You are on page 1of 5

BÜYÜK MAKİNE'NİN KÖLELERİ

Bilimkurgu ve Teknoloji
Bu yazıda yapmak istediğim bilimkurgu türünün üstüne yürüyüp zaaflarını ve üçkağıtçı
yönlerini ortaya koymak. Bunun için, ilk önce küçük eleştiri-araştırma gemimizi ana
toplardamardan bilimkurgunun "vücuduna" şırınga edelim: Bilimkurgu türünün gelişmesine
neden olan teknolojiyi ve etkilerini irdeleyelim.
Gelişen teknolojinin bilimkurgu eserlerinde ele alındığı kadarıyla insanoğlu üzerindeki
etkilerini incelerken üzerine eğilmek istediğim ilk nokta türün teknolojiye kendi içinde
yaptığı eleştiri olacak. Bu eleştirinin nitelik ve niceliğini ortaya koymaya ve amacına ne
kadar ulaşabildiğini açıklamaya çalışacağım.
Bilimkurgu, diğer yazın türleri içinde, teknolojinin, sanayi devrimlerinin, kapitalist
dizge içinde evrilen üretim ilişkilerinin nereye doğru gittiğinin farkına en çabuk varan türdür
denebilir. Elbette ki bu, yabancılaşmayı ilk olarak yazına tanıştıran bilimkurgudur anlamına
gelmez. Küçük ya da büyük burjuvazinin pazar ekonomisi kuralları çerçevesinde sürdürdüğü
yaşantıların hemen her yönü, bilimkurgu dışı yazında defalarca konu edildi. Hatta bugün
bilimkurgu türünün yüzde doksanının beş para etmez ürünler verdiğini teslim edersek, normal
kurgu yazınında teknolojik, çağdaş Batı toplumu içinde bireyin yabancılaşmasınının daha
başarılı ve daha tatminkar bir biçimde ele alındığını söylememiz gerekir.
Yine de, bilimkurgu yabancılaşma içinde farklı bir soruya da yanıt arar: Yarın bize ne
olacak? Bu soruyu hangi yazarın nereye kadar yanıtlayabildiği tartışılır tabii, ama bugünkü
dünya toplumlarının dinamiğiyle nereye varılabileceğini araştırması türe özgünlük verir.
Bilimkurgu teknolojinin yabancılaştırmasını eleştirir dedik. Ama yabancılaşma
olgusunu veri olarak alıp yolumuza devam edersek sanırım sanırım bu yazıda iddia edilen
bazı şeyler havada kalacak. Bu yüzden teknoloji ve yabancılaşma üzerine birkaç şey
söylemek istiyorum.
İsa'dan sonra 1996 kez dolanmış yaşlı Dünya yıldızı Güneş'in etrafında. Bugün, Arz
gezegeninde "çağdaş" ve "uygar" olma tekeli Avro-Amerikan dünyasının elinde. Beyaz
adamın, egemenliğini kemikleştirme süreci aşağı yukarı 200 yıl önce doruk noktasına doğru
tırmanmaya başlamış. Aydınlanma ve Fransız Devrimi ile kapitalizmin ta 150'lerde başlayan
temel kazma çalışmalarının hızlandığını, çıkan toprağın da yavaş yavaş feodalizmi gömmek
için kullanıldığını söyleyebiliriz.
Böylece 19.yüzyılın başlaması ve Endüstri Devrimi'nin start almasıyla Tanrı ve bilim
kavramları da ciddi olarak tartışılmaya başlanmış ve yeni, ilerici yorumlamalar getirilmişti.
Gerçeğin bilgisi artık Tanrı'da değil, ussal düşünüşte aranacaktı. Öyle ki, us bilgi için
evrensel, güvenilir, nesnel bir temel oluşturmakta, ussal bilginin doğa ve dünya
gerçekliklerini evrenselleştirdiği kabul edilmekte, doğrulukçu ve hakçı bir düzenin usun
işleyişine uygun olması öngörülmekteydi. Böylece "yurttaş özne"nin "Tanrı kulu özne"ye
karşı savaşı başladı ve zaman içinde burjuvazi Avrupa'da ve paralel olarak Kuzey Amerika'da
krala ve feodal olana karşı zafer kazandı. Lordlar, prensler, markizler, düşesler yerlerini
bankerlere, işadamlarına, sanayicilere ve profesyonel politikacılara bıraktılar. Kapitalizm
geliştikçe yeni bir egemenlik anlayışını da beraberinde kemikleştirdi. Önceleri buharla
çalışan efendimiz Büyük Makine, bugün silikon kökenli, mikroçip beyinli ve globalleşmiş bir
makinedir.
