You are on page 1of 126

On Birinci Roman,

On Sekizinci Kitap
Çeviren: Banu Gürsaler Syvertsen
ON BİRİNCİ ROMAN ,
ON SEKİZİN Ö KİTAP

Dag Solstad (1941) Edebiyat dünyasına 1965'te yayımladığı öykü kitabıyla


girdi. O zamandan bu yana ülkesi Norveç'in ve Kuzey Avrupa'nın en önemli
yazarlarından olan Solstad pek çok roman, öykü kitabı, oyun ve deneme kitabı
yayımladı; ayrıca 1982-1998 yılları arasındajon Michelet'le birlikte dünya futbol
şampiyonaları üzerine beş kitap kaleme aldı.
Solstad, ülkesinin en prestijli edebiyat ödüllerinden Norveçli Eleştirmenler
Ödülü'nü üç kere kazanmanın yanı sıra, Kuzey Avrupa Edebiyat Ödülü'nün de
sahibi olmuştur.

Başlıca kitaplan: Irr! Grımt! (1969), Roman 1987 (1987), Ellevte roman, bok atten
(1992; On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap, çev. Banu Gürsaler Syvertsen, YKY,
2022), Genanse og verdighet (1994; Mahcubiyet ve Haysiyet, çev. Banu Gürsaler
Syvertsen, YKY, 2018), Professor Andersens natt (1996; Profesör Andersen'in Gecesi,
çev. Banu Gürsaler Syvertsen, YKY, 2021), T. Singer (1999; T. Singer, çev. Deniz
Canefe, Jaguar Kitap, 2021), Armand V. Fotnoter til en uutgravd roman (2006).

Banu Gürsaler Syvertsen 1956 yılında İzmir'de doğdu. Boğaziçi Üniversitesi'nde


Sosyoloji lisansüstünü bitirdikten sonra eğitimine Oslo'da devam etmek üzere
1981 yılında Norveç'e yerleşti. Norveç Radyo Televizyon Kurumunda radyo, TV
ve daha sonra web sayfalarında haber, kültür ve çocuk programları yapımcısı
ve sunucusu olarak 25 yıl görev yaptı. Çeşitli kültür projelerinde çalıştı, Türkçe
öğretmeyi hedefleyen 16 bölümlük Merhaba adlı radyo programını hazırladı,
Nazım Hikmet ve Sevim Burak'ın iki yapıtını çevirip televizyona ve sahneye
uyarladı. Oslo'da yaşıyor ve 1991 yılından bu yana Norveççeden Türkçeye roman
çevirileri yapıyor.

Çevirileri: Dag Solstad'dan On Birinci Roman On Sekizinci Kitap (2022), Hed­


vig Montgomery'den Keşif Yıllan (2021), Dag Solstad'dan Profesör Andersen'in
Gecesi (2021), jon Fosse'den Üçleme (2021), Dag Solstad'dan Lise Öğretmeni
Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı (2020),
Per Petterson'dan Benim Durumumdaki Erkekler (2020), Ingvar Ambj0rnsen'den
San Sebastian'da Hüzan (2019), Hedvig Montgomery'den Anne Baba Sihri
(2019), Dag Solstad'dan Mahcubiyet ve Haysiyet (2018), Hilde 0stby'den Aşk
ve ôzlem Ansiklopedisi (2017), Ingvar Ambj0rnsen'den Gece Gündüzü Düşlü­
yor (2016), Axel jensen'den İkarus (2015), Margit Wals0'den Sevgili Voltaire
(2014), Per Petterson'dan Reddediyorum (2014), Selma Aar0 L0nning'den Elvira
Madigan'ın Kayıp Parmağı (2013), Levi Henriksen'den Kar Yağacak (2012), Ingvar
Ambj0rnsen'den Tavandaki Kukla (2002), İnsan Postuna Bürünmüş Köpek (1994)
ve Beyaz Zenciler (1991), İstanbul'ıla İki İskandinav Seyyah (1993), Norveçli şair
johanna Swartz'la birlikte Nazım Hikmet şiir seçkisi ]eg levde som et menneske
pdjorden (1990).
Dag Solstad'ın
YKY'deki kitapları

Mahcubiyet ve Haysiyet (20 1 8)


Lise Öğretmeni Pedersen'in Ülkemize Musallat Olan
Büyük Siyasi Uyanışa Dair Anlatısı (2020)
Profesör Andersen'in Gecesi ( 202 1 )
O n Birinci Roman, O n Sekizinci Kitap (2022)
DAG SOLSTAD

On Birinci Roman,
On Sekizinci Kitap

Roman

Norveççe aslından çeviren

Banu Gürsaler Syvertsen

omo
YAPI KREDi YAYINLARI
Bu kitap NORLA tarafından verilen çeviri desteği ile yayımlanmıştır.

Yapı Kredi Yayınlan - 5964


Edebiyat 1 712
-

On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap/ Dag Solstad


Özgün adı: Ellevte roman, bok atten
Norveççeden çeviren: Banu Giirsaler Syvertsen

Kitap editörü: Dannin Hadzibegoviç


Düzelti: Miige Karahan

Kapak ıasanmı: Nahide Dikel


Sayfa tasarımı: Mehmet Ulusel
Grafik uygulama: Akgül Yıldız

Baskı: Mega Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.


Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha İş Merkezi
A Blok Kat: 2 34310 Haramidere I İstanbul
T elefon: (O 212) 412 17 00
Sertifika No: 44452

Çeviriye temel alınan baskı: Forlaget Okıober, Oslo, 2001


l. baskı: İstanbul, Nisan 2022
ISBN 978-975-08-5330-2

©Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş., 2016


Sertifika No: 44719
© 1992, Forlaget Okıober AS
Bu kitabın telif hakları Oslo Literary Agency ve Kalem Telif Haklan Ajansı aracılığıyla alınmıştır.

Bütün yayın hakları saklıdır.


Kaynak gösterilerek tanıtım için yapılacak kısa alıntılar dışında
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz.

Yapı Kredi Kültür Sanal Yayıncılık Ticaret ve Sanayi A.Ş.


İstiklal Caddesi No: 161 Beyoğlu 34433 İstanbul
Telefon: (O 212) 252 47 00 Faks: (O 212) 293 07 23
http://www;ykykultur.com.tr
e-posta: ykykultuı:@ykykultur.com.tr
fa cebook.comlyap ikrediyayinlari
twitter.com/YKYHaber
instagram.comlyapikrediyayinlari

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık


PEN lntemational Publishers Circle üyesidir.
On Birinci Roman,
On Sekizinci Kitap
Bu anlatının başladığı tarihte Bj 0m Hansen elli yaşını henüz dol­
durmuştu ve Kongsberg tren istasyonunda durmuş, birini bekle­
mekteydi. Önceden haritada yerini bile bilmediği bu kente gel­
diği andan başlayarak on dört yıl boyunca birlikte yaşadığı Turid
Lammers'ten ayrılalı dört yıl olmuştu . Şimdilerde Kongsberg'in
merkezinde, istasyondan iki adım ötedeki modem bir apartman
dairesinde yaşıyordu . On sekiz yıl önce Kongsberg'e geldiğinde
beraberinde yalnızca giysileri, ayakkabıları gibi birkaç parça özel
eşya ve koliler dolusu kitap getirmişti. Lammers Villası'ndan da yine
giysileri, ayakkabıları gibi birkaç parça özel eşya ve koliler dolusu
kitap alarak ayrılmıştı. Tüm kişisel eşyası bunlardı. Dostoyevski.
Puşkin. Thomas Mann. Celine. Borges. Tom Kristensen. Marquez.
Proust. Singer. Heinrich Heine. Malraux, Kafka, Kundera, Freud ,
Kierkegaard, Sartre, Camus, Butor.
Ayrılıklarının üzerinden geçen dört yıl boyunca ne zaman Turid
Lammers'i düşünse bu meselenin kapandığına dair bir rahatlama
duygusu kaplardı içini. Ama aynı zamanda, bu kadına nasıl olup
da tutulduğunu artık anlayamadığını ya da o duyguyu zihninde
yeniden canlandıramadığını kedere çok yaklaşan bir şaşkınlıkla
kendine itiraf etmek zorunda kalıyordu . Kadına çok tutulmuş ol­
duğu tartışılamayacak bir gerçekti. Aksi halde neden Tina Korpi'yle
evliliğini bitirip onu ve iki yaşındaki oğlunu terk ederek, kendisini
kabul e tmesi ü midiyle Turid Lammers'in peşinden Kongsberg'e
gitmiş olsundu ki? Kendini ansızın Kongsberg'de bulması Turid
Lammers yüzündendi. Turid ya da ona karşı şimdilerde unutulmuş
tutkusu olmasaydı kendini asla Kongsberg'de bulmayacaktı. Asla.
Hayatındaki her şey çok başka olacaktı. Kongsberg Defterdarlığı'nda
vergi dairesi müdürlüğü görevine asla talip olmayacak, hatta ver­
gi müdürü olmayı hayal bile etmeyecekti; bakanlıktaki görevine
devam edecek, kariyerinde ilerleyerek muhtemelen şube müdürü
olacak veya başka bir devlet kuruluşunda, Telefon İdaresi'nde ya
da Demiryolları gibi bir kurumda memuriyette yüksek bir konu-

7
ma gelecekti. Ancak asla vergi dairesi memuru olmayacaktı. Asla
Kongsberg'e gitmeyecekti.
Turid Lammers'i ilk gördüğünde ona nasıl tutulduğunu zihnin­
de yeniden canlandıramamak onu huzursuz etmişti. Turid'i gergin
ve narin bir kadın olarak hatırlıyordu. Onunla tanıştığında Turid
yedi yıl boyunca yaşadığı Fransa'dan yeni dönmüştü ve ardında
bitmiş bir evlilik bırakmıştı. Oslo'ya yerleşmiş ve hemen bir sevgili
edinmişti. Bu sevgili Bj 0rn Hansen'di. Onu Turid'in ağına düşüren
şey, kadınların gergin hallerinin, çevrelerinde hayranlık uyandırıcı
bir etki bırakması mıydı? Kadının o kıpırtılı, o gelgitli ruh hali
miydi? Ülkeye döndükten altı ay sonra Turid'in babası ölmüş, o
da ailesinin memleketine, bir taşra kenti olan Kongsberg'e taşın­
mıştı. Orada eski bir villaya yerleşmiş, ablasıyla birlikte bir çiçekçi
dükkanının yönetimini devralmış, Kongsberg Lisesi'nde Fransızca,
İngilizce ve drama öğretmeni olarak işe başlamıştı.
Turid, babası eylül ayında ölünce, cenaze töreni ve miras ko­
nulannı halletmek üzere Kongsberg'e gitmiş, bir hafta sonra da
Oslo'ya dönmüştü . Bir ay kadar eski hayatına devam etti. Ancak
günün birinde ansızın Kongsberg'e yerleşmeye karar verdi. Sevgi­
lisine çarşamba günü bu karannı bildirdi, pazar günü de Oslo'dan
taşınıp gitti. Onun taşınacağını haber aldığında Bj 0rn Hansen önce
bir rahatlama hissine kapıldı. Nihayet hayatı yeniden eski düzenine
kavuşacaktı. Tina Korpi'yle evliydi ve iki yaşında bir erkek çocuk­
ları vardı. Eşine Turid'den söz etmemişti, bu ilişkiye gizli bir aşk
macerası gözüyle bakıyordu . Aslında Turid'in Kongsberg'e taşınıp,
bilincinde çalıntı bir mutluluk anısından başka bir şey bırakmadan
hayatından çıkacak olması işine geliyordu .
Derken onu yüzüstü bırakamayacağı düşüncesine kapıldı.
Kongsberg'e, Turid'e gitmek zorundaydı , aksi halde hayat boyu
pişmanlık duyacağı bir şey yapmış olacaktı. İleride pişmanlık du­
yacağından böylesine emin olması, Tina'ya ve oğluna geri dönüp
gizli bir sevgilisi olmaksızın hayatlarına eskisi gibi devam edebil­
meyi imkansız hale getirmişti . Bu nedenle de sırrını eşine açtı ve
evliliğini bitirdi.
Turid'in Kongsberg'e kesin dönüş yapacağını bildirmesinden
sonra Bj 0rn Hansen biraz rahatladıysa da bunun böyle devam ede­
meyeceğini anlamış , on dört yıl sonra Turid'i terk etmesine yol
açacak durumu daha o zaman açıkça görmüştü . Kadının onu ömür

8
boyu mutlu edeceğine dair bir yanılsaması yoktu. Ancak Turid'in
gerçekten gitmiş olduğunun ve onu çok özlediğinin ayrımına va­
rınca, çevresine devamlı gerginlik sinyalleri gönderen bu son derece
huzursuz, günün yirmi dört saati icat çıkaran, olay yaratan kadının
daima yanı başında olabilmeyi kelimenin tam anlamıyla ahlaki bir
zorunluluk gibi hissetmişti.
Muhtemelen Tina'ya hayatının gerçek aşkını bulduğunu ve onu
yüzüstü bırakamayacağını söylemişti. Böyle söylemişti herhalde.
O günlerde Turid Lammers'e dair böylesine büyük sözler etmesini
haklı gösterecek hiçbir şey hatırlayamıyor, bu nedenle de canı sıkı­
lıyordu . Aklında yalnızca , örneğin Turid'le kol kola bir kaldırımda
yürüdükleri gün gibi bazı önemsiz ayrıntılar kalmıştı. Turid kaldı­
rımda ayaklarının dibinde bir muz kabuğu görmüş, onun kolundan
çıkmadan eğilip muz kabuğunu almış , caddeye doğru fırlatmış ve
neşe içinde şöyle demişti. "Biraz da arabalar kaysın." Aman Tanrım,
diye düşünmüştü Bj0rn Hansen (o gün ya da sonrasında) , Turid'in
sorunları çözme yöntemi buymuş demek ki. Kendisi ekonomi
diplomasını aldığı altı yıl öncesinden bu yana bakanlıkta memur
olarak görev yapmış ve otuz iki yaşında bölüm şefi pozisyonuna
yükselmişti. Sevgilisi de otuz iki yaşındaydı ve lise öğretmeniydi.
Ve işte o gün kaldırımdan muz kabuğunu alıp caddeye fırlatmış­
tı. O tomobillerin önüne doğru . Çılgınca bir şey. Bj 0rn Hansen
şaşırmakla büyülenmek arasında bocalamıştı. Ayrıca endişeye de
kapılmıştı, en azından Turid'le birlikte bir hayat paylaşma düşüncesi
(bu sonrasındaydı herhalde) endişe vermişti. Böylesine hadiseler
miydi eşine hayatındaki gerçek aşkı bulduğunu ve bu aşkı yüzüstü
bırakamayacağını Bj0rn Hansen'e söyleten? Alternatif yaklaşım, bir
macera yaşadığını ancak bu maceradan vazgeçemeyeceğini söyle­
mek olurdu . Bunu yapamazdı, Norveç'te bir sahil kasabasından
çıkıp bakanlıkta başarılı bir konuma yükselen yoksul genç Bj0rn
Hansen'in eşini ve iki yaşındaki oğlunu terk ederek Kongsberg'e ve
bilinmeyen bir geleceğe doğru adım atmasını izah edecek en doğru
cümle bu olsa da o bu cümleyi kuramazdı. Tutkuyla peşinden koş­
tuğu Turid Lammers değil bir maceraydı ve bu macera onu öylesine
içine çekmişti ki Bj 0rn Hansen adeta nefes alamıyordu . Bir kapılıp
gitmeydi bu. Ancak Bj0rn Hansen bu dünyada en makbul, en arzu
edilen şeyin kısa vadeli mutluluk olduğunu içten içe biliyor ve Turid
Lammers'in Oslo'nun St. Hanshaugen semtindeki küçük apartman

9
dairesine yaptığı gizli ziyaretlerle bu mutluluğun tadına varıyordu.
Hayatı o güne dek hiç bu kadar yoğun yaşamamıştı, zira çok uzun
süre kalmayacağı bir odada bulunduğunun o da farkındaydı. Çok
riskli bir oyundu bu çalıntı mutluluk oyunu . Ve bu çalıntı mutlu­
luğun nesnesi Turid l.. ammers olduğu için de bu kadına duyduğu
aşkı yüzüstü bırakamayacağını kendi kendine tekrarlıyordu. Ancak
bu doğru değildi. Turid l..a mmers bir birey olarak, bu maceranın
ve aralarındaki ilişkiyi çevreleyen şartların dışında hiçbir şeydi.
Onun mimikleri, onun bakışları, Bj0m Hansen'in içini titreten o
el hareketleri, bir Fransız zarafeti sergileyen o çok güzel ve ince
bilekleri, yürüyüşü, her şey ama her şey ışıltısını aralarındaki iliş­
kiyi çevreleyen şartlardan alıyordu . Bj 0m Hansen bütün bunları
biliyordu. İşin doğrusunu söylemek gerekirse her şeyin farkındaydı.
Bu oyunu bilinçli bir şekilde oynuyor, bu çalıntı dakikaların tadını
çıkarıyordu . Aslında eşine şöyle demeliydi: Bunun aşk olup olmadı­
ğını bilmem olanaksız, çünkü onu hemen hemen hiç tanımıyorum.
Onu yalnızca hayranlığımın nesnesi olduğu durumlar bağlamında
tanıyorum. Ancak bu durumlar benim içten içe özlemini çektiğim
ve hayattan beklediğim pek çok şeyi bana veriyor; şimdiyse o bu
ilişkiyi bitirerek bu durumları kesintiye uğrattı, bu yüzden ben
de peşinden gitmek ve onu bulmaya çalışmak zorundayım artık.
Aynlıkları konusunda duyduğu tek pişmanlık eşine vaziyeti ol­
duğu gibi açıklamamış olmasıydı. Bunu dışında tüm olanları kabul
edip sineye çekti. Bj0m Hansen aradan geçen on sekiz yıldan sonra
hala, hiçbir şeyin farkında olmayan eşini ve yan odada uyuyan iki
yaşındaki küçük çocuğunu terk edip gitmekle, böyle bir maceraya
atılmakla doğru davranmış olduğunu kabul ediyordu . Evliliğini
bitirip kendisi için bir macera sembolü olan Turid Lammers'in
peşinden gitmesiyle bu maceranın sona ermiş olacağını biliyordu
elbette. Yaşadıkları macerayı yeniden canlandırma yolunda umut­
lar beslemese de arta kalan parçacıkları toplamayı ve onunla aynı
odada soluk almayı arzu ediyordu. Yüzüstü bırakamazdı. Bu bilinçli
aldatma olayında, benzerini ancak sanatta, edebiyatta hayranlıkla
gözlemleyebileceği ama tam olarak da anlayamayacağı bir yoğunluk
ve heyecan deneyimlemişti.
Eşi Tina Korpi'ye aşka tutsak olduğunu ve bu sesi takip etmesi
gerektiğini söyleyerek evden ayrılmıştı. Tina Korpi şok geçiriyor­
du . Koltukta afallamış bir vaziyette o turmuş, eşine bakıyor ve şu

10
sözleri tekrarlıyordu: "Demek o yüzdenmiş. Bilmeliydim." Bj 0m
Hansen kansının dramatik sahneler yaratmasından korkuyordu ;
konuşmalarının karşılıklı bağırış çağırışa dönüşeceğini, yan odada
uyuyan çocuğun uyanacağını, onu teselli etmek için odaya gidece­
ğini, belki de çocuğu kucağına alıp oyalamak zorunda kalacağını
zannediyordu. Ancak hiç de öyle olmadı. Bj0m Hansen birkaç parça
özel eşyasını topladı, arabayla birkaç sefer yaparak onları götürdü ;
geri döndüğünde Tina'yı hala koltukta afallamış vaziyette otururken
buldu . "Demek o yüzdenmiş" diye mırıldanıyordu genç kadın. Son
hazırlıklarını da tamamladıktan sonra evi terk etti.
18 numaralı Avrupa Otoyolu'nun sarı aydınlatma ışıkları altında
Drammen'e doğru yola çıktı. Drammen Nehri'nin doğu yakasını ta­
kip ederek kuzeye, Hokksund'e doğru ilerledi. Hokksund'de yol iki­
ye ayrılıyordu. Bir yol nehri aşarak Kongsberg üzerinden Notodden,
Numedal ve Yukarı Telemark'a gidiyordu. Bj 0m Hansen'in takip
edeceği güzergah buydu . Ancak kavşağa gelmeden önce Eikerstua
isimli küçük bir dinlenme tesisinin önünde arabasını park etti ve
içeri girdi. Akşamın geç saati olmasına karşın içeride sandviç yiyip
kahve içenler vardı, bunlar kendisi gibi özel otomobil sahipleri ya
da dev araçlarını binanın önüne park etmiş TIR şoförleriydi. Bj0m
Hansen dosdoğru telefon kulübesine gitti ve Turid Lammers'in
numarasını çevirdi. Kutuya para atıp numaraları çevirirken kendini
çok huzursuz ve heyecanlı hissediyordu , çünkü gelmekte olduğunu
ona henüz bildirmemişti. ( " Evli bir adamın sevgilisi olmak istemi­
yorum" demişti Turid Lammers Kongsberg'e taşınırken; bunu öyle
nötr bir ses tonuyla söylemişti ki, metres olmaması için erkeğin
de bir şeyler yapmasını beklediğine Bj 0m Hansen'in inanmasına
imkan vermiyordu . ) Telefonda Turid'in sesini ve aynı anda bozuk
paraların kutuya şıngırdayarak düşmesini işitmişti, artık konuşa­
bilir ve söylediklerini Turid'in duyduğundan emin olabilirdi. Olup
bitenleri anlattıktan sonra Drammen'in yirmi kilometre kuzeyin­
de , Kongsberg kavşağının hemen öncesinde küçük bir dinlenme
tesisinde olduğunu söyledi. Sana gelebilir miyim diye sordu , Turid
olur diye cevap verdi.
Bj 0m Hansen direksiyona geçti ve Kongsberg'e doğru yola de­
vam etti. Kısa bir süre sonra kendini, başkentin yetmiş kilometre
dışında olmasına karşın Norveç'in iç kısımlannda, yaşanması zor,
ormanlarla kaplı, uzak ve ahalisi dışında herkes için ücra sayılan

11
bir bölgede bulmuştu . Mevsim kıştı , her yer kar altındaydı. Anayol
olmasına rağmen yol dar, kaygan ve viraj lıydı. Kar küreme ma­
kineleri tarafından sıkıştırılarak buz haline getirilmiş kar yolun
iki yanına duvar gibi yığılmıştı. Dümdüz, engebesiz arazi; beyaz
karanlığa gömülmüş, çukurda kalmış tarlalar. Birbirinden uzakta,
araziye serpiştirilmiş gibi görünen çiftlikler ve çiftlik evleri. Ladin
ormanı. Bu yalnızlığın ortasına tesadüfen yerleştirilmiş gibi duran
müstakil bir evin dış cephesindeki tek bir lamba; kar taneleri lam­
banın çevresinde bembeyaz dönüp duruyor. Donmuş göller. Taş
gibi kaskatı nehirler. Kimi dalları kırılmış, hırpani ladin ağaçları.
Bj 0rn Hansen'in aracının farlarıyla aydınlanan yolun iki yanında
yükselen kayalarda buz sarkıtları. Gitgide bölgenin iç kısımlarına
doğru sokulan dar, virajlı ve kaygan yol arabayı çok yavaş sürmesini
gerektirdiğinden bu kış coğrafyasında yaptığı yolculuk zannettiğin­
den de uzun sürmüştü . Yokuş aşağı ilerlerken birdenbire küçük bir
kentin yakınlarına gelmiş olduğunun ayrımına vardı, anayoldan
saptı, Kongsberg kentinin ışıkları karşısındaydı artık.
Akşamın geç saati olmasına karşın sokaklar şaşırtıcı derecede
kalabalıktı, bir sinemanın çıkış saatine denk gelmişti, saat on biri
on geçiyordu . Bir taksi durağı görebilmek üzere aracını bir süre
nereye gittiğini bilmeksizin sürdü . Sonunda istasyon binasının
yakınındaki taksi durağını gördü ve arabasını oraya park etti. Tak­
siye doğru yürüyüp beklemekte olan şoföre elindeki kağıttan Turid
Lammers'in adresini okudu , şoför de izleyeceği güzergahı ayrıntılı
bir biçimde izah etti. Bj 0rn Hansen beş dakika sonra büyük ama
biraz bakımsız bir villanın önüne park etmişti, adrese bakılırsa
Turid Lammers burada yaşıyordu .
Turid Lammers onu kapının arkasında hazır vaziyette bekle­
miyordu. Bj 0rn Hansen zili çaldı, uzunca sürdüğünü hissettiği bir
bekleyişten sonra kapı açıldı. Ancak kapıyı açan kadın onu gördü­
ğüne sevinmişti. Şömineyi yakmış, yiyecek ve içki hazırlamıştı. Kapı
ve pencere aralarından sızan havayla sürekli cereyan yapan baba
mirası bu büyük villada karşısına çıkan Turid Lammers'i tahmin
ettiğinden çok daha sakin ve telaşsız bulmuştu .
Bj 0rn Hansen bu eski villada Turid Lammers'in sevgilisi olarak
on dört yıl geçirecekti. On dört yıl süreyle Kongsberg'de yaşaya­
caktı. Başlangıçta bakanlıktaki görevine devam ederken Oslo ve
Kongsberg arasında gidip geliyordu . Kimdi bu Turid Lammers?

12
Oslo'da , büyük kentin koşturmacası içinde tesadüfen karşılaştığı
ve hayran olduğu çekici bir kadın. Şimdiyse memleketine dönmüş
ve doğup büyüdüğü eve yerleşmişti. Önceden de var olan ve Bj 0rn
Hansen'in ara sıra gördüğü (ve ona çok cazip gelen) kendine has
özellikleri şimdi yerleşik davranış kalıplan haline gelmişti. Oslo'da
onun sevgilisiyken en çok da kadının geçmişindeki Fransızlık il­
gisini çekiyordu , Fransa'da geçirdiği yedi yılın Turid'in zekasını
bilemiş ve hareketlerine zarafet katmış olduğunu varsayıyordu ;
yaşadıkları yasak aşk nedeniyle b u zarafet gözünde daha bir par­
lamış ve onsuz yaşayamayacağı duygusuna kapılmıştı. Özellikle de
ellerinin hareketi. Ağzından çıkan sözleri destekleyen estetik bir
çeşni gibi kullandığı elleri, o Akdenizlilere özgü ifade biçimi Bj 0rn
Hansen'i neredeyse bir çocuğun büyülenmesi gibi büyülemişti,
j est ve mimiklerine öylesine kapılıp gidiyordu ki kadının ağzından
çıkan sözleri duyamıyordu bile. İşte bu egzotikliği ve Akdenizli
halleri çerçevesinde kadının küçük bir kentin insanı olduğunu çok
az hissedebilmişti. Kongsberg'de yaşayan geçimsiz kız kardeşinden
söz eden bir Fransız kadındı o. Oysa şimdi Turid Lammers'in ve
dolayısıyla da kendisinin yaşadığı gerçeklik farklıydı. Lammers
ailesi bir zamanlar Kongsberg ve kırsalının neredeyse yarısının, or­
manların, tarlaların, dükkanların ve kereste fabrikalarının sahibiy­
ken, babalarının ölümünden sonra geriye bir çiçekçi dükkanı, bir
benzin istasyonu ve harap villa kalmıştı . Daha karlı olan ve eşinin
işlettiği benzin istasyonunu kız kardeşi almış, biraz çekişmeden
sonra villa Turid'e bırakılmıştı. Çiçekçi dükkanıysa ortaktı. Bu aile
içi çekişme hep devam etmiş, Bj 0rn Hansen on dört yılın ardından
Lammers Villası'nı terk edip kendi başına bir eve yerleştikten sonra
bile sonuçlanmamıştı. Mesele aslında Lammers adını ve mirasını
kimin daha doğru temsil ettiğinde düğümleniyordu .
Görünüşe göre Turid Lammers bu tip ufak hesapları aşmıştı ,
sevgilisi Bj 0rn Hansen de uzun bir süre bunun böyle olduğuna
inanmıştı. Kadın tüm varlığıyla burj uvaziye karşıydı , para mu­
habbetinden nefret eder, kız kardeşinin mal mülk düşkünlüğünü
hakir görürdü . Bir defasında Lammers Villası'nda verilen davet­
lerden birinde iki yüz yıllık bir porselen sos kabı elinden kayıp
düştüğünde sos ve porselen kırıkları yerlere saçılmış, Turid de
bu duruma kahkahalarla gülmüş, gözleri parlayarak ve ağzından
çıkan her kelimenin arkasında durarak şöyle haykırmıştı: "İşte bu

13
tarihi bir andır ! İki yüz sene elimden kayarak düştü ve bir hiçliğe
dönüştü ! " Konuklar onu ayakta alkışlamışlardı. Ne var ki Bj 0rn
Hansen porselenin kırılmasının Turid'i üzdüğünü biliyordu çünkü
bu olay meydana geldiğinde iki yıldan beri birlikte yaşıyorlardı.
Oslo'dan, bakanlıktaki işinden eve döndüğü bir akşam yemekte
otururlarken Turid yerel gazete Lclgendalsposten'ı masaya fırlatıp
bir ilam işaret ettiğinde ise beraberliklerinin üzerinden bu kadar
zaman geçmemişti henüz. Bj 0rn Hansen kendisini ağırkanlı, içe
dönük ve spontane hareket etmeyen bir insan olarak görürdü . Bu
bir iş ilanıydı. Kongsberg Defterdarlığı Vergi Dairesi'nde müdürlük
kadrosu açıktı ve nitelikli adaylar işe başvurabileceklerdi. Bj 0rn
Hansen ilam okuduktan sonra soran gözlerle Turid'e baktı. Acaba
ilandaki bazı ifadeler Turid'de mevcut bürokrasi karşıtı mizah duy­
gusunu mu uyandırmıştı? Ancak Turid ilam işaret ederek şunları
söyledi: "For you, my dear. Defterdarlık Vergi Dairesi, sana uygun
bir iş olabilir." Bj 0rn Hansen Turid'in yüzüne bir kez daha baktı,
gülerek "Evet, neden olmasın ? " dedi.
Evet, neden olmasın? Bu kentte yaşadığına göre niçin Kongsberg
Defterdarlığı'nda vergi dairesi müdürlüğüne talip olmasın ki? Der
demez de bu iş oldu . Bj0rn Hansen vergi dairesi müdürlüğü kadrosu
için resmen başvurdu .
Vergi dairesi müdürü ne iş yapar? Vergi tahsil eder, yani kamu
adına vergi toplar. Devletin ve belediyenin hakkı olan vergi ve harç­
ların zamanında ödenmesini sağlar, bu iş zamanında gerçekleş­
mezse uygulamaya konulacak yaptırımların hazırlığını yapar. Eski
zamanlarda vergi tahsildarlığı çok prestijli bir devlet göreviydi,
doğrudan krala bağlı olan ve defterdar veya defteri ismiyle anılan
devlet görevlileri bu işi yaparlardı. Daha sonraları vergi dairesi
müdürü olarak anılmaya başlamışlardı. Yerel yönetim tarafından
görevlendirilen bu kişiler güvenilir ve saygın insanlardı, kent toplu­
munun oluşmasıyla ortaya çıkmışlardı. Vergi tahsildarının, devleti
temsil eden defterdardan vergi dairesi müdürüne dönüşmesi, dev­
letin nitelik değiştirerek merkezi bürokrasiden ziyade yaygın yerel
demokrasi üzerine kurulmuş bir devlet niteliğine bürünmesinin
bir ifadesi olarak görülebilir. 20. yüzyılda Norveç'te küçük kentle­
rin, kasabaların vergi dairesi müdürleri devletin kadrolu memuru
olmadıklarından, yaşadıkları yerleşim merkezinin rutin işe alma
prosedürleri gereğince göreve alınırlardı. Üniversite mezunu olma

14
şartı aranmaz, ticaret lisesi bitirmiş kişiler fiilen vergi dairesinde
çalışarak yükselir ve o belediyenin vergi dairesinin başına gelirlerdi.
Bj 0rn Hansen göreve talip olmakla bu kuruma biraz haksızlık
etmiş oluyordu . Üniversite diploması sahibi ve bir bakanlık bürok­
ratı olması nedeniyle görev için fazlasıyla nitelikliydi. Bu dairede
uzun yıllar çalışmış olup şimdi işin başına getirilmeyi bekleyen
iki memurun önüne geçmiş, unvanı kapıvermişti. Bu iki memur,
Turid Lammers'le beraber Lammers Villası'nda yaşayan, üniversite
mezunu , otuz iki yaşındaki bu züppeye, çalışıp hak etmeden hazıra
konmuş kuşağın bu mensubuna karşı daha işe başladığı ilk günden
itibaren cephe almışlardı.
Bj 0rn Hansen Kongsberg'e taşınmıştı. Anlık bir heves sonucu
Defterdarlık Vergi Dairesi'nin müdürü olmak üzere başvurmuş ve
göreve alınmıştı. Aslında oldukça kayıtsızdı. Ne diye vergi daire­
sinde çalışacaktı? Hem de niye vergi müdürü olacaktı ki? Amma da
anlık bir hevesti bu , diye düşünüyordu şaşkınlık içinde. Oysa Turid,
Lammers Villası'nın salonlarını boydan boya dolaşarak şu şarkıyı
söylüyordu: "Benim eşim vergi müdürü ! Benim eşim vergi müdürü !
Vergi müdürüyle aynı evde yaşıyorum ben ! Vergi müdürüyle aynı
evde yaşıyorum ben ! " Bj0rn Hansen hayranlıkla seyrediyordu onu .
Derken bir gülme tutuyordu .
Turid Lammers'in neşesinde çok cezbedici bir cüretkarlık gör­
müştü . Bunun üzerine Bj 0rn Hansen omuz silkti ve günlük işleriyle
meşgul olmaya gitti. Bu görevin, kariyeri açısından en hafif ifadeyle
tam bir çıkmaz sokak olduğunun farkındaydı. Bunu biliyordu ama
çok da önemsemiyordu . Önemli olan Kongsberg'de bir iş bulma­
sıydı, çünkü iki kent arasında gidip gelmek yorucu olmaya başla­
mıştı (aralarındaki ilişki açısından da yıpratıcıydı) . Kongsberg'de
yaşamıyor olsaydı bakanlıkta çalışmayı sürdürmeye itiraz etmezdi.
Ama artık Kongsberg'de yaşıyordu , gerçek buydu .
Bj0rn Hansen dar gelirli bir ailenin oğlu olarak Oslo fiyordu kı­
yısındaki bir kasabada doğup büyümüştü . Yoksulluğuna karşın zeki
bir çocuk olduğundan liseye devam etmiş, on dokuz yaşında bitirip
diplomasını almıştı. On altı ay süren askerlik hizmetinden sonra
hayatta ne olacağına karar verme zamanı gelmiş, Bj0rn Hansen de
Oslo'ya gidip üniversite okumayı seçmişti. Aslında sanat, edebiyat,
felsefe ve yaşamın anlamını arayan dallara ilgisi olmasına karşın
ekonomi okumaya karar vermişti. Hem matematik yeteneği oldu-

15
ğundan hem de hayatta ailesinin çektiği yoksulluğu aşarak ilerleme
kaydetmesi gerektiğine dair duygular taşıdığından böyle bir karar
almıştı. Ailesinin yaşadığı, güçlüklerle dolu hayattan uzaklaşma­
lıydı; sanat, edebiyat, felsefe ve yaşamın anlamını arayan dallardan
mezun olmayı güçlüklerle dolu bir hayatın başlangıcı gibi görmü­
yordu ancak bunları okumanın kendisi için büyük bir lüks olaca­
ğını düşünmüştü . Sanat ve edebiyatı eğitim alınacak dallar olarak
görmüyordu , boş zamanlarında meşgul olabileceği ilgi alanlarıydı
bunlar, halktan gelen birin sağduyusuyla baktığında bu dallarda
eğitim almanın ona iş hayatında iyi bir pozisyon sağlamayacağını
görmüştü . Bu nedenle ekonomiyi seçti. Üniversitede iki farklı bi­
çimde ekonomi eğitim veriliyordu. Bergen Üniversitesi'nde İşletme
Ekonomisi, Oslo Üniversitesi'nde Genel Ekonomi okuyabilirdi.
Bj0rn Hansen Genel Ekonomi okumayı seçti. İşletme Ekonomisi
özel sektöre giden yoldu ; heyecan verici bir vahşi orman olan bu
alanda çalışmak Bj0rn Hansen'in hareket noktası, ahlak anlayışı ve
sosyal zekasıyla uyumlu değildi, hatta o kadar uzaktı ki bu eğitimi
almayı aklından bile geçirmedi. Taşıdığı sosyal bilinç uyarınca Genel
Ekonomi'yi ve bunun doğal sonucu olarak da kamu sektöründe
bürokrat olarak görev yapacağı yaşam tarzını seçti. Yani başka al­
ternatifler olmadığından devlet hizmetine girmeyi tercih etti.
Turid Lammers'le tanıştığında altı yıldır bakanlıkta çalışmak­
taydı (Kongsberg'e gelişinden bu yana geçen on sekiz yıl içinde
Bj0rn Hansen hep "Ben bakanlıkta memurdum" der ama asla hangi
bakanlık olduğunu belirtmezdi) ve ona hangi bakanlıkta görevli
olduğu sorulduğunda, "Eh, bir bakanlık işte, hangisi olduğunun
ne önemi var, hatırlamıyorum" derdi. Her ne kadar herkes onun
yalan söylediğini, aslında devlet bürokrasisinin merdivenlerini tır­
manmakta olduğunu bilse de o bu açıklamasından vazgeçmezdi.
Yükselmeye bir itirazı yoktu ve bunu çok doğal buluyordu , bölüm
şefi, daire müdürü olmayı pekala hayal edebiliyordu , bakanlıktaki
işinden memnundu , bütçe hesaplamalarını heyecan verici buluyor­
du , üzerinde çalıştığı çeşitli hesaplamaların yüz binlerce Norveçli­
nin günlük hayatı açısından anlam taşıdığının bilincindeydi, böyle
düşününce de işine ilgisini hiç kaybetmiyordu. Bj0rn Hansen man­
tıklı bir iş yürütüyordu ve bu işe devam etmeyi de düşünüyordu . Ne
var ki Turid gülerek ona Kongsberg Defterdarlığı Vergi Dairesi'nde
müdürlük pozisyonuna başvurmasını teklif ettiğinde bakanlıktaki

16
kariyerine veda etmekte hiçbir beis görmemiş ve o tarihten bu yana
geçen on sekiz yıl içinde de eski işini hiç özlememişti.
Turid'in hatırı için mi vergi memuru olmuştu? En azından şunu
söyleyebiliriz , o teşvik etmese vergi memuru olmayacaktı. Birlik­
te yaşadığı erkeğin vergi dairesinde müdür olduğunu düşünmek
Turid'i o denli neşelendirmese olmayacaktı. Çılgınca bir şeydi bu ,
Turid'in gözleri pırıl pırıl parlıyordu ve Bj0rn Hansen şöyle düşün­
müştü : 'Tamam, öyle yapayım bari, yahu ben bunu kesinlikle yapa­
nın!" Yapmaya karar verdiği anda da içini delişmen bir memnuniyet
kapladı. Bu şimdiye dek yaktığı köprülerin sonuncusu oluyordu . Ve
sonucunda Bj0rn l:lansen'i Turid Lammers'e bağlıyordu . Bu kente.
Büyük ve bakımsız Lammers Villası'nda yaşayacakları ilişkiye. Onca
absürd özelliğine rağmen hala cazibesini kaybetmeyen bu maceraya.
Daha ilk günden, Turid'i (ve hatta kendisini de) şaşırtan bir
ciddiyet ve şevkle işe koyulmuştu . Biraz da müdür olma sırasında
önlerine geçtiği meslektaşlarının ofiste kendisine karşı koyduğu
tavrı ilk dakikadan itibaren fark etmesinden dolayıydı bu . İşin
doğrusunu söylemek gerekirse onlara biraz fenalık ettiğini düşü­
nüyordu . Aslında bu pozisyon onlara aitti, birbirleriyle kıran kırana
mücadele edecekler, kazanamayan kazanana garez besleyecek, içten
içe her türlü itlikten geri kalmayacak ve hep terslik çıkaracaktı, oysa
şimdi ona , yani yeni vergi müdürüne karşı kötülükte birleşmişler
ve kendi aralarında arkadaş, hatta sosyal hayatta dost olmuşlardı.
Doğrudan liderlik pozisyonuna getirilen bir insan olarak (emrinde
on altı kişi çalışıyordu) mücadele edeceği iki şey çıkmıştı karşısına.
Entrika ve fesatlık. Kariyerinin doğal zirvesi olarak hak ettiğini
düşündüğü vergi müdürlüğüne bir terslik sonucu atanamayan elli
yaşındaki bir vergi dairesi memurunun ne gibi fesatlıklar yapabi­
leceğini tarif etmek güç olabilir. Üstüne üstlük bu dairedeki gibi
aynı kumaştan biçilmiş iki parça, başka bir deyimle bir elmanın
iki yansı gibi birbirine benzeyen iki insan söz konusuysa vergi
dairesindeki ortamın epeyce gergin olduğundan söz edebiliriz.
Kaskatı, kemikleri çatırdayan kamu personelinin sabahtan akşama
dek pineklediği devlet dairelerinin köşe bucağında birikmiş olan
şey -çoğu insanın zannettiği gibi- toz değil, iltihap ve tutkuydu .
İşte bu çalışma ortamı Bj0rn Hansen'i insan olarak değilse de vergi
müdürü olarak katılaştırmış ve hatta olgunlaştırmıştı, zaten önemli
olan da iş hayatıydı.

17
Bj0rn Hansen'ın Kongsberg Defterdarlığı Vergi Dairesi müdürü
olarak daha ilk günden, yaptığı şeye ciddiyet ve şevkle sarılmasının
bir nedeni de bunun onun işi olmasıydı. Bir işe başvurmuş ve işe
alınmıştı. Bu onun hayattaki görevi değildi, yalnızca bir işti. Bj 0rn
Hansen'a göre çalışmak zorunlu bir belaydı. Daha önce de değin­
diğimiz gibi Bj 0rn Hansen zorunlu belalardan hangisini tercih edi­
yorsa kendisini ona hazırlayacak, o alanda yetkinlik kazandıracak
bir eğitim almayı seçmişti. İnsan işini bitirince hayatının gerçek
anlamı olan şeye yönelebilirdi, (bu da Bj 0rn Hansen için bir kadındı
tabii) . Bir kadınla, Turid Lammers'le beraber yaşamaya yani. Ancak
birey her şeyden önce çarklar dönsün, toplum işlevini iyi bir şekilde
yerine getirebilsin, kasapta et bulunsun, çocuklar ve gençler okula
gidebilsin, üzerlerine giyecek bir şeyleri olsun, elektrik düğme­
leri çalışsın, musluklardan su aksın, birileri radyoda konuşsun,
diğerleri o radyoları imal etsin, birilerinin işletmesini üstlendiği
mağazalara diğerleri araçlarla taşıma yapsın, radyo bozulduğunda
tamircisi bulunsun ve böylelikle tekerlekler dönsün diye, Kongsberg
kar altına gömülürken kar küreyici araçlar taze karı yol kenarına
süpürebilmek üzere banketlere yığılmış sıkışmış karı kaldırıp götür­
sün, bu çark işlesin diye sosyal imeceye , yani işgücüne katılmakla
yükümlüdür. Bu bağlamda Bj0rn Hansen devletin ve belediyenin
ihtiyacı olan mali kaynakları halktan toplamakla görevlendirilmiş
bir daireyi yönetme görevini üstlenmişti. Bu taşra kentinde devletin
amansız vergi tahsildarı, otoriter bir memuruydu .
Kongsberg Norveç'in iç kısımlarında, ülkenin tam ortasında yer
alır. Bir kavis çizerek kenti boydan boya geçen ve Eski Kongsberg'i
yeni Kongsberg'den ayıran Lagen ırmağı kıyısında kurulmuştur.
Madencilik ve nehirde kereste taşımacılığı gibi iş kollarım sembo­
lize eden gerçekçi heykellerle süslenmiş görkemli bir köprü her iki
yakayı birbirine bağlar. Modern şehir merkezi Norveç'in diğer kent­
lerine çok benzer, anacaddeleri yün örgü şişlerinden ileri teknoloji
ürünü bilgisayarlara kadar çağdaş uygarlığın insanlara sunduğu her
tür malın bol bol satın alınabileceği mağazalarla doludur. Burası
kentin kalabalık olan kesimidir. Eski kent merkezindeyse daha
çok idari binalar yer alır. O tarihlerde, yani 1 970'lerin başlarında
bu resmi binaların civarında harap vaziyetteki ahşap tarihi yapılar
bulunmaktaydı. Tepede muhteşem bir kilise. Polis merkezi olarak
hizmet veren eski ve soylu bir konak. Ürkütücü bir cezaevi. İtfaiye

18
binası ve tüm müdürlükleri barındıran belediye. Bütün bu yapılar
kilisenin önündeki meydanı çevreliyordu .
Kent gümüş madeni işletmelerinin e trafında inşa edilmişti.
Danimarka-Norveç Birleşik Krallığı sınırlan içindeki tek gümüş
madeni yatakları burada bulunmaktaydı ve kent 1 7 . yüzyılda Kral
iV. Christian tarafından kurulmuştu . Binlerce maden işçisi, Alman
madencilik uzmanları ve krallığın Danimarkalı yerel yönetici kad­
rosu burada yaşıyordu . Kent güzel bir coğrafyaya yerleşmişti, çev­
resindeki dağlar ilkbahardan sonbahara dek yemyeşil, kış aylarında
bembeyaz bir örtüyle kaplanırdı. N ehir ilkbahardan sonbahara
dek masmavi akar, kışınsa donar, bembeyaz olurdu . Kongsberg
Silah Fabrikası ve günümüzde de bozuk para kesmeye devam eden
Kraliyet Darphanesi buradaydı. Bunun dışında fabrikalar, ticari
işletmeler, tüccarlar, diş hekimleri, avukatlar, doktorlar, memurlar,
mağaza satış elemanı kadınlar, büro sekreteri kadınlar, öğretmenler,
belediye memurları ve işçiler vardı burada. Bu çalışanların tümü
vergi mükellefiydi.
Bj 0rn Hansen hem birey hem de vergi dairesi müdürü olarak bu
kentle çabucak kaynaştı. Kısa bir süre sonra, Lammers Villasıyla
ofisinin bulunduğu belediye binası arasında her gün yürüdüğü
yolda karşısına çıkanlarla selamlaşmaya başlamıştı. Günde iki kez ,
sabahlan ve akşamlan bu güzergahı takip ediyordu . Günün ço­
ğunu ofisinde geçiriyor, ara sıra da belediye başkanıyla toplantı
yaparak, toplanan vergiler hakkında ekonomik rapor veriyor, büt­
çede öngörülen gelirlerle toplanan gelirler arasındaki hesapların
denkliğini ortaya koyuyordu . Rahat bir hayatı vardı, işi sorumluluk
gerektiriyordu ancak çok zorluk da çekmiyordu . Rutin bir görev
olduğundan bir kez yapma alışkanlığını kazandıktan sonra gerisi
kendiliğinden geliyordu . Hiçbir zaman eve iş götürmesi gerekme­
mişti. Herkesin kendisine dostça davrandığını hissediyordu . Çok
az kişi onu devlet otoritesini temsilen halka korku salan bir vergi
toplama, gecikmiş harçları tahsil etme memuru olarak görüyordu .
Çok az kişi onun resmi evraklara imza atmasının devletin kendine
düşen payı halktan tartışmasız bir şekilde aldığı anlamına geldiğini
düşünüyordu . Oysa emrinde çalışan vergi memurları, Vergi Müdürü
Bj 0rn Hansen'in imzasını taşıyan bir evrakla evlerin kapısını çalı­
yor, kibarca içeri girip itirazlara aldırış etmeden vergi mükellefinin
devlete olan borcuna karşılık evdeki televizyon, mobilya, tablo gibi

19
eşyaları rehin alıp götürüyorlardı. Hatta Bj0rn Hansen işyerleri ve
işletmeler hakkında da, yalnızca sahiplerini değil, oralarda çalışıp
alınteri döken emekçileri de etkileyen iflas kararları alıyordu . Yine
de sokakta karşılaştığı insanlar ona dostça selam veriyor, o da bu
selamlara dostça cevap veriyordu. Vergi dairesindeki iç çekişmeler,
yani yabancı bir adamın Kongsbergli saygın ve sadık iki memura
cephe almış olduğu konusunda halk arasında dedikodular dolaşsa
da yeni müdürün selamlaştığı kişilerin sayısı az sayılmazdı. Bunun
nedeni kısmen, Bj0rn Hansen'in görevi dolayısıyla hemşerilerinin
çoğuyla ve azımsanmayacak sayıdaki ticari işletme sahipleri ve
kamu sektörü çalışanlarıyla temas halinde olmasıydı . Ancak asıl
neden, selam verdiği kişilerden hemen hepsinin kendisiyle aynı
derneğin, Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun üyesi olmalarıydı.
Evet, Bj0rn Hansen Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun üyesi,
hem de çok aktif bir üyesiydi artık. Onu bu dünyanın içine Turid
Lammers çekmişti. Çok gençken amatör tiyatroda oynamış olan
Turid, memleketine dönünce tüm eski arkadaşlarının hala üyesi
olduğu Kongsberg Tiyatro Topluluğu'na katılmakta gecikmemişti.
Ayrıca Turid Lammers gruptan uzak kaldığı yıllar boyunca kendini
geliştirmiş, Norveç'te ve Fransa'da tiyatro eğitimi almıştı. Kongsberg
Lisesi'nde drama dersleri veriyor, ayrıca İngilizce ve Fransızca gibi
daha çok tercih edilen derslerin öğretmenliğini yapıyordu . Turid
Lammers değerli bir kaynak kişi olarak görüldüğünden Tiyatro
Topluluğu onu bağrına basmış, onun da Bj0rn'ü katılmak üzere ikna
etmesi fazla zaman almamıştı. Bj 0rn başlangıçta çekimser kalmış ve
oyuncu olmadığını söylemişti, ne var ki Turid'e göre tiyatroda yapa­
bileceği başka görevler de bulunuyordu , önemli olan bir topluluğa
ait olmaktı. Ancak Bj 0rn Hansen oyuncu olmadığından bu tiyatro
çevresinde ikinci sınıf insan yerine konmaktan endişe ediyor ve bu
duruma düşmek istemiyordu . Turid buna şiddetle karşı çıkarak hiç
kuşkusuz Bj 0rn'ün ileride iyi bir oyuncu olacağını , ancak henüz
denemediği için böyle düşündüğünü söylemişti. Üstelik Kongsberg
Tiyatro Topluluğu'nda herkesin eşit olduğu ilkesi geçerliydi, baş­
roller dönüşümlü olarak oynanır ve herkesin katılımı sağlanırdı,
ayrıca ortaya bir gecelik bir oyun çıkarabilmek için üstlenilmesi
gereken pek çok görev vardı. Sonunda Bj 0rn üyelik başvurusunu
yaptı, topluluğa katıldı, artık provalara giderken sevgilisine eşlik
ediyordu , böylelikle o camianın bir parçası olmuştu .

