You are on page 1of 130

y k k tapla r v a r . . .

Tİ MAS YAYINLARI
İstanbul 2020

timas.com.tr
Günümüzde Hırsızlık Yasallaştı ........................................ 53
21. Yüzyıl Fıkhını Yapmalıyız ............................................ 54
7. MÜSLÜMANLAR GELECEĞE NASIL YÜRÜYECEK? ...... 56

İSLAM'LA BATI ARASINDA SAVAŞ MI?

Kur'an'ın Açık Bildirisi


HZ. İSA, İSLAM'IN BİR PEYGAMBERİDİR ............................ 61
Kur'ana Göre Hz. İsa........................................................... 63
Tek Allah İnancı .................................................................. 65
Hz. İsa İlah Değildir! .......................................................... 66
Hz. İsa'nın Tanrılık İddiası Olmadı................................... 69
Tasavvufi Bakış Açısından Hz. İsa .................................... 71
İSLAM'IN HASTALIĞI: İSLAMCILIK ....................................... 79
İslamcı Hareketin Kaynağı ................................................. 81
İçtihat, İslamın Vazgeçilmezidir ....................................... 83
Büyük Sorumluluk Altındayız ........................................... 85
Kur'anın Seslendiği Dönem ............................................... 87
Kadın Hakları Meselesi ...................................................... 89
Kur'an'ın Ruhunu Kavramalıyız! ....................................... 91
Tarihsel Yan ve Ebedi Yan .................................................. 92
Kur'an Her Çağa Seslenir ................................................... 94
Şeriat: Allah'a Götüren Yol ................................................. 97
Lafızcılığa Karşı Tefekkür................................................... 98
Karikatürümsü Suudi Şeriatı ............................................. 99
Hırsızın Elini Kesmek. .............................................. 1O1
İslam'ı Suudileşmek ten Kurtarmak ......................... 104
Batılılara Göre İyi ve Kötü Müslüman.................... 106
Kur'anı Şeriat Nedir?................................................. 107
İslam, Batı Kültürünün Bir Kaynağıdır.................. 108
MÜTERCİMİN NOTU...................................................... 111
GARAUDY BİBLİYOGRAFYASI ESERLERİ ................. 113
ESERLERİ ÜZERİNE İNCELEME V E TEZLER............ 121
TÜRKÇEDE GARAUDY ................................................... 126
ESER HAKKINDA

i spanyanın Sevilla şehrinde (Müslüman Endülüs döne-


_
mindeki adıyla Işbiliye'de), Roger Garaudy (Roje Ga­
rodi)'nin önderliğinde, 1985 yılında, "1. Avrupa Müslü­
manları Kongresi" yapıldı. Temmuz ayının 19, 20, 21'inde
gerçekleştirilen ve üç gün süren bu toplantıda "Yüzyılı­
mızda İslam'ı, ilk yayılış dönemlerindeki canlılığına nasıl
kavuşturmalıyız?" konusu enine boyuna tartışıldı.
Bütün dünya dinlerinin kutsal kitaplarını büyük bir
özenle ve dikkatle okumuş, Batı felsefesini dünüyle bu­
günüyle en iyi bilen, Marksist felsefede uzman olan, Batılı
aydınlar tarafından kendisi de filozof kabul edilen Roger
Garaudy, bütün bu engin birikimiyle İslam dünyasının
günümüzdeki halini o kongrede geniş bir açıdan değer­
lendirdi. Eksikliklerin neler olduğunu tek tek gözler önü­
ne serdi. Yaptığı konuşmalarda İslamın dirilişi için nasıl
bir yol izlenmesi gerektiğini anlattı.
Kongre için Avrupa ülkelerinden gelen seçkin katılım­
cılarla görüştü. İslam'a yeni girmiş İspanyollar başta ol­
mak üzere çok sayıda Avrupalı kadın ve erkekle, İslam'ı
seçen üniversiteli gençlerle; bilim, fikir ve sanat adamla­
rıyla sabahtan akşama, hatta gecenin geç vakitlerine ka­
dar sorulu cevaplı sohbetler etti. Çeşitli toplantılarda "İs-
8 · Roger Garaudy

lam ve İnsanlığın Geleceği", "İslam Dünyasının Yükseliş ve


Çöküşleri", "20. Yüzyılın Biyografisi" gibi eserlerinde yer
alan görüşlerini onlarla paylaştı.
Kitabın Giriş bölümünde o görüş ve düşüncelerinin
bir özetini sunduk.
Bu konudaki fikirlerini zaten davet edildiği İslam ül­
kelerinin pek çok üniversitesinde de daha önce dile ge­
tirmişti.
Elinizdeki eserin ana konusunu, Roger Garaudy tara­
fından hazırlanıp oy birliğiyle kabul edilen "Sevilla Bildi­
risi" oluşturuyor.
Söz konusu bildiri, Fransızca ve İngilizce başta olmak
üzere hem Batı dillerinde, hem de Arapça, Farsça ve Uzak­
doğu'nun Müslüman ülkelerinin dillerinde yayınlandı.
Günümüzde İslamın yeniden şahlanışı için ne yapmak
gerektiğini belirten Sevilla Bildirisi'nin hemen ardından
da, Garaudy'nin "Bir Din Savaşına Doğru mu?" kitabın­
dan aynı konuyla çok yakından ilgili bir bölüme yer ver­
dik.
Birçok İslam düşünürünün kesin kanaatine göre,
Roger Garaudy tarafından uzun bir tefekkür ve araştırma
sonrasında hazırlanmış olan bu çok özlü, bir o kadar da
kapsamlı "Sevilla Bildirisi", aslında en az beş yüz sayfalık
bir esere sığdırılabilecek bir incelemenin özeti mahiyetin­
dedir. O yüzden de bu bildiri bir çırpıda değil, her cümle­
si üzerinde kafa yorularak okunması gereken çok değerli
bir fikir ambarıdır.
Garaudy Müslüman olduktan sonra son nefesine ka­
dar durmadan şu çığlığı attı:
"Bir zamanlar, gece kelebeklerinin, o pervanelerin ışı­
ğa üşüşmesi gibi İslama ve İslam'ın adaletine koşan in­
sanlar vardı.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 9

Asırlar var ki artık öyle insanlar yok.


Peki, niye yok?
Çünkü bizler İslam'ı dondurduk!
Yeni çağların, yeni toplumların yeni sorularına ve yeni
sorunlarına geçmişteki büyük alim ve hukukçuların yeni
dönemlerde artık hiç de derde deva olmayan cevaplarını
verme hatasını yaptık ve hala da yapmaya devam ediyo­
ruz.
Kur'anda ''Allah her an bir işte, bir yaratıştadır" (Rah­
man, 55/29) denirken, Allah'ın yeryüzündeki halifesi olan
bizler, eski fetvaları başımıza yastık yapıp yattık, uyuduk!
Kur'an'ı da, hadisleri de ölülerin gözleriyle, ölüp gitmiş
alimlerin gözleriyle okumaya devam ettik!
Müslümanlar olarak derhal harekete geçmek ve İslamı
yeniden ışıldatmak zorundayız!
Batı kapitalist dünyasının mahvettiği insanlığı İslam'ın
nuruyla aydınlatıp ölümden, daha doğrusu intihardan
kurtarmalıyız!"
Hemen hemen her konferansında ve birçok kitabında
sürekli bu çığlığı attı.
Ne yazık ki öldü gitti sesini duyuramadı, derdini anla­
tamadı, sözünü bir türlü dinletemedi.
Umarız, elinizdeki eser, özellikle genç düşünürlerimizi
bu yolda kamçılayacak bir uyarı vazifesi görür, genç di­
mağları harekete geçirir ve Garaudy'nin ruhu da şad olur.
Cemal Aydın
Fındıkzade, 15 Ağustos 2020
GİRİŞ

Ş u hakikati bütün insanlığa, dünyanın kuzey yarımkü­


resine de, güney yarımküresine de duyurup anlatma­
mız lazım:
İslam, insanoğlunun ilk yaratılışından bugüne kadarki
tek ve temel dinidir!
Bu gerçeği tam anlamıyla ve en ikna edici şekilde geze­
genimizin her yerine duyurmamız, Müslümanlar olarak
kaçınılmaz bir görevimizdir.
Bizler, bu ilk ve ebedi Mesajı, öncelikle en iyi şekilde
yaşayıp temsil etmek ve dolayısıyla da bütün cihana ilan
etmekle yükümlüyüz.
İslamın kendisinde bugünün dünyasının muhtaç ol­
duğu asıl mesaj özetlenmiş bulunuyor. İnsanlık bu mesajı
benimsemediği takdirde mahvolacaktır.
Böyle bir yükümlülüğü yerine getirmek için bizler ne du­
rumdayız ve ne yapmamız gerekir, öncelikle ona bakalım:
Biz Müslümanlar, İçtihat kapısını kapatmakla kendi uf­
kumuzu kapattığımızın artık bilincine varmalıyız.
Hicret'ten dört asır sonra, hiçbir zaman resmen ilan
edilmeksizin uygulamaya konulan "İçtihat kapısının ka­
panışı" (ki bunu yapmaya İslam'da hiç kimsenin yetki ve
salahiyeti yoktur!), sürekli düşünmeye ve araştırmaya
12 · Roger Garaudy

davet eden Kur'an'dan kaynaklanmamıştır. Tam aksine


dış tesirlerden, en başta da, Emevi Hanedanı zamanında
Bizans İmparatorluğu'nun, Abbasi Hanedanı sırasında da
Pers İmparatorluğu'nun mutlakiyetçi idarelerine özen­
mekten ileri gelmiştir.
Bu "kapanış': daha sonra Abbasi İmparatorluğu'nun
çöküşü, dış tehditler (Moğol ve Haçlı istilaları) ve "yıkıcı­
lık", anarşi gibi iç tehditlerle perçinlenecektir.
Moğol ve Haçlı istilaları döneminde, tehdit altındaki
İslam dünyasında, işte bu fikren büzülüp kasılış ve kendi
içine kapanış, artık başkalarını ve tarihi anlamayı reddet­
meye, İçtihad'ı giderek daha fazla tekeli altına almaya ve
Kur'an'ın lafzına çok daha sıkı sarılmaya sevketti. Sonun­
da da hahamların Halakah'ı (değişmez din hükümleri)
veya Roma Hıristiyan Kilisesi'nin en tutucu ruhban sınıfı
tarzında bir dogma inşa edildi.
"Talmudcu" diyebileceğimiz bir İslam işte böyle çıktı
ortaya.
İçtihat en aza indirgendi.
Bilinmelidir ki içtihat, uyanışın olmazsa olmaz şartı­
dır. Çünkü içtihat, asıl olanı bizzat Kur'an ve hadisten diri
gözlerimizle okuyup öğrenmek, dolayısıyla da "taklit" ge­
cesinden çıkmaktır!
İçtihat, Kur'an'ın temel bildirisi "tevhid"den hareketle,
bilimcilik ve teknokrasi (yani bilim ve teknik bizim bütün
problemlerimizi çözer, Allah tarafından gönderilmiş pey­
gamberlere ve kitaplara ihtiyacımız yoktur) gibi modern
müşrikliklerle (putperestliklerle) karşı mücadeleye atıl­
maktır. Zira bu modern putperestlikler, "niçin'' sorusunu
hiç sormazlar, gaye ve anlam sorusunu boş verirler. On­
lar sadece körü körüne alabildiğince büyüme ve giderek
daha fazla güçlenme arzusunu kamçılarlar.
21. Yüzyılda İslamın Dirilişi· 13

İlk büyük İslam hukukçusu, yani Basra'da 699 yılında,


Hicret'in üzerinden henüz 80 yıl geçmeden dünyaya gel­
miş olan Ebu Hanife, kendi döneminin yeni problemleri­
ni Kur'an'ın genel mantığından hareketle ele almıştı. Her
zaman Kur'anın özünü ve varmak istediği hedefleri göz
önünde bulundurmuştu. Meselelere Hz. Peygamber ha­
yattayken gelişmiş olan o "içtihat" anlayışıyla yaklaşmıştı.
Muhammed İkbal, Ebu Hanife'nin metodunu şu şekil­
de özetler:
"Ebu Hanife'nin metodu, belli bir toplumu eğitmek ve
onu evrensel bir şeriat'ın inşası için çekirdek olarak kul­
lanmaktan ibarettir. O, bunu yaparken bütün insanlığın
sosyal hayatındaki gizli prensipleri gün yüzüne çıkartır
ve doğrudan doğruya kendi gözünün önünde bulunan
halkın özel alışkanlıklarından/gelenek ve göreneklerin­
den ilham alarak, bunları somut durumlara tatbik eder.
Şeriat'ın bu tatbikattan doğan değerleri (mesela cinayet
cezalarıyla ilgili hükümler), bir bakıma sadece o halka öz­
güdür; bunların aynen uygulanması başlı başına bir gaye
olmadığından, söz konusu hükümler gelecek kuşaklara
harfiyen kabul ettirilemez! İslam'ın evrensel niteliğiyle
ilgili çok açık bir anlayışa sahip olan Ebu Hanife'nin o
geleneklerden hareketle hiçbir uygulama yapmamasının
sebebi belki de budur...
Fakat kendi mezheplerinin ruhuna ters bir şekilde, ça­
ğımızdaki Hanefilik, kurucusunun veya onun ilk öğren­
cilerinin yorumlarını ebedileştirmiştir. Hem de bu, Ebu
Hanife'nin ilk tenkitçilerinin somut vakalar üzerinde ve­
rilmiş hükümleri ebedileştirmelerine çok benzer bir şe­
kilde yapılmıştır. Şafü'nin haklı olarak belirttiği gibi, bu
mezhebin temel prensibi, yani kıyas, doğru bir şekilde
anlaşılıp tatbik edilmek şartıyla, içtihadın bir başka adın-
14 · Roger Garaudy

dan başka bir şey değildir. İlahi metinlerin sınırları içinde


kalındığı sürece, içtihat kesinlikle serbesttir. Üstelik onun
ilke olarak önemi, Kadı Şevkani'nin bize bildirdiği gibi,
hukukçuların çoğunluğuna göre, buna Hz. Peygamber'in
hayatında bile izin verilmesinde de kendini gösterir.
İçtihadın reddi, kısmen İslam'daki hukuk düşüncesi­
nin sabitleşip belli bir çerçeveye oturmasından, kısmen
de manevi çöküş dönemlerinin özelliği olarak, büyük
düşünürleri putlaştırma yoluna giden düşünce tembelliği
yüzünden ortaya çıkmış katıksız bir uydurmadır. Sonraki
fıkıhçılardan bazıları bu uydurmaya taraftar olmuşlarsa
da, çağdaş İslam, bu fikri bağımsızlığı gönüllü terk edişi
devam ettirmek zorunda değildir:'
Nitekim Hz. Peygamber, sahabelerinden birini (Muaz
İbn Cebel'i) Yemen'e yetkili olarak gönderirken, karşısına
çıkacak meseleleri çözerken nasıl bir metot kullanacağını
sordu: "Kur'ana müracaat ederim; orada çözümü bula­
mazsam senin örneklerine (Sünnetine) bakarım; bunlar
da yeterli olmazsa, kendi kanaatime göre hüküm veririm
(ectehidüliçtihat edeceğim)" cevabını alan Hz. Peygam­
ber çok mutlu oldu.
Akıl vahiyden vazgeçemez. Akıl ile vahiy arasında hiç­
bir çatışma yoktur. Tezat olsa olsa kötürüm bir akıl ile mi­
yop bir okuma arasında olur.
Kötürüm akıl nedir? Kötürüm akıl, pozitivist akıldır,
bilgelikten ve vahiyden kopmuş bir akıldır!
Nedir miyop okuma? Miyop okuma, (ilahi) metnin
her parçasını (ayetini) genel bağlamından koparan lafzi
(sırf oradaki kelimelerin dış anlamına bağlı kalarak) oku­
madır!
Allah'ın sürekli yaratışının bir eseri olarak her an doğ­
makta, her an yenilenmekte olan bu dünyada, nasıl olur
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 15

da sadece insan, gözlerini geçmişe sabitlemiş bir şekilde


hareketsiz durabilir? Hem de Allah, Kur'andaki uyarıla­
rıyla, insanı bütün kainattaki bu sürekli yaratışın dina­
mizmini kendisinde taşımaya yöneltirken? ...
Bu dinamizmi Muhammed İkbal, mükemmel bir şe­
kilde tanımlamıştır:
İslam düşüncesindeki "eylem anlayışı", tarihin her
anında, zaman ve şartların karşımıza çıkardığı yeni yeni
sorunları, ezeli ve ebedi mesajın (yani ilahi vahyin) bize
gösterdiği "doğru yol" istikametinde çözmenin çarelerini
bulmak için yapılan "içtihat"tır, yani bu uğurda gösterile­
cek "gayret"tir.
"İlk dönemlerin'' İslamı, eskilere körü körüne teslimi­
yete taban tabana zıttır.
"İlk dönemlerin'' İslamı, sahte bir geleceğe de yine bir
o kadar karşıdır.
Çünkü bir Müslüman için modern olmak demek, Ba­
tı'nın, yani bizzat batı kelimesinin de işaret ettiği gibi,
batmakta olan ülkelerin ne büyüme modellerini taklit et -
mektir, ne de kültür modellerini!
Batı medeniyetinin iyi yanlarını, İslamın insani ve
ilahi gayelerine dahil ederek kurtarmamız gerekir, ama o
iyi yanları da maalesef bugün can çekişmekte ...
Batı medeniyeti, tıpkı Roma medeniyeti gibi, çoktan
geçmişin malı olmuştur.
İslamın geleceği, Batı'nın geçmişinde aranamaz!
Yüzyılımızın sorunlarına özgün, İslami çözümler ge­
tiremiyoruz!
Acaba eski hukukçularımız, mezhep imamları bu konu­
da ne demişler diye durmadan geçmişe müracaat ediyoruz!
Tekrar Ebu Hanife'ye dönüp bakalım, ne demiş ve ne
yapmıştı o?
16 · Roger Garaudy

İşte onun gerçek anlamda Kur'an ve Sünneti anlamış


ve onlara uymuş kafası:
''Allah'tan gelenin başımızın üstünde yeri var. Peygam­
berimiz aleyhisselamdan gelene kulak kesilir ve kabul
ederiz. Sahabilerden gelen görüşlere bakar ve içlerinden
birinin görüşünü tercih eder, onların yolundan şaşmayız.
Sahabeden sonra gelen ikinci kuşaktan bize aktarılan gö­
rüşlere gelince, onlar alimse, biz de alimiz:'
İşte onun yolu, ufku ve geniş görüşlülüğü buydu! O
bu sözüyle kendisinden sonraki kuşaklara nasıl bir yol ve
yöntem izlemeleri gerektiğini açık ve net bir şekilde gös­
teriyordu.
Ebu Hanife'yi çok iyi anlayan seçkin talebeleri, hocala­
rının verdiği fetvaları aynen tekrarlamak yerine kendile­
ri yepyeni fetvalar verdiler, yeni içtihatlarda bulundular.
Hocalarıyla ters düştükleri noktalar oldu. İslam o sayede
dünyanın çok geniş kesimine kısa zamanda yayıldı.
Bakışlarımız geçmişe dönük oldukça, günümüze söy­
leyebilecek sözümüz olmaz!
Kur'an'ı kendi gözlerimizle, şu anki dipdiri gözleri­
mizle okumamız gerekirken, Allah'ın emri de zaten bu
iken, bizler Allah'ın o ebedi mesajını ölülerin gözleriyle
okuyoruz.
Kur'anın sonsuz vahyinden hareketle, kendi çağlarının
sorunlarını çözme dehası göstermiş olan o eski alim, o
büyük fakih, fakat günümüzden çok uzaklarda kalmış in­
sanların gözleriyle okuyoruz Kur'an'ı!
Oysa biz kendi çağımızın problemlerini onların for­
müllerini tekrarlamakla yetinerek değil, ancak onların
metotlarından ilham alarak halledebiliriz.
Kaynaklara dönüş demek, gözlerini geçmişe dikip
hep geçmişe bakarak, geleceğe geri geri giderek girmek
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 17

değildir. Aksine, kaynaklara dönüş, yaşayan kaynağı ve


İslamın ilk yüzyıllarının dinamizmini bulmak demektir.
"Şeriat': içinden alınsa alınsa sadece kokuşmuş ve bu­
lanık bir su alınabilecek, durgun bir su birikintisi/bir gö­
let değildir.
Şayet insan öyle kokuşmuş suyu baş tacı ederse, ken­
disindeki yeni bir şeyler merak etme melekesine hıyanet
etmiş olur.
"Şeriat': ışıldayarak gürül gürül akan ve güçlü dalga­
larıyla kıyılarını döverken oraları verimlileştiren güzelim
bir nehirdir.
Demek ki "şeriat': ilahi mesajın bütününden ve onun
gerektirdiği hayat tarzından ayrılmış birkaç hukuki dü­
zenlemeye indirgenemez.
"Şeriat" bir kanunlar bütünü değil, bir hayat tarzıdır.
Bir kanunlar bütünü değildir, yani bağlamlarından
koparılmış, doğrudan ilgili ve ilişkili olduğu dönemleri
ve de toplulukları dikkate almayan (yani onlara anlamını
kazandıran mesajlar bütününün dışında) birkaç Kur'an
ayetinden harfiyen çıkarılmış bir anayasa veya ceza hu­
kuku değildir.
Bir ayeti, mesajın bütününden soyutlamak, İslami olan
her türlü düşüncenin ve her türlü eylemin kilit taşını
oluşturan birliğin ve bütünlüğün (tevhidin) temel ilkesini
çiğnemek demektir.
"Şeriat': Kur'an mesajının genel ruhuyla ortaya konan
ebedi ve mutlak değerlerden1 kaynaklanan bir hayat tar­
zıdır.
1
Mutlak değerlerden kastedilen paha biçilmez, pazarlanamaz ve herkes için
ortak olan insana saygı ve insanın haysiyet ve şerefi, adalet, eşitlik gibi değer­
lerdir. Bir başka ifadeyle: Sana yapılmasını istemediğini, başkalarına yapma,
düsturudur.
18 · Roger Garaudy

Allah'ın yarattığı ve insanı sorumlu halifesi olarak il­


gilenmekle görevlendirdiği dünyanın birliğine (tevhide)
imana dayanan bir hayat tarzıdır. Allah'ın çağrısına kayıt­
sız şartsız boyun eğmeye dayanan bir hayat tarzıdır "şe­
riat"...
Öyle bir Allah ki O'nun "işaretlerini" (ayetlerini) her
bir kimse tabiatın ahenkli işleyişinde, tarihin hadisele­
rinde ve peygamberlerin sözlerinde görüp anlamak için
gayret sarf etmekle yükümlüdür.
"Şeriatı" uygulamak demek, insanlara kendi haysiyet-
!erinin ve sorumluluklarının manasını öğreten bir eğitim
sistemi ve siyasi bir düzen ortaya koymadan önce, işe
doğrudan doğruya ceza vermekle başlamak değildir.
"Şeriatı" yürürlüğe sokmak demek, müslüman olmak
demektir, yani hayatının her anını Allah'ın kendisini sü­
rekli görüp gözetmekte olduğunu bilerek yaşamak de­
mektir.
"Fıkıh': Kur'an veya Hz. Peygamber'in Sünneti'nin apa­
çık bir cevap vermediği meseleleri çözmek için fakihlerin,
özellikle de Sünni İslam (Ehl-i Sünnet) tarafından kabul
edilen dört (Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli) mezhep ima­
mının çıkarabildikleri dersler, yani yaptıkları içtihatlardır.
Asıl mesele, bu örneklerden hareketle, bir 21. yüzyıl
"fıkhı" meydana getirmektir.
İslam'ın dramlarından biri belki de, insanın sözü (mü­
fessirlerin ve fakihlerin sözleri) ile Allah'ın Sözü arasın­
daki her türlü sınırı ortadan kaldırma (her iki kelamı da
aynı kefeye koyma) eğiliminin bin yıldan daha fazla süre­
dir devam edip gelmesidir.
İslam, bugün, doruk noktasına ulaştığı dönemdekin -
den çok daha büyük bir yayılma gücüne, imkanına ve
ufuklarına sahiptir.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 19

Çünkü hem Amerikan (kapitalist), hem de Sovyet


(sosyalist) modelinin birlikte ve kesin bir şekilde iflas et­
mesinden dolayı İslam, bu çifte başarısızlıktan ötürü, ha­
yatta kalıp kalmama tehdidi altındaki bir dünyaya yeni
bir umut verebilir.
Eğer İslam dünyası, kendisini çare bulunmaz bir çökü­
şe mahkum eden zihinleri kısırlaştırıcı, kapalı "içtihat" ka­
pılarını açar da, kendisine ihtişam kazandıran o canlı ilke­
lerini yeniden bulursa, bunu kesinlikle gerçekleştirebilir.
Hinduizmin ve Budizm'in aksine İslam, dünyayı bir kö­
tülük yeri olarak görmez; fertler için ebedi huzur ve kurtu­
luşun da dünyadan kopmaktan ibaret olduğunu düşünmez.
İslam, Hıristiyanlığın tersine, "Sezara ait olan ile Al­
laha ait olanı" (bkz. İnciller: Matta, 22/21; Markos, 12/17;
Luka, 20/25) karşı karşıya getirmez; manastır hayatını da
tavsiye etmez (Hadid suresi, 57/27).
İman ile eylem bir bütündür, çünkü iman, dış tezahü­
rü eylem olan şeyin derunudur/içidir. Biri diğeri olma­
dan olamaz.
Biz bu dini kesinlikle günümüzdeki uygulandığı ha­
liyle değerlendirmiyoruz, aksine insanın. insanileşmesine
yaptığı katkılarına bakarak değerlendiriyoruz. İslam yine
insanlığa katkıda bulunacaktır:
Yeter ki geleneklerinin son on asırlık mahvedici o lafza
bağlılığına değil de, özgün vahyinin dinamizmindeki o
canlandırıcı sadakatine yeniden kavuşulsun ...
Yeter ki, Kur'anın sure ve ayetleri ezberden okunup
durmakla yetinilmesin ve mesaj organik ve canlı bütün­
lüğü içinde yeniden okunsun...
Yeter ki vahyin ilahi sözü olan Kur'an ayetleri, İslam
dünyasındaki gelenekleriyle ve insan sözüyle karıştırıl­
masın ...
20 · Roger Garaudy

