You are on page 1of 611

1

Kurucusu
KEMAL KARATEKİN
HASAN İZZETTİN DİNAMO
KUTSAL iS YAN I Dördüncü Kitap

Belgesel Roman

© Tekin Yayınevi
TÜRKÇE YAY IN HAKLARI

Kapak Tasanın
ERKAL YAVI

Redaktör
CEMiL ACAR

Basım
Temmuz 2013

Baskı ve Cilt
Yaylacık Matbaası
Litros Yolu, Fatih Sanayi Sitesi, No: 12 / 197-203
Topkapı / lstanbul
Tel.: (0212) 567 80 03
Sertifika No: 11931

www.hasanizzettindinamo.com

TEKİN YAYIN DAGITIM SAN. ve TİC. LTD. ŞTİ.


Ankara Cad. Konak Han, No: 15/A
Cağaloğlu - lstanbul
Tel.: (0212) 527 69 69 - 512 59 84 Faks: (0212) 511 11 22
http://www.tekinyayinevi.com
E-posta: info@tekinyayinevi.com
Sertifika No: 12336

ISBN: 978-975-478-069-7 (Tak. No.)


ISBN: 978-975-478-069-7 (4. Cilt)
Hasan İzzettin Dinamo

KUTSAL İSYAN
MİLLİ KURTULUŞ SAVAŞININ GERÇEK HİKAYESİ
iV

1
KADİRLİ'NİN KURTULUŞU

Tufan Bey, And ı r ı n 'da Yağcıoğlu İbrahim Ağa ile anlaşarak


ilk Kuvayı Milliye Örgütü'nü kurd u . Burası üç bölgeye ayrı ldı . İb­
rahim Ağa, grup kumandan ı oldu. Her bölük yüzer kişilikti . Her
milis silahıyla geliyord u . Bölük kumandan ı da kendiliğinden at­
lı ve silahlıyd ı . Bölük kumandanı n ı , silah l ı lar kendi araları ndan
seçiyorlard ı . Gelenlerden kimisi binek, kimisi de yük hayvan ı
getiriyordu. Bölüklerin üniforması yerli aba, yün şalvar ve çarı k­
tan meydana geliyord u . Hepsi, askerlik kanu n u içinde görev
görmekteydi . Tufan Bey, Hafız Bekir ikinci takma ad ıyla sözde
Düldül Dağları ' n ı n ard ı nda bulunan Tufan Bey'e bağlıyd ı . Halkı
uyandı rıcı örgütle bağlayıcı genelgeleri Düldül Dağları ' n ı n ar­
kas ı nda Tufan' ı n imzasıyla yazıyor ve halka dağ ıtıyord u . Ku­
mandan işareti mermiyd i . Takım kumandan ı yakas ı na bir, bölük
kumandan ı iki, grup kumandan ı üç mermi takıyordu. Kadirli'de
Nuri Cavuş'a haber sald ı , selam geldi. Görüşmek istediyse de
görüşemed i . Onun Kadirli'deki kurnazca çal ı şması çok hoşuna
gidiyord u . Ali Saip ve Cezmi Beyler gibi Fransızları n adamı gö­
rünerek çal ı şabilmenin güçlüğünü çok iyi biliyordu. İşte, Kadirli
Müdafaa-i Hukuk Derneği Başkanı da bu sı ralarda And ı rı n'a
gelip kendisiyle görüştüyse de Kadirli'ye kalabal ık bir Fransız
askeri kolu gittiğini haber ald ığı ndan ivedi olarak geri dönd ü .
Tevfik Coşkun , Tufan Bey'le karş ı l ı kl ı görüşmeyi çok isti­
yord u . Bunun için Hasan Tekerek'in aracı olmas ı n ı istedi . O,
bu buluşmayı çabucak düzenled i . Tevfik Coşkun , Hasan Teke­
rek'in evine konuk gidiyormuş gibi onunla yola ç ı kt ı . Daha ön­
ce haberleşilmiş olan Tufan Bey, Kadirli-Andı r ı n s ı n ı rı üzerin­
deki Sofular köyünde Ali Ağa' n ı n evinde on ları bekliyord u . An-
s
d ı r ı n l ı Yağcıoğlu İbrahi m Ağa ile yine And ı rı n l ı M usa Bey de
Tufan Bey'le beraberd i . Tufan Bey, Kozan ve Kadirli'deki Fran­
sız ve Ermeniler üstüne bilgi ald ı .
Tevfik Coşku n Bey de:
- Benim de öğrenmek istedikleri m var. Müsaade buyuru-
lur mu? Burada sorabilir miyim? dedi.
Zeki ve akı l l ı Tufan Bey :
- Hay ı r, ayrıca konuşuruz, ded i .
D ı şarı ç ı ktıkları nda Tevfik Coşkun Bey :
- Dayand ı ğ ı n ı z bir kuvvet var m ı ? diye sord u .
- Kuvvetimiz milli iman ı m ı zd ı r. Halkı ayaklandı rı p müca-
dele edeceğiz.
Tevfik Coşkun durumu kavram ıştı . Bir tek Kuvayı Milliyeci
bile bir ordu gibi çal ışacakt ı . Evet, her yu rtsever bir Tufan Bey
ol mak zorundayd ı . Kadirli'ye döndüğü nde kendisini heyecan
ve sab ı rsızl ı kla bekleyen arkadaşları na:
- Arkadaşlar, ded i . Bir değil birkaç ordu güneye i nmek
üzere bütün gücüyle haz ı rlanmaktad ı r.
Bunları işiten bütün Kadirli Türkleri sevinçlerinden uçtular.
işte bundan sonra Yağcıoğlu İbrahim Ağa' n ı n akrabası
olan Darendeli Mustafa Ağa casusluk için geldiyse de Tufan
Bey ve arkadaşları onun d u rumunu bildiklerinden hemen etki­
li bir propaganda yapmak fı rsat ı n ı kaç ı rmad ı lar. Bir sahne ha­
z ı rland ı . Hep beraber oturulup konuşulurken içeri uzaktan gel­
miş gibi görünen bir savaşçı g i rdi, koynunda biraz önce Tufan
Bey'in yaz m ı ş olduğu sözüm ona gizli bir mektup ç ı karı p Os­
man Tufan Bey'e uzatt ı . Sözde güvenilir arkadaşlar arası nda
bulunuluyormuş gibi mektup yüksek sesle okundu. Bu nda Si­
vas'tan büyük kuvvetlerin yola çı kmak üzere olduğu bildiriliyor­
d u . Mustafa Ağa, bu haberi al ı r almaz yemeden içmeden Tay­
yarda'ya yetiştirmek üzere kalkıp Kozan'a doğru yola ç ı ktı .
Bunu işiten Fransız subay ı n ı n etekleri tutuştu. Hemen
Adana'daki Yüksek İşgal Kumandan l ı ğ ı 'na bildird i .
*

* *

6
Osman Tufan Bey bir gün, mavzeri dizleri n i n üzerinde,
ocak başı nda otu rup çıtı rdayan ateşlere dalarak yeni planlar
üzerinde düşü n ü r ve arası ra adadakilerle bir iki söz ederken
h içbirinin tan ımad ı ğ ı bir adam selam vererek içeri gird i . Hafız
Bekir'in kim olduğ u n u sordu.
Sonra, Tufan Bey'e bayağ ı bir değnek uzatarak:
- Al bunu, vali paşadan hediyedir. Tufan Bey'e göndere­
ceksi n , dedi ve sonra hiç beklemeden çıkıp gitti.
Odadaki Kuvayı Milliyeci kalabal ı k merak içinde birbi ri n i n
yüzü ne bakıyord u .
Şöyle fısıltı lar başlad ı :
- Bu da neyin nesi? Sihirli bir değnek m i ? Gelen bir der­
viş m i ? Vali Paşa da kim oluyor?
Odadakilerin hepsi değneği eline al ı p bir kez evirip çevirdiy­
se de h iç kimse bir şey anlamad ı . Odadaki kalabal ık dağ ı l ı p git­
tikten sonra Tufan Bey, değneği al ı p bahçeye çıktı . Bir kez da­
ha evirip çevirdi ve sonra dizine dayayıp kırd ı . Değnek bir boru
gibiydi. İçine sigara gibi sarı lmış kağıtlar yerleştirilmişti. Kağ ıtla­
rı heyecanla açı p okuyan Tufan Bey, işi hemen anlad ı . Bu kağ ıt­
larda Kuvayı Milliye'nin işine yarayacak değerli haberler vard ı .
Değneğin içindeki yazı ları gönderen adam d a t a Sivas'tayken
arkadaşlara Kilikya'da güvenilecek adamlardan biri olarak not
ettikleri Sarıbahçe'de oturan Şumnulu göçmenlerden Al Osma­
noğlu Ahmet Ağa'yd ı . Tufan Bey'in Andırın'da bulunduğunu işit­
miş, Adana'ya giderek Öğretmen Vasıf ve Kemal Kodal Beyler
ile görüşmüş, Fransızlar üstüne topladığı bir yığı n değerli bilgiyi
mektup gibi yazmış, sonra kıvırıp değneğin içine yerleştirmiş ve
Tufan Bey'e göndermişti. Değneği getiren, onun adam ıyd ı .
Tufan Bey, b i r g ü n yine ocak başı nda oturup Kuvayı Milli­
yeci arkadaşlarla çene çalarken odaya selam vererek tan ı ma­
d ı ğ ı dört silah l ı başı bozuk gird i . K ı l ı kları göçmenlerinkine ben­
ziyord u . Tufan Bey, onlara yer gösterip oturttuktan sonra:
- Merhaba, hoş geldiniz ! dedi ve Al Osmanoğlu olduğu­
nu sonradan öğrendiği adam ı n mektubun u bir bilmece çözme­
ye çal ı ş ı r gibi yeniden okumaya başlad ı .
7
Bu s ı rada gelenlerden birisi Tufan Bey'i n bakışları n ı yaka­
ladı ve sağ elini göğsün ü n üzerine koyarak, "Mektubu ben
gönderdim" anlam ı na gelen bir işaret yapt ı .
Tufan Bey b u n u n üzerine b u adam ı n Sarı bahçeli A l Os­
manoğlu Ahmet Ağa olduğunu anlad ı . Hemen ayağa kalkarak,
"Arkamdan gel" işaretin i verdi ve öbü r odaya geçti.
Arkası ndan giden Şumnulu Ahmet Ağa, Tufan Bey'e şöy­
lece yakı nd ı :
- Ben i , İbrahim Bey'in jandarmaları yakalad ı . Götü rüp
Fransızlara teslim edeceklerdi. Arkam ızdan adamları m yetişe­
rek ateş açtılar. Jandarmalar kaçtı ve ben de ku rtuldum . Ama
evi m i n , ailem ve çocukları m ı n akı beti ne oldu kimse bilmez.
Sizden kuvvet ve yard ı m istemeye geld i m .
- O kolay, s i z merak etmeyiniz!
Tufan Bey, Ahmet Ağa' n ı n yan ına jandarma H üseyin Ça­
vuş kumandas ı nda sekiz on And ı rı n l ı silah l ı ve bir de Çerkez
Sali h Ağa'yı katarak öç almaya gönderd i .
Ceyhan Kaymakam ı İbrahim Bey, alaydan yetişme b i r is­
tihkam yüzbaş ı s ı yd ı . Fransı z işgaliyle birlikte onlara yanaşmış,
tı pkı Ali Saip Bey'i n ilk günlerdeki siyasetini güderek çevresini
şaşı rtmaya başlam ıştı . "Zaman zaman plan ve siyaset" değiş­
tiriyor, yanardöner bir durum göstererek herkesi ü rkütüyord u .
"Yürekli , atak, gösterişli" bir kişiydi d e . Sivas orduları na burun
kıvırıyor, Tufan Bey' in kendisine gönderdiği selamlardan ken­
disini sivrisinek ı s ı rm ı ş gibi tedirgin oluyordu.
İşte Al Osmanoğlu Ahmet Ağa'yı yakalayı p Fransızlara
teslim etmek isteyen jandarmalar bun u n buyruğu ndayd ı .
Tufan Bey, Ahmet Ağa' n ı n yan ı s ı ra gönderdiği jandarma
çavuşu Hüseyin'e şöyle dedi:
- Ahmet Ağa' n ı n aile ve çocukları n ı ku rtaracaksı n . Fran­
sız karakolları na baskı n yap ı p vurup kı racaks ı n , silah toplayıp
geleceksin.
H üseyin Çavuş, üç dört gün sonra arkadaşlarıyla geri
döndüğünde yedeğinde iki araba dolusu silah ve cephane de
getird i . Tufan Bey'in sal ı klad ı ğ ı gibi vurup kırmıştı .
8
H üseyin Çavuş'un arkası nda Tufan Bey'i n olduğunu he­
men anlayan Ceyhan Kaymakam ı Alaylı Yüzbaşı İbrahi m Bey,
kendi n i göstermekte gecikmeyerek ona sövüp sayan bir mek­
tup gönderd i . Tufan Bey de ona gereken karş ı l ı ğ ı vermekte
gecikmedi . İbrahim Bey, Tufan Bey'e bir mektup daha yazd ı .
B u d a ağ ı r bir mektuptu . Ona akı l hocal ı ğ ı yapar gibi saçma
sapan düşü nceler ileri sürüyord u . Ceyhan kasabası nda Çer­
kez Ahmet Mu htar da benzer şirretlikle davranarak Tufan
Bey'in Kuvayı Milliye örgütünü her fı rsattan yararlanarak kötü­
rü m etmeye çal ı ş ı yor, hep İbrahi m Bey'i n bir ad ı m gerisinde
mevzi al ıyord u .
Sarı bahçeli Ahmet Ağa, art ı k çoluk çocuğu n u d a tehlikeli
bölgeden kurtarm ış, Tufan Bey'in buyruğunda çal ışıyord u . Tu­
fan Bey, onu Hamamköyü dolaylarında Kozan-Adana yolunu
tehdit ve kontrol etmek üzere görevlendirip, yollad ı .
B u sı rada kumandan Kemal Doğan Bey'den Tufan Bey'e
önemli bir haber geld i . Doğan Bey, adamlarıyla Haçin üzerine
yürümek kararı nda olduğunu bildiriyor. Tufan Bey ve müfreze­
sinin de Kozan üstü ne yürümesini buyu ruyord u .
Tufan Bey, ald ı ğ ı buyruğa göre Kozan üstüne yürüyüş ha­
z ı rl ı ğ ı na girişir girişmez Osmaniye jandarma kumandan ı S ıtkı
Bey, karş ı s ı na yeni ve önemli bir engel olarak dikiliverdi. Tufan
Bey, onu ordu safları ndan tan ıyord u . İyice Fransızlardan ya­
nayd ı . Ceyhan geçidini Kürtlerden devşirdiği müfrezelerle ka­
pam ıştı . Tufan Bey, ona da bir sürü mektup yazd ı ysa da adam
N u h deyip peygamber demed i . Mektuplaşmadan bir şey ç ı k­
mayacağ ı n ı anlayan Tufan Bey, güzel bir baskı nla S ıtkı Bey'i n
güvendiği müfrezeyi olduğu g i b i tutsak ald ı . İ hanetler d e sürüp
gitmekteyd i . Tufan Bey'in etkisiyle Haru n iye'de yapı lan örgüt­
lenmeyi gammazlad ı lar, Fransızlara haber verdiler. Fransızlar,
öç almak üzere Haru n iye'nin Türk Mahallesin i olduğu gibi yak­
tı lar. Tufan Bey, bu n u n üzerine Hacı Bey'e Zülfikar Ağa buyru­
ğundaki bir milis gücü nü Haru niye'ye gönderd i . Ne var ki bu­
nunla da Haruniye işi yoluna girmed i . And ı r ı n l ı savaşçı lar çok
büyük yüreklilik ve fedakarl ı kla çal ışıyor ve çarpışıyorlard ı . Taş
9
evlerin mazgal deliklerinden kendilerine ateş eden düşman tü­
feklerinin namlu ları n ı yakalayanlar bile çıkıyord u .
Tufan Bey'in sancaktarı yaşl ı Çerkez Sali h Ağa, çok tehli­
keli bir bölgede s ı k ı ş ı p kalan bir yığ ı n s ı ğ ı rı sürüp getirerek mi­
lislerde baş gösteren açl ı ğ ı giderdi.
Tufan Bey, böylece Haruniye'de Fransızlarla uğ raşmak­
tayken ku mandan Kemal Doğan'dan kesin buyruk geldi. O,
Haçin'e yürümek üzereyd i . Tufan Bey de Haruniye işin i ora bu­
cak müdürüne bı rakarak And ı rın'a döndü . Yan ı n a beş yüz si­
lah l ı milis alarak Kozan'a doğru yola ç ı ktı . Tufan Bey, doğruca
Kadirli kasabas ı n a gidiyord u . Kadirli kasabas ı n ı Frans ızlar te­
melli boşaltmış ve Kozan'a çekilmişler, giderken bütü n Erme­
ni leri de birlikte götü rmüşlerd i . Bunun başlıca nedeni Tufan
Bey'in And ı rı n'da Mustafa Ağa'ya kurnazca dinlettiği düzmece
mektuptu . Kumandanl ı k, Kadirli'yi de küçük bir Maraş olay ı na
sahne olmaması için boşaltmayı yeğ görmüştü .
Şimdi, Tufan Bey, kendinden önce düzmece mektubu nun
fethettiği Kadirli'ye kolları n ı sallayarak gidiyord u . Beş yüz si­
lah l ı n ı n baş ı nda Kadirli'ye girdi . Halk, onu ve milislerini çılg ı n­
ca karşılad ı . Daha düne dek kesilip biçilecekleri uğursuz günü
bekleyip du ran halk, sokaklarda bayram yapı yord u . Yaln ız, Tu­
fan Bey'in Kadirli'de bir fatih gibi karşı lanması Adana'daki
Fransız kumandan l ı ğ ı na çok dokunmuş olacak ki hemen bir­
kaç uçak havalandı rarak Kadirli'ye gönderd i . Hükümet kona­
ğ ı yla dolayları na atı lan bombalardan dört kişi öld ü , bi rkaçı ağ ı r
olmak üzere yirmi kişi d e yaraland ı .
Bir at üzerinde Kadirli'ye giren Tufan Bey, tam And ı r ı n l ı la­
r ı n ulusal kı l ı ğ ı na girmişti . Tı pkı onlar gibiydi. S ı rtı nda yünden
doku nmuş kısa kollu bir aba, yine yünden dokuma kara bir şal­
var, baş ı nda fes, bun u n üzerinde krem rengi bir yazma, aya­
ğ ı nda çizme vard ı . Yirm i , yirmi beş yaşları nda denecek gibi
genç, sarış ı n , güler yüzlüyd ü . Karargah ı n ı okulda kuran Tufan
Bey, kendisini karşı lamaya gelenler arası nda Çerkez N u ri Ça­
vuş'un bulunmay ı ş ı na üzüld ü . N u ri Çavuş, daha sonra gelerek
onunla görüştü ve karşılamaya gelemediğinden dolayı özür di-
ıo
led i . Fransızlarla telgraflaşmak istediğini söyleyince, Tufan
Bey buna müsaade etti.
Kadirl i , Kuvayı M i l l iye' nin eline geçtikten sonra, Ko­
zan'dan kaçan bütün Türkler buraya s ı ğ ı n maya başlad ı . Şeh­
rin bütün ileri gelenleri , her saat bir Ermeni baskın ıyla yok edil­
mek tehl i kesinden kurtu lmak üzere Kadirli'ye kaçıyorlard ı . Ça­
murdanzade Mehmet Nuri Hakk ı , Mehmet Zahit, Ahmet Cev­
det, Şube Reisi Haşim, Komiser Hamd i , Doktor Ali, Komiser
Muavin i Fevzi Beyler ilk gelenler aras ı ndayd ı .
Gelenler boş durmayarak kendi aralarında Kozan Müda­
faa-i H u kuk Derneği'ni ku ruverdiler. Tufan Bey'in yard ı m ıyla
Haçi n ' i n İğdebeli ' nden ve Mafazade Sü leyman Efendi'nin ge­
tirdiği bir yığ ı n si lah ve cephane S ı raelif ve Körken'deki milis­
lere törenle dağ ıtıldı.
Tufan Bey, Kadirl i 'yi Maraş'a bağlad ı . Kozan'la Adana he­
nüz tutsaktı . Ceza Reisi Feyyaz Bey, oldum olası Kadirl i 'de bir
güç olarak belirmişti . Buras ı , Maraş'a bağlan ı r bağlanmaz,
onun kaza kaymakam vekilliğine atand ı ğ ı bildirildi. Böylece
Kadirli 'de tam anlam ıyla ulusal bir yönetim kuruld u .

TAVŞANCIL ŞEHİ Dİ

Ben, icap ettiği zaman en bü­


yük hediyem olmak üzere Türk
Milletine cammı vereceğim.
Mustafa KEMAL

Yahya, Köprülü kasabası n ı n tam ortası ndan çağlayarak


geçen Vardar l rmağ ı ' n ı n kıyısı ndaki kahvelerden birinde otur­
muş yaş ıtlarıyla kağ ıt oynayarak vakit öldürüyord u .
Yahya, kasaban ı n büyük ailelerinden biri n i n oğluyd u . O n
dokuz yaşı ndayd ı . Babası , tüccar Kerim Efendi , öbür üç kar­
deşiyle bir arada oturuyord u . Bu yüzden , aile çok kalabal ı kt ı .
1 1
Yahya, gürültü l ü bir biçimde arkadaşlarıyla oyun oynarken bir­
denbire bir başka arkadaşı soluk soluğa koşarak geldi ve bü­
tün kahveyi ayağa kaldı rarak bağ ı rd ı :
- Yahya, çabuk yetiş. Bulgarlar amucan (amca) Malik'i
öldürüyorlar!
Yahya, hemen zemberek gibi yerinden fı rlad ı . Belindeki
beşli Karadağ tabancası n ı sağ eline, kamas ı n ı da sol eline
alarak Bulgar Mahallesine doğru koşmaya başlad ı . Amcalar ı n ı
v e kendilerini öteden beri öldürmek İsteyen bir i k i düşman Bul­
gar ailesi vard ı . Bunlar da Laz ve Laza aileleriyd i . Karşı ları nda
düşman olarak yal n ı z bunlar olsayd ı öpüp de başları na koya­
caklard ı . Sı rplar, Bulgarlar ve bütün Balkan milletleri ulusal
ku rtuluş savaş ı n ı n sıtması içinde yanmaktayd ı lar. Bu yüzden
de bu uluslardan türeyen siyasal çeteler son kerte kanl ı ve y ı p­
ratıcı bir yoldan Balkanlardaki Türk ve Müslümanları n say ı s ı n ı
azaltarak b u amaçlarına varmak istiyorlard ı . Balkan Sava­
ş ı ' n ı n arifesinde, 1 9 1 O y ı l ı n ı n korkunç haz ı rl ı k dönemi nde dur­
madan Müslüman öldürülüyordu Osmanl ı ordusu , bütün kad­
rolarıyla dağlarda bayağ ı bir eşkıya sayarak bu bilinçli milliyet­
çi çeteleri boş yere kovalayı p du ruyorlard ı . Bu s ı rada bütün
Balkan milletleri , kurtuluş için Osmanl ı orduları n ı n , zayıf ve
bı kkı n birlikleri üzerine atı lmak üzere bir işaret bekliyorlard ı .
İşte, Yahya' n ı n öldürülmek üzere olan amcası d a ulusal
Bulgar h ı ncı n ı n ku rban adayları ndan biriyd i . Olay yerine yeti­
şen Yahya, amcas ı n ı kanlar içinde yerde yatar ve sağ buldu.
Onu vu ran Bulgar delikan l ı s ı na Bulgar Mahallesinin kıyısı nda
yetişti. İkisi de bıçaklarla birbirine gird i . Hasm ı n ı birkaç yerin­
den bıçaklayarak öldürd ü . Amcas ı n ı s ı rt ı na alarak eve götü r­
d ü . Olay, Köprülü kasabası n ı ayağa kaldı rm ı ştı . Zaptiyeler gel­
meden Yahya, babas ı n ı n filintas ı n ı kapı p fişekliği beline bağ­
lad ı ğ ı gibi dağları n yolu n u tuttu .
İ ki gün kı rlarda, bayı rlarda, ıssız ağaçl ı klarda saklanarak
dolaşt ı . En sonra, k ı r yolunda Nezire adl ı bir kızcağ ıza rastla­
d ı , k ı z ı n babası , onun babası Kerim Efendi'yi tan ı d ı ğ ı ndan
Yahya'yı al ı p dağda kereste biçtikleri yere götürdü. Yahya, ba-
12
ş ı ndan geçenleri anlatt ı . Onun saklanmas ı n ı n gerekliğini anla­
yan Zakir Efendi, Yahya'yı kendi evinde bir süre konuk etti .
Yahya, i nce uzun boylu , kum ral , çok yakışıklı bir Rumeli deli­
kan l ı s ı yd ı . Nezire, evlerindeki bu tehlikeli konuğa hemencecik
gönlünü kapt ı rıvermişti. Yaln ı z , oğlan ı n aşı k olacak zaman ı
yoktu . Bir cinayet işlemişti . Köprülü'nün bütün halden anlamaz
zaptiyesi arkası ndayd ı . Ormanları , kı rları ve köyleri tarayı p du­
ruyor, vızır vızır onu arıyorlard ı .
Yahya'n ı n konukluğu ancak iki g ü n sürmüştü ki , bir sabah
evi n dolayları nda kalabal ı k nal sesleri ve at kişnemeleri işitildi .
Kulağ ı kirişte olan Yahya, hemen filintas ı n ı kaparak evin arka­
sı ndaki ormana dalmaya davrand ı . Zakir Ağa'dan özü r dileye­
rek evden ayrı lacağ ı sı rada Nezire çabucak bir torbaya bol yi­
yecek doldurarak Yahya'n ı n eline tutuşturd u . Sonra, onun ya­
nı s ı ra ormana dek yürüdü ve onu yine görüşmek dileğiyle
uğurlad ı . Ne de kibrit gibi parlayan bir sevgisi vard ı ! Gözlerin­
den yaşlar fışkı rarak Yahya'ya şöyle ded i :
- Ben , seni ölünceye dek bekleyeceğim Yahya !
Yahya, bu çok kötü zamanda kendisine kapı lan bu güzel
kıza ne diyeceğini bilemeden koşarak orman ı n yüksek ve s ı k
ağaçları aras ı nda yitti .
Yahya, dağa ç ı km ı ş bir adam olarak bundan böyle kendi­
sine gereken birçok bilgiyi Zakir Ağa'dan alm ı ştı . Bu bilgilerin
en temellisi Bulgar çeteleriyle S ı rp çetelerinin dağda birbirine
karşı düşmanca davrand ı klarıyd ı . Hem Tü rklere, hem de bir­
birlerine karşı olmaları , Yahya'ya dağda barı nabilmek için ufak
da olsa bir fı rsat payı bı rakıyord u .
Yahya, bir Bulgar öldürdüğüne göre bir S ı rp çetesine s ı ğ ı ­
n ı p can ı n ı kurtarabilird i . Orman ı n derinliklerine bu düşünceyle
dalan Yahya, S ı rp çete reisi Rakoviç'in dolaşt ı ğ ı s ı n ı rlara doğ­
ru ilerledi ve ona rastlamakta da gecikmedi . Yahya'n ı n serüve­
nini dinleyen Rakoviç, onu çetesine ald ı .
Yahya, 1 9 1 O'dan 1 9 1 2'ye dek Rakoviç'in çetesiyle o dağ
sen i n , bu dağ benim dolaş ı p durd u . Artı k, bütün Makedonya'yı
karış karış biliyordu . Bir dağ sıçanı bile onun gözüne çarpma-
13
dan bir deliğe saklanamazd ı . Yaktığı sayısız mermi yüzü nden
keski n bir n işancı olmuştu . Art ı k, kendi baş ı na buyruktu. Şim­
d i , Türklerden meydana getirdiği bir çetesi vard ı . Bununla be­
raber türlü S ı rp çeteleriyle de birlik kuruyor, hep Bulgar çetele­
rin i n karşısı nda bulunuyord u .
Balkan Savaş ı patlayı p da Balkanlarda kan gövdeyi götür­
meye başlad ı ğ ı nda Yahya, hala bir suçlu olarak dağlarda ge­
ziyordu. Yal n ı z , artı k adı n ı n sonuna bir sıfat eklenmişti : Ona
herkes Yahya Kaptan diyord u . Ayd ı n'daki efeler neyse Rume­
li dağları ndaki kaptanlar da oyd u . Bütü n H ı ristiyan ve Tü rk çe­
te reisleri , bu sıfatı ortaklaşa kullan ıyord u .
Yahya Kaptan , S ı rp ordusu karşısı nda kötü duruma düşen
Ku manova'daki Osmanl ı ordusu kumandan ı na S ı rp ordusunu
yenilgiye uğratacak bir ipucu gönderd i . Türk ordusu karşısın­
da bir üstü nlük kazanm ı ş gibi görünen S ı rp ordusu , bozguna
uğramak üzereyd i . Geri çekilmeye haz ı rlan ı yord u . Yapılacak
şiddetli bir sald ı rı ya dayanamayacaktı . Yahya Kaptan, bu bilgi­
sini iki yıl dağlarda S ı rplarla kurduğu i lişkiler dolayısıyla edin­
diği deneylerin son izlenimlerine dayıyord u . Bu, gözleriyle gör­
düğü, yararlan ı l ması gereken çok değerli bir gözlemdi . Ne ya­
z ı k ki kumandan , onun verdiği korku nç bilgiyi kulak arkas ı na
attı ve ona bir sivrisinek vızıltısı kadar önem vermedi .
Osman l ı ordusu çözülmüş, durmadan şehi rleri , kasabala­
rı boşaltarak çekil iyord u . Türk ordusu n u n çekildiği bütü n şehi r­
lerdeki Bulgar az ı n l ı kları , sahi psiz kalan Tü rk ve Müslü manla­
r ı n üstüne atı l ı yor, onları yok etmeye çal ışıyord u . Böylece Türk
ordusu , h ı z l ı akan Vardar l rmağ ı ' n ı n , ortası ndan geçerek ikiye
böldüğü yemyeşil Köprülü kasabası ndan da çekilmiş, arkada
korku nç bir boşluk bı rakm ı şt ı . Bu boşluktan yararlanan yerli
Bulgar örgütleri , hemen Türk ve Müslüman halkı yok etmek
üzere davranm ı ş , kasaban ı n eli silah tutan bütü n Türk delikan­
l ı ları n ı evlerinden toplay ı p boşalan kı şlaya doldu rmuştu . Onla­
rı , kapkara bir ölüm bekliyord u .
Ne var k i Bulgar örgütlerin i şaşı rtan h ızlı bir olay bu toptan
yok etme zevkin i Bulgar hemşehrileri n kursakları nda b ı rakt ı .
14
Kır atı n ı n üstünde tepeden tı rnağa dek silah l ı yirmi iki yaşları n­
da uzun boylu , yakışıklı bir genç adam, atı n ı doludizgin süre­
rek arkası ndaki yüzlerce atl ıyla Köprül ü kasabas ı n ı n uğursuz
bir sessizliğe bürünmüş sokakları ndan geçerek doğru kışlaya
gitti . Bu, Yahya Kaptan'dan başkası değildi . Evleri ne sinerek
kanl ı bir ölüm karnaval ı bekleyen Tü rk ve Müslüman halk se­
vinçten sokaklara döküldü. En kötü duruma düşen Yahya Kap­
tan ' ı n kalabal ı k ailesi sevinçlerin i gözyaşlarıyla y ı kad ı .
Yaln ı z , her kasaba bir Yahya Kaptan yetiştirmediğinden
birçok başka kasaba, yerli Bulgarlar ı n h ı şm ı na uğrad ı . Tık­
veş'te ilk atı l ı mda seksen beş erkeğ i , türlü işkencelerle öldür­
düler. Osmanl ı orduları n ı n boşaltı p gittiği Balkan toprakları n ı
barışçı yollarla paylaşamayan Balkan milletleri , 1 9 1 3 yazı nda
birbirine sald ı rd ı lar.
S ı rplar, Yunan l ı lar ve Romenler birleşerek Bulgarları n üstü­
ne çullandı lar. Balkan Savaş ı ' n ı n ikinci döneminde Yahya Kap­
tan kahramanlar dünyası nda boy vermiş yeni ve genç bir kahra­
man olarak göze çarpt ı . S ı rp ordusunun Bulgaristan s ı n ı r ı ndaki
kasaba ve şehirlerden çekilişi, bozguna benzer bir durum aldı­
ğ ı ndan Yahya Kaptan, boşalan şehirlere doğru seğirten Bulgar
birliklerine dört yüz kişilik çetesiyle karşı durarak, hem onları n
h ı z ı n ı kesti , hem de S ı rp ordusunun toparlanmak üzere vakit ka­
zanmas ı n ı sağlad ı . Burada Yahya Kaptan, Tıkveş ve dolayları n­
daki Bulgar zulmünden Köprülü kasabası na doğru kaçan on
binlerce Türk halkı n ı ilerleyen Bulgar ordusunun karanl ı k heves­
lerine karşı korudu . Köprülü'ye sağ salim ulaşmas ı n ı sağlad ı .
Baluma Deresi kıyı ları nda kaçmakta olan b u perişan i n ­
san y ı ğ ı nları , a k b i r köpüğe benzeyen acar b i r kır at üstünde
çok genç ve çok yakışıklı bir adam ı n arkası ndaki tepeden t ı r­
nağa silah l ı dört yüz kişiyle Bulgar ordusuna karşı gittiğini gör­
müşler ve bu onları n pek çoğu nda silinmez bir anı olarak kal­
m ı ştı . Bunun Yahya Kaptan olduğu n u da öğrenmişlerd i .
Bu genç savaşçı , her a n süngüden v e kı l ı çtan geçirilecek­
leri n i düşünerek geceli gündüzlü kaçan bu u m utsuz insanlara
şöyle demişti :
15
- Korkmayı n ! Siz, Bulgar'dan kaçıyorsunuz. Biz de onla­
ra karşı gidiyoruz. Onlarla dövüşüp sizleri kurtaracağ ız. Oldu­
ğ u nuz yerde kal ı n . Boşuna telaşa kapılmay ı n . İki gün sonra
yerlerin ize döneceksiniz.
Göçmenler, Yahya Kaptan'la adamları n ı n ters yönde git­
mesinden yüreklenmişler, u muda kap ı l m ı şlard ı .
Yahya Kaptan Tikveş'e vard ı ğ ı nda henüz Bulgar ordusu
bu radan epeyce uzaktayd ı . Yerli Bulgarlar, yollara dökü l müş,
Bulgar ordusunu bekliyord u . Yaln ı z bu arada, boş da durma­
yarak bütün göç etmeyen Türkleri bir araya toplam ı ş , Bulgar
ordusu kasabaya girerken bir kurban ayin i yapmaya hazı rlan ı ­
yorlard ı . Yahya Kaptan' ı n kasabaya giriş i , Türkleri boğazlama­
ya haz ı rlanan yerli Bulgarları korkudan titretti. Yahya Kaptan ,
cellatları n başı olan Tasa ile k ı rk beş yard ı mcısı n ı yakalatıp bir
tepenin ard ı nda ku rşuna dizdird i . Hapishanenin kapı ları n ı kır­
d ı rarak boğazlanmayı bekleyen yüzlerce kişiyi de kurtarıp ço­
luk çocuğu nun baş ı n a gönderdi. Tıkveş'te geçici bir h ü kümet
kurarak güvenliği sağlad ı . Sağlam, kagi r bir yapıyı kendine ka­
rargah yapt ı .
*

* *

Balkan Savaş ı ' n ı n ikinci dönemi Türkler için oldukça elveriş­


li bitti . Enver Paşa'n ı n başı nda bulunduğu ordu Edirne'yi olsun
kurtard ı . Yalnız imparatorluğun Avrupa'daki toprakları olduğu gi­
bi ulusal kurtuluş savaşı na kalkan eski sahiplerinin eline geçmiş­
ti . Sı rbistan istediği toprakları hemen hemen ele geçirmişti . Bü­
tün Sı rbistan bayram yapıyordu. S ı rp Kral ı , Yahya Kaptan' ı n sa­
vaş İçinde S ı rp ordularına yaptığı büyük hizmetleri düşünerek
Belgrad Sarayı'na çağ ı rd ı . Onun yüzüne karşı öyle büyük övgü­
ler yaktı ki , Yahya Kaptan ne diyeceğini şaş ı rd ı . Kral , yeni krallı­
ğ ı n en büyük nişan ı n ı kendi eliyle Kaptan' ı n göğsüne taktı .
Yaln ı z Balkanlarda barış kurulup da bir ara birbirleriyle
kanl ı bıçakl ı olan milletler, birbirlerine dostluk ellerini uzatı nca,
Yahya Kaptan' ı n S ı rbistan'daki durumu tehlikeye girdi. Bulgar
halkı , bu İslav düşman ı Türk çetecisinin kan ı n ı istedi . S ı rp Kra-
16
l ı önce biraz direndiyse de son ra Bulgarlar ağ ı r bastı . Yahya
Kaptan bir savaş suçlusu olarak mahkemeye verilmek istendi .
Bunu gören Yahya Kaptan buyruğundaki kalabal ı k milisi dağ ı ­
tarak b i r ayak önce kapağ ı Türkiye'ye atman ı n yollar ını arama­
ya başlad ı . Yağmurlu ve somurtkan bir 1 91 3 Eylül gecesi , k ı l ı ­
ğ ı n ı değiştirerek Sı rp-Yu nan s ı n ı rı na doğru yürüd ü . S ı n ı ra dek
geçeceği bölgeyi karış karış biliyordu. Buralardan uzun yıllar
yüzlerce kez gelip geçmişti . Buran ı n her karış toprağ ı , çetecilik
günlerinden kalma bir an ı s ı n ı taşıyord u . S ı n ı r dolayları ndaki bir
Türk köyünde çetecilik günlerinden tan ı d ı ğ ı bir arkadaş ı n ı n evi­
ne konuk old u . Surda, s ı n ı rı n durumunu inceleyerek geçilmesi
en kolay yeri öğrenmeye çal ışt ı . Konuk olduğu evin oğlu yirmi
bir yaşı ndaki Hasan , önceleri kendi çetesinde çal ışanlardand ı .
O da Türkiye'ye kaçmak istiyord u . B u yüzden i ş daha da kolay­
laşıyord u . Hasan , s ı n ı r çizgisini çok iyi biliyord u . S ı n ı rı nereden
geçeceklerini kararlaşt ı rm ı şlard ı . Ertesi gece, birlikte s ı n ı ra
doğru yollandı lar. S ı n ı rdan geçebilecekleri bir tek geçit vard ı .
Hasan , gündüzün orayı gözden geçirmiş, askerlerce sarı lma­
mış olduğunu görmüştü . Yahya Kaptan' ı n ortadan toz olmasıy­
la kaçtığı anlaşılmış, bütün Yunan-Sı rp s ı n ı r ı , kalabal ı k asker
birlikleriyle kontrol alt ı na al ı n m ıştı . Yahya Kaptan'la Hasan or­
manda birer geyik ü rkekliği ve birer kurt yiğitliğiyle ilerleyerek
geçite yaklaştı lar. Geçitin ağzı ndaki açı kl ı kta bir manga S ı rp
askerinin silah çatm ı ş beklediğini görünce duraklad ılar.
Hasan, şaş ı rm ı ştı :
- Kaptan, bu sabah buras ı n ı kontrol etmiştim . Bunlar
yoktu . Bugün gelmiş olacaklar. Şimdi ne yapacağ ız?
Yahya Kaptan, bu askerleri burdan uzaklaşt ı rabilmek üze­
re bir çeteci düzeni düşündü . Bunlar, uzaklaşmad ı kça burdan
Yunanistan'a geçemeyeceklerd i .
- Hasan, ded i , geçidin solundaki şu s ı rttan g i d i p Yunan
bölü m ündeki Yetim yerine varabilir misin?
- Ben , buraları çok iyi biliri m , çı karı m .
- Öyleyse, bunları buradan uzaklaştı rmak için yapacağ ı n
tek şey, buradan karşı ki s ı rta varı nca tepeden aşağ ı taşlar yu-
17
varlamak ve hemen geçidin sonuna doğru seğirterek uzaklaş­
makt ı r. Bu andaval l ı lar gürültünün geldiği yana giderler, ben
de oradan geçer, seni geçidin sonunda bekleri m . Başka za­
man olsa bunları susturmak on dakikal ı k iştir, ama buradan
sessizce geçmek gerek.
Hasan, buyruğu al ı r almaz Kaptan' ı n yan ı ndan uzaklaşa­
rak ağaçlar aras ı nda yitti. Gökyüzü ince bir bulut örtüsüyle
kapl ıyd ı . Hafif bir ay ı ş ı ğ ı geceyi zifir gibi olmaktan kurtarıyor,
i nsan k ı m ı ldayan gölgeleri görebiliyord u .
Yahya Kaptan, b i r ağacı n arkas ı na sinmiş, elindeki taban­
casıyla bekliyord u . Aradan on - on beş dakika geçmişti ki kar­
şı bayı rdan kocaman taşlar, kayalar ve ağaçlara çarparak bü­
yük bir gürültü ile yuvarlanmaya başlad ı .
S ı rp askerlerinden hiç gözü nü ayı rmayan Yahya Kaptan
bu gürültü üzerine tüfeklerini kaptı kları gibi gürültü n ü n geldiği
yana doğru koşmaya başlad ı kları n ı görd ü . Hemen çeteci
ad ı mlarıyla geçide daldı ve ilerled i . Bu sı rada Kaptan' ı n hiç is­
temediği bir şey old u . Askerler, kayaları n yuvarland ı ğ ı s ı rta
doğru koşarke n , rastgele kurşun atmaya başlad ı lar. Yahya
Kaptan , geçidi n yarı yerine varm ı ştı , Hasan da hemen ona ye­
tişmek üzereyd i .
S ı rp toprakları ndan gelen silah sesleri , Yunan sı n ı r nöbet­
çilerini de uyarm ı ştı , onlar da o yana doğru rastgele silah atı ­
yorlard ı . B u karş ı l ı kl ı silah atı l ı ş ı , Yahya Kaptan'la Hasan ' ı n
daha çok işine yarad ı . S ı n ı rı biraz gürü ltülü d e olsa tereyağ ı n ­
d a n kıl çeker g i b i geçerek ilerde buluştular v e koşar ad ı m b u
belal ı yerden uzaklaştı lar. Olay yerinden öyle uzaklaşmışlard ı
k i şimdi silah sesleri çok silik geliyord u .
Bütün gece yol alarak Hasan ' ı n Yunan toprağ ı ndaki ka­
y ı n pederin i n köyüne gün ı ş ı rken vard ı l ar. Burada birkaç saat
dinlenerek Selanik'e doğru yola ç ı ktılar. Selanik'e de kazasız
belasız vard ı lar. Kaptan orada kendisinin bütün yaptığı işleri
bilen Haşim adl ı birine konuk old u . O da sonradan Enver Pa­
şa'n ı n , amcası ve Altı ncı Ordu Kumandan ı Halil Paşa'n ı n bir
içten tan ı d ığ ı n ı bularak Kaptan' ı tan ı şt ı rd ı .
18
Yahya Kaptan' ı n yapt ı ğı işleri bütün İttihatçı kodamanlar
biliyord u . Halil Paşa, Yahya Kaptan' ı n İstanbul'a kaçmak üze­
re Selanik'te bulunduğunu anlar anlamaz hemen ilgilend i . Yu­
nan polisi de Kaptan'ı yakalayı p S ı rp hükümetine vermek üze­
re s ı kı bir biçimde arayadursun , Halil Paşa'n ı n çabasıyla Yah­
ya Kaptan 1 9 1 3 yı l ı n ı n sonlarına doğru bir İtalyan vapu runa bi­
nerek İstanbul'a yolland ı .
*

* *

Yan ı nda Hal i l Paşa'n ı n bir çağrı ve sal ı k mektubu bulu nan
Yahya Kaptan rıhtıma gelir gelmez, bunları n yard ı m ıyla kolay­
ca karaya çıktı . Polisin yard ı m ıyla Sirkeci otellerinden birinde
dinlenmeye başlad ı . İlk kez İstanbul'a geliyord u . İlk kez, mem­
leketin büyük adamlarıyla karşılaşacağ ı için heyecanlıyd ı .
Gerçekten d e Halil Paşa, yaverini gönderip onu otelden aldı r­
makta geç kalmad ı . Halil Paşa, bu boylu boslu , yakış ı kl ı , ars­
lan gibi genç adama hayranl ı kla baktı , sonra onu en içten duy­
gularla bağrı na bastı .
- Hoş geldin Kaptan ! ded i . l rkdaşlar ı m ı z ı n canları n ı ko­
rumak ve Bulgarları n zulmünden kurtarmak için Rumeli'de
gösterdiğin yüreklilik ve fedakarl ı k örnekleri övgüye değer.
Bunları burada ad ı m ad ı m izledik. İ nşallah bundan sonra da
memleketimize daha yararl ı hizmetler yapars ı n . E nver Paşa
da seni görmek istiyor. Şimdi bir süre dinlen. Uygun bir zaman­
da onunla da görüşürs ü n .
- Bana karşı gösterdiğiniz ilgiye çok teşekkür ederim , pa­
şam . Daha çok S ı rplar ı n kışkı rtmasıyla Yunan l ı ları n sıkı izle­
mesine uğrad ı ğ ı m bir s ı rada sağ l ı ğ ı n ızla Selanik'te Haşim
Bey'in beni korumak uğruna büyük tehlikelere girmesin i n ve
Selanik'ten ayrılmam uğrunda sizin gösterdiğiniz ilginin min­
nettarıy ı m . Bu minnet borcumu ödeyebilmek uğruna istediğini­
ze uygun olarak, memleketime yararl ı olmaya çal ı şacağ ı ma
güvenebilirsiniz.
Yahya Kaptan, Selanik'e dek gelmiş olan karısıyla, doğu­
şunu görmediği küçük kızı n ı çok merak ediyordu Haşim Bey,
19
ona bir babal ı k daha yaparak, gelişinden yirmi gün son ra karı­
s ı yla kızı Fikriye'yi istanbu l 'a gönderd i . Kaptan onları Çarşam­
ba semtinde kiralad ı ğ ı bir eve yerleştirdi . Art ı k mutluyd u . Hem
kah raman olarak tan ı nan bir adamdı , hem de anayurda gele­
bilmiş, karısına ve çocuğuna da kavuşmuştu.
Birinci Dünya Savaşı patlad ı . E nver Paşa kendi buyruğun­
daki "Teşkilatı Mahsusa" adl ı sabotaj ve karşı casusluk örgütü­
nü kurd u . Yahya Kaptan, bu örgütü n temel direklerinden biri ol­
mak üzere hemen akla geld i . Bir gün Merkez Kumandan l ığ ı n­
dan inzibat subayı Yüzbaşı Hamdi Bey, Kaptan' ı n Çarşam­
ba'daki evinin kapısı n ı çaldı . Onu Harbiye Nezareti'nden isti­
yorlard ı . Ertesi g ü n Merkez Kumandan l ı ğ ı na giden Kaptan,
Yüzbaşı Hamdi Bey aracı l ı ğ ı yla Enver Paşa'n ı n yaveri Müm­
taz Bey'i buld u . Yaver baklayı ağzı ndan çı kard ı . Kaptan' ı En­
ver Paşa görmek istiyord u .
Mümtaz Bey, Yahya Kaptan'ı yan ı na alarak doğru Harbiye
Naz ı rı Enver Paşa'n ı n katına çı kard ı .
Enver Paşa:
- Hoş geldin Kaptan , ded i . Sizi çoktan beri görmek ve ta­
n ı mak isterd i m . Makedonya'daki çal ı şmaları n ı ve yürekliliğini
tebrik ederim . Tikveşli Adem Baba da senden bana çok söz et­
ti . Şimdi artı k anayu rtta bu lunuyorsun. Yu rdun bir evlad ı olma­
n ı z dolayısıyla bu rada da h izmetlerinizi sürdüreceği n ize inan ı ­
yorum . Sana yakı nda b i r görev vereceğiz. Öyle san ıyorum ki
bu görev için otuz-kı rk kişilik bir topluluk gerekseyeceksin.
Şimdiden arkadaşları n ı bulmaya çal ı ş . Yaln ı z bunları n tecrü­
bel i kişiler olması gerektir.
- Bana karşı gösterdiğiniz içtenliğe çok teşekkür ederi m .
Buyruklar ı n ı z ı harfi harfine uygulamaya bütün varl ı ğ ı mla çal ı ­
şacağ ı m .
Görüşme burada bitmişti . Yahya Kaptan art ı k çok tehlike­
li u lusal bir sabotaj örgütü nün maaş l ı üyesi olmuştu . Teşkilatı
Mahsusa' n ı n reisi Süleyman Askeri Bey'le ayrıca görüşerek
görevinin türü n ü öğrend i . Toplad ı ğ ı arkadaşlarıyla türlü haz ı r­
l ı klarda bulunmak üzere Rami dolayları nda halkı göçtürülmüş
20
Küçükköy buyruğuna verildi . Giden Rumları n yerine bu raya
Balkan göçmenleri yerleştirilmişti . Bununla birlikte Yahya Kap­
tan ' ı n haz ı rl ı kları için burası çok uygun bir yerdi. O bu rada
adamları na yeni bir sürü sabotaj usullerini öğretir ve nişancı l ı k
için on binlerce mermi yakt ı r ı rken , b i r g ü n Süleyman Askeri
Bey'in buyruğu ile Bulgaristan üzerinden S ı rbistan'a gitmek
üzere yola çı karı ldı .
Yahya Kaptan , yan ı ndaki çetecilerle Bulgar h ü kümetinin
bilgisi altı nda, Bulgaristan s ı n ı r ı n ı aştı , Sofya'ya vard ı . Art ı k
Osman l ı , Bulgar v e Alman devletleri savaşta birlik kurmuşlar­
d ı . Bu yüzden S ı rbistan'da sabotaj yapacak olan Yahya Kap­
tan ' ı n çetesi , Sofya'da dostça karşılanarak Vitoşa Dağ ı etekle­
rindeki bir çiftlikte kon u k edildi . Yahya Kaptan, Tü rk Genelku r­
may ı n ı n buyruğuna göre S ı rbistan toprakları içinde kalan Gü­
ney Makedonya bölgesinde iş görecekti .
Bir hafta çetesiyle çiftlikte dinlendikten sonra bir Bulgar kı­
lavuzun yard ı m ıyla bir gece çetesinin baş ı nda yola ç ı ktı ,
Uzun ve yorucu bir dağ yolculuğu yapan çete, Bulgar-Sı rp
s ı n ı r ı nda, Usturumca (Ustrumca) dolayları nda bir köye vard ı .
Burada Yahya Kaptan'ı Bulgar gizli örgütünden Milan karşı la­
yarak köyün dolayları nda bir yerde dinlenmeye götü rd ü .
Yahya Kaptan çetesi , buraya d e k elleri n i kolları n ı sallaya­
rak silahsız ve haz ı rl ı ks ı z gelmişti . Milan ertesi g ü n , Kaptan'la
buluşarak gereken silahşor ve gereçlerin listesi üzerinde bilgi
ald ı ktan sonra bunları çabucak getirip Kaptan' ı n buyruğuna
verd i . Yine tepeden tı rnağa silahlanarak tam birer Makedonya
çetesi kı l ı ğ ı na giren çeteciler, s ı n ı rı geçmek üzere Bulgar hü­
kü metinden buyruk beklemeye başlad ı lar. Geçecekleri Bulgar­
S ı rp s ı n ı r ı , her iki yanl ı olarak Bu lgar ve S ı rp askerleriyle örtül­
müş gibiyd i . Buradan hiç bir s ı z ı ntıya meydan vermeden geç­
mek gerekiyord u .
Yahya Kaptan çetesi tam iki gün sab ı rs ızca bekledikten
sonra geçiş buyruğu geld i . Yağmur bulutlarıyla örtülü bir gök
altı nda bir gece yarısı sarp ve orman l ı k bir bölgeye doğ ru yü­
rüyüşe başlad ı . Çok çetin bir geçişe haz ı rlan ı yorlard ı . Çakalla-
21
rı n ekeleri , uzaktan uzağa tiz ulumalarıyla birbirine sesleniyor­
lard ı . Çakal sesleri bir yana yer gök, kapkara, korku nç bir ses­
sizlik içindeyd i .
Biraz son ra da beklenen yağmur, zarars ız b i r çisenti ola­
rak başlad ı . Artık, tam geçit yerindeydiler. Onları n varl ı ğ ı n ı se­
zen yaban domuzları homurdanarak çatakları n kuytuları na
doğru uzaklaş ıyorlard ı .
Yahya Kaptan bütü n çarpışmalarda e n gözü pek ve tecrü­
beli arkadaş ı olan H i m met Çavuş'a seslendi :
- Himmet Çavuş, müfrezenin yarı s ı n ı al , hemen tek s ı ra
olarak yü rüyüşe geç. Ben geride kalanlarla arkandan geliri m .
Kararlaştığ ı m ız yere varı nca yan ı nda çakal sesini çok i y i taklit
eden Murad ' ı n üst üste çı karacağ ı iki çakal sesini işitince yo­
l u n açı k olduğ u n u anlar, sana ulaşarak yolumuzu sürdürürüz.
H i mmet Çavuş daha önce bu raları gü ndüz gözüyle ve
g ü nlerce gözetlemiş, bir kez s ı n ı rı bile geçip geri dönmüştü .
Adamlar ı n ı al ı p s ı n ı ra doğru yolland ı ktan bir saat sonra,
S ı rp toprağ ı ndan üst üste keski n ve tiz iki çakal ulu ması yan­
kılanarak geld i . Parolan ı n verilmesi üzerine Yahya Kaptan da
müfrezenin geri kalan ıyla ilerledi ve hiç bir olaysı z H i m met Ça­
vuş'un kendileri n i beklediği yere vard ı .
Yaln ı z b u bölge son kerte tehlikeliyd i . Bu ndan dolayı bir
ayak önce buradan uzaklaşmak gerekti . Yarı m saatlik sıkı bir
yürüyüşten sonra teh l i keli bölgeyi arkada bı raktılar. Yahya
Kaptan sabaha karşı müfrezesiyle, eskiden cirit oynad ı ğ ı yer­
ler üzerinde bulunan Narl ı Türk köyüne vard ı . S ı n ı rı geçtikle­
rinde hemen yola çı kard ı ğ ı Himmet Çavuş bu rada kendileri n i
bekliyord u . Köyden biraz ötedeki değirmenle i k i dağ evine yer­
leşerek yorgunlukları n ı çı karmaya çal ı ştılar. Bu ndan sonra
bombalar, di namitler ve kurşu nlar konuşacaktı .
Yahya Kaptan, Narl ı köyü nde mola veren eratı dinlenme­
ye bı rakarak iki gün du rmadan en ivedi ve en gerekli bilgi ile
haberleri toplayarak planları n ı i nceden i nceye tasarlad ı .
Bir akşamüstü , eratı toplayarak onlarla şöyle bir konuşma
yaptı :
22
- Arkadaşlar, üzerimize ald ı ğ ı m ız görev çok önemlidir.
Bu işten i nşallah , yüzümüzün akıyla ç ı karı z. Bu işte sizlerin
yüreklilik ve dayan ı kl ı l ı ğ ı n ıza güveniyoru m . Yu rdun sizden hiz­
met beklediği şu sı rada bütü n fedakarl ı kları n ı z ı göstereceğini­
ze inan ıyoru m . Ald ı ğ ı m son haberlere göre çal ışma alan ı m ı z ı n
içinde bulu nan v e düşman ı n can damarı olan kilit yerleri i l e bu
arada Vardar ı rmağ ı üzerindeki iki köprüyü dinamitlemek pla­
n ı m ı z ı n ilk aşamas ı d ı r. Bundan dolayı iki köprüyü uçu rmak
üzere yap ı lacak iki bask ı n ı da ayn ı zamanda yapmak zoru n­
dayız. Müfrezenin bir bölümünü Himmet Çavuş olarak Krivo­
lak Köprüsü'nü uçuracak, ben de Gevgeli dolayları ndaki de­
miryolu köprüsünü atmaya çal ı şacağ ı m . Dönüşte buluşma ye­
ri miz yine bu ras ı d ı r. Bu görevleri yerine getirebilmek uğruna
önümüze çı kacak her türlü engeli yı kacağ ı z . Yaln ı z bu işlerin
elden geldiğince sessiz yapı lmas ı na ve hiçbir iz b ı rakı lmama­
s ı na çabalayacağ ız. Allah yard ı mc ı m ı z olsun . Yolunuz açı k ol­
sun, arkadaşlar.
Yahya Kaptan müfrezesi o gece buluşma yerinden ayrı la­
rak karan l ı ğ ı n içinde tehlikeleri n gözüne doğru ilerled i .
Krivolak Köprüsü 'yle demiryolu köprüsünü atabilmek uğ­
runa bir hafta harcayarak döndüler. İlk ad ı m başar ı l ı olmuştu .
Hepsi , sevinç içindeyd i . Şimdi , İstanbul hükümeti onları n ba­
şarı s ı n ı elbette öğrenmişti .
Mu rat Kaptan'a:
- Ağabey, ded i . Düşmana indirdiğimiz bu ilk darbe çok
ans ı z ı n ve şaş ı rtıcı old u . S ı rplar sizleri izlemek için adamak ı l l ı
haz ı rl ığa başlad ı lar. Sizlerin Tikveş dolayları ndaki ormanlara
döndüğü n üzü ve o yana savuştuğunuzu san ıyorlar. Bu yüzden
Valandova dolayları ndaki büyük cephaneliklerin çevresinde
henüz iyi bir tertibat al ı n mad ı ğ ı şu sı rada bunlar uçurulabi l i r.
Cephaneliklerin yerlerin i ve dolayları n ı koruyucu ları n bulun­
dukları yerleri gösteren bir plan tasarlad ı m . Buyurun siz de in­
celeyin . Vakit geçirmeden bu işi hemen yapabiliriz.
Kaptan plana şöyle bir göz att ı . Gerçekten de i nceden in­
ceye düşünü lerek yap ı l m ıştı . Çok işe yarayabilird i . Hemen işe
23
başlamak üzere davrand ı . Çok yalvard ı ğ ı ve direttiği için Mu­
rad ' ı da baskı na götü rmek üzere yan ı na ald ı .
Cephaneliklerin bulunduğu yere vard ı klarında ormanları n
içi ayd ınlanmaya başlam ıştı . Doğru cephaneliklere sald ı rd ı lar.
Müfrezenin bir bölü m ü , nöbetçileri kurşun ve bombalarla uğ­
raştırıyor, geri kalanlar da cephaneliklerin kapı ları n ı kırıp ateş­
lemeye çal ışıyorlard ı . Cephanelikleri ateşler ateşlemez koşar
ad ı m olay yerinden uzaklaşarak ormanlara dald ı l ar. Cephane­
liklerin gök gürü ltüsü n ü and ı ran patlamaları uzak köyleri ve
kasabaları uykusundan uyand ı r ı rken Yahya Kaptan müfrezesi ,
bu yeni başarı n ı n sevinciyle uçarak karargaha yaklaşıyor, ha­
la uzaktan uzağa sürüp giden patlamaları dinliyorlard ı . Karar­
gaha döndüklerinde bile patlamaları n ard ı kesilmemişti .
S ı rp hükü meti , bu cephanelik olayı ile sabotaj işinin çok
ağ ı rlaştığ ı n ı anlam ı ş , dağ ı taşı askerle taramaya başlam ışt ı .
Tehlike h e r a n müfrezenin burnunun dibine dek gelip gidiyor­
d u . Yahya Kaptan, bunun üzerine düşman ı şaş ı rtmak ve ilgisi­
n i buradan uzaklaştı rmak üzere bir çare düşünd ü . M üfrezenin
çoğunluğu pusmuş olarak dinlenir ve boş günler geçirirken,
ondan ayrılan ufak bir grup otuz kilometre ötedeki bir başka
bölgeye dek uzand ı ve orada dikkat dağ ıtıcı ufak tefek olaylar
çı karmaya çal ıştı .
Cephanelik baskı n ı n ı n plan ı n ı tasarlayan ve buna katı lan
M u rat, Yahya Kaptan' ı n gözünde birdenbire önem kazanm ı ştı .
Okumuş, yürekl i , temiz bir çocuktu . Kaptan'a da ölesiye bir
bağ l ı l ı k gösteriyord u . Bir sabah Kaptan'a yaklaşarak, çocuklu­
ğ undan beri seviştiğ i Zel iha ile evlenmek üzere olduğunu söy­
leyerek, köyde yapılacak düğüne mutlaka müfreze ile birlikte
gelmesi için yalvarı p yakard ı . Murat, Narl ı köyünden zengi n
Kaz ı m Ağa'n ı n oğluyd u . Kaz ı m Ağa, Yahya Kaptan müfrezesi­
nin bu bölgedeki dayanakları ndan biriyd i . Bunca değerli olan
bu baba ve oğul için i nsan yal n ı z olsa ateşe atı l ı rd ı . Fakat or­
tada bir devlet ve millet görevi vard ı . Yahya Kaptan' ı n müfre­
zesiyle düğüne gitmesi, korkunç bir tehlike yaratabilird i . Şun­
dan ki , bu düğüne o dolayları n S ı rp hükü met sorumluları da
24
gelebil i rd i . S ı rp yöneticileriyle jandarmaları , bu düğünü boş bı­
rakmaz, hiç olmazsa içip eğlenmek üzere gelebilirlerd i . Bu
yüzden de müfreze düğüne gidemezd i . M u rat evlendikten son­
ra yine müfrezeye katı labil i rd i .
Yahya Kaptan, M u rad'a bunları anlatarak kendisi v e müf­
rezesi adı n a ona mutluluklar dileyerek işi tatl ı ya bağlad ı . Yirmi
üç yaşı nda, uzun boylu bir erkek güzeli olan M u rat, Yahya
Kaptan'dan ayrılarak düğünün haz ı rl ı ğ ı için Narl ı 'ya gitti .
*

* *

- Kaptan ı m biraz kalkar m ı s ı n ? M u rat çok perişan du­


rumda, seni görmek istiyor.
Bütün müfreze, nöbetçileri n d ı ş ı nda derin uykulardayken
H i mmet Çavuş, Yahya Kaptan' ı d ü rterek uyand ı rd ı . Gece yarı­
sı bu uyand ı rı ş ı n bir tehlike anlam ı na geldiğini bilen Kaptan ,
giynekleriyle yatm ı ş olduğundan gözlerin i ovuştu rarak yerin­
den fı rlad ı .
- Çabuk gelsi n !
Mu rat geld i .
- Ne old u , çabuk söyle Murat?
- Perişan hal i m i görüyorsun Kaptan ı m . Şu gavu rlar be-
nim mutluluğumu yok ettiler. Ben art ı k yaşayamayacağ ı m .
M u rat, elleriyle yüzünü kapayarak oraya yığ ı l ı r gibi çöktü .
- Murat, kendine gel oğl u m . Çabuk anlat ne oldu?
M urat duru m u anlatt ı . Kaptan' ı n düşündükleri olduğu gibi
çıkm ı ştı . Hatırı say ı l ı r zengin bir adam olan Kaz ı m Ağa' n ı n evi­
ne on kişilik adam ıyla Jandarma kumandan ı da gelmişti . Ge­
reğinden çok içki içen jandarma kumandan ıyla adamları , geç
vakit cıvıtmaya, hediye takmak üzere geli n i n karş ı ları na çı ka­
rılmas ı n ı istemeye başlam ışlard ı . Türk geleneğine göre, gelin,
düğün bitmeden hiçbir erkeğe gösterilemezd i . Kaz ı m Ağa, bu­
nu söylemişse de dinletememişti. Jandarma yüzbaşısı zilzur­
na sarhoş olarak kalk ı p kad ı nlarla dolu gelin odas ı na g i rmek
istemiş ve :
- Gelini ç ı karı n , mutlaka göreceği z ! diye diretmişti.
25
İşin bu kerteye geldiğini gören M u rat, içerden mavzerin i
alarak Yüzbaşıyı b i r kurşunda yere sermişti . Yüzbaş ı n ı n yan ı
başı ndaki iki kişiyi daha yere seren M u rat, köy halkı n ı coştu r­
muş, öbür köy erkekleri de geri kalanları n üstü ne atı larak hep­
sini linç etmişlerd i .
Bu sı rada: "Murat vuruld u ! " diye bir ş o m ağ ızl ı n ı n rastge­
le söylediği bir söz üzerine Zeliha, çılgı nlar gibi gelin odas ı n ­
d a n dışarı fı rlam ış, bir mezbahaya dönen v e hala kurşunlar
atı lan evin içinde S ı rp jandarmaları ndan biri n i n körlemeden
savurduğu bir ku rşunla vuru larak kanlar içinde yere serilmiş,
hemen de ölmüştü .
M urat' ı n ağlayarak anlatt ı ğ ı bu acıklı olay üzerine Yahya
Kaptan, bütün müfrezeyi al ı p Narl ı 'ya koştu . Köylü kad ı n lar
h ı çkı rarak ağl ı yor, ev halkı dövün üyor. Kaz ı m Ağa ne yapaca­
ğ ı n ı şaş ı rmış , savaş meydan ı na dönen evin içinde dolaş ı p du­
ruyordu. Bütün köy halkı sokaklara dökülmüş, lanetler, sövgü­
ler yağd ı r ı p duruyord u . Bu bir şey değildi. S ı rp hükü meti , jan­
darma yüzbaş ı s ı yla jandarmaları n kan ı n ı köyden istemeye
kalkt ı ğı nda iş daha çok sarpa saracakt ı .
Yahya Kaptan üzü ntüde n , korkudan ne yapacağ ı n ı şaş ı ­
ran köy halkı n ı avutucu birkaç güzel söz söyledikten sonra Ka­
z ı m Ağa'yla birlikte bütü n köy ileri gelenlerini toplad ı .
- Ben şimdi S ı rpları n ölü leri ni al ı p götüreceği m . Biriniz
gidip S ı rp karakoluna haber verin . Karakola gidin ve deyin ki :
- Eşkıyalar gelip köyümüzü bast ı . Yüzbaşı ve maiyeti ni
pusuya düşürüp öldürdü ler. Ölülerini al ı p götü rdüler.
- Böylece onlardan hem öç alm ış olursunuz hem de bu
olay yüzünden Sı rplardan göreceği n iz zulüm ve işkenceden
ku rtu lmuş olursu nuz, ded i .
Yahya Kaptan, olay yerinde daha çok kalmayarak S ı rpla­
rın ölülerini yüklenen müfrezesiyle oradan uzaklaştı .
Arkadaşları , M u rat'a çok acıyor, onu avutmak uğruna elle­
rinden geleni yapı yorlarsa da çocuk tam anlam ıyla perişand ı .
Arkadaşları n ı n arası nda bir uyurgezer gibi dolaş ı yor, yemiyor,
içm iyordu. Zeliha's ı n ı n uzun yı llar süren sevgisi, kolayca unu-
26
tulacağa benzemiyord u . Y ı llarca süren mutluluk isteklerinin ve
düşlerinin böyle gerçek olmas ı na k ı l gibi bir zaman payı kal­
m ışken genç kızın birdenbire yaşayanlar arası ndan çıkıp git­
mesi , Murana korku nç bir sars ı ntı meydana getirmişti . Bunun
da çabuk geçmesi beklenemezd i .
Yahya Kaptan , S ı rp subayıyla jandarmaları n ı n ölüleri n i ta­
şıtıp ormana gömdürdükten sonra arpacı kumrusu gibi düşün­
meye başlad ı . Şu ndan ki : Narl ı köyü Tü rklerinin öldürdüğü
bu nca jandarman ı n katili olarak S ı rp hükümeti , kendisini kova­
lamaya başlayacaktı . Bu kovalayış çok büyük asker gücüyle
yap ı labilird i . Bu ndan dolayı da en büyük tehlike birdenbire hiç
hesapta yokken burunları n ı n dibine dek gelmişti . Gerçekten
de adamları ndan ald ı ğ ı haberlere göre tam gereçli bir S ı rp ta­
bu ru , onları aramak üzere bu yana doğru yürüyüşe geçmişti.
Ne olacaksa bu yirmi dört saat içinde olacakt ı . Elindeki
cephane uzun süre dayanacak sayıda değild i . Yıld ı r ı m gibi
davran ı p bir iş yapabilirse yapacak ve sonra hemen sıvışıp
Bulgar s ı n ı rına atlayacaktı . Plan ı n ı tasarlad ı . S ı rp tabu run u n
yürüyüş yönü n ü öğrenmişti . Hiç vakit geçirmeden müfrezesini
alarak Narl ı 'dan ayrı ldı . Müfreze sıkı bir yürüyüşten son ra sık
ormanlarla kapl ı yalçı n bir kayal ığa tı rmand ı . Bulutsuz, ı l ı k bir
ilkbahar günüyd ü . Yahya Kaptan elindeki dürbünle bu yüksek
ve egemen doruktan uzakları görebiliyord u .
Çok uzaklardaki Makedonya'n ı n ü n l ü Kaymakçalan Dağ ı ,
karl ı başıyla yeşil ve mor renkler ortası nda yükseliyord u . Onun
eteklerinden başlayan mavi ormanlar, beriye doğru ayd ı nlana­
rak ve yeşilleşerek geliyord u . Üzerinde bulundukları tepenin
hemen eteklerinden de yemyeşil ve dümdüz Gevgili Ovası
başl ı yord u . Onun ortası ndan plati n rengindeki Vardar ı rmağ ı
uysal uysal v e tatl ı kıvrı m larla akıp gidiyordu .
Müfrezenin bu l u nduğu tepeden ovaya inen etekler de s ı k
meşe v e gürgen ağaçlarıyla örtülüyd ü .
Yahya Kaptan böylece doğal g üzelliklerin v e türlü düşün­
celerin etkisi altı nda düşman ı bekleyip duru rken birdenbire
dürbün ü nde kı m ı ldayan bir karı nca dizisi görü r gibi oldu . Evet,
27
bu uzaklarda, ovan ı n yeşilliği içinde ilerlemekte olan izleyici
S ı rp taburundan başkası değildi. Hemen müfrezeyi tepenin ile­
risinde bir boğaz gibi açı lan ve ortası nda bir düzlük meydana
gelen yerin çevresinde mevziye soktu . Yaln ı z boğazı n her iki
yan ı na daha az erat yerleştirerek merkezdeki düzlüğe çoğun­
luğu yerleştird i .
İzleme tabu run u n boğaza dek gelebilmesi tam i k i saat
sürd ü . Tabur, gerçekten de Yahya Kaptan' ı n hesaplad ı ğ ı gibi
gelip boğaza girdi ve hafif düzlüğe dek sokularak tam anlam ı y­
la pusuya düştü . Yahya Kaptan' ı n verdiği işaret üzerine ateş
başlad ı . Müfreze, taburun üzerine yukarıdan el bombalar ı n ı
savuru rken b i r yandan d a piyade tüfekleri v e makinalı tüfekler­
le onu biçmeye çal ı ş ı yord u . Tabur, o denli tertibatsı z ve s ı k ı ş ı k
gelmişti k i savaş düzenine geçemiyor, karmakarışık, ç i l yavru­
su gibi dört yana dağ ı larak ölümden kurtu lmaya çal ı ş ı yord u .
Kurşunu yiyen mekare (mekkare) hayvanları , bu cehennem­
den kurtulabil mek üzere önüne geleni çiğneyerek ovaya doğ­
ru kaçmaya çabal ı yord u . M üfreze eratı , bombalarla, makinalı
tüfek ateşi n i daha çok insan ve hayvan kümelerine doğrultu­
yor, böylece daha çok öldürüyor ya da yaral ı yord u . Kaptan bir
ara bakt ı . Murat, hiç baş ı n ı saklamayı gereksemeden du rma­
dan ateş ediyor, her attığ ı n ı da mutlaka vuruyord u . Onun :
- Yere yat !
Uyarmas ı n ı işitmiyordu bile.
Taburdan kendini toparlayıp mevziye girenler de durmadan
müfrezeye ateş etmekteydi . Ne var ki ansızın yakalandı kları n­
dan ağ ı r ve yeğnik makinal ı tüfeklerini kurup çal ıştı rmayı başa­
ramam ışlard ı . Karş ı l ı kl ı ateş akşam karanlığı bas ı ncaya dek
sürd ü . Karanl ı k büsbütün çökünce taburun sı kıştığı yerden hiç­
bir silah sesi gelmez old u . Yalnız, yaral ı düşman askerleri , ya­
ral ı atlar ve katı rlar acı klı acıklı inliyorlard ı . Ölüm kertesinde ya­
ralanmayan ya da hiç yaralanmayan düşman askerleri kaçıp
gitmiş, bütün ağ ı rl ı ğ ı , ölüleri ve yaralı ları orada b ı rakmı şlard ı .
Kaptan, müfrezeyi alarak düzlüğe i nd i . Taburun hemen
yarısı yerde yatıyord u . Yahya Kaptan, sağ kalan arkadaşlarıy-
28
la mevzileri dolaştı . M urat' ı n bir tümseğ i n arkası nda kı m ı lda­
maks ı z ı n yatt ığ ı n ı gördü ; ona doğru koştu.
H i m met Çavuş arkas ı ndan :
- Aman Kaptan , biz onu al ı rız, siz geri dön ü n ! diye bağ ı r­
d ı ysa da bu s ı rada yaral ı S ı rp askerlerinden birinin attığı bir
kurşun Kaptan' ı n omuzunu sıyı rarak geçti .
Kaptan, omzunda bir yanma duyd u . Murat' ı n yan ına var­
d ığ ı nda bu yanma, derin bir sızlama biçimini ald ı . O zaman ,
yaraland ı ğ ı n ı anlad ı . M u rat' ı arkadaşları çabucak oradan al ı p
tehlikesiz b i r yere götürdüler. Müfreze de birçok yaral ı v e ölü
vermişti . On iki şehit, on iki de yaral ı vard ı . Burada bir dakika
bile kalmak tehlikeliyd i . Yaral ı ları da birlikte alarak Bulgaristan
s ı n ı rına doğru çekildiler. Bulgar toprağ ı nda onları seğirtken
araçlarla Sofya'ya götürdüler. Kaptan ve arkadaşları on beş
gün bir asker hastanesinde tedavi gördükten sonra Sofya- İs­
tanbul trenine bindiler ve İstanbul'a yolland ı lar.
Yahya Kaptan İstanbul'a vard ı ğ ı nda, Güney Makedon­
ya'da yaptı kları başarı l ı sabotajları , bütün sabah gazeteleri n i n
"Valandova olaylan " başl ığ ıyla yazd ı kları n ı öğrend i . Bu haber­
lerde Vardar ırmağ ı üzerindeki iki köprünün uçurulduğu, cep­
haneliklerin patlatıldığ ı , bir tabur S ı rp askeri nin pusuya düşü­
rülerek yok edildiği bildiriliyord u .
*

* *

I rak Cephesi'nde Altı ncı Ordu Kumandan ı Halil Paşa, İ n -


g i l i z ordusuna karşı oldukça başarı l ı savaşlar vermekle birlik­
te, gezginci Arap aşiretleri , İngiliz alt ı n ları n ı n hakkı n ı tam ola­
rak vermek üzere Türk ordusu nun ikmal yolları n ı baltalay ı p du­
ruyorlard ı . Halil Paşa, çetecilere karşı ancak çetecilerle karşı
konacağ ı n ı düşünerek Enver Paşa'dan Yahya Kaptan çetesin i
istedi . Yahya Kaptan, Sı rbistan'dan döneli henüz ü ç ay olmuş­
tu . Eski Rum köyü olan Rami'deki Küçükköy'de çete eratıyla
birlikte karargah kurmuş dinlen iyor, her an çı kabilecek yeni bir
serüvenli görevi dört gözle bekliyord u . Beklediği gibi de old u .
Teşkilatı Mahsusa'dan çağrı larak l rak'taki Halil Paşa kararga-
29
h ı na doğru yola çı kması kendisine bildirild i .
Kaptan, Altı ncı Ordu karargah ına çetesi eratıyla vard ı ğ ı n­
da Halil Paşa, onu kolları n ı açarak karşılad ı :
- Gel, bakal ı m , arslan ı m ! Makedonya'daki son başarı la­
rı ndan dolayı çok sevindim, dedi ve onu kucaklayarak öptü .
Yahya Kaptan, aşiretleri n yaptığı sabotajları önlemek üze­
re onları n usulleri n i kullanarak çölde epeyce başarı l ı gerilla
günleri geçird i . Bu, bol serüvenli günleri de arkada bı rakarak
yine İstanbu l'a döndü. Yakup Cemil Bey'in kurduğu bu büyük
gerilla örgütüne çetesiyle katıldıysa da onun Enver ve Talat
Paşaları öldürmek uğruna bu çeteleri kullanmak istemesi yü­
zü nden Yahya Kaptan da kötü duruma düştü . Yakup Cemil
Bey yakalan ı p as ı l d ı ktan sonra o da birçok tan ı nm ı ş kişiyle bir­
likte sürgüne gönderildi. İyi ki onun sürgün yeri kendisini çok
seven ve değerlendiren Halil Paşa'n ı n karargah ıyd ı . Böylece
yeniden Bağdat'a gitmek zoru nda kal m ı ştı . Arabistan cephesi­
nin çökmesiyle birlikte Halil Paşa karargah ıyla yine İstanbul'a
döndü .
Enver Paşa, Arabistan cephesinden elde kalan ordu kal ı n­
tı ları n ı Yukarı Kafkasya'ya aktararak dü nya savaş ı n ı n iki nci
dönemini oradan aşağ ıya doğru yönetmek, hiç olmazsa Ana­
dolu 'yu kurtarmak istemiş, bu orduları n başına da kendine kö­
rü körüne bağ l ı olan kardeşi Nuri Paşa ile amcası Halil Paşa'yı
geti rmişti . İşte Halil Paşa, bu yeni görevle Kafkaslara tı rman­
d ı ğ ı nda Yahya Kaptan ' ı da çetesiyle birlikte oraya götü rd ü . Ne
yaz ı k ki b ı rakışma olur olmaz İzzet Paşa' n ı n bütün eldeki ordu
kal ı ntı ları n ı darmadağ ı n eden genel terhis telgrafları her şeyi
berbat etti . Halil Paşa'n ı n yan ı s ı ra Yahya Kaptan da elleri
böğründe İstanbul'a dönd ü . Şimdi onun için Balkan Savaş ı ' n ı n
başlang ıcı ndaki acı günler b i r kez daha başlam ı şt ı .
*

* *

Yahya Kaptan , Halil Paşa karargah ıyla istanbul'a dönün­


ce şaş ı rd ı . İstanbul caddeleri sömü rgeci yabancı devletlerin
askerleriyle doluyd u . Halil Paşa'n ı n Kafkasya'dan getirip padi-
30
şah ı n kasası na tesli m ettiği iki yüz seksen bin Osman l ı alt ı n ı
bile İngilizleri yatıştı ramam ış, Halil Paşa'yı tuttukları gibi İttihat­
çı kodamanlardan biri olarak Bekirağa Bölüğü'ne tıkıvermişler­
di. Bu çok kötü bir işaretti. Yarı n , kendisini de yakalayı p hapse
atabilirlerd i . Kendisi gibi eski Teşkilatı Mahsusa gerillacı ları , İti­
laf Devletleri temsilcilerinin gözleri ne diken gibi batıyordu. Ha­
lil Paşa'n ı n Bekirağa Bölüğü'ne tıkılmas ı , onu çileden çı kard ı ­
ğ ı gibi tehlikenin, kulakları dibinde çan çald ı ğ ı n ı d a o n a göster­
mişti . Çetesi de darmadağ ı n olmuş, hepsi evine, köyüne çekip
gitmişti . Yal n ı z ne olur ne olmaz, hepsin i n adresini al m ı şt ı . İs­
tanbul'da tek baş ı na yaşaman ı n son kerte tehlikeli olduğunu
anlad ı ğ ı ndan bu çemberin d ı ş ı nda bir yere geçici olarak sığın­
man ı n gerektiğini anl ı yordu. Askerden kendisi gibi terhis edilen
yedek hesap memuru Mustafa Rag ı p Bey'le konuşup dertleşi r­
ken şimdilik bir s ı ğ ı nak bulur gibi olmuştu . Türkiye'nin yerlisi
olmad ı ğ ı ndan ve şimdiye dek Tü rkiye s ı n ı rları ndan d ı şarıda
çal ıştığ ı ndan herkes gibi sığı nabileceği bir köyü, kasabası
yoktu . Hükümetten ald ı ğ ı para da kesilmişti . Bu yüzden İstan­
bul ' un dolayları nda gözden uzak bir yerde kendine göre bir iş
düşünüp du rurken Tavşanc ı l l ı Mustafa Rag ı p Bey, onu konuk
olarak al ı p götü rmek isteyi nce sevi ndi . Evet, Tavşanc ı l geçici
bir s ı ğ ı nak olabilird i . Oradan yeni baştan gerekecek serüven
yoluna daha gereçlenmiş olarak çı kabil i rdi.
Yedek hesap memuru Mustafa Rag ı p Bey henüz asker
giyneğiyle, Yahya Kaptan da sivil giynekli olarak bir yaz g ü n ü ,
İzmit Körfezi kıyısı ndan iki kilometre içeride Tavşancıl'a vard ı ­
lar. Tavşancı l köylü leri , Mustafa Rag ı p Bey'i sevgiyle karş ı lad ı ­
lar. O d a cephelerden sağ dönebilmek talihine erişmiş olan
pek az insandan bi riyd i . Onun çevresin i alan köylü ler, yan ı n ­
daki ince u z u n boylu, pos bıyıkl ı , ku mral , a k yüzl ü , son kerte
yak ı ş ı kl ı genç adam ı ilgiyle süzdüler.
Köylülerin gözleriyle sorduğu sorulara o, şöyle karş ı l ı k
verd i :
31
- Size Yahya Kaptan' ı tan ıştı ray ı m . Bağdat cephesinde
İ ngilizlere karşı birlikte savaştık. Yürekl i , kahraman bir adam­
d ı r.
Daha o g ü n , Yahya Kaptan' ı n ne "m üthiş" bir adam oldu­
ğunu ve ne merakl ı serüvenler sürü kleyip geti rdiğini bütü n
Tavşancı l l ı lar öğrend i . Böyle güçlü ve örgütçü bir yiğit adam ı n
kendi köyleri nde kal mak üzere geldiğini öğrenmeleri hepsini
son kerte sevindirdi. Şu ndan ki, memleketin her parças ı gibi
küçük Tavşanc ı l ve dolayları da Tü rkten başka yu rttaşları n ya­
ratt ı ğ ı büyük tehlike çemberi içinde i n i m inim inliyord u . O do­
laylardaki Rum köylerinin meydana getirdiği çeteler daha çok
Yeniköylü Rum çeteleri, Tü rk köylerin i soyup soğana çeviriyor,
maldan başka ı rza, namusa ve cana da el atarak bu yemyeşil
yurt kı rları n ı cehenneme çeviriyord u . Yeni Osmanl ı hükü meti
ise bunları yüreklendirmekten başka bir şey yapmıyord u .
Yahya Kaptan' ı n böyle bir kah raman olduğu n u öğrenen
köy halkı ona mal bulmuş mağribi gibi sarı ldı . Köyün i htiyar ku­
rulu hemen toplanarak onu çağ ı rd ı ve köyün güvenliğiyle gö­
revlendirmeyi önerd i . Ona bir ad ı olan bir görev vermek istedi­
ler:
- Seni korucu baş ı yapmak istiyoruz.
- Güzel , ama silah ı n ı z var m ı ?
- Köyde tek kurşun atan eski Osmanl ı marti nlerinden bir-
kaç tane var, ama yivleri karı ncalanm ış, pas pasak içinde.
- Daha başka yok m u ?
- Üzü mcü Osman 'da bir tane olacak, onun da ku ndağ ı
yok.
- Hele bir görel i m .
Üzü mcü Osman ' ı n mavzerini getirdiler. Bu, Alman yapı­
sıyd ı . Yahya Kaptan, uzun zaman ayrı düştüğü sevgili bir ar­
kadaşıyla karşı laşm ı ş gibi gözleri ı ş ı ldayarak, elleri titreyerek
silah ı n üstü ne atı ld ı . Hemen çevresi ndekilere :
- Bana b i r ceviz ağacı bulu n ! ded i . Bulup getirdiler. He­
men bağdaş kurup kamas ı n ı çıkard ı , "işlemeli , oymal ı öyle gü­
zel bir kundak" yaptı ki , Tavşancı l l ı lar şaş ı r ı p kald ılar. O, bu sa-
32
natı Makedonya dağları nda gezdiği s ı ralarda öğrenmişti. Bü­
tün çeteciler, kırı lan tüfek kundakları n ı kendileri yapmak zo­
rundayd ı l ar.
Tavşancı l l ı lar:
- Doğrusu ya pes ! dediler.
Yahya Kaptan , beşli Alman mavzerine kundağ ı yerleştir­
dikten sonra gözleri mermi dolu fişekliği kuşan ı p çizmeleri de
ayağ ı na çekince Makedonya dağları n ı n ardıçl ı , meşeli, gür­
gen l i , çam l ı dağları ı slak bir perde gibi gözlerinin önünden
geçti. On y ı l l ı k korkunç dövüş ve savaş serüveni, yüreğini ı ş ı l
ı ş ı l kor parçaları gibi c ı z ı rdatarak geçti. İşte b i r kez daha arma­
lar kuşan m ı ş , çizmeleri çekmiş, mavzeri eline alm ı şt ı . Karş ı ­
sı nda y i n e köküne kı ran giresi düşman y ı ğ ı n ları boy veriyord u .
S ı rplardan, Bu lgarlardan sonra şimdi d e Rumlar yolunun üstü­
ne bir ağu l u dikenlik gibi yükseliyord u . Kan ı bir dövüş tür­
küsü gibi gövdesini sarsarak damarları nda öfkeyle dolaşma­
ya başlam ıştı . Evet, bitmez tükenmez dövüş yeniden baş­
l ı yord u .
Yahya Kaptan mavzerin i , dikilen hedeflerde, uçan kuşlar­
da denedi. Tavşancı l l ı ları n ağz ı , şaşkı n l ı ktan bir karış açı k kal­
d ı . O, korku nç bir keski n n işancı yd ı . Tüfeği eline al ı r almaz, te­
tiğe dokunuyor, havadan geçen martı ları ve kargaları deli n m iş
olarak yere düşürüyord u . Delikan l ı lar ve köy çocukları , onun
çevresinden hiç ayrı l m ı yor:
- Vay anas ı n ı be, uçan kuşu bile vuruyor! diye şaşkı n l ı k­
tan anlatmaya çal ı ş ı yorlard ı .
S ı rplı çeteci lerle birlikte Balkan Dağları 'nda yakt ı ğ ı san­
d ı klar dolusu mermiyi bilselerdi daha da şaşarlard ı .
Uzun sapları üzerinden sarı demetler biçim inde açan ka­
t ı rtı rnağ ı çiçekleri , uçu rumlar ı n kenarları nda açar, ilkyaz gün­
leri ni de tatl ı kokularıyla dolduru r. Yahya Kaptan da katı rtı rnak­
ları gibi tutu nacak bir yer bu lunca hemen akl ı na örgüt yaparak
büyümek, güçlenmek geld i . Dağ ıtt ı ğ ı çetesinin adamları n ı bi­
rer birer çağ ı rmaya başlad ı . Hali l Ağa, Şumnulu Tah i r Ağa, Ri­
fat Çavuş, Köprülülü Adil Efendi bunlar arası ndayd ı . "Cü m le-
33
den selam ederi m . Koyu nları m çoktur, çobanları m yoktur. Ba­
na acele ulaşas ı n ı z . Çoban gönderesiniz," diye yazd ı ğ ı mek­
tuplar ı n hiçbiri karş ı l ı ksız kalmad ı .

TAVŞANCIL HİKAYESİNİN SONU

Bir memleketin, bir memleket


halkının düşmandan zarar gör­
mesi acıdır. Fakat kendi ırkın­
dan büyük tanıdığı, insanlar­
dan vefasızlık, felaket görmesi
ondan daha acıdır. Bu kalp ve
vicdanlar için onulmaz yaradır.
Mustafa KEMAL

Yahya Kaptan' ı n çağrısı ndan az zaman sonra bütün eski


gerilla ve cephe arkadaşları , çetin anlam l ı yüzleri , uzun konç­
lu çizmeleriyle Tavşancı l sokakları n ı süslemeye başlad ı lar.
Mektup yaz ı lan arkadaşlar, yazı lmayanlara bildirdi, onlar da
yanları na, tecrübeli ve pişkin arkadaşlar takarak geldiler. Yah­
ya Kaptan u mduğundan çok arkadaş gelince hem sevindi,
hem de güç duru mda kald ı . Bun ları n hepsini gereçlendirecek
silah ve gereç yoktu . Çetenin yeğnik ve seğirtken olabilmesi
için elden geldiğince az ağ ı rl ı k taşı ması gerekiyord u . Herkes
çarık giyecek, fişeklik, baş l ı k, bomba ve mavzer taşıyacaktı .
Köyün saracı Faik usta, du rmadan çarı k dikiyor, fişeklik haz ı r­
l ı yordu. Yahya Kaptan da bütün eşe dosta haber gönderip si­
lah ve mermi bulmaya çal ı şıyorsa da hepsi boşunayd ı . Bu iş
tam bir gerillacı gibi çözümlenebilird i . Şu ndan bundan silah ve
cephane dilenmekle bu iş yürümezd i . Yahya Kaptan bunu gö­
rünce hemen işleri büyük çapta yürütmenin gerektiğini anlad ı .
Şimd i , bir büyük gerilla karargah ı n ı and ı ran Tavşancıl'a bol si­
lah ve cephane gerekiyordu. Bu da ele geçince art ı k titremek
34
s ı rası yerli ve zali m düşmanlara gelecekti . Silah ı n gerekli oldu­
ğunu köye anlatan Yahya Kaptan, bunun umarı n ı da buldu :
- Bahriye Nezaretinde Kolağası Zih n i Bey tan ı d ı kt ı r. On­
dan silah ve cephane alabil i riz, diyerek hemen davrand ı . K ı l ı ­
ğ ı n ı değiştirip trene atlad ı . istanbul'da Z i h n i Bey'i bularak yeni
durumu ona anlattı ve ondan silah ve cephane istedi . O, yurt­
sever bir adam olduğu ndan Yahya Kaptan' ı n silah ve cepha­
neyi nerede kul lanacağ ı n ı hemen kestird i :
- Siz motor getirin , Kumkapı açı kları nda beklesi n . Depo­
da epeyce silah var. Gizlice kaç ı r ı rs ı n ı z . Tavşancı l l ı lar hemen
motoru buldular. Çete efrad ı y ı ld ı zsız ve çok karanl ı k bir gece­
de motoru Kumkapı açı klarında demirled i .
Rifat Çavuş' u , S ı rrı Efendi'yi , Tah i r Ağa'yı yan ı na alan
Yahya Kaptan kü reklere ası larak motorun arkası na bağ l ı ka­
y ı kla karaya ç ı ktı . Doğru Bahriye Nezareti'ne g ittiler. Depoyu
bas ı p yüz elli Alman mavzerin i , kasatu ralarıyla birlikte, otuz
sand ı k cephaneyi kömür arabaları na yüklediler. Epeyce korku
geçirip ter döktükten sonra Kumkapı 'ya vard ı lar. Yol larda dev­
riye gezen işgal askerleri nin yan ı ndan ölüme meydan okuya­
rak cephane ve silahları kayı klara atı p motora taş ı d ı l ar. Motor,
yükünü ald ı ktan son ra kalktı .
Kad ı köy kıyı ları n ı dolaşarak ilerleyen motor, h içbir engele
rastlamaks ı z ı n Tuzla önlerine varı nca Yahya Kaptan, Hersek
Feneri yönünde kimi karartı lar gördü ve kuşkuland ı . Silah
nam l uları karaltı lara doğru uzand ı .
- Dur! diyecek bir sese karşı hemen namlular ateş püs­
kürmeye haz ı rd ı .
Yahya Kaptan , motoru önlerindeki karaltı lara doğru sür­
mekten geri durmad ı . Biraz sonra da düşman sand ı kları karar­
tı ları n bir y ığ ı n dost olduğunu gördüler. Onlar ı n geciktiği n i gö­
ren Tavşanc ı l halkı ndan bir demet insan çokça meraklanarak
Diliskelesi'ne gelmiş, dört gözle bekliyord u .
Motor iskeleye yanaştı . Yahya Kaptan baktı . Dil'den yuka­
rı doğru giden yolda birçok kağ n ı dizilmiş bekliyord u . Öküz
35
arabaları n ı n yüksek kenarl ı örme sepetleri saman doluyd u .
Bütün oradakiler hemen karı nca g i b i seğ i rtken davranışlarla
işe başladı lar. Motorla kağ n ı lar aras ı nda bir süre mekik doku­
dular. Silah ve cephaneler samanları n aras ı na istif edild i . Son­
ra, uzun boynuzlu iri gövdeli ak Macar ve Rumeli öküzleri g ı ­
c ı rtısız kağ n ı ları Tavşancı l'a doğru çekmeye başlad ı .
Onlar Tavşancıl sokakları na girdiklerinde g üneş doğmak
üzereyd i . Bütü n köy halkı uyan ı ktı ve heyecan içinde öbek
öbek kağ n ı lara doğru geliyorlard ı . Güçlü kuwetli delikanl ı lar,
silahlarla cephane sand ı kları n ı çabucak Hafız Efendi'nin bah­
çesindeki "dam "a taş ı d ı lar.
Yahya Kaptan hemen o gün yüz elli Alman mavzerini işe
yarar köy delikan l ı larına dağ ıttı . Askerlik etmişler, etmemişleri
eğitmeye başlad ı . Tavşanc ı l şöyle bir silkinmiş, kendine gel­
mişti . Köyün silahland ı ğ ı n ı ve Yahya Kaptan ad ı n ı pek az za­
manda işitmeyen kalmad ı .
A z zamanda Gebze, Pendik, Ayd ı n l ı , Hereke, Kalburcu ,
Demirci , Çerkeşli dolaylarında Yahya Kaptan' ı n ad ı salavatla
ağ ıza al ı n ı r old u . Yahya Kaptan, yeni çetesini kurunca hemen
Tavşanc ı l dolayları n ı geceli gündüzlü taramaya, Tavşancı l'a
sarkmayı huy edin m iş Rum çeteleriyle çatışmaya başlad ı .
Onun pek sert v e ustaca darbelerinden huylanan ve yı lan Rum
çeteleri , az zamanda Tavşancıl dolayları ndan ve ona yakı n
öbür Türk köylerinden ellerini etekleri n i çektiler.
Bu kez ikinci aşamaya geçildi. Şimdi bu zamana dek Türk
köylerine kan kusturan saldı rgan Rum köylerine karş ı baskı n­
lara geçildi . Bütün zulüm örgütleri , tütsü lenmiş yaban arı ları gi­
bi darmadağ ı n olmuştu . İşte, tam bu s ı rada eski Teşkilatı Mah­
susacı lar ve Yeni Karakol Derneği örgütü Yahya Kaptan işini
ele ald ı . Eşkıyal ı ktan vazgeçilerek u lusal birer örgüt biçimine
soktukları kimi Türk çetelerini Yahya Kaptan'a bağlayarak
olumlu bir iş yaptı lar. Yahya Kaptan' ı n yen i bir güç olarak be­
lirdiği İstanbul-Ankara doğal yolu üzerinde daha önceki İttihat­
çı örgüt şöyle doğmuştu :
36
İttihatçı gençlerin en idealistlerinden Doktor Fahri Can
Bey, b ı rakışman ı n en karanl ı k g ü nlerinden bir gün bu umutsuz
günlerde neler yapı labileceğini öğrenmek ve buyruk almak
üzere Kara Kemal Bey'i görmeye gitmişti. Karakol Örgütü he­
nüz yeni ku rulmuştu . Boşta kal m ı ş bütün irili ufakl ı İttihatçı lar
sıtmal ı bir biçimde örg ütleniyor, yeni onursal yurt görevleri
yüklenmek üzere birbirleriyle bayağ ı yarışıyorlard ı .
İşte Doktor Fahri Can Bey d e kovanı ndan d ı şarda kal m ı ş
b i r a r ı üzgünlüğüyle Kara Kemal Bey'e başvurmuş, o da ona
şu sal ı kta bulunmuştu :
- Yenibahçeli Şükrü Bey'le Dayı Mesut'u bul, onlarla gö­
rüş ve birlikte çal ış.
Genç Doktor, Day ı Mesut Bey'in İstanbul'da olduğunu öğ­
renerek onu Kad ı köy, Altıyol ağzı ndaki karakolda bulmakta ge­
cikmemişti. Kal ı n dudakl ı , iyi yüzl ü , iri yarı bir Afrikal ı tipi olan
Dayı Mesut Bey, Teşkilatı Mahsusa'da çal ı şan subaylardand ı .
Çok yurtsever, çok güvenilir adamd ı . Doktor Fahri Bey'i görün­
ce kuşkuland ı . Şu ndan ki , Dayı Mesut Bey yeni terör örgütü­
nün en önde gelen adamları ndand ı . Bu ndan dolayı Bekirağa
Bölüğü , Malta zindanları ya da İ ngiliz kurşunları ona bir karış­
l ı k yoldayd ı . Yüzü kuşkuyla daha çok kararan Dayı Mesut
Bey'in çatı lan kaşları altı ndaki iri ve kapkara gözleri , genç dok­
toru delip geçmeye çal ışıyordu . Doktor, Yenibahçeli Şükrü
Bey' le tan ışmakta olduğunu söyleyince Dayı Mesut' un yüzüne
ayd ı n l ı k bir dostluk havası yay ı ld ı . Son ra, şurdan burdan biraz
konuştular. Dayı Mesut Bey, Şükrü Bey'in cuma günü öğleden
sonra orada kendisiyle buluşacağ ı n ı , doktorun da o saatlerde
gelmesini söyled i .
C u m a g ü n ü , karakola gittiği nde Şükrü Bey de oradaydı .
Doktorla şöyle konuştu :
- Bizim arkadaşlarla kararlaşt ı rd ı ğ ı m ız randevu yeri Ko­
caeli'dir. Bunu bil ona göre davran.
İşte, Dayı Mesut'la Doktor Fahri Bey'in böylece başlayan
tan ı şmaları , pek çok u lusal serüvenlerde onları el ele verd i .
37
Doktor Fahri , bugünlerde rengi İttihatçıya çalan Zaman
Gazetesi ' nde hekimlik üzeri ne yaz ı lar yazıyord u . Bu zincirle­
me yaz ı lar "Üç Başlı Canavar" ad ı altı nda sürüyord u . Dok­
toru n , Üç Başlı Canavar ile anlatmak istediği, memleketin nü­
fusu nu yeyip bitiren frengi , verem ve sıtmayd ı . Doktor, gazete
sahipleriyle bile tan ışmış değildi. Yazı ları n ı hep göndermişti .
Onlar da hoşland ı kları ndan yayı nlıyorlard ı . Üç Başlı Canavar
başl ı ğ ı hükümetin dikkatini çektiği nden polis, doktoru n evine
damlad ı . Doktor, evde yoktu . Ertesi gün Erenköy istasyonun­
da yakalayı p karakola götürdüler. Oradan merkeze vard ı ğ ı nda
başkomiser, doktoru karş ı s ı na dikti :
- Sen İttihatçı m ı s ı n ?
- Elhamdül illah öyleyim .
- N e vakitten beri?
- Kendimi bildiğimden beri !
- Daha da söylüyorsun ha? Memleketi bu duruma geti r-
diniz hala da söylüyorsunuz.
- Komiser bey, bunlar sizin konuşabileceği n iz laflar değ i l .
Bunun hükmünü tari h verecekti r. S i z , benden ne istiyorsan ız,
onu söyleyiniz.
Başkomiser, doktorun yan ı n a bir polis katarak Birinci Şu­
beye gönderd i . Orada onu sorgu yağmuruna tuttular. Sonra
her akşam i mza vermek koşuluyla serbest bı raktılar. Yalvarı p
yakararak Erenköy karakolu nda imza vermesine müsaade et­
meleri n i , merkezin son kerte uzak olduğunu söyledi . Kabu l et­
tiler. Bu sı rada Beki rağa Bölüğü harı l harı l İttihatçı yutuyordu.
Kocaeli'nde de Şükrü ve Dayı Mesut Beylerle randevusu var­
d ı . Ora dolayları nda bir yerde bir memurluk bulmak çok işine
yarayacaktı . Tı bbiyedeki hocaları ndan Nu rettin Ali Bey'le kom­
şu idiler. Her gün de konuşup görüşüyorlard ı . Ona başvurdu :
- Hocam , ded i . Ben bu dolaylarda memurluk istiyoru m .
S ı h h iye Müdürü katı nda bana yard ı m edebilir misiniz?
Hocası ona İskan Genel Müdürü Cevdet Bey'i sal ı klad ı .
Cevdet Bey, genç doktoru al ı p s ı h h iye müdürlüğüne götürd ü .
S ı hh iye Müdürü Ekrem Hayri Üstü ndağ o n a Gebze hükümet
38
doktorluğunun açı k olduğu n u , bu nu isteyip istemediğini sord u .
Genç doktor, bir piyangoya benzettiği bu atamaya s o n kerte
sevindi. Gebze'ye kaçarcası na gitti . Orada iyi arkadaşlar bul­
du. Kaymakam Ferit, Hakim M ithat, Savcı Naz ı m , Jandarma
Ku mandan ı Nai l , Müftü H üseyin Hüsnü Efendi yurtsever in­
sanlard ı . Bu yüzden de daha çok seviniyord u .
Ne var k i Fahri Bey, bu raya geldi geleli rahatça otu rup d a
mesleğ ini ilgilendiren işlerle b i r türlü uğraşam ıyordu. Silah l ı
Rum çeteleri h e r gece b i r Tü rk köyüne baskı n veriyor, soyup
yağmal ı yor, kesip öldü rüyordu. Sonra gelsin doktor, köye keş­
fe gidiliyord u . Bunun ard ı arkası kesileceğ i şöyle dursun gittik­
çe artıyor, önüne geçilmez bir biçim al ıyord u .
R u m çetelerinin en i y i örgütlenmiş olanları Şile'nin Yeni­
köy çeteleriyd i . Bunlar bayağ ı yağ ma ve öldürmelerle de uğ ra­
ş ıyorlarsa da siyasal bir amaçları olduğu biliniyord u . Bunlar,
son kerte kan dökücüyd ü . Yaptı kları cinayetler, dinleyenlerin
tüylerin i ürpertiyord u . Bastı kları Türk köylerindeki delikan l ı ları
öldürüyor, kızlarla kad ı nları n ı rzlarına geçiyorlard ı . "Kızları n
çeyiz sand ı kları ndan , muslu klardaki sabu na dek ne bulursa
al ıyorlar ve arabalara yükleyerek götürüyorlard ı . "
Taşköprü bucağ ı n ı n Congu rlu köyü yine böyle korkunç
baskı n lardan birine uğram ı şt ı . Fahri Bey de hükümet doktoru
olarak keşfe gitti . Köyde o gece sel gibi kan akm ı ş , bütü n ev­
ler soyu lmuş, bütün kızları n ı rzları na geçilmişti . Doktorla öbür
keşfe gelen hükümet memurları n ı n bütü n işi, bir tutanak tutup
dönmek old u . İdealist doktorun içi kan ağl ı yord u . Bu iş bunun­
la m ı kal mal ıyd ı ? Köyden ayrı l ı rken yaş l ı bir köylü doktorun
yan ı n a sokuldu :
- Doktor bey, ded i . Halimizi görüyorsunuz. Biz de hükü­
metin halini biliyoruz. Ondan ne bir şey istiyor, ne de bir şey
bekliyoruz. Biz evvel Allah kendi kendim ize yeteriz. Yaln ı z bi­
ze kendi kendimizi savunmak olanağ ı n ı versinler.
İdealist doktor, onun ne demek istediğini hemen anlam ış­
tı. Kasabaya döndüğünde Jandarma Kumandan ı Nail Bey'i
39
buldu . Yaşl ı köylü n ü n deştiği yara üzerinde uzun uzad ı ya ko­
nuştular. Doktor, jandarma kumandan l ığ ı n ı n deposundaki bü­
tün silahlar ı n köy gençlerine dağ ıtılmas ı n ı önerd i .
N a i l Bey d e İttihatçı olduğu halde b u n a yanaşmad ı :
- Devletin resmi silahları n ı ben şahsen nas ı l sivil köylü­
lere verebilirim? dedi.
- Nail Bey, devlet bu silah ları niçin al m ı ş ve niçin bu de­
poya koymuştur? Bu milleti n can ı n ı , mal ı n ı , ı rz ı n ı koru mak içi n
değil mi? Bugün bunlar çiğneniyor ve bunları koruyacak silah­
lar depoda küflenip paslan ıyor. Buna Allah raz ı olur m u ?
- Fahri Bey, b u n u yapacağ ız. Bana biraz müsaade et. İ ş i
bir plan dairesinde yapal ı m .
Nail Bey, sözünde durdu. Bütün Gebze köylerindeki eli si­
lah tutabilecek gençlerin bir listesini ald ı . Bütün bu köylerin
muhtarlar ı n ı çağ ı rd ı . Tutanak karş ı l ığ ı nda onlara silah ve cep­
haneyi teslim etti . Bütün köyler, silahl ı gençlerinden nöbetçiler
diktiler. Parola kullanmaya başladı lar. Artık köylerden h içbir ya­
bancı kuş uçmuyordu. Yeniköy çeteleri artık köy kenarları nda:
- Parola!
Haykırışlarıyla karş ı lan ıyor, parolayı vermeyince üzerleri­
ne yağan ku rşun yağmuru altı nda geri çekilmek zoru nda kal ı ­
yorlard ı . B u i l k şaşkı n l ı k onları bi raz şaşalattı v e du ralattıysa
da daha üstü n sayıda ve daha çok silah alarak yine geldiler, yi­
ne vurdular, yine k ı rd ı lar, yine yağmalad ı lar.
Yeniköylü R u m çeteleri gezginciyd i . Bu yüzden ele geçm i­
yorlar, yine benzeri vahşiliklerini sürdü rüyorlard ı . O zaman
Doktor Fahri Bey başka bir şey düşündü :
Gezginci Rum çetelerinin karşısı na, yine gezgi nci Türk çe­
teleri çı karmaktı . Bunun için bir tek olanak vard ı . O da soygun­
cu kimi Türk çetelerini ulusal güçler biçimine sokarak onları n
karşısına çıkarmak. Bu, olmayacak iş değildi. Gerçekte bu gö­
revi Türk jandarmas ı n ı n yapması gerekse de orada jandarma­
ları n ancak ad ı vard ı . Doktor Fahri Bey'in başvurmayı düşündü­
ğ ü Türk çetelerinin başı nda Kara Aslan Çetesi geliyordu. Ona
40
aracı gönderdi. Ulusal kayg ılarla kendisini görmek istediğini bil­
dirdi. Nerede ve nas ı l buluşabileceklerini sordu. Aradan çokça
zaman geçince genç doktor umutsuzlanmaya başlad ı . Tam bu
sı rada da Kara Aslan Çetesi'nden beklediği haber geldi :
"Doktor, Malim ( M uallim) köyüne tek baş ı na ve silahsı z
gelsi n . " Doktor Fahri C a n Bey, kalkıp tek başına v e si lahsız
olarak Malim köyüne gitti. Bir köy odas ı nda, karşılaştı lar. Ars­
lan Kaptan, ince gövdel i , ince uzun yüzlü , s ı k kara sakal l ı yd ı .
Ve dişinden tı rnağ ı na silah lıyd ı . Köyü n d ı ş ı nda v e içinde de
al ı nan tertibatı gelirken görmüş olan doktor, güvenle Kaptan'a
doğru ilerlerken o da k ı rk y ı l l ı k bir ayrı l ı ktan son ra ilk kez gör­
düğü bir dosta atı l ı r gibi doktoru n üstü ne atı ld ı . Kucaklaştı lar,
öpüştüler. Çevrelerinde çeteden ve köy halkı ndan da kişiler
vard ı . Kahveler geldi . Havadan sudan bi raz konuşulduktan
sonra ötekiler kalkıp ç ı ktı lar.
Yaln ı z kald ı kları n ı gören doktor hemen açı ldı :
- Kaptan , dedi. El hamdülillah Tü rksü n , Müslü mans ı n , fa­
kat sen de Yeniköylüler gibi köylüyü soyuyorsun. Üstelik Yeni­
köylülere "kış!" bile demiyor, sanki birlikmişsin gibi davran ıyor­
sun. Buna Allah razı olur mu?
- Can Bey, doğru söylersin, ama ben başka ne yapabili­
rim? Dağdan insem hükü met beni dama sokar. Dağda kalsam
arkamdaki on iki kişiye ve ailesine bakmak, her türlü i htiyaçla­
rı n ı sağlamak zoru nday ı m . Bu da bana gökten inmez.
- Yok, Kaptan yapacak şeyi ben sana söyleyeceği m . Za­
ten buluşmam ız da bunun içi ndir. Sen dağda kalacaks ı n ve
Yeniköylüyü kovalayacaksı n ve köylüden h içbir şey almaya­
cak onu koruyacaks ı n .
- Güzel , ama ben v e çetem hava i l e mi geçi neceğiz?
- Sen onu bana bı rak. Bir dahaki görüşmem izde her şey
çözümlenmiş olacakt ı r. Yaln ı z bugünden sonra sen bizim Ye­
niköylülere karşı gezgi nci gücümüz oluyorsun .
- Can Bey, ben Makedonya'da Bulgarlarla çok çarpışt ı m .
H e m sen benim Süleyman Askeri Bey'le Basra'ya giden Os-
41
manc ı k Alay ı ' nda M üfreze Kumandan ı olduğumu bilir misin?
Ben buyum . Bu ndan son ra söz, söz !
Bir hafta son ra Köseler köyünde yeniden buluşmak üzere
kucaklaş ı p ayrı ldı lar.
Gebze'ye dönen doktor çok sevinçliyd i . Çok olumlu bir işe
el atm ış, başarıya doğru h ı zla da ilerlemişti . Görüşmelerini ol­
duğu gibi Jandarma Ku mandan ı Nail Bey'e an latt ı . O da çok
sevi ndi . Arslan Kaptan'a toplanacak para üzerinde düşündü­
ler. Gebze'nin baş l ı ca zenginlerinden Akifoğlu Kadir Ağa, Ay­
nacıoğlu İbrahi m Ağa, Hacı Kadir Ağa'yı jandarma kumandan­
l ı ğ ı na çağ ı rd ı lar.
Nail Bey onlara:
- Ağalar, ded i . Hepinizin d ı şarda sürüleriniz, kaşarhane­
leri niz, yağhaneleri n iz var. Jandarman ı n hali malum olduğuna
göre bunları n geleceğine güvenebiliyor musunuz?
- Ah kumandan bey, ne vakittir gelip size bunu söyleye­
cektik, sizden bir çare arayacakt ı k. Geceleri uyuyamaz olduk.
Her sabah nas ı l bir kara haber alacağ ı m ı z ı bekler olduk. Ne
var ki yürekl ilik edip gelemedik. Allah sizden raz ı olsun ki bu
işin konuşmas ı sizden geldi .
- Beni dinleyin ağalar. Kara Arslan'dan şimdiye dek bir
zarar gördünüz m ü ?
- Hay ı r, ku mandan bey, yoluna düştükçe o da nöbetle
sürülerden birer kuzu ya da koyuncuk al ı r o kadar. Bizden ya­
na helal olsun .
- Bu ndan sonra Kara Arslan, sürülerinizin, yağ haneleri­
nizin , kaşarhanelerinizin, Yeniköylüye karşı bekçisi olacakt ı r.
Şu var ki bekçilik bedava olmaz . Surda bile bekçi paras ı öde­
miyor musunuz?
- Anlıyoruz ku mandan bey. Sen bize işin nas ı l olacağ ı n ı
deyiver.
- Arslan'a fişek parası diye onu ve çetesini geçindirecek
bir ayl ı k ödeyeceğiz.
Ağalar, Nail Bey'le uyuşmakta gecikmediler. Doktor Fahri
Can Bey, bir hafta son ra Köseler köyüne atla vard ı ğ ı nda Ars-
42
lan Kaptan' ı n köyün biraz ilerisinde kendisini sab ı rsızl ı kla bek­
lediğini görd ü . Yine kucaklaş ı p öpüştüler. Köye birlikte girdiler.
Köseler köyü, bu anlaşmadan dolayı sevinç içindeydi. Köyün
ağas ı , bu hayırlı iş şerefi ne bir kuzu çevirterek büyük bir şölen
verd i . Ayranlar içi ldi . Memleketin bugün ü nden, yarı n ı ndan söz
ederek dertleştiler. Doktor, herkesin gözü önünde Kara Arslan
Kaptan'a oldukça bol olan ayl ı ğ ı n ı verince herkesin içi rahatla­
d ı . Kaptan' ı n kendisi bile sevinçten şaşkı n gibi oldu .
Doktor Can Bey :
- Bu para sana her ay ödenecek, ded i . Jandarmadan fi­
lan art ı k çekineceğin bir şey yok, serbestçe gezip dolaşabilir­
sin. Buran ı n jandarmas ı salt senin yard ı mc ı n olacakt ı r. Bütü n
görevin Yeniköylü azg ı n Rum çetelerini ad ı m ad ı m izlemek ve
kovalamakt ı r.
Balkan Dağları ' n ı n sarp doğası içinde çok çetin savaşlar
vermiş olan Arslan Kaptan , böylece kendi n i yeniden Türk hal­
kına yararl ı işler yapman ı n mutlu bilinci içinde duymaya başla­
m ı ştı . Çete efrad ı da birden kovalanan değil de kovalayan ka­
nun adamı durumunu kazand ı klarına seviniyorlard ı . Hepsi nin
yüzü g ü lüyord u . Doktor Fahri Can'a gözlerinin alabildiğine
dostlu k dolu bakışlarıyla bakıyorlard ı .
Doktor bu kez köyden bir bayram havas ı içinde uğurland ı .
Çeteler, onu uzun yol boyunca geçi rdiler. istanbul'da ilk u lusal
gücün çekirdeği böylece meydana gelmiş oluyord u .
Doktor Fahri Can , bu ndan sonra y i n e Kara Arslan Çetesi
gibi aylak aylak dolaşan öbür Sarı Arslan Çetesi'yle de bu bi­
çi mde bir görüşme yapt ı . Onları da Yeniköy çetelerine karş ı
çal ı şan bir ulusal güç biçimine getird i . Onlara da zengin hal k ı n
bağ ışlad ı ğ ı paradan ayl ı k bağlad ı . Böylece Arslanlardan mey­
dana gelen Türk silah l ı ları kanu nsuz çetelerin iflah ı n ı kesme­
ye başlad ılar. Art ı k Gebze dağları nda Yeniköy çeteleri boy
gösterip caka satam ıyorlard ı .
Doktor Fahri Can b u işleri salt kendi başına yapm ıyord u .
Arkası nda istanbul'un bütün Anadolu yakas ı n ı n sorumluluğu
bulunan Karakol Örgütü'nün en önemli üyelerinden Yenibah-
43
çeli Şükrü Oğuz Bey bul u nuyord u . Yapı l acak bütün işler üze­
rinde ondan buyruk al ı n ıyord u .
Kara Arslan v e Sarı Arslan Çeteleri düşman ı n izinde cirit
oynuyorlarsa da birbirlerinden buyruk al ı p verecek durumda
değildiler. Rum eşkıyaları ise daha çok bir merkeze bağ l ı gö­
rü n üyor, bir başça yönetilir kan ı s ı n ı veriyorlard ı . Bizim çetele­
re de bir baş gerekiyordu. Fahri Bey, Ku mandan Nail Bey'le bu
konuları Şükrü Oğuz Bey'e yazd ılar. (Yaz ışma posta ile değil
kuryelerle oluyord u . ) Şükrü Bey, onlara verdiği karş ı l ı kta Yah­
ya Kaptan'dan söz ediyor, onun bütün bu bölge silah l ı güçleri­
nin baş ı na getirildiği n i bildiriyordu. Ayrıca ona her türlü yard ı ­
m ı n yap ı l mas ı n ı buyu ruyordu.
Doktor, Yahya Kaptan' ı bilmiyor ve tan ı m ıyord u . Jandar­
ma kumandan ı na sord u . O da ona:
- Yahya Kaptan , Rumeli'de S ı rplar ve Bulgarlarla çok dö­
vüşmüş gerçekten silahşor ve kahraman bir adamd ı r ! diyerek
onu aydı nlatt ı .
Jandarma Ku mandan ı Nail Bey, hemen Yahya Kaptan ' ı n
Tavşancı l'da otu rduğu eve jandarma telefonu koyd u rd u . Son­
ra Kara Arslan'la Sarı Arslan , Yahya Kaptan' ı n karargah ı na gi­
derek onunla tan ı ştı lar ve bu ndan sonra, bütün buyrukları on­
dan almaya başlad ı lar. Her gün yeni bir küçük çete Yahya
Kaptan'a bağlan ı yor, gücü gittikçe büyüyord u . Nail Bey, bütün
jandarma karakolları na şu buyruğu verd i .
- Yahya Kaptan' ı h e r zaman sayacaksı n ı z v e o n a b i r
a m i r g i b i boyun eğeceksiniz.
Ne var ki aradan zaman geçip de Yahya Kaptan , bütün
Gebze bölgesinde biricik güç ve söz sahibi i nsan durumuna
yükselince Jandarma Kumandan ı Nail Bey'le araları şekerrenk
olmaya başlad ı . Nail Bey bu bölgenin biricik buyruk veren Ku­
vayı Milliyecisi olduğunu söylüyor ve burada ulusal g üçleri
kendisinin canland ı rd ı ğ ı n ı ileri sürerek Yahya Kaptan' ı n da
kendisinden buyruk almas ı n ı istiyord u .
Yahya Kaptan , e l i n i n altı nda i k i bin kişiye varan çetesini
en etkili biçimde kullanarak hemen her gece bir Rum köyünü
44
bası yor, eşkıyal ı k ettiği kuşkusunu uyandı ran birçok erkeği
kald ı r ı p gereğine bakıyord u . Nail Bey'se bütün bu olanlar ı n
kendi bilgisi altı nda geçmesini istiyor, bunda diretiyordu.
Art ı k Yahya Kaptan, kendi baş ı na buyruk bir liderd i . Mus­
tafa Kemal'ci de olmuştu . Erzu rum Kongresi'ni açm ı ş olan
Mustafa Kemal'in övgüsünü yapıyor, yurdu yalnız onun kurta­
racağ ı n ı söyleyip duruyordu.
Başlang ıçta Karakol Örgütü 'nün adamı olarak benimse­
nen Yahya Kaptan' ı n böyle birdenbire Mustafa Kemal'ci oluşu
İttihatçı Karakolcular ı n hiç işine gelm iyord u . Hele bölgedeki
bütü n güvenlik gücü n ü eline al ışı Nail Bey'i pis pis düşündürü­
yor ve öfkelendiriyord u . O, Yahya Kaptan' ı bayağ ı bir eşkıya
vu rucusu olarak beni msemişken adam , siyasal bir güç de ka­
zanarak mülki ve askeri her şeye egemen olmaya başlam ı ştı .
Yahya Kaptan' ı n bütün siyasal Rum çetelerine pes dedirt­
mes i , bütü n zararl ı kişilerin baş ı n ı ezmesi, İstanbul'daki işgal
gücü n ü n başları n ı da tedirgin etmeye başlam ıştı . Onlar da
durmadan Gebze Jandarma Kumandan ı Nail Bey'e buyruk üs­
tüne buyruk verdiriyor, Yahya Kaptan ' ı yakalatıp İstanbul'a ge­
tirtmek istiyorlard ı .
Nail Bey, hala devlet kapısı ndan ekmek yemek niyeti nde
olduğundan ne yapacağ ı n ı şaş ı rm ı ş d u ruma gelmişti . Art ı k o
da İstanbul hükümeti gibi Yahya Kaptan' ı zararl ı görüyord u .
Yahya Kaptan' ı n kendi baş ı na buyrukluğu , sert v e aman­
sız prensipleriyle davranan Karakol Örg ütü'nü tedirgin ediyor,
onu daha s ı k yeriyorlar, İstanbul hükümetinin İngilizci eğilim le­
rine daha çok yaklaşı yorlar ve onun üstü ne yaptı kları sert yar­
g ı lamalarda İstanbul hükü metin i pek aratm ıyorlard ı .
Yahya Kaptan , art ı k gözleri ni büsbütü n Anadolu'ya, Mus­
tafa Kemal'e dikmiş, herkes ve her şey ona vız geliyord u .
İstanbul hükümeti , İngilizlerin baskı sıyla İzmit Mutasarrıf­
l ı ğ ı na buyruk üstüne buyruk gönderip Yahya Kaptan' ı n yaka­
lanmas ı n ı istiyordu.
İşte bug ü nlerde Yahya Kaptan, Bekirağa Bölüğü 'nde tu­
tuklu bu lunan eski "velinimeti" Halil Paşa'ya haber salarak
45
kendisini kaçı rmaya geleceğini, haz ı r olmas ı n ı bildirdi. Üsküdar
İ nzibat Karakolu Bölük Kumandanı Yüzbaşı Dayı Mesut Bey'le
anlaşarak bir gece geç vakit Yüzbaşı Celal Bey'le göçmen Ali
ve Demirci Abdullah ve daha birkaç gözü pek arkadaşı yla Be­
kirağa Bölüğü'nü sard ı . Nöbetçileri bağlay ı p ağ ızları n ı tı kaya­
rak zararsız duruma getirdikten sonra içeri gird i . Halil Paşa'yı ,
Yarbay Sadi ve Küçük Talat Bey'i alarak Üsküdar'a atlad ı . Tav­
şancı l'a dek Dayı Mesut Bey'i n büyük yard ı m ı n ı gördüler. Halil
Paşa'yla arkadaşları birkaç gün Tavşancı l'da saklandılar. Bura­
ya dek subay k ı l ığ ı nda gelen Halil Paşa da artık askerlik ü nifor­
ması n ı çıkarıp atarak sivilleşti . Kaptan onu Bursa'da 56. Tümen
Kumandan ı Albay Bekir Sami Bey'in yan ı na gönderdi. Bu, Ha­
lil Paşa'n ı n Sivas'a, oradan Erzurum'a, oradan da Moskova'ya
dek sürecek olan yolculuğunun başlangıcı oldu.
Yahya Kaptan , bulunduğu bölgede sözü geçen biricik
adam olduğundan şuna buna disiplin cezaları da vermeye
başlad ı . İçkiyi, sarhoşluğu yasak etti. Kahveci Sağ ı r Ömer bu
yasağa uymad ı ğ ı ndan adamcağ ıza köy meydan ı nda büyük bir
meydan dayağ ı att ı rd ı .
Kaptan' ı n buyruğu nda birçok d a genç subay çal ı ş ı yord u .
Bunlardan Teğmen Rüştü Bey'in kendi hesabına köylerden
para ve öteberi toplamaya başlad ı ğ ı haberi kulağ ı na gidince
Kaptan , tan ı klar ve bütü n köy halkı karş ı s ı nda genç subaya te­
miz bir meydan dayağ ı çektird i . Bu ceza Kuvayı Mill iyeci h içbir
kimsenin, halkı soyamayacağ ı n ı anlatmak için veriliyordu.
Olay Çerkeşli köyünde şöyle geçti :
Kaptan , bu köye ayak bastığ ı nda eline bir yığ ı n yak ı n ma
tutanağ ı sı kıştı r ı l m ı ştı . Teğmen Rüştü de hemen oracı ktayd ı .
Genç subaya :
- Bu raya gel !
Diyen Kaptan , toplanan halkı n önünde tutanakları birer bi­
rer okuttu ve sonra Teğmen Rüştü'yü falakaya yat ı rd ı :
- Yıkı n şunu yere, bir temiz ıslatı n !
Yahya Kaptan, Rüştü Bey'e meydan dayağ ı att ı rd ı ktan
sonra Karayakuplu bucağ ı na giderek bura telgrafhanesinden
46
Erzurum Kongresi'nde bulunan Mustafa Kemal'e bir telgraf
çekti :
- Bütün kuvvetlerimle emrinizdeyim .
M ustafa Kemal , hemen bunun karş ı l ı ğ ı n ı gönderdi. Mus­
tafa Kemal'in telgrafı Yahya Kaptan'la adamlar ı n ı ç ı lg ı nca bir
sevi nce boğdu . Tabancası n ı çekip havaya üst üste ateş etme­
ye başlad ı . Gülüşerek, kahkahalar atarak adamlarıyla birçok
da bomba patlatt ı . Böylece Mustafa Kemal'e ve Anadolu'ya
bağlan ı şları n ı kutlam ı ş oldu. Yahya Kaptan' ı n art ı k kesin ola­
rak Mustafa Kemal'in adam ı olduğu n u ve İstanbul'un burnu­
n u n dibinde onun bir ileri karakolu olarak çal ı ştı ğ ı n ı anlayan
İngilizler ve dolayısıyla İstanbul hükü meti davrand ı . "Bu baya­
ğı şaki"nin ölü ya da diri olarak ele geçirilmesini istiyord u . Yük­
sek kadanaları üzerinde kapkara kalpaklarıyla çal ı m satan Ku­
vayı İ nzibatiye atl ı ları , İstanbul-Gebze yolu n u haraca kesmiş­
lerdi. İşgal kuvvetleri başku mandan ı , Yahya Kaptan' ı n ele ge­
çirilmesi için bütü n g ücüyle uğraşıyord u . Yahya Kaptan, şurda
burda yaptığı çatışmalarda kesesinde İ ngiliz altı nları ışı ldayan
birkaç sat ı l m ı ş Kuvayı İ nzibatiye eri n i toprağa uzatmakta ge­
cikmiyord u . İ ngiliz askerleri de Tuzla ve Darıca da ara s ı ra gö­
rü nüyor, sanki burada t ı l s ı m l ı bir s ı n ı r varm ı ş gibi burayı aşı p
öteye geçmek yürekliliğini gösteremiyord u .
Yahya Kaptan, koskoca b i r sorun olarak İ ngilizleri , H ürriyet
ve İtilaf Partisi Hükümetini, Karakol Örgütü'nü ve bu yüzden çı­
karları zedelenen irili ufakl ı bir sürü insan ı uğraştırıyordu.
Bu günlerde bütün arkadaşları n ı mebus seçtirerek İstan­
bul'daki Meclis-i Mebusan'a yollay ı p hemen tek baş ı na İstan­
bul'da meydana gelmesi ni beklediği önemli olayları gözetleyip
duran Mustafa Kemal'e "Kartal Anadolu ve Rumeli Müdafaayı
Hukuk Heyeti Temsiliye Reisi" ad ı altı nda bir telgraf geld i .
Ah met Necati imzas ı n ı taşıyan bu telgrafla Yahya Kaptan'dan
yakı n ı l ı yord u . Bu binbaş ı n ı n dediğine göre Yahya Kaptan, köy­
de rastgele adam öldürmekte, bucak müdürünü dövmekte,
köyleri yağma ve talan etmekteydi . Hükümetin zor duru mda
47
kalmaması için Yahya Kaptan' ı n tutuklanması gerektiğini ön­
görüyord u .
B u n u n üzerine Mustafa Kemal , İzmit'teki Biri nci Tümen
Ku mandan ı Rüştü Bey'e bir telg raf çekerek:
- Başlang ıçtan beri ulusal davran ı şlarda iyi hizmetleri
görülen bu zat ı n memleketimizin bu buhran l ı zamanları nda
hükümete teslimi asla uygun görülmemekte olduğundan, hü­
kümetin de nüfuzunu göz önüne alarak Yahya Kaptan' ı n kanu­
ni koğuşturmadan (takip)bu aral ı k kurtarı lmas ı hususun u n yo­
luna konmas ı , Kartal'da Necati Bey'e gereken direktifin veril­
mesi önemle rica olunur.
26 Kas ı m 1 9 1 9 tari hinde Yahya Kaptan da Hereke'den
Mustafa Kemal 'e şöyle bir telgraf çekti :
- Millet nam ı na yalvarıyoru m , bugünlerde Binbaşı Neca­
ti Bey'in suistimalleri Kuvayı Mill iye'yi lekelemektedir. Hemen
araşt ı rma yap ı l mas ı na emir buyurulmas ı n ı rica ederi m .
Bu i k i telgraf sahibinden birinin yalan söylediği meydan­
dayd ı . Biri nci Tümen Ku mandan ı Rüştü Bey'in İzm it'ten
5. 1 2. 1 9 1 9 tarih i nde Mustafa Kemal'e çektiği telgraf yalanc ı n ı n
k i m olduğunu meydana çı karıyord u . Bu nda açı kland ı ğ ı na gö­
re Binbaşı Necati Bey, "Maltepe Endaht Mektebi'hde görevli
memurd u . "Müdafaayı Hukuk Cemiyeti" sıfat ı n ı tak ı narak Ku­
vayı Milliye ad ıyla baş ı na toplad ı ğ ı Arnavut Küçük Arslan Çe­
tesi'yle ortal ı ğ ı soymaktayd ı . Küçük Arslan Çetesi , son günler­
de Darıca Rum bekçilerin i öldürmüş, istalyanos adl ı bir Rum
zeng i n i n i dağa kaldı rarak kendisinden para istemişti . Yahya
Kaptan, bu türlü soygunlara kat ılmad ı ğ ı gibi katı lanları da hoş
görmediği nden onlara engel olmaya çal ışmakta, bundan dola­
yı da onları n düşman l ığ ı n ı üzerine çekmekteydi . Yine tümen
ku mandan l ı ğ ı na göre Gebze Jandarma Kumandanı Yüzbaşı
Nail Bey de bu çetenin suç ortağ ı ndan başka bir şey değildi.
Arnavut Arslan Çetesi'yle de el ele vererek Yahya Kaptan'ı öl­
d ü rtmeye kalkışm ış, bunu da başaramam ıştı . Onu tuzağa dü­
şürerek öldü rmek istedilerse de onları n düzenlerini anlayan
Kaptan ölümden kurtu labilmişti .
48
27 Aral ı k 1 9 1 9 tarihli telgrafıyla Kara Vasıf bile Mustafa
Kemal' i n zihnini buland ı rmaya çal ışmışt ı . Bu telgrafa göre İs­
tanbul'dan İzmit'e dek uzayan bölgedeki bütün karışıkl ı kları n
ve güvensizliğin tek nedeni Yahya Kaptan 'd ı .
Oysa bütü n bu gürü ltü , Maltepe'deki E ndaht Mektebi Mü­
dürü Yenibahçeli Şükrü Bey'in baş ı n ı n altı ndan çıkıyord u . Ka­
rakol terör örgütü nün Anadolu yakası reisi olan Şükrü Bey, Kü­
çük Arslan Çetesi'yle birlikte Binbaş ı Necati Bey'i de, Yüzbaş ı
Nail Bey'i de yönetiyord u .
İttihat v e Terakki' n i n bi ricik yaşama v e yaşatma organ ı
olan Karakol Örgütü'n ü n etkili biçimde çal ı şabil mesi için para
gerekti . Son kerte gizli bir dernek olduğundan bu n u n ad ı na
şu ndan bu ndan para toplanmayacağ ı ndan zengin Rum köyle­
ri ni soymaya başlam ışlard ı . Buna engel olan Yahya Kaptan
da, Karakol gibi korkunç bir terör derneğinin buyruğuna karşı
gelmiş say ı larak öldürülmek istenmişse de başarı lamam ıştı .
Yaln ı z bu işi İstanbul H ü kü meti'ne yapt ı rabilmek uğruna elle­
rinden geleni yapmaya başlad ı lar. Kara Vas ıf Bey, bu alanda
H ürriyet ve İtilaf Partisi'nin Dah iliye Naz ı rı ndan başka türlü dü­
şünmüyor, Mustafa Kemal'i de türlü oyu nlarla etkilemeye çal ı ­
şıyord u . Yahya Kaptan ortadan kalkmadan y a d a b u Karakol
Derneği'nin at oynatt ı ğ ı bölgeden çekilmeden Yenibahçeli
Şükrü Bey'e rahat iş görmek yoktu. Her iki yanda ulusal dava
için çal ışmakla birlikte Yahya Kaptan' ı n gölgesi, Karakol'un mi­
litanları üzerine aban m ı ş , onları eziyord u .
İşte, biraz da Karakol Örgütü 'nün kışkı rt ı l masıyla alevle­
nen bu dava, patlama noktas ı na doğru h ızla yükselirken Mus­
tafa Kemal'le temsil heyeti Ankara'ya gitti . Yazışmalar, çiziş­
meler bu kez de Sivas'tan Ankara'ya kayd ı .
Bir g ü n , Yahya Kaptan, mebus olarak İstanbul'a geçmek­
te olan Mustafa Kemal' i n yaveri Cevat Abbas Bey'le İzmit Me­
busu S ı rrı Bellioğlu'nun kendisini gelip görecekleri ni öğrend i .
Yahya Kaptan, Tavşancı l istasyonu ndan köye d e k giden yol
boyunca on ad ı mda bir, dişinden t ı rnağ ı na dek silah l ı , bomba­
lı nöbetçiler dikerek değerli konuklar ı n ı bekledi .
49
Cevat Abbas Bey'le S ı rrı Bellioğlu şaşkı n l ı k içinde, kendi­
lerine selama d u ran bir yığ ı n tığ gibi ulusal savaşçı arası ndan
geçerek Tavşancıl'a vard ı lar. İ ki kilometrelik köy yolunu se­
vinçle tüketen iki değerli konuk, köyde tam bir Kuvayı Milliye
ku mandan ı k ı l ı ğ ı ndaki pek yakış ı kl ı ve güler yüzlü Yahya Kap­
tan'la karşılaşarak kucaklaşı p öpüştüler. S ı rrı Bellioğ l u , gözle­
ri yaşlara bulan m ı ş olarak Kaptan' ı n boynuna sarı ldı ve h ıçkı­
rarak ağlamaya başlad ı .
H ıçkı rıkları arası nda ancak ş u sözleri söyleyebildi :
- Yaşa, Kaptan !
Mustafa Kemal'in mebuslar ı n ı başka bir dü nyadan köyle­
ri ne düşmüş çok değerli kuşlar gibi seyreden Tavşancı l l ı ları n
mutlulukları na son yoktu .
Bu sı rada bu köy, herhangi bir vilayet gibi ünlüydü . Diller­
de söyleniyordu. Bu da ancak Yahya Kaptan' ı n gölgesindeydi.
Halkla hoşbeşten sonra yeni mebuslar, Yahya Kaptan'la baş
başa verip uzun boylu konuşup görüştüler. Buraya da Mustafa
Kemal'in buyruğu ile gelmişlerdi. Mustafa Kemal (ona çok se­
lam ediyor, gözlerinden öpüyord u . ) Yahya Kaptan buna dü nya­
larca sevindi . O, Sı rbistan'a sabotaj için gönderildiğinde, Mus­
tafa Kemal Sofya'da Ataşemiliter olarak bulunuyord u . Yahya
Kaptan' ı n Valandova'da demiryolu köprülerini atışı n ı , bir tabur
S ı rp askerini yok edişin i , kocaman cephanelikleri havaya uçu ­
ruşunu yakı ndan izlemişti ve biliyord u . Yahya Kaptan'la yaral ı
arkadaşları gelip de Sofya'daki bir asker hastanesinde tedavi
edilirken onları gidip görmüştü . Oradan tan ışıyorlard ı .
Cevat Abbas Bey ; Mustafa Kemal'in selam ı n ı söyledikten
son ra, ona şöyle bir haber de verdi :
- Mustafa Kemal Paşa seninle daha yakı ndan görüşmek
istiyor. Bu günlerde gidip Ankara'da kendisini görmen gerek.
Çok gizli git. Buralar ı n boşald ı ğ ı n ı anlamas ı nlar. En güvenli yol
İ nebolu-Kastamonu-Çankı rı yoludur. Yolun açı k olsu n . Haydi,
şimdi hoşça kal .
Yeniden sarı l ı p öpüştüler. İki konuk, yine benzer bir güven
çiti arası ndan istasyona varıp trene bind i .
50
Onları n arkası ndan da Yahya Kaptan kı l ı k değiştirerek İs­
tanbul'a gitti. Oradan gizlice bir Karadeniz vapuruna atlad ı . İ ne­
bolu'ya çıktığı nda Kuvayı Milliye haberli olduğundan onu dost­
ça karşı layıp uğurladı lar, sonra Kastamonu'ya yolcu ettiler. Kas­
tamonu Valisi Cemal Bey de haberliydi. O da Kaptan'ı Çankırı
Mutasarrıfl ı ğ ı na tan ıtarak Ankara'ya sağ salim eriştirilmesi için
bir telgraf çekti . Yahya Kaptan böylece Ankara'ya vard ı . Ziraat
Mektebi'nde Mustafa Kemal'le görüştü . Mustafa Kemal , onu bir­
çok tehlikelere karşı uyard ı . Şimdi orada tuttuğu cephenin son
kerte dirimsel olduğunu, bunun elden geldiğince tutulması ge­
rektiğini anlattı . Ayrı l ı k s ı rası nda sarı l ı p kucaklaştı lar.
M ustafa Kemal , bu Köprülülü Rumeli aslan ı n ı n büyük iş­
ler yapacağ ı na inan ıyord u .
Yahya Kaptan, h i ç kimsenin r u h u duymadan Orta Anado­
l u ' n u n ayaklar altı nda g ı c ı rdayan karları n ı çiğneyip ordan biraz
daha kutsal ateş alarak geri döndüğünde Tavşancı l 'da her şey
b ı raktığı gibiyse de Karakol Örgütü 'nün irili ufakl ı bütü n adam­
larıyla İstanbul hükümeti ve İ ngilizler hala ona salvo ateşi (yay­
lım ateş) yapmaktayd ı lar. Yenibahçeli Şükrü Bey'le arkadaşla­
rı onu İ ngiliz aslan ıyla İstanbul hükümeti s ı rtlan ı n ı n ağzı na at­
mak üzere sanki el birliği etmiş gibiydiler. Şundan ki Yahya
Kaptan artı k herkesin bildiği gibi Yenibahçeli Şükrü Bey'den
değil Anadolu'dan , Mustafa Kemal'den buyruk al ıyord u .
Gebze jandarma ku mandan ı , açı kça Karakol derneğ i n i n
buyruğunda çal ışıyord u . Dernek, bütün gücüyle Yahya Kap­
tan ' ı suçlaması için onu sıkıştı rıyor ve kullan ıyord u . Gebze
Kaymakam ı Sait Bey'se Yahya Kaptan'ı açı kça tutuyor ve ko­
rumaya çal ışıyord u . Darıcal ı Rum lar, Yahya Kaptan' ı bir kaş ı k
suda boğmak üzere davranm ı şlard ı . H e r Allah ' ı n g ü n ü , Dar ı ­
ca'daki Fransı z karakoluna yaz ı l ı yaz ı s ı z yakın malarda bulu­
nuyor, İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutan l ı ğ ı 'na ise daha ağ ı r
yalanlar duyuruyorlard ı . Karakol Derneği'nin kışkı rttı ğ ı kimi
Türkler de Darıcal ı Rum hemşehrilerin i n paraleli nde Yahya
Kaptan'ı Bab ı ali'ye karalay ı p d u rmaktayd ı . Üstüne bunca
uğursuzluk yağmurları yağa dursun bir g ü n Kaptan' ı Çerkeşli
51
köyüne düğüne çağ ı rd ı lar; kalktı gitti. Onu başköşeye otu rtan
köylüler nas ı l ağ ı rlayacakları n ı bilemiyorlard ı . Güveyden çok
bütün gözler onun üzerindeydi. Düğü n ü n tek yıldızı oydu. Su­
luku le'den geti rilen becerikli Çi ngene kızları göbek atıyor, tef­
ler, dümbelekler çal ıyor, mutlu bir düğün havas ı herkesin yü­
zünü güldürüyordu . İşte tam bu sı rada Çerkeşli Ali Bey, Yahya
Kaptan' ı n yan ı na yaklaşarak eğildi :
- Aman dikkat Kaptan, yan ı nda otu ran Eşrefin silahı sa­
na dönük, eli de tetikte. Seni vuracak!
Kaptan bu söz üzerine yı lan ısırmış gibi döndü. Gerçekten
de delikan l ı n ı n tüfeğinin namlusu tam göğsüne bakıyordu. Eli de
tetikteydi. Bunu gören Kaptan' ı n kuşkusu kalmad ı . Hemen ta­
bancas ı n ı çekmesiyle Eşrefin üstüne boşaltması bir oldu. Oğ­
lan tüfeği bir yanda, kendi bir yanda boylu boyunca yere serildi .
Düğün evi karışt ı . Neden sonra Kaptan , suçsuz oğlanı vurduğu­
na çok acıdıysa da iş işten geçmişti . Demek ki kendisine bu ci­
nayeti işlemesi için tuzak kurmuşlar, bunu da başarm ışlard ı .
- Yaz ı k ettik b u arslan gibi gence, elimizi kana bulad ı k !
diye yan ı p yak ı nmaya başlad ı .
Kaptan' ı n b u cinayeti, Karakol Derneği'nin v e öbür düş­
manları n ı n ellerine önemli bir koz olarak geçti. Bunu inceden
inceye işlemeye başlad ı lar. Yahya Kaptan, kendisin i tuzağa
düşüren Çerkeşlili Ali Bey'i öldü rmeye kalktı . Evin i basmaya
haz ı rlan ı rken Tavşancı l l ı akl ı başı ndakiler, bu yeni yan l ı şl ı ğ ı n
ö n ü n ü al ı p o n u A l i Bey'le barıştı rman ı n yolları n ı arad ı l ar. B u i ş
d e olmak üzereyken b i r başka talihsizlik b u n u engellediği gibi
olanlara da tüy dikti:
Yahya Kaptan bir g ü n , Cebir Ağa' n ı n kahvesi nde otu rmuş
dertleşiyordu. Çerkez İbrahim sabrı n ı taşır ı rcas ı na Kaptan'a
karşı geldi . Yerinden fı rlayan Kaptan bir tokatta onu yere ser­
di. İbrahim'in mavzerini de çekip elinden ald ı . Bu uğraşma sı­
rası nda emniyeti açı k olan mavzer patlad ı . Çerkez İ brahim'e
rastlayan kurşun onu düştüğü yerde cansız b ı rakt ı . B u , ger­
çekten de çok büyük talihsizlikti . Bu ikinci olay bardağ ı taş ı rd ı .
Bütün düşmanlar hep birden , ellerindeki b i n türlü silahla Kap-
52
tan' ı vurmak üzere davrand ı lar.
Hele Yüzbaşı Nail Bey, Ankara'daki Mustafa Kemal'e şöy­
le bir telgraf çekti :
- Gebze'de hükü met yoktur. H ü kü met, Tavşancı l 'd ı r. Al ı n
beni m k ı l ı cı m ı Tavşancı l'daki çetebaşı ya verin .
Hele İstanbul , art ı k Yahya Kaptan' ı n ameliyat masası na
yat ı r ı l ması düşüncesin i tam olarak benimsed i . İstanbul hükü­
meti , Yahya Kaptan' ı n baş ı n ı getirene bin altı n vereceğini her
yana tellalla ilan etti .
Yahya Kaptan , M ustafa Kemal'le yapt ığı görüşmede bir
buyruk alm ı ştı . Kendisinin çetesin i n başı büsbütün tehlikeye
girerse hemen birkaç bin kişilik çetesiyle vuruşa vuruşa da ol­
sa Ankara' n ı n yolunu tutacakt ı . Bu sı rada Geyve Boğaz ı ' nda
Ali Fuat Paşa'n ı n buyruğ undaki askerler nöbet tutuyord u . Ora­
ya bir yetişti mi gerisi can sağ l ı ğ ı yd ı . Ne var ki Kaptan, bu en
tehlikeli zaman ı nda bile çevresinde tehlike görmez bir aşı rı yü­
reklilik havası içinde hapsolmuş gibiyd i .
İstanbul hükümeti n i n çok büyük bir jandarma gücüyle
Kaptan' ı n üstü ne çullanacağ ı n ı haber alan Darıca'daki Fransız
karakolunun çavuşu, onunla görüşmeyi diledi. İstanbul hükü­
metin i n yaptı ğı büyük haz ı rl ı ğ ı ona bildird i .
Yahya Kaptan' ı n b u i y i yürekli Fransız askerine verdiği
karş ı l ı k şu old u :
- Nas ı l olur? A h b i r gelseler d e görseler!
Yine duru mdan kuşkulanan Kaptan , en güvenilir adamla­
rı ndan S ıtkı ile İdris'i Gebze'ye gönderd i .
Geri döndüklerinde onlar d a Fransız çavuşunun verdiği
bilgiyi doğrulad ı lar.
Kaptan şaştı :
- Onlar da Türk'tür ve Müslüman'd ı r. Sakın bizim kuwet­
lerimiz ateş etmesin ; kardeşkan ı değil gavur kan ı dökelim, dedi.
Tam bu sı ralarda Tavşancı l 'dan çal ı nan bir manda h ı rs ı z ı ­
n ı bulup Yahya Kaptan' ı n katına getirdiler. Kaptan, bütün köy­
lüyü toplayarak h ı rsıza yaman bir meydan dayağ ı att ı rd ı . Bu
olay ı n geçtiği günün akşamı Yahya Kaptan , Tavşancıl'da he-
53
men hemen birkaç adam ıyla kald ı . Kara Arslan, Küçük Arslan
ve İdris Kaptan çetelerini de oldukça uzak yerlere göreve sal­
m ı ştı . Yan ı ndaki yirmi beş-otuz kişilik adam ıyla Tavşancı l ' ı n
sessiz koyu karanl ı ğ ı na gömülen Yahya Kaptan, en güvenli
uykuları ndan birini uyuduğunu sand ı ğ ı s ı rada; Fransız başça­
vuşu n u n kendisine getirdiği çok değerl i ve dirimsel habere ku­
lak asmad ı ğ ı ndan onu cezaland ı rmak üzere her zaman uyan ı k
bulu nan kader, b i r espiyon gibi İstanbul hükümetinin beş yüz
jandarmas ı n ı sıcak yatakları ndan kald ı rm ı ş ve Tavşancı l'a
doğru yola çı kartm ı ştı . Gerek Fransız başçavuşu n u n daha ön­
ce verdiği, gerekse İdris Kaptan' ı n o gün Gebze'den getirdiği
habere değer vermeyen Yahya Kaptan' ı n cezayı hak ettiğini
bildiren gonk vurmuştu .
İstanbul hükü metinin genel jandarma ku mandan ı yard ı m ­
cısı Albay Hilmi Bey'le alay kumandan ı Yarbay Nazmi Bey,
buyrukları nda beş yüz resmi jandarma, iki-üç yüz de Laz çete­
si olarak gemiden Hereke'ye ç ı ktı lar.
Hemen Hereke telefon hatt ı n ı kestiler. Hereke karakol ça­
vuşu Ali'yi yatağ ı ndan kald ı rd ı lar. Hereke'den Tavşancıl'a gi­
den beş kilometrelik yolu seğirterek alan jandarma sürüsü , ge­
nişçe bir s ı n ı r üzeri nden Tavşanc ı l ' ı sı msıkı kuşattı lar. Karlar
üzerinde tam birer hedef meydana getiren jandarmalara hiçbir
kurşun karı şıcı ç ı kmad ı . Bundan onlar da şaşkı nd ı . Vakit, ge­
ce yarı s ı n ı geçiyord u . Kuşatma çemberi , sabah namaz ı na dek
bekled i . Bu sı rada Gebze Jandarma Kumandan ı Nail Bey de
çağrı l m ı şt ı . Albay Hilmi Bey'in yan ı ndayd ı .
Hilmi Bey, sabah namaz ı n ı kı lan bütün köylüleri jandar­
malarla çevirtip yan ı n a geti rtti . Onlara teker teker:
- Yahya Kaptan nas ı l adamd ı r? ı rza, namusa sald ı rd ı ğ ı ,
millici olduğu doğru mudur? Zengi n lerden para al ı yor m u ?
diye sord u .
Köylüler, sanki söz birliği etmiş gibi :
- Bunlar hep yaland ı r, iftirad ı r ; tam tersine, o bizim ı rz ı ­
m ı z ı , namusu muzu korudu. Bizi Rum eşkıyası ndan kurtard ı ,
diye karş ı l ı k verd i .
54
Albay Hilmi Bey, Gebze Jandarma Ku mandanı Nail Bey'e
dönerek şöyle dedi :
- Yalan bunları n ruhuna işlemiş. Ne yapsak doğruyu söy­
leyecekleri yok; biz işimize bakal ı m .
*

* *

Kaptan' ı n en yakı n arkadaşları ndan Musa Bey, köyü ku­


şatan jandarmaları ve jandarmaları n subayları n ı n caminin ya­
n ı nda bu l u nduğ u n u ona yetiştird i . Yahya Kaptan, ilk ağ ı zda
gelen tehlikeyi savuştu rmak üzere hemen üstü nü güç bela gi­
yinerek o dolaylardaki M ustafa Pehlivan ' ı n evine s ı ğ ı nd ı .
Kaptan o zaman, Türk'ün ancak düşmana kurşun ataca­
ğ ı n ı , hiçbir vakit kan kardeşine, din kardeşine namluyu çevir­
meyeceğini anlar gibi olduysa da art ı k iş işten geçmişe benzi­
yord u . Dün öteden beriden uçurulan haberlerde belki içinde
namussuzca bir tuzak sakl ıyordu . Bütün çete grupları n ı ku rşun
atı lması gereken yerlere göndermiş, Tavşanc ı l ' ı bomboş bı rak­
m ı ştı . Kim bilir, belki de dost gibi görü nen düşmanlar, onu si­
lahlan m ı ş gelen kaderin kuduzluğuyla baş başa bı rakmak üze­
re adamları n ı sağa sola göndermek üzere aldatm ışlard ı .
Yahya Kaptan, kend i n i e n çok güçlü bulduğu bir zamanda
böyle bir tuzağa düştüğüne ne anlam vereceği n i bilmiyord u .
Mustafa Pehlivan ' ı n kapal ı perdeleri ard ı ndan adamları n ı n
otu rduğu evlerin birer birer bas ı larak e n güvendiği arkadaşla­
rı n ı n ellerine kelepçe vurularak al ı n ı p götü rüldüğünü görüyor­
d u . Kırı lan kap ı ları n , ağlayan kad ı nları n ve çocukları n acı çığ­
l ı kları n ı dinleyen Kaptan , bu büyük yan l ı ş l ı ğ ı nas ı l yaptığ ı n ı bir
türlü anlayam ıyor, bu ölüm tuzağ ı ndan ku rtulmak uğruna ya­
p ı l ması gereken her şeyi i nceden inceye hesaplıyorsa da için­
den ç ı kam ıyord u .
Büyük Arslan , Küçük Arslan , İdris Kaptan Çeteleri d ı şarı ­
dan baskına benzer bir iki gösteri yaparsa bu jandarmalar da­
ğ ı l ı p kaçabilirlerdi. Onlar neredeydi? Yoksa onlar da jandarma
kumandan ı Yüzbaşı Nail Bey'in buyruğuna uyarak mı dün ak­
şam gerekli gibi görünen pusu yerlerine gitmişlerdi? Bu çeteler
55
kendisine katılmadan önce Karakol Örgütü'nün, Yüzbaşı Nail
Bey'in buyruğunda çal ışmıyor muydu? Demek ki en son buyru ­
ğu da ondan alm ışlar, uydurulan bir görevi yapmak üzere onun
çevresini boşaltı p gitmişlerdi? Evet, bu işte şeytanca kimi oyun­
lar oynanmışa benziyord u . Yüzbaşı Nail Bey, şimdi de kendisi­
ni tutuklamak üzere kalkm ış Albay Hilmi'nin yan ı s ı ra Tavşan­
cıl'a gelmiş, iri kıyım avlar avlayan zağar gibi kendi kokusunu
almak, kendisini parçalamak üzere pırıl pırıl çizmeleriyle karla­
rı gıcı rdatarak köyün sokakları nda dolaş ı p du ruyordu.
Tam beş gün beş gece Tavşancıl kuşatmal ı kaldı ve bu
süre içinde Yahya Kaptan' ı n saklanabileceği bütün evler araş­
t ı r ı ld ı . En sona birkaç ev kal m ı şt ı . Ev sahibi Yahya Kaptan' ı ka­
d ı n kı l ı ğ ı na sokarak kaçı rmak istediyse de o, kad ı n kı l ı ğ ı na gir­
meyi kendisine yed i remed i . Araştırı lan evler düşman elinden
geçmişçesine didikleniyord u . Hacı Osman ' ı n evi aranmaktay­
ken , yürekliliği art m ı ş olan hainlerden biri H i l m i Bey'i n yan ına
soluk soluğa vararak Yahya Kaptan' ı n gerçekten sakl ı bulun­
duğu Mustafa Pehlivan' ı n evin i espiyonlad ı . Bu ev, beş katl ıy­
d ı . Beş yüz jandarma evi n çevresi n i süngüden bir kuşak gibi
sarıverd i . Yüzbaşı Nail Bey du rmadan buyruk veriyor, gözleri
sıtmal ı bir h ı rsla parlayarak evi n perdelerle s ı msıkı örtülmüş
perdelerini araştırıyord u .
- Yahya Kaptan , bütün e v sarı l m ı şt ı r. Kurtuluş yoktur.
Teslim ol ! diye bağ ı rd ı .
İçeriden h içbir ses gelmed i . Bunu başkaları d a denediyse
de yine karş ı l ı k veren olmad ı . Yahya Kaptan , içerde, eli nde
mavzeriyle öfkeden titreyerek bekliyord u . Tek baş ı na bunca in­
san la kurşunlaşarak birkaç kişiyi öld ü rse bile bun u n ne anlam ı
olacaktı ? Böylece birkaç zaval l ı n ı n kan ı na g irmektense teslim
olmak en iyisiyd i . Oyu n bitmişti .
Böyle düşünerek ev sahibine:
- Kardeşkanı dökmeyeli m . Ben teslim olacağ ı m , ded i .
Sonra sakland ı ğ ı heladan ç ı karak Albay Hilmi Bey'e doğ-
ru i lerledi. Uzun ve gü rbüz gövdesinin üzerinde teslim bayrağ ı
gibi kald ı rd ı ğ ı iki kolu n u n ucundaki kocaman ve güçlü elleri ,
56
çaresizlik içinde ne yapacağ ı n ı bilmez bir duru mda titriyord u .
Kuvayı İ nzibatiye'nin h ı rslı subayları ndan biri olan Albay H i l m i
Bey, Yahya Kaptan' ı n i ri bileklerine kelepçe tak ı l ı rken omuzla­
rına takılacak paşal ı k apoletlerinin par ı ltısıyla daha şimdiden
gözleri kamaşarak bir sigara yaktı .
Bu sı rada jandarmalar, Yahya Kaptan'la adamları için dol­
durdukları mavzerlerini havaya boşaltarak ç ı lg ı nca naralar at­
tı lar ve başarı ları n ı kutlad ı lar.
Jandarma subaylarıyla jandarmalar, Yahya Kaptan' ı önle­
rine katarak aşağ ı kuyu dolayları na doğru götürdüler. Yolda k ı ­
rık yalakl ı bir çeşme vard ı . İ nce bir su ş ı rı ldayarak durmadan
akıyord u .
Dili damağ ı ku ruyan Yahya Kaptan , suyu görünce :
- Çok susad ı m , şuradan bir yudum su içeyim ! ded i .
B ı raktı lar. Eğildi ağzı n ı oluğa dayad ı . Tam bu sı rada bir ta-
banca patlad ı . Beyninin içine üst üste bi rkaç ku rşu n u n yerleş­
tiğini duyan Kaptan :
- Kahpeler! diye bağ ı rarak oraya devrildi.
Yahya Kaptan , henüz bir iki yudum su içmişti ki jandarma
teğmeni Abdurrahman elindeki tabancas ı n ı n bütün mermileri­
ni onun kafas ı n a boşaltıvermişti .
Yahya Kaptan' ı n debelenmesi durduktan sonra parmağ ı n ­
daki alt ı n yüzüğü , paras ı n ı , gümüş köstekli saatini ald ı lar. Son­
ra beli ndeki kuşağ ı çı kararak bu nunla ayakları n ı iki sı rığa bağ­
lad ı lar ve sürükleyerek Tavşancı l'a götü rdüler.
Albay Hilmi Bey, ölüyü Cebir Ağa' n ı n kahvesi önündeki
ağaca baş aşağ ı astı rarak toplanan köylülere şöyle bir laf etti :
- Padişah ı m ız efendimizin ferman ı n ı dinlemeyenin hali
bud u r. Mustafa Kemal'in de hali böyle olacakt ı r.
Sonra Albay Hilmi Bey'in buyruğuyla jandarmalardan biri,
ölünün kafası n ı keskin bir bıçakla kesip gövdesinden ayı rarak
istanbul'a götürülmek üzere bir çantaya yerleştirdi.

57
YEDİ BAŞLI EJDERHA ANZAVUR AHMET PAŞA

Türklerin, yurt sevgisi ile dolu


olan göğüsleri melun hırslara
karşı her zaman demirden bir
duvar gibi yükselecektir.
Mustafa KEMAL

Köprülülü Hamdi Bey, Biga ile dolayları n ı çabucak Kuvayı


Milliye'nin buyruğu alt ı na alm ış, şimd i , onun gibi önemli yeni
işlere el atm ı şt ı . 6 1 . Tümen kumandan ı yine Köprülülü Albay
Kaz ı m Bey ondan har ı l har ı l insan yutan cepheler için i nsan ve
para istiyord u .
Akbaş cephaneliklerinden kald ı rı lan silah v e cephane yı­
ğ ı nları , Yen ice bucağ ı nda, Bal ı kesir'e taş ı n mak üzere Drama­
lı Ali R ıza Bey'in korumas ı nda bekliyord u . Hamdi Bey'i n verdi­
ğ i yeni buyruklar üzerine köylerde toplan mam ı ş son silahlar
toplanı yor, dünya savaşı nda terhis edilmiş bütü n kuralar yeni­
den silah altına alı narak 6 1 . Tümen buyruğuna gönderiliyord u .
Silah v e asker kaçağ ı olduğu haber verilen köylere v e evlere
şiddetli baskı lar yap ı l ı yor, silahlar ele geçiril i p ; kaçaklar hemen
yakalan ı p grup grup cepheye aktar ı l ı yord u .
Bu sı rada Hamdi Bey çok gerekli v e o oranda da tehlikeli
bir ad ı m att ı :
Belediye meclisini toplad ı . Bütün Biga köylerin i n gelir kay­
nakları n ı ve göze çarpan zenginliklerin i listelere geçird i . Bu
oran üzerinden köylere, daha çok eşrafla ağalara gerçekten
de ancak bir düşman ı n koyabileceği savaş vergileri yükled i .
Bütün köy mu htarları n ı çağ ı rı p karş ı s ı na dikerek köyleri ne d ü ­
ş e n parayı bir hafta içinde toplayıp getirmelerin i , yoksa köyle­
rin i n yak ı lacağ ı n ı bildird i . O gü nkü koşullar içinde bu paralar
gerçekten ödenemezd i . Köylüler, kara kara düşünmeye başla­
d ı . Hamdi Bey ve arkadaşları n ı n hiç şakaya gelir yanları olma­
d ı ğ ı n ı biliyorlard ı .
58
Köylüler, açı ktan açığa değilse de köşede bucakta sızlan­
maya başlad ı lar. Halkı n birçok tarihsel felaketleri yelpazeleyen
ve körükleyen o umarsızlıktan gelme olu msuz homurdan ı ş ı
için için kaynaşması b i r yang ı n gibi köyden köye atl ıyor, yay ı ­
l ı yord u . İşte bu u marsız homurdanmayı işiten Bigal ı eski jan­
darma subayı ve şimdiki soy at yarışçısı Anzavu r Ahmet, ku­
lak kabarttı . K ı rç ı l top sakalları n ı sıvazlayarak sevi nçten parla­
yan gözlerini halk ı n somurtkan görünüşüne dikti . Vaktiyle ünlü
Çakı rcal ı Mehmet Efe'n i n üstü ne giden ve belki de onun öldü­
rülmesinde payı bulunan Anzavur Ahmet'in başka hünerleri de
vard ı . O da pek çok Çerkez gibi Osmanl ı sarayıyla ilişki ku r­
muş ve o kapıdan karı nca kararı nca çimlen mişti . Saraya ar­
mağan ettiği üç güzel Çerkez kızına karş ı l ı k hem bir sürü altı n ,
h e m de jandarma yüzbaş ı l ı ğ ı rütbesini al m ı ştı . Bu arada Kü­
tahya'da takdim kumandan l ı ğ ı bile yapm ı ştı . Bu meslekten ay­
r ı ld ı ktan sonra da temelli olarak Biga' da oturuyor ve atlarıyla at
yarışlarına giriyor, bu işi bir h ı rs olarak sürdürüyord u . Anzavur
Ahmet'te bir büyüklenme hastal ı ğ ı da göze çarpıyordu. Gün­
lük yaşay ı ş ı nda ona yak ı n olanlar, kendisinden şöyle böbü r­
lenmeler dinliyorlard ı :
- B u gece rüyamda yine Hazreti Peygamber'i görd ü m .
Sözde Mekke-i Mükerreme'de bulunuyormuşuz. B e n de he­
men onun sahabeleri arkas ı nda namaz kıld ı m .
O n u n b u yalanları n ı dinleyenler, g ü l ü p geçiyorlarsa da o,
halkı aldatt ı ğ ı kan ısı nda olduğu ndan bunu ve buna benzer ya­
lanları yineleyip du rmakta bir sakı nca görmüyordu.
Hamdi Bey'le Dramalı R ı za Bey, Biga'ya yerleşti yerleşeli
Anzavur Ahmet, artık yarışlara soktuğu iki soy atı ndan daha
çok i nsanlarla ilgilenmeye başlam ı ştı . Bir gün kendisinden ok­
şayı ş bekleyen atları n ı yüzüstü bı rakarak birdenbire vapura
bindi İstanbul'a gitti . Eski yiğit jandarma kumandan ı n ı İstan­
bul'da anmışlar, çağ ı rıvermişlerd i . Süleyman Şefik Paşa'yla,
Sait Molla'yla görüşen büyüklük hastası Anzavur Ahmet, Bi­
ga'ya heybeler dolusu altınla ve Kuvayı M u hammedi'ye gibi
Müslüman halkça çok parlak görü nen bir u nvanla dönd ü . Bu,
59
şimdilik gizliyse de pek az zaman içinde bir top patlaması gibi
bölgede ve bütün Türkiye'de işitilecekti !
Anzavur, İstanbul'dan döner dönmez genç jandarma su­
bayı Zühtü Bey'i evine çağ ı rd ı . Genç subay, öğle üzeri gittiğin­
de namaz k ı ld ı ğ ı n ı söyleyerek onu küçük bir odaya ald ı lar. Na­
mazdan sonra gelen Anzavu r, sofrayı , semaveri de getird i . Ko­
nuğuyla yemek yeyip çay içtiler. Anzavur öteden beriden ko­
nuşmayı bı rakarak birdenbire ağ ı r bir durum ald ı :
- Bana iki atl ı jandarma veriniz, Gönen'e gideceğ i m ,
ded i .
Zühtü Bey, kendi kendine şöyle düşündü :
"Bu adam, İzmir'e, Manisa'ya, Gönen'e daha birçok yerle­
re koşuya giderken yan ı na iki Çerkez atl ı s ı al ı r giderd i . Şimdi
bu iki atl ı jandarma da ne oluyordu ?"
Ona:
- Yüzbaşıya söyleyeyim de vereyim ! ded i .
- Oğlum Yüzbaş ı gidiyor, h e m temelli gidiyor. Ben , bu-
gün istanbul'dan , Saray'dan geldim.
Genç Teğmen, bunu işitince birdenbire duralad ı ve topar­
land ı . Şimd i , anl ıyordu : Bugün Yüzbaşı Naz ı m Cemal Bey'de
gerçekten bir haz ı rl ı k görmüştü . Adamcağ ız, izinli gittiğini söy­
leyerek haz ı rlan ıyord u .
Zühtü Bey, y i n e de Anzavur'un duru m u nda doğal olmayan
hiçbir şey görmed i . Ona iki atl ı jandarma vermeyi içinden ka­
rarlaşt ı rd ı . Sonra:
- Peki , Ahmet Bey atl ı ları vereceği m . Atl ı lar size haber
verecekler, dedi ve daireye gittiği nde Anzavu r'a Bigal ı iki Çer­
kez jandarma gönderd i .
Anzavur i k i atl ı jandarmayı yan ı na katarak Gönen'e gide­
ceğine Biga köyleri ni dolaşmaya çıktı . İlkin kendi ı rkı ndan olan
Çerkez köylerine gitti. Hamdi Bey'in istediği paran ı n verilme­
mesi için propaganda yapıyor, kurnazca nabız yokluyord u . Ka­
ra Hasan' ı n yakalanamayan arkadaşları ndan bir gözü kara, bir
gözü yeşil Kürt Mehmet Çavuş'la görüşüp anlaşt ı .
60
Böyle bir hafta dolaştı ktan sonra Gönen bölgesine geçti .
Burada artı k gemi azıya ald ı . Gittiği bütün köylerde korkusuz­
ca şunları diyordu :
- Beni bu ralara padişah gönderd i . Kuvayı Milliye denen
davran ı ş , eşkıyal ı ktan başka bir şey değildir. Mustafa Kemal ,
vatan hainidir; askerlikten kovuldu ; cezadan kurtu lmak, can ı n ı
kurtarmak için d e istanbul'dan kaçtı . Padişaha isyan etti . İs­
tanbul dahil bütün Anadolu işgal altı ndad ı r. Memleket bu du­
rumda yani İtilaf Devletlerinin elindeyken Mustafa Kemal'in
yaptı ğ ı davranış memleketi büsbütü n yok edecek bir ayakla­
n ı ştan başka bir şey değildir. Bütü n topraklar ı m ı z elimizden gi­
decek, yurtsuz kalacağ ız. Bunun için onlara karşı silahla karş ı
koyarsan ı z onları n haracı ndan kurtulduğunuz gibi yeniden as­
kere gitmekten de kurtulursunuz. Siz burada bir süre dayan ı n .
Ondan sonra padişah İstanbul'dan ordu gönderecek, onları n
hepsi yok edilecektir.
Sonra koynundan yald ı zl ı , meşin kapl ı bir Kuran çı kararak
sözlerine şunları ekliyordu :
- Kuvayı Mill iye'ye katı lanlar idam edilecektir. Bu örgüte
katılmamayı Kuran üstüne and içiniz !
*

* *

Anzavu r Ahmet'in Gönen, Manyas ve Çerkez köylerinde


dolaşarak böyle ağ ulu bir propaganda kampanyası açması ,
Köprü lülü Hamdi Bey'le arkadaşları n ı n ku lağ ı na gitti . Hamdi
Bey de bu propagandayı önlemek üzere bir umar düşündü :
Biga bölgesinin çok sayı lan birkaç kişisini kampanya açı ­
lan köylere öğüt verme kurulu olarak gönderd i . Dimetokal ı İs­
mail Hakkı , Hac ı köylü Kaymakam Tahir Bey, Bigal ı Sefer Bey
taze zehir serpilmiş köyleri birer birer dolaşarak Anzavu r'u ye­
re vurmaya çal ıştı lar. Üçü de Çerkez ve sayg ıdeğer kişiler ol­
duğundan dinleniyordu.
Bu sı rada Biga köylüleri kara kara düşünüyor, köylerin i n
yakılacağ ı günü elleri böğründe bekliyorlard ı . Hamdi Bey'in
paran ı n toplan ı p verilmemesi için verdiği mühlet de bitmek
61
üzereydi. İşte bu en s ı kı ş ı k duru mda köylüler, Anzavur'un bir­
kaç g ü n önce ağ ı zları na çaldı ğ ı bir parmak bal ı and ı lar. Göz­
leri kararm ıştı . Ne olacaksa olmal ıyd ı . Bu arada hala hapiste
yatan Kara Hasan' ı n dağda gezen adam larıyla Anzavur'a bağ­
lı Çerkezler, Pomaklar ve Tü rklerden kurulu bir kuru l , bütün
başı dara gelmiş Biga halkı ve köylüsü ad ı na Anzavur'a baş­
vu rmak üzere Gönen'e gitti ler. Köylerden birinde onu buldular:
- Bize bir akı l öğret, bu işe bir çare bul ! dediler.
Anzavu r:
- Sizden istenen parayı verebilecek misiniz? diye sord u .
Anzavur, y i n e koynu ndan meşin kaplı Kuran-ı ç ı kard ı :
- Öyleyse ş u ferman gereği nce si laha sarı l ı n . Kuvayı Mil-
liye'ye karşı koyacağ ı n ı za yemi n edi n . Ben de sizin önünüze
düşeri m . Bu eşkıya sürüsünü memleketten sürüp çı karmak
için hem padişahtan hem de İngilizlerden her türlü yard ı m ı gö­
rürsü nüz.
Kuru l , Anzavur'un dediklerine baş eğd i . Kara isyan bayra­
ğ ı n ı çekmek üzere hep birlikte Biga'ya döndüler.
Sözde Biga köylerince çağrı l m ı ş ve böylece kendisine su
götürmez bir destek de bulmuş olan Anzavu r Ahmet, yeşil bay­
rağ ı dalgaland ı rman ı n zaman ı geldiğini anlad ı . Ayaklanış içi n
h ı z l ı bir çal ışma temposu başlad ı . Biga' n ı n üç yüz köyünde sıt­
mal ı bir k ı p ı rdan ı ş göze çarpıyordu. Hamdi Bey'in bulamad ı ğ ı
mavzerler, yeniden köşeden bucaktan ç ı karı l ı p temizleniyor,
içine mermiler sürülerek yola çıkı lacak an bekleniyord u . Köy­
den köye atl ı atsı z ulaklar koşuyor, bütü n Çerkez , Pomak ve
Türk köylerinde Hamdi Bey yöneti mine karşı Anzavu r'un çev­
resi nde sı msıkı bir dayan ışma, kendi kanları ndan olan Gavur
İmam ' ı n arkası nda, araları nda su sızmaz bir granit külçesi gi­
bi birleşmişti . Henüz delikan l ı l ı k çağ ı na varmam ı ş erkeklerin
elleri nde bile Kuvayı Milliyeci kellesi uçu racak eski paslı kı l ıç­
lar göze çarpıyord u . Kumu klar, Çeçenler, Çıtaklar ve Tü rkler
de t ı pkı Çerkezler ve Pomaklar gibi silahları n ı temizlemekte,
baltaları n ı ve bıçakları n ı bileylemekteydiler. Şu sı rada üç yüz
Biga köyü halkı , yal n ı z Köprülülü Hamdi Bey'e diş biliyord u .
62
Nas ı l olur da bu adam hiçbir vakit ödeyemeyecekleri bir para­
yı bunlara yükleyebilirdi? Demek ki Kuvayı Milliye de eski hü­
kümetler gibi zalimdi, halk düşman ı yd ı . Sonra padişaha, Hali­
fe-i Müslimin'e karşı geldiklerinden bunlar gavu rdan başka bir
şey değildi. İngilizler ancak deniz kıyı ları nda bulunuyor, köyle­
re varıp kimseden bir kuruş vergi ya da haraç istemiyorlard ı .
Demek k i b u Kuvayı Milliyeciler, İngiliz gavuru ndan d a beterd i .
*

* *

Köprülülü Hamdi Bey her sabah olduğu gibi bu sabah da


belediyeye pek erken gelmişti . 1 920 Mart ı ' n ı n 1 3 . günü mas­
mavi göğü ve ı l ı k gü neşiyle bir sonsuz barı ş havas ı n ı and ı rı ­
yord u . Leylekler eski yuvaları üzerinde gü neşleniyor. Adalar
Denizi 'nin koyu mavi suları Biga kıyı ları n ı küçük, ak ş ı p ı rtı lar­
la dövüyord u . Şeh ir halkı yine her zamanki gibi evlerinden çı­
karak işine gücüne gidiyor, kald ı rı lan kepenklerin gürültüsü ,
sokaklardan gecen Tatar arabaları n ı n t ı k ı rtı ları işitiliyordu.
Hamdi Bey, sakalları n ı ve b ı y ı kları n ı çekiştirerek uzun bo­
yuyla bü rosunda aşağ ı yukarı dolaşıyor, bir yandan da beledi­
yenin yan ı ndaki çaycı n ı n sabah sabah tiryakiler için demlediği
tavşankan ı gibi kı pkı rm ızı çay ı n ı yudumluyord u .
Gavur İ mam' ı n baş ı na bir yığ ı n Pomak toplayarak ayak­
lan mak üzere haz ı rl ı k yaptığı haberi onu oldukça tedirgin et­
mişti . Silah l ı bir çatışman ı n son kerte büyük tehlikeler doğu ra­
bileceğini biliyord u . Vergiyi ağ ı r bulup da vermemek isteyen
cahil köylü ler, hemen bu yobazları n arkası na takı l ı p içinden ç ı ­
k ı l maz işler yaratabilirlerdi. Paran ı n toplanması i ç i n verdiği s ü ­
r e dolmak üzereydi. Her şey kaynama noktasına doğru h ızla
yükseliyord u . Hamdi Bey her şeyi seziyor ve hiçbir şeyi kü­
çümsemiyord u . Bu para Kuvayı Milliye'ye gerekliydi. M i llet,
ölüm dirim davas ı ndayd ı . Elbette herkes daha çok varl ı kl ı eş­
raf ve köy ağaları , bunun ceremesini çekeceklerdi. 6 1 . Tümen
Kumandan ı , hemşehrisi Albay Kaz ı m Bey onun sağlayacağ ı
silahları ve elde edeceği parayı dört gözle bekliyord u . Her şe­
yimizi tehlikeye atmad ı kça hiçbir büyük başarı n ı n kazan ı lama-
63
yacağ ı n ı , onun kom itecilik deneylerinde pişmiş ve nası rlaşm ı ş
r u h u çok i y i biliyord u .
Yalnız Anzavur Ahmet h ı nzı rıyla Gavur İmam denen yılan ı n
baş ı n ı n altı nda önemli kimi belaların çı kabileceğinden kuşkulan ı­
yordu. Bütün Biga köylüsünü ayaklandı rd ı kları nda karşı durul­
maz bir güç meydana gelecekti ki bu azgı n seli birkaç eski çete­
nin avuçları n ı dayayarak durdurması düşünülemezdi. Asmal ı kö­
yünde Gavur İmam ' ı n baş ı na bir yığ ı n adam topland ığı haberini
alı nca hemen öğüt için araya Kaymakam Sakip Bey'i gönder­
mişlerse de ondan da hala haber yoktu . Bu yüzden de en ufak
gürültüye kulak kabartıyor, sanki böylece kendi kendine bile aç­
maktan çekindiği uğursuz bir şeyler bekliyord u . Bardağ ı ndan ça­
yın son buruk yudumunu almıştı ki Askerlik Şubesi buyruğunda­
ki depolar dolayları ndan bir silah çatırtısı koptu . Bu, üst üste bir
yayl ı m ateş olarak yinelendi. Askerlik şubesinin depoları nda ye­
ni askere al ı nan asker giynekli ya da sivil bir yığın insan vard ı .
Cepheye gönderilmek üzere g ü n bekliyordu. Silah sesleri d e o
yandan geldiğine göre orda önemli bir olay geçiyor demekti.
Hamdi Bey, hemen telefona koşarak jandarmaya seslend i :
- Nedir bu silah sesleri , ne oluyoruz?
- Anlatayı m efendi m .
Posta hemen jandarma dairesine seğ i rtti . Hamdi Bey bi­
raz sonra duru m u öğrendi : Depoları ndaki Hamdi Bey'in adam­
larıyla silah l ı askerler, Kald ı rı mbaşı ve Savaştepe üzerinde y ı ­
ğ ı n yığ ı n silah l ı baş ı bozuklar ı n geldiği n i görünce üzerlerine ve
havaya ateş açm ı şlard ı . Silah l ı baş ı bozuk y ı ğ ı nları da haykırıp
naralar atarak onları n ateşine yine yayl ı m ateşle karş ı l ı k ver­
mişlerd i . Durum Hamdi Bey'i n beklediğinden de kötüydü . He­
men mavzerini alarak atı na atlad ı , Band ı rmal ı Kani Bey ve bir­
kaç atl ı adam ıyla depolara seğirtti . Orada teh likenin korkunç­
luğunu hemen görd ü . Binlerce kişinin meydana getirdiği atl ı ,
yayan ve silah l ı köylü kalabal ı ğ ı açı l m ı ş olarak dalga dalga Bi­
ga' n ı n üstü ne yürüyordu. Gök g ü rültüsü gibi bir haykı rış dalga­
sı da onlardan önce koşmaktaydı . Evet, şeh ir ve bütü n Kuva­
yı Milliye tehlikedeyd i .
64
Hamdi Bey :
- Silah baş ı n a ! diye hayk ı rd ı .
Herkes silah başı etti. Tüfekler karş ı l ı kl ı patlamaya başla­
d ı . Ne var ki bu yandan atı lan silahlar iş olsun diye atı l ı yor, Ga­
vur İ mamcı lar koşar ad ı m ilerliyorlard ı . Elbette Bigal ı lar, Biga­
l ı lara öldüresiye silah atmayacaktı . Hamdi Bey bunu görünce
birden her şeyin bittiğini anlad ı .
Kendisi gibi uzun boylu, yakış ı kl ı , genç bir adam olan Ka­
ni Bey'e dönd ü :
- Kaniciği m , ded i , hemen hapishaneye koş . Kara Ha­
san'la arkadaşları n ı temizle. Bu iş için jandarma kumandan ı n ­
dan da yard ı m isteyin.
Kani Bey atı na atlayarak birkaç dakikada jandarma ku­
mandan l ı ğ ı na vard ı . Jandarma kumandan ı İsmail Hakkı Bey
henüz buran ı n yenisiyd i . Bu raya atanalı üç ay olmuştu.
- Hamdi Bey emretti. Kara Hasan'la arkadaşları n ı öldü-
receğiz, ded i .
İsmail Hakkı Bey:
- Ben , öyle şey yapamam ! diye diretti.
Kani Bey :
- Siz yapamazsan ı z , buyu ru nuz yaps ı n lar! dedi.
- Ne yaparı m , ne de emir verir yapt ı r ı r ı m .
Kani Bey yalvard ı , korkutmaya çal ıştıysa da olmad ı .
- Öyleyse ben yaparı m , dedi.
Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey :
- işte hapishane orada, siz ne yaparsanız yap ı n ız, beni
karıştı rmayı n ! diye kesti rip attı .
Bunun üzerine Kani Bey yan ı na polis memurları ndan Nail
Kocaçelebi ve jandarma çavuşu Çanakkaleli Celal'i alarak ha­
pishaneye gitti . Kara Hasan'la on dört arkadaş ı n ı hapishane­
den çıkarı p hapishanenin yan ı başı ndaki bir odaya koymak ko­
lay olmad ı . Onları "İtişe kakışa, yumruk tekme hapishaneden
güçlükle çıkarı p" o küçük odaya kapattıktan sonra Kani Bey'le
arkadaşları bu odan ı n altı ndaki odaya girdiler. Kani Bey, bir ma­
kineli tüfeğin namlusunu yukarıdaki odaya doğrulttu ve ateş et-
65
meye başlad ı . Yukardan bağ ı rtılar, çağ ı rt ı lar, sövüntüler geliyor,
makineli tüfeğin mermileri , tavan ı her yan ı ndan kalbura çevire­
rek Kara Hasan'la arkadaşları n ı delik deşik ediyord u . Biraz
sonra yukarda iniltiler, sesler kesilince makinalı tüfek de sustu .
Kani Bey, yukarıdaki odaya çıkıp baktı . On beş kişi kanl ı giy­
nekleri içinde birbiri üstüne y ı ğ ı l m ı ş yerde yatıyordu. İçlerinde
hala can çekişenler görülüyordu. Makinalı tüfek ateşinin şöle­
ninden ku rtulabilen bir tek kişi vard ı . O da Yeniçiftlikli Mehmet'ti .
Kani Bey'le arkadaşları kaç ı p saklanmak üzere güç vakit
bulabildiler. Anzavur ve Gavu r İmam ' ı n silah l ı sürüleri bir baş­
tan şehre girmiş, hiçbir engele rastlamadan tüfek atarak kor­
kunç bir uğultu kopararak şehri n göbeğine doğru ilerliyorlard ı .
Başları nda bir gözü yeşil, b i r gözü kara K ü rt Mehmet Çavuş'un
bulunduğu Kara Hasan ' ı n arkadaşları ndan meydana gelen at­
l ı lar, şehrin kald ırı mları nda atl ı ları n nalları ndan kıvı lc ı m lar sa­
çarak en önde ilerliyorlard ı .
Ekeleri hapishanedeyd i . Kara Hasan'la arkadaşları n ı kur­
tarmak üzere seğ i rtiyorlard ı . Nal şak ı rt ı ları hapishanenin
önü nde durdu . Eşkıyalar hapishane kapısı önünde çömelmiş,
üstü baş ı kı pkız ı l kana bulan m ı ş , yaraları ndan taze kan dam­
layan Mehmet'i tan ı d ı lar. Ondan , Kara Hasan'la on dört arka­
daş ı n ı n başları na geleni öğrenince kuduza döndüler. Öldürme,
yakma, y ı kma h ı rs ı n ı n meydana getirdiği fırtı na içlerinde bütün
öfkesiyle ulu maya başlad ı . Kara Hasan'la öbür ölülerin kanlar
içinde, beyinleri patlam ı ş , bağ ı rsakları d ı şarı dökülmüş, odada
üst üste uzan ı şları n ı gördüklerinde art ı k işlenecek cinayetler
gözlerinde çocuk oyu ncağ ı gibi küçü ldü . H ü kümet konağ ı n ı n
altı ndaki jandarma koğuşuna f ı rt ı n a gibi girdiler.
Bu rada sıtmadan çıkıp yatan ve hiçbir şeyden haberleri
olmayan üç jandarma eri n i n üzerine mavzerlerini boşalttılar.
Sonra daireden çıkıp evi ne gitmek üzere merdivenlerden
ağ ı r ağ ı r inen jandarma kumanda n ı Yüzbaşı İsmail Hakkı
Bey'i n üstü ne de bir grup olarak ateş açtılar.
Hemen orac ı kta düşüp can veren Yüzbaş ı n ı n üzerine çul­
lan ı p giynekleriyle nesi var nesi yoksa soyup ald ı l ar.
66
Eşkiyalar (Eşkıyalar) şimdi Kara Hasan'la arkadaşları n ı
öld ü reni öldü rmek üzere aramaya başlad ı lar. Kani Bey'in sak­
land ı ğ ı yeri hemen öğrenip oraya seğirttiler. Bu bir Rum eviy­
d i . Kani Bey, evin sarı ld ı ğ ı n ı görür görmez üzerindeki paralar­
la değerli eşyas ı n ı Rum kızına verdi ve taş ı d ı ğ ı bütün kağ ıtla­
rı tavan arası nda yakt ı . Sonra eve soku lanlara uzun atı ş l ı ta­
bancasıyla ateş etmeye başlad ı . Art ı k öleceği belliyse de hem
ölürken bu hergelelerden birkaç ı n ı da birlikte götürmek, hem
de onları n kirli ellerinde ölmemek istiyord u . Bunu düşü nerek
son ku rşununa dek ateş etti. En sonra tek kalan ku rşu nunu da
kafası na sı karak tahtalar ı n üzeri ne yuvarland ı . Kara Hasan' ı n
adamları tavan arası nda ancak o n u n sıcak ölüsü n ü buldular.
Giyneklerini soyup alarak ölüyü d ı şarı sürüklediler. Sonra ba­
cakları na bir ip bağlayarak atlarıyla çekip çarşıya götü rdüler.
Baş ı , taşlara çarpa çarpa çamurlara gömülen don gömlek ölü­
yü böylece halkı n ve isyancı ları n gözleri önünde bir süre sü­
rükleyip eğlendiler. Son ra onu bir köpek !eşiymiş gibi tan ı nmaz
bir d u ru mda bir yana bı raktı lar.
Bandı rmal ı yiğit Kani Bey'in ölüsü, düşman bir şehrin orta­
sı nda Kuvayı Milliye'nin ve yurt bağ ı msızl ı ğ ı n ı n düşmüş ve yırtıl­
mış bir bayrağ ı gibi oracıkta sahipsiz kaldı . Binlerce ağzı köpür­
müş isyancı , bu aziz ölüyü çiğneyerek, atları na çiğneterek üze­
rinden geçip gittiler. Şimdi onları n hepsi bütün Kuvayı Milliyeciler­
le birlikte pek uzaklardaki Mustafa Kemal'i de bu biçime sokmak
üzere çılgı nca bir h ı rsa kapılmış, naralar atıyor, silah atıyor, her
kurtarıcı kımıltı n ı n , insan ı n üzerine doludizgin at sürüyorlard ı .
Şimdi hepsi Hamdi Bey'le Dramal ı Rıza Bey'in arkası ndaydı .
Hamdi Bey depoları ndaki eratın kendi köylüleri üzerine
ateş etmediğini görünce felaketin kapıya geldiğini anladı ve he­
men Akbaş cephaneliğinden kaldı rd ı kları silah ve cephanenin
yığı nak yapıldığı Yenice bucağ ı na doğru atı n ı sürdü. Yenice yo­
lu Ali R ı za Bey'in kontrolünde olduğundan hiç olmazsa ordan Bi­
ga üstüne gelen hiçbir isyancı grubu yoktu. Elden geldiğince
dağ patikaları ndan, sapa ve ıssız yerlerden geçerek, gece de gi­
derek Yenice'ye oldukça yaklaşt ı . Atı ve kendisi son kerte yoru-
67
lan Hamdi Bey yol üzerinde bulunan İnova Pomak köyüne her
tehlikeyi göze alarak konuk inmek zorunda kaldı . Gavur İmam,
Pomak olduğundan bütün Biga Pomakları ayaklan ışla el eleydi­
ler. Sonra arkası ndan yıldırım gibi at süren isyancı , başları nda
Gavur İmam olarak dosdoğru onun üzerine geliyordu. Onun bu
yana kaçtığ ı n ı sorarak öğrenmişlerdi. Bütün bunlardan haber­
siz, kendisini tan ı mayan köylülerin iyiliğinden yararlanarak din­
lenirken birdenbire şehirden Hamdi Bey'i tan ıyan bir Pomak:
- U lan tutun bu herifi , Hamdi Bey'in ta kendisi bu ! diye
bağ ırı nca köylüler kaçması na meydan vermeden onu s ı ms ı k ı
yakalay ı p iplerle bağlad ı lar v e odan ı n ortas ı na uzatt ıl ar.
Şimdi herkes bu uzun saçl ı , uzun sakal l ı , iri yarı , uzun boy­
lu adam ı n yüzüne sı rıtarak bakıyor, onu ne yapacakları n ı düşü­
nüyorlard ı . Bu sı rada köyün yakınları ndan nal sesleri işitildi.
Başları nda ak yüzlü , sakall ı , bıyıkl ı , iri yarı Gavur İmam' ı n at
sürdüğü bir yığ ı n atl ı , köyün sokaklarına dald ı . Gavur İ mam da­
ha köye girerken halk, çoluk çocuk önüne düşerek onu Hamdi
Bey'in bağlan m ı ş olarak yattığı odaya götürdüler. Mavzeri boy­
nunda ası l ı bulunan Gavu r İ mam, sedef kakmal ı tabancası n ı
eline alarak odaya dald ı . Eğilip yüzüne yakı ndan bakt ı , tükür­
dü. Sonra ona çizmesiyle üst üste birkaç tekme savurd u .
Gavur İ m a m , hemen e l i n e geçi rdiği b u zafer yemişiyle Bi­
ga'ya dönmenin getireceği büyük şan ve şerefi düşü nerek
adamlarına geri dönmek buyruğunu verd i . Yaln ı z bu arada
Hamdi Bey'i n , don gömlek d ı ş ı nda bütü n giynekleri n i soydurup
ald ı . Hamdi Bey'i n mavzerin i , fişekliğini, tabancas ı n ı ve dürbü­
nünü kendisine al ı koyd u . Sonra kolları ndan iplerle bağlatt ı ğ ı
tutsağ ı n ı yal ı nayak yola ç ı kard ı . İki atl ı i p i n h e r iki ucunu birer
yandan çekiyor, adamcağ ı z ı düşüre kald ı ra götürüyorlard ı .
İ nova köylüleri nden kimisi onun s ı rtı na binerek dehleyip
koştu ruyor, Kimisi eline geçirdiği sopay ı , taşı arkası ndan savu­
ruyor ve ona ağza al ı n maz biçimlerde Türkçe, Pomakça sövüp
sayıyorlard ı .
Gavu r İmam ' ı n adam ları , Hamdi Bey'i Biga' n ı n kıyısına
dek bin türlü işkence ederek götü rdüler. Yüzünden, gözü nden ,
68
gövdesin i n birçok yerlerinden kanlar akıyor, don ve gömleği li­
me lime i ri ve güçlü gövdesinin üzerinde yoksul paçavralar gi­
bi sarkıyord u .
Biga'ya girilecek yerde z u l ü m ü birden bire artt ı rm ı şlard ı .
Art ı k o n a kıyasıya, öldü resiye v e her türlü araçla vu ruyor, dur­
madan da Bulgarca en aşağ ı l ı k halk sövü ntüleri savuruyorlar­
d ı . Buraya dek bütü n işkencelere granit gibi dayanan bu eski
komiteci , ölmeden önce olsun çocukluğu ndan beri öğrendiği
bütü n sövgüleri bir vahşi hayvan u l u mas ı n ı and ı ran sesiyle on­
ları n yüzlerine haykı rmaya başlad ı . En sonra gövdesine kama­
lar, türlü bıçaklar dal ı p çı karken ve kafası na kocaman taşlar
inerken şöyle haykı rıyordu :
- Kuvayı Milliye ölmeyecekti r. Kuvayı Milliye ben değilim
bütün millettir. Ne zaman olsa benim öcümü sizden alacakt ı r.
Bunun üzerine işkence ve öldürme f ı rtı nası daha çok ku­
durd u . Her Pomak bu yiğit tutsaktan bir lokma et koparmak, bir
parça kemik kı rmak, bir parça sakal yolmak üzere onun üzeri­
ne atı ld ı .
Hamdi Bey'in sövgüleri bir h ı r ı ltı biçimini ald ı , sonra hoyrat
ve düşman eller, onun yıkı ntısı ndan bir direnme gelmediğini gö­
rünce gevşediler. Şimdi yerde insan ölüsünü pek az and ı ran bir
et, kemik ve kan yığ ı n ı tortop olmuş duruyor, elleri, ayakları ve
etleri , yeni kesilmiş bir hayvan ı nki gibi yatıyor ve titriyordu.
Pomaklar, bu kez Hamdi Bey'in ölüsünü bu biçimde, iple­
ri ayaklarına bağlayarak Biga'ya doğru sürüklemeye başlad ı ­
lar. Onu şehre canl ı olarak götü rmek istemişlerdi. O n u öldür­
mek şerefi ne salt kendi leri sahip çı kmayı düşünmüşlerd i .
Hamdi Bey'in ölüsü , böyle atlarla çekilerek şehrin sokakları n­
dan geçi rilmeye başlan ı nca binlerce kişi gülerek eğlenerek,
bağ ı rı p çağ ı rarak arkas ı na takı ld ı .
Hala ölüye tükü renler, taş atanlar, sopayla vuranlar vard ı .
E n sonra halk, b u eğlenceden d e bıktı . Gavur İ mam' ı n ver­
diği buyruk üzerine dost - düşman bütün ölüleri toplayıp hükümet
konağ ı n ı n avlusuna sırayla yatırıp dizdiler. En başta iri, babayiğit
gövdesiyle Kara Hasan yatıyor. Ondan sonra öbür on dört arka-
69
daş ı n ı n ölüsü geliyordu. Bunlardan sonra, üç sıtmal ı jandarma­
n ı n , jandarma kumandan ı Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey'in, Bandı r­
mal ı Kani ve Köprülülü Hamdi Bey'in ölüleri yer alıyordu.
*

* *

Bu arada ayaklan ıcı lar ı n bulup getirdiği topçu üsteğmeni


Ali R ı za Bey'i , bir gözü yeşil, bir gözü kara Kürt Meh met Ça­
vuş hapishane avlusu nda kamayla delik deşik ederek bu ölü­
lerin yan ı na serd i .
Ertesi gün Anzavur Ahmet, atı n ı n üstü nde b i r fatih gibi ka­
sılarak şehre girdi. Dört yan ı n ı tepeden tı rnağa koruyucuları al­
m ı ştı . K ı rçıl sakal ı bıyı ğ ı na karışmış, kocaman yüzü nün ortasın­
daki mavi gözlerinde hiç akl ı nda yokken birdenbire herhangi bü­
yüklüğe kavuşmuş kişilerin kurumu ve çal ı m ı okunuyordu. Apo­
letsiz bir general gibi giyinmişti. Başı nda astragan bir kalpak
vard ı . Yeni boyanm ı ş görülen pırıl pırıl çizmeleri , gümüş gibi ışıl­
dayan üzengilere bir türlü büyüklükle basıyordu. S ı rtı nda atl ı bi­
çimi asılmış İngiliz filintası , göğsündeki dürbünü ve belindeki fi­
şekliği, onun savaşçı görünüşünü bütünlüyordu . Yaln ız, yaşlı in­
sanlara özgü gevşek göbeği, eğerin önüne doğru yayılıyordu.
Doğruca Belediyeye indi. Köprü lülü Hamdi Bey'i n çal ışma
masas ı n ı n baş ı na kuruldu ve ordan dört yana buyruklar yağ­
d ı rmaya başlad ı . Masan ı n baş ı na gelince ilk işi İstanbul'a pa­
dişah ve bütü n hükümet üyelerin i , İ ngilizleri sevinçten oynatan
telgraf ı n ı çekti. Biga ve dolayları ndaki bütün Kuvayı Mill iyeci­
leri yok ederek Biga şehrini fethettiğini bildird i . Anzavu r Ahmet,
bun u n üzerine Bal ı kesir Valiliğine atanarak kendisine mirimi­
ran rütbesinin verilmesi de İstanbul'ca düşü nülmeye başland ı .
Şimdi onun ilk ereğ i , yolu üstüne dikilen büyük bir engeli ,
6 1 . Tümenle o n u n genç kumandan ı n ı ortadan kaldı rmakt ı .
Anzavur Ahmet, Biga'ya yerleşince bütün köylerden bin­
lerce halk gelmeye başlad ı . Ağalar ı n ve eşraf ı n sevinçten
ağ ızları bir karı ş açı ktı . Köylüler de vergi belas ı n ı yok eden
adamı görmek üzere geliyorlard ı . Hele Pomaklar Anzavu r'dan
sonra gelen ayaklan ıcı başı Gavur İ mam, Pomak olduğundan
70
sesleri herkesten çok yükseliyor, büyük gruplarla dolaşarak
çal ı m satıyor, bağ ı rı p çağ ı rı yorlard ı . Hamdi Bey'i öldürmek şe­
refi kendilerine düştüğü nden pek böbü rleniyorlar, artık, oku­
muş insanlara bu yurtta h içbir görev verilmemesini istiyorlard ı .
Meydanlarda şöyle bağ ı rıyorlard ı :
- Biz çarıklı memur isteriz. Kaymakam da çarı kl ı olacak !
Bu arada Kara Hasan'dan kalan k ı l ı ç artı kları ndan bir gö-
zü yeşil, bir gözü kara Kürt Mehmet Çavuş'la arkadaşları cad­
delerde fethedilen şehrin sayg ı değer kahramanları olarak ça­
l ı m l ı dolaşıyor, şehri Kuvayı Milliye ve vergi belası ndan kurta­
ranları n Anzavu r gibi kendileri n i n de olduğu n u söyleyerek ye­
ni sayg ı lar toplamaya çal ışıyorlard ı .
Hamdi Bey'i öldüren İ nova köyü Pomakları ise adamcağ ı ­
z ı n s ı rtı na b i n i p o n u nas ı l at g i b i koşturdukları n ı taşla v e so­
payla kemikleri n i nas ı l kırd ı kları n ı , kamalarıyla nas ı l delik de­
şik ettiklerini anlatmakla bitirem iyorlard ı . Sonuç olarak, hemen
herkes, Kuvayı Milliyecilerin yok olması uğruna karı nca kara­
rı nca savaştığ ı n ı anlatmakla yarışıyord u .
Belediyenin önü Anzavur'un elini öpmeye gelen binlerce
insanla doluyd u , merdivenlerden i nenleri n , çıkanları n , birbi rle­
rini kutlayan ları n bir türlü sonu geleceğe benzemiyord u . Belle­
rinde uzun gümüş kabzal ı Çerkez kamaları parlayan uzun
boylu , yiğit görü nüşlü Çerkez savaşçı ları , bu gelip gidenleri
düzene koyuyor, başbuğları n ı n öldürülmemesi için şahin gibi
atı lmaya haz ı r bulunuyorlard ı .
Kendisini kutlamaya ve elini öpmeye gelenleri n :
- Seni bize Allah gönderd i , demeleri ni Anzavur şöyle kar­
ş ı l ıyord u :
- Beni size ilkönce Allah , ondan son ra şevketlO padişa­
h ı m ı z efendimiz gönderd i . Koskoca Düveli Muazzamaya ve
padişaha karş ı asi gelmenin sonu elbette bu olacaktı . Sonuna
dek de böyle savaşacağ ız.
Anzavur, Biga'yı fethettiğini ( !) bildiren telgrafı nda Kuvayı
Milliyecilerin kendisi şehre girmeden önce yirmi kişiyi öld ü r­
dükleri ni de bildirmişti . Samih Rifat Bey başkan l ı ğ ı nda bir öğüt
71
kurulu gelip ölüleri gördükten sonra dönd ü . Anzavur arası ra
Belediyeden çıkıp koruyucularıyla şehi rde dolaşıyor, bastığı
yerlerde hemen kurbanlar kestiriyord u .
Anzavur'un buyruğuyla Büyük Cami'de Kara Hasan'la ar­
kadaşları n ı n ruhuna mevlut(mevlid, mevlit) okunacakt ı . Bu sı­
rada da ünlü Hafız Sai m , Biga'da ahbapları ndan Çavdar Ha­
fız' ı n evinde konuk bulunuyord u . Onun Biga'da bulunuşu her­
kesi sevindirdi. Mevlidi böyle ünlü ve çok güzel sesli bir İstan­
bullu hafız ı n okuması da ne denli güzel olacaktı . Bu, Anza­
vur'un büyük zaferini kutlamak gibi de bir şey olacaktı . Anza­
vur, Kürt Meh met Çavuş'u Çavdar Hafız' ı n evine yollad ı .
Mehmet Çavuş :
- Anzavur, mevlidi Hafız Sami okusun diyor!
Çavdar Hafız:
- Başüstüne ! diyerek işi Hafız Sami'ye açtıysa da o, bu­
nu yapmak istemedi, "Katil güruguna Fatiha okunur mu? Ben
böyle bir mevlidi oku mam !" diyerek ekstirip att ı .
B u mevlit okunmazsa baş ı na kötü işler geleceğini sezen
Çavdar Hafız, okuması için pek çok yalvard ıysa da Hafız Sa­
mi okumamakta direndi .
B u sı radaysa Hafız Sami'nin Büyük Cami'de mevlit oku­
yacağı bütün şeh re tellal edilmekteyd i .
H afız Sami'nin ü n ü öyle yayg ındı k i en ufak köylerden işi­
tenler akı n akı n şeh re gelmeye başlad ı .
Mevlidin okunacağ ı gün, Büyük Cami'nin çevresi mahşer
gibi kaynaşıyord u . Bütü n güzel ses dinlemek isteyenlerle An­
zavur'u sevenler ve ondan korkanlar oradayd ı . Ezan okunup
namaz kı l ı nd ı ktan son ra s ı ra mevlide gelince Hafız Sami'nin
ortada görünmeyişi Anzavur'un zafer sevincin i yarıda b ı rakt ı .
Bütün şeh ri aratt ı larsa d a ü n l ü Hafız Sami'yi gören v e bulan ol­
mad ı . O, bulu nmayı nca mevl idi başka hafızlar okud u .
Sonradan öğrenildiğine göre Hafız Sami , hemen o gün İs­
tanbul'a kalkan bir vapura atlad ı ğ ı gibi katillerin ve canilerin ru­
huna Fatiha okumaktan kurtulmuştu. Yaln ı z arkada b ı raktığı
72
Çavdar Hafız, Anzavur'la Kürt Mehmet Çavuş'un elinden kur­
tulamad ı . Adamcağ ıza öldüresiye bir meydan dayağ ı çekerek
h ı nçları n ı al maya çal ı şt ı lar. Çavdar Hafız ' ı n bütün gövdesi kı­
rılıp dökülmüş, derisi yer yer yüzülmüştü , artık g ı k diyecek gü­
cü kalmayı nca peşini bı raktılar. Gövdesindeki çürü klerin geç­
mesi için zavall ı Çavdar Hafız ' ı n yeni kesilmiş koyunun derisi­
ne sarı lması gerekti .
Anzavur, tellalları bütün şehi rde şöylece bağ ı rtt ı :
- Şehi rde ve dolayları nda ne kadar Selanikli varsa hepsi
yirmi dört saat içinde şehirden çıkıp gitsin !
M ustafa Kemal'in Selanikli oluşu , onun Biga'da oturan es­
ki hemşehrilerini de Anzavur'un h ı şm ı na uğratm ıştı . Yirmi dört
saat korku ile bütün Selanikli aileler kaçar gibi İstanbul'a göçe
başlad ı lar.
*

* *

Yen ice bucağ ı nda Akbaş'tan kaçı r ı l m ı ş silah , cephane ve


savaş gereçlerin i n bir ayak önce Bal ı kesir'e götürül mesi için
sab ı rsızlan ı p duran Dramal ı Rıza Bey, bir sabah bucağ ı n kala­
bal ı k silah l ı baş ı bozuk y ı ğ ı n larıyla kuşat ı ld ı ğ ı n ı görü nce işi an­
lad ı . Demek ki Anzavu r, Biga'yı ele geçirmişti . İ ki elini mega­
fon yaparak tepeden bağ ı ran ayaklanıc ı lar ona, bütü n acı ve
korkunç gerçeği bildirdiler.
- Hamdi Bey, İ nova köyü nde yakalan ı p gebertildi. Kani
Bey de öldürüld ü . Her ikisinin leşin i de Biga sokakları nda atla­
ra bağlayarak sürükledik. Şimd i , s ı ra sende R ıza Bey ! Senin
leşini de sokaklarda sürüklemeye geldik.
R ı za Bey, bu nları bağ ı rarak söyleyenlere karşı birkaç ağ ı r,
yenilmez , yutulmaz sövgü savurduktan sonra hemen ateşe
başlad ı . Yan ı ndaki bir avuç savaşçıyı mevziye sokarak şiddet­
li bir savunmaya geçti. Elinin altı nda birçok cephane sandı kla­
rı vard ı . Ne var ki sald ı rıcı lar köpek sürüsü gibiydi. Yenice köy­
lüleri de onlara kat ı l m ı ştı . Durmadan kurş u n , taş, sövgü yağd ı ­
rıyorlard ı . Anzavu rcular, kuşatma çemberini h e r a n daraltıyor,
hem R ı za Bey'le adamları n ı n can ı n ı almak, hem de elleri alt ı n -
73
da bulunan bunca silah ve cephaneyi bir ayak önce ele geçir­
mek üzere kuduz gibi sald ı rıyorlard ı . Dramal ı R ı za Bey, belki
Bal ı kesir'den yard ı m gücü gelir diye dişini sı karak savunmayı
biraz daha uzatmaya çal ışıyord u . Silah ve cephanen i n Anza­
vur'un ve Gavu r İmam ' ı n eline geçeceği belkisini düşündükçe
usunu kaçı racağ ı n ı san ıyord u . Anzavu rcu sürü leri biraz daha
oyalaman ı n , vakit kazan man ı n yolunu da şöylece bulmuştu :
- Hey bana bakı n, biraz daha yaklaşman ızı bekliyorum ,
bomba, dinamit sand ıkları na, top mermilerine, piyade mermile­
rine ateş verip hem kendimi, hem de hepinizi parça parça ede­
ceğim, hepinizin duman ı n ı savuracağ ı m . Gelin , toplu olarak bi­
raz daha yaklaş ı n . Hepinizin can ı n ı cehenneme göndereceği m .
*

* *

Akbaş Cephanel iğini boşaltı p Yenice bucağ ı na taşıyan tü­


men kumandan ı Albay Kaz ı m Bey'in hemşehrisi Köprü lülü
Kaymakam Hamdi Bey'le Dramal ı Yedek Üsteğmen Ali R ı za
Bey, Bal ı kesir Kuvayı Milliye karargah ı n ı n y ı ld ızları olmuşlard ı .
Her g ü n onları n övgüsü yap ı l ı yord u . Yenice'den taş ı nmak üze­
re olan bu y ı ğ ı n larca silah ve cephane , tümenin eşiğini aşı nd ı ­
r a duran cephe kumandanları n ı n yüzü nü güldüreceğe benzi­
yord u . Bir gün karl ı çizmeleriyle ve kalpağ ıyla karargaha uzun­
ca boylu , sarı ş ı n bir savaşçı girdi. Onu görenler birbirin e :
- "Sarı Kemal" geld i ! diye haber verdiler.
Omzu nda mavzeri , belinde bombaları , alt ı n saçl ı , mavi
gözlü , çakı gibi bir Yüzbaşı olan Sarı Kemal , Bergama eşrafıy­
la geçen Hamit Çavuş'u n iplerle bağlayarak Yu nan kumanda­
n ı na teslim ettiği Soma cephesi kumandan ı Ku rmay Yüzbaşı
Kemal (General Kemal Balıkesir) 'd en başkası değildi . Tutsak
olarak İzmir'de Yu nan l ı ları n elinde bulunurken bir kolay ı n ı bu­
lup kaçm ış, yine cephede Yunan l ı larla çarpışmaya başlam ıştı .
Şimdi Saruhan Cephesi kumandan ıyd ı .
B u yakış ı kl ı , yiğit görünüşl ü , parlak, zeki bakışl ı subay, İn­
giliz Kemal' i çok ilgilendirdi. Heyeti merkeziye odas ı nda oturul­
muş, konuşuluyor, Yüzbaşı durmadan :
74
- Silah, cephane isteri m , h içbir şey dinlemem , diye bağ ı ­
rıyord u .
Bunun üzerine Vehbi Bey, Köprülülü Hamdi Bey'le Dra­
mal ı Ali R ıza Bey'in Akbaş Cephaneliğinden kald ı rm ı ş olduğu
silah ve cephanelerden söz ederek onun ağzı n ı kapamaya ça­
l ı ştı . Müdafaayı H u kukçular da kumandan Kaz ı m Bey de se­
vinç içindeydi. Herkes bu yeni silahlarla cephelerde bir ateş
bayramı yap ı lacağ ı n ı düşünüyord u . Ne yaz ı k ki ertesi gün Bi­
ga'dan ve Yenice'den gelen haber, karargahtakilerin bütün se­
vincin i darmadağ ı n etti . Anzavur Ahmet'in Biga'yı al ı ş ı , Hamdi
Bey'in Pomaklarca öldürülüp şehrin sokakları nda sürüklenişi
hepsini yasa boğdu , gözlerin i ve yürekleri ni en acı gözyaşla­
rıyla ı slatt ı . Ku mandan Naz ı m Bey'in içi kan ağlarken akl ı hep
Yen ice'deki m ilyonlar tutarındaki silah ve cephanelerdeydi .
Dramal ı R ıza Bey'le b u değerli maddelerin , ayaklanıcı larla ku­
şat ı l m ı ş olması onu çaresizlikler içinde kıvrand ı rıyord u . Anza­
vur bu savaş araçları n ı elbette her çareye başvu rarak ele ge­
çirmeye çal ışacakt ı .
Yunan gücü n ü n s ı kıştı rıp d u rduğu cephelerden savaşçı
ayı rarak oraya göndermek de bir o den l i tehlikeliyd i . Buna kar­
ş ı n 1 O Mart 1 920 tarih inde Salihli cephesinin güçlü kumanda­
nı Ethem Bey'e bir mektup yazarak bu Anzavu r belas ı n ı n üs­
tüne yürümesini istemişti . Bu sı rada Mustafa Kemal de Anka­
ra'dan Ethem Bey'e benzer bir mektup yazmış olacaktı . Ethem
Bey'den başkas ı bu hainin hakkı ndan gelemezd i .
Kaz ı m Bey, Ethem Bey'i n atl ı ları yü rüyüşe geçmeden ö n ­
c e Dramal ı R ıza Bey'i n koruduğu cephaneleri kurtarmak kay­
g ı s ı na düştü . Necati Bey'i (Maarif Vekili) on sekiz kişilik savaş­
ç ı n ı n baş ı nda ivedi olarak R ı za Bey'e yard ı ma gönderd i . Ne­
cati Bey, Balya yolunda Gavur İ mamc ı ları n pususuna düştü ve
can ı n ı kurtarmak uğruna bütün gerekli cephanesini yakmak
zorunda kaldı .
B u haber Bal ı kesir'e gelince Necati Bey'i n kardeşi Hüsnü
Bey'le (eski Sarıyer kaymakam ı ) İngiliz Kemal Kuvayı Milli­
ye'n i n yedek gücü nden elli kişilik bir müfreze ile Necati Bey' i n
75
ve Dramal ı R ı za Bey'in yard ı m ı na koştu. Onlar Yenice'ye var­
d ı kları nda Dramal ı R ıza Bey'le beş on savaşçı s ı sıfı rı tüket­
miş, son kozları n ı oynamak üzere bütün cephane ve silahları
ateşlemişlerd i .
Kuşatıcı lar patlayan v e g ü rültüsü çok uzaklardan işitilen
cephanelerin tehlike alan ı ndan kaçmışlar, böylece yarı lan ku­
şatmadan R ıza Bey'le yaralı arkadaşları kaçıp kurtulabilmiş­
lerdi. İ ngiliz Kemal'le Hüsnü Bey Müfrezesi, Gavur İ mamcı lar­
la çatıştığı sı rada R ı za Bey, arkadaşlarıyla onları n yan ı na s ı ­
ğ ı nd ı . İngiliz Kemal baktı :
"Zavall ı Rıza, o demir kalpli Rıza ağl ı yordu. Cephanenin, si­
lahların çatır çatır yanarak çıkardığı kıpkı z ı l alevleri gördükçe :
- Bu kadar can verdik, bu kadar uğraştık, kan döktük.
Sonu bu mu olacakt ı ? Ey Ferit Paşa, Allah'tan dilerim seni ge­
bertmek bana kı smet olsu n !" diyord u .
Hep birlikte Bal ı kesir'e dönüyorlard ı . Balya'yı yalnı z başı ­
na dolaşmaya ç ı kan İ ngiliz Kemal arad ı ğ ı ilginç nesneyi bul­
makta gecikmed i . Düyun-u Umumiye yapısına girdiğinde ko­
caman bir para kasas ı görmüştü. Bunda ele gelir ölçekte para
olmal ıyd ı . Hemen Vas ıf (Çı nar) Bey'i buldu :
- Silahları yiti rdik, ded i . Eğer bu kasadaki paraları da bı­
rakı rsak Gavur İmam ' ı n kesesine girer. Ondan önce davran ı p
b u paraları biz alal ı m .
Paraları n al ı n ması kararlaştırıld ı . Kasa, Düyun-u Umumiye
müdürünün önünde kırıld ı . "Necati Bey yed-i emin atand ı ." Ka­
sada buldukları bir y ı ğ ı n parayı alarak Bal ı kesir yolunu tuttular.
Bal ı kesir'e girdiklerinde Hüsnü Bey'le İ ngiliz Kemal atbaşı bir gi­
diyor, şuradan buradan çene çal ıyorlard ı . Büyük bir kahvenin
önünden geçiyorlard ı . Bu sı rada birisi kahveden kalktı , koşarak
yanları na geldi. İngiliz Kemal'in atı n ı n üzengisini tuttu . Kahve­
nin önündekiler üzerinde soluk, bej bir pardösü bulunan uzun
boylu, gözlüklü ve kalpakl ı , orta yaşl ı bir adamı gösterd i :
- Bu zat sizi arı yor, kumandan beyi soruyor, ded i .
İ ngiliz Kemal , atı n ı o adama doğru sürdü :
- Bizi arıyormuşsunuz, ne istiyorsunuz? diye sord u .
76
Adam onu görünce biraz şaşırmış gibi :
- Ooo ! Maşallah ! Sen burada ne arıyorsun? diye sord u .
- Demek beni tan ıyorsunuz?
- Evet.
- Peki , siz ne arıyorsunuz burda?
Adam, buna karş ı l ı k vereceğine yal n ı z anlam l ı anlaml ı ba-
ş ı n ı sallamakla yetindi.
- Ad ı n ız?
- Celal (Bayar) .
- Peki , mademki yabancı değilsiniz, size ne gibi bir hiz-
metim olabilir?
- Beni kumandan Kaz ı m Bey'e götürmenizi rica ederim .
İngiliz Kemal , Celal (Bayar) Bey'i ku mandana götürd ü .
Kaz ı m Bey, hemen kalkıp o n u n l a k ı rk y ı l l ı k ahbap g i b i el sıkış­
tı . Bu 1 9 1 9 y ı l ı n ı n son günlerine doğru Akhisar Milli Alay Ku­
mandan l ı ğ ı 'na atanan, sonra da Saruhan Mebusu olarak İs­
tanbul'daki Meclis-i Mebusan'a giden İttihat ve Terakki'nin ün­
lü İzmir sorumlu katibi Celal Bayar'dan başkası değildi.
Albay Kaz ı m Bey, cephanelerin ve silahları n ateşlenerek
yok edildiğini işitince son kerte kızd ı , Dramal ı 'yı karş ı s ı na ala­
rak adamak ı l l ı paylad ı . Onu idam ettirmek istedi.
R ıza Bey, kendisini şöylece savundu :
- Eğer cephaneleri ateşlemeseydim asilerin eline geçe­
cekti ; onlar yeniden silahlanacakt ı . Bunun için böyle yapmak­
la görevimi iyi yapt ı ğ ı m a inand ı m .
Kaz ı m Bey'in öfkesi b i r türlü geçmek bilmiyord u .
- Varsı n onlar ı n e l i n e geçsin, sonradan y i n e nas ı l olsa
biz onlardan al ı rd ı k.
İşin gerçekten sarpa sard ı ğ ı n ı anlayan Dramal ı , idamdan
kurtulabilmek için bir koz daha oynad ı :
- B ı rakı n beni , İstanbul'a gidip Damat Ferit Paşa'yı öldü­
reyim ! Yan l ı ş ı m ı böylece düzeltmiş oluru m ! diye önerdi.
Bu yeni fedailik önerisi , Tümen Kumandan ı n ı n akl ı na yat­
t ı . Onu serbest bı raktı . Dramal ı , Damat Ferit Paşa'yı öldü rmek
üzere haz ı rlanmaya ve incelemelerde bulunmaya başlad ı . Sa-
77
lihli Cephesi Kumandan ı Ethem Bey'le görüşmek üzere yola
çıkt ı .
*

* *

Anzavur Ahmet, Biga'ya bütünüyle egemen olduktan son­


ra şehrin güvenliğini bir gözü yeşil, bir gözü kara Mehmet Ça­
vuş'la arkadaşları na b ı rakt ı . Karargah ı n ı Bakacak (İpkaiye) ve
Cihadiye köylerinde kurd u .
Çanakkale hükü met sorumluları Biga'daki sorumsuzluk ve
kargaşayı önlemek üzere İstanbul hükümeti adı na jandarma ku­
mandan ı Binbaşı Ali Rıza Bey'i üç bölük jandarmayla Biga'ya
gönderdi. Ali Rıza Bey, Biga'ya varmak üzere Çan bucağı ndan
geçmeyi uygun buldu . Şimdiki Kurudere ve İpkaiye(Bakacak)
yolu üzerinde Anzavur'un ayaklan ıcı sürü leri cirit oynuyordu. Ali
Rıza Bey, Kuvayı Milliyeciler uğruna yola çıkmış değilse de on­
lara daha çok sempatisi vardı ve bu ayaklanmış sürülerden
mesleği gereğince tiksiniyordu. Çanpazarı (Çan)yolunu uygun
bulmas ı n ı n bir nedeni de orada Çanpazarl ı (Çan) Genel Meclis
Üyesi Osman Efendi'nin çevresinde güçlü bir Kuvayı Milliye ka­
lesinin bulunduğunu bilmesiydi. Çetin bir karşı koyma ile karşı­
laşı nca, Osman Efendi'nin kendisine yard ı m edeceğini biliyordu .
Tabu run öncüsü Bayramiç Jandarma Kumandan ı Yüzbaşı
Niyazi (General) Bey'i n buyruğundaydı . Onun arkası nda Bin­
başı Ali Rıza Bey'le onun damad ı yine Ali Rıza Bey geliyord u .
Çanakkale Jandarma Tabu r Ku mandan ı Bi nbaş ı Ali R ı za
Bey'in Biga üstü ne yürüyüşü haberi hemen Anzavur'un kulağ ı ­
na gitti v e o, Çanpazarı'nda askerleriyle mola veren v e duru­
mu kollayan Ali R ı za Bey'i hiçe sayarak Osman Efendi'ye şöy­
le bir yaz ı l ı ü ltimatom (kesin uyarı) gönderd i :
- Emrinizdeki kuwetlerle bize katılmayacak olursan ız
bütün milletçe vatan haini sayılacaks ı n ı z ve hakk ı n ı zda o yol­
da işlem yap ı lacakt ı r.
Osman Efendi , Anzavur'un bu ü ltimatomunu geri çevir­
mek yiğitliğini gösterd i . Bunun üzerine Anzavur çapulcuları n
başı nda Çanpazarı (Çan) üzerine yürüyüşe geçti. Şu var ki An-
78
zavur çapulcuları n ı n önemli bir bölümü Dramal ı Ali R ı za Bey'i n
ateşe vererek çekildiği Yeniceköy bucağ ı ndaki arta kalan silah
ve cephanelerin baş ı nda kaldı ğ ı ndan kendine güvenemeyerek
Çanpazarı'na (Çan)yürümekten vazgeçti, geri döndü .
Şimdi gerek Kuvayı Milliyeci bilinen Çan bucağ ı , gerekse
bu rada mola vererek durumu kollayan jandarma taburu hem
Anzavur ' u n , hem de arkaları ndaki Ezineli Aziz'le Sad ı k çetele­
rinin kıskacı içindeyd i . Anzavur'un meydana getirdiği kargaşa­
dan yararlanan bu iki soygu ncu çete, leş peşindeki s ı rtlanlar
gibi Çanpazarı (Çan) bölgesine dal m ı ş , talan yapmaktaydı l ar.
Çan'a gelen haberlere göre Çan Boğaz ı , Dikmen , Mal l ı köy,
Dereköy, Pomaklar ve Anzavur kalabal ı ğ ı nca tutulmuştu . Bu
baraj ı yararak geçmek, bütün taburu n harcanmas ı tehlikesini
yaratacak, belki de yararl ı bir sonuç sağlamayacakt ı .
Bunu düşünen tabu r kumandan ı A l i R ı za Bey, Çanakka­
le'ye dönmekten başka çare bulamad ı . Niyazi Bey'i bölüğüyle
Mal l ı köy-Kocayayla-Dereköy üzerinden öncü olarak yürüyüşe
geçird i . N iyazi Bey, geçtiği köylerde hiç de olağan olmayan bir
sürü şeyle karşılaşarak gözlerini dört açtı . Jandarma bölüğünü
gören köylüler kaçı yor, saklan ıyor ya da ald ı rı ş etmeksizin bir
yabancı milletin askerine bakar gibi bakı yor ve susuyord u .
Mall ı köy'e vard ı kları nda büyük, k ı m ı l kı m ı l b i r kalabal ı kla kar­
şılaştı lar. Köylülerin meydana geti rdiği bu insanlar, bir anda çil
yavrusu gibi dağ ı ld ı lar. Niyazi Bey, bölüğü köyün d ı ş ı na b ı ra­
karak yan ı na ald ı ğ ı birkaç jandarma eriyle köye gird i . Kendi­
sinden şeytan görmüşçesine kaçan köylülere tatl ı bir sesle :
- Yahu ne kaçıyorsunuz? Biz d e sizdeniz. Bizim size bir
zararı m ı z doku nmaz. Gelin konuşal ı m , anlaşal ı m ? dediyse de
daha çok dil dökmesine zaman kalmad ı . Bu s ı rada tepeden
tı rnağa silah l ı bir Anzavurcu kalabal ık, yerden biter gibi çevre­
sini sard ı ve onunla jandarmaları n kolları n ı iplerle kıskıvrak
bağlayarak al ı p köyü n içine sürüklediler.
N iyazi Bey birkaç dakika içinde kendini bir Pomak ağası ­
n ı n kon u k odas ı ndaki peykede bağdaş kurmuş oturan Anza­
vur'un karşısı nda buldu . Fili ntası dizleri n i n üzerinde duran An-
79
zavu r, belindeki kocaman işleme gümüş sapl ı kamas ı na sağ
elinin geniş ayasıyla dayanarak kükred i :
- Hapsedin bun u , idam edelim ! dedikten sonra, genç su­
baya ağ ız dolusu çirkin sövgüler savurd u .
Sonra, elleri v e kolları yeniden daha sıkı sarı lan Niyazi Bey'i
boş bir odaya bir saman çuval ı gibi tekmelerle yuvarladı lar.
Bölük kumandan ı n ı n yakalan ı p götü rüldüğünü uzakta
bekleyen bölük, olduğu gibi görmüştü . Bölüğün başçavuşu
Mehmet Ali Bey, durumun son kerte tehlikeli olduğunu görerek
kumandayı üzeri ne ald ı ve bölüğü köyün üstündeki dağa doğ­
ru koşturd u . Şimdilik sayı ları bilin meyen Anzavurculara karşı
en iyi savu nulacak yer orasıyd ı .
Onlar çekilirken , köyden bir çat ı rtı koptu . Kurşu nlar, kulak­
ları n ı n dibinden ısl ı k çalarak geçti. Onlar da bir yandan silah
atarak bir yandan da dağ ı n örtülü bağrı na s ığ ı nd ı lar. Dağdan
aşağ ıya yağan kurşu nlar Anzavurcuları n kendilerini izlemeleri­
ni önled i . Akşam ı orada ettiler. Başçavuş Mehmet Ali Bey'in
dağda mevziye soktuğu jandarma bölüğü akşama dek oralara
kimseyi yanaştı rmad ı . Karanl ı k basarken Ali R ı za Bey'in arka­
dan gelen iki bölüğü , toplan borusu çald ı . Meh met Ali Bey de
buyruğu ndaki bölüğü alarak geriye dönd ü . Bölük, Dereköy'den
geçerken köyün değ i rmeninde Anzavu r'un yirmi beş kişilik si­
lahlı savaşçısı n ı bast ı r ı p tutsak ald ı .
Mehmet Ali Bey, bunlardan biri n i n silah ı n ı alarak onunla
Anzavu r'a şu ültimatomu gönderd i :
- Niyazi Bey tesl im edilmeyecek olursa bunları n hepsini
öldüreceğiz.
Ne var ki Anzavu r'un buna karş ı l ı k vermesinin gereği kal­
mad ı . Eski erlerinden Celil onu tan ı d ı ve kurtarmak için dav­
rand ı . Karan l ı k odada ertesi sabah kurşunlanacağ ı n ı ya da
linç edileceğini düşünerek kara düşlere boğularak yerde uza­
n ı rken Cel i l , eğilip:
- Siz N iyazi Bey değil misiniz? diye sord u .
- Evet, Niyazi Bey'i m .
80
Kuşağ ı n ı n arası nda kocaman bir bıçak çı karan Celil he­
men genç subay ı n ipleri n i kesip onu ayağa kald ı rd ı .
N iyazi Bey, kendisini öldürmek üzere b u delikan l ı n ı n gön­
derildiğini düşü nürken o şöyle ded i :
- Ben , sizin emrinizde jandarmal ı k yapan Celi l Onba­
ş ı 'yı m . Korkma sana hiç kimse bir şey yapamaz . Ben seni öl­
dürtmem.
Sarıcaköylü Celil Onbaş ı , eski subay ı n ı odadan al ı p gö­
türd ü . Bunu gören öbü r arkadaşları :
- Bu gavuru neden ç ı kard ı n ? Biz onu öldüreceğiz. Anza­
vur Paşa' n ı n emri böyledir! diye bağ ı rı p çağ ı rmaya başlad ılar.
Ne var ki Celil Onbaş ı , Anzavurcuları n en çok sözü dinle­
nen ve sayı lan adamları ndan biri olduğu ndan onları n bağ ı rı p
çağ ı rmalarına pabuç b ı rakmad ı . Onlara:
- B u , beni m subay ı md ı r. Ben, bunun emrinde y ı llarca as­
kerli k ettim, sizden daha Müslüman, benden de Müsl üman'd ı r.
Kendisi iyi bir insand ı r. İ l k önce beni öldürürsünüz son ra onu !
diye bağ ı rd ı .
Celil Onbaş ı , Pomaklar ı n en dişlileri ndendi . B u yüzden,
Anzavu r, onun isteği n i geri çevirmed i . Subayı al ı p burdan
uzaklaşt ı rmas ı n ı söyledi . Bunun üzerine Celil Onbaş ı , N iyazi
Bey'i alarak kendi köyü olan Sarıca'ya götürd ü . Oradan Kuru­
dere yoluyla Lapseki'ye u laşt ı rd ı . Orada N iyazi Bey'i Lapse­
ki' n i n ü n l ü Kuvayı M i l liyecisi Hancı Lütfü Bey tesli m ald ı . Lütfü
Bey, bu ralar ı n çok fedakar bir Kuvayı Mill iyecisi olduğu ndan
pek az zaman sonra İ ngilizler onu yakalay ı p Malta zindanları­
na süreceklerd i .
Niyazi Bey'in bölüğ ü , Çan'daki taburuyla buluşmakta zorluk
çekmedi . Üçüncü bölük bir tek subay yitirerek geri dönünce Bin­
başı Ali Rıza Bey, taburuyla Biga üstüne yürüyüşü sürdürmek­
ten başka çare göremedi. Çan-Biga yolu üzerinde pusu kurup
bekleyen birçok Pomak silah l ı larıyla vuruşa vuruşa Biga'ya var­
d ı . Yollardaki bu çatışmalar, hiç de önemli bir direnme sayılmaz­
d ı . Evet, Binbaşı Ali R ı za Bey'in yollarda hiç direnme görmeden
şehre girişi bir bomba etkisi yapt ı . Hele Anzavur'u kudurttu.
81
Anzavur Ahmet, bu olay ı n , bütün y ı ld ı z ı n ı söndürecek bir
önem taşıdığ ı n ı anlayarak hemen ertesi gün Binbaşı Ali R ıza
Bey'e şu ü ltimatomu gönderd i :
- A l i R ı za Bey, sizinle hukuku muz eskidi r. Fakat politika­
da h ukuk ve dostluk gözetilmez. Bunu kabul ediniz ve vuruş­
mam ı za yer bı rakmay ı n ı z , çarpışmayal ı m . Size altı saat müh­
let veriyoru m . Altı saat içinde şehirden çıkıp gidiniz. Eğer bu
süreden sonra sizi şehirde görürsem , siz de içinde olarak bü­
tün jandarmaları n ı z ı n başları n ı kasap dükkanlarına asar ı m .
Anzavu r, bu ü ltimatomu salt Ali R ı za Bey'e vermekle kal­
mayarak bütün Biga'ya yaym ı şt ı . Bu yüzden bütün halk ve me­
mu rlar, Ali R ı za Bey'le taburu ndan şeytan görmüş gibi kaçıyor,
eski tan ıdı kları bile ona selam vermemek için başları n ı çevirip
geçiyor ya da kol geziyord u .
Ali R ı za Bey, bunun üzerine d u r u m u Çanakkale'ye bildir­
d i . Taburu n u Karabiga'ya çekti . Ali R ı za Bey, böylece duru m u
kollayarak birkaç g ü n orda kaldı . Bir sabah 6 1 . Tümen Kuman­
dan ı Albay Kaz ı m Bey'den ald ı ğ ı sert bir telgraf gözleri ni fal ta­
şı gibi açtı .
Telgraf şöyle diyordu :
- Süvari Kumandan ı Hafız Bey Biga'yı işgal etti . Buyru­
ğ u nuzdaki kuvvetlerle hemen kendisine kat ı l ı n ı z ve bize bildi­
riniz. Kat ı l mayacak olursan ı z idam edileceksiniz.
Ali R ı za Bey, bu telgraf ı n ı ş ı ğ ı nda katılacağ ı cepheyi seç­
mekte gecikmedi. Art ı k kesin olarak Kuvayı Mill iye'ye, Kaz ı m
Bey'in cephesine kat ı l mak farz olmuştu . Bu salt idam edi l mek
korkusunun yaratt ı ğı bir değişiklik değildi. Bu telgraf, onu ko­
layca uyarmak gibi bir görev görmüştü.
Bundan dolayı telgraf ı , şi mdiye dek buyruğu nda çal ıştı ğ ı
ku mandan ı ndan al m ı şças ı na davrand ı . Taburun subayları n ı
toplayarak ş u buyruğu verdi :
- Hemen Biga'ya doğru yola çı kacağ ı z . Piyade erleri ara­
bada bulunsu n .
Tabur, gece yarısı ndan sonra Biga'ya doğru yürüyüşe geç­
ti. Yarı yola vard ı kları nda Biga' n ı n üstünde bir yang ı n kızıllığı
82
gördüler. İyice dikkat edince bunun yangı n olmayıp Bal ı kl ı ka­
ya' n ı n her iki yan ı nda yakı lmış işaret ateşleri olduğunu anlad ı lar.
H afız Bey, böylece Biga'yı ald ı ğ ı n ı her yana bildiriyord u .
A l i R ı za Bey'in taburu , Biga'ya beş kilometre çeken G üleç
köyünden geçerke n , köşe başları nda bekleyen kimi silah l ı ba­
ş ı bozuklar ı n karşı durmadan sıvıştı kları görü lüyord u . Bunları n
Anzavu rcu kalabal ı ğ ı n habercileri olduğu hemen anlaş ı l ı yor­
du. Ali R ı za Bey, taburuyla şehre girerken ay da doğuyord u .
Şehir, belki de bir tavşan uykusundayd ı . S o n günlerde bu rda
öyle çok olaylar geçmişti ki halk bütü nüyle tedirgindi. Gelene
paşam, gidene beyim diyecek duruma gelmişti . Jandarma ta­
burundan önce Hafız Bey'in atl ı ları , kald ı rı mları takı rdatarak
halkı uyand ı rm ı şt ı . Halk ne olacağ ı n ı merak edip duru rken ye­
ni askerlerin ve atl ı ları n gelişi, onları büsbütün tedirgin etmişti.
Her yeni gücün geliş-gidişinde şehrin sokakları nda birkaç ya­
bancı ve yerli kanl ı baş kal ıyord u .
Jandarmalar sokaklardan geçerken evlerdeki fısıltı lar ke­
siliyor, yanan lambalar sönüyord u .
Ali R ı za Bey, subaylarıyla doğruca hükümet konağ ı na git­
ti . Baktı lar yataklarında şehit edilen üç sıtmal ı jandarman ı n
kanları hala kapkara kesilmiş yataklarda y e yerlerde görü nü­
yord u . Şehrin önemli noktaları na nöbetçi ler konup devriyeler
çı karı ld ı . Tabur kumandan ı , Anzavu r ayaklan ışı ndan önce Bi­
ga jandarma subayları ndan olup sonra kendisine katı lan Zü h­
tü Bey'i çağ ı rd ı :
- Hafız Bey, ateş yanan Bal ı kl ı kaya'daymış. Git, kendisi­
ni gör. Benden selam söyle. Biz, yüz elli jandarma ile Biga'ya
geldik. Şehre devriyeler ç ı kard ı k ve yerleştik. Bir emirleri var
m ı d ı r? Biz de yukarı ç ı kal ı m m ı ? Yoksa şehirde mi kalal ı m ?
Alacağ ı n cevabı bana getir.
Zühtü Bey atı na atlayarak Bal ı kl ı kaya'ya vard ı . Hafız Bey'i
birinci ateşin baş ı nda bulamad ı . Öbü r ateşin başı na gitti.
O, asker giynekli ku mandan ı araya d u rsun , bir sürü sivi l , kimi­
si yatı yor, ki misi ateş başı nda sigaraları tellendirmiş, söyleşi­
yord u . Subay ve askere benzer kimse yoktu .
83
Bunlardan kimisi Zü htü Bey'i subay kı l ı ğ ı nda görü nce
ayağa kalkt ı . O :
- Hafız Bey'i arıyoru m , ded i .
Ayakta dikilen uzu nca boylu , a z kara sakall ı , kara kalpak­
l ı , ayağ ı nda Rumeli potin i , meşin tozlukl u , elinde bir kı rbaç,
belinde bir parabellum tabancası bulu nan bir adam :
- Hafız Bey benim ! ded i .
Zühtü Bey, ku mandan ı n ı n dedikleri ni o n a söyled i .
Hafız Bey, eli ndeki kı rbaçla çizmesini döverek:
- Oğl u m , ded i . Ben yetmiş atl ı ile Biga'yı işgal ettim. Bir
bölümü şehirde hayvanlar ı n yan ı nda, öbü r bölümü de benim
yan ı mdad ı r. İki ağ ı r makinal ı tüfeğimiz var. Birisini depo yan ı n­
da, ötekini Çan yolu doğru ltusuna yerleştirdim. Siz, sabahleyi n
her iki yan ı na birer devriye ç ı karı n ı z . Bu yolları gözetlesinler.
Silah l ı i nsanları n geldiğini görürlerse bize iki el silah atarak ha­
ber versi nler. Kendilerini ku rtarsı nlar. Ben , bu radan i nsan de­
ğil köpek bile geçirmem . Siz, yal n ı z şehrin güvenliğini koruyu­
nuz. Kumandana da selam söyle.