20
Kongsberg Tiyatro Topluluğu yılda bir <;>yun sahnelerdi, bu da o
yılın olayı olurdu . Oyun hazırlıklarına Noel tatili sırasında başlar,
onu izleyen yıl sonbaharın sonlarına doğru Kongsberg Sineması'nda
altı temsil verirlerdi. İlk oyunun hazırlıkları sırasında Bj0rn Hansen
her türlü işe koşturdu, sahnenin dekor ve aksesuar sorumluluğunu
yüklendi. Ayak işlerine baktı, başvuru dilekçelerinin peşinde koştu ,
bilet satışı organizasyonuna yardım etti, para toplama işiyle ilgilen­
di, bütçeyi hazırladı, vergi dairesi ve belediyede yakında başlayacak
yeni oyunun reklamını yaptı; oyunun temsil günleri geldiğinde
perde kapalıyken onu sahne gerisinde dekor taşırken, her bir sahne
değişiminde de dekor ve aksesuarları taşırken bulmak olanaklıydı,
salonu dolduran yüzlerce seyirci kan ter içindeki Bj 0rn Hansen
tarafından çekiştirilen ağır dekor parçalarının, yerine bırakılan iri
bir koltuğun çıkardığı sesleri duyabiliyordu . Perde açılınca da kulise
koşuyor, geri plandan oyunun her anını, seyircilerin tepkilerini
izliyor, hemen yanından geçerken usulca bol şans dilediği ve sahne
ışıklarına adımım atan diş hekimi Herman Busk'ün o gece şarkı
söylerken kendisini aşıp aşmayacağını merak ediyordu .
Evet, bu dünyanın içine çekilmişti. Amatör tiyatro yapan bu
camiayı çok sevmişti. İnsanlarla tanışmıştı. Turid'le ortak bir hobi
sahibi olmuşlar ve hatta buna tutkuyla bağlanmışlardı . Turid
Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun itici gücü olmuştu , bir bakıma
profesyonel sayılabilirdi, ne de olsa drama dersleri vermekteydi .
Sahneyi çok seviyor ve seyirciyi avcunun içine almayı başarıyordu ,
Bj 0rn Hansen kuliste durmuş , uğruna buralara geldiği kadının
tüm Kongsberglileri büyülemesine tanık oluyor ve bundan gurur
duyuyordu . İzleyiciler nezdinde büyük zafer kazanan Turid tüm
vücudu titreyerek ve yüzünde anlaşılmaz , adeta hayal dünyasında
yaşar gibi bir ifadeyle kulise geldiğinde Bj 0rn onu gözlemlerdi .
Kulağına "Muhteşemdi" diye fısıldadığında Turid irkilir ve bir
sonraki sahnesine hazırlanmak üzere hızla soyunma odasına doğru
yürürdü . Evet, Turid Lammers'in Kongsberg'e dönüşü Kongsberg
Tiyatro Topluluğu açısından büyük kazanç olmuştu . Topluluğun
çekirdek üyesiydi Turid. Sahnedeki ve sahne arkasındaki her konu­
yu biliyor ve her şeyi yapabiliyordu . Ancak şımarık bir primadonna
değildi. Başrolleri kendine saklamaz , başka oyunculara verirdi.
Destekleyici ama önemli rollerde sivrilip kendini göstermeyi se­
verdi. Diğer oyuncular Turid'den başrol oynamasını isterlerdi ama

21
o kabul etmezdi. Doğru olmaz bu , derdi. Ancak sahne gerisin­
de başrol onundu . Örneğin kostümler konusundaki düşünceleri
daima kabul görürdü . Kumaş seçiminde karar son aşamada ona
aitti. Oyunu yönetmesi düşünülen kişi Turid Lammers'in onayı­
nı alamazsa rej isör olamazdı. Lammers Villası Kongsberg Tiyatro
Topluluğu'nun hazırlık aşamasında merkez üssüydü ; kostümler
burada dikilir, yeni düşünceler burada geliştirilir, eğlenceler burada
düzenlenirdi. Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun dostları villaya
günün her saatinde diledikleri gibi girip çıkarlardı. Demiryolla­
rında çalışan yakışıklı jan Grotmol buraya gelirdi. Bas ses tonu
ve hafif bozuk N orveççesiyle büyük sükse yapan Kongsberg Silah
Fabrikası mühendisi Brian Smith buraya gelirdi. Yalnızca İngilizce
konuşan, Norveççe bilmeyen elişi öğretmeni Bayan Smith buraya
gelirdi. Hastaneden Dr. Schi0tz , eski posta müdürü Sandsbraten
buraya gelirdi. Turid Lammers'in başrollere uygun bulduğu , bu
nedenle ona şükran duyan kentin güzel kadınları buraya gelirdi.
İleride Bj 0rn Hansen'in en iyi dostu olacak diş hekimi Herman
Busk buraya gelirdi. Yaşlı tezgahtarlar, genç öğrenciler, bahçıvanlar,
kaynakçılar, Kongsberg yöresindeki okullarda görev yapan her yaş­
tan kadın veya erkek öğretmen ve sağlık sektörü çalışanları buraya
gelirdi. Aralarında iki de işçi vardı.
Burası herkesin hevesli olduğu bir ortamdı, ancak bir miktar
da kendini beğenmişlik seziliyordu . Üyeler kendilerini kültürel ve
sosyal açıdan zengin kaynak kişiler olarak görüyorlar, bu hobilerini
adeta bir tutku , bir görev aşkı olarak kabul ediyorlardı. Aslında
bütün insanların içinde onlara hayat veren bir güç mevcuttur ama
bu güç genelde dizginlenir, baskı altında tutulur, oysa bu tiyatro
topluluğundaki kişiler oyun yoluyla kendilerini özgürce ortaya
koyabiliyorlardı. İdealleri oyun oynayan insan ya da onların dedi­
ği gibi homo ludens olmaktı. Bj 0rn Hansen'in kaderi de böyle bir
insanı temsil etmek olarak şekilleniyordu . Çünkü her ne kadar
öncelikle Turid Lammers'in sevgilisi olarak kendini bu ortamın
içinde bulduysa da sonraları, tiyatrocuların oyundan önce kulisten,
perdenin aralığından salonu gözleyip beklenti içindeki izleyicilerin
bu aydınlık sinema salonundaki koltuklarda yerlerini almalarını
izlemeleri Bj 0rn Hansen'i de büyülemişti. Bu amatör topluluk fars
ya da operet türü oyunlar sergiliyordu . Her yıl sezon başında Kong­
sberg Tiyatro Topluluğu'nda, başarı kazanması kesin "yanlışlıklar

22
komedyası" tarzı bir fars mı sergilensin, yoksa daha kapsamlı olan
operete mi teşebbüs edilsin şeklinde bir tartışma yaşanırdı. Kazanan
genelde operet ya da müzikal olurdu. My Fair Lady. Tirol'de Bir Yaz.
Oklahoma. Ber Berson. l 970'li yılların oyunlarıydı bunlar. Bj0rn
Hansen sahneye adımını Oklahoma müzikalinde figüran olarak
attı. Kovboy giysileri içinde koroda görev alıyor ve dans ediyordu ,
birkaç basit dans figürü öğrenmişti, sesi yettiğince de şarkı söy­
lüyordu . Sonuç pek de fena değildi. İlk deneyimden sonra her yıl
sahne aldı. Bj 0rn Hansen'le karşılaştırıldığında bu kadar çok ope­
retin nakarat bölümünü seyirci karşısında seslendirmiş az sayıda
Norveçli mevcuttur demek hiç de abartılı olmayacak. O güne dek
hiç sahneye çıkmamış olmasına karşın oyunculuk deneyimi gayet
iyi gidiyordu. Bj 0rn Hansen şaşkına dönmüştü , ne var ki Turid
Lammers bu duruma hiç şaşırmadığını söylüyordu , hatta karı koca
gibi yaşamıyor olsalardı bir sonraki yıl Bj0rn'e çok daha büyük bir
rol teklif edebileceğini sözlerine ekliyordu .
Bj 0rn Hansen'in yaşamı böyle şekillenmişti. Artık böyleydi ha­
yatı. Kongsberg'de Turid Lammers'le birlikte yaşamak. Kendini bu
kadınla beraber yaşamak zorunda hissediyordu , aksi halde büyük
pişmanlık duymaktan korkuyordu . Turid Lammers bulundukları
ortamın daima merkezindeydi. Güzelliği ve zarafeti herkesin gö­
zünü kamaştırıyordu . Niçin evlenmiyorlardı? Zira Bj 0rn Hansen
ağzından çıkacak böyle bir teklifin onu Turid Lammers'in gözünde
küçük düşüreceğini varsayıyordu . Her şeyi terk ederek ve hiçbir
garanti talep etmeksizin Turid'le beraber yaşamak üzere Kongsberg'e
gelmemiş miydi? Çevredekiler Bj 0rn Hansen'in Lammers Villa­
sı'ndaki mevcudiyetini çok doğal görüyorlardı. Her şeyi geride
bırakarak Turid Lammers'le yaşama şansına kavuşmuş bir adamdı o.
Turid Lammers'in Kongsberg Tiyatro Topluluğu ortamındaki yaşan­
tısına bakınca Bj 0rn Hansen de bunun böyle olduğuna inanmıştı.
Ancak Bj 0rn Hansen, Turid Lammers'in bir başka özelliğine de tanık
oluyordu : Genç kadın, sona ermiş, artık var olmayan şeylerle bağı­
nı koparamıyordu . Turid Lammers hiçbir yere doğru gitmiyordu ,
hayatına bir yön çizmemişti, yalnızca o an ve orada var oluyor, ışık
saçıyordu. Bütün bu hevesinin, coşkusunun, planlarının, günün
her saatinde okulda, çiçekçi dükkanında, Tiyatro Topluluğu'nda
ve Bj 0rn Hansen'le yaşadığı hayatta ortaya çıkan enerjisinin tek bir
hedefi vardı: Anı yaşamak.

23
Bj 0rn Hansen çok riskli bir oyun mu oynuyordu? Bir gece
uyandığında Turid'i yatakta yanında bulamadı. Kongsberg'e geleli
yaklaşık bir yıl olmuştu ve yeni hayatına henüz uyum sağlamıştı.
Turid'in yanında olmadığını gördü , saate baktı. Dört. Turid gece
provaya gitmek üzere evden çıkmıştı. Yatakta döndü durdu, bir
türlü uyku tutmuyordu . Turid saat beş buçukta eve döndü . Nerede
kalmıştı? Nerede mi kalmıştı? O özgür bir kadın değil miydi? Bj 0rn
Hansen belirli koşullar altında insanın özgürlüğünün ne olabileceği
konusunda bir tartışma başlatmak istemedi ve gidip yattı. İki saat
sonra kalktığında Turid'i her zamanki gibi kahvaltı sofrasında bul­
du . Turid bütün gece jan'ın bekar evinde oturup sohbet ettiklerini
anlattı. Bj 0rn Hansen başını salladı. jan o yakışıklı demiryolcuydu .
Tirol'de Bir Yaz müzikalinde Sigismund rolünü oynuyordu , Tu­
rid Lammers'le bir sahneleri vardı ve onun provasını yapmışlardı.
"Evet, tamam." "Evet tamam mı, yani bunda kıskanılacak ne var? "
"Ben kıskanmıyorum ! " "Kıskanmıyor musun? " Turid Lammers
güldü. Aşağılayıcı bir tonda kahkahalarla gülüyordu . Turid öylesine
ısrarcı oldu ki Bj0rn Hansen sonunda onu kıskandığım, aklından
türlü türlü şeyler geçirdiğini ve jan'la beraber olduğunu varsayarak
canının çok sıkıldığım itiraf etmek zorunda kaldı.
Aslında bu doğruydu . Gerçekten de kıskanmıştı. jan'ın Turid'le
birlikte prova yapacağını biliyordu , sabahın dördünde uyanıp onu
yanında bulamayınca, başka bir yerde başka bir erkeğin, muhteme­
len yakışıklı demiryolcunun, ansızın içindeki şehveti ateşleyen bu
homo l udens 'in yanında yatmış uyumakta olduğunu düşünmüştü .
Bj 0rn Hansen kendini terk edilmiş hissetmiş, Turid'i kaybetmekten
korkmuştu . Turid onun bu itirafına memnun oldu . Ancak kıskanç­
lık duymasının Bj0rn için haysiyet kırıcı bir durum olduğunu , hatta
bunu kendine yapılmış bir hakaret sayacağını söyledi. Aralarında
hiçbir şey geçmemişti ve bunun böyle olduğunu Bj 0rn'ün bilmesi
gerekirdi. jan'la uzun bir muhabbete dalmışlardı. jan hayattan bek­
lentilerini anlatmıştı Turid'e ve saatler akıp gitmişti. Turid gerçek
yaşamın bu kentten başka bir yerde olduğuna inanan ve orada
yaşamak isteyen bu genç adama kulak vermişti, genç adam çok
yakışıklıydı ve hayalleri vardı, ansızın ona böylesine açılması Turid'i
mest etmişti ve evet, zaman kavramını yitirmişti. Saatin bu kadar
geç olduğunu , Bj 0rn'ün uyanıp endişeye kapıldığım bilseydi elbet­
te daha erken ayrılırdı oradan. Nedendir bilinmez, Bj0rn Turid'e

24
inanmıştı, o geceden sonra da Jan'la aralarında bir şey olmadığına
dair verdiği güvenceye hep inandı.
Gerçekten de Turid Lammers'in, Bj0rn'ün yer almadığı bir sahne
provasından benzer bir şekilde eve sabaha karşı geldiği olurdu , za­
man zaman da her ikisinin katıldığı bir provadan ya da Tiyatro Top­
luluğu çevresinde sık sık verilen partilerden Bj 0rn'ün ısrarı üzerine
gönülsüzce ayrılırdı, çünkü kadının varlığından ilham alarak o anı
yakalayıp emprovize bir sahne çıkaran, oyun kostümünü giymiş,
kendinden emin gerçek bir homo ludens karşısında Turid'in gözleri
ışıl ışıl parlardı; o partiyi terk etmek, vergi dairesinin sabah dokuzda
açılacak olması ve vergi dairesi müdürünün -kaç saat uyuyacağını
kendi belirlediği- uykusunu almadığı durumlarda dairenin görevini
yapamayacağına inanması gibi hiç de akla yatkın bulmadığı bir
sebepten dolayı sevgilisiyle birlikte eve dönmek gelmezdi içinden.
Turid açısından vergi dairesi müdürünün bu hali hiç anlaşılmayacak
bir şeydi. Zira lise öğretmeni Lammers'in Tiyatro Topluluğu'ndaki
partiden çıkıp dosdoğru öğretmen kürsüsüne gittiği zamanlarda
bile Kongsberg Lisesi yıkılmamış, sapasağlam ayakta kalmıştı. Öğ­
retmen Lammers'in ders verdiği sınıfların öğrenci karneleri buna
tanıklık edebilirdi. Hatta Lammers kız kardeşlerin küçüğü kıskanç
sevgilisi tarafından eve sürüklenmemiş, tersine bütün gece eğlenip
sabahlara dek dans etmiş bile olsa Lammers'lerin çiçekçi dükkanı
saat tam dokuzda kapılarını açar, satıcı kızlar tezgahta yerlerini
alırdı, müşterilerin dükkana gelmemesi söz konusu değildi. Bu gibi
zorunlu eve dönüşlerde Bj0rn Hansen Turid'in yanında kaskatı,
dimdik yürürdü. Evet ama Bj 0rn Hansen yine de Turid'in verdiği gü­
vencelere ve onu kaybetme korkusunun sebepsiz olduğuna inanırdı.
Peki ama niçin kıskançlık duyuyordu? Niçin partiden eve dö­
nerken onun yanında kaskatı, dimdik yürüyordu ? Niçin Tiyat­
ro Topluluğu'nun neşeli konukları keyifli bir partinin ardından
Lammers Villası'ndan ayrıldıktan sonra o içine hapsettiği öfkeyle
titriyor ve hep içinden geçen mesajı dile getirerek, Turid'e seni ar­
tık kaybediyorum diye haykırıyordu? Bu defalarca tekrarlanan bir
sahneydi. Göz kamaştıran merkez olarak Turid Lammers ve çevre­
sinde toplanan hayranları. Birlikte yaşadığı sevgilisi Bj 0rn Hansen
bu hayranlardan biriydi. Turid'in merkezde yer alması onun top­
luluğun tam ortasında oturduğu anlamına gelmezdi, zira Turid'in
zarafetinin bir öğesi de alçakgönüllülüğüydü. Turid başrolleri diğer

25
üyelere vermekle yetinmez , topluluğun geometrik orta noktasında
yer almayı da başkalarına bırakır, kendisi çevredeki küçük masa­
lardan birine otururdu , böyle bir masada önce etrafı kadınlı erkekli
bir grup tarafından çevrilmiş bir şekilde oturur, gecenin ilerleyen
saatlerinde yanında sadece üç veya iki erkek kalır ve en sonunda
da bir oyun metnini ezberden ve ilk kez ona okuyan bir erkekle baş
başa oturuyor olurdu ; örneğin o gün Eik Öğretmen Okulu mezunu
bir öğretmen Kongsberg yöresindeki dağlara hayranlığını anlatan
muhteşem bir metni okuma, her amatör tiyatrocunun hayali olan
şeyi gerçekkştirme, yani yepyeni monoloğunu parıldayan bir çift
göze, yarı aralık dudaklara ve el kol hareketlerinde Fransız zara­
fetine sahip, hem ulaşılmaz hem de çok yakın bir seyirci önünde
sahneleme şansını yakalamıştı. Ne var ki bu amatör oyuncu göz­
lerden uzak bir masada yalnızca bir kadına oynamayı hayal ettiği
gizli monoloğunun ansızın bir kitlesel gösteriye dönüştüğünü,
onu hayranlıkla izleyen Turid Lammers'in önünde diz çökmekle
salonda bulunan herkesi temsil eden bir figüran haline geldiğini
fark etmemiş miydi? Bu durumda insanların bakışları Bj0rn Hansen
üzerinde mi toplanmıştı? Hayır, gözlerini Bj0rn Hansen'e çevirenler
yalnızca gruba ve bu gibi toplantılara yeni katılanlardı. Zaman geç­
tikçe onlar da tepki vermezlerdi. Çünkü herkes Turid Lammers'in
sevgilisi Bj 0rn'e sadık olduğunu bilirdi, bu da insanların genç ka­
dına duyduğu hayranlığı güçlendirirdi. Turid her ne kadar masaya
zincirlenmiş gibi karşısında oturan o gecenin seçilmiş kavalyesinin
kendisine hayranlığını göstermesine, onu baştan çıkarmaya çalış­
masına izin verse de genç adam gecenin sonunda kalkıp evine tek
başına döneceğini bilirdi. (Evine tek başına dönmese bile yatağa
yalnız giderdi, çünkü Turid Lammers seçilmiş kavalyenin evini,
apartman dairesini ya da bekar odasını aralarında ateşli bir öpüşme
geçmeksizin terk ederdi, ancak Turid'in Bj 0rn'e itiraf ettiği gibi za­
man zaman gecenin sonuna doğru kavalyesine yumuşak ve tatlı bir
öpücük verdiği olmuştu.) Bj0rn Hansen bunu biliyor, bu nedenle de
hislerini belli etmemeyi başarıyordu . Ne var ki misafirler kapıdan
çıkar çıkmaz sabrı taşıyor, kıskançlık duygusu baskın çıkıyordu .
Turid Lammers böyle zannediyordu . Ancak aslında Bj0rn'ün bu
yaptığı sahtekarlıktı ve bunu Turid için yapıyordu .
Çünkü Turid'in tüm kadınlık cazibesini Tiyatro Topluluğu'nun
o gece için seçilmiş kavalyesi üzerinde , bu yaptığı sevgilisinin kıs-

26
kançlıktan çıldırmasıyla sonuçlanmaksızın deneyebileceğini dü­
şünmeye cesaret bile edemiyordu. Onu üzmek aklından geçmezdi.
Yani nasıl bir senaryo olacaktı o zaman? jan üç saat boyunca Turid'e
kur yaptıktan sonra diğer konuklarla birlikte kalkıp gidecek, Turid
yapayalnız kalacaktı. Bunun üzerine yan odada oturup kitabını oku­
makta olan sevgilisi onun yanına gelip "Bir fincan çay ister misin? "
diye dostça bir soru m u soracaktı? Yo hayır, böyle olmasındansa
Bj0m Hansen'in pılısını pırtısını toplayıp Lammers Villası'ndan
taşınması, Kongsberg'i terk e tmesi daha iyiydi. Onları birbirine
bağlayan şey zaten ortadan kalkmış olacaktı.
Yani kısacası Bj0m Hansen gözlerini sevgilisinden hiç ayırmıyor,
adeta onun bekçiliğini yapıyordu . Kıskançlıktan çatlarcasına bir
kenarda oturuyor, yargıç vekili Stabenfeldt'le ya da bir süreliğine
takıldığı hatta olanca koketliğiyle Eski Kongsberg'in merkezindeki
yıkık dökük dairesinde birlikte zaman geçirdiği tiyatro delisi işçi Per
Br0nnum'la muhabbet eden sevgilisini göz hapsinde tutuyordu. Ne
var ki gerçekte bu durum umurunda bile değildi. Turid Lammers'in
ona ihanet ettiğine inanmıyordu , bunu hayal bile edemezdi, çünkü
genç kadın böyle bir şeyi onun yüzüne açıkça söyleyecek yapıdaydı.
Ama kıskançlık krizine girmiş gibi yapıyor, kıskançlığın tüm
klasik belirtilerini Turid'e gösteriyordu . Tam olarak oynuyor da sa­
yılmazdı, kıskançlığın karanlık ve dolambaçlı tünellerini, derin bir
terk edilmişlik duygusunu ve kara bir öfkeyi, tiksintiyi, itilmişliği
hissediyordu ve bütün bunlar içinden kapkara, derinden ve onu
titreterek akıyordu . Ama yaptığı sahtekarlıktı. Buz gibi soğuk bir
şekilde oturuyor ve kendini gözlemliyordu , çaresizlik içinde odada
bir o yana bir bu yana gezinerek genç kadına suçlamalar yağdıran
adam ve kendisine yöneltilen bu suçlamaları duygulanarak dinleyen
kadın. Evet, Bj0m işte bu şekilde Turid Lammers'e moral vermekte,
onu el üstünde tutmaktaydı.
Yani Bj 0m Hansen biliyordu. Ne yaptığının farkındaydı. Turid
Lammers'le Kongsberg'de yaşamaya kararlıydı. Kongsberg'de vergi
müdürü olarak çalışacak, boş zamanlarını amatör tiyatro yaparak
değerlendirecekti. Turid'e duyduğu aşk öylesine güçlüydü ki kıs­
kançlık onu çıldırtabilirdi. Kapıldığı · cazibeyi tüm yoğunluğuyla
yaşayabilmek için terk etmemiş miydi her şeyi? Bu yoğun duy­
gular olmazsa geriye ne kalacaktı? Ama Bj0m Hansen biliyordu .
Ne yaptığının farkındaydı. Genç kadınla birlikte geçirdiği yedi yıl,

27
ilişkilerini koruma yolunda ona düşen görevin zaman zaman sahte
kıskançlık krizleri sergilemek olduğunu Bj 0rn Hansen'e öğretmişti.
Turid'i tanımış, iç dünyasını öğrenmişti. Onun hakkında boş ha­
yallere kapılmıyordu artık.
Hayat buydu . Tam yedi yıldır Turid Lammers'le birlikte yaşıyor­
du , yakında kırk yaşına girecekti, orta yaşlı bir adam oluyordu yani.
Neydi hayatın ona verdiği? Kongsberg Vergi Dairesi müdürüydü ,
eh, bu da bir şey sayılırdı. Amatör tiyatro oyunculuğunda yetenekli
olduğuna inanıyordu . Her sonbahar bir hafta boyunca, altı akşam
üst üste gösterilerin yapıldığı Kongsberg Sineması'nın eğimli sa­
lonunda durmaktan mutluluk duyuyordu . Evet, garip ve sahici
bir mutluluktu bu . Lammers Villası'nda Turid Lammers'le birlikte
yaşayan erkek olarak geçirdiği yedi yıldan sonra ramp ışıklarına
çıkmanın, iki öğretmen ve Doktor Schi0tz'le yan yana durup aynı
anda, aynı tonda o şarkı kuplesine başlamanın, dört erkeğin sol ayak
topuğunu aynı anda aynı şiddetle yere vurmasının, Kongsberg Sine­
ması'ndaki o sıcak atmosferin, proj ektörlerin aydınlattığı sahnede,
salonu dolduran, karanlıkta kalmış seyircilerin karşısında yer alma­
nın verdiği mutluluğunun farkındaydı artık. Gövdenin heyecanla
titreyişi , hareketlerde gösterilen dakiklik, dikkat ve hassasiyetin
verdiği haz . Salondaki karanlığın karşısında, onları, yani sahnede
rol yapan dört figüranı izleyen, karanlıkta gizlenmiş bin ağız ve
iki bin gözün önünde durmak. Evet, işte sahnede böyle durmayı,
buna ilaveten tüm oyuna destek vermeyi, tiyatro kardeşliğinin bir
parçası olmayı çok seviyordu . Ama gerçek hayat bu muydu ? Bj 0rn
Hansen kendine bunu soruyor, soluk alabildiği, düşünceleriyle baş
başa kalabildiği yere , kitapların dünyasına kaçıp saklanıyordu sık
sık. Turid Lammers kimdi? Genç kadın Bj 0rn Hansen'in sorular
sorduğunu , gece geç saatlere kadar kitap okuduğunu görüyor, onun
kitap dünyasını payıaşmak istiyordu , ancak Bj 0rn Hansen'in buna
pek de istekli olmadığını fark etmişti. Turid Lammers de kırk yaşına
yaklaşmaktaydı, ancak deyim yerindeyse bir erkeği parmağında
oynatmakta hala hünerliydi.
Bj 0rn Hansen, Turid Lammers'i seyrediyordu . Gözlerini ondan
ayırmıyor, onu adeta göz hapsinde tutuyor ve kıskançlık gösterme­
ye devam ediyordu . Doğal merkezi Turid Lammers olmak üzere,
hayatlarını, yılda altı kez sahneleyecekleri çağdaş popüler operetler
hazırlayıp ortaya çıkarmak üzere tüm güçleriyle çalışmaya adayan

28
heveslilerden oluşan birlik, Kongsberg Tiyatro Topluluğu . Halkın
önüne, sahneye, ramp ışıklarına çıkanlar. Bj0rn Hansen yedi yıl
boyunca bu amatör oyunculardan biri olarak yaşadı. Gündüzleri
vergi dairesinde müdür, akşamları amatör oyuncuydu . Bu yeter­
li miydi? Fazladan başka şeyler de olamaz mıydı? Bj 0rn Hansen
kırkına yaklaşıyor ve daha fazlası da olsun diye feryat ediyordu.
Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nda güçlü bir hamle yapma önerisini
dile getirmeye başlamıştı. Bu yoğun heves , oyunculukta kazanılmış
onca deneyim, hareketlerde gösterilen dakiklik, dikkat ve hassa­
siyetin verdiği haz , istediği şeyi yapıyor olmanın sevinci, bütün
bunlar operetlerde oynamaktan başka bir şeyde de kullanılamaz
mıydı? Evet, her ne kadar operetler hem sahnedekilerin hem de
seyircilerin ruhuna neşe katmaktaysa da bu boşluk, bu insanı dü­
şündüren bir içerikten yoksunluk, salonun ışıkları yanıp insanlar
evlerine dağıldıktan sonra kuliste oturup makyaj ını silmekte olan
kişiyi yorgun, bıkkın, yılgın biri yapmıyor muydu? Yaşamın sert
rüzgarlarının estiği bir seviyeye çıkmak üzere bir hamle yapsalar
nasıl olurdu? Nasıl olurdu Ibsen oynamayı deneseler?
Bj0rn Hansen tam iki yıl boyunca Ibsen oynamayı denemeleri
yolunda kulis yaptı. Ne var ki bu hiç ses getirmedi. Hatta, insanı
düşündüren bir içerikten yoksun operetlerin perde indikten sonra
bireyde oluşturduğu boşluk duygusuna dikkat çekmeye çalıştıysa
da bu yaklaşım toplulukta hiç hoş karşılanmadı. Yaptığı şey, top­
luluğun savunucusu olduğu değerlere açıkça saldırmaktı; her ne
kadar üyelerden bazıları bu boşluğu hissetmiş olsalar da Bj0rn
Hansen'in bunu işaret etmesi büyük hataydı. Bununla birlikte Tiyat­
ro Topluluğu'nun iki üyesi onu destekledi. Destekçileri öyle sıradan
iki kişi de değildi ; birincisi "şantör diş hekimi" Herman Busk'tü .
Herman Busk müthiş bir baritondu , öyle ki çoğu izleyici onun
bu sesle çok daha önemli yerlerde sahneye çıkmak yerine Kongsberg
Sineması'nda yılda altı gece operet oynamakla yeteneğini ziyan etti­
ğini düşünüyordu. Herman Busk Tiyatro Topluluğu'nu ayakta tutan
güçlerden biriydi, başrol oyuncusu olmasa da ikinci önemli erkek
rolünü hep o oynardı. Ancak en etkileyici performansını provalarda ,
özellikle de program dışında gösterirdi. Kim bilir kaç kez buna tanık
olmuşlardı. Bütün oyuncular eşyalarım toplayıp çıkmak üzereyken
Herman Busk birdenbire bütün akşam provasını yaptığını işittikleri
şarkıyı söylemeye başlardı. Bu kez her nota tam yerli yerine oturmuş

29
olurdu . Bütün o titiz provalar ansızın muhteşem bir şekilde sonuca
ulaşmıştı, ekip büyülenmiş gibi onu izler, "Oyunun en bomba par­
çası bu olacak" diye düşünürlerdi. Gerçekten de öyle olurdu ama
belki tam da tahmin ettikleri sükseyi yakalayamayabilirdi. Muhte­
melen beklentilerin çok yüksek olmasından dolayı böyleydi bu , ne
var ki Herman Busk sahnede starlık rütbesine erişemedi; yeterince
iyiydi, hatta kendisine verilen "şantör diş hekimi" unvanını büyük
bir beceri örneği sergilemek suretiyle koruyacak kadar iyiydi, ama
bir eli kapının tokmağında, tam da gecenin karanlığına, boş sokak­
lara karışmak üzereyken gösterdiği performansla prova sırasında
yarattığı beklentileri karşılayacak kadar iyi değildi. İşte şimdi bu
Herman Busk, Tiyatro Topluluğu'nun Ibsen'i sahnelemesine sıcak
bakıyordu , dolayısıyla Bj 0m Hansen'in fikri sessizce geçiştirileme­
yecekti. Bu beklenmedik düşünce ortaklığı Herman Busk'le Bj 0m
Hansen'i birbirine yaklaştırmıştı, saatlerce karşılıklı oturup sohbet
ediyorlardı, arkadaş olmuşlardı, evet, Bj 0m Hansen Herman Busk'ü
en iyi arkadaşı olarak görüyordu artık.
Grup içinde Bj 0rn Hansen'i destekleyen ikinci kişi Turid
l.ammers'ti. Bu Bj 0rn'ü şaşırtmıştı çünkü Turid Ibsen'e özel bir ilgi
duymazdı. Elbette Ibsen'i bir klasik olarak değerlendirir, hakkında
iyi şeyler söylerdi ama oyunlarıyla hiç mi hiç ilgilenmezdi. Bj 0rn
Hansen bundan emindi çünkü başkentteki Devlet Tiyatrosu'na git­
miş, birlikte birçok Ibsen oyunu izlemişlerdi. Turid bu gösterilerde
müthiş sıkılmıştı. Oysa şimdi sevgili Tiyatro Topluluğu'nun Yaban
Ördeği oyununu sergilemesi için aktif bir şekilde çalışmak istiyordu.
Bj 0rn'ün aklından bile geçiremeyeceği bir şeydi bu . Aslında Turid
bir seyirci olarak operetlerden de hoşlanmazdı. Ne de olsa bunlar
onun için banal gösterilerdi ama yine de bazı teatral numaralar
kapmak amacıyla Oslo'ya gidip Det Norske Teatret tarafından ser­
gilenen müzikalleri izlemeye meraklıydı. Her şeye rağmen Turid'e
en yakın gelen tür operetti. Aslında Bj0rn onun avangard tiyatroya
daha yakın durduğunu zannederdi, Turid'in Oslo'daki evli sevgilisi
olduğu günlerde bu böyleydi, ancak Turid Kongsberg'e ve Tiyatro
Topluluğu'na dönünce artık avangard tiyatronun sözü edilmez
olmuştu , varsa yoksa operetti artık. Turid için avangard tiyatroyla
operetin bir ortak yanı vardı, her ikisi de içerik açısından bomboş,
maskeli balolardı. Turid'i mest eden avangard tiyatronun maskele­
riydi, başka bir şey değil. Bj 0rn'le Turid'in çocukları olmadı. Turid

30
Lammers anne olmadı. Zaman zaman çocuğu olmayışıyla dalga
geçer, hayatımın traj edisi bu , derdi. Ama gerçekte Turid Lammers
çocuk sahibi olmak istemiyordu , böyle bir niyeti yoktu . Yani artık
istemiyordu . Eğer çocuk yapacak olsaydı ilk eşinden, Fransa'da ,
1960'lı yıllarda yapardı. Turid'in bebeğini kollarına alarak Fransa'yı
alelacele terk ettiği, Gare du Nord'da durup Kopenhag'a (oradan
da Oslo'ya) gidecek treni beklediği düşüncesi Bj 0rn'e bir şekilde
hoş gelebilirdi. Ama Paris'te yedi yıl geçirdikten sonra Oslo'ya ço­
cuksuz dönmüştü . Yalnız, özgür, kıpır kıpır bir kadın, bir sevgili
yapan, onu kendine bağlayan ve doğduğu kente dönerken yanında
götüren . . . Turid Lammers çocuksuzdu ve çocuksuz olmayı tercih
ediyordu. Operetler Turid Lammers'in kostümler, maskeler, peruk­
lar, hızlı sahne değişimleri ve tempo gibi en sevdiği öğelerle tiyatro
yapabilmesi için muhteşem bir bahaneydi. Oysa şimdi sevgilisinin
"Kongsberg Tiyatro Topluluğu Henrik Ibsen'in Yaban Ördeği'ni sah­
nelemelidir" fikrine destek veriyordu , hem de çok aktif bir biçimde .
Ona ne kadar sadık olduğunu göstermek için mi yapıyordu bunu?
Sadakatini ona mı, yoksa başkalarına mı göstermek içindi bu? Bir­
likte yaşadığı erkeğin hayata geçirmek için yanıp tutuştuğu ve her­
kesin anladığı üzere aslında kendisi hiç umursamasa bile sırf Bj0rn
Hansen Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun onları bir üst seviyeye
çıkaracak hamleyi yapması, yani Henrik Ibsen'in Yaban Ördeği'ni
sahnelemesi gerektiğini düşündüğü için, şimdilerde kendisinin de
hararetle savunduğu planın gerçekleşmesi yolunda mücadele veren
sadık bir sevgili olarak mı görülmek istiyordu?
Turid Lammers'in desteği çok müthişti, Tiyatro Topluluğu'nun
merkezi konumundaki bu kadının bir defalık da olsa böyle bir
desteğe gereksinim duyan silik eşine bir lütfuydu bu . Bunun üze­
rine grup içinde Turid Lammers'e duyulan saygı daha da artmıştı,
ne var ki Turid'in Henrik Ibsen'in Yaban Ördeği'nin sahnelenmesi
yolundaki argümanları pek işe yaramıyordu . Her şeyin de bir sınırı
vardı canım ! Sırf Turid Lammers'in sevgilisi onları bir üst seviyeye
çıkaracak bir hamle yapmayı arzu ediyor diye sahnelemeye hiçbir
şekilde kapasiteleri olmayan bir oyunu mu oynayacaklardı? Kulis­
lerde böylesine mızırdanmalar dolaşıyordu . Ancak Herman Busk
gibi Tiyatro Topluluğu'nu ayakta tutan bir güç ve operet başarıyla
sona erip perde kapandığında ruhlarında bir boşluk hisseden ve bir
defacık olsun imkansıza yaklaşmayı arzulayan birkaç kişi daha bu

31
düşünceye katılınca Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun bir sonraki
oyun olarak Henrik Ibsen'in Yaban Ördeği'ni sahnelemesi karara
bağlandı.
Bunun üzerine Turid Lammers , Hjalmar Ekdal karakterini biz­
zat Bj 0rn Hansen'in canlandırmasını önerdiğinde hiç kimse karşı
çıkmadı . Bir kişi, Bj 0rn Hansen hariç. O başrolü kendine ayırma­
yı hiç düşünmemişti , oyunu bunun için önermemişti, aklından
bile geçmemişti bu . Ancak tüm itirazları -aslında cılız itirazlardı
bunlar- reddedildi , elbette Hjalmar Ekdal rolünü Bj 0rn Hansen
oynayacaktı. Grupta çoğu kişinin bunu desteklemesinin nedeni
fiyaskoyla sonuçlanacağından hiç kuşku duymadıkları bir oyunda
başrolü ona oynatarak sahnede ona bu acıyı hissettirmek isteme­
leriydi. Bj 0rn Hansen bunu anladı ve bu nedenle de görevi kabul
etti. Çok önemli bir karakter olan Gregers Werle rolünü şantör diş
hekimi Herman Busk'ün oynaması düşünüldüyse de Busk bunu
reddetti. "Benim için çok büyük bir rol" diyordu . Daha uygun
biri bulunmazsa Yaşlı Ekdal'ı oynayabilirdi. Bu nedenle Gregers
Werle rolü Brian Smith'e verildi. Kongsberg Silah Fabrikası'nda
mühendis olarak çalışan bu İngiliz bozuk Norveççesiyle Ibsen
evreninin " toptancı tüccarın taviz vermeyen oğlu" karakterine yeni
bir boyut kazandırabilirdi . Doktor Schi0tz , Doktor Relling'i oyna­
yacaktı, seyircinin hoşuna gideceği hesaplanarak yapılmış olan bu
öneri Turid Lammers'den gelmişti. Kongsberg Hastanesi'nden bir
doktorun Henrik Ibsen'in oyununda bir doktoru canlandırması.
Sahnede sezgileri güçlü sarhoş Dr. Relling rolünde Dr. Schi0tz . Ne
var ki Dr. Schi0tz öneriyi kabul etmedi. Turid onu ikna etmek için
tüm cazibesini seferber ettiyse de Dr. Schi0tz kabul etmedi . Dr.
Schi0tz kimdi, aslında bunu kimse bilmiyordu . Kongsberg Tiyatro
Topluluğu'nda toplanmış tüm homo ludens'ler arasında en ciddi,
en yanına yaklaşılmaz kişiydi. Doktor gömleği giyen zayıf, uzun
boylu adam. Duyarlı parmaklarıyla bir piyanist olabilir miydi?
Gruptakilerin bilmediği, gerçek doktorun kuzey disiplini kayak
yapan bir sporcu olduğuydu . Kış aylarında öğlene doğru kentin
dışında engebeli arazide kayarken görülebilirdi . Tiyatroda figüran
rollerine çıkıyor, operetlerde sahnede "Bay Hiç Kimse" olabilmek
için hastanedeki nöbetlerini değiştiriyordu . Ne var ki Dr. Relling
olmak istemiyordu . Ç ocuksu ve masum bir yüzü olduğundan
Hedvig'i oynaması için seçilen yirmi bir yaşındaki hemşirelik öğ-

32
rencisiyse rolü reddetmedi. Rol dağılımı listesini Turid Lammers
yapmıştı. Kendisi Hjalmar Ekdal'ın eşi ve Hedvig'in annesi Gina
Ekdal'ı oynayacaktı.
Yönetmen adet olduğu üzere başkentten gelecekti; pek çok yö­
netmenin ülkenin dört bir yanına seyahat edip yerel amatör tiyatro­
larda operet ve fars türünde oyunlar sahneye koyması çok rastlanan
bir uygulamaydı. Ancak böyle gezici bir Ibsen yönetmeni bulmak
pek kolay değildi. Sonunda Oslo'da görevi olmayan bir yönetmen
bulundu . Yönetmen geldi, provaları izledi, kaldığı süre boyunca
adamakıllı içti, öyle ki çalışmaları hatırladığı bile söylenemez. An­
cak Hjalmar Ekdal, yani Bj0rn Hansen her şeyi hatırlıyordu .
Anlatımı kısa kesecek olursak, gösterinin tam bir fiyaskoyla
sonuçlandığı söylenebilir. Oyun gerçekten çok kötüydü ve altı kez
sahnelenmesi planlanmışken bu sayı dörde indirildi, dördüncü ve
sonuncu gösteride salonda sadece on sekiz biletli seyirci oturuyor­
du . İşin gerçeği ayyaş bir yönetmene denk gelmişlerdi ama Bj 0rn
Hansen bütün suçun yönetmene yüklenemeyeceğinin farkındaydı;
bu kişi aslında amatör grubun o günlerde ve o yıla dek içinde bulun­
duğu durumun gönülsüz bir sembolüydü . Açıkçası başaramamışlar­
dı. Bj 0rn Hansen, Ibsen'in metni üzerinde, satır satır altım çizerek
çalışmıştı, oyunu öylesine iyi kavramıştı ki Hjalmar Ekdal'ın acıla­
rım ta içinde hissedebiliyordu . Ne var ki bütün bunlar boşunaydı.
Rolün nasıl oynanması gerektiğini bilse de kendisi uygulamaya
çalışırken düşündüğü gibi yapamıyordu . Çok kaba , patavatsızca
bir şeyler çıkıyordu ortaya. Bj 0rn Hansen , Hjalmar Ekdal'da bir
naiflik keşfetmiş ve bunu kendisiyle özdeşleştirmişti. Bu naifliği
savunmak, o güne dek denenmemiş bir yorumla oynamak istiyordu,
çünkü Hjalmar gerçekle yüzleşmeye dayanamayacak kadar büyük
acılar içindeydi ve o dar kafalılığı, bencilliği haksız yere başına gelen
bir traj edinin tam ortasında bulunmasından kaynaklanıyordu. Ne
var ki Bj 0rn Hansen'in sahnedeki bedeni bu acıyı canlandıramıyor,
oyunuyla bunu seyirciye geçiremiyordu . Yapamıyordu bir türlü .
Rolünü yüksek sesle okuyordu yalnızca. O kasvetli ve can sıkıcı bir
bedendi sahnede. İnliyordu ama boşuna. Tıpkı diğerleri gibi. Tıpkı
Gregers Werle gibi, Yaşlı Ekdal gibi. Hjalmar Ekdal'ın çok sevdiği
ve o nedenle de artık yüzüne bakamadığı küçük Hedvig gibi. Bj 0rn
Hansen sahnede rolünü oynuyordu ama bir yandan da bunu aptalca
buluyordu . Seyirciler alay etmediler, hatta açıkça esnemeyerek ve

33
bir miktar ilgi göstererek onu cesaretlendirmeye çalıştılar, hatta
alkışladılar bile. Ancak bu yeterli değildi.
Yapamamışlardı. Bu oyunu başarıyla oynayabilecek niteliklere
sahip olmadıkları açıkça anlaşılıyordu . Bj 0m Hansen'in karizma­
sı Hj almar Ekdal'ın çektiği acıları mimik ve j estleriyle seyirciye
aktarmaya yetmiyordu . Acı gerçek buydu . Oyuncu olarak gerekli
teknik donanıma sahip olmadığından sahnede karizmatik de de­
ğildi. İyi tiyatro yapabilmek için yalnızca hissetmenin yetmeyeceği
1983 yılının sonbaharında (galiba o zamandı?) Kongsberg Sineması
sahnesindeki dört günlük deneyimde anlaşılmıştı.
Bj0rn Hansen başından beri biliyordu bunu . İmkansız olduğunu
biliyordu , bu konuda söylenecek başka bir şey yok. Oyunculuk
sanatı hakkında çok şey biliyordu , oyunculuk bir meslekti, bir sa­
nattı vesaire , bu nedenle de Hjalmar Ekdal'ı canlandıramayacağının
farkındaydı. Ancak bunu yapabilme arzusuyla yanıp tutuştuğundan
bu apaçık gerçeği hesaba katamamıştı.
Aynı şey diğer oyuncular için de geçerliydi. Dünya tiyatro sanatı­
nın bu seçkin oyununu ne tek başlarına ne de ekip olarak layığıyla
oynamaları mümkündü . Hjalmar Ekdal'ın sahneleri sıkıcıydı evet
ama İngiliz mühendis Brian Smith'in de Gregers Werle'yi daha iyi
oynadığı söylenemez; Smith'in bozuk Norveççesi Hjalmar Ekdal ile
Gregers Werle arasındaki iletişimi asla bir üst düzeye çıkaramıyor­
du , hatta tam tersi oluyordu . Küçük Hedvig cici bir kız olmasına
karşın tavan arasına kapanan kırılgan bir kızı canlandıramıyordu ,
hatta oyunculuğu öylesine yapmacık, öylesine teatraldi ki Hjalmar
Ekdal kocaman sahnede baş başa kaldıkları dakikalarda korkudan
kaskatı kesilmişti.
Oyun sonrasında ikisi de çok üzgün görünüyordu . Diğer oyun­
cular fiyaskoyu soğukkanlılıkla karşılamışlardı, yas tutanlar sadece
Bj0m Hansen ve küçük Hedvig'di. Bj0rn Hansen iki yıldır hararetle
sözünü ettiği, topluluğu bir üst seviyeye çıkarma hamlesinin malum
sebepler yüzünden gerçekleşemediğini bilmesine rağmen üzgün­
dü . Ancak küçük Hedvig için durum çok farklıydı, o başarabile­
ceklerini sanmıştı. Yirmi bir yaşındaydı, Drammen'de Hemşirelik
Okulu ikinci sınıfına devam ediyordu , provalara katılabilmek için
her akşamüstü trenle Kongsberg'e gelmiş, çıkışta da istasyonda
oturup kendisini Drammen'deki öğrenci odasına götürecek treni
beklemişti. Grubun o sıralar bilmediği ancak oyunun son gününün

