You are on page 1of 15

musikişinas

boğaziçi üniversitesi
türk müziği kulübü yayını

2006
sayı: 8
İÇİNDEKİLER

Türk Musikisi Nazariyatı................................................................................8


Rauf Yekta Bey
Risale-i Edvar.....................................................................................................32
Kadı-zade Mehmed al-Tirevî
Nâyî Osman Dede’nin Müzik Yazısına Dair Birkaç Belge......................47
Nilgün Doğrusöz
Musikide Devrim..............................................................................................67
Enis Tombul
Türk Müziği ve Modernleşme.......................................................................80
Serkan Delice
DOSYA: Mesut Cemil
Mesut Cemil’i tanıyanlar, hakkında ne diyor?
Niyazi Sayın...................................................................................................89
Necdet Yaşar...................................................................................................91
Nevzat Atlığ...................................................................................................95
Alâeddin Yavaşça..........................................................................................100
Nazmi Özalp.................................................................................................104
Yavuz Özüstün.............................................................................................106
Dürdane Altan..............................................................................................107
Jübile kitapçığından seçme yazılar.......................................................117
Radyoculuğumuzun Öncülerini Unutmayalım..................................128
Faruk Yener
Mesut Cemil’den annesine mektup......................................................130
Bir Göz Yaşı Damlasından......................................................................132
Mesut Cemil
Tanıdığım Kediler....................................................................................133
Mesut Cemil
Vefatı üzerine yazılanlar.........................................................................135
Mesut Cemil Bibliyografyası..................................................................138
Arif Aşçı
Yavuz Özüstün: Bir Analiz Ustasına Analitik Bir Bakış.........................152
Gönül Paçacı
Yavuz Özüstün’le söyleşi..............................................................................156
BÜTMK 2005-2006 Etkinlikleri....................................................................174

5
MUSİKİDE DEVRİM:
Cumhuriyet Döneminde Türk Musikisine Devlet Müdahalesinin
Hikâyesi

Enis TOMBUL

Darülelhan’ın Türk Musikisi Bölümünün Kapatılması


1917’de “nağmeler evi” anlamına gelen ismiyle kurulan Darülelhan’ın
kuruluş amacı Türk musikisinin öğretimini sağlamaktı. O zamana kadar saray içi
hizmetlere eleman yetiştiren Enderun ile, tiyatronun yanında musiki
konservatuvarı da bulunan Darülbedayi (musiki bölümü: 1914-1916) dışında
Türk musikisi öğreten resmî bir okul yoktu. Devletin resmî musiki kurumu olan
Muzika-i Hümayun, 1831’de, lağvedilen mehterin yerine kurulmuş, bütünüyle
Batı tarzında bir bando ve orkestraydı. İsmi dahi İtalyanca “musica”
kelimesinden geliyordu. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasıyla beraber,
ocağa duyulan kinle ocağın musiki kurumu olan mehtere karşı da bir yok etme
çalışmasına girişilmiş, sazlardan notalara kadar bütün envanteri yakılmıştı.
Bugün dahi mehter sazlarıyla dağarının günümüzde tam anlamıyla
bilinmemesinin sebebi bu tarihe uzanır.
Osmanlı artık yüzünü Batıya dönmeye, Batıyı model olarak almaya başlamıştır.
Öyle ki, ordusunu, bando takımını bile Batı tarzında kurar. Bu surette Türk
musikisinin uğradığı ilk talihsizlik 1826’da mehterhanenin kaldırılmasıdır
diyebiliriz. Bu model alış, Cumhuriyet’e kadar uzanacak, Cumhuriyet’le
değişmeyecektir. O yüzden Cumhuriyet ideolojisini, Atatürk devrimlerini
anlamak için önce Osmanlı’nın son dönemdeki dış politikasını anlamak gerekir.
Yani batılılaşmayı, devrimleri Cumhuriyet’le başlatmak hata olur. Fakat bu
hareketlerin kökeni ondokuzuncu yüzyılın başlarındaki Osmanlı’nın dış
politikasındadır. Sonuç olarak Osmanlı’nın son döneminde de, Cumhuriyet’te de
Batı, bilimiyle, düşüncesiyle, sanatıyla örnek alınmış, ülkenin gelişmesi de bu
örneğe bağlanmıştır.
Darülelhan’ın kuruluşunun da Batıya uzanan bir macerası vardır: 1914’te
Almanya’dan bir musiki grubu İstanbul’a gelip Hilal-i Ahmer yararına bir
konser verir. Buna karşılık olarak da Muzika-ı Hümayun’dan bir grup
Almanya’ya gönderilerek oradaki muhtelif şehirlerde bu gruba konserler
verdirtilir. Ancak grubun dağarı -Muzika-ı Hümayun’da Fasl-ı Atik dışında Türk
musikisi icra edilmediğinden- Batı musikisi eserlerinden oluşmaktadır. Bu
eserleri kendi usta musikişinaslarından dinlemeye alışmış olan Almanlar bu
grubun icrasını beğenmezler, ısrarla kendi ulusal musikilerinden örnekler

