You are on page 1of 84

Görgü ve nezaket kuralları

Timaş Basım Ticaret ve SanayiAnonim Şirketi


Timaş YAYINLARI 294
AİLE KİTAPLIĞI DİZİSİ 6 .
Eserin her hakkı anlaşmalı olarak Timaş Yayınlarına aittir
izinsiz basılamaz Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir.
TİMAŞ BASIM TİCARET VE SANAYİ ANONİM ŞİRKETİ
Bu Kitabın Serüveni :
Görgü ve Nezaket Kuralları adlı bu kitap ismail Demircinin
editörlüğünde Tim Tanıtım tarafından yayına hazırlandı.
Konuları çizgileriyle süsleyenler
ismail Bahat(renkli resimler ve Yalçın turgut (siyah resimler,
Kitabın kapak tasarımı Kenan özcana ait
Baskı ve cilt takibi Ekrem çalış tarafından yapıldı.
Kitabın kapak baskısı Ayyıldız Ofsette iç baskısı Seçil Ofset'te,
cilt işlemleri ise Sistem Mücellithanesinde gerçekleştirildi
Bu kitap, 2. Baskı olarak 1998 Ekim ayında yayımlandı.
Kitabın Uluslararası Seri Numarası IISBN) : 975-362-217-I
Yazışma Adresi : PK. 50 Sirkeci İSTANBUL
Merkez Londra Asfaltı No: 40 (Afşar Mobilya üstü)
34520 Şirinevler İSTANBUL
Tel(0.212 513 84 15 16 451 0 8 0 4 0 5, 510 65 46
Fax(0 212 664 77 97- 451 11 76
İnternet: http://www.timas.com.tr. E-Mail
: timas~timas.net.tr
Hazırlayanlar:
ALİ ÇANKIRILI, İSMET ELBAŞI, İSMAİL DEMİRCİ
TİMAŞ YAYINLARI İstanbul 1998
İÇİNDEKİLER
birinci BÖLÜM
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
Görgülü İnsana Yakışan ve Yakışmayan Davranışlar 11
Güzel Huyların Başı Edeptir 12
Davranış ve Sözlerin Tesirini Artıran Samimiyettir 12
Bencil İnsanlar Topluma Karşı Duyarsızdır 13
Cimri İnsan Kalp Fakiridir 13
Şefkatli Olmak Büyüklüğün Gereğidir 14
Faziletin Başı Utanma Duygusudur 14
Kanaatkâr Olmak Yoksulluğa Râzı Olmak Değildir 15
Tutumlu Olmak Orta Yolu izlemektir 16
Müsamaha Göstermek Olgunluk işaretidir 17
Güvenilir İnsan Olmak Şereftir 17
Nâmus ve Şeref Saygı Kazandırır 18
Sözünün Eri Olmak Mertliktir 18
Göstermelik Nezaket Yama Gibidir 19
Azimli ve Sabırlı Olan Maksadına Ulaşır 20
Hatasız Dost Arayan Dost Bulamaz 20
Kin ve Kıskançlık Kalbi Karartır 21
Dedikoduculuk ve Gammazlık Küçültür 22
Gurur ve Kibir İnsanı Sevimsizleştirir 23
Terbiyeli ve Nazik Olunuz ki Arkadaşlarınız Çoğalsın 23
Bana Arkadaşını Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim 25
ikinci BÖLÜM
AiLE İÇi GÖRGÜ KURALLARI
Ailenin Temel Taşı Sevgidir 29
Aile Toplumun Direğidir 30
Aile Büyüklerinin Görevleri 31
Kocanın Karısına Karşı Görevleri 32
Kadının Kocasına Karşı Görevleri 34
Karı-Koca Geçimsizliği 35
Çocuksuz Aile Meyvesiz Ağaca Benzer 36
Annenin Çocuğa Karşı Görevleri 37
Babanın Çocuğuna Karşı Vazifeleri 40
Çocukların, Anne-Babaya Karşı Görevleri 42
Sünnet Düğünü 43
TEMİZLİK KURALLARI
Temizlik Bir Alışkanlıktır 45
Temizlik Alışkanlığı Çocukta Başlar 45
Tuvalet Kuralları 48
Beden Temizliği 49
çöPçübaşı Oldum 51
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
OSMANLI'DA AİLE HAYATI ve GELENEKLER
Osmanlı'da Aile Hayatı 59
Görücülük Geleneğinin Psikodinamiği 61
Kız Evi, Naz Evi 62
Nişan Bohçasının Gönderilmesi 64
Nikâh Töreni 65
Düğün Merasimi 66
Dedelerine Lâyık Evlatlar Yetiştir 66
Bir Yastıkta Kocayın 68
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TOPLUM İÇİ GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
A- KOMŞU HAKLARI
Komşunun Üzerimizde Hakkı Vardır 71
Komşuluk Hakkı 72
Diğer Komşu Hakları 72
Komşuda Feryad Figan 74
B- YARDIMLAŞMA
Hayat Yardımlaşmadır 81
C- ÖNEMLİ GÜNLER
Acı GüNler 83
Hasta Ziyareti 83
Başsağlığı Ziyareti 84
Kabristanda 85
D- MİSAFİRLİK DAVET ve ZİYAFET
Davetsiz Misafir Olmayın 86
Davette Misafire Düşen Görevler 87
Ev Sahibine Düşen Görevler 88
Mutfak Kültürü 89
Yemek Yerken Dikkat Edilecek Hususlar 89
Ziyafet 91
Alafranga Yemek 92
Peçete 92
Servis Tabağı 93
Yemek Tabakları 93
Çatal-Kaşık-Bıçak 93
Yemekte Oturma Sırası 94
Garsona Yardım Edilmez 95
Yemek Servisi 95
Yemek Nasıl Yenir? 95
Ekmek 96
Yemekte Dikkat Edilecek Hususlar 96
Çorba 97
E- UMUMi YERLERDE GöRGü KURALLARI
Merdivende 98
Umumi Vasıtalarda 99
Asansörde 99
Kapıda 100
Lokantada 100
Çarşıda, Pazarda ve Yolda Yürürken 100
Sigara ve Toplumsal Hayat 102
Misafirlikte 103
Sokakta 103
işyerinde 103
F- TRAFiK
Trafik Kazaları 104
Yaya ve Yolculara Ait Kusurlar 105
Araçlara Ait Kusurlar 105
Yola Ait Kusurlar 105
Trafikte Görgü Kuralları 106
Trafik Kazasında Ne Yapacaksınız? 107
Yaralılara ilk Müdahale 108
G- SELAMLAŞMA, HAL-HATIR SORMA
Selâmın Anlamı 109
Selâm Vermenin Şekli 109
Selâm Vermenin Genel Kuralları 110
Resmî Dairelerde Selâm 111
Selâmda Sıra 113
Merhaba Selâm Yerine Geçer mi? 113
Tokalaşma ve Kucaklaşma 114
Kötü Tercüme ürünü Selâmlaşmalar 114
Batılılarda, Selâmlaşmada Takip Edilen Sıra 115
Batı Toplumlarında El Öpme 115
Batı Toplumlarında El Sıkma 116
H- TANIŞMA VE TANIŞTIRILMA
Arkadaşlığa ve Dostluğa ilk Adım 118
Vasıtalı Tanışma 120
Bana Mengene Yusuf Derler 122
KONUŞMA VE HiTAP
Hitap Şekilleri 124
insanları Nasıl Çağırmalı? 124
Konuşurken Dikkatli Olunuz 126
Bir istekte Bulunurken 127
Özür Dilemekten Çekinmeyiniz 127
Teşekkürü ihmal Etmeyiniz 128
isimleri Unutmayınız 129
Reddederken Nazik Olunuz 130
Gülsüm Ana 132
TELEFONDA
Telefon Konuşmaları 134
ÇALIŞMA HAYATI ve İŞYERİ AHLaKI
Makam ve Ehliyet 140
Memurlara Düşen Görevler 141
Amire Düşen Görevler 141
iş Ahlâkı ve Verimlilik 142
Karşılıklı Güven Esası 142
İş ve işyeri Ahlâkı 143
iş Hayatında Randevular, Telefon Görüşmeleri 145
ÖĞRETMEN ÖĞRENCi İLİŞKİLERİ
Bana Bir Harf Öğretenin Kölesi Olurum 146
öğretmenin Görevleri 147
Gerekli Bazı Bilgiler 148
Zekâ Testleri ve Sonuçları 149
Başarının Kuralları 152
GİYİM KUŞAM
Giyinnıenin Maksadı 155
Elbise ve Moda 156
DEMOKRATİK GÖRGÜ
Devlet ve Hükümet Kavramları 158
Demokrasi Topluma Neler Vaadediyor? 160
Temel Hak ve Hürriyetler 161
Hak Aramanın Hukuki Yönü 162
ASKERLİK GÖRGÜSÜ
Askerlikte Selâmlaşma 164
Selâm Verilmeyen Durumlar 165
Kışlada Geçen Günler 165
GELENEK SOHBETLERİ
Gürbüz AZAK 167
Münevver AYAŞLI 171
Nezih UZEL 175
Prof. Sadettin ÖKTEN 177
Ziyad EBUZZiYA 185
Birinci Bölüm
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
GÖRGÜLÜ İNSANA YAKIŞAN VE YAKIŞMAYAN DAVRANIŞLAR
iNSAN SOSYAL BiR YARATIKTIR yaratılışı gereği toplu halde yaşamayı arzu
eder. Yeryüzünün ilk misafirleri Hz. Adem ve eşi Havva aynı zamanda
insanlığın ilk öğretmenleridir. Bu iki hayat arkadaşının çocukları
olmuş ve böylece ilk aile ortaya çıkmıştır. Ve insanlığın ilk
ebeveyni bir yandan dünyayı tanımaya çalışırken, diğer yandan, insan
olarak birbirlerine benzemelerine rağmen, huy ve davranışlarının farklı
olduğunun ayrımına vararak bir arada yaşamanın genel kurallarını
öğrenmeye başlamışlardır. Zaman içerisinde aileler kabilelere kabileler
toplumlara toplumlar milletlere ayrılınca, dünya bugünki etnik ve
kültürel zenginliğe ulaşmıştır Milyonlarca yıllık tarihten süzülerek
günümüze kadar gelen temel insanî değerler, çeşitli dönemlerde tecrübe
edilip sağlaması yapılmış doğru ve güzel örneklerdir.
insanlığın ilk öğretmeni olarak bahsettiğimiz Hz. Adem'den bu yana her
toplumun içinden doğruluğun ve güzelliğin örneklerini gösteren insanlar
çıkmıştır. Ve yaşanarak da tecrübe edilmiştir ki, toplum içinde
insanların uymak durumunda olduğu bazı kurallar vardır Uymak durumunda
olmak bir yana insanı~ sağlıklı bir ruh yapısına sahip olarak, toplum
içinde eşine-dostuna, hatta düşmanlarına karşı erdemli bir insan
vasfıyla hareket ederse ancak insan olmanın hazzını duyabilir. Aksi
taktirde, yalancıya hırsıza, tenbele, sahtekâra, kaba insana hiçbir
toplumda değer verilmez dürüst, âdil, güzel ahlâklı, insanlar daima
saygı görürler Güzel ahlâklı terbiyeli insanın davranışlarından toplum
fayda gördüğü gibi, kendisi de fayda görür Güzel Huyların Başı Edeptir
Edep, güzel huyların ruhudur Edep, insanlar içinde dilini korumak
yalnız kalınca da kalbini korumaktır Edep, büyüğüne karşı saygı
göstermek küçüğüne karşı şefkatli olmak dengi ile iyi geçinmektir edep
kötü ve çirkin bir iş yaptığında utanmak vicdanen rahatsızlık duymaktır.
Peygamberimiz buyuruyor ki; "Baba çocuğuna edepten(güzel ahlâktan üstün
bir hediye vermemiştir Davranış ve Sözlerin Tesirini Artıran
Samimiyettir davranışlarımızda ve sözlerimizde samimi, yâni dürüst
olmadığımız takdirde, kendimizi ne kadar kibar davranmaya zorlarsak
zorlayalım, sözlerimiz ne kadar iltifat dolu olursa olsun; karşımızdaki
şahıs bunların yapmacık olduğunu hissedecek ve bize güven duymayacaktır.
fakire yardım ederken, sırf başkaları görsün ve "Ne yardımsever
adam desinler diye açıktan başkalarına göstererek yaptığımız yardımlar
bir kıymet ifâde etmez Bir kimseye~ sırf dünyevî mevki ve makamından
dolayı saygı göstermek, iltifat etmek dalkavukluktur Dalkavukluk,
şerefli insana yakışmayan ve onu küçük düşüren bir davranıştır
bencil insanlar Topluma Karşı Duyarsızdır Yaptıkları her işte bir
menfaat gözeten bir işe başlarken"Benim bunda ne menfaatim olacak diye
düşünen insanlar bencildir egoisttir Egoist insana göre,
bir fakire yardım etmek enayiliktir Benimle berabermi kazandı çalışsın o da
kazansın der Dilencilik islamiyet'in de hoş karşılamadığı bir davranıştır Ancak
fakir düşmüş insanlar içinde öyleleri vardır ki tenbellikten bu hale düşmemişlerdir
Yetimler öksüzler dullar sakatlar akıl hastaları içinde öyleleri vardır ki yiyecek
ekmekleri olmadığı halde utançlarından onurlarından kapı kapı dolaşıp el açmazlar
Dilencilik onlara çok ağır gelir Böylelerine iş bulmak iş yapamayacak durumda
olanlarına maaş bağlamak âdil bir devletin görevidir Fakat devletin eli her zaman
her yere ulaşamaz Sivil kuruluşların, hayır kurumlarının ve zenginlerin de
fakirlere el uzatması ve onların ihtiyaçlarını gidermesi bir insanlık görevidir.
Egoistliğin zıttı diğerkâmlıktır Diğerkâm kişi kendisinden çok başkalarını düşünen,
almaktan ziyade vermekten hoşlanan bir iyilik yaptığı zaman mutlu olan kişidir
Cimri İnsan Kalb Fakiridir Cimri insan aç gözlüdür hırslıdır durmadan para kazanır,
mal biriktirir. Elindekilerle yetinmez hep daha fazlasını ister Gözü daima
kendisinden yüksekte olanlardadır Paradan ve maldan başka kalbi bütün sevgilere
kapalıdır Cimri kalp fakiridir Belki karnı toktur fakat gözü daima açtır
Şefkatli Olmak Büyüklüğün Gereğidir
Büyüklük; mevki, para, rütbe, mal ve yaş büyüklüğü ile ölçülmez. Büyük insan,
kendinden yaşça, mevkice, malca, paraca, bilgice küçük olanları koruyup
gözeten, onlara sevgi ve saygı gösteren, güleryüz ve müsamaha ile muamele
eden, her türlü olumsuz şartlarda dahi adaletle hükmeden kişidir.
Şefkat öyle sözle olmaz. Şefkat öyle bir haslettir ki, insanın hücrelerine
işler; şefkat sahibi bir kimse yüzünden okunur. Bakışlarındaki yumuşaklık,
yüzündeki aydınlık hemen farkedilir. Şefkat, engin bir gönül huzurunun
yansımasıdır. Tatmin olmuş bir kalbin, erdemli bir ruhun faziletidir. Katı kalpli,
kaba, gözünü mal ve mevki hırsı bürümüş, kendisini beğenen kimselerde şefkat
aramak, yitiği kaybolan yerde aramamak demektir. Şefkat, duyguların incelmesi,
hassasiyetin artmasıdır. Allah, Elçi'sinin dilinden bize şefkati şöyle öğütlüyor:
"Şefkatte güneş gibi olunuz"
Güneş nasıl yeryüzündeki bütün canlıları -insan, hayvan ve bitki diye
ayırmaksızın- ısıtıyor ve ışıklandırıyor ise; erdemli bir insan da bütün canlılara
karşı şefkatli, olmalıdır, l
Şefkati/gönlünde hisseden Yunus Emre ne güzel söyler:
Yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü.
•«•••^•"a
"... Ya, işte böyle babalık!.."
Faziletin Başı Utanma Duygusudur
Çirkin ve ahlâksız bir manzara ile karşılaştığında utanan, başını öne eğen ve yüzü
kızaran bir insan utanma duygusu taşıyan (haya sahibij kim-
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
15
sedir. Çünkü insanlık şerefiyle bağdaşmayan bu manzaradan kalbi sıkıntı duymuş,
duyguları incinmiş, vicdanı rahatsız olmuştur.
Haya sahibi bir insanı, kötü bir işten caydırmak için, ona "Utanmıyor musun?" demek
yeterlidir. Büyüklerimiz, "İnsandan utanmayan Allah'tan da utanmaz." demişlerdir.
Utanma duygusu taşıyan bir kimse, sadece insanların gördüğü yerde değil, insanların
görmediği yerde de kötülükten kaçman kimsedir. Böyle kimselerin ruh sağlıkları
yerinde, vicdanları rahattır. Onları daima güler-yüzlü, mütevazı ve güvenilir
insanlar olarak görürsünüz.
Tabii, insanın ne gibi davranışlardan kaçınması gerektiği, hangi hal ve sözlerin
utanılacak türden olduğu hususunda edindiği bilgiler, içinde yaşadığı toplumla
bağlantılıdır. Utanılacak veya utanılmayacak davranışlar çeşitli dünya görüşlerine
göre şekillenebilmektedir. Fakat bizim burada sözünü ettiğimiz utanma, sadece
insanların bulunduğu yerlerde takınılan bir maske değil, tüm insanlığını gerçek
huzuru için gerekli olan bir fazilettir.
Kanaatkar Olmak
Yoksulluğa Razı Olmak Değildir
Maddeci kapitalist toplumlarda sanayi, tüketim esasına dayanır. İnsanlar devamlı
olarak tüketime özendirilir. İnsanlar hızla tüketmelidir ki, sanayi çarkları
üretmeye devam edebilsin.
Çalışmalı, üretmeli, kazanmalıyız; "komşusu açken tok yatmamak" düsturu ile..
Kanaat yanlış anlaşılmamalıdır. Aza razı olup az çalışmak, yoksulluğa boyun eğmek
ve tenbel bir hayat sürmek kanaat değildir.
Çalışacağız, üreteceğiz ve kazanacağız. Ancak lüks bir hayat sürmek için değil.
"Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir." düsturu rehberimiz
16
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
olmalı, işçisi asgari ihtiyaçlarını karşılayamazken, Mersedes ile gezen; katlarda,
yatlarda keyif süren bir patron, hiçbir insanın hoşlanmayacağı tipten biridir. Hiç
kimsenin hoşlanmamasından ziyade, böyle kimseler gelir adaletsizliğini alenen
sergilemiş olmakla toplumsal barış ve huzuru da tehdit ederler. .-..,,.,.-
Ayağını yorganına göre uzatmayan, zengin aileler gibi lüks yaşamak isteyen, aldığı
eşyaların taksitlerini ödemekten mutfağın ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düşen
öyle aileleı de vardır ki, mutsuzdurlar. Hırslı insanların gözü daima açtır.
Kendisinden yüksekte olanları kıskanır, hırs ve tamahlarının esiri olurlar.
Başkalarını eleştirip dururken, farkında olmadan ömürlerini para ve mal peşinde
koşmakla harcarlar, istediklerine kavuşamadan bu dünyadan göçüp giderler.
Kanaat, göz ve gönül tokluğudur. Kanaat etmeyen insan, sahip olduğu nimetlerin
kıymetini bilemez. Hırslı insan, ne Allah'a şükretmesini ne de insanlara teşekkür
etmesini bilir.
Tutumlu Olmak Orta Yolu İzlemektir
Tutumlu insan, ne cimridir ne de müsrif. Çalışır, kazanır, kazandığını da gerekli
olan ihtiyaçlarını karşılamada harcar. Kendisine ve ailesine gerekli olanı temin
ettikten sonra, arta kalanı için cimrilik etmez. Eşine, dostuna, ihtiyaç
sahiplerine ikramlarda bulunur, yedirir, giydirir. Fakat hayatın her türlü
cilvesine karşı ihtiyatlı olmayı da ihmal etmez. Tutumluluk sadece parada, malda ve
yiyip içmede gösterilmez. Aklını, gücünü ve zamanını israf etmek de, bunları sadece
kendisi için kullanmak da hoş karşılanmayacak türden davranışlardır,
Tenbel kişi, aklını, gücünü ve zamanını boşa harcayarak müsriflik etv mis olur.
Diğer taraftan bütün zamanını para kazanmaya ayıran, gece Ve gündüz demeden
çalışan, dostlarına ve ailesine yeterli zaman ayırmayan, hayır işlerinden uzak
duran kişi de cimrilik etmiş olur. ,
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
17
Müsamaha Göstermek Olgunluk İşaretidir
Kişinin kabahatini yüzüne vurmamak, onu başkalarının önünde küçük düşürmemek, gizli
hallerini araştırmamak, zaafları varsa onunla başbaşa konuşarak kendisini
düzeltmesine fırsat vermek; olgun ve tecrübeli eğitimcilerin, idarecilerin, aile
büyüklerinin takip ettiği yoldur. Yapılan harekete değil, bu hareketteki niyete ve
maksada bakılır. Eğer niyette kötülük ve kasıt yoksa, yerine göre en kaba hareket
bile tebessümle ve olgunlukla karşılanmalıdır.
Art niyet taşımayan her türlü söz ve davranış karşısında müsamahayı elden
bırakmamalıdır. Sarfedilen söz veya gösterilen davranış insanları tedirgin ediyor,
toplumun sağlıklı yapısını tehdit ediyorsa, karşı taraf en uygun lisanla ikaz
edilmelidir.
Hiçbir insanın huyu diğerine benzemez, O yüzden herkesi kendimize benzetmemiz
mümkün değildir. Kaldı ki, doğru davranan tarafın biz olduğu ne malûm? Hatâlar hep
başkaları için mi var?
Güvenilir İnsan ^)lmak Şereftir
Güvenilir kişi, malımızı, canımızı, namusumuzu, sırrımızı çekinmeden teslim
edebileceğimiz kimsedir. Bir toplumda kişiler arasında güven kalmadığı zaman,
toplum hayatı tehlikeye girer.
Yalan söyleyen, verdiği sözü tutmayan, kendisine emanet edilen mal ve mevkiye
hıyanet eden kimseler, güvenilir olmaktan uzaktır. Amirin memura, patronun işçiye,
babanın oğula, erkeğin kadına, kardeşin kardeşe güvenemediği bir ortamda toplumsal
huzur aramak mümkün müdür? Öyleyse, temel vasıflarımızdan biri "emin"lik olmalı,
herkes emniyeti bizde bulmalıdır.
Güvenilir kişi, aynı zamanda âdil olan kimsedir. Herkes bulunduğu mevkide adaletli
davranmak zordundadır. Âdil kişi, sahip olduğu mevki ve makamın gücünü insanları
ezmek için değil, onları mutlu etmek için kullanır.
18. GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Aile reisi olan babadan tutun da, bir patrona, bir müdüre, bir komutana, hatta bir
devlet başkanına kadar uzanan geniş bir yelpazede adalet hüküm sürmedikçe, toplum
huzurundan bahsedilemez.
NâmusveŞeref , Saygınlık Kazandırır
Eskiler, namuslu kimselere "iffetli" kimse derlerdi. Kelime anlamı itibariyle
iffet, namustan daha derin ve daha geniş manalar taşır. Ailesinin ve kendisinin
namusunu koruyan insana "namuslu" denebilir, ancak bu kişinin ailesinin namusunu
koruduğu ve sahip çıktığı kadar, diğer insanların da namusunu koruması ve sahip
çıkması halinde ona "iffetli" denir.
iffette kadın-erkek ayrımı yoktur. Kadının namusu olduğu kadar erkeğin de namusu
vardır. Başkasının kadınında, kızında gözü olan adam namussuz olduğu gibi
ahlâksızdır da. iffetli kimse, namus ve ahlâk başta olmak üzere bütün güzel huyları
kendisinde toplayan kişidir. Bu güzel huylar görgülü- bir ailede kazanılır. Görgü
bir kültürdür ve ancak yaşayarak ve görerek kazanılır. Küçüğün büyüğe saygı
göstermediği, büyüğün küçüğü sevmediği, anne-baba rollerinin birbirine karıştığı,
değer ölçülerinin bulunmadığı bir aileye büyüklerimiz "görgüsüz" aile derler.
Görgülü ve köklü ailelerin her birinin eskiden bir adı varmış ve bu ad onların
şeref simgesiymiş. .
Şerefli insanlar, her hal ve şart altında bayağı ve kaba davranışlardan kaçınır;
terbiyeli ve kibar hareketleriyle örnek olarak, çevrenin saygısını kazanır.
Sözünün EH Olmak Mertliktir
Şerefli insan, ne pahasına olursa olsun, verdiği sözde duran, yaptığı anlaşmaya
sâdık kalan, kendisine gösterilen güveni istismar etmeyen mert bir kimsedir.
Eskiler buna "ahde vefa" derlerdi. Verdiği sözden cayan, yaptığı anlaşmayı tek
taraflı olarak bozan, kendisine güvenenleri mahcub eden insan hem yalancı, hem de
haindir.
Ahde vefa, toplum dayanışmasının ve ticaret hukukunun temel direğidir. Bu direk
yıkılınca servetler ödenmez, çekler karşılıksız çıkar,, alınan el borçları
zamanında ödenniez, gayri meşru kazanç yollan çoğalır, güçlüler haklı, zavıflar
haksız duruma düşer. uu*-i
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
19
ikiyüzlülük, basit insanların ve dalkavukların işidir.
Ağzından çıkan her keli meyi kişiliğimizi oluşturan tuğlalar düşünürsek,
tutmadığımız her söz, kişilik yapımızın harab olması anlamına gelir. Belki böyle
insanlar yeni tanıştığı kişileri bir süre için kandırabilirler, fakat, her zaman
beraber bulundukları insanlar onu gördüklerinde, zihinlerinde harap, yıkık bir bina
canlandıracaktır!
Göstermelik Nezaket Yama Gibidir
Sırf görenler bana kibar ve nâzik desinler diye kibarlık gösterilmez. Görgülü ve
tecrübeli bir kimse, bu göstermelik kibarlığı derhal farkeder. Öyle ki, göstermelik
kibarlığı ve nezaketi hissetmek için fazla tecrübeli olmaya da gerek yoktur.
Parapsikoloji uzmanları, ilk defa karşı karşıya gelen iki insanda sözlü iletişimden
önce beyin dalgaları yoluyla bir iletişim meydana geldiğini ileri sürmektedirler.
Her insan az veya çok bu tecrübeyi yaşamıştır, ilk defa gördüğünüz bir insanı ya
sever veya ondan hoşlanmazsınız. Ancak bu hoşlanmak veya hoşlanmamak duygusunun
sebebini izah edemezsiniz. Neden? Çünkü karşı şahıstan beyin dalgaları yoluyla size
ulaşan bilgiler olumlu değildir ve bu sizi huzursuz etmiştir.
Gösteriş yapan insanlar ikiyüzlüdür. İkiyüzlülüğün diğer adı "riyâ"dır.
ikiyüzlülük, karşısındaki insana olduğundan ve düşündüğünden başka davranarak, onun
hoşuna gidecek şekilde hareket etmek ve konuşmaktır. İkiyüzlü insanlar ya bir
menfaat karşılığı veya kendilerini olduğundan faziletli göstermek için buna
tevessül ederler.
İkiyüzlülük ve gösteriş basit insanların, dalkavukların ve aşağılık duygusu
taşıyanların işidir. Ancak, bazı kimselerin şerrinden korunmak ve
20
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
açıkça aleyhimizde faaliyet göstermelerini engellemek için onları idare etmek
ikiyüzlülük değildir.
Şunu hiçbir zaman unutmayınız ki; "insanların en kötüsü, şerrinden korunmak için
kendisine ikram ve iltifat edilen kimsedir."
Azimli ve Sabırlı Olan Maksuduna Ulaşır
Genellikle hırs ve azim birbirine karıştırılmaktadır. Hırs; aç gözlülük, mal ve
paraya aşırı düşkünlük, devamlı bir tatminsizliktir. Halbuki azim, müsbet anlamda,
doğru ve meşru bir hedefe ulaşmak için gösterilen gayrete denir.
Azimli kişi, hedefine ulaşmak için sabırla ve yılmadan çalışır. Önüne çıkan
engellerden korkmaz, işi yarıda bırakmaz. Önüne çıkan engelleri elindeki imkânları
en iyi şekilde kullanarak aşmaya çalışır. Akıllı ve mantıklı hareket eder, şeref ve
onurunu korur. Azimli kişi, başarısızlıklardan yılmaz, bunları tecrübe sayar, aynı
hatalara düşmemeye çalışır.
Hayatta muvaffak olmuş, insanlığa hizmet etmiş, kitlelerin takdirini ve saygısını
kazanmış büyük insanların hayat hikâyelerini (biyografilerini) okuduğumuz zaman;
onların bütün menfi şartlara rağmen ümitsizliğe düşmediklerini, azim ve sabırla
çalışarak hedeflerine ulaştıklarını görürüz.
Hatasız Dost Arayan Dost Bulamaz
Atalarımız, "Hatasız kul olmaz." demişler, insanlara güvenmek, ortada kesin
deliller yokken, sırf dedikodulara bakıp biri hakkında kötü zan beslemek dürüst
insanlara yakışmaz. Şüphecilik kötü bir huydur. Şüpheci insan kendisinden başka
kimseye güvenmez.
insan dostunun küçük bir kusuruna takılıp kalmamalı, onun büyük meziyetlerini
düşünüp teselli bulmalıdır. Bir islam büyüğü der ki, dostunun dağ gibi güzel
meziyetleri varken, saman çöpü kabilinden küçük ku-
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
21
surlarıyla uğraşma.
Nasıl bir saman çöpü, gözbebeğinin önüne konduğu zaman koca dağlan görmemizi
engellerse, aynen bunun gibi, dostumuzun küçük bir kusu-ruyla uğraştığımız
takdirde, onun dağ gibi güzel ve büyük meziyetlerini göremeyiz.
insanlar hakkında kötü zan beslemekten sakınınız. Ancak bu arada sui zanla tedbiri
birbirine karıştırmamak lâzım. İnsanın birlikte iş yapacağı veya bir emanet teslim
edeceği şahıs hakkında araştırma yapması, onu tanıyan dürüst ve güvenilir kimselere
danışması şüphecilik değildir.
Kin ve Kıskançlık Kalbi Karartır
Haksızlığa uğrayan bir kimsenin meşru yollardan hakkını araması, hakkını almak için
mücâdele etmesi adaletin gereğidir. Ancak hakkını ararken muhatabına çirkin bir
dille sataşması, onun hakkında her yerde uluorta konuşması, hakkını aldığı halde
kin duyması şerefli bir insana yakışmaz.
Kin, nefret ve intikam duygusu kadar insan kalbini karartan; sevgi ve şefkat
duygusunu öldüren başka bir duygu yoktur. Fakat şu da önemli bir gerçektir ki; ne
kadar şöyle kötü, böyle kötü denilse de, kin duygusu her insanın yaratılışında
mevcuttur. Bu duyguyu tamamıyla yok etmek mümkün değildir. Aslolan, ona mağlup
olmamak ve bu duyguyu doğru yerlerde kullanabilmektir, însan her zaman hataya açık
bir yapıya sahip olduğundan, kin duygusunu insanlara değil de, fiillere, olaylara
yöneltirsek daha doğru davranmış oluruz. Fiilin ve davranışın kendisi yanlıştır,
böyle davranan değil. Ferdi ve toplumu felâkete sürükleyen kötü davranış örnekleri
herkesçe bilinmektedir, îçki içmek, kumar oynamak, fuhuş, hırsızlık, rüşvet, zulüm,
adaletsizlik vs., gibi fiiller, insanlık için zararlı neticelere yol açan, kin
duymayı hak eden fiillerdir. Fakat burada dikkat edilmesi gereken önemli husus;
insanlar hatalarından pişman olup vazgeçebilir, ama bu tür kötü fiiiller tarih
boyunca hep kötü kalacak, kendine uyanları kötü kılmaya devam edecektir. ;;
Bir kimseyi malından, mevkiinden ve ilminden dolayı kıskanmak da, hasettir.
Kıskançlık duygusu önce kıskananı yer, bitirir. Gerçekten, kıskanç kimse, zımpara
yalayan kediye benzer; kendi kanını içtiğinin farkına var* maz. Büyüklerimiz bunu,
hasetinden çatladı sözüyle ifâde etmişlerdir. it
Kıskançlık duygusunu da iyi şekilde kullanabiliriz aslında. Toplum içindeki güzel
insanları kıskanarak, "Ben de en az onlar kadar iyi, dürüst* güvenilir olmalıyım,
hatta onları geçmeliyim" şeklinde beliren bir kıskanç? lık, görgülü, nazik, edepli
insanların sayısının artmasına sebep olur. : /
Dedikoduculuk ve ; ? -f Gammazlık Küçüklüktür
İ
Şerefli ve mert insanlar, düşmanları hakkında bile dedikodu yapmazlar.
Dedikoducular ve laf getirip götürenler (gammazlar) zayıf karakterli, küçük
insanlardır, ı , Laf getirip götüren gammazlar yüzünden nice dostların
arası açılmış; nice cinayetler işlenmiş, nice yuvalar dağılmıştır. >
"*"" """"" Şerefli bir insan, kendisine laf taşı*
yan adamı ciddiye almaz. Bilir ki; başkasının aleyhine kendisine laf getiren insan,
kendisinden de başkasına laf götürür. Gammazlık yapan kimseye; nasihat eder; bil?
kötü huyundaıv vazgeçirmeye çar
lışır.
•^— ——
tşşsşşp "a- .•.•/ffy'i.:;.,.
"Aramızda kalsın; bizim karşı dairede oturanlar var ya..
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
23
Birincisi, dostumla aramı açtın. İkincisi, kalbimin huzurunu kaçırdın. Üçüncüsü,
sana olan güvenimi kırdın."
füurur ve Kibir İnsanı Sevimsizleştirir
İlmiyle, servetiyle, ailesiyle, makamıyla, gençliğiyle, güzelliğiyle övünen ve
kendisini diğer insanlardan üstün gören, "Küçük dağları ben yarattım" edasıyla
yürüyen insanlar sevimsiz insanlardır.
Nezaket sahibi olgun bir insan, toplum içinde kendini gösterebilmek, önemli bir
insan olduğunu hissettirmek için hiçbir zaman anormal davranışlara yeltenmez.
Fakat şunu aklımızdan çıkarmamalıyız ki, her insanda gurur vardır ve hiç kimse
uluorta gururunun rencide edilmesinden hoşlanmaz. Kimi insanlar, toplum içinde
insanlara şakayla karışık sürekli takılır, aklısıra o-nunla dalga geçerek kendisini
öne çıkarmaya çalışır.
Gurur, kendisini yüceltmek anlamında kötüdür, yoksa insanların şahsiyetinin en
önemli parçası olan gururunu kırmak, belki diğerinden daha da kötü bir davranıştır.
' "Ben olmasam ?u dunya ne Çekilmez olurduL"
Daima hatırladığım güzel bir sözü burada zikretmeden geçemeyeceğim: "Mezarlıklar,
kendisini vazgeçilmez zanneden insanlarla doludur."
Iferbiyeli ve Nâzik Olunuz ki, Dostlarınız Çoğalsın
Şu sözlerden hangimiz hoşlanır: - Önüne baksana be adam!
24
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
- Dağdan mı indin oğlum!
- Çekil de geçelim!
Şu sözleri duymak hangimizin hoşuna gitmez:
- Afedersiniz, çok dalgındım, bağışlayın!
- Çok özür dilerim, bilerek olmadı!
- Lütfen, geçebilir miyim?
Nezâket ve terbiye, her yaştaki insana yakışan, onu sevimli ve saygılı kılan
sihirli bir özelliğe sahiptir. Ailede, mahallede, okulda, çarşı-pazarda,
toplu taşıma araçlarında, her zaman ve her yerde nazik ve terbiyeli insanlar ilgi
odağı haline gelir, derhal farkedilir. insanlar onlarla birlikte bulunmaktan
sıkılmaz, bilâkis tebessüm ve sıcak bakışlarıyla onlardan hoşlandıklarını ifâde »
ederler.
Çocuklar, nur yüzlü, nâzik, hoş sohbet ihtiyarları severler. Büyükler ve
eğitimciler daima terbiyeli, kibar, görgülü çocukları sever ve takdir ederler.
Terbiyeli ve nâzik insanların sevenleri, dostları ve çevreleri oldukça geniştir.
Nezâket ve terbiyenin temelinde başkalarına iyilikte bulunmak, kimseyi üzmemek
düşüncesi yatar.
Karşısındakilere hep kendinden bahseden, herkesin lafını ağzına tıkayıp sürekli
kendisi konuşmak isteyen, başkalarının davranışlarım eleştirmekten başka birşey
düşünmeyen kimseler, sıkıcı ve sevimsiz insanlardır. Kimse onlarla uzun zaman
beraber olmak istemez, aksine, ilk fırsatta onlardan kurtulmanın bir yolunu arar.
"Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma" düsturuyla hareket eden edepli
ve görgülü insanlar, her ne şartta olursa olsun, kendisini daima karşısındakinin
yerine koyar; insanları rencide edecek kaba davranışlardan ve sözlerden kaçınır.
Şu temel prensibi unutmayınız ki, "kimse çocuğuna terbiyeden ve
GÖRGÜ VE NEZAKETTE TEMEL DEĞERLER
25
güzel ahlâktan iyi bir miras bırakamaz."
Terbiyeli ve güzel ahlâklı bir nesil yetiştirme hususunda büyük gayret
sarfetmeliyiz. Çocuklar, bizim gelecekteki temsilcilerimizdir. Yetiştirdiğiniz
çocuklarla iftihar edilmesini mi, dünyaya getiren ana-babaya lanet edilmesini mi
istersiniz?
Terbiye, aslında kollektif bir süreçtir. Ev ve aile ortamı kadar, evin dışındaki
ortam da çok önemlidir. Cemiyet olarak ahlâklı yaşamaya özen göstermezsek,
çevremizdeki kötü örnekleri elimizden geldiğinde, dilimiz döndüğünce önlemeye
çalışmazsak, ahlâksızlığın fazilet sayıldığı bir toplumda yaşamak zorunda kalırız.
Terbiye edinme metodu hususunda işte güzel bir anekdot:
Terbiyesi ve güzel ahlâkı ile tüm insanlara örnek olan bir bilgeye "Bu güzel
terbiyeyi nereden öğrendin?" diye sormuşlar. Verilen cevap oldukça manidar:
"Terbiyesizlerden!..."
Bana Arkadaşını Söyle,
Senin Kim Olduğunu Söyleyeyim
İnsan, yaratılışı gereği, güzel şeyler yapmaktan zevk alır; güzel manzaralardan
hoşlanır. Çirkin şeyler insanı rahatsız eder.
İnsanı doğasından uzaklaştıran, kötüye meylettiren en önemli unsur, çev- £ l
redir. Çevre deyince, ağaçlar, kuşlar, kelebekler değil, arkadaşlar akla gelir.
Arkadaş insanı vezir de eder, rezil de eder.
Şahsiyetimizin şekillenmesinde çevremizdeki insanların rolü oldukça büyüktür.
Arkadaş seçerken çok dikkatli olmalı. "İrâdem güçlüdür" diye kendine fazla güvenme.
"İstediğim zafnan bırakabilirim." diyen birçok insan ilk sigaradan sonra tiryaki,
ilk kadehten sonra alkolik olmuştur.
İKİNCİ BÖLÜM
AİLE İÇİ GÖRGÜ KURALLARI
AİLE İÇİ GÖRGÜ KURALLARI
29
AİLENİN TEMEL TAŞI SEVGİDİR
ÎLE ÜYELERiNi birbirine bağlayan temel duygu sevgidir. Çocuklar sevgiyi anne-
babadan ve aile büyüklerinden görerek, yâni yaşayarak öğrenirler . Sevgi, sonradan
eğitim kurumları vasıtasıyla kişiye kazandırabilecek teorik bir bilgi değildir.
Sevginin eksik olduğu ailelerde saygıdan, şefkatten, yardımlaşmadan, dayanışmadan,
güvenden ve hoşgörüden de söz edilemez. Bu duyguları besleyen ve gelişmelerini
sağlayan, sevgidir.
Seven kişi sevilir. Sevmeyen, başkalarına tepeden bakan, kendisinden üstün olanları
kıskanan, işgal ettiği mevki ve makamı baskı vâsıtası olarak kullanan kişiler
toplumda sevilmezler. Onların gerçek dostları yoktur. Köle ruhlu, dalkavukluğu
meslek edinen kapıkullarından başka etraflarında insan bulunmaz. Sevgide karşılık
beklenmez. Sevginin karşılığı bizzat içinde gizlidir.
Annemizi-babamızı severiz; çünkü bizi besleyip büyütmüş, birçok çilemize
katlanmışlardır. Büyüklerimizi, dostlarımızı, komşularımızı severiz; çünkü onlarla
birçok acı-tatlı şeyler paylaşmış, onlardan iyilik görmüşüzdür. Sevginin olmadığı
bir kalpte, kin ve nefret duyguları kolayca filizlenir. Kalbinde sevgi bulunan kişi
aynı zamanda merhametlidir. Kendisinden mal, mevki, makam ve kuvvet yönünden güçsüz
olanlara zulmetmez.
30
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Aile Toplumun Temel Direğidir
Başta görgü kuralları olmak üzere, bütün medenî ve sosyal davranışlar ailede
kazanılır. Ruh sağlığının lâzımlarından olan sevgi, saygı, hoşgörü, şefkat,
yardımlaşma, güven gibi temel duygular ailede yaşanarak kazanılır: Bunlar sonradan
öğretilebilir teorik bilgiler değildir.
Ailede kazanılmayan terbiyeyi ve sosyal davranışları sonradan kazan* dırmak hemen
hemen imkânsızdır. Okul ve çevre ancak ailede verilen te-mel duygu ve davranışların
üzerine yeni şeyler bina edebilir.
Sosyal müesseselerin çekirdeği, toplumun temel direği ailedir. Aileyi dejenere
etmeden ve yıkmadan, bir cemiyeti yıkmak mümkün değildir. Aile ne kadar güçlü
olursa, toplumda o derece güçlü olur.
Her müessese gibi, ailenin de a3'.ıkta kal-' ması ve yaşaması ba-j zı temel
kurallara ve, prensiplere bağlı-; dır. Bu kuralların^ başında karşılıklj" sevgi ve
saygı gelir. Üyeler arasında işbirliği, birbirinin hakkını gözetme,j ailenin yükünü
birlikte omuzlama, sayabileceğimiz genel ku-
Kendi hayatına dikkat etmeyen anne-babanın,
rallardır. \ çocuklarından şikâyet etmeye hakkı
yoktur",*'
Her müessesede olduğu gibi, ailede de bir hiyerarşi vardır. Büyük anne, büyük baba,
anne, baba, ağabey, abla ve küçük kardeşler olmak üzere her aile üyesinin üzerine
düşen görev ve sorumluluklar vardır. Her aile üyesi, üzerine düşen bu sorumluluğu
yerine getirmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüğün sınırlarına "aile huhuku" denir. Aile
huhuku kanunlardan ziyade "örf dediğimiz asırlık tecrübelerin bir ürünü olan
gelenekler ve ananeler tarafından belirlenir. Örfün yetersiz kaldığı ve işlemediği
yerde kanunlar devreye girer. .........
J ° '• ' . • . • ..":•:.-- • - •-
":',' .. n^.M':"' ("•*•,•: r; ;•;:'•; ::..'fr? *T.^.M,
AiLE tÇl GÖRGÜ KURALLARI
31
Aile Büyüklerinin görevleri
insan sosyal bir varlıktır. Hiçbir insan tek başına medenîleşemediği gibi, mutlu da
olamaz. Toplu halde yaşamak, insanoğlunun yaratılışından gelen bir özelliğidir.
insanın sosyal çevresi ne kadar geniş olursa; bilgisi, becerisi, tecrübeleri ve
medenî davranışları da o nisbette artar. Çocuklar üzerinde yapılan araştırmalar;
aile büyükleri, yakın akrabalar, aile dostları, komşular ve arkadaş çevreleriyle
münasebetleri sık ve sıcak olan çocukların daha çabuk olgunlaştıklarını, daha çok
şey öğrendiklerini, insanlarla daha kolay diyalog kurduklarını ve medenî kişilik
kazandıklarını göstermiştir.
Bilhassa aile büyüklerinin ve yakın akrabaların çocuklar üzerinde tahmin
edemediğimiz müsbet tesirleri vardır. Çocukları aile büyüklerinden, yakın
akrabalardan ve aile dostlarından mahrum bırakmamalıyız.
Büyük anne, büyük baba, amca, dayı, hala, teyze gün görmüş, tecrübeli insanlardır.
Hem bizim hem de çocuklarımızın onlardan öğreneceğimiz çok şey vardır.
Aynı çatı altında yaşadığımız büyük anne, büyük baba bir bakıma ailenin danışmanı
durumundadırlar. Anne, baba sıkıştığı yerde onlara danışır, görüşlerini alır.
Aile büyükleri de kendilerine danışılmadığı müddetçe anne ve babanın işlerine fazla
karışmamalı; çocuk eğitimini ve ev ekonomisini onlara bırakmalıdır.
Aile büyükleri genelde torunlarını şımartmaya eğilimlidir. Anne-baba onları
işledikleri bir suçtan dolayı ceza-landıracağı zaman müda- "Ananın sozüne kar?'
^elirsin haL" hale eder, torunlarını korur, cezadan kurtarmaya çalışırlar. Bu doğru
değildir. Çocukların eğitiminden, terbiyesinden, disiplininden öncelikle anne-baba
sorumludur. Çocuklarını kendi ölçüleriyle yetiştirmek, onların en tabii hakkıdır.
32
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Anne-baba, çocuk eğitimi konusunda aile büyüklerinden fazla müdahale etmemelerini
yumuşak ve kibar bir dille istemeli, onları kırmadan ikaz etmelidir. T
Anneler genelde oğulları üzerindeki otoritelerim evlendikten sonra da devam
ettirmek isterler. Oğullarını bir başka kadınla -el kızıyla- paylaşmak istemezler.
Hem oğlundan hem gelininden şartsız itaat isterler. Onların da bir aile
kurduklarını, anne-baba olduklarını unuturlar.
Aile büyüklerinin aşırı müdahalesi, münakaşalara ve lüzumsuz tatsızlıklara sebep
olur. Gelinini öz kızı gibi gören, onu seven, koruyan, ayıbını örten çok az
kayınvalide vardır.
Akıllı bir kayınvalide, gelinine fazla müdahale etmez. Gelini ondan yardım
istemedikçe ve bir konuda kendisine danışmadıkça evin düzenine karışmaz. Gelinine
daima iltifat eder, başkalarının yanında üstünlüklerini, maharetlerini ve
faziletlerini sayarak onu yüceltir.
Günümüzde aile büyüklerinin önemi yeterince bilinmemektedir. Evlenen çiftler
yalnızlığı tercih etmekte, aile ocağım terkederek binbir zahmetle yeni bir yuva
kurmaya çalışmaktadırlar. Yeni bir yuvaxkurmak kolay değildir. Hele maaşlı çiftler
için bu daha da zordur. Ev kirasNte^veni eşyalar büyük bir borç yükünü beraberinde
getirir. Taksit ödemekten üst başlarına ve mutfağa yeterli para ayıramazlar. Maddî
sıkıntı evliliğin baharındaki gençlerin mutluluğuna gölge düşürür. Halbuki baba
evinde kalsalardı kira ödemeyecekler, belki zevklerine uygun birkaç eşya alarak,
fazla sıkıntıya girmeden, kendi kendilerine yeteceklerdi.
