You are on page 1of 192

ِ‫ن‬‫م‬ِ

ُ ‫ِص َفةُ ا مْل مؤ‬


KUR’AN, SÜNNET VE SELEFİN SÖZLERİNDEN

MÜMİNİN SIFATLARI

Yazan
Abdulhak el-Heytemi

HAK
YAYINLARI
2
HAK YAYINLARI: 32

Yazan:
Abdulhak-el Heytemi

Tercüme Eden:
Ahmet Yıldırım

Dizgi Mizanpaj:
Hak Tasarım

Kapak Tasarım
Hak Tasarım

Adres:
Alemdar Mah.Yerebatan Cad.
Çatalçeşme Sok. No:27 / 103
Cağaloğlu / Fatih / İstanbul

Tel:
0 ( 212 ) 514 93 19

Web:
www.hakyayinlari.com

Yayınevi Sertifika No:30720

3. Baskı
Şubat 2016 / Cemâziyelevvel 1437

Baskı-Cilt:
Step Ajans Matbaa Ltd. Şti.
Göztepe Mah. Bosna Cad. No:11
Bağcılar / İstanbul Telefon: 02124468846
Matbaa Sertifika No: 12266
3
‫بسم هللا الرحمن الرحيم‬

ÖNSÖZ

Allah-u Teâlâ’ya hamd olsun! O’na şükreder, O’ndan


yardım diler, O’nun bağışlamasını isteriz. Nefislerimizin
şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah-u
Teâlâ kime hidayet ederse onu saptıracak, kimi de saptı-
rırsa ona hidayet edecek yoktur. Şehadet ederim ki; Allah-
u Teâlâ’dan başka ibadete layık ilah yoktur. O tektir, O’nun
ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki; Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem O’nun kulu ve rasulüdür.

“Ey iman edenler! Allah’tan korkulması gerektiği gibi


korkun ve sizler ancak Müslümanlar olarak ölün!”
(Âli İmran: 102)
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan eşini
var eden ve o ikisinden birçok erkek ve kadınlar üreten
Rabbinizden sakının. Adına birbirinizden istekte bulun-
duğunuz Allah'tan ve akrabalık bağlarını koparmaktan
sakının. Muhakkak ki Allah sizin üzerinize gözetleyici-
dir.” (en-Nisa: 1)
“Ey iman edenler! Allah’tan sakının ve sözün en doğ-
rusunu söyleyin ki Allah, amellerinizi kabul etsin ve gü-
nahlarınızı bağışlasın. Kim Allah-u Teâlâ’ya ve rasulüne
itaat ederse en büyük kazancı elde etmiş olur.”
(el-Ahzab: 70–71)
En doğru söz; Allah-u Teâlâ’nın kitabı ve en hayırlı yolu
gösteren Rasulünün sünnetidir. En şerli şey; bidat olan şey-
dir. Her bidat dalalettir. Her dalalet ateştedir.
Bu kitapta Kur’an, sünnet ve selefi’s salihinin sözlerinde
geçen mü’minin bazı sıfatlarını zikredeceğiz. Bu sıfatları
zikretmemizdeki gaye; cenneti hakeden mü’minin vasfını
4
anlatmaktır. Ta ki herkes bunu kendine örnek edinsin ve
böylece Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve cennetini kazanabil-
sin.
Bu sıfatları Müslümanlara, o sıfatlara sımsıkı sarılsınlar
ve bunları ihmal etmesinler, böylece selefi’s salihinin yo-
lunda yürüyerek Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde etsinler ve
hem dünyada hem de ahirette kazanalardan olsunlar diye
sunuyoruz.
Allah-u Teâlâ’dan bu amelimizi, O’nun rızasına uygun
olan halis bir amel ve Müslümanlara faydalı kılmasını te-
menni ederiz.
MÜMİNİN SIFATLARI 5

İSLÂM VE ÎMAN

Kur’an ayetlerine ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in


sünnetine bakıldığında; İslam ve İman lafızları bazen aynı
manada tek bir şeyin iki ayrı ismi olarak, bazen de her biri
başka manalara delalet edecek şekilde ayrı ayrı manalarda
kullanılmıştır.
Selefi’s salih ve İslam âlimleri bu konu hakkında çokça
konuşmuşlardır. İnşeallah burada bu meselenin özetini
yapmakla yetineceğiz.
İlk olarak bu iki söz hakkında Kur’an ve sünnetten bazı
delilleri belirtip, sonra da meseleyi özetleyeceğiz.
1 – Bazı ayet ve hadislerde İslam, zahiri olan ameller
için, iman ise kalbi ve batini olan ameller için kullanılmıştır.
Demek ki bu naslara göre iman ile İslam ayrı ayrı şeylerdir.
Ayet ve hadislerden bazı örnekler:
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Bedeviler “iman ettik” demektedirler. (Ey Muham-
med!) De ki: “Siz iman etmediniz. Fakat İslam olduk, de-
yin. Çünkü iman, henüz kalplerinize girmedi. Eğer Al-
lah’a ve Rasulüne itaat ederseniz, Allah amellerinizden
hiçbir şey eksiltmez.” (el-Hucurat:14)

Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir:


“Birgün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında
otururken bembeyaz elbiseli, simsiyah saçlı, üzerinde yol-
culuk alametleri olmayan, içimizden kimsenin tanımadığı
bir adam Rusulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına geldi
ve oturdu. Sonra dizlerini onun dizlerine yaklaştırdı.
Avuçlarını da onun bacaklarının üzerine koyduktan sonra
şöyle dedi:
6 Abdulhak el-Heytemi
“Ey Muhammed! İslam nedir?” Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem dedi ki:
“Allah’tan başka hakkıyla ibadete layık ilah olmadı-
ğına ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in onun el-
çisi olduğuna şahitlik etmen, namaz kılman, zekât ver-
men, Ramazanda oruç tutman, gücün yeterse hacca git-
mendir.” Adam:
“Doğru söyledin” dedi. Biz ona şaşırdık. Hem soruyor,
hem de doğruluyordu. Sonra:
“İman nedir?” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Allah’a, meleklerine, kitaplarına, nebi ve rasullerine,
ahiret gününe, kaderin hayır ve şerriyle Allah’tan oldu-
ğuna iman etmektir” dedi. Adam:
“İhsan nedir?” diye sordu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Allah’ı görüyormuş gibi O’na ibadet etmendir. Sen
O’nu görmesen de O, seni görür” dedi. Adam:
“Kıyametin vakti ne zaman?” diye sordu.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Sorulan, bu konuda sorandan daha bilgili değildir”
dedi ve Lokman: 34 ayetini okudu. Adam:
“Kıyametin alametleri nedir?” diye sordu. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
“Kadının hanımefendisini doğurması (yani annesine
hizmetçi muamelesi yapan çocukların bulunması) yalın ayak ve
çıplak çobanların binaları yükseltmede yarışmalarıdır.”
Ömer radıyallahu anh diyor ki:
“Sonra adam gitti. Bir süre sonra Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem dedi ki:
“Ey Ömer! Soranın kim olduğunu biliyor musunuz?”
Biz de: “Allah ve Rasulü daha iyi bilir” dedik. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem: “Bu, Cibril’dir. Size dininizi öğret-
mek için geldi” dedi.” (Buhari, Müslim)
MÜMİNİN SIFATLARI 7
İbni Ömer radıyallahu anhuma şöyle dedi:
“Bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“En hayırlı İslam hangisidir?” diye sordu. Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem ona şöyle dedi:
“Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın kimse-
lere selam vermendir.” (Buhari, Müslim)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle soruldu:
“İslam nedir?”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:
“Yemek yedirmek ve güzel sözler söylemektir.”
“İman nedir?” diye soruldu. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Hoş görülü olmak ve sabretmek” diye cevab verdi.
(İbni Ebi Şeybe; sahih senetle)

2 – Bazı ayet ve hadislerde zahiri amellerin imana gir-


diği, batini amellerin ise İslama girdiği geçmektedir.
Bunlardan bazıları;
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“(Ey kalplerinde iman olmadığı halde, sadece dilleriyle iman
ettik diyen Bedeviler!) Bilin ki iman edenler ancak; (Zatını,
sıfatlarını ve fiillerini birleyerek) Allah’a ve (getirdiklerini tas-
dik ederek) Rasulüne iman edenler, sonra bu imanlarında
asla şüphe etmeyenler ve Allah’ın dininin hakim olması
için hem mallarını hem canlarını feda ederek cihad eden-
lerdir. İşte, kalplerinde iman olduğuna dair sözleri doğru
olanlar da bunlardır!” (el-Hucurat:15)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“İman yetmiş veya altmış küsür şubedir. En üstünü La
ilahe illallah sözüdür. En aşağısı ise yoldan eziyet veren
şeyleri kaldırmaktır. Hayâ (utanmak) imanın şubelerin-
dendir.” (Buhari, Müslim)
8 Abdulhak el-Heytemi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Abd İbni Kays heye-
tine şöyle buyurdu:
“Üç şeyi yapmanızı emrediyorum.
Birincisi; sadece Allah-u Teâlâ’ya iman etmek. Allah-
u Teâlâ’ya imanın ne demek olduğunu biliyor musunuz?
La ilahe illallah’a şehadet etmek, namazı ikame etmek,
zekâtı vermek, Ramazan ayında oruç tutmak, ganimetten
beşte birini vermektir...” (Müslim)

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Yolların alamet ve işaretlerinin olduğu gibi İslam’ın
da alamet ve işaretleri vardır. Onlardan bazıları: Allah’a
iman etmen ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmamandır. Na-
mazı ikame etmen, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tut-
man, beyti haccetmen, emri bi’l maruf ve nehyi ani’l
münker yapman, ailene girdiğin zaman selam vermen,
Müslüman kavmin yanından geçtiğin zaman onlara se-
lam vermen. Kim bunlardan birisini terk ederse İs-
lam’dan bir pay terk etmiştir. Kim hepsini terk ederse İs-
lam’ı arkasına atmıştır.” (El-İman Ebu Ubeyd s: 11)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Muhakkak ki Allah katındaki (tek geçerli) din İs-
lam’dır.” (Âli İmran:19)

3 – Bazı ayet ve hadislerde İslam ve imanın aynı manada


kullanıldığı görülür.
Bunlardan bazıları:
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Bunun üzerine mü’minlerden orada olanları çıkar-
dık.” (ez-Zariyat:35)
MÜMİNİN SIFATLARI 9
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kıyamet gününde bütün ameller gelecektir. Namaz
gelecek ve şöyle diyecektir: “Ey Rabb! Ben namazım.” Al-
lah-u Teâlâ ona şöyle diyecektir: “Sen hayır üzeresin.”
Sadaka gelecek ve: “Ey Rabb! Ben sadakayım.” Allah-u
Teâlâ ona şöyle diyecektir: “Sen hayır üzeresin.” Oruç ge-
lecek ve: “Ya Rabb! Ben orucum.” Allah-u Teâlâ ona şöyle
diyecektir: “Sen hayır üzeresin.” Sonra tek tek bütün
ameller gelecek ve Allah-u Teâlâ bütün bu amellere: “Sen
hayır üzeresin” diyecektir. Sonra İslam gelecek ve şöyle
diyecektir: “Ey Rabb! Sen selamsın, ben ise İslam’ım.”
Allah ona şöyle diyecektir: “Sen hayır üzerindesin. Bugün
sana göre alacağım ve sana göre vereceğim.” (Ahmed)

Anlatılanların Özeti:
Zikredilen ayet ve hadislerin birbirine zıt düşmemeleri
için İslam ve İmanı, İbni Receb’in söylediği gibi anlamak
gerekir:
İbni Receb şöyle diyor:
“İman ve İslam tek olarak kullanıldığı zaman, mana iti-
bariyle birbirine girerler (aynı manada kullanılırlar). Aynı
anda beraber kullanıldıkları zaman, biri bir manaya, diğeri
ise başka bir manaya delalet eder. Fakat ikisinin delalet et-
tiği mana, tek kullanıldığındaki manalara delalet eder…”
İbni Receb bunları anlattıktan sonra şöyle devam eder:
“Yapmış olduğum bu açıklamayı âlimlerin çoğu bu şe-
kilde yapmışlardır. Örneğin; Ebu Bekir El-İsmaili, Ehli’l
Cebel’e (dağda yaşayanlara) gönderdiği risalesinde şöyle
diyor:
“Ehlisünnet ve’l cemaatin birçok âlimleri iman; söz ve
amelden ibarettir. İslam ise; Allah-u Teâlâ’nın insana farz
ettiği şeyleri yerine getirmektir. Eğer bu kelimeler tek tek
10 Abdulhak el-Heytemi
kullanılarak birbirine eklenir ve mü’minlerle Müslümanla-
rın hepsi, şeklinde söylenirse manaları ayrı olarak kastedil-
miştir. Eğer tek başına kullanılmışlarsa aynı mana olarak
kullanılmıştır. Ve o zaman da imanın verdiği mana İs-
lam’ın verdiği manayla aynı olarak kastedilir, demişlerdir.
Bu açıklamayı Hattabi, Mealim Essunen’de zikretmiştir ve
birçok âlim onu desteklemiş ve ona tabi olmuştur…”
Sonra İbni Receb şöyle devam etmektedir:
“İman ile İslam’ın ayrı ayrı manaları olduğu selef âlim-
lerinin çoğundan nakledilmiştir. Onlardan bazıları; Ka-
tade, Davud b. Ebi Hind, Ebu Cafer el-Bakır, Ez-zuhri,
Hammad b. Zeyd, İbni Mehdi, Şeriyk, İbni Ebi Zib, Ahmed
b. Hanbel, Ebu Huseyme, Yahya b. Muin ve başkaları gibi...
Ayet ve hadislere bu açıkladığımız şekliyle bakılırsa
ayetler ve hadisler arasında bir zıtlık olmadığı görülür.
Şöyle ki;
İslam ile iman ayrı ayrı zikredildiğinde ikisinin manası
arasında fark olmadığı, ikisinin aynı olduğu anlaşılır. Eğer
birlikte kullanılırsa ikisi arasında fark olduğu anlaşılır. İşte
bu ikisi arasındaki fark şöyledir:
İman; kalbin tasdiki, ikrarı ve bilmesidir.
İslam ise; kulun Rabbine teslim olması, boyun eğmesi ve
emrine uymasıdır.” (Camiu’l Ulum-İbni Receb s: 26)

İbni Teymiyye şöyle diyor:


“...Bunun için Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem imanı;
kalbin imanı ve kalbin boyun eğmesi olarak açıklamıştır.
Bu ise Allah-u Teâlâ’ya iman, meleklere iman, kitaplara
iman ve Rasullere imandır. İslam’ı da şöyle açıklamıştır:
Belli şeylere teslim olmaktır. Onlar ise İslam’ın beş temeli-
dir. İşte Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in diğer sözle-
rinde de imanı ve İslam’ı bu şekilde açıkladığı görülür.”
(El-İman s: 224)
MÜMİNİN SIFATLARI 11
İbni Teymiye şöyle diyor:
“İman ile İslam beraber kullanıldığı zaman iman kalpte,
İslam ise zahirdedir.” (Fetvalar c: 7 s: 553)
Din; İman ile İslam’ın verdiği manaların bütünüdür.

İbni Ebi’l İzz şöyle diyor:


“Din; iman, İslam ve bütün şeriatleri kapsayan bir isim-
dir.”
Bu, şu demektir: İslam dini bütün hükümleri kapsayan
bir isimdir. Daha açıkçası; din, eğer mutlak olarak söylenirse
tasdik, ikrar ve bütün nebilerin getirdiği hükümleri kabul et-
mek demektir.” (Fıkhu’l Ekber Şerhi-Aliyyu’l Kâri s: 73)

Başka yerde şöyle diyor:


“Fakat hiçbir zaman olmaz.”
Bu, şu demektir: İslam şeriatinde “İman, İslamsız” bulun-
maz. Daha açıkçası; zahiren boyun eğmeksizin batınen bo-
yun eğmenin bir şahısta bulunması mümkün değildir.
(Yani; İslam olmaksızın imanın bulunması mümkün değil-
dir.) (Fıkhu’l Ekber Şerhi-Aliyyu’l Kâri s: 72)

Tahavi şerhinde şöyle geçmektedir:


“Meselenin özeti şöyledir: İslam ile İmanın birlikte zik-
redilmesiyle, ayrı ayrı zikredilmesi arasında fark vardır. İs-
lam ile imanın birbiriyle alakası şehadet kelimesinin (La
ilahe illallah ile Muhammedun Rasulullah’ın) birbiriyle
alakası gibidir. La ilahe illallah şehadeti ile Muhammedun
Rasulullah şehadeti arasında fark vardır. Manaları aynı de-
ğildir. Fakat birbirine bağlı olan şeylerdir. Hem manen,
hem hükmen bir şeyden ibarettir. İslam ile İman da böyle-
dir. İslamı olmayan kişinin imanı da yoktur. İmanı olma-
yan kişinin de İslamı yoktur. Çünkü imanı gerçekleşen bir
mü’minin mutlaka imanı kendisinden kaldırmayacak bir
12 Abdulhak el-Heytemi
İslamı olacaktır. Teslim olmuş bir Müslümanda da aynı şe-
kilde imanı kaldırmayacak kadar iman olacaktır. Ancak bu
şekilde kişinin İslamı sahih olur.”
(Tahavi Şerhi-İbni Ebi’l İzz s: 251)

İmam Begavi şöyle diyor:


“Nebi sallallahu aleyhi ve sellem İslam ismini zahiri amel-
lere, iman ismini ise batini amellere vermiştir. Bu ise amel-
lerin imandan olmadığını hiçbir zaman göstermez veya
kalpteki tasdikin İslam’dan olmadığını göstermez. Bu açık-
lamalar tek bir cümlenin açıklamasıdır ve bu cümle bir şey-
den ibarettir. Bunların hepsi dindir.” (Şerh’üs Sünne)
Bazı amelleri insan yapmadığı zaman hem imanı hem
de İslamı ortadan kalkar. Bazı ameller ise yapılmadığı za-
man iman eksilir ama imanı tamamen kalkmaz. Eğer ona;
“imansız” denilirse bu, İslam’dan çıktığını göstermez. İs-
lam’ı bozmayan ameller işlendiğinde bazı âlimler bu amel-
leri işleyen kişiye “bu mü’min değil, Müslümandır” demiş-
lerdir. Bazı âlimlere göre “mü’min” sıfatı vermişler fakat
“imanı eksik” demişlerdir. Ama şu var ki bazı ameller iş-
lendiğinde işleyen kişinin kalbinde iman olmadığını göste-
rir. Bu ise o kimseyi İslam’dan ve imandan çıkartır.

KUR’AN’DA MÜ’MİN

1 - Mü’min, Allah-u Teâlâ ve Rasulune İtaati


Her şeyden Üstün Tutar:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Eğer gerçekten mü’min iseniz Allah’tan korkun ve
aranızı ıslah edin. (Gerek ganimetler konusunda gerekse em-
rettiği her şeyde) Allah’a ve Rasulüne itaat edin.”
(el-Enfal: 1)
MÜMİNİN SIFATLARI 13
Mü’min, Allah-u Teâlâ’ya ve Rasulüne itaat eder ve bu
itaati her şeyden üstün tutar.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah ve rasulü bir konuda hüküm verdiği zaman,
inanmış erkek ve kadının artık işlerinde başka yolu
seçme hakkı olmaz. Kim Allah’a ve rasulüne başkaldı-
rırsa apaçık bir şekilde sapmış olur.” (el-Ahzab: 36)
Birinci ayette Allah-u Teâlâ mü’min olmayı, Allah’a it-
aat ve Rasulune itaat şartlarına bağlamıştır. Bu iki şarttan
birisi bile yerine getirilmezse mü’min olunamaz.
Allah-u Teâlâ’ya itaat; Allah-u Teâlâ’nın kitabına, yani
Kur’an’da bildirdiği emir ve yasaklarına itaattir.
Rasulüne itaat; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ha-
yatta iken onun şahsına, öldükten sonra ise onun sünne-
tinde bildirdiği emir ve yasaklarına itaattir.
Mü’min olabilmek için sadece Allah-u Teâlâ’ya itaat et-
mek yeterli değildir. Allah-u Teâlâ’nın Rasulune de itaat et-
mek gerekir. İşte bu; “bize Kur’an yeter” diyenlere açık bir
reddiyedir.
Kur’an’a gerçekten itaat eden bir kimsenin Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’e de itaat etmesi gerekir. Çünkü Al-
lah-u Teâlâ Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat etmeyi,
Kur’an’da emretmiş ve bunu zorunlu kılmıştır. Buna göre;
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in haram ve helal konu-
sundaki emirlerine itaat etmeyen, Allah-u Teâlâ’nın emir-
lerine itaat etmeyenler gibi kâfir olur. Zira Kur’an’ı açıkla-
yan ve ek hükümler bildiren sünnetleri kabul etmemek kü-
fürdür.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağ-
rıldıkları zaman mü’min olanlara yakışan: “İşittik ve it-
aat ettik” demektir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır!”
(en-Nur: 51)
14 Abdulhak el-Heytemi
Kur’an ve sünnetin hükmüne çağrıldığı zaman mü’mi-
nin söyleyeceği tek söz: “İşittik ve itaat ettik” demektir.
Evet! İşte bu iki söz, birbirinden ayrılmayan iki sözdür.
Yahudiler; “Allah-u Teâlâ’dan gelen emirleri kabul et-
tik” manasına gelen “dinledik” sözünü zahiren dilleriyle
söylüyorlar, fakat bu sözlerinin hemen ardından; “bu emir-
leri kabul etmiyoruz” manasında, hareket ve yaşantılarıyla
“isyan ettik” diyorlardı. Zira onlar, Allah-u Teâlâ’nın Musa
aleyhisselam vasıtasıyla bildirdiği emirlere zıt bir hayat yaşa-
makta idiler.
Oysa itaat, Yahudilerin yaptığı gibi sadece kulakla din-
lemek veya dille kabul ettiğini söylemek değildir. Bu se-
beble her kim Allah-u Teâlâ’nın emirlerini dille kabul eder,
amelinde bunu göstermezse işte o kimse, “işittik ve isyan
ettik” diyen Yahudilerle aynı hükümdedir.
Ahirette kurtuluşu isteyen bir kimsenin, Allah-u
Teâlâ’nın ve Rasulünün emirlerine hem dil hem de yaşan-
tıyla itaat etmesi gerekir. Allah-u Teâlâ’nın, ayetin so-
nunda: “İşte felaha kavuşanlar bunlardır!” şeklinde bil-
dirdiği gibi...
Mü’min, Allah-u Teâlâ’ya ve Rasulüne her zaman ve
mekânda itaat eder. Zamanın ve mekânın değişmesi,
mü’min kimselerin Allah-u Teâlâ’ya itaatini asla engelle-
mez. Çünkü mü’minler, Allah-u Teâlâ ve Rasulünün bildir-
diği sınırların dışına çıkarak herhangi bir kişiye itaat eden
kimseden mü’min sıfatının kalktığını çok iyi bilirler. Ken-
disinden mü’minlik sıfatı kalkan kimse için ise iki durum
söz konusudur: Ya haram işleyerek günahkâr Müslüman
olmuştur ya da küfür işleyerek kâfir olmuştur.
Allah-u Teâlâ ve Rasulünün açık hükmü bulunduğu bir
meselede bir kimse, beşere ait olan zıt hükümlere muha-
keme olur veya onları Allah-u Teâlâ’nın hükmüne eşit tutar
ya da bu hükümlerden birini seçmede muhayyer olduğuna
MÜMİNİN SIFATLARI 15
inanırsa kâfir olur. Bu, Allah-u Teâlâ ve Rasulünün hükmü
bulunan her meselede böyledir.
Hüküm verme mercii olarak sadece Allah-u Teâlâ ve Ra-
sulünü kabul etmesine rağmen nefsine uyduğu için Allah-
u Teâlâ ve Rasulünün hükmüne ameliyle itaat etmeyen bir
kimse, bazı konularda günahkâr olur. Zina etme, hırsızlık
yapma, faiz yeme gibi...
Böyle fiilleri işleyen bir kimse Allah-u Teâlâ’nın bu ko-
nulardaki emirlerine itaat etmemiştir. İşte bu gibi kimseler-
den mü’minlik sıfatı kalkar. Buna göre; Kur’an ve sünnette
kesin haram olduğu bildirilen amelleri işleyenler mü’min
değildirler. Müslüman kalabilmeleri için belli şartlar gere-
kir. Bu şartlar şunlardır:
1 – İşledikleri haram konusunda Allah-u Teâlâ’nın hük-
münün doğru olduğuna kesin ve şüphesiz olarak inanmak.
2 – İşlenen amelin haram olduğuna inanmak ve bundan
dolayı pişman olarak Allah-u Teâlâ’ya tevbe etmek.
3 –Bu ameli işlerken kendisini görenlerden utanmak,
onlara bu yaptığının doğru olmadığını ve ne sebeple işle-
diğini anlatmak, yaptığından pişmanlık duymak ve bu-
nunla övünmemek.
Bir Müslüman bir haram fiil işlediğinde bunu açıktan
değil gizli olarak yapar ve yaptığı bu amelden dolayı övün-
mez. Şayet yaptığı haramı açıktan yapar ve bununla övü-
nürse, onun bu hali pişman olmadığını, yaptığı ameli
doğru olarak kabul ettiğini, utanmadığını ve tevbe etmedi-
ğini gösterir.
Bazı günahları devamlı işlemek, kişiyi kâfir yapar. Me-
sela büluğ çağına gelmiş bir kızın başını devamlı açması
gibi... Çünkü bu hareketi, bu işi meşrulaştırdığını göster-
mektedir. Ama bazen başını açan, bazen kapatan kişi bu
hükmü almaz elbette.
16 Abdulhak el-Heytemi
Meyhane açan, genelev açan kişinin bu ameli onu kâfir
yapar. Çünkü bu ameliyle birtakım haramları meşrulaştır-
mış olur.
Meyhane açmak ile içki içmek arasında fark vardır.
Meyhane açan kişi haram olan içkiyi meşrulaştırmıştır.
Aynı şekilde genelev açan kişi fuhşu meşrulaştırmıştır. Ge-
nelev açan bir kimse, hiçbir zaman zina yapan bir kimsenin
hükmünü almaz. Zira bunlardan birincisi küfür, ikincisi ise
haramdır.
Banka açmak da küfürdür. Çünkü banka açmak faizi
meşrulaştırmak demektir. Bu sebeble banka açan bir kimse
asla faiz yiyen kişinin hükmünü almaz.
Yukarıdaki şartların hepsi aynı anda tahakkuk etmediği
takdirde kişi kâfir olur. Kişi ancak bu şartlar dâhilinde
Müslüman kalabilir.
İslam dininde itaat, Allah-u Teâlâ’ya ve Rasulünedir.
Ancak Allah-u Teâlâ ve Rasulünün itaat edilmesini emret-
tiği kişilere itaat edilir.
Burada şunu da belirtmek gerekir: Müctehid âlimlerin
sözlerine Kur’an ve sünnete uygun olduğu müddetçe itaat
edilir. Kur’an ve sünnete dayanmadan birşeyi helal veya
haram kılan kimse kâfir ve taguttur. O kimsenin ictihad
etme seviyesine gelip gelmemesi önemli değildir.
Kur’an ve sünnete uymayan herhangi bir hükme itaat,
duruma göre ya küfür ya da haram olur. Şayet itaat edilen
kişi kendisini teşri koymada yetkili görüyorsa, bu kimseye
bu yetki ve sıfatı vererek itaat eden kâfir olur. Faizi helal-
leştiren kimseye, bu konuda yetki sahibi olduğunu tasdik
ederek itaat etmek gibi...
Fakat yukarıda bildirilen şartlar dâhilinde Allah-u
Teâlâ’nın haram kıldığı bir konuda bir kimseye itaat eden
MÜMİNİN SIFATLARI 17
kimse kâfir değil, günahkâr olur. Haram olduğuna inana-
rak içki içmeye çağıran kişiye, haram olduğuna inanarak
itaat etmek gibi...

Helalleştirmenin Manası, Hükmü ve Çeşitleri:

İslam şeriatinde helalleştirmenin manası: Allah-u


Teâlâ’nın kesin haram kıldığı birşeyi helal kılmaktır.
Hükmü: Böyle yapmak, İslam milletinden çıkaran bü-
yük küfürdür. Delili ise:
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki haram aylarının yerlerini değiştirmek,
kâfirlerin küfürlerine eklediği bir küfürdür. Kâfirler,
böyle yaparak insanları saptırmaktadırlar. Bazı haram
ayları bir yıl helal, bir yıl haram kılıyorlar. Allah’ın ha-
ram kıldığı ayların sayısının değişmemesi için Allah’ın
(haram kılmadığı bir ayı haram kılıp onun yerine) haram olan
ayını helal kılmaktadırlar. Yaptıkları bu kötü amel, ken-
dilerine çekici ve süslü gösterilmiştir. Allah, kâfirler top-
luluğunu hidayete erdirmez.” (et-Tevbe: 37)

Allah-u Teâlâ bu ayette Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı


nesi (haram ayların yerlerini değiştirme)’yi helal kılmanın
küfrü artırmak olduğunu bildirmiştir. Küfrü artıran şey,
küfürdendir. Buna göre Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı
şeyi helal kılmak küfürdendir.

Haramı Helalleştirme Çeşitleri:

1 – Haramı Dille Helalleştirmek: Allah-u Teâlâ’nın et-


Tevbe: 37 ayetinde haber verdiği kâfirlerin nesi (haram ay-
ların yerlerini değiştirme)’yi helal kılmaları gibi…
18 Abdulhak el-Heytemi
Müşrikler haram ayı helalleştirmek istedikleri zaman,
hac mevsiminde onlardan bir adam çıkar ve helalleştirmek
istedikleri haram ayın ismini, örneğin; Muharrem ayını zik-
rederek gelecek sene o ayın helal olduğunu, onun yerine
Safer ayının haram olduğunu yüksek sesle ilan ederdi.

Dille haramı helalleştirmenin örnekleri:


Devlet yöneticileri, bakanlar ve milletvekillerinin, be-
şeri sistemlerin kanunlarına bağlı kalacaklarına ve saygılı
olacaklarına dair ettikleri yemin gibi sözlü olarak yapılan
ameller…

2 – Haramı Yazı İle Helalleştirmek: Haram, yazı ile de


helalleştirilebilir. Çünkü yazı birçok yerde söz yerine kul-
lanılır. Bu sebeble şöyle bir fıkıh kaidesi oluşmuştur:
“Yazı söz gibidir” (1)

Yazı ile haramı helalleştirmenin örnekleri:


İslam şeriatinde haram kılınan riba (faiz), zina, içki, ku-
mar, kadınların açık gezme serbestliği, Müslümanın malını
ve canını haksız yere helal kılma gibi amellerin beşeri sis-
temlerin kanunlarında yazılı olarak helal kılınması gibi...
Beşeri sistemlerin haramı helal kılan yazılı kanunları şu
özelliklere sahiptir:

a) Haramı Yapmaya Zorlayıcıdır:


Bunun en açık örneği; ihtilaf halinde ihtilafı çözecek
olan beşeri kanunlarla hükmeden mahkemelerdir.

(1) (El-Mugni, Şerhu’l Kebir c: 11 s: 326-327)


MÜMİNİN SIFATLARI 19
Beşer aklının ürünü kanunlarla hükmetmeyi ve bu ka-
nunlara muhakeme olmayı İslam dini haram kılmış ve iş-
lenmesini büyük küfür olarak görmüştür. Fakat beşeri sis-
temler, yazılı olarak çıkardığı kanunlarla Müslümanları bu
kanunlara muhakeme olmaya zorlarlar.

b) Müslümanın Malını Ve Canını Haksız Yere Helal


Kılar:
Beşer aklının ürünü olan yazılı kanunlara göre; Kur’ an’ı
bir kenara atarak beşeri kanunları tatbik eden bir yöneti-
ciye karşı çıkan, onu azletmek isteyen bir Müslüman suçlu-
dur ve ölümü haketmiştir.
Oysa böyle yapmak isteyen bir Müslüman Allah-u
Teâlâ’nın kanunlarına göre büyük bir mücahid, Allah-u
Teâlâ’nın hükmünü tatbik etmeyi isteyen ihlâslı bir mu-
vahhiddir.

c) Haramları Meşrulaştıran Müesseselere Ruhsat Ve-


rir:
Beşeri sistemler, faizle uğraşan bankalara, kumar oyna-
tan kumarhanelere, her türlü haramların işlendiği gazino,
meyhane gibi yerlere ve zinanın meşru hale geldiği gene-
levlere yazılı ruhsat verirler.
Oysa ruhsat; bir şeyin yapılmasına izin vermektir. Birşe-
yin yapılmasına izin vermek ise onu mübah kılmaktır.

d) İrtidatı Mübah Kılar:


Beşeri sistemlerin kanunlarında şöyle bir madde vardır:
“İnanç hürriyeti korunmuştur.”
Bu madde, dileyen kimsenin dilediği anda İslam’dan ir-
tidat etmesine hak tanıyan bir maddedir.
20 Abdulhak el-Heytemi
e) İslam’da Cezası Olan Suçlara Ceza Verilmesini Ge-
rekli Görmez:
Beşeri sistemlerin kanunlarında İslam şeriatinin ceza be-
lirlediği suçlara, ceza vermemek gerektiğine dair yazılı
maddeler vardır.
Bu sistemlerin kanunlarına göre, ancak kanunun suç ka-
bul ettiği meseleler suçtur. Bu sebeple onların kanunla-
rında şöyle bir madde vardır:
“Ancak kanunun belirlediği suç, suçtur ve kanunun suç
olarak kabul ettiği suça ceza verilir.”
Bu kanun maddesine göre; beşeri sistemlerin kanunla-
rında suç olarak yazılmayan bir mesele, İslam şeriatince
suç olarak görülse bile suç değildir. Bu sebeble İslam’ın suç
olarak gördüğü bir meselenin işlenmesi serbesttir ve ka-
nuna göre bu mesele suç olarak yazılmadığı için o ameli iş-
leyene ceza verilmez. Bilakis o kimseye ceza vermek iste-
yene ceza verilir.
Bu kanun maddesine göre; kadın ve erkek kendi rızala-
rıyla zina yaparlarsa, bu amelin kanunda cezası olmadığı
için zinakar olan bu kimselere ceza verilmez. Çünkü beşeri
kanunlara göre kadın ve erkeğin kendi rızalarıyla zina yap-
maları suç değildir.
İslam şeriatinin haram kıldığı içki, kumar gibi ameller
de böyledir. Bu gibi ameller İslam şeriatince haram kılın-
masına rağmen, beşeri kanunlarca yasak kılınmadığı sü-
rece mübahtır ve bu amelleri işleyenlere ceza verilmez. Bi-
lakis bu kimselere ceza vermek isteyenlere ceza verilir. Zira
beşer sistemlerinin kanunlarında; “bunlar suçtur” diye ya-
zılı değildir.

Bu açıklamalardan çıkan sonuç şudur:


Beşeri sistemler Allah-u Teâlâ’nın kesin haram kıldığı
meseleleri, haram olduğunu bilerek gerek dille gerekse
MÜMİNİN SIFATLARI 21
yazı ile helal kılmışlardır. O halde her kim, bunlar gibi ge-
rek dil ve gerekse yazı ile Allah-u Teâlâ’nın kesin haram
kıldığı bir ameli, haram olduğunu bilerek helalleştirirse,
işte o kimse büyük küfür işlemiş ve İslam milletinden çık-
mıştır. Böyle yapan kimse, bu ameli her ne niyetle veya se-
beple yaparsa yapsın hiç önemli değildir.
Haramı helalleştiren kimse, bu amelini Allah-u Teâlâ’nın
haram hükmünü yalanlayarak yaparsa yalanlama küfrü iş-
lemiştir.
Şayet bu kimse bu amelini inadi olarak yaparsa, yani;
haram hükmünü kabul ettiği halde sırf inadı sebebiyle ya-
parsa, inadi küfür işlemiştir. Beşeri kanunlarla hükmeden
yöneticilerin çoğunun küfrü bu türdendir. Bu yöneticiler
Allah-u Teâlâ’nın haram hükümlerini kabul etmelerine
rağmen, çıkardıkları kanunların İslam’a zıt kanunlar ol-
duğu kendilerine söylendiğinde, yine de o kanunları insan-
lara uygularlar ve hatta insanları bu kanunlara uymaya
zorlarlar.
İşte böyle kimselerin bu ameli, Allah-u Teâlâ’nın kanun-
larını hafife almak ve ona karşı inat etmektir. Allah-u
Teâlâ’nın kanunlarını hafife alan ve bu kanunlara karşı
inatçı tavır gösteren kimseler, inadi küfür işleyen kimseler-
dir.

Burada şu meseleyi de belirtmek gerekir:


“Haramı helalleştiren kimse, ancak haramı kalben helal-
leştirirse kâfir olur” demek İslam akidesine terstir. Çünkü
bir kimsenin İslam milletinden çıkması için yalnızca kalple
haramı helalleştirmesi şart değildir. Bir kimsenin dille
22 Abdulhak el-Heytemi
sözlü olarak veya yazıyla bir haramın helal olduğunu be-
lirtmesi, zahiren onun küfre girmesi için yeterlidir.(2)

Kendilerine İtaat Edilmesi Gereken Kimseler:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Rasulüne de itaat
edin! (Allah ve Rasulüne itaat ettikleri müddetçe) Sizden olan
ulu'l-emre (emir ve ilim sahiplerine) de itaat edin!”
(en-Nisa: 59)
Kendilerine itaat edilmesi gereken ulu’l emir (emir sa-
hipleri) iki çeşittir:
1 - Müslümanların idari konulardaki emiri.
2 - Müslümanlara ilmi konularda önderlik yapan müc-
tehid Âlimler.
Hangi konuda olursa olsun, Ulu’l Emir’e, Allah-u
Teâlâ’ya ve Rasulüne itaat edildiği gibi itaat edilmez. Zira
Müslümanların emiri veya İslam âlimlerine itaat, ancak
Kur’an ve sünnete bağlı kaldıkları ve bu iki kaynağa göre
hüküm verdikleri müddetçe farzdır.
Bu ayet; herhangi bir ihtilaf anında çözüm için başvu-
rulması gereken asıl mercinin Kur’an ve sünnet olduğunu
göstermektedir. Aksi halde iman ve İslam iddiası geçersiz
olur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“Allah’a ve Rasulüne karşı gelmedikleri müddetçe on-
lara itaat edin!” (Buhari, Müslim)
Bir başka hadiste şöyle demiştir:
“Allah’a isyanda hiçbir mahlûka itaat yoktur.”
(Ahmed b. Hanbel)

(2) (Haramı helalleştirmeyle ilgili bu yazı Şeyh Seyfuddin el-Muvahhid-


Davetçinin Tefsiri 10. Cüz et-Tevbe: 37 ayetinin tefsirinden özetlenerek
alınmıştır.)
MÜMİNİN SIFATLARI 23
Sabit olan meselelerde Kur’an ve sünnetin hükmüne
tabi olmak gerekir. Fakat ihtilaflı meselelerde değişik icti-
hadler olabilir. Mesela; bazı ayet ve hadislerden değişik
birkaç mana veya buna bağlı olarak değişik hükümler çı-
kartma söz konusu olabilir. Bu mana ve hükümlerden an-
cak bir tanesi doğrudur. Fakat hangisinin kesin doğru ol-
duğunu insanlar bilemez. Bu sebeple bu mana ve hüküm-
lerden hiçbiri delil olmaksızın kesin olarak reddedilmeme-
lidir. Şayet reddedilirse, kişi Allah-u Teâlâ katında doğru
olan hükmü reddetmiş olabilir.
İşte bu sebeple ictihadi meselelerde Kur’an ve sünnetten
delil şarttır. Delil yoksa itaat de yoktur. Değişik birkaç ma-
naya gelen ayet ve hadislerde delile göre hareket ederek,
kalp hangi tarafa meylediyorsa o mana için: “Bu daha doğ-
rudur” denir, diğer görüşlere ise geçerli delilleri olduğu
müddetçe “yanlış” denilmez.
Emir olan kimse, İslam inancına zıt olmamak şartıyla
fertlerin görüşlerine aykırı görüş bildirebilir ve buna delil
getirir. Bu konuda fertlerin delili onun getirdiği delilden
daha doğru olduğuna inanılırsa bile sahih delil getirdiği
müddetçe yine de emire itaat edilir.
Ali radıyallahu anh, Osman radıyallahu anh’ın hac ibadeti ko-
nusundaki görüşlerini kabul etmemesine rağmen onun hü-
kümlerine uymuştur. Çünkü o zaman Osman radıyallahu anh
emir idi.
Fakat emir olan kimse, Kur’an’a, sünnete ve İslam inan-
cına zıt birşey emrederse ona itaat edilmez. Bilakis ona itaat
etmemek farz olur.
Ata en-Nisa: 59 ayeti hakkında şöyle dedi:
“Allah-u Teâlâ’ya ve rasulüne itaat etmek demek,
Kur’an ve sünnete tabi olmak demektir.”(3)

(3) (İbni Abdi’l Ber-Cami’ Beyanel-ilm s: 318)


24 Abdulhak el-Heytemi
Murik’il Acli şöyle dedi:
“İnsanların, Allah-u Teâlâ’nın taatına sıkıca sarılmadık-
ları bir anda Allah-u Teâlâ’nın taatına sıkıca sarılan kimse,
savaştan kaçanların olduğu bir sırada kâfirlere saldıran gi-
bidir.”(4)

2 - Allah-u Teâlâ’nın Ve Rasulünün Rızasını


Her şeyden Üstün Tutmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Sizin rızanızı kazanmak için yemin ederler. Eğer
mü’min olsaydılar (sizin değil) Allah ve Rasülünün rıza-
sını önde tutarlardı.” (et-Tevbe: 62)
Allah-u Teâlâ ve Rasulünün rızasını kazanmak; emirle-
rine itaat etmek ve istedikleri şeyleri yerine getirmekle
mümkündür. Mü’min, Allah-u Teâlâ ve Rasulünün rızasını
her şeyden önde tutar. Allah-u Teâlâ ve Rasulünün emirle-
rini değil de kendi nefsinin veya başkalarının arzu ve istek-
lerini yerine getiren kimse, başkalarının rızasını Allah-u
Teâlâ ve Rasulünün rızasından daha üstün tutmuş sayılır.
Şüphesiz böyle kimseler Allah-u Teâlâ’yı razı edemezler ve
onlar mü’min de değildirler. Bu, ancak münafıkların sıfatı-
dır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


“Kim Allah-u Teâlâ’yı kızdırmak pahasına insanları
razı ederse, Allah-u Teâlâ ona, insanlara karşı zerre kadar
yardım etmez. Kim de insanları kızdırmak pahasına
Allah-u Teâlâ’yı razı ederse, Allah-u Teâlâ artık onu
insanlara muhtaç olmaktan kurtarır.
(Tirmizi; sahih senetle)

(4) (İbni Ebu Naim-El Hilye c: 2 s: 235, Ahmed-Zühd c: 2 s: 273)


MÜMİNİN SIFATLARI 25
Mü’min, attığı her adımda, işleyeceği her amelde ve her
düşüncesinde hep Allah-u Teâlâ ve Rasulünün rızası olup
olmadığına bakar. Şayet Allah-u Teâlâ’nın rızası, emri veya
izni varsa yapar, yasağı varsa yapmaz o ameli terk eder.
Çünkü mü’minin gayesi, Allah-u Teâlâ’yı razı etmektir ve
ancak bu şekilde Allah-u Teâlâ’nın rızası her şeyden üstün
tutulabilir. Münafıklar ise; insanları razı etmek, hoş tutmak
ve sevgilerini kazanmak gayesinde oldukları için Allah-u
Teâlâ’nın rızasını asla düşünmezler.
Kişinin Allah-u Teâlâ’nın rızasını üstün tutup tutmadığı
veya mü’min mi yoksa münafık mı olduğu, ancak Allah-u
Teâlâ’nın, yerine getirildiğinde insanların tepkisine yol
açan emirlerinin işlenmesiyle ortaya çıkar.

3 - Yalnız Allah-u Teâlâ’dan Korkmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“(Ey iman edenler! Dininize laf atıp size karşı düşmanlarınıza
yardım ederek) ahdi bozan ve Rasulü (Muhammed’i) yur-
dundan çıkarmaya çalışan (müşrik) kavimle savaşmaya-
cak mısınız? Halbu ki (hem Hudeybiye anlaşmasında tarafı-
nıza geçen Huzaa’ya hem de daha önce Bedir’de) size saldırarak
savaşı ilk başlatan onlardır. Yoksa onlardan korkuyor
musunuz? Eğer (müşriklerden değil de Allah’tan korkmak ge-
rektiğine gerçekten) iman etmişseniz, biliniz ki (müşriklere
karşı cihadı terk ettiğinizde, vereceği azaptan dolayı) kendisin-
den korkulmaya asıl layık olan Allah’tır.”
(et-Tevbe: 13)
“Eğer gerçekten (Allah ve Rasulüne) iman etmişseniz,
sakın onlardan (müşriklerden) korkmayın (emirlerimi terk
etmeyin), yalnız benden korkun (emir ve yasaklarıma
uyun)!” (Âli İmran: 175)
26 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ birinci ayette, mü’minlerde bir korku hali
gördüğü için onlara: “Yoksa onlardan korkuyor musu-
nuz?” şeklinde cevabı istenmeyen fakat hayret ve taaccup
bildiren bir soru sormakta ve hemen ardından:
“Eğer (müşriklerden değil de Allah’tan korkmak gerektiğine
gerçekten) iman etmişseniz, biliniz ki (müşriklere karşı cihadı
terk ettiğinizde, vereceği azaptan dolayı) kendisinden korkul-
maya asıl layık olan Allah’tır.” buyurmaktadır.
Ayetlerden anlaşıldığına göre; mü’min, yalnız Allah-u
Teâlâ’dan korkar, O’ndan başka hiçbir varlıktan korkmaz.
Allah-u Teâlâ’dan başka varlıklardan korkan kimse,
mü’min değildir.
Yalnız Allah-u Teâlâ’nın elinde olan, yani yalnız Allah-
u Teâlâ’nın zarar veya menfaat sağlamaya muktedir ol-
duğu, insanlara hiçbir yetki vermediği konularda Allah-u
Teâlâ’dan başkasından korkmak küfürdür.
Örneğin; herkesin eceli Allah-u Teâlâ’nın elindedir. Bu
konuda hiç kimsenin bir tasarrufu veya yetkisi yoktur. Hiç
kimse eceli uzatamaz veya kısaltamaz. Bu sebeple başka
varlıkların, öldürebileceğine veya ölümden koruyabilece-
ğine inanarak korkmak küfürdür.
Rızık da Allah-u Teâlâ’nın elindedir. Hiç kimse rızkı art-
tıramaz veya eksiltemez. Allah-u Teâlâ, herkesin rızkını
ezelde tayin etmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah, dilediğine hesapsız rızık verir.”
(el-Bakara: 212)

“Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (en-Nur: 38)

“Gökte de rızkınız ve size vaat olunan şeyler vardır.”