Yeter ki vahyolunan her ayetin bir halka, o halkın ta­


rihinin bir anında ortaya çıkan somut sorunlara cevap
vermek için "indiği" ve bu ayetlerin ebedi değerinin de
böylece soyut bir formül olmayıp yaşanan bir meseleye
yaşayan bir cevap olmasından ileri geldiği unutulmasın ...
Yeter ki bugünümüzün capcanlı sorularına, kendisin­
den hareketle, capcanlı bir cevap bulmaya bizi davet eden
Kur'an çağrısının o ebedi değerini, bizim için on dört asır
sonra dahi muhafaza ettiği akıldan çıkarılmasın ...
Yeter ki Kur'an metninde sık sık bize hatırlatıldığı gibi,
aşkın (müteal) bir Allah'ın insanların dilinin yetmediği
bir dille, yani mesel/misal/benzetme diliyle konuştuğunu,
bunu da bize hakikati hazırlop halde vermek için değil
de, bizi hakikati aramaya yöneltmek ve teşvik etmek için
yaptığı akıldan çıkarılmasın ...
Yeter ki Hz. Peygamber'in sahabilerinin, ilk dört hali­
fenin "Hulefa-i Raşidin'in'' ve geçmişin büyük İslam hu­
kukçularının, sorumlu müçtehitler olarak, kendi zaman­
larının yeni problemlerine, Medine toplumundan çok
farklı bir imparatorluk içinde, çözümler bulabildikleri ve
onlara sadık kalmanın, onların sözlerini tekrarlamak de­
ğil, aksine onların örneğini, yaratıcı ve sorumlu girişimi­
ni taklit etmek olduğu iyi bilinsin ...
Çünkü onlar, Allanın dosdoğru yolu istikametinde,
kendi zamanlarının problemlerini halletmesini bildiler.
Çünkü onlar bize kıyamete kadar uzayıp gidecek genel
geçer reçeteler vermediler, zaten bu mümkün değildir, fa­
kat onlar bize çok daha önemli bir şey öğrettiler:
Karşımıza çıkacak yeni yeni sorunları çözebilmemiz
için ebediyen kullanışlı bir metot bıraktılar.
Bu hakikatin bilincine varır ve uygulamaya koyarsak
önümüze yepyeni ufuklar açılacaktır.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 21

İşte İslam, ancak o zaman, başlangıcında olduğu gibi,


yaşayan, evrensel ve herkese açık bir din niteliğine tekrar
kavuşacaktır.
İşte ancak bu durumda İslam, bütün dinlerin en evren­
seli olarak, çağımızın insanlarına, insanlığın kaybedilmiş
aşkınlık (Allah'a hakkıyla inanıp bağlanma) ve topluluk
(Allah'ın bütün kullarına sahip çıkma) boyutlarını yeni­
den hatırlatacak, bütün bir dünya insanlığını ölümden
kurtarıp selamete erdirebilecektir.
YİRMİ BİRİNCİ
YÜZYILIN
İSLAM'I
1
İSLAM, İNSANLIĞIN DİNİDİR

irmi biri�ci yüzyılın İslam'ı, ezelden ebede uzanan


Y din olan Islam'dan başkası değildir.
Çünkü İslam, diğerleri arasında herhangi bir din değil,
Kur'anda belirtildiği üzere, Allah'ın "Ruhundan insana üf­
lediği" (Hicr, 15/29) andan bu yana, insanlığa sürekli ola­
rak gönderilen ilk ve temel dindir.
İslam, Adem atamızdan bize kadar gelen yegane, asıl
dindir.
Nasıl Siyah Afrika İslam'ı, Arap İslam'ı, Hint veya En­
donezya İslam'ı diye bir İslam yoksa, Batı İslam'ı diye bir
İslam da yoktur.
Sadece tek bir İslam vardır.
Kur'an'ın "Sünnetüllah/Allah'ın Sünneti" adını verdiği,
Allah'ın tarih boyunca peygamberlerine indirdiği vahiy­
lerin devamı olan ve son vahyini de Hz. Muhammed'e in­
diren Rabbimizin değişmeyen dinidir İslam.
Bizim en önemli vazifemiz, İslam inancının evrensel
olduğu bilincinden hareketle, inancımızı yaşayıp uygula­
yarak dinimizi hakkıyla temsil etmektir.
Bir diğer temel görevimiz de, İslam adına ortaya atılan
ve gerçekte çeşitli müslüman ülkelerin kendilerine has
26 · Roger Garaudy

örf, adet ve geleneklerinden başka bir şey olmayan görüş


ve uygulamalarını asla İslam olarak değerlendirip savun­
mamaktır.
2
İSLAM, İLK VE TEMEL DİNİ
HATIRLATMADIR

eygamberimiz Hz. Muhammed, hiçbir zaman yeni bir


P din ortaya attığını söylememiştir:

Ben ilk ve tek peygamber değilim!


Ahkaf, 46/9; Fussılet, 41/43, vb.

Peygamberimiz, o ilk ve temel dini, insanlara hatırlat-


maya gelmiştir:

Hakk'a yönelerek kendini Allah'ın


insanlara yaratılıştan verdiği dine ver!
Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur.
Bu, dimdik ayakta duran bir dindir.
Fakat insanların çoğu bunu bilmez.
Rfım, 30/30

Biz, Allah'a ve bize indirilene;


İbrahim, İsmail, İshak, Yakup
ve onun torunlarına indirilene,
Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri
28 · Roger Garaudy

tarafından diğer peygamberlere verilenlere,


onlardan hiçbiri arasında fark
gözetmeksizin inandık, deyin!
Bakara, 2/136; Al-i İmran, 3/84

Hz. Muhammed, önceki mesajları teyit etmek, onları


uğradıkları tarihi tahriflerden/ değişikliklerden arındır­
mak ve onları tamamlamak için Allah tarafından gönde­
rilmiştir.
Her Müslümandan, daha önceki bütün peygamberlere
hürmet göstermesi istenir, dolayısıyla da bu, onları Al­
lah'ın elçileri olarak kabul etmesi anlamına gelir. Kur'anöa
şöyle denilir:

Bütün bunlardan sonra, (ey insanoğlu!),


sana indirdiğimiz şey(in doğruluğun)dan
hala şüphede isen, önceki çağlarda
vahyedilmiş metin(leri) okuyan kimselere sor!
Yunus, 10/94

Diğer dinler hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan,


kendi dinimizin en iyi din olduğunu ilan edersek, inancı­
mızı zenginleştirmek yerine yoksullaştırmış oluruz!
Dışarıya açılmama... kendi içine kapanma ... inancı
konusunda iddialı bir tavır takınma ... ve "kendi kendi­
ne yeter" görünme ... gibi tutumlar, dünyanın Müslüman
olmayan yerlerinde İslamın bugün ışıldayıp parıldaması­
nın önündeki en büyük engellerdir.
3
İSLAM'IN ÜÇ TEMEL MESAJI

slam'ın, dünyanın bütün dinlerinin ve bütün bilgelik-


I lerinin ortak paydası olan, temel ve evrensel mesajı
şudur:

a) Allah'ın mutlak yüceliğini ve birliğini kabul etmek,


b) Dünya insanlığına tek bir topluluk gözüyle bakmak,
c) Bu topluluğun insanlarına sorumluluklarını hatırlat­
mak.

Allah'ın Mutlak Yücelic3i ve 5irlic3i


a) Allah'ın tek ve yegane olduğuna kesinlikle inanmak
(tevhid):

Allah'tan başka ilahlar olsaydı, kaos olurdu!


Enbiya, 21/22

Allah 'ın her türlü insani yapı, hal ve hareketle kıyasla­


nabilecek hiçbir yanının olmadığını da yürekten kabul­
lenmek.
30 · Roger Garaudy

b) Allah her şeyin Yaratıcısıdır, dolayısıyla bizler Al­


lah'ın yardım ve desteği olmadan kendi kendimize yetecek
varlıklar değiliz:

Nice canlılar vardır ki,


rızıklarını kendileri elde edemez!
Sizin de onların da rızkını veren Allah'tır!
Ankebut, 29/60

c) Allah'ın bu birliği ilkesinden ve bizim Yaradan Allah'a


olan "bağımlılığımız"ın bu bilincinden (çünkü "bağımlı"
olmayıp da "kendi kendine yeterlik" iddiasında bulunmak
Allah'ın yüce kudretini tanımamak anlamına gelir) Allah 'ın
mutlak yüceliğine imanın şu üçüncü yönü çıkar:
Kişilerin, grupların ve milletlerin bencil menfaatlerinin
üstünde yer alan mutlak değerlerin olduğunu kabul etmek.

İnsanları Bütün Olarak Görmek


Allah 'ın mutlak yüceliği ve birliğinden sonraki ikinci
temel esas "Ümmet/Topluluk''tur.
İnsanı (birey olarak) her şeyin merkezi ve ölçüsü olarak
gören bireyciliğin zıddıdır ümmet/topluluk ilkesi.
İslam'ın topluluğa bakış açısı şudur:
Her insan, diğer bütün insanlardan şahsen sorumlu­
dur ve bu bilinçle yaşamak zorundadır!
İnsanlık birdir, çünkü Allah, yani insanların Yaradan'ı
Bir'dir.
Bütün insanlar aynı kökenden gelir ve aynı gaye için
yaratılmışlardır.

O sizi tek bir varlıktan yarattı.


A'raf, 7/189; Nisa, 4/1; Zümer, 39/6
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 31

Herkes Herkesten 8orumludur


Allah'ın mutlak yüceliği ve topluluk anlayışının ardın­
dan, ilahi vahyin üçüncü esası, sorumluluktur.
İslam, kaderciliğin ve zulme boyun eğmenin tam zıd­
dıdır.
İslam, her türlü baskı ve zulme karşı direnmeye yöne­
lik sürekli bir çağrıdır.
Çünkü İslam, Allah'ın iradesine boyun eğmenin dı­
şındaki bütün teslimiyetçilikleri reddeder ve insanı yer­
yüzünde ilahi düzenin gerçekleştirilmesinden sorumlu
tutar. Tabiatta her şey, Allah'ın kanununa tabidir, "müslü­
man"dır (yani, ''Allah'a teslim" olmuştur):
Bir taş düşerken, bir ağaç boy atarken, bir hayvan içgü-
düleriyle hareket ederken, Allah'ın kanunlarına "tabidir".
Bizim Rabbimiz, (her şeyi) yaratan ve
gayesine uygun olarak şekillendiren,
(bütün varlıkların) tabiatını belirleyen ve
onu (hedefine doğru) yönelten Varlık'tır.
A'la, 87/1-3

Sadece insan, itaatsizlik etmenin o müthiş ayrıcalığına


sahiptir:
Doğrusu Biz, emaneti
(el-emaneh, iman, hürriyet, dolayısıyla
da sorumluluk emanetini, R. G.)
göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da
onlar bunu yüklenmekten çekinmiş
ve bundan korkup titremişlerdir.
Onu sadece insan yüklenmiştir.
Ne var ki insan adaletsiz ve cahildir.
Ahzab, 33/72
32 · Roger Garaudy

İnsan flür Oldu8u İçin 8orumludur


Şayet insan "rnüslürnan" olursa, [yani "müminlerin
atası" (Hac, 22/787) Hz. İbrahirn'in Allah'ın rehberliğini
(hidayetini) tereddütsüz kabul etmesi ve kurban imtiha­
nını kazanması örneğinde olduğu gibi], Allah'ın çağrısına
kayıtsız şartsız cevap verirse, o zaman iradeli, hür ve so­
rumlu bir tutumla İslarn'a girmiş olur.
İşte Allah bundan dolayı, itaatsizlik edebilme imtiyazı
olmayan meleklere insanın önünde secdeye kapanmala­
rını emretmiştir:

Meleklere, Ademe secde etmelerini


emrettiğimizde hemen secde ettiler...
Bakara, 2/34; Hicr, 15/30
Kur'an'da,

Dinde zorlama yoktur!


Bakara, 2/256

denildiğinde, sadece fiziki, askeri veya polisiye türünden


bir zorlama değil, aynı zamanda her türlü deruni, manevi
zorlama da dışlanıyor dernektir.
Çünkü Kur'an açık ve net şekilde belirtir:
(Bu) hak, Rabbinizden (gelmiş)tir:
Artık ona dileyen inansın,
dileyen de reddetsin!
Kehf, 18/29

Yüce Allah şu hatırlatmayı da yapar:


Biz ona doğru yolu gösterdik.
İster inanır, ister inkar eder!
İnsan, 76/3
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 33

Kur'an bize, Allah'ın insanı yeryüzünde Kendisinin


"Halifesi" yaptığını söyler.
Bir "Halife", üstündeki amire bağımlı ve pasif bir uy­
gulayıcı değil, tam aksine kararlar almakla yükümlü bir
yöneticidir.
Bu görev, sadece bazı kimselere yüklenmiş bir sorum­
luluk da değildir, her Müslümanın yapması gereken bir
iştir:

Allah yolunda savaş!


Sen yalnız kendinden sorumlusun!
Nisa, 4/84

(Hesap Günü) her insan,


yapmış olduğu bütün (kötü) fiiller
için rehin olarak tutulacaktır!
Müddessir, 74/38

Bizler ''Allahü Ekber!" diye haykırdığımızda, her türlü


iktidarı, her türlü serveti ve her türlü bilgiyi izafileştirmiş/
göreceleştirmiş oluruz.
Yani iktidar da, mal mülk de, bilgi de Allah'ındır demiş
oluruz.
Bu inanç haykırışının önünde, bu "Allahü Ekber!" ni­
dasının karşısında, en küstah orduların silahlarının bile
direnemediğini, çaresiz kaldığını görmüşüzdür!
4
BATI MEDENİYETİ
İFLAS ETMİŞTİR

u Mesaja (İslam mesajına) duyulan ihtiyaç, bugün


B Batı'nın manevi iflası ile iyice hissedilir hale gelmiştir.
Dünyadaki binlerce erkek ve kadın, inançları ne olursa
olsun, geleceği seviyorlarsa, bilmelidirler ki:
Batı medeniyeti iflas etmiştir!
Şayet Batı'nın bu savrulmalarına ve bu sapmalarına
kendimizi bırakıverirsek, Batı medeniyeti bizi gezegen
çapında toplu bir intihara sürükleyecektir.
Batı'nın yapıp ettiklerinin şu 1985 yılındaki bilançosu
nedir?
Geçen yıl (yani 1984 yılında) silahlara 700 milyar do­
lardan fazla para harcandı!
İki bloğun süper güçleri (ABD ve Rusya) Hiroşima'ya
atılan nükleer bomba türündeki bombanın bir milyon­
dan daha fazlasına denk çapta bomba stoku yaptı!
Hiroşima'ya atılan bomba bir anda 70 binden fazla in­
sanı öldürmüştü!
Bugün ise, 70 milyar insanı imha etmek, yani şu anki
dünya nüfusunun toplamının 1 O katından daha fazlasını
yok etmek, teknik olarak artık mümkündür!
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 35

İnsanlık destanının üç milyon yılından bu yana, ilk


defa, yeryüzündeki bütün hayat izlerini yok etmek, bun -
dan böyle teknik açıdan hiç de zor değildir!
Ne acıdır ki bu teknik imkana, hayret edilecek bir keli­
meyle, "ilerleme" deniyor!
Ve Doğu ile Batı'nın bu iki "bloğu" arasındaki şu ''deh­
şet/terör dengesi"ne (sen bana karşı nükleer silah kullanır­
san, ben de sana karşı nükleer silahla cevap veririm teh­
didine) de çok daha garip bir şekilde "barış" adı veriliyor!

Balı 8ömürüsünün Korkunç Mirası


Zengin ülkeler ile Yoksul ülkeler arasındaki ilişkilere
gelince, onlar da akla ziyan temeller üzerinde yürütülü­
yor.
Böylesi bir facianın asıl sebebi ise, hem sömürgeciliğin
yol açtığı ve geride bıraktığı ağır hasarlar, hem de zengin
ülkeler ile yoksul ülkeler arasındaki gayri adil ticari alış­
verişlerin devam ettirilmesidir.
Şu hale bakın:
Geçen yıl (1984'te), A merika Birleşik Devletleri buğ­
day üretimini sınırlandırır, Avrupalılar da ellerindeki çok
fazla miktardaki et ve tereyağına buzdolaplarında yer bu­
lamazken ... dünyanın geri kalanında aynı yıl 80 milyo­
nu aşkın insan açlıktan veya yetersiz beslenmeden dolayı
öldü!
"Üçüncü Dünya'' olarak adlandırılan yoksul ülkelerin
borçları yıldan yıla katlanıyor ve çok daha kötüye gidiyor!
Zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki uçurum
durmadan derinleşiyor!
Zengin ülkeler gitgide daha fazla zenginleşirken, yok­
sul ülkeler de gittikçe daha çok fakirleşiyor!
36 · Roger Garaudy

Batı'nın tek başına bütün dünyadaki bu beş yüzyıllık


hegemonyasının ardından, işte gezegenimizin hali!
Yeryüzünün bundan daha feci, daha berbat yönetilebi­
leceği hayal dahi edilemez!
Batı'nın "Rönesans" adını verdiği şeyden, yani 16. yüz­
yılda Avrupa'da kapitalizmin ve sömürgeciliğin eşzamanlı
doğuşundan itibaren yürüte geldiği bu politikanın asıl se­
bebi, mutlak değerlere olan o inancın tamamen terk edil­
mesidir.
Bir topluluk, mutlak değerleri artık kabul etmeyip de
reddettiği andan itibaren, geriye büyüme hırsının yol aç­
tığı çatışmalardan başka bir şey kalmaz! Herkesin herkese
karşı savaşıdır bu! İşte Batı şu an bu durumdadır!
Aslında Batı'nın gerçek dini, gizli bir tanrıya imandır!
O gizli tanrı ise, ekonomik büyümedir!
Yani git gide daha hızlı ve daha fazla üretim yapma
hırsıdır!
Üretilecek şey ne olursa olsun, yeter ki çarçabuk ve
çokça üretilsin:
İster yararlı, ister yararsız, hatta isterse bu sanayilerin
en "karlısı" olan silahlanmalar gibi ölümcül ve öldürücü
olsun!

Balı, İnsanı Tanrıla�lırdı


Dahası, Batı'nın taptığı bu gizli tanrı, acımasız bir tan­
rıdır, çünkü sürekli olarak çok sayıda insanın kendisine
kurban edilmesini ister!
Bu sahte ve gizli tanrıya tapınmanın doğurduğu sonuçsa:

a) İnsanın kendi kendine yettiğine kesinlikle inanıp


Allah'a hiç ihtiyaç duymaması;
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 37

b) Bireyin çıkarını, toplumun menfaatinden çok daha


üstün görmesidir.

Rönesans'tan itibaren, insanın Allah'a gerek duymayıp


"kendi kendine yettiği" inancı, İngiliz oyun yazarı ve şair
Christopher Marlow (Kristıfır Malır)'ın Dr. Faustus adlı
kitabında şu ifadelerle açıkça ilan edilir:

İnsanoğlu!
Güçlü beyninle sen bir Tanrı ol!
Her bir şeyin sahibi ve efendisi ol!

Aslında (bireyin yararlarını toplumun yararlarından


daha üstün ve daha önemli gören) bu bireycilik, o sözde
"Rönesans"ın, Antik Çağın Grek Sofıstlerinin şu inanışı­
na geri dönmesinden ibarettir:

İnsan, her şeyin merkezi ve ölçüsüdür!

Bir medeniyetin, Batı medeniyetinin bu iflası, Batı'da


bir umutsuzluk kültürü doğurdu.
Hiçliğin ve saçmalığın sahte peygamberleri, ortaya çı­
kan bu kaosun üstesinden gelmeye çalışmak yerine, onu
kaçınılmaz ve ebedi imiş gibi yansıtarak, gençliğimize ha­
yatın bir anlamı olmadığını öğretiyorlar.
Hayatın bir anlamı yoksa, her şey mubahtır, hatta cina­
yet işlemek bile!
Hayatın anlamsız olduğu bir dünyada, insanlar da o za­
man, ister istemez bireyler, gruplar ve milletler olarak bir­
birine girecek ve her türlü hayvani şiddete yöneleceklerdir!
Bu durumu önlemek içinse, günümüzde tek caydırı­
cı güç olarak karşımıza çıka çıka "dehşet dengesi" çıka­
caktır!
38 · Roger Garaudy

Ve bu "dehşet dengesi': şu an olduğu gibi, sosyal ha­


yatın bütün düzeylerinde, insanlar arasındaki bu hayvani
ilişkilerin kanunu haline gelecektir!

Bilim ve Teknik Araçken Din Oldu


Hayatın anlamının ve mutlak değerlerin varlığının bu
inkarı, (insanın hizmetinde olduğu zaman harikulade
araçlar olan) bilim ve tekniği doğrudan doğruya amaç
haline getirmiştir!
Bizleri hep şuna inandırmaya çalıştılar, çalışıyorlar:
Bilim ve teknik, bizim bütün problemlerimizi çöze­
bilir; bilim ve tekniğin alanına girmeyen sorunlara, yani
aşk, güzellik, hayatın anlamı gibi sorunlara gelince, onlar
zaten mevcut değildir!
Birer araçtan ibaret olan "bilim" ve "teknik" böylece
kutsallaştırılıp bir çeşit din haline getirildi.
Sonunda da bu "araçlar dini': araçları amaca dönüş­
türdü, yani ortaya bilim, teknik, millet, para, cinsellik,
büyüme gibi sahte tanrılar yaratarak, yeni bir çoktanrıcı­
lık icat etti; yanı sıra da bilimi bilimciliğe, tekniği teknok­
rasiye, siyaseti de Makyavelizme dönüştürerek yeni batıl
inançlar üretti.
Öyleyse asıl mesele nedir?
Elbette insana bizzat kendi insani boyutlarını yeniden
kazandırmaktır!
O boyutlarsa şunlardır:

a) Allanın aşkınlığına (yüceliğine) dört dörtlük iman,


b) İnsan topluluğunu yürekten önemseme,
c) Kişisel sorumluluğumuzun tam anlamıyla bilincin­
de olma.
5
İSLAM'IN CEVABI
NASIL OLMALI?

slam'ın bugün, Batı hegemonyasının iflasından kaynak-


I lanan sorunlara bir cevap verebileceğini söylemek,

- İslam bunu tek başına yapabilir!


- Zamanımızın sorunları için İslam'ın elinde hazır çö-
zümler var!

demek değildir.
Tam aksine, günümüzde, İslamın ışıldamasına mani
olan önemli iki iç engel bulunmaktadır:

a. Kendi bildiğiyle ve bilgisiyle yetinip başkalarının bi­


lim ve hikmetinden yararlanmaktan kaçınma...

İlk dönemin, yani Hicret'in birinci asrının İslam'ı, bir


yüzyıldan daha kısa bir zamanda, Hindistan'dan Pirenele­
re, sadece askeri fetihler yoluyla yayılmadı!
İslam, kendisinden önceki bütün büyük kültürleri
derleyip toplamasını ve onlardan eşsiz bir yaratıcı sentez
çıkarmasını bildiği için, yanı sıra da bütün dinlerin mil-
40 · Roger Garaudy

yonlarca inananı İslam'da kendini ve kendi öz değerlerini


buldukları için yayıldı!
Bugün de İslam, o yürüyüşünü ancak hem bütün din,
kültür ve bilgeliklere açılmakla, hem de onları derleyip
toparlayıp onlardan yaratıcı yeni bir sentez çıkarmakla,
tekrar başlatabilir.

b. Biz Müslümanlar her şeyi biliriz, o yüzden de başarı­


rız gururu... Yani "Bizim eski çağlarda yaşamış çok büyük
fakihlerimiz var, onların kurdukları mezhepler var, onlar
tarafından bin yıl boyunca formüle edilmiş hazır cevaplara
sahibiz biz!" diye iddia etmenin boş ve ölümcül gururu ...

Elimizde Hazır Qeçete Yok


Kur'an'da ''eksik bırakılmış hiçbir şey yoktur" (En'am,
6/38) demek, aslında Kur'an bize ebedi "bir hidayet/bir
rehberlik" sunmuştur, dolayısıyla da davranışlarımızın ve
çabalarımızın nihai ve mutlak amaçlarını belirtip apaçık
göstermiştir, demektir.
Bu ise, her çağda, sürekli değişen şartlar altında, o
amaçları gerçekleştirmenin araçlarını insanın bulup keş­
fetme sorumluluğunu hiçbir şekilde ortadan kaldırmaz.
Bunun dışındaki bir tutumsa, o ebedi mesajı, gelip
geçici kurumlara veya teorilere indirgemek; Kur'an veya
Sünnetten hazır bir iktisat bilimi, bir siyasi anayasa veya
bir ansiklopedi çıkarmayı iddia etmek olur.
Halbuki vahyolunmuş mesaj, bize paha biçilmez, çok
önemli iki rehber verir:

a) Amaçlar...
b) Değişmez ve ebedi yol gösterici ilkeler. . .
21. Yüzyılda islam'ın Dirilişi· 41

Bu amaçlar ve ilkeler, her devirde yaptıkları sürekli ye­


nilenen çağrılarıyla, kendi dönemimizin ekonomi, siyaset
ve kültür problemlerine cevaplar bulalım diye, hem özel
hayatımızı, hem de bütün sosyal veya şahsi faaliyetlerimi­
zi yönlendirirler.