Aile büyüklerinin yeni evli çiftlerin mutluluğuna gölge düşürdüğü tezi yanlıştır.
Rollerin birbirine karıştırılmadığı, herkesin üzerine düşeni yaptığı karşılıklı
sevgi ve saygının hâkim olduğu geniş ailelerde maddî refah ve mutluluk daha
fazladır. Genç anne bebeğini evde aile büyüklerine teslim ederek kocasıyla, rahatça
ve gözü arkada kalmadan, dışarı çıkabilir; alışverişe gidebilir.
Çalışan annenin aile büyüklerine ihtiyacı daha fazladır. Kayınvalide, annenin
yerini tutmasa da, kreşin ve çocuk bakıcısının vereceği terbiyenin daha iyisini
verir ve bebeğe daha iyi bakar.
kocanın Karısına Karşı , lh ; ,, " ., " görevleri
Kadın evin yüz akı, kocanın şerefidir. Kadın olmadan çocuklara bakmak, evi çekip
çevirmek mümkün değildir, îç işleri kadına aittir.
AiLE iÇi GÖRGÜ KURALLARI
33
Kadının fıtrî görevi annelik ve ev hanımlığıdır. Çocuk bakımı ve terbiyesi, ev
işleri zannedildiği kadar kolay değildir. Sorumluluğunu bilen titiz bir anneyi gün
boyu meşgul eder ve yorgun düşürür.
* Bir erkek, karısını ne evin hizmetçisi, ne çocuk bakıcısı ne de cinsel arzularım
tatmin eden bir dişi olarak görmemeli; onu hayat arkadaşı, evinin kraliçesi olarak
kabul etmeli ve ona göre davranmalıdır.
* Bir erkek, karısına yediğinden yedirmeli, giydiğinden giy-dirmeli, karısına karşı
cimri davranmamalıdır.
* Karısına değer verdiği gibi onun annesine, babasına ve akrabalarına karşı da iyi
davranmalı, sevip saymalıdır. «
* Erkeğin dışarıdaki
mevkisi ne olursa olsun, evde baba ve koca olduğunu unutmamalı; karısına ve
çocuklarına karşı sevgi dolu olmalı, onlara zaman ayırmalıdır.
* insanoğlu için sevmek ve sevilmek ruhsal bir ihtiyaçtır. Sevilmek kadın için daha
da önem arzeder. Sevildiğim kendisine değer verildiğini bilen bir kadın her
fedakârlığa katlanır.
"Yuvalar ancak ve ancak sevgi temeli üzerine kurulur." "Erkek, hanımının yanında,
arkadaşlık ve dostluk cihetiyle çocuk gibi olmalı, dışarıda yine erkek gibi
davranmalıdır."
* Erkek, hanımını güzel giyinmiş ve süslenmiş olarak görmek istediği gibi, kendisi
de güzel giyinmeli, vücut temizliğine ve bilhassa ağız temizliğine dikkat
etmelidir.
* Eşinden saygı görmenin yolu sert ve otoriter olmak değildir. O-nun nazlarına ve
sitemlerine katlanmak, hoşgörülü olmak, şakalarına mukabelede bulunmak, ayıplarını
örtmek, iltifatta bulunarak ona güven vermek... işte saygı görmenin şartlan
bunlardır.
Kültürümüzün temel direklerinden biri de: "Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en
hayırlı olanmızdır." düsturudur.
* Kadınlar genelde hassas mizaçlı olduklarından çabuk alınır, çabuk kırılır, çabuk
küserler. Onların küçük kusurlarını görmezlikten
34
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
gelmeli, kusurlarını itiraf etseler dahi güzel sözlerle teselli etmeli/iyi
taraflarını sayarak cesaret vermelidir.
* Erkek, karısının ayıplarını araştırmaman, kesin deliller olmadık^ ça onun
sadakatinden ve namusundan şüphe etmemelidir.
* Erkek, karısının ihtiyaç ve isteklerini gücü ölçüsünde yerine ge-1 tirmeli, gücü
yetmediği zaman durumu izah ederek, "Paramız olduğu zaman inşaallah alacağım,
"demelidir. ;.:
Kadının Kocasına Karşı Görevleri
Atalarımız, "Tatil dil yılanı deliğinden çıkarır." demişleri Fizik bakımından çok
güzel olmadıkları halde, kocala* rını kendilerine bağlayan ve onla* rm sevgisini
kaza* nan pek çok kadın tanırız. Yine fizik bakımından çok güzel oldukları halde,
çirkin dilli oldukları
ve dırdırlarıyla kocaları? Huzurlu bir aile, huzurlu bir toplum demektir. ı.
j- j-ıı • • •
' v m bezdirdikleri için onların sevgisini kazanamamış pek çok kadın biliriz.
Kahvehaneler, meyhaneler, eğlence yerleri böyle kadınların kocalarıyla doludur.
Atalarımız, "Gönül ne kahve ister ne kahvehane; gönül sohbet ister kahve bahane"
derken bu gerçeğe işaret etmişlerdir. ,
* Kadın kocasına karşı tatlı dilli olmalı, onun yanında sesini yükselterek
konuşmamalıdır.
* Kocasının malına, parasına, şerefine, namusuna sahip çıkmalı, ve korumalıdır.
* Kocasından maddî gücünü aşan isteklerde bulunarak onu zor durumda bırakmamalıdır.
..-.., ,,.-;:'i . . -T ..,,« ^ ,.,„.,
35
AİLE İÇİ GÖRGÜ KURALLARI
î * Aile sırlarını başkalarına açarak kocasını küçük düşürmemelidir. Aslında küçük
düşen yalnız kocası değildir, kendisi de küçük düşmektedir. Dost bildiği kimselere
dahi kocasının sırrını açmamalıdır. Atalarımız ne güzel söylemiş: , „ T j
r- - Arif isen açma sırrını dostuna ,- :;--;:>:=.: \; :v-;i
Dostun da söyler kendi dostuna ' : ; ; :; ,; : ; ;
* Kocasına karşı olduğu kadar onun anne-babasına ve akrabalarına karşı da saygılı,
tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır.
* Kocasının misafirlerine karşı iyi davranmalı, mutfak maharetini esirgememeli,
ikram ve izzetiyle kocasının itibarını yükseltmelidir. : * * Kocasının eve
döneceği saatte kendine çeki düzen vermeli, giyinip süslenerek onu güler yüzle
karşılamalıdır. -
* Kocasının sevincine ve acısına ortak olmalı, ailenin yükünü onunla birlikte
omuzlamahdır.
* Hastalık ve mazeret günleri dışında kocasını yatakta reddetmemeli, dişilik
maharetini kullanarak onu cismen ve ruhen tatmin etmelidir. Araştırmalar, geçimsiz
eşlerin ekseriyetle cinsel yönden de uyumsuz olduklarını göstermiştir. Boşanmalarda
ve eşlerin birbirini aldatmalarında cinsel uyumsuzluğun sanıldığından daha büyük
bir rolü vardır.
* Kocasının sevmediği ve istemediği evlere girip çıkmamalıdır. ;
jİCarı - Koca .. '^^~ geçimsizliği ""****
Karı koca geçimsizliği temelde "sen-ben" kavgasından çıkmaktadır. "Sen şöyle dedin,
sen böyle yaptın" şeklindeki karşılıklı suçlamalarla problemi çözmek mümkün
değildir. Anlayış, hoşgörü ve fedakârlık tek taraflı olmaz. Akıllı ve sağdu] nin
bir yolunu bulur, işi tatlıya baj
)oğı günü
l
.u eşleı rlar.
36
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Diyelim ki, kadın, kocasının bir sözünden dolayı kırıldı ve ona sitem etti. Akıllı
ve anlayışlı bir koca hemen özür diler:
— Özür dilerim karıcığım, seni üzmek için söylemedim.
Akıllı bir kadın da işi münakaşaya dökmeden kocasının özürünü kabul eder ve mesele
çözülmüş olur. ,•-.:. ;
Eğer anlaşmazlığın boyutları çok genişlemiş, eşlerin gücünü aşmış, çözülemez bir
hal almış ise; aile büyüklerine görev düşüyor.
Bir kişi erkeğin ailesinden, bir kişi de kadının ailesinden sözüne güvenilir,
dürüst kimselerden hakem tayin edilerek, anlaşmazlığın çözümü için gerekli olanlar
samimiyetle yapılmalıdır. Eğer ailelerden her iki tarafın da itibar edeceği bir
kimse bulunamaz ise; bu özelliğe sahip bir aile dostu görevlendirilebilir.
Hakem olarak seçilen kişiler, kadını ve kocayı kimsenin duymayacağı yerde ayrı ayrı
dinlemeli, geçimsizliğin sebeplerini öğrenmeli, sonra ikisi bir araya gelerek
topladıkları bilgileri değerlendirmelidir. Âdil ölçüler içinde geçimsizliğin kimden
kaynaklandığına karar vermeli, yine iki hakem birlikte haksız tarafın yanına
giderek nâzik bir dille hatasını izah etmeli, düzeltmesi için nasihatte bulunmalı;
gerekirse manevî baskı uygulamalıdır.
Eşler, iyi niyetli hakemlere itimat etmeli, her şeyi doğru olarak anlatmalı,
hakemleri yanıltacak yalan ve yanlış bilgi vermemelidir. Eğer eşler gerçekten iyi
geçinmeyi arzu ediyorlarsa, Allah onların kalplerine bir sıcaklık verecek, yuva
yıkılmaktan kurtulacaktır.
Çocuksuz Aile Meyvesiz Ağaca Benzer
Yeni evlenen genç çifti olgunlaştıran, hayatın zorluklarına karşı direnme gücü
veren, onları birbirine bağlayan ve aynı idealler etrafında birleştiren şüphesiz
çocuktur. Çocuk, genç çifti "anne-baba" mertebesine yükseltir. Atalarımız,
"Çocuksuz aile meyvesiz ağaca benzer." derken bu gerçeğe işaret etmektedir.
Hamileliğin ilk belirtileriyle birlikte anne adayının vücudunda hızlı
AiLE iÇi GÖRGÜ KURALLARI
37
bir hormon değişikliği başlar. Bu yeni hormonlar, ana rahmindeki cenin için hayatî
önem arzetmekle beraber kadını da anneliğe hazırlar.
Hormon değişikliği ile birlikte anne adayının vücudunda bazı küçük rahatsızlıklar
kendini gösterir. Bunlar aslında rahatsızlık olmayıp, vücudun yeni hormon dengesine
ahşmasıdır. Uykuda düzensizlik, gerginlik, iştahsızlık, yemek kokularından rahatsız
olma, yorgunluk, sinirlilik en çok görülen uyum belirtileridir. Vücudun yeni hormon
dengesine alışması ile birlikte bu küçük rahatsızlıklar da geçecektir. Anne
adayının telaşa kapılmasına ve korkmasına gerek yoktur.
Annenin Çocuğa Karşı «Görevleri
* Anne mutlaka bebeğini kendi sütü ile beslemelidir. Annenin bebeğini emzirmesi
halinde göğüslerinin bozulacağı söylentisi tamamen asılsızdır. Aksine, emilen
memeler fiziki bir egzersize tâbi oldukları için daha da güzelleşecektir. Ayrıca,
besleyicilik yönünden anne sütüne denk başka bir besin yoktur. Hayvan sütü ve hazır
mamalar hiçbir zaman anne sütünün yerini tutamaz. Anne sütü mineraller ve koruyucu
maddeler bakımından çok zengindir. Anne sütü ile beslenen bir bebek, çocuk
hastalıklarına kolay kolay yakalanmaz. Ruh sağlığı yönünden iyi gelişir.
* Stress, sinirlilik, aile içi münakaşalar anne ruh sağlığını ciddi şekilde
etkiler. Araştırmalar, huzursuz bir aile ortamında doğum yapan annelerde süt
kesilmesinin daha fazla olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu sebeple, başta kocası olmak
üzere bütün aile büyükleri hamile kadına ellerinden gelen toleransı göstermeli, ona
yardımcı olmalı, moral vermeli ve kendisine güvenmesini sağlamalıdır.
* Doğumu takip eden 6 ay, çocuk ruh sağlığı yönünden çok önemlidir. Anne sütünün
fiziksel üstünlükleri yanında bir de ruhsal üstünlükleri vardır. Bizce önemli olan
bu ruhsal üstünlükleridir. Bebek annenin kucağında, anne sütünü emerken, kendisini
mutlu ve güvende hisseder. Onu seven ve koruyan bir annesi olduğunu hisseder. Karnı
doyduktan sonra gülü-cükleriyle, agulu, gugulu kuş diliyle, komik hareketleriyle
mutluluğunu dile getirir; anneyi de güldürür ve ona bütün yorgunluğunu unutturur.
* Bebeğini kendi sütü ile besleyen annelerde, modern tıbbın izah edemediği,
metafizik bir iletişim gelişir. Anne, bebeğin ağlama şeklinden, ne anlatmak
istediğini hisseder.
38
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
<••• Araştırmalar, uykusu ağır annelerin bile gece çocuk ağladığında, onun ağlama
sesini duyduğunu ve hemen tatlı uykusundan kalkarak bebeğin yardımına koştuğunu
ortaya çıkarmıştır. ' - ,t '
* Çalışan anneler, anne-bebek beraberliğinin ruh sağlığı yönünden çok önemli
olduğunu bilmeli, doğumdan sonra en az 6 ay işine ara vermeli, ondan sonra da
mümkünse yarım gün (part time) çalışmanın bir yolu*f nü bulmalıdır. < ; f *
Çocuğun en ideal eğitimcisi, o-nun öz annesidir. Başka hiçbir yakını ve hele
ücretle çalışan bir çocuk bakıcısı annenin yerini tutamaz. Yine Avrufi pa'da ve
Amerika'da yapılan araştırmalar, kreş ve ana okulu gibi
" - Gel çocuğum, gel yavrum!.."
modern çocuk müesseselerinin en mütevazi bir aile ortamının bile yerini
tutmadığını, çünkü bu gibi yapay hizmet ortamlarının çocuk fıtratına (yaratılışına)
aykırı olduğunu, onun ancak sıcak aile yuvasında fiziksel ve ruhsal yönden serpilip
gelişebildiğim ortaya çıkaraıışür. _ _,„._. ... * Anne çocuğundan sevgisini ve
şefkatini esirgememeli, ancak bunu yaparken aşırıya giderek onu şımartmamalıdır.
Çocuğu ihmal etmek kadar aşırı şımartmak da eğitim açısından mahsurludur. ihmal
edilen çocukta güven duygusu gelişmez. Sevildiğinden emin değildir. Diğer taraftan
şımartılan, "el bebek gül bebek" büyütülen bir çocuk "dedeğim dedik" bir zorba olur
çıkar, îstek ve ihtirasları bitmez. Yoktan anlamaz. Kural tanımaz. Tek çocukta bu
davranışlara daha sık rastlanır. Tek çocuk egoisttir. Paylaşmayı bilmez. Tek çocuğu
sosyalleştirmenin en iyi yolu, ona bir kardeş yapmaktır. Bu mümkün değilse, akraba
veya komşu çocuklarından ona bjı arkadaş temin edilmelidir.
, * Anne, çocuklarını eğitirken âdil olmalıdır. Çocuklar arasında ayırım yapmamalı,
onları birbiriyle ^yaslamamalı, her çocuğu Allah'ın takdir ettiği huy ve
kabiliyetlerle kabul etmelidir. * „._.-''"-.
AiLE iÇi GÖRGÜ KURALLARI
39
- Anne, çocuktan yerine getiremeyeceği isteklerde bulunmamalıdır. "Söz ver bakayım
bir daha bu suçu işlemeyeceksin" veya "Yemin et bakayım, ağzından bir daha böyle
kötü söz çıkmayacak!" gibi. Masallarda da bu tür yanlışlara rastlarız.
Bir anne anlatmıştı: "Kızım yedi yaşında iken okuduğu masal kitabı ile yanıma
geldi:
- Anneciğim bu masalın sonu doğru değil, dedi.
- Neden? dedim.
- Bak, okuyayım da dinle: "Küçük çocuk annesine söz vermiş, bir daha hiç yaramazlık
yapmamış."
- Peki, bunun yanlışlık neresinde? Kızım boynuma sarıldı:
- Anneciğim, çocuk olur da hiç yaramazlık yapmaz mı? Kızım haklıydı:
- Yapar... dedim. Ama özür diler ve bir daha yapmamaya çalışır."
- Cezadan kasıt çocuğun canını acıtmak değildir. Bir suç işlediği zaman oturup
onunla konuşmalı, yaptığı hareketin doğru olmadığını açıklamalıdır. Çocuk eğer
sizin kendisini sevdiğinizden ve ona değer verdiğinizden eminse, yanınızdaki
itibarı ve sevgiyi kaybetmemek için yanlış yapmamaya çalışacaktır. Buna rağmen
yanlış yapmaya devam ederse vereceğiniz âdil bir ceza onun ruh sağlığını etkilemez.
Aksine ona değer verdiğinizi, onu ciddiye aldığı-mzı gösterir. l T ' *)
J^J ^~^>V^-t
- Çocuğa vereceğiniz ceza onur kırıcı ve Çocuğu herkesin ortasında küçük
düşürmek marifet değildir.
onu başkalarının önünde
küçük düşürücü olmamalıdır. Kulağını hafifçe çekmek, azarlamak, küsmek, odanın bir
köşesinde 5-10 dadika bekletmek gibi hafif cezalar bazan
40
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
istediğimiz neticeyi verebilir.
* Anne, asla çocuğunun yüzüne tokat vurmamalıdır. Yüze vurulan tokat onur
kırıcıdır.
* Anne çocuğuna dinini öğretirken de çok dikkatli olmalı, onu zorlamamalı,
vereceklerini oyun havası içinde vermeli ve hikâye ile anlatma yolunu seçmelidir.
Çocuğu hatalı davranışlarından caydırmak için asla Allah'la ve cehennemle korkutma
yolunu seçmemelidir. Böyle yapan anneler, farkında olmadan çocuğun zihninde yanlış
bir Allah ve ahiret anlayışı yerleştirmektedir. Hangi çocuk, cehenneminde yaramaz
çocukları yakan Allah'ı sever?
* Anne, yerine getiremeyeceği kuru tehditler savurmamalı, beddua etmemelidir.
"Allah'ım ben ne günah işledim de bana böyle bir çocuk verdin?" diye yakınan
anneler, yine farkında olmadan, çocukta suçluluk duygusu ve yanlış bir Allah fikri
doğmasına yol açmış olurlar.
* Çocukları babaları ile tehdit eden, "Baban akşam gelince sen görürsün!" diyen bir
anne, acizliğini ilân etmiş olur. Böyle bir anneye karşı hiçbir çocuk saygı duymaz.
* Anne, çocukların yanında başkalarını ve hele kocasını çekiştirmeme-li; kocasını
seven ve ona saygı gösteren, uyumlu ve örnek bir eş olmalıdır.
* Anne ve baba, çocukların önünde münakaşa ekmemeli, birbirlerini suçlayıcı bir dil
kullanmamalıdır. •
Babanın Çocuğuna Karşı X Görevleri -
v
* Babanın çocuğa karşı görevleri anneninkinden aşağı değildir. Çocuklarına karşı
ilgisiz davranan, çocuk bakımını ve eğitimini sadece annenin görevi sanan babalar,
ideal bir baba modeli göstermezler.
* Baba, ailenin geçimi için lâzım olan parayı helal yoldan kazanmalı, gayri meşru
yollardan kazanılan para ile beslenen çocukların ne ailesine ne de milletine
faydalı olmayacağını bilmelidir. -. i
* Eşine ve çocuklarına karşı sevgi ve şefkat dolu olmalı, babalık otoritesini baskı
vasıtası yapmamalıdır.
* Anne ile baba disiplin ve terbiye konusunda aynı değerleri paylaşmalı; aynı
ölçüleri kullanmalıdır. Birinin kızdığı bir davranışa diğeri gülüp geçerse; biri
ceza vermek isterken öbürü çocuğu müdafaaederse; çocuk kimin haklı kimin haksız,
neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemez. « '
AİLE IÇÎ GÖRGÜ KURALLARI
41
* Bir erkeğin dışarıdaki mevkisi ve makamı ne olursa olsun, evde "baba" olduğunu
unutmamalı, çocukların seviyesine inerek onlarla tatlı bir diyalog kurmalıdır.
* Çocuklar babalarını erişilmesi zor bir insan olarak bilmemeli, her sıkıntılarım
çekinmeden ona açabilmeli, her konuda soru sorabilmelidir. Anne-baba ile iyi bir
diyalog kuramayan çocuklar, ergenliğe adım atarken zorlanırlar. Ergenlikte ortaya
çıkan problemleri aşamaz, her söze alınan, her şeyq kızan çekilmez gençler olur
çıkarlar.
Baba, çocuklarını aşırı otorite ile sindirmemek, onları hem kendi haklarına sahip
çıkan, hem de başkalarının haklarına saygı duyan, hür fikirli insanlar olarak
yetiştirmelidir.
* Genellikle, sessiz, her emre boyun eğen, anne ve babanın sözünden çıkmayan gölge
tipler, "ideal ve terbiyeli çocuk" olarak vasıflandırılır. Halbuki sindirilmiş,
kabiliyetlerini ve kişiliğini keşfedememiş, emir kulu haline gelmiş çocuklar kendi
başlarına bir-şey üretemez, bir eser meydana getiremezler. Çünkü onların adına hep
anne-baba karar vermektedir.
* Baba çocuğu hakkında karar • verirken meselâ en basitinden bir elbise veya
ayakkabı alırken mutlaka ona da danışmak, gerekirse seçme şansını ona bırakmalıdır.
Çocuklar bu konuda çok duyarlıdırlar. Onları siz eğittiğinize göre, sizin
zevklerinize ve ölçülerinize zıt düşen seçimler yapmazlar.
Yatılı bir lisede okuyan, itibarlı ve zengin bir babanın oğlu, "hırsızlık yapıyor"
gerekçesi ile bize getirildi. Psikolojik yardımda bulunmamız istendi. Gençle
konuştuğumuz zaman kendisine sorulmadan yatılı okula verildiği ortaya çıktı. Genç
şuuraltında babaya karşı kin duyuyordu. Çünkü o evinde olmak, kendi odasında ders
çalışmak, annesinin pişirdiği yemekleri yemek istiyordu. Yatık okulun havasına
alışamamıştı. Evde "istenmeyen çocuk"'olduğu için yurda verildiğini sanıyordu. O da
babadan intikam almak, çevreye karşı onu küçük düşürmek için hırsızlık yapıyordu.
Paraya ihtiyacı yoktu. Onun sevgiye, şefkate, güvene ve sıcak aile yuvasına
ihtiyacı vardı.
42
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
"Çık bakalım parayı, arkadaşlarla kafa çekicez!.."
Babasıyla konuştuk. Sokağa alışmasın, kötü arkadaşlar edinmesin, ders çalışacak bol
zamanı olsun diye onu yatılı okula verdiğini söylüyordu. Yani çocuğun iyiliği için
bunu yapmıştı. Fakat bütün bu düşüncelerini oğluna açıp o-nun fikrini sormamıştı.
Onun adına kendisi karar vermişti. Babaya meseleyi izah ettik, çocuğu yatılıdan
almasını, okulunu değiştirmesini tavsiye ettik. Anlayışlı bir insandı. Kabul etti.
Çocuğu evine yakın bir liseye naklettirdi. Çocuk hem ailesine hem de hürriyetine
kavuştu, îki ay sonra babası telefonla aradı. Çocuğun çok başarılı olduğunu,
öğretmenleri ve arkadaşları tarafından sevildiğini söyledi ve bize teşekkür etti.
Çocukların, Anne-Babaya Karşı Görevleri
insanoğlu yaratılışı gereği, kendisine iyiliği dokunan bir kimseye karşı saygı ve
minnet duyar. Müdürüne, patronuna, komutanına itaat eden ve saygı gösteren bir
insanın anne-babasını ihmal etmesi düşünülemez.
Peygamber Efendimiz, "En fazla hürmete lâyık olan kimdir?" diye soran sahabeye, üç
defa "annendir" buyurduktan sonra, dördüncüsünde "babandır" ilâvesini yapmıştır.
Peygamberimizin bu önemli ikazı, anneye yapılan ihsan ve hürmetin, babaya
yapılandan üç misli fazla olması gerektiğini gösteriyor. Çünkü anne, babadan fazla
olarak, hamilelik, doğum ve emzirme zahmetlerine katlanmıştır.
"Cennet anaların ayakları altındadır" buyruğu da, yukarıdaki bütünlüğe uygun olarak
anneliğin kutsiyetini vurgulamaktadır.
AiLE iÇi GÖRGÜ KURALLARI
43
Buraya kadar anlatılanlardan; anneye çok iyi davranıp, babaları savsaklayın
anlamını çıkartmayalım sakın. Vurgulamak istediğimiz şey şudur
ki, anne her zaman babadan önce gelir. Bu sebepledir ki, günlük hayatımızda pekçok
şeye "ana"lı isimler takmışız. Ana-vatan, anadil, ana-yol, ana kucağı, ana şefkati
vs... Hatta yurt edindiğimiz topraklara Ana-do-lu demişiz.
Hülâsa, anne ve babalarımıza karşı sorumluluklarımız oldukça
Huzur, bu evlerin sadece tabelasında var!..
fazladır. Dünyaya geldiğimizde hiçbir şeye gücümüz yetmezken , hastalığımızda
başucumuzda sabahlayan, yemeyip yediren, giymeyip giydiren anne-babamıza karşı
saygıda kusur etmek, en büyük insanlık suçlarından biridir.
lünnet
Anne babanın vazifelerinden birisi de, zamanı geldiğinde erkek çocuklarını sünnet
ettirmektir.
Çocukların belli bir yaşa geldiğinde sünnet edilmesi, dini kaynaklı örflerimizin
başında gelir. Sünnet olmak, erkek çocuklarının hayatında önemli bir dönüm noktası
olduğu için, yörelere göre çeşitli merasimlerle sünnet düğünü yapılır.
Çocuklar genellikle 6-7 yaşına geldiğinde sünnet yapılır. Fakat daha küçük erkek
kardeşleri de varsa eğer, bir daha tekrar sünnet telaşına girmemek için
kardeşleriyle birlikte sünnet edilirler.
Çocuğunu sünnet ettirmeye karar veren anne-baba, ilkin bunun tarihini belirler.
Genellikle sünnet düğünleri yaz aylarında yapılır. Çocukların okul durumları varsa,
yaz tatilinde sünnet edilmeleri daha uygundur.
44
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Sünnet tarihi belirlendikten sonra, eş-dost ve akrabaların haberdar edilmesi ya
bizzat gidip sözlü olarak, ya da davetiye bastırılıp dağıtılarak yapılır.
Çocuklara özel sünnet elbiseleri almak suretiyle bunu almaya gücü yetmeyecek
ailelerin çocuklarını da özendirmek, anne-babasınmm zor durumda kalmasına sebep
olmak doğru bir davranış değildir.
Özellikle şehirlerde başlayan yeni bir adete göre, çocuklar cicili bicili
giydirilerek, aile durumları gözönüne alınmadan akrabalar gezdirilmek-tedir.Bunun
iki türlü sakıncası vardır. Birincisi; maddi durumu müsait olmayan ailelerin
çocuklarını da bu şekilde özendirmiş olursunuz, ikincisi de; ailesinin durumu her
ne kadar iyi olursa olsun, çocuk çocuktur. Eş-dost, akraba ziyaretlerinde para ve
hediye toplamak düşüncesi içinde olan çocuk, akrabalarının kıymetini kendisine
verilen hediyenin kıymetine göre ölçmeye kalkabilir ki, bu da çocuk eğitiminde
dikkat edilmesi gereken bir husustur.
Genellikle sünnet düğünü genellikle evlerde yapılır. Sünnetçi çağrılır ve gelen
misafirlerin huzurunda sünnet gerçekleştirilir. Şmdilerde, hastanelerde veya sağlık
kuruluşlarında da yaptırılıyor.
Sünnet olacağı esnada çocuğu tutan kimseye -ki genellikle akrabadan olur- kirve
denir. Sünnetten sonra kirve çocuğa hediye veya para verir. Sünnet olan çocuğun
ebeveyni de, kirveye bazı hediyeler verirler. Bunlar sünnet merasimlerinde adet
haline gelmiştir.
Sünnet herşeyden önce, adı üzerinde "sünnef'tir. Yani dini kaynaklıdır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed'in tavsiye ettiği sünneti, modern tıb bilimi de tasdik
ederek, sağlık açısından faydasını kabul etmiştir. Sünnet aile içinde yapılan, öyle
ihtişamlı düğünlere falan itibar edilmemesi gereken bir dini tavsiyedir.
Daha da önemlisi; kimi aileler, dini kaynaklı olan bu sünnet merasimini, dinin
zararlı bulup yasak ettiği içkili, sazlı-sözlü âlemlere dönüştürmekte, farkında
olmadan kötü örnek olmaktadırlar. ;
Sünnet için eğer bir merasim tertip edilecekse, burada toplanan insanlara bu
vesileyle sünnetin tıbbî ve sosyal yönü üzerinde bilgiler verilmesi, bilenler
tarafından Kur'an okunup dualar edilmesi, en uygun davranıştır.
• Ayrıca, sünnet merasimleri mütevazı olmalı, gösteriş ve israfa meydan
verilmemelidir. -•" ;"-- •••.,->: ±?-> r^-r- ':• :••-• '«•.;;::•-.••;'
• •t'i-;*.^:^'
AiLE ÎÇI GÖRGÜ KURALLARI5
45
TEMİZLİK KURALLARI
Bir Alışkanlıktır
Temizlik kurallarını hepimiz biliriz, biliriz de nedense çok azını uygularız. Her
güzel davranış gibi, temizlik alışkanlığı da ailede kazanılır. Temizlik konusunda
titiz olan ailelerin çocukları hemen ilk anda dış görünüşleriyle belli olurlar:
Temiz ve ütülü bir elbise, boyalı ayakkabılar, bakımlı, taranmış saçlar,
fırçalandığı belli olan beyaz dişler, kesilmiş temiz tırnaklar ve bütün bunlara
ayrı bir güzellik katan kibar ve saygılı davranışlar...
Çocuklarımız ilkokulun birinci sınıfına ayak bastıklarında, öğretmen daha ilk
günde, çocukların dış görünüşlerine bakarak onların aileleri hakkında bir kanaat
edinir.
Temizliğin fakirlikle, zenginlikle doğrudan bir ilgisi yoktur. Temizlik bir görgü,
bir alışkanlık meselesidir. Annem kız görmeye giden bir komşumuza şu tavsiyede
bulunmuştu: "ilk fırsatta mutfağına ve banyosuna bak; eğer bu ikisi temizse, gerisi
tamamdır."
Temizlik Alışkanlığı Çocuklukta Başlar
* Temizlik alışkanlığı ailede kazanılır. Çocuklara temizlik alışkanlığı kazandırmak
sadece annenin görevi değildir. Baba ve diğer aile büyükleri de aynı derecede titiz
davranmalıdır ki, çocuklar bu toplu tavır karşısında tenbellik göstermesinler.
* Anne elinden gelen titizliği gösterdiği halde, baba ve diğer aile büyükleri işi
ciddiye almaz, hele temizlik kurallarına uymazlar ise, çocuklar kolaycılığı seçip
baba gibi davranmayı tercih edeceklerdir.
46
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
* Çocuklara sokakta oynarken, üst başlarını kirletmemeye dikkat etmelerini
söylemeli ve bunu takip etmeliyiz. Eve kirli, pasaklı döndüklerinde ikaz etmeli,
tekrarında bir müddet için oyundan men cezası vererek işi ciddiye aldığımızı belli
etmeliyiz.
* Sokaktan eve döndüklerinde, aşırı terlemişler ise, banyoya sokmalı, ılık bir duş
aldırıp iç çamaşırlarım değiştirmeliyiz. Eğer terlememişler ise, el, yüz ve
ayaklarını yıkatmak, temiz çorap giydirmeliyiz.
* Yemekten önce ve sonra çocuklara ellerini yıkatmak, aynı zamanda bizler de
yıkayarak onlara ör-lek olmalıyız.
* Yemeklerden sonra sadece eller değil, ağızda yıkanmalı, dişler
fırçalanmalıdır.
* Evde oynarken etrafı dağıtmamalarını, oyuncaklarını sağda sol-
Çocuklara temizliği sevdirin!
da bırakmamalarını, oynadıktan sonra mutlaka oyuncaklarını toplamalarını
öğretmeliyiz. İlk zamanlarda ve ara sıra onlara yardım ederek işin nasıl
yapıldığını göstermeli, buna önem verdiğimizi hissettirmeliyiz.
* Sokakta, üstü açık tablalarda satılan yiyecekleri, simitleri, şekerlemeleri satın
almamalarını, bunların sağlığa zararlı olduklarını söylemeli ve takip etmeliyiz.
* Evde, dolaptan veya sepetten aldıkları meyveleri yıkamadan yememeleri gerektiğini
anlatmalı, sulu meyveleri gezerek yememelerini söylemeli, bir sofra bezi veya tepsi
üzerinde yemelerini temin etmeliyiz.
* Çocukları mahalle bakkalına alıştırmamak, iştahlarını kapatacak bisküvi, şeker,
pasta gibi şeyleri fazla yemelerine izin vermemeliyiz.
* Evde, merdivenlerde, sokakta, okulda, nerede olursa olsun; çöpe atılması gereken
bir şeyi rastgele atmasına engel olmalı, bunun çirkin bir davranış olduğunu
anlatmalıyız.
AİLE İÇİ GÖRGÜ KURALLARI
47
* Yere tükürmenin, sümkürmenin yine çirkin bir davranış olduğunu anlatmalı,
çocuklarımıza mendil kullanma alışkanlığı kazandırmalıyız.
* Temizlik alışkanlığının hemen doğumdan sonra başladığını söylersek yanlış olmaz.
Süt çocuğu, altını ıslattığı veya kirlettiği zaman, yaratılışı gereği rahatsız
olur. Rahatsızlığını mızmızlanarak veya ağlayarak dile getirir. Hassas anneler,
çocuğun ağlama şeklinden karnı mı acıktı, bir yeri mi ağrıyor, yoksa altını mı
kirletti kolayca anlar.
Altı kirlenen bir bebeğin vakit geçirmeden bezi değiş- "Şev- öğretmenim, biraz
terlemişim de!.."
tirildiği takdirde, temizliğe alışır ve bir müddet sonra kirli beze tahammül
edemez. Altı kirlendiğinde rahatsızlığını mutlaka dile getirir.
* Bazı anneler, bez değiştirmekten kurtulmak için, çocukların bir an evvel
çişlerini ve kakalarını haber vermelerini isterler. Zamanından önce lâzımlığa
oturtur, ihtiyaçlarını yapmalarını beklerler. Halbuki çocuklar altı aydan önce
kaslarını kontrol edemezler. Kas kontrolü, sinir gelişimiyle ilgili bir meseledir.
Çocuk psikolojisi ve çocuk gelişimi hakkında yeterli bilgisi olmayan aceleci ve
titiz anneler, çocukla lüzumsuz bir mücâdeleye girişirler. Maalesef her zaman için
bu mücâdeleden çocuklar galip çıkarlar. Korkutmalar, tehditler, cezalar bir netice
vermez; aksine çocuğu inatçı yapar.
* Yine bazı anneler, ihtiyaçlarını haber vermeyen çocuklara ceza olsun diye
kirlenen bezlerini değiştirmezler. Anneler, bu davranışlarının yanlış olduğunu çok
geç anlarlar. Çocuk bir müddet sonra, kirli beze ve kirli bez kokusuna alışır;
değiştirilmesini istemez.
* Umûmî tuvaletlerdeki pis manzaralara hepimiz şahit olmuşuzdur. Biz yine diyoruz
ki, bunun sorumlusu ailelerdir, toplum değil. Çünkü top-
48
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
—————— .ı... l m^.u^.v^sfiyfft^.e.n^; -- ^
— ————————————————————————————————————————————————————————— -
lum fertlerden oluşur ve fertler temizlik alışkanlığım ailede kazanır.
* Çocuklarımıza mutlaka tuvaleti temiz olarak terketmelerini öğretmeliyiz. Önce
tuvaleti nasıl kullanması gerektiğini göstermeli, tuvalet taşı kirlendiği takdirde
fırça ve su yardımıyla nasıl temizlenmesi gerektiğini göstermeliyiz. ' , • : - :
> :,
Çocuk bu alışkanlığı kazanıncaya kadar takip etmeli, işini bitirip çıktıktan sonra
tuvaleti kontrol etmeli; kirli görünce onu ikaz etmeli ve mutlaka kendisine
temizletmeliyiz.
* Çocuğa mutlaka oturarak ihtiyacını gidermesi gerektiğini, aksi halde etrafa
sıçrayan sidik damlacıklarının kendi ayaklarına ve paçalarına da bulaşacağını
anlatmalıyız.
* Tuvaletten çıktıktan sonra ellerini sabunlayıp yıkamalarım temin etmeli, onlara
bu alışkanlığı kazandırmalıyız.
* Çocukların ekserisi banyo yapmaktan ve tırnak kesmekten hoşlanmaz. Saç tıraşında
da durum aynıdır. Belki de bunun sebebi biz anne-ba-balarız. Onları zorla berbere
götürür, zorla banyoya sokar, zorla tırnaklarını kesersek, bizim bu zorlamalarımız
onlarda karşı tepki doğmasına sebep olacaktır. Halbuki teşvik ederek, özendirerek,
bunun özellikle kendi sağlığı için gerekli olduğunu anatırsak ve biz de bu yolda
örnek olursak; işimiz kolaylaşacak, çocuklarımız fazla direnç göstermeden temizlik
alışkanlığı kazanacak, zamanla bundan zevk alacaklardır.
_
Kuralları '-••':•••• •••"ü •••-".' .-ı - •^•.•' —••-': &K-S-. •,^-.- .•
'V^^;i>^^
* Tuvalette mecbur kalmadıkça konuşulmaz. , t, !
* Tuvalette selâm alınmaz. ...,, ,.,..,';,.
* Tuvalette şarkı söylenmez, ilâhi okunmaz, , ı , , , ,
* Oturarak ihtiyaç giderilir. Küçük ihtiyaç da olsa ayakta yapılmaz, ihtiyacı
oturarak gidermek, hem temizlik, hem sağlık, hem de ahlâk yönünden daha uygundur.
* Tuvalette otururken avret yerine ve çıkan dışkıya bakılmaz.
* Çıkan dışkı deliğe düşecek şekilde oturulur. Tuvalet taşı kirletilmez. Kazara
tuvalet taşını kirlettiğimiz takdirde bol su ve fırça yardımıyla temizlememiz
gerekir.
* Tuvalette iken tükürülmez ve sümkürülmez. ; •
AÎLE ÎÇİ GÖRGÜ KURALLARI
49
* işimiz bittikten sonra sol elimizi kullanarak avret yerlerimizi bol su ile
yıkamalı, ancak suyu avret yerlerimize hızlı çarpmamak, sıçramalara engel
olmalıyız.
* Bez yerine tuvalet kâğıdı ile kurulanmak sağlık açısından daha uygundur. Tuvalet
kâğıdı özel olarak temizlik için imal edildiğinden ve bu kâğıda yazı
yazılmadığından bir mahsuru yoktur.
* Açık mekânlarda, kırda, ormanda ihtiyaç giderirken yanımızda su yoksa, temiz
otlarla, taşlarla ve toprakla temizlenebiliriz.
* Açık mekânda ihtiyaç giderirken
rüzgâra karşı oturulmaz; rüzgâr arkaya alınır. Zira rüzgârın tesiriyle üzerimize
sidik sıçrama ihtimali vardır.
* Durgun ve akar sulara idrar yapılmaz.
* Meyve veren ağaçların altına, insanların istifâde ettiği gölgelik yerlere, ekin
tarlasına, sebze ve meyve bahçelerine, karıncaların ve diğer hayvanların yuva
ağızlarına küçük veya büyük ihtiyaç gidermek, yanlış davranış örnekleridir.
* Tuvaletten çıktıktan sonra sifonu çekmeyi unutmamalı, girecek kişiye temiz
bırakmalıdır.
* Tuvaletten çıkınca ellerimizi sabunlamak ve bol su ile yıkamalıyız.
Beden Temizliği
* Gusul gibi farz olan temizliğin dışında, her insan en az haftada bir kez banyo
yapmalıdır. Yaz aylarında ise, aşırı terlemeden dolayı daha sık banyo yapmak
gerekir.
* Saçlar, el ve yüz sık sık yıkanmalı, saçları yağlı olanlar daha sık yıkamalıdır.
* Saç ve sakal bakımı, güzel bir yüz görünüşü için önem arzeder. Saç ve sakalımızı
örfe göre traş etmeli; taramalı, dağınık bırakmamalıyız.
* Koltuk altlarında ve kasıklarda biten kıllar, en az ayda bir sefer te-
50
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
mizlenmelidir. Temizlik işi, traş edilerek veya tüy dökücü kremler kullanarak
yapılabilir.
* El ve ayak tırnakları, mikrop ve pislik barındırmaya en müsait yerlerdir.
Tırnaklar, mümkün mertebe haftada bir defa kesilmeli, uzamalarına fırsat
verilmemelidir.
* Kesilen tırnaklar, koltukaltı ve kasık kılları rastgele atılmamalı; açık
havada toprağa gömülmeli, evde ise bir naylona sarılarak çöpe atılmalıdır.
* Ağız ve diş bakımının vücut temizliği içinde ayrı bir önemi vardır. Yemeklerden
sonra ellerimizi yıkarken ağzımızı yıkamayı ve dişlerimizi fırçalamayı
unutmamalıyız.
* Aşırı sıcak ve soğuk yiyeceklerden sakınmalı, bunların hem diş sağlığına hem de
ağız içi mukozasına zarar verdiği unutulmamalıdır.
* Sert kabuklu yiyecekleri dişlerimizle parçalamamak, çocuklarımızı da bu konuda
uyarmalıyız. Sert kabukların diş minelerini çatlatabileceğini onlara anlatmalıyız.
Şimdi fındık ve ceviz kıran çok kullanışlı aletler ima] edilmektedir. Bunlardan bir
tane satın alarak problemi çözebiliriz.
* Solunum ve koku alma organımız olan burnumuzu da temiz tutmalı, mendil kullanma
alışkanlığı kazanmalıyız. Kâğıt mendiller daha sağlıklı ve daha kullanışlıdır.
* Yerlere tükürmek ve sümkürmek çok kaba ve çirkin bir davranış olduğu gibi,
sağlığa da zararlıdır.
"Ne yani, ağzımız süt mü kokacaktı?!."
AiLE IÇÎ GÖRGÜ KURALLARI
51
V-jöpçübaşı LJldum..

*C"
Q l AKLAŞIK İKİYÜZ ailenin \J\ barındığı büyük bir sitede oturuyoruz. Ailelerin
hemen hepsi iyi insanlar. Gelin görün ki, bu insanların ekserisi evlerinde temizlik
konusunda gösterdikleri titizliği apartmanda ve site içinde göstermiyorlar.
Apartman merdivenleri haftada iki gün temizlendiği halde, daha temizliğin yapıldığı
gün merdivenlerde çöpler görürsünüz. Sigara izmaritleri, meyve eşelekleri, çocuklar
tarafından atıldığı hemen belli olan bisküvi-sakız-şekerleme-kraker ambalajlan...
52
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Sitenin sokakları, apartmanların bahçeleri daha da iç karartıcı. Poşet atıkları,
pet şişeler, deterjan ambalajları, gazete kâğıtları, ten-bel çocuklar tarafından
duvar diplerine, sokak köşelerine bırakılmış çöp dolu poşetler...
Bu insanların hepsi, "Temizlik imandandır." deyip dururlar ama, iş sadece lafta
kalır çoğu kez. Tatbik edenlerin sayısı, neredeyse bir elin parmakları kadar az.
Kaç defa konuyu Site Yönetim Kurulu'na götürdüm. "Bu davranışımız müs-lümana
yakışmıyor" dedim. "Haklısın" dediler. Beraber oturup temizliği öven ve emreden
ayet ve hadislerle dolu bir bildiri metni hazırladık. Metni daktilo ettirip
çoğalttık ve her aileye elden teslim ettik; fazla değişen birşey olmadı. Yine
sitenin içi ve apartmanlar çöpten kurtulmadı.
Site Yönetim Kurulu, sonunda işin kolayını buldu: "Sen eğitimcisin, sana yetki
veriyoruz, bu işi hallet!" dediler.
Eğitimcilik kolay iş değil. Oturup bir plân yaptım. Hafta sonunda sitenin 6-10 yaş
grubuna giren ilkokul çocuklarını topladım. Bir "Vatan-millet-sakarya..." nutkuyla
çocukları havaya soktum. Hepsi de temizliğin faydasına inanmış göründüler.
Çocukları dört gruba
ayırdım. Her grubun başına, çocukların oyu ile birer lider seçtik. Her gruba üç
apartman ve çevresi düşüyordu. Paza günleri öğleden sonra saat 4 ile 5 arası bir
saat sürecek bir temizlik operasyonu yapmaya karar verdik.
Her çocuk temizlik operasyonunun sonunda belli bir ücret alacaktı, ücretin
miktarını da yine oy birliği ile tesbit ettik. Temizliğin iyi yapılması için bazı
kararlar aldık. Grup liderleri adamlarını izleyecek, titiz ve iyi çalışanların
isimlerini yazacak, bunlar işin sonunda ücrete ilâve olarak teşvik primi de
alacaklar.
Teşvik primi kararı büyük alkış topladı. Plân mükemmel görünüyordu. Her şeye rağmen
planda aksamalar olursa, yeni kararlar alıp, ne pahasına olursa olsun, sitenin
temiz bir görünüme kavuşmasını sağlayacaktık.
Uygulamaya başlayalı iki hafta oluyor. İşler beklediğimden de iyi gidiyor. En
başarılı grup, "İkinci Grup". Bu grubun içinde de en çalışkanları "Hasan-Hüseyin"
ismindeki ikiz kardeşler. En yüksek primi onlar alıyor.
Üçüncü haftamız. Siteye dağılmış arı gibi çalışıyoruz. Ben ve grup liderleri de
dahil apartmanları ve çevrelerini tertemiz yapmak
AiLE iÇi GÖRGÜ KURALLARI
53
için yerde bir kibrit çöpü bile bırakmıyoruz. Adamlarıma işi sevdirmek için, "Haydi
aslanlarım!" diyorum... Allah temiz çocukları sever. Verdiğim paraların hiç kıymeti
yok. Asıl ücretinizi cennette alacaksınız. Çünkü cennete ancak temiz olanlar
girecektir. Peygamberimiz, "Bunlar ne temiz, ne güzel çocuklar!" deyip başınızı
okşayacak.
Çocuklar bu güzel nutuk karşısında iyice gayrete geldiler. Tam o sırada balkonların
birinden boş bir yağ tenekesi düştü. Sağ omu-zuma vurup yere indi. Başımı yukarı
kaldırıp yukarı baktım. Üç-dört yaşlarında bir çocuk sırıtarak bize el sallıyor.
