Professional Documents
Culture Documents
Acimasiz Illuzyonlar Margie Fuston PDF Indir 23671
Acimasiz Illuzyonlar Margie Fuston PDF Indir 23671
’
— Srvplunnc Corbon .Wne York- l ime* Çok Satanı Yazan
pIMASIZ
NLAR
n n esin in ö lü m ü n ü n in tik am ın ı a lm a k için ölüm cül
Ava, bir vam pir annesini öldürdüğü için intikam alm aya k arar
lıdır. Çok kapsam lı bu yolculuk, ona bir koruyucu aileden diğerine ge
çerken hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu gücü verir.
Ancak on yıldır vam pir gören kimse olmamıştır. Ava da art ık bir
vam pir göreceğine dair umudunu kaybetmiştir... Tam o sırada gizli bir
sihir gösterisiyle karşılaşır ve imkânsız illüzyonlara tanık olur. Sihirbaz
lar, Ava’nın peşinde olduğu kan emiciler olmayabilir am a Ava, işin için
de doğaüstü bir şeylerin olduğuna inanarak gizlice kulise sızar ve onları
açıklayam ayacakları eylemler gerçekleştirdikleri sırada yakalar.
Acımasız İllüzyonlar
Margie Fuston
Orijinal Adı: Cruel llluıions
Acımasız İllüzyonlar
© 2022, ALFA Basım Yayım Dağılım San. ve Tic. Ltd. Şii
Cruel lllusions
© 2022, Margie Fuslon
Kitabın Türkçe yayın hakları Akçalı Telif Hakları Ajansı aracılığıyla Simon & Schusler Children's
Publishing'in alt markası olan Margarel K. McElderry Books ile yapılan anlaşma ile Alfa
Basım Yayım Dağılım Lld. Şii.'ne aittir. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak
kısa alınlılar dışında, yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir elektronik veya mekanik araçla
çoğaltılarraz. Eser sahiplerinin manevi ve mali hakları saklıdır.
ARTEMİS YAYINLARI
Ticarethane Sokak No: 15 Cağaloğlu / İstanbul
Tel: ( 212)513 34 20-21 Faks: [ 2 1 2 ) 5 1 2 33 76
e-posta: editör 1©artemisyayinlari.com - www.artemisyayinlari.com
(zfclM A S IZ
İl l ü z y o n l a r
Tanıdığım en iyi hikâye anlatıcısı olan Lucas'a...
BÖLÜM
1
bile bilmezler. Ben de uzun zaman önce boktan şeyler için min
nettar olmayı bıraktım.
Deb bir dakika kadar kapının yanında durdu ama ben artık
ona bakmıyordum. Dolabımın boy aynasına bakıyordum ama
yansımamı görmüyordum. Kapım kapanana kadar bekledim,
sonra kıyafederle poşederi yataktan silktim ve tekrar uzandım.
Deb’in ayak sesleri koridorda ilerledi. Oğlanların odasının
kapısını açtı ve kahkahaları bir sihir gibi, bir aileymişler gibi bir
birine dokundu. Ben de bunun bir parçası olmak istiyordum.
Evet. Deb’in evi şu ana dek bulunduğumuz en iyi yerdi ama bu,
anneme haksızlık olurdu. Annemi rahata kavuşturana kadar, an
nemin başına gelenlerin bedelini birileri ödeyene kadar bu aile
nin bir parçası olamazdım.
Sinir bozucu derecede lavanta rengi yatağımda kıvrılıp Criss
Angel’ın kanayan kolundan bir madeni para çıkarmasını -favo
rim- milyonuncu kez izleyerek dikkatimi dağıtmayı düşündüm.
Ama gece havasının tenimde yarattığı aşinalık hissini yaşamaya
can atıyordum; hayatımdaki sabit şeylerdendi bu. Beni daima
sakinleştiren bir şey.
Beremi ve sırt çantamı alıp tahta kazığımın hâlâ yerinde olup
olmadığını kontrol ettim. Zaten hep kontrol ederim. Anneniz
bir vampir tarafından öldürülmüşse, nasıl kontrol etmezsiniz ki?
raba lastiklerinin asfaltta çıkarıp durduğu sesin kafam
A daki başıboş düşünceleri dağıtmasına izin vererek dolaşı
yordum. Parker ve Jacob'ın birlikte gülm elerini düşünmeyeceğim.
Deb'in küçümseyici hediyelerini düşünmeyeceğim... Vücudum
koşmak, bir ritim bulmak ve nefes almaktan başka hiçbir şeye
odaklanmamak istediği halde, geceleri asla koşmam. Koşmak,
bir şeyin sizi kovalamasına davettir. Benim hedefim av olmak
değil, avcı olmak. Ayrıca bu sabah zaten beş mil koştum.
Alışkanlıkla, geceleri daha fazla insanın toplandığı
J Caddesi’ne gittim; burada bir vampir, sarhoş bedenler ve ko
layca erişebileceği sıcak boyunlar bulabilir. Bunca yıl ava çıkıp
da hiçbir sonuç alamadıktan sonra, bir vampir bulacağıma artık
pek inanmasam da yine de arada sırada karanlık sokaklara ba
karak tuhaf bir şeyler arıyordum. Bir vampir bulacak olsam da,
buna hazırdım. Hem hızlı olduğum için hem de elimde bir ka
lem yerine bir kazık olduğu için rahattım. Yıllarımı vampir film
leri izleyerek ve kaslarım her hareketi ezberleyene dek vampir
avcılarının hareketlerini taklit ederek geçirmiştim. Tüm vampir
filmlerinin her birini yirmi kez izlemişimdir. Sevdiğimden değil.
O filmlerden nefret ederim -vampirleri iyi ya da seksi gösteren
sahneler midemi bulandırıyor- ama yine de elimde bu filmler
den başka bir şey yoktu. Çünkü kimse vampirler hakkında -var
oldukları dışında- bir bok bilmez.
Vampirler ilk olarak ben sekiz yaşındayken ortaya çıktılar,
annemi boynunda ısırık izlerine benzeyen yaralarla bulmam
dan yalnızca iki hafta önce. Yetişkinler bu izleri bir tür hayvan
20 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
L
anet olsun.
Yukarıya bakmamaya çalıştım.
Oldukça yüksek sesle boğazını temizledi, yanım daki insan
lar kıs kıs güldü.
Sihirbazın ayakkabılarından biri, hızlanan kalp atışlarıma
ayak uydurarak hafifçe yere vuruyordu.
Bir şapkanın içine tıkılmış kahrolası bir tavşan gibi sıkışıp
kalmıştım ama kendimi ortadan kaldırabileceğim bir sihir gü
cüm yoktu, bu yüzden elimi indirip dik dik ona baktım .
Kıvrak parmakları arasında dans eden kartları bir eliyle yaka
larken bana hain bir sırıtışla bakıyordu. Diğer elini bana uzatıp,
“Sevimli asistanıma bir alkış,” dedi.
Uzattığı eli görmezden gelerek kendimi kalkm aya zorladım
ve onun yanından koridora doğru bir adım attım.
Kükrer gibi bir kahkaha atıp, yanımda oturan diken saçlı ço
cuğa doğru eğildi. “Hoş bir eşlikçi, değil mi?”
Diken saçlı, diğer seyircilerle birlikte güldü. U tancım dan te
nim karıncalanıyordu ve nabzım çok hızlı bir şekilde -sanki tüm
kanım koşup gitmeye çalışıyormuş gibi- boğazımda atıyordu.
Dönüp gitmek mi istiyordum yoksa sahneye çıkm ak mı, anla-
yamıyordum. İkincisini seçtim.
Ben yürürken, birkaç kişi bana kıskanç bakışlar attı. M er
divenlere geldiğimizde sihirbaz tekrar elini uzattı. M uhtemelen
kabul etmeyeceğimi bilerek. Tutmadım. Sadece benim duyabi
leceğim bir şekilde kıkırdadı. Bu, izleyicilerle arasında olan bir
şaka değildi, ikimizin arasındaydı.
M a r g ie Fu sto n 31
tüm ayrıntılar, her bir küçük ayrıntı yüzeye çıkmaya can atı
yordu, üstelik sadece gördüklerim değil, hissettiklerim de.
Annem in öldürüldüğü gün hafızamda kazılıydı.
U yanm ıştım ve annemin kahvaltıyı hazırladığı mutfağa git
miştim ama annem mutfakta değildi.
Bir şeyler yolunda değil gibiydi, sanki hava çok ağırdı. Keşke
o duyguyu, bir şeylerin gerçekten ters gittiğinin farkına bile var
madan o içime çöken korkuyu unutabilseydin!.
Her zaman erken uyanmasına rağmen belki de uyuyordur
diye karavanın arkasına gidip yatağını kontrol etmiştim. Ama
onu yatağında da bulamamıştım.
Annem bir gün önce tekrar taşınmamız gerektiğine karar
vermişti, bu yüzden kim bilir nereye giden yol üzerindeki boş
bir kamp alanına park etmiştik. Anneme haber vermeden kara
vanımızdan ayrılmamam gerekiyordu ama kapıyı soğuk sabah
havasına doğru iterek açmıştım ve metal basamağa adımımı at
tığım da ürpermiştim.
Annem kamp yerimizin kenarındaki bir ağacın yanında otu
ruyordu. Toprakta yürümek ya da içeri girip ayakkabılarımı al
mak istememiştim, bu yüzden iki kez seslenmiştim ona. Hare
ket etmemişti.
Taşlarla kaplı zeminde yolumu bulmaya çalışırken, bu sanki
bir oyunmuş gibi gülmüştüm. Ama o, ağacın yanında normal
bir şekilde oturmuyordu. Bir bacağı garip bir şekilde yana doğru
bükülmüştü, kırık değildi ama annem herhangi birinin oturabi
leceği bir şekilde de durmuyordu. Kolları yanında, çam iğnele
rinin arasında açılmıştı. Elleri hiçbir şeyi tutmuyor, hiçbir şey
yapmıyordu. Başı yana eğikti, bir yanağı ağaç kabuğuna daya
lıydı. Gözleri açıktı, bana bakıyordu ama görmüyordu.
Sonra boynundaki kanı görecek kadar yaklaşmıştım: üzerin
den kan sızan iki yara...
Dizlerimin üzerine çöküp bileğini tutmuştum. Sanki bir
>cy serbest kalmış gibi seğirmişti. Bir anlığına annemin ayağa
40 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
Vam pire Biten Ben kadını tanıyorum. Vam pirlerin ortaya çıkışın
dan hemen önce ölmüştü. Bir hayvan saldırısı sonucu öld üğ ü nü
söylediler ama sadece boynundan yaralanmıştı,
magicfireak: Dalga mı geçiyorsun?
Vam pire B iten Hayır. Adamın seyircilere nasıl baktığını görm edin
mi? Belki de başka bir şeyden korkuyorlardı.
bile elimde hiçbir şey yoktu. İnsani olarak mümkün olanın çok
ötesinde sözcükleri çınlıyordu kulaklarımda, işte bu yüzden tu
tunduğum her şeyin bir hayal olduğunu düşünmüştüm. Anne
min yazdığı, kurguyu hayatına uyarladığı bir hikâye. Annem,
sorduğum zamanlarda, numaralarını nasıl yaptığını bana hep
gösterirdi. Her zaman bir açıklaması olurdu.
Sıradaki yazıya geçtim. Daha yeni görünümlü günlüklerden
birinden alınmış olan bu sayfa beyaz ve netti.
Bazen onu k u lla n m a İsteğim o kadar yoğun oluyor kİ...
0 aptal, küçük doğum günü partilerindeki gösterilerde
bile öylesine çok birikiyor ki sonunda kanım kaynıyor
ve bu yüzden patlayabileceğimi sanıyorum. Onu ser
best bırakmak istiyorum; heyecanla bağırışan çocuk
lar için gerçekten imkânsız bir şey yapmak istiyorum.
Ne olacağının önemi yok; bir ailenin kedisini ortadan
kaybedip sonra bir ağaçta yeniden ortaya çıkarmak bile
olur. O gerçek huşuyu hissetmeye ihtiyacım var ama
aileme ondan daha çok İhtiyacım var. Riske giremem.
Kendimi ne kadar sefil hissettiğimin önemi yok.
bir masanın altında bir çizim ... Bazı koruyucu ailelerim ismimi
hatırlamasalar bile bir parçam hep onlarla olacak...
Deb’de de bu yarık kalacaktı. Belki Parker da...
Bir zamanlar on sekiz yaşına girmeyi, iyi bir iş bulmayı,
Parker’ın velayetini almayı ve sonunda birlikte kendi evimizi
kurmayı hayal ederdim. Ama şimdi on sekiz yaşında olsam da
iyi bir işim yoktu ve Parker... O burada mutluydu.
Onu daha önce yalnızca bir kez gerçekten mutlu görmüştüm.
Sosyal hizmet sistemine dâhil olduğumuz ilk yıl birlikte değil
dik. Bizi hızlı bir şekilde bir yere yerleştirmeleri gerekiyordu ve
iki çocuğu yerleştirmek bir çocuğu yerleştirmekten daha zordu
ama sonra bizi uygun bir yerde tekrar bir araya getirdiler. Kimse
kötü niyetli değildi ama sanki çocuk değil de mobilyaymışız
gibi hissediyordum. Sonra bizi ileride evlat edinmeyi isteyen bir
koruyucu ailenin yanma yerleştirdiler. Parker orayı sevdi. Ama
orada kalışımız da uzun sürmedi. Sonu mudu bir evlat edinme
hikâyesiyle bitmedi. Daha sonra bizim de dâhil olduğumuz altı
çocuğun olduğu bir eve yerleştirildik. Orası bir evden ziyade bir
yaz kampında hayatta kalmaya çalışmak gibiydi. Ama o koru
yucu ebeveynler taşınmaya karar verdiler. Ben henüz on sekiz ol
mamıştım, bu yüzden bize yeni bir yer buldular.