34
ertesinde ortaya çıkan gerçek, genç kızın okuldan bir sömestr izin
aldığı ve öğrenci kredisinden 1 5 .000 kronu Hedvig rolünü canlan­
dırabilmek uğruna harcadığıydı. Hem de felaket bir sonuç uğruna .
Oysa on dört yaşındaki bu kurmaca karaktere nasıl da hayrandı, bu
hayranlığın nedeni muhtemelen hiç kimseye -bir kız arkadaşına
da başkalarına da- açamayacağı, günlük sohbetlerin çok uzağında
kalan ve şimdi kendisini çok temelden -hatta anne ve babasıyla
arasındaki pek de çatışmalı olmayan ilişkilerinde bile- etkilediğini
fark ettiği bazı derin şeyleri o karakterde bulmuş olmasıydı. Buna
rağmen çok kötü bir oyun çıkararak her şeyi mahvetmişti, üstelik
oyunun iyi gitmediğini anlasa bile hatanın nerede olduğunu kav­
rayamamış, her gece gösterinin bitiminde başım Hjalmar Ekdal'ın
kederden ağırlaşmış o mzuna koyarak ağlamıştı. Kongsberg'deki
ailesine Henrik Ibsen'in Yaban Ördeği'nde Hedvig olarak soluk alıp
vermekten başka bir hedefinin bulunmadığını anlatmaya cesaret
edemediği için, evlerinde kendisine ait bir odası olmasına rağmen
provalar ve oyun süresince Drammen'deki öğrenci odasında yaşa­
mayı sürdürmüş ve her gösteriden sonra bir görev bilinciyle, sözde
hemşirelik eğitimine devam etmek üzere Drammen'e gitmişti.
Oyunun ilk gecesi perde kapandıktan sonra küçük Hedvig so­
yunma odasında Bj 0rn Hansen'in omzunda ağlarken Gina Ekdal
coşkuyla içeri girdi. Gina Ekdal, yani Turid Lammers'in keyfi ye­
rindeydi çünkü gece oyunu kurtaran oydu denebilir. Kederli Bj 0rn
Hansen'e ve ağlayan Hedvig'e bakarak, "Ama iyi gitti her şey, ikinci
kez selama filan çağrıldık yani" dedi. Bu moral verme pek işe yara­
mamıştı . Turid açısından bakıldığında oyun büyük sükse yapmış ,
seyirci ona bayılmıştı. Bu yüzden pek heyecanlı ve sevinçliydi, bir­
likte yaşadığı erkeğin omzuna başım dayamış ağlayan yirmi bir ya­
şındaki genç kızı neredeyse fark etmemişti çünkü bütün oyuncular,
sahne gerisindeki görevliler etrafına toplanmış onun oyunculuğunu
övüyorlardı, ne de olsa geceyi o kurtarmıştı . Onu överken, geceyi
kurtarıp Turid'i başarıya ulaştıran şeyin onun takım oyunculuğuna
aldırmayıp kendi oyununu öne çıkarması olduğu akıllarına bile
gelmemişti. Aslında Turid Lammers Ibsen oyununda karanlık bir
sırrı olduğu ima edilen ve diğerlerinin birer birer çözülmesine sebep
olacak bir kadın karakteri canlandırdığının bilincindeydi. Rolüne
sadık kalarak Gina Ekdal'ın hayatını ve taşıdığı sırrın ciddiyetini
biçimsel olarak ortaya koymaya çalışmıştı ki bu da topluluktaki

35
diğer oyuncuların oyunuyla uyumluydu . Ancak oyun ilerleyip
de seyirciden tepki gelmediğini fark edince oyununu değiştirmiş
ve rolüne kendi cazibesini katmıştı, böylelikle de koltuklardaki
seyirci uyanmış ve salondan memnun mesut mırıldanmalar gelme­
ye başlamıştı. Turid, Gina Ekdal'ı abartılı j estlerle oynamış, ucuz
numaralar yaparak, hatta kalça kıvırarak, zaten fethedilmeye hazır
yerel seyirciyi bir süreliğine avcunun içine almıştı.
Bj 0rn Hansen seyirciye sıkıcı gelen Hj almar Ekdal rolünde dur­
muş, bu olaya tanık oluyordu . Sahnedeydiler. Gina Ekdal'la karşı
karşıya. Orada yalnızca ikisi vardı. Sondan bir önceki sahne. Oyu­
nun fiyaskoya doğru gittiği anlaşılmasına rağmen Bj0rn Hansen bu
gülünç, bu saçma figürü , Hjalmar Ekdal'ı elinden geldiğince can­
landırmaya çalışıyordu, çünkü bu karakterin bir traj edisi olduğunu
biliyor ve bunun ortaya çıkması gerektiğine inanıyordu . Hjalmar
Ekdal bir mihenk taşıydı, izleyiciye önemli sorular sorduruyordu ,
öyle bir karakterdi ki Gregers Werle'nin oyunun bitimindeki o
önemli repliğiyle, 1 "Hedvig'in ölümü Ekdal'ın boş nutuklar atma­
sından başka bir şeye yaramadıysa , hayat yaşamaya değmez" anla­
mına gelen sözleriyle boy ölçüşebilecek şekilde yorumlanmalıydı ,
ancak Bj 0rn Hansen'in oyunculuğuyla az sonra bu replik boşa har­
canacaktı. Şimdi sahnede ikisi vardı ve Gina Ekdal rolündeki Turid
Lammers Bj 0rn Hansen'in yanı başında ışık saçıyordu . Genç adam
dibe vurmuştu ama Turid onunla birlikte inmek niyetinde değildi.
Tam tersine sahnede kalça kıvırıyor ve seyirci kısa bir süre için bu
kötü oyunu unutarak Turid Lammers'in onları büyülemesine rıza
gösteriyordu. Turid sahne çalıyordu . Bj 0rn Hansen çıkardığı oyun­
la kendi önerisi olan Ibsen projesinin cenaze merasimine doğru
ilerlerken Turid tüm cazibesini ortaya döküyordu . Yüzünde ağır
bir sahne makyajı, projektörlerin ışığı altında duran Turid seyir­
ciden aldığı müthiş tepkiden çok mutlu olmuştu , sevinçten tir tir
titriyordu , çok yakınında duran Bj 0rn bunu açıkça görebiliyordu .
Turid Lammers her şeye ihanet etmişti . Kurtarabileceğini kurtarmak

1 Ibsen'in }aban Ôrdeği'nde söz konusu repliğin yer aldığı bölüm şöyledir: " Dr. Relling
(Gregers'e doğru yürür ve der ki) : Hiç kimse bana bunun bir kaza kurşunu oldu­
ğunu söyletemez . . . Gregers (korku içinde , yüzü ve gövdesi tiklerle kıpır kıpır) : Bu
feci olayın nasıl meydana geldiğini kimse bilemeyecek. Dr. Relling: Elbisenin göğüs
kısmında kumaşta barut izi var. Kız tabancayı göğsüne dayamış ve tetiği çekmiş.
Gregers: Hedvig boşu boşuna ölmedi. Görmediniz mi keder Hjalmar'ın içindeki
heybeti nasıl da açığa çıkardı? " (ç. n . )

36
adına oynamış, gösterinin gerisindeki fikre ve Bj0rn'e ihanet etmişti.
Turid Lammers'in cazibesi Bj0rn Hansen'in başarısız ciddiyetini
gölgeleyecekti. Oysa bu , oyuna hazırlanırken üzerinde anlaştıkları
yoruma aykırıydı. Bj0rn Hansen bu şekilde sırtından vurulduğunu
hissettiğinde şaşırmalıydı. Turid'i itham etmeli, bu durum devam
ederken içinden "Niçin, bunu bana niçin yapıyorsun ? " demeliydi.
Ama demedi, Turid'in niçin böyle davrandığına dair tek bir soru bile
sormadı. Yalnızca üzerinden bir yükün kalktığını hissetti. Turid'in
kendini öne çıkararak oyunu kurtarmaya çalışması değil, kendisiyle
birlikte dibe inmeyi reddetmesi rahatlatmıştı onu .
Doğrusunu söylemek gerekirse amatör tiyatro topluluğunu bir
üst seviyeye çıkarma hamlesine Turid'in aktif bir biçimde destek
vermesi onu · endişelendirmişti. Turid'in bu sadakat gösterisini bo­
ğucu buluyordu . Turid bu şekilde onu kendine bağlayıvermişti,
tam da Bj0rn Hansen ondan ayrılma sürecine girdiğini hissederken.
Turid kırk dört yaşını doldurmuştu ve cazibesi solmaktaydı. Yılların
yıpratıcı etkisi hanidir yüzünde ve bedeninde görülmeye başlamıştı.
Yüz çizgileri keskinleşmiş, yüzü sert bir ifade almıştı. Bj 0rn bu çeh­
redeki yumuşaklığı özlüyordu ! Ne var ki ebediyen kaybolmuştu bu ,
tıpkı Bj 0rn Hansen'in hayat yolculuğunu üzerine inşa ettiği diğer
olmazsa olmaz koşullar gibi. Bj0rn burada, Kongsberg'de yaşıyordu.
Turid Lammers'in yam başında. Onun yüzü ve bedeninden gelen
daveti kabul etmemeyi seçerse hayatının sonuna dek pişmanlık
duyacağından korktuğu için her şeyi terk etmişti. Oysa şimdi bu
yüz ve bu beden sonsuza dek kaybolmuş hatıralardan başka bir
şey ifade etmiyordu ve tahammül edilemez bir durumdu bu. Bj 0rn
bunu uzun zamandır hissediyordu .
Turid Lammers kendisinin ve Bj0rn Hansen'in içinde bulunduk­
ları ortamın doğal merkeziydi hala. Kongsberg Tiyatro Topluluğu
oldukça kapalı bir gruptu ve çekirdek ekip Bj0rn Hansen'in on iki
yıl önce geldiğinde tanıştığı ekibin birkaç değişiklik dışında hemen
hemen aynısıydı. Bazıları gruptan ayrılmış, birkaç da yeni katılan
olmuştu . Yeni üyeler tıpkı eskiler gibi Turid Lammers'e ortamın
doğal merkezi muamelesi yapmayı öğrenmişlerdi. Ne var ki yeni
gelenler ya da eskiler farkında olmasalar da Turid önceki yıllardan
daha farklı bir biçimde topluluğun merkezini oluşturuyordu. Üyeler
Turid'in tam ortaya değil de biraz kenara yerleştirilmiş masasına
hala üşüşüyorlardı, ancak eskiden gecenin ilerleyen saatlerinde

37
masada geriye onunla (erkek açısından) baş döndürücü bir şekilde
kafa kafaya vermiş oturan sadece tek bir erkek kalırdı ve hem bu
erkek hem de topluluğun diğer üyeleri bu olayın o kişinin Turid'le
baş başa oturmasından öte bir anlam taşımadığını, erkeğin daha
fazlasını ümit edemeyeceğini gayet iyi bilirlerdi, yine de bu onlara
yeterdi; şimdilerdeyse eve gitmeyi önermek üzere o masaya yaklaşan
Bj0rn Hansen orada Turid'le rahat ve neşeli bir muhabbete dalmış
iki üç erkek ya da bir erkek iki kadın veya iki kadın iki erkek ve
benzeri gruplarla karşılaşıyordu . Önceleri masasındaki erkekler
Turid'i seyrederlerken, şimdilerde muhabbet etmekle yetiniyorlardı,
ancak hala hayranlık duydukları açıktı. Evet, onun kim olduğu ,
neyi temsil ettiği ve Kongsberg Tiyatro Topluluğu için ne anlama
geldiği gibi konular hakkında gizlemeye gerek görmedikleri bir
hayranlıkla Turid'le konuşuyor, kadın erkek, eski yeni tüm üye­
ler Turid'e iltifatlar yağdırıyorlardı. Ayrıca onun hayat arkadaşı
olmasından dolayı Bj 0rn Hansen'le de muhatap oluyor ve Turid
Lammers'in ne kadar harika bir kadın olduğunu anlatıyorlardı.
O nasıl bir heves ve coşkuydu ! N asıl da tuttuğunu koparan bir
mizaçtı ! Bj 0rn Hansen başlarda ona Turid Lammers'in harika bir
kadın olduğunu anlatan otuz yaşlarındaki mühendisin gözlerindeki
samimi ifadeye bakarken afallıyordu . Nasıl da becerikli ve çalışkan
bir kadındı ! Kimileri onun cesur olduğunu da söylüyordu . Hem
de çok komik. Ve ne kadar da genç ruhluydu . . .
Bj0rn Hansen durup bütün bunları dinlemek durumunda kalır­
ken acı bir yalnızlık duygusuna kapılmaktan kendini alamıyordu .
Şunu anlıyordu ki, hayat arkadaşı hakkında konuşan bu kişiler
farkında olmasalar da geçen yılların Turid'in yüzünde izler bıraktığı
gerçeğinin bilincindeydiler ve bunun neticesinde onun o müthiş
büyüleyici eski halinden kendisi ve çevresindekilerin tarihinde
geride bırakılmış bir sayfaymışçasına söz ediyorlar, aynca bunu çok
endişe verici de bulmuyorlardı. Bj0rn onlar tarafından terk edilmiş
hissediyordu kendini. Onlar, yani oyun oynayan insanlar Bayan
lammers'i göklere çıkarıyor, saç modellerini, gösterişli giysilerini,
varlığının tiyatro çevresinin birlik ve beraberliği, heves ve coşkusu
bakımından taşıdığı anlamı öve öve bitiremiyorlardı, aslında onlar
da Turid lammers'in cazibesinin solmakta olduğu gerçeğinin far­
kındaydılar, ancak biraz hafife alıyorlardı sanki, oyun oynar gibi
hafife alıyorlardı. Bu durum onlar için çok da önemli değildi, yıllar

38
elbette ilerliyordu , bize ne dercesine omuzlarım silkiyor ve günlük
yaşamım -eskiden olduğu gibi bundan sonra da- Turid Lammers'le
paylaşmayı Bj 0rn Hansen'e bırakıyorlardı.
Ne var ki Turid eskisi gibi davranmaya devam ediyordu . Önce­
leri neyse yine oydu . O yapmacıklı, havalı, Fransız el hareketlerini
yapmayı sürdürüyor, bakışlarıyla bir erkeği sadece o anı yaşamak
üzere kendine çekebiliyordu . Cazibesini tamamen yitirmemişti ve
bir erkeğin dikkatini üzerinde nasıl toplayabileceğine dair temel
kuralları hala uygulayabiliyordu . Ancak erkek, Turid'in üzerinde
toplanan bu ilgiyi artık pek de umursamıyordu. O erkek topluluğun
çekirdek üyelerinden biriyse mış gibi yapıyor, ancak öylesine teatral
davranıyordu ki komik, hatta ümitsiz vaka gibi görünüyordu . Ne
var ki topluluğun yeni erkek üyeleri Turid'in davranışlarından ra­
hatsız oluyorlardı. Onlar Turid'e seçkin bir tiyatro eğitimcisi olarak
saygı duymayı öğrenmişlerdi ama kadının davetkar hissi uyandıran
-önceleri hiçbir erkeğin kolayca sıyrılamadığı- o doğal ve çekici
varlığına karşı nasıl tavır alacaklarını bilemiyorlardı. Eskiden her­
kes Turid Lammers'in flört etmekle birlikte olayı sonuna vardır­
madığımn ve Bj 0rn'e sadık kaldığının bilincindeydi, yine de onun
çekiciliğine öylesine kapılırlardı ki sanki hayatlarının en büyük
aşk macerasını yaşıyorlarmış gibi davranırlardı ona. Oysa şimdi
topluluktaki yeni erkekler Turid'in flört eden tavırlarım kuşkuyla
karşılıyor, kendilerine asılıyormuş gibi algılıyor ve ondan uzak
durmaya çalışıyorlardı. Bj0rn Hansen buna defalarca tanık olmuştu ,
hatta evlerinde, Lammers Villası'nda bile. Turid Lammers eskiden
olduğu gibi şimdi de şarkı provaları yapmak üzere eve beraberinde
erkeklerle geliyordu . Bj 0rn Hansen akşamüstleri vergi dairesindeki
işinden eve döndüğünde eskiden olduğu gibi şimdi de piyanonun
durduğu salondan tatlı opera melodilerinin yükseldiğini işitiyor,
içeri girdiğinde Turid Lammers'i Tiyatro Topluluğu'nun bir erkek
üyesiyle baş başa buluyordu . Eskiden olduğu gibi şimdi de Turid
Lammers'in göz teması ve yakınlık kurmaya çalışmak amacıyla,
örneğin adamın ceketli kolunu hafifçe okşamak biçiminde koketçe
davrandığını görüyordu , yakınlaşmaya çalışmak Turid'in eski bir
numarası veya alışkanlığıydı, ne var ki aradan yıllar geçmişti. Şimdi
artık otuz yaşındaki mühendis eve gelen Bj 0rn Hansen'i kurtarıcısı
olarak sevinçle selamlıyor, tiyatronun, materyalist ve katı bulduğu
bilgisayar dünyasında kendini gerçekleştirme yolunda onun için ne

39
anlama geldiğini anlatıyor, sonra nota sehpasında duran notalarını
toplayıp kapıya yöneliyordu . Bj0rn Hansen çaresizlik içinde Turid
Lammers'le baş başa kalıyordu . Oysa Bj0rn, bu mühendisin Turid
Lammers'in piyano taburesinde oturmuş, başını geriye atarak gözle­
rinin içine bakmasına müthiş şaşırmasını ve parmaklarını ceketinin
kolunda gezdirmesinden coşku duyup buna inanamamasını, Bj 0rn
Hansen'in salona girdiğini fark etmemiş gibi ya da fark etse bile
görmemiş gibi yaparak bu muhteşem kadınla geçirdiği çalıntı bir
anın keyfini çıkarmaya devam etmesini arzular gibiydi adeta. Genç
adam böyle davranmış olsaydı Bj 0rn Hansen şimdi oracıkta müthiş
bir terk edilmişlik duygusu içinde Turid Lammers'le baş başa dur­
muyor, Turid'in sarkan gerdanının, yüzünde beliren kırışıklıkların,
kurumakta olan yumuşacık cildinin Turid'i kendisinden nasıl da
ebediyen uzaklaştırdığını fark etmiyor olacaktı.
Peki ama Turid? O bunu anlamıyor muydu ? Her şeyin bir daha
geri dönmemecesine geçip gittiğini? Anlamış olmalıydı ama hiçbir
şey olmamış gibi davranıyordu . Hatta kendisine tiyatro eğitimcisi
olarak büyük hayranlık duyan otuz yaşındaki mühendisin onunla
eve durum öyle gerektirdiğinden, bu mecburi bir ziyaretmiş gibi
geldiğini anlamış olsa da hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu .
İkisi de biraz mahcup hissetmekle birlikte hiçbir şey olmamış gibi
davranıyordu . Ne yapılabilirdi? Turid Lammers eskisi gibi oyna­
mayı, ilgi merkezi olmayı tercih ediyordu . Aslında Turid açısından
bu kolay bir şeydi, çünkü son on iki yılda tek bir erkekle beraber
olmuştu , kendisiyle, yani Bj 0rn Hansen'le. Acaba bu nedenle mi
birdenbire şaşırtıcı bir dönüşle, Bj 0rn'ün önerdiği, Kongsbergli
homo ludens'lerin operet yerine Ibsen oynaması proj esine destek
vermişti? Turid, Bj 0rn Hansen'in kendisini homo ludens'lerden olu­
şan gruba ait hissetmediğini, müzikallerde koro üyeliği yapmaktan
duyduğu yabancılaşmanın on yıldan fazla bir zamandır hayatını
oluşturan bu hayal dünyasını kesinlikle terk etmeyi arzulayacağı
denli arttığını çoktan anlamış olmalıydı. Turid, Bj 0rn Hansen'in
önerisinin kabul görmesi, oyunun oynanması ve başarı kazanması
durumunda Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun, onun topluluğu bir
üst seviyeye çıkarma hamlesi diye isimlendirdiği şekilde hareket et­
mek isteyenler ve ritmik, müzikal ve popüler şeylerle devam etmek
isteyenler şeklinde ikiye bölüneceğini biliyordu . Turid Lammers
elbette ikinci gruba dahildi ama sevgilisini destekledi ve tercihini

40
Ibsen'den yana kullandı. Bir yandan da eskisi gibi yapmaya, gru­
bun merkezinde bulunmaya devam ediyordu , her şeyin bir daha
geri dönmemecesine geçip gittiğini bilmesine karşın. Her sabah
yüzünü ayna karşısında makyaj sız olarak seyrediyordu elbette .
Acaba bu nedenle mi kendisini şimdiye dek hiç hissetmediği ka­
dar genç hissettiğini, çünkü gençken gençliğini yaşamaya cesareti
olmadığını anlatıyordu sürekli diğer kadınlara? Hatta erkeklere ve
Bj0rn'e de içinde hep bir genç kızın yaşadığını söylüyordu . Sanki
sihirli bir cümle söyler gibi içinde genç bir kızın yaşadığını (ne
acıdır ki kimse bunu görmüyor, diye düşünüyordu Bj0rn) tekrar­
layan bir kadın tarafından destekleniyordu Bj0rn Hansen. Belki
de Turid kabiliyeti sayesinde ve egzersiz yaparak muhafaza ettiği
sağlıklı (ama zarif olmayan) hareketleriyle insanların bu genç kızı
sezinleyebileceğini zannediyordu; hareketlerine zarafet kriterinden
bakılacak olursa bunların yetersiz kaldığını, kırk yaşlarındaki bir
kadının kaybolan gençliğini taklit edercesine yaptığı sevimsiz ve
ümitsiz hareketler olarak algılandığını görmüyor muydu ? Ya da
Turid Lammers hayali özlemlerle bir erkeğin kolunu tıpkı eski
günlerdeki gibi okşarken "Genç erkek bu eylemden, eylemi ya­
pan kişinin amacını anlamıştır" diye düşünmüştü mutlaka, ama
bu beyhudeydi ve kabul edemediği de işte bu beyhudelikti. Yine
de kaybettiğinin farkındaydı ve Bj 0rn'ün proj esini işte bu yüzden
desteklemişti. Ne var ki çok geçti artık. Bj 0rn elbette bu destekten
hoşnuttu , zira bu hem "Topluluğu bir üst seviyeye çıkarma hamlesi
gerçekleştirilebilir" şeklindeki düşüncesinin başarı kazanma şan­
sım artıracaktı hem de ilişkilerinin, peşine düşülen fiziki güzellik
değil de karşılıklı sadakat sebebiyle usul usul ve biraz da oluruna
bırakılmış bir şekilde devam edebileceğine dair ipucu verecekti,
en azından Bj 0rn bu açıdan bakmaya çalışıyordu . Ancak durumun
başka bir yönünün de farkındaydı. Cazibesi solmakta olan güzel
bir kadınla geçirilen bu müthiş yalnızlık. Diğer erkeklerin dürüst
ama kendilerini bağlamayan iltifatlar yağdırdıktan sonra çekilip
memnuniyetle ona teslim ettikleri kadın. İyi ki Turid'imiz var; iyi
ki ona yakın, onunla birlikte yaşamayı üstlenen Bj 0rn var ! Bj0rn
Hansen, Turid'in yüzündeki sert ifadeden, keskin hatlardan ve
Turid'in bu görüntüyle taban tabana zıt o tiz sesli ünlemlerinden ra­
hatsız oluyordu. "İçimde hala genç bir kız yaşıyor ! " diyordu bu ses,
"kendimi şimdiye dek hiç hissetmediğim kadar genç hissediyorum,"

41
işte bu ses otuz yaşındaki mühendisin onlardan uzaklaşmasının,
Bj 0m Hansen salona girer girmez Turid'in onu pörsümüş kolları
arasına alması gibi feci bir ihtimalden kaçarcasına (Bj 0m Hansen
on iki yıl önce meydana gelen olaylar nedeniyle ve kocalık görevini
yerine getirmek üzere kendini hala bu kollarda buluyordu) kapıya
seğirtmesinin nedeniydi.
Turid'in sarsılmaz sadakati Bj 0m'ü kendisine bağlıyordu . Bj0m
bunu yapışıp kalmak gibi hissediyor, ne var ki bir şey yapamıyordu.
Kuşkulansa bile aldığı destekten memnundu . Turid, Kongsberg
Tiyatro Topluluğu'nun Ibsen oynamak gibi, topluluğu bir üst sevi­
yeye çıkaracak bir hamle yapmasında ısrarcı olunca ve sonrasında
provalarda Gina Ekdal rolünü şatafatsız, tantanasız bir şekilde can­
landırınca Bj 0m'ün kuşkuları kaybolmuştu . Aralarında, sabahları
uyanıp da yanı başında onun makyaj sız yüzünü görmenin verdiği
ıstırabı dindirmeye yarayacak bir ortaklık, hatta bir yoldaşlık olu­
şacağını varsayıyordu . Evet, Turid'in de buna gayret ettiğini kendi
gözleriyle görüyordu . Bu nedenle o da deneyecekti. Cehennemin
bir ucundaki taşra kenti Kongsberg'de homo ludens'i temsil eden ve
bir üst seviyeye çıkmak üzere hamle yapmayı deneyen bir amatör
tiyatro topluluğunun çizdiği çerçeve içinde yaşanacak ciddi ve yol­
daşça bir hayat. . . Projenin gerçekleşmesinin mümkün olmadığı (ve
de olamayacağı) anlaşılana dek, Turid Lammers'le paylaşacağı, işi
oluruna bırakmış yetişkin insanlara özgü bir hayatın ana hatlarını
görebiliyordu , bu hayat ona çok cazip gelmese bile o katlanamadığı
öbür olgunun, yani yaşamı boyunca, doğanın acımasızlığı sonucu
nihayet eriyip elinden gitmiş bir şeyin peşinde koşmuş olduğunu
bilmenin verdiği ıstırabı dindirebilecekti. Turid'in deneyimli ve
rutin cazibesiyle oynadığı o oluruna bırakmışlık ve sarsılmaz sada­
kat onu mutlu ediyordu. Ama aslında oradan gitmek, uzaklaşmak
istiyordu . Buydu arzusu. Istırabını dindiremeyeceğini biliyordu .
Turid'e adeta zincirle bağlanmıştı.
Derken Turid yapacağını yapmış, ilişkiyi koparmış ve sahnede
ona apaçık ihanet etmişti işte , hem de amatör bir tiyatro gösteri­
sinde oyunu kurtarmak adına yapmıştı bunu . Değer miydi? Ya da
ne yaptığının bilincinde miydi? O vahim dakikalarda Turid nasıl
da keyifli ve heyecanlıydı. Bütün vücudu titriyordu . Bunu Bj0m
Hansen, yani seyirciye sıkıcı gelen karakter, Hjalmar Ekdal fark
edebilmişti sadece, çünkü sahnede onun yanı başında duruyordu . ·

42
Titreyen dizler ve kısa bir süre için de olsa seyircinin ilgisini üze­
rinde topladığını hisseden mutlu mesut bir çehre . Sadece kendine
odaklanmış, kendini kazandığı ucuz başarının sarhoşluğuna kap­
tırmış, ne pahasına olduğunu önemsemeksizin coşmuş, esrik bir
Turid Lammers. Keyfini çıkarıyordu . Bj 0m Hansen nihayet ondan
kurtulmuştu . Turid Lammers o şahane dakikalarını yaşarken Bj 0m
Hansen her ne pahasına olursa olsun artık asla onunla bir arada
olamayacağını anlamıştı.
Yine de nihai sonun gelmesi için iki yıl daha geçmesi gerekecek­
ti. Zira Turid'e ne diyecekti ki? Artık yüzün ve bedenin bana cazip
gelmiyor, bu nedenle de hayatın elimden kayıp gittiğini hissediyo­
rum, diyebilir miydi? Yumuşacık güzelliğinin Turid'i ebediyen terk
etmiş olması düşüncesine kendini bir türlü alıştıramadığını, yatakta
terk edilmiş bir kadının yanında hiçbir şey hissedemeyeceğini söy­
leyebilir miydi? Bir erkeğin kadınına bu şekilde bakması tahammül
edilemez bir şeydi, böyle düşününce dili tutuluyordu . Bu nedenle
de bir süre daha Turid'den vazgeçemedi. Kendini ondan koparmayı
başarana dek geçen iki yıl tam bir kabus gibiydi, bu nedenle de bu
anlatıda sessizce geçiştirilmesi gerekiyor.
Sonunda Bj 0m Hansen tüm eşyalarını topladı ve Kongsberg'in
merkezindeki modem bir apartman dairesine taşındı. N ihayet
yalnız kalmıştı. Artık rahatça soluk alabilir, evinde istediği gibi
dolaşabilir, sakin bir hayatın keyfini çıkarabilirdi. Evi apartmanın
dördüncü katındaydı, balkonundan bakınca aşağıda biraz sola doğ­
ru tren istasyonunu görüyordu. İstasyon binası, güney ve kuzey
yönüne doğru ilerleyip bir süre sonra birleşerek gözden kaybolan
ve Kongsberg'in etrafında güzel bir kavis çizen raylar. Kongsberg
bir bakıma bu iki tren hattının içine hapsolmuş gibiydi, bir tarafta
Kristiansand ve Stavanger'e giden ekspresin, diğer tarafta Oslo'ya
giden trenin hareket ettiği hat. Her gece yansından hemen önce
Kristiansand ve Stavanger gece ekspresi istasyona girerdi. Pencere­
lerinin storları inik, sessizce. Gelişleri hoparlörlerde anons edilen
ve Bj 0m Hansen'in pazar günleri dahil evinden de duyduğu gündüz
trenlerinin girişinden farklı olarak gece treni gelirken istasyonda
çıt çıkmazdı Bj 0m Hansen balkonda sağ yana baktığında kenti
boydan boya geçen nehrin bir kısmını görebiliyordu. Nehrin adı
Ugen'di, kaynağı ilerideki Numedal platosunda olduğu için de
Numedalslagen olarak isimlendirilirdi. Kongsberg ülkenin orta kı-

43
sımlarında yer almasına karşın kentin içinden geçen Numedalslagen
akışına güney yönünde devam eder, zikzaklar çizerek, döne dolaşa
kilometrelerce yol aldıktan sonra kıyıya, Larvik'e ulaşırdı. Burada
Bj 0rn Hansen'in çok özel bulduğu ve sevdiği bir manzara vardı,
üzerinde dev çam ağaçlan yetişen üç minyatür adacık. Hepsinden
önemlisi Numedalslagen'in eski Kongsberg'i güzel bir kavis çizerek
geçtiği alanlarda oluşturduğu çok sayıda çağlayanın görüntüsüydü .
Nehrin, tepeye kurulmuş 1 7. yüzyıldan kalma kilise ve 1 8 . yüzyıla
ait üç dört görkemli konağıyla dikkat çeken eski Kongsberg'i geçer­
ken yaptığı kavis çok güzeldi. Özellikle de nehrin üzerindeki tren
yolu köprüsünden manzara şahane görünürdü , Bj0rn Hansen pazar
yürüyüşlerinde nereye giderse gitsin yolunu mutlaka bir şeridi ya­
yalara aynlmış bu köprüden geçirirdi. Paslı tel örgülerin üzerinden
sarkarak nehre , karanlık sularına bakar, yüzeydeki yansımaları ve
çırpıntıları seyrederdi.
Bu pazar yürüyüşlerini genellikle Herman Busk'le, şantör diş
hekimiyle beraber yaparlardı. Kongsberg kırsalında kenti çevreleyen
tepelerde yürür, zirvelere çıkan patikaları izleyerek doğa yürüyüş­
çüleri arasında popüler olan dağ kulübelerinden birine, örneğin
Knutehytta'ya giderlerdi. Her ikisi de eski moda kıyafetler, yani dize
kadar gelen golf pantolon ve anorak giyer, konuşa konuşa doğada
yürürlerdi. İkisi de toplumda birer mevki sahibi olmuş, saygı gören
orta yaşlı erkeklerdi . Diş hekimi Herman Busk ve vergi dairesi
müdürü Bj 0rn Hansen. Pazarları açık havada yürüyüş günüydü .
Eskilerde gümüş madenleriyle ünlü olan bu kenti çevreleyen tepe­
lerde her yaştan insan yürürdü. Doğa yürüyüşçüleri. Bj0rn Hansen'le
Herman Busk yürüyüşleri sırasında sürekli birileriyle karşılaşır,
selamlaşır, yollanna devam eder ya da durup biraz konuşurlardı.
Bu kişiler Tiyatro Topluluğu'ndan ortak arkadaşları, Bj 0rn'ün ver­
gi dairesindeki görevi nedeniyle tanıdıkları ya da Herman Busk'ün
hastaları olabilirdi. Böyle bir gezinin ardından kente döndüklerin­
de genelde Herman Busk'ün evine gider ve Bayan Berit Busk'ün
hazırladığı akşam yemeği sofrasına o tururlardı. Ya da ayrı ayrı
evlerine dönerlerdi. Bj 0rn Hansen ortalama ayda bir kez Busk ai­
lesine akşam yemeğine davet edilir, bundan da büyük zevk alırdı.
Zira uzun bir orman yürüyüşünden sonra Busk çiftinin evinin
kapısından içeri girmek ve fırındaki rostonun mis gibi kokusunu
içine çekmek kadar güzel bir şey yoktu Bj 0rn Hansen için ve o da

44
Herman Busk'ün eşi Berit'i sevindirecek biçimde yüksek sesle dile
getirirdi bunu . Yalnız başına yemek yemek de zor gelmezdi ona.
Pazar akşamları yemekleri şahane olan Grand Hotel'de yediği de
olurdu , buranın yemekleri Kongsberg Kro'dan daha iyiydi. Kong­
sberg Kro birkaç yıl önce çıkan yangının ardından restore edilmiş­
ti ama mutfakta eski düzeyini tutturamamıştı. Bj0rn Hansen pa­
zarları akşam yemeklerini, kibar garsonların bu müdavim müşte­
riyi tanıdıkları bir restoranda yemekten zevk alırdı. Yemek sırasın­
da o gün tepelerde yaptıkları doğa yürüyüşünü ve Herman Busk'le
konuşmalarım geçirirdi aklından. Uzun uzun edebiyat tartışmala­
rı yaparlardı, ikisi de okumaya meraklı kişilerdi. Ancak zevkleri
biraz farklıydı, Herman Busk halkın daha geniş kesimine hitap
eden, Kitap Kulübü tarafından yayımlanmış beylik romanları tercih
ederken, Bj 0rn Hansen kitabevlerinin her yıl ortaklaşa düzenledik­
leri ucuz kitap satış günlerinde tezgahları dolaşır ve alıcılara sunu­
lan, kenarda köşede kalmış esaslı kitaplar keşfederdi. Herman Busk,
Bj 0rn Hansen'in okuduğu kitapları okumadığından ve Bj 0rn Han­
sen de Herman Busk'ün oku duğu kitaplarla ilgilenmediğinden
kitapları tek tek tartışmanın onlara pek yararı olmadığı da söyle­
nebilir. Ancak Bj0rn Hansen, Herman Busk'ün okuduğu kitaplardan
söz etmesini, hatta bu kitapları niçin sevdiğini anlatmasını dinle­
mekten hoşlanırdı, karşı tarafın sunduğu argümanlar ya da kullan­
dığı kelimelerden çok sesindeki vurguları önemsiyordu , çünkü her
ne kadar kitap okumak ikisine farklı şeyler kazandırıyor da olsa
bu onların ortak referanslara sahip olduklarını gösteriyordu . Ağaç
yapraklarının dökülüp patikaları bir halı gibi kapladığı -bakış açı­
sına göre halı yerine çöp de denebilir- bir sonbahar akşamüstü ,
Bj 0rn Hansen Pascual Duarte ve Ailesi isimli romanım okuduğu
yazar Camilo jose Cela'nın Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandığını
ilan ederken Herman Busk'ün aynı nedenle kendisini anladığım
düşünüyordu . Bj 0rn Hansen yedi yıl önce bu romanı kitabevlerinin
her yıl ortaklaşa düzenledikleri ucuz kitap satış günlerinde keşfet­
miş, tezgahta tek bir adet bulunan kitapla ilgilenen yegane alıcı
olarak yok pahasına satın almıştı . Norveç'te Camilo jose Cela is­
mini bilen pek fazla kişi bulunmadığından roman muhtemelen iki
yüz adet satmıştı, o da o iki yüz kişiden biriydi işte. Yazar Nobel'i
aldıktan sonra gazetelerde yayımlanan röportajları inceleyen Bj 0rn
Hansen, görüşlerine başvurulan "edebiyatın koro şefleri"nden pek

45
azının Cela'yı okumuş olduklarını anlamıştı. Ama işte Kongsberg'de
yaşayan bir adam onu tanıyordu . Kongsberg vergi müdürü çok
kaliteli bir İspanyol yazarın yaratmış olduğu bu romanı keşfetmiş­
ti, bu da bir şey sayılmaz mıydı? Diğer iki yüz okur neredeydi
acaba? Muhtemelen çoğu üç büyük kentimizde, Oslo, Bergen ve
Trondheim'de yaşıyorlardı. Bu iki yüz okurun içinde kuzeyden
güneye upuzun uzanan ülkemizde yaşayan, muhtemelen İspanyol­
caya hakim kişiler de vardı, bunlar büyük bir olasılıkla çeviriyi
kontrol etmek için Norveççesini de okumuşlardı. Ancak okur da­
ğılımını gösteren bir harita yapıldığı takdirde şaşırtıcı sonuçlara
varılabilirdi. Örneğin bir okur Kongsberg'de yaşıyordu , ama Bj0rn
Hansen şundan emindi ki Norveç'in küçük yerleşim birimlerinde
de Cela okurları mevcuttu , örneğin Geithus'te. Geithus mü , neden
Geithus? N eden olmasın. Geithus'te pekala on beş Cela okuru
yaşıyor olabilirdi. Şöyle ki, bazı romanların okunması minyatür bir
salgın hastalık gibidir, ansızın en olmadık yerlerde baş gösteren
gizli bir salgın . "Eskiden böyle değildiyse bile şimdi böyle" diye
anlatıyordu Bj 0rn Hansen heyecanla, çünkü Camilo jose Cela'nın
Pascual Duarte ve Ailesi romanını okumuş olan gizli cemaatin iki
yüz üyesinden biri olmakla gurur duyuyordu. ·�yrıca kasvetli bir
roman" diye ekledi Bj0rn Hansen, "zırcahil biri, gözünü kırpmadan,
efsane olmuş bir adamı öldürüyor, bu da bize İspanya'nın kurak
topraklarında, Extremadura'da insanın yaşam koşulları hakkında
bir fikir veriyor." Biraz düşündükten sonra ekledi: "Peki çok mu
kasvetliydi? Demem o ki ben kitabı sevdim, oldukça derine inen
bir romandı, ama şunu demek isterim ki benim kendi varoluşum
açısından yeterince derin miydi acaba? " Bunları söyledikten sonra
susmuştu , Herman Busk de ne söyleyeceğini bilemiyordu . Hiç ko­
nuşmadan yan yana yürüdüler. Zaten genellikle böyle yaparlardı.
Bj0rn Hansen'in N obel Edebiyat Ödülü'nün Cela'ya verilmesine
dair uzun tiradı bir istisnaydı; çok gerekmedikçe konuşmazlar,
konuşurlarsa da konuşmaları böyle monologlar şeklinde olurdu ,
çoğunlukla her biri kendi içinde düşüncelere dalmış şekilde yan
yana yürürler, ara sıra da başlarını kaldırıp yoldan geçenlerin dost­
ça selamlarını alırlardı. Cela'nın N obel kazandığı aylarda Bj0rn
Hansen her zamankinden daha da fazla içine kapanmıştı, çünkü
canını sıkan bir şey vardı. Dişleri ağrımaya başlamıştı. Dişleri ilk
kez mi ağrıyordu emin değildi, belki uzun süredir ağrıyordu da son

46
günlerde farkına varmıştı, öyle ya, artık elli yaşına geldiğini ve
zirveye ulaştığını, bundan sonrasının bayır aşağı iniş olacağı ger­
çeğini görmezden gelemezdi. Ancak ağrıyan ya da en azından sız­
layan dişleri onu gerçekten de endişelendirmeye başlamıştı. Bu
konuyu Herman Busk'e açmayı düşündüyse de onu rahatsız etmek
istemedi. Diş hekimi Herman Busk Bj 0m'ü yılda bir kez kontrole
çağırır, tüm dişlerini gözden geçirirdi. Bunun dışında aralarında
bu konu konuşulmazdı. Ama diş ağrıları başlamıştı işte ve bir son­
raki kontrole daha dokuz ay vardı. Bj 0m Hansen'i gerçekten endi­
şelendiren diş ağrısı değil -bu ağrıya katlanabilirdi- bu ağrıların
ne anlama geldiğiydi. Dişlerinin diş etlerinden kopup birer birer
döküleceği anlamına gelmesinden korkuyordu . Aklından geçen
endişeleri Herman Busk'e anlatmamak için kendini dizginlemesi
gerekti. Herman onun böylesine duygulara kapılmasına rağmen
kendisiyle konuşmamasına kızacak ve pazartesi günü için derhal
bir randevu ayarlayacaktı , bunu biliyordu , ama yine de kendini
tuttu . Önemli bir şey değildir, diye düşündü . Vehmediyorum bun­
ları ben, arkadaşımın pazar tatilini böyle kuruntularla berbat etmek
hiç hoş değil, diye düşündü . İşte böyle hiç konuşmadan, Kongsberg
kırsalındaki patikalarda yan yana yürümeye devam ettiler. Ara sıra
bir replik ya da bir tirat bölüyordu sessizliği. Bj 0m Hansen dişle­
riyle ilgili endişelerini ifade etse mi etmese mi diye uzun uzun
düşünüyordu . Sonunda diş hekimi Busk'ü rahat bırakmaya karar
verdi ve düşüncelerini farklı alanlara kaydırdı, başka şeylerden söz
etmeye başladı, zaman zaman söyledikleriyle Herman Busk'ü çok
şaşırtıyordu. Örneğin sevdiği kitapların tümünün hayatın imkansız­
lığını dile getiren, kara ve acı bir mizah içeren insafsız kitaplar
olduğunu sôylüyordu vergi müdürü . Aslında bunda bir şaşılacak
şey yoktu , ne de olsa Herman Busk arkadaşını iyi tanıyordu . Ancak
Bj0m, "Bunlardan bıkmaya başladım" diye devam etti ve "Ben artık
hayatın imkansızlığını dile getiren ama kara ya da acı hiçbir mizah
içermeyen kitaplar okumak istiyorum" şeklinde bir açıklama ge­
tirdi, bunu garipseyen Herman "Hiç mizah içermeyen pek çok
kitap var" demekten başka bir şey bulamadı cevap olarak, bunun
üzerine Bj 0m Hansen biraz düşündü ve "Ya , hakikaten öyle ama
hepsi de can sıkıcı şeyler" dedi, bu arada kente geri dönmüşlerdi,
eski tren yolu köprüsünün üzerindeydiler, korkuluklara yaslanmış
yan yana duruyor ve nehri seyrediyorlardı, sonra ilerleyip tren

47
hattının üzerindeki geçitten geçtiler ve kestirme bir yoldan konut­
ların bulunduğu alana doğru yürüdüler, geldikleri köşe başında iki
seçenek çıktı karşılarına, ya ayrılıp tek tek evlerine gidecekler ya
da birlikte Herman Busk'ün konutuna, eşinin sıcacık rostoyu hazır
ettiği eve yöneleceklerdi.
Bj 0m Hansen elli yaşını bitirdi. Doğum gününü sessiz sedasız,
kendi başına , Kongsberg'de bir apartman dairesinde muhteşem
yalnızlığıyla kutladı. Doğum günü münasebetiyle hiçbir şekilde
eğlence düzenlenmesini istemediğini daha önce duyurmuş ve çev­
resindekiler de buna saygı göstermişlerdi. "Aftenposten gazetesi bir
doğum günü ilanı yayımlama teklifinde bulundu , ben de gazete­
ye fotoğrafımı ve kısa özgeçmişimi gönderdim" demişti Herman
Busk'e. Yerel gazete Lagendalsposten kendisiyle bir söyleşi yapmak
üzere telefon ettiğinde cevap olarak "Beni rahatsız etmeyin" diye
öylesine ricacı oldu ki, gazeteci onun gazeteye çıkmak istemediğini
anladı ve ısrar etmekten vazgeçti.
Karın ağrılan başlamıştı. Yemekten sonra kamı ağrıyordu. Endi­
şelendi ve bir doktora gitmesi gerektiğini düşündü . Ama ağrıların
geçici olduğunu umarak doktora gitmekten vazgeçti. Ne var ki ağ­
rılar geçmedi. Acaba gerçekten şiddetli ağrılar mıydı bunlar? Biraz
dikkat edip tanımlamaya çalıştı. Evet, gurultular vardı. Dişlerinde
sızlama, karnında gurultu vardı. Ve ikisi de geçmiyordu. Diş hekimi
arkadaşı Herman Busk'ü yerli yersiz rahatsız etmek istemediğinden
yıllık kontrol gününü beklemeyi tercih etmişti. Ama doktora git­
meye karar verdi ve hastaneye, her zamanki doktoru Dr. Schi0tz'e
telefon etti. Dr. Schi0tz'le Kongsberg Tiyatro Topluluğu'nun sah­
nelediği müzikallerde figüranlık yaptıkları zamanlardan tanışıyor­
lardı, üzerinden dört yıl geçmiş olsa bile doktor olarak kendisine
başvurabilirim, diye düşündü . Dr. Schi0tz ona derhal randevu verdi.
Randevuya tam saatinde gitti ve doktorun muayene odasına
alındı. Beyaz önlüğüyle çalışma masasının gerisinde o turan Dr.
Schi0tz doktorların sordukları klasik sorulan sormaya başladı.
Bj 0m Hansen'in anlattıklarını başını sallayarak dinliyordu . Son­
ra kamını muayene etti ve bastırdığı zaman ağrıyıp ağrımadığı­
nı sordu . Hayır, pek ağrımıyor, diye cevapladı Bj 0m Hansen. Dr.
Schi0tz röntgen bölümüne havale kağıdı yazarken bir yandan da
eski günlerden söz ediyordu , laf arasında kendisinin de " tiyatroyu
bıraktığını söyledi. "Yıllar geçiyor" dedi. "Evde oturup kendi Mozart

48
albümlerimi dinlemeyi tercih ediyorum." Bj 0rn Hansen bu uzun
boylu , sessiz ve tipik piyanist parmaklarına sahip doktor açısından
böylesinin daha uygun olduğu konusunda hemfikirdi.
Bir süre sonra Dr. Schi0tz'den bir telefon geldi, onu hastaneye
çağırıyordu . Röntgenin sonucu gelmişti. Bj 0rn Hansen endişelendi
ve aceleyle hastaneye koştu . Dr. Schi0tz'ün çalışma masasının geri­
sinde oturduğu muayene odasına alındı. "Bir şey bulmak mümkün
değil" dedi doktor. "Başka testler de yapacağız. Bu konuyu enine
boyuna inceleyeceğiz." Bj 0rn Hansen başını evet anlamında salladı.
Dr. Schi0tz Bj 0rn Hansen'in göğsünü dinledi. Her zamanki gibi
sessiz ve mesafeliydi. Derken birdenbire şöyle bir soru sordu : "Ha­
yatım boyunca kaç hastaya bakmışımdır, tahmin edebilir misin? "
Bj 0rn Hansen soruya şaşırarak başını iki yana salladı. Ne diyeceğini
bilemedi. Dr. Schi0tz şimdi dosdoğru ona bakıyordu , yoğun ama
her zamanki gibi dalgın bir bakış. Bu bakış çoğu kişilerce içedö­
nüklük ve mahcubiyet olarak yorumlanırdı. "Bir doktorun bakış
açısından ele alındığında, sapasağlam bir hastaya bakmak tatmin
edici bir şey sayılamaz, değil mi? Ne dersin? Hasta birine bakmak
daha tatmin edici bir şey olmalıdır değil mi? Ne de olsa doktorun
işi hastayı iyileştirmektir. Sence de öyle değil mi? "
Bj 0rn Hansen acayip rahatsız olmuştu . Garip bir durumdu bu.
Dr. Schi0tz tamamen değişmişti, hem de hiç umulmadık bir şekilde.
Farklı olan doktorun söyledikleriydi, yoksa davranışları tam da
Bj 0rn Hansen'in hatırladığı gibiydi. Birdenbire Bj0rn Hansen her
şeyi anlamıştı. Bu adam madde bağımlısıydı. Nasıl olmuştu da bunu
daha önce anlayamamıştı? Dr. Schi0tz Kongsberg Sineması'nın
salonunda, ikisi de sahnedeler, Dr. Schi0tz ve Bj 0rn Hansen koro­
dalar, kovboy giysileri veya denizci kazakları içinde ya da başka
türlü bir kılığa girmiş, dans edip şarkının nakaratını söylüyorlar.
Doktor daima mesafeli. Muhteşem bir enerjisi olmasına , avazı çık­
tığı kadar yüksek sesle şarkı söylemesine rağmen bir türlü "olayın
içine giremiyor", dudaklarında hep sakin ve budalaca bir tebessüm
var. Evet evet, Dr. Schi0tz , bu sessiz sakin adam madde bağımlısı.
Bj0rn Hansen'in hayretten başı dönüyordu. Nasıl olmuştu da kimse
fark etmemişti. Gayet açıktı. Ama şu an bu denli açık görünüyordu
çünkü Dr. Schi0tz motor takmış gibi konuşmuştu . Diğer bir deyişle
Bj 0rn Hansen o an anlamıştı çünkü Dr. Schi0tz onu , anlayabilmesi
için adeta açıkça davet ediyordu. Bu durum Bj 0rn Hansen'i öylesine

