Professional Documents
Culture Documents
Joseph Delaney Wardstone Günlükleri (5) - Hayaletin Hatası
Joseph Delaney Wardstone Günlükleri (5) - Hayaletin Hatası
DİKKAT:
KARANLIK
BASTIKTAN SONRA
OKUNMAMALI!
9789944695725
w w w .tu d em .com
“T E H L İ K E Ç O K Y A K I N .
Ç O K Y A K IN D A
D Ü Ş M A N L A R IM IZ
B U R A D A O L A C A K .”
h a y a l e t in
HATASI
Joseph Delaney
Ctudem*
© 2010, Tudem • Cumhuriyet Bulvarı No: 302/501 35220 Alsancak - İZ M İR
metin haklan © 2008, Joseph Delaney
İlk basım 2008 yılında, İngiltere’de “The Spook’s Mistake” adı ile
Random House Children’s Books ü n bir markası olan The Bodley Head
tarafından gerçekleştirilmiştir.
Y a z a r : Joseph Delaney
Türkçeleştiren: Kerem Işık
K ap ak R esm i: David W yatt
w w w .tudem .com
HAYALETİN
HATASI
Joseph Delaney
0tu d em
Marie için
Hayalet Sem bolleri Nasıl Okunur?
öcüler
Beta Ö cüler için kullanılır
B
r x
p 4" deşici
,,„,f
*
W7t
T
/ yr
)
Doğal yollarla
bağlanmış öcü
Doğal olmayan
.
bağlanmış ocu
G reg o ry - 4 — isim
I - tehlikeli
hortlaklar / Cinler
I - tehlikeli
Cadılar
M- kötücül
P - iyi huylu
U - habersiz
M
Greporv
fiaraftter Profilleri
Tom
Thomas Ward yedinci oğlun yedinci oğlu. Yani
doğuştan gelen bazı becerileri var; onu Hayalet’in
çırağı olmak için mükemmel bir aday beceriler. Ölüleri
görebiliyor ve duyabiliyor, aynı zamanda Karanlık’m
doğal düşmanlarından. Fakat bu Tom’un korkmasına
engel değil Ve kendisinden önce gelen yirmi dokuz
çırağın başaramadığım başarabilmek için tüm cesaretini
toplaması gerekecek.
Anne
Tom’un annesi oğlunun bir Hayalet çırağı olacağını
en başından beri biliyordu. Ona ‘eyalete verdiğim
hediye’ diyor. Sevgi dolu bir anne ve bitkiler, ilaçlar
ve ebelik konusunda uzman. Anne hep biraz farklıydı.
Yunanistan’a dayanan kökenleriyse tam bir muamma.
Aslına bakarsanız anneyle ilgili gizemli çok şey var...
PARUCK
PRtESTOWN
ÜLKENİN EN YÜ K SEK NOKTASI
ESRARENGİZLİĞİ İLE TANINIR.
DERLER Kİ. ORADA BİR ADAM,
K O RKUN Ç BİR FIRTINA SIRASINDA
D Ü N YA YI TEHDİT EDEN BİR ŞEYTANI
BAĞLARKEN Ö LM Ü Ş. BUNDAN SONRA
TEKRAR BUZLARIN H Ü K M Ü BAŞLAMIŞ VE
BUZLAR ÇEKİLDİĞİNDE. TEPELERİN ŞEKLİ
V E KASABALARIN İSİMLERİ BİLE DEĞİŞMİŞ.
ŞİMDİ BU TERK EDİLMİŞ DİYARIN EN YÜ K SEK
NOKTASINDA U ZU N ZAMAN Ö N C E O LM U Ş
OLANIN HİÇBİR İZİ KALMAMIŞ O LSA DA
ADI HİÇ UN UTULM ADI.
WARDSTONE
BÖ LÜM 1
K R A L IN Ş İL İN İ*
İŞ L E R İN D O Ğ R U S U
23
G E Ç G E L E N BİR Y A N IT
39
45
D E Ğ İR M E N
53
Sevgili W a rd Üstat,
Görünüşe bakılırsa inisiyatifini kullanmışsın, yoksa geceyi dışa
rıda, karanlıkta geçirmen gerekirdi ki bu hiç de hoş bir deneyim
olmazdı. Burada Chipenden'dan çok farklı şeyler göreceksin.
