You are on page 1of 40

Rilke

SANCAKTAR
Sür
SANCAKTAR
C H R ISTO PH RILKE'N İN
SLVGİSİNE VE ÖLÜM ÜNE DAİR
B u kitap
İstanbul’da
K en t Basım evinde
1984 y ılın ın E k im ayında
l . ham ur D alam an kağıdına
2.100 adet basılmış
ve tü m ü num aralanm ış
001'd en 100’e kadar
num aralı olanlar
satış-dışı tutulm uştur.
Rilke

SANCAKTAR
CHRISTOPH RILKE’NİN
SEVGİSİNE VE ÖLÜMÜNE DAİR
Şiir

ADA YAYINLARI
«.. 24 K asım 1663'de O tto vo n R ilke'ye / Langenau,
( aaeuilz ve Ziegra j Linda'da, M acaristan da şehit
düsen kardeşi Clıristoplı u n L in d a m alikanesindeki
¡uıvlan teslim edildiyse de, kendisinden bir alındı
talep edildi / ki teslim at geçersiz ve yürürsiiz kılına /
eyer ki (getirilen ölüm ilâm ına göre A vusturya
İını>araloıiuk O rdusu, Pirovano K o n tlu k Alayı,
lleyster Süvari B ölüğünde... Sancaktar olarak ölen)
kardeşi Clıristoplı geri d ö n e -•

7
Sür, sür, sür, gün boyu, gece boyu, gün boyu.
Sür, sür, sür.
Ve öylesine yorgundur yürek, özlem de öylesine büyük.
H içb ir dağ yoktur artık, neredeyse hiçbir ağaç.
H içbirşey yüreklenip çıkm az ortaya. Yabancı kulübeler
çöm elm iştir susuz susuz gü d ü k çeşmelere. H içbiryeıde
yoktur bir kule. V e h e p aynı m anzara. Fazla iki gözü de
içişinin. A ncak gecenin içinde bazen yolu tanıdığını
sanır kişi. Belki geceleyin gerisin geriye katederiz hep,
yabancı güneş altında zorlukla elde ettiğim iz yol
parçasını? O labilir. G üneş ağır; bizde, yaz ortasındaki
gibi. O ysa yazdı ayrıldığım ızda. Yeşilliğin içinde
u z u n u z u n pınldam ıştı kadınların giysileri. Şimdiyse
sürüp gidiyoruz boyuna. G üz olmalı öyleyse. E n azından
orada, h ü z ü n lü kadınların bizi bildiği yerde.

8
L angenau’lu eğerde kaykılır, der: «Bay M arki...»
Y anındaki ufak n arin Fransız, ancak üç g ü n konuşup
gülm üştür. Şimdiyse, bilm iyordur artık hiçbirşey.
U yum ak isteyen bir çocuk gibidir. İnce beyaz sivri
yakalığı toz tutm uştur; am a farketm ez b u n u . Yavaş yavaş
b ü zü lü p kuruyordur kadife eğerinin üstünde.
Ama L an g en au ’lu güler, der: « N e ilginç gözleriniz var,
Bay M arki. Belli ki annenize çekmişsiniz...»
B u n u n üzerine canlanıp dikilir ufaklık, yakalığını
silkeler, yenilenm iş gibidir.

9
Birisi annesinden söz ediyor. Bir A lm an besbelli.
Yüksek sesle, yavaş yavaş diziyor sözlerini. Çiçek
dem etleyen bir kız gibi, düşünceli düşünceli çiçekleri
yan yana koyup deneyen, daha bilm eden sonunda
b ü tü n dem etin nasıl olacağını — öyle koyup diziyor
sözlerini. Alaylı mı? Acılı mı? H erkes kulak kabartıyor,
T ükürm eler bile duruyor. Ç ü n k ü bilenlerdir b u baylar,
hepsi, yakışık alanı. A lm anca bilm eyenler bile
anlıyorlar hem en, hissediyorlar sözlerin yükünü:
« Akşamlcy i n» « küçülm üştü...»