16 MART'TA KANLI BİR GÖZDAGI

Amerika Cumhurbaşkanı Wil­


son, Lloyd George 'a:
"Eğer benim hükmümü istiyor­
sanız; Türkler Avrupa 'da çok
uzun zaman kaldılar ve büsbü­
tün oradan temizlenmelidir/er!"
dedi. 1 9 1 9
- -

1 920 yı l ı n ı n 1 6 Mart günü sabahı İstanbul'un üstü , puslu


bir hava ve i nce bulut tabakasıyla örtülü bir gökyüzüyle kubbe­
leniyord u . R ı ht ı mlarda sürünürcesine karaya yanaşan İ ngiliz
savaş gemilerinden İstanbul'a y ı ğ ı n larla silah ve tam gereçli
İ ngiliz askeri çı kmaya başlad ı . Karaya ayak basan askerler
84
hemen orada bekleyen asker kamyonları na bindirilerek kendi­
leri nce bilinen yönlere gönderiliyord u .
İşte, b u İngiliz askerlerinden e l l i kişilik b i r grup yine kamyon­
lara bindirilerek Si rkeci-Su ltanah met- D ivanyo l u - Ü niversite
önünden geçerek saat beşi kırk beş geçe Şehzadebaşı 'ndaki
1 O . Tümen Karargah ı ' n ı n bulunduğu yapı n ı n önüne vard ı . Kam­
yonlardan atlayan İ ngiliz askerleri , tümen karargahı n ı n kapısı na
saldı rd ı lar. Cümle kapısı nda nöbet bekleyen Reşadiyeli Veli oğ­
lu Mehmet, elli düşmanı n sald ı rısı karşısı nda yediği kurşunlarla
cansız yere serildi. Kendi bir yana, tüfeği bir yana gitti . İ ngilizler,
yere düşen tüfeği alarak yıldırım gibi içeri dald ılar. Yalnız, İngi­
lizleri içeri sokmamak üzere bağ ı rı p çağ ı ran nöbetçinin sesine
koşan onbaşı da müfrezenin kumandan ı olan İ ngiliz subayı n ı n
tabancası ndan çıkan birkaç kurşunu yiyerek oracığa yığ ı l ıverdi.
İngiliz askerleri , erat koğuşuna sald ı rdı lar ve yatağ ı nda uyumak­
ta olan askerlerin üzerine ateş etmeye başladılar. Yaral ı Türk
askerleri don gömlek yataklarından fırlay ı p kaçmaya çalışıyor­
larsa da kaçacak bir yer olmadığı ndan gövdelerine dolan kur­
şunlarla inleyerek yerlere kanları n ı n üzerine yığ ı l ı p kalıyordu.
Elli İ ngiliz askerinin mezbahaya çevirdiği tümen kararga­
h ı na bir yığ ı n Hintli asker de yard ı ma geld i . Onlar da silahsı z ,
d o n gömlek askerleri kovalamaya başlad ı l ar. Koğuşta bu kan­
lı oyu n oynana dursun elli İ ngiliz askerin i n on beşi askeri m ı z ı ­
k a erlerin i n yatt ı ğı koğuşa koştu . M ı z ı kacı erleri d o n gömlek
yatakları ndan kald ı rı p koridorda karş ı ları na dizdiler. M ı z ı ka ça­
vuşu, İ ngiliz subayına bunları n m ı z ı ka askerleri oldukları n ı
söylediyse d e İ ngiliz subayı bunu işitmezlikten gelerek asker­
lerine bunları n üzerine ateş etmek emrini verd i . M ı z ı ka erleri n­
den üçü ald ı ğ ı kurşun yarası ndan hemen oracı kta düşüp can
verd i . Yal n ı z öbü rleri can korkusuyla sağa sola kaç ı p yere ka­
panarak ölü mden kurtulabildiler. Böylece, m ı z ı ka eratı ndan
yal n ı z üçü öldürülmüş, ikisi de yaralanm ı ştı .
Birkaç dakikada altı Türk askeri şehit edilmiş, on beşi de
yaralanm ı ştı . Üst katta yatan karargah kumandan ı Teğmen
Nail Bey'le katiplerden Arslan ve Zeki Beyler silah sesleri , hay-
85
kı rışlar ve ölüm ç ı ğ l ı klarıyla yatakları ndan fı rlam ış, giyinmek
ve ne olduğu n u anlamak üzere davranmaktayd ı lar ki İ ngilizler
oraya da yetişerek onları da Beyazıt Camii'nin karş ı s ı ndaki es­
ki jandarma dairesine götürdüler. Tümen karargahı ndan topla­
y ı p götürdükleri silahları da buraya yığdı lar.
İngilizler, yatakları nda m ı ş ı l m ı ş ı l uyuyan silahsız, suçsuz
altı Türk askerin i , Şehzadebaşı gibi Müslüman halkın göbeğin­
de kurşunlayarak, gerçi Kuvayı Milliye'ye doğru kayma eğilimi
gösteren Salih Paşa hükümetiyle İstanbul halkı na tam bir göz­
dağ ı verdiyse de ıssız bir yerdeki kışlada binlerce Türk askeri­
ni öldürmekle uyand ı racakları öç isteklerinden daha çoğunu bu
halkta uyandı rmak yan l ı şl ı ğ ı n ı da yapt ı lar. Çanakkale'de iki yüz
bin Türk askeri öldürmüşlerdi. Onu u n utup affedecek olan Türk
halkı , bu birkaç zavall ı ölüye yapı lan ı hiçbir vakit unutmayacak,
her zaman İ ngiliz barbarl ı ğ ı diye 1 6 Martlarda anacaktı .
İ ngiliz İşgal Kumandan l ı ğ ı en büyük gürültüyü , Kuvayı Mil­
liye'nin bir komşu olarak kullandı ğ ı Beykoz'un içinde ve dolay­
ları nda kopard ı lar. Orada da tı pkı Şehzadebaşı karakolunda
uyuyan askerlere karşı gösterdikleri yersiz ve gereksiz şiddeti,
Beykoz çayı rları n ı n öbür ucunda alçak bir tepe üzerinde kurul­
muş Sarı Kışla'daki Darüleytam'l ı çocuklara gösterdiler. Yuşa
Tepesi'ne giden her iki yan ı çı nar ağaçlarıyla örtülü yolun sa­
ğ ı nda ve solundaki dümdüz ve yemyeşil çay ı rlarda çok önce­
den beri İ ngiliz-Hintli birliklerinin haki renkli çad ı rları kurulmuş
bulunuyordu. İstanbul'un her yan ı gibi Beykoz da eylem olarak
işgal altı ndayd ı . 1 6 Mart sabahı Darüleytam'daki dört yüz öksüz
çocuk, yatakları ndan kalkıp aşağ ı bahçedeki musluklarda elle­
rini ve yüzlerini yı kamaya giderken garip şeyler gördü. Çayı rlar
ve oradaki İ ngiliz çad ı rları ayna gibi görülüyordu. Çad ı rları ndan
silah l ı ve tam gereçli olarak fı rlayan H i ntli askerler, Beykoz'a gi­
den yol boyunca mevziye girmeye başlad ı lar. Sonra tek tük si­
lahlar patladı . Mevzilerden fı rlayan askerler, Beykoz'a doğru
saldırıya geçtiler. Palamar Suyu sırtına çıkarı lan bir ağ ı r maki­
neli tüfekle Beykoz Kulübü'nün, Laz İbrahim'in sevgili çayırcığı­
na mermi yağdırıyor, bir başka makinalı tüfek de Beykoz sı rtla-
86
rı ndan ormanlara doğru ateş ediyord u . Darüleytam çocukları ,
kahvaltı için s ı raya girdiklerinde arslan gibi iri yarı , sarışın Trab­
zonlu bir adam olan Müdür Yard ı mcısı Hüsnü Bey çıkageldi :
- Evlatları m ! dedi. Kahvaltıya girmeyeceksiniz. İngilizler öy­
le istiyor. Şimdi sizi de, bizi de alı p götürecekler. Nereye olduğu­
nu bilmiyorum. Fakat korkmayın çocukları m . Biz Türk'üz, hiçbir
şeyden korkmayız. Anadolu'da bizleri kurtarmak için askerlerimiz
arslanlar gibi çarpışıyor. Korkmayınız. Başımızda şarapneller,
bombalar patlasa yılmayacağız. Öğretmenlerinizi İngiliz subayla­
rı alı p dağlara doğru götürüyor. Ölümden korkan Türk değildir. Al­
lah büyüktür. İ nşallah, hiçbir şey yapamayacaklar size. Haydi,
şimdi sı raları dörderleyerek baştan yürüyün aşağıya doğru .
Renksiz yüzleriyle cılız, eski püskü giynekleri ve yal ı n
ayaklarıyla mezbahaya giden koyunlar gibi birbirlerine sıkışa­
rak cümle kapısına inen çocuklar, arda ak saçl ı ufak tefek ka­
pıcı Sait Baba'n ı n bir hafif makineli tüfeğin namlusu önünde ga­
rip garip dikilip durduğunu gördüler. Okulun cephesine karşı bir
sağda, bir de solda iki ağ ı r makineli tüfek doğrultulmuştu .
Dört yüz çocuk birkaç hademe kad ı nla birlikte Yuşa Tepe­
si'ne giden Ç ı narl ı yol boyunca götürüldüler. Yolun her iki ya­
n ı nda kara sakal ı ve kara bıyıkl ı iriyarı Müslüman düşman ı Sih
askerlerinden bir çift duvar yükseliyord u . Sihlerin gözleri , aç
pars gözleri gibi öksüzlere dikilmişti .
Öksüzleri götürüp çay ı rları n bitim i nde bir yerde üst üste
oturttular. Öksüzler, her an ku rşuna dizilmelerini beklediler.
Hemen hepsi de ağl ı yord u . B u , durup du rurken gelen ölümden
hiçbir şey anlam ıyorlard ı . Çevrelerinde önce Sihli H i ntlilerden
sonra Müslü man H i ntlilerden bir çember çevrilmişti. Müslü man
Hintliler, çemberi genişleterek öksüzlerin korkusunu azaltmak
zekas ı n ı gösterdiler. Bu s ı rada arkadaki Beykoz ormanlarına
doğru koşar ad ı m İ ngiliz askerleri gidiyor, s ı k ağaçl ı klardan
maki nal ı tüfek yankı ları geliyord u .
İ ki ndiüstü , sekizer kişilik sı ralarla okula götü rülen çocuklar
yine ağ ı r makinal ı tüfeklerin nam l uları n ı okula çevrilmiş buldu­
lar. Başları nda ikişer H i ntli asker dikiliyord u . Mutfağ ı n ve erzak
87
ambarı n ı n durumu yürekler acısıyd ı . Ocağa bindirilmiş olan
nohut yemeğiyle üzüm hoşafı kazanları olduğu gibi devrilmiş,
bütün yerler şişmiş üzümler, yarı pişmiş nohutlarla örtülmüştü.
Ambardaki nohut, fasulye, şeker, pirinç v.s. çuvalları süngüler­
le deşilmişti , hepsi dökülmüş ve ayı klanmayacak kertede bir­
birine karışmıştı .
Çocuklar açtı . Hemen yemekhanelere koştular. Birer ince
ekmek dilimiyle kağ ıt gibi ince ak peynir parçaları n ı yiyerek s ı ­
n ı flara ç ı ktılar. Pencereden d ı şarı bakı nca şaş ı rd ı lar. Okul u n
çevresindeki tepeciklerin ard ı nda İ ngiliz askerlerinin miğferleri
s ı ralan ıyord u . Tüfeklerin namluları da pencerelere bakıyord u .
Ölüm korkusunu yenmiş olan çocuklar, b i r zararsız film sey­
reder gibi bunlara bakarken garip bir şey oldu. Birer deynek za­
rarsızlığıyla toprağa uzatı lmış olan namlular, mermi püskürmeye
başladı . Bir iki saniye içinde pencerelerin bütün camları şang ı r­
dayarak yerlere döküldü. Çocuklar, çil yavrusu gibi dağ ı ldı lar.
Hepsi yerlere sinerek kendini kalı n duvarlı koridora attı . Hala
kurşunlar yağ ıyor, son kalan cam parçaları yere iniyordu. Çocuk­
lar şaşkına dönmüştü . Okulda hiçbir baş olacak büyük yoktu .
Pencerelerden giren kurşunlar karşı duvarlara saplanıyor, kapı­
ları delip öbür pencerelerden , okulun bahçesinden vızlayarak
geçiyordu. İlk anda paniğe kapı lan birkaç çocuk, pencerelerden
taş döşeli bahçeye atlad ı , bacakları kırıld ı . Çocuklar, ölüm kor­
kusunu getiren nedenlerin bitmediğini anlayarak okulun en ka­
ran l ı k ve kör bir odas ı na sığ ı ndı lar. Birçoğu kırılmış, çürümüş dö­
şemeleri sökerek başları n ı olsun saklayabilmek üzere buranı n
karanl ı ğ ı na gömdü v e ölüm korkusundan olsun birazcık kurtul­
man ı n umarı n ı arad ı . Okula her yandan kurşun yağıyordu. Bey­
koz ormanları ndaki makineli tüfek gürültüleri , sürüp gidiyordu.
Böylece 1 6 Mart akşama erdi. N e var ki , bu kez daha kor­
kunç bir şeyler başlad ı . Aylard ı r Beykoz Saray ı ' n ı n yan ı ndaki
H ü n kar İskelesi 'nin karşısı nda demirlemiş olan l ron Dog ( De­
mir Köpek) adl ı ü n l ü İ ngiliz dretnotu oku l u n üzerinden salvo
(yaylım ateş) atı ş ı n a başladı . Bütü n k ı r ı l m ı ş camlar bir korku
m üziği tutturuyor, yer gök sars ı l ıyord u . Gecenin karanl ı ğ ı nda
88
aç karn ı na kafaları n ı döşemelerin altı ndaki yüzyı l l ı k tozlara
gömmüş olan öksüzler her an okulla birlikte havaya uçacakla­
rı n ı bekleyerek titreşiyor, dualar okuyorlard ı . l ron Dog'un kuru­
s ı kı atı ş yaptığ ı n ı nerden bileceklerdi?
Onları n kulağ ı na fısı ldandı ğ ı na göre Demir Köpek, Şile'yi
dövüyord u . Şu ndan ki oralar Kuvayı Milliye yatağ ı yd ı . Oradan
gelip geceleri çayı rda çad ı r kurmuş olan İngilizlere silah atıyor,
yine dağlara çekiliyorlard ı . Okulu basmaları n ı n nedeni de bu­
ras ı n ı n kamufle edilmiş bir Kuvayı Milliye yatakl ığı olduğu n u
sanmaları ndand ı . Oku l u n kuzey yan ı ndaki tepecik üzerinde s ı ­
ralanan İ ngiliz askeri mezarları sözde Kuvayı Milliyecilerin ge­
celeyin attı kları kurşunlarla ölenlerind i . Öksüzler, bu yüzden
kendilerini de yarı yarıya suçlu buluyor, düşman zulmünü ola­
ğan görüyorlard ı . Böylece Kuvayı Milliye'nin kahraman l ığ ı n ı
d a paylaşmış oluyorlard ı .
Okulun m ızıka takı m ı ndan Mecit'le Abdülkadir mutfağa in­
mek yürekliliğini göstererek ocağ ı yaktı lar. Kocaman kazan ı üs­
tüne bindirdiler. Su ile doldurdukları kazana yerlerde kuru fasul­
ye, nohut ve mercimekle karışmış yatan pirinçleri avuçlayarak
kaynamadan bu suyun içine doldurdular. İki saat sonra karava­
nalara kocaman topaklar gibi pilav doldurarak sığı nağa taşıdı lar.
Çocuklar karavanaları n başına geçerek ellerine birer topak pilav
al ı p ekmek gibi yediler. Yalnız bunun arası ndaki çiğ fasulye, no­
hut ve mercimekleri püskü rterek açl ı kları n ı giderdiler. Çocuklar
ikinci gece yatakhanelere çıktı lar. Okula yağan kurşunlar kesil­
mişti . Yatakların üzerinde, döşemelerde, duvarlarda yığı nla kur­
şun vard ı . Çocuklar duvarlara çarparak yamyassı olmuş kur­
şunları anı olarak al ıp sakl ıyorlard ı . O gece hiç kimse yatağ ı nda
yatmayıp karyolaları n altı nda kuru tahta üzerinde sabahlad ı .
l ron Dog , yine sabaha dek korkunç yay l ı m ateşini aral ı k­
sız sürdürd ü . Ertesi g ü n oku l u n kuşatılmam ı ş olan bir yan ı n ­
dan pencere demirlerini kı ran çocuklar, yığ ı n larla kaçmaya
başlad ılar. Doğru Beykoz İskelesi'ne gidiyorlar, oradan da bi­
necek vapur bulamad ı kları ndan yayan Paşabahçe yoluyla Üs­
küdar'a yürüyorlard ı . Akşamleyin okulda dört yüz öksüzden
89
sekiz-on kişi kal m ı ştı . Ertesi gün de onlar yal ı n ayak başı kabak
sökülmüş demirler arası ndan atlay ı p Beykoz'a doğru kaçtı lar.
Ayakları ndaki çengellerle telgraf ve telefon direklerine tı rma­
nan uzun boylu , sarış ı n İ ngiliz askerleri , Beykozluları n korku­
dan büyümüş gözleri önünde telgraf ve telefon tellerini kesip
makarna gibi caddelere uzatıyorlard ı .
B u sı rada Kuvayı Milliyecilere yatakl ı k ettikleri san ı lan
okul u n öğretmen leri , İ ngiliz subayları nca pek çok sıkıştı rıld ı k­
tan sonra götürül ü p Beykoz Saray ı ' n ı n küçücük bir odas ı na
kapat ı l m ı ş , karş ı larına da bir makinal ı tüfek yerleştirilmişti . Bu
makinalı tüfek, Darüleytam kapıcısı Sait Baba'ya yapıldığı gibi
iki metre uzakl ı ktan namlusunu onlara çevirmişti . K ı p ı rdama­
dan orada bağdaş kurmak zorunda kalan Pertev, Galip, Meh­
met Ali , Talat Beylere helaya gitmek de yasaktı . Büyük abdest­
leri ni mendillerine yap ı p pencereden d ı şarı atıyorlard ı .
Öğretmenler aç susuz b i r haftaya yakın orda kald ılar.
Sonra serbest b ı rakı l arak okula döndüklerinde ağlamakl ı oldu­
lar. Oku l , savaşta pek çok yaralar alm ı ş bir gemiye benziyor­
du. Korkusunu yenerek geri dönmüş birkaç öksüzle baş başa
verip nerden ve nas ı l geldiği anlaş ı lmayan bu kası rga s ı rası n­
da başları ndan geçenleri birbirlerine anlatmaya başlad ılar.
Bir öğretmen :
- İşte çocuklar, dedi. Düşman çizmesi altına düşmüş bir
memleketin durumu budur. Her an ölümü bekleyeceksin , seni
kimin ve ne zaman gelip vuracağı belli değildir. Baksan ıza, ök­
süzlerin barı ndığı böyle bir yere saldı rmak bir kere ayıp, sonra
da günahtır. Ama düşman bunu dinlemez. Düşman ı n adaleti
süngüsünün ucundad ı r. Fakat hiç üzülmeyin çocuklar, kurtuluş
günleri , bu zulümler arttıkça daha çok yaklaşacaktır. Anadolu
arslanlar gibi çarpışıyor, biz de bu kadarcık çilesini çekelim.
*

* *

İngilizler 1 6- 1 7 Mart'ta Beyazıt yang ı n kulesini işgal ettiler.


Yang ı n Kulesi'ndeki kocaman ipek, Türk Bayrağ ı y ı rt ı ld ı . Bun­
dan başka kuleye özgü iki bayrak daha y ı rtı larak kulenin işa-
90
ret malzemesi yok edildi. Kulenin dürbü n ü , itfaiye miğferleri,
kontrol saati ve kule koruyucuları n ı n yatakları al ı p götürüldü .
Yine İ ngilizlerin Had ı m köy'e yerleştirdikleri bir tabur Yunan as­
kerin i n bir bölüğü Terkos Gölü'ne gönderilerek orada su lar yö­
netmenliğinin tesislerini ele geçirdi. Bu tabur ile beraber gelen
sekiz sivil R u m , otuz da arkadaş bularak bir çete kurdu lar ve
Had ı m köy dolayları ndaki köylere saldı rmaya başlad ılar.
İ ngilizleri n , bu gözdağ ı verme çabası , çok şeyi değiştirme­
di. Yaln ı z Kuvay ı Milliye'yi güçlendirme ve inzivada kalma teh­
likesi geçiren Mustafa Kemal'in Ankaras ı ' na daha inançl ı mili­
tanlar ı n akı n etmesini sağlad ı .
Bug ü nlerde İstanbul suları n ı dolduran z ı rh l ı ları köprü üs­
tünde seyreden bir Türk delikan l ı s ı , yaşlı bir adama yaklaşa­
rak şöyle sordu :
- Affedersin babal ı k, bu gemilerdeki toplar ı n attığ ı mer­
miler kaç kilometreye gider?
- Yirmi mile gider oğl u m ,
- B i z d e yirmi b i r buçuk m i l e gider, y i n e canları na okuruz
babal ı k !
*

* *

Bu s ı rada Ankara'da Ziraat Mektebi'ndeki yaz ı hanesinde


sigara dumanlarına boğularak can s ı k ı ntısı ndan patlayan ve
çok derinden üzülen bir adam vard ı . Bütün olacakları çok ön­
ceden sezdiği halde ipleri toparlayamam ı ş serüvenciler, tehli­
keli bir denize doğru yelken açı p gitmişlerd i . Ne var ki koca­
man tehlike dalgaları üstlerine doğru geldiği halde yine de yi­
ğitlik taslayarak tüy gibi varl ı klarıyla buna karşı koymakta dire­
tiyorlard ı . Bu serüvenciler arası nda Mustafa Kemal'in en çok
yand ı ğ ı H üseyin Rauf Bey'di . O, başlı baş ı na bir güçtü . Ayak­
lan ı ş ı n kocaman alt ı n direklerinden biriyd i . Ne var ki şu en ge­
rekli zamanda Mustafa Kemal' i n direnç gücünden dışarı düş­
müş, İstanbul'da işgal devletleri n i n korkunç çelik mantığ ı na
karşı oyunlar oynamak hevesine kap ı l m ı ş gidiyord u . Rauf Bey,
İstanbul'un işgal edileceği n i , meclisin bas ı l ı p mensupları n gö-
91
türüleceğini İtilaf Devletleri temsilcileriyle ilişki kurmuş kimi
Türklerden çoktan öğrenmişti.
M ustafa Kemal de ta Ankara'dan onu şöyle uyarıyordu :
- Dün akşam , İtalyan komutanları ndan güvenilir bir kişi­
ye verilen gizli haberlerde, yabancı temsilcilerin dün öğleden
son ra toplanarak Londra'dan gelen ve İstanbul'daki Kuvayı
Milliye başları n ı n tutuklanması emrini kapsayan sorunu görü­
şerek benimsedikleri , bundan dolayı bu gibi kişilerin bir ayak
önce İstanbul'dan uzaklaşmaları gerektiğ i bildirilmişti . Biz bu­
nu ya mu haliflerin bir blöfü ya da M i llet Meclisi'nin kapatı l ma­
s ı n ı sonuçland ı racak, Ferit Paşa'n ı n iktidar mevkiine getirilme­
si gibi iki ş ı kka yoruyoruz.
M ustafa Kemal , Rauf Bey'e çektiği telgrafları n son u nda
arkadaşları n ı al ı p Ankara'ya gelmesi n i sal ı kl ı yord u . Rauf
Bey'se Sivas'ta kumandanlar toplantısı nda açı klad ı ğ ı gibi İ ngi­
lizlere Meclisi bast ı r ı p tutuklan ı ncaya dek İstanbul'da kalmak
kararı ndayd ı . Kendisi kaçarsa İngilizler mecliste tutuklanmaya
değer kimse bulamayacağ ı ndan meclisi basmak düşüncesin­
den cayabilir, böylece de meclis yine İstanbul'da Ankara'n ı n
d a elleri böğründe kal ı rd ı . Meclis bas ı ld ı ğ ı nda bütün Kuvayı
Milliyeci mensuplar ister istemez Ankara'ya savuşacak ve
meclisin orda açılmas ı n ı sağlayacaklard ı .
Rauf Bey bu düşüncesinde ayak diriyor, Nuh diyor, peygam­
ber demiyordu. Bu arada durmadan değerli kimi mebusları Anka­
ra'ya kaçmaları için kışkı rtıyor, Karakol Derneği'nin Ankara'ya
kurduğu güvenli köprüden geçmelerini sağlamaya çal ışıyordu.
Padişah Vahidettin, istanbul'un işgal edileceği üstü ne fı­
s ı ltı lar başlad ı ğ ı g ü nlerde sağlam bilgilere dayand ı ğ ı n ı göste­
ren bir davranışta bulundu. Meclis-i Mebusan Başkanlığ ı na bir
mebuslar kuru l u n u n gidip kendisini görmesini istedi. Gelenle­
rin baş ı nda Hüseyi n Rauf Bey'in bulunmas ı n ı koşullam ı ştı .
Görüşme gününü de Vahidettin bildirm işti . Trajedinin sahneye
konacağ ı günün arifesi nde mebusları çağ ı rı p birkaç öğüt vere­
cek, böylece de bütün sorumluluğu üstünden atacakt ı . Ziyaret
yine padişah ı n isteğine göre 1 5 Mart g ü n ü öğleden önce yapı -
92
lacakt ı . Padişah ı n ziyaretine gidecek kurul da başta Rauf Bey
olarak Meclis Başkanı Celaettin Arif, Konya Mebusu Vehbi Ho­
ca'dan meydana gelmişti .
Rauf Bey ve arkadaşları , 1 5 Mart sabahı padişah ı n katı na
çı kmaya haz ı rlan ı rken padişahtan gelen bilgiye göre görüşme
1 6 Mart sabah ı na ertelenmişti .
Rauf Bey gibi bütü n meclistekiler de her an patlak verebi­
lecek bir İngiliz komplosunun kuşkusu içinde tedirgindi. Rauf
Bey, bu kuşkuyu daha derinden duyanları n baş ı nda bu lunu­
yordu. Rauf Bey'in bütün korkusu , meclisin d ı ş ı nda bir yerde
kıst ı rı l ı p tutuklan makt ı . Böyle bir duru mda tutuklanman ı n h iç­
bir siyasal propaganda ve tepki gücü kalmayacaktı . Bu durum­
da İngilizler, onu yakalad ı ktan sonra meclisi basmayı gerekse­
mezler, böylece de meclis baskı n ı ndan beklenen bütün yarar­
l ı klar güme gidebilirdi. Meclis, İstanbul'da kaldı kça da Anado­
l u , hükümetsiz ve meclissiz uzakta elleri böğründe kal ı rd ı . Ko­
van ı n d ı ş ı nda arıkuşun u n yakalad ı ğ ı bir zavall ı arı durumuna
düşmemek için bütün dikkatini kullanan Rauf Bey'le birkaç ar­
kadaşı , geceleri kendi evlerinde kal m ı yor, şurda bu rda geceli­
yorlard ı . Rauf Bey, havan ı n çok elektriklendiği şu birkaç gün­
dür Beyoğlu'nda Ağa Camii'nin karş ı s ı ndaki sokakta bulunan
Naum Paşa apartman ı ndaki dairesine uğram ıyor, dostları ndan
tüccar Haşim Bey'in Şişli'deki apartman ı nda kal ıyord u . 1 5- 1 6
Mart gecesi Rauf Bey'e Mustafa Kemal'den bir telgraf geld i .
Bu , Harbiye Naz ı rı Fevzi (Çakmak) Paşa'n ı n yaveri Sali h
(Omu rtak) Bey eliyle geliyord u . Gizli haberleşme yolu buyd u .
M ustafa Kemal'in telgrafı şöyle diyord u :
- Osmanl ı Bankası 'yla bin lira gönderildi. Al da gel .
Rauf Bey, bu telgrafa şu karş ı l ı ğ ı verd i :
- Önceden kararlaşt ı rd ı ğ ı m ı z gibi namus borcumuzu ya­
pacağ ı z . Meclisi bastı rmak için orada kalacağ ız. Yoksa bize
güvenerek burada kalanlar, kendilerine haber verilmeden ara­
ları ndan ayr ı l ı ş ı m ıza gücenirler de toplantıyı sürdürürlerse o
zaman meclisin Ankara'da toplanma işi ağ ı r olarak tehlikeye
girer.
93
Rauf Bey, her gece olduğu gibi 1 5- 1 6 Mart gecesi de kuş­
ku içinde yatarak erkenden kalktı . Yine Haşim Beylerdeyd i .
Her ikisi de gelecek gazeteleri bekliyorlard ı . Gazeteler gelme­
mişti . Nedenini araştı rd ı lar. Haber y ı ld ı rı m gibi İstanbul'un dört
bucağ ı na yay ı l m ı ştı . İ ngilizler, Şehzadebaşı karakolunu bası p
arda birkaç silahs ız Türk askerini öldürdükten sonra şehrin bir­
çok yerini de işgal etmişlerdi.
Rauf Bey, hemen adam salarak kendi apartman ı n ı n bas ı l ı p
bası lmad ı ğ ı n ı öğrenmek istedi. Evet, İ ngilizler orayı d a basıp
Rauf Bey'i aram ışlard ı . Şimdi , bütün İstanbul'da Rauf Bey'i ara­
maktaydı lar. Bu durumda sokağa çıkmak tehlikeliydi. Arka yol­
lardan sıvışarak Meclis-i Mebusan'a gidip orda tutuklanmayı dü­
şünürken Kaz ı m Paşa (Orbay) ile Albay Seyfi Bey, onu görme­
ye geldi. Bunlar, Rauf Bey'in her zaman canciğer dostlarıydı .
Her ikisi d e heyecanlıydılar. İkisi de İ ngilizlerin eline düşmeden
Ankara'ya Mustafa Kemal'in yan ına gitmek istediklerini söyledi­
ler. Rauf Bey, onlara Vaniköy'deki ünlü tekkeyi salı klad ı . Oraya
vardı ktan sonra Maltepe Endaht Mektebi Müdürü Yenibahçeli
Şükrü Bey aracılığ ıyla kapağ ı Anadolu'ya atabileceklerdi.
İki dostunu Anadolu'ya doğru uğurlayan Rauf Bey, kendisi
de Haşim Bey'in apartman ı ndan son olarak çıktı ve arka sokak­
lardan seğirtircesine Meclis-i Mebusan'a yollandı . Meclise varı n­
ca padişaha gidecek kurulu toplamak üzere Meclis Başkanı Ce­
lalettin Arif Bey'i de bulamad ı . Celalettin Bey, yitiklere karışmıştı .
Rauf Bey, Saraydaki randevu saatinin yaklaşması üzerine Cela­
lettin Arif Bey'in yerine Başkan Vekili Bal ıkesir Mebusu Abdülaziz
Mecdi Efendi'yi alarak Konya Mebusu Vehbi Hoca'yla birlikte Yıl­
dız Sarayı'na yollandı . Bindikleri fayton kurşun gibi ağı r düşünce­
li bu adamları hoş tıkırtılarla al ı p götürürken bütün köşe başları ­
n ı tutmuş süngülü İ ngiliz askerlerinin oynadığı 1 6 Mart dram ı sü­
rüp gidiyordu. Arabadakiler bu görünüş karşısında içleri sızlaya­
rak dilleri tutulmuş gibi susuyorlard ı . Rauf Bey'le arkadaşları , Yıl­
dız'a vardıkları nda hemen padişahı n katına çıkarı ldı lar.
Vahidettin onları karş ı s ı nda görü nce hiç de hoşnut olma­
d ı ğ ı n ı gösteren davranışlarda bulundu . Onları n selam ı na çok
94
soğu k bir karş ı l ı k verdi ve sonra yan ı baş ı nda dikilen baş mu­
sahip Fuat Bey'e ünleyerek şöyle sordu :
- Biz, nas ı l haber aldı k bu işi?
Fuat Bey, elpençe divan şu karş ı l ı ğ ı verd i :
- Efendi m , dün Fransız m ümessilliği baş tercüman ı gel­
di. Anadolu'dan gelen bir tak ı m kişilerin İstanbul'un güvenlik
ve huzuru n u bozacak davranışlarda bulundukları ndan söz
ederek İtilaf Devleti temsilcileri n i n şehrin güvenliğini korumak
üzere bir gösteri yap ı l ması na karar verdikleri n i , ancak bun u n
İstanbul'un statükosu n u (mevcut durum) bozacak b i r davran ı ş
olmayacağ ı n ı söyledi .
Vahidettin , b i r işaretiyle Fuat Bey'i salondan d ı şarı çı kar­
d ı ktan sonra, kurul üyelerine şöyle ünled i :
- İşittiniz mi beyefendi? dedi. Bu adamlar her şeyi yapar­
lar, yaptı kları bu kadarla da kalmaz . Daha çoğunu da yapmaya
cüret edebilirler. Onun için meclisteki konuşman ıza dikkat edi n .
Tam Rauf Bey ağz ı n ı açı p karş ı l ı k verecekken Vehbi Ho­
ca, padişah ı n ağz ı n ı t ı kad ı :
- Efendim ! ded i . Ne yapsalar milleti y ı ld ı ramazlar. Millet,
hilafet ve saltanata sad ı kt ı r. Memleketin kurtarı lması uğru na
uğraşı yoruz. Müsterih olunuz padişah ı m !
B u sözlerden büsbütün tedirgin olan padişah kuyruğuna
bas ı l m ı ş bir yı lan gibi kı m ı ldand ı :
- Yok ! Yok ! Hoca! Sözlerinize dikkat ediniz. Fiili hadiseler
meydandad ı r. Akı l için yol birdir.
Bu kez de heyecanlanmak s ı rası Abdülaziz Mecdi Efen­
di'ye gelmişti . Dolmabahçe önünde demirlemiş, uzun top nam­
luları n ı saraya çevirmiş İ ngiliz dretnotları n ı göstererek:
- Padişah ı m ! dedi. Bu kafirlerin zoru işte su kenarına ka­
dar geçer. Ötesi nde sökemez. Anadolu polatt ı r. Memleketin
selameti uğruna dövüşte mutlaka başarıya ulaşacaktı r. Buna
inan ı n ız.
Padişah , hiç de oralarda değildi ; eski dediklerini yineled i :
- Tekrar ediyorum , akı l için tarik birdir. Durum meydan­
dadı r. İsterlerse yar ı n Ankara'ya da giderler.
95
O zaman Rauf Bey dayanamad ı :
- Padişah ı m müsaade buyursun, dedi. Misakı Milliye ile
perçinlenmediği gibi hilafet ve saltanat makam ı ile memleketin
kurtarılması söz konusudur. Fakat duruma göre eğer biz bu mil­
letin duygularına tercüman olabiliyorsak şunu söyleyelim ki mil­
letin sizden istediği, meclis kararı olmadan herhangi bir ulusla­
rarası belgeyi imzalamamaktır. Yoksa geleceği çok karanl ı k gö­
rüyoruz. Öyle ki sonucun ne olacağ ı şimdiden kestirilemez.
Vahidettin , zemberek gibi koltuğ u ndan f ı rlayarak Rauf
Bey'in burnunun ucuna dikildi. Gerçek bir sinirlilikle yapmac ı k
b i r gazap arası nda b i r durum takınarak gözlerini Rauf Bey'in
gözlerine dikti :
- Rauf Bey, ded i . Bir millet var, koyu n sürüsü . Buna bir
çoban gerek. O da ben i m !
Bu, Rauf Bey'in b i r an ı s ı n ı canland ı rd ı . Padişah , b i r süre
önce Ayan Başkanı Ahmet R ı za Bey'le İzzet Paşa kabinesini
çekilmeye zorlarken o, bir kuru lla yine onun katı na çıkmış ve
padişah bu ünlü sözü bir kez daha söylemişti .
Rauf Bey, bunu iki nci kez işiti nce içinde n :
"Padişah , çobanl ı k rolü n ü oynamaya pek heves l i ! " diye
geçirdi.
Şu sı rada padişah hiç kimseden akı l ve öğüt istemediğini
açı kça bildi rmişti. Daha üzerine varı lamazd ı .
Rauf Bey'le arkadaşları , padişah ı n ayağa fı rlayışıyla yer­
lerinden kalkm ı ş oldukları ndan bir daha da oturamad ılar. Padi­
şah bu davran ış ıyla onlara kapıyı göstermiş demekti. Buz gibi
bir sahne meydana gelmişti . Ayrı l ış, ilk karşı laş ı ld ı ğ ı nda oldu­
ğundan soğu k old u . Fuat Bey'in uğurlayı şıyla saraydan ayrı l ı p
meclise döndüler.
Rauf Bey, kurulla geç vakit meclise döndüğü nde orada
her göğüsten bir ah ç ı ktığ ı na tan ı k old u . Padişahtan meclise
bir ku ru selam bile gönderilmemişti. Mebuslar hiç ol mazsa pa­
dişah ı n söylemiş olduğu olumlu olumsuz sözleri dinlemek iste­
diler. Bunun üzerine görüşmeyi Celaletti n Arif Bey'in yerine ve­
kili Abdü laziz Efendi açt ı . Padişahla yaptı kları görüşmeyi nok-
96
tası noktası na anlattı . Mebuslar selam ve şefkat yeri ne padi­
şah ı n kendilerine bir sürü azar göndermesinden şaş ı rd ı lar. Bu
sabahtan beri her şey tersine gidiyord u . Mebuslar düş kırıkl ı ğ ı
içindeydiler. Hepsi d e ağlamakl ıyd ı . Ne diyecekleri n i , ne yapa­
cakları n ı bilm iyorlard ı . Herkes yan ı ndakiyle konuşuyor, yüksek
sesle düşünerek bir karara varmak istiyord u .
Tam b u sı rada meclis mu hafız kıtası kumandan ı salona
girerek bir İngiliz müfrezesinin geldiğ i n i , meclisin kap ı s ı na da­
yand ı ğ ı n ı , Hüseyin Rauf Bey'le Kara Vasıf Bey'i al ı p götü rmek
istediğini bildird i . Bunun üzerine meclis birden bire ayakland ı .
Her mebus küçük bir volkan gibi patl ıyord u .
- Teslim etmeyiz.
- Olamaz.
- Silahla karşı koyarız.
Sesleri bir uğultu olarak salonu doldu ruyord u . Gümüşha­
ne Mebusu Zeki Bey'le kimi mebuslar, Rauf Bey'in çevresini
alarak onu kaçmaya zorlad ılar. Meclis deniz kıyısı ndayd ı . Ar­
ka kapıdan ç ı k ı p bir kayığa atlan ı ld ı mı geçilip gidilebilird i . Ra­
uf Bey için buradan kaçmak, çocuk oyuncağ ı gibi bir şeyd i .
Ne var k i mebusları n içten heyecanları v e sal ı klamaları
karş ı s ı nda Rauf Bey, put gibi duruyor, onlara bakıyordu. Kimi
mebuslar, muhafız kıtas ı kumandan ı na:
- Meclise saldı ran bir yabancı kıtaya karşı neden görevi­
nizi yapmak istemiyorsunuz? diye sordular.
M u hafız kıtas ı kumandan ı , bu n u n üzeri ne meclis başka­
n ı ndan daha önce kan dökülmemesi buyruğu n u ald ı ğ ı n ı ve
buna uymak zorunda olduğunu söyled i .
Bu s ı rada Sinop Mebusu Yusuf Kemal Bey (Tengirşek)
söz ald ı :
- Arkadaşlar sakin olunuz. B u işte ası l yetki sahibi olan
Rauf Bey'dir. O karar vers i n , ded i .
B u n u n üzerine Rauf Bey de düşü ncesini söyled i :
- Şimdiye kadar sizin durumunuz tehlikeye düşmesin di­
ye sustum . Mademki meclis sald ı rıya uğram ışt ı r. Burada mu­
hafız bölüğü var. Emir verilsin karşı koys u n . Görevini yaps ı n .
97
Bunun üzerine muhafız bölüğünün İ ngilizlere karşı koy­
ması için bir hava meydana gelmişti .
Yaln ı z Celalettin Arif Bey'in meclisten ayrı l ı rken verdiği
öğüt, yine söz konusu edilerek bundan vazgeçildi :
- Ne amaçla olursa olsun silah ku llan ılmas ı n .
Salonda b i r gürü ltü pat ı rt ı d ı r gidiyor, herkes konuşuyor,
hiç kimse karşısı ndakin i n ne dediği n i anlam ıyord u .
Trabzon mebusu eski deniz subayı A l i Şükrü Bey, i y i İ ngi­
lizce bildiğinden gidip kapıdaki İngiliz subayı ile görüşmek
üzere görevlendirild i , işin kan dökül meden çözümlenmesi iste­
niyord u . Ali Şükrü Bey, Rauf Bey'le Kara Vasıf Bey'i meclisten
silah gücüyle al ı p götü rdükleri üstü ne İ ngiliz subay ı ndan bir
yaz ı l ı kağ ıt alacaktı . Bu belge al ı nd ı ktan sonra iki mebus İ ngi­
lizlere teslim edilecekti.
Ali Şükrü Bey, gidip İngilizlerle konuştuğu sı rada mecliste yi­
ne bir gürültüdür gidiyor, arkadaşları n ı n çoğu Rauf Bey'in kaçma­
sı üzerinde diretiyordu. Bunlar, Rauf Bey'in kaçmak istemeyişinin
nedenlerini bilmeyenlerdi. Kaçmanı n böyle kolay olduğu bir yer­
de gidip İ ngilizlere teslim olmayı hiçbirisinin aklı almıyordu.
Biraz son ra Ali Şükrü Bey salona dönerek İ ngilizlerin tes­
l i m koşullar ı n ı kabul ettiklerini bildirince salonda büyük bir ses­
sizlik başlad ı . Rauf Bey, hemen İ ngiliz subay ı n ı n yaz ı p imzala­
d ı ğ ı belgeyi al ı p meclis başkanl ı ğ ı na verdi ve son ra hepsiyle
ayrı ayrı helalleşerek İ ngilizlere teslim old u . Kara Vasıf Bey de
ufak gövdesiyle Rauf Bey'i n yan ı baş ı nda meclisten çıkıp gitti .
Kim bilir, belki kulakları ağ ı r işitmeseydi Rauf Bey'in kötü ka­
derine ortak olmaz, kaçar Anadolu'ya geçerd i .
Rauf Bey'le Kara Vasıf Bey, İ ngilizlere teslim olunca kapı ­
d a bekleyen b i r asker otomobiline bindirildiler. Otomobil Top­
hane'deki şimdiki Malul Gaziler Yurdu önünde durd u , iki tutsa­
ğı bir süre bu tarihi köşkte tutan İngilizler, sonra al ı p Tophane
rı htı m ı ndaki ufak, köhne ve pis bir gemi ile açı kta demirli bulu­
nan Benbow dretnotuna götürdüler. E n alt katta astsubaylara
özgü boş ve havası z yere t ı ktı lar. Orada daha önce tutuklan­
m ı ş Edirne Mebusu Şeref ve Faik Beylerle başka mebuslar da
98
vard ı . Benbow dretnotu az zaman son ra demir alarak Malta
Adası 'na doğru yola çıkt ı .
*

* *

1 7 Mart 1 920 günü İstanbul Meclisinin son civcivli günü


old u . Demirci Mehmet Efe'nin Meclise çektiği telgraf, Meclis
Başka n ı Celalettin Arif Bey'i n açtığı toplantıda okundu ve yan­
kısı büyük old u . Telgraf şöyle diyordu :

Meclis-i Mebusan Başkanlığma,


Hükümet katmdan gelen bildirgede Yunanlılar da içinde
olarak, İtilaf güçlerine karşı sald1rgan davramşta bulunulmama­
sı bildirilmişti. Daha dün Yunanlilar Bozdağ, Gediz Cephelerin­
den ansızm sald1rdı. Düşman cephesi gerisinde kalan ve sa­
vunmadan yoksun köyler halkı dağlara kaçtı. Resmi Yunan as­
keri kadmlan öldürdü. Bu durum, elimizde olan tutsak Yunan
askerlerinin açıkça söylemeleriyle de meydandad1r. Yenmiş
düşmanlanmızla kendi hükümetimiz katmda "uygar" olduğu
söylenen bu güçlerin bizlere neden sald1rdıklanm ve ellerimiz,
kollanmız bağlı olarak bizi düşmana teslim etmek niteliğinde
olan bu hükümet bildirgelerinin neden ileri geldiğini ya da kim­
lerin istek ve baskıswıa yapildlğlmn açıklanmasmı ve ivedi ola­
rak bu evinsizlik üstüne bilgi verilmesini önemle dilerim.

5 Mart 1 920
Aydm ve Menteşe Bölgesi
Kuvayı Milliye Kumandam
Demirci Mehmet Efe

Demirci Mehmet Efe'nin on iki g ü n önce yazd ı ğ ı telgraf


ayı n on yedisinde ve çok kritik bir zamanda meclisin eline geç­
miş, hepsin i son kerte heyecanland ı rm ı ştı . Yunan sald ı rı s ı n ı n
ard ı ndan şimdi d e İ ngiliz saldı rı s ı başlam ı ştı .
M ustafa Kemal 'in içten adamları olan Felah-ı Vatan Gru­
bu, bir yağmur bulutu gibi heyecan, isyan ve elektrikle yüklüy-
99
d ü . İngilizlerin y ı ld ı rı m ı her an onları n da baş ı na düşebilirdi.
Bunları n en önemlilerini tereyağ ı ndan k ı l çeker gibi al ı p götü r­
müşler ve görü n ü rde kimsenin k ı l ı k ı p ı rdamam ı ştı . Ne var ki
oku nan iki telgraf Felah ı Vatancı ları adamak ı l l ı sarsmıştı . Hep­
si, bir şeyler söylemek, haykı rmak, içleri n i dökmek istiyord u .
Birçoğu söz istedi . Celalettin Arif Bey, u z u n boylu , gözlükl ü , iyi
bir mebusa, Saru han Mebusu Mahmut Celal (Bayar) Bey'e
söz verd i . Şu ndan ki Celal Bey, Salihli ve Demirci Mehmet Efe
Cephelerini çok yakı ndan biliyord u . Saru han mebusu olarak
meclis üyeliğine seçildiği sı rada Akhisar Cephesi milli alay ku­
mandan ıyd ı . Celal Bey, Ege bölgesini de çok iyi biliyordu. İtti­
hat ve Terakki döneminde uzun süre Bursa'da ve İzmi r'de par­
ti nin sorumlu katipliğini yapm ış, büyük savaş yitirilinceye dek
de önemli görevlerde bulunmuştu .
İttihat ve Terakki'nin sorumlu kodamanları s ı n ı r d ı ş ı na
kaçtı ktan sonra, padişah ı n H ü rriyet ve İtilaf Partisi ' n i n ve İ ngi­
lizlerin yıldırı mları , partinin ikinci ve üçü ncü derecedeki bu so­
rum l uları n ı n üstüne yağmaya başlam ı şt ı . Mahmut Celal Bey,
bu s ı rada İzmir'in işgali gibi çok kan l ı bir olay ı n arifesinde ör­
gütlenmek çabası içinde bulunan İzmirli aydı nlara baş olmak
hevesine kap ı l m ı ş ve hemen İstanbul , bu gözden kaçar gibi
görünen durg u n soru mluyu göz önüne alarak tutuklamak em­
rini vermişti. Bu haberi alan Celal Bey hemen kı l ı k değiştirerek
İzmir'den kaçmak zorunda kald ı . Belki de bu yüzden Yu nan l ı ­
lar, büsbütün örgütsüz buldukları İzmir'e kolayca çıktı lar.
Yu nan l ı ları n İzmir'e çı kacağ ı say ı l ı saatler içinde maşat­
l ı kta halkı n ve ayd ı nları n yaptığı büyük gece mitinginde Celal
Bey kürsüden şöyle demişti :
- Efendiler! Memleketi n utuklar, protestolar ve yalvarma­
lar değil silah gücü ku rtarabilir. Çünkü karş ı m ı zdaki bize istem­
leri n i silah ı n ı n gücüyle kabu l ettirecektir.
Maşatl ı k mitinginden sonra yakalanmak tehlikesi geçiren
Celal Bey, bütün sorumlu makamları da gelecek felaket karş ı ­
s ı nda uyandı rmaya çal ışmış v e sonra Fethi v e Edip'i (Sart Efe)
beraberlerine alarak vuruşmak üzere İzmir'den uzaklaşmışt ı .
1 00
İzmir, artı k örgütsüz olarak bir kurt kapan ı ndan başka bir
şey değildi. Celal Bey bu gidişin bir kurtuluş savaşı na varaca­
ğ ı n ı anlad ı ğ ı ndan gittiği en küçük yerde bile bir örgüt meyda­
na getirmeye çal ı ş ı yordu. Kuşçuköy'de Manastır'dan gelmiş
göçmenler arası nda geçen konukluğunu bir silah l ı örgüt kura­
rak doldurd u . Üç arkadaş başları nda Celal Bey olarak buradan
Torbal ı 'ya gitti. Yollarda, kahvelerde, hanlarda, konuk olduğu
evlerde vaaz eder gibi ağ ı r ve inand ı rıcı tonuyla direnme ve
kurtuluş savaşı verme tohumları saçıyord u .
Celal Bey y i n e arkadaşlarıyla Torbal ı 'dan Bay ı n d ı r kasa­
bas ı na vard ı ğ ı nda şaş ı rd ı . Memleket bu denli çabuk mu elden
gidecekti? Silahlan m ı ş Bay ı nd ı rl ı Rum kalabal ı ğ ı , başlarında
papazları meydanda törene durmuş, Yunan Ordusunun gelişi­
ni bekliyord u . Bütün Türk halkı susmuş, evleri ne kapanm ı ş ,
şaşkı n v e çaresiz arpacı kumrusu gibi düşünüyordu. Örgütsüz
b ı rakı l m ı ş Türk halkı y ı ğı nları , çoğunlukta olmalarına karşı
güçlerin i ayı rt edemeyecek duru mda, yaklaşan felaketi dağlar,
taşlar gibi bekliyord u . Celal Bey bu uğursuz görünüşe dayana­
mayarak arkadaşlarıyla oradan ayrı ld ı . Ödemiş'e vard ı ğ ı nda
Refik Şevket İ nce' n i n evi ne konuk old u . Refik Şevket Bey, jan­
darma kumandan ı Edip Bey'in yak ı n akrabasıyd ı . Yunan l ı lar,
Ödemiş'e doğrulmuşlard ı . Buraya da geleceklerdi.
Ne var ki İstanbul hükü meti , Yu nan l ı lardan önce davrana­
rak direnme ruhu taşıyan bütü n kişileri tutuklay ı p uzaklaşt ı r ı ­
yor, onları n olays ızca v e kolayca ilerlemelerini sağlamaya ça­
l ı şıyord u . Bu yüzden bir direnme ru hu gibi gördüğü Celal
Bey'e burada da el atmakta gecikmemişti. Ödemiş Kaymaka­
mı Zühtü Bey, bir gün elinde İstanbul hükümetinden gelen bir
telgrafı sallayarak Refik Şevket Bey'i n evine damlam ıştı . Bu
şifreli telgraf ı n amacı Celal Bey'di. Nerede görülürse tutuklan­
ması ve hemen İstanbul'a Nemrut Mustafa Paşa Mahkeme­
si'ne gönderilmesi buyru luyord u .
Zühtü Bey'in sal ığıyla Celal Bey, hemen Ödemiş'ten ayrı la­
rak Tıre'ye gitti. Akrabası olan Tire Askerlik Şubesi Başkanı Yüz­
başı Asaf Bey'in evinde bir iki gün konuk kalarak direnme örgü-
ıoı
tü meydana getirilmesini sal ıkladı ve oradan Aydı n bölgesine
geçti. Orada da bir direnme karargah ı kurmuş olan 57. Tümen
Kumandanı Mehmet Şefik Bey ve Demirci Mehmet Efe'yle gö­
rüştü. İşte, Celal Bey burada, elinde bir mavzer ve başı nda ko­
caman bir sarık Galip Hoca adıyla propagandacı bir savaşçı ola­
rak görev görmeye başlad ı . Doktor Naz ı m Bey de vaktiyle Ab­
dülhamid'in hafiyelerinden gizlenmek üzere Paris'ten Selanik'e
geldiğinde böyle bir hoca kılığına girmişti. Celal Bey az zaman
içinde Demirci Mehmet Efe'nin akı l hocası durumuna gelmişti .
Bu sı rada bütü n Ayd ı n Cephesi'ni kontrol eder duruma
gelmiş olan Demirci Mehmet Efe ile Yörük Ali Efe'nin araları
tehlikeli bir biçimde açı l m ışt ı . İ ki ünlü Efe'nin birbirleri ne kur­
şun atacak duruma gel meleri , cephe için çok zararl ıyd ı . Celal
Bey, onları birbirleriyle barıştı rmaya çal ı ştıysa da onlar son u­
na dek birbirlerine düşman kaldı lar.
Aydı n ve Nazilli Cephesi'nde şimdiye dek kıyametler kop­
tuğ u , sahneye türlü iri kıyım kahramanlar çıkt ığı halde İstanbul
hükü meti hala Celal Bey'in tutuklanması peşindeyd i .
İstanbul hükü metinin Genel Jandarma Kumandan ı Kemal
Paşa, bu günlerde otoritesine dayanarak Celal Bey'i tutukla­
mak istiyordu. Yüzbaşı Arap Nuri Bey'le Hacı Şükrü Bey, De­
mirci Mehmet Efe'ye haberi uçurmuşlard ı . Demirci'nin kararga­
h ı nda gizli bir görüşme yapılmış ve Genel Jandarma Kumanda­
nı Kemal Paşa'n ı n bir baskı nla tutuklanması karar altına al ı n ­
m ı ştı . Demirci Mehmet Efe'nin kızanları Denizli'ye b i r baskı n
yaparak İstanbul'un gafil paşas ı n ı ele geçirdiler. Faik Bey de
baştan beri Kuvayı Milliyeciydi. Efe'nin karargah ına götürülen
Kemal Paşa şaşkı na dönmüştü. İstanbul hükümetiyle biçimsel
bir ilişki sürdüren Faik Bey, Kemal Paşa' n ı n serbest bırakı lma­
sı için sözde bir görüşme yaptıysa da kabul ettiremedi. Kemal
Paşa' n ı n Demirci Mehmet Efe'ce tutuklanması İstanbul'u rezil
etmişti . Paşa'ya karargahta bir sürü ders verilerek sal ıverildi .
Kemal Paşa'n ı n tutuklanmas ı sonradan sakı ncal ı görül­
müş, buna yol açan Celal Bey için Demi rci Mehmet:
- Ben ona yapacağ ı m ı bilirim, demişti .
1 02
Bu, Celal Bey'in kulağ ı na vard ı ğ ı ndan tetikte bulunuyord u .
Celal Bey, Efe'nin karargah ı nda bir süre kalarak köyleri
dolaşmış, bir hoca olarak Kuvayı Milliye'yi uykudakilere, körle­
re ve cahillere anlatıp durmuştu .
Ne var ki ayd ı nlara ve politikacı lara karşı çok kuşkulu olan
Demirci Mehmet Efe, günün birinde Celal Bey üstüne şunun
bunun f ı s ı ldad ı ğ ı İttihatç ı , Cumhuriyetçi gibi laflardan büsbü­
tün pirelenerek onu temizlemek niyetleri göstermiş ; Celal Bey,
hemen bu tehlikeli yerden ayrılarak Bal ı kesir'e doğru yola çık­
m ı ştı . İkinci Bal ı kesir Kuvayı Mill iye Kongresine katı lan Celal
Bey kongrece ve Albay Kaz ı m Bey'ce Halit Paşa'dan boşalan
Akhisar Milli Alay Kumandan l ı ğ ı n a atan m ı ştı .
1 9 1 9 y ı l ı n ı n son ayları nda Akhisar Cephesine giden Celal
Bey, bu rada henüz büyük bir başarı göstermek fı rsatı n ı bula­
madan Saru han (Manisa) mebusu olarak seçilmiş ve F ı n d ı k­
l ı 'daki Mebusan Meclisi konağ ı n ı n hiç de başarı adamayan ça­
tısı altı nda yeni görevine başlam ı ştı . Ne var ki tehlike burda da
çan çal ı yord u . İşte ilk elde bi rkaç yiğit mebus arkadaşı al ı n ı p
götü rül müştü .
İzmir'den kaçt ı ğı günden beri durmadan trajediler ve
dramlar gören ve işiten Celal Bey, bütü n bunları bir daha göz­
leri n i n önünden geçirerek Demirci Mehmet Efe'nin telgrafı do­
layısıyla içi yanarak bi rkaç söz söylemek üzere kürsüye ç ı ktı .
Ağ ı r yankı lar yapan sesiyle şöyle konuştu :
- Efendiler! Şimdi üzgün bakı şları n ı z önüne konan bu
telgraflar ve bu facialar yeni bir şey değildir. Bu Osmanl ı tari­
hinde uğursuz olarak yaz ı lan 1 5 Mart 1 9 1 9 tarihinden beri sü­
regelmektedir. Yu nanl ı lar ilk İzmir'e ayak bastı kları nda orada­
ki zavall ı halkı süngüyle gemilere, bodrum katlarına doldu ra­
rak ulusal şerefi ayaklar alt ı na ald ı lar. İzmir'de Yunan l ı lar ı n zu­
lüm ve sald ı rı s ı ndan kurtulmuş hiçbir şey yoktur. Orada ne bil­
ginlerin haysiyeti , ne eşraf ı n şerefi, ne de kendi halinde yaşa­
yan halkı n huzur ve rahatı düşün ü ld ü . Yunan askerleri , oraya
ayak basar basmaz bütün halkı kendi kralları adı na duaya ça­
ğ ı rd ı kları nda say ı n subaylar ı m ı z , "Osmanlı üniformasmı taşı-
1 03
yan, bir subay ancak kendi padişahı için el kaldmr ve dua
eder" cevab ı n ı verince karşısı nda süngüyü buldu ve şehit edil­
di. Sonuç olarak, efendiler, İzmir'de Yunan l ı ları n gazabına uğ­
ramam ış hiçbir servet, hiçbir Müslüman kasası , kalmam ı ş gi­
bidir. Bunlar orada adalet dağ ıtmak için ya da memleketin hu­
zur ve güvenliğini sağlamak üzere gelen İtilaf güçlerinin gözle­
ri önünde yap ı l ı yor. Şunu meclisin dikkatine sunay ı m ki Yu nan
işgal kumandan ı İzmir'e ilk ayak bast ı ğ ı s ı rada diyordu ki :
- İ şgalimiz geçici ve ancak İzmir ve dolaylarına ilişkin ol­
mak üzeredi r.
Beni m , İzmir ve dolayları na ilişkin sözü nden anlad ı ğ ı m
şey, İzmir v e dolayları ndaki birkaç köydü r. Oysa Yu nan l ı lar iş­
gal alan ı n ı uzatt ı lar. Bir yandan Nazilli'ye, öbür yandan Akhi­
sar'a dek gittiler. Eğer karşı ları na silah l ı bir güç ç ı kmam ış ol­
sayd ı salt m i lleti n bağrı ndan ç ı kan o güç, o zalimleri n , o alçak
ve korkak zal i m lerin karş ı s ı na dikilmemiş olsayd ı Yunan l ı lar iş­
gal alan ı n ı bir yandan ta Eğridir'e, öbür yandan Bandı rma'ya
dek uzatacaklard ı .
Tu nal ı H i l m i Bey bulunduğu yerden :
- Yaşası n kahramanlar, zeybekler! diye bağ ı rd ı .
Celal Bey, sözü nü sürdürdü :
- Ne var ki içeriye doğru gittiklerinde İzmir'de bütün in­
san l ı ğ ı n karş ı s ı nda yaptı kları zulüm ve cinayetleri , serbest kal­
dı kları nda hiçbir kontrol olmayı nca nas ı l vira ettiklerini, meclisin
bir an düşünmesini, hayallemesini isteri m . Ayd ı n bölgesinde ve
dolayları nda kırk tane Türk köyünü yaktı lar. Kazaları ndaki hal­
kı tutsak olarak başka yerlere götü rürken kurşuna dizdiler. Ken­
dim tan ı ğ ı y ı m efendiler, Germencik'te altm ış kişiyi bağlad ı lar,
Ayd ı n'a tutsak olarak götürürken kı rkı n ı Karapı nar İstasyo­
nu'nda kurşuna dizdiler ve geri kalan ı n ı n hepsini öldürmemiş
olmak üzere göstermelik olarak Aydı n'a getirdiler. Memleketin
bütün harmanları n ı , ürünlerini yaktı lar. Memlekette dört milyon
servet getiren incir ürününü ele geçirdiler. Köylü lerin her şeyini
toplayıp götürdüler, adalarda sattı lar. Eğer efendiler, memleke­
tin kaybı yal n ı z maddi zenginlik olsayd ı belki çok görmezdim.
1 04
Kutsall ı kları m ı za da saldı rdı lar. Ben Ayd ı n'a girdiğimde o güzel
memleketin dörtte üçünün yan mış olduğunu gördüm. Kırk bin
nüfus çil yavrusu gibi dört yana dağ ı l m ı ş ; aç, yoksul ve çıplak
olarak bir s ı ğ ı nak arıyordu. İlk Aydı n'a girdiğinde karşıma bu
görünüş çıktı . Genç bir kad ı n ı n kömürleşmiş ölüsü yol üstüne
serilmiş duruyor, başı nda iki kad ı n ağl ı yord u . O iki kad ı n ı n ya­
n ı na yaklaşt ı m ve sordum. Biri dedi ki : "Evlad ı m , bu benim kı­
zımdır. Bunun ilkin namusunu berbat ettiler ve ondan sonra şu
yanan evin içine attı lar. Kolundan tuttuk çıkard ı k."
B u , Bir tek olay değildir, efendiler. Bunun yüzlerce örneği
vard ı r. M üspettir ve yerinde görülüp tan ı k olunmuştur.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey bağ ı rd ı :
- Bu işleri yapanlar uygarl ı ğ ı n öncüleri !
Celal Bey konuşmas ı n ı sürdürd ü :
- Bugün, İzmir dolaylarında salt Yunan l ı ların zulüm v e iş­
kencelerinden kaçm ış halkın tutarı yüz bindir. Efendiler, bunu
bir şifr rond (chiffre rond - yuvarlak sayı) olduğundan söylemi­
yorum . Altm ış bin kişi de Bergama, Menemen ve Manisa dolay­
ları ndan kaçm ışt ı r ve bunlar, eğer bir yana sığı nabilmişlerse di­
rimlerini kurtarabilmişlerdir. Öbürleri kış olduğu halde ağaçlar
altı nda açı kta, dağ kovukları nda kalmaya mahkumdurlar. Yal­
varıyorum , Avrupal ı ları n bize getirdikleri uygarlı k bu mudur?
Ali Şükrü Bey bağ ı rd ı :
- Lanet böyle uygarl ığa!
Tunal ı Hilmi Bey :
- Onları n böyle uygarl ı ğ ı na i htiyacı m ı z yoktur. Biz uyga-
rız!
Celal Bey :
- Bu acı kl ı ve korkunç şeyleri , bu zulü mleri araştı rmak
üzere, hepiniz biliyorsu nuz ki Avrupa'dan bir araştı rma kurulu
geldi ve onlar raporları nda bütü n bu acıklı şeyleri bulup yaza­
rak Yunan l ı ların hiçbir gereği yokken işgal bölgesini genişlet­
tiklerin i ve orada bir haçl ı savaşı açtı kları n ı söylediler. O rapo­
ru hepimiz de okuduk. Bu raporun barı ş konferansı nda görü­
şülmesinden çıkacak sonucu bize ajanslar, eğer doğru olarak
1 05
haber vermişseler; barış konferansı , Yu nan l ı lar ilk işgal günle­
rindeki olaylar ı n yinelenmeyeceği n i bildirdiler, demişler. Fakat
efendiler, bu dileğe karşı işte okunan telgraf da gösteriyor ki
orada şimdi bile zulüm yap ı l ı yor, orada şimdi bile Türkleri n na­
musu ayaklar alt ı n a al ı n ıyor, orada şimdi bile Türk' ü n u lusal
egemenliği ve bağ ı msızlığı sald ı rıya uğruyor.
Çankı rı Mebusu Hacı Tevfik Efendi :
- Büyük yüksek barış toplantısı utansı n ! diye bağ ı rd ı .
Celal Bey sözünü sürdürdü :
- Bizim son ald ığ ı m ız özel bilgilere göre U rla'dan ta İz­
mir'e dek altmış kilometrelik bir bölge içinde bugün bir tek
Müslüman yoktur ki işinin baş ı na gidebilsin . Sonra efendiler.
İzmir'den Torbal ı 'ya dek kırk kilometrelik bir bölge içinde Tü rk­
lere özgü ne varsa hepsi Yunanistan'a götü rülmüştür. Mene­
men'de 1 200 kişiyi öldürdüler. Başları nda kaza kaymakam ı
olan bu şehitleri cinayetlerini saklamak üzere elleriyle gömdü­
ler. Bu faciayı İtalyan temsilcisi geldi görd ü . Birçok ölüleri top­
rak içinden çı kararak fotoğrafları n ı ald ı ve uygarl ı ğ ı n gözleri
önüne koyd u . Avrupa, caniyi kulağ ı ndan tuttu ve dünyaya gös­
terd i . Fakat sonuç ne oldu? Bundan son rası ne olacaktır? Ben ,
bunun için mil let meclisinden b i r ses çı kmas ı n ı isterdim v e bu­
gün buna, bu şerefe ulaşabildi m . Acaba hükümet ne yapıyor?
Hacı Tevfik Efendi :
- Avrupal ı ları n göstereceği adaleti , i nşallah Cenabı Hak
yakı nda gösterecektir.
Celal Bey sözü nü sürdürdü :
- Hükü met ne yapı yor? İşgali n başı ndan beri ne biçimde
zulüm yap ı l m ı şsa, ne biçimde sald ı rı lar yap ı l m ı şsa, ne biçim­
de Türklerin ı rz ı , namusu ayaklar altına al ı n m ışsa, bunlar, bu
olaylar s ı rayla tespit edilmiş, g ü n , zaman, yak ı n ma ve tan ı k
gösterilerek düzg ü n defterler yap ı l m ı ş m ı d ı r? Bunlar hüküme­
tin dosyası içinde uyuyor. Henüz daha bunlar kız ı l , kara ve ne
nam ile olursa olsun türlü dillerde ve biçimde çevrilerek ve ya­
y ı nlanarak sunulmad ı . Şimdi bile bun u n çaresi düşünülmüyor.
Sonra, bu zulümler yetişmiyormuş gibi ikinci bir zulüm haz ı rla-
1 06
mak üzere Yunan ' ı n kol undan tuttular yürütüyorlar. O da efen­
diler, General Milne'nin koludur. General Milne hatt ı d ı r. Salt
şefini ve u lusal bağ ı msızlığ ı n ı korumak uğruna orada didinen
bir topluluğu kı rmak için yüz binlerce Müslüman ' ı n yine yoksul
olmas ı na sebep olunuyor. Ben bu sorun üstüne hükü metten
ve ulustan şiddetli bir tedbir almas ı n ı diliyorum . Ve ancak böy­
lecedi r ki efendiler, orada o zavall ı Müslü manlar ve mutsuz
Türkler için bir savunma umudu sağlam ı ş oluruz. Yoksa bizim
de efendiler, bir hiç olduğumuz anlaş ı lacakt ı r.
Çoru m Mebusu İsmail Kemal Bey bağ ı rd ı :
- Vicdan ı n ı satanlar bunu duysun v e düşünsü n !
Sinop Mebusu Rıza N u r Bey, kürsüye ç ı ktı ve şunları söy­
ledi :
- Haydi, bize inan m ı yorlar diyeli m , Avrupa, kendisine de
mi inan m ı yor? Görülüyor ki bütün u mut kendi bağ r ı m ı zdan çı­
karacağ ı m ı z kahramanlara kal m ı şt ı r. Ben i nsan l ı k ad ı na utan ı ­
yoru m .
Antalya Mebusu Hamdullah Suphi Bey, genç yüzü ve ars­
lan yelesi gibi ak ve uzun saçlarıyla kürsüye çıktı :
- Kısa ve küçük bir öneri ile karş ı n ı za geldim. Faciaları
dinlemiş bulunuyoruz. Anlaş ı l ı yor ki üzücü barış koşullarıyla
karş ı laşacağ ız. Öldürmeye, zulme, kötü lüğe memur edilen Yu­
nan ordusu vahşetini sürdü recektir. Kahramanlar ı m ı z zalimle
boğuşu rken bizler de, dünyada vicdan ve acı m a sahibi insan­
lar arayal ı m . Dünya iyi yürekli kimliğini henüz yitirmemişti r. On
beş gün geçmez Anadolu'yu yeniden yang ı n yerine çevirecek
olan bu vahşiliğe engel olmak üzere bizlere de neler düşüyor­
sa onu yapal ı m .
Ali Fuat Paşa'n ı n babası İsmail Faz ı l Paşa kürsüye çı ka­
rak şunları söyledi :
- Büyük meclisimize şunu anlatmak isterim :
B u ikinci facialara sebep olan Milne hattı n ı n meydana çı­
karılmas ı , General M i l ne'nin bile akl ı na gelmemişti . Bunu onun
akl ı na getiren bizim kendi hükü metimizdir. Eski kabine zama­
n ı nda Dahiliye Nazı rı n ı n genelgesidi r. O işgali şiddetle reddet-
1 07
mek gerekirken, tersine o işgalin bölgesi böylece benimsen­
miştir.
Son ra Dahiliye Naz ı rı Adil Bey'in imzas ı n ı taşıyan bir ge­
nelge okundu .
Edirne Mebusu Şeref Bey kürsüye çıkıp güzel b i r konuş­
ma yaptı ve özetle şunları söyledi :
- Avrupa devletleri bir yana çekilsi n , bakal ı m Yunan be­
nim üzeri me gelebilir mi? Biz tarihimizi ya şan ı m ıza yakı şan
bir biçimde sürdüreceğiz ya da onu şerefle kapayacağ ız.
Trabzon Mebusu Ali Şükrü Bey :
- Bir mahkeme var ki yal n ı z bir yan ı dinliyor. Çünkü o,
öbür yan ı dinlediğinde ilk sözünden dönmek gerekeceğini bili­
yor. Bu ndan titrediği ve korktuğu için de bizim Avrupa'ya git­
memize, yazı yazmam ı za, kendi memleketimizde bile doğrula­
rı konuşmam ı za engel oluyor. Bize uyg ulanan bu zulü m , H ilal
ve Haç sorunudur. Biz şanl ı bir devletiz. Tarihimiz şanla başla­
dı ve kapanmak gerekirse yine şanla kapanacakt ı r.
Isparta Mebusu Seyfullah Efendi :
- Tarihimiz kapanmayacak ! diye bağ ı rd ı .
Dr. R ı za N u r Bey yine kürsüye çı karak şöyle konuştu :
- Efendiler! Öneml i , tarihsel bir an yaşıyoruz. Bu devlet
ve bu millet bu ana dek böyle büyük bir felakete uğramam ıştı .
Osman l ı payitahtı ve hilafetin merkezi bugün yabancı devletle­
rin silah l ı işgali altı ndad ı r. Bu sald ı rı y ı gerektiren hiçbir durum
yoktu r. Mebus arkadaşları m ı zdan Rauf, Vasıf, Faik ve Şeref
Beylerle Nu man Efendi, Meclis-i Mebusan'dan işgal gücü nce
zorla al ı n ı p tutukland ı . Bu durum temel hukuka ve devletler
hukukuna bütü nüyle aykı rıd ı r. Düşünce ve vicdan özg ü rlüğü­
ne sahip olmayan Meclis-i Mebusan serbestçe karar alamaya­
cağ ı ndan milletvekillerinin dokunulmazl ı ğ ı na karşı yapı lan bu
sald ı rı y ı protesto ediyoruz. Bu protestomuzun bütün dü nya
parlamentoları na ve daha çok bütün parlamentolar ı n anası
olan İngiltere parlamentosuna ve bu gibi olaylara çok kez ta­
n ı k olmuş bulunan Fransız ve İtalyan parlamentoları na ulaşıl­
mas ı n ı öneriyoruz. Biz bugün üzerimize ald ı ğ ı m ız u lusal öde-
1 08
vin bu koşullar içinde sürüp gitmesine olanak görmediğimiz­
den her şeyden önce düşünce özg ü rlüğü ve vicdan serbestli­
ği ile yapı labilecek kutsal görevimizin güvenle yapı lmas ı n ı
sağlayacak b i r durumun elde edilmesini bekleyerek genel top­
lantı ları n geri b ı rakı lmas ı n ı öneriyoru m .
Bu konuşma oybi rliğiyle kabu l edildi.
Böylece Osmanl ı Devleti'nin son meclisi, son toplantısı n ı
yaparak kendi kendine dağ ı lma kararı ald ı .

* *

İstanbul'un İngilizlerce işgal edildiği gün Mustafa Kemal ,


yan ı nda Ali Fuat Paşa, Yahya Galip Bey ve Temsil Kurulunun
öbür üyeleriyle Ankara telgrafhanesinde bir sandalyeye çökmüş
haber bekliyordu. Manastırlı Hamdi Efendi'nin sabahleyin verdi­
ği işgal haberinin gerisini büyük bir merak içinde bekliyordu .
Ali Fuat Paşa, Mustafa Kemal'e:
- Paşam, dedi. 29 Kas ı m 1 9 1 9'da Sivas'ta verilen tarih­
sel kararı n ikinci aşamas ı n ı uygulama sı rası geldi .
"Mustafa Kemal'in yüzünde zamanlardır beklenen ve öz­
lemi çekilen bir sonuca kavuşmuş olmanın huzuru vardı. " Gü­
lü msedi ve :
- İ ngilizlerin böyle bir gaflet irtikap edeceklerin i asla tah­
min etmezdi m , dedi. Bize , bundan büyük bir hizmet yapamaz­
lard ı . Şimdi artık, Meclisi Ankara'da toplayabilir ve yeni devle­
tin temellerini atabiliriz.
Kendi kendisine konuşuyor gibiyd i . Öyleydi çünkü birden
toparland ı ve sanki kendisine böyle bir soru sorulmam ı ş , o da
için i dökmemiş gibi telgraf müdürü Hasan Bey'e döndü. O ün­
lü nezaketiyle:
- Beyefend i , Zonguldak üzerinden haberleşme kesilirse
bağlantı y ı nas ı l sağlayabileceksiniz? diye sord u .
Sabaha d e k telgrafhanede kald ı lar. M ustafa Kemal v e A l i
Fuat Paşalar, baş başa posta müdürü n ü n odası ndaydı lar. Ya­
verler, durmadan gidip geliyorlard ı .
1 09
Hacı Bayram Camii'nde sabah ezan ı okunmaya başlad ı ­
ğ ı nda Mustafa Kemal , Vali Yahya Galip Bey'i çağ ı rd ı . Durgun
bir davran ı ş ve yavaş sesiyle ona şu kararı bildird i :
- Millet Meclisi n i , Allah ' ı n izniyle, N isan ayı n ı n son hafta­
sı nda Ankara'da toplamak kararı nday ı z .

KARA DÜŞTEN KAÇIŞ

Cumhuriyetin temelinde Yunus


Nadi'nin de bir taşı vardır.
Celal BAYAR

1 3 Mart 1 920 akşam ı , Sivas Mebusu Kara Vasıf Bey'in


Şişli'de Osmanbey karşısı ndaki evinde Rauf, Bekir Sam i ,
Kara Vasıf, Yu nus Nadi Beyler toplanm ı ş , Mustafa Kemal'in
1 2 Mart 1 920 tarihiyle Ankara'dan çektiği çok önemli telgrafı
okuyorlard ı .
Telgraf şöyleyd i :
- İ ngiliz temsilcisi olarak Ankara'da bulunan (Vitol), dün
buradan ağ ı r eşyas ı n ı da alarak şimendifere binip gitmiştir.
Hükmetmek gerekir ki olağanüstü olaylar arifesinde bulunuyo­
ruz. Daha çok İstanbul'da ol ması beklenen bu olaylar ı n doğu­
racağ ı önemli ve ağ ı r durumlar üzerine arkadaşları n dikkatini
çekmek isterim . Her belkiye karşı daha çok Anadolu'da bulun­
maları yararl ı olan arkadaşları n gafil avlanmayarak gerektiğin­
den çabucak ve güvenle Anadolu 'ya geçmek üzere şimdiden
tertibat almış olmaları gerekir.
Mustafa KEMAL

Bu toplantıda bulunanlar da o günlerde İngilizlerin bir şeyler


yapmak üzere bulundukları n ı sezmişlerdi. Ne var ki onları n ne
yapacakları n ı kestiremiyorlard ı . Olsa olsa meclisi bası p birkaç
tan ı n m ı ş Kuvayı Milliyeci mebusu tutuklayabilirlerdi. Bundan do­
layı hemen oracı kta bir karara varmı şlard ı . Henüz pişmemiş bir
1 10
sürü mebusu paniğe uğratmamak için olay ı n patlak vereceği sa­
ate dek hiç renk vermeyerek görevlerini sürdürecekler, ondan
sonra başları n ı n çaresine bakacaklardı . Hemen bir araçla kapa­
ğı Anadolu'ya atacak, Mustafa Kemal'in yanı na koşacaklardı .
Onlar, patlak verecek olayı böyle bilinçli beklemekteyken
1 6 Mart 1 920 sabah ı bununla yüz yüze geldiler. O akşam , giz­
li İstihbarat reisi Yüzbaşı Benett'in buyruğu ndaki otomobilli İn­
giliz polisleri Fındıkl ı 'daki meclis kap ı s ı n a dayand ı lar. Yunus
Nadi Bey ve arkadaşları meclisin üstündeki fı rka odası nda Ka­
ra Vasıf Bey'le Rauf Bey'i kaçı rmaya kandı rmak üzere uzu n
uzun dil döktüler, dillerinde tüy bitti, ne yaz ı k ki onlar, İ ngilizle­
re tesl i m olmakta ayak dirediler. İ ki kat asker giyneği getirildi,
bunları giydirerek onları kaçı rmak istediler. Meclisin bitişik bu­
lunduğu Ayan dairesinden de geçilip gidilebil i rd i .
Evet, Yunus Nadi Bey v e arkadaşları n ı n acı kl ı v e biraz d a
h ı nçlı bakışları arası nda i k i yu rtsever i nsan İ ngilizlere teslim
olup gitti . Yunus Nadi Bey, İ ngilizlere aptalcasına yakas ı n ı
kapt ı ran bu değerl i arkadaşları n ı n ne akla hizmet ettikleri n i an­
lamayarak meclisten kaçar gibi İbrahim Süreyya Bey'in koluna
girerek savuştu . Süreyya Bey'in evi Akaretler'deyd i . İbrahim
Sü reyya Bey, Yunus Nadi Bey'in eski bir devrim arkadaşıyd ı .
Birlikte uzun y ı l lar özgür bir yurdun özlemini çekip du rmuşlar­
d ı . Sü reyya Bey, pek göze batacak kimselerden değildi. Bu
yüzden Yunus Nad i , bu kritik geceyi onun evinde geçirmek is­
tiyord u . Ev, her türlü gözden uzak bir yerdeyd i .
Yunus Nadi Bey'le Süreyya Bey, yolda giderken Rauf
Bey'le Kara Vasıf Bey'i n davran ışları kafaları nda iki koskoca
soru işareti olarak kıvrı l ı p duruyord u . Onları n tutuklan ı p götü­
rü lmesi Anadolu Kuvayı Milliyesin i n kıskıvrak bağlan ı p götürül­
mesi anlam ı n a gelmez miydi? On ları n bu yaptı kları , gerçekten
anlaş ı lmaz şeyd i .
Yunus Nadi Bey, Süreyya Bey'in evine vard ı ğ ı nda kendi
odas ı na ç ı ktı . Buras ı , neden kendi odasıyd ı ? H i kayesi şuyd u :
İngilizler, İstanbul'a ilk ayak bastı kları ndan beri önde v e seçkin
bir gazeteci olan Yunus Nadi Bey'le hep köşe kapmaca ya da
111
saklambaç oynam ı şlard ı . Bu, 1 9 1 8 Eki m ' i nden beri hep sürüp
gidiyord u . İ ki yıl süren zaman içinde Yunus Nadi Bey, belki bu­
nun yarıs ı n ı hep kaçmak ve saklanmakla geçirmişti. Onu kimi
zaman İngilizler, kimi zaman da Damat Ferit hükü meti koval ı ­
yord u . İşte, bütü n o saklambaç oynad ı ğ ı günlerin çoğunu bu
odada geçirmişti. Bu yüzden bu kuytu odacığa ve sevgili sahi­
bine çok borçluyd u . O zamanlar, Süreyya Bey, Anadolu'da
Mustafa Kemal ' i n yan ı ndayd ı . Evde yal n ı z annesi oturuyord u .
Yunus Nadi Bey kendi annesi g i b i sevdiği bu kad ı ncağ ızla çok
uzun günler ve geceler geçirmiş, dertleşmişti . Bu gönüllü mah­
pusluk g ü nlerinde Hammer tarihini baştanbaşa oku muş, ince­
lemişti. O evde konuk olduğu günler, evi n içi bir tapı nak gibi
sessizleşir, herkes ayağ ı n ı n ucuna basarak yürümek zorunlu­
luğunu duyard ı . Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Han ı m da
çok uzakta oturmuyord u . Buradan iki ev aşağ ıdayd ı . Yunus
Nadi Bey, Mustafa Kemal'i Y ı ld ı rı m Orduları Grup Kumandan­
l ı ğ ı na döndükten sonra orda da gece g ü ndüz gözleri göklere
dikili insanlar, tanrı larına yalvarmaktad ı rlar. Onların yakarışla­
rına içten kat ı l ıyor:
- Yarabbi, sen , hiç böyle kutsal ve masum kalplere yar­
d ı m etmez olur musun? Yardı m etmezsen hatta Allah olur mu­
sun? diyord u .
Evet, şimdi b i r kez daha Süreyya'n ı n evinde, kendi oda­
sı ndayd ı . Yunus Nadi'nin dönüp dolaş ı p yeniden oraya gelişi,
ev halkı n ı bir kez daha kuşkuland ı rm ı ş ve onları olağanüstü ki­
mi olayları n geçmekte olduğu düşüncesinin içine atm ıştı . Hiç
kimse kendisine bir şey sormam ışsa da herkes yine ayakları­
nın ucuna basarak yürümeye başlam ı ştı .
Yu nus Nadi Bey'le Süreyya Bey, karş ı l ı kl ı oturup meclis
olay ı n ı bir daha gözden geçird i . Rauf Bey işini bir türlü anlam ı ­
yor, nas ı l yoru mlayacaklar ı n ı bilemiyorlard ı . Rauf Bey, b u iş
üzerine kendisi karar vereceği Fı rka odas ı nda toplanabilen ar­
kadaşları na şöyle demişti :
- İngilizler, iki arkadaş ı m ı z ı tutuklamaya gelmişler, nas ı l
davranal ı m ? Soru n u görüşerek karar veri n !
1 12
Karar vermek yeteneği olmayan birkaç arkadaşı n m ı rı n kı­
rı n ı n ı dinledikten sonra sözlerine şunu katm ı ştı :
- Arkadaşlar, olan şey beklediğimiz bir şey değildir.
Osmanl ı Meclis-i Mebusan ' ı , en sonra bugün işte sald ı rı ya
uğram ı ş bulunuyor. Bu olay ı n , memleket çapı nda elbette büyük
bir anlam ı vard ı r ve olacakt ı r. İki arkadaş ı m ı z ı n İngilizlerce tu­
tuklanmaları na girişilmesi bu anlam ı artt ı racak bir şeydir.
Teslim olup olmamak şı kları ndan birini üstü n tutmaya ge­
lince, verilecek karar sizin olmakla beraber, İngilizlerin bana
verdikleri önemden dolayı teslim olmayacak olursam meclisin
topa tutulması ve beni m yüzümden pek çok arkadaşı n kavuş­
turularak tedirgin edilmeleri gibi sonuçlar dahi doğabilir. Bu iki­
sinden hangisine göre davranmam ı z gerektiğine karar verin ,
öyle yapal ı m .
Görüşme, çabucak bir deliler konuşmasına dönmüştü .
Şaşkı n bir sürü insan ne karar verebilirdi ki? Bunları n aras ı n­
da yal n ı z üç-beş kişi kendine egemen olarak iki arkadaşı n ı
kandı rmaya çal ışmıştı . Bunlardan biri d e Yunus Nadi Bey'di .
Lazistan Mebusu Osman Bey, hemen dört çifte kay ı ğ ı F ı n d ı k­
l ı 'ya yanaştı rarak onları al ı p götü rmek üzere davranacağ ı n ı
önerdiyse d e Rauf Bey'in mutlaka teslim ol mak istemesi hep­
sini u m utsuz düşü rmüştü .
Rauf Bey'in düşüncelerini sorduğu mebuslar ı n birçoğu
şöyle düşünü r görünüyord u :
"Bana b i r şey olmas ı n d a İngilizler b i n Rauf Bey'i als ı nlar,
u m u ru mda değil . Hem bu belan ı n içine de nereden düşmüş­
tük? Rauf Bey'i mi alacaklar, kimi alacaklarsa bir ayak önce
al ı p gitseler de soluk alsak!"
İşte, böylece Rauf Bey al ı n ı p götürülmüş, Kara Vasıf Bey
de kulakları iyi işitmediğinden istemeyerek Rauf Bey'in yan ı s ı ­
r a sürüklenip gittiği izlenimini vermişti . O n u n , Rauf Bey'le gidi­
şinde bir kurbanl ı k koyun durumu vard ı . Yunus Nadi Bey, bu
görünüşü her zaman böyle anacaktı .
Yunus Nadi Bey'le Süreyya Bey, bütün gece konuşup
dertleştiler. Anadolu'ya kaçma karar ı n ı verdiklerinde tanyeri
1 13
ağarm ı şt ı . Karadan m ı , denizden mi gideceklerdi? Bunu araş­
tı rmak üzere başları n ı yastığa koymadan sokağa f ı rlad ı lar.
Kara yolu n u Süreyya Bey, deniz yolu n u da Yunus Nadi
Bey araştı racaktı . Yunus Nadi Bey'i n bütü n u m udu Lazistan
Mebusu Osman Bey'deydi. O, Sad ı kzadeler'in dostuyd u . O
günlerde onları n Yen i Dü nya vapu ru Karadeniz'e kalkacaktı .
Osman Bey, onlarla konuştu . Birkaç arkadaş onları geceleyin
vapu ra alacak, kontrol saatinde sintine aral ı klarına saklaya­
caktı . Sonra Karadeniz l imanları ndan uygun birine çı karacak­
lard ı . Zaman çok dard ı . Ne yaz ı k ki vapurun ne gün kalkacağ ı
belli değildi. Yunus Nadi Bey, Sü reyya Bey'e bir mektup bı ra­
karak o akşam sular karard ı ktan sonra bir sandalla Bebek'ten
Beylerbeyi'ne geçti. Geceyi arda geçi rd i . Ertesi sabah yine
karşı yakaya geçerek yazıhaneye vard ı ğ ı nda arda Sü reyya
Bey'le gönderilmiş kendisini bekleyen Bahriye tabur imamla­
rı ndan İ brahi m Hoca'yı buldu . Süreyya Bey onunla kendisine
kısa bir mektup da göndermişti. Kendisini Beykoz'da bekliyor­
du. İ brahim Efendi ona daha çok bilgi verdi. Anadolu yolculu­
ğu ünlü Ketken Adası korsanları ndan İ psiz Recep arac ı l ı ğ ıyla
yap ı l ı yord u . Şimdi o korsanl ı ğ ı bı rakm ış, Kuvayı M il liyeci ol­
muştu . Ne var ki o, şu s ı rada çok uzaklarda bul u nuyord u . Bu
yüzden en iyisi m i Yetimoğlu Çetesi'yle g itmeliyd i .
Bu bilgiyi alan Yu nus Nadi Bey, Beykoz'a d e k g i d i p Sü rey­
ya Bey'le buluşmaya karar verdi. Hocayla anlaştı . Hoca, Yu­
nus Nadi Bey'in apartman ı nda sakl ı Avusturya mavzerin i al ı p
gelecek, vapurda iki nci kamaraya binecekler, yal n ı z konuşma­
yacaklard ı . Beykoz'da birlikte inecekler, hoca yirmi-otuz ad ı m
önden yü rüyecek, b i r eve girecek sonra d a Yu nus Nadi Bey gi­
recekti . Vapu r yolda başka bir iskeleye aktarma yaptı . Yunus
Nadi Bey, hocayı boşuna bekled i . Hoca yitiklere karışmıştı .
Yolculuk, daha başta sarpa sarm ıştı . Hemen vapu ra binerek
Beykoz'a ç ı ktı . Beykoz İskelesi'nde ad ı kendisine verilen Ec­
zacı Ferit Bey arac ı l ı ğ ıyla Sü reyya Bey'i bulmaya çal ı şacaklar­
d ı . Tan ı mad ı ğ ı Ferit Bey'i de yerinde bulamad ı . Biraz şaşkı n ,
iskeledeki bir R u m ' u n kahvesinde oturd u . Ya hocayı y a d a
1 14
Ferit Bey'i bulmak zorundayd ı . Caddeden gelip geçenlere bak­
maya başlad ı . ısmarlad ı ğ ı kahve henüz gelmişti ki İbrahim
Sü reyya Bey'i n yeğeni Vah idettin'in elinde bir paketle yoldan
geçtiği n i görd ü . Yerinden fı rlad ı , biraz ötede ona yetişti . Birlik­
te Beykoz mahkemesi yarg ıcı Hakkı Bey'in evine gittiler.
Hakkı Bey, mert bir arkadaştı .
Yunus Nadi Bey :
- Han i Süreyya? diye sord u .
- Sü reyya yok. O dün akşam gitti . Hatta çantas ı n ı da bu-
rada bı rakt ı . Onu da jandarma ile arkas ı ndan yetiştirmek üze­
re yola ç ı kard ı k.
- Nereye gitti , kiminle gitti, nas ı l gitti ?
- Vallah i , bunları arkadaşları daha iyi bilirler. Jandarma
Takı m Ku mandan ı Salih (sonra Ankara Polis Müdürü) Bey' le
Eczacı Ferit Bey'i bulal ı m da konuşal ı m .
Eczacı Ferit Bey'le Jandarma Teğmeni Salih Bey d e gel­
d i . "Si nirli bir arkadaş olan Süreyya Bey daha çok beklemeye­
rek yürümüş. Yunus Nadi Bey geldiğinde kendisine yetişmek
üzere ayn ı yoldan onun da yürümesi haberin i b ı rakm ışt ı . "
Yu nus Nadi Bey de hemen o n u n arkası ndan yola çı kmak
istediyse de Teğmen Sali h Bey:
- Sü reyya Bey bu akşam Tepeviran köyüne varabilir, de­
di. Bu yüzden şimdi yola çı karsanız ona yetişebileceğinizi hiç
sanmam .
Yunus Nadi Bey, yola çı kmaktan vazgeçti . Belki çı kabil i r
diye tabu r imam ı n ı boşuna bekled i . "Tabu r İ m a m ı İ brahim
Efendi'nin yaşam ı ndan ancak atl ı ay sonra haber alacakt ı .
İ mam Adapazarı ayaklan ışı s ı rası nda kardeşiyle birlikte parça­
lanarak öldürülecektir."
Yunus Nad i , yine İstanbul'a dönmek zoru ndayd ı . Teğmen
Salih Bey'le karadan yürüyerek Paşabahçe'ye vard ı . Oradan
İstanbul'a bir kayı kla gitmeyi daha uyg u n buldu. Deniz dalgal ı
ve h ı rç ı nd ı . Zor bela bir kayı kçı bulabildiler. Yine Lazistan Me­
busu Osman Bey'i buldu . Mart' ı n on sekizi nci günü de böyle­
ce bir işe yaramadan geçip gitmişti . Teğmen Salih Bey'le bir-
1 15
likte o geceyi içten bir arkadaşı olan Ahmet Nu rettin Bey'in
evinde geçird i . Kötü uyunmuş bir geceden henüz gözlerini aç­
mam ı ştı ki başucunda telaşlı sesler işitti :
- İ ngilizler Yenigün Matbaas ı ' n ı bastılar, seni arıyorlar!
- Nas ı l olmuş?
- Nas ı l olacak! İşte, silah l ı İ ngiliz polisleri beraberlerinde
Rum'dan , Ermeni'den hatta Türk'ten sekiz on casus, saat on
dört sı raları nda birçok otomobille matbaaya gelmişler, kapı ları
tutarak olanca şiddetiyle sanki kı rasıya güm güm diye vurma­
ya başlad ı lar. Gürü ltüden aşağ ıdan matbaa personeli , yukar­
da aile bireyleri uyanm ı şlar, kapı lar açı l m ı ş ; herifler içeri gire­
rek her yanda delik deşik sizi aram ışlar.
- Aram ışlar ve en sonunda gitmişler mi?
- Hay ı r, bir türlü gitmek istemiyorlarm ış. Sizin ilk önce
evde olacağ ı n ı z ı varsayarak bulamad ı kları ndan dolayı öfkele­
rinden kudurmuş gibi olmuşlar, en sonra birkaçı yönetim me­
muru İbrahi m Bey'i al ı p götürmüşler.
- Zavall ı İbrah i m , acaba dövmek ve işkence etmek gibi
şiddetler de gösterdiler mi?
- Galiba daha çok kad ı nlara ve çocuklara gözdağ ı olsun
diye matbaanı n adamları na çok şiddetli davranm ışlar, pek çok
hareketler yapmı şlar. Hatta İbrahim Bey'i iki yakası ndan yaka­
layarak sürü klemişler.
- Tüfek dipçikleri , tabanca tehditleri filan?
- Galiba hepsi olmuş.
- Demek ki tıpkı düşündüğüm gibi davranmışlar. Ne ise ev-
ce bilinmeyen nesneler değildi. Demek benim kendilerine söyle­
diklerimin uygulamas ı n ı görmüşler. Bunu geçelim de şimdi işe
gelelim. Ben bugün İstanbul'dan ayrı larak işimi kesin olarak çö­
zümlemeliyim . Daha çok vakit geçirmeye müsaade yoktur.
Ahmet N u rettin Bey, kayı nbiraderleriyl e :
- H e l e b i z bir kere d ı şarı çıkal ı m da işler ne duru mda gö­
relim ! diyerek evden ç ı ktı lar.
Yunus Nadi Bey, ahbapları n ı n dönüp gelmeleri ni bekle­
med i . Vakit son kerte değerliydi. Zaman ı alt ı n gibi kullanmak
1 16
gerekiyord u . Bundan dolayı o da ev sahiplerinin arkası ndan
kendini sokağa att ı . Çemberlitaş'tan N uruosmaniye'ye giden
yoldan ve elden geldiğince arka sokaklardan yürüyerek arka­
daşları n ı n Yağ İskefesi'ndeki mağazaları na indi. Orada Lazis­
tan Mebusu Osman Bey'i çağ ı rtarak görüştü . İş uzayacağa
benziyord u . İ stanbul, gün hatta saatler geçtikçe çok tehlikeli
bir kapana benziyord u . Anadolu toprağ ı na ayak basmakla bu
işin önemli bir bölümünü yapmış olacağ ı n ı düşünerek hemen
o akşam Ü sküdar'a geçmeyi akl ı na koyd u . Kulağ ı na Anado­
fu 'ya yol veren bir jandarma kumandan ı ad ı çal ı n m ıştı . Onu
bulmaya çal ı şacaktı . Eğer onu bulamazsa yaradana sığ ı n ı p
Kocaeli Yarımadas ı ' n ı n içine şöyle b i r dalacakt ı .
Akşam karanl ı ğ ı nda b u kararı n ı arkadaşlarına söyleyerek
mağazadan ayrı ld ı ğ ı nda, sulu sepken i nce bir kar yağ ıyord u .
Hafiç'i n görünüşü irine benzer kirli bir renk ile yayılmaktaydı .
Büyük bir şemsiyenin alt ı na sığ ı n m ı ş ü ç arkadaş son Üsküdar
vapuruna g itti. Arkadaşları biletiyle gazetesin i ald ı lar. Kaçak in­
san için gazete her zaman değerli bir paravanaydı .
Yatsı vakti Üsküdar'a ç ı kan Yunus Nadi Bey, kenarları
muşamba perde! i bir talika arabaya bindi.
- Jandarma dairesine çek !
Yaln ı z , ne Üsküdar jandarma dairesini biliyor, ne d e ora­
n ı n ku mandan ı n ı tan ı yord u . Araba, kumandan l ı ğ ı n önünde
durd u . Nöbetçiye:
- Oğl u m , burası jandarma dairesi m i ? diye sord u .
- Evet, efendim.
- Kumandan ı n ı z ı n ad ı ne?
- Remzi Bey.
- Kumandan bey bu rada m ı ?
- Hay ı r efendim. Evine gitti .
- Evi uzakta m ı ?
- Hayı r, yakı nda efendim . Ş u meydan ı n öbür yan ı ndad ı r.
- Söylesene bir arkadaş benimle gelsin de kumandan
beyin evine dek gidelim.
Kumandan ı n evine vard ı . Kapıyı bir kızcağ ı z açt ı .
1 17
- Kız ı m , kumandan beye söyler misin? Seni , Yunus Nadi
Bey görmek istiyor d e !
Kızcağ ı z ı n yukarı çı kması n ı n gereği kalmadan oradan
güçlü bir ses geldi :
- Buyurun beyefendi , buyurun beyefendi !
B u , Remzi Bey'den başkas ı değildi. Merdiven leri koşarca­
s ın a inerek değerli konuğunu karşılad ı .
Pek eski bir dosta ü n ler gibi :
- Can ı m efendi m , nerede kald ı n ız? Gü nler var ki biz bu­
rada hep sizi bekliyoruz. Sizin de bu radan geçeceğinizden ha­
berim vard ı . Fakat nerede kald ı n ı z ki üç gündür bir türlü gele­
mediniz. Şu arkadaşlar da yeterli çal ı ş m ı yorlar. Can ı m , gidip
arasanız, tarasan ız. Neyse hamdolsu n , gelebildiniz !
"Salona ç ı k ı p oturdukları nda Remzi Bey'le sanki kırk y ı l l ı k
ahbaptılar. Belki daha ileri arkadaş v e belki kardeş, belki de
komitecilik kardeşiydiler."
Yunus Nadi Bey mutluydu. Gökte arad ı ğ ı n ı yerde bulmuş­
tu . Remzi Bey, Karakol Örgütü'nün üyelerindendi. İstanbul'dan
Yenibahçeli Şükrü Bey'in gölgesine dek güvenli bir Kuvayı Mil­
liyeci yol haz ı rlam ıştı . Anadolu için değeri olan kişiler bu gizli ka­
naldan korunarak daha az tehlikeli bölgelere aşı r ı l ı yordu. Yunus
Nadi Bey, kumandan Remzi Bey'in iyimserlikle dolu konuşma­
ları na şaşıp kald ı . O, İ ngilizlerden söz ederken şöyle diyordu :
- İngilizler mi? Adam sen de ! Onlar, şu rada küçük ve bü­
yük Çaml ıcaları n birleştiği yerde çad ı rlar kurmuşlar, sanki ge­
leni gideni kontrol edecekler! Oysa herifler, önce kendi gölge­
lerinden korkmaktad ı rlar. İkinci olarak ileriye geçmek üzere
mutlaka onları n gözü önünden geçmek de gerekmez. Arabayı
yoldan yollayarak siz, biraz aykı rıdan dolaşıp, on ları n hattı n ı
geçer gidersiniz, ru hları bile duymaz.
- Arabacıya sen kimsin , nereye gidiyorsun ? diye bir şey
sormazlar m ı ?
- Sorsalar d a n e çı kar? İleride herhangi bir yere gidiyo­
ru m , der. U l uorta gidip gelmeye de engel olacak değiller ya.
Zaten engel oldukları da yok.
1 18
- Daha ileride ne var?
- Daha ileride hiçbir şey yok. Yal n ı z tren hattı boyunca,
Gebze dolayları nda İngilizler var. Şimdiye dek gösteriş olarak
bir iki süvari müfrezesi ç ı karı p gezdirmişlerse de anlamsızd ı r.
Gezen süvarileri n merkezlerine dönüşlerinde bu kere de kur­
tulduk diye geniş bir soluk alm ı ş oldukları ndan kuşkum yoktur.
- Neden korkuyorlar?
- Neden korkacaklar? Bizlerden , Türklerden korkuyorlar.
Hatta şu Çamlıca'dakiler akşama sabaha neredeyse tası tarağı
toplayıp gidecekler. Geceleri , şuradan buradan üç beş tüfek s ı k­
tı rıyorum . Her tüfek sesinde herifler silah başı ediyorlar. Dehşet­
li korku içindeler. Herhalde bir iki sürmez kaçarlar, san ı rı m .
Şimdiye d e k b i r ihanet v e ö l ü m kapanı içinde bocalayı p
durduğu n u sanan Yu nus Nadi Bey, b u g ü ç verici sözler karş ı ­
sı nda büyük b i r güvenlik içinde yolculuk yapacağ ı n ı düşünerek
ferahladı . Bu sı rada melek gibi bir adam olan Tevfik Sükuti Bey
(Damat Ferit hükümeti onu sonradan tutup astıracaktır) geld i .
U z u n uzun memleket soru nları ndan kon uştu lar.
Yu nus Nadi Bey, geceyi Tevfik Sükuti Bey'in evinde geçir­
mek üzere gece yarısı Remzi Bey'den m üsaade isteyerek ay­
rıld ı . Geceyi jandarma kumandan l ı ğ ı na pek uzak ol mayan bu
evde geçiren Yunus Nadi Bey, sabahleyin erkenden kalktı ve
geceleyin çoluk çocuğuyla kimi içten dostlara yazdı ğ ı mektup­
ları Tevfik Sükuti Bey'le yeğenine vererek gönderdi. Evden ,
yolcu lukta gerekecek kimi eşyalar istiyord u . Öbür mektupları
da Anadolu 'ya kaçmak isteyip istemediklerini sormak üzere
tehlikedeki arkadaşlarına yazm ı ştı . Tanin gazetesi yazarı Mu­
hittin Bey'le Lazistan Mebusu Osman Bey bunlar arası ndayd ı .
Yu nus Nadi Bey, 2 Mart 1 920 akşamı Tevfik Sükuti Bey'le
Remzi Bey'in evine gitti. S ı rrı (Bellioğlu) da bu sı rada geld i .
Jandarma bölük kumandan ı , Kuvayı M i l liyeci kaçakç ı l ı ğ ı nda
kullan ı lan arabacı lardan birini tan ıtacaktı . Yolda gerekl i olan
birer kat avcı giyneğ i , kalpak, tabanca ve dürbün gibi eşyayı
bulup buluşturarak hazı rland ı lar. Yunus Nadi Bey, (Abbas) tak­
ma ad ıyla yolculuk edecekti . Bu s ı rada jandarma bölük ku-
1 19
mandan ı Sabahattin Bey gelerek araban ı n haz ı r olduğunu bil­
dird i . Yunus Nadi Bey, Remzi ve Tevfik Sükuti Beylerle helalle­
şerek S ı rrı Bey'le arabaya doğru ilerled i . Araba Karacaahmet
mezarl ı kları arası nda bekliyordu. Yunus Nadi Bey, eli nde kü­
çük çantası ve s ı rt ı nda Münih empermeabl ı oraya vard ı ğ ı nda
burnuna Karacaahmet'in serin mahşerinden bir ahiret kokusu
çarpar gibi old u . Durup duru rken şu direncinin, ruh u nda nas ı l
ayaklan m ı ş olduğunu duyd u . Dünyada birkaç gün daha sağ
kal ı p karı nca kararı nca ulusuna yararl ı işler yapmak varken
ölüm de ne oluyord u ? Bu servilerin altı ne denli rahat ve
sessiz olursa yaşaman ı n fırtı naları içinde ç ı rp ı n ı p durmaktan
daha güzel değildi. Serviliklere de şöyle gözleriyle bir veda
gönderen Yunus Nadi Bey arabacı Abdurrahman Ağa'ya doğ­
ru ilerleyerek elini s ı ktı :
- G iderken arabadan inmemiz gerekecek mi?
- Hay ı r, arabadan inmeniz hiç gerekmeyecek, tehlike
yok.
- Nas ı l can ı m , İngilizler orada değiller m i ?
- Hay ı r, orada yoklar. Kafirler bu gece i p i kırıp gitmişler.
- Bütün ağ ı rl ı kları n ı filan alarak m ı gitmişler? Gece yarı -
sı çad ı rları n ı nas ı l sökmüşler v e taş ı n m ı şlar?
- Çöp bile komam ışlar, beyefend i . Orada olsalar bile ne
önemi olurdu ki .
2 1 Mart 1 920 sabah ı arabayla Çam l ı ca'ya tı rmanan yolcu­
lar, Abdurrahman Ağa' n ı n gösterdiği yere baktılar. Orda cinler
cirit atı yord u . Gü neş doğarken Çamlıca Tepesi'ndeydiler. Bö­
lük ku mandan ı Sabahattin Bey'in eşliğinde ilerleyen yolcular
çok rahat ve mutluyd u . Araba Dudullu üzerinde Samandı ra'ya
gidiyordu. Arabacı :
- Evvel Allah iki saat sonra oraday ı z ! dedi.
Bir suları n ı biraz geçe Samand ı ra köyüne vararak bir kah­
ven i n önü nde durd u . Yolcular arabadan i nerek çarp ı k boruları
bin bir yerinden yamal ı , eklim büklüm bir soban ı n ısıtmaya ça­
l ı ştı ğ ı kahveye girdiler. K ı r ı k dökük, yamru yumru bir iki peyke
kahvenin başlıca eşyasıyd ı .
1 20
G ü nlerden beridi r kahveye çökmüş koyu bir duman ara­
sı nda kahveciyle müşterilerin yüzleri güçlükle ayı rt ediliyord u .
Kahveciyi, muhtarı kı m ı ldatarak zorlu kla on-on beş yumurta ve
bir büyük tas yoğu rdu kapsayan bir öğle yemeği yaratıp jan­
darma bölük kumandan ı Sabahattin Bey arabacıyla bunun ba­
ş ı na geçtiler. Sabahattin Bey'le arabacı bu radan geri dönecek­
ti . Abbas ( !) Bey, şehre göndermek üzere birkaç mektup yaz­
d ı . Hele Remzi Bey'e yazd ı ğ ı , mektupta kendisine nas ı l teşek­
kür edeceğini bilmiyor, minnetlerini bild i riyord u . Eve yazd ı ğ ı
mektupta da artı k güven içinde yolculuk ettiğini anlatıyord u .
Gerek çok sevimli v e i y i yüzlü b i r genç olan Teğmen
Sabahattin Bey, gerekse arabacı Abdurrahman Ağa, Yunus
Nadi Bey'e bayağ ı birer görevli ya da işçi gibi değil de daha
başka ve daha büyük birer kişi olarak görü nüyord u . Sabahat­
tin Bey'i öpüp kucaklad ı , arabacı n ı n sıcakça elini s ı ktı ve onla­
rı yolcu etti. Her ikisi de ona üzg ü n üzg ü n bakıyord u .
- H ayd i , Abdurrahman Ağa yakı nda inşallah y i n e İstan­
bul'da görüşürüz, ded i .
- İ nşallah beyim , İ nşallah , i nşallah !
Rumelili arabacı Sabahattin Bey'i de al ı p gittikten son ra
Yunus Nadi Bey'le S ı rrı Bey iki öküzün çektiği bir Tatar araba­
s ı na binerek Tepeviran köyüne yollandı lar. Araban ı n içine ku­
ru ot serilmiş, üstü ne de tente yerine bayağ ı çuval örtülmüştü .
Yolcular, bu otlar üstü ne uzanarak sulu karla karış ı k yağan
yağmuru n kendilerini bulan şiddeti altı nda yolculuğun tad ı n ı
kaçı ran karmakarı ş ı k duygular v e düşüncelere gömülmüş,
sarsı larak ilerliyorlard ı .
Akşam ı n beşine doğru Tepeviran köyüne vard ı lar. Nereye
gideceklerini bilemediklerinden arabacı onlara:
- Öyleyse cami önüne, mektebin yan ı na ! ded i .
Arabac ı n ı n bildiğine göre okulda birtakım subaylar bulu­
nuyor ve bilinmeyen işler üzerinde çal ı ş ı yorlard ı . Yunus Nadi
Bey, cami önünde arkadaşıyla arabadan indi. Köye şöyle bir
al ıcı gözüyle baktı . Tepeviran köyü gerçekten kalabal ı k ve gü­
zel bir köydü . Sulu kar sürüyord u .
121
Okula girdiler. Gerçekten içerde birkaç subayla yüz yüze
geldiler. Bunlar, yolcuları sevimli bir ilgiyle karşı layarak:
- Hoş geldiniz, dediler.
Burada da kırık dökük bir saç soba yan ıyor, ı sıtmaktan
çok, tütüyor ve içerisini dumana boğuyord u . Köşede dürülüp
bükülmüş yataklar ve battaniyeler, ortada k ı r ı k dökük tahta
sandalyeler göze çarpıyordu. Yaptı kları işe adamak ı l l ı dal m ı ş
olan subaylara kendilerini tan ıttılar. Buradaki subay g rubunun
ku mandan ı ü nl ü ve atak komiteci Yavuz Fehmi Bey'di. Bunlar,
Karakol Derneği'nin en çal ı şkan adamlarıyd ı . Bu örgütün he­
men hemen en olumlu ve kahramanca işlerini de bu adamlar
yapacaklard ı . Yenibahçeli Şükrü Bey, istanbul'dan İzmit'e dek
bütün bu bölgenin komiteci başı yd ı . Şu s ı rada onun daha iler­
de Dayı Mesut'la birlikte olduğu söyleniyord u . Bu subaylar
Anadolu 'ya en değerli bir madde olarak silah ve cephaneyle
insan kaçırıyorlard ı .
Yavuz Feh m i Bey, Yunus Nadi Bey'le karş ı l ı kl ı uzun uzun,
tatlı tatl ı konuştu . Bir yandan da soban ı n üzerinde demlenip
duran çaydan içiyorlar, ara s ı ra buna bir de kahve karışıyord u .
Bu ateşli söyleşiler s ı rası nda Yavuz Feh m i Bey :
- Burada yatı labil i r, ama siz daha iyisi bu akşam bir ev­
de dinleni n ! dedi ve sonra bir çavuş çağ ı rarak onlara herhan­
gi bir evde birer yatak bulunmas ı için mu htara haber vermesi­
ni söyledi .
Çavuş, muhtara buyruğu söyleyerek döndü. Ne var k i ak­
şam karanl ığ ı çökmüş, muhtar görünmemişti . En sonra muhta­
rın gönderdiği habere göre konuklar için yatacak yer bulunama­
mıştı . Yavuz Fehmi Bey'in komiteciliği kabard ı , öfkeyle bir şey­
ler yapmak istediyse de Yunus Nadi Bey bunu önledi. Bu işi bir
de kendinin denemek istediğini söyleyerek onun öfkesini yatış­
tırd ı . Zorbela muhtarı buldurup getirtti ve kulağ ı na, yemek ve ya­
tak için bol para vereceklerini fısı ldayı nca iş değişti. Muhtar:
- Beyefend i , şuna söyledim. Merak etmeyin, herhalde bir
çare buluruz, dedi.
Yine bir saate yakın beklediler. Bu kez muhtar gelerek on-
1 22
ları al ı p götürd ü . Burası temiz bir evd i . Sedi rler, kenarları dan­
tel l i , kar gibi ak örtülerle örtülmüştü . Kenarlarda küçük minder­
ler, bir konsolun üzerinde büyük bir ayna iki buzlu lamba var­
d ı . İki konuk da odadan çok hoşlanm ı şt ı .
S ı rrı Bey, kendini minderin üstü ne atarak:
- Oh, dünya varm ış, yah u ! Demekten kendini alamad ı .
Mu htar, biraz sonra bir sini üzerinde çorba, yumurta kay-
ganas ı , pilav ve yoğu rt getird i .
Yemekleri yediler, deliksiz b i r uyku çektiler. Sabahleyin
başka bir araba kiralayarak Tepeviran (Şimdiki adı Tepeören­
Tuzla İlçesi) köyünden ayrı ldı lar. Romanya ve Macaristan ova­
ları nda yetişen uzun boynuzlu, iri kıyım ve ak renkli iki öküzün
çektiği araba, Ağren (Şimdiki adı Mollafenari) köyünü geçti. Bun­
dan sonra yol fundal ı klardan geçmeye başlad ı . Arabacı Ömer
Ağa onları (Gebze İlçesi- Mollafenari Akviran)Ağren den sonra­
- '

ki Köseler köyüne (Şimdiki Dilovası İlçesi sınırları içindedir) dek


götürüp orada bı rakacaktı . Oraya vard ı kları nda Yenibahçeli
Şükrü Bey köy ortası ndaki bir evin ikinci katı nda oturuyordu.
Ceketsiz ve kolları sıval ı olarak çal ışıyord u . Şükrü Bey, onları
dostça karşı layıp oturttu. Biraz sonra kapkara, masu m , çocuk­
su yüzüyle Dayı Mesut Bey gelerek onları n karşısına oturd u .
Şükrü Bey dert yand ı :
- Birader, çabuk Ankara'ya ve bize çabuk para! Allah razı
olsun, köylüler gönül hoşluğu ile taşıyorlar, ama yine ufak tefek
bir hayli harcama gerekiyor. Her şey için halka yük olamayız.
- Peki , Şükrü Bey, gider gitmez bununla uğraş ı r ı m . Ne
kadar paraya ihtiyac ı n ı z var?
- Şimdilik ilk ağ ızda hiç olmazsa iki üç bin lira. Yu nus
Nadi Bey, bun u n hemen yapılacağ ı n ı söyledi.
Vakit ikindiüstüydü. Hemen yola çıkmak gerekiyordu. Bun­
dan sonra varacakları köy, Kuşçalı 'yd ı . "Şimdiki adı, Kutluca 'dır.
Kocaeli, Körfez(Tütünçiftlik) ilçesine bağlıdır. " Şükrü Bey, iyi hay­
vanla buran ı n iki-iki buçuk saatte tutulabileceğini söyledi.
Yunus Nadi Bey :
- Öyleyse neden burada kalal ı m ? İkimize birer araç bu­
lun, hemen yola çıkal ı m , dedi.
1 23
Dayı Mesut Bey, kalkıp d ı şarı ç ı ktı . Bi raz sonra iki semer­
li atla dönd ü . Day ı Mesut Bey, onları n yan ı n a bir de silah l ı ko­
ruyucu kattı . Yola dizildi ler. Geçtikleri tepeler, yeni kalkmaya
başlayan kar yüzünden ak-kara, bölük bölük lekeler gibi uzu­
yord u . Hayvanlar, eriyen karı n meydana getirdiği çamura bata
çıka ilerlemeye çal ı şıyord u . Kuşçal ı (Kutluca) köyüne tam dört
buçuk saat son ra yatsı vakti varabildiler. Süleyman Ağa' n ı n
evine götürüldüler. G i rdikleri oda, Kuvayı Milliyecilerin gizli
telgraf merkeziydi . Orada şen şakrak, kü lhanı bir telgrafçı var­
d ı . Mahmutpaşa kahvecilerinin ya da döner kebapçı ları n ı n
çağrısı n ı and ı r ı r çevik b i r söyleyişle:
- Buyru n , Bey'im ! diye onları karş ı lad ı .
Telgraf ayg ıtları n ı gören Yunus Nadi Bey :
- Sen , ne yapars ı n burda yahu ? d iye sord u .
- Muhabere yaparız, Bey'im.
- Neresi ile muhabere yapars ı n ?
- Bulabildiğim h e r yerle.
- Mustafa Kemal Paşa ile konuşabilir miyiz?
- Mustafa Kemal Paşa ile mi? Yan i kongre ile mi demek
istiyorsunuz?
- Ne kongresi?
- Ne kongresi olacak, Ankara'daki kongre.
- Peki , öyle olsu n , işte oras ı ile.
- Buluru m , Bey' i m !
- O halde, sen i n le sonra konuşacağ ı m .
Yu nus Nadi Bey, istanbul'un burn u n u n dibi ndeki Kuşçal ı
(Kutluca) köyünde Mustafa Kemal'le telgraflaşmak olanağ ı n ı
bulacağ ı n ı ölse usunun kıyısı ndan geçirmezd i . Telgrafçıyla ko­
nuşurken bir mucizeyle karşı laş ı r gibi old u . Sanki dünyalar
onun olmuştu . Şu racı kta Mustafa Kemal'le karşı karşıya bu­
lunmak ve konuşabilmek ne demekti . Bunun ne n imet olduğu­
nu ancak korkunç İstanbul kapan ı nda kı s ı l ı p kalanlar ve ölüm
korkusu nda nohut gibi terler dökenler bilird i . Kuşçal ı (Kutluca)
köyü ndeki bir alçakg ö n ül lü telg rafçı Kuşçu Ali , M u stafa
Kemal'le konuşabilme mucizesini taşı yor. Bunu da bilmiyordu.
1 24
Bu olağanüstü rastlayış, Yunus Nadi Bey'e yepyen i bir güç
aşı lam ı ştı , istanbul'da iki yı ldan beridi r kendisini kovalayı p du­
ran kara düşün şu ücra köyde ayakları suya eriyordu. Demek
art ı k bu radan ötesi koçyiğitler yatağ ıyd ı . Yu nus Nadi Bey, evi­
ne yerleştiği Sü leyman Ağa'dan ilginç bir haber ald ı . Bugün
kendilerinden önce köye başka Kuvayı M il liyeci konuklar da
gelmişti . Bunlar Erzurum mebusları H üseyin Avni , Necati ve
Zihni Beylerd i .
Sü leyman Ağa ile Telgrafçı Ali Bey :
- isterseniz gidip haber verelim de gelsinler, dediler.
- İstemez. Yarın sabah görüşürüz. Zaten erkenden yola
gideceğiz ve belki de kendileriyle birlikte yolculuk edeceğimiz
için görüşecek vaktimiz boldur.
Yu nus Nadi Bey, böyle diyerek Telgrafçı Ali Bey'e döndü :
- Şimdi Ali , sen şu Ankara' n ı n kongresi ni bulacaks ı n .
- Başüstü ne beyefend i .
- Ben , orada Heyeti Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa
ile görüşeceği m .
- Peki , beyefend i .
- Oras ı n ı bulduğun zaman diyeceksin k i Yu nus Nadi Bey,
Mustafa Kemal Paşa hazretleriyle makine başı nda görüşmek
istiyor.
- Olur efend i m .
- O halde haydi bakal ı m iş başı na.
- Yal n ı z beyefendi, ben şimdi kongreyi aramaya başlaya-
cağ ı m ama oras ı n ı ha deyince bulamam. Ben buralarda gez­
ginci yani bugün burda, yarı n ise başka yerlerde bir merkezim.
Havalar f ı rt ı nal ı , yer yer teller bozuk. Çal ışa çal ışa bir yandan
ipucu bulacağ ı m da o uç ile kongreye dek gideceği m . Rastla­
yış yard ı m eder de olur ki bunu yarım saatte sağlayabilirim. Ne
var ki kimi zaman daha çok sürdüğü de olur.
- Al i , ben bir saate, iki saate de razıyı m . Hayd i , sen iş ba­
şına!
- Alesta (hazmm) beyefend i .
(Sonradan Büyük Mille t Meclisi'nin telgraf ve telefon me-
ı 2s
muru olacak olan) Ali Bey, maniplesini tıkı rdatmaya başlad ı .
Birçok merkezi yoklad ı ysa d a bir ipucu yakalayamad ı . Başla­
yal ı bir saat olmuştu .
Yunus Nadi Bey, bu arada yemeğe çağrı ldı .
Telgrafçı :
- Beyefendi , ded i . Siz buyurun da bulunca ben gelir size
haber veriri m .
E v sahibi Süleyman Ağa, ö n e düşerek onları kocaman
evin geniş sefaları nda dolaşt ı rd ı . Bu, köye göre koskoca bir
konak sayı labilird i . Telgrafçı Ali Bey'in odas ı , evin selam l ı k bö­
lümündeyd i . Alt kata indiler, girdikleri odan ı n ocağ ı nda güzel
bir ateş yan ıyord u , iki yana yerleştirilmiş yer minderleri , onları
dinlenmeye çağ ı rıyor gibiydi. Süleyman Ağa' n ı n getirdiği bul­
gur çorbas ı n ı n tad ı , konukları sarhoş etti . Yunus Nadi Bey, bu­
nun tad ı n ı bütün yaşayışı boyu nca u n utmayacaktı . Yemek bit­
miş, tatl ı ulusal konuşmalarla bilmeden saatler geçmişti .
Telgrafçı Ali Bey'den hala haber yoktu . Sabaha dek bekle­
yemeyeceğinden M ustafa Kemal'e çekilecek bir şeyler yaz ı p
telgrafçıya bı raktı v e yatıp uyudu. Telgrafçıya b ı raktığı yazı
şuydu :
Mustafa Kemal Paşa Hazretlerin e :
- Ankara yolculuğumun ikinci konağ ı Kuşçal ı 'dan zatı
devletlerini selamlamakla şeref duyarı m . Makine baş ı nda ko­
nuşabilmek için akşam yaptığ ı m ı z araştı rma sonuç vermedi.
Sabahleyin yine sürdüreceğiz. Eğer o zamana dek haberleş­
me sağlan ı rsa makine baş ı nda doğrudan doğruya sizinle gö­
rüşmek ben i m için mutluluk olacakt ı r.
Yunus NADİ

Yu nus Nadi Bey, sabahleyin telgraf odas ı na koştu. Telg­


rafçı "Ankara'n ı n Kongresi"ni bütün gece uğraşarak en sonra
bulmuştu . "Hayati" imzasıyla gelen telgraf şöyle diyord u :
- Yunus Nadi Bey geldiği nde haber veriniz, kendisiyle
görüşecek.
1 26
Bütün gece, uykusunu feda ederek M ustafa Kemal'i ara­
yan Telgrafçı Ali Bey, onu en sonra bulabildiğine çocuk gibi se­
viniyord u . Gözlerinde çocuksu bir gurur ı ş ı ğ ı parl ıyordu. He­
nüz geceliği üstündeyd i . Kara şayak paltosuna bürü n müş, is­
kemlesinde oturuyord u . Saçları karmakarışıktı . Yüzü ve gözle­
ri gülerek geceki hikayesini şöyle anlatt ı :
- Telgraf telleri bin yerinden k ı rı l m ı ş . Onu bı rakt ı m öteki­
ni tuttum , onu geçtim öbürünü yakalad ı m . Uğraş bre uğraş ! En
sonra sabaha doğru kongreyi yakalad ı m ve hemen telgrafı n ı ­
zı yazd ı m . B i r d e sonunda:
- Ald ı n ı z m ı söyleyin bana, dedim .
- Aldık, şimdi vereceğiz, azıcık bekl e ! dediler. Ben kendi-
lerine yollar ı n bozuk olduğunu ve bir kere buluşmuşken birbi­
rimizi bir daha yitirmeden arkas ı n ı çabuk getirmekliğimiz ge­
rektiğ i ni anlatt ı m .
- Peki , azı c ı k bekle ! dediler. Son ra makina baş ı na Haya­
ti Bey ad ı nda biri geld i :
- Yunus Nadi Bey, orda m ı ? diye başlad ı .
- Yah u , Yunus Nadi Bey burada ama henüz uykudan
kalkmad ı , m üsaade edi n de gideyim , kendisine haber vereyim ,
dedim.
- Geldiğinde kendisine söyle ki M ustafa Kemal Paşa
onunla konuşacak ve bize haber ver, ded i . Ben de hemen ko­
şarak size gelmeye haz ı rlanı rken işte, siz ç ı kt ı n ı z geldiniz, be­
yefend i .
- Hayd i , öyleyse Ali , b i r daha bul v e geldi diye haber ver.
"Ali , şayak paltosuna daha sıkı sarı narak makineleri n i yine tı­
kı rdatmaya başlad ı . "
Bu s ı rada başka b i r evde konuk olan Erzurum mebusları
da oraya geldiler. H üseyin Avn i , Necati, Necati Bey'i n kardeşi
Necip ve Zihni Beyler, İstanbul'dan dört gün önce ç ı km ışlard ı .
Ağ ı r aksak bir yolculuk yaparak ancak d ü n akşam Kuşçal ı 'ya
gelebilmişlerd i . Yunus Nadi Bey, onlarla konuşmaya dal m ı ştı
ki Telgrafçı Ali Bey, Mustafa Kemal' i n makina başına geldiğ i n i
bildird i . Hepsi kulak kesildi. Sanki paşa karşı ları ndayd ı .
1 27
Mustafa Kemal şöyle diyord u :
Kuşçal ı 'dan Yu nus Nadi Beyefendi 'ye :
- Telgraf ı n ı z ı büyük bir sevinçle okudu m ve İstanbul ber­
zah ı ndan başarıyla kurtuluşunuza son kerte sevindim . Özlem­
le gözlerinizden öperim . Yaln ı z m ı s ı n ı z , yoksa yan ı n ı zda baş­
ka arkadaşlar da var m ı d ı r? Varsa kimlerdir? Bizce gereğine
bakı lacak herhangi bir gereksiniminiz varsa bildirmenizi rica
ederi m.
Mustafa KEMAL

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerin e :


- Sayg ı ları m ı su narı m . Yaln ı z değ i l i m . Buraya d e k İzmit
Mebusu S ı rrı Bey'le beraber geldik. Bu rada Erzurum Mebus­
ları Necati , Zi hni ve H üseyin Avni Bey'i bulduk. Zatı devletle­
rinden ilk ve as ı l dileğimiz, yolun bu ndan son ras ı nda izleyece­
ğimiz tutu mdur. Ankara'ya doğru en güvenli olarak hangi yön­
de ilerlemekliğimiz gerektiğini lütfen emir ve işaret buyu ru rsa­
n ı z bize en büyük yard ı m ı yapmış olursunuz.
- Beraberinizde bulu nan arkadaşları n cümlesine selam
eder ve her biri n i n ayrı ayrı gözleri nden öperim . Necip Bey,
kimdir mebus mudur, nerenin mebusudur?
- Arkadaşlar da sayg ı ları n ı sunarak mübarek ellerin izden
öpüyorlar. Necip Bey, mebus değildir. Erzurum Mebusu Neca­
ti Bey'in kardeşidir. Kardeşi ile Ankara'ya geliyor. Yol üzerinde
uyarmalar ı n ı z ı bekliyoruz.
- İngilizler, hala İzmit bölgesinde bulunuyorlar. Bu yüz­
den yol kon usunda belki bir tutum çizmektense prensip olarak
İzmit'ten uzak geçmeli ve bundan dolayı elden geldiği nce bu
bölgen i n kuzeyinden dolaşman ı n çaresine bakmal ı d ı r. Celalet­
tin Arif Bey ve arkadaşları dün akşam ı Hendek'te geçirdiler.
Belki siz de bu yolda yürüyeceksiniz. Hendek'e geldiğinizde yi­
ne görüşürüz.
- Ben ve arkadaşları m , uyarmaları n ı za teşekkür ediyo­
ruz. Hayvanlar haz ı rlan m ı şt ı r. Hemen yola çı kacağ ı z . Fakat
1 28
beş-altı g ü n sonra Ankara'da karşı karşıya konuşacak olmak­
l ı ğ ı m ıza karş ı n hakları nda o zamana dek sabredemeyeceği m ,
b i r i k i sorun üzerinde şimdiden bilgi sahibi olmak istiyorum .
Müsaade buyurursan ız bildireyim .
- G i riştiğimiz kavgan ı n büyüklüğü su götürmez. Bütün
dünya bize düşmand ı r. Dört yandan kuşat ı l m ışız. Bir telsiz
telgrafa son kerte ihtiyac ı m ı z var. Bu ihtiyaç Ankara'da şimdi­
ye dek göz önüne al ı n m ı ş m ı d ı r?
Önü nde ve sonunda sorunumuz Yu nan cephesinde özet­
lenecektir. Gerçek düşman olarak karş ı m ı zda bugün Yunan l ı ­
lar vard ı r, yar ı n y i n e onlar olacağ ı g i b i . Bundan dolay ı b u cep­
hede gerekli tedbirler al ı n m ı ş m ı d ı r, al ı n ı yor m u ?
Yu nan cephesini g ö z ö n ü n e alman ı n belli başlı bir etkeni
silah ve cephane sağlamak biçiminde olabilir. Bunun için ne
yaptık, ne yapıyoruz ve ne yapmayı düşünüyoruz? Bu nokta­
lar üstüne ayd ı n lanmakl ı ğ ı m ı dileri m .
- Türlü sorunlara değinen yüksek kayg ı ları n ı z ı n pek yurt­
severce olduğu n u anlar ve yad ederi m . Erzurum'daki telsisi­
miz üç g ü nden beri Alman telsizi haberlerini almaya başlamış­
t ı r. Yunan Cephesi, her zaman göz önünde bul u ndurulmakta­
d ı r. Silah ve cephaneyi önemsiyoruz. Zamanı gelince yeterin­
ce silah ve cephanemiz olacaktı r.
- Verdiğiniz bilgi ler, içimizi ferahlattı . Ben ve arkadaşla­
rım yeniden teşekkürler ederiz. Ve başka bir emriniz yoksa he­
men yola çı kmak üzere size veda etmek istiyoruz.
- Yakı nda ellerinizi s ı kmak üzere yine hepinizin gözlerin­
den öper, hepinize güvenli bir yolculuk dileri m .
Konuşma burda bitiyordu. Yunus Nadi Beyler şimdi altı ar­
kadaş olmuştu . Altı at buldu lar. Bunlara altı at sahibi katı l ı nca
on iki kişi oldular.
Büyükçe bir kafi le olarak Kand ı ra'ya doğru yola dizildiler.
Kand ı ra kazas ı n ı n Ağaçl ı köyünü akşama dek tutmaya çal ı şa­
caklard ı . Bi raz ilerdeki bir jandarma karakolu ndan kılavuz ola­
rak bir atl ı jandarma eri ald ılar. Onun izinde bir süre gittiler.
Jandarma, sonra geri dönd ü . Ağaçl ı köyü nden İzmit'e doğru
1 29
ilerliyorlard ı . Bu, kuzeyden güneye doğru bir i nişti ve çok yü­
reklilik isteyen bir kararla ilgiliydi .
Mustafa Kemal , telgrafı nda İzmit'e pek yaklaşmadan ilerle­
melerini sal ı klam ıştı . Yunus Nadi Bey ve arkadaşları , kendilerin­
deki bir haritayı gözden geçirdiklerinde Ağaçlı köyünden daha
kuzeye yükselince geçit vermez Bolu Dağları 'na çarpacakları n ı
anlad ı lar. Ucunda ölüm olunca elbette b u dağlara d a tı rman ı la­
bilirdi. Yalnız bu dağlara varı ncaya dek geçilecek Çerkezlerle
dolu bölge ona hiç de güven vermiyord u . Çerkezlerin oturduğu
bölgelerdeki son kaynaşmalar, ona ta İstanbul'dayken tehlikeli
görünmüştü. Yolda bu tehlike duygusu daha da artm ış, onu ege­
menliği altı na alm ı ştı . Haritaya göre Ankara'ya götüren yolları n
en çetini Bolu Dağları üzerinden geçmekteydi.
Haritada parmağ ı n ı dolaştı ran Yu nus Nadi Bey, Adapaza­
rı üzeri ne basarak:
- S ı rrı Bey, ded i . İşte yol budu r.
S ı rrı Bey de vaktiyle Adapazarı kaymakaml ı ğ ı nda bulundu­
ğundan oradan Ankara'ya uzanan birçok yol olduğunu söyledi.
Yu nus Nadi Bey, en sonra, kesi n düşüncesini açtı :
- Can ı m S ı rrı Bey, bu Adapazarı yolu n u neden bir kez
denemeyeli m ?
- Nas ı l olur b e birader, gidelim de kendi ayağ ı m ızla İngi­
lizlerin kucağ ı na m ı düşeli m ?
- Hay ı r, İ ngilizlerin ne kucaklarına, ne de ellerine düşe­
l i m . Dikkat et, ben sana diyorum ki şu Adapazarı yolunu bir kez
deneyeli m . Buna karar verirsek tabii güvenlik ve dokunulmaz­
l ı ğ ı m ı za ilişkin tedbirleri de al ırız.
- Nadi Bey, kara düş görmektense uyan ı k yatmak hayı r­
l ı d ı r. Biraz geç olsu n , güç olmas ı n .
En sonra Adapazarı yolundan gitmeyi uygun buldular. S ı r­
rı Bey'le araları nda kararlaşt ı rd ı kları gidiş yönünü ertesi sabah
öbü r arkadaşlara da kolayca benimsettiler. İşte, bu karardan
sonrad ı r ki Ağaçlı köyü nden gü neye doğru inmeye başladılar.
Ağaçl ı köyü nde altı yolcu için ancak beş at bulu nabildiğinden
her biri s ı rasıyla yayan gidene atı n ı veriyor, hepsi bir süre at-
1 30
tan inmek zorunda kal ıyor, böylece ağ ı r aksak yol al ıyorlard ı .
Genel bir gidiş yönleri olmakla birlikte kısa erekler için hiçbir
düşünceleri yoktu . Rastgele gidiyorlard ı . Armaşa'ya (Akmeşe­
İzmit) inmeyi bile düşünüyorlard ı . Armaşa (Armaş, Ermeşe,
şimdiki adı Akmeşe -İzmit) ise eskiden bir Ermeni yeriydi, bı­
rakışmadan son ra bütün sağ kalanlar oraya dönmüş olabilir­
lerd i . Son ra İngilizler de o dolaylardayd ı . Bir yandan Pirahmet
dolayları na gidip oradaki Türk köylerinden birinde gecelemeyi
düşünüyorlard ı . Pirahmet'te bir Ermeni ku ruluşu bulunduğun­
dan oraya yanaşamazlarsa da Budaklar, Ambarc ı , Sofular
köylerinden birine konuk olabil i rlerd i . Akşama doğru Pirahmet
bucağ ı n ı n karş ı s ı na düşen Budaklar köyüne doğru ağaçl ı kl ı
b i r yoldan in meye başlad ılar. Yolcular, köyü gören b i r noktaya
gelmişlerdi ki köyden bir kalabal ı ğ ı n kendilerine doğru geldiği­
ni gördüler. Yolcular, bu köylü topluluğunu hakl ı olarak yad ı r­
gad ı lar. Merakla yaklaşan köylülere karş ı ilerlediler. Bunlar, yir­
mi - otuz kişiyd i . Üç mavzerle, sekiz-on av tüfekleriyle gereç­
lenmişti . Geri kalan ı da silahsızd ı .
Yunus Nadi Bey'le arkadaşları , hiç bozuntuya vermeden :
- Selamünaleykü m , dediler ve b u silah l ı karşı laşma ola­
ğan bir şeymiş gibi ald ı rı ş etmeden hem kendi kendilerine,
hem de köylülerle kon uşarak yürüyüşleri n i sürdürdüler. Yunus
Nadi Bey, birisin e :
- Bu köy, Budaklar köyü değil m i ? diye sord u .
- Evet, bu köy Budaklar köyü.
- Şu karş ı ki ?
- Orası Pirahmet.
- Tamam . Öyleyse Armaşa (Akmeşe-İzmit) buraya bir,
bir buçuk saatlik bir uzakl ı kta olacak.
- Öyledir.
- Bu gidişle akşama Armaşa'ya (Akmeşe) varılabilir, de-
ğil m i ?
- Varı l ı r.
Köylü ler, yolcuları n kim olduğu n u anlamaya çal ışıyord u .
Yolcuları n soğukkan l ı l ı ğ ı onları d u rduruyor, herhangi b i r ç ı k ı ş
131
yapmaları n ı önlüyord u . Köye vard ı kları nda bütün hal k ı n orda
soruştu rucu bakı şlarla kendileri n i beklediğini gördüler. Halk,
çay ı rl ı ğ ı n kıyısı ndan geçen yol u n bir yan ı na üst üste y ı ğ ı l m ı ş
onları bekliyor gibiyd i . Yu nus Nadi Bey'le arkadaşları , köylüler­
le konuşmaları n ı kesmeyerek çay ı rlığa vard ı lar. Oradaki halkı
da selamlayarak atları ndan indiler. Orada şöyle ayaküstü bir
mola vermek istediler.
Köylüler, gelip geçici yolcu olarak kabul ettikleri bu yolcu­
ları n korkulacak bir yanları olmad ı ğ ı n ı anlam ış ve yat ı ş m ı ş gi­
biydiler.
Yu nus Nadi Bey, bu kötü karş ı lan ı ş ı n ne demek olduğunu
anlamak için bi raz su istediği silah l ı bir köylüye :
- Yahu , ayı p olmas ı n ama şu köye gelirken silah l ı bir he­
yetle karş ı lan makl ı ğ ı m ı z neden gerekti?
- Hiç beyefendi. Mavzerli gördüğünüz bizler bu köye ko­
rucu yapı l m ı ş kişileriz. Elbette size göre değ i l , fakat ortal ı kta
ne olduğu bel i rsiz işler dönüyor. Onu n için böyle kulağ ı m ız ki­
riştedir; olur olmaz işin bu köye bulaşmaması için işte böyle
dikkatli bulunuyoruz da ondan .
- Ne gibi işler?
- İlkin eşkıya meşkiya gelebiliyor. Baskınlardan maskın-
lardan korkulabilir. Son ra İ ngilizler gelecek, gidecek diyorlar.
Sonra Armaşa (Akmeşe - İzmit) dolaylarına Ermeniler gelebi­
lirler, sonra İstanbul'da işler alm ı ş yürü müş. Biz istiyoruz ki
dünyada ne olursa olsun fakat bu köye bulaşmas ı n .
- İstanbul'da b i r şeyler mi olmuş ded i n ? Üç beş gündür
geziyoruz da haberimiz yok. Acaba ne gibi işler olmuş?
- İngilizler İstanbul'u zapt etmişler. Pek, iyi bilmiyoru m
ama buraya dek işte, on çeşit haberler geld i .
İş anlaş ı l m ı ştı . Demek k i köy kendi baş ı n ı n çaresine bak­
mak üzere tertiplenmişti. Görünüşe göre de su içinde Kuvayı
Milliye düşman ıyd ı lar. Bu yolcuları n kim likleri n i öğrenselerdi
İstanbul hükü metiyle İ ngilizlere hoş görü n mek içi n belki de
hepsini kovalayı p döve döve İstanbul'a götürürlerd i .
Yunus Nadi Bey'in sezdiği anlam bundan başkası değildi.
1 32
Bu köyde konuk olmaya çal ışmak postu vermek demekti . Ufa­
cık bir kuşku hepsini perişan edebilird i . Çayı ra otu rup dinlenen
yolcular bütün köy halk ı n ı n kıyıda y ı ğ ı l m ı ş , yuvarlak gözler,
ası k suratlarla kendilerine baktı kları n ı görüyorlard ı . Yunus Na­
di Bey, onları göstererek:
- Hayd i , bakal ı m . Yürüyelim arkadaşlar, yolcu yolu nda
gerek, dedi.
Yaln ı z işin kötüsü burdan öteye yayan gitmek zorunda ka­
lacaklard ı . Kendilerine buraya dek yoldaşl ı k eden at sahipleri ,
artı k burdan öteye gidemeyeceklerini söylüyorlard ı . Onları güç­
lükle kandı rarak yayan yol tepmekten kurtuldular.
Yol u n kıyısı na dizilmiş halk ı n önünden geçerlerken Yu nus
Nadi Bey, son kez bir laf etmekten kendini alamad ı :
- Bu kadarl ıkmış ne yapal ı m , hoşça kal ı n ! dedi.
Yaln ı z yaşl ı bir adam, o da dudakları n ı n ucuyla:
- Uğurlar olsu n , ama vakit de epey geç oldu. Sanki bu
gece burada da kal ı nabilird i , dedi.
Köyl ü n ü n bu sözüne Yunus Nadi Bey mim koymuştu .
Köyden ç ı ktı klarında ayaküstü onlara şöyle bir dan ıştı :
- Arkadaşlar ne olursa olsun gelin biz bu akşam Arma­
şa'ya (Akmeşe - İzmit) gitmeyelim.
- G itmeyelim de ne yapal ı m ? Köyün durumunu görüyor­
sunuz.
- Dikkat ettiniz mi? İ htiyar herif: "Bu akşam burada kal­
san ız da olur." dedi.
Yolcular, Yu nus Nadi Bey'in düşü ncesine uyarak yine Bu­
daklar'a döndüler. Yal n ı z S ı rrı Bey, Armaşa (Armaş, şimdiki
adı Akmeşe - İzmit) bucak müdürü nde kon u k olmaya gidecek,
buraları n da durumunu yoklam ış olacaktı . O, Armaşa'ya (Ak­
meşe - İzmit) doğru yolunu sürdüre dursun köye dönen kafile­
nin baş ı ndaki Yu nus Nadi Bey eski kalabal ı ğ ı n yerinde kal m ı ş
olan bi rkaç kişiye :
- Demin şurda bir ihtiyar vard ı ki bize : "Gitmeseniz ve bu
akşam burda kalsan ı z da olur!" demişti. Kimdir o? Nereye git­
ti şimdi? diye sordu.
1 33
- Acep hangi ihtiyar?
- Can ı m , mavi cepkenli, abani sarıkl ı , Rumelili kı l ı kl ı ihti-
yar.
- Ha, ha . . . Ömer Ağa olacak. O, evine gitti herhalde.
- Çağ ı r ı n onu bana.
Yine atlardan inerek çay ı ra, otu rdular. Biraz sonra Ömer
Ağa da geldi.
Yu nus Nadi Bey :
- Ömer Ağa, ded i . Sözüne dayanamad ı m , bu akşam kö­
yünüzde kal ıyoruz.
Yunus Nadi Bey, Ömer Ağa'n ı n yüzündeki mimiklere dik­
kat edi nce o sözü salt nezaket olsun diye söylediğini anlad ı .
N e var k i adamcağ ız kabaday ı l ığa pislik sürmemek için d e di­
reniyord u . Ömer Ağa, köyde onlara oda ve yatak verecek hiç­
bir babayiğit bulamayarak en sonra kendi eviyle kardeşinin
evini vermek zorunda kald ı . Yolcular ikiye bölündü. Yu nus Na­
di Bey, Ömer Ağa' n ı n evinde kald ı .
Sonra mu htar d a kahvesiyle geldi. Muhtar hala onlardan
kuşkuland ığ ı n ı duyurur laflar yapıyord u :
- İstanbul işgali aleyhinde çal ışmak isteyen kimi sivri akıl­
lı lar varm ış, hiç bu olur, söker şey midir? diye ağ ız arıyordu.
Onlar, böyle laf atarken saat yirmi üç s ı raları nda bir jan­
darma eri geldi. Yu nus Nadi Bey'e, Armaşa'ya (Akmeşe İz­ -

mit) giden S ı rrı Bey'den bir mektup getirdi. Mektup, arkadaşla­


rı n bu köydeki durumunu ku rtarmak için yaz ı l m ışa benziyordu.
Yu nus Nadi Bey'e:
- Size ve öbür arkadaşlara müjdeleri m . Mübarek Kuvayı
Milliyemiz İ ngilizleri tepelemiş ve İzmir'i geri al m ıştı r. Düşman
bozguna uğram ıştı r. Vatan bizimdir. Art ı k onun üzerinde rahat­
ça gezmekliğimize hiçbir engel kalmam ı şt ı r.
Bu rada zafer şenliği yap ı l ı yor. Bucak müdürü bey, şerefi­
nize güzel bir şölen hazı rlamaya uğraş ıyor. Şimdi, buyu rman ı ­
zı diliyor. Gözlerimiz yollardad ı r. Çabuk g e l i n kardeşleri m .
Sırrı
1 34
Bu mektubun dediği yalan değ i l , yan l ı ştı . Ali Fuat Paşa İ n ­
gilizlere yirmi dört saat içinde Eskişehir bölgesini Geyve Boğa­
z ı 'na dek boşaltı p gitmeleri için bir kesin uyarı vermiş. İ ngiliz­
ler de pabucun pahal ı olduğunu anlayarak bütün bu bölgeyi
Kuvayı Milliyecilerin silah ı na b ı rakı p çekilmişti. Şu sı rada Ku­
vayı Milliyecilerin kalpakları Geyve Boğaz ı ' nda bir d uvar gibi
yükseliyord u .
Mektup okunu nca muhtar ı n gözleri fal taşı g i b i açı l m ıştı .
Baltayı taşa vurduğunu anl ıyord u .
Yu nus Nadi Bey, b i r baskı n yapmaktan kendini alamad ı :
- Şimdi, anlad ı n m ı muhtar efendi?
Şimdiye dek belki kendini çok akı l l ı sanan mu htar, gerçek­
ten şaşkı n l ı k içi ndeyd i . Yunus Nadi Bey, geceyi burada geçi re­
cekleri n i , yar ı n sabah belli bir yerde birleşerek ilerleyebilecek­
leri n i yazarak jandarmaya verd i . S ı rrı Bey'le birleşecekleri yer
Armaşa'n ı n (Akmeşe-İzmit) Adapazarı 'na doğru uzanan bölü­
mündeki Değirmenönü'yd ü .
G e ç vakit yorgun arg ı n yatağa uzanan Yu nus Nadi Bey,
gövdesinde bitleri n yürümeye başlad ı ğ ı n ı anlayarak tedirg i n
oldu . B i t kara düşüyle boğuşarak sabah ı z o r etti .
E rtesi sabah Ömer Ağa zarif yap ı l ı , kenarları işlemeli , in­
ce ve uzu n , adeta narin arabas ı n a ak öküzleri koştu . Buralar ı n
dağ köylerindeki Tü rkler, çoğunlukla Rumeli'den gelme göç­
menlerd i . Hepsi de Rumeli geleneklerini bu rada sürdürmeye
çal ı ş ı yord u . S ı rrı Bey'i Değirmenönü'nde bulamad ı l ar. O, daha
öteki Ahı rlar köyünde onları bekliyord u . Armaşa (Akmeşe) bu­
cak müdürü de oradayd ı . Bir Türk köyünde birer kahve içerek
yine yola düştü ler. Akşama Adapazarı 'na girilebileceği san ı l ı ­
yord u . B u , bucak müdürünün düşü ncesiyd i . İlerde bir Çerkez
köyü vard ı . Kendisinin pek iki tan ı d ı ğ ı bir dağ evinde bu gece­
yi geçirebil irlerd i . Böyle olu nca Ada'ya ertesi gün daha rahat
varabilirlerdi. Yolculara art ı k güven gelm işti . Ne var ki bucak
müdürü n ü n söylediği köydeki ağan ı n evine gece yarısı ndan
sonra vard ı kları nda buz gibi soğu k Çerkez yüzleriyle karş ı la­
şı nca bir hoş oldular. Bir Gürcü olan ve bir Çerkez kızıyla evli
1 35
bulunan bucak müdürü , bütün Çerkezlerle akraba gibiyse de
Kuvayı Milliye düşman ı olan bu adamlara bu akrabal ı ğ ı n sal ı k­
lad ı ğ ı konukseverlik vız geliyordu. Bucak müdürü n ü n tan ıdığı
Çerkez, onları n nerden gelip nereye gittiğini hemen anlam ış
ve domuzuna bir yüz takı n m ı ştı . Yolcu lar, bu köyde ancak aya­
küstü bir mola verdikten sonra yine yola düşmek üzere dav­
rand ılar. Yaln ı z bu radan arabaya da binek bul mak gerekiyor­
du. Budaklar köylüleri burdan öteye gitmiyord u . Ev sahibi , yol­
cuları n gece yarı sı yola çı kacakları n ı anlayı nca çok sevinir gö­
ründü . Hemen onlara bir öküz arabası haz ı rlad ı . Nahiye mü­
dürünü kendi h ı s ı m ı na bı rakarak ağaçlar içine gömülmüş sulu
ovan ı n içine dald ı lar. Geç vakit Adapazarı 'na vard ılar. Şehrin
kenarı nda arabadan indiler. Ellerinde çantalar ve bohçalar Sa­
karya Oteli'ne gittiler. Temiz yemekler ve yataklar, bol su, bir­
kaç günlük çileden son ra yolculara cennet gibi geld i .
Yunus Nadi Bey'le arkadaşları daha Adapazarı 'na i n e r i n ­
mez birkaç tan ıdığa rastlam ışlard ı . Bunlar daha çok S ı rrı Bey'i n
eski İttihatçı arkadaşlarıyd ı . Şimdi d e buran ı n Kuvayı Milliye,
Müdafaayı Hukuk Örgütü nde çal ışıyorlard ı . Bu Müdafaayı Hu­
kukçular için bile buras ı yüzde yüz güvenilir bir yer değildi . Mü­
dafaayı Hukukçu lar, onlara buraları n ve Kuvayı Milliye'nin du­
rumu üstüne bilgi verirken, yerin kulağ ı vard ı r, sözünü doğrular
gibi fısıltı ile konuşuyorlard ı . Ali Fuat Paşa kuvvetlerinin Geyve
Boğazı 'na dek sokulması , bu rdaki padişahçı yığı nları sindirmiş
gibiydi. Yu nus Nadi Bey, Geyve kaymakaml ı ğ ı na telgraf çeke­
rek Ada'da bulundukları n ı bildirdi. Yarı n Geyve Boğazı 'na yolla­
nacaklard ı . Oradan daha ileriye gitmek üzere ne gibi araçlar
bulabileceklerini sordu. Yu nus Nadi Bey ve arkadaşları , kestir­
meden doğru Adapazarı 'na indiklerinde hemen Kuvayı Milli­
ye'nin kolları arasına düşmüşlerdi. İstanbul'dan , onlardan önce
yola çıkan Celaletti n Arif Bey grubuyla Halide Edip Han ı m gru­
bu , şimdi Hendek-Düzce yolları nda bul u nuyordu. Çok çetin bir
yolculuk yapmaktayd ı lar. Yunus Nadi Bey, Adapazarı 'ndaki yer­
li arkadaşları ndan ald ı ğ ı bu haberi de Geyve kaymakam ı na bil­
dirdi. Sonra hep birlikte Adapazarı l ı Kuvayı Milliyeci arkadaşla-
1 36
ra yar ı n Geyve Boğaz ı 'na dek kendilerini götü recek bir-iki araç
bulmaları n ı söyleyerek temiz yataklara uzandı lar.
Sabahleyin Adapazarı l ı arkadaşlarla birlikte Adapazarı
Kaymakamı Tahir Bey de otele geldi. Oysa gece geldiklerinde
onu evinde aram ış, bulamam ışlard ı . Geyve kaymakam ı , Yu­
nus Nadi Bey'in telgrafı na karş ı l ı k olarak Adapazarı kayma­
kam l ı ğ ı na telgraf çekmişti. Geyve Boğaz ı ' ndan öteye gitmek
için oto drezinler bulunduğunu bildiriyord u . Geyve kaymakam ı ,
Celalettin Arif Bey grubuyla Halide Edip Han ı m ' ı n grubu nun iz­
lediği yolu da sormaktayd ı .
Yunus Nadi Bey'le arkadaşları , kuşlu k vakti çift atları n
çektiği üstü tenteli yaylı arabalara binerek Geyve Boğaz ı 'na
yolland ı lar. Yağmur hayvanları n s ı rt ı n ı ve arabaları n kara ten­
tesini h ı ş ı mla kamçı layı p duruyord u . Yolcular, arabadan i ndik­
lerinde kendilerini gerçek Türk Meh metçiklerin i n , Kuvayı Milli­
ye askerleri nin arası nda buldular. Yu nus Nadi, büyük bir şaş­
k ı n l ı k içindeyd i . Yüreği tatl ı bir heyecanla çarpıyord u .
- Hayret ! Bizim asker! dedi.
Hem de bu raya pek yeni geldikleri anlaş ı l ı yordu. Ateşler
yakı l ı yor, çad ı rlar kuruluyor, telefon tertibatı yapı lıyor, bir yan­
dan da bütü n bu hay ı rl ı ve iyi işleri bozmak istercesine tufan
gibi bir yağmur yağ ıyor, askercikleri n , subaylar ı n üstlerinden ,
başları ndan seller gidiyordu. Yu nus Nadi Bey'le arkadaşları
hemen karargaha al ı nd ı lar. Burası bayağ ı evlerden biriydi.
Ocağ ı gürül gürül yan ıyordu. Telefonu da çal ı şıyord u . Asker­
cikler çabucak çay yaptı lar.
Karargah kumandan ı :
- Geldiği nizi haber vereyim bari ! diyerek telefonla konuş­
maya başlad ı .
Yunus Nadi Bey'le arkadaşları n ı n geldiğini Geyve'ye bil­
dirdi. F ı rtına ve sağanak, telefon konuşmas ı na epeyce azizlik­
ler ettiyse de yine amaç sağland ı .
İki saat sonra Geyve Kaymakamı Hamdi Nam ı k Bey çı ka­
geld i . Yu nus Nadi Bey baktı ! "Kıyafetine bakı l ı nca bu kayma­
kam değ i l , sanki dişlerine dek silahl ı bir çeteciydi . Ayakta do-
1 37
!aklar ı , külot pantolon , çapraz iki s ı ra fişeklik, bir mavzer filin­
tas ı , yan ı ndan kabarı p taşan tabancası vard ı . "
Kuvayı Milliyeci Kaymakam Hamdi Nam ı k Bey, kendisine
Merih 'ten gelmiş garip bir yaratığa bakar gibi dal m ı ş olan Yu­
nus Nadi Bey'e yaklaştı :
- Beni tan ı mad ı n ız galiba? diye sord u .
- Tan ı yamad ı m !
- Can ı m , Menteşe tahrirat müdürlüğ ü nden geldiğimde
sizi "Yeni Gün " matbaası nda bir iki kere ziyaret etmemiş m iy­
dim? Hatta birader beyden mektup getirerek . . .
O zaman hemen tan ı d ı . N e var k i o Hamdi Bey başka, bu
başkayd ı . Son ra yedi-sekiz yolcu , köprü n ü n ötesinde, raylar
üzerinde bekleyen üç küçük oto drezine bölü nerek bindi . As­
kercikler, drezinlerin makinesi ni bütü n güçleriyle çal ıştı rarak
yolcuları ilginç bir yolculuğa başlattı lar. Demiryolu , Sakarya kı­
yısı n ı izliyord u . Yağan bol yağmurlarla kabaran Sakarya ı rma­
ğ ı , sapsarı çamu r gibi akıyordu. Her iki yandan yükselen dağ­
ların tepeleri sisler, du manlar içindeydi. istanbul'dan bu yana
altı günlük tehl ikeli bir yolculuk yapan mebuslar, şimd i , kendi­
leri gibi düşünen insanlar ı n toprakları üzerinden ve onları n ku­
cağ ı na doğru , güvenle, sevgiyle, sevinçle ilerliyorlard ı . Asker­
ler yorulunca drezin makinesinin baş ı na kendileri geçiyor, yo­
ruluncaya dek kola bası yorlard ı .
Ü ç drezin, ikindiüstü Geyve istasyonuna vard ı ğ ı nda 24.
Tümen Kumandan ı Yarbay Mahmut Bey'i , uzu n , levent gövde­
si, kahraman yüzü , yeşil , güzel gözleriyle orada dikilmiş ken­
dilerini bekler buldular. Onlar, drezinlerden inerken yağmur,
korkunç bir biçim alarak h ı zland ı , gök g ü rü ltüleri ve şimşekler
de onun korkunçluğ u n u arttı rarak sürüp gidiyord u . Yolcular,
hemen kendilerini içinde ateş yanan bir vagona attı lar. Bu yük
vagon u , içinde sandalyeler bulu nan güzel bir sığı naktı . Yarısı
kesik bir gaz tenekesi içinde odu n ateşi yan ıyor, duman yarı
açı k kapı lardan ç ı k ı p gidiyordu. Yarbay Mahmut Bey, konukla­
rı n ı oturttu ktan sonra kendisi de bir tahta sandalyeye otu rdu.
Ateşi n bir kenarı nda bir çaydanl ı k fokurduyord u . Demlikten ne­
fis bir çay kokusu geliyord u .
1 38
S ıcakkanl ı bir asker olan Mahmut Bey:
- Çocuklar çay sıcak, ne güzel ! ded i .
Sonra yolculuk üstüne bilgi almak istedi . Yunus Nadi Bey,
özet olarak anlatt ı . Yunus Nadi Bey'le Mahmut Bey, uzaktan
tan ışıyord u . Uzun yıllard ı r İskenderu n , Antalya ve Halep böl­
gelerinde bulu nan büyük kardeşiyle Mahmut Bey tan ışmıştı .
O, birçok mektubu nda hep Mahmut Bey'i n erdemlerinden söz
edip duru rd u .
Mahmut Bey :
- Lütfetmiş olduğu n uz kartvizitlerin ağ ızdan teşekkürü nü
yerine getirmek bak nerede nasip olacakm ı ş ! ded i .
Yunus Nadi Bey'in İstanbu l'dan yapt ı r ı p gönderdiği kartvi­
zitleri anlatmak istiyordu.
Yu nus Nadi Bey, Geyve Boğaz ı ' ndayken Kaymakam
Hamdi Nam ı k Bey'den Mebus Yusuf Kemal Bey ve bi rkaç ar­
kadaş ı n ı n Geyve'de olduğunu öğrenmişti .
B u n u anan Yunus Nadi Bey, Mahmut Bey'e:
- Yahu bizim mebus arkadaşlar bu rada imiş, nerede on­
lar, hiç sesleri sedaları çıktığı yok ! ded i .
- Buradad ı rlar, otelde olacaklar.
Bu kaçamakl ı bir yan ıtt ı . Yunus Nadi Bey, bunu yad ı rgad ı .
Sonra Mahmut Bey, hemen sözü değiştirmeye çal ıştı :
- Yolda İ ngiliz mingiliz görmed iniz m i ?
- Yok, yaln ı z işittik k i b i r hayli İngiliz, hatta vagonları n
üzerlerine dahi dolarak trenle ve palas pandı ras geçip gitmişler.
Bu olay bir noktada işimize bile yarad ı . Armaşa (Akmeşe) do­
layları nda, galiba bundan dolayı Kuvayı Milliye'nin İzmit'i geri
alm ı ş olduğu kesin bir biçimde yay ı l m ı şt ı . "Mahmut Bey, hiç yü­
zünden eksilmeyen gülümsemesiyle tatlı tatl ı gülüyordu."
Birinci çaylar içilmiş, herkes ı s ı n maya başlam ışt ı . Mahmut
Bey, bu kez konukları na kahve pişirtti .
Kahveler içilirken Mahmut Bey, İ ngilizlerin gidişini şöylece
anlattı :
- Eskişehir'de İ ngilizlerle çok garip bir mücadele geçirdik.
Ali Fuat Paşa'n ı n aldığı türlü tertibat içinde en sonra bir gün ke-
1 39
sin olarak davranmak gerekti. Bu tertibatın ruh u , Eskişehir'in
halkıyla beraber dolaylarda dolaştırı lan Kuvayı Milliyeci birlik idi .
Durumumuzu çok güçl ü , İngilizlerin durumunu da çok güç gös­
termek, bu tertibatın ruhunu meydana getiriyordu. Ne var ki işin
göstermeliği ve doğrusu bu olmakla beraber gerekince vuruş­
makta sakı n ı lması elde olmayan bir zorunluluk olabilirdi. Nite­
kim o kesin günde kıl gibi bir ayrımla bu durum meydana geldi.
Talimat ve tertibat sonucu olarak Eskişehir'de kaynaşma görü­
nüşü vard ı . Dolaylardaki tertibatımız da İ ngilizlere olağanüstü­
lükler duygusu veren bilinmez davran ışlar gibi görünüyordu.
Bu sı rada İ ngiliz karargah ı nda ne sayıda mekkare (at, katır,
deve vb. gibi taşıma işlerinde kullanılan yük hayvanı) varsa bi­
zimkilerce yularları çözülerek sal ıverilmişti. Yüzlerce katır kıç
atarak türlü yönlerde koşuyordu. Görünüş savaş başlangıcı gibi
bir şeydi. Kesin karar almak ve kesin yürümek gerekti . Şimdi se­
ğirterek karşıdaki tepeyi tutmak gerekiyordu. Onu biz tutmazsak
belki İ ngilizler tutarlard ı . Elime geçen beş-on askerle tepeye
koştum . Ne doğru yapm ı ş ı m . İngilizler de öbür yandan oraya
koşmuşlar. Tepeye biz çıktık, onlar çıktılar. Tüfekler birbirimize
doğrultulmuş, karşı karşıya ve sanki kucak kucağa; ne onlar, ne
de biz soluk alamayacak kadar heyecanlı bir an geçirdik. İşin
şakaya gelir yan ı yoktu . Ne olacaksa olacakt ı . Durumun ağ ı rlı­
ğını gören İngilizler yavaş yavaş gerilediler ve tepe elimizde kal­
d ı . Ne var ki İ ngiliz karargah ı nda korkunç bir telaş ı n hüküm sür­
meye başladığı görülüyordu. Çok geçmeden İngiliz kumandan ı­
nın görüşmek istediğinden haberdar edildik ve gittik, görüştük.
Telaş ve öfkeden herifin yüzü gözü birbirine karışmıştı :
- Bu davranışta bize karşı hakaret var ve suikast var, de­
mek istiyord u . Biz durumun bundan daha ağ ı r olduğu n u anlat­
tık. Daha çok telaş etti.
En sonra alayı ile ve hemen Eskişehir'i b ı rakı p gideceğini
söyledi ve bu davra n ı ş ı na karşı kendisin i n hiç tedirgin edilme­
yeceğine ilişkin olarak bizden söz istedi. Bunu kısa bir proto­
kola bağlad ı k. Biz tren ve maki nelerin i n böylece elimizden çık­
mas ı na asla razı olmak istemiyorduk. Namusu üzerine söz
1 40
verdi ki gider gitmez onları olduğu gibi ve bütünüyle geri vere­
cekti . Eskişehi r'den giden İngilizler, yolda kendileri ne göre da­
ha güvenli bulacakları bir yerde tutun maya çal ışmas ı n lar diye
kendileri ni hafif atl ı güçleriyle uzaktan izlettik ve gözaltı nda bu­
lundurduk. Böylelikle defolup gittiler, ama giderken en önemli
köprü leri atm ı şlard ı r, yolda göreceksiniz. Mebuslar, Mahmut
Bey'in anlattı kları n ı heyecanla dinlediler. Yu nus Nadi Bey :
- Ya iş, gerçek bir savaşa varsayd ı , diye sord u .
- Olabil i rd i . An gelmişti k i artık, ilerisin i gerisini düşüne-
mezdik. Savaş ve iş olacağ ı na varırd ı .
- Ben b u davay ı işte b u azi m v e kararı n çözümlemiş ol­
duğunu görüyorum .
- Ona ne şüphe. Bu ndan sonras ı n ı d a hep onunla çö­
züm leyeceğiz. Görecekler, Nadi Bey !
Yağmur dinmişti . Yalnız, ayd ı n l ı k bir çisenti başlam ı şt ı .
Kendileri n i duman l ı vagondan d ı şarı attı lar.
Yunus Nadi Bey :
- Nereye gideceğiz, ded i . Şu bizim Öğütçü Kurulu me­
buslar ı n ı bir görsek.
- Adam sen de görürüz, hele biraz da şu bizim daireye
uğrayal ı m ; bir kahve de orda içeriz.
Yarbay Mahmut Bey'i n , istasyon yapısı nda karargah ola­
rak yerleştiği odaya gittiler. İkisi baş başayd ı .
Yunus Nadi Bey, biraz d a gazetecilikten gelen ilgisini din­
dirmek üzere soru lar hazı rlam ışt ı . Bütün bu işler bir plana gö­
re mi yap ı l ı yord u , yoksa bir serüvenin içinde mi bocalan ıyor­
du? Yu nus Nadi Bey'in sorduğu böyle bir soruyu Mahmut Bey
şöyle yanıtlad ı :
- Vallah i , Nadi Bey, b u i ş millet işidir. Tertibat ı m ı z ı n şim­
diki derecesi , yabancı bir askerin i ncelemesine b ı rakı lsa belki
alayla karş ı lan ı r. Ne var ki bize göre öyle değ i l . Bu ulustan ol­
mayan herhangi bir mütehassı s (uzman) askerin , asker say­
mayacağ ı en zavall ı bir erim bile beni m gözümde çok büyük
değer taşı r. Sonra ulusal varl ı k gibi haks ı z yere ayaklar altına
al ı n mak istenilen çok kutsal bir halkı n koru nması uğruna dav-
141
ran m ı ş ı z . Böyle bir davan ı n yürümemesi düşü nülemez. Hem
görünürde tertibat ı m ı z yok gibi olsa da ortaya büyük ordular
çı karacak yüksek başları m ı z var. Başka hiçbirinden söz etme­
mek için işte Ankara'da Mustafa Kemal Paşa.
- Bütü n bu h ikaye ettiğimiz son davranışlarda kendisinin
de ilgisi var m ı ?
- Nasıl yok. Bütün b u davran ışlar temelde onun bilgi ve
buyruğu ile yap ı l ı yor. Onun olur dediği şey taş çatlasa olur. Çok
büyük asker, çok büyük kumandan ve çok büyük i nsand ı r, Nadi
Bey. Her gün kendisine rapor verir ve her gün kendisinden ha­
ber al ırım. Cevapları n ı n her sözcüğü , bir ders ve bir güçtür.
- Yeniden ordu örgütlenmesi için tertibat ve girişimler
başlad ı m ı ?
- Oras ı n ı onlar bili rler. Fakat şurası doğrudu r k i yurdun
kurtuluşuna i lişkin tertibat ve örgütlemeler h ı zla ve kolayca
olacakt ı r. Buna yal n ı z başına Mustafa Kemal'in kişi liği kefildir,
denilse yan l ı ş olmaz. Oysa bu işte ona yard ı mcı olacak güçlü
kişilerimiz var. Örneğ i n , son olaylar ı n baş ı nda çal ışan Ali Fuat
Paşa da değerli kumandan ları m ı zdand ı r. Benim gibileri hesa­
ba katmıyorum . Fakat büyük davada herkes hatta en zavall ı
kişi bile düşen görevi yapacaktı r.
- Ali Fuat Paşa nerde?
- O, Eskişehir serüveninden sonra Ankara'ya dönd ü .
- Şimd i , Ankara Temsil Heyeti'nde paşa ile kimler çal ı ş ı -
yor?
- Oradaki arkadaşları n hepsi, fakat siz, çabuk gidin de
şu meclisi Ankara'da kurun bakal ı m .
- Ne yaz ı k, Mahmut Bey, İstanbul Meclis-i Mebusan ı ' n ı n
büyük çoğunluğu c ı l k ç ı ktı . Onlar, gelmiyorlar. Biz, gidenlerse
çok azı n l ı kta kalacağ ız.
- Can ı m , ne azı n l ı ğ ı ? Mustafa Kemal Paşa, Temsil He­
yeti ad ı na bütün ulusal bildiri yay ı nlayarak istanbul'dan gelebi­
leceklerle bi rleşerek bir meclis kurulmas ı n ı ve bunun için de
yeniden seçi m yap ı l mas ı n ı buyurdu. Bu seçim de şimdi her
yerde yap ı l ı yor. Bundan haberiniz yok m u ?
1 42
Bu ndan Yunus Nadi Bey'in gerçekten haberi yoktu . Mah­
mut Bey :
- Seçim her yanda ilgiyle, önemle ve h ı zla yap ı l ı yor. Bu
gidişle bir aya varmaz Ankara'da meclis toplan ı r. Ve o zaman
siz efendilerimiz artık kararlar vererek bizim orduları örgütler,
kurars ı n ı z .
Mahmut Bey, gülerek sözlerine şunları kattı :
- Bizimki ne olacak, derme çatma şeyler. Bununla bera­
ber öyle söylediğime bakma, sayı ları n ı da sorma. Bu radakile­
re yar ı n sizin önü nüze bir geçit resmi yaptı rayı m da gör. Her
birinin yüreğinde bir aslan yatar vallah i .
E n sonra Yu nus Nadi Bey, Adapazarı bölgesindeki Çerkez
toplulukları n ı n bir tehlike taşıyıp taş ı mad ı ğ ı n ı sord u .
Öbü rü :
- Nadi Bey, böyle şey olamaz, olsa bile onları saf d ı ş ı et­
meye tek baş ı n a yal n ı z ben yeterim .
(Bu konuşmadan on beş-yirmi gün sonra kahraman asker
Mahmut Bey, ayaklanmış Çerkez ve Türk köylüleri kalabalığı­
nı tek başına saf dışı etmeye çalışırken şehit edilecektir.)
Yunus Nadi, karargahtan kalkarak kahvelere doğru gitti . İs­
tanbul hükü metinin Anadolu'ya gönderdiği öğütçü mebuslar ku­
rul u , orda oturuyordu. Yu nus Nadi Bey'in anlad ı ğ ı na göre Mah­
mut Bey, kendisini karargahta bilerek biraz çokça oyalam ıştı .
Yusuf Kemal , R ı za Nur, Abdullah Azmi ve Konya Mebusu Veh­
bi Beyler. Yunus Nadi Bey'i görünce bir sürprizle karşı laşmış gi­
bi olarak yerlerinden fı rlad ı lar. Koşup Yunus Nadi Bey'i kucak­
lamak ister gibi bir durum takı ndı lar. El sıkışıp oturdular.
Yusuf Kemal Bey :
- Altı -yedi gün önce sabahleyin erken Çamlıca'ya ç ı kan
ve h ızla giden bir araban ı n içinde seni sezer gibi oldum, ded i .
- B e n de seni benzer biçimde aşağ ı i n e n b i r arabada se­
zer gibi olmuştu m .
Gerçekten d e Yu nus Nadi Bey, 1 920 Martı ' n ı n 2 1 'inci gü­
nü Abdullah Ağa' n ı n arabasıyla Çam l ı ca'ya doğru çı karken gö­
rünmesiyle geçmesi bir olan bir arabada Yusuf Kemal Bey'in
1 43
hayalini seçer gibi olmuştu. Yunus Nadi Bey, bu öğütçüler ku­
rulunun İstanbul'da İngilizlerce düzenlendiğini biliyordu. Onlar,
rahat rahat tren kompart ı man ına kurularak gelmişler, kendile­
riyse her an bir ölümle karş ı laşmak tehlikesiyle savaşarak di­
rimleri pahas ı na buraya dek gelebilmişlerd i . Bu öğütçüler ku­
rul u , sözüm ona Ankara'ya gidecek, Mustafa Kemal'e yumu­
şakl ı k ve anlayış aşı l amaya çal ışacaklard ı . İstanbul'da bu işi
öğrenen bütün kendini bilir mebuslar onlara kızmışlar, köpür­
müşlerdi. Onlar yine de bu görevle buraya dek gelmişlerd i . İn­
gilizlerin denetimindeki özel bir trenle İzmit'e dek götürülmüş­
ler, ordan da Adapazarı'na ulaştı r ı l m ı şlard ı . Trende bulunan
Hintli askerleri n , daha içerilere gitmekten ödleri kopuyor, elleri
tetikte, gözleri çanağ ı ndan çıkmış olarak korku içinde çevrele­
rine bakıyorlard ı . Öğütçüler Kurulunu Lefke Köprüsü'ne götür­
mekle görevli H i ntliler, Geyve Boğaz ı 'na dek bile götürmek yü­
rekliliği göstermeyerek Adile köyü adl ı bir Çerkez köyü n ü n do­
layları nda karlar içine bı rakıvermişlerd i . Geyve, ilkin İzmit mu­
tasarrıfl ı ğ ı na, sonra da yolda İ ngiliz Kumandan ı na, eğer Gey­
ve Boğaz ı 'na yaklaşı rlarsa üzerlerine ateş açı l acağ ı n ı bildir­
mişti . Yarı yolda b ı rakı l ı veren Öğütçüler Kurulu güç durumlar­
la karş ı laş ı p soyulmak tehlikesi de atlattı ktan sonra Geyve'ye
gelebilmişti .
Yunus Nadi Bey'le Öğütçüler, akşam yemeğini istasyonun
kahvesinde birlikte yediler.
Bir aral ı k Yunus Nadi Bey'in yan ı n a düşen Yusuf Kemal
Bey :
- Ömrümde bu kadar üzüldüğü m ü hiç bilmiyoru m , dedi.
- Geçmiş olsun , ne oldu?
- A ! Haberin yok mu? Ayol , biz üç g ü ndür burada adama-
k ı l l ı tutuklu işlemi görüyorduk.
Durum anlaş ı l ı yord u . Öğütçüler Geyve'ye geldiklerinde
çok soğuk karş ı lanm ı şlard ı .
Onlara:
- Ankara'n ı n öğüte filan ihtiyacı olacağ ı n ı bilmiyoruz, he­
le durun bakal ı m ! demişlerdi.
1 44
Bunlara ilerisi kapal ı olduğu gibi gerisi de kapal ıyd ı . Yunus
Nadi Bey, Yusuf Kemal Bey'i n üzüntüsünü azaltmak üzere
şöyle konuştu :
- Bu duru mdan üzülmek değil, tersine çok sevinmek ge­
rekir. Demek ki Ankara'da ve Anadolu'da bu denli uyan ı kl ı k ve
sinirlilik vard ı r. Bu ise çok hay ı rl ı bir alamettir.
Yunus Nadi Bey grubu bir iki gün daha Geyve'de kal ı p Ha­
lide Edip Han ı m grubunu bekleyecekti. Telgraf araştı rması so­
nucunda Düzce'de bulunmuşlard ı . Surdan hep birlikte Anka­
ra'ya gideceklerdi. Trenle gidilecekti. Öğütçü mebuslar da onla­
rın yan ı s ı ra Ankara'ya gidebilmek fı rsatı n ı bulmuş olacaklardı .
Yunus Nadi Bey, o gece kara düşsüz bir uyku çekerek sa­
bahleyin uyandığında pencerelerden içeri bol bir aydınlık girdiği­
ni gördü. Otelden sokağa çıktığı nda bir bahar havası güzelliğinin
herkesi evlerden dışarı attığı n ı gördü. Millet, kahvelerin dışına
atı lan iskemlelere kurulmuş, çay-kahve içiyor, dünkü korkunç ha­
vayı unutmaya çalışır görünüyordu. Geyve Kaymakamı Nam ı k
Bey, yanı ndaki birkaç kişiyle b i r halka çevirmiş konuşuyordu. Yu­
nus Nadi Bey'le arkadaşları doğruca oraya gittiler. Nam ı k Bey,
onları mebuslara tan ıttı . Onlar salt mebusları görmek isteğiyle
gelmişlerdi. Hem kasabanı n ileri gelenleri , hem de Kuvayı Milli­
yeciydiler. İstanbul'a yıldı rı mlar yağdı rarak konuşuyorlard ı .
İçlerinden Hafız Fuat :
- O , orada İ ngilizlerle yaşaya dursu n . Biz, milletçe Anka­
ra'da yeni hükü metimizi kural ı m , o zaman görsü n , dedi.
Geyve, Geyveliler, İzmit livas ı n ı n bütü n kazaları içinde
Kuvayı Milliyeci olarak tek baş ı na bir p ı rlanta gibi parl ıyord u .
Oysa hemşehrilerin i n çoğ u nluğu da Rum'du .
Yunus Nadi Bey, Yarbay Mahmut Bey'i n bugü n askerleri­
ne bir geçit resmi yaptı racağ ı vaadini and ı . Ortada öyle pek
çok asker göründüğü yoktu . Nerdeydi onun Kuvayı Milliyeci
askerleri? İ ng ilizleri kovalayan o kah raman Mehmetçikler ner­
deyd i ? Şöyle gözü dolduracak saf saf askerler görünürlerde
yoktu. Biraz sonra Yarbay Mah m ut Bey'i gördü ve bu şaşkı n l ı ­
ğ ı n ı ona da açı klad ı :
1 45
- Yahu her biri n i n yüreğinde arslan yatan askerleriniz
nerde? Ortalı kta asker diye çokluk bir şey görmüyoru m , ded i .
Mahmut Bey güldü :
- Evet, öyledir. Şimdi onlar göze görün medikleri halde ha
deyince meydana çı karlar. Onlar, ad ı üstünde Kuvayı Milliye­
cidir. Size dün geçit resminden söz etmiştim . Oysa yarı n sa­
bah erken kuvvetimle i leri gitmeye karar verd im. Yola çıktığ ı ­
m ı zda görü rsünüz artık.
Ertesi g ü n Yu nus Nadi Bey'le arkadaşları , bütün yolculuk­
ları nda gördükleri en heyecanl ı bir görü nüşle karş ı laştı lar.
Mahmut Bey'in Kuvayı Milliyesini hem haz ı rl ı k, hem de yürü­
yüş duru m u nda gözleri yaşararak seyrettiler. Sabahleyin karşı
dağdan doğan güneşle birlikte Kuvayı Milliyeciler de sökün et­
meye başlam ıştı . Cepkenlerinin kolları havada uçan , abani sa­
rıkl ı , yemenili, yamç ı l ı (yağmurluk) atl ılar, yerden biter gibi çı­
kıp geliyor, sı raya gi riyord u . Sanki gökten ı ş ı k, yerden kuvvet
fışkı rıyord u . Bunlar, yaşıt insanlar da değildi . On sekiz yaşı n­
dan yetmiş yaş ı na dek insan vard ı . Hele atı n ı n üstü nde bir
heykel gibi dimdik d u ran kır sakall ı bir savaşçıyı Yunus Nadi
Bey bütün yaşay ı ş ı boyunca unutmayacaktı . Atları n kuyrukları
bükü lerek bağlan m ı ştı . Hayvanlar, yerlerinde duram ıyor, kişni­
yor, yolculuğun heyecan ı n ı duydukları anlaş ı l ı yord u . Geyve is­
tasyonunun küçük meydan ı ndan taşan bu Kuvayı Milliye atl ı ­
ları , Yu nus Nadi Bey'in gözü ne b i r mahşer kalabal ı ğ ı g i b i gö­
rünüyord u . Daha çok onun gönülden isteği buydu. Bunlar,
mahşer kalabal ı ğ ı ndaki atl ı ları n yapacağ ı işleri de yapmak gü­
cü ndeydiler. Hayvanları n gereçleri de türlü türlüyd ü . Osman l ı
eğerlerinin yan ı s ı ra Çerkez eğerleri göze çarpıyordu . Hayvan­
ları n başl ı kları da başka başkaydı . Atl ı l ar, hep kendi şehi rleri­
nin ve köylerin i n ulusal kılığ ıyla gelmişti . En sonra demir kır atı
üstünde levent gövdesiyle Yarbay Mahmut Bey, maiyeti su­
baylarıyla istasyon yapısı yan ı ndan gelerek kafilenin ortası na
doğru ilerled i . Gözleriyle her yanda Yunus Nadi Bey'i arıyord u .
- Nadi Bey, Nadi Bey, Nadi Beyefendi nerde? diye bağ ı ­
rıyord u .
1 46
E n sonra, onun otelin balkonundan kendilerini seyrettiğini
gördü ve tatl ı tatl ı gülerek bir süre ona baktı .
Yu nus Nadi Bey onun :
- Gördün m ü , beğendin m i ? demek istediğini anlad ı .
Duygulu gazeteci, heyecandan boğulacak gibi olmuştu .
Söz söyleyecek duru mda değildi. Beğenmemek de laf m ı yd ı ?
Küçük meydan b i r yeri nden dalgalanan b i r deniz gibi kaynıyor­
du. Mahmut Bey, sessizce baktıktan sonra:
- Eyyy ! Bize Allahaı smarlad ı k. Size de uğurlar olsu n !
diye bağ ı rd ı .
Yu nus Nadi Bey'le birlikte bütün oradaki halk hep bir ağ ız­
dan :
- Uğurlar olsu n , Allah yard ı mc ı n ı z olsu n ! diye bir uğultu
gibi karş ı l ı k verd i .
Mahmut Bey'in d e m i r k ı r atı , çal ı m l ı çal ı m l ı baş ı çeki nce
arkadan öbür atlar da oynar gibi yürümeye başlad ılar. Yu nus
Nadi Bey, kalabal ı kla birlikte uzun uzun onları n ardı nca baktı .
Mahmut Bey, korku nç serüvenine doğ ru yiğitçe gitti ve gözden
uzaklaştı .