(ez-Zariyat: 22)
MÜMİNİN SIFATLARI 27
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:
“Rızkın gelmesi konusunda acele etmeyin. Zira kul,
rızkını en son damlasına kadar almadan ölmeyecektir.
Öyleyse Allah-u Teâlâ’dan korkun ve rızkı güzel bir şe-
kilde helal yoldan arayın, haramdan uzak durun.”
(Hakim, Beyhaki sünende)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:


“Ey insanlar! Sizden herbiriniz rızkı tamamlanma-
dıkça ölmeyecektir. O halde rızkı istemede acele etme-
yin, rızkın gecikmesinden de endişelenmeyin. Allah-u
Teâlâ’dan korkun ve Allah-u Teâlâ’dan güzel bir şekilde
rızık isteyin. Size helal olandan alın, haram olanlardan
ise uzak durun.” (Buhari, Müslim, Hakim)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:


“Kulun rızkı onu, ecelinden daha çok arar.”(5)
Allah-u Teâlâ’nın dışında başka bir varlıktan, tayin edil-
miş olan rızkı arttırıp eksiltebileceğine inanarak korkmak
şirktir.
İnsanı şirke düşüren bir başka korku çeşidi de; Allah-u
Teâlâ’nın farz kıldığı amelleri insanlardan veya başka var-
lıklardan korktuğu için terk etmektir.
Farz olan cihadı insanlardan korkmak sebebiyle terk et-
mek gibi... Böyle yapan kimseler şüphesiz kâfir olurlar.
Zira kâfirlere karşı cihad yapmamak, Müslümanların kâfir-
lere karşı cihad yapmasını engellemek, onları bu konuda
sakındırmak gibi sıfatlar ancak İslam’ın ve Müslümanların
şerrini isteyen bir münafıkta bulunur.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

(5) (Taberani Kebir’de, İbni Adiyy Kamil’de)


28 Abdulhak el-Heytemi
“Ey gerçekten iman edenler! (Herhangi bir sebepten do-
layı) yola çıkıp da yolda ölen ya da savaşmak için evinden
ayrılıp da savaşta ölen (küfürdeki) kardeşleri hakkında;
“Eğer bizim yanımızda olsalardı (yanımızdan ayrılmayıp
yolculuk yapmasalar veya savaşa katılmasalardı) ölmez ve öl-
dürülmezlerdi” diyen (münafık) kâfirler gibi (bir inanca sa-
hip) olmayın! Allah, bu inançları sebebiyle onların kalp-
lerine daha çok üzüntü ve gam verir. Muhakkak ki yaşa-
tan da öldüren de Allah’tır ve Allah, bütün yaptıklarınızı
en ince detayına kadar görendir.” (Âli İmran: 156)

İşte bu ayette farzı ayn olan savaşa katılan kardeşleri


hakkında; “Eğer bizim yanımızda olsalardı (yanımızdan
ayrılmayıp yolculuk yapmasalar veya savaşa katılmasalardı) öl-
mez ve öldürülmezlerdi” sözünü söyleyen münafık kim-
seler, bu sözleriyle kalplerinin bozuk olduğunu ve kalple-
rinde iman olmadığını ortaya koymuşlardır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Gerçekten sizden olduklarına dair Allah adına yemin
ederler. Oysa onlar sizden değildirler. Ancak onlar ödleri
kopan bir topluluktur. Eğer onlar bir sığınak ya da (kala-
cak) mağaralar veya girebilecekleri bir yer bulsalardı,
hızla oraya yönelip koşarlardı.” (et-Tevbe: 56-57)
Allah-u Teâlâ bu ayette düşmandan korkarak cihadı
terk eden ve kaçan kimselerin, mü’minlerden olduklarını
iddia etseler bile mü’minlerden olmadığını haber vermiş-
tir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, malları ve
canlarıyla cihad etmekten (kaçınmak için) senden izin iste-
mezler. Allah takva sahiplerini bilendir. Senden ancak,
MÜMİNİN SIFATLARI 29
Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuşkuya
kapılıp kuşkularında kararsızlığa düşenler izin ister.”
(et-Tevbe: 44-45)
Bu ayet, gerçekten iman etmiş bir kimsenin cihadı terk
konusunda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin iste-
meyeceğini göstermektedir. Bu, ancak münafıklara has bir
özelliktir. Zira Allah-u Teâlâ ayette bu kimseleri:
“Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri kuş-
kuya kapılıp kuşkularında kararsızlığa düşenler” olarak
zikretmiştir. Böyle kimseler bu şekilde zikredilmeyi hak
ediyorlarsa, cihadı tamamen terk eden kimseler hakkında
ne demeli acaba?

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“İnsanların bir kısmı: “Allah'a iman ettik (varlığına ve
birliğine inandık)” derler. Fakat Allah yolunda (tevhidi ikrar-
larından dolayı) eziyet görünce, insanların (dünyadaki) aza-
bını Allah'ın (ahiretteki) azabı ile eşit tutarlar (ve tevhid di-
ninden dönerler). Rabbinden (mü’minlere) bir zafer gelince,
(mü’minlere) şöyle derler: “Muhakkak ki biz sizinle bera-
berdik (düşmanlarınıza karşı size yardım ediyorduk).” (Ey ya-
lancı münafıklar!) Allah'ın, yarattıklarının kalplerinde bu-
lunan her şeyi bildiğini bilmiyor musunuz (da yalan söy-
lüyorsunuz)?!” (el-Ankebut: 10)
Bu ayet; Allah yolunda cihadı mazeretsiz terk etmenin,
insanları cihaddan alıkoymanın, cihad edenlere yardım et-
mek isteyenleri engellemenin, ancak münafıkların alameti
olduğunu göstermektedir.
Mü’min, farzı ayn olan cihadı terk etmediği gibi, aynı
zamanda sadece Allah-u Teâlâ’nın elinde olan meseleler-
den dolayı Allah-u Teâlâ’dan başkasından da kesinlikle
korkmaz.
30 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Münafıklar, mü’minlere: “Muhakkak ki müşrikler,
sizi yok etmek için (her taraftan yardım ve) asker topladılar.
Onlardan korkun (onlarla sakın savaşa girmeyin, çünkü onları
yenemezsiniz)!” dediler. İşte bu (korkutma), onların (Allah’a
ve Rasulün kendilerine vadettiği şeylere olan) imanlarını daha
çok artırdı (onları Allah yolunda savaştan ve O’na itaatten en-
gellemedi. Onlar, Allah yolunda müşriklerle savaşa çıktılar) ve
şöyle dediler: Allah bize (kendisine tevekkül edenlere) yeter.
O, ne güzel vekil (dost ve yardımcı)dir.” (Âli İmran: 173)

Bu konuyla ilgili şöyle bir rivayet vardır:


Bir kişi, Ahmed b. Hanbel’den çekindiği için bazı şeyleri
ona tam olarak anlatmadı. Ahmed b. Hanbel bunu hisse-
dince ona şöyle dedi:
“Şayet gerçek mü’min olsaydın, sadece Allah’tan kor-
kardın.” (Menakıb Ahmed-İbn Cevzi s: 195)

İbni Teymiyye bu rivayeti şöyle açıklamıştır:


“Senin mahlûktan korkuyor olman, sendeki bir hastalık-
tır ve bu, tıpkı şirk ve günah hastalığı gibidir.
(Emradu’l Kulub ve Şifaiha s: 7-8)
İman ehli sadece Allah-u Teâlâ’dan korkar.

Fadl İbn İyad şöyle dedi:


“Her kim sadece Allah-u Teâlâ’dan korkarsa, hiç kimse
ona zarar veremez. Her kim de Allah-u Teâlâ’dan başka-
sından korkarsa, hiç kimse ona fayda veremez.”
(Ebu Naim-Hılye c: 8 s: 88)
Mü’min, korkak olmaz. Zira mü’min, insanların en ce-
saretlisidir. İnsan ya öldürülmekten ya da malının elinden
gitmesinden korkar. Fakat mü’min, ancak Allah-u Teâlâ di-
lemişse ve yazmışsa bunların kesin olacağına, yazmamış ve
MÜMİNİN SIFATLARI 31
dilememişse asla olmayacağına inanır ve bu sebeble hiç
kimseden korkmaz. Bu konuda şöyle güzel bir örnek var-
dır:
Rumlarla yapılan bir savaşta rumlar, kendi sayılarının
çok, Müslümanların sayılarının ise az olması sebebiyle
Müslümanları yenebileceklerini söylediler. İçlerinden bi-
risi onlara şöyle dedi:
“Siz yaşamayı ne kadar seviyorsanız onlar da ölümü o
kadar seviyorlar.” (Siyer Kitapları)
Fakat mü’min bile olsa, insanların korktuğu bazı du-
rumlar vardır. Böyle durumlarda korkmak, küfür ve şirk
olmaz. İşte bu korku, “fıtri korku” olarak isimlendirilir.
Fıtri korku; Allah-u Teâlâ’nın bazı konularda zarar ve-
rebilecek yetenekte yarattığı varlıklardan, Allah-u
Teâlâ’nın izniyle bir zarar gelebileceğine inanarak kork-
maktır. Düşmandan, yırtıcı hayvanlardan, karanlıktan ve
bunlara benzer varlıklardan korkmak gibi... Fakat bu
korku, asla şirk ve küfür olan korku seviyesine ulaşmama-
lıdır.
Allah-u Teâlâ, bu tür korkulardan kurtulmak için kor-
kulan şeylere karşı tedbir almayı kullarına emretmiştir. Bu
tür konularda korkulan varlıklara karşı tedbir almak, kork-
mak manasına gelmez.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Ey iman edenler! (Düşmanlarınıza karşı) tedbirinizi
alın da savaşa bölük bölük çıkın ya da topluca çıkın.!”
(en-Nisa: 71)
Tüm tedbirler alınmasına rağmen, yapılacak iş ve görev-
lerde yine de korkakça davranmak, kişiyi şirk olan korkuya
sevk edebilir. Zira bu; silahı, bineği ve bunun gibi techizatı
32 Abdulhak el-Heytemi
olmasına rağmen ölüm korkusuyla farz olan cihadı terk et-
mek gibidir. Bu ise caiz olmadığı gibi mü’minlerin sıfatı da
değildir.
Fıtri korku kapsamına giren meselelerde, “nasıl olsa öle-
ceğim” veya “nasıl olsa bu iş olacaktır” diyerek hiçbir ted-
bir almamak caiz değildir, haramdır. Bu aynı; “Zaten öle-
ceğim” diyerek cihada silahsız çıkmak gibidir. Böyle yap-
mak ise Allah-u Teâlâ’nın; “tedbirinizi alın” emrine itaat
etmemektir.

4 - Sadece Allah-u Teâlâ’ya Tevekkül Etmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“İçinizden iki grup, Allah yardımcıları olduğu halde,
bozguna uğramak korkusuna kapılmıştı. Hâlbuki
mü’minler, Allah’a güvenmelidirler.” (Âli İmran: 122)

“Eğer mü’minler iseniz, yalnız Allah’a tevekkül edin!”


(el-Maide: 23)

“Mü'minler ancak o kimselerdir ki; (yanlarında) Allah


zikredildiği zaman korkudan (huşudan) kalpleri titrer,
ayetleri kendilerine okunduğu zaman (manasını bilerek
dinleyip okudukları için) imanları artar ve yalnız Rablerine
tevekkül ederler.” (el-Enfal: 2)

Said b. Cübeyr radıyallahu anh şöyle dedi:


“Sadece Allah-u Teâlâ’ya tevekkül etmek, bütün imanı
kapsar.”(6)
Allah-u Teâlâ’ya tevekkül etmek ikiye ayrılır:

(6) (İbn Ebi’d Dünya-Tevekkul s: 5, Ebu Naim-Hılye c: 4 s: 274) (Sahih


senetle)
MÜMİNİN SIFATLARI 33
(1) - Dünyevi tevekkül: Allah-u Teâlâ’nın verdiği rızık,
sağlık ve bunun gibi nimetleri elde etme konusunda sadece
Allah-u Teâlâ’ya güvenmektir.
Rızık, mal, ticaret, sağlık gibi konularda insanlara, ço-
cuklara, mala, akla, kuvvete, yeteneğe, sanata ve bunlar
gibi şeylere güvenilmemelidir. Allah-u Teâlâ’nın, katından
bir nimet olarak verdiği bu gibi vesilelere güvenen kimse:
“Nasılsa elimde şu şey var. Artık sırtım yere gelmez” şek-
linde düşünürse, Allah-u Teâlâ’ya tevekkül etmemiş, sahip
olduğu dünya metaına güvenmiş olur.
Mü’min, elinde dünya dolusu malı olsa bile sadece Al-
lah-u Teâlâ’ya güvenir. Çünkü bütün bu nimetler, Allah-u
Teâlâ’ya tevekkül edilse de edilmese de takdir edildiği
oranda Allah-u Teâlâ tarafından verilecektir. Zira Allah-u
Teâlâ, kime neyi, ne kadar vereceğini önceden yazmıştır.
Fakat bu nimetleri elde etmek için Allah-u Teâlâ’ya tevek-
kül edilirse, işte o zaman Allah-u Teâlâ’ya ibadet edilmiş
ve karşılığında sevap kazanılmış olunur. Böyle konularda
Allah-u Teâlâ’dan başkasına tevekkül edildiğinde Allah-u
Teâlâ yine bu nimetleri verir, ama sahibi müşrik olur.
Dünyevi konularda tevekkül etmek bizatihi ibadet de-
ğildir. Bu, niyet ve düşünceye göre ibadet veya şirk olur.

(2) - Uhrevi Tevekkül: Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazan-


mak için Allah-u Teâlâ’ya tevekkül etmektir. Bu, bizatihi
ibadettir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“(Ey Allah'ım) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız sen-
den yardım isteriz.” (el-Fatiha: 4)
Bu ayet; “sana ibadet etmek için sadece senden yardım
isteriz. Eğer senin desteğin olmazsa, rızanı elde etmek için
sana ibadet edemeyiz” manasına gelir.
34 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanabilmek için Allah-u
Teâlâ’nın desteğine ihtiyaç vardır. Eğer Allah-u Teâlâ kul-
larına yardımcı olmazsa ibadetler onlara ağır gelir. Bu se-
beple, Allah-u Teâlâ’nın farz kıldığı amelleri yerine getire-
bilmek ve Allah-u Teâlâ’nın razı olduğu kullardan olabil-
mek için devamlı Allah-u Teâlâ’ya dua etmek ve O’ndan
yardım istemek gerekir.
Şayet Allah-u Teâlâ’ya bu konuda tevekkül edilirse Al-
lah-u Teâlâ’nın yardım ve desteği gelir ve ibadetler yerine
getirilebilir. Şayet tevekkül edilmezse, Allah-u Teâlâ yar-
dım etmez ve ibadetler de yerine getirilemez.

Özet olarak şöyle denilebilir:


Dünyevi konularda Allah-u Teâlâ’ya tevekkül edilse de
edilmese de Allah-u Teâlâ kullarına yardımcı olur. Fakat
uhrevi konularda Allah-u Teâlâ’ya tevekkül edilmedikçe
Allah-u Teâlâ yardım etmez.
Allah-u Teâlâ’dan başkasına tevekkül etmek (güven-
mek) meselesine gelince... Bu, ikiye ayrılır:
1 - Yardım etme gücüne sahip olmayan varlıklara te-
vekkül etmek:
Bu, insanların güç yetiremediği ve sadece Allah-u
Teâlâ’nın yapabileceği meselelerde insanlara tevekkül et-
mek ve onlara güvenmektir. Ölüden yardım, şifa, rızık ve
benzeri şeyler beklemek gibi... Ölülerin böyle istekleri ye-
rine getirmeleri mümkün değildir. Onlara böyle bir yetki
ve güç verilmemiştir. Bu, zahiren ve batınen belli olan bir
şeydir. Bu nedenle ölü, taş, duvar, ağaç gibi hayatiyeti ol-
mayan varlıklara tevekkül etmek büyük şirktir.
Aynı şekilde, o an çok uzaklarda bulunduğu ya da gü-
cünün üstünde bir iş olduğu için yardım etmeye muktedir
olamayacak kimselere tevekkül de büyük şirk kapsamına
girer.
MÜMİNİN SIFATLARI 35
2 - Yardım etme gücüne sahip olan varlıklara tevekkül
etmek:
Bu, Allah-u Teâlâ’nın kendilerine yardım etme gücü ve
yeteneği verdiği, zahiren ve aklen yardım etmeye güçleri
olduğu görülen varlıklara tevekkül etmektir.

Mesela; savaşta askerlerin birbirlerine güvenmeleri


gibi...
Allah-u Teâlâ insanlara bazı konularda, sınırlı olarak,
güçleri dahilinde yardım etme yeteneği vermiştir. Fakat
böyle konularda, elinde güç olduğu bilinen insanlara te-
vekkül eden (güvenen) kimselerin mutlaka şu inanca sahip
olmaları gerekir:
“Bu adam bir vesiledir. Ancak Allah-u Teâlâ’nın izniyle
bana yardım edebilir. Allah-u Teâlâ izin vermezse asla yar-
dım edemez.”
Eğer kişi bu inançta değilse ve Allah-u Teâlâ’nın izni
olsa da olmasa da söz konusu kimselerin kendisine kesin-
likle yardım etme gücüne sahip olduklarına inanırsa, bü-
yük şirk işlemiş olur. Yine, şifayı direkt olarak doktordan
veya ilaçtan beklemek de böyledir.
Bir de insanların birbirleriyle ilişkilerinde, birbirlerine
işlerini yaptırmak için vekil tayin etmeleri söz konusudur.
Bu konuda insanların birbirlerinden yardım istemeleri ve
birbirlerine güvenmeleri caizdir. Ancak bu, söz konusu
kimselerin güçleri dahilinde olan konularda olmalıdır.
Fakat asıl ve kesin güven sadece Allah-u Teâlâ’ya olmalı
ve şu asla unutulmamalıdır: İnsanları, güçleri dahilindeki
konularda vekil tayin etmek başka, onlara tevekkül etmek
ise başka bir şeydir. İnsanlar vekil tayin edilebilir, fakat on-
lara “sınırsız tevekkül” yapılamaz.
36 Abdulhak el-Heytemi
5 - Dini Yalnız Allah-u Teâlâ’ya Has Kılmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Tevbe edenler, nefislerini ıslah edenler, Allah’a bağ-
lananlar ve dinlerini Allah’a has kılanlar hariç... İşte on-
lar mü’minlerle beraberdirler.” (en-Nisa: 146)

Dini Allah-u Teâlâ’ya has kılmak, ancak şu iki şartla ger-


çekleşir:
1 - Amelleri yalnız Allah-u Teâlâ için yapmak.
2 - Amelleri yalnız Allah-u Teâlâ’nın istediği, bildirdiği
ve gösterdiği şekilde yapmak.
Bu iki şart gerçekleşmedikçe, kişi dinini Allah-u
Teâlâ’ya has kılmış sayılmaz. İster ibadet olsun ister olma-
sın, her amel için bu şartlar geçerlidir. Bu şartlar olmaksızın
yapılan ameller, insanı küçük şirkten başlayıp büyük şirke
kadar götürebilir.
Örneğin; mü’min namazını insanların rızasını, memnu-
niyetini kazanmak için değil, Allah-u Teâlâ’nın rızasını ka-
zanmak için ve Allah-u Teâlâ’nın Kur’an’da, Rasulullah sal-
lallahu aleyhi ve sellem’in ise sünnetinde bildirdiği şekilde ya-
par.
Dinini Allah-u Teâlâ’ya has kılan kişi, diğer tüm ibadet-
lerini de Allah-u Teâlâ’nın emrettiği, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in öğrettiği şekilde ve Allah-u Teâlâ için ya-
par. Bu konuda cehalet mazeret değildir.
Mesela sadaka verme ameli... Bu amel, insanlardan uta-
nıldığı, korkulduğu, çekinildiği veya insanların sevgisini
kazanmak ya da övülmek için yapıldığında “Amelleri Al-
lah-u Teâlâ için yapma” şartı yerine getirilmemiş olur. Yani
yapılan amel, Allah-u Teâlâ için yapılmamış ve geçersiz ol-
muştur.
MÜMİNİN SIFATLARI 37
Yine sadaka ameli, Allah-u Teâlâ’nın emrettiği gibi mal-
ların iyilerinden, temizlerinden ve bildirilen kimselere ve-
rilmesi gerekirken, kötülerinden veya Allah-u Teâlâ’nın
bildirmediği kimselere verilirse, bu sefer de “amelleri Al-
lah-u Teâlâ’nın emrettiği şekilde yapma” şartı yerine geti-
rilmemiş olur. Niyet Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak
olsa bile, Allah-u Teâlâ’nın istediği ve bildirdiği şekilde ol-
madığı için bu amel yine geçersiz olur.
İbadetler dışındaki amellerin sevabını alabilmek veya
bu amelleri ibadet seviyesine çıkartabilmek için mutlaka bu
iki şartın gerçekleştirilmesi gerekir.
Nefse en ağır gelen şey, ihlâstır. Çünkü bu konuda nefse
bir pay yoktur. Kişi, ihlâslı olmak için çalışır ve yorulur
ama zahiren hiçbir kazanç elde edemez. Bu ise nefsin hoş-
lanmadığı birşeydir.
Sehl b. Abdillah(7) şöyle demiştir:
“Nefse en ağır gelen şey, ihlâstır. Çünkü ona, ondan
(ihlâstan) bir pay yoktur.
Nefis, ihlâslı olmazsa yorulmaz. Ancak ihlâslı oldu-
ğunda nefis yorulur. Onun için nefse ihlâs ağır gelir.
Selef âlimlerinden birisi şöyle demiştir:
“Kim bir şey yaparsa, yaptığı şey ne kadar küçük olursa
olsun, muhakkak yaptığı o şey için soruşturma açılır ve
ona: “Niçin bunu yaptın, nasıl yaptın, kim için yaptın?”
diye sorulur. Birinci soru olan “niçin yaptın” sorusunda
kula, bu işi yapmasının sebebi sorulur. Yani; bunu dünya
için mi, dünya metaını elde etmek için mi, insanlar övsün-
ler ve kötülemesinler diye mi ve sevilen bir şeyi elde etmek
için mi veya zararı defetmek için mi yoksa Allah-u Teâlâ’ya
yaklaşmak, Allah-u Teâlâ’ya kulluğunu yerine getirmek

(7) (Sehl b. Abdillah et Tesetturi: Ebu Muhammed h: 293 senesinde vefat


etmiştir. Büyük alimlerdendir.)
38 Abdulhak el-Heytemi
için mi yaptığı sorulur. Bu soruların sorulmasındaki gaye,
kula şunu hatırlatmaktır:
“Ey kul! Eğer bir şey yaparsan, bu şey ne kadar zor
olursa olsun, Allah-u Teâlâ için yapmalısın. Ancak bundan
dolayı sevap alırsın. Eğer hevan ve dünyalık bir menfaatin
için yapmışsan bil ki, o zaman bu amelini Allah-u Teâlâ’nın
rızası için yapmış değilsin.”
İkinci soru olan “nasıl yaptın” sorusuna gelince... Bu
ameli Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bağlı olarak yapıp
yapmadığı sorulur. Zira bir amel, Allah-u Teâlâ için ihlâslı
bir şekilde yapılsa bile Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
gösterdiği şekilde yapılmadıkça geçersizdir. Çünkü Allah-
u Teâlâ, amellerin kabulü için iki şart koşmuştur: O’nun rı-
zası için yapmak ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in
gösterdiği şekilde yapmak... Bu iki şart gerçekleşmedikçe
yapılan amel geçersiz olur.

6 - Allah-u Teâlâ’nın Ayetlerinden Ve Rasullah’ın


Hadislerinden İbret Almak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Andolsun ki, akıl sahipleri için onların kıssalarında
ibretler vardır. Bu, uydurulmuş bir söz değildir. Fakat o,
kendinden öncekileri tasdik edici, inanan bir millet için
her şeyi açıklayıcı ve hidayet edicidir.” (Yusuf: 111)

“Muhakkak ki bunda, inanan bir kavim için deliller


vardır.” (el-Ankebut: 24)

“Eğer mü’min iseniz muhakkak ki bunda, sizin için


deliller vardır.” (Âli İmran: 49)
MÜMİNİN SIFATLARI 39
Mü’min, Allah-u Teâlâ’nın ayetleri ve Rasulullah sallal-
lahu aleyhi ve sellem’in hadisleri okunduğunda, muhakkak
bunlardan dersler ve ibretler alır. Çünkü Kur’an, hayata
tatbik etmek için indirilmiştir.
Kur’an’dan öğüt almayan, onu hayatına tatbik etmeyen,
onu sadece ölülerin arkasından okunan veya süs olarak du-
vara asılan ve hiçbirşey anlaşılmayan bir kitap olarak gö-
renler, şüphesiz mü’min değildirler. Yine, Kur’an’ı oku-
duğu ve anladığı halde hayatlarına tatbik etmeyenler de
mü’min değildirler.
Kur’an, hem manasının anlaşılması hem de hayata tat-
bik edilmesi için indirilmiştir. Mü’min ve ihlâslı olan bir
kimse, Allah-u Teâlâ’nın ayetlerini ve Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in hadislerini, sözüne kesinlikle itaat edilen
bir komutanın emirleri gibi algılar. Şayet komutan bir emir
verdiğinde karşısındaki asker; “derhal” diyerek harekete
geçmiyorsa, o iyi bir asker değildir. İşte, Kur’an ve hadis-
lerdeki nassları duydukları anda hayatlarına hemen aktar-
mayanlar da mü’min değildirler. Bu, böyle kişilerin kalple-
rinde hastalık olduğunu gösterir.
Bir kimsenin mü’min olup olmadığını anlamanın öl-
çüsü; Kur’an’ı ve hadisleri ne kadar çok bildiğine veya ne
kadar iyi anladığına değil, bunları ne kadar hayatına tatbik
ettiğine bakmaktır. Kişi, Kur’an ve hadis nasslarını haya-
tına tatbik ettiği oranda yükselir ve değer kazanır.
Kur’an’ı yaşayabilmek ve ondan istifade edebilmek için
önce onu iyi anlamak gerekir. Bu da, Kur’an’ı anlamak ve
ondan istifade etmek için çalışmanın farz olduğunu göste-
rir. Kur’an’ın ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Allah-
u Teâlâ tarafından gönderildiğine gerçekten iman eden bir
kimse, bu kaynaklarda zikredilen dinin emirlerini öğren-
meye ve araştırmaya gayret eder. Bu konuda çaba sarf et-
meyen kimse, mü’min değildir.
40 Abdulhak el-Heytemi
7 - Mü’minlere Karşı Kin Ve Düşmanlık Beslememek:

Mü’min, mü’min kardeşlerine kin ve düşmanlık besle-


mez. Bilakis onlar hakkında hayır duada bulunur. Mü’min-
lerin duası şöyle olmalıdır:
“(Ey) Rabbimiz! Hesap gününde beni, annemi, ba-
bamı ve mü’minleri bağışla!” (İbrahim: 41)

“(Ey) Rabbim! Beni, annemi, babamı, evime mü’min


olarak giren mü’min erkek ve mü’min kadınları bağışla!”
(Nuh: 28)
Aslında kişinin kardeşine yardımı ve duası, hem dün-
yada hem de ahirette kendi menfaatinedir. Çünkü mü’min,
mü’min kardeşine dua ederse, Allah-u Teâlâ o duanın ay-
nısını dua eden kuluna da verir. Mü’minler için dua etme-
mek, mü’minlerin sıfatlarından değildir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“...Onlar şöyle derler: (Ey) Rabbimiz! Bizi ve bizden
önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla! Kalpleri-
mizde iman edenlere karşı kin bırakma! (Ey) Rabbimiz!
Muhakkak ki sen Rauf’sun, Rahimsin.” (el-Haşr: 10)

Mü’min, mü’min kardeşlerini unutmaz. Kendisi için na-


sıl dua ediyorsa, kardeşleri için de aynı şekilde dua eder.
Kendisi için istediği hayırları, kardeşleri için de ister. Kendi
başına gelmesini istemediği şerlerin, kardeşlerinin başına
da gelmesini istemez. Nasıl kendi ticaretinin kâr etmesini
istiyorsa, diğer kardeşlerinin de kazanmasını ister; kardeş-
lerinin kazancını engellemez, bilakis destekler.
Hangi konuda olursa olsun, eğer bir mü’min, kardeşi
için elinden geleni yapmıyorsa, her ne kadar Müslüman
kalsa da imanında eksiklik var demektir. Bunlar mü’minle-
MÜMİNİN SIFATLARI 41
rin sıfatlarından değildir. Çünkü İslam’da, cahiliyede ol-
duğu gibi maddi konularda rekabet etme anlayışı yoktur.
İslam’da yarış, Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak için ya-
pılır.
Şüphesiz, bir insanın sevdiklerine yardım ve dua etmesi
kolaydır. Fakat asıl nefse ağır ve zor gelen; kızdığı, sevme-
diği, kin duyduğu kimselere yardım ve dua etmesidir.
Böyle olsa bile mü’minlere dua etmek ve yardımda bulun-
mak gerekir. Ancak, işlenen günahlar sebebiyle kızmak ve
tavır almak bunun dışındadır. Zaten günah işleyen kimse-
ler mü’min değildirler. Fakat böyle kimseler hakkında da
işledikleri günahları terk etmeleri için Allah-u Teâlâ’ya dua
etmek gerekir.
Gerçek mü’minin kalbinden, mü’min kardeşlerine karşı
hased ve buğuz çıkmıştır. Bu sebeple nasıl kendi nefsi için
hayır isterse, kardeşi için de hayır ister. Nasıl kendi nefsine
şer gelmesini istemezse, ona da şer gelmesini istemez ve hiç
kimsenin görmediği tenha yerlerde Müslüman kardeşle-
rine dua eder.

8 - Allah-u Teâlâ’ya Ve Rasulüne Şeksiz, Şüphesiz Ve


Kesin Olarak İman Etmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“(Ey kalplerinde iman olmadığı halde, sadece dilleriyle iman
ettik diyen Bedeviler!) Bilin ki iman edenler ancak; (Zatını,
sıfatlarını ve fiillerini birleyerek) Allah’a ve (getirdiklerini tas-
dik ederek) Rasulüne iman edenler, sonra bu imanlarında
asla şüphe etmeyenlerdir...” (el-Hucurat: 15)

İmanda şüphe etmemek; iman edilen şeylere gerektiği


şekilde amel etmek demektir.
42 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ kullarından, sadece kalpte değil, amelde
de görünen tereddütsüz bir iman istemiştir.
Kişinin inancında ne derece samimi veya şüphe içinde
olduğu, inancının gereklerini yaşantısında amel olarak gös-
terip göstermemesinden anlaşılır. Şayet kişi, doğruluğuna
inandığını iddia ettiği şeyleri hayatında yaşamıyorsa, mu-
hakkak ki onun ya imanı yoktur ya da şüphe ve tereddütler
içinde bocalıyor demektir. Çünkü ihlâs konusunda insan-
ların sözlerine değil, amellerine bakılır. Sahih iman sahip-
leri imanlarını, muhakkak hayatlarında yaşayarak gösterir-
ler.
İmanın gerçekleşmesi konusunda imanın şartları çok
önemlidir. Bunların içinde en önemli olanı ise “La ilahe il-
lallah”ın şartlarıdır. Bu kelimeye iman eden kimse, önce-
likle bu kelimenin manasını bilmeli ve sonra bu kelimeye
şeksiz şüphesiz iman ettiğini hayatında yaşayarak göster-
melidir. Bu kelimenin hayatta yaşanması ise, Allah-u
Teâlâ’dan başkalarına ibadet edenleri ve Allah-u Teâlâ dı-
şında ibadet edilenleri reddetmekle olur. Kişi, “Lailahe il-
lallah” dediği halde hala Allah’ın düşmanlarını seviyor ve
onlara dostluk gösteriyorsa, ya tereddüt içindedir ya da ca-
hildir. Fakat her iki durumda da la ilahe illallah’ı gerçekleş-
tirmemiştir.
“Muhammedun Rasulullah” kelimesi de böyledir. “Mu-
hammedun Rasulullah” dediği, “Kur’an ve sünnete göre
yaşanması gerekir” dediği halde, kendilerine âlim dedik-
leri kimselerin haktan uzak sözlerine, ortama veya kendi
nefsine göre yaşayanlar, bu kelimeye şeksiz şüphesiz inan-
mış sayılmazlar. Böyle kimselerin de Müslüman olmadık-
ları açıkça ortadadır.
Allah-u Teâlâ’nın emirlerini ve yasaklarını duyduğu
halde, bunları yerine getirmede ihmal ve gevşeklik göste-
MÜMİNİN SIFATLARI 43
ren veya hafife alan kişilerin iyice araştırıldığında, muhak-
kak iman konusunda şüphe ve tereddüt içinde oldukları
görülecektir.

9 - Mü’minleri Kardeş Olarak Görmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Muhakkak ki mü’minler (dinde) kardeştir.”
(el-Hucurat: 10)
Eğer kan bağıyla kardeş olanların birbirlerine göster-
mesi gereken güzel tavrı mü’minler birbiri için göstermi-
yorlarsa, gerçekten iman etmiş sayılmazlar.
“(İhtilafa düşen) Kardeşlerinizin arasını düzeltin!”
(el-Hucurat: 10)
Kan bağıyla bile olsa kardeşler ihtilaf edebilir, aralarına
kızgınlık, sürtüşme veya çekememezlik girebilir. Ama on-
lar kardeştirler. Kardeşliğin gereklerini hiçbir zaman unut-
mazlar. İslam kardeşliği de böyledir. İslam kardeşliği lafla
olmaz. Kan kardeşler nasıl birbirine yardım ediyorsa,
mü’minler de birbirlerine aynı şekilde hatta daha fazla yar-
dım etmelidirler. Şayet mü’minler birbirlerine bu şekilde
bağlanamıyorlarsa, işte o zaman iddia ettikleri kardeşlik
lafta kalmış olur.

İbni Mesud radıyallahu anh evinden çıkınca Müslüman-


lara hitaben şöyle dedi:
“Ey benim üzüntümü gideren kimseler!”
(İbn Hibban-Ravdatu’l Ukala s: 92)
İbni Mesud radıyallahu anh’ın Müslümanlara “Ey kardeş-
lerim” diye hitab etmeyip böyle bir cümle kullanması,
mü’minler arasındaki kardeşliğin nasıl olması gerektiğini
anlatmada şüphesiz çok açık ve düşündürücüdür.
44 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ ayette kardeşliği emretmiştir. Bu sebeple
mü’minlerin bunu en güzel şekilde yerine getirmeleri,
bunu bozacak, zedeleyecek tüm amel ve sözlerden kesin-
likle kaçınmaları gerekir. İşte İslam kardeşliği böyledir.
Yoksa mü’min olduğunu söylediği halde sadece kendi
nefsini düşünüp diğer mü’minleri unutmak, elbette İslam
kardeşliği değildir… Kendi ticaretini mükemmel hale ge-
tirmeye çalışıp diğer mü’minleri zillete terk etmek, elbette
İslam kardeşliği değildir… Mü’min kardeşinin yüzüne gü-
ler yüz gösterip arkasından kuyusunu kazmak, elbette İs-
lam kardeşliği değildir... Sırf mü’min kardeşinin sahip ol-
duğu değerlerden faydalanmak için onunla kardeş oldu-
ğunu sözde söylemek, elbette İslam kardeşliği değildir...
Mü’min olduğunu söyleyip de mü’min olduğuna inandığı
diğer kardeşinin arkasından sövücü laflarla konuşmak, el-
bette İslam kardeşliği değildir... Mü’min kardeşinin zayıf
yönünü yakalamaya çalışıp aleyhinde onu malzeme olarak
kullanmak, elbette İslam kardeşliği değildir... Ortama göre
renk değiştirmek, elbette İslam kardeşliği değildir... Kâfir-
lere gösterilmesi gereken kin ve düşmanlığı mü’min kar-
deşi için kalpte beslemek ve bu hissi sonradan ortaya çıkar-
mak, elbette İslam kardeşliği değildir...
İşte bu sayılanlar ve bunlar gibi daha nice çirkin ameller,
şüphesiz İslam kardeşliği değildir...
İslam kardeşliği; sıkıntı ve ferahta birbirlerine karşı aynı
hissi hissetmek, bu hisle yaşamak ve imanlarının gereği
olarak birbirlerine karşı yapmaları gereken amelleri yerine
getirmek ve böylece aralarındaki sevgiyi, organik bağı bo-
zacak her tür söz ve amelden uzak durmaktır... İslam kar-
deşliğinin işte ancak bu şekilde sergilendiği bir toplum mu-
zaffer olur ve düşmanlarına her zaman galip gelir.
MÜMİNİN SIFATLARI 45
10 - Musibetlerle İmtihan Edilmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“İşte orada mü’minler, imtihan edilmiş ve çok şiddetli
bir şekilde sarsılmışlardı.” (el-Ahzab: 11)
İmtihan, iki çeşittir:
1 - Müslümanla münafıkları birbirinden ayırmak için
yapılan imtihan.
2 - Müslümanları daha da olgunlaştırmak, günahlarını
silmek ve derecelerini yükseltmek için yapılan imtihan.
Musibetler, kişinin kendi benliğinde ve kalbinde fark
edemediği eksikliklerini, hata, hastalık ve kötü yanlarını
ortaya çıkarır. Böylece mü’min kendisini tanır, hastalıkla-
rını tedavi etme ve bunlardan kurtulma yoluna gider.
Kişi, kanında mikrop olup olmadığını anlamak için kan
vermek zorundadır. Şüphesiz kan verirken biraz canı ya-
nacaktır fakat daha büyük hastalıklara yakalanmadan
önce, varsa kanındaki mikroptan kurtulmak için çareler
arayacaktır. İşte musibetler, hastalıkları ortaya çıkartmak
için kullanılan ilaçlar gibidir ve bu, kişinin faydasınadır.
Mü’min, ancak kendi benliğinde farkına varamadığı
hastalıktan, kötü huylardan ve olumsuz davranışlardan
kurtulursa yükselir. Bu da musibetlerle olur.
Musibetlerin büyüklüğü, çokluğu, sıklığı ve şiddeti,
mü’minin imanının ve dininin kuvveti ile orantılıdır. Kişi
ne kadar sağlam imanlı ve ihlâslı ise, başına o nisbette mu-
sibet gelir. Sabrederek hak üzerinde sabit kalan, şeytana ye-
nik düşmeyen ve bu şekilde imtihanda başarılı olan kul,
tüm manevi pisliklerden temizlenir, derecesi yükselir, gü-
nahları silinir ve böylece yeryüzünde tertemiz bir insan
olarak dolaşmaya başlar.
Allah-u Teâlâ mü’minleri imtihan etmek için onlara mu-
sibetler verir. Fakat musibetlerin verilmesi, her zaman için
46 Abdulhak el-Heytemi
mü’minde hata ve eksiklik olduğunu göstermez. Çünkü en
çok musibete maruz kalanlar nebi ve rasullerdir. Bunlar-
dan sonra onların sahabeleri, sonra onlara en çok tabi olan-
lardır. Bu, bu şekilde aşağılara doğru iner. Aşağılara in-
dikçe musibetler de azalır.

11 - Mü’minlere Vela, Kâfirlere Düşmanlık Göstermek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Mü’min erkekler ile mü’min kadınlar (dinde, dostluk
ve yardımlaşmada) birbirlerinin velileridir.”
(et-Tevbe: 71)
“Allah’a ve ahiret gününe gerçek manada inanan bir
milletin; babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da aşi-
retleri olsa bile, Allah’a ve rasulüne karşı gelenlere sevgi
gösterdiklerini asla göremezsin (bilakis, onlara bütün güçle-
rini kullanarak karşı gelirler). Allah imanı işte, ancak bunla-
rın kalplerine yazmış ve onları katından bir nur ile des-
teklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere,
ebedi kalmak üzere yerleştirecektir. Allah onlardan razı
olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte Al-
lah’ın gerçek hizbi (taraftarları) bunlardır. Kurtuluşa ere-
cek olanlar da ancak Allah’ın hizbi olanlardır.”
(el-Mücadele: 22)
Mü’min, mü’minlerden başka dost, yardımcı ve sevgili
edinmez. Allah-u Teâlâ’ya gerçek manada inanmış ve İs-
lam’ı kendisine din edinmiş bir kimse, Allah-u Teâlâ’ya ve
rasulüne düşmanlık yapanlara, en yakınları olsa bile vela
göstermez.
Müslümana dostluk, kâfirlere düşmanlık göstermek ak-
rabası olmayanlara kolay gelir. Fakat bu konuda asıl
önemli olan, akrabaları olmasına rağmen kâfirlere düş-
MÜMİNİN SIFATLARI 47
manlık, akrabaları olmamasına rağmen mü’minlere dost-
luk göstermek ve elden gelen yardımı yapmaktır. Bu yapıl-
madıkça, Allah-u Teâlâ’nın; “Mü’min erkekler ile mü’min
kadınlar (dinde, dostluk ve yardımlaşmada) birbirlerinin ve-
lileridir.” (et-Tevbe: 71) sözü yerine getirilmemiş olur.
Kişiye en yakın olanlar, Allah-u Teâlâ’nın ayette de be-
lirttiği gibi; babası, annesi, kardeşleri, çocukları ve akraba-
larıdır. Kişi fıtraten bunlar karşısında zayıf kalır. Kişinin
yabancılara düşmanlık göstermesi kolaydır. Ama yakın ak-
rabalarına düşmanlık göstermesi nefsine zor gelir. İşte bu
sebeple Allah-u Teâlâ Mücadele Suresindeki ayette özel-
likle yakın akrabaları zikretmiştir. Ayette geçenleri Allah-u
Teâlâ için reddeden bir kimseye diğer kâfirleri reddetmek
zaten kolay gelir.
Bu sebeple mü’min, İslam’ı kendilerine kanun, Allah-u
Teâlâ’yı da tek yasa koyucu kabul ettiği halde hayatlarını
bu düsturlara göre düzenlemeyen ve böylece Müslüman
olmayan kimseleri veli edinmez, onlara vela göstermez.
Onlara ancak düşmanlık gösterir ve kalbinde kin besler.
Vela iki unsuru kapsar: Mü’minlere karşı sevgi ve dost-
luk, kâfirlere karşı kin ve düşmanlık göstermek. Bu iki un-
sur gerçekleşmedikçe, Allah-u Teâlâ’nın istediği vela (dost-
luk) yerine getirilmiş olmaz.
Vela, kalpte ve amelde olmak üzere iki kısımdır. Allah-
u Teâlâ, kâfirlere hem kalple hem de amelle vela göster-
meyi yasaklamıştır. Kalple vela gösterilip gösterilmediğini
ise kullar bilemez. Bunun hükmü sadece Allah-u Teâlâ’ya
aittir. Fakat birtakım amel, hareket ve davranışlar vardır ki,
bunları kâfirlere yapan kimselerin onlara vela gösterdikleri
hemen anlaşılır.
Mesela; mü’minlerin ihtiyacı varken bir kimsenin kâfir
kardeşlerine veya yakınlarına yardım etmesi, onların ihti-
yaçlarını gidermesi ya da Müslümanlarla haşir neşir olması
48 Abdulhak el-Heytemi
gerekirken kâfir yakınlarıyla haşir neşir olması onun kâfir-
leri sevdiğini gösterir. Mü’minler, kâfir yakınlarına ancak
tebliğ etmek kasdıyla yaklaşırlar, başka bir gaye ile değil...
Müslüman veya mü’min olduğunu iddia ettiği halde
hala kâfir yakınlarını seven, onları sebepsiz destekleyen ve
yardım eden kişi ne mü’mindir ne de Müslümandır. O da
ancak onlar gibi bir kâfirdir.

Dostluk gösterme konusunda insanlar çeşit çeşittir:

a - Mü’minlere dostluk göstermeyip kâfirlere dostluk


gösterenler. İnsanlar içinde en kötüsü bunlardır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri veli edin-
mesinler. Kim böyle yaparsa, Allah’ın dininden hiçbir
şey üzere olamaz.” (Âli İmran: 28)
b - Mü’minleri seven, bununla birlikte kâfirleri de sevip
dostluk gösterenler.
c - Mü’minlere düşman olan, kâfirlere de düşman olan-
lar.
d - Mü’minleri seven, kâfirlere kalben buğzetmeyenler.
e - Mü’minlere sevgi göstermeyen, kâfirlere de düşman-
lık göstermeyenler.
Bu taifelerden hiç birisi mü’min değildir.

