLE AHLÂKLANMAK”
diye tarif edilir.
“ALLÂH’IN AHLÂKI İLE AHLÂKLANMAK” demek, O’nun
olabildiğince Esmâ’sının özelliklerini cem edip, o gözle âlemleri ve
içindekileri değerlendirmek demektir...
Beşerî değer yargılarından arınıp; Allâh’ın indînde bütün isimleri
ne anlam taşıyorsa, ne değer taşıyorsa, o anlam ve değerlere ulaşıp;
âlemleri o nazarla seyretmek gerektir.
İsimler arasında fark gözetmek veya birinin diğerini meydana
getirdiğini düşünmek ister istemez insanı isimler boyutunda perdeler
ki, bu da urûcta hız kesici olur.
Ayrıca...
Burada şu incelik de mevcuttur;
Bir mertebenin diğer bir mertebeyi meydana getirdiğini düşünmek
dahi hakikati hakkıyla yaşama hususunda insanı engeller!
Bir mertebede bulunan, kendisini meydana getiren bir üst mertebe
olduğunu kabul ettiği anda, ana-babalı; kendisinin, altındaki
mertebenin bulunduğu mertebeden meydana geldiğini düşündüğü
anda da evlatlı olmuş olur... Oysa AHAD, ne “doğurmuştur” ve ne
de “doğmuştur”!
AHADİYETİ itibarıyla Allâh’ı bilen kişi, müşahede eder ki;
gerçekten Allâh, “doğurmamış” ve “doğmamış” AHAD’DIR!
226
Ana-Babasız-Evlatsız
Bilinen ve okunan tüm mertebeler, hakikate ulaşmak için vesile
olması yönünden kabul edilmiş itibari ve izafî anlatımlardır!..
Gerçekte her şey ve tüm mertebeler; sadece ve sadece Allâh’ın
ilminde mevcut ilmî sûretlerdir ki, AHAD olan ALLÂH
Â’MÂdadır!..
Her şey yoktan var olduğuna göre, yoktan var olan, “yok”
demektir!
İşte bu yüzden de, âlemlerin aslı hayaldir, hayal ise yok
hükmündedir, Bâkî Allâh’tır, denilmiştir...
“Doğurma” ve “doğma” kavramına gerçekte asla yer yoktur;
çünkü ne doğuracak bir varlık vardır, ne de doğurulacak bir varlık
vardır!
Allâh isminin müsemması, bu tür kavramları kabul etmez!
Allâh’ın indînden olan ilimle Allâh’ı seyreden de bu yüzden bilir
ki, ana-baba ve evlatsızdır ve böyle bir şeyin düşünülmesi dahi
muhaldir...
227
228
64
NAZAR ETME
230
65
İLMİN ÖZÜ
Sordum:
− İlmin ilmi nedir?..
Dedi ki:
− Yâ Gavs-ı Â’zâm... İlmin ilmi, ilimden cehildir!
232
66
233
“Gavsiye” Açıklaması
Vay hâline o arzu ve isteklerin peşinde koşup, onlara yönelenlere...
Bedenin tabiatı istikametinde koşanlar... Yemek, içmek, seks, içki,
sigara ve daha akla gelen, bedenin dolasıyla bağlı olduğun, ayrı
kalmayı kabullenmediğin her şey peşinde koşma hâlinde olanlar...
Vehmî benliğinin şartlanmalar istikametinde, sahip olmak için
peşinde koştuğu her şey... Makâm, koltuk, mevkî, şan, şöhret, şeref,
gurur, “ille benim dediğim olacaktır” hâli, saygı, sevgi, hürmet ve
hizmeti görülme arzuları...
Bütün bunların kökeni hep, kendini ister et-kemik beden, ister ruh
beden, fakat neticede bir izafî birim olarak kabullenme hâlinden ve
şartlanmasından kaynaklanmaktadır!
Bunların otomatik ve tabii sonucu ise, hepsini yitirmiş bir hâle
düşmektir... Ama ölümle, ama daha sonra!
Ama ne zaman ki, “NEFS”in hakikatini anlar, idrak edersin;
nefsinin “Nefs-i Küll”, aklının “Akl-ı Küll” olduğunu hissederek
yaşarsın; işte o zaman artık sende birimsel mânâda “benlik”
kalmamış olur... Bu durumda da yukarıda sayılan şeyler olmuş ya da
olmamış, senin için hiçbir anlam taşımaz!
“Dünya varmış, tâ ki yok olmuş; ne umurum; bana ALLÂH
yeter!” dersin ve bambaşka bir âlemde yaşamaya başlarsın...
İşte mücahede, Zât-ı ilâhî’ye erene kadar, nefsin var olduğu
sürece, her mertebede kendi gereklerine göre vardır ve lüzumludur.
Kim bundan mahrum kalırsa, bulunduğu yere kendini pranga
zinciriyle bağlamış, anahtarını da okyanusa atmış olur!
234
67
Mİ’RÂC
Gavs dedi:
− Rabbimi gördüm ve “mi’râc”tan sordum...
Buyurdu ki;
− Mi’râc, benden gayrı her şeyden urûc’tur!.. “Mi’râc”ın kemâli
de, nazarının gayrına kaymaması ve isyan etmemesidir!