68
vermelerini isterler. Bunun üzerine bildikleri birkaç Türk musikisi eserini icra
eden grup beğenilir. Daha çok örnek vermeleri istenirse de veremezler.
Bu olay, daha önceden İstanbul’da bir musiki okulunun gerekli olduğunu
görüp Maarif Nezareti’ne bu konuda bir rapor sunan musiki adamı Abdülkadir
Töre’nin önerisini gündeme getirir. Nihayetinde Darülelhan resmen kurulur. 1
Darülelhan dergi çıkarıyor, konserler tertipliyor, Türk musikisi eserlerini
notaya alarak onları unutulmaktan kurtarıyor, araştırmalar yapıyor, kitaplar
yayımlıyor, eski musiki eserlerini tespit edip muhafazaya alırken beklenmedik
bir şey gerçekleşir: 9 Aralık 1926’da Maarif Vekili Mustafa Necati Bey’in emriyle
oluşturulan bir Sanayi-i Nefise Encümeni’nin kararıyla kurumdan Türk musikisi
öğretimi kaldırılır. 2
Söz konusu encümenin üyeleri şunlardır: Namık İsmail (başkan), Çallı
İbrahim, Halil Ethem Bey (İstanbul müzeleri müdürü), İsmail Hakkı Baltacıoğlu,
Mimar Kemalettin Bey, Musa Süreyya Bey, Cemal Reşit Rey. 3
Darülelhan’da, yeni yönetmelik üzerine “katiyyen tedris ve talim mahiyeti
olmamak şartile tedrisat olmadığı günlerde konservatuvar müessesesinde
çalış[mak]” 4 üzere bir “Alaturka Musiki Tasnif ve Tesbit Heyeti” ile sadece
hocalardan oluşan bir icra heyeti bırakılmıştır.
Bu arada İstanbul Belediyesi’ne bağlanan Darülelhan’ın adı değiştirilerek «
İstanbul Belediye Konservatuvarı » olur.
Cemal Reşit Rey’in 11 Kasım 1963 günü Cumhuriyet’te yayımlanan aşağıdaki
anısı belki encümen kararının mahiyeti hakkında pek bilgi vermez ama,
encümenin üyesi olan birinin aktardığı bir anı olması, o dönemin kalburüstü
zümresinin sanat anlayışını yansıtması bakımından önemlidir:

“...1926 Ağustos’unda Maarif Vekili Necati Bey bir Sanayi-i Nefise Encümeni
toplamıştı. Bu encümene beni de davet etti. İşte o encümende alınan kararla
mekteplerden alaturka musiki tedrisatı kaldırıldı. Böyle isabetli kararların
yanında fazla cüretkâranelerinin de alınmasına ramak kaldığına şahit oldum. Bu
encümenimizin reisi rahmetli Namık İsmail ile rahmetli Çallı İbrahim, Necati
Bey’e bir dilekçe sundular. Bu dilekçede ressamların eserlerini teşhir edecek bir
galeriden mahrum bulunduğu belirtiliyor ve hükümetten bu iş için bir mahal
isteniyordu. İstenilen mahal neydi biliyor musunuz? Sultan Ahmet Camii, ancak
ilave ediliyordu ki, camide yukarıdan gelen ışığın az oluşu, resimlerin en iyi
şerait altında teşhirine mani idi. Bunun için kubbede delikler açılması teklif
edilmişti. Necati Bey muvâfakatini vermek üzere iken, rahmetli Mimar

1 Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, c.4, (İstanbul: Osmanbey Matbaası, 1943), 1309-1310.
2 Gönül Paçacı, “Darülelhan ve Türk Musikisinin Gelişimi I-II”, Tarih ve Toplum, Ocak-
Şubat 1994, no.121, 52-54.
3 Paçacı, a.g.e., no.122, 17.
4 Ergin, a.g.e.,c.4, 1318.

69
Kemalettin Bey’in pür hiddet yerinden kalkarak söylediği sözlerden sonra bu
karardan vazgeçildi. Sanat inkılaplarında isabetli kararların alınmasının ne kadar
zor olduğunu o gün unutulmaz şekilde anladım.”

Sarayburnu Nutku
11 Ağustos 1928 gecesi, Sarayburnu’nda, Müniretü'l-Mehdiye adında
Mısırlı bir şarkıcının konseri olmuştur. Onun öncesinde orkestradan Batı
musikisi dinlenmiş, sonrasında ise Eyüp Musiki Cemiyeti bir konser vermiştir.
Ya icra edilen Türk musikisinden pek memnun kalmayan, ya da bu musikinin
insanları harekete geçirmekten ziyade onlar üzerinde uyuşturucu bir etki
yarattığına bir kez daha şahit olup bu konudaki kanaati kuvvetlenen Atatürk, iki
musikiyi karşılaştırarak, “şark musikisi” diye adlandırdığı Türk musikisinin
artık milli musikimiz olamayacağı hakkındaki görüşlerini söyleme ihtiyacı
duymuştur. Tarihte “Sarayburnu Nutku” diye anılan bu konuşmanın arka
planını; ulus, özellikle de Türk musikisi üzerindeki etkilerini, Atatürk’ün
çevresinde bulunup olaya tanıklık etmiş kişilerden öğreniyoruz:
1914’te Muzika-ı Hümayun’a hanende olarak giren, takımın 1924’te
Ankara’ya aktarılmasıyla Riyaset-i Cumhur Fasıl Heyeti’nde görevini sürdüren,
1930’da fasıl heyetinin baş hanendesiyken emekliye ayrılmakla birlikte 1938’e
dek Atatürk’ün yanından ayrılmayan Hafız Yaşar Okur, bu nutkun sebebini
Eyüp Musiki Cemiyetinin yetersizliğine bağlar.
Atatürk, “programsız hareket edildiğini, kız ve erkek talebenin bir biçimde ve
bir renkte elbise giymemiş olduklarını, binaenaleyh işte bir laubalilik
bulunduğunu görmüşler ve tabiîdir ki bu vaziyeti beğenmemişler[dir].” Bunun
üzerine “Mademki program yoktur, o halde şu şarkıları çalsınlar!” demiştir.
Fakat heyetin bu şarkıları da bilmediğini görünce büsbütün sinirlenmiştir. 5

Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti’nde 1925-1930 yıllarında neyzen olarak


bulunmuş olan Burhaneddin Ökte, 11 Ağustos 1928 gecesini şöyle anlatıyor:

Müsamere akşamı, Atatürk, maiyeti ile geldiler ve sahneye yakın bir masaya
oturdular. Evvela orkestra “Toska” operasından Ata’nın sevdiği bir aryayı çaldı
ve çekildi. Bunu takiben Müniretü’l-Mehdiye, arkadaşları ile beraber sahneye
geldi (...) Bundan sonra Türk musikisini icra edecek heyet sahneye geldi. Bu
heyet amatörlerden müteşekkil pek çoğu da acemi denecek bir halde idiler.
Sultaniyegâh faslı başladı. Bu başlayış evvela bizim üzerimizde bir duş tesiri
yaptı. Esasen Ata’yı görünce kudretlerinden pek çoğunu kaybeden sanatkârlar
hakikaten saçmalamaya başladılar (...) Atatürk, bir nevi musiki müsabakası
halinde tertiplenen bu geceden en çok ümit bağladığı bir kuvvetin elinden

5 Ergin, a.g.e., c. 5, 1533-1534.

70
çıktığını gören bir kumandan mevkiine düştü ve derhal ayağa kalkarak ve
sahnedeki sanatkârları işaret buyurarak ezcümle, “Bu musiki, bizim
heyecanımızı ifade etmekten uzaktır!” dediler. Büyük bir asabiyet içinde saraya
döndüler. Ertesi gün ajans, Ata’nın o nutkunu o zamanki Dahiliye Vekili Şükrü
Kaya Bey’in emri üzerine matbuata verdi. Ve bundan sonra hepimizde bir Türk
musikisi düşmanlığı başladı. 6

Eyüp Musiki Cemiyeti’ni yıllarca yöneten, 1940’dan sonra İstanbul Belediye


Konservatuvarı icra heyeti üyesi olan kemanî ve rebabî Eyyûbî Mustafa Sunar,
Yaşar Okur’un 11 Ağustos 1928 gecesi ile ilgili yukarıdaki aktarımının tamamen
gerçek dışı olduğunu savunarak onu şöyle düzeltir:

“Bu konser Hafız Yaşar’ın beyanatı gibi ne mektep çocuklarında ve ne de karışık


giyinildiğinden ve istenilen şarkıların çalınamamasından mütevellittir. Mezkûr
Sarayburnu konseri, Dolmabahçe sarayından bildirilen emir üzerine tarafımdan
tertip edilmiş ve Eyüp Musiki Cemiyeti ile emredilen saatte Sarayburnu
gazinosunun alafranga kısmında isbat-ı vücut edilmiştir (...) Yirmi beş kişilik
heyetimizle tertip ettiğimiz dokuz parçadan ibaret kürdilihicazkâr faslının
programını arz ettikten sonra konsere başladık ve konserin hitamında da büyük
Ata’mız ‘Bu akşam bir tesadüf eseri olarak şarkın iki tanınmış sanatkârıyla
karşılaştım, binaenaleyh badema Garp musikisiyle meşgul olmak gerektir’
buyurdular. Mezkûr
‘Sarayburnu’ konseri Dolmabahçe sarayından bildirilen emir üzerine tarafımdan
tertip edilmiş ve Eyüp Musiki Cemiyeti’nin Dolmabahçe sarayında konser
vermek üzere yirmi beş kişilik heyetin davet edildiği emrini telakki eyledim. Bu
gece de yine programlı olarak Büyük Atamızın yüksek huzurlarında konserimize
devam ettik ve mazhar-ı iltifatları da olduk.” 7

Söz konusu nutkun Türk musikisi düşmanlığı doğuran kısmı şöyledir:

“(...) benim Türk hissiyatı üzerindeki müşahedem şudur ki, artık bu musiki, bu
basit musiki Türk’ün çok münkeşif ruh ve hissini tatmine kâfi gelmez. Şimdi
karşıda medenî dünyanın musikisi de işitildi. Bu âna kadar Şark musikisi denilen
terennümler karşısında kansız gibi görünen halk derhal harekete ve faaliyete
geçti. Hepsi oynuyorlar, şen şatırdırlar, tabiatın icabatını yapıyorlar. Bu pek
tabiîdir. Türk fıtraten şen ve şatırdır. Eğer onun bu güzel huyu bir zaman için
fark olunmamışsa, kendinin kusuru değildir. Kusurlu hareketlerin acı, felaketli
neticeleri vardır. Bunun fâriki olmamak kabahattir. İşte Türk milleti bunun için
gamlandı. Fakat artık millet hatalarını kanı ile tashih etmiştir. Artık müsterihtir,
artık Türk şendir, fıtratinde olduğu gibi, artık Türk şendir. Çünkü ona ilişmenin

6Burhaneddin Ökte, “Atatürk’ten Hatıralar”, Türk Musikisi, no.15, Ocak 1949.