10
Ç ü n k ü yakındır hepsi biribirine, bu baylar,
Fransa’d an gelen, B urgonya’dan, Felem cnk'ten,
K aernten vadilerinden, Bohem ya kalelerinden gelen,
im parator Leopold’dan. Ç ü n k ü birin in anlattığını
yaşam ıştır ötekiler, tam da o biçimiyle. Yalnızca
te k bir ana varmış gibi...

11
Böyle sürüp gidilir, akşam ın içine, herhangi bir
akşam ın. Yine susulur, ama yitm em iştir hafif sözler.
D erken çıkanr A'Iarld m iğferini. Saçları, koyu saçları,
yum uşaktır; eğince başını öne, vayılıverir kadınsı bir
edayla om uzlanna. Şim di görür L an g en au ’lu da:
U zaklarda yükselm iştir birşey b u pırıltıda, ince birşev,
koyu. Bir yalnız sü tu n , yarı yarıya yıkık. V e u zu n bir
süre geçtikten sonra birden anlar, b u n u n bir
M adonııa olduğunu.

12
Gccc ateşi. O tu ru lu r çevresinde, beklenir. Beklenir biri
şarkı söyleyene dek. A m a öylesine yorgundur ki kişi.
A ğırdır kızıl ışık. G elir d u ru r tozlu çizm elerin üstünde.
T ırm a n ır dizlere dek, kavuşm uş ellerin içine bakar.
Y oktur ki kanatlan. Koyu koyu d u ru r yüzler. G ene de,
bir an pırıldar küçük Fransız’ın gözleri, kendi ışığıyla.
Bir küçük gülü öpm üştür, çıkarıp; şimdi göğsünde
solm asını sürdürebilir, o gül. G örm üştür b u n u
L an g en au ’lu, uyku tutm am ıştır onu çünkü. Şöyle
d ü şü n m ü ştü r sonra: B enim gülüm yok, hiç yok.
Sonra odur başlayan şarkı söylemeğe. Eski, içli bir
havadır bü, sılada tarlaya çıkan kızların söylediği;
sonbaharda, hasat sona ererken.

13
K üçük M arki der: «Epey gençsiniz, Bayım?».
I.an g en au ’Iu da, yarı h ü z ü n lü yarı avunçlu:
«O nsekiz», der. Sonra susarlar.
Epey sonra sorar Fransız: «Sizin de var m ı bir
yavuklunuz sılada, Bay Junker?»
«Sizin?» diye geri sorar L an g en au ’lu.
«Sarısındır, sizin gibi.»
i J O

Ve susarlar yeniden, A lm an haykırana dek: «Peki,


"i aıırı aşkına, niye böyle eğer üstünde sürüp
gidiyorsunuz b u zehirli ülkede kâfir köpeklerin üstüne?»
M arki gülüm ser. «G eri dönebilm ek için.»
Ve h ü z ü n le n ir L an g en au ’lu. B ir sarışın kız anım sar,
birlikte oyun oynadığı. K inci oyunlar. V e sılada
olmak ister, bir an için, yalnızca şunu söyleyebilecek
bir süre için: «M agdalena — b a ğ ı ş l a hep öyle
olduğum u.»
O 1 d u ğ u m u — m u? diye d ü şü n ü r genç bay. —
Ö ylesine uzakdırlar ki.