235
“Gavsiye” Açıklaması
“O” olduğu yaşanır ve kişilik kavramı tümüyle yok olur... Varlığında
Bâkî Allâh’tır!
Urûc bundan sonra biter, mi’râc tamam olur...
Ya sonra?..
Seyr başlar!
Zâtıyla Esmâ’sını seyretmededir...
İlminde!..
“Gayrı” kavramına ve kelimesine yer yoktur bu vadide!..
Zâtıyla, Zâtını seyretmededir dehr içre!..
236
68
NAMAZ
AHMED HULÛSİ
Haziran 1982
Cerrahpaşa
İSTANBUL
239
240
NAKŞIBENDÎLİKTE “VAHDET”
GÖRÜŞÜ
***
***
***
***
244
Nakşıbendîlikte “Vahdet” Görüşü
Bu mertebeye vâsıl olmuşlara, Cemâl-i Mutlak’ı, mürşid
aynasında görmek, kayd ve noksanlık olur.
− Bu taifeyi telvin makâmından gayrı yerde bilmek olmaz.
Bunları, temkin hâlinde bilmek, mümkün değildir!..
− Sâdık sâlike lazım olan odur ki, daima, cismi ile şeriatta; aklı ve
ruhu ile tarikat ve hakikatte; sırrı ile de (keyfiyetsiz) vuslatta ola!..
− İhlâs-ı tam’a misal olarak buyurmuşlardır ki:
Mansur Hallac’a sormuşlar; “Kimin mezhebindensin?..”
“Rabbimin mezhebindeyim” demiş.
Ve Ayn’el Kudât Hemedânî dermiş ki: “Tâlibin işi mezheb sahibi
iledir, mezheb ile değildir.”
− Rüsum ve âdetleri (şartlanmaları) terk ediniz!.. Her ne ki
halkın âdetidir, onun hilâfını işleyiniz.
Hz. Rasûl’ün (s.a.v) gönderilmesi beşeriyet rüsum ve âdetlerini
bıraktırmak içindir.
245
“Gavsiye” Açıklaması
− “Mecaz, hakikatin köprüsüdür” sözünden murat olur ki; zâhirî
ve bâtınî, kavlî ve fiilî olan bütün ibadetler mecazdır!.. Bu yolun
yolcuları, bu ibadetleri (mecazları) geçmedikçe, “Hakikate” vâsıl
olamazlar!..
***
246
Nakşıbendîlikte “Vahdet” Görüşü
Hâce Ahmed Semerkandî hakkında “Nefâhat”te şu malûmat
vardır;
− Mevlâna CÂMİ buyururlar ki; Ahmed Semerkandî’nin el
yazısıyla “Fusûs-ül Hikem”in sonuna yazılmış şu ibareleri gördüm:
Hz. Risâletpenah sallAllâhu aleyhi ve sellem bana, “Fusûs-ül
Hikem” dersi vermeme işaret buyurdular.
Ve sualim üzerine, Firavun hakkında Muhyiddini İbnül Arabî’nin
yazdığına itikad ve iman etmemi emr ettiler... Sordum ki:
“Yâ Rasûlullâh, vücud hakkında ne buyurursunuz?..”
Buyurdular ki:
“Görmez misin ki, vücud kadimde kadim, ve hâdiste hâdistir!..
Ente ilâhun ve ente me’lûhün!.. (İlâhiyet ve kulluk sende bir
aradadır.)”
“Yani, sen ilâhsın: Sıfatı ilâhîye’nin sende zuhuru ve Ulûhiyete
mazhar olman sebebiyle; ve sen me’lûhsun, mukayyetliğinden,
taayyününden ve mahlûkiyetinden ötürü.”
***
***
249
“Gavsiye” Açıklaması
− Kader sırrına vâkıf olanlar rahattadırlar. Zira, tecellilere
mazhar olan varlıkların tamamıyla “yok” olduklarını, vücudları
bulunmadığını; bütün görülen ve algılanan şeylerde zâhir olanın Hak
olduğunu bilirler!.. Bu istirahatleri, denizde kaybolan dalganın
istirahati gibidir.
***
***
Değerli okurlarım;
Bu bölümde size “Nakşıbendî” silsilesi içinde yetişmiş çok
değerli, bir kısım evliyaullâh‘tan çeşitli açıklamalar naklettim.
Bu açıklamalar, hassasiyetle tetkik edildiği zaman şu görülecektir:
Gavs-ı Â’zâm Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin bize ışık tuttuğu
gerçekler ile, “Nakşıbendî” silsilesi içinde yetişmiş olan muhterem
zevâtı kirâmın işaretleri hep aynı tek gerçekten söz etmektedir!
Ahmed HULÛSİ
10.9.1991
ANTALYA
252
SIRRA ERENLERİN MISRALARI
ARASINDA
254
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Bilen, hem söyleyen, hem işleyen
SENsin el-Hak, cümleden BİR görünen
Ken’an’da da daim Allâh var, diyen
SENsin Allâh, sensin ancak bi-gümân
KEN’AN RİFÂÎ
256
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Sensin bize bizden yakın, görünmezsin hicap nedir?..
Çün aybı yok görklü yüzün, üzerinde nikab nedir?
Sen eyittin Ey Padişah, “Yehdillâhu limen yeşa”…
Şerikin yok hâşâ, suçlu kimdir, ikab nedir?