Ve sadece altı ay sonra burası onun evi oldu. Bunu, Parker m
oturuş şeklinde görebiliyordum; gömleğine şurup damlıyor ama
bu yüzden Debelen azar işitmekten endişelenmiyordu. Zaten
Deb azarlamaz, bağırmaz da.
Yuvanın nasıl bir şey olduğunu biliyordum. Annem öldü
ğünde, yuvanın ne anlama geldiğini, doğal ve içgüdüsel aidiye
tin ne anlama geldiğini anlayacak yaştaydım. O yuva mükem
mel olmasa da benimdi. Benim için Deb ve Jacob’ın olmayacağı
bir şekilde hem de. Ama onlar, Parker’ın yuvası olabilirlerdi.
Bazen Parker’m önünde engel olduğumdan endişeleniyor
dum. Fiziksel olarak nerede olursak olalım, o benim için ne ka
dar yuvaysa, biliyordum ki ben de onun için o kadar yuvaydım
50 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
ama onun hiçbir zaman fiziki bir yuvaya sahip olm adığını göz
ardı edemezdim. İkisi aynı şey değildir, evet. E m inim ki o da
kaçırdığının bu olduğunu biliyordur. Daha önce hiç şeker ye
memiş küçük bir çocuk gibi. Böyle bir çocuk tam olarak neyi
kaçırdığını bilmez ama elinde lolipop olan başka bir çocuk gör
düğünde, bunun arzulanacak bir şey olduğunu bilir.
Deb bir şeyler mırıldanıyordu. M ırıldandığı şeyin The Andy
Griffith Shoîvuıv tema şarkısı olduğundan oldukça em indim .
Parker o şovu seviyordu. Bense oldu bitti sevmem. Tek ebeveyni
olduğu için Opie’ye üzülsem mi yoksa onu kıskansam m ı, ka
rar veremiyordum.
Deb bekâr bir anne. Jacob’m babası, o daha bebekken bir
trafik kazasında ölmüş. Ama Deb iyi biri ve vefat etm iş ko
casının sigortası sayesinde tek bir işte çalışıp geçinebiliyor.
Parker öyle bir annesi olduğu için şanslı. Ama bu benim hayal
kurmama engel değil.
Deb mırıldanmayı bırakıp ocağı kapattı.
“Pastırma isteyen var mı?” Döndü ve saçlarını gözlerinin
önünden çekti. Uzun saçları hafta sonları biraz gevşek, biraz da
kontrolden çıkmış görünür...
Parker ve Jacob aynı anda, “Evet,” diye m ırıldandılar. Deb
onların tabaklarına biraz pastırma koyduktan sonra bana baktı.
“Hayır, teşekkürler.” Gülümsedim ama bunu Deb için veya
kendim için değil, Parker için yaptım. Çünkü ben burada ken
dimi evimde gibi hissetmesem de Parker öyle hissediyordu ve
eğer bu onun mudu olabileceği anlamına geliyorsa her gün
yirmi dört saat gülümserdim.
Deb de gülümseyerek karşılık verdi ve gülümsememi olduğu
gibi kabul etti. Çoğu insan böyle yapar. Ama aslında gülüm se
meler benim en büyük illüzyonlarımdır.
Gözleri, eşofmanımın yakasından görünen yeni yeşil sporcu
aletim in yakasına kaydı. Fermuarı biraz daha yukarı çektim ,
m ; giymemeliydim. Şimdi ona bir tür zafer kazandırmış
M a r g ie Fu st o n 51
Rahat bir nefes aldım. Doğru söylüyordu; eğer o beni bir yer
lere davet etmese, evden sadece koşu için ve geceleri sinsi sinsi
dolaşmak için çıkardım. Beni saat kaçta alm ası gerektiğini söy
ledim.
Stacie beni almaya yirmi dakika geç geldi çünkü Stacie macera
konusunda ne kadar güvenilirse, dakiklik konusunda da o kadar
güvenilmezdi; dolayısıyla sokakta bir park yeri bulduğunıuzda,
gösteri başlayalı yarım saat olmuştu.
Stacieye dün sokakta başıma gelen tu h af olayı anlatm ak
üzere döndüm ama Stacie arabanın güneşliğini indirm iş, ayna
sında şeftali rengindeki dudak parlatıcısını tazeliyordu. Acele et
mesini söylemek istesem de yapamadım. Buna alışkındım . Sırt
çantamı alıp kapımı açtım.
“Ava, o eski sırt çantanla mı gireceksin kulübe gerçekten?”
Omuz silktim. “Dün girdim.”
“Bensiz mi geldin?”
“Bir anda oldu. Sokakta bir ilan buldum .”
Gözleri kısıldı. “Tuhaf.”
Tuhaf derken neyi kastettiğini anlamadım. Gösteriden mi
bahsediyordu yoksa benim ona haber vermeden bir şey yapm ış
olmamdan mı?
Başını iki yana salladı. “Sen o şeyi taşırken, seninle görüle-
mem.”
Çantanın kayışlarını daha sıkı kavradım.
“Ava,” dedi yumuşak bir sesle. “Kalabalık bir yerin ortasında
saldırıya uğrayacak halimiz yok.”
Dikleştim. Stacie annemin başına geleni biliyordu. Ç an
'ım Jd kazık taşıdığımı da biliyordu. Ona bunu uzun zam an
= ısıl tanışmamızdan kısa bir süre sonra söylem iştim . Ge-
■: insanlara bunu anlatmam çünkü vampirler tekrar saklan-
,nyt başladıklarında, birçok insan onların varlığının bir şaka
M a r g ie Fu s t o n 55
5
uşların iyi olduklarını umuyordum.
K Güçlükle nefes alarak yere sindim.
Bana doğru yaklaşan botları gördüm. İçgüdüyle ellerim in ve
dizlerimin üzerine çöktüm ve geldiğim yöne doğru süründüm
ama bir el, eşofmanımı yakalayarak kıçımın üzerine çökene ka
dar beni çekti. Kutulardan oluşan son duvarın etrafından ışığa
doğru sürüklendim.
Az önce düşürdüğüm, kuşlarla dolu kafesin yanma çökmüş
olan kuş kız başını kaldırıp baktı. Gözleri beni tanıdığını belli
edercesine genişledi. Ama kız hiçbir şey söylemedi, öfkeli güver
cinlerine yumuşak bir şekilde cıvıldamayı sürdürdü.
Alev kız, bir avucunda ateşler saçarak üzerimde belirdi ama
beni asıl korkutan yüzüydü. Hırlayışından uzaklaşmak üzere
hamle yaptım ama o daha hızlıydı. Diğer eliyle kolumu yakala
yıp beni ayağa kaldırdı. Ama göz teması kurduğu anda beni ser
best bıraktı. Elini hızla öne uzattı ve kapüşonumu indirdi.
“Selam,” dedim. Yüzüm kapüşonla gizli değilken kendimi
daha savunmasız hissettim.
“Sen,” diye homurdandı alev kız. “Ne diye gizlice dolaşıyor
sun burada? Az kalsın seni böcek gibi kızartacaktım.” Uzun ah
şap masanın kenarına yaslanmış, kollarını göğsünde kavuştur
muş, yüzünde bir sırıtışla bizi izleyen Xander’a baktı. “Bana onu
kaybettiğini söylemiştin,” dedi.
Beni kaybettiğini mi?
Ve şimdi de buldum, tadım.” Xander’ın sesinde, sanki ya
bani bir kediyle konuşuyormuşçasjna bir m ırıltı vardı.
M a r g ie F u s t o n 71
6
üm egzersizlerim süresince kafama kazıdığım tek şey, kazığı
T daima tam olarak batırmak istediğiniz yere koym anızdı. Is
kalamamak.
Bunu gerçekten yaptığım için şaşkındım. B un u herhangi bi
rine uygulamak ile hoşlanmaya başladığın am a sonra vam pir çı
kan birine yapmak birbirinden çok farklı şeyler. İkinci kısım mi
demi bulandırdı.
Elim titredi ve Xandefın göğsünde, sanki daha sonrası için
o noktayı işaretliyormuşum gibi küçük kırm ızı çizgiler bıraktım
ama sonrayı beklemeyecektim. İhtiyacım olan tek şey onun dü
şündüğüm şey olduğunun bir onayıydı; kalbine kazık battıktan
sonra toza dönüşmesi ya da vampirlerin kalplerine bir kazık sap
ladığınızda başlarına aslında ne geliyorsa onun o lm a sı...
Titreyen elime baktı.
Bunun bir zayıflık olduğunu düşünm em esini umdum.
Çünkü öyle değildi.
“Vampirlere inanıyorsun,” dedi Xander, sesi duygusuz ve sa
kindi.
“Annem bir vampir tarafından öldürüldü, yan i evet.” Tepki
sini görmek için başımı kaldırmadım ama bir süre sessiz kaldı.
“Bizim kan emici olduğumuzu mu düşünüyorsun?” Sakin
liğini kaybediyordu ve son kelimeyi yarı tükürerek yarı gülerek
söylemişti.
Başımı kaldırdığımda dudaklarının taklit edilm esi zor bir
tiksinti duygusuyla büküldüğünü gördüm am a kazığım ı geri
çekmedim.
Ma r g ie Fu s t o n 83
“Birini kaybetmişsin.”
Gülümsemesi bir anda bozuldu. “Erkek kardeşim . Ben on
yedi yaşındaydım, o ise on beş.” Dudaklarında bir gülüm sem e
nin hayaleti dolaşırken, her zamanki fazla rahat sırıtışından o
kadar farklı görünüyordu ki onu bir an tanıyam adım . “O nu bir
partiye götürmem için bana yalvarmıştı. Sıradan bir liseli partisi
olması gerekiyordu, bir grup genç ve çok fâzla a lk o l... Saat geç
oluyordu, dışarıda kalma iznimizin süresi çoktan dolm uştu. Bu
yüzden onu aramaya başladım. Onu evin arkasındaki ormanda
buldum.” Boğuluyormuş gibi hissettiren sert bir gülm e sesi çı
kardı. “Şanslı olduğunu düşündüm çünkü bir kızın yüzü onun
boynuna gömülmüştü. Onu tam kızla baş başa bırakacaktım ki
geciktiğimiz her dakika için ebeveynlerimizin bana bir saat ceza
vermeyi sevdiklerini hatırladım, bu yüzden ona seslendim . Kız
kaçtı, kardeşim ise... düşüverdi. Sarhoş olduğunu düşünüp ya
nına koştum. Yüzünü ve boynunu kendime doğru çekm eye ça
lıştım. ..” Xander duraksayıp elini yüzünde gezdirdi.
“Devam etmene gerek yok,” dedim. Ne deneyim lediğini bili
yordum. Benim için bu deneyim, annemin bedeninden ayrılan
son hayat parçasıydı. Onun içinse kardeşi...
Artık nefesi daralıyordu ve ağırlaşmıştı. Am a başını ik i yana
sallayıp anlatmaya devam etti. “Çok fazla kan vardı. O küçük,
narin ısırık izleri gibi değildi.” Yutkundu. “Bazı vam pirler diğer
lerinden daha gaddardır. Onu parçalamıştı. Kardeşim ölmüştü
çoktan... Bir süre onu iyileştirmeye çalıştım. G ücüm ü ilk kez
kullandım. Partide ufak tefek top ve kupa num araları falan yap ı
yordum, nasıl kullanacağımızı bilmesem bile hissedebildiğim iz
o küçük güç vızıltısını yaşıyordum. Aristelle, kardeşim i iyileş
tirmeye çalıştığım sırada yaşadığım şoktan dolayı sih ir gücüm ü
kullanamamış olabileceğimi söyledi. Dolayısıyla elbette işe yara
mamıştı. Polis geldi sonra. Herkes kardeşimin hayvan saldırısına
uğradığını söyledi. İnsanların nasıl olduğunu bilirsin. Kan em i
ciler bize tam anlamıyla yüzlerini gösterdikleri halde, çoğu insan
M a r g ie Fu st o n 89
dönmedi. Son yirmi dakikadır nefes alm am ışım gibi gece hava
sını içime çekmeden önce onun içeri girm esini bekledim .
Bir süre yürüme ihtiyacı hissederek, Deb’in evine yöneldim.
Rutinime ihtiyacım vardı. Kararlı adımlarla, önce bir karanlık
sokağı, sonra bir başkasını kontrol ederek ilerledim .
Kahretsin.
Sokağın aşağısında biri vardı. Karanlıkta bunu söylemek
zordu ama sanki bir adam hafifçe kamburu çıkm ış halde du
vara eğilmişti. Yalnız olduğunu düşündüğüm anda sarı saçlı bir
kız gördüm.
Kalbim önce duracak gibi oldu, sonra yerinden çıkacak gibi
atmaya başladı. Bacaklarım pelteleşti. Karanlığın içindeki tüyler
ürpertici her adam vampir olmayabilirdi ama yine de kazığımı
almak üzere sırt çantama uzandım.
Kahretsin. Xander bana kazığımı vermemişti.