Çocuk aklı işte... Kimbilir atarken ne düşündü? Belki de, "Alın size bir çöp daha!"
deyip bizi sevindirmek istedi... Baktım annesi de yanında.
Dayanamadım:
- Bacı, çocuğuna dikkat etsene! Attığı teneke neredeyse başıma düşüyordu...
- Ne yapayım kardeş, çocuk aklı işte! demez mi?
Kadınla ağız kavgasına tutuşacak halim yok, mecburen susup sineye çektim... Ancak
içimden de düşünmeden edemedim:
"Her şeyin başı eğitim. İnsan eğitimle insan oluyor. Bedevilikten
medeniliğe geçiş ancak eğitimle mümkün... Eğer bu kadıncağız eğitimli ve görgülü
bir aileden gelseydi, en azından bir özür dilerdi... Sonra da çocuğunu azarlar, bir
daha böyle şeyler yapmamasını söylerdi."
Ben böyle iç muhasebesi yaparken 3. Grup'tan bir çocuk koşarak yanıma geliyor:
- Başkan! diyor, Kerim çalışmıyor, dalga geçiyor; ona ücret verme!..
Yalancıktan kaşlarımı çatıyorum:
- Senin grup liderin yok mu? diyorum.
- Var., diyor çocuk mahcup bir ses tonuyla.
- Peki, Kerim'in çalışmadığını o görmüyor mu?
- Şey... Görüyor galiba...
54
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
- Bana gelmekle iki hata işledin. Bunların ne olduğunu bilmek ister misin? •
- Gelip arkadaşını bana şikayet etmekle "gammazlık" yaptın. Allah gammazları
sevmez, bu bir. İkincisine gelince, grup liderinin vazifesine karışıp bozgunculuk
yaptın. Allah bozguncuları da sevmez.
- Tamam, Başkan... Özür dilerim; bir daha gammazlık ve bozgunculuk yapmayacağım.
- Aferim, hatanı anlayıp özür dilediğin için!..
Bizim gammaz sevinerek işinin başına dönüyor. Teşvik primi almak için var gücüyle
çalışıyor. Arada bir bana bakmayı da ihmal etmiyor. Sıkı çalışanları görüp
görmediğimi deniyor, kerata... Çocuklar dikkatli birer gözlemcidir ve çok katı bir
adalet anlayışları vardır; hiç affetmezler...
Balkonlardan birinden, öfkeli bir kadın sesi yayılıyor siteye:
- Hasaaan! Hüseyiiin!
Bizim ikizler hiç oralı değil; annelerinin sesini hiç duymamış gibi işlerine devam
ediyorlar.
Çocukların yanına yaklaşıyorum:
Duymuyor musunuz, anne-
niz bağırıyor?
- Boş .ver Başkan! diyor fâ--san
Hüseyin atılıyor: -t
- Başkan, biz şu bloğun arkasına geçelim, oradaki çöpleri toplayalım, annem bizi
görmesin.
Kadın çocukların peşini bırakmak niyetinde değil. Bana işittirmek istercesine var
gücüyle bağırıyor:
- Ula geberesiceleeer! Akşam babanız gelsin, siz görürsünüz!.. Bakkala gönderirim
gitmezsiniz, ama mahallenin çöpçülüğünü yaparsınız değil mi?
Buyurun cenaze namazına! Kadının söylediği lafa bakin dostlar... Her şey bir yana,
kadın böyle menfi propaganda yapmaya devam ederse/bizim işçilerde çözülme
başlayacak...
İşte Mustafa yanıma geliyor:
- Başkan! diyor... Biz gerçekten çöpçü müyüz?
Eyvah, korktuğum başıma geldi, çözülme başladı bile...
-Mustafa!
- Buyur, Başkan!
.... - Sen akıllı bir çocuksun. Söyle bakalım, çöpçülük ayıp mı?
- Hayır, ama?... ı , - Peki biz belediye işçisi miyiz?
AÎLE iÇi GÖRGÜ KURALLARI
55
Mustafa kasılıyor:
- Hayır! diyor; değiliz...
- Bak, ben de sizinle birlikte çalışıyorum; ben çöpçübaşı mıyım?
- Hayır, sen "Başkansın", bizim başkanımızsın...
- Tamam, anlaştık öyleyse. Haydi, işinin başına! Unutma, çöpçülük utanılacak bir
meslek değildir. Çöpçüler olmasa şehri pislik götürür.
Gözleri parlıyor Mustafa'nın, ikna olmuş görünüyor ve asker gibi selâm çakıyor:
- Emredersin Başkan, hemen işime dönüyorum.
Baktım, bu arada, bizim ikizler çoktan kaybolmuşlar. Öbür bloğun arkasına geçmiş
işlerine devam ediyorlar.
Keşke mümkün olsaydı da, yaptığımız bu işin ne kadar önemli olduğunu çığırtkanlık
yapan şu kadıncağıza anlatabil-seydim. Çocuklarını temizliğe alıştırdığım için bana
teşekkür edeceğine sitem ediyor. Dahası çocuklarını babaları ile korkutarak
acizliğini herkese duyuruyor.
Akıllı bir anne olsaydı, oturup kendi kendine şu soruyu sorardı: "Benim bakkala
gönderemediğim çocuklarıma yabancı bir adam nasıl söz geçirebiliyor? Onlara nasıl
çöp toplattırabiUyor?"
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
OSMANLI'DA AİLE HAYATI ve GELENEKLER
OSMANLI'DA AİLE HAYATI VE GELENEKLER
59
OSMANLI'DA AİLE HAYATI
SMANLI EVÎ, ailenin servet derecesi ne olursa olsun, köklü geleneklere bağlıydı.
Çocuklar okulda ve evde aynı ah-- lâkî kuralları öğreniyor, aynı terbiye ile
yetişiyor, toplumun edebli ve faziletli bir ferdi olarak serpilip gelişiyordu.
Üç kıt'ada hâkimiyet kuran Osmanlı Devleti'nde, çeşitli ırk, din ve dillere sahip
pekçok ulus bir arada barış içinde yaşıyordu. Dolayısıyla, böylesine zengin bir
kültürel atmosfer içinde çocuklar ve gençler çok daha geniş ufuklu olarak hayata
hazırlanıyorlardı. Osmanlı ailesi, günümüzdeki gibi anne, baba ve çocuklardan
oluşan parçalanmış bir aile yapısının aksine, büyükanneler, büyükbabalar,
anneanneler ve dedeler -hatta amca, dayı, hala, teyze vb diğer akrabalar- ile
kuşaklararası birlikteliğin mükemmel uyumunu sergiliyordu.
Şimdi, günümüze kadar uzanan geleneklerin, Osmanlı ailesinde yaşandığı günlere
dönelim.
Kız Çocuklarının Yetiştirilmesi
Kız çocukları, okula gitsin veya gitmesin, on iki yaşından itibaren "ev hanımı"
olarak yetiştirilmeye başlanırdı. Dikiş, nakış ve örgüden başlanır;
60
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
zamanla gergef işlemeye, yemek pişirmeye, çamaşıra, bulaşığa ve ev temizliğine
alıştırılırdı. Daha yürümeye başladığı zaman çeyiz (veya cihaz) sandığı alınır;
hayır dua ile sandık odasına konurdu. Nineler, anneler, ablalar, teyzeler ve
halalar çeyiz sandığım kendi el maharetleriyle hazırladıkları dikiş, nakış ve örgü
işleriyle doldurmayı görev sayarlardı. Herkes, gelin bu eşyayı kullanırken
kendisini hatırlasın diye isimlerinin-baş-lıarfini işlerinin kenarına nakşederdi.
Çeyiz sandığı bir gelinin yüz akı ve gururu sayılırdı. Giden eşya, ailenin kızma
verdiği değeri ve onun için harcanan emeği gösterdiğinden üzerine titrer nirdi.
? On iki yaşını dolduran kız çocuğu yaş-maklanırdı. Yaşmak, daha çok beyaz
kumaştan yapılan baş ve yüzü örten, kenarı oyalı örtüdür. Osmanlılara has bu örtü,
kara gözlü ————— Türk kızlarına pek yakışırdı. On dört yaşına girince yaşmağın
yerini ferace alırdı. Feraceyi giyen bir kız, çocukluk devresini artık geride
bıraktığını bilir; geleceğin evlilik hayatına hazırlanırdı.
Çeyiz hazırlama geleneği, sadece eşya biriktirme demek değildi. Her kız çocuğu,
çehiz sandığını gördükçe; ileride kendisinin de ev hanımı olacağını hatırlar, ruhen
buna hazırlanırdı. Evvelâ her kız çocuğu gergefle kumaş dokumasını öğrenirdi,
istisnasız, zengin-fakir, bütün kız çocukları bu mahareti severek kazanırdı. Dikiş,
nakış, gergef bilmeyen kızlar alay konusu olurdu. Evliliğe hazır genç bir kızın
yemek pişirmeyi bilmemesi düşünülemezdi.
Çeyiz sandığında sadece gelin adayına lâzım olacak eşyalar konmaz; damat adayı için
de çamaşırlar, kumaşlar konurdu. Ayrıca ortaklaşa kullanılacak yatak çarşafı,
yastık yüzü, hamam tası gibi şeyler de ihmal edilmezdi. Böylece, genç kız, daha
görmediği meçhul hayat arkadaşı hakkında hayaller kurar; gönlünün derinliklerinde
ona yer ayırırdı.
Kiler geleneği Osmanlı mutfağının temel direğiydi. Yazdan kışlık yiyecekler
hazırlanır; kuru bakliyatından, unundan, pekmezinden, balından, yağından,
kavurmasından tutun da reçeline, turşusuna, eriştesine hoşafına ve tarhanasına
kadar her şey en ucuza iken alınır, hazırlanır ve kilere depo
OSMANLF'DA AiLE HAYATI VE GELENEKLER
61
edilirdi. Kiler, evin en serin ve kuru odasıydı. Misafirperverlik, izzet, ikram
Osmanlı mutfağının temel vasfıydı. Fakirlik ayıp sayılmazdı. Ayıp sayılan zamanında
hazırlık yapmamak, dağınıklık, savrukluk, tembellik ve müsriflikti.
Her aile, kendi gelirine göre, mutlaka yazdan kışa hazırlanır; komşularına mahcup
olmak istemezdi.
Görücülük Geleneğinin JPsikodinamiği
Kültür yozlaşmasından sonra dile dolanan ve alay konusu edilen görücülük geleneği,
'nikâhta keramet vardır' inancının beslediği güzel bir geleneğimizdir. Kafeslerin
arkasındaki hayatın inceliklerini bilmeyen, nikâhtaki kerameti anlayamaz. Osmanlı
aile geleneğinde "eşler arasında denklik" yâni küfüv çok önemlidir. Evliliğin uzun
ömürlü olması ve ailenin sağlam temeller üzerine oturması buna bağlıdır. Gelin ve
damat adayının birbirine denk olduğu nasıl anlaşılacak, nasıl tesbit edilecektir?
Genç bir kızı ve genç bir delikanlıyı onların akrabalarından ve komşularından daha
iyi kim tanıyabilir? Tâ çocukluğundan beri onların nasıl bir terbiyeden geçtiğini,
nasıl yetiştiğini, hangi hastalıkları ve sakatlıkları geçirdiğini görmüş ve
izlemişlerdir. Kabiliyetleri, zekâ dereceleri, maharetleri, fizikî ve ruhî
güzellikleri onlarca malûmdur. Birbirine dünür olacak ailelerin servet, görgü ve
muhit bakımından birbirine uyup uymayacağını da yine aracı olan şahıslardan başkası
daha iyi bilemezdi. Zira, oğlan babası öyle aracısız, delâlet-siz, ölçüp biçmeden
pat diye kız evinin kapısını çalamazdı. Önce niyetini semt büyüklerine açar; onlara
danışırdı. Semt büyüklerinden biri kız tarafını araştırmak üzere "delâlet" görevini
üzerine alır; mühlet isterdi. Bu mühletin sonunda delâlet eden kişi, iki tarafın
denk olmadığı neticesine varmış ise, "Oğlumuzu mes'ut edecek hayırlı kısmeti
aramaya Allah'ın inayeti ile devam edeceğim?" derdi. Bu cevap iki tarafın denk
olmadığı anlamına gediğinden, ne kız ne de oğlan tarafı fikrine ve görüşüne
böylesine güvendiği delâletçinin menfi hükmüne sebep olan unsurları sormaz, asla
işin üzerine gitmezlerdi. Zaten, araştırma kız tarafının bilgisi dışında yürüdüğü
için mahrem kalır, şayi olmazdı. Aksini düşünmek ve yapmak hem çok ayıp sayılır,
hem de kınanırdı. Böyle hata işleyenler çıkarsa, başka seferinde delâlet eden
bulunmazdı.
ilk araştırmalar müsbet netice verene kadar anne ve babalar ne çocuklarına ne de
akrabalara hiçbir şeyden bahsetmez; işi gizli tutarlardı.
62
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Delâletçiler, araştırma sonunda vardıkları menfi neticeyi karşı tarafa bildirmeden
önce "istihâre"ye yatarlardı. Gördükleri rüyanın yorumu da bu neticeyi desteklerse;
"istiharemiz müsbet çıkmadı. İnşaallah hayırlısı..." derler; karşı tarafa bu
açıklama kâfi gelirdi.
Kız Evi, Naz Evi
Delâletçinin araştırmaları müsbet netice verir de, iki tarafın denk olduğuna kanaat
getirilirse; oğlan ailesinden "görücüler" devreye girerdi. Görücüler, kız evine
"misafirliğe gitme" bahanesi ile girer; kızı ve ailesini yakından tetkik ederlerdi.
Görücülük esnasında, evvelce yapılan araştırmalardan ve delâletçiden asla
bahsedilmezdi. Görücülerin müsbet kanaatle dönmeleri sonunda babanın görevi
başlardı.
Baba, yanına evin büyüklerinden birini ve semt eşrafından birkaçını alarak "kız
isteme"ye giderdi. Yine "kız isteme"nin de bir âdabı vardı. Ziyaret günü evvelinden
haber verilmez; aynı gün şöyle bir haber gönderilirdi: "Şu saatler arasında,
vaktiniz müsaitse, kahvenizi içmek üzere ziyaretinize müsaade Duyurulmasını niyaz
ederiz."
Ziyarete mahalle imamının ve tanınmış zevatın da geleceğini haber
alan kız tarafı, işin mahiyetini anlar; böylece hazırlıklı davranırdı.
Kız babası, misafirlerini kapıda karşılar;
evin büyükleri ile tanıştırırdı.
C S^ ^ Kahve ik-
;> J?ı/^*^=\ /-»N ,
ramından ve kısa bir hoş beşten, hâl hatır sormalardan, afaki mevzulardan sonra
konuya girilirdi. Girişi, imam
"Eee, daha daha nasılsınız?.."
OSMANLI'DA AiLE HAYATI VE GELENEKLER
63
efendi veya mahallenin büyüğü: "Allah'ın izni, Peygamberin kavli ile..." başlayan
niyazla açardı.
Kızın babası, "Sizin gibi itibarlı insanları evimde görmekten ve yaptığınız bu
tekliften şeref duydum. Ancak aile büyüklerimize danışmamız ve düşünmemiz için bize
mühlet vermenizi diliyorum; neticesi hayırlı olur inşaallah..." derdi. Erkek
tarafının her bakımdan anlayışlı ve müsamahalı davranması benimsenmiş örflerin
başında gelirdi. Zâten bu sebepledir ki, "kız evi, naz evi" denmiştir.
Mühletin sonunda, aynı zevat kız evini tekrar ziyaret edip "evet" cevabını alınca,
imam efendi el açar, duasını yapar; orada hazır bulunanlar da "âmin" derdi.
Şerbetler dağıtılır; işin tatlıya bağlandığı belli edilirdi.
Kız babası, oğlan tarafına şu soruyu sorardı: "Oğlumuz fakirhaneye mi teşrif
edecekler, yoksa kızınız devlethanede mi ellerinizi öpecek?" Bu soruda gerçekten
üzerinde durulmaya değer bir incelik vardı. Kızın babası müstakbel damada "oğlum",
kendi kızı için de müstakbel kayınpederine "kızınız" diyordu. "Fakirhane" dediği
kendi evi idi. "Devlethane" de damat evi... Yâni kız erkek evine mi gidiyordu,
yoksa damat kız evine (içgüveyi) mi geliyordu?
Osmanlı hayat tarzında genellikle oğlan kız evine giderdi. Acaba bunun sebebi
neydi? Kız evine t ze bir güç mü kazandırmak? Hayır. Yoz kültürün kınadığı ve alay
mevzu" yaptığı "iç güveyi" hâdisesinin sebebi maddî değildi. Hele damadı satın
almak ve kızının rahatını düşünmek hiç değildi.
Erkek, kız evine gitmekle, hazır ve kurulu bir düzen bulur; yeni bir ev kurmak,
borca girmek külfetinden kurtulurdu. Kız da yabancı bir eve gitmek, de-
Kına gecesi, düğün öncesi en önemli hazırlıktır.
64
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
ğişik bir aile düzeniyle karşılaşmak, adapte olmaya çalışmak gibi zorlukları
yaşamaz; aynı terbiyenin ölçüleri ve havası içinde kalır; anne, baba, dede, nine
öğretmenlik görevlerini devam ettirirlerdi. Böylece "kaynana" problemi de
kendiliğinden ortadan kalkardı. Kayınvalide ve kayınpederin damatlarını kendi
oğullarından üstün görmeleri ve sevmeleri fıtrî bir duygudur"?--Buna çoğumuz şâhid
olmuşuzdur. Fakat gelinlerini kendi kızları gibi seven / kaynanalar ancak parmakla
gösterilebilir. ~~-•—-^
ister erkek kız evine gitsin, ister gelin kız damat evine gitsin, "mehir" tesbiti
mutlaka yapılırdı, îslâm dini, evliliğe son verme hususunda erkeğe şekli bir
öncelik tanırken, kadının haklarını da garanti altına almaktadır. Hristiyanlarda ve
Musevîlerde durum bunun tersine işlemekte; kız tarafı erkeğe "drahoma" adı altında
bir bedel ödemektedir.
Osmanlı'da mehir "muaccel" ve "müeccel" adı altında iki defada ödenirdi. Muaccel
mehir, peşin alınan ve tamamı yeni evlilerin ihtiyaçlarına harcanan bir paradır.
Kız tarafı bu parayı sahiplenemez. Müeccel mehir ise, yuvanın her şeye rağmen devam
ettirilememesi ve boşanma ile sonuçlanması halinde; erkeğin kadına ödemek zorunda
olduğu paradır. Bu paranın miktarı, nikâhı kıyan imam tarafından şer'i sicile
işlenir; kanunî bir mecburiyet halini alırdı. ;
Evliliğin boşanma ile sonuçlanması durumunda, erkek tarafından müeccel mihir kadı
huzurunda kadına ödenir; yine şer'i sicile işlenirdi.
Abdurrahman Şeref Bey anlatıyor: "Çocuktum. Mahallemizde oturan ailelerden birinin
oğlu yeni evlenmiş; alkole ve kumara mübtela olduğu için, nikâhın üzerinden üç ay
geçmeden karısını boşamıştı. Ödemek zorunda olduğu müeccel mehri vermek
istemeyince, bunu duyan halk erkek ailesinin oturduğu konağa yürümüş; büyük arbede
çıkarmıştı. Nihayet aile babası müeccel mehri vermek zorunda kalmış; bu iş de
büyümeden kapanmıştı. Fakat buna rağmen, o günden sonra, kimse bu adam ve oğlu ile
selâmlaşmadı. Dayanamadılar, saray yavrusu konaklarını satıp başka yere taşınmak
zorunda kaldılar." ..., ,.,,,,,
•ı •.. •. •. ...•'•• • • • • • ••
••.•''':' •
Nişan Bohçasının Gönderilmesi
îki taraf arasında mehir tesbiti yapılıp miktar üzerinde anlaşma sağlandıktan sonra
hazırlıklara başlanırdı, îlk fırsatta "nişan takımı" adı verilen bohça veya sandık
kız evine gönderilirdi.
OSMANLI'DA AiLE HAYATI VE GELENEKLER
65
Erkek çocuğu olan aileler, çocuk daha damatlık yaşına varmadan yavaş yavaş nişan
takımına girecek şeyleri satmalır; biriktirirlerdi. Nişan sandığının yarısını
akrabalardan gelen hediyeler doldururdu.
Nişan sandığı ile birlikte "nişan sinisi" adı verilen şekerleme, kurabiye, fındık,
fıstık, lokum dolu bir sini hazırlanırdı. Sini, işlemeli ipek kumaşa sarılır,
kurdela ile bağlanır, erkek tarafının hizmetçileri veya uşakları tarafından kız
evine götürülürdü.
Nişan sandığı, gelinlik bohçası ve nişan tablasının kız evine gittiği aynı gün, kız
tarafı damat evini yemeğe çağırırdı. Yemekte iki ailenin fertleri birbirine
tanıştırılır, sohbet edilir, böylece akrabalığın ilk adamı atılmış olurdu.
ita
iöreni
$r
Nişanı müteakip, fazla geciktirmeden nikâhın yapılması dinî ve örfî bir vecibe idi.
Nikâhtan önce, oğlanın anası, teyzesi, halası ve kız kardeşleri gelin adayını
hamama götürür; bu vesile ile vücudunda bir sakatlık olup olmadığım farkettirmeden
incelerlerdi.
Nişan yemeğinin bir maksadı da kız tarafına damat adayını inceleme fırsatı
vermekti. Yemekte kız tarafının büyükleri oğlanı konuşturur; hal ve hareketlerini,
bilgisini, görgüsünü ölçerlerdi. Nişan ile nikâh arasında geçen müddet içinde kız
ile oğlanın birbirini görüp tanımalarına fırsat verilir; ancak bu görüşme kız
evinde ve akrabalar huzurunda olurdu.
Osmanlı geleneğinde, kız ile oğlanı yalnız başlarına bir odada bırakmak; dışarıda
buluşup gezmelerine izin vermek iffetsizlik ve hafiflik sayılırdı.
Nikâh akdi, en az iki erkek şâhid huzurunda, mahalle imamı nezaretinde, evlenecek
olan asillerin veya onların velilerinin yahut vekillerinin "icâbve kabulü" ile
yapılırdı.
Mahalle imamı, önce erkeğe döner şöyle derdi:
"- Allah'ın emri, peygamberimizin sünneti ve hazır olan Müslümanların şahidliği ile
filân kızı filânı nikâhlın olarak aldın mı?"
Erkek de:"- Evet, nikâhlım olarak aldım." şeklinde karşılık verirdi.
îmam, sonra gelin namzedine döner: "- Allah'ın emri, Peygamberimizin sünneti ve
hazır olan Müslümanların şâhidliğiyle filân oğlu filânı ni-
66
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
kâhlın olarak kabul ettin mi?" diye sorardı. Kız da: "Evet, nikâhlım olarak kabul
ettim." şeklinde karşılık verirdi.
Nikâh akdinde bulunan imam, "Allah her ikinizi mes'ud etsin." d«ffi şer'i sicile
işler, şahidi ere de tasdik ettirirdi. ,
Kız isteme sırasında mehir miktarı tesbit edilmiş bulunduğundan ayrıca nikâh
akdinde zikredilmesine lüzum görülmezdi. ;;
Nikâh akdinin şer'i sicile işlenip kanunî teminat altına alınmasından sonra; imam
efendi el açıp örfe göre hamd ve salavatla başlayan bir dua yâ pardı. Hazır
bulunanlar da "âmin" derdi. ,; ,
Merasimi
Düğün merasimi "Yüz Yazısı" adı verilen gelin giydirme ve süsleme ile başlardı.
Perşembe günü yapılan bu kadınlar arası merasim pek neşeli geçerdi. Gelinin
süslenişini seyreden genç kızlar evliliğe özenir yaşlı kadınlar da bir zamanlar
yaşadıkları bu mutlu günü hatırlar mes'ud olurlardı. Sakız gibi iç çamışırlarının
üzerine önce yakası ve kol ağızları tülle süslü, mini mini altın pullarla işlemeli
beyaz bir gömlek giy dirilirdi. Bunun üzerine arka eteği ve kolları uzun, etrafı
sırmalı, incili harçlarla süslü kutnî entari, altına yine aynı renkte şeritlerle
süslenmiş dökme şalvar, ayaklarına beyaz güderiden inci ve sırma ile işlenmiş çedik
giydirilirdi. Beline elmaslı altın kemer sarılır, başına çelenk veya taç adı
verilen altın, zümrüt, çiçek işlemeli bir başlık konurdu. Boynu mücevher ve
gerdanlıkla süslenir; kulağına salkım küpeler takılırdı.
Entarinin arka eteğine kadar uzanan al bürümcük üzerine altın ve gümüş teller
geçirilmiş gelin duvağı, şakakların hizasından başlayıp yere kadar uzanan altın ve
gümüş gelin telleri zevkle, özenle yerlerine takılırdı. Zamklı kâğıtlara
tutturulmuş düğme büyüklüğünde elmas veya elmas taklidi yapıştırmalar, gelinin
alnına, iki yanağına, çenesine yapıştırılırdı. Gelinin yüzüne yapıştırılan bu
yapıştırmalardan dolayı Perşembe'ye "yüz yazısı günü" denirdi. , ,
O • - î-'.'-.:..;'.,..-. -••.,;<•-; .
- , , .-, •:•••. .,,,». ,!„•;•. /
Dedelerine Lâyık ; ; Evlât Yetiştir!
Gelin giydirilip kuşatıldıktan, allanıp pullandıktan sonra, yengelik yapacak kadın
koluna girer, onu ortaya çıkarırdı. Kızın babası gelir, kızına
OSMANLI'DA AiLE HAYATI VE GELENEKLER
67
elini öptürür, beline "gayret kuşağı" adı verilen bir şal kuşak bağlar; kılıcın
üzerinden atlatır ve şöyle derdi: "Dedelerin gibi bu kılıcı iyi kullanacak, küffara
dinini, vatanını çiğnetmeyecek evlât ve ahfat yetiştir!" Kızının sırtını okşar, dua
ederdi. Evlilik hayatına ilk adımını atan kızının yüzüne bakarken, baba gayri
ihtiyari hüzünlenir; gözleri yaşla dolardı.
Baba çekilip gittikten sonra, kızı gelin odasına götürüp köşeye oturturlardı. Gelin
köşesi, gelinin eliyle işlediği sırmalı, ipekli kumaşlarla süslenir, donatılırdı.
Çehiz sandığının içinde ne kadar kıymetli parçalar varsa odanın duvarlarına asılır;
görüşe arzedilirdi.
Gelin köşesinde otururken, davetliler odayı doldurur, sedirlere sıralanır; temiz
giyinmiş, bellerine ipekli fatura bağlamış hizmetçi kadınlar hizmet ederdi. Önce
gümüş şekerlikler içinde beyaz peynir şekeri ikram edilir; arkasından sitil adı
verilen küçük ibriklerle kahve verilirdi.
Birkaç kadın, "Güvey geliyor! Güvey geliyor!" müjdesiyle haykırır, yenge hanım
gelinin koluna girer, duvağını yüzüne örter, aşağı indirirdi. Damada, "Al emanetini
oğlum; Rabbim uğurlu kademli etsin." derdi. Damat, gelinin koluna girer; yenge
hanım da gelinin boşta kalan elini tutar "Maşallah! Maşallah!" avazeleriyle onları
gelin odasına kadar takip ederdi. Gelinle damat odaya girer, yenge dışarıda bekler;
vakit uzadığı taktirde kapı dışarı-
68
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
dan vurulmaya başlanırdı. Yüz görümlüğünden fazla mühlet verilmez; ister istemez
damat dışarı çıkmaya mecbur edilirdi.
Bîr Yastıkta ,;
Kocayın! • • • •"-•• • • • •.'- • .-•.-••• '••^•••:---:.- ::,:: i;
•.. ••,¥•-,;-. ^;.^
Akşam olunca mahalle imamı, mahalle eşrafı, kızın ve erkeğin akrabaları "güvey
yemeği"ne davet edilirdi. Akşam ezanını müteakip erkekler selâmlık dairesinde
ağırlanır, yemekler yenir, kahveler, çubuklar, şerbetler içilir; yatsıya kadar
sohbet edilirdi. Yatsı namazı cemaatle kılınır; namazdan sonra harem dairesinin
önünde toplanır; imam, "uğur ve kadem" duası eder; dua bitince damat kapıdan
içeriye itilirdi. Bazı bölgelerimizde bu gelenek sonradan damadın sırtını
yumruklama şekline dönüştürülerek kaba-laştırılmıştır.
Damat, gelin odasına girince; gelin ayağa kalkar; yenge hanım ikisini el ele verir;
"Rabbim dirlik düzenlik versin, bir yastıkta kocayın." derdi. Damat yerde serili
duran seccadede Allah rızası için iki rekât namaz kılar, d-ua ederdi. Namaz
bitince, gelinin elinden tutar; köşesine götürürdü. O esnada hangisi önce davranıp
diğerinin ayağına basarsa; sözünün geçeceğine inanırdı.
Gelini köşesine oturttuktan sonra, damat duvağı açmaya davramnca gelin buna engel
olurdu. Damat, yüz görümlüğü için vaad ettiği mücevheri vermedikçe de açmazdı. Yüz
görümlüğünü alan gelin damada duvağını açmasına izin verirdi. Yenge hanım dışarı
çıkar, şeker ve kahve getirirdi. Bundan başka bir gümüş tepsi içinde çeşitli
meyveler, fındık, fıstık, bâde-miçi, kurabiyeler getirir, bir köşeye bırakır, çekip
giderdi.
Gelin, ertesi (cuma) günü "paçalık" adı verilen elbisesini giyer başına tel duvak
koymaz, sadece mücevherlerini ve yüz görümlüğünü takardı. Bu güne "paça günü" adı
verilirdi. Paça gününde terbiyeli etli çorba, kızarmış düğün eti, pilav ve zerde
verilirdi. Buna kaymak ve paça tiridi de ilâve edilirdi. Zengin düğün sahipleri
ayrıca yemeğe börekler, tatlılar, dolmalar, hoşaflar da katardı ki; buna "ince
yemek" denirdi.
Nişan, nikâh ve düğün merasimlerinde yapılan bütün masraflar, yeni evlilere ve
bilhassa geline verilen değeri göstermesi bakımından çok önemliydi. Bütün akraba ve
bütün mahalleli bu mutlu olaya maddî ve manevî yönden iştirak eder; düğün evini
hediyelere boğardı. ,|
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
TOPLUM İÇİ GÖRGÜ KURALLARI
TOPLUM İÇİ GÖRGÜ KURALLARI
71
KOMŞU HAKLARI
Komşunun Üzerimizde Hakkı Vardır
/J l nutulmaya \_A yüz tutmuş bir atasözümüz vardır: "Ev alma komşu al" diye ten-
bihler bize. Öyle ya, betonarme binalar dikerek bir mahalle, bir köy, bir kasaba
oluşturabilirsiniz, ancak, orayı yaşanılır kılan en önemli unsurun insan
olduğunu gözardı edemezsiniz. Günümüzde özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanlar
arasında neredeyse unutulmaya yüz tutmuştur komşuluk ilişkileri.
Kültürümüzde komşuluğun yeri o kadar ileri boyutlara varmıştır ki, komşu ve
komşuluk hakları tanzim edilmiş, aynı mahalledeki, aynı sokaktaki insanlar, bir
ailenin fertleri gibi birbirlerine güzel muamele etmiş, birbirlerinin yardımına
koşmuşlardır.
Hem üstelik eskiden evlerimiz böyle apartmanlar şeklinde iç içe değildi. Bahçeli,
müstakil evler vardı. Fakat insanlar birbirine şimdikinden çok daha yakındılar.
Demek ki kapıları birbirine yaklaştırmak, insanlar arasındaki mesafeyi
azaltmıyörmüş!..
72
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Amacımız nostalji değil, kaybettiğimiz değerleri yeniden yürürlüğe koymak olmalı;
sokağımızda, mahallemizde aranan komşu olmaya çalışmalıyız.
Komşuluk Hakkı
Komşuluk ilişkileri hususunda örfümüzde yer alan temel esaslar dini kaynaklıdır.
Dinimiz, bir kötülük gelmeyeceğinden emin olunan, hayırlı bir komşunun vasıflarını
şöyle sıralamaktadır:
* Senden borç isterse borç vermen,
* Yardım isterse yardım etmen,
* ihtiyacı varsa karşılaman,
* Hastalanırsa ziyaret etmen,
* Ölürse cenazesine gitmen,
* Bir hayırla sevinirse, beraber sevinip tebrik etmen,
* Bir belâya uğrarsa, üzüntüsüne ortak olup teselli etmen,
* Dedikodusunu yapmaman,
* Tencerende pişen yemeğin kokusuyla eziyet etmemen veya ona da yedirmen,
* Aldığın meyveden ona da tattırman veya gizlice evine götürmen. Zira çocukları
taşıdığın meyveyi gördüğü takdirde babalarından isteyip onu üzebilirler.
* Çocuğun eline yiyecek verip onu dışarı çıkarmaman,
* Ondan üstün görünüp eziyet etmemen,
* Evini ondan yüksek yapıp rüzgârını kesmemen. Komşusunun hakkını tam olarak
gözeten, yukarıdaki esaslara riayet e-den insanların sayısını varın siz
düşününün!..
Diğer Komşu Hakları
* Komşular arasında çekiç, testere, balta, pense, tornavida gibi ev aletlerinin
alınıp verilmesi adet haline gelmiştir. Ayrıca kalabalık misafiri bulunan aile
komşusundan emanet tabak, kaşık, çatal, bıçak gibi şeyler isteyebilir. Emanet alan
kimse bunları aynen, sağlam ve temiz olarak teslim etmeli; kırılan veya bozulanın
yerine yenisini almalı, komşusunu
TOPLUM IÇÎ GÖRGÜ KURALLARI
73
zarara uğratmamahdır. Yine işi biten emaneti geciktirmeden iade etmeli, komşuyu
ayağına getirmemelidir.
* Büyük şehirlerde apartman hayatı komşuluk haklarını daha da zorlaştırmıştır.
Apartmanda oturan aileler, komşularını rahatsız edecek davranışlardan kaçınmalıdır.
Bu cümleden olarak radyo, televizyon gibi elektronik aletleri yüksek sesle
dinlememeli; bilhassa gece yarısından sonra buna daha çok dikkat etmeliyiz.
* Çocukların evde koşturarak oynamalarına, atlayıp zıplamalarına izin vermemeli,
komşularımızın bundan rahatsız olacağını kendilerine anlatmalıyız.
* Balkon yıkayacağımız, yolluk veya halı silkeleyeceğimiz zaman mutlaka alt katta
oturan komşumuzun balkonuna bakmalı, asılı çamaşırı varsa bu işimizi ertele-
meliyiz. Bazan komşumuz balkonda oturuyor da olabilir. Bu duruda da onları rahatsız
etmemeli, işimizi onlar içeri girince yapmalıyız.
* Bütün apartmanlarda veya sitelerde belli bir günü umumi temizliğe ayırmak gelenek
halini almıştır. Çoğu apartman sakinleri Pazartesi gününü bu işe ayırmayı tercih
etmektedir.
74
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Komşuda Feryat Figan!
(T) İR PAZAR GÜNÜ, öğle so-C_) nüydü. Ayaklarımı uzatmış, güya tatil keyfi
çıkarıyordum. Aman Allah'ım! O da nesi? Aşağı kattan bir feryat, bir figan koptu
ki; sanırsınız adam boğazlıyorlar.
Bir kadın, canhıraş bağırıyor:
- Yetişin komşular! Ah amanın belim! Gavur musun be adam, kafama ne vuruyorsun,
öldürecek misin beni! Yapma, ayaklarının altını öpeyim, vurma!
Hanıma seslendim:
- Duyuyor musun, hatun? Sesi mutfaktan geldi:
- Duyuyorum ne var? Adam karısını dövüyor...
- Ne demek, karısını dövüyor?..
- Bayağı karısını dövüyor... Ne yapalım yâni! Herhalde gidip adamın kapısına
dayanmayı düşünmüyorsun?
- Yahu, ne biçim
konuşuyorsun kadın? Aynı şeyi ben sana yapsam, birilerinin koşup seni kurtarmasını
istemez misin?
- Alaylı bir sesle cevap verdi:
- Sen, ha!
Haydi buyurun!.. Şimdi, durup dururken, erkekliğimizi isbatlamak için, kadın mı
dövelim yâni? Şu bizim hanımı anlamak da zor. İpe sapa gelmez şeyler için gözyaşı
döker, sokakta kimsesiz sümüklü bir
TOPLUM iÇi GÖRGÜ KURALLARI
75
çocuk görse gözleri yaşarır; ama bir hemcinsi dayak yerken kılı kıpırdamıyor...
Olacak şey değil doğrusu.
Tam o sırada telefon çaldı. Bir bu eksikti. Telefona mı cevap versem, gidip kadını
mı kurtarsam? Ne ise, belki önemlidir, önce telefona bakayım. Kadın biraz daha
dişini sıksın...
- Buyurun
- Ben beş numaradan Haydar! Gürültüyü duyuyorsunuz değil mi?
- Evet, adam karsını dövüyor...
- Yahu günahtır kardeşim! Olmaz böyle şey! Haklısın. Sevaptır, gel de beraber
gidelim; kadıncağızı adamın elinden kurtaralım.
Kısa bir suskunluk ve arkasından haklı bir cevap:
- Benim gelmem iyi olmaz, ters tepki yapabilir... Adam bana dönüp, "Sen necisin?"
demez mi?
- Ya bana da aynı şeyi sorarsa?
- Olur mu, canım! Sen bugüne bugün apartman yöneticisisin. Yönetici demek aynı
zamanda zabıta demektir.
Vay, be! Adam bizi zabıta yaptı. Birazdan ordu komutanlığına terfi ettirirse
şaşmam...
Kapının zili çaldı. Anlaşıldı, trafik sıklaşıyor... Kadıncağızın feryatları zilin
sesini bastırıyor. Bizim hanım mutfakta aslî görevi ile meşgul, fındığı yok....
- Haydar bey... dedim, kapı çalınıyor, kusura bakma.
Haydar beyin canına minnet:
- Bak kardeşim bak. Aman ada-
"Yok hakim bey, döver miyim hiç, merdivenlerden düştü de..."
mm elinden bir kaza çıkmadan duruma müdahale et!
Öyle sinirlendim ki, neredeyse ağzımdan kötü bir söz çıkacak. "Tak!" diye adamın
yüzüne telefonu kapattım.
Kapıyı açtım. Altı numaradan Feyyaz bey. Adamın beti benzi at-
76
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
mış, nefes nefese... "Duyuyor musun?" demeye kalmadı;
- Evet! dedim, adam karısını dövüyor... ^ u.-, tu > *
-Amaolmaz ki!
- Doğru. Olmaz böyle şey! Gel gidip adamın kapısına dayanalım, "Bu yaptığın
insanlığa yakışmaz, bırak kadını!" diyelim. ; i
Feyyaz bey hepten fenalaştı. Eli ayağı titremeye başladı.
- Ben gelemem... dedi, yetkim yok. Yönetici sizsiniz...
- La havle! Yâni tek başıma ben mi gideceğim; bu apartmanda benden başka erkek
kalmadı mı?
- Yetki sizde efendim. Duruma sizin müdahale etmeniz gerekir.
- Adam çam yarması gibi, ya gözümün üstüne bir yumruk indirirse?
İndiremez efendim yetkisi yok
İşte size bir çeşit daha!.. Bu da yetki ile bozmuş... Haa, söylemeyi unuttum: Bizim
Feyyaz bey avukattır. Kanunları iyi bilir...
Hanım mutfaktan seslendi:
- Bey! Sakın aşağı ineyim deme, vallahi seni eve koymam!.. Cinler iyice tepeme
üşüştü.
- Sen işine bak be kadın! Şurada erkek erkeğe konuşuyoruz, bir çaresini bulacağız
elbette...
Bizimki, eli belinde, mutfak kapısından göründü. Feyyaz beyi gös-
tererek:
- Pöh! dedi, erkeğe de bak... Ayol bunun şimdiden eli ayağı titriyor, neredeyse
korkudan ölecek...
Ne diyeyim, kadın haklı... Fırsat bu fırsat, Feyyaz beye bir de ben yükleneyim
dedim:
- Gördün mü Feyyaz bey? Şerefimizi iki paralık ettin. Gel şu herifin kapısına
dayanalım da erkekliğimizi kurtaralım...
Feyyaz beyin avukatlık damarı kabardı:
- Hakaret ediyorsunuz, efendim. Evet, açıkça şahsıma hakarette bulunuyorsunuz.
Teessüf ederim!
Feyyaz bey küsüp gitti. Ne küsmesi canım, basbayağı tüydü işte...
Tam hanıma dönüp sitem edeceğim sırada eliyle telefonu gösterdi:
- Maşa varken ne diye elini yakacaksın, bey... dedi; aç polis karakoluna durumu
bildir. Can emniyetini sağlamak onların görevi. ?:u
Vay be! Nasıl oldu da bunu düşünemedim? Kadın bir kere daha haklı çıktı... Fakat
yine de çatmam gerekiyor; fazla ileri gitti.
Hafiften gürledim:
- Ne diye bunu daha önce hatırlatmadın be kadın? İş işten geçtikten sonra akıl
veriyorsun. Bak, kadının sesi kesildi, adam işini bitirdi galiba... .
•,..;..,.•:-...: -•.,..;•. .o.:^
Amanın! Sen misin bunu söyle-
KOMŞU HAKLARI
77
yen? Kadın "Daha işim bitmedi!" dercesine bir feryat kopardı ki, yürekler acısı.
Bizim hanımın bu kadar duygusuz olduğunu bilmezdim:
- Bak! dedi, vallahi kadın antre-manlıya benziyor. Aç sen telefonu, o daha
dayanır...
Güler misin, ağlar mısın? Kaldırdım ahizeyi, çevirdim numarayı:
-Alo, polis karakolu mu?
- Evet, efendim.
- Komiser beyle görüşmek istiyorum, bir vukuat bildireceğim. Karşıdaki sesin
sahibi:
- Buyurun... dedi, komiserle görüşüyorsunuz, sizi dinliyorum.
- Efendim, ben filan, mahallenin, falan sokağında, feşmekân bloklarında oturuyorum.
Apartman yöneticisiyim. Bizim apartmanın yedi numaralı dairesinde oturan bey
karısını feci şekilde dövüyor. Kadıncağızın feryatları yürek sızlatıyor.
Komiser bey, adresi tekrar ettirdi. Derhal bir ekip göndereceğini, benim aşağıya
inip ekibi kapıda karşılamamı söyledi.
Aşağıya inmek üzere ceketimi giyiyordum ki, bizim hanım yine şom ağzını açtı:
- Bey! kadının sesi soluğu kesildi. İster misin polisler gelince, adamın
korkusundan, "Yok bir şey, şikâyetçi değilim" desin...
- Oldu olacak, gel şu hikâyeyi sen yaz bari!.. İşte o zaman mahalleye rezil
olduğumuz gündür. Yapma hâtûn, işin şakaya gelir yanı kalmadı; sinirlerim fena
halde gergin.
- Haydi, haydi... Bozma moralini, sen komşuluğun ve insanlığın gereğini yapıyorsun.
Merdivenlerden inerken mırıldandım: "Her şey bir yana, şu bizim hâtûn akıllı kadın
doğrusu... Hakkını yememek lâzım."
Beş dakikaya kalmadan ekip otosu, "Açın yolları!" dercesine alarm düdüğünü çalarak
siteye girdi. Bütün mahalleli balkonlara, pencerelere üşüştü. Polis otosu bizim
blokun önünde durdu. Aynı anda yaşlı bir kadın balkondan aşağı sarkarak bana
seslendi:
- Ne var kardeş, ne oldu?
Kendi kendime mırıldandım: "Elinin körü oldu!"
Çoluk çocuk eğlenceye koşar gibi, ekip otosunun etrafını sardı. Bir polis çocukları
dağıtmaya çalışırken, elinde telsiz tutan bir başka polis bana sordu:
- Şikâyetçi siz misiniz?
Buyurun dostlar! Adamın sorduğu soruya bakın: Şikayetçi bem miymişim? Yahu dayağı
yiyen ben miyim ki, şikayetçi ben olayım? İnsanlık ve vatandaşlık görevimizi yapıp
vukuatı bildirdik.
- Memur bey, ben apartman yo-
78
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
neticisiyim. Yâni şahsıma karşı bir suç işlenmiş değil... Komiser beye
arzetmiştim...
Polis memuru, "Kısa kes" der gibi:
- Peki, peki! Anladık... Bize vukuatın geçtiği daireyi gösterin!
İki polis memuru daha gelip ekip şefinin yanında yer aldı. Birlikte merdivenleri
çıkmaya başladık.
içimden dua ediyorum: "Alla-hım, inşaallah adam ekip otosunun geldiğini duymamıştır
da karısını dövmeye devam ediyordur." Öyle ya, suç üstü yakalatmak daha inandırıcı
olacaktı. Şu ekip otosu da ne diye alarm düdüğünü çalarak gelir, bilmem? Suçluya
"Kaç geliyorum!" der gibi...
Vukuatlı dairenin kapısına gelince, duamın kabul görmediğini esefle müşahade ettim.
En ufak bir ses duyulmuyordu.
Ekip şefi zile bastı. Kadının kocası kapıyı açtı. Hiç birşey olmamış gibi, gayet
sakin görünüyordu:
- Buyurun polis efendi... dedi. Ekip şefi, yanındaki polise sordu:
- Bu adam, iki ay önce hakkında zabıt tuttuğumuz arsa komisyoncusu değil mi?
- Evet efendim, aynı arsayı üç kişiye satan adam...
Ekip şefi adama döndü:
- Hakkında şikayet var, hemşe-
rim! Karını dövüyormüşsun.
Adam bana "Sen görürsün" der gibi bir yan bakış fırlattı. Polisin de söylediğine
bakın "Hakkınızda şikâyet var." Eh, ne yapalım, insan olmak kolay değil.
Kenarından, köşesinden bu işe bulaştık bir kere... İçimden bir isyan yükseliyor:
"Ey komşular, ey insanlar, ey müslü-manlar neredesiniz?" Apartmanda çıt yok. Kapıma
gelen, telefon e-den, kadıncağızın feryatlarını işiten komşularımız yok ortada.
Belâya bulaşmamak için hepsi sinmişler evlerine... Bir ben varım... Yönetici ve
şikâyetçi olarak...
Ekip şefi sertleşti:
- Karını çağır! dedi, şikâyetçi olup olmadığını soracağız.
Duydunuz mu dostlar? Şikâyetçi olup olmadığını soracakmış... Ya kadın -bizim
hanımın dediği gibi-"Şikâyetçi değilim" cevabını verirse ne olacak? Adam zebani
gibi. Beni bir köşede kıstırsa pestilimi çıkarır. Nereden bulaştım bu işe? Ey
komşular, ey müslümanlar çıkın ortaya! Bakın işte polis de geldi. Korkacak ne var?
"Duyduk." deyin. "Adam bir saattir evire çevire karısını dövüyordu." deyin. Ortada
belli bir haksızlık var. Neden susuyorsunuz? Neden evlerinize saklandınız?
Peygamberimiz, "Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır" buyurmuyor mu?