14
Birden, sabahleyin, bir süvari belirir, sonra bir ikinci,
dördüncü, o nuncu. Baştan aşağı zırhlı, kocaman.
Sonra peşlerinden binleıcesi: O rdu.
A yrılm a zam anıdır.
« M u tlu dö n ü n sılaya, Bay M arki — »
«M eryem sizi korusun, Bay Junker.»
V e ayrılam azlar bir türlü. D ostturlar birden,
kardeştirler. D aha verecekleri çok sır vardır birikirlerine:
çü n k ü öylesine çok şey vardır ki şim diden, birinin
öteki üzerine bildiği. D uraksarlar. E traflarında itiş-kakış
ve nal sesleri. D erken M arki kocam an sağ eldivenini
çeker. K üçük gülü çıkarır dışarı, bir yaprağını koparır.
Kutsal em aneti kırar gibi.
«Bu sizi korur. H osçakalın.»
L an g en au ’lu kalakalır. U z u n süre bakar Fransızın
ardından. Sonra zırhının altına sokar yabancı yaprağı.
V e yüreğinin dalgalanm alarıyla bir yukarı bir aşağı
oynayıp d u ru r yaprak. Boru çalınır. O rduya doğru siirer,
Junker. H ü z ü n le gülüm ser: bir yabancı kadındır
şimdi onu koruyan.

15
G ü n boyu kalabalığın içinde. K üfürler, renkler,
gülüşler — bunlarla dolu, kamaşır toprak.
Pıengarenk çocuklar gelir koşarak. Paçavralar ve bağırışlar.
Kızlar gelir, akan saçlarında m or şapkalar. Göz kırpışları
O ğlanlar gelir, gezgin geceler gibi kara dem ir renkli.
Yakalarlar kızları ateşli, giysileri yırtılasıya. D avul
kenarlarına bastırırlar. V e çırpm an ellerin korunm a
çabalarıyla uyanır davullar, düşteym iş gibi tım bırdarlar,
tım bırdarlar. Ve akşam leyin lam balar tu tu lu r yüzüne,
garip lam balar: Şarap, dem ir m iğferlerin içinde parıldar.
Şarap mı? Yoksa kan mı? — Kim ayırdedebilir ki?

16
S onunda Spork’un karşısında. K ıratının yanında
dim dik yükselir Kont. U z u n saçında dem ir pırıltısı.
L an g en au 'lu sorm amıştır. G enerali tanım ış, atından
yere atlamış, bir toz b u lu tu içinde diz çöküp baş eğmiştir.
Y anında bir yazı vardır o n u K o n ta tanıtacak.
K ont buyurur: «O ku bakalım neym iş.» V e dudakları
oynam am ıştır. Bu iş için gereksemez dudaklarını;
ancak küfretm eğe yarar onlar. Ö tesi için de sağ eli
konuşur. H em en. Bellidir bu. G enç bay çoktan
bitirm iştir okum asını. A rtık bilm iyordur nerede
d u rd u ğ u n u . Spork herşeyin önündedir. G ökyüzü bile
çekip gitmiş. D erken Spork, koca kom utan konuşur:
«Sancaktar.»
N e çok şey bu!

17
Bölük R aab’m karşı kıyısındadır. L aııgenau'lu sürer
oraya, yalnız. D üzlük. Akşam. E ğerinin önündeki
kılı! pırıldar tozun içinde. D erken ay çıkar. Ellerinde
görür onu.
D üş kurar.
Ama birden bir çığlık.
Ç ığlık, çığlık,
yırtar düşünü.
Bavkus değildir bu. Acıvın bana:
*■ i O /

O rada duran tek ağaçtır,


çığlık atan:
Yaıdıın edin!
Ve bakar: ağaç biçim lenir. Biçim lenir bir gövde
ağaç boyu, bir genç kadın,
kanlı ve çıplak,
belirir: K urtarın beni!
Ve atlar iner kara yeşilliğe
ve keser sıcak sicimleri;
ve bakışlarının pırıltısını göıür
ve dişlerinin ısırışını.

G ülüyor m udur?

İçi bulanır.
Ve birden atının üstündedir
ve koşturur gecenin içine. Kanlı kırnaplar sımsıkı
avucunda.

18
L an g cn au ’lu m ek tu p yazar, düşünceye daluış. Yavaş
yavaş çizer büyük, özenli, dik harfleri:
«B enim iyi anam,
onurlan: Sancağı taşıyorum,
kaygılanma: Sancağı taşıyorum,
beni sev: Sancağı taşıyorum—»
Sonra saklar m ektubu içine, zırhının altındaki en
m ahrem yere, gül yaprağının yanm a. Ve düşünür:
Y akında kokusu siner ona. Ve düşünür: Belki biri
b u lu r birgün o n u ... Ve düşünür: çünkü düşm an
yakındır.