Adrenalinim mutlak dehşete dönüştü. Adam bir vampirse
ayvayı yerdim, değilse yine de ölme ihtim alim vardı am a öylece
arkamı dönüp gidemezdim. Yardım istemek için kulübe koşa
cak olursam, geri döndüğümüzde kız ölmüş olabilirdi. Sokağın
ucuna varana dek ileri doğru yürüdüm. Fısıltıyla tartışıyorlardı;
adamın sesi o kadar alçaktı ki güçlükle duyuluyordu, kızınki ise
yum uşak ama yüksekti. Demek ki vampir değildi am a bu, ada
mın tehlikeli olmadığını anlamına gelmiyordu.
Sinsice yaklaşırken, botlarımın altında bir cam parçası çatır
dadı.
Adam o kadar hızlı bir şekilde döndü ki şaşırm aya bile vak
tim olmadı. İki adım attı ve bir anda önümde durdu.
Cesurca durabildiğime şaşırdım ama sanırım o noktada cesa-
redi olmaktan ziyade sadece donup kalmıştım.
“Onu korkutuyorsun!” Kız onun yanına koştu. Uzun sarı
saçları, sokak lambasının ışığını yakalayarak kasvetli sokakta
bir meşale gibi parlıyordu. Loş ışıkta bile yanakları beyaz te
ninde pespembe görünüyordu. Bana gülümsedi. Gülümsemesi
MARGIE FUSTON 99
onun için büyük bir sıçrama olurdu. Stacie, sonunda bir hen-
dekte ölümün bulanacağından emindi.
“Denerim,” dedim ama ikimiz de bunu muhtemelen unuta
cağımı biliyorduk.
Tekrar etrafa bakarken burnunu kırıştırdı. “Ergenlik öncesi
saçmalıklarını ne kadar sevsem de, bugün, bir pazar öğleden
sonrası ve gideceğim yerler, göreceğim erkekler var.”
“Söz veriyorum, geldiğin için bir dakika içinde memnun
olacaksın.” Mikrodalganın saatini kontrol ettim. Bir kırk beş.
Tanrı’ya şükür ki ona partinin başlama saati olarak, gerçekten
başlayacağı saatten bir saat daha geç söylemiştim. Böylece bir
oda dolusu on iki yaşında çocuğun sosisli yediği yarışmaya tanık
olmak zorunda kalmamıştı.
Bir kaşını kaldırdı. “Nedenini söyle, ona göre karar vereyim.
Uzun, dağınık ve gür yavru köpek saçlarını yüzünün önünden
çekmeye can atacağın, alışveriş merkezindeki telefon kılıfı ma
ğazasındaki Alex’i yenmesi gerekecek. Alex çoktan kafeye git
miş, beni bekliyor. Gerçi bekleyecektir de ama neyse.” Sırıttı.
Daha önce Alex’ten bahsedip bahsetmediğinden emin bile
değilim ama Alex’in bir Xander olmadığından emindim. Sesimi
alçalttım. “Geçen geceki sihirbazlardan biri sürpriz bir gösteri
için gelecek.”
Şaşırmış gibi geriledikten sonra gözlerini devirdi. “Hayır. Üz
günüm. Alex kazandı.” Bana uzaktan bir öpücük gönderip om
zunun üzerinden parmaklarını sallayarak kapıya yöneldi. Kapıyı
kapatmadan önce durdu. “Bana mesaj atmayı unutma.”
Eğer güzel saçlı bir çocuğun, sihir numaralarını gölgede bı
rakacağını düşünüyorsa, arkadaşlığımızı gözden geçirmem ge
rekirdi.
Kapı arkasından kapandı.
Ancak bunun için endişelenecek vaktim yoktu. Dökülen
portakallı gazoz beni çağırıyordu.
108 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
Yine de bir yanım Parker için gerçek bir aile istiyordu. Bir za
manlar, m asalların tutunabileceğim bir şey olduğu bir dönemde
bunu kendim için de istemiştim. Ama o noktayı çoktan geçtim.
Zaten konunun benimle ilgisi yoktu. Deb ve Jacob, Parker’ı is
tiyor ve benim de gelmeme izin veriyorlardı.
“Ava?” diye sordu Deb.
Bir kez olsun adım ı söylemesini ve bunun bir soru olarak kal
mamasını istedim. Eğer bunu yapamıyorsa, beni gerçekten na
sıl istiyor olabilirdi?
Sadece baktım ona.
“Biz seni de istiyoruz. On sekiz yaşında olduğunu biliyorum
ama bir ailenin parçası olmak için asla geç değildir. Çok geç değil.”
O na inanm ak, kalıp bu ailenin Parker kadar bir parçasıymı
şım gibi davranm ak istiyordum.
Parker ve Jacob’ın heyecanı odaya yayılıyordu. Bu, Deb’i et
kilemiş gibiydi; onlara bakıp gülümsedi, sonra bana baktı. Ben
etkilenmemiştim . Etrafıma boğucu bir koza örüyordu sanki ama
bu koza, içinde büyürken bana bir kalkan sağlayacak, sonunda
da çıkıp kanatlanacağım türden bir koza değildi. Bu, içinde ku
ruyup öleceğim bir şeydi.
Başımı salladım . Gözlerim doldu.
Kalmayacaktım. Kalmak isteyen her parçam gitmişti. Belki
gitmemişti ama öylesine derine itilmişti ki tüm organlarımı sök
meden onu çıkaramayacağım bir yerdeydi. Artık Xander’la bir
likte, birkaç eşyamı yanıma alarak, sırt çantama suçluluk duy
gusunu koym adan gidebilirdim. Parker güvendeydi. Onun bir
ailesi vardı. Benimleyken de hep bir ailesi vardı ama artık bir yu
vası olmuştu. Eğer kalırsam, aslında kimseye ait olmayan bir aile
fotoğrafındaki gölge gibi onun yolunda engelden başka bir şey
olmazdım. Deb ve Jacob beni aslında istemiyorlardı, sadece beni
sokağa atacak kadar zalim değillerdi. Hepsine bir iyilik yaptım
ve bir daha geri dönmeyeceğimden söz etmedim. ‘
124 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
perili eve adını atmak gibi bir duyguydu bu. O dadaki içi boş
sessizlik neredeyse boğucuydu, sanki burada ölebilirdim ve oda
beni içine çekerdi.
Veya sihir. Buradaki sihir yoğun ve derindi. D aha önce sihri
kanımda ve başkalarında hissedebiliyordum am a şim di derimin
üzerinde yuvarlanarak etimi çekiştiriyordu. D ilim sihirden do
layı ağırlaşmıştı.
Yutkundum. “Balkondan düşmek istemem.”
Sesim sessizliği bozduğunda W illow yerinden sıçradı. Bu
sessiziği bozmak istemediğinden başını iki yana salladı sadece.
Gözleri her zamankinden daha yuvarlaktı. Bayılacakm ış gibi gö
rünüyordu.
“Bu aslında beklediğim türden bir şey.” G ülm eye çalıştım.
Duvarlar sesi yutup gıcırtılı bir yankıyla bana geri püskürttü.
Willow yüzünü buruşturdu.
Xander yanıma geldi, diğerleri de onu takip ediyordu.
“Neden o kadar geride kaldın?” diye sordum.
“Bu şimdiye kadarki en kötü dekor.” Reina, X ander ile ara
mıza girip burnunu buruşturdu. “Yeni konukları etkilem ek için
biraz daha çaba sarf edilmesi gerektiğini düşünür insan.”
Diantha yanımızdan geçip, “Sadece birkaç vazo ve canlı çi
çekler işe yarayabilirdi,” dedi, papatya işlemeli parlak mavi,
1950’lerin tarzında eteğini eliyle düzelterek. Bu hareketi, gün
delik, sıradan bir jest gibiydi ama eli hafifçe titriyordu.
“Benim hoşuma gitti,” dedi Roman.
Sesini duyunca kasıldım.
Xander homurdandı. “Olabilir. Sonuçta senin tarzına uyu
yor.” Sonunda Roman’a baktım. Xander haksız değildi. Gözleri
bir anlığına gözlerimle buluşup tekrar başka tarafa baktığında
bile Romanın yüzünde hiçbir ifade yoktu.
Aristelle yanımdan geçip uzaklaştı. “Açılış töreninde görüşü
rüz.” Merdivenlerden çıkarken birkaç adım atıp durdu ve tekrar
Aander’a baktı. “Avanın uygun giyindiğinden em in ol.”
M a r g ie Fu s t o n 133
“Buradaki sih ir...” Aklıma ilk tehlikeli kelim esi geldi ama
onun yerine, “Güçlü,” deyiverdim.
“Sihirbazlar o kadar uzun yıllardır buradaki büyülere katkıda
bulunuyorlar ki artık büyü taşmaya başladı.”
“Burayı neden sevdiğimi anlayabiliyorum,” diye yalan söy
ledim.
Biraz kaşları çatıldı. ''''Sevmek güçlü bir kelim edir.”
Açıklama yapmadı ama anladım. Derim sanki bana ait de
ğilmiş gibi hissediyordum. Derim yoksa, geriye ne kalırdı ki?
Huzursuzluğumu bastırmaya çalıştım. Bu, yüksek rakım da ya
şamak gibi bir şey olmalıydı. Vücudum alışacaktı. X ander elim i
tutup beni merdivenlerden yukarı çıkardıktan sonra orada du
rakladı.
“Hangi yönden?” diye sordum. Her iki tarafta da koridor
vardı.
“Önemi yok. Ne olursa olsun, olmamız gereken yere varaca
ğız. Burada her şey sürekli değişir. Her zaman kaybolursun ama
aynı zamanda kaybolmazsın da. Sadece yürürsün ve sihir seni
olman gereken yere götürür. Sen hangi yönden gitm ek istersin?”
diye sordu.
Ön kapıdan dışarı çıkmayı , diye geçirdim aklım dan am a bu
nun yerine sola, kurutulmuş sarı gül yapraklarından yapılm ış
duvar kâğıtlarıyla kaplı geniş koridora yöneldim. H er on m et
rede bir, gül şeklinde tokmakları olan beyaz kapılar vardı. Biri
nin önünde durup kolu çevirdim ve Xander’ın iddiasını test et
meye odaklanarak içeri bir adım attım.
Kapı başka bir koridora açıldı. Mor ve siyah baklava desenli
duvar kâğıdı ve duvarın yansına kadar yükselen koyu renkli ah
şap panellerin olduğu bu koridor daha koyuydu. Sihirbazla
rın eski siyah beyaz fotoğrafları deseni bozuyordu. Parıldayan
oniks zeminde yürürken aval aval fotoğraflara bakıyordum . Ç i
çek açan bir gül gibi biçimlendirilmiş pirinç kulplu siyah bir ka
pının önünde durdum. Kulpu çevirdim ve kapıyı iterek açtım .
M a r g ie Fu s t o n 135
olan yemek tabakları sürekli dolu olsa da, yem ekteki aciliyct
duygusunu tam olarak üzerimden atam ıyordum . Bütün tabak
lar kaybolduğunda ve masa aniden bomboş kalarak altın rengine
döndüğünde, çatalımı bıraktım. Masa, üstünde hiçbir şey olma
dığında, neredeyse müstehcen görünüyordu.
Parmağımı pürüzsüz yüzeyin üzerinde gezdirip dururken,
Xander parmaklarını benimkilerin arasına geçirip, birleşen elle
rimizi ortamıza aldı.
Lucius masanın ucunda duruyordu. O bizleri tararken, tüm
gözler ona döndü. Bu sefer gözleri durm adan üzerime kayı
yordu. “Gruplarım,” dedi, “sihrin koruyucuları olarak, onu bes
lemek, korumak ve en önemlisi sihri, onu kötüye kullananlara
karşı kullanmakla yükümlüyüz. Saflarımızı bir kez daha yenile
menin vakti geldi.” Kapalı yumruğunu havaya kaldırdı ve kıstır
dığı parmaklarının arasından parlak kırm ızı bir bileklik sarkıttı.
“Samuel öldürüldü ve şimdi onun yerini alarak m ücadeleye de
vam edecek birini bulmalıyız.”
Bir tane ölümsüzlük büyüsü vardı... Gözlerim W illow ’u
aradı ve onun da bana baktığını gördüm. Parlak pembe elbise
siyle kontrast oluşturan, başındaki tacın içinde örülm üş pastel
pembe çiçeklerle ışıltılı görünüyordu. İki tane ölüm süzlük bü
yüsü olsa ne iyi olurdu. Bakışlarımı Roman’a çevirdim ama bu
kez onu bana bakarken yakalayamadım. D udakları gergin, göz
leri endişeli bir şekilde W illow’a bakıyordu. Sanki az önce idam
cezası almış gibi.
Lucius, “Ama önce bana neler getirmişsiniz bir bakalım ,” de
diğinde, hâlâ Romanı izliyordum.
Masa, odanın ortasında kocaman bir kara delik bırakarak,
ortadan ikiye ayrıldı ve biz geriye doğru hareket ederken, zemin
gürleyip sallandı. Bir tapınağın önünden getirilm iş gibi görü
nen, özenle tasarlanmış desenlerin oyulduğu dar, altın sütunlar
yükseldi karanlıktan.
M a r g ie Fu st o n 151
10
alikânenin ön kapısından dışarı çıktığım da, beni dünkü
M yoğun sisin karşılamasını bekliyordum am a bulutlar al
çakta, yerleşkeyi çevreleyen yüksek çitlerin etrafında toplanmış
olsalar da bugün mavi gökyüzü görülebiliyordu. Kapalı alanın
dışında bir esinti, sekoyaların uçlarını okşuyordu am a içeride
bulutlar hareket etmiyordu. Ürkütücüydü bu. Ö nüm deki de
vasa bahçe de öyle; Alice Harikalar D iyarında dan bir görüntü
gibiydi ve eğer sihre inanmasaydım, bunu görünce inanm aya is
tekli hale gelirdim.