Cehaleti sebebiyle Allah-u Teâlâ’nın sınırlarına riayet et-


meyen ve İslam’ı bir hayat sistemi olarak kabul etmeyen
fakat buna rağmen kendilerini Müslüman ve hak üzere gö-
renlere açık tebliğ merhalesinin sonuna kadar tebliğ yapı-
lır. Hala İslam’a ve Müslümanlara karşı düşmanca tavır
göstermeye devam ederlerse, bu durumda onlar için bed-
dua etmek caiz olur. Böylece, bu gibi Allah’ın düşmanla-
rına sert tavır da takınılır.
MÜMİNİN SIFATLARI 49
Bu konuda İbrahim aleyhisselam ve Nuh aleyhisselam
mü’minler için güzel iki örnektir.
İbrahim aleyhisselam kavmine İslam’ı güzel ve anlayacak-
ları bir şekilde anlatmıştı. Fakat kavmi, Allah-u Teâlâ’ya
teslim olmadı, bilakis İbrahim aleyhisselam’a düşmanlık yap-
maya başladı. Bunun üzerine İbrahim aleyhisselam da onlara
karşı sert tavır takınıp düşmanlık ve kin besledi.
Allah-u Teâlâ bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki İbrahim ve beraberinde olanlarda siz-
ler için güzel bir örnek vardır. Onlar (şirk koşan) kavimle-
rine şöyle demişlerdi: Biz, sizden ve sizin Allah’tan başka
taptıklarınızdan beriyiz. Sizi (hak din üzere olduğunuzu ka-
bul etmeyip) reddettik. Sizler, tek olan Allah’a iman edin-
ceye kadar, bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık
ve kin başlamıştır.” (el-Mümtehine: 4)
Kâfirlere, özellikle de İslam düşmanlarına karşı tavır al-
mamak kalpte imanın olmadığını gösterir.
Nuh aleyhisselam da kavmine, 950 sene boyunca tebliğin
her türünü deneyerek İslam’ı anlatmıştı. Fakat kavmi ona
karşı geldi ve düşmanlık yaptı. Sonunda Nuh aleyhisselam
onlara beddua etti.
Allah-u Teâlâ bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurmuş-
tur:
“Nuh dedi ki: “Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden yurt
edinen hiç kimseyi bırakma. Muhakkak Sen, onları bıra-
kırsan, kullarını saptırırlar ve facir kâfirden başkasını
doğurmazlar.” (Nuh: 26-27)
Allah-u Teâlâ, Nuh aleyhisselam’ın bu duasını kabul etti
ve tüm kâfirleri helak etti. Bunların içinde kendi hanımı ve
öz çocuğu da vardı.
50 Abdulhak el-Heytemi
Özet olarak söylenecek söz şudur: En yakın akrabaları
bile olsa, mü’minler kâfirlerle vela kapsamına giren ilişki-
lerde bulunamazlar. Mü’minlere karşı kalplerinde düş-
manlık besleyemezler.
Yukarıda vela ile ilgili zikredilen tüm meseleleri yerine
getirmeyenlere mü’min denilmez. Bu yukarıda zikredilen-
lerin aksine amel etmek, mü’minlerin sıfatlarından değil-
dir.
Vela konusunda harbi olmayan kâfir anne, baba ve bü-
luğa ermemiş çocuklara takınılacak tavırda küçük bir ayrı-
calık vardır. Allah-u Teâlâ her halukarda bunların maişet-
lerinin, yani yiyecek, içecek ve giyeceklerinin temin edil-
mesine izin vermiştir. Bu arada Müslüman olmaları için de
gayret edilmelidir. Fakat mü’min, vaktinin çoğunu Müslü-
man olmaya hazır fertler için harcamalıdır.

Vela İle İlgili Açıklamalar:

Allah-u Teâlâ’nın kâfirlere yapılmasını yasakladığı ve-


lanın manası nedir? Bunu çok iyi bilmek gerekir. Çünkü bu
mana eksiksiz olarak bilindiğinde doğru olarak hayata ak-
tarılır ve bu konuda hataya düşmekten emin olunulabilinir.
Vela: Kelime olarak; yaklaşmak, yakınlaşmak, iç içe ol-
mak demektir.
Şer’i manası ise; zahiren ve batınen sevmek, saygı gös-
termek, yardım etmek, ikramda bulunmak ve itaat etmek
demektir.
Velayet: Sevmek, dost olmak ve yakın olmaktır. Adave-
tin tersidir. Adavet ise; düşman olmak, sevmemek ve uzak-
laşmak demektir.
Muvalat: Peşinden gitmek, itaat etmek demektir.
Veli: Yakın olan dost manasındadır. Düşmanın zıddı-
dır.
MÜMİNİN SIFATLARI 51
Mevla: Bu kelime veli kelimesinden türemiştir ve Rab,
malik, efendi, nimet verici, azap edici, azadlı köle, yar-
dımcı, sevilen, tabi olan, antlaşmalı (müttefik), himayesine
alan, amca çocuğu, hısımlık, akrabalık, köle, kendisine ni-
met verilen manalarına gelir. Dikkat edilirse bu manaların
hepsinin sevgi ve dostluğu ifade ettiği görülür.
Kâfirlere vela göstermek ise; sözle, amelle veya niyetle
onlara yaklaşmak, yardım etmek, onları desteklemek, itaat
etmek, onlara sevgi ve saygı göstermektir.
Bu manadaki velayet yalnızca mü’minlere yapılmalı, en
yakın akrabalar bile olsa kâfirlere yapılmamalıdır. Yalnız
mü’minlere yapılması gereken bu velayeti Allah-u
Teâlâ’nın hükümlerine boyun eğmeyen, hayatlarını Allah-
u Teâlâ’nın hükümlerine göre düzenlemeyen kâfirlere ya-
pan kişi Allah-u Teâlâ ile olan ilişkisini kesmiş ve kâfir ol-
muş olur.
Kâfirlere yapılması yasak olan velayı Allah-u Teâlâ
ayetlerde, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ise hadislerde
açıklamıştır. Allah-u Teâlâ, mana bakımından vela kapsa-
mına girdiği halde bazı meselelerde belli şartlar dahilinde
kâfirlere vela göstermeye izin vermiştir. Bunun dışındaki
vela türlerini kâfirlere göstermeyi ise yasaklamıştır. Bu vela
türleri yalnız mü’minlere yapılır. Çünkü bu, imanın bir ge-
reğidir.
Kâfirlere vela meselesi, iman-küfür meselesidir. Bu ne-
denle bu mesele iyice açıklanmalıdır ki; mü’minler velanın
manasını tam ve doğru olarak eksiksiz bir şekilde bilsinler
ve velayı kâfirlere değil, yalnız mü’minlere göstersinler.
Allah-u Teâlâ daha ilk indirdiği ayetlerde velanın mana-
sını açıklamış, daha sonra da hem Mekki hem Medeni ayet-
lerde bu konuyu defalarca gündeme getirerek detaylarını
ortaya koymuştur.
52 Abdulhak el-Heytemi
Bazı Müslümanların kâfirlere vela sayılacak hareketleri
yapmaları, vela konusunun daha önce net bir şekilde açık-
lanmamış ve yasaklanmamış olduğunu göstermez. Çünkü
bazı Müslümanların İslami meseleleri anlamamaları veya
bazı meselelere muhalefet etmeleri, o konuların daha önce
açıklanmadığı anlamına gelmez. Bu gibi haller her İslam
toplumunda bazı meseleleri anlayamayan zayıf kişilerin
var olabileceğini gösterir.
Allah-u Teâlâ tağutu red ve vela gibi meseleleri daha ilk
ayetlerde açıkladığı halde, daha sonra hem Mekki hem de
Medeni ayetlerde tekrar tekrar bu gibi meselelerin üze-
rinde durmuştur.
Mesela tağutu red emri net olarak Medine’de inmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Artık kim tağutu (kendisine ibadet edilmesine rıza göste-
renleri) reddedip (gerçek manada) Allah’a iman ederse, kop-
mak bilmeyen sağlam bir kulpa tutunmuş olur. Muhak-
kak ki Allah, Semî’ ve Alîm (her şeyi en ince teferruatıyla
işiten ve bilen)’dir.” (el-Bakara: 256)
Fakat bu, tağutu red emrinin ilk olarak bu ayetle Me-
dine’de verildiği, daha önce böyle bir emrin verilmediği
anlamına gelmez. Çünkü Allah-u Teâlâ tağutu reddetmeyi
daha ilk ayetlerde emretmişti.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Elbiseni (kendini her türlü maddi ve manevi pislliklerden)
temiz tut! Putlardan uzak dur(maya devam et)!”
(el-Müddessir: 4-5)
Allah-u Teâlâ bu ayette Rasulü Muhammed sallallahu
aleyhi ve sellem’e, amellerini şirkten temizlemesini, putlardan
ve puta tapanlardan uzak durmasını emrediyor. Buradaki
emir her ne kadar Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem içinse
de bütün Müslümanları kapsar.
MÜMİNİN SIFATLARI 53
Bu da gösteriyor ki; Allah-u Teâlâ daha ilk ayetlerde ta-
ğutu red konusunu ele almıştır. Çünkü İslam’ın temeli, bü-
tün şekil ve türleriyle tağutları reddedip yalnız Allah-u
Teâlâ’ya ibadet etmeye dayanmaktadır. “La ilahe illallah”
kelimesi de bunu ifade eden en güzel kelimedir. İslam dini
işte bu gerçek üzerine bina olmuş ve Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem daha geldiği ilk günde bunu açıklamıştır. İşte
böyle konuların elbette daha en başta anlatılması, açıklan-
ması ve sınırlarının çizilmesi gerekir. Zaten böyle de ol-
muştur.
Aynı şekilde Müslümanların yalnız Allah-u Teâlâ’ya ve
Müslümanlara vela göstermeleri, Allah-u Teâlâ’nın hü-
kümlerini kabul etmeyen ve bu hükümleri hayatlarına tat-
bik etmeye çağrıldıklarında yüz çeviren kâfirlere ise vela
göstermemeleri gerektiği ilk Müslümanlara bildirilmiş, on-
lar da bunu kabul edip hayatlarına aksettirmişlerdi.
Mekke dönemindeki Müslümanların hayatını okuyan-
lar bunu apaçık bir şekilde görebilirler. Kâfirlere vela gös-
termek daha önceki ayetlerde yasaklandığı halde bu yasa-
ğın tekrar tekrar değişik üsluplarla birçok ayette ele alın-
ması, bu meselenin ne kadar önemli olduğunu ve Medine
İslam devletinde bazı kimselerin Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’den yeterli İslam terbiyesi almadıkları için bu me-
seleyi kavrayamadıklarını veya kendi anlayışlarına göre
te’vil ettiklerini göstermektedir. Bu sebeple Allah-u Teâlâ
nasıl ki tağutun reddedilmesi gerektiğini bildiren değişik
üsluplarda ayetler indirerek bu konuyu detaylı bir şekilde
açıklamışsa, aynı şekilde vela konusunu da te’vile mahal
bırakmayan, kesin hüküm bildiren ayetler indirerek tüm
detaylarıyla açıklamıştır. Bu ayetler indikten sonra artık
vela konusunda şeriatin caiz kıldıkları dışında tüm maze-
retler ortadan kalkmıştır.
54 Abdulhak el-Heytemi
Mekke dönemindeki Müslümanlar İslam’a girdikleri
anda artık yalnız mü’minleri sevmek, yalnız onlarla haşir
neşir olmak, yalnız mü’minlerin liderinden emir almak,
bütün kâfir adetlerine şüpheyle bakmak gerektiğini çok iyi
biliyor ve hayatlarında bunları uyguluyorlardı. Onlar kalp-
leriyle İslam’ı kabul edip dilleriyle bu kabulü ikrar ettikleri
andan itibaren, kâfirlerle aralarında aşılması mümkün ol-
mayan bir seddin bulunduğunu net olarak görüyor ve
kâfirlere karşı her Müslümanın göstermesi gereken tavrı
gösteriyorlardı. Hatta bu konuda aşırı giderek, hataya ve
küfre düşmemek için Allah’ın kâfirlere karşı yapmayı ya-
saklamadığı iyi muamele ve iyilikte bulunmayı bile Rasu-
lullah sallallahu aleyhi ve sellem’den izin almadan yapmıyor-
lardı. Esma radıyallahu anhâ’nın, o an kâfir olan annesine iyi-
lik yapmak istediğinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-
lem’den buna dair izin istemesi, bu meseleyle ilgili örnek-
lerden sadece bir tanesidir.

Esma binti Ebu Bekir radıyallahu anhâ şöyle dedi: Rasulul-


lah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında müşrik olan annem
beni ziyaret etmek için yanıma geldi. Bunun üzerine Rasu-
lullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“Anneme iyi davranabilir miyim?” diye sordum. Rasu-
lullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet” cevabını verdi. Bunun üzerine el-Mümtehine: 8
ayeti indi.” (Buhari)
İnsan fıtratında akrabalara ve eski dostlara karşı bir
sevgi, bir yakınlık vardır. Bu sebeple İslam’ı tam olarak an-
layamayan kişiler bu konuda hataya düşebilirler. Nelerin
yasak olan vela, nelerin helal kılınan iyilikte bulunma kap-
samına girdiğini ayırt edemeyebilirler. Fakat yasak kılınan
vela türlerinden bazıları net ve açık olduğu için Mekke ve
MÜMİNİN SIFATLARI 55
Medine devirlerinde bu konularda hiç bir Müslüman ha-
taya düşmemiştir.

Velanın Türleri:

İnsanı İslam’dan çıkaran bazı vela türleri, daha İslam’ın


ilk zamanlarında açıklanmıştı:
1 - Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı ve küfür gördüğü,
kâfirlerin dinlerinde yapılması caiz olan her türlü söz,
inanç ve hareketi kabul etmek, rıza göstermek.
2 - Kâfirlerin hak üzere olduklarını veya dinlerinin
doğru olabileceğini ifade eden her tür söz ve hareket.
Bu tür hareketler ilk olarak Medine döneminde müna-
fıklarda ortaya çıkmıştır. Fakat Allah-u Teâlâ’ya gerçek
manada teslim olmuş mü’minler, hem Mekke hem de Me-
dine döneminde böyle birşey yapmamışlardır. Fakat bazı
amellerin ne zaman küfür olan vela kapsamına girdiği, ne
zaman caiz kılınan iyilikte bulunmak kapsamına girdiği,
zamanla Müslümanlar ihtiyaç duydukça inen ayetlerle
açıklanmıştır.
Kâfir akrabalara veya eski dostlara iyilikte bulunmak ya
da akrabalık bağı bulunmayan kâfirlerle birtakım ilişkilere
girmekle ilgili hükümler böyledir. Saygı göstermek, onu
yüceltici herhangi bir hareket yapmak gibi… İslam dini bu
konulara da açıklık getirerek meseleyi netleştirmiştir.
Şu öncelikle bilinmesi gerekir ki; kâfirlere vela göster-
mek ile bir menfaat elde etmek veya bir zararı def etmek
için kâfirlere fayda sağlamak veya iyilikte bulunmak farklı
şeylerdir. Bu yüzden mü’minler; sıkı sıkıya bağlanmak,
yardımlaşmak, desteklemek, itaat etmek, iç içe olmak ve
dostluk göstermek manasına gelen velayı ancak kendisi
gibi Allah-u Teâlâ’ya bağlanan, hayatlarını Allah-u
Teâlâ’nın istediği şekilde düzenleyen, yalnız Allah-u
56 Abdulhak el-Heytemi
Teâlâ’nın hükümlerini kabul eden mü’minlere yapabilirler.
Çünkü mü’minler için aslolan düşünce; yine kendileri gibi
mü’min olan kimselere güvenmek, Allah-u Teâlâ’nın hü-
kümlerini kabul etmeyen ve bu hükümleri hayatlarına tat-
bik etmeye çağrıldıklarında yüz çeviren kâfirlere ise gü-
venmemek olmalıdır. Çünkü kâfirler için aslolan düşünce;
İslam’ı ve Müslümanları sevmemektir.
Bu açıklamanın ışığında vela konusunun daha iyi anla-
şılması için küfür ve caiz kılınan vela kapsamına giren bazı
amelleri açıklamak gerekir.

Küfür Olan Velaya Giren Ameller:

1 – Kâfirleri tekfir etmemek, onların kâfir olduklarında


şüphe etmek.
Allah-u Teâlâ’nın şu ayeti kâfirlerin tekfir edilmesi ge-
rektiğinin en açık bir örneğidir:
“Muhakkak ki İbrahim ve beraberinde olanlarda siz-
ler için güzel bir örnek vardır. Onlar (şirk koşan) kavimle-
rine şöyle demişlerdi: Biz, sizden ve sizin Allah’tan başka
taptıklarınızdan beriyiz. Sizi (hak din üzere olduğunuzu ka-
bul etmeyip) reddettik. Sizler, tek olan Allah’a iman edin-
ceye kadar, bizimle sizin aranızda ebedi bir düşmanlık
ve kin başlamıştır.” (el-Mümtehine: 4)

Kâfirleri tekfir etmek demek, sadece onların yüzlerine


“siz kâfirsiniz” diye haykırmak değildir. Bu, ancak kişinin
durumuna göre söz konusu olur. Zamanımızda bu konuda
öncelikle yapılması gereken şey; kâfirlerin kim olduğunu
bilmemiz, kâfir olan kimselere Allah ve rasulünün bildir-
diği şekilde davranmamız, dostluk ve düşmanlığı ona göre
yapmamızdır.
MÜMİNİN SIFATLARI 57
2 – Kâfirlerin heva ve heveslerine uymak.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“(Ey Muhammed!) Yahudi ve Hristiyanlar, kendi millet-
lerine (dinlerine) tabi olmadıkça asla senden razı olmazlar.
(Onlara) de ki: “Muhakkak ki doğru yol, yalnız Allah'ın
gösterdiği yoldur.” (Ey Muhammed!) Eğer sana ilim gel-
dikten sonra onların hevalarına (arzu ve isteklerine) uyar-
san, kendine Allah'tan ne bir veli (dost, destekçi ve yardımcı)
ne de bir nasir (zararı defeden) bulabilirsin.”
(el-Bakara: 120)

3 – Kâfirlere İslam’ın yasakladığı konularda itaat etmek,


tavsiyelerine uymak ve Allah-u Teâlâ’nın kitabından başka
hükümlerle hükmeden mahkemelerine başvurmak.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki şeytanlar, (haramı helal kılma konusunda)
sizinle mücadele etmeleri için dostlarına fısıldarlar. Şa-
yet onlara (haramı helal kılma konusunda) itaat ederseniz, o
zaman muhakkak siz de müşrik olursunuz.”
(el-En’am: 121)

“Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka veli-


ler edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.”
(el-A’raf: 3)

4 – Kâfirlere sebepsiz yere yardım etmek, desteklemek,


kuvvetlendirmek ve ilerlemelerini sağlamak.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlardan (Yahudilerden) çoğunun inkâr edenleri
(putperestleri) dost edindiklerini (fakat Allah’ın dostları-na;
rasullere ve mü’minlere düşman olduklarını) görürsün.
Nefislerinin kendilerine sunduğu (güzel gösterip yaptırdığı
bu) amel (ahiretleri için) ne kötüdür! Bundan dolayı Allah
58 Abdulhak el-Heytemi
onlara gazap etmiştir ve onlar azapta sonsuza kadar
kalacaklardır. Eğer Allah'a, nebisine (Muhammed'e) ve
ona inen Kur'an'a gerçek manâda iman etmiş olsalardı,
onları (müşrikleri) veli edinmezlerdi. Fakat onların çoğu
fasık (imandan çıkmış) kimselerdir.” (el-Maide: 80-81)

5 – Kâfirleri sevmek; İslam düşmanı olmasalar hatta en


yakın akrabalar olsalar dahi küfürdür.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahiret gününe gerçek manada inanan bir
milletin; babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da aşi-
retleri olsa bile, Allah’a ve rasulüne karşı gelenlere sevgi
gösterdiklerini asla göremezsin (bilakis, onlara bütün güçle-
rini kullanarak karşı gelirler). Allah imanı işte, ancak bunla-
rın kalplerine yazmış ve onları katından bir nur ile des-
teklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere,
ebedi kalmak üzere yerleştirecektir. Allah onlardan razı
olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte Al-
lah’ın gerçek hizbi (taraftarları) bunlardır. Kurtuluşa ere-
cek olanlar da ancak Allah’ın hizbi olanlardır.”
(el-Mücadele: 22)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kişi sevdiğiyle beraberdir.” (Buhari, Müslim)
“Kişi sevdiğiyle beraber haşrolunur.”
(Taberani sahih senetle rivayet etti)
“Din, Allah için sevmek ve Allah için buğzetmekten
ibarettir.” (Ahmed, Hakim rivayet etti ve “sahih” dedi)

6 – Kâfirlere sebepsiz yere itibar etmek, kıymet vermek,


yüceltmek, övmek, faziletlerini yaymak, saygı göstermek,
ikramda bulunmak, güleryüz göstermek, iyi davranmak.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Münafıklara “efendi” demeyin. Eğer o “efendi” de-
ğilse, Allah’ı kızdırmış olursunuz.” (Ebu Davud, Nesei)
MÜMİNİN SIFATLARI 59
“Yahudi ve Hristiyanlara ilk olarak siz selam verme-
yin. Şayet yolda onlarla karşılaşırsanız, onları yolun en
dar kısmından gitmeleri için sıkıştırın.”
(Müslim, Tirmizi)
“Mü’minlerden başkasını dost edinme! Allah’tan kor-
kanlardan başkasına yemeğini yedirme.”
(Sahih-i İbni Hibban)

7 – Kâfirleri idare etmek için İslam’ın yasakladığı konu-


larda onların isteklerine göz yummak, geçiştirmek ve on-
larla uzlaşmak.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlar isterler ki, sen onlara (dininden) taviz veresin de
onlar da sana taviz versinler.” (el-Kalem: 9)

8 – Kâfirleri sırdaş edinmek, güvenmek, gönlünü onlara


açmak, haşir neşir olmak ve yakınlık göstermek.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Kendinizden olanlardan başkasını
sırdaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri dur-
mazlar. Sizin hep sıkıntıya düşmenizi isterler. Kin ve
düşmanlıkları ağızlarından belli olmaktadır. Kalple-
rinde gizledikleri ise daha büyüktür. Eğer düşünüyorsa-
nız, sizlere ayetlerimizi açıklamışızdır.” (Âli İmran: 118)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizden biri kiminle dostluk bağı kurduğuna dikkat
etsin. Zira kişi dostunun dini üzerinedir.”
(Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed)
9 – Kâfirleri Müslümanlara tercih etmek. Müslümanlara
faydalı olacak dünyevi ilimleri öğretecek Müslümanlar
varken kâfirleri tercih etmek, Müslüman muhasebeci var-
ken kâfir muhasebeci tutmak, Müslüman işçi varken kâfir
60 Abdulhak el-Heytemi
işçi çalıştırmak, Müslüman doktor varken kâfir doktora git-
mek küfürdür.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri veli edin-
mesinler.” (Âli İmran: 28)

10 – Allah onları hain olarak vasfettiği halde onlara ema-


net vermek, İslam devletinde onları önemli ve ciddi ko-
numlara getirmek ve onlara görev vermek.

İbni Mesud radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir:


“Ebu Musa el-Eşari radıyallahu anh Ömer b. Hattab’a olan
borcunu verdi. Ömer radıyallahu anh onun dikkatli ve ince
hesabını beğenerek şöyle dedi:
“Muhasebecini çağır da nasıl hesap yaptığını insanlara
söylesin.” Ebu Musa el-Eşari radıyallahu anh:
“Mescide girmiyor” dedi. Ömer b. Hattab:
“Niçin? Cünüp mü?” diye sorunca Ebu Musa el-Eşari:
“Hayır. O Hristiyandır” dedi. Ömer b. Hattab bunu du-
yunca Ebu Musa el-Eşari’yi azarladı ve ona şöyle dedi:
“Onları Allah uzaklaştırmışken sen yaklaştırma! Allah
onları alçaltmışken sen onların değerlerini yükseltme! Al-
lah onların güvenilir olmadıklarını bildirdikten sonra on-
lara güvenme!” (Ebu Davud)

11 – İslam’ın menfaati söz konusu olmadığı veya Müs-


lümanlarla oturma imkânı olduğu halde kâfirlerle aynı
yerde sebepsiz yere ikamet etmek, dar’ul İslam’dan dar’ul
harbe kaçmak.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Melekler, (imkânları olduğu halde, hicret etmedikleri için
şirk işlemek zorunda kalarak) nefislerine zulmedenlerin
canlarını alırken: “Ne yapıyordunuz? (Müslümanların
MÜMİNİN SIFATLARI 61
safında mı yoksa müşriklerin safında mı yer aldınız?)” derler.
Onlar da: “Biz, şirk diyarında aciz ve zayıf kimselerdik
(bu sebeple müşriklerin safında yer aldık)” derler. Melekler:
“Allah’ın arzı geniş değil miydi, (şirk diyarında kalıp onlara
tabi olacağınıza) hicret etseydiniz ya?” derler. İşte onların
barınacakları yer cehennemdir. O, ne kötü dönüş
yeridir.” (en-Nisa: 97)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:


“Kim müşriklerin topluluğuna girer ve aynı yerde yer-
leşirse, o da onlar gibidir.” (Ebu Davud, Tirmizi)
“Allah, müşrik olan bir kişinin Müslüman olduğu za-
man şirk topluluğunu bırakıp da İslam topluluğuna geç-
medikçe hiçbir amelini kabul etmez.” (İbni Mace)

12 – Kâfirlerin küfürlerine rıza göstermek.


Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki (Allah) size kitapta: “Allah’ın (kitabı
Kur’an) ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildi-
ğini işittiğiniz zaman, (inkâr edenler ve alay edenler) bundan
başka bir söze geçinceye kadar onlarla oturmayın. Aksi
halde siz de onlar gibi olursunuz” diye bir hüküm indir-
miştir. Muhakkak ki Allah, münafıkları ve kâfirleri ce-
hennemde biraraya toplayacaktır.” (en-Nisa: 140)

13 – Kâfirlere meyletmek, onlardan yana olma eğilimini


sürdürmek, onların başarılarına sevinip hoşnut olmak, ba-
şarısızlıklarından dolayı üzülmek.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“(Ey gerçek manada iman edenler!) Zulmedenlere asla (kal-
binizde sevgi besleyerek veya karşı koyma imkânınız olduğu halde
küfür, şirk ve zulümlerine sessiz kalıp taviz vererek) meyletme-
62 Abdulhak el-Heytemi
yin! Aksi halde, size ateş dokunur. (Allah’ın azabını üzeri-
nizden savacak) Allah’tan başka kendinize hiçbir yardımcı
bulamazsınız ve sonuç olarakta, asla yardım göremezsi-
niz.” (Hud: 113)

14 – Kâfirlere benzemek, onların giyim-kuşam ve moda-


larını taklit etmek.
Kâfirlerin dini inançlarından kaynaklanan herhangi bir
adet ve alışkanlığı yapmak, modalarını takip etmek, sırf
kâfirlere benzeme niyetiyle kâfirlerin giydiği herhangi bir
elbiseyi giymek, bu niyetle saç şeklini onlara benzetmek
veya bu niyetle onların kullandığı sözleri kullanmak küfür-
dür.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


“Kim bir kavme benzemeye çalışırsa, o da onlardan-
dır.” (Ebu Davud)

15 – Kâfirlerin gruplarına, partilerine, kuruluşlarına üye


olmak, Müslümanlara ait haberleri ve sırları onlara aktar-
mak, onların saflarına katılıp Müslümanlara karşı savaş-
mak...
En-Nisa: 97 ayeti bu konuda da delil gösterilebilir. Zira
bu ayet hicret etmeyip Bedir savaşında kâfirlerin safına ka-
tılan bir grup Müslüman hakkında inmiştir. Allah, bu kim-
seleri mazeretli saymamış ve kâfir olarak isimlendirmiştir.

16 – Zulümlerinde kâfirlere yardım etmek, desteklemek


ve zafere ulaşmaları için yanlarında yer almak ve yine bu
amaçla ordularında askerlik yapmak. Kur’an’da bu ko-
nuyla ilgili çarpıcı iki örnek vardır. Lut ve Nuh aleyhisse-
MÜMİNİN SIFATLARI 63
lam’ın hanımları. Bunlar müşrik kavimlerine rıza gösteri-
yor, onlara Müslümanlar aleyhine yardım ediyor ve casus-
luk yapıyorlardı.

Küfür Olmayan Vela Kapsamına Giren Ameller:

1 – İslam’ın menfaati söz konusu olduğunda, İslam ce-


maatine zarar vermemek şartıyla İslam’a ve Müslümanlara
savaş açan, tebliğ kendilerine ulaştığı halde yüz çevirerek
düşmanlık gösteren azılı kâfirlerle haşir neşir olmak, on-
larla zahiren arkadaşlık yapmak, birtakım ilişkilere girmek
ve iç içe bulunmak caizdir. Çünkü bu şekilde İslam üzerin-
den bir zararı def etme ya da İslam’a bir menfaat sağlama
söz konusudur. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve
Müslümanların putperest Mekke toplumundaki kâfir ve
müşriklerle ve küfrün ileri gelenleriyle olan ilişkileri, buna
en güzel örnektir...
2 – İslam’ın menfaati için kâfirlere vergi, para ve bunun
gibi şeyler vererek maddi destekte bulunmak caizdir.
Hendek savaşında kâfirler, müsülümanları her taraftan
kuşatınca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Müslümanların
meşakkat ve sıkıntılarının son derece arttığını gördü. Müs-
lümanların sıkıntılarını biraz olsun hafifletmek için Yahu-
dilerden Gatafan kabilesine haber gönderip, Medine hur-
masının üçte birini savaştan çekilmeleri şartıyla vermeyi
teklif etti. Onlar ise yarısını istediler. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem üçte birinde diretince Gatafan buna razı oldu.
Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubade gibi sahabelerin Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem ile istişare yapmaları sonucu Rasu-
lullah sallallahu aleyhi ve sellem Yahudilerle anlaşma yapmak-
tan vazgeçti. (Siyeri İbni Hişam)
Şayet kâfirlerin zararını önlemek veya daha aza indir-
mek için onlara birtakım maddi tavizler vermek Allah-u
64 Abdulhak el-Heytemi
Teâlâ’nın yasakladığı vela kapsamına girseydi, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem Gatafan’a Medine hurmalarının üçte
birini vermeyi teklif etmezdi. Bir rasulün küfür olan böyle
bir ameli yapmayı düşünmesi asla mümkün değildir.

3 – Dünyevi ilimleri, savaş tekniklerini ve bunlar gibi İs-


lam’a fayda sağlayacak şeyleri kâfirlerden almak caizdir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, on Müslümana
okuma-yazma öğretmelerine karşılık Bedir esirlerini ser-
best bırakmıştır. (Tabakat-ı İbni Sa’d)
Yine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem Huneyn sava-
şında, kâfir olan Saffan b. Umeyye’den yardım istemiştir.
(Siyeri İbni Hişam)

4 – İslam’ın menfaati söz konusu olduğunda veya Müs-


lümanlarla oturma imkânı olmadığında kâfirlerle aynı
yerde ikamet etmek caizdir.
İslam’ın hâkim olmadığı bir dönemde, Müslümanların
sırf İslam’ın menfaatini gözeterek kâfirlerle birlikte ikamet
etmeleri veya köle Müslümanların kâfir efendileri yanında
ikamet ederek onlara hizmet etmeleri veya İslam’ı daha iyi
yaşayabilmek için bazı Müslümanların Habeşistan gibi
kâfir bir devlete hicret ederek orada ikamet etmeleri, buna
açık birer örnektir.

5 – İslam’ın hakim olmadığı bir ortamda, kâfirler İs-


lam’la alay etmedikleri veya alay ettiklerinde onlara karşı
koyabildiği müddetçe Müslümanın yeme, içme, birlikte ça-
lışma, alış-veriş, yolculuk vb. gibi sebeplerden dolayı kâfir-
lerle bir arada bulunması, akidesinden taviz vermemek
şartıyla caizdir.
İslam’ın hakim olmadığı dönemlerde Müslümanların
akidelerinden taviz vermemek şartıyla, kâfirlerle bir arada
MÜMİNİN SIFATLARI 65
bulunup onlarla günlük ilişkilerini sürdürmeleri bunun
açık bir örneğidir.

6 – İslam’a savaş açmayan ve İslam’ı yok etmek için ça-


lışmayan, tebliğ kendisine ulaştığı halde ya hatalı tebliğden
ya da nefsine uyduğundan dolayı İslam’ı kabul etmeyen,
fakat düşmanlık da yapmayan, hatta İslam’ı tatbik edenlere
karşı adaletli davranan, onları seven, onları kâfir olan diğer
kimselerden üstün tutan ve tercih eden kâfirlere iyilikte bu-
lunmak, onlara İslam ahlakını göstermek, haklarını vermek
ve onlara zulmetmemek gerekir.
Bu tür kâfirlerle, İslam cemaatinin menfaatini göz
önünde bulundurarak, İslam şeriatı çerçevesinde ve şart-
ları dahilinde işbirliği, anlaşma, ticaret ve ortaklık yapmak
caizdir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“(Ey iman edenler!) Allah; dininizden dolayı sizinle sa-
vaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmayan kâfirlere iyi-
lik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı size yasakla-
mamıştır. Muhakkak ki Allah, adil olanları sever.”
(el-Mümtehine: 8)
Bu ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak şöyle bir rivayet
vardır:
Esma binti Ebu Bekir radıyallahu anhâ şöyle dedi:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında müşrik
olan annem beni ziyaret etmek için yanıma geldi. Bunun
üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
“Anneme iyi davranabilir miyim?” diye sordum. Rasu-
lullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Evet”cevabını verdi. Bunun üzerine el-Mümtehine:8
ayeti indi. (Buhari)
66 Abdulhak el-Heytemi
7 – Birtakım deneylerden geçirmek şartıyla kâfirlere
bazı konularda güvenmek.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hicret ederken ken-
disine yol göstermesi için kâfir bir kılavuz tutması veya
ikinci akabe beyatına, o zaman henüz kâfir olan amcası Ab-
bas b. Abdulmuttalib ile gitmesi, Hudeybiye antlaşması sı-
rasında Huzaa kabilesinden müşrik bir casusu kullanması
bu meseleye açık birer örnektir.

8 – Bazı dünyevi meselelerde kâfirler Müslümanlara ter-


cih edilebilir. Müslümanların menfaatine olan meselelerde
Müslümanlarla kâfirler arasında tecrübe, uzmanlık ve iyi iş
yapabilme vasıfları gibi farklılıklar varsa, yani kâfirler bu
vasıflarda Müslümanlardan daha üstün iseler, bu du-
rumda kâfirleri tercih etmek küfür olmaz.

9 – Kâfir de olsa bir kimsenin iyiliğine karşı iyilikte bu-


lunmak sünnettir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, kendisini Mekke’de
iken Müslüman olmadığı halde himayesine almış olan
Mut’im b. Adiyy’in hatırı için Bedir esirlerini bırakmak is-
temesi buna açık bir örnektir. Bu konuyla ilgili rivayet Bu-
hari’de geçmektedir.
Kâfirlerle caiz olan bu ilişkilerin kurulmasındaki temel
sebep; İslam’ın faydasına olmasıdır. Bu sebeple kâfirlere
tebliğ etmek, onlara İslam’ı ulaştırmak, Müslüman olma-
ları için çalışmak gayesiyle onlara iyi davranılır. Kendile-
rine tebliğ mükemmel şekilde ulaştığı halde İslam’a cephe
alan, savaş açan, İslam’ın ve Müslümanların aleyhine çalı-
şan kimselere ise artık birinci seçenek uygulanılır; onlarla
olan her türlü bağ koparılır...
MÜMİNİN SIFATLARI 67
12 - Takva Sahibi Olmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Eğer imanınızda gerçekten samimi iseniz, Allah'tan
(gerektiği gibi) sakının (onları asla veli edinmeyin)!”
(el-Maide: 57)

Takva sahibi olabilmek için gerekli olan şartları yerine


getirmek gerekir:
1 - Allah-u Teâlâ’nın emrettiği şeyleri Allah-u Teâlâ’nın
rızasını kazanmak için yerine getirmek.

2 - Allah-u Teâlâ’nın yasakladığı şeylerden, Allah-u


Teâlâ’nın rızasını kazanmak için ve Allah-u Teâlâ’nın aza-
bından korkulduğundan dolayı uzaklaşmak.

Talk İbni Habib (8) şöyle dedi:


“Bir fitne ortaya çıkınca, bunu takva ile söndürün (yok
edin).” Bunun üzerine onu dinleyenler:
“Takva nedir?” diye sordular. Buna şöyle cevap verdi:
“Allah-u Teâlâ’nın gösterdiği şekilde bilerek Allah-u
Teâlâ’ya itaat etmek, Allah-u Teâlâ’nın sevabını umarak ve
bilerek Allah-u Teâlâ’ya itaat etmek, masiyet olan amelleri
bilerek ve Allah-u Teâlâ’nın azabından korkarak terk et-
mektir.” (9)

13 - İzzetli Ve Şerefli Olmak, Allah-u Teâlâ’dan


Başkasına Boyun Eğmemek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

8 (Talk İbni Habib: Tabiindendir. Ve İbadetkar bir kişidir.)


9 (İbn Ebi Şeybe-İman Kitabı s: 99 sahih senetle)
68 Abdulhak el-Heytemi
“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer mü’min iseniz en üs-
tün sizsiniz.” (Âli İmran: 139)

“İzzet (aziz olmak), Allah, rasulü ve mü’minler içindir.”


(Münafıkun: 8)

Kişinin kâfirlere boyun eğmesinin sebebi, ya korkudan


ya da makam, mevki ve rızık gibi menfaatler elde etmek
istemesindendir. Mü’min, yalnız Allah-u Teâlâ’dan korkar
ve menfaati de yalnız Allah-u Teâlâ’dan bekler. Böyle ol-
mayan kişi, mü’min değildir.
Mü’minler, her zaman kâfirlerden üstün olduklarını bil-
melidirler. Çünkü kâfirlerde akıl yoktur. Kâfirler belki zeki
olabilirler ama akıllı değildirler. Bu sebeple mü’min, kâfir-
lere yalvarmaz, onlar karşısında küçüklük göstermez ve
onlara boyun eğmez. Kâfirlere boyun eğen, mü’min ola-
maz.

Ubeyd b. Umeyr şöyle dedi:


“İmanlı olan kişiden, mü’minler hariç herkes korkar, çe-
kinir.” (İbn Ebi Şeybe-İman’da no: 11)

Kâfirlerin mü’minlerden korkmalarının sebebi,


mü’minlerin yalnız Allah-u Teâlâ’dan korkmalarıdır. Al-
lah-u Teâlâ’dan korkanlar ise hiçbir yaratılmıştan korkmaz.
Bu sebeple çok cesaretli olurlar ve herkes onlardan korkar.
Aynı Fravun’un sihirbazları gibi... Onlar, Musa aleyhisse-
lam ile karşılaşmak için geldiklerinde hakkı gördüler ve he-
men iman ettiler. Bunun üzerine Fravun onları işkence ve
ölümle tehdit etti. Fakat onlar; “sen dünyada en fazla canı-
mızı alırsın” dediler. İşte, gerçek iman budur!
MÜMİNİN SIFATLARI 69
14 - Allah-u Teâlâ Yolunda Cihad Etmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“İman eden, hicret eden, Allah yolunda cihad eden ve
(muhacirleri) barındırıp yardım edenler, işte gerçekten
mü’min olanlar bunlardır!” (el-Enfal: 74)
Ayette kastedilenler ensarilerdir. Onlar, ayette zikredi-
len amelleri yaparak Müslümanlara ve Allah-u Teâlâ’nın
dinine yardım etmişlerdi. Allah-u Teâlâ’nın ayette zikret-
tiği bu amelleri işleyenler gerçekten mü’min olanlardır.
Mü’minlerden başkası, bu amellerin hepsini birden işle-
meye güç yetiremez.

“Mü’minlerden kimileri Allah’a verdikleri sözü ye-


rine getirmişlerdir. Onlardan bir kısmı canını vermiş, bir
kısmı da beklemektedir. Onlar (verdikleri ahitlerini) hiçbir
zaman değiştirmemişlerdir.” (el-Ahzab: 23)
Mü’min, İslam’a ilk girdiği anda Allah-u Teâlâ’ya ve di-
nine yardım etmek, bu yolda cihad etmek için söz vermiş-
tir. Bu sebeple mü’minler iki gruptur:
Allah-u Teâlâ’ya verdikleri sözü yerine getirerek cihad
eden ve cihad ederken şehid olanlar ile Allah-u Teâlâ yo-
lunda cihad ederek şehadeti bekleyenler.
Mü’min, bu iki hal dışında başka bir halde olamaz. Ya
şehid olmuştur ya da şehadeti beklemektedir. Allah-u
Teâlâ’ya verilen söz, ancak bu şekilde yerine gelir ve ancak
böyle yapanlar sözlerinde doğru olanlardır. Çünkü onlar
sadece dilleriyle değil, kalpleriyle de bu sözü vermişlerdir.
Onlar verdikleri bu sözü yerine getirmek için yapılacak hiç-
bir mücadeleden geri kalmazlar. Bu yolda mal ve canlarını
harcamaktan çekinmez ve tereddüt etmezler. Bu şekilde
amel edenlere, Allah-u Teâlâ şüphesiz kendine ulaşan yolu
gösterecek ve onları bu yola hidayet edecektir.
70 Abdulhak el-Heytemi
“Bizim uğrumuzda cihad edenleri muhakkak yolları-
mıza hidayet ederiz. Allah, şüphesiz muhsinlerle bera-
berdir.” (el-Ankebut: 69)

Kişi ne kadar Allah-u Teâlâ için Allah-u Teâlâ yolunda


cihad ediyorsa, o kadar hidayet üzeredir.
Cihad, yalnız silahlı mücadele değildir. Silahla cihad
Mekke’de farz kılınmasına rağmen hemen uygulanma-
mıştı. Çünkü silahla cihaddan önce aşağıda belirtilen altı
unsura karşı cihad etmek gerekir. Bunlara karşı cihad edil-
medikçe ve başarılı olunmadıkça silahlı cihadda da başarılı
olmak mümkün olmaz. Bu unsurlar sırasıyla şöyledir:
1 - Nefse karşı cihad,
2 - Heva ve hevese karşı cihad,
3 - Şeytana karşı cihad,
4 - Dünyaya karşı cihad,
5 - Kâfirlere karşı cihad,
6 - Münafıklara karşı cihad.
1 - Nefse Karşı Cihad: İnsanın nefsi, kendisine en büyük
düşmandır. Çünkü nefis; rahat, kolay ve Allah-u Teâlâ’nın
haram kıldığı şeyleri yapmak ister. Allah-u Teâlâ’nın farz-
ları ise ağır gelir. Allah-u Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e indirdiği ilk ayetlerde şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki biz, sana ağır bir söz vahyedeceğiz.”
(el-Müzzemmil: 5)

Allah-u Teâlâ’nın kullarından istediği ve onlara yükle-


diği sorumluluklar, kulun gücü dahilindedir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez.”
(el-Bakara: 286)
MÜMİNİN SIFATLARI 71
Böyle iken kişinin, Allah-u Teâlâ’nın emirlerini bilme-
sine veya kendisine hatırlatılmasına rağmen: “Bunlar bana
zor” veya “ağır geliyor” ya da “yapamıyorum” demesi
veya gereğince amel etmemesi, onun nefsine uyduğunu ve
nefsine yenik düştüğünü gösterir. Söz veya ameliyle Allah-
u Teâlâ’nın haramlarını terk edemediğini ve emirlerini ye-
rine getiremediğini ifade eden kişiler, ne kadar: “Ben ge-
rektiğinde silahlı cihada katılırım”, “cihaddan kaçmam” ve
buna benzer sözler söyleseler de bunların hepsi laftır, ger-
çeği ifade etmez. Böylelerinin sözlerine güvenilerek asla
yola çıkılmaz. Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine inandığı
halde bunları yerine getirmeyen kimseler, nefislerine yenil-
mişlerdir. Bunlarda kabul var, red yok, fakat tatbikat da
yoktur.
Evet! Mü’min, zaman zaman nefsine yenik düşebilir. Fa-
kat kendisine geldiğinde, bir daha yenik düşmemek için
azimle karar almalı ve bunun için çaba sarf etmelidir.
Nefse karşı cihadın dört mertebesi vardır.
(1) – Hidayeti ve hak dini öğrenmek için nefisle cihad
etmek. Bu cihad gerçekleşmedikçe, nefis için ne dünyada
ne de ahirette mutluluk vardır. Her iki mutluluk da hak
dini çok iyi öğrenmeye bağlıdır.
(2) – Öğrenilen hak dinle amel etmek için nefisle cihad
etmek. Çünkü kendisiyle amel edilmeyen ilim kişiye zarar
vermese bile hiçbir fayda da sağlamaz.
(3) – Öğrenilen ilimle amel ettikten sonra, o ilmi bilme-
yenlere öğretmek için nefse karşı cihad etmek. Zira öğreni-
len ilim bilmeyenlere öğretilmediği takdirde, kişiye hiçbir
fayda sağlamaz ve onu Allah-u Teâlâ’nın azabından kur-
tarmaz.
Allah-u Teâlâ bu konuda şöyle buyurmaktadır:
72 Abdulhak el-Heytemi
“(Katımızdan gelen bütün) kitaplarda insanlara çok açık
bir şekilde açıkladıktan sonra, (insanların ihtiyacı olan) in-
dirdiğimiz apaçık bilgileri ve doğru yola götüren hüküm-
leri gizleyenlere gelince, işte muhakkak ki onlara hem
Allah lanet eder hem de (yeryüzündeki melekler, mü’minler
ve hayvanlar dahil) lanet edebilen her varlık lanet eder.”
(el-Bakara: 159)
(4) – İslam tebliğ edilirken karşılaşılan eziyetlere taham-
mül ve sabretme ve bunlara Allah için dayanma konu-
sunda nefisle cihad etmek.

2 - Heva ve Hevese Karşı Cihad: İnsanın arzu ve düşün-


celeri de kendisinin düşmanıdır. Kendilerine Kur’an ve
sünnet hatırlatıldığı halde: “Bunlar kafama girmiyor, bence
böyle değil şöyle olmalıdır” gibi laflar söyleyen ve böylece
Kur’an ve sünnetin hükümlerine zıt görüşler bildiren kim-
seler mü’min değil, heva ve heveslerine tabi olmuş kâfir
kimselerdir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“(Ey Muhammed!) Heva ve hevesine göre ilah edinen-
leri görmüyor musun? “Sen mi (böyle yapmalarını engelleye-
rek) onlara vekil olacaksın?” (el-Furkan: 43)
Herhangi bir iş yaparken o konuyla ilgili Allah-u
Teâlâ’nın hükmünü araştırmayanlar veya: “Şayet bu ko-
nuda araştırma yaparsam, belki aleyhime hüküm çıkar” di-
yerek araştırma yapmaktan vazgeçenler ya da araştırma
yapmayı hiç aklına getirmeden kafasına göre amel edenler,
nefislerine yenilmişlerdir. Bunlar da mü’min değildir.
Çünkü mü’min, hangi konuda olursa olsun bir adım atma-
dan önce o işte Allah-u Teâlâ’nın rızası olup olmadığını
araştırır, hareketlerini ona göre yönlendirir.
MÜMİNİN SIFATLARI 73
3 - Şeytana Karşı Cihad: Şeytan, insanları kandırmak
için onlara çeşitli hilelerle yaklaşır; insanın vücudunda
adeta bir kan gibi dolaşır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


“Şeytan insanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dola-
şır.” (Müslim)
Şeytan, insanlara dünyayı ve batılı süslü ve hakmış gibi
gösterir. En sapık insanlara bile, kendilerini haklı zannet-
meleri için vesvese verir. Bu sebeple batıl üzere olduğu
halde: “Ben haksızım” diyen çok azdır. En azgın ve sapık-
lar bile: “Ben haklıyım” der.
Şüphesiz şeytanın hile ve tuzakları çoktur. Bu sebeple
mü’minlerin şeytanı ve tuzaklarını çok iyi bilmeleri
gerekir. Çünkü, ancak düşmanlarını tanıyarak ona karşı
kendilerini savunabilir veya tedbir hazırlayabilirler.
Şeytana karşı yapılan cihadın ise iki mertebesi vardır:
(1) – Şeytanın, insanın kalbine getirdiği imanı zedeleye-
cek şüpheli düşünceleri ortadan kaldırmak için şeytanla
mücadele etmek.
(2) – Şeytanın, nefse haram işlemesi için yaptığı teşvik-
lere uymamak için şeytanla mücadele etmek.