7Eyyûbî Mustafa Sunar, “Atatürk’ten Hatıralara Ait Bir Mektup...”, Türk Musikisi, no.18,
Nisan 1949.

71
haternâk olduğu tekrara isbat istemez kanaatindedir. Bu kanaat aynı zamanda
temennidir.” 8

Hafız Yaşar Okur’un anlatışına göre, beyanatının neşredildiği günün akşamı


İstanbul Radyosunda icra edilen faslın ciddiyetsizliğini duyan Atatürk’ün
ağzından şu sözler çıkmıştır:
“Biz garbınkini hürmetle dinlediğimiz gibi bizim musikimiz de bütün
dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır. Bu ne rezalettir!
Dağıtın şunları!”

O sırada huzurunda bulunan, zamanın dahiliye vekili sadece radyoda değil,


bütün memlekette Türk musikisinin yasaklanması girişiminde bulunmuş. Hatta
Atatürk ertesi gün yine radyo dinlemek isteyip de Türk musikisi yayınlarının
radyodan kaldırıldığını görünce kendisi de bu hıza şaşırmış. Bu arada yasaktan
mustarip olan musikişinaslar bu sıkıntılarını dile getirmeye başlamışlar.
Hafız Yaşar anılarında Atatürk’ün ondan “musiki[si]ni kurtar[masını]”
istediğini öne sürüyor. Bunun üzerine Hafız, Atatürk’ün sevdiği parçalardan
oluşan bir fasıl tertipliyor. Faslın kendi huzurunda icra edilmesiyle yetinmeyen
Atatürk, fasıl heyetiyle Moda’daki Belvü gazinosuna gidiyor, orada Batı musikisi
icra eden bir grupla kendi fasıl heyetini bir nevi yarışmaya tâbi tutuyor. Fasıl
heyetinin de hareketli parçalar çalıp oradaki topluluğu harekete geçirdiğini
izleyen Atatürk bundan memnun oluyor ama yine de yasağın kaldırılması
yönünde bir beyanda bulunmuyor. 9

Böylece Türk musikisi, o günden itibaren radyoda çalınmaz olur. Rağbet


gördüğü başka yerlerde de çekinceyle çalınıp söylenir, ya da hiç çalınıp
söylenmez.
Onun son on bir yıllık yaşamında uşağı olan Cemal Granda’nın anlattığına
göre, Atatürk, soyadı belirtilmeyen bestekâr Sıtkı Bey’in, huzurunda karısıyla
beraber verdiği küçük konseri beğenerek dinlemiştir. Bunun üzerine onun
İstanbul ve Ankara radyolarında birer konser vermesini ister. Böylece radyolarda
yeniden Türk musikisi neşriyatı başlamış olur. 10

8 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, 1961),
c.1, 231.
9 Ergin, a.g.e., c.5, 1534-1536.
10 Gültekin Oransay, Atatürk ile Küğ, (İzmir: Küğ Yayını, 1985), 81-82.

72
1934 Nutku
Atatürk’ün 1 Kasım 1934 günü TBMM’nin, dördüncü dönem, dördüncü
toplantısını açış konuşmasında Türk musikisinin o dönemki durumunu
eleştirmesi, dönemin içişleri bakanı Şükrü Kaya’nın “alaturka” diye tabir edilen
Türk musikisinin İstanbul ve Ankara radyolarında çalınmasını yasak etmesiyle
sonuçlanmıştır. Söz konusu konuşma şöyledir:

“Arkadaşlar, güzel sanatların hepsinde, ulus gençliğinin ne türlü ilerletilmesini


istediğinizi bilirim. Bu, yapılmaktadır. Ancak, bunda en çabuk, en önde
götürülmesi gerekli olan Türk musikisidir. Bir ulusun yeni değişikliğinde, ölçü,
musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Bugün dinletmeye yeltenilen
musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal,
ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak,
onları, bir gün önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerektir. Ancak bu
güzeyde, Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir.
Kültür İşleri Bakanlığı’nın buna değerince özen vermesini, kamunun da bunda
ona yardımcı olmasını dilerim...” 11

Yasağın uygulanmasına, ömrünü doldurmasına geçmeden önce Atatürk’ün


bu yönde bir konuşma yapmasını beklenir kılan bazı demeçlerine bakmakta
fayda vardır.
21-24 Mart 1930 tarihlerinde Atatürk’le görüşen Vossische Zeitung muhabiri
Emil Ludwing sözü musiki devriminden açınca aralarında şu konuşma geçer:

