You are on page 1of 18

ESKİ DEFTERLER II

Muharriri: Mehmetzade Mirza Bala.

İstanbul, Necm-i İstikbal Matbaası, 1927

(Milli Azerbaycan Neşriyatı)

Günümüz Türkçesine Çeviren: Tayfur Şengül


ERMENİLER VE İRAN

Lozan Sulh Konferansı’ndan sonra Ermeni milliyetperverlerinin bilhassa İran’da ciddi


bir faaliyete geçtiklerini müşahede ediyoruz. Ararat - Ermeni hükümetinin düşüşünü müteakip
Tebriz’e iltica eden Taşnak-Sütyun Fırkası’nı Ermeni hareketinin en mühim merkezlerinden
biri şekline getirmiştir. İran dahilinde birçok mühim memuriyetlerde, ordu ve mecliste
bulunan İran Ermenileri vasıtasıyla ve İran üzerinde az çok nüfuzu olan birçok Batı ve Doğu
Avrupa devletlerinin girişimleriyle, göçmen Ermeniler’in İran’da mühim teşkilatları, milli –
medeni müesseseleri, iktisadi ve toplumsal teşkilatları, mektep, tiyatro ve gazeteleri
mevcuttur. Taşnak – Sütyun Fırkası’nın Tebriz’de bu sene olduğu gibi her sene muntazam
kongreleri oluyor ve bu kongrelerde Avrupa’da ve Kafkasya’da çalışan milliyetperver
Ermeniler dahi yakından iştirak ediyorlar.

İran’ın birçok askeri ve mülki müesseselerini ellerine almış ve son zamanlarda Şah
Pehlevi’ye müracaatla bilhassa İran Azerbaycan’nında iktisadi ve ticari imtiyaz elde etmeye
çalışan milliyetperver Ermeniler’den başka; İran’da ki Sovyet Sefiri Ermeni Daviyan olduğu
gibi, ticaret, siyasi vs. şubeler de Ermeniler tarafından işgal edilmiştir. Tebriz’deki Taşnak-
Sütyun’ların bir kısmı, Avrupa’da olduğu gibi, Taşnak Fırkası’ndan ayrılarak Ermeni “Aror”
teşkilatı vücuda getirmişlerdir. Göçmen Ermeniler’den oluşan bu teşkilat, İran
Azerbaycanı’nda bütün Sovyet idarelerini eline almış; Tebriz, Urmiye, Marage, Hoy vs. gibi
yerlerde birçok ticari, nakliyat ve iktisadi müesseseler vücuda getirmişlerdir. Milli Ermenistan
İstiklal Günü bütün İran’daki Ermeniler tarafından resmen kutlandığı gibi birçok milli Ermeni
ve Sovyet mekteblerinde, tiyatrolarda ve yayınlarında milli Ermeni ruhu ve milli Ermeni
istiklal ülküsü takviye edilmektedir.

Fakat mesele yalnız bununla bitmiş olsaydı, dikkatleri o kadar çekmezdi. İran’daki Ermeni
faaliyeti, gitgide belirli ve kesin bir siyasi mahiyet almakta ve yeni yollar, yeni dekorlar
içerisinde yine o eski radikal özellikleri, İran şartları içerisinde kuvvetlendirmektedir. Ve İran
yayınlarıdan bazıları (Tebriz, P...) vs. bilerek veya bilmeyerek, Ermeniler’in bu tecavüzcü
faaliyetlerine vasıta oluyorlar. Bu son hadise, Ermeni milliyetperverlerinin İran
matbuatlarında nüfuz etmeye başladıklarına bir delildir.

Reşt şehrinde yaygın “P.....” gazetesinin 291 numaralı nüshasında, Türkiye


Ermenileri’nden olan “N. Yağikyan” imzası ile “Bütün Dünya İranileri’ne Muhtıra” ünvanıyla
17 maddelik bir proje takdim edilmektedir.

Yağikyan’ın yorumlarına göre “Yeni Türkiye, Avrupa’da ve Batı’daki dayanaklarından


mahrum edildiğinden bakışını Doğu’ya çevirmiş; Türk kavimleriyle birleşmek suretiyle
yeniden kuvvetlenmek istiyor.” İran da böyle yapmalıymış: “İran’ın coğrafi vaziyeti ve siyasi
konumu onu, İran ırkından bulunan milletlerin merkezi şekline getirmiştir. Her bir İranlı ve
bilhassa Reis ve yardımcıları komşuların birbirleriyle olan ihtilaflarından istifade ederek, İran
ırkından olan milletlerin birliği için lazım gelen zemini hazırlamaya başlamalıdır. İrani
milletlerin birliğinde, İran’ın oynayacağı rol, Prusya’nın Alman birliğinde oynadığı rol gibi
olmalıdır.”

Yağikyan’ın “İran ırkından olan” milletler listesine: “Türkiye’de kendilerine müstakil bir
devlet yaratmak için uğraş veren ve dünya milletleri içerisinde kendilerine müstakil bir mevki
kazanmaya can atan ve bu yolda hiç bir fedakarlık ve kurbandan korkmayan Kürtler” dahi
dahildir. Aynı zamanda Yağikyan, Ermeni, Gürcü, Tacik, Afgan vs. dahil olmak üzere “Aryan
Devlet-i Müstakbelesi” nin hududunu Kafkasya dağlarına “Sabık Büyük Ermenistan” ın batı
hudutlarına kadar genişletmektedir.

Fakat projeden iki mühim fikir sezilmektedir ki, bunu “P......” gazetesinin diğer
nüshasında “M. Mehdi Kintuz” isimli bir yazar kaydediyordu. Yağikyan hali hazırdaki ve
müstakbel İran’ı; Türk, Fars, Kürt, Türmen, Ermeni, Arap, Yahudi, Zerdüşti, Aşuri (Asuri) vs.
milletlerden ibaret biliyordu. Aynı zamanda bu milletlerin İraniyette birleşmelerinin
medeniyet ve hürriyetleri sayesinde mümkün olacağını kaydediyor; Yağikyan müstakbel
Aryan Birliği’ni konfederasyon usulünde görmek istiyor ve bu federasyonda Ermenilere ve
Kürtlere de hususi bir mevki veriyordu.

Diğer mühim mesele, Gintuz’un haklı olarak zararlı gördüğü “aynı Aryan kavminden olan
Hindistan ile ittihad etmek” fikridir. Yağikyan, Hindistan’ın İngiliz sömürgesi olduğunu
kasten unutarak teklif ediyordu ki:

“İrani ırklardan olan milletlerin birliğinden sonra Hindistan da dost ve müttefik olmalıdır.
Hindistan’ın meşhur vatanperverlerinden Ağa Han, kendi vatanının istikbali namına,
Hindistan, Afgan ve İran’ın birliğini isbat etmiştir. İran vatanperverleri dahi, müstakbel
hatalardan selamet kalmak için, Ağa Han’ın tekliflerini kabul ve İrani milletlerin birliğini
takviye etmelidir.”

“Yaşasın İraniler’in birliği, yaşasın hür ve büyük İran” şiarları ile tamam olan bu makale
hakkında, onun ne gibi ruhi tezahürden ibaret olduğu hususundan ileri de bahsedeceğiz.
Şimdi ise biz, Ermenilerin bu “Aryanizm” veya “Pan İranizm” siyasetlerinin diğer mühim bir
tezahüründen dahi bahsetmek mecburiyetindeyiz.

“Pan İranizm”, Türkiye Ermenistanı’nı Kürdistan adıyla ve Kafkasya’yı Aryaniler Birliği


ünvanıyla “Büyük İran” dairesine almakla; Taşnak-Sütyun ütopistlerinin hayali “Büyük
Ermenistan”larını da birleştirmiş olacaktır fakat bu hayal kolay kolay vücuda gelecek
şeylerden değildir. Bu fikrin tetkiki için, dahilde medeni, iktisadi ve siyasi ıslahatla meşgul
olmayı daha faideli bilen, her bir hayali emeller arkasınca koşmayı İran menfaatlerinden ötürü
zararlı addeden bugün ki yeni İran sorumluları, Ermeniler’in hatrı için, Yağikyan’ın kaydettiği
gibi, Hindistan vasıtasıyla kuvvetli bir Avrupa devletine arkalanmak ve ondan sonra hiçte
istemeden birçok canlı ve kahraman milletleri silip haritadan çıkarmak mecburiyetinde
kalacaklardır. “Pan İranizim”in hangi tarafa çevrilmek istenildiği, ne maksatla ve ne gibi
tecavüzcü bir gaye ile kimlere karşı döndürülmekte olunduğu hakkında daha etraflı malumat
elde etmek için Paris’te yayınlanan “D....” isimli Ermeni gazetesinin “İran ve Turan” başlıklı
bir dizi makalesini gözden geçirmek kafidir.

İkinci Sosyalist Enternasyonal’ine dahil olan ve güya “Sosyalist” ve beşeri bir fırka
görünümü arz eden Taşnak-Sütyun Partisi’nin, Petrograd’da nasıl yön değiştirdiğini biz yeri
gelirken kaydedeceğiz. Burada, bu makalede ise göze çarpan cihet, “Sosyalist” Taşnak-
Sütyun”un “Şahname” mitolojisine girerek Şah Pehlevi’yi alize ettiğidir.