Her ne kadar Bay Gregory ile aynı meslekten olsak da ça
lışma yöntemlerimiz farklıdır. Ustanın evi, içerisi arındırılmış bir
58
T İZ V E Y Ü K S E K BİR Ç IĞ L IK
S U B İL G İS İ
K U R B A Ğ A S IÇ R A Y IŞ I
Hak edilmiş bir akşam yemeği yedik. Zorlu bir gün ol
muştu, ama yine de itiraf etmem gereken bir şey vardı: Yön
temleri katı olabilirdi, fakat Arkwright iyi bir öğretmendi.
Daha şimdiden bir sürü şey öğrendiğimi hissediyordum.
BÖLÜM 8
B A L IK Ç I N IN K A R IS I
Ş İ Ş L İK V E M O R L U K L A R !
Amelia Arkwright
Sonra bu pirinç levhanın hemen altında, ahşabın üzeri
ne yerleştirilmiş ince, altın bir yüzük gördüm. Bu bir nikâh
yüzüğüne benziyordu. Amelia’nm olsa gerekti.
Arkamdan gelen iki farklı ses duydum: önce metalin
metale çarpma sesi, hemen ardındansa ocak kapağının
açılması. Arkamı dönünce ocak kapağının açılmış ve ocak
demirinin kızgın kömürlerin içine sokulmuş olduğunu
gördüm. Ben bakarken, demir hareket etmeye başladı. De
mek alt kattan duyduğum ses buydu. Ateş karıştırıldıkça
çıkan hışırtı ve çıtırtı!
Korku içinde odadan çıkıp alt kata koştum. Bu ne tür
lıir hortlaktı böyle? Öcüler eşyaları kullanabilir, taş veya
kaya atabilir, tabak çanak kırabilir ve mutfağın altını üs
tüne getirebilirdi. Ama hortlaklar bunu yapamazdı. Hort
laklar kesinlikle böyle bir şey yapamazdı. Onların gücü in
sanları korkutmak ve çok nadiren de olsa aklı kıt olanları
deliliğin eşine sürüklemekten ibaretti. Hortlakların fizik
sel zarar verme gücü olduğuna sık rastlanmazdı. Ara sıra
saçınızı çekebilirlerdi, ya da boğucu hortlaklar boğazınıza
sarılıp sıkardı. Fakat bu bana öğretilen yahut şimdiye dek
106
H A Y A L E T İN M E K T U B U
öyreieeef s o f şeyin <yar. Ona iyi ¿ir öyreimen of, tıpfi te
nim sana ofduyum y i ti. ^/ineaf tu eyitim esnasında senin
de tir feyfer oyrenmeni umuyorum. Jofiyi sonsuya def tıraf
Offeniyeride t/raf <ye faderinde tefirfendiyiyiti tir erfef
of
olan iki hortlak var,” dedi üzgün bir şekilde. “Öz babam
ve annemin ruhları. Abe ile Amelia. Çoğu gece, bu yatakta
birlikte uyurlar. Annem boğularak öldü. Yatak bu yüzden
sırılsıklam.
Gördüğün gibi birbirlerine âşıktılar ve şimdi, ölümde
dahi ayrılmayı reddediyorlar. Babam çatıyı onarırken kor
kunç bir kaza geçirdi. Düşüp öldü. Onu kaybetmek anne
mi öylesine üzdü ki o da intihar etti. Babam olmadan ya-
şayamadı ve kendini su değirmeninin altına attı. Çok acı
verici, korkunç bir ölümdü. Değirmen onu altına alıp vü
cudundaki tüm kemikleri kırdı. İntihar ettiği için öte tarafa
geçemedi ve zavallı babam da onunla burada kalmayı seçti.
Çektiği acılara rağmen annem çok güçlüdür. Şimdiye dek
karşılaştığım hortlakların hepsinden daha güçlü. Soğuk ve
ıslak kemiklerini ısıtmak için ateşi besler. Ancak ben yakı-
ıımdayken kendini daha iyi hisseder. Her ikisi de öyle.”
Bir şey söylemek için ağzımı açtıysam da tek kelime
dahi edemedim. Bu korkunç bir hikâyeydi. Arkwright’m
böylesine sert ve acımasız olmasının nedeni bu muydu?