Haksızlar kadar cesur olamaz isek, hakkı çiğnenenleri kim koru-
KOMŞU HAKLARI
79
yacak? Yarın sizin de başınıza bir haksızlık gelmeyeceğinden nasıl emin
olabilirsiziniz? Komşuluk hakkı bu mudur?
Adam karısını çağırmak niyetinde değildi. Ellerini ovuşturarak:
- Polis efendi... dedi, karımın bir şikâyeti yoktur. Bilirsiniz, evlilik hali...
İnsan dövüşür de, sevişir de.
Ekip şefi kızdı:
- Sana karını çağır diyorum! Nihayet içeriden kadının sesi geldi:
- Bırak beni, bırak da hükümete halimi arzedeyim. Sizin bana yaptığınızı gâvur olsa
yapmaz!
Ekip şefi adamı itti:
-Çekil yolumuzdan!
Aynı anda iki polis adamı kollarından yakaladı. Nihayet kadıncağız kucağında yedi-
sekiz aylık bebeğiyle göründü. Perişan bir haldeydi.
Doğu şivesiyle:
- Hay sizin elinizi ayağınızı öpem! Size kim haber verdiyse Allah ondan razı olsun!
Bu adam anasıyla bir olup beni dövüyorlar. Şu halime bakın! İnsan olan insana böyle
cefa eder mi? Kapıyı üzerime kitliyorlar, kimseye halimi anlatamıyorum. Canımdan
bezdim. Şu sabi olmasa vallahi canıma kıyacağım.
İçimden, "Hey komşular, duyun! Bunun hesabını yarın ahirette nasıl vereceğiz?"
dedim.
Ekip şefi adama bağırdı:
- Çağır anneni de! Kadının söylediklerini duydun.
işin ciddiyetini anlayan kaynana da çıkageldi. Yüzünde şark çibanı izi, iri yarı,
erkek bozması gibi bir kadın. İnsan bakışlarından korkuyor. Şehirden çok dağa
yakışır bir görüntüsü var. Masallarda okuduğumuz "eşkiya anası" na benziyor. Adama
ne gerek, bu dev anası bile tek başına kadıncağızı evire çevire döver.
Yüzünde en ufak bir korku izi yok.
Eline beline koyup öyle bir kasılışı var ki, sanki ekip şefi o.
Oğluna çıkıştı:
- Ula Husso! Zaptiyenin evimizde ne işi var? Adam mı kesmişiz, bu ne hal?
Ekip şefi güldü. Tecrübeli olduğu her halinden belli. Kim bilir, her gün bunun gibi
niceleriyle karşılaşıyor.
Telsizin düğmesine bastı.
- Şahin bir! Şahin bir! Kartal iki, Şahin biri arıyor! Tamam!
- Şahin bir dinlemede!
- Komiserim, olay ciddi dövülme işi gerçek adam anası ile bir olup karısını fena
halde dövmüş, tamam.
- Anlaşıldı Kartal iki! Üçünü de getirin ifadelerini alalım.
- Anlaşıldı Şahin bir!
80
GÖRGÜ VE NEZAKI KURALLARI
Olayın kahramanları önde, polisler arkada merdivenlerden iniyoruz. . •.• .•, -u • :
'.; •• : :-
Aşağıya inince başımı kaldırıp baktım, bütün komşular pencerelere üşüşmüş, bizi
seyrediyor. Vah size, vahlar size!
Ekip şefine yaklaştım;
- Memuj bey, benim de gelmeme lüzum var mı?
Elini omzuma koydu:
- Hayır beyefendi, dedi. Siz vatandaşlık görevinizi yaptınız. Kadın şikâyetçi
olduğuna göre, sizin gelmenize gerek kalmadı.
Sanki aklımdan geçenleri okumuş gibi:
- Endişelenmeyin, adamın kulağını bükeriz, size elini bile dokunamaz. Buna rağmen
birşey yaparsa anasından emdiği sütü burnundan getiririm, tamam mı?
- Teşekkür ederim, memur bey. Çok iyi bir insansınız.
Ekip otosu yükünü aldıktan sonra, yine alarm düdüğünü çalarak gözden uzaklaştı. Bu
olay ilk olmadığı gibi son da olmayacaktı. Sen, ben, o, bizler... Kalabalık
şehirlerde yaşayan herkes bu tür olayları ya bizzat yaşamakta veya şahit
olmaktadır. Köylerde, kasabalarda, küçük Anadolu şehirlerinde bu tür olaylara çok
az rastlanır. Çünkü oralarda herkes birbirini tanır. Akrabalık, komşuluk, dostluk,
arkadaşlık,
hemşehrilik bağları güçlüdür. Şu veya bu sebeple birbirinin çayım içmiş, yemeğini
yemişlerdir. Sokakta birbirini görünce selâmlaşır, ha) hatır sorarlar. Birbirini
sevincini acısını paylaşan insanlar arasında kötülük barınamaz. En küçük
anlaşmazlıkta mahallenin büyükleri ve hatırı sayılan insanları araya girerek
problemi büyümeden çözerler. Kötü mizaçlar, çevrenin sosyal baskısını üzerinde
hisseder, kötülük yapmaya cesaret edemezler.
Ya büyük şehirlerin insanı öyle midir? Her biri Türkiye'nin değişik bölgelerinden
kopup gelmiş, gelenekleri, görenekleri, huyları farklı aileler aynı mahalleyi
paylaşıyor. İş güç peşinde koşuşturmaktan birbirlerini tanıyacak vakit
bulamıyorlar. Bakarsınız aynı mahallede bir sene oturmadan komşunuz taşınıvermiş.
Yeni yüzler, yabancı yüzler; kimin evine kimin girdiği belli değil...
İnsanların birbirine böylesine yabancı olduğu bir mahallede kim dinler komşu
haklarını? Kim koşar mazlumun imdadına?.. .......
YARDIMLAŞMA
81
YARDIMLAŞMA
Hayat (X Yardımlaşmadır
"Hayat bir mücâdeledir" sözü, kapitalist Batı dünyasının ileri sürdüğü bir
slogandır. Onlara göre hayat mücâdelesini güçlüler kazanır, zayıflar kaybeder.
Darwin, bu sloganı "tabiî seleksiyon" teorisiyle tabiata maletmeye çalışmıştır.
Nietzche, daha da ileri giderek şöyle diyecektir: "Hastaları, sakatları, yaşlıları,
dilencileri öldürmeliyiz. Bunlar güçlülerin sırtlarından geçinen asalaklardır.
Güçlü ve sağlıklı bir toplumun Önündeki bu engelleri kaldırmalıyız."
Bizim kültürümüze göre, "Hayat bir yardımlaşmadır." Tabiatı dikkatli bir gözle
incelediğimiz zaman, bütün atomların yaratılış kanununa uyarak birbirinin yardımına
koştuğunu görürüz, iki hidrojen atomunun yardımına bir oksijen atomu koşmazsa "su"
meydana gelmez. Su olmazsa hayat olmaz. Bulutlar yağmur verir yeryüzüne. Güneş, ısı
ve ışık verir. Hava, yardımımıza koşarak bize nefes aldırır.
Hayatı, güçlülerin kazandığı bir mücadele olarak değil, karşılıklı yardımlaşma ve
dayanışma olarak algılarsak, fert ve toplum olarak daha huzurlu günleri beklemeye
hakkımız olabilir. Aksi takdirde, kendisi mutlu olsun diye başkalarını mutsuz
edenlerin, kendi mutluluğunu başkalarının mutsuzluğuna endeksleyen insanların
çoğaldığı bir toplumda saadet ve huzur beklemek biraz saflık olur.
Bu sebeple, sağlıklı bir ruh yapısına sahip fertlerden oluşan bir toplum oluşturmak
istiyorsak, bazı kuralları uygulamak durumundayız. Bu önemli hususları şöylece
sıralayabiliriz:
* Yardımda öncelik ana-babayadır. Sonra yakın akrabalar gelir. Ondan sonra
komşular, yetimler, yoksullar, dullar gelir.
82
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
* Yardım, geri ödeme gücü olanlara borç şeklinde verilmelidfc-kL onları hazıra ve
tenbelliğe alıştırmasın. \
* Faizle borç vermeyi kesinlikle yürürlükten kaldırmalıyız. Bu dumm, yardım etmek
bir yana, parası olanın hiç ter dökmeden başkasının emeği üzerinden haksız gelir
elde etmesi demektir.
* Ekonomimiz Batı finans kurumlarına bağlı olduğu için, paramız devamlı enflasyona
paralel bir değer kaybına uğramaktadır. Bu sebeple borç
verirken zarara uğra-e**ye£jr 0££\ «—^"l mamak için
altın, gü-?:
.. ...... ;
muş veya döviz uze-rinden verilebilir.
* Zengin kimse borç verirken, ihtiyaç sahibini üzecek ve küçük düşürecek söz ve
davranışlardan sakınmalıdır.
* Borç veren kimse, Allah rızasından başka bir maksat gö-zetmemeli, "Ne hayırsever
adam!" desinler
diye gösteriş yapmamalıdır. Ancak tedbir olarak senet yapmalı, iki şahidin
imzasıyla ve onların huzurunda borcu teslim' etmelidir. Bu bir gösteriş değildir.
* Ödeme gücü olmayanlara sırf hayır için yardım ederken kimsenin görmemesine dikkat
etmeli, yaptığı yardımı sonradan başa kakmamalıdır.
* Bir kimse, borç veya ihtiyaç için kapısına gelen kimseye yardım edecek durumda
değilse onu tatlı sözlerle savuşturmak; kaba konuşmamalı, hakaret ederek
kovmamalıdır. •-;••'•-•- •.-•:•-- ; ,ı ;
* Öyle fakir ve ihtiyaç sahipleri vardır ki, kapı kapı dolaşmaz, izzetlerinden
başkalarına dertlerini açamaz, mahcubiyetlerinden dolayı başkalarından yardım
isteyemediklerinden, sıkıntı içinde yaşamayı tercih ederler. Gerçek ihtiyaç
sahiplerinin bunlar olduğunu bilerek, bu tip insanları, bu şekilde yaşayan aileleri
gözetmeli, onurlarını zedelemeden, kimselere de reklam etmeden yardımlarına
koşmalıyız. f ;rt:;. , r- ^r^.
ÖNEMLi GÜNLER
83
ÖNEMLİ GÜNLER
Acı »Günler
/| NSAN, dostlarının tatlı ve sevinçli günlerine ortak olduğu gibi, acı ve (^/
üzüntülü günlerini de paylaşmalıdır. İnsanın başına nerede, ne zaman, nasıl bir
kaza veya felaket geleceği bilnmez. Sel felaketi, deprem, yangın, trafik kazası,
hastalık gibi mal ve can kaybına sebebiyet veren acı olaylarda dost ve
akrabalarımıza maddî ve manevî destek vermek, onları yalnız bırakmamak bir insanlık
görevidir.
Hasta Ziyareti
* Bir dostumuzun veya yakın akrabamızın hastalandığını, evde veya hastahanede
yattığını duyduğumuz zaman hemen onu ziyarete gitmeliyiz. Eğer hastalanan kişi az
tanıdığımız biri ise, iyileştikten sonra ziyaret etmemiz daha uygun olur.
* Hastahanede yoğun bakım gerektiren ağır hastalarda, hastayı doğrudan ziyaret
yerine doktorunu, hemşiresini veya yakın akrabasını görüp ondan bilgi almalıyız.
"Özlettin kendini abi ya..
84
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
* Hasta ziyaretinde, daha yakın dostlarının ve akrabalarının onunla görüşmesini
engelleyecek şekilde, ziyareti uzatmamalıyız.
* Hasta ziyaretine giden kişi çok hassas olmalı, hastanın yüz ifadesinden görüşmeye
devam etmek istediğini veya istemediğini hissetmeli, ona göre davranmalıdır.
Hastaların nekahet devresinde istirahate ihtiyaçları olduğunu unutmamalıyız.
Ziyareti mümkün mertebe kısa tutmalıyız. Eğer hasta yanında biraz daha kalmamızı
ısrarla isterse ziyareti sürdürebiliriz.
* Hastalar, bilhassa yakın dostlarına, hastalıkları hakkında bir sürü tafsilatlı
şeyler anlatırlar. Onları sabırla dinlemeli, her fırsatta iyleşecekler-ine olan
inancımızı belirtmeli, maneviyatlarını yükseltmeli, hep iyi şeyler anlatarak, korku
ve endişelerini gidermeliyiz.
* Hastahanede yatan hasta yakın dostumuz ise, ailesini de ziyaret etmeli, bir
ihtiyaçları ve sıkıntıları varsa yardımcı olmalıyız. Hastayı ziyaret sırasında
ailesiyle yakından ilgilendiğimizi anlatmalı, onu rahatlatmalıyız.
* En uygun ziyaret saatleri öğle sonlarıdır. Eğer hasta evde yatıyorsa, telefon
ederek ziyaret saati için izin almalıyız.
* Hasta erkek ise, kadın ziyaretçiler hasta kadın ise erkek ziyaretçiler mecbur
kalmadıkça ve çağırılmadıkça hastanın odasına girmemeli, geçmiş olsun dileklerini
odanın dışında hastanın eşine veya yakın akrabasına bildirmelidir.
* Doktor, sadece ücret karşılığı bize hizmet eden bir insan değildir, iyileştikten
sonra onu da ziyaret ederek, gösterdiği ilgiden dolayı teşekkür etmeliyiz.
'.'•"•;-;;;•,•:
* Eğer hastalık bulaşıcı ise, hastahanelerde ziyaretçilere izin verilmez. Hasta
karantinaya alınır. Evde bulaşıcı bir hastalıktan yatan dostların odasına girilmez.
Aile büyüklerine geçmiş olsun dileğinde bulunur, bir ihtiyaçları olup olmadığını
sorar, böylece dostluk görevimizi yerine getiririz.
* Hastalanan kişi iyileştikten sonra kendisini ziyarete gelenleri unutmamalı, ilk
fırsatta ziyaretleri iade ederek onlara teşekkür etmelidir. ,.;„,,,
Başsağlığı - -;-:; ''• •'• -s,"'- i-•'•'•.;••-• -.'Y: •/' •:.'•>' :• . v .,"
>•' "V;;^,] îpyareti •'••-• • •. • -"•• - : •
* ••
* Bir aile dostumuzun veya yakın arkadaşımızın öldüğünü duyar duymaz evine gitmeli,
ailesine bir ihtiyaçları olup olmadığını sormalıyız.
* Ölen dostumuzun cenaze namazına mutlaka iştirak etmeli, cenazenin kabre
taşınmasına ve gömülmesine yardımcı olmalıyız. , ,, ......
ÖNEMLi GÜNLER
85
* Evinden ölü çıkan komşumuzu ziyaret edip başsağlığı dilemeli, bir ihtiyaçları
olup olmadığını sormalıyız.
* Bu aile kapı komşumuz ise, birkaç gün yemek pişirip götürmeliyiz.
* Ailenin yanında ölünün iyi hallerini saymalı, onları rahatlatmalıyız.
* Yine ölüsü olan aile kapı komşumuz ise, yüksek sesle teyp ve televizyon dinle-
memeli, yanlarında gül-memeli, acılarını paylaştığımızı davranışlarımızla belli
etmeliyiz.
Kabristanda
* Pahalı, süslü, kubbeli mezar yaptırmanın ölüye hiçbir faydası yoktur. Sadece
yerini belli etmek için başına bir taş dikilir ve etrafı çevrilir.
* Mezarın üzerine mermerle veya betonla kapatıp ot bitmez hale getirmek doğru
değildir.
* Ölünün arkasından parayla Kur'an okutmanın, dua ettirmenin, hatim indirtmenin
ölüye bir faydası yoktur. Cenaze gömüldükten sonra, ölenin sevabına, gerçek
fakirleri bulup onlara sadaka dağıtmamız daha uygundur. Ayrıca, kendimiz sırf Allah
rızası için Kur'an okur, ölüye hayır duada bulunabiliriz.
* Kabir çevresine bez bağlamak, ölüden dünyevi bir dilekte bulunmak, dileği yerine
gelmesi karşılığında adak adamak, mum dikmek dinimizce doğru olmadığından, bunu
yapan istismarcılara aldanmamalıyız.
* Haftada bir sefer, Cuma veya Cumartesi günleri, kabir ziyaretine gitmek,
başlarında Kur'an okuyup dua etmek, ölümü hatırlayıp kendimize çeki düzen vermek
bakımından faydalıdır. Yolumuz bir kabristana uğradığında yine ölülere hayır duada
bulunmalıyız. Dua etmek için kabrin başında bulunmak gerekmez.
* Mezarlıkta yürürken mecbur kalmadıkça mezarların üstüne basılmaz.
86
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
MİSAFİRLİK, DAVET ve ZİYAFET
"Vay Osman abim, nasılsın? Geçiyordum, şöyle bir ugrayayım dedilm."
Davetsiz Misafir Olmayın!
ÎZLER TOPLUM OLARAK misafir olmayı ve misafir ağırlamayı se-ven insanlarız.
Kültürümüzün en önemli ve kökKi parçalarından biri olan misafirlik hususunda belli
bir âdab oluşmuştur. \Ancak günümüzde şehirlerin büyümesi neticesinde, bu
şehirlerin dinamik atmosferinde yaşayan insanlar arasında misafirlik bilinci günden
güne yıpranmaya yüz tutmuştur. Öyle ki, yakın akrabalar arasındaki ziyaretler dahi,
televizyonu başka bir evde seyretme ayinine dönüşmüştür adeta.
Ziyaret ya da misafirlik, bir kimsenin veya bir ailenin diğer bir kimsenin veya
ailenin evine gitmesidir. Bu ziyaret akrabalar arasında olduğu gibi, dost ve
ahbaplar arasında da olabilir. Hiç şüphe yok ki, insan kendi evinden başka diğer
bütün evlere girmek için izin almalıdır. Özellikle iletişim imkânının oldukça
kolaylaştığı günümüzde, ziyaretten önce izin istemek zor bir iş olmasa gerek.
MİSAFİRLİK, DAVET VE ZİYAFET
87
Ziyaret hafta içi ise, gündüzden telefon ederek, akşama ziyarete geleceğimizi
bildirmemiz gerekir. Eğer hafta sonu ve diğer tatil günlerinde ziyarete gitmeyi
düşünüyorsak, mutlaka bir-iki gün önceden haber vermek zarureti vardır. Tatil
günleri için yapılmış bir programı, çat kapı ziyaret gidip bozmaya hakkımız yoktur.
Davette Misafire Düşen Görevler
* Misafir, davet edilmeden ve önceden haber vermeden yemek vakitleri bir eve
gitmemelidir.
* Randevu saatine uymalı; ne çok erken, ne de çok geç gitmelidir. Çok erken gittiği
zaman ev sahibini hazırlık yaparken yakalamak ve onu mahcup etmek ihtimali vardır.
Çok geç gittiği taktirde ev sahibini bekletecek; onu "Acaba gelmeyecek mi?"
endişesine sevkedecektir.
* Misafir güzel giyinmeli, mümkünse elinde bir hediye ile gitmelidir.
* Kapıyı çaldığında kendisim ismi ile takdim etmeli; kapının ağzında değil, biraz
geride beklemelidir
* Kapıyı açana önce selâm vermeli; "Buyurun!" denmedikçe içeri girmemelidir.
* içeri girişte acele etmemeli, ev sahibinin terlik vermesini ve .yol göstermesini
beklemeli; ev sahibinden önce rastgele bir odaya girmemelidir.
* Ev sahibinin ardından yürürken etrafa meraklı nazarlarla bakmama-lı, mütebessim
bir yüzle ev sahibinden yana bakmalıdır.
* Odaya girince rastgele yere oturmamalı; ev sahibinin göstereceği yere
oturmalıdır.
* Ev sahibinin başka misafirleri varsa, ev sahibi onları tanıştırmadan kendisini
misafirlere takdim etmemelidir.
"Vallahi çok titiz adamsın ismet abi!.."
88
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
* Yemek sofrası kurulduğunda, ev sahibinin davetinden örice sofraya oturmamalı;
onun göstereceği yere oturmalıdır.
* Yemek sırasında veya çay-kahve içilirken yapılan sohbette dikkatli davranmalı;
münakaşaya sebep olan veya misafirlerin neşesini kaçıran konulara girmemelidir.
-- :;
* Yemek servisi yapılırken, odaya girip çıkılırken bakışlarını o yana çevirmemeli;
sıra kendisine gelinceye kadar vakarla beklemelidir.
* Yatıya kalınsa dahi bir günden fazla kalmamalı; ev sahibinin iş ve aile düzenini
zor durumda bırakmamalıdır. ;
* Bir günden fazla kalmayı gerektiren hallerde; ev sahibinin bulunduğu saatlerde
eve girip çık-
/£ÖÖ^S"XYVÇ^^ v ^ maya özen gösterilmelidir. Yakın akrabalıklarda, bu sınırlar
samimiyete göre değişebilir, ,
Ev Sahibine " '
Düşen Görevler "
j.
* Ev sahibi misafirliğe veya ziyarete gelmek isteyenleri imkânı ölçüsünde
reddetmemelidir.
* Fazla külfete girmeden, maddi imkânlarının dışına çıkmadan evinde bulunanın en
iyisi ile misafiri ağırlamalıdır.
* Güzel giyinmeli, misafirini güler yüzle karşılamalıdır.
* Uzak yoldan gelen misafiri istirahat etmesi için bir müddet yalnız bırakmalı;
erken yatmasını temin etmelidir.
* Misafirin tuvalet ve su ihtiyacını rahatça karşılayabilmesi için gerekli tetbiri
almalıdır.
* Yemeğe davet ettiği misafirlerini sofraya yaşlarına, bilgilerine, makamlarına ve
görgülerine uygun olarak sağdan sola doğru oturtmalıdır.
* Sağ başa şeref misafiri oturmalı, diğerleri büyükten küçüğe doğru sıralanmalıdır.
* Yemek servisine (ayrı tabaklardan veriliyor ise) sağdan başlamalı, sıra ile devam
etmelidir. < ; ; :•• ..,,.,..... , ; t, ,
MİSAFİRLİK, DAVET VE ZİYAFET
89
Mutfak Kültürü
"Kültür" deyince akla bir milletin yaşadığı hayat tarzı gelmektedir. Kültürün temel
kaynaklarından biri dinî değerlerdir. Her toplumun kültüründe dini kaynakları
kurallar kulunmaktadır. Biz, kültürümüzü İslâmiyet'ten alan bir milletiz. Hukuk,
dil, yazılı ve sözlü edebiyat, kıyafet, muaşeret kaideleri, ticaret, güzel
sanatlar, gelenekler hep birer kültür göstergesidir. Her milletin üzerinde yaşadığı
coğrafyaya ve bu topraklarda hüküm süren iklimlere uygun bir bitki örtüsü vardır.
Bu bitki örtüsü meyveler, sebzeler, tahıllar yönünden değişiklik gösterir. Bu
değişiklik mutfağa, yâni beslenme şekline yansır. Meselâ Arap ülkelerinde bolca
yetişen hurma bizde yetişmez. Bizde yetişen narenciye ve sebze çeşitleri de orada
yetişmez. Böyle olunca, Arap mutfağında görülen yemek çeşitleri ile Türk mutfağında
görülen yemek çeşitleri farklılık arzedecektir. Bunun gibi, Batı ülkeleriyle iklim
ve coğrafi durumlarımız aynı olmadığından, Batı toplumlarının mutfak kültüründen
farklı bir yemek kültürümüz olması tabiidir.
Aile sofraları, en önemli eğitim merkezlerinden biridir. Çocukların ve hatta
büyüklerin eğitimi bu sofralarda gerçekleştirilmelidir. Zengin kültürümüzle
yoğrulan sofra âdabına ilişkin temel esasları şöyle sıralayabiliriz:
Yemek Yerken
Dikkat Edilecek Hususlar
* Yemeğe başlamadan önce ve yemeği bitirdikten sonra mutlaka ellerimizi
yıkamalıyız.
* Yemeğe Besmele ile başlanır, sonunda hamdedilir.
* Ağzımıza lokmaları götürürken, daima sağ elimizi kullanmalıyız. Sofra
kültürümüzün temel esaslarından biri de sağ elle yemektir. İster elle, ister çatal-
kaşıkla yiyelim, sağ elimiz ile yemeye gayret etmeliyiz. Bıçak kullanırken, ekmek
bölerken sol elimizden faydalanabiliriz. Avrupalı milletler bıçak kullandıkları
zaman çatalı sol ellerine almakta; böylece sağ elle kesip sol elle yemektedirler.
Az önce belirttiğimiz gibi, sol elle yemek bi-
90
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
zim sofra kültürümüze tamamen zıttır.
* Ağzınızda lokma varken konuşulmaz.
* Ağıza, zor döndürülecek ve avurtları şişirecek kadar, büyük lokma alınmaz.
* Lokma şapırdata şapırdata, ağız açık olarak çiğnenmez.
* Ağızda lokma varken öksürülmez, aksırılmaz ve gülünmez.
* Asık suratla yemek yenmez.
* Topluluk halinde yemek yerken ilaç alınmaz; hastalıktan, ölümden, mide
bulandırıcı şeylerden bahsedilmez.
* Yemek sahibine ve yemeği pişirene iltifat ve teşekkür edilir.
* Acıkmadan sofraya oturulmaz, mideyi tıka basa doldurarak sofradan
kalkılmaz. Her
"Bir aylık izin süresince sizinle birlikte olmak için ta nerelerden kalkıp
geldik!.."
de mide hastalıklarına sebep olan ö-nemli etkenlerdir.
* Tabak/ larda yemek bırakmayınız; karnınız fazla aç değilse, tabağa yiyeceğiniz
kadar yemek konulmasını rica ediniz. Bu konuda, Batı kültü-
rü ile aramızda fark vardır. Batı kültürü ile hemhal olmuş bazı kimseler, tabakta
yemek bırakmayı bir görgü kuralı olarak benimsemişlerdir. Oysa biz, kültürümüz
gereği hiçbir lokmayı israf etmeyen, çöpe yemek atmayı hoş karşılamayan bir
toplumuz. Kimi yerlerde tabaktaki yemeği sıyırmak görgüsüzlük gibi görülse de, bu
konuda mümkün olduğu kadar hassasiyet göstermeliyiz.
* Aile sofralarında mümkün olduğunca ailenin bütün bireylerinin katılımı
sağlanmalıdır. Yemek vakitleri belirli olmalı, aile bir arada yemeğini
91
MİSAFİRLİK, DA\'.. -V VE ZİYAFET
yemelidir.
* Yemeği kıtlıktan çıkmış gibi acele yemeyiniz. Mideniz için de çok zararlıdır.
*Elleriniz ve dudaklarınız yağlı iken bardaktan su içmeyiniz. Yağ leko-siyle
kaplanmış bir bardak hiç de iç açıcı değildir.
* Bardaktaki suyu bir defada içmeyiniz. Kafaya dikmek veya bir dikişte bitirmek
marifet değildir. ;:1
* Çorbanızı içerken kaşığı ağ-zınıza uzak tutup, höpürdeln-rek içmeyiniz. Çorba
veya yemek sıcak ise ü-zerine üflenmnz, bir süre soğurnısı beklenir.
Ziyafet
Bugün "ziyafet" denince bin-bir çeşit yemeğin sıralandığı, şaşaalı sofra-
"Ne komik adamsın yahu! Doğru dürüst yesene şu
lar akla gelmektedir. Halbuki, ev sahibinin gücü ölçüsünde mütevazi bir sofra da
pek âlâ ziyafet sayılabilir. Ziyafet geleneği olmayan hiçbir millet ve topluluk
gösterilemez. Ziyafet şekli ve ziyafete vesile yapılan olaylar, milletlerin
inançlarına ve kültürlerine bağlı olarak değişiklikler gösterir. Hiç şüphesiz ki,
ziyafetler, insanlar arasındaki sevgi ve dayanışmayı arttıran vesilelerin başında
gelir.
Ziyafet verilen önemli gün ve olayları hepimiz biliriz:
* Bayramlarda
* Nişan, n ikâh ve düğünlerde
* Doğumlarda
* Sünnetlerde
* Ev ve binek satın alındığında
* Gençler askerden döndüğünde
92
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
* Bahçenin ve tarlanın mahsulatı toplandığında
* Uzun bir seferden ve haccdan dönüldüğünde
* Hastalıktan kurtulup iyüeşildiğinde
* Her türlü sevinçli günlerde ziyafet verebiliriz.
Alafranga Yemek
Batı ülkelerinde kahvaltı dahil bütün yemekler masada yenir. Bu sebeple masa
düzenine büyük önem verilir.
Resmî yemeklerde masa örtüsü beyazdır. Evlerde verilen yemeklerde renkli masa
örtüsü kullanılabilir.
Peçete
Peçeteler, masa örtüsünü tamamlayan vazgeçilmez yemek aksesu- / arıdır. Renk
bakımından masa örtüsü ile uyuşmalıdır. /
* Yemekler için büyük ebat (25-30 cm2),\ kahvaltılar için küçük ebat (15-20 cm2)l
peçeteler kullanılır.
* Peçeteler resmî yemeklerde servis tabağının içine; resmî olmayan yemeklerde
çatalların soluna katlanmış olarak konur.
* Masada bez peçete varsa, ayrıca kâğıt peçete konmaz.
* Peçete, yemeğe başlarken, vücudun masa altına gelen kısmına (kucaktan dizlere
doğru) serilir. Ucunu gömlek yakasına veya tabak altına sokmak ayıp ve görgüsüzlük
sayılır.
* Peçete ile çatal, kaşık, bıçak ağzı ve tabak silmek ev sahibine hakaret kabul
edilir.
* Peçeteyi ev sahibinden veya şeref misafirinden önce kullanmak görgüsüzlük
sayılır.
* Yemekten geçici olarak kalkmak gerekirse, peçete sandalyenin
MİSAFİRLİK, DAVET VE ZİYAFET
93
üzerine veya servis tabağının sağına bırakılır.
* Yemek bittikten sonra peçete katlanmadan servis tabağının sağına konur. Peçeteyi
katlayıp koymak kibarlık değildir. Yemek sahibine "Bizi tekrar davet et." anlamına
gelir.
* Masada bez peçete yerine kağıt peçete konmuş ise; işi bitince peçete elle
buruşturulup servis tabağının içine konmaz. Masanın üzerine bırakılır.
pabağı
Yemeklerde her misafirin önünde altlık görevi yapan ve masada daimi kalan geniş bir
servis tabağı bulunur. Yemek tabakları bu tabağın üzerine konur. Servis tabağı,
yemek tabakları ile uyuşmalı yâni aynı takımdan olmalıdır.
Yemek Tabakları
Çorba, yemek, meyve, tatlı ve salata için ayrı tabaklar kullanılır. Çorba tabakları
derin, diğerleri düz cinstendir. Salata tabağı servis tabağının sol önüne, ekmek
tabağı çatalların yanına konur.
Yemek çeşidine uygun miktarda çatal bıçak ve kaşık bulundurulur. Kullanılış
sırasına göre dıştan başlayıp içe doğru yerleştirilir.
Çatal-Kaşık Bıçak
* Masaya bir seferde üçten fazla çatal, kaşık ve bıçak konmaz. Fazlasına ihtiyaç
varsa, ilk konanların işi bittikten sonra, kullanılacağı yemekle birlikte masaya
konur.
* Çatallar tabağın soluna yerleştirilir. Yalnız balık çatalı kaşığın sağma konur.
94
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
I
* Bıçaklar ve kaşıklar tabağın sağına konur.
* Tatlı için kullanılacak kaşık ve bıçak tabağın önüne konur.
* Bardak veya bardaklar bıçakların sağından başlayarak üst tarafa doğru sıra ile
konur.
* Tuzluk ve biberlik iki misafirin arasına birer tane gelecek şekilde
yerleştirilir.
* Zeytin yağı, sirke, hardal, domates sosu gibi garnitürler masanın orta yerine
konur. Arzu eden oradan alır ve işi bitince yerine koyar.
Batı ülkelerinde orta çağdan kalan ve halen devam eden alışkanlıklar da vardır.
Parmak yıkama tasları ve içinde mum yanan şamdanlar bunların başında gelir.
* Resmi yemeklerde masaya kürdan konmaz.
* Sigara içmeyenleri rahatsız edeceği endişesi ile yemek masasına kül tablası
konulmaz.
* Yemek masasına konulacak çiçekler, görüşü kapatmaması için, küçük boylulardan
seçilir ve minik vazolara konur.
* Sekiz kişiyi geçen resmî yemeklerde, yaş ve makam sırası göz önünde
bulundurularak, isimli yer kartları kullanılır. İsim kartları ya tabak içindeki
peçete üzerine ya da tabağın baş tarafına konur.
Yemekte Oturma Sırası
Resmî yemeklerde bir masa en fazla yirmi dört kişilik olur. Yirmi dört kişiyi geçen
davetlerde, ikinci bir masa konur, iki masa olması halinde davetliler masalara eşit
paylaştırılır.
"Şöyle burnumuzu da temizledik mi tamam..."
MİSAFİRLİK, DAVET VE ZtYAFET
95
Uzun masalarda şeref misafirinin yeri ev sahabinin sağ tarafıdır. Ev sahibi hanım
ve bey karşılıklı oturur. Ev sahibesinin sağma şeref misafiri erkek, ev sahibesinin
sağına da şeref misafiri erkeğin hanımı oturur.
Ev sahibi ve onun hanımı ya masanın iki başına ya da ortasına karşılıklı oturur.
Diğer misafirler de ev sahiplerinin oturuş sırasına göre ya dıştan içe ya da içten
dışa doğru erkekli kadınlı dönüşümlü olarak otururlar. Böylece iki erkek, iki kadın
yanyana gelmeyecek şekilde bir düzen seçilmiş olur.
ınnrı
İSarsona Yardım Edilmez
* Yemek servisi sağ taraftan yapılır.
* îşi biten tabak sol taraftan alınır.
* Garsona veya hizmetçiye tabak uzatılmaz. Tabağa yemeği koymak garsonun görevidir.
.„..,_ * Garsonun e-linden tabak alınmaz.
Yemek Servisi
Yemek servisi şeref misafiri hanımdan başlatılır. Sonra şeref misafiri erkeğin
sağındaki hanıma servis yapılır ve atlanmadan sağdan sola doğru sırası ile devam
edilir.
"Siz zahmet etmeyin garson bey!.."
Dernek Nasıl frenir?
Batılılarda bizden farklı bir yemek yeme âdabı vardır.
* Çatal daima sol elde bulundurulur. Bıçak sağ elle tutulur ve
-*»•
96
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
kullanılır.
* Bıçak kullanmayı gerektirmeyen ve kaşıkla yenen yemekte, kaşık sağ elle
tutulur.
* Bıçak kullanırken her seferinde bir parça kesilerek yenir. Bir seferde parçalara
bölünmesi ayıp sayılır.
* Yemeğin yanma konmuş olan sebze cinsi garnitürler bıçak yardımı ile çatalın
üzerine alınarak yenir.
* Salata kaşıkla asla yenmez; salata çatalı ile yenir. Salata yerken bıçak
kullanılmaz.
Ekmek
Ekmek dilimlenmiş olarak ekmek sepeti veya tabak içinde masaya konur. Küçük sandviç
ekmekler dilimlenmeden konabilir. / J
* Ekmek yemek için çatal, bıçak veya kaşık kullanılmaz.
* Ekmek elle her seferinde bir lokma koparılarak yenir.
* Masadaki ekmeğe yemekten önce el sürülmesi, bayat veya taze mi olduğuna bakılması
ayıp sayılır.
* Yemeğin servis yapılmasını beklerken, sabırsızlık gösterip ekmek yemek de
görgüsüzlük sayılır.
* Ekmek ancak yemeğe çatalla batırılır. Ekmeği yemek suyuna batırıp yemek ayıp
sayılır.
* Ekmekle tabak sıyrılmaz.
yemekte Dikkat Edilecek Hususlar
* Yemek masasında dik oturulur.
* Yemek yerken tabağın üzerine eğilinmez. Kaşık veya çatal ağıza götürülürken baş
biraz eğilir.
* Üstü açık biberlikten veya tuzluktan biber ve tuz alırken içindeki küçük kaşık
kullanılır. Elle, çatal-kaşık sapıyla, bıçakla alınmaz.
* Uzaktaki bir şeyi (biberlik veya tuzluk gibi) almak için uzanmak, hele yerinden
kalkmak ayıp sayılır. O şeye yakın birinden istenir. İstemek
MİSAFİRLİK, DAVET VE ZİYAFET
97
ayıp karşılanmaz.
* Yemek masasında (bilhassa davetlerde) gazete veya kitap okumak, not tutmak ayıp
sayılır.
* Yemek sırasında ilâç almak da hoş karşılanmaz.
* Yemek sırasında bitişiğindeki şahsın önünden veya arkasından i-leriye doğru
uzanıp bir başkası ile konuşulmaz.
* Yemek yerken ağız şapırdatılmaz; lokma ağız kapalı olarak çiğnenir ve yutulur.
* Kaşıkla yerken kaşığın tamamı ağıza sokulmaz.
* Ağız yemekle tamamen doldurulup avurtlar şişirilmez.
* Ağızda yemek varken konuşulmaz, gülünmez ve öksürülmez.
* Çatal, kaşık ve bıçak yemek sırasında masanın üzerine bırakılmadığı gibi; tabağın
kenarına dayalı da konmaz. Yemek bitinceye kadar tabağın içine bırakılır.
Çorba
* Çorba iki kepçeden fazla istenmez.
* Çok beğenilmiş olsa bile ikinci sefer çorba istenmez.
* Çorba tabağı yan yatırılarak, tabağın dibindeki çorba kaşıkla alınmaya
çalışılmaz.
* Kaşık çorba ile
tamamen doldurulmaz. İçerken dökmemek ve kolay içmek için kaşığın üçte biri boş
bırakılır.
* Çorba kaşığı ağıza yan götürülür, içerken höpürdetilmez.
* Soğutmak için kaşığın içine üflenmez.
* İşi biten çorba kaşığı tabağın içine bırakılır; masaya konmaz.
m
98
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Umumi Yerlerde Görgü Kuralları
MERDİVENDE
. Merdivenden Çıkarken ::^r. ft
* Kadın, çocuk ve yaşlı kimse önden çıkmalı; sağlıklı genç erkek de bir-iki basamak
geriden gelmelidir.
Sebebi: Kadın, çocuk ve yaşlı kimse ayak kayması, sendeleme ve sürçme durumunda
dengesini zor sağlayabilir. Arkadan gelen sağlıklı genç erkek, dengesini kaybeden
ve düşmek üzere olan kadını, çocuğu veya yaşlı kimseyi tutarak onu muhtemel bir
kazadan korumuş olur. , r: ;
Merdivenden inerken .- h
* Sağlıklı genç erkek önde iner. Kadın, çocuk ve yaşlı kimse de bir iki basamak
geriden onu takip eder.
iniş ve Çıkış Bitince
* îniş ve çıkış bitince, erkek durup kadını, çocuğu veya yaşlı kimseyi beklemeli;
bundan sonraki yçlu birlikte yürümelidirler.
Genel Kural
* Merdivende çıkan kimseye öncelik verilmelidir, inen şahıs, çıkan bir şahısla veya
şahıslarla karşılaştığı zaman, duvardan yana çekilerek durmalı ve çıkanlara yol
vermelidir, r
UMUMÎ YERLERDE GÖRGÜ KURALLARI
99
* Çıkan şahıs, inenin kimsenin gösterdiği bu nezakete tebessümle karşılık vermeli
ve teşekkür etmelidir.
* Merdivende karşılaşanlar birbirlerini selâmlamak; tanışık iseler hal-hatır
sormalıdırlar.
UMUMÎ VASITALARDA
Otobüs, minibüs, dolmuş, taksi, tren, uçak, vapur, tramvay gibi her türlü umumî
nakil vasıtalarında kural aynıdır:
* Önce bayan, çocuk ve yaşlı kimseler biner.
* inerken erkek önce iner; kadın, çocuk ve yaşlı kimse de onu takip eder.
* Üç yaşından küçük çocukları baba kucağına alarak araca binmelidir.
* Taksilere sağ kapıdan binilip inilmektedir. Trafik zaruretinden dolayı sağ
kapıların kullanılması daha emniyetlidir. Karısı ile arka koltuğa oturmak isteyen
bir erkek, önce kendi binmelidir; ki kadının binmesi ve inmesi kolay olsun. Kadın
önce bindiği takdirde, ileriye doğru kayarak kocasına yer ayırmas gerekecek ve
böylece zahmet çekecektir. İnerken de aynı zahmet mevzubahistir.
Büyük araçlara kadın, çocuk ve yaşlı kimsenin önce bin-mesindeki sebep,
basamaklarda ve kapıda bir ayak kayması veya sendeleme olduğu taktirde arkada duran
erkek yardımcı olabilsin. _
l*-., .. "ilerleyelim beyler,
gerilere doğru!.."
ASANSÖRDE
* Asansöre binerken kadın, çocuk ve yaşlı kimseler önce binerler.
* Çıkarken sağlıklı erkek önce çıkar. Kadın, çocuk ve yaşlı kimse onu takip eder.
100
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
^PIDA
Sağlıklı genç erkek kapıyı açar, onunla birlikte olan kadın, çocuk ve yaşlı kimse
içeri girdikten sonra kapıyı yine erkek kapatır.
* Kapıya daha önce gelen kimse, içeri girdikten sonra, Kapıyı kapatmadan evvel
arkasına bakmalı; gelen kimse varsa, kapıyı açık tutmalı o-nun da içeri girmesini
beklemelidir. Eğer gelen bayan veya yaşlı biTklmse ise; geçmesini beklemelidir.
Aynı yaşta iseler, kapıyı tutan kimsenin diğerinin geçmesini beklemesi gerekmez.
Kapıyı sonra gelen kapatır.
* Aynı yaşta ve cinsiyette olan iki kişi kapıda karşılaştıkları zaman, giren çıkana
yol vermelidir.
* Aynı cinsiyette olan iki kişi kapıdan geçerken; genç olan yaşlı olana yol
vermelidir.
Genel Kural:
Kapıda olsun, asansörde olsun, yardım ve saygı gören kimse mutlaka diğerine selâm
vermeli ve teşekkür etmelidir.
İÖKANTADA
* Hanım ile bey yalnız iseler, çocukları yoksa, iki kişilik masa seçip karşılıklı
oturmalıdır.
* Çocuklarla birlikte kalabalık bir grup teşkil ediyorlar ise; hanım pencere
kenarına oturmalı; müşterilerin gelip geçtiği ayak üstü yerlere oturmamalıdır.
* Hanımı ile lokantaya giden bir erkek, ona daima kendisi yardımcı olmalı; bu
hizmeti garsona bırakmamalıdır.
* Erkek, kadından önce oturmamalı; ona yardımcı olduktan sonra oturmalıdır.
ÇARŞIDA, PAZARDA, YOLDA YÜRÜRKEN
* Yürürken elleri cebe koymak, yalpalayarak ve sallanarak yürümek nezaket
kuralları-
UMUMÎ YERLERDE GÖRGÜ KURALLARI
101
na uygun bir davranış değildir.
* Keza asık suratla, çalımla ve gururla yürümek; değnek yutmuş gibi kasılarak adım
atmak kibar ve görgülü insanlara yakışmaz.
* Size tebessüm eden ve selâm veren kimselere, tebessümle mukabele etmek ve
selâmlarını almak insanlığın gereğidir.
* Kalabalıkta yürürken acele edilmemeli, yol açmak için insanları itip kakmamahdır.
* Birine çarptığınız veya ayağına bastığınız zaman mutlaka özür dilemeli; bunu
mecbur kaldığınızı düşünerek resmî bir ses tonuyla değil; içten gelerek, nâzik bir
sesle yapmalısınız.
* Sizi iten ve ayağınıza basan kimsenin özür dilemesini %; beklemeden, siz özür
dileyiniz.
* Kalabalıkta yürürken, sağlıklı genç erkek önde yürü-meli; kadın, çocuk ve yaşlı
kimseler onu takip etmelidir.
* Kalabalıkta, hava yağışlı olsa dahi, açık şemsiye ile yü-rümemelidir. Şemsiyenin
telleri, karşıdan gelen dalgın kimselerin yüzüne, gözüne veya başına çarparak zarar
verebilir.
* Yolda yürürken şarkı mırıldanmak, sakız çiğnemek, kuruyemiş ve benzeri şeyler
yemek nezaket kurallarına aykırıdır.
* Yağışlı havalarda kuru ve gölgelikli yerleri seçerek yürümek sağlık açısından iyi
olmakla beraber; kalabalık yerlerde bu mümkün olmayabilir. Kuru yerleri seçeyim
derken, karşıdan gelenin yoluna dikilmek ve onu yol değiştirmeye mecbur bırakmak
nazik bir davranış değildir.
* Su birikintilerine basıp etrafa kirli su sıçratmak, kirli suya basmamak için
üzerinden atlamak ve bunları yaparken de başkalarını rahatsız etmek, hoş
karşılanmayacak kaba hareketlerdir.
* Kaldırımda yürürken caddeden hızla geçen bir araba üzerinize kirli su ve çamur
sıçratsa dahi nezaketinizi muhafaza etmeli; kaba ve çirkin sözler söylememeli,
bağırıp çağırmamalısınız. Zira, bu düşüncesiz hareketi
102
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
yapan araba ve sürücüsü zaten uzaklaşıp gitmiş bulunmaktadır^
* Maalesef en sık rastlanan saygısızlıklardan birisi de, yolda1 yürürken
sağa sola tükürmek, başparmağı ile burnunun bir deliğini tıkayarak yol ortasına
sümkürmek ve elindeki çöpü (hatta muz kabuklarını bile) sokağın, caddenin, meydanın
en . görünür yerinde iti* na (!) ile yere atmaktır. Özellikle nüfusun hızla arttığı
büyük şehirlerde/bunlar artık insaırîık su-
" - Şuna bak! Gören de büyük adam zanneder!.."
çu sayılacak davranışlardır. Ortak yaşanan yerlerin böylesine kirletilmesi,
davranış kirliliğinin bir neticesidir.
SİGARA VE TOPLUMSAL HAYAT
Sigara içmeyenlerin azınlıkta olduğu bir toplumda yaşıyoruz. Baş tarafına zararını
azaltsın diye filtre eklenmiş, düz beyaz kağıda sarılan bir parça tütünü ateşle
yakıp dumanını çekmek, toplumsal bir mazoşizm haline gelmiştir.
"Sigara sağlığa zararlıdır" yazan paketler devletçe üretilmekte ve devlet,
vatandaşlarının sağlığına zarar vererek para kazanmaktadır.
Bu, işin mizahî yönü.. Bir de toplumumuzdan dumanaltı manzaraları görelim
isterseniz..
Toplu taşıma araçları ve sinema, tiyatro, işyerleri, devlet daireleri dahil tüm
kapalı mekânlar, bugün dumanaltı tabir edilen bir durumdadır. Maalesef sigara
görgüsü hususunda hiçbir kurala riayet etmeyen bir toplum haline geldik. Bu
sorumsuz davranışlar, daha ciğerleri havaya doymamış küçücük yavruların dahi
sigaraya yönelmesine sebep olmaktadır.
Hiç kimsenin sigara kullanmadığı bir toplum oluşturmak şüphesiz zor
ÇALIŞMA iLiŞKiLERi VE İŞYERİ ADABI
103
iş. Fakat ciddi bir eğitimle sigara kullanımını azaltmak mümkün gibi geliyor bana.