Şah Pehlevi, şüphe yoktur ki, yeni İran’ın yetiştirdiği nadir şahsiyetlerden biridir. İran’ı
sıkan, boğan ve yok oluşa doğru sürükleyen bütün dahili ve harici engelleri tereddütsüz görüp
atan; İran’a yeni kan, yeni hayat aşılayan bu şahsiyeti Şah tahtında değil, Reisicumhur
mevkiinde görmek isteyenler vardı. Ahmed Şah düşürüldüğü zaman Rıza Han’ın Şahlığına,
memleket ve millet, hürriyet ve hakimiyet-i milliye faydasına olarak, itiraz eden Doktor
Musaddık gibi cesur mebuslar vardı. “İhtilalci ve Sosyalist” Taşnak-Sütyun cesaretinin ise bir
demokrat, bir liberal cesareti kadar tezahür etmediğini görüyoruz. Fakat “D....”ın “Tebriz”
gazetesine akseden işbu makalesini kaydettikten sonra kendi yorumlarımızı yazarken, Taşnak-
Sütyun’un; daima İran liberal ve demokratları tarafında değil, İran gerici fırkaları ile birlik
olmuş bulunduğunun tarih ve sebeplerini de zikredeceğiz.

“D....”ın iddiasına göre “İran, Ermeniler’in ikinci vatanı ve İranlılar arkadaşları olduğu
için” İran’ın hürriyet hareketinde Ermeniler rehber ve öncü rolünü oynamışlar imiş. Aynı
vatanperestlik gereğince imiş ki, İran ihtilali esnasında Taşnak-Sütyun Fırkası yönetiminde
“vatanımız sahipsiz ve esir kalmaz” ünvanlı milli Ermeni namesini terennüm ederek ihtilalin
temel direği oluyorlardı. “D....” ilave ediyor ki:

“Taşnak-Sütyun Fırkası bu faaliyetinde şüphesiz, hiçbir türden hususi maksadı ve Ermeni


milleti için milli menfaati dikkate almıyor, yalnız İran’ı esaret ve mezalim altından
kurtarmaya çalışmakla vatani vazifesi yerine getiriyordu. Bu, Ermeniler’in milli vazifesi idi.
Çünkü dünyada yalnız bu milletidir ki bizim büyük kardeşimiz ve samimi dostumuz olmuş ve
o şekil ile de kalıyor.”

Bu kardeşlik ve samimiyete delil olarak “D....”, bizim de başlangıçta kayd ve


zikrettiğimiz bir çok imtiyazlardan bahsediyor ve Ermeniler’in İran’da en mühim mevkiiler
işgal etmesinin sebebini de bu “arkadaşlıkta ve ihtilalde rehberlik etmesinde” görüyor.

Taşnak-Sütyun Fırkası’nın, İran ihtilaline ne maksatla ve ne gibi gayelerle iştirak ettiği


yalnız, İran ihtilalinin diğer aktif amillerinden olan Azeriler ile Gürcüler’e değil bizzat
Ermenilere dahi malumdur. Taşnak-Sütyun’un hususi Ermeni menfaati namına yürüttüğü
ayrılıkçılık ve İran’ı bölmek politikası aleyhine mücaadele eden İran ihtilalcilerinden ve
Demokrat Fırkası liderlerinden Taki Zade gibi simaların hâlâ hayatta olduklarına ne kadar
memnunuz. Şüphesiz ki meydanda bu kadar canlı belgeler dururken Taşnak-Sütyun
Fırkası’nın tahrif etmeye çalıştığı tarihî hakikati düzeltmek kolay olacaktır. Fakat bu husustan
bahsetmeden evvel Ermeni zimamdaranın kasti yayılan yanlışlığa ne gibi motiflerle
girişildiğini aramak icap eder.

Ermeni milletinin İran hakkındaki “sadakat” ve “fedakarlıklarına” karşı, İran milleti dahi
lakayd kalmamış, dahilde vermiş olduğu imtiyazlardan ve hukuktan başka, İran haricinde
dahi Ermenileri himaye ve müdafaa etmiştir. “D.....”ın yazdıklarına göre:

“1894-96 senelerinde Van ve Erzurum vilayetlerinde Ermeniler katliam edilirken, dost Rus
Konsolosları Ermeni göçmenlerini Osmanlı cellatlarına teslim ederken, İngiliz Konsolosu
Ermenileri Türk toplarına hedef koyduğu zaman, arkadaş İran milletinin Konsolosları idi ki
Ermeni milletinin muhafazasını ve kurtuluşunu düşünüyorlardı” ve “1910-1916 senelerinde
Alman ve Amerika Konsoloslarından ziyade İran Konsolosları Ermeni milletinin himayesine
gayret ediyor, Ermenilerin muhafazasını düşünüyorlardı.”

Ermeni sorumlularının fikrine göre İran Devleti’nin de bu teşebbüsleri siyasi fikirlerden


değil aynı arkadaşlık ve kandaşlıktan ileri geliyormuş, aynı kandaşlık saikiyle imiş ki, İran
Devleti her bir devletten evvel Ermenistan’ın istiklalini tasdik eylemiş, Erivan’a sefir
göndermiştir.

“D.....”ın görüşünce; bu karşılıklı samimiyet hislerini vücuda getiren, ırk ve kardeşlikten


daha başka mühim tarihi sebepler de vardır; “gerek geçmişte olsun, gerekse halihazırda, bu iki
milleti birleştiren, tarihlerini müşterek bir şekle salan hakiki menfaatler mevcut olmuştur”
Taşnak-Sütyun Fırkası’nın, İran ihtilaline iştirakiyla vücuda gelen “Taşnak-Sütyun
romantizmi”nin maceracılıktan ibaret olmayıp hakiki menfaatlerden kaynaklandığını
kaydeden “D.....”, Ermeni ve İran milletlerini birleştiren tarihi amellere geçiyor ve diyor ki:

“Bu iki milleti daima bir harici düşman tehdit etmiştir. Müşterek ve umumi bir düşman, bu iki
milletin hayat ışığını geçirmeye gayret etmiş ve bununla iki milleti birleştirmiştir. Bu düşman
da Türk milletidir.”

İki dünya varmış: biri medeniyet olan ve hâlâ da bu mevkii muhafaza eden Ermeni ve
İran dünyası, diğeri de vahşet, medeniyet düşmanlığını ve barbarlığı temsil eden Türk
dünyası... Bu iki dünya arasında derin tezatlar mevcuttur. İşte bu tezatlar, Türkleri vahşet,
barbarlık ve medeniyet düşmanlığı ile İranlılarla Ermenilerin medeniyetleri arasındaki derin
uçurum, tarihte “İran-Turan” muharebelerine sebebiyet vermiş imiş.

“D.....” bu İran – Turan muharebelerini Hürmüz ile Ehrimen arasındaki mücadeleye


benzetiyor; şöyle ki Türkler daima karanlığı, barbarlığı; İranilerle Ermeniler ise hürriyet ve
medeniyeti temsil ediyorlarmış “asırlar boyunca Turani milletler İran ve Kafkasya’ya akın
etmişler ve bu barbarlar dalgasına karşı set teşkil edenler Aryan akvamından olan Farslar’la
Ermeniler olmuşlardır.”

Bütün muharebelerde milli Ermeni ordusu, daima Fars ordusuyla müştereken hareket
etmiş imiş. Roma ve sonra Bizans’la gerçekleşen muharebeler neticesinde istila edilen
Ermenistan’ın, esir ve köle sıfatı ile Sasani ordularına iştirak ettiklerine, Taşnak-Sütyun
romantik bir şekil vererek, bu birliğin kaynağını kan birliğinde ve müşterek menfaatlerde
görüyorsa da; Ermeni romantiklerinin fantezilerine rağmen tarih, ne yapalım ki öyle değildir.
Asırlarca devam eden İran-Roma, İran-Bizans muharebelerine sahne olan Ermenistan
dağılmış, İran ordusunun güzergahı olmuştu; ve Roma gücünün düşüşü üzerine, perişan olmuş
Ermenistan “arslanı”, İran’ın “hurşid”ine baş eğerek, “hurşid”in “arslan”a hakimiyeti üzerine
dayanan bir devlet vücuda gelmiş ve buna karşı Ermeni ordusu az isyan çıkarmamıştı.

“D.....” soruyor ki: “Asırlarca devam eden İran ile Turan, Hürmüz ile Ehrimen mücadelesi
bitmiş mi acaba?” “Vaziyeti dikkatle tetkik edecek olursak, bu mücadelenin hâlâ devam
etmekte olduğunu görürüz” diye kendi sualine cevap verdikten sonra, İran inkılabının son
safhasını teşkil eden Kaçar Sülalesi’nin düşüşünü ve Pehlevi hanedanının iş başına gelişini,
yine İran ile Turan mücadelesi şeklinde tasvir ediyor. “Zavallı Kaçarlar”, Türklük ve
Azerilikten tamamiyle mahrum iken; asırlarca Fars kültürünün temsilcisi oldukları halde
burada Turan temsilcisi sıfatıyla İran’ı temsil eden Şah Pehlevi’ye karşı konulmaktadırlar.
“İran inkılapları, Kaçar Sülalesi’nin çöküşü, Pehleviliğin muzafferiyeti, Ermenilerin hürriyet
uğrunda mücadeleleri, bütün bu hareketler Aryan ırkının Türk ve Tatar akvamına karşı devam
ettirdiği o eski mücadelenin sonudur. Bu tasvirden sonra “D.....” soruyor: “Bugün ki İran ve
Ermenistan ne halde idi ve şimdi ne vaziyettedir?” cevap malumdur. Türkler; İran’ın Horasan,
Mazenderan ve Azerbaycanı’nı, Anadolu ve Ermenistan’ı istila etmiş, Aryan kavminin
vatanlarına sahip olmuşlardır ve bu istila Fars vs. Aryan akvamının asırlarla medeniyetten geri
kalmalarına sebebiyet vermiş imiş. Bu suretle “Fars ile Ermeni milleti karşısında Türklerden -
Turanizimden ibaret müşterek bir tehlike vardır. Onu mahvetmeye bakmalıdır.” Bu maksatla
gazete “tatbikatımızın esasını tayin etmeden, umumi düşmanımız Turanizmi tetkik etmek,
onun gayesini anlamak ve sonra aynı silahla umumi düşmana karşı hareket etmek gibi mühim
bir vazifemiz vardır” diyor.