Bahçeyi çevreleyen büyük çitlerle eş, birer m etrelik daha al
çak çitler bahçeyi karelere bölüyordu. Her karenin zem ini gri
veya kırmızı kaldırım taşlarından oluşuyordu ve benim yürüdü
ğüm patika gibi patikalar da onları biraz daha bölüyordu. Çat
lakların arasında koyu yeşil yosunların filizlendiği dev bir dama
tahtasına benziyordu. Her bölümün ortasında bir ağaç yükseli
yordu.
Xander, “Eğitim sahana hoş geldin,” dedi. “H er çırağın çalı
şabileceği bir bölüm var. Hepiniz açık havada antrenm an yapı
yorsunuz, böylece neyle karşı karşıya olduğunuzu bileceksiniz.”
Xander patikada önden yürüyordu. Güneş daha tam doğma
dığı halde birçok çırak şimdiden çalışmalara başlam ıştı. Çevre
sinde iskambil kartları uçuran Barry’nin yanından geçtik. Nu
marası ne olursa olsun Xander’ın kelebeğiyle kıyaslandığında
hiçbir şey değildi. Bir başka bahçede, dün gece kollarından çi
çekler çıkaran kız, ceketinin manşetinden tavus kuşu mavisi
Jm reller çıkardı ve danteller bir girdap gibi başının üzerinde,
M a r g ie F u s t o n 161
çektim. Diğer ucu dışarı fırlayıp sönük kırm ızı parke taşlarına
çarptı.
Sessizlik.
Güldüm, gürültülü, öfkeli, yüksek sesle. “Eğlenceliydi.”
“Kapa çeneni.” Aristelle lafımı kesti. “Sonraki test. Ateşi ya
kalayabileceğine inan.”
“D ur... Ne?”
Aristelle’in dudaklarının kötü kıvrım ını çok geç gördüm.
Avuçlarında turuncu bir parıltı canlandı ve sonra bana çarptı,
ceketimin kolunun üzerinden yukarı doğru kayarak ceketimin
alev almasına neden oldu.
Çığlık atıp geri çekildim.
“Kontrol et,” diye bağırdı Aristelle.
Ellerinde parlayan bir top daha oluştu. Ateş sadece giysimin
yüzeyinde dans ediyor gibi görünse de kolum daha da ısındı.
Yüzümde boncuk boncuk terler vardı. Derim kabaracaktı. Bu,
çocukken şenlik ateşine çok yaklaşmak gibiydi; sanki yanmaya
ve alevlere kapılmaya birkaç dakika kalmış gibi hissetseniz bile
orada olmak g ib i... Sırf mükemmel bir marşmellov için.
Ama yanmıyordum. Sihrim içimde bir yangın alarm ı gibi vı
zıldıyordu. Sıcaktan boğuluyordum ama yanm ıyordum .
Kollarımı iki yana açtım. “Söndür şunu!” diye bağırdım .
Aristelle tekrar, “Kontrol et,” dedi. Avucunun içinde bir top
daha yuvarlandı.
Bu alev topunu kafama fırlattı. Eğildim, üzerimde patladı,
kül parçalarına dönüştü, düşerken de suya dönüştü ve dam la
ları, kollarımdaki ateşi söndürdü.
Ceketimin mahvolmuş olmasını bekliyordum am a bu sabah
dışarı çıkarken nasılsa şimdi de öyleydi, biraz yıpranm ıştı ama
hâlâ tek parçaydı.
Xander alkışladı. Alkışladı.
Ona baktım.
“Ne? Bu daha iyiydi.”
M a r g ie Fu s t o n 165
Ama ilk deh başka bir şey beni rahatsız etti. D iantha asla
arkasına bakmamıştı ve neden bakmadığını anlayabiliyordum
ama ben bunu istemiyordum.
“Önceki hayatından ziyaret ettiğin birileri var mı? Seni bi
liyorlar mı?” Ya artık yaşlanmamaya başladıktan sonra Parker’ı
göremezsem... Bu beni korkutmaya yetti.
“Etmiyorum,” dedi Diantha.
“Eh, benim ailem onu seviyor.” Reina, Diantha’nın elini sıkı.
“Ailemin Japon tarafıyla yakınımdır, çoğu Los Angeles civarında
yaşıyor, yılda birkaç kez ziyarete gidiyoruz.”
“Nasıl?” Ne zamandan beri ölümsüz olduklarını bilmiyor
dum ama belli bir noktada ölümsüz oldukları ortaya çıkacaktı
mutlaka.
Reina önce etrafına bakındı, sonra bana gülüm sedi. İlk başta
fark etmedim ama sonra gördüm; gözlerinin etrafında birkaç kı
rışıklık, dudaklarının etrafında ise derinleşmiş gülm e çizgileri
vardı. Çok büyük bir fark değildi ama herhalde on yaş kadar
daha yaşlı görünüyordu şimdi.
“Bunu sen de öğrenebilirsin,” dedi. “Bu en kolay illüzyonlar
dan biri değil, bu yüzden bazı insanlar bununla uğraşmaz ama
aileni seviyorsan, bunu sen de yapabilirsin.”
Diantha boğazını temizleyip başını bara doğru salladı.
Reina’nın gözleri o yöne kaydı, sonra tekrar bana döndü.
“Üzgünüm, Ava. Bir görev çağrısı var.”
Oturuşumu dikleştirdim. “Vampir mi?” diye fısıldadım .
Reina, “Korunmasız kişileri avlayanlar sadece vam pirler de
ğildir,” dedi. “Xander ve Aristelle enerjilerini oraya odaklama
eğilimindeler ama bizim ilgi alanımız başka. Arkana, sol tarafa
bak. Çıkmak üzere olan bir kadın ve bir adam var.”
Tam vaktinde döndüm ve gümüş elbiseli bir kadının bar tabu
resinden kalkarken tökezlediğini gördüm. Adam onu kolundan
yakaladı ve kadın onu gördüğüne şaşırmış gibi, adam ı aslında
pek de iyi tanımıyormuş gibi bakıyordu ona. Adamın üzerinde
M a r g ie Fu sto n 191
kot pantolon ve pahalı bir şeye benzeyen mavi bir gömlek vardı.
Çene hizasındaki açık kahverengi saçlarını düzeltti. Etrafındaki
insanlara özür dileyen bir gülümsemeyle baktı. Yuvarlak bebek
yüzü samimi görünmesini sağlıyordu. Bu sahte gülümsemeleri
iyi bilirdim . Bu, tüylerimin diken diken olmasına neden oldu.
Kadın koyu kahverengi saçlarını sersemlemiş yeşil gözleri
nin önünden çekerek adamdan uzaklaştı. Sarhoş olabilirdi ama
uyuşturulmuş da olabilirdi. Her halükârda yanlış giden bir şey
ler olduğu belli oluyordu. Adam hem kadının ceketini hem de
kendi ceketini kolunun üzerine atıp, ön kapıya doğru yürüyen
kadının peşinden gitti aceleyle. Kadın takip edilip edilmediğini
görmek için arkasına bakmadı.
Tahminimce ilk buluşmalarıydı.
Diantha hesabımızın üç katını karşılamaya yetecek kadar
yirmiliği masaya koyarken, önüme döndüm ve harekete geçtik.
Gecenin karanlığına doğru ilerlerken, ben de onların peşinden
gittim. Vampir avlamıyordum belki ama bunu da izleyip öğre
necektim. Yırtıcı kim olursa olsun, kurban olabilecek birine yar
dım etmeye asla hayır demezdim.
Reina ve Diantha sokağın her iki tarafına da baktılar.
“Lanet olsun.” Reina ileri geri yürürken yumruklarını sıkı
yordu. “Arabaya mı bindiler hemen?”
“Bekle,” dedi Diantha. “Onları görüyorum.” Doğrudan so
kağın ortasına atlayarak arabalarının durmasını sağladı. Re
ina uzun adım larla onun arkasından yürürken, ben de ace
leyle peşlerinden gittim; baş belası kadın kahraman, yanında
nefes alm aya cesaret eden tüm kötü adamları alt ederken, so
nunda kendini bir yerde saklanmış olarak bulacak yan karakter
gibi hissediyordum kendimi. En azından Diantha ve Rcina’nın
yaydıkları kesinlikle o baş belası kadın kahraman havasıydı.
Alicia V ikander ve Angelina Jolie’nin üzerinde hiçbir şey yoktu.
Omuzları geride, adımları emindi. Bu yüzden buradaydılar.
A C I M A M / İ11 Ü / Y O N İ AR
geriye, yanım a koydu. Ona dokunup çok uzun süredir açık olan
bir ampul gibi sıcak mı yoksa bir gece önce avuçlarımda hissetti
ğim sihir gibi yakıcı mı diye kontrol etme dürtüsüne direndim.
Roman bir bıçağı kırmızı-sıcak bir şekilde parıldayana kadar
elinde tuttu, ardından onunla dalgaların karaya attığı kütükle
rin üzerine bir X çizdi ve bıçak, kütükte değdiği yerleri kömür
leştirdi. Ellerim karıncalanıyordu, hazırdım. Roman uzakla
şırken eğildim ve postalımdan bir bıçak çıkardım, tam olarak
doğrulmadan bıçağı fırlattım. Donuk bir sesle X’in merkezine
saplandı.
W illow alkışlayarak kanımın şarkı söylemesini sağladı.
Yüzümden kibir ifadesini uzak tutmaya çalışsam da başara
madım.
“Tekrar.” Rom anın sesinde en ufak bir övgü tınısı yoktu.
K ınından bir bıçak daha çıkardım. Bu kez onu parmakları
mın arasında döndürdüm, tıpkı Xandefın kartlarını döndür
düğü gibi. Sonra aniden metalin metale çarpma sesi geldi ve
ince, beyaz saplı bir bıçağın sapı sadece bir metre kadar ötede
kumun derinliklerine gömülürken, bıçağım ayaklarıma düştü.
“Bu neydi şimdi?”
Roman bir santim bile kıpırdamamışa ama bileğindeki bı
çaklardan biri yerinde yoktu.
“Beni vurabilirdin.”
“Evet. Ve bu senin için iyi bir alıştırma olurdu.”
W illow kum da bir ayağı bir diğerinin üzerinde dururken, bir
R om ana bir bana bakıyordu.
Roman yanım a doğru gelip bıçağını kumdan çıkarırken bana
özür dileyen bir bakış attı. Ama kendi bıçağını aldığı halde be
nim kini alm adı.
“Bıçaklarında sanki kartlarla oynuyormuşsun gibi oynamayı
bırak. Sen bunun için fazla iyisin.”
Xander’a yönelik üstü kapalı iğnelemeyi duymazdan geldim.
“Seyirci bunu seviyor.”
224 A C IM A S I/ İLLÜZYONLAR
“Pek sanmıyorum.”
Yiııc de uzanıp elimi almasını bekliyordum. Yapmadı, ö y
lece kumun üzerinde bekliyor ve bana çok az duyguyla bakı
yordu.
“İlk hamleyi senin yapmanı tercih ederim.”
Güldü, belki de gülüşü bıçaklardan daha büyük bir hedi
yeydi. Sonra biraz daha bekledik.
Sonunda ona elimi uzattım. Elimi tuttu ve ben bir kez daha
düşünemeden, bıçağı parmağımın ucuna batırdı. Loş aydınlıkta
kanım siyah kabarcıklar halinde döküldü.
“Bu, sihri bıçaklarına çekmekle aynı şey ama sihri geri çağır
mak da aynı zamanda. Sadece sihirden başka bir şey istiyorsun.
Ne istediğini söyle.”
“Kanamayı durdurmak istiyorum.”
İç çekti. “Bana söyleme.”
Parmaklarım içgüdüsel olarak bıçaklarım için kaşınırken,
sihri parmak uçlarıma çektim. Hayır. Bıçak d eğil , dedim . Beni
iyileştir. İyileştirmedi. Parmağım zonkluyordu, üzerindeki kana
baktım. Güce, bana geri dönmesini ve em irlerim i yerine getir
mesini söyledim. Sonunda öyle oldu. Parmağımın ucu ısındı ve
kanın çıkışının durduğu anı hissettim. Roman ya parm ağını şık-
latarak ya da cebinden bir mendil çıkarıp parm ağım daki kanı
sildi. Parmaklarım, yeni bıçaklarımı fırlatmam için âdeta yalva
rarak yeni bıçak kılıfıma uzandı.
“Odaklan,” dedi Roman. “Bu kadar küçük bir yara için çok
fazla sihir kullandın. Onun seni kontrol etmesine izin verme.
Kan büyüsünün bu kadar tehlikeli olmasının nedeni budur. Si
hir, bir kez vücudunun dışına çıkınca, artık kendi iradesinin sa
hibi olur.”
Çalışmamı inceliyormuşçasına elimi avucunun içine aldı.
Ben daha hareketini fark etmeye fırsat bulamadan, bıçağı tekrar
avucumun ortasına sokarak diğer taraftan çıkardı.
Az kalsın nasıl nefes alacağımı unutacaktım.
M a r g ie Fu s t o n 243
çerçeveli gözlüğü olan gotik bir kız vardı. O nlardan biri olmak
için yalvaran biri gibiydi ve bunu saklamaya çalışır gibi bir hali
de yoktu. Geriye kıvrılmış dudağından dişleri görünüyordu.