4 - Dünyaya Karşı Cihad: Herkes dünyayı, yani mal,


mülk ve mevki elde etmeyi ister. Mü’min ise dünyayı değil
ahireti kazanmayı düşünür. Bu sebeple dünyayı, ahireti
elde etmek için kullanır. Dünya için yaşamaz.
Nefis, heva ve şeytan, dünyayı ve kişinin kolay elde ede-
bileceği şeyleri ister. Allah-u Teâlâ’nın sonsuz ve mutlak
nimetleri ise ahirette olduğu için bunları elde etmeye çalış-
mak zor gelir. Bu sebeple kolay elde edebileceğini sandığı
dünyaya meyleder.
74 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Hayır, hayır! Siz, çabuk elde edilen dünyayı (dünya
nimetlerini) seviyorsunuz. Ahireti ise terk ediyorsunuz.”
(el-Kıyame: 20-21)
5–6 - Kâfir Ve Münafıklara Karşı Cihad:
Kâfirler ve münafıklara karşı yapılacak cihadın da dört
mertebesi vardır:
1 – Kalple cihad etmek,
2 – Dille cihad etmek,
3 – Malla cihad etmek,
4 – Bedenle cihad etmek.
Münafıklara karşı çoğunlukla dille cihad yapılır. Kâfir-
lere karşı yapılan en büyük cihad ise elle yapılandır.
Kalple cihad, geçerli bir mazeretten dolayı cihada katı-
lamayanların yaptıkları cihad gibidir.
Allah-u Teâlâ için nefse, heva-hevese ve şeytana karşı ci-
had etmek her zaman farzı ayn olmuştur.
Kâfirlere ve münafıklara karşı cihada gelince… Eğer
bunlara karşı yeterince cihad eden kimse varsa, herkese
farzı ayn değildir. Fakat onlara karşı cihad yapanlar yeterli
değilse, bütün Müslümanlar sorumluluk altındadırlar.
İşte zikri geçen bu altı düşmana karşı cihad edilmedikçe
ve onlar yenilmedikçe Allah-u Teâlâ’nın yolu bulunamaz
ve hidayete erişemez. Kişi, bu düşmanlarını yendiği nis-
bette hidayete ve Allah-u Teâlâ’nın yoluna yaklaşır. Bunlar
karşısındaki mağlubiyeti oranında da O’ndan uzaklaşır.
Zaten bu tür cihadda başarı sağlayamayanlar, silahlı ci-
hadda da hiçbir başarı sağlayamazlar.
Mü’min, daha ilk iman ettiği anda hem bu zikri geçen
meselelerde cihad edeceğine, hem de silahlı cihad yapaca-
ğına dair Allah-u Teâlâ’ya söz vermiştir. Bu sözü yerine ge-
tirmeyenler ise ne mü’min ne de sözünde sadık olanlardan-
dır. İşte bu kimseler, iman iddialarında yalancı olanlardır.
MÜMİNİN SIFATLARI 75
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Bizim uğrumuzda cihad edenleri, muhakkak yolları-
mıza hidayet ederiz. Allah, şüphesiz muhsinlerle bera-
berdir.” (el-Ankebut: 69)
Şu iyi bilinmelidir ki, Allah-u Teâlâ’nın kendilerine hi-
dayet ettiği kimseler, Allah-u Teâlâ yolunda her türlü ci-
hadı yerine getirenlerdir. İşte bunlar muhsin sıfatını hak
eden kimselerdir.

15 - Hatırlatıldığı Zaman Allah-u Teâlâ’nın


Ayetlerinden Öğüt Almak Ve Faydalanmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Sen hatırlat! Hatırlatma, ancak mü’minlere fayda ve-
rir.” (ez-Zariyat: 55)

Mü’minlerin öğüt dinlemeleri ve bundan istifade etme-


leri, ihlâslı olarak iman etmiş olmalarındandır. Çünkü
mü’minin gayesi, Allah-u Teâlâ’nın emrine itaat etmektir.
Bu sebeple Allah-u Teâlâ’nın her emrini işittiği zaman ger-
çekten dinler, sonra onu anlamaya çalışır ve hemen yaşar.
Allah-u Teâlâ’nın emirlerini duyduğu halde bunlardan
öğüt almayan ve hayatlarına aktarmayanlar, sağlam imanlı
ve ihlâslı değildirler. Onlar, kendilerini henüz emre itaat
edecek bir asker, ayetleri de bir komutanın emri olarak gö-
ren mü’minler seviyesine çıkamamışlardır.
Allah-u Teâlâ’nın ayetleri veya rasulünün hadisleri söz
konusu olduğunda, artık mü’min için soru sormak veya
başka bir yol seçmek yoktur. Sağlam imanlı kişiler, kendi-
lerine: “Allah-u Teâlâ böyle buyurmuştur” veya “Rasulul-
lah sallallahu aleyhi ve sellem şunu emretmiştir” denilerek de-
liller sunulduğunda, hiçbir itirazda bulunmaz, tereddüt
76 Abdulhak el-Heytemi
göstermez, ihmalkâr davranmaz ve gecikmezler. Derhal it-
aat ederler. Çünkü böyle kimselerin kalpleri, bedenlerini
bu emirlere itaat etmeye zorlar.
İşte gerçek mü’minler bunlardır. Mü’minler, kulaklarını
komutanlarına çevirmiş, onun vereceği emri bekleyen, her
an emre hazır gerçek bir asker gibi yaşarlar.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“(Rabbimizin emirlerini ve yasaklarını) İşittik ve (bunları
yerine getirerek) itaat ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı
bağışla, dönüş ancak sanadır.” (el-Bakara: 285)

“Aralarında hükmetmesi için, Allah'a ve elçisine çağ-


rıldıkları zaman mü’min olanlara yakışan: “İşittik ve it-
aat ettik” demektir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır!”
(en-Nur: 51)
Allah-u Teâlâ’nın ayetlerinden ancak dininde ihlâslı
olanlar istifade ederler. Allah-u Teâlâ’nın buyruklarını
duyduğu halde itaatte gevşeklik gösteren veya yüz çevi-
renlerin ihlâsından söz etmek mümkün değildir.
Allah-u Teâlâ, ayetlerinden istifade etmemizi emrettiği
gibi nasıl istifade edeceğimizi de öğretmiştir. Mü’min,
Kur’an’ı; “Bunlar beni yoktan var eden ve Rabbim olan Al-
lah-u Teâlâ’nın emirleridir” diyerek hayatına aktarmak için
okur. Bilmediği meseleler hakkında araştırma yapar, aslını
öğrendikten sonra yine hayatına aktarır. Böyle yapmadı-
ğında Allah-u Teâlâ’nın kendisine kızacağını ve azarlayıp
ceza vereceğini düşünür.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Muhakkak ki bunda (Kur’an’da) kalbi olan veya şahid
olmak için kulak veren kimseler için öğüt vardır.”
(Kaf: 37)
MÜMİNİN SIFATLARI 77
Herkesin kalbi ve kulakları vardır. Fakat Kur’an, ancak
ihlâslı kalplere ve kendisine istifade etmek için yönelmiş
kulaklara fayda verir. Kişi ihlâslı bir kalbe, Allah-u
Teâlâ’nın emirlerini duyan bir kulağa sahip olmadıkça ve
bunları dinleyip şahid olmadıkça, yani kesin bilip anlama-
dıkça Kur’an’dan istifade edemez. Ancak bu üç şartı yerine
getiren mü’minler ondan istifade ederler.
Allah-u Teâlâ’nın emirleri okunurken uyuyanlar veya
bunları duyduğu halde uyuyanlar, onlara icabet etmeyen-
ler ya da başka şeyler düşünenler, Kur’an’dan istifade ede-
mezler.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Hiç şüphesiz bunda, kalbi olan ya da bir şahid olarak
kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.” (Kaf: 37)
Ey Rabbim! Sen bizleri, ayetlerini duyduğu zaman din-
leyen ve hayatında yaşayanlardan kıl!

16 - Huşu İçinde Namaz Kılmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Mü’minler, gerçekten felah bulmuştur. Onlar, na-
mazlarında huşu içindedirler. Onlar, tümüyle boş şeyler-
den yüz çevirenlerdir.” (el-Mü’minun: 1-3)
Bu ayette kastedilen huşu, kalbî huşudur. Kalbi Allah-u
Teâlâ’ya bağlamak manasındadır. Yalnız amel ile huşu, ri-
yadır.
Ömer radıyallahu anh, namazda başını öne eğmiş birini
görünce ona şöyle dedi:
“Ey başı eğik adam! Başını kaldır. Çünkü huşu başta de-
ğil, kalptedir.” (Medaricu’s salikin)
İnsanların bulunduğu bir ortamda namaz, ne çok yavaş
ne de çok hızlı kılınmalıdır. Ancak tadili erkâna riayet ede-
rek namaz kılınmalıdır. Çünkü çok yavaş kılınan namaza
78 Abdulhak el-Heytemi
riya karışabilir. Çok hızlı kılınan namazı da Allah-u Teâlâ
kabul etmez. Fakat kişi, tek başına olduğu zaman dilediği
kadar namazını uzatabilir.
Rifaa b. Rafi radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir:
“Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile mescidde
idik. Bir adam geldi ve namaz kıldı. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem onu izliyordu. Adam namazını bitirdikten
sonra Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gelip se-
lam verdi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:
“Dön ve namazını tekrar kıl! Çünkü sen, namaz kılmış
olmadın” dedi. Olay bu şekilde üç kez tekrar ettikten sonra
adam:
“Sana kitabı gönderene yemin olsun ki, bütün gücümü
sarf ettim. Bana doğrusunu öğret” dedi. Bunun üzerine Ra-
sulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Namaz kılmak istediğinde önce güzel bir şekilde ab-
dest al! Sonra kalk ve kıbleye dön! Tekbir al ve Kur’an
oku! Sonra ruku et ve mutmain olunca doğrul! Sonra
secde et ve mutmain oluncaya kadar secdede kal! Sonra
başını kaldır ve otur! Ardından tekrar secde et ve mut-
main oluncaya kadar kal! Ancak böyle yaparsan namaz
kılmış olursun. Bunları noksan yaparsan namazını da
noksan kılmış olursun.”(10)
Kişi, kendisine namaz farz olduğu anda namazı nasıl
kılması gerektiğini mutlaka öğrenmelidir. Kişinin, namaz
kılmayı öğrenmeme konusunda ileriye sürebileceği hiçbir
mazereti olamaz ve bu konuda ileriye sürülebilecek maze-
retler de geçersizdir.
Kılınan namazın Allah-u Teâlâ katında makbul olması
için ise mutlaka rükunlarının tam olarak yerine getirilmesi
gerekir.

(10) (Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesei, İbn Mace)


MÜMİNİN SIFATLARI 79
Namazı huşu içinde kılmanın şartlarından ilki; na-
mazda okunan ayet ve duaların manalarını bilerek ve dü-
şünerek okumaktır. İkinci şartı ise; daha niyet ederken, tüm
dünyevi düşünceleri kafadan atarak beyni ve kalbi sadece
Allah-u Teâlâ’yı ve okunan ayetleri düşünme konusunda
yoğunlaştırmaktır.
Sahabe ve tabiinin namazları böyle idi. Onlar namaza
durduklarında dünya ile ilişkilerini tamamen kesiyorlardı.
Örneğin; onlardan biri namaza durduğunda, evden bir yı-
lan çıksa ve ev halkını korkudan bağırtsa bile onlar namaz-
larını bozmuyorlardı.

17 - Caiz Olmasına Rağmen, Boş Amel Ve Sözlerden


Uzak Durmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:


“Onlar, tümüyle boş şeylerden yüz çevirenlerdir.”
(el-Mü’minun: 3)
Mü’minler, Allah-u Teâlâ kesin yasaklamamış olmasına
rağmen faydası olmayan boş ve gereksiz tüm amel ve söz-
lerden yüz çevirip uzak dururlar. Bunun içine gereksiz ve
faydasız olan okuma, müzik dinleme, televizyon izleme,
oyun ve şaka gibi her şey girer.
Televizyon izlemek kişiyi harama sevk ediyorsa bunu
izlemek haramdır ve yapıldığında kişiden mü’min sıfatını
kaldırır.

18 - Zekât Vermek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:


“Onlar, zekât amelini yerine getirirler.”
(el-Mü’minun: 4)
80 Abdulhak el-Heytemi
Mü’minler zekât konusunda çok titiz davranırlar.
Çünkü zekât, fakirlerin hakkıdır ve zengin mü’minlerin
elindeki malları temizleyen, Allah-u Teâlâ’nın emrettiği bir
farizadır. Bu sebeple mü’minler, ellerinde malları varken
zekâtlarını vermeyi bir gün bile geciktirmezler. Fakat bu
konuda gevşeklik gösteren maddiyata düşkün kimseler,
Müslüman kalsalar bile asla mü’min değildirler.
Zekât ayeti, Medine’de hicretin ikinci senesinde inmiş-
tir. Fakat aslında Mekke’de iken farz kılınmıştı.
Bazı âlimler bu konuda şöyle demişlerdir: “Zekât, as-
lında Mekke’de iken farz kılınmıştır. Medine’de, hicretin
ikinci senesinde ise zekâtın nisap miktarı tayin edilmiştir.”
Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: “Mekki ayetlerle farz
kılınan zekât, malın ve bedenin zekâtıdır. Çünkü zekât, te-
mizlemek manasındadır ve her şeyin zekâtı vardır. Fakat
bunun için belli bir miktar tayin edilmemişti. Herkes gü-
cüne göre, maddi ve manevi nimetlere şükür olarak ver-
mekte idi. Medine’de inen ayetlerle farz kılınan zekât ise
nisap miktarı tayin edilmiş olan mallara karşılık alınan
zekât idi.
Allah-u Teâlâ şöyle buyurmultur:
“Çardaklı ve çardaksız bahçeleri, yemişleri değişik
hurma ağaçlarını ve ekinleri, birbirine benzeyen benze-
meyen zeytin ve narı yaratan O’dur. Her biri ürün verdiği
zaman ürününden yiyin. Hasad edildiği gün hakkını ve-
rin. İsraf da etmeyin. Muhakkak ki O (Allah), israf eden-
leri sevmez.” (el-En’am: 141)
En’am suresi de Mekki surelerdendir ve toprak ürünle-
rinin zekâtının verilmesini emretmektedir.

19 - Namusu Muhafaza Etmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


MÜMİNİN SIFATLARI 81
“Onlar, ferclerini muhafaza ederler.” (el-Mü’minun: 5)
Hem mü’min erkekler hem de mü’min kadınlar, Allah-
u Teâlâ’nın caiz kıldığı eşler dışında herkese karşı fercle-
rini, namuslarını korurlar. Yani; Allah-u Teâlâ’nın haram
kıldığı zina ve livata gibi pis amellere yaklaşmazlar. Bu
amelleri işleyenler mü’min değildirler.

20 - Emanetlere Ve Sözlere Sadık Kalmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Onlar, emanetlerini ve sözlerini yerine getirirler.”
(el-Mü’minun: 8)
Emanete ihanet etmek ve verilen sözlerde durmamak,
insanların en çok işledikleri suçlardandır. Fakat mü’min,
hangi konuda olursa olsun yasaklanan ve küçük düşürücü
olan bu fiillere asla yaklaşmaz.
Mesela; işverenin malları da işçisine bir nevi emanettir.
Hem işçinin hem de işverenin anlaşma şartlarına mutlaka
riayet etmeleri gerekir. Aksi halde, emanete riayet edilme-
miş ve verilen sözlerde durulmamış olunur. Bu tür ameller,
münafıklık alametlerindendir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


“Şu dört şey kimde bulunursa halis münafık olur. Her
kimde bunlardan bir tanesi bulunursa, onu bırakıncaya
kadar kendisinde münafıklıktan bir haslet kalmış olur.
Bunlar: Kendisine emanet edilen şeye ihanet etmek, ko-
nuşurken yalan söylemek, verilen sözde durmamak,
kavga anında haktan ayrılmak.” (Buhari, Müslim)
Bu, işte bu kadar hassas bir meseledir. Bu sebeple mu-
hafaza edilemeyecek emanetler kesinlikle alınmamalıdır.
Fakat titizlik göstererek muhafaza edilecekse, emanet al-
mak iyi bir ameldir ve sahibine sevap kazandırır.
82 Abdulhak el-Heytemi
Ahid konusunda da aynı şeyler geçerlidir. Fakat önce-
likle ve her halukarda istisnasız olarak yerine getirilmesi
gereken ahid, Allah-u Teâlâ’ya verilen ahiddir. O’nun
emirleri mutlaka yerine getirilmelidir. İnsanlara ise yerine
getirilemeyecek sözler verilmemeli, şayet veriliyorsa mut-
laka yerine getirilmelidir. Yukarıda belirtildiği gibi bu söz-
leri yerine getirmemek nifak alametidir ve meydana gelen
maddi zararlardan da kişi sorumlu olur.

21 - Namazları Muhafaza Etmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:


“Onlar, namazlarını muhafaza ederler.”
(el-Mü’minun: 9)
Namazların muhafazası için onları huşu içinde kılmak
yetmez. Aynı zamanda vakitleri içinde ve aksatmadan kıl-
mak gerekir. Namazlarını bile bile kaçıranlar, mü’min de-
ğildirler.

22 - Salih Ameller İşlemek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Mü’min erkek ve kadınlardan kim salih ameller iş-
lerse... İşte cennete girecek olanlar, onlardır! Onlara zerre
kadar zulmedilmez.” (en-Nisa: 124)

“Mü’minlerden kim, mü’min olarak salih ameller iş-


lerse, işledikleri inkâr edilmez. Muhakkak ki biz, onu
yazmaktayız.” (el-Enbiya: 94)
Bu ayetler, salih amel işlemeden sadece iman etmekle
cennete girilemeyeceğini göstermektedir. Cenneti kazan-
mak ve ateşten korunmak isteyen kişi, muhakkak bunun
yollarını araştırır. Bunlar ise Allah-u Teâlâ’ ın istediği salih
MÜMİNİN SIFATLARI 83
amelleri işlemektir. Çünkü Allah-u Teâlâ, rızasının elde
edilebilmesi için birtakım vesileler koymuştur. Bunlar ol-
madan Allah-u Teâlâ’nın rızasını kazanmak mümkün de-
ğildir. Çünkü Kur’an’da, imandan sonra salih ameller zik-
redilmiştir.
Bazı salih ameller direkt olarak imanla ilgilidir. Bunların
terki kişiyi küfre sokar. Bir de terk edildiğinde kişiyi küfre
sokmayan, fakat mü’minlik sıfatından çıkarıp günahkâr
Müslüman mertebesine indiren ameller vardır.
Mesela; Allah-u Teâlâ’nın kanunlarıyla hükmetmeyi
terk eden, ihtilaf halinde o ihtilafın çözümü için Allah-u
Teâlâ’nın ve rasulünün hükümlerine başvurmayan kimse
mü’min değil, kâfirdir.
Aynı şekilde, farzı ayın olan ve İslam’ın hakim kılınma-
sına sebep olacak cihadı, yeterli sayıda eleman olmadığı
halde terk eden ve buna katılmayan kimse kâfir olur. Fakat
farzı ayın değil de kifaye olan cihadı terk edip nefsanî ve
dünyevi işlerle meşgul olan kimseler, belki küfre girmezler
ama mü’min de değildirler. Bunlar günahkâr kimselerdir.
Müslümanlara hiç yardım etmeyenler de mü’min değil-
dir. Çünkü farz olan salih ameli terk etmişlerdir.
Cenneti gerçekten kazanmak isteyen kimselerin, üzerle-
rinden hem imanı hem de İslam’ı kaldıracak amelleri işle-
memeleri gerektiği gibi salih ameller de işlemeleri gerekir.
Allah-u Teâlâ’nın en çok sevdiği amel, az ve devamlı
olan ameldir. Bu sebeple nafile olarak yüz rekât kılıp sonra
bıkkınlıktan dolayı bu ameli terk etmektense, her gün iki
rekât kılıp buna devam etmek daha iyidir.
Mü’min, sadece farz amellerle yetinmez. Mendup ve na-
file olan ibadetleri de işlemeye gayret eder. Çünkü bu
ameller, cennete girmeyi kolaylaştırır.
84 Abdulhak el-Heytemi
23 - Faizden Her Zaman Uzak Durmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Ey iman edenler! Allah'tan korkun! Eğer gerçekten
mü’min iseniz (daha önceki) faizden dolayı alacağınız pa-
radan vazgeçin!” (el-Bakara: 278)
Mü’min hiçbir zaman faiz yemez. Çünkü Allah-u Teâlâ,
faiz yiyenlere savaş açmıştır, onlar da bu amelleriyle Allah-
u Teâlâ’ya savaş açmışlardır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Eğer bunu (faiz hakkında söylenenleri) yapmazsanız, Al-
lah ve Rasulü tarafından size bir savaş açılmış olduğunu
bilin!” (el-Bakara: 279)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem faiz yiyene lanet etmiş-


tir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in lanet ettiği kimseler
ise asla felaha erişemezler.
Cabir radıyallahu anh şöyle dedi:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, riba yiyene, onu
yazana ve iki şahidine lanet etti.” (Müslim)
Faizi alan, veren, yiyen, yazan, şahitliğini yapan ve buna
rıza gösterenlerin hepsi aynıdır. Hepsine lanet edilmiştir.
Günümüzde kâfir sistemler, faiz ekonomisiyle ayakta
dururlar. Bu sebeple, faizle çalışan bankalara izin veren
kimseler kâfirdir ve faize izin veren her ülke her ne kadar
kendisine İslam adını yakıştırmaya çalışsa da darul harptir.
Çünkü Allah-u Teâlâ’nın emrine başkaldırmıştır. O halde
böyle bir sistemden kurtulmak gerekir. Bu da ancak Allah-
u Teâlâ’nın sistemini yeryüzünde ikame etmekle gerçekle-
şir. Zira Allah-u Teâlâ, kendi yolunda ve sistemini hakim
kılmak için çalışan kullarına muhakkak yardım eder ve on-
lara bir çıkış yolu gösterir.
MÜMİNİN SIFATLARI 85
24 - Allah-u Teâlâ’nın Ayetleri Zikredildiğinde Kal-
ben Titremek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; (yanlarında) Allah
zikredildiği zaman korkudan (huşudan) kalpleri titrer,
ayetleri kendilerine okunduğu zaman (manasını bilerek
dinleyip okudukları için) imanları artar ve yalnız Rablerine
tevekkül ederler.” (el-Enfal: 2)

“Ayetlerimize, ancak hatırlatıldığı zaman secdeye ka-


pananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve kibirlen-
meyenler iman ederler.” (es-Secde: 15)
İmanın yeri kalptir. Kişi, ancak kalbi iman ederse Allah-
u Teâlâ katında kurtulabilir. Zaten kalben iman etmeyen-
ler, ne mü’min ne de Müslümandırlar. Böyle kimseler, za-
hiren Müslümanların gözünde iman etmiş görünebilirler.
Fakat isimleri “münafıktır”. Bunlar her ne kadar zahiren
Müslümanmış gibi görünseler de Allah-u Teâlâ katında
kâfirdirler ve cehenneme gireceklerdir. Hem de cehenne-
min en alt tabakasına...

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:


“Münafıklar, cehennemin en alt kısmındadırlar.”
(en-Nisa: 145)
Mü’min olan kimseler ise Allah-u Teâlâ’ya kalben iman
edenlerdir. Bu sebeple mü’minin kalbi, Allah-u Teâlâ zik-
redildiği zaman titrer.
Kalbin titremesi, sahte tasavvuf ehlinin anladığı ve iddia
ettiği gibi, kesinlikle cezbeye gelerek yerlere yatmak veya
çılgınca bağırmak demek değildir. Zira gerçek mü’min
bunu asla yapmaz. Ancak imandan habersiz olan cahiller
bunu yaparlar.
86 Abdulhak el-Heytemi
Gerçek mü’minler kendilerine Allah-u Teâlâ’nın azabı,
mükâfatları ve emirleri hatırlatılınca hemen susar ve kor-
kar, işledikleri günahları terk eder, az olan amellerini ço-
ğaltır ve onları güzelleştirmek için çalışırlar.
Mü’min kimseler insanların değil, Allah-u Teâlâ’nın ve-
receği hükmü düşünürler. Şeytan veya nefisleri bir anlık
onları kandırarak veya Allah-u Teâlâ’yı unutturarak gü-
naha sürüklese bile, kendilerine Allah-u Teâlâ’nın ayetleri
hatırlatılınca veya kendiliklerinden hatırlayınca derhal gü-
nah işlemeyi terk eder, korkarak Allah-u Teâlâ’ya yönelir-
ler. Çünkü mü’minler, bile bile günah işlemezler. Günah
üzerinde ısrar etmezler. Böylece imanlarını artırmak için
gayret sarf ederler.

İmanın artması; unutulmuş olan veya daha önce bilin-


meyen ayetler hatırlatıldığında hemen teslim olup gere-
ğince amel etmekle olur.

Muaz b. Cebel radıyallahu anh Müslüman bir arkada-


şına:
“Gel, Allah-u Teâlâ’ya bir saat iman edelim” dedi ve
sonra arkadaşıyla oturup birlikte Allah-u Teâlâ’yı zikretti-
ler ve O’na hamd ettiler.(11)
Bu rivayette iman, Allah-u Teâlâ’yı zikretmek, O’na
hamd etmek dolayısıyla ayetlerini hatırlamak ve ayetleri-
nin gereğini yerine getirmek olarak bildirilmiştir.
Kişinin imanı hem artar hem de eksilir. Artması salih
ameller, eksilmesi de günah olan ameller işlemekle olur.
Yani; Allah-u Teâlâ’nın istediği ameller yerine getirilirse

(11) (Buhari bu rivayeti muallak olarak zikretmiştir. Hafız İbni Hacer bunu
Fethu’l Bari’de zikretmiştir c: 1 s: 63, Ahmed, Ebu Bekir İbni Ebi Şeybe bu
rivayeti sahih senetle rivayet etmişlerdir.)
MÜMİNİN SIFATLARI 87
iman artar, şayet yerine getirilmezse kişinin imanı o nis-
pette eksilir. Fakat kişi, küfür olan amelleri işlemedikçe
kâfir olmaz, İslam dairesinde kalır. Yine “imanın altı
şartı”nda herhangi bir artma veya eksilme olmaz. Bu ko-
nuda arttırma veya eksiltme yapmak, küfürdür.

İbni Kayyım zikrin faydaları hakkında şöyle dedi:


“Zikir yapmak, zikir yapanın kalbinde Allah-u Teâlâ
korkusunu ve Allah-u Teâlâ’yı yüceltmeyi kuvvetlendirir.
Çünkü zikir, bütün kalbi kontrol eder. Devamlı zikreden
kalp, Allah-u Teâlâ’yı zikretmeyenin tam aksine, Allah-u
Teâlâ’yı düşünür. Allah-u Teâlâ’yı zikretmeyen kişinin kal-
binde Allah-u Teâlâ korkusu çok zayıftır.”
(El-vabilu’s Sayyib s: 44)
Mü’minin Allah-u Teâlâ’yı her zikredişinde imanı artar.
En büyük zikir, manasını bilerek “La ilahe İllallah” demek,
bunu tüm kalple tasdik etmek ve yaşamaktır. Bu şartlar da-
hilinde bir kere La ilahe illallah diyen ve onu bozacak amel-
ler yapmayan kimse, mutlaka cennete girer. Fakat mana-
sını bilmeden veya manasını bozarak günde binlerce defa
bu kelimeyi söyleyen ve bu şekilde cennete gireceklerine
inananlar ise büyük bir sapıklık ve yanılgı içindedirler. Bu
hayallerine bu yolla asla ulaşamayacaklardır. Sonları, acıklı
bir hüsran olacaktır.

25 - Allah-u Teâlâ’yı Her şeyden Çok Sevmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“İnsanlardan, Allah'a (zatı, sıfatları veya fiillerinde) denk
tuttuklarını Allah'ı sevdikleri kadar sevenler vardır.
Oysa (Allah'ı zatı, sıfatları ve fiillerinde birleyerek) iman eden-
ler, (her şeyden üstün tutarak) en çok Allah'ı severler.”
(el-Bakara: 165)
88 Abdulhak el-Heytemi
Dikkat edilirse ayette; “Allah’ı severler” sözü geçmek-
tedir. Şayet ayette sadece “Allah'a (zatı, sıfatları veya fiille-
rinde) denk tuttuklarını Allah'ı sevdikleri kadar sevenler
vardır.” şeklindeki birinci ibare zikredilmiş olsaydı, o za-
man Allah-u Teâlâ ile beraber başka varlıkları da aynı sevi-
yede sevmek caiz olurdu. Fakat ayette ikinci ibarenin zik-
redilmesi, böyle bir sevgiyi yasaklamaktadır. Dolayısıyla
mü’minler için Allah-u Teâlâ’dan başka daha üstün tutula-
cak ve daha çok sevilecek hiçbir varlık yoktur.
Ayette yasaklanan sevgi; Allah-u Teâlâ’dan başka şey-
leri kim olursa olsun veya ne olursa olsun Allah-u Teâlâ
kadar veya Allah-u Teâlâ’dan daha çok sevmektir. Fakat
Allah-u Teâlâ’nın izin verdiği sınırlar dahilinde ve Allah-u
Teâlâ için olmak şartıyla birtakım varlıkları sevmekte bir
sakınca yoktur. Bir kimsenin annesini, babasını, çocuğunu,
malını vs. sevmesi gibi...
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Malı çok seviyorsunuz.” (el-Fecr: 20)
Mal sevgisi insan için bazen caiz, bazen günah, bazen de
küfür olabilir. Allah-u Teâlâ’ya daha çok yaklaşmak ve Al-
lah-u Teâlâ yolunda sarf etmek için mal kazanmayı istemek
ve bu amaçla çalışmak caizdir. Fakat mal kazanma hırsı ile
namazı veya Allah-u Teâlâ’nın farz kıldığı başka bir ameli
terk etmek haramdır. Böyle kimseler belki İslam dairesin-
den çıkmazlar ama mü’min de değildirler. Mal sevgisi yü-
zünden akideyi zedeleyici ameller işlemek veya akideyi di-
rekt ilgilendiren amelleri yapmamak, kişiyi küfre sokar.
Anne, baba ve çocuk sevgisi sebebiyle olsa dahi, böyle
yapılması gereken şeyleri yapmayanlar veya yapılmaması
gereken şeyleri yapanlar da aynı hükmü alırlar. Elbette bu
kimselerin Allah-u Teâlâ’yı daha fazla sevdiklerinden söz
edilemez.
MÜMİNİN SIFATLARI 89
Allah-u Teâlâ’yı her şeyden fazla sevmek, kuru kuruya
söylenen birtakım sözlerle olmaz. Elbette bunun birtakım
alametleri vardır. Allah-u Teâlâ’yı sevmek; her halukarda
O’nun emirlerine itaat etmek, yasaklarından uzak durmak
ve rasulüne tabi olmakla gerçekleşir. Sevgisini bu şekilde
amelleriyle göstermeyenler, Allah-u Teâlâ’yı her şeyden
üstün tutmuş ve her şeyden daha fazla sevmiş sayılmazlar.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“(Ey Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.” (Âli İmran: 31)

Ayette geçen “bana tabi olun”dan kasıt; Rasulullah sal-


lallahu aleyhi ve sellem’e uymaktır. Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem’e uymak ise; Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in em-
rettiği şeylerde ona itaat etmek, haber verdiği şeyleri tasdik
etmek, yasakladığı şeylerden kaçınmak ve Allah-u
Teâlâ’ya onun gösterdiği şekilde ibadet etmektir. Kısacası
ona, Allah-u Teâlâ tarafından bildirilen İslam şeriatine uy-
maktır. Dolayısı ile Allah-u Teâlâ’yı sevdiğini iddia eden
kişi, İslam’a tamamen ittiba eder. Yoksa Yahudi ve Hristi-
yanların yaptığı gibi Allah-u Teâlâ’yı sevdiğini iddia et-
mekle birlikte Allah-u Teâlâ’nın dininden ve emirlerinden
yüz çevirmez.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Yahudiler ve Hristiyanlar: “Biz, Allah’ın oğulları ve
sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Öyleyse günahlarınızdan
dolayı niçin sizlere azap ediyor?” (el-Maide: 18)

O halde Allah-u Teâlâ’yı her şeyden çok sevmek ve bu


sevginin gereğince hareket etmek gerekir. Yoksa Allah-u
Teâlâ’yı sevdiğini iddia edip sonra da başka şeyleri Allah-
u Teâlâ ile birlikte Allah-u Teâlâ gibi sevmek veya daha
90 Abdulhak el-Heytemi
fazla sevmek söz konusu olmamalıdır. Zira Allah-u
Teâlâ’dan daha çok sevilecek hiçbir şey yoktur. Üstelik Al-
lah-u Teâlâ’nın isimlerinden birisi de “Vedud”dur. Bu ke-
lime ise sevginin en halis olanını ifade eder. Bu sebeple Al-
lah-u Teâlâ, kullarından halis bir sevgi istemektedir. Kul-
lar, Allah-u Teâlâ’yı halis bir şekilde sever ve bu sevginin
gereğini hakkıyla yerine getirirlerse, Allah-u Teâlâ da on-
ları sever ve onlara ahirette azap etmez.
Fakat Allah-u Teâlâ, sevdiği mü’min kullarını imtihan
etmek için onların başlarına dünyada musibetler verir. Al-
lah-u Teâlâ’ya gerçek manada teslim olmuş ve O’nu he şey-
den çok seven mü’min kul, bu musibetten öğüt alır, ahireti
düşünür ve kendisini azaptan koruyacak amellere yönelir.
İşte böyle yapmak, akıllıların işidir.
Allah-u Teâlâ’yı her şeyden daha çok sevmek, kişinin
akıllı olduğunun bir delilidir. Zira Allah-u Teâlâ’yı her şey-
den çok seven bir kimse, devamlı O’nu zikreder, devamlı
O’nu hatırlar. Böylece başına hayır veya şer her ne gelirse
Allah-u Teâlâ’dan olduğunu bilir ve herhalukarda amelle-
riyle Allah-u Teâlâ’ya daha çok yaklaşmaya çalışır. Çünkü
seven kimse, sevdiği kimseyi razı etmek için her şeyi en gü-
zel, en mükemmel şekilde yapma gayretini gösterir. Allah-
u Teâlâ sevgisi öyle bir sevgidir ki, kalplere ve bedenlere
işler.
Sevginin yeri kalptir. Allah-u Teâlâ sevgisi, kalpte bir
ağaç gibidir. Onun kökü; Allah-u Teâlâ’nın emirlerine bo-
yun eğmek, gövdesi; Allah-u Teâlâ’nın emirlerini bilmek,
dalları; Allah-u Teâlâ’dan korkmak, yaprakları; Allah-u
Teâlâ’dan utanmak, meyvesi; emirlerini hayata tatbik et-
mektir.
İşte gerçek mü’minin Allah-u Teâlâ sevgisi, böyle bir
sevgidir. Allah-u Teâlâ’yı böyle seven kimseleri Allah-u
MÜMİNİN SIFATLARI 91
Teâlâ da sever ve onlara azap etmez. Fakat Müslüman ol-
malarına rağmen Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı birtakım
fiilleri yapan kimseler, Allah-u Teâlâ’yı sevme konusunda
eksiklik gösterdikleri için Allah-u Teâlâ onları az sever ve
onlara günahları nisbetinde azap eder ya da Müslüman ol-
maları sebebiyle onları affeder.
Allah-u Teâlâ’yı gereği gibi sevmeyen, üstelik Allah-u
Teâlâ’dan başka varlıklara yönelerek onları Allah-u Teâlâ
gibi veya Allah-u Teâlâ’dan daha çok seven müşrikler ger-
çekten akılsız kimselerdir. Bu kişiler belki zeki olabilirler,
ama maalesef akıllı değildirler. Şayet akıllı olsaydılar, ger-
çek mü’minlerin yaptıkları gibi yapar ve Allah-u Teâlâ’yı
her şeyden daha çok severek bu sevginin gereklerini yerine
getirirlerdi. İşte bu kimseleri Allah-u Teâlâ hiç sevmez ve
onları cehennemle cezalandırır.
Allah-u Teâlâ cehennem ehli hakkında şöyle buyuruyor:
“Ve derler ki: "Eğer dinlemiş olsaydık ya da akıl etmiş
olsaydık, şu çılgınca yanan ateşin halkı arasında olmaya-
caktık.” (el-Mülk: 10)

Sevgi Alametleri:

Her iddia için işaret ve alametler vardır. Bu alametlerin


varlığı veya yokluğu, iddia edilen şeylerin yalan veya
doğru olduğunu gösterir. Sevginin de alametleri vardır.
Sevginin varlığı veya yokluğu bu alametlerle anlaşılır.
Sevginin en önemli ve en açık alametleri şunlardır:

Tabi Olmak, İtaat Etmek, Boyun Eğmek:

Her kim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e tabi olur,


Rabbinden getirdiği şeriate boyun eğer ve bağlanırsa, işte
o kimsenin Allah-u Teâlâ’ya olan sevgisi tamam olmuştur.
92 Abdulhak el-Heytemi
Çünkü şeriate bağlanmak kuvvetlendikçe sevgi de kuvvet-
lenir. Bunun tersi de doğrudur. Aynı şekilde Allah-u
Teâlâ’ya olan sevgi kuvvetlendikçe Allah-u Teâlâ’nın şeri-
atine bağlılık ve boyun eğiş de kuvvetlenir. Bu şeyler bir-
birlerinin delilidir ve birbirlerini gerektirir.
Her kim Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gösterdiği
yola zahiren bağlanmayı bütünüyle terk ederse, işte bu, o
kimsenin kalbinde Allah-u Teâlâ’nın mutlak sevgisinin ol-
madığını gösterir. Böyle bir kimse kâfir ve zındıktır. Her
kim Allah-u Teâlâ ve Rasulunün gösterdiği yola tabi olma-
dığı halde Allah-u Teâlâ’yı sevdiğini iddia ederse, işte bu,
o kimsenin yalancı olduğunu gösterir. Allah-u Teâlâ’nın şu
ayette buyurduğu gibi:
“(Ey Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.” (Âli İmran: 31)

İbni Kesir bu ayet hakkında şöyle dedi:


“Bu ayet, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yoluna
uymadığı halde Allah-u Teâlâ’yı sevdiğini iddia edenin ya-
lancı olduğuna hüküm vermekte ve Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in şeriatine, nebinin dinine, bütün söz ve fiil-
lerinde tabi olmadıkça, Allah-u Teâlâ’yı sevdiğine dair ileri
sürdüğü iddianın yalan olduğunu bildirmektedir.”
(İbni Kesir Tefsiri c: 1 s: 366)
İbni Teymiye şöyle dedi:
“Her kim rasulün getirdiğine bağlanmadığı halde Al-
lah-u Teâlâ’yı sevdiğini iddia ederse yalan söylemiştir.
Çünkü onun sevgisi sadece Allah-u Teâlâ’ya değildir. Şayet
Allah-u Teâlâ’yı sever, fakat rasulün getirdiğine bağlan-
mazsa bu kimsenin sevgisi şirk olan sevgidir. Zira bu kimse
rasulün getirdiğine bağlanmamış, kendi heva ve hevesine
bağlanmıştır. Böyle bir sevgi iddiası Yahudi ve Hristiyan-
ların Allah-u Teâlâ’yı sevdiklerini iddia etmelerine benzer.
MÜMİNİN SIFATLARI 93
Çünkü onlar Allah-u Teâlâ’yı sevme konusunda gerçekten
ihlâslı olsaydılar, sadece Allah-u Teâlâ’nın sevdiğini sever
ve ona tabi olurlardı. Bu sevgi ise kişiyi Rasulün getirdiğine
bağlanmaya sevkeder. Bu kimseler Allah-u Teâlâ’yı sev-
diklerini iddia etmelerine rağmen Allah-u Teâlâ’nın sev-
mediğini sevdikleri için, Allah-u Teâlâ’ya olan sevgi iddia-
ları, aynı müşriklerin sevgi iddiası gibi olmuştur.”
(Fetvalar c: 8 s: 360)
İbni Kayyım şöyle dedi:
“Allah-u Teâlâ’yı sevmek; Allah-u Teâlâ’ya ibadetin
gerçeği ve sırrıdır. Bu sevgi, ancak Allah-u Teâlâ’nın em-
rine boyun eğmek ve yasaklarından kaçınmakla gerçekle-
şir. Allah-u Teâlâ’nın emrine tabi olunur, boyun eğilinir ve
yasaklarından kaçınılırsa işte o zaman sevgi ve kulluk Al-
lah-u Teâlâ’ya olmuş olur. Bu sebeple Allah-u Teâlâ, rasu-
lüne bağlanmayı kendisini sevmeye alamet ve delil kılarak
şöyle buyurmuştur:
“(Ey Muhammed!) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız
bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.” (Âli İmran: 31)

Bu ayette Allah-u Teâlâ, insanların kendisini sevmesinin


alameti ve kendisinin de onları sevmesinin şartı olarak, ra-
sule bağlanmayı zikretmiştir. Bilindiği gibi, bir meselede
koşulan şart tahakkuk etmezse o mesele gerçekleşmez. Bu
nedenle rasulün getirdiklerine bağlanmadığı görülen kim-
senin, Allah-u Teâlâ’yı da sevmediği anlaşılır. Zira rasulün
getirdiklerine bağlanmadan Allah-u Teâlâ’ya olan sevginin
ispatı imkânsızdır.
Rasule bağlanmak ise ancak Allah-u Teâlâ ve rasulünü
sevmek ve onların emirlerine itaat etmekle olur. Allah-u
Teâlâ’ya ibadet etmek ancak Allah-u Teâlâ ve rasulünü her-
şeyden fazla sevmek, hiçbir şeyi Allah-u Teâlâ ve rasulün-
den daha fazla sevmemekle olur. Şayet bir şey Allah-u
94 Abdulhak el-Heytemi
Teâlâ ve rasulünden daha fazla sevilirse bu, Allah-u
Teâlâ’nın asla affetmediği şirk olur ve böyle kimseye Allah-
u Teâlâ hidayet etmez. Allah-u Teâlâ’nın şu ayetinde bu-
yurduğu gibi:
“De ki: “Babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleri-
niz, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğa uğrama-
sından korktuğunuz ticaretiniz ve hoşunuza giden evle-
riniz sizin için Allah’tan, Rasulünden ve onun yolunda
cihaddan daha sevgili ise Allah’ın emri gelinceye kadar
bekleyin! Şüphesiz Allah, fasık olan kavme hidayet et-
mez.” (et-Tevbe: 24)
Her kim bu ayette zikredilenlerden herhangi birisine ita-
ati Allah-u Teâlâ ve rasulüne itaatten veya onlardan her-
hangi birisinin sözünü Allah-u Teâlâ ve rasulünün sözün-
den veya onlardan herhangi birisinin rızasını Allah-u Teâlâ
ve rasulünün rızasından veya onlardan herhangi birisin-
den korkma, onlara tevekkül etme ve istemeyi Allah-u
Teâlâ’dan korkma, O’na tevekkül etme ve O’ndan isteme-
den önde görürse, bu kimse için Allah-u Teâlâ ve rasulü,
bu zikredilenlerden daha sevgili değil demektir. Böyle yap-
masına rağmen hala Allah-u Teâlâ ve rasulünün sevgisinin
onlara olan sevgisinden daha üstün olduğunu söylüyorsa,
işte o kimse sözünde yalancıdır. Zira o, üzerinde bulun-
duğu durumun zıddına hareket etmiştir. Aynı şekilde
ayette zikredilenlerden herhangi birisinin hükmünü Allah-
u Teâlâ ve rasulünün hükmünden öncelikli gören kimse de,
bu zikredilenleri Allah-u Teâlâ ve rasulünden daha çok se-
viyor demektir.” (Medaricu’s Salikiyn c: 1 s: 99-100)

Bu açıklamalardan anlaşılan şudur:

İslam şeriatini bir kenara atarak beşeri kanunları uygu-


layan kimselerin, Allah-u Teâlâ ve rasülünü sevdiklerine
MÜMİNİN SIFATLARI 95
dair iddiaları apaçık bir yalandır. Bu iddiaları sadece insan-
ları kandırmak için ileri sürerler ve para vererek satın al-
dıkları alim taslaklarını da bu mesele için kullanırlar. İşte
bu sebeple bu alim taslağı belamlar, Allah’ın şeriatini bir
kenara atarak beşeri kanunları uygulayan tagutların Müs-
lüman olduklarını ve Allah-u Teâlâ’yı çok sevdiklerini in-
sanlara anlatırlar.
Allah-u Teâlâ’nın şeriatini hayatın her alanında, uygu-
lamadan kaldırıp yerine beşeri kanunları uygulayan, bu
kanunlara öncelik tanıyarak Allah-u Teâlâ’nın şeriatinden
daha üstün tutan yöneticiler, Allah-u Teâlâ ve rasulünü
sevdiklerini nasıl iddia edebilirler? Böyle bir iddiayı ileri
süren kimseler ya İslam’ı bilmemekte ya da İslam’ı gerçek
manada bilmeyen halkı kandırmak istemektedirler. Zira
halkın, İslam’ı gerçekten bildiğini bilseydiler asla böyle gü-
lünç bir iddiayı ortaya atmazlardı. Fakat sahte âlim taslak-
ları vasıtasıyla ve halkın İslam’daki cehaletlerini fırsat bile-
rek böyle bir iddiayı ortaya attılar ve halkı da buna inan-
dırdılar.
Oysa Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuş-
tur:
“Ben kendisine ailesinden, malından ve bütün insan-
lardan daha sevgili olmadıkça hiç bir kul iman etmiş ol-
maz.” (Müslim)
Bir başka rivayette şöyle buyurmuştur:
“Ben kendisine babasından, çocuğundan ve bütün in-
sanlardan daha sevgili olmadıkça hiçbiriniz iman etmiş
olmaz...” (Müslim)
Ebu Süleyman el Hatıbi bu hadisin şerhinde şöyle dedi:
“Hadisin manası şudur: `Helakin söz konusu olsa bile,
itaatinde tam manasıyla ihlâslı olmaz ve rızamı heva ve he-
vesinden daha üstün tutmazsan, sevginde doğru söylemiş
sayılmazsın.” (Müslim’in şerhi c: 2 s: 15)
96 Abdulhak el-Heytemi
26 - İhtilaf Anında Hükmü Allah-u Teâlâ Ve Rasulüne
Havale Etmek:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, (düş-
tüğünüzde) Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman et-
mişseniz, onu Allah’a (Kur’an’a) ve (hayatta iken) Rasulüne
(vefatından sonra ise onun sünnetine) havale edin! Bu, hem
(sizin için) daha hayırlı ve hem de netice itibarıyla daha
güzeldir.” (en-Nisa: 59)

“Hayır, Rabbine and olsun ki; aralarında çekiştikleri


şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdi-
ğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan
kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş ol-
mazlar.” (en-Nisa: 65)

Kur’an’da “iman” ve “İslam” kelimeleri genellikle aynı


manada kullanılmıştır. Fakat bazen, imanla ilgili meseleler
zikredilirken yine “iman” kelimesi kullanılmıştır. İşte bu
ayette kalple alakalı konular işlendiği için “iman” kelimesi
zikredilmiştir.