49
etkilemişti ki ne yapacağını bilemedi. Üzerinde doktor gömleğiyle
çalışma masasının gerisinde oturmuş, incecik parmaklarıyla stetos­
kopuyla oynayan dalgın ve yumuşak bakışlı Dr. Schi0tz'ü inanama­
yan gözlerle inceliyordu . Yani bu gerçek mi? Neden ben? Niçin Dr.
Schi0tz benim bunu anlamam için bana fırsat tanıyor? Ancak Dr.
Schi0tz cevap vermeden, çalışma masasında uzak ve sessiz otur­
maya devam ediyordu . İşte tam o an Bj0rn Hansen dudaklarından
şu sözlerin döküldüğünü fark etti: "Canımı sıkan şey hayatımın
çok ehemmiyetsiz olması . . . " Bunu o güne dek hiç kimseye, hatta
kendisine bile söylememişti, yıllarca dilinin ucuna kadar gelip
söyleyemediği şeyi şimdi söylüyordu . Bu cümleyi dile getirirken
de şaşkınlık içinde doktora baktı. Genellikle dalgın dalgın bakan
Dr. Schi0tz'ün gözbebekleri bir o yana bir bu yana hareket etmeye
başlamıştı, tıpkı duygulanan ama bunu göstermek istemeyen bir
insanın bakışları gibi. Sabitlenmeyen dalgın bakışlar, içe dönük.
"Ve daha bir otuz yılım var, emekli olmaya ise en azından on yedi
sene . Gerçekleşmesi olanaksız hayallerim olduğunu sanmıyorum."
Bj0rn Hansen yüksek sesle ve acayip safça bir tonlamayla konuşur­
ken buldu kendisini. Yahu neydi bu? Dr. Schi0tz'ün gözbebekleri
yine hareket etmeye başlamıştı. Derken doktor içten bir tebessümle
gülümsedi, sonra aralarındaki bağlantı koptu .
Karnından gelen gurultular. Dr. Schi0tz bunun sebebini bulmaya
çalışıyordu . Ağrıların başka bir şeyin belirtisi olduğu kanısındaydı
ve pek çok test yapmıştı. Alınan sonuçlar hangi değerin araştırıl­
dığına bağlı olarak negatif veya pozitifti. Bu da Bj 0rn Hansen'in
defalarca hastanenin saygıdeğer doktorunun muayene odasına gidip
geldiğine işaret ediyordu . Bu ziyaretlerinde kendine bile açamadığı
konuları doktora anlatıyor, doktor da gayet keyifle -muhtemelen
de hafiften esrik bir halde- onu dinliyordu . "Hemen her şeye kar­
şı kayıtsızım" derken buluyordu kendini Bj 0rn Hansen. "Zaman
fani, can sıkıntısı baki." Bu gibi ifadelerin bir yandan muayenesine
devam eden Dr. Schi0tz'ü gerçekten sevindirdiğini görebiliyordu .
Acaba sorun boğazında mıydı? A diyerek ağzını aç ! Acaba sorun
kulakta mıydı? Olabilir mi?
"Biliyorsun, bu kentte yaşıyor olmam tamamen tesadüf eseri,
burası benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Burada vergi müdürü
olarak görev yapmam da tamamen tesadüf. Ne var ki buraya gelme­
sem de başka bir yerde aynı şekilde yaşıyor olacaktım. Ama bunu

50
bir türlü içime sindiremiyorum. Bunu düşündükçe gerçekten de
keyfim kaçıyor" diyordu Bj 0rn Hansen. Bir yandan da başkasının
yanında böylesine içini döktüğü için kendine kızıyordu . "Hayat
kendisine sorduğum bütün soruları cevapsız bıraktı" dedi ve ek­
ledi: " Düşünsene , en derindeki ihtiyaçlarımın fark edilmediği ,
işitilmediği koskoca bir hayat var önümde yaşanacak, üstelik bu
benim hayatım. Sessizliğe mahkum öleceğim, işte beni korkutan
bu , dudaklarımdan tek bir sözcük çıkmadan, zira söylenecek ne var
ki" dedi. Ağzından çıkan sözlerin verdiği umarsız mesaj ı kendisi
de işitiyordu . Bu mesajı verdiği kişiyse içinde önemli ve yüksek
bir sosyal pozisyona sahip olduğu toplumla insani ilişkiler içine
girmiyor, yalnızca boş bir kabuk olarak etkileşimde bulunuyordu .
Ah Kongsberg Hastanesi'ndeki doktor muayenehanesinin belediye
demirbaşı perdelerinden sızan o güneş ! Pencere pervazına vuran iç
bulandırıcı güneş ışınları ! Dikdörtgen pencerelerin -Hastane'nin
bizimki gibi bir toplumda güven verici görünmesi gerektiğini ön­
gören politika gereğince- her gün köpükle temizlenen camları.
Elli yaşında bir erkek olarak böylesine açık açık ve yüksek sesle
ölümden söz ediyor olması kendisine bile itici gelmişti, bu yüzden
biraz utandı. Otuz yaşındaki bir adam bunu yapabilirdi çünkü ne­
reden bakılırsa bakılsın ölüm, yani hayat yolundan bu denli erken
koparılmak, genç biri için bir felaketti, ancak ellisini bitirmiş bir
erkek olarak onun için doğal sürecin -her ne kadar istatistiklere
göre daha erken olması mümkünse de- sona ermesiydi ve sız­
lanmadan kabul edilmeliydi, çünkü yapılan yapılmıştır ve hayat
doğal sona doğru ilerlemektedir. Bununla birlikte Bj 0rn Hansen
bu meselede ona söylenecek söz düşmeksizin -hatta kendisine bile
söyleyemeden- ölmek zorunda olduğu gibi bir gerçek karşısında
dehşete kapıldığını ifade etmişti ve bunu yapmış olmak şimdi ona
dayanılmaz geliyordu .
Dr. Schi0tz bütün bu sözler karşısında ne demişti? Pek de bir
şey söylememişti. Keyiflenmişti sadece. Muayenelerini yapmış,
aldığı örnekleri mühürleyip analiz için laboratuvara göndermiş,
gelen sonuçlara göre Bj0rn Hansen'e yeni bir randevu vermiş, yeni
testlere tabi tutmuştu . Bütün bu süreç içinde Bj 0rn Hansen hep
söylemek istediği şeyleri dile getirmişti. Kendisini bazen ayakta
bazen de oturarak karşılayan Dr. Schi0tz'le, bu dalgın ve yumu­
şak bakışlı -zaman zaman gözbebekleri birinin kendisini görmeye

51
gelmesine sessizce sevindiğine işaret edercesine bir o yana bir bu
yana hareket ederdi- doktorla yüz yüze gelmek adeta yeni bir odaya
girmek gibiydi. Doktor zaman zaman madde bağımlılığına atıfta
bulunuyor ancak bunu hep kader olarak adlandırıyordu . "Kaderi
benimki gibi olan birinin dış dünyayla münasebet kurması pek
kolay değil" diyordu , "düşünüyorum da, günlük işler bile benim
için bir ıstırap, ne gariptir ki yaparken değil de öncesi ve sonrasında
düşünmek acı veriyor." Sonunda Dr. Schi0tz Bj 0rn Hansen'i tam
bir sağlık kontrolünden geçirmiş ve hiçbir hastalık bulmamıştı.
"Hiçbir şeyin yok" dedi, "garanti veririm sana" diye kıkırdayarak
ekledi. Doktor, Bj 0rn Hansen;i muayeneleri sırasında böyle tuhaf
bir alışkanlık edinmişti. Bj 0rn Hansen bu bastırılmaya çalışılan
kıkırdamadan hiç hoşlanmasa da Dr. Schi0tz'ün hafif esriklik ha­
line işaret eden, içinde -yani sadece kendisi için yaşadığı alemde;
görünmez damarlarında akarken onu yatıştıran bu zehirden başka
her şeye kayıtsız kaldığı iç dünyasında- tutmaya ve başkalarının
önünde dışa vurmamaya özen göstermesi gereken bu kıkırdamayı
kendisine duyduğu güvenden dolayı özgürce salıverdiğini görüyor,
bu nedenle de kabul ediyordu . Artık Bj 0rn Hansen'in hasta rolü
sona ermiş bulunuyordu . Teşekkür ederek hastaneden ayrıldı, her
şeyin bittiğine ve bu garip seansları geride bıraktığına hafiften
şaşırıyordu .
Ancak sonrasında Dr. Schi0tz Bj 0rn Hansen'i evinde ziyaret
etmeye başladı . Genellikle geceleri geliyordu ve bu ziyaretlerinde
muayenehanedekinden çok daha esrik bir halde oluyordu . Çok sık
sayılmasa da haftada bir kez geliyordu , bazen daha da seyrek. Yine
de sohbetleri devam ediyordu. Bj 0rn Hansen konuşuyor, Dr. Schi0tz
kaderine -ona böyle doğal ve anlaşılır bir isim vermekten mutluy­
du- atıfta bulunuyordu . Bj 0rn Hansen, Dr. Schi0tz gittikten sonra
da, adeta karşısında biri varmış gibi sohbete kendi kendine devam
ediyordu. İçine girdiği bu dilde giderek daha fazla düşünmeye verdi
kendini. Öyle bir şey vardı ki "Bu budur" diye teşhis edemiyordu
bir türlü . Bu da canını sıkıyordu. Bunu kabul edemezdi. Bunu kabul
edemeyeceğini bir şekilde göstermesi gerekecekti. Bu nedenle bir
plan yaptı. Çılgın bir proj e . Bu proj eyi bir sonraki ziyaretinde Dr.
Schi0tz'e anlatacaktı.
Planı şuydu: Geri dönüşü olmayan bir eylemde bulunarak aklın­
daki "Hayır"ı ya da son zamanlarda verdiği isimle "Büyük Reddini"

52
hayata geçirecekti. Tek bir hareketle geri adım atamayacağı ve onu
hayatının sonuna dek bu çılgın eyleme bağlayacak bir oluşumun
içine atılacaktı. Bu projesini Dr. Schi0tz'e açmak için sabırsızlanıyor­
du , çünkü planı her şeyden önce Dr. Schi0tz'le işbirliği yapmayı ge­
rektiriyordu , böylece plan aralarında gelişmiş olan ilişkiyi son nok­
taya götürecek ve onları birbirlerine bağlayacaktı. İşte bu yüzden
Dr. Schi0tz'ün ziyarete gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu , nihayet
bir akşam geç saate kapıyı çalan Dr. Schi0tz'ü -doktor her zaman­
kinden de mesafeliydi, adeta başka bir alemdeydi- karşılayan Bj0rn
Hansen ona hoş geldin diyen sesinde heyecanlı ve beklenti dolu o
tınıyı işitebiliyordu. "A sen misin, gel gel, gir içeri." Dr. Schi0tz otu­
rur oturmaz Bj 0rn Hansen planını kısaca anlatmaya başladı. Planın
içeriğini, kendisinin ne yapacağım, amacının ne olduğunu ve Dr.
Schi0tz'ün nerede devreye gireceğini açıkladı. Ne var ki Dr. Schi0tz
bu işin bir parçası olmayı anında reddetti. Çok riskli bir şeydi bu .
Ancak planın uygulanabilmesi için Dr. Schi0tz'ün mutlaka katılması
gerekiyordu . Bj 0rn Hansen doktorun olumsuz tepki vermesine çok
şaşırmıştı; anlaşılan doktor buna Bj 0rn Hansen'in perspektifinden,
yani bir "fikir" olarak bakmamış, bunu bir "gerçeklik" olarak gör­
müştü . Bj0rn Hansen'e göre bir fikir son tahlilde bir fikir olacaksa
"gerçeklik" olarak ilan edilmeliydi ama Dr. Schi0tz işte bunu kabul
etmeye yanaşmamıştı. Bj 0rn Hansen, belki de kötü bir fikirdi diye
düşünüp doktora daha ayrıntılı anlatmaya girişti. Beceremiyordu
bir türlü . "Fikrinin" ya da "vizyonunun" tam arkasında olmakla
birlikte bunu ifade edecek kelimeleri bulmakta zorlanıyordu . Zor
olan yapılacak şeyi değil de oyun bile olsa böyle bir şeyi nasıl
düşünebildiğini anlatmaktı. Sonuçta şunu söylemek durumunda
kaldı: "Niçin böyle düşündüğümü izah edemiyorum." ''.Ama böyle
düşünüyorum işte" diye ekledi kafası karışmış bir şekilde gülerek.
Bir süre sonra Dr. Schi0tz "İyi geceler" diyerek evden ayrıldı.
Ancak bir zaman sonra geri döndü . Kararım vermişti. "Sigor­
tadan alacağın paranın yansım isterim" dedi. Bj 0rn Hansen de
memnuniyetle kabul etti, "Elbette, büyük bir risk altına giriyorsun."
Dr. Schi0tz umursamazlıkla omuz silkti.
Sonra Dr. Schi0tz planı gözden geçirmeye başladı. Konunun uz­
manı olduğundan derhal üç zayıf noktayı bularak işaret etti. "Olay
mahalli burası olamaz" dedi. "Başka bir yer olmalı. Doğu Avrupa
olabilir. Oraya makul bir nedenle gitme imkanın var mı? " Bj 0rn

53
Hansen biraz düşündü . "Evet, sanının var." Engel olunması gereken
bir durum vardı, o da başkalarının bu olaya karışmasıydı. Bunu
başarırlarsa plan işleyecekti. "Meseleyle günlük bazda ilgilenenler
hiçbir şeyden şüphelenmezler, insanın doğasında vardır bu" dedi
doktor. "Sen çözülmediğin takdirde kimse bizi ifşa edemez." Bj 0rn
Hansen çözülmeyecekti. En azından Dr. Schi0tz'ü düşündüğü için
yapmayacaktı bunu . Birilerine itiraf etmek gibi bir arzuya kapılsa
bile dikkatli olmasını gerektiren bir başka şahsın varlığı nedeniyle
kendine hakim olacaktı; bunları öylesine bir coşku içinde söyle­
mişti ki Dr. Schi0tz duygulandı.
Bu çılgın "fikir" Dr. Schi0tz tarafından dikkatle incelendikten
sonra, alternatifleri ve olası engelleri dikkatlice irdelenmiş, cerrahi
noktalara yönelen klinik bir operasyona dönüşmüştü . Çünkü Dr.
Schi0tz aktif görev almayı kabul ettikten sonra oyunu somutlaştırdı;
başlangıçta Bj0rn Hansen açısından "geri dönüşü olmayan"ın cazi­
besine kapılmanın bir ifadesi olan şey artık ulusal sağlık sisteminin
çerçevesi içinde gerçekleştirilebilecek bir proj e haline gelmişti;
yapılacak şey, bir düşünce sistemi nasıl içeriden oyulabiliyorsa,
herhangi bir sosyal ağ içinde de küçük, ince , karanlık delikler
açmanın mümkün olduğu gerçeğinden istifade etmekti.
Dr. Schi0tz'ün dahil olması Bj 0rn Hansen'in gözünde projeyi
daha ürkütücü ve büyüleyici bir hale getiriyordu . Bu bir oyun muy­
du , yoksa gerçek miydi, ayırt edemez olmuştu . Ona göre oyundu ,
cazibesine kapıldığı ve bir güven göstergesi olarak Dr. Schi0tz'le
paylaştığı hastalıklı bir fikir nüvesiydi, evet böyle isimlendiriyor­
du kendi beynindeki bu çılgınlığın mantığını. Kelimeler birbirini
kovalar, Dr. Schi0tz'e bunun bir "oyun" olduğunu işaret eder ve
bunu dolaylı bir biçimde tekrarlarken doktor, Bj 0m Hansen'in
yüzüne küçümseyerek bakıyordu , onun plandan bir çeşit "oyun"
olarak söz etmekle ne demek istediğini anlamıyor gibiydi adeta.
Plan uygulamaya konulacaktı. Artık tamamen somuttu . Eksik olan
tek şey olay mahalliydi, bu da ilk fırsatta kendini gösterecekti. Dr.
Schi0tz oyun oynamıyordu . Bj 0rn Hansen boğazının sıkıldığını,
soluk alamadığını hissetti. Kendisi Kongsberg Vergi Dairesi müdürü
değil miydi? Dr. Schi0tz de Kongsberg Hastanesi'nin saygıdeğer
bir hekimi değil miydi? Ne oluyordu böyle? Bir oyundu ama oyun
olarak bile hiç kimsenin duymaması gerekiyordu , utanç vericiydi.
Vergi müdürü ve doktor. Ama doktor madde bağımlısıydı. Yalnız-

54
ca bir "oyun"a değil bir suç ortağına ihtiyacı vardı. "Hasta" dilini
konuşan "sağlıklı" bir kişiye el uzatmakla kişisel bir risk almıştı
ve Dr. Schi0tz bir suç ortağı olarak böyle bir biraderle iş anlaşması
yapmaktan çekinmeyecekti.
Doktor planın ayrıntılarına daha fazla girdikçe Bj 0rn Hansen
hem plana hem de Dr. Schi0tz'e karşı karmaşık duygular beslemeye
başladı. Bj 0rn Hansen'in hayatının temelden değişmesine, evet, feci
bir şekilde değişmesine neden olacak ve bilinmeyene, geri dönüşü
mümkün olmayana yapılan bir dalış anlamına gelen bu gelecekteki
olaya yaklaşırken doktorun kullandığı klinik ifade biçimi Bj0rn
Hansen'i öfkelendiriyordu , doktorun bu planı "aptalca" ve "kendi­
ne zarar verecek", hatta "hastalıklı" bir plan addetmesine rağmen
hevesle uygulamaya koymak istediğinden şüpheleniyordu ve bun­
dan doktorun onu "düşürmeyi" amaçladığı sonucunu çıkarıyordu ,
çünkü sır gibi sakladıkları acılarıyla baş başa kalmış iki kişinin eşit
hale gelmesi ancak bu şekilde sağlanmış olacaktı, ama her şeye
rağmen plan ve planın olası tatbikatı Bj0rn Hansen'i cezbediyordu.
Bu nedenle de sık sık, "Evet, yapacağım" diye geçiriyordu aklından.
"Tanrı yardımcım olsun, yapacağım. Beni kimse engelleyemez. Bu
çılgınca bir şey, manyakça cazip ve deliliğin ta kendisi." Sonunda
böyle bir projeyi hayata geçirmeyi ciddi ciddi düşünmekle kendi
hayatıyla oynadığını anlayınca adeta odada yalnızmış gibi haykırdı:
"Hayır, hayır, bu doğru olamaz ! Bu ben değilim ! "
Derken oğlundan bir mektup aldı. Mayısın sonlarına doğruydu
ve mektup tam bir sürpriz olmuştu . Oğlunu on dört yaşına girdiğin­
den bu yana görmemişti; Peter Narvik'te annesi ve üvey babasıyla
yaşıyordu , bir delikanlının hayatında yazları babasına gitmekten
daha ilginç ve eğlenceli şeyler bulunduğundan yaz ziyaretleri de
kesilmişti. Ama aralarındaki bağlantı kopmamıştı. Yılda birkaç
kez , Noel'de, doğum günlerinde telefonla konuşuyorlardı. Peter
anlatacak sevinçli bir şeyler olduğunda, örneğin karnesindeki güzel
notları ya da takımının veya kendisinin sporda kazandığı başarıları
anlatmak üzere babasını arıyordu . Ama ilk kez oğlundan mektup
alıyordu .
Peter Korpi Hansen yirmi yaşındaydı. Askerliğini tamamlamış,
tezkere almasına birkaç haftası kalmıştı. Haziran başında terhis
oluyordu . M ektubu askeri postayla göndermiş, zarfın arkasına
isminden önce asker numarasını ve ait olduğu birliğin adım yaz-

55
mıştı. Mektubunda , sonbaharda Kongsberg Mühendislik Yüksek
Okulu'na başlayacağını belirtiyordu . Optometri2 eğitimi alacaktı.
İlk sömestrde ya da uygun bir öğrenci odası bulana kadar babasının
yanında kalıp kalamayacağını soruyordu .
Bj 0rn Hansen çok duygulandı, hemen yazı masasına o turup
mektubu cevapladı. Elbette Peter baba evinde kalabilirdi, başka
hiçbir şey babasını bu kadar mutlu edemezdi, ev yeterince genişti,
başka bir yer, bir öğrenci odası aramasına gerek yoktu, tabii pek çok
genç öğrenci gibi o da babasının yanında değil de öğrenci evinde
kalmak istiyorsa kendi bilirdi, buna asla gücenmezdi.
Mektubu çok kısa tuttuğunu düşündüğü için kendi hayatıyla
ilgili bazı ayrıntılar yazmaya karar verdi. Kongsberg'de vergi mü­
dürü olduğunu , şu zor zamanlarda üzerindeki iş yükünün ne denli
arttığını, insanların ekonomi iyiyken güçlerinin üzerinde harcama
yaptıklarını, durum değişince borca battıklarını, iflasların arttığını
ve maalesef bu gidişi değiştirmenin elinde olmadığını anlattı. ·�n­
cak mali yükümlülüklerini yerine getiremeyen sıradan insanların
ellerinden evlerini alma kararının altına imza atmanın benim için
eğlenceli bir şey olduğunu zannetme. Evet, böyle durumlar yü­
reğimi derinden yaralıyor, tabii dışarıdan belli olmuyor bu , ne de
olsa söz konusu kişilere benim duygularımın hiçbir şekilde faydası
dokunmuyor."
Son olarak Peter'i Kongsberg'de görmekle ne kadar mutlu ola­
cağına dair birkaç satır daha ekledikten sonra mektubu bitirdi
ve "Baban" olarak imzasını attı, mektubu zarfa koyup yapıştırdı.
Oturduğu dairede etrafına bakındı. Burası tek bir kişi için büyük­
çe bir alandı. Geniş bir salon ve iki yatak odasından oluşuyordu .
Salon hem oturma hem de yemek odası olarak kullanılacak büyük­
lükteydi ve sürgülü kapıyla akşam güneşi gören güzel bir balko­
na açılıyordu . Mutfağı her türlü modern beyaz eşyayla -uyduruk
şeyler pişirmeye yarayan mikrodalga fırın yoktu- donatılmıştı. İki
büyük yatak odasından birini kütüphane olarak düzenlemişti , işte
şimdi orada oturmuş, oğluna mektup yazıyordu . Daireyi temiz­
lemesi için, lise sona giden genç bir kızla anlaşmıştı. Mari Ann,

2 Optometri: Göz ve görsel sistemlerin tıbbi bozuklukları ya da anormalliklerinin


teşhisi ve tedavisiyle ilgilenen uzmanlık alanıdır. Optometristlerin işi, görme ku­
surlarını saptayıp uygun gözlük veya lens vermektir. Bu işi de optik mağazalarında
yaparlar, ancak göz hekimlerinin, yani oftalmologların alanına girmezler. (ç. n . )

56
vergi dairesinde çalışan Bayan Johansen'in kızıydı. Aslında Bj 0rn
Hansen evini kendisi düzenleyip temizleyebilirdi. Ne var ki Bayan
Johansen günümüzde gençlerin üzerinde yoğun bir tüketim baskısı
bulunduğundan, pahalı spor malzemeleri ve marka giysilere sahip
olmaları zorunluluğundan yakınmış, kızı Mari Ann dışında çoğu
öğrencinin okulun yam sıra ek bir iş yaptıklarından söz etmişti, işte
bu yüzden kızı kendini dışlanmış hissediyordu ; bunları duyan şefi,
yani Bj 0rn Hansen, evine temizliğe geldiği takdirde Mari Ann'ın
birkaç kuruş kazanabileceğini belirtmişti.
İşte bu nedenle de Mari Ann gelip evi temizliyordu . Evin anah­
tarı ondaydı, kendisi için ne zaman uygunsa o zaman geliyordu .
Bj 0rn Hansen için günü önemli değildi, haftada bir gün gelip üc­
retinin karşılığı kadar çalışması yeterliydi. Bazı akşamüstleri işten
eve geldiğinde onu elinde yer bezi, kovanın üzerine eğilmiş bulur­
du . Kovadan arapsabunu kokusu gelirdi. Genç kız daracık kotlar
giyerdi. Bj 0rn Hansen salona girdiğinde kovaya doğru eğilmiş, yer
bezini sıkıyor olurdu . Yuvarlacık poposu arkadan görünen genç kız
yaptığı işe dalmış olur, Bj 0rn Hansen'in içeri girip ona baktığını
fark etmezdi. "Merhaba" derdi başım işinden kaldırmadan. Bj 0rn
Hansen onun bu gençlere özgü kayıtsızlığına -ev sahibinin ba­
kışlarına karşı gösterdiği kayıtsızlığa- ve saflığa gülümsemek (bu
gülümsemesi biraz hüzünlü müydü? ) zorunda kalırdı. İlk zamanlar
genç kız görevini canla başla yapıyor ve epey zaman harcıyordu .
Sonraları kaytarmaya başladı. Bir gün Bj 0rn Hansen bu konuyu
açtı, kıyı bucak temizlemediğini, köşelerde birikmiş tozlar kaldığını
söyledi. Kanepenin altı da tozluydu . Genç kız kıpkırmızı oldu . Ya­
naklarından kulaklarına kadar bir kızıllık yayılmıştı yüzüne . Bunu
gören Bj 0rn Hansen afalladı. Genç kızın kendisini annesine şikayet
edeceği endişesine kapıldı ve ne yapacağını bilemedi. Amacının
aşırı titizlik etmek olmadığını, zemin tamamen silinmediği takdirde
salonun temizlenmiş sayılmayacağını, isterse kanepeyi çekmesi­
ne yardım edebileceğini söyledi. Bu kanepe taşıma işi bitmesine
rağmen kızın kulaklarındaki kızarıklık geçmemişti. Bunu izleyen
günlerde Bj 0rn Hansen Mari Ann'ın annesine hiçbir şey söyleme­
diğini düşündü , çünkü Bayan johansen'in işyerindeki tavırlarında
bir değişiklik olmamıştı.
Dört yıldır bu apartman dairesinde tek başına yaşıyordu. Ama
şimdi bazı değişiklikler yapmanın vakti gelmişti. Her şeyden önce

57
kütüphane olarak kullandığı odayı oğlu için bir öğrenci odası haline
getirmeliydi. Bu da kitapların salona taşınması demekti. Okumak
için salonda bir yer ayarlaması gerekecekti. Bazı kitap raftan Peter'in
kullanması için odada kalabilirdi. Aynca bir karyola ya da arkadaşları
geldiğinde oturabilsinler diye bir çekyat satın almalıydı. Burada bir
yanlış anlaşılma olmasın. Elbette oğlu arkadaşlarım salona buyur
edebilecekti, o takdirde kendisi yatak odasına gider, oluşturacağı
mini kütüphaneye ve okuma köşesine çekilir, kitap okuyabilirdi,
evet böyle yapmalıydı. Ama tabii konuklarım salona alıyor olsa bile
oğlunun her halükarda bir çekyata ihtiyacı vardı, içinde tek karyola
bulunan bir oda öğrenci odası değil yatak odası olurdu ancak. Aynca
mikrodalga fınn satın alma düşüncesini yeniden gözden geçirme­
liydi. Her ne kadar mikrodalga fırında gerçek bir yemek hazırlamak
mümkün olmasa da kısa süre içinde bir şeyler atıştırmak durumun­
daki meşgul bir öğrenci için önemli bir gereç olmalıydı bu .
Bj 0rn Hansen apartman dairesinde bu düşünceler içinde dola­
şıyor ve oğlunun gelmesi nedeniyle yapması gereken değişiklikleri
planlıyordu. Çok sevinçli ve heyecanlıydı. Yaşamı baştan aşağı deği­
şecekti. Onunla birlikte yaşamayı arzu eden bir oğlu vardı. Ansızın
hiç de hak etmediği bir mutluluğa kavuşmuştu ve bunu takdir
etmeyi bilmesi gerekecekti. Kütüphane olarak kullandığı odadaki
rafların biri hariç hepsini söktü ve salonda yeniden monte etmeye
başladı. Yatak odasında da kendisine bir okuma köşesi ayarladı, bir
duvara kitap rafı yerleştirip bir de okuma koltuğu koydu . Oğluna
vereceği oda yere dizdiği kitap yığınlarıyla dolmuştu. Kitapları salon
ve yatak odasındaki raflara yerleştirmeden önce güzel bir çekyat
bulmak üzere şehre indi. Ayrıca mikrodalga fırın da bakacaktı.
Sonra eve döndü ve kitapları raflara yerleştirdi. Çekyatı birkaç gün
sonra getirdiler. Bj0rn Hansen evde dolaşıyor, genç bir öğrencinin
odasında bulunması gereken şeylerden bazılarım unutup unutma­
dığını kontrol ediyordu . "Nihayet sabırsızlıkla bekleyeceğim bir
şey oluşmakta ! " diye söylendi. "Evet gerçekten de öyle, bunu hiç
beklemiyordum. Düşünüyorum da sadece birkaç hafta sonra bu­
rada yaşıyor olacak ! Optometrist olmaya karar vermesi de ne şans !
Ve de yüksekokula girebilmesi ! Hayatım baştan aşağı değişecek ! "
Oğluyla yeniden bir araya gelecekti. Babasını ziyaret etmekten
vazgeçen Peter'di. Ama şimdi inisiyatif alıp bağlantı kuran da oydu .
Bj0rn Hansen zorluklarla karşılaşabileceğinin de bilincindeydi.

58
Peter'i son görüşünden bu yana altı yıl geçmişti, oğlu o zaman ço­
cuktu , şimdiyse yetişkin olmuştu. Onu fiziksel olarak tanımıyordu
bile. Belki on dört yaşındayken babasıyla ilişkiyi kesmek niyetinde
değildi. Gerçi yazları gelmemek için sürekli bahaneler bulmuştu . . .
Belki de babasının yalvar yakar olmasını istemişti. Ama Bj0rn Han­
sen yalvarmamıştı çünkü karısını ve iki yaşındaki çocuğunu terk
ederken bunun bir bedeli olacağının bilincindeydi, bu bedel de on
dört yaşına gelen oğlundan yazın babasını ziyaret etmekten başka
planları olduğunu işitmekti ve hatta bunun on beş, on altı, on yedi,
on sekiz yaşının yazlarında da tekrarlanmasıydı. Peter'in geliş tarihi
yaklaştıkça Bj 0rn Hansen kendinden hiç de emin olmadığını, oğ­
luyla karşılaşmaktan korktuğunu hissediyordu . Çevresindekilere,
örneğin Beril ve Herman Busk'e oğlunun geleceğini anlatırken
varmıştı bunun farkına. Peter'den söz ederken sıradan bir baba gibi
konuşuyordu . "Evde bir delikanlıyla yaşamak kolay olmayabilir"
diyordu öylesine söylermiş gibi bir tavırla ya da optometrist olmak
üzere alacağı eğitimin "yeterince iyi" bir eğitim olup olmadığını
sorguluyordu . Sanki on sekiz yıldır hiç üstlenmediği baba rolüne
hazırlanıyormuş gibiydi ve çevresindekileri de bunun esas rolü
olduğuna ikna etmeye çalışıyordu . Ne var ki evini temizleyen on
sekiz yaşındaki Mari Ann karşısında kendini ele vermişti. Genç kıza
evde eşyaların yerini değiştirmesinin gerekçesi olarak sonbaharda
oğlunun geleceğini söylemişti. O da ilgilenmiş ve delikanlının bir
fotoğrafını görmek istemişti. Oysa böyle bir fotoğraf yoktu . Bj 0rn
Hansen'in elindeki son fotoğraf oğlunun on bir yaşını bitirdiği yaz
çektiği fotoğrafıydı. Mari Ann'ın ağzı açık kalmıştı. Kızın yüzünde
bugüne dek oğluyla pek de ilgilenmemiş olduğu anlaşılan elli ya­
şındaki adam hakkında düşündüklerini saklamaya çalışan bir ifade
belirmişti, Bj0rn Hansen'in buna canı sıkıldı. Belli ki karşısındaki
kız ahlaki açıdan onu yargılama hakkı görüyordu kendinde , çünkü
önce şaşkınlıktan ağzı açık kalmış ama sonrasında , cep harçlığı
aldığı, annesinin şefi ve toplumsal yapıya destek veren kişilerden
biri konumundaki bu yaşlı adam hakkında ne düşündüğünü gös­
termeye cesaret edememiş ve önem vermiyormuş gibi yapmıştı; ne
var ki bu , gerçeği değiştirmiyordu .
Bj 0rn Hansen'in Peter'in yıldan yıla büyüdüğünü gösteren fo­
toğraflara gereksinimi yoktu . Fotoğraflar kendisine verilseydi iyi
olurdu ama verilmemesi onda büyük bir eksiklik duygusu yarat-

59
mamıştı. Oğlunun on sekizinci yaş gününde nasıl göründüğünü
veya lise diplomasını aldığı ya da askere gittiği günü çok da merak
etmemişti. Bir oğlu olduğunu bilmek ona yetmişti, fiziksel gö­
rünümü hakkında spekülasyonlar yapmak içinden geçmemişti.
Oğluyla ailevi bir ilişki içinde bulunmaya gerek görmemişti, zaten
ilk birkaç yılı dışında oğluyla bir aile hayatı da yaşamamıştı. Ama
Peter onun oğluydu . Bir oğlu olması onu gururlandırıyordu , ancak
koşullar öylesine gelişmişti ki oğlunun -fotoğrafını eline alıp sey­
redeceği- bir çehresi olması gerekmiyordu . İşte bu nedenle de on
sekiz yaşındaki bir kızın onu bir canavar olarak görüp yargılamasını
kabullenemiyordu .
Aradan geçen yıllar boyunca oğlunu zaman zaman düşünmüştü
elbette. Ama gece gündüz oğlum nasıl diye meraklanmamış, uykusu
kaçmamıştı. Oğlunun, yanında babası bulunmadan çocukluktan
yetişkinliğe geçeceğini, babasının yönlendirmeleri olmaksızın kendi
hayatını kuracağını varsaymıştı. Bj 0rn Hansen oğlunun Narvik so­
kaklarında koşturması ve giderek büyümesi fikrini sevmişti. Yazları
ziyaretine geleceği günleri sabırsızlıkla beklemiş ve beraber olduk­
ları iki haftayı çok keyifli geçirmişti, sürenin sonuna yaklaştıkça
efkarlanmışsa da müthiş bir kedere kapıldığı söylenemezdi. Ayrılık
günü oğlunu annesiyle birlikte yaşadığı Narvik'e götürecek uçağa
bindirmek üzere Fornebu Havalimanı'na bırakmıştı. Evet, hatta
içini bir rahatlama hissinin kapladığı da söylenebilirdi, iki haftayı
güzel geçirmişlerdi ve artık eski rutin hayatına dönebilirdi. Ancak
Bj 0rn Hansen'le oğlu arasındaki bağı oluşturan, Peter küçükken
geçirdikleri bu iki haftalık yaz tatilleriydi. Artık Peter'in o çocukluk
günlerinden çok uzak, yetişkin bir adam olduğunun bilincindeydi ,
hatta belki de Peter çocukluk günlerinin hatırlatılmasından pek
hoşlanmayacaktı. Bj 0rn Hansen'in içinde yaşayan, oğlu Peter değil,
ona dair anılarıydı. Başıboş iri bir köpek gördüklerinde oğlunun
tuttuğu elinin titrediğini hissetmesi gibi. . . Çocuğun ansızın dur­
duğu ve babasının elini sıkıca tutup daha fazla ilerlemesin diye
çektiği an. Çocuğun, başıboş köpek karşısında duyduğu korkuyu ,
"Tehlike yok, hadi gel" diyen babasının kendine hakim olması, en
azından korkusunu saklaması şeklindeki öğretisiyle sınadığı an.
Bj 0rn Hansen elinde bu titremeyi hissetmiş olmaktan dolayı mut­
luydu . İyi ki, diyordu kendi kendine. Ama bu deneyim Kongsberg'e
optometri eğitimi almak üzere gelecek olan ve evinde geçici bir

60
süre bile olsa birlikte yaşayacakları genç adamla ilk karşılaştıkları
zaman ne işine yarayacaktı? O güne dek yüzünü görmediği bu
yirmi yaşındaki gençle . . . Ansızın gelmeye karar veren . . . Buraya . . .
Babasının yanına . . .
İşte Bj0rn Hansen ağustos ayının sonlarına doğru bir sabah
Kongsberg tren istasyonunda duruyor. Treni bekliyor. Hiç tanı­
madığı oğlunu bekliyor. Yola erken çıkmıştı, şimdi peronda dur­
muş bekliyor. Ansızın istasyonda Dr. Schi0tz'ü fark etti. O da tren
bekliyordu. Hastanede kullanılacak bazı tıbbi malzeme ve ilaçlar
geliyordu. Bj0rn Hansen hastanede kullanılacak malzemeleri almak
üzere bizzat Dr. Schi0tz'ün gitmesini biraz manidar bulmuştu. Bu
bahaneyle hava almaya çıkmış olabileceğini düşündü . Oğlunun
Kongsberg Mühendislik Yüksek Okulu'nda optometri eğitimi ala­
cağını anlattı Dr. Schi0tz'e. "Oğlun mu? Oğlun olduğunu bilmi­
yordum, ne güzel" dedi Dr. Schi0tz . Bj 0rn Hansen bu ifadede bir
iğneleme olup olmadığını merak ettiyse de daha fazla düşünmeye
vakit bulamadı. Oslo treni rayları güzel kavis çizen tren yolunda
görünmüştü . Tren yavaş yavaş istasyona yanaştı ve durdu . Ge­
len tren iç bölgeden Telemark üzerinden ilerleyip güney yönüne,
Norveç'in en güneyindeki kent olan Kristiansand'a devam etmekte
olan S0rland Ekspresi'ydi, bu istasyonda fazla kalmayıp yoluna
devam edecekti. Bj 0rn Hansen başını ileriye uzattı, yolcular tren­
den inmeye başlamışlardı, binmek üzere toplanmış olan yolcular
arasından kendilerine yol açıyorlardı.
Kongsberg'de duran S0rland Ekspresi'nden inmekte olan yol­
cuların çoğunun genç insanlar, hatta genç erkekler olması Bj 0rn
Hansen'in dikkatini çekmişti . Hepsinin elinde valizler vardı. Bu
normaldi tabii, yeni bir eğitim ve öğretim yılı başlıyordu ve öğrenci­
lerin bazıları hak ettikleri yaz tatilini tamamlamış olarak derslerine
dönüyor, bazılarıysa eğitimlerine yeni başlamak üzere geliyorlardı.
Bu durum Bj 0rn Hansen'i biraz zorluyordu , bu kadar genç öğrenci
arasında oğlunu nasıl tanıyacaktı? Öğrencilerin perona inmeye
başladıkları andan itibaren, yanlış bir gence yaklaşma riskinden
dolayı içini korku sarmıştı. Oğlunu yanlış teşhis etmek. Hem de
Dr. Schi0tz'ün yanında. O takdirde ifadenin tam anlamıyla yere
yıkılacaktı, sanki masmavi gökyüzünden ansızın düşen bir yıldırım
ona isabet etmiş gibi yani . Dr. Schi0tz'ün sesini duydu : "Bak işte
orada, hık demiş de senin burnundan düşmüş sanki ! "

61
Evet, oydu . Dr. Schi0tz'e yaklaşan bir grup gencin arasında he­
define kararlı adımlarla ilerleyen tek genç oydu , iki ağır valiz vardı
elinde. Elbette ! Onu tanıyan Peter olmuştu , son yıllarda değişmeyen
Bj 0rn Hansen'di çünkü . Oğlunun kararlı adımlarını ve kendisine
dikilmiş gözlerini fark etti ve onu karşılamak için ilerledi. Oğluyla
tanışma anında Dr. Schi0tz'den biraz uzakta olmak istemişti. Tam
ona doğru birkaç adım atmıştı ki Peter durdu , elindeki bavulları
yere bıraktı ve gülümsedi. Bj0rn Hansen irkilmişti. Kendisinin genç­
lik hali karşısındaydı. Nasıl da çıplak bir çehre diye düşündü . Kendi
etimden ve kanımdan. Nasıl çıplak bir çehre ! Adeta müstehcen !
Bj0rn Hansen ona yaklaşmıştı, şimdi karşı karşıyaydılar. Peter'i
selamlamak üzere kararlı bir tavırla elini uzattı. Oğlunun elini
sıkacaktı. Peter bavulları yere bırakınca oğlunun babasını kucak­
layacağından korkmuştu , buna mani olmak için sadece elini uza­
tıyordu . Oğlu karşısına ansızın çıkmıştı ! Ona sarılmak büyük bir
içlidışlılık olacaktı. O yüzden elini uzatmıştı. Peter bu ele sarıldı.
"Buraya hoş geldin" dedi baba . Oğlan gülümsemesini bozmadan
"Merhaba" dedi.
Birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Babasının tıpatıp bir kopyası
olması dışında, Peter Korpi Hansen'i Kongsberg'de trenden inen
diğer öğrencilerden ayıran hiçbir özelliği yoktu , hatta peronda
dosdoğru ona doğru gelmeyip diğerleriyle birlikte yürümeye devam
etmiş olsaydı Bj0rn Hansen onun karşılamaya geldiği oğlu oldu­
ğunu fark etmeyebilirdi. Üzerinde bir tişört ve ona rahat ve tasasız
bir hava veren ince sentetik kumaştan bir ceket vardı. Tişörtün­
de günümüzde bütün tişörtlerde olduğu gibi basılı harfler vardı.
Peter'in tişörtünde de Voice of Europe yazılıydı. İşin tuhaf tarafı
Bj 0rn Hansen bunun gençler arasında moda olan kıyafetler üreten
yeni bir Norveç giyim firması olduğunu biliyordu, bunu bilmesinin
nedeni de devlet ve belediye adına, vergi dairesi müdürü sıfatıyla ,
haklarında iflas kararı alınmış olan şirketlerin tasfiyesi sırasında
oluşturulan iflas idaresinde görev yapmasıydı. Kongsberg'de bulu­
nan giyim mağazalarında son yıllarda iflaslar yaşanmıştı ve Voice
of Europe da Kongsberg'de iflas etmiş bir şirketten alacaklı durum­
daydı. Bj 0rn Hansen'in görevi, özel sektör alacaklıları el koymadan
önce devletin payının güvence altına alınmasını sağlamaktı, zira bu
gibi durumlarda batık firmaların devlete KDV borcu olurdu , yani
bir bakıma oğlunun göğsündeki logoyla reklamını yaptığı firmanın

62
rakibiydi Bj 0m Hansen ve tabii oğlunun bundan haberi bile yoktu;
Bj0m Hansen bunları düşünerek kendi kendine gülümsedi. Mo­
dem bir genç olan oğlunu incelemeye başladı, hafif tüylü yumuşak
pamukludan yapılmış gri bir pantolon giymişti, kendisi gibi vergi
mesleğinden gelen bir adamın eksper olmayan gözüyle bakıldığında
bile pantolonu rahat ve kullanışlı görünüyordu . Ayağında kalın
tabanlı spor ayakkabılar vardı.
Bu genç adam Bj 0m Hansen üzerinde çok olumlu bir izlenim
bırakmıştı. Ne de olsa kendi oğluydu. Bu gençlik hali ona öylesine
çarpıcı geldi ki soluğu kesildi adeta. Gençlik ve içerdiği tüm güzel­
likler ! Önünde yol boyunca toplanacak tüm kazanımlar, yaşanacak
bir hayat vardı ve işte bütün bunlar oğlunun giysilerinde ifade
buluyordu . Elbette ki Bj 0m Hansen oğlunun klişe bir genç tipi
olduğunun bilincindeydi. Günümüzde tüm genç erkekler onun gibi
giyiniyorlardı. Binlerce Peter Korpi Hansen vardı ortalıkta. Hepsi de
aynı kayıtsızlık, hep kendisiyle meşgul olma, kendini beğenme ve
acayip rahatlık mesajları veriyordu çevresine. Yine de bu özellikleri
kendi oğlunda gözlemlemek tuhaftı. Oğlu genç tanımlamasına tı­
patıp uyuyordu . Gençliğin tüm özelliklerini taşıyordu ve kuşağıyla
son derece uyumluydu .
Peter yaptığı uzun yolculuğun ayrıntılarını anlatmaya başladı.
İki gün iki gece süren bir otobüs ve tren yolculuğu yapmıştı. Ne­
redeyse N orveç'i boydan boya katetmişti. Gece boyunca oturduğu
koltukta kendini trenin gece ritmine bırakmıştı. Gündüz sürekli
değişen manzarayı izlemişti pencereden. Dağlar ve vadi yamaçları.
Göller ve köyler. Ama şimdi bunların hiçbiri onu meşgul etmiyordu .
Görünüşe göre seyahat Peter için muhteşem bir deneyim olmamıştı.
Babası onun yüksek perdeden ve ders verircesine konuştuğunu
düşünüyordu . Peter trende küçük düşürücü bir muamele gördüğü­
nü anlatıyordu . Küçük düşürücü muamele dememiş, onun yerine
gençlere özgü bir terim kullanmıştı. Yolculuğun Oslo-Kongsberg
arasındaki son bölümünde ona bir oyun oynamaya kalkışmışlardı.
Yerini kapmışlardı. Halbuki koltuğu numaralıydı. Bunun üzerine
babası bavullara doğru eğilirken, "Tamam, tamam hadi gidelim"
dedi. İki bavulun sapına yapıştı, Peter karşı çıkmadı. Bj 0m Hansen
buna biraz şaşırdı ama oğlunun, babasının bavulları istasyonun
dışında bekleyen aracına kadar götüreceğini zannettiğini düşündü .
"Arabamı buraya getirmedim çünkü ev çok uzakta değil" dedikten

63
sonra da oğlu bavulların birini almaya davranmadı ve babasının iki
bavulu birden taşımasına tepkisiz kaldı. Bavullar Bj 0rn Hansen'in
sandığı kadar ağır değildi, oğluysa trende kendisine yapılan küçük
düşürücü muameleyi anlatmaya devam ediyordu . Evet, Oslo'dan
trene binmiş, biletinde yazan vagonu ve koltuğu bulmuştu . Ancak
koltukta bir hanım oturmaktaydı. Peter emin olmak için önce bi­
letteki koltuk numarasını kontrol etmiş, sonra bu yerin kendisine
ait olduğunu söylemişti. Koltukta oturan hanım bunun doğru ol­
madığını iddia etmiş, Peter biletini gösterdiyse de kabul etmemişti.
Tren yoluna devam ederken Peter koltuğuna o turmadan ayakta
durmuştu . Hanım yerinden kıpırdamayı reddetmiş, önceden ay­
rılan koltukların arkasında rezerve yazdığını, bu koltukta öyle bir
yazı bulunmadığından ve ilk gelen kendisi olduğundan oturmaya
hakkı olduğunu bildirmişti. Peter anlayış göstermemeye ve hak­
kını savunmaya kararlıydı. Kendi koltuğunu işgal etmiş hanımın
yanı başında dikilmiş ve kondüktörün gelmesini beklemişti. Tren
Drammen'e yaklaşırken nihayet kondüktör gelmiş, Peter biletini
uzatıp kendisinin numaralı koltuk ayırttığını işaret etmişti. Kon­
düktör bilete bakıp evet doğru diye cevap vermişti. Ama bu kadar
boş yer varken niçin başka bir koltuğa geçip o turmuyordu? Peter
şaşkınlık içinde memura bakmıştı. Doğru mu işitmişti acaba? Evet
evet, doğru işitmişti. Gidip başka yere oturabilirmiş. Bir sürü boş
koltuk varmış. "Ama benim yerim burası ! Burası için para ödedim."
Kondüktör canı sıkılarak yüzüne bakmış ve "Dinle, bu kadarcık bir
şey için olay çıkarmaya değmez. Şuraya oturabilirsin, ama arzu edi­
yorsan ayakta dur. İneceğin istasyona kadar yarım saatlik yolun var.
Canın nasıl isterse öyle yap" demiş ve vagonu terk etmişti. Peter'in
yerinde oturan hanım başını hafifçe geriye atmıştı. Ne var ki Peter
ta Kongsberg'e kadar ayakta durmaya devam etmişti. Oturmamıştı.
Kendisine ayrılmış koltuğun yanı başında durmuştu . Kondüktör
vagona ikinci kez geldiğinde Peter'i hala ayakta dururken bulunca
tek söz etmeden yanından geçip gitmişti. Yerinde oturan hanım
kondüktöre gülümsemiş , o da gülümseyerek yanıtlamıştı. Ama
Peter ayakta durmuştu .
Evet, Peter ayakta durmuştu . Öylece, dimdik. Gençlere özgü
rahat giysiler içinde, kayıtsız, hep kendisiyle meşgul ve kendini
beğenen tavrıyla ve tıpatıp bana benzeyen yüzüyle öylece durmuş,
diye düşündü Bj0rn Hansen. Küçük düşürücü muamele. Babası yol