ANKARA YOLUNDA BİR AYDIN AMAZON

İstanbul, bizim tarihimizin ve


uygarlığımızın bir özetidir.
Mustafa KEMAL

Karakol terör örgütü n ü n say ı l ı adamları ndan olan Kema­


lettin Sami Bey (Paşa) , her zaman olduğu gibi bir akşam
heyecanla Halide Edip Han ı mlara koştu . Elinde çok önemli
raporlar vard ı . Bu raporlarda İ ngilizleri n yoğu n propaganda
çal ışmaları ndan söz ediliyord u . Bu raporlardan birine, İ ngiliz
casus örgütü n ü n en önemli adamları ndan Papaz Frew'n u n ,
Casus Sait Molla i l e e l e l e vererek Anadolu'ya yetmiş beş kişi­
lik bir propagandacı kadrosu yollad ı ğ ı bildiriliyordu. Bu adam-
1 47
ları n daha çok saraya bağ l ı Çerkez yoğ u n l uğuyla tan ı nan Ada­
pazarı bölgesinde çal ışacakları anlaş ı l ı yord u . Küçük sarı kağ ıt
parçaları üzerine yaz ı l m ı ş olan bu raporlara şöyle çabuk bir
göz gezdiren Halide Edip Han ı m , ilkin şaş ı rd ı ysa da sonra da
bunları n doğru luğundan kuşkuland ı . Kemalettin Sami Bey'e:
- Bunları nas ı l elde ettiniz, Kemal Bey? diye sord u .
- Sait Molla' n ı n katipliğini yapan bir akrabas ı ndan !
- Doğrulu kları na inan ıyor musunuz?
- Çocuk, bütün kalbiyle bizden !
- Bu kağ ıtları çalmayı doğru bulan bu adam neden ası l -
ları n ı almam ış?
Halide Edip Han ı m , yine de bunları n doğru luğuna inan m ı ­
yord u . Ancak 1 920 Mart ı ' nda bunları n doğruluğuna i nand ı .
1 920 Şubat' ı nda herkesin ağzı nda dolaşan korku nç bir söy­
lenti Halide Edip Han ı m ' ı n kulağ ı na da geld i . İ ngilizler bütün
mebuslarla ayd ı n ları tutsak edip Malta'ya sü receklerdi. Yaln ı z
söylentilere göre İ ngilizlerin Halide Edip Han ı m gibi siyasal bir
güce sah ip olmayan kimi kişileri tutup gönderebileceklerine
inan ı l ı yorsa da meclisi kapayarak bütün mebusları tutuklaya­
bileceklerine hiç kimse inan mıyordu.
Halide Edip H an ı m , Fatih ve Sultanahmet mitinglerinde
konuştuğundan beri İngilizlerin gözüne diken gibi battığ ı n ı bili­
yord u . Ne var ki İ ngilizlerin kendi üstü ne beslediği korkunç ni­
yeti öğrendiğinde bayağ ı bir kara düş görmüş gibi korktu.
Haberi kendisine getiren Sabiha Zekeriya (Sertel) idi :
- Dikkat et, Halide Han ı m ! General Milne seni n çok aley­
hi nde.
- Nereden biliyorsun?
- General M i lne'yi görmeye gitti m , kendisini bulamad ı m .
C . Armstrong'la (Mustafa Kemal için kötü bir kitap yazmış olan
lntellicence Service-çi) görüştüm. Söz s ı rası nda bana sizi ta­
n ı y ı p tan ı mad ı ğ ı m ı sordu. "General M i lne'yle konuşursan
onun yan ı nda Halide Edip'in adı n ı ağzı n a alma" ded i . Ben , bu­
nu işitince epey şaş ı rd ı m .
Halide Edip Han ı m , o zamana d e k General Milne'yle hiç
1 48
karşı laşmam ıştı . Sabiha Zekeriya Han ı m ' ı n getirdiği haberden
sonra anlad ı ki İngil izler Kuvayı Milliye'ye h izmet eden herke­
sin kanl ı bıçakl ı düşman ıyd ı .
Artık anl ı yordu k i kendisi de, kendisi gibi düşünenler d e İs­
tanbul'da kelle koltukta dolaşıyord u . Bunun sonu yoktu . Bir
ayak önce baş ı n ı al ı p Anadolu'ya savuşmal ıyd ı . Başkas ı n ı n
dediklerine bakmadan granit gibi b i r karar verd i . Burgaz Ada­
s ı ' ndaki evini satt ı . Çocuklar ı n ı yat ı l ı olarak Robert College'e
verdi ve hemen Kemalettin Sami Bey'le Anadolu 'ya kaçma işi­
ni konuştu . Karakol Örg ütü , İstanbul'la Anadolu aras ı nda gü­
venli bir köprü kurmuştu . Birçok karakol ve köy, zincirleme bir­
birine bağlan m ı ş , siyasal kaçaklar ve Anadolu'ya silah kaçı­
ranlar bu yoldan gidip gelmeye başlam ı şt ı . Üsküdar Jandarma
Kumandan ı Remzi Bey, Özbekler Tekkesi Şeyhi Ata Efendi ilk
konak yerinin güvenli adamlarıyd ı . Kemalettin Sami Bey' in
verdiği parola "Beni İsa yollad ı " idi . Bu, kendisini Karakol Ör­
gütü ' n ü n başkan ı yollad ı demekti. Sultantepe'deki tekkenin
kapıs ı n ı çal ı p bunu söylemek yetiyord u . Ne var ki Halide Edip
Han ı m , herkesçe tan ı nd ı ğ ı ndan onun parola söylemesi gerek­
mezd i . Halide Han ı m , böylece haz ı rland ı ğ ı günlerde 1 O Mart
1 920 günü İstanbul'daki İzmir Müdafaayı Hukuk Derneği'ne
gitti. Orda kendisine bir telgraf verdiler. Bu nda, İstanbul'da bir
deniz hareketi olacağ ı belli beli rsiz anlatı l ı yor, istanbul'a asker
çı karı lacağ ı yaz ı l ı yord u . Halide Edip Han ı m , korkulu günlerin
dev ad ı m larıyla yaklaştığ ı n ı anlad ı .
1 5 Mart 1 920 g ü n ü akşama doğru Halide Edip Han ı m ,
oğulları n ı b i r arabaya koyarak Robert College'e gönderdi. Çok
üzgündü. Du rmadan yazı yazıyord u . Kocası Doktor Adnan
Bey gülerek, sevinçli görünmeye çal ı şarak içeri gird i :
- B e n , bu gece evde kalacağ ı m , ded i . İngilizler, hükümet
darbesini bu gece yapacaklar.
- Ne yapmak istiyorsun?
- Biz, bu gece evde kalmaya, son ra meclise giderek,
eğer kapayacaklarsa orada bulunmaya karar verdik.
- Olamaz.
1 49
- Sen kendi n "hükümetler düşman ı m ı z , m i lletler dostu­
muz" demedin mi? İ ngiliz milleti parlamenter hükümeti n en es­
kisi, u lusal bir topluma böyle bir şey yap ı l ması na engel olur.
Halide Edip Han ı m , birdenbire yerinden f ı rlad ı . Kağ ı tları n ı
toplayarak en önemli belge olan M ustafa Kemal Paşa' n ı n
mektupları n ı Mah m u re ablaya b ı rakt ı . Çarşaf ı n ı giyerek Adnan
Bey'in elinden yakalad ı .
Doktor dirend i :
- Ben , söz verdim ! ded i .
- Bu , söz vermen anlamsızd ı r. Anadolu'ya ne kadar ö n -
c e gidersek o kadar doğru olur. Artık ortaçağ ı n b i r destan ı nda­
ki kahramanlar gibi davran mak zaman ı geçmiştir.
Halide Edip Han ı m , doktoru kand ı r ı ncaya dek akla karayı
seçti. Durum romantik değ i l , korku nçtu . Onu en sonra zorla
yola geti rdi. Mahmure ablayı evde bı rakarak mutfak kap ı s ı n ­
dan ç ı ktı lar. Hem gidiyor, h e m d e dönüp d ö n ü p arkaları na ba­
kıyorlard ı . Nigarlara gidiyorlard ı . Bir güvenlik tedbiri olarak ge­
ceyi orda geçireceklerdi. Nigar'la kocası , büyük kı rm ı z ı bir ev­
de otu ruyorlard ı .
Konuk oldukları evin karşısı nda Kuvayı Milliyeci olduğu bi­
linen Tasviri Efkar gazetesinin matbaası vard ı ve cay ı r cay ı r iş­
l iyord u . İngilizlerin niyeti bozuksa herhalde oraya da sald ı rma­
ları gerekiyord u .
Halide Edip Han ı m , 1 6 Mart sabah ı deliksiz b i r uykudan
uyand ı ğ ı nda Mahmure ablas ı n ı başucunda buldu. Onun anlat­
tığına göre, gece hiçbir şey olmadan geçmişse de yoldan dur­
madan İ ngiliz kamyonları gidip gelmişti . H ilali Ahmer'in hade­
melerinden biri soluk soluğa eve gelmiş, oran ı n İ ngil izlerce iş­
gal edildiğini söylemişti . Telefonlar koparılmış, kağ ıtlar param
parça edilmiş, uyuyan hademelerin , baş ı na tabanca dayayarak
Doktor Adnan ' ı n nerede olduğunu sormuşlard ı . Bundan başka
Doktor Adnan Bey'i telefon ederek iki kez de evden aram ışlar­
d ı . Mahmure abla da nereye gittiklerini bilmediğini söylemişti .
İngilizler, Kemalettin Sami Bey'in tümeninden yedi m ı z ı kacı as­
keri şehit etmişler, sabahleyin Mahmure Han ı m , Beyazıt'tan
1 50
geçerken bunları sedyelerde kanları damlayarak götürülürken
görmüş, fenalaşmıştı . Mahmure ablan ı n anlattığ ı na göre şu s ı ­
rada b i l e İngilizler Gedikpaşa'da evleri araştırıyor, mezarl ı kları
karıştırıp, silah ve cephane arıyorlard ı . Üsküdar'dan gelen bir
Hilali Ahmer (Kızı lay) katibi, kötü bir haber daha getirmişti . Göz
Doktoru Esat Paşa ile Cevat Paşa, gecelikleriyle evlerinden
kald ı r ı p götürülmüş, bir İngiliz motoruna bindirilerek Selimiye
Kışlası önünde yatan bir dretnota bindirilmişti .
Halide Edip Han ı m'la Adnan Bey artık bir ayak önce Ana­
dolu'ya geçmek üzere haz ı rlan ıyorlard ı . Belki birkaç kişiyi daha
sürükleyebileceklerini sanarak boşuna bir iki gün geçirdikten
sonra, martın on sekizinde yolculuğa karar verdiler. Akşam ka­
ranlığı nda vapura binip Üsküdar'a geçeceklerdi. Yalnız, kı l ı k kı­
yafetlerini değiştirmek gerektiğini anladı lar. Her yanda İngiliz gö­
zü vard ı . Halide Edip, Mahmure ablas ı n ı n eski biçim çarşaf ı n ı
s ı rt ı n a geçirdi. Doktor d a b i r hoca akrabası ndan kara b i r cübbe
ve bir ak sarık alarak bir hoca kı l ı ğ ı na girdi. 1 8 Mart Perşembe
günü, pek uzun boylu bir hoca ile onun eski çarşafl ı karısı Ga­
lata'ya vard ı lar. Hoca efendi , İki bilet ald ı . Vapura bininceye dek
epeyce yürek çarpıntısı geçirdiler. Şundan ki hemen yan ı başla­
rı nda iki İ ngiliz ajanı vard ı . Kazasızca Üsküdar'a geçtiler. Dar ve
dik bir yoldan Sultantepe'ye çıktı lar. Adnan Bey'in bir elinde bir
bohça vard ı , öbür eliyle de Halide Edip Han ı m ' ı sürükleyerek
götürüyordu. En sonra, ta yukarıdaki tekkeye vardılar. Dış kapı­
daki ipi çektiler, bir çıng ı rak çald ı , yukardan bir ses :
- Kim o? diye sord u .
- B i z i İ s a yollad ı .
İ p çekildi , kapı açı ld ı . Elinde fener tutan bir derviş, onları
karşılad ı . Halide Edip Han ı m , onu tan ı d ı . Bu, çocukları n ı n ad ı ­
n ı koyan Kahraman 'd ı .
- Ah ! Doktor Adnan , şükür geldin ! dedi. O kadar fena bir
haz ı ms ı zl ı k çekiyoru m ki .
- Hayd i , yukarı ç ı kal ı m da hastal ı ğ ı na orada bakarı m .
- Sizi sal ıdan beri bekliyoruz. Dün adeta yakalanm ı ş ol-
duğunuza h ükmettik.
151
Bu sı rada, Şeyh Ata Efendi de koşarak onları karşı lama­
ya geldi.
Halide Edip Han ı m'la Doktor Adnan Bey, tekkede kendile­
ri gibi Anadolu yolcusu dört kişiye daha rastlad ılar. Bunlar, dört
mebustu . Celaletti n Arif Bey bir g ü n , Kurmay Albay İsmet Bey
de iki gün önce birkaç subayla birlikte bu radan Anadolu'ya
doğru yola çıkmışlard ı . Şeyhten İsmet ad ı n ı işitince sevindiler.
Bu ad ı n , onları n katı nda büyük bir büyüsü vard ı . Onun karak­
teri ve zekası , bir kavgada onlara ı ş ı k tutacak, umut verecek
güçteydi. Şeyh , Halide Edip Han ı m'la kocas ı n ı n kimliklerini
tekkedeki haremden gizlemişti . Şundan ki Halide Edip Han ı m ,
İngilizleri n , baş ı na para adad ı kları çok tehlikeli kaçak duru­
mundayd ı . O g ü n şehirde İngilizlerin ast ı ğ ı afişlerde İngilizce­
Türkçe olarak herhangi bir Kuvayı M i l liyeciye yard ı m edenin
ölümle cezaland ı rı lacağ ı bildiriliyord u . Halide Edip Han ı m , o
gün istasyondaki bu afişlerden birisini kendi gözleriyle gör­
müştü . Bunda ölüm sözcüğü dev gibi harflerle yaz ı l m ı şt ı . Altın­
da General Wilson'un imzas ı vard ı .
Genç kad ı n içinden :
"Eğer salt bize yard ı m edecekler ölümle cezaland ı rı lacak­
sa acaba bizlere ne ceza verecekler?" diye düşü n müştü .
Şeyh Ata Efendi, genç romancıyla doktoru , Boğaziçi'ne
bakan bir odaya alm ı ştı . Birkaç dakika oturmuş, otu rmam ışlar­
dı ki Şeyh, onlardan önce gelen dört mebusu da bu raya getir­
di. Bunlardan biri ü n l ü Ethem (Çerkez) Bey'in ağabeyi emekli
Binbaşı Reşit Bey'di. O, Anadolu 'daki u lusal hareketin en güç­
lü şeflerinden biri olduğu gibi Saru han mebusuydu da. Mavi
gözlü , çok zeki ve iyi davran ışl ı bir adamd ı . Hepsi , oturup yol­
culuk işini görüşmeye başlad ı . Reşit Bey :
- Bize şimdi gereken adamakı l l ı bir harita, bir de kılavuz,
dedi.
Halide Edip Han ı m içinden : "İşte, akl ı baş ı nda bir adam !"
dedi.
Mebuslardan ikincisi, Keskin Mebusu ve Kuvayı Milliyeci
ünlü Keskin l i R ı za Bey'di . Bu uzun boylu , geniş omuzl u , baba-
ı s2
yiğit bir adamd ı . Keskin şivesiyle şöyle konuştu :
- Bende beş bomba, üç tabanca var. Çantam ı n içinde.
Korkmay ı n savaşa haz ı rız, ded i .
Halide E d i p Han ı m b u sözleri aptalca bulmakla birlikte b u
esmer v e saf yüzl ü , i y i yürekli adama karşı içinde bir yakı n l ı k
duymaktan kendini alamad ı .
B u konuşmalar s ı ras ı nda kapı n ı n ç ı ng ı rağ ı çal ı nd ı v e çok
geçmeden odaya kısa boylu , zayıf, sinirli halli bir adam gird i .
- Size Manavoğlu Nevres Bey'i tan ıtay ı m ! dedi. "Eğer
odaya bir bomba düşmüş olsaydı oradakiler bundan daha çok
şaşı rmazlard ı . "
Halide Edip Han ı m , b u adam üstüne neler işitmemişti ki !
Bu söylentilere göre bu eski Prens Sabahattinci İttihat ve Te­
rakki düşman ı subay Kıbrıs'ta İ ngiliz ajanl ı ğ ı yapm ı ş , M ı s ı r'da
Türkler aleyhine yayınlarda bulunmuştu .
Kemalettin Sami Bey de onun üstüne şöyle demişti :
- Yarı kaçık, yarı bir evliya, hem de kan l ı bir adamdır. Bir
an olur ki memleketi için ölmeye haz ı rd ı r. Başka bir an mem­
leketi beş para için satar. Morfinmand ı r. Şimdi , bize katılmaya
çal ışıyor. Onun düşüncesince İttihatçı lar ortadan kalkmadı kça
Türkiye kurtulamaz. Vaktiyle de bat ı l ı ları n adaletine çok inan ı r­
d ı . Şimdi hayal kırıkl ığ ı na uğram ış. Her şeyi yapmaya haz ı r
görünüyor. Fakat i nsan , aram ıza girip sı rları m ı z ı satmayacağ ı ­
na güvenemiyor.
Halide Edip Han ı m , bunları düşü n ü rken gözü Reşit Bey'le
Keski nli R ı za Bey'e ilişti . İkisi de Nevres Bey'e yer gibi h ı nçla
bakıyord u . Onları n bu sert, düşmanca bakı şları , Nevres Bey'i
şaş ı rtt ı , bocalattı . Onun elini de s ı kmam ışlard ı . Nevres Bey'i n
uzanan eli havada kalakalm ı şt ı . Sonra eli , cansız bir şey gibi
yan ı na düştü . Bu, genç romancıya çok doku ndu . Ona karşı
duyduğu acı mayı göstermemeye çal ı şarak elini uzatt ı . Nevres
Bey, genç kad ı n ı n bu yüreklice davran ı ş ı n ı büyük bir minnet
duygusuyla karş ı lad ı . Genç kad ı n ona:
- Nas ı l s ı n ız, Nevres Bey? derken o da Şeyh Ata Efen­
di'ye :
1 53
- Ben, Anadolu'ya kaçmak istiyoru m , Ata Efendi ! dedi.
- Gel, ben i yar ı n gör, bir çaresine bakarız.
Ata Efendi, Nevres Bey'e karşı açı kça gösterilen düşman­
l ı ktan çok üzülmüştü . O, Nevres Bey'i n içtenliğine inan ıyordu.
Halide Edip Han ı m'la Adnan Bey, geceyi tekkede geçirdi­
ler. Sabahleyi n kalktı kları nda mebuslar grubun u n geceleyi n
Anadolu 'ya doğru yola çıktığ ı n ı öğrendiler. Halide Edip Han ı m ,
o g ü n yeniden büyük tehlikeleri göze alarak istanbul'a döndü.
Daha birkaç mebus ya da ayd ı n alarak götürmek istiyord u . Bu
gecikme sonucunda ancak Cami (Baykut) Bey'i bulabildi. Ca­
mi Bey, arkada en büyüğü on beş ve en küçüğü dokuz ayl ı k ol­
mak üzere beş çocukla genç ve güzel bir kad ı n bı rakmak zo­
runda olduğundan çok üzgündü . Çoluk çocuğun haz ı r beş ku­
ruşları da yoktu . Bir dosttan borç para alarak felakete benzer
bir gidişin acı s ı n ı azaltmaya çal ıştı lar. E rtesi sabah soğuk al­
g ı n l ı ğ ı ndan ateşi hayli yüksek olan Halide Edip Han ı m , büyük
tehlikelere göğüs gererek padişah ı n ve İ ngilizlerin polisinden
güçbela transit geçerek kendisinden daha önce tekkeye gitmiş
olan Cami Bey'le kocasına ulaşmak üzere Üsküdar'dan Sul­
tantepe'ye doğru tı rmanmaya başlad ı . Tekkeye giden dar ve
dik yolda, gözleri ni dört açarak ilerlerken Şeyh Ata Efendi'nin
kardeşi Kahraman soluk soluğa karş ı s ı na dikild i :
- Dün gece polis geld i . Herkes gitti . Siz hemen yandaki
eve gidin . İçeriye arka bahçeden giri n , ded i . Oğlan ı n gözleri
korkudan sanki yuvaları ndan uğram ı ş gibiyd i .
Kahraman ' ı n sakland ı ğ ı ev, H ilali Ahmer'de Doktor Adnan
Bey'in katibi olan Sakip Bey'in babası R ı za Bey'i n eviyd i . Ha­
l ide Edip Han ı m , hemen o eve gird i . Kaçma haz ı rl ı ğ ı nda ken­
disine yiğitçe yard ı m eden iki tan ıdığı Saffet Bey' le Abdülmut­
talip de ardayd ı .
- N e old u ? diye sordu.
Anlattı lar. Cami Bey, tekkeye geldikten sonra İtalyan ve
İ ngiliz polisleri de gelmişti . Şeyh Ata Efendi güçbela arka pen­
cereden atlayarak kaçmış, Doktor Adnan Bey'le Cami Bey de
hemen R ıza Bey'in evi ne geçmişlerd i . Evi n arkası boş ve ıssız
1 54
bir arsa olduğundan Adnan Bey'le Cami Bey buradan kolayca
sıvışıp yayan olarak yola ç ı km ışlard ı . Kısıklı ve Çam l ı ca yolun­
dan geçen bütün arabalar, İ ngiliz polisin i n sıkı kontrolü altı n­
dayd ı . İki arkadaş bu ndan dolayı boş kı rlara saparak yoldan
ve tehlikeden uzaklaşmışt ı . Yaln ı z kaçmadan önce Halide
Edip Han ı m ' ı n kaç ı ş ı n ı da tertiplemişlerd i . O, kad ı n olduğun­
dan kontrol baraj ı ndan daha kolay kurtu lur diye düşünerek
ona bir araba kiralam ı şlard ı . Araba, Bülbülderesi'nde şimdi
onu bekliyord u . Bir jandarma da ona yoldaşl ı k edecekti . Ara­
bacı ya güvenilebilird i . Şundan ki bu işi jandarma kumandan ı
Remzi Bey hazı rlam ıştı . Arabac ı , altı y ı l hapse hükümlü bir
adamcağ ızd ı . Remzi Bey, eğer yolcuları sağ sal i m geçirirse
onu serbest bı rakmaya söz vermişti .
Halide Edip Han ı m , her türlü tehlikeye göre haz ı rlanarak
Bülbülderesi'nde kendisini bekleyen arabaya bindi.
Arabacı , son kerte korkak bir zenciyd i . Bu tehlikeli işe ko­
şulduğuna çok can ı sıkılm ı şa benziyord u . Bu belal ı işin sonun­
da ölüm vard ı . Araba Çam l ı ca'ya doğru tı rmanmaya başlıyor­
d u . Arabacı bir ara:
- Eğer buradan sağ kurtulursam bir daha asla! diye ken­
di kendine söylendi .
Araba biraz gittikten sonra baş ı n ı çevirerek, salt akı görü­
nen korku dolu gözleriyle Halide Edip Han ı m'a bakt ı .
Ağlamakl ı b i r sesle :
- Kuvayı Milliyecileri kaç ı ranlar ı n cezası . . . diye yine m ı ­
rı ldand ı .
Halide Edip Han ı m :
- Bana bak, ölümden daha büyük ceza var m ı ? diye sor-
du.
- Yoook.
- Ceza vermek istedikleri biziz, değil mi? En büyük ceza-
yı elbette bize verecekler. Eğer bir mülteci kad ı n ı kaçırı rken tu­
tulursan sana verecekleri ceza en sonra altı y ı l l ı k hapistir.
- Sen, Halide Edip Han ı m's ı n , değil mi? En çok seni tut­
mak istiyorlar.
1 55
- Öyleyse ölüm cezas ı n ı n şerefi benim olmak gerek!
- Beni m cezam ı n altı yı ldan çok olmayacağ ı n ı biliyor mu-
sun?
- Bana bak, senin yapacağı n şey, eğer bir şey sorarlar­
sa Bülbülderesi'nden al ı p Cemal Bey'in evine götürdüğünü
söylersin. Ondan ötesini bana b ı rak. Bu gece evine dönersin.
Arabayı koşturma. Daha çok İngilizleri n önünden geçerken
korku göstermezsen h içbir şey olmaz.
Büyük Çam l ı ca' n ı n dört yol ağz ı nda İngilizler duruyordu
Bir İ ngiliz askeri ağac ı n altı nda durmuş yolu gözetliyordu. Ar­
kası nda üç asker daha vard ı . Helyografla bir yerlere işaretler
veriyorlard ı .
Jandarma, arabayı durdurarak bir yere uğrad ı . Koşarak
döndüğünde yüzü karmakarı ş ı ktı , içinden geçmeleri gereken
yol üzerindeki Samand ı ra ve Dudullu köyleri İngilizlerce işgal
edilmişti . İ stanbul kaçakları n ı n yolları n ı kesmeye çal ış ı yorlar­
d ı . Jandarma bütün bunları gizli telgraf servisinden öğrenmiş­
ti . Jandarma merkezine haber vermek zorundayd ı .
Araba yekindi, Çam l ı ca'ya çıktılar. İngiliz askerleri araba­
daki eski çarşafl ı kad ı nla jandarmaya hiç önem vermemişler­
d i . Araba, Yaln ızselvi'ye vard ı ğ ı nda daha aşağ ı larda patlayan
fırt ı na, burada ovayı birbirine katarcası na kuduz gibi uluyord u .
Ovan ı n ortası nda bir tek selvi, tek baş ı na, b i r bayrak g i b i sağa
sola sallan ıyord u . Yaln ızselvi denen yer, üç kahve ile birkaç
evden meydana gelmişti . Araba duru nca jandarma, Doktor Ad­
nan Bey'le Cami Bey'i aramaya gitti. Onları kahvelerde bula­
mad ı , kimseye de sormad ı . Ressam Nazmi Ziya Bey'in karde­
şinin burada otu rduğunu bilen Halide Edip Han ı m , onun evin i
öğrenerek jandarmayla birlikte oraya giderken b i r jandarma
koşarak onları n yan ı na geld i . Bu, yol göstermek ve koru mak
üzere Adnan Bey'le Cami Bey'in yan ı na kat ı l m ı ş , onlar da onu
Halide Edip Han ı m ' ı bulmak üzere görevlendirmişti . Bu sı rada
Doktor Adnan ve Cami Bey ile kardeşi meydana çı karak onla­
ra doğru gelmeye başlad ı lar. Doktor Adnan Bey'le Cami Bey
de ilerdeki köylerin İ ngilizlerce tutulduğunu işitmiş, bütün keyif-
1 56
leri kaçm ı şt ı . İ l k konaklayacakları yer; yirmi beş kilometre çe­
kiyord u . Arabacı ancak Dudullu'ya dek gidebileceğini söylüyor,
bir ad ı m öteye gitmek istemiyord u :
- Yapamam, yapamam , beni öldürürler! diye ağl ı yordu.
Doktor Adnan Bey'le Cami Bey yayan gidecekti.
Doktor, Halide Edip Han ı m'a:
- Eğer, on bire kadar Samandı ra'da bizi bulamazsan ı z . . .
ded i . Daha çok konuşamayarak karan l ı ğ ı n içinde Cami Bey'in
yan ı s ı ra uzun ad ımlarla ilerlemeye başlad ı . Araba onları ge­
çerek ilerledi. Şimdi, arabadaki yolcu larla onları n aras ı nda ulu­
yan bir f ı rtı nayla, soğuk, tiksinti veren düşman bir karanl ı k var­
d ı . Halide Edip Han ı m , Dudullu'ya vard ı ğ ı nda, İ ngiliz askerle­
rin i n , kat ı rlar ı n ı dehleyerek İstanbul'a döndüklerini gördü. Bir
İ ngiliz askerin i n baş ı arabaya uzand ı sonra çekildi. Halide
Edip Han ı m köye girdiğinde bütü n halkı korku içinde buld u .
Jandarma, y i n e b i r araç bulmak üzere karakola gitti.
Zavall ı zenci arabacı :
- Olmaz daha ileri gidemem ! ded i .
Halide E d i p en sonra, onun korkusunu yendi. Yine gitme­
ye razı old u . Jandarma köyde hiçbir araç bulamam ışt ı .
Halide Edip Han ı m , jandarmayı arabaya çağ ı rd ı . Araba,
karan l ı ğ ı n içinde sarsı larak h ızla ilerlemeye başlad ı . Artık, kor­
kun u n üstü ne üstüne gitmekten başka çare yoktu.
Araba Samand ı ra köyünde durduğunda saat akşam ı n se­
kiziydi. Arabadan inerek karakola gittiler.
Makedonyal ı jandarmalar Halide Edip Han ı m ' ı toprak ta­
banl ı bir odaya ald ı lar. Odada bir soba yan ı yordu. Sobaya
odu n atan bir jandarma, telefona giderek:
- Ben, karakol kumandanı Şemsi Çavuş, dedi. Alem­
dar'a telefon edeceği m . Bağlay ı n . Alo, alo, Alemdar, Halide
Han ı m Samand ı ra'ya sağ salim geld i . Adnan Bey'le Cami Bey
daha sonra gelecekler. Onlar yürüyorlarm ış. Bizim yaln ı z üçü­
müzü n tüfeği var. Köyden ayrı lamayız. Evet, Yirmiler dışarda.
Geldiklerinde telefon ederim.
Sonra konuğuna döndü :
1 57
- Köylü ler evlerine çekilince sizi bir yere götürürü m , ra­
hat edersiniz, ded i . Telefon yine çald ı . Çavuş :
- Burası Samand ı ra. Orası neresi? Evet, evet, Yirmiler
de bu dolaylarda.
Yirmiler, terörcü siyasal bir Rum çetesiydi . Bakkalköy
Rumları ndan meydana gelmişti . İ ngilizlerce yönetiliyor, Türk
köylerini haraca kesiyor, canlara kıyıyord u . Jandarma çavuşu,
Yirmilerden söz edince Halide Edip Han ı m ' ı n içi hop etmişti.
Şu s ı rada yolda olan doktorla Cami Bey, onları n eline düşerse
halleri yamand ı . Acı mak tanrısı bir zamand ı r buralardan tas ı n ı
tarağ ı n ı toplay ı p bilinmeyen b i r yana savuşmuştu . Bununla bir­
likte genç kad ı n , yine de gecenin saat on birine dek umudunu
kesmemeye kararl ı yd ı . Jandarmadan biraz ekmek, peynir iste­
yerek karn ı n ı doyurd u . Sabahtan beri bir bardak çayla dur­
muştu .
Saat dokuzd u , Çavuş :
- Artık, seni bir eve götürebiliriz, H alide Han ı m ! dedi.
Pencerenin önünde bir adam , bir aşağ ı , bir yukarı gezip
duruyordu. Pencereden iki parlak kara göz, uzun ince, biraz
çarpı k bir burun ve yanakları ndan çenesine inen kara bıyıklar
görd ü .
Karakol kumandan ı :
- Aşağ ıda Meh met Çavuş seni bekliyor, ded i .
- Mehmet Çavuş kim?
- Anadolulu bir komiteci , Kuvayı M i lliye'den. Kumandan-
la birlikte yan ı na vard ı kları nda Kuvayı Milliyeci :
- Safa geldiniz, Halide Han ı m , ded i .
Ku mandan :
- O silah kaç ı r ı r, biraz çenesi düşüktür, ded i .
Oradan uzaklaşan Mehmet Çavuş :
- Ben nöbet bekliyorum , korkmay ı n ! diye seslendi .
Kumandanla köyün karanl ı k v e çamu rlu sokakları na dal-
d ı lar. Şemsi Çavuş, bir evin kapısı n ı yumruklad ı .
- Buras ı , M u htar Resul Ağa' n ı n evidir, sad ı k bir adamdı r.
Ötekiler gelinceye dek bu evde dinlenirsiniz.
1 58
Merdivenlerden yukarı çı karken uzu n boylu bir kad ı n ko-
nuğu karş ı lad ı :
- Safa geldiniz kız ı m .
Ayakkabı ları n ı çı karmaya davranan konuğa:
- Zarar yok, çı karma ayakkabı ları n ı ! ded i .
Halide Han ı m taban ı na koyun postları seril i, ocağ ı nda kü­
türdeyerek odunları n yandı ğ ı sıcak ve temiz bir odaya girdi.
Orada otu ran iki küçük kız çocuğu , yerlerinden fı rlayarak onu
ellerinden tutup, götürüp sedire oturttular. Onu oraya oturttuk­
tan son ra da iki yan ı na oturup onun yanakları ndan öpmeye
başlad ı lar.
Anaları :
- İstanbu l 'da kan gövdeyi götürüyormuş? dedi.
- Durum pek öyle kötü değil.
- Benim İstanbul'da bir kızım var da, çok merak ediyorum.
- Köydeki duru m unuz nedir?
- Çok kötü ! Bakkalköy'ün Yirmileri , geçen ay üç kişi öl-
dürd ü . Kimse sokağa yal n ı z çıkam ı yor. Son zamana dek bir
jandarmam ız vard ı . Şimdi şükür iki kişi old u . Kumandan Şem­
si Çavuş çok iyi bir adam, bir şey yemek istemez misin?
- Teşekkür ederim , bir şey istemem .
- Kahve?
- Getiri n , içerim .
Biraz sonra, kad ı n ı n kocası içeri gird i . B u , u z u n boylu , ka­
ra sakal l ı , tatlı yüzlü bir Anadoluluyd u .
Biraz önce ç ı k m ı ş olan e v sahibi kad ı n , içeri girdi. Halide
Edip Han ı m'a:
- Sizi biri görmek istiyor! ded i .
Arkası ndan u z u n boylu b i r adam odaya girdi.
Adam ı n yüzü hiç de güven verici değildi :
- Kurtulduğu n uza sevindim Halide H an ı m , ded i . Emin­
dim, geçen hafta İzmir Milli Müdafaa Derneği'nden . . .
- Ben sizi hiç İzmir Milli Müdafaa Derneği'nde görmed i m .
Buraya nas ı l geldiniz?
- Gebze'den . Beni dört jandarma getird i .
1 59
- Karakol biliyor mu?
- Karakol m u ? Ben teftişe geld i m . Bütü n bunlar benim
emrimde.
- Ben i m burada olduğumu nerden haber ald ı n ız?
- Eski Muhtar Ahmet Ağa' n ı n evine gittim . Bir kad ı n ı n
araba i l e karakola, sonra Resul Ağa' n ı n evine geldiğini öğren­
dim. Eski mu htar çok iyi bir adamd ı r. Oraya gitmeliydiniz.
Ev sahibi biraz sonra bu adamı n "Ben Halide Edip Han ı m ' ı n
kocasıyım" diyerek eve girdiğini fısı ldayı nca Halide Edip Han ı m
iyice kuşkulandı . Bu adam b i r hafiyeden başka biri olamazd ı .
Halide Edip Han ı m , çok kızm ıştı . N e var k i adam oralarda değil­
di. Aşırı jestler yaparak hala palavra savu rmaktaydı :
- Bütün burası benim emrimde, diyord u . Ben Cami
Bey' in dostuyu m . Doktor Adnan ' ı tan ı rı m . O da geliyor mu?
Benim İzmir dağları nda altı Yu nan subay ı n ı ne yaptığ ı m ı duy­
dunuz mu? Onlarla karşı laştığı mda tüfeğimde yal n ı z beş ku r­
şun vard ı . Hemen ateş etmeye başlad ı m . Biri düştü , ikisi düş­
tü , üçüncüsüne ateş ettiğimde hepsi tabanları kald ı rd ı kaçtı .
Şemsi Çavuş, bu s ı rada odaya gird i . Gözleri iki kurşun
mermisi gibi adama sapland ı . Sertçe :
- Karakola haber verdiniz mi? diye sord u .
- Gerekmezdi . B e n Cami Bey'in dostuyum. İ z m i r dağla-
rı nda . . .
Şemsi Çavuş' u n e l i tabancas ı ndayd ı . Halide Edip Han ı m
b u ara d ı şarı ç ı ktı . Şemsi Çavuş d a ç ı ktı :
- Cami Bey'le Adnan Bey Dudullu 'ya gelmişler. Yirmi da­
kika önce de oradan yola çıkmışlar. Bir saate dek buraya ge­
lirler. Ben bu adamı bu rada bı rakamam. Herhalde bu evden
sağ çı kmamal ı ! ded i .
İçerden adam ı n sesi geldi :
- Çavuş ! Siz daha başkalar ı n ı da bekliyor muşsunuz.
Buradaki kad ı n beni onlardan biri sand ı .
- Silah ı n ı z var m ı ?
- Hayı r, siz bana bir silah vermelisiniz. Ben , Halide Ha-
n ı m'la Anadolu'ya gideceğim.
1 60
Halide Edip Han ı m , çavuşun kötü düşüncesini anlad ı :
- Onlar gelinceye kadar bekleyel i m .
En sonra Doktor Adnan Bey'le C a m i Bey geldi. Cami
Bey'e sordular. Bu adamı tan ı mad ı ğ ı n ı söyledi . Şemsi Çavuş,
adam üstüne bilgi almak üzere karakola g itti .
Konuklar, hep beraber oracı kta yumurta, yoğurt, ekmek
yediler. Hemen yola çı kacaklard ı ; tanyeri atmadan Tepeviran
köyüne varmaları gerekiyord u . Şemsi Çavuş, geri döndüğün­
de adam ı öldürme düşüncesinden caymış görünüyord u .
Yüzüne bakmadan ona:
- Sen de gidebilirsin Anadolu'ya, ded i .
- Elbette, a m a ben silah isteri m . Çok iyi nişancıyı m . Bu-
nu söyleyerek uzun bir hikaye anlattıysa da kimsenin kulak
asacak vakti yoktu .
Şemsi Çavuş :
- Hemen yola ç ı kmal ı s ı n ı z , efendi m , ded i . Resul Ağa,
öküz arabas ı n ı haz ı rlad ı . Sizi kendisi götürecek. Yanı n ıza iki
silah l ı jandarma da vereceğiz. Mehmet Çavuş da sizinle birlik­
te gidecek. Kurna köyünü bugü n İngilizler işgal etmişler.
Cami Bey haritas ı na göz gezdirerek:
- Kurna işgal edi l mişse Tepeviran'a nas ı l gideriz? diye
sord u .
Şemsi Çavuş :
- Mehmet Çavuş'u n bildiği özel b i r yol var. İngilizler, sizin
geleceği n izi öğrenmişler, yolları tutmuşlar. Mehmet Çavuş'un
göstereceği yoldan giderseniz kurtul u rsunuz.
Ali Fuat Paşa'n ı n babası İsmail Faz ı l Paşa, bir gün önce
Kurna'dan geçerek Mustafa Kemal Paşa'ya Halide Edip Ha­
n ı m grubun u n yolda olduğunu bildirmişti . Bu haberin İngilizle­
rin eline geçtiği anlaş ı l ı yord u .
Cami Bey b i r ara kuşku lu adam ı n yüzüne dikkatle bakt ı ,
sonra ona:
- Ben, seni bir defa İzmir Milli M üdafaa Derneği'nde gör­
müştüm , deyince Halide Edip Han ı m az kalsı n yapılacak bü­
yük yanl ı ş l ı ğ ı bir kez düşünüp titred i .
161
- İlahi, Cami Bey ! Herife az kalsı n öbür dünyayı boyla­
tacaktı n.
Saat on ikiye doğru Halide Edip Han ı m , içinde saman dolu
üç çuval bulunan öküz arabası na bindi. Yağmur başlam ıştı . Ara­
ba gıcı rdayarak ilerlemeye başladı . Jandarmalar tüfekleri ellerin­
de ateşe haz ı r olarak arabanı n yan ı nda yürüyordu. Muhtarın ka­
rıs ı , yağmurdan korunmak üzere Halide Edip Han ı m ' ı n üstüne
iki çuval örtmüştü. Adnan Bey'le Cami Bey de jandarmalarla bir­
likte tek s ı ra olarak ilerliyordu. Gökyüzü kapalıyd ı . Karanl ı k yer­
le göğü birbirine yapıştırmış gibiydi. Sulu sepken bir kar, gittikçe
h ı z ı n ı artı ran rüzgarla dondurucu bir biçim alarak yağıyordu.
Doktor Adnan Bey, her zaman olduğu gibi durmadan ök­
sürüyord u . Mehmet Çavuş ön tekerleği n yan ı başı nda hemen
hemen genç kad ı n a bir metre arayla yü rüyord u . Çuval ı n ucu­
nu ya da genç kad ı n ı n eteğini yakalam ış olarak gidiyord u . Ha­
lide Edip Han ı m , onun kendisine böyle yak ı n yürüdüğünü gö­
rünce sevindi.
- Bu Yirmiler dediğiniz kim oluyor? diye sord u .
- Bakkalköy' ü n H ı ristiyanlar çetesi.
Bunu söyledikten sonra kaba bir küfür de savurd u .
- Başka çete v a r m ı ?
- Evet, Paşaköy'den e l l i l i k v e İzmit'ten seksenlik b i r çete,
bütün bu bölgeyi kontrol ediyor.
- Türk köylü leri kendilerini nas ı l koruyorlar?
- Silahları olmad ı ğ ı ndan bir şey yapam ı yorlar. Yaln ı z da-
ha içlerde bizim de iki çetemiz var.
- Kim onlar?
- Küçük Arslan , Büyük Arslan , ya da başka deyimle Ka-
ra Arslan , Sarı Arslan çeteleri . Küçük Arslan çetesinin başı nda
Arslan Kaptan var. Bir de Dayı var.
- Bu Dayı da kim oluyor?
- Day ı Mesut derler esas.
H ı ristiyan çetelerinin görevi yakalad ı kları millicileri öldür­
mek, onları İ ngilizler koruyor.
Mehmet Çavuş, bir küfür daha sallad ı .
1 62
Birdenbire sol yandaki s ı rtı bol mavimtı rak çiğ bir ış ı k ya­
layarak geçti. Jandarmaları n ı ş ı kla ayd ı nlanan yüzlerinde de­
rin kayg ı izleri belirdi.
- Bu nedir, Mehmet Çavuş? Gök g ü rlemediğine göre
herhalde şimşek değildir.
- İ ngilizlerin projektörü (ışıldak), H ı ristiyan çeteleri bizi
görsün diye ikide bir çevreyi ayd ı nlatıyorlar.
- Mehmet Çavuş !
- Efendim !
- Şimdi bana, Anadolu'ya nas ı l silah kaç ı rd ı ğ ı n ı anlat ba-
kay ı m .
Öteki , sevinçle en son kaçakç ı l ı ğ ı n ı anlattı :
- K ı rk araba dolusu silahtı . İşgal henüz olmuştu . Gece
yarısı ndan sonra Kurna'ya varm ış, köyün d ı ş ı nda bir yere
gömmüştük. Tanyeri atmadan önce toplandık. Silahları yerleş­
tirmeye başlad ık. Ne var ki yan ı mdaki adamlar korktular. Ben
hemen tüfeği m i göstererek:
- Sizin adlar ı n ı z hükümetin defterinde yoktur. Haydi ba­
kal ı m . Hepinizi köpek gibi gebertirim , ded i m . Bundan sonra
adamları m silahları yüklerken H ı ristiyan çetesinin sald ı rı s ı na
uğradık. Onları tek başına mavzerimle karş ı lad ı m . Köyler de
çok yüreklice davrand ı l ar, sald ı rıyı savdı k .
Mehmet Çavuş, k ı rk araba silah hikayesini anlata dursun
iki çuvaldan da geçen sulusepken, genç kad ı n ı n iç çamaşı rla­
rı n ı da aşm ış, onu titretip durmaktayd ı .
Araba, tekerlekleriyle karanl ı ğ ı çamu r gibi çiğneyerek iler­
lerken birdenbire devrilir gibi , bir boşluğa düşer gibi oldu. Son­
ra durd u . Yaln ı z yan yatm ıştı . Jandarmalardan biri :
- Yolu yitirdik. Kuyunun önündeyiz . H içbiriniz yerinizden
k ı m ı ldamay ı n ! I ş ı k ! I ş ı k ! diye bağ ı rd ı .
I ş ı k yoktu . E rkeklerin ceplerindeki kibritler ı sland ı ğ ı ndan
yan m ı yordu. Halide Edip Han ı m , bohças ı n ı karıştı rarak elekt­
rik fenerin i ç ı kard ı . Çukura yuvarlanmas ı na kı l payı kalan ara­
bayı fenerin ı ş ı ğ ı nda hep birden kaldı rı p düzlüğe koydular. Bir­
likte iterek tepeye giden dağ yoluna tı rmandı lar.
1 63
En sonra, yağ m u ru n sis gibi çiselediği bir anda köye var­
d ı lar. Bir evin ocak duman ıyla dolu bir odas ı na girdiler. Buras ı ,
asker koğuşuna benziyord u . Daha kapıda onları birkaç Meh­
metçik karşılayarak içeri alm ı ştı . Bunları bayağ ı Mehmetçikler
sanan genç kad ı n dikkat edince okumuş insanlara özgü ayd ı n
yüzler taş ı d ı kları n ı gördü. Kaba saba asker k ı l ı ğ ı içinde hiç de
Mehmetçik olmad ı kları anlaş ı l ı yord u . Biri ancak on sekiz ya­
şı nda ya var ya yoktu. Öbü rü ise biraz daha yaşlıca, kısa boy­
luyd u , sarı ş ı nd ı . En genci kendisini :
- Teğmen Bekir ! diye tan ıtt ı ktan sonra, sarış ı n olanı da:
- Yüzbaş ı Esat Bey ! diye genç kad ı nla tan ışt ı rd ı .
Teğmen Bekir, genç kad ı n ı ocağı n başı ndaki bir iskemleye
buyur etti. Ocağ ı n başı ndakilerden birisi Halide Edip Han ı m'a:
- Bu Kurna köyü ndeki adamları n seni haber vermeleri ni
onlara göstereceği m , dedi. Hepsini keseceğim vallahi billah i !
Askerler Bulgarca, Türkçe tü rkü ler söylüyord u . Genç ro­
mancı bunları n hepsini Mehmet Çavuş'u n başka başka örnek­
leri olarak buluyord u .
Teğmen Beki r :
- Buras ı , köyün mektebiydi . Şükrü Bey (Yenibahçeli) ,
şimdi gelecek. Biraz dinlenmez misiniz? diye sord u . Arkas ı n­
dan, vaktiyle öğretmeninin odası olan bir bölme var. Orada si­
ze bir yatak yapar ı m .
Teğmen Bekir, b i r şilte yayd ı v e bir yerden hayli kirli b i r tor­
ba alarak baş ı n ı n altına yerleştirdi. Bu içi kuru m uş tay ı nlarla
dolu bir ekmek torbasıyd ı .
Teğmen Bekir b u işi yaparken şunları d a bir çırpıda söyledi :
- Ben, sizin birçok konferansları n ı za ve bütün mitingleri­
nize gelmiştim . Fakat sizi tan ı mak imkan ı n ı bulamam ı şt ı m .
Genç kad ı n , bölmede şekerleme kestirmeye çal ı ş ı rken d ı -
şarıdan doktorun sesi geld i :
- Burada ne yapıyorsun Şükrü ?
Şükrü Bey (Yenibahçeli) ona şu karş ı l ı ğ ı verd i :
- Ç o k şükür sağ kurtulmuşsun . Görüyorsun ya, ben bu­
rada milleti yönetiyorum .
1 64
Bu biraz alay kokan güçlü bir sesti. Genç kad ı n bakı nca
birbirleriyle kucaklaşan iki erkeği n başları n ı görd ü . Şükrü Bey,
odaya girmişti . Bu kez Yenibahçeli Şükrü Bey'in kahverengi
ipek kalpağ ı n ı görüyord u .
Şükrü Bey :
- Bekir, ben i m torba haz ı r m ı ? İyi kapa, diş fı rçaları m ı bir
diziye al ı p kaçı yorlar.
Doktor Adnan Bey'e:
- Hemşiremiz nerede? diye sord u .
G e n ç kad ı n kalkarak, odaya geçti v e Yenibahçeli ü n l ü
Şükrü Bey'le hemen burun buruna geld i . Arkası nda (sırtmda,
üzerinde) iyi biçilmiş kahverengi spor bir giynek, ipek gömlek
ve k ı rm ı z ı bir kravat vard ı .
Eğilerek zarif bir biçimde genç amazon u n elini öptü . Onu
tahta sı raya otu rttu . Mangalda güzel bir koku salarak et pişi­
yor, yumurta kaynıyord u .
Şükrü Bey :
- Şimdi yemeğimizi yeriz , son ra hemen yola çıkarız,
hemşire ! ded i .
- Nereye gidiyoruz?
- Köseler'e. Bizim sevgili Day ı Mesut ile korkunç Arslan
Kaptan' ı n merkezi. Buradakilerin ikisi , iki kahraman , sizi götü­
recek. Sekiz saat kadar sürer. Yoksa ben i m kahramanlardan
hoşlanmad ı n mı hemşire?
- Hay ı r, öyle değ i l , yal n ı z gitsek olmaz m ı ?
- Olamaz ! B u adamlara tam anlamıyla güvenmelisiniz.
Bunlar bizim ordumuzdur.
Sonra Teğmene seslendi :
- Buraya gel, Beki r ! B u Bekir ben i m yavrumdur. Bekir si­
zinle beraber Köseler'e dek gidecek. Haydar'la İ hsan da önde
yürüyecek. Gerekirse H ı ristiyan çetecilerle dövüşecekler. Ben­
den son ra en iyi atıcı Beki r'dir.
Şükrü Bey, E ndaht Mektebi'nin baş ı nda bu lunuyord u . Ün­
lü bir atıcıyd ı , Teğmen Bekir'i de öyle yetiştirmişti .
Yemekten sonra hemen yola çı kmak üzere davran ı ld ı .
1 65
Genç amazon , yine saman çuval ı n ı n üstüne tı rmandı Tam bu
sı rada Ahmet Halim adl ı bir tüccar yolcu peydahlanarak çok
yararl ı bir iş gördü : Arkası ndaki (üzerindeki) yağmurluğu çıka­
rıp genç kad ı na giydirdi. Yağmur yine h ı zlan m ı ştı .
Yenibahçeli Şükrü Bey, onları yolcu etti. Uğurlu yolculuk­
lar diledi . Teğmen Bekir araban ı n yan ı nda yürümeye başladı .
Omuzu nda bir mavzer, belinde bir tabanca vard ı . Kemerinde
de iki bomba sallan ıyordu.
Yolculuk olaysı z sü rüyordu. Bir yerde koruyucular kafile­
den ayrı l ı p uzaklaştı lar, görünmez oldular. Biraz sonra dön­
düklerinde :
- Artık, Köseler köyüne selametle gidebiliriz, dediler.
Bir ara atı c ı l ı k, nişanc ı l ı k üstü ne konuşuld u . Teğmen Be­
kir, yüksek bir kayan ı n tepesine dikkatlice bakt ı . Birisi, Teğme­
ne kayan ı n tepesi nde ak bir noktayı gösterd i :
- Nas ı l , ş u n u vurabilir misin? ded i .
Teğmen hemen tüfeğini kayan ı n tepesine doğrulttu. Tetiği
çekmesiyle üstü yeşil ak kaya parçası yuvarlanarak kafilenin
ayakları dibine düştü . Teğmen , sonra genç amazona mutlaka
tüfek atmayı öğrenmesini sal ı klad ı .
Yine yürüyüşe geçtiler. Akşam yaklaştı kça soğuk v e rüz­
gar da artıyord u . Karanl ı k, iyice bastı . Yağmur, rüzgar ve so­
ğuk altı nda Köseler köyün ü n mezarl ı ğ ı ndan aşağ ı indiler. Kö­
yün sonundaki bir evi n bahçe kapısı önünde durdular. Sokak­
larda ellerinde fenerlerle dolaşan ord u askerlerine rastlad ı lar.
Askerler, onları bir asman ı n altı ndan geçirerek tam bir köy evi­
ne buyur ettiler. Genç kad ı n ı n girdiği oda geniş ve temizdi. As­
kerler, bu amazona şaşkı n bakışlarla bakıyorlar. İngilizlerle İs­
tanbul hükü meti n i n bunca önem verdiği bu kad ı n ı n ne menem
şey olduğu n u anlamaya çal ışıyorlard ı . Odan ı n o rta yerinde bir
hal ı , yan duvarı nda üst üste dizili bir sürü yatak vard ı . Teğmen
Bekir, hemen genç kad ı na ateşin yan ı nda bir yatak serd i . O da
oturup duvara yaslandı . Öbür konuk ve koruyucular da kendi­
lerine birer yatak sererek sigaraları n ı yaktılar. Odacığ ı n kıpkı­
zıl ayd ı n l ı ğ ı odayı ayd ı nlatmakla birlikte küçük bir iskemlenin
1 66
üzerinde de bir lamba yan ıyordu. Millet donmuş ve ı slanm ı ş
olan ayaklar ı n ı ocağa uzatıp ısıtt ı ğ ı ndan odaya sigara du ma­
n ıyla birlikte ı slak çorap ve ayak kokusu da yay ı ld ı . Biraz son­
ra bir asker yumurta ve ekmek getird i . Yorgu n arg ı n yerlerken
kapıdan tan ı k alayc ı , şakacı ve gürbüz bir erkek sesi geldi :
- Ben de gelip sizinle yemek yiyeyim m i , Adnan ?
B u , Yenibahçeli Binbaşı Şükrü Bey'den başkası değildi.
Kolunda da uzun boylu , temiz giyimli Afrika ı rkları ndan bir
adam vard ı . Genç kad ı n , hemen kendi Sudan l ı Nevres bacısı­
n ı and ı . Şükrü Bey, kol undaki genç, g ü rbüz ve sevimli subayı
oradakilere tan ıtt ı :
- Dayı Mesut.
Şükrü Bey'in sesinde şefkatle , sevgiyle dolu bir dostluk to­
nu yüzüyord u . Ad ı daha birçok yerlerde geçecek olan bu alçak
gön ü l l ü , yiğit ve yürekli arkadaş ı n ı herkesin kendisi gibi sev­
mesini isteyen bir hali vard ı . Genç kad ı n , Şükrü Bey'in Dayı
Mesut'a karş ı duyduğu sevginin nedeni n i anlar gibiyd i : "Dayı
Mesut'u n halinde, davran ışı nda ince bir şövalye edası vard ı . "
Şükrü Bey :
- Day ı Mesut da çoluk çocuk sahibi ; sütlü kahve gibi bir
yavrusu var.
Bu arada eski subay Cami Bey yine haritas ı n ı çıkarıp açtı :
- Bir kuyu dibinde gibi duran bu köye bizi getirmenin ne
anlam ı var? İngilizler, dokuz kilometre ötem izde. Bir saate ka­
dar gelir, bizi kapana kısılmış fareler gibi yakalayabilirler.
Genç kad ı n , İ ngilizlere tutsak olmaktan çok korkuyordu :
- Mesut Dayı , kuvvetiniz ne kadar? d iye sordu.
- Otuz kişiyiz hemşire.
- Eğer bizi sararlarsa ne yapars ı n ı z Mesut Day ı ?
- Dövüşürüz hemşire.
Bu arada Yüzbaşı Esat ve Teğmen Bekir Beyler, Yenibah­
çeli Şükrü Bey'e birer telgraf getirdiler. Şükrü Bey telgrafları
okuyunca bir tuhaf old u . Güçlük içinde kalan bir insan gibi yü­
zünden bir öfke ve düşünce fırtı nası geçti . İ ngiliz atl ı ları yolla­
rı tutmuş olmal ı yd ı . Genç kad ı n konuşulanlardan da anlam ı ştı
1 67
ki Kuvayı Milliye ile İzmit Tümen Kumandan ı ' n ı n arası şeker­
renkti . Ona da güvenilmiyord u . Adapazar ı 'ndaki İngilizci ve pa­
dişahçı öfkenin gittikçe kabard ığ ı , bu değerli yolculara bu gü­
zel şehir bölgesini mezar etmeye hazı rland ı ğ ı duyuluyord u .
Adapazarı l ı ları n e l i n e geçmemek için dağları aşmak, Çal
köyünden geçmek gerekiyord u . Erkekler bu işi tartışa dursun .
Gebze Jandarma Ku mandanı Yüzbaşı Nail Bey, (Yahya Kap­
tan'm katillerinden) telefonda Halide Edip'le arkadaşları n ı el­
den geldiği nce çabuk oradan uzaklaştı rmas ı n ı Şükrü Bey'e
sal ı kl ı yord u . Bu da gösteriyordu ki İ ngilizler, tam avı n üzerin­
deydiler. Bütün oradakilerin sinirleri gerilmişti . Herkes bir mav­
zer mermisi gibi h ı z l ı düşünüyordu.
Bu arada kap ı vurulunca bütün bakışlar, bir yayl ı m ateş gi­
bi oraya sapland ı . Ad ı dillerde dolaşan ünlü Küçük Arslan çete­
sinin reisi Arslan Kaptan, ufak ve çevik gövdesiyle içeri daldı . O
da her çeteci gibi silah deposuna benziyordu. Genç kad ı n , yü­
zü İsa' n ı n resimlerine benzeyen , mini mini, bol kara sakall ı ve
saçl ı , düzg ü n burunlu, ince, sivri çeneli, çocuksu bakışl ı Kap­
tan' ı görünce şaş ı r ı r gibi oldu. Demek korkunç H ı ristiyan çete­
lerine duman att ı ran ünlü Arslan Kaptan , buydu ha? Onun ço­
cuksu gözleri varsa da baş ı n ı n bol saç ve sakal ı onu bir arsla­
na benzetiyord u . Ayakları yere dokununca hemen kaplanvari
bir h ı zla yukarıya kalkıyor ve gövdesi atı lan bir ok gibi, yay gibi
hareket ediyordu. Üzerinde kahverengi bir pantolon vard ı . Beli
fişeklerle doluydu. S ı rt ı nda bir ipek gömlek, baş ı n ı n üzerinde
kocaman kırmızı ipekli bir poşu sarı l ı yd ı . Elinde bir tüfek, belin­
de iki tabanca, bunlar arası nda da bir kama bulunuyordu.
Tüfeğini yere bı rakarak Halide Edip Han ı m'a doğru ilerle­
di. Onun elini iki kez öpüp baş ı na koydu :
- Safa geldin hemşire han ı m , ded i .
Sonra, tüfeğini alarak b i r şiltenin üzerine bağdaş kurdu ve
tüfeğini de dizleri ni n üzerine koydu.
Şükrü Bey, bu s ı rada durumun ağ ı rl ı ğ ı ndan söz ederek
gene kad ı na döndü :
- Ata binebilir m isiniz? diye sord u .
1 68
- Binebiliri m .
Arslan Kaptan :
- İ ngilizlerin bizi bu duruma sokmaları na şükredelim, dedi.
- N için Arslan Kaptan?
- Çünkü hemşire, biz çabuk i nanan yufka yürekli insan-
larız. Bize iyi davransalard ı onlara inan ı r, belki bağ ı msızlığ ı m ı ­
z ı d a yitirirdik. Fakat sen kayg ı lanma hemşire. Benim Yelken­
tepe'de bir mağaram var. Eğer Adapazarı 'na geçemezsek ben
sizi oraya saklar ı m . Altı ayl ı k yiyecek var. İşte o yeri İngiliz or­
dusu bulamaz.
O gece bu rada konaklan ı lacağ ı anlaş ı l m ıştı . Odayı doldu­
ran boğucu sigara duman ı bulutları aras ı nda bir yandan Ars­
lan Kaptan , bir yandan oradaki savaşçı lar Arslan Kaptan çete­
sinin siyasal H ı ristiyan çeteleriyle yapt ığı kanl ı boğ uşmaları ,
çatı şmaları anlat ı p durdular.
Bu arada Arslan Kaptan :
- İ nşallah başarabilirsek bir tek hevesim var hemşire .
- Nedir o Arslan Kaptan?
- Beyoğlu'nda Tokatlıyan kapısı nda elimde tüfek, bu k ı l ı -
ğ ı m la d u rup Yu nan palyaçoları na çal ı m satmak.
Halide Edip Han ı m , gece oturduğu yerde uyku ile uyan ı k­
l ı k aras ı nda birkaç saat geçirdi. Teğmen Bekir ikide bir ocağa
odu n atıyor, öbü r nöbetçilerle birlikte atmaca gibi bekliyord u .
Sabahleyin erkenden Şükrü Bey geld i . Verilen karara göre Ha­
lide Edip Han ı m grubunu Adapazarı 'na on üç kişilik Arslan
Kaptan çetesi götürecekti. Önlerinde üç günlük bir yol vard ı .
Halide Edip Han ı m , Şükrü Bey'e :
- Bizim yan ı m ızda bir adam vard ı , ona ne oldu? diye sor­
du.
- Bana şüpheli göründüğünden köyden bir yere kı m ı lda-
mamas ı n ı emrettim. Eğer k ı m ı ldarsa hemen vuracaklar.
Cami Bey de genç kad ı n ı n üzüldüğü n ü görerek:
- Merak etmeyin , bir yere k ı m ı ldamaz ! ded i .
Akşamüstü b i r grup kaçak daha geldi. Bunlar Trabzon Me­
busu H üsrev, Albay Kazı m (Ankara'da Genel Kurmay Başkanlığı
1 69
İ kinci Reisi) , Yarbay Naim (Cevat, istanbul'dan Anadolu'ya silah
kaçıranlardan), Hüsrev Bey'in kardeşi Yarbay Besalet Beylerdi.
Gitme zama n ı geldiğinde Halide Edip d ı şarı ç ı ktı , yerlerin
bir metre karla örtüldüğünü gördü. Halide Edip grubu denen
kaçaklar, küçük meydan ı n ötesindeki evde gecelem işti . Ora­
dan karlara batarak d ı şarı döküldüler. Yolcular için tahta se­
merli atlar kiralanm ı ştı . Köy kad ı n ları gözleri yaş l ı onlara bakı­
yordu. Tahta semerli ve ipten üzeng i l i atlar s ı raya dizilmiş, bu
kötü havada yap ı lacak yolculuğun çilesin i düşün ü r gibi kayg ı l ı
görünüyorlard ı . Şükrü Bey, Halide Edip Han ı m ' ı ata bindi rece­
ği s ı rada Albay Seyfi Bey paltosu n u çı kararak semerin üzerine
serd i . Başka bir subay, boyun atkı s ı n ı ç ı karıp onun boynuna
sard ı . Arslan Kaptan da on üç adam ıyla geld i . Atı na binerek
Şükrü Bey' i n kumandas ı n ı bekled i .
Binbaşı Şükrü Bey, ş u buyruğu verd i :
- Yar ı m saat önce bu radan ü ç kişi yola ç ı ktı . Yi rmi daki­
ka yavaş gidiniz. Köyden uzaklaştı ktan sonra üç defa ateş
edi lmesi ni bekleyiniz. Bu, yolu n güvenli olduğuna işarettir. On­
dan sonra Çal köyün ü n s ı rt ı n ı tı rman ı rs ı n ız. Allah yard ı mc ı n ı z
ols u n. Allaha ı smarlad ı k !
Binbaşı Şükrü Bey'in sesinde eski şakac ı l ı ğ ı n i z i yoktu .
Halide Edip Han ı m , Arslan Kaptan'la en önde yü rüyüşe geçti .
Öteki ler de tek s ı ra olarak onları izlediler.
Kar fırtı nas ı , böylece ilerleyen yolcuları çabucak silik birer
siluet gibi gözden yiti rirken Binbaşı Şükrü Bey'le Dayı Mesut,
arkadan güçlü sesleriyle onlara iyi yolcul u klar dil iyorlard ı :
- Allah selamet versin, Allah yolu n uzu açı k etsin !
Köylü kad ı nlar d a ağlayarak benzer sözleri yineliyorlard ı .
Bütün yolcuları n elleri tabancadayd ı . Tipi içinde her a n düş­
man başları görünebilirdi. Arslan Kaptan' ı n taşkın neşesi, so­
ğ u ktan titremeye başlayan genç kad ı n ı oyal ı yord u . Ona düş­
man çetelerle çarpı şt ı ğ ı yerleri gösteriyord u . Yayalardan bi ri
bay ı larak karları n içine yuvarland ı . Kafile, öğleyin rastlad ı ğ ı bir
köyde durarak biraz yiyecek ald ı ve atları n üstünde yiyerek yo­
l u n u sürdürd ü .
1 70
Akşamüstü Çal köyüne vard ı kları nda atlar da, insanlar da
perişan , yarı donmuş bir duru mdayd ı . Bu rada bir ağan ı n sıcak
evinde geceyi geçiren kafile sabahleyin yine yola dizilmek
üzere davrand ı . Albay Kaz ı m Bey, kafile başkanı seçildi. Albay,
genç kad ı na kendi eğerli güzel k ı r atı n ı vermek istedi . O ken­
di semerli atı na al ı ştı ğ ı n ı söyledi.
Kafileye başkan seçilen Albay Kaz ı m Bey, Arslan Kap­
tan' ı n gocun maması içi n elini s ı ktı ve :
- Ben yal n ı z subaylarla ilgileneceğ i m , senin adamları na
karı şmayacağ ı m , dedi.
Kar dinmişti. Gü neş ara s ı ra, bir ç ı k ı p bir yitiyord u . Yaln ı z ,
yerler kal ı n b i r kar tabakasıyla örtülmüştü . Öğleden son ra, ön­
cülük yapan Arslan Kaptan' ı n çetesinden biri soluk soluğa gel­
di:
- İ ngiliz süvarisi, beş dakika önce köyden geçerek Hali­
de Edip kafilesi üstüne bilgi edinmeye çal ışmış, dedi.
Bunun üzerine kafile durd u . Ağ ı r bir sessizlik başlad ı .
Gözler, her yanda düşman arıyord u .
Albay Kaz ı m Bey, kumandan olarak buyruğunu bildird i :
- Buras ı , durmak için güvenli b i r yer. Beş dakika önce
oradan ç ı ktı larsa epeyce zaman al ı r buraya gel meleri . Hangi
yana gittikleri ni sordun m u ?
- Hay ı r, sormad ı m .
Buna epeyce can ı s ı kı lan kumandan Arslan Kaptan' ı n
adamlarına karışmayacağ ı içi n susmaktan başka çı kar yol bu­
lamad ı . Sonra yine yürüyüş başlad ı . Yol üstündeki bir köyde
kısa bir yemek molası vererek yine yola dizildiler. Öğleden
sonra yol üstündeki bir köyden silah sesleri işittiler.
Kumandan :
- Durunuz ! diyerek kafileyi durdurd u .
Herkes atı ndan atlayarak silah ı na davrand ı . Halide Edip
Han ı m ' ı da attan indirmek istedilerse de üzengi iplerini ayakla­
rı ndan çı karman ı n zorluğu karş ı s ı nda buna yanaşmad ı . Yeni
tüfek sesleri bunları n yönünü bel l i etti. Kurşunlar, kafilenin ba­
şı üstünde cıvlayarak geçiyord u .
171
Kumandan , Teğmen Bekir Bey'i çağ ı rd ı :
- Köye dörtnal git. Beş dakikadan çok sürmez. Tehlike
varsa üç defa ateş et ! Eğer on beş dakika içinde etmezsen bir
iş olmad ı ğ ı n ı anları m .
B u sı rada ateş durd u . Bekir Bey, doludizgin tüfek sesleri­
nin geldiği yere doğru uzaklaşt ı . Kaz ı m Bey saatine bakıyord u .
Eğer b u ateş, İ ngiliz sürülerinden y a da Yunan l ı lardan geliyor­
sa Halide Edip Han ı m ' ı Arslan Kaptan çetesiyle uzaklaştırıp
geri kalanlar çatışmaya tutuşacaklard ı . On beş dakika geçmiş,
havaya üç el ateş edilmemişti . Teğmen Bekir Bey, kır atı n ı n
üstünde görünerek a z zamanda kafilenin yan ı n a vard ı .
- İzmit kumandan ı , bize yard ı m olsun diye o n süvari gön­
dermiş. Köyde bizi bekliyorlar. Dikkatimizi çekmek için ateş et­
mişler.
Kafile, köye doğru yü rü meye başlad ı . Biraz sonra da on
yard ı mcı atl ı göründü . Kafile, Küçük Kaymaz köyüne vard ı ğ ı n ­
da b i r yığ ı n köylü kad ı n ı çamurlu yollara dizilerek onları seyre­
diyord u . Bu nları n arası nda tek tük erkekler de göze çarpıyor­
du. Albay Kaz ı m Bey, hemen kafileye gecelemek üzere bir ev
buld u . Genç kad ı n , yine kendini ocağ ı nda ateş yanan geniş bir
odada buldu . Sedirlerin üzeri tiftik keçisi derileriyle örtülüydü.
Bir postun yumuşak k ı l ları üzerine diz çöktüğ ü nde acıdan ba­
ğ ı rmamak için dişleri n i s ı ktı . Gövdesi , birbirinden ayrı parçalar
gibiyd i . Bu parçalardan hiçbi ri nin öbü rleriyle bağlantısı yok gi­
biyd i . Korkunç bir soğuk ve yorgunluk, onda kendine egemen
olma olanağ ı n ı yok etmişti. Birden yere düşerek kendinden
geçti . Kendine gelmesi uzun sürmed i . Yaşl ı bir köylü kad ı n ı n
koşarak kendisine b i r yast ı k getirdiğini görd ü . Kad ı ncağ ı z :
- Gençler, i htiyarlardan çabuk yoru l u r, dedi. Benim k ı z ı m
bile senin g i b i yoruluverir.
Başka odada çorba içen erkeklerin konuşması işitiliyord u .
O n a da b i r tas çorba getirdiler. Sonra yaşlı kad ı n , sıcak su
getirerek kendi eliyle Halide Edip Han ı m ' ı n yüzün ü , gözünü yı­
kad ı . Yaşl ı kad ı n köy imam ı n ı n kaynanasıyd ı . İ mam , Halide
Edip grubunun geldiğini öğrenince köyden kaçm ı şt ı . O da her-
1 12
kes gibi Kuvayı Milliyecilere yard ı m edenlerin öldürüleceğini öğ­
renmişti . Yaşl ı kad ı n , keçi derisinin altı nda General Wilson'un
ünlü bir ilan kağ ı d ı n ı çıkard ı . Bunda, bütün Kuvayı Milliyecilere
yard ı m edenlere, kocaman harflerle "ÖLÜM!" yazıyordu. Gece­
yi dinlenerek geçiren genç düşün amazonu, sabahleyin dışarı­
da bir gürültü işitti. Teğmen Bekir Bey, d ı şarı fı rlayarak bunun
nedenini öğrendi . Köyün karakolundaki jandarmalar, kafileyi İn­
giliz sanarak geceleyin sıvışıp gitmişlerdi. Bunu anlayan kafile­
dekilerden biri de onlara yüksek sesle sövüp sayıyordu.
Sabahleyi n saat sekizde yola ç ı k ı ld ı . Adapazarı buradan
yetmiş beş kilometre çekiyord u . Yer donmuştu. Hava güneşliy­
di. Sapa yollardan ilerliyorlard ı . İki saatlik bir yü rüyüşten son­
ra, İzmit Körfezi'nin görü ndüğü bir tepeye vard ı lar. istanbul'da
yitirdikleri denizin bu umut gibi güzel mavi liğini burda karşı la­
rı nda bulmak hepsinin üzerinde türlü etkiler yaptı . Genç düşün
amazonu, atı n ı herkesten önce tepeden aşağ ı sürünce deni­
zin maviliği de birdenbire yitti. Arslan Kaptan' ı n Gebzeli yave­
ri tek gözlü İsmai l , bu sı rada genç kad ı na :
- Han ı m teyze, deniz ne kadar g ü z e l , tarla ne kadar ye­
şil ! ded i .
- Buralara y i n e döneceğiz, İsmai l !
Eski b i r Ermeni köyü olan Armaşa'n ı n (Armaş, Ermeşe, ­
Akmeşe - İzmit) dolayları ndan geçiyorlard ı . Sazları n arası nda
bir i nsan başı gördüler. Gözcülük eder gibi bir hali var.
Arslan Kaptan :
- Kimsin sen ? diye bağ ı rd ı .
- Artin .
- Ne köyüdür bu ?
- Armaşa! (Şimdiki adı Akmeşe - İzmit)
Arslan Kaptan, bir gözcü olduğunu anlad ı , bu adam ı n al-
n ı n ı n çatına bir kurşun yerleştirmemek için kendini zor tuttu :
- Olduğu n yerde bir saat k ı m ı ldamayacaksı n ! ded i .
- Peki Ağam !
Kafile bir batakl ı ktan geçiyord u . Atlar çamu ra batıyor, güç­
lükle yürüyorlard ı . Batağa saplanan atları kurtarmak epeyce
1 73
güç oluyor, zaman yitiriyordu. Kafile öğleden son ra İkizce Os­
maniye adl ı bir Çerkez köyüne uğrad ı . Hemen hemen kı rm ı z ı ­
y a boyanm ı ş yeşillikle kapl ı , verandal ı güzel evler sı ralan m ı ştı .
Köyün Çerkez halkı , yolculardan uzak duruyor, onlara hiç
de dostça olmayan bakışlarla bakıyorlard ı . Buralarda bir ihanet
rüzgarı n ı n estiği seziliyordu. Atları ndan inip şöyle ayakta bir
mola veren yolcular, bir yandan uyuşan gövdelerini k ımı ldatıyor,
bir yandan köyün ortası nda gürül gürül akan çeşmede atları n ı
suluyorlard ı . Arslan Kaptan'la o n ü ç adam ı , parmakları mavzer­
lerinin tetiğinde, gözlerini dört açm ış, çevrelerini kolluyorlard ı .
Köyün ötesinde geçilmesi gereken, fundal ı kl ı , s ı k ağaçl ı kl ı , ça­
l ı l ı kl ı bir bölge vard ı . Bu ormanda yol bulmak güç olacağı ndan
Albay Kaz ı m Bey, kılavuz olarak bir Türk delikanlısı buldu. K ı r­
mızı gömlekli köylü genç öne düştü , onun ard ı ndan Halide Edip
Han ı m , geriden de bütün kafile geliyordu. Ormandan ziyana uğ­
ramadan çı kan pek az kişi oldu. Kı lavuzun k ı rm ı z ı gömleği ça­
l ıl ara takılarak boydan boya yırtılmış, genç kad ı n ı n yanakları di­
ken yaraları içinde kal m ı ştı . Ormandan çıktıklarında akşam ka­
ran l ı ğ ı basmıştı . Gidilecek köyse çok uzaktaydı .
Yollar, şimdiye dek olduğundan d a kötüyd ü .
lslak b i r soğuk, yorgun yolcuların can ocakları na dek işli­
yor, yüzlerine u mutsuz i nsanlara özgü bitkin bir görü nüş veri­
yord u . ıss ı z ve küçük bir köye yaklaş m ı şlard ı . Hepsi ikişer
üçer kişilik topluluklar meydana getirerek heyecanl ı ve sinirli
bir biçimde tartışıyord u . Uzaktan bunu gören genç kad ı n ne ol­
duğunu anlamadan bakt ı . Sonra iş anlaş ı ld ı . Çok yorgun olan
yolcu lar, daha öteye gitmek istemiyor. Kumandana karşı dire­
tiyorlard ı . Albay onları kandı ramam ıştı . Halide Edip Han ı m on­
lar üzerinde olumlu bir etki yapmak üzere atı n ı sürüp ilerleme­
ye başlad ı . Adapazarı ' n ı n patlamak üzere bulunan kocaman
bir bombaya benzediğini gören yolcuları n çoğunluğu, ölümün
üstü ne üstü ne varmaktan çekiniyord u .
Halide E d i p Han ı m , başı ağrılardan çatlayarak atı n ı ağ ı r
ağ ı r sürüyor, hiç arkas ı na bakmadan ilerl iyord u . B i r ara ard ı n­
da sessizliğin arttığ ı n ı ayı rt etti. Atı n ı n gemini çekerek arkaya
1 74
baktı . Yolcular, epeyce ötede durmuş hala tartışıyorlard ı .
Albay Kaz ı m Bey, b u sı rada k ı r atı n ı sü rerek onun yan ına
geldi. Yüzü çaresizlik içindeki insanları nkine özgü perişan bir
anlam alm ı ştı :
- Yarbay H üsrev ile beraber Dr. Adnan , "Buradan öteye
bir adım atmayız" diyorlar. Ötekiler de onlara uyup "Gitmeye­
ceğiz" diye tutturacaklar. Bana kal ı rsa bir çaba daha gösterip
bu gece Adapazarı 'na varmal ıyız. Siz ne dersiniz? diye sord u .
- Yolu sürdürmeliyiz !
Kaz ı m Bey, buna çok sevindi . Arkası nda bir kişi daha var­
d ı . Ötekilere şöyle bağ ı rd ı :
- Biz gidiyoruz, isteyenler ard ı m ı zdan gelsin .
Albay, bunu der demez atı n ı ileriye doğru sürd ü . Halide
Edip Han ı m'la at başı bir gitmeye başlad ı l ar. Epeyce ilerledik­
ten sonra başları n ı çevirip baktı kları nda hepsin i n süngü leri dü­
şük geldiğ i ni gördüler. Kafile, yine toplanm ı ştı .
Halide Edip H an ı m :
- Adapazarı 'na daha n e kadar yol var? diye sord u .
- On i k i kilometre.
Yağmurlu, zifir gibi karanl ı k bir ihanet gecesi içinde, hiç ona­
rılmam ış taşl ı , kötü bir yolda ilerleyen atlar, ikide bir tökezliyor,
yolcuları n ağzı ndan bir tek sözcük çıkm ı yordu. Herkes, insan ı n
dağarcığı nda saklı e n son direnç cevherini harcıyor gibiydi. Hali­
de Edip Han ı m , baş ı n ı n döndüğünü duyuyor, attan yuvarlanmak
tehlikeleri geçiriyor, o da son dirim ve direnç cevherine sarı lmış,
düşse bile sessizce, kimseyi yard ı ma çağ ı rmadan düşmek isti­
yordu. Erkeklerin ellerindeki sigaraları n ateşleri , genç kad ı na bir
dirim belirtisi gibi görünüyor, bu da bir avuntu oluyordu.
En son ra, varacakları köyü n ölü gözünde parlayan ı ş ı kla­
rı andı ran belirsiz ı ş ı kları göründü . Gece yarısı olmuştu .
- D u r ! diye bir buyruk işitildi. Kafile d u rdu . Yarı ölü bir du­
ruma gelen genç kad ı n ı güçlü iki erkek kolu tutup semerin üs­
tünden yere indird i . S ı rt ı n ı bir taş duvara dayayarak ancak
ayakta d u rabilen genç kad ı n , en sonra kendinde olmayarak:
- Bitti m ! ded i .
1 75
Yan ı başı nda bir ses işitild i :
- Ben de ö l ü gibiyi m !
B u , Yarbay Hüsrev Bey'in sesiyd i .
Köy kahvesi önündeydiler. Vurulan kapıdan elinde lamba­
sıyla kahveci ç ı kt ı . Yolcuları kahveye buyur etti . Kahvenin or­
tası ndaki sobaya odu n doldu rarak harland ı rd ı . Arslan Kap­
tan ' ı n adamları , bir içki şişesini kafalarına dikip birer ikişer yu­
dum çekerek ı s ı n m aya çal ışıyorlard ı . Albay Kaz ı m Bey, biraz
sonra kahveye gelerek herkese köyde yatacak yer bulduğunu
söyledi . Halide Edip Han ı m ancak kocas ı n ı n koluna asılarak
yerinden kalkabildi . Gövdesi, elastik gücü yitmiş bir et külçesi
gibiydi. Soğuk alg ı n l ığ ı , ateşini yükseltmişti . Düşsel saatler
içinde yaş ıyor gibiyd i . Kendini bir yitirip bir buluyordu. İçinden :
- Bu vücudu değiştirmeliyi m ! diye söyleniyor, sonra da
dediklerine güleceği geliyordu.
Tan yeri atı p da kalkmak gerektiğinde yerinden kı m ı ldaya­
mad ı . Tıpkı akşamki gibiydi. Yine yolculuk başlamak üzereydi.
Bu kez onu bir arabaya bindirdiler. Adapazarı bu rdan bir saat
çekiyord u . Adapazarı 'na yaklaşan kafileyi birkaç atl ı karş ı lad ı .
Bunlardan uzun boylu , açı kgözlü , yakış ı kl ı biri , kafileden bir ta­
n ı d ı k arıyord u . En sonra da buldu . Arad ı ğ ı Cami Bey'di . Cami
Bey'i arayan bu son kerte yakışıklı adam, eski Adapazarı Kay­
makamı Çerkez Fuat Bey'di . O da Halide Edip Han ı m grubuy­
la Ankara'ya gidip Kuvayı Milliye safları aras ı na girmek istiyor­
d u . Kafile, yen i atl ı ları n kat ılmasıyla hayli büyümüştü . Şehrin
dış mahallelerinde n , ı ss ı z sokak ve yollardan geçerek istasyo­
n u n dolayları nda boş bir eve s ı ğ ı nmak istiyorlard ı . Önceden
peyledikleri evi en sonra bulup sığındı lar. Havan ı n korkunç so­
ğukluğun u ocakta yanan coşkun ateşi n karşısı nda bir kez da­
ha yendiler. Adapazarı Kaymakam ı Tahir Bey, bulundukları
eve gelmekte gecikmedi. Gidilecek yol üzerinde onlara bilgi
verd i . Halide Edip Han ı m , onu bir Kuvayı Milliyeciden çok ba­
şı nda bu belaları savmak için ne yapacağ ı n ı bilmeyen amaç­
sız bir büro adamı gibi görd ü .
1 76
Tah i r Bey :
- Adapazarı çok şüpheli bir duru mda, ded i . Halk ikiye ay­
r ı l m ı şt ı r, her on bi rbirleriyle çarpışabilir. Kimin Kuvayı Milliyeci,
kimin padişahçı olduğu da belli değ i ldir.
Tah i r Bey, soğukluk duygusu vermesine bakmayarak bu
önemli yolcuları n çevresinde dört dönüyor, onlara karşı büyük
ilgi gösterdiğini anlatmaya çal ışıyord u .
Halide Edip Han ı m dikkat etti. Arslan Kaptan'la adamlar ı ,
ş u sı rada özgürlüklerini yitirmiş, yabancı b i r dü nyaya girmiş gi­
biydiler. Art ı k burda görevleri kalmam ış gibi görü nüyorsa da
genç kad ı n , güvenliği salt onlarda buluyor, başka kimseye
inan m ı yord u .
Kafile Adapazarı 'ndan Hendek'e doğru yola çı kmak üzere
ayrı ld ı . Sakarya ı rmağ ı , kış güneşi altı nda boz bulan ı k akı p gi­
diyordu. Arslan Kaptan'la adamları burdan ayrı l ı p yine ulusal
görevlerini yapmak üzere dağ ları na döneceklerdi. Halide Edip
Han ı m , başta Arslan Kaptan olarak hepsi n i n elini s ı ktı , hepsiy­
le helalleşti . Ve onlara candan minnet ve teşekkü rlerini bildir­
d i . Halide Edip g rubu , sallarla Sakarya'dan karşıya geçerken
Arslan Kaptan Çetesi, kıyıda durmuş onlara el sallıyordu.
Şimdi kı lavuzluğu eski Adapazarı Kaymakamı Fuat Bey
alm ı şt ı . Kafileyi Hendek'teki kendi evinde konuk edecekti .
Hendek kasabası n ı n m inareleri uzaktan görünmüştü ki soy ve
güzel atlara binmiş iki kişi kafileyi karş ı lad ı . Bunlardan biri
Hendek Anadol u ve Rumeli Müdafaayı Hukuk Derneği'nin
başkanı Laz Rauf Bey'di . Kafileden birkaçı ona konuk old u .
Halide E d i p burda ilk kez kad ı nlar aras ı na düştü . Hamam ve
rahat yatak yüzü gördüyse de başka hoşa gitmeyen tehlikeli
şeyler de görd ü . Birçok insan Hendek sokakları nda irili ufakl ı
topluluklar olarak göze çarpıyor, hep fiskosla bir şeyler konu­
şuyorlar. Burası da fitili ateşlenmek üzere bulunan bir patlayı ­
cı maddeye benziyord u . "Kargaşa ha ç ı kt ı , ha çı kacakt ı . "
Bol u , daha tehlikeli b i r bölge durumundayd ı . H e r an b i r
ayaklanış bekleniyord u . İşin tersliğine bak ı n ı z k i onlar d a Bolu
üzerinden geçmeyi düşü nüyorlard ı . Cami Bey'i n haritası yine
1 77
ortaya yay ı larak olanaklar üzerinde uzun uzun konuşuld u .
E rtesi sabah tam Bolu'ya doğru yola çı kacakları saatte
Mustafa Kemal'den bir telgraf ald ı lar. Bunda çok güzel haber­
ler veriyordu : Ali Fuat Paşa, İ ngilizleri Eskişehir bölgesinden
Geyve Boğaz ı 'na dek sürüp atm ı şt ı . Onları n Geyve'ye dek
trenle yolculuk etmesini istiyordu. Buna göre yine Adapaza­
rı'na döneceklerd i . Hemen bir savaş divan ı kurarak yeni soru­
nu görüştüler, Adapazarı'na dönmeye karar verdiler. Halide
Edip Han ı m 'la Dr. Adnan Bey ve Cami Bey, eski Adapazarı
Kaymakam ı Fuat Bey'in konuğuyd u . Sabahleyin kalkıp öbür
arkadaşlar ı n bulunduğu yere gittiklerinde yen i bir can sı kıcı
olayla karşılaştı lar. Adapazarı Kaymakamı Tah i r Bey oradayd ı ,
getirdiği habere göre İngilizler İzmit'ten telgraf çekmiş, gece
yarısı Adapazarı 'na giren, kuşkulu kon u klar üstüne bilgi iste­
mişlerd i . İngilizler, her saat bu yanlara gelebilirlerdi. Yolcuları
yeni ve büyük bir kayg ı alm ı ştı . Kaymakam beyin yüzü de kar­
makarışıktı . Kafileyi ulusal güçlerin karargah ı olan Doğançay'a
götürecek arabaları n gelmesi gecikmişti . İngilizlerin eline geç­
meden burdan uzaklaşmak şöyle böyle bir şans işiydi. Her tür­
lü f ı rt ı na bulutu n u n , göklerini kararttı ğ ı bu bölgenin yolcular
üzerindeki baskı s ı gittikçe artıyordu. E n son ra beklenen ara­
balar gelince bir şeytandan kaçar gibi Hendek'ten kaçtılar.
Arabalar, yine birçok yerde sakız gibi yapışkan çamurlara gö­
mülmek tehlikesi geçirdiler. Doğançay'a bin türlü güçlükle va­
ran kafile, yeniden Sakarya l rmağ ı 'na kavuştuğu ndan çok se­
vind i . Sakarya'n ı n suyu , Kuvayı Milliyecileri n türküler yaktı ğ ı
güvenli topraklardan dost bir hava taşıyarak akıyord u .
Yolda Yarbay Mahmut Bey'in gönderdiği y ü z Kuvayı Milli­
ye atl ısıyla karşı laşan kafile, dünyalarca sevindi. Artık arkadan
hiçbir İ ngiliz atl ı s ı gelemezdi. Düşman ve ihanet geride kal m ı ş­
tı . "Arslan Kaptan gibi silah l ı yüz kadar başı bozuk asker so­
kaklarda gösteri yapı yordu." Eskişehir zaferi , yar ı m saat sonra
Yarbay Mah m ut Bey, Doğançay'da kafilenin yan ı başı nda be­
lird i . Sanki ihtilali n bir sembolü gibiyd i .
1 78
Karş ı l ı kl ı oturarak hem yiğit milislerini seyrettiler, hem de
üst üste kahveler içerek en yen i serüvenleri birbirlerine anlat­
tılar. Kafile, o akşam Geyve'ye vararak Geyve kaymakam ı n ı n
evine konuk old u . Artı k Kuvayı Milliye'nin kalbinin attığı şehre,
Ankara'ya bir an önce varmak sıtmasın a yakalanmı şlard ı . İs­
tanbul'dan beri onları doludizgin kovalayan İ ngiliz kara düşü ,
Kuvayı Milliye atl ı ları n ı n nalları altı nda yamyassı olmuştu.

TAN YERİNE ÇAGIRIŞ

Yalvarışla, acıma dilenmekle


bir ulus ve devletin şeref ve
bağımsızlığı kurtarılamaz.
M ustafa KEMAL

Süleymaniye Camii'nin ölümlü lüğe meydan okurcası na


ağ ı r ve olgun güzelliğiyle oturduğu ve m inarelerini birer ok gi­
bi göklere fı rlatt ı ğ ı yerde, 1 6 Mart'ta yap ı lan sert İ ngiliz işgalin­
den habersiz gibi duran evlerden tahini renkli birinin önünde
1 9 Mart 1 920 Cuma günü sivil bir adam durd u . Bu, Karakol Ör­
gütü 'nde çal ı şan emekli subaylardan Yarbay Reşat Bey'di . Ka­
pıyı çald ı . Hizmetçi kız merdivenleri inerek kapıya bakmaya
gittiğinde cadde üstündeki cumbal ı odada karş ı l ı kl ı oturup kay­
g ı l ıca konuşan iki kişi , ü rküntü ile toparland ı lar ve birbirlerinin
gözü nde bu n u n anlam ı n ı araşt ı rd ı lar. Şu ndan ki İstanbul'da ta­
n ı n m ı ş subay ı n evi , her an baskına uğramak tehlikesiyle karşı
karşıyayd ı . Kapı lardaki her tıkırtı , sokaktaki her ayak sesi bir
baskın ve ihanet habercisi say ı l ı yord u .
H izmetçi kız Reşat Bey'i görüp y i n e yukarı çıktığı nda ev
sahibi Ku rmay Albay İsmet Bey'le konuğu kurmay subay Saf­
fet (Arı kan) son kerte büyük bir merakla kızcağ ı z ı n ağzı ndan
çı kacak sözü beklediler:
- Efendi m , Reşat Bey adl ı bir adam sizi görmek istiyor.
- Buyursun.
1 79
Hizmetçi yine aşağ ı inerek Reşat Bey'i yukarı buyur etti.
Reşat Bey kararl ı adı mlarla yukarı çıkarak cumbal ı odaya gird i ;
İsmet Bey'in gösterdiği yere oturdu ; yutkunarak Saffet Bey'e
baktı . İsmet Bey, onun ne demek istediğini hemen anlad ı :
- Çekin meyiniz, dedi. B u benim arkadaşı md ı r.
Reşat Bey f ı s ı ldad ı :
- Telgraf geld i .
- Çağ ı rıyor m u ?
- Evet, efend i m .
- Hangi vasıta i l e ald ı n ız?
Telgraf, Kuşçalı gizli telgraf merkezi nden geliyord u . Ça­
nakkale Savaşları sı rası nda İtilaf Devletlerin i n boğazdan ge­
çerek İstanbul'u işgal etmeleri belkisine karşı Sultan Reşad ' ı
Anadolu 'ya kaçı rmak üzere düzeltil m iş gizli bir y o l üzerinde
kurulan bu gizli telgraf hattı , haritalara geçmediğinden şimdi
Kuvayı Milliye'n i n İstanbul'a bağlantısı n ı sağl ıyord u . Kuşçuba­
şı Eşref Bey'i n bu hatt ı n kurulması nda büyük emeği vard ı . İs­
met Bey, haberin bu tel üzerinden gelmesini beklediğinden
Reşat Bey'e hemen hangi yolla geldiğini sormuştu . Ayağa kal­
kan İsmet Bey :
- Ne vasıta ile gideceğiz? diye sord u .
- H e r şey haz ı rd ı r, efendim.
Günlerden beri alesta (harekete hazır, tetikte) bekleyen
İsmet Bey, birkaç dakika içinde soğuğa karşı gelecek biçimde
giyinerek:
- Ben de haz ı rı m ! dedi.
Üçü birlikte evden ç ı ktı . Saffet Bey, h ızlı ad ımlarla onlar­
dan uzaklaşarak başka bir yöne saptı .
Asker yürüyüşl ü ; İ nce gövdeli sivil bir adam, Fatma Aliye
Han ı m ' ı n köşküne doğru kararl ı ad ı mlarla ilerled i . Kapıyı çal­
mak üzereydi ki o kendiliğinden açı ld ı . Ev sahibi İsmail Hakkı
Bey, (sonra Sivas mebusu) onu güler yüzle karşı larken arka­
dan Saffet Bey'in (Arıkan) de başı uzand ı . Hemen konuğu al ı p
d ışardan kimseni n otu rmad ı ğ ı izlenimini veren panjurları kapa­
lı bir odaya götürdüler. Orda gidiş için hazı rlanan plan şuydu :
1 80
İsmet Bey'le Saffet Bey, ellerinde birer gazete ile trene bi­
necek, ayrı kompartı manlarda oturup sözde gazete okuyacak,
böylece yüzlerinin önünde gazeteden birer paravana meydana
getireceklerdir. Önceden alı nan biletler de onlara verildi. Yarım
saat sonra İsmet Bey'le Saffet Bey, trene binerek gazetelerini
okumaya başladı lar. Tren sarsılarak kalktı , İ ngiliz subay ve inzi­
batları da hemen koridorda bir aşağ ı bir yukarı dolaşarak kom­
partı manlardaki yolcuları gözden geçirmeye başladı lar.
Maltepe'de trenden inen iki yolcu, pek i ri yarı , yakış ı kl ı , kah­
verengi ipek kalpakl ı bir adam olan Yenibahçeli Şükrü Bey'ce
karşı land ı . Şükrü Bey otuz adı m ilerden yürümeye başlad ı . Bi­
raz sonra, bahçe içinde ahşap bir evin kapısı ndan içeri girdi.
Tahta perde ile çevrili bahçede Yüzbaşı H ulusi, Trabzonlu Bin­
başı Şevki Beylerle yüz yüze geldiler. Hep birlikte, ortası nda te­
peleme mangal kömürü yanan bir odaya girdiler. İsmet Bey:
- Yola ne vasıta ile çı kacağ ız? diye sord u .
Şükrü Bey :
- Beyefendi ne menzil var, ne vasıta diye kestirip att ı .
B i r ara, genel b i r sessizlik old u .
İsmet Bey:
- İki er elbisesi bulabilir misiniz? ded i .
- Emredersiniz.
Çabucak iki asker giyneği bulundu . İsmet Bey'le Saffet
Bey, sivil giyneklerini çı kartarak bunları giydiler. Maltepe En­
daht (atış) Okulu M üdürü Binbaşı Şevki Bey, iki asker için uy­
durma iki er kimliği doldurup altları na İ mzas ı n ı att ı . Ellerine ve­
rilen resmi belge şöyle diyord u : "Yu karıda kimlikleri yaz ı l ı iki er,
Üç Ağaç Ormanları ' ndan odun kesmeye memur olup . . . "

Bunlar olup bittikten sonra, konuklar bu odada biraz şe­


kerleme kestirerek tanyeri atarken Yakacı k'a doğru yola koyul­
dular. Onlara Yüzbaşı İ hsan Bey de kat ı l m ı şt ı . Üç kişi çuvalla­
ra bas ı l m ı ş sivil giyneklerini önlerinde giden hayvana yükle­
miş, çamurlara bata ç ı ka ilerliyord u . Yoldan saparak ilerlemek
zorunda kald ı kları ndan ayakkabı ları na yapı şan çamu r ayakla­
rı nda pranga demiri gibi ağı rlaşıyord u . Küçük kafilenin gözüne
181
ara s ı ra epeyce uzakta kalan Maltepe Atı ş Okulu'yla Maltepe
arası ndaki yolda İ ngiliz atl ı ları n ı n kol gezdiği çarpıyord u . Yaka­
cı k'tan transit geçtiler Akşam karan l ı ğ ı acı bir soğukla birleşe­
rek kı rları doldurd u . Bunun arkası ndan kar soğukluğunda bir
ahmakıslatan yağmaya başlad ı .
Kafilecik, yağm u rdan sırılsıklam olarak gece yarıs ı na dek
yürüdü. Yenibahçeli Şükrü Bey'in örgüt merkezi nde bulunduğu
Kurna köyüne var ı p da ateşin karşısı ndaki alçak kahve iskem­
lelerine çöktüklerinde askerlik yaşayı şları n ı n en çetin sınavla­
rı ndan biri n i daha arkada b ı raktı kları na sevindiler. Ateşi gören
ı slak giynekleri eski bir kışla kokusu salarak onlarda garip an ı ­
lar uyand ı rd ı . Yorgunluk v e uykusuzluk, yolcuları tatl ı bir şe­
kerleme kestirmeye zorlarken örgütü n en gözü pek, en yiğit
subayları ndan biri olan Yavuz Fehmi Bey, birden bire kapıyı
iterek içeri gird i . Gözleriyle işaret ederek İsmet Bey'le Saffet
Bey'i d ı şarı çağ ı rd ı . Yolcular, bunda bir tehlike işareti görerek
yerlerinden fı rlay ı p d ı şarı ç ı ktı lar.
Yavuz Fehm i Bey selam durarak:
- Yatakları n ı z haz ı r efendim ! ded i .
İki yolcu , Yüzbaşı İ hsan Bey'in Kurna köyü nde otu ran da­
yısı Binbaşı Nail Bey'i n evinde konuk edilecekti.
Nail Bey'in evinde konukları şölene benzer bir sofra bekli­
yord u . Ocağ ı n bol ateşi onları çok sevi ndird i . S ı rtları ndaki as­
ker giynekleri ı p ı slaktı . İ l k iş olarak ceketlerini ku rutmak üzere
ocağ ı n karş ı s ı na astı lar. Sonra sofran ı n baş ı n a geçtiler. Bu s ı ­
rada kapıdan gelen ayak sesleri hepsin i n baş ı n ı o yana dön­
dürd ü . Yavuz Feh m i elini tabancası na atarak d ı şarı fı rlad ı .
Döndüğü nde yüzü nde hiçbir gerginlik yoktu :
- Bir kafile daha geld i , dedi.
İbrahim Süreyya Bey, Sultantepe Tekkesi şeyhi Şeyh Ata
Efendi ve eski kurmay subayları ndan Nevres Bey, İsmet
Bey'le Saffet Bey, hemen tan ı nmamak içi n kabalakları n ı baş­
ları na geçirip yeniden er kı l ı ğ ı na girdiler. Yeni kafile de bu s ı ­
rada odaya gird i . Şeyh Ata Efendi grubu , Özbekler Tekkesi'ni
basan İngilizlerin elinden güçlükle kurtulup Kurna köyüne gel-
1 82
mişti . Şeyh Ata Efend i , ortadaki sofrayı görünce hemen kolla­
rı n ı sıvay ı p oturd u . Süreyya Bey'se yemeği düşünemeyecek
duru mdayd ı . Prens Sabahattin'in çömezi Nevres Bey'se kü­
çük, zayıf ve donmuş gövdesini ısıtmaktan başka bir şey dü­
şünmüyord u . Hemen ıslak bir kedi gibi ocağa sokularak hiç
kimseyle ilgilenmemek istercesine bir durum ald ı :
- Biraz ı s ı nal ı m ! dedi.
Bu s ı rada kapı hafifçe araland ı . Yavuz Fehmi Bey'in acı ­
mayı u n utmuş görünen komiteci bakı şları Saffet Bey'i d ı şarı
çağ ı rd ı . Saffet Bey, kayg ısız görünmeye çal ışarak d ı şarı çıkt ı .
Yavuz Fehm i Bey :
- Tan ı d ı n ı z m ı ? diye sordu.
- Evet, tan ı d ı m . "Nevres"
- İsmet Bey'e sorunuz: Eğer müsaade ederlerse onu
burdan gönderivereyim.
- Nereye?
- Nereye olacak öbür dünyaya.
Bu kez de dışarıya akl ı n ı takm ış olan İsmet Bey kap ı n ı n
aral ığı ndan Saffet Bey'in gözleriyle kendisin i çağ ı rd ı ğ ı n ı gördü.
Kalktı , ç ı ktı :
- Hayrola?
- Yavuz Fehmi'nin bir düşü ncesi var.
- Nedir?
İzin veri rseniz Nevres'i öbür dü nyaya yolcu edecek.
- Hay ı r, bu adam şimdi bizimle beraber! Eğer ileride bir
kötülük etmeye kalkarsa cezas ı n ı veririz. Fakat bugün onu öl­
dürmek hem cinayet olur, hem de yar ı n bu menzilde bize ko­
şacakları n gelmesine engel olur.
Yine içeri girdikleri nde İsmet Bey, ocağ ı n kızı l ayd ı n l ı ğ ı
içinde boy vererek Nevres Bey'in önüne dikildi :
- Beni tan ı d ı n galiba?
Nevres Bey, ona şöyle bir bakarak hemen yerinden fırlad ı :
- Aman İsmet Beyefendi !
Bu rastlay ı ş bütün odadakilerin duyduğu tedi rginliği biraz
olsun yatışt ı rd ı .
1 83
Biraz daha büyüyen kafile, sabah ı n erken saatlerinde ha­
z ı rlanarak Kuşçal ı köyüne doğru yola ç ı kt ı . Yağm u r, sulusep­
ken ve kar atıştı rmaları aras ı nda çok ted i rg i n bit yolculuk ya­
parak gizli telgraf merkezi Kuşçal ı 'ya vard ı kları nda, Meclis Me­
busu Reisi Celalettin Arif Bey, Ali Fuat Paşa' n ı n babası İsmail
Faz ı l Paşa, Keskinli Rıza Bey, Ethem Bey'in ağabeysi Reşit
Bey, N u ri Bey gru plarıyla karşı laştılar. Kafile, yeni katı lanlarla
epeyce büyümüştü . Buna bir kumandan seçmek gerekince İs­
met Bey'i seçtiler.
İsmet Bey grubu İstanbul'dan ç ı kal ı dört g ü n olmuştu ki
Küçük Arslan Çetesi'nin Reisi Arslan Kaptan on üç kişilik çete­
siyle meydana ç ı ktı . Koruyucu olarak önden ve arkadan gru­
bun yan ı başı nda yürü meye başlad ı lar. Bu çeteyi koruyucu
olarak kafileye veren iri yarı , uzun boylu , tatlı Afrikal ı yüzlü Bin­
başı Dayı Mesut Bey'di . Kuşçal ı 'dan ayrı l ı p da epey ilerlemiş­
lerdi ki bir haberci İngilizlerin kafilenin peşinde olduğu haberi­
ni getirdiyse de bu tehlike gerçekleşmed i . Yaln ı z pek güç olan
yol koşulları n ı n verdiği dayan ı lmaz tedirginliği artt ı rmaktan da
uzak kalmad ı . Denk geldikleri köylerde g ündüzse kısa bir mo­
la verip biraz bir şey atı şt ı rd ı ktan sonra, durmadan yürüyorlar,
akşam ya da gece vaktiyse orda konaklay ı p g ü n ışıyı nca yola
çıkıyorlard ı . Çok kuzeyden ilerleyen kafile Kand ı ra-İzmit yolu­
na düştüğü nde yolu kontrol eden İ ngiliz atl ı ları soru n u yolcula­
rı bir kez daha tedi rgin etti.
Bu yolu kestirip sapa patikalara girmek gerekiyord u .
İsmet Bey, kafiledekilere bu yolu askerce aşı rtt ığı sı rada,
elinden eksik olmayan dürbünüyle yola baktı ktan sonra, öbür­
lerine de gösterd i :
- Görüyor musunuz?
Baktı lar. Siluetleri göğe vuran birkaç atl ı kendilerine doğ­
ru geliyord u . Herkes, bir ü rperti geçird i . Demek İ ngilizler geli­
yord u . Sinerek, gizlenerek beklediler. İsmet Bey, bu atl ı ları
dürbünün içinde hapsetmiş gibiydi.
Biraz sonra herkesi ferahlatan bir haber verd i :
- Bunlar yabancıya benzemiyor.
1 84
Gelenler çı plak gözle tan ı nacak gibi yaklaşı nca herkes
sindiği yerden ç ı k ı p onları n yaklaşmas ı n ı bekled i . En son ra at­
l ı lar geld i : Bunlar İzmit Tümen Kumandan ı Rüştü Bey'i n , Teğ­
men Kemal Bey ku mandası nda gönderdiği birkaç binek atıyla
birkaç kat ı r ve silahtı . Rüştü Bey, İsmet Bey'i ta Yemen'den ta­
n ı yord u . Onun yollarda olduğunu Ankara'dan öğrenmiş ve bu
yard ı m işini tertiplemişti . Silahları kuşan ı p atlara ve katı rlara
binen yolcular, daha rahat bir yolculuğa kavuşmuşlard ı ki bu
kez de karşı ları na bir yerine iki düşman ç ı ktı . Bir kez bütün Ku­
vayı Milliye toprağ ı na açı lan geçitler ve gedikler, İngilizlerin ve
Kuvayı İ nzibatiye'nin kontrolü alt ı ndayd ı . Adapazarı dolayla­
rı ndaki Sakarya köprüsünden geçip geçemeyeceklerini sor­
dukları nda Adapazarı Kaymakam ı Tah i r Bey yukarıdaki ne­
denlerden bu yol u n kesik olduğu n u bildird i . Düşünüp bir kara­
ra varmak üzere mola verilecek bir yer arayan yolcular, önleri­
ne çıkan Fındıklı köyünde konaklad ılar. Hepsi evlere dağ ı larak
konu k edildiler. İsmet Bey'le Saffet Bey de yaşlı bir adam ı n
evine inmişti . Yaşl ı adamcağ ı z Çanakkale'de iki oğlunu yitirdi­
ğinden bu iki askeri görü nce onları anm ı ş , çok duygulan m ı ştı .
Bu yüzden onlara karşı büyük bir sevgi ve şefkat gösteriyord u .
İsmet Bey iyice dikkat etti , yaşlı köylü n ü n yüzünde b i r türlü açı ­
ğa vuramad ı ğ ı büyük bir korku yüzüyord u . Onun kendilerinden
sormak isteyip de bir türlü soramad ı ğ ı bir şey olduğu anlaş ı l ı ­
yord u . E n sonra kafiledeki sivilleri anlatmak isteyerek:
- Bunlar necidi r, oğul? diye sord u .
İsmet Bey, köylü n ü n kafası nda ki mi tehlikeli şeyler yatt ı ğ ı ­
n ı sezdiğinden şu yatıştı rıcı yan ıtı verd i :
- Bunlar, kadastro heyeti baba. Harita al ı yorlar. Biz de
koruyucularıyı z .
Yaşl ı köylü n ü n yüzü bir anda ferahlad ı :
- Hay Allah razı olsun oğu l , yüreği m i ferahlatt ı n . Köyde
"Bolşevikler ç ı km ı ş ! " diyorlard ı da.
İsmet Bey, yaşl ı adama verdiği yan ıtla ne büyük bir tehli­
keyi savuşturmuş olduğunu görerek bayağ ı sevindi.
Geceleyin kör bir petrol lambas ı n ı n ı ş ı ğ ı nda haritas ı n ı ya-
1 85
yarak pergelini eline alan İsmet Bey Sakarya l rmağ ı ' n ı n nerden
geçit verebileceğini araştı rıyordu. Bu tehlikeli bölgeden kurtul­
mak için Sakarya'yı bir ayak önce aşmak gerekiyordu. İsmet
Bey, yaşlı köylüden bir şeyler öğrenebilmek üzere sordu :
- Biz yar ı n Soğu ksu'ya gideceğiz, baba. Sakarya'yı ne-
reden geçebiliriz?
- Salmanl ı 'da pot vard ı r, oğu l .
- Pot ned i r?
- Pot kay ı kt ı r, oğu l .
İsmet Bey, yaşlı köylü n ü n verdiği b u bilgiye b i r cankurta­
ran simidi gibi sarıld ı . 200.000 ölçülü haritas ı n ı n Sakarya'yı
gösteren yerlerini inceden inceye gözden geçirmeye başlad ı .
B u kerte ince tutulmuş bir askersel haritada b u potları n yeri
mutlaka gösteril meliyd i . Yaln ı z haritaya göre ı rmağ ı n bir kilo­
metre bat ı s ı nda bir Faik köyü göze çarpı yord u .
İsmet Bey, kay ı ğ ı bulamayı nca e v sahibine y i n e sord u :
- Peki , başka nereden geçilir?
- Onun yukarısı nda da bir pot vard ı r.
Yine haritaya bir göz atan İsmet Bey, ev sahibinin dediği
ikinci pot yerinde de bir Faik köyü görünce işi anlad ı . Eski harf­
le Faik'le kay ı k birbirine yaklaşı k olarak yaz ı ld ı ğ ı ndan haritayı
yazan adam , yan l ı ş l ı kla kayığı Faik biçim i nde yazmıştı . İsmet
Bey, bu buluşuna sevindi. Kuvayı Milliye toprağ ı na doğru bir
geçit bulunmuştu . Arkadan tehlikenin dörtnala geldiği şu dar
zamanda, bu geçit, cen netin kapısı gibi kutsal bir önem taşı ­
yord u . Ev sahibi n e :
- Teşekkür ederim , baba ! dedi.
İsmet Bey, bu sonuca vardıktan sonra, yorganı başına çeke­
rek tedirgince de olsa güzel bir yolcu uykusu çekmeye çalıştı .
G ü n ışı rken kafileyi yola düşüren kumandan , pot denen
kay ı kla karşıya geçird i . İ ngiliz atl ı ları artık burdan ötede caka
satamazdı .
Soğuksu adl ı Çerkez köyüne vard ı kları nda artık kendileri­
ni özgürlüğe kavuşmuş duyuyorlard ı . Zeki , cin bakışl ı , gözlük­
l ü ve Enver Paşa bıyıkl ı Meclis-i Mebusan Reisi Celalettin Arif
1 86
Bey, Demosten gibi cansız doğaya karşı n utuklar çekecek ker­
tede iyimserlik havası içindeydi. Çerkez Reşit Bey, bu Çerkez
köyünü dolaşarak kimi haberler sızd ı rmak üzere gözden uzak­
laşm ı ştı . Hemen bütün grup bu iyimserlik havası içinde hoşnut
yeni yolculuk için h ı z almaya çal ışı rken Reşit Bey, uzun bacak­
ları n ı elden geldiğince açarak koşarcası n a geldi. İsmet Bey'e:
- Aman Beyefendi ! dedi. Kafileyi hemen yola çı karı n ız .
- Ne var?
- Köylülerin niyetleri bozuktur. Sivil elbiseler t ı kı l ı çuval-
larda para var san ı yorlar. Ne yapacakları belli olmaz. Belki so­
yarlar, belki de öldürü rler bizi.
İsmet bey bunun bir tehlike işareti olduğu n u anlayarak ka­
fileyi çabucak yola çı kard ı . Hiç du rmamacas ı na Hendek yö­
nü nde gittiler. Kasabaya yaklaştı kları nda uzaktan bir atl ı gru­
bunun sökü n ettiğini gördüler. Düşmanca gel medikleri hemen
anlaş ı ld ı . Bunlar gelen lere karşıcı çıkan Binbaşı Ramiz ve
Hendek Müdafaayı H u ku k Derneği Başkan ı Laz Rauf Bey'den
başkası değildi. Karşıcı ları n verdikleri ipuçları burda bir tehlike
anaforu n u n homurdanarak döndüğü n ü gösteriyord u . Bir kuy­
tuda topluca mola vererek akşam karanl ı ğ ı yla birlikte Hen­
dek'e girmeyi kararlaşt ı rd ı lar. Akşam karan l ı ğ ı n ı n gece karan­
l ı ğ ı na döndüğü yatsı vakti, sessizce kurtlar gibi kasabaya so­
kuldular. Yolcular, Ali Bey'in evinde gizlice konuk edildiler.
G ü n ı ş ı madan , ihanet henüz uykudayken kalkarak sessiz­
ce Hendek'ten uzaklaştı lar. İzmit Tümen Kumandan ı Rüştü
Bey'in atları n ı Sakarya'yı geçerken geri vermişler, Arslan Kap­
tan Çetesi de helalleşerek onlardan ayrı l m ı ştı . Artı k bu radan
öteye kendi girişimleriyle gideceklerdi.
Geceden iki araba tutulmuştu. Bunlardan birine İsmet
Bey'le Saffet Bey, ötekine de öbü r arkadaşlar binmişti. Araba­
lar, bozuk düzen yolun taşları üzerinde tıkı rdayarak alaca ka­
ran l ığ ı n sessizliği n i ü rkütüyord u . Gidiş yönü Bolu'yd u . Musta­
fa Kemal , Ankara'dan , bu kuşkulu bölgenin her türlü ihanete
gebe batakl ı kları içinde yüreklilikle ilerlemeye çal ı şan çok de­
ğerli arkadaşı İsmet Bey'i çok kötü işleye n , bin türlü engelle
1 87
dolu telgrafhaneler aracı l ı ğ ıyla du rmadan izliyor, gerekenlere
korumaları için durmadan buyruk üstüne buyruk yağdı rı yord u .
Yol u n bir noktası nda yayl ı ları n önüne birdenbire bir kara­
koldan fı rlayarak iki silah l ı jandarma dikiliverdi. Atları n başları ­
n ı tutarak iki erin ( ! ) bindiği arabayı z ı n k diye d u rdurdular. Sa­
bah olmak üzereyd i . Yüzler seçilebiliyord u .
- Kimliğ i n izi gösterin !
Araba, jandarmaları n güçlü kolları arası nda sallan ı yor ve
içindeki iki asker ne yapacakları n ı bilmeden pis pis düşünüp
duruyorken jandarmaları n geldiği yönden çok genç bir jandar­
ma subay ı n ı n , bir Teğmenin koşarak geldiği görüldü. İ ki jan­
darma eri hemen atları ve arabayı bı rakarak ona selam durd u .
Teğmen, arabadaki i k i askerin gözlerine dikkatle v e sempatiy­
le baktı . Teğmen bunları Mustafa Kemal' i n yana yakıla bekle­
diğini biliyord u . Evet, bunlar onlard ı . H içbir şey sormad ı .
- Geç !
İşareti verd i . Arabacı , atları dehled i . Araba sarsı larak bir
tehlikenin daha baş ı n ı tekerlekleriyle çiğneyerek
Bolu 'ya doğru gitmeye başlad ı . Art ı k yol boyu nca tedirgin
edilmediler. Gelip gecen yolcular onlara yolu n kıyısı ndaki yaş­
lı ağaçlara gösterdiklerinden daha çok ilgi göstermiyorlard ı . İs­
met Bey grubu geleceğin en tehlikeli ayaklanma bölgeleri için­
den kazası z belası z geçerek Köroğlu destan ı n ı n eski şehri Bo­
lu 'ya vard ı ğ ı nda doğruca Şükrü Bey'in (sonra mebus oldu) evi­
ne indi. Mustafa Kemal , Ankara'dan Şükrü Bey'e telgraf çeke­
rek konukları karş ı lamas ı n ı dilemişti. Şükrü Bey, Celaletti n
Arif, İbrahi m Sü reyya, Reşit Bey v e Şeyh Ata Efendi'yle konu­
şarak merdivenleri çı karken iki er de çam u rlu , yırtık pırtık as­
ker giynekleri içinde çuvalları indirip hayvanları bir yere bağla­
maya çal ışıyord u .
Şükrü Bey, onları görünce sahan l ı ktaki kahve ocağ ı n ı
gösterd i :
- S i z d e şöyle buyurunuz, oğlu m ! diyerek merdivenleri
çı kmaya başlad ı .
İ ki asker, ev sahibinin dediğini işitmemiş gibi arkası ndan
1 88
merdiveni çıkıp ötekilerin girip oturduğu sıcak odaya gird i . İ ki
askerin odaya girmesiyle oturanlar sayg ıyla ayağa kalkı nca
Şükrü Bey şaşkı n duraklad ı . Sonra birden duru m u kavrayarak
İsmet Bey'in ellerine sarı ld ı :
- Aman Beyefendiciği m , affedersiniz ! Affedersiniz, affe­
dersiniz ! diye yineledi.
İsmet Bey kafilesi , ertesi sabah atlara binerek Bolu 'dan
ayrı ldı . Beypazarı üzerinden Ankara'ya gideceklerdi.

ELMALI KÖPRÜSÜ ŞEHİDİ

Bu ulusun çocuklarının feda­


karlıkları, kahramanlıkları için
ölçü bulunamaz.
Mustafa KEMAL

24 Mart 1 920 günü Cengin'e s ı ğ ı n m ı ş bulunan Kilis Kuva­


yı Milliye örgütü , Antep Müdafaayı Hukuk örgütü ne çok önem­
li bir şifre gönderd i . Bunda şunlar yaz ıyordu :
- Katma'dan Kilis'e 6000 kişilik önemli ve karışık bir kuv­
vet gelmişti r. Fransız karargah ı nda büyük bir telaş ve kı m ı ltı
vard ı r. Yüzlerce araba yol üzeri nde toplanmaktad ı r. Bu ndan
da anlaş ı l maktad ı r ki Antep'e gidecek güçlü bir nakliye kolu
haz ı rlanmaktad ı r.
Antep Müdafaayı Hukuk örgütü , bu haberi hemen Anka­
ra'da Mustafa Kemal'e şifreledi. Öbür yandan Kilis-Antep yolu­
na bakan çaml ı tepelerde dikilip bu yoldan kuş uçurmayan Şa­
hin Bey'e yeni toplanm ı ş milis grupları gönderd i . Antep'e yer­
leşmiş olan Fransız gücü n ü n , ana güçleriyle bağlantısı büsbü­
tün kesilmişti .
Katma tren istasyonundan Kilis'e, ordan da Antep'e varan
bu bağlantı yolu üzerindeki bütün köprüler Şahin Bey'ce attırıl­
m ı ştı . Bu işte Kilis Kuvayı Milliyesi de Şahi n Bey'le yan yana
ve el ele çal ı ş m ı ştı . Kilis-Antep şosesi üzerinde meydana ge-
1 89
tirilen aşamal ı tahkimata yerleşen Şah i n Bey buyruğundaki
Kuvayı Milliye gücü , Fransızlar ı n bol silahlı ve kalabal ı k erzak
konvoyları n ı iki kez burdan geri çevirmiş, Antep'te kuşat ı l m ı ş
bulu nan Fransız v e Ermenileri korkudan titretmişti . Bu üstün
i nsan ve silah kalabal ı ğ ı yla Antep şosesi n i aşamayan Frans ız­
lar, çok küçük duruma düşmüşler, genel merkeze çığl ığa ben­
zer i mdat ve yard ı m si nyalleri gönderm işlerd i . Korkunç Fran­
sız prestiji , tepelerden yağan baş ı bozuk mermilerin altı nda
kalbura dönmüştü . İşte Anadolu insan ı n ı n ve dağları n ı n granit
direncine çarparak kırı lan Fransız askersel gücü n ü n durumu­
nu onarmak kayg ı s ı yla davranan Su riye ve Lübnan'daki Fran­
sız genel karargah ı , elindeki her türlü aracı ve i nsan stoku nu
Antep şehrine karş ı çı karm ı ştı . Katma istasyonuna i nerek Ki­
lis'e doğru yü rüyen altı bin kişilik Fransız askeriyle tanklar ve
toplar, kumandan Şah i n Bey'in bi rkaç yüz kişi lik ulusal gücüy­
le boy ölçüşmeye geliyord u .
B u sı rada kendi gücüne sonuna d e k güvenen Şahin Bey,
Oylum köyü , Kertil , Beşgöz tepeleri ve Bostancık s ı rtları nda bi­
rer granit yığ ı n ı gibi toprağa yapışmış bekleyen adamları n ı n da
ölüme meydan okuyuşları ndan güç alarak Antep'le bütün köy­
lerine ve dolayları ndaki kasabalara şöyle bir bildiri yayı nlad ı :
- Yol , Fransızlardan daha başka herkes içi n açı kt ı r ve
serbesttir.
Yaln ı z Antep'e doğru yola çıktığı söylenen Fransız konvo­
yunun son kerte güçlü ve öldürücü olanaklara sahip olduğunu
gören kimi arkadaşları Şahin Bey'e daha oynak bir strateji iz­
lemesin i , i natla bir yerde saplan ı p kalmamas ı n ı sal ıklıyorlard ı .
Bunlara karşı kendi kararı n ı n mant ı ğ ı ndan şaşmayan Şahin
Bey, tepelerde elindeki Alman dürbünüyle uzakları gözetleye
dursun, 26 Mart 1 920 sabah ı Yarbay Andrea buyruğu nda ka­
rı ş ı k üç piyade alay ı , iki yüz süvari , bir batarya top, dört tank,
birçok yeğnik ve ağ ı r maki nal ı tüfekle gereçlenmiş önemli bir
gücün Kilis'ten yola ç ı ktığı haberi geld i .
Yarbay s o n kerte tetikte v e askerce yürüttüğü kolu , Oylum
köyü dolayları na gelince durdurarak daha etkili bir tertibat ald ı .
1 90
Atl ı ları , kolun ilerisine ve her iki yan ı na sı ralayarak piyadenin
bir bölümünü de yolun birer kilometre soluna ve sağ ı na insan­
dan birer duvar gibi çı kararak kolu sağlam bir koruyucu sistem
içinde her an ateşe haz ı r bir durumda yürüyüşe geçirdi. Kolu n
önündeyse d ö rt tank, ilk çağlar canavarları n ı n d ö rt z ı r h l ı örneği
gibi ilerliyord u . Oylum köyünü olaysız geçen kol , eski sıkışık ve
z ı rh l ı Roma tümenlerine benzer bir biçimde ilerleyerek batarya­
n ı n namluları n ı Kuvayı Milliye'nin yuvaland ı ğ ı Kızı lburun tepe­
lerine çevirdi ve o zamana dek bura doğas ı n ı n işitmediği kor­
kunç patlamalar içinde bombard ı mana başlad ı . Yarbay Andrea,
kol henüz kurşun atı m ı na elverişli noktaya gelmeden Şahin
Bey milislerini saf d ı ş ı etmeyi tasarlam ı ştı . Gerçekten elleri te­
tikte bekleyen milisler bulu ndukları yeri cehenneme çeviren top
mermilerine karşı ne yapacakları n ı bilmeden bekliyorlard ı .
Fransız kolu rahatça ilerleyerek Sinap köprüsüne vard ı . Şahin
Bey'in y ı kt ı rd ı ğ ı bu köprüyü hemen onarmaya başlad ı lar. Yıkıl­
m ı ş köprünün onarı l ması s ı rası nda Kızı lburun'daki siperlerinde
sab ı rsızl ı kla bekleyen milisler keşif kolu üzerine yayl ı m ateş aç­
tı lar. Ası l kolsa hala kurşun yetişmeyecek uzakl ı kta köprünün
onarı lmas ı n ı bekliyordu. Milislerin kurşun yağmuruna Fransı z
topçusu şarapnel yağmuruyla karş ı l ı k verdi. Bu birbirine denk
olmayan, karş ı l ı kl ı ateş, ikindiüstüne dek sürdü. Fransız istih­
kamcı ları , Kuvayı Milliyecilerin ateş yağmuru altı nda en sonra
köprüyü onarıp kolun geçmesine elverişli bir duruma getirdiler­
se de akşam yaklaştığ ı ndan , kolun daha i leri gitmesini tehlikeli
gören Yarbay Andrea, olduğu yerde ordugah kurdurdu. Fransız
kumandan ı bu açı k ordugah ı Kuvayı Milliyecilerin gece baskı n­
ları ndan korumak üzere her türlü tertibatı ald ı .
Şahin Bey, yak ı n tepelere dek soku larak Yarbay And­
rea' n ı n ald ı ğ ı bütü n tertibatı gözden geçird i . Kolun çok uzu n ,
çok elastiki v e ateş gücünün çok yüksek oluşu Şahin Bey'i
epeyce düşündürd ü . Bununla beraber geceleyin bu kolun can
alacak bir noktası na bir baskı n yapmayı kurdu ve geceleyin bu
baskı n ı yaptı . Kol bana m ı s ı n demed i . Kol , öyle gereçlendiril­
mişti ki, neresine dokunsan ateş püskürüyord u .
191
Şahin Bey, bu her kolu ateş saçan çelik ejderhaya karşı
bir şey yapamayı nca biraz daha geri çekilip ona daha topluca
sald ı rmayı düşündü . Çamlar, meşeler, pı rnallarla örtülü Kertil
tepelerinin kayal ı kları nda pusuya yatan m i l isleri arası nda mav­
zerine baş ı n ı koyarak sabahı etti. Bütün elindeki gücü bu raya
toplam ı ştı .
Yarbay Andrea'n ı n güttüğü bin baş l ı canavar, sabahleyin
gözünü açar açmaz Kızı lburun ve Kertil tepelerine sürekli top
mermisi yağdı rmaya başlad ı . Gecenin karanl ı ğ ı ndan yararla­
nan düşman , onarm ı ş olduğu köprüden bütü n arabaları n ı ge­
çirmişti . Kol , her yerinden ateş saçarak Kızı lburun hizas ı na
geldiğinde karş ı l ı kl ı ateş ve cay ı rtı daha çok artt ı . Ağ ı r makina­
lı tüfeklerle toplar Şahin Bey gücü n ü n tutunduğu tepelerde
ağaçları biçiyor, kayal ı kları parçalayı p havaya savuruyor, top­
rağ ı fıskiye gibi fışkı rtıyord u . İki buçuk saat bu cehennem için­
de barı nabi len mil isler, biraz daha geri çekil mek zorunda kal­
d ı lar. Kilis-Antep yolunun birinci savunma aşamas ı , Yarbay
Andrea' n ı n topları ve maki nal ı tüfekleri karş ı s ı nda dağ ı l m ıştı .
Kol , Kızı lburun tepelerinin altı nda bir turist yürüyüşüyle geç­
ti. Düşman toplarıyla makinal ı tüfekleri Kertil yamaçları ndaki Ku­
vayı Milliye siperlerini ve pusu yerlerini öncekine benzer bir ateş
sağanağ ı altına ald ı . Milisler, Şahin Bey'i ve öbür kumandanları
da dinlemeyerek boş yere ölmektense daha gerilerde yararl ı ol­
mak düşüncesiyle siperlerini bı raktı lar. Şahin Bey buna çok üzül­
dü. Kendisinden ayrı lmayan pek az kişiyle Beşgöz Tepesi'ne çe­
kildi. Ordan da kol üzerine durmadan mermi yağd ı rd ı .
Karayı lan da, aşiret milisleriyle o n u n yan ı başı ndayd ı . N e
yaz ı k k i b u son kertede d e mil isler, ancak yarı m saat dayana­
bildiler. Ne var ki m i lislerin keskin nişanc ı l ı kları hiçbir merminin
boşa gitmemesi n i sağlayarak Fransız kol u ndan bi rçoğunu
canları ndan etti.
Şah in Bey'le Karay ı lan, milislerini al ı p Bostanc ı k s ı rtlarına
çekildiler. Onlar orda siper kaz ı p yeni bir direnme olanağ ı ha­
zı rlarken akşam ı n yaklaşmas ı ndan daha çok i lerlemeyi tehli­
keli bulan Yarbay Andrea da kolu Beşgöz Tepesi'yle Bostancı k
1 92
arası ndaki yol bölümünde açı k ordugah düzenine soktu . Ku­
vayı Mill iyecin i n iki nci savunma aşamas ı n ı da yok eden düş­
man sabahleyin yeni bir sald ırı yürüyüşü ne geçmek üzere din­
lene dursun , öbür yandan Şahin Bey, Bostancık değirmeninde
otu rmuş acı acı düşünüyord u . Elinin altı nda bulunan Karayı la­
noğlu Molla' n ı n ve Boynooğlu Memik'in yiğit savaşçı ları kendi­
lerinin de onun da yüzünü ağartacak biçimde çarpışmışlard ı .
Kendisi gücü n ü n üstünde çal ı ş m ı ş , ne yaz ı k k i çok kalabal ı k
i nsan v e bol ateş gücüne sahip olan düşman , o n u n bütün di­
rencini çiğneyerek Antep'i n kalbine doğru ilerlemekten geri
kal mam ı şt ı . Çoğu şehit ve yaral ı olan ve du rmadan yenilgiye
uğrayan şu bir avuç savaşçıyla bu ejderhayı yenmeyi nas ı l dü­
şünebi lird i ? Yoksa Anteplilere söylediği sözü yerine getirmek
zoru nda mı kalacakt ı ?
Salt, milletin direnme gücü n ü , yiğitlik h ı z ı n ı artı rmak üze­
re söylediğ i :
- Düşman ancak benim ölümü çiğneyerek Antep'e gire­
cektir. Sözü yerine getirilmesi gereken bir ödev mi oluyord u ?
Çok üzülüyord u . Yar ı n tanyeri att ı ğ ı nda başlayacak olan çatış­
man ı n çok kahramanca olacağ ı n ı ve kahramanca bir yenilgiy­
le biteceği n i biliyord u . Evet, iki üç gündür dişine vurmuş, anla­
m ı ştı ki düşman çok güçlüyd ü . Buna bakmadan son kez, bir
avuç insanla Yarbay Andrea'n ı n ateş saçan g ücü üstüne atı la­
caktı . Bu sı rada öte yanda kahramanlar şehri Antep'te Şahi n
Bey'i n atı ld ı ğ ı serüveni düşünerek dokuz doğu ruyordu. B u
ölüm diri m savaş ı n ı yakı ndan izlemek üzere Şah i n Bey'i , Ka­
rayı lan ' ı ve Boynooğlu Memik'i Bostanc ı k değirmeninde aray ı p
bulan Antep'in gönderdiği bir ku ru l , değ i rmenin a y ışığ ıyla ay­
d ı nlan m ı ş dam ı nda oturup durumu uzun uzun gözden geçird i .
Bu son savu nma için h e r türlü olanağ ı düşündü ler. Küçük ve
yiğit g üçlerin kocaman güçleri yendiği tarihsel olayları anarak
bir savunma aşaması kurman ı n yolları n ı araşt ı rd ı lar. Antep
Kurulu çekilip gittikten sonra Şahi n Bey, Karay ı lan'ı Boynooğ­
lu Memik'i ve milisleri n öbür ileri gelenleri n i çağ ı rarak bu son
savu nma yerinde ölünceye dek çarpışacakları üstü ne onlara
1 93
yemin ettirdi. Bütün gece hiç kimse uyumad ı . Şahi n Bey, ge­
ceden savunma tertibatı n ı ald ı .
Karay ı lan ' ı n m i l isleri Bostancı k' ı n arkası nda v e yolun dö­
nemecindeki tepede , Boynooğlu Memik' i n savaşçı ları , Fran­
s ızları yan ateşine alabilecek Elmal ı sı rtları nda, Şahin Bey'i n
buyruğundaki Antep m üfrezeleri U l umasere zeytinliğinin ya­
maçları nda. Şahi n Bey'i n kendisi de tam yolu n üzerinde, orta­
da mevzilenecekti. Dolunay sabaha dek ortal ı ğ ı aydı n latt ı .
Düşman karargah ı da Kuvayı Milliyeci mevzileri de büyük bir
sessizliğe gömülmüş olarak geceyi geçird i .
Tanyeri atarken Şahin Bey, cebinden küçük, mavi boyal ı
bir kurşun kalem, iç cebi nden buruşuk bir kağ ıt çı kararak son
mektubunu yazd ı . Bu Antep Müdafaayı Hukuk Derneği'ne bu­
günkü duru m u anlatan bir rapord u .
Bu sı rada Yarbay Andrea, şiddetli bir topçu ateşi açt ı rd ı .
Bostancı k ' ı n ard ı ndaki tepeye, Karay ı lan' ı n mevzilendiği yere
top mermileri yağmaya başlad ı . Bu kah redici haz ı rl ı ktan sonra
kol yürüyüşe geçti . Kolun yürüyüşe geçmesiyle Şahin Bey sa­
vaşçı ları da tepelerden bir yayl ı m ateşe başlad ı . Yaln ı z , her
namlu mutlaka bir i nsana nişan ald ı ğ ı ndan kurşunlar boşa git­
m iyord u . Bu sı rada Yarbay Andrea yüz atl ı , dört makinal ı tüfek
tak ı m ı ve üç yüz piyade tutarı nda bir müfreze ayı rarak Bostan­
cık köyünün batısı nda M ızmız Deresi yön ü ne yürütt ü . Bu gü­
cün amacı açı ktı . Karayı lan çetesin i n bulunduğu tepeyi sara­
rak onları n dönüş yolu n u kesecekti. Bunu gören Karayı lan göz
göre göre yok olman ı n anlam ı olmad ı ğ ı n ı anlayarak bir yan­
dan da top mermileri n i n cehenneme çevirdiği tepeyi bı rakarak
değ irmeni n arkası ndan M ı z m ı z Deresi'ne çekilmek zorunda
kald ı . Fransı z müfrezesi , tepeyi almakta gecikmed i . Karayı ­
lan ' ı n savaşç ı ları n ı söküp atan Yarbay Andrea, bu kez topları n
ve ağ ı r makinalı tüfeklerin namluları n ı Boynooğl u Memik'in
mevzilendiği Elmalı s ı rtlarıyla Ulumasere zeytinlikleri içinde
barı nan Antep m üfrezeleri üzerine yöneltti .
Toplar ı n ve ağ ı r makinal ı tüfeklerin yaptığı aral ı ksız ateşin
korumasıyla ağı r ağ ı r ilerleyen kol Bostanc ı k Tepesi ' n i n kıyı-
1 94
sı ndan kıvrı lan yol bölümüne varı nca piyadeyi saldı rıya geçir­
di. Bu s ı rada Şahin Bey, tam yol u n kıyısı nda, köprü ile değir­
men arası nda bul u nuyor, ordan ateş ediyord u .
Şahi n Bey :
- Düşman çok kalabal ı k hepimiz boşu na öleceğiz. Sur­
dan çekileli m ! diyen arkadaşlarına o şöyle karş ı l ı k verd i :
- Düşman bu radan geçerse ben Antep'e ne yüzle döne­
rim ! Düşman arabaları ancak benim cesedimi çiğneyerek An­
tep'e girebilirler.
Şahi n Bey'in on sekiz arkadaşı oracı kta şehit olmuş yatı­
yord u . Şahi n Bey küçük grubuyla burada düşman ı yarım saat
du raklattı . Top ateşinin dayan ı lmaz etkisiyle her iki yandaki mi­
lisler, buyruksuz, yerlerini bı rakarak geriye çekildiler. Şahin
Bey, savaşçı ları n yerlerini b ı rakıp kaçtı kları n ı görünce pek çok
üzüld ü . Ne yapacağ ı n ı şaş ı rd ı . Kuytu bir yerde bulunan atı n ı
yan ı ndaki savaşçı lardan birine vererek çekilenleri geri çevirt­
mek üzere onları n arkası ndan koşturmak istedi . Binen adam
atı bir türlü süremed i . Hayvan top seslerinden ü rkmüş, kaçıp
gideceğine huysuzluk ediyor, yol gitmek istemiyord u .
Şahin Bey bun u n üzerine çekilenlerin geri çevrilmesine
çal ışmaktan vazgeçti . Kuvayı Milliyeci savaşçı lar da bu sı rada
toplu olarak mevzilerden ayrı l m ı ş , kuytulara doğru uzaklaşa­
rak can ı n ı kurtarmaya çal ışıyord u . Şahi n Bey biraz sonra çev­
resinde hiçbir dost silah patlamad ı ğ ı n ı çok büyük bir acıyla an­
lad ı . Bulunduğu yerde birkaç kişiyle kal m ı şt ı . Onlar da ölümün
üstlerine geldiğini ve her an yaklaştığ ı n ı görerek çekilmek ka­
rarı na vard ı lar. Düşman yolun kıvrı m ı n ı geçmiş, dosdoğru
onun üzerine geliyord u . Şahin Bey y ı kt ı rd ı ğ ı Elmal ı köprüsü­
nün taşları arkası na siper alarak durmadan kocaman gövdeli
düşmana ateş ediyord u . Artık dev bir düşman kalabalığ ı na
karşı tek baş ı nayd ı . Son şarjörün ü yatağa sürüp ateş etti . Ar­
tık cephanesizd i . Tüfeğini Elmal ı köprüsünün taşlarına çarpa­
rak k ı rd ı ve şöyle haykı rd ı :
- Tanrı m . Vatan ı m ı sen kurtar. Alçak düşman, gel süngü-
le.
1 95
Fransız askerleri onu sol ku lağ ı n ı n arkası ndan ve karn ın­
dan süngüleyerek öldürdüler.
Şahi n Bey, büyük ve kutsal davalarda ölümün bir aspirin
yutarcası na kolay olduğunu hemşehrilerine göstermek uğruna
can ı n ı verd i .
Yarbay Andrea kolu, Şahin Bey'i b i r silindir g i b i çiğneyip
geçtikten sonra Kilisli Kartal' ı n Balaban'daki milislerini de boz­
guna uğratarak Antep'teki Fransızları n Büyük Kızılhisar (Oğu­
zeli) dolaylarına gönderdiği askerlerle bi rleşti ve 28 Mart
1 920'de Antep'e gird i . Yarbay Andrea'n ı n kolu Antep'e gi rerken
Ermeniler ç ı lg ı nca taşkı n l ı k yaptı lar. Bu taşkı n l ı k o denli ileri git­
ti ki az kalsı n şehirde çok önemli olaylar patlak verecekti.
Şahin Bey'in ölümü, Anteplilerin yüreği nde kocaman kan­
lı bir yara gibi kanarken Ermenilerin Andrea kuvvetleri ni böyle
ç ı l g ı nca alkışlamas ı Türk hemşehrileri de ç ı lg ı na döndürmüş­
tü . Jandarma kumandan ıyla emniyet müdürü , mutasarrıfa bir
uyarma yaz ı s ı yazarak çı kacak olayda sorumluluk kabul etme­
yecekleri n i bildirdiler.
Şahin Bey'i n şehit oluşu, Andrea gücü n ü n Kil is-Antep yo­
lunu açı ş ı ve Ermenilerin yaptığı büyük taşk ı n l ı klar, Antep şeh­
rin i birdenbire büyük olayları n kap ı s ı na getird i . D ışardan içeri
gi rmesine engel olunamayan düşman , bu kez içerden d ı şarı
atı l maya çal ı ş ı lacaktı .

BURÇ KÖYÜ

Bir ulusun başarıları mutlaka


genel ulusal güçlerin bir yönde
toplanması ve yoğunlaşmasw­
la mümkündür.
Mustafa KEMAL

K ı l ı ç Ali Bey, jandarma subayı Yüzbaşı Arslan Bey'le el ele


vererek Maraş ' ı Fransızlardan temizledikten son ra Mustafa
1 96
Kemal'den yen i bir görev ald ı . "Antep ve dolayları kumandan­
lığı " Hemen Kayserili Hasan Efe'n i n başları nda bulunduğu P ı ­
narbaş ı l ı yirmi savaşç ı s ı n ı alarak daha g üneye yolland ı .
Kılıç Ali Bey, Antep Müdafaayı Hukuk'unca Mustafa Ke­
mal'den istenen herhangi bir kumandandı . Antep ve dolayları n­
da baş vermiş birçok Kuvayı Milliye grupları kendi başlarına
buyruk çalışıyor, bir kumanda altı na giremediklerinden çalış­
maları istendiğince etkili olmuyord u . Baş ı nda Kamil Polat' ı n bu­
lunduğu Kilis Kuvayı Milliyesi , Nizipli Habeş'in yönetimindeki
Nizip Kuvayı Milliyesi, Urfa dolaylarındaki Pehlivanzade Nu­
ri'nin buyruğundaki Kuvayı Milliye gücü , hep ayrı ayrı çalışıyor­
du. Hep karı nca kararı nca işler görüyor, düşman ı n yararlandı ­
ğ ı yollardaki köprüleri atıyor, demiryolları n ı bozuyor, yürüyüşe
geçmiş düşman konvoyları na akı nlar yapıyor, tren istasyonla­
rı ndaki Fransız garnizonları na sald ı rıyor, düşmana göz açtı r­
mamak için ellerinden geleni yapıyorlard ı . Ne var ki , bu dağ ı n ı k
güçler, b i r buyruk altı nda çok daha yararl ı işler yapabilirdi. Son­
ra, güçlü bir asker kumandan ı n buyruğu altı nda toplanacak
olan bu gruplar resmi bir nitelik kazan ı p Türk Ordusunun bir
parçası durumuna gelecek ve böylece çal ışmaları daha etkili
olacakt ı . İşte bundan dolayı Antep şehri ulusal örgütünün Mus­
tafa Kemal'den istediği resmi kumandan K ı l ı ç Ali Bey, Antep ve
dolayları Kuvayı Milliye Kumandan ı olarak Güneye doğru yola
çıktığı nda kurtarılmış olan bölge ile kurtarılması gereken şehir­
lerarası nda kimi tehlikeli engellere rastlad ı . Bunları n başl ıcası
Sakçagöz engeliydi. Sakçagöz köyü stratejik bir yerde bulunu­
yord u . Antep-Maraş-Antep-Fevzipaşa- İslahiye arası nda ve tam
anlam ıyla kuzey-güney geçit yolu üzerine kurulmuş bir harami­
ler kulesini and ı rı yordu. Şundan ki bu köyün olduğu gibi bütün
bu dolayların da en güçlü adam ı olan H u rşit Ağa kampı n ı seç­
miş, Fransızlardan yana olduğu n u belli etmişti .
Adana-Maraş bölgelerinden gü neye g iden , güneyden ku­
zeye ç ı kan yolları n üzerine dikilen bu haramiler kulesinin başı
H u rşit Ağa' n ı n ad ı , bu son günlerde daha çok işitilmeye başla­
m ı ştı . Eskiden yal n ı z bir zorba gücü taşı yan H u rşit Ağa, şimdi
1 97
buna bir de siyasal güç eklemiş, Kuvayı Milliye'nin karş ı s ı nda
bir Fransız yan l ı s ı olduğunu göstermişti . Şu s ı rada bu her iki
gücünü de kullanarak hem bütün o dolayları , hem de bu yol­
dan gelip geçen her şeyi kontrol ediyordu . H u rşit Ağa' n ı n buy­
ruğunda Kuvayı M i l liye'ye düşman iki yüz kişilik de önemlice
bir çeteci gücü vard ı . Böylece ağ ı rl ı ğ ı n ı düşman ı n kefesine ko­
yan H u rşit Ağa ulusal güçler için bir tehlike olarak belirmiş ve
saf d ı ş ı edi lmesi için de güçlü bir neden hazı rlan m ı ştı . Fransız­
larla sürekli bir ilişki de kurmuş olan H u rşit Ağa' n ı n büyük oğ­
lu İsmail Hakkı , Fransız subayı üniformasıyla gezip dolaşıyor,
Antep'te Fransızlar ve Ermenilerle sarmaş-dolaş bir yaşayış
sü rüyord u . Bu çevrelerde ası l ad ı olan İsmail Hakkı unutul­
muş, onun yerin i Paşabey alm ıştı .
" "

H u rşit Ağa, oğlu "Paşabey" arac ı l ı ğ ıyla bir yandan da kah­


ramanlar şehri Antep'i kontrol etmeye özen iyord u . Bu yüzden
Antep Kuvayı M i l liyesi de Sakçagöz ağas ı n ı , hemen yan ı ba­
ş ı na dek sokulmuş kötü bir tehlike olarak duymaya başlam ı ş­
tı . Paşabey, Antep'te Türkleri n gözüne diken gibi batan serü­
venlere dal m ı ştı . Bir gün çok önemli bir olay ı n çı kmas ı na ner­
deyse önayak olacaktı . Saburcu'daki maarif kahvesinde çal ı ­
şan bir tuluat tiyatro kumpanyas ı n ı n kı zları ndan biriyle ilgile­
nen Paşabey, her akşam tiyatroya arkası ndaki silah l ı adamla­
rıyla geliyor, cakal ı bir biçimde, locas ı na ku ruluyord u .
Yine b i r akşam , locası na ku rulmuş olan Paşabey fıstık yi­
yor, ş ı marık ve küstah davran ışlarıyla Türk seyircileri iğrendi­
recek taşkı n l ı klar yapıyordu. Bir ara düzeni korumak üzere bir­
kaç polisle birlikte tiyatroda bulunan Komiser Mustafa Fev­
zi'nin baş ı na locası ndan fıstık kabukları n ı fı rlattı . Fevzi Bey,
yan ı ndaki polislerle hemen yukarı çı karak Paşabey'i locadan
d ı şarı çı karmak istedi . Bunun üzeri ne Paşabey' i n silah l ı adam­
larıyla tiyatrodaki seyirci Ermeni delikanl ı ları , davranarak ko­
m iserle polisleri n önüne dikildiler. Türk jandarmas ı da karı ş ı n ­
c a iş biraz daha büyüdü . Ermeni gençleri sandalyeleri fı rlata­
rak kahveyi ayd ı nlatan lüks lambas ı n ı parçalad ı lar. Paşabey,
karanl ı ktan yararlanarak savuşup gitti.
1 98
Karanlı ktaki itişip kakışmalar s ı rası nda süngülü Fransız
askerleri de kahveyi sararak işe karışmakta geç kalmad ı lar.
Fransız süngülüleri, gözleri kararm ış ve birbirine sald ı rmaya
başlam ı ş olan seyirci kalabal ı ğ ı n ı sürerek kahveden d ı şarı at­
tı . Olay da böylece kapand ı . Ne var ki eskiden Paşabey'den
gerçekten iğrenen ve tiksinen bili nçli Antep halkı , bu kez on­
dan hem daha çok iğrend i , hem de onu Fransızlardan ve Er­
meni lerden daha çok düşman bildi.
İşte Sakçagöz köyü nün ta Antep'i karıştı rmaya çal ışan
parmağ ı n ı kı rmak isteğiyle K ı l ı ç Ali Bey bir gün silah l ı adamla­
rıyla birdenbire Sakçagöz'e gird i . Bu Kuvayı Milliye ku manda­
n ı n ı n ününü çoktan işitmiş olan H u rşit Ağa çok korktu . K ı l ı ç Ali
Bey varl ı ğ ı n ı n verdiği ü rküntüyü yeter bularak Hurşit Ağa'ya
karşı yumuşak davrand ı , onunla çok uzun ve dostça konuş­
malarda bulu ndu . K ı l ı ç Ali Bey, en sonra H u rşit Ağa'yı hiç ol­
mazsa yan tutmayan bir adam olmaya zorlad ı . Onun Kuvayı
Milliye düşman l ı ğ ı n ı tatl ı -sert dillerle yok etti .
Hurşit Ağa, gerçekten yola gelmişe benziyordu. Kılıç Ali
Bey'le yaptığı görüşmeden birkaç gün son ra şı marık oğlu İsma­
il Hakkı 'yı Antep'ten Sakçagöz'e getirtti, üzeri ndeki Fransız su­
bayı üniformas ı n ı ocağa attırıp yaktı rarak onu bir Kuvayı Milliye­
ci milis kı l ı ğ ı na soktu ve Kılıç Ali Bey'in adamları aras ı na kattı .
K ı l ı ç Ali Bey çok tehlikeli bir düşman yuvası durumuna
gelmekte olan Sakçagöz köyünü bir Kuvay ı Milliye karargah ı ­
na çevirmişti . Artık H u rşit Ağa ile d i z dize otu rup memleket iş­
lerinden söz edebiliyorlard ı . K ı l ı ç Ali Bey bu raya geçici olarak
yerleşmişken biraz da H u rşit Ağa'ya gözdağ ı vermek isterce­
sine Antep M üdafaayı Hukuk Örgütüne haber salarak şehir
ad ı na görüşmek üzere bi rkaç sözcü istedi . Eski mebuslardan
Ahmet M u htar Bey, Jandarma Yüzbaşı Esat Bey, Tah ri rat Mü­
dürü Rag ı p Bey, Hacı Halit Ağazade Sad ı k Bey, Sakçagöz'e
geldiler. Genel kuru l , K ı l ı ç Ali Bey'e şehir üstü ne gereken bü­
tün bilgiyi, yap ı lan örgütü ve şeh ir içinde başlayacak bir savaş­
taki savunma biçimlerini uzun uzun anlatt ı . K ı l ı ç Ali Bey, kurul­
daki Jandarma Ku mandan ı Yüzbaşı Esat Bey'i Antep-Akçako-
1 99
yunlu yolunun savun masıyla görevlendird i .
Antep Kuvayı Milliyesi'nde ö n e m l i bir rolü olan Mustafa
Kepkep Bey'e de İslahiye-Katma demiryolunun birçok yerleri­
ni ve Roca'daki tahta köprüyü yıkmak görevini verd i . Bu buy­
ruğu alan M ustafa Kepkep Antep'e döner dönmez, adamları­
nın başına geçerek İslahiye-Katma demiryolu n u birçok yerin­
den bozdu, tahta köprüyü attı ve Fransızlara pek çok güçlük­
ler çı karmaktan geri durmad ı . Sakçagöz'ü kazasız belasız
düşman bir nokta olmaktan çı karan K ı l ı ç Ali Bey, H u rşit
Ağa' n ı n şı marık oğlu Paşabey'i de "daha çok bir rehine olarak"
yan ı na ald ı ve Antep şehri dolayları ndaki Burç köyüne vard ı .
K ı l ı ç Ali Bey'in ad ı Sakçagöz'den beri K ı l ı ç Ali Paşa olarak bi­
liniyord u . Bu, daha çok etki yapmak için kullan ı l ıyord u . Yaln ı z ,
Hasan Efe'nin başı nda bulu nduğu yirmi kişilik b i r ulusal çete­
den başka gücü n ü n olmayışı , halk aras ı nda olu msuz fısıltı la­
rı n yayı lmas ı n a yol açıyord u .
Bütü n adamları K ı l ı ç A l i Bey'e:
- Paşam ! diye ü n lüyorlard ı .
Ankara'dan Antep'e bir paşa gönderildiğini işiten halk,
onun arkası nda bir nizami asker gücü n ü n bulunmayışı n ı yad ı r­
gıyor, düş kırıkl ı ğ ı na uğruyordu. Zavall ı lar nerden bileceklerdi
ki Mustafa Kemal'in bile Samsun'a ç ı ktığı nda ancak bir tek as­
keri vard ı . Her militan ve kumandan , askerin i , gücünü kendi ya­
ratmak zorundayd ı . K ı l ı ç Ali Bey de yal n ı z kendi zekas ı na ve
yeteneğine dayanarak yola çıkmış, Pınarbaş ı ' ndan edindiği yir­
mi yiğitle sonsuz gibi görünen geniş savaş sahnesinin sayısız
tehlikeler taşıyan serüvenleri içine atı l m ı ştı . Surda herkes ken­
di gücünü kendi yaratmak zorundayd ı . İşte, Mustafa Kemal bu
alanda her Kuvayı Milliyeciye örnek olmuş değil miydi? Ne var
ki dara gelmiş olan Güney halkı , düşman ı bir anda külü ngüyle
(külünk: Bir çeşit kazma) tuz buz edecek düzenl i , toplu tüfekli
bir ordunun yard ı mları na gelmesini bekliyord u .
Kılıç A l i Bey, Sakçagöz'e çağ ı rd ı ğ ı Antepli aydı nlardan te­
dirgin edici bilgiler de alm ıştı ki , bunlar ı n en kötüsü, kimi eşraf
ve zenginlerin şehir içinde meydana gelecek savaşlara engel
200
olmakta direnmeleriydi. Bu son kerte önemli sorunu çözümle­
meyi göz önüne alan K ı l ı ç Ali Bey, Antep olayları n ı daha yakın­
dan etkilemek için oraya yak ı n Burç köyünde karargah kurma­
yı düşünmüştü . Savaşı n şehir içinde patlak vermesi bir an so­
runu iken mal ve mülklerinin zarara uğramamas ı için bu sava­
şa karşı direnen bu adamlar, ancak Fransızlarca övgüye değer
olabilirdi. Onları n düşüncelerini Kuvayı Milliye'nin düşüncesiyle
denkleştirmedikçe savaş s ı rası nda türlü tehlike yaratıcı durum­
lar ve ihanetler meydana gelebilirdi. Bu sakı ncayı ortadan kal­
d ı rmak üzere iki yol vard ı . Ya bu eşraf ve zenginlerin düşünce­
leri Kuvayı Milliye'nin düşüncelerine göre ayarlanacak ya da bu
adamlar, savaş sürdüğü sürece Antep'ten sürgün edileceklerdi.
Kararı K ı l ı ç Ali Bey verecekti. Bu iki çözüm yolundan biri mutla­
ka uygulanacaktı . Zaman çok dard ı . Antep'in kurtuluş savaşı na
başlama gongu neredeyse vurmak üzereyd i . Kılıç Ali Bey 3 1
Mart 1 920'de Antep'e haber salarak şehir içi savaşı yapılması ­
n ı istemeyen kodamanları Burç'taki karargah ı na çağ ı rd ı . Ahmet
Muhtar, Hacı Abdullah Edip, Faz l ı Ağazade Nuri, Şefik, Maz­
lum, Şeyh Übeydullah , Müftüzade Hayri, Ş ı h Mustafa, Abdullah
Nam ı k, Celal Kadri, Hacı Afif Beyler topluca Burç'a vard ı lar. Kı­
lıç Ali Bey, onları dostça karşılayarak onlarla içten ve etkili ko­
nuşmalar yaptı . Bütün bu görüşmeler sonucunda da Antepli
zenginler, Nuh deyip peygamber demediklerinden K ı l ı ç Ali Bey
onları savaş süresince sürgünde bulundurmaya karar verd i .
Memleketin selameti b u n u gerektiriyordu .
K ı l ı ç Ali Bey verdiği kararı Ahmet M uhtar Bey'e bildirince
o buna şöylece karşı durdu :
- Bunlar, milli davran ışlara karşı değ ildirler, dedi. U lusal
örgüte ellerinden geldiği nce para yard ı m ı da yapmaktad ı rlar.
Başka bir yanda otu rmaya zorlanmaları , hem şeref ve haysi­
yetlerine uyg u n düşmez, hem de şeh i rde gerçek bir ikiliğin
doğmas ı na yol açar.
En sonra, her ikisi baş başa verip şöyle bir anlaşma ola­
nağ ı buldular:
Bu adamlar, şehre dönerek Fransız kumandanlığına he-
20 1
men şehri boşaltı p gitmeleri üstüne bir ültimatom (kesin uyan)
vereceklerdi. Bu anlaşmaya göre Ahmet Muhtar ve Celal Beyler,
Fransızlara verilecek ültimatomla halka yayı mlanacak bildiriyi
kaleme aldı lar. Bunları Kılıç Ali Bey'den başka hepsi imzalad ı .
K ı l ı ç A l i Bey, b u n u Antep v e Adana'daki Fransız kuman­
dan l ı kları na, Doğu Ordu ları Ku mandan ı General Goro'ya, bir
örneğini de Ankara'da Mustafa Kemal Paşa'ya gönderdi.
Protesto mektubu şöyle diyordu :
- Türkler uzun yüzyı llardan beri sizin ulusunuza karş ı bü­
yük bir güven ve değer verme duygusu içinde yaşad ı . Bütün
yenilik ve devrimlerinde umudunun gözü n ü sizlere çevirdi.
Türk milleti yas ve felaket zamanları nda dost ve okşayıcı ses­
leri çok zaman sizin memleketiniz olan hakseverlerden işitti.
Türk, pekiyi bilir ki Frans ız ulusu, özg ü rlük kayg ı sıyla kendi
yurdunu ve güzel payitahtı n ı ateş ve kan sellerine boğdu .
Fransa'n ı n bağ ı ms ı zl ı k aşkı v e uğurda düşünülemeyecek ker­
tede fedakarl ı klara katlanmayı göze alması Türk dünyası nda,
Tü rk yüreğinde ölmez izlenimler meydana getirmiştir. Doğuş­
tan bağ ı msızlığa aş ı k olan Türkler, bu amaçta ruhça ortak ol­
dukları Frans ızları çok zamandan beri sevmişler ve benzer
aziz ve kutsal amac ı n koruyucusu olarak tan ı m ı şlard ı . Bağ ı m ­
sızl ığa aşı k olan Fransızlar, b u n u kendilerinde erdem olarak
görüyorlar da Türkleri de neden küçü mseyerek görüyorlar?
Anadolu'yu baştanbaşa saran u l usun ru h u n u n derinlikle­
rinde doğup her yanda bir tufan gibi taşan heyecanı elbette
görüp değerlendiriyorsunuzdur?
Ulus, bağ ı msızlığa kavuşmak, en değerli ve kutsal bir
hakkı n ı elde etmek uğruna her şeyi fedaya karar vermiştir. An­
tep'te ve yollarda görmüş olduğunuz k ı m ı ltı lar ise bu sars ı l mak
bilmez isteklerin ürünüdür. Bunu eşkıyal ı k gibi bayağ ı adlarla
nitelemek uygarl ı k dü nyas ı nda böyle göstermek, uygar Fran­
sa' n ı n özg ü rlük kavgalarıyla dolu olan tari hi için büyük bir leke
meydana getirecektir. Bizim üstümüze atmak istediğiniz şeyle­
ri yapmaktan uygarl ı k ve insan l ı k ününüzün koru nması uğruna
sakı n ı n ız. Kilis'ten Antep'e girmek isteyen gücünüz birçok zu-
202
lüm yapmaktan kendini al ı koyamad ı . Sessiz ve yoksul köylü­
lerin evleri y ı k ı l ı yor, salt özgürlük aşkı ve bağ ı msızlık aşkı uğ­
runa canları n ı vermiş kutlu şehitleri mizin giynekleri soyularak,
hakaretlere uğrat ı l ı yor. İşte, bu zulümler, bağ ı msı zlığı uğruna
savaşan Tü rklerden değil Fransızlardan geliyor. Türk, bağ ı m­
sızl ı ğ ı n ı bı rakmaz ve sonuna dek de b ı rakmayacakt ı r. Ulus,
mezara bağ ı msızl ı ğ ı yla birlikte gidecek ve ölü msüzlüğün kar­
ş ı s ı na bu ölü msüz armağanla birlikte çı kacaktı r. Bu dirençle
davranan ulusa bayağ ı bir eşkıya gözüyle bakarak türlü zu­
lümler yapmayı sevgili bağ ı msızl ı ğ ı m ı z ı n boyunduruğa vurul­
mas ı na hala çal ışı lmas ı n ı şiddetle protesto ederiz.
31 Mart 1 920 .

Burç köyünde Antep ve dolay/art halkma yayımlan­


mak üzere yazılan bildiri de şöyle diyordu:
- Ulus ve memleket yoksulluklar, yoksunluklar ve türlü
türlü zahmetler içinde diri msel hakk ı n ı elde etmek uğruna uğ­
raşmak zoru nda bulunduğu şu sı ralarda ne yaptığ ı n ı bilmeli ve
bütü n yaptı kları n ı us ve mantık içi nde genel amaca uygun ola­
rak yapmal ı d ı r. Bug ü n herhangi birimizin yan l ı ş davran ı ş ı , ulu­
sal amaca aykırı en ufak bir tutu m u , bütü n ulusun siyasetine
büyük kötülükler yapabilir. Bu ndan dolayı davran ışları m ı z ı bir
noktaya toplayı p ondan sonuna dek yararlanman ı n yol u na
bakmak, bütü n mil leti benzer amaca yönelmiş bir ordu olarak
birlikte yönetmek, bugün içine yuvarland ı ğ ı m ı z u lusal savaşı n
e n zoru nlu gereksinimleridir. Memleketi mizi haks ı z yere işgal
eden düşman ı n ayağ ı altı ndan kurtarmak isteğiyle yüreği ya­
nan biz bütü n ulus bireyleri , bugü n yal n ı z bir düşünce, bir is­
tek, bir amaç peşinde koşmal ı ; şimdiye dek sevgili yurd u n u ,
kutsal namusun u , ı rz ı n ı ku rtarmak, Tü rkçesi :
Düşman ı memleketten çı karmak uğruna bu denli büyük
fedakarl ı klarda bulunduğumuz ulusal amaç uğrunda, her neye
mal olursa olsun , elimizden geleni yapmal ıyız. Bu zaman , ge­
çici bir s ı k ı ntı zaman ı d ı r. Yar ı n , kutsal hakkı m ı z ı n yüksekliği,
yine eski şan ı n ı ve parlakl ı ğ ı n ı yeniden kazanacak, bugünün
203
acı yoksunlukları n ı çabuk u nutacağ ız. Yaln ı z u nutamayacağ ı ­
m ı z , vicdanları m ı za h e r zaman ağuları n ı (ağı, zehir)dökecek,
bizi gece düşümüzde, gündüz düşüncelerim izde kıvrand ı ra­
cak bir şey varsa, o da bugün yapmad ı ğ ı m ız, yapmaya üşen­
diğimiz fedakarl ı klar olacakt ı r. Genel savaştan saklayabildiği­
miz ne ölçek güç kaynaklar ı m ı z varsa hepsini savaşa feda et­
meliyiz. Şu ndan ki genel savaştan yenilgiyle çıktı ksa da hak­
k ı m ı z ı korumak uğruna işte bugün ulusal savaş ı m ı z ı yapaca­
ğ ı z . Ne var ki Tanrı korusun , bugünkü ulusal savaş ı m ı zda da
yenilgiye uğrarsak hakk ı m ı z ı art ı k ne ile savunabileceğiz?
Şi mdiye dek gördüğümüz binlerce kan ıt, bize iyice anlattı ki
düşmanları m ı z silahtan başka, güçten özge hiçbir hakkı tan ı ­
m ı yorlar. Yenilgiye uğrad ı ğ ı m ı z dakikada bizim i ç i n artık ne ta­
rihsel , ne dinsel , ne uygarsal hiç bir hak olmayacakt ı r. Bunu en
kesin bir doğru olarak bilmeli , ona göre elimizdeki hakkı kaç ı r­
mamak için asker olanları m ız, tabu rlar ı m ıza, eli silah tutanla­
r ı m ı z gönüllü alaylar ı m ıza koşmal ıyız. Zenginlerimiz en yük­
sek yard ı m ları m ı z ı esirgememeliyiz. Yar ı n pişmanl ı k gözyaşla­
rı n ı dökerek ellerimizle dizlerimizi dövmektense, bugü n elimiz­
den gelen fedakarl ı klarla ulusal güce yard ı m etmeliyiz.
3 1 Mart 1 920
*

* *

Bir saatli bomba gibi patlamak üzere hazı rlanan Antep


şehri nde bir iş için gerekli ufak tefek eksikler de bütü nleniyor­
d u . 29 Mart'ta şehrin sokakları na yapı ştırı lmak üzere, Fransız
kumandan l ı ğ ı nca, Fransızca ve Arapça bildiriler hazı rland ı .
Köşe başları na yapışt ı rı lan b u bildirileri Kuvayı Milliyeciler, he­
men y ı rt ı p rüzgara verdiler. Y ı rtıl madan b ı rakı lan birkaç ı n ı n
üzerine d e kan sürdüler.
30-3 1 Mart g ü n ü Yarbay Andrea, mutasarrıfla görüşmek
istedi . Karş ı l ı kl ı ziyaretlerde bulundu lar.
3 1 Mart günü K ı l ı ç Ali Bey'in Burç'ta hazı rlatt ı ğ ı bildiri , An­
tep halkına ulaştı ve şehirde ulusal bir kaynaşma başlad ı . Halk
Maraş'tan kovulan Fransızlar ı n pek yakı nda Antep'ten kovula-
204
cağ ı na da inan ı yord u . Şurada bu rada Ermenilerle Türkler ara­
sı nda sinirlerin karş ı l ı k l ı ne denli gerildiği n i gösteren ağ ız da­
laşları oluyord u .
3 1 Mart' ı 1 Nisan'a bağlayan gece Jandarma Kumandan ı
Esat Bey'i n evinde Müdafaayı Hukukçular toplantı yaptı lar. An­
tep halkı , yatağ ı nda m ı ş ı l m ı ş ı l uyurke n , Esat Bey'in evinde
patlayacak saatli bomba soğukkanlıca ku ruluyordu. Toplantı ,
K ı l ı ç Ali Bey'in buyruğuyla yap ı ld ı ve 1 Nisan 1 920 günü sava­
şa başlanması kararıyla sonuçland ı .
Dört yüz arabas ı , tankları , topları , tüfekleri ve kalabal ı k
askerleriyle Şahin Bey'i Elmal ı köprüsünde çiğneyip Antep'e
varan Yarbay Andrea, 1 N isan 1 920'de boşaltt ı ğ ı arabaları ve
askerleriyle yine o yoldan Kilis'e dönmek üzere sabah ı n saat
altısı nda yola ç ı ktı .
Balaban Ovas ı ' nda, aziz ölüsü gözyaşları içi nde şehre ta­
ş ı n m ı ş olan Şah i n Bey'in öcü nü almak üzere toplan m ı ş olan
ulusal güçler, Yarbay Andrea öncüleriyle savaşa tutuştular.
Top g ü rü ltüleriyle ağ ı r makinal ı tüfek tak ı rtı ları , Antep'in için­
deymiş gibi işitiliyord u . İşte, Balaban Ovas ı 'ndaki ulusal güçle­
rin Fransızlara açt ı ğ ı ateşle birlikte Antep' i n içinde de ilk silah­
lar patlamaya, ilk kurşunlar vızlamaya başlad ı .
B u , şöyle oldu :
1 Nisan günü , cezaevinden birkaç azı l ı mahpus kaçtı . Jan­
darmalar onları durdurmak üzere birkaç el silah attı lar. Bu silah
seslerine kulak veren semt savaş örgütleri , savaşı n başlad ı ğ ı n ı
sanarak mevziye girip Fransızlara ateş etmeye başlad ı lar. Bü­
tün atanm ı ş kumandanlar, milislerin yan ı başı nda yer alm ı ştı .
Saburcu Cephesine Zeki Bey, Çı narl ı Cephesine Teğmen Kamil
Bey, Bal ıklı Cephesine Mustafa ve Yavuz Ali Beyler, Mardin Ye­
timhanesi Cephesine Teğmen Faz ı l Bey, Kovanlı Cephesine Ki­
lisli Arslan Bey buyruk veriyordu. Şehir içi savaş ı n ı n başlad ı ğ ı ilk
dakikalarda Mehmet Paşa Camii önünden Maarif kahvesine
doğru koşarak giden bir tercümanla bir Fransız askeri Bekereci
Ahmet'çe yakalandı . Kozanlı 'daki ulusal güçler Fransızları n as­
ker fı rı n ı na sald ı rarak iaşe subayı Grelom ile yirmi Fransız as-
205
kerini tutsaklayıp hükümet konağ ı na götürdüler. Türk mahalle­
sinde oturup da bir zamandan beri Türklere karşı düşmanca
pozlar takı nan Osmanl ı Bankası Müdürü Mösyö Lökok'u da ya­
kalayarak hükümet konağ ı nda gözaltına ald ı lar. Durduzade Sü­
leyman Ağa' n ı n kumandası ndaki Kozanl ı bölgesi u lusal güçleri ,
Antep'in güneyindeki Düztepe'yi ellerine geçirdiler ve ordan
Fransız ve Ermenilerin mevzilerine karşı ateşe başlad ı lar. Fran­
sız makinal ı tüfekleri de ateşlerini oraya yöneltti .
Kumandansız olarak başlayan şehir içi savaşı için M üda­
faayı Hukuk Derneği , hemen Burç'taki K ı l ı ç Ali Bey'e haber sa­
larak gelip kumandanl ı ğ ı üzerine almas ı n ı bildird i .
Akşama d e k yürütülen savaş sonucunda şehirdeki bütün
işgal güçleri çember içine al ı nd ı . Kozanl ı milisleri Düztepe'de
meydana getirdikleri taş y ı ğ ı n ları ard ı ndaki siperlerinden dur­
madan Amerikan Koleji'yle Fransız bölge kumandan l ı ğ ı karar­
gah ı na mermi yağdırıyorlard ı . Amerikan misyonerleri , hastaha­
ne üzerine hemen kı rk sekiz yıldızlı Amerikan bayrağ ı n ı çek­
mişlerdi. Savaş günü akşama erdiğinden , Türk mahallerinde
tutsak edilenlerden başka iki Fransız askerlerinin de öldürüldü­
ğü anlaşıld ı . Bir Tü rk şehit olmuş, üç kişi de yaralanm ı ştı .
2 Nisan 1 920 g ü n ü Saint-Marie mutasarrıfla konuşmaya
gitti ve 1 N isan'da u l usal güçlerin yaptığı ateş baskı n ıyla Düz­
tepe'deki milislerin işini görüştü . Birini protesto ederken öbürü
için de ültimatom verd i . Eğer Düztepe'deki güçler orayı boşal­
tıp çeki lmezse topla bombard ı man edeceği n i bildird i . Düztepe,
Amerikan Kolej i ' n e s ı ğ ı nan Fransız karargah ına egemend i .
Böylece karargah sürekli bir tehdit altı nda bulundurulacaktı .
Yal n ı z , tepede siperler kaz ı l m ı ş ve bunları n önüne toplanan
taşlardan ham duvarlar yap ı l m ı ş ol makla beraber, her türlü
bombardı mana ve ateşe de açı k bir düzlüktü. Bu yüzden bur­
da temel li barı n mak isteyen u lusal güçler, çok büyük ölüm teh­
didini de göze al m ı ş say ı l ı rlard ı . Müdafaayı H ukuk Derneğ i , bu
sakı ncayı göz önüne alarak Düztepe'yi boşaltmaya karar ver­
di. Düztepe boşaltı ld ı ğ ı sı rada, K ı l ı ç Ali Bey'den de haber gel­
di. Özel u lak olarak gidip dönen adam ı n bildirdiğine göre K ı l ı ç
206
Ali Bey, bugü n hemen şehre geleceğ i n i , bu arada çevreden si­
lah l ı g üçler de toplay ı p şehre göndereceği n i bildird i . Savaş,
i kinci g ü n de karş ı l ı kl ı ateş biçiminde sürd ü . 2 N isan sabah ı ,
kolej i n gü neyindeki Düztepe denen tepeleri boşaltı p şehre çe­
kildikten sonra savaş heyecanıyla yeri nde du ramayan milisler,
Latin kilisesiyle Amerikan Hastanesine sald ı rı larda bulundu lar.
Şundan ki , bu iki zararsız gibi görü nen yer de silahland ı rı l m ı ş
v e güçlendirilmiş birer savunma kalesinden başka b i r şey de­
ğildi. Hastane başhekimi Dr. Shpart' ı n isteğiyle korumak üze­
re bir Frans ı z müfrezesi Amerikan hastanesinde mevziye gir­
di. Bir Fransız müfrezesi de Latin kilisesine yerleşti rildi . Bu si­
lah deposu ndan başka bir şey olmayan Latin kilisesi , ansı z ı n
baskı n a uğrad ı ğ ı nda kilisede yal n ı z , nöbetçi olarak Fransız
Teğmeni Şarl ' ı n emir eri Solez bulunuyord u . Tek baş ı na bas­
kınla karşı laştığ ı n ı görü nce kilisenin bütü n d ı şarı açı lan nokta­
ları na dolu birer tüfek yerleşti rerek türlü noktalardaki bu tüfek­
lerle Antep milislerine ateş etmeye başlad ı . Saatlerce kilisenin
içinde öteye beriye, aşağ ı yukarı koşup du rarak bu sahipsiz tü­
feklerle ateş eden Solez, milisleri gerçekten aldattı . Milisler,
birçok savunucu eliyle korunduğunu sanarak onun çevresinde
boşu na mermi yaktı durdu . Böylece kilisede pusmuş dört yüz
Ermeni göçmen kad ı n ve çocuğunu savu nan Fransız eri, son­
radan gösterdiği yiğitli k için bir madalya ald ı .
Antep savaşçı ları az zaman içinde Latin kilisesi karş ı s ı n­
daki Ticaret Oku l u na, bu nun karş ı s ı ndaki dört yol ağz ı nda,
Genç H ı ristiyanlar Derneği'ne, Kürt mahallesine, İngiliz Öksüz
Yu rduna yerleştiler. Ermeni gönüllüleri de mil islerin yolunu
kesmek üzere geceli gündüzlü taş taşıyarak barikatlar yap ı ­
yorlard ı . Şehi r içinde karş ı l ı kl ı cepheler böylece ku ruldu . Ateş
cephelerinin arası on ile k ı rk metre çekiyord u .
3 Nisan'da da saba h ı n erken saatlerinde başlayan ateş,
akşama dek sürd ü . Antep üzerinde dolaşmaya başlayan bir
Frans ı z uçağ ı na s ı rtüstü yatan milisler, yoğ u n bir piyade ateşi
açtı lar. Savaş biçimleri daha çok ateş baskı n ı ve bomba sald ı ­
rı larıyla s ı n ı rlan ıyord u .
207
Ermeniler, savaşı yitirdiklerinde tıpkı Maraş'ta olduğu gibi
burayı da sonrasız b ı rakı p gideceklerini bildiklerinden son kerte
büyük bir heyecan ve h ızla çalışıyorlard ı . İçinde bulundukları si­
perleri aşı l maz, taş barikatlarla güçlendiriyorlar. Çocuklar ve ka­
d ı nlar da tıpkı silah l ı gönüllüler gibi durmadan taş, odu n , kütük
v.s. taşıyorlard ı . Bütün evlerin duvarları ndan birbirine yol açan
Ermeniler, güçlü bir savunma tertibatı meydana getirmişlerdi.
Ermeniler ayrıca bir savaş imalathanesi kurarak burada bomba,
mermi, süngü, mermi kapsülü yapmaya başladı lar. Yüzlerce Er­
meni işçisi , burda geceli gündüzlü harıl harı l çal ışıyordu.
4 Nisan'da K ı l ı ç Ali Bey adamlarıyla Antep'e girdi. Savun­
ma bölgelerini gözden geçirdi. Bütün savaşçı ları gerekli mev­
zilere bölüştü rerek yerleştirdi. Kendisine yard ı mc ı olarak Kilis­
li Jandarma Yüzbaş ı s ı Arslan Bey'i seçti. Kü rkçü Han ı ' n ı n en
alt katı nda Müdafaayı H u kukçularla bir toplantı yapt ı . Şehrin
savunma noktaları n ı ve geri hizmetlerini incelediler. Şehrin bü­
tün gücü topyekun bir savaşa göre inceden inceye haz ı rland ı .
Her semte birer ku mandan atand ı . H içbir şey rastlayı şa bı ra­
kılmad ı . Her semtten savaşa yetenekli on beşer genç seçile­
rek dörder bölüklü iki tabur meydana getirildi . Bunlara Şimşek
ve Y ı ld ı rı m taburları ad ı verildi . Y ı l d ı r ı m taburu , şehir içi savaş­
ları nda sonuna dek en üstü n bir savaş gücü olarak çarpışacak
ve büyük başarı lar kazanacaktı . Bu iki taburun subay kadrosu ,
Antepli yedek subaylardan seçildi .
Antep şehri içi nde sonuna dek çarpı şmaya and içmiş gö­
rünen Türk ve Fransız asker güçleri şöyle hesaplan ı yord u :
Fransızları n Doğu Lejyonu ad ı altı nda asker gücü b i n beş yüz
kişiyi buluyord u . Bunlar yerli ve yabanc ı milletlerin karı ş ı m ı n­
dan meydana gel mişti . Bunun elinde dört sahra topu batarya­
sı , dört yüz kişiye yaklaşı k düzgün bir süvari alay ı , dört yüz
araba, altı yüz devenin meydana getirdiği bir u laştı rma kolu
vard ı . Bu ulaşt ı rma kolları Kilis-Antep, Antep-Akçakoyunlu, Ki­
lis-Katma arası nda işliyord u . Antep savaşç ı ları n ı n ise Y ı ld ı rı m
ve Şimşek taburları n ı n dörder yüzden sekiz yüz kişilik gücü ,
şehi r d ı ş ı milislerinden meydana gelen dört yüz kişinin kat ı l-
208
masıyla bin iki yüz kişiyi buluyord u .
Böylece işgal gücü n ü n gerek i nsan gerekse ateş gücü ba­
kı m ı ndan Antep savaşçı gücünden çok üstün olduğu görülü­
yord u . Kuvayı Milliye buna bakmadan kurtuluş savaş ı n ı sür­
dürmek zorundayd ı . Fransız kumandan l ığ ı , savaşı bir olupbit­
ti olarak benimser, tedbirleri n i al ı rken durmadan mutasarrıfla
bağlantıyı sürdü rerek savaşı önlemenin yolları n ı da arıyordu .
Kuvayı M i lliye kumandan l ığ ı n ı n buyruğu ile 6 Nisan'da hükü­
met konağ ı nda tutuklu bulunan bütün Frans ızlar serbest b ı ra­
kı larak Frans ız karargah ına gönderildi . 6 N isan'da Ermeni mi­
lisleri Kürt mahallesin i ele geçirdiler. Böylece Amerikan Hasta­
nesinin koru nmas ı n ı sağlamak istediler. Kara Afrikal ı Senegal
askerleri Latin kilisesi -Büyük yol- Kürt mahallesi cephesini
güçlendirmek üzere Tü rk Memleket Hastanesiyle Ermeni ma­
hallesi nin kuzeydoğu köşesi ndeki han ı ele geçirdiler.
K ı l ı ç Ali Bey, bu sı rada bir taktikle Antep Ermenilerini Fran­
sızlardan ayı rmayı dened i .
6 N isan'da Ermeni "Millet Meclisi"ne başvu rdu :
- Antep Anadolu'nun ayrı lmaz parçaları ndandı r, dedi. Bu­
rayı ele geçiren düşmanla çarpışmak, Erzurum ve Sivas Kong­
relerinin kararları gereğindendir. Halkta görülen birlik de bunu
saptamaktadı r. Bundan dolayı Türkler, karşı ları nda düşman ola­
rak yalnız Fransızları görmektedirler. Ermeniler, altı yüz y ı l l ı k
yurttaşl ı k hakkı n ı ayaklar altı na alarak Türk-Fransız kavgası na
karışmayıp yalnız kalmal ıdı rlar; bu, onları n çı karları gereğidir.
Ermeni yurttaşlar, aldatmalara kapılmaktan sakınmalıdı rlar.
Ermeniler, buna h içbir karş ı l ı k vermediler. K ı l ı ç Ali Bey,
bunun üzerine ku rtarı l m ı ş Maraş'ta otu ran Ermenilerden üç ki­
şilik bir öğütçü kuru l u getirerek Antep Ermenileriyle görüştü r­
dü. Bundan da bir şey çı kmad ı . Ermeni ler, kaderleri n i büsbü­
tün Fransızlar ı n kaderine bağlam ı şlard ı .
K ı l ı ç Ali Bey, 1 1 N isan'da şeh i r d ı ş ı ndaki örgütleri güçlen­
dirmek, silah , cephane ve yiyecek sağ lamak üzere şehirden
ayrı lmak zorunluluğunu duydu, yerine Kilisli Yüzbaşı Arslan
Bey'i bı rakarak gitti . Fransızlar, demir bir kuşatma çemberi
209
içindeydiler. Yiyecekleri günden güne eriyord u . Bunun üzerine
Fransız kumandan ı Mutasarrıf Celal Bey'e başvurarak kimi
gerekli gereksinimlerinin Kilis'ten sağlanmas ı n a müsaade iste­
d i . Celal Bey buna eğilimli göründüyse de M üdafaayı H ukuk
Örgütü buna hiç yanaşmad ı . Durumu d ı şarıdaki K ı l ı ç Ali Bey'e
bildird i . K ı l ı ç Ali Bey'i n gönderdiği buyru k şöyle diyordu :
- Fransızları n istediği yiyecek-içecekten bir damlas ı n ı bi­
le vermek doğru değildir. Bu düşünce yan l ı s ı olanlar, memle­
keti düşmana satmak isteyenlerdir. Bu gibi alçakl ı klara mey­
dan vermemenizi dileri m .
K ı l ı ç A l i Bey, bu süre içinde Dülük v e Burç köylerinde bu­
lunuyor, Kuvayı Milliye Örgütü 'nü Antep savaşı için daha etkili
kılmaya çal ışıyord u .
*

* *

Siyasal hakim Sajo ile Binbaşı Hocer'in buyruğu ndaki U r­


fa Frans ız İşgal G ücü kötü kaderine doğru her gür biraz daha
yaklaşıyord u . Ulusal güçler U rfa'yı hava bile s ı zmayacak bi­
çimde kuşatmış, içerdeki Fransızları n aylard ı r yollarda kalan
gözleri umutsuzluğ u n karan l ı ğ ı na gömmüşlerd i . Art ı k onlara
hiçbir yerden hiçbir şey gelemezdi. Eğer 1 N isan'da Antep şe­
hir içi savaşları birdenbire patlak vermeseydi yine de Albay
Normand ' ı n gezginci toplarıyla müfrezeleri U rfa'daki kuşatıl­
m ışlara bir u m ut kaynağ ı olabilirdi. Sonra Normand öteye be­
riye gezdirip durduğu bataryalarıyla Maraş'a gitmiş oran ı n bü­
tün evlerini tuz buz ettiği halde şehrin Türklerin eline geçmesi­
ni önleyemem işti . Bu yüzden moral i kırıksa da Ermeni soyun­
dan oluşu onu yakıp yı kmaya, sadizme zorluyord u . Safkan bir
Fransı z onun yaptığ ı n ı yapamazd ı .
İşte Yarbay Andrea, Kilis-Antep yolu nda Kuvayı Milliye
Kumandan ı Şah i n Bey'i dört yüz arabas ı ve dört tankıyla çiğ­
neyip geçtikten son ra U rfa'daki kuşat ı l m ı şları n yard ı m ı na koş­
mak üzere davran m ı şsa da elleri böğründe kal m ı ştı . Şundan
ki U rfa'daki Fransız garnizonu art ı k can çekişiyord u . Yiyecek­
içecekleri kal mad ı ğ ı ndan atları ve katı rları kesip yiyorlard ı . Bir-
210
kaç atı m l ı k da cephaneleri kal m ı ştı . Artık Kuvayı Mill iye'n i n
elinde top da vard ı v e bunlar ilk sevgili topları g i b i tutuklu k d a
yapmıyord u . 3 Nisan 1 920'de başlayan Kuvayı M illiye'nin ara­
l ı kl ı top ateşi u m utsuz Fransızları ve Ermenileri tutundukları
son u m ut dalları ndan koparı p ayı rm ı ştı . Onlar da makinal ı tü­
feklerini şehre çevirerek ellerindeki son mermileri rastgele bo­
şaltmaya başlad ı lar. Sokaklarda, evlerin bahçelerinde gafil av­
lanan Tü rk halkı , birçok ölü ve yaral ı verd i . U lusal güçler, her
yanda yeniden siperler kazarak üzerlerine Türk bayrakları as­
tı lar. Ermeni halk da açl ı ktan kırılmaya başlam ı ştı . Şimdiye
dek her şeyleri n i Fransızlarla bölüşmüşlerd i .
Kuşatı lan Fransızların morali paçavralaşmıştı . 8 Nisan
1 920'de Fransızları n girişimiyle bir b ı rakışma yap ı ld ı . Fransız­
lar bu süre içinde U rfa'yı boşaltı p gitmeyi garanti alt ı na almak
istiyorlard ı . Binbaşı Hocer ile Sajo, Kuvayı Milliye Kumandanı
Ali Saip Bey'le U rla'n ı n ne biçimde boşaltı lacağ ı üstüne bir an­
laşmaya vard ılar. Fransızlarda canl ı cansız h içbir ulaştı rma
aracı kalmam ı ştı . Ali Saip Bey, onlara yolculuk için altm ı ş de­
ve ile yirmi beş at ve katır sağlad ı . Koruyucu olarak da yanla­
rı na on Türk jandarması katt ı . Böylece Fransız garnizonu 1 1
N isan 1 920 gece yarısı iki koldan yola ç ı kt ı . Ali Saip Bey'in
buyruğuyla giden Fransızları yüz kişilik bir Türk jandarma gü­
cü üç kilometre geriden izlemeye başlad ı .
Sabahleyin kalkıp d a Fransızları n gittiğini öğrenen Urfal ı lar
feslerini havaya fı rlatarak coşkun sevinç naraları attılar. Artı k
sevgili U rfa kurtulmuştu . Sivereklilerin, Urfal ı ları n v e Urfa dolay­
ları ulusal güçlerinin granit yumruğu, hamamdaki kad ı nlara sal­
d ı ran yabancı ları aylarca döve döve, eze eze h içe indirmiş ve
en son ra, onları bir avuç posa olarak şehirden dışarı atm ışt ı .
Böylece ikinci Türk şehri d e yabancıyı kovmuş oluyordu. Sokak­
lara dökülen halk yepyeni bir sarhoşluk, tatlı bir sarhoşluk duyu­
yordu. Bu özgürlük sarhoşluğuydu. Herkes birbirini kutluyor, bir­
birleriyle kucaklaşıyor, birbiriyle öpüşüyord u . U rfa Kalesi'ne ası­
lan kocaman Türk bayrağ ı sabah güneşinde bağ ı msızl ı ğ ı n ve
özgürlüğün kutsal bir sembolü olarak parl ıyordu.
21 1
Fransız işgal gücü , şehirden iki kilometre uzaklaşmıştı .
Su riye topraklarına doğru yol al ıyord u . Bu s ı rada şeytan, Fran­
s ızlarla giden Ermeni gönüllülerini d ü rttü . Yolda denk geldikle­
ri aşiret güçlerine ateş açtı lar. Ateşi yiyen aşi retler, toplan ı p
Şebeke Boğaz ı ' nda Fransız kafilesini kıstı rarak ateş baskı n ı ­
na uğrattılar. Bütün o dolayları n aşiret silahlarıyla e l i silah tu­
tan köylüleri , kafilenin geçeceği yol u n çevresindeki tepeleri tu­
tarak mermi yağd ı rmaya başlad ı lar.
Teh l ikenin ölüm bayrağ ı çekerek geldiği n i gören Fransız
kumandan ı Sajo, bastonuna bir ak bez parças ı bağlayarak
teslim ol mak istediklerin i bildird i . Teslim koşu lları görüşüldüğü
s ı rada aşi ret halkı Fransızların malları n ı yağmalamaya başla­
yı nca iş değişti. Fransızlar, yağmacı ları n üzerine ateş açtı lar.
Onlar ı n ateş açtığ ı n ı gören aşiret silah l ı ları tepelerde yeniden
mevzilenerek ateş etmeye başladı lar. Oldukları yerde yok ol­
mak tehlikesiyle karşılaşan Fransı zlar darmadağ ı n oldular.
Malları n ı , ağ ı rl ı kları n ı bı rakarak birer yana savuştular. Ne var
ki bu arada tepelerden yağan korku nç ateş yağ m u ru altı nda
Binbaş ı Hocer'le siyasi hakim Sajo ve başka subaylar ku rşun­
larla delik deşik olarak öbü r can veren Fransız askerlerinin
arasına düştüler. Akl ı karal ı yüzlerce Fransız askeri , parlak Ni­
san gü neşi altı nda taze kanları na bulan m ı ş olarak çölde yatı­
yord u . Bunlardan ancak birkaç kişi kaçarak kurtulabildi .
Ermeni soyundan Fransız Albayı Normand, arkası ndaki
ölüm saçan bataryalarıyla kuşatılmış olan Fransızları kurtarmak
için Urfa şehrini yakıp yı kmaya giderken yolda korkunç haberi al­
d ı . Demek bütün garnizonu çölde yok edilmişti . Normand, bey­
ninden vurulmuşa döndü. Gerçi Fransızlar Maraş'tan kovulduy­
sa da o peşinde sürüklediği bataryalarıyla şehrin Türk kesimini
yakıp yıkmış, kül etmiş, hiç olmazsa Türklerden böylece öç al­
mıştı . Gelgeleli m : U rfa'yı hem yakıp yıkmak için vakit bulama­
mıştı, hem de bütün işgal garnizonunun çöl akbabaları na, çakal­
lara ve sırtlanlara yem olmas ı n ı n önüne geçememişti .
Ruhunun bütün dokuları n ı ağ ı lamış olan öç almak, yakıp
yıkmak, yok etmek kompleksinin baskısı yine de yok edilecek
212
bir şeyler bulmak umuduyla Sacur'da oturmuş, güçlendirme kı­
taları n ı bekliyordu. Kilis-Antep yolunda dört yüz arabasıyla Şa­
hin Bey'in süngülenmiş ölüsünü çiğneyerek Antep'e girmiş olan
Yarbay Andrea üç yüz arabası ve bir sürü öldürücü makina ve
askeriyle, oturup beklemekten son kerte üzülen Normand'la bu­
luştu . İ kinci Fransız tümeninden aldığı bu önemli yard ımla bütün
gücün buyruğunu eline alan Albay Normand, baş kaldı ran üçün­
cü Türk şehrine Antep'e doğru yola çıktı . Buyruğunda dört piya­
de taburu , yarım süvari alay ı , bir altmış beşlik dağ bataryası , bir
yetmiş beşlik batarya, bir istihkam takı m ı , bir demiryolu bölüğü,
bir gezginci hastahane, üç yüz yirmi arabal ı k bir ulaştı rma kolu,
bir istihbarat subayı , bir operatör, bir veznedar vard ı .
Normand , yiyecek-içecek trenleri nin Arappı nar'a v e Tılab­
yez'e dek gitmesin i sağlamak üzere merkezden bir mühendis,
bir demiryolu müfrezesi ve gerekli onarı m aletleri getirmişti .
Normand , U rfa garnizonunu eritip yok eden çatışmalara
karış mış sayarak yol u n u n üstüne dek gelen köyleri kuşatıp bü­
tün erkekleri yakalatıyor, sorguya çekip sopaya yatı rıyor, hiçbir
vakit bulamayacağ ı n ı bildiği suçluları n acı s ı n ı onlardan çı kar­
maya çal ı şı yord u .
Bu s ı rada, yerli Araplardan biri Albay Normand'la gizlice
görüşmek istedi ve ona şöyle dedi :
- Bölgemizde yeterince asker bı rakmazsan ı z aşiretlerle
köyler size bağlanamazlar. Halk, kendileri n i soyan ve h ı rpala­
yan milli kuvvetleri sevmiyorsa da onlardan korkuyor ve onlar­
dan gelecek kötü lükleri hesaba katarak pusuyor. Siz, kesin
olarak güvenliğimizi üzerinize al ı n ız. Yaln ı z bunu görüp geçen
gruplarla değ i l , yerleşen ve bizi koruyan müfrezelerle yap ı n ı z .
Böyle yaparsan ı z aşiret reislerin i n v e köy ileri gelenlerinin h i ­
mayenize gird i klerin i göreceksiniz. U rfa'daki askerlerinizin ke­
sin ve u mutsuzca bir çıkış davranışı yaptı ktan sonra teslim ol­
duğu haberi doğrudur.
Normand'la Andrea baş başa vererek uzun uzad ıya dü­
şündüler. Sonra kafileyi ortaya alarak demiryolu boyunca sö­
külen cıvataları taka taka Carablus'a vard ı lar. Bu rada Albay
213
Kapitrel'le buluştukları nda onun U rfa garnizonu felaketinden
habersiz olduğunu görerek şaştı lar. Carablus'ta, Eti'lerden kal­
ma eski yapıtlar ve hazineleri araştı rmakta olan Majorvoli adl ı
bir d e bilginle karş ı laştı lar.
Albay Normand'la Albay Kpitrel köprüye doğru bir gezinti
yaparak konuşu rlarken yanları na yaklaşan bir Arap onlara
şöyle haberler verd i :
- U rfa garnizonunun cephanesi tükenmişti. Kendi yiye­
cekleri , hayvanları n yemleri de kalmam ıştı . Aç askerler atlarla
katı rları kesip yediler. Çarpışmalarda yüz otuz Fransız askeri
ölmüş, yüz on kişi de yaralanm ı ştı . Çarpı şabilecek güçte yal­
n ı z üç yüz otuz sekiz kişi kal m ı ştı . Ermeniler sonuna dek Fran­
sızlara yard ı m ettiler; ispiyonluk, hafiyelikte büyük yard ı mları
olmuştu . Yard ı m gelmeyecek olursa Fransız garnizonu Kuva­
yı Milliyecilere teslim olacakt ı . Casus Arap, sonucu bilmediğin­
den daha çok haber veremedi . Aradan çok geçmede n , aşiret­
lerin att ı ğ ı satı rdan kurtulabilen birkaç Fransı z askeri , demi ryo­
lu üzerindeki Yarbay Andrea kuwetlerine yetişti ve trajediyi bü­
tün ayr ı ntı larıyla anlattı . Şebeke Boğazı felaketinden kurtulan
bu birkaç kişinin getirdiği kara haber, Fransız Doğu Kuman­
dan l ı ğ ı merkezine dek u laştıysa da orası bunu gizli tutmak zo­
runluluğunu duyarak hiç bir vakit yay ı m lamad ı .
Böylece ö ç alma hevesiyle gözleri kararan Albay Nor­
mand , U rfa garnizonunun acı s ı n ı çı karmak için buyruğundaki
iki bin asker, yüzlerce araba ve bir sürü topla Antep üzerine yü­
rüd ü . Carablus-Nizip yolu üzerinden bin türlü zarar yap ı p kor­
ku salarak ilerleyen Normand ' ı n gelişi, N izip M üdafaayı Hukuk
Örgütü' nce Antep Kuvayı Milliye kumandan l ı ğ ı n a bildirildi. Al­
bay Normand , Sinan köyüne vararak top bataryaları n ı bu raya
yerleştirdi. Bu s ı rada u laşt ı rma kolu Azze ve Şahmelek Hara­
beleri aras ı ndaki düz ova üzerinden Antep'e doğru ilerleye
dursun o, Azze Harabesinin batısı nda ve Şahmelek Harabe­
siyle Babilke ve Kilisecik köylerinin kuzeyindeki kayalıklara tu­
tunan Kuvayı Milliyeci Fikri Bey müfrezesini dövmeye başlad ı .
Top ateşi , Rumevlek köyü dolayları na dek genişledi. Öbür ulu-
214
sal güçlerle Fikri Bey gücü , Fransızları n sol kanadı na şiddetli
bir ateş baskı n ı yaptı lar. Düşman ı n sağ kanad ı yla merkez gü­
cü ağ ı r ağ ı r ilerlerken sol kanad ı Kuvayı Milliyecilere ateşle
karş ı l ı k veriyord u . Sol kanat savaşı üç saat sürdü. Bu arada
Rumevlek köyüne yaklaşan düşman gücü , Cunut Dağ ı ' n ı döv­
meye başlad ı . Göllüce dolayları nda mevzilenmiş olan Antep'in
şimşek taburu ilerleyen düşman ı baskı n ateşleriyle selamlad ı .
Normand , sol kanatta savaşan Kuvay ı Milliyecilerin arkas ı n ı
atl ı müfrezeleriyle çevirmeye başlad ı .
Fikri Bey müfrezesi , iki ateş arası nda kalmamak için geri
çekil mek zorunda kald ı . Normand güçleri yay ı larak topçu ate­
şinin aral ı ksız koru mas ı altı nda du rmadan ilerliyord u . Fransız
atl ı ları , Cunut Dağ ı ' n ı n doruğuna t ı rman ı rken ulaştı rma gücü
de Hacı Arap kuyusundan Üzüngü Deresi'ne doğru ilerliyor, bir
böl ü m askeri de Kuzeyden Hacı Baba, Gü neyden Homan ız'a
doğru uzanan egemen yüksekliklerle kimi tepeleri ele geçiri­
yorlard ı . Homan ı z höyüğüne yerleştirilen ağ ı r makinal ı tüfek­
lerle Üzüngü Deresi'nde mevzilenen düşman topları Perili Ka­
ya ve Büyük Salavat tepeleriyle birlikte Antep şehri n i de dövü­
yord u . Albay Normand güçleri saat onda şehrin egemen tepe­
lerini d ı şardan ele geçirerek Cunut Dağ ı 'na yerleştirdiği batar­
yalarıyla Antep'i korku nç bir sadizmle bombard ı mana başlad ı .
Amerikan Koleji ' nde mevzilenmiş toplar d a b u dayanı lmaz sal­
vo ateşlerine kat ı l ı nca Antep şehri , tari h i n i n en korku nç saatle­
rini yaşadı . Bir yandan bol ağ ı r makinal ı tüfek ateşi , bir yandan
da aral ı ksız top ateşleri altı nda ulusal güçlerin kuşatması nda
açı lan gedikten Normand, askerlerinin baş ı nda Fransız karar­
gah ı n ı n bulunduğu Amerikan Koleji'ne gird i .
1 6 N isan 1 920 akşamı ulusal güçlerin kuşatmas ı n ı kald ı ­
ran Normand , Antep'i pek uzun sürecek korku nç, dayan ı lmaz
çilelerin ve felaketlerin içine atıyord u .

215
MUSTAFA KEMAL'İN KARARGAHINDA

Ben, yaşayabilmek için mutla­


ka bağımsız bir ulusun çocuğu
kalmalıyım. Ulusal bağımsızlık
bence bir yaşamak sorunudur.
M ustafa KEMAL

- Adana Kuvayı Milliyesi, deniz kıyısına yaklaşan bir


Fransı z z ı rh l ı s ı na ateş açm ı ş .
- Düşman ı n durmadan tedirgin edilmesi , orası i ç i n en iyi
savaş biçimidir, iyi yapıyorlar.

Yunus Nadi Bey'le arkadaşları Geyve'de dört gün kaldı ktan


sonra 31 Mart 1 920 günü Ankara'ya doğru tren yolculuğuna ha­
z ı rlanıyorlard ı . Halide Edip Han ı m grubu , en sonra dün akşa­
müstü Geyve'ye ulaşt ı . Yunus Nadi Bey, romancı Halide Edip'i
yüzünden tan ı m ı yordu, ince, nazik bir İstanbul kızı olarak bildiği
bu sanatç ı n ı n birdenbire yiğit bir amazon, idealist ve cezbeli bir
savaşçı , bir kahraman olarak ufukta parlamas ı , onu derin bir
sempatiyle ilgilendiriyordu. Bu nazik İstanbul kızı n ı n , bu uzun ve
yorucu yolculuktan sonra, ne duruma geldiğini görmek için Kö­
seler köyünde Yenibahçeli Şükrü Bey'den öğrenmişti . Gruba,
Küçük Arslan çetesinin kı lavuzluk ettiğini de biliyord u .
Ağaçl ı köy imam ı , Halide E d i p grubu i ç i n şöyle demişti :
- Kaymaz üzerinden kara bulut gibi bir i nsan kalabal ı ğ ı
geçti.
Ayd ı n bir Türk kad ı n ı n ı n böyle kahramanca ortaya fı rlay ı ­
ş ı , Yunus Nadi Bey'in gözünde çok büyük v e yüksek b i r anlam
alm ı ştı . Hayalinde onu bir efsane kad ı n ı , bir Jandark gibi alt ı n
bir haleye bürünmüş görüyord u .
Halide Edip'le arkadaşları Geyve Boğazı 'na gönderilen
oto drezinlerle gelmişti . Bu sı rada, karşı layıcı lar arası nda bu­
lunan Yunus Nadi Bey, ötekine berikine "Hoş geldin!" derken
onu alaca karanl ı kta ancak hayal meyal görebilmişti . Müdafa-
216
ayı Hukuk Derneği'nin başkanı olan Geyve Kaymakam ı Ham­
di Nam ı k Bey'in karıs ı onu ald ı ğ ı gibi kalabal ı ktan uzaklaşt ı r­
m ı ş ve kasabadaki evinde konuk etmeye götürmüştü .
Ertesi g ü n kuşluk vakti, bir y ı ğ ı n İstanbul kaçk ı n ı ile Öğüt
Kurulu üyeleri , grup grup oto drezinlere bindiler. Askerler, oto
drezinleri çal ı şt ı rd ı ve küçücük araçlar raylar üzerinde kayma­
ya başlad ı . Peş peşe giden birkaç drezine bölüştürülen kaçak­
lar, doğan ı n güzelliklerini seyrederek gidiyorlard ı . Yunus Nadi
Bey, Halide Edip'le ancak epeyce ilerde küçük Akhisar istas­
yonu'nda ayaküstü biraz görüşebildi . Hayalle süsl ü , efsaneye
bulan m ı ş Jandark biçiminde düşündüğü H alide Edip'in yerine
son kerte gerçek ve gerçekçi bir kad ı nla karşılaştı .
"Halide Edip Han ı m , sanki Kayış Dağ ı 'na bir gezintiye ç ı k­
m ı ş gibi yolcul u ktan ve onun yoruculukları ndan hiç yakı n m ı ­
yor, tersine daha çok işlerden söz ediyord u . Pratik b i r Türk ka­
d ı n ıyd ı . "
Ona, Kuşçal ı telgraf merkezinde Mustafa Kemal'le yapt ı ­
ğ ı telgraf görüşmesin i anlattı :
- Şimdi, Ankara'ya gider gitmez bütü n dünyaya o yolla
bağ ı rı rız.
- Çok güzel, daha iyisi gider gitmez bir ajans örgütü ku­
ral ı m , o araçla içe ve d ı şa söyleriz.
- Birinci koşul , Han ı mefendi ! Sonra elbette bunun ayrı n­
tıları gelir. Örneğ i n , ilk aşamada yay ı n ki başl ı baş ı na örgütü
gerekser. Sonra propagandan ı n çeşitleri. . .
- Elbette, s ı rayla hepsi yap ı l ı r. Yaln ı z benim düşünceme
göre ilk iş ajans olmal ı d ı r. isterseniz ad ı n ı burda koyuverelim.
Örneğ i n ; Türk Ajans ı , örneğin ; Ankara Ajansı , örneğin ; Anado­
lu Ajansı . . . Daha da bulunabilir.
- Bana, "Anadolu Ajansl '' en iyi bir ad gibi görünüyor.
- Bana da öyle. Değil m i ? İlkin kendini ve elden gelirse
bütün yurdu ku rtaracak olan Anadolu'dur. O halde karar ı m ı z ı
vermiş olal ı m :
- Anadolu Ajansı.
- Evet, Anadolu Ajansı, Han ı mefendi !
217
Bu kısa ve yararl ı görüşmeden sonra iki idealist düşünce
adam ı , yine drezin lerine döndüler ve küçük makinalar, kol gü­
cüyle Ankara'ya doğru yen iden kaymaya başlad ı .
Yunus Nadi Bey, Öğüt Kurulu'ndan Abdullah Azm i ve Veh­
bi Hocalarla birlikte yolculuk ediyord u . Hocalar ı n temiz bir sec­
cade serdiği drezi nde bağdaş kurmuşlard ı .
Yu nus Nadi Bey, yol arkadaşlarıyla şakalaşmaktan da
kendini alam ıyordu :
- Demek, siz şimdi Ankara'ya nasihat edeceksiniz ha?
Kapısına dikilen süngülü nöbetçiler olayı ndan sonra akl ı
baş ı na gelmişe benzeyen Hoca Vehbi Efendi :
- N e nasihati efendim ! diyordu . Neme gerek efendi m !
Ankara'ya gider, Paşa Hazretleriyle görüşürü m . Sonra kendi­
lerinden izin alarak bir süre için Konya'ya varı rı m , vesselam .
- Ya Abdu llah Azmi Efend i , sen ?
- Ben d e bi rader, böylece ç ı k ı ş ı n imet vesile sayıyoru m .
H e m Eskişehir'de biraz işlerim d e var.
- Can ı m bir görev yüklendiniz gidiyorsunuz, dönüp herif­
lere bir kez hesap vermek yok m u ?
- Ne hesabı can ı m , işte gördük. Ay ayd ı n , hesap belli !
Hem gerekir ve elden gelirse, o hesabı öbür arkadaşlar verirler.
Öbü r arkadaşlar dediğ i , Yusuf Kemal'le R ı za N u r Beyler­
d i . Bu iki ayd ı n mebus Ankara'ya vard ı ktan sonra yine İstan­
bul'a dönüp olu m l u , olumsuz bir rapor vermeyi bir ahlak ku ra­
lı ve bir prensip gereği sayıyordu. Hocaları n zekası ise daha
gerçekçi ve pratik bir taban üzerinde işliyord u . Onlar, Anka­
ra'ya varıp dönmemek kararı ndayd ı lar.
İ ngilizlerin çekilirken dinamitleyerek ortası ndan ikiye böl­
dükleri Lefke (Osmaneli - Bilecik) demiryolu köprüsüne yaklaş­
makta olan drezinlerden biri raydan çıkarak tepetaklak oldu.
İçinde Yusuf Kemal Bey'in de bulunduğu drezinin altı ndan kor­
kulduğu gibi hiçbir ölü ve ağ ı r yaral ı çıkmad ı . Yolcular, Lefke
(Osmaneli) köprüsünde drezinlerden indiler. Yıkılmış olan köp­
rünün orta uçları ı rmağa gömülmüştü. Yolcuları götürecek trenin
lokomotifi karşı gecede puflayıp duruyordu. Yolcular, ı rmağ ı Bu-
218
curgat denilen ve çelik halatla her iki kıyıya bağ l ı olarak suyun
akı ntısı ndan yararlanarak vargelle gidip gelen kocaman bir ka­
yık içinde geçtiler. Bilecik istasyonuna, yolcular için yemek ha­
zı rlatılmas ı n ı telgrafla bildirerek trene bindiler. Ancak gece yarı­
sı Bilecik'e varıp yemek yediler. Trenin Eskişehir'de bir iki saat
kalacağ ı n ı öğrenerek kalkan trende şekerleme kestirmeye baş­
lad ı lar. Sonra Yunus Nadi Bey, trenin sarsı ntısıyla uyand ı . Dışa­
rıdan kesik ve heyecanlı buyruklar, bağrışmalar geliyordu :
- Açma, yanaşma . . . Düüüt. . . Polis, dikkat. . . Ç ı kma yok,
hemen hareket. . .
Sabah ı n alaca karanl ı ğ ı nda istasyondaki mutasarrıf, polis
ve görevli askerler, öteye beriye koşuyor, hem trenden inilme­
sine, hem de trene binilmesine engel oluyorlard ı . Tren , istas­
yonda üç beş dakika ancak kal m ı ştı ki kampana çald ı ve loko­
motif tiz düdüğ ü n ü öttürüp puflayarak onu sürükleyip götürd ü .
Biraz sonra, b u n u n Öğütçü/erin trende bulunuşu yüzünden ol­
duğu anlaş ı ld ı . Yeni Kuvayı Milliyeci mutasarrıf Fatin Bey, An­
kara'dan gelen buyru k üzerine Eskişehir'i Öğütçü lerin taş ı d ı ğ ı
bulaşıcı hastal ı klardan koru mak i ç i n istasyonda b i r sağ l ı k kor­
donu kurmuş, tren kalktı ktan sonra da kolları n ı kavuşturmuş,
orda dikilerek onun gidişini seyrediyord u . Trenden kendisine
seslenen dostları n ı bile baş ı n ı n kalabal ı ğ ı ndan işitmemişti. Bu
küçük Eskişehir olayı , bütü n yolcu ları ayrı ayrı tedirgin ettiğin­
den herkes bütün yol boyunca Öğütçüleri sarakaya (alaya)
alarak eğlenmenin yolu n u arıyord u .
Onlara şöyle laf atı ldığı işitiliyord u :
- H işt ! Tanrı sonları n ı hay ı r etsin , bak ı n bu rada bile Öğüt­
çülerin şerrine uğrad ı k. Ankara'ya yaklaş ıldı kça Padişah' ı n
Öğütçülerinden kısmi değişişler göze çarpıyord u .
Vehbi Efendi, daha kararl ı b i r durum almıştı :
- Estağfu rullah ! Ne öğüdü efendi m ; neme gerek efen­
dim. Ben , Paşa Hazretlerinden izin al ı p Konya'ya varacağ ı m .
Abdullah Azmi Efendi'yse memleketi olan Eskişehir'e ine­
mediğinden çok üzgünse de bunu biraz ı l ı mland ı rarak d ı şarı
vuruyord u :
219
- Oras ı , ben i m memleketim ! Şayet çı ksam ve hatta kal­
sam sanki ne olurd u ?
Yusuf Kemal Bey'le R ı za Nur, daha çok susmayı uyg u n
buluyorlard ı . M i llet, onları d a kışkı rtarak konuşturma n ı n yolu­
n u buluyordu :
- Fakat Yusuf Kemal Bey, Ankara'da görevinizi yaparak in­
şallah İstanbul'a döndükten sonra yine Ankara'ya geleceksiniz
ha! Değil mi? Doğrusu bunun başka türlüsüne razı olamayız.
- Elbette, Ankara'ya gideli m , İstanbul'a döneli m . Orada
söyleyeceği mizi söyleyelim, ondan sonra ilk işimiz elbette yine
Ankara'ya dönmek olacak.
- Elbette ! Elbette ! Ya İngilizler geri dönmenizi önlerlerse?
- Can ı m , Yusuf Kemal Bey ! B ı rak bu mal i h ülyaları (ku-
runtuları). Haz ı r gelmişken otur şunun şuras ı nda.
- Hay ı r, o değil de söz verdik. Gideceğiz ve geleceğiz,
dedik.
- Ne demek ödevimiz İstanbul'a dönmek efendi m ? Ken­
di ayağ ı n ızla İ ngiliz hapishanesine mi gideceksiniz?
- Birader, ne olursa olsun verilen bir söz var ortada. Yok-
sa kimin umu ru nda olurdu?
Ankara'ya yaklaş m ı şlard ı . Hüsrev Bey :
- Bağlar göründü ! diye bağ ı rd ı .
- Sivas' ı n bağları m ı ?
- Hay ı r, Ankara'n ı n bağları . . .
Yunus Nadi Bey, Mustafa Kemal' i n şu uzak tepe üzerinde­
ki Ziraat Mektebi'nde karargah kurduğunu biliyord u . Sarı kışla­
lar ovada, sarı boyalarıyla yatıyord u . Ankara Kalesi'nin çevre­
sinde kümelenmiş kara görünüşlü şehrin dolayları bol bir ilk­
yaz yeşilliğiyle bu yoksulluğu saklamaya çal ışıyor gibiyd i .
Ankara'ya yaklaşıldığı s ı rada Yunus Nadi Bey, Halide
Edip Han ı m'a yaklaşarak:
- Halide Han ı m , dedi. İstasyon h ı nca h ı nç dol u , orada
birkaç söz söylemek gerekecek. Bizim adı m ıza konuşursunuz
değil mi?
- Merak etmey i n , konuşuru m .
220
Tren, Ankara istasyonu'nda durduğunda yolcular, kendile­
rin i sab ı rs ı z l ı kla bekleyen kalbu rüstü bir karşı layıcı kalabal ı ­
ğ ıyla karşılaştı lar. M ustafa Kemal , sar ı ş ı n yüzü v e mavi gözle­
riyle hepsinin aras ı nda göze çarpıyord u . Ali Fuat Paşa da
Mustafa Kemal ' i n yan ı başı nda dikilmiş gülü msüyordu.
Tren, durur durmaz ; Mustafa Kemal , kaçaklar kompartı­
man ı n ı n kap ı s ı na doğru ilerled i . Merdivenlerden ilk inen Hali­
de Edip Han ı m ' ı n elinden tutarak i nmesine yard ı m etti. "Bu elin
çevik davran ı ş ı ve gücü Halide Edip'e, Mehmet Çavuş'la ulu­
sal kavgan ı n yolda arkadaşl ı k ettiği kişileri n i düşündürd ü . Ne
var ki bu eller ötekilerden bambaşkayd ı . Anadoluluları n elleri ,
genel olarak kocaman, geniş ve zalimleri g ı rtlağ ı ndan yakala­
maya elverişli görü n ü r. Mustafa Kemal 'in gergin deri l i , uzun
parmakl ı ak eli Türk' ü n bütün özellikleriyle birlikte egemen bir
n itelik de taşıyord u . "
- Safa geldiniz, Han ı mefendi, diye o n u selamlad ı ktan
sonra, hat ı rı n ı sord u . Sonra hemen arkası nda dikilen uzun
boylu, geniş omuzlu ve uzun kara sakall ı bir adam ı :
- Ankara Valisi Yahya Galip Bey ! diye ona tan ıtt ı .
Bu sı rada Halide Edip'in gözüne biraz ötede kendisini gö­
zetleyen Albay Emin Bey'in karısı Didar Han ı m ilişti. Bu, ken­
disine akraba da oluyordu. Mahmure ablas ı n ı n görü mcesi n i n
kızıyd ı . Çocukluk v e gençlik günleri n i onu nla birlikte Sultante­
pe'de geçirmişti . Eski arkadaş ı n ı n eski dostluk sıcakl ığ ıyla do­
lu kolları n ı boynunda halkalanm ı ş görünce , bir tuhaf old u . Bü­
tün o güzel genç kızl ı k y ı l ları bir anda bütü n o çiçek mahşeriy­
le geri geld i :
- Çok şükür sağ salim geld i n , Halide !
Hal ide Edip, bu gece Didar Han ı mlarda konuk olacaktı .
Hemen bir arabaya atlayarak şehre giden uzun yolu geçti ler.
Araba karanl ı k ve darac ı k mahalle araları nda sars ı larak ilerli­
yord u . Akşam ı n alaca karanl ı ğ ı nda bir sokak baş ı ndaki
çeşmenin önünde su doldurmak için s ı ralan m ı ş bir yığ ı n kad ı ­
n ı n yan ı nda duran arabadan indiler. Hemen oracı kta b i r eve
girdiler:
22 1
- Didar sıcak s u , çok sıcak su, sabun ve kese istiyorum .
Halide Edip'in b u çok önemli isteğini kızl ı k arkadaşı :
- Hepsi haz ı r ! diye yan ıtlad ı .
Genç v e çok yorgun romancı için , yerdeki k ı rm ı z ı hal ı ,
uzun sedir, a k perdeler ve sobadaki alevler inan ı l maz bir mut­
luluktu .
Didar Han ı m , genç amazonu bol köpüklere boğarak öyle
bir y ı kad ı , öyle bir keseledi ki yollarda geçen on beş günlük kir­
li pasakl ı yaşay ı ş ı n bütün izleri temelli silindi. Son ra güzel ko­
nuk kad ı n , ayaklarına fanila terlikler geçird i , saçı arkası ndan
bir yemeni ile bağ l ı olarak yumuşak kanepeye uzan ı nca ken­
disini cennete girmiş sand ı . Tam sedire yerleşmiş, cenneti n ilk
tad ı n ı tatmak üzereydi ki kapı çal ı nd ı . Ev sahibi perdeyi arala­
yarak bakt ı , h içbir şey söylemeye vakit bulamadan koştu , Ha­
lide Edip'i n s ı rt ı n a uzun bir h ı rka, baş ı na da iyi bir başörtüsü
getird i . Sonra:
- Mustafa Kemal Paşa'yla Adnan Bey geliyor! dedi ve
seğirterek odadan ç ı ktı .
Halide Edip, gaz lambas ı n ı n sönük ı ş ı ğ ı nda Mustafa Ke­
mal'i istediği nce göremed i . Mustafa Kemal , sedire oturarak
uzun bir konuşma kap ı s ı açt ı . Bu, daha çok bir yoklayıştı .
Genç kad ı n , Mustafa Kemal'den hiçbir şey anlayamam ışt ı .
Paşa giderke n :
- Yarı n , Zi raat Mektebi'ne gelin de konuşal ı m , ded i .
Mustafa Kemal ' i n konuşmas ı , gecenin birçok saatini ye-
mişti .
Halide Edip, lavanta koku lu bir yatağa girip de gözlerini
yumduğunda bi rkaç saat önce yitirdiği cennete yine kavuşur
gibi oldu .
*

* *

İstanbul kaçakları , birer ikişer Ziraat Mektebi 'ne gidip


M ustafa Kemal' i görüyorlard ı . Yu nus Nadi Bey de Nisan ' ı n
ikinci g ü n ü b i r arabaya atlayarak o n u görmeye gitti. Okulun üst
katına çıkı nca karş ı ya gelen büyücek oda, paşan ı n kabul sa-
222
lonu , görüşme ve çal ı şma odas ı yd ı . İçeri g i rince gözüne ilk
çarpan eşya salonun k ı y ı s ı nda yanan bir saç odun sobas ı , bir
iki kanepe, koltukla üç dört sandalye ve bir de çal ışma masa­
sıyd ı . M ustafa Kemal , külot pantolonu ve bir avcı ceketi , ba­
şı nda Yeniçeri serpuşuna benzetilmiş, yukarısı gittikçe yanla­
ra doğru genişleyen kalpağ ıyla gülümseyerek odan ı n kap ı s ı n ­
da kendisini karşı lay ı p e l i n i s ı kt ı ğı nda, eski dost gazeteci, b u
sade döşenmiş odan ı n etkileyici havas ı n ı t a içinden duyd u .
Karş ı l ı kl ı otu rup konuştular. Mustafa Kemal , onun yolculuk iz­
len imlerini incelercesine sorup öğrend i :
- S i z , yolcu luğunuzda bayağ ı b i r kurmay plan ı uygulad ı ­
n ı z v e pekiyi yapt ı n ı z . Güzel , çok g üzel ! En yüksek askerlik de
budur. Türlü belkileri çok iyi hesap etmeli, en iyi görü neni cü­
retle ve kesinlikle uyg ulamal ı d ı r.
Yunus Nadi Bey, Adapazarı bölgesinin bir tehlikenin to­
hu mları n ı taş ı d ı ğ ı ndan da söz etmişti .
Mustafa Kemal , bu noktaya parmak bastı :
- Sizce bu tehlike o kadar m ı varit görülüyor ki ona bu ka­
dar önem vermişsiniz.
- Efendi m , bence bu tehlike şimdiki halde yal n ı z kendim
için düşündüğü m , temelde duygusal bir kayg ıdan ileri gitmez.
Ben ne Adapazarı ' n ı , ne Düzce ve Hendek dolayları n ı biliri m .
Ne var k i o bölgen i n türlü halkları üstü ne çok işitilmiş ol mak bi­
çi minde bilgilerim var. Öyle ki şimdiki d u ru m ve koşullar içi n
oraları n ı İstanbul ile karş ı l aştı racak kişiler için duygum yönün­
den güven ilir görmüyorum ve bu duyuşum da çok güçlüdür.
Nitekim Ada'ya gel irken bir Çerkez köyü nde ve Adapazarı ' n ı n
içinde bile b u duyuşu mu doğrulayacak kan ıtlar v e izler gör­
mekten uzak kalmad ı m .
- Demek k i sizce oralarda amac ı m ı z içi n mutlaka b i r teh­
like vard ı r?
Bu tehlikenin amac ı m ı z ı etki leyecek kertede yayg ı n ve
önemli olabileceğini hiçbir zaman düşü nmed im. Yine de bana
öyle geliyor ki eğer dikkat olunmazsa g ü n ü n biri nde o dolaylar­
da filan kafilenin filan yerde parçaland ı ğ ı haberi ni almak hiç de
223
uzak bir görüş değildir. Örneğin bizi bugün bu rada göreceğini­
ze Hendek ile Düzce aras ı nda eşkıyaca öldürüldüğümüz ha­
berini alsayd ı n ız elbette hoş olmazd ı .
- B u bile önem l i . Demek, daha çok dikkat etmek gerek.
Yaln ı z , ben kendim bu cüreti n bu kerte ileri götü rülebi leceğini
sanmıyoru m . Bununla beraber, tedbirsizlik etmemek ödevi­
mizdir. İşte siz pekiyi yapm ışs ı n ı z . Hiç olmazsa bu raya çok er­
ken gelmiş oldunuz.
Mustafa Kemal , İstanbul'daki meclis üyelerinden başka
ki mlerin gelebilecekleri ni anlamak istedi . İbrahi m Süreyya ve
Celalettin Arif Bey grubunun yolda olduğunu bildiğinden :
- Onun gelişi pekiyi olmuştur. Meclisin reisi İstanbul'dan
ayrılmakla çok iyi etmişti , dedi ve Rauf Bey işini açtı :
- Yahu ben Rauf Bey'i vaktinde bu olaydan haberdar et­
miş ve tedbir almaları n ı istemiştim . İstanbul'daki kafas ızları bir
yana bı rak, şu gözle görülecek, elle tutulacak kerte açı k olan
gerçeği kendi arkadaşları ma dahi anlatamad ı m . Meclis i l la İs­
tanbul'da mı toplan ı rm ı ş bunda sakı nca mı yokmuş, İngilizler
en sonra, bir parlamentoya sald ı rmazlar m ı ym ış? Al işte bak,
sald ı r ı rlar m ı y m ı ş sald ı rmazlar m ı y m ı ş gör. O kadar söyledim,
yahu bu koşullar içinde İstanbul'da meclis olmaz, memleket bi­
zim değil mi, onu en güvenli gördüğümüz herhangi bir nokta­
da ku rmak hakkı m ı z değil m i ? Hayı r, efendilerin gözleri İstan­
bul'a dikilmiş ve sanki beyinleri ku rumuştur. Ne sand ı lar, hiç
Türk Meclisi , İngi lizlerin aleti olur m u ? Olmazsa görevini yapan
bir Tü rk Meclisi can ı m ıza kasten İngi lizlerle kucak kucağa ya­
şar m ı ? Elbette yaşayamaz, değil m i ? Hay ı r, meclis İstan­
bul 'da olur ve görev görür dediler. Görev görü r mü? Gördük
gördüğü görevi , gördük uğrad ı ğ ı akı beti . Geçti m i , geçebilir
m i ? İşte onu da gördük.
Mustafa Kemal, son günlerde kendisini en çok öfkelendir­
miş olan bu konular üzerinde ne kerte çok konuşsa yine de me­
ram ı n ı anlatamam ış olman ı n tedirginliği içinde bulunuyordu. O,
böyle ateşli bir konuşma temposu içinde düşüncelerini en açı k
seçik biçimde anlatmaya çalışı rken Yunus Nadi Bey, sanki onda
224
bir değişiklik meydana geldiğini görüyordu. H iç olmazsa insana
sanki boyu biraz daha uzam ış gibi , olduğu yerde duru rken , hat­
ta otururken yavaş yavaş yükseliyor gibi görünüyordu.
- Sonuç ne oldu ki? Bizi yeni bir seçim zahmeti ne daha
sokmuş oldular. Şimdi onu yapıyoruz. Haberiniz var elbette?
- Evet, efendim. Geyve'de öğrendim ve bütü n bildirileri­
nizi okudum.
- Tertibat ı m ı z ı nas ı l buldunuz? Şimdiki duruma göre ar­
t ı k bayağ ı Meclis-i Mebusan'dan ayrı bir şey gerek değil mi?
- Öyledir. Tertibat iyidi r. Eğer seçi mler de her yandan is­
tenilen sü ratle yapı labil iyorsa?
- Yapı l ıyor, yap ı l ı yor. İyi ettiniz de çabuk geldiniz. Çal ışa­
cak arkadaşlar gerek bize. İşlerin nas ı l gittiğini göreceksiniz.
Yu nus Nadi Bey, istanbul'dan beri geçirdiği boş günler yü­
zünde n , büyük bir can s ı k ı ntısı içine yuvarlanmak üzereydi.
Kendini bildi bileli matbaa mürekkebi , kağ ıt kokuları ve maki­
ne g ü rü ltüleri arası nda geçen yaşam ı , onun için mutluluğun ta
kendisiyd i . Şu s ı rada Mustafa Kemal'in çevresi nde yaşayan
mutlu kişiler aras ı nda bulunduğu halde kendini mutlu duyam ı ­
yord u . Bas ı mevi kokusunun geldiği b i r iş yeri n i ölesiye özlü­
yord u . Vilayet bas ı m evinde Mustafa Kemal'in "Hakimiyeti
Milliye " gazetesi haftada üç gün olarak çıkıyorsa da biricik ya­
zarı eski Aka M utasarrıfı Hakkı Behiç Bey'di.
Mustafa Kemal'in işareti üzerine bir g ü n Hakkı Behiç Bey,
Yu nus Nadi Bey'i buld u :
- Birader, para i l e deği l , s ı ra i l e , ded i . Artık, sen a l baka­
l ı m şu gazeteyi .
Yu nus Nadi Bey buna pek sevindi . Hiç olmazsa oyalana­
cak bir iş bulm uştu . Böylece Mustafa Kemal karargah ı n ı n da
en vazgeçilmez militanları ndan biri oldu . Yu nus Nadi Bey'in bu
karargahta öğrendiği pek ilginç şeyler olmakla beraber bunla­
rı n en ilginci "Heyeti Temsiliye " denen o korkunç gücün tek
baş ı na Mustafa Kemal' i n kendisinin oluşuyd u . Ortada, öyle bir
derde deva olacak, her an toplantı duru m u nda bir kurul filan
yoktu. Ankara'da görü n ü rde bir ordu da yoktu. Demek ki karar-
225
gah ı bu şehirde bulunan o ünlü Yirminci Kolordu bile Mustafa
Kemal'le Ali Fuat Paşa' n ı n kişiliklerinden başkası değildi.
Yu nus Nadi Bey, yeni yeni öğrendiği şu şeylerin karşısın­
da şaşkı n l ı k geçiriyor, biraz da umutsuz düşüyord u . Mustafa
Kemal'in varl ı ğ ı , soyut ordu kadrosu ve i htilal yönetimi boşluk­
ları n ı apı ştı ran bir güçle doldu rmas ı n ı biliyord u . Yunus Nadi
Bey'in umutsuzluğu n u biraz olsun ı l ı mlaştı ran büyü de bu rday­
d ı . Yunus Nadi Bey, M ustafa Kemal'in yirmi dört saatlik yaşa­
yışı n ı eski bir gazeteci olarak göz hapsine al m ı ştı . Sabahleyin,
Mustafa Kemal çal ışma ve kabul salonuna girdikten sonra, bu
günlük yaşayış şöyle başlıyor ve sürüp gidiyordu :
Hayati Bey, koltuğ unda dosyası yla içeri giriyor ve Musta­
fa Kemal , hemen hep benzer ünlemesiyle:
- Gel çocuk. Neler var, oku bakal ı m , diyord u .
O n u n karş ı s ı ndaki sandalyeye otu ran Hayati Bey, dosya-
daki kağ ıtları birer birer okumaya başlıyord u .
-Antep'ten K ı l ı ç A l i Bey'den rapor . . .
- Yeni bir şey var mı ?
- Amerikan Koleji'ndeki Fransızları püskürtmüşler, ama
düşman üstün güçlerle dönerek şehri topa tutmuş ve epeyce
zarar yapm ı ş .
- Yaz:
Bu işin kısa ve etkili çözümleme yolu Urfa ile Antep 'i bir­
leştirmek olacaktır. Tedbirler alınmış ve talimat verilmiştir.
- Suruç Kuvayı Milliyesi Fransızları püskürtmüş. Fakat
cephanesizlikten yakı n ı yorlar. Mardin dolayları ndaki depolar­
da silah ve cephane varm ış, istiyorlar.
- Suruç'a, Diyarbakır'a:
Bu cephane yeterince onlara verilmelidir.
- U rfa kuşatmas ı güçlüce sürüp gidiyor.
- Daha çok güçlendirmek gerekir. Uygulasın ve bildirsin.
- Adana Kuvayı Milliyesi, deniz kıyısına yaklaşan bir
Fransız z ı rh l ı s ı na ateş açm ış.
- Düşmanın durmadan tedirgin edilmesi, orası için en iyi
savaş biçimidir. İyi yapıyorlar.
226
- Demirci Mehmet Efe'nin selam ve sayg ı telgrafı . . .
- Yine, biraderim Mustafa Kemal Paşa, diyor mu ?
- Öyle diyor efendim.
- Ona da kocaman bir aferin!
Bundan sonra, Yüzbaş ı Recep ( Peker) Bey de geceki ka­
rarlar ı n yaz ı l ı biçimlerini getiriyord u . Bunlara çoğu zaman öğ­
leden sonra bakılmaktayd ı . Saat on ikide yemek çan ı çal ı nca
bütü n işler duruyord u . Karargah personeliyle orda bu sı rada
bulunan konuklar aşağ ıdaki yemek salonuna inip yemek ma­
sasına oturuyorlardı . M ustafa Kemal'in tatl ı konuşmalarıyla bu
yemek süresi bir şölen niteliği al ıyord u .
Yunus Nadi Bey de a rt ı k gece yarı ları na d e k karargahta
kal ıyor, Yüzbaşı Recep Bey'in yazı işlerine yard ı m ediyord u .
Nisan ' ı n dördüncü günü Mustafa Kemal, Yunus Nadi
Bey'in geceyi karargahta geçirmesi gerektiğini söyledi . Önemli
bir toplantı yapı lacak, yeni kimi örgütler üzerinde görüşülecek­
ti . O gün akşam yemeği nde Halide Edip Han ı m'la birlikte Dok­
tor Adnan ve Cami Beyler de vard ı . Halide Edip'le kocası Ad­
nan Bey'e Ziraat Okulu'nun çiftlik evi veril mişse de henüz yey­
gilerini (yiyecek, un) sağlayacak bir olanak bulamad ıkları ndan
yemeklerini karargah ı n tabldotundan yiyorlard ı . Yemekten son­
ra yine M ustafa Kemal'in çal ışma salonuna çıktılar. Kahveler
içilirken Mustafa Kemal'in pek merak sard ı ğ ı Türkçülük konusu
üzerinde bir süre konuştular. Sonra temel kon uya geçtiler. Ana­
dolu Ajansı işi ele al ı nd ı . Halide Edip Han ı m Ankara'ya geldi­
ğinin ertesi günü bir arabayla Ziraat Okulu'na gitmişti . Yap ı n ı n
önünde iki nöbetçi asker vard ı . O n u b i r çavuş yukarıya çı kar­
mı ş , geniş ve ayd ı n l ı k bir odaya sokmuştu . Bir anda Mustafa
Kemal'le Adnan ve Cami Beyler kapıda kendisini karşı lam ışlar­
d ı . Kapı n ı n önüne dek gelen Mustafa Kemal bir şövalye inceli­
ğiyle genç kad ı n ı n elini tutup dudaklarına götürmüştü . Halide
Edip Han ı m , hemen oracı kta Geyve'de Yunus Nadi Bey'le ka­
rarlaşt ı rd ı ğ ı "Anadolu Ajans/ '' işini ona açıvermişti .
Halide Edip H an ı m düşüncesini şöylece açı klamaya çal ış­
m ı ştı :
227
- Ne d ı ş dünya, ne memleketin içi u lusal davran ı ş ı n an­
lam ı n ı anlam ı ş değildir. Çünkü haber alam ı yorlar. Yu nus Nadi
Bey'le Geyve'de bunun çaresini bulmak üzere "Anadolu
Ajansı " ad ıyla bir ajans servisi kurulmas ı n ı düşündük. Bu
ajans, haberleri telgrafhanesi olan her yere gönderilebilir, ol­
mayan yerlerde de camilere ilan gibi yapışt ı rı labilir. Bundan
başka da dünya kamuoyunu anlamak içi n İ ngilizce ve Fransız­
ca gazetelerin en önemlilerini zaman ı nda getirmelidir. Bu ga­
zetelerin başı nda Manchester Guardian, Times ve Loyd Geor­
ge' u n düşü ncelerini yayımlayan Daily Chronicle gelir.
Mustafa Kemal , Anadolu Ajansı düşüncesini hemen be­
nimsemişti :
- İlk günleri bu yaz ı larda gerek düşünce, gerek yazı biçi­
mi üzerinde belki kimi düzeltmeler yap ı l ması gerekir. Ne var ki
üç beş gün geçtikten sonra, siz kendiniz de izlenen siyaseti
kavramış olacağ ı n ı zdan art ı k belki bunu da gereksemeden iş
kendi kendine yürür gider.
Verilen karara göre :
İ l k g ü n ü Mustafa Kemal , Anadolu Ajansı bütün memleketin
en ıssız köşelerine dek yay ı lmaya çal ışı lacakt ı r. Halide Edip
Han ı m'la Yunus Nadi Bey'in görevi , yayımlanması o gün için
davaya en elverişli haberleri toplayarak en az iki servis yapmak
üzere telgrafhaneye vermekti. Anadolu Ajansı, böylece kurul­
du ve gece yarıs ı ndan sonra Halide Edip Han ı m'la Adnan Bey
müsaade alarak evlerine gittiler. Bir zamandı r tatl ı tatlı şekerle­
me kestiren Doktor Refik (Saydam) Bey de uykusuzluktan iri
gözleri kızarm ış olarak kalkıp odasına çekildi . Yüzbaşı Recep
Bey, biraz iş haz ı rlamak istediğini söyleyerek çıktı . Böylece Yu­
nus Nadi Bey, Mustafa Kemal'le baş başa kald ı .
Mustafa Kemal , hemen kahveci askere :
- Çocuk, bize kahve getir ! dedikten sonra:
- Bak, Nadi Bey ! diye sözünü sürdürdü. İşler nerelere dek
sü rüklendi geld i . Pera Palas'ta görüştüğümüz zaman ı düşün.
O zaman hükümette ben bulunsayd ı m muhakkak memleketin
sürüklendiği bu tehlikeli durumun önüne daha oradayken ge-
228
çerdim. Ahmet İzzet Paşa kuracağ ı kabinede bana Harbiye Ne­
zaretini versin diye Adana'dan telgraf çektim . Kendisi bunu kol­
tuk h ı rsıyla yorumlam ı ş . Oysa ben adamları mızı biliyordum.
Orada memlekete yap ı lacak hizmeti en büyük yetki ile ancak
ben yapabilirdim. Eğer ben , o kabinede bulunsayd ı m işi daha
İstanbul'un eşiğinde iken çözümlerdim. Elbette, oraya İtilaf as­
kerleri çıkartmamak için kesin tedbirler al ı rd ı m . Ne olacaksa ar­
da olurdu ve inanabilirsin Nadi Bey ki , karaya İtilaf askeri dahi
pekala çı kmayabilirdi. Eğer ben, o kabinede bulunsayd ı m , hü­
kümet, padişah ı n keyif ve direnciyle ve yaptıkları gibi defolup
gitmezdi. Gerektiğinde tahtı n ı Padişah' ı n baş ı na geçirirdim, yi­
ne de hükümet yerinde kal ı rdı ! Budalalar! Bu kerte kritik bir za­
manda hiçbir milletin talihi şunun keyfine, bunun zaafına oyun­
cak olabilir miydi? Hiç bı rakı r mıyd ı m ki o işler öyle olsun?
Nadi Bey, Pera Palas' ı n karş ı s ı nda bulunan sokakta otur­
duğum zaman biliyorsun ki artık iş görmekten en ufak umudu
dahi kesmiş olmak d u ru m u nda idi m . Sonra, Şişli'de bildiğin
evde otu rdum . Fakat bütün bu oturmalar süresince hep Ana­
dolu'ya geçerek memleketi artık buradan kald ı racak bir mani­
vela ile kurtarmay ı düşünüyord um. İşte, görüyorsun . Şimdi An­
kara'dayız ve yine karşı karşıyayız. Arkadaşları ma laf anlata­
mamak yüzünden yeniden yeniye güçlüklere uğramad ı k değil­
se de amaca doğru çok yol kestirdiğimiz de gerçektir.
Mustafa Kemal , hem konuşuyor, hem de üst üste sigara içi­
yordu. Kahvesiz de edemiyordu. Bir kez daha ardaki askere :
- Abe çocuk, hani kahve? diye seslendi.
Paşa, en baştan veril miş kahve buyruğu n u n zincirleme
kahve servisini düzenlemesin i , fincanlar boşald ı kça yenisinin
getirilmesini istiyord u .
Yunus Nadi Bey, Ankara'yı boş v e bir çöl g i b i gördüğünü
Mustafa Kemal'e söylemekten çekinmed i .
O zaman Paşa:
- Öyle görü n ü r, Nadi Bey, dedi. Öyle görü n ü r. Zaten bu
büyük işin zevki de işte buradad ı r. Bu çölden bir diri m , bir dir­
lik çı karmak, bu çöküntüden bir örgüt yaratmak gerekir. Bu-
229
nunla beraber, sen ortadaki boşluğa bakma. Boş görünen o
alan doludur. Çöl san ı lan bu yerde sakl ı ve güçlü birlik vard ı r.
O, millettir! O, Türk milletidi r ! Eksik olan şey örgüttür. İşte, şim­
di onun üzerindeyiz.
- Ben , pratik olmayı gerekli gördüğü mden doğrudan
doğruya Yunan cephesine sald ı rd ı m . Toplu , düzg ü n bir güç
vard ı ve onun karş ı s ı nda da bizim düzensiz güçlerimiz. Bence
cepheyi tutan oradaki u lusal güçler değildi ; belki Milne Hattı
denilen siyasal ku runtuyd u .
Mustafa Kemal ' i n gözlerinde bir parlakl ı k görüldü :
- Bunu bana Sivas'a da yazmıştı n ı z , ded i . O cepheler­
den de buna benzer başvu rmalar old u . isteniliyordu ki, Si­
vas'ta ve şurada burada oturarak vakit geçireceğime, "Sanki
buralarda boş vakit geçiriyormuşum gibi" gideymişim de o
cepheleri n baş ı na geçeymişim. Basit bir gözlem ve düşünüş
bu görüşe hak verdirebil i r. Fakat beni m oraya g itmekte hiç
acelem yoktur ve o cephelerin hay ı r ve selameti için acelem
yoktur. Mustafa Kemal Paşa, Demi rci Mehmet Efe olamaz Na­
di Bey. Bunu böyle söylemekle oradaki arkadaşlar ı n değerleri­
n i küçümsemek istemiyorum . Tersine onlar pekiyi adamlard ı r
v e y u rt için işte fedakarca çal ı ş ı p duruyorlar. Fakat davran ı şla­
rı n ı n toptan değeri , yu rtseverce bir gösteri n iteliğinden i leri gi­
demez. Bu da bir değerdir. Fakat bu değer manevi bir değer­
dir. Yunan orduları ise maddi bir örgüt olduğundan yal n ı z böy­
le manevi bir güçle durdurulamaz . Bal ı kesir, Manisa ve Afyon
Cephelerine karşı ilgisiz değiliz. Ne var ki oradaki olan larla o
bölgen i n varl ı ğ ı yla o iş çözümlenemez. Bu yüzden bunca istek
ve başvu rmalara bakmayarak ben oraya gitmed i m . Yu nan
cephesi, Ayd ı n ya da Manisa livaları n ı n cephesi değildir. Yu­
nan cephesi, bütü n memleket ve bütün vatan cephesidir. Ne
zaman bütü n memleket bu cepheni n gerçek anlam ı bu oldu­
ğunu anlar ve öyle de benimserse, işte bu cephe, o zaman yı­
k ı l m ı ş ve Yunanl ı lar da işte, o zaman denize dökülmüş olur. İş­
te ben , şimdi bu gerçek gereklilik ve zorunluluğun kurulması
peşindeyim . Hatta çözümleyeceği m iz şey yal n ı z bu Yunan
230
cephesi değildir. Memleketin kurtuluşu ve ulusun bağ ı msızl ı ğ ı
söz konusudur. Önümüzde Misakı Milli var k i bütü n prensip­
lerimizi alçak gönüllüce anlatıyor. Formülü koymuşuzdur. Ulu­
sun bağ ı msızl ı ğ ı n ı yurdun son kaya parçası üzerinde savuna­
cağ ı z , kurtaracağ ı z , ya da "eğer kader öyle istiyorsa " öleceğiz.
Fakat inan ı n ı z ki , ölmeyeceğiz ve ku rtaracağ ız.
- Evet, hepi mizin amac ı m ı z ve isteği m iz bu. Oraya var­
mak için daha önceden verilmiş kararlar ve çözümlenmiş so­
runlar olmak gerekir.
- Benim inan ı ş ı ma göre bu türlü büyük d u rumlarda ka­
rarları zaman verir. Soru n ları da o çözümlemiş bulunur. Bun­
dan dolay ı , ben san ıyorum ki kararlar kendi kendine verilmiş,
soru nlar da kendi kendine çözümlenmiştir. Olunmayanları var­
sa onlar da olunur giderler.
- Meclisin ne vakit toplanabileceği n i düşünüyorsunuz?
Bir de her kerameti meclisten beklemek n iyetinde miyiz? Açı k
söylemek için ben b u n iyet v e kan ıda değ i l i m . Zaten üzüntüm
de ondand ı r.
- Bu üzüntü boş ve bu kan ı hiç olmazsa d ı ş görü nüşüy­
le gerçek görünüşü arası nda aldatıcıd ı r. Ben, tersine, her ke­
rameti meclisten bekleyenlerdenim. Nadi Bey, bir döneme ye­
tiştik ki onda her iş meşru olmal ı d ı r. Millet işlerine meşruluk,
ancak ulusal kararlara dayanmakla ulusun genel eğilimine ter­
cüman olmakla olur. Ulusumuz çok büyüktür. H iç korkmaya­
l ı m . Tutsakl ı k ve aşağ ı l ı ğ ı benimsemez. Ne var ki onu bir ara­
ya toplamalı ve kendisine :
- Ey ul u s ! Sen tutsakl ı ğ ı ve aşağ ı l ı ğ ı ister misi n ? diye
sormal ı d ı r. Ben , ulusun vereceği yan ıtı biliyorum . Ben , ulusun
büyüklüğünü biliyor ve bu soru karşısı nda onun o soruyu so­
ran çocuklar ı n ı can ı n a sokarcası na seveceğini ve al ı n ları ndan
öpeceğini biliyorum . Ben , biliyorum ki bu ulus kendisine bu so­
ruyu soran çocukları n ı n hep o temele dayanan tedbirler ve ter­
tiplerin i canla başla benimseyecektir. Onun için işte ben , şim­
di bu yolday ı m ; onun çok sağlam bir yol olduğuna inanarak . . .
- Yaln ız, istanbul'da düşmanlarla birleşmiş bir saray ol-
23 1
duğunu bilmek ve hiç olmazsa bu ayrı ntı lar üzerinde kesin ka­
rarlar alm ış olmak gerekmez m i ?
- Onların hepsi bilinmektedi r. Fakat bizim bildiğimiz doğ­
rular, ulusça da bilinince onun karar verme işinde dahi bizim
gibi düşüneceği neden kabul edilmemelidir?
Ben , tersine ulusun bu işte daha sağlam , daha kesin ka­
rarlar vereceğine inan ıyorum . Özet olarak:
Ulus bu kurtuluş kavgası nda ve bütün durumu bütü n açı k­
l ı k ve ayd ı n l ı ğ ı yla gördükten sonra, kerte kerte en sağlam, en
usa yaklaşı k ve en yüksek kararları verecek ve bence doğru­
dur ki, o kan ı lardaki kararları mda seni ve beni bile çok geçe­
cektir. Ben, buna güvenerek işlerimize bakal ı m , deri m .
- Can ı m Paşam, kuram çok güzelse de d u ru m u n gerçek­
lerinden ç ı kan gereklikler de çabuk ol mayı buyurur. Örneğ i n ,
Ankara'da beni ted i rgin eden en büyük şey ordunun yokluğu­
dur. Gerçek odu r ki eğer elimizde dayanacak bir ordu bulun­
mazsa bütün bu güzel teoriler suya düşüp gidebilir.
- İşte, aram ızdaki ayrı l ı k daha çok burada göze çarpıyor.
Bence, meclis teori değil, gerçektir ve gerçekleri n en büyüğü­
dür. İlk önce meclis, sonra ordu Nadi Bey ! Orduyu yapacak
olan ulus ve ona niyabeten meclistir. Çü nkü ordu demek, yüz
binlerce insan , milyonlarca ve milyonlarca servet ve zenginlik
demektir. Buna iki üç kişi karar veremez. Bunu ancak ulusun
karar ve benimseyişi meydana çı karabilir ve bir kez bu duru­
ma geldikten sonra, ulusun dirim ve varl ı ğ ı na karş ıt olan zulüm
ve işkenceler ve baskı ları n hepsini ortadan kald ı rmaya güçlü
olmak yetkisini yal n ı z teori olarak değil eylem olarak da kazan­
mış oluruz.
Yunus Nadi Bey'le Mustafa Kemal arası ndaki bu konuşma
sabah ı n üç buçuğuna dek sürd ü .
Bu görüşmeden sonra, Yunus Nadi Bey'in b i r çöl g i b i gör­
düğü Ankara, mahşer gibi bir i nsan kalabal ı ğ ı yla kaynaşan bir
gül bahçesi kesilmişti . O gecenin geri kalan saatlerini bu gül
bahçesinin güzel kokularla yelpazelediği tatlı bir uyku içinde
geçird i .
232
BANDIRMA' DA BİR AMERİKAN PAPAZI