Ermenilerin tasavvurunca, Turanizm’in maksat ve gayesi bütün Türkleri birleştirmekmiş.


Bu maksatla Türkler; Türkiye ile Azerbaycan’ın, İstanbul ile Tebriz ve Bakü’nün
birleşmesine mani olan Ermeniler ile Kürtleri aradan kaldırmak planını tatbik ediyorlarmış.
Ermenileri Kürtlerin eliyle kırdıktan sonra, şimdi de İsmet Paşa ve Yunus Nadi Beyler,
medeni milletlerin konferanslarında, Kürtleri Aryan akvamından değil Turani ırktan
olduklarını, Kürt milletinin mevcut olmadığını yine bu perdeyi aradan kaldırmak, sonra
Azerbaycan’la birleşip Zencan’a kadar İran Azerbaycanı’na dahi malik olmak maksadıyla
ispat ediyorlarmış. Yalnız Türkiye Türkleri değil, Azerbaycan Türkleri dahi, aynı metotla,
Fars milletine mensup Kürtleri, Türk olarak gösteriyor, onların milli şuurdan
mahrumiyetlerinden istifade ederek, Azeriler dahi Fars unsurlarını Türkleştiriyorlarmış.
Mümkünmüş ki, Türkler İran içerisindeki diğer Fars akvamına dahi tesir ederek İranlık
birliğini bozsunlar...

Bu maksatla Türkler, Hoy ve Mako etrafının Ermenilerini katliam ile aradan kaldırmak
istemişlermiş. Hatta Türkistan, Azerbaycan, Kırgız, Başkırd, Kalmuk vs. gibi Türk
memleketlerin, Sovyet Cumhuriyeti haline gelmesi de Komünizm kılığına girmiş Talat,
Enver, Nazım, Şakir, müştereken büyük Turan yaratmak maksadıyla gerçekleşen
faaliyetlerinin eseriymiş.

“D....” bütün bu hayali tehlikelere karşı teklif ediyor ki:

“Nasıl Aryan akvamının düşmanları çalışıyorsa, biz de o vasıta ile muhtelif Aryan ırk ve
milletlerinin ittihat ve ittifakını vücuda getirmeli ve bu yol ile Turanilerin faaliyetlerini akim
bırakmalıyız. Ankara Turanizmin kaynağı ve merkezi olduğu gibi; Tahran ve İsfahan da
Aryan neslinin kardeşlik ve ittifak menşei İranizmin merkezi olmalıdır. Türk devleti kuvvetli
ise, gerek maddi gerek manevi açılardan, İran dahi kuvvetli olabilir. Osmanlı toprağı geniş ise
İran dahi onun üç misli büyük olabilir. Bunun içinde “Aryan Merkezi” teşekkül etmelidir.
Bu merkez etrafına soylu Fars ve İraniler, cengaver Kürtler, çalışkan ve açıkgöz Ermeniler...
Afgan ve Hindistanlılar ve tamam Aryan ırkından milletler toplanmalı, birleşmelidirler.
Turanizmin etraf ve içerisinde bu suretle Aryanizm ocakları vücuda getirmeliyiz.”

Tahran’da hukuk doktoru Mahmut Han Efşar’ın müdüriyetinde yayınlanan “A...”


(Gelecek) mecmuasında, Slavlar’da vaktiyle Türkiye’de olduğu gibi “Parnesizim” üzerine
kurulu bir “Pan İranizim” takip ettiklerini yazılarından görüyoruz. Fakat Pan Germenizm, Pan
Slavizm cereyanlarının romantizm devrini atlatıp Realite devrine girdikleri, siyasi Slav
birliğinin artık hayal olduğu bir zamanda; “Pan Aryancı” Ermeniler’in boyun eğdikleri
Türkiye Cumhuriyeti’nin en sorumulu ricali Pan Türkizmin yani Türk milletlerinin siyasi
birliğinin olmayacak bir hayal olduğunu resmi olarak beyan etmişlerdir; Doğuda kültürel, dini
ve medeni irtibatları Türkler ve Slavlar kadar bile olmayan Aryan akvamı arasında böyle bir
“askeri ırkcılığın” vücuda getirilmesi, ne kadar mümkün addolunabilir bilemeyiz. Fakat biz
buna eminiz ki, İslam milletleri artık skolastik bir İslam Birliği ülkücülüğünden, millet
sahnesine çekilmeye başlamışlardır. Bu hal Türkler’de ve Araplar’da görüldüğü gibi,
Farslar’da da vaki olmaktadır. Fakat bu milli birleşmeyi temin edecek hakikat önce kültürel
birlik sahasında tezahür edecek aynı zamanda Farslar, Araplar ve Türkler İslamiyet sayesinde
vücuda gelen müşterek İslam medeniyeti üzerine kurulu uluslararası İslam Medeniyet
dünyasının daimi azası olarak, manen ve madden kalmakta devam edeceklerdir.

Halbuki Ermeniler bulundukları tarihi, dini ve kültürel hususiyetleri ile bu hususi İslami
ve Şarki medeniyet havzasının dışındadırlar. Aryan akvamından olan bir Rusla Fars’ın birliği
ne kadar mümkünse, bir Ermeni ile Fars’ın birleşmesi de o kadar mümkündür. Hele ekseriyeti
Aryan olmayan Çin-Tibet akvamını teşkil eden Hindistan’ın müstakil kültür, müstakil dil,
medeniyet ve ırk teşkil etmesi açısından, Aryan deryasına daveti havada bina yapmak kadar
bir hayaldir.

Zaten bunları Ermeniler dahi bilmez değillerdir. Paris’te otururken ve asırlardan beri
Yahudivari bir halde medeni Avrupa ve Amerika dünyalarında dolaşırken, Ermeniler bu
hakikatleri öğrenmişlerdir. Onlar, Pan Aryanizmi takviye etmek isterlerken takip ettikleri
gaye tamamen başka bir meseledir, işbu makalede biz mümkün olduğu kadar “İran – Turan”
mücadelesini devam ettirmek istemekle, Taşnak-Sütyun kafalıların ne gibi hususi gaye takip
ettiklerini ve bu gayeyi takip ederken kimlerin elinde alet ve vasıta rolünü oynadıklarını
aydınlatmaya çalışacağız. “Asya’da Batı Medeniyeti mümessili olmakla” iftihar eden
Taşnak-Sütyun Fırkası bu mümessilliğini ister Türkiye’de, ister İran’da “Batı dünyasını”
temsilen ve onun menfaatleri için yapmıştır.

Bir Fransızla bir Alman’ın ne kadar Aryanizm bayrağı altında birleşmesi mümkünse, bir
Gürcü, Fars ve Ermeni birliğinin dahi o suretle mümkün add olunabileceğini “Taşnak-
Sütyun” muharirleri pek iyi biliyorlar. Biliyorlar ki, Fars milletinin birliği vücuda gelecekse
kültür ve medeniyet, ilim ve irfan sayesinde mümkün olacaktır ve bunun içinde mücadele
cephesinin kuzeye ve batıya, Türk dünyasına değil, bilhassa doğuya yöneltildiğini, önce
maddi ve manevi birliklerine mahzur olmayanlarla birleşmek lazım geldiği aşikardır. Ve
böyle bir Fars dünyasının, Fars birliğinin vücuda gelmesi için Türklerle mücadeleye ihtiyaç
yoktur. Çünkü Farslıklarına şüphe olmayan ve aralarında coğrafi ve milli perdeler
bulunmayan, aynı zamanda mühim bir kuvvet teşkil eden Fars – Aryan akvamı Türk
dünyasında değil İran’ın doğu hududundadır.

Asri medeniyetin, kuvvetli bir irfanın, müşterek bir ilim, fen ve edebiyat dilinin,
memleketi birleştirecek iktisadi birliğin vücuda getireceği milli beraberlik, siyasi ve askeri
hakimiyetler katiyen vücuda getiremiyorlar. Nasıl ki kuvvetli Osmanlı saltanatı bile gayrı
Türkleri dönüştüremedi. Ve nasıl ki Rusya gayrı Rusları katiyen aradan kaldıramamıştır.
Bundan dolayı İran’da; “Pan İranistlerine” medeniyet, irfan, ıslahat, yeni hayat, asri
medeniyet lazımdır. Bu olursa İran haricinde olan Fars unsurları kendi kendilerinden Fars
medeni merkezleri etrafına koşacak, siyaseten olmasada, kültürel olarak ve lisanen;
İstanbul’un ve Bakü’nün Türk dünyasında, Kahire’nin Arap alemindeki medenisini Tahran
veya İsfahan dahi Fars dünyasında elde etmiş olacaktır.