64
boyunca iki ağır bavulu taşırken, anahtarıyla sokak kapısını açarken
ve ikisi içeri girerlerken, babası posta kutusundan mektuplarını
alırken, bir yandan oğlunu dinler diğer yandan asansörün düğ­
mesine basarken, ikisi gelen asansöre binerlerken, onları üçüncü
kata taşıyan asansörün içindelerken, asansörden çıkıp sahanlıkta
dururlarken, babası anahtarıyla daire kapısını açarken ve antreye
girip elindeki bavulları yere bırakana dek Peter hiç durmadan bu
küçük düşürücü muameleyi anlatmıştı.
Bj 0rn Hansen Peter'e evi gezdirmeye başladı. Önce salona gir­
diler, babası batıya bakan balkon kapısını açtı. Ardından mutfağa
gittiler, babası kendi yatak o dasının kapısını şöyle bir aralayıp
geçtikten sonra Peter'e banyoyu gösterdi. Oğlu için dayayıp dö­
şediği odaya gelince de kapıyı ardına kadar açtı. Peter gördükleri
karşısında memnuniyetle başını sallıyordu , özellikle de çekyat,
kitaplık, çalışma masası, sandalyesi, şifonyer, gardırop ve bir kol­
tuğun bulunduğu son oda hoşuna gitmişti. Sonbahar sömestrinde
burada yaşayabileceğini söyledi . Kenti dolaşıp kendine öğrenci
odası aramak zorunda kalmayacaktı. Bu iyiydi işte . Peki ama . . .
"Kaç para istiyorsun ? "
"Ne dedin? "
"Evet, aylık kira olarak"
Baba: "Hiçbir şey."
Oğul: "A, hemen kabul ediyorum. Benim için çok uygun. Zor
bir dünyada yaşıyoruz."
Bu son sözlerini her zamanki gibi yüksek perdeden, ortaya ve
ders verircesine söylemişti. Bj 0rn Hansen bunun oğlunun kendini
ifade etme tarzı olduğuna kanaat getirdi. Ancak son replikte başka
bir şey daha var gibiydi, adeta bir sır. Konuşmadaki ders verici hava
bir şey öğretmek amaçlı olmayıp babasına verilmiş bir mesaj dı ,
yalnızca kendisinin bildiği ama Bj 0rn Hansen'in bilemeyeceği bir
şeyin mesajı. "Zor bir dünyada yaşıyoruz." Bj0rn Hansen oğlunun
bu cümleyi "Biliyorsun, zor bir dünyada yaşıyoruz" şeklinde söy­
leyeceğini asla zannetmemeliydi, hayır hayır, bu iki ifade birbirle­
rinden ateşle su kadar farklıydı ve oğlu adeta kendine ait bir şifreyi
ima yoluyla ve tuhaf bir gururla dile getirmişti.
Peter eşyalarını çıkaracağını söyledi ve antreye bavullarını al­
maya gitti . Önce birinci, sonra ikinci bavulu çekyatın üzerine
yerleştirip açmaya başladı. Çıkardığı eşyalarını düzgün bir şekilde

65
yerleştiriyordu , kocaman iki bavulla gelmesine karşın oğlunun
çok az şey getirmiş olduğunu görmek Bj 0m Hansen'i şaşırtmıştı.
Çok az kişisel eşyası vardı. Yatak takımları ve kocaman kaliteli bir
kuştüyü yorgan bir bavulu doldurmuştu . İkinci bavulda yalnız­
ca giysiler bulunuyordu . Peter giysilerini kullanım alanına göre
gruplandırıyor, gardıroba ve şifonyerin çekmecelerine düzgün­
ce yerleştiriyordu . İç çamaşırları, ince çoraplar, kalın çoraplar,
mendiller, kravatlar, eldivenler ayn ayn çekmecelerde yerlerini
aldılar. Beyaz ve renkli gömlekler gardırobun sol tarafındaki ilk
iki çekmeceye , tişörtler üçüncü , kazaklar dördüncü çekmeceye,
pantolonlar ve spor yaparken giydiği kıyafetler askıya asılarak
gardırobun sağ tarafına yerleştirildi. Peter palto ve ceketlerini ant­
redeki gardıroba asmak için babasından izin istedi ve hemen gidip
astı, aynca ayakkabılarını da oraya yerleştirdi. Ayağındaki spor
ayakkabılara ilaveten getirmiş olduğu iki çift spor ayakkabıyı da
odasındaki gardırobun sağ tarafındaki en alt rafa koydu . Epeyce
büyük bir tuvalet çantası da getirmişti, onu da banyoya koymak
için izin istedi , banyodaki fazla geniş olmayan rafta çantaya zor
yer bulabilmişti.
Babasının görebildiği kadarıyla oğlunun kişisel eşya olarak
üç şeyi vardı ve bunlara karşı büyük şefkat göstermesi Bj0m
Hansen'i şaşırtmıştı. Bavulundan ilk çıkardığı şey, yaşadığı kent
olan Narvik'ten alınma ucuz bir hediyelik eşyaydı. Taklit gümüş
kaide üzerine yerleştirilmiş yine taklit bir bayrak direğinin ucunda
sallanan Narvik kent bayrağı. Bu eşyaya uygun bir yer bulabilmek
için hayli gayret gösteren Peter sonunda bunu kitaplığın bir rafına
yerleştirdi. Sonra bavuldan giysilerin arasından bir bira bardağı
çıkardı (aslında oğlu bu objeleri, giysilerini yerlerine yerleştirmeden
önce, birinci bavuldan kuştüyü yorganı çıkarmasının hemen ardın­
dan çıkarmıştı) . Bu bira bardağının özel bir formu vardı, camdan
gerçek bir çizme olarak şekillendirilmişti. "İki litrelik" diye açık­
lama yaptı oğlu . Babası bardağın üzerindeki yazının onun askerlik
yaptığı, otobüs ve trenle gidilen uzun bir yolculuktan sonra ulaşılan,
Norveç'in uzak bir beldesindeki bir restorana ait olduğunu görünce
bu bardağın Peter için özel bir anlam ifade ettiğini anladı. Peter bir
açıklama yapmasa da Bj 0m Hansen iki şıktan birinin mümkün
olabileceğini düşündü . Birincisi, yerel pub'da geçirdikleri neşeli bir
gecenin sonunda arkadaşlarının da alkış tutmasıyla cesaretlenerek

66
çalmış olabilirdi. Ya da ağzına kadar dolu iki litrelik bardaktaki
birayı bir dikişte içerek veya başkalarına oranla daha hızlı içerek
bir yanşma kazanmış ve ödül olarak bu bira-bardağı-çizmeyi hak
etmişti; bunu resmen kazanmış da olabilirdi, asker arkadaşları
pub'dan yürütüp ona ödül olarak vermiş de olabilirlerdi. Bj 0rn
Hansen bunu doğrudan sormak istemediyse de bardağa sahte bir
ilgi göstererek dolaylı olarak öğrenmeye çalıştı, oğlunun gururu
okşanmıştı, bu belliydi ama yine de Peter bu iki litrelik bira barda­
ğının ne sebeple Peter Korpi Hansen'in eşyaları arasında olduğunun
cevabını bir sır olarak saklama kararından vazgeçmemişti. Buna
bağlı olarak da bira bardağı için en uygun yeri ararken çok mühim
adam havalanna girmişti, sonunda çizme bardak en üst kitap ra­
fında, Narvik kent bayrağının yam başında yerini aldı.
İki bavul boşaltılıp iş bittikten sonra Peter, Kongsberg Mühen­
dislik Yüksekokulu öğrencisi olarak günlerini geçireceği odasını
süsleyecek son kişisel eşyayı da ortaya çıkardı. Karton bir rulonun
içinden bir afiş çıkmıştı. Peter afişi çekyatın hemen arkasındaki
duvara, Bj0rn Hansen'in mutfak çekmecesinden alıp getirdiği rap­
tiyelerle tutturdu . Geriye doğru bir iki adım atıp afişi seyretmeye
koyuldu . Evet, gerçekten de hayranlıkla seyrediyordu . Bj 0rn Hansen
de yaklaşıp bu eseri seyretmek durumundaydı.
Kırmızı bir spor araba afişiydi bu. İtalyan tasarımı. Ferrari. Gö­
zünde güneş gözlüğü olan bir adam otomobilin kapısına yaslan­
mış, elini okşar gibi arabanın gövdesine dayamıştı. Aracın sahibini
simgeliyordu . Spor giyinmişti. Otomobil üstü açık olarak fotoğ­
raflanmıştı. Çölümsü , kum rengi ve flu geri plan spor arabanın
nefis rengine vurgu yapıyordu . Afiş, marka arabanın güzelliği ve
boyutlarını ortaya koyan bir reklam fotoğrafıydı. Otomobile da­
yanmış duran adamın yüzünde ironiden eser yoktu , bu modern
reklamcılıkta ender rastlanan bir durumdu . Fotoğrafın kendisi
de hiçbir şekilde bir ironi içermiyordu . Arabanın zenginliğini ve
bu arabaya yaslanma imkanı olan adamın gücünü gösteriyordu .
Hepsi buydu. Resimdeki ironi yokluğu bu kişinin rol yapmaya,
konumunu affettirmeye yönelik şirin mimiklere gerek duymadığı
bir ortamda bulunduğuna işaret ediyordu . Zenginliğin gün gibi
ortada olan güzelliği. N efis ve banal. Yalnız cevaplanmak üzere
bir soru bırakıyordu geride: Acaba oğlu niçin bu afişi beraberinde
getirmiş ve duvarına asmıştı?

67
Ama babası oğluna bu soruyu sormadı. Peter de bir açıklama
getirmedi, muhtemelen fotoğrafın verdiği mesaj ın açık olduğunu
düşünüyordu . Saatine baktı. Mühendislik Yüksekokulu'na gidip
kendi deyimiyle "koşulları incelemek" istiyordu . Biraz etrafı dola­
şacak, sonra optometri bölümünün öğrenci işleri ofisine gidecek,
başvurduğu ve kabul edildiği dala kaydını yaptıracaktı. Babası oğlu­
nun ilk günü olduğundan evde yemek yemeyi isteyip istemediğini
sordu , ne var ki Peter'in vakti müsait değildi, yapacak çok işi vardı
ve eve ne zaman dönebileceğini bilmiyordu. Oğlu evden çıktı, arka­
sından da Bj 0rn Hansen. Daireye gidecekti. Her zamanki saatinde
eve döndü . Akşam yemeğini hazırladı, yedi, kirli tabakları bulaşık
makinesine yerleştirdi ve eline bir kitap alıp okumaya koyuldu .
Tabii ki bir gariplik hissediyordu , biraz huzursuzdu ve kafası da­
ğınıktı, hayatındaki bu değişikliği nasıl yöneteceğini bilemeyen bir
ruh hali içindeydi.
Oğlu Bj 0rn Hansen'in tahmin ettiğinden çok daha erken bir
saatte geldi eve. Saat yedi buçuk olmadan içeri girmişti. Babasını
salonda oturmuş kitap okurken buldu . S0ren Kierkegaard'un Kaygı
Kavramı. 1 9 . yüzyılın ilk yarısına ait bu Danimarka ruhu onu yine
hayretler içinde bırakmıştı; Danimarkalı filozof Kutsal Kitap'taki
mitleri Adem'le Havva gerçekten yaşamışçasına (Bj 0rn Hansen'in
S0ren Kierkegaard'un buna inandığına hiç şüphesi yoktu) son de­
rece ciddiye almak suretiyle, kadim dogmatik temel kavramlara (bu
kavramlar Bj 0rn Hansen için tamamen ölü kavramlardı) yeniden
can vermişti. Bj 0rn Hansen kitap sayfalarından bir yakınlık his­
sinin, bir yoğunluğun yayıldığını ve 20. yüzyılın sonlarına doğru
Norveç'te , bir taşra kentinde yaşayan tanrıtanımaz bir vergi tah­
sildarının ruhunu sımsıkı kavradığını hissetti. Yani yüz elli yıllık
tarihsel karanlığın ve kesif ortamın bir ışık huzmesiyle delinerek
Kongsberg'de yaşayan bu vergi tahsildarına ulaşması muhteşem
bir şeydi. Belki de bu çok garip sayılmamalıydı, tarihsel açıdan
bakıldığında sahip olduğu sosyal statü bir alt kademeye indirilmişti,
mesleği değişimden geçerek devlet memurluğu konumundan yerel
yönetim görevlisi konumuna düşmüştü , bu da Bj 0rn Hansen'in hiç­
bir gruba dahil olmayan ve devlet memurluğunu aşağılayan yazar
S0ren Kierkegaard'u gizli bir müttefik gibi algılamasını mümkün
kılıyordu , her ne kadar ekmeğini kazandığı mesleğin tarihsel süreç
içinde böylesine statü kaybetmesinin etkilerini günlük hayatında

68
hissetmese de bu durum S0ren Kierkegaard'un dogmaları -ve onun
açısından son derece gerçek olan kavramları- didik didik edişindeki
müzikaliteyi daha iyi işitebilmesini sağlıyordu . Elindeki kitap 1 962
basımıydı, yani kitabı ilk kez genç bir öğrenciyken okumuştu , kitap
altı çizili satırlarla doluydu , şimdi bunlara bakınca gülümsüyor,
ara sıra da şaşırıyordu , yani yirmi bir yaşındayken şunları çok mu
önemli görmüş de altını çizmişti, o zamanlar Peter'in şimdi olduğu
yaştaydı, aynı çıplak çehreye sahipti, eğitiminin bir parçası olmadığı
halde boş zamanında bu kitabı okumuştu , con amore, sevdiği için
yani, yoksa bir ekonomi öğrencisi olarak bambaşka kavramlar ve
metotlarla ilgilenmek durumundaydı. Kapıda anahtarın şıkırtısı
duyulmuş ve Peter içeri girmişti. Televizyonda akşam haberleri
başlamak üzereydi. Bj 0m Hansen kalkıp televizyonu açtı. Oğlu
salona girdi, oturup beraber haberleri seyretmeye koyuldular. Adeta
bir çeşit aileydiler şimdi, öyle ya, televizyonun etrafında o turmuş
haberleri izleyen binlerce, on binlerce Norveçli aileden biri gibiy­
diler. Bj 0m Hansen'in hemen hemen hiç tanımadığı yetişkin oğlu
üzerindeki modem giysilerle şimdi yanında o turuyordu , hayata
atılmaya hazırdı, onu ekmeğini kazanacağı bir mesleğe doğru gö­
türecek yolda ilk atımını atmış durumdaydı; oğlu kendisini bir
erkek, zamanı gelince de muhtemelen bir aile babası yapacak yola
ilk adımını atmıştı, hayatı boyunca her gün sekiz saat bozuk bir
gözün normal görmesini sağlayacak teknik gereçlerin üzerine eği­
lerek çalışacaktı; beyaz gömlek giymiş bir adam, büyük olasılıkla
bir aile babası, optik gereçlerin üzerine eğilmiş, bir merceği ideal
gözün görme ölçülerine göre ayarlıyor. Böyle ideal bir aile fotoğ­
rafında, oğlu olduğu anlaşılan ama hiç tanımadığı genç bir adamla
yan yana oturuyor olmak ne garip bir duyguydu .
Öte yandan Peter böyle bir günlük aile geleneğini babasıyla
birlikte başlatmış olmaktan hiç etkilenmişe benzemiyordu . Eve
elinde kitap, defter, dosya ve kağıt dolu bir torbayla gelmiş ve he­
men odasına girmişti. Sonra salona gelmiş, oturup biraz haberleri
izlemiş, kalkıp odasına gitmiş, geri gelmiş, yine oturmuş, haberlerin
sonuna bakmıştı. Heyecanlı görünüyordu , yerinde duramıyordu .
Haberler bitince babası televizyonu kapatmak istediğini söyle-
di. Peter başını evet anlamına salladı, bir sakıncası yoktu . Bir süre
hiç konuşmadan oturdular, sonra oğlu ansızın "Algot gelmedi"
dedi. Bj 0m Hansen Algot'un kim olduğunu sordu . Cevap Algot'un

69
Peter'in arkadaşı ve koruyucu meleği3 olduğu yolundaydı. Cümle­
nin son bölümünü aynı doğal ses tonuyla söylemişti, bu babasını
şaşırttı biraz, şimdiye dek arkadaşım koruyucu meleği olarak tanım­
layan birini görmemişti. Sürekli sorgulayıp kurcalayarak meraklı bir
baba durumuna düşmemeye niyetli olmasına karşın Algot'un kim
olduğu ve Peter'le ilişkisini öğrenmek adına, sorgulayıp kurcalama
arzusuna yenik düştü .
Peter, Algot'la askerdeyken tanışmıştı. Aynı bölükteydiler, asker­
likleri süresince aynı koğuşta yatmışlardı. Yakın arkadaş olmuşlardı.
Algot, Peter'i Kongsberg Mühendislik Yüksekokulu optometri bö­
lümüne girmeye ikna etmişti. Bu okul aslında Peter'in hiç aklında
yoktu ve optiğin ne olduğunu bile bilmiyordu . Ü niversitede ne
okuyacağım bilmiyordu ama birkaç bölümü düşünmüştü. Örneğin
iletişim ve medya olabilirdi gireceği bölüm. Askerdeyken sunulan
eğitim imkanlarından biri olan mektupla eğitimde, çok kişinin
devam ettiği bilgisayar derslerine başlamıştı. Ama Algot bilgisayar
eğitimi almaya yatırım yapanların sayısında aşırı şişkinlik olaca­
ğını, ileriki yıllarda İş ve İşçi Bulma Kurumu'nun meslek sonrası
eğitim olanakları sunan bürolarının önünde yaşları otuz civarında,
durumlarından memnun olmayan bilgisayar danışmanları, bilgi­
sayar mühendisleri ve bilgisayar operatörlerinin sıraya gireceğini
söylemişti. "Hayır, hayır, unut bunu ! " Algot optometrist olmak
üzere eğitim alacaktı. Aslında bu karar sürpriz sayılmazdı çünkü
Algot'un soyadı Blom'du ve Algot Blom Oslo'daki bir optik mağaza­
sının ismiydi, başkentte birçok şubeleri vardı ve işlerini Norveç'in
diğer kentlerine de taşımayı düşünüyorlardı. Bir optik mağazaları
imparatorluğunun varisi olan Algot Blom elbette ki optometri eği­
timi alacaktı. Ve Peter'i de aynı dalda okumaya ikna etmişti. Bu
dalla ilgili olarak anlattıkları Peter'in ilgisini çekmişti. Ne de olsa
geleceği olan bir meslekti. Sadece babasının optik mağazası olan
kişilerin yapacağı bir meslek değildi bu, ne münasebet, ileriki yıl­
larda bu alam mühendislik mesleği olarak seçmiş kişilere ihtiyaç
olacaktı. Mühendislik mesleği - Algot bu ifadeyi kullanmıştı. Mü­
hendislik sanatı içinde özel bir yeri olan optometristlik. Evet, Algot
Peter'i optometri dalında yüksek eğitime hazırlık niteliğinde olan

3 Özgün metinde "Min gode And". Kelime anlamı "koruyucu melek", "iyilik meleği"
olup geçmişte Henrik Ibsen'in karakterleriyle ilgili bu tamlamayı kullandığı metinler
vardır. (ç. n . )

70
bir mektupla eğitim dersi almaya ikna etmişti. Genel optik bilgisi.
Askerliklerinin ilk dönemiydi, Algot da aynı kursa yazılmış, birlikte
çalışmışlardı. Algot'un bu konuda yeterince bilgisi olduğundan kur­
su kolayca tamamlamışlardı. Ve Algot ilkbahar aylarında Kongsberg
Mühendislik Yüksekokulu optometri bölümüne başvurduğunda
Peter de aynısını yapmıştı. Bir iki ay öncesine dek aklının ucun­
dan bile geçmeyen, ancak kendisine bundan böyle hayatını idame
ettirecek mesleği kazandıracak olan bir eğitim dalına başlamak
ona çok normal geliyordu . Burada tesadüflerin insana oynadığı bir
oyundan söz edilebilirdi pekala, ne var ki akıllıca bir seçimdi bu . Bir
süre sonra durum şunu gösterecekti ki o günlerde moda olmayan
ancak gelecek potansiyeli bulunan küçük bir alanda eğitim alanlar,
herkesin dilinde dolaşan bir alana üşüşenlerden çok daha akıllıca
bir seçim yapmış oluyorlardı, zira bir eğitimin gelecek için neler
vaat ettiğinin farkına varıp o alana yatırım yapmaya cesaret edenler
o dal moda olduğunda emeklerinin meyvelerini toplayacaklardı,
Peter'in de optometrinin moda olacağından hiç kuşkusu yoktu .
Bj0m Hansen, oğlu bunu tam olarak dile getirmese de, Algot Blom'la
olan arkadaşlığının oğlunun okul seçiminde belirleyici faktörlerden
biri olduğunu anlamıştı. Bir zaman sonra müthiş popülarite kaza­
nacak bir eğitimi seçmekle kalmayıp, arkasına onu izleyen pek çok
optometrist alarak, okuldan mezun olduğunda Algot'la devam eden
arkadaşlığının da faydasını görecekti. Çünkü Norveç'te Algot'un
tek başına yönetebileceğinden çok daha fazla Algot Blom mağazası
vardı. Bu nedenle de çok geçmeden Oslo'da bir optik mağazasının
yöneticisi olacağı ya da Kristiansand veya Stavanger'de bir mağazayı
Algot Blom adına işleteceği düşüncesi Peter'e hiç yabancı gelmi­
yordu . Algot'un şefi olacak olması da sorun değildi çünkü ikisi iyi
arkadaştı. Askerlik günlerinde içtikleri su ayn gitmemişti. Kışlada,
kentte, izinde hep birlikte olmuşlardı. Birlikte kentte yaşadıkları
deneyimler bir romana konu olacak kadar zengindi, bunu söyle­
yerek gülmüştü Peter. En azından dönüş saatini kaçırıp, kapıların
kapanmasından sonra gelip birliğe gizlice girme çabaları bir yazar
tarafından kaleme alınsa bu kitap insanları kahkahadan kırıp geçi­
rebilirdi. Terhis olmaları adeta üzücü bir olaydı. Ne var ki sonbahar
döneminde üniversiteye birlikte başlayacaklardı. Yazın Algot'la ha­
berleşmişti ve o gün Kongsberg'de buluşmak üzere sözleşmişlerdi.
Kongsberg küçük bir kent olduğundan belli bir randevu yeri ve

71
saati kararlaştırmamışlardı, Algot'un dediği gibi her an rastlaşma­
ları kaçınılmazdı zaten. Ama işte Peter o gün Algot'u bulamamıştı.
Mühendislik Yüksekokulu'nda yoktu. Sokaklarda, kasabanın pub ve
restoranlarında da bulamamıştı. Kongsberg o gün öğrencilerle dolup
taşıyordu , ne var ki aralarında Algot yoktu . Bütün gün onu aramıştı.
Hatta sabah Oslo Merkez Garı'nda trene binecekler arasında Algot
var mı acaba diye bakınmıştı, aslında bu zayıf bir ihtimaldi çünkü
arkadaşının arabası vardı. Çok garip bir durumdu bu. Ertesi gün
okul açılıyordu . "Son anda gelebilir" dedi babası. "Pek çok öğren­
ci böyle yapar." "Ama sözleşmiştik" dedi Peter. Sesinde haksızlığa
uğramış bir insanın kırgınlığı vardı. "Belki de karar değiştirmiştir"
dedi babası. "Aile mağazalarında bir yıl staj yapmak istemiştir belki.
Bu hiç aklına gelmedi mi senin ? " "Ama öğrenci listesinde ismi var"
dedi Peter inatlaşarak. "İsmi var mı diye sordum, listeye baktılar ve
buldular, kayıtlı yani. Bu demektir ki gelecek."
Bj 0rn Hansen'in hanesine bir evlat dahil olmuştu artık. Oğlu
gelmiş, eve yerleşmiş ve eşyalarını açmıştı. Gitmiş, yetişkinlere özgü
yaşamın gerektirdiği görevlere ve bunlar etrafında şekillenen, bizim
hayat dediğimiz temel platforma bir giriş bileti sayılabilecek yeri,
okulunu görmüştü . Hayatın eşiğini yani. İlk gün. Ve oğlunun ko­
ruyucu meleği Algot gelmemişti. Hem de sözleştikleri halde. Yirmi
yaşındaki bir genç, babasına zor bir dünyada yaşıyoruz diyorsa ne
anlama gelir bu? Üstelik bu genç kırmızı bir spor arabanın reklamını
yapan bir afişi sanat eseri düzeyine yükseltiyorsa aynı zamanda . . .
Kongsberg'de akşam olmuştu . Vergi dairesi müdürünün salonunda
bir akşam. Bir ağustos akşamı. Hava ılık ve karanlıktı. Serin rüzgar
içeri girsin diye balkon kapısı hafifçe aralık bırakılmıştı. Demek ki
Peter bir arkadaşı da bu dalı seçti diye optometrist olmaya karar
vermiş , diye düşündü babası . Yoksa asla böyle bir şeye niyetlen­
mezdi. Hayatın rastlantılarla dolu olduğunu biliyoruz, en azından
eğitimde bu böyle, tercihlerimiz çok garip şeylerden kaynaklana­
biliyor. Yani arkadaşı seçmiş onun adına. Bu böyle . Aslında çok da
önemli olmayabilir ama oğlum için endişeliyim, diye düşündü Bj0rn
Hansen. Özellikle de şundan dolayı . . . İşte burada Bj 0rn Hansen
düşüncelerine bir ara verdi, aklına oğlunun o rahatsız edici, sini­
rine dokunan yüksek perdeden sesi gelmişti, bu sese böyle tepki
vermekle oğluna haksızlık ettiği ve bunun da endişe verici bir şey
olduğu kanısına vardı.

72
Oğlu balkona çıkmıştı. Orada durmuş, temiz hava alıyordu .
Bj 0rn Hansen peşinden Peter'in yanına gitti. Ilık bir ağustos akşa­
mı, karanlık. Karanlık gökyüzü . Karanlık hava. Kongsberg'i çev­
releyen dik yamaçların karanlığı. Tepeler arasına kurulmuş kent
seyrekçe dağılmış donuk ışıklar saçıyordu . Aşağı taraflarda ve şu
taraflarda. Mağaza vitrinlerinden, sokak lambalanndan yansıyan
donuk ışıklar. Sol tarafta, biraz aşağıda kalan geniş ve ıssız asfalt
alandaki benzinlikten, Gyldenl0ve Oteli'nin beşinci katındaki tek
bir pencereden yansıyan donuk ışıklar, treni olmayan istasyonun
perona yansıyan donuk ışığı, istasyon binasının önünde bekle­
yen tek bir taksinin üzerine düşen sokak lambasının donuk ışığı.
Karşılannda ve aşağı taraflarında uzanan kentten hemen hemen
hiç ses duyulmuyordu . Yine de kulağa gelen bir uğultu mevcuttu.
Biraz uzaktan, balkonun görüş alanının dışında kalan sağ ve sol
taraftan geliyordu bu uğultu . Solda Oslo'ya doğru seyretmekte olan
taşıtlar. Sağda Geilo ve Bergen'e giden taşıtlar. Bu iki devlet karayolu
Kongsberg'in dışından bir halka çizerek geçiyordu . Bir de üçüncü
yol vardı. Notodden yolu , Haukeli Dağı üzerinden Vestlandet'ye4
giden. Ancak bu yol balkonda durmakta olan iki kişinin görme ve
işitme alanının dışında kalıyordu . Kısa bir bölümü balkonun görüş
alanına giren her iki devlet karayolu da gayet iyi aydınlatılmıştı,
hem de kente oranla çok daha iyi; seyir halindeki taşıtlann farların­
dan yola yayılan küçük, san renkli, hareketli ışıklar ve karayolunun
güçlü tepe aydınlatması kent ışıklarının donukluğunu , seyrekliğini
daha da belirgin kılıyordu . Karşılarında ve aşağı taraflannda uza­
nan, yani tam ortasında olduklan kentten hemen hemen hiç ses
duyulmuyordu . Ara sıra bir arabanın açılıp kapanan kapısı, bunu
izleyen bir motor hırıltısı, bir an için patlayıp kesilen bir kahkaha.
İki blok ö tede yolda yavaş yavaş ilerleyen bir otomobil, henüz kö­
şeyi dönmeyen arabanın balkonun görüş açısı içine giren donuk
fadan. Aşağıda, sokakta ayak sesleri. Ve sağ taraflanna düşen Lagen
ırmağının ufacık bir bölümü , güçlü ışıklarla aydınlatılmış Geilo­
Bergen karayolunun hemen berisinde , balkondan bakıldığında
sessiz kara bir delik gibi görünen. "Bak" dedi Peter ve işaret etti.
İstasyonun öbür tarafındaki bir yeri, CITY isimli süpermarketin

4 Vestlandet: Batı Norveç ; Norveç'in Atlantik Okyanusu kıyılanna bakan coğrafi


bölgesi. (ç. n . )

73
orada olduğunu gösteren ışıklı bir tabelayı işaret ediyordu . Peter'i
ilgilendiren market değil de kırmızı ışıklı tabelaydı aslında. CITY.
Biz tam da CITY'deyiz işte, diyordu sesindeki o ders verir tonla­
mayla. CITY'nin göbeğinde. "Bak" diyerek tekrar bir yeri işaret etti.
Bu da ışıklı başka bir tabelaydı, kırmızı ışıklı. Upuzun bir direğin
üzerinde, neredeyse bulunduklan balkona yakın bir yükseklikte
asılıydı. TOYOTA. "Muhteşem" dedi Peter. "Ne kadar etkileyici.
Burayı çok seveceğime inanıyorum, kanımı kaynatıyor burası" diye
ilan etti duygulannı. "Hem yarın Algot gelecek."
Peter ani bir hareketle Kongsberg gece manzarasından kendini
sıyırıp salona geri döndü . Babası, Kongsberg'deki bodrum katların­
da faaliyetlerini sürdüren, gümbür gümbür müzikle yanar döner
parlak ışıkların genç ve coşkulu ortamlar yarattığı diskoteklerin
dünyasına kendini atmak üzere oğluna ilham geldiğini düşündü ,
ne var ki bu diskotekler bodrumlarda, örneğin Grand Hotel'in
kat kat altında , güvenlik görevlileriyle korunan kapılar ardında
faaliyet gösterdiklerinden seslerini kentin merkezinde bulunan
bu modern apartmanın dördüncü katındaki balkonda duran iki
kişiye ulaştırmış olamazlardı, ama her şeye rağmen mevcuttular
ve Bj 0rn Hansen oğlunu cezbeden şeyin bu diskotekler olduğu�
nu düşünmüştü . Ama hayır. Peter yatmak istemişti. Ertesi sabah
erken kalkacaktı. İyi bir uyku çekmek istiyordu . Kent ve kentin
ritimleri başka bir güne kalsındı. Gecelere Algot'la birlikte aka­
caklardı. Oğlu gece tuvaletini yapmak üzere banyoya girdi. Babası
tam da bu deyimi geçirdi aklından. "Gece tuvaletini yapmak", zira
Peter'in elindeki kocaman tuvalet çantası dikkatini çekmişti. Ne
vardı ulan o çantanın içinde ? Ancak oğlunun ne yapıp ettiğini ne
kadar merak ederse etsin o çantaya bakmamaya karar vermişti, zira
içinde öğrenmeyi arzu etmediği bazı sırların olduğuna inanıyordu .
Ama oğlu çantayı gizlememişti . Odasına götürmek yerine banyo­
daki cam rafın üzerine bırakmıştı . Uzun süre banyoda kaldıktan
sonra dışarı çıktığında çanta hala oradaydı. Peter'in üzerinde bir
ropdöşambr vardı. Kısa bir iyi geceler dileğinde bulunduktan
sonra ropdöşambrı içinde yavaş yavaş yürüyerek odasına girdi
ve kapısını kapattı. Bir beyefendi, diye düşündü Bj 0rn Hansen ,
benim oğlum genç ve modern bir beyefendi. Eh, öyle olsun. En
azından burada, benim yanımda . Hayatımda bir misafir olarak,
diye düşündü .

74
Ne var ki Algot gelmedi. Bj 0rn Hansen oğlunun, elinde içinde
yeni alınmış kitaplar, defter, kalem bulunan bir çantayla, biraz heye­
canlı, biraz sinirli bir halde ilk dersine gitmek üzere evden çıkışını
seyretti. Hayatın eşiğinde, bilgiyi içine çekmeye hazır. Üzerinde
BIK BOK yazan marka bir tişörtle. Akşam eve geldiğinde saklamaya
çalışsa da hüzünlü görünüyordu . Bj 0rn Hansen bunu fark etmişti.
Kapıyı anahtarıyla açarak girdi ve babası okulun ilk günü oldu­
ğunu bildiğinden zorunlu olarak durup onunla biraz muhabbet
ettikten sonra hızla odasına yöneldi. "Kırk kişiyiz" dedi. "Bu yılın
öğrencileri olarak. Titizlikle seçilmiş bir grup" diye ekledi. "Bütün
Kuzey ülkelerinden, hatta İzlanda'dan öğrenciler var. Hocalardan
biri İngiltere'den bir profesör. Burada yaşamıyor ama haftada bir
bize ders vermek üzere İngiltere'den geliyor. Trondheim Teknik
Üniversitesi Işık Tekniği Laboratuvarı'ndan da bir hoca gereksinim
duyuldukça bize katılacak. Gayet profesyonelce hazırlanmış bir
program diyebilirim." Peter yüzü babasına yarı dönük vaziyette,
adeta havaya konuşur gibi söylemişti bunları. Sonra "Ders çalış­
malıyım" diyerek odasına yöneldi. Saatlerce odadan çıkmadı. Gece
yatma saatine yakın, üzerinde ropdöşambrla koridorda göründü ve
banyoya yöneldi. Çok uzun kalmadı orada. Sessiz sedasız odasına
döndü . Kapıyı kapatırken, ''Algot gelmedi" dedi. "Sanırım yarın
çıkar ortaya" diye ekledi.
Ne var ki Algot gelmedi. Peter o akşamüzeri okuldan erken
döndü , oturmuş yemek yiyen babası akşam yemeğini paylaşmak
isteyip istemediğini sordu , Peter başını iki yana salladı. Aç değildi.
Ama kızgındı. "Algot gelmeyecek" dedi. "Okul yönetimi de buna
aldırış etmiyor. Ondan boşalan yere başkasını almayacaklar. Gel­
meyeceğine dair haber vermemiş henüz." "Eh, o halde gelir belki"
dedi Bj 0rn Hansen, "birkaç gün gecikmiştir." "Hayır" dedi Peter,
"çünkü Algot Londra'da, ben öğrendim bunu ."
Cümlenin son bölümünü üstünlük taslayan bir ifadeyle söy­
lemişti ki Bj 0rn Hansen bunu oğluna yakıştıramadı. Zira Peter
meseleye bir hal yolu bulmuştu . Genç Korpi Hansen okulun ye­
tersiz kaldığı konuya açıklık getirmek üzere el atmıştı. Peter ilk
derse girdiğinde sınıfta durup etrafına bakınmıştı. Algot'u görmeyi
umarak. Arkadaşı onu görünce göz kırpacak ya da herhangi bir bi­
çimde işaret verecekti: Bak, bu ders yılının ikinci gününde geldim,
fena sayılmaz değil mi, ne dersin? Ama Algot yoktu . Durup sınıf-

75
takileri saymıştı, kendisi dahil otuz dokuz öğrenci. Kırk olmaları
gerekiyordu . Sonra yerine oturup ilk dersi dinlemeye başlamıştı.
İlk ders fizyoloj iydi, ne var ki Peter derse odaklanamıyordu . Ara
verilince öğrenci işleri ofisine koşmuştu . Görevliler onu bir gün
önceki gelişinden hatırlamışlardı. Gerçekten de Algot Blom'dan
henüz haber almamış olabilirler miydi? Haber almadıklarını tek­
rarlamışlardı hafif bıkkın bir şekilde. ''.Ama Algot derse gelmedi"
diye sesini yükseltmişti Peter. "Tabii, olabilir, tabii, ama bize bir
mesaj iletilmedi." "Emin misiniz? Bir kez daha bakamaz mısınız? "
Görevli hanım buna yanaşmıyordu . Peter sinirlenmişti ama neyse ki
belli etmemişti. Arkasını dönüp ofisten çıkmış, ikinci derse girmek
yerine Telefon İdaresi'ne gitmişti. Oslo telefon rehberini açarak
B harfini bulmuş, sayfalara göz gezdirmeye başlamıştı (öfkeli ve
titreyen parmaklarıyla numaraları yukarıdan aşağıya taramıştır,
diye düşündü babası) , ta ki Algot Blom'un ev adresini bulana dek.
Peter bu adresin Algot'un ailesinin evi olduğunu varsaymış, telefon
kulübesine girerek numarayı çevirmişti. Cevap alamayınca rehberi
yeniden açmış, bu kez de Algot Blom firmasının ana satış mağaza­
sının numarasını bulmuş ve yeniden kulübeye girerek numarayı
çevirmişti. Mağaza şefiyle konuşmak istiyordu . Mağaza şefi meş­
guldü , telefondaki erkek sesi konunun ne olduğunu sorunca ''.Algot
Blom'un oğluyla ilgili" demişti Peter. "Yakın arkadaşıyım. Onu nasıl
bulabilirim? Yani şimdi nerede olduğunu biliyor musunuz? " "Genç
Blom" demişti telefondaki ses, "önceki gün Londra'ya gitti." "Ne
zaman dönecek? " "Noel'de dönecek. Bildiğim kadarıyla. Okul tatil
olunca." ''.A öyle mi, optometri eğitimini Londra'da almaya karar
verdi demek." "Evet" demişti telefondaki ses, "mevcut seçenekler­
den ancak en iyisi kendisine münasiptir, bilirsiniz." Peter ahizeyi
yerine koymuştu .
Sonrasında bu kadar aceleci davrandığı için kendine kızmıştı.
Algot'un telefon numarasını ve adresini sorabilirdi konuşma sıra­
sında. Ama çok şaşırmıştı . Kendini Algot'un arkadaşı olarak tanıt­
tığı için -tabii ki öyleydi- Algot'un optometri eğitimi almak üzere
Londra'ya gideceğini bilmiyormuş gibi yapamazdı. Algot Peter'e bu
konuda hiçbir şey söylememiş, "Sonbaharda Kongsberg'de görüşü­
rüz" demişti. Ne var ki çok daha iyi bir eğitim verdiği bilinen City
University of London'da okumaya gitmişti. Peter derhal öğrenci
işleri ofisine dönmüştü . Algot'un Londra'da olduğunu söylemek-

76
sizin ofis görevlisinden, optometri dalında dersler başlamasına
rağmen Algot Blom'dan derslerde görünmemesi gerçeğini açıklayıcı
nitelikte bir mesaj gelip gelmediğini araştırmalarını bir kere daha
talep etmişti. Görevli hanım bu isteği reddedince Peter üsteleyip
sorusunu tekrarlamıştı. O sırada ofiste beliren bey, yani ofis şefi de
aynı tavrı sürdürmüştü. Oysa Peter konunun araştırılmasında ısrar­
cıydı. Belki de bir şeyleri gözden kaçırmışlardı. Muhtemelen Algot
mektup gönderip kontenjandaki yerinden vazgeçtiğini, bu yere bir
başkasının alınabileceğini bildirmişti. Bu demekti ki kontenjanda
bir kişilik yer açılmıştı. Nasıl olurdu da bunu anlamazlardı? Eğer
Algot mektup yazıp yerinden vazgeçtiğini söylemişse, başka biri
eğitim imkanına kavuşacak demekti; kontenjan dışı kalan bir öğ­
renci için ansızın sınıfta yer açıldığı ve gelip Kongsberg Mühendislik
Yüksekokulu optometri dalında derslere başlayabileceği şeklinde
bir mesaj almanın ne denli önemli olduğunun farkında olup ol­
madıklarını sormuş, bayağı da ısrar etmişti. Sonuç sıfır. Öğrenci
İşleri ofisindekiler konuyu bir kez daha araştırmak istemiyorlardı.
Sonunda Peter pes etmek zorunda kalmıştı. Ne de olsa yeni bir
öğrenciydi, davranışlarıyla zor bir öğrenci olduğu izlenimini ya­
ratmak istememişti . Ama içinden, adam sendeciliğin de bir sınırı
olmalı , diye geçirmişti.
Peter bu hikayeyi etraflıca ve ayrıntıların üzerinde dura dura
anlatmış, konuyu aydınlığa kavuşturma yolunda yaptığı en ufacık
bir hareketi bile atlamamıştı. Çok sinirliydi. Ortadan kayboluveren
Algot'a değil de okul idaresine kızıyordu . Algot geride okul idare­
sinin bir başka öğrenciyi almayı hiç umursamadığı, açık kalan bir
eğitim kontenjanı bırakarak ortadan kaybolmuştu. Bj 0rn Hansen'in
keyfi kaçmıştı. Peter'in anlattığı hikayeden, hikayenin anlatılış biçi­
minden, bu hikayenin oğlu hakkında verdiği ipucundan ve oğlunun
geleceği açısından taşıdığı anlamdan hiç hoşlanmamıştı. Özellikle
de sonuncu nokta onu çok endişelendiriyordu . Oğlunun durumu
ne olacaktı? Peter'i Kongsberg'de optometri eğitimi almak üzere
motive eden kişi ortada yoktu . Peter hatalı olduğu anlaşılan bir
varsayıma dayanarak Kongsberg'de bulunmaktaydı.
Ne var ki oğlu çok da önemli bir şey olmamış gibi derslerine
başladı ve Algot'tan bir daha hiç söz etmedi. Algot bilincinde boş bir
alan olarak kaldı, oğlu ileriye bakıyordu. Aradan pek fazla bir za­
man geçmemişti ki Bj 0rn Hansen de oğluna hayata tutunmuş genç

77
bir adam gözüyle bakmaya başladı. "Hayata tırnaklarıyla tutunu­
yor." Oğlunun ağzından anlatılan öyküde oğlunu pek sevmemişti.
Her ne kadar ona karşı sempati duymaya çalıştıysa da başarama­
mıştı. Zaman zaman Bj0rn Hansen'in aklına şu tür garip ifadeler
takılıyordu : "Peter benim yemeğimi yiyor, eh, helali hoş olsun."
Neden böyle düşünüyordu? Kendi oğlu hakkında? Nasıl olur da
"Peter benim yemeğimi yiyor, eh, helali hoş olsun" diye düşünebili­
yordu? Bu düşünce şuradan kaynaklanıyordu: Bj0rn Hansen ve oğlu
Peter, Kongsberg'in merkezinde dört odalı bir apartman dairesinde
yaşıyorlardı. Bunun nedeni Kongsberg Mühendislik Yüksekokulu'na
devam eden Peter'in bir öğrenci odasına taşınmak yerine babasının
evinde kalmayı tercih etmesiydi. Bj 0rn Hansen eski rutin hayatına
hiçbir değişiklik yapmaksızın devam ediyordu . Peter de kendi ha­
yatını yaşıyordu . Birbirlerini sabahlan şöyle bir görüyor, akşamlan
da Peter eve gelince karşılaşıyorlardı. Peter akşamlan genellikle
odasına çekiliyordu . Televizyonda izlenecek bir şey olduğu zaman
salona geliyor, televizyonu açmak için babasından izin istiyordu .
Kahvaltıyı bazen birlikte ediyorlardı, yani en azından aynı saatte
bir şeyler yiyorlardı. Peter babasından önce kalkmışsa banyoda
işini bitiriyor, mutfağa gidip ekmek tahtasının üzerinde kendine
bir şeyler hazırlıyor, kahveyi ocağa koyuyor, babası gelene kadar da
kahve hazır oluyordu . Zaman zaman aynı masaya oturup kahvaltı
etseler de oğlu genellikle ekmek dilimleriyle kahvesini alıp odasına
gidiyor, o gün göreceği derslerine hazırlanıyordu sükunet içinde.
Bu deyim oğluna aitti. Babası erken kalkmışsa kahveyi hazırlıyor
ve oğlu gelene dek kahvaltı masasına oturmuş oluyordu , oğlu ise
ya kahvaltılık tabağını hazırlayıp masaya geliyor ya da odasına
girip kayboluyordu . Ancak yiyecekler ortaktı, Bj 0rn Hansen aynı
evde oturup aynı buzdolabını, aynı ocağı kullandıklarına göre her
ikisinin de ayrı ayn ekmek, süt vesaire satın almasının, hatta iki
ayn kahve pişirme kabı kullanmalarının pratik olmadığını söyle­
miş, Peter de sesini çıkarmamıştı. Peter'in sabit bir yemek saatine
uyması zor olacağından akşam yemeğini de ayrı ayn yiyorlardı.
Zaten öğrencilerin birbirlerini daha iyi tanımalarına vesile olacak
şekilde arkadaşlarıyla yemek yemesi de anlaşılır bir şeydi. Peter
çoğunlukla dışarıda, okulun kantininde yiyordu . Ara sıra okulda
bir şeyler yemeğe vakit bulamadığından (kendisi söylüyordu bunu)
eve aç gelmişse mutfakta birkaç dilim ekmek atıştırıyordu. Bu du-

78
rum giderek sıklaştığından babası iki porsiyonluk akşam yemeği
pişirmeye başladı, oğlu da eve geldiğinde babasından kalan yemeği
yiyordu . Bir süre sonra bu durum süreklilik kazandı, arkadaşları
akşam yemeği yemek üzere kantine gittiğinde Peter onların yanın­
da bir parça kurabiye yiyor, hatta sadece kahve içiyor ve kamını
evde doyuruyordu . Ancak pazar günleri akşam yemeği konusunda
başının çaresine bakmak zorundaydı. Çünkü Bj 0m Hansen ya Be­
rit ve Herman Busk çiftinin evinde ya da Grand Hotel'de yiyordu
yemeğini. Peter de kendine bir parça biftek pişiriyordu , babası eve
geldiğinde kokudan anlıyordu bunu .
Evdeki yemek faslı böyleydi. Eğitimine devam eden oğluyla ya­
şayan bir baba için hiç de özel veya dikkat çekici bir tarafı olmayan,
doğal bir durumdu . Ekme�, süt ve diğer kahvaltılık malzemeleri
almak, iki porsiyonluk akşam yemeği hazırlayıp yarısını uzun bir
okul gününden sonra eve geldiğinde cam isteyebilir diye oğluna
ayırmak Bj 0m Hansen'e çok doğal geliyordu . Oğlu sükunet içinde
ders gününe hazırlanabilmek için kahvaltısını odasında yaparken
kendisinin mutfakta oturup yapması kadar, babanın akşam iş günü­
nün sonunda, oğlununsa okulu bittikten sonra gelip akşam yemeği
yemesi kadar doğaldı bu durum. Bütün bunlar gerçekte baba oğul
arasındaki sağlıklı ve doğal bir ilişkiye işaret ediyordu. Bunun tersi,
yani oğlunun o gün gereksinim duyabileceği bir gün önceki ders
notlarına bakmak yerine babasıyla kahvaltı masasına oturması ya
da her akşam saat beşte eve gelip akşam yemeğinde ona eşlik etmesi
yapay olurdu . Yine aynı şekilde, Bj 0m Hansen'in günlük sıcak ye­
mek pişen mutfağın giderlerini ve evin diğer masraflarım oğluyla
bölüşmeyi önermesi de yapay olurdu . Bütün bunlara rağmen çok
geçmeden Bj 0m Hansen'in aklında şu düşünce belirmişti: "Peter
benim yemeğimi yiyor, eh, helali hoş olsun." Acaba bunun nedeni
Peter'in evin masraflarına ortak olmayı teklif etmemesine içten
içe gücenmesi miydi? Yo hayır, böyle bir öneri Bj 0m Hansen için
rencide edici olurdu. Acaba Peter'in bütün bunları, yani bedava oda,
bedava yemek ve evin her köşesini bedava kullanmayı hakkı olarak
görüyor olması mıydı bunun nedeni? Yo hayır, Peter bunları doğal
hakkı gibi görmüyordu . Tersine, bu gibi durumlarda Bj 0m Hansen'e
karşı takındığı tavırlarda bir ikiyüzlülük, bir sinsilik seziliyordu .
Bj0m Hansen, Busk ailesine konuk olduğu zamanlar dışında
pazar günleri akşam yemeklerini Grand Hotel'de yiyordu . Eve ge-