Bu ilkeler basittir:

- Ekonomi alanında: Tek sahip Allah'tır.


- Siyaset alanında: Tek hükmeden Allah'tır.
- Kültür alanında: Tek bilen Allah'tır.

Tek c?>ahip Allah'tır


Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah'ındır!
Bakara, 2/116 ve 284; Al-i İmran, 3/109, vb.

Allah'ın yeryüzündeki "Halife"si olan insan, bu mülkü


Allah yolunda yönetmekten sorumludur.
Bu anlayış, mülkiyeti "kullanma ve kötüye kullanma
hakkı" olarak tanımlayan Roma hukukunun tersidir.
Müslüman içinse, tam aksine, vazife haklardan önce gelir.
Allah'ın mülkünden sorumlu yönetici olan insan, onu
canının istediği gibi kullanamaz. Kendi keyfine göre onu
imha edemez, israf edemez, işleyip verimli yapmak var­
ken ürünsüz bırakamaz, ayrıca başkalarına yardım et -
meksizin üst üste yığıp biriktiremez de:

Altını, gümüşü biriktirip yığıp da


Allah yolunda harcamayanlar var ya,
işte onları acı bir azabın beklediğini müjdele!
Tevbe, 9/34
42 · Roger Garaudy

Nitekim Kur'an'daki en kötü lanetleme ( 111. sure olan


Tebbet'te), o zengin Ebu Leheb'e edilen lanettir; bizzat
serveti onu lanete müstahak kılmıştır:

Kurusun elleri Ebu Leheb'in!


Zaten kurudu da.
Ne malı fayda verdi ona,
ne de kazandığı{

ve kendisine cehennemin alevlerine teslim edileceği de


haber verilmiştir!
Kur'anın bütün emir ve yasakları, özellikle servetin
dini bir yükümlülük olarak, a) toplum içinde elden ele
aktarımı demek olan "zekat"ın farz, b) Allanın çizdiği
yolda meşru bir çaba 'göstermeksizin servetteki her türlü
artış anlamındaki "riba"nın haram oluşu, toplumun bir
kutbunda servetin, diğer kutbunda da sefaletin yığılma­
sını önlemeye yöneliktir.
Yüce Allah, paranın siyasi bir astlık üstlük eşitsizliği
doğuracak nitelikteki her çeşit sosyal düzeni toptan ve
kökten yasaklar.
Bu konuyla ilgili olarak Kur'anda Allah açık ve net ola-
rak şu uyarıyı yapar:
Bir toplumu yok etmek istediğimizde,
onların refaha gömülmüş seçkinlerine
son uyarılarımızı iletiriz...
İsra, 17/16

Ayrıca Kur'an'da bize şu çok kesin uyarı da yapılır:

Gerçek şu ki, insan kendini zengin


(kendi kendine yeterli) gördüğünde azar.
A'la, 96/6, 7
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 43

İnsanlara faydası dokunmayan aşırı servetlerle ilgi


böyle bir lanetten daha kötüsü düşünülemez!
Çünkü öyle bir servet, Allah'ı unutturur ve toplumu
mahveder!

Tek llükmeden Allahlır


Hz. Peygamber, Medine'de hiçbir şekilde kana, ırka ve
toprak sahipliğine bağlı olmayan, ne bir bölgeye, ne pa­
zar/ticaret ilişkilerine, ne de ortak bir kültüre veya tarihe
dayanan, yepyeni bir topluluk oluşturdu.
Kısacası, geçmişten kaynaklanan ve belirli bir miras­
la bağı olan hiçbir şey üzerine dayanmayan bir topluluk
meydana getirdi.
Sadece ve sadece iman temeline, yani Allah'ın buyru­
ğuna (Hz. İbrahim'in ebedi numunesini verdiği) o kayıtsız
şartsız teslimiyet esasına dayalı bir topluluk gerçekleştirdi.
Öyle bir topluluk, kökenine bakılmaksızın herkese
açıktır.
Mesela, bu Müslüman "ümmetin'' ruhuna hiçbir şey,
Batılı "milliyetçilik'' fikrinden, yani bir devlet tarafından
korunmuş ve bir ırk, tarih veya kültür mitolojisiyle haklı
gösterilmiş bir piyasa anlayışından daha zıt değildir!
Çünkü bu anlayış, (İslam'ın bütünlükçü dünya görüşü­
nün kilit taşı "tevhid"in çok özel bir durumu olan) insani
birliğe tamamen zıt olarak, "millet"i başlı başına bir amaç
haline getirir.
İslam toplumunda, Kur'an'ın bir "şura/danışma'' ilke­
si vardır. Bu ilke, her alanda ve her düzeyde, topluluğun
üyelerine danışılmasını ve o üyelerin de kendi kaderlerini
ilgilendiren kararların alınmasına ve uygulanmasına, Al­
lah'ın rızasını esas alarak, katılmalarını gerektirir.
44 · Roger Garaudy

Öte yandan bu ilke, yani "şura" ilkesi, aynı zamanda,


bir insanın, bir sınıfın ya da bir partinin despotizmini
reddettiği gibi, tamamen istatistiki, temsili veya yabancı­
laşmış her türlü demokrasiyi de dışlar.
Ekonomide olduğu gibi, bu konuda da, toplumumuz­
daki teknokratik pozitivizmle, siyasi makyavelizmle, ar­
kaik ve sapkın etnik çatışmalarla, eşit olmayan ticari mü­
badelelerle ve dehşet/terör dengeleriyle mücadele ederek,
o değişmez ilkeleri kendi toplumlarımızın tarihte eşi ben­
zeri görülmemiş yeni şartlarına uygulamak için söz ko­
nusu amaçlara ulaştıracak araçları bulmak bize kalmıştır.

Tek Bilen Allahlır


Bizler öncelikle, her şeyin bilgisi zaten bizde var...
hepsini biz biliriz ... diyerek başkalarının fikirlerine kapı­
ları kapatan ve zihni körelten böbürlenmelerden mutlaka
ve mutlaka kaçınmalıyız!
Ayrıca, günümüzde karşımıza çıkan problemlerin
hepsinin, geçmişteki atalarımız tarafından çözüldüğü id­
diasından ... şimdiki ekonomik sorunlara bizim elimizde
çok eskiden hazırlanmış cevapların bulunduğu yanılgı­
sından ... Kur'an'ın bize sunulmuş hazır bir siyasi anayasa
olduğu kuruntusundan da kesinlikle yakamızı kurtarma­
lıyız.
Öte yandan Kur'an'ı, ilim ve teknik konusunda göste­
rilmesi gereken o zorlu çabadan bizi muaf tutan bir ansik­
lopediye indirgemek de çocukça bir tutum olur.
Oysa Kurtuba'da, Endülüs İslam medeniyeti dönemin­
de, İslam dünyasını dünyanın ışıldayan merkezi yapan ...
işte o zorlu çaba ve o azimli gayretti.
Hatırlayalım:
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 45

İslam'ın, ilmin Çina.e bile olsa gidip aranması gerek­


tiği emrine uyularak, Grek ve Roma, İran ve Hindistan
gibi geçmişin bütün büyük kültürlerinden muazzam bir
tercüme faaliyetinin ve onları özümseme gayretinin ar­
dından, özgün bir medeniyet ve inancın yönlendirdiği bir
kültür doğmuştu.
Temel ilke, nasıl tek sahip Allah ve tek hükmeden Allah
ise, tek bilenin de Allah olduğu ilkesidir.
"Tek bilenin Allah olduğu" ilkesi, insandaki, Allah'ın
mutlak kudret ve bilgisini gasp etmeye varan Firavunvari
iddiayı veya ilk sebeplerin ve nihai neticelerin bilgisine
ermiş, mutlak ve mükemmel bir ilme sahip olma kurun­
tusunu kökten reddeder.
Bu açıdan bakıldığında, 10. yüzyıldan 13. yüzyıla ka­
dar devam eden Kurtuba Müslüman Üniversitesi örneği,
bir model oluşturur.
Bizler o ruhu, günümüzde, bilimleri geliştirmek için
yeniden canlandırmaya mecburuz.
İşte ancak o zaman bilimler, insanın imha edilmesine
değil, insanın Allah yolunda olgunlaşıp gelişerek yürü­
mesine hizmet eder.
O zamanların Kurtuba Müslüman Üniversitesinden,
10. yüzyıldan 13. yüzyıla kadar kültür, üç kıtaya en tam
ve en bütünlükçü haliyle yayılmıştı:

İlim bakımından: Nesneler arasındaki ilişkileri ve se­


bep netice zincirini keşfetmek için deney metodunun
orada ortaya çıkarılmasıyla;
Bilgelik açısından: Hayatın bir anlamının ve gayesinin
olduğu ahenkli, bir ve bütün olan bir dünyada, her şeyin
anlamı ve Allah ile olan bağı konusunda tefekkür edilme­
siyle;
46 · Roger Garaudy

İnanç yönünden: İlmin asla ilk sebebe erişemeyeceği­


nin, bilgeliğin de nihai gayeye ulaşamayacağının itirafıy­
la. Öyle bir inanç ki hem bizi akıl ve muhakememizin bir
sınırı olduğu bilincine erdirir, hem de karşımıza sınırsız
bir akıl olarak çıkar.

Böyle bir bilim ve teknoloji anlayışı (ki güncel olan


yanı da budur), bugün bilim ve teknolojinin, bizi gezege­
nimiz çapında bir intihara sürüklemesini elbette engelle­
yecektir.
6
İSLAM'IN DİRİLİŞİ İÇİN
NASIL ÇALIŞMALIYIZ?

••
ncelikle, ''.Allah'ın Sünneti" olan Kur'anı ve Peygam-
O berimizin sünnetini, Kur'an onları bize nasıl okuma­
mızı emrediyorsa, o şekilde okumalıyız.
Her şeyden önce, Kur'anı da, "sünneti" de, ölülerin (öl­
müş gitmiş alimlerin) gözleriyle okumamalıyız!
Kur'an'ı Allah indirmiştir. Peygamberimize vahyetmiş­
tir.
Fakat Kur'an'ı da, sünneti de dinleyen ve onları yorum­
layanlar insanlardır. Tarihin belli bir döneminde yaşamış
iman sahibi kişilerdir, inançlı fakihlerdir.
Bize düşen, o kimseleri hürmetle yad etmek, eserlerini
ciddiyetle incelemek, günümüzün problemlerini de, on­
ları örnek alarak çözmek için elimizden geleni yapmaktır.
Biz onların yöntemlerinden ilham alırız, ama onların
buldukları çözümleri olduğu gibi alıp tekrarlayamayız.
Çünkü onlar, o yöntemleri, toprakları çok geniş alanları
kapsayan yeni devletin yönetiminde İslam'ı yaşatmak için
kullandılar. Yani Medine toplumunun şartlarından tama­
men farklı yeni tarihi şartlara göre kurallar ve kanunlar
geliştirdiler.
48 · Roger Garaudy

Öte yandan, geçmişte ve bambaşka dönemlerde çıkmış


olan çatışma ve kavgalarda da bizler, şu veya bu tarafı tu -
tarak Müslümanlar arasındaki bölünmeleri artık devam
ettiremeyiz, ettirmemeliyiz!
Bugün Sünnileri Şiilerle, Şiileri Sünnilerle karşı karşıya
getirenler, Sünnilerin de Şiilerin de, dolayısıyla da bütün
Müslümanların düşmanı kimselerdir! Zira farklı farklı İs­
lam yoktur, sadece tek bir İslam vardır!
Fıkhi mezhepler arasında da taraf tutmak mecburiye­
tinde değiliz.
O mezhepleri kuran imamların her biri, bizim çağı­
mızdan farklı çağların ve farklı halkların problemlerini
çözmek için ellerinden gelen gayreti özenle gösterdiler,
içtihatlarda bulundular.
Bizim şu anki problemlerimizi çözmek ve bizi bu so­
rumluluktan kurtarmak gibi bir görevleri yoktu onların.

İslam Mesajı Evrenseldir


Hz. Muhammed, yeryüzünün bütün halklarına hitap
eden ebedi ve evrensel bir mesaj getirdi.
Kur'an bize şu hatırlatmalarda bulunur:

O her an yeni bir iştedir!


Rahman, 55/29

Elbette senin Rabbin sürekli yaratan


ve her şeyi hakkıyla bilendir!
Hicr, 15/86

O, yaratmayı başlatan ve yaratmaya devam edendir!


Neml, 27/64
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 49

O her zaman diridir!


Bakara, 2/255

Demek ki Allah ölülere hitap etmiyor!


Doğrudan doğruya bize, biz yaşayanlara sesleniyor!
O halde, Allah'ın ebediyen diri, canlı ve yaşayan bu
çağrısına cevap vermek de, şu an yaşamakta olan bizlere
düşüyor!
O çağrıya cevap vereceksek:

Biz Müslümanlar, Batıyı taklit edemeyiz!


Biz Müslümanlar, geçmiş çağlarımızda yapılanları da
taklit edemeyiz!

Batı'yı taklit etmek demek, Kur'anın 6.300'den fazla


ayetinden 220 yasama (ahkam ve teşri) ayetini ayırıp, on­
ları Romalı hukukçuların usullerine göre ele almak de­
mektir! Yani o ayetleri, kanun maddeleri olarak harfiyen
alıp, hangi çağda ve hangi şartlarda bulunduğumuzu dü­
şünmeden, onları mekanik olarak uygulamaya koymak
demektir!

Yeni Döneme Yeni Çözüm


Halbuki Kur'anı vahiy, Roma hukukunun tam zıddıdır.
Roma hukuku soyut kanunlar ortaya koyar. Bundan
sonra geriye, onlardan kıyas yoluyla, Aristo gibi, şu veya
bu somut vakaya uygulanabilir sonuçları çıkarmak kalır.
Kur'anı vahiy ise bize, mesajın mutlak değerlerinden,
değişmez ve ebedi ilkelerinden hareketle belirli, tarihi bir
soruna bulunmuş çözümlerin somut örneklerini verir.
Yüce Allah bize şöyle seslenir:
50 · Roger Garaudy

İşte Biz, bu Kuran'da


üzerinde düşünsünler diye
insanların önüne
her türlü örnek olayı koyduk!
Zümer, 39/27

O "örnekler" üzerinde bu düşünme, elbette mekanik


bir dedüksiyon (tümden gelim), yani ilkeden sonuçlara
bir iniş olamaz. Tam aksine, o çözümü ilham eden somut
tarihi örnekten hareketle; mutlak, ebedi ilkeye bir yükse­
liş olabilir. Tabii ki iyice düşündükten sonra. Yani o ilkeyi
bulup ortaya çıkarmanın ardından yeni, benzeri görül­
memiş tarihi bir soruna, kıyas yoluyla, cevap bulmak için
tekrar somuta inmesini bilmektir aslolan.
Mesela Ebu Hanife, Medine toplumundan büsbütün
farklı bir toplumda, (yani Mekke ve Medine'nin de içinde
bulunduğu Hicaz bölgesinin bilmediği merkezi bir mo­
narşiye ve bir kültüre sahip bir toplumda) ortaya çıkan
sorunları çözmek için az önce belirttiğimiz yöntemi kul­
lanmıştı.
O dahi hukukçu, Roma hukukunun tümdengelim
yöntemlerinin kendisine bulaşmasına, zihnini kirletme­
sine izin vermemişti.
İslami yöntem, bizden, Kur'an veya "Sünnetin'' her
hükmünün arkasındaki sebebi, onu ilham eden ilkeyi ve
onun uygulandığı tarihi şartları bulup bilmemizi ister.
Öyleyse bizler, her şeyden önce ve çok daha önemlisi,
bu girişimlerimizin her birini mutlaka Kur'anı vahyin bü­
tününü dikkate alarak yapmalıyız!
Peygamberimiz de, ilk dört büyük halife de, ilk büyük
fakihler de (eimme-i fukahtı) böyle yapıyorlardı. Yani on­
lar, her bir ayetin hem indiği tarihi bağlamından, hem de
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 51

Kur'anı vahyin bütününden koparılıp ayrılarak harfiyen


uygulanamayacağının bilincindeydiler.
Çünkü onlar biliyorlardı (ve bizim de unutmamamız
gerekir) ki Kur'anın her ayeti, Rabbimizin tarihe bir inişi­
dir, yani doğrudan bir müdahalesidir!
Mesela Kur'an açık ve kesin bir dille emreder:

Hırsızın elini kesin!


Maide, 5/38

Halbuki Hz. Ömer, bir kıtlık döneminde, bu cezayı as­


kıya almakta hiç tereddüt etmez.
Peygamberimiz aleyhisselamın şöyle bir hadisi rivayet
edilir:

Allah,
aç bir insanın bulunduğu bir topluluktan
himayesini/korumasını geri çeker!

Ebu Davud ve Nesai'nin bize aktardığına göre, bir tarla


sahibi, kendisinin buğday tarlasından başakları koparıp
yiyen bir zavallının elinin kesilmesini istediğinde, Pey­
gamberimiz ona şöyle demiştir:

O adam açtı ve sen onu doyurmadın!

Ve Allah Resulü, o aç adama bir ölçek buğday verdirir.

Önemli Olan 8osyal Adalettir


Peygamberimiz aleyhisselam için de, Hz. Ömer için
de, sosyal adalet, malın korunmasından çok daha üstün
bir İslami değere sahiptir.
52 · Roger Garaudy

Tarih boyunca ve günümüze gelinceye kadar her dö­


nemde, servet ve iktidar sahibi imtiyazlılar, hırsızın eli­
nin kesilmesinden söz eden ayeti sık sık gündeme getire
dursunlar ... 111. sure olan Tebbet suresinde, serveti yığıp
biriktiren kimsenin iki elinin de kesilmesi, üstelik de bu­
nun çok açık ve net bir şekilde vurgulanması son derece­
de önemlidir.
Hırsızın elinin kesilmesini isteyen o ayrıcalıklı kişiler,
şu ayetin doğrudan doğruya kendilerine seslendiğini ise
hiç hatırlamak istemezler:

Altın ve gümüşü (parayı) biriktirip yığıp da


onları Allah yolunda harcamayanlar var ya,
işte onlara acı bir azabı müjdele!
O gün altınları ve gümüşleri,
cehennem ateşinde kızdırılacak, onların
alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla
dağlanacak ve
"İşte bunlar, kendiniz için
biriktirip sakladığınız şeyler!
Haydi, tadın bakalım,
biriktirip sakladıklarınızı!" denilecek.
Tevbe, 9/34, 35

İslam dünyasında, eski sömürgeci işgalciler tarafından


dayatılan Avrupa kanunlarından kurtulmak ve gerçek bir
İslami kimliğe tekrar kavuşmak için "şeriatı" uygulamak
gibi tamamen haklı bir istek, servet ve iktidar sahibi o ay­
rıcalıklı kimseler tarafından sık sık çarpıtılır ve tu kaka
edilir.
Bir yandan, toplumun sırtından geçinen kimselerin, o
lüks ve savurganlık gösterilerinin ... diğer yandan da sefa­
letin ... hiç kimseyi ... hırsızlığa itmediği bir sosyal adaleti
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 53

tam anlamıyla gerçekleştirmeden . . . "şeriat" uygulaması­


na ilk önce cezalarla başlamaksa, işe en sonundan başla­
mak demektir.
Kur'an hükümlerini harfiyen tatbik etmek bahanesiyle
yapılan böyle bir uygulama, Kur'an'ın ruhuna yapılmış bir
ihanettir!
Biz yukarılarda Peygamber Efendimizin ve Hz.
Ömer'in Kur'an'ın ruhunu nasıl anladıklarını gördük:
Onlar uygulamaya, hırsızı değil de, onu doyurmayan,
giydirmeyen ve eğitmeyen zengini cezalandırarak başla­
dılar.
"Şeriat" uygulamasının karikatürleri, günümüzde çok
daha vahimdir, çünkü hırsızlık, "riba" ve servet yığma,
Medine toplumu zamanındakinden çok daha karmaşık
hale gelmiş ve çeşitli şekillere bürünmüştür.

Günümüzde liırsızlık Yasallaştı


Çünkü bugün servet, daha çok kumar yoluyla ve mo­
dern kumar çeşitleriyle elde ediliyor:
Ticari spekülasyonlarla veya borsa oyunlarıyla toplu­
luğun emeğinden parazitçe pay alınıyor.
Bu çok büyük çaplı hırsızlıksa, bunları yasal hale ge­
tiren kapitalist sistemin normal işleyişiyle gerçekleştirili­
yor.
Hırsızı tespit ve teşhis etmenin kolay olduğu bir top­
lumda düzenlenmiş ahlaki bir hükmü, (o kriterlerle an­
cak küçük hırsızın belirlenebileceği) bizimki gibi bir dö­
nemde harfiyen uygulamaya kalkmak, Batı toplumların­
da olduğu gibi, "riba"ya dayalı bir toplum tarafından meş­
rulaştırılmış hırsızlığın suç ortağı olmaktır, dolayısıyla da
sadece en yoksul kesimleri hedef almaktır.
54 · Roger Garaudy

"Şeriatı" tatbik etmek demek, Kur'an'ın bütününü özel


ve kamu hayatının her anında tatbik etmek, yaşamak de­
mektir. Yani her hareketimizi, her davranışımızı, Yaşayan
ve Gören Allah'ın gözetimi altında yaptığımızın bilincine
ermektir.
O zaman biz ne ticari alışverişlerimizde, ne özel ilişki­
lerimizde, ne de siyasi faaliyetlerimizde insanları kandı­
ramayız, aldatamayız!
"Şeriatı" uygulamak demek, el kesmek demek değildir!
"Şeriatı" uygulamak demek, gerek fertler, gerekse dev­
letler olarak, günün yirmi dört saatini Allah'ın her an
denetim ve gözetimi altında olduğumuzu bilerek ve de
Allah'ın rızasını kazanmak için çabalayarak yaşamak de­
mektir.
Yüce Allah bize Kur'ana.a ne yapmamız gerektiğini bil-
dirmiştir:
Sizden her biriniz için
ilahı bir kanun (şeriat)
ve açık bir yol (minhac) belirledik.
Maide, 5/48

İlahi kanunun (şeriatın) Peygamberimizin ve ilk dört


halifesinin hayatını düzenlediği gibi, bizim geleceğimizi
de düzenlemesi için bu açık yolda (minhac) cesurca yürü­
memiz gerekiyor.