Bu ayette imanın ve İslam’ın geçerliliği, mutlaka yerine


getirilmesi gereken üç şarta bağlanmıştır.

1 - Her meselede Allah-u Teâlâ ve Rasulünü hakem ta-


yin etmek.
2 - Allah-u Teâlâ ve Rasulünün verdiği hükümden do-
layı kalpte hiçbir sıkıntı duymamak.
3 - Allah-u Teâlâ ve Rasulünün verdiği hükme hem za-
hiren hem de batınen teslim olmak.
MÜMİNİN SIFATLARI 97
Bu üç şartı yerine getirmeyenler ne mü’mindir ne de
Müslümandır. Onlar ancak, kâfirdirler.
Yine zahiren teslim olduğu halde batınen teslim olma-
yanlar, her ne kadar insanlar katında gerçek halleri bilin-
mediği için Müslüman kabul edilseler de, Allah-u Teâlâ ka-
tında kâfirdirler. Böylelerine ise münafık denir.
En-Nisa: 65 ayetinden, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
hayatta iken her meselede ona başvurmak gerektiği anla-
şılmaktadır. Çünkü Allah-u Teâlâ: “aralarında çekiştikleri
şeylerde seni hakem tayin edip” buyurmuştur. Bu ise Ra-
sulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hevasından konuşmadı-
ğının, bilakis vahiyle konuştuğunun delilidir.
Allah-u Teâlâ bir başka ayette şöyle buyuruyor:
“O, (dinde) hevasından konuşmaz. Onun (din hakkında)
söylediği her şey Allah'tan gelen bir vahiydir.”
(en-Necm: 3-4)
O halde vahye, yani; Allah-u Teâlâ’nın kitabı Kur’an’a
ve bu Kur’an’ın açıklayıcısı durumunda olan Rasullullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine bağlanılması gerekir. Bu
iki kaynaktan başka hiç bir şeye veya hiçkimseye bağlanıl-
maması gerekir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Rabbinizden size indirilene uyun. Ondan başka veli-
ler edinerek onlara uymayın. Pek az öğüt dinliyorsunuz.”
(el-A’raf: 3)
Her konuda bağlılık, sadece Allah-u Teâlâ’nın hüküm-
lerinedir. Zira hükmüne teslimiyet göstermek, ibadettir.
Kim Allah-u Teâlâ’nın hükmüne teslim olmuş ise “hük-
müne teslimiyet gösterme” ibadetini Allah-u Teâlâ’ya yap-
mış demektir. Her kim de Allah-u Teâlâ’dan başkasının
hükmüne teslim olmuş ise, bu konuda hükmüne teslimiyet
gösterdiği kişiye ibadet etmiş ve onu Allah-u Teâlâ’ya or-
tak koşmuştur.
98 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ki hüküm vermek, yalnız Allah’a aittir.
Kendisinden başkasına değil, yalnız O’na ibadet etme-
nizi emretti. Dosdoğru din işte budur! Fakat insanların
çoğu (hüküm verme yetkisinin yalnız Allah’a ait olduğunu) bil-
mez.” (Yusuf: 40)

Kullara düşen, büyük küçük her meselede Allah-u


Teâlâ’nın hükümlerine teslim olmak ve Allah-u Teâlâ’nın
hükümlerini hayata uygulamaktır. Allah-u Teâlâ’nın, her
şeyden önce öğrenilmesi ve hayata uygulanması gereken
hükmü ise; Allah-u Teâlâ’yı tevhid etmektir. Allah-u
Teâlâ’yı gereği gibi tevhid eden (ibadetleri sadece O’na ya-
pıp, O’na hiçbir şeyi eş koşmayan ve tevhidi bozucu her
türlü amelden uzak kalan) bir kimsenin, içinde bulunduğu
şartlara göre Allah-u Teâlâ’nın her konudaki hükmünü öğ-
renmesi gerekir.
Şayet bir kimse ticaretle uğraşıyorsa ticaretle ilgili hü-
kümleri, eğer daru’l harpte yaşıyorsa daru’l harpte küfre
düşmeden nasıl ticaret yapması gerektiğini ve bu konuyla
ilgili bütün hükümleri mutlaka öğrenmesi gerekir. Öğ-
renme imkânı olduğu halde öğrenmediği için küfre düşen
ve: “Bu meseleyi bilmiyorum” diyen kimsenin mazereti ge-
çerli değildir.
Aynı şekilde, ister büyük ister küçük, hatta aile ile ilgili
basit meselelerde olsa bile, gerek Müslüman gerek kâfir, ki-
minle olursa olsun, ihtilaf halinde Allah-u Teâlâ’ya gerçek
manada teslim olmuş kul, asla: “Bence böyledir, böyle ol-
ması gerekir” dememeli ve Allah-u Teâlâ’nın hükmüne
muhakeme olmalıdır. Çünkü insanlar arasındaki ihtilafları,
hiçbir tarafa zulmetmeden, herkesin razı olacağı şekilde
adaletle çözecek tek mercii, Kur’an ve sünnettir. Bu iki kay-
nakta her meselenin hükmü vardır.
MÜMİNİN SIFATLARI 99
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
(el-En’am: 38)

“İnsanların ihtilafa düştükleri şeylerde hüküm verme-


leri için kitabı hakla indirdi.” (el-Bakara: 213)

“Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar ara-


sında hükmetmen için biz sana kitabı hakla indirdik.”
(en-Nisa: 105)
“(Ey Muhammed! Eğer kitap ehli seni hakem tayin ederse)
Aralarında, Allah'ın indirdiği (Kur’an) ile hükmet! Onla-
rın heva ve heveslerine uyma ve Allah'ın sana indirdiği-
nin bir kısmından (Kur'an’ın bazı hükümlerinden) seni sap-
tırmalarından sakın!” (el-Maide: 49)
Kur’an ve sünnette her şeyin hükmü var olduğu halde
her kim bu iki kaynağa muhakeme olmaz, başka kaynak-
lara muhakeme olmayı ister veya muhakeme olursa, işte o
kimse taguta muhakeme olmuş ve şirke düşmüştür.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıkla-
rını iddia edenleri görmüyor musun? Reddetmeleri em-
rolunmuşken tağuta muhakeme olmak isterler. Oysa şey-
tan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”
(en-Nisa: 60)
Ayette kastedilen tagut; Allah-u Teâlâ’nın kanunları dı-
şındaki bütün kanunlar, bu kanunları koyanlar ve bu ka-
nunları uygulayanlardır. Bu sebeple Allah-u Teâlâ ve ra-
sulü dışında kendisine muhakeme olunan anayasa, devlet
kanunu, halk, örf, devlet yöneticisi, hakim ve kadı gibi şey-
lerin her biri birer taguttur.
100 Abdulhak el-Heytemi
Bir zamanlar İslam diyarı olan ülkelerde şu an tatbik
edilen kanunların hepsi tagut hükmündedir. Çünkü bu ka-
nunlar, Allah-u Teâlâ’nın kanunlarından alınmamış, insan
aklına dayalı ve üstelik Allah-u Teâlâ’nın kanunlarına ters
olan beşeri kanunlardır. Bu beşeri kanunları koyan kanun
koyucular, bu kanunları her şeyin üstünde görürler. Bu se-
beple herkesin, her zaman bu kanunların yani anayasanın
hükmü altında olduğunu söylerler.
Bu ayet açık bir şekilde gösteriyor ki; Kur’an ve sünnetin
hükümlerine muhakeme olmak istemeyen, onun dışındaki
hükümlerle hükmetmek veya onlara muhakeme olmak is-
teyen kişi, istediği kadar Kur’an ve sünnete iman ettiğini
söylesin, bu söylediği şeyler yalan bir iddiadan başka bir-
şey değildir. Çünkü Allah-u Teâlâ’ya ve rasulüne iman
eden bir kişi, ikrah (gerçek zorlama) durumu hariç hiçbir
zaman Kur’an ve sahih sünnetin dışındaki hükümlere, yani
tagutun hükümlerine muhakeme olmak istemez, asla on-
lara başvurmaz ve asla onlardan adalet beklemez. Çünkü
tagutun hükümlerine (Kur’an ve sünnet dışındaki hüküm-
lere) muhakeme olmak isteyen kimse, taguta iman etmiş
demektir.
Oysa Allah-u Teâlâ apaçık bir şekilde tagutu reddetme-
den iman edilemeyeceğini ayette bildirmiştir. Zira Allah-u
Teâlâ’nın kanunları dışındaki kanunlara muhakeme ol-
mak, itaat etmek, hükümlerine boyun eğmek ve itiraz et-
memek, ona ibadet etmek demektir.
Allah-u Teâlâ’ya gerçek manada ibadet etmek isteyen
bir kimse, sadece ve sadece Allah-u Teâlâ’nın hükümlerine
muhakeme olmalı, bu hükümlere itaat etmeli ve sadece bu
hükümlere boyun eğmelidir. Allah-u Teâlâ’nın kanunların-
dan başka kanunlara muhakeme olan, itaat eden, boyun
MÜMİNİN SIFATLARI 101
eğen kimse, aslında Allah-u Teâlâ’nın reddedilmesini em-
rettiği taguta muhakeme olmuş, itaat etmiş ve boyun eğ-
miştir.
Allah-u Teâlâ’ya gerçek manada iman etmiş mü’min bir
kul, kesinlikle Allah-u Teâlâ’nın şeriatinden başka bir şeri-
ate muhakeme olmaz, itaat etmez ve boyun eğmez.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in dönemine bakıldı-
ğında, gerek Mekke döneminde gerekse Medine döne-
minde olsun, hiçbir Müslümanın Allah-u Teâlâ’nın şeria-
tinden başka bir şeriate muhakeme olduğu görülmez. Bu
şekilde bir amel, ancak münafık kimselerde görülmüştür.
Çünkü taguta muhakeme olma isteği, münafıkların en be-
lirgin özelliğidir.
Müslümanlar ise böyle bir özellikten beridirler. Zira on-
lar, Müslüman olabilmek ve hatta Müslüman kalabilmek
için sadece Allah-u Teâlâ’nın kanunlarına bağlanmak ve
sadece O’nun kanunlarına muhakeme olmak gerektiğini
bilirler. Zaten asıl önemli olan mesele; Allah-u Teâlâ’nın
hükümlerine başvurmak ve bu hükümlerin Allah-u
Teâlâ’ya ait olduğunu kabul etmektir.
İşte ancak böyle yapılırsa Allah-u Teâlâ gerçek manada
ilah edinilmiş olur. Müslüman olabilmek ve Müslüman ka-
labilmek için yapılması gereken de budur. Çünkü aynı
anda iki ilah edinmek, asla mümkün değildir.
Her ne sebeple olursa olsun, taguta ve tagutun hüküm-
lerine başvuranlar, istedikleri kadar Müslüman olduklarını
iddia etsinler, yine de Müslüman değildirler. Zira bu kim-
seler Allah-u Teâlâ’dan başkasına ibadet etmiş ve onu ilah
edinmişlerdir. Oysa tagutun ve taguti her hükmün redde-
dilmesi gerektiği daha ilk ayetlerde emredilmiştir.
Allah-u Teâlâ ayetin devamında şöyle buyuruyor:
“Reddetmeleri emrolunmuşken taguta muhakeme ol-
mak isterler.”
102 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ, kendi şeriatinden başka şeriatlere muha-
keme olan kimselerin aslında daha önce bunu reddetmekle
emrolunduklarını haber veriyor. Çünkü tagutu red; Allah-
u Teâlâ’ya imandır. Taguta muhakeme ise; taguta iman ve
dolayısıyla Allah-u Teâlâ’yı inkârdır.
Üstelik Allah-u Teâlâ, ayette “isterler” buyuruyor. Bu
sebeple taguta muhakeme olmayı istemek küfür olduğuna
göre, taguta bizatihi muhakeme olmak ve hükümlerine tes-
limiyet göstermek daha şiddetli küfürdür.
Ayrıca Allah-u Teâlâ’nın ve rasulünün hükümlerine
başvurmayıp tagutun hükümlerine başvuran kişi, şeytanın
hükmü altına girmiştir. Onun için Allah-u Teâlâ ayette:
“Oysa şeytan onları derin bir sapıklığa saptırmak ister.”
buyurmuştur.
Gerçekten de şeytan, insanların aklına bir takım maze-
retler getirterek onları taguta muhakeme olmaya sevk eder
ve taguta muhakeme olmayı onlara güzel ve meşru göste-
rir. Maalesef, ilimsiz, cahil fakat buna rağmen İslam adına
konuşmaktan çekinmeyen alim kisvesindeki bazı kimseler,
bu şeytani mazeretlere sarılarak taguta muhakeme olmada
bir sakınca olmadığını veya belli şartlarda taguta muha-
keme olunabileceğini ileri sürerler. Fakat yukarıda açıklan-
dığı gibi en-Nisa: 60 ayeti, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-
lem’in sireti ve la ilahe illallah kelimesinin manası, her or-
tam ve şartta taguta muhakeme olmayı yasaklamıştır. Bu
konuda ileri sürülen tüm mazeretler şeytanidir, şeytanın
vesvesesidir, bu mazeretleri ileri sürenler de şeytanın derin
bir sapıklığa saptırdığı kâfirlerdir.

27 - Allah-u Teâlâ’nın Hadleri Tatbik Edilirken Acıma


Duymamak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


MÜMİNİN SIFATLARI 103
“Eğer Allah'a ve ahiret gününe iman etmişseniz, zina
eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer sopa
vurun ve Allah’ın dinini uygulama konusunda o ikisine
acımayın!” (en-Nur: 2)

“Acıma” kelimesi şu iki manada kullanılabilir:


1 - Hadler uygulanırken, acıma hissinden dolayı haddin
uygulanmasından vazgeçilmesini istemek.
2 - Hadler uygulanırken, sadece kalpte kalan fıtri acıma
ve üzüntü hissi duymak.
Ayette geçen “acıma” sözü; “haddi tatbik etmemek”
manasındadır. Had cezasını hak eden bir kimseye ceza tat-
bik edilirken, görenlerin kalplerinde had cezasının veril-
mesi sebebiyle değil de, o kişinin duyduğu acı, toplum
önünde utandırılma ve küçük düşürülmesinden dolayı fıtri
üzüntü oluşabilir. Bu caizdir. Fakat bu his, asla hadleri uy-
gulamaktan vazgeçmeye sebep olmamalıdır.
Hadlerin uygulanmasında muhakkak bir hayır vardır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Ey temiz akıl sahipleri! Sizin için kısasta hayat var-
dır.” (el-Bakara: 179)
Hadlerde amaç, suçluları öldüresiye döverek veya iş-
kence yaparak cezalandırmak değildir. Amaç, toplumda
kötülüklerin yaygınlaşmasını önceden önlemektir. Dolayı-
sıyla hadlerin tatbiki yalnız Müslümanlar için değil, o top-
raklarda yaşayan herkes için hayırlıdır.
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Bir haddin tatbik edilmesi, yeryüzünde yaşayan in-
sanlar için kırk gün yağmur yağmasından daha hayırlı-
dır.” (İbni Mace hasen senetle rivayet etti)
104 Abdulhak el-Heytemi
İslam’ın hadleri, ancak İslam şeriatini uygulayan bir
toplumda uygulanır. Çünkü İslam şeriatinin uygulandığı
bir toplumda bütün fertlere hak ve hukukları eşit bir şe-
kilde verilir. Böyle bir toplumda hiçbir grubun diğer gruba,
hiçbir ferdin diğer bir ferde üstünlüğü yoktur.
İslam dini, hadleri uygulamadan önce had tatbik etmeye
yol açan bütün sebepleri ortadan kaldırır. Haddi gerektiren
suçların işlenmesine yol açan sebepler varken, bu suçları
işleyenlere had tatbik edilmez. Had ancak, tüm kötülük
yolları kapatıldıktan sonra kötülük işleyenlere tatbik edilir.
Çünkü İslam nizamında ferdi suçtan korumak, ona cezayı
uygulamaktan daha önce gelir. Ama ne zaman ki fertler
haksız yere başkalarının hakkına tecavüz ederler, işte o za-
man onlara gereken ceza uygulanır.
Toplum hayatında işlenen suçlara verilecek ceza, suç-
luyu ıslah edebilmek ve toplumun menfaatini koruyabil-
mek için mutlaka şu iki özelliğe sahip olmalıdır: Adaleti
sağlayacı ve caydırıcı olmak. İşte bu iki özellik, Allah-u
Teâlâ’nın sistemi İslam’dan başka hiçbir sistemde yoktur.
Zira Allah-u Teâlâ’nın mükemmel yasalarının en önemli
özelliklerinden birisi, toplumlarda düzeni ve adaleti sağla-
yan yegâne hukuk sistemini vaaz etmesidir.
Allah-u Teâlâ’nın mükemmel sistemi olan İslam dininde
suçlara verilen hadleri ağır bulanlar, Allah-u Teâlâ’dan
daha merhametli olduklarını iddia etmişlerdir. Bu zihni-
yetle hadleri tatbik etmemek veya hadleri orman kanunları
olarak nitelendirmek küfürdür ve bu özelliği kendisinde
bulunduranlar da kâfirdirler.
Fakat bu zihniyet sahipleri, normalde had gerektiren bir
suç kendilerine karşı işlendiği zaman, ellerinden gelse suç-
luyu parçalarlar. Buna rağmen Allah-u Teâlâ’nın mükem-
mel olan cezalarını, orman kanunları olarak nitelendirmek-
ten de geri kalmazlar.
MÜMİNİN SIFATLARI 105
İsmi ve zamanı ne olursa olsun, hangi şahıs veya kurum
tarafından ortaya konulursa konulsun, diğer tüm hukuk
sistemlerinin gerek metinlerinde ve gerekse uygulamala-
rında mutlaka eksiklik, düzensizlik, eşitsizlik vardır ve bu
yasalar her an suistimallere, iltimaslara, kayırmalara ve do-
layısla zulme açık bir kapı bırakmaktadır. Allah-u
Teâlâ’nın yasaları ise bu noksanlık ve çarpıklıklardan mü-
nezzeh ve yücedir.

28 - Kâfirlere Karşı Şiddetli, Mü’minlere Karşı


Merhametli Ve Alçak Gönüllü Olmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Muhammed, Allah’ın rasulüdür. (Ona iman edip)
Onunla beraber olanlar; kâfirlere karşı çok sert, birbirle-
rine karşı ise çok merhametlidirler.” (el-Feth: 29)

“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin


ki (bu, Allah’a hiçbir zarar vermez ve) Allah, irtidat eden o
kimselerin yerine (imanında ihlaslı olup dine sımsıkı
sarıldıkları için) kendisinin onları sevdiği (ve daima
desteklediği), onların da (bütün emirlerine itaat ederek ve
mutlak sevgiyi yalnız O'na has kılarak) Allah'ı sevdiği,
mü’minlere karşı alçakgönüllü (şefkatli ve merhametli),
kâfirlere karşı ise izzetli (sert ve şiddetli) olan, Allah
yolunda (canları, malları, söz ve fiilleriyle) cihad eden ve
hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bir kavim
getirir. İşte bu, Allah’ın fazlı (ikramı)dır, onu dilediğine
verir. Muhakkak ki Allah Vâsi (çokça ikram eden) ve Alim
(bu ikramı hak eden kullarını çok iyi bilen)’dir.”
(el-Maide: 54)
Anne ve baba olsa bile, İslam’a savaş açmış kâfirlere
merhamet eden, onları gizleyen veya savaşta öldürmekten
106 Abdulhak el-Heytemi
vazgeçen kimse mü’min değil, kâfirdir. Aynı şekilde,
mü’minlere karşı sert ve merhametsiz olanlar da mü’min
değildirler.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“Küçüklere merhamet etmeyen, büyüklere karşı saygı
göstermeyen bizden değildir.”(12)
Merhamet, bütün meselelerde olmalıdır. Bütün
mü’minlere haklarını verip zulmetmemek gerektiği gibi,
çocukların da haklarını vermek ve onlara zulmetmemek
gerekir. Çünkü merhamete en layık olanlar, çocuklar ve za-
yıf olan kimselerdir.
Büyüklere de Allah-u Teâlâ’nın sınırları dahilinde saygı
göstermek imandandır. Büyükten kasıt; yaşlı olan kimse
değil, bir kimsenin kendisinden yaşça büyük olanıdır.
Yine, kâfirlerle arasında bir mesele olduğu zaman onlar-
dan ve onların güçlerinden korkup onlara kafa tutamayan,
söylenmesi gereken hakkı yüzlerine karşı haykıramayan,
gösterilmesi gereken İslami tavrı gösteremeyen ve onlarla
bir ihtilafa düşmekten çekinen ve yumuşak tavır takınan-
lar, fakat Müslümanlarla arasında (özellikle dünyevi) bir
mesele olduğu zaman, nasılsa Müslümanların kardeşlik
duygusundan dolayı kendilerine birşey yapamayacağını
bildiği için Müslümanları alçaltan, onlara müsamaha gös-
termeyen, ağzına geleni söyleyen, onlara sert tavır takınan-
lar… Bunlar da elbet mü’min değildirler. Belki de küfre
daha yakındırlar. Zira böyle yapanlar, genelde nifak hasta-
lığına sahip olan ve her an fitne çıkarması mümkün kişiler-
dir.

(12) (Tirmizi, Ahmed, Hakim, Ebu Davud, Buhari – El Edebul Müfred,


Suyuti bu hadis için sahih dedi.)
MÜMİNİN SIFATLARI 107
29 - Devamlı Korku İle Ümit Arasında Olmak:

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Muhakkak ki Allah’ın rahmetini umanlar; iman
eden, hicret eden ve Allah yolunda cihad edenlerdir.”
(el-Bakara: 218)
“Rablerinin korkusundan titreyenler; muhakkak ki
onlar, Rablerinin ayetlerine iman edenlerdir.”
(el-Mü’minun: 57-58)
Mü’min her zaman Allah-u Teâlâ’dan korkar ve O’ndan
ümidini kesmez. Korku ile ümit, bir kuşun iki kanadı gibi-
dir. Kanatlardan birisi olmazsa kuş uçamaz. Kuş, ancak iki
kanadı sağlam olduğunda uçabilir.
Kalbinde Allah-u Teâlâ korkusu bulunmayan kimse, Al-
lah-u Teâlâ’nın yasaklarını umursamaz. Ancak, kalbinde
Allah-u Teâlâ korkusu bulunanlar haram ameller işlemek-
ten uzak dururlar.
Korku ve ümidin, mü’minin kalbinde her zaman var ol-
ması gerekir. Fakat sağlıklı, zengin, sıkıntısız ve kimseye
muhtaç olunmadığı anlarda Allah korkusu daha da fazla-
laşmalıdır. Ölüm anında iken de Allah-u Teâlâ’ya olan
ümit fazlalaşmalıdır. Çünkü bu, mü’minin kalbindeki ima-
nın kuvvetini ve Allah-u Teâlâ’ya olan sevgisinin derece-
sini gösterir. Böyle kimselerin kalbindeki Allah sevgisi ar-
tar ve bir an önce Allah-u Teâlâ’ya kavuşmayı arzular.
Kalpte sadece korku olursa, kişi amellerini hep korku
sebebiyle yapmaya başlar ve bu, kalpteki Allah sevgisini
kaldırır. Fakat kalpte Allah korkusuyla birlikte ümit de bu-
lunursa, işte o zaman ameller sevgiyle yapılır ve böylece
Allah-u Teâlâ’ya olan sevgi daha da artar.
Devamlı korku, yani; ümit olmaksızın duyulan korku,
insanı ümitsizliğe ve daha çok günah işlemeye iter. Korku
olmadan devamlı ümit etmek de kişinin yaptığı ibadetlere
108 Abdulhak el-Heytemi
güvenerek yavaş yavaş günah işlemeye başlamasına sebep
olur.
İşte bu iki hal, yani; sürekli Allah-u Teâlâ’dan korkmak,
fakat O’ndan ümidini kesmek veya devamlı ümit edip
O’ndan korkmamak mü’minlerin değil, kâfirlerin özelliği-
dir. Zira mü’min, her zaman Allah-u Teâlâ’dan korkar ve
O’ndan ümit eder. Mü’minlerde bulunması gereken özel-
lik, işte budur!
İnsanı Allah-u Teâlâ’nın rahmetinden ümit kesmeye
sevk eden iki sebep vardır:
1 – İnsan, nefsine uyarak Allah-u Teâlâ’nın haram kıl-
dığı şeyleri yapması ve yaptığı bu haram fiillerde ısrar et-
mesi sonucu, içinde bulunduğu halden dolayı artık Allah-
u Teâlâ’nın kendisini affetmeyeceğini düşünerek O’nun
rahmetinden ümit kesebilir. Hatta haram işlemeye devam
ederek, artık Allah-u Teâlâ’nın kendisini affetmeyeceği dü-
şüncesini kafasında sabitleştirir. Zaten, şeytanın istediği de
budur. Bu durumdaki kişilerin hidayetleri her geçen an
daha da zorlaşır.
2 – Kişi, işlediği haramlardan dolayı aşırı korkarak Al-
lah-u Teâlâ’nın af ve merhametinin çok geniş olduğunu bil-
memesi veya unutması sonucu, Allah-u Teâlâ’nın rahme-
tinden ümit kesebilir. “Benim işlediğim günah o kadar bü-
yüktür ki, tevbe etsem bile Allah-u Teâlâ beni affetmez”
diye düşünür. Onu bu derin ümitsizliğe sevk eden yegâne
faktör, cahil oluşu ve Rabbini iyice tanımamasıdır. Eğer
Rabbini iyice tanımış olsaydı, tembellik etmez ve Allah-u
Teâlâ’ya yaklaşmak için yapacağı en küçük şeyin bile,
O’nun katında kaybolmayacağını, mutlaka karşılık görece-
ğini bilir ve O’nun rızasını kazanmak için bütün gücüyle
çalışırdı.
İnsanı, Allah-u Teâlâ’nın azabından emin olmaya sevk
eden iki sebep vardır:
MÜMİNİN SIFATLARI 109
1 – Allah-u Teâlâ’nın kulları üzerindeki hakkını, kulla-
rın Allah-u Teâlâ’ya karşı olan vazifelerini ve İslam dinini
öğrenmek için bir çaba göstermeyip dini meseleleri hafife
almak, Allah-u Teâlâ’nın emirlerini terke ve yasaklarını iş-
lemeye sebep olur. Allah korkusu azala azala nihayet
kalpte iman kalmaz. Çünkü iman, kişiyi Allah-u Teâlâ’dan
ve O’nun dünya ve ahirette vereceği azabından korkmaya
sevk eder.
İsmail b. Rafii radıyallahu anh şöyle diyor:
“Allah-u Teâlâ’nın azabından emin olmak, kulun haram
işlediği halde Allah-u Teâlâ’dan mağfiret ummasıdır.”
(İbni Ebi Hatim)

2 – Cahil fakat çok ibadet eden bir kişi sonunda şeytanın


vesveselerine aldanıp yaptığı ibadetleri çok görerek: “Ben
Allah-u Teâlâ’ya yaklaşmak için diğer insanlardan daha
çok ibadet ediyorum. Allah-u Teâlâ bana muhakkak ki
azap etmez. Çünkü yaptığım ibadetlerden dolayı Allah ka-
tında yüksek bir derecem vardır” diye düşünmeye başlar
ve bu düşünce kalbindeki Allah korkusunu yavaş yavaş
azaltır. Nihayet Allah-u Teâlâ’nın azabından emin olur ve
derin bir sapıklığa düşer.

SÜNNETTE MÜ’MİN

1 - Mü’min Arı Gibidir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


“Mü’min arı gibidir. Temiz olandan başka birşey ye-
mez ve temiz olandan başka birşey vermez.”(13)

(13) (İbn Hibban, Taberani sahih senetle rivayet etmişlerdir)


110 Abdulhak el-Heytemi
“Mü’min arı gibidir. Yediği zaman temiz yer, bir şey
verdiği zaman temiz verir. Çok ince bir dala konsa bile,
zedelemez.”(14)
Mü’min ile arı arasındaki bağa gelince...
Arı üzerinde birçok araştırmalar yapılmış ve hala da ya-
pılmaktadır. Bu araştırmalar çerçevesinde arı incelenecek
olursa birçok özelliğe sahip olduğu görülür. İşte Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem, arının bu özellikleri sebebiyle
mü’mini arıya benzetmiştir. Ayrıca Kur’an’da arı hakkında
sure bulunmaktadır ve Allah-u Teâlâ arıyı övmektedir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadiste arı hakkında
söyledikleriyle mü’min arasındaki benzerlikler şunlardır:
1 - “Arı, temiz yer.” Mü’min de temiz yer. Çünkü
mü’min helal olan şeylerden yer ve ağzına haram lokma
koymaz. Mü’min, kazancının helal yoldan olması için araş-
tırma yapar. Kendisine ve ailesine kesinlikle haram olan bir
lokma dahi yedirmez.
Böylece mü’min, Allah-u Teâlâ’nın kendisine çizmiş ol-
duğu sınırın dışına çıkarak Allah-u Teâlâ’nın emrine itaat-
sizlik yapmaz. Tıpkı arının yaptığı gibi...

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Rabbin, bal arısına vahyetti: “Dağlarda, ağaçlarda ve
onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin! Sonra
meyvelerin tümünden ye!” (en-Nahl: 68-69)

İşte, arı böyledir! Sadece Allah-u Teâlâ’nın ona müsaade


ettiği ürünlerden yer, başka ürünlerden yemez. Mü’min de

(14) (Beyhaki - Şuabil İman, Suyuti – Camiu’s Sagir sahih senetle rivayet
etmişlerdir. İbni Hacer el-Heytemi bu hadis için “ravileri Sahihi Müslim’in
ravileridir, Ebu Sebrata hariç… Ebu Sebrata hakkında hadis alimleri
“güvenilir dediler” dedi.)
MÜMİNİN SIFATLARI 111
böyledir. Arı, nasıl Allah-u Teâlâ’nın emrinden dışarı çık-
mıyorsa mü’min de çıkmamalıdır.

2 - “Arı, temiz şeyler verir.” Arının insanlara vermiş ol-


duğu şey, temiz ve faydalıdır. Çünkü arı, bazı hastalıklara
şifa ve insanlara faydalı olan, “bal” adı verilen besini üretir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Onların karınlarından, türlü renklerde şerbetler çı-
kar. Onda, insanlar için bir şifa vardır.” (en-Nahl: 69)

Mü’min de böyledir. Zira mü’min Allah-u Teâlâ’nın em-


rini yaşayan ve yaşamak isteyen herkese faydalıdır. Kendi-
sinde bulunan iman ürününü insanlara sunarak onlarda
bulunan şüpheleri gidermeye, heva ve heveslerinin önüne
geçmeye, onlarda bulunan her türlü şirk, küfür ve günah
hastalığını gidermeye çalışır. Böylece insanları şirk ve gü-
nahların karanlığından imanın nuruna iletmek için çabalar.
Öyle ki, mü’minin yaşantısı vahiydir. Mü’min, gerek ya-
şantısıyla ve gerekse diliyle insanlara vahyi anlatır. Böylece
onları hastalıklarından arındıracak bir şifa olur.
3 – “Çok ince bir dala konsa bile zedelemez.” Arı, öyle
bir özelliğe sahiptir ki, konduğu dala bile zarar vermez.
Sanki o dala hiç konmamış gibidir. Üzerine konduğu dalı
muhafaza eder ve zedelemez. Mü’min de böyledir. Her za-
man insanların faydası olan işleri yapar ve insanlara zarar
verecek işlerden kaçınır. Bir kimseye veya birşeye kıza-
caksa bile, sadece Allah-u Teâlâ için kızar.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“En iyinizi ve en şerlinizi size haber vereyim mi? En
iyiniz; insanların kendisinden iyilik beklediği ve şer
112 Abdulhak el-Heytemi
beklemediği kimsedir. En şerliniz ise; insanların kendi-
sinden hayır beklemediği ve şerrinden emin olmadığı
kimsedir.” (Ahmed b. Hanbel sahih senetle rivayet etti)

Arının hayatı dikkatle incelendiğinde bunlardan daha


başka özelliklere de sahip olduğu görülür.
Mesela, arının çalışması mükemmeldir. Evini bile sağ-
lam ve çok mükemmel bir şekilde yapar. Onun evi, öyle
güzel bir mimari özelliğe sahiptir ki, mühendisler bile on-
dan örnek alırlar. İşte, mü’min de böyledir. Yaptığı işi en
mükemmel ve sağlam bir şekilde yapar ve herkes onu ken-
disine örnek edinir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Bir mü’min bir iş yapacağı zaman, Allah-u Teâlâ on-
dan işin en iyisini yapmasını ister.”
(Beyhaki-Şuabil İman, hasen hadis)
Bir başka hadiste şöyle buyurmuştur:
“Allah-u Teâlâ, insanların bir iş yapmasını istediği za-
man onlardan işin en mükemmelini yapmalarını is-
ter.”(15)
Mü’min, kendisinden yapılması istenen bir işi en mü-
kemmel şekilde yapar. Bu konuda elinden gelen bütün
gayreti gösterir.
Arı, Allah-u Teâlâ’nın emri gereği şu üç yerde yaşar:
Dağlarda, ağaçlarda ve insanların kurdukları çardak-
larda...
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Rabbin bal arısına vahyetti: “Dağlarda, ağaçlarda ve
onların (insanların) kurdukları çardaklarda kendine evler
edin!” (en-Nahl: 68)

15 (Taberani-el Evsat,Ebû Ya’lâ,Beyhakî İbn Adiy-El Kâmil de rivayet


ettiler /zayıf hadis)
MÜMİNİN SIFATLARI 113
Mü’min de yaşantısını sürdüreceği mekânlar konu-
sunda her zaman Allah-u Teâlâ’nın emirlerine itaat eder ve
bu konuda aksi bir tavır sergilemez.
Arı, önce ev yapar sonra yemek aramaya başlar.
Çünkü Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kendine evler edin! Sonra meyvelerin tümünden
ye!” (en-Nahl: 68-69)
Arı, işte bu amelini Allah-u Teâlâ’nın kendisine öğrettiği
şekilde bilerek yapar. Mü’min de böyle olmalıdır. Allah-u
Teâlâ’nın emirlerine teslim olmalı ve bu emirleri bilerek ye-
rine getirmelidir. Atacağı her adımda Allah-u Teâlâ ve ra-
sulünün emri olup olmadığını iyice araştırmalıdır. Hiçbir
adımını Allah-u Teâlâ ve rasulünün emri dışında atmama-
lıdır.
Arının karanlık, bulut, rüzgâr, duman, su ve ateş gibi
bazı olumsuz şartlarda çalışması durur. Mü’mini de engel-
leyen durumlar vardır. Gaflet karanlığı, şek ve şüphe bu-
lutu, fitne rüzgârları, haramın dumanı, heva ve hevesin
ateşi de mü’mini ve nefsini etkiler, Allah-u Teâlâ’ya itaatini
engelleyebilir.
O halde arı bunlardan nasıl uzaklaşıyorsa mü’min de
bunlardan uzaklaşmalıdır.
Arı, çok temiz bir yaratıktır. Her arının bir görevi vardır.
İşçi arıların görevi, çalışmaktır. Devamlı evi temizler, salgı-
ladığı çok temiz bir maddeyle evinin duvarlarında bulunan
çatlakları kapatır ve bu maddeyle duvarları kaplayarak
sağlamlaştırır.
Şayet bir fare, ürettikleri balı çalmak için evlerine gelse,
hemen işçi arılar saldırarak ölünceye kadar zehirli iğnele-
rini ona sokarlar. Onu öldürdükten sonra da evlerine pis
leş kokusu yayılmasın diye farenin leşini, salgıladıkları bir
maddeyle hava almayacak şekilde kaplarlar. İşte, mü’min
de böyledir. Mü’min de evini her türlü pislikten temizler
114 Abdulhak el-Heytemi
ve evi sürekli temiz kalır. Nihayet evine temizlik kokusu
hakim olur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Evlerinizi ve avlunuzu temiz tutun! Çünkü Yahudi-
ler, avlularını temizlemezler.”
(Taberani-Evsat’ta, Hasen senetle)
Arı çok bilinçli hareket eder. Yavrularının gelişmesi için
gerekli besini depolar. Yavrularını beslemek için balı sulan-
dırır. Bunun için gerekli olan suyu da depolar. Yine bu
suyu, sıcak havalarda evini serinletmek için de kullanır.
Salgılamış olduğu yapışkan sıvıyı da depolar. Böylece
onunla evinin çatlaklarını kapatır ve petek yapar.
İşte bütün bunlar, ileride gelebilecek olumsuz şartlara
karşı arının tedbir aldığını göstermektedir. Mü’min de böy-
ledir. Mü’min de sürekli uyanık olmalı ve ileride başına ge-
lebilecek olaylara karşı tedbirli olmalıdır.
Arının çiçek suyunu (özünü) toplamak için sarf ettiği ça-
bayı gören kimse, onun çalışkanlığından dolayı hayrete dü-
şer. Mü’min de böyledir. Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve ahi-
ret gününü kazanmak için asla gevşemez ve sürekli çalışır.
Arının çok az külfeti, fakat büyük menfaati vardır.
Mü’min de böyledir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“İnsanların en hayırlısı insanlara en çok faydalı olan-
dır.”(16)
Arıların topluluğu çok güzeldir. Zira onlar birbiri için
çalışan, hiç kavga etmeyen bir topluluktur. Onlardan hiç-
biri yaşantılarından asla şikâyet etmezler ve gece gündüz
çalışırlar. Kraliçelerine itaatten bir an olsun geri durmazlar.

(16) (Müsnedi Şiab-El Kadai, No: 1234, hasen senetle.)


MÜMİNİN SIFATLARI 115
Herkes üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getirir. Onlar-
dan kimi bal getirir, kimi de içerde temizlik yapar.
Kovanda sadece bir emir olur. Şayet ikinci bir kimse
emirlik iddia eder veya emir olarak gelirse, hemen o ikin-
cisi öldürülür ve böylece ilk emirlerine itaate devam eder-
ler. Herkes görevini yapar ve ancak kendi ihtiyacı kadar
alır. Hiçbiri sadece kendi nefsi için çalışmaz. Onlardan her
biri toplum için çalışır.
Onların bekçileri de vardır ve bunlarla barınaklarını ko-
rurlar. Barınaklarına kesinlikle yabancı arıları sokmazlar.
Şayet ballarında eksilme olursa bekçi arılar hemen onu
kontrol ederler. Bir arı balsız olarak gelirse hemen onu ko-
varlar veya öldürürler.
Mü’minler de işte böyle bir tek vücut, bir tek ceset gibi
olmalıdırlar. O cesetten bir uzuv hastalandığında, bütün
ceset hasta olur ve etkilenir.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:


“Bütün mü’minleri biribirlerine merhamette, sevgide,
lütuf ve güzel muamelede sanki bir vücud gibi görürsün.
O vücudun bir organı hastalanınca, vücudun diğer organ-
ları birbirlerini hasta organın sancısına uykusuzlukla, sı-
caklıkla ortak olmaya çağırırlar.” (Buhari)
Mü’minler, iyilik konusunda birbirlerine yardım eder-
ler. Kötülüğü def etmek için de birbirlerine yardım ederler.
Sapıklık üzerinde asla birleşmezler. Düşmanlarına karşı bir
tek el gibidirler. İslam toplumunda her mü’minin görevi
vardır. Herkes görevini en mükemmel şekilde yerine getir-
meye çalışır.
Arının kovanı adeta güzel kurulmuş bir kale gibidir.
Onu koruyan bekçi arılar vardır. Bu bekçiler, kovanın ka-
pısında beklerler. Bal çalmak isteyen yabancı arıları asla
116 Abdulhak el-Heytemi
içeri sokmazlar. Çiçek özleri azaldığı zaman ballarını koru-
maya daha çok özen gösterirler. Öyle ki bekçi olan arı, bal-
dan bir şey çalınmasın diye peteğe giren çıkan arıları kont-
rol eder. İşte mü’min de böyledir. Allah-u Teâlâ yolunda
Müslüman devletin sınırlarını korur ve her zaman Rasulul-
lah sallallahu aleyhi ve sellem’in aşağıdaki sözünü gözönünde
bulundurur.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:


“Allah-u Teâlâ yolunda bir gün bekçilik yapmak,
dünya ve onun içindekilerden daha hayırlıdır.” (Buhari)
Arıların Ya’sub isminde emirleri vardır. Bu emirlerine
itaatten bir an olsun ayrılmazlar. Onun emri olmaksızın
hiçbir iş yapmazlar. Emir, düzeni sağlar. Toplumun dü-
zeni, emirin kontrolü altındadır ve toplumdaki fertlerin
birbirlerine eziyet etmelerini önler.
Mü’min de böyledir. Emiri kendisine haram birşey em-
retmediği müddetçe onun emrinden bir an olsun ayrılmaz.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Rasulüne de itaat
edin! (Allah ve Rasulüne itaat ettikleri müddetçe) Sizden olan
ulu'l-emre (emir ve ilim sahiplerine) de itaat edin!”
(en-Nisa: 59)

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:


“Önce size takvayı tavsiye ederim. Köle bile olsa, emi-
rinizi dinleyip itaat ediniz!” (17)
Mü’min, emirine ve toplumuna bağlıdır. Emirin itaatin-
den çıkmaz. İslam cemaatinden ayrılmaz.

(17) (Ebu Davud, Tirmizi. Tirmizi bu hadis için hasen-sahih dedi)


MÜMİNİN SIFATLARI 117
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“Kim emire itaatten vazgeçer, cemaatten ayrılır ve o şe-
kilde ölürse, cahiliye ölümü üzere ölmüş olur.” (Müslim)

Bir arı kovanında aynı anda iki emir olmaz. İkinci bir
emir çıkarsa, diğer arılar hemen onu öldürüp parçalarlar ve
birbirlerine düşmanlık yapmaksızın bir emir üzerinde bir-
leşirler. Arı toplumundaki fertler, birbirlerine asla eziyet et-
mezler. Fertleri birbirine düşman olmayan, emirlerine
bağlı tek bir ordu olurlar. Mü’minler de öyledir. Şayet bir
emire beyat edilmişken ikinci bir kimse, emire karşı gelerek
emir olmak için ortaya çıkarsa, toplumda fitne çıkmaması
için ikinci çıkan emir öldürülür. Çünkü Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“İki halifeye beyat edilirse, ikincisini öldürün!”
(Müslim)

Arı, gece gündüz çalışır. Mü’min de böyledir, devamlı


Allah-u Teâlâ’nın rahmetini kazanmak için çalışır. Gündüz
oruç tutar, gece kıyamu’l leyl yapar. Ahiret azabından kor-
kar. Allah-u Teâlâ’nın rahmetini umar. Hep Allah-u Teâlâ
rızası için çalışır.
Arının sesi vardır. Mü’minin de evinden devamlı
Kur’an sesi gelmelidir.
Selefi Salih radıyallahu anhum, insanlar uyudukları zaman
gece kalkıp Kur’an okurlardı ve Kur’an okurken çıkardık-
ları ses, arının sesi gibi duyulurdu.
İbn Hibban, Basra zahidlerinden olan Rabi b. Sabih’in
evini vasfederken;
118 Abdulhak el-Heytemi
“O, çok Kur’an okuyup teheccüd yaptığı için arı kova-
nından çıkan sesler gibi onun da evinden ses çıkardı.” de-
miştir.”(18)
Şüphesiz mü’minin arıya benzetilmesinde, bunlardan
başka daha birçok hikmetler vardır.

2 - Mü’min Hurma Ağacı Gibidir:

İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle rivayet etti:


“Bir gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem sahabelere
sordu:
“Mü’mine benzeyen bir ağaç ismi söyleyin!”
Sahabeler radıyallahu anhum, çölde mevcut olan bütün
ağaçların ismini saydılar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Hayır” dedi.
İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle dedi:
“İçimden bunun hurma ağacı olduğu geçti ve bunu Ra-
sulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e söylemeyi düşündüm. Fa-
kat yaşlı sahabeler bulunduğu için onlara saygısızlık olma-
sın diye söylemekten çekindim.” Sahabeler susunca Rasu-
lullah sallallahu aleyhi ve sellem onlara:
“O ağaç, hurma ağacıdır” dedi. (Buhari, Müslim)

Bir başka hadiste şöyle demiştir:


“Mü’minin misali, hurma ağacına benzer. Ondan ne
gelirse, fayda gelir.”(19)
Hurma ağacını incelediğimizde birçok özelliğe sahip ol-
duğunu görürüz.