- “Montesquieu’nün ‘bir milletin musikicilikteki meyline ehemmiyet verilmezse,


o milleti ilerletmek mümkün olamaz’ sözünü okudum, tasdik ederim. Bunun
için, musikiciliğe pek çok itina göstermekte olduğumu görüyorsunuz.
Biz garplılara göre şark musikiciliğinin kulaklarımıza gelen garabeti cihetinden
bahsettim ve dedim ki:
- Şarkın yegâne anlayamadığımız bir fenni varsa, o da musikiciliğidir.
Gazi, itiraz ederek şöyle demiştir:
- Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu
halkında işitilebilir.
- Bu nağmelerin ıslahiyle terakki ettirilmesi mümkün değil midir?
- Garp musikiciliği bugünkü haline gelinceye kadar, ne kadar zamanlar geçti?
- Dört yüz sene kadar geçti.
- Bizim bu kadar zamanı beklemeğe vaktimiz yoktur. Bunun için, garp
musikiciliğini almakta olduğumuzu görüyorsunuz.” 12

11 ADİTMKDDE (Açık Oturum), 1. bs., (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği

Kulübü Yayınları: 1980), 141.


12 Oransay, a.g.e., 32.

73
Adnan Saygun’un, Atatürk ve Musiki adlı kitabında aktardığına göre, 1934
yılının ikinci yarısında Atatürk’ün zihni musikiyle veya musiki devrimiyle
meşguldü. 1934 ekiminde onu Çankaya’da, toplantıya çağırmış, ona sade
Türkçe’ye çevirdiği bir metni bestelettirmişti. Bestesini sözler eşliğinde birkaç
defa çaldırdıktan sonra Atatürk’ün yorumu şu olmuş: “Efendiler! O sözler
Osmanlıcadır ve onun musikisi Osmanlı musikisidir. Bu sözler Türkçe’dir ve bu
musiki Türk musikisidir. Yeni sosyete, yeni sanat!” 13

Yine aynı yılın aynı aylarında bir musiki toplantısında Atatürk bu sefer şu
sözleri söyler:

“Osmanlı musikisi Türkiye Cumhuriyeti’ndeki büyük inkılapları terennüm


edecek kudrette değildir. Bize yeni bir musiki lazımdır ve bu musiki, özünü halk
musikisinden alan çoksesli bir musiki olacaktır. İtiyad dediğiniz şeye gelince,
sizin Osmanlı musikinizi Anadolu köylüsü dinler mi? Dinlemiş mi? Onda o
musikinin itiyadı yoktur.” 14

Bu konuşmanın üzerinden birkaç hafta geçtikten sonra Atatürk yukarıda


aktarılan meclisi açış konuşmasını yapar. Zamanın Matbuat Umum Müdürü
(Basın-Yayın Genel Müdürü) Vedat Nedim Tör’ün önerisiyle içişleri bakanı
Şükrü Kaya, radyolardan Türk musikisi neşriyatının kaldırılması kararını verir.
Yayın yasağı 2 Kasım 1934’te, yani Atatürk’ün nutkunun hemen ertesi günü
uygulanmaya başlamış, 6 Eylül 1936’ya kadar sürmüştür. 3 Kasım 1934 günü
gazetede çıkan haber şöyledir:

“Büyük önderimiz, nutuklarında ‘Bugün acuna dinletmeye yeltenilen musiki


bizim değildir. Onun için o, yüz ağartacak değerde olmaktan çok uzaktır’
cümlesini kullanmışlardır. Bu sözlerden mülhem olarak Ankara ve İstanbul
radyoları –evvelce programlarını ilan ettikleri halde- dün gece, alaturka denilen
şark musikisiyle yapılmış parçaları çalmamış ve söylememiştir. Anadolu
Ajansı’nın bu husustaki haberini neşrediyoruz.
Ankara (A.A.) – Dahiliye Vekâleti bugün Büyük Millet Meclisi’nde Gazi
Hazretlerinin alaturka musiki hakkındaki irşadlarından ilham alarak bu
akşamdan itibaren radyo programlarından alaturka musikinin tamamen
kaldırılmasını ve yalnız garb tekniğine vakıf sanatkârlar tarafından çalınmasını
alâkadarlara bildirmiştir. (Haber, 3.11.1934)” 15

13 A. Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, 1. bs., (Ankara: Sevda-Cenap And Müzik Vakfı
Yayınları, 1970), 44.
14 Saygun, a.g.e., 48.
15 Oransay, a.g.e., 49.