79
lip de oğlunun bir parça biftek ya da sosis kızarttığım anladığında
şunu düşünüyordu: Onu da Grand'a yemeğe davet edebilirdim.
Aslında Peter'e kendisi ve Herman Busk'le birlikte pazar yürüyüşüne
çıkmayı önermek geçmişti aklından, oradan da birlikte Grand'a ya
da Herman'ların evine yemeğe gidebilirlerdi. Herman Busk zaten
davet etmişti oğlunu . Bj0rn Hansen'in evinde bir kez karşılaşmış­
lardı. Busk, Peter'e babasıyla birlikte bir pazar akşam yemeğine
gelmesinden memnuniyet duyacağını söylemişti. Ne var ki Peter
müsait değilim diye cevap vermişti. Pazar günlerini bu tip şeylere
ayıracak zamanı yoktu . Bu anlaşılabilir bir cevaptı aslında , hayatı
kucaklamaya hazır genç bir adam pazar günlerini yaşını başını almış
babası ve babasının arkadaşıyla birlikte yemek yemekten daha başka
bir şekilde geçirmeyi arzulayabilirdi. Oğlunun sesindeki tonlamada
Bj 0rn Hansen'in hoşuna gitmeyen bir şey vardı. Övünür gibiydi.
Babasının arkadaşı, babasına karşı gösterdiği konukseverliği ona
da aktarıp sürdürmek üzere bir j est yapmıştı ama Peter bunu hiç
anlamamış gibiydi. Bu nedenle de Bj0rn Hansen, Peter'in kendinden
çok emin bir tarzda, pazar günlerini başka türlü değerlendirmeyi
tercih ettiğini ilan etmesini sadece Herman Busk'ün değil kendisi­
nin de reddedildiği şeklinde algılamıştı. Bu olay Herman Busk'ün
önünde cereyan etmiş ve yanı başında duran dostu , Peter'in baba­
sının evinde kalmasına rağmen bir oğula düşen görevi bu şekilde
reddetmesini işitmek durumunda kalmıştı.
Ne kadar da gereksiz bir hareketti. Oğlu babasına bu sevinci,
oğlunu bir defalığına bile olsa Berit ve Herman Busk'ün evine akşam
yemeğine götürme mutluluğunu niçin çok görmüştü ? En azından
ilgileniyormuş gibi yapıp kibarca teşekkür edebilir, tabii gelmek
isterim diyebilirdi. Davet zamanı geldiğinde de bir bahane bulup
gitmeyebilirdi. Bu olay nedeniyle Bj 0rn Hansen Peter'e hafiften
kinlenmişti. Bu olayla ilgisini tam olarak kuramasa da "Hayata
tırnaklarıyla tutunuyor" düşüncesi geçmişti aklından bir kez daha.
Grand Hotel'deki akşam yemeğinden eve dönüp de kızarmış biftek
kokusunu alınca, eh bunu hak etti, diye geçirmişti içinden. Bir
keresinde Grand'da yemek yemeden önce bir şey için eve uğramış,
Peter'i mutfakta sosis kızartırken bulmuştu . Bir pazar akşamüstü .
Peter'in üzerinde gençlerin boş zamanlarında ormanda, dağda tura
çıktıkları zaman giydikleri cinsten hafif, ince ve rahat bir spor kı­
yafeti vardı. Bu kıyafetiyle durmuş sosis kızartıyordu . Onu yemeğe

80
davet etmeyeceğim, hayır etmeyeceğim, otursun sosislerini yesin.
Oğluyla arasında kısa bir konuşma geçmiş ve Bj 0rn Hansen dışarı
çıkıyorum demişti. Oğlu babasının restorana gidip güzel bir akşam
yemeği yiyeceğini gayet iyi biliyordu , hem de üzerindeki modası
geçmiş anorakla gidecekti, Peter babasının üzerini değiştirmeyerek
dışarıda yemek yiyeceğini saklamak istediğini anlamıştı, tabii ki
babası onu davet etmemek için yapıyordu bunu , o ise durmuş şu
zavallı dört sosisi kızartıyordu akşam yemeği olarak. Bj0rn Hansen
Grand Hotel'in restoranında oturmuş menüyü incelerken elbette
pişmanlık duymuştu .
Zira üzerindeki modern spor kıyafetiyle mutfakta sosis kızar­
tan Peter gözünün önünde belirmişti. Tek başına. Bir pazar günü .
Niçin arkadaşlarıyla dışarıda yemiyor diye düşündü . Her pazar bu
böyle. Eve sinmiş kızarmış biftek kokusu ve evyede duran tek bir
yemek tabağı onu ele veriyordu. Ne kadar da yalnız , diye düşündü
Bj 0rn Hansen. Oğlu hakkında çok az şey biliyordu . Oğlunu ara
sıra babasıyla beraber televizyon izlemek üzere salonda oturduğu
zamanlarda anlattığı kadarıyla tanıyordu . Bir de eve geldiğinde
babasına söylediği birkaç sözün ve davranışlarının verdiği ipuçları
kadar. Peter hemen hemen her akşam eve altı , altı buçuk civarında
geliyordu . Bunun dışında bazı geceler dokuzu ya da on biri biraz
geçe, yani sinema çıkış saatlerinde. Bj 0rn Hansen'in evinin birkaç
yüz metre ilerisindeki Kongsberg Sineması'ndan çıkıp dosdoğru eve
döndüğünde . Ara sıra da televizyon izledikten sonra kalkıp kısa bir
gece gezintisine çıkıyordu ama çok kalmıyordu .
Niçin arkadaşlarıyla beraber değil, diye sordu kendine Bj 0rn
Hansen. Sonra da kendi söylediğine kendi itiraz etti. Ama cumar­
tesileri. Cumartesi geceleri dışarıda. Oğlunun cumartesi hazırlıkları
gözünün önüne geldi, banyoda uzun zaman geçirmesi, üzerine
rastgele alınmış hissi veren ama özenle çekidüzen verilmiş modern
giysileriyle , salonda kanepede o turan babasının yanından hızla
geçişi, başıyla hafif bir selam verişi. Oğlu Kongsberg'in gece ha­
yatını fethetmek üzere ekim ayında bir cumartesi akşamı Öğrenci
Diskoteği'ne gidiyor. Hareketli bir gençlik grubunun tam ortasında.
Gece yarısından sonra apartman dairesinin kilidini açıyor ve içeri
süzülüyor. Peki ama ya pazar günleri, diye düşündü Bj 0rn Hansen.
Niçin yalnız geçiriyor pazarları? Niçin arkadaşlarıyla beraber yemek
yemiyor? Bir kez daha oğlunu gözlerinin önüne getirdi. Ne kadar

81
da yalnız görünüyordu orada öyle dururken. O klişe genç tipinde
donmuş kalmış . . . Belki de arkadaşlarıyla yemek yemeye ekonomik
gücü yetmiyordur, diye düşündü . Çok tutumlu bir oğlum var. O
yüzden akşam yemeklerini evde yalnız başına yiyor. Gün için­
de mutlaka arkadaşlarıyla vakit geçirmiştir. Gezinmişlerdir falan,
sonra öbürleri dışarı çıkıp para saçarken oğlum eve geliyor, çünkü
aralarında bir tek onun kendi evinde yemek pişirme imkanı var.
Oğlu derslerdeki arkadaşlarından bahsettiğinden Bj0rn Hansen
onun diğer öğrencilerle ilişki halinde olduğunu biliyordu . Hatta
birkaçının ismi de aklındaydı. Peter onlardan sıkça söz ettiğinden
aklında kalmıştı. Nybergsund'den Karsten Larsen. Skien'den Jan
Feltskog, sınıftaki İzlandalı kız öğrenciyi ayarlamıştı, ikisi sevgi­
liydiler artık, kantinde hep el ele oturuyorlardı (Peter gülmüştü) .
Arvika'dan İsveçli A ke Svensson. Ondan epey söz ederdi. Bj 0rn
Hansen, Peter'le İsveçli Ake'nin bütün gün birlikte oldukları iz­
lenimini edinmişti, en azından derslerde yan yana o turuyorlardı.
Ülkede görme bozukluklarını düzeltmeye yarayan araç gereçler
alanında en büyük üretici olan (Peter böyle anlatmıştı) Essilor Aspit
firmasının bazı teknik gereçleri tanıttığı sunumu da , uygulamalı
diğer bütün dersleri de Peter'le Ake birlikte ayakta takip ederlerdi,
ayrıca kantinde de aynı masada o tururlar, Ake akşam yemeğini
yerken Peter tatlı bir çörek eşliğinde kahvesini içerdi. Bj0rn Han­
sen anlatılanlardan, jan Feltskog ve el ele tutuştuğu sevgilisinin de
onlarla aynı masayı paylaştığı gibi bir izlenim edinmişti.
Ne var ki eve geldiğimde onu evde buluyorum , diye düşündü
Bj 0rn Hansen. Hep evdeydi. Her pazar. Ayrıca kiminle dolaşmaya
çıktığını niçin bana hiç söylemiyor? Ne yaptın diye sorduğumda
dolaşmaya çıktım diyor. Ake Svensson dolaşmaya çıkmaz mı hiç?
Niçin ikisi birlikte Kongsberg civarında doğa yürüyüşü yapmazlar?
İnsan bu tip yürüyüşlerde pek çok konu üzerinde fikir alışverişi
yapabilir. Bj 0rn Hansen'in anladığı kadarıyla iki arkadaşın konu­
şacak çok şeyi vardı. Ancak Peter çıktığı yürüyüşlere, Ake'ye ya da
diğer arkadaşlarına ve birlikte neler yaptıklarına dair tek bir söz
bile etmemişti. Bir şey anlatmamasından hareketle bu yürüyüşlere
yalnız gidiyor anlamı çıkmayabilirdi. Ama Bj 0rn Hansen oğlunun
göründüğünden daha yalnız olduğundan şüpheleniyordu .
Bu nedenle de Peter bir gün gelip arabasını ödünç almak iste­
yince çok sevindi. Mühendislik Yüksekokulu'ndan bir grup öğrenci

82
cuma günü bir rock konseri izlemek üzere Oslo'ya gideceklerdi
ve hepsine yetecek kadar araç yoktu , Peter de arkadaşlarına araba
temin edebileceğini söylemişti. Bj0rn Hansen çok sevindi ve oğluna
arabanın anahtarlarını derhal verdi. Bu durumu oğlunun arkadaşsız,
yapayalnız bir genç olduğu yolundaki kuşkularını haksız çıkaracak
bir gösterge olarak değerlendiriyordu , hem de aynı zamanda Peter
araba anahtarını isteyerek ona tam bir "evlat"ın davranacağı gibi
davranmış , sıradan bir ev sahibi muamelesi yapmamıştı. Bj0rn
Hansen sık sık oğlunun kendisine evini kiraladığı bir adam gibi
davrandığı duygusuna kapılıyor ama bu muameleye boyun eğmek
durumunda kalıyordu , çünkü oğlundan bu kadar uzun zaman ayn
düşmüş bir baba olarak elinden başka bir şey gelmiyordu . Bu ko­
nuşmadan sonra oğlu arabayı almış, dört sınıf arkadaşıyla birlikte
başkentteki rock konserine gitmek üzere yola çıkmıştı. Gidiş dönüş
üç saatlik bir yoldu bu .
Konserin ertesi sabahı kahvaltıda Peter arabanın anahtarını
geri verdi. Bj 0rn Hansen konserin nasıl geçtiğini sorunca da iyi
diye cevapladı. "Ama biraz pahalıya geldi. Depoyu fullemiştim,
Kongsberg'e dönünce masrafı paylaşmak istedim, yanaşmadılar.
Hiçbiri elini cebine atmak istemedi. Ben hem şoförlüklerini yap­
tım hem de konserden sonra gece boyunca onlar şişe şişe biraları
devirirken ben elimde gazozla oturdum. Ve benzin masrafını bile
paylaşmaya yanaşmadılar." "Niçin böyle yapmış olabilirler? " diye
sordu Bj 0rn Hansen. Peter omzunu silkti, "Bilmiyorum" dedi. "İşi
gırgıra vurdular."
Demek ki Peter arkadaşlarının benzin masrafını bölüşmek is­
tememelerinin nedeni bilmiyordu. Zira işi gırgıra vurmuşlardı.
Bj 0rn Hansen ortada nasıl bir gırgır döndüğünü bilmeyi çok isterdi
ancak oğlu konunun derinine inmeye yanaşmadığından daha fazla
üstelemedi. Ama keyfi kaçmıştı. Bu adice bir davranıştı, hem de
pek olağan bir şey değil diye düşündü . Oğlunda ne vardı ki üç ar­
kadaşının bu muamelesine maruz kalıyordu ? Diyelim dördü de iyi
arkadaştı ve bu gerçekten bir şakaydı, o zaman gelecek sefere şöyle
bir senaryo mu yaşanacaktı: Karsten arabayı kullanacak, benzini
cebinden verecek, gece boyunca yalnızca gazoz içecek, Peter ise
yolcu olarak arabada mı bulunacaktı?
"Ben de attım onları arabadan" dedi Peter, her zamanki yüksek
perdeden sesiyle konuşmuştu. "Buyursunlar eve yürüyerek gitsinler

83
dedim. Halvor M0rk dört kilometre yürümek zorunda kaldı ama
olsun, çünkü parayı ödemeye yanaşmadı. Hesabı bölüşmek üzere
meydanda durdum, daha sonra tek tek evlerine bırakacaktım. Lanet
olsun, gecenin geç bir vaktiydi, sabahın dördü olmuştu, o kadar saat
şoförlüklerini yaptıktan sonra beş kuruş bile almadan onları bir de
evlerine mi bırakacaktım ! Böylece arabadan inip durağa yöneldiler
ve taksiye bindiler, en azından Halvor öyle yaptı, öbürleri ne yaptı
bilmiyorum ama taksi parası bölüşecekleri benzin parasından çok
daha pahalıya geldi, bundan eminim."
Bj0rn Hansen'in cam sıkıldı. Bu durumdan hoşlanmamıştı. Bu
olağan bir şaka değildi, başka bir şey olmalıydı. Üç kişi Peter'i karşı­
larına almışlardı, üç öğrenci arkadaşı Peter'e karşı. Niçin benzin pa­
rasını paylaşmaktan kaçınmış ama taksiye binmişlerdi? Konu para
değildi anlaşılan, ama neydi? Peter bir araç bulacağım söyleyerek
onların sorununa çözüm bulmuş, onları Oslo'ya kadar götürmüş,
üç arkadaşı başkentte dolu dolu bir gecenin keyfini çıkardığı sırada
oturup onları beklemişken oğluna niçin böyle davranmışlardı?
Aşırı tepki gösterme, diye tembihledi kendini Bj 0rn Hansen.
Sakin ol biraz. Bu olay şanssız bir deneyim ama kabahatin çoğunu
Peter'in üstlenmesi gerekiyor. Bunlar Oslo'ya bir rock konserine
gitmek üzere yola çıkan dört arkadaş, bu kez Peter arabayla gö­
türmeyi üstlendi. Gelecek sefer bu kişi Karsten ya da şu Halvor
M0rk olabilir. Olayın gerisinde bu varsayım yatıyor, bu nedenle de
diğer üçü Peter'in gecenin dördünde para diye tutturmasını biraz
dangalaklık olarak algıladılar, düşünsene, o saatte hadi çıkarın
bakalım cüzdanları , sayın banknotları ve bozuklukları, para üstü
alıp vereceğim diye bir telaş, yok Peter, en iyisi sen bizi eve bırak,
sonra hesaplaşırız. Tabii tabii, olay böyle cereyan etmiş olmalı, güzel
bir gece sevimsiz bir şekilde sonuçlanmış çünkü Peter bu defalık
terslik etmiş, sosyal becerisi de fazla değil zaten , evet evet bunun
farkındayım ben. Öte yandan Peter müthiş bir hayal kırıklığına
uğramış gibi de görünmüyor, biraz sinirlenmiş sadece. Gece Peter
öğrencilerin devam ettiği Studenterkroa isimli pub'a gitmiş, ertesi
gün cumartesi olduğundan gece geç saatte eve dönmüştü .
Evet, gecenin geç saatiydi. Peter kapıyı anahtarla açıp girdiğinde
Bj 0rn Hansen uyanmış ve ilk kez saate bakmıştı. Saat gece yarısını
otuz beş dakika geçiyordu . Bir sonraki cumartesi de aynı şekilde
uyandı. Oğlu anahtarla kapıyı açıp girmiş, parmaklarının ucunda

84
koridorda yürüyordu. Saat yarımı gösteriyordu . Ertesi cumartesi
yine aynı olay. Bu kez saate bakmak istemediyse de baktı. Yap­
masa daha iyi olacaktı aslında. Saat gece yarısını otuz beş dakika
geçiyordu . Yani oğlu dışarıda eğlenceli bir gece geçirdikten sonra
gece yarısını yarım saat geçe eve dönüyordu. Bu "gecenin bir vakti"
sayılamazdı. Tam tersine, cumartesi gecesi dışarıya eğlenmeye giden
genç bir adam için normal olanın en erkeniydi bu saat.
Bj0rn Hansen anlamıştı. Artık yadsıyamazdı. Kanıt ortadaydı.
Kimsenin beraber olmak istemediği, en azından zorunlu vakitler
dışında beraber olmak istemediği bir oğlu vardı. Oğlunun gece
yarısı adeta saati ayarlayabileceği kadar düzenli gelen ayak sesleri
bunun kanıtıydı. Ve Peter de bunu biliyordu. En kötüsü de buydu
zaten, yoksa çok da dert değildi. Durumu gizlemeye çalışıyor, diye
düşündü Bj0rn Hansen, en azından benden gizlemeye çalışıyor.
"Aman Tanrım ! " diye söylendi. Bj0rn Hansen artık biliyordu . Oğlu­
nun hiç arkadaşı yoktu . Kimsenin onu sevmediği o kadar açıktı ki !
Hatta askerdeyken iyi ve kötü günleri birlikte geçirdiği, koru­
yucu meleği olarak tanıttığı Algot bile sevmiyordu onu . Elbette
Algot iyi günde de kötü günde de birlikte takılmalarına izin ver­
mişti ve Peter de beraber takılmaya devam edebilmek adına onunla
aynı okula gitmeye kararlıydı. Evet, Peter, Algot Blom'un mağaza
müdürlüğünü üstlenerek hayatı boyunca iyi günde de kötü günde
de Algot'la beraber takılmayı hayal etmişti. Ne var ki Algot karar
değiştirdiğini Peter'e söylemeye zahmet bile etmemişti. İşte şimdi
Peter sınıf arkadaşlarına takılıyordu . Oslo'ya rock konseri izleme­
ye gitmişlerdi. Peter araba temin etmeyi ve özel şoförlük yapmayı
önererek onları tavlamıştı. Onlar da araç sorunundan kurtulmak
için lütfedip Peter'e müsaade etmişlerdi. Ama adam kalkmış bir de
benzin parası talep etmişti, eh her şeyin de bir sınırı vardı yani. . .
Saat gece yansını otuz beş dakika geçe. Daima gece yarısını otuz
beş dakika geçe geliyordu eve.
İşin en kötü tarafı, Bj 0rn Hansen onları anlıyordu . Diğerlerini.
Oğlunda diğerlerine rahatsız edici gelen bir şey vardı. Mesela ses
tonu ; hep yüksek perdeden konuşurdu. Konuşma şekli insanlara
çok karmaşık, çok anlaşılmaz gelirdi. Kantinde diğer arkadaşları
yemeklerini yerken Peter'in tatlı çörek ve kahve eşliğinde attığı o
tiradı, "Ben masraftan kaçınmak için akşam yemeğini evde yiyo­
rum" tiradını dinlemek durumunda kalıyorlardı. Belki de Peter'i

85
elinde kahve fincanı ve tatlı çörek taşıdığı tepsiyle kendilerine yak­
laşırken gören arkadaşlan başka bir masaya gitmesini diliyorlardı.
Ama bu feci bir şey, diye düşündü Bj 0rn Hansen. Oğlumun yaptığı
şey genç bir öğrenci olarak normal yaşama katılmaya çalışmaktan
başka bir şey değil. Anlaşılan o ki Peter dilediğini yapabilir ama
arkadaşlannın masasına oturması arzu edilmiyor.
Bunu izleyen günlerde Bj 0rn Hansen oğlunun kendi çağına dair
yaptığı coşkulu konuşmaları acı verici bulmaya başladı. Zamanın
telaşlı ritmine dair yaptığı yorumları dinlemek, özellikle de ken­
disine tepeden bakan tavrına tahammül etmek Bj 0rn Hansen'e zor
geliyordu , çünkü Bj 0rn Hansen bunların daha iyisini biliyordu .
Ne var ki Bj 0rn Hansen'in bildiğini bilmeyen Peter hiç susmadan
devam ediyor, yaşadığı zamana dair coşkuyla bir şeyler anlatıyordu .
Bodrum kattaki bir alanda işitilen elektriksel yüksek tınının gücü
hakkında konuşuyordu örneğin, adeta kutsal bir sesten bahseder
gibi. Günümüzün hedefe kilitlenmiş çağdaş öğrencilerinden, aşağı­
lanmayı reddeden, Norveç'te, hatta bütün Kuzey ülkelerinde görev
yapacak ve mercek kullanımını şimdikinden çok daha ileri bir nok­
taya taşıyacak olan optometri biliminin yeni yetişen askerlerinden
söz ediyordu . Bj0rn Hansen onun sınıf arkadaşlarından son derece
dostça , hatta hayranlıkla bahsetmesini içi hafiften ezilerek dinliyor­
du . Kayalık, verimsiz Norveç'in orta yerinde bulunan Kongsberg'de ,
neon ışıklarla CITY yazan bu kent merkezinde bir uygarlığa, yüksek
teknolojiye tanık olarak yaşamaktan söz ediyordu . Zamanımızın
çok acımasız olduğundan bahsediyor, ayak uyduramayanları haklı
olarak dışladığını söylüyordu . Peter Korpi Hansen bu sözleriyle ,
hiç düşünmeden en popüler mesleki eğitimleri seçen ancak mezun
olup da iş ararken kapıların yüzlerine birer birer kapanacağı genç
insanları kastediyordu . Oysa Norveç'teki biricik optometri eğitimi
veren yüksekokulu bitirenler işe alınmada en önde yer alacaklardı.
Peter, Kongsberg Mühendislik Yüksekokulu optometri dalında oku­
mayı seçmekle çok zekice bir tercih yaptığını saklamıyordu . Ancak
iletişim ve medya eğitimi almak üzere Volda'ya gitme kararına da
son derece yakın durduğunu ama bundan vazgeçtiğini ekliyordu .
Evet, böyle bir senaryonun gerçekleşme olasılığı da vardı ancak
zaman zaman tesadüfler insanı başka bir sonuca götürüyordu. "Ama
sadece tesadüfler değil" diye söylendi biraz sinirli. " Zira optometri
konusuna şöyle bir bakınca, medya okumakla ilgili bütün düşünce-

86
!erime veda ettim. Neyin doğru olduğundan hiç kuşku duymadım"
dedi Peter. Bj 0m Hansen kendi evinde, kendi salonunda oğlunun
televizyonu bastıran sesiyle üstünlük taslayarak konuşmasını din­
lemeye devam etmek zorunda kalmıştı.
Bu ve buna benzer gecelerde Bj0m Hansen'in aklından, acaba
Peter babasının, evladının gerçekte ne durumda olduğunu bildi­
ğini bilseydi ne olurdu , sorusu geçiyordu . Pek de farklı bir şey
olmazdı diye düşündü , böyle düşündüğüne şaşırarak. Peter aynı
şeyleri, aynı yüksek perdeden sesiyle anlatacak, aynı noktalarda
üstünlük taslayan bir tavır takınacaktı. Fazlalık gibi görülen ve
dışlanan bu genç adam aslında kendi çağına ve giyim kuşamını,
müzik zevkini, sosyal ilişki biçimlerini ve bir vizyonu paylaştığı
bu çağın insanlarına karşı çok samimi bir hayranlık besliyordu .
Eğer Bj 0m Hansen ·�ma sen çok yalnızsın evladım" diyebilseydi
oğlunun aldırmaz bir tavırla gülümseyeceğini biliyordu . Yalnızlık.
·� elbette" diyecekti. "Gençliğin karakteristik özelliği bu . Sen bizim
müzikleri hiç dinlemedin mi? Biz gençler arasında ortaklık duy­
gusu yaratan müzik her modem insanın ruhunun derinliklerinde
cehennemi bir yalnızlığın yaşadığı fikrini açık açık ortaya koyma
esasına dayanır. Bir çığlık gibi odalardan içeri haykırır, duvarlara
kusarız bu duyguyu" diye cevap verecekti oğlu . "Genç bir adam
için yalnız olmak en doğal şeydir baba" diye ekleyecekti, işte tam
bunu düşünürken içinde bir acı hissetti Bj 0m Hansen, oğlu evinde
kaldığı son iki ay boyunca bir kez bile cümlesini bitirirken Bj0rn
Hansen'e "baba" diye hitap etmemişti.
Bj 0m Hansen oğlunun yalnızlık konusundaki argümanına kar­
şılık, mümkün olsa arkadaşlarının onunla birlikte olmaya yanaş­
mayacaklarını söyleyebilirdi. Sınıf arkadaşlarını Oslo'ya kadar götü­
rüp getirdikten sonra Peter'in yakın bir arkadaş grubu olduklarım
varsayıp arsızca onlardan benzin parası istemesi üzerine gençlerin
Peter'le dalga geçmesi olayım örnek gösterebilirdi. Bunu söylediği
takdirde Peter şöyle bir cevap verecekti: "İşin başında beni aralarına
almak istemedikleri doğrudur. Babamın arabasını alırım dediğimde
konuya ilgi duydular, evet. Ee, ne olmuş yani? Hayatta olur böyle
şeyler. İnsan elindeki imkanları kullanmalıdır. Ben de senin ara­
bam kullandım ve onları götürmeyi teklif ettim. Bu 'askıntı olmak'
mıdır? Belki öyledir ama onlarla takılmak istiyordum ben. Ne var
ki davet edilmediğim ortama askıntı olmuşsam da karşılaştığım

87
her muameleye tahammül edecek değilim. Elbet benim de davet
edileceğim gün gelecektir. Ama ben o günü beklerken bu herifler de
benzin parasını paylaşmayı kabul ediversinler bir zahmet." Peter'in
buna benzer bir şeyler söyleyebileceğini düşündü Bj 0m Hansen.
Yüksek perdeden ve ders verircesine . . . Peter belli bir durumda ta­
kınılacak en doğal tavırlara ilişkin olarak bile babasına ders veren
bir tipti, olay bu kadar basitti. Evet, Peter her konuya açıklama
getirebilen biriydi, deneyimlediği olayı kendi çağını yaşayan genç
bir adamın başından geçen ve de onun bundan hiç etkilenmeden
yürüyüp gittiği bir hadise olarak gösterirdi. Bj 0rn Hansen sadece
gece saat sıfır o tuz beş meselesinde Peter'e yakışacak bir cevap
bulamıyordu .
Bir çeşit rahatlama hissediyordu çünkü hayalinde oğlu adına
verdiği cevaplar inanılmaz bir şekilde gerçek hayattaki Peter'e uyu­
yordu -ketumluğu , uzak duruşu , her cumartesi gecesi eve geldiğin­
de babası uyanmasın diye salondan sessiz sessiz geçmesi gerektiği
(uyandığı takdirde babasının saate bakacağı kesindi, vakit gece
yarısını geçiyordu) gerçeğinden utanması gibi şeyler yani- ve bu
şekilde de oğluyla arasında bir uzlaşma sağlanmış oluyordu . Oğ­
lunun akranları tarafından dışlanıp sevilmemesi nedeniyle Bj0m
Hansen'in duyduğu utanç, dondurucu yalnızlığının açığa çıkma­
sının oğlunda uyandırdığı utançla karşı karşıya gelince bir çeşit
uyum oluşmuştu ; gerçek hayatta oğluyla arasında böyle bir uyum
oluşturmak olası değilse de işte hayallerinde oluşuyordu .
Biricik evladını, hayatta ondan geride kalacak tek kişi olan oğ­
lunu sevdiğinden emin değildi. Her ne kadar oğlunun bu tamiri
imkansız yalnızlığı -bu yalnızlık her cumartesi gecesi sıfır otuz
beşte salondan geçerken sessizce atılan adımlar şeklinde buluyordu
ifadesini- onu derin endişelere düşürse de bunun nedenini gayet
iyi anlıyordu . Oğlunun ders verir ve övüngen tavırlarına tahammül
edemiyordu . Her ne kadar Peter kendi çağına duyduğu hayranlığı
bu biçimde dile getiriyorsa da -ki aslında oğlunun böyle yapması­
nı hoş görmeliydi- bu tavırlar Bj 0rn Hansen'e çok itici geliyordu ,
buna ilaveten oğlunun her şeye rağmen kendine ait olan hayat için
mücadele etmeye niyetli olduğu apaçıktı. Bu şekilde ifade ettiği şey
Peter'deki hayat kıvılcımıydı, yani Bj 0rn Hansen'den geride kalacak
olan, kendi kanı ve canından, genlerinden yola çıkarak ileriyi, doğ­
mamış hayatı arayacak olan. Ancak bu hayat kıvılcımında Bj 0rn

88
Hansen'i korkutan bir şey vardı. Açığa çıkmayan, sinmiş bekleyen
bir şey. Babasıyla ilişkisinde hep bu hissediliyordu . Peter sanki hep
şunu söylüyordu : "Boşuna uğraşma. Satılık değilim ben, evladın
olarak geri kazanamazsın beni. Bu evde bir odada kalan kiracıyım,
sen de ev sahibimsin." Peter'in bütün davranışlarında araya koydu­
ğu mesafe bunu dile getiriyordu . Bununla birlikte Bj 0rn Hansen'in
oğlu olmaktan dolayı eline geçebilecek avantaj ları da reddedemi­
yordu , Bj 0rn Hansen oğlunun öğrenci arkadaşlarına bu konuda
üstünlük tasladığından da emindi. Yine de Peter onun kendisine
baba sıfatıyla yaklaştığı izlenimine kapılmasın diye davranışlarına
dikkat ediyor ve oğlunun gururunu kırmamaya çalışıyordu . Onu
sinirlendirmemeye ya da canını sıkmamaya da. Oğluna vermek
istediği pek çok şey vardı ama Peter bunu "oğlu gibi davranması"
için bir baskı kurma yolu olarak görür diye bundan vazgeçiyordu .
Peter'in babasından bir şeyler almayı her kabul edişinde -örneğin
Bj 0rn Hansen, "oğlu gibi davranması" gerekmeden yiyebilsin diye
akşam yemeklerinde serbest bir düzen kurmuştu- açığa çıkma­
yan, sinmiş bekleyen bir şey vardı, Peter'deki tuhaf ve güçlü bir
hayat kıvılcımına işaret eden bir şeydi bu, ne var ki Bj 0rn Hansen
bunu içine sindiremiyordu bir türlü , çünkü bu tavır cömertlik­
ten (Aman canım, cömert olan kaç genç adam var bu dünyada !
Tırnaklarıyla kendi geleceklerine tutunmakla meşgul onlar ! ) ve
utanma duygusundan yoksundu (ancak genç bir adamda utanma
duygusunun bulunmasını beklerdi) . Bj 0rn Hansen kendine şunu da
itiraf ediyordu ki bu açığa çıkmayan, sinmiş bekleyen şey Peter'in
öğrenci arkadaşlarının deneyimlediği ve bir dereceye kadar taham­
mül etmeye çalıştıkları yapışkanlığında da ifade buluyordu . Peter
optometrist olacaktı. Kongsberg Mühendislik Yüksekokulu'nun bu
dalda ne kadar kaliteli bir eğitim verdiğinden söz ederken adeta çok
çalışkan ve başarılı olmasının bir ödülüymüş gibi anlatıyordu bunu.
Ama eğitimin kendisi aslında Peter'i çok fazla ilgilendirmiyordu ,
odaklandığı şey bilim değildi. Eğitimin bilimsel tarafına, geleceği
olan bir meslek edinmek için ödemesi gereken bir bedel olarak ba­
kıyordu . Bj 0rn Hansen Peter'in bu kadar yüksek notlarla niçin başka
okullara, örneğin tıp, mühendislik gibi bölümlere başvurmadığını
sormuştu kendi kendine , ancak şimdi anlıyordu ki onun hırslı
olduğu alanlar bunlar değildi, bunlar oğluna çok uzak şeylerdi.
Arkadaşı Algot'un etkisi çok da açıklayıcı değildi, çünkü eğer oğlu

89
doktor, mühendis veya avukat olma isteği ve azmiyle askere gitmiş
olsaydı Algot onu bundan caydırmayı başaramazdı. Seçim iletişim
ve medya ile optometri eğitimi arasında olmuş ve oğlu üstünlük
taslayan tarafım tatmin için doğru oram, yani optometristliği tercih
etmişti. Bu seçim meseleye hakim olmayan birine tartışılabilir bir
karar ve Peter'in kendinden bu derece emin olması da anlaşılmaz
bir şey olarak görünebilirdi. İletişim ve medya toplumda güç sahi­
bi olmayı sağlayan bir alandı sonuçta . Yazılı ve görsel iletişimi iyi
bilenler kendini televizyon ekranlarında ifade eden bu gizli dili çok
iyi kullanabileceklerdi, bunun da Peter'e çok cazip gelmesi gerekir­
di. Ne var ki Peter optometrist olmayı, optik biliminin yardımıyla
görme bozukluklarını düzeltmeyi tercih etmişti. Algot'un etkisi
olmasa böyle bir seçim yapması düşünülemezdi bile, ama garip olan
bunu seçmesiydi. Bu da Algot'un etkisinin, maceralı hayat yaşayan
ve toplumsal güce sahip modern medya insanlarından biri olma
hayalinden daha güçlü olduğu anlamına geliyordu ki Peter bu hayal
yerine bir gözlük mağazasının arka odasında geçirilecek -her ne
kadar üzerine beyaz önlük giyecek olsa da- hareketsiz bir hayatı
tercih etmişti. Ama işte orada, bir gözlük mağazasının arka odasında
Peter Korpi Hansen hayatı tam anlamıyla idrak etmiş biriymişçesine
yaşama kendi damgasını vuracaktı. Hedefi buydu . Arkadaşı Algot
Kongsberg'e gelmemişti. Optometrinin bilimsel yam da Peter'i pek
ilgilendirmiyordu . Aslında çekip gidebilirdi. Burada okumasının
temel dayanağı ortadan kaybolmuştu . Yine de Peter gitmemişti.
Okul arkadaşları onu sevmiyor, kantinde masalarına oturmasına
zor tahammül ediyorlardı . Ne var ki Peter akşamları oturup ba­
basına Kongsberg Mühendislik Yüksekokulu'nu , oradaki öğrenci
hayatının mükemmelliğini övüyor, zamanın ritminden, Trondheim
Teknik Üniversitesi'nden gelen konuk öğretim görevlilerinin onlar
için ellerinden geleni fazlasıyla yaptıklarından, yetenekli ve etki­
leyici sınıf arkadaşlarından söz ediyordu , özellikle de aralarından
birine, Arvikalı Ake Svensson'a çok değer veriyordu . Çünkü o ait
olduğu yeri bulmuştu . Hayata kendi damgasını vurmanın yolunu
bulmuştu .
Peter ona bu fikri Ake'nin verdiğini söylüyordu . "Biz burada
kırk kişiyiz" demişti Ake, "acaba mezun olduğumuzda müşteriler
hangimizi tercih edecek? En iyi olanı elbette. Ancak müşterinin
gözünde hepimiz en iyiyiz. Burada aldığımız üç yıllık eğitimden

90
sonra hepimiz, işimizin müşterimizi memnun bırakacak teknik
yanını mükemmel bir şekilde yapabileceğiz. Bu kadarını öğrendik.
Burada: eğitim almış öğrencilerin tümü herhangi bir göz için en
uygun merceği kolayca bulabilir, ayrıca göz hastalığı olanları tes­
pit ederek göz doktoruna yönlendirebilir, oftalmoloj i derslerinde
uyuklamış bir arkadaş bile görme bozukluğunu göz hastalığından
ayırt edebilecek kadar bilgi edinmiştir. Bozuk göz bizim uzmanlık
alanımızdır ve bizler ona uygun mercek ve gözlüğü kolayca buluruz.
Hizmet edeceğimiz kişiler hepimizin çok yetenekli ve becerikli
olduğumuza inanırlar. Aramızdan birinin diğerinden daha yete­
nekli olduğunu ancak optometristler ayırt edebilir. Bununla birlikte
müşterilerimiz bir optometristi diğerine tercih edebilir. İşimizde ki­
mimiz çok başarılı olacağız, kimimiz zorlanacağız. Gerçekte herkes
eşit miktarda yetenekli ve becerikli olduğu halde aramızdan kim
başarıyı yakalaya,eak? Tabii ki müşteriye farklı bir şey sunabilen
başarılı olacak. Güzellik sunabilen" demişti A ke. "Yani en yeni
moda gözlüğü verebilen."
Bu bakış açısı Bj 0rn Hansen'in oğlunu , bir gözlük mağazası
açmayı hayal etmeyen, Algot Blom'un ya da ona benzer birinin
yardımcısı olmayı düşünen Peter'i çok etkilemişti. Bir optometrist
modanın gelip geçici heveslerini doğru yorumlayarak sivrilebilirdi
ancak. Moda akımları belli bir gözlüğe somut olarak uyarlayarak.
Bir optometrist için parlak geleceğin burada yattığının farkına var­
mak gerekiyordu . Peter vaziyeti kavramıştı. Ama ona bu fikri veren
Ake'ydi. "Bu nedenle Ake Svensson'a daima müteşekkir kalacağım"
dedi oğlu . Arkadaşı bu sözleri tıpkı bir tohum gibi Peter'in içine
ekmişti. Peter de bu sözleri kalbinin derinliklerine gizlemiş, adeta
kuluçkaya yatar gibi hassasiyetle korumuştu . Babası Peter'in salon­
da böyle oturup heyecanla bu konuları ona anlatabileceğini, ancak
öğrenci arkadaşlarının yanındayken susup sadece dinleyeceğini
anlıyordu . Zira Peter koşuda bir avantaj sağlamıştı, meselenin püf
noktasını biliyordu artık. Elbette ki mesleğinin teknik taraflarını iyi
öğrenecekti. Ancak ilaveten kendi çağını da anlaması gerekecekti.
Çağın ruhunu oluşturan gelip geçici hevesleri iyi tanımalıydı.
Bj 0rn Hansen oğlunun yüzüne baktı. Gerçekten de onu bir op­
tometrist, bir gözlük mağazasında asistan olarak hayal edebiliyordu.
Ancak bir avukat, doktor ya da mühendis olarak düşünemiyordu .
Reklam, film ya da televizyon alanında faaliyet gösteren bir medya

91
sektörü çalışanı da olmazdı. Evet, kendisi için en doğru yerdeydi.
Bilimsel açıdan ilgisini çekmeyen bir dalı tesadüfen ve garantili bir
gelecek sağlayacağı için seçmişti, zira herkesin gözdesi medya sek­
törüyle karşılaştırıldığında ihtiyaç duyulan optometrist sayısında
daima bir açık bulunuyordu . Oğlu bir optometrist olacak, müşteri
için en doğru gözlüğü temin edecekti. O üstten bakan gururlu
tavrıyla çağının nabzını tutacak, adeta bir sihirbaz gibi, zamanın
sürekli değişen ifade biçimlerine ya da gelenek ve kurallarla mu­
tabakat gibi kriterlere göre değerlendirerek müşterinin yüzünün
şekline en mükemmel uyum sağlayan gözlüğü bulacaktı. Bu sa­
dece onun oğlu değildi, aynı zamanda oğlunun hayali, yaşamının
titreşen hedefiydi.
İsveçli A ke'nin verdiği fikrin Peter'de bir şeyleri harekete geçir­
diği çok belliydi. Oğlu o güne dek derslerine belli bir yönelimi ol­
madan, biraz oradan biraz buradan şeklinde ilgi göstermişti çünkü
daha okula başlamadan kararının temel dayanağı olan kişi ortadan
kaybolmuştu . Ciddi bir şekilde çalışıyordu elbette ama bir hedefi
yoktu . Aklının bir köşesinde Algot'tan her şeyi açıklayan bir mek­
tup gelmesi ve durumun düzelmesi umudu vardı belki de. Zaman
çabuk geçsin diye ders çalışıyordu . Oysa şimdi yüzünü ileriye, iki
buçuk yıl sonrasına, okulu bitireceği güne ve kendisine anlaşılmaz
bir şekilde ihanet eden arkadaşına bağımlı olmaksızın yaşayacağı
geleceğine çevirmişti. Eskisi kadar yalnızdı ama bu yalnızlığı eski­
den hissettiği kadar hissetmiyordu , tabii tek bir zaman dilimi hariç,
o da yalnızlığın onu en çok vurduğu saatte, gece sıfır otuz ile sıfır
otuz beş arasında, yani bir kez daha arkadaşlarının yanında fazlalık
olduğunu anladığı saatte diye bir tahmin yürütülebilir.
Sonbahar sömestrinin sonuna yaklaşılıyordu . Peter Noel tatilini
geçirmek üzere Narvik'e evine gidecekti yakında . O günlerde bir
apartman dairesini paylaşıyorlardı ve babası evinde modern bir
genç adamın yaşamasının nasıl bir şey olduğunu biliyordu artık.
Örneğin girmek istediğinde banyoyu hep meşgul buluyordu . Ni­
hayet içeri girebildiğinde de parfüm, vücut losyonu , tıraş sonrası
kremi, deodorant, şampuan vb tuvalet malzemelerinden çıkan koku
havayı doldurmuş ve oğlunun iç kısımlarından gelen daha ilkel
kokuları -bu kokular oğlunun kıllı varlığının tam tanımlanamayan
buharlaşmış bir kanıtıydı adeta- boğmuş oluyordu . Bj 0rn Hansen
oğlunun sabahları kendinden emin, üzerinde gençlere özgü kos-

92
tümlerle savaşa gidermişçesine yürüyerek yanından geçip gittiğini
görüyordu . Peter akşamüstleri ya da akşamları eve geliyor, akşam
yemeğini babasının, oğlu gelecek ve yanında yaşayacak diye eve
aldığı mikrodalga fırında ısıtıyordu . Sonra da odasına çekiliyor,
ya ders çalışıyor ya da dinleniyordu . Bir süre sonra salona geliyor,
kanepeye o turup konuşmaya başlıyordu. Konu şuydu : Öğrenci
arkadaşlarına üstünlük taslıyordu çünkü onlar bir optometristin
insanlığın aydınlanmasına nasıl katkıda bulunacağını kavrayamı­
yorlardı. İnsanın yüz şekliyle gözlük çerçevesi ve camı arasındaki
oran konusunda bazı temel bilgileri edinmenin yeterli olduğunu
sanıyorlardı. Arkadaşı Ake bile Peter'in bu üstünlük taslama tavrın­
dan nasibini alıyordu . Ake ona bir fikir vermişti ama söylediklerinin
içeriğini kendisi bile anlayamamıştı. Ake bunun geçici bir fikir,
üzerine espri yapılabilecek komik bir ayrıntı olduğunu sanıyordu .
Yarı ciddi yarı şaka muamelesi ediyor, Peter gibi tam olarak ciddiye
almıyordu . "Uzun yüzlü kadınlara üst tarafı biraz daha yüksekçe
olan çerçeve uygundur derler" diyerek gülüyordu Peter. " Çünkü
kadının yüzünü yumuşatır bu şekil çerçeve. Sanıyorlar ki bu tip
temel şeyleri öğrenmek yeterlidir. Ama şöyle düşünelim, ya kadı­
nın yüzünün yumuşamasına gereksinimi yoksa? Kadın yüzlerinde
daima ön plana çıkarılması gereken bu 'yumuşaklık' ne kadar banal
bir şey, değil mi? Bir kadının uzun yüzündeki sertliğin vurgulan­
ması o yüzde gizli ve kışkırtıcı bir ifade yaratabilir. Sert ve süslü
olmayan hatlar. Üst tarafı basık, dikdörtgen bir gözlük verilebilir
böyle bir kadına." Yani derste anlatılanın ve öğrenci arkadaşlarının
değişmez doğru kabul ettiklerinin tam aksi. "Sonsuza dek değiş­
meyecek doğru yoktur, sadece insana tıpkı gökyüzündeki yıldızlar
gibi parlama olanağı veren telaşlı bir yaşam ritmi ve durumlar
vardır. Mükemmel insanlar gökyüzünün yıldızlarıdır adeta" dedi
Peter çok ciddi ve ağırbaşlı bir şekilde, sesi duygu yüklüydü . Ah,
oğlunun bir bilim dalı olarak optik üzerine böyle konuşmalar yap­
masını nasıl arzu ederdi ! Çalışırken -2.5 ile - 1 . 7 mercek ayarlarını
tutturabilmesine imkan verecek teknik bilgilere dair konuşmasını
isterdi. Ancak bu tür asgari bilgiler oğlunun ruhunu yükseklere
taşımaya, onu gerçek hayatla yüz yüze gelmeye hazırlamaya yetmi­
yordu . Yani Peter'in şimdi sözünü ettiği şeylere. Peter'in babasına
ders verircesine anlattığı şeylere. Sürekli ders verir gibi anlatıyor,
anlatıyordu . Hayata dair, şimdilerde fark ettiği kendi geleceğine

93
dair şeylerden söz ediyordu . Zira önceleri sadece hayat diye bir
şey vardı, hayranlık duyduğu hayat, kendi çağı. Oysa Peter bu
haya ua nasıl faaliyet göstereceğini biliyordu artık. Gözü açılmıştı.
Ko nu şuyor da konuşuyordu . Hep aynı m onoton ve yüksek perde-
. den sesiyle. Tepeden bakışı yüzünden babasıyla göz göze gelme­
seler de anlattıkları dosdoğru babasının kulağına giriyordu . Oğlu
anlattıklarıyla kulaklarını tıka basa dolduruyordu . Olaylar Bj0rn
Ha nsen'in düşündüğü senaryodan çok farklı şekilde gelişmektey­
di. O bütün sonbahar oturmuş, Peter'in kendisine "saldırmasını"
beklemişti. Babası niçin oğlunu daha iki yaşındayken terk etmişti?
Gitmesiyle evladının hayatının bir duvarının yıkılacağını bilmiyor
muydu ? Bj 0rn Hansen Peter'in, on dört yaşından sonra onu ziyaret
etm eyi niçin kestiğini anlatacağını sanıyordu , Peter "Gelmekten
vazgeçtim çünkü bana yalvarmam , beni kaybetmenin düşüncesine
bile dayanamayacağını söylemeni bekliyordum" diyecekti. Ama
de rn edi. Peter babasına hiç "saldırmadı". Tek kelimeyle bile ilişki­
lerhıdeki zaman aralığından bahsetmedi. Peter'i Bj 0rn Hansen'in
"oğlu", Bj 0 rn Hansen'i de Peter'i n "babası" yapabilecek tek bir
söz bile sarf edilmedi, tek bir mimik bile gösterilmedi. "Saldırı"
gerç ekleşmedi. Bj 0rn Hansen bekliyordu . Cevabını hazırlamıştı.
"Hi ç pişman değilim" diyecekti, işte bu nedenle kendisini Peter'in
"bab ası", Peter'i de Bj 0rn Hansen'in "oğlu" yapmak üzere inisiyatif
kull anmamıştı. Pişmanlık sözcüğünü ağzına alamazdı çünkü aynı
durum karşısına çıksa bugün de aynı şekilde davranırdı. Böylece
oğh.ı.nu kaybetmişti ve durumu isterse ancak Peter düzeltebilirdi.
Am a Peter istemiyordu . Babasının neden bahsettiğini bile anlamı­
yordu . Bu hikayeye karşı tamamen kayıtsızdı. Bunları düşünmek
yerine kendi çağına , çağdaş aydın insanlara karşı duyduğu hayran­
lığı dile getiriyordu . Bu da onun hakkıydı tabii. Ancak babayla oğlu
aras ındaki ilişki arasında adeta bir lanet vardı. Her akşam o küçük
ve Yalnız genç adam oturuyor, babasına hayat ve gelecek hakkında
ders ler veriyordu . Bj 0rn Hansen'in yüz hatlarını andırdığı söyle­
nen çıplak genç çehresiyle Peter geleceğini nasıl şekillendireceği
ko n usunda bir şeyler anlatıyordu . Ne yaparsa geleceğe yaklaşabilir,
gel � ceği yakalayabilecek kadar yakınına gelebilirdi, bunu Algot
Blo tn Optik'in Oslo City şubesi mağaza şefi olarak ya da nerede
çalı şacaksa orada gerçekleştirebileceği üzerinde düşünüyordu , zira
gel� ceğinin Algot Blom Optik'te olduğu kesin değildi artık, başka