(18) (El-mecruhin - İbni Hibban c: 1 s: 292)


(19) (Bezzar sahih senetle) (Hafız İbni Hacer bu hadis için senedi sahihtir
dedi.)
MÜMİNİN SIFATLARI 119
Hurma ağacı, şekil olarak insana benzer. Güzel bir göv-
desi vardır. Ayrıca hem dişisi hem de erkeği vardır. Dişi
ağaç, erkek ağaçtan döllenme tohumu almazsa meyve ver-
mez. Başı kesildiği zaman ölür. Büyük bir darbe yediğinde
de ölür. Yaprakları alındığı zaman o yerden tekrar yaprak
çıkmaz. Tıpkı insanın mafsallarının kesildiği zaman yeni
mafsalların çıkmaması gibi... Yine, insanın vücudu nasıl
kılla kaplı ise o da tüyle kaplıdır.
Hurma ağacının da şüphesiz suyu ileten damarları, göv-
desi, yaprakları ve meyvesi vardır. İşte iman ve İslam ağacı
da böyledir. İman ve İslam ağacının damarları ilim, marifet
ve yakindir. Gövdesi ihlâstır. Dalları ise amellerdir. Seme-
resi (ürünü) ise; salih amellerin meydana getirdiği iyi so-
nuçlar, sıfatlar ve güzel ahlaktır.
Şayet İslam ağacı, mü’minin kalbine tam olarak ekilmiş
ve orada iyice sabitleşmişse bu, onun amellerine de yansır.
Bir kimsenin kalbindeki imanın sabitleşip sabitleşmediğini
anlamak için onun amellerine, sıfatlarına ve ahlakına bakı-
lır. Bu ağaç kalpte ne kadar köklü yerleşmişse o kişinin ah-
lakı ve amelleri de o kadar iyi ve güzel olur. İlim, Allah-u
Teâlâ’nın indirdiğine mutabık; itikad ve iman, Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiğine uygun ve kalpte ihlâs
var ise; bütün bunlarla birlikte ameller de Rasulullah sallal-
lahu aleyhi ve sellem’in getirdiğine uygun ise, bu vasıflara sa-
hip kimsenin gönlündeki iman ağacının kökü derinlerde ve
kuvvetli, dalları ise göğe yükselmiş demektir.
Şayet durum, bütün bunların tam aksi ise, işte o zaman
kalpte bulunan ağaç, kökü olmayan, habis bir ağaç gibidir.
Ağacın kökü nasıl derinlerde ise mü’minin ilmi de o şekilde
derin olmalıdır.
Hurma ağacı, uzun süre sulanmazsa yaşamaz. Zira
uzun süre sulanmayan ağaç kurur ve bir müddet sonra
ölür. Mü’min de böyledir. Mü’minin de sulanmaya ihtiyacı
120 Abdulhak el-Heytemi
vardır. Mü’minin sulanması; sürekli zikir ve tefekkür ha-
linde olmasıdır. Nasıl ağaç sulanmadığında kuruyor ve ölü-
yorsa, zikir yapmayan mü’minin kalbi de işte o şekilde ku-
rur ve ölür. Çünkü Allah-u Teâlâ’yı sürekli olarak hatırla-
mayan kimsenin imanı, bir müddet sonra zayıflar ve tıpkı
ağacın sulanmadığında kuruyup ölmesi gibi tamamen ölür.
Allah-u Teâlâ’yı zikir ve tefekkür (düşünme); her ko-
nuda Allah-u Teâlâ’yı gerçek manada hatırlamak, O’nun
istediği şekilde amel etmek ve bir işi yapmadan önce veya
işi yaparken hep Allah-u Teâlâ’nın rızasını düşünmektir.
İşte mü’mini sulayan su, budur! Şayet mü’min bu şe-
kilde kendisini sulamazsa bir müddet sonra kalbi susuz-
luktan kurur ve ölür. Mü’minin kalbinin canlı kalabilmesi
için Allah-u Teâlâ’yı zikir ve tefekküre ihtiyacı vardır.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:


“Kalpteki iman, elbisenin eskimesi gibi eskir. Bu se-
beple, imanınızı tazeleyin!”(20)
Hurma ağacının etrafında yabani bitkiler vardır. Bu bit-
kiler çoğalınca ağacı öldürür. Mü’minin etrafında da ya-
bancı unsurlar vardır. Bunlar; İslam’a ters adet, düşünce,
fikir, kanun vs.dir. Mü’min, imanının ölmemesi için bu gibi
unsurlardan temizlenmelidir.
Hurma ağacının yerde kökü çok sağlamdır. Mü’min de
böyledir. Çünkü mü’minin kalbindeki iman çok sağlamdır
ve fitnelere karşı dayanıklıdır.
Hurma ağacının meyvesi çok tatlıdır ve faydalıdır. Has-
talıklara iyi gelir. İşte mü’min de böyledir! Konuştuğu söz-
ler iyidir, güzeldir, her zaman başkalarına fayda verir ve
asla ondan zarar gelmez.

(20) (Ahmed b. Hanbel)(Hakim rivayet etti ve sahih dedi, Zehebi de


bunu destekledi.)
MÜMİNİN SIFATLARI 121
Hurma ağacı yaşlandıkça daha bol ve daha kaliteli
meyve verir. Mü’min de böyledir. Yaşlandıkça hayrı artar
ve ameli daha da güzelleşir. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-
lem’in dediği gibi...

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:


“İnsanların en hayırlısı, ömrü uzayan ve ameli iyile-
şendir.” (Ahmed, Tirmizi sahih senetle)
Hurma ağacı, rüzgâra en dayanıklı ağaçtır. Mü’min de
böyledir. Fitne rüzgârlarına karşı dayanıklıdır.
Hurma ağacı, susuzluğa karşı dayanıklı ve sabırlıdır.
Mü’min de böyledir. İmtihan ve musibetlere karşı sabırlıdır.
Hurmanın kalbi vardır. Ağaçların içinde kalbi en iyi ve
en tatlı olan odur.

İbni Ömer radıyallahu anhuma dedi ki:


“Biz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında iken
hurmanın kalbi getirildi.”(Hurmanın kalbinden kasıt; hur-
madan yenilen yumuşak yeridir)

Buhari’nin lafzında hadis şöyledir:


“Ben, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında iken
o hurmanın kalbi (yumuşak olan içi)ni yerdi.”
İşte mü’minin kalbi de böyledir. Kalplerin en temizidir.
Mü’minin kalbi, İslam düşmanları dışında herkese merha-
metlidir.
Hurma ağacı meyve vermese bile yaprağından ve dalın-
dan insanları faydalandırır. İnsanlar onun gövdesinden ev-
ler yapar, yaprağından da birçok şekilde faydalanırlar.
Mü’min de böyledir. Her şeyi faydalıdır. Ondan asla zarar
gelmez.
122 Abdulhak el-Heytemi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“En hayırlınız, hayrı umulan ve şerrinden emin olu-
nan kişidir. En şerliniz ise hayrı umulmayan ve şerrinden
emin olunmayan kişidir.”
(Ahmed, Tirmizi sahih senetle)
Hurmanın dikeni vardır ve düşmanlarından kendisini
korur. Mü’min de böyledir. Allah-u Teâlâ’nın düşmanla-
rına karşı şiddetli ve tedbirlidir. Onlara karşı diken gibidir.
Mü’minlere karşı ise; hurma ağacı ne kadar faydalı, tatlı ve
yumuşak ise o kadar faydalı, tatlı ve yumuşaktır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Kâfirlere karşı çok sert, birbirlerine karşı ise çok mer-
hametlidirler.” (el-Feth: 29)
Hurma ağacının meyveleri bitse bile, ondan yine de isti-
fade edilir. Onun faydaları bitmez. Meyvesi biterse gövde-
sinden, yapraklarından, dallarından istifade edilir. Mü’min
de böyledir. Onun da sağladığı faydalar asla bitmez.
Çünkü hayır taraflarından biri biterse diğer hayır tarafı
devreye girer. İmkanı, yeteneği, ilmi, gücü ve maddi varlığı
dahilinde hep faydalı olmaya çalışır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in mü’mini hurmaya
benzetmesinde birçok hikmetler vardır. Bunların hepsini
algılamamız imkânsızdır. Ama hurma ağacı hakkındaki il-
mimiz arttıkça mü’mine ne kadar çok benzediğini daha da
çok görüp anlayacağız. Burada söylenen şeyler, hurma
ağacı hakkında bilinen şeylerdir. Fakat hurma ağacı hak-
kında daha bilinmeyen birçok şey vardır.

3 - Mü’min Altın Külçesi Gibidir:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:


MÜMİNİN SIFATLARI 123
“Mü’min, altın külçesi gibidir. Isıya maruz kalırsa
parlar. Tarttığın zaman bir miskal bile düşmez.”
(Beyhaki-Şuabil İman’da sahih senetle)
Altın diğer madenlerden değişiktir. Çok az bulunur ve
çok değerlidir. Mü’min de aynen böyledir. Zira gerçek ma-
nada iman etmiş kimseleri bulmak çok zordur.
Allah-u Teâlâ bu konuda şöyle buyuruyor:
“Muhakkak ortakların çoğu birbirine haksızlık eder.
Ancak, (Allah’a gerektiği gibi) İman eden ve salih amel
işleyenler (Allah’ın emirlerine itaat edip yasaklarından
kaçınanlar) hariç… Onlar ise sayıca çok azdır.” (Sad: 24)
Bir başka ayette şöyle buyuruyor:
“Sen şiddetle arzu etsen bile insanların çoğu iman et-
mezler.” (Yusuf: 103)
Altın, ateşe bırakıldığında daha çok parlar. Mü’minler
de böyledir. Çünkü insanlar imtihana tabi tutulduklarında
münafık ve imanlı kimseler ortaya çıkar. Yine altın, ateşe
sokulduğunda gerçek mi yoksa sahte mi olduğu ortaya çı-
kar. Mü’min de fitne imtihanlarına sokulduğunda kalite-
sini ortaya koyar. Zira fitneler (imtihanlar), mü’minin ima-
nını sağlamlaştırır, münafığın ise iman etmediğini ortaya
çıkarır.
Zaten Arapçada “fitne” kelimesi; altının, altın olup ol-
madığını öğrenmek için ateşe sokmak manasına gelmekte-
dir.
Altın, eriyince hiç eksilmez. Mü’min de musibet ve im-
tihana maruz kalınca imanından hiçbir şey eksilmez.
Altın, ortam değişikliklerine en dayanıklı madendir. Bu
sebeple hiçbir hava değişikliğinden etkilenmez. Mü’min de
en dayanıklı kimsedir. Hangi şartlarda ve dünyanın nere-
sinde yaşarsa yaşasın, imanı hep aynı imandır. Altın nasıl
paslanmıyorsa mü’min de imtihanlardan, fitne rüzgârla-
rından asla etkilenmez.
124 Abdulhak el-Heytemi
Saf altın çok yumuşaktır. Mü’min de İslam düşmanları
hariç, insanlara karşı çok yumuşaktır, kaba değildir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“İnsanları madenler gibi bulursunuz.”
(Buhari - Müslim)
4 - Mü’min Deve Gibidir:

İbn Ömer radıyallahu anhuma’dan Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’minler yumuşaktır, kolaydır. Tıpkı burnu hasta-
lıklı olan deve gibi... Çekildiği zaman gelir, bağlandığı
zaman bağlı kalır, taşa oturtulduğu zaman oturur (Yani;
burnunun hastalığından dolayı şikâyetçi olmaz).”(21)

Mü’min, tıpkı deve gibi çok uyumludur. Zira deve, has-


talık anında bile uyum gösterir. Mü’min de Kur’an’a ve
sünnete uygun ne söylenirse yerine getirir.
Deve çok dayanıklıdır. Çünkü deve, çok az su içmesine
rağmen çok uzun mesafe kat eder. Mü’min de aynen deve
gibi dayanıklıdır.
Deve çok sabırlı bir hayvandır. Mü’min de böyledir.
İbn’il Kemal dedi ki:
“Allah-u Teâlâ, iyi ahlaklı ve uyumlu oldukları için
mü’minleri övmüştür. Çünkü uyumluluk ve yumuşak ol-
mak iyi ahlaktandır. Onun için Allah-u Teâlâ şöyle bu-
yurdu:
“(Ey Muhammed!) Allah’ın rahmeti sebebiyle sen on-
lara yumuşak davrandın. Şayet sen kaba ve sert kalpli ol-
saydın şüphesiz ki onlar çevrenden dağılırlardı. Onları
affet ve onlar için (Allah’tan) bağışlanma dile! (Önemli) iş-

(21) (Müsnedi Kadai, Akili-Edduafa, Hadis zayıf olmasına rağmen onu


destekleyen rivayet olduğu için hasen seviyesine çıkmıştır.)
MÜMİNİN SIFATLARI 125
lerde onlarla istişare et! Birşeyi yapmaya azmettiğin za-
man (onu yap ve) Allah’a tevekkül et! Muhakkak ki Allah,
kendisine tevekkül edenleri sever.” (Âli İmran: 159)

Deve, burnu hasta olsa bile uyumludur. Bu haldeyken


bile insanların ihtiyaçlarını giderir ve onlara hizmet eder.
Mü’min de işte böyledir. Allah-u Teâlâ’nın, rasulünün ve
ulu’l emrin emirlerine boyun eğer. Mü’min kardeşlerine
karşı yumuşak ve tevazuludur. Dünya işlerinde kolaydır.
Fakat din konusunda serttir. Mü’minin sıfatı hakkında bir
sahabe şöyle dedi:
“Dağdan bir parça sökebilirsin. Fakat mü’minin dinin-
den asla bir şey alamazsın.”
Deve susuzluğa, sıcaklığa ve uzun mesafelere çok sabır-
lıdır. Onun için ona “çölün gemisi” ismi verilir. Mü’min de
böyledir. Bütün musibetlere karşı sabırlıdır, dayanıklıdır.
Dinini ve dininin gereklerini her ortamda yaşar. Sabır onun
dayanacağı bir duvardır. Sabrın gövdesi ise mü’minin ima-
nıdır. Mü’min işte sadece buna dayanır. Çünkü sabrı olma-
yanın imanı yoktur. Sabrı olmayan kimse, Allah-u Teâlâ’ya
bir yar kenarında ibadet eden kimse gibidir. Böyle bir kim-
seye bir hayır isabet ederse mutmain olur, fakat ona bir şer
isabet ederse hemen yüzüstü düşer, böylece dünyasını da
ahiretini de kaybeder.

5 - Mü’min Buğday Başağına Benzer:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, rüzgârın yatırdığı başak gibidir. Bu sebeple
mü’mine sürekli olarak musibet ve imtihanlar isabet
eder. Münafık ise rüzgârın, isabet ettiği zaman kökten
126 Abdulhak el-Heytemi
yıktığı çam ağacına benzeyen “erz” ağacı (Lübnan’da çok
bulunan bir ağaç türü) gibidir.” (Buhari, Müslim)

Ka’b b. Malik el Ensari radıyallahu anh’den Rasulullah sal-


lallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, başak gibidir. Rüzgâr onu, ürün verinceye
kadar kâh yatırır kâh düzeltir. Kâfir ise rüzgârın eğmeyip
kökten söktüğü çam ağacına benzeyen “erz” ağacı gibi-
dir.” (Buhari, Müslim)

Enes radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-


lem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, bazen yatan bazen kalkan fakat kökünden
sökülmeyen başak gibidir.” (Bezzar sahih senetle)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem mü’mini başağa,
rüzgârı da musibete benzetmiştir. Mü’minin başına, yani;
bedenine, ailesine ve malına devamlı musibetler gelir. Şa-
yet sabrederse, bu musibetler onun günahlarını affettirir ve
derecesini yükseltir. Kâfirlere ise çok az musibet isabet eder
ve onların başına gelen musibetler, günahlarını silmez.
Hadiste rüzgâr, Allah-u Teâlâ’nın emrine ve imtihanlara
benzetilmiştir. Şayet mü’min, bu imtihanlar karşısında sa-
bır gösterir ve musibet esnasında bile Allah-u Teâlâ’ya şük-
rederse, şüphesiz Allah-u Teâlâ ona yardım eder ve onu sı-
kıntılarından kurtarır. Mü’mine isabet eden musibetler işte
bu şekilde, mü’min kul sağlamlaşıncaya dek sürer.
Hadiste münafıklar, çam ağacına benzeyen erz ağacına
benzetilmiştir. Zira erz ağacı, zahiren çok gösterişli ve gü-
zel bir ağaçtır. Fakat bir rüzgâr isabet edince, onu kökün-
den söker ve yıkar. Münafıklar da böyledir. Zahiren iyi gibi
görünürler, ama başlarına bir musibet gelince hemen kö-
künden sökülüp giden “erz” ağacı gibi gerçek yüzlerini or-
taya koyarlar.
MÜMİNİN SIFATLARI 127
Allah-u Teâlâ münafıklar hakkında şöyle buyuruyor:
“Sen onları gördüğün zaman, cüsseli yapıları hoşuna
gidiyor. Konuştukları zaman da onları dinlersin. (Oysa)
onlar, (sütun gibi) dayandırılmış kütükler gibidirler...”
(el-Münafikun: 4)
Allah-u Teâlâ bir başka ayette şöyle buyuruyor:
“Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendir-
mesin. Allah bunlarla, ancak onları dünya hayatında
azaplandırmak ve canlarının inkâr içindeyken zorlukla
çıkmasını ister.” (et-Tevbe: 55)
Mü’minin başından musibet eksilmez. Fakat mü’min bu
musibetlere karşı sabırlıdır. İşte bu sebeple Rasulullah sal-
lallahu aleyhi ve sellem, mü’mini başağa benzetmiştir. Zira
mü’min, bedenen zayıf olsa bile imanen güçlü olduğu
müddetçe hiçbir musibet onun imanını sarsamaz ve boza-
maz.
İbni Mes’ud radıyallahu anhuma hakkında şöyle bir rivayet
zikredilmiştir:
“İbni Mes’ud radıyallahu anhuma, bir gün bir ağaçtan mis-
vak yapmak için bir dal parçası almak istedi. İbni Mes’ud
radıyallahu anhuma bacakları çok ince olan birisiydi. Öyle ki,
rüzgâr onun bacaklarını hareket ettirirdi. Müslümanlar bu
manzarayı görünce gülmeye başladılar. Rasulullah sallal-
lahu aleyhi ve sellem onlara:
“Niye gülüyorsunuz?” diye sordu. Sahabeler:
“Ey Allah’ın Rasulü! İbni Mes’ud’un çok ince olan ba-
caklarına gülüyoruz.” diye cevap verdiler. Bunun üzerine
Rasulullah şöyle dedi:
“Nefsim elinde olan Allah-u Teâlâ’ya yemin ederim
ki, bu bacaklar Allah-u Teâlâ’nın mizanında Uhud dağın-
dan daha ağırdır.” (Ahmed rivayet etti)
Mü’min, kaba değil yumuşaktır. Tıpkı rüzgâra karşı da-
yanıklı olan ince başak gibidir.
128 Abdulhak el-Heytemi
6 - Mü’minin Diğer Mü’minlerle İlişkisi, Binanın
Tuğlaları Gibidir:

Ebu Musa el Eşari radıyallahu anh şöyle demiştir:


“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Mü’minin diğer mü’minlerle olan ilişkisi, binanın
tuğlaları gibidir” dedi ve bunu göstermek için parmakla-
rını birbirine kenetledi.” (Buhari, Müslim)
Mü’minlerin arasındaki ilişki böyle değilse, mü’minlik
sıfatı onlardan kalkar. Ayrıca birbirlerine yardım etme-
dikçe, oluşturdukları bina da sağlam olmaz. Zira binanın
duvarlarının tuğlaları birbirine sıkıca kenetlenmedikçe, bu
binanın sağlam olduğundan söz edilemez ve böyle bir bi-
nadan faydalanma da söz konusu olmaz.
Binanın tuğlaları birbirine sağlam bir şekilde kenetlen-
mediği zaman nasıl bina sağlam olmuyor ve binadan isti-
fade edilemiyorsa, aynı şekilde mü’minler de birbirlerine
yardım etmez ve destek olmazlarsa İslam toplumu sağlam
olmaz ve böyle bir toplumdan istifade edilmez.
Mü’min, hem din hem de dünya konusunda mü’min
kardeşleriyle yardımlaşmalıdır. Şayet böyle yapılmazsa,
asla bir tek kuvvetten söz edilemez. Böyle bir durumda
başa gelen musibetlere karşı dayanıklılık gösterilemez. So-
nuçta da mü’min toplumun hem din hem de dünya konu-
sundaki düzeni bozulur.
Bu sebeple mü’min, her zaman şu iki hal üzerinde olma-
lıdır:
a - Allah-u Teâlâ’ya karşı yapması gereken görevleri ye-
rine getirmelidir.
b - Allah-u Teâlâ’nın yarattığı kullarına karşı yapması
gereken görevleri yerine getirmelidir.
MÜMİNİN SIFATLARI 129
Allah-u Teâlâ’ya karşı yapması gereken görevler; Allah-
u Teâlâ’nın farz kıldığı ibadetleri yerine getirmesidir.
Allah-u Teâlâ’nın yarattığı kullarına karşı yapması gere-
ken görevler ise; mü’minlerle haşir neşir olması, din ve
dünya konusunda onlara yardım etmesi, onlara emri bi’l
maruf nehyi ani’l münker yapmasıdır.
Mü’min, bu her iki görevi de sadece Allah-u Teâlâ’nın
rızasını kazanmak için yerine getirir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın! Günah ve
haddi aşmada yardımlaşmayın! Allah’tan korkun. Al-
lah’ın azabı şiddetlidir.” (el-Maide: 2)
Mü’minler devamlı birbirlerine destek verip yardımcı
olduklarında ancak İslam binası sağlam olur. Mü’min tek
başına yaşayamaz. Yaşayabilmesi ve ibadetlerini doğru dü-
rüst yapabilmesi için diğer mü’minlere ihtiyacı vardır. Bu
sebeple gerek dünyayla ve gerekse ahiretle ilgili mesele-
lerde sürekli olarak diğer mü’minlerin yardımına muhak-
kak ihtiyaç vardır.

7 - Mü’min, Diğer Mü’minin Aynasıdır:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min diğer mü’minin aynasıdır.”(22)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu vasfa
dikkat etmek gerekir. Bu hadisteki vasıflandırma ne kadar
güzel bir vasıftır ve ne kadar güzel manalar içermektedir!

(22) (Ebu Davud, Buhari-El Edebul Mufret) (El Hafız el İraki bu hadis için
“senedi hasendir” dedi)
130 Abdulhak el-Heytemi
Bu hadisin manası şöyledir:
“Mü’min kardeşin için ayna gibi ol! Onların iyiliklerini
göster. Ta ki Allah-u Teâlâ’ya şükretsin ve kibirden uzak-
laşsın. Onun eksiklerini başka insanlara yaymadan güzel
ve gizli bir şekilde göster ki, kendisini düzeltebilsin.”
Bir kimse, tek başına hatalarını hiçbir zaman tespit ede-
mez. Hatalar yüzdeki lekeler gibidir. Çünkü yüzdeki leke-
ler insan için bir eksikliktir ve bu eksikliği gidermek için
aynaya bakmak gerekir. Ancak aynaya bakılırsa yüzdeki
leke görülebilir.
Bu sebeple mü’min bir kimse, kardeşinde gördüğü bir
lekeyi (daha doğrusu hatayı) ona söyleyerek düzeltmeli
(temizlemeli)dir. Kendisinde leke (hata) bulunan diğer
mü’min de lekesini (hatasını) düzelten kimseyi bir ayna
gibi düşünmeli ve kendisini aynada görüyormuş gibi hare-
ket etmelidir. Böyle hareket eden bir mü’min, lekenin (ha-
tanın) aynada değil kendisinde olduğunu anlar ve üze-
rinde bulunduğu hatada ısrar etmez.
Fakat hatası gösterildiği halde hatasını görmeyen kimse,
hatasını gösteren aynayı kırmış gibi olur. Aynaya bakıp da
aynada kendi kusurunu gördüğü için aynayı kırmak, akıl
sahibi bir insanın işi değildir. Çünkü ayna, hatayı hiç abart-
madan karşısındakine gösterir.

8 - Mü’minler, Birbirlerine Karşı Bir Vücut


Gibidirler:

Sehl b. Sa’d radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
MÜMİNİN SIFATLARI 131
“Mü’min, diğer mü’minler için vücudun başı gibidir.
Cesedin baştaki acıyı hissetmesi gibi, mü’min de iman
ehlinin çektiği acıdan dolayı acı hisseder.” (23)

Mü’min, hadiste belirtildiği gibi baştaki acıyı hisseden


vücut gibidir.
Her mü’min diğer mü’mini, vücuttaki baş gibi görür.
Çünkü baş, en önemli organdır. Şayet başta bir ağrı mey-
dana gelse, bu ağrıyı bütün vücut hisseder. Mü’min de böy-
ledir. İçlerinden birine eziyet gelse, hepsi üzülür.

Nu’man b. Beşir radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’minler bir tek adam gibidirler. Başı ağrısa bütün
vücudu ağrır, gözü ağrısa bütün vücudu ağrır.”(24)
Baş ve göz çok hassas bölgelerdir. O yüzden hadiste bu
organlar belirtilmiştir. Eğer bir mü’minin başına gelen ezi-
yet diğer mü’minleri üzmüyorsa, onlar mü’min değildirler.
Nu’man b. Beşir radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’minlerin birbirine karşı sevgisi, merhameti ve iyi
muamelesinin misali, aynı vücut gibidir. Şayet vücutta
bir uzva zarar gelirse bütün vücut etkilenir ve buna
ateşle, uykusuzlukla karşılık verir.”(25)
Mü’minlerin birbirlerine merhamet etmeleri dünyalık
bir beklenti sebebiyle değil, sadece Allah-u Teâlâ içindir.
Bu sebeple mü’minler birbirlerini sever, birbirlerini ziyaret
eder, birbirlerinin hal ve hatırlarını sorar, birbirleriyle he-

(23) (Ahmed, Ebu Naim-el-Hılye’de hasen senetle rivayet ettiler)


(24) (Müslim, Ahmed, Ebu Naim-Hılye’de)
(25) (Müslim, Buhari-Edeb’il Müfred, Ahmed)
132 Abdulhak el-Heytemi
diyeleşir, birbirlerinin ihtiyaç ve sıkıntılarını giderir, birbir-
lerinin başına gelen musibetler sebebiyle üzülür ve birbir-
lerine karşı yapılması gereken böyle amelleri hiç eksiksiz
yerine getirmeye çalışırlar. İşte gerçek mü’min topluluğu-
nun özelliği böyledir...
Bu sıfatları bünyesinde bulundurmayan bir topluluk ke-
sinlikle mü’min topluluğu değildir.

9 - İnsanlar Mü’mini Sever, Onunla Haşir Neşir


Olmak İsterler. Çünkü Mü’min, Kaba Değildir:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:


“İnsanlar mü’minle haşir neşir olmak isterler. İnsanla-
rın kendisiyle haşir neşir olmak istemediği kimsede ha-
yır yoktur.” (Ahmed b. Hanbel, sahih senetle)
Mü’min, hayırlı insanlarla haşir neşir olmak ister. Ha-
yırlı insanlar da onunla haşir neşir olmak ister. Çünkü
mü’min, iman sıfatına sahip kimsedir.
Yine mü’minler, mü’min olan kimseyle haşir neşir ol-
mak ister ve onunla haşir neşir olmayı severler. Zira Allah-
u Teâlâ, onların kalplerine birbirlerini sevme ve birbirle-
riyle haşir neşir olma duygusunu yerleştirmiştir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın! Ayrılığa
düşmeyin! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın! Bir za-
manlar düşmandınız, kalplerinizi birbirine ısındırdı ve
O’nun bu nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çu-
kurunun kenarındaydınız. Sizi oradan kurtardı. İşte bu
şekilde Allah, doğru yola erişesiniz diye ayetlerini size
açıklamaktadır.” (Âli İmran: 103)
MÜMİNİN SIFATLARI 133
Mü’minler birbirlerine sıcak bir ilişkiyle bağlıdırlar.
Aralarındaki ilişkinin sıcak olması için de kalplerinin birbi-
rine benzemesi gerekir. Şayet kalpleri birbirine benze-
mezse aralarındaki ilişki sıcak bir ilişki olmaz. Mü’minlerin
arasındaki ilişki sıcak olmayınca, bu kez aralarında düş-
manlık başlar. Bu düşmanlığın doğal sonucu olarak da
mü’minlerin kuvveti zayıflar, birliği dağılır ve düşmanları
onlara üstün gelir.
İşte bu sebeple mü’minler, birbirleriyle sürekli haşir neşir
olmalı ve aralarındaki sevgiyi bozacak etkenlerin her çeşi-
dinden uzak durmalıdırlar. Bu etkenlerden bazıları; gerek-
siz cedelleşmeler, nefisle övünme ve rahatsız edici şakalar-
dır.

10 - Mü’min, Mü’minin Kardeşidir:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, mü’minin kardeşidir. Onun ihtiyacını gide-
rir. Kaybettiği şeyleri bulmasında ona yardım eder. Onun
yokluğunda malını ve ailesini korur.”(26)
Mü’min, mü’mine karşı üzerindeki haklarını öncelikle
yerine getirir. Mü’minin malı, canı, ırzı haramdır. Bu se-
beple mü’min, diğer mü’minin ne malına, ne canına, ne de
ırzına tecavüz eder.
Mü’min, mü’minin hakkını eksiltmez ve her zaman onu
korur, haklarını gözetir, menfaatini ister ve ona nasihatte
bulunarak devamlı iyilik yapar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:

(26) (Ebu Davud, Taberi, sahih senetle)


134 Abdulhak el-Heytemi
“Mü’min, mü’minin kardeşidir. Onun sattığı şeyin
üzerine satış yapmaz. Eğer bir kıza talip olmuşsa o bırak-
madıkça başkası ona talip olmaz.” (Müslim)
İslam kardeşliği, ancak bu iki hadiste belirtildiği şekilde
olur.

Hasan el Basri şöyle dedi:


“Ben öyle insanlar tanıyorum ki, kardeşi gittiği zaman
onun çocuklarına kırk sene bakmış ve maişetini sağlamış-
tır.” (Ebu Naim-Hılye)
İnsan, kendi öz kardeşine nasıl yardıma koşuyorsa
mü’min de mü’min kardeşine o şekilde hatta daha fazla
yardım etmelidir. Mü’min, mü’mine karşı ancak böyle dav-
ranmalıdır.

11 - Mü’mini Günahlarından Arındırmak İçin Allah


Ona Hastalık Verir:

Nasıl ateş, demiri kirden ve pastan arındırıyorsa, hasta-


lıklar da mü’mini günahından temizler...
Abdurrahman b. Ezher radıyallahu anh’den Rasulullah sal-
lallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min bir kula ateşli bir hastalık isabet ettiği za-
man, nasıl ki ateşe sokulan demirdeki yabancı maddeler
ayrışıp gidiyor ve geriye saf demir kalıyorsa, hastalık da
aynı şekilde mü’minin günahını siler.”
(Hakim, Bezzar, sahih senetle)

Mü’minin başına gelen musibetler, onu günahlarından


arındırır. Mü’min, dünyada eziyet çeker ve çektiği bu ezi-
yetlere sabrederse ahirette kurtulur. Çünkü mü’minin has-
talık sebebiyle hissettiği ateş, onun ahiretteki cehennem
ateşinden nasibidir.
MÜMİNİN SIFATLARI 135
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“Hastalık sebebiyle oluşan ateşlenme, cehennemin bir
parçasıdır. Bu sebeple mü’mine isabet eden ateşli hasta-
lık, mü’minin cehennemden nasibidir.”
(Ahmed, sahih senetle rivayet etmiştir)

Mü’min kul, ateşli hastalığa yakalandığı zaman sabre-


derse, bu hastalık onun günahını muhakkak affettirir.
Çünkü ateşli hastalık, mü’mini hem günahından temizler
hem de ona cehennem ateşini hatırlatır ve onu tevbeye sevk
eder. Böylece Allah-u Teâlâ’ya yönelerek daha önce işlemiş
olduğu bütün günahlarından tevbe eder.

12 - Mü’minin İçi, Dışı Aynıdır:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’minin içi ve dışı birdir. Mü’minlere çabuk kanar.
Facirin ise dışı, içi gibi değildir.” (27)
Facir, zahiren sevgi gösterir. Fakat kalbinde sevginin izi
ve eseri yoktur. Ama mü’min böyle değildir. Mü’minin içi
ve dışı birdir. Bu sebeple zahiren sevgi gösterdiği kimseyi
gerçekten kalbi ile de sever. Kalbi ile sevdiğini, amelleri ile
de sever. Yine Allah için bir kimseden hoşlanmıyorsa bunu
amellerinde de gösterir. Onda riya yoktur.
Mü’min, emin kimsedir. Sözü ve ameli arasında bir çe-
lişki yoktur. İnsanlara zarar verici amel ve sözlerden uzak
durur. Fakat facir böyle değildir. İnsanlar onun dışına ba-
karak onu severler, ama içi fesat doludur.

(27) (Ebu Davud, Tirmizi, Buhari-Edebu’l Müfret, Hakim; hasen senetle)


136 Abdulhak el-Heytemi
Mü’min, mü’minler hakkında hüsnü zan yaptığı için on-
ların gizli hallerini araştırmaz. Bu sebeple onlara çabuk ka-
nabilir. Fakat facir böyle değildir. Aşırı şüphe içerisindedir.
Genel olarak hiçbir mü’mine güveni yoktur. Kalbi kötü-
lükle dolu olduğu için bunu kalbinde saklar ve bu sebeple
herkesten korkar.
Mü’min, kesin delil olmadan hüküm vermez. Şüphe-
den, şeytandan, nefisten dolayı başkaları aleyhine hüküm
vermez. Facir ise böyle değildir. Hiç araştırmadan sırf zan-
nınca, nefsanî olarak veya birilerinin ya da şeytanın vesve-
seleriyle başkalarının aleyhinde hiç çekinmeden hüküm
verir. Bu konuda da kendisinin haklı olduğuna inanır.
Hatta bu yaptıklarıyla mü’minleri bile kandırabilir.
Fakat böyle yapan bir kimse şunu iyi bilmelidir ki; Al-
lah-u Teâlâ, yapılan bütün amelleri şüphesiz en ince deta-
yına kadar bilmektedir ve herkese yaptığının karşılığını hiç
eksikliğe uğratmadan verecektir.

13 - Mü’min, İşlediği Günah Sebebiyle Üzülür,


İşlediği Hayır Sebebiyle Sevinir:

Ebi Umame radıyallahu anh şöyle dedi:


Bir adam Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelerek
şöyle sordu:
“İman nedir?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona
şöyle cevap verdi:
“İyiliğin seni sevindiriyor ve kötülüğün de seni üzü-
yorsa, sen mü’minsin.” (Ahmed b. Hanbel; sahih senetle)

Mü’min, hayırlı amel işlediğinde Allah-u Teâlâ’yı razı


ettiği için sevinir. Kötü amel işlediğinde ise üzülür. Üzül-
mesi, işlediği kötülükten pişmanlık duyduğunun bir ala-
MÜMİNİN SIFATLARI 137
metidir. Zaten halis tevbenin şartlarından bir tanesi de, ya-
pılan kötü amellerden dolayı üzüntü duymak ve pişman
olmaktır.

14 - Mü’min, Kılıcıyla ve Diliyle Cihad Eder:

Ka’b b. Malik radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, kılıcıyla ve diliyle cihad yapandır.”
(Ahmed b. Hanbel; sahih senetle)
Allah yolunda cihad yapan mü’min, hem dünyada hem
de ahirette mutlu olur. Çünkü mü’minin Allah yolunda ci-
had yapması, onun cennete girmesi için bir sebeptir.
Mü’min, bu gerçeği çok iyi bilir ve Allah-u Teâlâ, kendi yo-
lunda cihad yapması sebebiyle ondan hem dünyada hem
de ahirette her türlü üzüntüyü giderir.
Ubade b. Samit radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir.
“Allah yolunda cihad edin! Çünkü bu, cennete sokan
bir sebeptir ve Allah-u Teâlâ onunla üzüntüyü giderir.”
(Hakim rivayet etti ve “sahih” dedi)
Ebu Said el Hudri radıyallahu anh’den şöyle rivayet edil-
miştir:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle soruldu:
“İnsanların en iyisi kimdir?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem:
“Allah-u Teâlâ yolunda canıyla ve malıyla cihad ya-
pandır” dedi. Ona:
“Ondan sonra hangisidir?” diye soruldu. Bunun üzerine
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Dağların eteklerinde yaşayan, Allah-u Teâlâ’ya iba-
det eden ve insanlara zarar vermeyen kişidir.” diye cevap
verdi.” (Buhari, Müslim)
138 Abdulhak el-Heytemi
Mü’min, iman ettiği andan itibaren kendisini Allah-u
Teâlâ’ya satmış kimsedir. Bu sebeple bu ahdini ve vazife-
sini yerine getirmesi gerekir. Şayet yerine getirmezse ya-
lancılardan olur.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Hiç şüphesiz ki Allah, cennet karşılığında mü’min-
lerden canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar, Allah
yolunda savaşırlar. Öldürürler ve öldürülürler.”
(et-Tevbe: 111)
Can ve mal, Allah için feda edilmedikçe cenneti kazan-
mak mümkün değildir. Çünkü bir mü’minin cihad etme-
mesi asla düşünülemez. Mü’minlerin izzetli ve kerim kala-
bilmeleri ve zillete düşmemeleri için can ve mallarıyla Al-
lah yolunda cihad etmeleri gerekir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Ne oldu ki size, “Allah yolunda sa-
vaşa çıkın” denildiği zaman, yer(iniz)de kaldınız? Ahiret-
ten (cayıp da) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama ahi-
rettekine (göre), bu dünya hayatının yararı pek azdır. Eğer
savaşa kuşanıp çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azapla
azaplandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip
değiştirecektir. Siz O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz.
Allah, her şeye güç yetirendir.” (et-Tevbe: 38-39)

15 - Mü’min, İnsanların Emin Gördüğü, Mallarını ve


Nefislerini Emanet Ettiği Kimsedir:

Fadale b. Ubeyd radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min; insanların hem mallarını hem de canlarını
teslim etme konusunda emin gördükleri kimsedir. Mu-
hacir; günahları ve kötü şeyleri terk eden kimsedir.”(28)

(28) (İbn’i Mace, Ahmed, İbn’i Hibban, Hakim, Bezzar; sahih senetle.)
MÜMİNİN SIFATLARI 139
Mü’min, içi ve dışı aynı olduğu için insanların kendisine
güvendiği kimsedir. İnsanların kendisine güvenmediği
kimse ise mü’min değildir. Çünkü mü’min yalan söylemez,
ihanet etmez, kandırmaz, kalleşlik yapmaz. Mü’min ken-
disi için sevgili gördüğünü diğer mü’min kardeşi için de
sevgili görür. Aynı şekilde kendisi için sevgili görmediği
şeyi mü’min kardeşi için de sevgili görmez. Kendisine ve-
rilen emanete asla ihanet etmez. Bu vasıfları üzerinde bu-
lunduran bir mü’mine, ancak hastalıklı kimseler güven-
mez.

16 - Mü’min, Komşusu Açken Tok Yatmaz:

İbn Abbas radıyallahu anhuma’dan, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Komşusu açken tok yatan, mü’min değildir.”(29)
Mü’min, komşusuna iyilik yapmadan imanının kemale
ermeyeceğini çok iyi bilir. Bu sebeple komşusunun aç ol-
duğunu bildiğinde kendisi tok olarak yatmaya asla rıza
göstermez ve komşusunun halini araştırır. Ona yiyecek,
içecek ve başka şeyler hediye eder. Komşusunun ihtiyaçlı
olduğunu bildiği zaman ise ona daha çok yardımcı olur.

17 - Mü’min, Yalnız Mü’minle Arkadaşlık Yapar:

Ebu Said el Hudri’den Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-


lem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min olandan başkasıyla arkadaşlık yapma! Al-
lah-u Teâlâ’dan korkanlardan başkasına da yemeğini ye-
dirme.” (Tirmizi “hasen” dedi)

(29) (Buhari-Edebül Müfret, Hakim rivayet etti ve“sahih” dedi, Zehebi


onu destekledi.)
140 Abdulhak el-Heytemi
Ebu Hatim İbn Hibban şöyle demiştir:
“Akıllı olan kişi; ahlaklı, ilim sahibi ve takva sahibi kişi-
lerle arkadaşlık yapar, şerli kişilerle arkadaşlık yapmaz.
Çünkü şerli kişilerle arkadaşlık yapmak, cehennemden bir
parçadır. Sonu ise pişmanlık ve düşmanlıktır. Şerli kişinin
sevgisi devam etmez. Çünkü şerli kişi sözünde durmaz.
Onunla oturulsa, kendisinden istifade edilmez. Bu sebeple
köpekle oturmak, böyle kişiyle oturmaktan daha hayırlıdır.
Şerli kimselerle arkadaşlık yapan, kötülenmekten kurtula-
maz. Tıpkı şerli yerlere giden kimsenin kınanması gibi...”
(Ravdatul Ukala, s: 101)

18 - Mü’min İyi Ahlaklıdır:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasululullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, imanı en iyi olan ve ahlakı en iyi olandır.”
(Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed; hasen senetle)
Bu hadis gösteriyor ki; iyi ahlaklı olmak imandandır. İyi
ahlak eksik olursa, imanda da eksiklik söz konusu olur.
Yine bu hadis, mü’minlerin imanının eşit olmadığını
göstermektedir. Bazı mü’minlerin imanı, diğer bazılarının
imanından daha üstün ve mükemmeldir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem iman olarak, tüm in-
sanlardan en üstün ve en mükemmel olan idi. Çünkü o, en
güzel ahlaka sahipti ve onun ahlakı Kur’an idi.
Ahlak, İslam’a göre belirlenir. Kesinlikle toplumun de-
ğer yargılarına göre ahlak belirlenmez. Bu sebeple gerçek
mü’min, ahlakını Kur’an ve sünnete göre düzenlemeli, ca-
hili sistemlerin koymuş olduğu ahlaki değerleri kendisine
ölçü edinmemeli, onlardan ancak İslam’a uygun olanları
kabul etmeli, zıt olanları ise reddetmelidir.
MÜMİNİN SIFATLARI 141
İslam sisteminin içerdiği her kaide, toplumun maslahatı
için konulmuştur ve bu kaidelerin temeli ahlaka dayanır.
Kesinlikle İslam sisteminde toplumsal düzeni bozacak, her
türlü huzursuzluğu gündeme getirecek gayri ahlaki kaide-
ler ve kurallar yoktur.
İşte bu sebeple, fertlerin İslam emirine itaatinden karı-
nın kocaya itaatine ve hatta fertlerin birbirleriyle ilişkile-
rine kadar belirtilen her meselede İslam’ın ahlak kuralla-
rına göre hareket edilir.

19 - Mü’min; Komşusuna İyilik Yapar, Eziyet Etmez:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Komşuna iyilik yap ki, mü’min olasın!”
(Tirmizi, Ahmed Hasen sahih dedi)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Allah-u Teâlâ’ya ve ahiret gününe iman eden kimse,
komşusuna eziyet etmesin!” (Buhari, Müslim)

Ebu Şerih radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve


sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Vallahi, iman etmiş olmaz! Vallahi, iman etmiş ol-
maz! Vallahi, iman etmiş olmaz!” Sahabeler:
“Kim ya Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem!” diye sordu-
lar. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:
“Komşusu, onun eziyetinden emin olmayan kişi...”
(Buhari-Edebü’l Müfret)
Komşuyu korumak ve ona eziyet etmemek, imanın ke-
malindendir. Bu sebeple mü’min, gücü nisbetinde komşu-
suna iyilik yapmalı ve eziyeti ondan kaldırmalıdır. Ona za-
rar verebilecek maddi veya manevi her türlü etkenden
142 Abdulhak el-Heytemi
uzak durmalıdır. Zira Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ha-
disinde, bir kimse komşusuna eziyet veriyorsa veya kom-
şusu, onun eziyetinden emin olamıyorsa, böyle birinin
imanının olamayacağını haber vermiştir. Bu ise, komşunun
komşu üzerindeki hakkının ne kadar büyük olduğunu ve
komşuya eziyetin büyük günahlardan olduğunu göster-
mektedir.
Bu sebeple mü’min bir kimse, diğer mü’min kardeşine
zarar verecek her tür eziyetten uzak durmalı, mahremine
bakmamalı, pis kokularla, rahatsız edici gürültülerle, çöp
gibi pisliklerle ve bunlar gibi komşuya rahatsızlık verecek
her türlü amellerle komşusunu rahatsız etmemelidir. Hatta
bu kaide, kâfir komşuya karşı da geçerlidir.
Bir hadisinde Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle de-
miştir:
“Cibril bana, komşunun komşu üzerindeki hakkın-
dan o kadar çok bahsetti ki, komşuyu komşuya mirasçı
yapacak sandım.”(30)
Mü’min, komşusuna hediyeler vererek, selam vererek,
güler yüz göstererek, halini ve ahvalini araştırarak onu
hoşnut etmeli, ihtiyaçlı olduğunu gördüğünde ise ona yar-
dım etmekten kaçınmamalıdır. Zira komşusuna hizmet
eden bir mü’min, asla zillete düşmez. Asıl zillete düşecek
olan, komşusunu kendisine hizmet ettirendir.

20 - Mü’min, Misafirine İkram Eder:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Allah-u Teâlâ’ya ve ahiret gününe iman eden, misafi-
rine ikram etsin” (Buhari, Müslim)

(30) (Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesei, Ebu Davud, İbni Mace)


MÜMİNİN SIFATLARI 143
Misafire, kâfir olsa bile ikram etmek, mü’minin ahlakın-
dandır. Fakat harbi olan kâfirlere ve mürtedlere ikram edil-
mez. Çünkü onların yaşama hakları yoktur.
Mü’mine iyi sözler söylemek, güler yüz göstermek ve
hizmet etmek gerekir. Çünkü bu ameller, ikramdan sayılan
amellerdir.

21 - İnsanlara İhtiyacını Belli Etmemek, Mü’mini Aziz


Kılar. Kıyamu’l Leyl Yapmak İse Onu Yüceltir:

Ali radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-


lem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Bir gün Cibril bana geldi ve şöyle dedi:
“Ey Muhammed! İstediğin kadar yaşa, bir gün ölecek-
sin. Dilediğin kimseyi sev, muhakkak ondan ayrılacak-
sın. Dilediğini yap, muhakkak onun karşılığını görecek-
sin. Şunu bil ki; mü’min, kıyamu’l leyl ile şeref kazanır,
insanlara muhtaç olmamakla da aziz olur.”(31)

Bu hadisteki Cibril aleyhisselam’ın hitabı, her ne kadar Ra-


sulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ise de, aslında bu hitap bü-
tün Müslümanlaradır.
Bu hadiste belirtildiği üzere; ne kadar yaşanırsa yaşan-
sın ölüm haktır ve vuku bulacak bir olaydır. Bu, kaçınılmaz
bir gerçektir.
Yine, sevilen şeylerden uzak kalmak da haktır. Bir şey
veya bir kimse ne kadar sevilirse sevilsin ölüm, kişiyle sev-
diği arasına girecektir.
İnsanlar dilediği şeyi yapmakta hürdür. Fakat şu unu-
tulmamalıdır ki; herkes büyük veya küçük, yaptığı her

(31) (Hakim, Ebu Naim, Münziri, El Iraki bu hadis için “hasen” dediler)
144 Abdulhak el-Heytemi
amelinden hesaba çekilecek ve amelinin karşılığını bula-
caktır.
Mü’minin kıyamu’l leyl yapması, onun şerefini arttırır.
Çünkü mü’min, Allah-u Teâlâ’nın azabından korkarak ve
rahmetini umarak gecesini namazla, zikirle ve Kur’an oku-
makla geçirirse onun yüzü nurlanır ve imanın alameti yü-
zünde belli olur. Bu sebeple geceyi bu şekilde geçirmek onu
şerefli kılar. Bu ne güzel bir şereftir!
Mü’minin insanlara muhtaç olmaması onu aziz kılar.
Çünkü mü’min, dünya malı ve dünya makamına kıymet
vermez. İnsanların malına ve makamlarına da değer ver-
mez. İnsanların elindeki mallara bakmaz, onlardan birşey
beklemez. Zira bunlar, Allah-u Teâlâ katında değersiz şey-
lerdir. Mü’min sadece Allah-u Teâlâ’nın razı olacağı şeyleri
ister ve onlara kıymet verir. Mü’min şunu da çok iyi bilir;
dünya malına ve insanların elinde olana bakmak, insanı ze-
lil kılar. İnsanın izzetini giderir. İşte bu sebeple mü’min,
azizken zelil duruma düşmemek için dünya metaına ve in-
sanların elindekine değer vermez. Böylece hep aziz olur.