21. Yüzyıl fıkhını Yapmalıyız


Kur'an'da ilahi kanunu (şeriatı) temsil eden kelime
manidardır, çünkü bu kelime, yani "şira" kelimesi, "kay­
nağa götüren yol" (ilahi kaynağa, bizi var eden Allah'a gö­
türen yol) demektir.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 55

Öyleyse bize çizilen o yolda, ebedi prensiplerimizden


hareketle, daha evvel İslamın öncülerinin yaptıkları gibi,
bugünün problemlerine cevap verecek ve bu sorunları
Allah'ın "hidayetini" reddeden kimselerden çok daha iyi
çözecek bir "21. Yüzyıl Fıkhı" ortaya koymak, bizim, yani
bütün Müslümanların sorumluluğudur.
Çünkü kanun demek, sürekli tefekkür, sürekli çaba ve
sürekli yaratma demektir.
Dinimizi diri, canlı ve yaşayan bir İslam olarak ayakta
tutmak için, bu, kaçınılmaz bir yükümlülüktür.
Kaynağa geri dönmek demek, bakışlarını geçmişe mıh­
layıp, geleceğe geri geri giderek girmek demek değildir!
Tam aksine, mesaj ile aramıza bir duvar diken yüzyıl­
ların yorumlarının ötesine uzanarak, kaynağın (Kur'an ve
Sünnetin) o yaşayan esintisini, ürpertisini ve heyecanını
yeniden duyup yakalamaktır.
İlahi kanun olan "şeriat': bir durgun su birikintisinde
yakalayıp sabitleyebileceğiniz bir kaynak suyu, önünü ke­
sip hapsedebileceğiniz bir akarsu değildir.
"Şeriat': çağdan çağa coşkun bir şekilde gürül gürül
akan ve sürekli yenilenen kenarlarına bolluk ve bereket
yağdıran ışıltılı, köpüklü, güzel bir nehirdir.
Bir nehir, kaynağından aldığı suyu denize taşıdığı sü­
rece kaynağına sadıktır!
Kendi geleneğinin donup kemikleşmesiyle mücadele
etmek zorunda kalan bir adamın yazdığı gibi, "ataların
ocağına sadık kalmanın, o ocağın küllerine sımsıkı sarıl­
mak değil, onun alevini aktarıp iletmek olduğunu" hatır­
layalım!
7
MÜSLÜMANLAR GELECEĞE
NASIL YÜRÜYECEK?

slam'ın uygulanması, hayatın yalnız birkaç anıyla sınırlı


I değildir:
İslam, hayatın bütün alanlarını ve bütün eylemlerini
kapsar.
Kelime-i şehadet, namaz, zekat, oruç ve hac, sadece
ayin tarzında sembolik uygulamalar değildir. Onlar, İs­
lami hayatın beslendiği kaynağı hatırlatır. Onlar, bizim
özel ve sosyal hayatımızdaki tutum ve davranışlarımızın
dallarını ve meyvelerini oluşturduğu o ağacının gövdesi­
dirler.
Bu durumda, Müslümanların geleceği konusu, şu çok
basit ve çok açık haliyle ortaya konabilir:
Ya Müslümanlar geleceğe, Emeviler ve Abbasiler za­
manında yaşanan problemler hakkındaki fetvaları, yo­
rumları, şerhleri ve şerhlerin şerhlerini habire tekrarlayıp
durarak gözleri geçmişe sabitlenmiş halde geri geri gide­
rek girecekler ...
Ya da karşılaşılan yepyeni sorunları, kendilerinin dün­
yayı ölüme veya intihara sürüklemeyecek tarzda çözebi­
lecek güç ve kabiliyette olduklarını ispatlayacaklardır ...
21. Yüzyılda İslamın Dirilişi· 57

Ve işte o zaman İslam da, Hicret'in ilk yüzyılında, Bi­


zans İmparatorluğu ile Pers İmparatorluğunun çöküşün­
den kaynaklanan sorunları çözdüğü zamandaki gibi, mu­
zaffer yürüyüşüne yeniden başlayacaktır.
Bizim en acil görevlerimiz şunlar olabilir:

a. İnsan bilimleri dedikleri şeylerin ( en çok da ikti­


sat, tarih ve toplumbilimin) yapıcı bir eleştirisini vermek
üzere, bilimsel ciddiyet ile inancın eğilip bükülmezliğini
birleştirerek, o bilimlerin temel kabullerini/postulatlarını
açıkça gösterip onların kazanımlarını da -insanın aşkın
boyutunu hiç soyutlamadan- İslam anlayışımızın genel
görünümü içine alarak bir dizi küçük kitap yayımlamak.

b. Önceliği maddi güce, zevkusefaya veya iktisaden


büyümeye değil de, insanın gelişimine veren bilimsel
araştırmaları yönlendirme planları hazırlamak.

c. Basında veya televizyonda gazetecilik "olay"ının,


heyecan uyandıran, erotizme kayan veya şiddete dayanan
ticari kriterlere göre değil de, Allah'ın tarihteki "ayetleri­
ni/işaretlerini" ibretle okumayı temel alan İslami kriterle­
re göre seçilip servis edildiği yeni bir tür gazetecilik okulu
gerçekleştirmek ve Batılı gazeteciliğin mesleki bozulma­
larından tamamen uzak bu yeni tip gazetecilerle de bir
İslam Dünyası Haber Ajansı kurmak.

d. İlmi, bilgelikten/hikmetten ve inançtan asla ayırma­


yan o Kurtuba Müslüman Üniversitesi'nin yol gösterici
ilkelerini, şimdiki Kurtuba şehrinde yeniden hayata ka­
vuşturmak ve bugün Dünya gezegeninin geleceğinin ve
hatta ayakta kalabilmesinin kendisine bağlı olduğu kül-
58 · Roger Garaudy

türün ihtiyaçlarına cevap vermek için öylesi bir ilmi yeni


bir hayatla tekrar canlandırmak.

e. Nihayet, Müslümanlar olarak zamanımızın sorun­


larının çözümüne büyük ölçüde katkıda bulunabilecek
bir güçte olduğumuzu böylece göstererek, bütün bilge­
liklerden ve Yahudiler, Hıristiyanlar, Hindular veya hü­
manistler gibi bütün inançlardan, insanın kendi kendine
yeterli olamayacağının farkında olan insanları, ilahi bo­
yutunun bilincini insana yeniden kazandırarak, dünyayı
ahlaki iflas ve ölümden kurtarmak için işbirliği yapmaya
davet etmek.

Hiçbir bölgecilik, hiçbir gelenekçilik, İslamın bu ev­


renselliğini engellememelidir; dünyayı mahvolmaya sü­
rükleyen sapmalardan ve aşırılıklardan kurtarmak için,
İslamın bütün bilgeliklerden ve bütün inançlardan insan­
ları bir araya getirme gibi temel ve asıl görevinden uzak­
laştırmamalıdır.
Roger Garaudy
Sevilla Bildirisi
Sevilla/İşbiliye, 1. Avrupa Müslümanları Kongresi,
19, 20, 21 Temmuz 1985
İSLAM'LA
BATI ARASINDA
SAVAŞ MI?
Kur'anın Açık Bildirisi
I-IZ. İSA, İSLAM'IN
BİR PEYGAMBERİDİR

" vsizlere Ev Edindirme" projesini başlatmasının kır­


E kıncı yıldönümünü kutlamak için 26 Şubat 1994'te
UNESCO tarafından düzenlenen toplantı sırasında dos­
tum Rahip Pierre (Piyer) bana şöyle demişti:

Sen Müslüman dindaşlarına boynunu vurduracaksın


galiba! Çünkü onların kelime-i tevhidini ''Allah'tan başka
ilah yoktur ve Muhammed bir peygamberdir" diye tercüme
ediyorsun. Benim kabul ettiğim de bu. Evet, Muhammed
bir peygamberdir. Fakat ben hep 'Muhammed O'nun tek
peygamberidir' şeklinde duyagelmişimdir. Sanki yegane
peygamber oymuş gibi. Bu ise kabul edilemez, üstelik sade­
ce Hıristiyanlarca da değil!

Ben de kendisine şöyle demiştim: Tanrıya İhtiyacımız


Var Mı? kitabımda ve İslam'la ilgili bütün eserlerimde
verdiğim o tercüme, Kur'an'a kesinlikle ters düşmeyen
gerçek bir tercümedir. Her şeyden önce, dilbilgisi açısın -
dan baktığımızda, Arapça "Muhammed Resul Allah'' ifa-
62 · Roger Garaudy

desinde sadece üç kelime bulunuyor: "Muhammed-Pey­


gamber-Allah". Orada O'nun biricik peygamberidir diye
tercüme etmeye imkan verecek hiçbir bağlaç yok. Öyle bir
tercüme, aslında sadece bir yorumdur. Hem de Kur'an'a
taban tabana zıt, kasıtlı, hizipçi ve bağnaz bir yorum.
Yüce Allah tam aksine Hz. Muhammede şöyle deme­
sini buyurur:

Ben ilk ve tek peygamber değilim!


Ahkaf, 46/9

Yüce Allah ona defalarca şu hatırlatmada bulunur:

Senden önce de nice peygamberler gönderdik.


En'am, 6/42; Hicr, 15/10; Nahl, 16/43;
Rum, 30/47; Mü'min, 40/78

Kur'an açık ve net olarak belirtir:

Muhammed, sadece bir elçidir.


Ondan önce de elçiler gelip geçmiştir.
Al-i İmran, 3/144

Ayrıca, şüphesi varsa, kendisinden önce vahye muha­


tap olmuş kimselere bunu sormasını bile tavsiye eder:

Senden önce kendilerine peygamberler


gönderdiğimiz kimselere sor!
Zuhruf, 43/45

Dahası, bu uyarı aynı ifadeyle üç kere daha tekrarlanır:

Senden önce kendilerine


vahiy verdiğimiz kimselere sor!
Yunus, 10/94; Nahl, 16/43; Enbiya, 21/7
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 63

Yüce Allah Kur'an'da, Yahudilerin peygamberlerine ve


Hıristiyanların Hz. İsa'sına hürmet edilmesini de emre­
der:

Biz, Allah'a ve bize indirilene;


İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve onun
torunlarına indirilene, Musa ve İsa'ya
verilenlerle Rableri tarafından diğer
peygamberlere verilenlere de,
onlardan hiçbiri arasında fark
gözetmeksizin inandık, deyin!
Bakara, 2/136; Al-i İmran, 3/84

Ayrıca şu ayet de var:

Allah'ı ve peygamberlerini inkar eden,


Allah'la peygamberlerini ayrı tutmak isteyen
"Bir kısmına inanır bir kısmını inkar ederiz!"
diyerek ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler,
işte onlar gerçekten kafir olanlardır.
Nisa, 4/150, 151

Dolayısıyla, sevgili Pierre, sen rahat ol, hiç kaygılan­


ma! Çünkü böyle bir tercümemden ötürü benim boynu­
mu vuracak yobazların önce Kur'an'ı kesip budayıp tahrif
etmeleri gerekecek!

Kur'an'a Göre tiz. Isa


Bazı Hıristiyanlar da bana kuşkulu bir şekilde ve biz
Müslümanlara inanmakta zorlanırcasına şöyle bir soru
soruyorlar:
64 · Roger Garaudy

Nasıl olur da bir Müslüman İsa'dan bu şekilde (saygıyla)


bahsedebilir ki?

Bu konuda da ben sözü Kur'an'a bırakıyorum. Çünkü


Kur'an Hz. İsa'dan övgüyle, hatta Hz. Muhammed'den bile
fazla övgüyle bahseder.
En başta Hz. İsa'nın mucizevi bir doğumla dünyaya ge­
lişini anlatırken şöyle der:

İffetini koruyan Meryeme ruhumuzdan üfledik,


onu ve oğlunu, alemler için bir mucize kıldık!"
Enbiya, 21/91

Yani Kur'an'a göre:

Meryem Oğlu İsa Mesih,


Allah'ın peygamberi,
Meryeme ulaştırdığı kelimesi
ve kendinden bir ruhtur!
Nisa, 4/171

Hz. İsa'nın eceli konusunda da Yüce Allah ona şöyle


seslenir:

Şüphesiz, senin hayatına


ben son vereceğim!
Seni kendime yükselteceğim!"
Al-i İmran, 3/55

Bu durum iki kere daha tekrarlanır (Nisa, 4/158; Mai­


de, 5/117).
Böylece Kur'an'da Hz. İsa'ya üç özel nitelik verilir ki
bunlar Hz. Muhammed dahil başka hiç kimseye verilme-
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi · 65

miştir. Nitekim Kur'an'da Hz. İsa; "Mesih': Allah'ın "Keli­


mesi" ve Allah'ın "Ruhu" olarak adlandırılır.
Bu durumda, Cardaillac2 'ın dediği gibi, İspanya Müslü­
manları ile Hıristiyanlar arasında asırlarca süren ilahiyat­
çıların kavgaları ve kalem tartışmaları boşuna yapılmıştır.

Tek Allah İnancı


İznik Konsilinde dile getirilen Teslis konusundaki
Grekçe ifadelerin anlaşılmazlıkları, her türlü karışıklığa/
muğlaklığa yol açsa ve çok sayıda "sapkın mezhep" orta­
ya çıkarsa da, aslında Hıristiyan inancını "üç tanrıcılıkla':
"üç tanrıya'' inanmakla itham etmek doğru olmaz.
Kur'an, tek Allah'a inanmayı güçlü bir şekilde ilan eder:

O, Tek Allah'tır! . . .
O doğurmamıştır, doğurulmamıştır;
O'nun hiçbir dengi yoktur!
İhlas, 112/1.3, 4

Aslına bakarsanız, Hıristiyanlık da bundan daha başka


şey söylemez. Latran Konsili (1215) bunu vurgular, evet,
Joachim de Flore (Joahim de Flore)'nin Teslis konusun­
daki anlayışını yasaklayan bu Konsil, kelimesi kelimesine
şöyle der:

Yüce hakikat (summa res) aynı zamanda Baba, Oğul ve


Ruhülkudüs'tür; bu hakikat doğurmamış ve doğurulma­
mış, ondan başkasından da ortaya çıkmamıştır.

2
Louis Cardaillac (Lui Kardayak), Morisques et Chretiens, Ed. K lincksieck,
1977.
66 · Roger Garaudy

Latince metin, tamı tamına Kur'an'ınki gibidir:

Non est generans, ne que getina, neque procedens.

Demek ki burada ''.Allah'ın birliğini" tartışma konusu


yapacak hiçbir şey yoktur. Bütün mesele, bu hakikatin
Grek dilinin kavramlarına indirgenemeyen karmaşıklı­
ğından ileri gelmektedir.

tiz. İsa İlah De8ildir!


İncil veya Kur'an tarafından değil de, yine ilahiyatçıla­
rın kelime oyunları yüzünden ortaya çıkan diğer bir yan­
lış tartışma da, Hz. İsa'nın ilahlığı meselesidir.
Kur'an'da şöyle denilir:

Allah katında İsa'nın durumu


Adem'in durumu gibidir.
Allah onu topraktan yarattı
ve sonra "Ol!" dedi;
işte (insanoğlu böylece) ortaya çıktı.
Al-i İmran, 3/59

Demek ki Hz. İsa, tıpkı Hz. Adem gibi doğrudan doğ­


ruya Allah'ın yarattığı bir insandır (zaten Aziz Pavlus bile
ona "Yeni Adem" adını verir; bakınız: Romalılar, 5/15; 1.
Korintliler, 15/45; 2. Korintliler, 11/3).
Ayette geçen "ve sonra (ona) ol dedi" ifadesi için kul­
lanılan Arapça kelime, ''Allah'ın Kelimesi" olan Hz. İsa'yı
belirtir.
Hicretin 10. yılında inen yukarıdaki ayet, Hz. Muham­
med ile (Hz. İsa'yı ''.Allah'ın Oğlu" olarak gören) Necran
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi • 67

Hıristiyanları arasında geçen ve Hz. İsa'nın ilahlığı konu­


sunda yapılan tartışmayla (Al-i İmran, 3/61) ilgilidir.
Az önce de gördüğümüz gibi, Hz. İsa'yı Allah'ın "Keli­
mesi': "Ruhu" ve "Mesihi" yaparken Kur'an farklı bir şey
söylemiyor.
Ya İnciller, onlar başka bir şey mi yazıyorlar? İncillerin
hiçbir yerinde Hz. İsa'nın "Ben Allah'ım" dediği kaydedil­
mez!
Hz. İsa, bütünüyle Allah'a teslim olmuş ("İslam" keli­
mesinin yapılabilecek tek tercümesi de ''Allah'a teslim ol­
muş, boyun eğmiş" demektir) Oğul'dur.
Hz. İsa şöyle der: "Ben Tanrı'nın Oğluyum" (Matta,
27/43). Allah tarafından gönderilmiştir (Markos'un 12/6
ve Luka'nın 3 meselleri). Fakat hiçbir zaman Hz. İsa Allah
ile özdeşleşmez!
Hz. İsa'yı kafir diye mahkum etmek için bu karıştırma­
yı kasten yapanların Yahudiler olduğu, Yuhanna İncil'in­
de bize haber verilir. Nitekim Hz. İsa'nın Şabat Günü'nü
(Cumartesi günü dinlenme) yasağını çiğneyip de "Babam
hala çalışıyor, ben de çalışıyorum!" (Yuhanna, 5/ 17) deme­
sinin ardından, Yahudiler ( onlara göre Mesih, Allah değil
de, Allah'ın bir elçisi olacağı için) bu sözü fırsat bilip onun
Tanrı ile özdeşleştiğini ileri sürerler:

İşte bu yüzden Yahudi yetkililer onu öldürmek için daha


çok gayret ettiler. Çünkü yalnız Şahat Günü düzenini boz­
makla kalmamış, Tanrı'nın kendi Babası olduğunu söyle­
yerek kendisini Tanrıya eşit kılmıştı.
Yuhanna, 5/18

Fakat Hz. İsa, kendisinin Allanın dengi olmadığını,


aksine O'na boyun eğdiğini belirterek o yanlış anlamayı
derhal düzeltir:
68 · Roger Garaudy

İsa, Yahudi yetkililere şöyle karşılık verdi: Size doğru­


sunu söyleyeyim, Oğul, Baba'nın yaptıklarını görmedikçe
kendiliğinden bir şey yapamaz. Baba ne yaparsa, Oğul da
aynı şeyi yapar. Çünkü Baba Oğul'u sever ve yaptıklarının
hepsini O'na gösterir. Şaşasınız diye O'na bunlardan daha
büyük işler de gösterecektir.
Yuhanna, 5/19-20

Hz. İsa, Yuhanna İncil'inde "Baba ve ben biriz!" (Yu­


hanna, 10/30) dediği zaman, gaybda olan Allah'ı söz ve
davranışlarıyla görülür hale getirdiği açıklamasını da he­
men yapar. Onu görmek, onu gönderen Allah'ı görmektir:

Beni gören, beni göndereni görür!


Yuhanna, 12/45

ilave eder:

Ben kendiliğimden konuşmadım! Beni gönderen Ba­


ba'nın kendisi, ne söylemem ve ne konuşmam gerektiğini
bana buyurdu!
Yuhanna, 12/49

Hz. İsa Baba'nın iradesini yerine getirir ve O'nun ira­


desini kendisininkinden daima ayırt eder, hatta ölürken
bile:

Tanrım, Tanrım, beni neden terk ettin?


Matta, 27/46 ve Markos, 15/34

Baba, senin isteğine uygunsa, bu kaseyi benden uzak­


laştır. Yine de benim değil, senin istediğin olsun!
Luka, 22/42
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 69

Ben kendiliğimden hiçbir şey yapamam! İşittiğim gibi


yargılarım ve benim yargım adildir. Çünkü gayem, kendi
istediğimi değil, beni gönderenin istediğini yapmaktır.
Yuhanna, 5/30

fiz. İsa'nm Tanrılık İddiası Olmadı


Bütün bunlardan sonra, peki, Hz. İsa nerede iddia edi­
yor kendisinin Allah olduğunu, O'nun dengi olduğunu?
Hz. İsa'ya eski ilahların, yaratma veya hükmetme gibi,
sıfatlarını sıklıkla yükleyen Aziz Pavlus bile, "itaat" ve
"baş" şeklindeki kendi "hiyerarşi" anlayışını ifade eder­
ken şöyle der:

Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih'in


başı da Tanrı'dır!
1. Korintliler, 11/3

Şurada da, yani Pavlus'un "Tanrılığın bütün doluluğu


bedence Mesih'te bulunuyor!" (Koloseliler, 2/9) şeklindeki
sözünü yorumlama konusunda da, hangi tartışmalarla za­
man harcayacağız? Acaba bu, Aziz Irenee'nin dediği gibi,
"Oğul, görünmez Tanrı'dan görebildiğimiz her şeyi görünür
kılar!" (Adversus Haereses, 4/6, 6) anlamına mı geliyor?
Yoksa "görünür"ü, yani Hz. İsa'nın (Pavlus'un asla sözünü
etmediği) sözlerini ve eylemlerini unutarak, Hz. İsa'nın
kendisinden hareketle (Elçilerin İşleri, 28/23) yeniden mi
oluşturulacak?

Benim söylediklerim, peygamberlerin ve Musa'nın önce­


den haber verdiği olaylardan başka bir şey değildir!
Elçilerin İşleri, 26/22
70 · Roger Garaudy

Atalarımızın Tanrısına kulluk ediyorum!


Elçilerin İşleri, 24/ 14

Kutsal Yazılardan hareketle Pavlus, açıklamalar yapı­


yor ve Mesih'in acı çekmesi ve ölüleri diriltmesi gerektiğini
delillendiriyor ve 'size duyurmakta olduğum İsa, Mesih'tir'
diyordu.
Elçilerin İşleri, 17/2, 3

Bu tür ifadeler, o mesajdaki yegane ve şu yepyeni olap


hususu tamamen silip atar: Hz. İsa bize Yahudilerin,
Greklerin ve Romalıların ilahlarından büsbütün farklı bir
Tanrı'yı tanıtır.
Son olarak, "Tanrı'nın Oğlu" ifadesinin İnciller'de sa­
dece Hz. İsa için kullanılmadığını da ekleyelim ...
En basit meseleleri dahi anlaşılmaz hale getiren sko­
lastik teolojiden önce, Kilise Babaları3, İncil'in mesajını
şöyle özetlemişlerdi:

İsa, kendisi neyse insan da o olsun diye, insan olmayı


istedi.
Kartaca Piskoposu Aziz Cyprien, Putlar İlahlar Değildir, 11, 5

İncillerin dediği işte budur. Bereket versin İnciller,


Grek filozofları, ilahiyatçılar ve dilbilimciler tarafından
yazılmadı, basit insanlar tarafından kaleme alındı. Tıpkı
Allah'ın peygamberleri gibi... Çoban Hz. Amos'tan işçi
Hz. İsa'ya veya okuma yazma bilmeyen kervancı Hz. Mu­
hammed'e kadar...
İncilleri yazanlar açısından, bütün insanoğullarının,
Tanrı'nın oğulları oldukları açık ve netti.
3
Kilise Babaları veya Eski Kilise Babaları, Hıristiyanlık'ta yazıları din konusun­
da kural olarak kabul edilen kişilere verilen isim.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 71

Nitekim İnciller bu konuda bizde hiçbir tereddüt ve


şüpheye yer bırakmaz:

Yüceler Yücesinin oğulları olacaksınız!


Matta, 5/9; Matta, 5/45 ve Luka, 6/35

Allah'ın çağrısının muhatapları olarak:

Ne mutlu barışı sağlayanlara, çünkü onlara Tanrı oğul­


ları denecek!
Matta, 5/9

Pavlus da şunu yazar: Hepiniz Tanrı'nın oğullarısınız!


Galatyalılar, 3/26

Tasavvufi 5akı� Açısından liz. İsa


Kur'an'da Hz. İsa'dan sıkça bahsedilmesi, İslam ile Hı­
ristiyanlığın derin manevi bir buluşmasının kaynağını
oluşturur. Bu manevi buluşmayı biz en çok da, kaleme
aldıkları uzun manzumelerinde, İslamın içselleştirilme­
sini ve İslami muhabbetin boyutlarını dile getiren büyük
mutasavvıflarda görürüz.
Madam Siauve (Siov), Gazzalf'de Allah Aşkı, 12. Yüzyıl
Başında Bağdat'ta Bir Aşk Felsefesi4 kitabında, Gazzali'de­
ki aşk anlayışının temel ilkesinin şu olduğunu hatırlatır:

Sevilen her nesne aracılığıyla bizim asıl sevdiğimiz Al­


lah'tır5.

4
L'Amour de Dieu Chez Ghazali, Une Philosophie de l'Amour a Bagdad au De­
but du XIIe siecle. Ed. Vrin, 1936.
5
s. 151.
72 · Roger Garaudy

Bu sevgi anlayışı, İslami bakış açısının ana fikri olan


şeyden, yani tevhid'den kaynaklanır.
Tevhid, insanın ''ancak Allah sayesinde var olduğu ve
ancak Allah'ın hareket ettirmesiyle hareket ettiği6 " bilinci­
ne erişidir. Bu bilinç ise, Hıristiyanlık'ta da olduğu gibi,
bizdeki bütün yeri Allah'a, Bir'e ve Bütün'e bırakmak için
"nefisten/benlik davasından" kurtulmayı gerektirir.
Hıristiyan mistisizmi ile İslam tasavvufu arasındaki o
derin birlikteliğin temeli budur. Bu birliktelik, İbn Arabi
ile Aziz Jean de la Croix (Jan dö la Kruva) arasında, üç
yüzyıl arayla, manevi kardeşlikte zirveye ulaşacaktır7 •
Buharı, Müslim ve Ebu Davud'da yer alan bir hadiste
şöyle denilir:

Peygamberler aynı kökene sahip kardeşlerdir.


Anneleri farklıdır, fakat dinleri birdir.
Benim kendisine en yakın olduğum peygamber,
Meryem Oğlu İsa'dır, çünkü onunla
benim aramda başka hiçbir peygamber yoktur.

Sufiler Hz. İsa'yı, insanın ve Allah'ın kimliğinin bizzat


sembolü kabul ederler. Bir'in ve Bütün'ün göstergesi ola­
rak görürler. Aşkı ise, onların birlik ve birlikteliklerinin
ikili ifadesi şeklinde tasavvur ederler.
İbn Arabi, "Birlik içinde yer alan temel ikilik" adını ve­
rir buna.
6
S. 262.
7
Rahip Miguel Asin Palacios'un İbn Arabi hakkındaki şu önemli kitabına ba­
kınız: Hıristiyanlaşmış İslam/Islam Christianise, Tredaniel Yayınları, Paris,
1982. Sufi Hallac için de Louis Massignon'un dört ciltlik Hallac'ın Çilesi/La
Passion de Hallac, Gallimard Yayınları 1975 ve Henri Corbin'in eserlerine,
özellikle de dört ciltlik İran İslam'ı/Islam Iranien kitabına bakınız, Gallimard
Yayınları, Paris, 1972.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 73

Attar, idam edilen Hallac'a şu şiirini ithaf eder:

İsa gibi ben de, Bütün'ün ruhunu açığa vurayım diledim,


"Ene'l-Hakk" demişim Bütün'ün özünü vereyim istedim.
Aşk İncilinin (Müjdesinin) taşıyıcısı İsa gibiydim her an,
Darağacında o aşkı en tepe noktasına taşıyorum şu an!8

Sufiler için Hz. İsa tarafından verilen ana mesaj (ki on-
lar bunu kendilerinin mesajı olarak da görürler) şudur:
En yüce niteliğe kavuşmuş olan aşk! Bütün varlıklar
gibi Allah'tan gelen ve yine O'na dönen aşk!
Şebüsteri (v. 1320) Gülşen-i Raz kitabında, Hz. İsa
imajı içinde, fena (kişinin kendi nefsini öldürüp Allah'ın
varlığında benliğini yok etmesi) ile keşf (Allah'ın tecellile­
rini temaşa etme) arasında bir bağ kurarak şunları yazar:

Hıristiyanlığın gayesi, bizi 'nefs'imizden kurtarmak ve


dini mekanik bir şekilde uygulamaktan çekip almaktır.
Hz. İsa bu hakikati kendi hayatında apaçık göstermiş­
tir...
Siz aşağılık "nefs"inizden arınırsanız, o ilahı ve saf Rab­
bin varlığını keşfedebilirsiniz ...
Kim "nefsin" elinden yakasını kurtarırsa, melekleşir ve
Allah'ın Ruhu Hz. İsa gibi dördüncü kat göğe yükselir.