Ben, bütün orduların durumu­


nu iyice bilmezsem kendi ordu­
mu nasıl yürüteceğimi ve yö­
neteceğimi belirleyemem.
Mustafa KEMAL

Anzavu r Ahmet, arkas ı na takt ı ğ ı silah l ı halk y ı ğ ı n larıyla


Kuvayı Milliye ve nizami asker toplulukları n ı bir dev silindir gi­
bi ezerek Bal ı kesir'in kapısı Band ı rma'ya varm ı ştı . Oradan da
Bal ı kesi r'e varıp Albay Kaz ı m (Özalp) Bey'in 6 1 . Tümenini ha­
ritadan silmeye hazı rland ı ğ ı söylentileri, gerek Bal ı kesir Kuva­
yı Milliye başları n ı ve gerekse Kaz ı m Bey'i kara kara düşün­
dü rmeye başlam ı şt ı . Kahraman hemşehrisi Edremit Kaymaka­
mı Hamdi Bey'in Biga'da baş ı na gelenleri u n utmam ı ştı . Gavur
İmam, o iştahla önüne gelen Kuvayı Milliyeci başları yemek
üzere Anzavu r Ahmet'in bir ad ı m gerisinde silah yağ l ı yord u .
Gerçekten de önüne gelen g ü c ü bozan Anzavur sürü leri , Bal ı ­
kesir'e sarkacak olurlarsa onları n önüne duracak h içbi r derli
toplu güç yoktu. Olanlar da geniş Yunan cephesine yay ı l m ı ş
dövüşüyord u . Arkalar bomboştu .
İ ngiliz Kemal de bu kara haberi alm ı ştı . Yaln ı z o, arkadaş­
ları n ı n ası k ve düşünceli yüzlerinin tersine can l ı ve neşeli bir
yüz gezdiriyordu. Kurt, nasıl duman l ı havaları severse o da bu
civcivli günleri daha çok seviyordu. Bir zamandan beridir işsiz­
likten bunalmış, içinde boy vereceği derince ve büyük bir olay
dizisi bekleyip duruyordu. Kafası ndan kendisini güldüren türlü
şeytanl ı klar, maskaralı klar geçiriyor, Anzavur'a iyi bir oyun oy­
namayı düşünüyord u . Sonra Bal ı kesir'e bir sel gibi çarpan bu
haberlerin pek büyütülmüş olduğu kan ısı ndayd ı . Müdafaayı H u ­
k u k Derneği üyelerinin yüzlerinde korkunun meydana getirdiği
sarı l ı ğ ı , Gafur ve Vehbi Hocaları n durmadan okuduğu şeytanı
taşlama duaları boşuna azaltmaya ve gidermeye çalışıyordu.
233
Bal ı kesir'de nerdeyse önüne geçil mez bir panik başlamak
üzereydi ki Albay Kaz ı m Bey, hemen davranarak askerce ted­
birler ald ı . Böylece ortal ı k biraz yat ı ş ı r gibi olduysa da Anza­
vur'un hala Bandı rma'da bulu nuşu , herkesi diken üstünde bu­
lunduruyord u .
İ ngiliz Kemal , Müdafaayı Hukukçularla bu kon u üstünde
görüşen, Kaz ı m Bey'i n yan ı na yaklaşarak kulağ ı na eğild i :
- Ku mandan ı n , karargaha gideli m . Görüşeceklerim var,
dedi.
Kaz ı m Bey, İ ngiliz Kemal'e yen i yararl ı bir esin geldiğini
anlayarak kalk ı p onunla birlikte karargaha g itti :
- Söyle bakal ı m .
- Anzavu r gelmiş, şöyle olmuş, böyle olmuş. Bana öyle
geliyor ki , bu haberler çok büyütü lerek bize dek getiril iyor.
- Ne gibi?
- Ben , gözümle görmediğim şeye böyle zamanlarda kolay
kolay inanmam. Anzavur'un kuwetleri hakkı ndaki haberler, ba­
na mübalağal ı geliyor. İşgal askerleri de beraber deniyor. Bun­
lara gözü kapal ı inanmak doğru değ i l . Belki de bu gibi tertipli ve
mübalağal ı haberlerle ortal ı ğ ı paniğe uğratmak istiyorlar.
- Peki , ne yapmal ı ?
- N e m i yapmal ı ? Ben im bu radaki varl ı ğ ı m ı n nedeni bu
gibi günler için değil m idir? Müsaade ediniz, ben Band ı rma'ya
g ideyim. Ne yapacağ ı m ? Orası ben i ilgilendirir. Yal n ı z , siz ba­
na müsaade edi n . Ben , bütü n duru m u iyice anlar geliri m .
Kaz ı m Bey, heyecanla genç boksörü n elini tuttu v e dikkat­
le gözlerine bakt ı .
- Kemal, ded i . Biliyoru m , sen b u işi başarı rs ı n . Dağ ı n ıkl ık
ve örgütsüzlük içindeyiz. Yenilgi duygusu içinde yaşayan bir as­
ker birliğinde doğal haber alma servislerimiz de zayıf. Evet, bü­
tün bunları anlamak ileriki kararları m ı z bak ı m ı ndan önemlidir.
- Müsaade ederseniz, bu işten ikimizden başka kimsenin
haberi olmas ı n . B u , ben i m için pek önemlidir. Ben gittikten
sonra, benim yok olduğumu arkadaşlar açığa vurmas ı n lar ve
bu arkadaşlar da ben i m nerde olduğumu bilmesinler.
234
- Sana güveniyorum Kemal.
Kaz ı m Bey, bun u söyleyerek ona gereken askerce bilgiyi
verdi ve nelerin öğrenilmesi gerektiğini de bir bir not ettird i .
Sonra el sıkışarak ayrıldı lar.
Yolculuk kı l ı ğ ı n ı düzen İ ngiliz Kemal , kendisine bir de
Amerikan bayrağ ı gerektiğini düşünd ü . Bunun için de İz­
mi r'den geti rdiği becerikli arkadaşı Naci 'ye başvu rdu . Naci ,
dükkan ı nda eli nden gelen birçok işleri yaparak geçinmenin yo­
lunu bu lmuştu .
- Merhaba, Naci.
- Merhaba, ne haber yah u ? Ortal ı k yine buland ı .
- Öyle.
- Ne olacak? Bu herifler bir türlü rahat vermeyecekler
mi? Gü nden güne işi azıtıyorlar.
- Naci , sen bana bir Amerikan bayrağ ı yapar m ı s ı n ? Bi­
raz büyükçe olsu n .
- Ne o? Kötü havadisleri işitti n d e baş ı n ı n çaresine bakı­
yor, onun için bir Amerikan bayrağ ı m ı haz ı rl ıyorsun?
- Yok can ı m . Yaln ı z bu bayrakla kendimi ku rtaramam.
Daha bi rçokları n ı yapmal ı y ı m ki kendimi ku rtaray ı m . Gece ya­
rısı ndan sonra, senden bayrağ ı isterim . Çü nkü gece yarısı gi­
diyoruz.
Naci , ilgilendi :
- Nereye gidiyoruz?
- Herhalde ölüme g idiyoruz.
Sonra, bir kağ ıda "Dükkan hastal ı k dolayı sıyla birkaç gün
kapal ı d ı r" diye yazarak arkadaşı na verd i .
- İşte, bunu kapıya asars ı n .
- Peki , a m a gideceğimiz yol neresi ?
- Yüzde doksan ö l ü m yol u ! Üst yan ı n ı gece yolda anlat ı -
r ı m . Kaptan muşambas ı n ı v e silah ı n ı al . Ben , gereken öbür
şeylerle bi rkaç bombayı beraber getiririm .
İ ngiliz Kemal , o gece, hiçbir arkadaşı na, kumandana bile
haber vermeden Naci'yi alarak Band ı rma'ya doğru yola çıktı .
235
Şosede yavaş yavaş gidiyorlar, İ ngiliz Kemal de arkadaş ı ­
na şöyle diyordu :
- Bana bak, Naci. Ben bu kez pek delice bir iş yapacağı m .
Görevimiz, Bandı rma'ya gidip Anzavur'un durumunu anlamak.
Kuwetini, silahları n ı n sayıs ı n ı , yanı nda İşgal Kuwetlerinin olup
olmad ı ğ ı n ı anlayacağ ız. Anzavur, Susurluk'a dek gelmiş. Tren
Susurluk'tan son ra Anzavur'un adamları n ı n kontrolü altı nda
Bandı rma'ya gidiyoruz. Biz, bir istasyon önce iner, geceyi bek­
ler, ondan sonra Band ı rma'ya gideriz, diyeceksin değil mi? Ha­
yır arkadaşı m . Ben , yalnız askersel bilgi elde edecek değilim.
Silah atı lmadan , kan dökülmeden Anzavur'u Band ı rma'dan ka­
çı racağ ı m . Ve bu durum karşısı nda bozulmuş olan morali güç­
lendireceğim. Anlad ı n m ı ? Beni deli oldu sanma. Eskisinden çok
daha akı llıyı m . Yaln ı z , ben ne dersem onu yap yeter.
- Merak etme, son u na dek beraberiz .
İngiliz Kemal , Kapıdağ'daki Rum köylerine gitmek, serü­
vene oradan başlamak istiyord u . O , köylerde nam sal m ı ş Kir­
man adl ı eşkıyayı da görmek ve oradan Band ı rma'ya inmeyi
düşü nüyord u . Kendisi bir Amerikan papazı kı l ı ğ ı na girecek,
Naci'yi de çok iyi Ru mca, Bulgarca ve İngilizce konuştuğun­
dan sözde tercüman olarak kullanacakt ı .
Kapıdağ'a giden dağ yolunu tı rmanmaya başlad ı kları nda
atları durdu rarak bir kuytuya çekildiler. İngiliz Kemal , çantası ­
n ı açt ı . Derenin k ı y ı s ı nda aynan ı n karş ı s ı na geçti . Güzel bir
makyaj yaptı , kı l ı ğ ı n ı da değiştirerek tam bir Amerikan misyo­
neri oldu. Naci , ağz ı bir karış açık, gü lerek ona bakı yord u .
İ n g i l i z Kemal , kara gözlüğünü takıp misyoner şapkas ı n ı
d a başına geçirdikten son ra, Naci'ye :
- Nas ı l ı m ? Bir kusu rum var m ı ? Seni n İngilizcen bana
tercü man l ı k edecek derecededir. Şu silahları filan çı kar, çanta­
ya koy. Bayrağ ı da kolay al ı n ı r bir yere yerleştir. Şimdi, bizim
silah ı m ı z zekam ı zd ı r. Görevimiz, H ı ristiyanlara köylerde yapı­
lan zulümleri, kil iselere yapı lan sald ı rı ları Amerikan hükümeti
ve Amerikan misyonerleri ad ı na i ncelemek ve araştı rmakt ı r.
Bu arada Kapıdağ ' ı n ünlü siyasal Rum eşkıyası Ki rman ile gö-
236
rüşeceğiz. Bir yandan da: "Kirman ve çetesi Türklerden öç al­
mak için Anzavur'la birleşmiş, Türk köylerini basıyor!" haberin i
yayacağ ı z . Ondan son ra ne yapacağ ı m ı z ı s ı rası nda anlat ı rı m .
Naci'ye d e çeki d üzen verdi. İ l k rastlad ı kları R u m köyüne
girdiler. Bir sürü Rum çocuğu, çevrelerini sard ı .
Atları n üzerinde köyün kilisesine doğru giderlerken İngiliz
Kemal , yaşlıca bir papaz gibi beli n i büküyor, öne eği liyord u . Bir
Amerikal ı misyonerin gelişi haberi bütü n köyü canlandı rm ı ştı .
Evlerinden uğrayan kad ı n erkek, çoluk çocuk, koşarak Ameri­
kan papazı n ı n çevresi n i al ıyordu :
- Hoş geldiniz, papaz efendi ! diyerek, kendisini karşı la-
yan halka karşı o, du rmadan İngilizce bir şeyler söylüyord u .
H a l k birbiri n e:
- Anglo, Amerikanos ! diyord u .
Papaz, kiliseye vard ı ğ ı nda halk da u z u n b i r kuyruk olarak
arkası ndan gelmişti . İngiliz Kemal'le Naci atları ndan indiler. Bir
iki erkek, hayvanlar ı n yuları n ı tutmak üzere i leri atı ld ı .
İ ngiliz Kemal , H ı ristiyan l ı ğ ı n kuralları n ı İ ngiltere'de öğren-
diğinden hemen istavrozu çıkarı p halkı kutlamak üzere sallad ı .
"Hoş geldiniz!" Seslerine, İngilizce olarak:
- Hoş bulduk, ey İsa' n ı n çocukları ! Nas ı l s ı n ı z ? ded i .
Naci , hemen bunları Ru mcaya çevird i . Halk, bir ağ ı zdan :
- Efharisto poli ! diye yan ıtlad ı .
Kilisede onları ü ç R u m papazı karş ı lad ı , odalarına al ı p yi­
yecek içecek verdiler. İngiliz Kemal , du rmadan İ ngilizce konu­
şuyor, Naci de bunları Rumcaya çeviriyord u .
- Çok kalmaya vaktimiz yok, ded i . Sizleri buralarda bile
unutmayan Amerikan kardeşleriniz ad ı na geliyoru m . Durumu­
nuzu i ncelemeye geldi m . Amerikan hükü meti n i n temsilcisi ola­
rak karş ı n ı zda bul u nuyorum .
Sözünü bitirince Amerikan bayrağı n ı ç ı kard ı :
- Lütfen bu nu pencereye ası n ı z ! ded i .
Bayrak ası l ı rken d e :
- Şimdi, çanları çal ı n . Herkesin yakı nmas ı n ı , gereksini­
mini dinleyeceğ i m .
237
Bunu söylerken bir kara kapl ı defter çı kararak önüne koy­
d u . Bir ara gözleri Naci'ye ilişti . Oğlan gülmemek için kı rarca­
s ı na dişlerini sı kıyord u .
Yak ı nması olanlar birer birer içeri al ı narak dinlenmeye
başlad ı . Hemen hepsi, Kuvayı Milliye'nin köye sald ırı lar yapa­
rak kesip biçtiğini , yak ı p y ı ktığ ı n ı anlatıyord u . Oysa ortada ke­
silip biçilmiş, yakı l ı p y ı k ı l m ı ş bir şey yoktu . Köy papaz ı , bunla­
rı Ru mca olarak kara kapl ı deftere yaz ı p imza etti . İ ngiliz Ke­
mal , bunları köy i htiyar ku ruluna da i mzalattı .
İyi bir denk geliş olarak bu köy, eşkıya Kirman ' ı n köyü idi.
Sofra kurulup yemekler gelmeye başlad ı ğ ı nda, sokakta kala­
bal ı k at nal ı şakı rtı ları , at kişnemeleri ve kalabal ı k i nsan sesle­
ri işitildi .
İ ngiliz Kemal , bu sı rada Naci'nin sapsarı kesildiğini gördü :
- Ne oluyor, yoksa Türkler mi geliyor? diye sord u .
Papaz :
- Hay ı r, efendi m , dedi. Bizim köylerin koruyucuları .
- Türk jandarmas ı m ı ?
- Ne münasebet ! Köyün delikanl ı ları .
- Demek silah ı n ı z var?
- Evet.
- Bol m u ?
- Yunan adaları ndan gelen motorlar getiriyor. Yunanis-
tan'la sürekli ilişkileri m iz var.
- Peki , kim yönetiyor bu güçleri ? Görmek isterim bu kah-
raman ı .
- Hay hay, sevinçle! Buyruğunuz baş ı m ı z üstün e !
Sonra papaz, kapıdakilere :
- Söyleyin , Kirman buraya gelsin ! ded i .
İçeri , silah deposu g i b i kıvırcık saçl ı , k ı rm ı z ı yüzlü , güçlü
bir gövdeye sahip bir delikan l ı girdi.
Bu Kirman'd ı . Şapkas ı n ı elinde tutarak istavroz çı kard ı :
İngiliz Kemal :
- Sizi kutları m , ded i . Velev ki Kuvayı Milliye aleyhine bi­
le olsa sak ı n h içbir Türk g ücüyle birleşmeyin. B ı rakı n , onlar
238
birbirini yesinler. B u , Tan rı n ı n onlara verdiği bir derstir. Siz yan­
sız kal ı n . Amerikan hükü meti sizi u nutmuyor. Merak etmeyin.
Savaş gemilerimiz Band ı rma'ya gelmek üzeredir.
Kirman :
- Geldi, efendi m , dedi. Liman ı n açı ğ ı nda demirlemiş sa­
vaş gemileri var. Evet, bize Anzavur haber yollad ı . Hep bera­
ber Bal ı kesir'e sald ı rmak için öneride bulund u .
"Biz, köyleri m izi silahsız, savunmas ı z bı rakamayız." de­
dik. Şu sı rada hiçbir karar vermiş değiliz.
- Sak ı n ha! O zaman Türklerle birleşmiş olursunuz. Son­
ra, yapı lan i nceleme ve araştı rma sonucunda barış konferan­
s ı nda verilecek "tazminat" kararı ndan köyünüz yararlanamaz.
Tazminat almak hakkı n ı z kalmaz .
Kirman'la birlikte bütün içerdekiler bunları büyük bir dik­
katle dinliyord u . Bu sı rada, ihtiyar kurulundan biri , İ ngiliz Ke­
mal'i en çok ilgilendiren baklayı ağzı ndan ç ı kard ı :
- Anzavur'la Gavur İ mam bize kimi önerilerde bulundu­
lar, ded i . Buna göre Adalardan ve İstanbul'dan gelecek kuv­
vetlerle başka Rum çeteleri Kirman ' ı n çetesiyle birleşecek ve
onun buyruğu nda Anzavu r'un güçleriyle yan yana Bal ı kesir'e
yürüyecek, oradaki Kuvayı Milliye'yi yok ederek Yunan ordu­
sunun hiçbir güçlükle karşı laşmadan Ankara'ya varıp Mustafa
Kemal'cilerin ortadan kald ı rı l mas ı n ı kolaylaştı racak. Şu sı rada
Bandı rma'da başpapaz ve ora yönetim kuru l u , bu öneriyi i nce­
lemektedir.
İngiliz Kemal :
- Peki , sizce ne kadar kuvvet toplanabilir? diye sordu.
Örneğ i n , diyeli m , beş altı bin değil m i ? Öyle desek bile yine de
başaramayacaksı n ı z. U nutmayı n ız ki bütü n Ege Bölgesi, Ay­
d ı n Efelerin i n silah l ı güçlerinin etkisi altı ndad ı r. Bunları n baş ı n­
da çok usta kumandanlar vard ı r. Çok yürekli çete reislerinin
buyruğundad ı rlar. Yörük Ali, Demi rci Efeler gibi. Bunlarla kolay
kolay başa çı kamazs ı n ız. Hem İtilaf Devletlerin i n bu işte size
yard ı m edeceğini de sanmayı n . U n utmay ı n ki araları nda İzmir
işgali üzerinde anlaşmaz l ı k var. Siz, bu sevdadan vazgeçiniz.
239
Boşuna kan dökmüş, köylerinizin yakı l ı p y ı k ı l mas ı na yol açm ı ş
olacaks ı n ı z . Anzavur sizi aldatıyor. Bı rakı n ı z , onlar birbirleriyle
çarpışs ı n . Siz, seyirci kal ı n . İ kisi de Tü rk'tür. Son u nda bi rbirle­
riyle dost, sizin düşman ı n ı z olurlar.
Hepsi başları n ı sallayarak onu doğruluyord u . Hoş beşten
sonra kilisede bir ayin yap ı ld ı .
İ ngiliz Kemal , başpapaza:
- Ben , en güvenli bir araçla Band ı rma'ya gitmek istiyo­
ru m , dedi, yal n ı z trenle değ i l . Türklerin , benim orada bulun­
mamdan haberleri ol mamal ı . Sizin de benimle birlikte gelme­
nizi ve orada araştı rmaya yard ı m etmenizi rica edeceği m . Aca­
ba, parayla bir deniz aracı bulamaz m ı y ı m ?
Başpapaz, b u n a çok sevindi, Kirman ' ı çağ ı rarak kulağ ı na
bir şeyler f ı s ı ldad ı . Sonra, İ ngiliz Kemal'e döndü :
- Deniz kıyısı ndaki gizli liman ı m ı zda her zaman bir yel­
kenlimiz bul u n u r. Bu gemi ile Yunan adalarıyla bağlantı ku ra­
rız. En güvenli araç budur. Bandı rma'ya bununla gideriz.
İ ngiliz Kemal :
- Öyleyse art ı k bana gerekmeyecek olan atları m ı z ı Kir­
man'a b ı rakıyoru m , ded i .
B u n a p e k sevinen çete reisi , adamlarıyla ö n e düşerek pa­
tikalardan konukları deniz kıyısına indirdi. Pek kuytu bir koyda
yelkenli sallan ı p duruyordu.
İ ngiliz Kemal , yelkenliye binince şaş ı rd ı . Bu silah l ı bir ka­
çakçı gemisinden başka bir şey değildi. Makinal ı tüfek, dallar­
la örtülmüş orda yatıyordu.
Köy papaz ı , İngiliz Kemal'i geminin kaptanıyla tan ışt ı rd ı .
H i ç konuşmuyorlard ı . Püfü r püfür esen rüzgarla dolan yelken­
ler, başları n ı n üzerinde şaklamaya başlam ı şt ı .
Yelkenli Band ı rma liman ı na girdiğinde ortal ı k zifir gibi ka­
ran l ı kt ı . Liman ı n açı ğ ı nda ışı kları n ı yakm ı ş İ ngiliz savaş gemi­
leri, yatıyord u . Yelkenli de biraz uzakça demir atarak konukla­
r ı n ı d ı şarıya kay ı kla ç ı kard ı . İ ngiliz Kemal , köy papaz ı n ı n kı la­
vuzluğunda Band ı rma başpapaz ı n ı n evine gitti. Naci'nin duru­
mu anlaş ı l ı r diye onu bu çevreden uzaklaştı rmak istiyord u .
240
Köy papaz ı , Amerikan papazı üstüne başpapaza heye­
cani ı bilgiler verirken o da:
- Ben bir tercüman isterim, ded i . Çünkü art ı k tercü man ı n
gitmesi gerekiyor. İstanbul'da karargahta işi vard ı r.
Sonra, mektup yazar gibi bir kağ ıda:
"Se n , doğru geldiğimiz yere git, bu geçenler üstüne ağzı n­
dan bir tek sözcük kaçı rma. İ l k trenle yola ç ı k. Kendine mani­
fatu racı süsü ver !" diye yazarak Naci'ye verd i . Naci , zaten ya­
z ı l ı rken okuduğu şeylere uyarak mektubu ald ı , gitti.
O geceyi başpapaz ı n evinde geçiren İngiliz Kemal , sa­
bahleyin zengi n bir kahvaltıyla ağ ı rland ı . Kahveleri ni içerler­
ken Band ı rma'da eczac ı l ı k yapan bir R u m , tercüman olarak
geld i . Amerikan papaz ı na kilise h izmetlilerine özgü bir yapıda
bir oda verdiler. O da hemen kocaman Amerikan bayrağ ı n ı
pencereden sal land ı rd ı .
Kara kaplı araştı rma defteri n i masan ı n üstü ne açarak
Tü rklerin zulmüne uğram ı ş olan Rumları n dertleri n i not etme­
ye başlad ı . Deftere korkunç yakınmalar geçiriyord u . Elden gel­
diğince acı kl ı h i kayeler an latıyordu. Yakı nmaya gelenlerin kim­
likleri , acı k adresleri de yakı nmalar ı n altı na yaz ı l ıyord u . Ame­
rika' n ı n Türklerden al ı p kendilerine vereceği "tazminan n ok­
kal ıca olması için elden geldiğince, "hayali" sayı lar uydu rmaya
çal ışıyorlard ı .
Öğleye dek çal ı şan Amerikan papaz ı , yorulmuştu . Ertesi
g ü n, sürdürmek üzere işi paydos etti. İşler, buraya dek iyi git­
mişti . Şimd i , işin en güç bölümüne gelmişti. Anzavur'la temelli
bir görüşme yaparak hemen bu ralardan sıvı şmayı düşünüyor­
d u . Başpapaza:
- Bu raya gelmekten iki nci amac ı m , halifenin ku manda­
n ı yla da görüşmektir. Kendisinden hiçbir H ı ristiyan' ı n burnu
kanamayacağ ı ve malları na mülklerine dokunulmayacağ ı üze­
rine garanti almaktı r. Bundan dolay ı tercüman ı mla beraber gi­
dip onunla hemen şimdi görüşmek isterim , ded i .
Kilise kuru l u , Anzavur'la buluşmayı sağlamak üzere uzak­
laştığ ı nda İngiliz Kemal'in yüreği ağzı n a gelecekmiş gibi atı -
24 1
yord u . O, bu s ı rada ölümle en tehlikeli maç ı n ı yapmakta oldu­
ğunu anl ı yord u . Herhangi birinin kendisini tan ı ması , ölümler­
den ölüm beğenmek demekti . Ondan sonra ya k ı rk katı rı , ya
da k ı rk sat ı rı beğenmekten başka çı kar yol kal m ı yord u . Anza­
vur'un kendisi üstü ne verdiği ölüm yarg ı s ı , daha önceden
onun kulağ ı n a gelmişti .
Anzavur, onun ad ı an ı ld ı kça şöyle deyip d u ruyordu :
- Eğer İngiliz Kemal elime geçerse, vallahi de billahi de
onu bir beygirin kuyruğuna bağlayarak sokaklarda sürükleye
sürü kleye parça parça edeceği m .
Demek k i rahmetli Kaymakam Köprülülü Hamdi Bey'e ya­
pı lan ı ona da yapmaya özeniyordu.
Daha çok işgal güçleri nin onun baş ı na adad ı ğ ı büyük pa­
ra ödü l ü , İ ngiliz Kemal için çok tehlikeli araşt ı rı c ı lar yaratacak
kertede büyüktü . En büyük tehlike de buradayd ı . Anzavur, hiç­
bir vakit oğlu Kadri ' n i n çetesiyle İ ngiliz Kemal ve Kara Hasan
atl ı ları n ı n Ayval ıdere'de yaptıkları çat ışmayı u n utmam ı ştı . An­
zavur'un cellad ı Şah İsmail de çiftl iğine yapı lan baskı ndan ve
al ı nan atı ndan dolayı ona diş biliyord u . Anzavur'un İngiliz Ke­
mal içi n ettiği yem i n hiç de yabana atı lamazd ı . Çok yakı n cep­
helerin düşmanlarıyd ı l ar. Her an felek birini öbürü n ü n ağ ı na
düşürebilirdi. Hele bu kerte yak ı na gelince feleğin çöpçatanl ı ­
ğ ı daha yağ l ı ball ı bir duruma geliyord u .
işte, bu yüzden İ ngiliz Kemal , Anzavur'un h e r an kapıdan
içeri girmesin i beklerken böyle düşünüyor ve gerçek korkuyu
bütün büyüklüğ ü , genişliği ve çirki nliğ iyle duyuyordu. Yaln ı z ,
yurda, yurdunun tutsaklaştırı lmak istenen insan ı na karşı yap­
mak gerekliliğini duyduğu fedakarl ı k duygusu, bu korkunç kor­
kuyu dumana ve sise boğarak kör ediyord u . Onun bu "Bandır­
ma Amerikan Temsilciliği" komedyas ı n ı birkaç y ı l sonra Musta­
fa Kemal , İzmir'deki zafer nutukları nda anacaktı .
Anzavur'a haber götüren Rum Kuru l u , bir saate varmadan
dönmüştü . Ejderhan ı n nerdeyse gelmek üzere olduğu n u bildir­
diler. İngiliz Kemal , hemen yerinden f ı rlad ı , ayakyol u na gide­
rek tabancas ıyla ufak bir el bombas ı n ı ceplerine yerleştirdi.
242
"Bir terslik olursa ilk önce Anzavur'u, sonra da kendimi temiz­
lerim. " diye düşünüyord u . Yine kara kapl ı kocaman defterin
başı na çökerek yakı nanlar ı n söylediklerini bir daha gözden
geçiriyormuş gibi bir tutum takı nd ı .
B u sı rada kald ı rı m ları döven kalabal ı k nal sesleri , onu ü r­
pertti . Rum tercüman :
- Geliyor! ded i .
İ ngiliz Kemal , bunun üzerine okumayı bı rakarak koltuğa
iyice kuruldu ve piposu nu yaktı . Tercümana da:
- Rica ederim , yal n ı z kendisini kabul edebiliri m , adamla­
rı varsa d ışarda beklesinler, dedi.
Anzavur'un arkası ndaki yirmi atl ı , pencereden görünüyor-
du.
Kapı n ı n vurulmasıyla İ ngiliz Kemal'in yüreği de küt küt at­
maya başlad ı . Ömrü n ü n en zor işini yaptığ ı n ı biliyordu :
- Buyuru n ! dedi.
İ ngiliz Kemal , onu ilk kez görüyord u . Bu , orta boylu , top
k ı rç ı l sakal l ı , göbeklice bir adamd ı . Giyneği s ı rmalar içindeydi.
Göğsü nde bir Mecidiye Nişanı parıld ıyord u . Hemen onun al­
tı nda kılaptanla alt ı n işlenmiş bir Mushaf torbası du ruyord u .
Belinde de ünlü gümüş v e altın işlemeli kaması göze çarpı yor­
du . Açı k mavi gözleri ve yüzün ü n biçimi Kafkasya Çerkezleri­
nin bütü n özelliklerini taş ı maktayd ı .
O , içeri girer girmez İ ngiliz Kemal ayağa kalktı , beli biraz
bükük olarak bir papaz i nceliği ve jestiyl e :
- Buyuru n , oturu n ! H o ş geldiniz, ded i .
Anzavur d a sayg ı i l e :
- S i z d e hoş geldiniz; muhterem Amerikan hükümetinin
mü messil i , sizi hürmetle selamları m , ded i .
Tercü man , ayakta du rarak bunları İngilizce v e Türkçeye
çevi riyord u . İ ngiliz Kemal , Anzavur'un ezilip büzüldüğ ü n ü , kü­
çülür gibi olduğu n u görd ü . Kendisinden bir şeyler isteyeceğe
benziyord u . Ondan önce kendisi söz ald ı :
- H ü kü metimi temsil ederek bu ralara dek gelmekten
amacı m , işgal etmiş olduğunuz herhangi bir şehir, kasaba ve
243
köyde H ı ristiyan halka zulü m , malları n ı yağma, kiliseleri yakıp
yı kma gibi davranışlarda bulunmaman ı z ı istemek içindir. Yok­
sa hemen askersel gücümüz davranacakt ı r. Bunu size bildir­
mek üzere geld i m .
"Anzavur ayağa kalktı, elini göğsüne koydu " v e İ ngiliz Ke­
mal'in önü nde eğild i , ayakları na kapan ı r gibi yaptı :
- Yok, efendim yok, ded i . Hain Kemal Paşa'cı ları n elinde
azap, işkence çeke n , malları yağma edilen H ı ristiyanların öcü­
nü alacağ ı m ve bu hainlerin şiddetle cezas ı n ı vereceği m . Ada­
leti yerine getireceği m , merak buyu rmay ı n , efend i m . H içbir H ı ­
ristiyan' ı n burnu kanamayacak. Malları n ı n , canları n ı n h e r za­
man koru nacağ ı na söz veriyorum . Padişah efendimizin irade­
leri de bu yolda olduğu gibi Müşir Zeki Paşa Hazretlerinin baş­
ku mandanl ı kları nda ve Sü leyman Şefik, Kiraz Hamdi Paşa'la­
r ı n buyruğu altı nda örgütlenmiş ve şimdi Kocaeli Cephesinde
toplanmakta olan Kuvayı İ nzibatiye orduları n ı n ald ı kları kesin
talimat da bunu buyurur, h içbir H ı ristiyan' ı n burnunun kanama­
yacağ ı na güvenebi lirsiniz.
- Oturu n .
Anzavur otu rd u . B u n u n üzeri ne İngiliz Kemal'in içinden
korkunç bir kahkaha patlatmak isteği geçti. Bu kahkaha, arka­
s ı ndan gelecek ölüme değerd i .
Anzavur, sayg ı l ı tutumunu koruyarak koltuğa yar ı m otur-
du :
- Ah, efend i m ! ded i . Bana yard ı m etmiyorsu nuz. Eğer
yard ı m etseniz, on beş gün içinde hiçbir kıyı köşede dahi Ke­
mal'ci ad ı na h içbir kişi b ı rakmam.
- Neden yard ı m istiyorsunuz? Gücünüz buna yetmiyor
mu?
- Ne gezer efendi m , ne gezer! Silah ı m ı z eksik. Param ız
yok.
- Peki , az kuwetle bu işe nas ı l atı labiliyorsunuz?
- Şimd i , biz mürettep ve özel bir kuwet olarak bulunuyo-
ruz. İlk görevimiz, M ustafa Kemal ordu ları n ı n Bal ı kesir cephe­
sini arkadan vu rmak, yurdu Kemalistlerin ve İttihat ve Terakki
244
kal ı ntı ları n ı n egemenliğinden ku rtarmak, Hilafeti sağlama al­
makt ı r. Bu bakı mdan u m utluyuz. Ayrıca, H ı ristiyan kuwetlerle
de anlaştık, bize yard ı m edecekler.
- Sizin ziyaretinizi iade edeceği m . Kuwetlerinizi göreyim.
Gereksin imlerinizi not edip bana veriniz. Sonra, daha önemli bir
iş var. Size kimi siyasal öğütlerde bulunmak isterim. Sevr An­
laşmas ı ' n ı elbette biliyorsunuz. Yunan l ı lara bir çizgi çekilmiştir.
Eğer siz, şimdiki s ı n ı rı n ı z olan Susurluk'tan daha ileriye gider­
seniz, İtilaf güçleri sizi geri çekilmeye zorlayacakt ı r. Şundan ki
Yunan Ordusu , durumu kanl ı bir i htilal olarak gösterecek, ileri
yürümek isteyecek, bu da İtilaf Devletlerinin şimdilik işine gelen
bir şey değildir. Eskişehir yönlerine, iç Anadolu'ya doğru yürü­
yebilirsiniz. Liman ı n d ı ş ı nda İ ngiliz donanmas ı n ı görmüyor mu­
sunuz? Bu donanma salt bu amaç için buraya gelmiştir. Size iç­
ten sal ı kları m , İç Anadolu'ya yürüyünüz. Sevr Anlaşmas ı ' n ı Ha­
lifeniz, Padişah ı n ı z imzalam ı şt ı r. Yanl ı ş davran ı rsan ız başarı
yerine başarısızlıkla karşı laş ı rs ı n ı z .
Anzavur, teşekkür ederek i ş i n bu yanları n ı h i ç düşünme-
diğini söyled i .
İ ngiliz Kemal , bir y e m daha attı :
- Sizin büyük bir kumandan olduğu nuzu işittim , dedi.
Öbü rü yiğitlend i :
- Ben , o Mustafa Kemal'e göstereceği m , ded i . İç Anado­
lu 'ya yü rüyeceği m . Ankara'yı yok edeceği m . Sizlerden yard ı m
isterim , yard ı m . Bakı n , o zaman ben neler yapacağ ı m .
Anzavur, kalkıp gittikten sonra Rum papaz v e i leri gelen­
leri içeri g i rdi.
İ ngiliz Kemal :
- Efendiler, bu adamla sak ı n işbirliği yapmay ı n , dedi. H ı ­
ristiyanlar için b i r tehlike olur. B ı rakı n , kendileri birbirleriyle çar­
pışs ı nlar.
Hepsi, yans ı z kalmaya karar verdiler.
İ ngiliz Kemal , akşama doğru tercüman ve papazlarla birlik­
te Anzavur'un ziyaretine gitti. Kasabanı n üstündeki kışlada saf
saf dizilmiş olan askerleri gözden geçirdi. Hepsinin silahları baş-
245
ka başkaydı . Bu her yaştan asker kalabal ığı bir sürüden ayı rt
edilmiyordu. Karargah ı n önündeki topun d a mermisi yoktu.
Anzavu r, merdiven başı nda İ ngiliz Kemal'i karşılad ı . Ban­
d ı rma kaymakam ı da yan ı ndayd ı . Salonda otu rup kahve içtiler.
Sonra kalk ı p s ı ralan m ı ş askerleri teftiş ettiler.
Anzavur, bu s ı rada :
- Şu topu görüyor musunuz? dedi . Kullanam ıyoru m ,
çünkü mermisi yok. Şu askerlerimi görüyor musunuz? Cepha­
neleri yok. Paras ız pulsuz. Yedirip içiremiyoruz. Yard ı m edin
bana. Bakı n , neler yaparı m .
- Öğütlerimi dinledikçe size ivedi yard ı m sağlayacağ ı m ı
vaat ederim .
Onu yine Orta Anadolu'ya sürü kleyebilmek için b i r sürü dil
döktü . Bundan amacı , Anzavur'u düşman cephesinden ve gü­
venebileceği insan stokları ndan uzaklaştı rmaktı . Oralarda onu
güneş görmüş kara benzetirlerdi.
O akşam Bandı rma Rum Kilisesinde İ ngiliz Kemal'in de
katılmasıyla Yunan ordusunu kutlamak üzere büyük bir ayin ya­
pıld ı . Bu sı rada Amerikan Temsilcisine de çok sayg ı l ı bir yer ay­
rı l mı ştı . Kad ı n lar, çocuklar, kilisenin kubbesini ç ı n ç ı n öttüren tiz
sesleriyle Yunanl ı lar ı n zaferi için dualar, ağ ıtlar okudular.
İ ngiliz Kemal , ayinden sonra başpapazı n odas ı nda Albay
Kaz ı m Bey'e verilecek askeri raporu haz ı rlad ı .
Orda bulunan R u m ileri gelenlerine de:
- Görüyorsunuz ya, ded i , bütü n söyledikleri n izi not ettim.
Bunları bir rapor olarak resmi Amerikan hükü metine bildirece­
ğ i m . Yakı nda Amerikan gazetelerinde bunun üzerine yaz ı l m ı ş
yaz ı ları okursunuz. Merak etmeyi niz, kurtuluş günü çok yak­
laşm ı ştı r.
Halk sevinçten ne yapacağ ı n ı bilmiyord u . Kad ı nlar ayak­
larına kapan ıyor, istavroz çı kararak dualar ediyorlard ı .
Ayin bitip d e halk dağ ı lmakta iken İ ngiliz Kemal, pek ya­
kı ndan tan ı d ı ğ ı k ı rm ı z ı yüzlü bir adamla yüz yüze geldi. Bu
adam, Band ı rma istasyon M üdürü Mösyö Parsiyal'di. Soyca
İtalyan olan Parsiyal , Albay Kaz ı m Bey'in de adam ıyd ı . Onun
246
buyruğunda ajan gibi bir şeydi ve Türk dostuydu. İ ngiliz Ke­
mal, onu s ı k s ı k karargahta görüyor, görüşüyorlard ı .
Mösyö Parsiyal , İ ngiliz Kemal'i hemen tan ı m ı şt ı .
- Monsenyör! diyerek istavroz ç ı karı nca İngiliz Kemal'in
kara düşe benzeyen korkusu birdenbire dağ ı ld ı . Hemen baş
ve serçe parmaklarıyla elini üç kez Mösyö Parsiyal' i n baş ı n­
dan geçirerek onu kutlar gibi yapt ı .
Kalabal ı k dağ ı l ı nca, her şeyi göze alarak telgrafhaneye gi­
dip durumu kumandana bildirmeye karar verdi. Tercüman ı ba­
şı ndan savd ı . Tabancasıyla küçük bombas ı n ı alarak telgrafha­
neye yolland ı . Üst kattaki telgraf odas ı na ç ı ktı . İçeri girerken
telgrafçı , ayağa kalkarak şaşkı nca:
- Bir emriniz m i var? ded i .
O, kötü bir Türkçeyle:
- Şimdi , bana Bal ı kesir'deki kumandan gerek. Askeri ku­
mandan . Ben Amerikan Temsilcisi . .. Benim kurye kaybold u .
Soracak, kumandan ben . A m a makina stop h e r yan .
- Makina başı nda göreceksiniz !
- Evet.
Telgrafçı Bal ı kesir'i buldu :
- Kumandan makina başı nda emrinizi bekliyor. "Bandır­
ma 'da Amerikan Temsilcisi kumandanı çağırıyor'' biçim i nde
Bal ı kesir'e giden haber, bütü n Kuvayı Milliyeci yöneticileri pos­
taneye koşturmuştu .
İ ngiliz Kemal , vermeye başlad ı :
"Amerikan kuryesi kayıp, Oralarda ise bildirilmesi. Ben,
Amerikan Temsilcisiyim. Dikkat ediniz!"
İ ngiliz Kemal , bunu söyledikten son ra, tabancas ı n ı çekip
telgrafç ı n ı n şakağ ı n a dayad ı :
"Eğer bu vatanın gerçek çocuğu isen ne söylersem doğru
olarak çeki Ben telgraftan anlarım. Yoksa kurşunu beynine
yersin. "
Son ra, askersel bilgiyi vermeye başlad ı :
- Anzavur buradadır. Ne var ki büyütüldüğü kertede gü­
ce sahip değildir ve başıbozuklardan meydana gelmiştir. Şeh-
247
rin her yanına yayilmışlar, çapulculukla uğraşmaktalar.
Bunun üzerine telgrafçı gülerek:
- Buna ne lüzum var beyim ! ded i . Ben zaten Kuvayı Mil­
liyeciyim . Bütün kardeşlerim cephede.
İngiliz Kemal , ne olur ne olmaz, tabancas ı n ı elden bı rak­
mad ı ve şunları yazd ı rd ı :
- Hemen iki yüz kişilik bir kuwetle vakit yitirmeden sald ı ­
rı n ı z . Vakit yitirmek durumu tehlikeye koyar. Anzavur e l l i kişilik
adam ıyla karargah ı ndad ı r. Öbürleri şuraya buraya dağ ı l m ı ş­
lard ı r. Sald ı r ı n , hemen sald ı rı n !
Bundan sonra, not ettiği öbür askersel bilgileri d e çektirdi .
Altına d a ; Band ı rma Amerikan Temsilcisi imzas ı n ı attı .
Kaz ı m Bey, telgrafı çekenin İ ngiliz Kemal olduğu n u kesti­
remediğinden Amerikan Temsilcisine selam ve sayg ı ları n ı
gönderd i . Kaz ı m Bey, bu olayı yaşadı kça u n utmayacak v e an­
d ı kça yüzüne bir gülü mseme yay ı lacakt ı .
Telgraf memuru , işini bitirdikten son ra, hayran gözlerle İ n ­
giliz Kemal'i süzmeye başlad ı .
İ ngiliz Kemal :
- Biraz vahşice anlaşt ı k san ı r ı m , arkamdan ufak bir kı­
m ı ldaman ı z ı n sonucu havaya uçmakt ı r ! dedi ve son ra geri ge­
ri giderek odadan ç ı ktı ve kapı y ı kapad ı .
Merdivenlerden inerken Biga-Balı kesir yolunda konuk ola­
rak bir olay çıkard ı kları Safer Bey çiftliğinin kahyası ile şimdi An­
zavur'un kurmay başkanı olan Safer Bey'e rastladı . Her ikisi de
onu sayg ı ile selamlayarak yukarı çıktı larsa da telgrafç ı n ı n ya­
pacağı bir kahpelik, her şeyi alt üst edebilirdi. Bu da bir iki daki­
ka içinde anlaşı labilirdi. Postanenin kapısı nda durup kulak vere­
rek bekledi. Telaşlı ve patı rtılı ayak sesleri işitir işitmez elinde
sı msıkı tuttuğu küçük bombayı savurup hepsini yok edecekti.
Telgrafçı gerçekten Kuvayı Milliyeci ç ı km ı şt ı . İngiliz Ke­
mal'in düşündüğü olu msuz iş olmad ı . Sonra içi rahat, konuk
olduğu odaya gitti . Kapıyı açı p onu sayg ıyla içeri ald ı lar. Mis
gibi sabun kokan temiz yatağa baş ı n ı koyu nca uyud u . Sürekli
heyecanlar, onu adamak ı l l ı yormuştu .
248
Oda kapıs ı n ı n , güm güm vurulduğunu işiterek yatağ ı ndan
fı rlayı nca sabah olduğunu gördü. Yalnız kap ı n ı n böyle hoyratça
vuruluşu , onu ü rküttü . Üstünü baş ı n ı düzeltip gözlüğünü takarak
ve bir eliyle de tabancas ı n ı n kabzası n ı kavrayarak kapıyı açt ı .
Elinde Frans ızca bir telgrafla karş ı s ı nda Mösyö Parsiyal
dikiliyord u . Fransızca:
- Monsenyör, ded i . Şimdi acele olarak geld i .
Telgrafı kapar g i b i al ı p okud u . Şöyle yazıyordu :
"Kemal, büyük tehlikedesin. Hemen bu evden ayrıl. Ban­
dırma tünelinin içine gir. Beni bekle. İş, çakıldı!"
Tehlikenin kapıya geldiğini anlayan İ ngiliz Kemal , başpa­
paza soğukkanl ı ca:
- Hemen İstanbul'a dönmem gerek, ded i . Siz tedirgin ol­
may ı n . İ l k önce İ ngiliz bağlantı subay ı n ı göreceği m . Onun için
size burada veda etmek zorunday ı m .
Çabucak başpapazla vedalaşarak Mösyö Parsiyal'in kap ı ­
da bekleyen arabası na bindi .
Mösyö Parsiyal, arabada, olan biteni iki solukta anlatt ı :
İngiliz bağlantı subayı , İstanbul'daki kumandanl ı ğa, Ban­
d ı rma'ya bir Amerikan Temsilcisi geldiğini bildirmiş, haber, ar­
dan da Amerikan çevrelerine gitmişti . İngiliz bağ lantı subayı ,
bilgi edi n mek üzere Band ı rma kaymakaml ı ğ ı na başvu rmuşsa
da o yerinde olmad ı ğ ı ndan bir şey öğrenememişti . Bağlantı
subayı bunun üzeri ne bilgi almak üzere Mösyö Parsiyal'e baş­
vurmuştu . Mösyö Parsiyal , İ ngiliz Kemal'i bulduğu sı rada İ ngi­
liz bağlantı subayı da Amerikan Temsilcisini görüp işi anlamak
üzere oraya gelecekti .
İ ngiliz Kemal , kafası n a vu rarak:
- Tüh ! dedi. Bir Amerikan Temsilcisi bir şehre gelir, orada
üç gün kal ı r da hiç buran ı n yabancı resmi çevrelerini, konsolos­
ları n ı gidip görmez mi? Hem de müttefik iki devlet temsilcisi .
Bu rada büyük bir yan l ı ş l ı k yaptığ ı n ı anlad ı . Şimd i , bu ka­
pandan nas ı l kurtulacakt ı ?
Mösyö Parsiyal'e:
- Şimdi , ne olacak? diye sord u .
249
- Sen , şimd i , istasyonda arabadan inersin . Eşyaları n
bende kalsı n . Saat dokuz buçukta İzmir'e kalkan trende Fran­
s ı z postası n ı götüren bir vagon vard ı r. Bu vagonda bir Fransız
bayrağ ı bu lunmaktadı r. Ben, vagonda olacağ ı m . Sen , gider tü­
nelde saklan ı rs ı n . Ben , cep feneriyle işaret veri ri m . Bu vagona
atlars ı n . Ancak, böyle kurtu l u rsun. Yoksa sen de bil i rsin ki An­
zavur ve İngilizler, çevreyi saracak. Mutlaka yakalan ı rs ı n . Bir
saat sonra foyan meydana çı kacak, haberin olsun .
İ ngiliz Kemal , hemen arabadan atlayarak Band ı rma' n ı n
üst yan ı ndaki tünele doğru koşmaya başlad ı . Epeyce uzun
olan tünele girerek duvara s ı rt ı n ı verip çöktü.
O, tü nelde sakland ı ğ ı sı rada İstanbul'daki Amerikan Tem­
silcisi , Bandı rma'daki İ ngiliz bağlantı subayı na Bandı rma'ya
hiçbir Amerikan Temsilcisi göndermemiş olduğ u n u bildirmişti .
Bağlantı subayı , hemen onu Başpapazl ı ktan sordurmuş, onlar
da İstanbul'a gittiğini söylemişlerdi.
Bal ı kesir Kuvayı Milliye genel kongrelerine katılan, zen­
g i n , top sakall ı bir Band ı rmal ı , Anzavur'u kendi evinde konuk
etmişti . İngiliz Kemal , Anzavur'a karşı ziyarete gittiğinde bu
Kuvayı Milliyeci geçinen sahteciyi hemen tan ı m ı ş , son kerte
korkmuştu . Ne var ki top sakall ı ev sahibinin gözü biraz ı s ı r­
m ı şsa da onu büsbütün tan ıyamam ı ştı . Amerikan papazı işi
şehirde çalkalanmaya başlay ı nca top sakall ı adam , karşısı nda
oturan Anzavur'a:
- Şimdi tan ı d ı m , vallahi odu r ! ded i .
- Ki m ?
- K i m olacak, İ ngiliz Kemal ! Bu Amerikan papazı İ ngiliz
Kemal'dir!
Anzavur, bunu işitince şaşkı n a dönd ü , öfkelend i , gazap­
land ı , ağz ı ndan köpükler saçarak bağ ı rd ı :
- İngiliz Kemal'i diri ya da kellesini kesip geti rene beş yüz
alt ı n var.
Onun bu buyruğunu tellallar bütün şehirde ortal ı ğ ı ç ı n ç ı n
öttürerek yayd ı lar. Bütün şehir insan avı na ç ı ktı . B e ş y ü z sarı
altı n ı n görüntüsü, bütün yüreklerdeki yı lanları uyand ı rd ı . Ban-
250
d ı rma' n ı n tepeleri deniz kıyı ları Anzavur'un silah l ı larıyla tutul­
du. Evler, oteller, kahveler aran ı p tarand ı . Bu sı rada, tünelin
aranması korkusunu yaşayan İ ngiliz Kemal , trenin yokuştan
puflayarak oldukça yavaş tı rmand ı ğ ı n ı görd ü . Tren önünden
geçerek giderken bir kompartı mandan bir elektrik feneri sıkıl­
dı. İ ngiliz Kemal , hemen yerinden fı rlayarak basamaklara atla­
d ı . Kapı açı ld ı . Mösyö Parsiyal karş ı s ı ndayd ı . Sevi ncini yene­
meyerek onu yanakları ndan öptü .
- Hayatı m ı sana borçluyum Mösyö Parsiyal !
- Trenin içinde Anzavur'un adamları ndan Kürt Tahir var.
Adamlarıyla birlikte yolcuları birer birer gözden geçiriyor.
- E , ne olacak şimdi?
- Merak etme. Burası Fransa'd ı r. Bu vagon , Fransız pos-
tas ı d ı r. Bu yüzden buraya giremezler.
Kapıda iki Frans ı z deniz eri nöbet bekliyord u .
- Ben seninle Kuvayı Milliye s ı n ı rına dek geleceğim. Tehli­
keyi atlattıktan sonra Bandı rma'da çok işim var. Hem bakal ı m bu
komedyanı n sonu ne olacak? Birkaç gün sonra size anlatırı m .
Tren, Susurluk'a varı nca Anzavurcu lar, indiler. Mösyö Par­
siyal İ ngiliz Kemal'e Allahaısmarlad ı k diyerek ayrı ld ı . İ ngiliz
Kemal , eski Kuvayı Milliyeci kı l ı ğ ı na girerek birinci mevkiye
geçip kuru ld u . Ölü m korkusu boğaz ı n ı kurutmuştu . İlk Kuvayı
Milliyeci istasyonda inerek içinin yang ı n ı n ı söndürmek için bol
bol su içti. Bu sı rada, olayı işiten İzmir Reji Müdürü Nazmi
Bey'le Üsteğmen Ekrem Bey, onu görü nce sevgiyle boynuna
sarıldı lar. Reji müdürü :
- Çok korktuk, Kemal Bey ! ded i . Neredeydiniz, kuzum ?
Başarı ları n ı z ı haber ald ı k. Sizi kutları m .
İngiliz Kemal , Bal ı kesir'e vard ı ğ ı nda, toplanan Müdafaayı
Huku k'a raporunu verd i . Hikayeyi dinleyince ; başta Albay Ka­
z ı m Bey olmak üzere hepsi şaş ı r ı p kald ı . Şimdiye dek hepsi,
Bandı rma'dan çekilen telgrafı hala gerçek Amerikan Temsilci­
sinden gelmiş san ıyord u .
Hele İzmir'e Doğru gazetesi , sayfaları na Amerikan Tem­
silcisinin yaptığı hizmete karşı Türk milletinin şükran borcunu
25 1
bildiren manşetler atm ı ştı . Başyazar Necati Bey (eski Maarif
Vekili) :
- Gazetecilikte ilk kez böyle atlat ı ld ı m ! Demekten kendi­
ni alamad ı .
Başta Kaz ı m Bey olmak üzere hepsi o n u üst üste kutlad ı .
Vasıf Bey'in kardeşi Esat Bey, ( İzmir Mebusu Esat Ç ı nar) gü­
lerek:
- Kemal , ded i . Çekirge bir sıçrar, iki s ıçrar, üçüncüsünde
ele geçer. Korkarı m , sen de böyle olmayası n !

ANZAVUR'UN AZRAİL' İ ETHEM BEY

Yüzyıllarca ve yüzyıllarca mert


ve kahraman bir dirence gö­
rünme alanı olmuş bir yurdu
düşmana teslim cüretini göste­
renler o cüreti ancak o yöneti­
min ruhunda, biçiminde ve
kendiliğinde bulmuşlardır.
Mustafa KEMAL

6 1 . Tümen Kumandan ı Albay Kaz ı m Bey'den Salihli Cep-


hesi Kumandan ı Ethem Bey'e şöyle bir telgraf geldi :
Salihli Kumandan ı Ethem Beyefendi'ye
1 0 Mart 1 920
- Her yanda, cephemize yak ı n ve geri bölgeleri nde bile
duru m son kerte tehlikeli bir biçim alm ı şt ı r. Biga dolayları nda
kuvvetlerimizi bozmayı başaran Anzavur melu n u , birkaç gün
önce Gönen üzerinde ilerleyerek Yarbay Rahmi Bey alay ı n ı
bozguna uğratm ı ş , alay kumandan ı Rah m i , içinde olarak kimi
subayları n şehit olmas ı üzerine alay dağ ı l m ı ş , ayaklan ıcı lar
Gönen şehrine ve dolayları na egemen olmuşlard ı r. Anzavu r,
bu kez beceriklice ve düzenbazca davran ıyor. Tutsak ettiği su­
baylara ve askerlere Halife adı na and içiriyor, sonra serbest
bı rakıyor. Böylelikle zihinleri n i karıştırıyor ve Kuvayı Milliye'ye
252
karşı kışkırtıyor. Durumu tehlikeli gören kolordu kumandan ı ­
m ı z Yusuf İzzet Paşa, Bandı rma'dan çeki l m iş, Anzavur ise di­
renmesiz bulduğu Band ı rma'ya girmiştir. Hatta Bandı rma'da
kalan kimi subaylar ve bir bölüm halkça Anzavur karşı lanm ış­
t ı r. Anzavu r güçleri , şimdi iki koldan Band ı rma üzeri ne yönel­
m iştir. Bir kolu Balya yönü nde ilerlemektedir. Bu kuvvetler. Ga­
vur İmam ' ı n buyruğundad ı r. Edip Bey bunları n karşısı nda kuv­
vetlerinin yüreksizliğinden sızlanmaktad ı r. Öbü r koldan , yani
Anzavu r'un kendi buyruğu nda bulu nan ayaklan ıcı ları n bir müf­
rezesi dün Karacabey'i ele geçirm iştir.
Yusuf İzzet Paşa ile çekilmeyen ve Band ı rma'da kalan ki­
mi subayları n tümenime kat ı lmaları gerektiğ ini, yoksa şiddetli
cezaland ı rı lacakları n ı kendilerine bildird i m . Bu dolaylardaki
güçleri Bal ı kesi r'e toplamaya çal ışıyoru m . Yusuf İzzet Pa­
şa' n ı n Bursa'ya ans ı z ı n çekilmesi tümenimizin durumunu teh­
likeye düşürdüğü gibi bu moral üzerine de kötü etkiler yarat­
m ı şt ı r. Bize ne Bekir Sami Bey tümeninde n , ne de bir başka
yandan yard ı m gelmesine imkan olmad ı ğ ı n ı biliniz.
Ayaklan ıcı ları n Bal ı kesir'i ellerine geçi rmeleri Yunan l ı larla
bağlantı kurmaları n ı sağlamaya yol açacakt ı r ki bunun ne ker­
te teh likeli bir sonuç doğu racağ ı n ı tahmin edebil irsiniz. Gerçi
ben , son itaat eden erim kal ı ncaya dek dövüşeceği m . Durumu
Bal ı kesi r'de savunmaya ve öyle bir hale meydan vermemeye
çal ı şacağ ı m . Ne var ki amaç, kişisel şeref değ i l , ortaklaşa ve
kutsal bir erektir. Duru m , tehlikelidir. Bu ndan dolayı kendiniz
ve herhalde yeterli bir güçle seğirterek Bal ı kesir'e yol al ı n ız.
Kuvvetleriniz, Akhisar istasyonundan trenle Bal ı kesir'e dek ge­
tirilebil i r ve çabucak gelmenize yard ı m eder.
Telgraf başı nda m uvaffak cevab ı n ı z ı bekliyorum .
61 . Tümen Kumandanı
Kazım

Ethem Bey, Kaz ı m Bey'in bu telgrafı ndan her şeyi anla­


m ı ştı . Tehlike , hepsinin baş ı nda çan çal ı yord u . Hemen makine
başı nda yard ı ma koşacağ ı n ı bildirerek haz ı rland ı . Mart' ı n on
253
dördü nde karargahtan ayrılarak Bal ı kesir'e yolland ı . Güçlerini
parça parça trenle Bal ı kesir'e ald ı rd ı . Ağabeyi Tevfik Bey'le
birçok değerl i subaylar ı n ı da karargah ı yla Bal ı kesir'e götürd ü .
Kuwetlerin i n önemli bir bölümünü de tümen kumandan ı Aşir
Bey'in buyruğuna b ı raktı .
Ethem Bey, Bal ı kesir'e vard ı ğ ı nda, Kaz ı m Bey'den ald ı ğ ı
resmi bilgiler karşısı nda ülkenin karanl ı k b i r uçuruma doğru iti­
lir bir durumda olduğunu gördü. Tehlike büyüktü. Yalnız, bu çok
büyük gibi görünen tehlikeyi yaratan çı banbaş ı n ı n da Anza­
vur'un ta kendisi olduğunu anlad ı . Evet, bu herif, dev bir körük
gibi ayaklanış ocakları n ı uzaktan yakı ndan üfleyip duruyor,
ufak tefek çapulculara moral aşı l ı yor, bütün Marmara Bölgesi'ni
Orta Anadolu'ya dek bir ayaklan ış yelkeni gibi şişiriyordu. Et­
hem Bey, Bal ı kesir'de kaldı ğ ı pek az zaman içinde burda bile
Anzavur için açı ktan açığa tatl ı propagandalar yapı ldığ ı n ı anla­
d ı . Anzavur'u Bal ı kesir'in d ı ş ı nda karş ı lamak üzere haz ı rl ı klar
yapı ld ı ğ ı , kulağ ı na gelen haberler arası ndayd ı . İşin kötüsü , bu
haz ı rl ı k, tek yan l ı değildi. Bundan Anzavur'un da bilgisi vard ı .
Bütü n bunları uzun uzun düşünen Ethem Bey, Anzavur'a
vurulacak öldürücü bir vuruşla bu korku nç gerilimin birdenbire
sıfıra düşürüleceği kan ı s ı na vard ı . Bal ı kesir'de kald ı ğ ı iki gün
içinde Kaz ı m Bey'le birlikte büyük bir haz ı rlığa koyuldular. Kı­
taları birlikte denetlediler. Sonra, kendisi askerlerin i n başı nda
trenle Susurluk'a doğru yola ç ı ktı .
Anzavu r, bu sı ralarda boş durmay ı p en tehlikeli kozları n ı
oynuyordu. Karacabey'i alm ı ş , son ra 5 6 . Bekir Sami Bey Tü­
meninin Yarbay Osman Bey buyruğundaki bir alay ı n ı darma­
dağ ı n ederek bu alay ı n savunması nda bulunan Kirmasti'ye
(Mustafakemalpaşa ilçesi BURSA) girmişti .
-

6 1 . Tümen Ku mandan ı Albay Kaz ı m Bey, Anzavur'la vu­


ruşmak üzere Ethem Bey güçlerini ileri sürdü ve kendisi ufak
bir müfreze ile geride kalarak Manyas ayaklanma bölgesinden
gelebi leceği düşü nülen tehlikeyi önleyici bir rol ald ı .
Böylece Anzavur karşısı ndaki gücün tek kumandan ı Et­
hem Bey'di. Kaz ı m Bey, ayrıca buyruğu ndaki bütü n güçlerin
254
çoğ unu Susurluk'ta Ethem Bey'in buyruğuna verdi.
Ethem Bey, askerlerin i n başı nda akşamleyin Susurluk'a
vard ı . Geceyi büyük bir haz ı rl ı k ve gözetlemeyle geçird i .
Anzavur güçleri , Susurluk'un dolayları ndayd ı . Anzavur,
üstüne gelen Ethem Bey güçlerine kendisi baş çekip sald ı r­
maktan çekindi . Dövüşü Ethem Bey aramak ve kızıştı rmak zo­
rundayd ı . Ertesi sabah, tan yeri atarken ortanca ağabeyi Tev­
fik Bey'i , buyruğuna verdiği ileri kıtalarla Susurluk' u n kuzey
doğusu nda topland ı ğ ı öğrenilen Anzavur güçleriyle savaşı aç­
mak üzere gönderdi. Tevfik Bey güçleri Susurluk'un dört beş
kilometre kuzey doğusu nda bulu nan Taşköprü dolayları nda
Anzavu r güçleriyle karşılaştı . Gün doğarken başlayan savaş
dokuz on saat aral ı ksız sürd ü .
Ethem Bey güçleri de, Anzavur da karş ı l ı kl ı top v e ağ ı r
makinal ı tüfek kullan ı yord u . Anzavur, b u süre içinde Ethem
Bey güçlerini epeyce terlettiyse de en sonra yoruld u , bitti ve
darmadağ ı n kaçmaya başlad ı . Can kayg ı s ı n a düşen Anzavur­
cular, topları n ı ve ağ ı r makinalı tüfekleriyle bütün ağ ı rl ı kları n ı
savaş meydan ı nda b ı rakı p gecenin karanl ı ğ ı ndan yararlana­
rak sıvıştı lar. Ethem Bey, bu dokuz on saatlik yayl ı m ateş sı ra­
sı nda Anzavurcuları n bütü n cephanelerini yaktırmış, sonra ka­
labal ı k ve disiplinli atl ı y ı ğ ı nları na çılgı nca naralar attı rarak on­
ları n gerisinden sald ı rtm ış, iki ateş arası nda kalan düşman çil
yavrusu gibi dağ ı l m ı ştı . Ethem Bey atl ı ları n ı n naralar ve k ı l ıç­
larla dald ı ğ ı savaş meydan ı ndan kaçamayan pek çok Anza­
vurcu tutsak edildi.
Ethem Bey'in bu savaş s ı rası nda paşal ığa yükseltildiğini
öğrendiği Anzavur Ahmet, ancak pek az atl ı sıyla Band ı rma yö­
nüne kaçarak can ı n ı zor kurtard ı .
O n u n yeni yeni oyu nlar oynayacağ ı n ı , Ethem Bey, çok iyi
biliyord u . Eskiden beri tan ı d ı ğ ı bu at merakl ısı Çerkez, inatçı ,
belal ı bir herifti . Her düştüğü yerden yine kalk ı p davranacak
karakterdeydi . Şu sı rada Anzavurcuları n egemen oldukları ge­
niş bir alan vard ı ki o, bu topraklar üzerinde yeni silah l ı çapul­
cu toplulukları yaratabilir ve bunlarla sald ı rı ya geçebilirdi. Ça-
255
nakkale'yle birlikte Bursa' n ı n içinden başka bütü n Marmara
Bölgesi Anzavu rcuları n elindeydi.
Ethem Bey'i n ilk düşü ncesi, bu geniş Anzavurcu bölgeden
yararlanarak yeni sürüler meydana getirmeden Anzavur'un
dal ına binmek, ona soluk ald ı rmamak oldu .
Anzavur'un kaçt ı ğ ı yöne doludizgin sald ı rd ı lar. Tevfik Bey,
Kirmasti (Mustafakemalpaşa ilçesi - Bursa) önünde direnmeye
çal ışan Anzavur'un döküntüleriyle çarpışarak şehre girdiğinde
şehri ikiye bölen köprü üzerinde kurulmuş üç darağacı gördü.
Bu darağaçları n ı n altı nda da kurbanl ı k koyun gibi elleri , kolları
bağ l ı üç kişi yatıyordu. Bunlardan biri, bu savaşta Ethem
Bey'in, Anzavur'a tutsak düşen adamları ndandı . Tevfik Bey, he­
men üçünün de elleri ni çözdürdü. Yaptığı soruşturmada bunla­
rı n üçünün de bir subay divan-ı harbince daha yarı m saat önce
ölüme mahkum edildiğini, Divan-ı Harp Kurulunun da henüz
şehirde bulunduğunu öğrendi . Ufak bir araştı rmadan sonra, Di­
van-ı Harpçileri ele geçirdi. Bu kurulun başkan ı , genel savaş
içinde kötü işlerinden dolayı askerlikten kovulmuş olan Yarbay
Tatar Hasan Bey'i n ta kendisiydi. Tevfik Bey, Divan- ı Harp baş­
kan ı olarak onu karş ı s ı nda görünce ince eleyip s ı k dokumadan
hemen haz ı r darağaçları ndan birine yükseltti. Onun ipini de ya­
rı m saat önce ölüme mahkum ettiği adamlardan biri çekti .
Karacabey'i ve dolayları n ı y ı ld ı r ı m gibi ele geçirerek bura­
lara ufak güvenlik m üfrezeleri b ı rakı p büyük güçleriyle Band ı r­
ma'ya girdi ler. Anzavurcular, Band ı rma'da sokak savaşları ver­
meye özendilerse de Ethem Bey, gerillacı becerikl iliğiyle hep­
sini dağ ı tt ı . Anzavur Ahmet Paşa buradan ancak on kişilik atl ı ­
s ı yla Gönen yanlarına kaçarak ku rtulabildi . Ordan da Biga yö­
n ü nde uzaklaşt ı ğ ı öğrenildi.
Ethem Bey güçleri n i n , Band ı rma'yı alması , pek öyle zor
olmadıysa da kim i Anzavurcu grupları n ı n limanda demirlemiş
İngiliz savaş gemilerine kaçarken bindiği sandallara Kuvayı
Milliyecilerin attı ğ ı kurşu nlar, savaş gemileri n i n güvertesine
dek sıçrayarak İngilizleri heyecanland ı rm ı şt ı . Bu mermiler bir­
kaç İngiliz eri n i n yaralanmas ı na yol açm ı şt ı .
256
Filo kumandan ı , bunu kendi gemilerine karşı bilinerek ya­
p ı l m ı ş bir saldı rı sanarak eratı topbaşı etmişti . Bunu yaparken
tercüman ı n ı da Ethem Bey'e göndererek bunun nedenini öğ­
renmek istedi . Ethem Bey'e göre Amiral'in heyecan ı n ı n temel
nedeni başkayd ı . Anzavur Ahmet'e şimdiye dek ulusal güçlere
indirdiği sürekli darbelere karş ı l ı k İstanbul hükümeti , paşal ı k
rütbesi vermiş v e bun u n bildirilmesiyle dört kişilik b i r subay ku­
rulunu görevlendirmişti . Anzavu r'un Susurluk'ta bozgun vere­
rek kaçması üzerine bu kurul Band ı rma'ya dönmüştü . İşte, bu
kuru l u n üç subay ı , hemen o gün yakalanarak Belediye meyda­
n ı nda kurulan darağaçları nda salland ı r ı ld ı . İngiliz Amirali onla­
rı n ası lmaması uğruna türlü baskı ve diplomasi yolları dene­
diyse de başarı sağlayamad ı . Bunun üzeri ne gelen tercüman
Amiral 'in kendisiyle görüşmek istediğini Ethem Bey'e bildirdi.
Amiral , onu gemisinde çay şölenine çağ ı rıyord u .
Tercümana:
- Ben , denizden çok korkarı m , Amiral eğer isterse deniz
kıyısı ndaki hükü met konağ ı nda konuşabiliriz, tenezzü l ederse
buyu rsun, dedi.
Amiral , Ethem Bey'in çağrıs ı n ı benimseyerek karaya ç ı k­
t ı . Karş ı l ı kl ı çaylar, kahveler içilirken ikisi n i n aras ı nda şöyle bir
konuşma geçti :
- Deniz kıyı ları ndaki göreviniz b ı rakışma hükümleri uya­
rı nca denetlemek ve H ı ristiyan halkı n can ve malları na bir sal­
d ı rı yap ı l ı p yapı lmad ı ğ ı n ı anlamak, üst makamlar ı m ıza bilgi
vermekle beraber bu sald ı rıyı engel de olmaktı r. Kumandan ız­
daki kıtalar ı n Band ı rma'yı ele geçirmesi çarpışma ile olduğu
halde askerinizin silah l ı hası mları m ı zdan başkalarına sald ı r­
mamas ı , heyecanı yatışt ı rm ı ştı r. Güvenliğe önem vermeleriy­
se övgüye değer görülmüştür. Çatışma s ı rası nda gemilerimize
rastlayan mermilerin bir kasıt ile atılmad ı ğ ı n ı bildiren tarziyeni­
zi de kabul ediyorum . Şu yönü de bildirmek isterim ki savaş
gemilerimize s ı ğ ı nan has ı mları n ı z ı kabul ederek korumak uy­
garl ı k ödevimizdir. Onları n yerine sizler olsayd ı n ız benzer işle­
mi görecektiniz.
257
- Takdirinize teşekkü r ederim ve az yan l ı ş yapmakla
öğü n ü rü m . Ulusal g u ru ru muzu çiğnemek isteyen istila ordula­
rına karşı ulusal varl ı kları n ı ve bağ ı ms ı zl ı ğ ı n ı korumaya karar­
lı bulunan bu ulus, pek hakl ı olarak ayaklan m ı ştı r. Ulusun bu
meşru savu nmas ı n ı bozmak için egemenliği ancak istanbul'da
geçerl i , daha doğrusu tutsakl ı ğ ı benimsemiş Babıali H ü küme­
tin i n bize sald ı rtt ı ğ ı gayesizler, hiçbir zaman ulusu kararı ndan
çeviremeyecektir. Genel savaşı n acı sonucu olarak, elimizde
kalan topraklarda anarşi yaratmaya çabalayan bir bozgu ncu
topluluğunu siyasal s ı ğ ı ntı olarak koru man ız doğru olmasa ge­
rek, Amiral cenapları , bizim onlardan korkumuz yoktu r.
Sonra, Amiralle el sıkışarak ayrıldılar. Ethem Bey hiç vakit
geçirmeden atı na atlad ı ve atl ı ları n başı nda Anzavur'un arka­
s ı na düştü . Edincik'le Gönen'e bir tek silah patlatmadan gird i .
Orda h i ç m o l a vermeden ilerledi. Anzavur Paşa'n ı n tam izi
üzerindeydi. İzlemenin üçüncü günü, Biga dolayları nda Anza­
vur'un çabucak ku rduğu savunma çizgisine çatt ı . Karşıdan
şiddetli ve yoğun bir biçimde gelen ateş gücünü eritmek için
türlü gerilla düzenleri uygulayan Ethem Bey, üç saat sonra,
on_u tutu nduğu yerden söküp attı . Onlar ı n mevzilerine o kerte
h ızla girdi ki toplanan yeni gücün önemli bir bölü m ü n ü topuy­
la, tüfeğiyle tutsak etti . Ethem Bey'in atl ı ları , Anzavu r'un hiç
ummad ı ğ ı noktalardan y ı ld ı r ı m gibi inip korkunç naralar atarak
çapulcuları çevirince, atl ı larla bir bölü m piyade asker, tabanla­
rı n ı yağlayıp savuşabilmiş, ötekiler olduğu gibi Ethem Bey'in
eline geçmişti . Bunları n hepsi Çerkez ve Pomak'tı .
Ethem Bey'in bütün üzüntüsü , Anzavur'u yine enseleye­
meyerek eli nden kaçı rmasıyd ı . Onu n , sağ kald ı kça her gittiği
yerde bir ayaklan ı ş ocağ ı tutuşturacağ ı n ı biliyordu . Susur­
luk'tan beri bozgu ndan bozguna uğratarak kovaladı ğ ı halde
onu eline geçi rip şöyle kalabal ı k bir meydanda üçayakl ıda sal­
land ı ramad ı ğ ı na gerçekten üzülüyord u .
Ethem Bey, kendi atl ı ları , Parti Pehlivan ' ı n atl ı ları v e bir
alay da nizamiye askeriyle Biga dolayları nda Anzavu r'un kur­
duğu savunma çizgisini üç saat içinde parçalayarak Biga'ya
258
doğru kolları n ı sallayarak ilerlerken, kaçacak sıçan deliği ara­
yan Anzavur, haberli olarak Karabiga'ya yanaşan bir İ ngiliz sa­
vaş gemisine eli ndeki son adamlarıyla kapağ ı atm ış, yeni se­
rüvenler ateşlemek üzere İstanbul'a doğru yol alm ı ştı .
Anzavur'un gerçek Azrail'i Ethem Bey'in Biga'ya doğru
ilerleyişi, olumsuz bir ruh durumu içinde yaşayan karışık halk
y ı ğ ı nları , akçakavak yaprakları gibi korkudan tir tir titretiyord u .
Ethem Bey güçleri , b i r tek silah atmadan Dimetoka'ya
(Şimdiki adı: Gümüşçay -Biga ilçesine bağlıdır) girmek üze­
reyken bu askerlerin ve Ethem Bey'in korkusundan kaçan yet­
miş yaş ı nda bir Çerkez'e rastlad ı lar. Öküz arabası üstündeki
yaşlı adamcağ ı za Kuvayı Milliyecilerden biri kim olduğ u n u ,
ad ı n ı , san ı n ı sorunca:
- Ben Anzavur, Dimetoka'ya gidiyoru z ! ded i .
- Ne? Anzavur m u ? ded i .
- Evet, vallahi b e n Anzavur, yalan m ı söyleyeceğim?
Bunu işiten Kuvayı Milliyeci , bu Osmaniye köylü zavall ı
adamcağ ı z ı n göğsüne mavzerinin bütün kurşunları n ı boşaltı ­
verdi.
Arabadaki kad ı n lar da Çerkezceden başka dil bilmedikle­
rinden dertlerini anlatamad ı lar.
Yaşl ı köylüyü öld ü ren çeteler, sevinç içinde atları n ı Bi­
ga'ya doğru doludizgin sürdüler. Bu müjdeyi Ethem Bey'e ye­
tiştirmek için kuş olup uçmak istiyorlard ı . En sonra, Ethem
Bey'e yetiştiler:
- Biz Anzavur'u vurduk! diye müjdeyi verdiler.
Anzavur'u Karabiga'dan İ ngiliz savaş gemisine bindiği ha­
beri ni çoktan alm ı ş olan Ethem Bey :
- Tuh , Anzavur diye bir zavallıyı öldürdünüz, bir cinayet
işlediniz ! diye bağ ı rd ı . Anzavu r, şimd i , İngiliz savaş gemisinde
İstanbul yolu ndad ı r. Çerkezler arası nda Anzavur adl ı birçok in­
san vard ı r.
Ethem Bey, Biga'ya yerleşerek yollardaki savaşlarda
epeyce h ı rpalanan güçlerine bir çekidüzen vermeye çal ı ştı .
Ağabeyleri Tevfik Bey'le Reşit Bey de kendisiyle beraberdi .
259
Geniş omuzlu , i ri yar ı , güçlü kuvvetli bir adam olan Ethem
Bey'in celladı İ brahi m , korku saçarak Biga' n ı n sokakları nda
kabadayı kabadayı dolaşıyord u .
Bu sı rada Lapseki'den kötü haberler geldi. O dolaylarda giz­
lenmiş olan Anzavurcular Bergaz (Umurbey-Lapseki-Çanakka­
le) bucak müdürü Kuvayı Milliyeci Reşadettin Bey'i öldürmüşler­
di. Reşadettin Bey, Köprülülü Hamdi ve Dramal ı Rıza Beylerle
işbirliği yaparak Akbaş Cephaneliğinin boşaltılması nda önemli
bir rol oynam ış, yiğit bir ayd ı nd ı . Reşadettin Bey'i öldürdükten
sonra tıpkı Hamdi Bey'e yaptı kları gibi, ölüsünü bir atı n kuyruğu­
na bağlayıp Lapseki sokakları nda sürüklemişlerdi. Bu, Biga'da
bulunan Ethem Bey'le ağabeylerine bir gözdağ ı vermek içindi .
"Sizin sonunuz da böyle olacak!" Demek istiyor gibiydiler.
Bu cinayeti işleyenler, Birinci Dü nya Savaş ı ' n ı n başı ndan
beri bu bölgeyi kas ı p kavu ran Arnavut İzzet ve Laz Mehmet
çeteleriyd i . Bir zamandan beridir de Anzavur güçleriyle işbirli­
ği yapıyorlardı .
Ethem Bey, ağabeyi Tevfik Bey'i , b u ç ı ban ı n deşilmesi için
görevlendird i . Binbaşı Tevfik Bey, Biga'daki Arnavut Rah­
man'la arkadaşları n ı kı lavuz alarak müfrezeleriyle Lapseki'ye
doğru yola ç ı ktı .
Lapsekil i eşkıyalar, Korkunç Tevfik Bey müfrezelerinin
hem de pek kötü n iyetlerle üstlerine geldiğini öğrenince ne ya­
pacakları n ı şaş ı rd ı lar. Kaçmaktan , vuruşmaktan , ölmektense
Tevfik Bey'e teslim olmayı yeğ buldular. Çardak yolu üzerinde
karşıcı çı karak Tevfi k Bey'i karş ı lad ı lar. Tevfik Bey, bu davra­
n ışlardan hoşnut olarak onları affetti ve h içbirisine ceza ver­
meyeceği n i söyledi .
Tevfik Bey gücüyle çeteler, dost olarak geceyi Çardak'ta
geçirdiler. Tevfik Bey, yen i mil isler kazand ı ğ ı na sevinerek sa­
bahleyin gözlerin i açt ı ğı nda Çardak bucağ ı ndan bir kurulun
kendisiyle görüşmek istediğini söylediler.
Adamcağ ızlar Tevfik Bey'e şöylece dert yand ı lar:
- Biz, sizi kurtarıcı biliyorduk. Üç yıldır milletin kanı n ı emen
Arnavut izzet ve arkadaşları Rahman çetesinin de katılmasıyla
260
bu gece bizi kasaba içinde soyup soğana çevirdiler. Bunu siz mi
yaptırd ı n ız? Haydutlar bu yürekliliğini nerden alıyorlar?
Tevfik Bey, hemen çeteleri toplatt ı . Kaçanları n öldürülme­
si buyruğunu verdi. Toplanan çeteler içinden geceleyin bucağ ı
soyan on beş kişiyi meydana çı kard ı . H iç vakit geçirmeden hü­
kümet meydan ı nda darağaçları n ı kurdurarak on beş haydudu
halkı n :
- Yaşası n adalet, yaşası n Kuvayı Milliye !
Bağrışları arası nda salland ı rd ı .
Tevfik Bey'in kı lavuzluğunu yapan Arnavut Rahman çete­
si, Çardakl ı ları n tan ı kl ı ğ ıyla güçbela ası l maktan kurtuldu .
Bu iki belal ı çetenin ortadan kald ı rı l ması bütü n Biga s ı n ı r­
ları içinde çok büyük etki yapt ı .
U lusal güçler, halkın gözünde art ı k iyice büyü müştü .

KARARGAHTA CİVCİVLİ GÜNLER

Bir ulusun ruhu ele geçirilme­


dikçe, bir ulusun dayanma gü­
cü ve direnci kmlmadıkça o
ulusa egemen olunamaz. Oy­
sa yüzyılların yarattığı ulusal
bir ruha, güçlü ve sürekli bir
ulusal dirence hiçbir güç karşı
koyamaz.
Mustafa KEMAL

9 N isan 1 920, Ankara'n ı n en önemli günlerinden biri old u .


O gün öğleden önce, İngilizlerin İstanbul'da basarak dağ ıttık­
ları meclisin başkan ı İstanbul Darülfünunu Anayasa Profesörü
Celalettin Arif Bey'le İsmet Bey grubu uzun ve yorucu bir yol­
culuktan sonra Ankara'ya geliyord u . İ ngilizlerce dağıtı lan bir
meclisin başkan ı n ı sıcak ve biraz da gürültülü bir biçimde kar­
şılayarak bundan bir propaganda olanağ ı olarak yararlanmak
26 1
isteyen Mustafa Kemal , bütün Ankara'yı sabah sabah sokağa
dökmüş, Akköprü 'ye doğru yola düşürmüştü .
Mustafa Kemal , sahneyi bi raz da kendine göre tertipleye­
rek grubun Ankara'ya girişini uygun saatlere denk getirmişti.
Mustafa Kemal' i n bu parlak karş ı lama haz ı rl ı ğ ı nda bir taşla iki
kuş vu rmak istediği görülüyord u . Bir kez meclis başkan ı n ı n ki­
şiliğinde bir propaganda değeri yaratı yor, öbür yandan da ken­
disi nin eskiden beri değeri ni bildiği yal n ı z başkaları n ı n pek öy­
le tan ı mad ı ğ ı Albay İsmet Bey'in, bu ndan sonra, çok gerekli
olacak kişiliğini açığa çı karmak istiyord u . Elinin altı nda biri nci
s ı n ıf bir askere ve arkadaşa olan gereksinimini ancak İsmet
Bey'in doyu racağ ı n ı düşünüyord u . Şimdi, karargah ı n elinde
Yu nus Nadi Bey'ce ç ı karılan bir Hakimiyeti Milliye gazetesi ,
b i r de Halide Edip Han ı m'la yine Yunus Nadi Bey'ce yönetilen
bir Anadolu Ajansı vard ı . Ankara'ya her saat girmesi beklenen
pek değerli konuklar için yapı lmakta olan parlak karş ı lama tö­
ren i , bu gazete ve ajans arac ı l ı ğ ıyla bütün Tü rkiye'ye ve dün­
yaya bildirilecek, böylece hem Padişahla Damat Ferit Paşa
H ü kümetinde n , hem de İngilizlerden öç al m ı ş olacaklard ı . İşin
dahası vard ı :
�nkara'ya gelmekte olan değerli kişilerin anlam ı üstü ne
ajans ve gazete g ü nlerdir yay ı n yapıyor, onlar ı n nas ı l parlak
bir törenle karş ı lanacağ ı n ı anlatıyord u .
Mustafa Kemal otomobil i ne binerek, Ziraat Mektebi'nden
Akköprü'ye doğru yola çıkt ı ğ ı nda sokak ve caddeleri i nsanla
kaynaşı r buld u . Hepsi de Akköprü'ye gidiyord u . Halkın bu des­
teği çok hoşuna gitti . Bir de Ali Fuat Paşa, kendisini Dikmen
sı rtları nda böyle büyük bir kalabal ı kla karş ı lamışt ı .
9 N isan , h e m Ankara' n ı n , hem d e doğunun güzel günle­
rinden biriyd i . Erkek tarla kuşları , yemyeşil kesilen ve sapsarı
çiçek adalarıyla beneklenen bozkı r ı n göklerinde dişilerini çile­
den çı karan en güzel türküleri n i söylemeye başlam ı şlard ı . Siv­
risinek yatağ ı olan batakl ı klar bile büründüğü yeşillik içinde sıt­
man ı n korku nçluğu n u u nutturduğu gibi şu s ı rada Tü rkiye'nin
dört bir yan ı nda ne korkunç dramlar ı n oynand ı ğ ı n ı da u nuttur-
262
maya çal ışıyor gibiyd i . Top ve tüfek seslerin i n gelmediği yem­
yeşil bozkı r içinde yaln ı z tedirgin i nsanlar k ı m ı ldıyord u .
Ankara'daki bütü n arabaların tekerlekleri dönüyor, hepsi­
nin içinde birkaç kişi olarak, Ayaş yönündeki Taşköprü'ye doğ­
ru ilerliyor, onu da geçiyor, gelecek konukları daha ötelerden
karşılamaya gidiyordu . Yaya halk, yol u n sağ ı ndan solu ndan
sessiz bir su gibi akıyord u . Sonra yol u n iki yan ı ndaki tarlalar­
da karşıcı biniciler, süslenmiş atları n ı fiyakalı fiyakalı oynata­
rak koşturuyor, bu yürüyüşe bir destan havası veriyord u .
En sonra Celalettin Arif v e İsmet Beylerin grubu , atları n ı n
üzerinde yorgun arg ı n göründü. Çok yorgundular, üstleri başla­
rı berbattı . Bolu'dan beri dağlar, bay ı rlar, yağmurlar, yaşlar aşa­
rak gelmişlerdi. Mustafa Kemal otomobilinden inerek y ı ğ ı nlarca
insan ı n arası ndan ilerled i . Güneşte parlayan gözlükleriyle, iri
yarı bir adam olan Celalettin Arif Bey, bütün arkadaşları n ı arka­
da bı rakarak Mustafa Kemal'e doğru ilerledi. Mustafa Kemal'in
eski arkadaşı İbrahim Süreyya Bey, incecik gövdesiyle kalaba­
lı ğ ı zorla yararak ona erişebildi. Herkes, el sıkışıyor, kucaklaşı ­
yor, b i r gürültüdür gidiyordu. Ne var k i Mustafa Kemal , arad ı ğ ı ­
n ı bulam ıyor, kaynaşan i nsanlar arası nda o sevimli, o eski arka­
daş yüzünü gözleriyle boşuna arıyordu. En sonra:
- Can ı m , İsmet Bey nerde? Can ı m , hani İsmet? diye ba­
ğ ı rmak zorunda kald ı .
Neden sonra gözleriyle onu bir kenarda yakalad ı . "Gürül­
tüye kanşmak istemeyen alçakgönüllü ve ufak tefek bir emir eri
gibi, giyneği hemen hemen bir er giyneğine benziyordu, kena­
ra çekilmiş, dudaklarmda tatlı bir gülümsemeyle bekliyordu. "
M ustafa Kemal , hemen ona doğru seğ i rterek iki elini bir­
den tuttu :
- Hoş geld i n , İsmet !
İsmet Bey, yal n ı z gülü msüyor, bütün diyecekleri n i sanki
bununla anlatmak istiyord u . Sanki onun yeri ne de Mustafa Ke­
mal konuşuyord u .
- Bugün , çok sevinçliyim İsmet ! A m a ne i y i etti n d e gel­
din ! Ama ne iyi etti n de çabuk geldin !
263
Sonra, Mustafa Kemal , onu ve öteki konukları otomobiline
alarak Ziraat Mektebi'ne yolland ı . Caddeleri doldurup her iki
yanda birer canl ı duvar meydana getiren halk, avuçları çatlar­
cas ı na onları alkı şlıyord u .
*

* *

Celalettin Arif ve Albay İsmet Beylerin henüz ayak izleri bi-


le bozulmadan Hendek, Düzce ve Bolu bölgesinde zincirleme
ayaklanmalar patladı . Yolculukta biraz daha gecikmiş olsalar­
dı başlarına en korkunç belalar gelebilirdi.
Ethem Bey'le ağabeyi Tevfik Bey'i n Susurluk'tan Biga'ya
dek bir silindir ağ ı r l ı ğ ı ve bir yıldırım h ı zıyla Anzavur sürülerini
döve döve kovalayı p denize döktüğü sı rada İzmit, Adapazarı
ve Bolu bölgesi isyan yang ı n larıyla kızarmaya başlam ıştı . Pa­
dişahla İ ngiliz altı nları el ele vermiş, bu yang ı n ları başlattı kları
gibi insafsızca da körüklüyorlard ı .
Mustafa Kemal , b u yang ı n ı n Ankara'ya dek gelmemesi için
eldeki bütün çareleri kullanmayı düşündü . İlkin Bolu ayaklan ış
bölgesini tatl ı sözlerle söndürmek gibi zavall ı bir çareye başvur­
du. Trabzon Mebusu Hüsrev (Gerede) , Bolu Mebusları Dr. Fuat
ve Şükrü , Lazistan (Rize) Mebusu Osman Beyleri başları nda bir
de Teğmen bulunan on dokuz kişilik sembolik bir atl ı takı m ı n ı n
başı nda Bol u'ya doğru "yüreği titreyerek" yola çıkard ı . Geyve
Boğaz ı ' n ı n bekçisi yiğit Yarbay Mahmut Bey'i de yine o bölgeye
yollad ı . Çolak İbrahim Bey de üç yüz askeriyle oraya gitti .
Dahiliye Nezaretine bağ l ı İstanbul Bas ı n M üd ü rlüğ ü , 1 Ni­
san akşamı bütü n gazetelerin mu habi rlerini Babıali 'ye çağ ı rd ı .
Bas ı n Genel Müdürü Haydar Bey, (sonra Moskova elçisi) ga­
zetecilere :
- Size şimdi pek önemli tebligatta bulunulacak! dedikten
sonra yine Sadrazam olan Damat Ferit Paşa'n ı n Şeyhü lislam
Dürrizade Abdullah Efendi'ye yazd ı rd ı ğ ı Halife Fetvası n ı onla­
ra şöylece yazd ı rmaya başlad ı :
"Evrenin düzenini sağlayan İslam Halifesi (Tann kıyamete
dek yaşatsın) Hazretlerinin egemenliği altı nda bulunan Müslü-
264
man ülkelerinde kimi çok kötü kişiler, araları nda anlaşıp birle­
şerek ve kendilerine elebaşı ları seçerek, padişah ı n sad ı k teba­
ası n ı düzenbaz l ı k ve dedikodularla aldatıp yoldan çı karmaya
ve yüksek yerden buyruk almadan asker toplamaya kalkışıp,
görünürde askeri beslemek ve gereçlendirmek bahanesiyle
gerçekteyse mal toplamak sevdasıyla şeriata ve Halifenin buy­
ruğuna aykırı olarak bir takım resimler ve vergiler al ı p ve türlü
baskı ve işkencelerle halkın mal ve eşyas ı n ı zapt ve yağma ve
böylece, Tanrı ' n ı n kulları na zulüm işlemeyi ve onları suçland ı r­
mayı gelenek edindikleri ve Osmanl ı ülkesinin kimi köy ve ka­
sabaları na saldı rarak bunları yakıp yerle bir ettikleri ve sad ı k te­
baadan nice suçsuz kişileri öldürüp, kanları n ı akıttı kları ve ina­
n ı rlar ı n başkan l ı ğ ı na gönderilmiş bilimsel , mülksel ve askersel
memurları kendi başları na işinden uzaklaştı rarak yerlerine,
kendilerine ayak uyduran kişileri atad ı ktan ve hilafet merkezi ile
öbür Osmanl ı memleketlerinin ulaştı rma araçları n ı ve haberleş­
melerini kesip, devletçe verilmiş olan buyrukları n yerine, getiril­
mesine engel oldukları ve merkezi , ülkenin öbür bölümlerinden
ayı rarak hilafetin büyüklüğünü ve gücünü kı rmaya kast ve
imaml ı ğ ı n yüksek makam ı na ihanet eyleyerek imam ı n buyru ­
ğundan çıkıp devletimizin düzenini ve memleketlerin güvenliği­
ni bozmak için türlü yalanları ortaya atarak ve insanları fitneye
düşürerek bozgunculuk yaptı kları meydana çı kan bu elebaş ı ­
larla onlara yard ı m eden v e uymuş olanlar, b i r takım asiler olup
dağ ı l maları için verilen buyruktan sonra yine de direnerek boz­
gunculukları n ı sürdürü rlerse, bunları n kötülüklerinden memle­
ketleri temizlemek ve şer ve zararları ndan Tanrı kulları n ı kurtar­
mak borç olup ayeti kerime gereğince tek başlarına ve hep bir­
den öldürülmeleri meşru ve farz olur m u ? Bildirile!
Cevap :
- Tanrı daha iyi bilir ki olur!

Yazan Fakir
Dürrizade Seyid Abdullah
(Tanrı affeyleye)
265
Böylece padişah ı m ız ı n ülkelerinde savaşmaya g üçleri bu­
l u nan Müslümanlar, adil imam olan Halifemiz Sultan Mehmed
Vah idettin Han Hazretleri 'nin çevresinde toplan ı p vu ruşmak
üzere yaptığı çağrıyı benimsemek ve verdiği buyruğa uyarak
ve bu asilerle vuruşmak borç olur m u ? Bildirile !
Cevap :
- Tanrı daha iyi bilir ki olur!
Böylece Halife Hazretlerince bu asi ve bağilerle vuruşmak
üzere atanan askerler bu vuruşmayı beni mseyerek kaçmış ol­
salar büyük günah işlemiş olup dü nyada cezaya ve öbür dün­
yada azaba müstahak olurlar mı? Bildirile !
Cevap :
- Tanrı daha iyi bilir ki olurlar!
Böylece Halifenin askerlerinden olup bu bağileri öldüren­
ler gazi ve bağilerce öldürülenler şehit olup sevaba ererler mi?
Bildirile!
Cevap :
- Tanrı daha iyi bilir ki olurlar !
Böylece Bağ ilerle savaş ı l ması üstüne Su ltan ' ı n buyruğu­
na boyun eğmeyen Müslümanlar, günah işlemiş say ı l ı r ve şe­
riat ı n suçlamas ı n a uğramaya müstahak olurlar m ı ? Bildirile !
Cevap :
- Tanrı daha iyi bilir ki olurlar!
Yazan Fakir
Dürrizade Seyid Abdullah
(Tanrı affeyleye)

Haydar Bey'in dikte ettirdiği bu korkunç fetva, birçok genç


ve temiz gazeteciyi son kerte üzmüştü . İçlerinden biri heyeca­
n ı na gem vu ramayarak şöyle bağ ı rd ı :
- H iç ulusu kurtarmak isteyen bir adam asi ilan edilir mi?
Bu ne rezalet ! Bu ne ayı p şey !
Bu sözler, bütün öbür gazetecilerle bas ı n genel müdürü
Haydar Bey'i de ü rküttü ; genç gazeteciye dik dik bakarak:
- Sen , galiba baş ı n ı belaya sokmak istiyorsun? ded i .
266
M ustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa, on binlerce sayı bas ı l ı p
bütü n ülkeye dağ ıtı lan bu korkunç fetvayı , ellerine geçen ka­
ğ ıtlarla İstanbul gazetelerinden okuyunca bir kez soğuk bir duş
yapm ı ş gibi titrediler. Bu, bir "Hurucu Alessultan " fetvasıyd ı .
Cahi l halk y ı ğ ı nları n ı n eline birer zehirli pala gibi verilmiş b u si­
lah , Kuvayı Milliyeciler için çok büyük bir tehlikeydi.
Peyam-ı Sabah gazetesinin 1 8 Nisan 1 920 say ı s ı nda fet­
van ı n korku nçluğu üstü ne Ali Kemal' i n bir yazısı n ı okuyan
Mustafa Kemal , dişleri n i g ı c ı rdatt ı .
Yazıda şöyle bir parça vard ı :
- Fetvalar Hattı H ü mayununun yay ı nlanması ndan sonra
foyaları meydana çı kacağ ı içi n artık, pek çok yerlerde bağrı
yan ı k halkı n bu serserileri sopa ile kovalayacağ ı na inanıyoruz.
Mustafa Kemal , Ali Fuat Paşa ile baş başa vererek bu kor­
kunç paçavran ı n etkisini azaltacak bir panzehir bul mayı dü­
şündü ler. Hemen usları na bir karş ı fetva çı karmak düşünü gel­
d i . Bu silah ı n gücü ancak kendi türü nden bir silahla azaltı labi­
lird i . Hemen Ankara M üftüsü Rifat (Börekçi) Hoca'yı çağ ı rarak
bu nu bir de birlikte okuyup üzerinde tartışt ılar.
Kuvayı Milliye'nin en büyük, en yürekli din adam ı olan Ri­
fat Efendi , Ankara'n ı n Şeyhülislamı da demek olduğu ndan
onun kaleminden bir karşı fetva ç ı karı lması kararlaşt ı r ı ld ı .
Anadolu'nun birçok gerçek d i n adamları , Ankara'ya çağrı larak
bu karş ı fetva üzerinde çal ı ş ı ld ı .
Yaz ı lan fetva, şöyle diyordu :
- Dünyan ı n düzenini sağlayan Müslüman Halifesi Hazret­
lerinin Hilafet makamı ve saltanat merkezi olan İstanbul , inan ı r­
lar başbuğunun isteği d ı ş ı nda Müslüman düşmanları olan sa­
vaşçı devletlerce fiilen işgal edilerek İslam askerlerinin silahla­
rı al ı nm ı ş, kimisi haksız yere öldürülmüş ve Hilafet makam ı n ı n
koru nmas ı n ı sağlayan istihkamları , kaleleri , başka savaş araç­
ları ele geçirilmiştir. İslam ordusunu silahlandı rmaya memur
olan Babıali ve Harbiye Nezaretine el konularak Halife, ulusun
gerçek çı karları n ı sağlayacak tedbirleri almaktan yasaklan m ı ş
v e sıkıyönetim ilan v e asker mahkemeleri meydana getirilmiş-
267
tir. İ ngiliz kanunlarına göre cezalar tertip edilmekte, Halifenin
kaza hakkına karışılmaya kalkışı lmakta ve bundan başka Hali­
fe Hazretlerinin istekleri d ı ş ı nda Osman l ı ülkesi parçaları ndan
İzmir, Adana, Maraş ve U rfa dolayları na düşmanlarca sald ırı la­
rak Müslüman olmayan tebaa ile birleşerek İslamlar öldürü l ­
mekte, malları yağma v e kutsal şeyleri aşağ ı lanmakta olduğun­
dan , yukarda anlatı ld ı ğ ı gibi aşağ ı lama ve tutsakl ığa uğrayan
İslamları n Halifesini kurtarmak uğruna elden gelen gücü harca­
mak, bütün insanlara farz olur mu? Bildirile!
Cevap :
- Tanrı bilir ki olur!
Böylece meşru haklar ı n ı ve Hilafetin elinden al ı n m ı ş olan
gücünü geri almaya ve eylemce sald ı rı ya uğrayan memleket­
leri düşmandan temizlemeye çal ışan Müslümanlar, şeriata gö­
re (asi) olurlar m ı ? Bildirile !
Cevap :
- Tanrı bilir ki olamazlar!
Böylece düşmanlara karşı açı lan savaşta ölenler şehit,
yaşayanlar gazi olurlar m ı ? Bildirile ! Cevap :
- Tanrı bilir ki olurlar!
Böylece savaşarak dinsel ödevini yapan Müslümanlara
karşı düşman yan ı n ı tutarak İslamlar arası nda fitne koparı p si­
lah kul lanan Müslümanlar, şer'an en büyük gü nah ı işlemiş ve
bozgunculuk etmiş olurlar m ı ? Bildirile !
Cevap :
- Tanrı bilir ki olurlar!
Böylece düşman devletleri nce aldat ı larak hazı rlanan ger­
çeğe aykırı fetvalara Müslümanları n boyun eğmesi şer'an uy­
gun olur mu? Bildirile !
Cevap :
- Tanrı bilir ki olmaz !
B u Kuvayı Milliyeci fetvan ı n altı nda Ankara Müftüsü Rifat
(Börekçi) Efendi ile yüz elli sekiz Anadolu müftüsü imzası oku­
nuyordu. Fetvada bütün müftülerin imzası bulunsun diye Musta­
fa Kemal her gün biraz daha İstanbul'a yaklaşan Konyal ılarca
268
da imzalanmas ı n ı istemiş ve bunu ora müftüsüne göndermişti .
Ankara Fetvası ' ndan önce Şeyhülislam Dürrizade Abdul­
lah Efendi'nin yazd ı ğ ı fetva Konya'ya büyük sayg ı larla ulaş­
m ı ş , halkı ndan memurları na dek hemen herkesi teröre benzer
bir baskı altına alm ı ştı .
Kolordu ku mandan ı bile bunun etkisinden kurtulamam ış,
bununla da kalmayarak Bozkı rl ı Korkunç Zeynelabidi n Ho­
ca' n ı n bayraktarl ı ğ ı n ı yaptığı gericilik akı m ı n ı koruyan ve s ı ra­
sı nda dalgaland ı ran dinamik bir padişahçı militan rolü oyna­
maya başlam ı ştı . Mustafa Kemal'in Konya'ya gönderdiği karşı
fetva, cüppesinin eteklerini savu rarak Konya'da dolaş ı p duran
Zeynelabidin Hoca' n ı n körüklemesiyle ve kolordu kumandan ı ­
n ı n korumasıyla ayaklanma havas ı n ı and ı ran b i r ortam yarat­
m ı ştı . Bu ağ ı r baskı altı nda sinmiş bir avuç Konyal ı Kuvayı Mil­
liyeci , sesini çı karacak durumda değildi.
Konya'da Müdafaayı H ukuk Örgütü nü kuran ulusal müfre­
ze kumandan ı Yüzbaşı Haydar Bey, ancak buyruğundaki ba­
bayiğit fedai arkadaşlarıyla yeraltı çal ışmaları yapabiliyord u .
Şehirde yiğitçe sesi çıkan b i r "Öğüt" gazetesi vard ı . O d a
bin türlü baskı altı nda çal ışıyord u . Gazeten i n destan g i b i hava­
s ı , yirmi dört yaş ı nda bir gazetecinin varl ı ğ ı çevresinde halele­
niyord u :
M ustafa Kemal'le arkadaşları n ı n henüz Sivas'ta çabala­
y ı p durduğu günlerde , istanbul'un gittikçe ağ ı rlaşan ve soluk
al ı n maz bir duruma gelen havası ndan uzaklaşarak kend i n i ,
saf v e temiz insanlar ı n yaşad ı ğ ı b i r Anadolu şehrine atmak is­
teyen Feridu n Fikri (Kandemir) , Haydarpaşa'dan trene binerek
Konya'ya yollan m ı ştı . Uzun , zahmetli bir yolculuktan sonra,
Konya istasyonunda sarı tozlu Anadolu toprağ ı na ayak basan
Feridu n Bey, elinde valiziyle ve uzun boyu, geniş omuzları , bü­
yük başıyla Konya' n ı n ana caddesinde sevinç içinde yürüme­
ye başlam ışt ı . istanbul'dan beri kendi kendine yineleyip d u rdu­
ğu şu sözü bir kez daha içinden geçiriyord u .
- Ne oluyorsa olsun Tü rk'ü n hakarete uğramad ı ğ ı , soluk
alabi leceği bir yere bir ayak önce ulaşmaya can atmak!
269
Evet, işte, en sonra, düşlerine giren yere ayak atm ı şt ı .
Koskoca eski Selçuk şehri ! Surda mutlu g ü n ler geçireceğini
duyuyord u .
Yal n ı z , bu rda trenden i n e r in mez karşısı na dikilen İtalyan
askerleri , onu şöyle bir sersemletmişti . Evet, uçsuz bucaksız
gibi görü nen ot bitmez, tuzlu bozkı rlar ortası nda bu en eski
Türk şehrinin caddelerine de düşman binlerce kilometre uzak­
tan gelip yerleşmişti . Tüysüz tüysüz yakışıklı İtalyan askerleri
elleri ndeki öldürücü oyuncaklarla şurada bu rada dikiliyor ve
süngüleriyle insan ı n özgürlük düşüncelerini delik deşik ediyor­
lard ı .
Genç irisi gövdesi v e kocaman ru hu i l e şehrin içine giren
genç adam , İstanbul'dan beri Krezüs'ün hazineleri gibi kıs­
kançl ı kla taş ı d ı ğ ı temiz bir Anadolu köşesi düşleri n i sahte sah­
te mücevher gibi kald ı rı p tozlu yollara atmak zorunda kald ı .
Şehrin ihtiyar, aksakall ı valisi gibi genç v e dinç kolordu kuman­
dan ı ve henüz postuna törenle oturtulmuş yine genç denebile­
cek yaştaki zarif ve kibar Çelebi Efendisi de, memleketin ger­
çek durumunu kavramaktan aciz ve bu zaval l ı l ı kla hala Padi­
şah ve Halife'ye sad ı k görünen insanlard ı .
B u bakı mdan Konya, İstanbul'dan ayı rt edilemezd i . Post­
nişini Mevlana Celebi Efendi Hazretleri'nin İstanbul saray ı n ı n
b i r küçüğü olan konağ ı nda İtalyan ku mandan v e subaylarına
ikide bir verilen parlak şölenlerde olduğu gibi benzer davetliler­
le bezenen öteki lerin sofraları nda da kadehler hep, art ı k acı ­
maları na, insaflarına s ığ ı n ı lan büyük devletlerin , düşmanları­
m ı z ı n sağ l ı k ve şereflerine kald ı r ı l ıyord u .
Şehir büyükleri n i n böylece kendilerini kapt ı r ı p gittikleri bir
bilinçsizlik ve duygusuzluk dünyası karş ı s ı nda halk, her yan­
dan esen ağu (ağ ı ) gibi rüzgarlarla titreyen bir kü me yaprağa
benziyordu. Hepsi , kendilerini çok kötü bir sonucun beklediği­
ni duyuyorsa da bu kötül üğe neyle ve nas ı l karşı du rulacağ ı n ı
bilmiyordu.
Feridun'un İstanbul'dan geldiğini öğrenenler, ona şöyle
sorular yöneltiyorlard ı :
270
- Halimiz ne olacak? İstanbul ne alemde? Padişah ı m ı z
b u işlere ne diyor?
Bu ndan da anlaş ı l ı yordu ki halk gözünü hep padişaha dik­
mişti .
Sivas'taki kongrede dostla v e düşmanla boğuşup duran
Mustafa Kemal'in dövdüğü kösün yankı ları burda silik uğultu­
lar olarak işitiliyord u . Bu silik sesler de H ürriyet ve İtilaf Partisi
üyeleri n i n , azg ı n padişahçı ve Hilafetçilerin ve başka karanl ı k
güçleri n e l e l e vererek çıkard ı ğ ı kara yaygaralardan anlaş ı l­
maz duruma geliyord u .
Ferid u n , Konya'da Mustafa Kemal' i n v e Kuvayı M illiye'nin
kozu için çal ı şman ı n ve çarpışman ı n pek pahal ı ya mal olacak
bir kah ramanl ı k olduğunu anlamakta gecikmediyse de bundan
da yı lmayarak, bu uğurda çal ı şmaya karar verd i .
Feridun Bey'i n babası , Abdül hamit döneminin ü n l ü "Şeref
Kurbanları "ndan biriyd i . Savaşkan bir gelenekten geliyordu.
Bu geleneğin psikolojik gücüyle gençlik gücü bir de Kuvayı
Milliyecilik idealiyle birleşince meydana gözü nü daldan budak­
tan sak ı n maz bir ayd ı n savaşçı tipi çı karm ı ştı .
Konya'da çı kan Kuvayı Milliyeci Öğüt gazetesine kapı lan­
makta gecikmed i . Bu gazeten i n sah ibi Abdü lgani Ahmet
Bey'di . Kendisi yazı işlerine karışmaz, bütün yazı işlerini baş­
yazara b ı rakı rd ı . Gazetenin başyazarı da yine Feridu n Bey'in
tan ı d ı ğ ı genç bir adam, "Şeref Kurbanları 'hdan Şeyh Naili
Efendi' n i n oğlu Aşki Naili idi.
Feridun Bey, pek eski ve içten arkadaşı olan Aşki Bey'den
Öğüt'ün başyazarl ı ğ ı n ı ald ı . O, gazetenin yazı işlerini bütünüyle
üstüne alarak Kuvayı Milliye uğruna nara atar gibi yü rekli yazı­
lar yazmaya başladı ğı bu günlerde Mustafa Kemal'le Temsil He­
yeti hala Sivas'tayd ı . Feridun Bey'in elinde Öğüt, dinamik bir ha­
va kazanmakla kalmayarak her gün çı kmaya da başlam ıştı .
M ustafa Kemal , Ankara'ya yerleşir yerleşmez dik baş l ı bir
ihtilalci gibi baş veren Öğüt'le ve dolayısıyla Feridun Bey'le he­
men ilişki ku rd u . Mustafa Kemal , o günden beri "Öğüt"ü evlat­
l ı k edi nerek kendi isteklerine göre konuşturmaya başlad ı . Özel
27 1
kalem müd ü rü H ayati Bey, her gece telgraf başı nda Feridun
Bey'e aral ı ksız ve düzgü nce Mustafa Kemal'in buyrukları n ı ile­
tiyor, yay ımlanmak üzere yazı lar ve haberler de gönderiyord u .
Öğüt gazetesinin devrimci dozu yükseldikçe Feridu n Bey d e
Konya'da ağulu(ağ ı l ı ) bir diken g i b i görünür olmuştu . Düşman­
ları meydanlarda sövüp sayıyor, dostları ise onu ancak karan­
l ı klarda ve köşede bucakta alkışl ıyord u .
Mustafa Kemal , gerçi Ankara'da Hakimiyeti Milliye 'yi çı ka­
rıyorsa da vilayet bası mevinin köhne makinelerinde ancak haf­
tada birkaç kez ç ı karı lan gazete hiçbir yaraya ilaç olam ıyord u .
Bu ndan dolayı Öğüt, Orta Anadolu ' n u n biricik Kuvayı Mill iyeci
günlük gazetesi olarak dipdiri bir varl ı k gösteriyord u . Öğüt,
Mustafa Kemal'in buyruklarıyla ufkunu biraz daha genişleterek
istanbul'da Hakkı Tarı k v. b. gibi kimi gazetecilerden de yazı
yard ı m ı görmeye başlad ı . Hakkı Tar ı k Bey ve arkadaşları n ı n
işgal sansürü yüzünden gazetelere giremeyen bütün yaz ı ları
Öğüte aktarı l ıyord u .
Öğüt'ü n karş ı s ı nda Konya Hü rriyet v e İtilafçı ları ndan , bir
y ı ğ ı n gericiden başka Vali Suphi Bey, On İkinci Kolordu Ku­
mandan ı Fahrettin (Altay) Bey ve polis müdürü de yer alm ışt ı .
Hele dişinden tı rnağ ı na d e k silah l ı iki tabu rluk İtalyan askeri de
prensip -olarak onun karş ı s ı nda dikilmekteydi .
Tü rkçesi , b u s ı ralarda Konya, İstanbul'un uzakça b i r sem­
ti gibiydi. Öğüt'ü yüreklendiren iki etken vard ı . Bunları n birinci­
si yurtsever Konyal ı lar, ikincisi de Mustafa Kemal'in Anka­
ra'dan ona dikilmiş mavi dost gözleriyle, Konya'n ı n resmi yö­
neticileri , Öğüt'ü n Kuvayı Milliyeci dozu çoğald ı kça ve parola­
ları sertleştikçe ona daha çok çullan ı yor, onu bir kaş ı k suda
boğmak için ç ı rpı n ı p duruyorlard ı .
Şeyhülislam Dü rrizade Abdullah Efendi'nin Kuvayı Milliye
başları için vermiş olduğu korkunç fetva, Konya padişahçı ları
ve gerici leri arası nda bomba gibi patlad ı . Şimdiye dek Kuvayı
Milliyecilerle Öğüt gazetesine ve başyazar Feridu n Bey'e kar­
şı yal n ı z sevi msiz bir muhalif gözüyle bakan bu adamlar, bu s ı ­
rada o n a kan ı helal kan l ı b i r düşman gözüyle bakmaya başla-
272
m ı şlard ı . Konya yöneticileri art ı k Damat Ferit'le padişaha hoş
görü nmek için Öğüt'le başyazarı n ı durmadan h ı rpal ı yorlard ı .
Dü rrizade'nin padişahl ı k fetvası , Konya'daki i ç düşmanla­
rı böylece kudurtmaya başlad ı ğ ı bir sı rada, Ankara'n ı n , Anka­
ra M üftüsü Rifat Efendi ' n i n haz ı rlad ı ğ ı karşı fetva, bu başkal­
d ı rm ı ş padişahçı y ı ğı nları üzerine bir başka bomba gibi düştü .
Ankara, Konya ulemas ı n ı n bu fetvayı imzalaması için bu raya
göndermişti . Gerçi, bütün Konya ulemas ı , baştanbaşa padi­
şahçı olduğundan Ankara fetvası na karşı iseler de yine de
müftülük makam ı nda bunu görüşmek üzere topland ı l ar.
Toplantıyı haber alan Feridun Bey, i ri gövdesi ve geniş
omuzlarıyla bir de kı l ı ç gibi kulland ı ğ ı gençlik yürekliliğiyle
müftülüğün merdivenlerini tı rmanarak toplantı n ı n yap ı ld ı ğ ı
odaya gird i . Müftü i l e kad ı baş sedirde bağdaş ku rmuş, otur­
muşlard ı . Uzun tespihlerini çekiyor, sakalları n ı okşuyorlard ı .
Onları n çevresi nde o n beş-yirmi sarıklı hoca yer alm ı ştı .
Ferid u n , odaya böyle damdan düşer gibi girip de müftü ile
kad ı ya kendini tan ıtmak üzere yerlere eğilip selamlayarak bir
şeyler sormaya davranı rken onun Öğüt gazetesinin başyazarı
olduğu n u anlayan adamlar:
- Sana h içbir şey söyleyemeyiz ! dedikten son ra, kadem­
leri çağ ı rı p onu kapı d ı şarı ettirdiler.
Feridu n , gözleri ni değirmileştirerek kendisine bakan bu
adamlardan dayak yemediğine ve linç edilmediğine şükrede­
rek bas ı mevi ne dönd ü .
Henüz, bu n u n içinde b u kötü davran ı ş ı n psikolojik savaşı
sürüp duru rken gazeteye bir askeri inzibat çavuşunun geldiği­
ni görd ü :
- Kolordu kumandan ı sizi istiyor!
- Neden?
- Başka bir şey bilmiyoru m . Yaln ı z sizi istediğini söyledi .
Sizi götü rmeye geld i m .
Feridun Bey, kalkıp i nzibat çavuşuyla kolordu kumandan ı­
n ı n dairesine gitti . O güne dek kumandan ı yakı ndan hiç görme­
mişti , yalnız adı n ı ve Kuvayı Milliye düşmanı olduğunu biliyordu.
273
Fahrettin Bey, tıpkı Feridu n Bey gibi uzun boylu, geniş
omuzl u , açı kgözlü , kum ral , yakışıkl ı bir adamdı . Yaln ı z , Feri­
dun Bey içeri girer girmez, yüzündeki düşmanca maske ü rkü­
tücüyd ü :
- Sen , kim oluyorsun k i kadı v e müftü efendiler hazeratı n ı
tedirgin ediyorsun? Fetva meselesi n e olacakm ış, bilmem ne?
Sana ne? Sen kimsin? Yediğiniz naneler meydanda. Bir Musta­
fa Kemal'dir tutturmuşsunuz. Padişah ı m ı z efendimize karşı
ayaklanan bu adam ı n peşinde ne halt ettiğinizi bilmiyorsunuz.
İ ri yarı kolordu ku mandan ı itlerden başlayarak al ı ş ı l m ı ş
sövgülerden sonra karşısı nda b i r granit yığ ı n ı g i b i sendeleme­
den dikilen genç gazeteciye en tehlikeli gözdağ ı n ı verdi :
- Haydi, defol karşı mdan . Bir daha böyle Mustafa Ke­
mal'den filan diye haltlar edersen alimallah seni ku rşuna dize­
rim ,
Ferid u n , Albay ı n karşısı nda seri nkan l ı l ı ğ ı n ı koru makla bir­
likte tekmelenircesine kolordudan çıkıp da gazeteye gidinceye
dek her biri bir ton çeken o ağ ı r sövgü salvosun u n (yaylım ate­
şinin) etkisinden ku rtulamad ı . Bu ndan önce birkaç kez de ken­
disini Konya Valisi Suphi Bey çağ ı rmış, oldukça yaşlı bir İstan­
bul Efendisi olan bu adam , taşıdığı düşman düşüncelere bak­
madan kendisine bayağ ı babaca davranm ı ş , onu yumuşak
ton larla uyarmaya çal ı ş m ı ştı .
"Aman evlad ı m ! diyord u . Çok ileri gitme. Dikkat et, beni de
güç d u ruma sokma!"
Bu uyarıyı , kimi zaman da Suphi Bey'in karısı yapıyord u .
Bütün bu uyarı lar, ancak yalvarma v e öğüt s ı n ı rı nda kal ıyord u .
Yal n ı z , onun buyruğundaki polis müdürü , kolordu ku mandan ı
gibi h ı rç ı n ve tehlikeliydi.
En sonra, olan old u . İngilizler, Dü rrizade fetvas ı n ı n arka­
sı ndan her yanda bir baskı , bir ayakland ı rma furyasın a giriş­
mişti . İşgal güçleri kumandan ı General Milne'in İzmir'den Kon­
ya'daki İtalyan kumandan l ı ğ ı na verdiği buyruk, Öğü t ün ger­
" '

çekten görevin i yaptığ ı n ı Feridun'a anlatt ı . Konya çölünün or­


tası ndaki sinek kuşu küçüklüğü ndeki Öğüt gazetesi , bunca
274
uzaktaki İtalyan işgal gücü kumandanl ı ğ ı na gelen buyrukta
Öğüt gazetesin i n hemen kapat ılması bildiriliyord u .
İtalyan işgal kumandan ı , Feridu n Bey'i çağ ı rarak gazete­
sinin kapatılmas ı buyruğunu ald ığ ı n ı bildirdi ve ona şöyle bir
i nsan l ı k da göstererek gizlice:
- Bu buyruğu n yerine getirilmesini yar ı n sabaha dek ge­
ciktireceği m . Bu süre içinde ne yaparsan yapabilirsin , dedi.
Oysa bu s ı rada Konya polis müdürü , bütü n elindeki polis­
leri Feridu n Bey'le bası mevi ni kontrolle görevlendirmişti .
Feridu n Bey, duru m u hemen Konya gizli M üdafaayı Hu­
kuk Derneği'nin başkanı müfreze kumandanı Yüzbaşı Haydar
Bey'e açtı . Hemen, o gece, Konya' n ı n karanl ı k sokakları ndan
kaçı rı l ı p götürülen bası mevi makina ve tezgahları , Konya'n ı n
d ı ş ı ndaki Haydar Bey Müfrezesinin karargahı olan Söylemez
Baba Tekkesi'ne yine ku ruldu. Haydar Bey Müfrezesinin Kon­
ya padişahçı larına çevrilmiş namluları n verdiği güvenlik içinde
Öğüt yine tezgahlanmaya başlayacaktı .
İtalyan işgal kumandan ı , bir yandan bas ı mevinin kaçırıl­
mas ı n ı sal ı klarken öbür yandan da kulaktan kulağa Konya hal­
kına İ ngilizlerin bası mevi ni kapama emri n i verdiğini de bütün
şehre yaymıştı .
Ertesi g ü n , hükümet meydan ı na miting için gizlice çağrı­
lan kalabal ı k halk y ı ğ ı n ı , müderris Sivaslı Ali Kemali Efendi'yi
karşısı nda buldu . Bu sarıkl ı , ak saçl ı ve sakal l ı , tatlı nur yüzlü
öğretmen , bütün Kuvayı M i l liyeci parolaları ortaya atarak ko­
nuşmaya başlad ı . Kuvayı Milliyeci olmay ı p da salt merak do­
layısıyla meydana toplanm ı ş olan bir sürü halk da onun güzel
ve hakl ı konuşmasıyla hemen oracı kta Kuvayı Milliyeci oluver­
mişti . N utku n u n baş ı nda olduğu gibi son u nda da şu güzel sö­
zü söyled i :
- E y ahal i , e y Konyal ılar, gazete demek b i r milletin dili
demektir. General Milne bizim dilimizi kesti.
Halk:
- Kahrolsu n ! diye gök gürültüsü gibi haykırd ı . Yaşl ı öğret­
men yine sesini yükseltti :
275
- Bizi susturamazlar. Dönersek kahpeyiz millet yolunda
bir azimetten. Bu m illet, ölmed i , ölmeyecektir. Bugün Öğüt'ü
kapam ışlarsa yarı n bir başka Öğüt çı kacak!
Bu sı rada meydan ı n kıyısı nda kimi İtalyan askerleri seyir­
ci olarak dizilmişti . Ali Kemali Efendi'yi dinlerken iki makineli
tüfekle gereçlenmiş bir manga İtalyan askeri de Öğüt Basıme­
vi'ni basmaktaydı .
Ali Kemali Efendi'nin bildirdiği gibi Öğüt, Söylemez Baba
Tü rbesi'nde yine çı kmaya başlad ı . Konyal ı lar artı k eskisi gibi
serbest deği lse de gizlice satan çocuklar ı n eli nden kapışarak
al ıyor, okuyor, can alacak memleket haberleri n i öğrenmeye
çal ışı yorlard ı , öğüt, her gün şaşmadan çıkıyord u .
Padişahçı gammazlar, hemen bu nu i ç v e d ı ş düşmanlara
duyurmakta gecikmediler. İtalyan askerleri karışmad ı ğ ı halde
Türk polisleri , gazete satan çocukları kıstırı nca hem ellerinde­
ki bütün gazeteleri al ıyor, hem de zavall ı ları adamak ı l l ı dövü­
yorlard ı .
Birkaç g ü n sonra, General Milne, İtalyan İşgal Kumandan-
l ı ğ ı ' na :
- Uyuyor musunuz?
Biçiminde bir azarlama daha gönderdiyse de o:
- Gazete, bölgemiz d ı ş ı nda, Kuvayı Milliye kontrolünde­
ki yerlerde yayınlan ı p buraya sokulmaktad ı r. Buna bir şey ya­
pamayız, diye karş ı l ı k verd i .
Konya'daki Türk polisi , Öğüt'ü n baş ı na tam anlam ı yla ek­
şimişti . Feridu n Bey, gazetelerin ele geçip yitmemesi için baş­
ka dağ ıtma yolları bulmaya çal ı ştı . Konyal ı kimi ayd ı n gençler,
yard ı ma koştular. Onları n arac ı l ı ğ ıyla Öğüt, umulmad ı k yerle­
re dek sokulup sat ı ld ı . Demiryolu memurları Öğüt paketlerin i
kilometrelerce ötelere taş ı d ı lar. Artık, gazete, memleketin her
yan ı na elden g idiyord u . İstanbul'a bile g iden Öğüt'ü böyle Tür­
kiye'n i n her yan ı na yetiştirmek için eski püskü baskı makinesi
yirmi dört saat durmadan kolla çal ıştı rı l ıyord u . Bu çal ışma
temposu Mustafa Kemal , bu bası mevini sat ı n al ı p Ankara'ya
götürünceye dek sürüp g idecek, sonra bası meviyle birlikte An-
276
kara'ya giden Feridun Bey de Meclis Bası mevi Müdürlüğüne
atanacaktı .
*

* *

Kafaları bin türlü kayg ı ve düşünceyle cehennem gibi ça-


1 ışan Mustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa'ya 21 Mart 1 920 tarihin­
de Bu rsa'dan 56. Tümen Ku mandan ı Bekir Sami Bey'in yave­
ri Yüzbaşı Selahattin Bey'den son kerte önemli bir şifreli telg­
raf gelmişti . 1 2 . Kolordu Ku mandan ı Albay Fahrettin (Altay)
Bey'le 1 4. Kolordu Kumandan ı Yusuf İzzet Paşa arası nda Ku­
vayı Milliye'nin kaderini çok yakı ndan ilgilendiren tehlikeli bir
diyalog görünüyordu.
Fahrettin Bey, Konya'dan Yusuf İzzet Paşa'ya şöyle diyordu :
- istanbul'da Harbiye Naz ı rı ile haberleşemiyorum . Bun­
dan dolay ı , ben de büyük kumandan ı n buyruğu alt ı na girmek
zorunday ı m . Sizse bugüne bugün padişahça atanm ı ş Tuğge­
neral rütbesinde en kıdemli kolordu ku mandan ı olduğunuzdan
dolayı İstanbul'la haberleşme olanağ ı na erişinceye dek sizin
kumandan ı z altına girdiğimi bildiriri m .
Yusuf İzzet Paşa, Fah rettin Bey'e şöyle bir şifreli telgraf
çekti :
- Mesleğini seven ve kanunlara boyun eğen yetenekli bir
kumandan olarak tutu m u n uzu değerli buluru m . Son sözümü
söyleyebilmek içi n kolordunuza bütünüyle egemen olup olma­
d ı ğ ı n ı z ı açı k ve kesin olarak bildirmenizi dileri m .
- 2 3 . v e 5 7 . Tümenler Yunan l ı lara karş ı Kuvayı M i l l i ­
ye'nin etkisinde v e Refet Bey'den ald ı kları buyruğu uygula­
makta iseler de büsbütün uzaklaşmam ı şlard ı r. 41 . Tü menle
Süvari Alay ı , Askerlik Şubesi Kalemi ve Kolorduya bağ l ı asker
kıtalarına bütünüyle egemen olduğunu san ı rı m .
- Bildirinizi temel olarak benimsiyoru m . Yurt v e h ü kü me­
te karş ı yükleneceği m görev ve sorumluluğun derecesini belir­
lemek ve ona göre kesin karar vermek üzere sizi kolordunu­
zun tümenlerine bildirerek kendilerinden boyun eğme ve yan ıt
istemenizi ve ona göre son duru m u n ivedi olarak bildirilmesini
277
diler ve bugün yan ıt ı n ı z ı beklerim . Bu telgraf ı n iyice anlaş ı ld ı ­
ğ ı na inanmak üzere sizden bu yana telgraf çekilmesi dilenir.
Yusuf İzzet Paşa ile Albay Fahrettin Bey, birbirlerine bir­
kaç telgraf daha gönderdiler. Bunlardan anlaş ı ld ı ğ ı na göre iki­
si de İstanbul'un kanl ı işgal ini Mondros B ı rakışmas ı ' n ı n koşul­
ları n ı bozar n itelikte bulunuyordu.
Yüzbaşı Selahattin (Yurdoğlu) Bey'in Bursa'dan verdiği bu
haber, Mustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa'yı kayg ıya benzer bir he­
yecan dalgas ı n ı n içine atm ıştı . Şundan ki, 1 920 Şubat ayı ndan
beri gerek Harbiye Naz ı rı Fevzi (Çakmak) Bey ve gerekse Yu­
suf İzzet Paşa ile Fahrettin Bey, büyük düşman kütlesi (kitlesi)
karşısı ndan haz ı rlan m ı ş olan savu nma plan ı n ı biliyorlard ı . Bil­
dikleri bu plan üstüne de şimdiye dek düşüncelerini açı klama­
m ı şlard ı . Şimdi de İstanbul'un işgalini b ı rakı şma koşulları n ı bo­
zar nitelikte görmedikleri gibi savaş açma nedeni olamayacağ ı ­
n a i nan ıyorlard ı . B u biçim düşünmenin de memleketin yüksek
çıkarlarına daha çok uygun olduğunu savunuyorlardı .
Böylece İstanbul'la haberleşmeyi sürdürmekte ayak diriyor­
lard ı . İşin daha da kötüsü, İstanbul'la haberleşmeden kuman­
danları n , yüksek rütbeli kumandanları n buyruğu alt ı na girmesi­
ne çabalamalarıyd ı . İstanbul'dan verilen buyruğa göre, bütün
birlikler, Yusuf İzzet Paşa'n ı n buyruğu altı na girmek zorundayd ı .
Böylece bütü n kumandan v e ordu kal ı ntı ları , Ankara' n ı n
etkisinden koparı l ı p al ı nacak, s ı rası nda o n a karşı çarpı şmak
üzere h ı zla gereçlendirilip hazı rlanacakt ı .
Mustafa Kemal'le A l i Fuat Paşa, Ziraat Mektebi' ndeki ka­
rargahta baş başa vererek bu kumandanlar sorunu üzerine
uzun uzun düşündüler. Yusuf İzzet Paşa'n ı n buyruğu altı ndaki
56. Tümen Kumandan ı Albay Bekir Sami Bey'in demir gibi bir
yu rtsever ve Kuvayı M i lliyenin de Ege Bölgesi'nde ilk şampiyo­
nu oluşu , onlara serin bir avu ntu veriyord u . Yusuf İzzet Paşa,
bu arslan gövdeli ve arslan yürekli kumandana söz ve diş ge­
çirecek güçte değildi .
Bekir Sami Bey, kumandan ı olması gereken adamı dinle­
m iyord u . 61 . Tümen Kumandan ı Albay Kaz ı m (Özalp) Bey'den
278
korkuları yoktu . O da Yusuf İzzet Paşa'n ı n her buyruğunu ye­
rine getirmeyecek kertede bilinçli ve Kuvayı Milliyeciyd i . Bun­
dan dolayı Mustafa Kemal , Yusuf İzzet Paşa işin i tümen ku­
mandanları n ı n çözümlemesine bı rakacaktı .
1 2. Kolordu Kumandan ı Albay Fahrettin Bey işi n i daha
önemli buldular. Bunun ilkin ve daha çabuk çözümlenmesi ge­
rekiyord u . Şu ndan ki 23. ve 57. Tü men ler, ulusal cephenin
içinde çal ışmaktaydı . Fahrettin Bey'i n bunlar üzerine yapaca­
ğı uğursuz bir etki , Kuvayı Milliye'nin baş ı na u m ulmad ı k işler
açabilird i . Bu işi y ı l d ı rı m h ız ı yla yol u na koymal ıyd ı .
Fahrettin Bey üzerinde çal ışma işi, hemen başlad ı . Ali Fu­
at Paşa, Mustafa Kemal'le baş başa vererek etki l i ve güzel bir
şifreli telgraf donatarak Konya'ya çekti.
Bu özet olarak şöyle diyordu :
- Çalışmalar ı n başlad ı ğ ı gü nden bugüne dek sizin tutu­
munuzla İstanbul'un işgali n i karşı layı ş ı n ı z üstü ne gerek Tem­
sil Heyetiyle, gerekse ben imle her zaman görüşlerinizi birleşti­
remediğinizi görüyoru m . Bizimkiler şöylece özetlenebilir:
İtilaf Devletleri'nin İstanbul'u zorla ve resmen işgal ve kimi
mebuslar ı n tutuklanmaları , devletin ve ulusun bağ ı msızl ı ğ ı na
vurulmuş bir darbedir.
Olu msuz kararları n ı benimsetmek için de türlü zor ve şid­
deti göstereceklerdir.
Biz, direnme gösterildikçe genel durumun lehi m ize döne­
ceği kan ı s ı nday ı z .
İstanbul hükü metiyle bağlant ı n ı n kesilmesi nin amacı , H i­
lafet makam ı na ve hükümete, b ı rakışmacı ları m ı z ı n el koyma­
s ı n ı protesto etmektir.
Şimdiden demiryolları n ı işgal devletlerin i n elinden kurtar­
mak ve Geyve Boğaz ı ' n ı tutman ı n amac ı , b ı rakışmacı ları m ı z ı n
ulusal güçleri yok etmesini v e Yu nan işgalinin genişlemesini
önlemek içindir.
Eskişehir'den İ ngilizleri çı karan u lusal güçler, b ı rakışmacı­
lara savaş açm ıyor.
Ulusal güçlerin türlü çal ı şmaları da şimdiye dek savaş aç­
makla sonuçlanmam ı şt ı r.
279
Fedakar ve namuslu ku mandanları na dayanarak hakkı n ı
savunmak uğruna ayaklanm ı ş olan ulus, işbaşı nda bulunan
kumandanları n başka başka görüşlerle davranmas ı n ı elbette
istemez, öteden beri aram ı zda süregelen içtenliğe dayanarak
sizinle telgraf başı nda anlaşmak zorunda kaldı m .
Yan ıtı n ı z ı bekleri m ; gözlerinizden öperek sayg ı ları m ı su­
narı m , kardeşim .
20. Kolordu Kumandanı
Ali FUAT

Mustafa Kemal , bu telgrafı okuyunca çok üzüld ü . Fakat


umdukları n ı n tersine hiçbir karş ı l ı k gelmed i . Çok da açı k söy­
lemişlerd i . Fahrettin Bey' i n , bu telgrafla istanbul'dan koparak
kuzu kuzu kendi lerine kat ılmas ı n ı bekliyorlard ı . Yaln ı z , bu
uzun telgrafa birkaç g ü n sonra şöyle kafa tutarcası na ve ters
bir ses geldi :
- . . . Her zaman görüşlerimizi birleştiremediğimizi nere­
den ç ı kard ı ğ ı n ı z ı n bildirilmesin i dileri m .
Mustafa Kemal , bu telgrafı okuyunca çok üzüld ü :
- Bu arkadaşlar, memleketin sürüklenmekte olduğu fela­
keti hala anlam ıyorlar ! dedi ve arkası ndan bu türlü işlerin biraz
daha şiddetle ve sertçe yoluna konulmaya çal ı ş ı lması üstü ne
öfkenin ton larıyla dolu sözler söyledi .
Mustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa, o uzun telgrafı Konya'ya
çekerken Nazilli'de Demirci Mehmet Efe'nin kampı nda bulunan
Refet Paşa'ya da iş üstüne gerekli direktifi vermişlerdi. Eğer,
Fahrettin Bey, tatlı dille yola gelirse Refet Paşa'n ı n uygulayaca­
ğı sert ve tehlikeli metotlara da başvurması gerekmeyecekti .
Ali Fuat Paşa, küçük bir telgrafla Fahrettin Bey'i çarpıver-
di :
- Son olay ı n gerektirdiği ortaklaşa davran ışları m ızla gös­
terdiğiniz çekingenlik ve daha çok Yusuf İzzet Paşa ile telgraf­
laşman ı z ı n anlattı kları , bildirdiğin san ıyı doğ u rmuştur.
20. Kolordu Kumandanı
Ali FUAT
280
Refet Bey Ankara'dan ald ı ğ ı bilgi üzerine hemen davran­
d ı . Fahrettin Bey'le Alaşehir'deki 23. Tümen Kumandan ı Aşir
Bey'i üst üste telgraflarla soru yağmuruna tuttu. Fahrettin Bey,
bu telgraflaşmada baklayı ağzı ndan ç ı kard ı . İstanbul hüküme­
tiyle bağlantı ku rman ı n kendi düşüncesine daha uygun oldu­
ğunu söylemekten çekinmedi. Konya'daki Tümen Kumandan ı
da Fahrettin Bey'i destekliyor, 23. Tümen Ku mandan ı Aşir
Bey'le 57. Tümen Kumandan ı Mehmet Şefik Bey ikisi aras ı n ­
da sallantıda görü n üyord u . Refet Bey, bu arada durumun git­
tikçe nazikleştiği n i , bunun için de kimi çareler düşündüğ ü n ü ,
bunları pek yakı nda kendilerine bildireceği n i söylüyordu.
Albay Refet Bey, 26 Mart 1 920'de bildireceğini söylediği
önemli haberleri Ankara'ya bildird i . Konya, Ankara içi n mebus
seçilmemesi ve oraya mebus gönderilmemesi uğruna tehlike­
li bir kampanya açm ı ştı . Gene Kolordu Kumandan ı Fahrettin
Bey, Vali Suphi Bey ve u lema, halkın sel gibi akt ı ğ ı Kuvayı Mil­
liye düşman ı mitingleri salt desteklemekle kal m ıyor, bu davra­
n ışları körüklüyorlard ı da. Ankara'yı protesto mitingleri birbirini
koval ıyord u . Refet Bey'se bunun karş ı s ı nda zor ku llanman ı n
gerektiğini söylüyord u . Temelli kendi girişimiyle yakı nda hazı r­
lamakta olduğu güçlerle Konya üzeri ne yü rüyeceğini söyleme­
si , Mustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa'n ı n kayg ı ları n ı azalttı . Re­
fet Bey, bu tutu mu destekleyip desteklemediklerini soruyordu .
Elbette destekleyeceklerd i . Ona, bu çok önemli görevinde sı­
cak başarı lar da dilediler.
Bu sı rada Fahrettin Bey, boş du rmayarak Sivas'taki 3 . Ko­
lordu Ku mandan ı Sabahattin Bey'e telgraf çekerek kendisi nin
Yusuf İzzet Paşa' n ı n buyruğu altına girmek istediğini bildirdi ve
onun da düşü ncesini çekmeye çal ıştı Kayseri'de Kalem Reisi
Yarbay Emru l lah Bey, elde ettiği bu haberleşmeleri , Mustafa
Kemal 'e bildirdi. 3. Kolordu Kumandan ı Albay Selahattin Bey,
onun düşü ncesinin yan l ı ş olduğu n u , Yusuf İzzet Paşa'ya baş­
vurman ı n uyg u n olmad ı ğ ı n ı söyledikten sonra, Konya'da kuş­
kulu bir durum varsa oraya yard ı m edilebileceğini yazd ı .
28 1
Selahattin Bey'in bu telgrafı , Ankara'da pek s ı k ı ş ı k günle­
rin anlatılmaz kertede korkunç kayg ı ları n ı yaşayan ihtilalci
başları çok sevindird i . Mustafa Kemal , kendisiyle Sivas'ta sert
tartışmalara g i rişmiş olan Selahattin Bey' i n , karakter sahibi ol­
duğunu görmesi, eski kızg ı n l ı kları bir anda sild i .
Bu bunal ı m l ı g ü nlerde Harbiye Naz ı rl ı ğ ı sandalyesini eline
geçi rmiş olan Fevzi (Çakmak) Paşa, kumandanlara telgraf üs­
tüne telgraf yağd ı rarak Mustafa Kemal'e ve Ankara'ya düşman
bir hava yaratman ı n korku nç bilinçsizliği içinde bocalıyordu.
Oysa o da Nisan ' ı n sonunda kaçıp Anadolu 'ya gelecek, güçlük
üstü ne güçlük ç ı kard ı ğ ı bu adamlar ı n arası ndaki doldurulmaz
yerini alacaktı .
*

* *

Albay Refet Bey, Nazilli'de Mustafa Kemal ' i n bu çok


önemli şifresini ald ı ğ ı sı rada, istanbul'dan yeni kaç ı p gelmiş iki
gencecik subay ı n , Demirci Mehmet Efe'nin saraya benzeyen
karargahı ndan biraz ötede saray yavrusu dedikleri karargah ı ­
n a 9eldiği n i görd ü . Bu 1 6 Mart kaçakları Üsteğmen Şerif (Alp)
ile Usteğmen Celal'di (Mustafa Kemal'in yaveri) .
Refet Bey'i , Biri nci Dünya Savaş ı 'nda tan ıyan Şerif Bey :
- istanbul'dan kaçarak cephede çal ı_şmak özere gönüllü
olarak emrinize geldik, ded i . Arkadaşı m Usteğmen Celal be­
nim ortaokuldan beri içten arkadaşı m d ı r. Her türlü güvenilebi­
l i r, efendi m .
- Hoş geldiniz !
Baktılar, bacak bacak üstüne atm ı ş , i nce yapı l ı , çok güzel
giyinmiş, çizmeleri p ı r ı l p ı r ı l yanan Refet Bey, İstanbul'da her­
hangi bir sosyete salonu nda oturuyor gibi rahattı . Genç subay­
ları otu rtarak onlara sigara ve kahve sundu. istanbul'dan yol­
culuktan konuştular.
Sonra :
- Sizi nereye vereyim, nerede çal ı şmak istersiniz? diye
sord u .
- B i z i cepheye veriniz. Gönüllü müfrezelerinde çal ı şal ı m ,
efendim.
282
- Siz, onlarla yapamazsı n ız. İkinci g ü n baş ı n ı z belaya gi­
rer. Beni m emri mde Sarayköy'de kuvvetli bir süvari müfrezesi
var. Ağ ı r makinalı tüfekleri de olan bu m üfrezenin kumandan­
l ı ğ ı n ı sana veriyoru m . Celal de seninle birlikte çal ı şs ı n .
- Şimdi, müfrezeye k i m kumanda ediyor, efend im ?
- Yüzbaşı Aziz Bey
- Arkamdan (Şerif bir Yüzbaşının ayağını kaydırmış) de-
meleri n i sevmem , efendim .
- Öyleyse b u gece di nleniniz. İyi düşünerek b i r karar ve­
riniz.
Bunun üzerine Şerif ve Celal Beyler müsaade alarak ka­
rargahtan ayrıldı lar. Çarşıda bir efe topluluğuna denk geldiler.
Bir manga zeybek, tığ gibi bir efeyi yarı m ay biçiminde çevre­
lemiş olarak çevik adı m larla kendilerine doğru ilerl iyordu . Bir
hizaya geldiklerinde zeybeklerin ortası ndaki efe, genç subay­
lara :
- Hoş geldiniz, beyler, ded i .
- Hoş bulduk, efem.
Biraz ötede bir adama bu efenin kim olduğunu sordular.
Adam :
- Köpekçi N u ri Efe ! ded i .
İ ki genç subay, biraz ötede b i r başka zeybek topluluğuyla
karşı laştı . Kızanları n ortas ı ndaki orta yaşl ı , pos b ı y ı kl ı efe :
- Merhaba, zabit efendiler! ded i .
- Merhaba, efe m .
Hemen oracı kta bunun da Zu rnacı Mehmet Efe olduğunu
öğrendiler. Genç subaylar, Batı Anadolu'nun bu arslan gibi ya­
kışıkl ı çocuklarına büyük bir sevgi ile bakt ıl ar.
O gece kararı n ı veren genç subaylar deliksiz bir uyku çek­
tikten sonra sabahleyin erkenden Refet Bey'in karargah ı na
vard ı l ar.
Şerif Bey :
- Efendim, bizi cephede kullan ı rsan ız seviniriz. Bunu uy­
gun bulmazsan ı z Yüzbaşı Aziz Bey'in m üfrezesinde tak ı m su­
bayl ı ğ ı yapmaya raz ı y ı z , ded i .
283
Refet Bey :
- Öyleyse Sarayköy'e yarı n gidersiniz. Şimdi, sizi Demir-
ci Mehmet Efe'yle tan ı ştı rmaya gidelim, dedi.
- Buna lüzum yok, efendim .
- Neden? Tan ı ş m ı ş olursunuz.
- Yarı n tedip edeceğim bu insanlarla tan ı şmak istemem .
Şerif Bey'in bu sözünü çok yersiz, haksız ve teh likeli bu­
lan Refet Bey, korkmuş gibi kayg ı l ı bir sesle:
- Su s ! dedi.
Şerif Bey, son ra düşünerek Refet Bey'e hak verdi. Böyle­
ce söyle.n en bir adam değ i l , böyle düşünen bir adam bile De­
m i rci Mehmet Efe'nin bölgesinde tehlikeye düşer ve böyle bir
kurbana da burada hiç kimse acımazd ı .
Şerif Bey'le Celal Bey ertesi sabah trenle Sarayköy'deki
müfrezelerine gittiler. Katıldı kları bölük dört takı m , yüz altm ı ş
k ı l ıç, i k i ağ ı r maki nal ı tüfek v e i k i y ü z atl ıyı aşkı nd ı .
Refet Bey, iki genç subay güçlendirilmiş bölüğe kat ı ld ı ktan
bir saat son ra bölük kumandan ı Aziz Bey'le tak ı m kumandan ı
Refik Bey'i başka bir görevle bir haftal ı ğ ı na bölükten uzaklaş­
t ı rd ı . Gece yarısı ise bölüğe şöyle bir telgraf geld i :
Sarayköy'de Süvari Bölük Ku mandan l ı ğ ı na.
M üfreze, yarı n trenle yola çıkacağ ı ndan saat yedide istas­
yonda haz ı r bulundurulmas ı .
Albay REFET
Sabahleyin , erkenden bölüğün en kıdemli subayı durumu­
na giren Şerif Bey, iki yüz atl ı n ı n kumandas ı n ı eline ald ı . istas­
yonda beklenirken başları pencerelerden d ı şarı sarkm ı ş kala­
bal ı k zeybeklerle dolu bir tren gelerek Dinar yönünde düdük
çalarak uzaklaştı . Onun arkası ndan gelen boş bir tren, Şerif
Bey'i n atları ve atl ı ları n ı alarak yine Dinar yönüne doğru h ı zla
gitmeye başlad ı . Bölük, Dinar'da inerek daha önce Müdafaayı
H u kukçuları n haz ı rlad ı ğ ı konaklara yerleştirildi ve kendilerine
güzel yemekler ç ı karı ld ı .
Demirci Mehmet Efe'n i n Sökeli Ali Efe buyruğunda gön-
284
derdiği üç yüz atl ı , Dinar'dan katı lan yüz yirmi atl ı ve Şerif
Bey'in buyruğu ndaki iki yüz atl ı ve makinal ı tüfek tak ı m ı yla bü­
yükçe bir güç Dinar'da toplandı . Bu topluluğun kumandanları
Sökeli Ali Efe'yle Üsteğmen Şerif Bey, baş başa vererek yapı­
lacak işleri görüştüler.
Şerif Bey, Sökeli Efe'ye hem akı l hocalığı ediyor, hem de
kumandanl ı k taslıyorsa da öbürü bir olgunluk göstererek buna
aldı rış etmiyordu. Aldı kları buyruğa göre, sabah saat yedide yo­
la çıkıp kırk kilometrelik yol kestirdikten sonra Sandı kl ı 'ya vara­
caklard ı . Şerif Bey, gerekli saatte efelerin haz ı rlanmad ı kları n ı
gördü. Kendi bölüğünün önüne düşerek ağı r ağı r ilerlemeye
başladı . Bölük, yarım saat yol alm ı ştı ki Sökeli Ali Efe'nin zey­
bekleriyle geldiğini gördü. Atl ı lar yıldırım gibi onları n yan ı ndan
geçerek gidiyorlard ı . Sonra, dörtnaldan daha aşağı düşen h ız­
larıyla bölüğü geçerek uzaklaşı rlarken Sökeli Ali Efe, Şerif
Bey'in yan ı na gelerek onunla at başı bir gitmeye başlad ı . Zey­
bekler, küçük Anadolu atları üzerinde dizi olarak yanları ndan
geçip giderken iki genç kumandan , onları ilgiyle seyrediyorlardı .
B u s ı rada, Şerif Bey, geçmekte olan zeybeklerden birine:
- Şevket Efe, dikkat et. Akşama atı n ı muayene edece­
ğ i m . Eğer at yaraland ı ysa anlars ı n ya ! diye bağ ı r ı nca, geçen
atl ı lardan biri baş ı n ı ona döndürerek güldü ve geçti .
Sökeli Ali Efe bununla ilgilend i :
- Kumandan , Şevket'i nereden tan ı rs ı n ?
- Dokuz y ı l önce İstanbul'da Davutpaşa Kışlas ı ' nda onu
ben yetiştird i m . Sık sık atı n ı yaralatt ı ğ ı için az m ı dayak yediy­
di benden. Akşama atı n ı muayene etsem yine yaral ı buluru m .
B u n u işitince Sökeli A l i Efe, keyifli b i r kahkaha attı .
Yanları ndan başı öne eğik bir köylü geçiyord u . Onlar ı n
varl ı ğ ı ndan b i l e habersiz görünüyord u .
Sökeli Ali Efe, b u n a kızd ı :
- Hey, day ı ! diye bağ ı rd ı . istanbu l 'da İ ngilizler padişah ı n
s ı rt ı n a semer vurdular sen hala uykudas ı n .
Bununla, köylü n ü n neden selamsı z geçtiğini anlatmak is­
temişti .
285
Sand ı kl ı kasabası na akşama doğru girdiler. Sand ı kl ı halkı
da milislere güzel yemekler ç ı kard ı . Şerif Bey'in nizamiye erle­
ri de bu arada şölene kondular.
Gece dinlenen atl ı lar, sabahleyin erkenden yola çı karak
Afyonkarahisar'a vard ı lar. Burda da güzel yemeklerle ağ ı rlan­
d ı lar. Afyonkarahisar'da trene binerek Konya'ya doğru yola
ç ı ktılar. Sarayönü istasyonunda inerek o dolaylardaki köylere
grup grup yerleştiler. Şerif Bey gibi Sökeli Ali Efe de öbür su­
baylar ve zeybekler de nereye ve neden gittikleri ni pekiyi bil­
miyorlarsa da şöyle böyle seziyorlard ı . Konya halkı , Mustafa
Kemal'in buyurduğu yeni seçime gitmek istemiyor, direniyor,
bu arada büyük bir tehlike yaratıyordu :
- Mebusları m ı z ı seçerek İstanbul'a gönderdik. İkinci bir
mebus seçimi yapmak istemiyoruz! Diyorlard ı .
Sarayönü'nde toplanan u lusal güçler, Konyal ı ları ve bu
arada Albay Fah rettin Bey'i iyice kuşkuland ı rd ı . Konya halk ı ,
eski düşüncelerinde diretirse Konya üzerine yürü neceği anla­
ş ı l ı yord u . Refet Paşa, eli ndeki bu kuvvetle Konya'ya baskı n
yaparak seçi mi Kuvayı Milliye'nin namluları karşı sı ndan yaptır­
mak zoru ndayd ı . Yal n ı z , yolda yeni bir çare düşünerek bunu
uygu lamayı daha elverişli buldu . Elindeki kuvvetle Konya'ya
dek gitmek istemeyerek bu işi şehrin d ı ş ı nda belki de Anka­
ra'da çözümlemeye karar verdi. Askerlerini Sarayönü'nde
trenden indirerek ardan Konya kodamanlarıyla makine baş ı n­
da görüşmeye başlad ı . Başta vali olmak üzere ileri gelen lerle
ve Albay Fah rettin Bey'le uzun bir konuşma kapı sı açt ı . Refet
Paşa, Konyal ı larca epeydir tan ı n maktayd ı .
Makine başı nda konuştuklarına şöyle ded i :
- Seçim işleri v b . gibi soru nlardan dolay ı Konya'ya git­
mek emrini ald ı m . Ancak Konya hesabına bu işleri n çözümlen­
mesi için olağanüstü tedbirler gerekseneceğini san ıyoru m .
Bundan dolayı kuvvetlerimle Konya'ya geleceğime ben daha
çok, daha doğru buluyorum ki vali ve ku mandan beyler de bir­
likte olarak Konya'n ı n eşraf ve uleması ndan yeterince kişi
trenle Sarayönü istasyonuna gelsin ve kendileriyle burada ko-
286
nuşal ı m .
Konyal ı lar, b u istekte hiçbir sakı nca görmediler.
Şerif Bey ve Sökeli Ali Efe, Sarayönü'ne geldiklerinin ikin­
ci gecesi, askerleriyle istasyon dolayları nda molaya geçme
buyruğu ald ı lar. Üsteğmen Şerif Bey istasyonda oturan Refet
Bey'i n yan ı nda bulunuyordu. Refet Bey, Konya kodamanları n ı
getirecek treni dört gözle bekliyordu. E n sonra uzaktan düdük
sesi işitildi. Sabaha bir saat kala üç saattir yol alan tren istas­
yona girdi.
Refet Bey, hemen Şerif Bey'e şu buyruğu verd i :
- Şerif, gelen treni süngülerle muhafaza altına al . Kimse­
yi aşağ ı ya indirtme.
Şerif Bey, hemen koşarak bölüğün yan ına vard ı , subayla­
ra gereken buyrukları verd i . Bölük, yay gibi fı rlad ı ve her vago­
nun kap ı s ı n ı n karş ı s ı na çifte nöbetçiler dikildi .
Aradan bir saat geçtikten sonra, gecenin karanl ı ğ ı dağ ı l ı n­
ca Şerif Bey, vagonlar ı n içinde kı m ı ldamalar görd ü . İçerdeki­
ler, vagonları n kapı ları n ı içerden açarak abdest almak üzere
dirsekleri ne dek sıvan m ı ş kol larıyla d ı şarı çı kmak istediler. Ka­
p ı n ı n önünde dikilen süngülü çift nöbetçileri görü nce duru m u
anlayarak y i n e sessizce kapı ları n ı kapayı p çekildiler.
Şerif Bey de vagonları n her iki yan ı nda gezerek kontrol
ediyord u . Bu ara bir vagonun penceresi açı ld ı . Orta yaşl ı , iri
yarı subay giynekli bir adam görü ndü . Omuzlarına iyice bakın­
ca gördüğü adam ı n bir Albay olduğunu anlad ı . Hemen selam
verd i . Şerif Bey'in ki m olduğunu bilmediği bu asker Albay Fah­
rettin Bey'den başkası değild i . Fahrettin Bey, çok şaşk ı n görü­
nüyord u . Onu n selam ı na başıyla karş ı l ı k verdi. Şerif Bey, bi raz
daha düşünü nce bunun 1 2. Kolordu Kumandan ı olduğunu an­
lad ı . Fahrettin Bey, d u ru m u gördükten son ra, geriye çekilerek
pencereyi kapad ı .
Şerif Bey, istasyona yaklaştığ ı nda Refet Bey :
- Şerif, bana bir subayla on süngülü asker ver. Biz trenle
Ankara'ya gideceğiz. Siz, müfrezelerimizle kalacaks ı n ız, dedi.
- Celal ile on er emrinize haz ı rd ı r efendim .
287
- Hemen yan ı m a gelsinler, yola çıkıyoruz .
Refet Bey, Üsteğmen Celal Bey'le on süngülü askeri ya­
nı na alarak trene atlar atlamaz lokomotif düdüğünü çaldı ve
tren istasyondan ayrı ld ı .
Refet Paşa, tren istasyonu ndan ayrı l ı p d a Afyonkarahisar
ve Eskişehir yön ü nde epeyce yol ald ı ktan son ra, tutsakları n
vagonlarına girerek:
- İlkin, bu d u ru mda sizi üzdüğüm için özü r dileri m , dedi.
Çok önemli bir davayd ı bu. Konya'ya girmem buyuru l muştu .
Eğer Konya'ya girseydim kan dökü lecekti . Ben , bunu isteme­
d i m . Bu işi kans ız ve dostça bitirmeyi düşünd ü m . Sizlerle Sa­
rayönü'nde görüşmeyi tasarlad ı m . Sonra, bunun da yarars ız
olacağ ı n ı düşünerek en iyisi dedim tren Ankara'ya doğru gi­
derken biz de yolda konuşuruz. Şimdi, anl ı yorsunuz ki yolda
da görüşemeyeceğ iz. Çünkü böyle bir görüşme biçi mine hiçbi­
rimizin haz ı rl ı kl ı olmad ı ğ ı n ı görüyorum . En iyisi Ankara'ya gi­
dip Mustafa Kemal Paşa ve Temsil H eyetiyle görüşmemizdir.
Burnunuzun bile kanamayacağ ı na namusum ve askerlik şere­
fim üzerine tem in ederim .
Konyal ı kodamanlar ve Albay Fahrettin Bey b u söz üzerine
epeyce ferahladı larsa da yine de küskündüler ve konuşmadı lar.
Refet Paşa'n ı n Konya eşrafıyla dişli kumandan ı n ı böyle toparla­
y ı p Ankara'ya getirişi, yüzlerde bir şaka gülümseyişi çizdiyse de
hakl ı bir dava olduğundan Refet Bey'i ancak kutlad ı lar.
Mustafa Kemal, hemen ertesi g ü n sabahleyin Fahrettin
Bey'le Konyal ı eşraf ve ulemayı hükü met konağ ı n ı n büyük sa­
lonuna ald ı rarak onlarla çok etkin bir konuşma yaptı . istan­
bul'dan gelmiş olan bütün mebuslar da bu toplantıda bulunu­
yord u . Mustafa Kemal , burada kağ ıda yazmadan yaptı ğ ı ko­
nuşmalar ı n en güzelini ve en önemlisini yaptı . Memleketin içi­
ne sapland ı ğ ı korkunç batakl ı ğ ı , bu ndan ku rtulmak uğruna
u l usun yapmakta olduğu ve yapacağ ı bütün fedakarl ı ğ ı say ı p
döktü . "Çok cidd i , çok vakur, fakat ayn ı zamanda çok kahir
(kah ı r) söylüyord u . Sanki bütün ulus onun kişiliğine girmiş ko­
nuşuyordu."
288
Dinleyenler, kül gibi kesilen benizleriyle şaşkı n ve dilsiz,
gözlerin i ona dikmiş, manyetize olmuşa benziyorlard ı . Hiç kim­
se bu sözler karşısı nda en ufak bir direnme gücü göstermed i .
Ağ ızlardan en ufak bir söz çı kmad ı . Salondakiler, taş kesilmiş
gibiyd i .
E n sonra, ulemadan aksakallı Sivaslı müderris Ali Kemali
Efendi ağz ı n ı açmak için yüreklendi ve ağlamakl ı bir sesle ağ ı r
ağ ı r şunları söyled i :
- Doğrusu , biz duru m u n taa b u kerte ağ ı r olduğu ndan
gaflet üzere i mişiz. Sizleri gördük ve doğruları öğrendik. Kon­
ya' n ı n bu yolda ulustan zerrece bile ayr ı l mayacağ ı na inan ma­
n ı z ı dileriz. Tuttuğunuz kutlu yolda Tanrı sizlere ve cümleye
yard ı m ve başarı bağ ışlas ı n . Tanrı bu Türk ulusu n u , bir İslam
ülkesini şu afetten de korusun ve kurtars ı n .
A l i Kemali Hoca' n ı n söylediği b u güzel sözler, bütün salo­
na çöken büyüyü kırm ı ş , herkes derin derin soluk almaya baş­
lam ı ştı . Şimdi, bütün dinleyiciler, Ali Kemali Hoca' n ı n söylediği
sözler çevresinde toplanm ı ştı . Hepsi de bu düşüncedeydi . Bu
kerte ağ ı r bir hava ile başlayan toplant ı n ı n böyle birdenbire tat­
l ı ya bağlanmas ı , yüzlere dalga dalga sevinç ve mutl u l uğa ben­
zer bir şeyler yayıyord u .
Toplantıdan sonra, Mustafa Kemal , A l i Fuat Paşa v e Albay
Refet Bey, karargaha giderek bu duru m u gözden geçirdiler.
Refet Bey, Fahrettin Bey'le Vali Suphi Bey'in bir süre görevle­
rinden uzak tutulmaları n ı ileri sürd ü . Albay İsmet Bey bu süre
içinde 1 2. Kolordu kumandan l ığ ı n ı yapacak, onun yerine Ge­
nel Kurmay Başkan l ığ ı na da istanbul'dan yeni gelmiş olan
Binbaşı Sali h (Omurtak) Bey bakacakt ı .
Konya heyeti , Nisan ' ı n beşinde Ankara'dan trenle Kon­
ya'ya gitti. On beş sivil ve on iki askere şimdi üç asker daha
kat ı l m ı şt ı . Bunlardan biri Albay İsmet Bey, iki ncisi Refet Bey,
üçüncüsü de Binbaşı Sali h Bey'di.
Tren Nisan ' ı n altısı nda Sarayönü istasyonunda duru nca
Fahrettin Bey'le bütün kurul Refet Paşa'ya Allahaısmarlad ı k,
diyerek karadan Konya'ya yol land ı .
289
Fahrettin Bey, Konya'ya varı nca bütün subayları kolordu
dairesinde toplayarak, güzel ve olumlu bir konuşma yapt ı .
Özet olarak şöyle ded i :
- Son davran ışları m ı z yan l ı ştı . Ankara'daki görüşmeler
sonucu nda öbü r kolordular gibi biz de Temsil Heyeti'ne bağ­
lanmaya karar verdik.
Fahrettin Bey'in bu güzel davran ı ş ı n ı haber alan Refet
Bey, hemen Konya'ya gitti. Fahrettin Bey ayrıca Yusuf İzzet
Paşa'ya da bir telgraf çekerek bundan böyle Temsil Heyeti'ne
bağlanacağ ı n ı bildird i .
Konya, böyle tatlı b i r biçimde Kuvayı Milliye'ye kapı ları n ı
açı nca Refet Bey, Nisan ' ı n üçünde müfrezesiyle Nazilli'ye
dönd ü . İsmet ve Salih Beyler de bir hafta Konya'da kald ı ktan
sonra görevleri eski sahiplerine bı rakarak Ankara'ya döndüler.
Konya işi temelli yoluna girmişti .
*

* *

1 2. Kolordu Kumandan ı Albay Fahrettin Bey, Kuvayı Milliye


saflarına katılarak kolordusunun yönünü de oraya çevirmişti.
Ayrıca, bu yeni ve olumlu durumu da Yusuf İzzet Paşa'ya bildir­
diği halde bu General , tehlike belirtileri veren bir sfenks olmak­
tan kurtu�amam ıştı . Ali Fuat Paşa, onun durumunun düzeltilme­
si görevini tümen kumandanları na vermişti . Bu iş üzerine 6 1 .
Tümen Kumandan ı Kaz ı m Bey'le 56. Tümen Kumandanı Bekir
Sami Bey'e çektiği telgraflara henüz bir karş ı l ı k gelmemişti .
Ali Fuat Paşa'yı avutan şeyler de vard ı . Bir kez Bekir Sa­
mi Bey, Yusuf İzzet Paşa'yı hiç dinlemiyor, bununla da kalma­
yarak onun İstanbul'la telgraflaşması na, bağlantı kurmasına
da engel oluyordu . Bal ı kesir'deki tümenin kumandan ı Kaz ı m
Bey'se bütün Kuvayı Milliye'ye v e Ankara'ya bağ l ı olarak Yu­
suf İzzet Paşa'ya karşı duru m u "idare " eder görü nüyord u . An­
laş ı lan, o da bundan kuru ntuya kap ı larak bütün Bal ı kesir Ku­
vayı Milliyesin i n kendi buyruğuna bağ l ı olduğunu san ı yord u .
Yaln ı z 3 1 Mart'ta Yusuf İzzet Paşa' n ı n Erzuru m 'da Kaz ı m
Karabekir Paşa'ya çekerken Ankara'n ı n eline geçen b i r telgraf,
290
onun çok tehlikeli işlerin peşinde olduğunu gösterdiğinden
Mustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa yay gibi yerleri nden f ı rlad ı lar.
Telgraf ı n ruhu şuydu :
- Bal ı kesir'deki Müdafaayı H ukuk Derneği ile de birlik
kalmak mutluluğuna ermiş olarak kolorduya eskiden olduğu gi­
bi b ı rakışma koşulları na bütünüyle uyularak bunun sürdürül­
mesi üstüne verdiğim kesin buyruk yerine getirilmektedi r.
Bu s ı rada, Biga dolayları ndaki kendi soyundan i nsan stok­
ları ndan yararlanan Anzavur her geçtiği yerde kendisine katı­
lan çapulcularla bir çığ gibi büyüyerek son ereği Bursa olaca­
ğa benzeyen kanl ı bir yürüyüşe ç ı km ı şt ı .
Yusuf İzzet Paşa, başı nda Birinci Dünya Savaşı'nda ü n
yapmış, yiğit b i r asker olan Rahmi Bey'in bulunduğu derme çat­
ma 1 74. Alayı ona karşı gönderdi. Anzavur bir baskı nla bu alayı
çil yavrusu gibi dağ ıtarak kahraman Rahmi Bey'i de dinsiz ve
padişah düşman yaftalarıyla karalayarak halka parçalattırd ı .
Sonra, yine Tümen Ku mandan ı Bekir Sami Bey'e bildir­
meden 26 Mart'ta Kirmasti (Kemalpaşa- BURSA)'da bulu nan
1 72. Alay ı n da Manyas yön ü nde ayaklanmalara karşı yürüyü­
şe geçmesini buyurmuştu . Alay ı n kumandan ı Trabzon l u , pos­
bıyıkl ı , sert ve ters huylu ve Kuvayı Milliyeci Yarbay Kasap Os­
man Bey, kolordu ku mandan ı n ı n bu buyruğunu yerine geti r­
mek istemed i . Üssünden uzakta savaşa çı karsa Yarbay Rah­
m i Bey'in baş ı na gelenler kendisi nin baş ı na da gelir kayg ı sıy­
la yerinden kı m ı ldamayarak kolordu kumandan ına ayaklan ıcı­
ları Kirmasti ile Karacabey'de karşılayacağ ı n ı bildird i . Ayrıca,
ona boyun eğmemesin i n bir nedeninin de Ankara'ya bağ l ı ol­
mayışı ndan olduğunu anlatmak istedi .
B u n u n üzerine kolordu kumandan ı , durumu Bekir Sami
Bey'e bildirerek Osman Bey'in Divan - ı Harb'e verilmesini iste­
diyse de o Osman Bey'i salt Bursa'ya çağ ı rmakla yetindi .
Yal n ı z Yarbay ( Kasap) Osman Bey, alay ı n ı n baş ı ndan
uzaklaş ı r uzaklaşmaz Kirmasti ve Karacabey karı ştı . Osman
Bey, kumandan l ığ ı n ı n yan ı s ı ra çeteciliğe ve terörcülüğe de
başvu rduğu ndan Kuvayı Milliye'ye karşı gelenlerin iflah ı n ı ke-
29 1
siyor, özel olarak toplad ı ğ ı paralarla alay ı n kasası nda bol öl­
çekte para bulunduruyord u .
4 Nisan günü Osman Bey, Bursa'ya gitmek üzere yola ko­
yulurken Anzavur'un Bandı rma'ya yaklaştığ ı n ı gören Yusuf iz­
zet Paşa da kıtaları denetleme bahanesiyle yine o gün karar­
gah ı n ı n kendisiyle gitmeye razı olanlarıyla Bursa'ya doğru yo­
la çıkmıştı .
Osman Bey, Bu rsa'ya vard ı ktan son ra, Bekir Sami Bey
Ankara'n ı n kendisine verdiği yetkiyle onu yine Kirmasti'ye gön­
derd i . Bursa'ya gitmekte olan İzzet Paşa, Osman Bey' i n , Di­
van - ı Harp'te yarg ı lanma yerine kolları n ı sallayarak yine alaya
döndüğünü görünce küplere bindi . Hemen bileklerine kelepçe
vurdu rarak önüne katıp yine Bursa'ya götürdü.
Yusuf İzzet Paşa'n ı n kızg ı nl ı ğ ı , ancak gazap sözcüğü ile
anlatı labilird i . Osman Bey'i ille de kurşuna dizdirmek istiyor ve
diretiyordu. Bu kez de bütü n kolordu karargah ı onun bu buyru­
ğ u n u n karş ı s ı na dikild i .
Gerçi , Osman Bey'i kurşuna dizdirememişse de Bekir Sa­
mi Bey'in ayağ ı na bukağ ı olmaya, onun önemli örgüt İşleri n i
aksatmaya başlam ı şt ı . Onun böyle apaç ı k Ankara'ya s ı rtı n ı
çevirmesi, bütün Kuvayı Milliyeci subaylar ı n bir g ranit blok gi­
bi karşısır:ıa dikilmesine yol açt ı . Bursa' n ı n u lusal örgütleriyle
kolordu subayları bu ve daha bunun gibi bi rçok tehlike karş ı ­
sı nda el e l e vermekte gecikmediler.
Bekir Sami Bey'i n Emir Subayı Selahattin Bey hepsinden
baskı n çıktı . Hiç kimseye haber vermeden telgrafhanede Tem­
sil Heyeti Başkan ı Mustafa Kemal' i arad ı . Karş ı s ı na Teğmen
Hayati Bey ç ı kt ı . Hayati Bey haberi Mustafa Kemal'e i letti . Bu
s ı rada. Ankara Ziraat Mektebi'nde M ustafa Kemal , Ali Fuat Pa­
şa ile baş başa vermiş, gittikçe zor bir durum alan işleri görü­
şüyorlard ı .
Mustafa Kemal , hemen Ali Fuat Paşa'ya:
- Mutlaka Yusuf İzzet Paşa üstü nedir, ded i . Bu işi bir tür­
lü çözümleyemedik. Anzavu r isyanı da dal budak sal ıyor. Art ı k
b u n a d a kesi n bir çare bulmak gerek.
292
Ali Fuat Paşa'ya göre bu iki işin de çözümleme zaman ı
gelmiş, geçmişti bile.
- Merak etme, Paşam , dedi. Önce Ethem Bey'in ulusal
müfrezelerini Salihli'den ayaklanma bölgesine getiriyoruz. Ha­
berleşmekteyiz . Hareketlerinden her gün bilgi al ıyoru m . İsyan
bölgesine yaklaşmak üzereler. Yusuf İzzet Paşa'ya gelince,
ben Bursa'ya gideyim .
Böyle konuşarak birlikte makina baş ı na gittiler. Selahattin
Bey, telin öbü r ucu ndan seslend i :
- Paşa Hazretleri , 5 6 . Tümen Yaveri Yüzbaşı Selahattin
karş ı n ı zdad ı r.
- Ben de Mustafa Kemal Paşa'yı m .
- Paşam , Yusuf İzzet Paşa Bu rsa'ya geldi. Yolda1 72.
Alay Kumandan ı Osman Bey'in ellerine kelepçe vurdu rarak
Bursa'ya getirdi ve onu kurşuna dizdirmek istedi . Beki r Sami
Bey'i n çal ı şmalar ı n ı engelliyor; ulusal örgütlerin ve subaylar ı n
moralleri ni kırıp du ruyor. Örneğ i n , Müdafaayı H u kuk Derne­
ği'nin toplantısı nda Başkan Mahmut Celal (Bayar) Bey'e :
"Sizler, daha yüzler rakamtyla kuvvet topladığınızdan söz
ediyorsunuz, oysa gelen Anzavur'un yanında altı bin süvari,
bir o kadar da piyade var. Böyle çalışacaksanız hiç zahmet et­
meyiniz!" ded i . Yusuf İzzet Paşa'n ı n bu olumsuz davranı şları
hepimizi isyan ettirdi. E m riniz ne olacakt ı r?
Mustafa Kemal :
- Şimdi, kimi emirler yazd ı racağ ı m , bu ndan sonra, senin­
le telgraf baş ı nda görüşmek zoru nda kal ı rsak sana öbür ad ı n ı
soracağ ı m , "GÖK" diyeceksin . Seni sanarak başkasıyla gö­
rüşmek gafletine düşmeyelim.
Tümcelerini yazd ı rd ı ktan sonra Ali Fuat Paşa'ya dönerek:
- Yusuf İzzet Paşa işini şimdi ve kesin olarak çözümle­
mek istiyoru m . Sen , ne dersin? ded i .
- Tamam. Ayn ı düşü ncedeyim.
- Öyleyse yazd ı ral ı m , diyerek Yusuf İzzet Paşa'ya şöyle
bir telgraf yazd ı rd ı :
Denetlemek üzere Bursa'ya teşrif buyurdukları haber al ı n -
293
d ı . Siyasal ve askersel en önemli kararları n verilmesi g ü nlerin­
deyiz. Sizin de bu görüşmelerde haz ı r bu lunman ı z yararl ı ola­
cakt ı r. Ankara'ya teşrifleri n i rica eder, sayg ı ları m ı sunarı m .
Mustafa KEMAL

Mustafa Kemal , bundan sonra 56. Tümen Ku mandan ı Al­


bay Bekir Sam i Bey'e şöyle bir telg raf çekti :
Yusuf İzzet Paşa'ya yazd ı ğ ı m ı z şifreyi okuyu nuz.
Kendisine bir şey duyu rmadan ve kı rmadan Ankara'ya
gelmesini söyleyiniz. Gelmemekte direnirse kendisini tutuklu
olarak Ankara'ya göndermenizi dileri m .
Mustafa KEMAL

Mustafa Kemal , bu iki şifreden sonra Yüzbaşı Selahatti n


Bey'e şöyle b i r direktif verd i :
Bekir Sam i Bey'e gösterdikten son ra Yusuf İzzet Paşa'n ı n
şifresi n i kendisine veriniz. Onun çok ivedi olarak Ankara'ya
yollanmas ı n ı sağlamak üzere Bekir Sami Bey katı nda gücü nü­
zün son haddini kullan ı n ız. Yusuf İzzet Paşa, Ankara'ya gel­
memekte direti rse tutuklayarak Ankara'ya gönderi niz. Bu dav­
ran ı ş ı n ıza Bekir Sami Bey engel olmaya kalkarsa onu da tu­
tuklayarak Ankara'ya gönderi niz. Bunları dalland ı r ı p budaklan­
d ı rmadan çözü m lemenizi diler ve umar, gözlerin izden öperim .
Sonucu bana telgraf başı nda bildiriniz.
Mustafa KEMAL

Mustafa Kemal 'le Ali Fuat Paşa telgrafhaneden çıkt ı ktan


sonra Selahatti n Bey'i tan ıyıp tan ı mad ı kları n ı düşündülerse de
bellekleri onlara bu adda hiçbir subay bildirmed i . Bu fedakar,
g i rişim sahibi ve yürekli subay düşü nceleri n i kara düş gibi ka­
rartan Yusuf İzzet Paşa işi ni yol u na koyacağa benziyord u . İki­
sinin de içi hafiflemişti .
Karargaha vard ı kları nda Selahatti n Bey üstüne epeyce
bilgi ald ı lar. Bu yürekli Yüzbaş ı , Kafkasya ve I rak cephesinde
iri kıyı m kumandanları n yan ı nda başarı l ı görevler görmüştü .
294
Mustafa Kemal Paşa:
- İ nşallah , yar ı n Selahattin 'den hay ı rl ı haberler al ı rız, de­
di. Ben bu subay ı n , vermiş olduğum emirleri yeri ne getireceği­
ni umuyoru m . Sen ne dersin ?
- Evet, Paşam , Selahatti n'in başaracağ ı na kanaat getir­
dim.
- Yakı nda Bursa'ya gideceğine göre b u subay ı taltif ve
takdir et.
Yüzbaşı Selahattin Bey, telgrafhaneden Mustafa Kemal'in
direktif şifrelerini alarak Yusuf İzzet Paşa'n ı nkini Bekir Sami
Bey'e gösterd i . Son ra bunu götü rüp paşan ı n kendisine verd i .
Yusuf İzzet Paşa, telgrafı s o n kerte dikkatle okudu , hiçbir
şey söylemed i .
Selahattin Bey, paşan ı n yan ı ndan ayrılarak Bekir Sami
Bey'in yan ı na gitti ve ad ı na çekilen şifreyi ona verd i .
Bekir Sami Bey, b u n u derin b i r dikkatle okuduktan sonra:
- Yusuf İzzet Paşa hakkı ndaki karara bütü nüyle kat ı l ı yo­
ru m , ded i . Beni karıştı rmaks ı z ı n ve bir g ü rültüye meydan ver­
meksizin bu işi hallediniz.
Bunun üzerine Selahattin Bey, Yusuf İzzet Paşa'yı Anka­
ra'ya götü recek bir araçla, bir de sayg ı kıtası hazı rlatarak pa­
şan ı n yatt ı ğ ı yap ı n ı n önünde bulundurulmas ı n ı sağlad ı . Bu iş­
ler g ü rü ltüsüz pat ı rtısız oluvermişti . Paşa, arabaya binmemek
için diretirse hemen tutuklanacak ve böylece yola ç ı karı lacak­
tı . İş hiç de korku lduğ u gibi olmad ı .
Yusuf İzzet Paşa, sabahleyin kalkıp d a araban ı n ve sayg ı
kıtas ı n ı n haz ı r olduğ u n u görü nce çabucak hazı rland ı . Yaveriy­
le arabaya binerek Ankara'ya yolland ı .
Yüzbaşı Selahattin Bey, bu olup bitenleri şifrelemek üze­
re yine Mustafa Kemal'i makina baş ı na çağ ı rd ı .
Mustafa Kemal ' le Ali Fuat Paşa, gerçek bir merak v e he­
yecanla telgrafhaneye vard ı kları nda, Selahattin Bey'in telgra­
fı n ı ald ı lar ve büyük bir sevinçle okudular.
Selahattin Bey, telgraf ı n son u nda:
- Başka bir emriniz var m ı Paşa Hazretleri ? diye soruyor­
du.
295
Mustafa Kemal , telgrafı yüksek sesle okuduktan sonra, Ali
Fuat Paşa'ya:
- Duyuşları m ı zda yan ı lmam ı ş ı z , dedi.
Yüzü sevinçten parlayarak fedakar Yüzbaşı ya şu telgrafı
çekti :
Size ve arkadaşları n ıza teşekkür ederim . Ulusumuz sizin
gibi akı l l ı , yürekli ve fedakar subaylara sahip oldukça gelece­
ğe güvenebilir. Yakı nda Ali Fuat Paşa oraya gelecektir. Sizleri
''taltif ve takdir" edecektir. Gözlerinizden öperi m .

1 O N isan 1 920 günü Bursa'dan Ankara'ya yollanan Yusuf


İzzet Paşa, Kuvayı Milliye safları aras ı na karı şacak ve Sakar­
ya Savaşları nda yararl ı klar gösterecektir.
Ali Fuat Paşa, Ankara bozkı rlar ı n ı sapsarı bir çiçek deni­
zinin kaplad ı ğ ı 1 3 N isan g ü n ü , karargah ıyla trene binerek Ba­
tı 'ya doğru yolland ı ğ ı nda suyun baş ı n ı kesen ejderhaya karşı
tek baş ı na yü rüyen bir masal kahraman ı ndan başka biri değil­
d i . Şu birkaç gün içinde çok önemli olaylar geçmişti. Ellerinde
avuçları nda bin türlü dikkatle ve zorla tuttukları olanaklar, par­
makları n ı n aras ı ndan kum gibi akı p gidiyord u .
Anzavur ayaklan ışı başlad ı ğ ı ndan beri bütü n memleket,
bir ayaklanış dalgas ı na tutulmuştu . İ hanetler, alçakl ı klar, cina­
yetler birbirini kovalıyor, kötülük, kapkara bir vaku m yağ ı leke­
si gibi Anadolu ' n u n saf ve temiz şehirlerine bulaşarak Doğu'ya
doğru yay ı l ı yord u .
Paşay ı , bugü n lerde en çok üzen olaylardan biri 2 0 . Kolor­
dunun 24. Tümenin 2. Piyade Alay ı n ı n Eskişehir-Bursa yürü­
yüşü s ı rası nda H i lafetçi propagandan ı n rüzgarı na kap ı larak
darmadağ ı n oluşuyd u .
Anzavur'un Bursa üzerine yürümesini önlemek üzere Es­
kişehi r'den yayan olarak 56. Tümen buyruğuna giden alay ı n
birinci tabu ru , yolda özel olarak içlerine sokulan bozguncuları n
etkisiyle silahlarıyla birlikte dağ ı lm ı ş , Bursa'ya ancak yüz elli
kişi varabilmişti . Alay ı n ikinci taburu da Bilecik-Bursa arası nda
pusu kurmuş olan ihaneti n şerrine uğrayarak dağ ı l ı p gitmişti .
296
24. Tümen Ku mandan ı Mahmut Bey bunun üzerine bütün
alay ı n yok olmas ı n ı önlemek üzere kim i tedbirler almıştı .
Üçüncü tabur Bu rsa'ya doğru yola çıkt ığı nda araları na er giy­
neği giymiş birkaç da genç subay katı l m ı ştı . Bu subaylar, ken­
dileri n i tan ıtmadan yolda Kuvayı Milliye üstü ne güzel propa­
gandalar yap m ı şlar, d ı şardan tabu run safları na sokulmak iste­
nen görevli ajanları engellemişler ve altı yüz kişilik taburdan
hiçbir ku rban verdirmeyerek Bu rsa'ya ulaşmışlard ı . Er kı l ı ğ ı na
girerek üçüncü taburu dağ ı lmaktan kurtaran genç subaylar,
bütü n yol boyu nca köylü ve hoca k ı l ı kl ı birçok sahte kişilerin
askerlerin aras ı na karışarak:
- Anzavur ve maiyeti padişah ı n Müslüman askeridir. On­
lara silah atanlar katil ve padişaha hain olurlar! diye çok tehli­
keli bir s ı ra propaganda yaptı klarına tan ı k olmuşlard ı .
Sonradan , suçl ular yakalan ı p zararsı z duruma getirilmiş­
se de Ali Fuat Paşa'n ı n ve bütü n Kuvayı Milliye'nin gözbebeği
olan 20. Kolordunun bir parçası fı rtı nada ku m taneleri gibi da­
ğ ı l ı p gitmişti .
1 3 N isan'da Düzce'yi basan dört bin kişi lik Padişahçı ­
ayaklan ıcı gücü , memurlarla su bayları tutuklay ı p cezaevine
doldu rmuş, süvari müfrezesinin silah ve atları n ı ellerinden al­
m ı şlard ı . Bu ayaklan ış, bir ucu Ankara'n ı n burnunun dibine
dek varan bir yığ ı n zincirleme ayaklanmaya da yol açm ıştı .
Ali Fuat Paşa'n ı n ilk ereğ i , bu istanbul'ca kolayca besle­
nen ayaklan ış yatağ ı n ı ku rutarak Ankara'yı tehdide başlayan
yang ı n başlang ıçları n ı yerinde söndürmekti . Bu boşluk içinde
yeni örgütler yaparak gerekirse tek baş ı na savaşacaktı .
Bu koşullar altı nda Bursa önemli bir duruma gelm işti . Bu­
rayı hem padişahçı güçlere kaptı rmamak, hem de onu İstan­
bul h ükümeti nin propaganda savsağ ı na karş ı bir Kuvay ı Milli­
yeci propaganda yumruğu ve stratejik bir koz olarak kullanmak
gerekiyord u . 23 Nisan'da Ankara'da Ulusal Meclis açı l ı rken
Bu rsa'da da büyük gösteriler yapı lacakt ı . Bu arada pek yoğ u n
b i r u lema yatağ ı olan , gericilerin de s ı ğ ı nağ ı durumuna gelen
Bursa, uyarılmaya ve ulema, Kuvayı Milliye davası için kaza­
n ı lmaya çal ı ş ı lacaktı .
297
Ali Fuat Paşa, bu amaç için ilkin Bursa'ya gidecek, ondan
son ra toplayabildiği irili ufakl ı bütün güçleri kuzeydeki ayaklan­
ma bölgesine sürecekti. Bu kararı , paşa kendisi vermiş, Mus­
tafa Kemal'e açm ış, o da buna razı olmuştu .
Ali Fuat Paşa, N isan ' ı n on altısı nda Bilecik'e vard ı . Orda
bir gece dinlenerek ertesi sabah 24. Tümen Kumandan ı Yar­
bay Mahmut Bey'le görüşmek üzere oto drezinle Lefke'ye (Os­
maneli) gitti .
1 7 Mart'tan beri görüşmemişlerdi. Ona Batı Cephesinin du­
rumunu, ayaklan ışları n olmuşunu, olacağ ı n ı uzun uzad ıya an­
lattı . Yakı n ve uzak tehlikeleri birlikte gözden geçirdiler. Durum,
son kerte tehlikeliydi. Nizami güçlerin, isyan dalgaları karşısın­
da kolayca çözülüp dağ ı l ması , yepyeni bir sorun yaratıyordu.
Bunu kavramak gerekiyordu. 1 72. ve 1 74. Alaylarla 24. Tüme­
nin 2. Alayı ndan iki taburun bütün silahlarıyla ve ağ ı rl ı klarıyla el­
den çı kmas ı , bu sorunun üzerine eğilmeyi farz kılıyordu.
Bunun üstüne Mahmut Bey'e şunları söyledi :
- Bir süre daha ayaklanma merkezleri üzerine ordu kıta­
larıyla yürümekten elden geldiğince kaçı nmalıyız. Bunlarla an­
cak bulunduğumuz yerleri bir engel gerisinde savu nmal ı y ı z .
Eğer üzerlerine yürüyüp m üfrezelerimizi dağ ıtacak olursak is­
yanlar ı n gücü n ü ve moralini yükselti riz. Ayaklan ma bölgesinin
genişlemesine yol açarız. Ayaklanma merkezleri tecrübel i
m üfrezelerle dize getirilecektir. Bu amaçla Salihli'den Ethem
Bey'in ulusal m üfrezelerini Karesi Sancağ ı 'na getirdik; Anza­
vur'un ezilmesi işi başlam ıştı r. Bu rada sonuç al ı nd ı ktan sonra,
bu müfrezeleri Hendek ve Bolu 'ya getirteceğiz. Bu sı rada, za­
man kazanacağ ı z . Ankara'daki arkadaşları m ı z acele ve telaş
edebilirler. Bizse i htiyatı elden bı rakmayacağ ı z . Hareket böl­
gelerinde güvenle yü rüyerek ayaklananlara ilk günlerde bir ba­
şarı fı rsatı vermemeye çal ışacağ ı z . Ayaklanma bölgelerinde
düşmanlar ı m ı z ne yaz ı k ki anlaşmak olanağ ı b ı rakmam ışlar,
ayaklanman ı n dayand ı ğ ı güçler ezilmedikçe, onlara inanmak
doğru değildir. Ezilmez, gözleri y ı ld ı r ı l mazsa h içbir lafa kulak
asmazlar.
298
Paşayı büyük bir sayg ı ve dikkatle dinleyen Yarbay Mah-
mut Bey, şu yan ıtı verd i :
- Bütü nüyle sizin düşü ncenizdeyim.
Paşa, ona son olarak şu birkaç sözü de söyledi :
- Ben , Bu rsa'dan Anzavur'u ezmeye çal ı şacağ ı m . Bun­
dan son ra, Adapazarı 'na geçeceği m . Belki bu zaman içinde
Hendek, Düzce ve Bolu dolayları nda daha güçlü ayaklan ı şlar
ç ı kabilir ve sizi bunlara karş ı görevlendirebilirler. Vermiş oldu­
ğum buyruk çerçevesinde davranman ı z ı düşünürlüğünüzden
beklerim .
A l i Fuat Paşa, genç arkadaş ı n ı n e l i n i büyük b i r sevgi ve
sempatiyle s ı karak yine Bilecik'e dönd ü .
Paşa' n ı n , Mahmut Bey'i b u son görüşüydü.
1 N isan akşamı Lefke'den (Osmaneli) Bilecik'e dönen Pa­
şa, kısa ve tedirgin uykusunu sıcak yatağ ı nda bı rakarak tanye­
ri atarken karargah personeliyle Bursa'ya yolland ı . Nisan ' ı n on
dokuzuncu günü akşam ı yorgun arg ı n Bursa'ya vard ı kları nda
56. Tümen Kumandan ı Albay Bekir Sami Bey'in ve Bursa Mü­
dafaayı Hukuk Derneği Başkan ı Mahmut Celal (Bayar) Bey'in
ayağa kaldı rd ı ğ ı bir propaganda kalabal ı ğ ı onları gösteriler ya­
parak karşılad ı . Paşa, yol kıyısına dizilen kalabal ı k halk ve as­
ker yığı nları n ı n önünden salt selamlayarak geçmek zoru nda
kaldı ve doğruca tümen karargah ı na koştu . Durum çok sıkışık­
tı . Bin türlü derde bin türlü deva bulmak zoru ndaydı . Hem vali
vekili, hem de 56. Tümen Kumandan ı olan Bekir Sami Bey, tü­
men karargah ı nda birçok değerli subayı Paşa'yla tanı şt ı rd ı . Pa­
şa, bu kahraman subayların ellerini sı msıcak duygularla s ı ktı .
Şundan ki 1 6 Nisan'dan beri Bursa şehrini d ışardan Anzavu r
sürülerine, içerden de Kuvayı Milliye düşman ı gericilerin alttan
alta hazı rlad ı ğ ı iç ayaklanışa göz açtı rmayan bu bir avuç beyin
ve yürek sahibi subayd ı . Hepsi de Bekir Sami Bey gibi yürek­
liydi. Beşevler'in ve Çekirge'nin altı ndaki köprüleri vaktinde tu­
tarak çok büyük bir felaketin önüne geçmişlerdi.
*

* *

299
Anzavur Ahmet, Yen ice'de Dramal ı R ı za müfrezesini da­
ğ ı t ı p çok değerli cephane stokları n ı n yakı lmasına yol açtı ktan
sonra, üzerine gelen Yarbay Sabri ve Binbaşı Derviş Bey buy­
ruğundaki kuvvetleri de perişan etti. Albay Bekir Sami Bey'in
56. Tümenden ayı rarak Gönen'e doğru ilerleyen Anzavu r sü­
rüleri üzerine gönderdiği Yarbay Rahmi Bey buyruğundaki
müfreze de darmadağ ı n ve kumandan da şehit old u .
Artık, yolu üzerindeki d e n k geldiği güçleri , hallaç pamuğu
gibi atan Anzavur, yenilmez bir başbuğ olduğuna inanmaya
başlam ı ştı . Artık, bir ereği de vard ı . Marmara Bölgesi'ndeki bü­
tün şehirleri sel gibi kaplayarak Bursa'dan sonra İzmit ve Ada­
pazarı bölgesindeki Çerkez ve Abaza stoklarıyla bağlantı ku­
rup Akdeniz'den Karadeniz'e dek bir demir kuşak meydana
getirecekti. Kafası nda büyük düşlerin şimşekleri çakıyord u .
Bu sı rada Anzavur sürülerinin büyük, uğursuz b i r gürültü
ile Band ı rma'ya doğru ilerlediğini gören 1 4. Kolordu Kumanda­
nı Yusuf İzzet Paşa, karargah ı n ı ald ı ğ ı gibi Bursa'ya kaçtı .
Anzavur kolları n ı sallayarak Band ı rma'ya gird i . Önünde
hiçbir engel görmediğinden bu rayı da geçerek ilerled i . Karaca­
bey'i, Kirmasti'yi (Mustafakemalpaşa) ele geçi rdi. Bal ı kesir ve
Bursa iri kıyım iki erek durumuna gird i . Her geçtiği yerden or­
dusuna katı lan serüvenci , yağmacı insan y ı ğ ı n ları ile Kuvayı
Milliyeci grupları n morali üzerine korkunç ve iri kayalar gibi yu­
varlan ıyord u .
Anzavur, güzel binek atı n ı n üstünde girdiği kasabalarda
kendisini bilerek, bilmeyerek karşılayan halk yığı nları na şöyle
diyordu :
- Göğsünde iman, başı nda Kuran ve elinde ferman ola­
rak ben geldim. K ı rp ı k bıyıkl ı , Padişah düşman ı subayları n ka­
faları n ı kesmek, şeriat ı n icab ı d ı r !
A rt ı k , hiçbir g ü c ü n durduramayacağ ı anlaşı lan Anzavur,
gözlerini iştahla gerici halk y ı ğ ı n ları n ı n kaynaştı ğ ı Bursa'ya
dikmişti . Bursa'da Albay Bekir Sami Bey, ad ı var, kendisi yok
56. Tümenin başı nda elleri böğründe kara kara düşünüyordu.
Bursa, öyle netameli bir yerdi ki Kuvayı Mill iye örgütü ya-
300
pı lamad ı ğ ı gibi tümendeki askerleri orda tutmak da elden gel­
miyord u . Yüz asker toplayabildiği gün, yüz elli asker silahlarıy­
la birlikte kaçıyordu. Bütün Bursa halkı n ı n , Kuvayı Milliye'ye
karşı dönük oluşun u n nedenleri meydandayd ı . "Bursa halkı,
eski emekli, küskün memurlar, hacılar, hocalar ve softalarla
doluydu. " Beki r Sami Bey, tümenden ayı rd ı ğ ı ancak üç yüz ki­
şi tutarı ndaki bi rkaç taburluk askeri en çok güvendiği subayla­
rın buyruğu nda Bursa'ya iki saat çeken Band ı rma yolu üzerin­
deki Beşevler'e gönderdi. Askerler burda harı l harı l siper kaza­
rak savunaklar meydana getirmeye başlad ı lar.
Ali Fuat Paşa da Eskişehir'de bulu nan 20. Kolord u n u n
İkinci Piyade Alay ı n ı onları güçlendirmek üzere parça parça
Bursa'ya göndermeye başlad ı . İ l k tabur Bursa'ya otuz kilomet­
re uzakl ı ktaki Dimboz Karakolu'na (şimdiki adı Erdoğan köyü,
Kestel ilçesine bağlı) vard ı ğ ı nda Bursal ı bozgu ncular, çabucak
taburun içine sızarak korku nç bir propagandaya giriştiler. Ge­
celeyin bütün erat silahlarıyla birlikte yitiklere karı ştı . Üç g ü n
sonra, Bursa'ya doğru yola ç ı karı lan ikinci tabur subayları n ı n
büyük dikkati altı nda şehre varabildi .
Bu kez , yolda askerler arası nda Kuvay ı Milliyeciliğin iyiliği
üstü ne propaganda yapan gizli adamlar sokulmuş ve herhan­
gi bir yandan gelecek zehirli propagandalar için bir panzehir
hazı rlamaya çal ı ş ı l m ı ştı . İkinci tabur Bursa'ya vard ı ktan son ra,
bir gece dinlendi. Ertesi g ü n , Beşevler'de savunma haz ı rl ı ğ ı
yapmak üzere yola ç ı karı ld ı .
Yoldan geçen askerciklere burda Odiseus'un sirenlerini
and ı ran y ı ğ ı n larla halk kad ı n ı bahçelerin kenarı na dizilerek
şöyle laflar atmaya, bağ ı rmaya başlad ı lar:
- Askerler, bu subaylar sizi Padişah' ı n askerlerine karşı
savaşa götürüyorlar. Siz, Müslüman kardeşlerinize kurşun mu
atacaksı n ız? Padişaha karşı asi oluyorsunuz, kafir oluyorsunuz.
Bunları işiten askerler, henüz Bursa'dan iki kilometre
uzakta, akşam ı n karanl ı ğ ı na karı şarak sıvışmaya başlad ı lar.
Dağ ı l mayı önlemek isteyen zavall ı subaylar, kaçakları n kur­
şunlarıyla öldürülmek tehlikesi atlatt ı lar.
30 1
Taburun subayları , bahçelerin çitlerine yaslanm ı ş Bursal ı
kad ı nları n küçümseyici kahkahaları ve laf atmaları arası nda
elleri boş 56. Tümen Kumandan ı Bekir Sami Bey'in yan ı na
döndüler. Beki r Sami Bey'le karargah ı ndan beş altı subay ve
bir de Bursa Müdafaayı Hukuk Derneği üyeleri koca şehrin bi­
ricik Kuvayı Milliyecileri olarak ortada kaldılar.
Düşman bir şeh i r, bu bir avuç i nsan ı koca bir kin okyanu­
suyla çevreliyor gibiydi.
İki nci taburun da silahlarıyla dağ ı l ı p gidişi, başta Bekir Sami
Bey olmak üzere, birkaç yürekli subayla birkaç sivil Müdafaayı
H ukukçuyu çileden çı kardı ve ü rküttü . Şimdi iş, büsbütün sarpa
sarıyordu. Bursa'yı Anzavur'a karşı savunmak bir yana kendi
canları n ı kurtarabilmek kaygısı baş göstermişti. Eğer, Bursa'n ı n
biraz ötesinde dağ ı lan askerler, şehre girerse zaten fı rsat bekle­
yen halkı da kışkı rtıp bir düşmanlık dalgası uyandı rabilirlerdi. Bu
da birkaç Kuvayı Milliyeciyi bir ı rmaktaki saman çöpleri gibi sü­
rükleyip götürebilirdi. Bunu düşünen bir iki subay, Bursa' n ı n ba­
tıya giden yolu üzerine iki ağı r makinal ı tüfek yerleştirerek saba­
ha dek körlemeden bir korkutmaca ateşi sürdürdüler. Böylece
kaçakları n şehre girmesini önleyerek ölüm tehlikesini atlattı lar.
Bu korkunç günlerde iki tabu run dağ ı l ması na yol açan ve
Bursa' n ı rı içinde kanl ı bir ayaklanma hazı rlayan ve çoğu lntel­
ligence Service 'in adam ı olan bütün sahte sarıklı lar, ele geçi­
rilerek kötülük yapamayacakları yere gönderildi.
Ali Fuat Paşa, Ankara'dan Bu rsa'ya yolland ı ğ ı nda Ethem
Bey, Anzavur Ah met Paşa'yı kötek ata ata Biga'ya doğru kova­
lamaya başlam ı ştı . Ne var ki olaylar y ı ld ı rı m h ızıyla geliştiğin­
den çabuk ve doğru haber alı nam ıyord u .
Ethem Bey'i n , h ı ş ı m g i b i Anzavur'un üstüne atı l d ı ğ ı bilini­
yorsa da yine de Ali Fuat başta olarak bütün Bursa'daki Kuva­
yı Milliyeciler, şeh ri her an tehlikede görmekten kendilerini ala­
m ı yorlard ı . Anzavur'un nizamiye alay ve taburları n ı darmada­
ğ ı n edişi, hepsin i n moralini kırmıştı .
Ali Fuat Paşa'n ı n bir tek umudu Ethem Bey'di . Anzavur
sürülerinin dili nden en iyi onun anlayacağ ı n ı biliyord u . Bilinçli
302
ve sağlam gerilla akı ncı ları n ı n onları n hakkı ndan geleceğini bi­
liyor ve bekliyord u .
Paşa, daha Bilecik'teyken Ethem Bey'in Anzavur sürü leri­
ne atmaya başlad ı ğ ı ilk sopaları n sesini işitmiş ve Bu rsa'ya bi­
raz da haberlerin verdiği iyimserlikle yollan m ı ştı .
Bursa'ya vard ı ğ ı nda ise Ethem Bey, Anzavur sürüleri n i
Susurluk'tan sökmüş, bütün h ı zıyla Biga'ya doğru kovalamak­
tayd ı . Böyle olduğu halde 1 9-20 Nisan gecesi Bursa'daki Ku­
vayı Milliyeciler için bunal ı m l ı bir gece old u .
Anzavur'un h e r an Bursa kapı ları nda görünmesi bekleni­
yord u . 20 Nisan'da Paşa' n ı n eline geçen Biga'ya varan Ethem
Bey'in telgraf ı , geceki korkunç kara düşü bir sevinç ışığıyla y ı ­
kayı p sildi v e yok etti . Ethem Bey, Anzavur sürülerinin bütün da­
ğ ıtıld ı ğ ı n ı Anzavur'un da Karabiga'ya yanaşan bir İ ngiliz savaş
gemisine binerek istanbul'a kaçtığ ı n ı bildiriyord u . Kuvayı Milli­
yecilerle bütün Bursal ı ları n sinirleri bu haber üzerine yatışm ıştı .
Ali Fuat Paşa' n ı n , daha Ankara'dan yola çı karken Bur­
sa'da yapmayı tasarlad ı ğ ı çok önemli bir iş vard ı . Bursa, bir
gericiler, mollalar, hacı lar ve hocalar şehri durumuna gelmişti .
İstanbul'un gericileri , içlerinde pek çok gerçek ve temiz din
adam ı n ı n bulunduğu bu hocalar kalabal ı ğ ı n ı çok yakı ndan et­
kiliyor ve böylece Bursa'yı Kuvayı Milliye Anadolu'suna karşı
korku nç bir propaganda merkezi olarak kullanmaya çal ı ş ı yor­
du . Şeyhülislam fetvaları , buradaki hocalar aracı l ı ğ ıyla Anado­
lu 'ya kolayca yay ı l ı yord u .
Dürrizade Abdullah ' ı n fetvaları n ı b u şehri n göbeğinde boğ­
mak üzere Ankara'da birlikte verdikleri kararı , burda uygulamak
üzere Kuvayı Milliyeci başları davrand ı ran Ali Fuat Paşa, 2 1 -22
N isan gecesi, Bursa'daki bütün derin ve ünlü uleman ı n Beledi­
ye konağ ı n ı n tarihsel salonunda toplanması işine girişti .
2 1 Nisan günü Albay Bekir Sami Bey'i yan ı n a alarak şeh­
rin tan ı nm ı ş birçok ulemas ı n ı ziyaret etti .
Bu görüşmelerde her iki kumandan s ı rasıyla u lusal kurtu­
luş savaş ı n ı n anlam ı n ı ve istanbul'un haksızca ve alçakça bu
kutsal davaya karşı koyuşu n u ve onu boğmaya çal ı ştığ ı n ı ka-
303
n ı tlarıyla ortaya koymaya çal ı şarak kendilerine yard ı m etmele­
rini dilediler. Bu görüşmeler de boşuna olmad ı . Görüştükleri
din adamları n ı n birçoğu n u dava için kazanmak mutluluğuna
erdiler. Bunlar, Kuvayı Milliye'ye her türlü yard ı m ı yapmaya
söz verdiler. Birinci Dünya Savaşı ' nda Panislamizm davası
için Tü rkiye'ye çağ ı r ı l ı p Bursa'da s ı k ı ş ı p kal m ı ş olan ünlü Şeyh
Sünusi de bu görüşülen ulema arası ndayd ı .
Ali Fuat Paşa ile Albay Bekir Sami Bey'in ulemadan iste­
dikleri yard ı m , şöyle özetlenebilirdi.
- İstanbul , eylem olarak düşman işgali altı ndad ı r. Tutsak
Padişah'la hükü metinin Kuvayı Milliye ve onun başları aleyhi­
ne çı kartm ı ş oldukları fetvalar ı n geçerli olup olmayacağ ı üstü­
ne bir yarg ı verilmelidir. Alacağ ı n ız ve yayı nlayarak bütün Tür­
kiye'ye bildireceğimiz bu yarg ı ulusal kurtuluş savaşı na çok
yararl ı olacakt ı r.
2 1 -22 Nisan gecesi, vali vekili ve 56. Tümen Kumandan ı
Albay Beki r Sami Bey, yetmiş-seksen din adam ı n ı Belediye
dai resin i n büyük salonuna toplad ı .
B u a k sarıkl ı , temiz giyimli, a k saçl ı ve sakall ı hoca kalaba­
l ı ğ ı aras ı nda kimi siviller Kuvayı Milliyeci subaylar ve bunların
başı nda da Ali Fuat Paşa ile Albay Bekir Sami Bey göze çarpı­
yordu. Ali Fuat Paşa, gündüzün , Bekir Sami Bey'le birlikte bun­
ları n çoğunu evlerine gidip görmüş ve yard ı m için söz alm ı ştı .
Yal n ı z , bunlar aras ı nda ilk kez gördükleri hiç kimsenin ta­
n ı mad ı ğ ı birçok hoca da göze çarpıyord u . Ali Fuat Paşa, bu
görüşemediği hocalara da ötekilere g ü ndüzün anlatt ı ğ ı şeyleri
yinelemek üzere kürsüye ç ı ktı . Düşüncelerini derli toplu olarak
bir kez daha söyledikten sonra, Mustafa Kemal imzasıyla Tem­
sil Kurulu'ndan gelen telgrafı da okudu . Bundan sonra, başla­
y ı p birkaç saat süren bu görüşmeler Bursa u lemas ı n ı n ulusal
kurtuluş savaş ı n ı desteklediğini gösterdi .
Sonuç çok o l u m l u v e sevindiriciydi. Dürrizade Abdullah
Efendi'nin can ı n a ot t ı kama zaman ı gelmişti . Bütün hocalar, iç­
ten , ulusal bir heyecan içindeydi. Bütün düşü ncelerin bir kapı ­
y a ç ı ktığ ı görülüyor v e b i r sonuca bağlanmas ı düşü n ü l üyord u .
304
Albay Beki r Sami Bey'le Ali Fuat Paşa'n ı n sevinçleri , sert as­
ker yüzlerinde gizlenememiş birer ı ş ı k demeti gibi parl ıyord u .
Bütün hocaları n gözleri bu i k i uzu n boylu, iri yarı askerin mavi
gözlerindeyd i .
Ali Fuat Paşa, yan ı başı nda otu ran Bekir Sami Bey'e:
- Bursa u leması ndan ben de bu nu bekliyord u m , dediği
sı rada ön sı ralardan ak sarı kl ı , parlak cübbeli genç bir hoca,
yerinden fı rlad ı ve bütün salonu dolduran sesiyle bağ ı rarak:
- Gerçek sizin bildiğiniz gibi değildir. Ben , daha bugü n İs­
tanbul'dan geldim. Bir gün önce de huzuru şahaneye kabul
edild i m . Millete Padişah' ı n selam ı n ı getirdim. Padişah ı m ı z
Efendi m iz d e hükümet d e tutsak b i r duru mda değildir. Ben , bu
gerçeği Efend i m izin ağzı ndan kendim işittim, ded i .
Salondaki bütün başlar, o n a dön müş, p u t kesilmiş, onu
dinliyord u . Sonra, hoca kalabal ı ğ ı nda bir tedirgin kı m ı ltı başla­
d ı . Birçoğ u , biraz önce söylediğine pişman olduğunu gösterir
mimikler ve fısıltı larla bu tedirginliğini belli ediyord u .
İş, b i r an sorunuyd u . A l i Fuat Paşa, bu a n a egemen ol ma­
n ı n gerekliliğini hemen kavrad ı . Savaş sı rası nda da böyle şim­
şek gibi hızlı kararlar isteyen anlarla çok karşı laşmıştı . Şimdi
de cephede bu lunuyord u . B u , silahlar ı n patlay ı p durduğu cep­
heden daha da tehlikeliyd i .
A l i Fuat Paşa, Sait Molla ile Papaz Frew'un yetmiş beş ki­
şilik bir l ntelligence Service ekibini Anadolu'nun türlü bölgele­
rine yollad ı ğ ı n ı anarak şimşek gibi kararı n ı verd i . Bu genç
adam da o yetmiş beşlerden biri olabilirdi. Hemen yerinden f ı r­
lad ı , tabancas ı n ı çekerek:
- Yerinden k ı p ı rdama, karışmam ! diye bağ ı rd ı .
D ışarda haz ı r bekleyen polislerden ikisin i çağ ı rtarak:
- Yakalayı n şu herifi ! diye bağ ı rd ı .
Salon, korku nç b i r merak ve heyecan içindeyd i . Polisler,
hocayı s ı msı k ı yakalad ı kları sı rada paşa, kürsüye çı karak:
- Sayın hoca efendiler, dedi. Bugünlerde Bursa'ya hoca kı­
l ı ğ ı na girmiş birtakım hainler gelmiştir. Bunların bir kaçını yakala­
dık. Şimdi , bunun da o hainlerden biri olup olmadığını göreceğiz.
305
Genç hoca, bağ ı rı p çağ ı rarak polislerin elinden kurtulma-
ya çal ı ş ı yord u .
Paşa, yaveri İdris Bey'e:
- Bu adam ı n üstü nü baş ı n ı aray ı n ı z ! diye buyu rd u .
Bu buyruk, g e n ç hoca üzerinde korkunç b i r şaşkı n l ı k ya­
rattı . Üstü nü aratmamak için silkinmeye, bağ ı rı p çağ ı rarak
çevreyi gürü ltüye boğmaya çal ı ştı . Son ra, bunun boşuna oldu­
ğunu anlayarak sustu .
Herkesin gözü önünde hocan ı n iç cebinden korku nç bir
ihanet belgesi ç ı ktı . Bu, İstanbul'daki İ ngiliz casus örgütü ve si­
yasal polis elebaş ı ları ndan Yüzbaşı Benet'i n imzas ı n ı taşıyan
bir mektuptu . Demek ki genç hoca, İ ngiliz gizli polisinin adam­
ları ndan biriydi. Belgeyi gören bütün hocaları n gözleri fal taşı
gibi açı l m ı ş , Ali Fuat Paşa'n ı n yitirmek üzere bulunduğu dava
da kurtulmuştu . Hoca k ı l ı ğ ı ndaki ajan ı n bural ı olmad ı ğ ı , İstan­
bul'dan bütün hainlerin girmesi gereken yere gönderilmek üze­
re Divan-ı Harbe verilmesi ni buyu rd u .
Bütü n hocalar, hala şaşkı n şaşkı n A l i Fuat Paşa'ya bakı­
yord u .
O da onlara şöyle ded i :
- İşte, say ı n ulema, sizin hakl ı kararları n ıza karşı gelmek
isteyen bu adam , yurdumuzu parçalamak isteyen İ ngilizlerin
ajan ı d ı r. Artık, du raksamaya yer yoktur. Karar ı n ı z ı bekliyorum .
Hocaları n yüzleri ndeki kayg ı ve tedirginlik yitip gitmişti .
En yaşlı hoca, paşaya :
- Hakkı n ı z var ! dedi ve daha önce görüşülerek ayd ı nlığa
kavuşmuş olan düşü nceleri bir kağ ıda şöyle yazmaya başladı :
- Tutsakl ı kta bulunduğu anlaş ı lan fetva vericinin fetva­
sıyla Padişah iradesinin geçerli olamayacağ ı açı kt ı r. Hepimiz
bu kan ıdayız.
Yaşl ı hoca, yazd ı ğ ı n ı yüksek sesle okudu. Hepsi, doğrula­
d ı . Sonra, birer birer gelerek kağ ı d ı n alt ı n ı imzalad ı lar. Yaşl ı ho­
ca imzalanan kağ ıdı paşaya verdi. O da hepsine teşekkür etti.
Toplantı dağ ı ld ığ ı nda Bursa' n ı n bütün horozları gecenin
sessizliğini yı rtarak birbirlerine tatlı karş ı l ı klar veriyord u .
306
Paşa, Bekir Sami Bey ve bütün öbür subaylarla tümen ka­
rargah ı na dönd ü . Sonucu Mustafa Kemal'e bildird i . Mustafa
Kemal , hemen ertesi sabah bu nu memleketin dört bucağ ı na
telgraflarla bildirerek Dürrizade fetvaları n ı n önünü kesmeye
çal ışt ı .
*

* *

Ankara'n ı n yürüttüğü seçim kampanyası na kat ı lmamak


üzere ayak direnen 1 2. Kolordu Ku mandan ı Albay Fahrettin
Bey'le Konya ileri gelenlerini bir düzenle Ankara'ya götü rüp işi
kardeşçe yoluna koyan Refet Bey, buyruğu ndaki atl ı bölüğünü
geride bı rakarak Nazilli 'ye dönmüştü .
Bölük Kumandan ı Üsteğmen Şerif Bey, Afyon karahisar
hanlarına yerleştirdiği müfrezesinin üstü ne kanat germiş, Re­
fet Bey'den gelecek yeni buyruğu bekliyord u . Öyle h ı zla geli­
şen olu msuz olaylar ortası nda yaşan ı yord u ki damarları güç
dolu genç bir subay ı n bir yerde bomboş oturup pineklemesi bi­
le korkunç bir israf say ı labiliyord u . Şerif Bey, bu ruh durumu
içinde can sıkı ntısı ndan patlay ı p duru rken her an beklediği
buyruğu eline tutuşturdular.
1 9 Nisan 1 920 tarihli telgraf şöyle diyordu :
- Dakika geciktirilmesi ölümdür.
1 2 . Kolordu Süvari Bölük Kumandan l ı ğ ı na ! Bölük, Anka­
ra'da yeni açılacak olan meclisimizi cepheleri ad ı na selamla­
mak üzere hemen Ankara'ya yollanacakt ı r.
Albay REFET

Şerif Bey, telgrafı sevinçle okuyarak bölüğe haz ı rl ı k buy­


ruğu n u verdi.
Bu sı rada handaki odas ı na bir Yüzbaşı koşarak gird i . Elin­
de gecikmenin ölüm olduğunu bildiren bir başka telgraf vard ı :
- Şerif Bey, istasyondaki her türlü haz ı rl ı k bitmiştir. Bölü­
ğünüzü bekliyoruz, ded i .
- Haz ı rl ı k buyruğu n uzu verd im, Yüzbaş ı m . Yar ı m saate
dek binmeye başlarız.
307
Yüzbaşı gitti , arkası ndan etekleri zil çalarak istasyon şefi
geldi :
- Beyim , katar kalkmak üzere , bölüğü bekliyoruz.
- Şimdi geliyoruz, merak buyurmay ı n ız.
- Nas ı l merak etmem beyim , işin içinde ölüm var!
- Siz, katarı vaktinde hazı rlamakla görevi nizi yaptı n ı z .
Böylece idamdan kurtuldunuz. O ceza artı k bana ait kal ı r.
Şerif Bey, telgrafı ald ı ktan kırk beş dakika sonra eratı ve
atları trene bindirmeye başlad ı .
Bunca ivedi yap ı l ması gereken bir işte ağ ı r makinalı tüfek
katı rları ndan pek güçlü biri vagona girmemekte diretti. Erler
boşuna çekiyor, itiyor, hayvan ı bir türlü içeri sokam ı yorlard ı .
Kara katı r, dakikası ölümle ölçülen çok değerli zaman ı n yitiril­
mesine yol açıyord u . Bölük Kumandan ı Şerif Bey de onu va­
gona sokabilmek üzere başvurulacak bütün usulleri denedi.
Hayvan N u h dedi peygamber demed i . Genç ve gözü pek su­
bay, bun u n üzerine çileden çı karak arkadan inatçı hayvan ı n
üstüne atı ld ı v e sağ r ı s ı na en okkal ı yumruğu n u indirdi. Ne var
ki daha onun yumruğu sağrıya inerken kat ı r ı n savurduğu çok
güçl ü , şimşek gibi bir tekme, genç subay ı n göğsüne yapı ştı ve
onu s ı rtüstü yere serd i . Şerif Bey, yay ı na bas ı l m ı ş gibi yerden
fı rlad ı ve �orku nç bir nara atarak kara kat ı r ı n sağrısına yeni bir
yumruk daha savurd u . Bu yumruğu yiyen kat ı r, işin şakaya ge­
lir yan ı olmad ı ğ ı n ı anlayarak vagona gird i .
En çok birkaç saniyelik bir süre içinde o l u p biten bu maç
s ı rası nda genç subay ı n kulağ ı na tan ı d ı k bir ses çal ı nd ı :
- Ne yapıyorsu n ? ded i .
Bakt ı , bu kendisinin kat ı rla yapt ı ğ ı dövüşü büyümüş göz-
lerle seyreden Albay Refet Bey'in sesiyd i .
Hemen ayakları n ı birleştirip onu selamlayarak:
- İnatçı kat ı r ı vagona soktum, efendim , ded i .
Refet Bey gülümseyerek:
- Ben sen i n ne inatçı olduğunu biliri m . Yal n ı z kara katı r­
la tekmeleşecek kadarı n ı bilmezdim. Anlam ı nda mimikleriyle
bir yan ıt verd i .
308
Şerif Bey biraz sonra, bu kat ı r tekmesiyle neden ölüp git­
mediğini düşün ünce s ı rtı ndaki kal ı n İ ngiliz kaputun u n göğsüne
diktirmiş olduğu kürkün yüzü suyu h ü rmetine kurtulmuş oldu­
ğunu anlad ı . İ natçı kat ı r ı n da vagona sokul masıyla lokomotif
düdüğünü çaldı ve odunla işleyen bu zavall ı makina, oflaya
puflaya Eskişehir'e doğru yola çıktı .
Tren, gece yarısı Eskişehir istasyonuna ulaştı ve durd u .
Yarı karanl ı k istasyondan biri şöyle seslend i :
- Süvari bölük kumandan ı !
Şerif Bey, kendisine seslenildiğini anlayarak pencereyi aç­
tı . Baş ı n ı d ı şarı çıkarı nca elinde bir kağ ıtla kendisini arayan bir
Yüzbaş ıyla burun buruna geld i :
- Bölük kumandan ı ben i m . B i r emriniz mi var, Yüzba-
şım?
- Şu telgrafı okuyay ı m , dinleyiniz.
Ve okud u :
- Eskişehir İstasyon Kumandan l ı ğ ı na, Ankara'ya gitmek­
te olan süvari bölük eratı n ı n istasyonda yemekleri nin yediril-
mesi .
Albay REFET

Yüzbaşı bunu okuduktan sonra :


- S ı cak yemek haz ı rd ı r. Askerlerin hemen i n i p yemeleri­
ni emrediniz, kardeşi m , dedi.
- Başüstüne, Yüzbaş ı m .
Askerler karı nları n ı doyu rduktan sonra tren, yine ilerleme­
ye başlad ı .
Şerif Bey'i n atl ı ları 2 0 Nisan sabah ı Ankara istasyonunda
vagonlardan bol bozkı r güneşine ç ı ktı lar.
Bu sı rada koşarak gelen bir Yüzbaş ı , Şerif Bey'i buldu :
- Siz, hemen şehre yollanarak 20. Kolordu Kumandan ı
Vekili Albay İsmet Bey'i kolordu karargah ı nda bulacaks ı n ı z .
Vekiliniz, bölüğü alarak Ziraat Mektebi'ne gidecek, bölü k ora­
da çad ı rl ı ordugah ku racak, ded i .
- Peki, Yüzbaş ı m .
309
Şerif Bey, bölüğü arkadaşı Üsteğmen Celal Bey'e bı raka­
rak hemen atı na atlad ı . 20. Kolordu karargah ı na doğru sürd ü .
İsmet Bey'i karargahta bulamayarak 2 0 . Kolordu Kurmay Baş­
kan ı Erzincanl ı Halis Bey'in katına çıkt ı .
Halis Bey :
- Kumandan bu rada değil, biraz sonra gelir. Siz bu rada
otu rup bekleyiniz, dedi.
Halis Bey, bu sı rada önü ndeki yazı lara dalarak genç su­
bayı oracı kta u n utmuştu ki bol sakallı bir adam (Vali Vekili Yah­
ya Galip Bey) heyecanla içeri girdi. Yüzünden sevinç ve iyim­
serlik ı ş ı kları saçılarak Halis Bey'e :
- Halis Bey, kurtulduk! diye bağ ı rd ı .
- Ne old u , beyefendi?
- İstasyondan düzgün bir atl ı yürüyüş kolu çı karak Anka-
ra'ya geld i . Kolbaşı Meclis'e yaklaşt ı ğ ı halde kolu n sonu yine
de görü nmüyor. Tehlike de kalmad ı demektir.
Halis Bey gülerek:
- Öyleyse, size o atl ı ları n kumandan ı n ı tan ışt ı ray ı m , be­
yefendi ! ded i .
Yahya Galip Bey, içeri girince içerdekiler ayağa kalkm ıştı .
Halis Bey, ayakta sayg ı ile dikilen tığ gibi genç Üsteğmeni gös­
tererek : .
- Üsteğmen Şerif Bey ! diye ekled i .
İçten v e babacan b i r adam olan Yahya Bey, genç subaya
doğru koşarcası na ilerleyerek onu k ı rk yı ldan beri ahbabı imiş
gibi kolları aras ı na ald ı . Şerif Bey, bu içten şefkat gösterisi kar­
ş ı s ı nda sevincin en güzeliyle ü rperd i . Demek ki burda insan
değeri bilen insanlar arası nda bu l u nuyord u .
Yahya G a l i p Bey, onu gözlerinden v e aln ı ndan öperken :
- Evlad ı m , tam zaman ı nda yetiştin . Artık, düşmanlar, gel­
sinler de görsünler dü nyayı ! dedi.
Halis Bey, vali vekilini oturtmak istediyse de yığı nla işi ol­
duğunu söyleyerek yine geldiği gibi çıkıp gitti .
Son ra Halis Bey, genç Üsteğmene :
- Vali Yahya Galip Bey'i çok sevindirdiniz, dedi.
3 10
Şerif Bey, bu babacan adam ı n Ankara Valisi olduğu n u o
zaman anlad ı . Biraz sonra, 20. Kolordu kumandan veki l i n i n
makam ı na geldiğini haber verdiler. Şerif Bey hemen onun
odas ı na gitti . Kocaman, kapkara saçlarla örtülü bir baş, çıkık
al ı n , zeytin gibi kapkara gözlerin ı ş ı ldad ı ğ ı küçük, zayıf bir yüz,
i nce, ufacık, çevik bir gövde. Şerif Bey'in gözüne çarpan ilk gö­
rü nüştü . İsmet Bey kafası yerde düşünerek odada bir aşağ ı bir
yukarı gezinirken Şerif Bey'i görünce durd u . Yüzünde tatl ı ve
dostça bir gülümseyiş parlad ı .
Şerif Bey'in verdiği tekmili gülerek d i nledikten sonra:
- Hoş geldiniz ! diyerek onun elini s ı ktı .
Bir iki şey sorup yan ıtı n ı ald ı ktan sonra:
- Şimdi, bölüğünüzün başı na gidiniz, ded i . Bizim otu rdu­
ğumuz Ziraat Mektebi'ni koruyacak ve savunacak biçimde
güçlendiriniz. Akşamüzeri geldiğimde tertibat ı n ı göreceği m .
Yi ne elini sı karak genç subay ı n ç ı kmas ı na müsaade etti.
Şerif Bey, o zaman , bütü n dünyayı gü rültüye vere n , yerli
ve yabancı düşmanları kayg ı land ı rı p titreten Kuvayı Milliyeci
başları n toplandı ğ ı karargahta bir tek asker bulunmad ı ğ ı n ı an­
layarak şaş ı rd ı . Demek ki bu ayaklan ışlar s ı rası nda Kuvayı
Milliyenin beyinleri , büyük bir tehlike içindeyd i . Ufak bir ayak­
lan ı ş dalgas ı , buras ı n ı içindekilerle birlikte silip süpürebilird i .
Şimdi, b u değerli başları koru mak, kendi bölüğüne düşü­
yord u . Bunu düşününce göğsü kabardı . İ stanbul'da kendisine
Anzavur Ahmet Paşa'n ı n ordusunda subayl ı k önerisinde bu­
lunmuşlar, bu iğrenç öneriyi atlatarak hemen arkadaşı Celal'le
Ankara'ya kaç ı p gerçek ve insancı l yurt kavgas ı n ı n safları ara­
sı nda yer alm ı ştı . Kader de onu en büyük devrimcilerin ve as­
kerleri n koruyucu baş ı l ı ğ ı na getirmişti .
Şerif Bey, atına atlayarak Ziraat Mektebi'ne vard ı ğ ı nda
Üsteğmen Celal Bey'i n çad ı rl ı ordugah yerini seçip çad ı rları bi­
le kurd u rmuş olduğu n u görd ü . İşini bitiren erat güneşte ve ça­
d ı rları nda dinleniyord u . Şerif Bey subay arkadaşlarıyla çavuş­
ları yan ı na alarak araziyi şöyle bir gözden geçird i . Yapılacak
tahkimat üstüne arazi üzerinde göstererek buyruk verd i . Bütün
311
eratla birlikte subaylar da çal ışmaya koyuld u . Albay İsmet Bey,
yap ı lanları akşamleyin gelip görecekti . İkindiüstü "tahkimat"
denetimi haz ı rd ı . Arif Bey, gerekli noktalara nöbetçileri dikerek
savunma tertibatı ald ı .
Akşamüstü İsmet Bey geldi, yap ı lanları gözden geçirerek:
- Hepsi iyi . Yaln ı z bu gece erken yatmay ı n , ded i . Gece
yarısı sizi çağ ı rı p kimi şeyler görüşeceğiz.
İsmet Bey çekilip gittikten sonra Şerif Bey, büyük bir me­
rakla geceyi iple çekmeye başlad ı . Eli tabancas ı n ı n kabzası n­
da, çad ı r ı n kapısı önünde bir aşağ ı bir yukarı kısa ad ı mlarla
dolaşarak y ı ld ızları seyrediyor, Çubuk Çayı 'nda, ku rbağaları n
çı kard ı ğ ı yaygarayı dinliyor, akl ı na gelen b i n türlü düşünceyi
bir kenara iterek İsmet Bey'den gelecek haberi bekliyord u .
20 N isan ' ı 2 1 'e bağlayan gece, saat on i k i sı raları ndayken
karargahtan h ı z l ı h ı z l ı gelen posta eri , karş ı s ı na dikilip selam
çakarak:
- Sizi istiyorlar, efendi m , dedi ve hemen o önde, Şerif
Bey arkada karargaha doğru yürümeye başlad ı lar.
Büyük kapıdan içeri girdiler. Tam karşı larına gelen merdi­
venlerden yukarı ç ı ktı lar. Sahanl ı ğ ı geçtikten sonra, sol yanda­
ki odan ı n kap ı s ı n ı gösteren posta eri :
- Buı:ası efendim ! ded i . Şerif Bey, kapıyı çald ı .
İçerden :
- Gel ! diye bir ses geld i .
Kapıyı açı p , içeri girince Mustafa Kemal'le İsmet Bey'i n ,
petrol lambas ı n ı n ı ş ığ ı nda b i r aşağ ı b i r yukarı volta vurdukları­
n ı görd ü . Hem geziniyor, hem de bir şeyler konuşuyorlard ı .
Şerif Bey'i n , girdiğini görünce durarak ona baktı lar. Şefif Bey,
mahmuzları n ı şakı rdatarak çakı gibi bir selam verd i , kimligini
söyledi . Mustafa Kemal , onun selam ı na karş ı l ı k vererek he­
men i lerled i , büyük bir içtenlikle elini s ı kt ı , sonra sağ koluna
gird i ve onu duvar dibindeki ancak iki kişinin yan yana rahatça
otu rabileceği bir ceviz kanepeye oturttu . Sonra, Mustafa Ke­
mal , onun sağ ı na, İsmet Bey de soluna otu rd u .
İkisinin aras ı nda adamakı l l ı s ı kı şarak oturan Şerif Bey'i s ı -
312
kı ntıdan ateş bastı . M ustafa Kemal , ünlü gümüş tabakası n ı
açarak b i r sigara ald ı . Sonra bunu Şerif Bey'e uzattı :
- Buyur, Şerif Bey !
M ustafa Kemal'in böylece ad ı n ı söylemesi gene adamı
şaşkı na çevirmişti . Onun tabakadan bir türlü sigara alamad ı ğ ı ­
n ı gören Mustafa Kemal :
- Bir sigara al bakayı m ! diye yineled i .
Biraz kendine gelen genç adam, uzanarak bir sigara ald ı .
B u kez d e n e görsün? İsmet Bey sigaras ı n ı yakmak için kibri­
ti çakmaya haz ı rlan m ı yor mu? Hemen oturduğu yerden fı rlad ı ,
İsmet Bey'in eli nden kibriti kapt ı . İlkin M ustafa Kemal' i n , sonra
da İsmet Bey'in sigaras ı n ı yaktı . Kibriti söndü rerek kutuyu ge­
ri verd i .
Ayakta haz ı r ol duru m u nda dikildi kald ı .
Bunun üzerine Mustafa Kemal , girişimi ele alarak Şerif
Bey'i bileğinden yakalad ı , şefkatli ses tonu ile:
- Yerine otur Şerif Bey, dedi. Bu rada üç arkadaşız.
Şerif Bey, yine sıkışarak ikisi nin ortası na oturd u .
Mustafa Kemal :
- Haydi, sigaran ı da yak, öyle görüşe l i m , dedi.
Şimdi, üç asker, sigaraları n ı n dumanları n ı savurarak yan
yana otu ruyord u .
Mustafa Kemal :
- Şerif Bey, Anadolu 'ya ne amaçla geldiniz? diye sord u .
- İ k i yerden emir ald ı m , Paşam . Birinci emri Tanrı 'dan al-
d ı m . Çü nkü Tanrı gazayı farz k ı l m ı şt ı r. Bu farz ı yerine getirmek
üzere geldim . İkinci emri vicdan ı m verd i . Bı rakışma koşulları ­
n ı n maddeleri ni leh lerine yü rüten düşmanları m ı z , her yanda
topraklar ı m ı z ı ele geçirdiler. Bizi sömürgeleri nin zavall ı insan­
ları d u rumuna sokmak istiyorlar. Bu durumu siz, bizden daha
iyi gördüğünüz için bu kutsal görevi üzerinize ald ı n ız. Ben de
bu amaç uğrunda çal ı şmak için İstanbul'dan kaçarak çöl ve Fi­
listin savaşları nda maiyeti nde bulunduğum Albay Refet Bey' in
yan ı na geldim, Paşam .
Mustafa Kemal , Şerif Bey'i derin bir dikkatle dinliyord u .
313
Sonra, ismet Bey'e:
- İsmet, bizi m amac ı m ı z ı Şerif Bey'e söyle ! dedi.
İlk kez konuşmaya başlayan İsmet Bey :
- Şerif Bey, ded i . Düşmanları m ızla uğraşacağ ız. Onlar
güçl ü , biz zayıfız. Belki yenilerek en çok bir köye dek küçüle­
ceğiz. Yi ne de durmadan dövüşeceğiz. E n son ra bu köyden bir
güneş gibi yay ı larak yine genişleyeceğiz. Düşmanları m ı z ı da
bu topraklardan kovacağ ız.
Bu sözlerden sarsıcı bir heyecan duyan genç Üsteğmen,
gözlerini Mustafa Kemal 'in gözlerine dikti :
- Paşam , ded i . Zatı devletleri bu azim ve amaçla çal ı ş­
tı kça ben ve kumandam altı nda bulunan arkadaşları m bu
uğurda seve seve öl meye haz ı rız.
Mustafa Kemal'in bu sözlerden hoşlandı ğ ı görülüyord u .
- Öyleyse anlaştık, ded i . Herhalde zafer bizde kalacak-
t ı r.
Şerif Bey, görüşmeyi bitmiş sayarak onları daha çok tedir­
gin etmemek üzere kalkmaya davranı rken Mustafa Kemal , eli­
ni onun sağ omzuna koydu ve :
- Trakya'n ı n durumunu söyl e ! dedi.
- Paşam , Trakya'n ı n akı betini ne yaz ı k ki iyi görmüyo-
ru m . İki yari ı deniz ve arkas ı Bulgaristan , İstanbul ise Anadolu
ile bağlantıya engel oluyor. S ı n ı r nüfusu ile Trakya'n ı n çok
güçlü düşmanlara karşı son u na dek savaşabileceğini san m ı ­
yorum . Oradaki kumandan Albay Cafer Tayyar Bey aşı rı dere­
cede nazik bir adam olduğundan benim Trakya'dan u m udum
yok.
- Fakat en iyi silahlar arda.
- Evet, Paşam en iyi silahların arda olduğu n u biliyoru m .
Ne Var k i Çanakkale'de , S i n a çöllerinde, Filistin'in ovaları nda
ve dağları nda, Kafkas Cephesinde, Galiçya'da dövüşen Trak­
ya çocukları n ı n yüzde doksan ı geriye dönmed i . Birçok sakat
da var. Halk, yoksulluk içindedir. Çoğunun morali bozuktu r.
Başları nda sert karakterli bir kumandan olmad ı kça Trakya' n ı n
uzun süre düşmana dayanabileceğini san m ı yoru m , Paşam .
314
- Fakat oraya kimi göndereyim?
- İsmet ve Refet Beyefendilerden birini göndermek gere-
kir. Çünkü Trakya halkı n ı ve arazisini İyi bilirler.
- Bunları hiçbir biçimde yan ı mdan ayı rı p Trakya'ya gön­
deremem.
- Öyleyse Trakya'dan da çokça bir şey beklemeyiniz.
Trakya'yı ancak, gerekirse öz kardeşini kendi tabancasıyla öl­
dürebilecek yetenekte olan bir kumandan yönetebilir, Paşam.
M ustafa Kemal , sağlam gözlemlere dayandı ğ ı n ı sezdiği
bu sözleri büyük bir dikkatle dinledikten sonra, yüzü acı bir üz­
günlükle örtüldü . Şerif Bey, onu bu üzgün düşüncelerine bo­
ğulmuş olarak b ı rakı p ayağa kalktı .
M ustafa Kemal de ayağa kalkarak tatlı ve okşayıcı sesiy-
le:
- Şerif Bey, b i z seni i y i tan ıyoru z ! ded i .
Şerif Bey düşünd ü . Filistin çekilişinde o d a birçokları gibi
onun buyruğuna girmiş, böylece birkaç kez de karşı laş ı p gö­
rüşmüşlerdi. Kim bilir, belki de o günlerden tan ıyord u .
Şerif Bey, kafas ı ndan bunları geçirirken Mustafa Kemal ,
İsmet Bey'e :
- İsmet, Refet'ten gelen telgrafı oku , dedi.
İsmet Bey, cebinden ç ı kard ı ğ ı telgrafı okudu :
- Temsil Kurulu Başkan ı M ustafa Kemal Paşa Hazretle­
rine!
E m rinize göndereceği m Üsteğmen Şerif Efendi eski bir si­
lah arkadaş ı m d ı r. Kendisinin her türlü güvene lay ı k olduğ u n u
bildiriri m .
Albay REFET

Telgrafı okuduktan sonra, Mustafa Kemal :


- Refet, en iyi ve çok sevdiğim arkadaş ı md ı r. Onun gü­
vendiğine biz de güveniriz ! ded i .