19
V u ru lu p düşm üş bir köylünün ü stü n d en geçerler.
Gözleri açıktır, birşeyler yansır içlerinde; gök değildir
bu. Sonra köpekler ulur. Bir köy dem ek ki, sonunda.
Ve kulübelerin ü stü n d e bir kale yükselir taşlı. Köprü
açıktır onlara, geniş. Kapı büyür. Y ukanda bir boru
b u y u r eder. D inle: Patırtılar, takırtılar, köpek
havlam aları. A vluda kişnem eler, nal sesleri, bağırışlar.

20
Konaklama! K onuk olmak arada bir. Boyuna kendi
doyurm am ak kendi isteklerini, yoksul erzakla. Boyuna
düşm anca olm adan herşeye; bir kez bırakm ak,
su n u lsu n lıcrşey ve bilm ek: İyidir o lu p -b ite n . C esaret
de arada bir uzanabilm eli ve ipek döşeklerin
kıyısında kıvnlabilm eli. Boyuna asker olmamak.
Arada bir serbest bırakm ak bukleleri, yakayı açmak
ardına dek, ipek yastıklara yaslanm ak, tırnak uçlarına
dek, övlesine: ham am sonrasında olmak. Ve veniden
' / /

öğrenm ek, kadın nedir. Beyazlar ne yapar ve m aviler


nasıldır; elleri n e gibidir, gülüşleri nasıl şakır,
sarışın oğlanlar güzel tepsileri getirince, tatlı
meyveleri e vü kİ Li.

21
Yemek olarak başlar. V e bir şölen olur, kimse bilm eden,
nasıl. Yüksek alevler dalgalanır, sesler yankılanır,
birikirine giren şarkılar çınlar cam larda, pırıltılarda
ve sonunda olgunlaşan vuruşlardan: fırlayıp çıkar
dans. Ve çeker çıkarır herkesi ortaya. Bir dalgalanm adır
b u topuklarda, bir buluşm a ve bir seçme, bir ayrılma
ve bir 1uıvuşma, pırıltıları içm e ve ışıklarda körleşme,
bir salınm a ya/, rüzgarlarında, sıcak kadınların
giysilerinden esen.
Koyu şaraptan ve binlerce gülden dökülerek akar saat
kendinden geçerek gecenin düşüne.

22
Vc biri durm uş şaşıyordur b u görkeme. Ve öyledir ki,
bekler uyanır mı diye. Ç ü n k ü kişi ancak düşte
seyreder böylesi u lu lu ğ u ve böyle şölenlerini böylesi
kadınların: en küçük devinim leri bir büklüm dür,
m ücevherlerle dökülen. K urarlar saatleri güm iis
O »

söyleşilerle ve bazen öyle oynatırlar ki ellerini,


şöyle —sam ısın, ulaşam adığın birverlerde, kokulu
güller dererler, görem ediğin. Vc o zam an düş kurarsın:
Süslenm ek onlarla ve başka türlü bir m u tlu olmak
vc bir taç edinm ek, boş duran alnına.

23
Beyaz ipek giyiniş biri, anlar, uyanam ayacağını;
çü n k ü uyanıktır ve aklı karışmıştır gerçeklikten.
O zam an kaçar düşün içine, d u ru r bahçede, kara
bahçede yalnız. V e şölen uzaktadır. Ve yalancıdır ışık.
Y akındır gece çevresinde, serin. Ve sorar, yakınlaşan
bir kadına:
«Sen gece misin?»
G üler kadın.
U ta n ır o zam an o da beyaz giysisinden.
V e uzakta ve yalnız ve zırh içinde olmak ister.
Baştan aşağı zırh içinde.