Fakat yine, bir daha tekrar ediyoruz ki, bütün bu faraziyeler tatbikat sahasında gelişecek
olduğu zaman Ermeniler bu tasavvur haricinde kalacaklardır. Zaten Taşnak-Sütyun’un bu
yeni romantizmi Ermenistan istiklali namına icra olunan yeni bir spekülasyon değil midir?

Asri milletler, malumdur ki ırk üzerine değil, kültür birliği üzerine kurulmuş
cemiyetlerdir. Bugün, bir millet muhtelif ırklara mensup insanlardan ve camialardan ibaret
olduğu gibi, muhtelif milletler şekline girmiş ırklar dahi mevcuttur. Esasen muhtelif ve
müstakil milli kültür sahibi milletlerden teşekkül etmeyen ırklar yok gibidir.

Türk dünyası, Batı ve Doğu Türklüğü gibi muhtelif örnekler arz eder. Ruslarda, gittikçe
birbirlerinden uzaklaşan Ukrayna ve Belerus halinde bulunuyor. Slav camiasına katiyen
yaklaşmayan Leh, Çekoslovak vs. mevcut olduğu gibi Türk dünyasıyla irtibatı olmayan Fin,
Eston ve Macar gibi Turani milletler vardır. Aynı şekilde Türk olan Bulgarlar bugün Slav
olduklarını iddia ettikleri gibi, neslen ve ırken Slav oldukları iddia edilen Prusyalılar bugün
Alman birliğinin içinde olduğu dahi bellidir. Bu suretle Türkiye ve Azerbaycan muhitinde
Kürt vesairenin Türkleşip gittiği tabii bir şey olduğu gibi Fars muhitinde Kaşkani, Selçuk
Türklerinin, Afşar, Safevi nesillerinin dahi Farslaşıp gitmesi tabiidir. Karabağ, Karadağ,
Tebriz, vs. cihetlerde Ermenilerin Türkleşip gittikleri ve bugün kendilerini Azeri addettikleri
vaki olmuştur. İşte tabiatın bu değişilmeyecek kanunu mucibince, bugün Ermenilerle Farslar
arasında milli, kültürel ve medeni hiçbir irtibat kalmamıştır. Zaten Ermeniler Aryan ırkının
Fars şubesine değil, müstakil bir millet olarak her bir Aryan kavmi gibi Aryan ailesine dahil
bulunuyorlar. Ve Ermeniler Batı, Yunan, Bizans ve Hıristiyan medeniyetinin mümessili
olarak geldiklerinden; Doğu medeniyeti mümessili olan Farslarla, tarih boyunca kanlı
mücadelelerde bulunmuşlardır. İşbu mücadele ve Sasanilere karşı olan muharebe zamanı,
milattan sonra ve İslamiyetin zuhuruna kadar vaki olan devirlerde, Doğu Avrupa’da ve Kuzey
Kafkasya’da hakimiyet kurmuş olan Hazar Türkler’in ordularını Kafkasya ötesine davet eden
ve onlarla müttefiken Sasanilere karşı harp eden, Mavera-ı Kafkasya milletlerinden
İberyalılar, Albanlar ve bilhassa Ermeniler olduğu tarihen malumdur. Ermenilerin davetiyle
İraniler’e karşı sevk olunan bu Türk ordularının vaadlerini yerine getirdikten sonra yine
Mavera ı Kafkasya’da kalmayıp Kuzey Kafkasya’ya döndükleri de bir hakikattir.

Ermeniler hakkında ilk malumat MÖ. 521 senesine aittir. O seneye kadar İran’ın bir
vilayeti addolunan Ermenistan, Büyük Darius aleyhine kıyam etmiş ve mücadeleye
başlamıştır. Fakat kuvvetli İran ordusu karşısında perişan olan Ermenistan, İran ordusunda
Yunanilere karşı iştiraka zorlanıyordu.

Ermeniler yalnız İran’a karşı değil, komşuları aleyhinede hasmane bir siyaset yürütmekte
devam ediyorlardı. Gürcistan’dan ibaret olan İberya ile bugün ki Kafkasya Azerbaycanı’nı
teşkil eden ve müstakil bir devlet şeklinde yaşayan Albenya, kendilerini komşuları
tehditdinden korumak için Roma Devleti ile dostluk yaptıkları vaki olduğu gibi, Albenya’nın
Ermenistan’dan korunmak için, Milattan Önce devirlerinde Roma ile hususi ittifak bağladığı
da vaki olmuştur.

Kuvvetli İran devletiyle Roma ve Bizans arasında vaki olan muharebeler ekseriyen
Ermenistan arazisinde ve Ermenistan’a sahip olmak maksat ve rekabetiyle gerçekleştiğinden,
kırılan, dağılan ve perişan olan Ermeni halkı mukavemet iktidarından mahrum ve zayıf bir
halde muhtelif parçalara bölünmüş ve esirlik halinde yaşamaya mecbur edilmiştir.

Büyük Tikran zamanında birleşip müstakil bir devlet olmaya muvaffak olan Ermenistan,
Tarihî miladın başlangıcında Surp Drtad zamanında Hıristiyanlığı kabul ve beşinci asır
başında alfabe tatbikine başlıyordu. Fakat Doğu Roma (Bizans) devletiyle İran arasındaki
muharebeler bitmemiş, Ermenistan’ın başından felaketler ve tehlikeler tamamiyle ber taraf
edilememişti. Ermenistan için vaki olan muharebeler Ermenistan’ın birlik ve hakimiyetine son
ölüm darbelerini vurmuş oluyordu. Ve gariptir ki Ermenistan’ın aldığı bu darbeler din ve
medeniyet itibariyle mensup olduğu Bizans milletiyle kan ve ırk itibariyle uzvi bulunduğu
Aryan dünyasından oluyordu. Bu muharebeler neticesinde Ermenistan yine iki kısma
ayrılmış, İran ile Bizans’ın sömürgeleri olmuştu. Bizans’ın gücü ve Araplar’ın fütühhatı ve
zaferleri, Ermenistan’ı asırlar boyunca yıkan ve dağıtan İran ve Bizans muharebelerini
meydandan kaldırmıştı. Ermenistan, bu devre rastlayan zamanlarda işte İran’dan kurtuluş için
Hazar’ın ve İdil’in etrafında kuvvetli hükümet kurmuş Hazarlar’dan istifade ediyor, Türk
ordularını yardıma davet ederek, müştereken İran’a karşı harp ediyordu. Türkler bu suretle
Güney Kafkasya’yı tanımış ve mütakib asırlarda, Doğudan gelen yeni dalgaların tazyikiyle
yerlerinden oynayan Türkler güneye inerek sabık Alban, Aran arazisine doluyor, burada
yerleşmeye başlıyorlardı. Fakat Ermenistan’ın milli çöküşüne mucip olan göçler kuzeyden
gelen Hun, Hazar, Bulgar, Kıpçak, ve güneyden gelen Oğuz ve Türk – Moğol nesilleri değil,
Bizans – İran harpleri zamanında Ermenistan’da yerleşip kalan Partiyanların Bakyatini teşkil
eden Aryan akvamı idi ki, bunların üzerine şimdi Arap istilası da ilave olunuyordu. İşte bu
Aryan akvamının Ermeni felaketinde oynadığı rolü, Ermeni kalemiyle nasıl tasvir olunduğunu
öğrenmek için ünlü Ermeni muharrirlerinden M. Varandyan’ın yazdıklarını alalım. Varandyan
yazıyor ki:

“Tarih, asırlar boyunca aynı coğrafi şartlar içerisinde aynı araziye malik, aynı iklimden
isfade eden iki Aryan milletinin kanlı husumetlerine şahit olmuştur. Bu Aryan milletlerinden
birinin elde ettiğini diğeri yağma ediyor, biri; ticaret kervanlarına merbut, çalışkan, zengin
lisan ve edebiyata malik bir millet olup Asya cehenneminden kurtarmaya ve Batı
medeniyetine kavuşmaya, sayısız manalar içerisinde, Batı ile Doğu arasında vasıtacılık rolünü
ifaya çalışırken, öteki hiçbir medeniyet izine malik olmayan ve çobanlık asırlarının
değişmeyen alametleri ile yaşayan tarih öncesi bir ırk döküntüsüdür.”

İşte Ermeniler’in felaketini mucip olan, Taşnak – Sütyun’un bugün, belirli bir maksatla
idealize ettiği millet Kürtler’dir. Tarihi ve etnografik Ermenistan’da bilhassa ekseriyeti teşkil
eden millet bugün yine Kürtler oluyorlar. Varandyan’ın itiraf ettiği gibi, yazıya ve medeniyete
malik olmayan bu tarih öncesi bir ırk döküntüsü olan Kürtlerin, onlardan daha gelişmiş, daha
medeni olan Anadolu ve Azeri Türk deryası içerisinde eriyip gideceği ne kadar tabii bir
toplumsal hadise ise, Ermenistan’ın da, bunlarla beraber Azeri ve Anadolu muhitinde eriyip
gideceği o kadar tabii bir kanundur. Bunun yegane çaresi, Ermeniler’in hayali, büyük
Ermenistan hudutlarını kısaltmaları ve ekseriyet teşkil ettikleri şimdiki kavmi ve tabii
hudutları ile yetinmeleridir. Başka türlüsü, Azerbaycan ve Anadolu Türk dünyasının haritadan
kalkmasıyla mümkün olur ki, bu da Ruslar’ın Doğu Avrupa’dan, Anglo-Saksonlar’ın Britanya
adalarından ve Amerika’dan, Latin ırkının Brezilya, Uruguay, Arjantin vesaireden çıkmalarını
talep etmek gibi bir şey olurdu; zira zikredilen milletlerin istilaları, Türkler’in Azerbaycan ile
Anadolu’yu istilalarından hiçte farklı değildir.