“Pekâlâ Üstat Ward, daha görecek çok şey var. Beni ta
kip e t...”
“Yeterince gördüm, teşekkürler,” dedim. “Anne ve ba
banız için gerçekten çok üzgünüm. Haklısınız, bu beni il
gilendirmez.”
“Artık başladığımıza göre, tamamlayacağız. Hepsini gö
receksin!”
Önden üst kata çıkıp kendi odasına girdi. Ocağın di
binde yalnızca közler vardı fakat oda sıcaktı. Maşa ile ocak
116
C A D IN IN P A R M A Ğ I
M ORW EN A
Morwena.
Sevgili Alice,
Seni ve Chip enden’daki hayatım ızı çok özlüyorum.
Arkwright’m çırağı olm ak kolay değil. O sert ve za
m an zam an acım asız olabilen bir adam , fakat tüm bun
lara ragm en işini çok iyi biliyor ve sud an gelebilecek
tehlikelere karşı b a n a öğretebileceği çok şey var. Kısa
bir süre önce adının Morvvena’ olduğunu söylediği bir
su cadısıyla karşılaştık. Yakında onun inini bulup b u işi
kökünden halledeceğiz.
Seni çok yakında görm eyi umuyorum.
Sevgiler,
Torn
A rk w rig h t o n u n Ş e y t a n ’m ö z kızı o ld u ğ u n u s ö y lü y o r ve
b a b a s ı t a r a f t n d a n b e n im p e ş im e s a lın d ığ ın ı d ü ş ü n ü
y o r.
Y a k ın d a o n u n p e ş in e d ü ş e c e ğ iz . B a h a r d a y e n i d e n si
zin le ç a l ı ş m a y ı ip le ç e k iy o ru m .
Ç ıra ğ ın ız ,
T om W a rd
C h ip e n d e n ’lı B a y G r e g o r y ’ye
C A R T M E L M Ü N Z E V İS İ
* * *
Bir saat kadar tepeye tırmandıktan sonra uzakta yükse
len bir duman gördük. Yerdeki bir delikten çıkıyor gibiydi
ve geçmekte olduğumuz taşlık kıyının aslında inziva yeri
nin çatısı olduğunu fark ettim. Epeyce eskimiş basamak
lardan inince büyükçe bir mağaranın girişine ulaştık.
Arkwright köpekleri oturtup uzakta bir yerde bekleme
lerini sağladıktan sonra önden giderek karanlık mağaraya
145
Ö L Ü BİR A D A M !
D A N S EDEN PA RM A K
D ER E HANI
ihtiyacım var. Bu gece karnın tok sırtın pek olacağı için ken
dini şanslı say. Bay Gregory, çıraklarına asla bu kadar iyi
davranmaz.”
Belki de Arkwright haklıydı. Etrafta kimse yoktu ve
Münzevi’nin mağarasında geçen iki günün ardından ikimi
zin de güzel bir yemeğe ve dinlenmeye ihtiyacımız vardı.
Morwena’yla mücadeleye girişmeden önce Bay Gregory’nin
mutlaka oruç tutmamız gerektiği konusunda ısrar edeceği
ne emindim, ancak Arkwright’la daha fazla tartışmamaya
karar verdim; özellikle de çok yakında şarap içecekken.
Koltuğuma yaslanıp endişe etmeyi bir kenara bırakarak sı
cak şerbetimin tadını çıkardım.
Gelgelelim çok geçmeden han kalabalıklaşmaya başladı
ve dumanı tüten yahnilerimiz servis edildiğinde bir grup
çiftçi bardak bardak bira içmeye başlamış, masaların çoğu
konuşup gülüşerek yiyip içen canlı, neşeli insanlarla dol
muştu. Birkaç şüpheci bakış yakaladım ve insanların bizim
hakkımızda konuştuklarını hissettim. Hatta birkaç müşteri
bizi görür görmez kapıdan döndü. Belki de bizden çekini
yorlardı sadece. Yahut ortada daha kötü bir durum vardı.