Gazzali, Hz. İsa'nın bir cüzzamlıyı iyileştirmesinden


bahsederken, Hz. İsa'nın en çok sevdiği şeyin ne olduğu­
nun altını çizer:

En sıkıntılı, en felaketli anlarda bile Allah'ı tanıyıp bilme


mutluluğuna eren kişinin imanıdır bu9!
8
Zikreden Michel Hayek, İslam'ın Mesihi/Le Christ de l'Islam, s. 234.
9
ihya, c. 4, böl. 36/16
74 · Roger Garaudy

Resmi Hıristiyanlığın derin sapkınlığına bizzat şahit


olduğu o Haçlı Seferleri sonrasında bile Mevlana (1207-
1273) Hz. İsa'yı şu övgü dolu sözlerle anıyordu:

Her taraftan topal, kör, çolak, düşkün bunca halk top­


lanırdı.
Onun pak nefesiyle şifa bulmak için sabahtan İsa'nın
kapısına gelirlerdi ...
Sen de ... bu dinin sultanlarının himmetiyle iyi oldun.10
İsa'nın nefesi seni yeniden dünyaya getirir, sana güzellik
ve rahmet bahşeder1 1•
İsa ölümü kovar12•
İsa ... göğe çıktı, çünkü meleklerle aynı tabiattandı13•
Meryem Oğlu İsa, dördüncü kat semanın en yukarısına
ulaştı 14•
Küllf ruh, cüz'ı ruhla birleşti. O da bu güzel feyizle gebe
kaldı, Meryem'in gönülleri Allah'a yükselten bir İsa'ya gebe
kaldığı gibi 15•

İbn Arabi, Hz. İsa'yı "veliliğin mührü" olarak adlandırır:

Evet, bu hatemü'l-evliya, dünyada bir eşi benzeri daha


bulunmayacak olan bir nebidir.
O ruhtur. Kutsal Ruh'un ve Hz. Meryem'in oğludur. Bu,
başka hiçbir kimsenin eremeyeceği bir makamdır.

Bir başka sufıden, Ebu Yezid'den bahsederken onu bize


şöyle tanıtır:
10
Mesnevi, 3/300-309.
11
Mesnevi, 1/1910-1911.
12
Mesnevi, 3/4258.
13
Mesnevi, 4/2672.
14
Mesnevf, 2/920.
15
Mesnevf, 2/1196-1199.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 75

Onun müşahedesi (Yaratanı yaratılmışta, Hakk'ı halk­


ta görme, her zerrede Cenabıhakk'ın varlığına şahit olma)
Mesihıdir 16, çünkü o hayatı var eden nefesi almıştır.

Hz. İsa'nın dünyaya tekrar "dönüşü" sfı.fılerce kabul


gören bir görüştür:

Ahir zamanda Hz. İsa yeryüzüne tekrar geldiğinde, Hz.


Muhammed'in şeriatını tasdik ve tatbik edecek ... Çünkü
bu son şeriattır ve bu şeriatın Peygamberi de Peygamberle­
rin Mührüdür. Hz. İsa adil bir hakem olacak, zira artık o
zamanda ne Müslüman bir sultan, ne imam, ne kadı, ne de
müftü olacak... Müminler onun etrafında toplanacaklar ve
onu kendilerinin hakimi ilan edecekler, çünkü ondan başka
o makama daha layık hiç kimse olmayacak.
Allah onu kendisine yükseltmiştir, ahir zamanda velile­
rin mührü olarak yere indirecek ve Hz. Muhammed'in şeri­
atına göre adaletin uygulanmasını emredecektir. 17
"İspanya Müslümanları ile Hıristiyanlar 18 " arasında
asırlar öncesinin geleneksel tartışmaları, esas itibariyle
Allah'ın insan şekline bürünmesi meselesi ile Teslis üze­
rinde yoğunlaşıyordu.
Hz. İsa'nın tecessümü (Allah'ın ete kemiğe bürünerek
insan olarak görünmesi) ve ilahlığı konularını daha önce
ele alıp izah etmiştik.
Teslise gelince, sfı.fılerin bu konuda reddettikleri şey,
İznik'te yapılan Grek ifadesidir. Homoousios şeklindeki
bu ifadenin İncil'de yeri yoktur ve sadece "ousia/cevher"in
Grek kategorilerine göre bir anlamı vardır.
16
Füsus, İsa Kelimesindeki Hikmet, s. 130.
17 İbn Arabi, Fütuhat, 4/215 ve ayrıca 1/569, 2/139.
18
Louis Cardaillac'ın kitabının adı, bu kitaptan daha önce bahsettik.
76 · Roger Garaudy

Daha başlarda da söylediğimiz gibi, aşkın (müteal)


Mesihi tecrübe, bu tecrübeye tamamen yabancı olan He­
len dili ve kültürüyle ifade edilemez.
Sufi Ruzbihan-ı Bakli (1121-1209) bu "Teslis"i kendi
evrensel formülüyle şöyle ifade eder:

Alemlerin var olmasının ve alemlerin oluşumunun ger­


çekleşmesinin öncesinden itibaren İlahı Varlık kendi başına
aşk, aşık ve maşuktu 19•

Marifet (Allah'ı bilip tanıma), mükaşefedir (kalp gö­


züyle biliştir). O bilgiye erişince, ister istemez ondan mu­
habbet hasıl olur. Gazzali, İhya, C. 4, böl. 34/6
Şebüsteri, biri Müslüman delikanlı diğeri Hıristiyan
kız olan iki aşık arasındaki şu konuşmayı nakleder:

- Allah tek iken nasıl olur da O, aynı zamanda Baba,


Oğul ve Ruhu'l-kudüs diye adlandırılabilir?
- Ebedı-Ezeli Güzellik, O'nun göz kamaştıran yüzünü
üç aynada yansıtmıştır2° ...

Bütün ikon kırıcılıklara (geleneklere karşı çıkmalara)


rağmen, her şey o güzelliği ortaya çıkarabilir.
Şamlı Aziz Yahya'nın ikonun21 gizliyi açık edici değeri
hakkında yazdığı harikulade yazılara, Şebüsteri'nin Gül­
şen-i Raz'ın son sayfalarında sorduğu şu soru iyi bir kar­
şılıktır:
19
Abherü'l-Aşıkin/AşkBağlılarının Yasemini, 7/197.
20
Gülşen-i Riız.
21
İkon veya ikona, Ortodoks Hıristiyanlarda, Hz. İsa, Hz. Meryem veya Hıris­
tiyan azizlerin, geleneksel olarak tahta üzerine yapılmış, kutsal kabul edilen
resimlerine ya da küçük heykellerine verilen ad.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 77

Hıristiyan ikonları nasıl bir ışıkla aydınlatılmış ki yüzle­


rinden böyle bir ışıldama yayılıyor?

İbn Arabi, İbrahimi mesajın sürekliliğinin bu bilincini


en uç noktasına kadar götürür:

Hıristiyanlar ve vahyolunmuş bir dinden olan kimseler,


İslam'a girdiklerinde aslında din değiştirmiş olmazlar22•

Bir şiirinde şunları dile getirir:

Benim kalbim açıktır sonuna kadar bütün inançlara,


Hıristiyanların manastırına, putların tapınağına da!
Kuran ayetlerine de yer var Tevrat levhalarına da!

Aşk, kendi kervanını hangi yola, hangi ize götürse,


Takip ederim o kervanı her yerde her an sessizce.
İnancın tek yolu vardır, aşktır aşk, bunu bilsenize23!

22 Fütuhat, 4/166.
23 Tutkulu Aşkın Söyledikleri.
İSLAM'IN HASTALIĞI:
İSLAMCILIK

obazlık, büt�n dinlerin bir hastalığı olduğu gibi, İs­


Y lamcılık da Islam'ın bir hastalığıdır.
Yobazlık, mutlak hakikate tek kendisinin sahip ol­
duğunu iddia etmek, bunun sonucu olarak da o inancı
herkese zorla, gerekirse silahla kabul ettirmenin sadece
hakkına sahip olmakla kalmayıp, bununla yükümlü oldu­
ğunu da sanmaktır.
Bu açıdan bakıldığında, aslında bir numaralı yobazlık,
Batı sömürgeciliğidir.
Batı, sömürgeciliğin daha en başındayken, kendini
bütün milletlerden üstün görerek, yaptığı bütün istila ve
işgalleri haklı göstermek için, seçkin bir halk olma ayrıca­
lığını kendisinde taşıdığını ileri sürdü.
Kendi dininin de diğer dinlerin hepsinin üstünde ol­
duğunu iddia ederek, Hıristiyanlığı bütün dünyaya yay­
maya ve kabul ettirmeye çalıştı. Hıristiyanlığın zayıflama­
sıyla birlikte daha sonra bundan vazgeçti, fakat kendisini
dünyanın merkezi ve bütün değer yargılarının tek yaratı­
cısı olarak görmeye devam etti.
19. yüzyıldan itibarense, "modernite" adını verdiği
teknik ve ticari kültürünü dünyaya zorla kabul ettirme
iddiasına kalkıştı.
80 · Roger Garaudy

"Çin kültür devrimi"nden "İslamcılık"a kadar bütün


öteki bağnazlıklar, gerçekte, Batı'nın o sömürgeci yobaz­
lığına karşı ortaya çıkan tepkilerdir.
Bağımlılığa karşı kendini savunmak, ithal edilen kül­
türe karşı çıkmak gayesiyle, arkaik ve mitolojik de olsa,
kendi kimliğini muhafaza etmek için "kaynaklara': yani
geçmişte yer alan uzak bir altın çağa, "geri dönmek" gibi
tepkilerdir bunlar.
Kendi kültürünü, diğer kültürler arasında bir kültür
olarak değil de, tek kültür olarak gören Batılının bu id­
diasına karşı İslamcılar, ''Allah'a teslim oluş" demek olan
İslamın evrensel karakterini unutarak, "hakikatin tekeli
bizdedir" zihniyetinden hareketle bir "İslamlaştırma'' ef­
sanesiyle meydan okuyorlar.
Hegemonyacı, sömürgeci veya imparatorluk amaçlı
bir birliği değil, tam tersine, her kültürün evrensel kül­
türe katkısıyla gerçekleşecek senfonik/ahenkli bir birli­
ğini sağlayacak ve kültürün hakiki bir evrenselleşmesini
arayacak yerde, İslamcılar kendi içlerine büzülmeyi ter­
cih ediyorlar.
Ancak, İslamcılığı, İslam dünyasında milliyetçi veya
sosyalist projelerin sırf başarısızlığından ötürü doğmuş,
tamamen yeni ve hepten zararlı bir akım olarak görmek
de yanlıştır.
Aynı şekilde, İslamcılığı, İran devrimi örneği veya
(Körfez Savaşı sırasında askıya alınan) Suudi finansmanı
gibi dış etkilere indirgemek de doğru olmaz (gerçi, dış te­
sirler İslamcılığı etkileyip yönlendirmede veya saptırma­
da önemli rol oynamışlar, fakat bu hareketin kaynağı veya
kökeni onlar değildir).
Ayrıca, Ekim 1988cleki sosyal patlamadan sonra, Fili­
pinler'den Venezuela'ya kadar diğer kıtalarda görüldüğü
21. Yüzyılda İslamın Dirilişi· 81

gibi, İslamcı hareketi sadece Uluslararası Para Fonu'nun


(IMF'nin) ekonomik ve siyasi istismarlarına karşı bir tep­
ki olarak görmek de yanlıştır.

Islamcı Hareketin Kayna<31


Günümüzdeki İslamcı hareketlerin derin kaynakları,
19. yüzyılın ikinci yarısına, yani Nahda (İslam dünyasının
uyanışı) hareketinin doğduğu zamanlara kadar uzanır.
İslamcı hareket, Ernest Renan (Ernest Rönan) ile Sor­
bonne Üniversitesinden Tartışma Günlüğü (Journal des
Debats) gazetesine taşınıp devam ettirilen hararetli bir
polemikle manidar bir şekilde 1883 yılında başlatan Af­
gani (v. 1897), peşinden Muhammed Abduh (v. 1905),
onun ardından da Reşid Rıza (v. 1935) ile doğmuştur.
Daha sonra Hasan el-Benna (v. 1949), Hindistan'da Mu­
hammed İkbal (v. 1938), Cezayir'de Malik Bin Nebi (v.
1973) ve Şeyh İbn Badis (v. 1940) gibi düşünürlerle de­
vam ettirilmiştir.
Bu düşünürler silsilesinin ana tezleri açık ve nettir.
Temel sorun, öncünün, yani Afgani'nin eseriyle ortaya
konmuştur.
Bu sorun, hem Osmanlı Devleti'nin siyasi gerilemesi
ve İslam hukukunun arkaik bir yorumuyla kendini göste­
ren manen kemikleşmesiyle, hem de bu siyasi çöküşü ve
bu fikri büzülüşü hızlandıran Batı sömürgeciliğinin yayıl­
masıyla baş göstermiştir.
Afgani, bir asır boyu devam edecek ve iki temel eksen-
de gelişecek şu araştırmaların yolunu açtı:

1. İslam'ın hem siyasi, hem de manevi yönden dirilişi,


Kur'an'ın yeni bir okumasını gerektirir. Elbette bu okuma,
82 · Roger Garaudy

resmi/devlet güdümündeki ulemanın kurumuş ve kuru­


tucu yorumlarından arınmış bir okuma olmalıdır.

2. "Modernite" meselesi, insanın nihaı gayeleri prob­


lemini dışlayan ve aklı, askeriyeden iktisada ve kültüre
kadar sömürgeciliğin esasını oluşturan güç ve servetin
teknik imkanlarını araştırmaya indirgeyen ve adına "mo­
dern'' denilen Batılı bir ideolojiden hareketle ele alınma­
malıdır.

Bir yüzyıl içinde çok sayıda değişim ve sapmalar yaşa­


yacak olan İslamcılığın ilk ilham kaynağı işte budur.
Her şey, İslamın temel prensibi olan tevhide, yani sa­
dece Allanın birliğine değil, aynı zamanda evrensel insan
topluluğu da dahil, bütün varlıkların birliğine göre şekil­
lendirilmelidir.
İslamın özelliği, der Afgani, Batı'nın budanmış akıl­
cılığının -araçlara tapan dini uyarınca- anlamsızlığa
mahkum ettiği bir dünyada, her eyleme bir amaç kazan­
dırmaktır.
Tevhid (birlik doktrini), yaşayan İslamın tüm eleştirel
düşüncesinin ana düsturudur. O yüzden, fosilleşmeye
yüz tuttuğunda, kendi geleneğimizi sorgulamak da işte
bu ana düsturun gereğidir.
Ernest Renan'a verdiği cevabında (18 Mayıs 1883 ta­
rihli Journal des Debats gazetesi) Afgani, 8. yüzyıl orta­
larından 13. yüzyıl ortalarına kadar İslam'ın bilimlere,
Pirenelerden Himalayalara kadar, nasıl güçlü bir şekilde
destek olduğunu ve İslamın nasıl dünyanın öğretmeni
haline geldiğini gözler önüne serer.
Daha sonra ise İslam dünyası düşüşe geçer. Çünkü
eleştirel düşünme (içtihat) sönükleşmiş ve dinin resmi
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 83

yorumcularının (bütün despot yöneticilerin sevip bayıl­


dıkları) dogmacılığı hüküm sürmeye başlamıştır.

İçtihat, İslam'1n Vazgeçilmezidir


Aynı anlayışla, Muhammed İkbal, İslam'da Dini Düşün­
cenin Yeniden İnşası kitabında şu hakikatin altını çizer:

İçtihat, İslam'daki canlılığın temel taşıdır. 24

Ve şu hatırlatmayı yapar:

Kuran, bir kanunname değildir (. .. ), Kuran'ın gayesi


insanda Allah ve dünya ile ilişkileri konusunda çok güçlü
bir bilincin oluşmasını sağlamaktır25•

Şunu da yazar:

Modern hayatınfarklı şartlarının ışığında, temel hukuk


prensiplerinin yeniden yorumlanması görüşünün kesinlikle
haklı ve geçerli olduğunu düşünüyorum. Kuran, hayatın
sürekli bir yaratış olduğunu öğretir. Bu da, öncekilerin ça­
lışmaları tarafından yönlendirilen, fakat engellenmeyen,
her kuşağın kendi sorunlarını kendisinin çözme hakkına
sahip olmasını gerektirir26•

İslamın geleceği açısından temel ve öldürücü hata, iç­


tihat kapısını kapatıp İslamın bu en canlı hareket ilkesini
tamamen reddetmektir.
24
S. 161.
25 s. 179.
26
s. 182.
84 · Roger Garaudy

Bunun sonucunda da, kendi çağımızın sorunlarını


çözemez hale gelmek ve geleceğe yönelik de hiçbir proje
üretememektir.
"İslamcılık" olarak bilinen şey, İslamın bir hastalığıdır.
Çünkü İslamcılık, gelmiş geçmiş bütün peygamberler
tarafından, Allah adına, açılmış olan ebedi ve evrensel bir
ahlakı yol olan şeriatı, her çağda o dönemin sorunlarını
çözmek için şeriatın ilham verebileceği mevzuatla (fıkıh)
karıştırır.
Bu hastalık bizim karşımıza, mesela, yedinci yüzyı­
lın bir ceza kanununu hiç düşünüp taşınmadan günü­
müze uygulamak şeklinde çıkar (hırsızlık için el kesme
veya zina için kırbaçlama gibi - "fakihler" bir de bunlara,
Kur'an'a ters düşen bir "sünnet" adına "recm/taşlayarak
öldürme" cezasını da ilave ederler).
Aynı kafa, yedinci yüzyılın tarihi şartlarına cevap ve­
ren evlenme, boşanma ve miras paylaşımını, medeni hu­
kuku ve kişi hukukunu (ahval-i şahsiyyeyi) çağımızda da
aynı şekilde yürürlüğe koymanın gerekliliğini savunur.
Kur'an'da tanımlandığı haliyle o ilahı şeriatı, zamana
göre oluşturulan fıkıhla bir görerek, yani şeriatı, tarih bo­
yunca yapıla gelen insanı uygulamalarıyla karıştırarak,
''şeriatı tatbik etme" şeklindeki bu iddia, günümüzde bile
"İslamcılığı" asıl yolundan saptırıyor.
Batı'nın çöküşü ve Batı "hukuku"nun ikiyüzlülüğüyle
ilgili hususlarda, yanı sıra da ABD'nin ve Batılı uşakla­
rının IMF diktasıyla dayatmak istedikleri "pazar/piyasa
tektanrıcılığı27 " ile "işbirliği"ni ve sömürgeciliğin bütün
27
Roger Garaudy'ye göre, tek Tanrılı dinlerden sonra günümüzde ABD'nin ön­
derliğinde "pazar/piyasa tektanrıcılığı" şeklinde yeni bir din ortaya çıkmıştır.
İnsanın manevi boyutlarını tamamen reddeden bu din, bütün yeryüzü insan­
lığını mahvetmektedir. İnsanlık düşmanı ve gayri ahlaki bu korkunç dinin
21. Yüzyılda İslamın Dirilişi· 85

kalıntılarını reddetme konularında yüzde yüz haklı olan


bu hareket, geleceği inşa etme söz konusu olduğunda
adeta felç oluyor.
Halbuki Kur'an şeriatı, Batı'nın modernitesinden fark­
lı bir "modernite"nin mutlaka bulunmasının araçlarının
araştırılması için yol gösterici ilkeler verir.

Büyük &orumluluk Altındayız


Geçmişin büyük hukukçularının/fakihlerinin, kendi
zamanlarının sorunlarını çözmek için gerekli çabayı gös­
tererek (içtihat yaparak) bize örnek verdiği o araştırmayı,
o gayreti bizler de yapmak mecburiyetindeyiz.
Bizler de onlar gibi yapıp, kendi zamanımızın prob­
lemlerinin çözümüne katkıda bulunmalı ve yeni bir fıkhı
yürürlüğe koymalıyız. Bu sorumluluk bizimdir.
Altı bin ayetten beş bin sekiz yüzünü oluşturan o ebe­
di ve ilahi "yolu': yani şeriatı, dönemin şartlarının ifadesi
olan tarihi yasal düzenlemelere ayrılmış 200 ayetten ayır­
mayı aslında bize bizzat Kur'an'ın kendisi öğretir.
Bunlar da Kur'an'da yer alıyor diye, diğerleriyle aynı
düzleme konulamaz.
Öte yandan, şu veya bu hükmün tarihselliği, o ilkenin
aşkınlığını (yüceliğini, ilahiliğini) hiçbir şekilde dışlama­
mızı, görmezlikten gelmemizi gerektirmez.
Nitekim Yüce Allanın bizzat ifadesiyle, yeni durumla­
ra cevap vermek için bir ayetin yürürlükten kaldırıldığı
ve bir başkasının onun yerini aldığı görülür:

gerçeği ve neler yaptığı konusunda Garaudy "Çöküşün Öncüsü ABD" kitabın­


da geniş bilgi verir, çev.
86 · Roger Garaudy

Biz, bir ayetin hükmünü yürürlükten


kaldırır veya onu unutturursak,
mutlaka daha iyisini veya benzerini getiririz.
Bakara, 2/106 ve Nahl, 16/101

İbadet konusunda bile böyle bir değişiklik olmuştur.


Bunun en tipik misali, namazda yönelinecek istikame­
tin, yani Kıblenin değişmesidir. Medine'de, 622 yılında,
Hz. Peygamber tarafından inşa edilen ilk caminin kıblesi
Kudüs'tü, sonra Kur'anın bir ayeti kıblenin değiştirilme­
sini emretti ve bunun izahını da yaptı (Bakınız: Bakara,
2/142-150).
İşte burada da, Yahudi cemaatiyle ilişkilerin bozulması
yüzünden gerçekleşen tarihsel değişimin ötesindeki an­
lam ve gaye, olduğu gibi hiç değişmeden kalıyor:
Kıble değişimiyle, söz konusu olan, hem İbrahimı
inancın birliğini, hem de Ümmet'in, yani İslam toplumu­
nun birliğini vurgulamaktır.
Her iki durumda da, bütün Müslümanlar mekanın
aynı noktasına yönelmektedir. Her iki durumda da İb­
rahim aleyhisselamın "hayatındaki" gözde bir yer, yani
Kudüs veya içinde Kabe'nin bulunduğu Mekke söz konu­
sudur.
Bizzat Kur'an, anlama nispetle olayın göreceliliğinin
altını çizer:

Doğu da batı da Allah'ındır.


Yöneldiğiniz taraf
hangisi olursa olsun,
sonuçta Allah'a yönelirsiniz.
Bakara, 2/115
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 87

Nitekim şöyle de buyurulur:

Ama eğer tehlikede iseniz, yürürken


ve binek (üzerin)de (namazınızı ifa edin)!
Bakara, 2/239

Her türlü bağnazlığa ve her türlü şekilciliğe karşı, Al­


lah bize şöyle seslenir:

Yüzlerinizi doğudan yana ve batıdan yana


çevirmeniz iyilik ( dindarlık) demek değildir!
Bakara, 2/ 177

Allah, kuru ve şekilci bir ibadete karşı, inancımızı iç­


selleştirmemizi bizden istemekle kalmaz, bu imanımızı,
başkaları karşısındaki tutum ve davranışlarla da göster­
memizi ister:

Kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden


başkaları için harcamadıkça
gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız!
Al-i İmran, 3/92

Kur'an'1n &slendi8i Dönem


Kur'anın bazı ayetlerinin "tarihselliği': hiçbir yerde ka­
dınlarla ilgili metinlerde olduğundan daha belirgin değildir.
Kur'an, halka kendi dilleriyle, onların anlayış seviyele­
rine göre, seslenerek mesajın duyulup kabullenilebilme­
sini sağlar.
Nitekim Kur'an, 7. yüzyılın Araplarına, yani Ortado­
ğu'nun "ataerkil" geleneğine ait bir topluluğuna, kadınla-
88 · Roger Garaudy

ra asıl itibariyle alt düzeyde-bir yer veren İbranilerin çiz­


gisindeki bir halka, Aziz Pavlus'un tam anlamıyla kadın
düşmanı bir Hıristiyanlığınkine benzer bir topluluğa hi­
tap ediyordu. Erkek egemen, kabileci geleneğe sahip Arap
Yarımadasının halkına sesleniyordu.
İlahi Mesajın, bu insanların dilinde ve dört bin yıllık
bu ataerkil geleneğinde yer alabilmesi için, bin yıllık şu
"erkekler kadınlardan üstündür" ön kabulüne ilişilme­
mesi gerekiyordu. Yine de, Kur'anda, o ön kabulü hiç de
haklı göstermemekle beraber şöyle deniliyordu:

Allah'ın insanlardan bir kısmını


diğerlerine üstün kılması sebebiyle
ve mallarından harcama yaptıkları
için erkekler kadınların
yöneticisi ve koruyucusudur!
Nisa, 4/3428 •

Hatta kadın geçimsiz ve serkeşçe davranması yüzün­


den dövülebilirdi (Nisa, 4/34).
O dönemdeki halkın diliyle, o halkın geleneğine ve on­
ların anlayış seviyesine göre hitap eden Kur'an, mesela bir
erkek yerine iki kadının şahitliğini (Bakara, 2/282) veya
bir savaşta galip gelenin esir kadınlar üzerinde hak sahi­
bi olduğunu (Nisa, 4/25) yahut da kadının erkeğin tarlası
olmasını ister istemez kabul edecekti.
28
Yahudi geleneğinin önemli kitaplarından biri olan Sirak kitabında şöyle deni­
lir: "Kadınının sana egemen olmasına imkan verme!" (33/20).
Hıristiyan geleneğinde Aziz Pavlus şunu yazar: "Kadının başı erkektir!" (1.
Korintliler, 11/3). Efeslilere yazdığı mektubunda bunu daha da açar ve şöyle
der: "Ey kadınlar, kendi kocalarınıza Rabbe tabi olur gibi tabi olun! ... Kadınlar
da her şeyde kocalarına tabi olsunlar!" (5/22 ve 5/24).
Yakın Doğu'nun bu geleneğini devam ettiren Kur'an şunu açıkça belirtir: "Bu
kitap, kendinden öncekileri doğrulayan bir Kitap'tır!" (Ahkaf, 46/12)
21. Yüzyılda İslfım'ın Dirilişi· 89

Belirli bir dönemin ve belirli bir toplumun halklarına


özgü bu dilden (ve bu görenekten) hareketle Kur'an, her
şeyden önce o geleneğin zararlarını sınırlar:
Çocukların öldürülmesini, daha doğrusu, İslam öncesi
Arapların kızları öldürme geleneğinin devam ettirilmesi­
ni yasaklar (Nahl, 16/59; Tekvir, 81/8-9).
Çok eşliliğe izin verilir, ancak bu, gündelik hayatta pek
az uygulanabilecek şekilde şartlara bağlanır (Nisa, 4/ 3).
Kur'an'ın çok eşlilik konusundaki bu kısıtlamasını, ta­
rihi ve teolojik bağlamı açısından çok daha iyi değerlen­
direbilmek için, Hz. Davud'un hareminden ve Hz. Süley­
man'ın 700 karısı ile 300 cariyesinden (1. Krallar, 11/1-3)
bahseden Eski Ahit'in çok eşliliği herhangi bir kısıtlama
olmaksızın kabul ettiğini hatırlatmakta fayda var.
İmparator Şarlman döneminde (Kur'anın vahyedili­
şinden yaklaşık iki yüzyıl sonra bile) papazlar çok eşliy­
diler, ancak Papa 7. Gregorius (1020-1085) zamanındadır
ki rahiplere bekar kalma yemini ettirilmeye başlandı.
Hz. Peygamber döneminden itibaren kadınlara boşan­
ma hakkının verildiğini hatırlatmaya gerek var mı? Nite­
kim Hz. Muhammed'in hanımı Ümeyme (binti el-Cevn)
boşanmak isteyince, ona bu hakkı tanıdı ve kendisine ar­
mağanlar bile verdi (Buharı, 68/3).
Halbuki Batı'da kadına boşanma ve kendi malına sahip
olup kullanma hakkı ancak 20. yüzyılda tanındı.