Misafirlerle dolu bir ev. Çoğunun elinde sigara. Duman kesif. Görüş mesafesi
oldukça az. Sigara içmeyenler, (onların sayısı çok az) soluğu balkonda, pencere
kenarında ve ya sokakta almak zorunda... Tam bir çoğunluk diktatörlüğü yaşanıyor
anlayacağınız... Burada sigara içmeyenlerin hakkı ne olacak?
Evet, sigara içmeyi engelemek mümkün olmadığına göre, bunu bilinçli olarak
kullanmayı teşvik etmek zorundayız. Yoksa üçüncü dünya savaşı sigara içenlerle
içmeyenler arasında çıkacak gibime geliyor.
Misafirlikte
Evinizde istediğiniz kadar sigara tüttürebilirsiniz, sonra da çocuklarınıza sıkı
sıkı "Bak oğlum, bu sigara zararlı bir şeydir, sakın kullanma" diye
tembihleyebilirsiniz. Fakat misafirliğe gittiğinizde, ne kadar yakın dostunuz,
akrabanız olursa olsun, mutlaka "Rahatsız olmayacaksanız bir sigara içebilir
miyim?" diye sormalısınız. Ev sahibi de, eğer evde sigara içilmiyor-sa
açıkyüreklilikle bunu belirtmelidir. Ev sahibi gayet açık olarak izin vermeden
sigara yakmamalıdır.'Eğer sigara içme izni almışsanız, küllerini yere dökmemek en
önemli görgü kuralıdır.
Maalesef sigara içen bayanların sayısı da günden güne arttığından, buradaki
hususlar onlar için de geçerlidir. Tabii bayanlara sigaranın hiç yakışmadığını da
ilave ederek...
Sokakta
Sokaklar sigara içmek için en özgür ortamlardır. Fakat elinde sigara ile yürümek
sizin için hafif bir görüntü olabilir. Bir parkta, bir çay bahçesinde veya bekleme
halinde sigara içmek daha uygundur.
Bayanların sokakta sigara içmesi ise oldukça yakışıksız bir durumdur.
İşyerinde
Dükkan, fabrika, mağaza, şirket vs. işyerlerinde çalışıyor iseniz, oranın
kurallarına uygun davranmalısınız. Sigara içmenin tehlikeli olduğu ve çabuk alev
alabilecek nesnelerin bulunduğu bir yerde çalışıyorsanız veya ziyaret etmiş iseniz,
burada sigara içmek doğru değildir. Dışarı çıkıp uygun bir yerde içmelidir.
104
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
TRAFİK
Trafik Kazaları
Trafik kazalarını incelemekle yetkili makamla- / rm tuttuğu istatislik sonuçlarına
göre hata payları şöyle sıralanmaktadır:
Sürücülerin kusuru: % 72
Yayaların kusuru : % 18
Araç içindeki yolcuların kusuru: % 3
Bozuk yolların kusuru: % 0.5
Araçların mekanik kusuru: %6.5
Bu sonuçlara göre, trafik kazalarında insan kusuru (sürücü, yaya ve yolcu olarak)
toplam kusurların % 93'ünü teşkil etmektedir.
Yetkililer sürücülere ait kusurları şöyle sıralamaktadır.
- Aşırı hız yapmak.
- Dalgın araç kullanmak, dikkatini yola vermemek.
- Yorgun ve uykusuz halde araç kullanmak.
- İlk geçiş hakkına uymamak.
- Hatalı sollama yapmak.
- Öndeki aracı çok yakından takip etmek.
- Yanlış şeritten gitmek.
- Kırmızı ışıkta ve "Dur" levhasında durmamak.
- Alkollü iken araba kullanmak.
- Hatalı dönüş yapmak.
TRAFÎKTE
105
- Acemilik, bilgisizlik, ehliyetsizlik ve bunların sonucu aşırı heyecan.
Yşya ve Yolculara Ait Kusurlar
însan kusurundan kaynaklanan bir trafik kazası olduğu zaman, mutlaka bir trafik
kuralı çiğnenmiş demektir. Araç kusurundan kaynaklanan bir trafik kazası olduğu
zaman, mutlaka aracın teknik bakımı ve tamiri ihmal edilmiş demektir.
- Yola hatalı ve ani çıkmak.
- Yaya kaldırımı varken yolda yürümek.
- Yola yakın yerlerde top oynamak, kaçan topun arkasından koşmak.
- Yayalara ait kırmızı ışıkta karşıdan karşıya geçmek.
- Yaya geçidi ve üst geçit dururken, yolu kullanarak karşıya geçmek.
- Duran taşıtın önünden yola fırlamak.
- Hareket halindeki araçtan yola atlamak.
- Hareket halindeki araca binmeye çalışmak.
- Araçtan sarkmak, kapıya tutunarak gitmek.
- Sürücüyle konuşarak onun dikkatini dağıtmak.
Araçlara Ait Kusurlar
- Fren patlaması, fren boşalması.
- Rot aşınması, kopması veya kırılması.
- Lastik patlaması, aşınmış lastiklerin yağmurlu havada kayması.
- Far, stop ve dönüş lambalarının bozuk olması.
- Cam sileceklerinin bozuk olması.
- Makas kırılması, aks çıkması.
lala Ait
- Yağışlı havadan dolayı yolun kaygan veya buzlu olması.
- İşaretle belli edil-
106
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
,\
memiş virajlar, çukurlar, kasisler.
- Havanın sisli olması.
- Banket düşüklüğü, kaplama yüzeyi ile banket arasındaki yüksekliğin fazla oluşu ve
bunun işaretle gösterilmemesi.
- Dar ve sık virajlı yollar.
- Kavşaklarda trafik ışığının bulunmaması.
- Yaya geçitsiz, kaldırmışız yollar.
Trafikte Görgü Kuralları
"Hadi aslanım, daha hızlı, daha hızlı..."
Büyük şehirlerin en büyük problemi trafik sıkışıklığıdır. Trafik sıkışıklığı işe
giden insanların geç kalmasına, evlerine geç dönmelerine, zaman ve yakıt israfına,
hava kirliliğine ve nihayet bütün bunların sonucu sinir gerginliklerine, arzu
edilmeyen sürücü kavgalarına sebep olmaktadır.
- Trafik sıkıştığı zaman korna çalarak önünüzdeki araçların sürücülerini ve
yolcuları rahatsız etmeyiniz. Korna çalarak sıkışan trafiği harekete
geçiremezsiniz.
- Size bağıran bir sürücüye siz de bağırarak gerginliği artırmayınız. Özür
dileyerek havayı yumuşatınız.
- Kaba sürücülerin çirkin sözlerine ve küfürlerine aynı kabalıkla mukabele ederek
onların seviyesine inmeyiniz. Kibar bir dille ikaz ediniz, an-
TRAFİKTE
107
lamıyorsa susunuz. Daha ileri giderse plâka numarasını alarak polise şikâyet
ediniz.
rafik Kazasında le Yapacaksınız?
Bir trafik kazası meydana geldiği zaman, çoğu kez, ne araç sürücüleri, ne de
yolcular ne yapacaklarını bilmemek te; öyle ki bazan yaralılar olduğu halde
sürücüler "hata sen-de-bende" kavgasına tutuşmakta, yolcularda seyretmektedir.
"Herşeyin yolunda olduğu normal bir trafik!.."
- Kazaya uğrayan araç sürücülerinin ilk yapacakları şey kontak anahtarını kapatarak
motoru susturmalarıdır. Böylece muhtemel bir patlamayı veya yangını önlemiş
olacaklardır.
- Kaza olduğu zaman ya sürücülerden biri veya olaya şahit olan bir vatandaş en
yakın trafik polisine haber vermelidir.
- Trafik polisi gelinceye kadar araç sahipleri araçları olduğu yerde bırakmalı,
trafik polisinin gelip kaza raporu hazırlamasını beklemelidir. Eğer kaza geçiren
araçlardan biri yol tarafiğini engelliyor ise, aracın sunucusu aracını yol kenarına
çekmeli, gelen trafik polisine bilgi vermelidir.
- Kazada yaralananlar var ise, bilen kişiler ilk yardımını yapmalı, onları en yakın
sağlık kuruluşunun "acil servis"ine götürmek için yoldan geçen araç sürücülerinden
yardım istemelidir.
- ister sürücü, ister yolcu, ister görgü şahidi olalım; bir trafik kazasıyla yüz
yüze geldiğimiz zaman mutlaka soğuk kanlı ve mantıklı hareket etmeliyiz. Önce
kendimizi, sonra çevremizi gözden geçirip bir durum muhakemesi yapmalı, nasıl
hareket edeceğimize karar vermeliyiz.
- Birileri yaralılarla meşgul olurken, birileri de aracın dörtlü sinyallerini
çalıştırarak ve yolun iki tarafına üçgen reflektörler koyarak gelen sürücüleri
uyarmalı ve vaktinde yavaşlamaları sağlanmalıdır.
108
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Yaralılara Ik Müdahale
Sürücülerin hemen hepsi, ehliyet alırken "ilk yardım" dörsi gördükleri halde,
nedense çoğu işin inceliklerini ve tekniğini- unutmakta\rastgele hareket
etmektedir.
Trafik kazalarında ölümün üç muhtemel sebebi olduğunu unutmamalıyız.
,...;;,, .,.,.;•
1. Boğulma: Trafik kazalarında her üç ölümden biri boğulma sonucu meydana
gelmektedir. Kazazade bayılmış ise, dilin gevşeyip serbest kalması sonucu, geriye
sarkarak nefes yolunu tıkayabilir. Nefes yolunun tıkaması demek, hastanın birkaç
dakika içinde boğularak öleceği demektir. , [;;,..
2. Kan Kaybı: Ağır kanamalar çok tehlikeli olup, kazazade kan kaybından ölebilir.
Dış kanamalar, çoğumuzun düşündüğünün ve korktuğunun tersine, kolayca kontrol
altına alınabilir.
3. Şok Hali: Bazan şokun belirtileri tam olmayabilir. Ancak işin ehli kimseler,
kazazadenin konuşmasından ve davranışlarından durumun ciddiyetini anlarlar. Şok
halindeki bir insan, içine düştüğü durumun farkında değilmiş gibi hareket eder.
Davranışları ve sözleri şuurlu değildir.
Yaralıların aracın dışına taşınması, baygın haldeki kazazadenin solunum yolunun
açılması, kırıklara-kanamalara ilk müdahale, kalp masajı, şok halindeki kazazadeye
ilk müdahale gibi hususlarbjtşlt başına birer teknik olup, ayrı ayrı açıklanması
gereken ve bu kitabın konusunu aşan meselelerdir.
SELAMLAŞMA, HAL-HATIR SORMA
109
SELAMLAŞMA, HAL-HATIR SORMA
Selâmın Anlamı
Selam, saygının ve sevginin ifadesidir. Selamlaşmak, insanlar arasında
münasebetleri pekiştirir. Selâm, Arapça asıllı bir kelime olup "selle-
me" fiilinden türemiştir. "Her türlü ayıp ve fenalıktan uzak bulunmak" mânâsına
gelir.
Toplulumuzda genel olarak kullanıldığı şekilde "Selamün aleykürrf7" dediğimizde,
"Esenlik, huzur ve saadet senin üzerine olsun" demiş oluruz. Ayrıca, bu selamı
kullanmakla, selam verdiğimiz kişiye aynı inancı paylaşan bir kimse olduğumuzu
belirtmiş ve şöyle demiş oluruz: "Benden sana ne ayıp bulaşır, ne de kötülük gelir.
Benden emin olabilirsin."
Selâm germenin Şekli
Her milletin geleneklerine ve kültürlerine uygun bir selamlaşma şekli vardır. Bazan
halkın selamlaşma şekli ile asillerin ve yöneticilerin selamlaşma şekli birbirinden
ayrılır.
Kimileri şapka çıkarır, kimileri baş eğer, kimileri ellerini başlarına gö-
110
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
türür, kimileri ellerini kalplerinin üzerine koyar, kimileri eğilir, kimileri el
öper, kimileri kucaklaşır, kimileri öpüşür, kimileri tokalaşır, kimileri yere
kapanır (secde eder), kimileri etek öper ve hakeza...
Kültürümüzün temel dinamiklerinden biri olan selam, Türklerin Müslüman olmasıyla
birlikte, bütün dünya müslümanlarınm kullandığı şekliyle "Selamün Aleyküm" olarak
yerleşmiştir. Bin yıldan fazla bir süredir kullandığımız ve aynı zamanda karşılıklı
dua anlamında olan "Selamün Aleyküm" yerine ikame edilmeye çalışılan "Günaydın,
Tünaydın, İyi Akşamlar" gibi güneşin hareketlerine bağlı selamlaşma kelimeleri pek
rağbet görmemiştir.
Günümüzde ise, özellikle gençler arasında kısaca "Selam" şeklinde
kullanılmakta veya daha ilginç selamlaşma şekilleri türetil-meye çalışılmaktadır.
Her kelimeyi ve kavramı aslına uygun olarak kullanmak gerekir. Karşılıklı iyi
temenniler barındıran "Selamün aleyküm -Aleykümselam" şeklindeki selamlaşma tüm
Anadolu'da yerleşmiş bir gelenektir. v«* ^aBBMBHHBBHHBMHHH
Selâm Vermenin Genel Kuralları
* Selâm verirken sesimizi ne çok yükseltmeli, ne de duyulmasını zorlaştıracak
şekilde kısmalıyız.
* Selâm verirken ses tonumuzu muhatabımıza göre ayarlamalıyız. Kendimizden yaşça ve
mevkice küçük birine selâm verirken veya selâmını alırken, sesimize kibirli bir ton
vermemeli, sesimiz tevazu ve şefkat ifade etmelidir.
* Kendimizden yaşça ve mevkice büyük birine selâm verirken veya selâmını alırken,
sesimiz hürmet ifade etmeli; ancak aşırıya varan bir yaltak-
SELAMLAŞMA- HAL-HATIR SORMA
111
lanma içine girmemeliyiz.
* Kapalı bir mekâna girerken selâm verildiği gibi, çıkarken de selâm verilebilir.
Ancak, içeri giren kimse, sık sık girip çıkması gereken biri ise, her seferinde
selâm vermesi topluluğu rahatsız edeceğinden buna lüzum yoktur.
* Yolda yürürken, otobüste, vapurda iken karşılaştığımız dostlarımızı,
komşularımızı, işyeri arkadaşlarımızı selamlarız. Hatta birine adres sormaya
kalktığımızda bile, önce selam verip, söze daha sonra girmek gerekir.
* Anadolu insanımızın samimiyetinin bir göstergesidir ki, tenha bir yolda
karşılaştıkları tanıdık tanımadık herkese selam verirler.
* Yolun karşısında gördüğümüz kimseyi, sesimizin son perdesine kadar bağırarak
selamlamak doğru değildir. Yanına kadar gidip selamlaşmak gerekir.
* Bizi selamlayanlara kibarca karşılık vermeliyiz. Duymazdan gelmek, saygı
sınırlarını aşan bir davranıştır.
* Bir işyerine girildiğinde selamdan sonra "hayırlı işler" şeklinde temennide
bulunmak güzel bir davranıştır. Fakat temenniyi selâm yerine kullanmak doğru ve
mantıklı değildir.
* Günümüzde resmî dairelerde, askerler arasında, sosyete muhutle-rinde, gençlik
gruplarında ve halk arasında selamlaşma şekli farklılıklar arze-debilir. Bu
farklılaşmada -Batılılaşma adına- hızlı bir kültür değişimine uğramış olmamızın
payı büyüktür.
Resmf Dairelerde Selâm
îş takibi için bir resmî daireye gittiğimiz zaman uymamız gereken bazı kurallar
olduğunu unutmayalım:
* Her resmî dairenin ve büyük özel işletmelerin işleri kolaylaştırmak için bir
"Müracaat" masası vardır. Bir daireye ilk defa uğruyor ve işimizin
112
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
hangi bölümü ilgilendirdiğini bilmiyor isek, müracaat masasındaki
ra sorarak bilgi alabiliriz. Bu, hem işimizin kolay yürümesini sağlayacak
hem de zaman kaybını önleyecektir.
* Müracaat masasına uğramadan, rastgele herhangi bir bölüme gitmek ve işimizle
ilgisi olmayan bir memura soru sormak nezaket kurallarına aykırıdır. Böyle
yaptığımız taktirde memuru görevi olmayan bir konuda meşgul etmiş, haksız yere onun
zamanım almış oluruz. Bazı memurların size kızgın ve sert cevap vermesinin sebebi
budur. Günde yüz kişinin bir memura görevi olmayan konularda soru sorduğunu düşünün
ve kendinizi o-nun yerine koyun.
* Bir memurun işimizi yapmak görevi de olsa, nazik ve kibar davranmayı ihmal
etmeyiniz. Nazik bir insana herkesin yardımcı olacağını unutmayınız.
* Memurlarla muhatap olurken daima "beyefendi - hanımefendi" diye hitap ediniz.
"Kardeş, amca, dayı, abla, ağabey" gibi hitaplar kullanmayınız. Bu tarz hitaplar,
karşınızdakinin gözünde değerinizi düşürür.
* Eğer muhatap olduğunuz kimse, makam sahibi bir ise, makamı ile hitap
edebilirsiniz. "Müdür bey, Müdire hanım" gibi.
* Kapalı bir odaya girerken mutlaka kapıyı vurunuz, içeriden "girin" veya"
giriniz!" sesi duymadan içeri girmeyiniz. . :
* Başınızda şapka varsa, içeri girerken, şapkanızı çıkarınız.
* içeri girince, başınızı eğerek selâm veriniz.
* Görüşeceğiniz kimseyi veya makam sahibini önceden tanımıyorsanız, onunla bir
dostluğunuz yoksa, "selâmun aleykum" veya "merhaba" şeklinde sözlü selâm
vermeyiniz. Baş eğmeniz yeterli olacaktır. - .,."
* içeri girdiğinizde, görüşeceğiniz kimse, telefonla konuşuyorsa veya yanında
başkaları varsa, size söz vermesini yani "Buyurun!" demesini bekleyiniz.
* Meramınızı en kısa yoldan, anlaşılır cümlelerle ve kibar bir dille anlatınız.
* Evrakınızda bir eksiklik varsa bunları tamamlamanız söyleniyorsa, işin yapılması
için ısrar etmeyiniz. Söylenenleri not ediniz ve teşekkür ederek oradan ayrılınız.
Bürokrasiden yakınıp işinizi zorlaştırmayınız. 0-radaki makam sahibinin kanunlara
ve yönetmeliklere uymakla yükümlü bulunduğunu, kanun ve yönetmelikleri değiştirme
yetkisinin ancak TBM-M'de olduğunu unutmayınız. - v
SELAMLAŞMA, HAL-HATIR SORMA
113
* işinizin çabuk yürümesi için devlet memuruna hediye, bahşiş veya rüşvet teklif
etmeyiniz. Devlet Memurları Kanunu'nda hediye, bahşiş, rüşvet verilmesi-almması
yasaktır. Devlet memuru, belli bir maaş karşılığında gördev yapmayı taahhüt
etmiştir. Maaşın azlığı bahşiş veya rüşvet almasına maazeret teşkil etmez. Zira işe
girerken bu maaşa razı olmuş devletin o birimiyle anlaşma yapmıştır.
* Devlet memuruna, işgal ettiği makam, yetki ve mesuliyet dolayısıyla bahşiş ve
rüşvet verilmektedir; bu ise haksız kazançtır, yetkisini kötüye kullanmaktır.
Selâmda {Sıra
* Yaşça küçük olan büyüğe.
* Makam ve bilgi yönünden aşağı olan yükseğe.
* Yürüyen oturana.
* Vasıta üzerinde olan yürüyene.
* Az olan grup çok olan gruba.
* Kapalı mekâna giren içeridekilere.
* Merdivenden inen merdivenden çıkana.
* Kapıdan çıkan, kapıda bekleyene önce selâm vermelidir.
%Verhaba" Selâm Yerine Geçer mi?
Her toplulukta misafire iltifat etmek ve onun kendisini rahat hissetmesini sağlamak
için selâm ve hal hatır sormadan sonra, "Lütfen rahatına bak. Lütfen kendini evinde
hisset. Lütfen yabancı gibi durma." gibi benzeri sözler söylenmesi âdet haline
gelmiştir.
Araplarda da selâmdan sonra, "Merhaba ve Sehlen. Ehlen ve Sehlen." demek âdet
haline gelmiştir. Merhaba: "Burada genişliğe, rahata kavuştun; kendini ferah
hisset, dostlar arasındasın." anlamlarına gelmektedir.
114
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Araplarda geçerli olan manaya göre "Merhaba" selâm yerine geçmemektedir. Fakat
Türkler'de bilhassa cumhuriyetin ilânından sonra selâm yerine kullanılır olmuştur.
Tokalaşma ve Kucaklaşma
Tokalaşmak, selamlaştıktan sonra sadece sağ veya her iki eli birden kullanarak
karşısındaki kimse ile ellerini birleştirmesidir. Bu esnada hal-
hatır sorulur, karşılıklı iyi dileklerde bulunulur. Tokalaşmak, kültürümüzde yaygın
bir adettir. Hatta sık görüşmeyen iyi dostlar karşılaştıklarında, to-kalaştıktan
sonra birbirlerine sarılıp ku-caklaşırlar ki, buna da musafaha veya kucaklaşma
denir. Ayrıca küçüklerin büyüklerin
ellerini öpmesi konusu vardır ki, bu konuda bilgisizlikten kaynaklanan bazı yanlış
uygulamalar görülmektedir. Kültürümüzde eli öpülebilecek kimseler, ilim sahibi,
dürüst, âdil büyüklerdir. Aksi halde sırf dünyevî mevkî ve makamından,
zenginliğinden, şan ve şöhretinden dolayı bir kimsenin eli öpülürse; el öpeni küçük
düşüreceği için uygun görülmemiştir. Erkeklerin kadınların elini öpmesi de, hoş
karşılanmayan davranışlardandır.
' Kötü Tercüme Ürünü Selamlaşmalar
Batı'dan dilimize çevrilen hikâye, roman ve filmlerde selamlaşmada kullanılan hitap
şekilleri ve ünlemler komik anlamlar verilerek tercüme edilmekte, bunlar
gençlerimizin dilinde dolaşmakta, zamanla alışkanlık haline gelmektedir.
îşte birkaçı:
-Vaaav!
î
SELAMLAŞMA, HAL-HATIR SORMA
115
* Herkese merhaba! (Hello every body!)
* Nasıl gidiyor? (How is going on?)
* Kendine iyi bak! (Take çare yourself!)
* Boş ver! (Take it easy!)
Batılılarda, Selamlaşmada Takip Edilen Sıra
* Evlerde verilen davet ve partilere gelen kimseler önce evin hanımını selâmlar.
* Toplantıdan ayrılan erkek bütün bayanların önünde saygı ile eğilir.
* Başında şapka bulunan bir erkek, tandığı bir kadınla karşılaşınca şapkasını
çıkararak onu selâmlar. Kadın izin vermedikçe şapkasını giymez. Melon ve silindir
şapka kenarından, fötr şapka ise yukarısından tutularak çıkarılır.
* Kadın elini uzatmadıkça, erkek elini ona uzatmaz.
* Kadın eldivenli ise, eldivenini çıkarmadan kendisine selâm veren erkeğe elini
uzatır. ^^
* Kiliselerde ve cenaze törenlerinde hafif bir baş eğmesi ile selâm verilir. Sözlü
selamlaşma ve tokalaşma yapılmaz.
* Sinema, tiyatro, konser gibi yerlerde de birbirlerini gören tanıdık kimseler
sadece bir baş eğmesi ile selâm verir.
* Şapka giyen hanımın eldiven giymesi şarttır.
Batı Toplumlarında El Öpme
Bizde el öpme saygı ve hürmet ifâde ettiği, yalnız aile büyüklerinin,
öğretmenlerin, din büyüklerinin eli öpüldüğü halde; Batılılarda durum bundan
farklıdır.
* Batılı erkekler, nezaket ve kibarlık gösterisi olarak evli kadınların eli-
116
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
ni öperler.
* Aralarında yaş farkı ne olursa olsun, kadınlar birbirlerinin elini öpmezler.
* Eğer bir kadın, bir erkeğe elini öptürür de topluluktaki diğer erkeklere
öptürmezse büyük kabalık yapmış sayılır.
* Bekâr kadınlarla genç kızların eli öpülmez.
* Bekâr bir kadın veya genç kız, kendisi ile tanıştırılan erkeğe öpmesi için elini
uzatırsa; bu davranışı hafiflik ve iffetsizlik olarak değerlendirilir.
* Bir erkek, kadın izin vermedikçe onun elini öpmez. Öpme işi, dudaklar kapalı
olarak ele değdirilerek yapılır. Kadın eldivenli ise, öpme çene değdirilerek
yapılır; eldivenin öpülmesi kabalık sayılır.
* El öpülmesi sırasında, erkek hafif eğilerek kadının gözlerine bakar ve ona,
"Bugün çok şıksınız" veya "Bugün çok güzelsiniz." gibi iltifatlar eder.
* El öptükten sonra, öpülen el sıkılmaz.
* El öpme işi davetlerde, balolarda, yemekli toplantılarda yapılır. Sokakta el
öpülmez.
* Davetlilerin toplu olarak bulunduğu salona giren bir erkek, sadece ev sahibi
hanımın elini öper. Diğer kadınları eğilerek başla selâmlar.
Batı Toplumlarında El Sıkma
* Müslümanlar iki elle tokalaşıp el sıktıkları halde, Batılılar tek elle
tokalaşırlar.
* El sıkışma sırasında eller aşağı yukarı hareket ettirilmez.
* El sıkışmada daima sağ el kullanılır.
* Karşılaşma ve tanışma sırasında, önce kadının elini uzatması beklenir. Kadın
elini uzatmadığı taktirde, erkek el uzatmaz. Bu taktirde erkek hafif bir baş eğmesi
ile kadını selâmlar.
* Kadının el uzatma biçiminden sadece el sıkmak mı yoksa elini öp-
SELAMLAŞMA, HAL-HATIR SORMA
117
türmek mi istediği kolayca anlaşılır. Elini aşağıda tutarak uzatırsa, sadece el
sıkışmak istediği anlaşılır ve eli öpülmez. Yukarı kaldırarak uzatırsa, erkeğe
elini öpebileceğini ima etmiş sayılır ve mutlaka öpülür; öpülmezse büyük kabalık ve
hakaret sayılır.
* Bir kadın erkeğe elini uzattığı zaman erkek şapkalı ise mutlaka şapkasını
çıkarması gerekir; fakat kadın şapkasını ve eldivenini çıkarmaz.
Batı kültürüne özenen ve kadın erkek ilişkilerinde oldukça serbest davranan bazı
Türk erkekleri, Batı geleneklerini de aşarak, kendisi ile tanıştırılan bir bayana
elini uzatmakta; onu kendisi ile el sıkışmaya mecbur bırakmaktadır. Halbuki Avrupa
geleneğinde erkek kadının elini uzatmasını bekler; uzatmadığı taktirde el sıkışma
olmaz. Sadece baş işareti ile selâmlaşılır ve hal-hatır sorulur.
118
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
TANIŞMA VE TANIŞTIRILMA
A
' - Takdim edeyim efendim, Kaya Bey!.."
firkadaşlığa ve Dostluğa İlk Adım
EK ÇOK arkadaşlıklar ve yakın dostluklar tanışma ile başlamıştır. Öyle ki,
bazan yeni tanışanlar eski tanışları gölgede bırakacak uzun ömürlü dostluklar
kurmuşlardır.
Tanıştırılan iki kişi huy, şahsiyet, sosyal seviye, bilgi ve inanç yönleriyle
uyuştukları, birbirine değer verdikleri nisbette hemen kaynaşıverir; arkadaşlıkları
kısa zamanda dostluğa dönüşür.
İnsanlar çok çeşitli ve değişik zamanlarda, şartlarda, yerlerde ve ortamlarda
tanışırlar. Ya bir olay sırasında bizzat, veya birileri tarafından do-layılı olarak
tanışırlar.
Tanıştırılmada sıra daima aşağıdan yukarıya doğrudur: - Küçük büyüğe
TANIŞMA VE TANIŞTIRILMA
119
- Talebe hocaya
- Memur âmire
- Askerlikte ast rütbede olan, üst rütbede olana
- Erkek kadına
- Genç kız evli erkeğe ve kadına
- Tek kişi topluluğa
- Yeni gelenler önceden gelenlere takdim edilir.
- îki kişiyi birbiri ile tanıştıran şahsın nâzik ve güler yüzlü hareket etmesi
gerekir. Tanıştırma hitabı, kişilerle olan samimiyetimize, yaşlarına ve sosyal
statülerine göre değişir.
- Eğer bir öğrenci bir öğretim görevlisi ile ta-nıştırılacaksa, tanıştıran da
öğrenci ise, "Hocam, izin verirseniz, size arkadaşım Kenan Yıldı-nm'ı tanıtmak
istiyorum." diye saygılı bir ifâde kullanmalıdır.
- Büyük elini uzatmadan, küçük elini uzatmamak, büyükten önce hatır sormamalıdır.
Büyük elini uzatıp "Na-sılsıız, iyi misiniz?" dedikten sonra, küçük de elini
uzatır; el sıkışırken "Teşekkür ederim, efendim. Siz nasılsınız? veya sadece
Teşekkür ederim, efendim" diye mukabele eder.
- Tanıştırılacak kişiler arasında fazla yaş farkı yoksa ve sosyal statüleri de
birbirine yakın ise, tanıştıracak şahsın izin istemesine gerek yoktur. "Ahmet Bey,
size arkadaşım (veya dostum) Celal Bey'i tanıştırayım." diye takdim etmek
yeterlidir, îki taraf birbirini beklemeksizin el sıkışır, "Nasılsınız, iyi
misiniz?" diye hatır sorar.
- Tanıştırılan kişilerin, birbirlerine isimleri ile hitap ederek hal hatır
sormaları hoş bir inceliktir. İnsanlar başkalarının ağzından isimlerini duymaktan
zevk alırlar.
- Tanıştırıldığınız kişinin adını doğru anladığınızdan şüphede iseniz;
120
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
adını yanlış söyleyerek mahcup olmaktansa; işin başında "Affedesiniz adınızı yanlış
duymuş olmaktan korkuyorum; Celil Cumalıoğlu'ydu değil mi?" şeklinde nazikçe
sorabilirsiniz.
* Ayakta bir kişi, oturan bir kişi ile tanıştırılıyor ise; oturan yeriden kalkıp
tanıştığı kimseyi ayakta karşılamalıdır. ,
* Tek kişi topluluğa tanıştırılıyor ise, topluluğun ayağa kalkması gerekmez.
* Tanıştırıldığınız kişiyi önceden tanıyor iseniz ve tanıştırmak isteyen kimse de
bunu söylemenize fırsat bırakmadan takdim işine başlamış ise, bırakın devam etsin.
Tanıştıranın sözünü yarıda kesip onu mahcup duruma düşürmeyiniz. Tanışma işi olup
bittikten sonra söylemeniz daha uygundur. Böyle durumlara düşmemek için, en iyisi,
takdime "Ahmet Bey, Celâl Bey'i tanıyor musunuz?" sorusu ile başlamaktır.
* Aileden bir kişiyi tanıtırken soyadı söylenmez. "Ağabeyim Hüseyin. Babam
Süleyman." demek yeterlidir.
* Tanıştırdığınız kişiyi unvan ve özellikleriyle birlikte takdim edebilirsiniz:
"Genel Müdürümüzün babası Ali Korkmaz Bey." gibi.
* Tanıştırılan tarafların birbirlerine nazik ve saygılı davranması, tanışma
şurasında göz göze gelip tebessüm etmeleri nezaket gereğidir. Halk arasında, "Say
beni, sayayım seni." diye muşhur bir söz vardır. Tanıştırılma sırasında ciddi ve
kayıtsız davranmak, başka tarafa bakmak, gururlu bir tavır takınmak görgüsüzlük ve
nezaketsizlik olarak telakki edilir.
* Bir müessese veya firma adına bir yere başvuran kimse, kendi adını değil
firmasının adını vermelidir. Çünkü orada kendi adına değil, firması adına
bulunmaktadır. ,
v /
Vasıtalı Tanışma
Bir kimseyi, bir başkasına mektupla, kartvizitle, telefonla tanıştırmak ve tavsiye
etmek de mümkündür. Bir işin görülmesi için alınan ve yardım talep eden
kartvizitler bundan müstesnadır. Kartı götürdüğünüz
TANIŞMA VE TANIŞTIRILMA
121
makama kendinizi tanıtmanız gerekmez. Kart sahibinin adını zikrederek, "Efendim,
ben filanca tarafından geliyorum. Size bu kartı gönderdiler, selâmları var." gibi
bir başlangıç yaptıktan sonra kart uzatılır, okunması beklenir. Karşı taraf kartı
okuduktan sonra, doğrudan maksadınızı anlatabilirsiniz.
îş mektubu, kartvizit gibi vasıtalarla tanıştırılan kişi, mektubu alan kişiden
sıcak bir ilgi ve samimiyet beklememelidir. Zira tanışmanın sebebi işe
dayanmaktadır, işin görülmesi halinde maksat hâsıl olmuş sayılır.
Elinde bir tavsiye mektubu veya kartvisit bulunan kimse, elindeki vasıtayı ilgili
makama götürmeden önce telefonla randevu alması hem işin görülmesi hem de nezaket
kuralları yönünden daha isabetlidir.
122
Bana Mengene Yusuf Derler
UĞUN SEVİNÇLİYİM. Ziyaretçim var. Uzun zaman aynı sırayı paylaştığımız bir okul
arkadaşım beni görmeye geliyor.
- Haltere başladım! diyor telefonda.
- Ne güzel!... diyorum, artık sana "Sıska ibo" diyemeyecekler. Keyifleniyor:
- Yusuf'un sayesinde başladım... Aynı dairede çalışıyoruz. Devam ettiği "Halter
Kulübü"ne beni de götürüyor. Çok iyi bir arkadaş; onunla tanışmanı isterim.
- Sen tavsiye ettikten sonra, neden olmasın...
Fırsatı değerlendiriyor:
- Gelirken Yusuf'u da getireceğim.
-Hay hay! Getir tabiî...
- Karşında yepyeni bir İbo bulacaksın. Adaleli ve güçlü bir ibo...
Hey gidi İbrahim! Halter kim, sen kim?.. Telefonda bunu söyleyemiyorum tabiî...
"Sıska" lakabıyla çağırdığımız zaman çok kızar, idareye gider, "Bana lakap
takıyorlar." diye şi-
kâyet ederdi. Zavallı, halter çalışmakla, uzun zamandır bastıramadığı aşağılık
duygusundan kurtulacağını sanıyor...
Tam saatinde geliyor. İçeriye öyle bir komik girişi var ki, görülmeye
TANIŞMA VE TANIŞTIRILMA
123
değer. Hindi gibi kabarmış, baş dik, göğüs ileride, kollar gergin... Sırıtarak:
- Vay, Sürmenaj Osman! diyor, yine kitapların arasına gömülmüşsün...
- Artık çocuk değiliz; bırak şu zevzekliği... diyorum.
Kucaklaşıyoruz. Kollarının bütün gücüyle sıkıyor beni... Gülüyorum.
- Nasıl, güçlenmişim değil mi? diye soruyor.
- Bu yaştan sonra halter de nesi be ibrahim?
Arkadaşını gösteriyor:
- Öyle deme! Yusuf alınır sonra.
- Hoş geldiniz! diyorum Yusuf'a,
elimi uzatıyorum.
Aman Allahım! Keşke uzatmaz olaydım... Adam elimi avucunun içine alıyor ve öyle bir
sıkıyor ki; neredeyse parmaklarım kırılacak!.. Acıdan mosmor kesiliyorum. Bağırma-
mak için kendimi zor tutuyorum. Yüksüğüm parmaklarımın etine gömülüyor.
Elimi bıraktığı zaman dayanamayıp İbrahim'e dönüyorum:
— Arkadaşın gerçekten güçlü bir halterciymiş; az kalsın parmalarımı kırıyordu...
Arkadaşı keyifle sırıtıyor:
— Övünmek gibi olmasın; bana "Mengene Yusuf" derler...
Yusuf yaptığı kabalığın farkında bile değil... Keyfim iyice kaçıyor. "Vah ibrahim!
Vah zavallı arkadaşım.." diyorum içimden... "Nasıl oluyor da böyle geri zekâlı bir
adamla arkadaşlık yapapiliyorsun?.. İstediğin kadar halter çalış... Fil kadar da
güçlü olamazsın ya... Sağlıklı zayıf bir vücudun sana ne zararı var? Tahtakale
hamalları bile senden daha güçlüdür. Haydi onlar adale gücüyle para kazanıyorlar.
Ya sen? Sadece bir "Sıs-kı İbo" lakabından kurtulmak için mi bunca zahmete
katlanıyorsun? Bilmez misin ki, insan meclisinde zekî, kibar ve bilgili kimselere
değer verilir. Kasları güçlü olana değil..."
Bütün bu içimden geçenleri eski okul arkadaşıma söyleyemiyorum tabiî. Söylesem de
beni anlayacağını sanmıyorum...
124
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
KONUŞMA VE HİTAP
Görgü ve nezaketin en bariz göstergesi dildir. Sonra hal ve davranışlar gelir. Bir
insanın telaffuzundan ve imlâsından, o insanın, kültür seviyesini tahmin etmek zor
değildir. Çünkü kelimeleri doğru te- (' leffuz etmek, cümleyi imlâya uygun
kurabilmek ancak belli bir a eğitimden sonra mum- "f kün
olabilmektedir.
Eğitimin dile ve davranışlara aksedip alışkanlık haline gelmesi de çevreye
bağlıdır. İnsan, ancak uygun bir çevrede güzel alışkanlıklar kazanabilir. Görgü ve
nezaket kurallarını bilmek başka, tatbik etmek başkadır. Çünkü görgü teorik bir
bilgi değil; bir hayat tarzıdır. Okulda, iş yerinde, evde, çarşıda, piknikte,
insanla temas halinde olduğumuz her yerde söz ve davranışlarımızla karekterimizi
belli ederiz. İnsanlar söz ve davranışlarımıza bakıp hakkımızda bir kanaat
edineceklerdir.
İnsanları
Nasıl Çağırmalı?
İnsan sosyal bir varlıktır. Kimse tek başına yaşayamaz. Yine kimse tek
KONUŞMANVE HiTAP
125
başına kendi kurallarını kendi koyamaz, içinde yaşadığımız toplumun değerlerine
uymak, uymadığımız yerde kendi tercihimizi zorla kabul ettirmeye çalışmamak, hele
kaba kuvvete asla başvurmamak, kırıcı ve alaycı dil kullanmamak görgü kurallarının
icâbıdır. Buna sosyoloji dilinde "çevreye uyum" denir.
Her çevrenin benimsenmiş ve peşin hüküm halini almış normları vardır. Bu normlara
uymayan insan "anormal" kabul edilir ve daima çevre tarafından sosyal baskıyla
maruz kalır. Sosyete çevrelerinde normal kabul edilen ve rağbet gören bir tip,
hapishanede "anormal" damgası yer ve bir çeşit sosyal baskıya alınır. Aşağılanır,
alaya alınır, isim takılır. Okul ve askerî çevrelerde sivri tiplere lakap takılması
alışkanlık haline gelmiştir. Kimi lakaplar sevimli ve hazmedilir cinsten olmakla
beraber; çoğu zaman küçük düşürücü, onur kırıcıdır. Siz, görgülü ve nazik biri
olarak, her ne suretle olursa olsun, asla arkadaşlarınıza lakap takmayınız.
* ismini bilmediğiniz bir çocuğu çağırırken "Hey, ufaklık! Hey, çocuk! Hey, küçük!"
demeyiniz.
Evli iseniz, "Oğlum! Kızım! Evlâdım!" deyiniz. Bekâr ve genç iseniz, "Kardeş!"
deyiniz.
* Kendinizden büyük olanlara ve yaşıtlarınıza daima "siz" diye hitap ediniz.
"Sen" diyebilmeniz için şu şartlar gereklidir:
- Kişi sizden küçük, hatta çocuk olmalıdır.
- Aileden biri olmalıdır.
- Çok samimi arkadaşınız olmalı ve bu hitap şeklinize alınmamalıdır.
* Gerçek akrabalık bağının dışında sizden büyük olanlara "Amca, Dayı, Teyze" diye
hitap etmeyiniz. Daima "Beyefendi, Hanımefendi" deyiniz.
126
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Aynı kelimeyi tekrar etmek zorunda kaldığınız zaman kısa şekliyle "Efendim"
deyiniz.
* Kendinizden büyük olsun, küçük olsun insanları kaba kelimelerle çağırmayınız. Şu
kelimeleri kim duyunca hoşlanır: "Hey, baksana! Hey, bana bak! Bir dakika baksana!
Hey, sana sövlüvorum!"
Konuşurken Dikkatli Olunuz
* Konuşurken masaya vurulmaz, elde anahtar, zincir v.s. herhangi bir nesne ile
oynanmaz
* Cümle sonlarında "Anlaşıldı mı? Anladın mı? Anlatabildim mi?" denmez.
* Yine cümle «Konuşmam, bitirmeden önce... sonlarında tasdik bekle-
yen sorular da sorulmaz: "Değil mi ama? Doğru değil mi? Öyle değil mi? Siz de aynı
fikirdesiniz değil mi? Haklıyım değil mi?" denmez.
* Karşınızdaki kişinin veya kişilerin siz konuşurken esnediklerini, saatlerine
baktıklarını, birbirleriyle fiskos ettiklerini veya gözlerini çevredeki eşyada
gezdirdiklerini farkettiğiniz zaman anlattığınız konu onların ilgisini çekmiyor
demektir. Bu durumda en iyisi cümlelerinizi toparlayıp konuşmaya son vermek ve
dinleyicilere teşekkür etmektir.
İnsanların sizi zorla dinlemelerini sağlamak için araya yapmacık fıkralar
sıkıştırmaya, türlü şaklabanlıklar yapmaya hiç gerek yoktur. Bu davranışınız sizi
daha da çekilmez biri yapmaktan başka bir işe yaramaz.
insanlar sizi dinlemiyor diye onları bilgisizlikle, görgüsüzlükle ve saygısızlıkla
itham eden, îmalı ve iğneli sözler kullanmayınız.
* Jestler konuşmaya zenginlik katar, dikkât uyandırır. Ancak yapmacık ve kaba
jestler geri tepen silah gibidir. En iyisi olduğu gibi görünmek, daha önce
alışkanlık haline getirmediğimiz jestler denemeye kalkmamaktır.
* Samimi arkadaş ve aile toplantılarının dışında argo kullanmayınız.
KONUŞMA VE HiTAP
127
Ancak fıkra ve anektotlarda kahramanın diliyle konuşurken argo kullanılabilir. Argo
kelimelerin de âdaba uygun olanları ve olmayanları vardır. Nerede olursa olsun,
âdaba uymayan çirkin argodan sakınınız.
Bir İstekte Bulunurken
Maddî olsun, manevî olsun, büyük olsun, küçük olsun birinden bir şey isterken
"Lütfen" deyiniz:
- Lütfen, geçebilir miyim?
- Lütfen, alır mısınız?
- Lütfen, verir misiniz?
- Lütfen, kapıyı örter misiniz?
- Lütfen, radyonun sesini kısar mısınız?
- Lütfen, parayı alır mısınız?
"Lütfen," teşekkürün ikiz kardeşidir. Lütfensiz teşekkür, teşekkürsüz lütfen
nezâkete gölge düşürür.
Lütfen ve teşekkür gönülleri fetheden iki sihirli kelimedir. Görgü ve nezaket
sarayına bu i-ki kelime ile girilir.
ÖZÜr Dilemekten "Cüzdanınız lütfen!.."
Çekinmeyiniz
Atalarımız, "Hatasız kul olmaz." derken; insanların birbirlerine anlayış
göstermelerini, affedici ve bağışlayıcı olmalarını istemişlerdir. Olaylar ve
sebepler dünyasında yaşıyoruz. Doğrular kadar yanlışlar da hayatın inkâr edilmez
gerçeklerindendir. Hepimiz, şu veya bu sebeple, bilerek veya bilmeyerek bazan hata
yaparız. Bu hatalar netice itibariyle ya sadece kendimizi ya da başkalarını üzer.
Bu hatadan başkaları zarar görmüş ise, üzün-
128
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
tümüz bir kat daha artar.
Bunu düzeltmek için, hatadan zarar gören veya incinen kimselerden özür dilemeli;
maddi zarara uğramışlar ise, zararlarını karşılamalıyız."
Emanet aldığımız bir şey kırılmış, hasar görmüş veya kaybolmuş ise; mutlaka o şeyin
yenisini almalı, sahibine iade ederken özür dilemelidir:
* Özür dilerim, kaleminizi kaybettim. Buyurun, yenisini aldım, lütfen kabul edin.
Eğer kırılan şey tahmin bir parçası ise; takımı ile birlikte yenisini almalıdır.
Aynı takırfiî bulamadığımız taktirde, aynı değerde, benzer bir takım almalı; özür
dileyerek iade etmeliyiz.
* Kalabalıkta birine çarptığınız zaman. . ,.. ,
* Birinin ayağına bastığınız zaman.
-:-:-.... ,'-,;• V
* Birinden yol istediğiniz zaman. ; ^ ; \ ı
* Birine adres soracağınız zaman.
* Konuşurken öksürdüğünüz zaman.
* Kısaca, başkasını rahatsız ettiğinizi hissettiğiniz her söz ve davranışınızdan
sonra özür dileyiniz.
Özür dilemek sizi başkalarının yanında küçük düşürmez. ,
* Bir teklifi veya fikri reddederken de mutlaka özür dileyiniz:
* Özür dilerim, size cevap verecek durumda değilim.
* Özür dilerim, sizinle aynı fikirde değilim.
* Özür dilerim, davetinize katılamayacağım. Aynı saatte bir iş toplantısına
katılmam gerekiyor. <
-Teşekkürü •.• - —• - 4;; . .• .,.'....,. : , : '^l'-- • •*-
•' İhmal Etmeyiniz
Yaşınız, kültürünüz, mevkiniz ne olursa olsun; size yapılan her yardıma, her
iyiliğe teşekkür ediniz. Karşınızdaki şahsın sosyal durumu, görevi, yaşı ne olursa
olsun -ister hizmetçi, ister müstahdem, ister kapıcı, ister garson olsun- bir
teşekkürle gönlünü almak sizi küçültmez. Bilhassa o insanların hizmet arzusunu,
isteğini, size karşı olan saygısını artırmış olursunuz.
* Teşekkür, tebessümle beraber daha güzeldir. Tebessüm, sizin teşekkürde samimi
olduğunuzu gösterir. Asık bir suratla ve dil ucuyla söylenmiş teşekkür kimseyi
memnun etmez.
KONUŞMA VE HiTAP
129
"\Size teşekkür eden kimseye mutlaka cevap veriniz. Susmak ve duy-mazcadan gelmek,
teşekkürü kabul etmemek demektir.
Teşekküre cevap vermek zor değildir. Yaptığınız yardımda samimi olduğunuzu
göstermek istiyorsanız güler yüzle şu cevaplardan birini veriniz:
- Bir şey değil.
- istirham ederim.
- Estağfirullah.
- Beni mahcup ediyorsunuz.
- Ben teşekkür ederim.
İsimleri Unutmayın
Psikoloji uzmanlarının tesbitlerine göre insanın kulağına en hoş gelen ses kendi
ismidir. Dünyada hiç kimse isminin unutulmasını ve yanlış söylenmesini hoş
karşılamaz.