74
Yasağın arka planını, kararın ne kadar acemice, bir çırpıda alındığını
Muammer Sun, bizzat Vedat Nedim Tör’den dinlemiştir. Boğaziçi
Üniversitesi’nde 1978 yılında katıldığı açık oturumda, tanıklığını şöyle dile
getirir Sun:

Vedat Nedim Tör, Ankara konservatuvarına bir münasebetle gelmişti, 1965’ten


önceki yıllar. Ben heyecanla (...) nakledince, “Ha, ben o olayı sana anlatayım”
dedi. “O zaman, Basın-Yayın Genel Müdürü’ydüm. Atatürk bu nutkunu verince
hemen ben, Şükrü Kaya’ya gittim –içişleri bakanı- ve dedim ki ona, ‘Paşa bunu
söylediğine göre herhalde alaturkanın yasak edilmesini istiyor. Yaparsanız
hoşuna gider’ dedim, ve Şükrü Kaya da yasak etti” dedi. 16

Bu yasağın ardından Atatürk, planladığı musiki devrimini gerçekleştirmek


için bir musiki komisyonunun kurulması emrini verir. 26 Kasım 1934’te Kültür
Bakanı Âbidin Özmen başkanlığında toplanan komisyonun sekiz üyesi şu
kişilerdir:
Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken, Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım
Akses, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Şevket Taşkıran, Cezmi Erinç, Cemal Reşit
Rey.
Bu komisyonun mahiyetini Cemal Reşit Rey, anılarında şöyle aktarır:

“Atatürk’ün direktifi üzerine bir müddet sonra (1934’te) Maarif Vekili Âbidin
Özmen, sekiz müzisyen olarak bizleri (...) Ankara’da kongreye toplamıştı (...)
Maarif Vekili sevimli şivesiyle bizlere ‘Ey, hadi bakalım, musiki inkılabı
yapacakmışız, bunu nasıl yapacağız?’ demesi üzerine kongrede bir şaşkınlık
havası esmeye başladı. Toplantı dört saat kadar devam etti. Arada sırada Maarif
Vekilini telefona çağırıyorlardı. Son telefondan sonra Âbidin Özmen heyecanla
bizlere: ‘Paşa Çankaya’dan birkaçtır telefon ettiriyor. Musiki inkılabı ne yoldadır
diye soruyor?’ dedi. Biz büsbütün şaşkına döndük. Ne gibi bir karar alınacağını
bir türlü kestiremiyorduk. Nihayet hatırlamadığım birisi ‘memlekette teksesli
şarkı söylemenin yasak edilmesi gerektiğini’ teklif etti. Bunun üzerine
zannediyorum ben kalktım ve dedim ki, ‘Bir çoban faraza davarlarını otlatırken
şarkı söylemek ihtiyacını hissederse, ille köye gidip, bir ikinci çobanı bulup, gel
birader sen de şu ikinci sesi uydur da söyle mi desin?’ Nihayet bu tasavvur
eriyip gitti. Kongre bilahare encümenlere taksim olunarak bir rapora istinaden
pek yerinde ve çok önemli kararlar aldı. Ezcümle Güzel Sanatlar’ın müstakil bir
Umum Müdürlük haline getirilmesi, Musiki Muallim Mektebi’nde musiki
pedagoji şubesi, Devlet Musiki ve Tiyatro Akademisi kurulması gibi...”
(Cumhuriyet, 11 Kasım 1963)

16 ADİTMKDDE (Açık Oturum), 1. bs., (İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği

Kulübü Yayınları: 1980), 68.

75
Hafız Yaşar Okur 1934 yasağının kalkmasını şu olaya bağlar:
Türk musikisi icrası, radyolarda yasak olsa dahi evlerde ve bazı
gazinolarda –daha ziyade halk musikisi olmak üzere- devam eder. Bu arada
halk kendi musikisini kendi radyosunda bulamadığından en yakın nağmeleri
bulduğu Mısır radyolarını dinlemeye başlar (bazıları arabeskin doğuşunu buna
bağlar). Bir gün Atatürk, milletvekili Rasim Ferit Talay’ı saraya çağırmak üzere
arayınca onun, evinde musiki meclisi tertip ettiğini öğrenir. Bunun üzerine
Atatürk onun evine gider. Burada palabıyıklı, iri yarı bir adam onun dikkatini
çeker. Bu Tanburacı Osman Pehlivan’dır. Rumeli türküleri söyleyerek
Atatürk’ü duygulandırır, onun takdirini kazanır. Atatürk onun her akşam
radyoda çalmasını emreder. 17

Atatürk’ün Türk musikisine olan ilgisi


Burhaneddin Ökte’nin Türk Musikisi dergisindeki yazı
dizisinde aktardığına göre Atatürk’ün Türk musikisine
ilgisi şu şekilde başlamıştır:
“Atamız, Erkân-ı Harbiye mektebinde talebeyken
paşanın sınıf arkadaşlarından ve kolağası iken vefat
eden Selânikli Tevfik Bey bilahare, nakliye müfettişi
umumîsi iken vefat ve kıymetli hariciye erkânımızdan
Selim Sarper’in eniştesi Hayri Bey, bilahare Prag sefiri
iken vefat eden Süleyman Bey, yine Ata’nın sınıfından
Köprülü İsmail Hakkı Bey, süvari miralaylığından
emekli Arif Bey ve Ata’nın bir sonraki sınıfından Suat
Bey ve daha bazı gençler müsait zamanlarında,
mektepte toplanırlar, Selanikli Tevfik Bey en kuvvetlileri
olduğu için kendilerine eser geçer ve Hayri Bey’le Suat Bey ud ve Arif Bey ney çalar,
Büyük Atamız da bu amatör fasıl heyeti içinde okurmuş.” (Türk Musikisi, no.13, Kasım
1948)