Kadın Hakları Meselesi


Arap toplumunda, ailenin ve anne babanın bütün
yükümlülüklerinin ve bugün "Sosyal Güvenlik'' olarak
adlandırabileceğimiz her şeyin, kocaya ait olduğu göz
önüne alındığında, erkek çocuğun mirastaki payının
90 · Roger Garaudy

elbette kız çocuğununkinin iki misli olması gerekecekti


(Nisa, 4/11).
Bütün bunlar, belli tarihi şartlarla çok yakından ilgili­
dir, o şartlarda da ''Allah'ın kanunu böyledir" (Nisa, 4/13).
Bu kanun, kadınların (eşlerin veya kızlarının) miras hak­
larının olmadığı İslam öncesi, Yahudi, Hıristiyan, Grek
veya Roma toplumlarına nispetle çok önemli bir ilerle­
meyi gösterir.
Bizler o kanuna baktığımızda, bugün birçok Müslü­
man ülkede hüküm süren ayrımcılığı, yani kadınlar aley­
hindeki ayrımcılığı haklı çıkaracak hiçbir şey göremeyiz!
Bu ayrımcılık, bir tür Yakındoğugeleneğinden kaynak­
lanmaktadır, asla ve kat'a İslamdan değil!
Hz. Peygamber ile "Raşid Halifeler" (ilk dört halife)
zamanında, bir iş ve görev bölümü olmasına rağmen, ka­
dınlar herhangi bir sosyal faaliyetten dışlanmadılar. Sa­
vaşta bile onlar sadece hemşireler (Buharı, 56/ 67-68) de­
ğil, basbayağı askerdiler (Buharı, 56/62-63, 65). Kadınlar
ticaretle de uğraşıyorlardı (Buharı, 11/40).
Halife Hz. Ömer, bir kadıni Medine çarşısının zabıtası
olarak tayin etmişti.
Hz. Peygamberin hanımı Hz. Aişe din dersleri veriyor­
du.
Hz. Ömer hutbesinin bir kadın tarafından kesilmesin­
den rahatsızlık duymuyor ve kadına haklı tenkidinden
dolayı teşekkür bile ediyordu.
Bütün ayrımcılıklar, bir ülkenin ya da çağın tarihine
aittir ve bu bağlamda Kur'an, bir kopuşun dönüm nokta­
sını işaret eder.
Kur'an, Allah'ın erkek olsun, kadın olsun iyilik ya­
panlarla kötülük yapanlar arasında ayrım yapmadığını
yedi yerde hatırlatır (Nisa, 4/124; Ra'd, 13/23; İsra, 17/40;
21. Yüzyılda islam'ın Dirilişi· 91

Mü'min, 40/40; Zuhn1f, 43/16-17; Fetih, 48/6; Hadid,


57/18).
Tarihin bütün iyi kötü gidişlerinin ötesinde Kur'an, er­
kek ve kadın arasındaki tüm hiyerarşiyi ortadan kaldırır
ve onların sadece "eşitliklerini" veya "tamamlayıcılıkları­
nı" değil, "ontolojik birliklerini" de kurarak, Nisa/Kadın­
lar suresinin birinci ayetinde, şu asıl gerçeğin altını çizer:

Rabbiniz sizi tek bir varlıktan yarattı!

Tek bir varlık ikiye bölünür, şerefçe eşittirler, sadece


işlevleri bakımından farklıdırlar.

Kur'an'ın Quhunu Kavramalıyız!


Kur'anın ruhuna gerçekten sadık kalınarak yapılacak
asıl iş, İslam geniş topraklara hükmeden bir devlet hali­
ne geldiğinde, büyük İslam fakihlerinin (hukukçularının)
gösterdikleri o çabanın aynısını bugün de gerçekleştir­
mektir.
Onlar, yüz yüze geldikleri durumlar ve sorunlar karşı­
sında, Kur'an ayetlerini yorumlama (içtihat) yoluna git­
tiler.
Tekrar edelim, bizim için önemli olan, onların o ta­
rihi dönemde gerçekleştirdikleri yöntemlerden, bugünün
sorunlarının çözümlenmesine imkan veren temel esasları
bulup çıkarmasını bilmektir.
Kur'anın tarihselliği, vahyin ebedi mesajının, belirli
bir halka, o halkın tarihinin belli bir döneminde, bu me­
sajı anlamalarını sağlayan bir dilde hitap etmesinden de
kaynaklanır.
92 · Roger Garaudy

Biz her elçiyi, mutlaka kendi halkının diliyle


(vahyedilmiş bir mesajla) gönderdik ki,
(hakkı) onlara açık (ve dolaysız)
bir biçimde ulaştırabilsin!
İbrahim, 14/4

Her çağa özgü vahyf bir mesaj vardır!


Ra'd, 13/38

İlk hadis kitaplarının yazarları, her ayetin hangi kesin


ve belli bir tarihi ortamda, hatta bazen Peygamberimizin
hayatındaki en ufak olaylara bağlı olarak "indiği" konu­
sunda bilgi vermeye büyük özen gösterirlerdi.
Peygamberimizin içinde yaşadığı toplumda ortaya çı­
kan ve çözümünü aradığı bir soruya veya soruna her za­
man Allanın "o tarihle doğrudan alakalı" açık ve net bir
cevabı söz konusuydu.
Bu "tarihsellik", mesajın evrensel ve ebedi değerini hiç­
bir şekilde ortadan kaldırmaz.
Çünkü gerek Mekke'nin dini cemaatindeki, gerekse
Medine'nin birbirinden ayrılmaz dini ve siyasi cemaa­
tindeki sorunlara, Allanın bu müdahalelerinin her biri,
bütün halklar ve bütün zamanlar için geçerli bir davranış
düsturu/bir eylem ilkesi içerir. Dolayısıyla da bu düstur,
o dönemin ve o ülkenin somut şartlarıyla bağlantılı özel
bir şekil alır.

Tarihsel Yan ve Ebedı Yan


Kur'an kölelere nasıl davranılacağından söz ettiğinde,
mesela "Putperest bir kişiden inanmış bir köle kesinlikle
daha iyidir!" (Bakara, 221) dediğinde, köleliğin olduğu
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi · 93

bir topluma "inmiş" olan bu ayet, artık köleliğin olmadığı


bir toplumda değerini kaybeder mi?
Hayır.
Elbette tarihsel şeklini kaybeder, ama ebedi seslenişi­
nin bütün gücünü muhafaza eder, yani şunu:
Bir adamın "değeri': onun mevkiine veya servetine de­
ğil, dindarlığına ve erdemlerine bağlıdır.
Bu ise, Kur'an'ı her zaman harfi harfine okuyup ora­
da kalınmaması (lafzi bir okuma olmaması) anlamına
gelir.
Davranış düsturunun belirli bir anlamda ve vahyedil­
diği dönemin özel şartlarında dile getirildiği her seferin­
de, ölü gibi görünen lafızdan, yani artık geçerliği kalma­
mış hükümden, diri düsturu/canlı eylemi çekip çıkarma­
sını bilmektir söz konusu olan.
Bir başka deyişle, İslam hukukunu (şeriatı) uygulamak
için, tümdengelim yoluyla yetinilemez, kıyasa başvurmak
gerekir.
Peygamberimizin yönettiği toplumdan tamamen fark­
lı bir toplumda, o ilkelerin Allah Elçisi tarafından örnek
uygulanışı, bizim için bir model (Sünnet) oluşturur.
O modelin farklı bir toplumda bir maya vazifesi gö­
rebilmesi için, ebedi ilkenin uygulanmasının yeni toplu­
mun şartlarını dikkate almadan körü körüne taklit edil­
mesi gerekmez! Tam aksine o ilkeyi "yeni" vakalara uy­
gulamak için kıyas yoluyla bir akıl yürütmenin yapılması
gerekir.
Bilmeliyiz ki: Bu çağda ve tarihte bir benzeri görül­
memiş şu yeni sorunlar karşısında, Kur'anı kanuna ve
Kur'anın ruhuna uygun bir çözüm bulma sorumluluğun­
dan ve çabasından hiç kimse bizi muaf tutamaz!
İslam hukuku (şeriat), Roma hukukunun tam tersidir.
94 · Roger Garaudy

Çünkü Roma hukuku (kaynağını toplumun güç ve


olgu ilişkilerinden almasına rağmen) ileriye yönelik bir­
takım kalıplar ürettiği için hukuku soyut çerçevede yö­
nettiği izlenimini verir.
İslam hukukunun prensiplerinin çıkarıldığı Kur'an
ayetleri ise, tam aksine gerçek, somut ve tarihi olayları ele
alır.
Tarihi bir duruma verilen o cevap ilahi vahiydir, fakat
onu yeni bir vakaya uygulamak için o vahiyden her an,
onun maksadını ve var oluş sebebini dikkate alarak bir
hüküm çıkarmak gerekir.
Allah adına konuşan Peygamberimiz, ebedi prensiple­
ri özel olarak uyguladığı halkın coğrafi ve tarihi durumu­
nu tam anlamıyla dikkate alırdı.

Kur'an Iier Çağa &slenir


Kur'an, sahur vaktinden (siyah ipliğin beyaz iplikten
ayırt edilmesinden, Bakara, 2/187) akşama kadar oruç tu­
tulmasını emrettiğinde, elbette gece ile gündüz farkının
pek az olduğu bir halka hitap eder. Bir Eskimo içinse, o
iki an arasındaki fark tam altı aydır!
Demek ki "düşünmek'' gerekiyor. Tıpkı daha önce
kölelik konusunda dile getirdiğimiz durum gibi... Yani
bir ayeti harfiyen tatbik etmek yerine, o ayette güdülen
maksadın sorgulamasını yapmalı, ancak ondan sonra
farklı hal ve şartlara göre onun uygulamasını gerçekleş­
tirmeliyiz.
Kur'an'ın çok sayıda ayeti için de aynı durum söz ko­
nusudur.
Yüce Allah ve O'nun Elçisi, hitap ettikleri toplumun
şartlarını ve bilinç düzeylerini dikkate alır:
21. Yüzyılda islam'ın Dirilişi· 95

Yüce Allah ve O'nun Elçisi, Mevcut düzeni bir anda


ortadan kaldırmak istemez ve şeriatın mutlak gereklerini
tam anlamıyla karşılamasalar bile, örf ve adetleri de kabul
ederek, mesajın gönüllerde yer etmesini sağlarlar.
Öyleyse bizler de, her kanuni hüküm konusunda, onun
hangi gaye güdülerek konduğunu ve onu gerekli kılan ta­
rihi şartların ne olduğunu mutlaka sorgulamakla yüküm­
lüyüz. Çünkü "her gün yeni bir şeyin olduğu" (Rahman,
55/29) bir dünyada yaşıyoruz.
Şeriat kelimesi, Kur'anda sadece bir kere geçer (Casiye,
45/18) ve diğer üç ayette aynı kökten türeyen kelimeler
görünür: Şeraa fili (Şura, 42/13) ve isim olarak şira (Mai­
de, 5/48).
Bu bize kesin bir tanımlama yapma imkanı verir.

Seni din işi konusunda


açık bir yola (şerfatin) koyduk.
Casiye, 45/18

Nedir, neden ibarettir bu yol (şeriat)?


İşte bunu bize şu ayet açıklar:

O size, dinden Nuha tavsiye ettiğini,


sana vahyettiğimizi, İbrahim'e,
Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi
şeriat (hukuk düzeni) yaptı.
Şöyle ki: Dini doğru tutun ve
onda ayrılığa düşmeyin!
Şura, 42/13

O yüzden son derece açıktır ki:


96 · Roger Garaudy

1. Bu yol Allah'ın yoludur.


2. Allah'ın peygamberlerini gönderdiği bütün insanlar
(bütün halklar ve onların her birinin dili) için bu yol, or­
taktır.

O yüzden de, mesela hırsızlık ve cezası, kadının statü­


sü, evlenme veya miras, Yahudilerin Tevrat'ında, Hıristi­
yanların İncillerinde veya Kur'anda farklı farklıdır.
Şeriat (Allah'a gitmek için ilahi kanun) demek ki o
mevzuatları (fıkıh) içermez. Çünkü bunlar, bütün dinler
için ortak olan şeriattan tamamen farklıdır.
Bundan dolayı da, her bir fıkıh (mevzuat), Allah tara­
fından bir peygamberin gönderildiği döneme ve topluma
göre farklılık arzeder.
Kur'anda Allah bizleri uyarır:

Her çağa özgü vahyi bir mesaj vardır!


Ra'd, 13/38

Ve bildirir:

Hiçbir topluluk yoktur ki içlerinden


bir uyarıcı gelip geçmemiş olsun!
Patır, 35/24 ve Nahl, 16/36

Şayet bizler şu ikisi arasında, yani:

- Allah ile ilişkiler konusundaki ebedi prensipler ile


- İnsanların bu prensiplerden hareketle sosyal ilişkile-
rini her çağda düzenledikleri belirli kanunlar (fıkıh)

arasında bir ayrım yapmazsak, Kur'an'ın karikatürümsü


bir görüntüsünü veririz.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 97

�riat: Allah'a Götüren Yol


Allah'a tam anlamıyla dini ve ahlaki yöneliş demek
olan şeriat ile daima kendi toplumlarının ve dönemlerinin
somut şartları içinde uygulanmalarının sorumluluğunu
Allah'ın insana bıraktığı "programlar" veya "yöntemler"
arasındaki bu ayrım, şeriat kelimesinin asıl anlamıyla çok
güzel vurgulanır:
Şeriat demek, ''Allah'a giden yol" demenin en güzel tar­
zı olan "kaynağa giden yol" demektir.
Kur'an, Hz. Musa ve Tevrat'ın, Hz. İsa ve "içinde reh­
berlik ve aydınlık bulunan" İncillerin mesajlarını hatır­
lattıktan (Maide, 5/44 ve Maide, 5/46) sonra, şunu ilave
eder:

Her biriniz için bir yol (şeriat)


ve bir program (minhac) belirledik.
Maide, 5/48

Az önce kaydettiğimiz o iki ayetin ışığında şeriatın ev­


rensel değere sahip olduğu açıktır.
Çünkü şeriat, özellikle bütün Kitap sahipleri (Yahudi­
ler ve Hıristiyanlar) için ortak değerdir.
Şeriat bize asıl ve yüce hedefleri işaret eder, oysa "prog­
ram" veya "yöntem': tarihin her anında, o ilahi ve yüce
değerleri benimsettirmeye imkan veren araçlardır.
Şeriat, vahyedilmiş olan üç Kitapta da tam anlamıyla
vardır ve aynıdır:

Kur'an defalarca tek sahibin Allah olduğunu tekrarlar:

Göklerde ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır!


Bakara, 2/116 ve 284; Al-i İmran, 3/109, vb.
98 · Roger Garaudy

Eski Ahit'te, Tesniye (Yasanın Tekrarı) kitabında de­


nildiği gibi:

Gökler de, göklerin gökleri de, yeryüzü


ve içindeki her şey Tanrınız Rabb'indir.
Tesniye, 10/14

Yeni Ahit'te, Pavlus'un 1. Korintliler, 10/26'da yazdığı


gibi:

Yeryüzü ve içindeki her şey Rabb'indir.

"Tek hükmeden Allah'tır" ve "Tek bilen Allah'tır" için


de, Üç Kutsal Kitab'ın, yani Tevrat, İnciller ve Kur'an'ın
bakış açısı aynıdır.

Lafızcılığa Kar�ı Tefekkür


Kur'anın bize Medine toplumu konusunda bir örneği­
ni verdiği gibi, o ilahi amaçları gerçekleştirmek için tarihi
araçları her an bulup ortaya koymak bizim sorumluluğu­
muzdur.
Kur'an'ın bu açık ayrımı, her türlü lafızcılığı (Kur'an
ayetlerinin lafzına bağlanıp kalmayı) dışlar ve bizi
Kur'anda yer alan tarihi hükümleri, bütün zamanlar için
geçerli kabul ederek, körü körüne bir uygulamaya giriş­
meye değil, verilen örnekler üzerinde derinlemesine dü­
şünmeye davet eder.
Kur'an'da yazılı diye bir kanun hükmünü harfiyen
uygulamaya kalkışmak, Allah'ın ezeli ve ebedi kanunu
(bütün dinlerin ve bütün bilgeliklerin ortak ve mutlak
bir "değişmez"i) olan şeriatı, 7. yüzyıldaki Ortadoğu'ya
mahsus (ezeli ve ebedi kanunun o ülkelere ve o döneme
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 99

özgü tarihi bir uygulaması olan) bir kanunla karıştırmak


demektir. İkisi de (hem değişmez şeriat, hem de tarih­
sel hüküm) elbette Kur'an'da mevcuttur, fakat ikisini bir­
birine karıştırmak ve -Kur'an'ın bizi sürekli davet edip
durduğu o "tefekkürü" reddederek- onu körü körüne
uygulamaya koymak, bizi yaşayan mesaja, Yaşayan Al­
lah'ın yaşayan ve ebediyen güncel olan Kur'anına tanık­
lık edemez hale getirir.
İlahi kanun olan şeriat, bütün iman sahiplerini birleş­
tirir, 7. yüzyılın bir mevzuatını 20. yüzyıl insanlarına da­
yatmaya yeltenmekse, Kur'anın yanlış ve itici bir görün­
tüsünü veren bir bölünmeye yol açar.
İslam'a karşı yapılan bir cinayettir bu!

Karikatürümsü 6uudı ç,eriab


Suudi Arabistan'ın finanse edip dünyaya yaymaya ça­
lıştığı karikatürü andıran ve saptırılmış bu şeriat görün­
tüsü, İslam'ın bir yüzkarasıdır.
Şeriatı tersine çevirmek ve saptırmak, Suudi prensleri
için, yani Suud hanedanının ayakta kalması için bir zo­
runluluktur.
Çünkü Kur'an'ın tanımladığı şekliyle hakiki şeriat,

a) iktidara sahip olmanın da,


b) servet edinmenin de,
c) bilmenin de

her çeşit yozlaştırılmasını ve bunlarla ilgili her türden


yolsuzlukları tümüyle reddeder.
Kur'an şeriatının dediği gibi, eğer "Tek sahip Allah" ise,
o prenslerin bütün servetleri göreceli (izafi) hale gelir,
100 · Roger Garaudy

yani onlar o servetlerin sadece ve sadece sorumlu yöne­


ticileri olurlar.
Dolayısıyla da servetlerini ABD, İsviçre veya vergi
cenneti olan ülkelere yatıramazlar!
O serveti dünyanın bütün gazinolarında saçıp savura­
mazlar!
O servetle, istedikleri gibi, İspanyanın Marbella'sında
veya Fransa'nın Côte d'Azur (Kot d'Azür)'ünde zevkuse­
faları için gösterişli saraylar dikemezler!
Onların yapıp ettiklerinin tam aksine, ister ribanın
(yani alın teri dökmeden elde edilen paranın yasaklanma­
sı), isterse zekat verme (servet üzerinden alınan zorunlu
dini vergi) mecburiyeti şeklinde olsun, Kur'anın iktisatla
ilgili bütün hükümleri, servet yığılmasının toplumun bir
kutbunda, sefaletin de öbür kutbunda toplanmasını en­
gellemeye yöneliktir.
Kur'an şeriatının dediği gibi, eğer "Tek hükmeden Al­
lah" ise, böylesi mutlak monarşi ve ona bağlı böyle uşak
derebeylikler olamaz!
Çünkü onlar, petrol gelirinin paylaşımında, şahsi ka­
zançlarla devlet kredilerini birbirine karıştırıyorlar.
Çünkü onlar, bütün kıtalarda en gerici "yobazlıkları"
finanse ederek, hegemonyalarını tam bir teslimiyetle ka­
bullenen "müşteriler" ediniyorlar.
Böylece de İslam'ı halkların bir "afyonu" haline getiri­
yorlar.
Kur'an şeriatının dediği gibi, eğer "Tek bilen Allah" ise, "iç­
tihat (kutsal metinleri yorumlama) kapısını kapatan'' bütün
dogmatizmlerin, tek mutlak hakikate kendilerinin sahip ol­
duklarını söyleyen bütün kimselerin sonu gelmiş demektir.
Bu dini tefekkürün (içtihadın) Hanbeliler tarafın­
dan kapatılışı, Kur'an'ın istediği şeyin tam tersidir. Zira
21. Yüzyılda İslamın Dirilişi· 101

Kur'an, her Müslümanı sorumlu kılar ve her Müslümanı


Peygamberimiz tarafından tebliğ edilen ilahi vahyin ver­
diği "misaller" üzerinde "düşünmeye" davet eder.
Kitlelerin kendilerine boyun eğmeleri için, Vahhabı
doktrininin Suudiler tarafından bir "tahakküm teolojisinin''
ve en ilkel gericiliğin temeli olarak sahiplenilmesi... bütün
bunlar, Kur'an şeriatının aydınlığında paramparça olacaktır!
Gerçek şeriata karşılık, sahte ve saptırılmış bir şeriat
anlayışıyla, Suudi propagandasının dünyaya yaydığı şey­
se, sadece haramlar ve cezalandırmalardır. Bunu da inşa
ettirdiği camiler ve tepeden inme tayin edilen imamlar
aracılığıyla yapmaktadır.

Hırsızın Elini Kesmek


Servet en namussuzca edinilmiş bile olsa, o servetin
mutlaka korunması için hırsızın elinin kesilmesi, zengin­
lere ve egemenlere uygun bir şeriatın uygulanış biçiminin
en göze batan sembolüdür.
"Hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerini kesin!" (Mai­
de, 5/38) ayetini, Kur'an'ın "rahman ve rahim" Allah anla­
yışıyla bağdaşmayan el kesme cezası gibi telafisi imkansız
bir cezayı, Kur'an'ın bütün bağlamından koparıp ayırarak
uygulamaya koymak, bir sonraki ayeti tamamen göz ardı
etmek demektir. Çünkü takip eden o ayette şöyle denilir:

Bu suçu işledikten sonra tövbe edip


kendisini ıslah edene gelince,
elbette Allah onun tövbesini kabul eder.
Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır,
rahmet kaynağıdır.
Maide, 5/39
102 · Roger Garaudy

Böyle bir cezalandırma, aynı zamanda, Peygamberi­


mizin yaptığı aşağıdaki uygulamaya da karşı çıkmak de­
mektir29 .
Nesai ile Ebu Davud şu hadisi rivayet ederler:

Abbad ibn Şurahbil anlatıyor: Baba tarafından dedem


ve ninemle Medine'ye geldim. Bir buğday tarlasına girdim.
Birkaç başak koparıp ovup tanelerini ayırıp yedim. Tarla
sahibi geldi. Elbiselerimi aldı ve beni dövdü. Peygambere
gidip kendisini şikayet ettim.
Peygamber onu getirtti ve ona, "Niçin böyle davran­
dın?" diye sordu. O da, "Ey Allah'ın Resulü, bu adam be­
nim tarlama girmiş, buğday başakları koparmış ve onların
tanelerini ayırıp yemiş!" cevabını verdi.
Bunun üzerine Peygamber şöyle buyurdu: "O cahildi,
sen onu eğitmedin! O açtı, sen onu doyurmadın! Elbisele­
rini geri ver!"
Daha sonra Allah'ın Elçisi bana bir ölçek de buğday ver­
dirdi.