Siz, siz olun, tanıştığınız insanın ismini unutmayın, ilk fırsatta not defterine
kaydediniz. Görgü ve nezaket kurallarını bilen insanlar, ilk fırsatta, tanıştığı
insanın adını, işini memleketini, kimin vasıtasıyla tanıştığını not defterine
kaydeder. Kartvizit taşımanın temel esprisi de budur, ilk tanıştığınız kimseye
kartvizitinizi vererek sizi hatırlamasına yardımcı olunuz.
Eğer tanıştığınız kimsenin adını ilk söylenişte anlamamış, kaçırmış iseniz; nazikçe
sorunuz:
- Özür dilerim, lütfen adınızı tekrar eder misiniz?
- Özür dilerim, adınızı yanlış işitmiş olmaktan korkuyorum... Abdul-fettah
Çulcuoğlu dediniz, değil mi?
Yanlış bir isim söyleyerek mahcup olmaktansa, sormak daha iyidir. Adını sorduğunuz
için kimse sizi kınamaz.
Tanıştığınız kimse protokolda adı geçen yüksek makam sahibi biri değilse adının
sonuna Bey ekleyerek hitap etmeniz en normalidir.
- Tanıştığımıza memnun oldum Ahmet Bey. Nasılsınız? Diyelim tanıştığınız kişi
belediye başkanıdır. Bu durumda adı ile hitap etmek yerine makamının başına sayın
ekleyerek hitap etmelisiniz:
- Tanıştığımıza memnun oldum, Sayın Başkan. Nasılsınız, efendim? Saygı ve iltifatta
aşırıya gitmek hafifliktir; size puan kaybettirir:
130
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
- Sizi tanımaktan şeref duydum, saygıdeğer başkanım. Zatıâileriniz nasıllar,
efendim?
İltifatta aşırı gidenler, Osmanlıca kelimeler kullanırken telaffuz ve imlâ
yanlışları yaparak iyice gülünç duruma düşerler:
- Çok saygıdeğer Belediye Başkanımız, Fabrikamıza teşrif etmişlerdir. Halbuki bunun
doğrusu şudur:
- Sayın Belediye Başkanı fabrikamızı teşrif etmişlerdir. Sık yapılan hatalardan
biri de "zatıâlileri" yerine "zatıâliniz, zatıâlileri-niz" hitap şekillerini
kullanmaktır:
- Zatıalinizin buyurduğu gibi... denmez.
- Zâtıâlilerinin buyurduğu gibi..... denir.
- Bu iyiliğinize müteşekkir oldum, efendim.... yerine;
- Bu iyiliğinize müteşekkirim efendim...... denmelidir.
Reddederken Nazik Olunuz
- Eğer bir davete katılmak istemiyorsanız, sakın, "daha önemli bir işim var."
demeyiniz. Bu davet sahibini küçümsemek anlamına geleceğinden kırıcı bir reddetme
olur.
- Karşınızdaki şahsın ileri sürdüğü fikir veya görüş size ne kadar saçma ve
mantıksız gelirse gelsin; bunu açıkça söylemekten sakınınız. Kırıcı olmayınız.
Tümden red ve tümden kabul, fikirsiz insanların özelliğidir. Bilmediğiniz bir
konuda, sırf karşınızdaki şahsı memnun etmek için:
- Çok doğru söylüyorsunuz.
- Çok haklısınız.
- Size tamamen katılıyorum. Demeyiniz.
KONUŞMA VE HiTAP
131
Olur ki, size o konuda bir soru sorulur da cevap veremezsiniz veya konu ile ilgisiz
bir cevap verirsiniz de mahcup olursunuz. Aynı şekilde, fikrini paylaşmadığınız bir
kimseye;
- Amma da saçmalıyorsun!
- Amma da atıyorsun!
- Ne ilgisi var, canım?
- Çok mantıksız konuşuyorsun!
Demeyiniz.
Böyle "tümden red" cevaplarla karşınızdaki şahısla diyalogunuzu koparır, köprüleri
yıkar; bir düşman kazanmış olursunuz.
Batılılar, bizdeki "Renkler ve zevkler tartışılmaz." sözünün yerine daha geniş ve
daha anlamlı olarak şöyle derler: "Dinde, politikada, modada, sporda münakaşa
olmaz."
Aslında münakaşa ve söz düellosu şeklinde hiçbir konuda problem çözmek mümkün
değildir.
Yine Batı âdabında denir ki: Eğer mutlaka karşı görüş belirtmeniz gerekirse, "Bana
göre... " diye cümleye başlayınız. Çünkü size göre öyle olan bir fikir, başkasına
göre öyle olmayabilir.
K
132
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
GÜLSÜM ANA
AYİ HATIRLIYORUM. İlkokul son (^T sınıfa gidiyordum. Babam, bir akşam yanında üç
yabancı ile birlikte eve geldi.
Anneme seslendi:
- Hâtûn! Tanrı misafiri getirdim. Annemin yüzü sevinçle aydınlandı:
- Tanrı misafiri başımız gözümüz üzerinedir. Hoş gelmiş, safalar getirmişler.
Yabancılar mahcup ve şaşkın öylece bakakaldılar. Annemin sevincine bir anlam
veremiyorlardı...
Çarşıda babama rastlamışlar:
- Buranın yabancısıyız... demişler; iki geceliğine kalabilecek bir otel arıyoruz.
Bize yardımcı olur musunuz?
Üç kişilik bir aile. Anne-baba, üniversite giriş sınavına katılacak olan oğullarını
yalnız bırakmamak için birlikte gelmişler. Memleketimiz küçük bir Doğu Anadolu
vilayeti olduğu için ancak birkaç oteli vardı. Önce gelenler otelleri doldurmuş.
Babamla birlikte bütün otelleri dolaşmışlar; fakat hepsinden de "Yerimiz yok."
cevabını almışlar.
Ailenin üzüldüğünü gören babam:
- Buyurun! demiş, bize gidelim. Aile reisi, ancak ücret karşılığı olursa kabul
edeceğini söylemiş.
Babam gülmüş:
- Sizin âdetleriniz nasıldır bilmem; ama biz hâlâ Osmanlı geleneğini
sürdürüyoruz... demiş. Bizde misafire yapılan hizmet karşılığında ücret almak
görgüsüzlük ve ayıp sayılır!.. İnancımız odur ki, misafir rızkı ile beraber gelir
ve evin bereketini artırır... Allah'a şükür, altınıza serecek yatağımız, önünüze
koyacak çorbamız vardır.
Hava iyice kararmış, akşam ezanı okunalı epey olmuştu. Annem ne yaptı yaptı, buldu
buluşturdu, bir saat içinde dört çeşit yemek hazırladı. Misafir hanımın ağzı bir
karış açık kaldı.
Akşam yemeğinden sonra koyu bir sohbet başladı. Çaylar içilirken annem delikanlıya
dönüyor:
- Kurban oğul! diyordu, göreyim seni. Suallerin hepisini cevapla da ananın babanın
emeğini boşa çıkarma. Sen akıllı bir çocuğa benziyorsun. Vallahi içime doğdu;
kazanacaksın... Okuyup büyük adam olacaksın.
Misafir odasını karı-kocaya ayırdık. Benim odayı da delikanlı ile paylaştık. Annem
onun yatağını sererken sıkı sıkı tenbih etti:
- Aman oğul, yatarken okumayı unutma! Evveli âyet-el kürsi, ahiri üç
GÜLSÜM ANA
133
kulhuvallah bir elham. Önce sağına, sonra soluna üfle. Sırtüstü yat. Büyüklerden
işitmişim ki şeytan karın üstüne, gâvurlar soluna, peygamberler sağma, veliler de
sırt üstüne yatarmış. Haydi kurban, Allah rahatlık versin!
Annem çok saf bir kadındı. Sıcak kanlıydı. Herkesi kendi gibi bilir, hemen
kaynaşıverirdi. Misafirlerimiz de çok iyi, cana yakın, nazik bir aileydi. Bize yük
olmamak için yemekleri dışarıda yemek istedilerse de annem izin vermedi. İki gün
boyunca sıcak, samimi ve hoş vakitler geçirdik.
Sınav günü sabahı hepimiz ayaktaydık. Kahvaltıya oturduğumuz zaman, annem,
delikanlının önüne bal ve tereyağı tabaklarını sürerken kıskanmadım desem yalan
olur. Süt dolu bardağı uzatırken:
- Ye kurban, çekinme! diyordu; baldan, tereyağından bolca ye. Ye ki zihnin açılsın.
Süt komşudan geldi. Sıcak ve taze... Haydi, iç de bir daha koyayım.
Delikanlı sınava giderken, annem okudu, üfledi, sırtını sıvazladı. Anne baba
mütebessim onları seyrediyordu. Delikanlının gözleri doldu:
- Sınavımın kolay geçmesi için dua et Gülsüm Ana! dedi.
Annem ellerini dizlerine vurdu. Nedense heyecanlandığı zaman hep böyle yapardı:
- Vay kurban! Vay hayran! Söylemene ne hacet? Gönlünü ferah tut. Hiç korkma! Şöyle
sakin sakin, düşüne düşüne cevap ver.
Delikanlı, yanında annesi babası olduğu halde, sınavdan memnun döndü. Sınavın çok
iyi geçtiğini söyledi. Annem sevinçten uçacak gibiydi:
- Ben demedim mi, oğul? Sen akıllı bir çocuksun. Okuyup büyük adam olacaksın...
Misafirlerimizi otobüs garajına kadar götürüp uğurladık.
Delikanlının babası vedalaşırken babama döndü:
- Huso Ağa! dedi, bu iyiliğinizin altından nasıl kalkacağız? Bir hediye almamıza
bile izin vermedin...
İki ay sonra "adrese teslim" bir paket aldık. Açtık. İçinden bir eşarp, bir çift
kadın ayakkabısı, bir elbiselik kumaş, bir dolmakalem, bir de otomatik saran tütün
tabakası... Paketten çıkan kartta dolmakalemin bana, tütün tabakasının babama,
gerisininde anneme ait olduğu yazılıydı... Delikanlı ayrıca şu notu ilâve etmişti:
"Gülsüm Ana, müjde! Makine Mühendisliğini kazanmışım. "
Annem bir sevinç feryadı kopardı. Ellerini dizlerine vurdu:
- Uy, anam! Kazanmış, ha!.. Ardından soru dolu gözlerle babama baktı:
- Efendi, Makine Mühendisi ne demek?
Babam şöyle bir düşündü. Bilgiç bir tavırla:
- Hatun... dedi, Makine Mühendisi demek çok büyük bir adam demek!...
Bu cevap anneme yetti. Dedim ya çok saf bir kadındır. Gururla mırıldandı:
- Daha görür görmez anlamıştım, zahir... "Bu oğlan büyük adam olacak." demiştim.
134
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
TELEFONDA
Telefon Konuşmaları
ÜZ YÜZE konuşmalarda
olduğu gibi, telefon konuşmalarında da nezaket ve görgü kuralları esastır.
••• * Kelimeler ne çok yavaş ne de çok hızlı telaffuz edilmelidir. Hızlı
konuşmaların elektronik çevirim sırasında parazite dönüşerek kaybolduğu
unutulmamalıdır.
* Hat arızası yüzünden karşı tarafın sesi zayıf geldiği zaman, kendi sesinin de
zayıf gittiğini düşünerek bağıra bağıra konuşanların sayısı az değildir. Telefonda
ba* ğırarak zayıf giden bir sesi yükseltemezsiniz. Santraldeki yükselticiler, siz
bağırsanız da, sesi belli bir tonda tutarak karşı tarafa ulaştırır.
* Telefon çaldığı zaman, zil sesinin susmasını bekleyip ahizeyi öyle kaldırınız.
Zil çalarken ahizeyi kaldırdığınız taktirde, zil voltajı kulaklığa gelerek sizi
rahatsız edebilir. • r i !
* Ahizeyi elinize alır almaz "Alo, evet, buyurun!" gibi kelimeler kullanmayınız.
Karşı taraf yanlış numara çevirebileceği gibi, çevirdiği numaranın doğruluğundan
emin olmak ister. Yanlış anlamalara ve zaman kaybına sebep olmamak için kendinizi,
telefon numaranızı veya şirketinizin adım takdim ederek başlayınız:
TELEFONDA
135
- "Burası 231 61 72, buyurun!
- "Ben Mustafa Kılıç, buyurun!"
- "Anadolu inşaat A.Ş., buyurun efendim!" gibi.
"Aloo, sesin gelmiyor, bağır bağır!.
* Telefonla biri-ni veya bir kurumu aradığınız zaman, karşı taraf kendisini
tanıtmazsa, "Orası neresi? Kimsiniz?" gibi kaba sorular sormayınız.
Nazik bir s-os tonuyla:
- "Kiminle görüşüyorum, efendim?" - Orası Anadolu inşaat
A.Ş. mi, efendim?" gibi ifâdeler kullanınız.
* Telefonunuz çaldığında, ahizeyi kaldırıp kendinizi takdim ettiğiniz halde; karşı
taraf kim olduğunu söylemezse ve sesinden de tanıya-mıyor iseniz yine nâzik bir
lisanla:
- "Kiminle görüşüyorum, efendim?"
- "Özür dilerim efendim, kiminle görüşüyorum?" diye sorup karşı tarafın kendisini
tanıtmasını sağlayınız.
* Eğer karşı taraf yanlış numara çevirmiş ise; bunu nâzik bir dille anlatınız:
- "Özür dilerim efendim, o isimde birini tanımıyorum; galiba yanlış numara
çevirdiniz."
- "Kaç numarayı aramıştınız, efendim? Burası aradığınız numara değil, özür
dilerim."
* Karşı taraf yanlış numara çevirdiği ve özür dilemediği hallerde dahi siz yine
nâzik davranınız.
* Yanlış numara çevirdiğiniz zaman karşı taraftan en kibar şekilde özür dileyiniz.
136
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
* Telefonla konuşurken başka bir işle meşgul olmayınız. Karşı taraf sizi görmediği
halde, ses tonunuzdan dikkâtinizin dağıldığı anlaşılacaktır. Zira insan aynı anda
iki işle birden meşgul olamaz; mutlaka dikkati dağılır.
* Genel kurala göre, telefonu arayan kişi kapatır ise de; bu hak sıraya
bakılmaksızın yaşça ve makamca büyük olana verilmelidir. Eğer arayan kişi âmiriniz,
üstünüz, anne-baba gibi aile büyüklerinden biri ise mutlaka telefonu onun
kapatmasını bekleyiniz. Konuşmanız bittiği halde karşı taraf telefonu kapatmıyor
ise; "Bir emriniz var mı? Bir isteğiniz var mı?" gibi nâzik bir dille, konuşmayı
sona erdirir, önce onun kapatmasını sağlayabilirsiniz.
* Telefonla konuşurken içeriye bir büyüğünüz girerse, ayağa kalkıp başınızla selâm
veriniz. Büyüğünüz görgü kurallarını bilen biri ise, size oturmanızı ve devam
etmenizi söyleyecektir. Siz de konuşmayı kısa kesmeye özen gösteriniz. Bu mümkün
olmazsa, karşı tarafa "Özür dilerim, ben sizi biraz sonra arayacağım." diyerek
telefonu kapatabilirsiniz.
* Karşı tarafın aradığı kişi evde veya iş yerinde yoksa: -i - "Babam dışarı
çıktı efendim; kim aradı diyeyim? :
* "Babam dışarı çıktı efendim; bir notunuz: varsa alayım, gelince sizi arasın."
* "Mustafa Kılıç bey toplantıdalar efendim; bir notunuz varsa alayım, toplantıdan
çıkınca sizi arasın." gibi nâzik bir dille karşı tarafın ismini, telefon numarasını
varsa notunu kaydediniz. :
* Âmiriniz, büyüğünüz veya aile üyelerinden biri telefonla görüşürken odasına
girmemelisiniz. Kazara odaya girip telefonla görüştüğünü farkederseniz hemen dışarı
çıkmalısınız. Sizin yanınızda rahat konuşamayacağını, iki kişinin konuşurken bir
başkasının buna kulak misafirliği yapmasının görgü kurallarına aykırı olduğunu
unutmayınız.
* Odanızda veya büronuzda birden fazla telefon varsa, biri ile konuşurken diğeri
çalarsa onu açıp hiçbir şey demeden bekletmek hoş bir davranış değildir. Bunun iki
sebebi vardır: Birincisi, arayan kişiyi gereksiz yere bekletmek ve ikinci telefonda
konuştuklarınız ona dinletmektir, ikincisi, arayan kişi âmiriniz, hocanız, bir aile
büyüğünüz olabilir. Bu taktirde ona karşı kabalık yaptığınızı düşünerek hakkınızda
menfi kanaat edinecektir.
TELEFONDA
137
* Aynı binada ve hele aynı katta bulunan âmirinizi bir iş konusunda telefonla
aramak görgü kurallarına aykırıdır. Âmirinizin bunun aksine bir prensibi veya emri
olmadıkça, bizzat makamına giderek konuyu arzetmelisiniz.
* Evinizde veya büronuzda sizden yaşça ve makamca büyük bir misafiriniz varken
telefon çalarsa, ondan izin isteyerek cevap vermelisiniz, îzin aldıktan sonra
konuşmayı uzatmadan bitirmeniz iyi bir davranış olacaktır.
* Telefona cevap verdiğiniz sırada, yanınızda bulunan misafiriniz arayanı tanıyor
ise; "Yanımda kim var bil bakalım? Bak, kimi veriyorum?" gibi iki tarafı görüşmeye
mecbur edici davranışlardan kaçınınız. Zira her iki taraftan biri -sizin
bilmediğiniz bir sebepten dolayı- bu görüşmeyi arzu etmiyor olabilir.
Telefonun ahizesini kısa bir müddet elinizle kapatarak misafirinize "filanca ile
görüşüyorum" diyerek bilgi verebilirsiniz. Böylece, görüşüp görüşmeme kararını
misafirinize bırakmış olursunuz. Eğer misafiriniz konuşmanız bittikten sonra arayan
kişi ile görüşmek istediğini veya selamını iletmenizi söylerse mesele kalmaz.
* Telefonda konuşma âdabım kısaca şöyle sıralayabiliriz:
* Telefonda konuşurken sakız çiğnemek, birşeyler yemek, çay içmek, sigara içmek
görgü kurallarına aykırıdır.
* Konuşma sırasında öksürmek veya aksırmak zorunda kalırsanız; ahizeyi
uzaklaştırmalı, elinizle kapatmalı öyle öksürmeli ve mutlaka karşıdan özür
dilenmelisiz.
* Acil ve önemli görüşmeler hariç, telefon saatleri iyi seçilmeli; karşı tarafı
rahatsız edecek zamanlarda aramamalıdır. Sabah 900 dan önce akşam 2200 den sonra ve
yemek saatlerinde mecbur malmadıkça telefon edilmemelidir.
* Telefon etmeden önce ne konuşacağınızı kısaca not etmeyi alışkanlık haline
getiriniz. Böylece konuşmayı uzatıp karşı tarafın zamanını almamış olursunuz.
138
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Arayan siz iseniz:
- Kendinizi tanıtınız.
- Karşı tarafla samimi iseniz selâm veriniz.
- Karşı taraf sizden yaş ve makamca büyük ise, hürmetlerinizi ar-zediniz.
- Samimiyetin derecesine göre hal-hatır sorunuz.
- Arama maksadınızı kısaca anlatınız.
- Tekrar görüşme ümidiyle telefonu kapatınız.
- Sizi arayan kişi, şehirler arası görüşme yapıyor ise; konuşmayı uzatan taraf siz
olmayınız.
- Umumi telefonla görüşürken, sırada başkalarının olduğunu düşünerek, konuşmayı
uzatmayınız. Konuşmayı uzatan karşı taraf ise; umumî telefondan aradığınızı ve
sırada başkalarının da bulunduğunu söyleyiniz/
- Şirketlerin, müesseselerin ve büroların santral memuruna telefona nasıl cevap
vermesi gerektiği öğretilmeli; kibar davranması sağlanmalıdır.
Bu cümleden olarak:
- Sekreter (veya santral memuru), arayan kişinin kendisini tanıtmaması halinde;
"Kim aradı diyeyim efendim?" sorusuyla arayan kişinin adını öğrenmeli ve aranan
tarafa bildirmelidir.
- Sekreter, arayan kişiyi tanışa dahi, karşı taraf böyle bir teşebbüste
bulunmadıkça hal hatır sormamalıdır.
- Aranan kişi, herhangi bir sebeple, telefona cevap veremeyecek durumda ise;
sekreter bu durumu karşı tarafa kibar bir dille anlatmalı; "Ahmet bey şu anda
toplantıda bulunuyorlar efendim. Bir notunuz varsa alayım; toplantı bitince kendisi
sizi arasın." gibi benzeri cümlelerle görevini yerine getirmelidir.
- Sekreter, "Ahmet beyi niçin arıyorsunuz? Ahmet bey şu anda size cevap veremez."
gibi kaba sözlerden kaçınmalıdır.
- Arayan kişi, görüşme isteğinin şahsî olmadığını söylemesi ve problemini dile
getirmesi halinde sekreter onu problemi çözelebilecek bir başka yetkili ile
görüştürerek yardımcı olmalıdır.
- Kendinizden yaşça ve makamca büyük biri ile telefon görüşmesi yapacağınız zaman
sekreteriniz vasıtasıyla aramayınız. Bizzat kendiniz arayınız.
TELEFONDA
139
* Telefon çaldığı zaman, ahizeyi kaldırmadan önce radyo, teyp, televizyon gibi
çalışan sesli cihazları kapatınız veya sesini iyice kısınız. Telefona yakın oynayan
ve bağrışan çocuklar varsa onları susturunuz yahut odadan dışarı çıkarınız.
* Konuşma sırasında, karşıyı dinlerken "Ha! Hı! Hım!" gibi tasdik sesleri
çıkarmayınız. Onu dinlediğiniz belli etmek için "Evet. Evet, efendim." demelisiniz.
* Âcil ve önemli bir işiniz olmadıkça komşunun telefonunu kullanmayınız. Hele
komşudan izinsiz onun telefon numarasını başkalarına vermeyiniz. Komşunuz izin
verse dahi, telefon numarasını verdiğiniz kişiye çok önemli bir işi olmadıkça
aramamasını söyleyiniz.
* Komşudan telefon ederken konuşmayı uzatmayınız.
* Şehirler ve milletler arası görüşme yapmak için asla komşunun telefonunu
kullanmayınız. Siz ücretini teklif etseniz dahi, o nezaket icâbı kabul etmeyecek,
dolasiyle mahcup duruma düşmüş olacaksınız.
* Telefonunuzun yanında, kullanmaya hazır bir not defteri ve kalem bulundurunuz.
Not alması gerektiği zaman, "Durun bir dakika; bir kalem bulayım."diyen insanların
sayısı az değildir.
140
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
ÇALIŞMA HAYATI VE İŞYERİ AHLÂKI
am ve .fhliyet
Çalışmak ve üretmek, yakın zamana kadar ailenin geçimini temin etmek maksadı
taşırdı insan hayatında. Kapitalizmin dünya gündemine gelmesiyle, hayatı
üretmek ve tüketmek olarak algılar hale geldik adeta... Çalışmanın ve kazanmanın da
bir âdabı, bir ahlâkı olduğunu unuttuk gibi... Bunun yerini, firmaların üretimi
daha üst seviyede tutmak için belirlediği kurallar aldı.
Çalışma hayatı olduğu kadar, bir devleti ve o devleti oluşturan müesseseleri ayakta
tutan, ileriye götüren ve yükselten her alanda yetişmiş, bilgili, tecrübeli ve ehil
kadrolardır.
Batı dünyası, hızlı reform ve rönesans hareketleriyle Orta Çağ karanlığından
kurtuldu. Sanayi Devrimi ile silâh üstünlüğünü ele geçirdi, modern ve güçlü
ordularla dünya haritasındaki yerlerini aldılar.
îster devlet müesseselerinde olsun, ister özel işletmelerde olsun verimliliği
sağlayacak, mükemmeli yakalayacak yetişmiş insan gücüdür, işçisinden genel müdürüne
kadar herkes üzerine düşen görevin en iyisini yapmalı, iş disiplinine uygun hareket
etmelidir.
Hayatının hiçbir alanında disipline riayet etmeyen fertlerden oluşan toplumların,
milletler yarışında geride kalması da gayet tabiidir.
ÇALIŞMA HAYATI VE iŞYERi AHLAKI
141
3»1*.;.
Memurlara Düşen Görevler
* Memur, amirinden izin almadan görev yerini terketmemelidir.
* Verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmeli, bugünün işini yarına
bırakmamalıdır.
* îzin almadan ve haber vermeden amirin makamına girmemelidir.
* Amiri çağırdığı zaman kapıyı vurmadan girmemeli, amirin karşısında edeble
durmalı, yer göstermedikçe oturmamalıdır.
* Amirin odasına girerken ve çıkarken selâm vermelidir.
* Amirin iltifatları karşısında gevşememeli, ciddiyetini muhafaza etmeli,
teşekkürle mukabelede bulunmalıdır.
* Amirin gözüne girmek ve makam elde etmek için arkadaşlarını çe-kiştirmemeli,
yağcılık yaparak insanlık şerefi ayaklar altına alınmamalıdır.
* Amire karşı saygılı olmak başka, meddahlık yapmak başka şeydir. ikisini birbirine
karıştırmamak gerekir.
* Aldığı maaşa razı olmalı, işini yaptığı kimselerden ne isim altında olursa olsun
rüşvet almamalıdır.
I&.
Amire Düşen ©örevler
* Amir memurunu, işveren işçisini, kendisinden son gücüne kadar faydalanılacak bir
hammadde olarak görmemelidir.
* Amir, memurlar arasında ayırım yapmamalı, "Filanca amirin adamıdır."
dedikodularına sebebiyet vermemelidir.
* Bir memurun kasti olmayan küçük bir ihmalinden dolayı öfkeye kapılmamalı, ona
hakaret taşıyan sözler söylememelidir.
* Memurun meslekî gelişimi için elinden gelen gayreti göstermeli, nitelikli
memurların önünü tıkamamalıdır.
* Amir davranışlarında ve sözlerinde ne hafifmeşrep ne de kibirli olmalıdır,
ikisinin ortası ciddiyet ve vakardır. Amir, işgal ettiği makamın hakkını vermeli,
makamın şerefini vakarıyla korumalıdır.
* Müessesenin problemlerini çözmek ve daha verimli iş gücü elde etmek için her
seviyedeki memurlarıyla istişare etmeli, onların görüşlerini almalıdır.
142
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
İş Ahlâkı ve *;••..
.Verimlilik ' • _, '^rv-nc^ •••••;•..••<.
Aynı şartlarda çalışan, aynı işi yapan ve aynı maddeyi üreten iki fabrikadan biri
kâr yaptığı, işçilerine tatminkâr ücretler ödediği halde; diğeri zarar ediyor ve
işçilerin ücretini zamanında ödeyemiyor ise, bunun tek sebebi "iş ahlâkı"nda
aranmalıdır. Zira, iş ahlâkı verimliliğin lokomotifidir.
Patronun işçiyi korudu- .-, --.u..•.- : : , v ; ;: ; , =
; •-ğu, kâr oranında âdil bir ücret politikası takip ettiği; aynı zamanda işçinin
de helâlinden kazanmak için var gücüyle çalıştığı, patronu velînimet bildiği bir
işletmede verimin artacağı tabiîdir.
işçiyi kârı artıran bir hammade gibi gören, işçi fakr-ı zaruret içinde sıkıntı
çekerken kedisi debdebeli bir hayat süren patronlar ömürlü olamaz, îş yerinde
grevler, huzursuzluk, işi yavaşlatmalar başlaya^ çak; verimlilik düşecek,
dolayisiyle zarar kaçınılmaz olacaktır.
Karşılıklı
Güven Esası .. • : •'•
.. ,••;;.,.<-;•.•.•.;,,...,,.,:,••';:;,:
Bir işyeri, ürettiği malın sağlam ve kaliteli olmasına dikkât etmek zorundadır.
Üretilen mal elbette tüketilecektir. Aynı malı birkaç değişik firma üretebildiği
gibi; dışarıdan da ithal edilebilmektedir. Müşteri mallardan en sağlamını ve fiyatı
en uygun olanını tercih edecek; dolayisiyle üretimde kaliteye dikkat etmeyen firma
piyasanın güvenini kaybedecek ve sonuçta malını satamayarak zarar edecektir.
Dilimize geçmiş bulunan "pabucu dama atılmak" tâbiri, Osmanlı toplumunda kalma
olup, üreticiye "göz dağı" ifâde etmekteydi. Esnaf malını sağlam yapmaya mecburdu.
Yaptığı ayakkabıyı satarken bir sene dayanacağını
indim!.!"
ÇALIŞMA HAYATI VE İŞYERi AHLAKI
143
söyleyen bir esnafın ayakkabısı vaadettiği müddetten önce eskidiği taktirde,
müşteri ayakkabıyı alıp o bölgenin "Lonca Teşkilatı "na götürür, yapılan inceleme
sonunda gerçekten sağlam yapılmadığı tesbit edilirse; o ustanın çürük ayakkabısı
dama atılır ve dükkânı belli bir müddet kapatılırdı.
Osmanlı'da iş ahlâkı son derece önemliydi. Ustanın yanına verilen bir çıraktan
istenen ilk şey, "eline, beline, diline sahip ve hâkim olmaktır."
Bir zanaatkar, kendisine teslim edilen çırağa ahilik terbiyesi ile iş terbiyesini
beraber öğretir; onun iyi ahlâklı bir kalfa olmasına dikkat ederdi. Mesleğin
sırlarını yavaş yavaş öğretir; malzemeyi nasıl kullanacağını, müşteriye karşı
nasıl davranacağını anlatırdı. İş arkadaşlarıyla, mes-lekdaşlarıyla iyi geçinmek de
esnaflığın âdâbmdandı.
Dükkânı sabah erkenden besmele ile açmak, içeriyi silip süpürmek, âletleri yerli
yerine koymak çırağın göreviydi. Sonra kalfa gelir, çırağın eksiklerini tamamlar,
daha dikkatli olması için nasihatta bulunurdu.
Kalfa, kendi başına dükkân açacak seviyeye gelince, ustasının iznini almadan
teşebüse geçmezdi. Ustanın ve loncanın maddi yardımları ile gerekli takımlarını
alır, dükkânını tutar, özel bir merasimle ve ustanın du-asıyla dükkân açılırdı.
% ve İşyeri Ahlâkı
* Resmî olsun, özel sektör olsun her işletmede çalışanlar arasında bir hiyeraşi
vardır. Bu, iş bölümünün gereği ve tabiî sonucudur. Çalışanlar, birbirlerine
saygılı olmalı, makamlarına uygun hitap etmeli, "amca, dayı, ağabey" gibi akrabalık
sıfatlarıyla çağırmamalıdır.
144
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
* İş sırasında, hele müşteri ile konuşurken, sakız çiğnemek, sigara içmek, bir
şeyler yemek iş ahlâkına aykırıdır.
* Mesai saatlerini görev harici işlerle geçirmemeli, ziyaretçilere uzun zaman
ayırmamalı, iş telefonunu özel maksatlar için kullanmamalıdır.
* İş yerine vaktinde gelmeli, vaktinden önce ayrılmamalı, kendine düşen görevi en
iyi şekilde yapmalı, ekip arkadaşlarıyla uyum içinde olmalıdır.
* Giydiği elbise, yaptığı işe uygun, temiz ve kaliteli olmalıdır. Atölye elbisesi
ile büroda oturulmayacağı gibi; büro elbisesi ile de atölyede çalışılmaz.
* Giyim kuşam kadar, iş yerinin tertip düzeni de müşteri üzerinde tesir bırakır.
Masasının üstü kâğıt ve dosyalarla dolu bir sekreterle, tezgâhının üstü takımlarla
dolu bir işçi kimseden "çalışkan" notu alamaz. Her kademedeki çalışanın, iş yerini
temiz ve düzenli tutması hem estetik hem de iş güvenliği bakımından gereklidir.
* Her görevli, görevini aşan davranışlardan kaçınmalı, müşteri ile yetkisi oranında
muhatap olmalıdır.
Çok üniteli bir şirketin müracaat memurunu ele alalım. Müracaat memuru, gelen
müşteriye veya ziyaretçiye yardımcı olmakla görevlidir. Ziyaretçiyi ayakta
karşılamak, selâmım almalı, "Buyurun efendim, size nasıl yardımcı olabli-rim."
demelidir. Oturduğu yerden, asık bir suratla ve polis edasıyla "Ne istiyorsun?"
dediği zaman işletmeye eksi bir puan kazandırmış olur.
Yine yetkisini aşıp şirket sorumlusu gibi, müşterinin elini sıkamaz. "Hoş geldiniz.
Nasılsınız?" sözleriyle samimi davranışlarda bulunamaz. Müşteri görüşmek istediği
yetkilinin ismini verir, fakat ziyaret sebebini söylemezse; "Müdür beyle ne işiniz
var? Müdür bey ile ne yapacaksınız?"
"Almadan çıkma abi, şuna da bir bak!.."
ÇALIŞMA HAYATI VE iŞYERi AHLAKI
145
diye onu sorguya çekemez. Sadece "Kim geldi diyeyim efendim?" sorusunu yöneltip
ziyaretçinin ismini alır ve ilgili şahsa bildirir. İlgili şahsın talimatına göre
hareket eder.
* Küçük esnaf işletmelerinde durum farklıdır. Bir tezgahtar gerektiğinde patron
adına hareket edebilir ve bütün gün müşteri ile kendisi muhatap olur. Müşteriyle ne
kadar iyi diyalog kurabilir ve ne kadar mal satarsa neticede hem patron hem
tezgahtar kârlı çıkacaktır. Dolayısiyle, büyük işletmelerdeki bir müracaat memuru
gibi resmi davranamaz. Böyle olmakla beraber mal satacağım diye müşteriyi sıkboğaz
etmemeli, "Buradan bir-şey almadan çıkamazsın." imajı vermemelidir.
İş Hayatında jpandevular, Telefon Görüşmeleri
Telefon, cep telefonu, faks, teleks, internet vs. iletişim harikaları özellikle iş
hayatında büyük önem arzetmektedir. işler büyük oranda bu vasıtı-lar sayesinde
görülmekte, iletişim trafiği özellikle yöneticilerin günlük işlerini
yönlendirmektedir.
Randevular da, günümüzün dinamik işgünü mesaisi içinde çok çok önemli bir yer
tutmaktadır. Randevusunu ciddiye almayan, söz verdiği saatte görüşme yerine
gitmeyen veya görüşmeye gelen kimseleri kabul etmeyen kimselerin kıymeti -özellikle
iş hayatında- her geçen gün biraz daha azalmaktadır. Çünkü bu durum, kişi hakkında
olumsuz kanatlere sebebiyet vereceği gibi, firma için de çok zararlıdır.
Kimi zaman iş için bir firma yetkilisini ararsınız, sekreter veya santral görevlisi
size "Toplantıda" veya "Şu an görüşmesi var. Notunuzu alalım, sizi daha sonra
arasın" şeklinde cevaplarla karşılaşır, bir türlü görüşemez ve bunda bir artniyet
ararsınız.
Şüphesiz, herhangi bir mazereti olmaksızın görüşmemek için bu tür geçiştirmeleri
sekreterine veya santral görevlisine tenbihlemek doğru bir davranış değildir, insan
ilişkilerini zedeler.
Bir de, gerçekten aradığınız kişinin o anda önemli bir görüşmesi olduğunu, fakat
iki de bir gelen telefonlara bakmaktan muhatabı ile görüşeme-diğini düşünün. Siz
olsaydınız her gelen telefonu kabul eder miydiniz? Bir de ziyareti uzatanlar,
vaktini başkasının vaktini çalarak değerlendirmek isteyenlere de rastlanır.
Unutmayın, herkesin vakti değerlidir. Kimsenin sizi eğlendirecek vakti yoktur.
146
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
ÖĞRETMEN - ÖĞRENCİ İLİŞKİLERİ
fBana Bir Harf Öğretenin Kölesi Olurum
Z. ALİ, "Bana bir harf öğretenin kölesi olurum." sözü ile öğretmene büyük saygı
duyulması gerektiğini ifade etmiştir.
Tarih boyunca "okul" kadar siyasî rejime alet edilmiş bir kurum gösterilemez.
Bilhassa dikta rejimleri, okulu "düzene uygun kafalar yetiştiren bir kurum" olarak
değerlendirmiş, öğretmenleri propaganda aracı gibi kullanmaya çalışmıştır.
Oysa bizim medeniyetimizin temel direği olan okul daima siyaset üstü bir kurum
olarak muhafaza edilmiş, siyasi kavgalara bulaşmamış, devlet başkanlarının
kapısından uzak durmuş, âlimler en ağır işkenceler karşısında bile ilmin şerefini
korumuşlardır. Öğrencilerini zengin-fakir, soylu-avam diye ayırmamış, hepsine eşit
davranmış, onları insanlığa faydalı birer fert olarak yetiş-
ÖĞRETMEN-ÖĞRENCI iLiŞKiLERi
147
tirmeye çalışmışlardır.
Osmanlı padişahları da bu geleneği terketmemiş, o koca Yavuzlar, Fatihler,
Kanuniler bile hocalarına saygı göstermekten geri durmamışlardır. Yavuz Sultan
Selim Han'ın Mercidâbık zaferinden dönerken hocası İbni Kemal ile olan hikâyesi
meşhurdur. Büyük Sultan, hocasının atının ayağından sıçrayan çamurun kaftanına
bulaşması üzerine tebessüm ederek, çamur lekelerinin süs olduğunu söylemiş ve bu
kaftanın öldükten sonra sandukasının üzerine örtülmesini vasiyet etmiştir.
Öğretmenin Görevleri
* Branşında en ileri seviyede bilgi sahibi olmalı, yenilikleri takip etmeli,
hazırlanmadan derse girmemelidir.
* Konuyu öğrencinin anlayacağı seviyeye indirerek anlatmalı, meseleyi zor
göstererek öğrencinin cesaretini kırmamalıdır.
* Ahlakıyla, yaşayışıyla, davranışlarıyla ve sözleriyle öğrencisine örnek olmalı,
onlar üzerinde saygı uyandırmalıdır.
"Saygı istenilmez, verilir." Öğrencilerini sık sık azarlayan, onlardan saygı
isteyen ve bunu temin etmek için baskı uygulayan öğretmen, maalesef en az sevilen
öğretmenlerdir.
* Öğretmen mesleğini sevmeli, bildiklerini en iyi şekilde anlatmanın gayreti içinde
olmalıdır. Yapacak daha paralı bir iş bulamadığı için öğretmenliği sırf geçim
kaynağı olarak seçen insanlar mesleğinde başarılı olamazlar. Onların zaten ne
ilimde, ne iyi öğrenci yetiştirmede bir iddiaları yoktur. Boş zamanlarını,
kendilerini yetiştirmek ve derse hazırlamak yerine, yedek bir iş yaparak geçirir;
okula yorgun ve isteksiz olarak gelirler. Böyle öğretmenler, ne okul idaresi ne de
öğrenciler tarafından sevilirler. Aldığı maaşla yetinen, bütün imkânsızlıklara
rağmen iyi giyinen, vakalarını koruyan, branşlarında başarılı olan öğretmenler,
hakettikleri sevgi ve saygıyı ziyadesiyle görürler. Devletin en yüksek makamlarına
gelmiş Cumhurbaşkanları ve Başbakan-
*,
148
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
\
lar bile böylesi saygıdeğer hocaların talebeleridir.
* Öğretmen, öğrencilerine bir baba, bir anne şefkatiyle yaklaşmalı; çalışkanları
şımartıp tembelleri küçük düşürmemelidir. Zekâ ve kabiliyetler Allah'ın takdir
ettiği değerlerdir. Eğer bir öğrenci, elinden gelenin en iyisini yapmaya
çalışıyorsa, ondan zekâ ve kabiliyetinin üzerinde sonuçlar beklememelidir.
Öğrencileri birbiriyle kıyaslamamak, her öğrenciyi olduğu gibi kabullenmelidir.
* Öğrencilerin her kusurunu, arkadaşları önünde, sayarak onu küçük düşürmemeli;
affedici, hoşgörülü olmalıdır.
* Gerektiğinde öğrencilerin problemleriyle meşgul olmalı, onları dinlemeli,
acılarına ve üzüntülerine ortak olmalıdır. Ancak bunu yaparken, ilmin şerefini
ayağa düşürecek derecede öğrencileriyle laubali olmamalıdır.
* Notu bir tehdit vasıtası olarak kullanmamalı, not verirken adil olmalı, ancak
kılı kırk yararcasına not cimrisi de olmamalıdır.
* Zengin sofralarından, velî ziyafetlerinden, pahalı hediyelerden uzak durmalı;
haysiyet ve şerefini muhufa-
za etmelidir. NK
Gerekli Bazı Bilgiler
Aynı yaş gruplarındaki öğrenciler, aynı sosyal çevreden geliyor olsalar bile, zekâ
seviyeleri ve kabiliyetleri birbirinden farklıdır.
ilkokuldan başlayarak "Öğrenci kişisel dosyaları" ciddi tutulduğu takdirde, yeni
bir öğretmenin bu dosyadaki bilgileri okuyarak öğrencisini tanıması kolay
olacaktır. Dosyadaki bilgiler sınıf öğretmeni ve rehber öğretmen tarafından
ortaklaşa doldurulur. Dosyada bulunması gereken bilgileri kısaca şöyle
sıralayabiliriz:
A- Aile Durumu:
* Babanın işi, yaşı ve tahsil durumu
ÖĞRETMEN ÖĞRENCi iLiŞKiLERi
149
- Annenin işi, yaşı ve tahsil durumu
- Anne-baba sağ mı, öz veya üvey mi?
- Ailede kaç kız ve erkek çocuk var? Öğrencimiz kaçıncı çocuktur?
- Oturdukları ev kendilerinin midir, kira mıdır? Öğrencinin kendisine ait bir odası
var mıdır?
- Mahallede arkadaşları var mıdır?
- Ailede çocuğun başarı durumunu etkileyecek ölüm, boşanma, şiddetli geçimsizlik,
maddi sıkıntı gibi ciddi olaylar var mıdır?
- Öğrencinin ev adresi
B- Okul Durumu
- ilkokuldan şu anda devam ettiği okula kadar aldığı karne notları
- Aldığı başarılar
- Aldığı disiplin cezaları
- Özel yetenekleri ve ilgi duyduğu alanlar
- Uygulanan zekâ ve yetenek testleri, bunlardan aldığı puanlar
- Sosyal faaliyetlere ve kol çalışmalarına katılma durumu.
C- Kişilik Durumu
- Arkadaşlarıyla geçinmesi nasıldır?
- Hocalarına karşı davranışları nasıldır?
- Kendi kendisiyle barışık, ruh sağlığı yerinde bir öğrenci midir?
- Saldırgan veya içine kapanık bir uç kişiliği var mıdır?
D- Sağlık Durumu
- Çocukluğunda ciddi bir rahatsızlık geçirmiş midir?
- Vücudunda bir sakatlık var mıdır?
- Okuldan uzun süre ayrı kalacak şekilde bir tedavi geçirmiş midir?
- Spora karşı ilgisi nedir?
- Boyu ve kilosu yaşına uygun mudur?
Zekâ Testleri ve Sonuçları
Bir öğrencinin zekâ seviyesinin sayı ile ifade edilmesine pedagoji dilinde "Zekâ
Bölümü" adı verilir, ve kısaca Z.B. ile gösterilir.
Testte aldığı zekâ puanı karşılığına "zekâ yaşı" denir. Zekâ yaşı, tak-
150
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
vim yaşma bölündükten sonra yüz ile çarpıldığında karşımıza zekâ bölümü
çıkmaktadır.
Terman, uyguladığı "Stanfort-Binet" test sonuçlarına göre elde ettiği Z.B.
değerlerini şöyle sıralamıştır: -140 Z.B. ve daha yukarısı: Deha
-120-140 arası Z.B.
-110-120 arası Z.B.
- 90-110 arası Z.B.
- 80- 90 arası Z.B.
- 70-80 arası Z.B.
- O- 70 arası Z.B.
: Çok üstün zekâlı : Üstün zekâlı : Normal zekâlı Yavaş zekâlı Tutuk zekâlı Geri
zekâlı
Aynı sınıfta, aynı sırayı paylaşan iki öğrenciden birinin Z.B. si 125, diğerinin 85
olsun. Biz çok üstün zekâlı bir öğrenci ile, yavaş zekâlı bir öğrenciye aynı
eğitimi vermeye, aynı şeyleri öğretmeye uğraşıyoruz demektir. Bu durumda biri
verilen bilgileri kolayca alabilecek, diğeri zorlana-, -, çaktır. Öğrenci
dilinde biri çalışkan öbürü ten-bel olacaktır.
Konuyu öğretmen açısından ele aldığımız zaman, zekâ seviyeleri farklı iki öğrenciye
göre
ders anlatmak kolay olma-
""Cocukları istemeklerinize kurban etmeyin!.." , . „ , . .. „ v
yacaktır. Zeki öğrenciye göre
ders anlatsa, yavaş zekâlı öğrenci dersi takip edemeyecek, seviyesine indiğinde
anlayabileceği şeyleri de anlayamayacak, ümitsizliğe kapılacak ve kendine olan
güvenini yitirecektir. Dersi yavaş zekalı öğrenciye göre anlatsa, bu sefer çok zeki
öğrenciye kolay gelecek ve derse olan ilgisi azalacak. Pasif duruma düşecektir.
Kişisel dosyalar bu sebeple çok önemlidir. Okul idaresi, öğrencileri zekâ
seviyelerine göre sınıflara yerleştirmeli, öğretmenlere bu konuda bilgi
ÖĞRETMEN ÖĞRENCi iLiŞKiLERi
151
verilmelidir. Bazı eğitimiciler, öğrencileri zekâ seviyelerine göre sınıflara
ayırmanın -öğrenci psikolojisi açısından- sakıncalı olduğu görüşündedirler. Evet,
bazı sakıncaları olmakla beraber, çok farklı seviyedeki öğrencileri aynı sınıfta
toplamaktan daha iyidir.
Batı ülkelerinde daha ideal uygulamalar var. Farklı sınıflar yerine farklı okullar
açılıyor. Her okul bölgenin ihtiyacına göre belli kabiliyette ve belli zekâ
seviyesinde öğrenci kabul ediyor. Yâni öğrenci kabulünde sadece zekâ seviyesi esas
alınmıyor.
Yeri gelmişken, zekâların da çeşitlere ayrıldığını söylemekte fayda var. Sosyal
zekâya sahip bir öğrenci, fen ve matematik konularında fazla başarı gösteremeye-
bilir. Yine fen zekâsına sahip bir öğrenci de sosyal konulara ilgi duymayabilir.
Zekânın da çeşitlere ayrıldığım bilemeyen bazı öğretmenler • ve veliler bu tür
öğrencileri anlamakta zorluk çekerler. Matematikte başarılı olan bir öğrencinin
neden sosyal konularda vasat puanlar aldığını bir türlü anlayamaz ve öğrenciyi
sıkıştırır.
Batı ülkelerinde ta ilkokuldan başlayarak öğrencinin zekâ seviyesini, ilgi duyduğu
alanları, kabiliyetlerini ve zekâ çeşidini tesbit eder, kişisel dosyasına işlerler.