Kazıklarımdan biri, ayağımın dibindeki kadın vam pirin kül
yığınının içine gömüldü. Kazıkları kullanm a konusunda ken
dimi geliştirdiğim halde, metale hükm ettiğim gibi ahşaba hük-
medemiyordum. Kıyafetimin içine soktuğum diğer kazık için
elim kaşınıyordu ama bıçaklarım daha yakındaydı.
“Ava,” dedi Roman yumuşakça. “Kaçmanı istiyorum .”
Ne dediğini önce algılayamadım. Elim neredeyse bileğim
deki bıçağa uzanmıştı.
“Ava, kaç? dedi tekrar.
Kafam kalp atışımla bir zonkluyordu. Roman benden daha
güçlüydü. Ben muhtemelen sadece önünde bir engeldim .
Mavi ekose gömlekli adam sırıttı. “Ben olsam arkadaşını din
lerdim.” Havayı kokladı.
Sonra hepsi aynı anda hareket etti ve bu o kadar hızlı oldu
ki yapabileceğim tek şey sadece birine odaklanm aktı. Gotik kızı
seçtim çünkü bana bir meteor gibi yaklaşıyordu. Son hızla çarptı
bana ve ben de dişlerim birbirine çarpacak kadar sert bir şekilde
çidere çarptım. Elleri omuzlarıma dokundu ve dişleri boynuma
çarpmadan önce yüzünde kısa bir gülümseme yakaladım .
O yanan nokta dışında tüm vücudum soğudu. İçgüdüsel ola
rak çiti itmeye çalıştım. İçgüdüm, koş, koş, kaç , diyordu. Kız na
sıl bu kadar güçlü olabilirdi? İzin vermemeye çalıştım am a anne
min hatırası bir başka ağırlık olarak çöktü üzerime. O ne kadar
süre mücadele etmişti?
Sonra geri çekildi. Açık ağzı kanımla ıslanmıştı. Tutuşu yu
muşadı. Sonunda bileğimden bir bıçak çıkarıp yan tarafına sap
ladım ama o çoktan küle dönüşmeye başlamıştı. Roman’ın ka
zığı da onunla birlikte yere düştü.
Ma r g ie Fu s t o n 255
Her şey bir aksiyon Filmi sahnesi gibi patlıyordu. Adam bir
kedi gibi Xander’ın dönük omzuna doğru atıldı ama vuruşunun
isabetli olup olmadığını göremedim.
Stacie insanüstü bir hızla ileri atıldı. Aristelle’in yakıcı ışı
ğında, parlak kırmızı bir sarışından başka bir şey değildi.
“V am pir” kelimesi kafamın içinde çığlık çığlığaydı ama zih
nim , tırnaklarını her gün pembenin farklı bir tonuna boyayan
neşeli, erkeklere takıntılı kızla vampirlik arasında bağlantı kur
m ayı reddediyordu. Erkeklere mi takıntılıydı yoksa kana mı?
Belki de çıktığı randevuların hiçbiri göründüğü gibi değildi.
Ama bu m antıklı değildi. Birkaç yıldır arkadaştık. Bu kadar
uzun süre nasıl rol yapabilmişti? Ne kadar sihirbaz kanı içmesi
gerekmişti? Ben bunu kafamda netleştirmeye çalışırken, tırnak
larının sıcak pembe ojeli olduğundan emin olduğum soğuk el
ler, kollarım ı arkadan kavradı. Keskin bir şeyin ucu, yapış yapış
dudak parlatıcısıyla birlikte boynuma sürtündü.
D onup kalırdım normalde ama zaten bir heykel gibi duru
yordum .
B ıçağım suya düştü ve ellerimdeki soğuk ter damlalarını fark
ettim .
Vampir. Vampir. Kafamda çınlayan tek kelime buydu. O ar
tık Stacie değildi.
Xander ve Reina, Adam’ı tuğla duvara sıkıştırdılar. Adam’ın
başı ikisinin arasında gidip geliyordu ama ikisi birlikteyken on
ları alt edemeyeceği açıktı. Aristelle bir elinde kazık, diğerinde
ateş topuyla onun önünde duruyordu. Nemli saçları yanaklarına
yapışm ıştı. Kazığı onun göğsünün hizasına getirdi.
D işler boynumdan ayrıldı ve kollarımdaki elleri çelikten bir
tuzak gibi sert olduğu halde yeniden nefes alabildiğimi hisset
tim.
“Ben olsam yapmazdım,” dedi. Sesi beni daha da sarstı. Hâlâ
Stacie’nin sesiydi bu; her zamanki gibi parlak ve neşeli.
Herkesin başı bize doğru döndü.
290 ACIMASIZ İlLÜZYONl.All
“Ö y le denebilir."
Bundan sonra ne diyeceğimi gerçekten bilm iyordum , bu
Gizden, “Her şeyi bilmek istiyorum,” deyiverdim.
“Öyle mi?” Julia kaşlarını kaldırıp alnını kırıştırdı.
“Cassia sana cemiyetle ilgili ne anlattı?”
Annemden bahsettiğini anlamam biraz zaman aldı. Annem
kendisine Cass denmesini tercih ederdi. Başka şekilde çağrıldı
ğını hiç duymamıştım.
“Hiçbir şey.” Sesimdeki acı beni şaşırttı. Keşke annem bana
bunu açmış olsaydı. Belki anlatmalıydı, belki de bu dünyayı
benden sonsuza dek saldamalıydı. Belki grubum un gösterisini
benimle birlikte izlemiş olsaydı, sihrin illüzyondan ibaret ol
duğuna dair bir açıklama uydururdu. M idemdeki yum ru bana
haklı olduğumu söylüyordu.
Julia aslında şaşırmış gibiydi. “Yine de yolunu bulup buraya
varmışsın.” Sesi sanki benden ziyade kendisiyle konuşuyormuş
gibi kısık ve dalgın çıktı. “Ayrıca gücün de oldukça büyük.”
“Sen annemin grubunaymışsın.”
“Evet,” dedi Julia. “Edgar ve Samuel’le birlikte... Bir de
Lucius. Uzun süre birbirimizden ayrılmadık.”
Demek Lucius annemin grubundaymış. “Bana hepinizi an
latırdı, sizinle birlikte performans sergilemeyi ne kadar sevdi
ğini anlatırdı.” Her nedense Lucius’u anlatmamıştı ama bundan
bahsetmedim. “Peki neden gitti?”
“Çünkü âşık oldu.”
“Babama mı? Babam da sizin gibi m iydi?”
“Joseph mi?” Julia gözlerini kısarak güldü. “Zerre kadar bile
değil. O gerçek bir sanatçıydı. Her illüzyon onun için muhte
şem bir zanaatın parçasıydı. Onun bizim num aralarımızda hiç
işi olmazdı ama annen onun yeteneğine hayrandı ve onun bize
katılmasını istiyordu. Ama baban anneni kendi tarafına çekti.”
“Annem de babam için sihirden vazgeçti.”
M a r g if Fu s t o n 327
“Annen onun için pek çok şeyden vazgeçti.” Julia sanki başka
bir şey söylemek istermiş gibi bir anlığına dudağını çiğnedi.
Ama bir şey söylemedi.
“Eminim pek çok hikâyeniz vardır.”
Başıyla onayladı.
“Ya Lucius ve Edgar?”
“Bazı hikâyeler seni incitir. Burada o kadar derindesin ki geç
mişi kazam azsın.”
Annem onları terk etmişti ve onlar kaçaklan sevmiyorlardı.
Bunu söylemesine gerek yoktu. Ben yanlış tür bir mirastım.
“Sadece bilmek istiyorum.” Sesime çoçukça bir yalvarış ka
rışsa da Julia’nın yüzü bana karşı çoktan sertleşmişti.
Beni tepeden tırnağa süzdü. “İçinde anneninkinden fazla
ateş var.”
Bu iltifatı kabul mü etsem yoksa anneme yönelik eleştirilere
kızsam mı bilemedim.
“Sen onun gibi kaçma.” Arkasını dönüp ortadan kayboldu
ve kalabalığın içinde mi kayboldu yoksa gerçekten mi ortadan
kayboldu anlayamadım. Peşinden giderken, salondaki her şeyi
sarmış damarlarla uyumlu, kırmızı payetli altın rengi bir yelek
giymiş uzun boylu bir adama çarptım. Bana gülümsedi ve alt
dudağına takılı altı halka birbirine bağlanıp kaydı, etinde yer
değiştirdi. Parmaklarım uyuşurken, bir el beni kavrayıp götü
rene kadar beynim bulanıklaştı.
Başımı Xander’a çevirdim.
“Lütfen hipnozculara uzun süre bakma.” Sesi aşın neşeliydi.
“Çok yoğun olmalısın. Gidelim mi?” Kolunu dirseğimin kıvrı
mına yerleştirip, üzerine sarmaşıklar oyıılu olan vişne rengi bir
kapıya doğru beni yavaşça çekti.
“Buraya girdiğimiz kapının bu kapı olduğunu sanmıyorum.”
Güldü. “Bunun bir önemi olmadığını biliyorsun.”
Kapıyı açtı, neyse ki benim koridorumdaydık; görünüşe
göre sihir bu gece bizimle oynayamayacak kadar yoğundu. Bu
328 ACIM ASIZ İLLÜZYONLAR
Kapım çaldı.
Kapının çalışıyla göğsüm gerçekten hafifledi. Gelenin
Xander olmasını umdum ama ikizlerin benim le zar atm a oyunu
oynamak için gelmiş olmalarına da razıydım. H atta vergi töre
ninde olanları tekrar tekrar gözümde canlandırm ak yerine Tomb
R aid erı bir kez daha izlemeyi bile tercih ederdim.
Ama kapıyı açtığımda karşımda W illow duruyordu.
Nadine de onun hemen arkasındaydı. Her ikisini de kanlı balo
elbiselerini değiştirmişlerdi ama gözlerinde, tenlerine değen
kana bulanmış kumaşı hayal etmeyi sürdürdüklerini düşün
meme neden olan uğursuz bir bakış vardı. Bu bakışı biliyor
dum. Muhtemelen şu anda benim bakışlarım da aynıydı ama
ben tüm hayatım boyunca böyle baktığım için benim kini gör
mezden gelmek kolaydı.
Kapıyı biraz daha açtım ve W illow içeri girip kendini yata
ğım a attı.
Nadine içeri girmeden önce tereddüt etti. Beni süzerken göz
leri keskin ve dikkadiydi, hiçbir ayrıntıyı kaçırm ayacak birine
benziyordu. Ne gördüğünü merak ettim; gözlerim deki hayalet
leri fark etmiş miydi yoksa bunu saklamak konusunda onlardan
daha mı iyiydim?
W illow başını yana eğip bana baktı. “Yeni bir arkadaş bul
dum .” Gülümsedi ama gülümsemesi gözlerine ulaşm adı.
Nadine “arkadaş” kelimesi karşısında biraz yüzünü buruş
turdu ve bu, benim onu anında sevmeme neden oldu.
Kapıyı kapatıp yatağıma doğru yürüdüm . K âğıtlarım ı ve fo
toğrafları yavaşça toplayıp bir kenara koydum. Bunu onlarla
paylaşmak istediğimden emin değildim. “Peki siz ikiniz nasıl ta
nıştınız? Şey... Yani birlikte yaptıklarımız dışında.”
W illow doğrulup omuz silkti. “Sadece yürüm ek ve başka bir
şeye odaklanmak istemiştim.” Titredi. “Sihrin seni gitm ek iste
diğin yere götürmesi gerektiğini sanıyordum. Güzel bir bahçe
falandı istediğim. Sadece bir illüzyon olsa bile, biraz güneş ışığı
MARGIE FUSTON 333
ancak gömülü bir şey varsa söylersiniz. Bunun yerine, “Ben ço
cukken çok dolaşırdık. Sanırım annem bir şeyden... ya da bi
rinden kaçıyordu. Vampirlerden kaçtığını sanıyordum ama ar
tık bundan emin değilim.”
Lucius ve annemin resmine tekrar baktım; Lucius kameraya
değil de anneme bakıyordu. Bu tuhaftı. Ona doğru eğilişinde
bir sahiplenme vardı.
“Herhangi birine sordun mu?” dedi Wıllow.
“Xander’ın bilgisi yoktu. Lucius’u tanır tanımaz, hemen
Xander’a sordum. Ama etrafta dolanıp insanları sıkboğaz ede
cek de değilim .” Onlara şimdilik Julia’dan bahsetmemeye ka
rar verdim.
Nadine, “Çünkü onlara güvenmiyorsun,” dedi.
“Nadiren birilerine güvenirim.”
“Ama artık birbirimize güveniyoruz.” Willow aramızda dur
muş bir bana bir Nadine’e bakıyordu. “Ben biraz gözetleme ya
palım derim .”
“Bu akşam?” diye sordum. Kemiklerim yorgundu ama zih
nim uğulduyordu.
“Aramızdan gerçekten uyuyabilecek var mı zaten?” diye
sordu Nadine.
Hepimiz cevabı biliyorduk, bu yüzden bir plan yapmaya ko
yulduk. Her birimiz aynı hedefe odaklanarak birlikte hareket
edecek ve sihrin pes edip etmeyeceğini, bizi cevaplarla dolu bir
yere götürüp götürmeyeceğini görecektik. Çünkü bu sonsuz ko
ridorların içinde sırlarla dolu gizli yerler olmalıydı. Sadece on
ları bulm am ız gerekiyordu.