315
HENDEK ŞEHİDİ

Kumandanlar her andaki duru­


ma karşı duraksamasız ve ça­
bucak gereken tedbirleri almak
zorundad1r.
Mustafa KEMAL

Yarbay Mah m ut Bey, 1 9 N isan akşam ı Geyve istasyon ko­


nağ ı nda, bürosunda büyük gaz lambas ı n ı n ı ş ı ğ ı nda masas ı n a
serilmiş ayrı ntı l ı haritayı gözden geçiriyor, bir yandan da Anka­
ra'dan , Bursa'dan , Adapazarı , Bolu , Hendek ve Düzce ayak­
lanma bölgelerinden gelen telgraf, mektup ve raporları okuyor­
du . Mustafa Kemal imzasıyla son gelen şifreli telgrafı görünce
Ali Fuat Paşa'n ı n birkaç gün önce, ayaklanan baş ı bozukları n
üzerine n izamiye birlikleriyle gidilmesin i sal ı klayan sözlerini ve
öğüdünü and ı .
M ustafa Kemal'in telgrafı ndaki buyruk kesindi :
Düzce ayaklanmas ı , had bir aşamaya girmiştir. Buyruğu­
muz altı ndaki bütü n güçlerte beraber hiç zaman yitirmeden
Düzce'ye yürüyerek ayaklanmayı eziniz.
Mustafa KEMAL

Mahmut Bey, buyruğu okur okumaz yerinden fı rlad ı . Ka­


rargah subayları n ı çağ ı rarak işi görüştü . Yar ı n sabah erken­
den yü rüyüşe geçilmesi kararlaşt ı r ı ld ı . Erat, bütün haz ı rl ı ğ ı n ı
yaptı ktan son ra bi rkaç saatçik olsun b i r şekerleme kesti rmek
üzere tavşan uykusuna yattı .
20 Nisan sabah ı 1 43. Alaydan iki tabur piyade, bir güçlü
dağ bataryası ve atl ı takı m ı , kuşlarla birlikte uyan ı p çorbaları n ı
içmiş, yürüyüşe haz ı r bekliyordu. Son ra, güzel atı n ı n üstünde
ince ve güzel gövdesiyle yiğitçe oturmuş olan Kumandan Yar­
bay Mahmut Bey, yürüyüş kolunun baş ı na doğru ilerledi. Böyle­
ce elde kalan son nizamiye askerleri , ayaklanma bölgesinin kor­
kunç bir ejderha ağz ı gibi açı lmış karanl ı ğ ı na doğru yürümeye
316
başlad ı . 24. Tümen, zorlu bir yürüyüşten sonra akşamüstü Ada­
pazarı'na girdi. Mahmut Bey, daha ilk evleri geçip de şehre doğ­
ru ilerlemeye başlayı nca, bütün yüzlerin kaygı ve bütün gözlerin
korku ile dolu olduğunu gördü. Sanki bir düşman ordusu geliyor­
muş gibi halk, gürültü ile dükkanlar ı n ı n kepenklerini kapayarak
ara sokaklardan evlerine çekiliyordu. Şehrin düşman ve dönük
havas ı n ı gören Mahmut Bey, hemen güvenlik tedbirleri ald ı rd ı .
O geceyi yarı uyan ık Adapazarı'nda geçiren Mahmut Bey tüme­
ni, burdan her yana giden telgraf tellerini keserek 21 Nisan sa­
bah ı Hendek kasabası na doğru yola çıktı .
Yol boyunca Dürrizade fetvas ı na karş ı Anadolu müftü leri­
nin yazd ı ğ ı Kuvayı Milliyeci fetva ile kimi propaganda bildirile­
ri ni köylere dağ ıttı lar. Yarbay Mah m ut Bey'i n özel olarak hazı r­
lad ı ğ ı bildirilerde şun lar yazıyord u :
- Padişah v e Halife, İngilizlerin eline tutsak düşmüştür.
Padişah ı m ı z ı ku rtarmak uğru nda ölünceye dek çal ışacağ ı z . İs­
tanbul hükümeti , İ ngilizlerin buyruğunda bir oyu ncaktan başka
bir şey değildir. Padişah ı ve ulusu kurtarmak amacıyla davra­
nan Kuvayı Milliye'ye yard ı m ediniz.
Tümen Kumandan ı Mahmut Bey, 2 1 Nisan akşamı müfre­
zeyi birinci tabur kumandan ı n ı n buyruğunda Yağbasan köyü ne
göndererek tümen karargah ı ve atl ı takı m ı yla birlikte Hendek'e
vard ı . Mahmut Bey, Adapazarı'ndan yola çı kmadan önce Düz­
ce'nin de ayakland ı ğ ı n ı öğrenmişti . Atı n ı n üstünde kuşkulu ba­
kışlarla çevresini süzerek Hendek kasabası na girdiğinde, bü­
tü n esnaf ı n dükkanları n ı n kepenklerini indirerek ortadan savuş­
muş olduğunu gördü. Halkı n çoğ u , yol üzerinden savuşmuş ol­
makla birlikte durup onlara bakmak yürekliliğini gösterenler de
askerlere bir düşman askerine bakar gibi bakıyorlard ı .
Mahmut Bey, karargah ıyla hükü met konağ ı na inerek tel­
lallar arac ı l ı ğ ıyla bütün halkı hükü met konağ ı meydan ı na ça­
ğ ı rttı . Sanki ulusal güçlerin bu çağrısıyla eğlenmek istercesine
kasaban ı n erkekleri ve kad ı n ları yerine h ü kü met meydan ı nda,
bir y ı ğ ı n çocuk topland ı . Bunları n kimisi korkuyla kimi de kay­
g ı s ı z bakı şlarla subaylara ve askerlere bakıyorlard ı . Bu, Hen-
317
deklilerin de Düzce ayaklanmasına katı ld ığ ı n ı ya da onu can­
dan desteklediğini gösteriyord u .
İ ngiliz ajanları n ı n bütün ayaklanma bölgesinde kullanma­
ya başlad ı kları pek çirkin ve korkunç bir propaganda biçi m i ,
ayaklanmaya katı lan Hendeklilerce d e kayg ısızca kullan ı ld ı .
Mahmut Bey'le öbür subaylar ve erat uyu maks ı z ı n hükü met
konağ ı nda pusuda beklerken Hendek'ten ayaklanmaya katı­
lan bir yığın kişi, gecenin karanl ı ğ ı nda atlarına atlay ı p dolay­
lardaki köylere dağ ı ld ı lar ve gözleri korkudan fal taşı gibi açı ­
lan köylü lere kışkı rtıcı tonlarla bağ ı rarak şöyle dediler:
- Arkadaşlar, Bolşevikler Hendek'i bast ı . Kad ı n ve kızla­
r ı m ı z ı ç ı rı lçı plak hamamlara doldurdular. Müslüman l ı k ve na­
musumuz tehlikededi r. Allah' ı n ı seven Hendek'e koşsun !
Mahmut Bey, sabah leyin erkenden Yağbasan köyünde
karargah ku ran birinci ve ikinci piyade taburlar ı n ı Nüfren (Nuh­
viran) boğazı yoluyla Düzce'ye doğru yola çı kard ı .
Mahmut Bey, yürüyüş süresince her a n bir y a d a birçok
çatı şmalar beklediğinden tümen karargah ıyla arkadan gide­
cekti. Tabu rlar ı n yola çıkışı ndan yarı m saat sonra bir atl ı ha­
berci müfreze kumandan ı Şerif Bey'den ilk raporu getird i .
Raporda:
- Hendek'ten çıkar çıkmaz karşı tepelerden üzerimize ateş
edilmeye başlandı . Üç yandan sürekli ateş edilmektedir. Bölükle­
rimiz ateş edilen yönlere yayılarak bu ateşlere ateşle karş ı l ı k ver­
mektedirler. Topçu ile ağı rl ı ğ ı n bir bölümü Hendek'ten dışarda,
bir bölümü de kasaban ı n sokakları nda bulunmaktadı r.
Mahmut Bey, raporu okuyunca, işin önemini anlad ı . He­
men atı na atlayarak karargah ı n önünü keserek ona Çerkezce
bir şeyler f ı s ı ldad ı . Kumandan atl ı lardan birini indirerek yaşlı
adam ı onun atı na bindird i . Mahmut Bey geceleyin de birkaç
Çerkez beyiyle görüşebilmiş, kendi Çerkezliğine güvenerek
bunlar arac ı l ı ğ ıyla ayaklanm ı ş olan Çerkez Abazaları yola ge­
tireceğine inan m ı ştı .
Birkaç Çerkez beyinin kendisine verdiği umudun bir ihanet
uçurumunda bittiğini bilmiyordu. Onun iki tabur askeri, hiçbir as-
318
kerce tertibat almadan Düzce'ye doğru yola çıktığ ı nda kasaba­
n ı n biraz ilerisinde kurulmuş pusuya doğru ilerlerken yine Mah­
mut Bey'in bu boş umudundan esinleniyordu. Mahmut Bey, bu
ayaklanma bölgesinde başarı kazanacağı na yüzde yüz inanı­
yordu. Elindeki tabu rlar, İngilizleri Eskişehir'den kovan , Gey­
ve'deki 1 300 evli Ortaköy Rumları n ı n silah l ı ayaklanmas ı n ı bas­
tı ran morali h ı rpalanmam ı ş askerlerden meydana geliyordu.
Mahmut Bey, atl ı lardan birinin atı na bindirdiği Çerkez beyi
ile bir barış olanağ ı sağlayabileceğini düşünerek karş ı l ı kl ı ve ka­
labal ı k silah seslerinin geldiği yol boyunca h ızla ilerledi. Kasaba­
n ı n dışı ndan geçen çay üzerindeki köprüye yaklaştığı nda duru­
mun tam bir pusuya düşme olayı olduğunu gördü. Daracık yol­
da sıkışıp kalmış topçular, şaşkı n bekliyor, vurulmuş olan topçu
katı rları kanlar içinde inleyerek yerde debelenip duruyordu. Yal­
nız, piyade bölükleri yol kıyısı ndaki hendeklerde ve çal ı l ı klar
arası nda siperlenerek düzgün bir savunma ateşi yapıyorlard ı .
Mahmut Bey, gece görüştüğü Çerkez beylerinin ikiyüzlü
davran ı şlar ı n ı sezememiş, ata bindirerek .savaş yerine götür­
düğü yaşlı Çerkez beyinin de bir tuzak gereği olarak kendisiy­
le birlikte geldiğinden hiç kuşkulanmam ı ştı . Bu, türlü etkenler­
le beslenmiş, kökü çok derinlerde olan ayaklanmayı bayağ ı bir
Çerkez ayaklanması biçiminde düşünerek kendi Çerkezliğiyle
onları d u rdurabileceği gibi çok temiz ve saf bir kan ı taşıyord u .
Çerkezliğinin kalkan ı nda bütü n bu ayaklanıcı kurşunları n ı n
yamyassı kesileceği n i sanarak aldan ıyord u .
U z u n y ı llardan beri padişahlara güzel kızlar satarak geçi­
nen Abaza ve Çerkez halkı , İttihat ve Terakki'nin çıkarlarına
vurduğu baltayı hiçbi r vakit affetmemiş ve onları n kanl ı bıçak­
lı düşmanları olmuştu . Kuvayı Milliyecilerin padişahl ı k kurulu­
şuna karşı olduğunu sezdikleri davran ı şları , onları çi leden çı­
karıyord u . Son çıkar k ı r ı ntılar ı n ı da Kuvayı Milliyeciler yok et­
meye uğraşıyorlard ı Padişahları n güzel kızlar bahçesi olan bu
bölgede gelip geçmiş birçok padişah ı n akrabaları da vard ı .
Bunlar, çok kolay ve rahat yaşamaları n ı sağlayan padişah l ı k
kuruluşunun böyle birden bire temelli tehlikeye düştüğünü gö­
rerek z ıvanadan çıkmı şlard ı .
319
Saraya armağan ettikleri gök gözlü, sarı saman saçlı huri
gibi kızları n yüzü suyu hürmetine tatl ı günler geçiren Çerkez
beylerinin bu zayıf yanları n ı yakalayan İ ngiliz l ntelligence Ser­
vice'i onlara padişahların açı k elliliğini gölgede bı rakan altınlar
yağdı rmaya başlam ıştı . Bu kez, sarı alt ı n heykellere benzeyen
yakışıkl ı İ ngiliz subaylar ı , bu bölgeye boşalttı kları altın stokları ­
n ı n yan ı s ı ra birer şehzade gibi benimsenmeye başlam ışlard ı .
Kuvayı Milliye'ye karşı ayaklanma, b u bölgeye Band ı rmal ı
milis Albayı denen Çerkez Ramo Bekir'in uğursuz ayaklarıyla
ilk kez 1 9 1 9 Kas ı m ayı nda ad ı m atm ı ştı . Adapazarı bölgesine
gelerek örgüt yapmaya başlayan Bekir, hemen hükümetçe iz­
lenmiş, üzerine bir jandarma gücü gönderilmişti. İzleme güçle­
ri , Akyaz ı , Osmanbey, Hendek üzerinden onun izini sürdüler.
Çal ı kuru ve Beynevit (Altındere) köylerine vararak orda Bekir'in
adamları ndan doksan yaşı ndaki Talustan Bey, Beslan Bey'i ve
onun kardeşi Hüseyin Çavuş'u yakalad ı l ar. Milis Albayı Bekir
Bey, pabucun pahal ı olduğunu görerek İstanbul'a kaçtı .
Daha sonra, Anzavur, Band ı rmalı Çerkezlerden Aznok
Ahmet Bey'i bol altı nla besleyerek Çerkez stokları n ı n en bol
bulunduğu Düzce'ye gönderd i .
İ ngilizlerle işbirliği yapan Sait M o l l a casus örgütü , Biga
ayaklanmas ı n ı hazı rlamak üzere Anzavur'un cellad ı Şah İs­
mail'e Anzavur'a verilmek üzere yedi torba içinde beş bin İ ngi­
liz altı n ı vermişti . İşte, Ahmet Aznok Bey, Düzce'ye vard ı ğ ı nda
cebi nde bu ı ş ı l ı ş ı l alt ı nlardan epeyce bulun maktayd ı . Anza­
vur'un bu adaşı da para gücüne ve Anzavur'un ad ı na ve ünü­
ne dayanarak Kuvayı Milliye'yi epeyce kötüledi ve bi rçok kişi­
yi ağulayarak ufak da olsa gerici bir örgüt kurmayı başard ı .
B u sı rada tarihsel 1 6 Mart 1 920 günü d e gelip çatm ış. İ ngi­
lizler İstanbul meclisini tütsüleyerek birçok değerli mebusu An­
kara'ya, Mustafa Kemal'e kaçı rmak gibi büyük bir iyilik yapm ış­
lard ı . Adları n ı bildiğimiz birçok mebus, Ankara'ya kaçarken Çer­
kezlerin oturduğu bu kasaba ve köylerden geçtiğinden İstanbul
hükümetiyle casus örgütleri, onları n yolunu kesmek üzere bura­
larda pek çok zararl ı ve tehlikeli propaganda yaptırmıştı . Bu da
cahil halkın büsbütün Ankara'ya karşı dönmesine yol açtı .
320
Bu s ı rada, İ stanbul Kuvayı Milliyesi ile Ankara'y ı gizli bir
telle Kuşçal ı (şimdiki adı Kutluca-Körfez ilçesine bağlı-Koca­
eli)köyü nden birbirine bağlayı p büyük bir örgütleme yeteneği
gösteren eski jandarma yüzbaşısı ve Teşkilatı Mahsusa'n ı n
milis yarbayı olan Kuşçubaş ı Eşref Bey, İzmit ve Bolu u lusal
güçler Kuvayı Milliye örgütlerini kurmaya başlad ı . İttihat ve Te­
rakki'nin şerrine uğrayarak Saray'dan gelen alt ı n ları ellerinden
kaç ı rd ı kları na k ı z ı p duran Çerkez beyleri, kendisi de bir Çer­
kez olan ünlü İttihatçı ve Teşkilatı Mahsusacı Eşref Bey'i n , bur­
da örgüt kurmaya geldiği n i görünce adamak ı l l ı ü rktüler.
Adapazarı l ı Çerkez Kanbulat Sait Bey, hemen kişiliğinden
iğrendiği Eşref Bey'e karşı bir örgüt kurmaya başladı . Bir yan­
dan da kuşku uyand ı rmamak üzere hükü mete başvurarak
şöyle ded i :
- Eşref, bizim izzeti nefsimizle oynuyor. Burada örgüt
yapmak gerekiyorsa biz yapal ı m , Eşrefi buradan al ı n ız.
Halk aras ı nda yapt ı ğ ı propaganda is� bambaşkayd ı .
- Eşref, Kuvayı Milliye hesabına b u memleketi soyacak­
t ı r. Bunu önlemek üzere Eşrefi kovmak için bana yard ı m edi­
niz; bana kat ı l ı n ı z .
Kanbulat Sait Bey, böylece arkas ı na taktığı b i r y ığ ı n in­
sanla Adapazarı 'na yürüd ü . Eşref Bey'i kara bir bayrak gibi
kullanarak şeh re girdiğinde artı k bu davranış, bütün üyle Kuva­
yı Milliye'ye karşı bir ayaklan ı ş rengini alm ı ştı . Kanbulat Sait
Bey, içlerine birçok da Türk' ü n karışt ı ğ ı kalabal ı ğ ı n gittikçe bü­
yümesinden yüreklenerek Hendek özerine yürüd ü . Arkası nda­
ki başı bozuk yığı n ı yla Hendek'e varıp Jandarma Kumandan ı
Yüzbaş ı Hüsnü Bey'in karş ı s ı n a dikildi :
- Kuşçubaşı Eşrefi tepelemek üzere and içtik. Siz baş ı ­
m ı za geçin , onu tepeleyeli m ! diye önerd i .
Kumandan :
- Bu davranış, hükümete karşı ayaklanmad ı r. Ben , ayak­
lanman ı n başı na geçemem . Siz bu işten vazgeçin, ded i .
Kanbulat Sait Bey v e arkadaşlar ı , d a h a çok ileri gidince
jandarma kumandan ı tabancası n ı çekerek ateş etti. Birisi ya-
32 1
ralan ı nca ötekiler gerilediler. Ne yaz ı k ki bu sı rada hep yerl i
olan Hüsnü Bey'in jandarma erleri kendilerinden olan ayakla­
n ı c ı larla başları n ı n belaya girmemesi için jandarma dairesin i
bomboş b ı rakı p köylerine savuştular. Ayaklananlar ı n kan dök­
me iştah ı henüz büsbütün kabarmadı ğ ı ndan Jandarma Ku­
mandan ı Hüsnü Bey'i öldü rmediler.
Ayaklan ıcı ları n elebaşı ları olan : Çerkez İsmail Pehlivan,
"

Abaza Nuri Bey, Abaza Kamil Bey, Abaza Hayit Bey, Abaza
Kadir Bey, Abaza Topal Ali, Abaza Parmaksız Nazif, Gürcü
Çürüksulu Süleyman, Abaza Osman Bey ve kardeşi Rıfat Bey,
Türklerden Kör Galip, Nuri Bey ve Mehmet Deli", Yüzbaşı
Hüsnü Bey'i öldürerek elleri ni kana bulamaktan çekindikleri gi­
bi, onu ayaklanma bölgesinden kaçı rarak uzaklaşt ı rd ı lar.
Böylece, Düzce'de hükümetin h içbi r temsilcisi kalmad ı ­
ğ ı ndan bütün erkekler, ayaklananlara katı larak buras ı n ı katık­
sız bir ayaklanma bölgesi durumuna getirdiler.
Düzce, henüz b ı rakışma olmadan , Dünya Savaş ı ' n ı n son­
larına doğru geniş bir eşkıya yatağ ı durumuna gelmişti . Sefer
Bey, Hacı Kam i l , Abdülvahap, Koç Bey, Abaza Maan Ali adl ı
Çerkezler v e Abazalar, Türklerin hayvanları n ı çald ı rı yor, sonra,
yirmi otuz l i ra karş ı l ı ğ ı nda bu hayvanları buldurup sahiplerine
geri veriyorlard ı . Bu eşkıyal ı k olayları üzerine Düzce Türkleri ,
İstanbul hükümetine telgraf çekerek güvenliğin sağlanmas ı n ı
istemişlerd i . İstanbul hükü meti de Mahmut Nedim Bey kuman­
das ı nda bir askeri mahkeme kurulu ile bir piyade bölüğü ve bir
de makinalı tüfek bölüğünü kapsayan bir gücü Düzce'ye gön­
dermişti . Binbaşı Mahmut Nedim Bey, çeteleri buldurup hap­
settird i . Sonra da bunları mahkemede beraat ettirdi.
Bu sı rada da H ürriyet ve İtilaf Partisi, İttihat ve Terakki'nin
mezarı üzerinde her adı mda ihanetle biten serüvenlerine başla­
mıştı . Düzce'de bu partinin baş ı na Sefer Bey'le Hacı Kamil Bey
geçmişti . İşte, tam bu sı rada Bandı rma'dan Anzavur'un gönder­
diği Ahmet Aznok Bey, İngiliz altınları n ı n heyecan ı içinde bu ele­
başı larla hemen ilişki kurarak onları İstanbul'a bağlad ı . Bütün bu
Çerkez beyleri , padişahla yeniden bağlantı kurman ı n korkunç
322
heyecanı içinde Çerkez köylerine dağ ı larak örgüt kurmaya baş­
lad ı lar. Sefer Bey'in başı nda bulunduğu bu örgütleri yine eski
soyguncu çetelerine benzeten Türkler de salt canları n ı korumak
üzere bir örgüt kurmaya yeltendiler. Bunun için ilkin sıkıyönetim
başkanı Mahmut Nedim Bey'e başvurdular. O:
- Gidiniz, örgüte başlay ı n ı z ! dedi.
Bunu derken de sonsuz bir kayg ı s ı z l ı k içinde elinin alt ı n ­
daki piyade bölüğünü kömü r yakmak üzere dağa gönderdi.
Düzce, büsbütün savunmasız kald ı . Mahmut Nedim Bey,
bu nunla da yetinmeyerek Türklerin örgütlenmek üzere davran­
d ı kları n ı ayaklananlar ı n elebaş ı larına bildird i .
Bu s ı rada Düzce'deki atl ı kıtas ı n ı n kumandan ı Yüzbaşı
Avni Bey (Avni Baha) , Mahmut Nedim Bey'in ihanetini gör­
mekte gecikmedi . Hemen Türk olan Düzce Müftüsü Meh met
Sıtkı Efendi'yle gizlice görüşerek Türk köylerinde bir koruyucu
örgüt meydana getirdi.
Çabucak yüz yetmiş kişilik silah l ı bir örgüt yapan Avni Bey,
henüz Düzce'ye gelip savu nma tertibatı almaya vakit kalma­
dan Çerkezler, ayaklanma merkezi yaptı kları Köprübaşı Öme­
refendi köyünden, korkutucu bir kalabal ı k olarak Düzce üzeri­
ne yürüdüler. Düzce kaymakaml ı ğ ı yla jandarma kumandan l ı ­
ğ ı n ı birlikte yöneten adam da Çerkez olduğundan ayaklan ma­
yı sempati ile karş ı lad ı . Yaln ı z askerlik şubesi nin çevresi nde
Yüzbaşı Feyzullah Bey'in buyruğundaki iki ağ ı r makinal ı tüfek
subayı Ru hsar Bey, direnmelerini sürdürdüler. En sonra, gözü
dönmüş insan sürü leri Ruhsar Bey'i şehit ettiler. Yüzbaşı Ba­
ha Avni Bey'i de diri olarak yakalay ı p sı msıkı bağlad ı lar.
*

* *

İşte, böyle köklü bir ayaklanman ı n bilincinden yoksun olan


Yarbay Mahmut Bey, iyi niyetlerle ve insanca duygu ve düşün­
celerle dolu kişiliğine Çerkezlik yan ı n ı da ekleyerek bu Çerkez
ayaklanmas ı n ı önleyeceğini sanarak karargah ıyla atl ı takı m ı n ı
geride b ı rakı p emir subayı İ rfan, m ü lhakı Osman Zeki Beyler­
le bir de yaşlı Çerkez beyi ile ayaklan ıcı lara ateş yağd ı ran bi-
323
rinci tabura doğru koşar ad ı m ilerled i . Karş ı l ıklı kurşu n yağmu­
ru altı nda üç yüz metre yol ald ı . Sonra yaşlı Çerkez beyini şo­
senin baş ı n ı kesen ayaklanıcı lara gönderdi.
Yaşl ı Çerkez, çok kalabal ı k Çerkez grupları n ı n tam siper
yaptı ğ ı yere yaklaştığı sı rada Mahmut Bey, boru çald ı rarak
"Ateşkes " buyruğu verdi.
Siperlerde ateş eden erat boruyu işitince yerlerinden doğ­
rul u p :
- Ateş kes ! diye bağ ı rmaya başlad ı lar.
Yaln ı z , birinci tabur eratı baştanbaşa ateş kestiği halde
ayaklan ıcı ları n ateşi sürdürdüklerini görerek yine koru nma ör­
tülerinin arkas ı n a çekilmek zorunda kald ı lar.
Yaşl ı Çerkez beyinin aracılık çabas ı na pul veren olmam ışt ı .
Ayaklan ıcı ları n karş ı s ı nda ikinci tabur, "Ateşkes borusu­
nu" işitmemişçesine ateşi sürdürüyord u . Mahmut Bey, bu sı ra­
da daha ilginç bir şey görd ü . Yedek Teğmen M u hsin Bey'in
buyruğundaki yedinci bölük, silah çatm ış Abazalarla kucakla­
şıyor, Abazalar ı n bir bölümü de çatı l m ı ş olan silahları toplaya­
rak ordan uzaklaşı yordu .
Bunu gören Kurmay Başkan ı Yakup Sami Bey, büyük teh­
likeyi sezdi ve Mahmut Bey'i yine ateş edilmesi için sıkıştı rma­
ya başlad ı . Ne yaz ı k ki öteki :
- Kardeşkanı dökülmesi ni istemiyoru m , bi raz daha daya­
nal ı m , biraz daha sab ı r gösterelim, soğukkanl ı l ı kla bu çatış­
man ı n önünü alabiliriz ! diye di retti.
Bu sı rada, sağdaki ikinci tabu r da ateş kesmiş, çok bu na­
l ı m l ı bir dakikalar zinciri başlam ı şt ı . Pek kısa süren ateş kes­
ten yararlanan Abazalar ve Çerkezler taburlar ı n içine dal m ı ş ,
eratla birbirine karışm ı ştı . Tam bu s ı rada hala ayaklananlar ı n
elebaşı ları n ı n görün memesinden şaşkı n l ı k içinde ne yapaca­
ğ ı n ı bilmeyen Mah m ut Bey'in on beş-yirmi ad ı m ötesinde göğ­
sü, bağrı açı k, tepeden tı rnağa silah l ı bir Abaza ortaya fı rlad ı
ve tüfeğini ona doğrultarak:
- Teslim ol ! Teslim ol ! diye bağ ı rd ı .
Mahmut Bey, bunun üzerine uyand ı . Aldat ı ld ı ğ ı n ı anlam ış­
tı. Yapılacak iş yeniden şimşek gibi karar vererek bu korkunç
324
tuzaktan bir ku rtuluş u marı aramaktı . Bunu da uygulad ı . Sava­
ş ı n hemen yeniden başlamas ı n ı bildirmek üzere, her yandan
gözlerin üzerine dikildiği bu anda, yan ı başı ndaki emir subayı
İrfan Bey'i n elindeki fil intayı kapt ı ğ ı gibi Abaza'ya ateş ettiyse
de tutturamad ı . Abaza'n ı n çevresi nde beli ren birkaç ayaklan ı ­
cı tüfeklerini Mahmut Bey' in üstüne boşalttı . B i r anda patlayan
beş tüfeğin mermilerinden ancak ikisi Mahmut Bey'e rastla­
m ı ştı . Yaraları ndan biri sol bileğinin altı nda, öbürü de karn ı n­
dayd ı . Hemen yere y ı k ı ld ı . Sağ ı nda ve solu nda iki subaya bir
şey ol mam ıştı . Mahmut Bey, i nleyerek baş ı n ı genç subay ı n sol
dizine koyd u , karn ı ndan giren ku rşun içerisini parçalam ı ştı .
Mahmut Bey, yaral ı olarak ancak bir dakika yaşayabildi .
Beş Abaza, Mahmut Bey'in öldüğü n ü görü nce hemen ar­
dan savuşmuştu .
Ayaklan ıcılar, Mahmut Bey'i n soğumuş ölüsünü bir çuku­
ra fı rlatıp atarak onun askerleri n i ve subaylar ı n ı süngülüler
aras ı nda Düzce'ye götürdüler. Orda Hoca Akif adl ı bir kiş i , bü­
tün 24. Tümen eratına iman ve nikah tazeletti . Ondan son ra,
hepsini terhis ederek mem leketlerine sal ıverd i .
2 4 . Tümen subaylarına, erata olduğu gibi nazik davran­
mad ı lar. Onları türlü hareketler, sövüp saymalar ve tükürük
yağ m u rları altı nda ve bağ l ı olarak Düzce'ye götürdüler ve ce­
zaevine t ı ktı lar.

ÖGÜTÇÜ MEBUSLAR

Müslümanları, Halife heyula­


sıyla hala oyalamaya ve aldat­
maya çabalayanlar, yalnız ve
ancak Müslümanların ve özel­
likle Türkiye 'nin düşmanlarıdır.
Mustafa KEMAL

M ustafa Kemal'le Ali Fuat Paşa, baş başa vererek ayak­


lan m ı ş bölgelere türlü Kuvayı Milliyeci güçler göndermişlerd i .
Bunlardan Ethem Bey, en korkunç ayaklan ma elebaşısı Anza-
325
vur'u Susurluk'ta pataklamaya başlayarak önüne katm ı ş , döve
döve Biga'ya dek sürmüş, oradan da bir İ ngiliz savaş gemisiy­
le istanbul'a kaç ı rtm ı ş , böylece en nazik bölgelerden birinde
ayaklan ı ş ocağ ı sonrasız söndürülmüştü .
Ne yaz ı k ki Ali Fuat Paşa'n ı n sal ı ğ ı dinlenmeyerek ikinci
büyük ayaklanma bölgesine gerillacı Ethem Bey yerine, niza­
miye askerleri gönderilmiş, onlar da Mahmut Bey'in tümeninin
kişiliğinde sonucu korku nç bir başarısızl ığa uğram ış, yok ol­
muştu .
Yine kuduz ayaklan ıcı dalgaları n ı n bir gericilik ve ateş de­
nizi gibi yalayıp durduğu ikinci bölgeye h ı z ı n ı ta Mart başarı­
sızl ı ğ ı n ı n mayalan m ı ş öfkesi nden alan arslan ı n ağzı na birkaç
serçe atar gibi dört mebusçuğu gönderdiler. Trabzon Mebusu
Hüsrev (Gerede) Bey, Lazistan ( Rize) Mebusu Osman Şükrü
Bey, yanlarına on dokuz da silah l ı atl ı katı larak Bolu 'ya gönde­
ri ldi . Bunlar, Bolu ayaklanmas ı n ı daha çok öğüt vererek yatış­
tı rmaya çal ışacaklar. Olmazsa silah l ı örgütler ku rarak ayakla­
n ı c ı ları n üstüne bir de böyle yürüyeceklerd i . Halide Edip Ha­
n ı m , Osman Bey Laz olduğundan o dolaylarda çok bulu nan
Lazlardan silahl ı lar toplamas ı n ı ileri sürmüş, gazeteci Yunus
Nadi Bey de Doktor Fuat Bey'le Şükrü Bey'in ora köylüleri n­
den bir Kuvayı Mill iyeci örgüt kurmas ı n ı istemişti . Şükrü Bey'in
kayı n pederi köylere dal budak sal m ı ş ağalardan biri olduğun­
dan ona çok güveniyorlard ı . Dört mebus, Mustafa Kemal'le
öbür karargah arkadaşlarıyla helalleşip ayrı ld ı ktan sonra,
ayaklanma üstü ne hiçbir yeni bilgi edinemeden ikinci geceyi
Yabanabat'ta (Kızılcahamam) geçird i . Onlar, bu raya varma­
dan önce ayaklanma, bütü n civardaki köyleri yalayarak Bo­
lu'nun kapısı n ı çal m ı ş , burda da başköşeye otu rtu lan bir say­
g ı değer konuk gibi karşı lan m ı ştı . Yabanabat'ta (Kızılcaha­
mam) yaptı kları telgraflaşmadan bunu öğrenince dördünün de
al n ı n ı kayg ı n ı n keski n bıçağ ı çizmeye başlad ı .
Şimdi bellerinde gümüşlü Kafkas kamaları parlayan, Kaf­
kas giyneklerinin cakal ı görü nüşü içinde Abaza ve Çerkez sü­
rüleri , atl ı ve yayan Bolu'ya doğru sel gibi akıyordu.
326
Bolu mebusları , bu tehlikenin korku nçluğunu seziyorlard ı .
Şimd i , biricik erekleri Gerede ile Bolu aras ı nda bulunan Dört­
divan bucağ ına bir an önce kapağ ı atmaktı . Şükrü Bey'in nü­
fuzlu kayı npederi bu köyde otu ruyordu. Biricik u m utları , ora­
dayd ı . Ordaki Kuvayı Milliyeci sempatizanlardan bir güç yara­
tabilirlerse bir şeyler yapabileceklerini san ıyorlard ı . Bunun için
de bir ayak önce Gerede'yi geçmel iydiler. Gün ağarı rken yola
çıktı lar. Bütü n gün gittiler. Geceden de birkaç saat çald ı lar. Yi­
ne de Gerede'yi tutamad ı lar. Çok geç olduğu ndan Gerede'ye
gitmektense buraya iki saat çeken bir köye konuk oldular. Köy­
lüler onları çok candan karşı lay ı p başköşede konuk ettiler.
Ayaklanma konusu üzerinde konuşmaktan çekinen köylüler,
onları bu biricik ilgilendikleri konu üzerinde hiç ayd ınlatmad ı lar.
Çok şey bildikleri halde ufacık bir ipucu bile vermediler. Ayak­
lanman ı n Bolu'yu atlat ı p Gerede'ye dayand ı ğ ı n ı bilmek, öğüt­
çüler için pek çok önemliyd i .
Ertesi sabah , y i n e yola çıkt ı kları nda Gerede'nin b i r kart­
postal gibi barışçı ve tatl ı yeşillikleri içinde ak evleriyle ağarı ş ı ­
na bakarak atları n ı sürdüler. Gerede'ye kı rk beş dakikal ı k bir
yere geldiklerinde o yönlerden gelen top seslerine kulak verdi­
ler. Top seslerini işitince Ankara'da Büyük Millet Meclisi' n i n
açı ld ı ğ ı v e onun selamland ı ğ ı n ı sand ı lar. Şu ndan k i Anka­
ra'dan ayrı l madan önce Meclis'in Nisan ' ı n 2 1 'inde açı lacağ ı n ı
biliyorlard ı . Demek k i Gerede Kuvayı Milliye safları na ad ı m at­
m ı ş , Mecl is'in açı l ı ş ı n ı kutluyord u . Atları n ı sürerek biraz daha
yaklaştı kları nda yol u n , kendilerine doğru ilerleyen bir kalaba­
l ı kla t ı kan m ı ş olduğunu gördüler. Demek ki Gerede Kuvayı
Milliyesi gelişlerini öğrenmiş, onlara karşıcı ç ı km ı şt ı .
Yaln ı z , b u kerte iyimser düşü nmenin de tehlikeli olacağ ı n ı
düşünerek b i r ayaküstü molası verdiler. Dürbünlerine sarı larak
Gerede'yi gözetlemeye başlad ı lar. Bundan da bir şey çı kma­
yacağ ı n ı anlayarak atl ı l ardan ikisini durumu öğrenip bildi rmek
üzere öncü çı kard ı lar. Onlar da yavaş yavaş ilerlediler. Fuat
Bey'le Hüsrev Bey, biraz ilerden gidiyor, kaynaşan kalabal ı k­
tan bir anlam çı karmak için kafaları n ı boşuna yoruyorlard ı .
327
Yüzleri dönük ve silah l ı kalabal ığa yaklaş ı nca bir karı ncayiyen
konisinin kaygan yamaçları na ayak bastı kları n ı anlad ı lar. Bu­
raya dek ancak kafalarında canland ı r ı p d u rdukları korkunç
ayaklanma dalgas ıyla burun buruna gelmişlerd i .
Baştan ayağa silah l ı kalabal ı ğ ı n önünde b i r gözü kör ho­
ca ilerliyor, cübbesinin etekleri yürüyüşün h ı z ı ndan uçuyordu .
Bu 3 1 Mart olayı ndan önce Fatih Camii'ndeki ayaklanma
provası n ı yöneten ünlü Selanikli Kör Ali Hoca'yd ı . İttihat ve Te­
rakki Hükümeti , onu Bolu 'ya sürmüştü . On y ı ld ı r bura kasaba­
ları nda sürgün olarak yaşıyor, bir camide de imam l ı k ederek
geçimini sağl ıyord u . İttihat ve Terakki H ü kü meti düştükten ve
yabancı devletler memleketi yer yer ele geçirmeye başlad ı ktan
sonra, Kör Ali Hoca'ya da gün doğmuştu . Art ı k, öç almak za­
man ı gelip çatm ışt ı . Kuvayı Milliyeci denen z ı nd ı klar da eski it­
tihat ve Terakkicileri n veledinden başka neydi ki? İşte, şimdi
onları n bu veletlerinden öç alacak, hem doyasıya öç alacaktı .
Kesesine kimi ellerce boşaltı lan sapsarı Osmanl ı ve İ ngiliz al­
t ı n ları da bu öç alma işini daha sağlama bağ l ı yord u . On y ı l l ı k
sürg ü n yaşayışı onun ruh u n u , kapkara b i r buğuyla dopdolu bir
buhar kazan ı na benzetmişti . Şimdi, bu kazandan tüyler ü rper­
tici ı sl ı klar çıkıyord u .
Kör A l i Hoca, silah l ı başı bozuk kalabal ı ğ ı n ı e l i n i n b i r işare­
tiyle durdu rarak kendisi ellerinde birer Tü rk bayrağ ı taşıyan iki
kişi ile mebuslara doğru ilerledi ve şöyle bağ ı rd ı :
- Gelmeyiniz, İslam İslam ı k ı rması n !
Dürt mebusta d a şafak atm ıştı . Tam ayaklanman ı n içine
düştüklerini hemen anlad ı lar. Büsbütün tertipsiz ve tedbirsizce
avlanm ı şlard ı . Bu gözü dönmüş kalabal ığa ne söz, ne de beş
on kişin i n atacağ ı kurşun kar edebilird i .
Zavall ı mebuslar ı n belkemiklerinden aşağ ı b u z gibi b i r yel
indi. Kör Ali h ı z l ı ad ı mlarla onlara yaklaşmaktayd ı . Bu sı rada,
silah l ı kalabal ı ktan kimi sab ı rsızlar mebuslara ateş etmeye
başlad ılar. Kurşu nlar cıvlayarak başları n ı n üzerinden ve yan­
ları ndan geçip gidiyord u . Geçtikleri köprü de tutulduğundan
geri de kaçamazlard ı .
328
Köylüler, şaşkı n bir durumda oracıkta kala kalan mebusla­
rın çevresini aç kurt sürüsü gibi sard ı lar. Onları şöyle çabuk bir
süzdükten sonra Hüsrev Bey'e kıyasıya saldı rdılar. Haki giyne­
ği yüzünden onu kumandan sanm ı şlard ı . Atı ndan alaşağ ı ettik­
leri zavall ı adamı yerlerde sürüklemeye, bağ ı rı p çağ ı rarak tek­
melemeye, yüzüne gözüne okkalı tükürükler atmaya başlad ı lar.
Yine de h ı nçları n ı alamayarak bir deve, kin beslediği sahibini
nasıl çiğner ezerse onlar da öyle yapıyorlard ı . Kimi halk da bu
sı rada atl ı eratın üstüne sald ı rarak atları n ı ve silahları n ı aldı lar.
Hüsrev Bey'in durumu ağ ı rd ı ; inliyor, boğazı ndan h ı r ı ltı lar
çıkıyord u . Yüzü gözü ve giynekleri kan içindeyd i . Eğer bu s ı ­
rada yaşl ı v e sayg ıdeğer bir adam halkı n içinden çıkıp da H üs­
rev Bey'in üstü ne bir koruyucu melek gibi kapanmasayd ı , du­
ru m çok kötüye varacakt ı .
Adamcağ ız, çok tatl ı sesiyle gözü dönmüşlere şöyle ba­
ğ ı rd ı :
- Aman Allah ' ı m , n e kadar d a yak ı ş ı kl ı bir adam . Ü m me­
ti Mu hammet, kıymay ı n bu adama. Bana bağ ışlay ı n bu n u !
Avları el lerinden alı nan sald ı rıcı lar b u kez hala atları n ı n
üzerinde şaşkı n şaşkı n b u trajediye bakan öbür ü ç mebusa
sald ı rd ı l ar. Onları da atları ndan alaşağ ı ederek tozun toprağ ı n
içinde döve döve yuvarlamaya, tekmelemeye, yüzleri ne gözle­
rine tükü rmeye başlad ı lar.
Bi rkaç dakika içinde onları n da buru nları ndan kan boşan­
d ı , y ı rtı lan giynekleri üstlerinden başları ndan sarkm ı ştı .
Şimdi, Ku rmay Binbaşı Hüsrev Bey başta olmak üzere
dört mebus da yerde yatıyor, dişlerini sı karak inlememeye ça­
l ı ş ı yord u . Yaln ı z , Hüsrev Bey çok h ı rpaland ı ğ ı ndan bunu ba­
şaram ıyord u .
Bu s ı rada Gerede jandarmaları geld i . Atları al ı n m ı ş olan
dört mebusla on sekiz eri ve başları ndaki Teğmeni süngüleri­
nin korumas ı nda Gerede'ye doğru yayan olarak yürütmeye
başlad ı lar. Hüsrev Bey, çok güç yü rüyord u . Bunu ancak arka­
daşları n ı n yard ı m ıyla başarıyord u . Gerede'ye girinceye dek
birkaç kez daha halkı n sald ı rı s ı na uğrad ı l ar. Doğruca beledi-
329
yeye götü rüldüler. Burada, kapısı nda süngülü jandarmalar
bekleyen bir odada dört saat kapal ı kald ı lar. Halk, azg ı n bir sel
gibi belediyenin önü nde köpü rüyor, onları almak, parçalamak
istiyord u . Bağ ı rı p çağ ı rıyor, sövgüler, lanetler yağdı rıyorlar ve
zavall ı yaral ı ları n içindeki en son ku rtuluş umudunu da yok
ediyorlard ı . Üç mebus, otu rabiliyorsa da Hüsrev Bey, döşeme
üzerinde upuzun uzanarak yatıyor ve du rmadan inliyordu. Ya­
raları ndan akan kanlar, döşemeyi de kızartıyord u . En sonra
sağlam arkadaşları , kapıdaki jandarmadan Hüsrev Bey'in ya­
raları n ı sard ı rmak için belediye doktoru n u istediler.
Belediye doktoru , çantası n ı al ı p belediyeye gelirken hal­
kın onun önünü keserek şöyle söylediğini işittiler:
- Biz buraya yara kapamak için değ i l , yara açmak için
geldik.
Halk, onlar belediyeye getirilirken çantaları n ı , bavulları n ı
parçalayarak bütü n eşyaları n ı yağmalam ıştı .
- Bu h ı rsızl ı kları n ı z ı n ve yapt ı kları n ı z ı n cezas ı n ı pek ya­
kı nda çekeceksiniz.
Bunun üzeri ne bir hoca, ku rşun gibi içeri girerek bir san­
dalyede oturan Doktor Fuat (U may) Bey'in üzeri ne sald ı rd ı .
Yakas ı ndan tutarak sarstı v e şöyle bağ ı rdı :
- Sen , sandalyede otu rmaya lay ı k değilsin, yerde otu ra­
caks ı n öbürleri gibi.
Fuat Bey, dikilerek:
- Seni n ad ı n ne bakay ı m ? ded i . Bilelim de yarı n ona gö­
re ne yapacağ ı m ız ı düşünelim.
"Bu, Kör Ali Hoca 'ydı. Lazistan (Rize) Mebusu Abidin Bey,
Gerede 'ye kaymakam olduğunda asılacaktır. "
Ayaklanman ı n elebaş ı ları , mebusları ne yapacakları n ı
uzun uzad ıya tart ı ştı lar. En sonra, onları hapishaneye götür­
meyi kararlaşt ı rd ı l ar.
Kör Ali Hoca, bunun üzeri ne belediyenin önüne ç ı ktı ve
kaynaşan halka şöyle bağ ı rd ı :
- Ey ümmeti M uhammet, bunlar şeriat evindedir. Ceza­
ları n ı şeriat, vermiştir. Yal n ı z sabrediniz, cezaları n ı şeriat eliy­
le görsü nler. Allah ' ı n ı seven bunlara şimdilik bir şey yapmas ı n .
330
Kör Ali Hoca' n ı n bu haykı rış ı , ayaklan ıcı ları ve onlardan
daha y ı rtıcı görünen silahsız halkı hemen yatıştırd ı . Bunun üze­
rine dört arkadaş belediyeden çı karı larak süngülü jandarmala­
rın korumas ı nda ve al ıcı kuşgözleriyle kendilerine bakan iki in­
san duvarı arası ndan geçirilerek hapishaneye götürüldü . Ha­
pishane yüksek bir yerdeydi . Demir çubuklarla örtülü pencere­
lerindeki bütün camları n ı n kırılmış olduğu bu hücreden dışarı
baktılar. Bütün görünüş, ayakaltı ndayd ı . Uzak köylere giden
yollar bile iyice görülüyordu. Gözlerinin altı nda bir karı nca yu­
vası gibi kaynayan Gerede'deki bu halk yı ğı nları , şimdi salt on­
ları düşünüyor, onları n ölümüyle doymaya hazı rlan ıyor gibiydi.
Hapishaneye giden yol ve çevresi , kan içmeye hevesli gibi
görünen kad ı n l ı erkekli , çocuklu bir merakl ı kalabal ığ ıyla dolma­
ya başlıyordu. Dikkat ettiler, çocukların ellerindeki kal ı n sopala­
rın uçlarına çiviler çakı lmıştı . Onlar da bu kan bayram ı ndan ka­
rı nca kararı nca yararlanmak, birkaç damla kan olsun akıtmak
için böylece silahlanmışlard ı . Gerede' den böylece giden ince
kıvrı mlı yollar üzerinde karı nca kervanları na benzeyen atl ı ,
eşekl i , yayan köylü grupları , bir bayram yerine gelir gibi işini gü­
cünü b ı rakm ış, hiç olmazsa mebusların parçalanmas ı n ı görme­
ye geliyordu. Gelen köylü grupları , ayaklan ıcı ların tertiplerince
al ı n ı p bir kez hapishaneye getiriliyor, mebuslar da zorla pence­
renin önüne iteklenerek hocaları n padişah ı n ömrüne ettikleri du­
aya "amin " demeye zorlan ıyorlard ı . İki gözlü olan hapishanenin
bir odası nda tutuklular, öbüründe de nöbetçiler bulunuyordu.
Bunlar, acık kapıdan onları hep göz hapsinde tutuyorlard ı .
Gerede ayaklan ıcı ları n ı n elebaş ı s ı olan Divitli Eşref Hoca,
sık s ı k onları n hücresine giriyor ve şöyle konuşuyord u :
- Bizim b u ayaklan ı ş ı m ı z dinsel b i r ayaklan ışt ı r. Yakı nda
Ankara'yı da fethedeceğiz. Sizler, Allah aşkı na hangi akı lla
böyle davran ışlarda bulunmaya kalkışt ı n ı z ?
Şi mdiye d e k çektiklerimiz h e p mekteplilerdendir. Biraz da
biz medreseliler, iş baş ı nda bulu nal ı m da memleketi gül-gülis­
tana çevirelim. Seferberlikte öbür devletlerle birlik olduğumuz
halde yenildik, bu akı l land ı rmad ı , şimdi de tek baş ı m ıza İngi-
33 1
lizlere meydan okuyoruz. Bu, ne küfürd ü r, ne budalal ı kt ı r, ah
bu mektepliler!
Onlar da Eşref Hoca'ya, durumun kendisinin bildiği gibi ol­
mad ı ğ ı n ı uzun uzadıya anlattılarsa da bunlar ona vız geliyordu.
Obür odadaki nöbetçiler arası nda iyi yürekli biri vard ı . F ı r­
sattan yararlanarak mebusları yeni d u rumlar üstü ne ayd ı n latı ­
yord u . Yine o n u n anlattığ ı na göre Düzce ayaklan ıcı ları , me­
buslar ı n oraya gönderilmesini, cezaları n ı n kendilerince veril­
mesini istiyorlard ı . Gerede ayaklan ıcı ları ise onları kendileri
yakalamak şerefine erdiklerinden cezaları n ı da kendilerinin
vereceğinden söz ederek diretiyorlard ı .
B u sı rada belediyenin önü ndeki tellal ı n , sıtma görmemiş
sesiyle bağ ı rarak şöyle söylediğini işiterek içleri "cız") etti :
- Ey ü mmeti Mu hammet! Duyduk duymad ı k demeyin ,
24. Tümen Kumandan ı Mahmut Bey Hendek'te bizimkilerin
eliyle öldürüldü. Bütün tümeni tutsak edild i . Dört top, dört mit­
ralyöz al ı nd ı .
Bunu işiten mebuslar, acı acı bakıştılar. B u , olacak i ş de­
ğildi. Mahmut Bey'in tümeni Kuvayı Milliye'nin gözbebeği ,
u m ut kaynağ ıyd ı . Mahmut Bey gibi güçlü b i r kumandan v e bu
tecrübeli tümen nas ı l olur da çapu lcu sürüsü n ü n tuzağ ı na dü­
şer, yenilird i ?
Hepsi de bu habere :
- Blöf ! ded i .
Mahmut Bey'in tümeniyle v e karargah ıyla birlikte yok edil­
mesi ne demekti ? Mahmut Bey, Düzce ile istanbul'un aras ı n ı
kesecek v e ayaklanıcı ları üslerinden yoksun ederek i ş i n bit­
mesini kolaylaştı racaktı . Dört arkadaşı n da ölümü dirimi buna
bağ l ı yd ı . Bu haber, inanmamaya çal ı ştıkları halde başları na bir
y ı l d ı r ı m gibi düşmüş, yaşam umutları n ı n üzerine korkunç bir
kara düş dağ ı gibi çökmüştü . Hay ı r, 24. Tümenin değerli ku­
mandan ı ve bütü n subay ve eratıyla darmadağ ı n olduğuna
inanmak istemiyorlard ı .
N e var k i nöbetçi odası ndaki o i nsan yürekli nöbetçi habe­
rin doğru olduğunu söyleyince u m utları n ı n dünyas ı n ı buz gibi
bir ölüm sessizliği kaplad ı .
332
Mebuslar, tutuklan ı şları n ı n dördüncü günü k ı r sakall ı bir
Çerkez'in (Nuri Bey'in) ellerinde kelepçeler ve zincirlerle odaya
girdiğini gördüler. Onlara, Düzce'ye götürüleceklerini söyledi.
Sonra, hepsinin ellerine kelepçe vurarak boyunları ndan da
uzun bir zincirle hepsini birbirine bağlad ı . Ellerindeki kelepçeyi
pek o kerte yad ı rgamayan mebuslar ise baklal ı kal ı n zincirle
boyunlarına vurulan laleden pek çok tiksindiler. Bu, çok eski kö­
lelik çağları n ı n güvenlik modasıyd ı . Eski korkunç çağlar, birden
bire ölümün ve terörün iğrenç soluğuyla soluyarak yan ı başla­
rına i n ivermiş, gövdelerini ve ruhları n ı pençesine alm ı ştı . Me­
buslar, böylece yeryüzünün en korkunç cinayetleri işlemiş la­
netlileri kı l ı ğ ı nda, hapishaneden sokağa çıkı nca, orda bekleyen
vahşi bir kalabal ı kla karşı laştı lar. Halk, onlara gözleriyle tükürür
gibi bakıyordu. Jandarma ve nöbetçilerle birlikte Kafkas giynek­
leri içinde boylu boslu , yakışıklı Çerkez ve Abaza atl ı ları ndan iki
koruyucu duvar ortası nda zincirlerini şang ı rdatarak aşağ ı doğ­
ru inmeye başlayan tutukluları n görü nüşüyle çoğu , şalvarl ı , ala­
ca çarşafl ı kad ı n lardan meydana gelen kalabal ı ktan bir uğultu
koptu . Halk, öne doğru dalgaland ı . Koruyucu atl ı ları n aras ı n ­
dan u z u n sopalar v e her yandan fı rlatı lan taşlar, zavall ı tutuklu­
ları n s ı rtları n ı , kafaları n ı ve göğsünü kolayca bulmaya başlad ı .
Ö n s ı ralarda bulunan eli çivili sopalarla gereçlenmiş oğlan ço­
cukları , bu sopaları n ı zavall ı ları n s ı rtı na indirmek için atları n
ayakları altı nda ezilmeyi bile göze al ıyorlard ı .
Hele kad ı n kalabal ı ğ ı , kuzulara sald ı ran bir dişi kurt sürü­
sü gibi lanetler yağd ı rarak onlara tükürüyor, sopalarla vu ruyor,
bu sı rada heyecandan açı l m ı ş olan ak dişleri şimşek çakıyor­
du. Çerkez atl ı ları n şaklat ı p durduğu uzun kamçı lar bile kad ı n­
ları n sald ı rı ları n ı önleyemiyord u . E rkekler, kad ı nları n gösterdi­
ği bu korkunç, vahşice sald ı rı ş karş ı s ı nda şaş ı rm ı ş , gerilemiş,
salt onları n gazaları n ı seyrediyor gibiydiler.
Tutuklular, hapishanenin önündeki bayağ ı bir Tatar araba­
s ı na g üçbela bindirildiler. Bir başka Tatar arabas ı n ı n da başla­
rı nda Gerede M üdafaayı H ukuk Başkan ı Doktor Zihni I lg ı n
Bey'in bulunduğu Müdafaayı Huku k üyeleri bindirildi.
333
Araba, yolları , meydanları kaplamış olan insan y ı ğ ı n ları
arası ndan tıkı rdayarak geçerken 400 Çerkez atl ı s ı , sald ı rıcı la­
rı dağ ıtmakta çok güçlük çekiyord u . Halk, onları arabadan ala­
şağ ı edip hemen oracı kta parçalamak, lime lime, kıyı m kıyım
etmek istiyord u . Mebuslar, bu duru mdan Türklü k ad ı na utan ı ­
yorlard ı . Yaln ı z , boyunları ndaki laleleri , kendi gü nahlarıym ı ş
g i b i çok utanç verici buluyorlar, ağlamakla ölmek isteği aras ı n­
daki bir korkunç çukurda yok olmak istiyorlard ı .
İşte, halk buyd u . Uzun çağlar boyunca bütün kurtarıcı ları ­
na, Peygamberlerine karşı hep böyle davranm ı ştı , Kasaban ı n
içinden böylece her an linç edilmek tehlike ve korkusuyla ge­
çip kır yoluna çı kan tutuklular, biraz olsun rahatlad ı lar. Artık
Düzce'ye gidinceye dek ölmeyeceklerini şöyle böyle biliyorlar­
d ı . Kasaban ı n d ı ş ı na dek taşan halk taşları n ı savurup sopala­
rı n ı sallayarak hala öldürücü , teh likeli öfkeleri ni gösteriyor, oğ­
lan çocukları elleri ndeki ucu çivili sopaları n ı bir şövalye k ı l ı c ı
gibi sallayarak ş e h i r d ı ş ı nda da araban ı n arkası ndan koşuyor­
lard ı . Koruyucu atl ı lar da ancak kasaban ı n d ı ş ı na ç ı kt ı ktan
son ra, rahat soluk alabildiler. Muhafızlar, Bol u ' n u n doğusunda
Çaydu rt'ta arabaları durdurarak Bolu'dan geçmek için geceyi
beklediler. Bu s ı rada arabalarına yaklaşan yetmiş yaşları nda
bir köylü, Doktor Zihni Bey'e elindeki baltayı sallad ı . Balta ara­
ban ı n eğmesine rastlad ı , böylece doktor kurtuldu .
Araba, tang ı r tungur gidiyor, ufak molalar d ı ş ı nda hiç dur­
muyord u . Bolu'dan sabaha yak ı n geçtiler. Sokaklar bomboştu.
Pazvantlar kal ı n sopaları n ı taşlara vurarak geziyor, şurda bur­
da köpekler havl ıyord u . Şehri n , ayaklan ıcı ları bütün uyuyord u .
Bu yüzden gerek tutuklular, gerekse koruyucu atl ı lar, tehlikeli
olaylarla karşı laşmad ı lar. Yaln ı z , Çerkez koruyucu lar, bütün
yolculuk boyunca Kuvayı Milliyecilerin baskı n ı na uğrayarak
hem değerli avları n ı , hem de kendi canları n ı yitirmek korku­
suyla baş başa idiler.
Araba, Düzce'n i n üzerinde mandalar gezinen dümdüz, iki
yan ı kavakl ı ve söğütlü yol u n u tüketmek üzereydi. Kasaban ı n
ilk evleri göründüğ ü nde silah l ı silahsız, çoluklu çocuklu bir halk
3 34
kalabal ı ğ ı da gözüktü. Bunun üzerine atl ı ları n başı , arabayı
durd u rarak tutukluları arabadan indird i . Dört mebus zincirlerin i
şang ı rdatarak i k i yana dizilmiş düşman bakışlı halkı n aras ı n­
dan geçirilerek hapishaneye götürüldü .
Düzceli b i r Çerkez, hapishaneye t ı k ı l malarına gözcülük
ederken onlara şöyle ded i :
- Ankara'ya giderken size uğurlama töreni yapamad ı ktı ,
fakat karş ı lama törenini olsun yapabildik.
Düzce, ayaklanma merkezi olduğu halde burda Gere­
de'deki kud u rgan öfke ve öldü rme h ı rsı yoktu. Burası nedense
daha d u rgundu . Ayaklan ı c ı l ar, bütü n hükümlü leri boşalttığ ı n­
dan hücreler bomboştu. Mebusları , küçük pencereli, pis koku­
lu, karanl ı k ve yaş bir hücreye kapad ı lar.
Şimdi zavall ı larda yeni bir ölüm korkusu serüveni başla­
m ı ştı . Elbette korkacaklard ı . Cahi l ve sorumsuz ellerdeydiler.
Birdenbire Ortaçağ'a dek gerilemişlerd i . Boyunları ndaki zincir­
ler ve bilekleri ndeki kelepçeler, onlara ulusun bu korkunç du­
rum u ndan duydukları ndan daha ağ ı r gelmiyord u . Onlar, yine
de, işte , bu halkı n kurtarıcılarıydı lar.
Mebuslar, üç saat pis kokulu hapishanede bilinmeyenin
kem i rici ve kahredici terörüyle baş başa kaldı ktan sonra oradan
al ı n ı p H ürriyet ve İtilaf Partisi'nin merkezine götürüldüler. Orda
kendileri gibi kimi tutuklu subaylara rastladılar. Bunlar, şehit
Yarbay Mahmut Bey'in tümen subaylarıyla Düzce atl ı kıtas ı n ­
dan Baba Avni Bey, jandarma tak ı m kumandan ı Cemal Bey'di .
Hürriyet v e İtilaf Partisi'nin kulübü i k i gözdü. Büyük odada su­
baylar, küçük odada da bir Binbaşı bulunuyordu. Mebusları da
Binbaş ı n ı n yan ı na koydular. Düzce H ürriyet ve İtilaf Partisi'nin
başkan ı ve yine Düzce ayaklanmas ı n ı n elebaşısı Berzeg Sefer
Bey bu sı rada istanbul'da bul u nuyord u . Padişahla görüşmeye
gittiği söyleniyordu. Mebuslarla subaylar, iki gün bu odalarda
sıkı bir gözaltı nda beklediler. Sefer Bey'in gelmesi beklendiğin­
den o gelinceye dek hiç kimse onlara yaklaştırı lmad ı . Berzeg
Sefer Bey, burda Halife ordusu kumandan ı ve ayaklanman ı n
başı olduğundan , herkes ve her şey onun buyruğundaydı . Me-
335
buslarla subaylar, Mahmut Bey olayı ndan sonra daha neler ol­
duğunu merak ediyor, d ışardan hiçbir haber s ızmad ı ğ ı ndan
kendilerini umutsuz bir karanl ı k içinde duyuyorlard ı .
B i r gece d ışarda kalabal ı k ayak sesleri v e gemici fenerle­
ri n i n yalpalay ı p duran ı ş ı kları n ı gördüler. Kapıda anahtarı n
döndüğünü işitince önemli bir olay ı n içine düşeceklerini anla­
d ı lar. Bir y ı ğ ı n silah l ı Çerkez'in önü nde gire gire içeri Çerkez
Sefer Bey girdi. Doğru mebusları n odas ı na gitti .
Hepsini tan ı maya çal ışarak, pek yüksekten bir tonla:
- Millet karası n ı sizin aln ı n ızda görmek istemezdim, dedi.
Doktor Fuat Bey, Sefer Bey'i çok eskiden ve yakı ndan ta-
n ı yord u . Kendisi Bolu'da otu rduğundan yine arda oturan Sefer
Bey'in kız kardeşini doktorluk dolayısıyla tan ıyord u . Onun ar­
daki kız kardeşinin tedavisiyle uğraş m ı ş , sonra Düzce'den Bo­
l u 'ya gelen ikinci kız kardeşi ni de tedavi etmişti . Sefer Bey'le
de kişisel tan ı ş ı k l ı kları vard ı . Sefer Bey, Bolu'ya geldikçe görü­
şür, konuşurlard ı .
Fuat Bey, bundan yüreklenerek Sefer Bey'i n sözünü ağzı ­
n a tıkad ı :
- Millet karas ı n ı n kimin yüzünde olduğu n u gelecek gös­
terecektir; bundan emin olunuz. Siz, bilmeyerek İngilizlerin ek­
meğine yağ sürüyorsunuz. Ara yerde İslam kan ı dökülmek su­
retiyle düşmana yard ı m ediyorsunuz ! Öbür mebuslar da yol
açı l m ışken ulusal kurtuluş savaş ı n ı n yüksek amac ı n ı anlatma­
ya çal ı şt ı larsa da bunlar Sefer Bey'in bir kulağ ı ndan girip öbü­
ründen çıkıyord u .
Sefer Bey i k i söz aras ı nda:
- Ankara'ya gideceğiz, herhalde Padişah' ı n buyruğunu
yerine getireceği z ! Deyip duruyord u .
Epey atı p tuttuktan sonra, gece yarıs ı çekilip gitti . Mebus­
larla subaylar, yine hiçbir vakit eksilmeyen kara düşleriyle baş
başa kald ılar.
Ertesi sabah, nöbetçilerden biri , onlara Şeyhülislam Dürri­
zade Abdullah Efendi'nin yazd ığı korkunç fetvadan bir tane ver­
di. Okudular: Bu bir "Hurucu Alessultan "(Sultanm otoritesinden
336
çıkmak, Padişah 'a karşı ayaklanma) fetvasıyd ı . Bütün Kuvayı
Milliyecilerin kan ı , bu fetvaya göre, helald i . O zaman , şimdiye
dek gelmeyen ölümü daha yakın gördüler. Demek ki Padişah ,
İngilizlerin yard ı m ıyla Kuvayı Milliye'nin ocağ ı na incir dikmenin
peşindeyd i . Görünüşe göre de çok hızlı bir yürüyüş içindeydiler.
Düzce'ye erişen bu fetvaları , Adapazarı İngiliz konsolosu
Düzce'deki Ermeni doktorun u n adresine göndermiş, o da
ayaklanıcı lara vermişti . (Bu Ermeni doktorun sonra asıldığı gö­
rülecektir.)
Sonradan Ankara ve İstanbul valilikleri yapacak olan Hay­
dar Bey de bu sı rada Sefer Bey'in evinde gözaltı nda bu lunu­
yord u .
*

* *

Ankara'dan yola çı karken ayaklanman ı n yal n ı z Düzce­


Bolu bölgesinde olduğunu sanan Öğüt Kuru l u , hiçbir örgüt
yapmaya fı rsat bulamadan Gerede'nin kap ı s ı nda azg ı n ayak­
lan ıcı ları n kucağ ı n a düşüvermişlerd i .
Gerede'ye ayaklanman ı n nas ı l v e nerden sıçrad ı ğ ı n ı an­
lamak için Bolu ayaklanmas ı n ı n neden meydana geldiğini öğ­
renmek gerekiyordu .
B ı rakışma ile birlikte o zamana dek İttihat ve Terakki ' n i n
d e mi r yumruğu altı nda s i n miş olan gerici H ürriyet v e İtilaf Par­
tisi , mezarı n ı n mermer kapağ ı n ı kaldı rarak güneşe fı rlad ı ve
uzun yı llar karanl ı kta yaşaman ı n h ı ncıyla bütü n güneş kokan
canl ı ya ve cansıza saldı rmaya başlad ı .
İlk i ş olarak d a yeniden örgütlend i . Her şehir ve kasabada
Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin dalları açı l m ı şt ı . İttihat ve Terakki de
meydan ı boş bı rakmamak için kendi kendini dağ ıttıktan sonra
dan ı ş ı kl ı "Teceddüt Fırkası 'h ı kurarak onun koynunda dirimini
sürdürmek hevesine kapılm ıştı . Bu yüzden her şehirde ve ka­
sabada H ürriyet ve İtilaf Partisi'nin azgı n ve sald ı rıcı varl ı ğ ı kar­
ş ı s ı nda bir de Teceddüt Fı rkası dal ı yeşermeye başlıyord u .
İşte, eski Köroğlu serüvenlerinin söylenip durduğu ünlü
Bolu şehrinde de bir iki düşman parti , karşı karşıya gelmiş, sa-
337
vaşıyordu. Teceddüt Partisi'nin Bolu 'da kurulması için hükü­
metten izin al ı n d ı ktan sonra, şehri n en namuslu , en temiz
adamları , bu partinin kurucu kuruluna seçildi ve gemi azıya al­
mış olan Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin karşısına büyük bir yürek­
lilikle dikild i . Hü rriyet ve İtilaf Partisi, yeni doğmuş olan rakibini
korkunç bir düşman l ı k havası içinde göğüsledi. Ne var ki Te­
ceddüt Fı rkas ı , halkın güvenini kazanm ı ş kişiler arası ndan se­
çildiğinden sald ı rı lara kolayca dayanabiliyordu. Hü rriyet ve İtilaf
Partililer, her yanda memleketin en h ı rsl ı , en bencil ve serüven­
ci kişilerinden meydana gelmişti. D ı ş düşmanlarla kolayca an­
laşıp birazcık dünyal ı k uğruna yurtlarıyla birlikte en kutsal var­
l ı kları n ı satabilecek kı ratta kişiler, her yerde bu parti yöneticile­
rinin çoğunluğunu meydana getiriyord u . Bolu'daki H ürriyet ve
İtilaf Partisi yöneticileri de her yandakiler gibi son kerte gerici bir
kafa taşıyorlard ı . "Kürsi-i Millet" gazetesinde her gün yenilmez
yutulmaz türden saçmalar ve herzeler tekerleniyordu.
Teceddüt Partisi ' n i n ilerici bir burjuva partisi n itelikleri taş ı ­
yan parolaları n ı e l e alan "Kürsi-i Millet'', bunları en aşağ ı b i n
y ı l l ı k örümcekli düşü ncelerle yere vurmaya çal ışıyor, 1 908
devrimi nden beri atı lan bütü n ad ı m ları korku nç bir kızg ı n l ı kla
lanetliyord u . Örneğ i n , kad ı nları n seçime katılabilecekleri mad­
desini ele alan "Kürsi-i Millet" şunları yazıyord u :
- Kad ı nları n , kocaları n ı n müsaadesi olmadan sokağa
çı kmalarına şeriat ı n müsaadesi yoktur. Teceddütçüler, şeriatı
dahi ayakaltı na alıyorlar.
"O zaman, Hürriyet ve İtilaf'ın başında Boyacızade Hacı
Hamdi, üyeliklerinde de İrvanyalı Hacı Hafız Emin Kadri, es­
naftan Hafız Abdullah, Avukat Nuri, Dava vekili Yahya, tüccar­
dan Hacı Mehmet bulunuyordu. "
Böylece bütü n hacılar, hocalar ve hafızlar, en eskiyi getir­
mek üzere sı kıca örgütlenmişlerd i . Teceddüt Partisi ' n i n ömrü
iki aydan çok sürmed i . Hükümetçe kapatı lan bu partin i n mem­
leketçi , özgür düşü nce sahibi üyeleri , artı k resmi bir çatı altı
bulamayı nca evlerinde toplanarak dertleşmeye ve memleket
sorunları n ı konuşmaya başlad ılar. Ne yaz ı k ki sonradan dev-
338
rim h ü kü metinin İstanbul ve Ankara gibi iki büyük şehrinde va­
lilik yapacak olan Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey, yal n ı z evlerin­
de konuşup görüşmek zoru nda kalan ayd ı nları ve yurtseverle­
ri polis arac ı l ı ğ ıyla oralarda kontrol ettiriyord u . Haydar Bey'in
İstanbu l'u tutmas ı ve H ürriyet ve İtilafçı ları n yan ı nda gibi gö­
rü nmesi , gerici liğin ve padişahçı l ı ğ ı n alabildiğine kök salmas ı ­
na v e gelişmesine yarıyordu.
Şehirde bütün yönetim , H ürriyet ve İtilafçı ları n eli ndeyse
de telgrafçılar, geleneklerine uygun fedakarl ı klar yaparak geri­
ci parti n i n eline geçen ve elinden ç ı kan bütün gizleri Kuvayı
Milliye ile el ele çal ışan İttihat ve Terakkicilere yetiştirmekten
geri kal m ı yorlard ı . K ı rçuvan l ı S ı rrı , Ali R ı za ve Kutucuzade İz­
zet ve Zühtü Beyler bu en teh likeli dönemde gerçek bir yiğitlik­
le çal ı ştılar.
7 Şubat 1 9 1 9'da beş İ ngiliz subayı ndan meydana gelen bir
kurul Bolu'ya geldi. Hürriyet ve İtilafçı larla gizli toplantı lar yapa­
rak uzun uzun konuşup görüştü . Eski mebuslardan Abdülva­
hap Bey bunlar arası nda göze çarpıyord u . Mutasarrıf Haydar
Bey, H ürriyet ve İtilafçı larla el ele vererek İ ngiliz subaylarına şö­
lenler verdi. İngilizler, burdan Çerkeş'e dek uzandı lar ve geri
döndüler. Sonra Mudurnu , Göynük, Tarakl ı 'ya uğrayarak Gey­
ve'ye vard ı lar, ordan da İstanbul'a döndüler. İ ngiliz subayları
Bolu'ya geldiğinde yanları nda tercümanl ı k yapan bir Ermeni
papazı da getirmişlerdi. Bu Ermeni papaz ı n ı n görevi bu bölge­
de oturan Ermeni yurttaşları canland ı rmakt ı . Nitekim de öyle ol­
du. Onlar aşıyı yapı p gittikten sonra sessiz sedasız günlük iş­
leriyle uğraşan Ermenilerin boyu da mek parmak (bir parmak
anlamında ölçü birimi) uzad ı . Onlar da göze batmaya başlad ı ­
lar. İ ngiliz subayları Bolu'ya gelip d e Hürriyet v e İtilafçı ları n cep­
lerini doldurduktan sonra Kuvayı Milliye'ye karşı yürütülen kam­
panya birden bire geniş kanatlar açarak h ı zland ı .
Refi Cevat Bey'in ( U l u nay) "Alemdar" gazetesi kara bir
meşale gibi Bolu köylerinde dolaşt ı r ı lmaya başland ı . Erzu rum
ve Sivas Kongresi kararları n ı n halka duyurul maması için elle­
rinden geleni arkaları na koymad ı lar.
339
En sonra Kuvayı Milliyeci dalga Bolu'nun kapı ları n ı daha
sertçe dövmeye başlayı nca burda da bir Müdafaayı Hukuk
Derneği kuruldu . H ürriyet ve İtilafçı lar derneğin başköşesine
kurulmakta ivedi davrand ı lar. Bu, salt derneğin çal ışmas ı n ı sa­
bote etmek içindi . Nitekim bunu da yaptı lar. İstanbul'a Bolu'nun
İstanbul hükümetiyle ilgilerini kestiklerini bildiren telgrafı bir tür­
lü çekmediler. Oysa Anadolu şehirleri , bu işi çoktan yapm ıştı .
Bütün Bolu bölgesinde gerçek Kuvayı Milliyecilerin kurduğu
Gerede Müdafaayı Hukuk Derneği Bolu'yu bu utançtan ve çık­
mazdan kurtarmaya karar verdi. Çarşamba Bucak Müdürü ve
Gerede Kaymakam Vekili Mithat Kemal Bey, Müdafaayı Hukuk
Derneği ad ına işe karıştı . Gerede jandarmalarıyla güçlendirilen
altmış-yetmiş kişilik bir milis gücünün başına gecen Mithat Ke­
mal Bey tam bir Kuvayı Milliyeci kı l ı ğ ı nda ve at üzerinde Bolu
üzerine yürüdü. Milisleri şehrin doğu kapısında mevzilendirdi.
Yan ına birkaç silah l ı alarak şehre girdi. Doğru telgrafhaneye gi­
derek şehrin ileri gelenlerini katına çağ ı rtt ı . Bütün çağrılanlar,
geldiyse de Mutasarrıf Haydar Bey, hastal ı k bahane ederek
evinden d ı şarı çı kmad ı . Mithat Kemal , hemen oracı kta Bolu ile­
ri gelenlerine dikte ettiği telgrafı İstanbul'a çektirdi. Bunda, bu n­
dan böyle Damat Ferit hükü metiyle her türlü ilişkilerini keserek
Ankara'daki Temsil Kuruluna bağland ı kları n ı bildiriyorlard ı .
(Mithat Kemal Bey'in evinden çıkaramadığı Mutasamf
Haydar Bey, az zaman sonra, gerçeği anlayarak Kuvayı Mil/i­
yeci ünlü yöneticiler arasmdaki yerini alacak, onun gösterdiği
büyük çabalarla Bolu 'dan çıkan/an beş mebus, Büyük Millet
Meclisi'ni açmak için Ankara 'ya gönderilmek üzere iken bun­
lardan Hacı Abdülvahap mebusluktan çekilerek gitmekten
vazgeçecek ve ayaklamşm elebaşlllğlm yapacaktı.)
29 Mart 1 920 günü Albay İsmet ( İ nönü) Bey'in buyruğunda­
ki İstanbul kaçakları grubu Bolu'ya vard ı ğ ı nda Kuvayı Milliyeci
örgüt onları törenle karş ı lad ı . Bu grup iki üç gün Bolu'da konuk
kald ı . Ne var ki engerek ağ ısıyla dolu H ürriyet ve İtilafçılar bu s ı ­
rada h i ç d e boş durmuyordu. H e r şeyi göze almış olan bu
adamlar, İstanbul kaçakları n ı temizlemek üzere gizli tertiplere
340
giriştiler. Bunu vaktinde öğrenen Kuvayı Milliyeci Bolu örgütü
hemen davranarak değerli konukları Çarşamba bucağ ı yoluyla
Nallıhan-Sarıköy üzerinden Ankara'ya doğru yola çı karı ldı .
1 3 Nisan 1 920'de Düzce kasabası bütünüyle ayaklan ıcı­
ların eline geçtiği nde Bolu Mutasarrıfı Ali Haydar Bey, yan ı na
şeh rin ileri gelenlerinden bir kurul alarak ayaklan ıcı larla görüş­
mek üzere Bolu Dağ ı eteğindeki Bakacak denen yere gitti .
Düzce gericileri , Ali Haydar Bey'den daha önce davran ı p Bolu
gericileriyle bağlantı ku rduğu ndan ve Bakacak'a giden ku rul
arası nda bunlar da bulunduğu ndan iş sarpa sard ı . Bakacak'a
gelen ayaklan ıcı lar kuru l u , burda Bolu kuruluyla çabucak an­
laşmaya vard ı . Bolu da hemen Düzce ayaklanması na katı la­
cak, birlikte Ankara üzerine yürü necek ve Büyük Millet Meclisi
açı l madan boğulacakt ı r.
Bolu kuru l u , Bolu'ya döne dursun Düzce ayaklan ıcı ların­
dan silah l ı bir grup da gizlice Bolu'ya gelerek gerici elebaşı la­
r ı n evleri ne sakland ı . Kuvayı Milliyecilerin ve Mutasarrıf Ali
Haydar Bey'in ruhu duymadan Bolu 'yu ayakland ı racak örg ütü
kurdular. Bir-iki günlük çabalamadan sonra, Bolu 'yu kendileri­
ne çeviren ayaklan ıcı lar, Ali Haydar Bey'i tutsak ederek Düz­
ce'ye döndüler. Mutasarrıfı onları n elinden almak için de hiç
kimsenin kılı k ı p ı rdamad ı .
Çerkezler ve Abazalar, Bakacak'ta Mutasarrıfı öldürmek is­
tediler. Hoca Süreyya Efendi , onun öldürülmesini önledi. Ne var
ki Ali Haydar Bey, Abaza ve Çerkezlerce adamakı l l ı dövülüp h ı r­
palandı . Haydar Bey, Düzce'ye götürülüp de ayaklan ıcı ları n ku­
mandan ı Berzeg Sefer Bey'in evinde gözaltı na al ındığında, üs­
tü başı yırtılmış, gövdesi yara bere içinde kalmış ve giyneğinin
ceplerinde işe yarar ne varsa hepsi soyulup yağma edilmişti .
Paşaköy'de toplanan Düzce ayaklan ıcı ları , birçok Türk
köylerin i n de kendilerine kat ı lmasıyla korkutucu bir güç oldu­
lar. Dürrizade Abdullah Efendi'nin yazd ı ğ ı fetvada Adapaza­
rı' ndaki İ ngiliz Konsolosluğu ile Düzce'deki Ermeni doktora
gönderilip onun eliyle de H ürriyet ve İtilaf Partililere verilip bü­
tün köylere dağıtıldıktan sonra, padişahçı l ı k ve gericilik, ger-
34 1
çekten önüne durulmaz gibi görünen bir gazap f ı rtı nası yarat­
m ı şt ı . Halk, padişaha karşı ayakland ı ğ ı söylenen Kuvayı Milli­
yecileri çiğ çiğ yemek istiyord u . Düzce'yi ele geçiren ayaklan ı ­
cı lar arası nda pek çok d a Bolulu Türk köylüsü vard ı . Kasaba­
ya kara bir sel gibi dalan ayaklan ıcı lar, ilkin yolları üzerindeki
hapishaneyi dolduran mahpusları boşaltarak araları na ald ı lar.
Hükü met dairesine giderek bütün memurları masaları n ı n ba­
ş ı ndan kald ı rı p d ı şarı kovalad ı lar. Orman dairesindeki memur­
lara ise çok kaba davrandı lar:
- Sizin bundan sonra göreviniz kalmam ışt ı r. istibdat dö­
neminde orman yöneti mi örgütü bir müdür, bir başkatip, bir at­
l ı koruma memuru , iki korucu ve bir de ondal ı k memuru ile yö­
netiliyord u . Halk, ormanlardan serbestçe yararlanacakt ı r, diye­
rek hepsini aşağ ı l amalarla daireden kovdu lar.
Hacı Hamdi ve Hacı Abdülvahap ile birlikte birkaç kişi er­
tesi gün Bolu dolayları nda Karaağaç'a gelmiş olan 32. Kafkas
Alayı ' n ı n yan ı na giderek Alay Kumandan ı Üsküdarl ı İsmail
Hakkı Bey'le uzun uzadıya konuşup görüştü ler. Albay afsun­
lan m ı ş gibi o akşam Bolu'ya vararak hanlara yerleşti ve horul
horul uyuyarak tatlı bir barış uykusu çekti . Oysa Tümen Ku­
mandan ı Kemalettin Sami Bey, alay ı n ulusal güçlere kat ı l ması
içi n alay kumandan ı na kesin buyruk da yollam ıştı .
*

* *

Bolu'nun ayaklanıcı lara katıld ı ğ ı s ı rada Gerede'de önem­


l i bir olay geçti . Eski İttihat ve Terakki sürgünü ve 3 1 Mart kış­
kırtıcı ları ndan Selanikli Kör Ali Hoca, kendisi gibi korkunç bir­
kaç gerici hocay ı , örneğin Divitli Eşref 'i, S ı l ı ş Hafız ' ı filan yan ı ­
n a alarak çarş ı n ı n en kalabal ı k b i r yerinde yüksek sesle tekbir
getirmeye başlad ı lar.
Kör Ali Hoca, on y ı ld ı r Safranbolu'da sürgün bulunuyord u .
Ayaklan ıcı lar, onları Gerede'ye çağ ı rm ı şlard ı . Halk, hemen i l ­
gilenerek çevrelerine topland ı . Dü rrizade'nin fetvas ı n ı da kö­
şede bucakta okuyup tütsülenmiş olan halk, hocalar ı n tekbiri­
ne katı larak gök g ü rültüsüne benzer bir gürültü ile hükümet
342
meydan ı na doğru yürüdüler. Onlar da Düzce ayaklan ıcı ları n ı
öykünerek hükü met dairesini bastı lar.
Kaymakam Selahattin Bey, hocalara ne istediklerini so­
runca, ona bir tokat aşk ettiler. Bütün memurları d ı şarı attı lar.
Jandarmalar ı n silahları n ı ald ı lar. Son ra hapishaneyi boşalta­
rak hükümlüleri kendi safları na kattılar. Müdafaayı Hukuk Der­
neği Başkanı Doktor Zihni Bey'i büyük bir h ı rsla aramaya ko­
yuldular. İlkin Kad ı Meh met Cemil'in odas ı nda saklanan Zihni
Bey, son ayaklan ıcı ları n sald ı rı s ı ndan kurtu larak hükümetin al­
tı ndaki bir odaya hapsedildi.
Bolu'dan Gerede'ye Abaza, Çerkez ve Türk ayaklan ıcı mi­
lisi olarak yetmişe yaklaşı k atl ı gelerek zorla evlere konuk edil­
d i . Gerede halkı da bunlara katılarak say ı s ı n ı artı rmaya çal ış­
tı . Üç grupta toplanan ayaklan ıcı lar ı n başlarına üç ayrı ku man­
dan atand ı . Deli Molla' n ı n buyruğu altı ndaki elli kişilik müfreze
Kızı lcahamam üzerine, Dayıoğlu Hacı İbrahim buyruğu ndaki
müfreze de Safranbolu üzerine yürüyüşe geçti . Azg ı n bir hila­
fetçi ve Kuvayı Milliye avcısı olan bu adam ı n oğlu Mithat ise,
Gerede Müdafaayı Huku ku üyeleri ndendi. Kızı lcahamam , Ku­
vayı Milliyesi, kasabaya doğru ilerleyen gerici lere bir granit gi­
bi karşı koydu . Tereyağ ı ndan k ı l çeker gibi şehirleri ve kasaba­
ları ele geçirmeye al ışmış olan zorbalar, başları n ı burdaki taş­
lara çarparak geldikleri yere döndüler.
Çerkeş'teki nizami ordu askerleri de bu kasabaya yürüyen
çapulcuları püskü rttü . Yaln ı z Safranbolu üzerine yü rüyen Da­
yıoğlu Hacı İ brah i m , şehre girmeyi başard ı .
B u sı rada, Kastamonu'nun yeni ve Kuvayı Milliyeci Valisi
Cemal Bey, jandarma tabur kumandan ı Emin Fikri Bey'i Safran­
bolu'ya gönderdi. Fikri Bey, oraya vard ı ğ ı nda halkı heyecan için­
de buldu . Bu heyecan ı n nedeni 700 piyade ve 300 atl ı k Hilafet
ordusunun Safranbolu üzerine yürüdüğü haberiydi. Ordunun
başı nda bir şehzadenin olduğu söyleniyordu. Emin Fikri Bey,
şehre girdiğinde memurları Kad ı ' n ı n evinde toplantıda buldu.
Onu da toplantıya çağı rd ı lar. Kaymakam, Kadı ile baş başa ve­
rerek kan dökülmemesi için gelen ayaklan ıcı ları ne biçimde kar-
343
şılayacakları üzerinde tartıştı lar. Yaln ı z ilk anda Vali Cemal
Bey'den aldı kları buyruk üzerine ayaklan ıcı lara karşı savunmak
üzere Aktaş bucağı na otuz jandarma gönderdilerse de sonra­
dan Hilafetçilerin korkunç propagandası ndan yı larak düşüncele­
rini değiştirdiler. Kaza kaymakamı , hemen Aktaş'a haber salarak
bucak müdürünü çağı rttı ve ona jandarmaları da alarak Gere­
de'ye kaçmas ı n ı söyledi. Bu ağızdan verilen gizli buyruk üzeri­
ne, bucak müdürü kaçıp gidince, Safranbolu'da beklenen çözül­
me başlad ı . Kad ı ' n ı n evinde yapı lan yeni bir toplantıda boş yere
kardeşkan ı akmaması için gelmekte olan ayaklan ıcı ları n barış­
çıl bir biçimde karşı lanması kararlaştırıld ı . Böyle de olmasa bu
bin kişilik Hilafet ordusuna hangi güçle karşı durulabilirdi ki? Ka­
d ı ' n ı n evinde sabaha karşı gizlice toplanan eşraf, kaymakam ve
kadı herhangi bir çatışmayı önlemek üzere jandarma subayları­
nın tutuklanmas ı n ı karar altına aldılar. Cuma gecesi verilen ka­
rar, Cumartesi sabah ı hemen uyguland ı . Silahlı bir grup başı bo­
zuk belediyedeki subayları tutuklad ı lar. Kastamonu jandarma ta­
bur kumandan ı Emin Fikri Bey'le Kastamonu'yu Kuvayı Milliye­
ci yapan ünlü kahraman Şevket Bey de bunlar arası ndayd ı .
Safranbolu yöneticileri v e halkı , yedi yüz kişilik Hilafet or­
dusunu büyük bir ilgi ve sab ı rsızl ı kla beklerken Dayıoğ l u Hacı
İbrahim'in, arkas ı ndan elli kişilik bir başı bozuk çapulcu sürü­
süyle ç ı kageldiğini görü nce şaş ı rd ı ve düş kırıkl ı ğ ı na uğrad ı .
Yal n ı z , gelişleri gürü ltülüyd ü . Hac'dan dönüyormuş gibi yük­
sek sesle tekbir getirerek Kasabaya girdiler.
K ı ran köyü Rumları da çalgı çala çala bunları n ard ı ndan
bir silahsız kalabal ı k olarak ilerliyord u .
Kaymakamla Kad ı ' n ı n ihaneti sonucu olarak elli mahpus
kaçk ı n ı eşkıya hilafet ordusu ad ı na kocaman kasabayı ele ge­
çird i . Çapulcular, hemen o gün ellerine verilmiş olan listeye gö­
re Kuvayı Milliyecileri tutuklamaya başlad ı lar. Listede yirmi bir
kişinin ad ı vard ı . Tutuklananlar aras ı nda idadi müdürü H üse­
yin Usta, saatçi N u ri Efendi de vard ı .
Tutuklama nedeni olarak d a ileri sürü len şuydu :
- Dört buçuk yağmacıya boyun büken Safranbolu Tü rk­
lerine yaz ı klar olsu n ! Demişlerd i .
344
Yaln ı z , eşraf, ağı r basarak tutuklananları serbest bı rakt ı r­
d ı . Çapulcular, Safranbolu gericilerinin de yard ı m ıyla yüz kişi­
lik bir atl ı milis örgütü meydana getirerek Kastamonu'yu ele
geçirmek n iyetiyle Araç üzerine gönderildiler. Bu kez, yüz kişi­
ye çıkan Hilafet ordusun u n ( !) kumandan ı , yine Dayıoğlu Hacı
İbrah i m , kurmayı da ü n l ü eşkıya Eğri Ahmet'ti .
Bu s ı rada Daday üzerinde de çabucak Safranbolu'dan
devşirilen bir milis gücü eşraftan birkaç kişi ile Safranbolu kay­
makam ı n ı n buyruğunda yola çı karı ld ı .
Kastamonu Valisi Cemal Bey, b u haberi alı nca hemen
Dü nya Savaşı içinde Ermenileri zorla göç ettirme ve öldürme
suçları ndan dolayı Nemrut Mustafa Paşa mahkemesince ara­
n ı p d u ran Eflani Bucak Müdürü Aziz Bey'i buldurup Araç kay­
makam l ı ğ ı na atad ı . Araç kaymakamı Hilafete sıkıca bağ l ı yaş­
lı bir Çerkez'di . Kuvayı Milliyecilerin yerine Hilafet ordusunu
karşı l amaya haz ı rlan ıyor, nas ı l karş ı layacağ ı n ı da Vali Cemal
Bey'den sormak patavatsızl ı ğ ı nda bulunuyord u . Cemal Bey,
Araç' ı n padişahçı kaymakam ı n ı n da tutuklanarak Kastamo­
nu 'ya gönderilmesini buyurmuştu .
Bu ndan sonra Vali Cemal Bey'le bölge kumandan ı Albay
Osman Bey baş başa vererek yeni direnme güçleri yaratmaya
çal ıştılar. 58. Piyade Alay ı ' n ı n bir bölüğü çekirdek olarak ele
al ı nd ı . Kalem dairesinde, askerlik şubesinde, jandarma ku­
mandan l ı ğ ı nda bulu nan bütün erat ve subaylar bu bölükle bir­
leştirild i . Müdafaayı Hukuk Derneği'yle Gençler Kulübü'nde
kümelenmiş olan bütün yedek subaylar "Kastamonu 'nun ide­
alist gençleri" bu tertiplenen gücün kumanda kadrosunda yer
ald ı . Kuvayı Milliyeci güç askerlik şubesi başkanı Kastamonu­
lu Binbaşı Şevket Bey'i n buyruğuna verildi. Bölük, Daday, Ef­
lani yoluyla Safranbolu'ya yolland ı . Belinde tabancası , bomba­
sı eksik olmayan Daday hükü met doktoru Kadri Bey de müfre­
ze doktorluğuna verildi.
Böylece yirmi atl ı jandarma ve yirmi beş ayd ı n Kuvayı Mil­
liyeci Safranbolu gericileri üzerine yürüye d u rsun , bunları n ar­
kası nda ikinci bir müfreze de haz ı rlanmaya başlad ı . Polis ör-
345
gütü nün baş ı na getirilip başkomiser atanan yedek subay Hadi
Bey bu milis gücün ü n baş ı na getirild i .
Bu m i l i s gücünü daha çok ağalar v e beyler meydana ge­
tirmişti . Eflanilioğlu Mustafa Bey, Kastamonu eşraf ve yiğitle­
rinden Kayband ıoğlu Hüseyin , Remzi Horozoğlu Mahir, Akde­
lioğlu Mehmet, Ekşioğlu Hüseyin , telgraf muhabere memuru
Memduh Bey'le oğlu E nver Bey ve daha birçok tan ı n m ı ş eşraf
ve ağa, bunları n buyruğundaki birçok yiğit, İ nebolu'dan Kaba­
alioğlu R ı za Bey, Ziver'in İbrahim Bey ve arkadaşları , kendi si­
lah , at ve gereçleriyle bu milisin s ı raları n ı süslüyord u . Yeni
müfreze, daha çok Başkomiser Hadi Bey'le Eflanilioğlu Musta­
fa Bey'in arkas ı nda toplan ıyordu .
Kastamonu l u Binbaşı Şevket Bey müfrezesinin, Hilafetçi­
leri n ve çapu lcular ı n üstüne gitmesi bütün Kastamonu'yu bir
Kuvayı Milliyeci heyecan ı n dalgaları aras ı na atm ıştı . Bütü n
köy ağaları ve şehir eşrafı Safranbolu üzeri ne gidecek ikinci
kolda yer almak üzere sanki birbirleriyle yarışıyor gibiyd i . Jan­
darma Kumandan ı Fikri ve Üsteğmen Kahraman Şevket buy­
ruğu nda ilkin Safranbolu 'ya gönderilen gücün tutsak edilip da­
ğ ıt ı l m ı ş olması bu heyecan ı n başlıca kaynakları ndan birini
meydana getiriyord u . Bi nbaşı Şevket Bey'in baş ı na da böyle
bir iş gel i rse, art ı k Kastamonu ve Ankara, Hilafet ordusu nun
önünde savu nmas ı z birer şehir olarak kalacakt ı . Sonra, Hilafet
ordusu n u n da Çerkez-Abaza ve çapu lculardan meydana gel­
miş olmas ı Kastamonulu ları adamak ı l l ı ü rkütüyordu. Kuvayı
Milliyeciliği epeyce duyulan şehi r, birçok kötü lüğe uğrayabilir­
di. Bu yüzden Albay Osman Bey'in kumandan l ı k dairesi, sila­
h ıyla ve atıyla gelmekte olan gönüllülerle kaynaşıyord u . Kas­
tamonu halkı da Safranbolu'ya gönderilen Şevket Bey müfre­
zesin i n al ı nyaz ı s ı yla Albay Osman Bey gibi ilgileniyord u . Os­
man Bey, yeni müfrezeyi kurarken İ kide bir telgrafhaneye ko­
şuyor, ardan başarı haberini bekliyord u . Bunun bir başarı ha­
beri olması gerekliydi. Yoksa gerisi felaketti.
Hadi Bey'le Mustafa Bey milislerini Araç üzerinden Saf­
ranbolu'ya doğru yola çı karan ve pazartesi gecesi telgrafhane-
346
de içi içi n i yiyerek makina başı nda bekleyen Albay Osman
Bey, tel i n öbür ucundan Binbaşı Şevket Bey'in başarı müjde­
sini ald ı . Hoşnutluk, onun gergin yüzü nde kocaman bir tropik
çiçeği gibi açt ı . Şevket Bey, kan dökülmeksizin Safranbolu 'ya
girildiğini ve hükü met konağ ı n ı n karşı konmaks ı z ı n ele geçiri l­
diğini bildi riyord u . Şevket Bey, yola çı karken kendinden önce
yola propagandacı lar da çı karm ış, buyruğu ndaki gücü oldu­
ğundan çok büyük ve kalabal ı k olarak bildi rmişti . Sıkı bir yürü­
yüşle yolları tüketmiş ve apansı z ı n Safranbolu'ya girdiğinde
Hilafet ordusu ad ı ndaki çapulcu ve gerici grupları n ı n şehirden
kaçtığ ı n ı görmüştü . Halk, Şevket Bey'i alkışlıyord u .
Tutuklu subay v e sivilleri ku rtaran Şevket Bey, bunlar ara­
s ı nda iri gövdeli ve sevimli yüzüyle Üsteğmen, Kahraman Şev­
ket Bey'i de görd ü . Yal n ı z , onun inci gibi dişlerinin yerinde kan­
lı bir boşluk s ı rıtıyord u . Hilafetçiler, onun Kastamonu'yu Mus­
tafa Kemal'e bağlayan subay olduğu n u öğrenerek nalbant ker­
petenini ağz ı na takıp bütün dişlerini sökmüşlerdi. Eğer Binba­
şı Şevket Bey'in bölüğü onu kurtarmam ış olsayd ı diri m i , her
atak subay gibi tehlikedeydi.
Gece yarı sı , Dayıoğ l u , kaymakam , kad ı , savcı , posta mü­
dürü , Komiser Rag ı p , Gerede'ye kaçm ı ştı . Kumandan Şevket
Bey, şehi rden kaçan elebaşılara haberci göndererek gelip tes­
lim ol maları n ı bildird i . Bu kaçanlarla onları n yan ı s ı ra sıvışan
birçok Safranbolu ileri geleni şehre dönmek üzere yola çıkt ı k­
ları nda başkumandanları ünlü eşkıya Eğri Ahmet, hepsini yol­
da çevirip tepeden tı rnağa bir güzel soyd u . Hepsi , "Tığ teber
şahı merdan " Safranbolu 'ya döndüklerinde, dirimlerinin bağ ış­
lanması için Binbaşı Şevket Bey'in ayakları na düşüp tövbe üs­
tüne tövbe etti.

347
BOZKIRIN EN KUTLU GÜNÜ

Yaşamak, didinmek ve çarpış­


mak demektir. Kim bu çarpış­
mada kazamrsa o yaşar.
Mustafa KEMAL

Yar ı n 1 920 N isan ı ' n ı n yirmi üçüncü günüydü . Bu Mustafa


Kemal'in yaşayışı nda en önemli ikinci g ü n olacakt ı . Birincisi,
Çanakkale'de Hamilton orduları n ı n kaç ı p gittiği gecenin saba­
h ı yd ı . Onları kaçı ran da oyd u . Şimdiyse yepyeni, g ı c ı r g ı c ı r bir
devlet kurmak üzereyd i . Yar ı n bu bir olgu olacaktı . Pek çok se­
viniyord u . Sigara d uman ıyla yüklü çal ışma salonu ndaki bütün
arkadaşları , bunu görüyord u . Yaln ı z , onun sevincinin onda do­
kuzu bir aysberg gibi su altı nda kal ıyord u . İşi bu kerteye dek
getirebil mek ne devletti .
Yaln ı z , bir şey vard ı . Ayaklanmalar alabildiğine gelişip azı ­
yor, bütün Tü rkiye'yi kaplayacak gibi görünüyord u . Belki d e İ n ­
gilizlerle İstanbul hükü meti , salt Mustafa Kemal'i 2 3 N isan'a
ulaştı rmamak uğruna böyle y ı rtı n ı p du ruyorlard ı . 22-23 Nisan
gecesinin k ı r çiçekleri kokan nemli havası yarı açı k pencere­
den giriyor, i nce bir bulut örtüsüyle örtülü gökyüzü nde ayd ı n l ı k
b i r s i s gibi a y ı ş ığ ı n ı n parlad ı ğ ı görü n üyord u . Mustafa Kemal ,
başta olarak herkes yar ı n yeni Türk Devleti'nin temeli atı l ı rken
havan ı n yağ m u rsuz olmas ı n ı diliyord u . Böylece parlak bir gün
yaşanmış olacaktı .
Mustafa Kemal , bu gece heyecandan gözlerini kı rpama­
yacağ ı n ı biliyord u . Çanakkale'de en önemli saldı rı ları n ı haz ı r­
larken uykuyu , gereksiz bir nesneymiş gibi u nuttuğu çok ol­
muştu . Saatlerdir yazı masası na çöküp bir iki ufak nesne ka­
ralad ı ktan sonra kalkıp salonda bir aşağ ı bir yukarı dolaşıyor­
d u . 23 N isan ' ı n getireceği ayd ı n l ı kla ayaklan ı ş bölgelerinin ka­
ra düşleri kafas ı n ı n içinde çarp ı ş ı p d uruyord u .
Yarbay Mahmut Bey'le tümeninin yok oluşu , kafası n ı yum­
ruklayan kara düşlerin en korkuncuyd u . Ankara'da biricik daya-
348
nağı Ali Fuat Paşa'ydı . O da Bursa'daydı . Korkunç fetvaların et­
kisini azaltmak üzere ora ulemas ı n ı kullanmaya çal ışacaktı .
23 N isan ' ı alt ı n bir çerçeve içinden pır ı l p ı r ı l bir mucize gi­
bi görmeyi sürdüren iyimserliğini biraz daha silip parlatmak
üzere kahveci askerden bir kahve istedi :
- Abe çocuk, nerde kahve?
Doksan dokuzluk tespihini çekerek bir aşağ ı , bir yukarı
dolaşı rken birçok geceler olduğu gibi yine Zi raat Mektebi'nin
çevresindeki s ı k ağaçlı klardan üst üste silah sesleri geldi. Ka­
rargah personelinin kulakları buna al ı ş ı ksa da bu geceki silah­
lar daha başka anlam taşıyora benziyord u .
Şu ndan k i yar ı n 2 3 N isan'd ı . Yarı n yepyeni b i r Türk Dev­
leti' n i n temelleri atı l ıyord u . Mustafa Kemal , yaverlerle Recep
Bey' in ( Peker) , Doktor Refik (Saydam) Bey'in silahları n ı kap­
m ı ş , merdivenlerden koşarak inişleri n i görd ü .
O da hemen belindeki tabancası n ı yoklad ı , sonra yatağ ı ­
n ı n başucunda duran filintas ı n ı kapt ığı g i b i bahçeye i n d i . Silah
sesleri kesilmişti . M ustafa Kemal, bahçede ağaçları n arkas ı na
sinmiş bekleyen karargah subayları n ı görd ü . Biraz ötede ka­
rargah muhafız kıtas ı n ı n kumandan ı Üsteğmen Şerif Bey'le
buru n buruna geldi. Bir yeğnik makinal ı tüfeğin baş ı ndaki erle­
re buyruk veriyordu. Üsteğmen Şerif Bey, böyle her gece dev­
riyesiyle tarlaları ve ağaçl ı kları dolaşıyor, bu azizliği yapanları
boşuna arıyord u . Gecenin karan l ı ğ ı nda bu bin bir tepenin ar­
kas ı nda ve bu sık ağaçl ı klar içinde bir tümen asker saklansa
bulunamazd ı .
Mustafa Kemal , m uhafız kıtas ı n ı n tetikte olduğ u n u göre­
rek güven içinde sön ü k ay ışığ ı n ı n dumanlad ı ğ ı ağaçlı klara,
tarlalara ve Çubuk Çay ı ' n ı n ı ş ı ldayan ve tatlı tatlı şırı ldayan
suyuna bir süre baktı .
Bütün bu güvenlik vermeyen boş görü nüş üzerinde 23 Ni­
san gününün coşkun uğultusu dalgalan ı r gibi oluyor, her kuy­
tusu bir tehlike saklar görünen tedirg i n gecenin ufukları iyim­
serliği and ı ran masmavi bir ayd ı n l ı kla ağarmaya başlıyord u .
Çubuk Çayı kıyı ları nda yüksek kümeler meydana getiren sö-
349
ğütlüklerden birkaç ishak kuşun u n tatl ı ve sürekli flütleri geli­
yor, uzak bir yerlerde köpekler havl ı yord u .
Mustafa Kemal , hemen Halide Edip'lerin bekçi köpekleri
Karabaş' ı n bugünlerde zehirlenerek öldürüldüğünü and ı . De­
mek ki düşman , bağ l ı bekçi köpeğinin yan ı baş ı na dek sokul­
muş ve onu kolayca öldürebilmişti . Demek ki katiller, bu gün­
lerde bu zavall ı köpeğin sahiplerini de öldü rmeyi tasarl ıyorlar­
d ı . Yaln ı z bu , onları n sand ı ğ ı gibi kolay olmayacakt ı .
Yar ı n 2 3 N isan'd ı . Yeni Türk Devleti'nin temelleri atı lacak
ve bütü n bu kara düşler, bu gü neşli topraklar üzerinde sinecek
kovuk bulamayarak çekilip gidecekti. Buna en gerçek devrim­
ci gücüyle inan ı yord u .
Biraz di nlenmek üzere yukarı ç ı k ı p kendini yatağa att ı ğ ı n ­
da puslu v e seri n bir sabah gelip yüksek pencerelere dayan­
m ı ştı bile. Giyneğiyle uzand ı ğ ı yatağ ı nda bu gün yap ı lacak tö­
renleri ve işleri şöyle bir kez daha düşünd ü . Karargahta herke­
sin uyand ı ğ ı n ı , kendisini uyur sand ı kları ndan koridorlardan ge­
lip geçenlerin tilki ayağ ıyla yürüdüklerin i anl ı yord u . O da en
son ra yatağ ı ndan kalkt ı . Asker berberi çağ ı rtarak iyi bir saç sa­
kal tı raş ı old u . Yı kan ı p kuruland ı ktan sonra, bir tepsi üzerinde
getirilen kahvaltısı ndan bir iki lokma ekmek ve peyn ir yemeye
çal ı ştı . Sabahları kahvaltı etmezse de bütün gece uyan ı k dur­
duğundan içi ezi l m işti .
Son ra, törensel giyneğ i n i , jaketatayla reye pantolonunu
s ı rt ı na geçi rd i . Bunun altı nda dik yakal ı , uçları kenarlara kıvrı k
kolal ı bir gömlek giymiş, kara bir kravat takm ıştı . Dikkatle ar­
kaya tarad ı ğ ı kızıla benzer sarı saçları n ı n üzerinde boz astra­
gan kalpağ ı n ı otu rttu . Gelen raporlara ayaküzeri şöyle bir göz
atarak buyruklar yağd ı rd ı .
Öğleye doğru otomobiline binip bütün karargah halkı n ı da
arkası na takarak Hacı Bayram Cam ii'nde cuma namaz ı na git­
ti . . . Töre n , bu cam iden başlayacak, Millet Meclisi'ne doğru ge­
lişecek ve orda sürüp gidecekti .
İşe dinsel bir törenle başlaman ı n bin türlü yararı vard ı .
Mustafa Kemal , arkadaşlarıyla karargahtan ayrı l ı p d a şehri n
350
sokaklarına girdiğinde halk kalabal ı ğ ı n ı n sel gibi aktığ ı n ı göre­
rek gizli bir sevinçle titred i . Ayaklanma bölgelerinin korku nç bir
biçimde genişleyerek Ankara'ya yaklaş m ı ş olması bile Ankara
halkı n ı bu büyük olaya ortak olmaktan al ı koymam ışt ı . Meme­
deki çocuklardan aksakall ı yaşlı lara ve değnekli ninelere dek
bütü n halk sokaklara dökülmüştü . Herkes bayraml ı k giyneğini
giymiş kendine bir çekidüzen verm işti.
Mustafa Kemal ' i n otomobili kalabalı ktan daha çok ilerle­
yemeyerek bir yerde durd u . Arabadan i n mek zoru nda kalan
Mustafa Kemal , arkası ndakilerle kalabal ı ğ ı n açı larak verdiği
sayg ı l ı yoldan güçbela Hacı Bayram Camii'nin avlusuna vard ı .
Bütü n mebuslar, memleketin ve davan ı n bütün ileri gelenleri
ordayd ı . Hepsinin ayrı ayrı elini s ı ktı . Bütü n gözler onun üze­
rindeyd i . Binlerce, on binlerce göz, onu görmek üzere bir boş­
luk, bir aral ı k bulmaya çabal ı yord u .
M ustafa Kemal , baktı :
Hacı Bayram Camii ile Büyük M i llet Meclisi olarak ku llan ı ­
lacak olan yayvan yap ı n ı n arası ndaki bütü n yollar, boş arsalar,
bahçeler, evler, evlerin damları , duvarları n üstleri, oğul arı kü­
meleri gibi insanla kaynıyord u . Evlerin pencerelerinden he­
venk hevenk kad ı n ve genç kız başları sarkıyordu.
Bu mahşer gibi kalabal ı k insan arası nda sömürgeci u l us­
ları n , asker ve subayları da yer alm ı ştı . Fal taşı gibi açı l m ı ş
çok merakl ı gözleriyle Mustafa Kemal'e v e coşkun kalabal ığa
düşü nceli düşü nceli bakıyorlard ı .
Hacı Bayram Camii'nden Büyük Millet Meclisi konağ ı na
giden bi rkaç yüz metre uzunluğundaki yol , bir boş koridor gibi
uzuyor, bunun her iki yan ına aral ı klarla dikilen polis ve jandar­
malar, koridoru halk selinin kaplamas ı n ı önlüyord u . Uzakta
Büyük M il let Meclisi'nin alçac ı k bir duvar ard ı ndan görülen ge­
niş pencerelerindeki bir yığ ı n küçük Tü rk bayrağ ı , bozkı rda er­
ken açm ış i ri gelincikleri and ı rı yord u . Konağ ı n önünde yükse­
len bayrak direğinde de büyük bir Tü rk bayrağ ı , bozkırın k ı rk
ikindi yağ m u rları n ı getiren çiçek koku lu seri n bir rüzgarıyla dal­
galan ı yord u .
35 1
Mustafa Kemal , Büyük Millet Meclisi'nin kişiliğinde yeni
Türk Devleti'nin temelleri n i atarken, tam anlamıyla teokratik bir
devlet kuruyormuşças ı na türlü dinsel törenlere ve taktiklere
başvu rmak zorunda kal m ı şsa da buna üzülmüyord u . Böylece,
bütün halkı dava çevresinde daha yoğ u n y ı ğ ı nlarla ilgilendire­
bilmişti . Ankara'n ı n bugünkü coşku n d u rumu bunu, açı kça
gösteriyord u .
İlkin N isan ' ı n 22'sinde açmayı düşündüğü Büyük Millet
Meclisi'nin açı lış gününü 23 Nisan cuma gününe atarak büyük
dinsel törenlerle işe başlaması zorunluluğunu yaratan , İstan­
bul'un, korkunç "Hurucu Alessultan " fetvalarıyd ı . O korkunç sal­
dı rıya göğüs gerebilmek için özdeş silahlar kullanmak gerekliliği
kendini göstermişti. Büyük Millet Meclisi'nin açı lışı da öyle gizli
kapakl ı bir olupbitti olarak yapılmak yönüne gidilmemiş, bu bü­
tün Türk ulusuna daha önce bir genelge ile şöylece bildirilmişti :
- Tan rı ' n ı n izniyle Nisan ' ı n 23'ü ncü cuma günü cuma na­
mazı ndan sonra Büyük Millet Meclisi açılacakt ı r.
Yurd u n bağ ı msızl ı ğ ı , hilafet ve saltanat makam ı n ı n ku rta­
rılması gibi en önemli ve dirimsel ödevi yerine getirecek olan
Büyük M illet Meclisi' n i n açı l ı ş gününü cu maya dek getirmekle
bugü n ü n kutluluğundan yararlanarak ve açı l ı ştan önce bütü n
mebuslarla Hacı Bayram Camii Şerifi'nde cuma namaz ı da kı­
l ı narak Kuran ' ı n ve salatı n nurlarından da yararlan ı l acakt ı r.
Namazdan sonra "sakal-ı şerif ve sancağı şerifle " özel dai reye
gidilecektir. Özel daireye girmeden önce bir dua okunacak kur­
banlar kesilecektir. İşbu törende, cam ii şeriften başlayarak
özel dai reye dek kolordu kumandanl ı ğ ı nca asker kıtalarıyla
gerekli tertibat alınacakt ı r.
Bu günün kutsal l ığ ı n ı anlatmak üzere bugünden sonra, vi­
layet merkezinde vali beyefendi hazretlerinin tertibiyle Hatim ve
Buhari-i Şerif okunması na başlanacak ve Hatimin son bölümle­
ri , cuma namazı ndan sonra özel daire önünde bitirilecektir.
Kutsal ve yaral ı yurdumuzun her köşesi nde özdeş olarak
bugünden sonra, Bu hari-i Şerif ve Hatim okunarak cuma günü
ezandan önce m i narelerde salavat getirilecek ve hutbe oku-
352
nu rken bütün ulus bireyleri nin bir ayak önce kurtuluşa ve mut­
luluğa kavuşmaları duası okunacak ve cuma namaz ı kı l ı nd ı k­
tan son ra da Hatim bitirilerek bütün yurt parçaları n ı n kurtuluşu
uğruna yap ı lan ulusal çal ı şmalar ı n önem ve kutsall ı ğ ı ve her
ulus bireyin i n kendi vekillerinden meydana gelen Büyük Millet
Meclisi' n i n yükleyeceği yurt görevlerini yerine getirmenin zo­
runluluğu için di nsel konuşmalar yapılacakt ı r. Bu ndan sonra,
din ve devletimizi n , yurt ve ulusumuzun ku rtuluşu , sağ l ı ğ ı ve
bağ ı ms ı z l ı ğ ı için dua edilecektir. Bu dinsel ve yurtsal törenin
yapı lması ndan ve camilerden ç ı k ı ld ı ktan sonra, Türk ülkesinin
her yan ı nda hükü met konağ ı na gelinerek Meclisin açılmas ı n ­
dan dolay ı törensel kutlamalar yapı lacakt ı r. H e r yanda cuma
namaz ı ndan önce uygun biçimde Mevlidi Şerif okunacakt ı r.
Bu bildirinin hemen yay ı nlanması ve genelleştirilmesi uğ­
runa her türlü araca başvurulacak ve ivedi olarak en ıssız köy­
lere, en küçük asker kıtaları na, memleketin bütü n örgüt ve ku­
ruluşları na bildirilmesi sağlanacakt ı r. Ayrıca, büyük levhalar
olarak da her yana ası lacak ve elden gelen yerlerde bastırı la­
cak ve çoğaltı larak bedava dağ ıtılacakt ı r.
Tan rı 'dan eksiksiz başarı lar dileriz.
Mustafa Kemal ve karargah arkadaşları geldiğinde, mina­
relerde m üezzinlerin eli kulağ ı ndayd ı . Caminin içi h ı nca h ı nç
dolmuştu . Bin-bin beş yüz kişi alabilen cam i , Mustafa Kemal' i n
yan ı baş ı nda namaz k ı l mak hevesl ileriyle öyle dolmuştu ki
Mustafa Kemal'e, arkadaşları na bile namaz kı lacak yer bulu­
namad ı . Büyük fedakarl ı k pahas ı na yal n ı z Mustafa Kemal ve
bir iki arkadaş ı için secdeye baş koyacak yer bulabildiler. Halk
bu raya salt dinsel bir törende bul u nmak üzere değ i l , ulusal bir
heyecan yüküyle de yüklü olarak koşmuştu . Bu, kutsal duygu­
larla ulusal duyguları n i nsanlara eşit olarak egemen olduğu bir
toplantıyd ı . Halk, din heyecan ı n ı n u lusal heyecana bir yard ı m­
cı olduğ unu da pekiyi seziyord u . Camiyi t ı kl ı m tıkl ı m dolduran
halk, kı m ı ldayamayacak duru mdayd ı . Namaz safları , özdeş
s ı kl ı k içinde caminin geniş kapısı ndan avluya taşmış, mermer­
ler üzerinde başlar ı n ı secdeye koymayı göze alm ı ş , cami me-
353
zarl ı ğ ı n ı n taşları arası nda sat tutmuş caminin önünden geçen
sokaklarda secdeye varmak üzere elpençe divan bekliyord u .
Bütü n Ankara inan ı rları , bugün şehrin öbür camilerini b ı ­
rakm ış, Hacı Bayram Camii'ne sald ı rm ı şlard ı . Yaln ı z , öbü r ca­
milerin cemaatleri değil, imam ve müezzinleri de Hacı Bay­
ram'a koşmuş, bu özel ve yüksek g ü n ü n kutluluğundan ve ulu­
sal coşku nluğu ndan tat almak istemişti .
Bug ü n , Hacı Bayram'dan Meclis'e dek bütün dolayları dol­
duran halkı n hepsi koskocaman ve birleşik bir cemaatti. Mus­
tafa Kemal'le birkaç arkadaşına ön saflarda son kerte güçlük­
le yer bulunduğu sı rada Hacı Bayram Camii'nin minaresi nde
ezan oku nuyord u .
İ ki rekatl ı k c u m a namaz ı k ı l ı n d ı ktan sonra caminin içini ve
d ı ş ı n ı doldu ran cemaat hep bir ağ ı zdan tekbir getirmeye baş­
lad ı . İçerde ve d ışarda coşturucu bir uğultu olarak dalgalanan
tekbir sesleri, bu bozkı r şehrinin belki şimdiye dek ilk kez işit­
tiği bir iyimserlik sarkışıyd ı . O birkaç Arapça sözcüğün içinde
bir büyük halkı n bütün yenme, güzel yaşama, g üven içinde ya­
şama ve ölümsüzlük istekleri uğulduyord u .
Bu tekbir sesleri , belki çok sesli olmamak talihsizliğinden
dolayı bir koro değildi , bir senfoni h iç değildi. Yal nız, bu anla­
rı n bile belki anlam ı bil inmeyen Arapça sözcüklerin içinde bir
halkı n , bir ulusun en güzel duygu ve düşü ncelerinin en iyimser
u m utları n ı n senfonisi uğulduyord u . Vahşi viyolonsel haykı rış­
ları n ı and ı ran türlü erkek sesleri birbiriyle kaynaşarak korku nç
bir güzellik al ıyord u . Mustafa Kemal' i kendini yitirme kertelerin­
de duyguland ı r ı yord u . Bozkı r gü neşiyle yan m ı ş , bozkı r kı şları ­
n ı n etkisiyle sertleşip kabuk bağlam ı ş Anadolu insanları , istan­
bul'dan yeni gelmiş ayd ı n mebuslarla birlikte coşkunluk yaşla­
rı döküyor, erkekliğinden utanmadan ağl ı yorlard ı . Evet, bir er­
kek bütün yaşayışı süresince ancak böyle bir ya da iki kez göz
göre göre ağlayabilirdi.
Namaz, bir saat sürd ü . Camiyi boşaltan halk, tören düze­
nine g i rerek Büyük Millet Meclisi'ne doğru yürüyüşe geçti . En
önde Türk bayrağ ı , onun arkas ı nda uzun boyu , kara cüppesi
354
ve aksakal ı yla bir hoca baş ı n ı n üzerindeki rahlede Kuran- ı Ke­
rim'le, bohçaya sar ı l ı Sakal- ı Şerifi taş ıyarak gidiyordu. Onun
arkası nda bütü n Türkiye'deki din tarikatları n ı n ayetlerle süs­
lenmiş bayrakları n ı taşıyan dervişler, yürüyord u . Bayrakları n ı n
arkas ı ndan d a ayn ı tarikatların şeyhleri v e onları n adamları ,
ellerinde türlü alet ve çalg ı larla ilerl iyord u . Bunları n hemen ge­
risinde Mustafa Kemal'le devrim i n ileri gelenleri ve türlü kı l ı k­
larda mebus kalabal ı ğ ı göze geliyord u .
Ankara bozkı rları üzerinde kı rk ikindi yağmuru serpi ntileri­
ni taşı yan bulutlar, yavaş yavaş geldi ve Şeytan' ı n düğün yap­
t ı ğ ı güneşli bir havada gök gürültüsü gibi tekbir getirerek iler­
leyen u lusal kalabal ı ğ ı n üzerine rüzgarla tozan p ı r ı l p ı r ı l bir
serpinti dökerek geçti. Uzaktan uzağa g ü rleyen gök, ağ ı r ağ ı r
tekbir getirerek ilerleyen cemaate karş ı l ı k veriyor gibiydi. Halk,
çisentiyi önemsemeyerek safları n ı daha çok s ı kıştırıyor, yola
dikilen asker, jandarma ve polisler, kalabal ı ğ ı n dalgaları ara­
s ı nda birer saman çöpü gibi sürüklenip gidiyor, yerlerini halk­
tan kişiler doldu ruyord u .
Bir ayak önce Meclis'in kapısı ndan içeri girebilmek için
dokuz doğ u ran Mustafa Kemal'le arkası ndaki arkadaşları da
önden , arkadan ve yanlardan gelen dalgalanmalarla her an
yer değiştiriyor, bir türlü ilerleyemiyord u . iterek, kakı larak, dir­
seklenerek yerinde say ı p duran Mustafa Kemal , halkın bu di­
siplin dinlemeyen coşkunluğu karşısı nda şaşkına dönmüştü .
Ne zamand ı r yola çıkmışlard ı , ancak bir arpa boyu yol gittikle­
rini görüyord u . Artık, burda yürü meyi sağlayan kendi direnci
değildi. Kimi zaman arkadan çarpan bir dalgayla bi rkaç ad ı m
ilerleyebiliyor, sonra yine türlü yönlerden gelen dalgalarla oldu­
ğu yerde dönüp du ruyord u . Askerleri n , polislerin bağ ı rı p çağ ı r­
mas ı , tekbir seslerin i n gök gürültüsü arası nda sivrisinek v ı z ı l ­
tısı g i b i yitip gidiyord u .
Üç y ü z metrelik yol en sonra bir saate yaklaş ı k b i r zaman­
da güçlükle al ı nd ı . Mustafa Kemal , Meclisin önündeki geniş
merdivenlerin dibinde görünüşünden hiç de hoşlanmad ı ğ ı çif­
ter çifter kurbanları n kesildiğini görerek irkildi. Oldum olası
355
kandan hoşlanmazdı . Savaşları da daha çok kan akmaması
için bir anda bitirmek isterd i . Bura mebusu Fehmi Hoca'n ı n gür
ve tatl ı sesiyle okuduğu dua, yerde debelenip duran koyunla­
rı n tüten kanları na karıştı . Dua bittikten sonra "Amin!" sesleri ,
yeni uğultularla dalgaland ı .
Mustafa Kemal , ayağ ı n ı n saatlerdir bir bukağ ı gibi takı lan
bu törenlerin son halkas ı n ı da böylece kı rarak Meclis'ten içeri
girdi. Mebuslar, yeni bir tapı nağa girer gibi sessizce arkasın­
dan girdiler.
Meclis'in önü ndeki balkonda halka ufak birkaç söz söyle­
yen Mustafa Kemal , coşkun bir biçimde alkışlanarak salona
dönd ü . Salonun tam karşısı nda kürsü görünüyord u . Ankara
okulları ndan topla n ı p boyanm ı ş sı ralar, bunun karş ı s ı na dizil­
mişti . Meclise getirilen Sakal- ı Şerifle Hacı Bayram Veli'nin
bayrağ ı da kürsünün sağ ı na ve soluna yerleştirilmişti . Dinsel
törenin sonu , burda getirilecekti. Yüzü aşkı n , türlü k ı l ı klarda
mebus, öğrenci s ı raları nda tedirgin oturuyor, salonda çıt ç ı k­
m ı yord u . Mustafa Kemal en ön sı rada oturmuş, yeni törenin
başlamas ı n ı bekliyord u . Sonra ayağa kalkt ı , bütü n mebuslar
da ayağa kalkt ı . Hatimleri n , bu Buhari-i Şerif okumaları n ı n so­
nunu ayakta dinleyeceklerd i . Kürsün ü n önüne gelen bir hoca,
yan ı k ve tatl ı sesiyle okuyor, bütün salonu di nsel ve ulusal
duyguları n her şeyi u nutturan coşkunluğuna boğuyordu.
Yine herkes, tatl ı tatl ı ağlamaya başlam ıştı . Artık, bu göz­
yaşları , göstermelik ve öğü n melik değildi. Bu genel ve bere­
ketli bir yağmur gibiydi. Hiç kimse kendi ağlayıcıyla öğüne­
mezd i . Şundan ki bu ulusal şerbetin tad ı n ı herkes ayrı ayrı ta­
dacak güçlü duyguları n avucunda bir salkım üzüm güzelliğiyle
ezildiğini duyuyord u .
Meclisteki s ı raları n hemen arkası ndan başlayan halk ka­
labal ı ğ ı , içerde dualar arası nda söylenen aminleri yineleyerek
böylece iç tören, bir d ı ş tören biçiminde uğultu larla şehre yayı­
l ı yord u .
E n sonra, Meclis içi tören d e bitti. Önceden kararlaştırıldı­
ğ ı gibi mebuslar ı n en yaşl ısı olan Sinop Mebusu Şerif Bey,
356
kürsüye ç ı ktı . Meclisin neden Ankara'da toplanması gerektiği­
ni, İstanbul Meclisinin baş ı na gelenleri anlattı :
- Say ı n dinleyiciler, istanbul'un sözde geçici olarak ya­
bancı devletlerce işgal olunduğu ve bütün temelleriyle Hilafet
ve hükü met merkezinin bağ ı msızl ı ğ ı yok edildiği sizce bilin­
mektedir. Bu duruma boyun eğmek ulusumuzun önerilen ya­
bancı tutsakl ı ğ ı n ı benimsemek demektir. Ancak katıksız ba­
ğ ı ms ı z l ı kla yaşamak kararı nda olan ilk gü nden beri özgür ve
kendi baş ı na buyruk yaşam ış olan ulusumuz, tutsakl ı k d u ru­
munu şiddetle ve kesinlikle itelemiş ve hemen vekillerini topla­
maya başlayarak yüksek meclisimizi meydana geti rmiştir. Bu
yüksek meclisin başkan ı olarak ve Tan rı ' n ı n yard ı m ıyla ulusu­
muzun iç ve d ı ş bağ ı msızlığı içinde kaderini kendi eline alarak
yönetmeye başlad ı ğ ı n ı bütün dünyaya bildirerek Büyük Millet
Meclisi'ni açıyoru m . Sonrası z Türk olan istanbu l'umuz ile işgal
altı nda ve türlü zulüm ve acı lar içinde gövdesi ve ruhuyla acı ­
maks ı z ı n yok edilmekte olan bütün z u l ü m altı ndaki vilayetleri­
mizin kurtarı l ış ı na başarı sağlamas ı n ı Tanrı 'dan dileri m .
Mustafa Kemal'in yazarak Sinop mebusuna okuttuğu b u
kısa sözler bitince, salonda b i r alkış koptu v e b u alkış d ışarda
dinliyormuş gibi dikilip duran insan yığı nları na geçti . Halk da
nutku dinlem işçesine alkışlad ı .
Açı l ı ş işi, böylece gerçekleştikten sonra, Mustafa Kemal , ol­
duğu yerde ayağa kalkarak encümenlerin kurulmas ı n ı önerdi.
Sonra yine, olduğu yerde şöyle bir kon uşma yaptı :
- Yüksek mecl isimiz olağanüstü yetkiye sahip olarak ye­
rinde seçilen say ı n mebuslarla sald ı rıya uğrayan payitahttan
can ı n ı ku rtararak bu raya gelen say ı n mebuslardan ku rulmuş­
tur. Kurtu lup gelebilecek mebuslarla birlikte yüksek bir meclis
kurulmas ı ancak yeni yapı lan bu seçim biçi mi nde söz konusu
olmuştu r. Bu sı rada meclisimiz toplanm ı ş d u rumdad ı r. Bu se­
çim, eski seçim biçiminden daha geniş olduğu ndan önce seçil­
miş olan mebuslar ı n özdeş yetki ile görev görmeleri için tuta­
nakları n ı n bu yüksek meclisimize doğrulanması uygun olaca­
ğı kan ısı nday ı m . Bunun üzerinde durmak isterim . Şu düşünce-
357
ler çevresinde mebuslar ı n tutanakları n ı incelemek üzere encü­
menler kurulması uyg u n görülürse o soru na geçilsi n .
Kısa bir görüşmeden sonra Mustafa Kemal'in önerisi ka­
bul edildi. Bunun üzerine en yaşlı mebus olan Meclis Başkan ı ­
na en genç mebuslardan katipler verildi . Bunlar Bursa Mebu­
su M u h ittin Baha Bey'le, Kütahya Mebusu Cevdet Bey'di . Bir
iki encü men seçilerek kurulduktan son ra, ertesi gün saat onda
toplan ı l mak üzere toplantıya son verildi.
Mustafa Kemal'le mebuslar, Büyük Millet Meclisi'ne girmek
için ne kerte güçlük çekmişlerse dışarı çı karken de özdeş güç­
lükle karşılaştılar. Şundan ki Meclis yapısı dört yandan sıkı bir
biçimde halkla sarı lmıştı . İğne atsan yere düşmez sözünün söy­
leneceği bir durum göze çarpıyordu. Sokaklar, duvarların üstle­
ri ve damlar bugünün önemini sezmiş insan hevenkleriyle dop­
doluyd u . Bir kaynaşma varsa da kimsenin çekilip gittiği yoktu.
Ankara'yı tarih i n en büyük şehri yapacak olan mucize, bu­
gün meydana gelmişti . Ankara halkı da bunu biliyor ve büyü­
lenmiş gibi meclise ve oraya girip çı kanlara bakı yord u . Şu s ı ­
rada Mustafa Kemal' i n dev g i b i büyümüş kişiliğinde dünyan ı n
e n güzel u m utları n ı seyretmekteydiler. Mustafa Kemal , Meclis­
ten çıkıp da üstü açı k eski otomobiline bindiği sı rada halk göz­
leri n i bu sar ı ş ı n u m ut noktas ı na dikti , alkışlad ı , alkışlad ı . . .
Halide Edip Han ı m'la Yunus Nadi Bey Anadolu Ajansı ' n ı
bütün gücüyle konuştu rdular. Büyük Millet Mecl isi'nin coşku n
törenlerle açı l ı ş ı n ı en güzel yazı örnekleriyle memlekete ve
dünyaya duyurmakta gecikmediler. En yaşlı mebus Şerif
Bey'in ağz ı ndan söylenen güzel ve anlam l ı sözler özellikle
üzerine bası larak duyurulmaya çal ı ş ı ld ı . Tatl ı bir adam olan Si­
nop Mebusu Şerif Bey, Mustafa Kemal'in dikte ettiği bu güzel
sözlerle Tü rkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu bildirmekten baş­
ka bir şey yap m ı yord u . Hiç kuşkusuz, o da bu işi ayı rt edecek
duru mda değildi. Yaln ız, bilmeyerek yaşayışı n ı n en anlam l ı
görevini görmüştü .
Büyük Millet Meclisi, yüzü biraz aşk ı n mebuslarıyla ertesi
cumartesi günü saat onda ilk oturum u n u yapt ı . Eski tutanak
358
okunduktan sonra, Mustafa Kemal Paşa, törensel giyneği için­
de kürsüye çıktı . Şimdiye dek bir devrimci olan bu sarı ş ı n as­
kerde bugün omuzlarına bir devlet yüklenmiş alt ı n bir atlas bü­
yüklüğü seziliyord u . Üzerine dikilen gözler, onu yeni bir devle­
tin etten , kemikten biçimi gibi görüyord u .
M ustafa Kemal , g ü nlerce önce haz ı rlad ı ğ ı nutku , eski bir
devlet başkanı serinkanl ı lığ ıyla okumaya başlad ı . Başlarda bı­
rakışmadan beri Türk u l usunun geçirdiği türlü korku nç serü­
venleri anlatıyordu. Bir devri mci olarak meydana atı ld ı ktan
sonra, sarayla arası nda geçen olayları belgelere dayanarak
okudu . Damat Ferit'in düşürülmesi ve yeni seçimin yapı labil­
mesi başarıs ı n ı ve İngilizlerin bu tali hsiz meclisi nas ı l tütsüle­
yerek dağ ıttığ ı n ı anlatan Mustafa Kemal , aşağ ı yukarı dinle­
yenlerin bilmesi gereken h ikayeyi de anlattı ktan sonra, saate
baktı . Saat bire gelmişti . Bu arada bir saat yemek paydosu ve­
rild i . Paşa, saat ikide nutkunu şöylece sürdürdü :
- Bugünkü güç durum içinde yurdu tehlikeli çözü lme ve
yıkılmadan kurtarmak için gereken tedbirler elbette say ı n ku­
ru lunuza değgi n (ait) olacakt ı r. Ancak bu sorunda kendi araş­
t ı rma ve bilgilerimize dayanan kan ı ları m ı z ı yüksek meclisinize
bildirmeyi yararl ı saymaktayız. Gerek temel haklar ku ralları na,
gerek tarihteki bayağ ı örneklerine ve gerek zaman ı m ızda öz­
deş acı koşullar içinde çökü ntüyle karş ı laşm ış olan ulusları n
gösterdiği etkili derslere göre ülkeyi bölü nme ve y ı k ı lmaktan
ku rtarmak için hemen ulusun genel güçlerini köklü örgütlerle
bi rleştirmekten başka u mar yoktur. Bunun biçimi ne olmak ge­
rekir? işte, sorun buradad ı r.
Kanu nsuz ve soru msuz güçlerin egemenliğiyle ulusun ve
devletin güçleri birleştirilebilse bile bunun sürüp gidemeyece­
ğini bilirsiniz. Sonra yüksek meclisinizin varl ı ğ ı da ilkönce
meşruluk ve sorumluluk temelleri n i n u lusça zorunlu görüldü­
ğüne en büyük kan ıtt ı r. Bundan dolay ı , yüksek meclisinizde
yoğ u nlaşan yüksek ulusal dirence dayanarak meşruluk ve ka­
nunluluğ u ve yine sayg ıdeğer ku ru l u nuzda görülen ulusal vic­
dan ı n yarg ı lamas ı na bağ l ı bulunmak dolayısıyla da sorumlulu-
359
ğunu anlay ı p değerlendirecek bir gücün işleri yönetmesi zo­
ru nludur. Bu gücün doğal biçimi bir h ü kü mettir.
Hükü met örgütlerinin temel biçi m i , soru nlu olmayan bir
hükü met başkan ı nda görülen dengeleşme noktası na dayana­
rak teşrii güç göreviyle yükümlü bir denetleme ku rulu ile göre­
vini sürd ü rmesi , bu kurulun güveninin kat ı l mas ına bağ l ı bir ic­
ra gücünden ve bu icra gücü nün u lusal ödevlere göre bölün­
me ve tensikinden başka bir şey değildir. Bu biçimde icra gü­
cü hükümet başkan ı nca seçilmiş ve teşrii gücün güvenine ve
uygun görmesine dayanan bir güçtür ki ulusal seçtiği teşri-i ku­
rul ile dengesini hükü met başkan l ı ğ ı makam ı n meydana getir­
diği birlik noktası nda bu lur.
H ükümet örgütün ü n bu temel koşulları na göre içinde bu­
l u nduğumuz bunal ı ma ve ülkemizin özel niteliklerine göre bi­
zim için uygulanma yeteneğinde olup olmad ığ ı n ı düşünmek
zorundayız. Bu alanda araştı rmalar sonucu nda edindiğimiz
kan ıya göre biz yöneti min bu biçimini sakı ncasız görmekteyiz.
Şu ndan ki Osman l ı Devleti başka herhangi bir devlet gibi hü­
kümdarı n ı n cismani nüfuzu çevresinde örgütlenmiş değildir.
Saltanat makam ı ayn ı zamanda Hilafet makam ı olduğu ndan
padişah ı m ı z İslam topl umunun da başkan ı d ı r. Çabaları m ı z ı n
birinci ereği ise saltanat v e Hilafet makamları n ı n birbirinden
ayrı lması n ı istemek deği l , düşmanları m ı za ulusal direncin bu­
na elverişli olmad ı ğ ı n ı göstermek ve bu kutsal makamları ya­
bancı ları n tutsakl ı ğ ı ndan ku rtararak Ulu/emrin yetkisini düş­
man ı n tehdit ve ki rletmesinden ku rtarmakt ı r.
Bu esaslara göre Anadolu'da geçici gibi olsa bile bir hükü­
met başkanı tan ı mak ve padişah vekili çıkarmak hiçbir biçim­
de doğ rulanamaz. Şu halde başkansız bir hükü met meydana
getirmek zorunluluğu içindeyiz. Oysa bir birlik noktası nda den­
geleş_meyen devlet güçlerinin çal ışma ahengi sürdürülemez.
Obü r yandan herhangi bir makama devlet ve millet güçle­
rini bi rleştirmek ve dengeleştirmek yetkisi vererek o makam ı
soru msuz tan ı mak felaket getiricidi r. Halifenin bile serumunu
temel olarak benimsemiş olan İslam l ı ğ ı n böyle çözümleme bi­
çimlerine elverişli olamayacağ ı açı kt ı r.
360
Bu güç ve birbiriyle uyuşamaz temeller içinde uzun uzad ı ­
y a araştı rmalar yaparak v e en sonra İslam l ı ğ ı n temel koşulla­
rı na başvu rarak yüksek meclisimizden yoğu nlaşt ı r ı l m ı ş olan
ve bütü n İslam toplumunun da yard ı m ve dayan ışmas ı n ı sağ­
layan u lusal direnci eylem ilkesi ni beni mseriz. Say ı n üyelerin ,
b u görüş noktası özetle genelleştirilerek seçilmesine kılavuz­
luk olun ması koşuluyla ve olağanüstü yetkisiyle seçilmiş bu­
lun maları ve seçicilerin de çoğalt ı l ı p genişletilmesi temel ola­
rak bu i l kenin ulusça da bütü nüyle beni msenmiş olduğunu ka­
n ıtlar. Bu yüzden meclisiniz, eli ndeki olağanüstü yetkiler dola­
yısıyla karş ı s ı na çı kacak bir icra gücü n ü n yal n ı z denetlemek
ve en gerekl i işleri üzerinde böyle bir kurulla savaşmak zoru n­
da kal mak gibi şimdiki durumun dayanamayacağ ı s ı n ı rl ı bir
teşrii d u rum ile değ i l , ulusun genel yönetimini eylem olarak ele
almak ve ülkeyle hilafetin güvenliğini sağlamak ve savunmak
ödev ve yeteneğiyle meydana gelmiştir.
Artık, yüksek meclisinizin üstünde bir güç yoktur. Hilafet ve
saltanat makam ı n ı n ku rtarılması başarıld ı ktan sonra, padişah ı ­
m ı z ve "Halife-i Müslim 'in Efendimiz" h e r türlü kirletilmeden
uzak ve büsbütün özgür ve bağ ı msız olarak kendini ulusun sa­
d ı k kucağ ı nda gördüğü gün yüksek meclisinizin düzenleyeceği
temel yasalar çevresinde sayg ıdeğer ve kutsal durumunu al ı r.
Yüksek meclisiniz denetleyici ve araştı rıcı niteliğinde bir "Mec­
lis-i Mebusan" değildir. Bundan dolay ı , yalnız teşrii ve denetle­
me ile görevli soru msuz bir mevkiden ulusal kadere gözcülük
edecek değil, eylem olarak onunla uğraşacaktı r. N itekim olağa­
nüstü durumlarda bütün uluslar bu ilkeleri bı rakarak ya teşrii
gücü boşlay ı p icra kurulları na aşı rı yetkiler verirler ya da bütün
ulusun genel oyuna başvu rarak karar alı rlar. Biz toplumun birli­
ğine her güçten çok yetki veren İslam l ı k temellerini göz önüne
alarak yüksek meclisimizi bütün ulus işlerine doğrudan doğru­
ya el koymuş tan ı mak yanlışıyız. Bu temel ile benimsendikten
sonra, her zaman yüksek meclisinizin genel kurulu, işlerin ay­
rı ntı ları na dek eylem olarak görüşüp araştı rma olanağ ı buluna­
mayacağ ı ndan sayg ıdeğer kurulunuzdan ayrı l ı p görevlendirile-
361
rek, üyelerin şimdiki hükümet örgütlerine göre görevlendirilme­
si ve her birinin ayrı ayrı ve hepsinin ortaklaşa genel kurul ka­
tı nda sorumlu olmas ı , amacı sağlamaya yeter. Böylece yüksek
meclisinize başkanl ı k edecek kişinin yüksek meclisinizi temsil
etmesi dolayısıyla işlerle görevlendirilmiş olan say ı n üyelerden
kurulan kurula da başkanl ı k etmesi ve yüksek meclisiniz ad ı na
imza atmaya ve "tasriki mukarrerata " yetkili olması ve icraya
değgin (ilişkin, dair) işlerde öbür say ı n üyeler gibi genel kurul
katı nda bütünüyle sorumlu bulunmas ı zoru nludur.
Bu biçimde icra kurulu yüksek meclisinizin doğru lamasıy­
la vekalet alacak ve genel kurula karş ı soru mlu olacak say ı n
üyelerden meydana gelecek, adları da vekil , olacakt ı r. Başkan
olacak kişi gerçekten ağ ı r bir sorumluluk alt ı nda bulu nacaktı r.
Şundan ki icra ve vekiller ku ru l u n u n say ı n topluluğunuz ara­
sı nda bütün sorumluluğu ilkönce kendisinindir ve bu sorumlu­
luk hem yüksek meclisinizdeki , hem vekiller kurulu ndaki baş­
kan l ı k makam ı n ı n ikisine birden geçerlidir.
İşte, ülkemizin şimdiye dek geçirdiği bunal ı m lardan , fela­
ketlerden , kim i zaman Avrupa'yı öykülemek, kimi zaman dev­
let işleri n i n yönetimini kişisel görüş noktaları na göre düzenle­
mek, kim i zaman da anayasayı bile kişisel h ı rslara oyu ncak
eylemek g ibi pek acı kl ı sonuçları n ı gördüğü kısa görüşlerden
doğan genel seçi me tercüman olduğu muza inanarak şu güç
ve bu nal ı m l ı tarih döneminin kavgaları n ı bu yolda belgelemek
yan l ı sıyız. Doğal olarak yarg ı , say ı n kurulunuzundur. Yaln ı z
uğrad ı ğ ı m ı z çözülme tehlikesine devlet v e u l u s işlerinin uzun
süreden beri sahipsiz kald ı ğ ı na yine dikkati çekerek gereksiz
ku rum lar arası nda sürecek tartışmaları n en kötü yönetimler­
den daha çok kötü etkiler doğu racağ ı n ı bildirmeyi de yurtse­
verlik gereği görüyorum . Tanrı başarı versin.
Mustafa Kemal , söylevini bitirdiğinde K ı rşehir Mebusu
M üfit Efendi söz alarak bu nutuk kapsam ı n ı n görüşülmeden
kabu l edilmesini önerd i . Bu öneri , bütün meclisçe alkışlarla be­
n imsend i . Böylece temelinde demokrasi ve Cumhuriyetin alt ı n
taşları bulunan yeni Türk Devleti doğmuş oldu .
362
Büyük Millet Meclisi, 25 N isan 1 920 pazar günü, gizli bir
otu rum yapt ı . Bunda ü lkenin genel duru m u , büyük ve tehlikeli
dertleri gözden geçirildi . Konu , ülkenin büyük düşmanları ve
bunları n yerli yard ı mcı ları üzerinde açı l ı p yay ı ld ı . Törensel bil­
diri ve ü nlemelerde ı l ı m l ı sözlerle geçiştirilen Damat Ferit hü­
kümetin i n ve padişah ı n gerçek durumu üzerinde neşterler ala­
bildiğine serbestçe işled i :
- Bilerek, bilmeyerek n e demek? Bilerek v e inanarak, Al­
lah onun bin bir belas ı n ı versin.
- Yaln ı z onun deği l , Efendimizin de ! As ı l o büyük ha-
inin . . .
- İnşallah onun saray ı n ı kafası na geçireceğiz.
- Bugü nden tezi yok, hal edeli m mer unu !
Bütü n mebuslar, son kerte içtenlikle içlerini döktükten son­
ra, Mustafa Kemal :
- Artı k yurdun al ı n yaz ı s ı na yüksek meclisiniz el koymuş­
tur. Bundan sonra bu yolda yapıl acak işleri ancak yüksek mec­
lisinizin vereceği kararlar, yerine getirecektir. Ona göre alı na­
cak tertibat dahi doğal olarak yüksek kuru l u nuzun olacakt ı r, di­
yerek onları büsbütün coşturdu ve ş ı marttı .
Pazar günü, sabahtan başlayan gizli oturum , ufak dinlenme
ve yemek paydosu dışında akşama dek sürdü. Bugünün en
önemli işi , Mustafa Kemal'in meclis başkanl ı ğ ı na seçilmesi oldu.
Başkan seçilen paşa, sürekli alkışlar arası nda kürsüye çı­
karak ilk başkanl ı k söylevini verd i :
- Ulusun genel kaderine eylem olarak v e bütü nüyle e l
koyarak hilafet v e saltanat makam ı n ı n uğrad ı ğ ı tutsakl ı ktan
kurtar ı l ması ve ülkenin bütü nlüğü ve güveni uğrunda her feda­
karl ı ğ ı yenmeye büyük bir azi m ve imanla karar vermiş olan
yüksek meclisinizin başkan l ı ğ ı na seçilmek suretiyle hakkı mda
gösterilen güven ve sevgiye teşekkür ederim ve minnettarı m .
Yaşayış ı m ı n bütün aşamaları nda olduğu g i b i , son zamanları n
bunal ı m ları ve felaketleri arası nda dahi bir dakika geçmemiş­
tir ki her türlü erinç ve istirahat ı m ı ve her türlü kişisel görüşü­
mü ulusun güvenlik ve mutluluğu adı na feda etmekten tat duy-
363
mayay ı m . Gerek askerlik yaşayışı m ı n , gerekse siyasal yaşa­
yışı m ı n bütün dönem ve aşamaları n ı dolduran kavgaları mda
her zaman davranış düsturum , ulusal dirence dayanarak yur­
dumun gereksediği amaçlara yürümek olmuştur.
Bugün , say ı n kurulumuzun oylaması nda belirmiş olan ulu­
sal güveni değeri n i n çok üstünde görmekle beraber, kendim
içi n bir amaç olarak değil, ortaklaşa giriştiğimiz kutsal kavga­
n ı n göz önünde tuttuğu amaçları elde etmek için ulusun verdi­
ği dayanak olarak alıyoru m . Bu ulusal birliğin bana yüklediği
sorun , biliyoru m ve hepiniz de biliyorsunuz ki çok ağ ı rd ı r. İçin­
de yaşad ı ğ ı m ı z eşi az bulunur dakikalar ı n ağ ı rl ı ğ ı na karş ı n bu
ağ ı r ulusal soru n u n altı ndan ancak say ı n ku rulunuzun yard ı ­
m ı ndan v e h e r zaman hak yolunda kavgalara yoldaş olan Tan­
rı ' n ı n yard ı m ı ndan u mutlanarak kalkmaya çal ı şacağ ı m .
Mustafa Kemal 'in söylevi , alkışlarla uğu rland ı . Yaln ı z , İs­
tanbul Meclis-i Mebusan ı ' n ı n başkanı olan eski anayasa pro­
fesörü Celalettin Arif Bey, başkan vekilliğine seçildiğinden par­
layan gözlüklerinin ard ı ndaki zeki bakışları ndan küskün ı ş ı klar
yan ı p sönüyor, bu attan inip eşeğe binmeye hiçbir vakit alışa­
mayacağa benziyord u . Sonra Erzurum'da oynayacağ ı oyunla
bunu belli edecekti. İ kinci başkan vekilliğine Konya Mebusu
Abdülhalim Çelebi seçilmişti ve o yerinden hoşnuttu .

ZARARLI BİR ÖLÜM DAHA

Milli ideale tam bir iman ve


onun gerektirdiklerini tereddüt­
süz yerine getirmenin neticesi
elbette muvaffakiyettir.
Mustafa KEMAL

Bursa'da ve Geyve Boğaz ı ' ndaki işleri yoluna koymak


üzere , Ankara'dan uzakta bulunan Ali Fuat Paşa'n ı n yerine 20.
Kolordu kumandan vekilliği yapan Albay İsmet Bey, Mustafa
Kemal'in Ziraat Mektebi'ndeki Muhafız Kumanda n ı Üsteğmen
3 64
Şerif Bey'i katına çağ ı rd ı . Bu, kendisi gibi ince yapı l ı , çevik ve
güçlü görünüşlü genç bir subayd ı .
2 4 N isan gününün kararmaya başlayan havası içinde pek
çok savaş görmüş eski tecrübeli askerle genç Üsteğmen , as­
ker ve subay kıtl ı ğ ı ndan dolayı Ankara'da akraba gibi içten in­
sanlar olmuşlard ı . Surda yaşayanları n hepsi askerlik disiplini
üstünde, idealistliğin alt ı n bağlarıyla da birbirine bağl ıydı lar. Bu
yüzden İsmet Bey daha çok yalvarı r gibi bir sesle:
- Şerif Bey, ded i . Yarı n emekli Yarbay Arif Bey'in kuvvet­
leri Beypazarı yönünde yürüyüşe geçecektir. Siz de bölüğü­
nüzle beraber gitmek üzere haz ı rlan ı n ı z .
- Emriniz başüstü ne efendi m . Yaln ı z , Arif Bey'le beraber
çal ışmak felakettir. Tam iş zaman ı nda ya Arif Bey beni tepeler
ya da ben Arif Bey'i tepelerim . Şu ndan ki Arif Bey subaylara
hakaret etmeyi gelenek edinmiştir. Ayn ı şeyi bana da yapmak
isterse dayanamayarak karşı koru m .
Belki ikimiz d e ölürüz. Müfrezeler d e birbirine girerlerse fe­
laket katmerli olur. Arif Bey kendine güveniyorsa üç yüz atl ı s ı
i l e gitsin. Eğer güvenmiyorsa burada kalsı n . Ben , h e m kendi­
me hem de müfrezeye güveniyorum . Emir buyurursan ız yarı n
sabah yola ç ı kay ı m .
Doğal b i r savaş s ı ras ı nda b u karş ı l ı ğ ı alan h e r kumandan ,
karşısı ndakini hemen kurşuna dizilmek üzere en tehlikeli mah­
kemeye gönderebilirdi.
Ordun u n , say ı l ı idealistlerin gücünden başka bir şey olma­
d ı ğ ı bu bunal ı m l ı zamanda, bütün ölçüler, değişikti. Albay İs­
met Bey'in kapkara ve çok zeki gözlerinden öfkenin yerine
ı l ı m l ı düşünce kıvılcı mları parlay ı p sönüyordu. Bir iki dakika
düşünerek birçok eski an ı ları n filmini önü nden geçiren kuman­
dan , tatl ı bir sesle :
- Bu hususta hakk ı n var, dedi. Yaln ı z Arif Bey'in güçlen­
dirilmesi gerek. Bunun için sen i n ağ ı r makinal ı tüfek takı m ı n ı
gönderelim.
- Emredersiniz, efendi m . Tak ı m hemen yar ı n sabah er­
kenden yola çı kmaya haz ı rd ı r. Tak ı m subayı Teğmen Ali R ı za
Bey iyi bir arkadaştı r. Durumu kurtarı r.
365
Bu s ı rada içeri rütbesiz, i ri yarı , geniş omuzlu, yakış ı kl ı ,
palabıyıkl ı , orta yaşlarda görü nen sert yüzlü v e asker bakışlı
bir adam gird i . Dişinden tı rnağa dek silah l ı yd ı .
İsmet Bey, Şerif Bey'i yeni gelenle tan ı ştı rd ı :
- Arif Bey, Üsteğmen Şerif Bey makinal ı tüfek tak ı m ıyla
müfrezenizi güçlendirecek! dedi.
Arif Bey, Şerif Bey'e teşekkür ederek elini s ı ktı .
Şerif Bey, gerçek bir belayı bu kerte kolayl ı kla savuştura­
bildiğinden çok seviniyordu.
Arif Bey, üç yüz atl ısıyla Ankara caddelerinde bir gövde
gösterisi yaptı ktan sonra, ayaklanma bölgesinin en tehlikeli
yeri olan Bolu'ya doğru yola çıktı . Ayaş'ta 20. Atl ı Alay ı n ı buy­
ruğuna alan Arif Bey, ayaklanmaları darmadağ ı n etmek h ı rsıy­
la en son kerte disiplinli bir yürüyüşle ayaklanma tehlikesi nin
boy atı p irileştiği Nal l ı han kasabası na doğru ilerledi. Beypaza­
rı'na dek sokulan ayaklan ıcı lar, Yarbay Arif Bey'in acı ma bil­
meyen ününü işittiklerinden tası tarağ ı toplay ı p çekildiler. Arif
Bey, şehi r d ı ş ı nda dokuz-on yaşları nda birkaç çoban yakalad ı .
Ayaklan ıcı lara casusluk ettiğini sand ı ğ ı ndan hepsinin birer ku­
lakları n ı kestirip ellerine verdi. Halkı n yalvarı p yakarmaları kar
etmemişti . Arif Bey müfrezesi y ı ld ı r ı m gibi Nal l ı han'a gird i .
Ayaklan ıcı lar, ç i l yavrusu g i b i dağ ı larak Çarşamba yönünde
uzaklaştı lar. Bolu ayaklan ıcı ları , Arif Bey güçlerinin doludizgin
üzerleri ne doğru geldiği n i görünce , Çarşamba'da bir tahta per­
de olsun ku rmak istediler. Nal l ı han'da son kerte sert tedbirler
alan Arif Bey, Çarşamba üzerine yü rüyeceği sı rada, önceden
tan ı d ı ğ ı Nal l ı han jandarma teğmeniyle görüştü .
Onun üstüne ald ı ğ ı herhangi kuşkulandı rıcı bir bilgiyi açı ­
ğa çı karmak çabasıyla tuzaklarla dolu b i r konuşmadan sonra
cellatlarına:
- As ı n şu herifi ! diye buyurd u .
Cellatlar, y e n i evli bulunan gencecik teğmeni yaka paça
ederek oracı kta bir ağac ı n dal ı nda salland ı rd ı lar. Teğmen gü­
nahsız olduğ u n u söyleyerek çok yalvard ıysa da dinletemedi .
Halkı n d a bütün şefaat v e yalvarmaları boşa gitmişti .
366
Arif Bey, atl ı ları n ı n başı ndan kan ve ateş saçarak Çar­
şamba'ya doğru h ı zla ilerledi.
Bolu Askerlik Şubesi muamele memuru Sekilili Mehmet
buyruğunda gerici bir müfreze 26 N isan 1 920 günü Çarşam­
ba'ya varm ı ş , bunlarla birlikte padişahçı propagandayı yönet­
mek üzere Çarşamba halkı n ı n pekiyi tan ı d ı ğ ı iki hoca ve hacı
da gelmişti. Bunlar, Sad ı k Hoca ile Abbas'tı . Bu hoca ile hacı ,
ellerindeki padişah fetvaları n ı kullanarak az zamanda 1 3 1 6
doğumlulardan bir padişahçı müfreze meydana getirdiler ve
Nal l ı han'dan h ış ı mla ilerleyen Arif Bey'e karşı sürdüler. Çar­
şamba önündeki siperlerinde direnmeye çal ı şan bu bir y ı ğ ı n
delikan l ı , Arif Bey'in atl ı ları n ı n nalları altı nda ezilerek can ver­
diler. Yarbay Arif Bey, Çarşamba'ya g i rdiğinde boş yere ölmüş
olan elli altı gencin ölüsü toplanarak ana-babalarına verildi.
Çarşamba önünde bozguna uğrayan gericiler, hiç arkalarına
bakmadan soluğu Bolu'da ald ılar. K ı l ı çtan kurtulanlar, Bolu'ya
Arif Bey'i n saçt ı ğı korkuyu da birlikte götürdüler.
Hacı Abbas'la Sad ı k Hoca, yaptı kları ndan pişman olarak
şöyle dediler:
- Böyle derme çatma erlerle düzg ü n askere karşı duru­
lamaz. Bundan dolayı asker geldiğinde askerle kumandan ı
karşı lamak uyg u n olur.
Sad ı k Hoca ile Hacı Abbas, Bolu sokakları n ı dolduran
ayaklan ıcı lara bunu yineleyip durdularsa da bir türlü dinleteme­
diler. Ayaklan ıcıları n elebaşı ları ndan Hacı Hamd i , onları n bu
önergelerin i kuduz gibi iteledi. Düzce'de bozulan Yarbay Mah­
mut Bey'in tümeninden ele geçirilen ve Bolu'ya gönderilmiş
olan yedi buçukluk bir dağ topunu lokantacı Kalenderoğlu Ah­
met buyruğu nda Çarşamba'ya giden yol üzerindeki Seçiciler
köyü dolayları ndaki Üçtepeler'de bir noktaya yerleştirdiler. Ün­
lü eşkıya başı Çerkez Yar da adamlarıyla gelerek Üçtepeler'de
bir savunma çizgisi kurmuş olan Hacı Hamdi'yi güçlendirdi.
Arif Bey, atl ı ları n ı n baş ı nda çevresine korku salarak i lerle­
di. 1 Mayıs 1 920 sabah ı Bolu şehrin i n güneyindeki Seben Da­
ğ ı ' n ı aşarak Yan ı k denen yere vard ı .
367
Hacı Hamdi ile eşkıya başı Yar' ı n savunma çizgisinde si­
lah lar patlad ı .
Arif Bey'in atl ı ları h ı ş ı mla gericilerin üstüne atıldı lar. 24.
Tümenin tutsak edilen dağ topu ancak üç mermi atabilmişti. O
noktaya yoğu nlaştırı lan Kuvayı Milliyecilerin ateşi topun çevre­
sinde birikenlerden on beş kişiyi öld ü rdü ya da ağ ı r yaralad ı .
Yal n ı z b u topa güvenen gericilerin geri kalan ı Bolu 'ya doğru
tabanları kaldı rd ı . Topçu çavuşu Ahmet Çavuş, top Kuvayı Mil­
liyecilerin işine yaramas ı n diye kamas ı n ı alarak Yozgat köyü­
ne kaçt ı . Arif Bey'i n atl ı ları Taşoluk, G ü rcüler, Köprücüler köy­
lerini arkada bı rakarak ve Büyüksu köprüsü nden geçerek Bo­
l u ' n u n varoşları na dayand ı . Arif Bey müfrezesinden bir kol ,
"Sanayi Mektebi" dolayları na vard ı ğ ı nda eşkıya başı Çerkez
Yar' ı n arda mevzilenen adamları nca kurşun yağmuruna tutul­
du. Atl ı ları n her yandan giriştiği çevirme karş ı s ı nda tutunama­
yan Çerkez Yar milisleri Bolu'nun içine doğru uzaklaşt ı . Arif
Bey'in atl ı ları önünde artık bir savunma gücü kalmam ıştı . Bü­
yüksu köprüsünü geçen atl ılar, I l ıca şosesine indiler. Son ra
kendilerine çekidüzen vererek Yozgat-Değirmenözü yönünden
avcı kolları na ayr ı larak geniş bir alanda Bolu üzerine dörtnala
kalktılar. Bir yandan da panik yaratmak üzere durmadan şeh­
re doğru mermi yağd ı rıyorlard ı .
Arif Bey güçlerinden önce Bolu ayaklan ıcı ları üstüne gön­
derilen 32. Kafkas Alayı n ı n Çaycuma ve Devrek'teki iki taburu
başları ndaki alay kumandan ı n ı n ihanetine uğram ı ştı .
Şeh re hiçbir silah patlatmadan giren kumandan kendisini
silahla ve kuşkuyla karşı layan ayaklan ıcı lara :
- B e n de sizinle beraberim , b e n de Halife-Padişah yan l ı ­
sıyı m , demişti .
Arif Bey güçlerinin bütün h ı zıyla Bolu 'ya doğru ilerlemesi
üzerine ayaklan ıcı ları n elebaş ı ları alay kumandan ı n ı n yakası ­
na yapışarak:
- Hayd i , mademki halifeci ve padişahç ı s ı n , alayı al da
Bolu'ya doğru ilerleyen Arif Bey'in karş ı s ı na savunmaya geç !
dediler.
368
Alay kumandanı taburları alarak şehirden dışarı çıkmak zo­
runda kaldıysa da Arif Bey'e karşı silah atmak yanlısı olmad ı ­
ğ ı ndan iki başı pislenmiş b i r değnek olarak gördüğü b u işin içi n ­
d e n sıyrı lmak üzere taburları n subayları na şu buyruğu verd i :
- Sakı n , Arif Bey kuwetlerine karşı silah kullanmay ı n ı z .
Teslim olunuz.
Bu buyruğu veren alay kumandan ı , şehirde ayaklananla­
ra ateş açmaktan korktuğundan dolayı Yarbay Arif Bey'in ken­
disini ölümle cezaland ı racağ ı ndan da korkarak baş ı n ı n çaresi­
ne bakmak üzere sık ağaçl ı klar içine daldı , gitti . "Düzce 'ye dek
giden alay kumandanı orda azgm ayak/anıcı/arın eline geçti.
Bunlar, onu soyup soğana çevirdikten sonra tutuklu olarak
Adapazarı 'na gönderdiler. Oradan da İstanbul'a gönderilen bu
korkak asker, İstanbul hükümetince inceden sorguya çekildik­
ten sonra askerlikten kovuldu. "
Alay kumandan ı n ı n b ı rakı p kaçt ı ğ ı Kafkas Tümeni tabur­
ları Arif Bey güçlerine katı lmakta gecikmediler.
Arif Bey'in varoşlara dayand ı ğ ı n ı gören Bolu halkı , gerçek
bir heyecana kap ı ld ı . Şundan ki onun şakası yoktu. O, gittiği
yerlerde kanl ı izler bı rakarak geçen acı ma bilmez, ters, öfkeli
bir adamd ı . Verdiği cezalar ı n en yeğ n iğ i ölümdü. Arif Bey atl ı ­
ları n ı n b i r h ı ş ı m gibi ilerlediğini H isar'dan v e minarelerden sey­
reden halk, şeh re rastgele yağan ku rşunlar ı n kesilmesini iste­
mek üzere ak mendiller ve bunlara benzer nesneler sallay ı p
duruyord u . Bunlardan daha yürekli olan b i r halk kalabal ı ğ ı , ön­
de ak bir bayrak taşıyarak Arif Bey'e karşıcı çıkt ı . Bunları n da
önünden bir yaylı arabayla giden Hoca Sü reyya Efendi , Arif
Bey'in atı n ı n önüne çı karak Bolu halkı n ı n bu işte bütü nüyle
suçsuz olduğ u n u , işlerin Mutasarrıf Haydar Bey'in beceriksiz­
liği yüzünden bu duruma geldiğini anlatt ı . Elebaşı lar, eski me­
bus Abd ülvahap Boyacıoğlu Hacı Hamd i , İ rvanyal ı Hacı E m i n ,
Çubukçuoğlu Sabri , Mengenli Avukat N u ri v e Müftü Ahmet'ti .
Hepsi de Düzce'ye kaçm ı ştı .
Arif Bey, Hoca Süreyya Efendi'nin anlattı kları n ı sessizce
dinleyerek şeh ri yakıp y ı kmak sevdası ndan vazgeçti . Böylece,
369
mermi yağdı rarak şehre girmekte olan kolları d u rdurd u . Bir bö­
lüm asker, sessizce şeh re girerek h ü kü met konağ ı n ı ve gerek­
li yerleri ele geçird i . Arif Bey, buyruğundaki subaylardan Binba­
şı İ hsan Bey'i merkez kumandan ı olarak atad ı . Şehrin bütün
güvenliğini onun ellerine bı rakarak kendisi kaplıcalarda dinlen­
meye çekildi . Kendisine katı lan Kafkas Tümeni tabu rları ndan
birini şehre göndererek birini kendi yan ı nda al ı koyd u .
Merkez Kumandan ı İ hsan Bey, Düzce v e Gerede yönle­
rinde güvenlik tedbirleri ald ı . Arif Bey onu mutasarrıf vekili ola­
rak da atadı . Merkez kumandan ı ve m utasarrıf vekili Binbaş ı
İ hsan Bey, şehri teh likeli kişilerden temizlemek, ayaklanma
bölgelerinden gelebilecek tehditlerin yolları n ı tı kamak üzere
bütü n gece çal ı ştı . Asker, her yanda nöbetteydi . Şehirde horoz
seslerinden başka g ü rültü yoktu . Halk, yatağ ı nda m ı ş ı l m ı ş ı l
u y u r görünüyord u .
Bir dakikal ı k olsun oturup dinlenmeye v e uyu maya vakit
bulamayan İhsan Bey, hükümet konağ ı n ı n penceresinden do­
ğan ' g ü neşe bakarken Düzce yolunda silah sesleri işitti. Silah
sesleri gittikçe çoğald ı . Düzce yönü nden sayısız gibi görü nen
atl ı -yayan bir halk y ı ğ ı n ı n ı n dağ ı n ı k sürüler gibi ilerlediği görü­
lüyord u . Düzce ayaklan ıcı ları bütün o dolaylardaki köylerin
halkı n ı da arkası n a takm ış geliyord u .
Onlar, şehre doğru silah atarak ilerledikçe Bolu i l e Düzce
aras ı na düşen bütün Türk-Çerkez köylerinin eli silah tutanları
da bu haçl ı ordusuna kat ı l ı yor, tüfekli tabancal ı , baltal ı nacak­
l ı , kılıçlı ve sopal ı halk y ı ğ ı n ları , korkutucu bir sayıda artıyord u .
Mudurnu'dan bu yana halk kalabal ı ğ ı b i r sel gibi gittikçe büyü­
yerek boz bulan ı k Bolu üzerine akmaya başlam ı ştı .
Bu s ı rada ayaklan ı ş dalgas ı n ı n içine düşen Mudurnu'nun
da Kuvayı Milliyeci bir başlang ıç öyküsü vard ı :
Düzce'nin ve bütün Çerkezlerin otu rduğu yerler halkı n ı n
Kuvayı Milliye'ye karşı ayaklan ışı görünürde Eşref Kuşçuba­
ş ı ' n ı n bu bölgeye Kuvayı Milliye kumandanı olarak atanmasıyla
başlamı ştı . Kuşçubaşı Eşref Bey, karakol terör örgütünün en
önemli bir adam ı olarak İstanbul'dan Ankara'ya giden yol ve böl-
370
geler üzerinde ulusal amaçlarla çal ışmaya başladıktan sonra,
Mustafa Kemal'in yeniden dikkatini çekmiş ve onu bütün Adapa­
zarı ve Bolu bölgesi Kuvayı Milliye kumandan ı olarak atam ışt ı .
Kuşçu A l i adl ı kah raman telgrafçıyı Kuşçal ı (şimdiki adı
Kutluca) köyündeki gizli telgraf merkezine yerleştirerek İstan­
bul Kuvayı Milliyecileriyle Ankara'n ı n haberleşmesini sağlayan
Kuşçubaşı Eşref Bey, bu bölgeyi Yenibahçeli Şükrü Bey'le yi­
ğit subay arkadaşlarına bı rakarak bir kat ı ra bir ağ ı r makinal ı
tüfek yüklemiş, katırı yedeyen ve makinal ı tüfekten anlayan iki
çetesiyle Bolu'ya doğru yola ç ı km ı ştı . Daha çok Hürriyet ve İti­
laf Partilinin olumsuz i nsanlarıyla dolu Adapazarı ve Düzce
bölgesinde bir dayanak noktası aramayı düşünmeyerek Bo­
lu'nun Türk bölgesine geçmeyi daha uygun bulmuştu . Dağ
köylerinden yorucu bir yolculuk yaparak ilerleyen Eşref Bey'le
iki adam ı , bir akşamüstü yolları n ı n üstüne düşen ağaçlı klarla
çevrilmiş Doğandere köyüne vard ı . Eşref Bey, burda dört sivil
giyi m l i , ayd ı n yüzlü adamla karşı laşt ı . Bunlar, çete kı l ı kl ı ve di­
şinden t ı rnağ ı na dek silah l ı üç kişiyi görü nce hemen ilgilene­
rek onları kendi evlerine götü rmüştü .
Bunlar, bı rakışmadan sonra, ordudan ayrılarak Doğande­
re köyünde dünyan ı n gürü ltü pat ı rtısı ndan uzakta oturmaya
karar vermiş genç subaylard ı . Savaştan da, şehirlerdeki yıpra­
tıcı parti kavgaları ndan da iğreniyorlard ı . Bu köyün yeşillikleri
ve barışçı havası içinde kafaları n ı , dinlendirecek ve bir süre
böyle yaşayacaklard ı . İ lkin bunlar, iki bekar subay arkadaştı .
Sonra bunları n bu yaln ızlığa çekilecek kayg ısız, barı şç ı l bir ya­
şayış yaşad ı kları n ı işiten Binbaşı Şevki ve Yüzbaşı Hilmi adl ı
iki subay arkadaşları d a gelip onları n yan ı na yerleşmişti . Dört
subay, bir yeşil yurt öyküsü içinde yaşamaya kararl ı iken o ge­
ce eskiden beri adı n ı işittikleri ünlü Teşkilatı Mahsusacı ve es­
ki subay Eşref Kuşçubaşı 'yı dinleyerek bir ulusal duygunun
tatl ı , ü rpertici heyecan ıyla dold u .
Kuşçubaşı Eşref Bey, kendisini şöyle tanıtm ı ştı :
- Ben , Kuşçubaşı Eşref, Adapazarı ve Bolu bölgesi Ku­
vayı Milliye kumandan l ı ğ ı na atand ı m . Bundan sonra burada
37 1
çal ı şacağ ı m . M ustafa Kemal , temsil kuruluyla Ankara'ya gitti.
Yurdu n kurtarılmas ı için genel çal ışma başlam ı şt ı r. Erzurum
ve Sivas Kongrelerinden al ı nan kararlar broşürler biçiminde
bastırı larak Tü rkiye'nin her yan ı nda kurulan ulusal örgütlere
gönderildi .
Sonra, çantası ndan bir iki broşü r ç ı kararak genç subayla­
ra verdi. İ lgiyle al ı p okudular ve şimdiye dek nas ı l olup da bu
ulusal gidişten uzak kaldı kları na şaştı lar. Gece geç vakitlere
dek oturup geçmişten ve gelecekten konuştular. B ı rakışmadan
sonra ruhları na dolmuş olan bütün karamsarl ı k , uçup gitmişti .
Dört arkadaş da dört canl ı subay olarak yine ayaktaydı . Dördü
de Eşref Bey'in kuracağ ı örgütün içinde görev alacak, yarın­
dan tezi yok hemen çal ışmaya başlayacakt ı . Yapmacı k barı ş­
lara ve kayg ısızlı klara paydos edip u lusal kavgan ı n kutsal
ateşleri içine seve seve atı lacaklard ı . Gece verilen karara gö­
re Teğmen Muharrem ve Yüzbaşı H i l m i Beyler, Kuşçubaşı Eş­
ref Bey'le Mudurnu'ya gidecekler, ilk m ünzevi ( . . . ) Bey de Do­
ğandere köyü nde kal ı p silah l ı , gönü l l ü asker toplayarak Eşref
Bey'e gönderecek, ayrıca bu köyde de örgüt yapacakt ı .
Ertesi g ü n , Kuşçubaşı Eşref Bey'in tek taraflı küçük ide­
alist kafilesi , çok güzel doğa parçaları içinden geçerek Mudur­
nu 'ya gitti . Pek az zaman içinde Mudurn u 'da Kuvayı Milliyeci
örgüt kuruldu ve Mudurn u , hemen İstanbul'la ilgisini keserek
bunu oraya ve Ankara'ya bildird i .
Kuşçubaşı Eşref Bey'le ö b ü r subay arkadaşları n ı n Mudur­
n u 'da kurdukları M üdafaayı Hukuk Derneği'ne ayr ı l ı k-gayrı l ı k
gütmeyerek h e r partiden v e düşünceden insan al ı n m ı ştı . B u
örgütün kurulmas ı n ı bekliyormuş gibi İttihatçı v e İtilafçı lar ge­
rek örgütün içinde, gerekse d ı ş ı nda birdenbire gittikçe ateşle­
nen tehlikeli tartışmalara ve çekişmelere başlad ı l ar. Kasaba­
n ı n havası buland ı .
Gizli eller, M udurnu kasabacığ ı n ı bir yayığa doldurup çal­
kalamaya başlam ı şt ı . Bu gizli eller, ta buralara dek yine Düz­
ce'den uzan ı yord u . Düzce'de Safer Bey ve arkadaşları , Hü rri­
yet ve İtilaf Partisi'nin çatısı altı nda korkunç ve sövüntülü gü-
372
rültüler çı karmaya başlam ı ştı . Eşref Bey'in baştanbaşa İtilafçı
bir ruh taşıyan bu bölgeyi Kuvayı Milliye ad ına İttihatçı yapma­
ya geldiğ i n i , bu raları soyup soğana çevireceğin i, onun bir ayak
önce bütün adamlarıyla bu bölgeden atı l ması gerektiğini hay­
kırıp duruyord u . Mudurnu'daki H ürriyet ve İtilafçı lar, Müdafaayı
Hukuk örgütünün başı na geçenlerin hep İttihatçı olduğ u n u
söylüyor, bu propagandayı doludizgin M udurnu köylerine taşı ­
yor v e onları n kafaları n ı buland ı rıyorlard ı .
- M üdafaayı Hukukçular, "Padişah esir, vatan işgal edil­
miş, İstanbul hükümeti düşman emrindedir. " diyorlarsa da Bo­
lu 'dan Abdülvahap ve öbür ileri gelenleri İ stanbul'a gidip padi­
şah ile görüşmüşler, Padişah M üdafaayı H u kukçuları yalanla­
m ı ş ve Ankara'da kurulan hükü metin asi olduğunu ve bunları n
öldürülmesi nin şeriat gereğince caiz olduğu n u , kanları n ı n da
helal olduğunu söylemiş diye yap ı lan propaganda az zaman­
da ağu l u yemişlerini vermeye başlad ı .
Düzce'den gizlice gelen İstanbul'un v e İ ngilizlerin ajanları ,
Kuşçubaşı Eşref'i can alacak yerinden vurmak üzere Mudur­
nu'da onun bunun dilinde bir "Hilafet Derneği" kurdular.
Derneğin kurulmasıyla bütü n softalar cepleri ve keseleri
kıpkı z ı l İ ngiliz ve Osmanl ı alt ı nlarıyla dopdolu köylere dağ ı ld ı ­
lar v e şöyle etkili b i r propaganda daha yürütmeye başlad ı lar.
- Say ı m vergisini Ankara k ı rk kuruşa ç ı karm ış. Ankara'da
bu davran ı ş önlenmelidir.
Bu dünyal ığa dayanan propaganda ile öbür padişah ve hi­
lafete dayanan propaganda, köylüleri çılgı nca ku lübelerinden
dışarı uğratt ı . Silah l ı ve öfkeli y ı ğ ı nlar olarak Mudurnu'yu bas­
tı lar. M üdafaa'yı H ukuk üyelerinden Ali Baba'yı ilk elde yakala­
yıp Bolu ayaklan ıcı ları na teslim ettiler. Öbür Müdafaayı Hukuk
üyelerinden Dombay Hakkı , Seli m , Seli m (Sarı bay), Besim ve
Fuat Beyler vaktinde sıvışabildiklerinden ele geçmediler.
Ayaklanıcı lar, Kaymakam Naili Bey'le Hacı Salih Zeki Bey'i ite­
leyerek aşağ ı lamalarla makamları ndan sokağa attılar. Hemen
Bolu ayaklan ıcı larıyla bağ lantı kurarak Ankara üzerine yürü­
mek kararıyla haz ı rlanmaya başlad ılar.
373
Kuşçubaşı Eşref Bey, örgütü nü yaparak daha önce beli r­
siz bir yana geçip gitmişti . Doğançay köyü n ü n kayg ısız tasa­
sız ve rüzgarsız bir barış yaşayışı arayan subayları , başları n ı n
çaresine bakmak zorunda kald ı lar.
Doğançay'da kal ı p da köylerde Kuvayı Milliye örgütü yap­
maya çal ı şan ilk genç subayla, Bi nbaşı Şevki, Yüzbaşı Hilmi,
Teğmen Mu harrem, yanları ndaki yirmi beş silah l ı milisle ıssız
dağ patikaları ndan geçerek Nal l ı han'a çekildiler. Bu sı rada Do­
ğançay'daki tek subay, yan ı ndaki on beş silah l ı ile Mudurnu
boğazı nda pusuya yatarak ayaklanıcı ları bekled i .
Bir ö ğ l e üzeri Çarşamba v e Çay ı rhan üzerinden gelen çok
kalabal ı k bir ayaklan ıcı sürüsü nün Nall ı han' ı arkadan çevirdi­
ğ i ni işitti . Nall ı han 'daki Kuvayı Milliye karargah ı Eskişehir'e
doğru çekilmişti. Binbaşı Şevki Bey, ona da çabucak çekil me­
sini bildirmişti . Ne var ki genç subay ı n çekiliş yolu üzerindeki
Nal l ı han' ı n kenar mahallelerinde ayaklan ıcı lar kaynaşıyord u .
Bu yüzden genç subay, i k i saat kendine yol açmak uğruna
ayaklanıcı larla savaşmak zorunda kald ı . En sonra ölenler ve
kaçanlardan başka yan ı nda kalan iki silah l ı ile gecenin karan­
l ı ğ ı ndan yararlanarak Bi nbaş ı Şevki Bey'in kafilesine yetişebil­
d i . Kafile savaşçı ları ndan başka Nallı han Kaymakamı İmat,
Nall ı hanlı Ahmet, Molla Tevfik, Vodinal ı Halit Beyler de vard ı .
B u Kuvayı M i l liyeci kafilesinin yakalanmas ı için ayaklan ı ­
cılar, h e r yana haber sal m ı ştı . Yakalayanlara ödü l adan m ı ştı .
Kafile, bu kuşku içinde bin bir dikkatle dağ yolları ndan çekil i r­
ken hiç u mmad ı kları bir yerde Nal l ı han ' ı n Meyil köylülerince
pusuya düşürüldü ler. Onları götü rüp Balta köyünde karargah
kurmuş olan ayaklan ıcı lara teslim ettiler.
Ayaklan ı c ı lara kat ı l m ı ş olan Çarşambalı yedek subay ( . . . )
Bey öfkeyle onları n üzerine yürüd ü :
- Say ı m vergisini kırk kuruşa çı karı r m ı s ı n ız? diyerek
elindeki kal ı n sopayı onlara vu rmaya başlad ı .
Hem kendi dövdü, hem başkaları na dövdürdü. Sonra, hep­
sinin ellerini araba zincirleriyle birbirine bağlayarak yine Nallı­
han'a götürdüler. Subaylar, ayaklanıcı lar arasında Mudurnulu
374
Hacı Rasihi, Hatip Hasan Hocal ı , Sı rçalı l ı Mustafa Çavuş'u, ad­
liye başkatibi Tahsin'i, Hacı Mehmet'le birkaç kişiyi daha tan ıdı­
lar. S ı rçal ı l ı Mustafa Çavuş tutuklulara bir telgrafı okudu. Bundan
Düzce Hilafet orduları kumandan ı n ı n onları istediği bildiriyordu.
Sözde onlardan öğrenilecek çok şey vard ı . Kalabal ı k götürülür­
se kaçarlar diye onları posta posta yola çıkarmayı düşündüler.
Yalnız, gece yarısı silahlı adamlarıyla çıkagelen Sarıyerli Hafız,
köyde romantik yeşil barış yılları yaşamaya heveslenmiş olan iki
genç subayı eskiden tanıyordu. Onları n da yakalanan subaylar
arası nda bulunduğunu işitince yanı na götürülmelerini istedi.
Silah l ı birkaç ayaklan ıcı , iki genç subay ı n elleri ndeki zin­
cirleri çözerek onun yan ı na götü rdüler. Genç subaylar, Hafız' ı n
katına götü rü ldüklerinde onun çevresi n i almış olan silah l ı lar
aras ı nda Şakir, Mahmut, Çarşambal ı Asaf Bey'i gördüler. Bir
masan ı n çevresinde ku rulmuş, rakı içiyorlard ı . Buram buram
anason kokusu duyuluyord u . Masa baş ı ndakiler, zaferin ve ra­
kı n ı n tatlı sarhoşluğu içinde doyg u n gülü msüyorlard ı . İki genç
subayı hoş karşı lad ı lar.
Sarı yerli Hafız, genç subaylara:
- Hilafet kuru l u başkan ı Tosun Beyzade Asaf Bey'in evin­
de ben dönü nceye dek bekleyeceksiniz, dedi. Ben şimdi Nal­
l ı han'da toplanan Hilafet ordusu gücü n ü n kumandan l ığ ı n ı üs­
tüme alarak Ankara'dan Beypazarı'na gelen tümen kumanda­
nı Arif Bey'i n kuvvetlerine karşı savaşmaya gideceği m .
Son ra Sarıyerli Hafız, ellerini sı karak cepheye gitmek üze­
re onlardan ayrı ld ı . Genç subaylar kendilerini zoraki konuk
olarak beni mseyen Hilafet Kuru lu başkanı Asaf Bey'in evine
götürüldüler. Bütün gece, geçmekte olan korkunç olayları n , in­
san ı her an tetikte bul u nmaya zorlayan büyük tehlike duygusu
içinde gözlerini kı rpmadan sigara içerek sabah ı iple çektiler.
On larla birlikte oturup konuşan ve cepheden haber bekle­
yen Asaf Bey, sabaha karşı beklemediği kötü bir rapor ald ı .
Bunda:
- Arif Bey kuvvetleri Beypazar ı ' n ı ele geçirerek Nal l ı han
üzerine yürümektedir, deniyord u .
375
Hilafet Kurulu başkan ı Asaf Bey, bunu okuyunca korkudan
titremeye başlad ı . Benzi kül gibi old u . Genç subaylara :
- N'olur bana şefaat edi n . Arif Bey'in elinden ku rtar ı n .
Görüyorsu nuz k i b e n de sizin can ı n ız ı ku rtard ı m , ded i .
G e n ç subaylar, geceki kara düşten birdenbire ku rtularak:
- Hay hay, ne demek Asaf Bey, dediler. İyiliğe karşı iyilik
Türk'ü n karakterinde vard ı r. Biz, çiğ süt emmedik.
Akşama doğru Asaf Bey'in ald ı ğ ı rapor korkunçtu . Arif
Bey'i n atl ı ları , onun çiftliğini yağmalam ı ş , sonra yakm ış, kül et­
mişlerd i . Artık Asaf Bey'i bir ölüm kayg ı s ı alm ı ştı . Yan ı nda şe­
faatçi olarak taş ı d ı ğ ı iki genç subayı alarak Nal l ı h an'dan Kara­
çay ı r 'a kaçtı .
Karaçayır'dan ayrı l ı p Mudurnu'ya doğru yola ç ı kan genç
subaylardan biri, Abaza nöbetçilerince yakalanarak Mudurnu
Hilafet Kuruluna götürü ldü . Genç subayı bir evde gözaltı ede­
rek ona iyi davrandı lar. Nedeni de vard ı . Surda da korku dağ­
ları beklemeye başlam ıştı . Geceleyin görüşmeci olarak Yar­
bay Arif Bey'in bir kurulu bekleniyord u . Gerçekten gecenin bir
vaktinde Arif Bey'in atl ı kurulu geld i , Hilafet Kuruluyla görüştü .
Hilafetçilerin ileri sürdüğü koşulları benimsemediğinden dönüp
gitti . Son ra, yine ayaklan ıcı ları n baş ı n a bela kesilen Yarbay
Çolak İbrahim güçleri , korkun u n silindiriyle kötü lükleri eze eze
geldi ve Mudurnu'ya girdi. Atl ı ları n kı l ı çları milislerin ellerinde
şimşek çakıyord u .
Evet, Arif Bey'in şehit edilmesinden sonra askerleri dar­
madağ ı n olu nca ayaklanma kanserine yakalan m ı ş olan Düzce
ve dolaylar ı n ı n Çerkez ve Abazaları , Bolu ve dolayları n ı n Tü rk
halkı n ı da ayakland ı rarak Mudurnu üzerine yürüdüklerinde ka­
saba halkı , İbrahim Bey'in ve askerlerin yan ı nda yer alarak
ayaklanıcı kalabal ı kları na karşı koyacak ve Birinci Bolu Ayak­
lan ı ş ı ' ndaki yan l ı ş l ı ğ ı böylece affettirecekti .

376
ZARARLI BİR ÖLÜM DAHA (2)

Benden sonra gelecekler, aca­


ba böyle bir ruhla çalıştığımı
ayırt edebilecekler mi diye bile
düşünmemelidir.
Mustafa KEMAL

Yarbay Arif Bey'in Bolu'daki g üçlerini çiğ çiğ yemek ister­


cesine ilerleyen azg ı n çapulcu y ı ğ ı n ları n ı n , Türk soyundan
olanları , kaynağ ı n ı Mudurnu ile köylerinde n , Gökçesu bucağ ı
ile Sazak bölgesi köylerinden alm ı ştı . 2-3 Mayıs gecesini Bo­
lu'yu kuşatmakla geçiren ayaklan ıcı y ı ğ ı nları , 3 Mayıs sabah ı
Merkez Kumandan ı İ hsan Bey'in ald ı ğ ı zayıf tedbirleri bir kib­
rit çöpü gibi ezerek dört yandan şehre sald ı rd ı lar.
Binbaşı İ hsan Bey, ortaokul yöresiyle Uğurlu Naip Mezar­
l ı ğ ı 'na yerleştirdiği ağ ı r maki nal ı tüfeklerle çok iş göreceği n i
düşün üyord u . Sald ı rı başlar başlamaz atı n a atlayarak hükü­
met konağ ı ndan ayrı ld ı .
Şehre saldı rarak, bir yandan d a haykırıp naralar atan
ayaklanıcı y ı ğ ı n ları üzerine:
- Ta, ta, ta, ta !
Sesleriyle mermi yağdı ran ağ ı r makinal ı tüfeklerin bulundu­
ğu yere doğru atı n ı sürdü. Şehrin yerlisi olduğu anlaşı lan bir
ayaklanıcı , bu sı rada baş ı n ı nişanlayarak ona ateş etti . Kurşun
aln ı na değerek onu yolundan alıkoyacak önemde bir yara açtı .
Atı ndan inip yüzünden aşağ ı bol kan akıtan yarasını kendi eliyle
sard ı . Kan ı n durduğunu görünce, yine atı na atlayarak makinalı
tüfeklere doğru gitmeye çalışı rken Çarşambalı ünlü Kara Ali'nin
attığı yeni bir kurşunla atı ndan düştü . Pek yakı ndan atı lan kur­
şun gövdesini delerek geçti, onu sayısız şehitler listesine kattı .
O zamana dek şehre her yandan girmiş olan Hilafetçilerden
bir grup çapulcu, henüz can çekişen İ hsan Bey'in üzerine çul­
landı . Paras ı n ı , saatin i , tabancas ı n ı , dürbününü çekip ald ı lar.
377
Kurşunun deldiği , kana bulad ı ğ ı subay giyneğini de sırtı ndan
çekip almaktan çekinmediler. Bolulu ayaklanıcı lar, dışarıdakiler
yetişmeden hükü met konağ ı n ı bastılar. Şehirde bir ana-baba
günü başlam ışt ı . Bütün caddeleri, sokakları dolduran halk yığ ı n­
ları , kırıp dökecek bir şey, öldürecek insan arıyordu.
Arif Bey gücünden birkaç mekkareci asker (Yük hayvanla­
nyla taşıma yapan asker), caddeleri dolduran kalabal ı k arasın­
dan cephane sandı kları yüklü katı rları n ı yularları ndan çekerek
kaçı rmaya çalışıyordu. Halk, zavall ı lara saldı rd ı . Cephane san­
dıkları n ı ele geçirmekle kalmadı lar. Hatipoğlu Hüsnü, şaşkı n
şaşkı n itilip kakı lan askerciklerin yalvarmalarına bakmadan hep­
sini mavzerinin kurşunlarıyla kanlar içinde yere serdi. Birçok as­
ker, subay, zaman ı nda korunarak şehirden çıkıp ormanlık bölge­
de can ı n ı kurtarm ışsa da kaçamayı p kalanlar da vard ı . 32. Kaf­
kas Alay ı ' n ı n şehirde bırakı lan taburundan Abdülkadir adl ı bir
genç subay, H ilafetçilerin eline düşmek talihsizliğine uğrad ı .
Genç adamı yakalayı p iyice soyan çapulcular, ellerini arkası na
bağlayarak caddelerde dolaştı rmaya başladı lar. En lanetli bir
düşmana yapı l ı rcası na, ona taşlarla, sopalarla vurdular, tükürdü­
ler, balgam attı lar. En sonra da h ı rs ı n ı alamayan kanl ı biri, elin­
deki kamayı onun gövdesine daldı rı p çıkarmaya başladı . Yarala­
rı ndan fıskiye gibi kan fışkı ran Abdülkadir Bey, bunca acı n ı n et­
kisiyle kendinden geçti . Kımı ldamad ı ğ ı n ı gören katiller, onu sü­
rükleyerek götürüp Belediyenin önündeki çamurları n içine attı lar.
Memleket hastanesi doktorları ndan birinin eşi , ertesi sa­
bah evin i n penceresinden Belediye meydan ı na bakarken katil­
lerin dün akşam bıçaklay ı p yarı çı plak oraya att ıkları genç su­
bay ı n k ı m ı ldan ı p d u rduğunu görd ü . O da herkes gibi onun öl­
düğünü san m ı şt ı . Hemen kocası n a bildird i . Ayaklan ıcı lardan
ödü kopan doktor, "Çünkü o da mektepliydi. " karı s ı n ı n diretme­
sine dayanamad ı . Henüz sokakta kimsecikler olmaması ndan
yararlanarak ağ ı r yaral ı subayı memleket hastanesine kald ı rt­
tı . Hastaneye komada giden yaral ı subay, az zamanda kendi­
ne gelerek gözlerini açtı :
- Su ! Su ! diye i nled i .
378
Hastabakıcı l ı k görevi yapan hastane müstahdemlerinden
bir kad ı n , gözleri büyüyerek hastaya şöyle bir baktı ; ona bir yu­
dum su vereceğine:
- Subay yine canland ı , gebermemiş ! diye bağ ı rarak has­
taneden d ı şarı f ı rlad ı .
Hemen Hilafetçilerin karargah ı na koşarak durumu bildirdi.
Biraz sonra, silahl ı birkaç çapulcu , g ü rü ltüyle hastaneye girdi.
Birisi bir ip bularak ağ ı r yaral ı hastan ı n boynuna bağlad ı , sıkı­
ca düğümleyerek bir köpek leşi sürü kler gibi sü rükled i , merdi­
venlerden indirdi. Zaval l ı n ı n yaraları ndan yine kan akmaya
başlad ı . Bu sı rada canlanmaya başlayan sokaklardan silah l ı
silahsı z insan kalabal ı kları çı karak Belediyenin önünü doldur­
du. Yaral ı subay ı n boynuna bağlanan ip elden ele geçti . Se­
vinç çığl ı kları , naralar arası nda zaval l ı y ı sokak sokak, mahalle
mahalle sürüklediler.
Bolu'yu bir sağanak seli gibi h ızla kaplayan Hilafetçi dal­
gaları , biraz duraklay ı p h ı z al ı r almaz, Kaplıcalarda karargah
kuran Yarbay Arif Bey üzerine çullandı lar. Bu çekirge sürüsü­
ne benzeyen kalabal ı klar karşısı nda daracık orman l ı k bölge­
lerde atl ı larıyla sıkışıp kalmak istemeyen kumandan , geri çe­
kilmek üzere davrand ı . Her yandan saldı ran ayaklan ıcı lar, böl­
geyi de iyi bildiklerinden Arif Bey'in güçlerini çok h ı rpalad ı lar.
Abant Gölü kıyı ları nda Kuvayı Milliyeciler, epeyce fire verdiy­
se de yine eski karargahları olan K ı z ı lcahamam'a çekilebildi­
ler. Ayaklan ıcı lar, Bolu bölgesini temizledikten sonra Arif Bey
güçleri n i n arkas ı n ı bı raktı lar.
Arif Bey, savaşarak Kızı lcahamam'a doğru çekilirken
Mustafa Kemal'in karargah muhafız bölüğünden ayrı l ı p kendi­
sine verilen Üsteğmen Şerif Bey'in makinal ı tüfek takı m ı erle­
rinden seyis olarak ald ı ğ ı bir Mehmetçik, elinde olmayarak
onun atı n ı n yaralanmas ı na yol açt ı . Atı n ı n gövdesindeki yara­
ya içerleyen öfkeli kumandan , tabancası n ı çektiği gibi zavall ı
çocuğ u kanlar içinde yere serdi. M üfreze, içi kan ağlayarak za­
val l ı Mehmetçiği bir ağaç alt ı na gömerek akşam vakti Kızı lca­
hamam'a ulaşt ı .
379
Makineli tüfek takım ı ndan Arif Bey'in vurduğu Mehmetçiğin
kardeşi vard ı . Kardeşinin boş yere öldürülmüş olmasına son ker­
te üzülen çocuk, gözleri kıpkırmızı kesilinceye dek ağlad ı . Takı m
arkadaşları n ı n hepsi, onun acısına ortak oldu. Albay Refet Bey,
onların ası l kumandanlarıyd ı . Etrafına şimdiye dek haksız yere
bir fiske bile vurmam ıştı . Akşamleyin , çadı rlar kurulup çad ı rl ı or­
dugah hazı rlandı ktan sonra atlarla erat doyurularak uykuya va­
rıld ı . Birçok nöbetçi dikilmiş, herkes silahıyla birlikte yatmıştı .
Arif Bey'in çad ı rı nda ateşe haz ı r d u ru mda emir subayı nö­
bet tutup, çad ı r ı n çevresi nde de dört asker nöbet bekliyord u .
Bunca dikkatli gözcülüğü hiçe sayan bir kişi , çad ı r ı n arkas ı n­
daki karanl ı kta sürünerek yaklaştı . Çad ı r ı n eteğini sessizce
aralad ı . Portatif karyolası nda horul horul uyuyan Yarbay Arif
Bey'in kocaman başına bir mavzerin namlusunu dayayarak
ateş etti. Kafatası parçalanan kumandan hemen öld ü . Gemici
fenerin i n ışığ ı nda kan ve beyin parçaları n ı n fışkı rd ı ğ ı n ı gören
subaylarla erat, ne yapacakları n ı şaş ı rd ı lar. Onun yerini doldu­
racak bir başka ku mandan yoktu . Panik havası bir anda ordu­
gah ı kaplad ı . Arif Bey'in parçalanm ı ş kafatası n ı görenler:
- Domdom kurşunuyla vuru l m u ş ! diyord u .
Kumandanlığa hiç kimsenin sahip çıkmad ı ğ ı n ı gören milis
eratı ile nizamiye erleri birbirleriyle kötü kötü dertleşiyorlard ı :
- İçimize sokuldular. Bizi de öldürecekler, hepimizi öldü­
recekler, arkadaşlar. Başı m ı z ı n çaresine bakal ı m .
M i lisler, sabahı beklemeyi gereksemeden atları na atlad ı k­
ları gibi bilinmeyen bir yana doğru uzaklaştı lar. N izamiye erle­
riyle subaylar, ordugah ı b ı rakı p kaçmayı beceremed i . Son ka­
lan çeteler de g ü n ı ş ı rken atları na atlay ı p Afyonkarahisar'a
doğru sürdüler. M üfrezedeki nizamiye erleriyle subaylar, Şerif
Bey'in makinal ı tüfek tak ı mı Ankara'ya yollandılar. Makinal ı tü­
fek takı m ı n ı karşı lay ı p karargaha götü ren Üsteğmen Şerif Bey,
M ustafa Kemal başta olarak bütü n karargah görevlileriyle bir­
likte Bolu savaşı ndan sağ dönen bu tan ı klardan hem meyda­
na gelen savaşları , hem de Yarbay Arif Bey'in ölüm öyküsünü
dinleyerek son kerte üzüldüler.
380
Muhafız kumandanı Şerif Bey, Arif Bey'in öldürdüğü aske­
rin kardeşini çağı rarak özel biçimde onunla görüştü. Durumu
kavram ı şt ı . Demek ki suçsuz yere öldürülen makinalı tüfek eri­
nin kardeşi , Yarbay Arif Bey'i öldürmeyi kafası na koymuş, bunu
hemen o gece karanl ı ktan yararlanarak yapıvermişti . Üsteğmen
Şerif Bey'den başka birçoğu bu ölümü müfrezeye sızmış ayak­
lan ıcı lardan birinin işi olarak yorumlad ı . Yalnız, ölenin kardeşi
üzerindeki öldürme kuşkusu yaygı n olduğu halde hiç kimse üze­
rinde çokça durmad ı . Hele bunları n başı nda olan Üsteğmen Şe­
rif Bey, zalim bir insan ortadan kalktı diye sevindi bile.
Yal n ı z devrimin en büyükleri , Yarbay Arif Bey'in ölümüne,
Yarbay Mahmut Bey'in ölümüne yandı kları gibi yand ı lar. Şun­
dan ki zalim de olsa, deli de olsalar bunlar kanlar içinde sürüp
giden Ulusal Kurtuluş Savaş ı ' n ı n g ranit yumruklarıyd ı . Düşma­
n ı n her görüldüğü yerde bu ulusal korkutucu tipler granit yum­
rukları n ı kaldı rarak oraya dönmekteydiler. Yararları zararları n ­
dan pek çok üstündü. Ondan dolay ı Yarbay Mahmut Bey'den
sonra Yarbay Arif Bey'in ölümü M ustafa Kemal'i kara kara dü­
şündürd ü .
Bu s o n felaketten sonra, Mustafa Kemal'in karargah ı nda
Kayseri'ye, Sivas'a doğru bir yerlere çekilmek düşüncesi yer
etmeye başlayarak, bu , güçlükle önlenecekti.
Savaşta Şerif Bey'in ağ ı r makinal ı tüfek takı m ı n ı n kuman­
dan ı Teğmen Ali R ı za Bey de kimi erleriyle Hilafetçilere tutsak
düşmüştü . Hilafetçileri n son kerte subay düşman ı olması dola­
yısıyla Ali R ı za Bey, hemen s ı rtı ndaki subayl ı k işaretlerin i , rüt­
belerini söküp atm ış, eratına da:
- Aman çocuklar, sak ı n ben i m subay olduğumu söyleme­
yin. Son ra beni öldü rürler. Bana, Ali R ı za Çavuş deyi n ! diye
öğretti .
Erlerin arası nda bir er olarak Gerede'deki Hilafetçi ku­
mandan ı n ı n karş ı s ı na ç ı karı lan Ali R ıza Bey, çakı gibi bir deli­
kan l ı olduğundan kumandan ı n hoşuna gitti . Herif onu emir eri
olarak yan ı na al ıverd i . Bu geniş ayaklan ı ş sona erinceye dek
Ali R ıza Bey, her an tan ı n ı p öldürülmek tehlikesiyle karşı kar-
381
şıya emir erliği yapt ı . Sonra, kurtulup Şerif Bey'in muhafız bö­
lüğüne dönd ü .
Bütü n müfrezesi birer yana dağ ı l ı p gitmiş olan Yarbay Arif
Bey, beyni parçalan m ı ş olarak Kızı lcahamam'da yatıyord u . Bu
sı rada, Şı h lar köyü nden (Çaml ıdere) Hafız Halil (Oku rer) ak
sarığı ve temiz hoca kı l ığ ı , üzgün yüzüyle var ı p bu tan ı d ı ğ ı ölü­
n ü n başucuna dikild i . Daha bir hafta önce ondan izin alarak
üstün ü baş ı n ı yenilemek üzere köye gitmiş, şimdi de izini bitti­
ğinden dönmüştü . Teneşire yatırı lan bu arslan gibi gövdeyi yı­
kamak da demek kendisine nasip olacaktı ! Tas - tas dökülen
sıcak sularla birlikte elini onun gövdesinde gezdirirken onunla
nas ı l tan ıştığ ı n ı bir daha and ı .
Yarbay Arif Bey, atl ı larıyla kışı geçirmek üzere Kızı lcaha­
mam'a gelmiş, bütün köyleri , hayvanlara kışl ı k yem bulmaları
için sıkıştı rmaya başlam ıştı . Müfrezeyi barı ndı rmak içi n başka
u m ut yoktu. Her köy, payına düşen kışlı k yem i , yiyeceği şöyle
böyle vermeyi benimsediği halde, Ş ı h lar köyün ü n Kızı lcaha­
mam'a çağrı lan ileri gelenleri, istenen ölçeği veremeyecekleri­
ni söylemek yü rekliliğini göstermişlerdi.
Arif Bey, onlara:
- Bahara dek hayvanların ot, saman ve arpası ndan pa­
y ı n ıza düşeni vermek zorundas ı n ı z ! diye dayatı nca, köyün ile­
ri gelenlerinden genç, akı l l ı , söz bilir olan Hakkı (Soydan) ileri
çı karak:
- Kumandan ı m , bizim arazimiz taşl ı k ve kayal ı kt ı r, bu
yüzden bize yüklenen ot, saman ve yem i size vermeye gücü­
müz yetmez, deyince Arif Bey, öfkeyle yerinden fı rlam ış, bir­
denbire çok tehlikeli , korku nç bir adam oluvermişti .
Arif Bey' in huyu n u , suyunu şöyle böyle işitmiş olan köy
kuru l u , ölümün eşiğine varm ı ş gibi tir - tir titremeye başlad ı ğ ı
b i r s ı rada, kuru l u n içinde bulunan Fatih Medresesinden me­
zun, ayd ı n , tatl ı yüzlü bir adam , Hafız Halil (Okurer) bir iki adı m
ileri çı karak koynu ndan çıkard ı ğ ı Kuran - ı Kerim'den bir ayet
okumaya başlam ıştı . Çok tatl ı bir sesle, çok ustaca okunan
Kuran , Arif Bey'i n öfkesini bıçak keser gibi kesivermişti . Oda-
382
da öfkeyle k ı r ı p dökecek bir nesne arayarak gidip gelen ku­
mandan , birdenbire sessizleşmiş, büyülenmişçesine Kuran ' ı
dinlemeye, son ra, odadakilerin şaşk ı n bakı şları arası nda ağla­
maya başlam ı ştı . Gözlerinden tatl ı yaşlar dökülüyord u . Gözle­
ri salt Hafız Halil'in dudakları ndayd ı . Kalbini taşlaştı ran sert,
kan l ı olaylar arası nda böyle yumuşatıcı bir sesi, bir inan ı ş ı ne
denli gereksediği ilk bakışta anlaş ı l ı yord u .
Biraz sonra, büyüden kurtulmuş gibi köy kuruluna baka­
rak:
- Haydi, hepiniz defolun gidi n , yal n ı z bu adam kal s ı n ve
benim hafız ı m olarak her gün bana Kuran okusu n ! ded i . Köy­
lüler, sevinerek, süklüm püklüm odadan ç ı ktı lar.
Hafız Hal i l , Arif Bey'in Kızı lcahamam'daki karargah ı nda
bir hafta kal m ı ştı . Bu süre içinde de du rmadan ona tatlı sesiy­
le Kuran okum uştu . Arif Bey, dinlenme zamanları nda durma­
dan rakı içiyord u . Kızı lcahamam kaymakam ı n ı n kapısına iki
süngülü çeteci dikmişti . Kendi izni ol madan onun dairesinden
d ı şarı ç ı kmas ı n ı yasaklam ıştı .
E n içten arkadaşı malmüdürü idi. Onunla Soğuksu'ya
doğru yü rüyüşler yapıyordu. Hemen her g ü n Kuran dinlemek
için de vakti oluyordu. Sandalyesini ters çevirip oturuyor, elle­
rini sandalyenin kenarı na dayayarak baş ı n ı üstüne koyuyor,
Kuran oku nması sürdüğü sürece gözyaşı dökerek ağl ı yord u .
Bir gün Kuran-ı Keri m oku n u p bittikten sonra, bir öfke kri­
zine kapı lan rahmetli , arda bulu nan ileri gelen adamları n ı n ,
Hafız Halil'in yan ı nda şöyle kükremişti :
- M ustafa Kemal de kim ol uyor? Bu memleketin adam ı
yok m u ? Bahara bir ç ı kay ı m , hepsine göstereceği m .
Evet, Hafız Halil'in sıcak parmakları altı nda b u z parçası
gibi uzanan bu arslan gövdenin sahibi, işte böyle bir adamd ı .
Hafız Hal i l , çamaşı rları n ı , üstünü baş ı n ı değişti rerek köyden
dönerken onun vurulduğunu yolda işitmişti .