Rahimdürür senin adın, Rahimliğin bize dedin,
Mürşidlerin müjdeledi, “lâ taknatu” hitap nedir?
Kani bu mülk sultanı, bu ten ise kani canı,
Bu göz görmek diler anı, bu mebdeü mead nedir?
Yunus bu göz anı görmez, görenler hod haber vermez
Bu menzile akıl ermez, bu koyduğun SERAP nedir?
YUNUS EMRE
258
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Taalluktan üzüştüm, ol DOST’tan yana uçtum
Aşk divanına düştüm, divanım yağma olsun!..
İKİLİKTEN usandım, BİRlik hanına kandım,
Derdi şarabın içtim, dermanım yağma olsun!
Varlık, çün sefer kıldı, DOST ondan bize geldi,
Viran gönül Nûr oldu, cihanım yağma olsun!
Geçtüm bitmez sağnıçtan, usandum yazu kıştan,
Bostanlar başın buldum, bostanım yağma olsun!
Yunus ne hoş demişsin, balu şeker yemişsin,
Ballar balını buldum, kovanım yağma olsun!
YUNUS EMRE
259
“Gavsiye” Açıklaması
Ödünü sıdır, eğer bu yolda girdin ise,
Ödünü sıdırmayan, bu yola gelmediler.
Yunus nefsin öldür bu yola geldin ise;
Nefsin öldürmeyen, bu demi bulmadılar.
YUNUS EMRE
260
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
“Len tenâlü birre hatta tünfikü” dedi Huda
Sevdiğinden geçmeyince kişi, Sultan mı bulur!
Kaali kıylden geçmeyince, kimse hâle ermedi
Yırtmadan BENLİK hicabın, kimse irfan mı bulur,
Bu tarikat potasından, sızuban kâl olmayan,
Ta’nı zulmette kalanlar Nûr’u Yezdan mı bulur?
Bırakıp davayı Yunus, âşıka mânâ gerek
Başını top etmeyenler yolda, meydan mı bulur?
YUNUS EMRE
261
“Gavsiye” Açıklaması
Şeriat tarikat yoldur varana
Hakikat meyvesi, andan içeri
Süleyman kuş dilin bilir derler
Süleyman var Süleyman’dan içeri
Unuttum din diyanet kaldı benden
Bu ne mezhep durur, dinden içeri
Dinin terk edenin küfürdür işi,
Bu ne küfürdür, imandan içeri
Miskin Yunus gözü tuş oldu sana
Kapında bir kuldur, Sultandan içeri
YUNUS EMRE
262
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Özenirsen kardaş, tevhide özen
Tevhiddir nefsinin kâl’asın bozan
Hiç kendi kendine kaynar mı kazan
Çevre yanın ateş eylemeyince
Değme kişi gönül evin düzemez
Hakk’ın takdirini kimse bozamaz.
Tarikat ummandır dalıp yüzemez
Aşkın deryasını boylamayınca
Aşkım galip geldi yüreğim harlar
Aşık olan ar-ı namusu neyler
Be hey Yunus sana söyleme derler
Ya ben öleyim mi söylemeyince.
YUNUS EMRE
Ete-kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm
YUNUS EMRE
264
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
İsterim aşkta pişesin, fikrederim endişesin
Ben burda namus şişesin taşa çalarım kime ne
Ar u namus verdim yele, melâmetlik aldım ele
Aşk ile girdim ben yola, ben giderim kime ne
Âşıkım diyen canların, nişanı vardır onların
Giyip melâmet hırkasın, âşık olurum kime ne?
YUNUS EMRE
268
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Var Niyazi yürü
Atma okun ileri
Derdiyle kul olmadan
Sultanı arzularsın.
NİYAZİ MISRÎ
NİYAZİ MISRÎ
269
“Gavsiye” Açıklaması
Sağ ü solu gözler idim
Dost yüzünü görsen deyü
Ben taşrada arar idim,
Ol can içinden cânân imiş.
NİYAZİ MISRÎ
270
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Olmaz onlarda fesat Buğz-u kibr-ü inad,
Cümle biliş, yok asla yad birbirine ihvan kamu.
Özleri canlardan aziz sözleri baldan leziz,
Yok anda sen, ben, siz, biz birlikte yeksan kamu.
Şehre mürsel gelmedi anları davet kılmadı,
Anlar yolu yanılmadı evsafları Kur’ân kamu.
Hak mezhebi mezhepleri, deryayı zât meşrepleri,
Hâsıl kamu matlapları kadr içredir her an kamu.
Yoktur onlarda ihtilaf günden ayandır bi-hilaf,
Her işleri hakka mûzaf ruh eylemiş yezdan kamu.
Terk eylemişler kıyl-ü kal lâl olmuş onlara bu dil
Her hâlleri Hakk’a delil hep mazhar-ı Rahmân kamu.
Dünyaya anlar gelmedi geldiyse de eylenmedi
Şeytan onları görmedi anda olan pinhan kamu
Ana girerse bir kişi gider gönülden teşvişi
Başına bu devlet kuşu konar olur sultan kamu
Her kim ki ol şehre gelir her korkudan azad olur,
Yollarda bellerde kalır dev ve peri şeytan kamu.