Bugün, dünyayı yöneten, yönlendiren ve değiştiren tüm güçleri elinde tutan Batı, yine
kendi eseri olan Büyük Makine'nin köleliğini yapmaktadır. Üretenle üretilen birbirinden
1
kopartıldığı için, ister takım elbiseli, ister mavi tulumlu olsun insan, her gün, çalışma saatleri
içinde sonucunu anlayamadığı bir dövüşe girer. Herşey "şeyleştiğinden", insana ait olan her
değer yalnızca nesneye ait bir olgu ya da sorun olarak algılandığından, insan her metayı aynı
tavırla üretmektedir. Bu üretim süreci içinde birey kendi adına düşünemediğinden, dünyasını
kendi biçimlendiremediğinden bir "yabancı"dır. Napalm üretmeyi reddeden bir işçi sınıfı her
hangi bir sosyalist ülkede bile yeşermemiştir ne yazık ki.
Owen, Proudhon, Tolstoy, Bakunin, Durkheim ve hepsinden ayrıntılı olarak Marx gibi
düşünürler bizleri daha 19. yüzyılın ortasında, daha burjuva devrimleri bile tam
gerçekleştirilmemişken uyarmışlardı. Hepsinin kapitalizme eleştirilerinin ortak noktası üreten
insanın hayatın merkezindeki yerini kaybetmesiydi. Burjuvazi tarafından sömürülen
proletaryadan öte, onları asıl endişelendiren insanın ekonomik hedeflere ulaşmakta kullanılan
bir "alete" indirgenmesiydi.
Bugün, sabah-9-akşam-5 dövüşünden sonra beyinlerini televizyona teslim eden, çabuk
sinirlenen, güvensiz, itaatkar, tatminsiz, tedirgin bir insan yaratılmıştır. Tüm gücünü sisteme
uymaya harcayan bu yeni homo sapiens hiç bir bilimkurgu yazarının tasarlayamayacağı kadar
müthiş, bir o kadar da korkunç bir yaratıktır.
Büyük Makine'nin kölesi, neden onlarca diş macunu markası ve neden aynı markanın
onlarca çeşidi olduğu, neden hayattaki tüm amacının bir ev, bir araba, bir iş, bir sevgili
olduğu, neden yüksek sesli, sözlerini anlamadığı müziklerle ahır gibi yerlerde tepinmekten
zevk aldığı gibi en basit gerçeklerin bilinç düzeyine çıkmasına izin vermez. Çünkü, Büyük
Makine'nin, adına kitle kültürü denen kabullendirilmiş doğrulardan oluşan bir "ansiklopedisi"
vardır. Ve o ansiklopedide başkaldırı maddesi bulunmaz. Açın bakın!
Büyük Makine'yle tektanrılı dinlerdeki "Şeytan" arasındaki paralellik de ilgi çekicidir. O
da Şeytan gibi zayıflıkları sömürür, insanları kandırır, çaresiz bırakır. Onları "tüketim malı
tüketen tüketim malları" haline getirir. Sadece güçlü olunca, yok edince tatmin olan bir
insana, bir ölü-seviciye dönüştürür. Yalnız kalmaktan korkan, büyük bir boşluk hisseden
insan, eğer iç çelişkilerini başarıyla bastırıp akıl sağlığını koruyabiliyorsa, başarı, para, mevki
hırslarına sarılır. Marx'ın dediği gibi: "Para, sadakati ayıba, ayıbı erdeme, köleyi efendiye,
efendiyi köleye, ahmaklığı akıla, bilgiyi cesarete dönüştürür. 'Yiğitlik' satın alan korkak yiğit
olur."