Sonra işler kötüye gitmeye başladı. Arkwright hancının
en sert birasından bir maşrapa dolusu istedi. Birayı birkaç
saniye içinde içtikten sonra bir tane daha içti ve sonra bir
tane daha. İçtikçe daha yüksek sesle konuşmaya başlıyor,
konuşması bozuluyordu. Yedinci maşrapayı almak üzere
bara gittiğinde birinin masasına çarparak üzerindeki iç
kileri yere devirince kötü bakışlara maruz kaldı. Ben ora
da öylece oturup dikkat çekmemeye çalışıyordum, oysa
165
K A N İZİ
“Sen iyi misin Üstat Ward?” diye sordu bana doğru ge
lerek.
Başımı evet anlamında salladım. Hâlâ nefes nefeseydi ve
alnında ter birikmişti.
“Şu yahni bozuk olmalı. Sabah hancıya bir çift laf ede
rim, buna şüphen olmasın!”
Arkwright derin bir nefes daha aldı ve önce alnını, son
ra ağzını elinin tersiyle sildi. “Kendimi pek iyi hissetmiyo
rum. Bir süre dinlenmem gerek,” dedi.
Yakında yaslanıp dinlenebileceği bir kaya bulup otur
duk, Arkwright’m homurtuları ve köpeklerden ara sıra du
yulan inlemeler dışında hiç ses yoktu.
On dakika sonra daha iyi olup olmadığını sordum. Başı
nı aşağı yukarı sallayıp ayağa kalkmaya çalıştıysa da bacak
ları boşalıverince yeniden olduğu yere çöktü.
“Yalnız mı gideyim Bay Arkwright?” diye sordum. “Bı
rakın Coniston Gölü’ne gitmeyi buraları kolaçan edebile
cek kadar bile iyi olduğunuzu düşünmüyorum.”
“Hayır evlat, tek başına gidemezsin. Söz konusu Mor-
wena’yken... Bay Gregory buna ne der? Beş dakika daha
sabret bir şeyim kalmaz.”
Ancak beş dakika sonra midesinde kalan son bira ve
yahniyi de çıkarmaya başlayınca Morwena’nm peşine dü
şecek durumda olmadığı ortaya çıktı.
“Bay Arkwright,” dedim, “sizi burada bırakıp etrafa göz
atsam iyi olur. Ya da hana gidip Morwena’yi yarın akşam
arayabiliriz.”
171
U D U 3V O /d o H
rniinaian
Bu kez daha rahat okuyabilmiştim. Neredesin? Aynayı
elimin ayasıyla silip yazmadan önce yeniden nefes ver
dim:
T A K İP
İK İ M E S A j
Arkwright evde değilken daha önce pek çok kez zili çal
mış olmalıydı. Eğer değirmende kalırsam dönüşte şansını
lekrar denemeye karar vererek kanal boyunca ilerlemeye
devam ederdi. Ancak Bay Gilbert’m henüz Arkwright’m öl
düğünü bilmesine imkân yoktu ve onu gerçekten çok sev
diği için kötü haberi vermenin benim görevim olduğunu
hissediyordum. Hem zaten etraf yeterince güvenli olmalıy
dı. Morwena hâlâ kilometrelerce ötedeydi ve bir dost yüzü
görmek iyi gelirdi.
Ben de asamı alıp kanala doğru yola çıktım. Aydınlık
bir akşamüzeriydi ve güneş parlıyordu. Bay Gilbert güne
ye gidiyordu ve mavna kanalın karşı kıyısına bağlanmıştı.
Suya iyice batmıştı, epey yüklü olmalıydı. Biri atları tımar
lıyordu. Bu benim yaşlarımda bir kızdı, altın saçları güneş
ışığında parlıyordu. Bay Gilbert’in kızı olduğuna şüphem
yoktu. Bay Gilbert patikadan bana doğru el sallayıp yakla
şık yüz metre kuzeyde kalan en yakındaki köprüyü işaret
etti. Köprüyü geçip mavnanın yanma ulaştım.
İyice yaklaştığımda mavnacının elinde bir zarf olduğu
nu gördüm. Kaşlarını kaldırdı. “Sorun ne?” diye sordu.
“Çok üzgün görünüyorsun Tom. Bill sana kötü davranmı
yor, öyle değil m i?”