Liseyi bitiren bir öğrencinin hemen hemen hangi üniversiteye gideceği bellidir.
Akademik zekâya sahip olmayan öğrenciler, klasik liselere gönderilmez.
Kabiliyetlerine ve ilgi alanlarına uygun bir meslek okuluna gönderilir. Mekanik
zekâya sahip bir öğrenci, meslek okulunu bitirerek çok başarılı bir usta veya
teknisyen olabilmektedir.
Öyle ise, çocuklarımızı bir alana yönlendirirken, onun bu alana uygun bir
kabiliyette ve bu alanda başarı gösterebilecek bir zekâ çeşidine sahip olup
olmadığım araştırmamız gerekiyor. "Oğlum doktor olacak, oğlum mühendis olacak" gibi
zorlamalarla çocuğumuzu sevmediği ve ilgi duymadığı
""Çok çalışmak değil, düzenli çalışmak..."
152
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
bir alana itmemeliyiz. Böyle yaptığımız takdirde, çok başarılı olabileceği ve seve
seve çalışacağı bir meslek seçmesi mümkün iken, bizim zorlamamızla sevmediği bir
mesleği seçecek ve hayatta muvaffak olamayacaktır.
Böyle anne-baba ve çevre baskısıyla kabiliyetinin dışında meslek seçen pek çok
üniversite mezunu gençlerin sonradan meslek değiştirdiklerini ve sevdikleri bir
alana yöneldiklerini görüyoruz.
Başarının Kuralları
Bir öğrencinin tahsil hayatına devam edip etmeyeceği daha ilkokul sıralarında belli
olur. Zeki, kabiliyetli, okumaya hevesli çocuklar hemen kendilerini belli ederler.
Ancak, bu arada, ilkokul öğretmenine büyük görevler düştüğünü de ifade etmeliyiz.
Mesleğini seven, kalbi çocuk sevgisiyle dolu, her öğrencisiyle tek tek yakından
ilgilenen, çocuk psikolojisi bilen, öğretim metodlarma vâkıf, ehliyetli ilkokul
öğretmenlerine çok şey borçluyuz. Bu eli öpülesi insanlar, bizlere sadece okunıa-
yazma öğretmekle kalmaz; bizi terbiye eder, hayata hazırlar, medenî davranışlar
kazandırırlar.
Eğitim tarihi boyunca, maalesef ehliyetsiz öğretmenlerin eline düştüğü için,
okuldan soğuyan ve tahsil hayatına devam etmeyen, üstelik "geri zekâlı" damgası
yiyen birçok dâhi insan biliyoruz. Yüzlerce icadı gerçekleştiren Edison da
bunlardan biriydi, ilkokul öğretmeni onun annesini çağırmış "Çocuğunda okuyacak
zekâ yok, boşuna ümitlenip de vakit kaybetme. Götür bir ustanın yanına çırak ver,
belki bir meslek öğrenir." demişti.
Bir öğrencinin başarılı olması için sadece öğretmenin ehliyetli ve bilgili olması
yetmez. Öğrencininde üzerine düşeni yapması gerekir. Bizler de bir zamanlar aynı
sıralardan geçtiğimiz başarı konusunda öğrenci kardeşlerimize bazı tavsiyelerimiz
olacak:
* Okula anne-baba zoruyla geldiğinizi düşünmeyiniz. Okulun size neler
kazandıracağını, hayatta ulaşmak istediğiniz hedefin ne olduğunu, hayalci değil,
gerçekçi bir biçimde belirleyiniz.
* Hangi derslerde başarılı olduğunuzu, bu başarının daha çok sizden mi yoksa
öğretmenden mi kaynaklandığını araştırınız. Yine hangi derslerde başarısız
olduğunuzu veya sevmediğinizi, bunun sizden mi yoksa öğretmenden mi kaynaklandığını
tarafsız ve gerçekçi bir gözle
ÖĞRETMEN ÖĞRENCi İLiŞKiLERi
153
inceleyiniz. Bu inceleme sizin gerçek kabiliyetinizi ve kendinizi tanımanızı
sağlayacaktır. —_^^
* Başarısızlık ilk anda gözünüzü korkutmasın. Mutlaka başaracağınıza inanın ve
kendinize güvenin, bir arkadaşınızın yapabildiğini siz neden yapamayasmız?
* Derse mutlaka hazırlıklı ve istekli giriniz. Öğretmeni dikkatle dinleyiniz.
Üzerinde ısrarla durduğu noktaları not ediniz.
* Ders çalışmak için rahat edeceğiniz bir yer seçiniz. Dikkatinizi dağıtacak
şeylerden uzak durunuz. Ders çalışmayı bir mecburiyet olmaktan çıkarıp zevk haline
getiriniz. Bunu yaptığınız takdirde, zamanla çalışmayı sevecek, başarının
mutluluğuna ereceksiniz.
* Anlamadığınız noktaları gözardı etmeyiniz. Öğretmeninize veya bilen
arkadaşlarınıza sorup öğreniniz.
* Başarılı arkadaşlarınıza danışınız. Onların çalışma metodlarını uygulamaya gayret
ediniz. Hayatta muvaffak olmuş, başarılı tarihî şahsiyetlerin biyografilerini
okuyunuz. Onların hayatında başarının sırlarım göreceksiniz.
* Her gün derse ayıracağınız zamanı düzenli olarak belirleyiniz. Bu zamanı verimli
bir şekilde değerlendiriniz. Medenî milletlerin planlama sonucu gelişme
gösterdiklerini unutmayınız.
* Sürekli en iyi olmaya çalışınız. Sınıf geçmenize yeterli notlar sizi tatmin
etmemelidir. Zorlukların üzerine gidiniz, pes etmeyiniz.
* Çalıştığınız dersin ana hatlarını kavramaya çalışınız. Ana hatları kavradığınız
takdirde örnekler ve detaylar daha kolay anlaşılacaktır.
* Bir dersi tam anlamadan bir sonrakine geçmeyiniz. Dersi çalışmış olmak için
değil, anlamak için çalışınız.
* Çalıştığınız konuların gerçek hayatta size neler kazandıracağını düşünün ve
öğrenmekten zevk almaya çalışın. Size okutulan bütün dersler, konunun tecrübeli ve
bilgili insanları tarafından hazırlanmış, sizi sıkıntıya sokmak için değil, hayata
bilgili bir insan olarak hazırlamak için programa alınmıştır.
* Sizi okuldan soğutmak için, okuyamamış insanlar veya tenbel arkadaşlarınız
kulağınıza menfî şeyler fısıldayacak ve belki de şöyle diyeceklerdir: "Okuyanları
görüyoruz. Çoğu üniversite mezunları iş bulamıyor. Bulanları da az bir maaşla
çalışıyor ve ay sonunu nasıl getireceğiz diye kara kara düşünüyorlar. Lise mezunu
bile olmayan öyle zen-
154
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
ginler var ki, üniversite mezunu insanlar çalıştırıyorlar." Siz de onlara başarılı
olmuş, bürokratları, bakanları, genel müdürleri, eser vermiş ilim adamlarını
gösteriniz. Paranın ve servetin herşey demek olmadığını tarihe mâlolmuş büyük
insanların paralarıyla ve servetleriyle değil, buluşlarıyla ve eserleriyle
tanındığını söyleyiniz.
* Hangi branşı seçerseniz seçin, idealiniz büyük olsun. Meselâ edebiyata karşı ilgi
duyduğunuz için Edebiyat Fakültesi'ne mi girdiniz. Hedefiniz üniversiteyi
birincilikle bitirmek ve büyük bir yazar olmak olsun. O zaman bütün dersleri zevkle
çalışacak, yüksek notlar alacak, kendinize olan güveniniz artacak ve hedefinize
adım adım yaklaşacaksınız.
* Edison'a başarının sırrı sorulduğunda şu cevabı verir: "Başarının yüzde doksan
dokuzu ter, yüzde biri dehadır. Bu sırrı keşfeden her akıllı insan mutlaka muvaffak
olur."
Bu satırların yazarı, sevdiği meşhur bir yazara "Bu güzel üslûbu nasıl kazandınız?"
sorusuna karşılık şu cevabı aldı: "Çok okur, çok yazarım. Yazdıklarımın içinden
ancak yüzde onunu basılmaya lâyık gördüm. Yüzde doksanı dosyalar içinde duruyor."
* Hocalarınıza karşı saygılı olunuz. Soru sorarken, tartışırken nezaketi elden
bırakmayınız. Hocanız da bir insandır, o da hata yapabilir. Bir dalgınlık sonucu,
yanlış bir şey söylediği zaman, onu mahcup edecek bir ses tonuyla itiraz etmeyiniz.
* Ders çalışan bir makine haline gelmeyiniz. Spora, arkadaşlrımza ve ailenize de
zaman ayırınız. Ders çalışırken hırslı değil, istekli olunuz. Sizden bir not yüksek
alan arkadaşınızı kıskanmayınız. Onu tebrik ediniz ve nerede yanlış yaptığınızı
bulup doğrusunu öğreniniz.
* Sınıfın en iyisi olsanız dahi, alçak gönüllü olunuz. Arkadaşlarınızı
kıskandıracak söz ve davranışlardan sakınınız.
GÎYlM - KUŞAM
155
GİYİM - KUŞAM
"Moda o kadar çirkin bir şeydir ki, altı ayda bir onu değiştirirler."
Bernard Shaw
Giyinmenin Maksadı
insan dünyaya çıplak olarak gelir. Başka hiçbir canlıda rastlanmayan ilginç bir
durumdur bu. Hayvanât âlemi sırtında kürküyle, kalın derisiyle,
tüyleriyle doğar. Örtünmek maksadıyla herhangi bir eşya kullanmazlar. Sadece
insanoğludur ki, örtünmeye ihtiyacı oldu-ığu halde dünyaya gönderilmektedir.
insanlık tarihi boyunca,
"Üzerimdekini daha yeni diktirmiştim ama?!."
örtünmeyi şekillendiren en
önemli etmenlerden biri din olmuştur. Yani insanlar soğuktan, sıcaktan ve diğer dış
etkenlerden korunmak için örtünürken, ilâhî emirler doğrultusunda bunu
şekillendirmektedirler. Batılı modacılar, dini yönlendirmeyi gözardı ederek "bunu
artık biz belirliyoruz" demektedir.
Peki, insanoğlunun sıcaktan veya soğuktan korunmak, hassas cildini
156
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
dış etkilere karşı güvenceye almak maksadıyla vücuduna sarmış olduğu kumaş veya
deriden mamul örtüler, nasıl oluyor da birbirlerine karşı üstünlüklerini kanıtlama
aracı olabiliyor?
Demek ki, yaratılıştan bir ihtiyaç olan örtünme, insanın süslenme ve güzel görünme
isteğiyle'birleşince karşı konulmaz bir moda anlayışı doğuyor. Modayı, insanan
örtünme ihtiyacını güzel görünme duygusu içinde şekillendirmesi olarak
anlamlandırabiliriz.
Elbise ve oda
Kapitalizm, tüketim esasına dayanan bir ekonomi modelidir. Devleşmiş sanayi
çarklarının durmadan çalışması gerekir. Çarklar durduğu ~ an makina medeniyeti
yaşayamaz, çöker.
Dev sanayi çarklarının durmadan çalışabilmesi için üretilen malların sürekli
tüketilmesi, depoların boşalması gerekir. Bu da ancak yeni pazarlar bulmakla, yeni
tüketicilere ulaşmakla mümkündür.
Daha çok mal satmanın şimdilik bilinen en ustaca yolu, yeni mallar üretmek ve eski
modelleri de birkaç değişiklikle piyasaya sürmektir.
Kısacası, her şey tüketim içindir.
Reklâm şirketleri, iyi eğitilmiş pazarlama uzmanları ve albenili teşhir merkezleri
(show-room), müşteri avlamak üzere her an pusuda yatmaktadırlar.
Öyle ki, modern insanın bu yıl nasıl bir elbise ve ayakkabı giyeceğine modaevleri
karar veriler. Her mevsim moda değiştirilir, modası geçmiş elbiselerin giyilmesi
ayıplanır. Ve tüm bunlardan daha vahim olan, artık insanlara giysilerine göre değer
verilir olmuştur. Gardrobunuzda ili kumaştan dikilmiş gösterişli takım elbiseler,
gömlekler, kravatlar ve ortamına göre yüzünüze takacağınız uygun maskeler(!) varsa,
itibar sahibi bir kimse ol-
GlYlM-KUŞAM
157
manız çok kolaydır. (Bayanlar için de öyle...) Yerine göre değişik kıyafetler
içinde bulunulması zaruri hale gelmiş, böyle olunca da boyun eğilmesi gereken
kurallar oluşmuştur. Yamalı bir pantolon veya gömlekle önemli bir iş görüşmesine
gitseniz, (belki sizce de mümkün değil) karşımzdakilerin tavrı nasıl olur diye hiç
düşündünüz mü?
Özellikle insanların büyük çoğunluğunun kentlerde yaşadığı günümüzde, pekçok
insanın birarada yaşamaya başlaması, birbirini tanımayan insanların günlük hayat
içinde iş veya diğer beşeri ilişkiler vesilesiyle görüşmesini gerekli kılmaktadır.
Kısa süreli bu ilişkiler esnasında insanların birbirine karşı olan tutumlarını
giysileri belirlemektedir.
O çılgın moda anlayışlarının dışında, insanın üzerine giydiği şeyleri kendisine
yakıştırması tabii ki güzeldir. İşyerinde giyeceğimiz kıyafet ile, evde istirahat
ederken giyeceğimiz kıyafetin aynı olması mümkün değildir.
Bizler, akıllı insanlar olarak, moda evlerinin giydirdiği robotlar haline
gelmemeliyiz. Ne giyeceğimize, nasıl giyineceğimize kendimiz, kendi irademizle
karar vermeli, bize yakışanı giymeliyiz. Bunu yaparken inancımıza, ahlâkî
değerlerimize ve geleneklerimize göre hareket etmeliyiz.
Giyim-kuşam için en önemli husus, erkeklerin ve kadınların toplumsal ahlâkı
zedeleyen zorlamalara teşebbüs etmemesidir.
158
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
DEMOKRATİK GÖRGÜ
Devlet ve Hükümet Kavramları
"Ilm-i hâl" içinde bulunduğu hali bilmek ve hayatını ona göre tanzim etmek tir.
İçindeki bulunduğu hali bilmeyenler, lehlerine ve aleyhine olan durumları da
bilemeyeceklerinden, nerede nasıl davranmak gerektiği hususunda tereddüte düşerler.
Bu nedenle, demokrasi ile yönetilen bir ülkede yaşayan insanlar olarak haklarımızı
bilmek zorundayız. Lehimize ve aleyhimize olan hususları tesbit edip, gerektiği
şekilde hukuk mücadelesi vermeliyiz. Önce, devlet ve hükümet kavramları üzerinde
duralım.
İnsan, yaratılışı gereği, toplu halde yaşama arzusunda olan bir varlıktır. İnsan
toplu halde kendisini daha güvende hisseder. İnsan toplulukları, acı tecrübeler
sonunda, sınırsız hürriyetin bir garanti sağlamadığını, zorbaların ve güçlülerin
zayıfları dilediğince ezdiğini görmüş; korku ve endişe içinde yaşamaktansa, bu
sınırsız hürriyetin bir kısmından toplum lehine
DEMOKRATiK GÖRGÜ
159
vazgeçerek geriye kalanını garanti altına almak istediler, içlerinden güvendikleri
kimselere yetki vererek, onlardan temel hak ve rrurriyetleri korumasını istediler.
Yetkililer, toplumun huzurunu bozan zorbaların hakkından gelebilmek ve onları
itaate mecbur etmek için silah ve insan gücü kullanmak zorunda kaldı. Sonunda
maliyesi, ordusu ve mahkemeleri ile "Devlet" dediğimiz organizasyon doğdu.
Peki, devleti yöneten insanlar kimlerdir? Bizim seçip gönderdiğimiz millet
vekilleri. Yani bizim yerimize söz sahibi olan, kendilerine yetki verdiğimiz
kimseler. O halde, biz ekseriyet itibariyle ne isek, bizim seçip gönderdiğimiz
insanlar da bize benzeyecektir. Seçimin şekli tartışılabilir, en ideali aranabilir;
ama neticede yine biz seçiyoruz. Gökten zembille inmiyorlar.
Burada devlet şekillerini ve bunların kritiğini yapacak değiliz. Şu anda demokrasi
ile idare ediliyoruz. Türkiye'de demokrasinin tam uygulanmadığına dair görüşler
vardır. Gerçeğini söylemek gerekirse, demokrasinin ne olduğunu, Batı'da nasıl
uygulandığını, gerçek demokrasinin neler vaadetti-ğini bilenimiz çok az. Hal böyle
olunca, demokratik haklarımızın neler olduğunu da bilmiyoruz.
Demokrasilerde kişilerin tek tek fazla önemi ve tesiri yoktur. Zira siyasilerin
gözünde tek insan "tek oy" demektir. Tek insanın fazla etkili olmadığını gören
seçmenler, kendi fikrine, inancına ve dünya görüşüne sahip bir dernekte vakıfta ve
hatta bir siyasi partide birleşerek, görüşlerinin ülke yönetiminde etkili olmasını
sağlamaya çalışırlar.
Siyasi parti şeklinde çalışmak istemeyen, ancak düşüncelerini içinde yaşadığı
ülkenin siyasetinde söz sahibi kılmak için çeşitli dernek ve vakıflar kurarlar. Her
fert, doğru olduğuna inandığı bir düşünce etrafında örgütlenebilir. Siyasi baskı
grupları olarak nitelendirilen bu sivil toplum örgütlerinin kamuoyu oluşturma ve
hükümeti etkileme hususunda büyük tesirleri vardır.
Düşünceleri yaymak ve kamouyu oluşturmak amacıyla bir fikir etrafında toplanan
kimselerin başvurabileceği en etkili yollardan birisi de kitle
160
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
'i
...j
iletişim araçlarıdır. Aylık, haftalık, günlük gazete ve dergiler yayınlamak; radyo
ve televizyon istasyonları kurarak yayın yapmak, en doğal demokratik
haklarımızdandır.
Bunların dışında, büyük kalabalıkların katılımıyla mitingler ve gösteri yürüyüşleri
tertiplemek de mümkündür. Bunun için bulunulan yerin en büyük mülki amiri olan
Valilik'ten gerekli bilgiler alınabilir.
Demokrasi Topluma Neler Vaadediyor?
Demokratik haklarımızın neler olduğunu bilmemiz için, demokrasi idaresinin topluma
neler vaadettiğini bilmemiz gerekiyor.
Demokrasilerde, devlet, bir başkasının hürriyet sınırlarını çiğnemedik-çe, ferde
müdahale etmez. Her toplumun benimsediği dini inancı, ahlakî değerleri,
genelekleri, bir yaşayış biçimi yâni bütün bunların ortak paydası olan bir kültürü
vardır. Devletin ülkeyi yönetmek için çıkardığı kanunlar ortak kültüre zıt olamaz.
Her ferdin ortak kültürü yaşama hakkına "kişi hürriyeti" diyoruz. Kişi hürriyeti,
ortak kültürün sınırlarım aştığı ve toplumu rahatsız etmeye başladığı yerde devlet
otoritesi devreye girer. Meselâ yalan söylemek ortak kültürün hoş görmediği bir
davranıştır. Toplum yalancı kişiyi sevmez, onu kırar ve dürüst olmaya zorlar. Bu
bir toplum geleneğidir, devletin araya girmesi gerekmez. Ne zaman ki, bir kişi
söylediği yalanla bir başkasını zarara uğratırsa, meselâ filanca gün vereceğim
dediği halde aldığı borcu zamanında ödemezse, zarara uğrayan tarafın şikâyetçi
olması halinde, devletin ilgili organı devreye girerek yalancıyı borcunu ödemeye
zorlar. Burada ortak kültüre ters düştüğü ve topluma zarar verdiği için "yalan
söyleme hürriyeti" diye bir haktan söz edilemez.
* Demokrasilerde herkes kanun önünde eşit haklara sahiptir. Hiçbir kişiye veya
zümreye kanun karşısında farklı muamele yapılamaz, özel imtiyazlar verilemez.
* Herkes yönetime katılmak için seçme ve seçilme hakkına sahiptir.
* Kişi hak ve hürriyetlerini garanti altına almak ve korumak için mahkemelere
bağımsız hareket etme hakkı verilmiştir. Mahkemeler siyaset üstüdür. Hükümet ve
siyasi otoriteler, mahkemelere kendi iradeleri doğrultusunda emir veremez; baskı
yapamaz.
* Demokrasi ile idare edilen devletlere "hukuk devleti" adı verilir. Her hukuk
devletinin mutlaka bir anayasası olmalıdır.
DEMOKRATiK GÖRGÜ
161
- Anayasa millet oyu ile kabul edilmiş, temel hak ve hürriyetlere yer vermiş
olmalıdır.
- Devletin anayasa ile tesbit edilmiş üç önemli görevi vardır:
- Mal ve can güvenliğini korumak.
- Irz ve namuz güvenliğini korumak. J : •'•-••< rıi :
- Dış tehditlere karşı ülkeyi korumak, : .; i :a ;:
Devletin bu aslî görevlerini yerine getirebilmesi için yine anayasa ile tesbit
edilmiş üç temel yetkisi vardır:
Yasama (kanun çıkarma) yetkisi: Kanun çıkartma yetkisi, milletin seçtiği
vekillerden teşkil eden "Millet Meclisi"ne aittir. Türkiye'de bu yetki T.B.M.M.'ne
verilmiştir. T.B.M.M. millet adına karar alan ve kanun çıkaran bir devlet
organıdır.
Yürütme yetkisi: Anayasanın tesbit ettiği esaslar çerçevesinde toplum ihtiyaçlarını
karşılamak için faaliyet gösterme ve harcama yapma yetkisidir. Bu yetki,
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu'na aittir.
Yargı yetkisi: Toplum fertlerinin birbiriyle ve devletle olan uyuşmazlıklarını
adaletli bir şekilde çözüme bağlamak yetkisi yine bir devlet organı olan bağımsız
mahkemelere aittir. Mahkemelerde kendi aralarında normal mahkemeler ve yüksek
mahkemeler olmak üzere iki gruba ayrılır. Normal mahkemeler, uyuşmazlıklarla ilgili
kararlar verir.
Bu karar, ilgili taraflarca kanuna aykırı bulunduğu takdirde bir yüksek mahkemeye
itiraz edilir. Yüksek mahkeme, normal mahkemenin verdiği kararı hukukî yönden
inceler. Hukuka aykırı bulursa, gerekli düzeltmeyi yaparak uygun kararı verir..
temel Hak ve Hürriyetler
Milletin oyu ile kabul edilmiş anayasa ve anayasa hükümlerine aykırı düşmeyen
kanunlarla toplumun temel hak ve hürriyetleri garanti altına alınmıştır. Kanunların
maksadı toplum huzurunu temin etmektir. O halde kanunlar bir taraftan bu hakların
neler olduğunu tesbit ederken, diğer taraftan bu hakları çiğneyenleri caydırıcı ve
cezalandırıcı hükümler de taşımaktadır.
Kişilerin temel hak ve hürriyetleri:
- Kişi dokunulmazlığı
162
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Kişi hürriyet ve güvenliği
Özel hayatın gizliliği ve korunması
Yerleşme ve seyehat hürriyeti
Din ve vicdan hürriyeti
Düşünce ve kanaatini ifade etme hürriyeti
Bilim ve sanat hürriyeti
Toplantı hak ve hürriyeti
Mülkiyet hakkı
Hak arama ve dilekçe hürriyeti '""
SOSYAL VE EKONOMiK HAKLAR [i
- Ailenin korunması
- Eğitim ve öğretim hakkı
- Çalışma ve sosyal güvenlik hakları
- Toplu iş sözleşmesi, grev ve lokavt hakkı
- Tarihî, kültürel ve tabiat varlıklarının korunması
- Gençliğin korunması '
- Toplum sağlığının korunması. ;
SiYASÎ HAKLAR
- Seçme, seçilme, siyasî faaliyette bulunma hakkı
- Kamu hizmetine girme hakkı
- Sivil örgütlenme hakkı
Hak Aramanın Hukuki Yönü
* Anayasa ve ilgili kanun hükümleriyle garanti altına alınmış bulunan haklarımızdan
biri çiğnendiği zaman muhatabımızdan hakkımızı kendi gücümüzle almaya
kalkmamalıyız. Çözemediğimiz küçük anlaşmazlıklarda polise, büyük anlaşmazlıklarda
ilgili mahkemeye başvurmalıyız. Eğer buna vaktimiz yoksa veya işin hukukî yolunu
bilmiyorsak, bir avukata danışıp gerektiğinde kendisine vekalet vererek bizim
adımıza hakkımızı aramasını isteyebiliriz.
Unutmayalım, hakkını korumak ancak hakkını bilenlerin işidir.
163
ASKERLiK GÖRGÜSÜ
ASKERLİK GÖRGÜSÜ
Askerlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her gencin yapmakla mükellef olduğu bir
zorunluluktur. Fakülte veya yüksekokul mezunları da okullarını bitirdikten sonra
eğer lisansüstü eğitime devam etmeyeeeklerse askerliğe çağrılırlar. Muhtelif
sebeplerden ötürü askerlik tecili ileri yaşlara kadar yapılabilmektedir.
Ayrıca, meslek olarak askerlik görevi yapan subay ve astsubaylar vardır. Harp
Okulla-rı'ndan yetişerek Teğmen olarak mezun olduktan sonra Üsteğmen, Yüzbaşı,
Binbaşı, Yarbay, Albay olarak rütbe aldıktan sonra, Generallik rütbelerinden önce
Tuğgeneral, sonra Tümgeneral, Korgeneral ve Orgeneral rütbe* lerini alırlar. :-
Ayrıca astsubaylar da; astsubay çavuş, astsubay kıdemli çavuş, astsu? bay üstçavuş,
astsubay kıdemli üstçavuş, astsubay başçavuş, astsubay kıdemli baçavuş rütbelerini
alırlar. ;
164
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Kara Kuvvetleri, Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Jandarma Genel
Komutanlıkları, silâhlı kuvvetlerin temel bölümleridir.
Askerlikte rütbe çok önemlidir. Çevremizde pekçok insan askerlik yapıp bitirdiği
halde rütbeleri öğrenememekte, askerlik-anılarını anlatırken subaylardan "iki
yıldızlı, üç yıldızlı"; astsubaylardan "iki kazıklı, üç kazıklı" diye
bahsetmektedirler.
Er ve erbaş olarak tanımlanan belli bir süre içinde askerlik görevini yapanlar er,
onbaşı, çavuş olarak rütbelenirler. Yüksekokul ve fakülte mezunları, 4 aylık temel
eğitimden sonra asteğmen, olarak görev yaparlar.
Askerlikte Selamlaşma
Askerî selamlaşmanın kanunlarla ve yönetmeliklerle tesbit edilmiş kuralları vardır.
Her asker kişi bu kuralları uymak zorundadır. Askerlikte aşağıdan yukarıya doğru
sıralanan sınıflama şöyledir:
Erler
Erbaşlar
Astsubaylar
Subaylar
Üstsubaylar
Erler, rütbesiz askerlerdir. Diğer sınıfların hepsinde aşağıdan yukarıya doğru
kendi içlerinde bir rütbe sıralaması vardır. Aşağı rütbedeki bir asker, kendi
rütbesinin üzerinde yer alan bütün rütbeli askerlere selam vermek zorundadır. Buna
göre bir er, karşılaştığı erbaş, astsubay ve subayların hepsine selam vermek
zorundadır.
Askerî selamlaşmada genel kural şudur: Alt rütbedeki bir asker, karşılaştığı üst
rütbedeki her askeri selamlamak zorundadır. Üst rütbeli asker de onun selamını
almakla mükelleftir.
Diğer kurallar kısaca şöyle sıralanmıştır:
* Ast, karşılaştığı bir üstüne yan yana gelmeden önce selam vermeye başlar. Elini
üst indirmeden evvel indirmez.
* Selam verirken, ast yüzünü üstten yana döner.
* Ast, üstünü görmezlikten gelemez.
*, Ast, tanıdığı üstünü veya âmirini elbiseli iken de selamlamak zorundadır.
ASKERLİK GÖRGÜSÜ
165
lam Verilmeyen rumlar
* Araç kullanan sürücüler
* Tutuklu ve esir muhafızları
* Muhabere görevi almış devriye, gözcü ve nöbetçiler
* Selam veremeyecek kadar hasta olanlar
* Cenaze töreninde bulunanlar
* Savaşta, tatbikatta ve manevrada bulunanlar
* Silâh ve cephane nakli yapanlar
* Eğitim sırasında dinlenme izni verilenler
* Yürüyüş halinde olan eğitim birlikleri, selâm vermezler.
pİçen Günler
Askerlik süresi boyunca erler ve erbaşlar arasında sık sık münakaşalar yaşanır.
Anadolu'nun her köşesinden aynı bölüğe, aynı yatakhaneye toplanan, yetiştiği
yöreler farklı, kişilikleri farklı insanların birbiriyle uyum içinde olması tabii
ki çok zordur. Ancak askerlik süresi içinde bu bir mecburiyettir. Bu nedenle, rütbe
ilişkisi içinde askerliğini yapmak en doğru olanıdır.
Fakat askerler arasına yerleşmiş kötü bir adet var ki, bunu ortadan kaldırmak
gerekiyor. Zamanın birinde herhalde onbaşılar veya çavuşlar acemi askerlere çok
eziyet etmiş olacaklar ki, her acemi er, usta olduğunda acemileri ezmek için gün
sayar adeta... Bu kötü alışkanlık, kimi yerlerde subay ve astsubaylardan tarafından
bilinçli olarak yürütülerek, askerlerin güya kendi arasında disiplini sağlayacağına
inanılmaktadır.
Er ve erbaşlar kimi zaman subay ve astsubaylar karşısında da haksızlığa
uğramaktadırlar. Askerler, haklarına dair en ufak bilgi sahibi olmaya gayret
göstermemektedirler. Tabii ki üstlerine saygısızlık etmek anlamında değil,
kurallara herkesin riayet etmesi anlamında bunları ifade etmekteyiz.
Askerlikte adam tutmak çok sık rastlanan bir durumdur. "Toprak" diye birbirine
hitap edenler, aynı memleketten gelmişlerdir. Üst olan hemşerisini oldukça tutar ve
onun görevlerim diğer askerlerin sırtına
166
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
yıkmaya çalışır. Unutmayalım ki, oradaki herkes insandır ve kimse kimsenin
vazifesini yapmak zorunda değildir.
Bölük komutanları olan subay ve astsubaylar da birbiriyle olan ilişkilerinde
askerliğin gerektirdiği temel esaslara riayet etmelidirler.
Askerlerle olan münasebetlerde ise, her zaman askerini koruyan, onlara güvenen ve
saygın bir kişiliği olan komutanların kazanacağını unutmayın.
GELENEK SOHBETLERİ
167
GELENEK SOHBETLERİ
GÜRBÜZ AZAK
"Adâb-ı Muaşeret Kuralları île Gelenekler Çatışmamak..."
ELEMEKLER, her türlü kültürün mihenk taşıdır. Fakat, "gelenek" derken dikkatli
olmalıyız; âdet ile an'aneyi birbirinden ayırmak gerekir. Adet, bölge bölge
farklılıklar gösteren alışkanlıklar ve coğrafya mirasıdır. Aynı âdet,
değişikyörelerde değişik biçimler alır. Kan davası, kız kaçırma, akraba evliliği
bir yöremizde sık görüldüğü halde; başka bir yöremizde görülmeyebilir.
An'ane ise, milletin ortak töresidir. Burada "gelenek" derken, ortak törenin
terbiye boyutunu kastediyoruz.
Adabı muaşeret kuralları uzun vâdede değişiklikler arzeder. Masada yemek yemek,
kaşık-çatal-bıçak kullanmak, telefonla konuşmak, sıra beklemek gibi. Hatta
kıravatma uygun çorap seçmek inceliği gibi.
Kültürle âdabı muaşeret kurallarının çok yakın bir ilgisi vardır. Biliyorsunuz,
kültür, milletlerin kendilerine has yaşama üslûbu, hayatı yorumlama tarzı demektir.
Her milletin düğünü, derneği, alış-veriş kuralları, sevinç tezahürleri, hatta
kavgaları farklıdır. Millileşmiş kültürler sağlam ve kendisiyle akortlu kaideleri
de beraberinde taşır.
DAĞLAR ÖTESINÎ GÖREN ADAM
Ninemin babası "Molla Hüseyin", ünlüymüş. Onu hiç tanımadım. Çocukluğumda "Molla
Hüseyin'in torunu" diye nice insandan saygı gördüğümü bilirim. Kasabamızın
çevresinde yirmiden fazla köy vardı. Ora yaşlıları nineme de
168
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
"Molla Kızı" diye hürmetli davranır, hatta zaman zaman yağ ve zahire getirirlerdi.
Ben en çok dedemin talebesi Kelekçili Mustafa Hoca'yı severdim. Ak sakallı, uzunca
boylu, fevkalâde ciddi biriydi. Kasabaya inişinde mutlaka uğrar, "Molla Kızı"nm
hatırını ayak üstü de olsa sorar; eksiğimiz gediğimiz var mı, tetkik ederdi.
Nineme gösterilen saygının öbür yanı ise, şehid karısı olmak. Kocası Çanakkale
Savaşları'ndan dönmemiş.
Musa Hoca hep sırtı heybeli gezerdi. Salı günleri kasabaya iner, aldıklarını iri,
bol renkli, süslemeli halı heybesine kor, bir selam için bize uğrardı.
Keskin gözleri vardı.
insana derin bakar, az konuşurdu.
Bir akşamüstü ninemi üzüntülü gördüm: - Yarın Musa Hoca'ya gidiyoruz. Hasta,
helâlleşme vaktidir. Olmaz diyemedim.
Ramazandı, er vakitte kalkıp yollara düştük. Ninem, ben ve "Fındık" adını verdiğim
küçük köpeğim...
Kelekçi, kasabamıza yirmi kilometre kadar. Tabiî yaya gidiyoruz.
Hatırlıyorum... Tozlar içinde bir yolculuktu.
Yaz sıcağı ortalığı kavuruyordu.
Bodur, cılız, az yapraklı, gölgesizi ağaçlara baka baka yürüyorduk.
Öğleye doğru köye vardık.
Musa Hoca yer yatağında, dermansız ve sarı benizle yatıyordu.
Göz kapaklarını güç halle açabilip, "Hoş geldin Molla Kızı" dedi.
Yatak çevresinde oğulları, hanımı ve komşulardan birkaç kişi bağdaş kurup
oturmuştu.
Ninem hoş-beşten sonra söze girdi: "Hoca, helâlleşelim..." Sıradan bir laf,
nasılsın der gibi sanki. Hoca da şaşırmadan, sohbette imiş-cesine davranıyordu.
— Hakkım helâl et Hoca...
— Bin kere helâl olsun. Sen de helâl et Molla Kızı... Hepsi bu kadar.
GELENEK SOHBETLERİ
169
Ayrılma vakti geldi. Aynı yolları aynı güneş altında yeniden katedecektik.
Ayrılırken usul usul oğullarına döndü: — Hoca kızına bir sepet üzüm verin...
Öyle yaptılar. Yeni ermiş taze üzümleri iri ve sarı bir sepete doldurup uzattılar.
Sepet ağırdı.
Bir ben taşıyordium, bir ninem. Sonra birlikte tutuyorduk.
Bu hep böyle sürdü. Cılız kollarım dirseklerimden kopacak gibiydi.
Fındık ise gah önümüzde gah ayaklarımın bidinde tin tin geziniyordu.
Gene; bodur, cılız, az yapraklı, gölgesi kıt seyrek ağaçlara baka baka, bitmek
tükenmez ovayı ve onu çevreleyen çakır gözlü gök yüzünü seyredip yükün ağırlığından
uzaklaşmayı umarak yürümekteyim.
Derken... küçük bir vadiye geldik. İki yanımız taşlı, dik yamaçlı...
Tam vadinin ortasında yukarılardan bir gümbürtü koptu. Sırtı çapraz silahlı üç adam
taşları toprakları düşüre düşüre ve adetâ yuvarlanır gibi önümüze çıktılar.
Durduk...
Ninem, "Ne var?" diye diklendi.
üstünü başım silkeleyen silahlı kişilerden en öndeki, iki adım daha atıp "Ana"
dedi... "Üzümü istiyoruz."
Ninemde aynı asık surat:
— Niye oğul?
— Oruçluyuz, iftarlığımız yok...
Ben önce kızıdım, celallendim ve ağlamaya başladım. Durmadan "Olmaz vermeyelim"
Demekteyim...
Ninem öfkeyle baktı:
Ver o sepeti! İstemeye istemeye uzattım. Kollarımda tükenmez sızılar, gözlerimde
çamurlu yaşlar...
Sepeti aldılar, bu defa öbür yamaca yöneldiler. Gitmeleri de gelmeliri gibi çabuk
oldu. Gene arkalarından mıcırlar taşlar düştü.
Burnumu çeke çeke yürüyor, ninemin davranışına kızıyordum. Nihayet
170
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
sordum:
— Kimdi onlar?
— Eşkıya yavrum.
- Niye verdik sepeti?
- Oruçlu isteyince verilir evladım. Musa Hoca'nm üzümleri eşkıyaya yok yere kısmet
olmaz. Bir hikmeti vardır. Sebebi boldur. V
* * *
Çok geçmedi.
Naftasma kalmadan Hoca'nm vefat haberim aldık.
Ninem helva yapıp dağıttı.
Musa Hoca'yı hatırladıkça, yer yatağındaki hasta halinden ziyade, uzun boyu, halı
heybesi, ve derin sakan gözleriyle çıka gelişleri aklıma düşer.
Ve apansız: "Molla Kızı, nasılsın?" deyişleri.
Dört başı mamur bir karekteri temsil ediyordu Hoca. Siz söylemeseniz de o anlardı.
Daha siz sormadan cevap verir, gereği kadar konuşurdu.
Anlayan insandı Musa Hoca.
Şimdilerde düşünüyorum da, sorular içinde irkiliyorum... Acaba o üzümleri gerçekten
bize mi vermişti, yoksa eşkiyaya iletmemizi mi istemişti?
İçimdeki ses şunları diyor: Musa Hoca azıksız kalmış oruçluları bal gibi biliyordu.
Eşkiya bile olsalar onları düşünüyordu.
Güzel insandı Musa Hoca...
171
GELENEK SOHBETLERİ
MÜNEVVER AYAŞLI
Adâb-ı Muaşeret Bir Görgü Meselesidir Kitaptan Öğrenilmez..."
ir gün, bir yayınevi sahibi benden âdabı muaşeret kitabı yazmamı istedi, "ihtiyaç
var, iyi satar."dedi. Kabul etmedim, "yazamam" de-dim. Niçin yazmak istemediğimi
ona izah ettiğim gibi, size de arze-deyim: Evvela âdabı muaşeret bir görgü
meselesidir; kitaptan öğrenilmez, yaşamak lâzım. Bu bir. ikinci sebebine gelince:
Evet, belki âdabı muaşeret konusunda sizden daha fazla şey biliyorum; ama her şeyi
bilmiyorum. Yazacaklarım olsa olsa bir risale hacmi tutar. Romanlarımda ve diğer
kitaplarımda Osmanlı âdabı muaşeretini sık sık işledim. Pertev Beyin Üç Kızı,
Pertev Beyin iki Kızı, Pertev Beyin Torunları, Vaniköyünde Fazıl Paşa Yalısı,
Dersaadet, Edeb Yahu bunların başında gelir,
' Yazacaksınız da ne olacak? Bu memlekette Kültür Bakanlığı yapmış zatlar âdabı
muaşeret bilmedikten sonra, geri kalanlara ne lâzım... Talat Halma'ın Kültür Bakanı
olduğu zaman ben de gazetecilik yapıyordum. "Kültürsüz bir Kültür Bakanı" başlığı
ile bir yazı yazdım. Bu zat beni ziyarete geldi. "Eyvah, dedim içimden, şimdi bana
sitem ederse ne diyeyim?" Pek kibar, pek nazik bir adam: ••••.•.• •-•:•.-
•..,• ,- .., • , -•:•...*. < , ...;,.,,
-Hanımefendi, beni istanbul'da sevmiyorlar değil mi? dedi. f; i - - •*•«' »jy
Vaziyeti idare etmek için:
-Zannetmem beyefendi.., dedim. Sizin kabineyi sevmedikleri için sizi de
buna dahil etmişlerdir. x u :-: >
k
,i Aaa! Durup dururken demez mi: (V "&•
î,'- -Bana beyefendi demeyin, lütfen Talat deyin. , >= v s - ;/
=. iâr
172
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
-Diyemem beyefendi.
-Neden?
-Arzedeyim: Ben öyle bir ailede yetiştim ki, babam küçük kardeşime bile ismiyle
hitap etmezdi. "Haydar Bey Birader", "Şevket Bey Birader" derdi.
/Tabiî hemen soğuk bir hava esti. İçimden, "Eh, dedim, sen o yazıyı haket-mişsin.
Şu edepsizliğinle beni haklı çıkarmış oldun..,"
Samimiyet ayrı, laubalilik ayrı. Çokları samimiyetle laubaliliği karıştırıyorlar.
Sarayda da isimle hitap edilmez. Sultanlar (kız kardeşler), birbirlerine "Ayşe
Sultan Hemşire", "Rukiye Sultan Hemşire", "Şaziye Sultan Hemşire" diye hitap
ederlerdi. Tarihi film senaryosu yazanlar saray âdabını bilmedikleri için hata
yapıyorlar. Hanımı paşaya, "Paşa Hazretleri" diyor; yanlış. Aslında öyle demez,
"Paşa Efendi" veya "Efendimiz" der. Onun için beyefendi siz bu kitabı yazmaktan
vazgeçin. Siz taşralısınız, bu sizin işiniz değil.
Taşralılar saray âdabını, İstanbul Osmanlısının konak ve yalı âdabını bilmez.
Sadece sizin için söylemiyorum, bütün taşralılar için böyledir. Yahya Kemal bile
İstanbul şairidir ama taşralı olduğu için İstanbul yerlisinin bildiği âdabı
muaşereti bilmez.
Vaktiyle "teşrifat" demlen ve saray protokolünü teşkil eden esasların temeli "Edeb
Yahu" idi. Osmanlı'da edeb, "Edeb Yahu!" ihtarına muhatap olmamaktır. Osmanlı
çocuğunun terbiyeli olması kadar tabiî bir şey yoktu. Neden terbiyesiz olsun ki?
Evi, muhiti, camii, tekkesi, mektebi, memuriyet hayatı, esnaflık hayatı, kısacası
yirmi dört saati edebli ve terbiyeli idi. Bir Osmanlı için bu edeb ve terbiye
çemberinin dışına çıkmak hakikaten güç patta imkânsızdı.
Evinde anasına, babasına, ağabeyine, ablasına, dedesine, ninesine saygılı olan bir
çocuk, camide, tekkede, medresede, mektepte ve sokakta da büyüklere karşı saygılı
ve hürmetkardı. Osmanlı için en kolay ve tabiî olan şey, edebli olmaktı. Kaba,
terbiyesiz, ve nadan olmak hatıra bile getirilmezdi.
Enderun ve Babıâli, dünyada geçmiş medeniyetler içinde belki de edeb, terbiye ve
kibarlık ekollerinin en müstesnası idi, Değil padişah sarayında, sultan ve şehzade
saraylarında, mahallesinde çeşmeden evine su taşıyan on üç yaşındaki ahretlik kız
bile bir ceylan kadar ürkek, hassas, mahcub ve afif bir çocuktu. Bütün
davranışlarında bir saray cariyesi edası, inceliği ve zerafeti vardı.
OSMANLILAR BİRBİRLERİNE NASIL HİTAP EDERDİ?
Sadece saray ve konaklarda değil, en mütevazi mahalle evinde dahi birbirlerine
"sen" diye hitap edilmezdi. Daima "siz" denirdi. Birbirlerini isimleriyle
GELENEK SOHBETLERİ
173
çağırmazlardı. Kocalar zevcelerine "hâtûn, hanım veya kadınım" derlerdi. Hanımlarda
zevçlerine "efendi, bey veya molla bey" derlerdi. Beyler gıyabında hanımlarından
bahsederken, "ayalim, halîlem, refikam" derlerdi. İkinci Meşrutiyetten sonra
"familyam" denmeye başlanmış ise de, bu pek âdi tabir uzun sürmedi, terkedildi.
Daha yüksek konaklarda ise hanımlar zevçlerine "paşa efendi, beyefendi, molla
efendi"derlerdi. Karşılığında da zevçleri hanımlarına "hammefendi"der-lerdi. Sultan
saraylarında ise sultan zevçleri hanımlarına "sultan efendi veya sultancığım"
derler, isimleriyle zinhar çağırmazlardı.
Padişah sarayında kadın efendiler, hasekiler, gözdeler, sultanlar, şehzadeler ve
saray halkı padişaha "efendimiz" derlerdi. Sadece valide sultan, padişah oğluna,
"aslanım veya aslancığım" diyebilirdi.
Sultanlar aralarında daha evvel arzettiğim gibi asla "hala, teyze, abla" demezler;
"Ayşe Sultan Hemşire, Rukiye Sultan Hemşire" derlerdi. Şehzadeler, yani yeğenler,
de sultanlara "sultan efendi" diye hitap ederlerdi.
Bunların istisnaları pek nadirdir. Makamı cennet olsun, aziz Şehzadem Abid Efendi,
cennetmekân Sultan Abdülhamid Han'ın en genç şehzâdesiydi. Bir gün bana, "Biliyor
musunuz, babama "baba" diyen tek evladı bendim. Yanında oturan, hatta kucağında
yemek yiyen tek evladı da bendim." demişti.
Nezaket ve şefkati müsellem olan Sultan Abdülhamid Han, kerimelerine (kızlarına)
hiçbir zaman "sen" demediği gibi; isimleri ile de çağırmazmış. Hizmetinde bulunan
cariyelere dahi "siz" diye hitap edermiş. Hizmetindeki bu kızlardan birşey
isterken, o koca Padişah, "Yapar mısınız, verir misiniz, getirir misiniz!" dermiş.
Arzularını böyle emretmeden, sual tarzında ifade ederlermiş.
Saray âdabı ile tekke âdabı birbirinden çok farklıdır. Birbirine karıştırmamak
lâzım. Bir gün tekkeden iki zat (Abdülbaki ve Süleyman Dedeler) ve ben Rukiye
Sultan'ı ziyarete gittik. Huzurdan ayrılırken, tekke terbiyesi almış bir zat olan
Abdülbaki Dede, Sulta'a "Dua buyurun, Sultanım." demez mi... Gülmemek için kendimi
zor tuttum. Sultana dua buyurun denmez ki; "Duacmızız veya dâileriniziz Sultan
Efendi." denecek.
PROTOKOL KABALIĞI VE BİR HATIRA
Batılılarda bizimki gibi zarif bir aile terbiyesi yoktur. Terbiyeleri salon
âdabından ibarettir. Zevcimle beraber Belçika Sefiri'nin davetlisiydik. Salonda
İtalyan Askeri Ateşesi ve eşi de var. İngiliz Askeri Ateşesi'nin hanımı, şımarık ve
görgüsüz bir Rum karısı. İçkiyi fazla kaçırmış; kahkaha ile gülüp duruyor. İtalyan
Askeri Ateşesi'nin yanına gitti. Yılışık bir tavırla adamın göğsündeki
174
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
nişanlarla oynayarak:
-Bunu nereden aldınız, şunu hangi cephede kazandınız? diye soruyor. Zevcim kulağıma
eğildi:
-Kadının yaptığı terbiyesizliğ bak... dedi; kocasının müdahale etmesi gerekir; ama
adam sesini çıkarmıyor,
Rum karısı, İtalyan'ı bırakıp zevcimin maiyetinde görev yapan bir Türk subayının
yanına gitti. Bu subayımızın göğsünde bir tek madalyası vardı.