Dâr-ül emandır ol şehir lâkin girer yüz binde bir
Sanma ana dâhil olur Hur-u melek Rıdvan kamu
Ehline anlar bellidir zira bilir bir ellidir,
Her birisi ahsen sıfat her müşkile bürhan kamu.
Var semme vechullâhı bul tâ görüne sana bu yol
Senden sana eyler seter kim edesin seyran kamu
271
“Gavsiye” Açıklaması
Candan riyâzatı ta’ab çeksin anı edip talep
Olur riyâzatın sonu dertlerine derman kamu.
Gel tende koma canını âlâya çık bul kânını
Lâyık mıdır insana kim yer ola zindan kamu.
Tut Niyazi’nin sözün bunda aç gör can gözün,
Bir gün gidersin ansızın görmez seni giryan kamu
Var ol hakikat şehrine er anda hakikat sırrına,
Dolsun senin de gönlüne derya olup irfan kamu.
NİYAZİ MISRÎ
272
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Kimseye ta’netme ey dil sırrı Hakk’a vâkıf ol
Cümle eşya nûr-u haktır sanma gayrullâh var
Kenz-i mahfidir hakikat ey Nesimi ebsem ol
Sırrını fâş etme bu yolda çok gümrâh var
NESİMİ
NESİMİ
273
“Gavsiye” Açıklaması
Kevnü mekândır âyetüm, ZÂT’a gider bidayetüm;
Sen bu nişan ile beni bil, ki nişana sığmasam!
Kimse gümânu zann ile, olmadı Hak ile biliş;
Hakk’ı bilen bilür ki, ben zannı gümâna sığmazam!
Sûrete bâhu maniyi, sûret içinde tanı kim;
Cism ile can BENem velî, cismü cana sığmazam!
Hem sedefem hem incüyem, Haşru sırat esenciyim
Bunca kumaşa raht ile, ben bu dükkana sığmazam!
Genç-i nihan benem ben, uş, yani iyan benem ben uş;
Cevheri kân benem ben uş, bahre ve kane sığmazam!
Gerçi muhiti a’zamem âdem adumdur âdemem,
Dâr ile kün fe kân benem, ben de mekâna sığmazem!
Can ile hemcihan benem, dehr ile hemzaman benem,
Gör bu lâtifeyi kim, ben dehrü zemana sığmazam!
Encüm ile felek benem, vahyi bilen melek benem,
Çek dilünü ve ebsem ol, ben bu lisana sığmazam!
Zerre benem, güneş benem, çâr ile pencü şeş benem
Sûreti gör, beyan ile bil kim ben bu sana sığmazam!
Zât ileyem sıfat ile, Kadr ileyim Berat ile;
Gül şekerim nebat ile, beste dehana sığmazam!
Nar benem, şecer benem, Arş’e çıkan Hacer benem,
Gör bu adın zebanesin, ben bu zebana sığmazam!
Şems benem, kamer benem, şehd benem, şeker benem;
Ruhi revan bağışlarım, ruhi revana sığmazam!
274
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Gerçi bugün Nesimi’yem Haşimi‘yem Kureyşi’yem;
Bundan uludur âyetim, âyetü şana sığmazam!
NESİMİ
CEMÂLEDDİN UŞŞAKİ
275
“Gavsiye” Açıklaması
Verip Hakk’a her işi, çık aradan
Yürü sen de ne havf-u ne rica bul!
Edip kahr ile lütfu şey’i vâhid
Ne sen sende sefa ve ne cefa bul
CEMÂLEDDİN UŞŞAKİ
276
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Hakk’ın feyzi âleme
Düpdüzdür anlar isen,
Bu görünen mevcudat
Bir yüzdür anlar isen
Enbiyânın geldiği,
Dört kitabın indiği,
Her lisanın dediği,
Bir sözdür anlar isen.
Hak vechini görmeye
Gözü dönmüş Âdeme
Bu âyinede âlem
Bir tozdur anlar isen.
GAYBÎ
277
“Gavsiye” Açıklaması
Dost iline girmeyen
Varın dosta vermeyen
Hakk’ı burda görmeyen
Yarın göresi değil!..
İkiliği silmeyen
Hakk’ı burda bulmayan
Gaybi kendin bilmeyen
Rabbin bilesi değil.
GAYBÎ
278
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Aşk ile başım hoşdürür,
Kande varsam yoldaş dürür.
Yıl on iki ay sarhoş dürür
Aşk meyin içti canımız.
Mûti olduk aşk hâline
Bakmadık dünya malına
Girdik erenler yoluna
Dürüst oldu imanımız.
GAYBÎ
279
“Gavsiye” Açıklaması
“Hak” denilen özündür!
Özündeki sözündür
Gaybi özün bilene
Rubûbiyet tâc ola!
GAYBÎ
YUNUS EMRE
280
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Eğer âşık isen yâre
Sakın aldanma ağyâre
Düş İbrahim gibi nâre
Bu gülşenlerde yanar olmaz!
Kıyamazsan başa cana
Uzak durma girme meydana
Bu meydanda nice başlar
Kesilir hiç soran olmaz!
Hak ile hâk olanlara
Kendi özün bilenlere
Dost yolunda ölenlere
Kan bahası dinar olmaz.
Bak şu Mansur’un işine
Halkı üşürmüş başına
Ene-l Hakk’ın firaşına
Düşenlere timar olmaz.