Alâeddin Yavaşça, Atatürk’ün, yukarıda Tevfik Bey diye zikredilen Tevfik


Kılıççıoğlu’ndan meşk ettiğini, gençliğinde evlerine meşk etmek üzere gittiği Lale-
Nerkis Hanımlardan duyduğunu söylüyor. Zira Tevfik Bey bu hanımların dayısıdır.
Refik Fersan’ın Yavaşça’ya naklettiğine göre Atatürk birçok şarkıyı da notaya aldırarak
musikimize kazandırmıştır. Bir toplantıda Atatürk, Çankaya köşküne giden, içlerinde
Refik Fersan’ın da bulunduğu musikişinaslardan, Rıfat Bey’in muhayyer şarkısını ister:
“Gözden cemâlin çün ırağ oldu” Ancak bu şarkı dağarlarında yoktur. “Bu fevkalade
güzel bir şarkıdır, nasıl olmaz” diye şaşırır. Atatürk şarkıyı okur, Refik Fersan da
notaya alır.

17 Ergin,a.g.e., c.5, s. 1536-1538.

76
Devrimi Anlamak
Tarih derslerinin başında, tarihî olayları o dönemin koşullarına göre
değerlendirmek gerektiği öğretilir. Böyle bir müdahaleyi anlayabilmek için de
önce o dönemin, hatta daha öncesinin koşullarını, Atatürk’ün yapmaya çalıştığı
şeyi iyi bilmek gerekir. Onun tek amacı bağımsız, çağdaş medeniyet seviyesinde
bir cumhuriyet kurmak ve onu, devamı için reformlarla berkitmekti. Atatürk,
Osmanlı’nın son dönemini, gelişme trenini kaçırışını, imparatorluğun içindeki
çürümüşlüğü, keşmekeşi yakından görmüştü. Ona göre bu enkazdan
kurtulmanın tek yolu durmadan yükselen Batı uygarlığını örnek almak; bazen
Batıdan alınanları Türk ulusal değerleriyle birleştirip bir senteze ulaşmak, çoğu
zaman da o uygarlığın kurumlarını olduğu gibi benimsemekti. Çünkü Batı en
gelişmiş uygarlıktı. Bilim, teknik, sanat, akılcı düşünce, insan kişiliğine değer
verme ve özgürlükçü demokrasi Batıdan gelmişti. Batı uygarlığı bütün insanlığın
ortak malıydı, evrenseldi. Ancak bu zihniyet değişimi, imparatorluktan
cumhuriyete geçiş kolay olmayacaktı. O yüzden imparatorluğu hatırlatan her
şey; bu geri kalışın müsebbibi olduğu sanılan, oluşması için yüzyıllar geçmiş
olan bütün kurumlar, Batıda, oraya özgü, biricik koşullarla yine yüzyıllarla
oluşan kurumlarla değiştirilmek istenmişti. Ancak zamana karşı yarışan
Atatürk’ün bu işi bir insan ömrüne sığdırması gerekiyordu. Siyasî kararlarında
çok sabırlı olabilen Atatürk, reformlarla ektiği tohumların yeşerip meyve
vermelerini bekleyemeyecek kadar sabırsızdı. O, “az zamanda büyük işler
başar[an]” biriydi (1934 yılında toplanan musiki komisyonunun bir an önce
musiki devrimi yapması için sık sık telefon açıp baskı yapması gibi). Yazı, giyim
(şapka hariç), öğrenim, ekonomi alanında yaptığı reformlar kısa sürede başarıya
ulaşmıştır. Ama bu alanların hiçbirisi musiki ya da dil kadar çetrefil değildir. Bu
alanlarda devrimin gerekliliği, olabilirliği ayrı bir tartışma konusuyken ülke, bu
devrimleri yapması beklenen bilim adamlarından da yoksundur. Tarihini,
yapısını bilmedikleri bir musikiyi yine tam olarak bilmedikleri Batı musikisiyle
“tamamlama” veya değiştirme yoluna gidince ortaya bazı gülünç tablolar
çıkmıştır. Bize bugün gülünç gelen güneş-dil teorisi, Türk kan grupları, Türk
kafatasları, Türk saçları, Türk beyinleri gibi çalışmalar da yine aynı bilim
desteğinden yoksun, duygusal bakış açısının ürünüdür. Savaştan yeni çıkmış,
enkaz halinde, sıfırdan yapılanan, öğretim devrimini yeni yapmış bir ülke için bu
bilim eksikliğini de normal karşılamak gerekir.

Atatürk’ün gelişmiş bir musiki zevki vardı, bir dağarı olduğunu


söyleyebileceğimiz kadar şarkı bilirdi ama musikişinas değildi. O, musikiyi,
kendi sözlerinden çıkan sonuca göre –tam bir devrimci görüşüyle- insanlarda