383
ALİ FUAT PAŞA TOPÇU ERİ

Saraylarm içinde Türk'ten baş­


ka unsurlara dayanmak ve
düşmanlarla birleşerek Anado­
lu 'nun Türklüğüne, aleyhine
yürüyen çürümüş gölge adam­
larm Türk yurdundan kovulma­
sı, düşmanların denizlere dö­
külmesinden daha kurtarıcı bir
davranıştır.
Mustafa KEMAL

23 N isan 1 920 Cuma günü Ankara'da U lusal Meclisin açı l­


mas ı dolay ı s ıyla sevinçten yer gök i n lerken Bursa'da 56. Tü­
men karargah ı nda Ali Fuat Paşa'yla Albay Bekir Sami Bey'in
çevresinde bir avuç yiğit subay, sivil Kuvayı Milliyeci toplan­
m ı ş , meclisin açı l mas ı n ı kutlamaya haz ı rlan ıyord u . Heps i ,
yepyeni bir sevincin heyecanı içindeyd i . Ethem Bey, Anzavur
tehlikesini yok etmiş, Bu rsa'ya doğru ilerliyord u , yeni hüküme­
tin doğmak üzere oluşunun sevinci , bunun sevinciyle karışm ış,
onları büyük u m ut rüzgarı n ı n püfür püfür estiği bir iyimserlik te­
pesine yükseltmişti.
Ali Fuat Paşa'yla arkadaşları , 23 N isan ' ı Ankara'da oldu­
ğ u gibi dinsel törenle kutlayacaklard ı . Gericilerle ayaklan ı c ı la­
rın bu s ı rada Bursa' n ı n hem içinde, hem de yöresi nde girişe­
cekleri herhangi bir zorlamayı önlemek üzere s ı kı tedbirler al­
m ı şlard ı . Töre n , U lucami 'den başlayacaktı .
Ali Fuat Paşa, tümen emir subayı Yüzbaşı Salahattin
Bey'i çağ ı rd ı :
- Bursa'daki durumu biliyorsunuz. Biz camideyken ya da
törenin yap ı l ışı s ı ras ı nda herhangi bir karşı davran ı şla karşı la­
şabil iriz. Bütün tedbirlerin al ı nd ı ğ ı kan ı s ı nda m ı s ı n ız?
- Her şey tamam , paşam ! Merak buyurmay ı n ı z !
3 84
Bursa Kuvayı Milliyecileri , Ali Fuat Paşa'yla birlikte tümen
karargah ı ndan ayrılarak Ulucami'ye gitti . Abdest al ı p camiye
girmek üzereyken telgrafhaneden soluk soluğa gelen bir me­
mur, Ali Fuat Paşa'yı makina başına çağ ı rd ı . Ankara'dan
önemli bir haber olmal ıyd ı . Ne var ki bu kerte önemli bir töreni
b ı rakı p telgrafhaneye gidemeyen paşa, kurmay başkan ı Saffet
(Arı kan) Bey'i sonucu hemen bildirmesin i buyurarak oraya
gönderd i . Ali Fuat Paşa, namazdan ç ı kt ı ktan biraz sonra, Saf­
fet Bey'in son kerte üzgün bir yüzle yan ı na yaklaştığ ı n ı görd ü .
Kulağ ı na fısı ldar g i b i yaş l ı b i r sesle :
- Mahmut Bey sizlere ömür, paşam ! dedi.
Paşa, onun sözlerini hemen anlayamad ı :
- Hangi Mahmut Bey, neler söylüyorsunuz?
- Yirmi Dördü ncü Tümen Ku mandan ı Mahmut Bey, pa-
şam ! Asi lerce şehit edilmiş !
A l i Fuat Paşa, Saffet Bey'i n verdiği bütün bilgiyi al ı nca
beyninden vurulmuşa döndü. "İyi yürekli, vefalı, kahraman ar­
kadaşı, ayak/anıcı/arın kurşunuyla şehit düşmüştü. " İçinde kı­
yametler koptuğu halde ağlamamak için dişlerini sı karak da­
yand ı . Bu s ı rada tören sü rüyor, yüz bir parelik kutlama topu,
yeşil Bursa' n ı n güzellikleri içinde pusmuş kara yü rekli gericile­
rin yüreklerin i hoplatı rcas ı na gürleyip duruyord u .
A l i Fuat Paşa, Mahmut Bey'in şehitliği haberiyle birdenbire
kapkara bir yas dünyas ı na girer gibi old u . İçinden korkunç bir
h ı nç, öç alma h ı rsı yükseldi . Acı mayı bir yana bı rakarak yara­
dana s ığ ı n ı p bu çapulcu yığınları n ı ot gibi biçmekten başka ç ı ­
kar yol yoktu. Yoksa gemi azıya alm ı ş olan b u vahşi sürüler,
ulusu en karanl ı k kölelik çağları na sürüklemekten geri kalma­
yacaklard ı . Bu hain sürüler, 26 Mart'ta Gönen dolaylarında
1 74. Alayı , Kirmasti (Mustafakemalpaşa - Bursa), Karacabey
dolayları nda da 1 72. Piyade Alay ı n ı darmadağ ı n etmiş, bunları
Kuvayı M illiye'nin safları ndan temelli silmişlerdi. Ankara'dan
Bursa'ya gönderilen 2. Piyade Alay ı , gericilerin propaganda
ateşine tutularak Bursa'ya varıncaya dek kar gibi erimiş, ancak
pek azı yerine varabilmişti . 22 Nisan'da Mahmut Bey tümeninin
385
yok edilmesiyle de felaket bütünlenmiş oluyordu. Bütün bu zin­
cirleme felaketler, en büyüğünden en küçüğüne dek bütün Ku­
vayı Milliyecileri sersemletmiş, karamsarl ığa sürüklemişti .
Gerek İstanbul hükümeti ile padişah , gerekse İ ngilizlerle
Amerikal ı lar, bundan son kerte umutlanarak ayaklan ı ş bölgele­
rine en yetişkin ajanlarıyla torbalar dolusu altın akıtmaya baş­
lam ışlard ı . Sakarya l rmağ ı ' n ı n batısı ndaki bölge, Kuvayı Milliye
toprakları ndan bütünüyle kopmuştu . Orda, Kuvayı Milliye'nin
elindeki topraklara doğru korkunç akı n lar düşünülüyor, tasarla­
n ı yor, örgütleniyord u . Bütün bu bölgenin baştan beri biricik kur­
tarıcı s ı , savunucusu durumunda olan Ali Fuat Paşa, Kuvayı
Milliye'yi yine örgütleyip gerici sellerine karşı bir baraj olsun
kurmak üzere 25 Nisan sabahı tanyeri ağarı rken bütü n karar­
gah ıyla Bursa'dan ayrılarak gece geç vakit Lefke'ye (Osmane­
li-Bilecik) vard ı . Hem bütün yol boyu nca, hem de Lefke'de (Os­
maneli-Bilecik) gördüğü durum, bu bölgede bir bozgu n kası rga­
s ı n ı n esmekte olduğunu gösteriyord u . Ayaklan ış bölgesinde
bozguna uğrat ı l ı p dağ ıtı lmış birliklerden kaçan Silah l ı Kuvayı
Milliyeci toplulukları , tüfeklerini umutsuzca omuzlam ış, gü ney
ufuklarına doğru ereksiz bir yürüyüşe geçmişlerd i .
A l i Fuat Paşa, karargah ı n ı n yiğit subaylarıyla hemen dav­
ranarak bu bozgu n u durdu rmaya çal ı ştı . Korkun u n doludizgin
kovalad ı ğ ı bu kaçakları yolları ndan çevirip yine düşmana kar­
şı dövüşe göndermek son kerte güç bir işse de Ali Fuat Paşa
ile fedakar subayları , her türlü yöntemi kullanarak bunları yol­
ları ndan çevirip örgütlemenin yolu n u buldular. Ali Fuat Pa­
şa' n ı n , bu kahramanca çal ışmada kendisiyle birlik olanlar içi n­
de özellikle u nutamayacağ ı iki kişi vard ı : Bunlardan biri kendi
kurmay başkanı Binbaşı Saffet (Arı kan) Bey, öbürü de İzmit
Mebusu Fuat (Carı m) Bey'di . Bu sonuncusu sivild i .
A l i Fuat Paşa, Bu rsa'dan gelerek kapkara b i r felaket ba­
takl ı ğ ı n ı n içine düşmüştü . Burada her şey yıkılmakta, karam­
sarl ı k bütün yüzleri , yürekleri , yemyeşil doğayı bile karartmak­
tayd ı . Ne var ki , Ali Fuat Paşa, her büyük ihtilalci gibi katran
renkli karamsarlı kları n içinden çıkıp, güneşe, yeşilliğe kavuş-
386
man ı n t ı ls ı m ı n ı taşıyord u . Bu yüzden bir kez daha kolları sıva­
yarak çok önemli Geyve Boğazı gediğini tı kamak üzere silkin­
di. Geyve Boğaz ı ' n ı n kuzey giriş yerinde savunma için önce­
den b ı rakılan 1 43. Piyade Alayı n ı n bir taburuyla, bir istihkam
bölü ğü, iki toplu bir sahra bataryas ı , yerlerini bı rakıp darmada­
ğ ı n Geyve'ye doğru yola kaçmaya haz ı rlan ıyord u .
Ali Fuat Paşa, Bursa'dan vakit yitirmeden Lefke'ye (Os­
maneli-Bilecik) gelişiyle çok şey kurtard ı ğ ı n ı anl ı yord u . Ulusal
güçler, çekilip gittikten sonra, boğaz ı n savunucusu olan bu ni­
zami güçler de çekilseydi Geyve Boğaz ı , bütünüyle Halifecile­
rin eline geçecek, artık bu sayısız sürüler ordan Eskişehir'e,
Ankara'ya doğru sel gibi akmak fı rsatı n ı bulacak, Kuvayı Milli­
ye'nin al ı n yaz ı s ı üzerinde korkunç oyu n lar oynayacaklard ı .
Ali Fuat Paşa, karargah arkadaşlarıyla 25-26 Nisan gece­
si, saatlerce süren çok yorucu bir at yolculuğundan sonra, geç
saatlerde Lefke'ye (Osmaneli) varm ı ştı . E rtesi sabah , erken­
den Geyve'ye doğru yola çı kacaklard ı .
Hemen güvenlik tedbirlerini al ı p bir iki saatçik olsun bir şe­
kerleme kestirmek üzere haz ı rlanmaktalarken Ali Fuat Pa­
şa' n ı n emir subayı h ızla içeri gird i :
- Paşam , Fevzi Paşa Hazretleri teşrif ettiler. Görüşmek
istiyorlar, ded i .
A l i Fuat Paşa, bu nun hangi Fevzi Paşa olduğunu düşü­
nürken emir subay ı :
- Eski Harbiye Naz ı rı Ferik Fevzi Paşa Hazretleri , diye
açı klad ı .
Yorgunluktan , uykusuzluktan k ı m ı ldanacak durumda ol­
mayan Ali Fuat Paşa, dinçlik aş ı s ı yap ı l m ı ş gibi birden bire ye­
rinden s ıçrad ı . Fevzi Paşa, kapıdaydı . Onu karşıl ayarak elini
s ı ktı . O da son kerte yorg u n görünüyord u .
A l i Fuat Paşa:
- Dağ dağa kavuşmaz, insan i nsana kavuşu r! Deyince,
Fevzi Paşa:
- Birbirimize kavuştuk ama galiba biraz geç old u , ded i .
- Ne zararı var paşam , y i n e birleştik y a . . .
3 87
Ali Fuat Paşa, Fevzi Paşa'yı eskiden beri tan ı yordu. Birin­
ci Dünya Savaş ı ' n ı n en korkunç aşamaları nda birlikte bulun­
muşlard ı . Fevzi Paşa, o zaman Arabistan cepheleri ndeki ordu
kumandanları ndan biriydi. Ali Fuat Paşa, O zaman onun ordu­
suna bağ l ı 20. Kolordu kumandan l ığ ı n ı yapıyord u . Olağanüs­
tü olarak Tuğgeneralliğe yükseltilmişti. Onun Fevzi Paşa'ya
karş ı duyduğu içten sevgiyi besleyen ortak bir an ısı vard ı .
Ali Fuat Paşa, savaşı n e n kızg ı n , göz açtı rmaz bir zaman ı n­
da Enver Paşa'n ı n verdiği paşal ı k rütbesini gösteren apoletleri
bile al ı p takamamışt ı . Bir gün, ordu kumandan ı olarak Ali Fuat
Paşa'n ı n 20. Kolordusunu denetlemeye gelen Fevzi Paşa, pa­
şalı k apoletlerini takmad ı ğ ı n ı görünce kendi apoletlerini söküp
onun omuzlarına takm ıştı . Onun bu sıcak ilgisinden, babacanlı­
ğ ı ndan pek duygulanan Ali Fuat Paşa, çok teşekkür ederek:
- Paşa hazretleri , demişti . Sizin de bu rada bir tek ünifor­
man ız olsa gerek. Şimdi , bu duru mda siz de apoletsiz kalacak­
sınız.
O zaman tatlı tatl ı gülen Fevzi Paşa, şöyle yan ıtlam ıştı :
- Bir kere bu savaşta ben seni paşa göreyim de zararı
yok, birkaç g ü n apoletsiz kalay ı m .
İşte genç paşa, Lefke'deki (Osmaneli) karargah ı nda Fev­
zi Paşa'yla karşı laşı nca hemen gözlerinde bu eski sıcak anı
canlan ıvermişti . Gerçi Fevzi Paşa, son günlerde Harbiye Na­
zırlığı s ı rası nda tuhaf h ı rslara kapı larak M ustafa Kemal'le Ali
Fuat Paşa'ya epey keven söktü rmüşse de koca adam ı n kalkıp
bu kanl ı i hanet kurşu nları n ı n avlay ı p durduğu bölgeden geçe­
rek kendilerine s ığ ı nması geçmişteki her şeyin affedilmesine
yeterdi de artard ı bile.
Fevzi Paşa, istanbul'un son d u ru m u ndan uzun uzad ı ya
söz ettikten son ra Anadolu'ya nas ı l kaçtığ ı n ı şöylece anlattı :
- istanbul'dan Anadolu'ya geçmek kararı n ı verdiğim za­
man , Üsküdar Jandarma Kumandanı Binbaşı Remzi Bey'in İs­
tanbul M üdafaayı Hukuk Derneği'nce Anadolu'ya gidecek kişi­
lerin bu yolculuğu güvenle yapabilmesi için tedbirler almaya
memur edildiğini işitmiştim . Remzi Bey'i eskiden tan ı rd ı m . Ha-
388
ber göndererek rica ettim. Beykoz'daki evime geldi. Konuştuk,
Ankara'ya gitmek istediğimi, iki atı m ı da beraberimde götürece­
ğimi söyledim. Her türlü kolayl ı ğ ı göstereceği vaadinde bulun­
du. Paşabahçe jandarma müfrezesi kumandan ı Teğmen Salih
(Kı l ıç) Efendi'yi yoldaşl ı ğ ı ma vereceğini ve kendisini direktif al­
mak üzere hemen bana göndereceğini söyledi. Ayrı ntılar üze­
rinde de uyuşmuştuk. Daha sonra öğrendiğime göre yoldaşl ı ğ ı ­
m a verilen Salih Efendi v e müfrezesi , biçimce b i r güvenlik müf­
rezesi olarak görünmekle beraber gerçekte istanbul'dan Anka­
ra'ya gitmek isteyenlerin yolculukları n ı sağlamaya ve Boğaz ' ı n
Anadolu k ı y ı kışlaları ndan elde edilen silah v e cephaneyi içeri­
lere götürmekle görevli gizli bir merkez örgütü imiş.
Binbaşı Remzi Bey'le kararlaştırd ı ğ ı m ı z gibi Teğmen Sali h
Efendi, 1 7 Nisan'da Beykoz'daki evime gelerek müfrezesinin
emrime haz ı r olduğunu bildirdi. Atları m ı sordum. Paşabahçe'ye
getirmiş olduğunu söyledi. Bunun üzerine gece yarısı , Abraham
Paşa Korusu'nun kapısı nda birleşerek yola çıkmaya karar ver­
dim. Bir ayak önce, istanbul'dan ayrı lmak istiyordum. Genç
Teğmen , bütün emirlerime harfi harfine boyun eğeceğini söyle­
yerek müsaade isteyip ayrı lmıştı . Randevu yerine gittiğim za­
man , her şeyi haz ı r buldum. Gece, çok karanl ı ktı . İlkin Polonez
köyü tuttuk. Orada birdenbire Üsküdar Jandarma Kumandan ı
Remzi Bey'le kimi sivil arkadaşları na rastlad ı ğ ı m ız zaman şa­
şırmıştık. Üsküdar jandarma dairesinin basılacağ ı n ı haber al­
maları üzerine onlar da benim gibi Anadolu'ya geçmeye karar
vermişlerdi. Hep beraber bir kafile olduk. Gündüzleyin Alem­
dağ ' ı nda saklandık. Akşama doğru Paşaköyü üzerinden yine
yola koyulduk. Geceleri yürüyerek gündüzleri elden geldiğince
gizlenerek Kartal ve Gebze'nin gerilerinde bulunan köylerin ara­
sı ndan geçerek Kandı ra'ya geldik. Geceyi orada geçirdikten
sonra, ertesi sabah yola çı karak Adapazarı'na yakın bir köye
gelmiştik. Kasabanı n son durumunu öğrenmeden içerisine gir­
meyi doğru bulmam ıştık. O sı rada, Adapazarı' ndan gelen bir
subay, kafilemize yaklaşarak beni sord u . Kendimi tan ıttıktan
sonra görüşmeye başlad ı k. Vermiş olduğu bilgiler pek sudan
389
nesnelerdi ve gerçeğe uymuyordu. Ortal ı ğ ı sütliman gösteriyor­
du. Adapazarı 'na güvenle girebileceğimizi söylüyordu. Kandı ­
ra'dan gelirken köylülerden işittiklerimiz, b u subay ı n anlattıkları ­
n ı n büsbütün tersiydi. Teğmen Salih Efendi'yi birkaç atl ı ile Ada­
pazarı'na gönderd i m . Salih Efendi , kayg ı verici haberler getir­
mişti . Mahmut Bey müfrezesi Düzce yolunda dağ ı lm ı ş ve ken­
disi de şehit edilmişti . Kasaba, millicilerce bütün boşaltılmıştı .
Aleyhimizde olan bu durum karşısı nda tarlalar içinden gizli bir
yol bularak Geyve Boğazı'na geldik. Boğazda tam bir güvenlik
vard ı . Burası , Ankara'n ı n kıtalarıyla ve ulusal müfrezelerle tutul­
muştu . Geyve İstasyonu'ndan buraya da drezin ile geldik.
Ali Fuat Paşa, Fevzi Paşa'n ı n birdenbire çıkıp gelişine hem
çok sevinmiş, hem de çok güç bir duru mda kalm ı ştı . Şundan ki ,
Mustafa Kemal'le Fevzi Paşa'n ı n arası pekiyi değildi. Mustafa
Kemal, Fevzi Paşa'n ı n kendisini tutuklamak amacıyla Sivas'a
geldiğini, kendisi üstüne söylediği bütün aşağ ı layıcı sözleri bili­
yordu. Hele son günlerde Harbiye Naz ı rı olunca Ankara'ya kar­
şı gösterdiği anlayışsızl ık, Mustafa Kemal'i çileden çı karm ıştı.
Ne var ki şu s ı rada Mustafa Kemal'i yumuşatmak, ayağ ı ­
n a gelmiş olan bu çok değerli insan v e askeri Ankara'ya be­
nimsetmek ödevi Ali Fuat Paşa'ya düşüyord u . Fevzi Paşa'ya
sezdi rmeden M ustafa Kemal'e durumu telgrafla bildi rmek ge­
rekiyord u . Bunu yapmak için de Fevzi Paşa'n ı n yan ı ndan uzun
süre ayrı lamayacağ ı ndan bir ara odadan d ı şarı çı karak duru­
mu kurmay başkan ı Binbaşı Saffet Bey'e anlattı ve ona şu di­
rektifi verd i :
- Hemen telgrafhaneye gidiniz, Mustafa Kemal'in pek
önemli bir iş için telgraf başına gelmesini rica ettiğimi bildiriniz.
Geldiği zaman , eski Harbiye Naz ı rı Fevzi Paşa'n ı n Lefke'de
(Osmaneli) bulunduğunu bildirdikten sonra, nam ı m a şunları
arz edi niz:
"Ali Fuat Paşa, Fevzi Paşa 'yı yalnız bırakamadığı için ma­
kina başına gelemedi. Saygılarını bildirmeye beni memur etti.
Durumumuzda bir değişiklik yoktur. Bir ayak önce Geyve Bo­
ğazı 'na giderek orasını güçlüce tutmak düşüncesindeyiz. "
390
"Fevzi Paşa 'nın daha on beş gün önce Harbiye Nazırı
iken Ankara yı tanımamak hususunda aldığı durum, Anado­
lu 'da işitilmişti. Özellikle ayaklanış bölgelerinde Fevzi Paşa 'nın
bu muhalif durumu aleyhimize bir hayli kullanılmıştı. Paşanın
birdenbire, kendiliğinden bize geçmiş olmasının, ayaklanış
bölgelerinde lehimize bir durum yaratacağı kuşku götürmez.
Bu durumu her yana yaymakta gecikmeyeceğiz. Paşanın eski
durumunu bırakıp kendiliğinden bizim yana geçtiğinden bütün
arkadaşlarınızla beraber hoşnut kaldığınızı ve Ankara 'da ken­
disini beklediğinizi bir telgrafla bildirirseniz, hem ora üzerinde
iyi bir etki bırakacak, hem de kendiliğinden Anadolu'ya geçen
paşa, sizden beklediği iyi karşılamayı görmekle sevinecektir.
Fuat Paşa biraderinizin ricası budur. Emrinizi bekliyoruz. "
- Fuat Paşa, Fevzi Paşa'n ı n yan ı nda oturuyor, Anka­
ra'dan o l u m l u bir haber bekliyordu . Ne var ki , biraz sonra, onu
d ı şarı çağ ı ran Saffet Bey, Mustafa Kemal'in şu korku nç lako­
nik telgraf ı n ı onun eline tutuşturdu :
- Fevzi Paşa 'yı geldiği yere gönderirsiniz.
Ali Fuat Paşa, bunu okuyu nca donup kald ı . Çok üzgündü.
Bu, onu şaşkı nlığa uğratm ıştı .
Oysa bu iş hemen bu gece, bug ü n ü n koşulları gereği nce
olumlu olarak çözümlenmeliyd i .
Bir bahane uydu rarak Fevzi Paşa'yı yal n ı z b ı rakıp ç ı ktı .
Kendisini makina baş ı nda bekleyen Mustafa Kemal'e, Saffet
Bey'e söylettikleri ni bir kez de kendisi yineledi. Bu önerisini es­
ki bir arkadaşı olarak benimsemesini diled i . Mustafa Kemal , Ali
Fuat Paşa karş ı s ı nda daha çok diren meyerek onun düşü nce­
sine yatt ı . Araları nda şöyle bir çözümleme yolu kararlaşt ı r ı ld ı .
Saffet Bey, Mustafa Kemal'den aşağ ıdaki telgrafa benzer bir
telgraf alacak, Fevzi Paşa'ya verecekti:
- Anadolu'ya geçtiğinize sevindik. Hoş geldiniz. Anka­
ra'ya teşrifinizi bekliyoruz. Sayg ı ları m ızla.
M u stafa Kemal'in ayrıca Ali Fuat Paşa'ya verdiği buyruk
şuydu :
- Sezdirmeden Fevzi Paşa'yı gözaltı nda ivedi olacak
trenle Ankara'ya gönderiniz.
39 1
Ali Fuat Paşa, telgrafhaneden döndüğünde Fevzi Paşa,
merakla onu bekliyord u . Adapazarı ' n ı n durumu üstü ne bir sü­
re konuştular. Bu s ı rada Saffet Bey, Mustafa Kemal'in telgrafı­
n ı geti rip Fevzi Paşa'ya verdi. Fevzi Paşa pek büyük bir ilgiy­
le, can l ı l ı kla telgrafı okuduktan sonra :
- Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Lefke'de (Osmaneli)
bulunduğumu acaba nas ı l haber ald ı ? diye sordu.
Binbaşı Saffet Bey, anlaşmak üzere Ali Fuat Paşa'n ı n yü­
züne baktı . Anlaş m ışlard ı .
Ali Fuat Paşa, hemen şöyle ded i :
- Bursa'dan Geyve'ye yola çı kmam ızdan önce h e r konak
yerinde Mustafa Kemal Paşa ile telgraf başı nda haberleşmeyi
kararlaştırmıştık. Saffet Bey, sizin Lefke'ye geldiğinizi sayg ı la­
rı n ı zla Mustafa Kemal Paşa'ya bildirmiş, o da not alarak size
şimdi verdiğimiz telgrafı yazd ı rm ı şt ı r.
Fevzi Paşa, gerek bu açı klamaya, gerekse Mustafa Ke­
mal Paşa' n ı n Ankara'da kendisini beklemesine çok sevindi . 26
Nisan sabah ı trenle Ankara'ya gidecekti. Ali Fuat Paşa, ona
Ankara treninde çok rahat bir kompartı man ayı rtm ı ştı . Bir hiz­
met eri ile bir subay da onunla birlikte gidecekti. G ü n ağarı rken
trenin kalkmas ı na daha bir saat vard ı . Fevzi Paşa, Ankara'ya
giderken Ali Fuat Paşa da karargah ıyla cepheye yol lanacaktı .
Gece, hiç uyumayan iki eski asker, eski cephe al ışkan l ı k­
ları ndan bir g ü n daha yaşad ı lar. Birlikte oturup, sabah ı n serin­
liğinde pek hoşa giden sıcak çay ı n yan ı baş ı nda bir de güçlü­
ce kahvaltı ettiler.
Ali Fuat Paşa, kendini yoklad ı ğ ı nda hiç de yorgun olmad ı ­
ğ ı n ı görd ü . Yine sevinçl i , umutluyd u . U l u s , "tecrübeli, bilgili,
geçmişi şan ve şerefle dolu" bir kumandana kavuşmuştu . Ali
Fuat Paşa, onu trene bindirdiğinde Fevzi Paşa, heyecanla
onun boynuna sarı ld ı :
- Eğer ulus yöneti m ve mukadderat ı n ı eline alm ı şsa, bu
sizlerin çal ışma ve çabalar ı n ızla olmuştur, ded i .
Fevzi Paşa' n ı n varl ı ğ ı n ı duyan bir h a l k kalabal ı ğ ı , tren kal­
karken onu alkışlarıyla uğurlad ı .
392
Ali Fuat Paşa, karargahıyla yola çı karak 28 N isan'da Gey­
ve istasyonuna vard ı . Oraya var ı r varmaz da Ankara'dan "İs­
met" i mzal ı bir telgraf ald ı . Bunda Bolu , Adapazarı ayaklanış­
ları n ı bastı rmak üzere her yandan güçler; gönderdiklerin i , ay­
rıca eski Harbiye Naz ı r ı Fevzi Paşa'n ı n da Ankara'ya vararak
istasyonda törenle karş ı land ı ğ ı n ı bildiriyord u .
A l i Fuat Paşa, i l k i ş olarak Geyve Boğaz ı 'nda mevzilenmiş
olan 1 43. Alay ı n bir taburu ile bir istihkam bölüğünü, sahra ba­
taryas ı n ı , zayıf bir iki milis müfrezesini biricik savunma gücü
olarak yerlerinde bı raktı ktan sonra, buras ı n ı gittikçe iştah ı ar­
tan İ ngilizlere, Kuvayı İ nzibatiye güçlerine, öbür ayaklan ıcı sü­
rü lerine karş ı güçlendirmeyi düşü nürken , M ustafa Kemal'den
30 Nisan 1 920 tarihli bir telgraf ald ı . Büyük Millet Meclisi Re­
isi , bunda Ali Fuat Paşa' n ı n Milli Savunma Bakan l ı ğ ı na atan­
ması n ı n düşünüldüğ ü n ü , bunun için de kumandan l ı ğ ı uygun
göreceği herhangi birine bı rakarak Ankara'ya dönmesini bildi­
riyord u . Ali Fuat Paşa, kendisini bu göreve değer görmelerin­
den çok sevindiyse de Geyve Boğaz ı ' n ı n bekçiliğini hiç kimse­
ye emanet edemeyeceğ ini düşünerek cepheden ayrıl mayı uy­
gun görmediği n i , bu göreve Fevzi Paşa' n ı n atanmas ı n ı n peki­
yi olacağ ı n ı Ankara'ya bildird i .
Mustafa Kemal , b u n a verdiği yan ıtta, Fevzi Paşa' n ı n M i l l i
Savu nma Bakan l ı ğ ı na, İsmet Bey'in d e G e n e l Ku rmay Baş­
kan l ı ğ ı na atandığ ı n ı bildiriyordu.
Ali Fuat Paşa, bir sal ı ğ ı na uyulmuş olmas ı na çok sevi ndi .
B u sı rada Biga'da Ethem Bey'in atl ı ları önünden sıvışarak
bir İ ng i l iz savaş gemisiyle İstanbul'a kaçan Anzavur Ah met Pa­
şa, bu kez de Sakarya l rmağ ı ' n ı n batı bölgesindeki ayaklan ıcı
yığı nları n ı n baş ı na geçmiş, Sü leyman Şefik Paşa'yla İngilizle­
rin planlad ı ğ ı yeni bir sald ı rıya haz ı rlan ı yord u . İstanbul hükü­
metiyle İngilizler, bir kez daha onun heybeleri n i altı nla, umutla
doldurmuşlard ı .
B u kez toplarla, ağ ı r makineli tüfeklerle gereçlendirilmiş iki
bin kişilik bir güçle Geyve Boğaz ı ' n ı n doğusu ndan , batısı ndan
393
sald ı rıya geçerek en kısa yoldan Ankara'ya varmayı hesapl ı ­
yordu. Bu s ı rada Kuvayı İ nzibatiye ku mandan ı Sü leyman Şe­
fik Paşa, hala kolordusunun örgütlenmesini bitiremediği nden
meydanlarda boy göstermekten çeki niyord u . Oysa İstan­
bul'dakiler Anzavu r'un bu kez ki sald ı r ı s ı ndan çok umutlu ol­
dukları ndan Kuvayı İ nzibatiye kolordusunun da bu saldırıyı
desteklemesini istiyorlard ı . Bunun için Sadrazam Damat Ferit
Paşa ile Kurmay Başkanı Kiraz Hamdi Paşa, kalkıp İzmit'e
gelmişlerdi. Süleyman Şefik Paşa, karargah olarak İzmit lima­
n ı nda demirli bulunan Yavuz z ı rhl ı sı n ı seçmişti .
Ali Fuat Paşa, Anzavur'un sald ı r ı içi n yapt ığı haz ı rl ı ğ ı he­
men öğrenmiş, onlardan önce davran ı p sald ı rıya geçmek iste­
mişse de elinde bu güç yoktu . Ethem Bey'in güçlü müfrezesi,
Biga'dan yola çıkmış, Manyas bölgesinde temizlik yapıyordu.
Ancak 1 6 Mayıs'ta bu raya gelebilecekti . Onsuz bir sald ı rıya
kalkılamazd ı . Oysa Anzavur'un 1 5 May ı s g ü n ü sald ı rıya geçe­
ceğini öğrenmişti .
Paşa, geleceği gün gibi meydanda olan böyle tehlikeli bir
saldı rıya birkaç çelme takman ı n bile yararl ı olacağ ı n ı düşünerek
biraz kımı ldamak istedi. Doğançay- İkramiye (boğazın kuzey gi­
riş yeri) mevzilerini güçlendirdi. Boğaz ı n batısına düşen dağ yol­
ları n ı kapad ı . Sonra Kurmay Başkan ı Binbaşı Saffet Bey'in buy­
ruğundaki ulusal müfrezelerden meydana gelen bir sald ı rı kolu­
nu Değirmendere'nin batısı nda pusuya yat ı rd ı . Emir subayı Sa­
im Bey'i de (General Saim Orhon) Saffet Bey'in yan ı na verdi.
Ali Fuat Paşa' n ı n eli ndeki bu güçlerin hepsi, ancak Anza­
vur güçlerinin yarı s ı na yaklaşıyordu. Ali Fuat Paşa, 1 5 Mayıs
sabah ı , tanyeri atarken , buyruğu ndaki bir atl ı bölüğü, iki ağ ı r
makineli tüfekle Doğançay'dan Deği rmendere'ye doğru yola
ç ı kt ı . Geyve Boğaz ı ' n ı n kuzey çıkış yerindeki müfrezeleri de­
netleyecek, beklediği sald ı rı baş gösterince de böylece görev
baş ı nda bul u n muş olacaktı . Değirmendere'ye giden yol Kışla
Çay ı ' ndan aşarak sık ağaçl ı klarla kaplı dik çıkış, i nişlerle en­
gebelenmiş çok çetin , çek tehlikeli olmas ı gereken bir bölge­
den geçiyord u . Değirmendere , burada yükselen tepelerin ar-
394
d ı ndayd ı . Ana yoldan uzakta sık, yüksek ağaçlar arası ndan
çok uyan ı k bir asker yü rüyüşüyle ilerleyen kol , hala Saffet
Bey'in bağlantı devriyelerine rastlamad ı ğ ı ndan kuşkulanmaya
başlad ı . Ormanda vahşi kuş seslerinden , böcek vız ı ltı ları ndan ,
yaprak h ı ş ı ltısı ndan başka bir şey işitilmiyord u . Şimd i , her ya­
na egemen yemyeşil bir örgüyle örtülü tepeler üstündeydiler.
Saat ona gelmişti .
Ali Fuat Paşa, burdan daha ileriye uzanarak, Anzavu r'un
sald ı rı s ı na erek olduğu anlaşı lan Geyve Boğaz ı ' ndan daha
çok uzaklaşmak istem iyordu. Bir süre burda bekleyerek çevre­
yi gözden geçirdikten sonra Doğançay'a dönme buyruğu n u
verdi. Ancak, oradan ayrı lmadan önce b i r atl ı haberciyle Değir­
mendere'deki Binbaşı Saffet Bey'e şöyle bir buyruk gönderd i :
- Ayaklanıcı lar, boğaz ı çokça sı kıştı racak olurlarsa, yan
ve gerilerine sald ı rı n ız.
Doğançay'a dönmekte olan Ali Fuat Paşa müfrezesi Kışla
Çay ı ' na dek hiçbir olayla karşılaşmadan doğan ı n barışç ı l gü­
zellikleri aras ı ndan geçti. Yaln ı z , bundan sonraki yürüyüşte öy­
le olmad ı . Saat on bir buçukta, Kışla Çay ı ' n ı geçip de bir da­
ğ ı n yamacı ndaki sık ormanlığa dald ı kları nda, ağaçları n s ı k
dalları arası ndan üzerleri ne b i r tüfek baskı n ateşi başlad ı .
Ağaçlara t ı rman m ı ş Anzavu r'un kalabal ı ğ ı , yol lar ı n ı kesmişti .
Ali Fuat Paşa, atl ı ları n ı nas ı l ku rtaracağ ı n ı düşünürken , kal ı n
gövdeli ağaçları n dalları na tünemiş ayaklan ıcı lar tüfeklerin i n
namluları n ı onun üstüne çevirerek:
- Fuat Paşa, teslim ol ! diye bağ ı rı yorlard ı .
Ali Fuat Paşa, bir kurt kapan ı na düştüklerini anlad ı . İ nce
bir cı lgadan (patika) teker teker ilerleyen atl ı lar her türlü geri ,
ileri kaçma, her türlü manevra yeteneğinden yoksun durum­
dayd ı . M üfrezeyi bu yoğ u n mermi sağanağ ı ndan koruyan s ı k
ağaç gövdeleriyd i . Atl ı ları n cı lgadan teker teker ilerlemesi,
ateş baskı nları n ı n etkisini sıfıra indiriyord u . Ali Fuat Paşa, bu
mermi cıvlamaları aras ı nda:
"Eğer ayaklanıcı lar, patika üzerindeki ağaçlara çı kacak
yerde patikayı görebilecek ağaçlara ç ı km ı ş olsalard ı ilk ateş
395
baskı n ı nda hayli zayiata uğrayacaktık!" diye düşü nerek atı n ı
sü rüyord u .
O n u n önünde, biraz ileride e m i r subayı İdris Bey'le atl ı ta­
k ı m kumandan ı Sami Bey gidiyord u . Yanları ndaki emir erleriy­
le müfrezenin öncü lüğünü yapmaktaydı lar. Paşan ı n arkası nda
bölük kumandan ı Recep Bey, elindeki yeğnik makineli tüfeğiy­
le teker kol düzenindeki atl ı ları n baş ı nda ilerliyordu .
Ne de olsa, başta paşa olmak üzere bütün müfreze şaş ı r­
m ı şt ı . Ormana girmeden önce böl ü k ku mandan ı , yeğnik maki­
neli tüfekli erleri kolu n başı na, ortas ı na, sonuna yerleştirmişti .
Bölük kumandan ı n ı n verdiği işaret üzerine üç yandan ağaçlar
üzerinde pusmuş olan ayaklanıcı lar üzerine atları n üzerinden
yoğu n bir ateş başlad ı . Bu sürekli makas ateşi s ı rası nda yak ı n
ağaçlardaki ayaklan ıcı lar, delik deşik olarak birer yaban armu­
du gibi ağaçlardan sap ı r sap ı r döküldüler. Artık, yeğnik maki­
neli tüfeklerin yan ı s ı ra erat ı n taş ı d ı ğ ı bütün piyade tüfekleri de
at üzerinden ara vermemecesine ateş ediyord u .
Ateş etmeyenler d e ağaçları n altı nda siperlenmiş, kı m ı l­
damadan bekliyord u . Atlar, sı rtları nda patlayan tüfeklerden
ü rkmeksizin kuzu kuzu duruyord u .
Ö n plandaki ağaçlarda pusmuş olan bütü n ayaklan ıcı lar,
şimdi yaral ı ya da ölü olarak yerde yatıyord u . Pabucun pahal ı
olduğu n u gören ötekiler, ağaçlardan atlayarak orman ı n derin­
liğinde gözden uzaklaşmaya başlad ı lar. Bunları n da hepsi ka­
çamad ı . Bir bölümü tutsak olarak bölüğün eline düştü . Kaçan­
lar da dağ ı n çok engebeli olması ndan yararlanarak sıvışm ı ştı .
Ali Fuat Paşa'yla arkadaşları n ı tutsak almak üzere kurul­
muş olan bu pusu , paşan ı n da düşündüğü gibi gerçekten pek
tehlikeliyd i . Yaln ı z , iyi yönetilemediği için tertipçilerin yok edil­
mesine yol açm ı ştı . Bu olay ı n bir tek yürekli kahramanı da bö­
lük kumandan ı Recep Bey'in ta kendisiyd i .
A l i Fuat Paşa, Recep Bey'i kutlayarak, bölükle birlikte Do­
ğançay'a vard ı ğ ı nda saat on ikiye geliyord u .
Doğançay'a döndüğünde b i n i aşk ı n ayaklan ıcı , buran ı n
kuzeyindeki yoğ u n orman l ı k tepeleri ele geçirmiş, iki koldan
396
Doğançay üzerine yürümeye başlam ı şt ı . Bunlar, demiryolu
köprüsünden Sakarya l rmağ ı ' n ı n doğusuna geçmek istediler.
İki toplu sahra bataryası , 800 metreden bunları n üzerine dur­
madan ateş ederek ı rmağ ı n doğusuna geçmelerin i önled i . Çok
ölü veren kol , arda m ı h lan ı p kald ı . Öbür ayaklanıcı kolu ise
Doğançay istasyonunu ele geçirmeye davranıyord u . Ali Fuat
Paşa, bunun üzerine bölüğün bütü n atları n ı güvenli yerlere
gizleyerek atl ı ları piyade gibi ku lland ı . Bu piyade savaş ı , ayak­
lan ıcı ları istasyon konağ ı na yaklaşt ı rmad ı .
Yaln ı z , b u çatı şmada üzücü bir olay geçti . Bölük kuman­
dan ı Recep Bey'le bir ağ ı r makineli tüfeği n erleri , ayaklan ıcı la­
rı n eline düştü . Recep Bey, tutsak olarak ayaklan ıcı ların karar­
gah ı n a götürülü rken kendini kald ı rı p Sakarya l rmağ ı ' n ı n coş­
ku n sarı suları içine atarak kurtuldu . Akşamleyin birdenbire çı­
kıp ordugaha gelerek herkesi hem şaş ı rtt ı , hem sevi ndird i .
Ayaklan ıcı lar, akşama dek inatla sald ı rıyı sürdürdüler. Bü­
tün erekleri, Geyve Boğaz ı ' n ı n kuzey giriş yerinde mevzilenen
güçleri ardan söküp atmaktı . Bunu başarabilmek uğruna, maki­
neli tüfek kurşunları na inatla göğüs gerip şap ı r şapır döküldüler.
Ali Fuat Paşa, ayaklan ıcı ları n oldukları yerde sayd ı ğ ı n ı
görü nce 70. Piyade Alay ı ' n ı n üçüncü taburuna topçu koruma­
sı altı nda son kerte şiddetli bir sald ı rı yapt ı rd ı . Bu sald ı rı dal­
gas ı , boğaz ı n önünde toplanan ayaklanıcı yığı nları n ı n üzeri ne
öldürücü büyüklükte bir granit kayası gibi yuvarland ı ; onları çil
yavrusu gibi dağ ıtt ı . Doğançay'dan sald ı ran bu taburu Saffet
Bey m üfrezesi Değirmendere üzeri nden arkadan ve yandan
yapt ı ğ ı güçlü bir sald ı rı ile desteklem işti . Ali Fuat Paşa bu sal­
d ı rı s ı rası nda ellerinden yaraland ı .
Bugünkü sald ı rıyı Anzavur Ahmet Paşa yönetmiş, İzmit'te­
ki Halifeci karargaha pek mevsimsiz olarak Ali Fuat Paşa' n ı n
tutsak edildiği haberini ulaştı rm ı ş , oralarda b u yüzden yalancı
bir bayram havası estirmişti.
Akşama doğru ise Ali Fuat Paşa'n ı n atl ı lardan yakas ı n ı
kurtarabilmek için Anzavur Paşa, özel eşyas ı n ı , evrak ı n ı bile b ı ­
rakarak Adapazarı 'na doğru dörtnala kaçarken atları n nalları n -
397
da akşam güneşi parl ıyordu. Anzavu r'la döküntülerini Adapa­
zarı 'na doğru kovalayan Ali Fuat Paşa güçleri , ayaklan ıcı ları n
b ı raktığı eşyalar arası nda bir de heybe buldular. Ali Fuat Pa­
şa'ya getirilen heybenin Anzavur'un heybesi olduğu anlaş ı ld ı .
Bunda ele geçen bir mektup Anzavur'un imzas ı n ı taşıyordu.
Damat Ferit Paşa'ya daha yeni yaz ı l m ı ş, gönderilememişti .
"Askerlerim savaşmak istemediklerinden dolayı başara­
madım. Pek çok yaralı ve şehit verdim. Attan düştüm, hayva­
nın altında kaldım. Yaralı bacağımı sağlamak üzere İstanbul'a
geliyorum. " diyord u .
Bu mektubu Damat Ferit Paşa yerine Ali Fuat Paşa oku­
du. Anzavu r'un içinde bir mektupla b ı rakt ı ğı heybe bir savaş
hilesinden başka bir şey değildi. Anzavu r, yaral ı olarak İstan­
bul'a kaçtığ ı n ı yayarak ertesi gün yapacağ ı sald ı rıda Ali Fuat
Paşa'yı gafil avlamak istemişti .
Niteki m 1 5 Mayıs günü bir başarı sağlayamadan bozgun
biçiminde çekilen Süleyman Şefik Paşa' n ı n kolordusu ndan bir
piyade alay ı , topçu ile Anzavur Ahmet Paşa sürüleri , 1 6 Mayıs
sabah ı yine Ali Fuat Paşa' n ı n mevzi lerine yüklendi. Anzavur,
erkenden Sapanca'ya vararak ordan arkası na yeni , y ı l g ı n sü­
rü ler takarak gelmişti . Hepsi el ele akşama dek dalga dalga
naralar atarak boğaza sald ı rdılarsa da bu rayı yarıp geçemedi­
ler. Akşam karan l ı ğ ıyla birlikte toplarla tüfekler sustu .
Ali Fuat Paşa, 1 7 Mayıs sabahı Geyve Boğazı dolayların­
da bir keşif yapt ı rd ı ysa da hiçbir düşmana rastlanmad ı . İ ki
günlük çatışma acaba onları sald ı r ı ya geçebilecek güçten yok­
sun mu b ı rakm ışt ı ? O, daha çok böyle san ıyord u . Bu düşün­
ceye kapı lan kumandan , oto drezinle Geyve istasyonuna dö­
nerken atl ı bölüğü de karadan onu izliyord u . Ne var ki Ali Fuat
Paşa'yı ormandaki sü rpriz kertesi nde şaş ı rtan bir başka olay
daha old u . Geyve istasyonuna vard ı ğ ı nda oto drezin makasa
girerken Anzavu r'un üç yüz atl ı , bir de makineli tüfekle gereç­
lenmiş olarak İ kramiye köyüne geldiğ i n i , burdan da Geyve is­
tasyonunu ele geçirmek üzere yola ç ı ktığ ı n ı öğrendi .
Anzavu r'un önünden kaçan otuz kişilik istihkam müfreze­
si soluyarak paşan ı n karşısı nda dikildi, hikayeyi anlatt ı .
398
Ali Fuat Paşa, bu kötü haberi al ı nca baş ı n ı kaşıyarak dü­
şün mek zoru nda kald ı . Şu sı rada Anzavur birdenbire karş ı s ı ­
na diki l i rse elinde o n a karşı g ü ç olarak çı karacağ ı ancak otuz
kişilik istihkam müfrezesiyle, ambardaki emekli bir dağ topu ,
bir de makineli tüfek vard ı . Buna bir de kendi n i katması gere­
kiyord u . Doğançay'dan kendisiyle birlikte yola çıkan atl ı böl ü ­
ğ ü , ancak üç saat son ra, burda olacakt ı .
A l i Fuat Paşa, durumun bunal ı m kertesinde zor olduğunu
görüyordu . Yine de içinden çıkıl maz gibi görünen bu işe bir çö­
züm yolu bulmal ı yd ı . Belki de Geyve istasyonunu silah l ı Rum
köylüleriyle güçlenmiş Anzavu r'un güçlerine karşı bu ufac ı k
sembolik güçle koru mak zorunda kalacaktı . Şu ndan k i burayı
ölse de Anzavu r'a bı rakamazd ı . Burayı bı rakarak Lefke'ye çe­
kilecek olursa, iki g ü ndür başarıyla püskürtmüş olman ı n bir
anlam ı kalmayacak, ayrıca büyük ayaklan ış bölgesinin ezilip
sindirilmesi işi ilerde epeyce güçlükler çı karacaktı .
Paşa, bütün bu düşü ncelerle ölüm pahas ı na da olsa bir er
gibi Geyve istasyonunu savunmaya karar verd i . Hemen dav­
rand ı . Otuz kişil i k istihkam müfrezesini istasyonun doğusu nda­
ki Sakarya köprüsünün savu nmasıyla görevlendirdi. Son ra,
emir subayı İdris Bey'le ambara giderek ambar erlerinin de
yard ı m ıyla hurda dağ topuyla, ağ ı r makineli tüfeği d ı şarı çı kar­
d ı . Topla makineli tüfeği köprüden geçirterek o yöreye egemen
Taşlıtepe'ye yerleştird i . Atl ı böl üğü geli nceye dek birkaç am­
bar, otuz kişilik isti hkam eriyle hem Anzavu r'a, hem de arka­
dan gelecek silah l ı Rum köylü lerine karşı duracakt ı .
Savunma yöresinde haz ı rlan ı nca A l i Fuat Paşa, külüstür
dağ topunun baş ı na geçti, makineli tüfeği de emir subayı ça­
l ı ştı racaktı . istihkam müfrezesini de bunun kumandan ı Mekki
Bey yönetiyord u .
*

* *

Bu sı rada Anzavur, istasyondan üç dört kilometre ilerdeki


Köprübaşı köyü yöresinde yol tepmekteydi . Ali Fuat Paşa, bir
topçu eri olarak topu her an ateşlemeye haz ı r bulunurken bir
399
yandan da eli ndeki dürbünle Köprübaşı köyü önü ndeki tepe­
lerde kıvrı lan yollarda Anzavu r'un atl ı ları n ı araştırıyordu. En
sonra, onları görd ü . Karmakarı ş ı k aşağ ı doğru inmeye başla­
m ı şlard ı . Bir top atı m ı yaklaş m ı şlard ı . Paşa, topu ateşledi .
Bu s ı rada kafas ı ndan şimşek g i b i eski an ı lar dizisi, ı ş ı k l ı
izler bı rakarak g e l i p geçti . On dört y ı l önce Selan ik'te seri ateş­
li on beşinci topçu alay ı n ı n altı ncı bataryası kumandan ıyd ı . O
zaman pekiyi bir topçu subayı olan paşa, dağ topuyla başarı l ı
bir atı ş yapmad ı ğ ı n ı görerek üzüld ü .
Anzavu r atl ı ları top patlar patlamaz, bi raz d u raklay ı p son­
ra dağ ı larak yine yü rüyüşe geçtiler. Bu s ı rada ağ ı r makinal ı tü­
feği ustaca işletmeye başlayan İdris Bey, Anzavu r atl ı ları n ı güz
yaprakları gibi sağa sola savu ruyord u . Paşan ı n att ı ğı mermiler
de atl ı ları n ö n ü nde patlıyor, onları sendeletip afallatıyord u . Bu,
yar ı m saat böyle sürd ü . Anzavurcular oldukları yerde siperle­
nerek makineli tüfekle topun ateşinden koru nmaya çal ıştılar.
En sonra Anzavur atl ı ları , Geyve istasyonuna girebildilerse de
köprüyü pek güzel savu nan istihkam m üfrezesinin direnme
gücünü kırıp Sakarya l rmağ ı ' n ı n doğusu ndaki Kuvayı Milliye
toprağ ı na geçemediler.
Ali Fuat Paşa ile yiğit adamlar ı , bu biçimde iki saat dayan­
d ı lar. İ ki korku nç, terletici , tehlikeli saatin sonunda güzel, umut
dolu bir şeyler belirdi. Paşan ı n atl ı bölüğü naralarla savaş mey­
dan ı na girdi. Hiç beklenmedik bir zamanda Yüzbaşı Dayı Mesut
Bey, gözü pek müfrezesi, on beş subay arkadaşıyla görünüver­
di. Ali Fuat Paşa gelen subaylar arası nda eski emir subayları n­
dan Yüzbaşı Ferit Bey'i de gördü. O da Yüzbaşı Mehmet Mesut
(Dayı Mesut) Bey'le yayan olarak ta İstanbul'dan gelmişti . Bun­
dan sonraki savaşlarda onun çok yard ı m ı görülecekti.
Ali Fuat Paşa, öğ leden sonra topçunun, maki neli tüfekle­
rin yapt ı ğ ı baraj ateşi yard ı m ıyla elindeki güçleri Anzavur sürü­
lerine karşı sald ı rı ya kald ı rd ı . Düşman , bu sald ı r ı karş ı s ı nda
dayanamayacağ ı n ı anlayarak kaçmayı yeğ görd ü .
A l i Fuat Paşa, bulunduğu tepeye Geyve'den b i r telgraf
makinesi de getirtmişti. Bununla d ı ş haberleşmeleri kolayca
yapıyord u .
400
Ankara'yı bularak burdaki savaş duru m u üstü ne bilgi ver­
diği s ı rada ardan da tuhaf haberler ald ı . Ankara'da da Geyve
istasyon u ndakine benzer bir olay geçmişti. Genelku rmay Baş­
kanl ı ğ ı n ı n yerleşmiş olduğu Ziraat Mektebi konağ ı dolayların­
da ki mi kuşkulu adamlar görülmüş, bunlar üzerine nöbetçiler
ateş açm ı ştı . Bu s ı rada Meclis Başkan ı Mustafa Kemal'le kimi
vekiller, ayaklan ıcı ları n baskı n ı na uğrad ı kları n ı sanarak büyük
heyecan geçirmişlerdi. Öyle ki , artık, Ankara ile yöresi de
ayaklan ış bölgelerinden biri duru m u na gelmişçesine bir san ı
doğmuş, bu, Kuvayı Milliyeci başları hayli tedirgin etmişti . Ufak
çapta kimi devrimciler, bu durumda art ı k çal ışamayacakları n ı
söyleyecek kerte ileri gitmişler, kimisi d e Ali Fuat Paşa'n ı n cep­
heden çağrılarak bu işe bir umar bu lmas ı n ı istemişti . Mustafa
Kemal de bu sonu ncu ları n düşü ncesine ortak olarak onu An­
kara'ya çağ ı rmak zorunda kal m ı ştı .
Ali Fuat Paşa, telg rafla Mustafa Kemal'in yak ı n görevlile­
rinden birince bildirilen buyruğu al ı nca işin önemi üstü ne bütün
bir düşü n edinmek üzere Ku rmay Binbaşı Halis, Salih (Omur­
tak) Beyleri maki ne baş ı na çağ ı rd ı . Onlar da bu olay üstü ne
doyu rucu bir bilgi veremediler. Nöbetçiler yan l ı ş l ı kla m ı yoksa
gerçek baskıncı kişiler üzeri ne mi ateş etmişlerdi?
Ali Fuat Paşa' n ı n öğrenmek istediği buyd u . İki Kurmay
Binbaş ı n ı n vermiş olduğu bilginin bir bölümü de ilgi nçti . Şun­
dan ki yabancı ve kuşku lu kişiler üzerine ateş edildiği sı rada
karargahla şeh ir arası ndaki telefon telleri de kesilmiş, şehirde
doğal olmayan ki mi görünüşler bel irmişti .
Ali Fuat Paşa, M ustafa Kemal karargah ı n ı n böyle baskı n
girişimlerine uğrayabilmesinin doğal olduğu n u düşü ndü . Böyle
de olsa, Ali Fuat Paşa, bugünlerde Ankara'ya dönemeyecekti.
Şundan ki , Geyve'de kendisine kavuşmak üzere Biga'dan yo­
la ç ı km ı ş olan Ethem Bey, birkaç güne dek buraya gelecek,
onunla birlikte Adapazarı , Düzce, Bolu ayaklan ışları n ı bastı r­
maya g ideceklerdi.
Ethem Bey, Düzce'ye doğru yola çı karken o da eli ndeki ni­
zami kıtalarla İzmit dolayları ndaki Halife kolordusunun üstüne
40 1
yürüyecekti. Sonra, bugün Geyve istasyonu dolayları uğruna
başlayan dövüş de sonuçlan m ı ş değildi.
Ali Fuat Paşa, bunları Halis Bey'e gizli olarak bildirdikten
sonra, Ankara ku mandan l ı ğ ı görevin i de yapmakta olan bu ar­
kadaşına ne gibi güvenlik önlemleri alabileceği n i sal ı klamalar
olarak anlattı . Ayrıca Halis Bey'e, Mustafa Kemal Paşa'n ı n gü­
venlik işinde tedi rgin olmamas ı n ı , yakı n günlerde Ankara'ya
döneceğini bildirmesini söyledi, telgraf başı ndan ayrı ld ı .
Anzavur ayaklan ıcı ları n ı n dört g ü n süren sald ı rı ları , Ali
Fuat Paşa kayas ı na çarparak kırı l m ı ş , bu kayan ı n dibinde in­
sanlar, hayvanlar, silahlar sap ı r sap ı r dökülmüştü .
Bu radaki her yenilgiyi bir yengi olarak İstanbul'a bildiren
Anzavur orada anlamsız sevinçler, iyimserlikler yaratmış, Har­
biye Naz ı rl ı ğ ı n ı da üzerine alan Damat Ferit Paşa kurmay baş­
kan ıyla kalkıp bu yengileri yerinde değerlendirmek üzere 20
Mayıs'ta İzmit'e gelmişti .
Ali Fuat Paşa, g ranit kayası n ı n burn u n u n ucunda kendi­
siyle alay edercesine yükseldiğini görünce, şaşırmış, kös kös
arkas ına bakarak istanbul'a dönmüştü . Ali Fuat Paşa, Anzavur
sürülerinin bu runları n ı Geyve Boğaz ı kayal ı kları nda kırd ı ktan
sonra, ayaklan ıcı ları n ellerinde Süleyman Şefik Paşa' n ı n ör­
gütlemeye çal ı şt ı ğ ı Halife kolordusu ndan başka sald ı rıcı bir
güç kalmam ı şt ı . Paşaya göre şimd i , ayaklan ı ş bölgelerinin te­
mizliğine girişmekten başka yapacak bir iş kal m ı yord u . Bolu ile
Mudurnu ayaklan ıcı ları n ı ezmiş olan Albay Refet Bey'le birlik­
te ve bir zamanda bu işe başlayabilird i . Sald ı rı gününü dahi
seçmişti . 23 Mayıs sabah ı , ayaklan ı ş ı n kara beyinli kafası n ı
kı rmak üzere güçlerini sald ı rı ya kald ı racakt ı .
İ ç kavgaları sinsi b i r dikkatle gözetleyen Yunan kuman­
dan l ığ ı , en son ra, bu kolay yemiş devşirme mevsiminden bir
şey çı kamayacağ ı n ı anlayarak bir genel sald ı rıya geçebilirdi.
İşte, bunun için de ayaklan ış bölgelerin i n bir ayak önce temiz­
lenmesi gerekiyord u .
Yaln ı z , bu i ş i n bütün ayaklanma bölgelerini sarmaya baş­
layan ulusal güçlerce hep birden, el ele yap ı l ması gerekiyord u .
402
Her şeyden önce Ethem Bey'i n yetişmesi gerekiyord u . Ayakla­
n ı ş bölgelerin i bütün ağ ı rl ı ğ ı yla ezecek güç, ondayd ı . Ali Fuat
Paşa, o gelir gelmez büyük sald ı rı n ı n başlaması buyruğunu
verecekti . Büyük kolordu buyruğu n u şimdiden haz ı rlatm ı ştı bi­
le. Bursa'dan uzun atl ı kolları biçim i nde yola çı kan Ethem Bey
müfrezesinin nal sesleri , her an Geyve istasyonu dolayları nda
çınlayabilirdi. Ali Fuat Paşa, kovalad ı ğ ı ayaklan ıcı güçlerin
Geyve Boğaz ı ' n ı n kapısı nda beklediğini biliyord u . Bu sürüler,
alt ı n h ı rs ı na kap ı l m ı ş yağmacı lardan meydana geldiğinden bu­
nun kokusunu ald ı kları her yerde yeşil leş sinekleri gibi küme­
leniyor, h ızlı tehlikeler biçiminde her yerde bitiveriyorlard ı .
Evet, Ali Fuat Paşa, ayaklan ı ş ı n son dişlerini kı rmak, onu
temelli dişsiz bı rakmak üzere Ethem Bey'i n elinde taş ı d ı ğ ı yıl­
d ı r ı m ları dört gözle bekliyord u .

BOLU BEYLERİ YİNE SAHNEDE

Sartk ve cübbeyle artık dünya


başartya ulaşamaz.
Mustafa KEMAL

Köşk'te n , Demirci Mehmet Efe'nin karargahı ndan , Albay


Refet Bey'i n genel kumandası nda, Dem irci Mehmet Efe'nin
asker dan ı şmanları ndan Binbaşı Naz ı m Bey'i n buyruğunda üç
yüz atl ı zeybekle, dört yüz seksen kişilik bir piyade taburu , iki
dağ top u , bir makineli tüfek bölüğünden meydana gelen bir
güç, en seğ i rtken araçlardan yararlan ı larak Bolu ayaklan ı ş
bölgesine doğru yola ç ı karı ld ı . Zeybeklerin baş ı nda Kuvayı
Milliyece ü n sal m ı ş üç efe bul u nuyord u . Postlu Mestan Efe
buyruğu nda yüz, Tu rnacı Mehmet Efe buyruğunda yüz, Doku­
zun Mehmet Efe buyruğunda da yüz zeybek vard ı .
Bu güçlü müfrezen i n gönderilmesi için Ankara'da Mustafa
Kemal'in Ziraat Mektebi' ndeki karargah ı nda bulunan Refet
Bey, Demirci Mehmet Efe'ye ivedi bir telgraf çekmiş, o da hiç
geciktirmeden müfrezeyi haz ı rlay ı p yola ç ı karm ı ştı .
403
Daha önce Göynük'e ve Mudurnu'ya gönderilen emekli
Yarbay Çolak İbrahim güçleri , savunma sald ırı çıkışları yapa­
rak ayaklan ıcı ları y ı ld ı rm ı ş , oldukları yere m ı hlam ı ştı .
Refet Paşa' n ı n , Naz ı m Bey buyruğunda Bolu'ya getirdiği
asker, bir tümen say ı l ı yord u . Buna, Sebikbar Aydı n Mürettep
Tümeni ad ı verilmişti . Binbaşı Naz ı m Bey, köşkten getirdiği bu
güçle, kendi ünlü yü rekliliğinin gücü n ü de kullanarak Bolu dağ­
ları n ı tutmuş olan halifecilerin üzerine birden atı l ıverdi. Birkaç
bin kişilik ayaklan ıcı y ı ğ ı n ı n ı hallaç pamuğu gibi atarak Bo­
lu'nun yolu n u Kuvayı Milliye'ye bir kez daha açt ı . 2. Tümene
Ali Efe'nin kızanları , savaş meydan ı n a yetiştiğinde Naz ı m Bey,
düşman ı n ı n hesab ı n ı görmüştü bile. Naz ı m Bey'in nizamiye
erleri yan ı s ı ra, zeybeklerin kumandan l ı ğ ı n ı yapan Ayd ı n Jan­
darma Kumandan ı ünlü (Arap Yüzbaş ı ) N u ri Bey, onları n ba­
ş ı nda, onlarla birlikte yiğitçe çarpıştı .
Sebikbar Ayd ı n Tümeni , Halifenin çapulcu ları n ı , aldat ı l m ı ş
köylü y ı ğ ı n ları n ı B o l u şehrinden uzaklara sürüp atarak oraya
yetişti. Binbaşı Naz ı m Bey, doğru hükü met konağ ı na giderek
mutasarrıf sandalyesine oturdu. Ayaklanıcı elebaş ı ları n ı n ya­
kalanmas ı , divan ı harbe verilmesi için ilk buyruğu n u verdi.
Genç, akı l l ı bir subay olan İ hsan ( İdikut) Bey'i merkez kuman­
dan ı atad ı . H ükümet konağ ı n ı n karş ı s ı ndaki bir konağ ı merkez
yapan İ hsan Bey'i n buyruğuna dolgu n bir piyade bölüğü veril­
d i . Yerli jandarma, polis örgütü de onun yard ı mcı l ı ğ ı na veril­
mişti .
İ hsan Bey, son kerte h ı z l ı bir çal ı şmaya koyuldu . Az za­
manda ayaklan ıcı elebaşı ları , insan öldürenler, soyguncular,
İstanbul'dan gönderilen hain subaylar, yakalanarak deliğe tıkıl­
dı. Köylerde saklanmaya çal ı şan bütün suçlular da atl ı Jandar­
ma ekipleri arac ı l ı ğ ıyla yakalatt ı rı larak şehre getirild i . Kuvayı
Milliye'n i n şehre girdiği günün gecesi , yorg u n inzibat bölüğü ile
yerli polis, jandarma sabahlara dek insan avlamakla vakit ge­
çirdi. Alt ı ncı gün, öğle üzeri, hemen sıkıyöneti m ilan edilmişti .
Müsaadesiz şehirden içeri, d ı şarı kimse b ı rakı lmad ı . Yakala­
nan suçlu ya da kuşkulular, merkez kumandan l ı ğ ı nda ufak bir
404
sorgudan geçirildikten sonra Sultani Mektebi' nde (lise) kurul­
muş olan sıkıyönetim mahkemesi ne gönderiliyordu. Bu raya
gönderilenler hemen hemen hep suçlulukları su yüzüne ç ı k­
mış olanlard ı . Kısa bir yarg ılamadan sonra suçları kesinleşi­
yor, ölüm hükmünü yemekte gecikmiyorlard ı . Suçları vatan ha­
inliği maddesine dayanıyord u . Merkez kumandan ı n ı n verdiği
buyruk gereğince Belediye konağ ı n ı n önünde darağaçları ku­
rulmuştu . Ölüm hükmü giyenler burda sabaha karşı s ı rayla
ası ld ı lar. Bu da anlaşı lan çileli Bolu şehrinin tarihinde görüp
göreceği son kanl ı gün olacaktı .
Binbaşı Naz ı m Bey'in buyruğu n u harfi harfine uygu layan
merkez kumandan ı İ hsan Bey, şehirde ister istemez bir terör
havas ı estirmeye başlam ıştı . Bütün meyhaneler, kumarhane­
ler kapat ı l m ı ş , şiddetli bir içki yasağ ı kon muştu . Her türlü alkol­
lü içki zorla toplanarak merkez ku mandan l ı ğ ı konağ ı n ı n yan ı n ­
daki boş arsalara döktü rülerek yok edildi. Sürekli ayaklanma­
ları n laçka ettiği memurlara güvenmeyen merkez kumandan ı ,
bol para vererek Bolu şehri hemşehrilerinden kad ı n l ı erkekli
memurlar kullanmaya başlad ı . Bunlar, ayaklanman ı n yine pat­
lak vermemesine yarayacak bütün ipuçları n ı az zamanda ku­
mandan l ı ğ ı n önüne serdiler. Gizlenen suçlular, saklanan cina­
yet aletleri ile silahlar, birer birer, bulundukları yerden al ı n ı p
merkez kumandan l ığ ı n ı n deposunun hapishanesine girdi. Bü­
tün suçlular yakalan ı p mahkeme karş ı s ı n a çı karı ld ı kça Bolu
halkı n ı n , ayaklanmaları n d ışı nda kald ı ğ ı , bütün işi d ışardan
gelen militanları n yaptığı anlaş ı l ı yord u .
Kuvayı M i lliye ku mandan ı Naz ı m Bey, i ş i n siyasal cephe­
sini de birlikte yü rütüyord u . O, Halifecilerin kendileri için "Bol­
şevik ordusu geliyor" diye yapt ığı korkunç propagandayı boşa
çı karmak üzere ilkin şehrin bütün içkileri n i döktürüp yok ettir­
miş, son ra da camiye gitme zoru n l uluğu koymuştu . Özel ola­
rak cuma namazları n ı camide kimi subaylarıyla birlikte k ı l ı yor­
du. Bütün ayaklan ıcı ları n dilinde son g ü nlerde en geçer akça
Kuvayı Milliyeci karş ı l ığ ı : "Bolşevik-bulaşık'tı . Bunları n hepsi,
"dinsiz, imansız, gavur dölü, sarhoş 'tu .
405
Naz ı m Bey, Kuvayı Milliye'ye biraz gelir sağlamak üzere
ayaklan ıcı larla işbirliği etmiş olan kimi Bolulu zenginleri n , eş­
raf ı n mallarına el koymak zoru nda kald ı . Sonra, Belediyece bir
liste haz ı rlanarak hal ve vakitlerine göre bütün zenginlerden
para yard ı m ı yapmaları istendi.
Naz ı m Bey :
- Bu işin adaletle yap ı l ması gerekir. Son kerte dikkat edi­
niz ! dedi.
Listelerden birinde, Padişah'a giden ku rul üyelerinden biri
Bolulu zenginden yirmi bin l i ra alı nacağ ı yaz ı l ıyd ı . Sonradan
zenginin dükkan ı nda bir araştı rma yap ı larak içinde elli bin al­
tı n bulunan bir çuval ele geçirildi. O zaman bir alt ı n l i ra beş ka­
ğ ı t ediyord u . Naz ı m Bey, bu duruma göre çuvaldan dört bin al­
tın alınmas ı n ı , gerisin i n sahibine verilmesin i buyurdu :
- Biz, haydut değiliz. Koyduğumuz ku rallara uyarız, dedi.
Kumandan Naz ı m Bey, bir gün önce bıçaklanarak ölüm de­
recesinde hastaneye kaldı rı lan , ardan al ı n ı p Bolu sokakları nda
sürüklenerek öldürülen Teğmen Abdülkadir'in katillerini yakalat­
makta gecikmedi . Katiller yakalandı ktan sonra halk temsilcileri,
polis, inzibat erleriyle, katillerle zavall ı genç subayın mezarı na
gidilerek kurban ı n gerçek bir Müslüman olup olmad ı ğ ı n ı n bir tu­
tanakla kendisine bildirilmesini buyurdu. Komisyon arası nda bu­
lunan bir doktorun da varl ığıyla mezar açı ldı . Parça parça bir in­
san harabesi biçimine getirilmiş olan zavall ı gencin görünüşü,
yürekler acısıyd ı . Bu genç subay, gavur diye öldürülmüştü . Me­
zardan çıkarılan ölüyü , komisyonun gözü önünde muayene
eden doktor, onun sünnetli bir Müslüman çocuğu olduğunu söy­
ledi, tutanak yaz ı larak kumandan Naz ı m Bey'e götürüldü .
Hemen S ı kı yönetim Mahkemesi kuruldu :
"Subay hala gebermemiş!" diyerek Hilafetçilere haber ve­
ren hastabakıcı kad ı n başta olarak talihsiz genci hançerleyip
sokaklarda sü rükleyenlerin hepsi , ölüme hüküm giydi. Hepsi,
genç subayı öld ü rdükleri yerde kurulan darağaçlarında can
verdiler. Sultani Mektebinde işlenen cinayetler de korkunçtu.
Bu raya sığ ı nan 32. Kafkas Alay ı ' n ı n bir taburu ndan birçok as-
406
kerle subay, korkunç bir canavarl ı k örneği verilerek öldürül­
müştü . Ayaklan ıcı cahi l halk, ellerinde keskin baltalar, nacak­
larla yüksek tavanl ı odalara sald ı rm ışlar, birbiri üstüne y ı ğ ı l m ı ş
asker, subay y ı ğ ı nları n ı bağ ı rtı lar, ağlayışlar, haykırışlar ara­
sı nda odu n keser gibi parçalayı p doğram ışlar, öldürülenlerin
kanları çok yüksek tavanlara sıçram ış, oras ı n ı korkunç birer
belge olan cinayet çiçekleriyle minyatü rlemişlerd i . Hele döşe­
meler, üst üste pı htı laşm ı ş kan tabakalarıyla örtül müştü . Ko­
yun, s ı ğ ı r gibi parçalanan memleket çocuklar ı n ı n ölüleri de kö­
pekler yesin diye pencereden d ı şarı atı l m ı şt ı .
B u cinayetleri işleyenlerin d e hepsi yakalan ı p darağaçla­
rı nda adaletin alt ı n sahifelerini(sayfaları n ı ) süslediler. Katiller­
den adları bilinip de kaçıp kurtu lanlar ı n bütün mal , mülklerine
el konarak devlet hazinesine gelir yaz ı ld ı . Evleri , konakları di­
namitle atı larak yerleri dü mdüz edi ldi . Bu s ı rada yoksul bir ai­
lenin ku lübesi de dinamitlenmek üzereydi . istihkam müfrezesi,
yıkım kal ı pları n ı evi n altı na yerleştirmekteyd i . Üç yoksul kı l ı kl ı
çocuk, evden b i r türlü çıkmayan anaları n ı zorla d ı şarı çı karma­
ya çal ı ş ı yord u . Merkez Ku mandan ı İ hsan Bey, bu acı kl ı duru­
mu görünce evi y ı ktı rmaktan vazgeçti .
Bolu'ya, Ereğli'de papaz kı l ı ğ ı nda yakalanmış, yabancı uy­
ruklu bir de casus getirmişlerdi. Giynekleri baştanbaşa söküle­
rek aranm ı ş ve gizli dikiş yerlerinde ölüme götüren casusluk
belgeleri ele geçirilmişti . Adam , emperyalist devletlerden birinin
kurmay subayları ndandı . Onu da göğe doğru yükselttiler.
S ı kıyönetim Mahkemesinin ölüm kararı verdiği bir Türk
subayı n ı n suçsuz olduğu üstü ne türlü tan ı klarca bir çuval laf
edilmişti . Sözde bu subay Kuvayı Milliye ile çarpı şmak üzere
Mudurnu'ya zorla götürülmüştü . Adam ı n durumunun büsbütün
aydı nlanması için evinde, görevli bulu nduğu yerde sıkı bir
araştı rma yapı ld ı . Jandarma subay ı n ı n kendi yazısıyla yaz ı l ­
m ı ş günce defteri e l e geçince kimsenin bir şey demeye yüzü
kal mad ı . Adam , Mustafa Kemal'den "Kabakçı Mustafa", "Düz­
mece Mustafa " diye söz ediyord u . Defteri n her sayfası nda ulu­
sal güçler içi n aşağ ı layıcı sözler kulland ı ğ ı görülüyordu . Bunun
üzerine onu da gözyaşı na bakmayarak darağacına yollad ı lar.
407
Yarbay Arif Bey'i n , şehrin daha önceki ele geçirilişinde
merkez kumandan ı olarak atad ı ğ ı İ hsan Bey'in katilleri de ele
geçirilerek ipe gönderildi. Eski merkez kumandan ı İ hsan
Bey'in katilleri n i yeni merkez kumandan ı İ hsan Bey astırmış,
bu da kimi halk arası nda oldukça anlam l ı görül müştü .
*

* *

Düzce'yi 1 1 . Tümen ele geçirmişti . Tümen kumandan ı


(Ayıcı) Yarbay Arif Bey içkiyi seven bir adamd ı . Bu yüzden de
halkça kötü gözle görülüyordu. Bir g ü n apansı z ı n gelen bir
buyrukla 1 1 . Tümeni al ı p bir başka yere gitti . Onun gittiğini gö­
ren N u hviranl ı üç yüz ayaklan ıcı Düzce'ye girip yerleşti . Sanki
ulusal güçlerle köşe kapmaca oynuyorlard ı . Bolu ile yöresi ku­
mandan ı Naz ı m Bey, Bolu müfreze kumandan ı İ hsan Bey'i
Düzce'yi kurtarmaya gönderd i . Bolu atl ı jandarmalarıyla güç­
lendirilen tümen atl ı bölüğ ü , dörtnala Düzce'ye girince Halife­
ciler kanl ı Nu hviran Boğaz ı ' na doğru tabanları kald ı rd ı lar. On­
ları doludizgin kovalayan güçlendirilmiş atl ı bölüğü, inlerine
dek gitti . Onlara bu bölgede barı nak olmad ı ğ ı n ı anlattı .
Ayaklanıcı lar, teslim olmak üzere Batı Cephesi Ku mandan­
l ı ğ ı n ı n yolunu tuttular. Naz ı m Bey, pek h ızlı giden atl ı bölüğün
ardı nca bir tabur piyadeyi de, ne olur ne olmaz diye, yola çı kar­
m ı ştı . Ali Fuat Paşa'ya sığı nan üç yüz ayaklan ıcı , Paşaca affo­
lunmak mutluluğuna kavuştu . Nuhviran ayaklan ıcı ları n ı püskür­
terek bölgeden uzaklaştı ran atl ı bölüğü de Bolu'ya döndü.
Naz ı m Bey, Düzce'nin durmadan ayaklan ıcı doğuran
uğursuz bir kaynak olduğunu görerek burda sürekli bir güven­
lik gücü bulundurmaya karar verd i . Yüzbaşı Abdu rrah man
Bey'in buyruğunda güçlü bir müfreze ayı rarak Düzce'ye gön­
derdi. Bu müfreze de Alemdar müfrezesiyle H i l m i , Muharrem
Beyler buyruğu ndaki atl ı müfrezesiyle Cemal Bey buyruğun­
daki bir piyade bölüğünden meydana geliyord u . Bunları n yan ı
s ı ra Üsteğmen Kamil Bey'in makineli tüfek bölüğüyle bir de top
bulunmaktayd ı . 32. Kafkas Alayı ' n ı n bir taburu , bir önceki Bo­
lu ayaklan ı ş ı nda dağ ı l ı p gitmiş, Bolu'ya şimd i , onun dağ ı lma-
408
yan taburu gelmişti . Kastamonu 'daki 58. Alay da üç yüz kişilik
gücüyle Bolu 'ya gelmişti .
Padişahçı bozgu ncular, Düzce'ye yerleşen müfrezenin
kararl ı l ı ğ ı na bakmadan yeni bir f ı s ı ltı orkestrası kurmakta, ça­
l ı şmakta idiler. Halk, çabucak pasif direnmeye geçti . Her yüz,
yağ m u r bulutu gibi karan l ı k, asık, her göz h ı nç ve tiksinti do­
luyd u . Hele müfrezen i n subayları , kendi leri n i işgal ettikleri can
düşman ı bir ülkenin yabancı i nsanları aras ı nda olduğu gibi te­
dirginlik duymaya başlad ı lar. Yüzlerdeki düşmanca anlam, ya­
vaş yavaş seslere de geçmişti . Tedi rgin edici sesler yükselme­
ye, ihanet orkestrası yine eski korku nç havaları çalmaya baş­
lam ı ştı . M üfreze kumandan ı , havan ı n tehlikeyle yüklenmeye
başlad ı ğ ı n ı görü nce , bunu bir raporla Bolu'da Naz ı m Bey'e bil­
dird i . M üfrezenin yeni bir gece baskı n ıyla yok edilebileceği n i
düşünen ku mandan , şu buyruğu verdi :
- G ü ndüz akşama dek Düzce'de kalacak, her akşamüs­
tü güvenli bir yer olan Üskübi'ye çekilecek, geceyi s ı kı güven­
lik tedbirleri alarak orda geçireceksiniz. Sabahleyi n erkenden
yola çıkıp Düzce'ye döneceksiniz.
Üskübi, Kuvayı Milliye yan l ı s ı yd ı . Ünlü Rizeli İpsiz Re­
cep'i n Orhangazi müfrezesi, buralarda egemendi . Eski bir kor­
san olan İ psiz Recep, birçok halk yiğitleri gibi bu işi bı rakm ış,
Kuvayı Milliye' nin say ı l ı yiğitleri arası ndaki belli yerini alm ı ştı .
İ psiz Recep'in korkusu ndan bu ralara hiç kimse sokulama­
d ı ğ ı ndan güvenlik müfrezesi için bu rası çok güvenli bir yerd i .
İpsiz Recep'in gücü , biraz d a b i r ayağ ı n ı n denizde Ketken
Adası ' nda oluşu ndan i leri geliyord u .
Böylece, Düzce'deki güvenlik müfrezesi, akşamleyin Üs­
kübi'ye gidip sabahları yine Düzce'ye dönmeye başlad ı .
N e var k i Düzce hainleri , b u müfrezenin d e baş ı n ı yeme­
ye bir kez karar vermişti . Her türlü şeytanca düşünceyi yokla­
yarak birisinde karar kıldı lar. Bir gece m üfrezeyi Düzce'de bı­
raktı rmak taktiğini sağlayarak üstüne çullanacak, onları da es­
ki Kuvayı M i lliye müfrezelerinin mezarl ı ğ ı na yollayacaklard ı .
409
Düzce kaymakam ıyla, jandarma kumandan ı , müfrezenin
Üskübi'ye gidip gelerek ald ı ğ ı korunma tedbirlerine pek kulak
asm ıyor, bunun yararl ı l ı ğ ı na önem vermiyorlard ı . Şundan ki,
bundan böyle Düzce'de yeni bir ayaklan ış olabileceğine inanm ı­
yorlard ı . Onlar, bu düşüncelerinde yalnız değildi. Bolu Jandar­
ma Alay Kumandan ı Şevket Turgut Bey de bu düşüncedeydi.
Ayaklan ıcı elebaş ı ları , bir gece planları n ı uygulad ı lar. Çer­
kez beylerinden birinin evinde içkili büyük bir şölen verdirdiler.
Bir kurnaz l ı k olarak şölen ikindiüstü başlad ı . O sı rada Düz­
ce'de bulu nan Bolu Jandarma Alay Kumandan ı Binbaşı Şev­
ket Tu rgut Bey'le müfreze kumandan ı Abdu rrahman Bey, hin­
di dolmaları n ı n , içkilerin su gibi akt ı ğ ı şölen sofrası nda başkö­
şeye geçip ku ruldular. Çalg ı lar, şarkı lar aras ı nda zaman ilerle­
di. Akşam karan l ı ğ ı Düzce'nin cennet yeşi lliği üzerine bir kat­
ran yağ muru gibi yağd ı . İ hanet çizmelerini ayağ ı na çekerek
i n i nden ç ı ktı , Düzce'nin ku rbağa çığl ı klar ı , bülbül şakı malarıy­
la bozulan sessizliği içinde ilerledi.
Müfrezenin Üskübi'ye dönme saati çoktan geçmişti . Müf­
reze subayları , kayg ı lanmaya başlam ışt ı . Düzce kara devri m­
cileri nin çok kahpece davrand ı kları n ı iyi bilen genç bir subay,
şölen evine giderek ku mandan Abdu rrahman Bey'e kayg ı ları n­
dan söz açacak old u . Fısı ltıyla kumandan ı n kulağ ı na söyle­
nenleri sezen ev sahibi yüksek sesle:
- Rica ederim . Düzce'de art ı k bir olay olmaz ! dedi .
Kaymakamla jandarma kumandan ı Şevket Tu rgut Bey de
onun sözüne uyd u . Müfreze kumandan ı Abdurrah man Bey de
onları kırıp kalkamayarak geç vakitlere dek süren şölen yü­
zünden müfrezeyi al ı p Üskübi'ye gidemed i . Yarı geceden son­
ra m ı ş ı l m ı ş ı l uyuyan eratla sarhoş kumandanları n üstüne çul­
lanan ayaklanıcı lar, bütün subayları yakalay ı p hapsettiler. Müf­
rezenin bütü n miri ve kişisel silah, gereç ve eşyas ı n ı yağma et­
tikten son ra erleri memleketlerine g itmek üzere terhis ettiler.
G ü neş, bir kez daha Düzce gericilerinin lanetli yengisi
üzerine doğdu . Sabahleyin silah l ı gericiler, hapishaneye sald ı ­
rarak müfrezen i n subayları n ı d ı şarı ç ı kard ı lar, onları işkence
410
ederek asmaya davrand ı lar. Bunu gören kasaban ı n yaşl ı larıy­
la sözü geçenleri :
- Oğl u m , milli kuvvet çoktur. Yar ı n yine buraya gelecek­
ler. Son ra hepinizi asacaklar ! diye g ı rtlakları y ı rtı l ı ncaya dek
bağ ı rı p çağ ı rarak subaylar ı n ası l m as ı n ı önlediler.
Bu, birkaç kez böyle oldu, kurban l ı k koyun gibi elden ele
geçen subaylar, ası l maktan ku rtuldular.
Düzce , pek az zaman içinde nerden ç ı ktı kları belli ol ma­
yan binlerce silah l ı yla dolmuştu . Kafkas savaş giynekleri giy­
miş, uzun boylu , sarı ş ı n , mavi gözlü, yakı ş ı kl ı , uzun bıyıkl ı
Çerkez, Abaza erkekleriyle kaynaşan sokaklarda gerici , padi­
şahçı en korku nç parolalar ç ınl ıyor, uzun ve gümüş saplı han­
çerler güneşte şimşek çakıyordu.
Gericiler Düzce'deki müfrezeyi bir lokmada yuttuktan son­
ra yine iştah ları açı ld ı . Yine gözlerini Bolu lokmas ı na diktiler.
Bolu'daki 4. Tümen, ayaklan ı ş bölgesinden devşirilen eratla
dolduru lduğundan , Düzce'deki yeni ayaklan ı ş ı haber alan bu
askerler, tüfekleriyle birlikte , gruplarla kaçmaya başlad ı lar. Bö­
lüklerin sayısı h ızla eriyerek on kişiye dek düştü .
Naz ı m Bey, kara kara düşünmeye başlad ı . Yal nız , İ hsan
Bey'in inzibat böl üğünden kaçan yoktu . Naz ı m Bey, onun buy­
ruğuna dört piyade bölüğü daha verd i , o n u tümen artçı kuman­
dan l ığ ı na atad ı . Sonra, durumu ivedi Ankara'ya bildirerek ken­
disi de savaş gücünden büsbütün yoksun kalan birlikleriyle de­
ğerli ağ ı rl ıkları sürükleyerek Nal l ı han'a doğru yola çıktı .
Düzce ayaklanıcı ları çabucak Bolu' n u n karşısına dikil iver­
miş, yerli gericiler, yerden biter g ibi meydana çıkmışlard ı . S ı kı
tertibat alan İ hsan Bey, ağ ı r maki neli tüfekleri takı rdatmaya
başlad ı . Ayaklanıcı y ı ğ ı n ları , bu yoğ u n ateş karşısı nda durak­
lad ı lar. Ne var ki , bu s ı rada Bolu'nun bir mahallesinden başla­
yan yerli ayaklan ıcı ları n ateşi , çok teh l i keli bir durum yaratt ı .
İ hsan Bey'i n g üçleri iki ateş aras ı nda kal m ı ştı . Bolu Sanayi
Mektebi'ni n önü ndeki düzlüklerde cephe tutup çarpı şan İ hsan
Bey, tehliken i n büyüdüğünü görerek g üçleri ni ikiye ayı rd ı , 200
kişilik inzibat bölüğü arslan gibi dayan ıyord u . İ hsan Bey'le İs-
41 1
tanbul'dan silah , cephane kaçı rma işlerinde birlikte çal ı ş m ı ş
tecrübeli, gözü pek, yiğit onbaş ı , çavuşlar, bölüğü d e m i r gibi
bir dayanı şma, disiplin altı na alm ışlard ı . Hepsi birbirini candan
seviyord u . İşte, bu çavuşlarla onbaş ı ları n büyük yiğitliğiyle iki
bölüm olarak sağa, sola hesaplı bir ateş yağ m u ru yağd ı ran in­
zibat bölüğ ü, az zaman içinde kalabal ı k gericileri toprağa ya­
pıştı rıp gizlenmek zoru nda bı rakarak yavaş yavaş I l ı calar yö­
nünde çekildi . Bölüğ ü n , korkusuz arslanlar gibi dövüşmesiyle
epeyce zaman kazan ı ld ı . Naz ı m Bey de bu s ı rada teh likeli böl­
geden uzaklaş m ı ştı .
İki ateş arası ndan kolayca sıyrılmas ı n ı bilen bölük, l l ı cala­
ra doğru çekil irken Bolu maarif müdürü ile tahrirat müdürü Na­
il Bey de beraber bulunuyordu. İ hsan Bey'in bölüğü , gericiler­
den birçoğu n u yere serdiği halde kendisi ancak iki şehit, üç ya­
ral ı vermişti . Şehitlerle yaral ı ları da birlikte götürdüler. Şehitle­
ri Kaplıcalar yöresinde gömdüler. Kardeş kurşu nuyla giden bu
yiğitlere herkes acı d ı . Yaral ı ları n yaraları n ı sarg ı larla sararak
atlara bindirdiler. Dört yana güvenlik kademeleri çı kararak Nal-
1 ı han yön ü nde çekildiler.
Tümenin bütün paras ı n ı taşıyan İ hsan Bey, büyük kayg ı
içinde ilerliyord u . Bölüğünde üç yüz bin lira kağ ıt para, birçok
altı n , bir y ı ğ ı n da dana gözü gibi gümüş mecidiye yığ ı n ı vard ı .
B u paraları topçu larla atl ı larda kullan ı lan eğerin önlerindeki iki
büyük kuburluğa yerleştirmişti . M üfreze, her gittiği yerde ald ı ­
ğ ı giyecek, içeceğin paras ı n ı ödüyord u . Naz ı m Bey'in buyruğu
böyleydi . Ormanlardan , dağlardan geçmiş, akşamüstü bir dağ
köyüne varm ışlard ı . Evler, sokaklar bomboştu . Düşman aske­
ri gelmiş gibi bütün köylü, evinin kapısı n ı çekerek köyü boşal­
tıp kaçm ı ştı .
Aç, yorgun asker, bu durum karş ı s ı nda şaş ı rd ı . Her yana
dağ ı larak köylü leri ararken köyün m uhtarı n ı ele geçirdiler.
İ hsan Bey, m uhtara iki yüz elli lira vererek askere yiyecek
bulmas ı n ı söyled i :
- Söyle, kimse bizden korkması n , herkes evi ne gelsin !
dedi.
412
Mu htar, dağlara kaçmış olan köy halkı n ı çağ ı rmaya gidi­
yormuş gibi yaparak dağlara doğru giden yolu tuttu .
M u htar, kumandandan biraz uzaklaştı ktan sonra bir aske­
rin yüzüne iki yüz elli lirayı fı rlatarak şöyle ded i :
- Biz, padişah düşmanlarına ekmek, s u vermeyiz. Bunu
der demez de koşarak ağaçlar aras ı nda gözden kayboldu.
İ hsan Bey, köylüyü yola getirmeyi, onları kışkı rtanları yaka­
layıp cezaland ı rmayı tasarlayarak hemen çavuşları n ı çağ ı rd ı :
- Köyün yukarısı ndan , aşağ ı s ı ndan birer ev tutuştu ru n !
diye buyurd u . Çavuşlar, evleri tutuştu rdular.
Kocaman gövdeli yaşlı çam ağaçları n ı n arkas ı na si nerek
askerleri gözetlemekte olan köylüler yang ı n alevlerinin karan­
l ı ğ ı kızartan dehşeti karş ı s ı nda koşarak köye geldiler. Onlar
gelince, askerlerin elbirliğiyle tutuşturulan evler söndürüld ü .
İ hsan Bey, köylülere :
- K i m köyden kaçıp giderse onun evi ni yakacağ ız, ded i .
Son ra, ki mi köylüleri sıkıştı rarak köylüleri köyden kaç ı ran kış­
kırtıcı ları ele geçirdi. Bunları n baş ı nda mu htar vard ı .
İ hsan Bey'in kendilerine iki yüz elli l i ra verdiğini köylü lere
söylememiş, ayrıca onlara :
- Eğer, köye gidersek dayak atarlar, her şeyimizi döverek
elimizden al ı rlar! Demiş, köylülerin köye dönmelerini önlemişti .
İ hsan Bey, köylüyü kışkı rtanları falakaya yatı rarak karakol
yöntem ince bir g üzel ıslatt ı rd ı . Köylüler iki koyun kestiler, bey­
lik kazanları gürül gürül yanan çam odu n ları n ı n üzerine bindi­
rerek bir yandan eti kavu rup bir yandan da bolca bulgur pilavı
pişirdiler. Süt, yoğurt, yum u rta da getirild i . Kurt gibi acı kan erat
güzelce karn ı n ı doyurd u . Sonra İ hsan Bey, çavuşları ndan gü­
zel sesli birine akşam ezan ı okuttu . Çavuşun gür, tatl ı sesi, kö­
yün üzerinden aşarak çam ormanları n ı n sessizliğini ürpertti.
Ezan sesi bütün köylülerin yüzünü güldürdü . Hepsi eli kulağ ı n­
da ezan okuyan çavuşun çevresi n i sarm ı ş , şaşk ı n şaşkı n ona
bakıyorlard ı . Köy erkeklerinin hepsi, namaza duran asker saf­
ları n ı n arkas ı nda el bağlad ı . İ hsan Bey, namazdan sonra, hep­
sini toplayarak ilkin koyunları n , bulguru n , yağ ı n , sütü n , yoğu r-
413
dun paras ı n ı yiyecek sahiplerine dağ ı ttı . Getirilen yiyecekler iki
yüz elli lira tutmam ı şt ı . Bunları n parası n ı ödeyen İ hsan Bey,
artan parayı da bütü n köylüye dağ ıttı . Köylü , parayı zorla ald ı .
İ hsan Bey, köylülerle güzel bir konuşma yapt ı . B u yumuşak,
anlay ı şl ı , tatl ı davran ı ş , köylülerin kalbini kazanm ı şt ı .
Hepsi şaş ı r m ı ştı :
- Yaptığ ı m ı za çok pişman ız. Bizi mu htar aldatt ı ! diye af
dilediler.
Ertesi sabah , çavuşun okuduğu ezan , bütün köyü tatlı uy­
kusundan uyand ı rd ı . Sabah namaz ı n a bütün köy erkekleri gel­
mişti . Halkı kışk ı rt ı p dayak yiyenler de namaz safları arası nda
göze çarpı yord u .
Onlar da namazdan sonra kumandan ı n yan ı na giderek:
- Pişman ı z , bizi affedi n , dediler. Cahiliz, her söylenene
inan ıyoruz !
Kumandan ı n sabah yemeği için verdiği parayı köylüler, al­
mamakta direttiler.
İ hsan Bey askerleriyle köyden ayrı l ı rken çok candan uğur­
land ı . Türk halkıyla Tü rk askeri anlaşm ı ştı . Erkek, kad ı n , çoluk
çocuk, askerleri uzun yol boyunca arkaları ndan g iderek yolcu
ettiler; başarıya ulaşmaları için yürekten dualar da ettiler.
İ hsan Bey müfrezesi , fire vermeden Nal l ı han'da karargah
kurmuş olan Binbaşı Naz ı m Bey'e ulaştı . Kumandan , onu bü­
yük sevgiyle karş ı lad ı . Ona, yürekliliğinin ödü l ü olan şu güzel
sözleri söyled i :
- İ hsan , bütün tümen, topları , ağ ı rl ı kları , kıtaları , dağ ı lan
subayları , hatta ben , sizin kahramanca direnmenizle kurtul­
duk. Eğer siz ayaklan ıcı ları durdu rmasayd ı n ı z daha önce doğ­
ranan iki taburun akı betine biz de uğrayacaktık. Naz ı m Bey,
bundan sonra bütün tümenin yitiksiz kurtulup çekilişini kutla­
mak üzere bütü n subaylarla erata sevi ndirici paralar dağ ıttı .
*

* *

Ankara, Naz ı m Bey'in istediği yard ı m gücünü yola çıkardı­


ğ ı n ı bildiriyordu. Kumandan , bunu öğrenir öğrenmez, tümeni
414
Mudurnu'ya doğru yola çıkard ı . Tümen olaysız Mudurnu'ya gir­
di. Hemen onları n arkası ndan izleme gücü yetişti . Bunlar, emek­
li Yarbay Çolak İbrahim Bey müfrezesiyle Erzurumlu- Ebulhindi­
li Cafer Bey müfrezesiydi. Cafer Bey'i , bu bunal ı m l ı dönemde
Ankara'n ı n moralini yükseltsin diye ta Erzurum'dan Yeşilordu
öncüleri olarak Kaz ı m Karabekir göndermişti . Bir süre bir propa­
ganda aracı olarak Ankara'da dolaşıp duran bu yeşil işaretlerle
süslü atl ı müfrezesi, ayaklan ıcı lar üzerine yürümüştü.
Çolak İbrah im Bey müfrezesiyle Cafer Bey müfrezesi, Mu­
durnu'da biraz mola verdikten sonra Bolu üstüne yü rüdü .
Cafer Bey müfrezesi Bolu'yu ele geçirerek ayaklan ıcı ları
uzaklara püskürtü rken, Çolak İbrah im Bey de yiğit atl ı larıyla
Düzce ayaklan ıcı ları üzerine atı ld ı . İbrahim Bey, Düzce'yi ele
geçirdiği sı rada Naz ı m Bey tümeni de Bolu dağları na varm ış­
tı . Bolu 'da büyük bir yang ı n ç ı km ı ş , bir mahalleyi bir tek ev kal­
mamacası na yakıp kü l etmişti .
Bu yanan mahalle, 4. Tümenin güçleri çekil irken sokakla­
rı ndan üzerlerine yayl ı m ateş acı lan mahalleyd i .
Naz ı m Bey, ancak yang ı n mahalleyi k ü l ederek söndükten
son ra Bolu'ya girebi ldi .
İ hsan Bey, y i n e Bolu merkez kumandan ı olarak görevlen­
dirildi. Bir kez daha ayaklan ıcı avı na başlad ı . İ hsan Bey'in yap­
tığı geniş araştı rmalar, şaş ı rtıcı bir sonuç verdi. Bu son ayak­
lanmaya bir tek Bolulu kat ı l mam ıştı . Cafer Bey suçluları yaka­
lay ı p ast ı rd ı ğ ı ndan İ hsan Bey, kendisini uğraştı racak çok bir
zorlukla karşı laşmad ı Bol u , bu kez olsun ku rtu lmuşa benziyor­
du. Naz ı m Bey ufak tefek gövdesi , mavi, zeki , tatl ı bakışlarla
süslü ku m ral yüzü , insancı l davran ı şlarıyla Bolu halkı n ı n gönül
taht ı na oturmakta geç kalmad ı . İlerde Yunanlı larla yapılacak
kanl ı savaşlarda Bolu delikan l ı ları , bu genç, yakış ı kl ı savaş
Tanrısı n ı n arkas ı ndan seve seve gidecekler, o, bu savaşlarda
şehit düşüp İstanbul'da sarı saman saçl ı çok g üzel bir nişan l ı ­
yı elleri böğründe b ı rakı ncaya d e k o n a duydukları candan
bağl ı l ı ğ ı sürdü rmeyi bir mutluluk sayacaklard ı .
Bolu Beyleri , artık meydan ı temelli Köroğlu'nun torunları­
na b ı rakm ı şlard ı .
415
ŞEREF MERDİVENLERİ

- Ethem Beyi Memlekete bü­


yük ve şerefli hizmetlerde bu­
lundunuz, Anzavur olayı sizin
bildiğinizden de önemliydi.
Ali Fuat Paşa

Ethem Bey, Biga Belediyesi'nin penceresi önünde hem


dinleniyor, hem de koyu çay ı n ı yavaş yavaş içerek bin türlü
şey düşünüyord u . Adalar Denizi'nin masmavi suları , dinlendi­
rici bir güzellikle Biga şehrinin önünde seriliyor, yorgun gövde­
sine, sızlayan kemiklerine, hiç de yol u nda gitmeyen akciğerler
bölgesinden gelen sinyallere tatlı bir serinlik veriyordu.
İşte, Anzavur Ahmet' i , o sözü nü tutmaz sallapati h ı rslar
kumkumas ı hain herifi Susurluk'tan beri döve döve bu raya dek
geti rmiş, Biga haritas ı ndan da son rasız silip atm ı şt ı . Anza­
vur'un Manyas bölgesinde ilk k ı m ı ldamaya başlad ı ğ ı günleri
and ı . Bir domuzluk çı karacağ ı belliyd i . Tu haf, gizli haz ı rl ı klar
içi ndeydi. Onu kişi olarak tan ıyord u . Bu ndan dolay ı , Bursa Va­
lisi Haci m M u hittin Bey'i de yan ı na alarak onunla buluşup gö­
rüşmüş, bu haz ı rlamaya çal ı ştığı oyu n u n , hem kendisi, hem
de yurt için çok kötü olacağ ı n ı anlatmaya çal ı ş m ı ştı . Anzavur
Ahmet, anlaş ı lan, Ethem Bey'i n korkusu ndan onları n öğüdünü
tutar gibi görünmüş, sal ığa uyarak çekip İstanbu l'a gitm işti . Ne
var ki h ı nz ı r herifin İstanbul'a gidişi , boşuna değildi. Oradan
para, buyruk alarak yine geriye dönmüştü . Art ı k o, doğrudan
doğruya Padişah Vahidettin'in en kuduz kölelerinden biriyd i .
Cellad ı Ş a h İsmail arac ı l ı ğ ı ile e l i n e geçen torbalarca Osman­
lı altı n ı n ı , ulusun kan ı n ı dökmek uğruna çarçur etmişti .
Ethem Bey ilk ve son görüşmelerinde ona böyle korkunç
bir sopa atacağ ı n ı sezdirmişti . İşte, şimd i , can ı n ı zor kurtar­
m ı ş , bütü n çapu lcu ları n ı pire sürüleri gibi dağa taşa serperek
kaçıp gitmişti . Ne var ki , Ethem Bey, Anzavur keratası n ı tan ı ­
yord u . O, şu denizdeki karabataklara benziyord u . Du rmadan
416
bir yandan batar, öbür yandan ç ı kard ı . Şu s ı rada İ ngiliz gemi­
sinden çıkıp karaya ayak basar basmaz m utlaka Çerkez hal­
k ı n ı n topluca yaşad ı ğ ı bölgelerden birinde boy gösterecekti .
Bunu yediği ekmek gibi biliyord u . Yunan l ı lar da onun çı kard ı ğ ı
ayaklanmalarda göstereceği önemli başarı ları bekliyor gibi su­
suyord u . Cepheden gelen raporlarda büyük bir değişiklik yok­
tu . Ethem Bey, çay ı n ı yudumlayarak böyle düşü nüp duru rken ,
emir subay ı , içeri girerek selam verdi :
- Beyefend i , Ankara'dan sizinle görüşmek istiyorlar.
Genel Ku rmay Başkanı İsmet Bey ( İ nönü) kendisiyle ma­
kine baş ı nda görüşmek istiyord u . Kendi Ku rmay Başkanı Yüz­
başı Halil Bey ve silah l ı larıyla kalkıp telgrafhaneye gitti . Telg­
raf makinesi sürekl i , bir tıkı rtıya başlad ı .
İsmet Bey:
- Merhaba, Ethem Bey, nas ı ls ı n ız?
Ethem Bey :
- Merhaba efendi m . Teşekkür ederim . Ben, iyiyim . Siz
nas ı ls ı n ı z ?
İsmet Bey :
- Genel durumumuz iyi değ i l . Mustafa Kemal Paşa ve
Reşit Bey ( Ethem Bey'i n ağabeyi) yan ı mdalar. Makine baş ı n ­
dayız. Size genel d u r u m u açı klarken kim i acı haberler de ve­
receği m .
Ethem Bey :
- Söylediniz efendi m . Acı da olsa doğruyu bilmek daha
iyidir.
İsmet Bey:
- Sizinle şu görüşmeyi sağlayabilmek uğruna çok zorlu­
ğa uğrad ı k. Kimi yerlerde şimendifer tellerinden yararlandık.
Birçok yerlerde bağlant ı m ı z hemen hemen yoktur. Merkezde
ise gücümüz kal mad ı . Albay Mahmut Bey tümeni , Hendek Bo­
ğaz ı 'ndan Düzce'ye geçerken ayaklananları n sald ı rı s ı na uğra­
d ı . Mahmut Bey'le kimi subayları şehit ve bir bölümü tutsak
düştü . Tümenin silahları , cephaneleri ve hayvanları ayaklan ı ­
cı lara geçti .
417
Ankara'n ı n Kuzeybatı yönündeki öbür ayaklanma bölgesi­
ne gönderdiğimiz Yarbay Arif Bey'i n kumandası ndaki bir müf­
rezenin felaket haberi de geldi. Arif Bey önce ayaklan ıcı lara
karşı Gerede'de bir iki ufak başarı elde etmişti . Ne var ki son­
raki yenilgisi üzeri ne Ankara'ya doğru çekilirken bir suikaste
kurban gitti . M üfrezesinden bir bölü m ü ayaklan ıcı lara kat ı ld ı ,
bir bölü m ü d e dağ ı ld ı . Geyve Boğaz ı ' n ı ayaklan ıcı yığı nları na
karşı savu nan 20. Kolordu Ku mandan ı Ali Fuat Paşa' n ı n da
durumu tehlike göstermekte ve günden güne sı kışt ı r ı lmakta­
d ı r. Böyle bir s ı rada sizin başarı n ı z büyük ve güzel bir rastla­
yışt ı r. Sizi kutlarız. Bulunduğunuz yerde ikinci derecedeki işle­
ri tümen ku mandan ı Kaz ı m Bey'e (Özalp) bı rakarak en kestir­
me yoldan ve atl ı kıtaları n ı zla birlikte Geyve Boğazı 'nda Ali Fu­
at Paşa'n ı n yard ı m ı na koşman ı z ı dileriz. Bunu Ali Fuat Pa­
şa'ya bildirmek üzere evet demenizi bekliyoruz.
Ethem Bey, hemen hiç düşünmeden İsmet Bey'e şu lako­
nik yan ıtı verd i :
- Yarı n Geyve'ye yollanacağ ı m !
Ethem Bey, atl ı larıyla yola çıkmaya haz ı rlan ı rken Bal ı ke­
sir'de 6 1 , Tü men Kumandanı Albay Kaz ı m Bey'e durumu bil­
dird i . Kaz ı m Bey'e çektiği telgrafta Bal ı kesir'de bulunan jan­
darma Albay ı Avni Bey'in de Biga m utasarrıfl ı ğ ı na atanmas ı n ı
istedi .
Son ra, Anzavur'u kovalad ı ğ ı toprakları atları n ı n nallarıyla
bir kez daha döverek bütü n h ı zıyla yeni ayaklanma bölgeleri­
ne doğru yürüd ü . Gönen'den geçerken Biga mutasarrıfl ı ğ ı na
atanmas ı n ı sal ı klad ı ğ ı Albay Avni Bey'le karşı laşt ı . O da yeni
görevine gidiyord u . Ethem Bey, Manyas bölgesinden geçer­
ken biraz mola verip ufak bir temizleme yapmaya karar verdi.
Şundan ki , Susurluk savaşı nda bozgu n a uğrayan birçok Çer­
kez atl ı s ı , kaçarak buraya s ı ğ ı n m ı ştı . Ethem Bey'in bu bölge­
ye sı ğ ı nan azı l ı düşmanları , onun Anzavur'dan korkarak bura­
ya girmediğini yayıyor, yeni bir ayaklan ışa hazı rlan ı r görünü­
yorlard ı . Onları en ağ ı r biçimde cezaland ı rmak için bayağı sa­
b ı rs ı zlan ı yord u . H içbirisinin gözün ü n yaş ı na bakmayacaktı .
418
Gönen'den Manyas üzerine yürürken Albay Kaz ı m Bey'e
şöyle bir telgraf çekmişti :
- Ufak iken büyük olmak belkisi taş ı yan Manyas bölgesi­
ni edeplendirmek üzere Gönen'den oraya yollandı m . Buran ı n
kuzey ve doğu yönleri n i sıkı kordon altı na ald ı rı n ız.
Albay Kaz ı m Bey, Ethem Bey'in dediklerini yaparken o da
atl ı larıyla sıkı bir gece yürüyüşüne geçerek batı yönünde Man­
yas'a gird i . İki gün süren sıkı bir baskı , izleme sonucunda altı
yüz atl ı silahlarıyla Ethem Bey müfrezesine kat ı ld ı .
Yaln ı z elebaş ı ları y a ölmüş, y a d a s ı v ı ş ı p gitmişti. Ölme­
yip de kaçabilen bu azg ı n elebaş ı lar, k ı rk elli kişiyd i . Ethem
Bey'i n önünden yel gibi kaçan bu adamlar, onun Karacabey'e
bağ l ı E m reler köyündeki babas ı n ı n evi n i , malları n ı , değirmen­
lerini yak ı p kül ederek, orda buldukları üç dört kişiyi de öldüre­
rek İstanbul yönü nde uzaklaşmışlard ı .
Ethem Bey, Manyas'tan toplad ı ğ ı atl ı larla beş bin kişiye
aşk ı n bir asker gücüne sahip olmuştu . Yeni kurduğu müfreze­
n i n kumandan l ı ğ ı na pek eski arkadaş ı Şevket Bey'i atad ı . Beş
bini aşk ı n müfreze içinde beş yüz kişilik de bir piyade gücü
vard ı . Bu beş bin kişilik savaşçı gücü, baştanbaşa p ı r ı l p ı r ı l ge­
reçler, silahlarla süslüyd ü . Bütün atlar, kat ı rlar, savaşçı l ar, iyi
beslenmiş, iyimser yüz l ü , düzgün kı l ı kl ı yd ı .
B u atl ı lar savaşa girdiklerinde köy düğünlerinde silah ata­
rak at oynatan köy yiğitlerinin sevinçli naraları n ı atıyorlard ı .
Dünyada Ethem Bey'den daha büyük bir kumandan olmad ı ğ ı ­
na d a inandı kları ndan o n a büyük b i r sayg ı , korku , sevgi karı­
şığı bir duygu ile bağ l ı bulunuyorlard ı . Buyruğu ndaki en büyük
müfrezelerden biri , jandarma kumandanları ndan Kuvayı Milli­
ye kumandan l ı ğ ı na geçmiş olan Binbaşı Edip Bey (Sarı Efe) in
buyruğu nda bulunuyord u . Onu bir güvenlik gücü olarak Biga
dolayları na bı rakm ı şt ı .
Ethem Bey, gittikçe ç ı ğ gibi büyüyen müfrezesinin çekir­
değini Akhisar, Salihli, D u rsunbey, Düşecik yöresi nde her za­
man yan ı nda bulunan on dört çeteci arkadaşıyla kurmuştu . İl­
kin kendisine İ ştipli Halil Efe kat ı l m ı şt ı . Yüzbaşı Arif Bey, Ma-
419
nisa'dan kaç ı r ı p geti rdiği üç dağ top u , dört ağ ı r makinal ı tüfek­
le onun küçük, çevik Ulusal çetesi nde yer alm ı ştı . Sonra, Ala­
sonyal ı Hafız Bey müfrezesi, Ayd ı n l ı Dokuz'un kızanları onun
safları na karışt ı . Şu s ı rada onun atı n ı n yan ı baş ı na atıyla yer
alm ı ş olan Serez Ç ingenelerinden iri yarı , geniş omuzlu çete­
ci Cellat İbrahi m , bir cehennem baltası gibi Salihli'de onun en
önemli görevlileri arasına girdi.
Serezli Parti Pehlivan , Ohrili Kako Mehmet, Ethem Bey'in
sağ , sol kolları olarak müfrezenin en gözde adamlarıyd ı . Ko­
caman gövdeli Parti Pehlivan , babacan, doğru , çok yiğit bir
adamd ı . Onun tam karşıtı , ufak tefek, çelimsiz, gösterişsiz bir
çete reisi olan Kako Mehmet ise bütü n anlamıyla korkunç bir
savaşçıyd ı . "Kako Mehmet, 3 1 Mart olayı nda hareket ordusun­
da gönüllü olarak istanbul'a gelmiş, sonra Uşak'ta yerleşerek
kahvecilik etmeye başlam ı ştı . Yunan l ı lar, İzmir'e girince o da
bir çete kurarak Ethem Bey'i n yan ı n a koştu."
Beş bin kişilik savaş gücünün safları aras ı nda Galiçya'da
havan topçu çavuşluğu yapm ış olan Mehmet Ali Çavuş'un Ko­
sova müfrezesi, Ustrumca'l ı Halil Efe müfrezesi, Karacabeyli
Safer Bey, Adapazarı l ı Halit Bey m üfrezesi, Selanikli Yüzbaşı
H u rşit Bey müfrezesi , büyük savaş gücü n ü n belli bölümlerini
meydana getiriyord u .
Ethem Bey gücünün on altı ağ ı r makinalı tüfeği , dört güçlü
topu, dört sahra topu , iki on buçukluk sahra obüs topu vard ı .
Bütün b u müfrezelerin başı nda çok değerli birçok n izami
ordu subayı da görevlendirilmişti . Ethem Bey'in Kurmay Baş­
kan ı Yüzbaşı Halil Bey, değerli bir askerd i .
Ethem Bey, işte, bu gözü pek savaşçı lardan meydana ge­
len iyi bak ı m l ı savaş makinesiyle Manyas bölgesinde k ı rk se­
kiz saatte işin i bitirerek üçü ncü g ü n ü n sabah ı Karacabey'e
doğ ru yola ç ı ktı . Geceyi Karacabey'de geçiren Ethem Bey, Ba­
l ı kesir M üdafaayı Hukuk üyelerinden Vehbi Bey'i Karacabey
eşrafıyla toplantıda buldu . Vehbi Bey, Kuvayı Milliye adı na yar­
d ı m toplamaya gelmişti . Ethem Bey, Vehbi Bey'e Karacabey
zenginleri n i n kendisine ne ölçek yard ı mda bulundukları n ı sor-
420
d u . Vehbi Bey, elindeki yard ı m listesini Ethem Bey'e uzatt ı . Et­
hem Bey, buran ı n birçok eşrafı n ı kişi olarak tan ı yord u . Çok
zengin olan kimisinin ne kerte az para verdiğini görerek öfke­
lendi. Bütün ulus can pazarı nda p ı rasa gibi doğran ı rken , bun­
lar burda alt ı ncıkları n ı n üzerine kuluçkaya yatm ı şlard ı .
Listeyi gözden geçiren Ethem Bey buran ı n e n zengini
olan Arnavut Galip Paşa'n ı n yal n ı z yüz elli l i ra verdiğini gördü.
Vehbi Bey'e :
- Bu para alt ı n m ı , yoksa kağ ıt m ı ? diye sord u .
- Nerede alt ı n verecek yurtsever zengin?
Evet, herkes kağ ıt para vermişti . Son ra, Vehbi Bey, bunla­
rı ne güçlüklerle koparabilmişti . Galip Paşa da toplantıda haz ı r
bulunduğundan Vehbi Bey bunları ancak Ethem Bey'in kulağ ı ­
na fısı ldayabilmişti.
Ethem Bey, Galip Paşa'ya:
- Paşa, dedi. Bu her zamandan çok himmet, yurtseverlik
ve gayret zaman ı dı r. Ulus dirimini ve bağ ı msızl ı ğ ı n ı korumak
uğrunda kan ve ateş içinde çırp ı n ı yor. Böyle bir zamanda her­
kes yurdun güvenliği ve kurtuluşu uğruna varl ı ğ ı n ı feda etmeli­
dir. Sen ise üzülerek görüyorum ki , servetçe senden çok aşağ ı
olanlara kötü bir örnek olmakta diretiyor ve bunu sürdürüyorsun .
Kaldı k i ben senin geçmişini d e , seni d e pekiyi biliyorum. Hak­
sız bir davayı kazanmak uğruna on binlerce lira rüşvet veren bir
adamsı n . Elli lira gibi az bir parayı İstanbul birahanelerinde, Bur­
sa'da bir gecede harcayan hovarda bir insansı n . Yurt uğrunda
bu cimriliğin şaşkı nlık ve tiksinti uyandı rmaz m ı ?
Galip Paşa, Ethem Bey'i n b u ağ ı r suçlamas ı na çok içerle­
d i . Bunu belli etmemeye çal ışarak şu yan ıtı verd i :
- Beyi m , bu b i r ianedir v e iane d e arzuya v e isteğe bağ­
l ı d ı r ve ben de başkası n ı veremem .
Şimdi, öfkelenmek sı rası Ethem Bey'e gelmişti . Hemen ,
yan ı ndaki silah l ı adamları na Galip Paşa'yı tutuklayıp götürme­
lerini buyu rd u . Galip Paşa, yaka paça d ı şarı sürüklenip götü­
rülürken işin şakaya gelir yan ı olmad ı ğ ı n ı anlam ı şa benziyor­
d u . Yüzü kül gibi kesilmişti . Yüzünün kasları seğiriyor, gövde-
42 1
si zang ı r zang ı r titriyordu. Paşa, bu kara düşe benzeyen kor­
ku içinde bir gece mahpus kaldı . E rtesi sabah, paşan ı n işleri­
ne bakan bir adam, erkenden gelip Ethem Bey'i buldu. Pa­
şa'n ı n adı na beş bin lirayı masan ı n üzerine b ı raktı . Ethem
Bey, bu parayı ald ı ğ ı n ı bildiren bir makbuz doldu rarak adama
verdi. Hemen paşan ı n serbest b ı rakı lmas ı n ı buyurd u .
Bir yan ı nda masmavi Apolyont(U luabat) Gölü'nün uzand ı ­
ğ ı , h e r yan ı ndan şakır şakır sular ı n aktığ ı , ovaları nda yemye­
şil buğday tarlaları n ı n sapsarı hardal çiçekleri örtüsün ü n uzan­
d ı ğ ı Karacabey'de iyice dinlenen Ethem Bey'in bir kolordu bü­
yüklüğündeki müfrezesi , ertesi sabah , Bursa'ya doğru yürüyü­
şe geçti. Ethem Bey piyade sald ı rı taburu n u , atl ı bölüklere ye­
tişebilmesi için Tatar arabalarına, yaylı lara bindirmiş, öylece
yola çıkmıştı . Cepheye varmadan önce askerlerini Bursa'da iki
gün dinlendirip ondan sonra doludizgin Geyve Boğaz ı ' na ye­
tişmek istiyord u . Yolda ivedi olarak örgütlediği yeni müfrezele­
re burada bir çeki düzen vermeyi düşünüyord u .
Ethem Bey'in Bursa'ya girişi oldukça şatafatl ı oldu. Vali
Hacim Bey, 56. Tümen Kumandan ı Albay Bekir Sami Bey'le
şehrin bütü n ileri gelenleri , onu on beş kilometre ilerde karş ı ­
lad ı lar. Anzavur'un korkusuyla şaşkı na dönmüş halk y ı ğ ı n la­
rıyla bütün hainler, hain adayları yollara, sokaklara, caddelere
s ı ralan m ı ş . Ethem Bey'in ard ı arkası gelmeyen atl ı dizilerini
seyrediyord u .
Ethem Bey güçleri , b i r gericiler şehri g i b i görünen yeşil
Bursa'ya en güzel doğa süsleriyle süslendiği bir zamanda,
halk üzerinde ezici d uygular yaratarak girdi. Bursa halkı , k ı l ıç­
ları parlayan bu arslan gibi savaşçı ları n kişiliğinde Kuvayı Mil­
liye'nin yenilmezliği , kahrediciliği üstüne ilk yeni düşünceyi
edindi. Bütün oteller, büyük konaklar Ethem Bey'in savaşçı la­
rı n ı n buyruğu na verildi. O g ü n , bütün lokantalar, en güzel ye­
meklerini yal n ı z bu savaşçı lar için pişird i .
Yaln ı z , bu arada Bursa'daki Kuvayı Milliyeci subaylarla
M üdafaayı Hukukçuları çok üzen bir olay da geçti :
Kıtas ı n ı n başı nda caddeden geçen Ethem Bey'in küçük
422
ağabeyi , Yüzbaşı Tevfik Bey, bir Binbaş ı n ı n kendisine selam
vermediğini görerek tutuklanmas ı n ı buyurd u . Adamları , Binba­
şıyı yaka paça sürükleyip götürdüler. Bütün halkı n ortas ı nda
Binbaşı ya aşağ ı layıcı sözler söyleyişi, zavallı subayı yerin di­
bine geçird i . Aşağ ı lanarak tutuklanan Binbaşı da Bekir Sami
Bey'in adamları ndan Bursa merkez ku mandan ıyd ı . Ordu su­
bayları , Tevfik Bey'in bu davranışı karş ı s ı nda umarsız boyun­
ları n ı bükerek seslerin i çı karmad ılarsa da çetelere karşı yürek­
leri n i n bir köşesine kötü bir not yazmaktan da geri kalmad ı lar.
Beki r Sami Bey, bir adam ı arac ı l ı ğ ıyla Ethem Bey'in eniştesi
müfreze reisi Hafız Hüseyin'e şefaat için başvuru nca o da ara­
cıya şöyle dedi :
- Biz, bu davranışı iyi saymayan bütü n subayları kurşu­
na dizeriz.
Bu korkunç gaf da deftere yaz ı lmaktan uzak kalmad ı .
Ethem Bey, Bursa'da biraz dinlenmek, derlenip toplan mak
üzere verdiği kararda kocaman bir gedik açan ivedi bir telgraf
ald ı . 27 Mayıs 1 920 tarih l i telgraf Geyve'de saldı rıcı ları tek ba­
şına göğüslemek zorunda kalan Ali Fuat Paşa'dan geliyord u .
Gerçekten de bu telgraf Ethem Bey'in bütü n düşüncelerin i , ta­
sarı ları n ı altüst edecek güçteydi . Ali Fuat Paşa, Ethem Bey
güçlerin i n vermek zorunda kald ı ğ ı molan ı n biraz daha uzama­
s ı n ı doğru bulmakla birlikte, duru m u n çok ağ ı r, teh likeli oldu­
ğundan söz ediyor, telgraf ı n al ı n masıyla hiç durmadan Gey­
ve'ye yollanmas ı n ı istiyordu.
Ethem Bey, telgrafın taş ı d ı ğ ı bunal ı m l ı anlamı kavrayarak
hemen yola çı kmaya karar verd i . Ali Fuat Paşa'yı gerçekten
pek çok sevindirecek şöyle bir telgraf çekti :
- Yarı n Bursa'da bize katılmas ı n ı beklediğim bir müfreze­
m i n gelişiyle birlikte Geyve'ye hemen yola çı kacağ ı m .

Salihli Cephesi ve Kuvayı Tediblye


Kumandanı
Ethem

423
Ethem Bey M üfrezesi , Geyve'ye doğru yola çı kmadan ön­
ce, tümen kumandan ı Bekir Sami Bey'in dileğiyle Bursa Kuva­
yı Milliyecileri , Ethem Bey gücü n ü n ileri gelenleri bir arada,
ilerde tarihe geçecek bir resim çektirdiler:
56. Tümen Kumandan ı Albay Bekir Sami Bey, Enver Pa­
şa biçimi bıyıkları , i ri yarı gövdesiyle dizlerinin üzerinde bir
mavzer, yere bağdaş kurd u . Onun yan ı nda kara top sakal ıyla
yine dizleri n i n üzerinde bir mavzerle Bursa Valisi Hacim Muhit­
tin Bey, onun yan ı nda avcı ceketi , açı k renk giyneğ i , başı nda
açı k renk çete başl ı ğ ı , dizlerinin üzerinde filintasıyla Ethem
Bey, onun yan ı nda da Ethem Bey'in eniştesi Tesalya Yenişe­
hirli Hafız H üseyin Bey, yine avcı giynekl i , kalpakl ı bağdaş ku­
rup oturdular. Ayakta duranları n sağdan birincisi Ethem Bey'in
küçük ağabeyi Tevfik Bey, açı k renk, rütbesiz giyneğiyle elleri­
ni kavuşturmuş olarak dikiliyor, sol başta da Bursa Jandarma
Alay Kumandan ı Remzi Bey göze çarpıyordu . O, subay k ı l ı ­
ğ ı ndayd ı . Ethem Bey'in hemen arkası nda onun ünlü cellad ı İb­
rahim Çavuş belinde uzun gümüşlü kamasıyla, kocaman göv­
desiyle yükseliyord u . İzmirli Yüzbaş ı Ethem Bey'le Bursa Po­
lis Müdürü N u ri Bey de silah deposuna benzeyen çete reisle­
rinin arkas ı ndan yal n ı z başları göğüsleriyle görünüyorlard ı .
Ethem Bey, ertesi sabah arkadan yetişmiş olan bindirilmiş
piyadesini de yedekleyerek H ilafetçilerin uykuları n ı kaç ı ran bir
h ı zla bitip tükenmez kollarla yola ç ı ktı .
*

* *

Geyve'de Gelinkondu köyü nde kurduğu karargah ı nda çi­


leli bir asker, Alay Kumandan ı Halit Bey, annesi öldüğünden,
kimseye de b ı rakmad ı ğ ı ndan on iki yaşı ndaki kızı Nezahet'i ol­
du olacak bir asker olarak yetiştirmeye karar vermişti . Alay,
Kuvayı Milliye düşman ı çeteleri kollayarak Gelinkondu'da bu­
l u nduğu süre N ezahet'i acemi askerlerle birlikte eğiti me çı ka­
rarak bir kışla düzeni içinde yetiştirmeye çal ı şt ı . Aylarca süren
eğitimden sonra Nezahet, artık usta asker olmuşsa da burda
babas ı n ı n çad ı r ı nda oturup onun söküklerini dikmekten , ufak
424
tefek hizmetlerini yapmaktan başka bir işe yaram ıyordu. Bütü n
askerlerin birer tüfeği , kütüklüğü olduğu halde onun yoktu .
Şundan ki , tüfek çok kıttı . Erkek askerlere bile yetm iyord u . Bu
yüzden, çad ı rı n önünde oturup babas ı n ı n söküklerini diker, ço­
rapları n ı yamarken askerlerin silahlarına imrenerek bakıyor,
bir erkek asker olmad ı ğ ı na çok üzülüyord u .
Küçük Nezahet, b i r akşamüstü , çad ı r ı n önünde otu rmuş,
babas ı n ı n ceketi ni onarıyordu. Köyün kıyısı ndan birden bire
ateş baskı n ı na benzer silah sesleri geld i . Askerler, silah başı
yaparak mevziye girdiler. Bunlar ya Rum ya da zararl ı Müslü­
man çeteleri olabilirdi. Halit Bey, hemen silah sesleri nin geldi­
ği yana keşifçiler göndererek kendisi de savaşa haz ı rland ı .
Merakl ı gözlerle bakan kızına:
- Had i , benimle gel , dedi.
- Nereye gidiyoruz, baba?
- Askerl ikte soru sorulmaz. Verilen buyruklar yap ı l ı r.
- İyi ama ben asker miyim?
- Bu dakikadan sonra, askersin.
Bugüne dek hiçbir şey küçük Nezahet'i bu kerte sevindir­
memişti . Demek ki koca bir alay kumandan ı olan babası art ı k
onu bir asker olarak benimsiyord u .
Biraz sonra babas ı n ı n arkası ndan alay ı n mevzilendiği ye­
re koştu. Halit Bey'le alayı mevzide beklerken keşifçi atl ılar,
uzun bir atl ı kolu n u n önünde karargaha döndüler.
Bunlar Ethem Bey' in öncü kolları ndan Gavur Ali'nin çete­
siydi. Gavur Ali, Sart-Binbir Tepeler savaşları nda Yu nan l ı lara
tutsak düşmüş, İzmir'de kurşuna dizilmek tehlikesiyle karşı
karşıya iken Ethem Bey'in davranarak ald ı ğ ı Yunan tutsakla­
rıyla değiştirilip ku rtu lmuştu . Gavu r Ali, yiğit bir gençti . Ethem
Bey' in en içte n , sevgili arkadaşları ndan biriyd i . Gelinkondu 'ya
yaklaşı rken silah atanlar, Gavur Ali'nin adamlarıyd ı . Köyde bir
nizamiye alayı olduğu n u anlayan Gavur Ali , Alay Kumandan ı
Halit Bey'in yan ı na götü rüld ü .
Halit Bey :
- Siz kimsiniz? diye sordu .
425
- Ben , Gavur Ali , Ethem Bey'in öncüsü.
- Ben de 70. Alay Kumandan ı Hafız Halit.
- Bize, varsa biraz cephane verebilir misiniz?
- Size bir tek kurşun bile veremem. Çü nkü bak kurşun u n
alt ı n değerinde olduğu böyle b i r zamanda s i z , şenlik yapmak
için boşuna mermi yakıyorsunuz.
Gavur Ali ile çeteciler, homurdanarak Halit Bey'in yan ı n ­
d a n ayrı l ı p Geyve'ye doğru ilerlediler.
Ethem Bey, Bu rsa'dan Geyve'ye gelirken Geyve-Akhisar
yöresinde iki atl ı nizamiye askeriyle bir atl ı küçük kıza rastlad ı .
Atları n ı tarlalardan sürerek doludizg i n kendilerine doğru geli­
yorlard ı . Yaklaşı nca durdular. Ethem Bey, asker giyneği giymiş
bu esmer, ku ru can l ı kızı n bir öyküsü olacağ ı n ı anlayarak, atı ­
n ı durdurup ind i . Arkası nda yı lankavi kıvrı l ı p uzayan atl ı kolu
da durd u . B u , on-on iki yaşları nda görünen kızcağ ı za doğru
yürüyerek atı n ı n yu ları ndan tuttu ; şefkatle gülümseyerek:
- Sen kimsin , küçük? diye sord u .
- Nezahet.
- Ata binmesini nerden öğrendi n ?
- Babamdan .
- Baban kim seni n ?
Nezahet'in yan ı ndaki askerlerden biri :
- Bizim Alay ı n kumandan ı Halit Bey'in kız ı d ı r.
Ethem Bey, onu okşad ı :
- Sen , ded i . İyi bir asker olacaks ı n , ama bir şeyin eksik.
Nezahet, neyinin eksik olduğunu anlamak için üstüne ba-
şına şöyle bir göz gezdird i . Sonra:
- Benim h içbir şeyim eksik değil ! ded i .
- İ y i d ü ş ü n bakal ı m , küçük!
- Her şeyim tamam benim.
- O halde nas ı l savaşacaksı n ?
Nezahet, o n u n ne demek istediğini anlad ı :
- Bana göre silah yok ki.
Ethem Bey güldü :
- Ver şu silah ı n ı ! diyerek milislerinden birini çağ ı rd ı .
Milis silah ı n ı ç ı karıp Ethem Bey'e verd i .
426
Ethem Bey, ald ı ğ ı silahı Nezahet'e uzattı :
- Al bakal ı m küçük, ded i . İşte, şimdi tam asker old u n .
Ethem Bey'in Nezahet'e verdiği güzel b ir Yunan filintasıyd ı .
Ethem Bey, yine atına binerek A l i Fuat Paşa'ya kavuşmak
üzere i lerled i .
Nezahet'le i k i asker Kuvayı Milliye düşman ı çetelerden bi­
riyle vuruşmaya giden bir bölükten haber almaya gidiyord u .
O n a buyruk verip haber alarak y i n e doludizgin döneceklerdi.
Karargaha döndüklerinde babası Halit ( Uzel) Bey, bu filintayı
nerden bulduğunu sordu . O da küçük serüveni anlattı .
Nezahet, n işan almay ı , silah atmay ı , öbür askerlik eğitim­
lerini babas ı n ı n buyruğuyla yapm ış, şimdi elindeki sevgili filin­
tas ı yla eksiksiz asker olduğunu anlıyord u .
Babası :
- Hemen eşyaları n ı haz ı rla, yola çıkıyoruz, ded i .
Alay, zifir g i b i karanl ı k b i r gecede Kuvayı İ nzibatiye'yle sa­
vaşmak üzere yola çıktı . Omzundaki filintan ı n kaygan kunda­
ğ ı n ı okşadı kça hep o çete k ı l ı ğ ı ndaki çok uzun boylu , mavi
gözlü , yakışıklı çete reisini düşünüyord u . Babası onun, çok
güçlü bir çeten i n reisi olan Ethem Bey olduğunu söylemişti .
*

* *

H içbir olaysız Geyve'ye varıld ı . Ali Fuat Paşa atı ndan inen
kendi nden çok daha uzun boylu , kocaman başlı kemikli yüzlü
Ethem Bey'i kucaklayarak bağrı na bastı . Onun gelişiyle bu da­
van ı n da kökünden çözümleneceğine inanıyord u . Geyve istas­
yon konakları nda kurulmuş olan karargaha gittiler. Gece ol­
muştu . Ali Fuat Paşa'n ı n masas ı na serili ayr ı ntı l ı haritayı ince­
den inceye gözden geçirdiler.
Ali Fuat Paşa petrol lambas ı n ı n ı ş ı ğ ı nda kahvesini içen
Ethem Bey'e ayaklan ı ş bölgesine değinen bütün gerekli bilgi­
yi verd i . Sonra, Ali Fuat Paşa'dan ayrı lan Ethem Bey, kendi ka­
rargah ı nda büyük merakla bekleyen kurmay kuruluyla müfre­
ze kumandanları n ı n yan ı na döndü . Kuvayı M i lliye' nin çok bu­
nal ı m l ı saatleri yaşan ıyord u .
427
Halife ordusu , Geyve Boğaz ı ' n ı n bütü n egemen noktaları­
n ı ele geçirmiş. Ankara'ya doğru yapacakları korkunç sald ı rı ­
n ı n hesapları n ı yapıyor, g ü n ü n ü , saatini bekliyorlard ı .
Ethem Bey, Ali Fuat Paşa'dan ald ı ğ ı bütü n bilgiyi onlara
anlatarak verilecek karar üstü ne düşüncelerin i sord u .
Gerek kurmay ku ru l u , gerekse bütün müfreze kumandan­
ları , tanyeri atarken sald ırıya geçilmesi düşü ncesini savundu­
lar. Onları n bu düşü ncesini Ali Fuat Paşa'ya açan Ethem Bey
onun bu düşünceyi desteklemediği n i görd ü .
Paşa:
- Böyle acele bir sald ı rı n ı n başarı ya ulaşacağ ı ndan büs­
bütü n şüphe ederi m ! ded i .
Ankara'daki G e n e l Ku rmay Başkan l ığ ı n ı n bir plan ıyla ka­
rarı ndan söz etti . Ethem Bey'in kafas ı buna yatmad ı ğ ı ndan bu
düşüncenin sahibi olan Mustafa Kemal Paşa ile Genel Kurmay
Başkan ı İsmet Bey'i makine başına çağ ı rd ı .
Mustafa Kemal , makine başı nda uygulanmas ı n ı istedikle­
ri planı şöylece özetledi :
- Biz, Geyve Boğaz ı ' ndan doğrudan doğruya sald ı rıya
geçmeniz yan l ı s ı değiliz. Yön değiştirmeniz ve üç günlük bir
yürüyüşten sonra ayaklan ış bölgesi nin kuzeydoğu yan ı nda ve
Ankara yönü nden sald ı rıya geçmeniz daha doğru olacakt ı r.
Ku rmay kuru l u , müfreze kumandanlarıyla Ethem Bey de
bu plan ı n kendileri için daha kolay ve tehlikesiz olduğu nda hep
bir düşünüyord u .
Ne var k i kendileri tehlikeden uzaklaştı kları oranda Geyve
tehlikeye düşüyord u . Ethem Bey güçleri , zorlu yü rüyüşle tehli­
ke bölgesinden uzaklaş ı r, onlara arkadan vu rmayı hesaplar­
ken onlar Geyve Boğaz ı ' n ı büsbütü n ele geçirebil i rlerd i . Bu
uzun yürüyüş süresi, ötekiler için büyük bir fı rsat olurd u .
Beri yandan cepheden yap ı lacak bir sald ı r ı , belki Ethem
Bey güçlerine daha çok yitiğe yol açabilirlerse de bir yıldırım
sald ı rı s ı n ı n Halifecileri umulmad ı k bir h ızla tutu ndukları yer­
den , bütün u m utları n ı n kalelerinden söküp atabilir, onları boz­
gunun karabatakl ı ğ ı na sürebil i rd i . "Cüret" denen y ı ld ı r ı m k ı l ı c ı -
428
n ı çekip şu başı bozuk sürüleri n i n üzeri ne atı lmak, gidilecek
yolları n en iyisiyd i . Sonra, bu rda çok çabuk sonuç al mak da bir
yandan son kerte gerekliyd i . Ethem Bey, bütü n güçleri n i Yu­
nan cephesinden çekip almış, orda ancak örtü güçleri bı rak­
m ı ştı . Oradaki boşluk, Ethem Bey'in uykular ı n ı kaç ı rıyordu.
İşte , bu türlü düşüncelerine dayanarak cepheden sald ı rı ­
y a geçmeye karar veren Ethem Bey'i , bütü n buyruğundaki ku­
mandanlar da destekleyince Ankara'n ı n uzun plan ı n ı bir yana
bı rakarak sald ı rı için hazı rlanmaya başlad ı .
Ethem Bey, bitmek üzere olan geceden bir iki saatçik ça­
l ı p filintası kolları n ı n arası nda biraz şekerleme kestirdikten
son ra, yeri nden fı rlay ı p atı na atlad ı . Gücün bulunduğu Geyve
Boğaz ı ' n ı n gü ney çıkış noktası ndan öteye gerekli güvenlik dü­
zeni alarak h ı zla yü rüyüşe geçti. Halife ordusu denen Kuvayı
İ nzibatiye ile baş ıbozuk sürüleri n i n üzeri ne görülmemiş bir h ı z ,
ateş yağmuru, sevinç haykı rışları , top mermisi, makineli tüfek,
piyade tüfeği mermisi yağmuruyla sald ı ran Ethem Bey müfre­
zes i , biraz sonra önünde çil yavrusu gibi dağ ı l m ı ş kaçan insan
y ı ğ ı n ları ndan başka bir şey göremez old u .
Yaln ı z , boğaz ı n batı ç ı k ı ş kapısı nda şiddetli b i r direnme
olduysa da bu da uzun sürmed i . Atl ı lar, siperleri n , ölüleri n , ma­
kineli tüfek yuvaları n ı n üzerinden sanki uçarak geçtiler. Dört­
nal giden atlar, yengiyi duymuş gibi kişniyor, makineli tüfekler,
toplar arkadan , bozguna uğram ışları n yeni , geçici y ı ğ ı naklarıy­
la s ı ğ ı nakları üzerine durmamacas ı na ateş ediyordu.
En sonra ağ ı r makineli tüfeklerle toplar ı n atışı durduru ldu .
Şu ndan ki artık, bütün arazi, gözün alabildiğine Ethem bey gü­
cünün, Kuvayı Milliye'nindi. Ayaklan ıcı ları n geride bı raktı kları
iki dağ topu , çeşitli makineli tüfekler, bir bölü k tutarı nda tutsak
ele geçirild i . Ethem Bey, du rmamacası n a ilerliyor, can kayg ı s ı
yüzünden ötede beride birikip ateş eden kimi küçük gruplar,
atları n nalları altı nda eziliyor, mızraklarla bir baştan bir başa
delin iyor. K ı l ı çlarla biçilerek geçil iyord u . Dağ taş, bı rakı l m ı ş
cephane sand ı kları , silahlar, ölüler, yaral ı larla örtülüydü .
Ethem Bey müfrezesi , sald ı rı kolları olarak Sapanca böl-
429
gesine, Adapazarı 'na doğru uzanarak tek patlayan ya da pat­
layacak düşman silah l ı bı rakmad ı . H al ife ve Padişah Vahidet­
tin' in son saltanat u m utları cansız, anlamsı z döküntüler olarak
dağlarda taşlarda yatıyordu.
O gün, akşama dek bütün Sapanca, Adapazarı bölgesini
temizleyen y ı ld ı r ı m atl ı ları , akşamla birlikte Adapazarı 'na girdi­
ler. Halk caddelere dizilmiş, en yeni savaş Tanrısı olan Ethem
Bey' in, ortas ı nda iki kurşun renkli egemen kumandan gözünün
parlad ı ğ ı iri kemikli, güçlü yüzüne korkuyla, sayg ıyla bakıyordu.
Ethem Bey, karargah ıyla hükümet dairesine yerleşerek
henüz savaşçı larla atları n terleri ku rumadan Divan- ı Harbi kur­
durd u . Gezginci Harp Divan ı n ı n karş ı s ı na dizilen suçlular ara­
s ı nda Kuvayı İnzibatiye'de görev alm ı ş kimi subaylarla başı bo­
zuk elebaş ı ları göze çarpıyordu . Suçlu eski İttihatçı Süleyman
Şefik Paşa, elinde kalan ufak sayıda Kuvayı İ nzibatiye dökün­
tüleriyle İzmit körfezi nde bekleyen İngiliz savaş gemilerine sı­
ğ ı n m ı şt ı .
Ethem Bey g üçleri , b i r o k gibi ayaklanma yığı nları arasına
girmiş, birbirinden ayrı düşen ayaklan ıcı g rupları n ı büsbütün
u m utsuz düşürm üştü . Hele Mudurnu üzerinden Ankara'ya so­
kulmaya çal ı şan ayaklan ıcı grupları , arkaları na düşmüş olan
bu korkunç Ethem Bey bombas ı n ı n etkisiyle dal dal titremeye
başlamışlard ı . Bu ileri grupları yöneten padişahçı subayları n
hemen hepsi sonradan yakalan ı p darağaçları nda sallanacak­
lard ı . Ethem Bey, hepsinin kaderini egemenliği nde büyüdüğü
çemberin içine k ı l ıcı n ı n ucuyla kaz ı m ı ştı .
Ethem Bey, Adapazarı bölgesinde tutsak aldığı kimi subay­
ları askeri mahkemeye vermedi. Ellerine affa değer oldukları n ı
bildiren birer belge vererek Ankara'ya gönderdi. Hepsi d e genç­
ti , yurda yararl ı olman ı n cevherinden yoksun oldukları n ı hiç kim­
se ileri süremezdi. Adapazarı hükü met meydan ı nda şimdiye
dek birçok ulusal suç işlemiş, bundan son ra da işlemekten çe­
kinmeyeceğine inandığı subayları sallandı rmakta bir sakı nca
görmedi. Bunlar arası nda Adapazarı askerlik şubesi başkan ı , bir
piyade Binbaşısı , jandarma kumandan ı Yüzbaşı Mustafa Bey'le
430
camilerde Kuvayı Milliyecilerin gavur ve Bolşevik oldukları üstü­
ne durmadan vaazlar veren bir hoca da vard ı .
Arap Hoca adıyla anı lan bir sahte d i n adam ı , ayaklan ış
bölgesinin en kanl ı insanları ndan biriyd i . Sait Molla' n ı n ayakla­
n ı ş bölgelerinde çal ı ştı rd ı ğ ı en yetenekli casusları ndan da bi­
riyd i . Adapazarı camilerinden her Allah ' ı n g ü n ü onun İ ngiliz al­
t ın larıyla parlat ı l m ı ş vaazlarıyla h utbeleri dinleniyord u .
H e r gü nkü iğrenç vaazları n ı n a n a sözleri şunlard ı :
- E y Cemaat-i Müsli min ! Kuvayı Milliyeci z ı nd ı kları n ı n ,
Yunan ordusu dediği ord u , Yu nan ordusu değildir, Padişah or­
dusudu r, Hilafet ordusudur. Bolşevikler geliyor, dikkatli olun.
Taşla, sopayla öldürün onları . Çü nkü onlar camilerimize çan
asmaya geliyorlar. İslamiyet elden gidiyor. Padişah ı m ız efen­
dimiz hazretlerinin sizlere sevgilerini getird i m . Dinimizi koruya­
l ı m . Kuvayı Milliyeci ad ı verilen bu z ı n d ı k Bolşevikleri nerede
elinize geçirirseniz öldürü n .
Ethem Bey'in cellad ı Serezli İbrah i m , Arap Hoca'yı ast ı ­
ğ ı nda onun hiçbir zaman elinden düşürmediği bastonunu d a
boynuna asmayı u n utmad ı .
As ı lanlar aras ı nda bunlardan başka azg ı n H ürriyet ve İti­
lafçı liderler de vard ı . Hepsi , on iki kişiyd i .
Ethem Bey, Adapazarı 'na girdiğinde karş ı na şehirden
kaçmaya çal ı şan bir sivil İ ngiliz karı-koca getirdiler. Erkek, İn­
gilizlere özgü bir soğukkan l ı l ı k örneği gibi du ruyorsa da kad ı n ­
cağ ı z korkudan d a l d a l titriyord u . Ethem Bey, onlara yer gös­
tererek otu rttu . Kad ı n ı n haline çok acı m ı ştı . Erkeğin, araştırı­
l ı rsa suçlu çı kacağ ı meydanda ise de her ikisi ni bir arabaya
bindirip güvenle İzmit'e gitmelerini sağlad ı .
Yola çı kmadan önce d e onlara şöyle ded i :
- Gördüklerinizi arkadaşları n ıza v e büyüklerinize söyle­
yiniz. Bir daha da bizi m iç işlerimize karışmay ı n ı z .
Ethem Bey'in kimi güçleri , bölgenin kuşku l u yanları n ı ta­
rarken büyük bölü m ü Adapazarı'n ı n içinde bulunuyord u .
Asker bir yandan dinleniyor, bir yandan kendine çeki d ü ­
z e n veriyor, y e n i bir y ı ld ı r ı m yolculuğu i ç i n hazı rlan ı yordu .
43 1
Ethem Bey' i n , şu sı rada eline verseler parça parça edece­
ği bir adam vard ı . Bu da bütün bu kanl ı çarpışmaları n , iç bo­
ğuşman ı n düzenleyici basısı olan Damat Ferit Paşa'yd ı . Padi­
şah , o h ı nz ı r, sipsivri , korkak ve hain yüzüyle arka planda za­
val l ı , silik bir ihanet sembolünden başka bir şey değildi.
Dramalı yiğit Ali R ıza Bey, kendisine de dan ı şarak Damat
Ferit belas ı n ı ortadan kaldı rmaya gitmişse de henüz bir ses
ç ı kmam ı ştı . Ethem Bey, Ali R ıza Bey'in yiğitliğine, komiteciliği­
ne güvendiğinden nas ı l olsa bir gün herifi kıstı rıp öbü r dü nya­
ya pasaportsuz yolcu edeceğine inan ı yord u . Kim bilir, belki de
bu işin bombası bu günlerde patlayabilirdi. Ah, onu Ali R ıza'ya
b ı raktığ ı na öyle pişman olmuştu ki ! Onu kendisi şu uzun par­
makl ı kemikli ellerinde tuttuğu kutsal bir tabancayla can evin­
den vurup bir armut gibi padişah ı n , İngilizlerin ayakları dibine
düşürebilirdi ! Kim bilir, Türkiye'de kendisi gibi ancak birkaç atı ­
cı vard ı . Ad ı n ı tabanca kurşunlarıyla yazan eski patronu Enver
Paşa da elbette bu nlardan biriydi.
Ethem Bey, ağabeyleri Reşit, Tevfi k Beylerle Adapazarı
hükümet konağ ı nda oturmuş bunları düşünüyord u . O sarkık
gerdanl ı bu nak herifin yaratt ığı ihanet orduları n ı ta Susur­
luk'tan beri pataklaya pataklaya işte Adapazarı'na gelip da­
yan m ı şsa da ona elini uzatıp bir fiske bile vuramam ıştı . Şimdi­
ye dek hep onun uşaklar ı n ı dövmüştü. Ona ciğerine işleyecek
daha etkili bir kötülük yaparak h ı nçla yan ı p du ran yüreğini so­
ğutmak istiyord u . Sonra, bu aylarda öyle işler yapm ı ştı ki , fe­
lek onu tek baş ı na onunla karşı karşı ya getirmiş görünüyordu.
Şu s ı rada, Türkiye toprakları üzerinde onun oyun ları n ı , onun
büyüsünü bozabilecek güçte bir kişi vard ı , o da kendisiydi.
Türkiye'nin biricik asker gücü olarak beliren kalabal ı k milis or­
dusunu bir dağ gibi ard ı na alarak şu Damat Ferit'e aşağ ı layı­
cı , paçavraya çevirici bir mektup yazı lamaz m ı yd ı ? Bu düşün­
ceyi ona ağabeyi Reşit Bey açm ış, o da bunu benimsemişti .
Reşit Bey, hemen kaleme sarı larak Damat Ferit Paşa'ya, Pa­
dişah'a, İstanbul Olağanüstü İ ngiliz Temsilciliğine birer mektup
döşendi . Ethem Bey, ağabeyinin kendisine okuduğu mektupla-
432
rı dinledi. Yaln ı z , Damat Ferit'e yaz ı lan mektubu pek sudan
buld u . Ona şöyle gürz gibi , balyoz gibi sözler kullanmak gerek­
mez miydi? Bu ndan dolayı ona yazı lan mektuba aşağ ı layıcı ki­
mi sözler katarak nazik, diplomatik havas ı n ı yok etmek istediy­
se de Reşit Bey buna karşı geld i :
- Ne d e olsa sadrazamd ı r. Padişah ı n eniştesidir. Padişa­
h ı n güven ve sempatisini kazanm ı ş bir vezi re sayg ı l ı bir dil kul­
lanmal ı d ı r, ded i .
Ethem Bey, o n u n düşüncesinde olmad ı ğ ı ndan diretti.
Mektuba şöyle bir söz kat ı lmas ı n ı isted i :
"Sadaret makamını hemen bırakmayacak ve siyasal ya­
şayışa sonrasız veda etmeyecek olursa dirime veda edeceği­
ni ve bu vedanın ulus katında herkese ibret dersi olarak mey­
dana geleceğini. . . "

Ethem Bey, Adapazarı ' nda İngilizleri n bir temsi lcisi bulun­
duğu ndan İstanbul'daki İ ngiliz Temsilci liğine ünleyen mektupla
öbür mektupları da ona gönderdi. İngil izlere yazı lan mektupta,
Damat Ferit Paşa'n ı n Türk ulusunu temsil etmekten uzak oldu­
ğu, bozuk bir siyaset kulland ı ğ ı , bu yüzden de boş yere kan
döküldüğ ü , Türk ulusunun bağ ı msızl ığ ı n ı kazan ı ncaya dek,
kan ı n ı n son damlas ı na dek çarpışacağ ı , eğer İstanbu l 'da hal­
kın sevgisini ve güvenini kazanm ı ş bir hükümet kurulacak
olursa Anadolu'daki direnmenin bir yolda çöz ü m leneceği yaz ı ­
l ı yord u .
Ethem Bey, mektubu İngiliz Temsilcisine verdikten sonra
genel sald ı rıyı yönetmiş olan Ali Fuat Paşa' n ı n karargah ıyla
birlikte Adapazarı ' n a geldiğini işitti. Kendisini görmek için mü­
saade istedi. Paşa, attan biraz önce i n m iş, yorgu nsa da yü­
zünden sevinç akıyord u . Aylard ı r kendisini uykuda, uyan ı k uğ­
raşt ı rm ı ş olan o korkunç kara düş, Ethem Bey'in atları n ı n çe­
lik nalları altı nda pestile dönmüş, daha şimdiden tarih olmuş­
tu . Bundan dolay ı , Ethem Bey'i görür görmez, ayağa kalkarak
onu kucaklay ı p öptü. Yan ı na oturtarak birer kahve ı smarlad ı .
Kahveleri n i höpürdetirlerken Paşa, kendisine karşı son kerte
sayg ı l ı oturan Ethem Bey'e şöyle ded i :
433
- Ethem Bey, memlekete büyük ve şerefli hizmetlerde
bulundunuz. Anzavur hadisesi, sizin bildiğinizden de önemliy­
d i . Bu eşkıyayı tepelemekle bizlere rahat bir solu k ald ı rd ı n ı z .
Ben , sizin b u i ş i başarabileceğinize inan ı yord u m . Sizi kutları m .
Ethem Bey, kendisine şimdiye d e k gerçek b i r dostluk ve
sevgi göstermiş olan paşan ı n bu iki yüzlülükten uzak övücü
sözlerine çok sevindi .
Sonra, söz açı l m ışken Padişah'a, Damat Ferit'e, İ ngiliz
Temsilciliğine yazd ı ğ ı mektuplardan söz etti. Ali Fuat Paşa, bu
mektuplar işine çok üzüldü ; çok kızd ı . Paşan ı n yüzüne bunla­
rı okuyan Ethem Bey de onun karş ı s ı nda gittikçe küçüldüğünü
duyuyord u . Hele İ ngiliz Temsilciliğine verilen mektup, Ali Fuat
Paşa'yı üzmekle kalmayarak çileden de ç ı kard ı :
- Vah vah ! Çok fena yaptı n ız, Ethem Bey ! Size hiç yakı ş­
tı ramad ı ğ ı m bir olay bu. Askerlerin siyaset yapması kadar teh­
likeli bir iş yoktur. Şimdi ne olacak?
Ethem Bey de bunun karşısı nda gerçekten şaş ı rm ı şt ı . Pa­
şan ı n kötü dediği şeye kötü diyecek kertede ona sayg ısı var­
d ı . Onun ulusal kurtuluş savaşı na ilk giren kumandan oluşu ,
Ethem Bey'e büyük bir sayg ı , sevgi duygusu aşı l ı yord u . O, al­
çak gönül l ü , yürekli bir kumandandı .
Ethem Bey, paşan ı n b u sonsuz gibi görünen üzüntüsüne
karşı ne diyeceğ i n i bilemiyordu. Bu mektup işinde paşadan
övgü beklerken bu kerte ters bir değerlendirmeyle karşı laşın­
ca gerçek bir şaşkı n l ı k içine yuvarlanm ı şt ı . Her zaman terbiye­
l i , sayg ı l ı bir adam olan Ethem Bey'in yüzündeki şaşkı n l ığ ı , bu­
n u n yaratt ı ğ ı utancı gören Paşa, onun bu mektup işini içtenlik­
le yaptığ ı n ı çabucak anlad ı . Ethem Bey :
- Paşam , dedi. İyi bir iş yaptığ ı m ı sanarak bu mektupla­
ra imza koyd u m . Onlardan zarar gelebileceğini hiç düşünme­
miştim .
Paşa, baş ı n ı üzüntüyle sallad ı :
- Hem de nas ı l zarar! Düşmanları m ı z ı en güçlü oldukla­
rı n ı sand ı kları şu s ı rada tepeledik. Büyük Millet Meclisi hükü­
metinin bu sonuca dayanarak hakl ı istemlerini yineleyeceği şu
434
sı rada sizin ve hatta benim siyasette sorumsuz insanlar olarak
şuraya buraya başvurmamı z doğru mudur? B u , düşmanları m ı ­
za, karşı ları nda örgütlü b i r hükü met değil de ayrı ayrı birlik ku­
mandanları n ı n kişisel istekleri olduğu kan ı s ı n ı verir.
Vah vah , Ethem Bey ! Ald ı ğ ı m ı z bütü n sonuçları tehlikeye
düşüren bir çocukluk, bir yan l ı ş l ı k yapm ı şs ı n ız. Acaba mektup­
lar gitti m i ?
- Mektupları ancak i k i saat önce İ ngiliz Temsilcisine ver­
dim.
Paşan ı n gözleri umutla parlad ı :
- Bu mektupları görmek isterim . M utlaka görmeliyim . Ne
yapıp yap ı p onları bana getireceksin.
Ethem Bey, bu işlerin gerçekten kendi işi olmad ı ğ ı n ı anla­
m ı ştı . Hemen paşadan müsaade isteyerek, mektupları n arka­
s ı na düştü . İ ngiliz Temsilcisini aratt ı . Temsilcinin yan ı nda ikisi
Hintli dört İ ngiliz atl ı koruyucusuyla bir yayl ı arabada İzm it'e
yollanmak üzere olduğu n u öğrendi . Belki gönderdiği adamlara
vermez diye mektupları almak üzere, yan ı na bir manga asker
alarak kendisi gidip İ ngiliz Temsilcisini buld u , mektupları geri
istedi . Temsilci n i n , mektupları vermek istemediğini anlayarak
daha kesin bir durum tak ı nd ı . Onun bu kararl ı durumunu gö­
ren İ ngiliz Temsilcisi , üç mektubu Ethem Bey'e verdi.
Ethem Bey, Ali Fuat Paşa'n ı n karargah ı na vard ı ğ ı nda
onun tedirg i n , bir aşağ ı , bir yukarı dolaştığ ı n ı görd ü . Ethem
Bey'in elinde mektupları gören paşan ı n , bütün üzüntüsü uçup
gitmiş gibiydi. Derin derin soluyarak:
- Ver bakay ı m , Ethem Bey ! diyerek mektupları ald ı , il­
könce padişah ı n mektubunu okudu . Son ra da öbürlerini dik­
katle gözden geçirdi. Mektuplar ı n altı nda: "Umum Kuvayı Mil­
liye Tedip ve Takip Ku mandan ı " yazısı vard ı . Paşa, mektupla­
rı birkaç kez evirip çevirdikten sonra, Ethem Bey'e baktı :
- Bu nları yı rtal ı m m ı , Ethem Bey? diye sord u .
Paşan ı n , b u mektupları kim i n yazd ı ğ ı n ı sormak istediği
seziliyorsa da hiçbir şey sormad ı . Yaln ı z şöyle ded i :
- Bu işleri salt hükü mete bı rakmal ıyız. Biz, düşman ı te­
pelemekle yükümlüyüz. Gerisi onları n işidir.
435
Eğer onları n işine karı şacak olursak zaferlerim izden
memleket yarar yerine zarar görmüş olur.
Artık, Ethem Bey de, böyle düşünüyord u . Bunu da paşa­
ya açtı . Paşa buna çok sevindi !
- Şimd i , bizim yapacağ ı m ı z iş Düzce ile Hendek'i hemen
kurtarmakt ı r. Refet Bey'i n Bolu üzeri nden yürüyüşe başlam ış
olmas ı gerekiyord u . Henüz bu hususta olumlu bir haber ala­
mad ı m . Bence, ayaklan ıcı ları n perişan l ı ğ ı ndan yararlanarak
bu çıbanı kökü nden ku rutmal ı d ı r.
Paşa, bunu söyledikten sonra Ethem Bey'e harita üzerin­
de açı klamalar yaptı , gerekli kararları birlikte ald ı lar.
Ethem Bey, Adapazarı'na girdiğ i n i n ertesi günü gecesi .
Düzce telgrafhanesinde ivedi olarak makine baş ı na çağrı ld ı .
B u haberi özel olarak bir telgraf memuru getirmişti.
Ethem Bey, kuşku lu bakışları n ı telgrafçı ya dikerek:
- Beni kimler çağ ı rıyor? diye sord u .
Telgrafçı :
- Bilmiyoru m , efendim, ded i .
Ethem Bey, büyük b i r merak içinde silah l ı adamlarıyla kal­
kıp telgrafhaneye gitti.
Kendisiyle görüşmek isteyenlerin kimler olduğunu sordu.
Karşısı nda Düzce i htilal merkezi kurulu başkanı Safer Bey'le
dava vekili Abdü lvahap Bey vard ı . Şöyle kon uştular:
- Biz, Ankara'yla haberleşmeye giriştik. Anlaşmak üzere­
yiz. Bize haber vermeden daha ileriye doğru asker gönderme­
yiniz. Şundan ki , güçlerimizin büyük tehlikeye girmesine yol aç­
m ı ş olursunuz. Şu önerimizin d ı ş ı nda bir yol tutmayacağı n ıza
değinen kesi n yan ıt ve teminatı nızı makine başı nda bekliyoruz.
Ethem Bey, bu sözlerin buram buram kuşku , ihanet kok­
tuğu n u hemen anlad ı . Onları kuşkulandı rmamak için şöyle bir
yan ıt verdi :
- Gösterdiğiniz böyle uysal bir istek karş ı s ı nda yurttaş
kan ı dökmeyeceğime güvenebilirsiniz. Şu kadar ki, olumlu ya
da olumsuz kararı n ı z ı vakit geçirmeden iki g ü n içinde mutlaka
bildirmelisiniz.
436
Ethem Bey, Berzek Safer Bey'le yapt ı ğ ı oyalayıcı , i hanet
kokan telgraf kon uşmas ı n ı Ali Fuat Paşa'ya anlattığ ı nda o :
- Dakika yitirmeden i leri ! Buyruğu n u verd i .
O, Adapazarı ' nda kal ı p savaşı yönetecekti .
Ethem Bey, Adapazarı ' nda kald ı ğ ı sürece atl ı kollarıyla
açı k ya da gizli keşifler yaptı rarak. Düzce bölgesinin giriş yol­
ları n ı iyice yoklam ı ştı . Düzce şöyle böyle geniş bir kuşatma
çemberi içine, al ı n m ı ş gibiyd i . Daha çok oradan İstanbul'a, gi­
den , bütün yollar, tutu lmuştu . Halife ordusun u n , elebaşları n ı
kaçı rmamak üzere Karadeniz boğaz ı n ı Anadolu kıyı ları ndaki
Akçaşehir'le öbür iskeleleri , geçit yerlerini gönderdiği müfreze­
lerle tutturd u . Güçlü bir haber alma örgütü kurarak gözetleme
ve haber alma ekiplerinden ayrınt ı l ı raporlar al ıyor, her saat
bütün ayaklan ı ş bölgesiyle kurtard ı ğ ı bölgenin nabz ı n ı yokla­
yabiliyord u .
Ethem Bey, Safer, Abdülvahap Beylerle konuştuktan son­
ra, telgrafhaneden çı karken konuşmas ı n a aracı olan telgraf
memuru , usul usul merdivenlerden inerek ona yetişti . Eline bir
kağ ıt parçası tutuşturd u . Bu kağ ı tta şöyle yazıyord u :
- Sakı n bu n ları n sözlerine inanmay ı n . Bunlar, öbür yan­
dan Hendek Boğaz ı 'na asker göndermeye çal ı şıyorlar.
Ethem Bey, bunları merakla okuyup bitirmişti ki telgrafçı ,
onun kulağ ı na şunları fısıldad ı :
- Okuduğun şu sözler Düzce haberleşme memuru n u n
bana maki ne ile yazd ı rd ı ğ ı sözlerdir. Haberin olsu n .
Ethem Bey, telgrafçıya minnetle bakarak teşekkür etti.
Gerçi , o, hiçbir vakit Safer Bey'in düzenine kurban gitmek ni­
yetinde değilse de bu haber, onun bütün askerce kuşkuları n ı ,
önsezilerini doğruluyord u . Ethem Bey, b u dost telgrafçı arac ı ­
l ı ğ ı yla D üzce telgrafçısına d a teşekkü r etmeyi unutmad ı . Ka­
rargaha döndükten sonra, kesin, acı m az kararı n ı verd i . Daha
birkaç gün önce Hendek Boğaz ı ' nda 24. Tümen Kumandan ı
Yarbay Mahmut Bey'i nas ı l tuzağa düşürd ü klerini anarak ona
da benzer tuzağ ı haz ı rlamaya çal ı ştı kları n ı düşünd ü , dişlerini
g ı c ı rdattı . Hemen bu gece yarısı Hendek üzerine yürüyecekti.
437
Hendek Boğaz ı ' n ı ele geçirecek, Düzce, Bolu bölgesini yıldı­
r ı m h ızıyla tarayacaktı .
Gece yarısı ndan sonra yola ç ı kan Ethem Bey müfrezesi ,
gün ı ş ı rken Hendek bucağ ı na olaysızca gird i . Tek silah patlat­
madan Hendek'e giren asker, bucak müdürüyle memurları ya­
kaladı . Ethem Bey, Hendek Boğaz ı ' n ı n güneyden giriş yerleri­
ne gözcü müfrezeler dikti. Son ra Hendek'te Mahmut Bey tü­
meninden ele geçirilmiş bütü n araç, gereç, silah , cephanenin
araşt ı rı lmas ı n ı buyurd u . Hükü met konağ ı n ı n alt katı nda tüme­
nin birkaç makineli tüfeğiyle cephanelerini bu lmakta gecikme­
diler. Taramayı sürd ü ren müfrezeler, Hendek dolayları ndaki
köylerde tümenin birçok hayvanlarıyla başka eşyas ı n ı ele ge­
çirdiler. Bu arama tarama dolayısıyla Hendek'te birkaç saat
kalarak yürüyüşe geçen Ethem Bey M üfrezesi , kan l ı Hendek
Boğaz ı ' n ı n egemen s ı rtları n ı tarayarak tek silah patlatmadan
geçti . Ethem Bey korkusu , dağlardan , taşlardan , köylerden ,
kasabalardan ağu l u bir yel gibi esiyord u . Bütü n ayaklan ış böl­
gesi , şahin görmüş keklik yavruları gibi sinmiş, pusmuştu .
Ethem Bey gücü , hiçbir karşı koymayla karşı l aşmadan
Düzce'ye girdi. Bu kavakları , söğütleri , yemiş bahçeleri , yolla­
rı üstünde tasas ız yat ı p uyuyan sağmal mandaları , güzel Çer­
kez kızları , en son ra da Safer Bey'in bayraktarl ı ğ ı n ı yaptığı
Halife ordusu ayaklan ı şıyla ünlü kasaba, sanki bunca gürültü
pat ı rtıya yol açan kendisi değilmiş gibi güzel , canland ı rıcı bir
güneş altı nda bütü n barışç ı l güzellikleriyle sessiz yatıyord u .
Ethem Bey, atı n ı doğruca hükümet konağ ı na sürdü. İlk işi
Hürriyet ve İtilafçı ları n kulübünde hapsedilmiş olan subaylarla
Ankara'dan Mustafa Kemal'in gönderdiği üç kişilik Öğütçü Me­
bus Kurulunu, Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey'i ku rtarmak oldu.
Binbaşı Hüsrev Bey, aracı olarak daha önce Bolu'yu ele geçiren
Refet Bey gücüne gönderildiğinden kurtulmuştu. Mahmut Bey
tümeninin subayları ndan bir bölümü Halifecilerin sadizmini do­
yurmak üzere türlü aşağ ı lamalar, işkencelerle öldürülmüştü.
Geri kalanlar, kurtulunca bir çocuk gibi sevinerek Ethem Bey'in
438
kocaman kemikli ellerine sarı l ı p teşekkü r ettiler. Ethem Bey,
kahpece öldürülen Mahmut Bey'in ölüsün ü ayaklan ıcıları n göm­
meyerek yarı çıplak çamurlu bir hendeğe attı kları n ı dinlediğinde
pek çok üzüld ü . Ölüyü aratıp buldurduğunda vahşi hayvanlarca
parçalanarak yer yer yenmiş olduğunu görd ü .
Ethem Bey, bağrı yüreği d o l u olarak kara ayaklan ı ş ı n ele­
başısı olan Safer Bey'le dava vekili Abdülvahap Bey'i , daha bir
sürü caniyi yakalatarak Divan- ı Harbe verd i . Safer Bey, dört
yandan sıkıştı r ı ld ı ğ ı n ı anlayı nca yeni bir savaş hilesi yaparak
bunlardan sıyrılman ı n umarı n ı aram ış, bir yandan Bolu'yu ele
geçiren Refet Bey'le Ankara'yı avutmaya çal ı ş ı rken , bir yandan
Ethem Bey'i n Düzce üzerine yürüyüşün ü d u rdurmak istemişti .
Safer Bey'in yakalan ı p mahkemeye verilişi , Ankara'da kimi
romantik devrimcileri üzmüştü . Bunları n baş ı nda bulunanlar­
dan biri de genç amazon Halide Edip Han ı m'd ı . Bütün bu ayak­
lan ış bölgesini kan , ateş içinde bı rakan canilerin baş ı nda Safer
Bey'i n geldiğini görmezlikten gelmek, yeni ayaklanmalara yer
haz ı rlamak değil de neydi? Ethem Bey, bütün uzak yakın tartış­
maları önleyerek Safer Bey'in yarg ı lanması işini yürüttü. Onun
affı için kendisine başvuranlara hep şu yan ıtı verd i :
- Yarg ı v e a f i ş i , vicdan ı ndan başka hiçbir şey tan ımayan
Divan- ı Harbe özgüdür.
Divan- ı Harp'te Safer Bey'le arkadaşları için ölüm kararı n ı
vermekte ivedi davrandı . Ethem Bey, kendisine sunulan kara­
rı hemen imzalad ı . Safer Bey'le arkadaşları hükümet meyda­
n ı nda kurulan darağaçları nda sallandı lar.
Safer Bey'le birlikte birçok Çerkez elebaş ı s ı n ı n asılmas ı ,
Halide Edip Han ı m 'la birlikte birçok Çerkezi d e üzd ü . Ona ken­
di ulusunun katil i dedilerse de Kuvayı M i ll iye'nin yengisi uğru­
na bütün bunlara katlan mak gerekiyord u .
Ethem Bey, Düzce'ye girdiği andan beri dağlara çekilmiş
olan ayaklan ıcı müfrezelerinden kendisine kat ılmak üzere
öneriler gelmeye başlam ı ştı . Teker teker ya da küçük büyük
toplu l u klar olarak gelip Ethem Bey'in elini öperek boyu nları n ı n
kı ldan i nce olduğu n u söyleyenler sayısızd ı . Ethem Bey, bunlar
439
arası nda seçmeler yapıyor, işine yarayacakları silahlarıyla bir­
likte müfrezesine al ıyor, yaramayacağ ı n ı sandı kları n ı da silah­
ları n ı alarak terhis ediyord u .
Başı nda Rifat Bey diye birinin bulunduğu i k i y ü z e l l i kişilik
bir müfreze de gelip Ethem Bey'i n önünde boyun k ı rd ı . Bun­
dan başka üç yüz kişilik bir başka müfrezen i n başı nda da
Mehmet Bey adl ı bir başka elebaşı gelip teslim old u . Bu, Yüz­
başı Mehmet Bey'di . (Bu subay, Yozgat ayaklamşım bastırır­
ken, cephede Yunanlılarla çarpışırken büyük kahramanlıklar
yapacak, parlayacaktır.)
Ta, Biga'dan Düzce ayaklan ış bölgesine doğru h ı ş ı mla yo­
la ç ı kan Ethem Bey, bu yanlarda boy veren bütün ayaklanıcı­
ları n başlar ı n ı ezmek kararıyla gelmişti . Geyve Boğaz ı ' nda Ku­
vayı İ nzibatiye gibi iyi örgütlenmiş paral ı , parasız çapulculara
i ndirdiği yumruk, bütün Adapazarı , Düzce, Bolu bölgesinde
kaynayan ayaklan ı ş kazan ı n ı n , içine aktar ı l m ı ş bir teneke so­
ğuk su etkisi yap m ı ştı . Ayaklan ı ş bölgesinde yer yer çözülme­
ler, du raksamalar başlam ış, baş ı n ı n çaresine bakmak isteyen­
lerin sayısı çoğalm ı ştı .
Mustafa Kemal, Yarbay Mahmut Bey'le Yarbay Arif Bey'in
ölümünden sonra Kuvayı Milliye'nin başı üzerindeki tehlikenin
çok büyüdüğünü görerek Ankara'ya birkaç adı m l ı k yere dek so­
kulan Halifecilerin üzerine Batı Cephesi'nden buyruğundaki atl ı
zeybeklerle gelen Albay Refet Bey'i , eski çok yakın arkadaşı
Kurmay Yarbay (Ayıcı) Arif Bey'i ivedi Bolu bölgesine gönder­
mişti . Ethem Bey, Ali Fuat Paşa, Refet Bey güçleri üç yandan
ayaklanış bölgesini kıskaç içine alm ışsa da Ethem Bey'in güçlü
atl ı ordusu , burda kesin sonucu almakta başrolü oynad ı . Şun­
dan ki, Ayıcı Arif Bey'in ele geçirip de sindirdiği Düzce, o çekilip
gittikten sonra bir kez daha ayaklanm ı ştı . Ancak Ethem Bey'in
gelişiyle ayaklanışın kara, lanetli çekirdeği temelli yok edildi .
Ethem Bey, Düzce'yi ele geçirdikten sonra Bolu üzerine yü­
rümeye karar verdi. Vakit geçti. Askerce düşünülünce güvenli bir
yerde konaklamak gerekiyorsa da birçok başarı ları n ı sürprizler­
le elde etmiş olan genç kumandan, ordusunun yorgunluğuna
440
bakmadan Bolu'ya doğru yürüyüşe geçti . Zorlu bir yürüyüşle Bo­
lu varoşlarına varan Ethem Bey, şehri üç yandan kuşattı . Şehrin
İzmit'teki Kuvayı İ nzibatiye ile haberleşmesi kesilmiş olduğun­
dan orada korkunun, paniğin egemen olduğu görülüyordu. Geç
vakit şehre giren Ethem Bey, genel sald ı rıda Bolu üzerine yürü­
mesi gereken Refet Paşa güçlerinden hiçbir iz görmedi.
Bolu'da güvenlik tedbirleri alarak yine Düzce'ye döndü ve
ayaklan ı ş ı n bu sab ı kalı cennetinde birkaç g ü n mola verd i .
*

* *

Ethem Bey, Düzce'ye dönüp de gü nah defterini karışt ı r ı r­


ken Ankara'da Büyük Millet Meclisi' nde kıyamet kopuyord u .
Meclis, kendi ad ı na Ethem Bey'e gönderilecek teşekkü r mek­
tubunu sürekli alkı şlarla kabu l etti.
Ali Fuat Paşa'dan Düzce'ye şöyle bir kutlama telgrafı geld i :
- Büyük M illet Meclisi Başkanl ı ğ ı ndan gelen kutlama ve
teşekkü rleri taşıyan telgraf suretin i olduğu gibi bildiriyoru m .
Ben de sizi kutlar, yurda daha büyük h izmetlerde bulunman ı z ı
dileri m .
Ada'da 20. Kolordu Kumandanı
Ali Fuat

Ada'da Kolordu Kumandan ı Ali Fuat Paşa hazretlerine:


- Ethem Bey güçlerinin Eskişehir'de toplanmaları husu­
su ndaki düşü ncelerinize ortak oluruz. Başarı ları ve hizmetleri
kurtuluş tarih i mizde en parlak satı rlar işgal edecektir.
Pek içten kutlama ve teşekkürlerimizin bütün Büyük Millet
Meclisi ad ı n a kendilerine bildirilmesi için delaletinizi dileriz,
efend im.
Büyük Millet Meclisi adına
Mustafa Kemal

Bundan başka teker teker mebuslardan da sıcak ve içten


kutlama telgrafları yağ ıyord u . Bu mektupları n çoğunda Ethem
Bey'in gözlerin i yaşartan :
44 1
"Ümidi halas (kurtuluş umudu) ve kahramam mille t (ulus
kahramam)" gibi çok güzel sözler kullan ı l ı yord u .
Ethem Bey, önünde yükselen alt ı n basamakl ı şeref merdi­
venlerine çok az kahramana nasip olan bir h ızla tı rmanmaya
başlam ıştı .

BULGAR SADIK

Süngü, güç, şeref ve haysiye­


tin savunamadığı hatlar, başka
hiçbir prensiple savunulamaz.
Mustafa KEMAL

Birkaç ay önce Talat Paşa'n ı n Tu ran'a doğru yola ç ı kard ı ­


ğ ı gruptan Bu lgar Sad ı k, Kalkavanzadelerin b i r vapuruyla yor­
g u n arg ı n Trabzon'dan İstanbul'a, Üsküdar'da kendisini bekle­
yen genç karıs ı yla yavruları n ı n yan ı na dönmüştü . Herkes gibi
o da şaşkı nd ı . Balkan Dağlar ı ' n ı n bu eski kral ı , şimdi istan­
bul'da Osmanlı Devleti' n i n , İttihat ve Terakki'nin yıkı ntı ları ara­
sı nda pek çok i nsan gibi işsiz güçsüz , amaçs ız, oturmuş arpa­
cı kumrusu gibi düşünüyordu. Yaşayışı n ı n her saati , her daki­
kası bir başka serüven taşıyan bu eski ü n l ü , korku nç komiteci,
şu s ı rada elleri n i bağlam ış, kaderin kapısı önünde bir hiç ola­
rak oturman ı n i nsan ı yiyip bitiren üzüntüleri içinde bunal ı p du­
ruyordu. Şu alçakgönüllü evceğizinde eline bakan çoluk çocuk
olmasayd ı bu gibi durumlarda düşünceler ona vız geli rd i . Gel
gör ki şimdi bütün işler arapsaçıyd ı .
3 Mart 1 9 1 9 g ü n ü Bulgar Sad ı k, evinde pusmuş oturuyor,
sık, kapkara sakal ı n ı s ıvazlayarak bu karanl ı k durumdan nas ı l
sıyrı labileceği n i düşünüyordu. Vakit akşama yaklaş ıyordu ki
bahçe içindeki evi n kapısına ellerinde ateşe haz ı r tuttukları tü­
fekleriyle iki Paşaköyl ü Rum çetecisi girerek kapıyı çald ı . Bul­
gar Sadık, çok düşman ı olduğundan eve gelenlerden tan ı ma­
d ı kları na "yok" ded i rtiyord u . Bu kez de kapıyı karıs ı açt ı .
442
Silah l ı Rumlardan biri :
- Dönek gospodinin İstanbul'a geldiğini işittik, hoş geldi­
ne geldik. Söyleyin ona, karı gibi evde otu rmas ı n , dedi.
Sonra, kad ı n ı n yüzünü kıpkı rm ızı eden iğrenç sövüntüler
savurdu . Bulgar Sadık, bu sı rada, bir elinde tabancas ı , öbürün­
de bombası perdenin arkası nda pusmuş bekliyordu. Daha çok
ileri giderlerse ikisini de şimşek gibi öbür dünyaya yollayacaktı .
Bu, Bulgar Sadık denen öldürme makinesini daldığı gaflet
uykusundan uyarm ışt ı . Hemen o gün tabancaları n ı beline, bom­
baları n ı ceplerine yerleştirerek yeni kurtuluş yolunu araştı rmak
üzere sokağa fı rlad ı . Bu günden tezi yok bir çete kuracakt ı . He­
men çal ışmaya koyuldu. İlkin çetesine gerekli silahları , cepha­
neyi bulacaktı . Bir gün çok mutlu bir denk geliş, ona bu olana­
ğ ı n kapısı n ı açtı . Haydarpaşa'da eski istasyon konağ ı n ı n önün­
den geçerken burda İ ngiliz subayları n ı n eskiden tan ıdığı Bak­
kalköylü Rumlara mavzer, cephane sattı kları n ı gördü. Buras ı n ı
İngiliz nöbetçileri bekliyordu. Dalg ı n b i r yolcu gibi göze çarpma­
maya çal ışarak silah satış ı n ı n ne biçimde yapı ld ı ğ ı n ı öğrendi.
Bir iki gün sonra Haydarpaşa'n ı n geçit yerindeki Rag ı p ' ı n
kahvesine gitti. Buraya İ ngiliz askerleri de geliyord u . Bulgar
Sad ı k, bunlar arası nda peylediği bir çavuşa bir istavroz çı ka­
rıp, bol mezeli bir rakı şöleni çektikten sonra, kendisini Şile
köylerinden bir Rum olarak tan ıtt ı . Çavuş, hemen o akşam ona
beş lira karş ı l ı ğ ı nda iki filinta ile biraz cephane getird i .
Artık, her akşam bu meyhanede Moris Çavuş'la bir şişe
rak ı n ı n baş ı na çöken Bulgar Sad ı k, kalkarlarken masan ı n al­
tı ndan onun eline bir beş kağ ı tl ı k s ı kıştı rıyor, rakı paras ı n ı da
verdikten son ra, İbrahim Ağa Mahallesi' nden Cevizliğe giden
bostanlar arası ndaki bir ağaç altı nda randevuya gidiyordu.
Böylece on g ü n gibi az bir zaman içinde H ı ristiyanl ı k ko­
ruyucusu ( !) İ ngiliz çavuşu , Bulgar Sad ı k'a yirmi beş mavzer fi­
lintas ı , yirmi beş parabellum tabancası , yirmi beş bin de mav­
zer tabanca mermisi getirdi. Bulgar Sad ı k , gözünden sakı nd ı ­
ğ ı b u silahlarla cephaneleri ilkin Küçük Çamlıca suyun u n kar­
ş ı s ı ndaki Müderris Tevfik Efendi'nin ah ı rı nda saklad ı . Sonra,
443
birer ikişer G ü lhane Hastanesi Başhekimi Albay Talat Bey'in
kardeşi Binbaşı Mehmet Bey'in Bulgurlu köyündeki köşküne
taşıd ı . Bu s ı rada, eski dostları ndan da bir sandı k el bombası
edinince keyfi adamak ı l l ı yerine geldi.
Silahları , cephaneleri edindiği sı rada çetesini de bütünle­
yen Bulgar Sad ı k, Mart' ı n dokuzunda, karlar, buzlarla örtülü k ı r
yolları ndan yürüyerek çetesiyle Alemdağ ' ı na ç ı ktı . Balkanlar­
daki korkunç komitecilik yaşayışına uzun bir ara verdikten
sonra, bir kez daha dağa çıkmışt ı . Çetesi , yu rtsever, yiğit in­
sanlardan toplanm ı ş bir demetti. Bunlar: Hasan Kardeşko, Be­
bekli Rüştü , Tayyip, Hacı Sü leyman , Bulgurlulu Mevlüt Pehli­
van , Halim Paşa Çiftliği korucusu İslam , Çekmeköylü Vel i , Sa­
bih, Haydar, Şile'nin Heciz köyünden Ali, Erzincanl ı Şakir,
İ mam Nuri, Alemdağ ' ı Laz köyünden (Şimdiki adı, Reşadiye
köyüdür) Tah i r, Ömerli korucusu Yaşar, M u ratl ı köyünden Gül
Ahmed'in korucusu Karanfil , Kurna köyü korucusu Osman 'd ı .
Bulgar Sad ı k, Beylerbeyi' nde bir s ı ğ ı nak kiralad ı . Ömerli
kazas ı na bağ l ı M u ratl ı köyünü de kendisine merkez edind i .
Gerçi Türk köyleri kendilerini Rumları n şerrinden koruma­
ya başlayan Bulgar Sad ı k çetesinin karn ı n ı hoşnutlukla doyu­
ruyorlarsa da bu çetenin geniş yaşama alan ı için yetmiyord u .
Bu yüzden ilk olarak Ömerli yöresinde S ı rapı nar köyünde G ı r­
g ı r ' ı n değirmeni dene n , iki Ermeni kardeşin işlettiği değirmene
uğrad ılar. Bulgar Sad ı k , burdan bin lirayla döndüyse de çete­
nin çal ışma alan ı genişl iyor, para s ı k ı ntısı gittikçe artıyord u .
Sad ı k Kaptan, Türk köylerini yağmalayan R u m , Ermeni çete­
lerinin arkas ı ndayd ı . İ ngiliz izleme m üfrezeleri de kendilerini
koval ı yord u . Hem R u m , Ermeni çetelerinin nerelerde bulundu­
ğ u n u , hem de İ ngiliz izleme güçleri n i n gelip gittiği yerleri ken­
dilerine bildirecek bir haberleşme örgütü kurmak gerekiyordu
ki bu da ancak parayla olurdu.
Hiç kimse Sad ı k Kaptan' ı n (Buralarda Bulgar Sad ı k bir sü­
re böyle an ı lacakt ı ) kara gözleri için kendisini hem Rum çete­
leri n i n , hem de İ ngilizlerin düşmanl ı ğ ı na uğratmak istemezdi .
Alemdağ ' ı hazine ormanları nda kereste tüccarl ı ğ ı yapan bir
adam ı n Ak Ruslardan katibi Kosoy, bu yörede edindiği en güve-
444
nilir bir haberci olarak belirdi. Çok değerli yardı mlarda bulunu­
yor, karş ı l ı ğ ı nda da h içbir şey alm ıyordu. Kosoy, Türk Ulusal
Kurtuluş Savaşı 'na hiçbir şey beklemeden yard ı m edecekti .
Paşaköylü Rumlar, Sad ı k Kaptan' ı n arkas ı na düşmüştü .
Onunla arkadaşları na pusular kuruyor, canlar ı n ı almak için tür­
lü şeytanlı klar düşünüyorlard ı . Paşaköylü Rum çeteleri , Sad ı k
Kaptan' ı daha çok Türk köylüsünü koruyucu b i r yol tuttuğun­
dan dolayı ortadan kaldı rmak istiyorlard ı . Bunu fı rsat bilen Sa­
d ı k Kaptan, gereksediği bütü n paracı kları bunlardan edinmeye
and içti. Baltacı-Çavuşbaş ı çiftlikleri aras ı ndaki Sultan Mu rat
Çeşmesi'nde adamlarıyla pusuya yattı . Yirmi dört saatte on
yedi Paşaköylüyü yakalayı p soydu. Yaln ı z , h içbirin i öldürmed i .
Paraları n ı al ı p hepsine güzel öğütler vererek sal ıverdi. E l i n e
üç bin altı y ü z lira geçmişti . Art ı k Rum çeteleri Sad ı k Kaptan
çetesinin ard ı na düşmüşlerdi. Alemdağ ' ı ormanları n ı n vahşi
serinliğ i nde, Çavuşbaşı çiftliğinin eğrelti otlarıyla süslü yöre­
sinde. Kaymaz çiftliği çay ı rl ı kları nda du rmadan birbirlerine kur­
şun atıyorlard ı . On beş gün son ra Paşaköylü ler, Bulgar Sad ı k
çetesinin demi r leblebi olduğunu anlad ı lar. Bu ndan sonra R u m
çeteleri n i n eski pat ı rt ı s ı kabaday ı l ı kları tarihe karışm ıştı .
Rum çeteleri bu ara, siyasal taktik olarak Türk köylerin i bı­
rakı p H ı ristiyan zengi nlerini soymaya başlad ı lar. Böylece İ ngi­
lizleri , Tü rk çeteleri üzerine sald ı rtmak düşü ncesinde oldukları
açı kça anlaş ı l ı yord u . Bu kararı n Paşaköy kilisesinde verildiği
haberin i Bulgar Sad ı k' ı n Ak Rus arkadaşı Kosoy, hemen ona
uçurdu. Paşaköylü ünlü Milki Kaptan, ilk olarak Anadoluh isa­
rı 'nda Göksu kıyısı nda bahçıvanl ı k yapan Sağ ı r Dimitri'yi ba­
sacaktı . Bu baskı nda bir İngiliz subayı n ı n sevdiği bahçıvan ı n
güzel kız ı n ı dağa kaldı rarak kirletecek, son ra b u işi Bulgar Sa­
d ı k yap mış gibi göstererek babası ndan alacağ ı iki bin l i ra kar­
ş ı l ı ğ ı nda kızı sözde ku rtarıp ona teslim edecekti . Böylece Ka­
d ı köy'deki yabancı asker güçleri n i , Bulgar Sad ı k çetesinin ar­
d ı na düşüreceklerdi.
Bulgar Sad ı k, yolları boşaltarak M i lki Kaptan' ı n cinayetini
becereceği bölgeden uzaklaşmayı ç ı karı na daha uygun buldu .
445
Gerçekten de bir gece bütün semt delikan l ı larıyla İ ngiliz
subay ı n ı n da aşı k olduğu çok güzel kızcağ ı z ı kaç ı r ı p kirleten
M i lki , sonra babas ı na teslim etmiş, suçl u n u n da "Bulgar Sad ı k"
olduğunu bildirmişti . Bahçıvan , Sad ı k Kaptan' ı n elinden ku rta­
rı lan kızı içi n iki bin lirayı Milki Kaptan'a götü recek olan da Gi­
ritli Topal Cemal adl ı bir Türk'tü .
Bulgar Sad ık, kurulan tuzağ ı n yemişleri n i toplamak üzere
bekliyord u . Bir Pazar günü Giritli Topal Cemal , Bulgar Sad ı k ' ı n
ad ı n ı vererek iki bin lirayı kızın babası ndan ald ı , sevinerek M i l ­
k i Kaptan'a götürmeye davrandı .
Topal Cemal' i gölgesi gibi izleyen Bulgar Sad ı k ' ı n çeteci
arkadaşı Tah i r, onu ıssız bir yerde kıst ı r ı p hançeriyle d ü rte dür­
te Bu lgar Sad ı k' ı n yan ına götürd ü . Adam sicim gibi gözyaşları
dökerek ağlay ı p yalvarıyordu :
- Ayakları n ı öpeyim Sad ı k Kaptan ! Bu paralar anam ı n ak
sütü gibi helal olsun size. Tek can ı ma kıyma ben i m .
Öldürmek, içinden gelmişse de Bulgar Sad ı k onu öldür­
medi. Yal n ı z bacağ ı n ı n birini kı rmakla yeti ndi . Bu, ölünceye
dek hem bu alçağa hem de onun gibilere bir ibret dersi olurd u .
Ayağ ı n ı n biri topal olan adam ı n sağlam ayağ ı d a kı rı l ı nca yer­
de sürünmek zoru nda kald ı . Bulgar Sad ı k, onu bir eşeğe bin­
direrek Milki'ye gönderd i .
Dimitri , bu sı rada kız ı n ı kaçıran ı n Bulgar Sad ı k olduğunu
bildirerek Üsküdar Jandarma Ku mandan ı Bi nbaş ı Remzi
Bey'e başvu rdu . Ordan da kızı n ı n aş ı ğ ı İngiliz Yüzbaş ıs ı n ı n
evine damlad ı . Gerek Milki Kaptan , gerekse aş ı k Yüzbaşı iş­
gal güçlerini Bulgar Sad ı k'a karşı ayağa kald ı rd ı lar.
Bulgar Sad ı k' ı n kulağ ı , hep haber güvercini iyi i nsan Ko­
soy'dayd ı . Kendisini izleyenleri, kişilikleri , sayı ları , gittikleri
yönlerle olduğu gibi ona bildiriyordu Kosoy'un son verdiği ha­
. •

bere göre izleme güçleri çok kalabal ı ktı . İngilizler, bunda siya­
sal bir parmak sezdiklerinden daha derinden ilgilenmişlerdi.
Böyle üstü n düşman güçleriyle çarpışmayı göze almak is­
temeyen Bulgar Sad ı k, çetesini önceden haz ı rlan m ı ş s ı ğ ı nak­
lara dağ ıtarak kendisi de çekip Üsküdar'a gitmişti .
446
Oradan ald ı ğ ı habere göre, bütün R u m çeteleri , İngiliz iz­
leme g üçleriyle yan yana Alemdağ ' ı ormanları n ı karış karış ta­
ramaya başlam ışlard ı . Bulgar Sad ı k, bu s ı rada Karakol Derne­
ği'nin en gözü pek, en yiğit birkaç adam ı ndan biri olan eski ar­
kadaşı Yüzbaşı Yavuz Fehmi Bey'in Tophanelioğlu'nda Üç­
köşkler'deki köşkünde saklan ıyord u . İzleme güçleri bir hafta
süren izlemeden son ra, elleri boş dönmüştü .
Bunun bir sonuç vermediğini gören M ilki Kaptan, yine bir
s ı ra cinayet işleyerek bunları n suçu nu Bulgar Sad ı k' ı n omuz­
ları na yüklemek üzere bir kez daha davrand ı . Küçük Bakkal ile
Büyük Bakkal köylerinde Mavri M i ra Derneği'nin amaçları na
göre çal ı şmak istemeyen bi rkaç Rum'un kan ı na girdi. Son ra,
Bostancı 'ya inerek Harbiye Nezareti Şube Müdürlerinden Ne­
dim Bey'in evi ni bastı . Yükte yeğnik, pahada ağ ı r ne bulduysa
al ı p götürd ü .
Elbette, bütü n bu yeni suçlar d a Bu lgar Sad ı k' ı n omuzla­
rına yüklenmişti. İ ngiliz izleme güçleri , bir kez daha ayağa
kalktı . Atl ı , piyade müfrezeleri , Gebze, Şile, Anadolu yakası
aras ı n a düşen bütün Tü rk köylerini taramaya başladılar. Dağ­
lar, taşlar bir kez daha tarand ı . Yi ne u mutsuz, elleri boş geri
döndüler. Paşaköy Rum ları , Bulgar Sad ı k çetesinin art ı k kor­
kup yer değiştirdiği kan ısına varm ışlard ı . Sevinç içindeydiler.
Bundan yüreklenerek örgütledikleri küçük katil çeteleri , Türk
köyleri aras ı nda gezdirmeye başlad ı lar.
Bulgar Sad ı k, Kosoy kardeşinin gönderdiği elverişli bilgiler
üzerine s ı ğ ı nağ ı ndan çı karak davranmak gerektiğini anlad ı .
Çete çabucak M u ratl ı köyünde topland ı . Artık M ilki Kaptan'la
kozunu kesin olarak paylaşman ı n zaman ı gelmişti . Bulgar Sa­
d ı k, Milki Kaptan'ı Makedonyal ı korkunç komiteci Sandanes­
ki'ye benzetiyord u . Adam onun gibi de h ızlı bir vurma öldürme
temposu tutturmuştu . Bir gece, Çengelköy'de Yenimahalle'de
kireç ocakları nda bostancı Şebi nkarahisarl ı Mahmut Çavuş ile
arkadaşı MevlOd'u dağa kald ı rı p karısı ndan on bin lira kurtuluş
parası istediler. Acı badem'de Çiftecevizler'de Bakkal Şükrü
Efendi'yi yaralayarak bütün paraları n ı al ı p götürdüler.
447
Şile'de bir karakolu basarak nöbetteki jandarma Ahmed'i
öldürdüler, silahlarla cephaneleri alarak savuştular. Darıca'da
jandarma karakol kumandan ı Davut Çavuş'u parçalad ı lar, ke­
sik baş ı n ı bir s ı rığa geçirerek köyün sokakları nda dolaşt ı rd ı lar.
Alemdağ ' ı nda Reşadiye köyünü bast ı l ar. Halit, Hafız
Ömer Ağalar ı n oğulları Hüsnü ile Yusuf'u dağa kald ı rarak üçer
bin lira kurtuluş parası ald ı lar, çocukları yaral ı olarak evlerine
gönderdiler.
Bunlar, Bulgar Sad ı k' ı n kulağ ı na çal ı nan ufak bir olay liste­
siydi. Bu olumsuz olayları n hızland ı ğı günlerden bir gün dost
Kosoy, Bulgar Sad ı k'a önemli bir haber gönderdi. Milki Kaptan,
Kuzguncuk panay ı rı na eğlenmeye gitmişti . Birkaç gün içinde
dönecekti . Bulgar Sad ı k, bu habere çok sevindi . Herifin geçece­
ği yolu öğrenip pusuya yatacak, biraz uzayan bu hikayeye bir
son verecekti. Gözcülerini gerekli yerlere dikerek Kısıklı jandar­
ma karakoluna koştu. Takı m kumandan ı Üsteğmen Ömer Bey'e
işi açtı . Genç jandarma subay ı , Rum çeteleriyle yaptığı kavga­
da onu destekliyor, ona değerli yard ı mlarda bulunuyordu. Şimdi
de Milki işini dinleyince Sultan çiftliğindeki karakolun telefonuy­
la kendisine haber ulaştı rmaya söz verdi. . . Eğer Milki yan ı l ı p da
Kısıklı köyünden geçerse öbür dünyayı boylad ığı gündü.
Bu lgar Sad ı k, Alemdağ ' ı na koşarak arkadaşları n ı al ı p Bal­
tacı -Dudul l u arası ndaki fundal ı klara yerleşti rd i . O g ü n ü , o ge­
ceyi korku nç bir sab ı rsızl ı k içinde orda geçirdiler. Sabahleyin ,
uzaktan b i r H i ntl i-İ ngiliz müfrezesi görerek Baltacı-Sultan çift­
liği arası ndaki Kiraz l ı dere kuytuları na s ı ğ ı nd ı laı. Surda da çok
beklediler.
Hasan Kardeşko, bir aral ı k kal ı n sesiyle :
- Çocuklar, Hasan Pehlivan geliyor. İ nşallah hay ı rl ı bir
haber var! ded i .
Hasan Pehlivan , g ü l ümseyerek Bu lgar Sad ı k' ı n karş ı s ı na
dikild i :
- Sad ı k Baba, ded i . Jandarma subayı Ömer Bey'in sela­
mı var. Beklediğin konuklar, arabayla K ı s ı kl ı 'dan biraz önce
geçmişler.
448
Dudullu köyü nden gelen yol , hemen önlerinden geçiyor­
du. Yolu bir süre gözlerini kısarak süzen Bu lgar Sad ı k, Kardeş­
ko Hasan' ı , Boşnak N u ri'yi, Tayyib'i yol u n sağ ı ndaki fundal ı k­
lara, İbrahim Pehlivan' ı , Tahir'i, Şakir'i soldaki tarlalara yerleş­
tird i . Mevlut Pehlivan ' ı , Ali'yi, Haydar' ı , Veli ile Afyonlu Ali'yi de
yan ı nda al ı koyd u . Hepsi toprağa yapışarak namluları n ucunu
yola uzat ı p beklemeye başlad ı . Bulgar Sad ı k, Rum çetecileri
bir ateş bask ı n ıyla öldürmeyi kendine yediremeyerek kendile­
rini onlara gösterd i . Milki Kaptan'la arkadaşları hemen araba­
lardan atlayarak yolun kıyısı ndaki hendeklere girdiler. Dudullu
köyü nde İngiliz müfrezesi bulunduğundan tek tük ku rşun ata­
rak Rum çetecilerini avlamak gerekiyord u . Bulgar Sad ı k, ken­
dilerine kıyasıya kurşun yağd ı ran bu adamlarla çok oynama­
n ı n gereksizliği n i anlayarak hemen elindeki bombayı bar ı nd ı k­
ları hendeğe fı rlattı . Bomba, büyük bir g ü rültü ile patlad ı . Kap­
tan Milki , bomban ı n etkisiyle beş metre geriye f ı rlam ıştı .
Bulgar Sad ı k'la arkadaşları hemen koşar ad ı m olay yerin­
den Sultançiftliği yolu boyunca uzaklaştı lar. Bulgar Sad ı k, su
fıçı ları na pul yapı ştı ran Belediye Memuru Hafız Lütfü'nün ku­
lübesine uğrad ı . O da onun adamları ndand ı . Onunla Kosoy'a
bir haber salarak yeni haberler beklediğini bildirdi. Kulübede
oturup Hafız Lütfü' n ü n demlediği güzel kokulu çayı keyifle yu­
dumlarken yoldan tek atl ı arabası na kurulmuş olarak Üsküdar
Jandarma Kumandan ı Binbaşı Remzi Bey'i n kendilerine doğ­
ru geldiğini görd ü .
Remzi Bey, kayg ı l ı görünüyordu :
- Sad ı k, ded i . Kirazl ıdere s ı rt ı nda Paşaköylüleri vurmuş­
lar. İçlerinde İngilizlerin adam ı olan Milki de var. Araba ile ge­
lirken rastlad ık. Yaverim Salih Bey'i ( K ı l ıç) orada b ı rakt ı m . İşin
varsa da yoksa da ben karakol çavuşu n u gönderi nceye dek
git, orada bulunuver, kuzum kardeşi m .
- Ömerli'den yaya geldim Remzi Bey, yürüyecek değ i l ,
ayakta duracak takatim yok. Hat ı r ı n için g ideyim ama beni
uzun süre bekletme orada ha!
Sonra olay yerine gitti. Sonradan birkaç vilayette polis mü-
449
dürlüğ ü , valilik yapacak olan Jandarma teğmeni Salih Bey'i ölü­
lerin başı nda buld u . Kendisini Remzi Bey'in yard ı m için gönder­
diğini söyledi. Milki Kaptan' ı n cebinden çıkan cüzdanda İstanbul
İşgal Kumandan l ığ ı ' n ı n vermiş olduğu bir belge bulundu.
Rumları n u lusal kahraman ı Milki ortadan kalktıysa da bü­
tün işgal gücü bu cinayeti izlemek üzere ayaklanm ı ştı . Bulgar
Sad ı k ' ı n sevgili fundal ı kları nda Azrail gibi İ ngiliz atl ı l arıyla piya­
deleri dolaşmaya başlam ı şt ı . Bulgar Sad ı k, İ ngilizlerle bir iki
ufak çatışmadan sonra Arnavutköy yön ü nde çekil mek gerekli­
liğini duyd u .
İşler böyle sarpa sarı nca Karakol Örgütü' n ü n çal ışma
temposu h ızlanarak Üsküdar'dan Geyve Boğaz ı 'na giden çiz­
gi üzerinde yoğunlaşmaya başlad ı . istanbul'da dağ ıt ı lan Mec­
lis-i Mebusan' ı n üyeleriyle birçok ayd ı nları n Anadolu'ya geç­
mesi zorunluluğ u baş gösterince Karakol Derneği'nin çok fe­
dakar, yiğit, kom iteci üyelerinden en ileri gelenleri , bu ayd ı n ,
silah kaçı rma yol u n u n örgütlenmesi için görevlendirild i . Kuşçu­
başı Eşref, Yenibahçeli Şükrü , Yavuz Feh m i , Dayı Mesut
(Mehmet Mesut) , Demir Hulusi, Tolçal ı Halim Beylerin adı s ı k
işitilmeye başlad ı .
Yüzbaşı Yavuz Fehmi Bey, eski arkadaşı Bulgar Sad ı k' ı
Yenibahçeli Şükrü , Tolçal ı Halim Beylerle görüştürerek Kara­
kol Örgütü'ne ald ı rd ı . Bulgar Sad ı k ' ı n çetesi artık, "Sadık Ba­
ba " u lusal çetesi ad ıyla Karakol Örgütü' n ü n silah l ı güçlerinden
biri olmuştu . Üsküdar Jandarma Kumandan ı Binbaşı Remzi
Bey de art ı k Sad ı k Baba'n ı n gizli patronları ndan biriyd i . Sad ı k
Baba, art ı k kendini eskisinden yüz kat güçlü duyuyord u . Şim­
di arkası nda koca bir ulus vard ı . Eskiden karş ı laşmamak için
köşe bucak kaçt ı ğ ı İ ngiliz müfrezelerinin yolları üstü ne dikili­
yor, onlara ulusal kurşu nlar yağd ı rıyord u .
Sad ı k Baba, bir gün Alemdağ ' ı nda arkadaşlarıyla otu ru­
yor, uzak yollar üstünde d ü rbünüyle düşman m üfrezeleri arı­
yord u . Bu s ı rada Day ı Mesut'la Yavuz Fehm i Beylerin en ya­
kı n yiğit arkadaşı bol saçl ı , sakal l ı , dişinden tı rnağ ı na dek si­
lah l ı Yüzbaşı Demir H ulusi Bey ç ı kageldi , ona kendisini pek
450
çok sevindiren yeni görevini bildirdi. Sadrazam Damat Ferit
Paşa'yı öldürmeye gidecekti .
Sad ı k Baba, hemen sevgili fu ndal ı kları ndaki kekik, yaban
ıtı rı , meşe yaprağ ı kokularıyla dinlendirici kuş seslerine veda
ederek Alemdağ ' ı n ı n bayı rları ndan aşağ ı indi.
Beylerbeyi Burhaniye Mahallesi'ndeki sığı nağa gitti . Bebek­
li Rüştü'yü buldu. Yeni görevini ona anlatt ı . Bu işi birlikte yapa­
caklard ı . Bütün gece düşünüp taşınarak bir plan tasarladılar. Er­
tesi sabah, bir sandalla Ortaköy'e geçtiler. Kuruçeşme'deki En­
ver Paşa yal ı s ı n ı n arkası ndan yükselen dik ağaçl ı sı rttan dağa
çıktı lar. ıssız korulardan , tarlalardan geçerek Baltalimanı 'na
kuşbakışı bakan tepeye vardı lar. Damat Ferit Paşa'n ı n ünlü ya­
l ı s ı , altta top ağaçlar arası nda sessizliğe gömülmüştü .
Bebekli Rüştü , Korucu Boşnak Hasan'la görüşmek üzere
dik, s ı k ağaçl ı k , çal ı l ı klarla örtülü sı rtta n aşağ ı indi. Damat Fe­
rit'in bu korucubaş ı s ı Bebekli Rüştü'nün eski ahbabı yd ı . Sad ı k
Baba, Rüştü' n ü n Boşnak Hasan' ı bulmak üzere yal ıya gittiğini
görd ü . Zaman ı iple çekerek bir saat tepede bekledi. Sonra,
ağaçlar arası ndan bir h ı ş ı rt ı işitti . Gelen Rüştü'ydü :
- Birader, ded i . Yal ıda, köpek sürüsü gibi mavzerli bekçi ,
korucu , taharri (arama) memuru var. Bu raya baskı n yapı la­
maz .
Sad ı k Baba güldü. Arkadaşı , demek u m utsuz düşmüştü .
Onu yüreklendirmek üzere :
- Yal ıda gördüğün silahlarla silah l ı lar, kaderin bizim eli­
mizle hazı rlatt ı ğ ı akı betten Damat Ferit'i kurtaramaz, buna
inan . Hem de bu adam ı n dü nyayla olan ilişkisini kesmek için
yal ı ya sald ı rmak düşüncesinde de değ i l i m , diyerek ona tasarı­
ları n ı uzun uzad ıya açı klad ı .
Bebekli Rüştü'nün karamsarl ı ğ ı gitmişti .
Ordan , çete arkadaşları ndan Boyacı köy'deki Erzincanl ı
Şakir'in evine indiler. Şakir, Damat Ferit Paşa'yı öldürme öne­
risin i hemen benimsed i . Öldürme işi şöylece tasarlandı :
" Damat Ferit'i Rumelihisarı'nda Robert Kolej'in altı ndaki
Kayalar Mezarl ı ğ ı 'nda karşı l ayacaklard ı . Onu gebertt i kten
45 1
son ra ölüsünü yurt toprakları n ı kirletmesin diye kaldı rı p denize
atacaklard ı . "
B u görüşmeden iki g ü n sonra Sad ı k Baba, Bebekli Rüştü
ile Erzincanlı Şakir, Kayalar Mezarl ı ğ ı ' n ı n yoluna yerleştiler.
Sad ı k Baba, boyal ı bir sehpa üzerine içi Koz helvası dolu ca­
mekanl ı bir tabla yerleştirmişti. Biraz ötede Bebekli Rüştü , Su­
sam Kağ ıt helvası dolu bir tezgah baş ı nda sigara içerek müş­
teri bekler gibi du ruyor. Erzincanl ı Şaki r de bir iple boynuna as­
tığı bir çamaş ı r sepetine doldurduğu simitleri satıyord u . Üç su­
ikastç ı n ı n üstleri başları , tablalar ı n ı n içi vurucu , kesici, patlayı ­
cı si lahlarla doluyd u .
Sad ı k Baba'yla arkadaşları , b u Ahiret yolunda eksiksiz
beş gün boşuna beklediler. Damat Ferit bir türlü bu yoldan
geçmedi.
Altı ncı g ü n , sabah ı n erken saatlerinde yine Ahiret yoluna
dizilmişlerdi ki, Arnavutköy Polis Merkezi'nden Polis Neşet
Bey, soluk soluğa gelerek Sad ı k Baba'yı korku nç bir tehlike­
den uyard ı :
- Sad ı k Baba, durumunuz çakı ld ı . Merkez memuru Hacı
Kemal , sizleri tutuklamak üzere biraz önce yirmi polisle yola
çıktı , ded i .
Üç suikastçı , bu i ş i n nas ı l çakı ld ı ğ ı na b i r türlü akı l erdire­
meyerek hemen tablaları n ı toplayıp oradan savuştu. Boyacı­
köy'de M ı s ı rl ı Mehmet Zeki Bey'in konağ ı na s ı ğ ı nd ı lar.
İstanbul polis müdürlüğüyle Damat Ferit Paşa yal ı s ı na bi­
rer bomba düşmüş gibiydi. Bu iki yerde de heyecanlı bir kay­
naşma başlam ı ştı . Bütü n irili ufakl ı polis takı m ı , köşe bucak
Sad ı k Baba'yı arıyord u . Bütün İstanbul karakollarıyla polis mü­
dürlüğünün hücreleriyle zindanları nda çabucak ele geçirilmiş
bir sürü (Sad ı k Baba) falakaya yat ı r ı l m ı ş , danalar gibi böğü rü­
yord u . Beyoğlu'ndaki Maxwell İ ngiliz karargahları da bir yığ ı n
Sad ı k Baba'yla dolmuştu .
İttihatçı Bulgar Sad ı k, her yanda aranıyor, bir türlü bulu na­
m ı yord u .
Sad ı k Baba' n ı n kendi eviyle birlikte bütün tan ı d ı k, bildikle­
rinin evleri de bas ı l m ı ş , aran m ı ş , didik didik edilmişti .
452
Sad ı k Baba, korkunç bir düşman l ı k çemberiyle çevrilmiş
olarak kurtuluş yolları ararken Üsküdar Sivil Polis Dairesi me­
murları ndan Ahmet Hamdi Bey, yard ı m ı na koştu . Bu genç
adam onu al ı p evine götürdü. Her türlü tehlikeye göğüs gere­
rek orda saklad ı .
Aradan günler geçiyor, Sad ı k Baba için yapılan izlemelerle
araştı rmaların ard ı bir türlü gelmiyordu. Sad ı k Baba, bardaktan
boşanı rcası na yağmur yağan zifir gibi karanl ı k bir gecede Ah­
met Hamdi Bey'in evinden çı karak Alemdağ ' ı yoluna düştü . Dı­
şarda bir tek canl ı barı ndı rmayan fırtınal ı , yağmurlu gece, onu
bütün gözlerden korudu . Bülbülderesi, Fıstıkağac ı , Bağlarbaşı
yoluyla Burhaniye, Tomrukağası derken Kirazlı suyuna, Muhacir
köyüne ulaştı . Buraya dek karşısına bir tek canl ı çı kmam ıştı .
Yaln ı z Hekimbaşı Çiftliği dolayları ndaki İ ngiliz müfrezesi birden­
bire onun karşısına dikiliverdi. İki kişilik bir Hintli devriyesiyle bu­
run buruna geldi. Hintliler onun iki yan ı na birer heybe gözü gibi
ası larak eğilip yüzüne bakıyorlar, yakası ndan tutup sarsıyor, bil­
mediği bir dilde bir şeyler soruyorlardı .
E n sonra biri :
- Sen , Müsl i m , baba? diye sord u .
Sad ı k Baba, b u n a ne diyeceğini bilemiyord u . Şundan ki
karş ı s ı ndakilerin Müslüman m ı , Mecusi mi olduğunu kestire­
memişti . Müslüman ' ı m dese baltayı taşa vurabilir, heriflerin
düşman l ı ğ ı na uğrayabilird i . Sonra birisi onun bileklerini sı kıca
yakalayarak:
- Heeey, baba sen Nasrani ( H ı ristiyan)? diye sorarak
onu omuzları ndan tutup bütün gücüyle sars ı p silkeled i , yere
yuvarlad ı .
Sad ı k Baba hala Müslüman l ı ğ ı n m ı , H ı ristiyan l ı ğ ı n m ı işi­
ne yarayabileceğini kestiremiyor, bu yüzden de susuyord u . O
sustukça da ötekiler öfkeleniyor, dal ı na biniyorlard ı .
Sad ı k Baba, birer çiroz bal ı ğ ı na benzeyen ş u heriflere ar­
tık iyice öfkelenmişti .
Birden bir zemberek gibi ayağa fı rlad ı . Solundaki Hintlinin
apı ş arasına öldürücü bir tekme savurd u . Sağ ı ndakinin tüfeği-
453
ni çekip ald ı . Sonra yere yuvarlanan birincin i n elinden de tüfe­
ğini ald ı . İki H i ntli bu kez yere diz çöküp kendilerini öldürme­
mesi için ona yalvarmaya başlad ı .
Sad ı k Baba, heriflerin uzun sarıkları n ı başları ndan çöze­
rek gövdelerine ip gibi dolad ı . Onları k ı m ı ldayamayacak duru­
ma getirdikten sonra üstlerindeki mermilerle tüfeklerdeki mer­
mileri , devriye düdükleri n i alarak tüfeklerini bir yana att ı . Ba­
cakları n ı n bütü n g ücüyle özgürlük bahçesi Alemdağ ' ı ağaçl ı k­
ları na doğru koşmaya başlad ı .
Öldürülmek kara düşüyle Damat Ferit'i, onun iki ayaklı bü­
tün köpekleri n i art ı k çok uzakta bı rakm ışt ı . Tanyeri atarken ,
M u ratl ı 'ya vard ı ğ ı nda, kendisini sonsuz b i r kayg ı içinde bekle­
yen arkadaşları boynuna sarıldılar.
*