24
« U n u ttu n m u, kulum olacaktın bu günlük? Bırakacak
m ısın beni? N ereye gidiyorsun? Beyaz giysin hakkım
benim —»

«Kaba urbanı mı özlüyorsun?»

«Ü şüyor m usun? — Sıla özlemi mi çekiyorsun?»


Kontes güler.
H ayır. Ama şundan ki, çocukluk düşm üştür
om uzlarından, o yum uşak koyu giysi. Kim çekip
alm ıştır onu? «Sen m i?» diye sorar, daha önce
işitmediği bir sesle. «Sen!»
Ve şimdi hiçbirşey yoktur üzerinde. Ç ıplaktır,
bir aziz gibi. A ydınlık ve ince.

25
Yavaş yavaş söner ışıklan kalenin. H erkes ağırdır:
.» J İ 9 O

yorgun ya da sevdalı ya da sarhoş. O nca boş, uzun


sefer gecelerinden sonra: Yataklar. G eniş meşe
yataklar. Başka türlü yatılır onlarda, duayla, seferdeki
yam ru-yum ru siperlerden başka, içinde uyum ağa
çalışınca m ezar olup çıkan.
« J'anrım , sen bilirsin!»
D aha kısadır yatakta dualar.
Ama daha içten.

26
K uledeki oda karanlıktır.
\m a aydınlatırlar yüzlerini gülükleriyle.
Körler gibi elleriyle yordarlar önlerini ve bulurlar
ötekini, bir kapı gibi. Sanki çocuklar gibi, geeeden
ürken, yaklaşırlar, içlerine girerler birikirlerinin. Ama
korkmazlar İliç, lliçb irşey yoktur, onlara karşı
olabilecek: ne dü n , ne yarın; çünkü yıkılıp gitm iştir
zam an. Ve çiçeklenip açarlar onlar da,
onun yıkıntılarında.
Beriki sormaz «Kocan?» diye.
Ö teki sormaz «Adın?» diye.
B ulm uşlardır va biribirleıini, birikirlerine vcııi bir
■» s ‘ /

cins olmak için.


Biribirlerinc yüzlerce yeni ad vereceklerdir ve yeniden
alacaklardır biribirlerinden, yavaşça, bir küpe çıkarır
gibi.

27
T aşlıkta bir koltuğun üstünde asılıdır zırhı, kemeri ve
pelerini, L angenau’lu n u n . Eldivenleri yerde, yatar.
Sancağı da dik, d urur, pervaza davalı. Kara ve
ince. D ışarıda koşturup d u ru r bir fırtına gökten öteye
parça parça eder geceyi, ak ve kara. U z u n bir bakış
gibi gelip geçer ayışığı ve huzursuzdur gölgeleri
sancağın. D üş görür.

28
Bir pencere m i açık? Fırtına mı içeri girmiş? Kim
vuruyor kapıları? Salonlarda gezen kim? —Bırak. Kim
olursa olsun. K uledeki odaya girem ez ki. Yüz kapı
ardında gibidir o büvük uvku, iki insanın ortaklasa
O j * 9

uyuduğu; b i r ana ya da b i r ölüm gibi ortak.

29
Sabah m ı b u r H an g i güneş doğuyor? Bu kadar b üyük
m ü güneş?
B unlar kuşlar mı? Sesleri heryerde.
Ilerşey aydınlık, ama g ü n değil bu.
H erşey ses içinde, am a kuş sesleri değil bunlar.
B unlar payandalar, parıldayan. B unlar pencereler,
haykıran.
Ve haykıran, kızıl kızıl, düşm ana değin, dışarıda
balkıyan toprakta düşm ana değin, haykıran: Yangın.
Ve yüzlerinde yırtılmış uykuları koşuşurlar hepsi,
yarı dem ir, yarı çıplak, odadan odaya, sofadan sofaya
ve ararlar m erdivenleri.
Ve çarpılm ış soluklarla kekeler borular avluda:
T o p lan ın , toplanın!
Ve çırpm an davullar.

