Kuş yetiştiricileri sevdiklerini söylüyorlar hatta bazı avcılar da hayvanları
sevdiklerini söylüyorlar. İnsanların da doğanın bir parçası olduğuna inanıyorlar, insanlar hayvanlarla zeka, hız ve güç konusunda rekabet edebilirler, tıpkı hayvanların birbirleriyle ettiği gibi. Eğer ilkel bir toplumdaysak, bu beyanda doğruluk payı var. İlkel yaşam koşullarında insanlar hayvanları öldürebilir, hatta bazen hayvanlar tarafından öldürülebilir veya yaralanabilir. Bu tarz bir rekabet gayet doğal. Ama bu, hayvanlarla “bilge” insanların gelişmiş silahlara sahip olduğu, hatta ve hatta doğayı büyük bir çapta yok ettiği anlamına geliyorsa, buna sevgi denilebilir mi ?
Ancak gerçekçi olmak gerekirse, bazı yerlerdeki avcılık faaliyetleri, objektif
olursak doğanın korunmasına yardımcı olur, ki pratikte olan da budur. Bazı hayvanlar çok hızlı gelişirler, eğer kontrol edilmezlerse çevreye zarar verirler. Bilimsel idare ve avcılık faaliyetleri bu hayvanların gelişimini kontrol altında tutmaya yardımcı olur. Aynı zamanda bir çok doğayı koruma aktivistinin de eski avcılar olduğunu görmekteyiz. Bu şaşırtıcı değil, çünkü avlanma yoluyla hayvanların yaşam alışkanlıklarını anlarlar, koruma olmadan hayvanların olmayacağını, hayvanlar olmayınca da avcılık diye bir faaliyetin gerekliliği olmayacağını, yani hayvanlar ve insanlar arasındaki bağı anlarlar. İngiltere'den Peter Scott bir zamanlar avcıydı. Gençliğinde ülkenin her yerini köşe bucak gezdi, gittiği her yerde silahıyla avlandı. Uzun vadeli avcılık kariyeri sonucunda, kuşları en iyi bilen insan oldu. Bir keresinde vahşi bir kaz vurdu. Bu yabani kaz bir bataklığa düştü ve ölmedi. Uzun süre feryat etti. Ne onu kurtarabildi, ne de öldürebildi. Ertesi gün ise vahşi kaz hala orada ve hayattaydı.Yabani kazın ölümün kıyısındaki feryatlarını asla unutmadı. “Düşmanıma bile bunu yapmak, ki o düşmanın bile değildi, sevimli bir yaban kazıydı. Daha sonraları sadece kuş avlamayı bırakmakla kalmadı aynı zamanda bir kuş sever oldu. Kuşlar çizdi, kuşları yazdı, kuşları araştırdı, televizyon kanallarında kuş severler için programlar sundu. Ayrıca Dünya Yaban Hayatı Koruma Derneği gibi dünyaca adı duyulmuş organizasyonlar kurarak ; kuşları, hayvanları ve doğayı sevme davasına kendini adadı (yatırım yaptı). Avcıların, hayvanseverler, hatta doğa koruma aktivistleri haline geldikleri sıklıkla görülmektedir. Ayrıca, farkındalığın artması ve toplumun gelişmesiyle, Çinli kuş yetiştiricelirinin de birer hayvan sever ve doğa koruma aktivistleri haline geleceğine inancım tam. Gerçek sevgi nedir ? Hayvanlara olan sevgimiz, ekolojik bir bakış açısıyla olmalıdır. Ekolojik bakış açısı nedir ? Uzun lafın kısası, doğayı gerçek vasıf ve yasalarına göre anlamalı, araştırmalı ve korumalıyız.
1860’larda, dönemin ABD başkanı topraklarını satın almak üzere bir
Kızılderili kabilesine mektup yazdı. Kızılderililer insanın içine işleyen ve dokunaklı bir mektupla geri dönüş yaptılar. Mektupta şöyle yazıyordu: Toprak anamız, hayvanlar ve bitkiler hayatta kalmak adına sırt sırta verdiğimiz abilerimiz ve ablalarımızdır. Onları nasıl satabiliriz ? Kızılderililer neden böyle bir ekolojik algıya sahipler ? Çünkü onlar doğrudan doğada yaşıyorlar, bize kıyasla doğaya çok daha yakınlar ve çok daha iyi anlıyorlar.
Sevgimiz ne kedi-köpek yetiştirme sevgisi, ne de hayvanlarla “mücadele”
sevgisi değil, ekolojik perspektiften bir sevgi olmalıdır. Ekosistemi, ekolojik çevreyi ve ekosistemdeki tüm türleri korumalıyız. Hakikat, biyolojik türlerin yok oluşunun tüm doğayı ve insanlığı tehdit ettiğini anlamımızı sağladı. Bir ekolojistin de dediği gibi: Bir yürü yok etmek tıpkı uçaktan bir çiviyi çekip çıkarmak gibidir. Problem çok büyük gözükmeyebilir, fakat uçak artık emniyette değildir. Şunu söylemeliyiz ki, doğamız halihazırda hiç güvende değil. Bu sebeple, vahşi hayvanları daha iyi tanımalı, onlara daha fazla his ve sevgi beslemeliyiz. Aksi taktirde, pişman olmak için çok geç olacak.