Durumu açıklamanın kolay bir yolu olmadığından, ba
sitçe şöyle dedim: “Size kötü haberlerim var. Bay Arkwright
öldü. Körfezin kuzeyinde su cadıları tarafından öldürüldü.
Benim peşimde olabilirler, o yüzden sudayken kendinize
dikkat edin. Yeniden nerede ortaya çıkabileceklerini kim
bilebilir?”
196
M A V N A C IN IN K IZ I
* -k *
208
SEÇ EN EK Y O K
B U K A Ğ IL A N M A K
SA A T Y Ö N Ü N Ü N TERSİ
BİR C A D I Ş İ Ş E S İ
S Ü S B İN A
G R İM A L K İN
A K L IN A L M A D IĞ I Ş E Y
gücü vardı. İyi de, ilahide söylenen şey tam olarak neydi?
Bu ne anlama geliyordu? Bana sanki eyalete ilk yerleşenle
rin kullandığı ‘eski dil’de imiş gibi geliyordu.
Kollarımla bacaklarım ağırlaştı ve aynı anda hem sıcak
hem de soğuk hissettim. Ayağa kalkmaya çalıştıysam da
yapamadım. Artık çok geçti, Şeytan’m kızının ne yapmaya
çalıştığını anlamıştım. Bu kadim kelimeler bir lanetti, tüm
gücümüz ve irademizi emen kudretli bir kara büyünün
parçasıydı.
Göz ucuyla Hayalet’in bir şekilde ayağa kalkmayı başar
dığını gördüm. Cübbesini açıp arka cebine uzandı. Ardın
dan bu kötücül silüete doğru bir şey fırlattı: Sağ elinden
beyaz, sol elindense koyu renk bir şey, Karanlık’a ait yara
tıklara karşı genellikle çok etkili olan tuz ve demir karışı
mı. Bu kez işe yarayacak mıydı? Yani düşmanımız fiziksel
olarak burada değilken?
İlahi anında kesildi ve görüntü üflenerek söndürülen
mum alevi kadar hızla yok oldu. Rahatladığımı hissedip
sendeleyerek de olsa ayağa kalktım. Hayalet bitkin bir şe
kilde başını iki yana sallıyordu.
“Ucuz atlattık,” dedi Arkwright. “Bir an için sonumu
zun geldiğini düşündüm.”
“Evet, haklısın,” dedi Hayalet. “Daha önce bu kadaı
güçlü bir cadıyla karşılaşmamıştım. Bu güç, damarların
da dolaşan o koyu renk Şeytan kanından geliyor olmalı
Onu ortadan kaldırabilirsek eyalet çok daha güvenli bu
yer halini alır. Fakat sanırım artık gecenin geri kalanı bo
yunca uyumasak iyi olacak. Eğer yalnızca tek bir nöbetçi
287
Z O R L U BİR P A Z A R L IK
B A T A K L IK T A K İ M Ü C A D E L E
A İT O L D U Ğ U M Y E R
* * *
KARA M A VN A
K İM İN K A N I?
S e u fjlil Tjcmv,
AyiemleAeUm de/ ‘"¡KatanhA/ w ka/vş// u&ıilen/ m ücadele/ u/um/ u e
zaılu / aaçlb ue/ 6ü// knüt/ uaktasm a/ yaAlaşiyoA/. sd u ca A 6lzlm / de/
338
Thomas J. W ard
T/iOMSJ. m UD’VHI
/> •• I •• — ••
bunluğu
midim
Emiciler dev böceklere benzer. Uzun, ince, çokek-
lemli bacakları vardır ve boyutlarına rağmen eğilip
bükülerek son derece dar alanlara sıkışabilirler.
Bölümlü bedenleri, tıpkı deniz kabukluları gibi sert
ve girintili çıkıntılıdır. Üzerleri genellikle bir tür
kaya midyesi ile kaplıdır. Suya yakın yerlerde yahut
suyun içinde yaşarlar, sıklıkla mağaralarda rastlanırlar.
Memelilerin sıcak kanlarıyla beslenmek üzere sak
landıkları yerlerden çıkarlar. Uzun ağızlarında diş yok
tur, ancak en dikkat çekici özellikleri; kurbanlarının
kanının emmek için kullandıkları kemikten yapılma
boru şeklinde uzun, dar ve keskin tüptür.
s o ım â m â n
m*
r w jf* “ir ■
R Ai i
JW
»
4 Í
jfe
JO S E P H
' >E I A N
“C adılar mı anne? C adılarla anlaşm a mı yaptık?”