22 - Mü’min Aynı Yerden İki Sefer Isırılmaz:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, bir yılan deliğinden iki sefer ısırılmaz.”
(Buhari, Müslim)
Mü’min dikkatlidir. Bu nedenle kandırılmaz. Şayet bir
meselede bir defa kandırılırsa ikinci defa o meselede daha
uyanık olur ve kesinlikle kandırılmaz. Tecrübelerinden do-
layı bazı insanlarda hüsnü zanı ortadan kaldırıcı ameller
gördüğü zaman, artık o şahıslara karşı daha dikkatli hare-
ket eder. Emin olmayan kimselere güvenmez, böyle kimse-
lere karşı tedbirini alır.
MÜMİNİN SIFATLARI 145
Ömer radıyallahu anh şöyle demiştir:
“Düşmanından emin olma. Emin olmayan arkadaşına
dikkat et! Emin kimse ise; Allah-u Teâlâ’dan hakkıyla kor-
kandır.”(32)

23 - Mü’min Tek Bir Bağırsaktan Yer:

İbni Ömer radıyallahu anhuma’dan, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, tek bir bağırsak ile yer. Kâfir ise yedi bağır-
sakla yer.”(33)
Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, tek bir bağırsakla içer. Kâfir ise yedi bağır-
sakla içer.” (Müslim, Tirmizi, Ahmed)
Bu hadislerde geçen “yemek” ve “içmek” lafızlarıyla sa-
dece yemek ve içmek kastedilmemektedir. Asıl kastedilen;
“dünya hırsı”dır. Mü’minde dünya hırsı olmaz, kâfir ise
dünyaya karşı hırslıdır.

24 - Mü’min, Abdestini Devamlı Muhafaza Eder:

Sevban radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve


sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Düzelin! Fakat Allah-u Teâlâ’nın emrettiği her şeyi
yapmanız mümkün değildir. Amellerinizin en hayırlısı-
nın namaz olduğunu bilin! Yine bilin ki, abdesti ancak
mü’min muhafaza eder.”(34)

(32) (Begavi-Şerhüs’sünne, İbni Hibban-Ravdat’ul Ukala)


(33) (Buhari, Müslim, Tirmizi, İbni Mace) (Bu hadis mütevatir bir hadistir)
(34) (Malik, Ahmed, İbni Mace, Darimi,Hakim rivayet etti ve “sahih” dedi.
İbni Hibban.)
146 Abdulhak el-Heytemi
Abdestli kalmak, imanın alametlerindendir. Ancak
mü’min olan abdestini muhafaza eder. Üstelik abdest te-
mizliktir. Temizlik ise imandandır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“Temizlik imanın yarısıdır.” (Müslim)
Abdest alan mü’min, hem bedenini hem de ruhunu te-
mizlemiştir. Her türlü pislikten arınmış temiz beden ve te-
miz ruh sahibi bir mü’min ise ancak cennete layıktır.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“İki şehadetle beraber abdest, cennetin kapısını açar.”
(Müslim)

25 - Allah-u Teâlâ, Mü’minin Günahını Affetmek İçin


Ona Musibet Verir:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Mü’min erkek ve kadın, Allah-u Teâlâ’ya kavuşun-


caya kadar nefsinden, malından ve çocuğundan dolayı
sürekli musibet görür.”(35)
Bu hadis, mü’minlere imtihan ve musibetler verildiği za-
man bunlara sabrettiklerinde imtihan ve musibetlerin kendi
faydalarına olduğunu göstermektedir. Zira imtihan ve mu-
sibetlere sabır, mü’mini aziz kılar, derecesini yükseltir.
Mü’minler, imanları ile aynı seviyede imtihan ve musi-
betlere müptela olurlar. İnsanlar içerisinde en fazla musi-
bete maruz kalanlar, imanı en kuvvetli olanlardır. Bu se-
beple en çok musibete nebiler, sonra da onlara yakın olan
kimseler maruz kalmıştır.

(35) (Tirmizi, Ahmed, Hakim rivayet etti ve “sahih” dedi. Zehebi de bunu
destekledi. Begavi-Şerhüs’sünne’de rivayet etti ve “hasen-sahih” dedi)
MÜMİNİN SIFATLARI 147
Herkese dininin kuvvetine göre musibet verilir. Allah-u
Teâlâ mü’minin nefsine, malına ve çocuklarına musibet
vere vere onun bütün günahlarını siler. Tabi ki mü’min ku-
lun bu musibetlere sabretmesi şartı ile... Şayet bu musibet-
lere sabretmez, bilakis isyan ederse günahları silinmeye-
ceği gibi, daha da çoğalacaktır.
Allah-u Teâlâ kâfirlere de musibet verir. Fakat onlar bu
musibetlere sabretseler bile onların günahlarını silmez.
Kâfirler günahlarının silinmesini istiyorlarsa, öncelikle her
türlü şirk ve küfürlerinden arınmaları gerekir. Ancak böyle
yaptıkları zaman Allah-u Teâlâ’dan, günahlarını silmesini
bekleyebilirler. Zira Allah-u Teâlâ, ancak mü’min kimsele-
rin günahlarını siler ve affeder. Bu nedenle mü’mine mut-
laka musibet isabet etmesi şart değildir. Çünkü bu konuda
mü’mine musibet isabet etmesiyle etmemesi arasında bir
fark yoktur.

26 - Mü’min Sövmez, Lanet Etmez, Kötü Söz


Söylemez:

İbni Mes’ud radıyallahu anhuma’dan Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, insanların nesebine sövmez. Mü’min, la-
netçi değildir. Mü’min, kötü ve pis söz söylemez.”(36)

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Doğru olan kişi, lanetçi ve sövücü olmamalıdır.”
(Müslim)

(36) (Buhari-Edebül Müfret, Tirmizi, İbni Hibban, Hakim, Ahmed


sahih senetle rivayet ettiler.)
148 Abdulhak el-Heytemi
İbn Hibban şöyle dedi:
“Akıllı olan kimse, kendisine yapılan kötülüğe kötü-
lükle karşılık vermez. Sövme ve lanetlemeyi düşmanına
karşı silah olarak kullanmaz. Bu sebeple düşmanına karşı
bir silah kullanmak istiyorsan, öncelikle onun ayıbını dü-
zelt ve sana laf atmasını sağlayacak bir kötülük yapma! Ai-
leni de koru ki, düşmanının sana söyleyebileceği bir sözü
olmasın.” (Ravdatu’l Ukala s: 94)

Mü’minin her türlü sövgü, kötü söz ve mü’mine yakış-


mayacak amellerden uzak durması gerekir. Mü’minin
böyle amellerden uzak durması, onun kalitesinin iyi oldu-
ğunu gösterir.
Bazı kimseler, bir kavme ya da birtakım kimselere laf
atar, onlar hakkında ağza alınmayacak sözler söylerler. İşte
bunların her biri yapılmaması gereken birer sövgüdür.
Gerçek mü’min, bu gibi hallerden kendisini sakındırır. Bu
gibi hallerden sakınmayanlar ise imanın kalplerine yerleş-
mediği, cahiliye kirinden tam temizlenmemiş ve hastalıklı
kimselerdir.
Yine gerçek mü’min, kendisine söven kimseye sövgüyle
karşılık vermez. Zira kendisine sövülmesi, karşısındakine
sövme hakkını ona vermez. Kaldı ki sövme işine ilk başla-
yan daha büyük günah işlemiştir. Bunu kızarak yapmak ise
mazeret değildir.

27 - Mü’min İçin Dünya Zindandır:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Dünya mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir.”(37)

(37) (Müslim, Tirmizi, İbn Hibban, İbn Mace, Ahmed)


MÜMİNİN SIFATLARI 149
Dünya, kendisi için zindan olmayan mü’min değildir.
Zindan; bir şeyin belli bir sınır içinde tutulduğu yerdir. Al-
lah-u Teâlâ da mü’min için sınırlar çizmiştir. Bu sınırlar
şunlardır:
Birinci sınır: Kalpte sadece Allah-u Teâlâ’nın sevgisini
ve rızasını bulundurmak ve sürekli olarak Allah-u
Teâlâ’nın rızasını gözetmektir. Mü’min kul, kalbini işte bu
şekilde Allah-u Teâlâ’nın sınırları içine hapsetmiştir. Kâfir
ise böyle değildir. Çünkü kâfir, Allah-u Teâlâ’nın razı ol-
madığı insanları sever ve onların rızasını elde etmek için
çalışır. Böylece kalbini, insanların çizdiği sınırlara açık tu-
tar. İnsanların sunduğu şeyleri, Allah-u Teâlâ’nın razı olup
olmadığına bakmaksızın hemen kabullenir. Hiçbir kaygı
duymadan rahatlıkla günah işler ve oldukça rahat yaşar.
İkinci sınır: Mü’minin dili, ancak Allah-u Teâlâ’nın razı
olduğu ve sevdiği şeyleri konuşur. Bu sebeple mü’minin
dili, Allah-u Teâlâ’nın sınırları içine hapsedilmiştir. Zira
mü’min, konuştuğunda hep Allah-u Teâlâ için konuşur,
Allah-u Teâlâ’yı zikretmekten bir an geri kalmaz. Kâfir ise
böyle değildir. Kâfir dilini ancak dünyalık için, insanların
hoşnutluğunu kazanmak için ve Allah-u Teâlâ’ya isyan
olan sözleri sarf etmek için kullanır. Böylece kendince gü-
zel bir yaşam sürer.
Üçüncü sınır: Mü’minin bütün uzuvları Allah-u
Teâlâ’nın razı olduğu ve sevdiği işleri yapar ve böyle işlere
koşarlar. Çünkü mü’minin bütün uzuvları Allah-u
Teâlâ’nın sınırları içine hapsedilmiştir. Kâfir ise böyle de-
ğildir. Onlar uzuvlarını, Allah-u Teâlâ’nın haram kıldığı fi-
illeri yapmaktan engellemezler. Zira onlar, hayatlarını Al-
lah-u Teâlâ’nın sınırları dahilinde şekillendirmemektedir-
ler. Nefislerinin, heva ve heveslerinin istedikleri şekilde ha-
yatlarını sürdürürler. Böylece güzel bir hayat yaşadıklarını
sanırlar. Oysa bu hayatta her türlü pislik, çirkeflik vardır.
150 Abdulhak el-Heytemi
Buna rağmen kendilerini güzel yaşadıklarına inandırırlar.
Ama hayat, sadece dünyadaki hayat değildir. Bir de ahiret
hayatı vardır. Kâfirler, ahiret hayatını hiç mi hiç akıllarına
getirmezler. Fakat onların dünyada rahat yaşamaları ve Al-
lah-u Teâlâ’nın koyduğu sınırları tanımamaları, maalesef
onları cehenneme sürükleyecektir.
Fakat mü’min böyle değildir. Mü’min sürekli olarak ahi-
reti hatırlar. Zira mü’min bilir ki, kendisini Allah-u
Teâlâ’nın sınırları içine hapsetmezse ahiret mutluluğunu
elde edemez. Bu sebeple kendisini dünyada hapsederek
ahiret mutluluğunu elde etmek ister.
İbni Kayyım şöyle dedi:
“Allah-u Teâlâ’nın rızasını ve ahiret mükâfatını isteyen
kimse, kendisini şu iki hapse sokmalıdır:
Birincisi; kalbini sadece Allah-u Teâlâ’ya yönelterek
hapseder. Böylece sadece Allah-u Teâlâ’nın rızasını elde et-
meye çalışır. O’ndan başkasının rızasını istemez ve O’ndan
başkasının rızasını önemsemez.
İkincisi; dilini, Allah-u Teâlâ’yı çokça zikretmek, ima-
nını ve bilgisini artıracak şeyleri söylemek gibi faydalı şey-
ler için hapseder. Yine bütün uzuvlarını, her türlü günahı
işlemekten alıkoyarak sadece Allah-u Teâlâ’nın farz kıldığı
ve mendup olan ameller için hapseder.
Mü’min kul, Allah-u Teâlâ’ya kavuşuncaya kadar böyle
yapar. Böyle yaptığı içindir ki, Allah-u Teâlâ onu bu hapis
hayatından kurtarır, ona çok geniş ve çok güzel bir hürriyet
verir. Kul, ne zaman bu iki hapse sabretmez, ondan kaçar
ve şehvetinin esiri olursa, bu dünyadan ayrıldığı zaman en
dar ve en korkunç hapse girer.
Bu sebeple, dünyadan ayrılan her bir insan ya hapisten
çıkıp mutlak hürriyete kavuşur ya da hürriyetini kaybedip
hapse girer. Muvaffak kılan Allah-u Teâlâ’dır.”
(El-Fevaid s: 54)
MÜMİNİN SIFATLARI 151
El Menavi Feth’ul Kadir kitabında şöyle bir rivayet zik-
retti:
“Hafız İbni Hacer, kadılar kadısı olduğu zaman çok gös-
terişli ve heybetli konvoyla çarşıya girdi. Bu sırada sıcak
yağ satan bir Yahudi koşarak onun yanına geldi. Yahudi-
nin elbisesi yağla kirlenmiş, pis ve çirkin bir elbiseydi. Ya-
hudi, İbni Hacer’in katırının gemini tuttu ve ona şöyle dedi:
“Ey İslam şeyhi! Sizin nebinizin:
“Dünya; mü’minin zindanı, kâfirin cennetidir.” dedi-
ğini iddia ediyorsunuz. Sen bu durumdayken hangi ha-
piste, ben ise hangi cennetteyim, bana haber verir misin?”
Hafız İbni Hacer ona şöyle cevap verdi:
“Allah-u Teâlâ’nın kıyamet gününde bana hazırlayaca-
ğına nazaran ben şimdi bir hapisteyim. Sen ise Allah-u
Teâlâ’nın ahirette senin için hazırladığı azaba nazaran cen-
nettesin.” Bunu duyan Yahudi Müslüman oldu.”
(Fethu’l Kadir c: 2 s: 546)

28 - Mü’min, Allah-u Teâlâ’nın Kaza ve Kaderine Rıza


Gösterir.

Suheyb radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve


sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’minin durumuna hayret edilir. Her durumu ha-
yırlıdır. Bu durum sadece mü’min içindir. Eğer ona bir
iyilik isabet ederse şükreder ve bu, onun için hayırlı olur.
Eğer ona bir kötülük isabet ederse sabreder ve bu onun
için hayırlı olur...” (Müslim)
İnsana ya iyilik isabet eder ya da kötülük... Mü’min, her
ikisinin de Allah-u Teâlâ’dan olduğunu bilir. Bu sebeple
kendisine hayır isabet ettiğinde şükreder, kötülük isabet et-
tiğinde ise sabreder.
152 Abdulhak el-Heytemi
Mü’min, kendisine kötülük isabet ettiğinde sabrederse,
acısı (ızdırabı) hafifler ve böylece başına gelen kötülük
onun için hayırlı olur. Ayrıca sabrettiği ve Allah-u
Teâlâ’nın kaderine rıza gösterdiği için mükâfat da kazanır.
Kâfirlerin sabrı ise kendilerine bir fayda sağlamaz. Çünkü
onlar, Allah-u Teâlâ’nın kazasına rıza göstermezler. İşte bu
sebeple başlarına gelen kötülüklere sabretmezler. Belki ba-
zıları sabredebilir. Fakat onların bu sabrı, tıpkı sabırlı hay-
vanlarınki gibi olur.

29 - Mü’min, İnsanlarla Haşir Neşir Olur, Onların


Eziyetlerine Sabreder, Onlardan Kaçmaz:

İbni Ömer radıyallahu anhuma’dan, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“İnsanlarla haşir neşir olan ve onların eziyetlerine
sabreden mü’min, onlarla haşir neşir olmayan ve eziyet-
lerine sabretmeyen mü’minden daha hayırlıdır.”(38)

İnsanoğluna ne kadar iyilik yapılırsa yapılsın, bir kere


istemediği bir şey kendisine yapılsa hemen eziyete kalkışır.
Fakat mü’min böyle eziyetlere sabreder. Zira mü’min, in-
sanların hoşuna gitmese bile Allah-u Teâlâ’nın emirlerine
uymaktan çekinmez. İnsanları, nefislerinin ve şeytanın ho-
şuna gitmeyen şeylere davet eder. İşte bu sebeple insanlar
böyle bir kimseyi sevmezler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-
lem, Allah-u Teâlâ’nın ayetlerini okuduğunda müşriklerin
parmaklarını kulaklarına tıkamalarının sebebi de işte bu-
dur!

(38 ) (Ahmed, Buhari-Edeb’ul Müfred, Tirmizi, İbn Mace, Hafız İbni


Hacer-Fethu’l Bari’de bu hadis için “senedi hasendir” dedi.)
MÜMİNİN SIFATLARI 153
Bütün bunlara rağmen Allah-u Teâlâ’nın emirlerine it-
aat ederek insanlarla mücadele etmek, onların eziyetlerine
sabretmek ve böylece onlara hakkı tebliğ etmek, onları bı-
rakıp gitmekten daha hayırlıdır. Böyle yapmak mü’mine
büyük mertebeler kazandırır. Fakat insanlarla mücadele
anında dinden taviz verme, haram ve küfür işleme veya
onların eziyetlerine güç yetirememe söz konusu olursa, işte
o zaman onlardan ayrılmak daha hayırlı olur.

30 - Mü’min Kuvvetli Olmalıdır:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kuvvetli mü’min, zayıf mü’minden daha hayırlı ve
Allah’a daha sevgilidir. Ancak her ikisinde de hayır var-
dır.” (Müslim)
Kuvvetli mü’min zayıf mü’minden daha hayırlıdır. Fa-
kat buradaki kuvvet, sadece fiziki kuvvet değildir. Bura-
daki kuvvet ruhi kuvvettir. Bu sebeple gerçekten kuvvetli
mü’min, Allah-u Teâlâ’nın emirlerine kuvvetle sarılandır.

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Size verdiğimize sımsıkı sarılın!” (el-Bakara: 63)
Mü’min; dininde, imanında, şahsiyetinde, İslam’a bağlı-
lığında kuvvetlidir. Vücudu kuvvetlidir, sağlığı kuvvetli-
dir. Asla korkaklık ve zayıflık göstermez. Allah-u Teâlâ yo-
lunda bütün meşakkatlere tahammül eder. Bu kuvvetin
mü’minde olması Allah-u Teâlâ’ya karşı imanının ve yaki-
ninin kuvvetli olmasındandır. Kuvvetli olan mü’min, emri
bi’l maruf nehyi anil münkerde de kuvvetli ve sabırlıdır.
İnsanlara emri bi’l maruf nehyi ani’l münker yaptığından
dolayı başına gelen eziyetlere karşı da sabırlıdır.
154 Abdulhak el-Heytemi
Mü’min sabrı gerektiren namaz, oruç ve bunlar gibi iba-
detleri yapma konusunda da sabırlıdır. Bütün ibadetlerini
sabırla yerine getirir. İbadetlerini yerine getirme konu-
sunda asla tembellik göstermez.

31 - Mü’min, Kendi Nefsi İçin Sevdiğini Diğer


Mü’min İçin de Sever:

Enes radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-


lem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kendi nefsiniz için sevdiğinizi, kardeşiniz için de
sevmedikçe hiçbiriniz mü’min olmaz.”
(Buhari, Müslim, Nesei)

Bu hadiste bildirildiği üzere, mü’min bir kimse kendi


nefsine yapılmasını istemediği şerrin mü’min kardeşine de
isabet etmesini istememesi gerekir. Aynı şekilde kendi
nefsi için istediği hayrı mü’min kardeşi için de istemesi ge-
rekir.
Mü’min, kendi ticaretinin iyi olmasını istediği gibi
mü’min kardeşlerinin de ticaretinin iyi olmasını ister.
Kendi menfaatini istediği her meselede mü’min kardeşinin
de menfaatini ister.
İslam dini, mü’minlerin her türlü konuda birbirlerine
yardımcı olmalarını emretmiştir. Bu sebeple mü’minin, di-
ğer mü’min kardeşini kendi nefsinden ayırmaması gerekir.

32 - Mü’min, Allah-u Teâlâ İçin Sever, Allah-u Teâlâ


İçin Buğzeder:

Ebi Umamete radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
MÜMİNİN SIFATLARI 155
“Allah-u Teâlâ için seven, Allah-u Teâlâ için buğze-
den, Allah-u Teâlâ için veren ve Allah-u Teâlâ için ver-
meyen kimsenin imanı tamamlanmış olur.”
(Ebu Davud, Ahmed, Tirmizi; senedi hasendir)

Bir başka hadiste şöyle buyuruyor:


“İmanın en sağlam düğümü; Allah-u Teâlâ için sev-
mek, Allah-u Teâlâ için buğzetmektir.” (Müslim)
Mü’min, ancak Müslümanları sever. En yakın akrabası
bile olsa kâfirleri asla sevmez. Mü’min, bütün bunları Allah
için yapar; mü’minleri Allah-u Teâlâ için sever, kâfirlere
Allah-u Teâlâ için buğzeder.
Allah-u Teâlâ için sevmek; Allah-u Teâlâ’nın sevdiği in-
sanları sevmek, sevmediklerini sevmemektir. Allah-u
Teâlâ ise sadece mü’minleri sever, kâfirleri sevmez. Bu se-
beple mü’mine düşen görev, bütün mü’minleri sevmektir.
Fakat mü’minleri sevmek de yeterli değildir. Aynı za-
manda kâfirlere de buğzetmek gerekir. İşte, ancak bu iki
unsur sağlandığı zaman iman gerçek keyfiyetini bulur.
Bir kimsenin diğer bir kimseye olan sevgisi, ancak hare-
ketlerinden belli olur. Nitekim seven kimse, sevgisini boza-
cak hareketlerden uzak durur; bilakis sevgisini artıracak ve
doğrulayacak ameller yapar. Hatta mü’min bir kardeşinde
bir hata görse onun hatasını desteklemez, bilakis düzelt-
meye çalışır. Zira mü’min, mü’min kardeşinin hatasını dü-
zeltmediğinde onu gerçekten sevmediğini, sevginin sadece
sözlerden ibaret olduğunu veya böyle bir sevgiyi Allah-u
Teâlâ için değil, nefsi için yaptığını bilir. Çünkü bu sevgi
Allah-u Teâlâ için olsaydı, kardeşinde Allah-u Teâlâ’nın
sevmediği amelleri gördüğü zaman hemen onu düzeltirdi.
Fakat hata işleyen kimseyi hatasında desteklemek, onun
kötü amellerini arttırmasına sebep olur. Bunun için
156 Abdulhak el-Heytemi
mü’minler, mü’minlerin hatalarını düzeltmek için çalışma-
lıdırlar. İşte, kalpteki mü’minlere olan sevginin alametle-
rinden birisi de budur!
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir:
“İster zalim olsun ister mazlum olsun, Müslüman kar-
deşinize yardım edin!” Bunun üzerine sahabeler şöyle de-
diler:
“Ya Rasulullah! Mazluma yardım ederiz, fakat zalime
nasıl yardım edeceğiz?” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
onlara şöyle cevap verdi:
“Onun, mazluma zulüm yapmasını engelleyerek yar-
dım edersiniz.” (Buhari)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Muhakkak ki mü’minler (dinde) kardeştir. (İhtilafa dü-
şen) Kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (el-Hucurat: 10)

O halde mü’min, diğer mü’min kardeşine her halukarda


yardım etmelidir. Yardım etmede mü’mini ya da kâfiri ter-
cih etme söz konusu olduğunda, kesinlikle mü’mini seçme-
lidir. Çünkü bu, mü’min kalabilmenin şartıdır.
Kâfirler, ancak buğzedilmeyi hakeden kimselerdir.
Buğz; Allah-u Teâlâ’nın sevmediğini sevmemek ve bunun
gereğince ameller yapmaktır. Allah-u Teâlâ kâfirleri asla
sevmez. Bu sebeple kâfirler asla sevilmemelidir.
Onlarda sevilecek bir tek şey vardır; o da hidayetleridir.
Bu sebeple bu konuda mü’mine düşen görev; kâfir olan in-
sanların, özellikle de akrabalarının Müslüman olması için
gayret sarf etmek, tebliğini, tebliğ şartlarına uygun olarak
yaymaktır.
Yine mü’min, özellikle dini ve toplumsal konularda ha-
tasını düzeltmeyen, hatasında ısrar eden ve bilinçli olarak
hata yapan Müslüman kardeşlerine karşı da tavır alabilir.
MÜMİNİN SIFATLARI 157
Böyle kişilere sevgisi azalabilir. Mü’minin bu tavrı da meş-
rudur ve mü’minleri sevmesinin bir alametidir.
Çünkü hatalı Müslüman, bir konuda diğer kardeşlerin-
den sert tavır gördüğünde eğer gerçekten Müslümanları
seven bir mü’min ise düşünecek, hatasından mutlaka dö-
necek ve ısrar etmeyecektir.
Fakat hatasında ısrar ettiği zaman, Müslümanlar onunla
haşır neşir olmayacak, böylece hem kendi nefislerini hem
de diğer Müslüman kardeşlerini böyle insanların fitnele-
rinden koruyabilecekler, böyle kimseler de fitnelerini İslam
toplumunda yayma ortamı bulamayacaklardır. İşte,
mü’minin bu tavrı da mü’minleri sevmesinin bir alameti-
dir.

33 - Mü’min Çokça Kur’an Okur:

Kur’an okuyan mü’minin misali; kokusu güzel, meyvesi


tatlı “etrucce” bitkisi gibidir.

Ebu Musa el Eşari radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kur’an okuyan mü’min, etrucce meyvesi gibidir. Ko-
kusu ve tadı güzeldir. Kur’an okumayan mü’min ise
hurma gibidir. Kokusu yoktur, fakat tadı güzeldir.
Kur’an okuyan münafık reyhana benzer. Kokusu güzel,
tadı ise çok acıdır. Kur’an okumayan münafık ise Ebu Ce-
hil kavunu gibidir. Ne tadı ne de kokusu güzeldir.”
(Buhari, Müslim)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu hadisinde dört sınıf
insanı, ikisi ağaçta (hurma ve etrucce), ikisi de toprak da
(reyhan ve Ebu Cehil kavunu) olmak üzere dört ayrı ürüne
benzetmiştir.
158 Abdulhak el-Heytemi
Bu ürünleri araştırmaya kalkarsak şu özelliklere sahip
olduklarını görürüz:
Etrucce: Kokusu güzel, tadı çok lezzetli ve çok faydalı
bir meyvedir. Bu meyvenin kabuğu, eti, çekirdeği saran bir
tabakası ve çekirdeği vardır. Bu dört tabakanın her birinin
de ayrı bir özelliği vardır. Kabuğu; sıcak ve sert, eti; sıcak
ve yumuşak, çekirdeği saran tabaka; soğuk ve sert, çekir-
deği ise; sıcak ve serttir.
Her mü’minde bir tek iman vardır. Fakat bu iman,
Kur’an okunmadan da elde edilebilir. Zira tat, kokudan
daha önemlidir ve daha gereklidir. Çünkü koku gidici, tat
ise kalıcıdır. İşte bu sebeple Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-
lem, Kur’an okuyan mü’mini tatlı ve kokusu güzel etrucce
meyvesine benzetmiştir. Allah-u Teâlâ’nın kitabını oku-
yan, onunla amel eden mü’min de böyledir. Zira mü’min-
deki iman sıfatı; meyvenin tadı, Kur’an okuma sıfatı ise;
meyvenin kokusu gibidir ve mü’minin her şeyi faydalıdır.
Hurma: Tadı çok güzel, fakat kokusu olmayan, vücuda
çok faydalı bir meyvedir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kur’an okumayan
mü’mini hurmaya benzetmiştir. Çünkü Kur’an okumayan
mü’min, imanı sebebiyle yine de faydalıdır.
Reyhan: Kokusu güzel, fakat tadı çok kötü bir bitkidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kur’an okuyan müna-
fığı reyhana benzetmiştir. Zira münafığın kalbi küfürle
dolu olduğu için tadı (imanı) yoktur. Okuduğu Kur’an ken-
disine fayda vermez, gırtlağından aşağı inmez ve kalbine
girmez. Fakat okuduğu Kur’an insanlara fayda sağlayabi-
lir. Tıpkı reyhanın güzel koku salarak insanları kokusun-
dan faydalandırması gibi...
Ebu Cehil kavunu: Kokusu da tadı da güzel olmayan
bir bitkidir. Kokusu yoktur, tadı ise acıdır.
MÜMİNİN SIFATLARI 159
İşte bu sebeple Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, Kur’an
okumayan münafığı kokusu ve tadı olmayan, bilakis acı
olan Ebu Cehil kavununa benzetmiştir. Zira kalben kâfir
olan üstelik Kur’an da okumayan münafık, hem iman sa-
hibi değildir hem de insanların kendisinden faydalanacağı
bir özelliğe sahip değildir.

34 - Mü’min, Rasulullah (s.a.s)’i Kendi Nefsinden,


Çocuğundan, Babasından Ve Bütün İnsanlardan
Daha Çok Sever:

Enes radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sel-


lem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Beni babasından, çocuğundan ve bütün insanlardan
daha çok sevmedikçe hiçbiriniz mü’min olamaz.”
(Buhari, Müslim)

Abdullah b. Hişam radıyallahu anh dedi ki:


“Biz, Rasulullah ile beraberdik. Rasulullah, Ömer radıyal-
lahu anh’ın elini tuttu. Ömer radıyallahu anh, Rasulullah sallal-
lahu aleyhi ve sellem’e şöyle dedi:
“Ey Allah’ın rasulü! Nefsim hariç, sen bana her şeyden
daha sevgilisin!” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:
“Hayır, ya Ömer! Nefsim elinde olan Allah-u Teâlâ’ya
yemin ederim ki ben sana, nefsinden daha sevgili olma-
dıkça olmaz.” Bunun üzerine Ömer radıyallahu anh ona:
“Ey Allah’ın rasulü! Vallahi şimdi sen bana, nefsimden
daha sevgilisin” dedi. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem ona:
“İşte şimdi oldu, ey Ömer” dedi.” (Buhari)

İbni Receb el-Hanbelî şöyle dedi:


160 Abdulhak el-Heytemi
“Bilinen şudur ki; Rasulü sevmek, Allah-u Teâlâ’nın
sevgisine tabidir. Rasul; Allah-u Teâlâ’nın onu sevdiğinden
ve onun sevilmesini, ona itaat edilmesi ve tabi olunmasını
emrettiğinden dolayı sevilir.” (İstinşak Nesim’ul Uns s: 8)

35 - Mü’min Kıskançtır:

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu


aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min kıskançtır. Allah-u Teâlâ ise ondan daha kıs-
kançtır.” (Müslim)

Kıskançlık; sevdiği birşey için kıskanmak ve sevdiğini


birşeyden kıskanmak olmak üzere iki çeşittir.

Sevdiği için kıskanmak; sevdiğini korumak, ona eziyet


gelmesini ve başkasının ona ortak olmasını istememektir.
İnsanın sevdiğini kıskanması, sevdiğine ortak kabul etme-
mesiyle olur.
Bu kıskançlık mahlûk için iyidir. Ancak Rasulullah sal-
lallahu aleyhi ve sellem ve âlimlere karşı bu tür kıskançlık iyi
değildir. Çünkü bunların sevgisinde ortaklık kabul edilir.
Allah-u Teâlâ’yı sevmede kıskançlık ise sevgiyi ve bu
sevginin gereği olan ameli O’ndan başkasına gösterme-
mek, böylece bütün amelleri Allah-u Teâlâ için yapmak ve
vakti Allah-u Teâlâ için harcamaktır.
Sevdiğini bir şeyden kıskanmak ise; kişinin sevdiğini
başkasıyla paylaşmamasıdır. Mü’min, hanımını ve benzeri
ona ait olan şeyleri başkasıyla paylaşmaz. Fakat sevdiği
malı paylaşabilir. Allah-u Teâlâ, Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem ve âlimler konusunda sevgi paylaşılabilir. Bu ko-
nuda erkek ve kadın arasında herhangi bir fark yoktur.
MÜMİNİN SIFATLARI 161
Bir şeyi seven, bu sevgisini engelleyecek hiçbir şeyi sev-
mez. Hadiste kastedilen kıskançlık işte budur.
Mü’min en çok Allah-u Teâlâ’yı ve Rasulünü sever. Bu
sebeple bu sevgiyi engelleyecek her türlü amel ve sözden
uzak durmalı, yapılan her ameli ve söylenen her sözü Al-
lah-u Teâlâ için yapmalı ve söylemeli, amellerine riya ka-
rıştırmamalı, kendisini tamamen Allah-u Teâlâ’ya yönelt-
meli, Allah-u Teâlâ’ya karşı yapması gereken sorumluluk-
larını engelleyici her türlü etkenden beri olmalı ve böylece
bütün vaktini Allah-u Teâlâ için harcamalıdır.
Hadiste bildirilen Allah-u Teâlâ’nın kıskanç olması laf-
zındaki kıskançlık sıfatı, mahlûkun kıskançlık sıfatı gibi de-
ğildir. Burada kastedilen Allah-u Teâlâ’nın kıskanması; ku-
lunun, kendisinden başkasına ibadet etmemesi, günah işle-
yerek O’na karşı gelmemesi ve kullarının sevgisinin sadece
kendisine has olmasını istemesidir. İşte Allah-u Teâlâ’nın
kıskançlığı bu noktadadır. Bu sebeple Allah-u Teâlâ, gerek
zahiri gerekse batıni bütün amellerin kendi rızası için ya-
pılmasını ister.

36 - Mü’mininin Ölüm Anındaki Ve Mezardaki


Durumu:

İbn Abbas radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi ve


sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’min, her halde hayır içindedir. Ruhu bedeninden
çıkarıldığı zaman Allah-u Teâlâ’ya hamd ederken çıkarı-
lır.” (Ahmed, Nesei, Bezzar; sahih senetle)
Bera b. Azib radıyallahu anh bir gün Horasan’da bulunan
mü’min bir kardeşini ziyarete gitti. Fakat o, ölmek üze-
reydi. Onun alnında bir ter gördü ve şöyle dedi:
“Allahu ekber! Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle
dediğini duydum:
162 Abdulhak el-Heytemi
“Mü’minin ölümü, alnının terlemesi iledir.”(39)
Mü’min, dünyadaki ufak tefek günahları sebebiyle
ölüm anında çektiği sıkıntı sonucu terler ve böylece Allah-
u Teâlâ’ya günahsız olarak kavuşur.

Bera b. Azib radıyallahu anh’den, Rasulullah sallallahu aleyhi


ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Mü’minin dünyayla ilişkisi kesilip ruhu bedeninden
ayrılırken, yüzleri sanki güneş gibi bembeyaz olan me-
lekler gökten iner. Onların ellerinde cennetten bir kefen
ve bir de tabut vardır. Mü’mini, kendilerini görecek şe-
kilde oturturlar. Sonra ölüm meleği gelip mü’minin ba-
şına oturur ve şöyle der:
“Ey temiz nefis, temiz ruh! Allah-u Teâlâ’nın rızasını
kazanmış olarak çık!” Böylece ruh, sanki bir kaptan dam-
layan damla gibi bedenden çıkar ve ölüm meleği onu
alır...”

Başka bir rivayette şöyle geçmektedir: “...ruhu çıktı-


ğında gökteki ve yerdeki bütün melekler ona dua eder.
Sonra göklerin kapıları açılır. Her kapının görevlisi olan
melekler, bu mü’min kul kendi kapılarından girsin diye
Allah-u Teâlâ’ya dua ederler...”
Ölüm meleği mü’minin ruhunu aldığı zaman hiç beklet-
mez. Hemen onu cennetten getirdiği kefene sarar ve sonra
tabutun içine koyar. İşte Allah-u Teâlâ’nın:
“Sonunda sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman el-
çilerimiz onun hayatına son verirler. Onlar (bu işte) kusur
etmezler.” (el-En’am: 61) ayetinin manası budur.
Mü’minin ruhu cesedinden ayrıldığı zaman, tıpkı yer-
yüzünde bulunan en güzel misk kokusu gibi etrafa güzel

(39) (Ahmed, Nesei, Tirmizi rivayet etti ve “sahih” dedi, Hakim, İbni Mace
sahih senetle rivayet ettiler.)
MÜMİNİN SIFATLARI 163
bir koku yayar. Ölüm meleği bu ruh ile göğe çıkar. Her geç-
tiği melekler topluluğu ona şöyle sorar:
“Bu temiz ruh kimindir?” Onlara şöyle cevap verilir:
“Bu, filan oğlu filanın ruhudur.” Böylece onu dünya-
daki en güzel isimle anarlar. Bu, dünya göğüne varıncaya
kadar böyle devam eder. Dünya göğüne varınca, göğün ka-
pısının açılması için izin verilir ve kapı açılır. Bu gökte bu-
lunan melekler, ikinci göğe varıncaya kadar ona eşlik eder-
ler. Yedinci göğe çıkıncaya kadar böyle devam eder. Allah-
u Teâlâ şöyle der:
“Bu kulumun kitabına, en yüksek mertebede olaca-
ğını yazın! Yüksek mertebeler nedir, bilir misiniz?” Böy-
lece o kulun kitabına, yüksek mertebelilerden olduğu yazı-
lır. Sonra Allah-u Teâlâ şöyle buyurur:
“Onu, yeryüzüne geri döndürün! Çünkü ben onlara:
“Sizi ondan yarattım, oradan çıkaracağım” diye söz ver-
dim.”
Böylece o kul, yeryüzüne döndürülür ve ruhu cesedine
iade edilir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle devam etti:
Öyleki, kendisini defneden arkadaşlarının ayak sesle-
rini bile duyar. Sonra şiddetli iki melek gelerek onu
uyandırır ve oturtarak ona şöyle sorarlar:
“Rabbin kimdir?” O:
“Rabbim Allah’tır” der. Ona tekrar şöyle sorarlar:
“Dinin nedir?”
“Dinim, İslam’dır” der.
“Bu size gönderilen adam kimdir?” diye sorarlar.
“O, Allah-u Teâlâ’nın rasulüdür” diye cevap verir.
“Dünyada ne yaptın?” diye sorduklarında:
“Kur’an okudum, ona iman ettim ve onu doğruladım”
der.
Başka bir rivayette:
164 Abdulhak el-Heytemi
İki melek onu uyandırır ve ona şöyle sorar:
“Rabbin kim, dinin ne, nebin kim?” İşte bu, mü’minin
en son maruz kalacağı imtihandır. Allah-u Teâlâ şöyle bu-
yuruyor:
“Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sa-
pasağlam sözle sebat içinde kılar.” (İbrahim: 27)
Mü’min şöyle cevap verecek:
“Rabbim Allah, dinim İslam, nebim Muhammed’dir.”
Bunun üzerine gökten bir çağrıcı şöyle seslenecek:
“Bu doğru söyledi. Cennetin yerini ona gösterin! Cen-
netten ona döşek yapın! Onu cennetten giydirin ve ona cen-
netten bir kapı açın!”
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle devam etti:
Cennetin güzel kokusundan ve güzel havasından ona
gelir. Mezarı, gözün görebildiği kadar genişler. Sonra
ona güzel yüzlü, güzel elbiseli ve güzel kokulu bir adam
gelerek şöyle der: “Seni müjdeliyorum. Sen hoşuna gi-
den şeyler göreceksin!”
Başka bir rivayette:
“Allah-u Teâlâ’nın senden razı olduğunun müjdesiyle
ve sonsuza kadar içinde kalacağın, sonsuz nimetler ihtiva
eden cennetin müjdesiyle seni müjdeliyorum. İşte bu,
sana daha önce söz verilen nimettir!” Mü’min ona şöyle
der:
“Allah seni hayırla müjdelesin! Sen kimsin? Senin yü-
zün, hayır getiren bir yüzdür.” Adam şöyle der:
“Ben, senin salih amelinim. Ben, senin Allah’a itaat
konusunda çok hızlı, Allah-u Teâlâ’ya masiyet konu-
sunda ise çok yavaş olduğunu bilirim. Allah-u Teâlâ seni
hayırla mükâfatlandırdı.”
Sonra o mü’min için cennetten bir kapı ve cehennem-
den de bir kapı açılır. Cehenneme işaret ederek:
MÜMİNİN SIFATLARI 165
“Allah’a karşı gelseydin, yerin burası olurdu. Allah-u
Teâlâ bu yerini, cennetten gördüğün şu yerinle değiştire-
cek.” Mü’min cennette bulunan nimetleri görünce diye-
cek ki:
“Ey Rabbim! Aileme ve malıma dönmemem için kıya-
met gününün kopmasını acele gerçekleştir!” Ona şöyle
denir: “Sakin ol, endişelenme!”(40)

İşte mü’minin ölüm anındaki hali böyledir!


Ey Allah’ın kulu! Gerçek manada mü’min isen bil ki,
ölüm anındayken senin halin de böyle olacak, sonun da
böyle olacak! Ne mutlu sonu böyle olanlara!
Mü’minin kabrindeki sıfatı da böyledir. İşte bu, ne güzel
bir sıfat ve ne güzel bir mutluluktur!

37 - Mü’minin Kıyametteki Durumu:

İbn Ömer radıyallahu anhuma şöyle demiştir:


“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediğini duy-
dum:
“Kıyamet gününde Allah-u Teâlâ, mü’mini kendisine
yaklaştıracak ve onu insanların görmeyeceği şekilde giz-
leyerek:
“Sen falan yerde böyle bir günah işledin” diyecek. O
da:
“Evet ya Rabbi!” diyecek. Bu şekilde bütün işlediği
günahları duyunca, helak olacağını zannedecek. İşte bu
haldeyken Allah-u Teâlâ ona:
“Ben, dünyada işlediğin bu günahlarını örtüyorum ve
affediyorum” diyecek. Böylece ona, işlediği iyi amelleri-
nin yazılı olduğu kitabı verilecek. Fakat münafık ve

(40) (Bera b. Azib’in hadisi meşhur ve sahih bir hadistir.)


166 Abdulhak el-Heytemi
kâfirlerin durumu böyle değildir. Onların yaptığı amel-
lere şahit olan melekler şöyle diyecekler:
“Bunlar, rablerine yalan söyleyenlerdir! Allah-u
Teâlâ’nın laneti, zalimlerin üzerine olsun!”
(Buhari, Müslim)
Hafız İbni Hacer, Fethu’l Bari’de bu hadisle ilgili olarak
şöyle dedi:
“Allah, mü’minin günahını örtmüştür. Çünkü mü’min,
kendi günahını örtmüş, yaymamış ve açığa çıkarmamıştır.
Kim günahını aşikâr bir şekilde söyler ve yayarsa, Allah-u
Teâlâ ona kızar. Kıyamet günü ise onun günahını örtmez.
Fakat kendi günahını Allah-u Teâlâ’dan ve insanlardan
utandığı için örterse, Allah-u Teâlâ da kıyamet gününde
onun günahını örter.” (Fethu’l Bari c: 10 s: 488)

SELEFİN, MÜ’MİNLER HAKKINDAKİ TANIMI

Abdullah b. Mesud radıyallahu anh şöyle dedi:


“Mü’min, ihanet ve yalancılık haricinde her türlü sıfata
sahip olabilir.” (41)

Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:


“Mü’min, ancak Allah-u Teâlâ’ya kavuştuğu zaman ra-
hat eder.” (42)

Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:


“Mü’min günah işler ve Allah-u Teâlâ onun günahını
silmek için ölümünü şiddetli yapar. Facir ise iyilik yapar ve
Allah-u Teâlâ bundan dolayı onun ölümünü hafifletir.

(41) (İbni Ebi Şeybe-İman kitabı no: 80 sahih senetle)


(42) (Ahmed-Zühd, Ebu Naim-Hılye sahih senetle)
MÜMİNİN SIFATLARI 167
Onun yaptığı iyiliklerin mükâfatı, işte bundan ibarettir.
Ahirette ise başka bir nasibi yoktur.” (43)

Ammar b. Yasir radıyallahu anh şöyle dedi:


“Kimde şu üç şey bulunursa, imanı tamamlanmış olur.
Hatalı olduğunda hatayı kabul edip aleyhine olsa bile
hakkı söylemek, sıkıntılı anda bile infak etmek ve insanlara
selam vermek.”(44)

Abdullah b. Amr b. As radıyallahu anh şöyle dedi:


“Öyle bir zaman gelecek ki, insanlar mescidde toplana-
cak, namaz kılacak, fakat içlerinde bir tane mü’min olma-
yacak.”(45)
Bu tür sahabe sözleri, gaybi bilgiler içerdiği için hadis
hükmündedirler.
Ubey İbni Ka’b radıyallahu anhuma dedi ki:
“Mü’min dört şey arasındadır: Ona musibet gelse sabre-
der, iyilik gelse şükreder. Konuştuğunda doğru konuşur,
hüküm verdiğinde adaletle hükmeder. Yine mü’min nur-
dan beş şey arasındadır. Allah-u Teâlâ onun hakkında
şöyle buyuruyor:
“Nur üzerine nurdur.” (en-Nur: 35)

Mü’minin sözleri nurdur, ilmi nurdur. Bir yere girse,


oraya nur girer. Bir yerden çıksa oradan nur çıkar. Kıyamet
gününde de sonu nurdur. Kâfir ise beş karanlık içindedir.