Yeter artık, dediğinizi duyar gibiyim. Doğru, fazla uzatarak bilimkurgudan
uzaklaştığımın farkındayım. Toparlayacak olursak, 20. yüzyılı da bitirirken dünya kapitalizmi
değişik bir evreye girmiş durumda, daha acıklı, daha tehlikeli bir evre. Tüketim ilişkilerinin,
bilginin, sermayenin tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar serbest hareket ettiği bir
dönemdeyiz. Bilgi araçları da, üretim araçları gibi, sermayenin emrine giriyor. Bilimin, hele
hele genetiğin ilerlemesi daha akıllı, daha vasıflı beyaz adamların yaratılmasına yol açacak
belki. Batı'nın sorumluluğu çok büyük: Ya daha bilgili, daha üstün olmanın bilincine varıp
ona göre kendini eğitecek, ya da Batı'nın "bilenler", "eğitilebilenler" sınıfı Doğu'nun
"cahilleri" üzerinde despot kesilecek.
Ne kadar güzel bir tablo ama! Bu uygar (!) dünyaya bir de bilimkurgunun getirdiği
eleştirilere bakalım: İyimserler ve kötümserler diye genel bir ayrım yapabiliriz. İyimserler -ki
bence Asimov başlarını çeker- insanoğlunun herşeyin bilincine varıp, yani büyüyüp,
teknolojiyi köleleştireceğini, bizleri mutlu, zengin, yüzünde ebleh bir gülümseme olan bir
geleceğin beklediğini söylerler. Ancak iyimserleri çarçabuk piyasa dünyasının içine
fırlatabiliriz, çünkü maalesef eserleri liberalizmin savunuculuğundan öteye pek gidemezler.
Yazınsal açıdan bilimkurguya eşsiz katkıları olmuştur elbet, ama entellektüel açıdan aynı şey
söylenemez.

2
Gelgelelim kötümser çizgideki bilimkurguda işler daha karışıktır. Huxley, Orwell,
Zamyatin'le başlayan "anti-ütopya" geleneği, bilimin yarattığı ucubeleri, nükleer felaket
sonrası toplumları anlatan eserler, ve nihayet, 80'lerde başlayan ve hala az-çok bilimkurgu
yazınını etkisi altında tutan postmodernist "cyberpunk" hareketi... Bu kötümserliklerin
hepsini ana başlıklar altında toplayabilsek bile incelemek saatler sürer. Yine de, piyasa
kaygılarıyla yazılmamış olanlarında bile, ortak bir noktaya rastlayabiliriz.
Kötümser bilimkurgu eserlerinin büyük bir çoğunluğu, teknolojinin makineleştirdiği
toplumları anlatırken eleştirilerini o teknoloji düzeyinin nesnesiyle sınırlarlar. Halbuki,
teknolojinin toplumsal belirleyicileri çağdaş toplumun kendisindedir, ama sözkonusu yazarlar
bu çağdaş toplumu eleştirmezler. Örneğin, nükleer savaşın somut bir olasılık olduğu yıllarda
yazılanların hemen hepsi kapitalizmi, silah endüstrisini, militarizme milyarlarca dolar yatıran
ideolojiyi, yayılımcılığın çatışan çıkarlarını eleştirmekten çok atom bombasını mümkün kılan
bilime yöneltirler oklarını. Amerikan bilimkurgu yazarlarının Hiroşima ve Nagasaki'yi
unutup, zencilere ve kızılderililere yapılanları görmezden gelip Sovyetler'in Amerika'yı
işgalini konu eden romanlarda zulüm gören WASP'ları anlatmaları midemi bulandırmıştır
hep. Benzer şekilde, çevrenin, dünya kaynaklarının tükenme noktasına geldiği, açlığın
yayıldığı bilimkurgu anlatılarında teknolojinin vahşi gelişiminin dünyayı o hale getirdiği
söylenirken aynı eserlerde insanlığı kurtaran yeni kaynaklar yine aynı teknolojiyle mümkün
kılınır. Bu arada dünyanın böyle tüketilmesine neden olanın neo-liberal pazar ekonomisi
olduğu gerçeği yine havada kalır.