Kadın alay eder gibi subayımızın göğsündeki nişanı göstererek:
-Ya siz bu nişanı nereden aldınız?
Zevcim olaya müdahale edecek de bir skandal çıkacak diye korktum. Türk subayı gayet
terbiyeli ve nazik bir sesle:
-Şıpka'da kazandım, madam! dedi.
"Şıpka" sözü salonda sanki bir bomba tesiri yaptı. Bütün protokol ricali saygı
duruşuna (hazırola) geçti. Avrupa'da o eşsiz Şıpka Müdafaası'm bilmeyen subay
yoktur. Osmanlı askeri, çok kalabalık bir Rus ordusuna karşı durarak dünyada eşi az
bulunan bir müdafaa yapmış; dünyaya cihangirliğini bir kez daha isbat etmişti.
O şımarık Rum karısı, yaptığı kabalıktan utandı ve sesini kesti. İşte, küçük
rütbeli bir Osmanlı subayı böylece Avrupalılara bir terbiye dersi vermiş oldu.
GELENEK SOHBETLERİ
175
NEZİH UZEL
Tekkeler, Osmanlı'nın Edeb Yuvalarıydı..."
• •'
.,..;......:...,«
/ j nanır mısınız, belki onbeş yirmi senedir bana "beyefendi" diye hitap edil-(^f
diğini duymadım. Bakkala gidiyorum, "Ne istiyorsun dayı?" diyor...
Tekkeler Osmanlının edeb yuvalarıydı. Tekkelerin kapısında "Edeb Ya Hu" yazılıydı.
Orada halka âdabı muaşeret öğretilirdi. Tekkeleri kapatanlar, alternatif olarak
açtığı halk evlerinde eski kültürü yıkma eylemine girişti. Osmanlıya ait bütün
manevi değerlerle alay edildi. Neticesi malum... Zoraki kültür değişimine maruz
kalmış kozmopolit bir nesil türedi.
Ahmet Refik'in dört ciltlik "istanbul Hayatı"m okuduğunuz taktirde, eski
istanbul'un ne olduğunu görürsünüz. Yine Musahipzade Celal'in de aynı isimli bir
ciltlik eseri var. Halid Bayrı'nm "istanbul Folkloru", Gölpınarlı'nm "Fü-
tuvvetnâmeler"i, Ziya Şakir'in "Eyüp'te Mahalle Teşkilatı" şu anda aklıma gelenler.
Geniş anlamda âdabı muaşereti Kâtip Çelebi'de, Cevdet Paşa'da ve Ga-zali'de
bulabilirsiniz.
İNSANLARIMIZ KUYRUKTA BEKLEMESİNİ BİLMİYOR!
Yıllardır insanlarımıza Batı kültürü empoze ediliyor, ama gelin görün ki bu
insanlara daha kuyrukta beklemesini öğretememişler. Adam elli kişinin hakkını
çiğneyerek, ön sıradaki çocuğun yanma yaklaşıyor: "Oğlum, diyor, benim faturamı da
ödeyiver, Daha çocuk cevap vermeden faturayı ve parayı uzatıyor: "Seni şurada
bekliyorum."
Bunu yapan, insanın en kabası. Biraz daha kibar olanı, çocuğun arkasın-
176
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
daki kişiden izin istiyor. O da yanlış. Çocuğun arkasındaki şahıs izin veremez.
Çünkü geride daha kırk sekiz kişi var.
İnsanlarımız disiplinsiz. Sırada durmayı bilmiyor. Kimi oturuyor, kimi geziniyor,
kimi sıradan çıkıp duvara yaslanıyor, kimi de sırasını öndekine veya arkadakine
teslim edip başka bir işini görmeye gidiyor. Nice sonra gelip "Bu sıra benimdi,"
diyor. İtiraz edenlere sırasını emanet ettiği adamı şahit gösteriyor. Adabı
muaşarete uymayan davranışlar bunlar.
Türkiye'de kamu hizmetleri çok ağır işlediği için, kuyruklar bitmiyor. Bankaların
önünde maaş kuyruğu, hastahanelerde muayene kuyruğu... Avrupa ülkelerinde bu tür
kuyruklara rastlayamazsınız.
TRAFİK KAZALARINA BİLGİSİZLİĞİMİZ SEBEP OLUYOR
Büyük şehirlerde trafik keşmekeşinden şikayetçi olmayanımız yoktur. Trafik
yoğunluğunun mutlaka birçok sebepleri var. Yollar dar, yollar bozuk, yollar
yetersiz, her kavşakta trafik ışığı yok, trafik cezaları caydırıcı değil... Bütün
bunlar doğru, ama sürücülere ve yayalara ne demeli? Kırmızı ışıkta geçenler, hatalı
sollama yapanlar, kaldırım dururken yolun ortasından yürüyen yayalar... Arabayı
yolun ortasında durdurup yaka paça kavga eden, birbirine küfreden sürücüler. Trafik
keşmekeşine daha ziyade insanlarımızın bilgisizliği, eğitimsizliği, kurallara
riayet etmemeleri sebep oluyor.
İki araba çarpışıyor, trafik kazası oluyor. Sürücüleri hemen arabalarından inip
münakaşaya başlıyorlar: Sen viraja hızlı girdin, sen hatalı solladın, sen sinyal
vermedin, sen kırmızıda geçtin... Yolcular da onları seyrediyor. İnsanlarımızın
kavga seyretmekten hoşlanmak gibi kötü bir huyları var.
Yaralı veya ölü olduğu zaman durum daha da dramatik bir hal alıyor. Yaralılara ne
yapılacağım bilen yok. Kanama nasıl durdurulur, kırık nasıl sarılır, yaralı nasıl
taşınır, suni teneffüs nasıl yaptırılır, kalp masajı nasıl yapılır bilen yok.
Trafik kazalarının, zehirlenmelerin, yangınların, boğulmaların sık görüldüğü
memleketimizde, nedense "ilk yardım"a gereken önem verilmiyor. Okullarımızda o
kadar lüzumsuz dersler varken, neden bir ilkyardım dersi konmuyor anlamak zor.
Kazadan sonra, adamın kalbi durdu veya nefes alışverişi yok diye kazazedeyi öldü
sanıyorlar. "Allah rahmet etsin." deyip üzerini gazete kağıdıyla örtüyorlar. Kalp
atışları veya nefesi durabilir, ama bu onun kesin öldüğü anlamına gelmez. Bu
durumdaki bir insana mutlaka suni teneffüs ve kalp masajı yapılması lazım. Bunun
için doktor olmak gerekmez. İlkyardım usullerini bilen tecrübeli bir kimse
rahatlıkla yapabilir ve hayat kurtarır.
GELENEK SOHBETLERİ
177
Prof. SADETTİN OKTEN
Osmanlı'da Adâb-ı Muaşeret
EÇMİŞLE bugünü kıyaslayabilmemiz için, önce Osmanlı kültürü veya diğer bir ifadeyle
"Klasik kültür" denince ne anlıyoruz; onu arzedelim. Osmanlı kültürü, kemale ermiş,
bütün sosyal müesseseleriyle oturmuş, bütün eksiklerini tamamlamış bir kültürdür.
Biz o mümtaz kültürün temsilcilerinden ders almış, rahleyi tedrislerinden geçmiş,
onlarla temas imkâm bulmuş bahtiyarlardanız. Bundan da şeref duyarız. Bugünün
insanı, o kültürün kıymetini bilmese de, dışarıda hâlâ bir Osmanlı itibarı
mevzubahistir. Batılı tarihçiler, oryantalistler, sosyologlar ilim adına o kültürü
inceliyorlar. Eserlerinde hayranlıklarını çekinmeden dile getiriyorlar.
Batı kültürüne geçiş dönemini yaşadığımız bu hercümerc içinde, o mümtaz kültürün
kıymetini bilen çok az insanımız vardır. Osmanlı kültürüyle bezenmiş adamın hayata
bakış açısı, insanlara ve diğer canlı mahlukata bakış açısı tamamen farklıydı. İşte
siz buna ister adabı muaşeret deyiniz, ister davranış biçimleri deyiniz; ne
derseniz deyiniz... Biz ona "müeddeb" yani edebli adam derdik. O odam ki, hem
kendine, hem diğer insanlara, hem tabiata, hem bütün canlı mahlukata karşı edeb
üzere hareket eden adamdı.
Edeb, malûmunuz, bazı kurallara uymak, pratikte bazı sınırları aşmamak, bu işi
yaparken de samimi olmak, gönülden hareket etmek ve o işten manevi bir zevk
almaktır. Sevgiyle, ihlasla, manevi bir haz alarak o işi yapınca; ister istemez
konu ahlaki bir boyut kazanıyor.
Osmanlı kültüründe gerçek mürebbi yani terbiye edici Allah'tır. Do-
178
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
layısiyle âdabı muaşeret dediğimiz şey, vahye müstenid sistemin hayata yansımış
şekli oluyor. Ana fikir, ana tema budur. Bu tema dal budak salmış, çiçek-lenmiş;
gah evde haremine ve çocuklarına karşı davranış âdabı, gah ticaret ahlâkı, sokakta
yürüme terbiyesi, patronun işçiye, işçinin patrona karşı vazifeleri, hacanın
talebeye, talebenin hocaya karşı davranış biçimleri veya orduda ast-üst
münasebetlerinin esası olmuş. Tekkede şeyh-mürid münasebetlerini, camide imam-
cemaat münasebetlerini de aynı katagoride mütalaa edebiliriz.
Klasik kültür denince, işte biz bunu anlıyoruz. Bu kültürü alan bir adamın temel
prensibi, temel felsefesi şuydu: Ben bir fert olarak Allah'ın rızasını ve
dolayısiyle sevgisini kazanmak için insanlara karşı nasıl iyilikte bulunabilirim?
Tabiat ve diğer canlılar benden ne hizmet bekliyorlar? Bu soruların cevabını
Kur'an'da, hadislerde arayıp buluyor; hocalarına, büyüklerine soruyor; öğreniyordu.
Âdabı muaşereti uygularken dayandığı temel espri şuydu: Benlik duygusunu öne
çıkarmadan, başkalarını kırmadan, minnet hissi uyandırmadan, başa kakmadan, kendi
varlığım hissettirmeden, bir tüy kadar hafif görünerek bunları yapmaya çalışmak.
Temel prensip bu olunca, zaman ve zemin değişmesine paralel olarak söz ve
davranışlarda bazı değişmeler normal karşılanmalıdır. Bize göre önemli olan söz ve
davranış biçimleri değildir. Önemli olan hayata bakış açısıdır. Konuyu bu yönüyle
ele aldığımızda, eski kültürle yeni kültür arasındaki farkı, daha doğrusu tezadı,
anlamak kolaylaşır.
Klasik kültürde "ben" arka planda iken, yeni kültürde "ben" ön plandadır.
Kapitalist yaşama biçimini benimsemiş kişi, dindar olsun dindar olmasın, egosunu
tatmin etmek için çalışır. Birinde sevap kazanmak için öne çıkan ego, öbüründe
para, şan-şöhret kazanma şeklinde ortaya çıkar. "Ben"in öne çıktığı bir düzende,
Osmanlı kültürü sözkonusu olamaz.
Mesela selamı ele alalım. Osmanlı kültüründe selamın anlamı şudur: "Ey selam
verdiğim kişi, benden sana zarar gelmez. Benden yana emin olabilirsin. Benim senin
hakkında iyi niyetlerim ve hayırlı temennilerim var. Benim yanımda kendini
emniyette hissedebilirsin." Osmanlı selamı böyle anlardı. Tanıdık olsun olmasın,
karşılaştığı herkese selam verirdi. Bugün selamı bu anlamda alan ve veren
insanların sayısı çok azdır. İnsanlar tanımadığı kimselere selam vermediği gibi,
yabancı birinin selam vermesini de tuhaf karşılıyorlar. Büyük şehirlerde, aynı
apartmanda oturan insanlar birbirini tanımıyor. Sokakta, merdivende, kapıda
karşılaşıyor; ama selamlaşmıyorlar. Halbuki bunlar Osmanlının torunlarıdır.
Osmanlı kültüründe komşuluğun insan hayatında çok önemli bir yeri vardı. Komşu,
aileden ve akrabadan biri gibi görülürdü. Müslüman denince, elin-
GELENEK SOHBETLERİ
179
den ve dilinden kimseye zarar gelmeyen kişi anlaşılırdı. Komşular arasında bir
anlaşmazlık çıkınca, polise değil, mahallenin büyüklerine gidilirdi. Mahallenin
büyükleri sevilen, sayılan, adaletinden ve tarafsızlığından emin olunan, hakemliğe
layık kimselerdi. Şimdi bunların hepsi hayal oldu...
O büyükler ki, daima ceplerinde bozuk para ve şeker bulundururdu. Çocuklarla
karşılaşınca, hemen ellerini ceplerine atar; onları sevindirirlerdi. Bunun
istisnası düşünülemezdi. Daha büyüklerine hal hatır sorulur, imkanlar ölçüsünde
hediye verilirdi.
Osmanlı âdabında küçük büyüğe hatır soramaz; ayıp sayılır. Daima büyük küçüğün
hatırını sorar.
Küçüğün bir hatası veya ayıbı görülmüş ise; o anda müdahale edilmez, görmezden
gelinir. Büyüğün bu hoşgörü ve asaleti karşısında küçük ziyadesiyle mahcup olur,
büyüğün sevgisini ve güvenini kaybetmekten korkardı. Dolay-siyle bir daha aynı
vaziyette görülmekten çekinirdi. Kendisine çeki düzen verirdi. Bazan gerekli
görüldüğünde, bir başka zaman, gayet müşfik ve kibar bir lisanla, zarif bir
şekilde, küçüğe hatasını düzeltmesi ima edilirdi. Hiçbir zaman kırıcı ve genci
mahcup edici cümleler kullanılmazdı. Küçük ve latifeli dokundurmalar yapılır; öyle
ki orada başkaları varsa bunu anlamazlar bile . Ancak konuşanla muhatabı anlar.
BATI KÜLTÜRÜNÜN DAVRANIŞLARIMIZA YANSIMASI
Kültürle medeniyeti birbirine karıştırmamak lâzım. Çoğu okur-yazarımız, hatta bazı
aydınlarımız kültürle medeniyeti eş anlamda kullanarak mefhum karışıklığına sebep
oluyorlar.
Bendeniz kültürü şöyle algılıyorum: Her toplumun kendine has bir dünya görüşü var.
Bu görüşü yansıtan bir takım soyut kavramlar var ki, bunlara "değer yargıları"
diyoruz. Bu soyut kavramlar, hayatın akışı içinde, insanların günlük yaşamında
pratiğe geçiyor; uygulama imkânı buluyor. Böylece somut kurallar haline dönüşüyor.
Buna da yaşama biçimi diyoruz.
Kültür, işte bu ikisinin yâni hayat görüşü ile yaşama biçiminin bileşkesi-dir,
Medeniyeti daha çok yaşam biçimi olarak algılıyoruz. Teknoloji, yâni üretim
vasıtaları, yaşam biçimini büyük çapta etkiliyor. Aynı yaşam biçimini seçen bir
milletin veya milletler topluluğunun ortaya koyduğu soyut eserleri, salt düşünce
ürünlerini ve nihayet teknolojiyi medeniyet olarak isimlendirebi-liriz.
Çağdaş Batı kültürü ile Osmanlı kültürü arasındaki temel fark, dünya görüşündedir.
Batı, değer yargıları hiyerarşisinde en üst kademeye insanı ve aklı
180
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
koyarken; Osmanlı da Allah'ı, yâni vahyi koymuştur. Bütün yapı aşağıya doğru bu
esaslara göre düzenlenmiştir.
Batı dünya görüşü, bugün bildiğimiz teknolojiyi üretmiştir. Türk toplumu da bu
teknolojiye mahkûmdur. Muazene budur. Şimdi önümüzde iki yol var. Birincisi, mevcut
teknolojiye ulaşmak için Batı ile aynı dünya görüşünü paylaşmak ve aynı yoldan
geçmek. Türkiye bunu denedi, ama olmadı. Çünkü, kültürel kimlik öyle kolay değişen
bir şey değildir. İkincisi, kendi dünya görüşümüz içinde yenibir yaşam biçimi
üreterek aynı olmayan benzer bir teknolojiyi yakalamak. Bu mümkündür. Zordur, ama
mümkündür. Diğer toplumlar karşısında acze düşmemek için, benzer bir teknoloji
üretmek mecburiyetindeyiz. Bendenize göre, olayın esası budur. Batı'dan ne
öğrendik, ne öğrenemedik? Batı kültürünü kabul mü, yoksa red mi etmeliyiz? Bu
sorular teferruattır. Elbette birtakım pratik problemlerin çözümünde o birikimden
faydalanacağız. Ancak, detayı ve bütünü kendi dünya görüşümüze göre değerlendirip
bir tasnife tâbi tuttuktan ve yorumladıktan sonra.
ZORAKİ KÜLTÜR DEĞÎŞÎMlNÎN DAVRANIŞLARIMIZA ETKiSi
Konuyu resim ve ideoloji münakaşası şeklinde ele alıp kolaya kaçmak istemem.
Ayrıca, meselenin bu boyutu âdabı muaşerete de aykırıdır. Meseleyi bir eğitimci
gözüyle, sosyolojik açıdan, "kuşaklararası çatışma" adı altında incelememiz daha
uygun olur kanaatindeyim.
Meseleyi aile plânında ele aldığımız zaman, bilhassa gençleri iki cendere arasında
sıkışmış görüyoruz. Hem toplumda itibar kazanmak, hem aile içi bağları muhafaza
etmek., işte bu çok zor. Bugünün genci, bu zoru yaşıyor.
Bir genç, kız olsun erkek olsun, zoraki kültürün isteklerine cevap verirken, aynı
zamanda anneye babaya da itaat eder görünüyorsa; bu itaat göstermelik bir itaattir.
Karşılıklı sevginin, güvenin ve dürüstlüğün olmadığı yerde; prensip birliği de
olmaz. Burada aile reisine büyük görev düşüyor. Babalık otoritesini bir baskı aracı
olarak kullanmadan, sevgiyle, şefkatle, dostça, mantıkla yaklaşarak; çocuklarıyla
ve karısıyla diyalogunu sürdürecek. Kuru nasihatin eğitimde pek tesiri yoktur.
Eskiler, "hal dili kal dilinden daha tesirlidir." derler. Yâni müsbet davranışlar,
sözden daha tesirlidir. Baba, anne veya eğitimden sorumlu kişi, doğru bildiği
şeyleri önce kendisi tatbik edecek. Kendi kusurlarını düzeltmemiş, günahlarını
yenememiş bir babanın çocukları ve karısı üzerinde tesirli olamayacağı tabiîdir.
Gerçek otorite, sevgiye, saygıya ve karşılıklı güvene dayanan bir otoritedir. Güzel
huylu, güzel sözlü, güzel davramşlı insa-
GELENEK SOHBETLERİ
181
I:
nm başkalarım kendisine doğru çeken sihirli bir cazibesi vardır. O insanla beraber
olmaktan asla sıkılmazsınız. Buna en güzel örnek Peygamberimizdir. Bütün tehdid
edici dış unsurlara rağmen, insanlar pervanelerin ışığa koştuğu gibi, O'nun
çevresinde toplanmışlar; saadet asrının mümtaz sahabeleri olmuşlardır. Farzı muhal,
eğer Resuli Ekrem asık suratlı, katı sözlü biri olsaydı; saadet asrının tarih
sahnesine çıkması mümkün değildi. Yine eski kültürümüzün temsilcileri, "Saygı
istenilmez, verilir." derler. Zira, saygı, kişiye değer vermenin, sevmenin,
saymanın ve muhabbet duymanın bir ifadesidir. Zaten saygı duyulmaya lâyık kimse,
hal ve kal diliyle bu tür saygıyı sizde uyandırır. "Bana saygı göster" demesine
lüzum kalmadan, siz kendiliğinizden ona saygı duyarsınız. Bu çerçevenin dışındaki
saygı, gerçek saygı değildir; gösteriştir, riyadır, iki yüzlülüktür. Bugünün
toplumunda iki yüzlülüğe, gösterişe, menfaate ve korkuya dayalı, sahte saygı
tezahürleri az veya çok vardır. Eskiler saygının anlamım bilen insanlardı. Öyle ki,
kendilerine saygı gösterildiği zaman mahcubiyetten yüzleri kızarırdı. Eğitirken
aceleci değillerdi. Kendi nefislerinde yaşamadıkları bir fazileti, başkalarına
telkin etmezlerdi. Hoşgörülü, bağışlayıcı, affedici, sevgi doluydular. Bir
bakışları, bir tebessümleri karşıdakinin kalbine sevgi tomurcukları açtırmaya kâfi
gelirdi.
Güzel huyların başı, Allah sevgisidir. Sonra peygamber sevgisi gelir. Allah'ı ve
O'nun Resulünü sevmeyen, gerçek sevginin ne olduğunu bilemez. Allah'ı ve Resulünü
sevmeyen kişinin "sevgi" diye telaffuz ettiği şey, şehvettir. Dilimizdeki bir
bahtsızlık da buradadır. Mevcut kültürün takdim ettiği ve medyanın da sık sık
kullandığı aşk ve sevgi şehvetten başka bir şey değildir. Gerçek aşk, ulvi bir
duygudur.
Yunus Emre, "Yaratılanı severiz, Yaratan'dan ötürü" mısraı ile dile getirir, insan
ki, o yaratılanların en şereflisidir; "eşrefi mahlûkaftır. Allah'ı seven bir
kişinin insanı sevmemesi düşünülemez. Kalabalıkta insanları ite kaka ilerleyen,
balkondan aşağı çöp torbası fırlatan, radyonun sesini sonuna kadar açarak
komşularını rahatsız eden insan, gerçek sevgiden nasibini alamamış demektir. :
Batı toplumunda çalışkanlık, dürüstlük, temizlik, kibarlık gibi zahiren güzel
hasletler görürüz. Bunları yapmaktaki gayeleri insanlığa hizmet değildir. Zira Batı
kültürünün dayandığı sistem kapitalisttir. Gayesi daha çok kazanmak ve daha rahat
yaşamaktır. Temizliğe dikkat ediyorsa, kendi sağlığını düşündüğü içindir. Çalışkan
ve disiplinli ise, daha çok kazanmak içindir. Dürüst ise, kanunlar ve patron öyle
istediği içindir. Polisle ve patronla başı derde girmesin diye dürüst davranır,
ilmi araştırma yapıyorsa; başkalarından üstün olmak, şan ve şöhret kazanmak,
egosunu tatmin etmek içindir, ; ' : •
182
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
Kısaca, Batı kültürünün alt yapısı ve müesseseleri kapitalist esaslarına göre
kurulmuştur. Kapitalizm ise, menfaatciliğe ve egoizme dayanır.
Bize gelince: Biz esasta değil, şekilde Batıcıyız. Onun içindir ki, Batı kültürü
bize bir fazilet kazandıramamıştır. Onlar üretici, biz tüketiciyiz. Sadece madde
planında değil, mana planında da tüketiciyiz. Onların sanayi ürünlerini
tükettiğimiz gibi, kültürünü de tüketiyoruz. Okullarımızda okutulan sosyal bilimler
tamamiyle Batı menşelidir.
Kendisi üretmekten âciz, düşünmeyi, araştırmayı, ortaya bir eser çıkarmayı
başanramayan; bütün işi taklitten ibaret olan, kaldı ki onu da doğru dürüst
beceremeyen bir toplumdan güzel hasletlerin tezahür etmesi mantığa aykırıdır. Biz
müslüman kaldığımız müddetçe, gerçek anlamda Batılı olmamıza imkân yoktur. Batı'nın
dayandığı temel felsefe faydacılıktır. Egoyu tatmin eden her şey mubahtır. Halbuki
İslâm'ın dayandığı temel düşünce "diğergamlık"tır. Egoizmle diğergamlık birbirinin
zıddı iki düşünce sistemidir. Hem müslüman kalacaksın hem Batılı olacaksın... Bu
mümkün değildir. Mümkün olmadığı içindir ki, bütün zorlamalara rağmen gerçek Batılı
olamadık. Müslüman kimliğimizi de koruyamadığımız için kozmopolit bir toplum haline
geldik.
Bu kaostan ancak toplumsal bir mutabakatla kurtulabiliriz. "Toplumsal mutabakat
nasıl sağlanacak?" diyeceksiniz. Kolay değil, ama mümkündür. Her şeyden önce,
aydınlarımız alışkanlık haline getirdikleri çifte standarttan vaz geçecekler.
Toplumun bir kesimi için "hak" olan şey, diğer kesimi için "yasak" olacak. Böyle
adalet olmaz. Bu, bir bakıma, Batı'nın aydınımıza empoze ettiği bir tutumdur. Batı,
kendisi için geçerli olan bazı hakları , kendi dışındaki insanlara, daha doğrusu
tüketici kalabalıklar haline getirdiği insanlara uygun görmez. Batı kendi toplumuna
başka, kendi dışındaki dünyaya başka davranır. Batılıya göre kendisi medeni, geri
kalmış ülkelerin insanı gayri medenidir. Gayri medeniler kendi kendilerini idare
edemezler, mutlaka başlarında onlar adına karar veren bir Batılı efendi veya Batı
kültürü almış bir yerli lider bulunmalıdır. Batı kültürü almış aydınımız da üç
aşağı beş yukarı böyle düşünür: Bu halk cahil olduğundan kendisi için neyin doğru
olduğunu bilemez. Onun adına karar veren aydın bir kadro gereklidir.
İşte temel yanlışımız buradadır. Biz halkımıza güvenmezsek, halkımız bize nasıl
güvenecektir? Bu çifte standart, toplum aktivitesini yoketmiştir. İnsanlar arasında
güvensizlik, sorumsuzluk, sadakatsizlik, iki yüzlülük, sevgisizlik almış
yürümüştür. Eğer bu yanlışların ve geri kalmışlığın faturasını halka çıkaracak
olursak, problemi çözmemiz mümkün değildir. Hep birlikte oturup, "Nerede yanlış
yaptık?" sorusuna cevap aramalı; bunu yaparken de sen-ben kavgasını bir yana
bırakmalıyız.
GELENEK SOHBETLERİ
183
Bugün Batı'nın gerçek anlamda muhasebesi yapılmış değildir. Japonya'ya atılan atom
bombası, Batı'nın alnında kara bir lekedir. Amerika, Vietnam rezaletinden henüz
temize çıkmış değildir. Dün Kuveyt ve İrak'ta oynanan oyunlar, bugün Bosna-
Herset'te, Azarbeycan'da, Somali'de devam ediyor. Batı, kendi içinde medeni, dış
dünyaya karşı vahşidir. Bütün bu açık seçik gerçeklere rağmen Batı kültürünü
methetmek insanlık adına ayıptır.
Çok sık sorulan bir soru var. Deniliyor ki: "Bugün hepimiz evimizde , iş yerimizde,
büromuzda Batılı sanayi ülkelerimde üretilen makineler, cihazlar kullanıyoruz.
Hepimiz az veya çok Batı mallarına tiryaki olmuşuz. Bu davranışımızla bir bakıma
Batı ülkelerini desteklemiş, onları zengin etmiş olmuyor muyuz?"
Bu tür sorular ve bunların doğurduğu münakaşalar tâ Osmanlı zamanında, matbaanın
icadıyla beraber başlamış. Batı mallarını satın alıp Batı'nın tüketici pazarı olmak
istememişiz. Bu güzel, ama kendi sanayimizi de kuramamışız. Ne zaman ki, Kanuni'den
sonra, silah üstünlüğü Avrupa'ya geçmiş; cephelerde bozgun üstüne bozgun yaşamaya
başlamışız, o zaman askeri alanda modernleşmeyi kabul etmişiz. Fatih, Bizans'ı dize
getirecek Osmanlı icadı topları kendi ülkemizde döktürürken, Tanzimatçılar
Avrupa'dan silah ve savaş gemisi satın almışlar. Ödenmesi zor, devlet hazinesini
güç durumda bırakan, büyük dış borçlara girmişler. Avrupa usulü ordu kurmak için
Avrupa'dan askeri öğretmenler ve danışmanlar getirilmiş. Dışarıya askeri öğrenciler
gönderilmiş. Derken, yavaş yavaş Batı mallarını tüketen bir büyük pazar haline
gelmişiz. Sadece Batı mallarını tüketmekle kalmamış, Batı kültürünü de almışız.
Kapitalist dünya görüşünü benimsemişiz.
Teknolojiden faydalanmak ayrı, Batı kültürünü benimsemek ayrı şeylerdir. Japonya
teknolojide hızla ilerleyip Avrupa'yı yakaladığı halde, Avrupa kültürüne itibar
etmemiş, kendi kültürünü yaşatmaya devam etmiştir.
Kendimiz üretemiyoruz diye, teknoloji vasıtalarından uzak duramayız. Bilgisayar
çağında, kâğıt kalemle şirket hesaplarını tutmanın bir anlamı yoktur, ihtiyaçla
konforu birbirinden ayırmak lazım. Konfor, egoyu tatmine yöneliktir. Bugün Avrupalı
kullandığı arabanın markası ile övünür. Arabanın fonksiyonu nedir? Sizi bir yerden
bir yere taşır. Bu fonksiyonu yerine getiren mü-tevazi bir araba müslümana neden
haram olsun? Yerli bir araba ile bu ihtiyacını karşılayabilecekken, tutar da
Mersedes veya benzeri pahalı bir araba alırsa, işte bu münakaşa edilebilir. Çünkü
Mersedes ihtiyaç için değil, prestij kazanmak, diğerlerinden üstün olmak için
alınır.
İhtiyaç kavramı izafidir. Bana göre ihtiyaç olan bir şey, size göre ihtiyaç
olmayabilir. Müslüman elini vicdanına koyacak. İslâmi ölçüler içinde hareket
184
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
edecek, ihtiyacının dışında konfora tamah etmeyecek.
"Komşuda var, neden bizde olmasın." sözü ile hareket eden bir aile, ihtiyaç için
değil taklit için satın alır. Taklitçilik, kültür yozlaşmasının neticesidir. Yeni
kültür egoya hizmet ediyor. Egonun kalp gözü kördür. Allah'ı unutan insan, bütün
mesaisini dünyaya sarfeder. Ömrü mal biriktirmekle, eşya yenilemekle, para
kazanmakla geçer. Komşusunda olup da kendisinde bulunmayan her şey onun için
ihtiyaçtır. En mütevazi ailelerimizin bile evleri eşya dolu. Çoğu kullanmak için
değil, seyretmek ve tatmin olmak için. Memurumuzun, işçimizin ömrü taksit ödemekle
geçiyor.
Eski Osmanlı evlerini hatırlıyorum. Yerde el tezgahında örülmüş kilimler,
üzerlerinde minderler. Odalar o kadar geniş görünürdü ki, çocuklar cirit atardı.
Yer sofrasında yemek yenir, yer yatağında yatılırdı. Oturma odasına sofra serilir,
yemek odası olurdu. Akşam yatak serilir, yatak odası olur. Üç-dört odalı ev, hem
aileye hem misafire yeterdi. Şimdiki evler eşyanın işgaline uğramış. İnsana dönecek
yer kalmıyor. Üç-dört odalı bir daire, mütevazi bir aileye dar geliyor.
GELENEK SOHBETLERİ
185
ZIYAD EBUZZÎYA
"Milletlerarası Görgü Kuralları Yoktur!"
m n İLLETLERARASI görgü kuralları diye bir şey olmaz. Görgü kural-r /I /l lan
gelenek, görenek ve örfle yâni kültürle ilgilidir. Avrupa \tlll/ \/ v ülkeleri aynı
medeniyeti paylaştıkları halde, farklı kültürlere sahiptirler, ingiliz'in mutfak ve
sofra kültürü, Fransız'ınkine benzemez. Al-man'ınki de Italyan'ınkine benzemez.
Ancak bazı insani değerler vardır ki, ortaktır. Her millette aşağı yukarı aynıdır.
Küfür ve hakaret taşıyan sözler, hiçbir millette hoş karşılanmaz. Tezahürleri
farklı olmakla beraber, her millette aile büyüklerine ve devlet büyüklerine saygı
gösterilir.
Bir millette ayıp sayılan davranışlar diğer bir millette normal karşılanabilir.
Mesela, bugün kahveyi ve çorbayı höpürdeterek içmeyi ayıp sayıyorlar. Halbuki,
Osmanlı kültüründe kahve içerken fincanın kenarını ağıza değdirmek görgüsüzlük
sayılırdı. Fincan alt dudağa yaklaştırılır, kahve nefesle çekilerek ağıza alınırdı.
Yine eskiden kaşık oval değil, yuvarlaktı. Kaşığın bir kenarı çorba tasına
daldırılır; ağıza öbür kenarı yaklaştırılır, dudağa değdirmeden, çorba nefesle
çekilirek ağıza alınır, bu sırada bir höpürdetme sesi hasıl olurdu. Yeni nesil
bunun sebebini bilmediği için eskilerle alay edebiliyor.
Eskiden erkeklerin başı açık dolaşması ayıp sayılırdı. Bakın Osmanlı paşalarının ve
aydınlarının resimlerine başı açık kimse göremezsiniz. Osmanlı erkeği evine girdiği
zaman fesini ve sarığını çıkarır, takke giyerdi.
Yine eskiden evlerde "baş köşe " diye bir yer vardı. Ailenin büyüğü veya şeref
misafiri baş köşede otururdu. Sofrada aile büyüğü veya şeref misafiri yemeğe
başlamadan diğerleri başlamazdı. Besmele ile başlanır, şükür duası
186
ile kalkılırdı. Eller yıkanmadan kat'iyyen sofraya oturulmazdı. Şimdi,
Batılılaşma ve modernleşme adına bunların hepsi unutuldu...
BÜYÜKLERİN AHLAKSIZ OLDUĞU BİR MEMLEKETTE KÜÇÜKLERİN AHLAKLI OLMASI BEKLENEMEZ
Toplum daima büyükleri örnek alır. Evvela büyükler ahlaklı olacak ki, küçükler de
onlara özensin. İdareciler ve aydın sınıf dürüst, ahlaklı, çalışkan, helali haramı
bilen, faziletli insanlar olduğu taktirde; toplum istese de ahlaksız ve tenbel
olamaz. Maalesef bugün dram tersinedir. İdareciler (hepsi için demiyorum) ahlaksız,
vatandaş ahlaklı. Örnek insan kıtlığı çekiyoruz. Büyükler, halkın ahlak seviyesine
çıkamadıkları için, halkı kendi seviyelerine düşürmeye çalışıyorlar. Makam
sahiplerinin her gün bir yolsuzluğunu duyuyoruz. Eline fırsat geçen makam sahipleri
köşe dönmeye bakıyor. Durum böyle olunca umumi ahlak nasıl sağlanır? Gazeteleri,
dergileri okuyor; televizyonları seyrediyorsunuz. İnsan bu memleketin vatandaşı
olmaktan utanıyor...
Peki, neden örnek insan sıkıntısı çekiyoruz? Neden bozulma yukarıdan aşağıya doğru
oluyor? Müslüman demek; ahlaklı, faziletli, dürüst, kendisinden çok başkasını
düşünen insan demektir.
İNSANLIĞI BİZDEN ÖĞRENEN BATI, ŞİMDİ BİZİ ADAM YERİNE KOYMUYOR
Amerika'da ve Batı Avrupa ülkelerinde çoğu insan Türkiye'nin yerini bilmez.
Bilenler de bizi Avrupalı kabul etmez. İnsanlığı bizden öğrenenler şimdi bizi adam
yerine koymuyor.
Batı dünyası tuvalet ve banyo kültürünü İslâm'dan almıştır. Adamlar onaltmcı
yüzyıla kadar sokağa pisliyordu. Versay Sarayı'nda hela yoktur. Krallar lazımlık
kullanıyorlardı. Kraliyet doktorları, kralın sağlığı hakkında bilgi sahibi olmak
için pisliğim eşelerlerdi. Yüksek topuklu
ayakkabının Fransa'da ortaya çıkış sebebi, sokakta yürürken pisliğe batmamak
içindir.
Kiliselerde buhurdanlık vardır; tütsü yaparlar hani... Buhurdanlığın ortaya çıkış
sebebi, içerdeki pisliğin kokusunu bastırmak içindir. Adamların vaftiz konusunda
bâtıl bir inançları vardı. Papazların serptiği kutsal su kaybolmasın diye çocuğu
yıkamazlar; o da ölünceye kadar yıkanmazdı.
Fransa'nın parfümeri sanayiinde ileri oluşunun sebebi, banyo ve tuvalet kültürünü
geç tanımış olmalarıdır. Bugün bizim Batı kültüründen etkilenerek aldığımız
"Alafranga Tuvalet" lazımlık bozması bir şeydir.
GELENEK SOHBETLERİ
187
MİLLİ EĞİTİM OKULLARI 'HABABAM SINIFI' GİBİ
Bugünün gençleri görgü kurallarını bilmiyorsa kabahat bizlerde. Bizlerde derken,
aileyi ve okulu kastediyorum. Çünkü görgü ve nezaketin öğrenileceği ilk müesseseler
aile va okuldur. Aile, çocuğu sokağa ve televizyona terketmiş. Sokağın ve
televizyonun durumu malûm.
Bizim zamanımızda okullarda "Musahabatı Ahlâkiyye" adında bir ders vardı. Ali Şeydi
Bey'in altı kısımdan oluşan kitabı hâlâ hatmmdadır. Geçen sene, sırf çocukları
denemek için bir ilkokula gittim. Kapısına dikildim. Çıkan çocuklara bir kesekâğıdı
dolusu şekeri sıra ile dağıttım. Elli çocuktan sadece dört-beş tanesi teşekkür
etti. Diğerleri şekeri kaptıkları gibi uzaklaşıyorlardı. Çocuklara bir teşekkür
etmesini dahi bilmiyorlar; varın gerisini siz düşünün...
Sırtında okul forması, elinde kitabı olduğu halde; belediye otobüsüne ilk duraktan
binen ve dolaysiyle oturacak bir koltuk bulan gençler, ineceği durağa kadar
yerinden kalkmıyorlar. Başlarında ayakta bekleyen çocuklu kadınları, yaşlı
insanları görmezden geliyorlar; kalkıp yer vermiyorlar. Birazcık utanma duygusu
olanlar, uyur numarası yapıyorlar.
Rıfat İlgaz'ın "Hababam Sınıfı" adıyla bir dizi kitabı var. Kahramanı, bildiğiniz
gibi, "İnek Şaban1'... Filmi de yapıldı. İnek Şaban ve takımı, sözüm ona öğrenci
olacaklar, ağızlarında en bayağı küfürler... Adam "Eşşoğlu eşek!" diyor,
seyredenler gülüyor. Bayağılığa gülen bir gençlikten nezaket ve incelik beklenemez.
Dediğim gibi, yine kabahat bizim. Yazarı, çizeri, sinemacısı, televizyoncusu,
öğretmeni edepsiz olan bir memlekette âdabı muaşeret temin edilemez.
"BU MİLLET LAFTAN ANLAMAZ" DİYENLER BU MİLLETİ TANIMIYOR
"Bu millet laftan anlamaz" sözü tek parti diktasının ortaya attığı ve idarecilere
empoze ettiği bir peşin hükümdür. Ne yazıktır ki, çoğu aydınlarımız da böyle
düşünmektedir.
Bir professör arkadaşım anlatmıştı. Birlikte çalıştıkları sertlik yanlısı bir Halk
Partili öğretim görevlisi varmış. Arkadaş, bu öğretim üyesini kibarca ikaz ediyor:
- Talebelerine biraz daha yumuşak davranırsan sen kazanırsın... diyor. Öbürü:
- Hayır hocam! diyor, siz onları tanımazsınız... Biraz yumuşak davrandığınız zaman
tepenize çıkarlar. Bu millit güzel sözden anlamaz.
- Peki... diyor bizim arkadaş; bugün öğleden sonra benimle birlikte bir de-
188
GÖRGÜ VE NEZAKET KURALLARI
ney yapmak ister misiniz?
- Ne deneyi?
- Sizinle Beyazıt'tan Beyoğlu'na tramvayla bir seyahat yapalım. Deneyimiz çok
basit, yolda anlatırım...
O zamanlar Beyazıt meydanında büyük bir havuz vardı. Tramvay havuz-başından hareket
eder, Sultanahmet, Sirkeci, Galata Köprüsü üzerinden Beyoğlu'na gelir; aynı yoldan
geri dönerdi.
Tramvaya binerlerken, bizim professör arkadaş, diğerine:
- Ayrı ayrı koltuklara oturacağız ve sen Sultanahmet'e gelince biletçiye: "Oğlum,
zahmet buyurur şu pencereyi kapatır mısın? Rahatsızım, rüzgâr bana dokunuyor."
diyeceksin. Gerisine karışma...
Öğretim görevlisi arkadaşın dediği gibi yapar.
Biletçi:
- Tabiî Beybaba, kapatayım... der ve pencereyi kapatır. Beyoğlu'na gelirler. Aynı
tramvayla geri dönerler. Sirkeci'ye gelince, bu sefer bizim professör biletçiye
bağırır:
- Hey biletçi! Pencereyi kapat, görmüyor musun, herkes rahatsız oluyor! Biletçi
yaşlı professöre dik dik bakar:
- Rahatsız oluyorsan, kalk kendin kapat!., der ve arkasını döner,
Bizim arkadaş, diğer öğretim görevlisine yaklaşır, kulağına eğilir "Nasıl, der,
biletçi sertlikten çok iyi anladı değil mi?.."
Bu millet büyüğüne hürmet etmesini ve saygı göstermesini bilir; yeter ki o büyük,
büyüklüğün hakkını vermiş olsun. Fakat ne gezer? Bizde hâlâ tek parti zihniyetini
sürdüren devlet memurları var. Trafik polisi, bir taksi şoförünün hatasını görse;
"Ver ulan, ehliyeti ruhsatı!" diyor. Aynı polis, Mersedes"e binmiş kravatlı, kelli
felli bir adamı görünce düğmelerini ilikleyip selam veriyor. İşte vatandaşın
tahammül edemediği bu farklı muameledir. Devlet dairesine giden nüfuzlu bir kişi,
temenna ile karşılanır, yer gösterilir, işi hemen halledilir. Bir köylü vatandaş
gitse, adamcağız şapkasını çıkarıp edeple selam verdiği halde, yüzüne bakılmaz,
horlanır, "Bugün git, yarın gel." denir.
1950 seçimlerinde Konya'dan milletvekili seçilmiştim, ikinci eşim ecnebiydi.
Kendisine hiçbir baskı yapmadığım halde müslüman olmuştu. Milletvekili olduktan
sonra adresimiz değişti. Yeni komşularımız, "Bu adam ecnebi bir kadın getirmiş, eve
kapatmış, millete karım diye yutturuyor." şeklinde bir dedikodu çıkarmışlar. Bunu
hazmedemeyen bazı Demokrat Partili seçmenler ve vatandaşlar gelip kapıcıya
soruyorlarmış: "Ziyad Bey evine ecnebi bir kadın kapatmış, doğru mu?" Kapıcı
gerçeği bilmediği için o da kuşkulanmaya başlamış. Bir gün kapıcı ezile büzüle
baklayı ağzından çıkardı:
- Beyim... dedi, etrafta şöyle şöyle bir dedikodu dolaşıyor.... Adamcağız daha
sözünü tamamlamadan:
- Gel bakayım! dedim, beni takip et.
Eve çıktık. Sandıktan evlenme cüzdanını çıkardım, kapıcıya gösterdim:
- Bak.dedim, devletin verdiği evlenme cüzdanı. Adam mahcup oldu:
- Estağfurullah beyim... dedi, benim evlenme cüzdanınızı kontrol etmek ne
haddime!..
- Olmaz, bakacaksın! Bak ki, sana soranlara doğru bilgi veresin.
Bu millet dinine, geleneklerine, namusuna bağlı bir millittir. Başındakileri de
dinine, namusuna, geleneklerine bağlı görmek ister.
Milletvekilliğim sırasında zenginlerden, iş adamlarından ziyafet davetleri alır;
fakat hiçbirine iştirak etmezdim. Bilirdim ki adamlar doğru durmaz, içki içer,
dansöz oynatırlar. Halkın kulağı deliktir, hemen ertesi günü yayılıverir: "Vay,
Ziyad Bey oturak âlemine katılmış!" derler.
Galatasaray'da meşhur bir "Tokatlıyan Hanı" vardı. Siz bilmezsiniz. Orası
Cumhuriyet'in ilk yıllarında istanbul'un en büyük gazinosuydu. Atatürk, istanbul'a
geldiği zaman avanesi hemen Tokatlıyan Ham'nda içkili, danslı bir akşam partisi
düzenlerdi. Her türlü rezillik işlenir; fakat gazeteler yazamazdı.
İmam-cemaat nüktesini bilirsiniz... Baştaki adam kötü oldu mu, kötü huylar
yayılıverir. Kötü adamlar meydanı boş bulur, namuslu insanları taciz ederler.
l
TİMAŞ AİLE SERİSİ
AİLE SAĞLIĞI ANSİKLOPEDİSİ Doç. Dr. Sefa SAYGILI
Önce vücudumuzu tanımalıyız. Tıbbın son gelişmeleri ışığında, insan vücudu ile
ilgili her konuda sağlık kültürünüzü arttırabileceniz şekilde hazırladığımız bu
eser, ailenizin temel sağlık kitabıdır. Sağlımızı ilgilendiren her alanda, hastalık
belirtileri, alınacak ön tedbirler, koruyucu hekimlik gibi konularda en geniş
bilgiliy Aile Sağlığı Ansiklopedisi'nde bulacaksınız."Ailenizin sağlığı için"
TİMAŞ AİLE SERİSİ
BİR ANNEYE MEKTUPLAR Dr. Wilhelm STEKEL
Gülücükler dağıtan bebeğiniz, yuvanızın mutluluk kaynağıdır. Hızla geçen günler,
yavrunuzun eğitim problemlerini de beraberinde getirecektir.
Bir Anneye Mektuplar, çocuk eğitimine önem veren anneler için, her satırı
birbirinden değerli tecrübelerle yoğrulmuş, mükemmel bir kaynak. Unutmayalım,
çocuklar geleceğimizdir.
Çocuk eğitimine önem veren anneler için..
Dünya Klasikleri
SEFİLLER Victor Hugo
KORYOLANUS FACİASI William Shakespeare
MONTE KRİSTO"1'"1*'1 Aleksariâr Dumas
DENİZALTINDA 20 BİN FERSAH . : Jules Verne
ROBİNSON KRUZO DanielDefoe
4 YENİ KLASİK
FARELER VE İNSANLAR John Steinbeck
PASTORAL SENFONİ HEIDI Johanna Spyri
SUÇ VE CEZA Dostoyevski
POLLYANNA Eleanor P örter
DON KİŞÖT Cervantes
FAUST :;j^ :Goethe •
HACI MURAT KODİN
Panait Istrati

You might also like