Yahya bin Abdurrahman bin Hatib anlatır:

Hatib'in köleleri, Mazin kabilesinden bir adamın bir dişi


devesini çaldılar ve (yemek için) onu kestiler. Sonrasında
da suçlarını itiraf ettiler.
29
Osmanlı Devleti'nin yöneticileri el kesme ayetini çok iyi anlamış ve o ayeti insa­
na en yaraşır şekilde uygulamışlardır. Şer'i Siciller Arşivi'nde bulunan Sofya'dan
Adene kadarki bütün Osmanlı Devleti mahkeme kararlarını tarayarak doktora­
sını hazırlayan, şu an Wisconsin Üniversitesinde profesör olan bir araştırmacının
vardığı sonuç: 400 yılda Osmanlı topraklarında sadece 4 el kesme cezası verilmiş,
bunun sadece biri uygulanmış, uygulayan hakim de görevinden alınmış. Çünkü
Osmanlı yöneticileri, el kesme kararı verilmesi için yirmi küsur şart koymuş, o
kadı o şartlardan birini göz önünde bulundurmadığı için azledilmiş. O şartlardan
işte birkaçı: Yiyecek çalan aç mıdır, giyecek çalan kış günü soğukta kalmış mıdır,
çalınan eşya kilit altında mıdır, değil midir, çalınan kamu malı mıdır ....
21. Yüzyılda İslamın Dirilişi· 103

Ömer İbn Hattab kölelerin sahibini çağırttı, olup biteni


kendisine anlattı, ardından da kölelerin ellerinin kesilmesi
emrini verdi.
Derken bu kararından hemen vazgeçip kölelerin sahibi­
ni yeniden getirtti ve kendisine şöyle dedi:
"Ellerini kestirecektim. Fakat düşünüyorum da, sen kö­
leleri o kadar aç bırakmışsın ki, onlar Allah'ın yasakladığı
bu suçu işlemek zorunda kalmışlar. İmdi, madem sen onla­
rı aç bıraktın, Allah'a yemin olsun, seni şiddetle cezalq,ndı­
racağım. Bunu pahalıya ödeyeceksin!"
Ömer, Mazin kabilesinden olan adama dişi devenin fi­
yatını sordu. O da, "Eğer bana 400 dirhem teklif etselerdi,
dönüp bakmazdım!" dedi.
Bunun üzerine Ömer, (kölelerin sahibine) "Ona 800 dir­
hem ver!" dedi30•

Bu olay, İmam Malik'in El-Muvatta'ında anlatılır.


Bu örnekler bize, hırsızın elini keserek şeriatı uygula­
dığını iddia etmenin, işe en sonundan başlamak olduğu­
nu kavramamıza yardım etmelidir.
İlahi kanuna boyun eğme çabasında olan bir toplu­
mun ilk vazifesi, hırsızlığa iten sosyal şartları, yani bütün
sosyal adaletsizlik ve sefalet şekillerini ortadan kaldırmak
olmalıdır!
Eğer işe cezalandırmayla başlanırsa, bundan en fazla
zarar görenler en yoksullar olur.
Onların elleri kesilecek olursa, normal çalışma yoluyla
topluma tekrar katılmaları da imkansız hale gelir.
30
İslamın insana verdiği değeri anlamak ve tam anlamıyla kavramak için bu iki
örnekle, Victor Hugo'nun ünlü Sefiller romanındaki aç yavrular için ekmek
çalmak zorunda kalan Jean Valjean (Jan Valjan)'a verilen ağır ceza örneğini
kıyaslayın! Gerçek anlamda İslam şeriatının tatbik edildiği bir ülkede öyle
birine hiçbir ceza verilemez!
104 · Roger Garaudy

Tamiri olmayan bu aşağılama ve dışlama, en çaresizle­


rin belini bükerken, "altın ve gümüşü istifleyenler" (Tevbe,
9/34) eşitsizlik yoluyla toplumu bölmeyi sürdürmeye de­
vam ederler.
Bu, hem Allah'ın adaletine, hem de O'nun sonsuz mer­
hametine meydan okuyan büyük bir günahtır.
Öyleyse, sosyal adaleti hakim kılmadan, bir ceza­
landırma sistemini tatbike kalkışmak kadar hiçbir şey,
Kur'an'ın ruhuna daha ters düşemez!

İslam'ı 8uudıle�mekten Kurtarmak


Kur'an bu noktada oldukça açıktır. Kur'an, "Mal birik­
tiren ve onu sayıp duran!" (Hümeze, 104/2; Tevbe, 9/34)
kimseyi kesinlikle mahkum eder. Ona cehennem azabını
layık görür.
Bu hükümlerin tavizsiz olarak tatbik edildiği bir ülke­
de, Allah'ın kanunu, hakiki şeriat o zaman ekonomi ala­
nında da, sosyal planda da, egemen olmaya başlayacaktır.
Hırsız da, artık sadece bir hasta olarak çıkacaktır kar­
şımıza.
Çünkü hırsızlığa sevk edebilecek hiçbir "ihtiyaç" kalma­
yacaktır ortada.
Suudi dindarlığının sahteliği ve yalancılığıyla ilgili işte
çok çarpıcı ve çok iğrenç bir başka örnek:
Kral Fahd kendisini, kutsallığını sürekli çiğnediği o
"kutsal yerlerin koruyucusu': sonradan da "hadimi/hiz­
metçisi" ilan etti.
Mekke'ye giden yol üzerindeki bir levhada, "Müslü­
man" olmayanların girmesinin yasak olduğu yazılıdır.
(Halbuki böyle bir yasaklama, Necran Hıristiyanlarının
kendi camiinde ayin yapmalarına bile izin veren Peygam-
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 105

berirnizin uygulamasına/sünnetine taban tabana zıt bir


tavırdır.)
Şu hale bakın ki Suud'un Mekke'sinde bir Hıristiyan
dua edemezken, 1979 yılında Suud düzenine isyan eden­
ler, Mescidi-i Haramda siper aldıklarında, kral onları ora­
dan kovup çıkarmak için hemen Fransız Yüzbaşı Barril'in
bu işin uzmanı Fransız jandarmalarını oraya davet etti.
Ağustos 1987'de de Suud polisi ve ordusu, İranlı hacı­
ların bir gösterisini durdurmaktan aciz kalıp da tam bir
katliam yaptıklarında, hemen ertesi günü Alman General
Ulrich Wegener (Ülrih Vejinar) Suud Milli Muhafız Birli­
ği'nin eğitim subayı olarak tayin edildi.
1990'da ABD yöneticileri, Kuveyt'i Irak'tan koparmak
için (İngiltere'nin 1961'de yaptığı sömürgeci savaşı), Bas-,
ra Körfezi'nde yeniden başlattıkları zaman, Suudi monar­
şisi, devasa bir Amerikan donanmasını (parasını da öde­
yerek) o "kutsal toprakta'' bir Arap halkına karşı katliam
düzenlemesi için davet etti. Hem de bir kilisenin ve başka
bir dinin mabedinin inşa edilmesinin yasak olduğu o aynı
yerlere ...
ABD'ye yatırılmış milyarlarca dolarları ve dünyadaki
bütün Müslüman cemaatlere sızmış çıkarcı elemanlarıyla
Suudi Arabistan, İslarn'ın karşıtı ve en amansız düşmanı
olan "piyasa tektanrıcılığı"nın en ikiyüzlü müttefiki ol­
muştur.
O yüzden, İslamı "Suudileşrnekten kurtarmak': bütün
ülkelerin Müslümanlarının en önemli vazifelerinden bi­
ridir.
Şeriata gerçek çehresini yeniden kazandırmak için bu­
nun mutlaka yapılması gerekir.
Çünkü şeriatı uygulamak dernek, insanın kendisini
günün yirmi dört saatinde, "tek sahip", "tek hükmeden" ve
106 · Roger Garaudy

"tek bilen" Allah'ın her an gözetiminde olduğunun şuu­


runda olmak demektir!
Müslümanlar, ancak bu şekilde, "pazar tektanrıcılığı" -
na karşı çıkarak, hayata yeniden bir anlam kazandırmaya,
yanı sıra da insani ve ilahi yüzlü bir 21. yüzyıl inşa etmeye
katkıda bulunabilirler.
Çünkü dünyanın bütün dinlerinde ve bilgeliklerinde
aynı umudun beklentisi var ve hepsinde de aynı umut dil­
lendiriliyor.

Batılılara Göre İyi ve Kötü Müslüman


Hıristiyanlar, 2. Vatikan Konsili ile, daha sonra da
Medellin Piskoposluk Konferansı ile, 1970 yılında, Latin
Amerika'da kendi inançlarının yeni bir ufkunun açıldığı­
nı gördüler. Bunu da Hz. İsa'nın mazlumları önceleyen
tercihinden ilhamla "halk tabanına dayanan topluluklar"
kurarak ve "kurtuluş ilahiyatları" akımını oluşturarak
gerçekleştirdiler.
Böylelikle de, nihayet Hıristiyan ilahiyatçı, iktidar için
bir tehlike arz etmeyen, güçlü devletlerin ve hegemonya­
ların evrensel düzenini ve ahengini rahatsız etmeyen, Al­
lah adına bir şeyler söyleyen bir kimse, köşesine çekilmiş
bir araştırmacı olmaktan çıkmış oldu.
Hıristiyanların kiliselerini "Roma vesayetinden kur­
tarmaya'' ihtiyacı olduğu gibi, Müslümanların da artık
taklit asırlarıyla bağını koparmak için bir "kurtuluş ilahi­
yatına'' ihtiyaçları var.
Bu gerçekleştirilirse, iki taraf da, monarşilerin ve emper­
yal iktidarların kurulmasını engellemiş ve her türlü hege­
monyanın bahanesi olan (Allah tarafından) seçilmiş millet
olma şeklindeki o kabileci efsaneye de son verilmiş olur.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 107

Amerikan liderleri ve onların Batılı uşakları için iyi ve


kötü Müslümanlar vardır:
İyi Müslümanlar, Suudi liderleri gibi onların politikala­
rına hizmet edenler ve Mısır liderleri gibi Uluslararası Para
Fonu'nun (IMF) emirlerini kabul edenlerdir.
Kötü Müslümanlarsa, bu diktaları reddedenlerdir.
İşte bütün yobazlıkları asıl besleyip semirten de Müslü­
man liderlerin Batı karşısındaki bu teslimiyetçiliğidir. Çün­
kü onların (Suudi Arabistan ve Mısır liderlerinin) siyasi fa­
hişeliğini, Batılılar istedikleri kadar beğene dursun, halklar
arasındaki namuslu kimseler, kendi şeref ve haysiyetlerini
korumaya yönelik güçlü bir kaygı taşıyorlar. Bu kaygı on­
ları, insanın en korkunç inkarı demek olan ve insanı metaa
dönüştüren "piyasa tektanrıcılığına" karşı bir ret cephesi
oluşturmaya yöneltiyor. Elbette böyle bir ret cephesinin ger­
çekleştirilmesi, onları yobazca davranışlara itebilir ve inan­
cın en arkaik biçimlerine geri dönmeye de sevk edebilir.

Kur'anı ç,eriat Nedir?


Bir zamanların Fransa İçişleri Bakanı Mösyö Pasqua,
(Suudi Arabistan tarafından yaptırılan) Lyon Camiinin
açılış konuşmasında "Fransa'da şeriat uygulanmayacak!"
derken, sadece şeriatın Suudi yorumunu ve ilkel şeklini
kabul etmekle kalmıyor, bu ifadesiyle şeriatın Kur'anı an­
lamının da üzerini örtüyordu.
Çünkü Kur'anı şeriat, hem (içinde Yahudi, Hıristiyan
ve Müslüman inanışının da yer aldığı) İbrahimi inancın,
hem de (Allah'a atıfta bulunmasalar bile) bütün dünya
bilgeliklerinin bizzat temelini ve esasını oluşturur.
Dahası, Kur'anı şeriat, gerçek anlamda her insani top­
luluğun, yani içinde hiç kimsenin kendi kişisel çıkarını
108 · Roger Garaudy

veya kendi kliğinin çıkarlarını, her şeyin merkezi ve öl­


çüsü olarak görmediği insancıl topluluğun da ana kayna­
ğıdır.
Yobazlıkla mücadele etmek, bir başkasından, kendi
kimliğini bırakıp "belli bir toplumla bütünleşmesini" iste­
mek demek değildir. Tam aksine, onun en derin manada
kendisi olarak kalarak kalmasını ve edindiği tecrübeyle
de insanların toplum ve hayat anlayışlarını zenginleştir­
mesini talep etmektir. Yani o toplum ve hayat anlayışla­
rına insani -veya her birinin kendi diline göre ilahi- bir
anlam kazandırarak zenginleştirmeye katkıda bulunma­
sını istemektir.
Hz. İsa'nın önceki peygamberlerin mesajını daha fazla
içselleştirerek "Tanrı'nın Egemenliği" diye adlandırdığı
ve Kur'anın (Hz. İsa veya Hz. Muhammed gibi Hz. İb­
rahim'in yolunun/şeriatının da bu olduğunu açıklayarak)
"yol" (şeriat) olarak tanımladığı istikamet işte budur.

İslam, Batı Kültürünün Bir Kayna8ıdır


İslam'ın, kendi ilkesi gereği, bilimin veya dini hoşgörü­
nün düşmanı olduğunu söylemek tam bir zırvadır.
Sanki İslam kültürü, bizim Batı kültürümüzün bir par­
çası değilmiş gibi, bazı siyaset adamlarının, Fransa'nın
değişik kültürlü olmayacağını ilan etmeleri için, kendi
kültürlerinin geçmişi konusunda tam anlamıyla zırcahil
olmaları gerekir.
Batı kültürünün, Grek-Roma ve Yahudi-Hıristiyan ol­
mak üzere, iki kaynağının olduğunu sık sık duyarız. Bu
iddia, Arap-İslam mirasını yok sayıp unutmak demektir.
Haklı olarak Avrupa'da deneysel bilimin başlatıcısı
kabul edilen İngiliz keşiş Roger Bacon, Opus Majus adlı
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 109

eserinde, her şeyi Kurtuba'daki Müslüman okulundan öğ­


rendiğini alçak gönüllülükle kabul eder. Mısırlı İbn Hey­
sem'in görmeyle ilgili eseri olan Kitabü'l-Menazır'dan sık­
ça bahseder. İbn Heysem'i " bir matematik varsayımında
bulunmak, ardından da onu doğrulamak veya çürütmek
için bir deney tertibatı oluşturmak'' şeklindeki metodu ilk
bulan kişi olarak takdim eder.
Diğer alanlarda ise, "Hakiki aşkın Bedevinin siyahım­
tırak çadırının altında olduğunu" hatırlatan Stendhal
(Standal)'ın Aşk Üzerine incelemesini okumak kafidir.
Saraylı aşkı, şövalye aşkı ya da kibar aşkı denilen nazik
aşk anlayışını Avrupalı, İbn Hazm'ın (Güvercin Gerdanlı­
ğı/Kurtuba'ya Ağıt) eserinden öğrenmiştir.
İbn Arabi'de ise, beşeri aşkla ilahi aşk arasındaki sürek­
liliğin ifadesini buluruz.
Rahip Asin Palacios'un güzel ifadesiyle, Dante'nin İlahı
Komedya'sındaki "cennet, cehennem, araf gibi konularda­
ki bilgileri" ilham eden işte İbn Arabi'nin bu bakış açısı
olmuştur.
Aynı durum hoşgörü için de geçerlidir:
Hoşgörüsüzlük İslamdan değil, İslamın saptırılmala­
rından, yanlış yorumlanmalarından kaynaklanır.
Nitekim Endülüs'te Yahudiler vezirlik/bakanlık görev­
lerine getiriliyorlardı. Orada "etnik temizlik" (o zamanlar
İspanya kralları buna "saf kan konusunda'' kanun adını
veriyorlardı) ancak 1492 yılında Gırnatanın düşmesi ve
"Koyu Hıristiyan Krallar"ın Müslümanlara galip gelme­
siyle, sonuçta da önce Yahudilerin, ardından da Müslü­
manların İspanyadan sürgün edilmesiyle başlar.
Bütün bunların bilinmemesi, mesela, sadece gelenekçi
oldukları ve ülkelerinin örflerine, adetlerine göre davran­
dıkları için son derecede masum, sıradan Müslümanları
110 · Roger Garaudy

potansiyel teröristler gibi görerek, Fransa'da, atmosferi


gitgide nefes alınmaz hale getiren tamamen baskıcı şu
politikayı doğuruyor.
İç siyasi ilişkilerde olduğu gibi, milletlerarası bütün
ilişkilerde de diyalog ve savaş seçeneğinden başka bir se­
çenek yoktur.
Lanet olsun savaşı seçene!
MÜTERCİMİN NOTU

A slında �oger Garaudy'nin içtihat konusundaki gö­


rüşleri, Islam hukukunun yeni dönemlerin sorun­
larına cevap veremez hale geldiğini gören son dönem
Osmanlı ulemasının da gündemindeydi. Mesela Filibeli
Ahmed Hilmi Efendi, bu konuda hayli kafa yormuş, yeni
sorunlara yeni çözümler bulmak için bazı fikirler ileri
sürmüş, İslam dünyasının yeni bir fıkha ihtiyaç duyduğu­
nu dile getirmişti.
Nitekim Şehbenderzade Ahmed Hilmi Efendi, "İctihad
kapısının kapandığını söylemek, insanların sosyal ihtiyaç­
larını görmemek demektir. Bu ihtiyacın karşılanması için
bir yüksek ictihad meclisinin kurulması ve bütün mezhep­
lerden yararlanmak suretiyle, problemlere çözüm getirecek,
ortak noktaların belirlenmesi bir zaruret haline gelmiştir!"
diye yazmış, irfan ve iz'an sahibi hiçbir alim de kendisine
karşı çıkmamıştı.
İçtihat kapısının açılması ve yeni bir İslam hukukunun
oluşturulması yönünde yavaş yavaş böyle bir çığır açılır­
ken, Sultan İkinci Abdülhamid'i tahttan indiren güruhun
zavallılığı yüzünden patlak veren Balkan Savaşı, onun ar­
dından Birinci Dünya Savaşı ve peşinden de İstiklal Sava­
şı o girişimleri sonuçsuz bıraktı.
112 · Roger Garaudy

Tarihte elbette "ise': "şayet" veya "keşke" gibi kelimele­


rin yeri yoktur, çünkü bu kelimeler olup biteni artık de­
ğiştiremez.
Fakat gönül isterdi ki o savaşlar olmasaydı da, ulema bu
konuda hızlı bir fikir üretseydi ve halifelik gibi çok önem­
li ve sözü dinlenebilecek bir makam henüz elimizdeyken
yeni bir fıkıh ortaya konabilseydi. .. Çünkü o zaman yeni
hukuk sistemini İslam dünyasına kabul ettirmek "Halife"
otoritesiyle büyük ihtimalle mümkündü.
Günümüzde bu konuda ihlasla ve canla başla çalışacak
alimler grubuna Allah yardım etsin!
Alimler grubu diyorum, çünkü çağımızda artık eski
dönemlerdeki gibi ferdi içtihatlar yapılamaz. İlimler bu
kadar dallanıp budaklanmamış, toplum da bu kadar fark­
lı niteliklere bürünmemişti. O yüzden, gerçek anlamda ve
derde deva olacak bir içtihadın yapılabilmesi için, İslami
ilimlerin uzmanları yanında, modern hukuk, felsefe, ikti­
sat ve sosyoloji gibi birçok dalın seçkin şahsiyetlerinin bir
araya gelmesi gerekir.
Tek başına çıkıp "her şeyi en iyi ben bilirim'' iddiasın­
daki ilahiyatçılarla bu problem kesinlikle çözülemez!
GARAUDY BİBLİYOGRAFYASI
ESERLERİ

I. MARKSİZMİN TARİHİ
A. KAYNAKLAR
1. Les Sources Françaises du Socialisme Scientifique!
Bilimsel Sosyalizmin Fransız Kaynakları. Editions Hier et
Aujourd'hui, 1949. Lehçe, Almanca ve Japoncaya tercü­
me edilmiştir.
2. Dieu Est Mort/Tanrı Öldü (Hegel üzerine inceleme).
P.U.F. 1962. Almanca ve İspanyolcaya (Arjantin) tercüme
edilmiştir.
3. La Pensee de Hegel!Hegel'in Düşüncesi. Editions Bor­
das, 1966. İspanyolca, Portekizce, Arnavutça, Yunancaya
tercüme edilmiştir.

B. KLASİKLER
4. Karl Marx. Editions Seghers, 1965. On bir dile ter­
cüme edilmiştir: Çekçe, Rumence, İngilizce (ABD), Ma­
carca, Portekizce ...
5. Lenine. P UF, 1968. İtalyanca, İspanyolca, Portekiz­
ceye tercüme edilmiştir.

II. MARKSİZMİN PROBLEMLERİ


6. Theorie Materialiste de la Connaissance/Materyalist
Bilgi Teorisi. P.U.F. 1953. Çekçe, Rusça, Japonca, Alman­
caya tercüme edilmiştir.
114 · Roger Garaudy

7. La Liberte!Hürriyet. Editions Sociales, 1955. Ru­


mence, Yunanca, Slovakça, Almanca, Bulgarca, İspanyol­
ca (Küba), Vietnamcaya tercüme edilmiştir.
8. Perspectives de l'Homme!İnsanın Ufukları P. U.F.,
1961. Sırbo-Hırvatça, İspanyolca (Arjantin), Lehçe, Por­
tekizceye (Brezilya) tercüme edilmiştir. Fransızca 4. bas­
kısı 1969.
9. Marxisme du XXe Siecle/20. Yüzyıl Marksizmi. Plon,
1961. Norveç dili, İngilizce (ABD ve İngiltere), Türkçe ve
Çekçeye tercüme edilmiştir.
1O. Pour un Modele Français de Socialisme/Sosyalizmin
Bir Fransız Modeli Üzerine. Editions Gallimard, 1968.
11. Peut-on Etre Communiste Aujourd'hui?!Bugün Ko­
münist Olunabilir mi? Editons Grasset, 1968. Almanca, •
İspanyolca, Portekizceye tercüme edilmiştir.
12. Le Grand Tournant du Socialisme!Sosyalizmin Bü­
yük Dönemeci. Editions Gallimard, 1969. On iki dile ter­
cüme edildi: Almanca, Sırbo-Hırvatça, Portekizce, İngi­
lizce, Slovence, Türkçe ...
13. Markisme et Existantialisme/Marksizm ve Varoluş­
çuluk, Almanca, İspanyolca (Arjantin), Portekizce (Bre­
zilya), Japoncaya tercüme edilmiştir.
14. Questions a Jean-Paul Sartre/Jean-Paul Sartre'a So­
rular. Editions Clarte, 1960. Macarca, Rusçaya, Türkçe­
ye ... tercüme edilmiştir.
15. Prague 68... La liberte en Sursis/Prag 68... Tecilli
Hürriyet. Editons Fayard, 1968. İtalyanca ve Portekizceye
(Brezilya) tercüme edilmiştir.
16. Toute la Verite/Bütün Hakikat. Editions Grasset,
1970. İtalyanca, Almanca, Slovakça, Portekizce (Brezil­
ya), İspanyolca (Venezuela), İngilizce (New-York), Hol­
landaca, Fince, İsveççeye tercüme edilmiştir.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 115

17. Souviens-toi! Courte Histoire de l'Union Sovietique/


Hatırla! Sovyetler Birliği'nin Kısa Tarihi. Editions Le Tem­
ps des Cerises, 1994.

IH.DİN
18. LEglise, le Communisme et les Chretiens!Kilise, Ko­
münizm ve Hıristiyanlar. Editions sociales, 1949. Lehçe,
Macarca, Slovakça ve Rusçaya tercüme edilmiştir.
19. De l'anatheme au dialogue/Aforozdan Diyaloğa.
Editions Plon, 1965. On dile tercüme edildi: Almanca,
Hollandaca,
İngilizce (ABD ve İngiltere), Çekçe, İspanyolca, Porte­
kizce (Brezilya), Lehçe, İtalyanca, Japonca.
20. Defataliser l'Histoire/Tarihi Kadercilikten Kurtar­
mak. Centre protestant d'etudes, Cenevre, 1973.
21. Avons-nous besoin de Dieu?!Allah'a İhtiyacımız
Var mı? (Preface de l'abbe Pierre). Editions Desclee de
Brouwer, 1984.
22. Vers une guerre de religion?/Din Savaşına Doğru
mu? (Preface de Leonardo Boff). Editions Desclee de
Brouwer,
1995. İspanyolca, Hollandaca, Arapça ve Portekizceye
tercüme edilmiştir.
23. Grandeur et Decadence de l'Islam/İslam Dünyasının
Yükseliş ve Çöküşleri, Editions Alpabeta&Chama, 1996.
Rusça, Türkçe, Farsça ve Arapçaya tercüme edilmiştir.

IV. AHLAK
24. Le Marxisme et la Morale!Marksizm ve Ahlak. Edi­
tions Sociales, 1948. Lehçe ve İtalyancaya tercüme edil­
miştir.
116 · Roger Garaudy

25. Qu'est-ce que la Morale Marxiste?/Marksist Ahlak


Nedir? Editions Sociales, 1963. İspanyolcaya (Küba) ter­
cüme edilmiştir.
26. Humanisme Marxiste!Marksist Hümanizm. Editi­
ons Sociales, 1957. Rusça, Rumence, Macarca, İspanyol­
caya (Arjantin) tercüme edilmiştir.