N iyetim izi ilk önce Nadine’in arkadaşını bulmaya odakladık
ama tek yaptığım ız tekrar devasa ön kapıya varana dek yürümek
oldu. Kapının kulpunu her kontrol ettiğimizde, yine kilitliydi.
N adine’e, “Belki de bu gittiği anlamına geliyordur,” dedim.
“Sürekli buraya, ön kapıya çıkıyoruz. Bunun bir anlamı olmalı,
değil m i?”
338 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
“Sesini alçalt.”
“Neden? Neden Willow’un kazanmasını istemiyorsun?”
Ağzının öylece açılıp kapanması, cevabı bilmediğine inan
mamı sağladı. Elleri, kollarımı sıkıyordu ama acıtacak kadar sert
değildi.
Benim elim de hâlâ onun kolunu tutuyordu. Oradan geçen
birine bir anlığına gizlice buluşmuş âşıklar gibi görünebilirdik.
Küçük köşemiz birdenbire çok ısındı.
Gözleri, sanki cevabı arıyormuş gibi yüzümde gezindi. Sonra
beni bıraktı ve kolunu kırabilecek kadar hızlı bir şekilde dönüp
tutuşumdan kurtuldu.
Koridorda yürüdü ve arkasına bakmadan gözden kayboldu.
Bir an köşedeki duvara yaslandım. Peri heykeli baştan çıkarıcı
gülümsemesi ile oradan geçen sihirbazlara bakıyordu. Aşağıya
uzanıp ayaklarının arasından pembe damarlı beyaz bir çiçek ko
pardım. Sapını kırdığım anda yeniden büyüdü.
İç çekip tekrar salona geçtim.
Xander diğer taraftaki bir duvara yaslanmıştı. Romanla be
nim az önce durduğumuz yerden üç metre kadar uzaktaydı.
Sanki yanlış bir şey yapmışım gibi ürktüm.
Gözlerini kısıp elimdeki çiçeğe baktı önce, sonra da yüzüme.
“ö y le d e ğ il...” diyerek söze girdim.
Döndü ve Roman’m ters istikametine doğru yürüdü ve bü
yülü dalından koptuğu için çoktan solmaya başlamış çiçekle
beni baş başa bıraktı.
U o r u n d u ğ u gibi değil.
346 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
Kaşlarını kaldırdı.
“Bıçaklandığımda. Duydum. Beni iyileştirm elerini engelle
din."
“Bunun sebebi fevri bir kıskançlık değildi.”
“Neydi o zaman?”
“Kayırmacılık,” dedi yavaşça.
“Annemi sevdiğin için mi?” Ona bakarken kaşlarım çatıldı.
Eski sevgilisinin çocuğuna iyilik yapacak türden bir adama ben
zemiyordu
“Hayır. Kızımı sevdiğim için.” Kelimeleri, kavramamı beldi-
yormuş gibi yavaştı.
Geri çekildim.
“içindeki sihri hissedebiliyorum,” dedi. “O kadar çok ki. Bu
nun sadece annenden geldiğini mi sanıyordun?” Alaycı konuşu
yordu. “Kesinlikle baban olduğunu sandığın o sahte adamdan
da gelmedi. Onda bir gram bile güç yoktu. Ç ok zayıftı.”
Zihnim benden uzaklaşarak onun söylediklerini hem bir
araya getirmeye çalışıp hem de bir araya getirm em ek için di
renmiyor olsaydı, babam hakkında söylediklerine sinirlenirdim.
“Sen benimsin,” dedi.
O kadar üşüyordum ki yine etrafıma buzdan bir duvar ördü
ğünü sandım ama bunun sebebi sadece onun öylece beklerkenki
soğuk bakışıydı.
“Ama bu mümkün değil, ölüm süz olduğunuzda bedenle
rinizin donduğunu biliyorum. Çocuk sahibi olamazsınız.” Be
nimle oyun oynuyordu.
Sanki kafa karışıklığım önemsizmiş gibi elini salladı. “Annen
biz ölümsüz olmadan önce hamileydi. İlk kez ölümsüz olacağı
mız için, vücudumuza ne olacağı hakkında hiçbir şey bilmiyor
duk. Senin asla doğmayacağını bilmiyordu. Bu onu tüketti. Seni
istiyordu. Ben de seni istiyordum ama annen senin doğma ihti
malinin düşüncesi için bile ölebilirdi. Jo sep h ...” Babamın adını
tükürürcesine söyledi, “...bundan faydalandı.”
M a r g i e Fu s t o n 381
Ne yapacağımı bilmiyordum.
Willow, “Yine kaşlarını çatıyorsun,” dedi, ben de bunun üze
rine yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Nadine’e döndü. “Sen
de kaşlarını çatıyorsun. İkiniz de anı mahvediyorsunuz.”
Nadine’in gülümsemesi de en az benimki kadar sahte görü
nüyordu. Arkadaşını hâlâ bulamamıştı. W illow için gülümse
memizi koruyacağımıza söz verircesine bakıştık.
Bu arada tırnaklarımı yeşile boyamalarına izin verdim.
Lucius’un bizim için gönderdiği elbise askısını çıkardıklarında
sadece birazcık itiraz ettim. Elbiseler hoşuma giderdi. Onları
giydiğimde güzel hissetmeyi severdim. Deb’i yeniden gördü
ğümde belki bu sefer beni alışverişe götürmesine izin verirdim.
Bu geceki elbisem okyanusun en saf hali gibi safir mavisiydi;
üst kısmı askısızdı ve beli mücevherli bir kemerle daraltılmıştı.
Parlayan tırnaklarımla bir korsan hâzinesine benziyordum.
Nadine’in mavi elbisesi o kadar koyuydu ki neredeyse siyahtı.
Bacaklarını sarıyor, dizlerinde bollaşıyor ve her hareket edişinde
hafif bir ışıkla parlıyordu. Gümüş tırnakları onu bir alacakaran
lık tanrıçasına dönüştürmüştü. O geceyken, gök mavisi impa
rator kesimi taftasıyla Willow gündüzdü. Pembe tırnakları gök
yüzüne karşı gün batımının en hafif izlerini taşıyordu. Biz gece,
gündüz ve denizdik; hepimiz farklıydı ama güzeldik.
Koridorda ayrıldık, onlar aşağıya inerken ben odama gidip
Xander’ın bana eşlik etmesini bekledim.
Telefonum çaldı. Bilinmeyen bir numaraydı, başta aramayı
yok saydım ama her zaman Parker’ın okulundan falan arıyor
olabilirlerdi, o yüzden sonra açtım.
“Alo?”
“Ava?” Parker’ın sesi kalbimin gerginlik ve sevgiyle çırpma
sına neden oldu ve birden onu o kadar özlediğimi fark ettim ki
gözlerime yaşlar doldu ama kimse izlemiyor olduğu halde göz-
yaşlarımla savaştım.
M a r g i e Fu s t o n 389
Elimi solan leylak rengi bir çiçeğin üzerine koydum . Çok ger
çekti ama olmak istediğim yer burası değildi. M esele boya veya
duvar kâğıtları değildi ki. Parker’a ihtiyacım vardı. Bir güç dal
gasını itip kendimden uzaklaştırırken, onun adın ı düşündüm.
Duvara yumruk atma isteğime karşı koydum . Sise gömülmüş
güllerle kaplı tuğla yola doğru ilerledim. A rkam daki tam am ı yo
sun tutmuş taştan, karanlık malikâneye baktım . Keşke Rom ana
veda edebilseydim diye geçirdim içimden am a ilerlem eye başla
yınca, bir daha arkama bakmadım.
Yol düzdü. Beni sarmaya ve kandırmaya çalışm ıyordu. Gü
cümü çağırmayı sürdürürken, gitme arzum la b irlikte gücümü
önüme kattım, sonra demir kapıdan geçerek kalın ağaç sınırına
ulaştım. Arkama baktığımda tüm m alikânenin ortadan kaybol
duğunu, yeniden büyünün arkasına saklandığını görm eyi umu
yordum ama hâlâ oradaydı; görünürdü. Tuhaftı am a bunu dü
şünecek zamanım yoktu. Arabam yoktu ve akşam olm adan ana
yola ulaşmam gerekiyordu.
Dar yolu takip ettim ama doğrudan yolun üzerinde yürüm ü
yordum. Ormanın altı metre kadar içinde, eğrelti otlarının ara
sından yürüyordum ki biri yukarı doğru yürüyecek olursa eği-
lebileyim. Çakıl taşlarının hafif çıtırtısını duyduğum da, uzun
süredir hareketsiz duruyordum. Yere çömeldim ve kendim i ka
lın bir sekoya ağacının gövdesine bastırdım. Tek gördüğüm bula
nıklıktı, sonra çakıl üzerinde kayan ayakların gıcırtısını duydum .
Ağacın etrafına göz attım. Yolun ortasında iki kişi duru
yordu.
“Lanet olsun,” dedi sırtına kadar uzanan ateş kırm ızısı saçları
örülü olan minyon bir kadın. “İşte burada.”
Yanındaki adam, “Hissedebiliyorum,” dedi. Elini d ağın ık si
yah saçlarının üzerinde gezdirip dudaklarını yaladı. “Bu yolu
daha önce kontrol etmiştik. Gitgide özensiz hareket ediyorlar.”
“Ya bu bir tuzaksa?” Kadın başını yana eğdi.
M a r g ie Fu s t o n 417
“Hâlâ görmüyorsun.”
Onu güçlükle duyuyordum. Parlak ve kırm ızı güller, uzun
süredir kayıp olan bir kız kardeş gibi kanım a şarkı söyleyerek
beni çağırıyordu.
“Neyi görmüyorum?”
İç çekti. “Sihir onu senden saklıyor.” Ben tepki veremeden
dudakları kulağıma değdi. “Gözlerini aç. M alikâneyi çevreleyen
tüm bariyer büyüsünü bozdun. Bunu da bozabilirsin.”
Sesi omurgamdan aşağıya doğru inen bir ürpertiye neden
oldu. Sihri etrafımdaki huzurlu havayı parçalayarak titreşirken,
bileğimi tutan parmakları ısınıyordu.
Bu duygu ve ürperti karşısında gözlerimi kapadım . Kendi
sihrim içimde bir patlıyor bir duruyordu.
Gözlerimi tekrar açtığımda, keşke açmasaydım dedim .
Önce koku vurdu beni. Sis ve çiçekler burayı kaplayan pis
koku örtüsünün yalnızca küçük bir parçasıydı. Kan ve çürük
kokusu baskındı. Geldiğim yeri algılarken m idem bulandı.
İnsanlar sert kayaların arasında büyüyen güllere ve asm alara
dolanmış halde yatıyorlardı.
Hemen o anda nerede olduğumu anladım. Bahçe. A nnem in,
Lucius’un onu koymayı istediğini düşündüğü bahçe.
Onlara doğru aksak bir adım atarken ayak parm ağım ı sivri
taşlara vurdum ve az önceki yumuşak, inişli çıkışlı çiçek m anza
rası bir anda yok oldu.
İnsanlar ilk başta, bir peri masalındaki lanedenm iş kişiler
gibi sarmaşıklara dolanmış halde uyuyor ve bir şövalyenin ken
dilerini kurtarmasını bekliyormuş gibi görünüyorlardı. M asal
larının kahramanı benmişim gibi öne çıktım. Roman da uzun
adımlarını az önce çıktığım kayaların üzerinden kolaylıkla ata
rak beni takip etti.
Kenara ulaştığımda donup kaldım. Buradaki kim se kur
tarılmayı beklemiyordu. Sarmaşıklar onları sadece oldukları
verde tutmakla kalmıyordu; derilerinin altından göğüslerini
M a r g if Fu s t o n 421
Onun bana güvence vermesi, benim için hiçbir şey ifade et
miyordu. Ondan gelecek hiçbir şeye ihtiyacım yoktu.
Derin bir nefes aldı. “Ne yapmayı planladığını bilm em ge
rekiyor.”
Öylesine güçlü bir kahkaha patlattım ki benim bile tanı
madığım bir kahkahaydı bu. Buraya beni kontrol etm eye veya
özür dilemeye gelmemişti. Hâlâ onlar için savaşıp savaşm ayaca
ğımı görmeye gelmişti. Çünkü güçlü olduğum u biliyordu. Ba
riyer büyüsünü bozduğumu bilmiyordu am a m uhtem elen -çok
uzağa gidemesem bile- buradan çıkabilecek kadar güçlü oldu
ğumu düşünüyordu.
“Kendim için söylemiyorum,” diye ekledi. “Eğer gidersen,
Aristelle o bahçeye gönderilecek.”
Her şeye rağmen, onun da sarmaşıklara dolandığını düşün
mek midemi bulandırdı. Yutkundum, sanki yutkunurken boğa
zım bıçak doluydu. Boğazımı kazıdılar ve arkalarında gurulda
yan bir kan izi bıraktılar.
Zihnimde, ölüm bahçesindeki sarmaşıklar şim diden ayak bi
leklerimin etrafına dolaşıyordu ve bir yanım onların beni alıp
bu işi bitirmesini istiyordu. Ne var ki daha büyük bir yanım
Parker’m saçlarını dağıtmak istiyordu. Yine bunu yapm am a izin
vermesini umuyordum. Yine bu şansı yakalam ayı um uyordum .
Bu yüzden kalıp savaşacaktım çünkü başka seçeneğim yoktu.
Bir yandan da Xander’a acı çektirmek istiyordum .
“Ne yaptığım artık seni ilgilendirmiyor.” O na kapıyı tekrar
açtım.