30
Aııuı sancak yoktur.
Ç ağın: Sancaktar!
Ç ılgın atlar, dualar, çığlıklar,
küfürler: Sancaktar!
D em ir dem ire, b uyruk ve kom ut;
sessizlik: Sancaktar!
Vc bir kez daha: Sancaktar!
Ve fırlar dışan b ü tü n kaynayan atlar.

Ama sancak yoktur.

31
Yarışır yanan sofalarla, kapıların içinden, alevlerle
sanlı, m erdivenlerden, derisini dağlayan, fırlar çıkar
harlı binadan.
K ollarındadır sancak, benzi atmış baygın bir kadın
gibi. Ve bir at bulur, şimdi, bir çığlık gibidir: herşeyin
ü stü n d en öteye, herkesin önüne, kendininkileıin
de. Ve sancak da kendine gelir o zam an, ve hiçbir
zam an olm adığm ca görkem lidir şimdi; şimdi görür
hepsi onu, uzakta, ileride, tanırlar aydınlık, gömleksiz
adam ı ve tanırlar sancağı...
.Ama birden pırıldam ağa başlar, yay ılır dörtbir yana ve

kocaman oluverir, kıpkızıl...


O rada vanm
/ aktadır sancakları düşm
> anın ortasında,'
koşarlar onlar da peşinden.

32
L an g en au ’lu düşm anın içindedir, ama yalnız. K oıku
değirm i bir uzam kurm uştur çevresinde, o da
içindedir o n un, yavaş yavaş yanıp tükenen sancağıyla.

Yavaş yavaş, sanki düşünceli düşünceli çevresine bakar.


Birçok yabancı, rengârenk şey vardır önünde. Bahçe
—diye d ü şü n ü r ve gülüm ser. Am a hisseder birden
üzerindeki gözleri ve görür adam ları ve anlar,
kâfir köpeklerdir b u n lar—: sürer atını üzerlerine.
Am a, arkasında şim di kapanırken saflar, gerçekten de
bahçedir yeniden orası ve ona doğru fırlayan onaltı
vuvarlak m ızrak, ışın ısın, bir şölendir.
« r » » ' a

Şıkırdayan bir fıskiye.

33
Z ıılı kalede yanm ıştır, m ektup da, o yabancı kadının
gül yaprağı da. —
Ertesi ilkbahar (h ü zü n lü ve soğuktur gelişi), K ont
Pirovano’n u n ulağı atını sürer yavaş yavaş
L an g en au ’ya. O rada yaşlı bir kadının
ağlayışını görecektir.

34
M E T İ N Ü Z E R İN E N O T
Die W eise von Liebe und Tod des Cornets Christoph
Rilke, 1899 yılının güzünde, (Rilke'nin hemen bütün şiir­
leri gibi) bir solukta yazılm ıştır. Şair, nice sonra, 1924’de,
Pongs’a yazdığı bir m ektupta bunu şöyle anlatır: «...tek
bir gecenin beklenm edik armağanıydı, bir güz gecesi, ge­
ce rüzgârında alevleri titreyen iki mum ışığında yazıldı;
ona, bulutların ayın önünden geçip gidişleri neden oldu,
içeriğine gelince, bir-iki hafta önce miras yoluyla elime
geçen bazı aile evrakıyla ilk karşılaşmama borçluyum bu­
nu.»
Yoğun bir geçiş dönemi yaşam aktadır Rilke, bu yü z­
yıl dönümünde: İki yıl önce, Mayıs 1897'de tanıştığı Lou
Andreas-Salomé, bütün ağırlığıyla yaşam m dadır. Onun
'esinlendirdiği' Floransa Günlüğü, bir yıl içinde tamamlan­
mıştır. Haziran 1898’de, Rilke İtalya’dan ayrılarak, Lou
ile kocasının Berlin’deki evlerinin yakınm a taşınır. 1899’
un baharında da iki dost-sevgili ilk Rusya gezisine çıkar­
lar, Haziran’da dönerler.
İtalya ile Rusya, Güney ile Kuzey arasında bu yolcu­
luk, şairin yaşam ı boyunca bir kaç kez katedeceği ‘aşm a/
öteye geçm e/yeniden başlama’ yolunun ilk durağıdır. (Bu
arada, adını bile değiştirm iştir Rilke: Vaftizinde, biraz da
'soyluluk' merakıyla olsa gerek, René Karl W ilhelm Jo-