Arapların fütuhhatı, Bizans ve İran gücünü kırmışsa da, bununla beraber Ermenistan ve
diğer Kafkasya milletleri dahi Arap idaresine geçmişti. Selçuk Türkleri devrinden sonra ise
Yakın ve Orta Doğunun manzarası tamamıyla değişmişti. Selçuk Türkleri’nin Anadolu’da
birleşmesi ve Azerbaycan’a kuzeyden birçok Türk illerinin akması, güneyden Oğuz Türk
taifelerinin, Türkmen, Uygur, Türk – Moğol vesairenin dolması, Akkoyunlu ve Karakoyunlu
muharebeleri, istilalar, harpler, muhaceratlar ve akınlar, eski Albenya, Aran memleketlerini
kavmi birliğe sürüklemiş; İrani, Arap, Bizans ve Türk medeniyetlerinin kaynaşmaları altında
bu kıta üzerinde müstakil bir Türk Azeri cemiyetini yaratmıştı. Anadolu ve Rumelinde ise
eski Doğu Roma ile Bizans’ın yerinde ve payitahtında büyük ve muktedir Türk – Oğuz
devleti vücuda geliyordu ve Osmanlı Devleti adı ile anılan bu devlet 16. asırda İran’a sahip
olmuş, Azerbaycan Türk sülalelerinden Safeviler ile yüz yüze gelmiş ve rekabete
başlamışlardı. İşte bu tarihlere kadar Araplar’ın, Selçukiler’in, Azerbaycan Atabekleri’nin,
Azerbaycan İlhanileri’nin ve sonra Timur, Türkmen ve Safevilerin elinde bulunan Ermeniler,
şimdi yine Bizans’ı dönüştüren Osmanlı Devleti ile İran arasındaki kanlı ve uzun
muharebelere sahne oluyordu. Bu muharebeler neticesinde dağılan, perişan ve takatsiz olan
Ermenistan dahilinde Türkler dahi meskun bulunuyordu ve ekseriyet teşkil etmeye
başlamışlardı. Netice itibariyle İran ile Osmanlı Devleti arasında taksim edilen Ermenistan her
iki tarafdan Türk unsurları ile iskan edilmişti ve Ermeniler artık ekseriyet teşkil eden
toplumsal bir uzviyyet olmaktan mahrum edilmişlerdi.

Yakın Doğu’da böyle bir toplumsal uygulamalar mevcutken dünyanın sair kıtalarında dahi
rahatlık yoktu. Dinyeper sahillerine milattan sonra bir devirde gelen ve eski Türk – Turan
akvamı Fin, İskit, Hun, Bulgar ülkelerini istila etmiş Slavlar, Rus halinde bir millet ve siyasi
teşekkül oluyor; Moskova etrafında birleşerek Kazan, Kırım, Altunordu Hanlıklarını,
Sibirya’yı işgal ediyor ve Ruslar; Fin, Tatar, Başkırd ve Kıpçak Türkleri’nin yurtlarını istila
ediyorlardı. Hatta Ruslar’ın Kafkasya’ya gelmesi, Kuban,Torak ve Don sahillerinde oturmaya
başlamaları 18 ve 19. asırlarda vaki olmuştu.

Don’dan ve umumiyetle Doğu Avrupa’dan mahrum edilen Türk, Anadolu ile Alban, Aran
ülkelerinde Türkiye ve Azerbaycan yaratıyor ve İranla Osmanlı muharebeleri, arada olan
Ermenistan’ın etnografik şeklini tamamiyle değiştiriyordu.

Rus muharrirlerinden İstankiyeviç’in yazdığı fıkrasından öğreniyoruz ki, Ermeniler


Türkiye ile İran arasında bölünmeden sonra İran elinden kurtuluşu unutmamışlardı. Şimdi
onlar ümidi bilhassa Rusya’dan bekliyor, Kafkasya silsilesinin kuzeyine yaklaşan ve eski Hun
ve Hazarlar’ın yerlerinde oturan Ruslar’dan imdat bekliyorlardı. İstankeviç’in diyor ki:

“Ermeniler İstanbul ile İran’ın elinden kurtulup, ecnebi bir kavmin yardımıyla müstakil
olmayı daima arzu etmişlerdi. Bu maksatla “K. E” Avrupa saraylarını dolaştıktan sonra
Büyük Petro’ya müracaat etti. Büyük Petro’dan yardım vaadi aldıktan sonra Ermenistan’a
dönen “K. E” Astarhan şehrinde ölmüştü. Büyük Petro aslında 1722 senesinde İran aleyhine
ordu sevk etti. Bu hareket neticesinde Büyük Petro Karabağ Melikleri’ne İran aleyhine isyan
edip istiklal vücuda getirmelerine imkan vermişti. II.Katerina zamanında Rus ordusu
Ermenistan’ı işgale muvaffak olmuş ise de, Rus ordusu Ermenistan’dan çabuk geri dönmüştü.
I. Aleksander zamanında Karabağ Hanlığı Rusya’ya ilhak edildi. Ayrıca Nahçivan, Erivan
Hanlıkları da Rusya’ya geçti. Bu Hanlıklarda külli miktarda Ermeniler’de yaşıyordu.”

Büyük Petro’nun projesi mucibince İran’dan Ermeniler Şirvan (Eski Albenya) taraflarına,
buranın ahalisi ise İran’a geçirilecekti. Bu suretle Ermeniler, İran elinden kurtulmuş olacaktı.
Fakat Rusya buna tamamıyla muvaffak olamadı. Ve Ermenistan; Türkiye, İran ve Rusya
arasında bölünmüş olarak kalmaya mecbur oldu.

Rusya’nın Kafkasya’ya inmesi Ermeni tarihinde yeni bir safha açıyordu. Rusya’daki
“A.....” etrafında birleşerek, Ermeniler Rusya’nın yardımıyla Türkiye ve İran Ermenistan’ının
kurtuluşunu düşünmeye başlıyorlardı.
Rusya’nın Kafkasya’ya inmesi, Büyük Petro’nun vasiyeti mucibince Hindistan’a,
Akdeniz’e ve İstanbul’a malik olmak için vaki bir hareketin öncüsüydü. Rusya’nın asırlar
boyunca Anadolu ile İran’ı istila etmek istemesi, Hindistan ile Boğazları elde etmeye
çalışmasıyla alakadardı. İşte bu yolda Ermeniler’den istifade etmek birinci yer tutuyordu.
Türkiye Ermenistan’da vaki olan silahlı isyan ve kıyam hareketlerinin Rusya
Ermenistan’ından idare edilmesi, Kafkasya ve İran yoluyla “Kokocanban”ların Türkiye’ye
geçip Türk ahalisine taaruz etmesi Ermeniler’in Rusya elinde ne gibi bir alet olduğunu isbat
ediyordu.

Evvela İngiltere’nin tahrikiyle vücuda gelen bu silahlı Ermeni hareketleri, Avrupa’daki


muhacir ve münevver Ermeniler arasında siyasi fırkalar vücuda getirmişti. 1890 senesinde
Kafkasya’da ise Taşnak-Sütyun Partisi vücuda geliyordu. İlk sıralarda yegane maksadı
Türkiye ve İran Ermenileri’ni kurtarmaktan ibaret olan Taşnak-Sütyun, Türkiye’ye silahlı
mücahitler göndermekle yetiniyordu. 1904 senesinde gerçekleşen kongrede, Rusya
Ermenistanı’nı da programa ilave eden Taşnak-Sütyun, 1907 senesinde Viyana’da vaki olan
üçüncü kongresinde Sosyalist programını kabul ile Kafkasya Ermenistan’ına federasyon
yoluyla istiklal talebine kalktı. Fakat Kafkasya’da faalen Ermenistan mevcut değildi. Elli dört
kazadan ibaret olan Mavera-i Kafkasya’nın yalnız beş kazasında Ermeniler ekseriyet teşkil
ediyorlardı. Hatta Ermenistan’ın merkezi addolunan Erivan’da ahalinin yarıdan çoğu Türk idi.
Böyle bir şerait içerisinde bütün Kafkasya’ya hakimiyet talebinde bulunan, Türkiye’de ağzı
yanmış, Ermeni ütopistlerinin yegane işi ikinici Ermenistan yaratmak oluyordu. Bunun içinde
Gürcüleri ve Türkleri aradan kaldırmak ve ekseriyet teşkil eden bir Ermeni ahalisi vücuda
getirmek lüzumu görünüyordu. Bu hususta Gürcü Sosyalistlerinden Karyibi’nin Kızıl Kitap
adlı eserinde deniliyor ki:

“Ermeni ihtilalcilerinin, bilhassa Taşnak-Sütyun Fırkası’nın oluşumundan evvel Mavera-i


Kafkasya’da sulh ve selamet hüküm sürmekteydi. Bu memlekette, bilahare Türklerle
Ermeniler arasında gerçekleşen kanlı katliamların gölgesini bile hatırlayan yoktu. Ermeniler,
Türkler ve Gürcüler asırlar boyunca bir yerde yaşadılar. Ve bu müddet esnasında milliyet
düşmanlığı üzerinde kanlı bir hadise vukuu görülmemişti. Taşnaklar geldiler ve müstakbel
Ermenistan için, sırf Ermenilerle meskun bir arazi yaratmak istediler. Ataerkil Mavera-i
Kafkasya köylerine milli düşmanlık ve nefret hisleri doldu. Ermeniler’in silah oynatmalarına
Türkler de aynı suretle cevap verdiler.”