* *

Türk halkı n ı n baş ı na şimdi de bir "Koca Pehlivan" takma


adl ı Rum çetecisi ekşimişti . Ad ı , Yergi idi . Şile Rumları ona
öğü nerek Koca Pehlivan diyorlard ı .
İngilizlerin beslemesi olan b u Yergi , Şile Askerlik Şube­
si'nden Yüzbaş ı Hayri Bey'i Şile ile H iciz ( Heciz) arası nda Bel­
dibi denen yerde kıstı rarak işkencelerle parçalay ı p öldürtmüş;
son ra da arkası ndaki kalabal ı k çetesiyle Gebze yöresi ndeki
Türk köylerine gitmişti . Buraları yağmalayarak yakıp yı kacak­
ları söyleniyord u . Bu haberi sağlam bir yerden alan Sad ı k Ba­
ba, Koca Pehlivan Yorgi'nin çetesine asker kaçakları ndan K ı ­
zı lcaköylü R ı za Pehlivan'la Bozakçı Mu rat adl ı i k i Tü rk'ün de
katı ldığ ı n ı işitince bütün duygu ları ayakland ı . Sad ı k Baba' n ı n
b i r tek avuntusu o yörede görevli olan Dayı Mesut'la Yüzbaşı
Yavuz Fehmi'nin onları n hakkı ndan geleceği kan ısı ndayd ı .
Onlara çok güveni olmakla birlikte ne o l u r ne olmaz düşünce­
siyle çetesi n i al ı p Torluk yöresine gitti . Yolda denk geldiği köy­
lülerden haberi almakta gecikmed i . Şileli Yergi çetesi , Şile ile
Gebze aras ı ndaki Sarı kavak köyünü basmış, sonra daha ileri
gitmeyerek şimdi kendisin i n bulunduğu Torlu k yöresine yollan­
m ışlard ı . Torlu k köyüne uzak olmayan güzel bir yerde pusuya
454
yatan Sad ı k Baba çetesi , yatsı zaman ı n a doğru Yergi çetesi­
nin üçer dörder kişilik küçük topluluklarla kuzeye doğru geçti­
ğini görd ü . Sad ı k Baba, bu biçimde çeteye ateş edilmesini
doğru bulmad ı . Kendileri de çevrilmek tehlikesiyle karşı laşabi­
lirdi. Ancak çetenin artçı larıyla ağ ı rl ı kları na sald ı rabildi . Beş
Rum çeteci öld ü ; birçok at, kat ı r, eşya ile yüklü olarak ele ge­
çirildi. Bunlar aras ı nda Sarı kavak köyünden yağmalanan mal­
ları n önemli bir bölümü ele geçti .
Sad ı k Baba, Yorgi'nin ard ı n ı bı rakmad ı . G ü nlerce izini sü­
rerek en sonra yine bir gün Sarı kavak köyüne baskı n yapma­
ya haz ı rlanı rken onları bu köyün altı ndaki boğazda kıst ı rd ı .
Korkunç b i r ateş baskı n ı na uğratarak yüz kişilik çeteden on
dokuzunu yere serd i , birçoğunu da yaralad ı . Geri kalanlar,
üzerlerine yağ ı p duran kurşunlar altı nda bir mevziye girmeyi
de düşünemeyerek salt canları n ı kurtarmak üzere çil yavrusu
gibi dağ ı l ı p gittiler. Ölü Rum çeteci lerin ceplerini araştırı nca
birçok İ ngiliz altı n ı bularak bölüştüler. Bu arada silahlarla cep­
hanelerinin sayısı da birdenbire artm ı şt ı .
Koca Pehl ivan Yergi çetesinin böyle iki yerde önemlice
h ı rpalanmas ı patronları n ı davrandı rm ı ş , yine yüksek atları n ı n
s ı rtı nda makineli tüfeklerle gereçlenmiş İ ngiliz müfrezeleri ,
dağları taşları dolaşmaya başlam ı şt ı .
Sad ı k Baba, ufacık çetesini yine savaş meydan ı ndan çekip
bir yana sinmenin gerektiğini anlad ı . Kızı lca köyüne inerek birer
yana gizlenen Sad ı k Baba ile adamları , her yanda aran ıyordu.
Hintli atl ı bölükleri , İngilizlerin buyruğundaki Çerkez çeteleri , yol­
ları , boğazları keserek Sad ı k Baba çetesinden haber soruyorlar­
d ı . İ ngiliz istihbarat subayı Lister de askerleri ve polisleriyle köy­
leri bir bir dolaşıyor, halkı sopadan geçirip İ ngiliz altı nları n ı n ı ş ı l­
tı larıyla okşayarak Sad ı k Baba çetesinin izini arıyordu.
Bu sı rada Sad ı k Baba çok üzücü bir haber ald ı . İ ngiliz po­
lisi Üsküdar'daki evin i ikide bir bas ı p sözde araşt ı r ı r gibi didik
didik ediyor, kapıya süngülü nöbetçi dikip çoluk çocuğun d ı şa­
rıyla ilişkisini kesiyor, onları da aç bı rakarak Sad ı k Baba'n ı n
yakalanması koşu lları n ı hazı rlamaya çal ı ş ı yord u . Geride çoluk
455
çocuk bı rakarak kovalanan bir adam durumuna düşmen i n ne
korkunç acı lar gizlediğini Sad ı k Baba işte bu g ü nlerde duyma­
ya başladı .
Düşman ı n , çoluk çocuğuna işkence etmemesini sağla­
mak üzere bir kurnazl ı k düşündü . Karıs ı n ı boşad ı ğ ı n ı bildiren
bir kağ ıt yazarak eve gönderdi. Karıs ı , kendisini sıkıştı rmaya
gelenlere bu boş kağ ı d ı n ı gösterecekti .
Yine bir gün evi basan İngilizlere Sad ı k Baba' n ı n kayna­
nas ı bu boş kağ ı d ı n ı gösterince kızı lca kıyamet koptu. Zavall ı
kad ı n , yediği sopalar altı nda bay ı l ı p yere y ığ ı ld ı . Kosoy'dan bu
haberi alan Sad ı k Baba bütün tehlikeyi göze alarak Kızı lca kö­
yünden ayrı ld ı . Eve vard ı ğ ı nda kaynanas ı n ı n mosmor kesilmiş
gövdesi karşısı nda h ı rs ı ndan kendini yed i . Ceplerindeki altı n ­
ları önlerine dökerek onları avutmaya çal ı ştı . Zavallıcıklar ı n
acı ları öyle derindi ki bunlarla avunacak duru mda değildiler.
H ıçkı rarak ağl ı yorlard ı .
Sad ı k Baba, sabah ezan ı nda evini bir ö l ü evi gibi yaslı b ı ­
rakarak çıkıp gitti. Yavuz Fehmi Bey'in Altunizade'deki köşkü­
ne s ığ ı nd ı . Yavuz Fehmi Bey'in yaşlı anas ı , onu oğlu gibi he­
yecanla karş ı lad ı Akşama dek dertleştiler. Bu ana da dertliydi.
Oğlu gibi dizine yatan Sad ı k Baba'ya bitmez tükenmez dertle­
rinde n , acı ları ndan söz ederek onu saatlerce ağlatt ı . Öç alma
duyguları , ağu l u (ağ ı l ı ) bir rüzgar gibi girmiş, onun ru hunun ka­
ranl ı kları nda uğuldayarak, uluyarak esip duruyord u .
Akşam karanl ı ğ ı basarken evden çı karak Moda'daki İ ngi­
liz karargah ı n ı n oralara vard ı . Onun çevresinde dolaş ı p duru­
yor, evini durmadan acı lara boğan Yüzbaşı Vitel'i arıyord u . Ka­
rargahtan ç ı kan tercüman Bedros'a onun nerede olduğunu
sord u . S ı rtı nda deri ceketi , çamurlu üst baş ı yla onu bir Şileli
Rum sanan Bedros :
- Bug ü n Ada'ya gitti . İki gün orda kalacak bir iş içinse git,
Kapiten Lister'le görüş Kirye, dedi.
Sad ı k Baba, bu s ı rada karargaha şöyle bir dal ı p saldığı na­
ralarla iki bomba savurup bütün içerdekileri havaya uçurmayı
kurduysa da bu akı lsızca işten çabucak vazgeçti. Gidip bir kah-
456
vede oturarak Vitel'e Bulgarca uzun bir mektup yazdı . Bunda
kendisinden öç almaya geldiğini, çoluk çocuğuna ettiği zulüm
sürecek olursa öcünü kendisinden alacağ ı n ı bildiriyordu. Zarf ı n
üzerindeki adresi Fransızca yazdı , b i r tercümana vererek:
- Bu mektubu Şile'de Yorgi Pehlivan'dan getirdim. Mister
Vitel'e verilecekti r, ded i . Oradan seğirterek uzaklaşt ı .
Sad ı k Baba, b u mektubun Vitel'i korkutacağ ı n ı san m ı şsa
da öyle olmad ı . Adam yine onun evine damlad ı . Yaln ı z bu kez
daha insancı l , daha uslu görü nüyord u . Çok da tatl ı laşm ı ş gi­
biyd i . Çoluk çocuğa pastalar, şekerlemeler bile götürdü. Sad ı k
Baba'n ı n kaynanası na:
- Söyleyiniz bu adama da inad ı , eşkıyal ı ğ ı b ı raks ı n . Ken­
disine iki yüz lira verelim, bizimle çal ışs ı n . Bunu İşgal Kuman­
dan l ı ğ ı ad ı na öneriyoru m size ! dedi.
Bu yeni haberi alan Sad ı k Baba, içi rahat fundal ı kları na
doğru uzaklaştı . Altıyol Ağzı , Söğütlüçeşme, Gazhane yoluyla
Uzunçayı r'a vard ı . Latin Mezarl ı ğ ı yan ı ndan Küçük Çam l ı ca
yoluyla Bulgurlu'ya giderek geceyi Binbaşı Mehmet Bey'le
Mevlut Pehlivan'dan birinin evinde geçirmek istiyord u .
Vitel i ş i n i u nutmak için d e kendini zorlay ı p duruyord u . H iç
yapmad ı ğ ı bir işi yapıyor, karanl ı kta şarkı söyleyerek ilerliyor­
du. Mezarl ı ğ ı n sonu ndaki yaşlı meşe ağac ı n ı n dibinde birden­
bire bir silah patlad ı . Kurşun ı sl ı k çalarak kulağ ı n ı n dibinden
geçti. Yere yatarak sürüne sürüne ağac ı n dibine vard ı ğ ı nda
orada çimenler üzerinde zengince bir çilingir sofras ı n ı n kurul­
muş olduğu n u görd ü . İki Hintli asker, adamak ı l l ı sarhoş birbir­
leriyle iyice dalaşmış, sofrayı alt üst etmiş, fenerden birini de­
virip söndürmüştü . Askerlerden biri elinde bir tabanca tutuyor­
du. Öbürü de yüzü gözü kan içinde ağaca dayan m ı ş duruyor­
d u . Öbür iki asker de yere boylu boyunca uzan m ı ş dövüşebil­
mek hevesiyle kalkmak istiyorsa da başları n ı kaldı rı p indir­
mekten başka bir şey yapam ı yorlard ı .
Sad ı k Baba, iyice bakı nca e l i tabancalı H i ntli askerin arka­
s ın a iki Çingene kızı n ı n sakland ı ğ ı n ı görd ü . İ kisi de korkudan
titriyord u . Sad ı k Baba o zaman kulağ ı n ı n dibinden geçen kur-
457
şunun kendisine atı l mad ı ğ ı n ı , burada zorlu bir kavga geçtiğini
anlad ı .
Bunun üzerine elindeki tabancayı yanan fenere doğrulta­
rak ateş etti. Şimdi, ağac ı n altı kapkaranl ı ktı . Silah patlar pat­
lamaz dört İ ngiliz askeri de çevikleşerek yerinden f ı rlad ı , ta­
banları kald ı rarak bütü n h ızıyla kaçmaya başlad ı . Çingene kız­
lar da i nce bacaklarıyla Küçük Çam l ı ca'ya doğru ceylan gibi
kaçmaya koyuldular. Demek ki dövüş, bu iki Çingene k ı z ı n ı
paylaşamamaktan ç ı km ı şt ı .
Sad ı k Baba, b i r yandan böyle düşünüp b i r yandan d a yü­
rüyerek H i ntli askerlerin korkakl ı ğ ı na gülüp d u ru rken çevresi­
nin baltal ı , nacakl ı , orakl ı , sopal ı , tabancal ı , av tüfekli , çoluklu
çocuklu bir yığ ı n Çerge halkıyla çevri ldiğini görd ü . Bu bir yığ ı n
öfkeli Çingene, bağ ı rı p çağ ı rmak, o n u linç etmek üzereyken iki
Çingene kızı ç ı kageldi , onun kendilerini kurtaran adam oldu­
ğunu söyleyerek bu hiç yoktan gelen ölümün önüne geçti.
Kızı lcaköy'ündeki sığı nağa varan Sad ı k Baba, Şile Beledi­
ye Başkan ı Ali Efendi'yi orda arkadaşlarıyla dertleşir buldu.
Adamcağız, gözlerinden sicim gibi yaşlar akarken şöyle diyordu :
- Şile, Karadeniz'in karalara bürünen bu yeşil kasabası ,
bize zindan old u . Bir belad ı r baş ı m ı zdan eksilmed i . Mal , can
neyse ne ama ille de ı rz güvensizliği bize çok ağ ı r geliyor. Böy­
le kalacak değil bu işler. Kurtuluş gelecek, yal n ı z biz görebile­
cek miyiz bilmem . İşgalci devletlerin askerlerinden çektikleri­
miz yetişmiyormuş gibi bir de yerli nankörler ç ı ktı karş ı m ıza.
Mavri Mira denilen derneğe bağ l ı hainler kasabam ı z ı örgüt
merkezi yaptılar.
İstanbul'dan gelen Müslüman halka daha şimdiden yan
gözle bakmaya, fı rsat buldukça ağ ı r aşağ ı lamalar yapmaya
başlayan bir sürü alçak, Bakkal Todori'nin evinde s ı k s ı k topla­
n ı p görüşüyorlar. Ald ı ğ ı m ı z haberler çok acı ve acı kl ı . Bu hain­
lerin amacı , Şile bölgesindeki Türk köylerini yakmak, kökünden
kaz ı makm ış. Birkaç gün önce bir İ ngiliz kamyonu sandı klarla
tüfek, cephane, bomba getirdi. Bakkal Todori'nin dükkan ı na in­
dirilen bu cephane ve silahları n Rumlara dağıtıld ı ğ ı n ı işittik.
458
Sad ı k Baba, Şile Belediye Başkan ı Ali Efendi'nin söyledik­
lerini dost Kosoy'dan da işitmişti .
İstanbul'dan Mustafa Kemal'e giden gizli haberler, ayd ı n in­
sanlar, kaçak silahları n yolu Üsküdar-Adapazarı arası ndaki böl­
geden geçiyor, burdaki bütün Türk köyleri , birer konak yeri gö­
revi görüyord u . İşte bunu öğrenen İ ngilizler, ellerindeki terörcü
Rum çeteleriyle bu köylerin halkı n ı bu ralardan kaçırıp gizli İstan­
bul-Ankara yolunu ortadan kaldı rmaya karar vermişlerdi.
Sad ı k Baba, Şile'de kurulan Mavri M i ra merkezinin kökü­
n ü kurutmak üzere davrand ı . Hemen Yavuz Fehmi Bey'le an­
laşarak yard ı m ı n ı sağlad ı .
Bol kara sakall ı , dik bu rma bıyıkl ı , uzun boylu, iri yarı Yüz­
başı Demir H u lusi Bey, bir yiğit komiteci k ı l ı ğ ı nda çı kageldi . Ar­
kası nda bir y ı ğ ı n gözü pek savaşçı da getird i .
Sad ı k Baba, D e m i r Hulusi Bey'le baş başa vererek Şile
Mavri Mira merkezine yapılacak baskı n ı kararlaşt ı rd ı . Bu böl­
geyi ateşe veren terörcü Rum çetelerinin tek yöneticisi Bakkal
Todori'nin ortadan kald ı rı l ması ilk yapılacak işti .
Kocaman bir bakkaliye mağazası işleten Todori , İskele
gazinosunun da sahibiyd i . Onun bayağ ı bir iş adamı olmay ı p
Yunan ordusundan Yarbay rütbesinde bir kurmay subay oldu­
ğu söyleniyord u . Tü rkiye'yi kana, ateşe boğan Mavri Mira ör­
gütü n ü n en çal ışkan üyelerinden bi ri olan Todori , başı hemen
dara gelince kullanmak üzere cebinde bir de İ ngiliz pasaportu
taşıyord u . Şile'deki mağazas ı na kamyonlar dolusu bakkaliye
eşyası yerine tüfek, cephane, bomba getirip kurduğu Rum çe­
telerine dağ ıtıyord u . Karakol Örgütü bu ndan dolayı Todori'yi
ortadan kaldı rmakla bu bölgeyi erince (dirlik-huzur) kavuştu ra­
cağ ı kan ı s ı na varm ış, bu görevi de Sad ı k Baba ile Yüzbaş ı
Demir H ul usi Bey'e vermişti . Sad ı k Baba, Karakol Örgütü'nün
en becerikli , yiğit dövüşçülerinden Osman Kaptan' ı n da bas­
kıncı lara katılmas ı n ı istedi . Osman Kaptan' ı n işi de önemliyd i .
Karakol Örgütü onu Alemdar karakol ku mandan ı Hacı Ça­
vuş'la birlikte Ömerli yöresinde casusluk, yatakl ık, kı lavuzluk
yapan tehlikeli kişileri temizlemekle görevlendirmişti . Osman
459
Kaptan, çetesiyle Ömerl i , Sakl ı köy, S ı rapı nar, K ı l ı ç l ı , Doma­
l ı (Sahilköy), Doğancı l ı köyleri yöresinde iş gören bu adamları
birer birer yakalayarak bir gece yarıs ı Karakiraz'la S ı rapı nar
arası ndaki ıssız bir yerde temizleyivermişti .
Osman Kaptan, bu önemli görevi ni bitirir bitirmez Kurna
köyüne dinlenmeye çekildiyse de çokça otu ramad ı . Sad ı k Ba­
ba, Yüzbaşı Demir Hulusi, Hasan Kardeşko, Manastırlı Hacı ,
İnegöl lü N u ri Muyyo , Manastırlı Osman'la Şah i n , H icizli (He­
cizli- Şimdiki adı Yeşilvadi'dir) Ali ile Şaki r, Kurna köyüne dam­
lad ı lar. Yeni görevini açı klayarak onun da yard ı m ı n ı istediler.
Osman Kaptan , büyük, yarı dazlak başl ı , ekşi, sert yüzl ü ,
çat ı k kaşl ı , küçük, kesik bıyıkl ı , gözlüklü b i r çete reisiydi. Çok
değerli dövüşçü dostları n ı n gelişi , yüzün ü n sertliğ i n i , ekşiliğini
birazcı k yumuşatt ı . Görevi hemen benimsed i . İşi ne biçimde
çözümleyecekleri n i uzun uzad ıya tartı şarak kararlaştı rd ı lar.
Konuklar, işi kararlaştı rd ı ktan sonra, Kurna köyü nden ayrılarak
Karakiraz köyüne yolland ı lar. Geceyi burda Hakkı Reis'in evin­
de geçirdiler.
Şile'ye sald ı rı ya geçmeden önce Şile Jandarma Bölük Ku­
mandan ı na bir haberci göndererek duru m u bildirdiler.
Jandarma ku mandan ı , onları n adam ı na şu yan ıtı verd i :
- Söyle onlara, ben kanu nsuz iş yapamam. Böyle b i r gi­
rişim yaparlarsa beni ve bölüğümü karşı ları nda bulacaklard ı r.
İşittikleri gibi Bakkal Todori'nin böyle işleri ve düşünceleri var­
sa ben gereğine bakar ı m . Yoksa sonu kötü olur bu işin .
Sad ı k Baba, Demir H ulusi i l e arkadaşları , jandarma ku­
mandan ı n ı n bu aptalca diretmesine şaşmaktan kendilerini ala­
mad ı lar. Onu n , bu ahmakl ı ğ ı na güleceklerini mi kızacakları n ı
m ı bilemediler.
Jandarma kumandan ı n ı n ulusal görevden yan çizmesi ,
onları durduracağ ı na daha kurnazca davranmaya zorlad ı . Ge­
ce yarısı yetmiş kişi ile Şile'ye doğru yola ç ı ktı lar.
Şile jandarma kumandan ı n ı , bir düzenle, kasabadan d ı şa­
rı çı kararak uzaklaşt ı rmak, sonra da boş kalan sokaklarda at
460
oynatmak gerekiyord u . Jandarma kumandan ı , Sad ı k Baba'n ı n
baskı n ı n ı önlemek üzere pusu kurduğu Kayadibi denen önem­
li noktada birdenbire kalabal ı k bir çeteci grubuyla karşı laş ı nca
hemen jandarmaya ateş buyruğu verd i . Kuvayı Milliyecilerin
bu rda bulunan arkadaşları , jandarmaları n ateşine dayanam ı ­
yor gibi yaparak yapı lan b u çekiliş, elbette b i r tuzaktan başka
bir şey değild i .
Jandarma kumandan ıyla askerleri , b u tatlı yemin ard ı nca
gidedursun , başları nda Sad ı k Baba, Demir Hulusi, Osman
Kaptan' ı n bulunduğu asker giyneği giymiş sekiz kişilik, gözünü
daldan budaktan sakınmaz ufak bir topluluk atları na atlayarak
Şile'ye doğru sürdüler. Yaln ı z kasabaya girince apayrı yollara
saparak göze batmadan eski komiserlerden Ali Bey'i n evine
girdiler. Ertesi gün akşama dek orada saklanarak Ali Bey'in
adamları aracılığ ıyla Todori'yi sürekli olarak göz hapsine ald ı lar.
O gün, akşam ı iple çektiler. Akşamleyin , ortal ı k gereği gibi ka­
rardı ktan son ra Hicizli Kadri Bey'in oğlu Şakir, on kişinin önüne
düşerek onları Todori'nin bakkaliye mağazasına götürdü.
Osman Kaptan 'a:
- Osman , biliyorsun. Sen Muyyo ile yazı haneye girecek­
sin. Todori'yi al ı p sokağa çı karacaks ı n , dedi.
On kişi Todori'nin evin i , bakkal dükkan ı n ı s ı msıkı sarıver­
di. Osman Kaptan, Muyyo ile dükkana gird i . Todori , oturmuş
lamban ı n ışığ ı nda harı l harı l bir şeyler yazıyord u .
Onları görünce irkildi. Kaşları n ı çatarak:
- Ne istiyorsunuz? diye sord u .
Osman Kaptan :
- Yüzbaşı sizi istiyor, ded i .
- Beni m Yüzbaşı i l e b i r i ş i m yok.
- Biz, onu bilmeyiz. Sizi çağ ı rmam ı z ı söyled i .
- Yüzbaş ı k i m oluyor? Kimse ben i çağ ı ramaz v e b e n b i r
yere gitmem.
- Biz askeriz (hepsi asker kı l ı ğ ı ndayd ı ) . Emir ald ık. Gel­
mezseniz götüreceğiz.
- Siz askerseniz, Yüzbaşı ya selam söyleyiniz, yan l ı ş
46 1
emir vermiş. O, beni çağ ı ramaz ; bir diyeceği varsa kendisi bu­
raya gelsin.
- Biz, ald ı ğ ı m ı z emri yapmak zorundayız.
- Peki , şimdi vakit geçtir; buradan ç ı kamam , yarın gelir,
görüşürü m . Öyle söylersiniz.
- Bize bu dakikada getirmekliğimizi emretti .
Buna çok sinirlenen Todori cebinden İ ngiliz pasaportunu
çı kararak onlara gösterd i :
- Görüyorsunuz y a , b e n İ ngiliz' i m . Kimse beni ne çağ ı ra-
bilir, ne de bir yere götürebilir.
Muyyo iyice sab ı rsızland ı . Osman Kaptan'a Boşnakça:
- Bu gavur fena konuşuyor, vuray ı m m ı ? diye sordu.
Osman Kaptan , ona tetik durmas ı n ı bir işaretle bildirdikten
sonra Todori'ye :
- Çorbac ı , kalkacak m ı s ı n , kalkmayacak m ı s ı n ? diye bir
baskı denemesi yapt ı .
- Kalkmayacağ ı m , n e olacakm ış?
Osman Kaptan , hemen Todori'nin iki elini yakalayıp ken­
dine doğru çekti. Muyyo da adam ı kucaklay ı p sü rüklemeye ça­
l ı ş ı rken Şakir, d ükkandan içeri dald ı . Todori'yi tutup çekerken
araları ndaki masa üzerine devrilerek büyük bir gürültü çı kard ı .
Todori'nin kızları g ü rü ltüye koşup d a babaları n ı n durumunu
görü nce Osman Kaptan' ı n üstüne sald ı rd ı lar. M uyyo elindeki
mavzerin dipçiğiyle ikisin i de saf d ı ş ı etti . Hemen üç kişi Todo­
ri'yi karga tulumba d ı şarıya sürükled i .
Osman Kaptan , o kerte sinirlenmişti k i a z kalsı n sarıld ı ğ ı
tabancas ı n ı herifi n ağzı na boşaltı p kasabayı gü rü ltüye vere­
cekti ! Oraya yetişen Sad ı k Baba, hemen onun elini yakalad ı :
- N e yapıyorsu n , Osman?
Todori , bu s ı rada ölüm yolculuğunun ilk ü rpertisini duy­
muştu :
- Beni b ı rakı n , haydi gidelim Yüzbaşı ya, ded i .
On b i r kişi, Jandarma kumandan ı na götürmek bahanesiy­
le Todori'yi atları n ı n terkilerine attıkları gibi s ı k ormanlarla kap­
lı Şile dağları na doğru uzaklaştı . On bir kişilik grup, Todori'yi
462
bir saman çuval ı gibi dağlara doğru aşı rı rken, Kayadibi'ndeki
oyalama görevini istendiğinden daha iyi yapan çete grubu ,
şimdi bile tek tük silah atarak gittikçe jandarmalarla arayı açı ­
yor, buluşma yerine doğru geriliyord u .
Sad ı k Baba' n ı n vahşi b i r hayvan sesiyle verdiği u z u n bir
işaret üzerine Şile jandarma ku mandan ıyla zavall ı jandarma­
ları n ı oracı kta b ı rakı p ötekilerle buluşmak üzere seğirtti. Yet­
miş kişilik çete, iki saatlik sıkı bir yü rüyüşten son ra Ahmetli kö­
yü köprüsünü geçip çok iyi bildikleri ormanlarla kaplı sı rtlara
tı rmand ı . Bir kuytuya çekilerek acı tatlı denemelerden sonra
Todori'yi bülbül gibi söylettiler. Şimdiye dek yaptığ ı , bundan
böyle yaptı racağ ı bütü n cinayetleri anlatt ı . Her şeyi öğrendik­
ten son ra bir posa biçimine gelen Todori'yi artı k hiçbir şey söy­
leyemeyen, hiçbir şey yapamayanları n dünyas ı na göndermek
üzere Sad ı k Baba'ya bı raktılar.
Todori'nin bütün anlatt ı kları not edilerek kumandan Yeni­
bahçeli Şükrü Bey'e götürüld ü .
Todori'nin öldürü l mesi , İngilizleri t a kalbinden vurmuştu .
Hemen Sad ı k Baba'y ı ölü diri yakalamak üzere dağa taşa bö­
lüklerce piyadeler ve atl ı lar sald ı lar. Yüzbaşı Lister, Todori'nin
acıs ı n ı almak üzere İ ngiliz araştı rma güçlerinin başı nda dağla­
ra yöneldi . Sad ı k Baba, bir kez daha adamları n ı dağ ıtarak İn­
gilizleri n çabas ı n ı boşa çı karmak üzere davrand ı . Öteki grup­
lar da çekilip birer deliğe girmişti . İngiliz güçlerinin izlemesi
haftalarca sürd ü . Çetenin adamları çok büyük güçlüklerle kar­
şı karşıya kald ı lar. Girecek sıçan deliği arad ılar. Bu s ı rada İn­
gilizler, Boşnak N u ri ile Hasan Kardeşko'yu ele geçirerek zin­
cire vurdular; Şile cezaevine kapad ı lar.
Sad ı k Baba, adamları n ı bir köye dağıttı ktan sonra Üskü­
dar'da bir deliğe girip saklanmak, bu arada dinlenmek üzere yo­
la çıktı . Karanl ı k bir gecede Alemdağ'ına varıp Sultançiftliği yö­
resine ilerledi. Ne var ki bütün bu bölge İ ngiliz ordugahı na dön­
müştü . Her yanda portatif çimen rengi İ ngiliz çad ı rlarından kolo­
niler göze çarpıyor, her yanda makineli tüfeklerle gereçlenmiş
İ ngiliz askerlerinin miğferleri parlıyordu. Üsküdar'a giden bütün
463
yollar, gedikler tutulmuştu. Burayı söktürüp geçemeyeceğini an­
layan Sad ı k Baba, ister istemez geriye, Alemdağ ' ı na döndü. Bir
kez daha dost Kosoy, ona kucağ ı n ı açtı . Onu Sultançiftliği'nde­
ki Sultan Murat' ı n boş, köhne sarayına yerleştirdi. Ona günlerce
yetecek çok güzel yiyecek, içecekler de getirdi. Sad ı k Baba, sa­
bahleyin gözlerini açı p da sarayın aşağ ısı ndaki çal ı l ı ğa bakı nca
titredi . Orda da bir açı k ordugah kurulmuştu .
Birkaç gün tehlikenin bu kerte yan ı baş ı nda saklanan Sa­
d ı k Baba, bir gece Kosoy'un getirdiği yeni haberle u m utsuzlu­
ğa düşer gibi old u :
- Baba, baş ı m ı n üstünde yerin var. Ben , her türlü tehlike­
yi göze al ı r seni burada aç bı rakmam . Yal n ı z dün konuştuğum
tercümanlardan biri , yağmur yağ ı nca askerlerin saraya yerleş­
tirileceğini söyledi . Bu biraz gönlümü buland ı rd ı . Sen Üskü­
dar'a insen pek fena ol maz, ded i .
Sad ı k Baba, h e m e n o gece kepeneğine sarı l ı p fil i ntas ı n ı
koltuğuna sıkıştı rarak Üsküdar'a doğru yola ç ı ktı . İ ngiliz nöbet­
çilerine görün memek için on beş dakikal ı k yolu tam iki saatte
alabildi . Sabaha dek yü rüyerek Dudullu köyünü geçip Hekim­
başı çiftliği fundal ı kları na vard ı . Muhacir köyün ü n batısı ndan
Bulgurlu ile Küçük Bakkalköy'ü aras ı ndan geçerek Küçük
Çaml ı ca'da Tevfik Hoca' n ı n köşkü n ü n kap ı s ı n ı çald ı . Bu rada
biraz dinlenerek yine yola düştü . Nişantaş ı tarlaları n ı , Valide­
bağ ' ı n ı geçerek Yüzbaşı Yavuz Feh m i Bey'in köşküne kapağ ı
attı . Daha kapıdan girince tehlikeni n , felaketin kendinden ön­
ce köşkün kap ı s ı n ı çal m ı ş olduğunu hemen anlad ı . Yavuz
Fehmi Bey'i n annesiyle iki yetişkin kız kardeşi, harı l harıl yep­
yeni bir işle uğraşıyorlard ı . İ ri yarı , uzun boylu bir adam olan
Demi r Hulusi Bey'i çarşafa sokuyorlard ı . Yavuz Feh m i Bey de
dikilmiş bun u seyrediyord u . İşin önemini soğu kkanlı komiteci
ağzıyla Sad ı k Baba'ya anlatt ı :
- S ı ğ ı nacak bir yer arayan Demir Hulusi, sizden ayrıldık­
tan sonra doğru bizim eve geld i . Bunu herhalde yakı n ı m ı zda­
ki komşulardan biri görmüş olacak ki iş hemen İ ngilizlerin ku­
lağ ı na gitmiş. Bizim ev oldum olası Damat Feritçilerle İngilizle-
464
rin gözü altı ndad ı r. Allah'tan ki onları n içinden adamları m ı z
var. Bu sabah bana haber geldi. Bu gece köşkün bas ı l mak
tehlikesi var. Köşkün çevresindeki bütün yollar, karakollarca
kesilmiş bul u nuyor. İşte bu yüzden Demir H u l usi'yi bu abluka­
dan geçirip Bu rhaniye'deki bir dostu n evi ne aşı rabilmek için
kad ı n kı l ı ğ ı na sokmak zorunda kald ı m .
Sad ı k Baba'da hoşafı n yağ ı buz kesmişti . S ı ğ ı nacak gü­
venli bir yer olarak geldiği köşk, şu sı rada saatli bir bombadan
başka bir şey değildi. Şimdi, burdan da savuşup başka bir s ı ­
ğ ı nak aramak gerekiyorsa d a o kerte yorg u n , bitkindi k i birkaç
ad ı m daha atacak gücü yoktu .
O geceyi köşkün büyükçe kümesinde geçirmeyi göze al­
maktan başka çıkar yol bulamad ı . Akşam karanl ı ğ ı da basm ış,
baskı n saatleri yaklaşmaya başlam ışt ı . Demir H ulusi Bey, Arap
halayı kları n ı and ı ran uzun boyu ile çarşafl ı , peçeli olarak Yavuz
Fehmi Bey'in annesiyle kız kardeşlerinin meydana getirdiği ufa­
cık kafilenin ortası nda tin tin gidiyordu. Yavuz Fehmi Bey'in an­
nesi elinde bir fener taşıyordu. Onlar, geçip gittikten sonra Ya­
vuz Fehmi Bey de Sad ı k Baba'yla vedalaşarak köşkün arkası n­
daki ıssız tarlalarda akşam karan l ı ğ ı na karıştı . Yürüyecek değil,
kımı ldayacak gücü olmayan Sad ı k Baba da bütün tehlikeyi gö­
ze alarak kümesin kapısı n ı açtı , altı na bir portatif çad ı r parçası
sererek yere kıvrı l ı p yattı . Ne yaz ı k ki düşman korkusunu bile
yenen Sad ı k Baba kümesteki horozla kazları n düşmanlığ ı n ı ye­
nemedi. Sabaha dek kendisiyle bayağ ı dövüşüp duran bu yurt­
ları n ı koruma h ı rsıyla dolu hayvancağ ızları Damat Ferit'le Vahi­
dettin gibi yurtsuzlarla ölçüştürerek kendi kendine güldü.
Altunizade Camisinde oku nan sabah ezan ıyla kümesten
fı rlayan Sad ı k Baba, yol u nda hiçbir engele rastlamadan Vali­
debağ ' ı , Sarı kaya derken kendi n i arkadaşı Rüştü 'nün Burhani­
ye'deki evi nde buldu . Sad ı k Baba, burada işin ne kerte sarpa
sard ı ğ ı n ı yakı ndan görd ü .
Dağ taş jandarma, polis, İ ngiliz askeriyle örtülmüş gibiyd i .
Haydarpaşa, Acıbadem , Küçük Çamlıca, Libade, Bulgurl u ,
Fıstı kağac ı , Beylerbeyi v e Üsküdar' ı n çevrelediği geniş bölge,
465
üniformal ı polislerle sarı l m ı ştı . Damat Ferit'in bütün elindeki si­
vil polis örgütü de buraya dökülmüş, köm ü rcü , eskici , küfeci,
boyacı , türlü satıcı kı l ı kları na girmiş, sokaklarda vızır vızır do­
laş ı p duruyord u . Üsküdar ' ı n ünlü soysuzları ndan Terzi Meh­
met, Bitpazarl ı Cemal Hoca, Kuddusi, sütü bozu k nankörlerin­
den Markar, Arti n , Sofokli de İ ngiliz alt ı nlarıyla yemledikleri civ­
civleri ni , piliçlerini arkaları na takm ış, böbürlenerek, ihanet
edecek kutsal bir şey arayarak çarşı pazar dolaşıyorlard ı .
Hepsi bir tek erek arkas ı ndayd ı . Camilerde, kahvelerde, tekke­
lerde durmadan Yüzbaşı Yavuz Fehmi'yi, Yüzbaşı Demir Hu­
lusi'yi , Sad ı k Baba'yı soruşturuyorlard ı .
Sad ı k Baba, günlerini Rüştü ' n ü n evinde geçirirken kendi­
leri yüzünden yüzlerce, binlerce kişinin tedirg i n edildiğ i n i , evle­
rinin bas ı l ı p didiklendiğini , sopaya yatı rıldığ ı n ı işitiyor, çok üzü­
lüyord u .
Buraya s ı ğ ı nd ı ğ ı ndan birkaç gün sonra Beylerbeyi'nden
Burhaniye'ye giden yol üzerinde, hemen karşı ları ndaki taşl ı k
yamaçta başları kalpakl ı , s ı rtları gömlekl i , belleri kamal ı Çer­
kezlerle Abazaları n belirdiğini görünce pirelendi . Eve soluk so­
luğa giren Rüştü , İ ngilizlerin korkunç adamları ndan Çerkez
Bekir'le Kas ı mpaşal ı Kolbaşı İsmail'in bir sürü Türk, İ ngiliz po­
lisiyle mahalle kahvesinde otu rup çay içtiklerin i , bu gece ki mi
evleri basacakları söylentisinin dolaştığ ı n ı söyledi . Sad ı k Ba­
ba, burn u n u n dibine gelmiş olan tehlikeyi sezinled i , uzun kara
sakalları n ı n tel leri titremeye başlad ı , sinirden titreyen telleri çe­
kiştirerek bir kez daha ölümden kaçman ı n yolları n ı düşündü .
Bu sı rada evin kad ı n ları ndan biri korkuyla sapsarı kesile­
rek içeri gird i , titriyordu :
- Bir İngiliz polisiyle iki silah l ı Çerkez bizim evi n birkaç
ad ı m ötesindeki duvarı n dibinde sinmiş bekliyor, bizim evi gö­
zetleyip duruyorlar, ded i .
Bundan daha kötü haber can sağ l ı ğ ı yd ı . Bir dakika daha
durmaya gelmezd i . Sad ı k Baba ile Rüştü , hemen tabancaları­
n ı çekerek arka odalardan birinin penceresinden bahçeye at­
lad ı lar. Yemiş bahçeleri ni bölen duvarlardan atlay ı p ağaçlar
466
aras ı n a sinerek Tom ru kağası Bay ı rı 'na ulaşt ılar. Bacaklar ı n ı n
bütün gücüyle koşarak en sonra Çakaldağ ı 'na vard ı lar. Yük­
sek fu ndal ı klar içinde dilleri bir karı ş d ışarda uzan ı p kaldı lar.
Sonradan , öğrendiklerine göre kendileri pencereden atla­
yıp savuştuktan bir iki dakika sonra kara kalpakl ı , kamal ı Çer­
kezlerle İngilizler evin kapısına yüklenerek içeri girmiş, her ya­
nı didik didik ederek onları aram ışlar, bulamayı nca da çoluk
çocuğ u h ı rpalamaktan çekinmeyerek defolup gitmişlerdi. Erte­
si gün bu haberi Çakaldağ ı 'nda alm ı şlard ı . İ ki arkadaş, burda
umutsuz saatler yaşad ı . S ı ğ ı nacak hiçbir yer kalmam ı ş gibiy­
di. İç, dış düşmanlar el ele vererek onlara koskoca yurdu dar
etmişlerdi. Sonuna dek de bu fundal ı kta barınamazlard ı . Yine
dost ya da dosta yak ı n insanlar arayacaklard ı . Kalkıp yavaş
yavaş i nsanlar aras ı na indiler. Sad ı k Baba, köşklerden birin­
den bir makas isteyerek sakalları n ı k ı rp ı p küçülttü . Bıyı kları n ı
bir hocan ı nkine benzetti. Her zaman yan ı nda taşıdığı sarg ı
bezleriyle bir hasta gibi başı n ı , yüzün ü n yarı s ı n ı sard ı . Kendi­
ni iyice maskelenmiş sanarak bir sandalla Tophane'ye geçti .
Galata G ü m rüğü'nde hamalbaşı Sali h Reis'in karşısına dikildi .
B u eski ahbabı bile o n u zor tan ı d ı . Sali h Reis, o n u b i r hamal
kı l ı ğ ı na sokarak hamal koğuşu nda konuk etti. Geceyi burda
güvenli bir uyku çekerek geçiren Sad ı k Baba, ertesi sabah Sa­
lih Reis'in Galata Polis Merkezinden kendisine ald ı ğ ı fakirlik il­
mühaberiyle G u reba Hastanesi'ne yolland ı . Hastanede bu iş­
ler u n utulu ncaya dek gizlenerek bi raz olsun dinleneceğini
umuyordu. Yürüyerek Köprü 'yü geçti. Eminönü'nden Bahçe­
kapı tramvayına binmek üzereyken Damat Ferit'i n azg ı n sivil
polislerinden , eski kendi polislik zaman ı ndan kendini tan ıyan
Hafız Sait'le burun buruna geldi. Hafız Sait, gökte arad ığ ı n ı
yerde bulan bir insan sevinciyle, bir al ıcı kuş atikliğiyle onun
üstüne atı larak sı kıca koluna gird i . Hemen polis çağ ı rmak üze­
re cebindeki düdüğü çı kararak ağz ı na götürürken Sad ı k Baba
elini cebine atarak:
- Hafız, çek düdüğü ağzı ndan , yoksa şimdi can ı n ı alı rı m !
diye onu uyard ı .
467
Hafız Sait'i n k ı rç ı l sakalı tombul yüzünde bir korku , şaş­
k ı n l ı k yüzmeye başlam ışt ı . Bir yandan da kapana girmiş bir
vahşi hayvan korkusuyla sıyrı lmak istiyord u . Bu kez onu Sad ı k
Baba demi r gibi yakalad ı . Bı rakmak, b i r mayına basmak de­
mekti. Hafız Sait, korkmuş bir köpek gibi titriyord u .
Sad ı k Baba, gülü mseyerek:
- Evde bekleyen çoluk çocuğuna kavuşmak istersen çe­
neni tut ve bir arkadaş gibi istediğim yere dek benimle birlikte
yürü . Yineliyorum , ters bir davran ışı n ı n , uygunsuz bir girişimin
cezası ölüm olacakt ı r, dedi. Kol kola ilerlediler.
Sad ı k Baba sonra bir otomobil çağ ı rd ı . Birlikte bindiler.
Sad ı k Baba ıssız bir yerde indi, araban ı n yolu n u sürdürmesi ni
sağlayarak bir sürü sokaklardan girip ç ı kt ı .
Yine Üsküdar'a geçi nceye dek başı ndan daha b i r sürü se­
rüven geçtiyse de en önemlileri bundan son ra başlayacaktı .
İ hsaniye, Çiçekçi kahvesi yoluyla Tunusbağ ı ' nda sivil polis Ah­
met Hamdi Bey'in Karacaahmet polis noktası karş ı s ı ndaki evi­
ne damlad ı .
B u genç, fedakar, arkadaş ı n ı n yapt ı ğ ı iyiliklerden artık
utanıyord u . Onu böyle apans ı z ı n karş ı s ı nda gören Ahmet Bey,
sevinçten boynuna sarılarak şöyle ded i :
- Baba, b i r haftadı r Yüzbaşı Yavuz Fehmi Bey seni arı­
yor. Bu akşam yine gelecek. Hepimizi merak ve kayg ıya dü­
şürd ü n . Bulunduğ u n yeri bana olsun bildirmek yok mu a baba­
cığ ı m ?
Bundan sonra, Sad ı k Baba'ya taze haberler verd i . Akşam­
leyin çı kagelen Yavuz Fehmi Bey'le, Sad ı k Baba iki y ı l lanm ış
özlemli gibi kucaklaşı p öpüştüler. Yavuz Fehm i , Sad ı k Baba'ya
yeni görevini bild i rd i :
- Zeytinburnu fabrikası ndaki silah ve cephanenin Kara­
mürsel'e taş ı n ması gerekiyor. Karakol Örgütü bu isi sana verdi.
Yar ı n herhalde istanbul'a iner, N uruosmaniye'de Kapal ıfı­
r ı n Caddesi'ndeki evinde göz heki mi Esat Paşa seni bekleye­
cek. Paşa ile görüşür anlaş ı rs ı n . Görev üstüne direktifi de o
verecek sana.
468
Yavuz Feh m i Bey bunları söyledikten sonra, onun eli n i s ı ­
karak Karacaahmet'in vahşi, sahipsiz köpekler havlayan kor­
kunç, ü rkünç karanl ı kları içinde gözden uzaklaştı .
Sad ı k Baba, burdan yine İstanbul'a geçebilmek için sağ­
lam bir kı l ı k değişimi yapmak gerektiğini düşünd ü . İ lkin güzel­
ce y ı kan ı p pakland ı , sonra sı rtı ndaki bit yuvası kesilen y ı rtı k
p ı rt ı k hamal giyneği n i çıkarıp att ı . Eski tan ı d ı k İ m rahor imam ı
Ali R ı za Hoca'yı çağ ı rd ı . Onun eski cübbes i , şalvarıyla yeşil
sarı kl ı fesini getirip giyindi . Eksiksiz bir hoca olmuştu . Beline
sard ı ğ ı şal kuşağ ı n aras ı na da tabancalarıyla bombalar ı n ı yer­
leştird i . Aynan ı n karşısı na geçtiği nde ardan kendisine ufak te­
fek bir hocan ı n gülü msediğini görd ü . Gece güzel bir uyku çe­
kerek sabahleyin erkenden sol gözünü kara bir kreple örtt ü .
Genç vefal ı arkadaşı Ahmet Hamdi Bey'e veda ederek evden
çıktı . Tu nusbağ ı ' ndan tramvaya binerek Haydarpaşa vapu ruy­
la İstanbul'a geçti .
Esat Paşa' n ı n muayenehanesine vard ı ğ ı nda kreple örttü­
ğü gözünden hastaym ış gibi öbür bekleyen hastaları n arasın­
da otu rup s ı ras ı n ı bekled i .
M u ayene odas ı na girdiğinde Esat Paşa, onun yüzüne bi­
le bakmadan :
- Nen var söyle bakal ı m , hoca efendi? diye sordu.
Sonra hocan ı n yüzüne dikkatle bakarak bir şaşkı n l ı k çığ­
lığı att ı :
- Vay Sad ı kçığ ı m ! Bizi meraktan çatlatt ı n ayol ! diyerek
Sad ı k Baba'n ı n boynuna sarı ld ı .
Sonra, bütün hastaları n ı savarak Sad ı k Baba'yla baş başa
verdi. Esat Paşa, Sad ı k Baba'ya gözleri yaşararak Karakol Ör­
gütü'nün başarı ları ndan söz ediyor, yurttan ulustan konuşurken
kirpiklerinin üzerinde sı ralanmış yaşlar titreşiyordu. Bu görüş­
me, saatlerce süren bir dertleşme oldu . Paşanı n , herkesçe bili­
nen içten yurtseverliği, onun da gözlerini yaşartt ı . En sonra,
Esat Paşa ona yeni işi üzerine direktifler verdi. Ayrılı rken onun
ellerini öpen Sad ı k Baba, bu elin Esat Paşa' n ı n kokusuna ka­
vuşmuş bir süblime kokusunu ciğerlerine sindirircesine koklad ı .
469
Esat Paşa'dan birlikte çal ışacağ ı arkadaşı n adresini alan
Sad ı k Baba, Samatya'ya yolland ı . Arapkuyusu 'ndaki evi kolay­
ca buldu . Buras ı , Zeytinburnu silah fabrikası müdür muavini
Yarbay Ali R ı za Bey'in eviyd i . Yaln ı z , her zamanki kuşkulu
gözleriyle sokağ ı gözden geçirince Ali R ıza Bey'in evin i n sıkı
bir göz hapsinde olduğunu görd ü . Sokağ ı n her iki baş ı nda po­
lislik zaman ı ndan pekiyi tan ı d ığ ı , şimdi Damat Ferit'le İ ngilizle­
re çal ışan iki sivil pol isin dikildiğini görünce şaş ı r ı r gibi olduy­
sa da kendini toparlad ı . Biraz dikkatsizlik etseydi az kalsı n
bunlardan Celal adl ı s ı n ı n kucağ ına düşecekti.
Bu tehlikeli yerden seğirterek uzaklaştı . Silivrikapı 'da bah­
çıvan l ı k yapan eski Bulgar hemşehrisi Vasil'in Kulübesine git­
ti . K ı l ı ğ ı ndan dolayı onu güç tan ı yan Vasil, sonra çok sevindi .
Durumu d a anlayı nca ü rkmed i :
- B i r değ i l , evimde b i n gece kalsan yüksünmem senden
Kaptan. Cehenneme de yollasan gideri m , ded i .
Sonra Vasil, b i r sele taze sebze haz ı rlad ı . Sad ı k Baba'n ı n
Ali Rıza Bey'e yazd ığı mektubu d a alarak o n u n evine doğru yo­
la çıktı . Ertesi sabah, kulübeden ayrı l ı rken Vasil, Sadık Baba' n ı n
eline sıkıştı rd ı ğ ı b i r İ ngiliz altı n ı n ı almamak için sonuna dek di­
retti. Sadık Baba onun tok gözlülüğüne hayran oldu. Ufacık bir
bahçede hiç kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan sessiz bir
bekar yaşayışı sürdürüp giden bu adamcağ ıza iyice ısınd ı .
Sad ı k Baba, b u hemşehrisine gerçek sevgisinden bir par­
ças ı n ı bı rakarak Kaz l ı çeşme Ermeni Hastanesi yan ı ndaki de­
miryolu köprüsünün altı nda verdiği randevu yerine seğ i rtti . Git­
tiğinde Yarbay Ali R ıza Bey'i orda bekler buld u . Hemen ordaki
bostanlardan birine dalarak bir hendekte oturup konuşmaya
başlad ılar. Uzun uzad ı ya Zeytinburnu fabrikası ndan Karamü r­
sel'e kaç ı rı lacak silahlarla cephanelerin , kapsül, fişek makine­
leri n i n , işgalcilerle onları n yerli çomarları na sezdi rmeden nas ı l
götürüleceği üstüne konuşup b i r karara vard ılar. Silahlar kaçı­
rı l ı rken işgalcilerle göğüslendiğinde onlarla vuruşacak arka­
daşlar da belli old u . Bu nlar Sad ı k Baba' n ı n çetesindeki arka­
daşları ndan Bulgurl u l u Mevlut Pehlivan , Üsküdar Askerlik Şu-
470
besi Başkanı Binbaşı Mehmet Bey'in arabacısı Mehmet Ali ,
kunduracı Mecit, kesici Mehmet, Çerkez Rüştü , S ı rrı , Küçük
Çam l ı calı Aziz, Karamürselli Boşnak Ası m ' la Kara Mehmet'ti .
Karakol Örgütü de bunlara dört yeni arkadaş katm ı şt ı . Silah
kaçakç ı l ı ğ ı hemen başlad ı .
Kurulan örgüt Zeytinburnu ile Karamürsel arası nda aral ı k­
sız çal ı şmaları n ı sürd ü rü rken bu alanda görevinin bittiğini gö­
ren Sad ı k Baba, baş ı n ı al ı p yine Alemdağ ' ı ormanları n ı n yolu­
nu tuttu . Onu oraya sürükleyen çok önemli nedenler vard ı . To­
dori olayı ndan sonra ele geçen, şimdi Şile cezaevi nde zincir­
ler içinde inleyen çete arkadaşları n ı kurtarmaya çal ışacakt ı .
Eski dost Kosoy'la orman memuru Serezli Mustafa Bey, onu
böyle hoca kı l ı ğ ı nda görerek hem güldüler, hem de bir şeyhü­
lislam karşı lar gibi karş ı lad ı lar.
Bu iki dost hemen adamlar ı n ı köylere salarak Sad ı k Ba­
ba' n ı n çete arkadaşları n ı oraya toplad ı lar. Toplanan arkadaş­
lar, cezaevindeki üç arkadaşları n ı kurtarmak için Sad ı k Ba­
ba' n ı n yaptığı öneriyi hemen sevinerek benimsediler.
O gece, Alemdağ ' ı ndan uzaklaştı lar. Sad ı k Baba, çetesin i
göz doktoru Esat Paşa'n ı n Libade (Libadiye) dolayları ndaki
çiftliğine yerleştirerek Üsküdar savcısı Mazhar Bey'in Malte­
pe'deki köşküne yolland ı . Eski bir tan ı d ı k olan Mazhar Bey, ar­
kadaşları n ı n kurtar ı l mas ı için ona yard ı m edeceğine söz verd i .
Yal n ı z bunun i ç i n bir de Üsküdar sorgu yarg ıcı Yordanaki
Efendi'yi görmesini sal ı klad ı . Sad ı k Baba, hemen Yordanaki
Efendi'nin Bağlarbaş ı 'ndaki evine koştu. Sorgu yarg ıcı , onu
büyük bir nezaketle karş ı lad ı . Sad ı k Baba kendini tan ıtı nca
Rum soyundan olan adamcağ ız, son kerte korktu . Yüzü bir f ı r­
tı naya tutulmuşças ı na allak bullak old u . Sonra kendisinin Sav­
cı Mazhar Bey'ce gönderildiğini söyleyince adamcağız dur­
gunlaşarak kendine geldi.
Sad ı k Baba, arkadaşları n ı n kurtarı l ması işini hemen açt ı .
Sorgu yarg ı c ı :
- Azizim , kardeşim ! ded i . Bu adamların evrakı n ı ben in­
celed i m . Hem de birkaç kez . Şaka değ i l , ortada bir kasabayı
47 1
basmak, hükü met güçlerine karşı koymak ve son ra da gece
yarısı kapı kı rarak g i rilen bir evden al ı nan bir adam ı n kafas ı n ı
koparmak. B u suçlarla san ı altı nda bulunan b u adamları ben
nas ı l kurtarabiliri m ? Bu işi yapacağ ı m ı değ i l , sizinle bu işi gö­
rüştüğümü bile işitseler beni yok ederler. Yalvar ı rı m , beni ma­
zur görünüz, bu işte. Bu mazeretimi söylemiştim .
Sad ı k Baba, ona son b i r öneride bulundu. O zaman , Yor­
danaki Efendi :
- Ha, bak bu olur işte , dedi. Yaln ı z , yapacağ ı m ı z bu işten
benim de bilgim bulunduğunu hiç kimseye söylemeyeceği nize
namus sözü isterim .
Sad ı k Baba, o n u türlü antlar içerek b u gizin h i ç kimseye
söylenmeyeceğine inandı rmaya çal ı ştı . Seviniyord u . Yordana­
ki Efendi san ı kları sorguya çekmek üzere Şile kaymakaml ı ğ ı n­
dan yard ı m isteyecekti . Jandarmalarla yayan olarak Üskü­
dar'a doğru yola çı karı lan çeteciler yolda Sad ı k Baba ile
adamları n ı n yapacakları bir baskı nla kurtarılacaktı .
Sad ı k Baba, sorgu yargıcıyla yapt ığı anlaşma üzerine se­
vinerek Esat Paşa Çiftliği'nde gizlenen arkadaşları n ı n yan ı na
dönd ü . Arkadaşları da bu başarıya onun gibi sevi ndiler.
Şile'ye yaklaşmak üzere hemen o akşam yola dizildiler.
Ömerli ile Hiciz (Heciz, Yeşi lvadi) arası ndaki Dindere'de pusu­
ya yatarak Şile yol u n u kestiler. Pusuda üç gün beklediler. Bu
süre içinde yoldan can ı al ı n ması gereken türlü kişiler geçti .
Sad ı k Baba, bunlar arası nda Yüzbaşı Lister' i , Yüzbaşı Vitel'i,
çete reisi Zaharyadis'i, Yermanos'u , Çerkez Bekir'i, S ıtkı 'yı ,
Tabancal ı Ali gibi alçakları seçtiyse d e h içbirine hak ettiği ada­
let ku rşunları n ı yerleştiremed i . Bundan da çok üzüld ü . Ataca­
ğı bir tek kurşun bile mapushanedeki üç aziz arkadaş ı n ı ölü­
me götü rebilird i . Bu yüzden, önünden sal ı narak geçen bu azı ­
l ı düşmanlarına yal n ı z , içinden ateş edip kudu rd u , dişlerini g ı ­
cı rdatmakla yetindi . Böyle üç gün toprağa yapışarak bekleme­
nin ne kerte güç olduğunu düşündükçe sövüp sayan Sad ı k
Baba, dördü ncü g ü n , ikindiüstüne doğru gözcü arkadaş ı n ı n
çald ı ğ ı işaret ı s l ı ğ ı üzerine silkinip toparland ı . Yol u n döneme-
472
cinde birdenbire Hasan Kardeşko ile iki yanı nda yürüyen Boş­
nak N u ri ve Kurna köyü korucusu Osman meydana çıktı . Za­
val l ı ları n bütün gövdeleri , zi ncirlerin ağ ı rl ı ğ ı altı nda iki büklüm
görünüyord u . Ayakları bukağ ı l ı olduğu gibi, boyunları na dola­
nan ağ ı r işkence zincirleri , bileklerine de sarı l ı yd ı . Kafilenin
çevresi nde altı silah l ı jandarma yü rüyord u . Art ı k yaklaşmı şlar­
d ı . Saçları , sakalları uzam ış, zayıflam ış, gözlerinin altı çürü­
müş olan üç arkadaş, zincirlerini u mutsuzca sürüklüyord u .
Sad ı k Baba, jandarmalara b i r zarar getirmeden arkadaşla­
rı n ı kurtarmak istediğinden verdiği bir işaretle hepsi pusudan fı r­
layarak namluları jandarmalara doğrulttu, durumun güçlüğünü
hemen kavrayan jandarmalar, mavzerlerini yere atarak ellerini
havaya kaldı rd ı lar. Jandarmalardan biri Sad ı k Baba'n ı n yard ı ­
mıyla bukağ ı ları n kilitlerini açtı . Birkaç dakika sonra ağ ı r zincir­
ler, öldürülmüş birkaç yı lan gibi yolun ortas ı nda yatıyordu.
Sad ı k Baba bu zincirleri Şile'ye dek taşı mak zorunda ka­
lacak jandarmalara şimdiden acıyord u :
- Çocuklar, ded i . Biliyoru m . Yüzbaşı sizi çok h ı rpalaya­
cak. Belki de y ı llarca hapis yatı racak. Ne yapay ı m ki size acı ­
d ı ğ ı m gibi elinizden ald ı ğ ı m arkadaşlarıma d a acıyorum , ister­
seniz geli n , sizi de ku rtaray ı m .
Altı jandarma da u m utsuzluktan kurtulmuşa benziyord u .
Yüzleri ayd ı nlan m ı ştı . Sad ı k Baba, bu ndan yüreklenerek:
- Haydi çocuklar! ded i . Siz de gelin bizimle. Ulusu, mem­
leketi bu kara yürekli düşmanlardan , kızıl elli nankörlerden
kurtarmaya savaşan Anadolu'daki büyüklerimize götüreli m .
Yer yer toplanan kardeşlerinize katıştı ral ı m sizi .
Altı jandarma bu söz üzerine yine somu rttu. Onlar, bütü­
nüyle padişahçı propagandan ı n , o korkunç fetvan ı n etkisi al­
tı ndayd ı . Bolşevik Anadolu'ya gidemezlerd i . Bunu anlayan Sa­
dık Baba, not defterinden kopard ı ğ ı bir kağ ı d ı Şile jandarma
kumandan ı na verilmek üzere bir mektup yazarak jandarmalar­
dan birine verd i :
- Bu kağ ı d ı Yüzbaş ı n ıza veri n , ded i . İçinde mahpusları
elinizden ald ı ğ ı m ı yazd ı m . Kendinizi cezadan kurtarmak için
473
"Sad ı k Baba, üzerimize yüz kişi ile çullandı ve mahpusları eli­
mizden ald ı . " Deyin e m i ? Haydi bakay ı m . Toplay ı n zincirleri ,
al ı n tüfeklerinizi de düşün yola.
Jandarmalar, tüfeklerinin kendilerine verilmesine çok se­
vindiler. Tüfekleri n i al ı p zincirleri yüklenerek arkaları na bakma­
dan Şile'ye doğru yola koyuldular. Zincirlerin ağ ı rl ı ğ ı altı nda
sendeliyorlard ı .
Sad ı k Baba ile arkadaşları ku rtard ı kları ü ç arkadaşları n ı
d a alarak iki g ü n süren aldatıcı zikzak bir yürüyüş yapt ı lar. Bir
akşam Küçük Çam l ı ca'daki Tevfik Hoca' n ı n Kuvayı Milliyeci
dergah ına s ığ ı nd ı lar.
Artık cennet kokular ı , güzellikleriyle dolu fundal ı kları n , se­
rin Alemdağ ' ı ormanları n ı n tadı kalmam ıştı . Mevsimin ilk karı ,
çeteciler için çetin günlerin gelip çattığ ı n ı anlatıyord u . İşte he­
men bu sı ralarda İstanbul'dan Anadolu'ya kaçmalar başlam ış­
tı . Silah kaçakç ı l ı ğ ı da kimi tehlikelerle karşı laşıyordu. Bu yüz­
den Yenibahçeli Şükrü , Dayı Mesut, Yavuz Fehmi Beyler, sert
bir komitecilik örgütüyle istanbul'dan Orta Anadolu'ya giden bir
izi güvenli bir kanal durumuna getirmek üzere son güçleriyle
çal ışıyorlard ı . Bu sı rada Kuşçubaşızade Eşref Bey de bir yıldır
inlediği Malta Adası mapushanesinden kurtulup gelmiş, bu hız­
l ı çal ışmalardaki rolünü alm ı ştı . Eşref Bey, kendisi de Çerkez
olduğundan Adapazarı , Düzce, Bolu bölgesinin ne türlü tehlike­
ler saklad ı ğ ı n ı pekiyi sezinliyordu. Bu bölgeyi bir güvenlik böl­
gesi olarak elde tutmad ı kça istanbul'da Anadolu'nun en yakın
bağlantıs ı n ı sonuna dek sürdürmenin elde olmad ı ğ ı n ı biliyordu.
Bundan dolayı şimdiden bu bölgede güçlü Kuvayı Milliye örgüt­
leri yapmak gerekiyord u . Eşref Bey'in bu isteği , Karakol Örgü­
tü arac ı l ı ğ ıyla eskiden beri tan ıştığ ı M ustafa Kemal'e bildirildi.
O da bunu benimseyerek Eşref Bey'i Adapazarı , Düzce, Bolu
bölgesi Kuvayı Milliye kumandanlığına atad ı . M ustafa Kemal'in
buyruğu gelir gelmez Karakol Örgütü hemen davranarak Koca­
eli ile Bolu bölgesi örgütü için çal ışmaya başlad ı .
Tevfik Hoca'n ı n dergah ı n a postu serip tembel, uyuşuk
günler geçiren Sad ı k Baba, nerden ne çı kacak diye bekleyip
474
dururken Yavuz Feh m i Bey'den gelen haber üzerine Karakol
Derneği'nin Üsküdar dal ı üyelerinden Ahmet Halim Bey'in İm­
rahor'daki evine gitti . Birkaç y ı ld ı r Eşref Bey'i görmemişti . İki
özlemli gibi sarı l ı p öpüştüler. İki eski Teşkilatı Mahsusacı ol­
dukları gibi Abdülhamit'in saltanatı zaman ı nda da İzmir'de jan­
darma ku mandan ı olan Eşref Bey'le birlikte Ege dağları nda
Çakı rcal ı Mehmet Efe'yi yakalamaya gitmişlerdi.
Sad ı k Baba, Ahmet Halim Bey'in evi nde Eşref Bey'den
başka Ahmet Halim Bey'i n kardeşi Adi l , E nver Paşa'n ı n başya­
veri Eşref Bey'le de karşılaştı . Görüşüp anlaştılar. Kartal , İz­
mit, Adapazarı , Kand ı ra, Şile, Bolu bölgesinde Müdafaayı Hu­
kuk Dernekleri ku rulacaktı . Halk, düşmana karşı silahlandı rı la­
cak, gereksenen savaş araçları da Yenibahçeli Şükrü Bey'in
Çal köyü ndeki karargah ı ndan al ı nacaktı .
Sad ı k Baba, hemen ertesi g ü n , Eşref Bey'le baş başa ve­
rerek çal ı şmaya başlad ı . Buluşma yerleri Doktor Naz ı m Pa­
şa' n ı n köşküyd ü . Hemen örgüte koyuldu lar. El altı ndan milis
topluyor, silahland ı rı yor, burda sakl ı yorlard ı . Sad ı k Baba, bu
köşkte on bir gün durmadan vızır vızır işleyip çal ı ştı . Kuvayı
Milliye bölgelerinden birinde çal ı ş ı r gibi serbestçe çal ı ştıysa da
hiçbir terslikle, ihanetle karşı laşmad ı . İşleri ni bitirmiş, Eşref
Bey'in işlerini bitirmesi ni bekliyord u . Art ı k can s ı k ı ntısı ndan
patlamaya başlam ışt ı .
Sisl i , pusl u , karanl ı k k ı ş havası b u can s ı kı ntısına tuz biber
ekiyord u . Akşamüstü kendini d ı şarı atarak Çamlıca Suyu'nun
kaynağ ı na doğru şöyle kısa bir gezintiye ç ı ktı . Karlara batıp ç ı ­
karak ilerliyordu. Birdenbire gözlerine çarpan b i r şey, tehlikenin
burnunun dibine geldiğini ona anlatt ı . Üsküdar-Kısıklı yolu üze­
rinde bir insan kalabal ı ğ ı gördü. Bu, silah çatm ış bir İ ngiliz müf­
rezesinden başka bir şey değildi . Bir önsezi Sad ı k Baba'ya bu
askerlerin kendileri için geldiğini bildiriyord u . Bacakları n ı n bü­
tün gücüyle köşke doğru koşmaya başlad ı . Hemen arkadaşla­
rı n ı toplad ı , akşam karanl ı ğ ı çökerken köşkten birer, ikişer ay­
rı larak Tom rukağası üzerinden Büyük Çamlıca s ı rt ı n ı aştı lar,
seğirterek Duhanizade Çiftliği'nin çam l ı kları na daldı lar.
475
Onlar, köşkten ayrı ld ı ktan yirmi dakika sonra iki dağ topu,
dört ağ ı r makinal ı tüfekle gereçlenmiş bir İ ngiliz taburu , koşar
adı m köşkü çevreleyen s ı rtlara, tepelere tı rman ı p mevziye gir­
di. Köşkü , çepeçevre sarıp bütün yol kavşakları n ı tuttular.
Sonra, topluca yaptı kları gibi saldı rıyla köşkün kapı ları n ı , pen­
cerelerini kırıp içeri girdiler.
Bir kez daha Sadık Baba' n ı n fendi İngilizleri yenmişti . İ ngi­
liz izleme taburu elleri boş geriye dönerken Sad ı k Baba ile
adamları da Dudullu köyüne varmıştı . Alemdağ ' ı üzerindeki kü­
çük korulukta karatavukları n, nar bülbüllerinin konuğu oldular.
Surda verdikleri mola, bir okul bahçesinde çocukları n kayg ısız
cıvı ltılarıyla dolu eğlenceli yaşayışı ndan tatl ı bir sahneyi and ı rı ­
yordu. Kuşçubaşı Eşref Bey'in yirmi dört adam ı , Sad ı k Baba'n ı n
eski çetecileri gibi pişkin olmadığı ndan yorulmuşlar, b u mola da
onlar için verilmişti. Ne var ki birkaç dakika dinlendikten sonra
hepsi de canlandı . Konuşuyor, gülüşüyor, bağrışıp çağrışıyordu.
Sad ı k Baba, hem Eşref Bey'in bu yirmi dört yiğit adam ı n ı ,
hem d e kendisininkileri gözden geçiriyord u :
"Bu ağac ı n dibinde, gözlerini kucağ ı ndaki filintas ı na dikip
düşünen, kara, dik bıyıkl ı gence Kası m paşal ı Çamu r İzzet der­
ler, düşünceli bir delikanl ı gibi görü n ü rse de ne görünüşüne
inan ı p usl u , ne de takma ad ı na bak ı p sıvışık sanmay ı n ız. Dur­
gunluğu tilkiliğinden , çamurluğu da sertliğindendir. Gerçekten
de çok ku rnaz ve yürekli bir erdir. Karşısı nda d u ran tatlı bakış­
l ı , güler yüzl ü , kibar yap ı l ı adamcağ ı z da Filip Mehmet'tir. Gö­
rünüşün ü n tersine, ağ ı gibi acı , gerektiğinde de u macı olan bir
afettir. Galatal ı Rıfat için çokça bir şey diyemeyeceği m . Niteli­
ğini ad ı n ı n baş ı nda taşıyan bu delikanl ı da çok namuslu ve bi­
leğine güvenen bir afacand ı r. Mustafa Çavuş ile Necati , maya­
ları kanla yoğrulmuş, yurt savaşları içinde yorulmuş iki Girit as­
lan ı n ı n yürekleri yan ı k vatan yavruları . Köye giden yolun kıyı­
sı nda gözcülük eden delikanlıya da Sarı M ustafa derler. Atı l ­
g a n v e yu rtsever bir nankör düşman ı , kayan ı n üzerinde karş ı ­
l ı kl ı yarenlik edenlerden biri Adapazarı l ı Abd i , öbürü de Kör
Hamit, ikisi de birer emekli savaşçı . "
476
Çevre, diz boyu kuru karla örtülüyd ü . Delikan l ı ları n bu kar­
lar üzerinde boğuşmaları , yatıp yuvarlanmaları Sad ı k Ba­
ba' n ı n çok hoşuna gidiyord u . Kendi adamlarıysa çok çetin
günlerden geçtiklerinden bu taşkı n yaşamak sevincine ortak
olam ıyorlard ı . Eşref Bey, Teşkilatı Mahsusa' n ı n en yaman
adam ı olduğuna göre mutlaka bu genç çeteciler de ona uyg u n
savaşçı lard ı . Başka türlü d e olamazd ı .
Sad ı k Baba, böyle insanları değerlendirerek düşünüp du­
rurken Dudullu köyünden koşarak gelen bir haberci , K ı s ı kl ı
jandarma karakolundan biraz önce ald ı ğ ı bir haberi Sad ı k Ba­
ba'ya ulaşt ı rd ı :
- Bir İ ngiliz izleme bölüğü M uhacir köyüne doğru in mek­
tedir.
Sad ı k Baba, hemen çocukları arkası na takarak yola ç ı kt ı .
Karanl ı k bast ı ğ ı nda Kosoy'u n kendisini vaktiyle gizlediği boş
Sultan M urat köşküne gitti. Dost Kosoy, o gece bütün milisle­
re çok güzel bir şölen çekti . Gerçekten bir şölen gecesinde ol­
duğu gibi yeyip içtiler, eğlendiler.
Ne var ki bu güzel gecenin sabah ı nda yürekleri ni derinden
sızlatan , dişlerini kı rarcas ına s ı kt ı ran korkunç bir cinayet habe­
ri alarak sars ı ld ı lar. Şile'den gelen haberci, olayı Sad ı k Ba­
ba'ya ağlayarak şöyle anlattı :
- Şileli cellatlar, "Sadık Baba 'yla Yavuz Fehmi'ye yardım
ediyorsun " diye Şile Belediye Başkan ı Ali Bey'i çarş ı n ı n tam
ortası nda parçalad ı lar. Çok mert adamd ı o. Yalvarmad ı bile
zali m düşmanlara ! S ı k ı lan kurşunlar, saplanan süngüler karş ı ­
s ı nda Türk varl ı ğ ı n ı n , Türk kahraman l ığ ı n ı n kızıl b i r mermer­
den yapı l m ı ş örneği gibi dimdik durdu. Kurşunları n girdiği bağ­
rı ndan , palaları n açtığı yaralardan , süngülerin deldiği damarla­
rı ndan kan fışkı r ı rken o yine bağ ı rd ı :
- Yaşası n Mustafa Kemal ! Var olsun Türklü k !
Onun bu hayk ı rı ş ı , alçakları büsbütün kudu rttu . Attılar,
vurdular, kestiler ve en sonra kemikleri n i parça parça, etlerin i
lokma lokma ettiler. Yazı k oldu demeyeceğim A l i Efendi'ye. O,
umarı m ki Şile'n i n ı slak toprağ ı n a değ i l , aziz ve kadir bilir Türk
477
ulusunun yüreğine gömüld ü . Ne mutlu ona. Hep imreniyoruz
onun şan l ı ölümüne. Ne var ki arkada bı rakt ı ğ ı boyn u bükük
öksüzlerin , gözü yaşlı karısı n ı n durumu ne olacak bilmem?
Daha şimdiden aç ve açı kta kaldı lar.
Sad ı k Baba, bu çığl ı ğ ı daha çok dinleyemed i . Gözlerini
açarak şöyle bağ ı rd ı :
- Yeter arkadaş, Allah rızası içi n ! Onlara elbette ulus ba­
kacak. Tasalanma bunun içi n .
Sad ı k Baba, bunları güçlükle söyleyerek yeri nden fı rlad ı .
S ı k ormanlara doğru koştu, ağaçlar ı n b u tap ı nak sessizliği
içindeki kuytusunda h ı rsı ndan h ıçkı ra h ı çkıra ağlad ı , saatler­
ce, saatlerce ağlad ı . "Ne yazık ki aldığım yeni görev, Şile ye
uzanmak, onu öldüren elleri bulup birer birer kırmak, evlerini
başlarına yıkmak, ölülerini enkaz arasında yakarak kutlu şehi­
din öcünü almaklığıma elverişli değil. " diye söylendi .
Surdan yola çı karak Ömerli üzerinden H iciz ( Heciz, Yeşil­
vadi) köyüne varıp orda gecelediler. Geceleyin Kuşçubaşı Eş­
ref Bey, yan ı nda dayısı Mahmut, kay ı n biraderi süvari üsteğme­
ni Fahri Beyler olarak çıkageldi . Sabahleyin gün ışı rken karları
gıcı rdatarak yola ç ı ktı lar. Eşref Bey'le iki akrabası atl ı , ötekiler
de yayan gidiyord u . Çok zor bir yolculuktu bu . Burn u , kulakları ,
parmakları donduran soğuktan başka diz boyu kar da yürüyü­
şü engelliyord u . Eşref Bey, çok tezcanl ı bir adam olduğundan
yayaları n ağ ı r aksak yürüyüşünden çok sıkıld ı . Kendilerini De­
ğirmençayırı'nda bekleyeceğini söyleyerek atı n ı sürüp gitmeye
davrandı . Sad ı k Baba, bura jandarmas ı n ı n tehlikeli olduğunu
bildiğinden buna karşı durmak istediyse de Eşref Bey dinleme­
yerek dayısı , kayı nbiraderiyle birlikte atı n ı sürerek gitti .
Sad ı k Baba, adamlarıyla kara bata ç ı ka ilerliyord u . Kar,
diz boyu ndan bellerine yükselmişti ; du rmadan yağ ıyord u . On­
lar karlarla böyle bayağ ı güreşerek, g ü lüşerek boğuşup duru r­
ken Eşref Bey'in dayısı atı n ı doludizgin sürerek onları n yan ı na
geld i :
- Sad ı k Baba, ded i . Değirmençay ı r ı ' nda otururken jan­
darmalar habersizce bizi sard ı lar. Ben , hayvan ı ma güvenerek
478
kaçtı m . Eşref'le bizim Fahri şu sı rada tehlikedeler. Aman, biraz
çabalay ı n kurtaral ı m şunları .
Sad ı k Baba' n ı n dediği çıkm ı ştı . Ne var ki kar, yayaları
güçsüz bı rakm ı ştı . Buna bakmadan son damla güçlerini har­
cayarak Değirmençay ı rı 'na yaklaştı lar. Akşam karanl ı ğ ı bası ­
yord u . Jandarmalar, köye girip Eşref Bey'le arkadaşı n ı tutukla­
yacakları na köyün d ı ş ı nda pusuya yatm ı şlard ı . Köyden çı kar­
ken onları yakalamak istedikleri anlaş ı l ı yord u .
Sad ı k Baba, h e m e n köyü sararak pusuya yatan jandar­
maları n çevresi n i adamları ndan bir başka çemberle çeviriver­
di. Jandarmalar, bu ateşli çember önünde epeyce güçlük çı­
kard ı larsa da Sad ı k Baba ile adamları köye girerek Eşref
Bey'le Fahri Bey'i ku rtard ılar. Jandarman ı n yeni bir kahpeliği­
ne uğramamak için de hemen Akçakilise'ye (Akçakese-Kand ı ­
ra) doğru yola dizildiler. Geceyi bu rada geçirerek sabahleyin
tanyeri atarken Adapazarı yönünde yola ç ı ktı lar. Karlarla ağar­
m ı ş tepeler, ağaçlı klar, ovalar geçerek üç g ü n sonra Adapaza­
r ı ' na ulaştılar.
Burada dört gün dinlendirici bir mola vererek yine yola di­
zi ldi ler. İki günlük sürekli , öldürücü yürüyüşten sonra Hen­
dek'le Düzce'yi arkada bı rakarak Bolu Dağ ı 'ndaki Elmal ı k de­
nen yerde hanlara yerleştiler.
Kuşçubaşızade Eşref Bey, dayısıyla kayı nbiraderini yan ı na
alarak Müdafaayı Hukuk Örgütü kurmak üzere Bolu'ya yollandı .
Sad ı k Baba, burada sarayla yakı n l ı k kurmuş Abaza, Çer­
kez halkları n ı n kendilerine karşıt bir duvar gibi kapand ı kları n ı
görd ü . Eşref Bey'in Bolu 'da b i r y ı ğ ı n güçlükle karş ı laştı ğ ı ha­
beri ni ald ı . Elinde bulunduğunu söylediği Kuvayı Milliye güçle­
rine kimse inan m ı yord u . Bolu 'da Eşref Bey'in durumunu güç­
lendirmek üzere elinin altı ndaki otuz yedi kişilik milisi iki yüz el­
li kişi göstererek, buna göre ayakkabı , çamaş ı r gereksediğini
Eşref Bey'e bildird i . Gönderdiği yaz ı n ı n altına "Yirmi Birinci
Müfreze Kumandanı " diye yazd ı . İ ki gün sonra Sarı Mustafa'ya
yazd ı rd ı ğ ı mektubun altı na da "Yirmi İkinci Müfreze Kumanda­
nı " diye yazdı rd ı .
479
Eşref Bey, Bolu'da kurduğu Müdafaayı H u kuk Örgütü'nde
bunları herkese okuyarak büyük bir propaganda olanağ ı elde
etmişti .
Bolu'da örg ütü nü kurduktan son ra Ankara'dan ald ı ğ ı buy­
ruk üzerine Beypazarı ' na geçti . Ordan Sad ı k Baba'ya yazd ı ğ ı
mektupta:
- Adapazar ı ' nda belirmekte olan ayaklanış kı m ı lt ı s ı n ı
bastı rmakla görevlendirildik. Şimdi , buyruğuma verilen b i r bö­
lük piyade ile gönüllüleri silahland ı rmak üzere ald ı ğ ı m yüz ta­
ne Berdanka Rus tüfeğiyle birlikte Nal l ı han üzerinden Mudur­
nu 'ya geçeceği m . Orada benimle birleşmek üzere yola çıkınız.
Sad ı k Baba, bu mektubu al ı r almaz hemen Elmal ı k'tan ay­
rılarak yola ç ı ktı . Düzce'ye uğrayarak Akyaz ı boğaz ı n ı geçti .
Kuzuluk köyü üzerinden üç günlük zorlu bir yürüyüşle Mudur­
nu 'ya vard ı . Yolda en küçük bir teh like bel i rtisiyle karşı laşma­
m ı ştı . Mudurnu 'ya varı ld ı ğ ı nda Eşref Bey henüz gelmemişti .
Oraya vard ı ğ ı n ı n beşinci günü Eşref Bey yan ı nda bir piyade
bölüğü, iki makinalı tüfek, bir dağ topuyla Adapazarı 'na doğru
yü rüyüşe geçtiler. Adapazarı ' n ı n tarlalarıyla bahçelerine var­
d ı kları nda baskı n tertibatı ald ı lar.
Adapazarı Kaymakam ı Mustafa Bey'in Kuvayı Milliye'ye
aykırı düşünceler beslediği söylentisi yayg ı n d ı . Ordan ilk ge­
çişlerinde Eşref Bey'le Sad ı k Baba müfrezesine epeyce soğuk
davranm ıştı . Adapazarı 'nda geceleyecekleri bir yer sağlamak­
tan dikkatle kaç ı n m ıştı . Tü rkçesi onları kasabada konuk etme­
mek için bir güzelce dikilmişti . Onlar ardan geçip g ittikten son­
ra da Kaymakam M ustafa Bey, İstanbul hükü metine Eşref
Bey'le Sad ı k Baba üstü ne kışkı rtıcı telgraflar çekmiş, onlara
karşı bir düşman l ı k havası yaratm ı şt ı . Vahdettin'le Damat Fe­
rit de Has Hazi ne M üdürü Çerkez Zeki'yi birkaç padişahçı ko­
damanla birlikte hemen Adapazarı ' n a göndermişti . İngilizler de
İstanbul'dan kaç ı rd ı kları bu avları n ı bu rada da tedirgin etmek
üzere davranm ı şlar, Damat Ferit'le birlikte H ü rriyet ve İtilaf
Partisi'ni de kışk ı rtmışlard ı . Sad ı k Baba'yla Eşref Bey'in ard ı n­
dan buralara bir sürü İ ntelligence Service'ci , hacı hoca kışkı r-
480
tıcı gelmişti . Hepsin i n ceplerinde de Osman l ı , İngiliz alt ı n ları
ş ı ng ı rd ı yord u . Adapazarı 'nda çekilen korkunç nutuklarla bun­
ları destekleyen torba torba alt ı nlar, Adapazarı halkı n ı ağu­
lu(ağ ı l ı ) dikenlerle kapl ı korkunç bir bahçeye benzetmişti . Mü­
dafaay ı Hukuk Örgütü'nü istemedikleri n i söyleyen halk, örgüt
için d ı şardan gelecekleri de silahla karş ı layacakları n ı her yana
bildirmişti .
İşte Eşref Bey'le Sad ı k Baba müfrezesi , Adapazarı ' na var­
d ı ğ ı nda durum böyleydi . Eşref Bey hemen Belediye ile hükü­
met konağ ı arası ndaki bölgeyi kuşatarak, bütün yolları tuttur­
d u . Sad ı k Baba da bu sı rada kasaban ı n İzmit'le olan haberleş­
mesini körletmek üzere telgraf tellerini koparttı , demiryolu is­
tasyonu ndaki telgraf maki nesini da çal ı şamayacak duruma
getird i . Sad ı k Baba, bu işleri bitirdikten sonra, Tepecik s ı rtı na
çı karak dağ topunu oraya yerleşti rdi ; kendisi de baş ı na geçti.
Sad ı k Baba'n ı n Eşref Bey'le verdikleri karar, şöyleyd i :
Kasabaya elden geldiğince kan dökmeden girecekler, is­
temleri n i güzellikle kabul ettirip Müdafaayı H u kuk Örgütü' n ü
kurdu racaklard ı .
Bundan dolay ı , h içbir silah patlamadan önce yap ı lacak
barışç ı l işleri uyg ulamaya başlad ılar. İyi n iyetlerle geldiklerini
halka bildireceklerdi.
Sad ı k Baba, kasaban ı n ikinci komiseri İbrahim Bey'i bir
aracı ile yan ı na çağ ı rttı . Başı nda bulunduğu toptan başka top­
ları da bulu nduğu n u gösterecek biçimde mevziler yapt ı ran Sa­
d ı k Baba, Komiser İbrahim Bey'e bunları göstererek:
- Bak, kapı yoldaş ı , dedi. Güçlerimize karşı ufak bir kar­
şı koyma gösterilirse hemen şehri yakacağ ı m . Emir kesindir.
İşi kaymakama ve jandarma kumandan ı na anlat.
Kaymakam, bu ku ru s ı kıyı kolayca yuttu . Kasabayı saran
müfrezenin gücü nü bilmediğinden , önemseyerek korktu . Eşref
Bey, Sad ı k Baba' n ı n yarattı ğ ı bu korkudan bütün becerikliliğiy­
le yararlandı . H ü kümetle halkı n şaşkı n l ığ ı n ı n açt ı ğ ı dümdüz
yoldan şehre gird i . Jandarmayı kendi müfrezesine kattı duru­
ma egemen old u .
48 1
Sad ı k Baba, şehre girmeyerek çetesiyle birlikte tek dağ
topunu bir batarya gibi göstererek padişahçı lara korku saldı .
Tek topu n başı nda dikilip geceyi açı kta geçiren Sad ı k Baba, ta
Bulgaristan Balkanları nda başlayı p buralara dek kendisini sü­
rükleyen katmerl i , sayısız serüvenlerle yüklü yaşay ı ş ı n ı ister
istemez yıldızları seyredip karanl ı ğ ı eski bir dost gibi okşaya­
rak bir kez daha yaşad ı :
Çocukluğu, bir düş gibi Balkan şehirlerinde, dağları nda
geçmişti . Sofya'daki Bu lgar Harp Okulu'ndan ç ı ktığı u m utlu yıl­
lar ne çabuk geride kal m ı ş , subayl ı ktan , ereksiz, başı boş bir
Balkan Komiteciliğine geçiş nas ı l da göz açı p kapamadan ol­
muştu . Yıllarca o güzel , yalç ı n doğa güzellikleri içinde bomba,
tüfek kurşunları g ü rü ltüleri , her saat başı nda insan gövdelerin­
den fışkı ran kan fıskiyeleri karş ı s ı nda amaçsı z nas ı l yaşayı p
gitmiş, buna da kendince yaşamak demişti.
H içbir amaç peşinde koşmadan, salt serbestliğin, özgürlü­
ğ ü n tad ı n ı çı karmak için bunca kan dökmenin ne anlam ı var­
d ı ? O da Sandaneski-ler, ötekiler gibi Makedonya'n ı n , Bulga­
ristan' ı n ideallerinden biri için çal ışsayd ı yine neyse neydi ! En
sonra bir dek geliş onu bu anlamsı z saçma, çetin yaşayıştan
birdenbire uzaklaştırmıştı . Balkanları n , Osmanl ı İ mparatorlu­
ğu'nun bu genç Stoyan Kaptan'ı bir gün bir tuzağa düşürüle­
rek jandarma yüzbaş ı s ı Ahmet Bey'le baş başa kald ı . Ünlü ko­
miteci Sandaneski onu tuzağa düşürmüştü . Şu Sandaneski
herifini öldü rmeden g itmek ona pek acı geliyord u .
Yüzbaşı :
- Ne o Stoyan , seni çok üzgün görüyoru m ? Yoksa nöbet­
çiler, sana ağ ı r söz mü söylediler? diye sord u .
- Ah Yüzbaş ı m ! Şu alçak v e kahpe Sandaneski'den öcü­
mü almadan ölmek bana ne kerte ağ ı r ve acı geliyor bilsen !
Şurada geçirdiğim her dakika bile bana öyle acı veriyor ki !
Yüzbaş ı Ahmet Bey insancı l bir adamd ı . Onu bir saat din­
ledikten son ra, onun yaral ı yüreğini y ı kayan şöyle güzel sözler
söyledi :
- Ac ı d ı m sana Stoyan. Sen gerçekten doğan ı n yan ı larak
482
yad ellerde yaratt ı ğı bir zaval l ı s ı n . Ruhun ve duyguları n ne se­
ni büyüten toprağa ve tapındığ ı n dine, ne de taşıdığ ı n ada
uyuyor. Bu ruh ve duygu ile senin bize karşı nas ı l silah çevir­
diğine şaşt ı m doğrusu . Ben , seni patlamak üzere erek arayan
baş ı boş ve dümensiz bir deniz torpiline benzetiyoru m . Yazı k
olmuş sana. Sen ülküsüz yaşam ışs ı n bugüne değin.
Yüzbaşı Ahmet Bey, bir saat du rmadan konuştu . En son­
ra yüzü nde beli ren tatl ı , sevimli bir gülümseyişle:
- Şimdi, söyle bana Stoyan , dedi . Bizimle yaşayıp ölmek,
bizim ülkemizi ülke, ülkümüzü kendine ülkü edinmek ister misin?
Stoyan Kaptan , bunun üzerinde çok uzun düşünmedi . Bu
iyiliğin anlam ı n ı birdenbire kavrayarak sevi nçle Yüzbaş ı n ı n
göğsüne atı ld ı . O n u n yanakları n ı minnetle öptü , öptü . . . Ahmet
Bey de onu yanakları ndan öperek onun yeni ü lküsünü ve ül­
kesini kutlad ı . Art ı k bu dakikadan sonra Stoyan Kaptan' ı n ül­
küsüyle ülkesi, jandarma yüzbaşısı Ahmet Bey'in ülküsüyle ül­
kesiyd i .
Stoyan Kaptan on gün son ra Demi rhisar Kaymakamı
Mustafa Arif Bey'le birlikte Serez H ü kü met Konağ ı nda Muta­
sarrıf Reşit Paşa'yla (Sivas Kongresi zaman ı nda ünlü Sivas
Valisi) 9. Tümen Kumandan ı İbrah im Paşa' n ı n karşısı ndayd ı .
Stoyan' ı n yapt ı ğ ı işler ona bir dev ü n ü bağ ışlam ıştı . Paşalar,
karşı ları nda bu bol kara sakal l ı , ufak tefek, kara ateş bakı şl ı ,
ayd ı n yüzlü adam ı görü nce şaş ı r m ı şlard ı .
Uzun sakall ı , d i k bıyıkl ı , etkin bakı şl ı , uzun boylu , iri yarı
bir adam olan M utasarrıf Reşit Paşa, güler bir yüz, tatlı bir dil­
le ona:
- Stoyan , dedi. Acı felaketler kimi zaman işte böyle umul­
mayan gerçek mutluluklar da getirir insana. H ü kümetimizin
adalet ve şefkatine s ı ğ ı nd ı ğ ı n ı öğrenince sözüme inan , çok
sevindim . Hele Müslüman l ı ğ ı benimsemek içi n gösterdiğin is­
tek beni ayrıca çok duyguland ı rd ı . Her ikisi de yumlu (uğurlu,
mübarek) ve kutlu ols u n . Dileğin gibi seni yan ı mda al ı koyma­
yı ve çetelerle uğraştı rmayı çok isterd im. Ancak ilkin tutulduğu­
nu ve son ra da Müslüman l ı kla şereflenmek, çete izlemelerin -
483
de ulusa hizmet etmek dileğiyle padişah ı m ı n af ve acı ması na
sığ ı nd ı ğ ı n ı ve hükü metimizin adaletli ocağ ı na, şefkatli kucağ ı ­
na atı ld ı ğ ı n ı Y ı ld ı z'a, Padişah ı m ız efendimize bildirmiştik. Üç
gün önce Yıldız Telgrafhanesi'nden Gazi Ethem Paşa Hazret­
leri'nin imzasıyla bir telgraf ald ı k. Sana şunu müjdeleyeyim ki
hükümeti n bağ ı şlayıcı kanad ı altı na s ı ğ ı nd ı ğ ı ndan ve Müslü­
man l ı kla şereflenmek istediğinden büyük padişah ı m ız çok
hoşnut kal m ı ş , bütü n suçları n ı affederek seni görmek istemiş.
Senin için büyük ve şerefli bir ergidir bu. Sonra Ethem Paşa
Hazretleri de seni kendisine manevi evlat edindiğini ve sana
"Mehmet Sad ı k" ad ı n ı verdiğini bildiriyor ve ilk araçla da istan­
bul'a gönderilmeni buyu ruyor. Bu akşam, tümen emir subayı
Süleyman Bey'le yola çı kacaks ı n ı z . Nas ı l sevindin mi? Şimdi
müftü efendi sana dinsel telki nlerde bulunacak, biz de ad koy­
ma törenini yapacağ ız.
Stoyan Kaptan , az kalsın sevincinden ç ı ld ı racaktı . Tören
bittikten sonra, s ı rt ı ndaki çete giynekleri ni ç ı karı p atan genç
adam , Reşit Paşa'n ı n verdiği giynekleri s ı rt ına geçirdi. Ayna­
n ı n karşısı na geçince bu yeni k ı l ı ğ ı n a kahkahalarla güldü : S ı r­
tı nda koyu lacivert bir kostüm , altı nda kolal ı ak bir gömlek, iki
katl ı yaka, renkli güzel bir kravat vard ı . Bununla orta halli bir
kalem efendisine benziyord u . Baş ı ndaki uzun püsküllü kırm ı z ı
fesi, görü nüşü bütü nlüyord u .
Ertesi gün e m i r subayı Yüzbaşı Süleyman Bey'le İstan­
bul'a varan Mehmet Sad ı k, süslü bir faytona atlayarak Padi­
şah Abdülhamit'in otu rduğu Yıldız Sarayı'na gitti.
Yıldız Saray ı ' n ı n kapısı nda, bir ı ş ı ltıyla uzun kırmızı fesli ,
s ı rmal ı giynekler giymiş iki kapıcı yerlere eğilerek Mehmet Sa­
d ı k'la Yüzbaşı Süleyman Bey'e yol verd i .
Gazi Ethem Paşa'n ı n Kurmaybaşkanl ı ğ ı odas ı na alındı lar.
Ethem Paşa, Mehmet Sad ı k' ı görünce düş kırıkl ı ğ ı na uğrad ı .
Yüzbaşı Süleyman Bey'e:
- Demek Stoyan Kaptan dedikleri bu adamcağ ı z m ı ş , öy­
le m i ? diye küçümseyerek sord u .
484
Mehmet Sad ı k, o anda kendisinin de bir subay olduğunu
anarak yerinden fı rlad ı . Topukları n ı birbi rine vurup serbest bir
davranış, yüksek bir sesle şöyle ded i :
- Evet, Paşa H azretleri ! Eski İ nci Kaptan oğlu Bulgar
Stoyan ve yeni Gazi Ethem Paşa'n ı n oğl u Mehmet Sad ı k Kap­
tan işte ben i m .
Ethem Paşa g ü ldü :
- Yaa öyle m i , küçük kaptan ? ded i . Peki , otur bakal ı m
şöyle.
Ethem Paşa hala dikkatle onu süzüyord u . Birçok şeyler
düşündüğü anlaş ı l ı yord u . Neden sonra:
- Oğl u m Mehmet Sad ı k, ded i . Hayalimde bugüne dek
seni uzun boylu , geniş omuzl u , i ri yap ı l ı ve palabıyıkl ı bir adam
olarak yaratm ı şt ı m . Seni böyle ufac ı k ve çelimsiz görünce bir­
den şaşalad ı m . Allah biliyor ya İbrahim Paşa' n ı n tezkeresi ol­
masayd ı sen i n Serez ve dolayları n ı karı ştı ran ve her yana kor­
ku salan Stoyan Kaptan olduğuna pek i nanmayacaktım doğru­
su. Bunun için kalbin kırı lmas ı n e mi?
Ethem Paşa, odadan ç ı ktıktan sonra Zaptiye Naz ı rı Fehim
Paşa fesini yana y ı km ı ş , göğsü nişanlarla dolu olarak içeri gir­
di. Arkas ı ndan Çerkez Mehmet Paşa, Beşiktaş Muhafız Yar­
d ı mcısı Vasıf Paşa, Başhafiye Ahmet Paşa gibi Abdülhamit'in
say ı l ı adamları , birer birer odaya girerek bu ünlü komiteciyi
gözden geçirdiler.
Çerkez Meh met Paşa ona bitmez tükenmez sorular sor-
du:
- Demek Bulgaristan'da ağ ı r topçu subayı idi n , öyle m i ?
- Evet, paşam .
- Neden bu mesleği b ı rakı p eşkıya old un?

- Yabancı dil bilir misin?


- Bulgarca, Türkçe, Fransızca ve Rusçayı iyi biliri m .
Ru mca v e Arnavutçayı d a iyi anlar v e a z çok konuşuru m .
- K ı rk b i r kere maşallah . Ne de çok dil biliyorsun.
485
Elbette Bulgar ve Rum komitecilerinin de birçoğu n u tan ı r­
s ı n değil m i ?
- E h , biraz ı n ı tan ı rı m .
- Öyleyse padişah ı m ı zdan bir zaptiye tabu r azal ı ğ ı iste.
Rumeli'de çal ı ş ı r pek çok yükselir ve ilerlersin . Giderken sak ı n
beni görmeyi u n utma. Sana geleceğinle i l g i l i birkaç öğüt ver­
mek isteri m . Eğer göremeden gidersen bulunacağ ı n yerlerde
padişaha bildirilecek şeylerin olursa unutma bana yazmayı .
Benim ad ı m Çerkez Meh met Paşa'd ı r.
Son ra, Fehim ve Ahmet Paşaları bir güzel çekişti rerek çı­
kıp gitti. İçeri giren Fehim Paşa daha senli benliyd i :
- Arkadaş, ded i . İşittiğime göre sen d e e l e avuca sığma­
yan gözü pek kişilerdenmişsin . Şöyle görü nüşün bana kafa
dengi olacak bir babayiğide benziyor. Şevketlu padişah ı m ı z
h i ç kuşkusuz ne istediğini sana soracaktı r. Sak ı n utan ı p s ı kı la­
y ı m deme. Serbestçe, "Yaveriniz olmak ve Fehim Paşa kulu­
nuzla çalışmak isterim. " deyiver. Hakkı nda çok hay ı rl ı olur.
U n utma ama dedikleri m i . Birlikte gezer, çal ı ş ı rız ve İstan­
bul'daki komitelerin kökünü kırar kuruturuz.
- İstanbul'da komitecilik var mı paşam?
- Yok olur mu hiç be tosun u m ? Komiteciliğin daniskası
bizim İstanbul'dad ı r. Bak hat ı rı ma gelmişken söyleyeyim. Şev­
ketlimize benimle çal ı şmak istediğini söylerke n , "Padişahım,
Bulgaristan ve Makedonya 'dan gelen komitecileri tanırım. Ev­
vel Allah saye-i şahanenizde hepsini derler toplanm. " demeyi
de unutma.
Sonra, o da mabeyin personeline atı p tutarak çıkıp gitti .
Başhafiye Ahmet, Vasıf Paşalar da şöyle böyle benzeri bi­
çimde konuştular. Meh met Sad ı k ilk ağ ı zda bütün paşalara bi­
rer numara vermekten uzak kalmam ı şt ı . İlkönce hepsi de onu
kendilerine alet edinmek istemişlerd i . Başhafiye Ahmet Paşa
öbürlerine göre daha uslu akı l l ı , daha derli toplu bir adamd ı .
Çerkez Mehmet Paşa, padişaha çok bağ l ı ysa d a biraz cahil
görünüyord u . Feh i m Paşa çok kurnaz , kabadayı görün mek is-
486
teyen , kendini pek beğenmiş, düzenbaz ı n biriyd i . Vasıf Paşa
da beceriksiz bir adamd ı .
Başhafiye Ahmet Paşa, yine odaya girerek Mehmet Sa­
d ı k'la tatlı bir söyleşiye dal mıştı . Bu sı rada Gazi Ethem Paşa,
(Milona'da Yunanl ı ları yendiğinden dolayı gazilik rütbesini al­
m ı şt ı ) odaya gird i .
- Haydi, çabuk kalk oğl u m . H uzuru şahaneye gireceğiz,
ded i .
Ethem Paşa, d ı şarı çı karken Başhafiye Ahmet Paşa'yı an­
latarak Mehmet Sad ı k' ı n kulağ ı na şunları fısı ldad ı :
- Oğl u m , sak ı n b u adam ı n sözlerine inanma ve bir daha
gelirse yüz verme. Kim getirdi bu alçağ ı senin yan ı na? Bunun
ve benzeri birkaç paşan ı n ne mal oldukları n ı sonra anlat ı r ı m
sana.
Bunları söyleyerek onun önüne düştü . Başkatip Tahsin
Paşa'n ı n odas ı na girdiler. İ ki paşa da Mehmet Sad ı k'a hünka­
rı n katına nas ı l çıkı lacağ ı n ı , nas ı l selamlanacağ ı n ı öğretti.
Sonra birlikte padişah ı n dairesine geçtiler. Tahsin Paşa, il­
kin Abdülhamit'in kat ı n a girerek sonra ç ı ktı , gülüyord u . Meh­
met Sad ı k'a:
- Şimd i , hep beraber huzura gireceğiz, oğl u m , dedi. H iç
sıkılma ve biraz önce dediklerimizi u n utma. Bir de padişah ı m ı z
sana ne istediği n i sorunca, "şunu ya da bunu isterim " demek­
ten sak ı n ha! Padişah ı m ız tok gözlü adamları çok sever. Son­
ra her soruşunda, "Kıyamete dek yaşamanızı ve tahtınızda
kalmanızı isterim. " diyeceksin, anlad ı n değil m i ?
Dediklerini birkaç kez Mehmet Sad ı k'a yineletti. Son ra,
hep birlikte salonun kap ı s ı ndan içeri g i rdiler. Abdülhamit, salo­
nunun sağ yan ı nda kuytu ve loş bir köşede uzun bir kanepe­
de oturuyord u . S ı rt ı nda subay giyneği vard ı . Göğsünde bir
madalya göze çarpıyord u . Sağ eliyle sakal ı n ı karıştırıyor, sol
elinde de uzun bir kehribar tespih tutuyord u .
487
Gözlerini kısarak Mehmet Sad ı k'a bakı yord u . Bütün dav­
ran ı şları n ı i nceden inceye dikiz ediyord u . Başkatip Tahsin Pa­
şa içeri girince ellerini göbeği nde kavuşturarak yerlere eğildi.
Yine birkaç kez böylece eğilerek temenna etti. Mehmet Sad ı k
salonun ortas ı nda başı eğik ilerliyord u . Bütün kendisine öğre­
tilenleri unutmuştu . Tahsin Pasa, Abdülhamit'e yaklaşı nca ye­
re kapand ı . Padişah ı n ayağ ı n ı öptükten sonra, geri geri gide­
rek bir köşede durdu . Benzeri davranışları yapması için de
gözlerini dikmiş Mehmet Sad ı k'a bakı yor, türlü kaş göz davra­
n ışlarıyla onu uyarmaya çal ı ş ı yordu. Mehmet Sad ı k, her şeyi
unutarak bulunduğu yerde toparland ı , topukları n ı birbirine vu­
rarak çakı gibi bir asker selam ı verd i . Eli baş ı n ı n h izas ı nda
dimdik durd u :
- Şahane affı n ıza v e saray ı n ı z ı n eşiğine s ı ğ ı nan Mehmet
Sad ı k kulunuz! diyebildi .
Onun bu davran ı ş ı , Tahsin Paşa'n ı n kapkara yüzü nü da­
ha çok karatt ı . Çok kızd ı ğ ı anlaş ı l ıyord u . Yal n ı z Abdülhamit, bu
biçim selamdan daha çok hoşlanm ı ş görü nüyord u . Gülerek:
- Aferi n , Mehmet Sad ı k rahat et bakay ı m , ded i .
O n u biraz süzdükten sonra Ethem Paşa'ya:
- Paşa, ded i . Dediğiniz gibi hiç de eşkıya yüzü ve çal ı m ı
yok. Kendi hal i nde b i r adama benziyor.
Sonra Mehmet Sad ı k'a sordu :
- Söyle bakay ı m , şimdiki yaşayışı ndan hoşnut musun?
- Elbette, Padişah ı m . Allah ' ı n kul u , Muhammed'in üm-
meti ve padişah ı m ız ı n azat kabul etmez bendesi olmakla mut­
luyu m .
İşte bu , kendisine ezberletilmiş b i r klişeydi. Abdülhamit
gülümseyerek Ethem Paşa'ya baktı :
- Bak neler de öğrenmiş. Zeki bir adama benziyor, değil
mi?
- O n a ne şüphe Padişah ı m . Vaktiyle Şakir Paşa kulunu­
zu aldatması herhalde zekas ı n ı n bir eseri ve kan ıtıdı r.
Abdülhamit'i n yüzü geniş bir gülüşle ayd ı nland ı . Hoş bir
şey and ı ğ ı görülüyord u . Ayağa kalktı . Ethem Paşa'ya:
488
- Çok iyi hatı rlatt ı n ı z paşa, ded i . Bizim Tatar Şakir'i Se­
rez'de aldatan ve bir sand ı k erimiş kurşun u taşıtan bu adamdı
değil mi?
Yine gülerek Mehmet Sad ı k'a:
- Anlat bakal ı m Mehmet Sadık, nas ı l aldatt ı n d ı Şakir Pa­
şa'y ı ? diye sord u .
Ç o k sıkı lan Mehmet Sad ı k ikirciklendi .
- Ne duruyorsun ya? Bu hikayeyi b i r d e sen i n ağzı ndan
dinlemek isterim .
Bu u z u n b i r serüvendi . İçinde dağa kald ı rı l m ı ş b i r d e Ame­
rikal ı misyoner kad ı n vard ı . Mehmet Sad ı k hikayeyi toparlaya­
rak anlattı . Anlatış bir saat sürdü.
Sonra Abd ü lhamit, iki paşaya döndü :
- Her vakit söylerim . Gördünüz mü çarıklı erkan- ı harbin
manevras ı n ı ? Askerlikte saçı n ı sakal ı n ı ağartm ı ş , tümenler yö­
netmiş bir paşayı çocuk aldat ı r gibi kand ı rıvermiş işte.
Yine ona döndü :
- Aferin Mehmet Sad ı k, ded i . Çok hoşuma gitti yaptığ ı n .
Dağda v e bay ı rda gösterdiğin zeka ve yeteneğ i , cüret v e yü­
rekliliği burada da göstermelisi n . Bunu senden bekleyeceği m .
Şimd i , söyle bakay ı m . Benden ne dilersin?
- Padişah ı m sağ l ı ğ ı n ı z ı ve taht ı n ızda kalman ı z ı dileri m .
Padişah , soruyu yineleyince :
- Padişah ı m , affı n ızı dileri m . Gerçi istanbul'da ve maiye­
ti şahanenizde bulun mak benim için ele geçmez bir nimet ve
erişilmez bir şereftir. Ancak benim Rumeli'de yapılacak işlerim
ve birçok Bulgar komitecisinden al ı n acak öçlerim var. Beni Se­
rez'e göndermeniz için çok yalvar ı rı m . Oradaki işleri m i bitirdik­
ten sonra yine saray ı n ı z ı n büyük kapısı eşiğine gelir ve uğru­
nuza feda etmek üzere aciz baş ı m ı uzatı r ı m .
Sonra padişah ı n katı ndan çıktı lar. Tahsin Paşa, yar ı m sa­
at son ra bekleme odasına girip Ethem Paşa'ya padişah ı n i ra­
desin i bildird i :
- Paşam , şevketlO efendimizin i radelerini bildireceğ i m .
Mehmet Sad ı k Efendi b i r a y istanbul'da kalacak, yaveriniz Ko-
489
lağası Mahmut Bey ve Zaptiye Nezaretinden verilecek iki sivil
komiserle birlikte istanbul'da ve dolayları nda bulunan Bu lgar­
ları birer birer gözden geçirecek ve kuşku lu buldukları n ı tutuk­
lattı racak. Siz bu çal ı şmayı yöneterek her akşam efendimize
bilgi vereceksiniz.
Ethem Paşa, faytonuna kurularak Mehmet Sad ı k' ı da ya­
n ı na otu rttu. Araba, Şişli'de (Atatürk' ü n evi karşı sı ndaki) Et­
hem Paşa konağ ı na yollandı .
Ethem Paşa yolda Mehmet Sad ı k'a bütün saray adamları­
nı iç yüzleriyle anlattı ktan sonra şunları söylemeyi görev bildi:
- Oğl u m , bu adları n ı söylediğim adamları n her biri sı rma­
lı birer şeytan ve birer rütbeli hayduttur. Bunlar ayrı ayrı ve tat­
l ı tatl ı vaatlerle seni kand ı rı p kendilerine çekmek ve kötülükle­
rine alet etmek isteyeceklerdir. Sak ı n hiçbirine kan ı p aldanma.
Son ra, bizde hafiye denen bir zümre vard ı r ki bunlar güya pa­
dişaha bağ l ı l ı k göstereceğiz diye halkı n can ı n ı yakmay ı , ocak­
ları n ı söndü rmeyi iş ve güç edinmişlerdir. Bu gibilere karşı hiç
güler yüz gösterme. Hele bunları n yan ı nda ağzı n ı çok s ı kı tut.
Fayton konağ ı n kapısı nda durd u . Ethem Paşa, selam l ı k
dairesinde Mehmet Sad ı k'la biraz daha konuştuktan sonra,
harem dairesine geçti . Bir uşak Mehmet Sad ı k' ı haz ı rlanan
odas ı na götürd ü . Karyolas ı , üzeri işlemeli canfes bir bohça
içindeki patiska gecelik tak ı m ı n ı ona gösterd i . Süslü bir sini
üzerinde getirilen yemekleri iştahla yiyen Mehmet Sad ı k, mis
kokulu kahvesini de içtikten sonra, göz kapaklarına uykunun
bir demir külçesi gibi ası ld ı ğ ı n ı duyd u . G iyneğini çı kararak ge­
celik denen h ı rka ile entariyi s ı rtı na, incecik ak takkeyi de ba­
ş ı na geçirerek sedef çerçeveli boy aynas ı n ı n karşısı na geçti.
K ı l ı ğ ı na uzun uzun mutlu mutlu güldü .
*

* *

Böylece Ethem Paşa' n ı n köşküne Gazi Ethem Paşa' n ı n


evlatl ı ğ ı olarak yerleşen Mehmet Sad ı k, yepyen i serüvenler
içine atı l m ı ştı . Padişah ı n izniyle yine Serez'e Reşit Paşa'n ı n
buyruğuna g iden Mehmet Sad ı k, orada Osmanl ı lara zarar ve-
490
ren komitecilerle yaman bir boğuşmad ı r tutturdu. Bir kitap do­
lusu serüven yarattı ktan sonra yine İstanbul'a dönüp bu raya
yerleşen genç çeteci , padişah ı n kap ı s ı nda hizmet ededursu n ,
meşrutiyet devri mi gelip çatt ı . İstanbul örg ütünde kendine iyi
bir yer sağlayan Mehmet Sad ı k bu kez İtti hat ve Terakki koda­
manları Talat, Cemal , E nver Paşalar ı n hizmetinde olağanüstü
serüvenlere koşturuld u . Hemen hepsinden aln ı n ı n akıyla çıktı .
Onu Kuşçubaşı Eşref Bey'le Ödemiş dağları nda Çakırcal ı
Mehmet Efe'n i n avı na gönderdiler. Bu, onun serüvenler kita­
bı nda başarısızl ı kla kapanan pek az sayfadan biri old u . Çakı r­
cal ı Mehmet Efe , şan ı na yakış ı r bir biçimde Balkanların bu y ı r­
tıcı ku rdu önünden her zaman başarıyla s ı yrılmas ı n ı bildi.
Mehmet Sad ı k, Ödemiş dağları ndan , birçok nedenlerden
dolayı elleri boş İstanbul'a dönü nce hemen ayağ ı n ı n tozuyla
onu Dahiliye Naz ı rı Talat Bey'in yan ı na götü rdüler. Talat Bey,
onu çok senli benli karşılad ı . Onu elinden tutarak dinlenme
odas ı na götü rd ü . Diz dize denecek duru mda karş ı l ı kl ı oturdu­
lar. Balkan komitecilerinin hükü mete ç ı kard ı ğ ı büyük güçlük­
lerden uzun uzad ı ya dert yanan Talat Bey :
- Sad ı k, dedi. H ükümetin Rumeli'deki durumunu sağla­
mak için kahpe yarat ı l ı şl ı bi rkaç misterle birkaç gospodinin ka­
fas ı n ı koparmak gerek. Bu işi hükümet ad ı na önermek, yurda
hizmet etmen içi n çağ ı rtt ı m sen i . Nas ı l , Tü rk'ü n şan l ı tarihine
ad ı n ı alt ı n harflerle yazd ı rmak, feragat ve fedakarl ı ğ ı nla Türk
gençliğine örnek olmak ister misin?
Dahiliye Naz ı rı Talat Bey bunları söylerken ağl ı yor, gözle­
rinden iri yaş taneleri yuvarlan ı yord u . Mehmet Sad ı k da ona
uymuş ağlamaya başlam ı şt ı . Karş ı l ı kl ı böyle bir süre ağlaşt ı lar.
Sonra Talat Bey:
- Teşekkü r ederim Sad ı k, ded i . Duyguları n ı yaşlı gözle­
rin , çarpan yüreğin daha az dillilikle anlatt ı . Dinle beni şimd i .
Bugün Trakya v e Makedonya'daki Osman l ı Bulgar' ı n ı bize
karşı ayakland ı ran Bulgaristan'la aram ı z ı açan Panica, San­
daneski , Hacıyef, Dimitri Atanas denilen alçaklard ı r. Panica ve
Sandaneski Makedonya'da, Hacıyef ile Dimitri Atanas Sof-
49 1
ya'da çal ışıyor. Bir de merkezi Romanya'da bulunan bir Bal­
kan komitesi.
- Sandaneski ile Panica'n ı n varl ı ğ ı n ı ortadan kaldı rmayı
ben üzerime al ı yoru m , beyefendi.
- Hay ı r Sad ı k. Onlar ikinci derecede adamlar. Hem onla­
ra gönderilecek başka arkadaşlar da var. Ası l önemlileri Sof­
ya'dakiler. Seni oraya göndermek istiyorum . Sofya'daki iş bit­
tikten sonra yine yan ı na katacağ ı m ı z adamlarla doğru Kösten­
ce'ye İ ngiliz gazetecisi Baxton Kardeşleri ortadan kaldı rmaya
gideceksin. "Bu kardeşlere İzmir şehidi gazeteci Hasan Tahsin
Recep (Osman Nevres) Bükreş 'te suikast yapacaktı. "
Mehmet Sad ı k' ı zincirleme suikastlar için Bulgaristan'a
göndermeyi kararlaştı ran İttihat ve Terakki kodamanları , Talat
Bey'in konağ ı nda yaptı kları toplantıya Mehmet Sad ı k' ı da ça­
ğ ı rd ı lar.
Enver, o sert davran ı şıyla Mehmet Sad ı k'a şöyle ded i :
- Sad ı k Bey, yu rtseverlik v e fedakarl ı ğ ı n ı ulusa u nuttu r­
mayacağ ız. Buna g üvenebilirsin . Ölsen de, dönsen de çoluk
çocuğunu kadir bilir ulusumuz bağrına basacaktı r. Sana başa­
rı l ı bir dönüş dileri m .
Enver Paşa, b u z gibi elleriyle o n u n ellerini s ı ktı . Cemal
Paşa da, yaşlı gözlerini onun gözlerine dikerek:
- Şu elini ver de "tazim ve takdisle" öpeyim Sad ı k, dedi.
Bu el, yarı n ı n tarihinde şan l ı ve canl ı bir sayfa yaratacak, şe­
refli sahibi de baş ı m ı zda süslü bir taç gibi taş ı nacak. Ne mut­
lu sana. Tarihte kazanacağ ı n büyük ve ölümsüz ada i m reniyo­
rum . Seni şimdiden kutluyoru m Sad ı k. Sana ve ulusa ulu Tan­
rı 'dan başarılar dileri m .
Cemal Bey, eğilip o n u n iki elini birden öperken gözlerin­
den yaşlar akı yord u .
Talat Bey, h e r zamanki babacanl ığ ı , içtenliğiyle şöyle ko­
nuştu :
- Sad ı k, söz kalmad ı bana. Yaln ı z sana dua edeceğ i m .
Tanrı yüreğine yüreklilik, bileğine güç versin . Şerefle, başarıy­
la, sağ l ı k ve güvenle dönersin inşallah.
492
Bunları söyleyerek onun gözlerinde n , alnı ndan öptü .
Bu içten sevgilere , sayg ı lara ve ilgilere karşı bir şeyler
söylemek isteyen Mehmet Sad ı k bu nu başaramad ı . Bineceği
vapur, r ı htı mda bekliyord u . Gitmek üzere davrand ı ğ ı nda Talat
Bey ona pasaportlarıyla yüz altı n l ı k bir kese verd i . Enver Pa­
şa ile Cemal Bey de birer kara saplı hançerle birer tabanca ar­
mağan ettiler.
Meh met Sad ı k, rı htı mda bekleyen Selve vapuruna bin­
mek üzere ayrı ldı .
*

* *

Meh met Sad ı k, Bulgaristan'da ataşemiliter olan Mustafa


Kemal'i öldürmek, dev adı m larıyla ilerleyen Birinci Dünya Sa­
vaşı 'nda Bulgaristan' ı İ ngiliz- Fransız-Rusya kampı na sürükle­
mek isteyen iki az ı l ı Tü rk düşman ı komiteciyi temizledikten
sonra yakaland ı . Bu l iderleri öldürmek, Kral Ferdinand'a da
suikast yapmak suçuyla yakalan ı p mahkemeye verildi .
Mahkemenin ibresi ölüm kararı üzerinde donmak üzerey­
ken onları şiddetle suçlayan General Jekof'un karş ı s ı na Kral
Ferdinand ' ı n yaveri olan bir Binbaşı dikilerek:
- Generali m , ded i . Şu sı rada Osmanl ı hükü metiyle birlik
olarak İtilaf hükü metlerine karşı savaşa girmek üzereyiz. Ge­
rek sizi n , gerekse arkadaşlar ı n ı z ı n hemen mahkemeyi durdu­
rup san ı kları serbest b ı rakman ı z gerekliliğini kral ı n buyruğu
olarak bildiriri m .
Bu uçuru mdan da kolayca atlayan Mehmet Sad ı k, Türki­
ye'nin Sofya elçisi Fethi Bey'in Sofya Belediye bahçesinde
verdiği zengin şölende şeref konuğu olarak bul u ndu . Ataşemi­
liter Mustafa Kemal , can ı n ı kurtarm ı ş olan Mehmet Sad ı k' ı bir
yana çekerek şöyle ded i :
- Sad ı k, yaptığ ı n i ş i v e b u i ş i sana yapt ı ranlar ı n düşün­
celerini hiç beğenmedi m . Ancak, ulusumuza karşı gösterdiğin
bağ l ı l ığa, fedakarl ığa değer biçmekte aciz kald ı m . Seni bütün
varl ı ğ ı mla kutları m .
493
M ustafa Kemal , onu kutlarken elini birkaç kez sıkmıştı .
(Sonradan Alemdağ'ı serüvenleri sırasında da Mustafa Kemal
yine onunla ilgilenecekti.)
*

* *

Birinci Dünya Savaşı patlam ıştı . Cephelerde kan gövdeyi


götürüyord u . Çoluk çocuğunun yan ı nda birkaç g ü n dinlenerek
du rmadan sürüp giden kara düşleri n ağ ı rl ı ğ ı ndan kurtulmak is­
terken 1 9 1 4 y ı l ı Mart' ı n ı n birinci günü polisten ald ı ğ ı bir buy­
rukla İttihat ve Terakki'nin Şeref Efendi Sokağ ı 'ndaki genel
merkezine çağ r ı ld ı .
Onu arda Talat Bey karş ı lad ı :
- Sadık, ş u s ı rada binlerce yu rttaş ı m ı z ve kardeşimiz Ça­
nakkale Boğaz ı ' n a dayanan birleşik düşmanları m ı z ı n gökten ,
denizden, yerden yağd ı rı p durdukları cehennem ateşleri altın­
da, dünyan ı n dört yan ı ndan geti rip yığdı kları vahşi leri n , bar­
barları n kuduzcas ı na saldı rı şları karş ı s ı nda aslanları bile im­
rendi recek, düşmanları bile beğendirecek bir erlik ve yiğitli kle
çarpışıyorlar, boğuşuyorlar. istiyoru m ki , bu ölüm diri m savaşı­
nın tarihinde senin de yüce ad ı n okunsu n . Bu yararl ı k ve kah­
raman l ı k alan ı nda senin de gür sesin işitilsi n .
Talat Bey, konuştuğu yarı m saat süresi nce ağlam ı ştı .
- Beyefendi söyle, nereye gideceğ i m , Çanakkale'ye mi?
- Hay ı r Sad ı k. Rusya'ya, Petersburg şehrine.
- Çarı m ı vu racağ ı m beyim?
- Hayı r, hayı r, o kerte güç bir iş değ i l . Petersburg'taki Ok-
n ita fabrikas ı n ı uçu rmak ya da Varşova'ya giden demiryolunun
Volga ı rmağ ı üzerindeki köprüsü ile onun dolayları ndaki büyük
tüneli attı rmak istiyoruz. Her ikisi de bize ve birleştiğimiz dev­
lete doğru dönmeye, güler yüzünü göstermeye başlayan bü­
yük zaferi karşı lamak üzere bir ayak önce yap ı l mas ı gerekli
olan nesneler.
- Beyefendi, gerçi bana sormak düşmez ve belki de yakı­
şık olmazsa da bizden daha çok kendi güvenliklerine değgin
olan bu işlerle Alman dostları mız ne diye ilgilenmiyorlar acaba?
494
Emret, Çanakkale'de can ı m ı vereyim. Fakat Petersburg'taki
cephane fabrikası , Varşova'daki demiryolu tünel ve köprüsü uğ­
runa bir damla da olsa akacak kan ıma doğrusu acı rı m ben .
- Alman ve Avusturyal ı dostları m ı z , bu işe birkaç kez gi­
rişmişler Sad ı k, becerememişler. Birkaç ay öncede Karabet
adl ı bir Ermeni komitecisiyle dokuz kişi göndermişler. Şimdiye
dek h içbir ses çı kmayı nca bunları nda öncekiler gibi tutuldukla­
rına, öldüklerine hükmetmişler. Şimdi de bize başvuruyorlar.
Onları n beceremedikleri bu işi üzerimize almak, başarmak,
Türklüğün yüksek olan şerefine şeref katmaz m ı ?
- Oknita fabrikası işi ötekilerden biraz daha zor. Şundan
ki bu ötekiler gibi ıssız bir yerde değ i l , Petersbu rg gibi çok ka­
labal ık, i nzibat güçleri o oranda bol bir şehirde ve bayağ ı göz
önünde çal ışı lacak.
Mehmet Sad ı k, Oknita silah ve cephane fabrikas ı n ı uçur­
mak üzere Petersbu rg'a gitmeye karar verd i . 1 9 1 5 Mart' ı n ı n
o n biri nci g ü n ü yaşay ı ş ı n ı n e n korkunç tehlikelerle dolu serü­
veni n i yaratmak üzere kendisine katı lan Alman ajanlarla Viya­
na'daki karargaha doğru yola çıkt ı .
*

* *

Fabrika işine başlad ı kları n ı n on yedinci cumartesi günüydü.


Mehmet Sadık, aylarca süren korkul u , kara düşlü çal ışmasın­
dan sonra silah fabrikası n ı havaya uçurmak için bütün haz ı rl ı k­
ları n ı bitirmişti. Birkaç Türk askeriyle fabrika pavyonları n ı n ayrı
ayrı dokuz yerine ekrazit kal ı plarıyla şişelerini gömmüş, bunları
elektrik telleriyle birbirlerine bağlam ış, telin ucunu da fabrikadan
uzakça bir yere uzatm ı ştı . Bunları , her saniyesi ölüme denk sa­
atler içinde başarm ışt ı . İşin en güç bölümü de buydu.
Cumartesi günü öğleden sonra fabrikan ı n paydos düdüğü
çal m ı şt ı . İşçi y ı ğ ı nları , haftal ı kları n ı almak üzere muhasebenin
önüne toplanm ı ştı . Paras ı n ı alanlar büyük gruplarla gidiyord u .
Haftal ı ğ ı n ı alamam ı ş daha binlerce işçi muhasebe dairesinin
önü ndeki meydanda geziniyor, s ı raları n ı bekliyordu. Fabrika­
n ı n geleneğine göre dördü çeyrek geçe fabrikan ı n içinde, d ı -
495
ş ı nda kimseciklerin kalmaması gerekiyord u . Bu saatte cümle
kapısı n ı n kapanmas ı n ı bekleyerek telin ucuna bağ l ı ateşleme
makinesi nin baş ı nda, bir oyuğun ağz ı nda dokuz doğu ran
Mehmet Sad ı k, tel i n ucu n u sinirli parmakları n ı n arası nda s ı k ı ­
yor, geçen dakikaları sayıyord u . İşçilerin bir ayak önce fabrika­
yı boşaltması son kerte önemliydi. Şundan ki , on dakika son­
ra fabrikan ı n elektriği kesilecek, böylece iş yarıda kalacakt ı .
Sonra, fabrikayı havaya uçurmak i ş i Petersburg 'tan kaçabil­
mek üzere yapı lan haz ı rl ı klarla denkleştiril mişti . Eğer, bu s ı ra­
da bu iş olmazsa yapı lan bütün emekler gürü ltüye gideceği gi­
bi türlü tehlikeler de baş gösterecekti.
Mehmet Sad ı k, bu işi Rus nihilistleri nin i htilal komitesi yar­
d ı m ıyla yaptı ğı ndan onlara bağ l ı yd ı . Saat dördü on geçiyord u .
Artık bekleyemezdi . Ne yaz ı k k i kader, h i ç d e işleri olmad ı ğ ı
halde fabrika dolayları nda kalan binlerce işçiyi ö l ü m ü n kanl ı
pençesine teslim etmek kahpeliğini gösteriyord u . Ateşleme
makinesinin başı nda H üseyi n Çavuş bul u nuyor. Mehmet Sa­
d ı k' ı n vereceği işareti bekliyord u . Mustafa da yüz metre sağla­
rı ndan geçen elektrik telinden ateşleme makinesine elektrik al­
mak üzere yine işaret bekliyordu.
Mehmet Sad ık, bir baş işareti yaparak Mustafa'ya teli bağ­
latt ı . H üseyi n Çavuş da onun ayarladı ğ ı mandal ı çevi riverdi.
Hemen bulu ndukları çuku rdan fı rlayarak ayakları n ı n bütün gü­
cüyle bir dakika soluk almadan koşup kıyametin kopacağ ı teh­
likeli bölgeden uzaklaştı lar. Bir dakika sonra yeri göğü sarsan
zincirleme gürü ltüler, gümbürtüler işitildi . Yerler, şiddetli bir
depremde olduğu gibi sars ı ld ı . Gökyüzüne kapkara dumanlar­
la birlikte türü ayı rt edilemeyecek nesneler yükseldi .
Mehmet Sad ı k'la iki arkadaşı yedi dakika son ra Peters­
burg tren istasyonu ndan kalkacak treni bekliyord u . Marinovski
adl ı bir avukat, düzmece belgelerle bunları yan ı na katm ış,
Moskova'daki bir hukuk mahkemesinde bir miras tan ı kl ı ğ ı na
götürüyord u . Marinovski heyecandan titreyen üç sabotajcıya
şunları söyled i :
- H i ç korkmay ı n ı z , Türk kardeş. Elimdeki törensel belge­
ler, Çarl ı k polisini sizler için kuşkuya düşü rmeyecek kertede
496
güçlüd ü r. Yaln ı z , üçünüz de Tıflisli Ermenilersiniz. Rusça bilmi­
yorsunuz. Kontrol s ı rası nda tercü man l ı ğ ı ben yapacağ ı m .
*

* *

Mehmet Sad ı k, Petersburg'tan İstanbul'a gelinceye dek


bir kitap dolusu serüven daha geçirerek kendisini bir kez daha
Talat Bey'in odas ı nda ve karşısı nda buld u .
O n u gören Talat Bey, yüz yirmi kilolu k kocaman gövdesiy­
le koltuğundan fı rlayarak şöyle hayk ı rd ı :
- Sad ı k, senin sağ olarak Edirne'ye geldiğini Rıfat' ı n telg­
rafı ndan öğrenince, dü nyaya bir çocuğum gelmiş gibi sevin­
dim. Biz seni ölmüş san m ı ş , dövünüp ağlam ı ştık, diyerek onun
boynuna sarı ld ı .
Mehmet Sad ı k, yolların üzü ntüsünden kuş gibi kal m ı ştı .
Talat Bey, onu üst üste bağrı na bast ı . Solgu n yüzünü öpe öpe
kızartt ı . Onun i ri gözlerinden akan yaşlarla Mehmet Sad ı k' ı n
iyice ufalm ı ş olan yüzü ısland ı . Sonra karş ı l ı kl ı birer koltuğa
gömüldüler. Talat Bey onun serüvenini soluk almamacası na
dinled i . Sonra:
- Biz, Oknita fabrikas ı n ı n atı ld ığ ı n ı müttefiklerimizin ge­
nel karargah ı ndan öğrenmiştik, ded i . Moskova'da senin davra­
n ı ş ve girişimlerini çok yakı ndan izleyen İsveçli bir Alman ca­
susu başarı n ı bildirirken senin de fabrikayla birlikte havaya
uçanların aras ı nda bu lunduğunu yazm ı ştı . Uzun zaman haber
alamay ı nca biz de buna inan m ı ş , çok yan m ı ş , acı m ı ştık Sad ı k .
İşte tarihe geçtin. Müttefikler arası nda ulusumuzun başına d a
şerefli bir başarı çelengi geçirdin, övü nçle göğsümüzü kabart­
t ı n . Var ol kardeşi m !
Talat Bey sözlerin i bitirince onun göğsüne b i r Osmanl ı , bir
de Alman savaş madalyas ı taktı .
Mehmet Sad ı k, Üsküdar Sivil Polis Dairesi baş memuru
olarak yine eski görevi ne başlad ı . Onun serüvenler kitabı , bi­
tip tükeneceğe benzemiyord u .
*

* *

497
Eşref Bey, Adapazar ı ' n ı hale yola korken Sad ı k Baba, bu
tepede Bulgar ordusundaki eski ağı r topçu subayl ı ğ ı n ı sık s ı k
anarak bu zavall ı dağ topu n u n başı nda b i r bombard ı man tan­
rısı gücüyle dikildi d u rd u .
Daha Eşref Bey, şehre girerken Kaymakam Mustafa
Bey'le al ı n yaz ı ları n ı padişah ı nkine bağlam ış bütün H ü rriyet ve
İtilaf Partililer Sait Molla'yla Papaz Frew'un gönderdiği ajanlar,
elleri ndeki altı n torbaları n ı ş ı n g ı rdatarak birer yana savuşmuş­
tu . Eşref Bey, meydan ı boş bularak M üdafaayı H u kuk Örgü­
tü 'nü kurd u . Hendek'ten gelen Rauf Bey'le (Lazistan Mebusu)
askerce örgüte başlad ı . Bu sı rada yap ı lan işler üstüne Ali Fu­
at Paşa'ya da sık sık rapor veriliyord u . Paşa, askerce, örgütün
kumandan l ı ğ ı n ı Rauf Bey'e verd i .
Kışkı rtıcı ları n savuşup köylerde, şurda burda saklanma­
sıyla ağulu propagandan ı n arkası kesild i . Halk, işiyle gücüyle
uğraşmaya başlad ı . Müdafaayı Hukuk çevresinde toplanan
halk ulusal müfrezenin gereksediği parayı da kendi topluyor­
d u . Sad ı k Baba, halktan bu biçimde para alman ı n çok sakı n­
cal ı olduğunu söyleyerek Eşref Bey'i uyard ıysa da o buna ku­
lak asmayarak bu işi sürdürdü. Onun istediği, paran ı n Müda­
faayı H u ku kça toplanması , milislerin bu kanaldan beslenme­
siyd i . (Nitekim pek az zaman sonra Düzce ağaları ndan Berzek
Safer Bey, bunu ele alarak Eşref Bey'i yağmac ı l ı kla suçlaya­
cak, açacağ ı ayaklan ı ş bayrağ ı n ı bu bahaneyle süsleyecekti.)
Eşref Bey'e söz dinletemeyen Sad ı k Baba, bir g ü n on yedi ar­
kadaş ı n ı yan ı na alarak Kandı ra kasabası na yolland ı . Orda
halkı Kuvayı Milliye'ye yatk ı n bularak Müdafaayı H u ku k Örgü­
tü' n ü kurd u . Karakol Derneği'nin kararıyla Kand ı ra mapusha­
nesini boşaltt ı . Hükü m l ü ler arası nda bir ayı rma yaparak yetmiş
kişiyi kendi müfrezesine katt ı .
Sad ı k Baba, Kandı ra'ya gider gitmez Çal köyü ndeki Yeni­
bahçeli Şükrü Bey'le Dayı Mesut, Yavuz Fehmi Beylere he­
men durumu bildirm işti .
B i r g ü n , Yenibahçeli Şükrü Bey'den kendisini ivedi Çal'a
çağ ı ran bir mektup ald ı . Geyve Boğaz ı ' nda ayaklan ıcı lara kar-
498
şı bir savunma kurmuş olan Ali Fuat Paşa'ya elden geldiğince
ivedi cephane gönderilecekti. Çal'da baş başa veren dört ar­
kadaş cephanenin nereden , nas ı l bulunacağ ı n ı , Ali Fuat Pa­
şa'ya nereden götürüleceğini kararlaşt ı rd ı . Sad ı k Baba, müfre­
zesiyle Maltepe'ye gidecek, önceleri Yenibahçeli Şükrü Bey'i n
müdürlük ettiği atı ş oku l u ndan (Endaht Mektebi) gerekli cep­
haneyi al ı p dönecekti . Ancak bu okulu bir İ ngiliz atl ı tugayı iş­
gal etmişti . Buras ı , her metrekaresine bir may ı n döşenmiş bir
toprak parçası gibi tehlikeliyd i . Şu var ki bu tehlike bol luğu Sa­
d ı k Baba'y ı daha çok çekiyord u . Bu tatl ı görevi kendisine ver­
diklerinden dolayı üç arkadaşı na çok çok teşekkür ederek yo­
la çıkt ı . Yan ı na oku l u , dolaylar ı n ı çok iyi bilen Mehmet Çavuş'u
da alm ı ştı . Bütün müfrezesi yan ı ndayd ı . Müfreze önden ilerli­
yor, arkadan da yüz altm ı ş semerli yük hayvanı geliyord u .
Çal'dan ayrıld ı ktan i k i gün son ra Yakacı k sı rtlarına varan
Sad ı k Baba müfrezesi , akşam karan l ı ğ ı yla birlikte Soğanl ı kö­
yüne inerek Maltepe Atı ş Okulu'nun ahşap barakalarına yak­
laştı . 1 920 Nisan ı ' n ı n 1 8'inci günü gecesi y ı ldızları n kı lavuzlu­
ğu nda tahta barakalara soku lan Sad ı k Baba Müfrezesi, bir nö­
betçi Mehmetçiği n :
- D u r ! Haykı rışıyla duruverd i .
Nöbetçi, bu çete k ı l ı kl ı insan kalabal ı ğ ı na, bu mekkare
hayvanları na ne anlam vereceğini bilmiyord u . M üfrezeyi dur­
duran Sad ı k Baba ilerled i . Düzgünce kı l ı ğ ı , müderrislerle müf­
tülerinkine benzeyen uzun çember sakal ı , nöbetçiye güven
vermiş gibiyd i . Omuzu n u okşayarak:
- Evlad ı m , ded i . Müdür mektepte m i acaba?
- Hele sen , kim olduğunu de bakal ı m bana da, ondan
sonra konuşal ı m .
- Kömürcü m üfrezesiyiz, diyerek müfrezeye "yürü" işare­
ti veren Sad ı k Baba, nöbetçinin şaşk ı n bakışları arası nda
cümle kapısı ndan içeri dald ı . Müfreze de arkası ndan yürüd ü .
Sad ı k Baba hemen nöbetçi subayı Teğmen H üseyin Bey'i
sıcak yatağ ı ndan kaldı rd ı .
Gözlerinden uyku akan genç subay :
499
- Affedersiniz ama arkadaş, kiminle şerefleniyorum . Lüt­
fen söyler misiniz? diye sord u .
Sad ı k Baba, kendini tan ıtt ı . Birkaç gün s o n kerte gizli bir
görevle okulda kalacağ ı n ı söyledi. Genç subay, konukseverdi :
- Çok güzel, ded i . Bu odada siz de yatar kalkars ı n ız.
Yalnız bunca adamla hayvanı nerde barındı racağ ı n ı uzun
uzun düşünmek zorunda kaldı . Sad ı k Baba için zaman çok de­
ğerliydi. Nöbetçi çavuşunu çağ ı rtarak depodan bir yığın er giyne­
ği çıkarttı, bunlarla müfrezenin yarısı n ı asker kı l ı ğ ı na soktu . Oku­
lun içindeki dışı ndaki nöbet yerlerine bunları dikti . Ayrıca bir ara­
ya topladığı okulun muhafız erlerini bir koğuşa kapayarak göz
hapsine ald ı rd ı . Okuldan dışarı çıkmaları n ı yasakladı . Hepsinin
silah ı n ı toplad ı . Müfrezesine barı nacak bir koğuş bulabilen Sadık
Baba, hayvanları na bir ah ı r, bir barı nak bulamayarak üzüldü.
Nöbetçi subayıyla baş başa vererek buna bir çözüm aradılar.
Düşmanı n kuşkusunu uyandı rmamal ıyd ı . Sadık Baba, hayvan­
ları da pavyonlara yerleştirmek zorunda kaldı . Nalları tahta dö­
şemeler üzerinde takı rdadı kça hayvanlar korkuyor, koğuşlara
girmemek için diretiyordu. Zor olmakla birlikte bu iş de olupbitti.
Sabahleyin okula gelen Müdür Binbaşı Necati Bey, kap ı ­
daki öbür nöbet yerlerindeki nöbetçilerin yabancı olduğunu
ayı rt edemedi. Sad ı k Baba, odas ı na girerken onu karş ı lad ı .
Kendini tan ıtarak işi anlatt ı . Necati Bey, işi hiç karşı du rmadan
beni msedi. Görüşürlerken müdürün eli telefona uzand ı .
Sad ı k Baba:
- Müdür bey, ded i . Ben mektepte bulunduğ u m sü rece
herhangi bir kimsenin herhangi bir makam ya da kişi ile görüş­
mesin i ve böylece benim burada bul u nduğu m u n duyulup işitil­
mesini tehlikeli buluru m . Bu düşü nce ile Kapı karakoluna, te­
lefon santral ı na ve öbür nöbet yerlerine bile nöbetçiler koy­
d u m . Kim olursa olsu n telefonla görüşülmemesini ve özellikle
de okuldan d ı şarı kimsenin ç ı karı lmamas ı n ı buyurd u m . Elbet­
te bunu oku l unuzun öbür subaylarına ve daha çok kurs gören­
lere uygun biçimde anlatmak lutfunu da esirgemezsiniz. Son­
ra utanarak söylüyorum . Ben , büyük bir suç daha işled im . Gö-
soo
türeceği m eşyayı yüklemek üzere birlikte getirdiğim hayvan la­
rı da barı ndı racak bir yer bulamad ı ğ ı mdan geceleyin koğuşla­
ra yerleştirmek zorunda kaldı m . Hoş bir şey olmad ı ysa da ne
çare, zorunluluk! Yaln ı z bir günceğiz sürecek olan bu yorucu
konukluğumuza gerek sizi n , gerekse subay beylerin katlana­
cakları n ı ve işlediğimiz suçlardan dolayı bizlere hep yan bakıp
yüzünüzü kızartmayacakları n ı u muyoru m .
Binbaşı Necati Bey, şaşkı n şaşkı n o n a bakıyord u . Ona uy­
maktan başka yol olmad ı ğ ı n ı da görd ü . Sad ı k Baba, gündüz
gözüyle çal ı ş ı lamayacağ ı ndan akşam karanl ı ğ ı bası ncaya dek
eratı n dinlenmesi n i , meydanda görünmemesini buyurd u . Son­
ra pencerenin önü nde oturarak yapılacak işleri i nceden inceye
düşü nmeye başlad ı . Gözleri denize dal ı nca birdenbire ü rperdi.
Maltepe'nin doğusundaki Dragos Tepesi'nin karş ı s ı nda demir­
lemiş olan iki İ ngiliz kruvazörü şalopalarla karaya asker dökü­
yord u . Karaya ayak basan ilk askerler de atı ş okulunun bulun­
duğu s ı rtlara doğ ru avcı hatt ı nda ilerliyor, ötekiler de arkadan
topluca geliyorlard ı . Bunlar, ya okulu sarmaya geliyorlar, ya da
eğitim yapıyorlard ı . Sad ı k Baba, bu nları şimşek gibi düşüne­
rek ikinci belki üzerinde karar kıld ı . Hemen müfrezeyi silah ba­
şı ederek takı mlara ayı rd ı , koğuşun penceresinden takı mları n
tutacağ ı mevzileri gösterd i . Sonra nöbetçileri gezerek gereken
buyrukları verdi.
İ ngilizlerin davran ışı askerin eğitimiyle ilgili bir manevra­
dan başka bir şey değildi. Akşama doğru çekilip gittiler.
Akşamleyin hava karardı ktan sonra hazı rlanan müfreze,
atlarla katı rları çekerek atı ş okulundan ayrı ld ı . Okulun ard ı nda­
ki s ı rtta durdular. Sad ı k Baba, Müdür Necati Bey'le dağ ı n ete­
ğindeki cephaneliğe doğru i lerled i . Müdür, demir kapıyı elinde­
ki anahtarla açt ı . Kapı n ı n açı l masıyla bütün erat arı gibi, karın­
ca gibi işlemeye başlad ı . Gece yarısı iş bitmişti . Yüz altm ı ş
mekkare hayvan ı na yüklenen eşya aras ı nda y ü z takım giynek,
kaput, ayakkabı , iki ağ ı r, on iki yeğnik makinal ı tüfek, yüz kara
torpili, yirmi iki bin mavzer mekanizmas ı , iki yüz elli sandı k da
mavzer fişeği vard ı .
50 1
Sad ı k Baba, bütün bun ları güzelce sand ı klay ı p yüklerken
atı ş okulunun kadrosundan dört makinalı tüfek çavuşuyla dört
de topçu çavuşu nu kendilerine kat ı l maya razı etti.
Kafile, Soğanl ı köyü yön ü nde yürüyüşe geçti . Sad ı k Baba,
okul müdürü Necati Bey'le ve öbür subaylarla vedalaşı rken
müfrezeye yeni katı lan çavuşlardan Kestelli Meh met Çavuş,
arkadan koşarak geld i , soluk soluğa şöyle ded i :
- Efendi m , b i r İ ngiliz bölüğü Maltepe'den geldi v e şimdi
atı ş okulunu kuşatt ı .
Bu, Sad ı k Baba için kapkara b i r haberdi :
- Oğl u m , Soğanl ı yolu üzerinde bir yürüyüş var m ı ?
- Hay ı r, gelen b i r bölük piyade, o d a okulu sard ı .
Sad ı k Baba, müdüre :
- Baş ı n ı z ı derde soktum Necati Bey kardeşim, ded i . Ku­
sura bakma. Tanrı 'dan sana yard ı m , kendime de başarı dile­
rim . isterseniz, geli n birlikte gidelim.
Necati Bey, birlikte gidemeyecekti. Arkada çoluk çocuk
vard ı . Bundan dolay ı yan ı k yan ı k konuşarak özür diledi.
Müfrezenin baş ı na geçerek on dakika ilerleyen Sad ı k Ba­
ba, öncülerden gelen yeni bir kapkara haberle sars ı ld ı :
Soğanlı köyünden Yakacı k Mezarlığı 'na giden yol üzerinde
kafilenin öncülerine iki İ ngiliz atlı bölüğü saldı rmak üzereydi.
Mekkare hayvanları n ı n her iki yan ı nda birer s ı ra olarak
yü rüyen silah l ı müfrezeyi marş marşla ileri fı rlatan Sad ı k Ba­
ba, hemen onları tepenin egemen noktaları nda mevziye sok­
tu . Öncüler, daha önce burda elverişli mevzilere yerleşmişti.
Sadık Baba baktı , İngiliz atl ı ları n ı n yürüyüş durumları na ba­
kı l ı rsa kafilenin önünü kesmeyi düşündükleri anlaş ı l ı yordu. Yolu
açmak üzere saldı rıya geçmeyi daha uygun buldu. Eratı mevzi­
lerden çıkararak iki hat olarak açı p ileri süren Sad ı k Baba, mek­
kare hayvanlar ı n ı tutan sivillere de yolları n ı değiştirerek Soğan­
lı köyü ile Yakacı k arası ndaki dereden ilerlemelerini buyurd u .
Açı lmış, yayılmış olarak İ ngiliz atlı ları üzerine yürüyen müfreze,
onlara yirmi metreye dek yaklaşt ı . İ ngilizler, burda bir ikircik ge­
çirerek dövüşmektense cakalı yüksek atları üzerinde geri dönüp
502
uzaklaşmayı yeğ buldular. İki dakika sonra dörtnala kalkan İ ngi­
liz bölükleri, Pendik'e doğru uçmaya başladılar. Müfreze eratı ,
dövüşmeyi göze alamayarak kaçıp giden İngiliz atlı ları ard ı ndan
zafer kahkahaları attılar, sevindiler, oynad ı lar.
Sad ı k Baba, böyle ufacık zaferlere sevinilemeyeceğini pe­
kiyi bilenlerdendi . Hemen müfrezenin önüne düşerek Yaka­
cık' ı n içinden geçti, Ayazma Suyu ' n u n üstündeki yoldan ilerle­
yerek ortal ı k ağarı rken Gebze dolayları ndaki Denizli köyüne
vard ı . Sad ı k Baba Müfrezesi, Denizli'ye vard ı ğ ı nda İngilizler
de atı ş okulu ndaki atl ı alay ı n ı davrand ı rm ı şlard ı .
İngilizlerin her yanda göz ü , kulağ ı olduğu görülüyord u .
Müfrezen i n arkası na düşen süvari alay ı , Yakacı k halkı n ı n ver­
diği aldatıcı bilgi üzerine yönünü Şile'ye çevirmişti. Sad ı k Ba­
ba, izleme alay ı n a yard ı mcı olarak beş İngiliz uçağ ı n ı n da baş­
ları üzerinde uçmaya başlad ı ğ ı n ı görünce kendisine verilen
önem i n derecesini anlad ı . Bu da müfrezeyi yolu ndan al ı koya­
mad ı . Çal köyünde büyük bir sevi nçle karşı land ı lar. Yenibah­
çeli Şükrü , Yavuz Feh m i , Dayı Mesut Beyler bu başarı s ı ndan
dolayı Sad ı k Baba'yı kucaklayı p öptüler.
Sad ı k Baba, Çal'a vard ı ğ ı nda orada İstanbul'dan kaçmak­
ta olan mebuslara, Safahat ve Çanakkale şiiri şairi Mehmet
Akif, E mekli Yarbay Çolak İbrahi m , M udanyal ı Hacı Vasfi Bey­
lere, Anadolu'daki kocaları na, babaları na kavuşmak üzere yo­
la çıkmış seksen kad ı nla çocuğa rastlad ı .
*

* *

Sad ı k Baba, bu kalabal ı k yolcu kafilesini de kendi kafilesi­


ne katarak bir sabah Geyve Boğaz ı ' na doğru yola çıktı . Kan­
dı ra'ya olaysı z vard ı lar. Burada kafileye birçok yük arabası ka­
t ı ld ı . Böylece hem mekkare hayvanları n ı n yükleri yeğnikletild i ,
h e m de birçok yayan yolcu bu arabalarda s ı ğ ı nacak yer buldu .
İki günlük bir yürüyüşten sonra Adapazarı dolayı ndaki asker
araba fabrikas ı n ı n bulu nduğu yere vard ı lar.
Burada bir Teğmen, Sad ı k Baba' n ı n yan ı n a sokularak
Adapazar ı ' n ı n ikinci ayaklan ış ihanetin i n içinde bocalad ı ğ ı n ı
503
kulağ ı na fısı ldad ı . Genç subay, anlatı rken gözlerinden boşalan
yaşları silerek sözlerine şunları katt ı :
- Bu alçaklar, Hendek'te 24. Tümen Kumandan ı Mahmut
Bey'le emir subay ı n ı yan yana şehit ettiler. Eşref Bey, Adapa­
zarı 'ndan can ı n ı güçlükle kurtarıp kaçabildi. Day ı s ı Mahmut
Bey'le kaynı Fahri Bey, M üdafaayı H u kuk üyelerinden Sultan
Mehmet Reşat' ı n üçüncü musahibi Besim Ağa ayaklan ıcı ları n
eline düştü . Şimdi hapishanedeymişler.
Sad ı k Baba, düşündü. Elindeki cephaneyi, bu çoluk çocu­
ğu Geyve Boğaz ı 'nda dört gözle bekleyen Ali Fuat Paşa'ya ye­
tiştirmek zorundayd ı . Buna bakmayarak kaşla göz aras ı nda bir
oyunla ayaklan ıcı ları n elindeki tutsakları kurtarmayı tasarlad ı .
Yan ı na ald ı ğ ı küçük bir silah l ı grubuyla Adapazarı dolayları n­
daki Çark Suyu denen yere vard ı . Toplarla ağ ı r makinalı tüfek­
leri şeh re karşı yerleştird i . Şehirde yönetimi eline alm ı ş olan
Abaza Bey'i Sait'e , Abdi Çavuş'la bir mektup gönderd i . Bunda
Eşref Bey'in dayısı Mahmut, kaynı Fahri Beylerle muhasip Be­
sim Ağa'yı silahları hayvanlarıyla iki saat içinde serbest bı rak­
mayacak olursa şehri yak ı p yağmalayacağ ı n ı bildird i . Bir süre
sonra, Mahmut, Fahri Beylerle Besim Ağa atları , silahlarıyla çı­
kageldiler.
Sad ı k Baba, Çal'la Kandı ra'dan kafilesine katt ı ğ ı hayvan­
ları Adapazarı 'nda sahiplerine vererek geri gönderd i , Böyle
söz vermişti. Adapazarı ' ndan bu sı rada bir tek hayvanla insan
bulunamazd ı . Bütü n yüzler Türklere karşı dönüktü . Çerkezler,
onlara selam bile vermiyord u .
Sad ı k Baba, araç düşünüp dururken gözüne tren istasyo­
n undaki bir köşeye b ı rakı l m ı ş üstü açı k toprak vagonları ilişti .
Hemen arkadaşlarıyla yapt ığı denemeler yal n ı z yükleri n değil
i nsanları n bile bunlarla itilerek taş ı nabileceğini gösterd i . Müf­
rezenin genç, güçlü adamları , yirmi dört vagonu iteleyerek ray­
lar üzerinde yürütüp kafilenin beklediği yere götürdüler. Bütün
silah , cephane , eşyayla birlikte kafileden kad ı nları , yaşl ı ları ,
çocukları da bu vagonlara yerleştirip bunları da gruplara ayı r­
d ı lar. Her vagon grubun u n arkası na, mebuslarla birlikte birkaç
504
itici geçti ; iterek bunları raylar üzerinde Geyve'ye doğru yürüt­
meye başlad ı lar. Böylece iki günde Arifiye'ye, dört günde de
Geyve'ye vard ı lar. Surda silahlar Ali Fuat Paşa'ya verildi, yol­
cular da Ankara'ya yolland ı lar.
Sad ı k Baba, Geyve'de on gündür dinleniyord u . Son gün
İzmir Mutasarrıfı Çerkez İbrahim Bey'in yüz ellişer lira ayl ı kla
Adapazarı ' ndan topladı ğ ı güçlerle Ali Fuat Paşa'n ı n Geyve Bo­
ğaz ı 'ndaki güçlerine saldı rmak üzere davrandı ğ ı n ı öğrendi . Bu
s ı rada, gelen bir başka habere göre de başka bir ayaklan ıcı
dalgas ı n ı n Mudurn u , Göynük, Tarakl ı üzerinden ilerlediği, Gey­
ve'yi arkadan vurarak Ali Fuat Paşa'yı iki ateş arası nda bı raka­
cağı öğrenildi. O s ı rada Kuşçubaşızade Eşref Bey de müfreze­
siyle Geyve'ye gelmişti . Ali Fuat Paşa, Sad ı k Baba'ya onunla
birlikte Tarakl ı 'ya gidip bu ayaklan ıcı ları önlemelerini buyurduy­
sa da o, Eşref Bey'le çal ışamayacağ ı n ı söyledi. Paşa, onun ile­
ri sürdüğü özrü benimseyerek onun müfrezesini o s ı rada yeni
örgütlenen , kumandas ı Yarbay Çolak İbrahim Bey'le Mudanya­
lı Yüzbaşı Hacı Vasfi Bey'e verilen müfrezeye kattı .
Çolak İbrahim Bey'in baş ı na geçtiği güç, iki ağ ı r makineli
tüfek, iki bomba topu , üç yüz tüfekle gereçlenmiş olarak Tarak­
l ı 'ya doğru yola ç ı ktı . Ayaklanıc ı ları iki g ü n arayarak üçüncü
gün sabahleyin saat altıda Tarakl ı bahçeleriyle kayal ı kları ara­
sı nda kıst ı rd ı lar. Çatışma beş saat sürd ü . Kaçmaya başlayan
ayaklan ıcı ları n arkas ı n a düştüler. Ertesi gün Göynük Boğa­
z ı 'nda yetişerek onlara bir güzel sat ı r att ı lar. Bu kez ayaklan ı ­
cılar, toplulukları n ı koruyamayarak ç i l yavrusu gibi dağ ı l ı p git­
tiler. Eşref Bey de bu s ı rada müfrezesiyle onlara kat ı ld ı .
Çolak İbrahim Bey'le öbür kumandanlar baş başa vererek
ayaklan ıc ıları n bir daha bellerini doğrultmamaları için çözüm­
ler düşünüyorlard ı . Bu s ı rada Taraklı telgraf memuru solu k so­
luğa yanlarına geld i . Verdiği habere göre bir ağı r makinal ı tü­
feği de bulu nan yüz elli kişilik bir Abaza gücü Bolu l u Celep Ta­
lat adl ı birinin buyruğunda M udurnu üzerine yü rüyord u .
Çolak İbrahi m Bey, Sad ı k Baba'ya:
- Hayd i , Sad ı k Baba, dedi. Sen gideceksin bu işe.
505
Sad ı k Baba iki günlük yol , savaş yorgunluğundan turşu gi­
bi olduğu halde yerinden f ı rlad ı .
İbrahim Bey :
- Yaya değil baba, hayvanla gideceksiniz. Elimizde on
sekiz hayvan var. Arkadaşları n ı ona göre seç ve hemen yola
çık, dedi.
Sad ı k Baba arkadaşları n ı seçti. Atlara atlad ı lar. (Bu on se­
kiz atlı, günden güne büyüyerek az zaman sonra Üçüncü Ba­
ğımsız Süvari Tümeni adını alacak, Çolak İbrahim Bey'in buy­
ruğu altında Ulusal Kurtuluş Savaşı 'nda pek çok yararlıklar
gösterecekti.)
Yaln ı z , Sad ı k Baba yola çı kmadan önce Tarakl ı telgrafha­
nesine giderek M ud u rnu telgraf memu ru İ brahi m Bey'i makine
baş ı na çağ ı rd ı :
- Ben i m dört yüz atl ı ile Mudurnu üzerine yürüdüğümü
halka yay, ded i .
Sonra, Mudurnu'dan kendisine katılmak istediklerini bildiği
on dört kişinin atları , silahlarıyla kasabanın d ı ş ı nda bir yerde
kendisiyle buluşmaları n ı bildirdi. On sekiz atl ı ile yüz elli kişilik
ayaklanıcı gücün üzerine yürüyen Sadı k Baba, altı saat sürekli
yol alarak M udurnu sı rtları na vard ı . Randevu verdiği arkadaşla­
rı piyade olarak Sadı k Baba'yla denilen yerde buluştular. Onla­
rı n söylediğine göre ayaklanıcı lar, biraz önce Mudurnu'ya gir­
mişlerdi. Yağma için geceyi bekliyorlardı . Telgraf memuru İbra­
him Bey ayaklanıcı ları şehre girerken karşılayarak kendisinin de
onlardan olduğunu, Sad ı k Baba'n ı n dört yüz atlı ile Mudurnu
üzerine yürüdüğünü söyleyerek hepsini sersemletmişti.
Kendilerine yeni katı lanlarla Sad ı k Baba'n ı n müfrezesi ,
k ı rk kişi olmuştu . Bu azıcık güçle geceleyin şehre girmek iste­
meyen Sad ı k Baba, bir ateş baskı n ı ile ayaklan ıcı ları korkut­
mayı daha uyg u n buld u . Kasabaya egemen bir tepeye çı kar­
d ı ğ ı müfrezesiyle ı ş ı k yanan yerlere şiddetli bir ateş baskı n ı
yapt ı . Karş ı l ı k gelmeyişi, yürekliliğini artt ı rd ı . Kasabaya türlü
noktalardan ateş ettirerek onlarda her yandan sarı ldı kları sa­
n ı s ı n ı uyand ı rmaya çal ı şt ı . Türlü yanlardan yapı lan ateş bas-
506
kı nları , İbrahim Bey'i n propagandas ı n ı n gerçekliğine ayaklan ı ­
cı ları iyice inand ı rm ı ştı .
Sad ı k Baba'n ı n kasabaya soktuğu haberci de bu sı rada
gelerek ayaklan ıcı ları n kaçmak üzere oldukları n ı bildird i . Ka­
çacakları yönü de öğrenen Sad ı k Baba, hemen doludizgin gi­
derek geçecekleri yol üzerinde güzel bir pusu kurd u . Yar ı m sa­
atlik bekleyişten son ra ayaklan ıcı lar, tam pusun u n üstüne gel­
diler. K ı rk tüfek birden gelenleri karş ı lad ı . Mekanizmalar öyle
h ı z l ı işliyordu ki k ı rk silah l ı yüzlerce silah l ı etkisini bı rakı yordu.
Üzerine yağan sürekli mermi yağ m u ru altı nda birbirini çiğne­
yerek kaçışan ayaklan ıcı lar pusu yerinde makinal ı tüfekleriyle
birlikte bütün cephaneleri n i , yirmi üç hayvan, altm ı ş beş piya­
de tüfeği bı rakarak savuştular.
Gece yarısı Sad ı k Baba Müfrezesi, olaysı z Mudurnu'ya
girdi. Olanları kumandan Çolak İbrahim Bey'e makine başı nda
bildirmek üzere telgrafhaneye gittiğinde telgraf memuru , İbra­
him Bey'i makinesin i n baş ı nda çal ı ş ı rken buldu .
Telgrafçı , onu karş ı layarak oturtt u . On dakika sonra ona
dönd ü :
- Ankara'dan Ku mandan İsmet Bey karş ı m ı zda v e maki­
ne baş ı nda, seninle görüşecek. Söylediklerini iyi dinle ve ce­
vapları n ı da birer birer söyle, dedi.
Bir dakika sonra, 20. Kolordu Kumandan Vekili Albay İsmet
Bey, Ankara telgrafhanesinden Sad ı k Baba'ya sesleniyordu:
- Merhaba, arkadaş.
- Merhaba, paşam .
- Kimsin?
- Çolak İ brahim M üfrezesi nden Sad ı k Baba.
- Mudurnu'ya ne vakit girdin? Asiler nerde?
- Mudurnu'ya bir saat önce girdim. Ayaklan ıcı ları kaç ı r-
d ı m . Cephanesiyle birlikte bir ağ ı r makineli tüfek, yirmi üç hay­
van ve altm ı ş piyade tüfeği ald ı m ellerinden.
- Teşekkür ederim . Gücün ne kadar?
- On sekizi atl ı , yirmi ikisi piyade olmak üzere k ı rk kişi.
Ald ığ ı m hayvanlara piyadeleri de bindirebilirim.
507
- Bana Mudurn u ' n u n durumunu tan ımla bakay ı m .
- Benzetişimi h o ş gör, paşam . Bir eşek semerin i tersine
koyduğumuzu düşü n ünüz. İ ki yan ı nda yüksek s ı rtlar bulu nan
uzunca bir vadi. Bu vadinin içinde kasaba ve vadinin iki baş ı n­
da geniş birer ova.
- Güzel , Mudurnu'yu yine ayaklan ıcı lara kaptı rmamak
koşuluyla sana bir görev vereceği m . Bolu'da bulunan Yarbay
Arif Bey'le aram ızda dört günden beri haberleşme kesildi. Ora­
ya dek uzanman ı ve Arif Bey'le buluşup durumları n ı bana bil­
dirmeni istiyoru m . Yapacaksı n bun u .
- Çal ışacağ ı m , paşam. Yaln ı z , ayı racağ ı m güçle Mudur­
n u ' n u n korunmas ı na pek söz veremem . Göynük'te bulunduğu­
nu bildiğim İbrahi m Bey, buraya biraz güç gönderirse bu buy­
ruğ unuz da yerine getirilir paşam.
- Ayrı lma makina başı ndan .
Kesilen tıkırtı on beş dakika sonra yine başlad ı :
- Sen misi n , Sad ı k Baba?
- Evet, paşam.
- İbrahim Bey'i m üfrezesiyle Mudurnu 'ya yola ç ı kard ı m .
Onlar gelir gelmez k ı rk atl ı i l e yola çıkars ı n . Yarbay Arif Bey'in
yan ı nda iki tak ı m piyade, sekiz ağ ı r makinal ı tüfek, iki sahra ve
iki de dağ topu vard ı r. Bunlar dağ ı l m ı ş da olabilirler. Eğer bu
düşünce doğru çı karsa bütü n bu kıtaları n hangi yanlara çeki­
leceklerin i , yön belirleyerek öğrenecek, bana elden geldiğince
az zamanda bildireceksin, anlad ı n m ı ?
- Anlad ı m , paşam !
*

* *

Ertesi akşam, Çolak İbrahim Bey'le Yüzbaşı Hacı Vasfi


Bey Müfrezesi Mudurnu'ya girdi. Sad ı k Baba da akşam karan­
l ı ğ ıyla birlikte k ı rk atl ı s ı n ı n baş ı nda Bolu'ya doğru yola ç ı ktı .
Müfreze, Bolu'ya dört saat uzakl ı ktaki Akboğaz'a vard ı ­
ğ ı nda mola verd i . Başlarına torbaları geçirilen hayvanlar, yem
kestiriyor, milisler de su arkı kıyısı nda uzan m ı ş dinleniyorlard ı .
Sad ı k Baba, b i r tepeye çı karak çevreyi gözden geçirmeye
508
başladı . Birdenbire yolu n dönemecinde gözüne bir çapulcu
topluluğuna benzeyen bir kalabal ı k ilişti . Ellerinde av tüfekleri,
baltalar, nacaklar, tı rpanlar, demir yabalar görü nüyordu. Hep­
sinin de s ı rtları nda bir göçü and ı ran yükler varsa da bunlardan
göçmenlerin üzg ü n , ağlamakl ı yüzleri yerine hoşnut, sevi nçl i ,
doyg u n yüzler göze çarpı yordu.
Sad ı k Baba, merak ederek yan ına bir arkadaş al ı p yolu n
kıyısına indi . Kösemen davran ışl ı , palabıyıkl ı b i r köylüye gü le­
rek:
- Uğur ola yoldaş, ne yandan bu geliş? diye sord u .
Adam, Sad ı k Baba'yı da kendi gibilerden sanarak sı rıttı :
- Efe , ded i . Siz yetişemediniz Çıfıt yağması na. Sağ ol-
sun, padişah ı m ız ı n düşmanları n ı kı rd ı k geçi rdik Bolu'da. Bü­
yük kumandanları n ı n üşüştük başı na, z ı barttı k. Subayları n ı n
hepsin i d e mektebin içinde baltalar, nacaklarla doğrad ık. Oku­
lun odaları n ı salhaneye döndürdük. Bolu'yu ellerinden ald ı k.
Şimd i , yine padişah ı m ı z ı n ferman ı dinleniyor orda.
Sad ı k Baba, duru m u n ağ ı rl ı ğ ı n ı , korkunçluğu n u hemen
kavrad ı .
Yine d e bununla kan mayarak Bolu 'ya bir günlük uzakl ı kta
bulu nan Çarşamba köyü ndeki müfreze iaşe subayı Hüsnü
Bey'le de bir kez görüşmek istedi . O gece müfrezesini arkas ı ­
na takarak h ı z l ı b i r yürüyüşle Çarşamba Dağ ı ' n ı aşt ı . S ı rçal ı
Boğaz ı ' n ı geçerek tanyeri atarken vard ı ğ ı köyde Hüsnü Bey'i
buld u . O da Sad ı k Baba'ya yolda dinlediği acı kl ı durumu oldu­
ğu gibi yineled i . Sad ı k Baba, olanları bir kez daha dinledikten
sonra köyde hiç du rmadan yorgun hayvanlarıyla adamları n ı yi­
ne yola düşürd ü . Doğru Nal l ı han'a vard ı . Telgrafhaneye koşa­
rak karan ı n karası haberi makine baş ı nda Albay İsmet Bey'e
bildird i . İsmet Bey, ona hemen Mudurnu'daki İbrahim Bey müf­
rezesine katılmas ı n ı buyurd u .
Sad ı k Baba, y i n e çaml ı klardan , meşeliklerden , akarsular­
dan geçerek M ud u rnu'ya dönd ü . Çolak İ brahi m Bey'le Hacı
Vasfi Bey oradayd ı . Hep birlikte oturup korku nç Bolu facias ı
üzerinde saatlerce konuştular, ağlaştı lar.
509
Çolak İbrahim Bey M üfrezesi Mudurnu'da dinlenerek pat­
lak verecek yeni ayaklanış bölgelerine doğru atı lmak üzere
alesta(tetikte) bekliyordu. Bu sı rada yeni bir Hilafetçi kalabal ı ­
ğ ı n başına geçmiş olan Düzceli Osman Pehlivan , İbrahim
Bey'e haber salarak M udurnu 'da öyle karı gibi saklanmaması­
nı, er meydan ı na çı karak kendisiyle dövüşmesini bildirdi. Os­
man Pehlivan ' ı n buyruğunda üç yüz Abaza ile Çerkez vard ı .
Süleyman ad ı ndaki b i r Çerkez'in getirdiği haber şöyleyd i :
- Sizinle fisebilillah cenk etmek için hazı rland ı m . Eğer er-
kekseniz ç ı k ı n meydana. Haberinizi bekliyoru m .
İbrahim Bey, Çerkez ulağa gülerek şöyle yan ıt verd i :
- Söyle ağana da gelsin Mudurnu'ya !
Sonra onu bir eşeğe bindirerek Düzce'ye gönderd i .
Osman Pehlivan , gerçekten d e Çolak İbrahim Bey'in çağ-
rısı n ı benimseyerek bu ndan üç gün sonra bin iki yüz kişilik ku­
duz gibi bir çapulcu sürüsüyle Mudurnu üzeri ne yürüdü .
Yüzbaşı Hacı Vasfi Bey, hemen bir piyade bölüğü , seksen
milis, bir ağ ı r makinal ı tüfekle Mudurnu-S ı rça arası ndaki s ı rtla­
rı tuttu. Sad ı k Baba da bu cephenin sol undaki Camitepe s ı rt­
ları na yerleşti. Öğle vakti , Osman Pehlivan çok uzaklardan ha­
vaya binlerce kurşun sıkarak geldiğini bildirdi.
Kalabal ı k insan dalgaları , karma karı şık, naralar atarak
H acı Vasfi Bey'in tuttuğu sı rtları sard ı l ar. Savunucu ları n yoğun
ateşi , birçoğu n u hemen can ı ndan etti. Osman Pehlivan , buna
bakmadan milislerini Kuvayı Milliye mevzilerine doğru sürüp
durmaktan vazgeçmedi . Bir şey yapamad ı ğ ı n ı görü nce de şa­
ş ı rd ı . Savaş biraz du raklar gibi olduysa da akşam karan l ı ğ ı n ­
dan sonra birden bire h ı zland ı .
Son kozunu oynayan Osman Pehlivan , Hacı Vasfi Bey'in
siperlerine epeyce yaklaşt ı . Durumun tehlikeye girdiğini gören
İbrahim Bey, Vasfi Bey gücünü Mudurnu-Nallı han yolu üzerin­
deki Aktaş sı rtları na ald ı rd ı . Yaln ı z İbrahim Bey, M üfrezesinin
moralini bozmamak için bu çekilişi Sad ı k Baba'ya bildirmedi.
Geceleyin silah seslerinin kesilmesin i hayra yoran Sad ı k Ba­
ba, gün ı ş ı rken dört yandan gelmeye başlayan silah sesleriyle
510
afallad ı . Bu silah seslerine kendi müfrezesi de karş ı l ı k veriyor­
du.
İbrahi m Bey, Teğmen H u rşit Bey buyruğunda on kişilik b i r
manga ile Sad ı k Baba'n ı n sağ yan ı n ı güçlendirmek istediyse
de ayaklan ıcı lar şiddetli bir sald ı rı ile H u rşit Bey'le iki erini tut­
sak alarak hemen oracı kta karı nları n ı deşip bağ ı rsakları n ı bo­
yunları na dolad ı lar. Sonra, onları böylece bir ağaca astılar. Bu
korku nç alçakl ı ğ ı gören öbür askercikler güç bela oradan sıvı­
ş ı p İbrahim Bey'in yan ı na koştular, öyküyü olduğu gibi anlattı­
lar. İbrahim Bey, bunun üzerine durumu Sad ı k Baba'ya bildir­
mek zorunda kald ı . Bunun için de Sad ı k Baba'n ı n mevzilerine
kendisi geld i . Birlikte önlem düşündüler.
Sad ı k Baba, art ı k ne yaparsa tek baş ı na yapacaktı . Buy­
ruğunda doksan yedi milis, iki ağ ı r makinalı tüfek, bir dağ topu
vard ı . İlk iş olarak ayaklanıcı lara sezdirmeden cephesinin sağ
baş ı n ı tehlikeye düşmeyecek biçimde k ı rd ı . Açı meydana geti­
ren noktaya bir ağ ı r makinelitüfek yerleşti rd i . Bu işi bitirdiği s ı ­
rada ayaklan ıcı ları n sald ı rıya geçtiklerini görd ü . Milislerle ma­
kineli tüfeklerin yağd ı rd ı ğ ı kurşun yağmuru altı nda hepsi yere
yapışmak zorunda kald ı . İ kinci bir kez de saldı ramadı lar.
İ brahim Bey, Sad ı k Baba'yı yan ı na çağ ı rtarak içinde u m ut
ı ş ı kları parlayan bakışları n ı onun gözlerine dikti :
- Sad ı k, ded i . Şimdi İsmet Bey'den bir telgraf ald ı m . Bin­
başı Naz ı m Bey, dört yüz atl ı zeybek ve iki dağ topu ile yard ı ­
m ı m ıza geliyormuş. İsmet Bey, bun lar Mudurnu 'ya gelinceye
dek dayan ı lmas ı n ı , eğer dayanamazsak çekilip Mudurnu ile
Nal l ı han arası ndaki boğazda tutunmam ı z ı buyu ruyor. Ne der­
sin? Bu güç gelinceye dek dayanabilecek miyiz?
Sad ı k Baba, İbrah im Bey'e çekiliş buyruğu verdirmed i .
O n u n müfrezesi, o gün de, ertesi gün de düşmana baş kald ı rt­
mad ı . O gece, halifecilerin arasına casus olarak çok güvendi­
ği iki içten adam ı n ı gönderdi. Bunlardan birisi Düzceli Cemal
Bozkurt'tu . Casuslar gece yarısı döndüler. Ald ı ğ ı bilgi Sad ı k
Baba'yı yüreklendirdi. Yüreklilik güçleri sıfı ra i n e n Halifecilere
geriden bir baskı n yapmayı tasarlad ı . Mevzileri, Jandarma Üs-
sı ı
teğ meni Cemal Bey'le çete kaptanları ndan Pirlepeli Hamdi
Ağa'ya b ı rakt ı . Yan ı na yirmi beş milis alarak cepheni n sol baş
arkası ndan geçerek ayaklan ıcı lar ı n gerilerine sokuldu . Tanye­
ri atmak üzereyd i . Yerleştiği egemen tepelerden aşağ ıda kalan
ayaklan ıcı lar üzeri ne yoğu n bir ateş açt ı rd ı . Onun ateşiyle bir­
likte cephedeki erat da ateşe başlam ı ştı . İki ağ ı r maki nal ı tüfek
babayiğitçe tak ı rd ıyor, bütü n sesleri bastırıyord u . Dağ topu da
bu arada gümbürdemeye başlam ıştı .
Bu iki yan l ı ateş karşısı nda ayaklan ıcı lar sars ı ld ı . Bu ara­
da Çerkez beylerinden pek ünlü birinin vurulmas ı , ayaklan ıcı­
ları n cephesini paniğe uğratt ı . Siperlerinden fı rlayan kalpakl ı ,
ak gömlekli Abaza, Çerkez savaşçı ları birbirini çiğneyerek ka­
çacak yer arıyord u .
B u n u gören Sad ı k Baba' n ı n mil isleri d e siperlerinden fı rla­
m ı ş , ayakta ya da diz çökerek kaçanlara ateş ediyorlard ı .
İşte, b u sı rada Binbaş ı Naz ı m Bey'in dört yüz kişilik zey­
bek müfrezesi yard ı ma geld i . Ayd ı n efeleri nin ve "Arap Yüzba­
ş ı " dedikleri ünlü Ayd ı n jandarma ku mandan ı Yüzbaşı Nuri
Bey iki yüz atl ı zeybekle Sad ı k Baba'n ı n bulunduğu yere çıka
geld i . N u ri Bey, Demirci Mehmet Efe'n i n emir subayl ı ğ ı n ı yap ı ­
yordu. İki y ü z atl ıyı buraya gönderen Binbaşı Naz ı m Bey, iki
dağ topu nu çabucak kurdu rarak çil yavrusu gibi kaçışan ayak­
lan ıcı ları n üzerine şarapnel yağd ı rmaya başlad ı .
Yüzbaşı N u ri Bey'i n atl ı zeybekleri , Sad ı k Baba'n ı n milis­
leri nden yanlarına on kı lavuz alarak ayaklan ıcı ları ta Abant
Gölü'ne dek kovalad ı lar.
Ertesi g ü n , Naz ı m Bey'le İbrahi m Bey Müfrezeleri , birleşe­
rek Bolu üzerine yürüyüşe geçtiler. İ ki buçuk saatte Akboğaz'a
vararak Osman Pehlivan ' ı n k ı l ı ç artı klarıyla Bolu 'dan aldı kları
yard ı mcı ları burada göğüslediler.
Üç g ü n süren savaş sonucunda ayaklan ıcı ları bir kez da­
ha darmadağ ı n ettiler. Ü n l ü Çerkez beylerinden Düzce ayakla­
n ı c ı başısı Safer Bey adamlarıyla onlara sığ ı nd ı . Kumandanla­
rın insancı l davran ı ş ı , Safer Bey'i çok duyguland ı rd ı ğ ı ndan
buyruğundaki savaşçı ları Kuvayı Milliye M üfrezelerine kattı .
512
Ayaklanan köyleri de onlara katacağ ı na söz veren Safer Bey,
bu sözü nde durarak birkaç köyün amana gelmesin i sağlad ı .
M üfrezeler, yine birbirinden ayrı ld ı . Naz ı m Bey, buyruğun­
daki güçlerle Bolu üzerine yürüdü. İbrahim Bey Müfrezesi ,
Abant Gölü, Tarakköy, Sazl ı köy, Üçköprü Boğazı dolayları nda
bir süre dolaştı . Ufak ayaklan ıcı grupları n ı yok etti . Üçköprü Bo­
ğazı 'nda altm ış kişilik bir Ermeni çetesine denk gelerek yok et­
ti , ellerindeki ağ ı r makinalı tüfeği ald ı . Sonra Düzce'ye indiler.
Ethem Bey atl ı ları , şehre gireli çok az olmuştu . Meydanlar
darağaçlarıyla doluyd u . Divan-ı Harp hala cay ı r cay ı r çal ışıyor­
d u . Sokaklar, evler, Ethem Bey'i n milisleriyle dolup taşıyord u .
Ethem Bey, İbrahim Bey Müfrezesiyle kolları n ı sallayarak Düz­
ce'ye dönen "Halife Orduları Kumandanı " Safer Bey'i İbrahi m
Bey'i n elinden çekip alarak Divan- ı Harbe verd i , hemen onla­
rın öfkel i bakı şları altı nda darağacı nda salland ı rd ı .
Safer Bey, İbrahi m Bey'i d e kand ı rm ı ştı . Ancak b u , onun
son oyu nuyd u . Çekirge üçüncü sıçrayı şta kapana girmişti .
İbrahi m Bey, bunun üzerine, Ethem Bey'in egemenliğin­
deki şeh i rden ayrı larak müfrezesiyle Hendek'e yerleşti .
Hendek'te müfrezeyi ikiye ayı rd ı . Kendi müfrezesiyle köy­
leri tarayarak Eskişehir'e gidecek, Sad ı k Baba da yüz yirmi at­
l ı milisiyle yine köyleri tarayıp döküntüleri temizleyerek Eskişe­
hir'de İbrahim Bey'e ulaşacaktı .

KARBOGAZI TUZAGI

Bundan sonra asker oluşumuz


artık eskisi gibi başkalarının
hırsı, şanı, ünü ve keyfi uğruna
değil, yalnız bu kutlu toprakla­
rımızı korumak içindir.
Mustafa KEMAL

Birinci Dünya Savaşı 'nda bir bacağ ı n ı ünlü Verdun Savun­


mas ı ' nda yitiren Fransız Binbaşısı Mesni l (Men i l ) , Anadolu 'dan
513
G üneye giden yiyecek yolları n ı n ve Belemedik'le Hac ı k ı rı ara­
s ı ndaki tünellerin korun ması için 1 1 2. Fransız Alayı n ı n dolgu n
kadrolu b i r taburun u n başı nda stratejik bir yer olan Pozantı 'ya
doğru yola ç ı kt ı . Topal ve yürekli Mesnil, Almanlardan yediği
kurşun ları n acıs ı n ı Türklerden çı karmak üzere emekliye ayrıl­
mayıp yeni zengin bir sömürge olma şans ı n ı taşıyan Türki­
ye'ye gelmişti . Anlaşı lan Verdun'da b ı raktığı bir bacağ ı n ı n acı ­
s ı n ı çıkarmak üzere "Oryantal" güzellikler içinde kendinden
geçerek belki de alçakgönüllüce bir zenginliğe erişmek düşün­
cesindeyd i . Kuzeyden G üneye giden buğday, arpa, nohut, fa­
sulye yüklü vagonlar, Kuvayı Milliyecilerin sald ı rı s ı na uğrama­
s ı n diye dişinden t ı rnağ ı na dek silah l ı tabur, gözünü dört açm ı ş
bekliyordu.
Binbaşı Mesni l , Pozantı 'ya geli rken sevgili bir konuk gibi
gelmemişti. Pozantı 'ya doğru oldukça haz ı rl ı kl ı ilerleyen tabur,
Tarsus dolayları nda Molla Kerim'in hoş geldin kurşunlarıyla
karşı lan m ı ştı . Böylece ilk ulusal güçlerin kayası n a çarpan
Mesnil (Menil) epeyce h ı rpalanm ı ştı .
Pozantı 'ya daha dikkatli ilerleyen tabur, gerek Pozantı is­
tasyonuna gerekse buraya altı , yedi kilometre çeken Karapı nar
(Belemedik) istasyonuna yerleşmişti. Burası Birinci Dünya Sa­
vaşı 'nda Almanları n kurduğu modern bir köydü. Kocaman ko­
nakları , elektriği de vard ı . Fransızlara karşı yapı lan Kilikya dö­
vüşü h ı zlandı ktan sonra, Mesnil taburunun başı derde girmeye
başlad ı . Kilikya Batı Cephesi kumandan ı Sinan Paşa ulusal
güçleriyle Karapı nar'ı sararak şiddetli bir çatışmadan sonra ele
geçirdi. Burada karısıyla kayg ısız bir uyku çeken Binbaşı Mes­
nil, geceleyin üzerlerine kocaman bir kaya gibi yıkı lan bu bas­
kı ndan ölmeden, tutsak olmadan kurtulabilmek için karı s ı n ı s ı ­
cak yatağ ı nda b ı rakıp Pozantı 'ya kaçmak zorunda kaldı . Kara­
pı nar'ı ele geçiren ulusal güçler, bu kez Bozkurt sürüleri gibi
Pozant ı ' n ı n tepelerinden Mesnil taburunu gözlemeye, onun
al ı n yazısı n ı yazan sayfaları bir bir çevirmeye başladı lar.
9 N isan 1 920 g ü n ü Pozantı 'daki taburun kuşat ı l ması baş­
lad ı . Binbaşı Mesni l , bir kez daha savunmaya geçti. Birinci
5 14
Dü nya Savaşı ' nda Soissons, Nyon Cephelerinde Almanlarla
dövüşerek sancağ ı n a nişan da alm ı ş olan Mesni l , bu kez de
Türk başı bozukları na karşı savunmaya başlad ı . Adana'daki iş­
gal ordusu Fransız Kumandanı General Dufieux ( Dufyo) onu
bütü n gücüyle destekliyord u . Şundan ki Pozantı ' n ı n elden ç ı k­
masıyla nelerin yitirileceği n i pekiyi biliyord u .
Binbaşı Mesnil dayana dursu n , Toros tünellerin in ağ ızları­
n ı bekleyen Fransı z garnizonları birer birer yok edildi .
Ulusal güçlerin elinde tutsak olan Madam Mesn il, kocası ­
na birkaç mektup yazarak b u sonuçsuz savunmayı bı rakması ­
n ı , u c u b i r felakete varmadan çekilmesini sal ı klad ıysa da Mes­
nil bunun bir tuzak olduğunu sanarak karı s ı n ı n mektuplarına
yan ıt bile vermed i . Mesnil tabu runun telsizi olmad ı ğ ı ndan Ada­
na'daki merkezle haberleşemiyordu . General Dufieux, taburla
görüşmek üzere uçakları kullan ı yord u . Uçakları n orayla bağ­
lantı kurmas ı , sinyallerle konuşabilmesi için bunları n dört bin
metre yukarı çı kması gerekiyordu ki o zamanki uçaklar için bu
çok zor bir işti . Gelen uçaklar Pozantı 'ya mektuplar, gazeteler,
mesajlar atıyord u . General Dufieux bu mesajlarda Nisan ' ı n so­
nuna doğru onları kurtaracağ ı n ı söylüyord u .
Birkaç gün sonra Sinan Paşa (Sinan Tekelioğ l u ) , Pozan­
tı 'yı kuşatan kalabal ı k U lusal Güçlerin baş ı nda yer alarak Bin­
başı Mesnil'e şöyle bir haber gönderdi :
- Boş yere çabalamay ı n ı z , bu , size hiçbir şey kazand ı r­
mayacakt ı r. Buyruğu n uz altı nda bu lunan bütü n garnizonlar eli­
mize geçmiştir. Eğer teslim olursan ız size hiçbir biçimde kötü
davran ı lmayacakt ı r. Sizi hemen memleketinize göndereceğiz.
Kendisi n i hala Fransa' n ı n bir şehrinde Almanlara karşı sa­
vunmada sanan Binbaşı Mesn i l , buna karşı şöyle ded i :
- Ben , Pozantı 'yı savunma emrini alm ı ş b i r askerim .
H e r yandan sı msıkı kuşatı lan Mesnil taburu, askerleri n i n
sayısı nca u m u t taşıyord u . General Dufieux'nun sözü nde dura­
cağ ı n ı , onları bu tuzaktan kurtaracağ ı n ı biliyord u . Bunun için
de dayand ı lar. Bir sabah Pozant ı ' n ı n üzerinde görülen Fransız
uçakları yere yeni haberler, yeni u m utlar yağd ı rd ı lar.
515
Bunlarda şöyle diyord u :
- İ mdat güçleri 25 Mayıs'ta size kavuşacaklar, cesaret ve
güven !
Bu hikayenin başlangıçları nda oldukça önemli olaylar s ı ­
ralan ıyordu :
Fransızlar, Toroslardaki Pozantı ile birlikte Akköprü'yü ,
Çittehan' ı da işgal etm işlerd i . Çittehan'da hem demi ryolu istas­
yonu hem de kaplıca vard ı . Buralarda Fransız m üfrezeleri bu­
l u n u rken eski Çiftehan'daki karakolda da Türk askerleri bulu­
nuyord u . Buradaki bir bölük Türk askeri Adana yolu n u gözal­
tı nda tutuyord u . 1 9 1 9 y ı l ı n ı n Aral ı k ayı nda Ulukışla istasyonu­
na Orta Anadolu 'dan buğday yüklü vagonlar geld i . Bu istas­
yonda kesilip kalan buğday vagonları n ı al ı p güvenle Adana'ya
götürmek üzere Ulukışla'ya bir tren dolusu Fransız askeri gel­
mişti . Asker treni Ulukışla'ya geçerken eski Çittehan'daki Türk
garnizonu bunu Ulukışla sorumluları na bildirmişti . Sözde buğ­
day vagonları n ı götürmeye gelen Fransı z gücü n ü n bir işgal
g ücü olduğu kuşkusu Ulukışla Müdafaayı Hukuk Derneği'nin
liderliğindeki U lukışla u lusal güçleri n i hemen davrand ı rm ı ş , si­
lah ı n ı al ı p fişekliğini takan istasyonla dolayları n ı kuşatıvermiş­
ti. Bunu gören Fransız kumandan ı , hemen Kuvayı Milliyeciler­
le bağlantı kurarak amaçları n ı n işgal olmad ığ ı n ı , buğday va­
gonları n ı al ı p götürmeye geldikleri n i bildirdi. Gerçekten de ko­
ruyucu olarak gelen kalabal ı k Fransız askerleri kendilerine öz­
gü buğday yüklü vagonları alarak çarçabuk gittiler.
Ulukışla Kuvayı Milliyesinin bu kerte uyan ı k olmas ı n ı n ne­
denleri vard ı . İtalyanlar, Konya'yı işgal ettikten son ra Konya'ya
uzanan demiryolu istasyonları n ı da Frans ızlar işgal etmek he­
vesine kap ı l m ı şlard ı . Başları nda birer subay bulunan altışar
erlik küçük asker g rupları Ulukışla, Ereğ l i , Karaman demiryolu
istasyonları na yerleştiler.
U lukışla Müdafaayı H ukuk Derneğ i , 1 4 Aral ı k 1 9 1 9'da is­
tasyonu işgal eden Fransızlara bir ü ltimatom vererek hemen
U l ukı şla'yı b ı rakı p gitmelerini istedi. Fransızlar gitmemek için
diretince onları yük arabaları na bindirerek Fransızları n işgalin-
5 16
deki Çiftehan karakoluna sürdüler. Böylece onları ulusal ege­
menliğin dimdik ayakta d u rduğu Ulukı şla s ı n ı rları ndan d ı şarı
atm ı ş oldular.
Fransız kumandan l ığ ı , bunu İstanbul hükü meti katı nda
protesto etti . O da Frans ızları kovan Ulukışla Müdafaayı Hu­
kukçuları için kovuşturma açı lmas ı n ı bildird i . O zaman U lukış­
la Kaymakam ı olan Tayyar Bey, İstanbul hükü meti yan l ı s ı ol­
duğundan Müdafaayı H u kukçular hemen Sivas'ta bulunan
Temsil Kuruluna duru m u bildird i . Bunun etkisi hemen görüldü .
N iğde'deki 1 1 . Tümenden Üsteğmen Tahsin Bey gelerek
Ulukışla hükü met konağ ı n ı askerle çevird i . Kendisi Kaymakam
Tayyar Bey'in odas ı n a girip koğuştu rma evrak ı n ı istedi . Al ı p
kaymakam ı n gözü önünde yı rtarak att ı . Sonra İ stanbul hükü­
meti yan l ı s ı kaymakamı tutuklatarak N iğde'ye gönderildi. Ulu­
kışla' n ı n , istasyona yerleşen Fransız ekibini kovduğunu işiten
Karaman'la Ereğli yu rtseverleri de onları n örneğine uyarak
oralardaki Fransızları Kuvayı Milliye toprakları ndan sürüp
attı lar.
Adana bölgesinde gittikçe şiddetlenen Fransız, Ermeni
zulmüyle buna karşı sald ı rıya geçen Kuvayı Milliye'n i n , onu
destekleyen geniş halk y ı ğ ı n ları n ı n heyecan ı , N iğde, Ulukı şla,
Nevşehir, Bor, Arapsu n gibi şehirlerle kasabaları da ulusal
duyguların kas ı rgas ı na kaptırıyord u . Bu yerlerden toplanan si­
lah l ı bir atl ı kolu Nevşehir'den yola çıkarak N iğde, Ulukışla,
Ereğ l i , Aksaray kasabalarıyla şehirlerini dolaşarak bir gösteri
yapt ı . Bir gün bu atl ı lar, Ulukışla'da bul u nduğu s ı rada istas­
yonda duran İstanbul-Adana trenine karşı yapt ığı silah l ı davra­
n ı şa silahsız Ulukı şla halkı da katı larak ü rkütücü bir rol oyna­
d ı . Bunun nedeni vard ı . Bu trende İstanbul hükümetinin Ada­
na valiliğine atadı ğ ı Celal Bey vard ı . Halk bu adam ı , onun ko­
ruyucuları n ı yuhalad ı , aşağ ı ladı , bağ ı rd ı , çağ ı rd ı , demi r gibi
Kuvayı Milliyeci ruhu taş ı d ı ğ ı n ı bir kez daha gösterdi. Orta
Anadolu'nun kapı s ı olan U lukışla tekin bir yer değildi. Burası
Orta Anadolu'nun bekçisi olmak gibi şerefli bir de görevi oldu­
ğunu bilmenin sıcak mutluluğunu duyuyord u .
517
Fransızları n Adana'yı , Çiftehan ' ı ele geçirdikten sonra,
Orta Anadolu'ya doğru bir gezintiye çı kmak ister gibi görün­
dükleri sı rada, ilk işgal edilme üzü ntüsü nü duyan şehir Ulukış­
la old u . Yiğit istihkam subayı Üsteğ men Cemal Bey ( Efe) , Ko­
çak Boğaz ı ' ndaki bir demi ryolu köprüsünü y ı k ı m kal ı pları yer­
leştirerek havaya uçurd u . Böylece , düşman trenleri bu s ı n ı rda
boşluğa çarparak du raklad ı . Ulukı şla Müdafaayı H u kuk örgü­
tü , hemen beş yüz kişilik bir sivil güç toplayarak Çiftehan s ı n ı ­
r ı n a gönderildi . B u gücün kumandanları U lukışlalı Deli Ağa
( Hüseyi n Ağa) ile Şevki (Alpagut) Bey'di. Bu sı rada Niğde'de­
ki 1 1 . Tümenin isti hkam subayları , bu bölgeye akı n ederek Ce­
mal Efe'yle birlikte bütün öbü r köprü leri de atmaya haz ı rland ı ­
lar. Yaln ı z , tünellerin atı l ması na herhalde Ankara raz ı olmam ı ş
olacaktı k i Ulukı şla'ya gelen 1 26. Tü men Kumandan ı Rüştü
Bey, sabotajcı ları n başı nda bulunan milis kumandanları ndan
Şevki Bey'e telefonla tünellerin atı l ması ndan vazgeçmelerini
bildird i . Böylece bir daha yap ı l ması çok zor olan birçok köprü
ile tünel y ı k ı lmaktan kurtu ldu .
B u sı rada Çiftehan 'daki Fransız garnizonunun pek zayıf
olduğunu bildiren 1 1 . Tümen buraya Kuvayı Milliye'nin bir bas­
k ı n yapmas ı n ı istedi . Baskına karar verild i . Ulukışla Kuvayı
Milliyesi gruplara ayr ı larak Koçak Boğaz ı ' nda, Çiftehan ' ı n kar­
şısı na düşen İ l ifkin-Ard ıçlı köyü altı nda, M u radiye, Çanakçı
köyleri yöresinde yer ald ı lar. Güzel bir biçimde yapı lan baskı n
başarıya ulaştı . Fransız askerleri , Çiftehan kaplıcalarıyla Çifte­
han demiryolu istasyonu ndan kaç ı r ı ld ı .
Milis kumandan ı Şevki Bey, Ulukışla Müdafaayı Hukuk
merkezine şöyle bir zafer telgrafı çekti :
- Bimennehü taala Çiftehan'a girdik.
Bu ralardan Fransızları kaçı ran ulusal milisler, Akköprü 'ye
dayandı lar. Oraya vard ı klarında Akköprü tünelinin içinde ka­
rargah kurmuş bir Fransız istihkam bölüğ ü n ü n , Ulukışla'ya gi­
den demiryolunu söktüğü n ü gördüler. Apansı z ı n yaptı kları bir
baskı nda bu zararl ı işçilerin kimisin i öldürüp kimisini de Po­
zantı yönü nde kaç ı rd ı lar. Orta Anadolu Kuvayı Milliye milisleri ,
518
şimdi Kilikya' n ı n kap ı s ı olan Pozantı 'daki çok güçlü Fransız ta­
buruyla karşı karşı ya gelmişlerd i .
İşte bundan sonra, Mesnil taburu kumandan ı n ı n dinmez
başarısızl ı kları da başlam ı şt ı . Art ı k Pozantı 'daki emperyalist
güç, temelli bir baskı altına al ı narak büsbütün kuşat ı l m ı ş , tür­
lü sald ı rı lar, karşı sald ı rı lar sonucunda Fransızları n durumu
bunal ı m l ı bir noktaya gelip dayanm ı şt ı . Ulukışla' n ı n hemen bü­
tün şeh irl i , köylü erkekleri milis bölüklerine katı larak Binbaşı
Mesnil'in taburuna birkaç kurşun olsun atm ı şt ı .
Bu sı ralarda Kuvayı Milliye'ye katı lan Yüzbaşı Saffet Bey
(General Saffet Pozantı ) büyük yararl ı klar göstererek Fransız­
lara kan kustu rmuş, kolundan yaralanm ı ştı .
Pozantı kuşatması na giden basamaklarda, Ulukışlal ı bö­
lük ku mandan ı Yakup Gökşen'le isti hkam subayı Üsteğmen
Cemal Bey ( Efe) , G ü lek Boğazı 'ndaki Kadirhan'da tü reyen
Fransız garnizon yavrusuna bir baskı n yaptı lar. Bu sı rada bir
yiğit milis, karakolun kap ı s ı ndan içeri dalarak Fransı zları n tes­
lim olmas ı n ı istediyse de hemen oracı kta öld ü rüld ü . Bu, Po­
zant ı ' n ı n Annasa köyünden Abdu rrahman'd ı . Bu s ı rada han ı n
dam ı n a ç ı karılan bir çocuk, çatıyı tutuştu rdu, d ı şarı dökülen
Frans ızlar teker teker avland ı .
Fransızları n , Pozantı çevresinde sı ralanan mevzilerine bir
s ı ra sald ı rı lar yap ı ld ı . İ l könce Çataltepe'deki Fransız mevzisi­
ne yap ı lan sald ı rıdan bir sonuç al ı namad ı . Ulukışlalı Hacı İb­
rahim oğlu Mehmet Sarı , burda şehit düştü . İ kinci olarak Ko­
catepe'ye sald ı r ı ld ı . Bu sald ı rıda Ulukışlal ı lardan başka N iğde­
li, Hançerlili milisler de yer ald ı lar. Fransız mevzileri darmada­
ğ ı n edildi. Sağ kalan Fransızlar kaçmaya başlad ı lar.
Ölen Fransız askerlerin i n öteberisini yağmalamak için si­
perlerinden fı rlayan milisler harı l harı l soygun yaparlarken ka­
çan Fransız askerleri aracı ndaki Ermeniler, gizli bir yoldan
apansı z ı n meydana çı karak dalg ı n milislerin üzerine çulland ı ­
lar. H e r savaşta görülen b u soygun h ı rsı yüzü nden e l e geçiril­
miş olan Kocatepe elden ç ı kt ı . İşte, Yüzbaşı Saffet Bey, burda
kolundan yaraland ı . M i lisler, durup dururken burda şehitler
519
verdiler. Fransızlar kaçtığı sı rada bir Fransız ağ ı r makinalı tü­
feğ i n i ele geçiren Ulukışla milislerinden H üseyin Çavuş, bu
makinalı tüfeği işleterek savunmaya başlam ışsa da en sonra
Fransız sald ı rı dalgası onu da şehitler arası n a katt ı . Önemli
şehitler arası nda Gökbezli Ahmet Çavuş'la kardeşi de vard ı .
Kuşatma süresince Gökbez'de yerleşerek Belemedik Bo­
ğazı 'yla demi ryolu n u kontrol eden Ulukışlal ı Çoban İ brahim'in
milisleri , Pozantı kuşatmas ı n ı günden güne şiddetlendirerek
üst üste kahramanl ı klar gösterdiler.
*

* *

Cemal Efe ( İ stih kam Subayı Teğmen Cemal Bey) , Tarsus­


Pozantı şosesi üzerindeki Bayraml ı köyünde karargah kur­
muş, Pozantı 'da bir türlü teslim olmak bilmeyen Verdun kahra­
man ı Binbaş ı Mesnil'e gidecek her türlü yard ı m ı avlamak üze­
re bekliyord u . Buyruğundaki silah l ı , silahsız savaşçı ları n sayı­
sı yüzü aşm ıyord u .
Cemal Efe, günlerdir haberini ald ı ğ ı Pozantı 'ya yard ı ma
gidecek 5000 kişilik Fransız tugay ı n ı bekleyip duruyord u . 20
Mayıs 1 920 sabahı tanyeri atarken giyneğiyle uzand ı ğ ı yata­
ğ ı ndan kalkt ı . Elinde silah ı , dürbü n ü , yan ı nda birkaç savaşçı­
sıyla yavaş yavaş Bayraml ı Tepesi'ne çıkıyord u . Doğa, genç
bir insan gözü için ne de güzeld i . Kuşlar ı n , çiçeklerin , ağaçla­
rı n , yemişleri n , maviliklerin bayram ıyd ı . Yalnız, insanlar, dövü­
şüyord u . Gü neş, henüz doğmam ışt ı . Çukurova' n ı n tatlı sabah
serinliği, göze görü nmez bir su gibi tepeden aşağ ı , kuytulara
doğru akıyord u . Cemal Efe, henüz tepenin doruğuna varma­
m ı ştı ki , gü neş doğdu . Ayakları n ı n altı ndaki derin vad i , birden­
bire tatlı bir yeşile boyand ı . İçinde mutlu gü nler geçirilesi bu
yeşillik, genç savaşç ı n ı n içinde ancak acı mtı rak, buruk bir tat
uyandı rd ı . Şundan ki savaş, bu yeşil güzellikleri insanlarla bir­
likte tuz buz etmek üzere gelmekteydi . Cemal Efe de onun ge­
lişini bekliyord u . Bayraml ı Tepesi'nin doruğuna tı rmand ı ğ ı nda,
d ü rbününü gözlerine dayad ı . Bekledikleri geliyord u . Kurşu n
renkli üç kocaman ilk çağ canavarı na benzeyen üç Fransız
520
tankı , ağ ı r ağ ı r şose boyunca ilerliyor, bunları n her iki yan ı nda
birer s ı ra Fransız askeri yürüyord u .
Evet, Cemal Efe'nin beklediği Pozantı 'ya yard ı m tugayı
geliyord u . Cemal Efe, koşarak tepeden aşağ ı indi. Hemen mi­
lisleri silah başı etti. Cephe kumandan ı Sinan Paşa'ya saldı rı ­
n ı n başlad ı ğ ı n ı bildird i . Henüz z ı rh l ı tugay yetişmemişti ki , mi­
lislerin siperleri üzerinde yirmi Fransız uçağ ı göründü . Büyük
bir g ü rü ltü ile onları n üzerinde dönüp du rarak bomba yağd ı r­
maya başlad ı lar. Yerlerde çukurlar açan bombalar, havaya taş,
toprak fı skiyeleri fışkı rtıyordu. Uçaklar, milislere göz açtı rma­
mak için bombalamayı sürdürü rken tanklarla bunları n her iki
yan ı nda ilerleyen piyade de gittikçe yaklaşı yord u . Dürbününü
gözünden indirmeyen Cemal Efe, ilerleyen tanklarla piyadenin
birdenbire duraklad ı ğ ı n ı görd ü . Evet, tanklar, mi lislerin şose
üzerinde enlemesine açtı kları geniş, derin bir hendeğin kıyısı­
na gelmiş, durmuştu . İ ki tank hendeğin kıyısı nda yan yana ge­
lerek dururken üçüncüsü geri giderek Çamtepe s ı rtı n ı n arka­
sı nda gözden uzaklaştı . Piyadenin bir dizisi, birkaç yüz metre
ilerleyerek mevzie gird i . Bütü n arkadan gelenler, hendek
önünde toplan ıyord u . Cemal Efe, d ü rbünle bakıyor, askerler
aras ı nda bir gidiş-geliş, bir kaynaşma görüyord u . Demek ki
geçmek için hendeği toprakla doldurmaya çal ı ş ı yorlard ı .
B i r milis, b u s ı rada içini çekerek Cemal Efe'ye :
- Ah, şu sı rada bir topumuz olayd ı ! dedi.
Fransızlar, sanki bu sözü işitmiş gibi tanklar ı n toplarıyla,
ağ ı r makinalı tüfeklerle kuşkuland ı kları yerleri dövmeye, tara­
maya başlad ı lar. Bu yoğu n ateş sürdüğü s ı rada Fransız topçu­
su da Çamtepe sı rtları nda mevziye giriyord u . Uzaktan hende­
ğin dolduğu görülüyord u . Bu sı rada sık bir çal ı l ı ktan hendeği
doldurmaya çal ı şan Fransız askerlerin i n üzerine bir ateş bas­
kı n ı yap ı ld ı . Fransız makineli tüfeklerin i n takırtı ları aras ı nda
patlayan bu bir yığ ı n piyade tüfeği , çukurun başındaki asker
kalabal ı ğ ı içinde bir panik yaratt ı . Koşanlar, düşenler, kalkan­
lar, tanklar ı n arkas ı na saklanmak isteyenler bir karış ı kl ı k yara­
tıyord u . Hendeğin baş ı nda bir tek kişi kalmad ı . Şimdi , ortada
52 1
yal n ı z iki tank görün üyord u . Bütün asker, tam siper yapm ı şt ı .
Biraz sonra, Çamtepe s ı rtları nda açı kta mevzilenen Fransız
topları , Cemal Efe'nin siperlerine ilk atı ş ı yaptı lar. On iki top
birden patlad ı , on iki mermi birden Cemal Efe'yle savaşçı ları ­
n ı n biraz ilerisindeki çal ı l ığa düşerek ak du manlar çıkard ı .
Keskin bir barut kokusu savaşçı lar ı n genizlerini yakt ı .
Akşama dek, düşman ı n toplarıyla ağ ı r makinelitüfekleri
çevreyi taradı durd u . Artık, hendeği doldu rmak yürekliliğini
gösterecek bir tek Fransız askeri meydanda görü n müyordu.
Meydana ç ı kan düşman erlerinin üzeri ne türlü yönlerden kur­
şun yağ ı yor, onlara göz açt ı rm ı yord u . Fransızları n ateşi , çok
yoğ u n , öldürücü olmakla birlikte etkisiz kal ıyord u . Şu ndan ki,
karşı ları ndaki milisler, dağ ı n ı k, hesaplı bir biçimde yerleştiril­
mişti .
Cemal Efe'n i n çok merak ettiği şey, çal ı l ı ktan hendeği dol­
durmaya çal ışanları n üzerine kimleri n ateş açtığıyd ı . Akşam
karanl ı ğ ı bas ı p da her iki yandan da ateş kesilince Cemal
Efe'yle yan ı ndaki arkadaşları , dere boyundaki çal ı l ı ktan ç ı kan
iki arkadaşları n ı n kendi lerine doğru gülü mseyerek geldiği n i
gördüler. Bunlar, müfreze arkadaşları ndan Hacı Kahraman'la,
Hacı Yoldaş'tı . Çal ı l ığa sokulup Fransızlara böyle yakı ndan
ateş açmaları da salt kendi g i rişmeleriyd i .
Gece, sessiz geçti . Sabahleyin gü neşle birlikte Fransız
top tüfekleriyle bütün makinal ı tüfekleri , milisleri n mevzilerine
ateş püskü rmeye başlad ı . Top mermileri, düştükleri yerden
apak duman y ı ğ ı nları çıkarıyord u . Gecenin karanl ı ğ ı ndan ya­
rarlanan düşman , tank hendeğini doldu rduğundan tanklar yol­
da ilerliyor, piyadeler, topçun u n , makinal ı tüfeklerin koruma
perdesi arkas ı nda sald ı rıya geçme hevesleri gösterdikçe Ku­
vayı Milliyecilerin kurşunlarıyla du raklayarak oldukları yere si­
n iyord u . H içbir türlü d u rd u ru lamayarak ilerleyen tanklar, Ce­
mal Efe müfrezesin i n hizasına gelince durdu . Topları , makina­
lı tüfekleriyle onları n mevzilerini yan ateşine ald ı . Düşman ate­
şi, öyle şiddetliydi ki artık burda etten , kemikten varl ı kları n ba­
r ı n ması düşünülemezd i . Milisler, teker teker sıçrayarak geri
522
çekil mek zorunda kal ı nca düşman piyadesi tedirgin edilmeden
ilerled i .
Çamtepe sı rtları önü nde mevzilenmiş on i k i düşman topu,
toprağ ı n biçimini değişti rircesine korkunç bombard ı man ı n ı
sürdürüyor, milisler, her karış toprağ ı savunarak geriliyorlard ı .
Ovan ı n üstünde barut dumanları , toz bulutları birbirine karı şı­
yord u .
En sonra, meydan ı n boşaldı ğ ı n ı gören düşman, topçu ba­
taryaları n ı ileri mevzilere alarak yoğun ateşini bir silindir gibi
arazi üzerinden geçi riyor, bu çelik perde arkası ndan da önle­
rinde atl ı ları n yürüdüğü piyade dalgaları geliyord u . Önüne bir
bölük atl ı sürmüş uzun bir piyade kol u , milisleri sağdan çevir­
mek üzere uzunca bir yürüyüşe başlam ı ştı . Cemal Efe, ku­
mandanl ığa sald ı rı n ı n başlad ı ğ ı n ı bildirerek yard ı m da istemiş­
se de görü n ü rlerde kimsecikler yoktu . Düşman her iki yan ı n­
dan müfrezenin savu nma noktaları n ı çevi rme düşüncesindey­
di. G ittikçe arkaya doğru uzayan uçlar, bir akrep kıskacı gibi
kapanmaya doğru yol al ıyord u . M üfrezenin başı üstünde tehli­
ke çanları çal ı yord u . Cemal Bey'in bütün savaşçı ları , ateş çiz­
gisinde bul u nuyord u . Geride bir tek yedeği yoktu. Cemal Efe,
telefonu alarak Karaisal ı Kaymakamı Beybaba diye an ı lan Sa­
dettin Bey'i arad ı .
Telefona b u sı rada Pozantı kuşatmas ı n ı sürdüren Sinan
Paşa ç ı kt ı .
- Sinan Bey, tanklar ilerlemeye başlad ı . Düşman , şoseyi
izleyerek gelen tanklar ı n arkası s ı ra ilerliyor. Bizimkiler, ad ı m
adı m çekiliyorlar. Dünden beri beklediğimiz yard ı m henüz gel­
med i .
- Cemal Efe, b e n Pozantı kuşatmas ı ndan ayı rabildiğim
güçle şimdi imdad ı n ıza geliyorum . Fransızlardan ele geçirilen
üç ağ ı r makinal ı tüfek beraberi mdedir. Kavakl ı han s ı rtı n ı n öne­
mini biliyoru m . Her ne pahasına olursa olsun o s ı rtları elden
bı rakmayacağ ı z . Ben gelinceye dek olduğunuz yerden bir
ad ı m bile çekilmeyin .
523
- Tankları çetelerin gerilerine dek ilerledikten sonra açtık­
ları top, makinal ı tüfek ateşine karşı bizim çeteler oldukları yer­
de kalamad ı lar, geri çekiliyorlar.
- Geri çekilirseniz idam olunursunuz !
Cemal Efe, düşü n ü r gibi mikrofon u bı raktı . Gözetleme te­
pesinin arkası nda atı n ı tutan seyisine atı n sırt ı ndaki heybeden
fişekliği çıkarıp getirmesini buyurd u . Seyisin getirdiği fişekliği
kuşandı , silah ı n ı kavrad ı , telefoncuya da telefonu sökerek se­
yisle birlikte Taşoba'ya gitmeleri n i , oradan kendisiyle hemen
haberleşme kurmas ı n ı buyurd u .
Telefoncu sahra telefonunu alarak seyisle birlikte tepenin
ard ı nda gözden uzaklaşı rken o dürbünü gözlerine dayad ı .
Düşman , şimdi avcı hatt ı n ı geçerek dalga dalga çetenin üstü­
ne geliyord u . Piyade kolu derinlemesine onları n sağlarına sar­
kıyor, atl ılarsa piyadeden eğri k ı l ıçlarıyla havayı biçerek Ça­
naktepe'ye çıkıyorlard ı .
B u , geçerken genç efenin yan ı ndaki Osman Çavuş :
- Bak efem , düşman atl ı ları Çanaktepe'den kaçıyorlar!
diye bağ ı rd ı .
Şaşı lası şeydi. Her şeyin biter gibi görü ndüğü bir sı rada
ecel gibi üstlerine gelen yal ı n k ı l ı ç düşman atl ı ları , şimdi özdeş
h ızla doludizgin gerisi n geri kaçıyorlard ı . Cemal Efe'yle Os­
man Çavuş, buna bir türlü inanam ıyorlard ı . Düşman topçusu
da bütün h ışm ıyla kaçan atl ı ları n boşaltt ığı araziyi dövmeye
başlam ışt ı .
Cemal Efe, biraz sonra, b u mucizenin nedenini anlad ı .
Tarsus Kuvayı Milliyecileri , Veli Haşim Bey'in emrinde onların
yard ı m ı na koşmuş, Çanaktepe mevzilerinin solu n u güven altı­
na alm ı şlard ı . Veli Haşim imzal ı tezkerede bunları okuyan Ce­
mal Efe, çok sevi ndi . Bu yard ı m gelmeseydi onlar için oldukla­
rı yerde ölmekten başka yapılacak bir iş yoktu .
Veli Haşim Müfrezesi, bir bölük gücündeki düşman atl ısıy­
la bir tabur piyadeyi kaç ı rm ı ş ya da ilerlemekten al ı koymuştu .
İlerleyen tanklar, şosenin her iki yan ı ndaki m i lisleri bozgu n
duru m u nda kaçmak zorunda bı rakm ı şt ı . Bu yüzden Cemal
524
Efe, yan ı nda Osman Çavuş'la bi rkaç savaşçı olarak Kavakl ı ­
han arkas ı nda yükselen tepeye çıkt ı . Cemal Efe Müfrezesi,
Kavakl ı han önünde tanklar ı n geçmemesi için kazanlardan , va­
ril lerden bir barikat kurd u . Bu yüksek barikat ı n önüne gelen
tanklar, durmak zoru nda kaldı . Tanklar ı n birinden ç ı kan bir as­
ker barikat ı n durumunu i ncelerken tepeden yağan kurşunlarla
yine tankı n içine s ı ğ ı nd ı . Böylece, müfrezenin yeni mevzileri ni
keşfeden Fransı z tankları burayı korkunç bir biçimde bombar­
d ı mana başlad ı lar. Makinalı tüfeklerin takı rtı ları da ayrı bir ca­
y ı rt ı koparıyordu . Savaşçı ları n sağ ı nda sol u nda şiddetli patla­
malar oluyor, başları n ı n üzerinde şimşek çakarak şarapneller
parçalan ıyor, tozdan , dumandan göz gözü görmüyord u . M üf­
rezen i n yan ı başı na, önüne, arkası na düşen mermiler, düşma­
nı göstermeyen karanl ı k bir toz duman perdesi meydana geti r­
diğinden savaşçılar, düşman piyadesinin gelişini göremiyor, bu
yüzden de ateş edemiyorlard ı .
Cemal Bey'in bütün korkusu , Fransız piyadesinin tankla­
rı n hizas ı na dek ilerlemesiydi. O zaman, barikat ı n entipüften
bir engel olduğu anlaş ı l acak, tanklar, kazanları , varilleri itele­
yerek yolu açacak yine korkusuzca ilerlemeye başlayacakt ı .
Cemal Efe'nin gözleri önünde b u s ı rada yeni b i r mucize
old u . Tankları n top, makineli tüfek ateşleri bıçakla kesilir gibi
kesildi. Hemen bu s ı rada da Sinan Tekelioğlu, Dedeağa Müf­
rezeleri , Cemal Efe M üfrezesinin yan ı baş ı nda kara barut du­
manları içinden çıkan hayalet görüntüler gibi belirdiler. Fransı z
piyadesi , tepenin eteklerine yay ı lmaya ç ı kan keçi sürüleri gibi
sarm ı ş , yukarı doğru tı rman ıyord u . Üç müfrezen i n savaşçı ları
yere yatarak düşman piyadesi üzerine bir ateş bask ı n ı yaptı­
lar. Düşman piyadesi , fu ndaları n , taşları n arkası na, sel yarı k­
ları na sinerek ku rtulmak için akşam karan l ı ğ ı n ı beklediler. Ce­
mal Efe, Fransız topçusunun birden bire ateş kesmesini bir
mucizeye benzetmişti . Bunu mucize gibi gösteren nedeni son­
radan öğrendi .
General Dufieux, Albay Gracy'e çekilme buyruğu vermiş,
bu da bu sı rada olmuştu .
525
Kuvayı Milliyecilerin mevzileri üzerinde uçarak gözetleme­
lerinin sonucunu General Dufieux'ya bildiren bir uçak gözcüsü ,
Kavakl ı han dolayları nda on binlerce Türk askerin i n toplan m ı ş
olduğunu bildirmişti . Gözcü , bununla kalmayarak bunları n ba­
şı nda Alman subayları n ı n da bulunduğunu haber vermişti . Oy­
sa beş bin kişilik derme çatma bir milis gücü vard ı . Bütün fu n­
dal ı kları , dağ ı , taşı Türk askeri olarak gören Fransız gözcüsü­
nün raporundan tehlikenin büyüklüğünü ( !) anlayan General
D ufieux, Albay G racy'e hemen "geri dön " buyruğu vermişti .
Böylece de Kavakl ı han tepelerinden ovayı gözleyen ulusal
güçler, naralar atarak yengilerini kutlad ı lar.
Fransız tugayı çekilip gittikten sonra, Cemal Efe , kendisi­
ne bir mucize güzelliğiyle yard ı ma gelen Molla Kerim'le Veli
Haşim'i görüp m i n netin i bildirmek üzere Kayadibi köyüne gitti .
Onlarla kucaklaşarak öpüştü :
- Bu savaşı n en büyük şerefi siz kahraman arkadaşları ­
m ı nd ı r, ded i .
Veli Haşim , alçak gönüllüce :
- Şeref Türk' ü n , Çukuroval ı ları ndı r. Ben , yal n ı z görevimi
yapt ı m , dedi.
*

* *

General Dufieux, 25 Mayıs günü yine uçakla Pozantı 'da


kuşatı lan taburun kumandan ı Binbaşı Mesnil'e şu mesaj ı gön­
derd i :
- Yard ı m güçleri miz yolların üzerindeki Türk güçleri nin
direnmesini kı ramad ı lar. Bu sald ı r ı , bir kez daha s ı nanamaz.
Yiyecek ve cephaneleriniz tükenince karar almakta serbestsi­
niz. Yaln ı z , Tü rklere bel bağlamay ı n ı z . Beraberinizde taşı ya­
mayacağ ı n ı z bütün malzemeyi olduğu yerde yok ediniz ve yo­
la ç ı k ı ş ı n ı z ı gizlemeye son kerte dikkat ediniz. Alı nan haberle­
re göre , Kemalist güçlerin büyük bir bölümü Çamalan ı ile Tar­
sus arası nda bulunmaktad ı r. Batıya ve Mersin üzerine doğru
yürüyünüz. Bütün düşü ncelerimiz sizlerle beraberdir.
Binbaşı Mesnil, bu mesaj ı alı nca hemen yola çıkmaya ha-
526
zı rland ı . Kaçış ı n ı gizlemek yerine kuşatıcı lara karşı şiddetli bir
saldı rı yaptırd ı . Bu savaşta yüz elli yaral ı ile ölü veren Mesnil, al­
tı buçukluk topları yok etti. 26 Mayıs akşamı yiyeceklerle cepha­
neleri askerlere, kalanları da katı rlara yükletti . Kı lavuz olarak ta­
bura bir Türk tren makasçısıyla bir tren makinistini zorla katt ı . Bir
doru ata binerek eratın baş ı na geçti . Kuvayı Milliye'nin boş bı­
raktığı dere içine doğru ilerlemeye başlad ı . Taburun önünde ta­
burun papazı Niyorthe, elinde haç ı n ı tutarak yürüyordu. Tarsus
yolu ndan Tekir Yaylası 'na sapan taburun Cövbeli'ne doğru tır­
mandı ğ ı haberi Kuvayı Milliye'nin kulağ ı na erişmekte gecikme­
di. Ne var ki, Pozantı'yı kuşatan bütün müfrezeler Albay
Gracy'nin üzerine gönderildiğinden şu sı rada elde Mesnil tabu­
runu izleyecek hiçbir güç kalmam ı ş gibiydi. Tekir Yaylas ı ' n ı n ba­
şı nda ilerleyen Mesnil, orada rastladığı Panzı nçukuru köyünden
bir kad ı n , bir erkek davarcıyı kı lavuz olarak taburun önüne dü­
şürdü. Binbaş ı n ı n atı n ı n sırtına attığı heybeler altın doluydu.
Mesn i l , kı lavuz olarak ald ı ğ ı Yörük'e heybedeki alt ı n ları
göstererek:
- Siz, yol gösterip bizi g üvenle Mersin'e götürürseniz bu
heybedeki alt ı nları size vereceği m , ded i .
Mesnil'in taburunda bulunan fedai Ermeniler, Bi nbaş ı n ı n
kı lavuz olarak ald ı ğ ı Türklere korku nç bakı şlar fı rlatıyorlar, on­
lar da bir punduna getirilip boğazlanmamak için ku mandan ı n
yan ı ndan ayrı l m ı yorlard ı .
Mesnil, elindeki haritayı b u köylü lerin bilgisiyle destekleye­
rek gidiyordu. Kendisini Mersin'e ulaştı racak en kestirme yolun
peşindeydi. Onu kolayca Tarsus'a ulaştı racak bir tek yol vard ı . O
da şaseyi izleyerek Gülek Boğazı , Çamalan ı üzerinden gitmek­
ti. Bu yolda zayıf kadrolu birkaç jandarma karakolundan başka
bir şey yoktu . Surdan gidince Ulusal Güçleri arkadan vurmak
olanağ ı da elde edebilirdi. Mesnil'le birlikte General Dufieux de
uçak gözcüsünün verdiği yanl ış bilgiye uyarak bu bomboş yolu
bırakı p felaketlerine doğru yürüdüler. Gözcünün raporuna göre
bu yol üzerinde binlerce Kuvayı Milliyeci kaynaşıyordu. Çamala­
n ı karakolundaki jandarmalar, Fransız taburunun ister istemez
527
bu yoldan geçeceğini düşünerek ünlü Toroslar geçidi Gülek Bo­
ğaz ı ' n ı çam ağacı kütükleriyle barikatladı lar. Bu daracık boğazı
böylece geçilemeyecek duruma getirdikten sonra Gülek Kale­
si'nin eteklerine birkaç da nöbetçi jandarma diktiler.
Mesn i l , al ı n yaz ı s ı na doğru daha h ız l ı gitmek üzere hari­
tası na, hiç de iyi niyetle davranmad ı kları sonradan anlaşı lan
kı lavuzları na uyarak Karboğaz ı denen korku nç tuzağa doğru
yü reklice ilerled i . Buras ı , Toros Dağları ' n ı n en sıcak günlerde
bile başlarında ak külahlar bulunduran yüksek dorukları arası ­
na sıkışmış, h e m çok güzel, h e m de çok korku nç bir yerdi. Yal­
çın dağlar arası ndaki bu sel yatağ ı , salt düşmanlar için değil
dostlar için de ü rkütücüyd ü . Kad ı n erkek kılavuzlar zorla kı la­
vuz oldukları andan beri Fransı z tabu ru na bir oyun oynamayı
kurmuş, onları içinden çı kamayacakları bir çı kmaza sokmayı
kararlaşt ı rm ı şt ı . Yüksek Tekir Yaylas ı ' n ı n serin havası içinden
sislere, bulutlara sürtünerek geçen kaçak tabu r, akşamüstü kı­
lavuzlar ı n ı n arkası ndan Karboğaz ı tuzağ ı na girdi.
Binbaş ı Mesni l , güvenli görerek geceyi burda geçirmeye
karar verdi. Karboğaz ı'na g i rildiğinde taşlar, kayalar arası nda
oturan tabu r, akşam yemeği yemeye başlad ı .
Altı nları görü nce h ı rstan gözleri fal taşı gibi açı lan kı lavuz
Yörük, kumandana:
- Bizim yayla yakı ndad ı r. Davarı m ı z da buralardad ı r.
Ben , gidip size yoğu rt getireyim, dedi.
İzin alarak gitti. Arkas ı nda Teki r Koz u , Panz ı n köylerinden
(Şimdiki Gülek kasabası - Tarsus) kırk iki silah l ı köyl ü ile dön­
dü. Ellerinde Alman, Rus, Osman l ı mavzerleriyle av tüfekleri
vard ı . Geç vakit Karboğaz ı ' n ı n sarp, yalçı n tepelerini tutarak
boğazı çepeçevre sard ı lar. Tepeleri saran köylüler, sanki kala­
bal ı k bir asker varm ı ş gibi yalancı ordugah ateşleri yaktıl ar.
Her yanda ateşler yan ı yor, yalç ı n kayal ı klara, çamlara sürünüp
geçen ak sis y ı ğ ı n ları nda kı pkızı l ayd ı n l ı klar oynuyord u .
Mesnil taburu n u n s ığ ı nd ı ğ ı sel yatağ ı , bu ateşler yüzün­
den daha da karanl ı k görünüyordu. Tepelerde yanan yüzlerce
ordugah ateşi kapandaki Fransız askerlerine bütü n gece kara
528
düşler gördürd ü . Soğu ktan, korkudan titriyorlard ı . Türk kı la­
vuzlar ı n da kaçıp gitmiş oldukları n ı anlayı nca Kuvayı Milliyeci­
lerin bir tuzağ ı na düştükleri ni anlad ı lar.
Geceleyin , karan lığa ku rşun sı karak cephanelerin i harca­
maktan çekinen köylüler, günün ilk ayd ı n l ığ ıyla görünen he­
deflere üst üste ateş bask ı n ı yaptı lar. Tabur, bir anda ordu di­
sipl i ninin çerçevesini parçalayarak can kayg ı s ı na düştü . Bun­
dan yararlanan Yörük, geldi ve Binbaş ı n ı n altınla yüklü doru
atı na atlad ı ğ ı gibi yitiklere karıştı .
Kaya y ı ğ ı nları n ı n arkası nda, kaya kovukları nda birer s ı ğ ı ­
nak arayan askerler, Mesnil'i elleri böğründe bı raktı lar. Eski
Verdun kahraman ı , tahta bacağ ı n ı kayalara çarpı p sendeleye
sendeleye son direncin i kulland ı . Kaya kovukları ndaki askerle­
ri tabancas ı n ı n tehdidiyle oradan çıkarı p tepelere birkaç kur­
şun attı ysa da bunun da sökmeyeceği n i çabucak anlad ı , şun­
dan ki çok nişancı olan köylüler, k ı m ı ldayan , kafası n ı kaldı ran
her Fransı z ı olduğu yere m ı h l ı yorlard ı . Ayrıca, tepelerden yu­
varlad ı kları tonluk kayalar büyük gürültülerle bir silindir gibi sel
yatağ ı ndan aşağ ı in iyor, önüne rastlayan kat ı rlar ı , i nsanları al­
tına al ı p sürüklüyord u . Havan topu yüklü katı rlar kıç atarak er­
lerin elinden ku rtu luyor, öteye beriye kaçı şarak havan ateşi ya­
p ı l mas ı na engel oluyord u . Bu ateş sağanağ ı saatlerce sürd ü .
Binbaşı Mesni l , b u gidişin kötüye varacağ ı n ı anlayarak tes­
lim bayrağ ı n ı çekti . Köylülerin başları , aşağ ı inerek onları tes­
lim almak istediğinde Binbaşı buna yanaşmad ı . Rütbeli, resmi
bir kumandandan başka kimseye teslim olmayacağ ı n ı söyled i .
Birkaç saat süren savaş sonunda Fransızları n i k i yüzü ölmüş,
iki yüzü de yaralanm ı ş , kaya kovuklarında inleyip duruyord u .
Kırk i k i silah l ı köylü , aşağ ı inerek Binbaşıyı teslime zorlad ı . Sağ
kalan beş yüz elli askerle dokuz subay, silahları n ı yere atarak
elleri havada bekledi. Bu sı rada haberi duyan Karahisarl ı jan­
darma kumandan ı eski öğretmen Kara Afet adıyla ün sal m ı ş
Kuvayı Milliyeci jandarma kumandanı Hasan , yan ı na Çamala­
n ı ' ndaki yedek subay Besim Bey'i de tercüman alarak elindeki
jandarma milislerle Karboğazı 'na doğru bütün h ızıyla yola çık-
529
t ı . Yolda Mesnil taburundan ayrılarak kendi baş ı n ı n çaresine
bakmak isteyen küçük bir Fransız g rubuna rastlad ı . Fransızlar,
Hasan Bey müfrezesine ateş açtığı ndan onlar da bunları ateş­
le karş ı layarak az zamanda yola getirip teslim aldı lar, birlikte
Karboğaz ı 'na doğru ilerlediler. Kara Afet Hasan Bey oraya var­
d ı ğ ı nda Fransız kumandan ı n ı , silah l ı köylülerin koruması altın­
da bir çoban çatması nda tahta bacağ ı n ı uzatm ı ş otururken bul­
du. Çevresinde yaralı subaylardan bir halka vard ı . Önlerinde bir
ateş yan ıyord u . Binbaşı Mesnil karşısına bir Türk subay ı n ı n di­
kildiğini görünce bunu askerlik şerefine uygun görüp teslim ol­
du. Binbaşı Mesnil, taburunu Karboğazı 'nda bı rakarak Hasan
Bey müfrezesiyle Gülek bucağ ı na gitti . Orda, Fettah Ağa' n ı n
evinde Teğmen Hasan Bey'le sabaha dek görüşmede bulundu .
E n sonra kararlaşan teslim koşulları n ı imzalad ı .
Binbaşı Mesni l , burdan yine Karboğazı'na gitti. Adamcağ ı ­
z ı n yüzü, dünyan ı n en üzg ü n insan ı n ı n çizgileri n i taşı yord u .
Tabu rdan sağ kalanları toplayarak doru atı na bindi . Onlara
gözyaşları içinde teslim koşulları n ı anlatarak askerce bir avu n­
tu sunmaya çal ı ştı .
Sonra, tutsak olan taburunun başı nda ağı r ağ ı r Gerlez'deki
subaş ı na doğru ilerled i . Kafilede beş yüz elli tutsak er ile dokuz
subay, iki top, iki ağ ı r makinal ı tüfek, birçok at, katır vard ı . Tut­
saklar, koruyucuları n ı n arası nda davul zurna ile götürülürken
pek çok köylü , kad ı n , kız, erkek, çoluk çocuk sevincinden oynu­
yor, onları seyrederek yanları s ı ra yü rüyordu. Gerlez'de beş ko­
yun kesilerek kocaman kazanlar kuruldu . Bol bulgur pilav ı n ı n
üzerine serpilen kavurmayla karn ı n ı güzelce doyuran Fransız
askerleri, bunun üzerine soğuk sular, ayranlar içerek yirmi dört
saatlik açl ı kları n ı giderdiler. Üzüntülü şölenden sonra Binbaşı
Mesnil, askerlerine şöyle kısa bir ünlemede bulundu :
- Biz, tutsak olduk. Savaş kimi zaman yenenleri de yener.
Bunu söylerken ağlamaya başlad ı . H ıçkı rıklar bir ara ko­
nuşmas ı n ı önled i . Son ra, yine sözünü sürdürd ü :
- Fakat ben , ş u n a ağl ı yorum k i biz Nyon kah ramanları ­
yız. Bizi üç buçuk çete tutsak ald ı .
530
Sonra, tahta bacağ ı n ı sürükleyerek doru atı na bindi .
Arkası ndaki başı eğik beş yüz elli genç Fransız tutsağ ıyla
ağı r ağ ı r Çamalan ı 'na doğru ilerled i .
Tutsaklar, Çamalan ı 'na vard ı ktan son ra, haberi alan Si­
nan Tekelioğlu (Yüzbaşı Ali Ratip) seği rterek oraya vard ı . Ya­
n ı nda iki ay önce Belemedik'te tutsak edilen Madam Mesnil'i
de getird i . Karı-koca tutsaklar, birbirlerin i görü nce gözyaşları
içinde kucaklaştı lar. İ kisi de h ıçkı rarak ağl ı yord u . Bunu gören
Fransız askerleri de kendilerini tutamayarak ağlamaya başla­
d ı lar. Orta boylu , kara saçl ı , uzun sakall ı , dik burma bıyıklı Ki­
likya Batı Cephesi ku mandan ı da üzg ü n yüzüyle onları n yan ı
başı nda dikiliyord u .
Madam , yağmurdan s ı rsı klam olan kocasına hastalana­
cağ ı n ı söyleyerek s ı rtı ndaki peleri ni çıkarı p omuzları na attı .
Sinan Paşa (Tekelioğlu) :
- Mösyö, ded i . Asker için zafer ya da yenilgi her zaman
bir kader işidir. Sizler için de kader bu biçimde göründü . Üzül­
meyiniz.
Si nan Paşa, tutsakları burdan Kuvayı Milliyecilerin karar­
gah ı olan Karaisal ı 'ya yürüttü . Burdan da Kayseri'deki tutsak­
lar kamp ı na gönderdiler.
Sonradan Mesnil taburu , Yenice'de Türk tutsaklarıyla de­
ğiştirilecek, bundan bir yıl sonra emekliye ayrı lan Binbaşı Mes­
nil hastal ığa yakalanacak 1 925'te Paris'te ölecektir.