94
olasılıkları da değerlendirecekti ve bu konuyu babasına ilk kez
açıyordu . O aynı üstünlük taslayan konuşma tarzıyla konuşuyor,
babası dinliyordu. Bj0rn Hansen oturmuş pek fazla tepki vermeden
kelimelerin kafasını şişirmesine izin veriyordu. Kısa kısa cümlelerle
yanıtlıyordu oğlunu : "Öyle mi diyorsun? A evet, bunu diyorsun
demek? Ya, demek ki öyle ha? Hımın , bu konu düşünülebilir."
Peter onun tepkisizliğinden fazla etkilenmiyor, konuşuyor, konu­
şuyordu . Heyecanlı ve tekdüze biçimde , o yüksek perdeden sesiyle
konuşuyordu . Bj 0rn Hansen oğlu artık sussun istiyordu , Peter'in
tüm varlığıyla bir parçası olmaktan gurur duyduğu modern dün­
yaya ilişkin daha fazla tanıklık dinlemeye takati kalmamıştı. Oğlu
kendine özgü stili, zarafeti ve modern olanı kendi hayatı üzerinden
yorumlayarak hayranlıktan insanların ağızlarını açık bırakacak çar­
pıcı bir gözlük çerçevesi yaratabilme vizyonu sayesinde bu dünyayı
sımsıkı yakalamıştı. Peter susmuyor, konuşuyor, konuşuyordu. Hat­
ta sabahları bile. Bj 0rn Hansen uykuyu henüz üzerinden atmamış
ve yeni başlayacak güne hazırlanamamışken oğlu mutfakta durmuş,
tezgahta bir yandan kahvaltılık ekmek dilimlerini keserken diğer
yandan çağın ritmini yakalamanın ve onu anlamanın önemine dair
üstünlük taslayan konuşmalar yapıyordu . O "müstehcen ve çıplak
çehresiyle, "hık demiş babasının burnundan düşmüş" yüzüyle, zen­
gin gardırobundan dikkate değer bir kostümle donatılmış olarak,
kendine güvenen, hep kendisiyle meşgul ve kendini beğenen bir
edayla durmuş, çağının -dışında değil tam da içinde bulunduğu
kendi çağının- üstünlüğü konusunda Bj 0rn Hansen'e dersler ve­
riyor, sonra da kahve fincanıyla ekmek dilimlerini alarak odasına
çekiliyordu ; babası nihayet huzur içinde kahvaltısını edebilirdi.
Belki de ben her şeyi yanlış anlıyorum, diye düşündü . Belki de
bunlar bir "oğul"un babasına aktaracağı şeylerdi. Belki de bu bir
"oğul"un sesiydi. Genç bir adam çıkmak üzere olduğu yolculuğa ,
dışarıda kendisini bekleyen maceralara dair bir şeyler aktarıyor­
du babasına. Yani dış dünyadan babasına bir mesaj ulaştırıyordu .
Eğer böyleyse, bu ses, mesaj veren kişinin babasının mirasçısı,
hayatı bir kuşak ileriye götürecek insan olduğunu mu bildiriyor­
du? Bj 0rn Hansen'in oğlu muydu meşaleyi eline nasıl alacağını
babasına anlatan? Belki, belki de öyleydi. O ders verici havayla
bir "oğul" konuşuyordu , uzak bir mesafeden konuşuyordu ama
"oğluydu" o. Bj0rn Hansen'le konuşuyordu . Bir "oğul" olarak ona

95
. .
ulaşmaya çalışıyordu . Bu düşünceler Bj 0rn Hansen'i etkilemiş ,
huzurunu kaçırmıştı. Çünkü bu mesaj eğer gerçekten "oğlundan"
geliyorduysa , ta aşağılardaki babasının onu takdir etmesi için sessiz
bir istek, gizli bir umut barındırıyor olabilir miydi? Bir kıvılcım
mıydı? İkisinin arasında çakacak küçük bir kıvılcım? Peter'in bunu
yapmış olması mümkün müydü ? Yalnızca Peter'in yapabileceği,
Bj 0rn Hansen'inse yapma imkanım ziyan ettiği bir şeydi bu . Oğlu
kendini tanıtmaya mı çalışıyordu şimdi? Bj 0rn Hansen'in aylardır
beklediği "saldırı" şeklinde değil de böylesine şaşırtıcı bir şekilde
mi yapıyordu bunu ? Bj 0rn Hansen birdenbire şunu fark etmişti,
belki de oğlu , kendinden emin, ders verircesine, üstünlük taslaya­
rak, aşağılayıcı tavırlarla uzun uzun yaptığı konuşmalarında sadece
şunu dile getiriyordu : "Bana bir şey söyle baba. Beni olduğum gibi
kabul ve takdir et, yaşamayı istediğim ve bu yolda hazırlık yaptığım
hayatı kabul ve takdir et. Bunu yap baba." Kongsberg'e geldiği ve
konuk olarak babasının evine yerleştiği günden bu yana, yani ay­
lardır, defalarca babasından takdir edici sözler söylemesini isteyen
bir oğlu mu vardı? Evet, bu mümkündü . Sürekli kendi hayatını ve
hayattaki hedefini ön plana çıkararak babasından kabul ve takdir
görmeyi bekleyen bir "oğul" muydu bu gerçekten? Bj 0rn Hansen
şaşkınlık içinde böyle bir olasılığı göz ardı edemeyeceğine karar
verdi. Eğer durum böyleyse, onu takdir ederek Peter'in gözünde
"babası" olabilecek ve oğluna yeniden kavuşacaktı. Bağışlatıcı keli­
meyi söyleyecek ve oğluyla arasındaki lanet ortadan kalkacaktı. Ne
var ki durum böyleyse yine de bir yararı yoktu . Pekala tam tersi de
olabilirdi. Zira Bj 0rn Hansen Peter'i kabul ve takdir edemezdi. Çok
basit ve sarsıcı bir gerçekti bu. Peter istediği kadar konuşsundu .
Yüksek perdeden sesiyle babasına ders vermeye devam etsindi,
hiçbir şey değişmeyecekti. Zavallı yetim oğlum benim, diye dü­
şündü Bj 0rn Hansen.
Kongsberg'de de Noel yaklaşmaktaydı. Peter dönem sonu sına­
vına girmiş ve sınav biter bitmez çantasını toplayıp Noel'i kutlamak
üzere evine, Narvik'e gitmişti . Yanına tek bir bavul almıştı; babası
onunla birlikte istasyona gitti. Tren yaklaşırken Peter sıkması için
babasına elini uzattı. "Geri dönerim" dedi. "Noel'den sonra gelirim.
Seninle birlikte oturmak güzeldi." Babası gülümsedi ve iyi yolcu­
luklar diledi. Noel'den sonra geleceksin, ama çok kalmayacaksın,
diye geçirdi içinden. Bunu biliyorum.

96
Noel geldi. Bj0m Hansen Noel'i sakin bir şekilde, tek başına
geçirdi. Tek istisna Noel yortusunun ikinci gününde adet olduğu
üzere Beril ve Herman Busk'ün evine yemeye gitmesiydi. Ocak
ayının ilk günlerinde Peter tatilden döndü , ayın ortasında da Bj 0rn
Hansen Vilnius'a doğru yola çıktı.
Vilnius nerededir? Avrupa'da bir kent ama yerini kesin olarak
bildirmek mümkün değil. Önce Kongsberg'den Oslo trenine bini­
lir, Fornebu Havalimam'ndan Kopenhag Kastrup Havalimam'na
uçakla gidilir, bir saatlik beklemeden sonra yeni bir uçakla Vilnius'a
hareket edilir. Bir saat yirmi dakikalık uçak yolculuğundan sonra
Litvanya'mn başkenti Vilnius'a varılır. Bu kent doğu yönünde hare­
ket edilecek olursa Minsk'ten 200 km, kuzeybatı yönünde hareket
edilecek olursa da Riga'dan 300 km uzaktadır. Güney yönünde
Varşova'yla arasında 400 km, St. Petersburg'la 650 km, Moskova'yla
900 km, Berlin'le 850 km mesafe vardır. Berlin'le Moskova arasında
yarı yolda, Avrupa'nın iç kısımlarında yer alan bir kent yani. Bu­
radan Baltık Denizi sahiline , Litvanya'mn en önemli liman kenti
Klaipeda'ya ve sahil kasabalarına varmak için 250 km yol gidilir.
Evet, Bj0rn Hansen Vilnius'taydı. Litvanya'daki tipik Sovyet Rus
mimarisi örneği otellerden birinin on sekizinci katındaki odasının
penceresinin önünde durmuş , N eris ırmağının karşı yakasında
yer alan kenti seyrediyordu . Burası Avrupa'mn eski ve soylu bir
kentiydi. Tepede kale ve Gediminas Kulesi yükseliyordu , kiliseleri ,
binaları ve surlarıyla kent bu tepenin eteklerinde kurulmuştu . Bj0rn
Hansen gördüğü manzaradan çok etkilenmişti, kenti keşfetmek
üzere derhal dışarı çıkmaya karar verdi. Kısa bir süre sonra yürüye­
rek taş köprüyü geçmiş ve eski kente ulaşmıştı. 14. yüzyıldan kalma
bir iskelete sahip bir kent. Yüzlerce yıl Litvanyalılara, Polonyalılara,
Beyaz Ruslara ve Yahudilere ev sahipliği yapmıştı. Şimdilerde Lit­
vanyalıların yam sıra oldukça kalabalık bir Rus azınlık yaşamak­
taydı bu kentte. Daracık arnavutkaldırımlı sokakları kok kömürü
kokan bir yerdi. Bacalardan yükselen duman kentin üzerine bir
bulut gibi çöküyordu . Kömür ve acılaşmış sıvı yağ kokusu . Norveç
standartları açısından sıradan olmakla birlikte Batı malı olduğu belli
giysileriyle sokaklarda hızlı hızlı yürüyen Bj0rn Hansen. Herkes
ona bakıyordu . Kapı aralıklarında durmuş, gözleriyle onu takip
ediyorlardı. Üzerlerinde eprimiş, modası geçmiş giysiler. Kollarının
altında bohçalar. Kamburla!ı çıkmış. Ancak ona bakarken gözleri

97
meraktan parlıyordu . Amerika'dan gelmiş bir elçiydi o. Lahana ve
patates. Sokakta duvarların gerisindeki dükkanlarda kumaş toplan.
Bir adam boş süt şişeleriyle dolu el arabasını çekerek geçiyor. Teker­
lek tıkırtıları. Bj 0rn Hansen adımlarım hızlandırdı, cam sıkılmıştı
biraz . 1 6 . yüzyıldan kalma eski kent kapısı. Aziz Kasimir Kilisesi.
1 8 . yüzyıldan kalma bir tiyatro binası. Başpiskoposluk Sarayı. 1 8 .
yüzyılda yapılmış Yeni Belediye Binası. İçinde Aziz johannes Kili­
sesi bulunan, 1 6 . yüzyılda kurulmuş üniversite. Ünlü katedralin
yer aldığı Gediminas Meydanı ve meydandaki saat kulesi. Din dan.
Hava soğuktu . Bj 0rn Hansen titriyordu . Kışın ortası. İnsanlar
caddelerde acele acele yürüyorlar. Derken kar yağmaya başladı. İşte
Vilnius'ta böyle kasvetli bir gündü ve üstelik kar da başlamıştı. Evet,
işte bu kentte Bj 0rn Hansen Orta Avrupa iklimlerine özgü bir kar
yağışının başladığına tanık oluyordu . Uzun yıllar önce Litvanya'mn
Kudüs'ü olarak adlandırılan, iki dünya savaşı arasındaki dönemde
Polonya'ya ait bir taşra kenti olan Vilnius'a lapa lapa, ıslak bir kar
yağıyordu . İri kar taneleri havada döne döne yere ulaşıyor ve toprak
tarafından emilip kayboluyordu. Kar taneleri Barok dönemden kal­
mış binaların arasındaki daracık, kıvrım kıvrım sokaklara, yürüyen
insanların başlarına, omuzlarına salınarak iniyor, onları ıslatıyordu.
Ansızın sokaklar havada uçuşan kar tanelerini yakalamaya çalışan
okul çocuklarıyla dolmuştu. Çocuklar evlerin arasındaki daracık
yollarda üzerlerinde okul önlükleri, kucaklarında kitaplarıyla an­
sızın belirmişler, kitaplarım merdivenlere, duvarlardaki oyuklara,
bulabildikleri köşe bucak bir yerlere bırakarak sokağın ortasına
koşmuş, hevesli ellerini havaya kaldırarak kar tanelerini yakala­
maya çalışıyorlardı. Bir kar topu oluşturmaya yetecek miktarda kar
tanesi toplamak gibi boş bir ümide kapılmış çocuklar düşen her
kar tanesini iki elleriyle hızla yakalayarak avuçlarında biriktirmeye
çalışıyorlardı. Bj 0rn Hansen gözlerinin önünde birdenbire oynan­
maya başlayan bu garip tiyatroyu seyrediyor, bir yandan da hızlı
adımlarla yürüyordu . Sonunda Neris ırmağının üzerindeki eski taş
köprüye ve karşı yakada beliren Hotel Litvanya'ya ulaşmıştı.
Bj 0rn Hansen Hotel Litvanya'mn resepsiyonuna doğru yürürken
saçındaki su haline gelmiş kan silkeledi. 1960'ların gösterişli deko­
rasyon modasını yansıtan giriş salonunun havası ağır ve karanlıktı.
Zemin duvardan duvara kalın halılarla kaplanmıştı, ışıklandırması
zayıftı, salonun öteki ucunda uzunca bir resepsiyon bankosunun

98
ışıklan parlıyordu . Resepsiyonun önünde bir grup insan aşırı el
kol hareketleriyle ve kucaklaşarak birbirleriyle selamlaşıyordu .
Bj 0rn Hansen oraya doğru hızla yürüdü , zira bu grubu tanıyordu .
Hatta kendisi de Litvanyalı ev sahipleriyle selamlaşan bu grubun
mensubuydu. Bj0rn Hansen Vilnius'a bir delegasyonun üyesi olarak
gelmişti. Litvanyalılara demokrasi dersi vermek üzere gönderilen
ve yerel yönetimlerde görevli bürokratlar arasından özenle seçilmiş
memurlardan oluşan bir N orveç delegasyonuydu bu . İşte şimdi
buradaydılar ve bir şeyler öğretecekleri kişilerle selamlaşıyorlardı.
Şimdilerde bağımsızlığını ilan etmiş bulunan bu eski Sovyet cum­
huriyetinde yerel yönetimlerde önemli görevlere getirilecek Litvan­
yalılarla önemli müzakereler ve konuşmalar yapacaktı bu heyet.
Amaç halkın yönetilmesi ve aynı zamanda da yönetime katılması
bağlamında, yerel demokrasinin akılcılıkla yürütülmesi konusunda
Norveçlilerin Litvanyalılara tavsiyelerde bulunmasıydı. Böyle bir
delegasyonda Norveçli bir vergi dairesi müdürünün yer alması ve bu
müdürün Bj0rn Hansen olması çok da aykırı bir durum sayılmazdı,
ne de olsa Bj 0rn Hansen yirmi yıldan beri bu kurumda çalışıyor­
du , aynca Norveç Kentler ve Belediyeler Defterdarlık Çalışanları
Sendikası'nda çeşitli görevler yapmıştı.
Konferans resepsiyondaki tanışma faslının hemen ardından,
Norveçli delegelerin kalmakta olduğu bu otelde başladı. Üç gün
boyunca yapılan toplantılar, turistik Vilnius turları ve Litvanya'da
yapılan bir günlük seyahatle devam etti. Norveçli delegelere Oslo'ya
geri dönmelerinden bir gece önce güzel bir akşam yemeği ziyafeti
verildi. Bj 0rn Hansen'in konferansa dair söylenecek pek de fazla
bir sözü yoktu . Kısmen geceleri yaşanan sosyal hayat, kısmen de
kafasının içinde dönüp duran düşünceler nedeniyle konferansa
fazla odaklanamamıştı zaten. Ne var ki daha en başından, yerel
yönetimde görevli Norveçli bürokratlarla Litvanyalı meslektaşları
arasındaki bu buluşmanın çok garip bir tarafı olduğunu fark etmiş­
ti. Norveçliler övülüp göklere çıkarılıyordu . Bj 0rn Hansen'in hoş
karşılayabileceğinden çok daha aşırı bir iltifata mazhar olma haliydi
bu, çünkü delegeler kişilikleriyle değil gıptayla bakılan aidiyetleri
nedeniyle göklere çıkarılmaktaydı.
Litvanyalılar Bj 0rn Hansen'in yerinde olmaya, yani o çok kul­
lanılan deyimle "onun ayakkabılarını giyen adamlar olmaya" can
atıyorlardı. Litvanyalılar Bj0rn Hansen'in ayakkabılarını çok şık

99
buldular ve bunu işaret etmekten de geri durmadılar. Bundan do­
layı da Bj 0rn Hansen bu ayakkabıları giyen kişi olmayı, yani kendi
yerinde olmayı garipsedi. Ayrıca kol saatinin de acayip vaatkar bir
yanı vardı. Bu saati kolunda taşıyan insanı, bariz bir üstünlüğü
olduğunu ifade eden bir kişi şeklinde algılamışlardı. Litvanyalılar
kendi kollarında da saat olmasına rağmen sürekli Bj 0rn Hansen'e
saati soruyorlardı. Bj 0rn Hansen de kolunu uzatıp saatine bakıyor
ve Almanca saatin kaç olduğunu söylüyordu . Ne var ki Litvanyalı­
ların onu dinlediği yoktu , Bj 0rn Hansen'in daha önce binlerce kez
yaptığı ve hiçbir şekilde böylesine ilgi toplamayan doğal bir hareketi
yaparak, yani kolunu sıyırarak ortaya çıkardığı şeye , kol saatine
büyülenmişçesine bakıyorlardı. Oysa bu insanlar tarihin derinlerin­
den gelen, boynu bükük serflerin torunları olan Litvanya halkına
mensup cahil kişiler değillerdi. Yüksek eğitim almış, Litvanya'nın
yerel liderleri olmak üzere seçilmiş kişilerdi. Litvanya'nın belkemi­
ğini temsil ediyorlardı. Bj 0rn Hansen etrafta kendi giysileri içinde
dolaşıyor olmaktan dolayı müthiş bir hayranlık toplayan tek kişi
de değildi. Tüm Norveç heyeti aynı tavırlara maruz kalmıştı. Oysa
delegasyon ağırbaşlı kamu görevlilerinden, hatta bazılarının deyi­
miyle "gri bürokratlardan" oluşmaktaydı ve aralarından ancak pek
azının gerçekten çok şık giysiler giydiği söylenebilirdi, bu nedenle
de grupta yaşanan neşeli ruh hali , hatta çoğunun övgülerden açıkça
zevk aldıklarını gizlememeleri pek de şaşırtıcı sayılamazdı. Öte
yandan bu durum Bj0rn Hansen'in Litvanya'ya uygulamaya koymak
üzere geldiği planın başarısız olmayacağını anlamasını sağlamıştı.
Bu nedenle de konferansın ikinci günü daha kahvaltıya inmeden
otelden çıktı ve bir taksiye bindi. Heyecanlıydı ama sükunetini
bozmuyordu . Şoförden Vilnius'un en büyük hastanesine gitmesini
istedi. Bütün mesele doğru adamı bulmaktı, onu bulduğu takdirde
her şey kendiliğinden gelişecekti. Dr. Schi0tz Bj 0rn Hansen'e nasıl
davranmasının uygun olduğu , hangi uzman doktora görünmesi
gerektiği, bu doktorun hastane hiyerarşisinde ne derece üstlerde
olmasının iyi sonuç vereceği konusunda tavsiyelerde bulunmuştu ,
işte bu nedenle taksi dev bir hastane kompleksinin önünde dur­
duğunda Bj 0rn Hansen Almanca-Litvanca sözlük yardımıyla Dr.
Lustinvas'a ulaşmayı başardı.
Dr. Lustinvas'a yapmak istediği şeyin biraz garip karşılanabi­
leceğini belirttikten sonra niçin burada bulunduğu konusundaki

1 00
açıklamalarını sonuna dek dinlemesini rica etti. Dr. Lustinvas ba­
şını evet anlamında salladı ve konuşması için sözü Bj 0rn Hansen'e
bıraktı. Lustinvas otuz yaşlarında bir doktordu ve dünyanın her
köşesindeki doktorlar gibi beyaz önlük giymişti. Bj 0rn Hansen
ne yapmak istediğini anlattı. D oktor kendisinden neler yapma­
sı beklendiğini dinlerken bir kez bile duygularını belli etmedi.
Ne şaşkınlıktan ağzı açık kaldı ne de kaşlarını kaldırdı. Bu planı
manyakça bir plan olarak karşılamış olsa bile hiç tepki vermedi.
Doktor tamamen kayıtsızdı. Ses çıkarmadan dinledi, Bj 0rn Hansen
sözünü bitirdiğinde omuzlarını kayıtsızca kaldırarak Bay Han­
sen eğer gerçekten bunu yapmak istiyorsa planı hayata geçirmek
konusunda hiçbir ciddi engel görmediğini söyledi. ''Ancak böyle
bir ameliyat elbette ücretsiz olmayacaktır ve Bay Hansen de bunu
biliyordur mutlaka" diye ekledi. Tek altını çizdiği konu ücretin
nakden ödenmesi gerektiğini Bay Hansen'in bilip bilmediği ve ül­
kesinden çıkarken duruma vakıf bir şekilde gerekli tedbirleri alıp
almadığıydı. Bj0rn Hansen buna olumlu cevap verince Dr. Lustinvas
başını sallayarak yeni hastasından memnuniyetini ifade etti. Ne var
ki Bj 0rn Hansen doktora ödemeyi düşündüğü ücreti dile getirince
Dr. Lustinvas yerinden sıçradı. Doğru mu işitmişti? Bu mümkün
müydü? Bu Batılı adam kendisine 1 0 . 000 dolar mı teklif ediyordu ?
Karşılığında hemen hemen hiçbir şey de istemiyordu üstelik. Dr.
Lustinvas miktarı tekrarladı: 1 0 . 000 dolar mı? Nakit olarak? Bj 0rn
Hansen bunu doğrulayınca Dr. Lustinvas ayağa kalktı ve sıkması
için elini uzattı. Çok heyecanlanmıştı, bunu gizlemeye çalışsa da
başarılı olamıyordu . Dr. Lustinvas'ın elleri titriyordu .
Bu konuşmadan sonra Bj 0rn Hansen 1 000 doları kapora olarak
ödedi ve sakin bir şekilde işlemlerin nasıl yapılacağının ayrıntı­
larını konuştular. Bj 0rn Hansen artık konferansın devam ettiği
Hotel Litvanya'ya geri dönebilirdi. Tam da öğle yemeği servisine
yetişmişti. Sabah toplantısına katılmaması kimse tarafından garip
bulunmamıştı, zira bir gece öncesinde epey içki içilmişti, özellikle
de Litvanya delegeleri kendisini hararetle karşıladılar. Bj 0rn Han­
sen konferansın geri kalan bölümüne hiçbir oturumu kaçırmadan
devam etti , toplantılara, günlük turlara , akşam yemeklerine ve
diğer eğlencelere katıldı ve aklının başka yerlerde olduğuna dair
hiçbir ipucu vermedi. Çok fazla içmediyse de aldığı alkolün hakkını
cidden verdi. Son gece otelin balo salonunda düzenlenen yemek

1 01
ziyafeti bittikten sonra eğlencelere bar ve bitişiğindeki salonda
devam edildi. Artık kaynaşıp ahbap çavuş olma zamanı gelmişti ve
Bj 0m Hansen de memnuniyetle grupla kaynaşıp ahbap çavuş oldu.
Bu arada Litvanyalılardan birinin otel odasına davet edildiler, zira
delegelerle ahbap çavuş ilişkilerine orada devam edilecekti ki bu
da Bj 0m Hansen'in normal şartlar altında asla hayır diyemeyeceği
bir teklif ti. Ancak o gece, sonra gelirim, önce biraz temiz hava
alayım diyerek çıktı. Salonda bulunanlar onun gerçekten temiz
hava almaya ihtiyacı olduğunu bu cümleyi söylerken ağzının aldığı
şekilden ve sesinin tonundan anlamışlardı. Bj0m Hansen üzerine
paltosunu giydi, oda anahtannı adet olduğu üzere resepsiyona bı­
raktı ve o soğuk ocak gecesinde sokağa çıktı. O teldekilerin görüş
menzilinden çıktığından emin olunca sırtının kamburunu dikleş­
tirdi ve hızlı ama telaşsız adımlarla sokaklarda dolaşmaya başladı.
O gece kar yağıyordu . Tıpkı gündüz yağan kar gibi. İri ve ağır kar
taneleri bir Avrupa kenti olan Vilnius'un üzerine düşüyordu. Bj 0m
Hansen hastaneye vardığında Dr. Lustinvas kendisini karşılamak
üzere merdivenlerde bekliyordu .
Arka taraftaki merdivenlerden hastaneye alındı ve tek kişilik bir
odaya çıkarıldı. Bu odada kalacaktı. Dr. Lustinvas hazırlanmakta
olan Bj 0m Hansen'i odada yalnız bıraktı. Bj 0m Hansen soyundu ,
üzerindeki giysileri son derece sade döşenmiş odadaki gardıroba
astı. Yatağa girdi. Bir süre sonra iki hemşire eşliğinde Dr. Lustinvas
odaya geldi. Bj 0m Hansen, Dr. Lustinvas'ın denetiminde, bu gibi
durumlarda yapılan tıbbi müdahalelerin gerektirdiği şekilde sargı
bezleriyle sanldı ve alçıya alındı.
Bj 0m Hansen'in ertesi gün ortalıkta görünmemesi otelde endişe
yarattı. Kahvaltıya inmemişti, havalimanına gitmek üzere resepsi­
yonda toplanmış bulunan delegasyon üyelerinin arasında da yoktu .
Valizi de resepsiyonun önünde sıralanmış, Norveç delegasyonuna
ait ve bir görevli tarafından nezaret edilen bavulların arasında gö­
rünmüyordu . Oda anahtarının bir gece öncesinden resepsiyona
teslim edildiği ve geri alınmadığı anlaşılmıştı. Odaya girildiğinde
içeride Bj 0m Hansen bulunmamakla birlikte kişisel eşyalarının
orada durduğu saptandı. Havalimanına telefon edildi ve herhangi
bir sebepten dolayı valizini almadan havalimanına gitmiş olma
olasılığı soruşturuldu . Artık cidden endişe etmeye başlamışlardı.
Havalimanına gidecek o tobüs o telin önünde bekliyordu , ne var

1 02
ki Bj0rn Hansen kayıplara karışmıştı. Derken Litvanya delegas­
yonu başkanı son derece endişeli bir tavırla Norveç delegasyonu
başkanını kenara çekti. Hastaneden kendisine ulaşan bir habere
göre Bj 0rn Hansen'in trafik kazası geçirmiş ve ameliyata alınmış
olduğunu bildirdi. Durum ciddiyetini koruyordu ancak hastanın
hayati tehlikesi yoktu
Peki şimdi ne olacaktı? Uçağın kalkış saati yaklaştığından hava­
limanına gitmeleri gerekiyordu , ancak ciddi bir kaza geçirmiş olan
Bj 0rn Hansen'i Litvanya'da bir hastanede bırakıp gidebilirler miydi?
Aralarından bir veya ikisi destek olmak üzere orada kalmalı mıydı
acaba? Litvanya delegasyonu başkanı bunun gerekli olmadığını
söyledi, zira ilk günler onların varlığının hastaya bir faydası olmaya­
caktı, ayrıca Bj0rn Hansen çok emin ellerdeydi. Varşova'daki Norveç
Büyükelçiliği her ihtimale karşı durumdan haberdar edilmişti. Bir
büyükelçilik görevlisi en uygun zamanda hastayı ziyaret edecekti.
Bu açıklama Norveç delegasyonu üyelerini rahatlatmış olmalı ki bir
süre sonra havalimanına gitmek üzere otelden topluca ayrıldılar.
Bj0rn Hansen Vilnius'taki hastanede haftalarca yattı. D r.
Lustinvas'ın hastası olduğundan doktorun izni olmadan başka
hiçbir personel kendisine yaklaşamıyordu . Ara sıra Dr. Lustinvas
yanında başka doktorlarla ziyaretine geliyor ve odanın ortasında
durup kısık sesle meslektaşlarına açıklamalar yapıyordu . Bunun dı­
şında Dr. Lustinvas düzenli olarak beraberindeki hemşire heyetiyle
odaya giriyordu , Batı'nın elçisi konumundaki hastaya yapılan bu
ziyaret hastanede uygulanan rutin viziteler çerçevesindeydi. Düzenli
olarak da günde bir kez bir hemşire geliyor, sargılarını çözüyor
ve merhem sürüp masaj yapıyordu . Bu görevi dönüşümlü olarak
iki personel yerine getiriyordu , bunlar hastanedeki ilk gecesinde
sargılar sarıp alçı uygulayan hemşirelerdi. Bu genç ve sevimli kızlar
ona büyük bir özenle bakıyorlardı. Hatta zaman zaman onunla
kendi dillerinde konuşur, hastanın tek söz bile anlamadığını fark
edince gülümserlerdi. Bir defasında Dr. Lustinvas eşliğinde odaya
gelmişlerdi, Bj 0rn Hansen konuşmalarında kendisinden bahsettik­
lerini anlamıştı, iki hemşire de çok üzgün görünüyordu . Bazen Dr.
Lustinvas hasta yatağına yaklaşıp endişeli gözlerle ona bakardı ya
da yatakta yanına oturur, elini tutarak nabzını ölçer, stetoskopla
kalp atışlarını dinlerdi. Her gün yatağının başucunda duvara asılı
hasta formuna yeni verileri titizlikle kaydederdi.

1 03
Bir gün Dr. Lustinvas Bj 0rn Hansen'e rahatlatıcı bir iğne yaptı.
Hemen arkasından yanında Norveççe konuşan bir beyefendiyle has­
ta odasına döndü . Bj 0rn Hansen bu kişinin Norveççe konuştuğunu
fark etmiş ama büyük bir uyuşukluk içinde olduğundan söyledik­
lerini maalesef anlayamamıştı ya da anlamaya niyet etmemişti. Dr.
Lustinvas daha sonra Bj 0rn Hansen'e bu beyefendinin Norveç'in
Varşova Büyükelçiliği'nde görevli birinci sekreter olduğunu söyledi
ve yatağın başucundaki basit masada duran çiçeklerle çikolata ku­
tusunu işaret etti. Görevli bir dahaki gelişinde Bj 0rn Hansen'i daha
iyi bir vaziyette bulacağını ümit ettiğini söyledi, gelirken Norveç
gazeteleriyle okunacak başka bir şeyler getirecekti.
Dr. Lustinvas Bj 0rn Hansen'e karşı deneyimli tıp uzmanlığının
gerektirdiği şekilde ve çok saygılı davranıyordu . Ayrıca hastanenin
klasik tabldotundan yemediği, kendisine ekstra servis yapıldığı
da çok belliydi, zira verilen yiyeceklerde kusur bulmak mümkün
değildi. Dr. Lustinvas ona hem yüreklendirici sözler söylüyor hem
de şefkatle muamele ediyordu. Hastanın durumunun geriye dönüşü
olmadığını, hayatının geri kalan bölümünü tekerlekli sandalyede
geçirmeye hazırlanması gerektiğini bildirmeye geldiği gün bütün
bunları anlatırken ellerini ovuşturuyordu . Bj 0rn Hansen'in kar­
yolasına bitişik duran iskemleyi biraz kenara çekip oturmuş ve
konuşması bitene dek hastasının gözlerinin içine bakmıştı. O gün
odaya gelirken bir hemşireler heyetini de beraberinde getirmişti.
Doktor hastasına nihai bilgiyi verirken hemşireler duvarın önünde
dizilmiş, yüzlerinde son derece ciddi bir ifadeyle karşıya bakıyorlar­
dı. Aralarında geldiği günden bu yana dönüşümlü olarak kendisine
bakan iki genç hemşire de vardı. Hepsi de çok üzgün görünüyordu .
Yunan tragedyalarından bir matem korosu gibi sıraya dizilmişlerdi,
aradaki tek fark üzerlerindeki beyaz önlüklerdi.
Bj 0rn Hansen'in ziyaretçileri vardı. Önce Litvanya delegasyo­
nunun Vilnius'ta yaşayan başkanı, ardından N orveç'in Varşova
Büyükelçiliği'nde görevli birinci sekreter geldi. Bu ziyaretler sıra­
sında Dr. Lustinvas da hazır bulundu , Litvanyalı temsilci odadayken
doktor daha fazla söz aldı ve muhatabına kendi dillerinde muhte­
melen kaza ve bunun Norveçli hastası açısından doğurduğu sonuç­
lar hakkında bilgi verdi. Büyükelçilikte görevli birinci sekreterin
ziyareti sırasında Dr. Lustinvas pek fazla konuşmadıysa da odada
geri planda durmaya devam etti. Son görüşme rahat geçti, şundan

1 04
bundan sohbet edildi, büyükelçilikte görevli birinci sekreterin de
Bj 0rn Hansen'in hastaneye yatma nedeni konusuna girmekten çe­
kindiği gözlemleniyordu .
Bj 0rn Hansen Dr. Lustinvas'ın hastasıydı ve doktor da onu
sıkı bir gözlem altında tutuyordu . Zaman zaman tek başına Bj 0rn
Hansen'ın yatağının başucunda bitiveriyor, yanına oturup hastasını
seyrediyordu . Hatırım soruyor ve tedaviden memnun olup olma­
dığını bilmek istiyordu . Derken kendinden söz etmeye başlıyor­
du . Bir Litvanyalıydı ve Katolik'ti. Çocukluğunu geçirmiş olduğu
Litvanya'mn steplerinden söz etti. Ruslardan ve komünizmden
nefret etse de onlara borçlu olduğu çok şey vardı. Onlar olmasay­
dı şimdi bir doktor değil toprakta çalışan bir ırgat olacaktı. Onlar
olmasaydı Vilnius Litvanya'nın başkenti değil Polonya'nın sıradan
bir kenti olacaktı. Belki gelecekte Vilnius yine Polonya'ya geçecekti.
Her şey Almanya'nın pozisyonuna bağlıydı. "Bizim milletin kaderi
hep yollardaydı, belki bir gün yeniden yollara düşeceğiz. Dinyeper
boylarında yürürüz belki, bilemiyorum. Ancak Almanya Stettin,
Breslau , Königsberg, Danzig ve Memel'i geri almak isterse Polonya
da Vilnius'u isteyecektir, işte o zaman bize Doğu'nun yolları görü­
nür. Ben yine kendimi kurtarırım" diye ekledi Dr. Lustinvas, "çünkü
benim arkamda Tanrı var." Bunları hastasına anlatıyordu . Zengin
Batı'dan gelmiş, şu yatakta sargılar ve alçılar içinde yatmakta olan
garip adama. Yatağında yanına oturup olan bitene hastanın gözüyle
baktığınızda ağlanacak durumda bir adamdı. Ama Dr. Lustinvas
bunları düşünmüyordu. Bu tür konulara son derece muğlak sözlerle
yaklaşıyordu . Yine de Bj0rn Hansen'in odasına arzu ederek geliyor
ve yatakta yanında oturuyordu . Bj 0rn Hansen diğer iki sevimli
hemşirenin de aralarındaki konu hakkında bilgisi olduğunu dü­
şünüyordu . Dr. Lustinvas ve hemşire giysileri içindeki iki kumral
güzel kızdan başka kimsenin bilmesine de gerek yoktu zaten.
Dr. Lustinvas bir doktor olarak hayatım değiştiren bu garip
adamın yatağının yanında oturuyordu . Belki de bu kadar sık gel­
mesi bu yüzdendi, kendisi için yepyeni bir hayatı, o olmasaydı
hayalini kurmaya bile cesaret edemeyeceği bir geleceği mümkün
kılan adamın yanında olmak istiyordu . Gökten 1 0 . 000 dolar yağ­
mış ve Dr. Lustinvas'ın şapkasının üzerine isabet etmişti. Ansızın
kafasında delice bir fikir canlanan zengin bir adam onun hayatına
dahil olmuştu . Bu sargılar ve alçılar içindeki Batılı, Dr. Lustinvas'a

1 05
Tanrı'nın bir armağanıydı ve bu nedenle o da hastasına böyle mu­
amele ediyordu . Dr. Lustinvas'ın kiliseye günah çıkarmaya gitmesi
gerekecek diye düşündü Bj 0m Hansen, eminim ben taburcu olma­
dan gitmez , lakin bu olayı kendi iradesiyle işlediği bir günah gibi
mi, yoksa hayatta karşısına çıkıveren, hak etmediği ama kendisine
bahşedilen bir mucize olarak mı anlatacak?
İki genç ve sevimli hemşire de Bj 0m Hansen'e aynı şekilde dav­
ranıyor, büyük saygı ve alaka gösteriyorlardı. Bir gün Dr. Lustinvas
Bj 0rn Hansen'in odasına bir tekerlekli sandalye getirdi, doktorun
arkasından da iki hemşire geliyordu . Hemşireler Bj 0rn Hansen'in
sandalyeye oturmasına yardım ettiler, Dr. Lustinvas tekerlekli san­
dalyenin kullanımını izah etti ve muğlak açıklamalarla , felçli bir
adamın sandalyeye taşınırken ve sandalyede otururken nasıl hareket
edeceği konusunda tavsiyelerde bulundu , sonrasında iki hemşire
Bj0rn Hansen'i koridora çıkarıp üstü kapalı verandaya doğru yürüt­
tüler. O zaman Bj0rn Hansen Litvanya'ya baharın gelmiş olduğunun
farkına vardı. Kuşlar şakıyordu , ağaç dalları tomurcuklanmaya baş­
lamıştı. Kısa bir süre sonra hastaneden ve Vilnius'tan ayrılacaktı. Bir
haftasını daha orada geçirdi ve tekerlekli sandalyeye alışmaya çalıştı,
koridorlarda kendi başına sandalyesiyle dolaştı, dizlerine örtülü
bir battaniyeyle üstü kapalı verandada oturdu . Orada otururken
Dr. Lustinvas gelip yanında oturuyor, Bj 0m Hansen'e Litvanya'da
doğmuş olmanın ne demek olduğunu anlatıyordu . Yanında getir­
diği yıpranmış aile albümünden fotoğraflar gösteriyordu . Bir tarım
kolektifinde çalışan rençper babasının, iriyarı bir Litvanya köylüsü
olan annesinin, üç erkek ve bir kız kardeşinin fotoğraflarını. On
altı yaşında ölmüş olan kız kardeşinin bir madalyonu vardı, içinde
kız kardeşinin fotoğrafı bulunan bu madalyonu Dr. Lustinvas boy­
nunda taşıyordu. Bj 0rn Hansen Dr. Lustinvas'ın çocukluk, gençlik,
öğrencilik günlerinde ve yeni mezun olduğu günlerde çekilmiş
fotoğraflarına baktı. Bayan Lustinvas'ın ve iki çocuklarının küçücük
ve mobilyalarla tıkış tıkış dolu bir apartman dairesinde çekilmiş
fotoğraflarına baktı. Bayan Lustinvas da hekimdi. Aynı hastanede
görev yapıyordu . "Ne yazık ki Bayan Lustinvas'la tanışamadınız"
dedi Dr. Lustinvas. Çocuklarından biri altı, diğeri sekiz yaşındaydı.
Bütün fotoğraflar insanların kendilerine çekidüzen verip sıraya
dizildikleri tipik stüdyo pozlarıydı. Sanki fotoğrafçıya gitmiş gibiy­
diler, her ne kadar fotoğrafçı çocukların babası, Bayan Lustinvas'ın

1 06
kocası, anne babasının çocuğu da olsa profesyonel fotoğrafçı havası
vardı. Evlerin içi bile tablo gibi dekore edilmişti, sanki kırılacakmış
gibi görünen yemek masasının üzerine nesneler dizilmiş, fo toğrafı
çeken D. Lustinvas dışında Lustinvas ailesinin bireyleri masanın
çevresine oturmuşlardı. Dr. Lustinvas'ın hayali bir Pax Romana'ydı.
Yeni Roma-Germen İmparatorluğu'nun surları içinde Litvanya­
lılar için barış. Almanların Baltık sahiline , Oder-Neisse sınırına
açılmasını durduracak ve Litvanyalıların Polonyalılar ve Beyaz
Ruslarla barış içinde yaşamasını sağlayacak formül. Rus barbarla­
rı yeni Roma surlarının dışında bırakacak çözüm. Fotoğrafta Dr.
Lustinvas'ın çocukları masada oturmuş, gözlerini Bj 0rn Hansen'e
dikmişlerdi. Bayan Lustinvas gözlerini ona dikmişti. Genç bir tıp
öğrencisi olan Dr. Lustinvas gözlerini ona dikmişti. Dr. Lustinvas
elini bir öğrenci arkadaşının omzuna koymuş, ikisi de esrarengiz
bakışlarını ona dikmişlerdi. Lustinvas Nine gözlerini yeni mezun
bir doktor olarak elinde fotoğraf makinesiyle anasının fotoğrafım
çekmek üzere köye gelen oğluna dikmişti ve dolaylı olarak bu Batılı
adama da bakıyordu . Dr. Lustinvas Bj 0rn Hansen'in ailesine dair
tek bir soru bile sormadı. Adam öteki taraftan geliyordu ve hiçbir
hikayesi yoktu . Adam dışarıdan geliyordu , zengindi, tanımadığı
birisiydi ve Dr. Lustinvas'tan bir hizmet rica etmiş, böylelikle de
Dr. Lustinvas'ın hayatını değiştirmişti; kendisiyse anlaşılmaz bir
nedenden dolayı bir sakat olarak tekerlekli sandalyede oturmayı
seçmişti. Dr. Lustinvas'ın soracağı bir şey yoktu . Adamın geldiği
zengin dünyaya dair de soru sormadı Dr. Lustinvas.
Nihayet Bj 0rn Hansen taburcu edildi. O gün tekerlekli sandal­
yeyle Dr. Lustinvas'ın ofisine götürüldü , orada kendisine Vilnius'ta­
ki hastanede yattığı günlere dair ayrıntılı bilgiler içeren mühürlü ,
imzalı belgeler sunuldu . Ardından arabayla havalimamna gitti­
ler. İki kumral genç hemşire tekerlekli sandalyesini Giden Yolcu
Salonu'na doğru yürüttü . Hemşirelerden biri bir tarafında, diğeri
öbür tarafında yürüyor, ikisi birer tutamacından tutarak tekerlekli
sandalyeyi itiyordu. Check-in kontuarına geldiklerinde birisi check­
in'ini yaptırırken diğeri tekerlekli sandalyenin gerisinde bekledi.
Sonra tekerlekli sandalyeyi pasaport kontrol noktasına ve Ulusla­
rarası Giden Yolcu salonuna doğru sürdüler. İki hemşire iki kız
kardeş gibi hep yan yana ve hep arkasındaydılar. Pasaport kontrol
noktasında SAS Havayolları'ndan bir hostes Bj 0rn Hansen'i bekli-

1 07
yordu. Litvanyalı iki hemşire tekerlekli sandalyeyi seyahat sırasında
Bj0rn Hansen'den sorumlu olacak bu kadına teslim ettiler. Ancak bu
teslim işleminden önce iki hemşire de sırayla eğilip Bj 0rn Hansen'i
kucakladılar ve ağlamaya başladılar.
Bu davranış hem Bj 0rn Hansen hem de o an bir adım gerileyen
soğuk nevale SAS hostesi açısından sürpriz olmuştu. Bj 0rn Hansen
tekerlekli sandalyesinde adeta çöktü , içini pasaport kontrolünün,
uzun koridorlarda ve sonrasında yapacağı uçak yolculuğunun endi­
şesi kaplamıştı. Hostes tekerlekli sandalyenin tutamaçlarına yapıştı,
pasaport kontrolünden ve arkalarından hemen kapanan dar bir
kapıdan geçtiler. Bj 0rn Hansen o turduğu yerde kıpırdayamıyor,
dosdoğru karşıya bakıyordu, bu nedenle de otomatik kapıdan geçip
kendi dünyasına girerek gözden kaybolana dek arkasından bakan
yan yana durmuş iki hemşireyi son bir kez görememişti, iki hemşire
de onun dünyasını görememişti.
Uçakta en arkada, kabin görevlilerine ayrılmış koltuğun yanın­
daki boş alana yerleştirildi, hostes de yanına geçip oturdu . Uçağın
havalanışı sırasında hostes bir eliyle tekerlekli sandalyeyi tuttu .
Yiyecek v e içecek servis arabası yanına geldiğinde Bj 0rn Hansen
başım hayır anlamında salladı; uçağın bu bölümündeki ikramı
yapan "onun" hostesiydi. Bj0rn Hansen derin düşünceler içinde te­
kerlekli sandalyeye gömülmüş, dosdoğru karşıya bakıyordu. Evine
dönüyordu . Şiqıdiye dek hiç hissetmediği denli korkuya kapılmıştı,
bu korkusunun bütün vücudunda titremelere yol açmasından da
korkuyordu ayrıca. Planım başarıyla hayata geçirememekten kor­
kuyordu . Havada Avrupa'mn üzerinde hareket halinde olan bir
uçağın dar uzun gövdesinde bir yerde oturmuş, işte bunları düşü­
nüyordu . Çökmüş, tekerlekli sandalyesine gömülmüş, karamsarlık
içinde karşıya bakıyordu . Uçak iniş için alçalmaya başladığında
hostes gelip yine yanındaki koltuğa oturdu ve tekerlekli sandalyeyi
tutamaçlarından tuttu . Kastrup Havalimam'nda seyahatin ikinci
etabı olan Kopenhag-Oslo yolculuğunda yardımcı olması için baş­
ka bir hostese teslim edildi. Fornebu Havalimam'nda Kongsberg
Hastanesi'nden gönderilmiş bir ambulansın personeli görevi dev­
raldı. Tekerlekli sandalyeyi yürüterek Uluslararası Gelen Yolcu
Salonu'ndan ve gümrük kontrolünden geçip Norveççe konuşan tiz
seslerin işitildiği bekleme salonuna çıkan hostesi bu ekip kapıda
karşıladı. Beyaz gömlekli iki görevli Bj 0rn Hansen'i derhal devraldı.