V. ESTETİK
27. Z:Itineraire d'Aragon (du Surrealisme au Monde
Reel)!Aragon'un Tuttuğu Yol (Gerçeküstücülükten Gerçek
Dünyaya). Editions Gallimard, 1961. Macarcaya tercüme
edilmiştir.
28. Pour un Realisme du XXe siecle. Etude sur Fernand
Leger/20. Yüzyılın Bir Gerçekçiliği Üzerine-Fernand Leger
Hakkında Bir İnceleme. Editions Grasset, 1968.
29. D'un Realisme Sans Rivage!Sahilsiz Bir Gerçekçilik
Hakkında. (Aragon'un Önsözüyle). Editions Plon, 1964.
On üç dile tercüme edilmiştir: Lehçe, Macarca, Yunan­
ca, İspanyolca (Arjantin ve Küba), Hollandaca, Çekçe,
Sırbo-Hırvatça, Japonca, Rumence, Türkçe, Portekizce,
Rusça, Çince (Pekin).
30. Danser sa Vie/Hayatını Oynamak (Bejart'ın Önsö­
züyle). Editions du Seuil, 1973. İtalyanca, Portekizce, Hol­
landaca, İspanyolca, Farsça, Yunancaya tercüme edilmiştir.
31. Sept Siecle de Peinture Occidentale-60 CEuvres qui
annoncerent le futur!Batı Resminin Yedi Yüzyılı-Geleceği
Müjdeleyen 60 Tablo. Editions Skira, Cenevre, 1974.
32. Parole d'Homme!İnsan Sözü, Robert Laffont, 1975,
Rusça, Arapça, İspanyolca, İngilizce.
33. La Poesie Vecue. Don Quichotte/Yaşanmış Şiir-Don
Quichotte. Editions Vegapress, Paris, 1988. İspanyolca ve
Türkçeye tercüme edilmiştir.
21. Yüzyılda İslamın Dirilişi · 117

VI. MEDENİYETLER DİYALOĞU


34. Contribution Historique de la Civilisation Ara­
bo-Islamique/Arap-İslam Medeniyetinin Tarihi Katkısı.
Editions Liberte (Cezayir, 1946). Arapça ve (İslam Me­
deniyetinin İnsanlığa Katkısı) Türkçeye tercüme edil­
miştir.
35. Le Probleme Chinois/Çin Problemi. Editions Seg­
hers, 1967 (ve 10/18 Yay.). Çekçe, İtalyanca, Sırpça, Por­
tekizce (Brezilya), Almanca, Macarca, Japoncaya tercüme
edilmiştir.
36. Pour un Dialogue des CivilisationslMedeniyetler
Diyaloğu. Editions Denoel, 1977. Arapça, Türkçe, İs­
panyolca, İtalyanca, Portekizce, Almancaya tercüme
edilmiştir.
37. Comment l'Homme Devint Humain!İnsanlığın Me­
deniyet Destanı. Editions Jeune Afrique, 1978. Türkçeye
tercüme edilmiştir.
38. Promesses de l'Islam!İslam'ın Vadettikleri. Edi­
tions du Seuil, 1981. Arapça, Türkçe, Portekizce (Bre­
zilya), Endonezya dili, Farsça ve İspanyolcaya tercüme
edilmiştir.
39. I.:Islam Habite Notre Avenir/Geleceğimizde İslam
Var, Editions Descle de Brouwer, 1981. Türkçe, Farsça ve
Arapçaya tercüme edilmiştir.
40. Islam d'Occident. Cordue, une Capitale de l'Esprit/
Endülüs'te İslam. Düşüncenin Başkenti Kurtuba, Edi­
tions L'Harmattan, Paris, 1987. İspanyolcaya tercüme
edilmiştir.
41. Mosquees, Miroir de l'Islam/İslam'ın Aynası Cami­
ler. Editions Le Jaguar, Paris, 1985, Türkçe, İngilizce ve
Arapçaya tercüme edilmiştir.
118 · Roger Garaudy

VII. İNSANİ YÜZLÜ BİR GELECEĞE


YÖNELİK İNCELEMELER
42. Reconquete de l'Espoir!Umudun Yeniden Fethi. Edi­
tions Grasset, 1971. Hollandaca, Portekizce, İtalyanca, İs­
panyolcaya tercüme edilmiştir.
43. EA.lternative/Seçenek. Editions Robert Laffont,
1972. Almanca, İspanyolca (Venezuela ve İspanya), Hol­
landaca, İngilizce, İtalyanca, Portekizce, İsveççeye tercü­
me edilmiştir.
44. Le Projet d'Esperance/Umut Projesi. Editions Ro­
bert Laffont, 1976. İtalyanca, Portekizce, Almanca, İspan­
yolcaya tercüme edilmiştir.
45. Qui Dites-Vous Que Je Suis?!Sizce Ben Kimim? (Ro­
man) Editions du Seuil, 1978. Portekizce, Arapça, İtal­
yanca, Hollandaca, Almancaya tercüme edilmiştir.
46. Appel aux Vivants/Yaşayanlara Çağrı. Editions du
Seuil, 1979. Almanca, Arapça, Türkçe, Danca, Portekizce,
İspanyolca, İtalyanca, Katalancaya tercüme edilmiştir.
47. Il Est Encore Temps de Vivre!Hala Yaşama Vaktidir.
Editions Stock, 1980. Portekizceye (Lizbon ve Brezilya)
tercüme edilmiştir.
48. Pour l'Avenement de la Femme!Kadının Yükselişi.
Editions Albin Michel, 1981. Portekizce, Arapça, Alman­
ca, İspanyolcaya tercüme edilmiştir.
49. Biographie du X.Xe siecle. Le Testament Philosop­
hique de Roger Garaudy/20. Yüzyılın Biyografisi-Gara­
udy'nin Felsefi Vasiyeti. (Önsöz, Pere Chenu). Editions
Tougui, Paris, 1985. Türkçe ve İspanyolcaya tercüme edil­
miştir.
50. A Contre-Nuit!Geceye Karşı (Şiir). Editions de l'Ai­
re, Lausanne, 1987.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 119

51. Memoires. Mon Tour du Siecle en Solitaire/Hatıralar.


Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum, Laffont, 1989. İspanyol­
ca, İtalyanca, Türkçe ve Portekizceye tercüme edilmiştir.
52. Ou Allons-Nous? Nereye Gidiyoruz? Messidor, Paris
1990.
53. Integrismes/Yobazlıklar. Ed. Belfond, 1990. Türkçe,
Arapça ve İspanyolcaya tercüme edilmiştir.
54. Les Fossoyeurs!Medeniyet Mezarcıları, l'.Archipel,
1992.
55. Les Etats-Unis, Avant-Garde de la Decadence/Çökü­
şün Öncüsü ABD, Vent du Large, 1997. Türkçe, Farsça ve
Arapçaya tercüme edilmiştir.
56. Affaire Israel!İsrail Sorunu. Editions Papyrus, 1983.
Türkçe, Arapça, İngilizce, Almanca, İtalyancaya tercüme
edilmiştir.
57. Palestin, Terre des Messages Divins, Albatros Yayın­
ları, 1986, Türkçe, Arapça, Farsça.
58. Les Mythes Fondateurs de la Politique Israelienne/
İsrail, Mitler ve Terör/İsrail Siyasetinin Dayandığı Efsa­
neler, Roger Garaudy'nin kendi yayını, 1995. İngilizce,
İtalyanca, Arapça, Türkçe, Almanca ve Rusçaya tercüme
edilmiştir.
59. Mes Temoins/Şahitlerim, Ed. A Contre-Nuit, 1997,
Türkçe, Arapça, Farsçaya tercüme edilmiştir.
60. Le Terrorisme Occidental, Al-Qalam, Luxembourg,
2004, Türkçe, Arapça, Farsçaya tercüme edilmiştir.
61. Le Mythe Americain ou Quest-ce que l'Anti-Ameri­
canisme?/Amerikan Efsanesi veya Anti-Amerikancılık Ne­
dir? 2003, Samiszdat (kendi yayını), Türkçe ve Farsçaya
tercüme edilmiştir.
62. Antee (Roman), Editions Hier et Aujourd'hui, Pa­
ris, 1945.
120 · Roger Garaudy

63. Le Proces du Sionisme Israelien!İsrail Siyonizminin


Davası, Al Fihrist Yayınları, Paris, 1998.
64. Le Proces de la Liberte/Hürriyet Davası, Avukat Ja­
cques Verges ile birlikte, Vent du large, Paris, 1998
65. Promethee 48/Promete 48 (Tiyatro), Theatre de li\­
pollo, 1958.
66. Le XXIe Siecle: Suicide Planetaire ou Resurrecti­
on?/21. Yüzyıl: Dünya Çapında İntihar mı, Yoksa Diriliş
mi? (kolektif), LHarmattant, 2000.

Roger Garaudy'nin eserleri normalde 40'ı aşkın dile


çevrilmiştir. Fakat bu çevirilerin çoğu yazarından izin
alınmadan yapılan korsan çeviriler olduğu için tam ola­
rak kaç dile ve kaç defa çevrildiği gibi konular tam olarak
bilinemiyor. Yukarıdaki bilgiler yazara çeşitli ülkelerden
armağan olarak getirilen çeviriler göz önüne alınarak tes­
pit edilebilmiştir.
ESERLERİ ÜZERİNE
İNCELEME VE TEZLER

ABD'DE
Russel Bradner Norris: God, Marx and the Future: Di­
alogue with Roger Garaudy!Tanrı, Marx ve Gelecek: Roger
Garaudy ile Konuşmalar. Fortress Press, Filadelfiya, 1974.

ALMANYA'DA
Heinz-Horst Schrey: Vom Bonnfluch zum Dialog. Die
Begegnung zwischen Christentum und Marxismus in der
nachstalinistischen Ara/Lanetli Büyüden Diyaloğa. Stali­
nist Dönem Sonrası Hıristiyanlık ve Marksizm Arasındaki
Karşılaşma. Evangelische Zentralstelle für Weltanschau­
ungsfragen, Information Nr. 30 Stuttgart, 1967.
Adolf Geprags: Wo heute Hoffnung lebt. Marxistische
und christilische Randgruppen als Triiger neuer Hoffnung
/ Umut Bugün Nerede Yaşıyor? Yeni Umudun Taşıyıcıları
Olarak Marksist ve Hıristiyan Marjinal Gruplar. Evange­
lische Zentralstelle für Weltanschauungsfragen, Informa­
tion Nr. 62 Stuttgart XI/1975.
Volfgang Geiger: Garaudy et le Dialogue des Civilisa­
tions!Garaudy ve Medeniyetler Diyaloğu. (Doktora tezi).
Frankfurt Üniversitesi, 1984.
Dr. Wolfgang Geiger: Kulturdialog und Asthetik (Me­
deniyetler Diyaloğu ve Estetik): Roger Garaudy, Victor
Segalen, Mircea Eliade, Doktora tezi, Frankfurt Üniver­
sitesi, 1986.
122 · Roger Garaudy

Prof. Dr. Reinhard Kirste: Integrismus, Laiziti:it und Re­


ligiöser Pluralismus in Frankreich I Fransa'da Yobazlık, La­
iklik ve Dini Çoğulculuk, Reinhard Kirste / Paul Schwar­
zenau / Udo Tworuschka (Hg.): Interreligiöser Dialog
zwischen Tradition und Moderne. Religionen im Gespra­
ch Bd. 3 (RIG 3). Balve: Zimmermann 1994
Prof. Dr. Ecevit Polat: Roger Garaudy - Der Umstrittene
Philosoph: Die wahren Hintergründe über den Weltbekan­
nten Denker!Roger Garaudy - Tartışmalı filozof Dünyaca
Ünlü Düşünür Hakkındaki Gerçekler, Tredition Verlag,
Hamburg, 2018.

BELÇİKA'DA
Salim Bustros: Socialisme, Christianisme et Liberation
de l'Homme dans la Pensee de R. Garaudy!R. Garaudy'nin
Düşüncesinde Sosyalizm ve İnsanın Hürriyeti. (İlahiyat
tezi). Louvain Üniversitesi, 1976.
Mark Bijvoet: Le Marxisme du XXe Siecle et le Dialo­
gue avec les Chretiens chez R. Garaudy!R. Garaudy'de 20.
Yüzyıl Marksizmi ve Hıristiyanlarla Diyalog. (tez). Liege
Üniversitesi, 1978.

FRANSA'DA
R. P. Cottier: Chretiens et Marxistes. Dialogue avec
Roger Garaudy!Hıristiyanlar ve Marksistler-Roger Gara­
udy ile Konuşmalar. (Önsöz, Pere Chenu, O.P., 1967.
Serge Perottino: Garaudy. Editions Seghers, "Bütün
zamanların filozofları" dizisi, Paris, 1969; 2. baskı, 1974.
İtalyanca, Portekizce ve İspanyolcaya tercüme edilmiştir.
Claude Glayman: Garaudy par Garaudy!Garaudy Ga­
raudy'yi anlatıyor. Editions La Table Ronde, Paris, 1970.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 123

Japoncaya (en çok satan kitaplar arasına girmiştir) tercü­


me edilmiştir. Tokyo, 1970.
Andre Dupleix: Le Socialisme de Roger Garaudy et le
Probleme Religieux!Roger Garaudy'nin Sosyalizmi ve Din
Meselesi. Editions Privat, Toulouse, 1971.
Robert Goulon: I.:Itineraire Spirituel de Roger Gara­
udy!RogerGaraudy'nin Manevi Güzergahı (Doktora tezi).
Metz Üniversitesi, 1983.

HOLLANDXDA
Bob Van Geffen: Garaudy et le Materialisme Chretien/
Garaudy ve Hıristiyan Materyalizmi (tez). 1984.

İSPANYXDA
R. P. Antonio Matabosch (S.J.): Roger Garaudy y la
Construccion del Hombre/Roger Garaudy ve İnsanın İnşa­
sı. Editions Nova Terra, Barcelone, 1971.
Jose Maria Aguirre Oraa: La Attitud de Roger Garaudy
ante la Religion, Superaccion de las perspectivas de K. Marx
et la incompatibilidad a la fecundation reciproca!Roger
Garaudy'nin Din Konusunda Aldığı Tutum, K. Marks ve
F. Engels'in Görüşlerinin Üzerine Çıkışı: Uyuşmazlıktan
Karşılıklı Zenginleşmeye. (tez). Vitoria Üniversitesi, 1975.
Santiago C. Ruete Fernandez: Dios y la Religion en
la Vida y el Pensamiento de Roger Garaudy!Roger Gara­
udy'nin Düşünce ve Hayatında Allah ve Din. (tez). Felsefe
Fakültesi, Barcelone, 1980.
Dominos Anton Garcia Fernandez: L'Evolution de la
Pensee de Garaudy!Garaudy'nin Düşünce Evrimi. (tez).
Pontevadra Üniversitesi, 1988.
124 · Roger Garaudy

İTALYA'DA
Giuliana Marton: Alienazione Religiosa e sue Implica­
zioni Morali nel Pensiero di Roger Garaudy!Roger Gara­
udy'nin Düşüncesinde Dinf Yabancılaşma ve Manevi Neti­
celeri. (Felsefe tezi). Padou Üniversitesi, 1969-1970.
Marta Liva: Il Pensiero Politico di Roger Garaudy!Roger
Garaudy'nin Siyası Düşüncesi. (Felsefe tezi). Padou Üni­
versitesi, 1970-1971.
Cosimo Cuppone: Pluralismo i Dialogicita nel Pensiero
di Roger Garaudy!Roger Garaudy'nin Düşüncesinde Ço­
ğulculuk ve Diyalogculuk. (Felsefe tezi). Lecce Üniversi­
tesi, 1972-1973.
Dino Manfrin: Roger Garaudy e il Problema della Li­
berta!Roger Garaudy ve Hürriyet Problemi. (tez). Trente
Sosyoloji Fakültesi, 1974.
Francesca Prinzivalli: EEstetica di Garaudy!Gara­
udy'nin Estetiği. (tez). Padoue Üniversitesi, 1974.
Manuel Pagola: La Subjectividad y la Trancendencia en
el Pensimiento de Roger Garaudy!Roger Garaudy'nin Dü­
şüncesinde Öznellik ve Aşkınlık. (tez). Pontifıcia Universi­
tas Lateranensis. Roma, 1974.
Italo Lini: Roger Garaudy: un Marxista del XXe secolo!
Roger Garaudy: Bir 20. Asır Marksisti. (tez). Universite de
Pise, 1974.

MISIR'DA
Emine Assawi ve Abdülaziz Şeref: Roger Garaudy ve
İslam. Kahire İslam Araştırmaları Vakfı Müdürü ve Genç
Dünya Müslümanları Birliği Başkanı, Ezher Şeyhi Hasan
el Bakuri'nin önsözüyle. Yayımlayan: Dar'misr Littiba'ah,
Kahire, 1984. Arapça.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 125

PORTEKİZ'DE
M. F. Branco: Dialogos com Roger Garaudy!Roger Ga­
raudy ile Konı.şmalar. Edicoes Base, Lizbon, 1979.

SOVYETLER BİRLİĞİ'NDE (Rusya'da)


Momdjian: Marksizm i Renegat Garaudy!Marksizm
ve Mürted Garaudy. SSCB Bilimler Akademisi Yayınları
(Nauka), Moskova, 1973.

TÜRKİYE'DE
Erkan Görgöz: Roger Garaudy'nin Din ve Felsefe Anla­
yışı, Elazığ Fırat Üniversitesi, 2004.
Nermin Hanay: Roger Garaudy'de İslam Algısı, Recep
Tayip Erdoğan Üniversitesi, 2015.
Halil Koçakoğlu: Roger Garaudy'ye Göre İslam Düşünce­
sinin Temel Meseleleri, Şanlıurfa Harran Üniversitesi, 2016.
Ali Işık: Din ve İdeoloji Bağlamında Nurettin Topçu ile
Roger Garaudy'nin Sosyalizm ve İslam Algısı, Afyon Koca­
tepe Üniversitesi, 2019.

YUGOSLAVYA'DA
Zdravko Munisic: Filozofska Schzvatania Roger Gara­
udy!Roger Garaudy'nin Felsefı Araştırmaları. Slovo Yayın­
ları, Belgrad, 1972.

ZAİRE'DE
Lemba-Tiebwa: Fondements Philosophiques du Soci­
alisme de Roger Garaudy. Pour une Remise en Question
du Socialisme Africain/Roger Garaudy'nin Sosyalizminin
Felsefi Temelleri. Afrika Sosyalizmini Sorgulamak (tez).
Lumumbashi Üniversitesi, 1982.
TÜRKÇEDE GARAUDY

l. Jean-Paul Sartre ve Marksizm, Çev. Selahattin Hilav,


Sosyal Yayınları, İstanbul, 1962.
2. Sosyalizm ve İslamiyet, Çev. Doğan Avcıoğlu, E. Tü­
fekçi, Yön Yayınları, İstanbul, 1965.
3. Gerçekçilik Açısından Kafim, Çev. Mehmet Doğan,
Hür Yayınları, İstanbul, 1965.
4. Gerçekçilik Açısından Picasso, Çev. Mehmet Doğan,
Hür Yayınları, İstanbul, 1966.
5. Gerçekçilik Açısından Saint-John Perse, Çev. Mehmet
Doğan-Said Maden, May Yayınları, İstanbul, 1967.
6. Yirminci Yüzyılda Marksizm, Çev. Galip Aydın, Ha­
bora Kitabevi, İstanbul, 1968.
7. Doğmayan Hürriyet, Çev. Aydil Balta, E Yayınları,
İstanbul, 1969.
8. Kari Marx'ın Fikir Dünyası, Çev. Adnan Cemgil, Al­
tın Kitaplar, İstanbul, 1969.
9. Sosyalizmin Büyük Dönemeci, Çev. İ. Banguoğlu-K.
Yargıcı, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1970.
10. Marks İçin Anahtar, Çev. A . Taner Kışlalı, Bilgi Ya­
yınevi, Ankara, 1974.
1 1. Sosyalizm ve Ahlak, Çev. Selahattin Hilav, Süreç Ya­
yınları, İstanbul, 1976.
12. Kıyısız Bir Gerçekçilik Üzerine, Çev. Mehmet Do­
ğan, Aydın Yayınevi, İzmir, 1982.
21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi· 127

13. İsrail Sorunu, Çev. Cemal Aydın, Timaş Yayınları,


İstanbul, 2019.
14. Sosyalizm ve İslam, Çev. M. Şehsuvar, Genç Sanat
Yayınları, Ankara, 1983.
15. Yaşayanlara Çağrı, Çev. Cemal Aydın-Nuri Aydoğ­
muş, Pınar Yayınları, İstanbul, 1986.
16. Aforozdan Diyaloğa, Çev. Prof. Dr. Sadık Kılıç, Bi­
rey Yayınları, İstanbul, 1986.
17. İslam ve İnsanlığın Geleceği, Çev. Cemal Aydın, Ti­
maş Yayınları, İstanbul, 2019.
18. Picasso-Saint John Perse-Kajka, Çev. Mehmet H.
Doğan, Payel Yayınları, İstanbul, 1991.
19. İnsanlığın Medeniyet Destanı, Çev. Cemal Aydın,
Timaş Yayınları, İstanbul, 2018.
20. İsrail, Mitler ve Terör, Çev. Cemal Aydın, Timaş Ya­
yınları, İstanbul, 2019.
21. İslam Dünyasının Yükseliş ve Çöküşleri, Çev. Cemal
Aydın, Timaş Yayınları, İstanbul, 2018.
22. Amerikan Efsanesi, Çev. Cemal Aydın, Timaş Ya­
yınları, İstanbul, 2018.
23. Hatıralar, Yüzyılımızda Yalnız Yolculuğum, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2018.
24. Şahitlerim, Çev. Cemal Aydın, Timaş Yayınları, İs­
tanbul, 2020.
25. Kajka, Çev. Mehmet Sert, Yirmi Dört Yayınları,
2007.
26. Batı Terörü, Çev. Ayşe Meral, Pınar Yayınları, İs­
tanbul, 2008.
27. İlahı Mesajlar Toprağı Filistin, Çev. Cemal Aydın,
Timaş Yayınları, İstanbul, 2018.
28. Medeniyetler Diyaloğu, Çev. Cemal Aydın, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2020.
128 · Roger Garaudy

29. Yaşanmış Şiir Don Kişot, Çev. Cemal Aydın, Türk


Edebiyatı Vakfı, İstanbul, 2012.
30. İslam'ın Aynası Camiler, Çev. Cemal Aydın, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2019.
31. 20. Yüzyılın Biyografisi, Çev. Cemal Aydın, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2020.
32. Çöküşün Öncüsü ABD, Çev. Cemal Aydın, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2018.
33. Yobazlıklar, Çev. Cemal Aydın, Timaş Yayınları, İs­
tanbul, 2018.
34. İslam'ın Vadettikleri, Çev. Cemal Aydın, Timaş Ya­
yınları, İstanbul, 2018.
35. Endülüs'te İslam, Çev. Cemal Aydın, Timaş Yayın­
ları, İstanbul, 2018.
36. Geleceğimizde İslam Var, Çev. Cemal Aydın, Timaş
Yayınları, İstanbul, 2018.
37. İslam Medeniyetinin İnsanlığa Katkısı, Çev. Cemal
Aydın, Timaş Yayınları, İstanbul, 2020.
38. 21. Yüzyılda İslam'ın Dirilişi, Çev. Cemal Aydın, Ti­
maş Yayınları, İstanbul, 2020.

,
Garaudy, bu eserinde ok runa şöyle sesleniyor:
Sosyalizmin iflas ettigi, kap alizmin de çöktügü bu
yüzyılımızda, insanlıgı uç ruma yuvarlanmaktan
kurtaracak tek çare, ilk ins ndan günümüze kadar
gelen tek ve yegane te l ilahı din olan İslam'ı
y jden şahlandırmaktır.
İslam, doguşunun hemen ar ından, bir yüzyıl içinde
Pirenelerden Himalayala a kadar şimşek hızıyla
yayıldı. Çünkü o ilk dön de İslam, karşılaştıgı
bütün halklara kucak çmış, bütün kültürleri
bagrına basmış ve in anlar arasında adaleti
tam anlamıyla saglamışt O dönemin insanlıgını
bagnazlıklar, despo luklar ve zulümlerden
kurtarmıştı.
Günümüzde de İslam, tü dünya halklarını aynı
hedefe kilitlenmiş olarak ayılma, kucaklama ve
kurtarma gücüne sahiptir. ç· kü İslam, yeryüzünde
huzur, refah ve saadeti gerç leştirebilecek yegane
ahı ve e�edı mesajdır.
Yeter ki İslam, o ilk yüzyılda i ruhuna ve canlılıgına
tekrar kavuşturulsun!
Yeter ki Müslümanlar, can ekişmekte olan Batı'yı
taklit mekten vazgeçsinler!
Yeter ki günümüz Müslüm ları, bundan bin sene
öncesinin dahı alimleri in kendi dönemleriyle
ilgili çözümlerini degil de, nların her çaga cevap
verebilecek yöntemlerini metotlarını, usullerini
benimsesinler!
Yeter ki Kur'an ve hadi er, ölülerin gözleriyle
degil de, dirilerin özleriyle okunabilsin!
İşte o zaman, bu ilk ve so ilahı mesaj, insanları
tekrar sahte mutluluklard gerçek mutluluga ve
h zura kavuşturacaktır.

masayingrubu

You might also like