SAVAŞÇI AŞKI

Bireysel saltanata ve onun


temsil ettiği uğursuz bir yöne­
tim biçimine karşı çekilen her
silah kutsaldtr.
M ustafa KEMAL

İ nce uzun boylu , dik yürüyüşlü , sivil giyinmiş bir asker ol­
duğu hemen anlaşı lan orta yaşlı bir adam , Şehzadebaşı 'nda
53 1
dalg ı n dalg ı n yürüyord u . Dalg ı ndı , işleri başı ndan aşk ı n bir ki­
şinin dalg ı n l ığ ı yd ı . B u , eski Teşkilat-ı Mahsusa' n ı n başkan ı ,
şimdiki Mim-Mim gru pları ndan birinin d e başkanı olan Süvari
Yarbayı Hüsamettin Bey'di . Sokrat Eczanesinin önüne vard ı ­
ğ ı nda yirmi beş yaşları nda iri yar ı , arslan yapı l ı , yakışıklı genç
bir adam ı n , yolunu keserek elerine sarıld ı ğ ı n ı görd ü . Hüsa­
mettin Bey, elleri n i öpmeye çal ışan delikanlıyı tan ı yamad ı :
- Berhudar o l , oğl u m . Sen kimlerdensin , bakal ı m ? diye
sord u .
Genç adam, güldü :
- Beni tan ımad ı n ı z m ı , amca bey? Ben , Serez'de Süvari
Yüzbaşısı Sabri Bey'i n oğluyu m , ad ı m Galip.
- Ooo ! Maşallah , ne çabuk serpilmişsin. Hay ı rd ı r inşal­
lah , baban nerde?
- Evde, evimiz Çarşamba'da. Yaln ı z , şimdi onun ayakla­
rı tutmuyor. Ağabeyimle ben çal ışıyoruz. Ben de Ü niversitede
okuyorum . Serez'den sonra Selanik İdadisi'ne, Bal ı kesir Sulta­
nisi'ne gittim . Ordan mezu n olarak Tarih şubesine girdim.
- Bak, buna sevindi m . Sak ı n okumayı yarıda bı rakma. O
yaramazlı klardan iz kalmad ı , inşallah .
Hüsamettin Bey, bunu gülerek söylemişti . Galip, kızarı p
bozard ı . S ı k ı ld ı ğ ı n ı göstermemek üzere gülmeye çal ıştı :
- Amca bey, onlar gençlik işleriydi. Şimdi , memleketin
durumu kötü ; bizim için çal ışmak ve okumaktan başka çare
yok.
*

* *

Yı llar ne de çabuk geçip gitmişti . Albay Hüsamettin Bey,


on y ı l önce Serez'de akşamları bu delikan l ı n ı n babası Yüzba­
şı Sabri Bey'le askeri ku lüpte otu rur, dü nyan ı n işlerinden ko­
nuşurlard ı . Bu çok içten arkadaş ı n ı n henüz on altı yaşı ndaki
uzun boylu , güçl ü , sevimli, afacan oğlu ilginç bir tip olarak gö­
züne çarpm ıştı . O da subayları n toplan ı p savaştan , siyaset­
ten , istibdattan söz ettiği kulübe uğrarsa da şöyle bir görünüp
uzaklaş ı rd ı .
532
H üsamettin Bey, en iyi kulüp arkadaşı Yüzbaşı Sabri
Bey'le bir mahallede, bir sokakta oturuyord u .
Sabri Bey, tatl ı dilli, i r i yarı , mert b i r adamdı . Hüsamettin
Bey'i n askeri kulüpteki bu arkadaşl ı ğ ı mahallede karşı karşı ya
olan evlerinde de sü rüyordu. Evlerinin pencereleri de birbirine
bakıyord u , Ailece gece g ü ndüz birbirlerine gidip gelmekteydi­
ler. Yüzbaşı Sabri Bey, Hüsamettin Bey'den yaşl ıcayd ı . Bun­
dan dolayı beriki ona bir sayg ıyla da bağ l ı yd ı . Her iki subay ı n
birbirine böyle düşkün oluşları n ı n başlıca nedeni İstanbullu
oluşlarıyd ı . Yaln ı z Sabri Bey, Balkanlara ondan çok önce gel­
miş, her subay gibi yıllarca türlü Balkan u lusları çeteleri n i boş
yere kovalayı p durmuştu . Sabri Bey, yine Serez'e atand ı ğ ı nda
Hüsamettin Bey, arda süvari bölük kumandan ı yd ı . Sabri Bey'in
iki oğlundan biri Necati, öbürü Galip'ti . Serez idadisine yerle­
şen Galip, güçl ü , çal ı şkan , dövüşçü , gürü ltü pat ı rtıcı bir genç
olarak göze çarpmaya başlam ıştı . Yaln ı z okulun duvarları ara­
s ı nda öğretmenlerine, oku l un düzenine sayg ı l ı yd ı . Hocaları n ı n
dersten yana ondan hiçbir yak ı nmaları yoktu. Okulda böyle
ideal bir öğrenci olan Galip, okulun kapı s ı ndan sokağa çı kar
çı kmaz bir afet kesiliyord u . Okul dönüşü , daha önce oku l , ma­
halle arkadaşları ndan kurduğu çetelerle iki ayrı grup olarak sa­
vaşa atı l ı yor, kafa göz yararcas ı na tehlikeli meydan savaşları
veriyord u . Son u nda her zaman büyü me eğilimi gösteren çete
kavgaları , ancak polisler, inzibatlarla bast ı rı labiliyord u . Polis­
ler, subay çocuklarına karışmad ı ğ ı ndan onları askeri inzibatlar
ayı rı yord u .
Her ilkbaharda başları nda Galip'in bulunduğu Türk çocuk­
ları , Rum mahallelerinde toplanan çocuk çetelerine sapan taş­
larıyla sald ı rıyord u . Çoğu zaman Galip'i n yönettiği Tü rk çocu­
ğu çeteleri , Rum çocuğu çeteleri n i yağ m u r gibi yağan sapan
taşları altı nda savaş meydan ı ndan sürüp şehrin sı rtları na ko­
val ı yord u .
Okuldan d ışarda kavgacı olarak büyük bir ü n yapan Ga­
lip, okul müdürü n ü n de gözüne batmaya başlam ış, bu yüzden
müdürle bir gün kavga etmişti . Müdüre adamak ı l l ı içerleyen
533
Galip, o gece çetesi n i haz ı rlayarak ertesi sabah okul saatinde
okula giden bütün yolları kesmiş, bütün öğrencileri geri çevir­
mişti . O g ü n , idadiye bir tek çocuk gidememişti .
Galip'i n babası Sabri Bey'le Hüsamettin Bey, bu haberi
ancak o gece kulüpte alabilmişti .
Sabri Bey'in karş ı s ı na dikilen inzibat çavuşları şöyle de­
mişlerd i :
- Yüzbaş ı m , oğlunuz b i r çete kurmuş mektebi bugün
paydos ettirmiş, son ra Rum mahallelerini altüst etmişler. Bun­
dan dolayı merkez kumandan ı sizi görmek istiyor.
Kalkıp merkez kumandan l ı ğ ı na giden Sabri Bey, yediği
paparaları henüz sindirmeden bir akşam da polisler kulübe da­
yanarak kendisini Mutasarrıf Azmi Bey'in (sonra, İttihatçıların
İstanbul polis müdürü) çağ ı rd ı ğ ı n ı bildirmişlerd i .
Azmi Bey, babası ndan sonra Galip'i katı na çağ ı rtm ış, sor­
muştu :
- Koskoca mektebi tatil ettiren sen misin? Bu bacak ka­
dar boyunla mı yapt ı n bu n u ?
- Efendi m , nedenini sormadan bana hakaret ediyorsu­
nuz. Haksızs ı n ı z . Ben haksızlığa karşı her zaman ayaklanaca­
ğım.
Azmi Bey, polislere :
- At ı n b u keratayı nezarethaneye ! diye buyurmuştu .
- Ne isterseniz yap ı n ı z , hakl ı oldukça hiç kimseden kork-
mayacağ ı m .
Nezarethaneye atı lan Galip, şehirde günün kahramanı ol­
muştu . Öğrenciler, veliler oraya geliyor, okulu paydos ettiren bu
iri yarı , yakışıkl ı delikanlıyı ilgiyle, şaşkı n l ı kla seyrediyorlardı .
Yüzbaşı Sabri Bey, sert bir askerd i . Arkadaşı Serez Mebu­
su Derviş Bey'le birlikte mutasarrıfı protesto etm iş Derviş Bey,
Azmi Bey'e:
- Olay Vilayete götürülecektir ! diye bağ ı rm ı ş , iş Selanik
Maarif Müdürlüğüne yans ı m ıştı .
Selanik Maarif Müdürü Şükrü Bey, (İttihatçıların Atatürk'e
suikasttan asılan Maarif Nazırı) Serez İdadisine müfettişler
534
göndermiş, böylece okulda Türk çocuklar ı n tedirgin eden kimi
yolsuzlu klar meydana çıkmıştı .
İdadi müdürü Göriceli Mahmut Bey, Arnavut olduğu ndan
Osmanl ı ordusunu dağ larda uğraştırıp d u ran Arnavut devrim­
cilerini s ı n ı fta övmüş, böylece subay çocukları n ı n daha çok
Galip'in sald ı rısına uğram ışt ı . Müdür, bu yüzden Galip'e okul­
dan geçici kovma cezası verince o da milliyetçi çetesini topla­
yarak okula o gün bir tek öğrenci sokmam ış, böylece bu hak­
sızl ı ğ ı protesto etmişti .
İşte, Hüsamettin Bey'in onun ilk gençliği üstüne bildikleri
bunlard ı . Sonra Trablus Savaş ı , Balkan Savaş ı , Birinci Dünya
Savaşı , bütün subaylarla çoluk çocukları , kası rgada kum tane­
leri gibi bilinmeyen birer yana savrulup gitmişti . On y ı l sonra
H üsametti n Bey'in karşısına dikilen bu iri yarı , boylu boslu, ya­
kışıkl ı , ü niversiteli genç adam , demek on y ı l önceki o haksız­
lık için her şeyi göze alan z ı p ı r gençti .
*

* *

Hüsamettin Bey, geçmişi bir film güzelliğiyle bir daha ya­


şayarak yan ı başı nda yü rüyen şimdiki bu ağ ı r başl ı , sevimli
genç adama :
- Hayd i , yürüyelim, ded i . Bizim e v de Çarşamba'da. Yine
bir mahalleye düşmüşüz.
Şehzadebaşı ' ndan Fatih parkı na dek hiç konuşmadan yü­
rüdü ler.
Hüsamettin Bey, hem aziz arkadaşı Sabri Bey üstüne on­
dan daha çok bilgi almak, hem de onun şimdiki yaşayışı n ı bi­
raz daha derince öğrenmek üzere Galip'i Fatih parkına sürük­
led i . ıssız bir köşedeki bir sı raya yan yana otu rdular.
Galip, H üsamettin Bey'in isteğiyle yaşayışı n ı şöylece bir
çırpıda anlattı :
- Dünya Savaşı başlarken bizleri Maltepe Endaht Mekte­
bine gönderdiler. Kısa bir eğitimden sonra, onuncu mürettep­
ten ve Yahya Kerim Bey'in bölüğünden yedek subay ç ı kt ı m .
Çanakkale'de 2 6 . Tümenin 7 6 . Alay ı n a bağ l ı 3. bölüğüne veril-
535
d i m . İ ngilizlerle savaşa tutuştuk, yaraland ı m . Yatırıld ı ğ ı m Ça­
nakkale Akbaş gezginci hastanesinde de h ummayı tifoidiye
yakaland ı m . Bundan dolayı kulakları mda sürekli bir hastal ı k
kald ı . B u hastal ı k beni sakat bı rakt ı . B i r süre dinlendikten son­
ra, yine cepheye gittim . Bu kez Arap alayları içine düştüm . Tü­
menim Romanya'ya gönderildi . Ordan da geri hizmetlerde kul­
lan ı l mak üzere beni İstanbul'a gönderdiler. Bu geri hizmet işi­
n i işitince ne kerte ağlad ı ğ ı m ı bilemezsiniz, amca bey.
- Biliri m , oğl u m . Sen mert bir baban ı n yurtsever oğlusun .
Şimdi d e y u rt sizden hizmet bekliyor.
Galip, bu u m ut yüklü söz üzerine gözleri parlayarak Hüsa-
mettin Bey'i n yüzüne bakt ı . Yüreği çarparak:
- Evet, amca bey, ne buyuru rsan ız haz ı rı m , ded i .
- Şimdi, ne iştesin?
- Maliye sı nav ı n ı henüz kazand ı m . Hem de k ı rk kişinin
içinde iki kişi kazand ı k. Maliyede çal ışacağ ı m .
- Sen , o işi bı rak. Seni Polis M üdü riyetine, Siyasi Bölü m
M ü d ü r Yard ı mcısı Sabit Bey'e göndereyim. Orada çal ı şacak,
Ü niversiteye de gideceksin .
H üsamettin Bey, cebinden bir kartvizit çı kararak şöyle
yazd ı :
- Kartı getiren Galip Efendi, çok sevdiğim ve güvendiğim
bir arkadaşı n oğludur. Şubenizde gereği gibi kullanı l mas ı n ı dile­
rim . Gözlerinden öperim , kardeşim. Süvari Yarbayı H üsamettin .
Galip, hemen o g ü n Birinci Şube'de işe al ı narak yabancı ­
ları n kontrolünde görevlendirildi.
E rtesi sabah , hemen Yarbay H üsamettin Bey'i n evine ko­
şarak teşekkü r etti , ellerini öptü .
Galip (Vardar) , sivil polislikte epeyce egzersiz yaptı ktan
son ra, Mim-Mim Grubu 'nun başkanları ndan olan Yarbay Hü­
samettin Bey'den çok önemli bir görev ald ı . Galip Bey, b ı rakış­
ma döneminin en korkunç, en zararl ı adam ı olan Damat Ferit
Paşa' n ı n Boğaziçi'nde Baltaliman ı ' ndaki yal ı s ı n ı göz hapsine
al ı p buran ı n bilmecesini çözümleyecekti. Yal ıya denizde n , ka­
radan olmak üzere iki yerden girilip ç ıkıl ıyord u . Deniz yan ı nda-
536
ki küçük rıhtıma türlü İ şgal Kuwetlerin i n motorları yanaş ıyor,
kara yan ı ndaki kapısı ndan yerl i , yabancı kişilere, örgütlere öz­
gü yığ ı n la otomobil kaynaşıyord u . Yal ı , ahşap, ak yağ l ı boyay­
la çok ustaca boyanm ı ş , panjurları s ı msıkı kapal ı bir yapıyd ı .
Osman l ı İ mparatorluğu'nu olduğu gibi yeni Kuvayı Milliye
dünyas ı n ı da ateşe vermeye, yakıp y ı k ı p yeryüzünden kald ı r­
maya yeltenen bütü n düşüncesiz düşünceleri n , bütün kapkara
ihanetleri n kuluçkaya yatt ı ğ ı yer, bu iğrenç yal ıyd ı . Anadolu
devrimcileri n i , Mustafa Kemal ' i , bağ ı msız ve ölümsüz bir Tür­
kiye düşünü bir kaşı k suda boğmak isteyen yerli yabancı , üni­
formal ı ü n iforması z bir yığ ı n kara düş yaratığ ı , geceli gü ndüz­
lü burada toplan ıyor, görüşüp konuşuyordu . Kötü , kötün ü n kö­
tüsü nesneler konuşuyor, kötün ü n kötüsü kararlar veriyor ya
da vermeye haz ı rlanıyorlard ı .
İşte, b u zenginliğin, düşüncesizliğin, ihanetin , şampanyala­
rı n , rakı ları n sel gibi akı p durduğu yal ı n ı n , Türkiye'nin, Kuvayı
Milliye'nin al ı n yazısı için sakladığı gizler çözümlenmeliydi. Bu
kerte güç, bu kerte tehlikeli işi Anadolu'nun İstanbul'daki gözü,
kulağ ı , sı rası nda ı s ı rıcı , vurucu , kı rıcı eli olan Mim-mim örgütün­
den hangi babayiğit ele alacak, yüzüne gözüne bulaştı rmadan
çözümleyebilecekti? İşte, bu çok şerefli iş Galip Bey'e verildi.
Genç adam ilkin bu gizlerle dolu yal ı n ı n dört yanı nda boş yere
dolaştı durdu. Yalıyı uzaktan, yakı ndan pek sıkı bir göz hapsine
ald ı . Her gün yal ı n ı n önündeki rıhtıma yanaşan bir sürü motorla
kimlerin gidip geldiğini, karadaki kapıda duran otomobillerle
hangi sürekli konukları n yal ı n ı n eşiğini aşındırd ı ğ ı n ı şöyle böyle
mimledi. Bunlar, genellikle bilinen kişilerdi. Galip Bey, bir gün,
yal ı n ı n önünden geçerken Birinci Şube'de çal ı ştığı günlerden
tan ıştığ ı sivil polis Boşnak Haşim'e rastladı .
- Aşkolsun Haşim , ded i . Boğaz'da geziyorsun d a Şehza­
debaş ı ' nda birlikte oturup tatl ı tatlı laf attı ğ ı m ı z kahvelere artı k
hiç uğram ıyorsun.
- Ne söylüyorsun Galip, Boğaz'da gezmek m i ? Bu , kime
nasip olmuş ki kuzum? Şu ak yal ıyı görüyor musun, şu ak ya­
lıyı?
537
Galip Bey, yal ı y ı tan ı m ıyormuş gibi yapt ı . Bunun üzerine
sivil memur, onun kulağ ı na şunları fısı ldad ı :
- B u yal ı , Damat Ferit Paşa Hazretlerinin Boğaz'daki ko­
nağ ı d ı r. Biz de koruyucusuyuz.
- Yok deve ! Siyasal polis bölü m ü nde kimse kalmad ı da
senin gibi çelebi birini bulup koruyucu yapacaklar ha?
- Vallahi Galip, görev şimdi bizdedir. Paşa, yal n ı z Arna-
vutlara güveniyor. Hepimizi birer birer seçtiler.
- Peki , a mübarek, her gün de burda m ı s ı n ?
- İ nan o l Galip, i k i ü ç haftada b i r gün izi nliyiz.
Bu sı rada uzaktan konağ ı n kapısı açı ld ı . Uşaklarla koru­
yucular koşuştular. Kapıda duran bir faytondan orta boylu , ku­
ru bir adam indi. Çenesinde küçük bir E.akal, baş ı nda kara püs­
küllü bir fes , s ı rt ı nda istanbu lin denen kara bir giynek vard ı .
Oradakilerin hepsi, "temenna ile" onu selamlad ı .
Haşim , Galip Bey'in kulağ ı na şunları fısı ldad ı :
- Bu kim , biliyor musun? Sadrazam Ferit Paşa Hazretle­
rin i n "Sı r Katibi". Ad ı n ı söylemem .
- Ne yapar b u adam?
- Ne yapmaz ki ? Bütü n toplantı lara girer, onları n tutanak-
ları n ı tutar. Çok önemli bir kişidir. Her gün sabah gelir, akşa­
müstü faytonla Boyac ı köy'e gider. Ordan vapu ra biner Arna­
vutköy'e çı kar. Evi Bebek'le Arnavutköy arası ndaki bayı rlardan
birinin üstündedi r.
"Sı r Katibi", Galip Bey'i n gözleri önünde iki kara yağ ı z atı n
çektiği faytona atlayarak Boyac ı köy'e yolland ı . Hemen , polis
arkadaş ı n ı n elini s ı kan Galip Bey, biraz uzaklaş ı nca bir ayak
önce Boyacı köy'e varmak üzere bir sporcu rahatl ığ ıyla, bütü n
g ücüyle koşmaya başlad ı . Soluk soluğa Boyacı köy iskelesine
vard ı . Vapurun gelmesine daha on beş dakika vard ı . İskeleye
kestirmeden geldiğinden fayton henüz gelmemişti . Biraz son­
ra besili atları n çektiği lastik tekerlekli fayton , gelip iskelenin
önünde d u rdu . Orada bulunan bir polis, hemen elinde saplı ka­
ra bir çantayla inen "Sı r Katibi"ni selamlad ı .
538
Galip Bey, gözleri ı ş ı ldayarak bu kara çantaya dald ı . İşte,
Kuvay ı Milliye'ye gerekli gizlerin önemli bir bölümü bu kara
çantan ı n içinde sakl ı yd ı . Çantayı bu herifin elinden nas ı l alma­
l ı yd ı ? Onu kapı p kaçmak, çok tehlikeli bir işti . Bütün halk, ar­
kas ı na tak ı l ı r, onu kolayca enselerdi. Gelen vapura ikisi birlik­
te bind i . Arnavutköy'de de birlikte indiler. "Sı r Katibi", vapur­
dan , ç ı kar çı kmaz hemen oracı kta bekleyen iki uşağ ı onu kar­
şı lad ı . Elinde çantayla "S ı r Katibi" önde, uşaklar arkası nda,
Galip Bey de daha arkada yokuşu tı rmanmaya başladı lar.
Adamla uşakları , küçük, çok güzel bir köşkün önünde kendile­
rini karşılayan bir bahçıvan , bir halay ı kla köşkün bahçesine
girdiler. Galip Bey, yokuşu n son u na dek yürüyerek sonra yine
geri dönd ü .
Ertesi sabah , erkenden yokuş yol u n dibinde herhangi bir
yolcu kayg ı s ı z l ı ğ ıyla bekled i . Biraz son ra elindeki saplı kara
çantasıyla, arkası ndaki iki uşağ ıyla "Sı r Katibi", yokuştan aşa­
ğı i nerek bekleme salonuna gird i . Galip Bey, bu adam ı n daki­
ka şaşmayan gidiş gelişlerini gözledikten sonra, hiçbir değişik­
lik görmeyince bir de bunun d ı ş ı nda köşkü göz hapsine ald ı .
Bu raya kimlerin girip ç ı ktığ ı n ı anlamaya çal ışacak, belki bun­
lardan birinden yararlanabilecekti.
Bir sabah "Sı r Katibi", Arnavutköy iskelesinden vapura bi­
nip gittikten sonra, köşkün karşısı ndaki evlerden birinin merdi­
venlerine yorgun bir yolcu gibi oturup sözde dinlenmeye çal ı ­
şan Galip Bey, köşkten elindeki okul çantası , b i r öğrenci k ı l ı ­
ğ ı yla henüz yirmisine varmam ı ş esmer b i r kız ı n ç ı ktı ğ ı n ı gör­
d ü . Kara saçlar ı n ı örten saydam bir örtüyle örtülü baş ı , ayak­
ları ndaki parlak rugan iskarpinler, tem iz giyim kuşam ı , zengin
ailelerden biri n i n kızı olduğunu gösteriyord u .
G e n ç kız, Arnavut kald ı r ı m ıyla döşenmiş dik yoldan aşağ ı
inmeye başlad ı . H içbir yana ald ı rış etmeden yü rüyordu. Galip
Bey, onu görür görmez, Damat Ferit Paşa yal ı s ı n ı n bilmecesi­
ni açacak anahtar ı n , elinin uzanacağ ı bir yere geldiğini sezer
gibi oldu. Casusları n s ı k s ı k başvurduğu klasik yolu bir de ken­
disi deneyecekti. Savaşı aşk yoluyla kazanmaya çal ı şacaktı .
539
Genç kız yokuştan inerek ana caddeye varı nca Amerikan Kız
Koleji'ne doğru yöneldi . Demek ki orda okuyord u . Yol , çok ıs­
sızd ı . Bundan yararlanan genç adam hemen genç kızın yan ı ­
na sokuldu , şöyle gelişi güzel b i r laf attı :
- Böyle erken mi okula gidiyorsunuz?
Genç kız yüzü nde hiçbir duygu k ı p ı rt ı s ı olmadan iri, kap­
kara gözleriyle onun yüzüne baktı :
- Buradan uzaklaş ı n ı z . Polisler sizi tutacak, babam onla­
ra söylemiş.
Galip Bey, g ü n lerdir göze çarpm ı ş olabileceğini düşüne­
rek korktu , şaş ı r ı r gibi old u . Eğer iş, salt bir flört hevesiyle bit­
miş olsayd ı çekip gidebilird i . Ne var ki şu sı rada u lusal dava­
n ı n çok önemli bir görevlisiyd i . Nöbeti b ı rakı p kaçamazd ı .
Yine, genç k ı z ı n yan ı baş ı nda yürü meye başlad ı :
- Benim ne baban ızla, ne de polislerle işim var. Ben bir
üniversite öğrencisiyim . Sizin gibi iyi bir aile kızı ile arkadaş ol­
mak benim için büyük bir mutluluk olacakt ı r. isterseniz biraz da
yar ı n konuşuruz.
Genç kız, bu kez onun yüzüne daha al ıcı gözle bakt ı . Onu
şöyle bir ölçüp biçtikten sonra:
- Yarı n bu saatte yine burada olmaz m ı ? ded i .
Galip Bey, b u serüvene başlarken b i r i ç tedirginliği duymu­
yordu . Yurt sevgisi, yurt uğruna girişilen kavgan ı n kutsal l ığ ı ,
ona her çözüme başvu rarak başarıya u laşmayı buyuruyord u .
Büyük y u rt davası uğruna b u genç kız ı n tertemiz sevgi duygu­
ları ndan yararlanmak zorundayd ı . Ona tepeden tı rnağa aşı k
b i r genç olarak görünecekti . Görevli b i r adam olduğunu biraz­
c ı k olsun sezdi rmek bir çuval inciri berbat edebilird i .
Bütün gece, böyle b i r iç savaş geçiren Galip Bey, sabah­
leyin erkenden yokuşun dibindeki buluşma yerine damlad ı .
Genç kız büyük bir serbestlikle, yüzü e n temiz bir serüve­
n i n sevinciyle yı kanarak yaklaş ı p onun elini sıktı , son ra şöyle
ded i :
- Dün sabah herhalde sizi çok korkuttum . Yalan söyle­
d i m . Ne babam ı n sizde n , ne de polislerin ikimizden haberi var.
540
Birkaç kez peşime düşen gençleri böyle korkutup kaç ı rd ı ğ ı m
için size de benzer numarayı yapayı m ded i m .
- Yapt ı n ı z , a m a ben i m gürültüye pabuç b ı rakmad ı ğ ı m ı
d a gördünüz.
- Yürekli olduğu nuzdan sizi beğendi m . Yaln ız, her sabah
değ i l , birkaç gü nde bir kez böyle konuşuruz. Yoksa çevreden
sezerlerse her ikimiz için de kötü olur. Babam pek "ciddi" bir in­
sand ı r. Sonra sizin için çok kötü olur.
- İyi ama benim de bu işte "ciddi" olmad ı ğ ı m ı ne biliyor­
sunuz. Bir rastlay ış, iki insan ı kutsal bir bağla birbirine bağla­
yamaz m ı ?
- Hiç sanmam . Benim kim olduğumu biliyor musunuz?
- Elbette biliyorum . Babanızın yüksek mevkiini, sizin kolej-
de okuduğunuzu , hepsini öğrendim. Güvenirseniz bu arkadaşlı­
ğ ı m ı z ölümsüz olur. Ben hiç sabırsızl ı k etmeyeceğim. Henüz sı­
nayacağ ı n ız bir zaman olacak, kararı nızı sonra verirsiniz.
Bugünden sonra, serüven h ızlanmaya başlad ı . Konuşma
günleri, kısa halkal ı bir zincir gibi uzad ı . Kimi günler kız erken çı­
kıyor, kimi zaman da okula geç gidiyordu. Okul paydosları nda
arkadaşları ndan ayrı l ı p Bebek yolunda tek başına yürüyordu.
Galip Bey, Akı ntıburnu'nda ona yetişiyor, M ı s ı r Elçiliğinin arka­
sı ndaki korulara giden patikaya sapı nca, kol kola girip doğan ı n
insana sevişmek duyguları veren yemyeşil çam kokulu dünya­
sı nda sarhoş gibi ilerliyorlard ı . Hava kararı ncaya dek bülbül ses­
leriyle türlü kuş seslerinin çı nlayıp durduğu ıssız ağaçl ıklar ara­
sında onlar da kendilerini dünyada aşı k olmuşları n mutlu kitabı­
na katılmış duyuyorlard ı . Onlar da korkuların güzelliği içinde dal­
g ı n , sarmaş dolaş gezinen öbür çiftlerin uygulad ı kları aşk oyun­
ları n ı n en temizini olsun uygulamaktan çekinmiyorlard ı .
Yaln ı z , genç k ı z ı n ölümsüz b i r aşk ı n sürekli sahneleri ola­
rak düşündüğü bu sevişme saatleri , kendini bir savaşç ı n ı n ge­
çici görev saatleri içinde bilen genç adam için hem tatl ı , hem
de acı oluyord u . Kendisini aşk ı n ölümsüzlüğüne bütün zengin
duygularıyla b ı rakm ı ş olan genç k ı z ı n yüreği yan ı nda Galip
Bey'in kafası , bir yürek olmaya özenerek çarpmaya çal ışıyor-
54 1
d u . Galip Bey, işi genç kız kalbinin ferman dinlemeyeceği ker­
teye getirdiğini sand ı ğ ı g ü n , onu yavaştan deşmeye başlad ı :
- Kuzu m , sayg ıdeğer babanız her sabah erkenden va­
purla nereye gidiyor? Akşamları nereden geliyor?
- O, sadrazam ı n çok yakı n ı d ı r. Bayramlarda beni de o
yal ı ya götü rür. Uzun boylu, kara gözlü kl ü , iri yarı bir adam olan
Sadrazam Ferit Paşa'n ı n elini öptü rür. Bayram hediyemizi
onun elinden al ı r son ra da faytonla döneriz.
- Kuzum , sadrazam sana nas ı l hediyeler veri r?
- Bayram hediyesi olarak süslü bir kese içinde Osman l ı
alt ı n ları verir. Bununla h e r şey al ı n ı r. Daha güzel hediye olur
mu?
Galip Bey, başka günler genç kızdan daha ilginç nesneler
dinlemeye başlad ı :
- General Harrington, General Şarpi, General Monpelli ,
Albay Nelson, Kapiten Bennett, Yüzbaşı Cunigham, Kont Kap­
rin i yal ı n ı n her zamanki konuklarıd ı r. Türklerden de buraya en
çok gelip gidenler Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, Mustafa
Sabri , Sait Molla, Şair Rıza Tevfik, gazeteci Ali Kemal , Kiraz
Hamdi Paşa, Müşir Zeki Paşa, Süleyman Şefik Paşa, Bağdatlı
Hadi Paşa, Konyal ı ve Adanalı iki Zeynelabidin'ler, Gümülcineli
İsmail Hakkı , Albay Sad ı k, Artin, Cemal Beyler ve efendilerdir.
Genç kız, bu tan ı nm ı ş kişilerin ne yapmak için topland ı k­
ları n ı da söylüyor. Galip Bey o zaman soruları n ı daha da ileri
götürüyordu :
- Güzel , ama bu nca bilgiyi nerden ald ı ğ ı n ı öğrenebilir mi­
yim sevgilim?
- Babam , akşamları yemekten sonra kendi odası nda ça­
l ı ş ı r. Fransızca, İ ngilizce kimi yaz ı ları da bana yazd ı r ı r. Bunlar­
dan pek çok şeyler öğrenirim istemeyerek.
Böyle konuşup durdukları bir gün genç kız ona:
- Mademki öğrencisiniz, işiniz yok, durumunuz da iyi de­
ğilmiş. Babama söyleyeyim size Hariciyede bir iş bulsun . Biraz
yararlan ı rs ı n ız. Çünkü babam ı n iki satı rı bu iş için yeter de ar­
tar bile.
542
Galip Bey, bunu ister istemez benimser göründüyse de
her gün u n uttu rup biraz daha geriye sallamaya çal ı ştı .
Genç kız, bir g ü n de Galip Bey'in evi n i , ev halkı n ı görmek
istedi . Bir tatil g ü n ü , okulda toplantı olduğu n u söyleyerek ev­
den ç ı kan genç kız, Galip Bey'le bir tramvaya atlayarak Fa­
tih'e, ardan da Çarşamba'ya gitmekten çekinmed i .
G e n ç kız daracık, çarp ı k çurpuk sokaklardan ilerlerken
kapkara, yoksul ahşap evlere şaşk ı n şaşkı n bakıyord u .
Yaşad ı kça ç ı n ç ı n ötecek olan şu korkunç soruyu genç
kızdan işitince şaş ı rmak s ı rası Galip Bey'e gelmişti :
- İ nsanlar, burada nas ı l yaşıyor?
- İşte böyle, seni n gibi, benim gibi , soluyor, yiyor, içiyor
ve yaşıyorlar.
- Bu evler, h iç güneş görmez m i ? H ava almaz m ı ?
- Hepsini yapar, ama sizin mahallelerdeki gibi değil, hep-
sinden biraz nasibi vard ı r.
Galip Beylerin evlerinin kapısına gelmişlerd i . Ev iki katl ıy­
sa da yıkık döküktü . Evde de ne güzel bir mobilya ne de genç
kıza sunulacak bir şey vard ı .
Babası hasta, annesi d e yorg u n , bitkindi. Kad ı n uykusuz­
luktan bu duruma gelmişti . Bu tehlikeli ulus yolunda çal ı şan
oğulcuğu n u n başı üzerinde, eski bir subay karısı olduğu ndan ,
ne belaları n döndüğü n ü seziyor, gece yarı ları na dek onu bek­
liyor, belki de hiç dönmeyeceği günleri düşü nerek onun işken­
cesini şimdiden çekiyord u .
Galip Bey, genç kıza kara b i r yoksulluk içinde bunalmak­
ta olan emekli bir Yüzbaşı ailesinin oğlu olduğunu da açı kça
söylemekten çekiniyord u .
Gizli Kuvayı Milliye örgütünde çal ıştığ ı anlaşılarak siyasi
polisten açığa çıkarı ldı ğ ı ndan beri evin yiyeceğini sağlayan tek
insan , merkez memuru olan ağabeyi Necati Bey'di . O, bu yiye­
ceklere her zaman ortak olam ıyordu. Bütün bu korkunç bir kara
düşe benzeyen gerçeklerden genç kızı uzaklaştı rmak içi n :
- H ayd i , ded i . G e ç kalacağ ız, istediğ i n old u , işte bizim fa­
kirhaneyi de görd ü n .
543
Yine tramvaya binerek Arnavutköy'e döndüler. Galip Bey,
genç kızdan yokuş yol u n dibi nde ayrı ld ı .
Galip Bey, iki ay süren b u aşk şölenine her sabah Çar­
şamba'da sıcak, mini mini bir poğaçayı iki lokmada boğaz ı n ­
d a n aşağ ı indirerek gitti geldi. Gidiş neyse ne d e , dönüş kor­
ku nçtu . Kendi duru m u n u yakı ndan bilen Arnavutköy Merkez
Memuru Hacı Kemal'in izlemesinden kurtu lmak uğruna yukarı
ıssız yoldan dönüyord u . Bu yol Arnavutköy'den yukarı Ayaz­
ma'ya çıkıyor, ordan fundal ı klar arası ndan Yahudi Meşatl ı ğ ı n­
dan, tuğla harmanları n ı n arası ndan geçiyor, Zincirlikuyu , Me­
cidiyeköy'den sonra Şişli tramvay ı na biniyor, Şişhane yoku­
şundan inip yaya olarak U n kapanı köprüsünü geçip böylece
Çarşamba'ya dek yü rüyord u . Geç vakit eve vard ı ğ ı nda hem
son kerte yorg u n , hem de aç oluyord u . Çoğu zaman bu açl ı ğ ı
sineye çekip yatağa girdiği de oluyord u .
B u b i r yandan tatl ı , b i r yandan acı sevgi yemişlerini vermek­
te gecikmedi. Galip Bey, yavaş yavaş genç kızı kendisine yar­
d ı m edecek gibi yetiştirdi. Genç kız, büsbütün sevginin buyruğu­
na girmişti. Öteki ne buyurursa yapmakta mutluluk duyuyordu.
Artık "Sı r Katibi"nin elindeki ak yal ı n ı n bütün gizleri kolayca Ga­
lip Bey'in eline geçiyor, oradan Hüsamettin Bey'in yönettiği Mim­
Mim Grubu'nun bir bölümünün eline geçiyor, ordan da Anka­
ra'da Fevzi Paşa' n ı n , dolayısıyla Mustafa Kemal'in eline varıyor­
du. Genç kız, babas ı n ı n elindeki belgeler ve kararları n birer kop­
yas ı n ı getirdiği gibi y ı rtı l ı p çöp sepetine atılmış kararlarla belge­
leri de toplayıp yapıştı rarak sevgilisinin eline ulaştırıyordu.
Bir zaman geldi ki art ı k Baltalimanı yal ı s ı ndaki bütü n bil­
meceler çözümlend i ; burası ilginç olmaktan büsbütün ç ı ktı . Ar­
t ı k İ ngiliz İşgal Kumandan l ı ğ ı 'yla birlikte, Lloyd George'un, Va­
h idettin ' i n , sarkık gerdanl ı , dev gövdeli Damat Ferit Paşa'n ı n
ne düşündükleri , Anadolu'ya n e kötül ü k yapmak istedikleri , ne
zaman edecekleri M ustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi'nde­
ki odas ı na dek yol buluyord u .
Mustafa Kemal , bütün b u erişilmesi g ü ç haberlerin i r i kara
gözlü aş ı k bir kız ı n baş ı n ı n altı ndan ç ı ktı ğ ı n ı bilmeden değer-
544
lendiriyor, Baltaliman ı ' ndaki yal ı n ı n al ı n yaz ı s ı n ı h ızla yazma­
ya başl ı yord u . Mustafa Kemal'in eline dek yol bulan bu düş­
man ve ihanet belgeleri arası nda zulme baş kald ı rm ı ş bir ulu­
su yere sermek, boyunduruğa vurmak üzere haz ı rlan m ı ş bü­
tün planlar vard ı . "Kuvayı İnzibatiye 'nin sayısı, eğitileceği yer,
gönderilecekleri yerler. İngiliz donanmasının varacağı liman­
lar, Rum köylerine yapılan silah ve cephane yardımları, ölçeği,
yeri, papazlarla kiliselere verilen buyruklar. Hilafet ordularına
atanan kumandanlar, saldırının yönleri. . . " Karaya vurmuş ba­
l ı k gibi açığa ç ı km ı ştı .
Her akşam Yarbay H üsamettin Bey'in evi ne çiçeği bur­
n u nda bir haberle damlayan Galip Bey, aşk ı n ölümsüz günle­
ri ni de yavaş yavaş kı saltıyord u . Hüsamettin Bey, onun bu bol
yemişli aşk oyununu daha çok sürdürmesi ni çok tehlikeli bul­
maya başlam ışsa da her akşam Ankara' n ı n beklediği en taze
haberle evine damlayan bu yiğit arkadaş ı n ı n ayağ ı n ı bir türlü
bu ölümün her an baskı na uğratabileceği aşk cennetinden bir
türlü kesmesini istemiyord u . Anadolu'ya gönderilen bütü n ca­
susları n , suikastçı lar ı n listesi Ankara'n ı n elindeyd i . Anado­
l u ' n u n giriş kapı ları nda bekleyen Kuvayı Milliye gizli polisi,
hepsini enseliyor, zararsı z duruma getiriyord u . Bu kerte gizlilik
içinde Anadolu'ya sokulan hainleri n , casusları n bu kerte kolay­
l ı kla ele geçmesi , Baltaliman ı 'ndaki kalpsiz başları adamak ı ll ı
şaş ı rt m ı şt ı .
Yarbay Hüsamettin Bey, bunca başarı n ı n sonunda b i r fe­
laketle karşı laşmamas ı için Galip Bey'i birdenbire bu aşkl ı ulu­
sal görevden alarak kendi eşi Rana ( Ertürk) ile bir parti silah
ve cephaneyle Anadolu 'ya göndermek zorunda kald ı .
Galip Bey, Hüsamettin Bey'in eşi , bir ölçek silah ve cep­
haneyle Samsun'a vard ı . Önceden sivil poliste çal ı ştığ ı ndan
pek çok kişiyi tan ı yan Galip Bey, Anadolu ' n u n kapı ları ndan bi­
ri olan Samsun'da yeni bir görevle kald ı . Surdan girip ç ı kan
kuşkulu kişileri kontrol edecekti .
*

* *

545
Galip Bey'in izini yitiren "Sı r Katibi"n i n kolejli kızı onu deli
gibi aramaya başlad ı . Birçok kez onun Çarşamba'daki evine
gitti . Bir sivil polis gibi evi kontrol altına ald ı . Bundan bir şey
çı kmayı nca bir g ü n evi n kap ı s ı n ı çaldı . Galip'in yaş l ı annesi
sesi titreyerek:
- K ı z ı m , ded i . Seni yalan söyleyip de neden aldatmal ı ?
Benim oğl u m bir Kuvayı Milliyeciyd i . Seninle konuşurken bile
bun u n için çal ışıyord u . Bunu sen de sezmiş olmal ı s ı n . Oğl u m ,
birden bire başı nda bir tehlikenin döndüğünü sezerek sana bi­
le haber vermeden kaç ı p Anadolu 'ya gitti.
Genç kız, bunları işitince yıldırımla vurulmuşa dönd ü . Dü­
şecek gibi olduysa da kendini tuttu. Son ra, başı öne düşük,
düşte yürüyen bir i nsan gibi bir şey söylemeden geçip gitti .
Galip Bey, uzaktan uzağa sevgilisinin yaşayışı üstüne bil­
gi edi n mekten geri d u rmad ı . Genç kız ağ ı r bir hastal ığa yaka­
lan m ı ştı . Biraz sonra da öldüğü n ü işitti. Kalbi sonsuz bir acıy­
la s ı zlad ı . Galip Bey'i n , bir zaman sonra öğrendiğine göre
genç kız da art ı k Galip'in yolundayd ı . Babas ı n ı , bu belal ı gö­
revden ayrı lması , doğru yola gelmesi için durmadan iğneliyor­
d u . Artık, o da kutsal bir dava uğrunda çal ışan bir savaşç ı n ı n
bilinciyle yaşıyord u . Ne var k i çok, pek çok seviyord u . Birçok
kutsal savaşçı gibi savaş bitmeden öld ü . Kendisini kavuran
aşk ı n ateşi , bu kerte zalim olmasayd ı savaştan sonra belki de
Galip'iyle birlikte gök kubbe altı nda yaşayan mutlu insanlardan
bir çift olabilirlerd i .

KAHRAMAN Ş Ü K R Ü ÇAVUŞ
Biz yaşamak isteyen, haysiyet
ve şerefiyle yaşamak isteyen
bir ulusuz.
M ustafa KEMAL.

Abdullah Galip (Tokça) , Mondros B ı rakı şmas ı ' ndan sonra,


1 9 1 8 y ı l ı n ı n son ayı n ı n son g ü nlerinde Mudanya sorgu yarg ı ­
cı olarak iskeleye ilk ayak bastığı nda b i r Yunan kentine gel-
546
mişçesine i rkildi. Mondros B ı rakışmas ı ' ndan sonra, sanki bu
güzel kasaba, Yunanistan'a kat ı l m ı ş gibiydi. Kasaba Rumları ,
sürekli bir zafer sarhoşluğu içinde yüzüyord u . Genç sorgu yar­
gıcı , büyük bir şaşkı n l ı k içindeydi. Burda, bu koşullar içinde
görev yapabilecek miydi? Türk halkı , Türk hükümeti her g ü n
göz önünde sald ı rıya uğruyor, aşağ ı lanıyord u . Geceleri , Türk­
ler çarşı ya ç ı kam ıyorlard ı . Kasaba Rumları , olur olmaz neden­
lerden Türk hemşehrileri n i suçlad ı ğ ı ndan genç sorgu yarg ı c ı ,
dava bolluğu karş ı s ı nda şaşkına dönmüştü .
Ayrıca İttihat ve Terakki hükü meti n i n sürdüğü Rumlar, bu
sürg ü n dolay ı s ı yla yitirdikleri bütün malları n ı istiyor, bun u n için
de sonsuz gürültüler kopuyord u . Genç sorgu yarg ı c ı , geceyi
gü ndüze katarak çal ı ş ı yorsa da bir türlü dağlar gibi yığı lan ev­
rakı n altı ndan kalkam ı yor, sorgu isteyen lerle sorgusu yap ı lan­
ları n sonu bir türlü geleceğe benzemiyord u . Önce sürgün edil­
miş, şimdi geri dönmüş üç yüz kişi , üç yüz i mzal ı bir dilekçe ile
İ stanbul h ü kü metine başvurmuş, evrak Dahiliye Nezaretinden
Mudanya sorgu yarg ı cı n ı n eline gelmişti .
Yak ı n ı c ı lar, bu dilekçede kiliselerinin bir milyon l i ral ı k din­
sel resimleri n i n , bir milyon l i ra tutarı nda paralarıyla eşyaları n ı n
yağma edilmiş olduğ u n u , b u malla paran ı n Bursa Jandarma
Alay Ku mandan ı İsmai l , Yüzbaşı Galip Beylerle Mudanyal ı
Hafız İzzet Efendi'den al ı n ı p kendilerine veri l mesin i istiyorlar­
d ı . Genç sorg u yarg ı c ı Abdullah Galip Bey, Bursa Valisi İsma­
il Hakkı Bey'ce de şiddetle izlenen bu iş üzerinde bütün gücüy­
le çal ışıyord u .
Üç y ü z celp kağ ı d ı yazd ı rarak davacı lara verilmek üzere
mübaşirlere vermişse de İ m ral ı 'ya yolcu taşıyan bir araç olma­
mas ı yüzünden davacı ları n sorguları bir türlü yap ı lam ıyord u .
En sonra, davacı ları n ifadeleri n i almak üzere M udanya kay­
makam ıyla birlikte İ m ral ı 'ya gitmek zorunda kaldı lar.
İ ki g ü n son ra, bir sahil korunma torpidosu M udanya iske­
lesine yanaşt ı . Kaymakam, sorgu yarg ı c ı , katip, bir de g ü m rük
müdürü torpidoya binerek İ m ralı 'ya yollandı . Az zamanda, İm­
ral ı 'ya yaklaştılar. Kaptan, dürbünle kıyıyı tarayarak:
547
- Bak ı n ı z , kıyıda Yunan bayrağ ıyla donan m ı ş bir motor
var. Sonra İ m ralı bucağ ı n ı n da Yunan bayraklarıyla donand ı ğ ı ­
n ı görüyorum . B e n de sahil muhafaza memuru olduğumdan
bu Yunan motoru n u ele geçireceği m , ded i .
Kaymakam :
- Aman gözünü seveyim. Bir hadise çı karma. Görmezlik­
ten gel. Bizim görevimiz olaya meydan vermemektir, dedi.
Torpido kumandan ı , kaymakama ald ı rı ş etmeyerek moto­
ra "dur" işareti verd i . Motor işarete aldı rış etmediğinden kap­
tan , üstüne varıp motoru torpidoya bağlad ı . Kıyıya toplanm ı ş
olan Rum halkı , motoru n yakaland ı ğ ı n ı görür görmez ç i l yav­
rusu gibi dağ ı ld ı . Biraz sonra, bütün evlerde bir tek ası l ı Yunan
bayrağ ı kalmam ışt ı . Daha sonra, başları nda bir papaz ı n da
bulunduğu İmral ı ileri gelenleri , sandallara atlayarak torpidoya
geldiler. Kaymakamla yan ı ndakilere :
- Hoş geldiniz, safa gediniz! dediler.
Hepsinin korkudan titrediği görülüyord u . Kaymakam bu
korkuyu önlemek üzere hemen gelişlerinin nedenini söyled i :
- Hükümet, sizin yak ı nmaları n ı z ı dinleyerek dertlerinize
derman aramak üzere bizi buraya gönderdi.
Hepsi:
- Çok teşekkü r ederiz, diye yan ıtlad ı .
Sonra hep birlikte sandallara binerek karaya çıktı lar. Hü­
kümet konağ ı na vard ı kları nda, buras ı n ı bomboş buldular. Pa­
paz, kilitli jandarma karakol kumandan l ı ğ ı odas ı n ı açı nca orda
elleri bağ l ı olarak döşeme üzerinde otu ran iki Türk jandarması
gördüler. Papaz, övünerek şöyle konuştu :
- Bunlar, zorla bir Rum çocuğu n u n ı rzına geçmişlerd i . Bu
cezayı bunlara ben verdi m . Eğer ben olmasayd ı m Rum deli­
kanl ı ları bunları parça parça edeceklerdi.
İki jandarma u m utsuz, u marsız kalm ı ş i nsanlar ı n durgun­
luğu içinde solgu n yüzleri ndeki yalvarma dolu bakışlarıyla bu
Türk memurları na bakıyord u . Onlara kendilerini korumaları
için hallerinin dilleriyle yalvarıyorlard ı .
Papaz ı n açı klamas ı , kaymakam ı çok öfkelendird i . Kendi-
548
sinden anlayış, acı ma bekleyen jandarmalara:
- Sizde hiç utanma yok mu alçaklar? Siz, jandarmas ı n ı z .
Ne zamanda bulunuyoruz, biliyor musunuz? Bu g i b i kötülükle­
rin önüne sizin geçmeniz gerekirken suçu kendiniz işlediniz.
Oh olsu n , çok iyi olmuş ! diye bağ ı rd ı .
İ ki jandarman ı n yüzünü bunun üzerine tiksintiyle karış ı k
b i r korku kaplad ı . Kaymakam ı n , bu suçun gerçekten işlenip iş­
lenmediğini hiç soruşturup anlamadan zavall ı jandarmacı klara
veryans ı n edişi , sorgu yargıcına bayağ ı dokundu.
Masa kuruldu. Sorgu yarg ıcı , yaşlıca katibiyle başına geç­
ti . Üç yüz davac ı n ı n sorguları n ı yapmaya başlad ı .
Bu sı rada torpido kumandan ı d a karaya çıkmış, hükü met
dairesine gelmiş, gördüğü iki jandarmaya bir şeyler soruyord u .
Sorgu yargıcı , jandarmaları n odası ndaki gürültünün arttığ ı n ı
görerek kalkıp oraya gitti. Papaz, durumu kaptana d a anlatı­
yord u . Geminin süvarisi, elleri arkası nda, soğuk bir yüzle pa­
pazı dinliyordu.
Papaza:
- Senin bu cezayı vermeye ve ellerini kolları n ı bağlama­
ya yetkin var m ı ? diye sordu.
- Benim yetkim , dinsel görevimi yapmakt ı r. N itekim ben ,
böyle yapmasayd ı m b u jandarmaları gözümün önü nde parça
parça edeceklerd i .
- Ne dedin, papaz efendi? Ne dedin, papaz efendi? diyen
süvari daha sözünü bile bitirmeden papaza bir tokat aşk etti .
Papaz , fı rtı nada bir ağaç gibi olduğu yerde bir gidip geld i ,
yüksek papaz başlığı başı ndan uçtu , k ı r saçl ı başı meydana
çıktı . Kaymakam, hemen koşarak şapkayı yerden al ı p tozları ­
n ı silkeledi. Papaz ı n baş ı na geçirdi.
Torpido süvarisine öfkeyle şöyle bağ ı rd ı :
- N e yapı yorsunuz efendi? Kendinize geliniz. Biz, bura­
ya adam dövmeye gelmedik. Görevimiz çok naziktir. H ü kü me­
tin baş ı na yine bir iş mi çı kartmak istiyorsunuz? Bu ne iş ve ne
cürettir? Biz hükü meti temsil ediyoruz. Bütün felaketlerin baş­
l ı ca nedeni hep sizin gibi düşüncesizlerin davran ışları d ı r.
549
Bu sözlerden yüreklenen papaz da süvariye bağ ı rı p çağ ı r­
maya başlayı nca bütün Rum halkı ne olduğu n u anlamak üze­
re hükü met konağ ı na üşüştü . Burayı çepeçevre kuşatt ı .
O zaman torpido süvarisinin tepesi att ı :
- Kaymakam bey, kaymakam bey ! Hükü met diye ne sa­
yıklıyorsun? H ü kü met diye bir güç olsayd ı devletin donanma­
s ı ndan bir gemiyi bu heriflerin ayağ ı na gönderir miydi? diye
bağ ı rd ı .
Sonra halka döndü :
- İ htar ediyorum , şimdi dağ ı l ı n ! Yoksa hepinizi topa tuta­
rı m ! diye g ı rtlağ ı n ı n bütün gücüyle bağ ı rd ı .
R u m halkı bu nu işitince hemen dağ ı lmaya başlad ı . Süva­
ri , cebinden ç ı kard ı ğ ı düdüğü öttürd ü . Gemiden karaya ç ı kan
silah l ı deniz erleri geri kalan halkı da meydandan dağ ı t ı p sür­
düler. Sorgu yarg ıcı Abdullah Bey serbestleyince yine davacı ­
ları birer birer çağ ı rı p dinlemeye başlad ı . Ne tuhaftı , sorgu yar­
g ı c ı şaş ı r ı p kal m ı ştı . Baştan ald ı ğ ı ifadelerle şimdikiler aras ı n ­
da çok büyük ayrı m vard ı .
Yarg ıç sordukça:
- Biz hiç kimseden yak ı n m ıyoruz. San ı k diye gösterdiği­
miz kişilerden hiçbirisin i de tan ı m ı yoruz. Biz hükü metimizden
yard ı m istiyoruz. Başka hiçbir derdimiz yok ! Diyorlard ı .
B u sı rada süvari , jandarmaları n yan ı na giderek elleri n i ,
ayaklar ı n ı çözdü . Gemiye gönderdi. Onlara yemek yedirip ra­
hatları n ı sağlad ı . Jandarmalardan biri Domaniç kasabası n ı n
Asar köyünden Ali oğlu İdris, öbürü d e Samsun'un Çakı rca kö­
yünden Memiş oğlu Osman'd ı .
Abdullah Bey'in soruşturması sona ermek üzereydi ki
başta ifade verenler yine geldiler. İlk söylediklerinden vazgeç­
tiklerin i , ifadeleri n i n düzeltilmesini dilediler. Sonra defterleri n i ,
kağ ıtları n ı derleyen Yarg ıç Abdullah Bey, işinin bittiğini söyle­
di. Hepsi yine torpidoya döndü. Yarg ıç, içinden bu koca süva­
riye şöyle sesleniyordu :
"Mert ve kah raman süvari ! Sana sayg ı ve minnet ! Sizin gi­
bileri bu yurtta Tanrı hiçbir vakit eksik etmesin !"
550
Torpido, adadan ayrı l ı r ayrı l maz Rumlar yine çarşaf gibi
bir dilekçe döşenerek, İ m ralı 'ya gelen Türk memurları n ı n hal­
kı n söylediklerin i n tersini yazd ı kları n ı , adaya asker çı kararak
kendilerini korkuttukları n ı , süvarinin papazı dövdüğünü yana
yakıla anlattılar. Böyle bir dilekçe İstanbul hükümetine, bir di­
lekçe de İstanbul'daki İşgal Kumandan l ı ğ ı 'na gönderdiler.
Gerek İstanbul hükü meti , gerekse İngilizler, bu işin kovuş­
turulmas ı na başka kişileri gönderdiler. Ayrıca bu ralardaki
Rumları korumak kayg ı s ı yla Mudanya' n ı n Türk halkına gözda­
ğı vermeye başlad ılar.
İ m ral ı Adası olay ı na yol açan Kaymakam Hamdi Bey de
burdan uzaklaşt ı rı l ı p yerine kara kuru , sert, genç bir adam
olan Asaf Bey geldi.
*

* *

1 9 1 9 Mayıs' ı n ı n 25 inci gecesi sabaha karş ı Mudanya


önünde bir Yu nan şilebi demir attı . Onun yan ı baş ı nda da bir
Yunan torpidosu, demirini gürültülerle denize sal ıverdi. Mu­
danyal ı ları n henüz İzmir'i Yunan l ı ları n işgal ettiğinden haberi
yoktu . Gemiden ilkönce çıkan birkaç yüksek rütbeli subay,
gümrü kte toplanan Mudanyal ı memurlar ı n yan ı na götürüldü.
Bunları n aras ı nda 1 7. Kolordu Kumandan ı Ali Nadir Paşa
da vard ı . Oturdular. Nadir Paşa, koskoca İzmir şehrini bir tek
ku rşun atmadan Yunan l ı lara teslim etmiş olman ı n korku nç so­
ru mluluğunu paylaşacak soru m l u makamlar arayarak İzmir'in
işgalini acı kl ı bir sesle anlatt ı . Ona göre bütü n suç, Harbiye
Nezaretinindi, hiçbir karşı koyma buyruğu vermemişti .
Nadir Paşa' n ı n anlatt ı ğ ı bu boş lafları kapıda dikilerek
bezg i n , öfkeli bir yüzle dinleyen bir subay, sert bir davran ışla
ona dönd ü :
- Paşam ! Paşam ! dedi. Bu facian ı n v e felaketin başlıca
sorumlusu sizsiniz! Koca bir Kolordunun yöneti mi sizin eliniz­
deydi. Ki mseden buyruk beklemeniz gerekmezdi. Böyle bas­
k ı n biçimindeki olaylarda kumandanlar, kendi yeteneklerini ve
her türlü fedakarl ı ğ ı göz önüne alarak bir çözüm bulurlar ve
55 1
gerekirse ölürler. Biz şimdi suçu birbirimize yüklemekle soru m­
dan kurtulamayız. Felaket felakettir. İzmir'in işgalinde yapı la­
cak birçok tedbirler vard ı .
Zayıf yüz ü , morarm ış gözleri n i n altı ndaki gölgelerle daha
çok zayıflam ış görünen Nadir Paşa, gözlüklerin i n ard ı nda pus­
muş ya Yarbay ya da Binbaşı olan bu yiğit subayı , susmak zo­
runda kalarak, dinledi . Üzg ü n subay, bunları söyledikten son­
ra, onun yan ıtı n ı beklemeden kapıdan uzaklaşt ı .
Biraz sonra, askerler d e yavaş yavaş karaya çıkarı ldı . Ba­
ş ı boş, aç, yoksul bir yığ ı n Tü rk askeri , Mudanya' n ı n çarşısı n ı
pazarı n ı , kahveleri n i doldurd u . Hepsin i n yüzünden dünyaya
küskün insanlar ı n u mutsuzluğu akıyord u . Hepsi de durumla­
rı ndan yak ı n ı yord u . H içbirinin memleketlerine gidecek parası
yoktu . Üstleri başları parça parça, çamaşı rları bitl i , kokmuştu .
Mudanya halkı n ı n yüreği parçalan ıyord u . Halk da yoksul­
d u . Bunca askeri besleyemezdi . E n sonra M udanyalı zengin­
lerden Lütfü Bey, birkaç koyun kestirerek bu aç Mehmetçikle­
re birkaç kazan dolusu yemek hazı rlattı . Karı nları doyan as­
kerler, biraz u m utlan m ı ş , biraz canlanm ı ştı .
Biraz önce liman dairesinin kapısı nda Ali Nadir Paşa'ya ka­
fa tutan yüksekçe rütbeli subay, bütün bu eratı toplayıp sı raya
dizdi. Kendisiyle Kuvayı Milliye ordusunda dövüşmek isteyenleri
seçip yan ı na ald ı , önlerine düşerek Bursa'ya doğru yola çıktı.
*

* *

İ m ral ı olayı ndan on gün sonra, M udanya önünde bir İngi-


liz torpidosu demirled i . Hükü met konağ ı karşısı nda demirleyen
savaş gemisinden bir İ ngiliz subayı çı karak doğru kaymakam­
l ığa gitti. Oturup bacak bacak üstü ne atarak Asaf Bey'e doğru­
dan doğruya şöyle dedi :
- Rum halkına yaptığ ı n ı z kötülükler yetmiyormuş gibi ya­
kı n maları n ı da dinlememişsiniz. Üstelik de ruhani başkanları n ı
dövmekten d e çekinmemişsiniz. Bu türlü davranışlara artık
m üsaade etmeyeceğiz. Bu gibi davranı şlardan sakı nman ı z ı is­
tiyorum .
552
Asaf Bey, o kaymakam ı n kendisi olmad ı ğ ı n ı , bundan böy­
le bu gibi şeylere göz yumulmayacağ ı n ı söyleyerek İ ngiliz su­
bay ı n ı başı ndan savd ı .
Kaymakam ı n yan ı ndan çı kan İ ngiliz subay ı , metropolite
uğrad ı . Orada epeyce kald ı ktan sonra gemisine dönd ü .
Bu torpido, b i r hafta sonra yine hükümet konağ ı önünde
demi rled i . Birkaç İ ngiliz deniz askeri bir sandalla, karaya bir­
kaç ne idüğü belirsiz eşyayla dolu çuval çı kard ı . Çuvallar, Rum
eczacı Kornilos'u n eczanesine taş ı nd ı . Kornilos, torpidoya
bakmaya gelen bütün Rum çocukları n ı eczaneye çağ ı rd ı .
Rum-Türk bütü n halk b u çuvallarla n e geldiğini merak ediyor­
d u . Biraz sonra, Rum çocukları , ellerinde tomar tomar kağ ıtla
çarşıya, mahalle aralarına dağ ı ld ı lar. Koşarak Türkçe şöyle
bağ ı rıyorlard ı :
- Fetvayı şerif! Fetvayı şerif ! Padişah göndermiştir. Hedi­
yesi.
Çocuklar, bunları rast geldiklerinin eline tutuşturarak koşu­
yorlard ı . Fetvalar dağ ıtı l ı p bittikten sonra İngiliz savaş gemisi,
çekilip gitti. Kaymakam Asaf Bey, hemen göreve başlad ı . Bütün
dağ ıtı lan fetvaları toplatıp hükümet meydan ı nda yaktırd ı . Bunla­
rı yaktırırken başı nda toplanan Türk halkına şöyle ünled i :
- Bu d u ru m , böyle sürüp giderse b e n kendim b u n a daya­
namayacağ ı m . Kaçacağ ı m . H ü kü meti , benim makam ı m temsil
ettiğinden bu gibi azarlamalara hep ben erek olmaktay ı m . Si­
nirli bir adam ı m da. Bir daha böyle bir subay gelip karakuşi
buyruklar vermeye kalkışı rsa inan olsun çekip vuracağ ı m . On­
dan sonra ne olursa olsu n . Yerime vekil olarak Kad ı H üseyin
Hüsnü Efendi'yi bı rakacağ ı m . Art ı k sizler nas ı l isterseniz işleri
öyle yönetirsi niz.
Kaymakam Asaf Bey konuşmas ı n ı bitirmiş, memurlar yer­
lerine dönüyorlard ı ki hükümetin karşısı nda bir İngiliz torpido­
su g ü rültüyle demir atmaya başlad ı .
Son ra, torpidodan karaya sandallar dolusu İ ngiliz askeri
çıkarılarak kasaban ı n kilit yerleri tutuldu . Bir yığ ı n asker de hü­
kümet konağ ı n ı kuşattı . İçeri , d ı şarı hiç kimseyi bı rakm ıyorlar-
553
d ı . Kaymakam Asaf Bey bunu görünce hemen öfkeyle yerin­
den fı rlad ı . Arka cebinden çıkard ı ğ ı küçük Webley tabancas ı n ı
eli nde tutarak aşağ ıya indi.
Kapıya dikilen süngülü İ ngiliz askerlerine:
- Alçaklar! diye hayk ı rd ı . Eşkıya gibi resmi daire bas ı l ı r
m ı ? Ben , tek baş ı ma d a olsam b i r ikinizin leşini yere sererim .
Bu s ı rada, İngiliz askerlerinden biri , Türkçe olarak kayma­
kama:
- Efendi , efendi silah ı n ı at, yoksa son u n fena olur! ded i .
Yerli b i r Rum olduğu anlaş ı lan askere Asaf Bey şöyle hay­
k ı rd ı :
- Silahları siz atı n , ben kaymakam ı m ! Şerefiniz ve haysi­
yetiniz olsayd ı ilkin kumandan ı n ı z gelir ve ne istiyorsa bana
bildirir, benden karş ı l ı ğ ı n ı al ı rd ı . Yoksa eşkıya gibi hükümet
basanlara biz de böyle karşı koruz.
Türkçe konuşan asker:
- Müsaade ediniz, efendi ! diyerek koşar adı m ardan
uzaklaştı .
Biraz sonra uzun boylu , ince gövdeli bir İ ngiliz subayı çı­
kageldi. Asaf Bey'i selamlayarak kendini tan ı tt ı . İ ngiliz subayı ,
Rum askerin tercüman l ı ğ ıyla kaymakamdan özür diled i , hükü­
met konağ ı n ı n kapısı ndaki nöbetçileri ardan uzaklaşt ı rd ı . Kay­
makam, Kad ı Hüseyin Hüsnü Efendi'yle sorgu yarg ıcı Abdul­
lah Bey'i , ceza reisi Osman Bey'i, daha birkaç memuru odası­
na çağ ı rd ı .
İ ngiliz subayı onlara şöyle ded i :
- Bizim hiçbir kötü amacı mız yoktu . Ancak padişah ınız
hazretlerinin buyruklarıyla fetvayı şeriflerini getirip dağ ıttı m. Ben
gittikten sonra bu fetvalar toplatılıp yakı lmış. Bu saygısızlığı ya­
panları tutuklayıp götürmek buyruğunu ald ı m . Bunun için geldim.
Asaf Bey :
- Padişaha olan bağ l ı l ı k ve sayg ı n ı zdan dolayı size te­
şekkür ederi m . Padişah hazretleri ad ı na geldiğinizi ve onun
adı na davrandı ğ ı n ız ı şu sı rada öğrenmiş bulunuyoru m . Dönü­
şünüzde padişaha şunu söylemenizi dileri m :
554
"Fetvayı şeritleri ben yakt ı rd ı m . Nedeni de padişah haz­
retlerinin sand ı ğ ı ve sizin de anlad ı ğ ı n ı z gibi sayg ı s ı zl ı ğ ı mdan
dolayı değildir. Biz, Müslüman ız, fetvayı şeritleri baş üstü nde
tutarız. Dağ ıtı lan fetvayı şeritlerin Rum çocukları n ı n ellerinde,
şurada burada, kahvehanelerde, sokak ortaları nda b ı rakı lma­
s ı na bizim dinimiz göz yummaz. Keşke hepsini toplatabilsey­
dim daha çok sevap kazan ı rd ı m . İşte fetvayı şeritlerin toplatıl­
mas ı n ı n nedeni budur."
İ ng i l iz subayı , bunları büyük bir dikkatle dinledikten sonra:
- Doğrudur, doğrudu r. Siz Müslümanlar, dininize ve padi­
şah ı n ıza çok sayg ı l ıs ı n ı z . Kusura bakmay ı n , diyerek hepsinin
elini s ı ktı , çıkıp g itti .
*

* *

M udanyal ı lar, 1 920 y ı l ı Haziran ayı n ı n 25 inci günü saba­


h ı , gözlerini açı p denize bakı nca birkaç İ ngiliz torpidosunun fi­
likalarla karaya asker döktüklerini gördüler.
M udanya halkı , bun u n çok önemli bir davranış olduğ u n u
seziyorsa da Yunan ordusunun bütü n cephelerde "Mi/ne Çiz­
gisi" denen s ı n ı rı çiğneyerek sald ı rı ya geçtiği n i , h ı zla yeşil Bur­
sa üzeri ne ilerlediğini bilmiyord u . Eğer bunu bilselerdi İ ngiliz
torpidolar ı n ı n burda görü ndüğü nden daha kötü bir n iyetle top­
lan m ı ş olduğu n u anlarlard ı . Onlar, Bursa yönünde ilerleye n ,
önündeki Kuvayı Milliye siperlerini hallaç pamuğu g i b i atan Yu­
nan ordusuna Bursa' n ı n gerilerinde Kuvayı Milliye'nin bir tehli­
ke yaratmaması uğruna davranm ı şlard ı .
Yunan ordusuyla "Koordine" bir sald ı rıya girişmişlerd i . Bu
küçük çapta bir sald ı rı da olsa Bursa'da tutunmaya çal ı şan 56.
Tümen Kumandan ı Albay Bekir Sami Bey çevresindeki Kuva­
yı Milliye topluluğunu iki ateş arası nda bı rakarak oradan kaç ı r­
mak ereğini güdüyordu. Halk, bunu ancak bu işler tarih olduk­
tan sonra anlayacakt ı .
İ ngiliz filikaları n ı n karaya döktüğü İngiliz askerlerinin bir
bölümü Arnavutköy'üne, bir bölümü hükü met konağ ı çevresi­
ne, başka bir bölü m ü de iskeleyle çevresine yerleşti . Hemen
555
karaya ç ı kan İ ngiliz subayları , koltukları altı ndaki M udanyal ı
Rum hemşehrilerin yard ı m ı yla Kuvayı Milliyeci başlardan Kar­
puzoğlu Abdi Bey'i evinden al ı p hapsettiler. Sonra İngilizce bi­
len liman reisini alarak hükü met konağ ı önündeki jandarma
dairesinin balkonuna çı kard ı lar.
Türk-Rum bütü n halkı h ükümet konağ ı önüne toplayarak
liman reisinin tercü man l ı ğ ı yla şunları anlattı lar:
- İ ngiliz hükü meti artık daha uzun süre Kuvayı Milliyeci­
lerin cakaları na dayanamaz ; Kuvayı Milliyeci liderler al ı n ı p gö­
türülecek ve hak ettikleri cezaya çarptırılacaklard ı r. Eğer Ke­
malist çetelerin sözlerine uyarak H ı ristiyan halka kötülük ve iş­
kence yapmaya kalkışı rsan ız Mudanya'yı topa tutacağ ı z .
Ne var k i bu sözleri dinleyenler arası nda Mudanyal ı eli si­
lah tutanlarla ayd ı n Türk gençleri yoktu. Onlar, tehlikeyi görür
görmez silahları n ı al ı p yükseklerdeki zeytinliklere s ı ğ ı n m ı ş , ar­
da kazd ı kları siperlere girmişlerdi. Halkı n bir bölümü ise evce­
ğizlerine kapanarak kendilerini tehlikeden kurtulmuş san ıyor­
du.
Bu s ı rada, mezarl ı kta p u s u kurmuş olan Şükrü Çavuş i l e
birkaç arkadaşı kasabada dolaşarak Kuvayı Milliyeci avlama­
ya çal ışan bir İ ngiliz Binbaşısıyla daha küçük rütbeli başka bir
subay ı , bir İ ngiliz eri ni mermilerle delik deşik ederek yere ser­
di. Tüfeklerin patlamasıyla kasabada panik de başlad ı . İ ngiliz
askerleri , iki subayları n ı öldürüp bir asker arkadaşları n ı yara­
layan Şükrü Çavuş'un üstüne bir oğul arı gibi çullandı lar. Bir
sürü kurşun yiyen Şükrü Çavuş, Mudanya'n ı n ilk şehidi olarak
kanlar içinde yere serildi.
İngilizler, o gün iki subay, bir er yitirip bir Türk çavuşunu da
şehit ettikten sonra yine çekilip gittiler. Bunun bir prova olduğu
anlaş ı l ı yord u . Onlar, yine geleceklerd i . Bir Yüzbaşı buyruğun­
daki yirmi kişilik küçük bir müfreze meydana getirild i . Ne yaz ı k
k i M udanya'yı bekleyen kocaman tehlike için b u Kuvayı Milliye
müfrezeciği devede kulak kal ı yord u .
Kayg ı içinde kötü günleri bekleyip duran M udanya Tü rkle­
ri , bir gün ikindiüstü , M udanya'ya doğru bir sürü düşman sa-
556
vaş gemisinin geldiği n i gördüler. Gemiler M udanya' n ı n karşı ­
s ı ndaki Armutlu önünde d u rdu. B u n u n üzerine, halkı n kayg ı s ı
taşkı n bir durum ald ı . C a n korkusu , yüzleri sarartmaya, gözle­
ri büyütmeye başlad ı . Mudanya Türkleri , İzmir'den getirilip po­
sa gibi karaya dökülen askerlerden Yunan l ı ları n ne vahşilikler
yapabileceklerini öğrenmişlerdi. Bundan dolayı nereye sakla­
nacakları n ı , nereye kaçacakları n ı bilmeyerek kıvran ı p duru­
yorlard ı . Mal mülk sahibi olanlar, bunları b ı rakı p gidemeyecek­
lerini söylüyorlard ı . B ı rakı p giderlerse yerli Rumları n bunlara
konacağ ı n ı düşünerek bir türlü karar veremiyorlard ı .
Halktan kimisi d e şöyle diyord u :
- İşte, Padişah v e Halifeye kafa tutanları Tanrı böyle ter­
biye eder.
Bunlar, bu gelişi bilinçli bir biçimde bekliyor gibi görünen­
lerdi. Kimisi de gecenin karanl ı ğ ı ndan medet umuyordu :
- Hele gece olsun , baş ı m ı z ı n çaresine bakarı z ! Diyorlar-
dı.
Halkı n çoğunluğu ise taşı nabilir öteberisini yüklenip çoluk
çocuğu n u da yan ına alarak Bursa'ya doğru yola çıkmıştı : Kimi
memurlar küçük Kuvayı Milliye müfrezesinin de kumandan ı
olan Sahil Muhafaza Ku mandan ı Yüzbaşı Halit Bey'e başvu r­
dular:
- Bursa'ya kaçarsak acaba yollara güvenilebilinir m i ?
- Orası i ç i n b i r şey diyemem . Şoseden gidecek olursan ı z
belki Misebolulu (Aydınpmar), gece yarısı ndan son ra zeytinlik­
lere tı rmanarak Bursa'ya giden patikalara düştüler. Mudan­
ya' n ı n üstündeki tepelere tı rmand ı kları nda Armutlu bucağ ı na
baktı lar. Köyün önü ndeki ı ş ı kları p ı r ı l p ı r ı l yanan yepyeni bir yı­
ğın savaş gemisi , kötü niyetlerini göstermek üzere sabah ı bek­
liyord u . Tanyeri atarken Yörükali köyüne varan yolcular, bur­
dan daha iyi görü nen Armutlu'ya bakı nca bir bölük savaş ge­
misinin kalkarak Mudanya önünde s ı ralanmaya başlad ığ ı n ı ,
geri kalan ı n ı n d a Gemlik'e doğru yolland ı ğ ı n ı gördüler. B u ge­
milerden birinden kalkan bir uçak, M udanya tepelerindeki zey­
tinlikler üzerinde bir keşif yaparak dönd ü . Sonra, gemiler, kor-
557
kunç bir cay ı rt ı kopararak Mudanya kasabas ı n ı n kimi bölgele­
riyle zeytinlikleri batarya ateşiyle dövmeye başlad ı lar.
Gümüş buğu y ı ğ ı n ları gibi tepeleri süsleyen zeytinlikler,
Kuvayı M i lliye taburları gibi darmadağ ı n edilip havalara savrul­
d u . Sonra İngilizler, karaya daha çok asker çı kard ı lar. Bütü n
resmi daireleri işgal ettiler. Mudanya'yı Yunan l ı lara teslim et­
mek üzere nöbet tuttular. İki gün son ra, Yunan güçleri Tıril­
ye (Zeytinbağı), Siği (Kumyaka) kıyı yoluyla M udanya'ya gelip
İngiliz askerlerinden nöbeti ald ı lar. Rumlar, bütün kasabayı
mavi-ak haçl ı Yu nan bayraklarıyla baştanbaşa donattılar. Zito
sesleri , göklere yükseliyord u .
Yu nan l ı lar kasabaya yerleşir yerleşmez çok tehlikeli b i r
politika gütmeye başlad ı lar. Burada padişaha karşı ayaklanan
hain Kemalistleri yok etmeye gelmişlerd i . ( ! ) Onlar gavur Yu­
nan değ i l , "Padişah Yunanı " idiler. Hocaları , hacı ları hoşnut et­
mek uğruna bin türlü hokkabaz l ı k yapıyorlard ı . Her ezan oku­
nuşu nda süngü takm ı ş Yunan askerleri , sokaklara dağ ı l ıyor,
kahvelerden halkı zorla kald ı rarak camilere doldu ruyorlar, on­
ları :
- Dininize sayg ı l ı olmal ı s ı n ı z ! diye uyarıyorlard ı .
Tü rk memurlarla d a prensip olarak iyi geçiniyorlard ı . Halk,
zaman geçtikçe Yunan l ı lara ı s ı n ıyord u . Gerçekten onları "Pa­
dişah Yunanı " g ibi görüyord u . Hocalar, yüzy ı llardan beri bekle­
dikleri din rejimine kavuşmuş olman ı n sarhoşluğu içine yuvar­
lan m ı ş gibiydiler. Kimisi camide şöyle vaaz ediyordu :
- Ey Müslümanlar! Cenabı Hak, dinsizlerin terbiyesi için
bu İşgal Orduları n ı göndermiştir. Bunları n sayesinde camileri­
miz cemaatle dolup taşıyor. Padişaha kafa tutan dinsizlere
uyarsak alimallah halimiz yamand ı r. Bu n imetin kadrini bilelim
ve ibret alal ı m .
Ne var k i gerçekten hak yolunda olan hocalar d a vard ı .
Ramazan dolayısıyla Mudanya'ya gelen kısa boylu, ufac ı k te­
fecik bir hoca, Dağ ı stanl ı Hacı Osman Efend i , ötekilerin tersi­
ne şöyle vaaz etmeye başlad ı :
558
- Ey Müslümanlar! Sizi kurtarmak uğruna canları n ı feda
etmekte olan ve kan deryası nda yüzen kardeşlerinizin gücü
azd ı r. Yi ne de Tan rı ' n ı n yard ı m ıyla sizi ve üzerinize çöken ka­
ra düşü kaldı racaklard ı r. İçiniz rahat olsun . Cenabı Hak böyle
buyuruyor.

ÇAPANOGULLARI KARA DÜŞÜ

Ethem Bey, bu isyanı da bastı­


rabilirseniz vatana tahmin etti­
ğinizden çok daha büyük bir
hizmette bulunmuş olacaksı­
nız.
Mustafa KEMAL

Ethem Bey, Ali Fuat Paşa'n ı n buyruğu üzerine Kurmay


Yarbay Arif Bey M üfrezesini Düzce'de bı rakarak bütün elinde­
ki güçleriyle Eskişehir'e yolland ı .
Adapazarı-Bilecik yoluyla vard ı ğ ı Eskişehir, stratejik bir
yerdi. Bu rada herhangi bir yandan gelebilecek tehlikeleri ko­
layca önleyebilecekti . Surdan her yana giden dem i ryolları ,
onun güçlerini daha çevik bir güç durumuna getirebilirdi. Ge­
rek kendi cephesi olan Salihli'ye, gerekse Ankara üzerinden
Yozgat'a burdan asker ulaştı rmak oldukça kolayd ı . Ethem Bey,
uzun g ü n lerdir ufuktan ufka dörtnal koşup duran atl ı larıyla at­
ları n ı burda birkaç gün olsun dinlendirir gibi olduğuna sevindi .
Burda b i r şey d e keşfetti. Gerek İstanbul'dan , gerekse Avrupa
dü nyası ndan en yeni haberleri alabiliyor, elden geldiğince ye­
ni İstanbul gazetelerini de okuyabiliyord u .
Özel kişilerden y a da gazetelerden ald ı ğ ı haberler Ethem
Bey'i çok sevindird i . Buyruğu altı ndaki birliklerin ayaklan ıcı y ı ­
ğ ı n ları na üst üste indirdiği yumru klar ülkenin karamsar hava­
s ı nda birden bire tatlı bir iyimserlik yaratmış, İngilizlerle onla­
r ı n yoldaşları n ı da sersem letmişti .
559
Kuvayı Milliye için doludizgin kötü yaz ı lar döşenen İstan­
bul gazeteleri imana gelmiş, artık istanbul'la Ankara'n ı n arası ­
n ı n bulunması gerektiğini yazıyorlard ı . Artık, Anadolu Kuvayı
Milliyesin i n gücü , bir m ızrak gibi kem gözlere batmaya başla­
m ıştı .
Akdeniz'den, Marmara kıyı ları n ı yalayarak Karadeniz'e
dek uzayan ayaklan ı ş yang ı n ı n ı , atları n ı n çelik nalları altı nda
ezip söndüren Ethem Bey, Haziran' ı n baş ı ndan beri Anka­
ra'dan işittiği Çapanoğlu k ı m ı ldamas ı üzerinde hiç de durmak
istemiyord u . Ona göre bütün tehlike Yu nan cephesindeydi. An­
kara'dakiler, biraz kendileri ni s ı ksalar Çapanoğul ları ' n ı n tutuş­
turmaya heveslendikleri yang ı n ı çabucak söndü rebil i rlerd i .
Ethem Bey, bu düşü nce ile Eskişehir'e varışı n ı n beşinci
günü "Hücum Tabu ru" ile piyade, atl ı kıtaları nda iki bin kişilik
bir gücü Salihli Cephesine doğru yola ç ı kard ı .
Eskişehir'deki karargah ı nda gittikçe tehlikeli b i r renk alan
yeni olaylar karş ı s ı nda gecesini gündüzüne katarak çal ışan Ali
Fuat Paşa, Mustafa Kemal Paşa'dan ald ı ğ ı buyruğu bildirmek
üzere kendi karargah ı nda dinlenen Ethem Bey'i yan ı na çağ ı r­
d ı . Ethem Bey, üzerinde çal ıştığı harita başı ndan kalkarak
kendisini ayakta karşı layan Ali Fuat Paşa' n ı n karşısı ndaki bir
koltuğa çöktü. Onun, bütü n paşalar içinde biricik sevg i , sayg ı
duyduğu kişi Ali Fuat Paşa'yd ı . Onun da kendisine karşı zaafı
olduğ unu biliyord u . Bu sevdiği askeri çok üzg ü n buldu . Paşa­
n ı n yüzü ndeki derin üzüntüyü onun bildiği yürekliliğine göre
aşı rı bile buldu . Bu kez, ikisi birlikte masan ı n üzerine yay ı l m ı ş
olan haritayı gözden geçirdiler. Haritada ayaklan ış bölgeleri ,
kırmızıçizgilerle gösterilm işti . Bu çizgiler nerdeyse Ankara'n ı n
d ı ş mahallelerine dayan ıyord u .
A l i Fuat Paşa, haritayı Ethem Bey'e göstererek:
- Ethem Bey, dedi. Size yine yol göründü.
Ethem Bey, bu buyruğu olağan olarak karşılad ı . Şu ndan
ki , bu buyruğu her an bekliyord u .
- Paşam , hemen yol haz ı rl ı kları na başlayacağ ı m . Yaln ız,
san ıyorum ki Yunan l ı lar, bugünlerde sald ı rı ya geçeceklerdir.
560
Salihli Cephesinin çöküşü, Alaşehir'i ve hatta Uşak bölgesini
b ı rakmam ıza yol açar. Benim bugü nkü asker gücü m , kıtaları ­
m ı n morali , b i r karşı sald ı rı ya bile elverişlidir. B e n y i n e cephe­
me dönmek haz ı rl ı ğ ı ndayd ı m . Acaba Yozgat ayaklan ı ş ı n ı bas­
tı rmak görevini başka kıtalara veremez misiniz?
Bunun üzeri ne paşa, masan ı n çekmecesinden bir şifre
telgraf ç ı kard ı :
- B u kararı ben kendim vermedim Ethem Bey ! Ben , bilir­
siniz ki , cephedeki as ı l yerinize dönmeniz yan l ı s ı y ı m . Bunu
türlü nedenlerle istiyoru m . Ne var ki sizin hemen elden geldi­
ği nce ivedi olarak Yozgat bölgesindeki bast ı rma işini yönetme­
niz, Genelku rmay Başkanl ı ğ ı nca istenmektedir. Bu kararı da
Mustafa Kemal'in kendisi imzalam ışt ı r. Nas ı l , bir eksiğiniz var
mı Ethem Bey?
- H içbir eksiğim yok. Ayaklan ı ş bölgesi nde ele geçirdiği­
miz silah ve cephane bize yeter de artar bile. M üfrezeleri m i n
kadrosu da dolgu n duru mda, teşekkü r ederim .
İ kisi de ayağa kalkm ı şt ı . Ali Fuat Paşa, Ethem Bey'i bağ­
rına basarak, ona başarı lar dileyerek kapıdan uğurlarken şun­
ları söyled i :
- Ethem Bey, b u ayaklan ı ş ı da bastı racağ ı n ıza inan ıyo­
ru m . Size bir ayak önce cephenize dönmenizi sal ı klayacağ ı m .
İ nşallah olaylar buna elverişli olur.
Paşan ı n bu sözleri Ethem Bey'i günlerce , hem de günler­
ce düşündürd ü . Bu sözde çok uzaklardan gelen yan ı k kokula­
rı yüzüyord u .
Paşa, b u yiğit adam ı n al ı n yaz ı s ı nda çok üzücü belirtiler
görür gibiyd i . ( Ethem Bey, alt ı n şeref merdivenleri nden katran
gibi kara bir karanl ı ğ ı n içine yuvarland ı ğ ı g ü nlerde bu sözü s ı k
s ı k anacak, yüreği derinden derine sızlayacaktı .)
Ethem Bey, kıtaları n ı n aras ı nda gezerken bunları n yarı­
sı ndan çoğ u n u n Çerkezce konuştuğunu görerek Türkçeden
başka bir dille konuşmayı şiddetle yasaklad ı . Çerkezlerin böl­
gelerinden kendisine katı lan binlerce Çerkez, Laz, Ethem
Bey'e büyük bir güç kazandı rd ı ğ ı gibi bu yüzden onu güç du-
56 1
ru mda da b ı rakıyord u . Bunu seziyord u . Oysa o, Düzce üzeri­
ne yürüdüğü günlerde kıtaları salt Türkçe konuşuyord u .
Elindeki i y i eğitimle pişmiş atl ı ları n ı hazı rlanan özel trene
bindirerek Ankara'ya doğru yola çı kmak üzere iken Fevzi Pa­
şa (Çakmak) özel bir trenle Eskişehi r istasyonuna geldi. Paşa
da salt Ethem Bey gücünü bir ayak önce davrand ı rmak üzere
gelm işti. Hemen o da Ethem Bey'in bindiği kompartı manda yer
ald ı . Genzi yakan yaş odu n dumanları n ı savurarak puflaya
puflaya Ankara'ya yollanan kara tren , Yozgat yang ı n ı n ı söndü­
recek büyük suyu da birlikte götürüyord u .
2 6 Haziran C u m a g ü n ü tren Ankara istasyonuna g i rerken
Mustafa Kemal başta olarak hemen bütün Ankara oradayd ı .
Mustafa Kemal , önü nden ağ ı r ağ ı r geçen trenin pencerelerin­
de Ethem Bey'le Fevzi Paşa'yı arıyord u . Trenin basamakları n ­
d a n birinde gördüğü b i r subaya (Mu harrem Giray) :
- Ethem Beyefendi nerdeler? diye sord u .
- Ön vagondalar.
- Ön vagondalar m ı ? diyen Mustafa Kemal , öne doğru
koşmaya başlad ı .
Ethem Bey, b u sı rada açı lan kapıdan indi. Eksiksiz bir çe­
teci kı l ı ğ ı ndayd ı . Başı nda boz bir başl ı k , s ı rt ı nda s ı ms ı kı bir
kara halk giyneği vard ı . Sağ elinde bir filinta tutuyord u .
Mustafa Kemal , kendisinden çok uzun boylu olan bu genç
adamı gerçek bir sevgiyle, sayg ıyla bağrına bastı :
- Hoş geldiniz, Ethem Beyefend i .
Öteki eğilip Mustafa Kemal 'in elini öpmek isted i . O, elini
şiddetle çekti . Ethem Bey, öpmek için diretince öbürü de diret­
ti. Bir kez daha kucaklaştı lar. Mustafa Kemal'in gözleri dolu
dolu olmuştu . Yan ı nda Recep Zühtü , Hayati Beyler olarak Et­
hem Bey'i ilkin Büyük Millet Meclisi Başkanl ı ğ ı na ayrı l m ı ş olan
istasyondaki Bağdat Demiryolları Müfettişliği konağ ı na götü r­
d ü . Direksiyon Konağ ı ad ı verilen bu sağlam kagir konağ ı n ki­
mi odaları çal ışma odası olarak kullan ı l ıyord u . İki oda da yatak
odası yd ı . Surda karş ı l ı kl ı oturdular. M ustafa Kemal , yeni ayak­
lan ı ş bölgesindeki durumu açı klad ı . Büyük Millet Meclisi'nin
562
ruh duru m u n u anlatt ı . Son günlerde morali çok bozulduğu n ­
d a n , Ankara'n ı n tehlikede olduğu kan ı sı n ı n günden güne art­
makta olduğu ndan söz etti . Kahvelerini içerlerken epeyce ko­
nuştu lar.
Bu arada Paşa:
- Ethem Bey, ded i , bu ayaklan ı ş ı da bast ı rabilirseniz, va­
tana tah min ettiğ i nizden çok daha büyük bir yararl ı kta bulun­
muş olacaks ı n ı z. Bir eksiğiniz varsa bu radan bütünlemeye ça­
l ı şal ı m .
- Hay ı r, paşam. H içbir eksiğim yok. Tan rı ' n ı n yard ı m ıyla
bu sefer de ayaklan ıcı ları tepeleyeceğiz. Ç ı banbaşları n ı kopa­
racağ ız. Güveniniz yerinde ve gönlünüz rahat olsu n .
- Sizden rica edeceğ i m , Meclis önünden düzgün b i r yü­
rüyüş yap ı n ı z . Atl ı lar tırısla geçsinler. Piyadeler y ı ğ ı n düzenin­
de olsun .
Ethem Bey, paşan ı n amac ı n ı anlam ı ştı . O, Meclis'in mo­
ralini düzeltmek, güçlendirmek istiyordu.
Direksiyon'da değerli konuğunu biraz dinlendiren Mustafa
Kemal, sonra aşağ ı indirdi. Koluna girerek onu istasyon u n
önü nde duran üstü açı k otomobiline doğru götürdü. O n u oto­
mobilinin sağ ı na almak isteyince Ethem Bey, arda bekleyen
ortanca ağabeyini göstererek:
- Tevfik Bey'i al ı n ı z ! dedi.
Mustafa Kemal , bunun üzerine Ethem Bey'i sağ ı na, Tev­
fik Bey'i de soluna alarak doğru Ziraat Mektebi'ne götürd ü . Et­
hem Bey, kanepelerle döşenmiş odada Mustafa Kemal'le kar­
şı karşı ya otu rd u . Onlar birer sigara ile birer kahve içinceye
dek Müdafaayı Milliye Vekili Fevzi Paşa, Genelkurmay Başka­
nı Albay İsmet Bey, Ethem Bey'in ortanca ağabeyi Tevfik
Bey'le birlikte odaya girdiler.
Ethem Bey, Fevzi Paşa'yı Eskişehir'de, Mustafa Kemal'i
de Ankara istasyonunda ilk kez görmüştü . Şimdi de İsmet
Bey'i ilk kez görüyord u . Hepsi de kendisine alçakgönüllü dav­
ran ı yord u . Ne var ki , Ethem Bey'i n gördüğü önemli bir şey da­
ha vard ı . Bu güçlü Kuvayı Milliye başları da kendisiyle böyle
563
yakı ndan görüşmekten bir o denli hoşnuttular. Bunu açı kça
görüyordu .
İsmet Bey, zaman ı n darl ı ğ ı ndan söz açarak hemen işe
geçilmesini önerd i . Doğrudan doğruya Ethem Bey'e :
- Ethem Beyefendi , ded i . Dinlenmeye olan ihtiyac ı n ıza
bakmayarak, ziyaretçiler üşüşmeden , en önemli soru nlar
üzerinde lütfen görüşmeye başlayal ı m . Özellikle bilinen şu
ayaklan ış konusu çevresinde yolumuzu ve kararı m ı z ı ayd ı n l ı ­
ğa çı karal ı m k i gönül rahatl ı ğ ı v e soğukkan l ı l ı kla h e m dinlen­
menizin sağlanmas ı na, hem de öbü r dertleşmelerim ize s ı ra
gelsin .
İsmet Bey, biraz durarak, sözünü şöyle sürdürdü :
- Son dileği m iz üzere Eskişehi r'den cepheye sevkiyatı­
nızın geri b ı rakı lmas ı na değgin buyruk vermeyi herhalde u n ut­
mam ı şs ı n ızd ı r.
Ethem Bey ona şöyle yan ıt verd i :
- Evet, cepheye olan asker ulaştı rmam ı z zaten genel de­
ğildi. Yozgat yön ü ne ilişkin sözlerinizi dikkate alarak güçlerim in
çoğ u n u Eskişehir'de tutuyorum . Zaten Ankara'yı ziyaretten
amac ı m da daha çok, benim önemsiz gördüğüm ve sizin pek
çok önem verdiğiniz Yozgat'taki ayaklan ı ş ı n derecesini hakkıy­
la anlamak. Son ra Yu nan cephesiyle ilgili haberler ve tehlike
gösteren kuşkuları mla ölçüştürerek ona göre en önemliyi ,
önemsize üstün tutup elden geldiğince her iki yan ı da yüz üs­
tü bı rakmayarak yan l ı şsız bir karar vermeniz içindir.
Mustafa Kemal , Ethem Bey'i sessizce dinliyor, Fevzi Paşa
ise kimi zaman İsmet Bey'e, kimi zaman da Ethem Bey'e hak
vererek salt "Evet efendim" diyordu.
Fevzi Paşa, bir ara söze karıştı :
- Biz, hiç san mayız ki Yunan ordusu n u n önemli bir sald ı ­
rısı karşı sı nda bulunmuş olal ı m . Eğer Yunan l ı ları n öyle b i r n i ­
yeti v e yeteneği olsaydı bu sald ırı ları n ı üç ayd ı r sürüp giden
ayaklan ışların şiddetli aşamaları s ı rası nda yapmaları gere­
kird i .
5 64
ismet Bey yine söz ald ı :
- Bununla beraber biz cepheleri d e ku lak arkası na atmak
yan l ı s ı değiliz. Ası l amac ı m ı z , yurdu düşman ayağ ı ndan temiz­
lemektir. Yunan ordusu en tehlikelisidir. Bu böyle olmakla bir­
likte iç sorunlar da pek önemli say ı l ı rlar. Bizim Yozgat ve do­
layları ndaki ayaklan ı ş ı ne yaz ı k ki kökünden söndürecek bir
gücümüz kalmam ı ştı r. Bu gerçeği acı da olsa aram ızda açığa
vurmal ı yız. Evet, Yozgat yönündeki "gaile" şimdi önemsiz sa­
yı labilir. Yaln ı z kıtaları n ı z gibi morali yerinde olan bir ordu
için . . . Hamdolsun, iç d u rumumuzla birlikte d ı ş siyasetimiz de
sevindirici bir aşama gösteriyor. Özellikle Fransızlar, ilk kez
olarak ulusal hükümeti m izle b ı rakışma yapmayı ve tutsak de­
ğiştirmeyi istiyorlar. İşgalleri alt ı nda bulunduru ldukları Adana
ile dolayları n ı boşaltmak istiyorlar. Anlaş ı lan şu ki yabancı ları
her şeyden çok umuda düşüren iç uyg unsuzlukları m ı z imiş,
karşı devrimlermiş ! Gerçekten ben de biliyorum ki, Yozgat ve
dolayları ndaki ayaklan ı ş soru n u , öbür bast ı rmayı başard ı ğ ı n ı z
bilinen ayaklan ış bölgesine oranla şimdi dediğiniz gibi önem­
siz olabilirse de son saatlerde daha çok genişlemek eğilimi
gösterdiği son gelen telgraf haberlerinden anlaş ı lmaktad ı r.
Yozgat mutasarrıfl ı ğ ı yla dolayları n ı işgalleri altı nda bulunduran
ayaklan ıcı ları Konyal ı lar, dört gözle beklemekte ve şimdiki bu
ayaklan ı ş bölgesi nin bir ucu Ankara'n ı n doğu yönünden Kı rşe­
hir'e dek uzam ış bu lunmaktad ı r. Büyük M i llet Meclisi üyelerin­
den bulunan ve kendisinden yararlan ı l ı r u m uduyla ayaklan ı ş
bölgesine daha önce gönderilen K ı rşehir mebusu Keskinli R ı ­
z a Bey'in d e durumu kuşku verici görün mektedir. Ben , Genel­
kurmay Başkan ı olarak görüşleri mi ve durumu açı klad ı m . Ka­
n ı m şu ki bu ayaklan ı ş belas ı n ı büsbütü n ortadan kaldı rmadan
ne sizin ve ne de güçlerinizin cepheye dönmeniz doğru olmaz.
İsmet Bey, sözlerin i bitiri nce ortal ı ğ ı bir sessizlik kaplad ı .
Şimd i , M ustafa Kemal de, Fevzi Paşa da, İsmet Bey de gözle­
rini Ethem Bey'in i ri menekşe rengi gözlerine dikmiş, ağzı ndan
çı kacak sözü bekliyorlard ı .
565
Ethem Bey, bunu bilmezlikten gelerek ortaya şöyle bir so­
ru attı :
- Hayret ediyorum ki Sivas'ta Temsil Heyeti ve Ankara'da
Millet Meclisi toplan ı p örgütlene n , bir y ı l ı geçtiği halde bu sü­
rede koca Anadolu'da ulusal davran ı şları m ı z ad ı na köklü bir
k ı m ı ltı görülemedi? Niçin merkezimizi güçlendirmediniz? Ve
en sonra, en önemli ve temel olan cephelere değin şimdiye
dek hiçbir çaban ıza ve yard ı m ı n ıza da tan ı k olmad ı k desem
doğrulan ı r san ı n ı m . En sonra bizleri düşman cephesinden ay­
rılmak ve gerilerde salt size düşen görevlerle uğraşmak zorun­
da b ı rakt ı n ız. Şimd i , siz de görüyor ve doğruluyorsunuz ki, Or­
ta Anadolu'da ve bir köşede hiçbir yabancı ile bu İstanbul hü­
kü metiyle bağlantısı kalmayan Yozgat ayaklan ı ş ı n ı söndür­
mekten acizsiniz. Anlad ı ğ ı m şudur ki baştan beri hala durumu
kavrayamad ı n ı z ya da kişisel ve önemsiz nesnelerle uğraş ı ­
yorsunuz. Belki de Temsil Kurulu v e Ankara hükümeti ad ı na çı­
karı lan genelgelerle, bildirilerle, konferanslarla her şey olup bi­
tiverecek sand ı n ız ve aldand ı n ız. Af buyurunuz. Bu tür konuş­
madan amac ı m bu gaflet sürüp gitmesi n isteği nden başka bir
şey değildir. Ben , bu kan l ı ayaklan ı ş işi ni de buyruğu n uzla
üzerime al ıyoru m ve sizleri bu beladan kurtaracağ ı m ı u m uyo­
ru m . Ne var ki ben bu görevi yerine getirip dönünceye dek Yu­
nan cephesinin sorumluluğunu üçü nüzden biriniz üzerinize al­
mal ı s ı n ı z . Şu koşulla ki Salihli cephesinde bulunmak, cephe
kumandan ı Ali Fuat Paşa'ya uymak üzere. Önsezi ile diyece­
ğ i m ki şu günlerde Yu nan ordusunca bir sald ı rı davranışı baş
gösterse gereki r. Şaş ı lası bir şeydir ki şi mdiye dek şu iç du­
ru mları m ızdan yararlanamad ı l ar.
Ethem Bey'in azarlamayı and ı ran bu konuşmas ı , tartış­
malar ı n açı lmas ı na yol açtı . Yal n ı z Mustafa Kemal saatlerce
salt dinleyerek hiçbir şey söylemedi.
E n son ra tartışma yatışı nca söz ald ı ve doğrudan Ethem
Bey'e şöyle ded i :
- Yozgat bölgesindeki ayaklan ı ş ı n niteliği v e ö n e m i n e
olursa olsun sizin çaban ıza bakıyor demektir. Bu zahmeti de
566
üzerinize ald ı ğ ı n ıza göre her zaman olduğu gibi beş on g ü n
içinde bastı racağ ı n ıza inan ıyoru m . Bu bastı rman ı n sürmesi
süresince İzmir u lusal cephemizin bak ı m ı ve denetlemesi gö­
revin i Fevzi Paşa Hazretlerinin değerli ellerine vermemiz ve
lütfen bunu üzerine almaları pek uyg u n olur kan ı s ı nday ı m .
Fevzi Paşa Hazretleri n i n zeka v e güçlerine zatı alileri d e güve­
nebilirsiniz. Ve inşallah cephede Yunan l ı ları n lehinde yeni bir
durum olmadan başarıyla döndüğünüzde bütü n çabaları m ı z
elbirliğiyle Yunan ordusuna karş ı boy ölçüşmek olacakt ı r. Evet,
şimdiyle ve geçmişle ilgili tembelliğimizi erek tutan yak ı n ma­
n ı zda hakk ı n ı z yok değildir. Şundan ki kendileriyle iş görmeye
çal ı ştığ ı m ız arkadaşlar ve Millet Meclisi üyelerinin çoğu n lukla
ne kertelere dek ikircikli , zorluk çı karan, hatta bir bölüğü n ü n
kötülükle dolu olduğ u n u bilmiyorsunuz. M i llet Meclisi üyeleri
arası nda gönülden İstanbul hükümeti yan l ı s ı ve olu msuz bir si­
yaset izleyen Halifeye bağ l ı kişiler de vard ı r. Vatansız ve ba­
ğ ı m l ı Hilafet makam ı n ı n anlams ı zl ı ğ ı n ı anlamaktan yeteneksiz
kişiler, "Eski ve bayağı kanunlar dışında davranılmamalıdır" di­
yorlar. Hatta çoktan beri zorunlu gördüğümüz "Vatan Hainliği"
kan u n u n u ç ı karı ncaya dek göbeğimiz çatlad ı . Bereket versin
ki benzer kanunlara değinen h ız l ı bastı rmaları n ı z ve hay ı r l ı so­
nuçları n ı n etkisi altı nda sözü geçen kanu n u en sonra ve henüz
"tasdik" ettirebildik. Karşı yan da bütün varl ı ğ ı yla ve her türlü
araca başvurarak meşru savunmam ı z ı içerden ve d ı şarıdan
kötü rüm etmek uğruna en alçakça hainlikleri yapıyor. Son fet­
valarıyla ve bozguncu davran ışlarıyla şimdiye dek az çok ör­
gütlediğimiz güçleri dağ ıttı lar. Çal ışmam ı z ı kötürüm ettiler.
Onun için sizin güçlerinizi cepheden ayı rmak zoru nda bı raktı­
lar. D ı ş düşmanları n , iç durumumuza pek aşı rı önem verdikle­
ri meydandad ı r. Zaten bu pek doğal değil miydi? Birliğ i m izin
sağlanmas ı , bütün başarı ları m ı z ı n temelini kurmaya biricik çö­
züm olacak ve içerde en ufak bir uygu nsuzluk, bizi her zaman
amaçtan uzaklaştı racakt ı r. Bundan da bozgu ncuları u m uda
haz ı rlayacakt ı r.
567
M ustafa Kemal , sözlerini bitirince, Fevzi Paşa söz alarak
Ethem Bey'in önerdiği yeni , geçici görevi benimsediğini söyle­
di.
Ethem Bey'in Çapanoğu lları ayaklan ı ş ı n ı bastı rmaya ka­
rar verişi üzerine Genelkurmay Başkanı İsmet Bey, hemen Es­
kişehir'de kalan bast ı rma kıtası y ı ğ ı n ları n ı n özel trenlerle An­
kara'ya ulaştırılması için yazd ı ğ ı buyruğu i mzalad ı . Telgraf, he­
men telgrafhaneye gönderildi . Bunun üzerine Milli Savu nma
Bakanı Fevzi Paşa da Ethem Bey'e:
- Ben de hemen Salihli Cephesine yollanacağ ı m ve de­
netlemelerimin sonucu nu raporlarla size bildireceği m , dedi.
Gizli toplantı burda bitiyord u . İsmet Bey'le Ethem Bey'in
ortanca ağabeyi Tevfik Bey, haritayı i ncelemek üzere yan oda­
ya geçtiler. Fevzi Paşa da yol haz ı rl ı ğ ı yapmak üzere ayrı ld ı .
Orada Mustafa Kemal'le Ethem Bey tek başları na kald ı ğ ı s ı ra­
da, ayd ı n Kuvayı M i l liyeci Amazon Halide Edip Han ı m içeri gir­
d i . Ethem Bey de, Halide Edip Han ı m da birbirlerini ilk kez gö­
rüyorlard ı . İ kisi de bu sı rada türlü şeyler and ı lar. Mustafa Ke­
mal'e bir rapor getiren Halide Edip Han ı m , odan ı n kapısı nda
bir y ığ ı n silah l ı çeteci görmüş, onları n arası ndan geçerek oda­
ya g i ri nce, gözleri Mustafa Kemal'den önce sandalyede elleri­
ni kavuşturmuş otu ran Ethem Bey'e ilişmiş, o da soluk menek­
şe gözleriyle onu karşı lam ı ştı .
İ kisi de birbirlerin i n kim olduğunu anlam ış olmakla birlikte
Mustafa Kemal hemen ayağa kalkarak Ethem Bey'le Halide
·

Edip'i birbirleriyle tan ışt ı rd ı :


- Halide Edip Han ı m , Ethem Beyefendi.
Ethem Bey, herkes gibi Halide Edip Han ı m ' ı bir romancı
olarak biliyorsa da onu güçlü bir kişi olarak İstanbul'da düş­
manlara Sultanahmet Meydan ı 'ndaki kah ramanca meydan
okuyuşu ndan sonra daha sevim l i , daha güçlü bulmaya başla­
m ı ştı . M ustafa Kemal tan ı ştırı nca, Ethem Bey hemen uzun bo­
yuyla elden geldiğince eğilerek nazikçe onun elini öptü.
568
Halide Edip Han ı m' ı n ilk izleni m leri şöyleydi : "Uzundan
daha uzun bir boyu vard ı . H iç eti olmayan güçlü gövdesiyle,
can l ı bir iskelete benziyordu. Tam Çerkez yapısıyd ı . Geniş
omuzlar, i nce bel , uzun bacak ve kolları , kocaman sarış ı n bir
kafa, kısa bir burun ve gayet solg u n mavi gözler. Ten i h içbir
hava etkisiyle değişmemiş gibiydi. Kısa burnu Anglikan (İngi/iz
kilisesine bağlı olan kimse) bir m izaç anlatıyordu. Odada bu
kocaman Çerkez, istisnasız, herkesi gölgede bı rakıyordu."
*

* *

En korkulu bir zamanda Ankara'ya gelişiyle şehrin üstüne


kara demir kanatlarıyla aban m ı ş , Kuvayı Milliyeci başları ez­
mekte olan kara düşü bir solukta paramparça eden bu güçlü
kumandan , efsaneleşmeye başlayan bu büyük Çerkez, Düz­
ce'de yaptığı kimi işlerle romantik Kuvayı Milliyeci Halide Edip
Han ı m ' ı da epeyce üzmüştü . Şi mdi Ethem Bey'i görünce bun­
lar kafasına üşüşmüştü .
Atl ı larıyla Düzce'ye girmiş olan Ethem Bey'den Mustafa
Kemal'e bir telgraf gelmişti . Müfreze Divan-ı Harbi'nin ölüme
mahkum ettiği ayaklan ıcı listesini onun doğrulamas ı n ı istiyor­
d u . Oysa listede Öğütçü Mebuslardan Hüsrev Bey'le Doktor
Şükrü Bey'i ku rtard ı ğ ı bilinen Hal ife ordusu kumandan ı Düzce­
li Berzak Safer Bey de vard ı .
Safer Bey, b u mebuslar ı n arac ı l ı ğ ı yla Ankara'yla ilişki kur­
muş, kendileri n i affettirmişti . Mustafa Kemal bu işte arkadaşla­
rı n ı n düşüncelerin i yoklarken Halide Edip'inkini de sormuştu .
O da önceden affettikleri bu adamları n idam edi lmeleri n i iste­
mediği n i söylemişti . Mustafa Kemal'se bunda Ethem Bey'i n is­
teğ i n i n yerine getirilmesin i savunuyor, bu adamlara acı man ı n
Ankara için bir zaaf olarak görüleceğini ileri sürüyord u .
"Düşman e l e geçirilince ne söz veri l m iş olursa olsun öldü­
rülmeliyd i ."
O zaman Halide Edip Han ı m , çevredekileri n yüzlerine ba­
karak bir yard ı mcı aram ış ve Albay İsmet Bey'i n anlayışlı ba­
kışlarıyla göz göze gelmişti . Bu s ı rada bir koltukta oturup bü-
569
tün bu konuşmaları durgunca dinleyen ismet Bey, ayağa kal­
k ı p Mustafa Kemal'in karş ı s ı na dikilmiş, yaz ı haneye dayana­
rak konuşmaya başlam ı ştı .
"Bir doğa gücü gibi görünen kurşuni kalpakl ı Mustafa Ke­
mal Paşa'n ı n karş ı s ı nda Albay İsmet Bey, konuşuyord u . "
Onun Türkçesi , genç kad ı na hiçbir zaman böyle sade,
böyle usa uyg u n , i nsancı l gelmemişti .
Tartışma kızışıp uzam ış, bu yüzden de ertesi g ü ne b ı rakı l­
m ı şt ı . Mustafa Kemal , Ethem Bey'e bütün arkadaşları n Berzek
Safer Bey'i affetmeye söz verdiklerin i , bundan dolayı onun ba­
ğ ı şlanmas ı n ı yazm ı ş , bunu okuyan İsmet Bey'in yüzü bir ço­
cuk sevinciyle parlam ı ştı . Bu parı ltı Halide Edip'i çok mutlu kıl­
m ı ştı . Art ı k herkes Safer'in darağacına gitmeyeceğine inan ı ­
yord u . Ne var k i ertesi sabah, genç kad ı n , bürosunda otu rmuş
çal ı ş ı rken Hayati Bey, Anadolu Ajansı için haz ı rlan m ı ş kağ ıtla­
rı getirmiş, beklenmeyen haberi de vermişti . Mustafa Kemal
Paşa' n ı n imzal ı kağ ı d ı Bolu'ya varmadan önce Ethem Bey,
Safer Bey'le arkadaşları n ı üçayakl ıya ç ı karm ı ştı bile. Oysa bu
karargahtan hiç kimse, Adapazarı telgrafhanesinde Ethem
Bey'e Düzce'nin Kuvayı Milliyeci telgrafçısı eliyle Safer Bey
üstüne çekilen gizli telgrafı bilmiyordu.
Ankara'yı aldatan Safer Bey, bu telgrafç ı n ı n uyarmasıyla
Ankara gibi Ethem Bey'i de aldatıp tuzağa düşürememişti .
*

* *

Halide Edip Han ı m bir saat oturarak çıkıp gitti .


Sonra, mebuslar sökü n etti. Onlar da kalkıp gittikten son­
ra, aşağ ı yemek salonuna indiler. Sofrada Mustafa Kemal , Et­
hem Bey, Fevzi Paşa, İsmet Bey, Mah m ut Celal Bey (Bayar) ,
Hakkı Behiç Bey, Doktor R ı za N u r Bey, Ethem Bey'in büyük
ağabeyi Reşit Bey vard ı . Mustafa Kemal Paşa'n ı n sağ ı nda
Fevzi Paşa, solunda Ethem Bey otu ruyord u . Albay İsmet Bey,
Fevzi Paşa'n ı n yan ı nda yer alm ı ştı .
570
Sofrada genel olarak u lusal kı m ı ltı lardan, Yunanl ı ları n ya­
k ı n gelecekte yapması beklenen saldı rı lardan , ayaklan ış böl­
gesini bastı rma biçimlerinden söz edildi. Herkes, Yozgat ayak­
lan ı ş ı n ı şimdiye dek olanlardan daha korku nç, daha tehlikeli
bulma düşü ncesindeyd i . Ayaklan ıcı lar, hem 5. Kafkas Tümeni­
n i , hem de 3. Kolordu birliklerini yenmişler, bunları n topları n ı
d a ellerine geçirmişlerd i .
İsmet Bey, yemekte Ethem Bey'e:
- Bu Yozgat ayaklan ı ş ı n ı n bast ı r ı l ması konusu nda Ali Fu­
at Paşa ile görüştü nüz m ü ? diye sord u .
- Ali Fuat Paşa hazretleri nin bastı rma biçimi üzerinde bu­
güne dek uygulad ı ğ ı m ı z biçimin doğruluğuna güveni vard ı r.
Bu sefer de bana bu konuda kimi buyruklar verdiler, ded i .
A l i Fuat Paşa'dan söz açı l ı nca Mustafa Kemal , Kurtuluş
Savaş ı ' n ı n ilk günlerine ilişki n kim i anı larına eğildi. Onun için
sempati, sevgi dolu bir kucak şey anlattı . Fevzi Paşa ile Albay
İsmet Bey de her tü mcesinde onu doğrulad ı lar.
Ethem Bey, Ali Fuat Paşa' n ı n babası İsmail Faz ı l Paşa'n ı n
mebus olarak Ankara'da bulunduğunu sofrada öğrendi .
Ethem Bey, ilkönce Ziraat Mektebi'nde kendisine hazı rla­
nan odada yatt ı . Sonra Mustafa Kemal , Meclisteki odas ı n ı ona
verd i . Ethem Bey, Yozgat haz ı rl ı klarıyla uğraşı rken boş saatle­
rinin çoğunu Ayd ı n Cephesi kahramanları ndan eski arkadaşı
Binbaşı Hacı Şükrü Bey'i n Taşhan konağ ı nda geçiriyordu. Ha­
cı Şükrü Bey, şimdi Diyarbakır mebusuyd u . Bu yüzden Ethem
Bey de olunca dairesi mebuslarla dolup taşmaya başlad ı .
Bunlar, Ethem Bey'e olağan üstü bir adam, bir kumandan , ye­
ni bir başbuğ gözüyle bakıyorlard ı .
O, pek korkunç dönemlerden geçen Türkiye'nin ufkunda
parlam ı ş bir « m ucize ,, idi . Onun üstüne şiirler yaz ı l ı yor, şark ı ­
l a r bestelenmeye başlıyordu. Oysa şimdiye d e k üstüne şarkı
bestelenen bir tek adam Mustafa Kemal'di.
Ethem Bey'i görmeye gelen birçok mebus, Mustafa Kemal
için atı p tutuyordu . Bunlar, Mustafa Kemal ile arkadaşları n ı n
57 1
kendilerinden yak ı nd ı ğ ı mebuslard ı . Ethem Bey, bunları n ken­
disinde bir destek, bir lider arad ıkları n ı seziyordu. Yaln ı z , Et­
hem Bey iki yana da yansı z davranıyord u . Bu m ı z ı rdanman ı n
daha çok son günlerde Ankara'n ı n üzerine çökmüş olan kor­
kunç ölüm kara düşün ü n dağ ıtıcı , bölücü etkisinden ileri geldi­
ğini anlayarak onları güzel sözlerle gelecek için yüreklendir­
meye çal ı ş ı yord u .
Ethem Bey, Yozgat belas ı n ı atları n ı n çelik nalları altı nda
yamyassı ettiği gün bu moralsizliğin, bu bunaltıcı dedikodu ha­
vas ı n ı n dağ ı lacağ ı n ı san ıyordu. Bunun için de hemen bu dere­
beyi azmanları n ı n hakkı ndan gelip Salihli Cephesine dönmek,
ası l düşmanla şerefle vuruşmak istiyordu. Artık bu cellatl ı ktan
bıkm ı ştı . Kendinden başka bu işi becerecek bir kişi olsa diretir,
bu cellatl ığa onu gönderirdi. Ne yaz ı k ki yoktu. Kendisinden baş­
ka hiçbir güç yoktu . Herkes, siyasal bir güç kurman ı n ya da ol­
man ı n peşindeydi. Bu açıkça görülüyordu. Bu Taşhan görüşme­
lerinde pek çok mebus, kaderini Ethem Bey'in al ı n yaz ısıyla bir­
leştirmek istercesine ona bir yakı n l ı k, bir içtenlik gösterdi.
Odunla işleyen katarlar du rmadan Ethem Bey'in birliğini
Ankara'ya taşıyord u . 1 9 Haziran 1 920 tarihinde toplanman ı n
sonu al ı n m ıştı . Şimdi, Ankara'da uzun zamand ı r kimsenin gör­
mediği iyi gereçlenmiş, iyi örgütlenmiş kalabal ı k bir asker kay­
nay ı ş ı göze çarpıyord u . Ethem Bey, askerlerini son kez denet­
ledi. 20 Haziran günü Yozgat'a yollayacaktı .
Hazi ran ayı n ı n Temmuz'a değen g ü nlerinden biriydi. Ha­
va çok sıcakt ı . Halk, öğle namaz ı ndan çıkmış, sokakları dol­
durmuş, Ethem Bey'i bekliyordu. Ethem Bey, geçit resmi için
haz ı rlad ı ğ ı kıtaları n ı istasyon caddesinde yukarı yü rütmeye
başlad ı . Müfrezenin önü nde davul , trampetler, borazanlar yü­
rüyord u . Bunları n arkası ndan m ızrakl ı , kılıçlı tek biçimde giyin­
miş atl ı tak ı mları gidiyordu. Bunlar sürekli alkışlar, yaşalar, va­
rollar aras ı nda Meclisin önünden geçip gittikten sonra, yine iyi
giyimli kuşamlı piyade kıtaları n ı n başı nda yüksek bir ata bin­
miş olarak Ethem Bey görü n ünce on binlerce Ankaralı alkıştan
caddeleri inletti .
572
Ethem Bey, Meclisin önünden geçerken bakt ı . Küme ola­
rak dizilmiş olan mebusları n önünde Mustafa Kemal dikiliyor,
yüzü sevinç ı ş ı kları saçıyord u .
Mebuslar:
- Yaşa ! Allah seni ulusa bağ ışlas ı n ! diye haykı rmaya
başlad ı lar.
Coşkun kalabal ı ktan yükselen övgü sesleri , Ethem Bey'e
yaşayışı n ı n en tatl ı dakikaları n ı yaşattı . Şimdiye dek hiçbir şe­
hirde böyle anlayışla, övgüyle karş ı lan mam ı ştı . Demek ki Türk
Ulusu kendine hizmet edeni biliyordu !
Mustafa Kemal , Meclisin biraz ilerisinde atı ndan inen Et­
hem Bey'i , koluna girerek Meclise götürd ü . Mebuslar ı n hepsi
tek adam gibi ayağa kalkarak onu dakikalarca alkışlad ı . Son­
ra Mustafa Kemal , onu başkanl ı k odas ı na götürerek Anka­
ra'da kaldı ğ ı sü rece buras ı n ı n ona özgü' olduğunu söyledi.
Otomobilini de, onun buyruğuna verd i .
*

* *

Ethem Bey müfrezeleri , Meclisin önünden geçerek Kara­


oğlan'a doğruldular. Karaoğlan çarşı sı n ı izleyerek Samanpa­
zar ı ' ndan , Koyunpazarı'ndan geçtiler. Ankara Kalesi'nin etek­
lerindeki meydanda çad ı rları n ı kurdular.
Ankaral ı ları n kestiği birçok ku rban, kocaman kazanlarda
kavruldu . Etli pilav, un helvas ı , türlü yaş, ku ru yemişler, kara­
vanalar ı n başı nda yemeğ i n i atışt ı rı rken uzun boylu , k ı rç ı l top
sakallı Vali Yahya Galip Bey gelerek hepsine:
- Hoş geldiniz, ded i .
Ethem Bey'in elini büyük bir sevgiyle s ı kt ı . Vali , Ethem
Bey'e M üftü Rıfat Efendiyi ziyaret etmesini sal ı klad ı . Ethem
Bey, yemekten sonra müftüyü makam ı nda ziyaret ederek elini
öptü . Rıfat Efend i , onun gözünde gerçek bir kahramand ı :
- H u rucu Alessultan fetvasına karşı verdiğiniz karşı fetva­
dan dolayı size minnettarı m , diyerek onun hay ı r duas ı n ı ald ı .
R ı fat Efend i , Ethem Bey'e :
- Oğl u m , ded i , ayaklan ıcı ları bast ı r ı rken elden geldiğin­
ce hoş görür ve insanc ı l olmaya çal ı ş !
573
Bu sözün çok babacan söylenişi , Ethem Bey'in kalbine
doku nmuştu :
- Babam Ali Bey bana her zaman böyle öğütler verd i , de-
di.
O akşam , istasyondaki Direksiyon Konağ ı 'nda p e k kala­
bal ı k olmayan bir yemek sofrası ku rulmuştu . B u , içkisiz, baya­
ğı bir yemek sofrası yd ı . İçki Ankara'da yasakt ı . Vali Yahya Ga­
lip Bey, mebusları , vekilleri bile içki başı nda görünce sopayla
koval ı yord u . Bu da Mustafa Kemal'in içkiseverlik ü n ü n ü körlet­
mek için yap ı l ı yord u . İçki gizli içiliyord u .
O gece Ethem Bey, Mustafa Kemal'in Di reksiyon'daki da­
iresinde kald ı . Gece geç vakitlere dek konuştular. Fevzi Paşa
ile İsmet Bey de oradayd ı . Onlar da erat ı n denetlemesinde bu­
lunmuş, yürekleri u m utla dolmuştu .
İsmet Bey, Ethem Bey'e:
- isterseniz, bastı rma s ı rası nda bu bölgeyi bilen kuman­
dan ve mebuslardan halka telkinlerde bulunmak üzere yan ı n ı ­
z a b i r kurul katal ı m , dedi.
Mustafa Kemal , bunu doğru bulmad ı :
- Bence Ethem Bey'i öbü r bölgelerdeki bastı rma metot­
ları nda olduğu gibi serbest bı rakal ı m . Telkin söz konusu olsay­
d ı , bunun daha önce yap ı l ması gerekirdi, ded i .
Fevzi Paşa, dinliyor, yal n ı z askerce kon u larda söze karı ­
şıyord u .
Mustafa Kemal , Ethem Bey'e:
- Yozgat'a ne zaman yollanacaks ı n ı z beyefendi ? diye
sord u .
- Hemen yar ı n paşam . Yarı n , Allah kısmet ederse sabah
erkenden haz ı rl ı ğ ı m ı yapar, en sonra öğleye doğru yola çıkmış
oluru m .
Mustafa Kemal , kendi yatak odas ı n ı n karşısı ndaki yatak
odas ı n ı Ethem Bey'e gösterdi.
- Allah rahatl ı k versin.
Vakit çok geçmişti . Ethem Bey'in bütün gövdesi sanki dö­
külüyordu. Yine de cephelerde yüzünü görmediği bu tertemiz,
574
mis gibi sabun kokan yatakta sabaha dek öteye beriye döne­
rek Çapanoğulları 'na vuracağ ı yumruğu düşündü. Ayaklan ı ş
bölgesi çok geniş, ayaklan ıcı lar çok dağ ı n ı ktı . Bunları izlemek,
bu yüzden çok zor olacakt ı . Haritada gördüğü duruma göre
yapacağ ı sald ı r ı işini ayarlad ı . Her zaman olduğu gibi, topun­
dan , makineli tüfeğ i nden , atl ı ları n ı n uzun m ızrakları ndan son­
ra "cü ret" denen olağanüstü silah ı kullanacaktı . Tanyeri atar­
ken yapacağ ı işleri şöyle bir toparlayarak rahatlad ı . Hemen eli­
ni yüzü nü y ı kayı p giyindi. Sanki konağ ı n kapısı nda Çapano­
ğulları 'yla hemen karş ı laşacakm ı ş gibi ruh u alarm durumun­
dayd ı . Filintas ı n ı al ı p kapıdan d ı şarı fı rlamak üzereydi ki , mer­
diven başı nda Hayati Bey'le burun buruna geldi.
Genç subay ı n ayakları nda terlikler, koltuğu n u n altı nda da
kal ı n bir dosya vard ı . "Demek ki , diye düşündü, Mustafa Ke­
mal henüz yatm ı ş olacak."
Hayati Bey, onu sessizce kendi odas ı na götü rd ü . Kenar­
daki ispirto ocağ ı nda iki fincan l ı k kahve pişird i . Karş ı l ı kl ı otu ra­
rak içtiler. Hayati Bey:
- Zile ayaklanış bölgesinden yen i şifreler geld i , diyerek
bunları Ethem Bey'e özetledi.
- Paşa da henüz bir saat önce yatt ı . Her gece ancak dört
saat uyuyabiliyor. Birçok kez buna da meydan vermiyoruz. Bu
ayaklan ı ş haberlerinden sonra Mecliste de moral sars ı l ı r gibi
oldu . Her şey açı kça söylenemiyor. Asker yok, kumandan yok,
malzeme yok, para yok, araç yok, diye yakı nd ı .
Ethem Bey :
- İ l k günler çok daha çetin geçti , ded i . İnan ı n ız, Band ı r­
ma'dan Salihli'ye geldiğimde on dört atl ı m vard ı . Bu bir avuç
adam, on binlerce savaşçıyı bir arada cepheye sokabilen mü­
kemmel örgütlü bir orduyu tutabilecek savunma güçleri n i n te­
meli oldu .
Ethem Bey, sözüne ara vererek birçok şey düşündükten
sonra şöyle ded i :
- E n sonra yirmi günde Yozgat'ı ayaklan ıcı lardan temiz­
leyeceği m .
575
Hayati Bey, hem onun sesinin kesi nliğine, hem de bast ı r-
ma süresinin kısal ı ğ ı na şaşmış göründü :
- Yirmi günde m i dediniz, Ethem Beyefendi?
- İ nşallah !
Ethem Bey, son sözünü söyledikten son ra, Hayati Bey'i n
elini s ı karak merdivenlerden koşarcası na i n d i . Konağ ı n önü
arkas ı onun silah l ı larıyla doluyd u . Atları na atlayarak açı k ordu­
gaha vard ı lar.
Ethem Bey haz ı rl ı klarla uğraş ı rken Saru han mebusu olan
büyük ağabeyi Reşit Bey, yan ı nda sekiz mebusla ç ı ka geldi .
Otu rup genel olarak olaylar üzerinde konuştu lar. Mebuslar,
ayaklan ış bölgesi ile sonuçları üstünde Ethem Bey' i n düşün­
cesini sordular.
Ethem Bey :
- Kayg ı lanmay ı n ı z . Tanrı ' n ı n yard ı m ıyla en kısa zaman­
da sonuç al ı nacakt ı r, ded i .
Mebuslardan biri :
- Ethem Bey, dedi. Sizden namusunuz üzerine açık söy­
lemeniz dileğiyle bir soru soracağ ı m . Bu soruya vereceğiniz ce­
vap yalnız bendeniz için değil, bütün Büyük Meclisin bir sorunu
çözümlemesi bakı m ı ndan çok önemli olacaktı r. Lütfen bize söy­
ler misiniz? Yunan güçlerinin karşısında milis olarak ulusal güç­
lerin mi bulunması lazımdır, yoksa nizami güçlerin mi? Bugünkü
duru m ve koşullar içinde hangisini üstün tutuyorsunuz?
Ethem Bey, bu gelişin salt bu düşü nceyle olduğunu he­
men anlam ı şt ı . Dedi ki :
- Efendi m , ben , büyük bir kumandan değilim. Yaln ı z yurt
görevleri n i yapmak üzere en yararl ı olduğunu sand ı ğ ı m alan­
da çal ı şan "naçiz" bir ferdim. Bu kerte önem taşıyan soru nu­
zun cevab ı n ı vermeye kendimi yetkili görmüyoru m . Yal n ı z ,
düzg ü n v e nizami b i r ordunun varl ı ğ ı elbette k i gereklidir. Zatı­
alinizin sorusu , ayaklan ı ş bölgesi içinse , ayaklan ıcı lar çoğun­
lukla çete savaşları yaptı kları ndan kendilerine benzeri biçimde
karş ı l ı k vermek sonuçlar ı n en az yitikle elde edi lmesi bak ı m ı n­
dan yeğ tutul u r. N itekim Adapazarı , Düzce, Hendek ayaklanış-
576
ları da benzer biçimde bast ı r ı l m ı şt ı r. Kan ı m odu r ki , bu iki ko­
nuyu birbirine karıştı rmamal ı d ı r.
Ethem Bey'in bu sözlerinden sonra derin bir sessizl ik ol­
du. Bu sözler Reşit Bey'i hiç de hoşnut etmemiş görü nüyord u .
Anglikan Kardeşine şöyle b i r soru yöneltti :
- Yan i , bu ayaklanışları ordu güçlerin i n bastı ramayacağ ı ­
n ı sen de söylüyorsun, değil m i ?
Sarıkl ı b i r mebus, Reşit Bey'e ş u yan ıtı verd i :
- Ethem Bey'in cevabı nda bütü n doğrular var. Milis güç­
leri n i ayaklan ış bölgesi için üstü n tutuyor, n izami orduyu da
Yu nan ordusu nun karşısı nda istiyor.
Reşit Bey, kardeşinin sözlerinden hoşnut kalmayarak me­
bus arkadaşları n ı ald ı gitti .
Öğleye doğru kıtalar, yolculuğa haz ı r d urumdayd ı . Bu s ı ­
rada Hayati Bey ordugaha geld i : Mustafa Kemal , bütü n veka­
letleri n , içinde bu lunduğu vilayet konağ ı nda Ethem Bey'i bek­
liyord u . Ethem Bey, koruyucu atl ı l arıyla vilayet konağ ına gider­
ken bütün Ankara halkı n ı n kendisi için yine sokağa dökülmüş
olduğu n u görd ü . Halk, onu görünce sevinç ç ı ğ l ı kları atı yor, bir
sevinç y ığ ı n ı gibi fıkırd ı yord u . Ethem Bey, vilayet konağ ı na
vard ı ğ ı nda, Mustafa Kemal Paşa, başta olarak bütün vekiller
ayakta onu bekliyordu. Mustafa Kemal , ona yan ı nda yer gös­
terd i . Sonra ayaklan ı ş bölgesi nden yeni gelmiş bir telgrafı
onun eline tutuşturd u :
- Boğazlayan d a ayaklan ıcı ları n eline geçmiş, dedi.
Ethem Bey, kafası nda şöyle bir araşt ı rd ı . Boğazlayan de­
nen yerin nerde olduğu n u bir türlü kestiremed i .
Mustafa Kemal , o n u n yüzünden hemen korku nç b i r seziş­
le bun u anlad ı . Ethem Bey'i çal ışma masas ı n ı n arkas ı n ı boy­
dan boya kaplayan haritan ı n baş ı na götürd ü . Elindeki cetvelle
Boğazlayan' ı gösterdi. Yerlerine otururlarken Mustafa Kemal :
- Böylelikle karş ı m ı zda bir cephe ku rulmuş oluyor, ded i .
Bütü n salondakiler, b i r tehlikenin ağ ı rl ı ğ ı altı nda susmuş­
lard ı . Yaln ı z , Mustafa Kemal can l ı , soğukkanl ı yd ı . Ankara i ki
cephe aras ı nda s ı kışmış gibiydi. Ayaklan ı ş bölgesi durmadan,
577
alabildiğine genişliyord u . Gerçekten büyük bir tehlike, yürüyen
bir dağ gibi Ankara'n ı n karş ı s ı na dikilmiş ilerliyordu .
Ethem Bey birdenbire bayağ ı heyecana kap ı l m ı ştı .
Yerinden fı rlad ı :
- Müsaadenizle paşam , ded i . Sizlere iyi haberler gönde­
rebilmeye çal ışacağ ı m .
Herkes ayağa kalktı . Mustafa Kemal'le birlikte kumandan­
lar, vekiller, Ethem Bey'i dış kapıya dek uğurlad ı lar.
Ethem Bey, güçlerinin baş ı nda ayaklan ış bölgesine doğru
ilerlerken gerçeği daha yakı ndan , daha doğru olarak görmeye
başlıyord u . Bu bölgenin duru m u , onun düşündüğünden daha
büyük tehlikelerle yüklüydü.
Halk, ilk örneklere boyun eğerek, bu ayaklan ı ş ı n bastırı la­
mayacağ ı kan ı s ı n a varm ı şt ı . Bundan dolayı Ethem Bey güçle­
rine en küçük yard ı m ı esirgiyord u . M ül ki örgüt sinmiş, yitiklere
karışmıştı . Buralarda artık hükü met yoktu . Ayaklanıcı lar, kendi
adamları n ı m utasarrıf, kaymakam yap m ı şlar, maliye hazinele­
rini sömürmüşler, harı l harıl silah, asker topluyorlard ı .
Ethem Bey, dört yana saldı ğ ı habercileriyle sağlamca ilerli­
yordu. Yozgat' ı n berisinde kimi topluluklar olduğunu öğrenmişti .
Ayrıca yolda Erzurum'dan Ankara'ya gelirken ayaklan ıcı ları n
saldı rısına uğrayarak burada kuşatılmış, yarı yarıya yok edilmiş
Erzurum güçlerine rastladı . Cemil Cahit Bey'in (General Toyde­
mir) 5. Kafkas Tümeni de perişan edilmiş, topları n ı , makineli tü­
feklerini ayaklanıcı lara kaptırmıştı . Yaln ı z silahları n ı kaptı rmakla
kalmamış, askerlerini de kaptırmıştı . Ayaklan ıcı ların safları da­
ğ ı lan nizami güçlerin askerleriyle beslenmişti . Çapanoğulları ,
Ethem Bey'in anladığına göre, öbür ayaklan ış bölgelerinde gör­
düğü ayaklan ıcı lardan daha güçlü bir durumdayd ı lar.
Ethem Bey, savaş meydan ına doğru ilerlerken bir yandan
da ayaklan ı ş ı n yay ı ld ı ğ ı bölgeleri ve başlang ıçları n ı i nceliyor,
böylece ad ı m atacağ ı yerleri karış karış öğreniyord u . Bast ı r­
maya gittiği ayaklan ı ş bölgesinde, bir buçuk aya yaklaşı k bir
zamandan beri ayaklan ıcı ları n silah sesleri , ağ ız kokuları ,
ayak kokuları , naraları çalkalan ı p durmaktaydı .
578
1 4 Mayıs 1 920'de Postacı Naz ı m , Çerkez Kara M ustafa
başları na toplad ı kları otuz-kırk kişiyle, Yenihan ' n ı n Kaman bu­
cağ ı nda ayaklanmış, 27-28 Mayıs 1 920 gecesi Çam l ı bel'de bir
müfrezeyi bası p tutsak etmişlerd i . 28 Mayıs 1 920'de bir başka
ayaklan ıcı topluluğu da Tokat dolayları nda yürüyüş durumun­
daki bir tabura sald ı rarak dağ ıtm ı ş , bir bölümünü tutsak etmiş­
ti . Gittikçe yüreklenen ayaklan ıcı lar, 6-7 Haziran 1 920 gecesi
Zile kasabası n ı ellerine geçirmişlerd i . Asker, Zile kalesine s ı ğ ı ­
narak savunmada bulunduysa d a yiyecekleri tükendiğinden
ayaklan ıcı lara teslim olmuşlard ı .
23-24 Haziran 1 920 gecesi Boğazlıyan'ı basan ayaklan ı ­
cı lar, ardaki müfrezeyi dağ ı tm ı şlard ı . Amasya'da bulunan 5.
Kafkas Tümeni kumandan ı Cemil Cahit Bey, Ankara'ca oraya
gönderildiyse de ayaklan ıcı lar onu da perişan etmişlerd i .
Bu başarı l ı ayaklanış zinci ri , halka halka uzanarak Yoz­
gat'a dek gelip dayanm ı ştı . Çapanoğulları 'ndan Celal Edip,
Sal i h , Halit Bey kardeşler, Aynacıoğulları , Deli Ömer çetelerini
buyruklarına alarak 1 4 Haziran 1 920 günü Yozgat yöresindeki
Köhne bucağ ı n ı ele geçirerek kara ayaklan ı ş bayrağı n ı açm ış­
lard ı . Çapanoğu lları en sonra, 1 4 H aziran 1 920'de Yozgat' ı ba­
sarak ele geçirmişti .
Daha Haziran ' ı n başları nda Çapanoğ u lları 'ndan Celal Ha­
lit Beyler, Çopur Yusuf'la birlikte Sungurlu kazasıyla Hüseyina­
bat bucağ ı n ı , Zile kazasıyla bütün bucakları n ı dolaşarak kor­
kunç bi r padişahçı , İ ngilizci propagandan ı n yard ı m ıyla Silah l ı
atl ı lar toplamaya başlam ı şlard ı .
Yaptı kları propaganda şöyleyd i :
- İ ngilizler, Müslümanlar için büyük yararlar sağlayacak­
lard ı r. İ ngilizler, şeriat koruyucusu olarak tan ı nacaktı r. Büyük
"ıslahat" yapacaklard ı r. Sivas'tan gelecek kuwetlerle Yozgat' ı ,
Alaca'yı , Çoru m ' u , Amasya'yı bas ı p yağmalayacağ ız, diyerek
yoksul köylülerin ağz ı n ı suland ı rıyorlard ı .
İttihatçı düşman ı eski mutasarrıflardan Çapanoğl u Halit
Bey, Halife ordusu kumandan ı ad ı n ı alarak Ankara'yı basmayı
tasarl ı yor, bun u n için doludizgin çal ışıyord u . Hapishaneyi bo-
579
şaltarak mahku mları n çoğ unu safları na alm ı ş , Ermenilerden
büyük silah l ı bir savaşçı g rubu edinmiş, kocaman umutlar ı n
tahtı n a kurulmuş oturuyord u .
Ne var k i bu taht, birdenbire f ı rt ınaya tutulmuş g i b i sars ı l­
maya, sallanmaya başlam ı ştı :
- Ethem Bey geliyor!
Haberi , bel kemiklerini buzlu bir rüzgar gibi dondu rarak
ayaklanıcı safları aras ı nda dolaş ıyord u . Yeni Halife ordusu n u n
yü reklilik barometresi , kas ı rgan ı n yaklaştığ ı n ı gösteren bir h ız­
la düştükçe düştü . Halit Bey'le kardeşleri , buna bakmadan
Yozgat' ı n ilerisi ne büyük bir savaşçı kalabal ı ğ ı sürdüler.
Ethem Bey, henüz bu ayaklan ıcı kalabal ı ğ ı na rastlama­
dan, yolda "Ethem Bey" korkusunun Yozgat dağları nda sert bir
poyraz gibi esmekte olduğunu öğrend i . Bu ndan yararlanarak,
şimşek gibi, y ı ld ı r ı m gibi çarp ı p bu ayaklan ıcı sürülerini yere
sermek, son ra onları imana çağ ı rmak gerekti . . .
Ethem Bey, Ankara'dan ayrı l ı şı n ı n üçüncü günü Yozgat
dolayları nda ilk ayaklanıcı toplu l uğuyla karş ı laşt ı .
Gerçekten kanl ı , kıyas ı ya b i r savaş başlad ı . Birkaç saatlik
çarpışma son u nda ayaklan ıcı safları nda panik başlad ı . Ethem
Bey güçleri n i n , birkaç yandan üst üste indirdiği vuruşlardan
son ra ayaklan ıcı topluluğun u n başları arası nda anlaşmaz l ı k
baş gösterd i . Ethem Bey, bu ndan yararlanmak üzere yakala­
d ı ğ ı adamlardan birkaç ı n ı ayaklan ıcı lara göndererek kendileri­
ne on iki saatlik bir teslim olma süresi verd i . Bu sürenin d ı ş ı n ­
da hiçbir teslimi kabul etmeyeceğini bildird i . Onlarda bütün bir
kan ı uyand ı rmak üzere ald ı ğ ı tutsaklardan gerçekten suçlu bir­
kaç kişiyi Divan- ı Harp'te mahkum ettirerek kafaları n ı kestirip
ayaklan ıcı safları na gönderd i .
Ültimatom süresi nin bitmesine henüz beş-altı saat kalm ı ş­
tı ki ayaklan ıcı lar arası nda çözü lme başlad ı . Ethem Bey, du­
rumdan iyice yararlandı ktan , kendisine katı lanlar ı n akrabaları­
na haber sald ı ktan sonra, kendisine kat ı l mamakta direten
ayaklan ıcı topluluğuna hiç beklemedikleri bir yandan topçu
ateşin i n koru mas ı nda, baskın biçim i nde şiddetli bir sald ı rıya
580
geçti . Ayaklan ıcı lar, büsbütün gafil avlanm ışlard ı . Darmadağ ı n
bir biçimde Yozgat şehrine doğru kaçmaya başlad ı lar. Daya­
nak yerleri olan Yozgat şehrine var ı p orda yine toparlanmak is­
teyen ayaklan ıcı y ı ğ ı n ları , bu kez hiç beklen meyen bir yandan
şehrin kuzeyinden saldı ran Ethem Bey atl ı ları n ı n uzun mızrak­
ları , keskin k ı l ıçları altı nda sap ı r sap ı r dökülmeye başlad ı l ar.
Bunlar Ethem Bey'in y ı ld ı r ı m h ı z ıyla şehrin kuzeyine sürdüğü
atl ı lard ı . Bunları Yenihan üzerinden gelmiş başka Kuvayı Milli­
ye sanan ayaklanıcı lar, iki ateş aras ı nda kal ı nca teslim olmak­
tan başka çözüm yolu bulamad ı lar. Tevfik Bey atl ı ları , doludiz­
gin Yozgat tepelerine yetişmiş, şehri kuşatmaya başlam ı ştı .
Şehir büsbütün kuşat ı lmadan Tevfik Bey'in att ı rd ı ğ ı top, Halit
Bey'le öbür ayaklan ıcı ları uyard ı ğ ı ndan atları na atlay ı p savuş­
muşlard ı . Yaln ı z kaçamay ı p şehirde kalan yığı nla ayaklan ıcı ,
evlere saklan ı p pencerelerden , kapı aral ı kları ndan ateş etme­
ye, şehrin sokaklarında ad ı m ad ı m ilerleyen Kuvayı Milliyeyi
uğraşt ı rmaya, terletmeye başlad ı lar.
Şehirdeki işi çabuk bitirmek zorunda olan Ethem Bey, zor
durumda kald ı . Şu ndan ki evler bütü n çoluk çocukla dolduğun­
dan , bu ralara gizlenen ayaklan ıcı lar da bunları sokağa bı rak­
mad ı ğ ı ndan evler topa tutulam ı yord u . Nerdeyse tanyeri atmak
üzereyd i . Şehir hala sardalya kutusu gibi ayaklan ıcı larla doluy­
du. Halkı bu sardalya kutusundan ayı rı p d ı şarı çıkarmak, çö­
zümsüz bir iş olmuştu . İşin kötüsü, bu sı rada uzaklarda Halit
Bey'le kardeşleri yeni silah l ı y ı ğ ı nlar toplamaya çal ışıyord u .
Burda i k i ateş arası nda kalmak işten b i l e değildi.
Şehre kapanan ayaklan ıcı lar burdan ç ı karı lamayı nca Et­
hem Bey, yüreği sızlayarak en korku nç çözüme başvu rdu .
Toplar, şehri dövmeye başlad ı . Taşlar, kalaslar, insanlar, hay­
vanlar kapkara du manlarla birlikte gökyüzüne fırlıyor, d ı şarı f ı r­
layan silahsız halkı kurtarıyor, karşı duranları hemen oracı kta
can ı ndan ayı rıyord u . Top mermilerinin ilk düştüğü yer, Çapa­
noğ u l ları ' n ı n konağ ı oldu . Korkunç kad ı n , çocuk ç ı ğ l ı kları yük­
seldi. Yanan evlerden fı rlayan yaral ı , yarasız insanlar, yang ı n­
ları n k ı z ı l ayd ı n l ı ğ ı nda öteye beriye koşuşup duruyord u . Gü-
ss ı
neş doğarken Ethem Bey güçleri , Yozgat' ı bütü nüyle ele geçir­
diler. Ne yaz ı k ki bu art ı k bir şehir kal ı ntısı ndan başka bir şey
değildi. Evlerden yükselen dumanlar, yanan kalaslar, taş y ı ğ ı n­
ları arası ndan gelen yaral ı ları n iniltileri , Ethem Bey'i çok tedi r­
gin etti. Evlere saklan ı p şehrin yıkı lmas ı na yol açan ayaklan ı ­
cı lardan yakalananlar hemen kurulan Divan- ı Harbe verilerek
türlü cezalara çarpt ı r ı ld ı .
Meclisin yeni kabul ettiği "Hı yaneti Vataniye" kanu n u ilk
kez bu rada cay ı r cay ı r işledi. "Vatan hainleri", darağaçları nda,
yanan evlerin dumanlarıyla genizleri yanarak salland ı r ı l d ı lar.
Bunlar on iki kişiydi. Araları nda Yozgat şehrinin şeri haki miyle
Düzce'de yalvarışları kabul edilerek müfrezesine katt ı ğ ı dört
de Abaza vard ı . Rıfat Bey'in müfrezesinden olan Abazalar, şe­
hirde kargaşal ı ktan yararlanarak Rıfat Bey'in müsaadesiyle
evlere girip zorla para alm ıştı . Sonra bir Ermeni kız ı na da te­
cavüzde bu lunmuşlard ı .
Ethem Bey, b u sevindirici zafer haberini Ankara'ya Musta­
fa Kemal'e bildirmek için can atıyord u . Ne yaz ı k ki ayaklan ıcı­
lar Ankara'ya giden bütün telgraf tellerini kesmişlerdi. Bu yüz­
den Ankara'yla haberleşemiyordu. Yaln ı z , kesin zaferi elde et­
tikten sonra, bunu Mustafa Kemal'e bildirmeye karar verd i .
Ethem Bey, bu sabah Yozgat' ı n yang ı n dumanları aras ı n ­
d a dolaşarak yapılacak yeni işler için buyruklar verirken dünle
bu gece ellerinden kaç ı p giden ayaklan ı c ı döküntüleriyle de­
ğinmek(kavuşmak) üzere h ızlı atl ı müfrezeleri gönderdi.
Hükümet konağ ı na indiğinde bir telgraf memuru gelerek:
- Efendim, K ı l ı ç Ali Bey sizi Kayseri'den makine baş ı na
çağ ı rıyor, ded i .
Ethem Bey, telgrafhaneye gitti. K ı l ı ç A l i Bey telin öbür
ucunda şöyle dedi :
- Efend i m , müfrezenin ihaneti yüzünden Boğazlıyan'da­
ki çatışma s ı rası nda bozuld um. Ancak birkaç yak ı n arkada­
ş ı mla Kayseri'ye gelebildim. Gerek süvari müfrezem , gerek
bundan başka Boğaz l ı yan'da bulunan piyade taburu bütü nüy­
le bozuldu ; bir bölü m ü ayaklan ıcı lara kat ı ld ı . Şimdi, Boğaz l ı -
582
yan ayaklanıcı ları n eline düşmüş bulunuyor.
- Üzüntü verici bir bozgun ! Fakat ben bu gibi rezaletler­
den b ı kt ı m . Elinizdeki top ve tüfeklerle sopal ı ayaklan ıcı ları si­
lahland ı rı yor, ş ı martıyorsu nuz. Size ne gibi bir emir vereyim?
U mudum , iki gün içinde bu bölgede güvenliğin sağlanacağ ı d ı r.
Bunun için doğruca Ankara'ya git.
Ethem Bey bu buyruğu çektirdikten son ra görüşmeyi kes­
ti. O g ü n , kaçan ayaklan ı c ıları n arkası ndan gönderdiği keşif
kol ları kumandanları ndan gelen raporları değerlendirerek erte­
si gün bütün güçleriyle Yozgat'tan yola ç ı ktı . Şehrin kuzeyini ,
kuzey doğusunu tarayarak bir gece Alaca'yı kuşattı . Alaca,
epeyce bir ayaklan ıcı yüküyle yüklüyd ü . S ı msıkı kuşatmadan
sonra tanyeri atarken sald ı rıya geçen müfrezeler, iki saatlik bir
çarpışmadan sonra kasabaya girdiler. Surda Ethem Bey'e kar­
şı silah atan ayaklan ıcı lardan pek azı can ı n ı ku rtarabild i .
Ethem Bey, Yozgat' ı n içinde i k i y ü z elli kişilik b i r güvenlik
gücü b ı rakm ı ştı . Alaca'da iki gün kal ı p Alaca-Çorum-Sungurlu
aras ı nda kesilmiş olan telgraf tellerini onarttı . Haberleşme iş­
lerini yoluna koyd u . Eline geçen yeni raporlara göre Çapanoğ­
lu kardeşlerden Celal , Eyüp Beyler, Alaca'n ı n kuzey doğu yö­
nü ndeki Arapseyfi Boğazı dolayları nda yeni güçler toplamak­
tayd ı lar. Ethem Bey'i n Alaca'da zaman yitirmekten korkmaya­
rak iki g ü n beklemesinin önemli bir amacı vard ı . Ayaklan ıcı la­
rın toplanması na fı rsat vermek istiyord u . Böylece hepsini bir
arada yakalayarak kah redici bir vuruşla bir ç ı rpıda saf d ı ş ı et­
mek istiyord u . Bunu başarı nca artık, geniş ovalar, dağlar, yay­
lalar üzerinde ayaklan ıcı kovalamaktan ku rtulacakt ı . Ayaklan ı ­
c ı ları n kökünü kurutmak d a ancak böylece olabil i rdi.
Ethem Bey'i n askerce sezgisine göre Çapanoğulları ' n ı n
Arapseyfi Boğaz ı dolayları nda toplanmaları ş u amacı güdü­
yord u . Bir müfrezeleriyle Yozgat şehrinde b ı rakı lan iki yüz elli
kişiyle bir gösteri sald ı rı s ı yapacaklar, Ethem Bey'in büyük gü­
cünü yerinden oynat ı p sözde Yozgat'a koştu racaklard ı . Ethem
Bey güçleri de Yozgat'a varmak için doğal olarak Arapseyfi Bo­
ğaz ı denen kapandan geçecekler, böylece toptan yok edile-
583
ceklerdi. Çapanoğulları ' n ı n bu gizli plan ı n ı sezen Ethem Bey,
buna karşı plan tasarlad ı .
"Arapseyfi Boğazı gerçekten önemli ve korkunç bir yerd i . "
Ayaklanıcı lar, Yozgat'a sald ı rı nca Ethem Bey güçleri , b u en kı­
sa yoldan geçerek yard ı ma koşmak zorundayd ı l ar. Ethem
Bey, Alaca'ya giderken bu boğazdan geçmiş, bu ran ı n ne kor­
kunç tuzaklar saklad ı ğ ı n ı iyice görmüştü .
Çapanoğulları ' n ı n plan ı n ı sezdikten sonra dudakları nda
bir gülü mseyiş beli rd i . O, bu plan ı tersine çevirip bir cehennem
kü lah ı gibi onları n baş ı na geçi recekti. Alaca'da kal ı ş ı n ı n ikinci
günü akşam ı na dek alı nan haberlere göre Çapanoğulları ' n ı n
Arapseyfi Boğaz ı ' ndaki y ı ğı nakları bitmek üzereydi .
B u n u n üzerine onları n planları n ı uygulamalarına zaman
bı rakmamak için üçü ncü günü tanyeri atarken askerin i Arap­
seyfi Boğaz ı 'na doğru yü rüttü . Alaca ile Yozgat arası nda Arap­
seyfi köyü nün yöresinde bulu nan boğazdan içeri yem olarak
bir müfreze sürd ü .
Güneş doğarken b u kıtalar, ayaklan ıcı larla çarpışmaya
başlad ı . Ethem Bey'in müfrezeleri boğazı n giriş yerinde çarpı­
şıyorlard ı . Onlar ı n görevi, plana göre ayaklan ıcı ları n bakı şları­
n ı üzerlerine çekmekti . Bu sı rada her iki yandan gü rleyen top­
lar, savaşçı ları yüreklendirmeye çal ı şıyord u . Ethem Bey, bu
göstermel ik savaşı dürbünüyle seyrediyor, birkaç saat sonra
olacakları düşünerek gülüyord u .
Gerçekten de savaş başlayal ı ancak i k i saat olmuştu ki ,
Ethem Bey'in iki saat önce boğazı n arkas ı ndan , kuzey yönün­
den gönderdiği iki güçlü atl ı müfrezesi , hemen hemen bütün
ayaklan ıcı ları arkadan çevirmişti . Şimdi onları n çoğunluğu iki
ateş arası nda bulunuyordu. İki ateş arası nda kalan ayaklan ıcı­
lar iki saat daha dayand ı lar. Son ra, bozgunun paniği içinde
can kayg ı s ı na düştüler. Atları n nalları altı nda, s ı rtları n ı , göğüs­
leri n i delen m ızrakları n korkusundan kaçacak delik arayarak
şaşkı n , ellerindeki tüfekleri , makineli tüfekleri , topları b ı rakı p
kaçmaya başlad ı lar.
5 84
Biraz sonra savaş meydan ı n ı gezen Ethem Bey, yüzlerce
ölü, yaral ı tutsağ ı gözden geçirerek Çapanoğlu kardeşleri ara­
d ı . Bu kez de ölümden, tutsakl ı ktan sıyrı l ı p gitmişlerd i .
Ethem Bey, kaçan döküntülerle Çapanoğul ları ' n ı n arkası ­
na h ı z l ı müfrezeler gönderd i . Arapseyfi Savaş ı ' n ı n son ucu nu
Ankara'ya bildirerek Arapseyfi Boğaz ı ' ndan kuzeye doğru iler­
ledi. Ortaköy'e, Zile'ye gitti. Bütün yol boyu nca yapt ı ğ ı incele­
melere göre Orta Anadolu 'daki ayaklanma dalgaları , son Arap­
seyfi yengisiyle tarihe karı şmışt ı . Gönül rahatl ığ ıyla Ankara'ya
şu büyük müjdeyi verd i :
"Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Haz­
retlerine,
Bimennihilkerim(Tanrı 'nın yardımıyla), güçlerimiz ayak/a­
nıcı/arı her yanda yenip perişan ederek Yozgat şehrini kurtar­
mıştır. Büyük Millet Meclisi'nin ve zatıalilerinin bana verdiğiniz
bu görevi yerine getirmiş olmaktan doğan sevincim sonsuzdur.
Yönetimi, mülki ve askeri makamlara bırakarak temel görevi­
min başına dönmek üzere Ankara üzerine yola çıktığımı bildi­
ririm. "
Umum Kuvayı Seyyare
Kumandam
Ethem

M ustafa Kemal de kurtu l m uş Yozgat'ta bulunan Ethem


Bey'e şu telgrafı çekti :
"Alaca bölgesinde Kuvayı Tedibiye Genel Kumandam
Ethem Beyefendiye,
28 Haziran 1 920

Son Arapseyfi Boğazı 'nda elde edilen kahredici yenginiz­


den dolayı bütün kalbimle zatıalilerini ve kahraman savaş ar­
kadaşlarınızı kutlarım. Bozguna uğrayarak dağılan başıboş
ayak/anıcı/arın izlenmeleri için Çorum 'da Refet Bey'e, Zile 'de
585
Cemil Cahit Bey'e buradan da buyruk verildiği bildirilir, efen­
dim. "
Büyük Mille t Meclisi Reisi
Mustafa Kemal

Ethem Bey, Yozgat'ta bulunduğu s ı rada Fevzi Paşa'dan


şu telgrafı ald ı :
"Yozgat'ta Kuvayı Tedibiye Genel Kumandam Ethem
Beyefendiye,
29 Haziran 1 920
Şayanı şükran başarılarınızı kutlarım. Cepheleri denetle­
dim ve durumu yakından görüp gereken buyrukları verdikten
sonra, bugün Ankara 'ya döndüm. Cephede düşmanın duru­
muna ilişkin bilgi de aldım. Yunanlıların yakında saldırı ihtimal­
leri yoktur. Cephelerimiz ani olarak yapılacak bir saldırıyı püs­
kürtmeye yeterli bir durumdadır. Bundan dolayı gönül rahatlı­
ğıyla bastırmalarınızı sürdürebilirsiniz. Lütfen raporlarınızın
geciktirilmemesini gerekenlere emir buyurunuz.
Müdafaa-i Milliye Vekili
Tümgeneral Mustafa Fevzi

Ethem Bey, bu telgraf ı n dedikleri ne sevindi . Dört ayd ı r kan


ter içinde ayaklanıcı sürülerinin ard ı nda koşup du ruyordu. Hiç
olmazsa kıtalar ı n ı birkaç gün olsun dinlendirip cepheye bu din­
lenmiş askerleriyle gidecekti .
Ne yaz ı k ki Yozgat'ta hala sürüp giden Divan-ı Harp çal ış­
maları , son g ü nlerde ortal ı ğ ı karıştı racağa benzeyen bir aşa­
maya gelip dayanm ı ştı .
Kuvayı Milliye, Yozgat'a girdiğinde Yozgat mutasarrıfı bir
evde saklanm ı ş olarak yakalanm ı ş , sakland ı ğ ı ndan dolayı
suçlu olması düşünülerek mahkemeye verilmişti . Mutasarrıfın
sorgusu , onun suçlu olduğunu meydana ç ı karm ı ş , ele gecen
belgelerle tan ı kları n anlattı kları da bunu doğrulam ı şt ı .
586
Ne tuhaftı ki , mutasarrıfı n suçluluğu Ankara'n ı n arslan gi­
bi sevimli sevgili valisi Yahya Galip Bey'le Büyük Millet Mecli­
si Başkanı Mustafa Kemal'i de gölgeleyecek bir yoğunluk taş ı ­
yord u .
S o n kerte nazik b i r durum meydana gelmişti .
Ethem Bey, bu işin örtbas edi l mesin i ileri sürünce çok sert
bir asker olan , üstelik küçük kardeşini de etkisi altı nda bulun­
duran Tevfik Bey, Ankara Valisi Yahya Galip Bey'i n Divan- ı
Harp karş ı s ı na ç ı karı lması için Ankara'dan Yozgat'a getirilme­
sinde ayak diredi. Ağ ı r basan Divan-ı Harp, Ethem Bey'den
Yahya Galip Bey'in suç yeri Yozgat'a geti rilmesi ni istedi .
Ethem Bey, hemen Ankara'da Dahiliye Vekaleti ne bir telg­
raf çekerek Yozgat'ta Divan-ı Harp'ça sorg uya çekilmek üzere
Vali Yahya Galip Bey'i n hemen Yozgat'a gönderilmesini istedi .
Ankara, b u n u n üzerine duru m u n tehlikeli b i r noktaya doğ­
ru kaymaya başlad ı ğ ı n ı anlad ı . Mustafa Kemal işin elastiki ola­
rak yönetilmesini daha uygun görerek Ethem Bey'e çektirdiği
telgrafla Vali Yahya Galip Bey'in hemen görevinden uzaklaştı­
rıldığ ı n ı , ancak yolculuk edemeyecek kerte hasta olduğundan
yola ç ı karılamayacağ ı n ı bildird i . M ustafa Kemal , bundan baş­
ka Ethem Bey'e bir telgraf çekerek, isteği üzerine "sab ı k vali"
Yahya Galip Bey'in hemen Yozgat'a gönderilmesi için emir
verdiğini bildird i .
M ustafa Kemal , bun u n bayağ ı bir Divan- ı Harp i ş i olmay ı p
bir iktidar kavgası n ı n sert b i r başlang ıç noktası olduğunu anla­
m ı ştı . Asker gücünü elinde tutan iktidar sahipleri , hükü mete
de, Büyük Millet Mecl isi'ne de el koymak istiyorlard ı . Mustafa
Kemal , işin Yahya Galip'le bitmeyeceği n i hemen anlam ı ştı . Di­
van - ı Harbi yönetenler, onun arkası ndan mutasarrıfı n yerinde
kal mas ı nda rolü görülen M ustafa Kemal'i de Divan- ı Harp üye­
leri karş ı s ı na dikmek isteyecek, o g itmek istemeyince Anka­
ra' n ı n üzerine yürüyecek milli hükü mete el koyacaklardı . Mus­
tafa Kemal , post kavgas ı n ı n çok erken olmakla birlikte başla­
m ı ş olduğu n u anlam ı ştı . Bunu türlü yumuşak taktiklerle savuş­
turmaya çal ışıyor, kıvran ı p duruyord u .
5 87
Menderes kahraman ı Hacı Şükrü Bey'le onun geniş arka­
daş g rubu , Ethem Bey'in kafası na bu düşü nceyi bir kez sok­
muşlard ı . Meclisin çoğ unluğu da art ı k kesin olarak Ethem
Bey'in arkası ndayd ı . Bunlar Ethem Bey'in uzatacağ ı eli hemen
coşkun lukla s ı kacak kerte Ethemciyd i .
Başları nda Tevfik Bey'in bul u nduğu Divan-ı Harp Kuru l u ,
Ankara'daki suçluları n bir ayak önce getirilmesi içi n Ethem
Bey'i sıkıştırıyor, onun da Ankara makamları n ı sıkışt ı rmas ı n ı
istiyord u . Ethem Bey, görü nüşe göre birdenbire ufukta görülen
Türkiye'nin en büyük adam ı , Tü rk ordusunun başbuğu oluver­
meni n tatlı düşler veren iklimine girmiş gibiyse de yine de usu­
nun ı ş ığ ı nda yürümek isteyen bir davran ı ş içindeyd i . Divan-ı
Harp, bütü n müfrezelere egemen bir d u ru m almak üzereydi.
Ethem Bey'i sı kışt ı rabiliyordu. Bu bir tehdit de olabil i rdi. Ethem
Bey, bu baskı altı nda Ankara'yı sıkıştı rmayı düşünmeye başla­
m ıştı ki bir gece büyük ağabeyi Reşit Bey kendisi ni Anka­
ra'dan makine baş ı n a çağ ı rd ı .
M ustafa Kemal , asker gücüyle siyasal gücün karşı karşı­
ya geldiği bu pek tehlikeli günleri savuşturabilmek için her tür­
lü çözüm yolu n u sab ı rla deniyord u . Kendisinden izin alarak
Bursa'ya gidip orda dinlendiği san ı lan Ethem Bey'in büyük
ağabeyi Reşit Bey'i Ankara'ya çağ ı rt ı p bu çelik düğümü onun
kişiliğiyle çözmek istedi .
Evet, kendisi salt b i r siyasal güçtü . Asker gücü , bütünüyle
Ethem Bey'in elindeydi. Ethem Bey, "Sarı Bacak" dediği nizami
ordu kadrosunu ya kendi buyruğunda kullanmak ya da yolunun
üzerinden uzaklaştı rmak sorunuyla karşı karşıyaydı . Şundan ki
Yozgat'a giderken Ankara'da kaldığı bir kaç gün içinde nizami
ordu subayları n ı n , özellikle Mustafa Kemal'in isteyemeyeceği
büyüklükte bir asker ününe ve gücüne erişmişti . Bu gerek Mus­
tafa Kemal , gerekse kendisi için tehlikeliydi. Hele milis-nizami
ordu ikiliği de göze batacak, uykuları kaçı racak biçimde ortaya
çıktı ktan son ra herkes kampı n ı seçmeye başlam ıştı .
Yaln ı z M ustafa Kemal , iktidarı n şerefli iklimine bu kerte
yaklaştı ktan sonra hiç de gerilemek isteği nde değildi. O, Ana-
588
fartalar' ı yapmış kumandandı . Yine de Meclis ibresinin Ethem
Bey'i gösterdiğini anlaman ı n korku nç tedirginliği içindeyd i .
B ü y ü k M i llet Meclisi, Çapanoğlu ayaklan ı ş ı n ı bastı rmak
üzere Eskişehir'de dinlenmekte olan Ethem Bey'i istediğinde
o, bunu geciktirmek, küllemek için epeyce çal ı ş ı p Cemil Cahit
Bey'le Sivas'taki kolordunun güçleri n i , K ı l ı ç Ali Bey'in küçük
müfrezesin i oraya sürdürüp perişan ettirmemiş miyd i ?
Ayaklan ı c ı ları n nizami ordu güçleri n i üst üste dağ ıtıp yok
etmesi Meclisi uyarm ış, mebuslar gizli bir birleşim yaparak bu
sorunu görüşmek istem işti . K ı rşeh i r mebusu Müfit Hoca'n ı n
önerisi kabul edilerek sorunun gizli birleşimde görüşülmesi
gerçekleşmişti . Mebuslar ı n önemli bir bölümü Fevzi Paşa'yla
Mustafa Kemal'in açı klama yapmas ı n ı istemişti . Çok tartışma­
lı geçen birleşimlerde Saruhan Mebusu Reşat Bey, Biga, Ada­
pazarı , Hendek, Düzce ayaklan ışları n ı n ne biçimde bast ı r ı l d ı ­
ğ ı n ı anlatarak bu i ş i n ancak Ethem Bey güçleriyle çözüme ula­
şabileceği kan ı s ı nda olduğunu söylemişti .
M ustafa Kemal :
- Kuvayı Seyyare'nin ası l ad ı , Kuvayı Tedibiye'dir ve ge­
rekirse Başkanl ı k makamı ve Müdafaa-i Milliye Vekaleti bu iş
için karar verecektir, demişti .
Erzurum Mebusu H üseyin Avni Bey :
- Karar ı n al ı nması için ayaklan ıcı güçlerin i n Ankara'ya
girmesini mi bekliyorsunuz? diye sormuştu .
Tu nalı Hilmi Bey :
- Ethem Bey güçlerin i n bu ayaklan ı ş ı bastı rmak için Bü­
yük M illet Meclisi ad ı na hemen Ankara'ya çağ ı rı lmas ı n ı öneri­
yorum , diye kesin bir istek ileri sürmüştü .
M ustafa Kemal söz alarak:
- Vekiller heyeti, Büyük Meclis ad ı n a ve Büyük Meclise
izafeten de Büyük Meclisle birliğ i m . Ne var ki bu çağ ı rı ş ı n usul
ve düzenler içinde ve Milli Savunma Vekaletince yap ı l ması uy­
gun olur, diye diretmişti .
Meclis, bu biçimi ben i msemişti . Milli Savu nma Bakan l ığ ı ,
Ethem Bey'i ayaklanış bölgesine gönderirken bunun Meclisin
589
isteği gereğince olduğundan söz etmemişti.
Ethem Bey, ayaklan ış bastırıldıktan sonra d u ru m u gör­
mek için Yozgat'a varm ı ş olan kimi mebuslardan bu nu işiti nce
çok üzülmüştü . Sudan olaylarda gözdağ ı vermek için "Yüksek
Meclisin kararıyladır" deniyordu da bu kerte büyük bir sorun
için Meclisin kararıyla olduğu neden bildirilmiyordu?
Yine yan ı na gelen mebuslardan öğrendiğine göre, Meclis,
şu s ı rada ikiye ayrı l m ı ş , milis güçleri mi, nizami güçler mi ko­
nusunu tartı ş ı yord u . Yozgat ayaklan ı ş ı n ı n bast ı r ı l ması hem de
rekor denecek bir h ı zla bast ı r ı l ması Ethem Bey'in dostları n ı n
d a düşmanlarıyla rakipleri n in d e say ı s ı n ı artt ı rm ı ştı .
Bu bastırış, Mustafa Kemal gibi Ethem Bey'i de son kerte
güç bir duruma düşürmüştü . Ethem Bey'i, Mustafa Kemal'in
hiçbir vakit istemeyeceği kerte büyütmü ş ; M ustafa Kemal'i de
Ethem Bey'in gözü nde sonucu tehlikeli olabilecek bir biçimde
küçültmüştü .
Ethem Bey'in son zaferiyle el ele veren Meclisin çoğunlu­
ğ u , yurda, u lusa son kerte yararl ı bu iki i nsan ı ister istemez
karşı karşıya getirmişti .
Yeni bir halk dönemi n i n , halk orduları n ı n iktidarlara el koy­
duğu bir dönemin başlad ı ğ ı bilinci de Ethem Bey'i bir zaman­
dan beri etkilemiş bulunuyord u . Böyle düşünceler, Yozgat za­
feri dolayısıyla kozlar ı n ı oynamaya yeltenir görünüyorlard ı .
Böyle civcivli bir zamanda, Ethem Bey ordusun u n siyasal
tezleri ni Mecliste, Ankara çevrelerinde her Allah ' ı n günü dolu­
dizgin savunan Reşit Bey, Ankara'dan izinli olarak ayr ı l m ı ş ,
sözde dinlenmek üzere Bursa'ya gitmişti . Demek k i o Anka­
ra'yı Ethem Bey'in kaba gücü karş ı s ı nda ezdirerek halk güçle­
rin i , milisi iktidara getirmeye çal ı ş ı yord u .
Reşit Bey, Mustafa Kemal'le arkadaşları kendisini Ethem
Bey'e karşı olarak kullanmas ı n lar diye Ankara'dan kaç ı p gitmi­
şe benziyord u . M ustafa Kemal , Yozgat'ta karşı sı na Ethem Bey
kı l ı ğ ı nda dikilen halk ordusu gücün ü yenmek üzere yine Et­
hem Bey'in ağabeyi n i kullanmayı uyg u n buldu . İşin panzehiri
de ağ ı n ı n içindeyd i . Mustafa Kemal , bir ivedi yurt işinden dola-
590
yı görüşmek üzere Reşit Bey'i Ankara'ya çağ ı rm ı ş , onunla bu
çetin soru nu uzun uzad ıya görüşmüş, onu kendi düşü nceleri­
ne yatırmış görünüyord u .
Reşit Bey, makine başı nda Yozgat'taki kardeşiyle şöyle
konuştu :
- İzinli olarak Bu rsa'day ı m . Mustafa Kemal Paşa'dan al­
d ı ğ ı m ivedi bir telgraf üzerine Ankara'ya geldim. Paşa başta ol­
mak üzere kimi mebus ve içten dostlar ı n dileği üzerine sizinle
görüşmeyi gerekli buld u m . Sab ı k Ankara Valisi Yahya Galip
Bey soru n u n u ve buna ilişkin mahkemeyi hoşgörü ile geçiştir­
menizi , eğer zorunlu ise yal n ı z mutasarrıfın cezalandı rı lması
ile yetinilmesi n i g ü n ü n durum ve koşulları bakı m ı ndan gerekli
buluyorum . Mustafa Kemal Paşa'n ı n bu işte bana olan itiraf ı ,
yakı n maları , sonsuzdur v e içtenliğe dayanmaktad ı r.
Evet, o bölge ayaklan ışı n ı n arifesi günlerinde Yozgat halkı­
nın, mutasarrıfı , Vali Yahya Galip Bey'e, hükümete yak ı nmala­
rına ald ı rmayarak, Mustafa Kemal Paşa' n ı n mutasarrıfı n yerin­
de b ı rakı lmas ı na etki , kı lavuzluk yaptığ ı , hatta Vali Yahya Galip
Bey'in mutasarrıf üstü ne olan yak ı nmaları dikkate almak istedi­
ğinde Mustafa Kemal Paşa'n ı n yine etki yaparak valiyi bu ka­
nu nca kovuşturmadan al ı koyduğu bir gerçekse de Mustafa Ke­
mal Paşa' n ı n bu iltimas ı n ı n iyi niyete dayanmakta olup asla bir
ihanet ya da çı kardan ileri gelmediğini benimsemek gerek.
Bunlar olağanüstü durum gereği olan yan l ı şl ı klardan sayı labilir.
Bunları n , arkadaşlar arası nda kimi zaman hoşgörüyle geçiştiril­
mesi de bir "insan l ı k" sayı lmaya değer durumlardand ı r.
Ve sonra, siz kardeşleri m , yurdumuzda devlet adam ı kıtl ı ­
ğ ı nda bulunduğumuzu bilmeli v e h e r bozguncu nun sözlerine
aldan maktan kaçınmal ı s ı n ı z . M ustafa Kemal Paşa'yı ve sad ı k
arkadaşları n ı gönül rahatl ı ğ ı na ulaştı racak "evet" cevab ı n ı z ı
telgraf başı nda bekliyorum . Ş u n u d a hat ı rlat ı r ı m k i oradaki ad­
li ve i nzibati işlerinizi ora hükü met ve adliyesine bı rakarak her
zaman bir ayaklan ı ş eğilimi görünen Konya yolunu izleyerek
cepheye yetişmenizi çok uyg u n buluyorum . Gerçekte şimdi
her yanda durgunluk meydana gelmişse de Konyal ı ları n sizi
59 1
ve gücünüzü yakı ndan görmeleri iyi etki bı rakmaktan geri kal­
maz .
Ethem Bey, Reşit Bey'e şu yan ıtı verd i :
"İstila karşısında ve tehlikeli durumlar içinde savunmaya
çalıştığımız şu mülk ve devletin felaketine yol açan kötü niyet er­
babından çok, sorum düşüncesinden yoksun iyi niyet sahibi gö­
rünen zorbalık düşüncesi taşıyanlar meydanda görünürken ne­
den bize af ve hoşgörü salığında bulunuyorsunuz ? Bununla bir­
likte vicdanım razı olmayarak ve son kez isteğinize uyarak mah­
kemenin kaldırılmasına çalışacağıma söz veriyorum.
Bizim için Konya yolundan geçmeyi gerekli görmüyorum.
Şu kadar ki merkezi Ankara olan ulusal yönetim kurulu ve hü­
kümeti, her şeyden çok adalete güç ve önem vermelidir. Hak­
sız işlemlerden kendilerini ve memurlarını ayırmalıdırlar. "
Ethem Bey'in ağabeyine bu yan ıtı verdikten sonra Divan­
ı Harbi kand ı rı p verdiği sözü geçerli kı labilinceye dek göbeği
çatlad ı . Divan- ı Harp üyelerini arkadaşça görüşerek kandı ra­
bildiyse de Divan- ı Harp reisi olan ağabeyi Binbaşı Tevfik
Bey'le ileri geri epeyce itişmek zoru nda kald ı .
Ankara'ya işin bu laşmamas ı için mutasarrıf ı n yarg ı lanma­
sı da durduru larak hapisten sal ıverild i . Ethem Bey, Dahiliye
Vekaletine yazarak Yozgat mutasarrıfl ı ğ ı na Yarbay Şerif Bey'i
getirtti.
Mustafa Kemal , Yozgat'tan tehlikeli haberler almaya başla­
mıştı . Reşit Bey aracılığıyla Ethem Bey'le milislerini Konya üze­
rinden Salihli Cephesine aşı rtmak istediyse de Ethem Bey, bu­
nun altı nda gizlenen uzaklaştırma niyetini sezmiş, Ankara üze­
rinden geri dönmeyi kafası na koymuştu . Kim bilir, belki de ken­
disine artık açı ktan açığa "Başbuğ" diye seslenen kişiler, Anka­
ra'dan geçerken ona bütün Ankara'yı teslim edebilirlerdi. Musta­
fa Kemal'in otoriterliğine karşı antipati besleyenlerin hepsi göz­
lerini Ethem Bey'e dikmiş, doğacak mucizeyi bekliyordu. Her iki
önemli askerin bütün dostları , düşmanları , bu sı rada kendi kur­
tuluşları için bir şeyler yapmak gerekliliğini duyuyor, harıl harıl
çalışıyorlard ı . Mustafa Kemal , Reşit Bey'in yumruğunu kullana-
592
rak birinci raundu kazanm ı şsa da Ethem Bey'in ordusuyla Anka­
ra'ya varmas ı , bin türlü bulaşık işe yol açabilirdi.
Her iki askerin kulağ ı na da çok tehlikeli haberler fısıldan ı ­
yord u . M ustafa Kemal'e Ankara'n ı n bası larak kendisiyle yak ı n
arkadaşları n ı n yakalanacağ ı , kendisinin Meclisin ö n ü n e kuru­
lacak darağacı nda salland ı rı lacağ ı ; Ethem Bey'e de çete ad ı
verilen bütü n halk ordusunun kald ı r ı l ı p kumandanları n ı n sah­
neden silineceği söyleniyord u .
Bunları söyleyenlerin hepsi d e şöyle böyle kişiler değ i l ,
mebuslard ı . Bir g ü n Ethem Bey'i n , Yozgat'a gözlemci olarak
gelen sekiz mebus önünde, kulağ ı bu olu msuz propaganday­
la dolmuş olarak şöyle söylediği işitild i :
"Ben, o Mustafa Kemal'i Meclisin önünde asacağ ı m !"
Ethem Bey'in bu lafı söylediğini Yozgat'ı görmeye gelen
sekiz mebustan biri Mustafa Kemal'in kulağ ı na ilettiği gibi yine
o mebuslardan birine yazd ı ğ ı bir mektupta bir kez daha yinele­
miş, bu mektup da doğruca Mustafa Kemal'in eline geçmişti .
Şimdi , Mustafa Kemal başta olmak üzere birçok yak ı n ları ,
birbirlerine şöyle f ı s ı ld ı yorlard ı .
"Ethem , Ankara'dan geçerken adalet sehpas ı n ı Meclis ko­
nağ ı önünde kurmak niyetinde imiş!"
*

* *

Ethem Bey'in demir eliyle son ayaklanış dalgası da bastı­


r ı l ı nca, Yunan l ı lar art ı k, iç savaşlardan kendilerine bir yarar ge­
lemeyeceğini anlayarak Milne çizgisi boyu nca çok sıkı bir sal­
d ı rıya geçmiş, çerden çöpten Türk siperlerin i tahta perdeler gi­
bi devi rerek ilerliyord u . Yu nanl ı lar, ilk yumruğu da Ethem
Bey'in Salihli Cephesine vurup buras ı n ı yararak geçmişlerd i .
Ethem Bey'se hala Yozgat dağları nda en değerli günleri
ötelere doğru yolcu etmekteydi . Yunan cephesinin korkunç du­
rumunu işitti kçe içi içine sığm ıyord u . Ankara'dan birbirini kova­
layan şifre telgraflar gelip duruyor, hepsi de Yunan sald ı rı s ı n ı n
durdurulmayan b i r çelik seli gibi hatlar ı m ı z ı b i r b i r ezerek geç­
tiğini anlatıyord u .
593
3 Temmuz 1 920 tarih l i şifre şöyle diyord u :
"Yozgat'ta Kuvayı Tedibiye Genel Kumandam Ethem
Beyefendiye,
Yunan ordusunun ani saldmsı sonucu, cephe/erimizi boz­
mayı başararak ileri yürüyüşe geçtiğini, bundan önceki şifreli
telgrafla bildirmiştim. Genelkurmay Başkanlığından gelen son
savaş raporlarına göre hiçbir yanda dişe dokunur direnç gös­
teremeyen nizami ve milis kıta/arımız düşman ilerledikçe eri­
mekte ve dağılmakta, savunmayı zayıf bulan düşman ordusu
da iki koldan ileri yürüyüşlerini sürdürmektedir. Bir kolu Balıke­
sir'i, öbür kolu da Alaşehir ve dolaylarını işgal etmiş bulunuyor.
Eğer Yunanlılara herhangi bir yandan bir vuruş indirmeyi ba­
şaramazsak durmadan ilerleyecekler. Kuvayı Milliye 'nin can
damarlarını meydana getiren en önemli noktaları ellerine geçi­
receklerdir. Bu, pek doğaldır. Bundan çıkacak fenalığın ve teh­
likenin önünü almak, şu durum içinde bizler için sonradan el­
den gelmeyecektir. Henüz yeni ortadan kaldırılmış tehlikeler,
kuşkusuz yeniden canlanacaktır. Böyle bir direnmeyi, böyle
önemli bir görevi üzerine alıp başarabilecek olan güç, ancak
sizin morali kırılmamış müfrezelerinizdir. Bundan dolayı bastı­
rılması sona eren Yozgat bölgesinin güvenliğine geri kalan
ufak tefek işlerle uğraşmak üzere Binbaşı Çolak İbrahim Bey'e
Ankara 'dan Yozgat'a gitmesi emrini şimdi verdim.
Genelkurmay Başkam
Albay ismet

Ethem Bey, Yunan sald ı rısı n ı bildiren bu şifreleri ald ı kça


Fevzi Paşa'yı an ıyor, onun Yunan sald ı rı s ı n ı olanaksız bulan
görüşlerinin ne kerte kısa gözlemlere dayandı ğ ı n ı anlıyord u .
K i m b i l i r belki de Fevzi Paşa o zaman , Ethem Bey rahatça işi­
n i basars ı n diye böyle bol keseden laflar etmişti . Belki de bu
olumlu raporları ndan dolayı utanarak kendisi saldı rı üstüne
h içbir şey bildirmiyor, salt İsmet Bey'i kullan ıyord u .
Ethem Bey, Genelkurmay Başkan ı ismet Bey'den ald ı ğ ı şif-
594
re üzerine müfrezesini alı p cepheye dönmek üzere Ankara'ya
yollandı . Ankara'ya vard ı ğ ı nda doğru Büyük Millet Meclisi'ne gö­
türüldü. Caddeler, yine coşkun kalabal ı klarla dolmuştu.
Ethem Bey, her derde deva bir yarı Tanrı kahraman gibi
eller üstündeyd i . Yaln ı z havada garip bir koku vard ı .
M ustafa Kemal , Ethem Bey'in Ankara'ya yollan ı ş ı n ı tele­
fonla sorarak, bu ndan iki saat son ra Yu nan sald ı rı s ı n ı önleye­
cek kimi çözü mler bulmak üzere ivedi Eskişehir'e yollan m ı ştı .
Fevzi Paşa da meydanlarda yoktu . Ethem Bey, Meclisin önün­
de asacağ ı n ı açı kça söylediği devrim başkan ı n ı elbette karş ı ­
sı nda boynu n u ilmiğe uzatm ış bulamayacaktı .
Ankara'ya bu ikinci gelişinde ağabeyi Reşit Bey'in kardeş­
leri hesabına çok yüksekten atı p tutmalarda, meydan okuma­
larda bulunduğun u , Ethem Bey ad ı na çok aşı rı propagandalar
yapm ı ş olduğu n u anlad ı . Örneğ i n , nizami orduyu küçümse­
mek üzere şöyle deyip duruyordu :
- N izami kuvvetler m i ? Onlar, ayaklan ı ş alan ı nda topları ­
n ı b ı rakı p caddelerde gezerler. . .
Ethem Bey, bütün b u türlü sözlerin kendisine yüklendiğini
öğrenerek çok üzüld ü . Ağabeyi eskiden çok ağ ı r bir hastal ı k
geçirmişti. Bundan ku rtulmuşsa d a onda yak ınları n ı n pekiyi
bildiği ruh sarsı ntı ları b ı rakm ışt ı .
*

* *

Ethem Bey'in Ankara'ya varı ş ı n ı n üçüncü günüyd ü . Kat ı k­


sız bir sosyalist kafası taşıyan eski Akka M utasarrıfı Hakkı Be­
hiç Bey onu öğle yemeğine çağ ı rd ı . Hakkı Behiç Bey, hem
Meclis içinde, hem de d ı ş ı ndaki yeni sosyalist akı mlara eğilim­
li pek çok ayd ı n ı n , mebusun şampiyonları ndand ı . Türkiye'nin
askerce kurtuluşundan sonra bir sosyal devrimde geleceği n i
garantilemeyi düşünenlerin başı nda olan Hakkı Behiç Bey, Et­
hem Bey'i bir halk ordusu n u n başı olarak selamlıyord u . Niza­
mi ordu emperyalist güçleri yense, yurttan kovsa bile kapitalist
temeller üzerinde bı rakılacak bir ülkeye bunlar yine damdan
bacadan girebilirlerd i . N izami bir ordu kadrosu , tutucu oldu-
595
ğu ndan sosyal devrimi yapamazd ı , yapmak da istemezdi . Tür­
kiye'yi sosyal devrime yöneltecek biricik güç, Ethem Bey'in ör­
gütlediği halk ordusuyd u .
Meclisteki sosyalistlerin hepsi Ethem Bey'in kişiliğinde as­
ker liderlerini bulmuşa benziyord u . Bu s ı rada Ethem Bey'le,
onun yenilmez halk ordusuyla Sovyetler de çok yakı ndan ilgi­
lenmeye başlam ı şlard ı .
İşte, Türkiye'ye sosyalizmi getirecek halk ordusunun lideri
olarak ele al ı nan Ethem Bey, bu yeni iklimde tatlı düşler de gör­
meye başlam ıştı . Artık, "Başbuğ" oydu. Türkiye s ı n ı rları dışında
Enver Paşa'n ı n çoktan ortaya attığı Yeşilordu parolas ı , s ı n ı rlar­
dan içeri atlam ış, Kaz ı m Karabekir'ce bir propaganda gücü gibi
desteklenmiş, Ebulhindili Cafer Bey, kı rk-elli atl ı ile Erzurum'dan
Ankara'ya Yeşilordu'nun öncüleri olarak gönderilmiş, şimdi de
bu ad Ethem Bey'in ordusu içinde yer etmeye başlamıştı .
Kumandan ı Bolşevik olan bir Ethem Bey taburu "Bolşevik"
tabu ru olarak tan ı n ı yor, ilkel olmakla birlikte cahil halk savaş­
çı ları na bir sosyalist eğitim de veriliyord u . Bu s ı rada Ethem
Bey'in çevresinde dönenler, daha çok Rusya'dakine benzer bir
sosyal devrim yapmayı düşünen kişilerd i .
İşte, bugü n öğle yemeğinde sosyalist düşünceli arkadaş­
ları n ı da toplayan Hakkı Behiç Bey, Ethem Bey'e tatlı düşlere
iklim hazı rlayan gıcı klayıcı şeyler fısıldıyordu.
Yemeği biti rmişlerdi ki Reşit Bey çı kageld i .
Kulağ ı na fısı ldayarak:
- Yusuf İzzet Paşa seninle görüşmek istiyor. Surdan bir
bahane ile ayr ı l , beraber ç ı kal ı m , dedi.
Ethem Bey, bir bahaneyle Hakkı Behiç Bey'den ayrı ld ı .
Yolda ağabeyinin biraz önce Yusuf İzzet Paşa ile görüşmüş ol­
duğ u n u anlad ı . Çerkezlerin "Med Cuganiga İzzet" (Bilgin İzzet)
dediği Yusuf İzzet Paşa, rafları kitap dolu bir odada Ethem
Bey'i kabul etti . Solg u n , halsiz görünüyord u . Heyecanl ı yd ı .
Kalkarak Ethem Bey'i karş ı lad ı , kucaklayarak:
- Memleketi bir felaketten daha kurtard ı n , Ethem Bey.
Gel seni kucaklayay ı m , ded i . Son ra sözünü şöyle sürdürd ü .
596
Olaylar, benden çok sizlere hak verdird i . Memleket, ya
bağ ı ms ı zl ı ğ ı na kavuşacak ya da bu yolda yok olacakt ı r. Baş­
kaca da yol yok. Ben , "Mütareke"nin sonuçlar ı n ı bu kerte ağ ı r
san m ı yordum . Yu nan işgal i , maneviyat ı m ı yok etti .
Sonra, ordusu üstüne Ethem Bey' den bilgi ald ı :
- Maşallah , ded i . Benim On dördü ncü Kolordumda seni n
gücü n ü n dörtt e biri b i l e yoktu . Bakı n ı z , Ethem Bey, bu size
söyleyeceklerim doğrudan doğruya meslek bilgilerimin, tec­
rübelerimi n , gelecek kayg ı m ı n ürünüdür. Bana öyle gelmek­
tedir ki artı k Kuvayı Seyyarenin nizami güçler durumuna
geti rilmesi dönemi gelip çatm ı şt ı r. Yani sizin bu biçimdeki
çal ışman ız, dönemini bitirmiştir. Bu değişiklik ergeç olacakt ı r.
Ethem Bey şaş ı rd ı , put kesildi . Yarı Tanrı , Başbuğ görül­
meye başlad ı ğ ı bir s ı rada, bu ne korkunç bir konuşmayd ı .
Reşit Bey, kardeşine:
- Dinliyor musun? Yakı nda Kuvayı Seyyareyi kaldı racak­
lar, ded i .
Yusuf İzzet Paşa:
- Kald ı racaklar değ i l, bu ister istemez olacakt ı r, diye
belirtt i .
Ethem Bey :
- Paşam, yani Kuvayı Seyyarenin çal ı şması doyurucu ol­
mad ı ğ ı ndan mı bu düşünülüyor, lütfen bana durumu iyice açı k­
lar m ı s ı n ız? diye sord u .
Yasland ı ğ ı sedi rden doğrulan paşa:
- Bu benim kişisel düşü ncem ve Meclisteki görüşmeler­
de Milli Savunma Bakanl ı ğ ı ve Genelkurmay ı n haz ı rl ı kları ndan
çıkard ı ğ ı m sonuçtur. Eğer, oğl u m Ethem Bey, benim kişisel
düşüncemi sorarsan ız, Kuvayı Seyyare ile nizami güçler bir
arada olamaz. Şu ndan ki sizin askerlerinize sağlad ı ğ ı n ız
"maddi ve manevi" ç ı kar ile nizami g üçlerin sağlad ı kları
arası nda dağlarca ayrı m var. En sonra ikisi de ulusal kaynak­
lardan çıkıyor.
Reşit Bey :
- Ama paşam , Kuvayı Seyyare olmasayd ı ulusal dav-
597
ran ışları n izi bile kalmazdı . Şimdi bu bir suikast değil midir?
diye söze karıştı .
Paşa yine, Ethem Bey'in gözlerine bakarak usa gelebile­
cek kuşkuları silmek isted i :
- Sakı n , bu görüşmemizi bana b i r kimsenin dikte ettiğini
sanma. Ben senin ahlak ve yürekliliğine çok değer verdiğim
için hoş olmayan olaylar ı n meydana gelmesini önlemeye
çal ı ş ı yoru m . Kuvayı Seyyare, iç ayaklanışlar ve cephede ufak
tefek çarpışmalar sürdüğü sü rece elverişli ve gereklidir. Ne var
ki sağlam cephe hatları kurulunca iş değişir.
Reşit Bey, şöylece kestirip att ı :
- Fakat biz, buna imkan vermeyiz paşam , görürsünüz . . .
Ethem Bey, b u s ı rada yaşayışı n ı n en büyük üzüntüsüyle
karşı karşıyayd ı . Bu sürekli başarı ları n bir insanı yükselttiği en
yüksek şeref basamakları ndan birdenbire bu merdivenin dibin­
de başlayan u nutulmuşlar ı n korkunç karanl ı ğ ı na baş aşağ ı
yuvarlanmak gibi bir şeyd i .
B i r ulusun en büyük adamları ndan biri olman ı n rakipsiz gibi
görünen çetin yolu üzerinde işler kolaylaşmaya başladığı gün bir
insanı n karşısına dost kişiler birdenbire yol vermez devler gibi
dikiliyordu. Ethem Bey, işte kendini böyle duyuyordu. Elindeki
ordunun en büyük yengiler aldığ ı , bunu ispatladığı bir zamanda
bu felakete benzeyen sesler, düşünceler neden çıkıyordu?
Yusuf İzzet Paşa gibi güngörmüş bir ordu adam ı n ı n söz­
leri , hiçbir vakit yabana atı lamazd ı . Bu sözlerde Ethem Bey'i n ,
ordusu n u n değişmez gibi görü nen al ı n yaz ı s ı ayd ı n l ı ğa
çıkıyord u . Bu bir kez koskoca bir kara düş dağ ı gibi Ethem
Bey'in üstüne aban ıvermişken bir de ağabeyinin "Biz buna im­
kan vermeyiz." sözleri yeni bir kara düş daha yaratıyord u . Bu
konuşma biçim i , gelecek felaketi katmerleşti rmek isteyen us
d ı ş ı ndaki etkenlerin varl ı ğ ı ndan geliyord u . B u , Kuvayı Sey­
yarenin "iktidar" savaş ı na atı l mak anlam ı na geliyord u . Ken­
di leriyle birlikte Kuvayı Seyyareyi de o rtadan kald ı rmayı
düşünen birkaç nizami ordu adam ı n ı saf d ı ş ı edeyim derken
ulusa karşı silah çekmek durumuna düşülebilird i . Bu türlü "fev-
598
ri" düşüncenin arkası nda tehlikeler, ihanetler, mutsuzluklar,
kahredici bir ateş zinciri gibi uzay ı p gidebilird i .
Yusuf İzzet Paşa, Reşit Bey'i n bu korkunç şeyler and ı ran
sözü üzerine ona:
- İşte benim kayg ı m seni n bu biçimde konuşmand ı r. Oy­
sa sana düşe n , daha soğukkanl ı ve sonuçları takdir eder ol­
makt ı r. Ben buraya Ethem Bey'i seninle tartışmak üzere çağ ı r­
mad ı m . Onu kışkı rtmana da göz yumamam , diyerek bu kez de
Ethem Bey'e dönd ü , şunları söyledi :
- İnşallah , olaylar beni yalancı çıkarı r. Ne var k i duru m u
açı kça gördüğüme kaniyi m . Bir olupbitti karş ı s ı nda kal­
mayası n diye seni uyarmak isted i m . İşte o kadar.
*

* *

Ethem Bey, Yusuf İzzet Paşa'dan ayrı lıp ağabeyiyle yolda


giderken düşünceleri kurşun gibi ağı rd ı . Kafas ı n ı n , gövdesi üs­
tünde yeni sorunlar taşıyan düşüncelerinden dolayı çok ağı r bas­
maya başladığını duyuyordu. Kurşun gibi ağ ı r düşünceler, mad­
desel ağı rl ıkları hiçe sayarcası na onun omuzların ı çökertiyordu.
Reşit Bey :
- Sen Mecliste olup bitenleri bilmiyorsun , dedi. Kuvayı
Seyyareyi savunanlar ve nizami güçlerin de başarı lı olmas ı için
ulusal ordu biçimine sokulmasını isteyenler seni ve başarıların ı
örnek olarak gösteriyorlar. Karşı yanda olanlar d a onları böyle bir
örnekten yoksun etmek için bizim başımızı yiyecekler.
Ethem Bey, ağabeyine:
- Böyle konuşmakta haksızs ı n ı z , ded i .
İ ş i , b i r tartışma olarak uzatmaktan kaç ı nd ı . Boşunaydı .
Reşit Bey, kardeşinin düşüncelerini daha baştan hiçe sayar bir
tutu m alm ı ştı . Bu akşam , Mustafa Kemal' i n yemeğine çağrıl­
m ı ş olduğunu düşü ndü . Haz ı r gitmişken M ustafa Kemal'le bu
işi açı kça konuşabilird i . Eğer akşamki yemekte de konu böyle
bir vadiye dökülürse M ustafa Kemal'den açı klama isteyecekti .
Eğer paşa, onun ordusunu yeni görevlere göndermek ister, bu
görevler de Kuvayı Seyyarenin yapabileceği işler olacak olur-
599
sa o zaman Reşit Bey'i çileden çı karan kan ı n ı n bayağ ı bir
kuruntu olduğu anlaş ı lacaktı .
Hele Ankara'ya korkunç kara düşler yaşatan felaketler
habercisi bir Yozgat işini ortadan kaldı ran bir gücü, onun baş­
buğunu yok etmek düşüncesini Ethem Bey'in usu bir türlü al­
mıyordu. Sonra, böyle bir düşünce, tasarı olsa bile bu hangi güç­
le gerçekleştirilecekti? Bu da yanıtlanması güç ayrı bir soruydu.
Reşit Bey ona:
- Yusuf İzzet Paşa'n ı n söylediklerini hiç kimseye açma,
ded i .
Ethem Bey :
- Fı rsat ve imkan bul u rsam M ustafa Kemal Paşa'yla
açı kça görüşeceğ i m , diye yan ıtlad ı .
Reşit Bey, o n u n kolunu yakalad ı :
- Katiyen , b u hiç doğru olmaz. Buna asla göz yumamam .
*

* *

Akşam karan l ı ğ ı bastı ktan sonra, M ustafa Kemal ' i n


yemeğine giden Ethem Bey, orda h e r zamanki kişileri buldu .
Bu kez bir iki yeni yüz de vard ı ki bunlardan biri de Ankara'da
İstanbul'un öğütçüsü olarak gelip de birdenbire mavi gözleri ,
kültü rü , sıcak kişiliğiyle devrime gerekli insanlar arası nda yer
alan Doktor R ı za N u r Bey'di .
Ethem Bey, sofradaki yeri n i ald ı ktan son ra çevresindeki
yüzlere bakt ı . Hepsi de gülümser, soğukkanl ı görü nmek is­
teyen bir caba içindeyse de Yu nan sald ı rı s ı n ı n gümbürtü leri
hepsinin içinde yepyeni bir kayg ı n ı n kakofonisi olarak yan­
kılan ı r görünüyord u .
İç düşmanlardan sonras ız olarak kurtulan Ankara, şimdi
de dış düşmanlar ı n korkutucu sald ı r ısı önünde ancak tahta bir
erek değeri taşıyord u . Şundan ki o rtada yine asker yoktu .
Yine, göz ü , gönlü dolduran bir tek bağ ı ms ı z ordu vard ı . O da
Ethem Bey'in milis ordusuyd u . Sofrada hep Yunan cephesi
konuşuluyord u . Cephe hatları üzerindeki sembolik Türk güç­
lerinin çok gerilere atı l ması , al ı nyaz ı s ı olarak görülüyord u .
600
Düşman, Ethem Bey'i n Salihli Cephesine yüklenmiş, orayı
çökertivermişti . Ethem Bey'in yokluğunu fı rsat bilmiş olacak­
lard ı . O cephedeyken her yandan ilerleyen Yunan l ı lar onun
cephesini söktürememişlerd i . Bu cephe Yunan cephesinin
içine bir kama gibi uzan m ı ş kalm ı ştı .
Sofrada herkes konuşuyor yal n ı z , Ethem Bey susuyord u .
H e m cephe yorgunu, h e m biraz hasta, h e m d e bugün Yusuf
İzzet Paşa'n ı n anlatt ı ğ ı tehlikeli belkilerden dolayı ağz ı n ı açı p
laf edecek keyfi yoktu. Keşke ağabeyi önlemese d e şu racı kta
Mustafa Kemal 'le bu dirimsel konuyu sere serpe görüşebilsey­
d i . Bunun burda görüşememeni n , ru huna yığd ı ğ ı önseziler,
onu geleceği n karanl ı klarında ıssız bir yerlere doğru itiyor
gibiyd i . Bu konu burda ele al ı n mayacak olursa bundan
doğacak kötü l ü kleri n , bütü n şanları , şerefleri sü rükleyip
götü recek uğursuzlukları n , kötülükleri n yerden mantar gibi fış­
kı racağ ı n ı seziyord u . Ağabeyi bunu ona yasaklamıştı .
Ağabeyinin dilinin altı ndaki korkunç yı lan ıslığı da olmasa
Mustafa Kemal'le bu işi yine görüşemeyecekti . Ağabeyinin
yaşı baş ı , tecrübesi , en sonra bu işe bir çözüm bulabilir diye
umuyor, bu , kendisini biraz olsu n ruhuna çöken kara düşten
kurtarıyord u .
Yunan sald ı rısı konusu , yı lan hikayesi g i b i uzuyordu. Dok­
tor R ı za N u r Bey, herkesin gözü üzerinde olan Ethem Bey'e:
- Ethem Bey, ded i . Eğer cephenizdeki mevzilerinizden
ayrılmamış olsayd ı n ı z Yunan l ı lar yine sald ı rabilirler miyd i ?
diye sord u .
Bu soru Ethem Bey'i şaşı rtt ı . Ne yan ıt vereceğini birden­
bire kestiremedi. İçinde n : "Acaba Ankara ve özellikle Meclis,
Yunan l ı ları salt benim cephemin karş ı s ı nda m ı san ıyor?" diye
düşünd ü .
Bu soru üzerinde Mustafa Kemal'in yüzünde de b i r gülüm­
seme dolaşmıştı . Doktor R ıza N u r Bey, bunun üzerine Ethem
Bey'i şaş ı rttığ ı n ı gördüğü sorusunu şu biçimde sordu :
- Sizin güçlerinizin savunmas ı n ı üzerinize ald ı ğ ı n ı z par­
çayı demek istiyorum .
60 1
Ethem Bey buna tane tane şu yan ıtı verd i :
- Yu nan g üçleri , Sal i h l i Cephes i n i yaramazd ı ve
geçemezdi .
Ethem Bey bunu söyledikten sonra, R ı za N u r Bey'in
dediklerini yine anlamad ı ğ ı n ı anlad ı .
Şu ndan k i Ethem Bey'in verdiği yan ıt üzerine ortada üzün­
tülü bir sessizlik olmuştu .
Mustafa Kemal , R ı za N u r Bey'e şöyle dedi :
- Yozgat ayaklan ı ş ı n ı n bast ı r ı lması için Ethem Bey'i n
gelmesi nde zorunluluk vard ı .
Yemekten son ra yüksek görevlilerden başkaları çıkıp git­
tiler. Şimdi, sofrada fosur fosur sigara tüttürüp durmadan kah­
ve içen en yüksek soru mlularla Ethem Bey, ağabeyi Reşit Bey
kalm ı ştı . Mustafa Kemal , Yunan sald ı rısı n ı n gelişebilme yön­
leri , olanakları üzerinde konuşarak bütün oradakilerin düşün­
celerini sord u . Dah i liye Vekili Refet Bey ( Paşa) , Nazilli Cep­
hesi için ( Demirci Efe Cephesi) açı klama yaptı .
S ı ra Ethem Bey'e gelince şöyle ded i :
- Yunan sald ı rı s ı n ı n ağ ı rl ı k merkezi , bence Salihli Cep­
hesi olacakt ı r. Düşman ancak bu çıkı ntıyı ortadan kald ı rd ı ktan
son ra üç cepheden birden büyük sald ı rıya geçecektir. Düşman
bu sald ı rı sıyla Eskişehi r'e inmeyi deneyecektir.
M ustafa Kemal ' i n yüzü nde derin bir kayg ı n ı n gözle
görülebilir gölgeleri dolaşıyord u :
- Doğru d u r, ded i . H az ı rl ı ğ ı m ı z ı n , karş ı koyma
gücü müzün henüz örgütlenmediğini düşman elbette biliyor.
Ethem Bey ona:
- Acaba nizami güçler bu cephede ne duru mdad ı rlar?
diye sord u .
B u n a İsmet Bey, yan ıt verd i .
Bu arada o n a şöyle b i r soru sordu :
- Ethem Bey, sizin ayaklanışları bast ı rma bölgesinde
erat ve malzeme toplaman ız daha ne kadar sürecektir?
Ethem Bey, kafası birçok şeylerle dolgu n olduğu halde bu
soruyu bir hükü met adam ı için çok olağan buld u .
602
Bunun altı nda bir başka anlam ı n attığ ı n ı düşünmenin çet­
refil ortam ı na girmemek için direndi . Buna, içinde hiçbir sivri
anlam taş ı mayan bir yan ıt vermeye haz ı rlan ı rken Reşit Bey,
ileri atı larak onun yerine :
- Ne kadar gerekirse o kadar! diye kestirdi attı .
ismet Bey, bun u n karşısı nda sustu . "Ne var ki onun iste­
diği cevabı n da bu olduğunu" Ethem Bey önsezisiyle anlamak­
ta gecikmed i .
İsmet Bey'e şöyle ded i :
- Efendim, Kuvayı Seyyarenin gerek erat, gerek malzeme
toplamas ı , bu hususta uygulanan ve hükümetçe doğrulanan
temeller içinde olagelmektedir. Kuvayı Seyyarenin daha çok güç
bulmas ı na da olayların ne kerte gereklilik ve zorunluluk göster­
diğini de biliyorsunuz. Bundan dolayı yeni temeller haz ı rlan ı n­
caya dek bugünkü geçerli yöntemler içinde erat ve malzeme
sağlanmas ı n ı n sürdürülmesi olağandı r san ı rı m .
Refet Bey :
- Bu biçim , nizami güçlerin ku rulmas ı na az da olsa engel
oluyor denilebilir. Şundan ki Kuvayı Seyyare daha çekici gel­
mektedir. Gerek bu erat ı n ald ı ğ ı paralar, gerek eğitim biçimin­
deki serbestlik, nizami güçlere katı lmak yerine Kuvayı Seyya­
reyi üstün tutturuyor. Bence, İsmet Bey'in sorusu, bu nokta için
sorulmuştur, ded i .
M ustafa Kemal de Ethem Bey de susuyord u .
Reşit Bey, oldukça sinirli bir biçimde Refet Bey'e şöyle
ded i :
- isterseniz v e Kuvayı Seyyarenin görevlerini yapabilir­
seniz biz yeni erat almayal ı m .
M ustafa Kemal :
- Böyle bir düşünce i leri süren yoktur, dedi. Soru n , niza­
mi güçleri n , hepimizin istediği gücü bulmas ı d ı r. Öyle değ i l mi
Ethem Bey?
- Tamamıyla, paşam . Ben eğer müsaade buyu rul u rsa
mü mkün olan h ızla yine cepheme, cephemin elde kalabilecek
parças ı n ı n savunmas ı na koşay ı m . Şu ndan ki öbür bölümlerde
düşman karş ı s ı nda az çok güç bulabilecektir. Salihli cephesin-
603
de b ı raktığ ı m karakol g üçlerinden başka birlik yoktur.
Mustafa Kemal sonsuz gibi görünen bir üzüntü içinde
bunal m ı şa benziyord u . Kurşun gibi ağ ı r düşü ncelerini bir yana
atarak ayd ı n l ığa çı kmak isteyen bir çaba içinde olduğu da
görülüyord u . Yerinden kalk ı p odada bir aşağ ı , bir yukarı dolaş­
maya başlad ı . Sigarası eli nde boşuna tütüp du ruyord u . Direk­
siyon Konağ ı ' n ı n açı k pencerelerinden içeri bozkırın ilerlemiş
gece serinliği doluyor, istasyonda bir lokomotif pufluyor, mar­
şandiz vagonları na manevra yaptı ran trencilerin düdük sesleri
işitiliyord u . D ışarda dost, durgun bir yaz gecesi vard ı . Artık,
düşman uzaktayd ı . Yine de Çapanoğulları gibi ü rkütücü , kor­
kutucu , kayg ı land ı rıcıyd ı . Mustafa Kemal , bu dolaşma s ı rası n ­
d a ku rşun g i b i düşüncelerine b i r ç ı k ı ş yolu bulmuş gibiydi.
Ethem Bey'in karşısına dikilerek:
- Evet, ded i . Siz, Ethem Bey, bir ayak önce cepheye yol­
lan ı nız. Bize yine iyi haberler verdirmeye çal ı ş ı n ı z .
Reşit Bey, Ethem Bey'le ordusu nun hemen b u günlerde
cepheye gitmeyerek Yunan sald ı rı s ı n ı n alacağ ı yönleri gör­
dükten sonra davranmas ı n ı sal ı klad ıysa da Ethem Bey hemen
g itmekte diretti .
Mustafa Kemal'in sofrası nda yenilen yemeğin ertesi günü,
Eskişehir yönünde kalkan özel asker katarları Ethem Bey'in or­
dusunu Ankara'dan ald ı götürdü. Ethem Bey Eskişehir'e varın­
ca hemen Ali Fuat Paşa' n ı n karargah ı na uğrad ı . Paşa, Yozgat
ayaklan ışı nda gösterdiği başarıdan dolayı onu candan gönül­
den kutlad ı . Sonra Yunan sald ı rısı üstü ne düşüncesini sordu.
Ethem Bey:
- Paşam , ded i . Art ı k ben im o tarihsel Salihli Cephem kal­
mad ı .
Burda birden gözlerinden yaşlar boşand ı . Cebinden çı kar­
d ı ğ ı mendille yaşları n ı silerken sözlerinin son u n u şöyle getird i :
- Hemen ileri atı lacağ ı m v e düşmana nerede rastlarsam
sald ı racağ ı m . Ord u , daha doğrusu bütün memleket bir zafer
haberi almayı şiddetle gereksiyor.
Paşa da bu düşüncedeyd i :
- Düşman ı n yen i takviye almadan d a h a ileri sar-
604
kabileceğini sanm ıyorum . Şimdi cephemizin geçici bir zaman
için dahi olsa daralmas ı kuşkusuz lehimizedir. Bundan yarar­
lanmal ı y ı z . Şimdi sizi bu rada bir hafta kadar b ı rakmam
gerekiyor Ethem Bey. Düşman ı n sald ı rı s ı Eskişehir yönüne
doğru gelişirse size şiddetle ihtiyac ı m olacak. Biliyorsunuz ki
Eskişehir, Ankara'n ı n kilit noktası d ı r. Bu süre en çoğudur. Bel­
ki daha önce ileri yürüyebilirsiniz.

DENİZLİ'DE EŞRAF MEZBAHASI

Bizi eşraf aldattı. Eşraf ol­


masaydı biz çoktan Yunan 'a
karşı çıkardık.
Yörük Ali Efe

23 Haziran 1 920'de Yunan l ı lar, Demirci Mehmet Efe'nin


milis ordusu n u n karargah ı n ı kurmuş olduğu Köşk'e sald ı rd ı lar.
Çok üstün insan, malzeme gücü önü nde gerileyen Dem irci Efe
güçleri , dağ ı n ı k olarak Sarayköy'e doğru çekildiler.
24-25 Haziran gecesi , Demirci Efe ordugah ı n ı Saray­
köy'de kurd u . Askerce davran ı ş ı yöneten 57. Tümen Kuman­
dan ı Albay Şefik Bey, Denizli yolunun Yu nan ordusu önü nde
büsbütün açı k kalmaması içi n Buldan i lerisine Yüzbaşı Zeki
Bey buyruğunda bir bölük asker gönderd i . 30 Haziran'da
Demirci Mehmet Efe Nazilli'nin düştüğü n ü öğrend i . Kuyucak'ta
mevzilenen milis-nizamiye karması güçler, karşı sald ı rıya
geçerek Yu nan l ı ları Nazilli'den püskürtt ü ler. Ertesi gün güçlen­
dirilen Yunan l ı lar, yine sald ı rıya geçerek u lusal güçleri temelli
şehirden att ı lar. Kuyucak'a çeki len ulusal güçler, bu yüzden
Burhan iye'yi de (Ortakçı lar) boşaltmak zoru nda kal d ı lar.
Alaşehir'i alarak burdan ileri yü rüyüşe gecen Yunan güçleri .
Yüzbaşı Zeki Bey'in bölüğünü de mevzilerinden atarak Bul­
dan' ı ele geçirdiler. Sonra, Çal kazasıyla bunun Menderes ı r­
mağ ı kuzeyindeki köylerini hemen o g ü n ele geçirdiler. O g ü n
Burhaniye'den, Buldan'dan çekilen ulusal güçler, Sarayköy
605
dolayı nda, Menderes'in sol geçesinde toplandılar. Yunan güç­
leri , Menderes'in karşı geçesine varı nca duraklad ı lar.
Bu sı rada, Refet Bey buyruğunda Bolu ayaklan ı şı n ı bas­
tı rmaya giden atl ı zeybekler de Sarayköy'e dönmüşlerd i . Sur­
da, Menderes l rmağ ı ' n ı n gü neyine düşen Yunan mevzilerinin
karşısı nda on kilometre uzunluğunda bir savu nma hattı kurul­
d u . Albay Mehmet Şefik Bey, bu cepheyi kurduktan sonra
Kad ı köy, Çökelez Dağları na zeybek milislerinden keşif kolları
gönderd i . Bu s ı rada her yandan Denizli'ye doğru bir göç akı n ı
sürüp gidiyord u . Denizli'ye varanlar, burdan h ı z alarak Orta
Anadolu 'ya, Antalya'n ı n kıyı bölgelerine doğru uzan ıyorlard ı .
B u göçmen selinin içinde silahları , cephaneleri v e vurduk­
ları vurgunlarla kaç ı p gitmekte olan pek çok da milis eratı var­
d ı . Demirci Mehmet Efe'yle Albay Mehmet Şefik Bey'in verdik­
leri buyruk üzerine Denizli "Heyeti Milliyesi" bunları çevirip
Demirci Efe'nin ordugah ına yolluyord u .
Yunan l ı lar da adı m adı m ilerliyord u . 4 Temmuz 1 920'de
Demirci Mehmet Efe ile 57. Tümen karargahları Sarayköy' ü n
tehlikeye girmesi üzerine, Denizli'ye beş kilometre çeken Gon­
cal ı 'ya taş ı nd ı .
Şimdiye dek demir bir kale gibi Demi rci Mehmet Efe'yle
Albay Mehmet Şefik Bey'in omuzları nda yükselen, kolay kolay
y ı k ı lmayacağ ı san ı lan Köşk'ü n , m i lislerin kah ramanca karşı
koyması na bakmayarak birdenbire y ı k ı l ıvermesi, en büyük
kayg ıyı Denizli'de yaratm ı ştı . Ta baştan beri Ayd ı n bölgesi
Kuvayı Milliyesi nin kalelerinden biri olan , Müftü Ahmet H ulusi
Efendi'nin kişiliğinde bütün yiğitlik anlam ı n ı bulan bu güzel
şehi r, Yu nan topları n ı n seslerini işitince bir iskambilden şato
gibi titremeye başlam ıştı . Şehi rde büyük bir panik havası
esiyord u . Bu kötü havayı yatıştı rmak işi yine Müftü Ahmet
H ul usi Efendi'ye düştü .
1 Temmuz 1 920 günü Heyeti Milliyece büyük bir miting
hazı rland ı . Bütün halk, Delikliçı nar Mahallesi'nde topland ı .
Bütün yürekler, bu nları n aynası olan yüzler, kan ağl ı yord u .
U m utsuzluk, h e r yüzün ortak anlam ıyd ı .
606
M üftü Ahmet Hulusi Efendi, kürsüye çıkarak halkı göç et­
mekten alıkoymak, gelen düşmana karşı koymak için yediden
yetmişe silaha sarı lmas ı n ı sal ı klad ı . Hemen oracıkta yüz on beş
kişi gönüllü yaz ı ldıysa da çoğunluk kı m ı ldamad ı . Müfrezenin
baş ı na milis kumandan ı olarak Hoca Osman Efendi geçti (Bu,
1 949 y ı l ı nda Denizli müftüsü olacakt ı ) . Milis müfrezesi meslek­
ten subayların kontrolü altına verildi. Denizlili Üsteğmen Rüştü ,
Teğmen İsmail, Ahmetoğlu Hüsn ü , Şahinoğlu Esat, Alioğlu R ı za,
Tevfikoğlu Baytar Ali , Tevfik, Üsteğmen Şükrü Beyler bunlar
arası ndayd ı . Müfreze hemen gereçlendirilerek Buldan'a gön­
derildi. Müfrezenin ad ı , Milli İ ntikam Bölüğü'ydü.
Yunan güçleri , 2 Temmuz 1 920'de Sarayköy önlerine
sokuldu . Surdaki halk, Beylerbeyi köyüne, Babadağ bucağ ı na,
oradan da Duac ı l ı köyüne göç etti.
Denizli'de göç başlam ı şt ı . Halkı n kimisi Tavas'a, kimisi
Acı payam'a, kimisi de Dinar, Burdur, Antalya'ya göç ediyord u .
Halk böylece kafile kafile şeh ri boşaltı p kaça dursun , bir
avuç Kuvayı Milliyeci hala direniyor, Belediye önündeki Delik­
liçı nar'da mitingler yapt ı r ı p d u ruyord u . Tü rk ocağ ı ndan An­
kara'ya çekilen telgrafta Denizli gençliğinin bir tek kişi kal ı n ­
caya d e k düşmanla çarpı şacağ ı bildiriliyord u .
Denizli Heyeti Milliyesi bu arada halka b i r bildiri yay ı m ­
layarak şun ları bildird i :
"Kıraathane ve kahve müdür ve kiracılarına,
Herkesin dirim ve namus kaygısıyla çırpınmakta olduğu
bir zamanda kimi kişilerin kahvehanelerde büyük bir kaygısız­
lıkla oyun oynamakta ve çalgı çalmakta diretmeleri, cepheye
gidecek gönüllüler üzerinde kötü etki yaparak gitme heves­
lerini kırmakta olduğu gibi aç ve çıplak bir durumda mem­
leketimize gelmekte olan felaket içindeki Müslüman göçmen­
lere karşı da bir saygısızlık meydana getirdiğinden bundan
sonra oyun oynatılmaması ve çalgı çalınmaması duyurulur. "
4 Temmuz 1 920

DÖRDÜNCÜ KİTABIN SONU


607
iÇiNDEKiLER

1. KAD İ RL İ ' N İ N K U RTULUŞU . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 5


2. TAVŞAN C I L ŞEH İ D İ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 11
3. TAVŞAN C I L H İ KAYES İ N İ N SON U . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 34
4. Y E D İ BAŞLI EJ D E R HA ANZAV U R A H M ET PAŞA . . . . 58
5. 1 6 MARTTA KAN LI B İ R GÖZDAG I . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 84
6. KARA DÜŞTEN KAÇ IŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 110
7. AN KARA YOL UN DA BİR AYD I N AMAZON . . . . . . . . . . . . . . . 1 47
8. TAN YE R İ N E ÇAG I R I Ş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . 1 79
9. ELMALI KÖPRÜSÜ ŞEH İ D İ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 89
1 0. BURÇ KÖYÜ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 1 96
11. M USTAFA KE MAL' İ N KARARGAH I N DA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 21 6
1 2. BAN D I RMA' DA B İ R AM E R İ KAN PAPAZI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 233
1 3. ANZAV U R ' U N AZRAİ L' İ ETH E M BEY . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 252
1 4. KARARGAHTA C İVCİVLİ G Ü N L E R . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26 1
1 5. HEN DEK ŞEHİDİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . . . . 31 6
1 6. ÖG ÜTÇ Ü M E BUSLAR . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . 325
1 7. BOZK I R I N E N KUTLU G Ü N Ü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 348
1 8. ZARARLI B İ R ÖLÜM DAHA . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . 364
1 9. ZARARLI B İ R ÖLÜM DAHA - 2 . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 377
20. ALİ FUAT PAŞA TOPÇU E R İ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 384
21 . BOLU BEYLE R İ Y İ N E SAH N E D E . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 403
22. Ş E R E F M E R DİVENLERİ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 41 6
23. B U LGAR SAD I K . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . . 442
24. KARBOGAZI TUZAG I . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . . . 51 3
25. SAVAŞÇ I AŞKI . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .
. . . . 53 1
26. KAH RAMAN ŞÜKRÜ ÇAVUŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 546
27. ÇAPANOG U LLAR I KARA D Ü Ş Ü . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 559
28. D E N İZLİ ' D E EŞRAF M EZBAHAS I . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 605

608

You might also like