77
oluşturduğu halet-i ruhiyeye göre değerlendiriyordu. Ona göre Batı musikisi
reformcu, neşeli, canlı, teşvikkâr bir musikiyken; “alaturka / şark musikisi”
uyuşturucu, moral bozan, “yüz ağartıcı değerde olmaktan uzak”, “basit” bir
musikiydi. Türk musikisi hakkında bilimsel bir araştırma olmadığından, Ziya
Gökalp gibi, musikişinas olmadığı, bu konuda mevcut bir araştırması
bulunmadığı halde bu konudaki yorumlarını paylaşmaktan geri durmayan
insanların sözlerine güvenmek durumunda kalıyordu. Gökalp Türkçülüğün
Esasları isimli, Cumhuriyet ideolojisinin el kitabı olarak kabul gören kitabında
Türk musikisinin Bizans kökenli, Arap ve Acem kırması, dolayısıyla gayrimillî
olduğunu öne sürer. Ona göre tek millî musikimiz halk musikisidir. Onu da Batı
musikisiyle kaynaştırmamız gerektiğini söyleyen Gökalp, yöntemine şöyle işaret
eder: “Halk musikimiz, bize birçok melodiler vermiştir. Bunları toplar ve Batı
musikisi usulüne göre «armonize» edersek, hem millî, hem de Avrupalı bir
musikiye malik oluruz.” 18 Bu görüşün Atatürk’çe rağbet gördüğünü onun
demeçlerinden anlıyoruz: 1930’da Emil Ludwing’e verdiği demeçte olsun
(“Bunlar hep Bizans’tan kalma şeylerdir. Bizim hakiki musikimiz Anadolu
halkında işitilebilir”); 1934 tarihinde Adnan Saygun’un katıldığı toplantıda
söylediklerinde olsun (“Bize yeni bir musiki lazımdır ve bu musiki, özünü halk
musikisinden alan çoksesli bir musiki olacaktır”) hep Ziya Gökalp düşüncesinin
akislerini görmek mümkündür.
Öne sürüldüğü günden beri çok tepki gören bu düşünce artık itibar
görmüyor. Ama bu düşüncenin, ucu günümüze kadar uzanan, ağır bir faturası
olmuştur. Bu faturanın zararlarını telafi etmek için de Cumhuriyet’in
kurulmasından ya da daha önceden beri süregelen, kendi musikimize karşı olan
tutumumuzun başta devlet kurumları olmak üzere gözden geçirilmesi
gerektiğini söylemek herhalde pek cüretkâr bir tespit olmayacaktır.

18 Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, haz. Mehmet Kaplan, (İstanbul: M.E.B. Devlet

Kitapları, 1970), 147.

78
KAYNAKÇA

Atatürk Devrimleri İdeolojisinin Türk Müzik Kültürüne Doğrudan ve Dolaylı Etkileri


(Açık Oturum), İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü Yayınları:
1980.

Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara: Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları,


1961.

Atatürk Türkiye’sinde Müzik Reformu Yılları, İstanbul: Filarmoni Derneği Yayınları,


1982.

Ağartan, Kaan. “Kemalizm ve Türk Musikisinin Batılılaşma Sorunsalı”,


Musikişinas, bahar 1997, no.1.

Aksoy, Bülent. “Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Musiki ve Batılılaşma”,


Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, c.5, İstanbul: İletişim Yayınları,
1985.

Aslan, Asım. Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük, İstanbul: Teknografik


Matbaacılık 1985.

Ataman, Sadi Yaver. Atatürk ve Türk Musikisi, Ankara: Kültür Bakanlığı


Yayınları, 1991.

Atay, Falih Rıfkı. Çankaya, İstanbul: Dünya Yayınları, 1961.

Ayvazoğlu, Beşir; Behar, Cem; Savaşır, İskender; Sökmen Semih. “Müzik ve


Cumhuriyet”, Defter, sonbahar 1994, no.22.

Ergin, Osman. Türkiye Maarif Tarihi, İstanbul: Osmanbey Matbaası, 1943.

Gökalp, Ziya. Türkçülüğün Esasları, İstanbul: M.E.B. Devlet Kitapları, 1970.

Kösemihal, Mahmud Ragıp. “Cumhuriyet Devrinde Musiki”, Ülkü, c.12, no.69,


İkinci Teşrin 1938.

Oransay, Gültekin. Atatürk ve Küğ, İzmir: Küğ Yayını, 1985.

79
Ökte, Burhaneddin. “Atatürk’ten Hatıralar”, Türk Musikisi, no.2-16, Aralık 1947-
Şubat 1949.

Paçacı, Gönül. “Darülelhan ve Türk Musikisinin Gelişimi I-II”, Tarih ve Toplum,


Ocak-Şubat 1994, no.121-122.

-----------------. “Musiki Taliminden Müzik Terbiyesine”, Toplumsal Tarih, Nisan


2002, no.101.

-----------------. “Osmanlı’nın Musiki Taliminden Cumhuriyet’in Müzik


Terbiyesine”, Toplumsal Tarih, Nisan 2002, no.100.

Saygun, A. Adnan. Atatürk ve Musiki, Ankara: Sevda-Cenap And Müzik Vakfı


Yayınları, 1970.

Sun, Muammer. Türkiye’nin Kültür-Müzik-Tiyatro Sorunları, Ankara: Ajans Türk


Kültür Yayınları, 1969.

Sunar, Eyyûbî Mustafa. “Atatürk’ten Hatıralar’a Ait Bir Mektup...”, Türk


Musikisi, no.18, Nisan 1949.

Üstel, Füsun. “1920’li ve 30’lu yıllarda ‘Milli Musiki’ ve ‘Musiki İnkılabı’”, Defter,
sonbahar 1994, no.22.

80

You might also like