(43) (Veki-Zühd’de, no: 92 sahih senetle)


(44) (Sahih senetle İbn Şeybe-İman no: 131, İbn Hibban-Ravdatu’l Ukala
no: 75, Abdurrezzak-Mushannefinde c: 10 s: 386, Buhari bunu haşiyesinde
rivayet etti, İbni Hacer sahih olduğunu zikretti.)
(45) (Hakim, İbn Ebi Şeybe-İman; “Hakim’in senedi Buhari ve Müslim’in
şartlarına göre sahihtir” dedi. Zehebi’de bunu kabul etti.)
168 Abdulhak el-Heytemi
Sözleri karanlıktır. Ameli karanlıktır. Girişi karanlıktır. Çı-
kışı karanlıktır. Kıyamet gününde de sonu karanlıklardır.”
(İbni Naim-Hılye)
Bir adam Ubey b. Kab’a gelerek şöyle sordu:
“Ey Eba Münzir! Allah’ın kitabında öyle bir ayet var ki
beni düşündürüyor.” Ubey b. Ka’b:
“Hangi ayettir?” diye sordu. Adam:
“Kim bir kötülük yaparsa karşılığını muhakkak göre-
cektir.” (en-Nisa: 123)
Ubey b. Ka’b şöyle dedi:
“İşte bu ayet, mü’min kul içindir. Ona bir musibet isabet
eder ve sabrederse Allah-u Teâlâ’ya günahsız olarak kavu-
şur.” (İbni Naim-Hılye)

Hasan el Basri radıyallahu anh şöyle dedi:


“Mü’min, insanların en güzel amel işleyeni ve Allah-u
Teâlâ’dan en çok korkanıdır. Allah-u Teâlâ yolunda dağ
kadar infakta bulunsa, cenneti görmedikçe korkusundan
emin olmaz. Ne kadar iyi olsa, ne kadar ibadetlerini arttırsa
yine de şımarmaz, bilakis o derece Allah-u Teâlâ’dan kor-
kar. Amelini asla çok görmez. Münafık ise şöyle der:
“İnsanlar çoktur. Allah beni muhakkak affeder. Kendim
için korkmuyorum.” Böylece kötü amellerini unutur ve Al-
lah’ın kendisini affedeceğini ümit eder, durur.”
(İbni Naim-Hılye)
Hasan el Basri şöyle dedi:
“Mü’min, dünyada garip gibidir. O, nimetleri elde et-
mek için rekabete girmez ve ondan birşey elde edemedi-
ğinde üzülmez. Dünyada onun hali başka, insanların hali
başkadır.” (İbni Ebi Şeybe-Musannef, Ahmed-Zühd)
MÜMİNİN SIFATLARI 169
Hasan el Basri şöyle dedi:
“Mü’min, dünyada bir yolcu gibidir. Bu sebeple yolcu
olan yatırım yapmaz, dünya nimetleri için insanlarla yarışa
girmez, kendisine musibet isabet etse isyan etmez. İnsanla-
rın hali başkadır, mü’minin hali başkadır. Zira insanlar hep
geleceğini düşünür ve dünya için çalışırlar. Mü’min ise
böyle değildir.” (İbn Ebi Şeybe, Ahmed)
Hasan el Basri şöyle dedi:
“Mü’min, her zaman nefsini hesaba çeker. Dünyada
kendi nefislerini hesaba çektikleri için kıyamet gününde
mü’minlerin hesabı hafifler. Kıyamet günündeki hesap, an-
cak dünyada kendi nefsini hesaba çekmeyenlere ağır gelir.
Mü’min, beğendiği bir şeyle karşılaştığında ona şöyle der:
“Vallahi canım seni istiyor ve sana ihtiyacım var. Fakat
vallahi sana ilişmeyeceğim. Çünkü aramızda çok uzun me-
safe ve engeller vardır.” Mü’min, bir günah işlerse nefsine
şöyle der:
“Bunu yapmayı istemedim. Bu konuda mazeretim yok-
tur. Vallahi, inşeallah hiçbir zaman bir daha ona dönmeye-
ceğim ve bir daha bunu yapmayacağım.”
Mü’minleri Kur’an bağlamış ve onların tehlikeye düş-
mesini engellemiştir. Mü’min, dünyada esir gibidir. Bu esa-
retten kendini kurtarmaya çalışır ve Allah-u Teâlâ’ya kavu-
şuncaya kadar hiçbir şeyden emin olmaz. Çünkü yaptığı
her şeyden hesaba çekileceğini bilir.”
(İbni Naim-Hılye, İbn Ebu Şeybe)
Hasan el Basri Şöyle dedi:
“Mü’min, Rabbi katından güzel bir ahlak üzeredir. Al-
lah-u Teâlâ ona verdiği zaman bolca infak eder, vermedi-
ğinde ise israf etmez.” (İbni Naim-Hilye)
Hasan el Basri şöyle dedi:
“Mü’min, bir günah işlerse hemen üzüntüye kapılır.”
(İbni Naim-Hılye)
170 Abdulhak el-Heytemi
Hasan el Basri şöyle dedi:
“Mü’min, üzüntülü bir vaziyette sabahlar, üzüntülü bir
vaziyette geceler, ancak bir avuç dolusu hurma ve içecek
su ile yetinir.”(46)
Hazm b. Ebi Hazm dedi ki:
Hasan el Basri’nin Allah-u Teâlâ’ya yemin ederek şöyle
dediğini duydum:
“Dininde mü’mine yakışan, ancak üzüntüdür.”
(İbni Naim-Hılye, Ahmed-Zühd)
Hasan el Basri şöyle dedi
“Mü’min, Allah-u Teâlâ hakkında hüsnü zan yapar ve
bu sebeple iyi amel işler. Münafık ise Allah-u Teâlâ hak-
kında kötü zan yapar ve bu sebeple kötü amel işler.”
(İbni Ebi Şeybe-Mushannefinde, İbni Naim-Hilye)
Fadl b. İyad şöyle dedi:
“Mü’min az konuşur, çok amel işler. Münafık ise çok ko-
nuşur, az amel yapar. Mü’minin kelamı hikmetlerden iba-
rettir, susması tefekkürdür. İbretle ve düşünerek bakar.
Ameli ise iyiliktir. Böyle olursan, hep ibadet içindesin de-
mektir.” (İbni Naim-Hılye)
Fadl b. İyad şöyle dedi:
“Mü’min, günahından Allah-u Teâlâ’ya sığınır. Bu se-
beple üzüntülü olarak sabahlar ve günahından dolayı
üzüntülü olarak geceler.” (İbni Naim-Hılye)
Fadl b. İyad şöyle dedi:
“Mü’min haset etmez, gıpta eder. Münafık ise haset
eder. Mü’min, insanların günahını örter, onlara vaaz ve na-
sihat eder. Facir ise mü’minleri günahlarından dolayı kı-
nar, onların günahlarını herkese yayar ve onu ifşa eder.”
(İbni Naim-Hılye)

( 46 ) (Abdullah b. Ahmed-Zuhd, Ebi Naim-Hilye, İbni Ebi Şeybe-


Mushannef)
MÜMİNİN SIFATLARI 171
Bilal b. Sa’d şöyle dedi:
“Mü’min, sözü ameline uygun olandır. Münafık ise söy-
lediğini tatbik etmez. İslam’dan bildikleriyle amel etmez,
kötü dediklerinden sakınmaz. Mü’min, iyi dediği şeyi ame-
liyle de ispatlar. (İbni Naim-Hılye)

Halid b. Muhammed es Sekafi şöyle dedi:


“Bilal b. Sa’dın şöyle dediğini duydum:
“Mü’minler kardeştir. Birbirine buğzeden kimselerin
imanının olduğundan nasıl bahsedilebilir?”
(İbni Naim-Hılye)
Ebu Hazim Seleme b. Dinar radıyallahu anh şöyle dedi:
“Mü’min, ayağını basacağı yere nasıl dikkat ediyorsa,
dilini korumaya daha fazla dikkat etmesi gerekir.”
(İbni Naim-Hılye)
Talha b. Nasraf radıyallahu anh şöyle dedi:
“İblis, mü’mini saptırmak için Rabia ve Mudar kabilesi-
nin sayısından daha fazla şeytan gönderir. İblis, en çok
mü’minle uğraşır.” (İbni Naim-Hılye)

Muhammed b. Aclan şöyle dedi:


“Mü’min, nerede olursa olsun mü’mini sever.”
(İbni Naim-Hılye)
Muhammed b. el Munkedir şöyle dedi:
“Allah-u Teâlâ, mü’min kulundan dolayı çocuğunu ve
çocuğunun çocuğunu korur.” (İbni Naim-Hılye)

Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr radıyallahu anh şöyle dedi:


“İlim, mü’minin kaybettiği malıdır. Onu elde etmek için
bütün gücünü kullanır. Allah-u Teâlâ için elde etmeye ça-
lışır. Sonra da kalan kısmını elde etmeye çalışır.”
(İbni Naim-Hılye, İbn Ebu Şeybe)
172 Abdulhak el-Heytemi
Hatim el Asam şöyle dedi:
“Münafık, dünyayı hırsla alır ve şevkten dolayı harca-
maz. İnfak ederse riyayla infak eder. Mü’min, korkarak
alır. Allah için ihlâslı olarak harcar.” (İbni Naim-Hılye)

Şakik el Belahi şöyle dedi:


“Mü’min, iki şeyle meşguldür, ibret almak ve tefekkür
etmek. Münafık da iki şeyle meşguldür, hırslı olmak ve
zengin olmayı ümit etmek.” (İbni Naim-Hılye)

İMANI KUVVETLENDİRME VE
ZAYIFLIĞINI TEDAVİ YOLLARI

İmanı kuvvetlendirme ve zayıflığını tedavi yollarının en


önemlileri şunlardır:

1 – Şeri ilimleri öğrenmek, öğretmek ve şeri ilimlerin


derslerine katılmak.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kulları içerisinden ancak, (Allah’ın her şeye kadir oldu-
ğunu gerçekten) bilenler (emirlerine itaat edip yasaklarından
uzak durarak) Allah’tan korkar.” (Fatır: 28)

Şeri ilimler, imanı kuvvetlendirmede en büyük vesile-


dir. Zira şeri ilimler vesilesiyle Müslümanın Allah-u
Teâlâ’nın isimleri, sıfatları, bildirdiği sınırları, farzları, ha-
ramları, Allah-u Teâlâ’nın sevdiği ve sevmediği meseleler
hakkındaki bilgi ve ilmi artar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in söylemiş olduğu şu
söz, şeri ilimleri öğrenmenin ne kadar önemli olduğunu
göstermektedir:
MÜMİNİN SIFATLARI 173
“Kim bir ilim öğrenmek için bir yola girerse Allah-u
Teâlâ bu sebeple cennete girmesinin yolunu ona kolay-
laştırır.” (Müslim)
Hadiste belirtilen ilim; Kur’an’a, sahih sünnete ve sele-
fis’salihinin yoluna dayalı sahih olan şeri ilimdir.

2 – Manasını düşünerek Kur’an okumak.


Allah-u Teâlâ Kur’an’ı, bir hidayet olarak ve her şeyi
açıklamak için indirmiştir. O halde her kim Kur’an’daki
hükümlere bağlanırsa, muhakkak o kimse doğru yoldadır.
Ayrıca Kur’an, mü’minler için bir şifadır.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri
indiriyoruz.” (el-İsra: 82)
Evet… Kur’an mü’minler için şifa ve rahmettir. Zira
mü’minler, Kur’an’ın ayetlerini okuduklarında, ibret al-
mak ve hayatlarına tatbik etmek için düşünerek okurlar.
Böylece Kur’an onlar için bir şifa ve rahmet olur.
Kur’an’ı düşünerek okuma konusunda bize en büyük
örnek Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’dir.

Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh şöyle dedi:


“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana: “Kur’an oku”
dedi. Ben ona: “Ey Allah’ın rasulü! Kur’an sana indirilmiş
olduğu halde ben mi sana okuyayım?” Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem bana: “Evet, oku” dedi. Abdullah b. Mes’ud
radıyallahu anh sözlerine şöyle devam etti:
“Ben ona Nisa suresini okumaya başladım. “Her üm-
metten bir şahit getirdiğimiz ve onların üzerine seni şahit
olarak gösterdiğimiz zaman nasıl olacak?” (en-Nisa: 41)
ayetini okuyunca Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana:
“Tamam, tamam” dedi.
174 Abdulhak el-Heytemi
O esnada ona baktım. Gözlerinin yaşla dolduğunu gör-
düm.” (Buhari)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile ilgili bu hadiseyi ib-
retle ve düşünerek okumak gerekir. Çünkü Rasulullah sal-
lallahu aleyhi ve sellem, geçmiş ve gelecek günahları affedilmiş
olmasına rağmen Kur’an’ı dinlediği zaman gözleri yaşla
dolmuştur. Öyleyse çokça günahın sahibi olan bizler ne
yapmalıyız?!
3 – Allah-u Teâlâ’yı çokça zikretmek.
Allah-u Teâlâ’yı çokça zikretmek, imanı tazeleme ve
kuvvetlendirmede en büyük etkendir.
İbni’l Kayyım bu konuda şöyle diyor:
“Allah-u Teâlâ’yı zikirde yüz fayda vardır. Bunlar;
a – Allah-u Teâlâ zikredildiğinde, yapılan zikir şeytanı
kovar ve onu yener.
b – Yapılan zikir vesilesiyle Allah-u Teâlâ’nın rızası ka-
zanılır.
c – Yapılan zikir, kalpten üzüntü ve sıkıntıyı giderir.
d – Yapılan zikir vesilesiyle kalpte sevinç, huzur, rahat-
lama ve mutluluk oluşur.
e – Yapılan zikir, kalbi ve tüm bedeni kuvvetlendirir.
f – Yapılan zikir, yüzü ve kalbi nurlandırır.
Sonra İbn’il Kayyım diğer faydaları zikretti ve bunları
zikrettikten sonra şöyle dedi:
“İbni Teymiye’nin şöyle dediğini duydum:
“Kalbin zikre olan ihtiyacı, balığın suya ihtiyacı gibidir.
Balık sudan ayrıldığında acaba hali nasıl olur?”
İbni Kayyım devamla şöyle diyor:
“Bir gün fecir namazının kılınması sonrası İbni Tey-
miye’nin zikir için oturduğuna şahit oldum. Öyle ki; fecir
namazından gündüzün yarısına kadar zikir yaptı. Zikrini
bitirince bana baktı ve şöyle dedi:
MÜMİNİN SIFATLARI 175
“İşte bu, benim gıdamdır. Eğer bunu yapmazsam kuv-
vetim gider.” (El-vabilu’s sayyib s: 83-84)
Ebu’d Derda radıyallahu anh’den Rasulullah sallallahu aleyhi
ve sellem’in şöyle dediği rivayet edildi:
“Allah-u Teâlâ katında amellerinizin en hayırlısı, en
temizi, derecenizi en çok yükselten, altın ve gümüşü har-
camaktan, düşmanla karşılaşıp onların sizin boynunuzu
vuramayıp sizin onların boynunu vurmanızdan daha ha-
yırlı bir ameli size haber vereyim mi?” Sahabeler: “Evet”
dediler. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi:
“Allah-u Teâlâ’yı zikretmektir.”
(Tirmizi sahih senetle rivayet etti)

İbni Teymiyye bu hadisi zikrettikten sonra şöyle dedi:


“Zikrin en azı Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’den ri-
vayet edilen duaları belli vakitlerde devamlı söylemektir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in günün başlangıcı ve so-
nunda söylediği, yatarken, uykudan uyandığında, namazı
bitirdikten sonra, yemek yerken, su içerken, elbise giyer-
ken, cima yaparken, eve, mescide, tuvalete girerken, tuva-
letten çıkarken, yağmur yağdığında, gök gürültüsü oldu-
ğunda söylediği zikirler gibi… Bu zikirlerle ilgili kitaplar
yazılmıştır. Bu kitapların isimleri; “Gündüz ve Gecenin Zi-
kirleri”dir. Zikrin en faziletlisi ve en yüksek olanı ise; “La
ilahe illallah” sözüdür.” (47)
Allah-u Teâlâ’yı, zikrin manalarını düşünerek zikret-
mek, kalbin kirini ve pasını giderir, kalbe yapışmış olan gü-
nah ve masiyetlerin kötü etkisini siler, kulu Allah-u
Teâlâ’ya daha çok yaklaştırır ve Allah-u Teâlâ korkusunu
artırarak, kulu günah işlemekten uzaklaştırır.

(47) (El vasiyye Camia Li Hayri Dünya ve’l Ahire s: 6)


176 Abdulhak el-Heytemi
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“İman edenlerin, Allah’ın ve haktan inmiş olanın zikri
için kalplerinin “saygı ve korku ile yumuşaması” zamanı
gelmedi mi? Onlar, bundan önce kendilerine kitap veril-
miş, sonra üzerlerinden uzun bir süre geçmiş, böylece
kalpleri de katılaşmış bulunanlar gibi olmasınlar.”
(el-Hadid: 16)

Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:


“Kur’an’dan mü’minler için şifa ve rahmet olan şeyleri
indiriyoruz.” (el-İsra: 82)
Allah, kendisini zikretmemenin ya da çok az zikretme-
nin münafıkların sıfatlarından olduğunu Kur’an’da haber
vermiş ve o kimseleri kötülemiştir.
Allah-u Teâlâ, mü’min kullarının kalplerine, yaptığı im-
tihanda başarılı olabilmeleri için onlara kesin ve etkili bir
ilacı haber vermiştir. Bu ise; Allah-u Teâlâ’yı zikretmektir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onlar ki; iman edip Allah’ı zikrederek kalpleri hu-
zura kavuşanlardır. İyi bilinmelidir ki, kalpler ancak Al-
lah’ı zikretmekle huzura kavuşur.” (er-Ra’d: 28)

4 – Vakti, Allah-u Teâlâ’ya itaatle, O’na yaklaşmakla ve


O’nun farz kıldığı amelleri yapmakla geçirmek.
Kur’an ayetleri okunduğunda imandan hemen sonra sa-
lih amel geldiği görülür.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“(Allah’a ve rasulüne gerçekten) iman edip salih (Kur’an ve
sünnete uygun) amel işleyenler ise, işte ancak onlar cennet
ehlidirler ve onlar, orada temelli kalacaklardır.”
(el-Bakara: 82)
MÜMİNİN SIFATLARI 177
Müslüman bir kimsenin vaktini Allah-u Teâlâ’ya taatle
ve salih ameller işleyerek değerlendirmesi, imanını kuvvet-
lendirmesine vesile olur.

Ebu Hureyre radıyallahu anh’den şöyle rivayet edilmiştir:


“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle sordu:
“Bugün hanginiz oruçlu olarak sabahladı?” Ebu Bekir
radıyallahu anh: “Ben ya Rasulullah” dedi. Rasulullah: “Bu-
gün hanginiz bir cenazeyi takip etti?” diye sordu. Ebu Be-
kir radıyallahu anh: “Ben ya Rasulullah” dedi. Rasulullah sal-
lallahu aleyhi ve sellem: “Bugün kim bir miskini yedirdi?”
diye sordu. Ebu Bekir radıyallahu anh: “Ben ya Rasulallah”
dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Bugün kim bir
hastayı ziyaret etti?” diye sordu. Ebu Bekir radıyallahu anh:
“Ben ya Rasulallah” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem
dedi ki: “Bu ameller her kimde bulunursa, mutlaka cen-
nete girer.” (Müslim)

Evet… İşte cennete girebilmenin yollarından birisi! Va-


kitleri salih amellerle değerlendirmek… Vakitleri salih
amellerle değerlendirmenin mükâfatı cennete girmektir.
O halde vaktini Allah-u Teâlâ’nın razı olduğu amellerle
değerlendirmek isteyen Müslümanın şu kaidelere riayet et-
mesi gerekmektedir:
a) Salih bir amele başlamışsa, başlanan amel az olsa bile
o amele devam etmelidir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah-u Teâlâ’nın en sevdiği ameller, az olsa bile de-
vamlı yapılan amellerdir.” (Müslim)
b) Salih amelleri işlemek için bir an önce harekete geç-
meli, bu konuda gevşeklik göstermemeli ve erteleme yap-
mamalıdır.
178 Abdulhak el-Heytemi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Acele etmemek, ahiret amelleri hariç, her konuda ha-
yırdır.” (Ebu Davud, Hakim sahih senetle rivayet ettiler)

Salih amellerin bir an evvel yapılması çok önemlidir.


Zira insan ne zaman öleceğini bilemez. Bu sebeple salih
amel yapma imkânı bulunduğu anda hiç vakit kaybetme-
den o salih amelin işlenmesi, Müslüman kul için efdaldir.
c) Yapamamış olduğu salih amellerin telafisini yapmalı-
dır.
Şayet vitir namazı kılmadan uyumuş ve vitri kılmak için
gece uyanamamışsa, onun telafisi için gündüz bolca nafile
namaz kılması gibi…
Bu konuda Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bizim için
büyük bir örnektir.
Aişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
“Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem, uykunun ona galip
gelmesi ya da bir hastalık sebebiyle kıyamu’l leyl yapama-
mışsa gündüz on iki rekât nafile namaz kılardı.” (Müslim)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Geceleyin Kur’an okumadan uyuyan bir kimse, şayet
fecir namazı ile öğlen namazı arasında Kur’an okursa ay-
nen geceleyin Kur’an okumuş hükmündedir.” (Müslim)
d) Salih amelleri yapan veya yapmaya devam eden
Müslüman asla bu amellerine güvenmemeli, Allah-u
Teâlâ’ya karşı acziyetini hissetmeli, Allah-u Teâlâ ona rah-
met etmezse işlemiş olduğu salih amellerle cennete gireme-
yeceğini düşünmeli ve devamlı Allah-u Teâlâ’nın azabın-
dan korkmalı, rahmetini ummalıdır.
MÜMİNİN SIFATLARI 179
İbni Ebi Muleyke şöyle diyor:
“Otuz tane sahabeye yetiştim. Hepsi nifaktan korku-
yordu. Hiçbirisi Cebrail ve Mikail’in imanı gibi imana sa-
hip olduğunu söylemiyordu.”(48)
e) Yapma fırsatını kaçırdığı ameller sebebiyle üzüntü
duymalıdır.
İbrahim b. Ethem şöyle dedi:
“İbadetkar bir Müslümanı hastalığı sırasında ziyarete
gittik ve ayaklarına bakarak ağladığını gördük. Ona: “Ni-
çin ağlıyorsun?” diye sorduk. O, şöyle cevap verdi:
“Bu ayaklarla Allah-u Teâlâ yolunda cihad yapmayı ka-
çırdığım günler sebebiyle ağlıyorum.”
Bir başka kimse ağladı. Ona şöyle denildi:
“Niye ağladın?” O da şöyle cevap verdi.
“Oruç tutmayıp da geçirdiğim günler ve gece namazını
kılmayı geçirdiğim geceler sebebiyle ağlıyorum.”(49)

5 – Kalbi temizleyen, onu yumuşatan amelleri öğrenmek


için Kur’an ve sünnete bakmak. Bu ameller çokça olup Al-
lah-u Teâlâ Kur’an’da, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ha-
dislerinde bu amelleri haber vermiştir.
O amellerden bazıları şöyledir:
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Onların mallarından sadaka al, bununla onları temiz-
lemiş, arındırmış olursun…” (et-Tevbe: 103)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kalbin yumuşaması ve ihtiyacını elde etmesini ister
misin? Yetime rahmet et, başını okşa, yediğinden ona ye-
dir. Böylece kalbin yumuşar ve ihtiyacını elde edersin.”
(Sahih el-Cami s: 80)

(48) (Bu hadiste kastedilen; herkesin iman etmesi gereken temel meseleler
değil, imanı arttıran amellerdir. (Buhari))
(49) (Leftetu’l Kebid İla Nasihatil Veled s: 38-39-İbni’l Cevzi)
180 Abdulhak el-Heytemi
6 – Allah-u Teâlâ’ya boyun eğerek, acziyetini itiraf ede-
rek, küçüklüğünü göstererek Allah-u Teâlâ’ya dua etmek
ve hacetini gidermesini istemek.
Allah-u Teâlâ için secdeye kapanmak, insanın Allah-u
Teâlâ’ya karşı küçüklüğünü gösteren en belirgin ameldir.
İnsan secde ettiğinde en şerefli olan alnını ve burnunu Al-
lah-u Teâlâ için, Allah-u Teâlâ’ya küçüklüğünü göstermek
için toprağa koyar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda şöyle bu-
yurdu:
“Kulun, Allah-u Teâlâ’ya en yakın olduğu anı, secde
ettiği anıdır. Onun için secdede iken çokça dua edin.”
(Müslim)
Rabiate b. Ka’b el-Eslemi dedi ki:
“Ben Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber gece-
liyordum. Hacetini gidermesi ve abdest alması için ona su
getirdim. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bana şöyle dedi:
“Benden ne dilersen dile.” Ben şöyle dedim:
“Seninle beraber cennette olmayı istiyorum.” Rasulullah
sallallahu aleyhi ve sellem:
“Başka birşey istiyor musun?” diye sordu. Ben:
“Sadece bunu istiyorum.” dedim. Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem bana dedi ki:
“Öyleyse bu umudunu elde etmen için Allah’a çok
secde ederek, Allah-u Teâlâ’ya senin için yapacağım du-
aya icabet edilmesi için bana yardımcı ol.” (Müslim)

Secde halinde olan kul, Allah-u Teâlâ’ya karşı küçüklü-


ğünü hissederek, ihlâslı bir şekilde Allah-u Teâlâ’ya dua
ederse, elbette kalbinde imanı daha çok artar ve kuvvetle-
nir.
MÜMİNİN SIFATLARI 181
7 – Mü’minlere dost, kâfirlere düşman olmak.
Mü’minlere dost, kâfirlere düşman olmak ve onların
adetlerinden uzak durmak kalpteki imanı kuvvetlendirir
ve onu tazeler.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Allah’a ve ahiret gününe gerçek manada inanan bir
milletin; babaları veya oğulları veya kardeşleri ya da aşi-
retleri olsa bile, Allah’a ve rasulüne karşı gelenlere sevgi
gösterdiklerini asla göremezsin (bilakis, onlara bütün güçle-
rini kullanarak karşı gelirler). Allah imanı işte, ancak bunla-
rın kalplerine yazmış ve onları katından bir nur ile des-
teklemiştir. Onları altlarından ırmaklar akan cennetlere,
ebedi kalmak üzere yerleştirecektir. Allah onlardan razı
olmuştur. Onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte Al-
lah’ın gerçek hizbi (taraftarları) bunlardır. Kurtuluşa ere-
cek olanlar da ancak Allah’ın hizbi olanlardır.”
(el-Mücadele: 22)
Kalbin, Allah-u Teâlâ’nın düşmanı olan kâfirlere yönel-
mesi halinde kalpte iman azalır, hatta zamanla tamamen
yok olur.
Müslüman kul, Allah-u Teâlâ’nın düşmanlarına düş-
manlık gösterir, Allah-u Teâlâ’nın mü’min kullarına yar-
dımcı olursa kalbindeki imanı elbette kuvvetlenir ve taze-
lenir.
Allah-u Teâlâ bu sebeple el-Mücadele: 22 ayetinde bu
kimseler hakkında: “Allah imanı işte, ancak bunların
kalplerine yazmış” buyurmuştur.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem de, müşriklere benze-
meyi yasaklamış ve onlara muhalefet etmeyi emretmiştir.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim bir kavme benzerse o da onlardandır.”
(Ebu Davud, sahih senetle rivayet etti)
182 Abdulhak el-Heytemi
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim Allah-u Teâlâ için sever, Allah-u Teâlâ için buğ-
zeder, Allah-u Teâlâ için verir, Allah-u Teâlâ için engel-
lerse imanı tamamlanmış olur.”
(Ebu Davud, sahih senetle)

8 – Dünya sevgisi ve süsünden uzak durmak.


Mü’min kul, dünyayı düşünmez, dünyaya karşı hırslı
olmaz, dünyanın basit olduğunu, dünya nimetlerinin ge-
çici olduğunu, asıl kalıcı olanın ahiret ve ahiret nimetleri
olduğunu düşünür, böylece sürekli olarak ahireti hatırlarsa
kalbindeki imanı kuvvetlenir ve tazelenir. Böyle yapması
halinde kalbi Allah-u Teâlâ’ya ve Allah-u Teâlâ katındaki
ebedi nimet olan cennete bağlanır. Bu bağlılık ise onu, daha
çok iyi amel işlemeye sevk eder.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünyanın Allah-u Teâlâ katında bir sivrisinek kadar
değeri olsaydı, hiçbir kâfire ondan bir yudum su içiril-
mezdi.” (Tirmizi sahih senetle)
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah-u Teâlâ’nın zikri ve ona sevk eden ameller ile
âlim ve öğrenci olmak dışında dünya ve ondaki her şey
mel’undur.” (İbni Mace, hasen senetle)

9 – Mü’minlere karşı Allah-u Teâlâ için alçak gönüllü ol-


mak.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Kim Allah-u Teâlâ için mütevazı olursa Allah-u Teâlâ
onun derecesini yükseltir.”
(Ebu Naim-Hılye’de sahih senetle rivayet etti)

10 – Kalpteki imanı zayıflatan ve Allah-u Teâlâ’ya itaat-


ten uzaklaştıran, meşgul eden amellerden uzak durmak.
MÜMİNİN SIFATLARI 183
Çok uyumak, çok yemek, çok içmek, dünya metaına dal-
mak gibi… Bunlar mübah ameller olmasına rağmen, bun-
ları çokça yapmak imanı zayıflatır.
El-Mikdam b. Ma’di Yekrib radıyallahu anh’den Rasulul-
lah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Âdemoğullarının en çok doldurduğu kap midesidir.
Âdemoğlu için ayakta dik durabileceği bir kaç lokma ye-
mesi yeterlidir. Eğer daha fazla yemek istiyorsa midesi-
nin üçte birini yemek, üçte birini su, üçte birini hava ile
doldursun.” (Ahmed, sahih senetle rivayet etti)
Menavi şöyle dedi:
“Çok yemek yemek, sahibini haktan ayırır, tembelleşti-
rir, ibadet etmesini engeller ve çok yemesi sebebiyle vücu-
dunda zehirler artar. Bu sebeple de çabuk gazaplanır, şeh-
veti, hırsı artar ve ihtiyacından fazlasını taleb etmeye baş-
lar.” (Fethu’l Kadir c: 5 s: 502)
İbnu’l Kayyım şöyle dedi:
“Kalbi bozan amellerden bir tanesi de çok uyumaktır.
Çok uyumak kalbi öldürür, vücuda zarar verir, vakti kay-
bettirir, gaflete ve tembelliğe sebep olur.”
(Medaricu’s Salikin)

11 – Kur’an’ın mucizelerini tefekkür etmek.


Kur’an’ın her türlü mucizelerini, Rasulullah sallallahu
aleyhi ve sellem’in gelecekle ilgili vermiş olduğu haberlerden,
özellikle olmuş olanları, Allah-u Teâlâ’nın yarattığı kâinatı,
bu kâinat içerisindeki incelikleri, Kur’an’ın ilmi ve lügat
icazını ve başka icazlarını düşünmek kalpteki imanı kuv-
vetlendirir.
Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:
184 Abdulhak el-Heytemi
“Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, geceyle
gündüzün (birbiri ardından) gelip gidişinde elbette akıl sa-
hipleri için (Allah’ın birliğine ve mükemmel kudretine delalet
eden) açık deliller vardır.” (Âli İmran: 190)
Allah-u Teâlâ’nın yarattığı varlıkları ve bu varlıkların
ince yapılarını iyice düşünmek kalpteki imanı kuvvetlen-
dirir.

12 – Ölümü çokca hatırlamak.


Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Nefsin arzuladığını yok ettiren ölümü çok anın.”
(İbni Hibban sahih senetle rivayet etti)
Ölümü sürekli hatrında bulunduran kimse, her an öle-
bileceğini düşünür. Böyle yapması onu bir an önce tevbe
etmeye, iyi amel işlemeye ve insanlardan haksız yere aldı-
ğını iade etmeye sevk eder. Böylece kalbindeki iman kuv-
vetlenir.

13 – Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, sahabelerin ve


örnek alınacak tabiinlerin hayatlarını okumak.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in, sahabelerin ve ör-
nek alınacak tabiinlerin hayatlarını okumak, onların İslam’ı
yaşama konusundaki sabırlarını, kâfirlere karşı mücadele-
lerini, maruz kaldıkları eziyet ve meşakkatleri öğrenmek,
Müslümanı imanlı bir hava içerisinde yaşamaya sevk eder,
onu dünyadan uzaklaştırır ve kalbindeki imanı daha da
kuvvetlendirir.
Örneğin; Bilal b. Rebah’ın hayatını okuyan bir Müslü-
man, onun başına gelen eziyetler karşısındaki tavrını, di-
ninden taviz vermediğini, ikrah altında olduğu için kâfirle-
rin kendisinden istedikleri kelimeyi söylemesi caiz olma-
sına rağmen kâfirlerin istedikleri kelimeyi söylemediğini
MÜMİNİN SIFATLARI 185
ve işkencelere sabrederek imanında sebat ettiğini görür, bu
olayı düşünür ve böylece imanı kuvvetlenir.

14 – Örnek alınacak kişilerle haşir neşir olmak, onları zi-


yaret etmek, onların meclislerine katılmak.
Enes b. Malik radıyallahu anh şöyle dedi:
“Biz, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanında otur-
duğumuz bir sırada Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
dedi:
“Şimdi cennet ehlinden bir adam gelecek.” Bu sözün
akabinde, aldığı abdest sebebiyle sakalından su damlayan
ve ayakkabısını sol eliyle taşıyan ensardan bir adam çıka-
geldi. Ertesi gün Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem daha ön-
ceki söylediği sözü tekrar söyledi. Yine bu sözü üzerine ön-
ceki gün gelen adam, aynı hali üzere çıkageldi.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem meclisten ayrıldığı sı-
rada Abdullah b. Amr b. As radıyallahu anh, ensardan olan
bu adamı takip etti ve ona şöyle dedi:
“Ben, babamla tartıştım ve evde babamın yanında üç
gün uyumayacağıma dair yemin ettim. Yeminimin süresi
bitinceye kadar üç gün sana misafir olabilir miyim?” Adam
ona: “Olur” dedi.
Enes b. Malik radıyallahu anh, Abdullah b. Amr b. As radı-
yallahu anh hakkında, Abdullah b. Amr b. As radıyallahu
anh’ın kendisine şöyle anlattığını haber verdi:
“Bu adamla beraber aynı evde üç gün kaldım. Gece na-
mazı kıldığını hiç görmedim. Sadece gece yatağında her
dönüşünde, ta ki sabah namazına kadar Allah-u Teâlâ’yı
zikrettiğini ve tekbir getirdiğini işittim.”
Abdullah radıyallahu anh sözlerine şöyle devam etti:
“Ben, bu adamın hayırdan başka birşey konuştuğunu
duymadım. Üç gün geçince yaptığı amel bana çok basit
geldi ve ona şöyle dedim:
186 Abdulhak el-Heytemi
“Ey Allah-u Teâlâ’nın kulu! Rasulullah sallallahu aleyhi ve
sellem üç sefer: “Şimdi cennet ehlinden bir adam gelecek.”
diye bize söylediğini duydum ve her üçünde de sen geldin.
Bu sebeple senin yanında kalarak ne yaptığını öğrenmek ve
senin yaptığın gibi yapmak istedim. Fakat senin yanında üç
gün kalmama rağmen fazla amel yapmadığını gördüm.
Buna rağmen Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in senin
hakkında söylediğini acaba nasıl hak ettin?” Adam bana
şöyle dedi:
“Benim yaptığım amel gördüğün gibidir.” Ben adam-
dan ayrılıp döneceğim sırada adam beni geri çağırdı ve
şöyle dedi:
“Ben, senin gördüğün gibiyim. Fakat Allah-u Teâlâ’nın
Müslümanlara verdiğine karşı kalbimde herhangi bir kıs-
kanma ve haset duymuyorum. Hiçbir Müslümanın malını
hileyle elde etmeye çalışmıyorum.” (Ahmed)
İÇİNDEKİLER 187

ÖNSÖZ............................................................................. 3
İSLAM VE İMAN ............................................................ 5
Anlatılanların Özeti: ................................................... 9
KUR’AN’DA MÜ’MİN ................................................. 12
1 - Mü’min, Allah-u Teâlâ ve Rasulune İtaati
Herşeyden Üstün Tutar: ............................................... 12
Helalleştirmenin Manası, Hükmü ve Çeşitleri:........... 17
Haramı Helalleştirme Çeşitleri:.................................... 17
Kendilerine İtaat Edilmesi Gereken Kimseler: ............ 22
2 - Allah-u Teâlâ’nın Ve Rasulünün Rızasını
Herşeyden Üstün Tutmak: ........................................... 24
3 - Yalnız Allah-u Teâlâ’dan Korkmak: ....................... 25
4 - Sadece Allah-u Teâlâ’ya Tevekkül Etmek: ............. 32
5 - Dini Yalnız Allah-u Teâlâ’ya Has Kılmak: ............. 36
6 - Allah-u Teâlâ’nın Ayetlerinden Ve Rasullah’ın
Hadislerinden İbret Almak:.......................................... 38
7 - Mü’minlere Karşı Kin Ve Düşmanlık
Beslememek: .................................................................. 40
8 - Allah-u Teâlâ’ya Ve Rasulüne Şeksiz, Şüphesiz Ve
Kesin Olarak İman Etmek:............................................ 41
9 - Mü’minleri Kardeş Olarak Görmek: ....................... 43
10 - Musibetlerle İmtihan Edilmek:.............................. 45
11 - Mü’minlere Vela, Kâfirlere Düşmanlık
Göstermek: ..................................................................... 46
Vela İlgili Açıklamalar: ................................................. 50
Velanın Türleri:.............................................................. 55
Küfür Olan Velaya Giren Ameller: .............................. 56
Küfür Olmayan Vela Kapsamına Giren Ameller: ....... 63
12 - Takva Sahibi Olmak: .............................................. 67
13 - İzzetli Ve Şerefli Olmak, Allah-u Teâlâ’dan
Başkasına Boyun Eğmemek:......................................... 67
14 - Allah-u Teâlâ Yolunda Cihad Etmek: ................... 69
188 İÇİNDEKİLER

15 - Hatırlatıldığı Zaman Allah-u Teâlâ’nın


Ayetlerinden Öğüt Almak Ve Faydalanmak: .............. 75
16 - Huşu İçinde Namaz Kılmak: ................................. 77
17 - Caiz Olmasına Rağmen, Boş Amel Ve Sözlerden
Uzak Durmak: ................................................................ 79
18 - Zekât Vermek: ......................................................... 79
19 - Namusu Muhafaza Etmek: .................................... 80
20 - Emanetlere Ve Sözlere Sadık Kalmak: .................. 81
21 - Namazları Muhafaza Etmek: ................................. 82
22 - Salih Ameller İşlemek:............................................ 82
23 - Faizden Her Zaman Uzak Durmak: ...................... 84
24 - Allah-u Teâlâ’nın Ayetleri Zikredildiğinde Kalben
Titremek: ........................................................................ 85
25 - Allah-u Teâlâ’yı Herşeyden Çok Sevmek: ............ 87
Sevgi Alametleri: ............................................................ 91
26 - İhtilaf Anında Hükmü Allah-u Teâlâ Ve Rasulüne
Havale Etmek: ................................................................ 96
27 - Allah-u Teâlâ’nın Hadleri Tatbik Edilirken Acıma
Duymamak: .................................................................. 102
28 - Kâfirlere Karşı Şiddetli, Mü’minlere Karşı
Merhametli Ve Alçak Gönüllü Olmak: ...................... 105
29 - Devamlı Korku İle Ümit Arasında Olmak: ......... 107
SÜNNETTE MÜ’MİN ................................................. 109
1 - Mü’min Arı Gibidir. ............................................... 109
2 - Mü’min Hurma Ağacı Gibidir: .............................. 118
3 - Mü’min Altın Külçesi Gibidir: ............................... 122
4 - Mü’min Deve Gibidir: ............................................ 124
5 - Mü’min Buğday Başağına Benzer: ........................ 125
6 - Mü’minin Diğer Mü’minlerle İlişkisi, Binanın
Tuğlaları Gibidir: ......................................................... 128
7 - Mü’min, Diğer Mü’minin Aynasıdır: .................... 129
8 - Mü’minler, Birbirlerine Karşı Bir Vücut
Gibidirler: ..................................................................... 130
İÇİNDEKİLER 189
9 - İnsanlar Mü’mini Sever, Onunla Haşir Neşir .Olmak
İsterler. Çünkü Mü’min, Kaba Değildir:.................... 132
10 - Mü’min, Mü’minin Kardeşidir: ........................... 133
11 - Mü’mini Günahlarından Arındırmak İçin Allah
Ona Hastalık Verir: ..................................................... 134
12 - Mü’minin İçi, Dışı Aynıdır: ................................. 135
13 - Mü’min, İşlediği Günah Sebebiyle Üzülür, İşlediği
Hayır Sebebiyle Sevinir:.............................................. 136
14 - Mü’min, Kılıcıyla ve Diliyle Cihad Eder: ........... 137
15 - Mü’min, İnsanların Emin Gördüğü, Mallarını ve
Nefislerini Emanet Ettiği Kimsedir: ........................... 138
16 - Mü’min, Komşusu Açken Tok Yatmaz:.............. 139
17 - Mü’min, Yalnız Mü’minle Arkadaşlık Yapar: .... 139
18 - Mü’min İyi Ahlaklıdır: ......................................... 140
19 - Mü’min; Komşusuna İyilik Yapar, Eziyet Etmez:141
20 - Mü’min, Misafirine İkram Eder: ......................... 142
21 - İnsanlara İhtiyacını Belli Etmemek, Mü’mini Aziz
Kılar. Kıyam’ul Leyl Yapmak İse Onu Yüceltir: ....... 143
22 - Mü’min Aynı Yerden İki Sefer Isırılmaz: ........... 144
23 - Mü’min Tek Bir Bağırsaktan Yer: ........................ 145
24 - Mü’min, Abdestini Devamlı Muhafaza Eder: .... 145
25 - Allah-u Teâlâ, Mü’minin Günahını Affetmek İçin
Ona Musibet Verir: ...................................................... 146
26 - Mü’min Sövmez, Lanet Etmez, Kötü Söz
Söylemez: ..................................................................... 147
27 - Mü’min İçin Dünya Zindandır: ........................... 148
28 - Mü’min, Allah-u Teâlâ’nın Kaza ve Kaderine Rıza
Gösterir......................................................................... 151
29 - Mü’min, İnsanlarla Haşir Neşir Olur, Onların
Eziyetlerine Sabreder, Onlardan Kaçmaz:................. 152
30 - Mü’min Kuvvetli Olmalıdır:................................ 153
31 - Mü’min, Kendi Nefsi İçin Sevdiğini Diğer Mü’min
İçin de Sever:................................................................ 154
190 İÇİNDEKİLER

32 - Mü’min, Allah-u Teâlâ İçin Sever, Allah-u Teâlâ


İçin Buğzeder: .............................................................. 154
33 - Mü’min Çokça Kur’an Okur: ............................... 157
34 - Mü’min, Rasulullah (s.a.s)’i Kendi Nefsinden,
Çocuğundan, Babasından Ve Bütün İnsanlardan
Daha Çok Sever: ........................................................... 159
35 - Mü’min Kıskançtır: ............................................... 160
36 - Mü’mininin Ölüm Anındaki Ve Mezardaki
Durumu: ....................................................................... 161
37 - Mü’minin Kıyametteki Durumu:......................... 161
SELEFİN, MÜ’MİNLER HAKKINDAKİ TANIMI .... 166
İMANI KUVVETLENDİRME VE ZAYIFLIĞINI
TEDAVİ YOLLARI ...................................................... 172
ÇIKAN ESERLERİMİZ 191
1 - İşte Tevhid (İlaveli Yeni Baskı)
Yazarı: Ziyaeddin el-Kudsi
2 - Kur’an ve Sünnetten Delillerle Hanefi Fıkhı
Yazarı: Şeyh Seyfuddin el-Muvahhid
3 - Buhari ve Müslim’den İslam Davetçilerine Öğütler
Yazarı: Şeyh Seyfuddin el-Muvahhid
4 - Akidede Sünnetin Yeri
Yazarı: İmam Suyuti
5 - Davetçinin Tefsiri (9 Cilt)
Yazarı: Şeyh Seyfuddin el-Muvahhid
6 - Hâkimiyet Allah’ındır
Yazarı: Ziyaeddin el-Kudsi
7 - İrtidat ve Mürtedin Hükmü
Yazarı: Abdulhak el-Heytemi
8 - İslam’ın Hareket Metodu
Yazarı: Seyyid Kutup
9 - İşte Müslüman
Yazarı: Ziyaeddi el-Kudsi
10 - Kelimet’ül İhlâs
Yazarı: İbni Receb el-Hanbelî
11 - Kur’an’da Nasih ve Mensuh
Yazarı: Mer’i İbni Yusuf el-Kermi
12 - Rasulullah’ın Hayatıyla
İslam’ın Hareket Metodu (2 Cilt)
Yazarı: Abdurrahman el-Muhacir
13 - Mevzu ve Zayıf Hadislerin Akideye Etkisi
Yazarı: Abdurrahman Abdulhak
14 - Büyük Günahlar
Yazarı: İmam Zehebi
15 - İbni Hacer El-Askalani’nin
Akaid Konusundaki Fetvaları
Yazarı: Hafız İbni Hacer El-Askalani
192 ÇIKAN ESERLERİMİZ

16 - Yahudiliğin Gerçek Yüzü


Yazarı: Fuad Abdurrahman er-Rıfai
17 - Kasetle Birlikte Uygulamalı Tecvid
Okuyan: Hafız Abdulfettah Şelebi
18 - Halifelik ve Emirlik
Yazarı: Mahmut Şakir
19 - Asrımızın Yesakı
Yazarı: Ziyaeddin El-Kudsi
21 - Cahiliyenin Hükmünü mü İstiyorlar?
Yazarı: Ziyaeddin el-Kudsi
22 - İslam Dininin Aslı
Yazarı: Ziyaeddin El-Kudsi
23 - Mü’minin Sıfatları
Yazarı: Abdulhak El-Heytemi
24 - Müslümanı Koruyan Dualar
Yazarı: Abdurrahman el-Muhacir
25 - Müslümanlara Karşı
Kâfirlere Yardım Etmenin Hükmü
Yazarı: Şeyh Seyfuddin el-Muvahhid
26 - Tağutu Reddetmek Tevhidin Gereğidir
Yazarı: Ziyaeddin el-Kudsi
27 - İman Şartları ve Onu Bozan Şeyler
(İlaveli Yeni Baskısı Çıkacak)
Yazarı: Şeyh Seyfuddin el-Muvahhid
28 - Büyük Şirkte Cehalet Mazeret Değildir
Yazarı: Ziyaeddin El-Kudsi

You might also like