"Cyberpunk"ta, yani postmodernizmin bilimkurguda putlaştırılması diyebileceğimiz
yazın türünde ise ortaya daha özgün, daha düşündürücü manzaralar çıkar. Postmodern
bilimkurguda insan teknolojinin tamamen boyunduruğuna girmekle kalmaz, onun bir parçası,
bir uzvu olur, biyolojik insanlığını da kaybeder. Bu tür anlatılarda sibernetik ilerlemiş, biyo-
mekanik parçalar göz, kol, bacak halinde insanlara monte edilebilmektedir. Postmodern
söylemler çerçevesinde farklılıklar, farklı etnik, cinsel, ırksal kimlikler kapitalist toplumu
ayrıştırmıştır. Çevreciler, dini mezhepler, sendikalar radikalleşmiş, yer yer silahlı eylemciler
haline gelmişlerdir. Devletler otoritelerini iyice yitirmişler, kuklalaşmışlar, uluslar-ötesi
şirketler onların yerini almışlardır. Bu kaos içinde değişik bir "punk" hareketi mevcuttur:
Bugünün metalci, ırkçı, ya da LSD kültlerine benzeyen bu kültler bu sefer sadece insanlardan
ve toplumun korkunç karmaşasından değil, biyolojik insanlıklarından da kaçmaktadırlar.
"Cyberpunk"çılar sağlam kollarını kestirip yerine sibernetik olanlarını taktırır, gözlerinin
yerine elektronik mercekler monte ettirirler. İnsan gibi düşünebilen bilgisayar ağları herşeyi
kontrol etmektedir.
Bence biraz önce tanımlamaya çalıştığım Büyük Makine'nin kölesi olan insanın şu anki
teknolojik perspektiften en çarpıcı eleştirisini postmodern bilimkurgu yapar.
Yabancılaşmanın gayet derin ve inandırıcı bir profili çizilir. Çoğunlukla iç karartıcı, rahatsız
edicidirler ve nükleer savaş çığırtkanlarından daha karamsardırlar. Ne var ki, eleştiri
düzeyleri postmodern kuramla sınırlı olduğundan, ve bu kuramın temelleri gayet tartışmalı ve
sallantılı olduğundan cyberpunk çoğu zaman, eğlence endüstrisine bağlı popüler bir gençlik
kültü olmaktan öteye geçmez.
Bu nedenle, restorasyoncu kapitalist kuramcıların gölgesinde kaldığı için,
bilimkurgudaki yansımasında da postmodernizm pazar ekonomisine, çağdaş toplumdaki
üretim ve tüketim anlayışına eleştiri getirmez. Hatta çoğunlukla "ussallığın reddi" şiarını
metafiziksel/bilimkurgusal motiflerle işleyerek iyice uçar. Bilimsel düşüncenin karalanması
aslında sırf postmodern bilimkurguya özgü değildir, bu yüzyılın başından itibaren her
dönemin korku, bilimkurgu ve action türü filmleri ve basılı eserleri bilimin doğaüstü
karşısındaki acizliğin temasını bol bol işlemişlerdir.

3
Tüm bunları ortaya koyduktan sonra, karşımıza bir sorun çıkıyor. Pazara egemen olan
bilimkurgu ürünlerinde şu gerçek gözardı edilmektedir: Teknolojinin toplum üzerinde nüfuz
kazanmasının nedeninin temelinde, toplumun üzerinde en güçlü ekonomik egemenliği
kurmuş olanların iktidarları bulunur. Bunu teslim ettiğimiz anda bilimkurguyu suçüstü
yakalarız.
Nasıl mı? Açayım.
Bir toplumsal formasyon, üretici güçlerini ve üretim ilişkilerini yeniden üretemezse,
Marx'ın öngördüğü gibi, yokolmaya mahkumdur. Üretici güçlerin yeniden üretimi, bu güçlere
mensup insanın kendisinin ve ailesinin yaşamını sürdürmesiyle olur, bunu sağlayan da
ücrettir. Ayrıca emek gücünün vasıflı olması da gerektiğinden bunu da eğitim kurumları
üstlenir. Öte yandan üretim ilişkilerinin yeniden üretiminde devlet aygıtları büyük rol oynar.
Bu bağlamda Althusser, devlet aygıtlarını ikiye ayırır; devletin baskı aygıtı (hükümet, ordu,
polis, mahkemeler) ve devletin ideolojik aygıtları (DİA'lar). DİA'lar da başlıca dini,
öğretimsel, siyasal, sendikal, kültürel DİA'lar, aile DİA'sı, haberleşme DİA'sı diye örneklenir
Althusser tarafından.