Seyfullâh sözünde mesttir
Şeyhinden aldığı desttir
Divane-ra kalem nisttir
Ne söylese kanar olmaz.
SEYYİD NİZAMOĞLU
281
“Gavsiye” Açıklaması
Bilmek istersen seni,
Can içre ara canı.
Geç canından bul anı
Sen seni bil sen seni.
Kim bildi Efâlini
Ol gördü sıfatını
Anda gördü zâtını
Sen seni bil sen seni.
Görünen sıfatındır
Anı gören Zâtındır
Gayrı ne hâcâtındır,
Sen seni bil sen seni
Kim hayrete vardı
Nûra mustağrak oldu
Tevhid-i zâtı buldu
Sen seni bil sen seni
Bayram özü bildi
Bileni anda buldu
Bulan ol kendi oldu
Sen seni bil sen seni.
282
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Hararet nârdadır sacda değildir,
Kerâmet baştadır tac’da değildir
Her ne arar isen, kendinde ara
Kudüs’te Mekke’de Hac’da değil.
Sakın ol kimsenin gönlünü yıkma
Gerçek erenlerin izinden çıkma
Eğer adam isen ölmezsin korkma
Aşığı kurt yemez uc’da değildir.
283
“Gavsiye” Açıklaması
Bunlardır Hakk’ı bilen
Gayrısı yalandır yalan
Dervişlikten murat olan
Küllîyen yok olmak imiş
Kaygusuz aşk pervanesi
Oldu Hakk’ın divânesi
Ehl’i aşkın sermayesi
Aşk od’una yanmak imiş.
KAYGUSUZ ABDAL
284
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Kaygusuz eder bu ilmi
Okudum anladım bildim
Bütün âlemlerin hükmü
Kâmil insan elindedir.
KAYGUSUZ ABDAL
ÜMMİ SİNAN
285
“Gavsiye” Açıklaması
Bu tevhidden murat ancak
Cemâli Zât’a ermektir.
Görünen kendi Zâtıdır
Değil sanma ki gayrullâh.
ŞEMSİ TEBRÎZÎ
LÂMEKÂNİ
286
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Ey Tâlib-i Kâbe olan
Hak bendedir Kâbe benim!
Gelsin hacc-ı ekber kılan
Hak bendedir, Kâbe benim
Kim ki kapumda kul olur
Eşiğimde Kâbe bulur!
Münkir olan mahrum kalır,
Hak bendedir, Kâbe benim!
Kim ki ziyaretim ider
Mâsum pâk olur gider
Hak emrini daim tutar
Hak bendedir, Kâbe benim
İnsaf edip ol ehl-i Hak
İnkârı ko, gel bende hak!
Hak bendedir gitme uzak!
Hak bendedir, Kâbe benim!
ŞEYH TACEDDİN
287
“Gavsiye” Açıklaması
Emrahi cehd eyle hâli hâl eyle
Kâl ehli olandan infisal eyle.
Erenleri bul da imtisal eyle
Seni de vasılı Mevlâ ederler
Mürşidi Kâmile eylersen hizmet
Riyadan kurtulur alırsın himmet
Kendisin bimezle eyleme üflet
Ârif ol mekteb-i irfane yürü
Ehlullâh yoludur râh-ı tarikat
Erişir maksuda edenler hizmet
Azizim var ise sende bir niyyet
Merd olup bu yolda merdane yürü
İlm-i ledünniden haberdar olan,
Ne incitir yılan ne söyler yalan
Bir aşka düşmeden dünyada kalan
Ukbâda menzil-i maksuda yetmez.
Emrah ne eylesin bu hayalatı
Kendinde bulmuştur Cevher-i zâtı
Makâm-ı tevhidi nefyi ispatı
Mürşidin verdiği cevaptan aldım.
Bizlere dahleden münkiri billâh
Bîhaberdir bu esrarı ne bilsin.
Zâhir-ü bâtından değildir agâh
Ağyarı fark etmez yârı ne bilsin.
288
Sırra Erenlerin Mısraları Arasında
Bir özge âlemdir bu bezm-i âzâm,
Bu bezme girmiş değildir âdem.
Zâtı bu esrara olmayan mahrem,
Ağyarı fark etmez yârı ne bilsin.
Elest’ten nûş eden şarab-ı aşkı
Mest olup bu dar-ı mihnetten geçer.
Okuyup anlayan kitab-ı aşkı
Tâlim-i ulûmu kesretten geçer.
Fehmeder ârif-i billâh olanlar
Bende-i mürşid-i dergâh olanlar,
Men aref sırrına agâh olanlar
Siret-pezir olur sûretten geçer.
***
Velî olmaz kişi taşlanmayınca
Sivâ endişesi boşlanmayınca.
***
Kerâmet kesreti savm-u salât ile bulunmaz,
Ana derler kerâmet kim baka didâra doğru.
***
Ledün ilmi ile açılur basîret gözü kardaş,
Nazar eyler bu gözü ile gören asar doğru.
289
290
AHMED HULÛSİ KİMDİR? AMACI NEDİR?
Değerli okurum;
Ahmed Hulûsi kimdir, amacı nedir diye çok merak ediliyor...
Çok özetle anlatalım...