1905 senesinde Ermenilerle Azerbaycan Türkleri arasında bu suretle vücuda getirilen ve


“D.....” gazetesinin İstanbul’dan idare edildiği suretinde izah edilen katliam hakkında o
zamanın Kafkasya umumi valisi ve Ermeni taraftarlığı ile maruf “Vorontsov-Daşkov” Rusya
İmparatorluğu’na yazdığı maruzasında yukarıdaki fikri tasdikle maruzasının 12. ve 13.
sahifelerinde yazıyordu ki:

“Böyle bir durum içerisinde çatışmadan ötürü küçük bir sebep kafi görünüyordu... Bu
çatışma Nahçivan ve Erivan’da vaki oldu. Bundan sonra hadise Gence vilayetine sirayet etti.
Bu katliamda kimin kusurlu olduğunu katiyyen tayin etmek mümkün değildi. Şavşa’da
Ermeniler umumi ateş açmışlardır. Bakü’de ikinci hadiseye Türkler başlamışlardır. Tiflis’te
ise ilk çatışmaya Ermeniler başlıyorlardı.”
Bu çatışmalarda Taşnak-Sütyun’un başlıca rol oynadığından ve cinayetlerini perdelemek
için provakasyonlara bile müracaat ettiğinden bahisle Voronsof Daşkof ilave ediyordu ki:

“Taşnak-Sütyun Fırkası’nın bu hareketi, sırf Ermenilerden ibaret bir Ermeni arazisi vücuda
getirmek gayesini hedefliyor, bununla da müstakbel Ermenistan otonomisi için iyi bir zemine
hazırlamak istiyordu.”

Bu suretle Kafkasya’da Türkleri Tiflis’in bazı kazalarında Gürcüleri keserek Ermenistan


vücuda getirmek isteyen Emeniler, aynı metotla Türkiye’nin altı şark vilayetini ve Antakya,
Halep taraflarını da benimsemek istiyorlardı. Halbuki en tarafsız istatistik bile bu vilayetlerde
4-5 milyon Türk’e ve müslümana karşı, 400.000 Ermeni olduğunu kaydetmektedir. Harb-i
Umumi’den evvel bütün dünyada mevcut 3 milyon Ermeni’den; Kafkasya’da 1.100.000, İran
Ermenistan’ında 100.000 ve Türkiye Ermenistan’ında 400.000 Ermeni vardı. Ermeniler’in
bulunduğu bu arazide ise 10 milyondan ziyade Türk yaşıyordu. Böyle bir arazi içerisinde
bütün Türkleri kırıp, saf Ermeni’den ibaret bir Ermenistan vücuda getirmek için Ermeniler’in
ne kadar fantastik olduklarını kestirmek çetin değildir.

10 Kanunievvel 1918 senesinde Birleşik Kuzey Amerika Cumhuriyeti, Senatör Lodge’nin


taktim ettiği projede müstakbel Büyük Ermenistan’ın içerisine Zile’deki arazi dahil oluyordu:

1- Altı Türkiye vilayetinden ve Kilikya’dan ibaret Türkiye Ermenistanı


2- Kafkasya Ermenistanı ve İran Azerbaycanı’nın kuzey ve kuzeybatı kısımlarından
ibaret - İran Ermenistanı.

Amerika’da Ermeni milli ittifakının (The Armenian Hational Union of Amerika) 1919’da
Ermenistan hakkında “The Case of Armenia” ünvanıyla neşrettiği bir eserde, yukarıdaki
projenin kararı mevcut olduğu gibi, Büyük Ermenistan haritası da resmedilmişti. İşbu Büyük
Ermenistan haritasında Ermenistan; Trabzon, Samsun’da karada ve denize ve İskenderun
Körfezi’nde Akdeniz’e çıktığı gibi, Azerbaycan’ın Hazar Denizi’ne yanaşıyor ve Gence şehri
yakınından başlayarak Kura Nehri ile Hazar Denizi’ne kadar uzanan hattın güneyindeki
Salyan, Lenkoran, Moğan, Karabağ, Zengezur, Gence kazasının dağlık hissesini, Nahcivan ile
Ordubai, İran Azerbaycanı’ndan ise Astara, Ardebil, Karadağ, Tebriz, Hoy, Mako ve Urmiye
taraflarını kapsıyordu.

Tebriz’in “Tavriz”, Gence’nin “Ganzah” olduğunu ve Ermeniler tarafından tesis edildiğini


iddia etmekle, Ermeniler’in bir maksat gütdükleri aşikardır. Harb-i Umumi senelerinin
sonunda Mako, Hoy ve Urmiye tarafında Ermenilerin, Rus ordusu istilasından istifade ederek
mevcuda getirdikleri millli Ermeni alaylarının, Rus ordusu geri çekilmesini mütakip tertip
ettikleri katliam, henüz Urmiye Gölü’nün etrafındaki Türk ahalsinin hatrından çıkamamıştır.
Urmiye Bolvası diye yad olunan bu kanlı facialarda kırılan İslamların miktarı sayılamayacak
kadar çok olduğu gibi Ermeni “mücahid”leri tarafından “esir”götürülen genç Azeri kızlarının
alaylar halinde resmi geçitleri de unutulmamıştır.

Bu katliam, Büyük Ermenistan projesiyle alakadar bir hareketti ve Türkiye ile Kafkasya’da
İslamları kırmak vasıtasıyla Ermeni ekseriyeti vücuda getirmek usulünü burada dahi tatbik
ediyorlardı. Urmiye – Hoy facialarının yalnız Harbi Umumi icabı gibi bir tesadüfi hadise
olmayıp Taşnak-Sütyun Fırkası’nın milli siyaseti ile alakadar olduğunu, Ermeniler’in İran
ihtilalinde dahi aynı maksatla Urmiye, Hoy, Mako ve Tebriz taraflarında müstakil Ermeni
devleti yaratmak maksadıyla iştirak ettiklerini ispat için Amerika’da yayılan Büyük
Ermenistan projesiyle haritası kafi bir delil olsa da, biz meselenin daha etraflı tenviri için, İran
ihtilali hakkında dahi bahsetmek mecburiyetini hissediyoruz.

İran İhtilalini vücuda getiren amillerden en mühimi Avrupa devletlerinden Rusya ile
İngiltere’nin rekabeti addolunabilir. Fakat o zaman Rusya’nın irticai ve feodaliteyi,
İngiltere’nin ise yenilenme ve ihtilali himaye etmesinin sebebi; bu iki devletin şu veya bu
toplumsal mesele hakkında besledikleri bakış açısı ihtilafı ile değil İran’ın dahili vaziyetiyle,
bulunduğu iktisadi gelişim merhalesiyle ölçülmelidir. Rusya 1905’te Japonya’dan yediği
mağlubiyetin tesiri altında, hastalıklı hürriyeti, 1907’de geri almış; yeni ve müthiş Stolıpin
istibdadı başladı. İngiltere ile İran’da rekabet ederken şüphe yoktur ki Rusya kendi ruh ve
hissiyatına uygun unsurları; feodal ve gerici sınıfları bulacaktı ve bununla Rusya nüfuzuyla
mücadele eden İngiltere de, ister istemez gerici feodal sınıfını ve o sınıfları himaye eden
Muhammed Ali Şah istibdadını çekemeyen, yeni burjuva münevver sınıflarını himaye
edecekti.

Demek istiyoruz ki, ecnebi devletler muhtelif maksatlar takip edebiliyor, fakat bu muhtelif
maksatları takip ederken İran koşulları ile hesaplaşmak ve mevcut toplumsal kavimleri
dikkate alarak o sınıfların karşıtları bakış açısından hareket etmek mecburiyetindeydiler. Bu
suretle harekete gelen toplumsal kavimler, ihtilal hareketine kendi sınıfı ve toplumsal
hususiyetlerini vererek, harici kavimlerin rekabetlerinden istifade ile İran’da samimi ve pak
bir niyet ile kan döküyorlardı. Hürriyet hareketinin İran dahilinde merkezi Tebriz, İran
haricinde ise Bakü idi. Rusya’nın Mavera-ı Kafkasya’ya inmesiyle bir takım Avrupai
münasebetinde Mavera-ı Kafkasya’ya, o cümleden, Kafkasya Azerbaycan’ına inmesi vaki idi.

Rusya’da “Korpostnoy” adıyla anılan feodalite münasebetinin çökmesi ve burjuva ile


kapitalizim münasebetinin tesisi zamanına tesadüf eden bu devirde Kuzey Azerbaycan’da
dahi, Rusya feodalizim ve mülkdarlığından daha zayıf olan Azeri feodalizm usulü dahi
çöküyor, meydana yeni ticaret burjuvazisi geliyordu.