Yüzüne anlayamadığım bir üzüntü yerleşirken, kendim i yü
zümü ifadesiz tutmaya zorladım. Bu onun suçuydu, ö y le y se
şimdi bu konuda acı duymaya ne hakkı vardı? Hiç.
Dikkatimi ıslak çizmelerime yönelttim. Kanlı ayak izleri mi
bırakmıştım? İçimden bir ses, sihrin onu yuttuğunu söylüyordu.
Sonunda tekrar baktığımda gitmiş olduğunu gördüm .
BÖLÜM
31
alo salonu yine dönüşmüştü; siyah duvarlarından ve zemi
B ninden vazgeçerek saf beyaza bürünmüştü. Dökülen her
kan, bu zem inin üzerinde parlardı, tıpkı Ethan’m bir önceki
turda giydiği takım elbise gibi. Bu düşünceyi kafamdan uzaklaş
tırdım . Sahne gitmişti. Şimdi, ortasında yaklaşık beş metreka
relik bir açıklığın olduğu, stadyumu andıran bir oturma düzeni
vardı. Bir tarafta Lucius ve Annalise oturuyordu. Her ikisinin
tahtı da donmuş bulut görünümlü karmaşık girdapların oyul-
duğu beyaz mermerdendi.
Yürüm eyi bırakıp onlara döndüm ve onlara doğru bir adım
attım . A nnalise’in solgun boynunda üzerinde beş kırmızı taş bu
lunan güzel bir altın gerdanlık vardı. Daha dün elimde tuttu
ğum kolyenin aynısı. Ona ait değildi.
Gözlerim babama kaydı. Dudakları kıvrılmıştı. Odasına gir
diğim i biliyor muydu? Belki Annalise özel günlerde hep bu ger
danlığı takıyordu. Yüzümü ifadesiz tutmaya çalışarak arkamı
döndüm .
M or saçlı ve kollarında birbirine benzeyen dövmeler olan bir
kadın beni ringe çağırdı. Ethan çoktan merkezdeki yerini al
m ıştı, turuncu takım elbisesi parlıyordu. Geçen sefer beni öl
dürm ek pahasına sunduğu gösteriyi hatırlayan birkaç kişi
şim diden ona tezahürat yapmaya başlamıştı. Gözlerim onu al
kışlayanları takip etti. Daha sonra kazandığımda, onları hatır
layacaktım . Gücü, pişman olmalarını sağlayacak kadar kontrol
ettiğim de. Bu düşünceyi huzursuzca bastırdım. Baskı beni ku
durtuyordu. Baskı veya güç. Dikkatli olmam gerekiyordu, yoksa
436 A C IM A SIZ İLLÜZYONLAR
içine girersem, beni tanınmaz bir şeye, onlar gibi birine dönüş
türmesine izin vermiş olurdum. Bir kızı ikiye bölen ve en iyisini
üm it eden kişi olmak istemiyordum. Tenim in hem en altında
hareket ettiğini hissetsem bile o olm ayacaktım . Geri döndü
ğümde, Parker’ın beni tanıyabilmesi gerekiyordu, yoksa zaten
kaybetmiş olurdum.
Üzerimde deri pantolon ve kırmızı bir bluz vardı. Xander’la
ilk sahneye çıkışımda giydiklerimin aynısı. U m arım izlerken
anılarını canlandırırdı bu.
Benim için bunlar artık sadece kıyafetti. O nunla ilgili anıla
rımı bir kasaya kaldırıp kilitlemiştim. K alabalığın içinde yüzünü
inceledim ve onu çoktan gerilmiş, ağzının kenarları kasılm ış ola
rak görünce kaşlarımı çattım. Kaçmadığım için rahadam ış olsa
da endişeliydi.
Sonunda Nadine de geldi ve Ethan’la aram ıza sıkıştı.
“Sana bir şey söylemem gerekiyor,” diye fısıldadım . D ün gece
onu bulmaya çalışmıştım. Riskin ne olduğunu, arkadaşının ne
rede olabileceğini bilmeyi hak ediyordu am a onu odasında bu
lamadım. Muhtemelen cevap bulmak için koridorlarda dolaşı
yordu.
Yorgun görünüyordu. Söylediklerimi duym am ış gibi gözleri
bana odaklandı.
Ağzımı açtım ama Lucius ayağa kalkınca gü rü ltü lü kalabalık
sessizleşti. Alkışladılar. “Bir sonraki raunt başlasın.”
Başka hiçbir şey yok. Başka talimat yok. Ethan bile silahının
kabzasını okşarken kaşlarını çatıp bize döndü. Sonra yer dön
meye başladı. Tek dizimin üzerine düştüm ve dizim i m erm ere
öylesine sert vurdum ki bir küfür savurdum. Kara sis etrafım ızda
dönüp kaybolurken, Nadine bana seslendi.
Ona anlatacaklarımı hemen şimdi anlatm asam belki d ah a iyi
olurdu. Arkadaşının başına gelenleri duym ak d ik k atin i d ağıta
bilirdi.
MARGIE F ü STON 437
bir bıçak rasviri vardı. Bıçağın etrafında gül sarm aşıkları ve tek
bir yılan bükülüyor vc ortadaki tasarımı çevreleten beş halka ha
linde büyüyordu. Anahtarın dişleri doğal olm ayan bir şekilde
keskindi.
Şapkanın içine elini sokup da bir yeri kanam ayan sadece
bendim. Diğerlerinin görmesi için anahtarı uzattım .
Nadine’in gülümsemesi acımasızdı. “En azından anahtarın
kimi sevdiğini biliyoruz.”
Ethan kaşlarını çatıp bakışlarını başka yöne çevirdi.
Sonra karanlık bir sis bizi yeniden ele geçirdi.
Sis yuvarlanıp yol olduğunda, altın rengi çim enlerle dolu
bir tarlada duruyorduk. Çimenler dizlerimize sürtünecek kadar
uzundu. Mavi gökyüzü, kavurucu güneş ve üç tahta kutudan
başka hiçbir şey yoktu. Soldaki bir tabut gibi düz ve yataydı, iki
yanına kıvrık bir yılan oyulmuştu. Ortadaki dik ve dardı, üst
kısmına bir anahtar oyulmuştu. Sonuncusu çiçek açan bir gül
oluşturan yüz küçük şeritten oluşuyordu ve kare şeklindeydi.
Hepsinin kapağı veya kapısı aynı anda açıldı.
Çimler esintiyle birlikte hafif, alaycı bir koro halinde hışır
dıyordu.
Nadine, “Burada yılanların olduğuna bahse girerim ,” dedi.
Ethan’a baktı. “Ortada olan ikisinin dışında.”
Güldüm.
Ethan soldaki kutuya gitmeden önce dik dik baktı. “Biraz
kestirsem iyi olur.”
Yılan hâlâ bileğinin etrafında kıvrılmış; dişleri, ısırığın etra
fındaki kararmış derisine sabitlenmiş haldeydi. Belki de kutu
suna uzanıp ölmekti niyeti.
Bu, diğer ikimiz için güzel olabilirdi.
Yine de o kutuya girerken, “Dikkatli ol,” dedim.
Onun için duyduğum endişeyi alayla karşıladı.
M a i i g i l Fu s t o n 441
Nndine küp kutuyu açıp içine adım attı ve cesaret verici bir
şekilde barıa doğru başını salladı. Sonra içine girip kapağını ka
pattı.
Ben de ortadaki kutuya girip kapağını kapattım. İçerideki
sıcaklık saniyeler içinde derimi kayganlaştırırken, sedir kokusu
boğucu güçteydi. Arkamdan kapattığım kapağın üzerinde elimi
gezdirirken nefes almakta zorlanıyordum. Bir nefes daha temiz
hava alabilirsem iyi olacaktım. Ama tutma yeri yoktu. Burnumu
kutunun içine ışık girmesini sağlayan tek yere, anahtar yuvasına
bastırdım .
Hemen tehdidi fark ederek gerildim.
Kusursuz bir illüzyonun en önemli yönlerinden biri sestir;
serbest bırakılan bir bıçağın sesi, senkronize bir sürtünme sesi,
bir silah sesinin şaşırtıcı şaklaması. En iyi illüzyonlar sadece gör
m enin ötesinde, diğer duyuları da harekete geçirir. Bu eskiden
takdir ettiğim bir ayrıntıydı. Şimdi kutumun ahşabına çarpan
testere dişlerinin sesini de bu şekilde tanıdım.
B unu fark eden tek kişi ben değildim. Sağ tarafımdaki Et
han, aram ızdaki kalın tahtanın arasından bir dizi küfür savurdu.
Sol tarafım dan sessizlikten başka bir şey gelmiyordu.
Bunun nedeninin Nadine’in bir planının olması olduğunu
um dum .
Eğilip testerenin nereden geçebileceğini dinledim. Başka bir
testere de onun şarkısına katılarak işe koyuldu. Ses anlayabildi
ğim kadarıyla kutunun alt kısmında farklı yönlerden geliyordu.
Yerden yaklaşık yarım metre yükseklikte ahşabın içinden ilk bir
kaç diş keskin ve tehlikeli bir şekilde parladı.
Diğer tarafı da ısıran başka bir diş dizisi daha olmasaydı, bu,
üzerinden geçilebilecek kadar alçaktı. İmkânsız.
Ethan’a katılarak ben de kendi küfürlerimi savurdum.
Bir silah sesi yankılandı. Sonra ikinci, sonra da üçüncü.
Her bir seste sarsılarak, değerli saniyelerimi kaybediyordum.
442 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
burada bitsin. Bana bir nebze olsun güç verecek tek yol teslim
olm aktı, onlara son bir gösteri yapmayı reddetmek.
Bacaklarım hissizdi. İçlerinde vızıldayarak hazırlanmamı em
reden sihri duymazdan geliyordum.
Am a sonra Roman yumuşak ve yalvaran bir tavırla adımı
söyleyince, kendimi ona dönmekten alıkoyamadım. Nereye
odaklanacağına karar verememiş gibi beni baştan aşağı süzdü.
Bir parm ağım uzanıp korsemin önünü bağlayan zincirin üze
rinde gezindi. Parmağımı zincir halkalarından birine geçirip ya
vaşça çekerken, gözleri gözlerimle buluştu. Takip etmeme gerek
olm ayacak kadar yumuşaktı ama yine de takip ettim. Beni ken
disine doğru çekti ve o tereddütle üzerime eğilirken çenemi eğ
dim. A ncak artık tereddüt ederek vaktimiz yoktu. Parmaklarımı
pantolon askısına dolayarak onu kendime doğru çektim.
Birbirim izin vücutlarına yaptığımız baskıda o tanıdık çare
sizlik vardı ve artık bir şekilde daha güçlüydü. Dudakları bana
yalvarıp yakarıyordu, bir anlığına pes ettim. Onu sanki hiç bı
rakm ayacakm ışım gibi öptüm.
Ama ben de bir yalancıydım. Tıpkı onun gibi. Tıpkı bura
daki herkes gibi.
D udaklarım ı ondan ayırdım. Gözleri vahşiydi ve panik için
deydi. Ne yapacağımı biliyordu.
Öne eğilip, “Babam bunu durduracak, ölmeme izin verme
yecek,” diye fısıldadım. Keşke buna inanabilseydim ama inan
mıyordum , yine de belki Roman inanırdı.
Platformum sarsılıp yükselmeye başladığında Roman bana
bir şeyler söyledi. Yüzünde şimdiye dek gördüğümden çok daha
fazla duygu belirmişti. Beni kaybedeceği için mi yoksa bahçeye
karşı olan mücadelesinde potansiyel müttefikini kaybedeceği
için mi daha çok üzüldüğünü bilmek isterdim.
G rubum a gelince, köprünün altında Adam’a kazık saplamam
için beni zorladıkları günden beri, beni bunun için eğitiyorlardı
aslında. Ne kadar ileri gidebileceğimi görmek istiyorlardı. Kan
462 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
akıttıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi devam edip edem eyece
ğimi. Cecily’de bunu yapmıştım. İyileşeceğini kesin olarak bil
mediğim halde, bu istediğimi elde etmem anlam ına gelecekse, o
riski almaya hazırdım.
Midem kasıldı. İleri gitmiştim, belki de çok ileri. Beni geri
dönmeyeceğim bir karanlığın kenarına itm işlerdi. Pek çok vam
pirin yaşadığı karanlığın aynısıydı bu: öldür ya da öl. U çurum
ayaklarımın altında ufalanıyordu ve benim geri dönm em gere
kiyordu, yoksa kaybolacaktım.
Sahneye çıktım, önüm deki sihirbaz kalabalığı, kana susamış
halde bana bakarken, yırtıcı bir hayvan kadar sessizlerdi. İki
mizden biri öldüğü sürece kimin kazandığım um ursadıkların
dan bile şüpheliydim.
Dudağım tiksintiyle kıvrıldı. Sağımda duran Lucius’a dön
düm, ardından diğer taraftaki Ethan’a baktım.
Lucius konuşmaya başladı, şüphesiz son görevi açıklıyordu.
Gerek yoktu açıklamasına. Görünüşe göre herkes biliyordu.
Ethan’ın eli silahındaydı. Bana baktığında gülüm sem esi
soldu. O da biliyordu. Tereddüt etmeyecekti. Bunun için eğitil
mişti ve çoktan uçurumun kenarına adım ını atm ıştı.
Lucius sahneyi terk etti. Kalabalık tezahürata başladı. Xan-
der ve grubu öndeydi. İsmimin yine onun dudaklarında oldu
ğunu düşündüm ama umurumda bile değildi. Ne tezahürat ya
pıyorlarsa yapsınlar, beni ilgilendirmiyordu.