Yani, kapitalist üretim ilişkilerinin devamı için sistemin ideolojik yapısının da devamı
ve yeniden-üretimi gerekir. Öyle ki, sadece çalışma saatleri içinde üretimin mantığının
devamı yetmez, çağdaş insanın çalışma saatlerinin dışındaki yaşamının tüm alanlarının da
aynı mantık tarafından istila edilmesi gerekir. Üretim sürecinin içinde ve dışında olanlar
arasında kurulan bu ilişki de kültür endüstrisi aracılığıyla gerçekleşir.
Kültür ve eğlence endüstrisi ürünleri kitleler tarafından çaresiz, kendiliğinden kapışılır.
Zaten bireye başka seçenek de kalmaz, gereksinim duyduğu şeyler hep sistemle
içselleştiğinden bu ürünleri seve seve tüketir. Toplumsal sistem ya da Büyük Makine çağdaş
insan üzerinde güçlendikçe bu yönlendirici etkileri de artar.
Işte bu noktada, bilimkurgu ürünlerini kültür endüstrisinin bir kolu olan fantazya
endüstrisi metaları olarak gördüğümüzde, neden çağdaş toplumsal sisteme eleştiri
getirmediği, bilim ve teknolojiye yüklenerek hedef şaşırttığı açığa çıkar. Ünsal Oksay'ın
Çağdaş Fantazya adlı kitabından alıntılıyorum:
"Böyle bir kültür ortamı içinde, toplumsal sistemde eriyen birey olmanın yarattığı iç
sıkıntılar, bunaltılar, ruhsal hastalıklar, edilginleşme ve tutuculaşma eğilimleri nedeniyle
çağdaş toplumlardaki geniş kesimler, toplumdaki egemenlik yapısının rasyonelinden
kaynaklanan teknolojinin rasyonelinin bu özelliğini farkedebilecek bilinçlilikten
uzaklaşmaktadır. Bu kesimler, yaşadıkları bütün bu sorunlar için neden olarak, yaşamlarının
yüzeyindeki en görülgen yanlarını, görülmesi en kolay yanlarını görüp algılamakta ve bilim
ve teknolojiyi suçlu görmeye sürüklenmektedir." (s. 190)
Şöyle de düşünebiliriz. Modern toplumsal yaşamın yapısı çok karmaşık, her yıl daha da
karmaşıklaşıyor. Bu yaşamın neden olduğu sıkıntılara suçlu aranırsa, alt sınıflara bunun
teknoloji olduğunu söylemek çok kolaydır ve bu, bu kesimlerce anlaşılabilir. Bulunan suçlu
kapitalist mantığın kendisinden ne kadar uzak olursa kültür endüstrisi de misyonunu o kadar
tamamlamış olur.
Evet, böylece bilimkurguda bilim ve teknolojiye yönelik tutumları ortaya koymaya
çalıştım. Tüm bu sayıp döktüklerimi tutarlı, gerçekçi bulup bulmamak size kalmış tabii. Eğer
bir bilimkurguseverseniz, kendinizi aldatılmış hissetmeyin. Neden derseniz, pazar için
üretilmiş bilimkurgu türünü kültürel bir ideolojik aygıt olarak görürsek, bu aygıt misyonunu
en iyi görsel iletişim araçlarıyla tamamlar; sinema, televizyon, bilgisayar gibi araçları
kullanarak. Burada da bilimkurgu yazınına ve okuyucusuna çok iş düşüyor. Çünkü
düşündürmemek kitapta çok daha zordur, kitabın "tüketicisi"nden istenen katılım zihinseldir.
Görüntü ve ses efektleriyle insanı hayran bırakmak, etkilemek daha kolaydır.

4
Sonuç olarak, bilimkurgu yazını hala toplumsal eleştiri açısından önem taşımaktadır.
Ondan çıkarılacak yararlı sonuçlar vardır. Bütün bir literatürü kapitalist egemenlik ideolojisi
yapmakla suçlamak ve reddetmek aptallıktan başka bir şey değildir. Yapılacak olan, hangi
bakış açısından yazılmış olursa olsun, okunanı doğru olarak algılamak, yazarın asıl amacını
anlamaya çalışmak olmalıdır. Böylelikle bize hazırlanan tuzağa da düşmemiş oluruz.

Emrah GÖKER

You might also like