İlk sıralarda mamulat ve fabrika malları halinde Azerbaycan’a gelen bu iktisadi münasebet,
memleketimizde vücuda getirdiği ticaret burjuva sınıfını yalnız vasıtacı halinde kullanıyordu.
Fakat 19. asrın sonlarından itibaren Azerbaycan’a Batı Avrupa kapitali, Rusya’dan müsaade
istihsal etmek şartıyla yol açmıştı. Bakü’de madenler istihsal olunuyor, fabrikalar,
imalathaneler, demiryollu vesaire vücuda geliyordu. İlk devirlerde sırf ecnebilerin elinde olan
bu kapitalizm, 19. asrın sonlarından yirminci asrın başlarından itibaren yavaş yavaş Azeri
Türklerin eline geçiyordu. Bu suretle Kuzey Azerbaycan, ticaret burjuvazi devrinden sanayi
kapitalizmi devrine geçmeye başlıyordu. 1897’de Azerbaycan sanayinin malik olduğu yarım
milyar altın rublenin yalnız %7’si Azerilerin iken, 1905 inkılabından sonra bu miktar oldukça
artmıştı.

Azeriler’den birçok sanayi şirketleri, bankalar, milyoner sanayi erbabı, mühendis, doktor,
avukat vesair ve işçi zümreleri yetişmişti. Kafkasya’nın bilhassa Kuzey Azerbaycan’ın
iktisadi nüfuzu altında olan İran Azerbaycan’ında, bu iktisadi inkılap şüphe yoktur ki, tesirsiz
kalmayacaktı. İran Azerbaycan’ında dahi eski çağların idare yöntemlerinin araçları çöküyor,
meydana yeni burjuva sınıfı, ticaret burjuvazisi geliyordu. Bu sınıf; Avrupa ile Asya, İran ile
Rusya arasında icra ettiği ticaret ve mübadele vasıtacılığı faaliyetinde şüphesiz ki, İran’ın
kuzeyinde ki Kafkasya Azerbaycan’ıyla, hem ırk hem din olduğu için, İran Azerbaycan’ını
merkez yapmış olacaktı. İşte bu sebepten dolayıdır ki İran ihtilalinden, yenilenme ve hürriyet
hareketinin merkezi Tebriz ile canla, madden ve manen yardım eden diğer merkez de
Kafkasya, onun Türk merkezi olan Bakü idi. Çünkü ticaret burjuvazisi devrinden sanayi
burjuvazisi haline ve kapitalizm devrine geçmek için İran Azerbaycan’ı tüccarlarına engel
olan faktör feodalite, eski idare yöntemi olan Derebeylik ve onun hamisi, istibdad usul-ü
idaresi, Muhammed Ali Şah Kaçar istibdadı idi. Her yerde, Avrupa’da vesair ülkelerde ilk
devirlerde tabiyatları itibariyla terakkiperver bir zümre olan burjuvaziye karşı yine her bir
ülkede duran ve mani teşkil eden tüketici feodal zümreleridir. Ticaret burjuvasinin ve
kapitalizm usul-ü idaresinin ilerlemesi yalnız derebey ve feodal usulünün kalkmasıyla
mümkündür. Feodalizmin kalkması burjuva sanayi kapitalizminin tesisiyle İran’da
demokratik bir hayat başlayacak ve bu suretle, daima Kafkasya milletlerinden ötürü bir irticai
ve istibdad kaynağı olan İran, hürriyet ve demokrasi ülkesi olacaktı. Bunlardan başka dini ve
milli cihetten bağlı olduğu İran Azerbaycan’ının Tahran irtica ve istibdadına karşı
mücadelesinde Kafkasya Azerbaycanı Türkleri yakından iştirak etmişlerdi. Demek oluyor ki
bu hareketin baş erkanı harbi Bakü’de idi. Buradan İran’a sayısız mücahid alayları gidiyor,
Azeri halkı bu hürriyet ve teceddüd hareketine madden ve manen iştirak ediyordu. Kafkasya
Azerbaycanlılarının bu sebeple İran ihtilalinde canlarıyla, mallarıyla Ermenilerden ziyade
iştirak ettikleri herkesce malumdur. Yalnız bu iştirakla değil, Kafkasya Azerbaycanı, İran için
medeniyet ve Avrupa irfanı vasıtacılığını da yapmıştır. İlk Avrupavari gazetenin İran’da
tesisini Kafkasya Azerbaycanı yaptığı gibi, tiyatro, mektep vs. dahi İran, Kafkasya
Azerbaycan’ından almıştır. Hatta İran ihtilalinin reislerinden olan meşhur Taki zade vesairleri
Kafkasya Azerbaycanından neşet eden kahramanlardır.

Kafkasya milletlerinden samimiyetle ve hiçbir hususi menfaat beklemeden, İran ihtilaline


iştirak eden ve can veren milletlerden biri de Gürcülerdi. Gürcü mücahitleri, paraları,
bombaları ve canlar ile Tebriz, Gilan ve Mazandran taraflarında, Tahran’da yüzlerle kurban
vermişlerdir. Bunları İran’da ki hürriyet ve teceddüd hareketine bağlayan saik ne olabilirdi
acaba?

Kafkasya’da ki hürriyet mücahitleri, 1905 senesi ihtilalini mütakip Rusya’da gücünü


arttıran irtica neticesinde İran’a geçmiş ve bu da Rusya Çarizmi’nin hududu haricindeki
tezahüründen ibaret olup, Petrograd diplomasisi tarafından himaye olunan İran Şahlığına karşı
icra olunan meşrutiyet hareketine iştirak etmekle, bir nevi kendi dualarını devam ettirmiş
oluyorlardı. Aynı zamanda Kafkasya’nın yanı başında hür ve müstakil bir İran demokrasisinin
teşkilini kendi memleketlerinin istikbali için de zaruri görüyorlardı.
Gürcü mücahid ve hürriyetperverleri de aynı saikle İran demokratının hareketine hüsnü
teveccüh besliyor, hür ve müstakil İran’ı Gürcistan’ın hürriyet ve istiklali için bir sığınak gibi
telakki ediyorlardı.

Böyle samimi bir hisle idi ki Gürcistan’ın fedakar evladı Mazandran, Gilan, Azerbaycan
ve Irak Fars sahralarında kanlarını akıtıyorlardı. Bu milletlerin, Gürcü ve Azeri milletlerinin
İran’dan arazi ve kendilerine mahsus siyasi bir hürriyet ve istiklal koparmak fikir ve gayeleri
mevcut değildi. Kafkasya milletlerinden böyle bir fikir ve gaye besleyen var idiyse o da
Ermeniler ve onların Taşnak-Sütyun Fırkası idi. Taşnaklar’ın garip bir özellikleri vardı. Onlar
zannediyorlar ki, tarih yalnız Londra, Petrograd ve Newyork’ta yazılıyor. Halbuki
Azerbaycan’da, İran’da ve Kafkasya’da vaki olan tarihi hadiselerin müverrihleri yine bu
memleketlerden yetişir. Hayatta kalan olan İran ihtilali kahramanlarına malumdur ki, İran
ihtilalinin rehberi bulunan İran Demokrat Fırkasıyla Taşnak-Sütyun Fırkası’nın arası
açılmıştı. Ve bu açılmaya sebep Taşnak-Sütyun Fırkası’nın Ermeni milleti namına bir takım
siyasi isteklerde bulunması idi. Taşnak-Sütyun Fırkası maksadını adem-i merkeziyet örtüsü
ile perdeliyor ve İran’da yaşayan cümle milletler ve hususiyeti haiz vilayetler için özerklik
talep ediyordu. O, yeni İran’ı Amerika usulunde bir nevi mümtaz vilayetler birliğinden ibaret
biliyor ve bu maksatla İran Ermenistan’ına dahi bir nevi iç bağımsızlık talep eden “İttifak ve
Terakki” Partisinin zuhurunu teşvik ediyordu. Halbuki “İran Demokrat Fırkası” daha asri ve
İran menfaati bakış açısından ve umumiyetle İran’ın bulunduğu tarihi merhale münasebetiyle,
en mantıki bir fikir dermeyan ediyor, diyordu ki: Melik zümrelerinden ibaret olan İran’ın
yegane asri yönetim biçimi kuvvetli bir merkeziyet ve demokratik bir idare usulüdür. Böyle
bir idare biçimi, asrın tamamı taleplerine cevap veriyor, feodalizmi kaldırarak Avrupa
münasebetinin gelişimini temin eden merkeziyet üzerine kurulu bir demokrasi idaresi
meydana getiriyordu.

Bunun üzerine Taşnak-Sütyun Fırkası gericiler tarafına geçerek ihtilalin dayanağını teşkil
eden Demokrat Fırkası aleyhine mücadeleye başlamıştı ve bilahere Rus emperyalizminin
başlıca vasıtası olan bu irtica kuvvesi içerisinde Taşnak-Sütyun Fırkası, Rus emperyalizminin
mühim amillerinden biri oluyordu.

Meseleyi daha açıklıkla tenvir ve tasvir için ilk İran Meclis-i Mebusanında Taşnak-Sütyun
mebusu ile İran Demokrat Fırkası mümessilleri arasında vaki olan münakaşadan bir hatırayı
kaydetmek faidesiz olmaz. Ermeni mebus diyor ki:

“ Ermeniler İran ihtilalinde kan döktüler, fedakarlık gösterdiler ve İran Kanuni Esasisine
sadakatlerini ispat ettiler. Buna mukabiil onlara meclise fazla miktarda mebus göndermek
hakkı ile beraber kendilerini bizzat yönetme hakkı verilmelidir.”