21 Ocak 1945 tarihinde İstanbul, Cerrahpaşa’da dünyaya gelmiş
bulunan çocuğa annesi Ahmed, babası da Hulûsi adlarını koymuşlar.
18 yaşına kadar Hz. Muhammed’i dahi tanımayan bir zihniyetle
yalnızca bir yaratıcıya inanmış ve Din konusundaki her sorusuna
karşılık olarak “sen bunları sorma, sadece denileni yap” cevabını
aldığı için de, hep din dışı yaşamıştır çevresindekilere göre!
Babasının vefatından üç gün sonra 10 Eylül 1963 günü annesinin
ısrarıyla gittiği Cuma namazında, içine gelen bir ilhamla Din
konusunu tüm derinlikleriyle araştırma kararı almış, o günden sonra
beş vakit namaza başlamış ve abdestsiz dolaşmamaya karar vermiştir.
Din konusuna önce Diyanet’in yayınladığı on bir ciltlik Sahihi
Buhari tercümesini, sonra tüm Kütübi Sitte’yi ve Rahmetli
Elmalılı’nın “Hak Dini” isimli tefsirini okuyarak girmiştir. İki yıla
yakın bir süre zâhir ilimleri itibarıyla olabildiğince geniş kaynakları
incelemiş, yoğun riyâzatlar ve çalışmalarla kendini tasavvufa vermiş;
ilk kitaplarını 1965 yılında yazdıktan sonra kendindeki açılım ve
hissedişleri 1966 yılında yazdığı TECELLİYÂT isimli kitabında
yayınlamıştır. Bu kitap onun 21 yaşındaki bakış açısını ve
değerlendirmelerini ihtiva etmesi itibarıyla geçmiş yaşamı hakkında
önemli bir değerlendirme kaynağıdır. 1965 yılında tek başına hacca
gitmiş ve hayatı boyunca kendi yolunda hep tek başına yürümüştür!
Prensibi, “Kimseye tâbi olmayın, kendi yolunuzu kendiniz
çizin, Rasûlullâh öğretisi ışığıyla” olmuştur.
1970 yılında AKŞAM Gazetesi’nde çalışırken RUH ve ruh
çağırmalar konusunu incelemeye almış ve bu konuda Türkiye’de
konusunda ilk ve tek kitap olan “RUH İNSAN CİN”i yayınlamıştır.
Kurân’daki “dumansız ateş” ve “gözeneklere nüfuz eden ateş”
uyarılarının “ışınsal enerjiye” işaret ettiğini keşfetmesinden sonra,
Kurân’ın işaret yollu açıklamalarını değerlendiren, bundan sonra
dinsel anlatımdaki işaretlerin bilimsel karşılıklarını deşifre etmeye
çalışan Ahmed Hulûsi, bu alanda ilk çalışmasını 1985 yılında
“İNSAN ve SIRLARI” isimli kitabında açıklamıştır.
Daha sonraki süreçte Kurân’da kelimeler bazında yaptığı
çalışmalarla keşfettiği gerçekleri hep çağdaş bilgilerle bütünleştirmiş;
kendisini, “DİN” olayını, ALLÂH adıyla işaret edilenin tamamen
entegre bir Sistem ve Düzen’i temeline oturtarak, Hz. Muhammed
(AleyhisSelâm)’ın neyi anlatmak istediğini “OKU”maya vermiştir.
Bu yolda edindiği bilgilerin bir kısmını kitapları ve internet
aracılığıyla da toplumla paylaşmıştır.
İslâm Dini’ni, Kur’ân-ı Kerîm, Kütübi Sitte (altı önde gelen
kitap) hadisleri temelinde kabul ederek inceleyen, geçmişteki ünlü
tasavvuf sîmalarının çalışmalarını değerlendirerek gereklerini
yaşadıktan sonra, bunları günümüz ilmiyle de birleştirerek
değerlendiren ve mantıksal bütünlük içinde BİR SİSTEM olarak
açıklayan Ahmed Hulûsi, insanların, kişiliğiyle değil,
düşünceleriyle ilgilenmesini istemektedir.
Çünkü, bu alanda tek örnek Hz. Muhammed’dir!
Basit beyinler yaşamlarını, kişiliklerle ve doğal sonucu olarak
dedikodu ve gıybetle tüketirlerken; gelişmiş beyinler, fikirlerle ve
düşünce dünyasının verileriyle ömürlerini değerlendirirler!
Bu nedenledir ki, Ahmed Hulûsi kendisini ön plana
çıkartmamakta, kitaplarına 40 yıla yakın zamandır “soyadını”
koymamaktadır; insanların şu veya bu şekilde çevresinde bir halka
oluşturmaması için... Bugün dahi, görüştüğü çok az sayıda insan
vardır. Bu yüzden aşırı boyutlarda tepki almasına rağmen bu
konudaki tutumunu ısrarla sürdürmektedir.
Anadolu’nun beş-altı yerinde bazı kişilerin kendilerini “Ahmed
Hulûsi benim” şeklinde tanıtıp, çevrelerine insanlar toplayıp,
onlardan maddi menfaat toplama girişimlerini duyunca da,
kitaplarına resim koymak zorunda kalmış, bu suretle söz konusu
sahtekârlığı önlemiştir.