“Ustanın sana öğrettiği şeylerden ötürü bunu
kabullenmenin senin için de güç olacağının farkın d ay ım ,”
dedi annem bir elini omzuma koyarak, “ancak onlar
olm adan kazanam ayız■Bu kadar basit. Ve kazanm alıyız,
gerçekten kazanm alıyız.”
Wardstone Günlükleri’nin
heyecan verici altıncı bölümü.
BÖ LÜM 1
K A T İL P E R İ
137 İI / H3 T
3 J ¡ 139 HfJDj
Katil peri de neyin nesiydi? Daha önce hiç böyle bir şey duyma
mıştım. Ve öncelikle Hayalet’in -güçlü öcüsü tarafından korunan-
bahçesini aşması gerekirken nasıl olur da herhangi bir katil bana
ulaşabilirdi? Birileri bahçenin sınırını aşacak olsa öcü kilometreler
ce öteden dahi duyulabilen bir şekilde kükrer ve bu davetsiz misa
firi paramparça ederdi.
349
içinde büzülmüş olan bir deri bir kemik yüzüyse koyu renk boyayla
boyanmıştı. Üzerinde yağmurdan sırılsıklam olmuş uzunca bir elbi
se vardı ve ayaklarında ayakkabı yerine deri parçaları vardı. Demek
bu bir peri, diye düşündüm.
Savunmaya geçip asamı bana öğretildiği gibi çaprazlamasına
tuttum. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi çarpıyordu, fakat sakin
olup saldırıya geçmek için ilk fırsatı kaçırmamalıydım.
Aniden savurduğu kılıcı sağ omzumun birkaç santim yanından
geçince, gerileyerek düşmanımla aramdaki mesafeyi korumaya ça
baladım. Asamı savurmak için mesafeye ihtiyacım vardı. Yerdeki ot
lar yağmurdan sırılsıklam olmuştu ve peri bana doğru tekrar saldı
rıya geçtiğinde dengemi kaybettim. Neredeyse sırt üstü yere yuvar-
lanacaktım ancak yine de bir şekilde tek dizimin üzerine çökmeyi
başarabildim. Asamı tam zamanında kaldırıp omzumu deşebilecek
bir darbeyi savuşturdum. Yeniden karşı saldırıya geçerek perinin
bileğine sertçe vurunca, elinden fırlayan bıçağı döne döne yere düş
tü. Gökyüzü çakan şimşeklerle aydınlanınca, bu kez silahsız olarak
üzerime saldırmadan önce yüzündeki ifadeyi gördüm. Artık bana
bağırıyordu; öfkeden deliye dönmüştü. Gırtlağından çıkan boğuk
seslerin arasında Yunanca olduğunu düşündüğüm bazı kelimeler
duydum. Bu kez yana çekilerek öne uzattığı keskin tırnaklı ellerini
savuşturup başının yan tarafına bütün gücümle vurdum. Dizlerinin
üzerine çöktü, o an bıçağımı kolaylıkla göğsüne saplayabilirdim.
Bunun yerine asamı sağ elime alıp cebimden çıkardığım gü
müş zinciri sol bileğime doladım. Gümüş zincir Karanlık’ın
hizmetkârlarına karşı faydalı bir silahtır, fakat acaba bir katil periyi
bağlayabilir mi, diye düşündüm.
İyice konsantre oldum. Peri ayağa kalkınca, çakan bir şimşekle
aydınlanıverdi. Bundan iyisi olamazdı! Hedefimi açık ve net bir şe
kilde görüyordum ve zinciri şrrak! diye fırlatıverdim. Zincir havada
351
&
<N L an et!
JOSEPH
DELAN EY
3. kitap
%
m sXİx' ^ £ 7’//îz
¡¡¡S U . S avaşI
L 1
*S t> 1 Ar-,*;
/ *•
JOSEPH JOSEPH
; I I ,A_\■ Sfil^NÜY
3
LO H a ta s I
JOSEPH
D E ] A N .E Y