Ethan’a döndüm, çünkü onurumla ölm eliydim . G ördüğüm
son şeyin Xander’ın yeşil saçları olmasını istem iyordum . Son
düşüncemin Roman’ı öpmek olmasını istem iyordum . Gerçek
leşme ihtimali olan bir şeyi kaybetmenin kendine has bir acısı
vardı. Parker’ın Jacob’la birlikte güldüğünü düşünm eyi tercih
ederdim. Bir zamanlar bu ses bana çok acı verirdi am a şim di
beni rahatlatıyordu. Bir daha geri dönmesem de Parker iyi ola
caktı.
M a RGI[ FUSTON 463
ben dc onu parm aklıklara doğru ittim ama başka bir şey par
m aklıkları bana geri itiyordu. Geri iten de sihirdi ama benim
sihrim ellerim de güller açıyormuş hissi verirken, bu, dikenli sar
m aşıklar gibi hissettiriyor ve sihrimi parçalıyordu.
D urdum . Nefes nefese kalmıştım. Roman hâlâ elimi tutu
yordu. D iğer eli parmaklığın üzerindeki elimin hemen üstüne
bastırılm ıştı. Serçe parmaklarımız birbirine değiyordu. Onun da
sihir ku llan d ığın ı fark etmemiştim bile.
Yüzünden bir ter damlası aktı.
“Bu şim diye dek hissettiğim en güçlü büyülerden biri,” dedi.
“Y ıllardır besliyor bunu.”
“Sorun değil,” dedim. “Seni öldürmek için dışarı çıkarması
gerekiyor sonuçta, değil mi? Herkese bir gösteri sözü verdi.”
“B unun olum lu bir şey olduğunu sanmıyorum,” dedi sa
kince.
“O na o zam an saldıracağız.”
Rom an diğer elim i de yakalayıp iki elimi de parmaklıkların
arasından tuttu. “Kaçmanı istiyorum.”
‘ Sihirbaz kanı içmenin seni daha güçlü kıldığını söylemiş
tin. Bu şekilde buradaki herkesten daha iyi performans sergile
yebilir m isin?”
Rom an, om uzlarım dondurucu parmaklıklara çarpana kadar
ellerim i çekiştirdi. “Ava, dinlemen gerek. Artık en iyi seçeneğin
kaçm ak.” Beynim de çarklar dönüyordu ama durup ona baktım.
“K açm anın bir seçenek olmadığını söylemiştin.”
“Sen kazandıktan sonra biraz daha vaktimiz olacağını düşün
düğüm den öyle demiştim. Olayları içeriden çözebilirdik ama ar
tık bunu yapam ayız.” Yutkundu. “Artık sana yardım için burada
olm ayacağım . Baban açıkça senin ölmeni istiyor.”
“Kapa çeneni. Düşünüyorum.” Ellerimi onun ellerinden
çektim.
Parm akları boğazıma öylesine hızla dolandı ki hareketin ge
lişini görm edim bile ama hamlesinde şiddet yoktu. Yumuşak ve
476 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
“Yılan söylüyorsun.”
“Bu sefer söylemiyorum. Bırak onu öldürm ene yardım ede
yim. Benim tek yaptığım anneni nerede bulacaklarını söyle
mekti. Bunu asla kendim yapmazdım. Asla.”
Yalan. Bunu kendi yapmış olmayı dilediğini söylem işti.
Etrafındaki sarmaşıklar sallanırken, kullandığım gücün kuv
veti altında kalbim duracak gibi olsa da, “O nu sen olm adan da
öldürebilirim,” dedim sakince. Ya onun tacını çalarsam ve bu
fazladan güç benim sonum olursa?
“Olabilir,” dedi.
Bu kelime beni yavaşlattı. Yalan değildi. Yüzünde ufak bir en
dişe izi bile olabilirdi. Benim ölmemden duyduğu endişe m iydi
yoksa Numerius’un kazanacağı endişesi m iydi, bilm iyordum .
Benim tahminim İkincisi yönündeydi. Ama gerçek buydu.
Tereddüdümü hissetti.
“Annenin intikamını birlikte alabiliriz. O na annenin nerede
olduğunu söylediğime pişman olmadığım bir gün bile geçmiyor.
Onu geri almaya çalıştım. Denedim. Sırf durdurm ak için sak
lanmayı bıraktım ama oraya vardığımda tek bulduğum sen ol
dun, onun cesedinin başında ağlıyordun.”
Etrafını saran sarmaşıklar durdu.
Gülüyordu. “Onun intikamını birlikte alabiliriz.”
“Beni ağlarken izledin.”
Gülümsemesi soldu.
“O an beni yalnız bıraktın.” Bu yeni, özel soğukluğun beni
neden şaşırttığını bilmiyordum ama onun orada durmuş, haya
tımın en kötü anında beni izlemesini, bana elini uzatmamasını
düşündükçe damarlarım buz kesiyordu. Ayrıca sadece beni izle
mekle kalmamıştı, beni ormanda yalnız bırakıp içeri girerek an
nemin eşyalarını çalmıştı.
‘Bu da seni daha da güçlendirdi,” dedi.
Ma r g i e Fu s t o n 497
Roman ayağa kalkıp hafifçe bir adım attı önüme doğru. El
leri pençe gibi kavisliydi ve bıçaklarının nerede olduğunu bilme
sem de vücudu bıçaklarına veya dişlerine ihtiyacı yokmuş gibi
gerilmişti.
“Yapma,” dedim , hem Rom ana hem de Natasha ya.
Roman dönüp bana baktı, gözleri sanki sözlerimi algılamıyor-
muş gibi vahşi ve mesafeliydi hâlâ. Elimi koluna koydum ve ger
ginliğinin tamamen olmasa da biraz azaldığını hissedene kadar
sıktım. Bana parmağını sürecek olsa, Roman onun kafasını ko
paracaktı. Ama ben daha fazla kan dökülmesini istemiyordum.
“Mesele ölümsüzlük mü?” İçimdeki sihri toplamaya çalıştım
ama yorulm uştum . Bununla ne yapacağımı bilmiyordum.
“Başka şeyler de var,” dedi.
Ethan’ın canlıdan ölüye kayan ifadesi zihnimi doldururken,
son düellodan önce Natasha’nın kolunu okşadığını hatırladım.
Başımla onayladım ve Natasha, bunu kabul etmemi bekle-
miyormuş gibi kaşlarını çattı.
“Gerçekten ölmesini istemedim,” dedim yumuşak bir sesle.
“İstemedim. Üzgünüm.”
Bir an durdu ve gözlerindeki öfke, acının gölgesinde kaldı. Bu
iki duygunun ne kadar yakından bağlantılı olduğunu biliyordum
ama bunu aşmasına yardım edebilecek kişi ben değildim.
Bir adım daha attı ama bu sefer yolunu kesen Roman değildi.
Aristelle önünde duruyordu. “Sihir olsun olmasın seni alt ede
ceğimi biliyorsun.”
Natasha tereddüt etti.
Aristelle’in grubunun -benim grubumun- geri kalanı yanıma
yaklaşmak için hareket ettiler. İkizler bile senkronize bir şekilde
Aristelle’in her iki yanına geçtiler ve onlar iki küçük normal kız
çocuğu olsunlar veya olmasınlar, her zamanki gibi korkutucu ol
duklarından emindim.
Natasha, “Belki başka zaman,” dedi. Gözlerini yere çevirip
<.emini taradı ve kardeşinin pembe saçlarına takıldı gözü. “Yapa-
».a-s başka işlerim var.”
510 ACI MAS İZ İ 1LÜ ZYON LAR
göğsüne bastırdı ama sanki kız onu ayakta tutuyormuş gibi gö
rünüyordu. Sanki sonunda kendine ayakta durma, güçlü olma
izni vermiş gibi. R om anın kederi olmadan kim olacağını me
rak ediyordum .
İntikam ım olmadan kim olacağımı merak ediyordum.
Yumuşak bir ağlama dikkatimi çekti. Yaşlı bir adam Julia nın
üzerine eğilm iş ve bir elini nazikçe kendi ellerinin arasında tutu
yordu. O na doğru bir adım attım.
“Edgar?”
Başını kaldırıp bir anlığına gözlerini kısarak bana baktı.
“Seni tanıyorum. Cassia’nın kızı.” Omzunun üzerinden
Lucius’un cesedine baktı. “Sen misin?”
Başımla onayladım.
Bunu yapm ak zorunda kaldığın için üzgünüm. Hiçbirimiz
bunu daha önce denemediğimiz için üzgünüm.” Julia’ya bakıp
iç çekti. “Bunu umursamadığımızdan değil. Ne kadar uzun ya
şarsanız, ölmenin o kadar kolay olacağını düşünürsünüz ama
zorlaşır. Sonrasında ne olacağını düşünmek için çok fazla zama
nınız olmuştur.”
“Onu senden almak zorunda kaldığım için üzgünüm.”
“Zamanı gelmişti. Çok uzun zaman oldu.” Julia’nın elini ok
şadı.
“Benim hayatımı kurtarırken öldü.”
Buna içten bir gülümsemeyle karşılık vermesi beni şaşırttı.
“Onunla gurur duyuyorum.” Onu bırakıp ayağa kalktı ve
boş bir ifadeyle ilerideki ormana baktı.
“îyi olacak mısın?”
Dudakları biraz kıvrıldı, parmaklarını şıklaunca elinde bir
çeyreklik belirdi. Sihrinin ufacık, olması gerektiği gibi saf ve ha
fif uğultusunu hissediyordum.
“Sanırım dünyanın hâlâ biraz meraka ihtiyacı var. Ben de
bunu vermek isterim.” Başını salladıktan sonra Julia ya döndü.
Aristelle yanıma gelip dirseğimi tuttu.
512 ACIMASIZ 111UZYONLAR
S ihir olm adan buradaki her şey ölüydü. Ölüm bahçesini çev
releyen su gibi bazı şeyler gerçekti sadece. Çitler gerçekti ama
sihir olm adan bir yığın ölü daldan başka bir şey değillerdi. Bir
m alikâne vardı ama duvarlara tırmanan çürümüş sarmaşıklarla
ve tek bir çiviyle tutturulm uş sarkık panjurlarıyla eski harap bir
şeydi. Kapı, açtığım da gıcırdadı. İçerideki her şey gri ve pisti; so
yulm uş duvar kâğıtları, bastıkça gıcırdayan merdivenler, dokun
maya cesaret edemediğim paslı bir korkuluk.
Sihir beni istediğim yere götürmese bile aradığım şeyi bul
mak o kadar da zor değildi: parçalanmış fotoğraflardan oluşan
bir koridor. Çerçeveyi elime alıp fotoğrafları bir bir çıkardım.
Lucius’un olduğu fotoğrafları yırtıp attım, ta ki elimde sadece
annem in ve grubumdakilerin fotoğrafları kalana dek. Sonra ya
tak odasına adım attım. Kanepe yıpranmıştı, yaylan kumaşı del
mişti ve cam sehpa kırık döküktü ama altın kutu kırılmış olma
sına rağmen hâlâ parlıyordu, Lucius sanki annemin günlüklerini
buradaki gerçek olan tek şeyin içine koymuştu.
Annemin benden çalınan parçalarını geri alıp göğsüme basum.
Arkamı döndüğümde neredeyse elimdekileri düşürecektim.
Artık vampir olmayan birine göre fazlasıyla sessizdi.
“Beatrice nerede?” diye sordum Romana. Onunla birlikte ol
mak isteyeceğini düşünmüştüm, en azından bir süreliğine de
olsa. Sonuçta Beatrice onun ailesinden bir parçasıydı.
Roman, tozun içinde yarım daireler çizen ayağına bakıyordu.
“O ... senin grubunla birlikte gitmeye karar verdi.”
“Ne?”
514 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
ayısız hikâye gelir aklıma ama bu, ciddiye aldığım ilk fikirdi.
S Ancak uzun süre üzerine kafa yoramamıştım. Bu fikrin kök
salmasının ardından bile uzun yıllar boyunca romanı yazmaya
başlamadım, dolayısıyla bunun kesinlikle sevdiğim kitaplardan
biri haline geldiğini görmek özellikle harika ve bunun için te
şekkür etmem gereken pek çok kişi var.
Rebecca Podos, sen harika birisin ve tuhaf hikâye fikirlerim
konusunda beni cesaretlendireceğine daima güvenebileceğimi
biliyorum, özelliklede işin içinde vampirler varsa. Teşekkürler.
Sarah McCabe, sen olmasaydın bu kitaptaki en sevdiğim
sahneler var olmazdı. Bu çılgın hikayeye tam istediğim şekli ver
memi sağladın. Teşekkür ederim.
McElderry Books ve Hodder & Stoughtondaki ekiplere: Bu
kitaba isteyebileceğim en iyi yuvayı sağladığınız için teşekkür
ederim.
Marcela Bolıvar ve Greg Stadnyk, kitabın kapağı tam da ha
yallerimdeki kapak. Bu kapağı tasarladığınız için size teşekkür
ederim. Gözlerimi kapaktan alamıyorum.
Portia Hopkins, kitabın ilk taslağını okuduğun için teşekkür
ederim. Cesaretin, beni bunu başarabileceğime gerçekten inan
dırdı.
Cameron Wilson, derslerimiz arasında bu kitap hakkında
milyonlarca kez konuştuğumu duyduğunu biliyorum ve el sa
natları sohbetlerimiz bana hep ilham verdi. Teşekkür ederim.
522 ACIMASIZ İLLÜZYONLAR
artemismilenyur