Sürekli Sarı Basın Kartı sahibi gazeteci Ahmed Hulûsi, bu alan
dışında profesyonel olarak hiçbir işle uğraşmamış, hiçbir teşkilat,
dernek, parti, cemaat üyesi olmamıştır. Bütün yaşamı, çağdaş
bilimler-İslâm-Tasavvuf araştırmalarıyla devam etmiş, kitap ve
yazılarıyla, sesli ve görüntülü sohbetlerinin tamamını internet
üzerinden okuyucularına ücretsiz ve tam metin olarak
indirilebilir şekilde yayınlamış İLK yazardır. Tüm düşünce ve
bakış açılarıyla beklentisiz olarak apaçık ortadadır!
28 Şubat öncesi şartlar dolayısıyla, eşi Cemile ile önce Londra’da
bir yıl yaşayan Ahmed Hulûsi, 1997 yılında Amerika’ya yerleşmiş
ve hâlen orada yaşamını sürdürmektedir.
Mevcut bilgileri ışığında, tamamen insanlardan uzak kendi
“köy”ünde yaşamayı tercih edip, herkese, orijinal kaynaklara göre
Rasûlullâh’ı ve Kurân’ı aracısız olarak yeniden değerlendirmeyi
tavsiye etmektedir!
Zira, Hz. Muhammed’in açıkladığı SİSTEM’e göre, “DİN
ADAMI” diye bir sınıf asla söz konusu değildir! Her fert direkt
olarak Allâh Rasûlü’nü muhatap alıp O’na göre yaşamına yön
vermek zorundadır! Tâbi olunması zorunlu tek kişi, ALLÂH Rasûlü
MUHAMMED MUSTAFA AleyhisSelâm’dır. O’nun dışındaki tüm
kişiler istişari mahiyetteki kişilerdir ve yorumları kimseyi bağlamaz!
Herkes yalnızca Allâh Rasûlü ve KUR’ÂN bildirilerinden
mesûldür! Bunun dışında kalan tüm veriler kişilerin göresel
yorumlarıdır ve kimseyi BAĞLAMAZ!
İşte bu bakışı dolayısıyla da Ahmed Hulûsi insanların kendi
çevresinde toplanmasını veya kendisine tâbi olmasını kesinlikle
istememektedir. Anlattıklarının sorgulanmasını, araştırılmasını
tavsiye etmektedir. Bana inanmayın, yazdıklarımın doğruluğunu
araştırın, demektedir!.. Bu yüzden de insanlardan uzak yaşamayı
tercih etmektedir.
Bu bakışı dolayısıyladır ki, Ahmed Hulûsi’nin ne bir tarikatı
vardır, ne bir cemiyeti ve ne de herhangi bir isimle anılan
topluluğu!
Ahmed Hulûsi, çeşitli çevrelerce kendisine yakıştırılan her
türlü pâye, ünvan ve etiketlerden berîdir! O, sadece Allâh
kuludur!
Kimseden maddi veya siyasî, ya da manevî bir beklentisi
olmayıp, yalnızca kulluk ve bir insanlık borcu olarak bilgilerinin
bir kısmını okuyucularıyla paylaşmaktadır.
Ahmed Hulûsi, yalnızca...
Düşünebilen beyinlerle düşüncelerini paylaşmaya çalışan bir
düşünürdür!
Hepsi, bundan ibaret!
Hiçbir yazılı, sesli veya görüntülü eserinin TELİF HAKKI
OLMAYAN yazarın eserleri, pek çok değerlendiren tarafından
orijinaline uygun olarak bastırılıp, karşılıksız olarak çevrelerine
dağıtılmaktadır... Bugün milyonlarca ailenin evinde Ahmed Hulûsi
imzalı eserlerin var olması, onun için yeterli şereftir.
Bu konulardaki detaylı çalışmaları aşağıdaki bazı internet
sitelerinden inceleyebilir, dilediklerinizi tümüyle kendi
bilgisayarınıza indirebilirsiniz.
www.ahmedhulusi.org
www.okyanusum.com
www.allahvesistemi.org
Sonuç olarak şunu vurgulayayım...
Herkesin görüşü kendi bilgi tabanının sonucu kadardır! Bu
eserleri kendiniz değerlendirmeye çalışın! Yazarla değil,
yazılanla ilgilenin. Sizlere karşılıksız olarak verilen bu Allâh hibesi
ilmi hakkıyla inceleyin.
Ebedî yaşamınıza yön verebilecek düzeyde Allâh ve Sistemi’ni
(Sünnetullâh’ı) anlatan bu eserler umarım sizlere yeni ufuklar açar.
Saygılarımla,
AHMED HULÛSİ
AHMED HULÛSİ’NİN ÜCRETSİZ OLARAK HEDİYE EDİLEN ESERLERİ
B. SON SOHBETLER
1. Hologram Dünyan
2. Beyin Sırları
3. Beyin – Dua Mekanizması
4. Ehl-i Beyt’te Namaz
1. Ben “Muhammedî”yim
2. Kaynaktan Yarına
3. Kurân’ın Ruhu
4. Salât (Namaz) Ne İçin?
5. Hz. Muhammed’e İman
6. Tanrı(!)nın Ayak Sesleri
7. Hazineyi Okumak
8. Sünnet Ne Değildir?
9. Püf Noktası
10. Hz. Muhammed Farkı
11. Eski ve Yeni
12. Sünnetullâh
13. Sünnet-i Rasûlullâh
14. Bi-izni-hi
15. Enfüste ve Âfakta
16. “Tanrı Merkezli Din”mi?