İran Demokrat Fırkası liderlerinden ve bugün İran meclisi azasından bulunan, meşhur
Takizade buna cevaben demişti ki: “Sadakat ve fedakarlık gösteren vatandaşlara rütbe, nişan,
hilat ve nakti mükafaat verilebilir, yalnız hukuku esasiyeden pay verilemez.”

Takizade’nin bu cevabı tabii ki Ermeni mebus gibi mebusan haricindeki Ermeni


muhaliflerini de hiddetlendirmişti. Bu meclis, harici toplantı yerinin birinde söz söyleyen bir
Ermeni konuşmacı demişti ki:
“Yapmayınız. Ermenileri Rusya ve Osmanlı Devleti bile milliyetlerinden mahrum edemedi,
siz mi haklarını vermeyeceksiniz.”

Fakat bin yıllarla sayılacak ihtiyar heyetinde, Taşnak-Sütyun’un tehditlerinden daha


müthiş tehditler görmüş ihtiyar İran, bu hiddetlerden korkarak İran dahilinde müstakil bir
Ermenistan vücuda getirmek niyetinde değildi. Bu günden itibaren Taşnak-Sütyun kendi
mukadderatını Rus emperyalizmine merbut etmiş ve Harbi Umumi zamanından istifade
ederek katliam yoluyla, Mako, Hoy ve Urmiye taraflarında ekseriyet vücuda getirmek ve
Ermenistan yaratmak fikrine düşmüştü.

Şimdi ise Taşnak-Sütyun, “şeytana papak diken Tahran diplomatlarına Şahname” okumak
ve Paniranizm damarlarına vurmak vasıtasıyla “yeni bir papak” dikmek istiyor. Paniranizm
vasıtasıyla Kafkasya ve Gürcistan – İran hududu dairesine girecek ve Hindistanla birleştikten
sonra İngiltere nüfuzu altına düşecek, İran’da Ermeniler Kafkasya, İran ve Türkiye
Ermenistan’ını birleştirmek vasıtasıyla hayali Büyük Ermenistan’ı vücuda getirmeye
muvaffak olacaklardır.

Taşnak-Sütyun, İran’ın inkişaf tarihinin istikametini değişmek milli İran birliğinin icap
ettirdiği Doğu istikametini, Batı’ya ve Kuzey’e çevirmek sayesinde, İran ile Türk dünyası
arasında yeni kanlar akıtmak yoluyla, Avrupa devletlerinin himayesine istinaden, Büyük
Ermenistan’ı yoktan, tarihlerin ve asırların gömdüğü mezarlardan çıkarmak emellerini
beslemektedir. Aynı zamanda İran’ın son inkılabına, yine kendi milli menfaati bakış açısından
maksatlı bir mana vermektedir. Güya Rıza Han Pehlevi sülalesinin gelmesi, Kaçar Sülalesinin
düşüşü Farslığın – İranizmin, Türklüğe – Turanizme galebesi imiş. Halbuki, İran inkılabından
sonra hürriyet ve meşruta hükümetinin dostu olan Ahmed Şah Kaçar’ın Türklüğe hiçbir
ilavesi olmadığı gibi, yıkılmasının sebebi de Fars olmaması değildir. Kaçarlar’ın düşüşüne
sebep olan şey Rus Çarlığı’nın İran işlerine müdahalesi sayesinde teceddüd ve inkişaf
hareketinin durması idi. Rusya ile İngiltere arasında vaki olan nüfuz alanları kararından sonra,
bürokratizm ve idare araçlarına, Rusya İran’ın kuzeyinde onun Tahran’ına ve en
hürriyetperver merkezi olan Tebriz’ine hakim olmuştu. Rusya hürriyet ve meşruta
hükümetinin meclis-i millisini topa tutarak dağıtmış ve hürriyetperverleri İran’dan salmıştı.
Bu sebepten meclis-i millinin bir öğrencisi olan Ahmed Şah Kaçar saltanatı ihtilalin tabi
ihtiyacı olan asri, burjuva reformlarını tatbikinden aciz kalmıştı. Rusya, Taşnak-Sütyun’un
şimdi bile dayanmakta olduğu o Çarist Rusya, devam ettiği müddetçe İran istila altında
kalacak ve İran’daki idare aracı olan feodalite usulü devam edecekti. Ve bu devrede Ahmed
Şah değil Şah Pehlevi bile olsa idi artmakta olan ihtiyacı tatmin edemeyecek, asri ıslahat
yapmaktan mahrum kalacaktı. Rusya çöktüğü ve İran istiladan kurtulduğu zaman İran için,
ihtilalin prensiplerini tatbik etmek zamanı gelmişti. İşbu zamandan istifade eden Rıza Han
Pehlevi, atıl ve tembel bir sülale mümessilini yıkmak için o kadar zorluk çekmeyecekti. Rıza
Han ne yaptı ve ne ile meşgul oldu?

1. O, derebeyliği kaldırdı ve kaldırmakta devam ediyor.


2. O, asri bir ordu vücuda getirerek bu ordu sayesinde kuvvetli bir merkeziyet yarattı.
3. O, maarifte, adliyede, iktisadiyatta derin ıslahat yaptı.

Hali hazırda İran’da nakiliye vasıtasını tanzim etmek, şose yolları çekmek, demiryolları
inşa etmekle meşgul olan Pehlevi sülalesinin işleri, 1907 – 1908 senelerinin İran ihtilalinden
bilinen taleplerden başka bir şey değildir.

İran feodalizimden kapitalizme doğru gidiyor ve bu gidişle İran’da asri bir demokrasi için
hazırlamış oluyor. Bu ıslahat neticesinde İran’da asri kapitalizm tesis edecek, demokrasi
vücuda gelecek, müteşebbis ve çalışkan olan İran halkında, hakiki hakimiyet-i milliye
fikirleri uyanacaktı.

Bütün bu aydın istikbal, Rusya’nın çökmesi sayesinde vücuda gelmişken, Taşnak-Sütyun


yine Kafkasya’ya, Türkistan’a tabii İran’a, Çarlık Rusya’sını hakim kılmak istiyor; Kafkasya
milletlerinden Azerbaycanlılar ve Gürcüler, Türkistan halkı ve Ukrayna milleti Rusya’dan
ayrılmakla, şüphe yoktur ki Rusya’yı daima olarak İran’dan ayırmış olacaklardır. İran ile
Rusya arasında bir perde olan ve İran’ın terakki ve teceddüdünü kendi terakkileri gibi takdir
eden bu milletler, şüphe yoktur ki, İran’daki teceddüd ve inkişaf hareketine aynı zamanda
yardım etmiş olacaklardır. Halbuki, Taşnak-Sütyun mezkur makalesiyle ve umumiyetle her
bir hareketiyle, Kafkasya milletlerinin ve Türkistan halkının istiklal hareketini, İran
menfaatleri için bir tehlike şeklinde tasvir etmektedir.

Taşnak-Sütyun, bununla da kalmıyor, İran milletinin dahili ıslahata sarf edilecek manevi
ve maddi kuvvetlerini mezkur milletlerin hürriyet ve istiklal hareketlerini mahvetmek için sarf
etmeye çalışıyor. Bunun sebebi nedir? Bunu, Taşmak-Sütyun Fırkası ne gibi bir maksatla
yapmaktadır?

Bu cihetleri tayin için çok kafa yormaya ihtiyaç yoktur. Malumdur ki, Avrupa’daki
Taşnak-Sütyunlar bugün Rusya muhacirlerinin Çarlık idaresini ihya edenleri ile müttefikler.
Rus monarşizminin neşri efkarı olan ve Paris’te yayınlanan “Vozrozhdeniya” gazetesinin neşr
ve sahip imtiyazı Ermeni “Baron G.....” tur. İşbu gazete birkaç ay evvel, Kafkasya
Azerbaycan’ına tahsis ettiği bir makalesinde, bu memleketin Türk memleketi olmayıp İran
ülkesi olduğunu, vaktiyle Rusya’nın bu yerleri İran’dan zaptettiğini ispat ediyordu. Biraz
sonra, yine aynı gazete, İran’da Kafkasya Azerbaycanı’ndan gelen siyasi milliyetperver
mücahitlerin Türkiye acenteliği ile meşgul bulunduğunu isbata çalışıyordu.

Aşikar oluyor ki, Taşnak-Sütyun Fırkası, Beyaz Ruslar ve Çaristlerle müttefiktir. Bu itilaf
mucibince Ermeniler Rusya’yı parçalamakla tehdit eden Azerbaycan, Gürcistan, Dağıstan ve
Türkistan hareketi milliyesini arkadan İran kuvvesiyle vuracak, Rusya’dan ayrılmaya
bırakmayacak, diğer taraftan da Rusya Çarlığı’nın tesisinden sonra Kafkasya’da, Türkiye’de
ve İran’da hayali, tarih öncesi Hayistan’ı vücuda getirecektir.

Rusya Çarlığı ile İngiltere’nin 1907 senesi nüfuz alanları üzerine itilaf edecekleri ve
bugün dahi Çarlık taraftarlarının bilhassa bu devletin himayesi altında olması, Ermenilerin
Azerbaycan, Kafkasya ve Türkistan aleyhdarlığı ile Paniranizim ve Hindistan taraftarlığı
göstermeleri izaha kafi bir noktadır.

You might also like