37
h a n n Josef M aria adı verilmiş şair, o döneme dek kullan­
dığı Fransızca 'kokan' René’yi bırakıp R ainer’de karar kı­
lar.)
Bu dönemde, sanki 'bünyesinden dışarı atm akta’ ol­
duğu bazı 'yerel' ve ‘ulusal’ «değerler», son bir patlam a
içinde yerli-yerine konup geride bırakılır. Annesinden ge­
len ‘aristokrasi’ merakının karışmasıyla, gençlik gelişme­
sinde önemli bir yer tutm uş Çek-Bohemya ‘ulusallığı’, bu
patlam a içinde dostluk/sevgi/ölüm çerçevesine, kişi iliş­
kisi ağırlıklı bir düzeye oturtulur. ‘Büyük ata’; o «Sancak­
ta r-> olmuş «şehit» soylu genç, Christoph Rilke, bir kişidir
artık: dostluk kuran, seven ve ölen.
Şairin yerleşik değerlerle belki de ilk hesaplaşışıdır
bu: Çevresinde büyük bir hızla çeşitli faşizm biçimlerine
yönelm iş ‘ulusallik'ların karşısına koym ak için Avrupa'
nın dört-bir yanından, «Fransa'dan, Burgonya’dan, Fele-
menk'ten, Kaernten vadilerinden, Bohemya kalelerinden»
getirdiği «Baylar»la-, yerel halktan ırzına geçilmiş ve öldü­
rülmüş insanların yanından geçen ve bu «yabancı ülke­
de», bir Fransız ile dostluk kurdurduğu, adını bile sormayan
Macar Kontes ile bir aşk gecesi yaşattığı ve sonunda da
‘şanlı bir biçimde ölüme gönderdiği «Langenau’lu»yla, gel­
m ekte olan yüzyılı kasıp kavuracak acılara, ulağın «ağ­
larken göreceği» ananın gözyaşları kadar keskin bir soru
işareti getirir Rilke: Önemli olan dostluk, sevgi ve ölüm
değil m idir —söz konusu olan bir «sefer» ve bir «sancak»
bile olsa?...
Am a biz, çevirm enlik haddim izi daha fazla aşmadan
‘yorum ’u kesip, çevirisini sunduğumuz şiirle ilgili «somut»
bazı noktaları belirtm ekle yetinelim.-
Şiirin ilk biçimi, yayıncı bulamaz: Rilke’nin kendi ya­
yım cısı Axel Juncker de geri çevirir metni. Ancak Ekim
1904'de, Prag’da yayım lanan bir dergide, yayım lanır
C hristoph Rilke’m /ı ‘gözden geçirilmiş’ biçimi; 1906'da da
yayıncı Juncker kitaplaştırır metni. Ve yalnızca elli kişi
satın alır bu basımı.

38
Sancaktar Rilke'nin ‘şans'ı, 1912'de, (bugün ünlü)
Insel Yayınevi’nin 1 numaralı kitabı olarak basılmasıyla
açılır —Avrupa'nın kırk yil-kırk gece yaşayacağı savaş
«dü-ğün'leri boyunca okurlarını bulur şiir: 1956’de m ilyo­
nuncu nüsha sınırına dayanm ıştır...
Buradaki çeviride Insel baskısı esas alınmıştır. Şiirin
parçaları herhangi bir başlık ya da numara taşımazlar;
yalnızca herbiri ayrı sayfalarda yer almakla birikirlerinden
ayrılmışlardır.
ORUÇ ARUOBA

39

You might also like