17. İlim - İrade - Kudret
D. YENİLEN SOHBETLERİ
1. Tanrı Ulu mudur?
2. Anladığım İslâm
F. KONFERANSLAR
1. Hamburg Konferansı
2. Gelsenkirchen Konferansı
3. Berlin Konferansı
4. Londra Konferansı
5. İzmir Konferansı
6. Antalya Konferansı
7. Antalya Falez Sohbeti
8. Bebek Sohbeti
B. YENİLEN SOHBETLERİ
1. Anladığım İslâm
2. Şeriat Devleti
3. Açık Konuşalım
4. Tanrı Ulu mudur?
5. Yanmamak için
6. Taoizm-Budizm-Totemizm-İslâm
7. Salâvat ve Ayna Nöronlar
8. Kurân’ı Neden Anlamıyoruz?
9. Kur’ân ve Yeni Çağ
10. Kur’ân Mucizesi “Ekber”iyet
11. Kur’ân Sırlarının Derinliğine
12. Muhteşem Kaynak
13. Örtülen Gerçekler
14. Allâh Rasûlü’ne Gerçekten İman Ediyor muyuz?
15. “İman” Neye?
16. Muhteşem İrsâl
17. “İlmî Sûret” ve Hologram
18. Niçin “Data”?
19. “Nokta”ndaki Kudret
20. Yenilenin Artık
C. SESLİ KİTAPLAR
1. Hz. Muhammed’in Açıkladığı Allâh
2. İslâm
3. İslâm’ın Temel Esasları
4. Hz. Muhammed Neyi Okudu?
5. Akıl ve İman
6. Tecelliyât
D. SİSTEM SOHBETLERİ
1. İnsanın Gerçeği
2. İnsan ve Ölüm Ötesi-1
3. İnsan ve Ölüm Ötesi-2
4. Okumak
5. Korunmak İçin
6. Âmentü-1
7. Âmentü-2
8. İslâm
9. Gerçekçi Düşünce
10. Akıl ve İman
11. Tekliğe Giriş
12. Tekliğin Esasları
13. Mi’râc
14. Ruh İnsan Cin Melek
15. Kadir Gecesi
16. Halifetullâh
17. Nefs Nedir?
18. Bilincin Arınışı
19. Öz’ün Seyri
20. Tek’in Takdiri
21. Üst Madde
22. Kaza ve Kader-1
23. Kaza ve Kader-2
24. Kader ve Astroloji
D. EXPO TV (2005)
1. Selâm
2. Sünnet
3. Kurân’ın Ruhu
4. “B” Sırrı
5. Bismillâh
6. Allâh’a İman
7. Kilitlenmişlik
8. İsimler
9. Neyi “Oku”du?
10. Sünnetullâh
11. Din Adına
12. Muhammed Farkı
13. Ölüm
14. İbadet
15. Namaz
16. İlim - İrade - Kudret
17. Tanrı Merkezli
18. Ruhlar
19. Reenkarnasyon
20. Sistem
21. Oruç ve Zekât
22. Beyin ve Dua
23. Hac
24. Kadir
25. Akıl - İman
26. Kanmayın
27. Faytoncu
28. Muhammedî
29. Hazine
30. Veda
AHMED HULÛSİ’NİN YABANCI DİLLERE ÇEVRİLMİŞ KİTAPLARI
2. İNSAN VE DİN
İngilizce (Yeni)
3. TEK’İN SEYRİ
İngilizce (Yeni)
4. EVRENSEL SIRLAR
İngilizce (Yeni Çeviri), Fransızca
6. İSLÂM
Almanca, Fransızca, İspanyolca, Rusça, Arnavutça
9. YAŞAMIN GERÇEĞİ
İngilizce (Yeni Çeviri), Almanca, Fransızca, Flemenkçe, Boşnakça
11. MESAJLAR
Fransızca
12. TECELLİYÂT
İngilizce (Yeni Çeviri)
A. IPHONE UYGULAMALARI
1. Kur’ân Çözümü
2. Dua ve Zikir
3. Esmâ ül Hüsnâ
4. Dost’tan Dosta
B. IPAD UYGULAMALARI
1. Kur’ân Çözümü
2. Dua ve Zikir
3. Esmâ ül Hüsnâ
B. PODCAST UYGULAMALARI
1. Ahmed Hulusi – Kur’ân-ı Kerîm Çözümü – Türkçe
2. Ahmed Hulusi – Kur’ân-ı Kerîm Çözümü – Arapça
3. Ahmed Hulusi – Son Sohbetler
4. Ahmed Hulusi – İnsan ve Din Sohbetleri
5. Ahmed Hulusi – Yenilen Sohbetleri
6. Ahmed Hulusi – İslâm ve Bilim 1990-1997
7. Ahmed Hulusi – Evrensel Gerçekler – Flash TV 1993
8. Ahmed Hulusi – Astroloji Sohbetleri – TRT2 1992
9. Ahmed Hulusi – Konferanslar
10. Ahmed Hulusi – Expo TV Sohbetleri 2005
11. Ahmed Hulusi – Star TV Kırmızı Koltuk