1 08
Norveç'e bahar gelmişti ama hava hala serinceydi. Bj 0rn Hansen
çıkış kapısından ambulansın park yerine kadar olan kısa mesafede
hissetti bunu . Nisan ayının ortası, hafta arası bir gündü . Günlerden
salıydı, iki gün sonra Kutsal Perşembe kutlanacaktı. O yıl Paskalya
biraz geç gelmişti ve nisan ayının ortalarına denk düşmüştü . Bj0rn
Hansen Norveç'ten sekiz hafta uzak kalmıştı. Ambulans Drammen
ve Hokksund üzerinden Kongsberg'e doğru yol alıyordu. Drammen
Nehri boyunca giden kırları, Drammen'den Hokksund'e, oradan da
Kongsberg'e kadar uzanan ovaları ve gerisindeki dağları, kısacası Nor­
veç kırsalını her zaman sevmemiş miydi o? Ambulansın ön kısmında
oturan beyaz gömlek giymiş iki görevli yaklaşan Paskalya tatilinde
neler yapacaklarını birbirlerine anlatırken o, ambulansın arkasında
tekerlekli sandalyesinde çökmüş bir halde oturmaya devam ediyordu .
Kongsberg Hastanesi'ne vardıklarında Bj 0rn Hansen ambulanstan
indirilip doğruca kendisini bekleyen Dr. Schi0tz'ün yanına götürüldü.
Dr. Schi0tz onu rutin doktor tavrıyla karşıladı: Kibar ama mesafe­
li. Ofiste doktora yardım eden bir de hemşire bulunuyordu. Hemşire ,
Bj 0rn Hansen'in tekerlekli sandalyeden kaldırılıp muayene masasına
yatırılmasına yardımcı oldu . Hissiz bacaklarım, diye geçirdi aklın­
dan Bj 0rn Hansen, bunu unutmamalıyım. Neyse ki muayeneyi Dr.
Schi0tz yapmış, hemşire Bj 0rn Hansen'in bedenine dokunmamıştı.
Muayeneden sonra röntgen bölümüne götürülürken Dr. Schi0tz de
yanındaydı. Röntgen odasında Dr. Schi0tz Bj 0rn Hansen'i ustaca
hareketlerle ve yardım almaksızın masaya yüzükoyun yatırdı, çekimi
bizzat kendisi yaptı. Bj 0rn Hansen doktorun muayenehanesine geri
götürülürken Dr. Schi0tz röntgen bölümünde kalıp filmin hazırlan­
masını bekledi. Odada hemşireyle baş başa kalan Bj 0rn Hansen Dr.
Schi0tz elinde röntgen görüntüleriyle geri dönene kadar hiç konuş­
madı, yatakta üzerine çarşaf örtülmüş bir vaziyette kapalı gözlerle
yattı. Odaya giren Dr. Schi0tz endişeli görünüyordu. Hemşireye işaret
etti, birlikte Bj 0rn Hansen'i muayene masasından kaldırıp tekerlekli
sandalyeye oturttular. Hissiz bacaklarım, diye geçirdi aklından Bj 0rn
Hansen. Yalnız kalmaları gerektiğinden Dr. Schi0tz hemşireyi bazı
evraklar getirmesi bahanesiyle odadan gönderdi, hemşire de bunu
anlayışla karşıladı.
Dr. Schi0tz endişeli bir tavırla, dostça ve şefkat dolu alçak bir
sesle yaptığı açıklamada bütün incelemelerin, Vilnius'ta konulan ve
Kongsberg Hastanesi'ne gönderilen evraklarda belirtilen teşhisi doğ-

1 09
rular nitelikte sonuçlar verdiğini bildirdi. Bj0m Hansen bu durumu
olgunlukla kabullenmeye çalışmak zorundaydı, zira başka bir şey
mümkün değildi. Dr. Schi0tz bütün ümitlerin tükenmiş olduğunu
kabul etmenin zor olduğunu biliyordu ama yapılacak başka bir
şey de yoktu . Bu durumda Bj 0m Hansen'in muhtemelen aylar sü­
rebilecek bir kendine acıma psikolojisine gireceğini anlamakta bir
doktor olarak güçlük çekmiyordu. Bu insani bir durumdu, ancak Dr.
Schi0tz Bj0m Hansen'in hayatın bir şekilde devam edeceği, etmek
zorunda olduğu gerçeğinin bilincine varmasını ümit ediyordu, ne de
olsa engellilerin insan onuruna yaraşır bir hayat geçirebilmeleri için
büyük maddi kaynaklan seferber etmiş bir toplumda yaşıyorlardı.
Bj0m Hansen ümitsizce doktorla göz göze gelmeye çalıştı. Orada
bir bakış yakalamaya gayret etti. Oturduğu yerde gözlerini iri iri
açmış, Dr. Schi0tz'ün gözbebeklerine nüfuz etmeye çalışıyordu
ama doktorun bakışları uzaktı ve uzak kalmaya da devam etti ,
Bj 0m Hansen'in bakışlarının kendi gözbebeklerine ulaşmasını en­
gelliyor, Bj 0m Hansen baktığı anda o gözlerini kaçırıyordu . Bj 0m
Hansen toplumun ona iyi bir hayat temin edebilmek üzere elinden
gelen her şeyi yapacağından söz eden madde bağımlısı doktoru
dinliyordu . Dr. Schi0tz Bj 0m Hansen'in zor zamanlar geçirmekte
olduğunu biliyordu , ancak şundan emin olmalıydı ki ona yardım
etmek ve destek olmak üzere ellerinden geleni yapacaklardı, bunlan
söylerken bakışlarım tekerlekli sandalyede oturan adama çevirmiş,
ona dostça ama mesafeli bakışlarla ve aralarındaki ortaklığı açığa
vurmayan gözlerle bakıyordu , oysa onu bundan kurtarmak Dr.
Schi0tz'e hiçbir maliyet yüklemeyecekti. Bj 0m Hansen dost dok­
torun gözlerine baktı, o gözler de bu bakışı aynı dostane bakışla
cevapladı. O sırada kapı hafifçe tıklatıldı, hemşire içeri girdi ve
doktorun masasına doldurulması gereken bir tomar evrak bıraktı.
Böylece her şey olmuş, bitmişti.
Bj 0m Hansen evine nakledildi ve oraya yerleştirildi. Tek başına
kalmıştı. Bj 0m Hansen kendi evinde tekerlekli sandalyede oturu­
yordu artık. Bir süre sonra kapı çalındı. Bj 0m Hansen sandalyenin
tekerleklerini hareket ettirerek, açmak üzere kapıya doğru ilerledi.
Bu pek de kolay olmadı. Önce kilidi açması gerekti, sonra dışa­
rıdaki kişi kapıyı iterek içeri girebilsin diye sandalyenin yönünü
değiştirerek dairenin içine doğru ilerledi. Gelen ona evde yardımcı
olmakla görevli hemşireydi. Altmışlı yaşlarda sevimli bir hanımdı.

110
Akşam yemeği olarak ne istediğini sorduğunda Bj0rn Hansen ce­
vap veremeyince hemşire hanım gülümsedi ve beğeneceğini umdu­
ğu bir şeyler satın alıp geleceğini söyledi. Gitti ve elinde bir plastik
torba dolusu yiyecekle mutfağa geldi. Bj 0rn Hansen malzemelerin
ücretini ödedi. Hemşire hanım somon balığı ve ince dilimlenmiş
salatalıktan hafif ekşi bir salata hazırladı. Bj 0rn Hansen yemeğini
yerken o etrafı süslemekle meşguldü . Bir demet çiçek ve Paskalya
süsleri satın almıştı. Sarı sarı civciv figürleriyle masayı ve rafları
süsledi. Getirdiği on adet sarı laleyi iki vazoya böldü . Vazolardan
birini sehpanın üzerine, diğerini de pencere içine koydu. Bj 0rn
Hansen'in yemek tabağının yanına da civciv sarısı bir peçete bıraktı.
"Eh, artık Paskalyayı karşılamaya hazırız" dedi. Bj 0rn Hansen ye­
meğini bitirince de tabağı, bardağı ve çatal bıçağı evyeye götürdü ,
bulaşıkları yıkadı. Sonrasında evden ayrıldı.
Bj 0rn Hansen, Mari Ann tarafından silinip temizlenmiş ve Pas­
kalya için süslenmiş apartman dairesinde tek başına tekerlekli san­
dalyesinde oturuyordu . Oğlu evde yoktu ama babasına bir mektup
bırakmıştı. Kendisine kiralık bir oda bulduğunu, bunun daha pratik
olacağını yazıyordu . Kalması zorunlu olan süreden daha uzun bir
süre, yani yeni bir oda bulana dek babasının evinde kalmayacağı
başından belliydi. İşte şimdi kendine göre bir oda bulmuştu , bu­
rası kentin biraz dışındaki bir yerleşim alanında müstakil bir evin
bodrum katıydı ve kendine ait bir giriş kapısı olacaktı. Paskalya
tatilindeki günlerden birinde gelip babasını ziyaret edecekti. Ta­
tilde kentten ayrılmıyordu , tam tersine Kongsberg'de kalıp ders
çalışacaktı.
Evde yardımcı olmakla görevli bir hemşire Paskalya tatilinde her
gün geldi, Bj 0rn Hansen'e yemek hazırladı, kişisel bakımında ve
yapması gereken işlerinde ona yardımcı oldu . Tatilde bu nöbeti iki
kişi dönüşümlü yürütmüştü. İleriki günlerde başka yardımcılarla da
tanışacaktı. Hepsinde evin anahtarı vardı. Paskalya tatili sırasında
Bj 0rn Hansen'in yemek hazırlarken onlara bizzat yardım etmesini
istediler, "Böylesi daha iyi" dediler, "senin iyiliğin için, kendi iş­
lerini kendi başına becerebilmek hayata inanmanı sağlar" dediler.
Bir gün kapı çalındı. Zil iki kez çaldıysa da Bj 0rn Hansen açmak
istemedi, nedense Turid Lammers'in gelmiş olabileceğini düşün­
müştü ve onu görmek istemiyordu . Lammers Villası'ndan ayrıl­
masının üzerinden geçen bu kadar zaman boyunca onunla hiç

111
görüşmemişti, birkaç kez uzaktan gördüyse de yolunu değiştirmişti.
O güne dek ziyaretine gelmemiş olsa da nedense kapıyı çalanın Turid
Lammers olduğunu hissediyordu . İçinden gelen sese uyup kapısını
çalıyor, onu tekerlekli sandalyede otururken görmek istiyordu mut­
laka. Böylelikle, yani Turid Lammers merhamet göstererek, Bj 0rn
Hansen ise ruhunu temizleyip arıtmak suretiyle, uzlaşabileceklerdi.
Bj 0rn Hansen Turid Lammers tarafından görülmemek, içinde bu­
lunduğu şu durumda onunla konuşmamak için elinden ne gelirse
yapacaktı. Ne var ki gelenin Turid Lammers olması da gerekmezdi,
belki de Herman Busk'tü örneğin. Ama kapıyı ona da açmayacaktı.
Şimdi açmayacaktı . Henüz bunun zamanı değildi.
Herman Busk'ün Paskalya tatilinden sonra telefon edip tatilde
şehir dışında olduğunu söylemesiyle kapıya gelenin o olmadığı an­
laşıldı. Aslında Herman Busk de ziyaretine gelmek istiyordu ancak
Bj 0rn Hansen şu an için buna hazır olmadığını, güçlenmesi için
biraz zaman gerektiğini söyledi ona, Herman Busk de bunu anla­
yışla karşıladı. Ancak bir hafta sonra tekrar aradı ve bunu izleyen
günlerde aşağı yukarı haftada bir kez aramaya devam etti . Yine
de Bj 0rn Hansen onunla yüz yüze gelmekten çekiniyordu , çekin­
mesinin nedenleri Turid Lammers tarafından görülmek istememe
gerekçesinden çok farklıydı aslında.
Paskalya tatilinden bir süre sonra bir gün Bj 0rn Hansen teker­
lekli sandalyesini kendisi yürüterek Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün
bulunduğu belediye binasına gitti. Kongsberg sokaklarında teker­
lekli sandalyeyle yol alırken fiziksel veya psikolojik hiçbir sorunla
karşılaşmamıştı, yolda gördüğü tanıdıklarına selam veriyor, onlar
da ellerinden geldiğince doğal davranarak selamına karşılık veri­
yorlardı. Belediye binasının birinci katına ulaşmayı başardıysa da
Vergi Dairesi Müdürlüğü'nün bulunduğu ikinci kata kadar çıkamadı.
Ofiste onun altında çalışan memurlar oturduğu tekerlekli sandalyeyi
ikinci kata taşımak gibi zor bir işe girişmek yerine birinci kata onu
görmeye geldiler. Bj 0rn Hansen danışma bankosunun yan tarafın­
daki boşlukta tekerlekli sandalyesine yer bulmuştu . Burada kahveler
içildi, en genç memurun bir koşuda alıp getirdiği çörek ve kekler
ikram edildi. Hepsi Bj 0rn Hansen'i çok iyi gördüklerini söylediler.
Ziyaret bitip de tam dışarı çıkacağı sırada Belediye İdari İşler Ge­
nel Müdürü , Bj0rn Hansen'in yanına geldi, diğer memurlar işlerine
geri dönerken ikisi konuşmaya başladılar. Genel müdür bir süre

112
havadan sudan konuştuktan, Bj 0rn Hansen'in mizah duygusunu
kaybetmemiş olduğundan (yahu ben belediyede mizah duygusu
güçlüdür dedirtecek ne yapmışım ki, diye düşündü Bj 0rn Hansen)
söz ettikten sonra asıl konuya girdi. Raporlu olduğu dönem bitince
ne yapmayı düşünüyordu? Belediye İdari İşler Genel Müdürü , Bj 0rn
Hansen'in iş görmezlik durumu nedeniyle malulen emekliliğini iste­
yeceğini varsayıyordu, bu nedenle de yeni bir vergi müdürü bulmak
üzere işlemlere başlayacaktı. Jorunn Meck'in iyi bir aday olarak öne
çıktığını düşünüyor ve bu konuda Bj 0rn Hansen'in görüşünü almak
istiyordu . Bj 0rn Hansen afallamıştı. Vergi dairesi müdürlüğünü bı­
rakmak o ana dek aklından bile geçmemişti, eski günlerdeki gibi
işine devam edeceğine mutlak gözüyle bakıyordu , buna bir engel
yoktu , birinci kattan ikinci kata çıkabilmesi bazı teknik düzenle­
melerle gerçekleştirilebilecek bir şeydi. Ancak genel müdür Bj0rn
Hansen'in iş görmezlik durumu nedeniyle vergi müdürü görevini bı­
rakacağına tartışmasız bir gerçek gözüyle bakmaktaydı şimdi. Elbette
belediyeyle ilgisinin tamamen kesilmesi gerekmiyordu . "Uzmanlık
alanında danışman olarak düşüncelerine başvurmamıza müsaade
etmeni arzu ederiz elbette" diyordu. Bj0rn Hansen hiçbir şey söy­
lemedi. Gerçekten iş göremez olsaydı genel müdürün bu sözlerine
şiddetle karşı çıkardı ama şimdi bunu protesto edecek gücü kendinde
bulamıyordu . Başında bir uğultuyla tekerlekli sandalyesini kendisi
yürüterek belediye binasından ayrıldı ve Nybrua Köprüsü'nün karşı
tarafındaki apartman dairesine doğru yoluna devam etti.
Evindeydi. Kendine ait apartman dairesinde. Bir tekerlekli san­
dalyede. Kongsberg Vergi Dairesi eski müdürü . Elli bir yaşında .
Günler gelip geçiyordu . Zaman ilerliyordu . Evde yardımcı olmakla
görevli hemşireleri örgütleyen ofis Bj 0rn Hansen'den memnundu .
Olumlu bir yaklaşım içinde olduğu kanısındaydılar. Bj 0rn Hansen
günlük yaşamda karşısına çıkan ufak tefek sorunlarla baş edebi­
liyordu , şaşılacak kadar kısa bir zaman içinde alışverişini kendi
halledip yemek yapmayı, bulaşık, çamaşır (çarşaf gibi büyük par­
çalar dışında) yıkamayı becerir hale gelmişti. Temizlik (Mari Ann
işi bırakmıştı, o yıl liseyi bitiriyordu) ve ağır çamaşır gibi işler
haftada bir kez gelen bir yardımcı tarafından yapılıyordu . Ancak
hala ihtiyacı olabilir diye evde yardımcı olmakla görevli bir hemşire
de haftada bir geliyordu . Onun görevi Bj 0rn Hansen'in hayatını
kolaylaştırmaktı, örneğin kütüphanenin en üst rafından bir kitap

113
almak gibi bazı şeylere ihtiyaç duyabilirdi. Hatta daha da kötüsü
olabilir, bir ev kazası geçirmiş olan Bj 0rn Hansen çaresiz bir du­
rumda bulunuyor olabilirdi. Aradan günler geçti. Zaman geçiyor.
Bj 0rn Hansen açısından günün en önemli hadisesi alışveriş için
markete gitmekti. En yorucu işlem dairesinin kapısından dışarı
çıkabilme manevralarıydı. İkincisi asansöre girmek ve çıkmak.
Sonrasında dış kapıyı açıp sokaklarda tekerlekli sandalyeyle yol
almak. Süpermarketin içi serin ve zemini tekerleklerin hareketini
kolaylaştıracak kadar kaygandı. Öğleden önce market daha tenha
oluyor, yiyeceklerin bulunduğu rafların önünde neredeyse sade­
ce o bulunuyordu . Tekerlekli sandalyesini diş macunu , deterjan,
portakal, salam, peynir, süt, yeşil elma , kırmızı elma, hamburger
rafları arasında adeta bir sokakta geziniyormuşçasına yürütüyordu .
Süpermarketteyken hiç acelesi yoktu , bir saate yakın bir zamanını
ihtiyacı olan şeyleri temin ederken koridorlarda gidip gelerek ge­
çiriyordu . Market personelini de iyi tanıyordu artık. Kasada duran
hanımlara olduğu kadar etrafta koşuşup rafları domates, kıyma, çiğ
krema ve çamaşır yumuşatıcısıyla dolduran personele de aşinay­
dı. Ondan hoşlandıkları gibi bir izlenim edinmişti. Haysiyetli bir
sakattı o. Ne dikkat çekecek kadar gürültücü ne de aşırı neşeliydi.
Ne de kendine acıyan, çökmüş biri. Nazik, dostane ama her şeyi
oluruna bırakmış bir tavır içindeydi.
Zaman zaman tekerlekli sandalyesini kendisi yürüterek Llgen
ırmağına doğru gittiği ve kıyısında durup suları seyrettiği de oluyor­
du . Tekerlekli sandalyesini kentin sokaklarında yürütürken bazen
eski tanıdıklarıyla karşılaşıyor ve sohbet ediyordu , onlar da Bj 0rn
Hansen'in kaderini böyle sükunetle kabul etmiş olduğunu görünce
rahatlıyorlardı. Bundan utanıyor muydu? Hayır. Onların tepkilerini
sözle ifade edilemeyecek kadar uzak bir tavırla karşılıyordu . Tıpkı
Paskalya tatilinin bitiminde oğlunun yaptığı ziyarette olduğu gibi.
Kapı çalındığında bu kez rahatça açmıştı, Turid Lammers'in gelme­
sini gerçek dışı bir ihtimal olarak görüyordu artık. Gelen Herman
Busk de olamazdı , çünkü onunla sürekli telefonda konuşuyorlardı.
Telefonda konuşmaları daha uygundu , zira Bj0rn Hansen konuşma­
ya devam etmek istemediğinde sonlandırması kolaydı. Zili çalan,
eşya piyangosu satan bir çocuk olabilirdi. Acaba evde yardımcı
olmakla görevli hemşirelerden, o üç kadından biri miydi? Yoksa
haftada bir gelen otuz yaşlarındaki yardımcı zenci miydi? Bj 0rn

114
Hansen ifşa olmaktan mı korkuyordu? Hayır asla. Bunun olabilmesi
onun durumunda inanılmaz bir vaka olurdu . Evde yardımcı olmak­
la görevli hemşire geldiğinde gerçek bir engelliymiş gibi davranıp
davranmadığını merak ederek gerginliğe kapılmıyordu artık. Ken­
dini kaptırarak ya da dikkatsizce bazı hareketler -kalçadan aşağı
felçli bir kimsenin ne tür hareketler yapabileceğini bilen bir sağlık
çalışanının dikkatini çekebilecek hareketler- yapsa da hemşire
bunun farkına varamazdı. Zira ona göre Bj 0rn Hansen'in böyle
bir şey yapması mümkün değildi, yani bir şeyler görse de görmüş
olamazdı. Örneğin bir kitaba uzanmak üzere sandalyesinden yarı
yarıya ayağa kalktığını görse bile gözlerine inanmayacaktı. Bj 0rn
Hansen bundan çok emindi.
İfşa olmaktan korkmaksızın yaşayabilmesi için gerekli bütün
düzenlemeler Dr. Schi0tz tarafından hayata geçirilmişti. Hastane­
deki ilk muayene sırasında endişelenmesi için hiçbir neden olma­
dığını bizzat Dr. Schi0tz söylemişti. Hatta doktor sakin bir biçimde
onu muayene ederken yanında ona yardım eden, vergi müdürünü
tekerlekli sandalyeden kucaklayarak kaldırıp muayene masasına
yatıran hemşire bile şüphelenmemişti. Her ne kadar Bj 0rn Han­
sen felçli rolü yapmaya epey odaklansa da -ki bu alanda amatör
sayılırdı- keskin bir hemşire gözü onu afişe edebilirdi, yani şayet
vaka ihtimal dahilinde olsaydı böyle bir şey yaşanabilirdi, ancak
işin sırrı bunun ihtimal dışı olmasıydı.
Her şeyi ayarlayan Dr. Schi0tz'tü , Bj 0rn Hansen onun direktifleri
ve inandırıcı yorumları uyarınca simülasyon yapan bir aktördü . An­
cak Dr. Schi0tz en çok da Bj 0rn Hansen'in gerçek durumunu afişe
edebilecek kişilerle temas kurmasını engelleyecek düzenlemeler
yapmıştı. Örneğin başka doktorlar ve fizik tedavi uzmanları Dr.
Schi0tz yanlarında bulunmaksızın Bj 0rn Hansen'i görmüyorlardı.
Bunun amacı Bj 0rn Hansen'in maharetli fizik tedavi programlarının
uygulanacağı bir rehabilitasyon kurumuna nakledilmemesiydi.
Bu konunun uzmanı Sunnaas Hastanesiyle Bj 0rn Hansen'in ta­
nışmasını engelleyecek tek otorite Dr. Schi0tz'tü . O da hastasının
oraya gönderilmesinin gerekli olmadığını, evde uygulanacak bir
egzersiz programının aynı derecede etkili ve çok daha az masraflı
olduğunu belirtmişti ki bu da karşı konulması güç bir argümandı.
Kongsbergli bir fizik tedavi uzmanının Bj 0rn Hansen'i görmesini
engellemek üzere Dr. Schi0tz bir miktar sahtekarlık yapması ge-

115
rektiğini söylemişti, ama başaracaktı ve bu konu başka nedenlerle
açığa çıkarılmadığı takdirde fark edilmeyecekti.
Bj 0rn Hansen tekerlekli sandalyede oturuyordu . Kendi evindey-
di. Apartman dairesinde tekerlekli sandalyesinde dolaşıyor, vakit
geçirmeye çalışıyordu . Marketin serin ve boş koridorlarında dola­
şacağı saatleri sevinç içinde bekliyordu . Durumundan yakınamaz­
dı. Bunu düşünmek bile abesti. Uygulamaya konulan planı kendi
tasarlamıştı. Ama temelde Dr. Schi0tz'ün eseriydi.
Bj0rn Hansen kendisini Dr. Schi0tz'ün imzasını taşıyan bir eser
gibi görmeye başlamıştı ve bundan biraz rahatsızdı. Dr. Schi0tz'ün
bile isteye onu ömür boyu bir tekerlekli sandalyeye zincirlediği­
·nin farkına vardığını itiraf ediyordu artık. Doktor isteseydi onu
engelleyebilirdi. Paskalya tatili sırasında Vilnius'tan tekerlekli san­
dalyede Kongsberg Hastanesi'ne nakledildiği o salı günü baş başa
kaldıklarında Dr. Schi0tz "Hayır, burada buna bir son veriyoruz"
demiş olsaydı Bj0m Hansen planına devam edemezdi, ama doktor
bunu yapmaya cesaret etmemişti. Tersine olayı insafsızca hızlan­
dırmıştı. Tahammül edilemez bir atmosferde ( " tehlikeli oyun" )
karşı tarafa son bir yolculuk tasarlamıştı ve böylelikle her ikisi için
de (Dr. Lustinvas dahil üçü için de) felaketle sonuçlanmayacak
bir geri dönüşün mümkün olmadığı yola girmişlerdi. Bu noktaya
gelene kadar ikisinin de serbest kalma olasılığı vardı (Dr. Lustinvas
hariç) . İkisi de kurtulurdu . Çünkü Dr. Schi0tz Bj 0rn Hansen'in
simülasyonunu ifşa etmiş olacaktı, üstelik olayda kendi oynadığı
role işaret eden (Bj0rn Hansen'in bunu iddia ettiğini varsayarsak
bile) hiçbir kanıt da bulunmuyordu ; Bj 0rn Hansen'in akli dengesi­
nin yerinde olmadığı açıktı, bu durumda önce hasta raporu verilir,
sonra da Kongsberg Vergi Dairesi'ndeki müdürlük görevine tekrar
dönebilmesi için psikiyatrik tedavi altına alınırdı. Oysa Dr. Schi0tz
bu planı insafsızca hayata geçirmişti , hatta kararın uygulamaya
konmasından önceki hayati saniyelerde Bj 0rn Hansen'e bunu ger­
çekten isteyip istemediğini bile sormamıştı. Dr. Schi0tz tekerlekli
sandalyede oturan ve aslında gerekmediği halde -itiraz etmeden
son adımı atması durumunda- hayat boyu öyle kalacağını bilen
Bj0rn Hansen'in bu anlamsız ve tehlikeli oyunun gerçekleşmesin­
den önceki son saniyelerde haykıracağından endişe etmişti adeta.
Dr. Schi0tz'ü ne gibi şeyler yönlendirmiş olabilirdi? Hangi güçler
harekete geçirmişti onu?

116
Dr. Schi0tz bu planı niçin sonuna dek götürmüştü ? Sağlıklı
bir adamı tekerlekli sandalyeye mahkum etmekten nasıl bir zevk
alabiliyordu? Onu tekerlekli sandalyede oturuyor görmenin vere­
ceği bir zevk olamazdı bu , çünkü Bj 0rn Hansen eylül başındaki
"muayene" gününden bu yana geçen beş ayda hiç karşılaşmadıkla­
rının farkına varmıştı. Önceleri Dr. Schi0tz'ün riske girmemek için
böyle yaptığını düşünmüştü, örneğin evde yardımcı olmakla görevli
hemşire onları birlikte görebilirdi, ama bunun neresi yanlıştı? Bir
doktorun hastalarından birini ziyaret etmesi ne gibi bir ters sonuç
doğurabilirdi ki? Hemen hemen hiç . Hele hele bir defadan fazla
"yakalanmış" olmadıkları takdirde. Kaldı ki Dr. Schi0tz hastası­
nı düzenli olarak ve sık sık ziyaret etse bile bu pek olası değildi.
Ama Dr. Schi0tz telefon etmişti. Son iki ay içinde Bj 0rn Hansen
doktorla üç kez telefonda konuşmuştu . Onun moralini düzeltmek
üzere telefon eden düşünceli doktor gibiydi Dr. Schi0tz bu konuş­
malar sırasında. Yumuşak bir ses tonuyla nasıl olduğunu sormuş,
Bj 0rn Hansen "Hayat her şeye rağmen devam etmeli" dediğinde de
ona övgü dolu sözler söylemişti. Kol kaslarını kuvvetlendirmesi
için ona bazı fikirler vermişti, çünkü artık kollar önceden kol ve
bacakların yaptığı görevleri üstleniyordu . Son olarak bazı pratik
konulara değinmişti, örneğin Bj 0rn Hansen Belediye İdari İşler
Genel Müdürü'nün tavsiyesi uyarınca malulen emekliliğini istemiş
miydi, sigortadan hakkı olan tazminatı almış mıydı? Tazminat çok
da yüksek bir rakam değildi, sıradan bir seyahat sigortası tazmi­
natıydı ve 160.000 kron tutarındaydı. Ancak bunu yaptıkları üç
konuşmada da gündeme getirmekle Dr. Schi0tz Bj 0rn Hansen'in
kaderini ona -ya da onun kaderini Bj 0rn Hansen'e- bağlayan şeyi
ima etmiş oluyordu , çünkü aralarındaki anlaşmaya göre doktor
sigorta tazminatının yarısını alacaktı. Evet, tabii, olay planlama
aşamasındayken Bj 0rn Hansen'in yüklüce bir hayat sigortası yap­
tırmasından söz edilmiş ancak bundan vazgeçilmişti , zira böyle bir
sigorta yaptırmasının hemen ardından kaza geçirmesi şüpheleri
üzerinde toplardı. Ne var ki yaptıkları üç konuşmada da bu ufak
seyahat sigortası tazminatını gündeme getirmekle Dr. Schi0tz Bj0rn
Hansen'e onu "unutmadığına" ya da artık hayata geçirilmiş olan
ortak proj elerini bilincinin derinliklerine gömmediğine ve kendini
bu projeye hala bağlı hissettiğine dair gizli bir işaret çakmış olu­
yordu ve bunu duymak Bj 0rn Hansen'i rahatlatmıştı.

117
Eylül ayının başında sigorta şirketi tazminatın ödendiğini ve para­
nın banka hesabına yatırıldığını bildirdi. Bj0m Hansen evde yardımcı
olmakla görevli hemşireden bankadan 20.000 kron çekmesini istedi.
Birkaç gün sonra oğlunu aradı, onun da bankadan 25.000 kron çek­
mesini istedi, bunun 5000 kronunu oğluna verdi, oğlu çok memnun
olmuştu. Oğluyla Kongsberg Mühendislik Yüksekokulu'nun önündeki
meydanda buluştu , pırıl pırıl güneşli bir sonbahar günüydü , Bj0m
Hansen tekerlekli sandalyesinde oturuyordu , dizlerine bir battaniye
örtmüştü , sandalyesini kendisi yürüterek eve dönmeden önce oğlu­
na 5000 kronu uzattı. Hastaneye, Dr. Schi0tz'e telefon etti ve sigorta
parasının geldiğini bildirdi. 40.000 kronu bir zarfa koydu ve doktoru
bekledi. Aynı akşam Dr. Schi0tz geldi.
Bj0m Hansen doktoru tekerlekli sandalyesinde karşıladı, dairesinin
kapısını bütün gerekli manevraları yaparak açtı ve sandalyesini onun
önünden yürüterek salona girdi. Dr. Schi0tz -aynı zamanda Bj0m
Hansen'in proj esi olan- kendi eserini gözleriyle görüyordu . Bu karşı­
laşma Bj0m Hansen'in kendisini çok kötü hissetmesiyle sonuçlandı,
zira Dr. Schi0tz evden ayrıldıktan sonra Bj0m Hansen toplumdan
yalıtılmış ve yüz yüze geldiği imaj ından irkilmiş bir halde o turup
kalmıştı. Öncelikle doktorla iletişim kurma gayreti reddedildiğinden
büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı . Bj0rn Hansen'in aralarında
karşılıklı bir anlayış oluşturma çağrısı boşa gitmişti. Dr. Schi0tz aldığı
uyuşturucunun etkisi altındaydı ve tek düşündüğü paraydı. Bj 0m
Hansen aralarındaki anlaşmanın fiilen onaylanması olarak gördüğü
şeyi, yani bu zarfı Dr. Schi0tz'e vermek suretiyle yükümlülüğünü
yerine getirmiş, Dr. Schi0tz de zarfı almakla kendi yükümlüğünü
yerine getirmiş olduğunu teyit ediyordu , böylelikle de paranın teslim
edilmesi onları birbirine bağlayacak sembolik bir eylemdi, oysa Dr.
Schi0tz için böyle bir şey mevcut değildi, onun açısından para bu eve
gelmesinin tek nedeniydi. Davranışlarıyla da bunu açıkça vurgulamıştı
zaten. Önce etrafına bakınmıştı, sonra gözleri Bj0m Hansen'in büfenin
üzerine bıraktığı zarfa ilişince parlamıştı. "Bu şey mi? . . " diye sormuş,
Bj0m Hansen başını evet anlamında sallayınca zarfı kaptığı gibi iç
cebine indirmişti. Sonra saatine bakarak, "Çok özür dilerim, gitmek
zorundayım, önemli bir randevum var" demişti. Bj0m Hansen Dr.
Schi0tz'ün yüzüne bakmış ve işte o an kendini çok kötü hissetmişti.
Burada bir yanlışlık vardı. Bu bir oyundu . Para için yapılmamıştı.
Dr. Schi0tz en başından beri , alacağı para meselesinde kaçamak bir

118
tavır sergilemişti. Plana dahil olmak için ilk olarak sigorta tazmina­
tının yarısını almayı şart koşmuştu. Ancak hemen arkasından Bj0m
Hansen'in yüklüce bir hayat sigortası yaptırmasının riskli olduğunu
söyleyerek onu bundan vazgeçirmişti. Acaba sahiden riskli miydi?
Bj0m Hansen öyle olduğunu düşünmüyordu, en azından çok riskli
bulmuyordu. Her neyse, Dr. Schi0tz -diyelim ki- bir milyon kronu
cebine atmak için herhangi bir risk almaya istekli görünmemişti.
Oysa şimdi 80.000 kron gibi küçük bir meblağ için kolları sıva­
mıştı ve bu parayı tahsil etmeye can atıyordu . Üç kez arka arkaya
telefon etmiş, sigortadan paranın gelip gelmediğini soruşturmuştu .
Paranın ödendiğini duyunca da koşa koşa evine gelmişti. Burada
bir tutarsızlık vardı. Bj0m Hansen'i bu işi para için yaptığına mı
ikna etmeye çalışıyordu? Sadece 80.000 kron için mi? 80.000 kron
Dr. Schi0tz için ne ifade ederdi? Hiçbir şey. Her ne kadar madde
bağımlısıysa da uyuşturucuyu zaten hastaneden bedava temin edi­
yordu . Yeterince parası vardı. Bj0m Hansen'in onu tanıdığı bunca
yıl ne açgözlü ne de cimri bir adam olduğu izlenimini vermişti.
Niçin şimdi Bj 0m Hansen'i bu işi para için yaptığına, 80 .000 kron
için her şeyi yapabileceğine inandırmaya çalışıyordu?
Bj 0m Hansen bunu ancak şöyle izah edebiliyordu : Dr. Schi0tz
yaşamı boyunca tahammül edebileceği, içine sindirebileceği bir dür­
tü , kendisini yönlendirecek bir şey arıyordu . Hem kendi açısından
hem de Bj 0m Hansen'e karşı içine sindirebileceği bir dürtü . Buna
ilaveten ve son tahlilde belirleyici olan şu , diye varsayıyordu Bj0m
Hansen: Dr. Schi0tz mahvolursa, hayatı kayarsa, yani bir biçimde
afişe olduğu takdirde, bu dürtüyü içine sindirebilecek, onunla yaşa­
yabilecekti. Dr. Schi0tz'ün ifşa olması ancak kendisinin ya da Bj 0rn
Hansen'in "ötmesi"yle mümkündü . O takdirde Dr. Schi0tz eylemini
açıklayıcı bir dürtü sunmak zorunda kalacak ve "Para için yaptım"
diyecekti. Bj0rn Hansen de bunu onaylayacaktı, zira Dr. Schi0tz'ün
garip davranışlarını fark etmişti, paralar hazır dediğinde koşa koşa
gelmişti, tek derdi paraydı. Doktoru yönlendiren şeyler açgözlülük
ve ekonomik kazançtı. Bu açıklama toplumda kabul görürdü, çünkü
bu öylesine büyük bir adilikti ki kimse mecbur kalmadıkça böyle
bir itirafta bulunmazdı. Dr. Schi0tz her ne pahasına olursa olsun
bu adi ve sahte dürtüyü göstermek durumundaydı. Afişe olduğu
takdirde hayatının kayacağını ve her şeyin biteceğini biliyordu .
İşte bütün bunlar başına geldiğinde , afişe olup hayatı kaydığında

119
para için yaptım demeye mecburdu . Bu yüzden de Bj 0rn Hansen'e
ihtiyacı vardı. Çünkü olası bir ifşa edilme halinde Bj 0rn Hansen
doktorun ileri sürdüğü ekonomik kazanç dürtüsünü doğrulaya­
caktı ve Dr. Schi0tz bunu o kadar önemsiyordu ki gerçeğin açığa
çıkması riskinin artmasını bile göze almıştı. Çünkü Dr. Schi0tz'e
göre Bj 0rn Hansen'in "ötme" ihtimali artmıştı, zira doktoru artık
gönüllü suç ortağı olarak görmüyordu , öyle görse suç ortağının
hayatı kayar diye "ölemezdi", halbuki doktor entelektüel bir merak
duygusuyla bu plana dahil olabilecekken bunu yapmamış, para
almayı kabullenmişti . İşte Bj 0rn Hansen'in varsayımına göre Dr.
Schi0tz Bj 0rn Hansen'in böyle düşündüğünü düşünüyordu . Bu
Bj 0rn Hansen için neden önemliydi? Önemliydi çünkü şundan
başka bir şekilde anlaşılması mümkün değildi: Dr. Schi0tz onu
bu eyleme sevk eden asıl dürtünün açığa çıkmasını istememişti.
"Para için yaptım" demişti. Yani başka bir şey için değil . . . Aaah,
Dr. Schi0tz'ü esas yönlendiren şey neydi?
Bj 0rn Hansen bunu bilemezdi, ancak Dr. Schi0tz'ün itiraf ede­
meyeceği cinsten bir şey olduğundan emindi. Dr. Schi0tz mecbur
kaldığında Bj 0rn Hansen'i paraya tamah ettiği için tekerlekli san­
dalyeye gönderdiğini söyleyecekti. Başka bir şey için değil. İşte
o an bu eylemle ilgili en feci şey Bj0rn Hansen'in aklına takıldı.
Tekerlekli sandalyede (gönül rızasıyla) oturan Bj0m Hansen kimdi?
Bu durumun korkunç yanı neydi ki suç ortağı Dr. Schi0tz gerçek
ortaya çıkmasın diye sefil ve açgözlü biri olarak damgalanmayı
tercih etmişti?
" Paranın yarısı bu" dedi Bj 0rn Hansen bezgin bir ifadeyle.
"80.000 değil 40.000. Bankadan daha fazlasını çekmeye cesaret
etmedim. Bu seferlik yani. Kalanını altı ay sonra alacaksın." Doktor
onun yüzüne baktı, başını evet anlamında salladı. "Tamam" dedi.
Durduğu yerde duramıyor, yoluna devam etmek istiyordu . Bj0rn
Hansen ellerini iki yana açarak, "O halde altı ay sonra görüşürüz di­
yelim, bugünden itibaren. Aynı yerde, aynı saatte" dedi. Dr. Schi0tz
başını evet anlamında salladı. Kısaca veda etti, hasta ziyaretine
gelmiş şefkatli bir doktor gibi görünme girişiminde bulunmamıştı.
Dr. Schi0tz gidince Bj 0rn Hansen yine tek başına kaldı. Kaderi
onu korkutuyordu . Yapayalnızdı ama bir başkasının eseriydi. Bir
başkasının eseriydi ama o başkası eseriyle yüzleşmeye ne diğerle­
rinin nazarında ne de kendi nazarında cesaret edebilmişti. O ne

1 20
yapmıştı? Bu olayda en feci olan şey neydi ki Dr. Schi0tz bile Bj 0rn
Hansen'in planının bir parçası olduğu suçlamalarından temize çı­
kabilmek üzere bir geri çekilme manevrasını garantiye almıştı?
Bj 0rn Hansen'in gönül rızasıyla tekerlekli sandalyede o turmasının
ve Dr. Schi0tz'ün buna katkıda bulunmasının en ürkütücü tarafı
neydi? Doktor için mi korkutucuydu bu ? Doktoru bunu yapmaya
yönlendiren şeyler mi, yoksa eylemin kendisi mi korkutucuydu? Dr.
Schi0tz'ü harekete geçiren sebepler miydi, yoksa Bj 0rn Hansen'in
gönül rızasıyla tekerlekli sandalyede oturması mıydı feci olan? Her
ne kadar bir insanın kendisini bu hale getirmesinde payı olmakla
o i.n samn bizzat kendisi olmak arasında büyük fark varsa da Dr.
Schi0tz'ü harekete geçiren sebeplerle Bj 0rn Hansen'in sebepleri
benzer olmalıydı. Bj 0rn Hansen böyle düşünüyordu . Kendi dür­
tüleri üzerinde pek fazla kafa yormuyordu . Bu fikre böylesine sap­
lantılı bir şekilde bağlanmasının nedenlerini artık hatırlamıyordu .
Biliyordu ki bu bir saplantı haliydi ama niçin öyleydi, artık izah
edemiyordu . Oturup geçmişi düşünmeye, onu bu eyleme girişmeye
neyin tetiklediğini hatırlamaya çalıştı. Kuşkusuz tekerlekli sandalye
kullanıcısı olarak geçecek bir hayatın cazibesine kapılmış değildi.
Felçli olmadığı halde felçli gibi yapıp tekerlekli sandalyede oturmak
suretiyle herkesi aldatmak da değildi niyeti. Toplumu , arkadaşlarım,
tanıdıklarım ve evladını kandırmanın karşı konulmaz çekiciliği de
değildi onu bunu yapmaya iten. Peki ama neydi? Bilmiyordu . Ama
yapmıştı işte. Yaptığı şey üzerine düşündüğünde ve aklına gelen
bu fikre nasıl kapılıp gittiğini hatırladığında, bu eylemin hayata
geçirilmiş ve geri dönüşsüz bir gerçek olmasının içinde müthiş
bir tatmin hissi yarattığını fark etti . Bu müthiş tatmin duygusu ,
böyle bir eylemi adeta bir yankı, derin bir doğrulama, bir bağlantı ,
sonunda yolunu bulmuş ve içinde sakince ve gizlice akan bir nehir
gibi gerçekleştirmenin mümkün olduğunu düşündüğünde kapıl­
dığı cazibeye birebir tekabül ediyordu . Bu eylemine mantıklı veya
övgüye değer bir gerekçe göstermek üzere o güne dek düşünüp
zihninde canlandırdığı her şeyi ya da bundan sonra oluşacak tüm
tasavvur ve düşünceleri gebertmekte onun açısından hiçbir sorun
yoktu , çünkü böyle bir gerekçe mevcut değildi. Her seferinde bir
gerekçe bulmayı deniyor ama bir süre sonra onu hiç acımadan ge­
bertiyordu . Bu eylemi "bir marifet", "bir isyan" ya da "bir meydan
okuma" olarak adlandırmak ona abartılı ve biraz da gülünç geliyor-

121
du . Gerçekte hiçbir rahatsızlığı yokken (sürekli guruldayan midesi
ve sızlayan dişleri haricinde) insanları felç olduğuna ve tekerlekli
sandalyede oturmak zorunda kaldığına inandırmayı başarmasının da
öyle büyütülecek bir tarafı yoktu , aslında aptalca ve utanç vericiydi,
hatta özellikle de toplumun kaynaklarını bu şekilde kullanmak,
sağlık sektörünün çoğu iyi yürekli idealist çalışanlarını böyle bir
şakaya maruz bırakmak mahcup edici ve mide bulandırıcıydı. Buna
rağmen eylemi hayata geçirmiş olmakta öyle bir şey vardı ki içini
ıslak ve karanlık bir sükunetle dolduruyordu . Bunu Bj 0rn Hansen
ne reddedebiliyor ne de reddetmek istiyordu , girişilen eylem Dr.
Schi0tz'ü dehşete düşürmüş bile olsa bu şey bir türlü dinmemiş, sona
ermemişti, ayrıca kendisi de dehşete kapılmıştı; hem de ıssız yalnız­
lığı içinde oturduğu yerden, "ahlaki açıdan çöküşe sürüklenmek"
kavramının gerisinde neyin yattığına dair ona içgörü kazandırmış bu
eylemin fiziki görüntüsüne katlanırken tek başına olduğunu gözünü
kırpmadan kabul etmek zorunda kalmıştı.
Evet, Dr. Schi0tz'le görüşmek onu ürkütmüştü. Artık gerçekten bu
şeyle baş başa kalmıştı. Evinde. Gece gündüz. Derken telefon çaldı.
Arayan Herman Busk'tü . Bj 0rn Hansen buna çok sevindi. Muhteme­
len Herman Busk de bunun farkına varmış olmalı ki Bj 0rn Hansen'i
pazar günü yemeğe davet etti. Bj 0rn Hansen de hemen kabul etti.
Herman Busk'ü "kazadan" bu yana görmemiş, her ne kadar dostu
sadece telefonda konuşmak yerine bir araya gelmelerini önerdiyse
de o karşılaşmaktan çekinmişti. Ama işte şimdi kabul ediyordu .
Herman Busk onu almak üzere pazar günü evine geldi, birlikte
asansöre bindiler, zemin kata inip yola çıktılar. Herman Busk teker­
lekli sandalyeyi Kongsberg'de eski villaların bulunduğu semtteki
evine giden sokaklarda yürütüyordu . Güneşli, güzel bir sonbahar
günüydü , ağaçların yaprakları kıpkızıl parlıyordu . Havanın hafif
serinliği arkadaşının yürüttüğü tekerlekli sandalyede oturan Bj 0rn
Hansen'i dirileştirmişti. Herman Busk'ün de keyfi yerindeydi, hat­
ta mutluydu . Tekerlekli sandalyeyi iterken neşe içinde konuşuyor,
hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu . Nihayet Diş Hekimi Busk'ün
villasına vardılar, Herman Busk tekerlekli sandalyeyi çakıllarla kaplı
giriş yolunda dikkatlice yürütüyordu, merdiveni dikkatli manevralar­
la kademe kademe çıktılar ve hole geldiler. Bayan Berit onları kapıda
karşıladı. Fırında pişen kuzu budunun enfes kokusunun yayıldığı
mutfaktan çıkmıştı, üzerinde mutfak önlüğü vardı.

1 22
Herman Busk arkadaşım salona götürdü , yemekten önce apera­
tiflerini burada aldılar. Salondayken Bayan Berit'in mutfakla yemek
odası arasında koşuşturduğunu, masa hazırlıklarına son şeklini
verdiğini duyuyor ve görüyorlardı. Sonunda Bayan Berit yanlarına
geldi ve onlan sofraya buyur etti. Herman Busk ayağa kalktı, Bj 0m
Hansen'i yemek odasına götürdü. Yemek masası daha önce yüzler­
ce kez gördüğü biçimde hazırlanmıştı, tek fark eskiden oturduğu
sandalyenin yerinin boş olmasıydı, Herman Busk Bj 0m Hansen'in
tekerlekli sandalyesini yürüterek o boşluğa yerleştirdi. Beyaz örtü
serilmiş bir masa. Şık porselen yemek takımları, kristal şarap ka­
dehleri, gümüş çatal bıçak ve tabakların yanına zarifçe katlanmış
şekilde yerleştirilmiş kolalı beyaz peçeteler. Herman Busk her za­
manki yerine oturdu . Bayan Berit servis tepsisini içeri taşıdı. Fırında
kuzu budu , taze fasulye ve kızarmış patates. Kuzu budunun salmış
olduğu suyla yapılmış sos. Basit ve lezzetli bir yemek. Bayan Berit
yine her zamanki gibi kuzu budunu fırında şimdilerde adet olan
süreden biraz daha fazla tutmuştu , böylelikle içi pembe kalmamış,
iyice pişmişti. Her ne kadar Bj0m Hansen kuzu budunun içinin
pembe kalmasını tercih etse de hiçbir şey Bayan Berit'in fırında kuzu
buduyla boy ölçüşemezdi. Herman Busk kadehlere kırmızı şarap
koyuyor, servis tepsisi elden ele dolaşıyordu . Diş hekimi Busk'ün
Kongsberg'deki evinde bir pazar akşamı yemeği.
Masada sohbet adet olduğu üzere keyifle akıp gidiyordu . Berit
ve Herman Busk'ün gözleri eski dostlarını yeniden sofralarında gör­
mekten duydukları mutlulukla parlıyordu. Ne var ki tam yemeğin
orta yerinde Bj0m Hansen tuvalete gitme ihtiyacı hissetti. Evinde
Herman Busk onu almaya gelmeden önce bu işi halletmediği için
kendine kızdı biraz, ama ne de olsa evde biraz heyecanlanmıştı.
Şimdi sofrada kendini tutmaya çalıştıysa da mümkün olmadı. "Çok
özür diliyorum" dedi, "size çok zahmet oluyor, hoşa gidecek bir
şey değil, farkındayım" diyordu , ayağa kalkmış tekerlekli sandal­
yeyi tuvalete doğru yürüten arkadaşı Herman Busk'e. Orada Bj 0m
Hansen'i kötü bir sürpriz bekliyordu , tuvaletin alam tekerlekli
sandalyeyi almayacak kadar küçüktü . Bj0m Hansen'in dairesin­
den farklı olarak Herman Busk'ün villası engellilerin kullanımına
uygun şartları taşımıyordu ( l 980'lerin ortalarında yapılmış olan
Bj0m Hansen'in apartmanı engellilerin kullanımı için öngörülen
yapı nizamnamelerine uygun olarak inşa edilmişti. Belki de böyle

1 23
modern bir dairede oturmuyor olsaydım beni şu an bulunduğum
duruma getirecek fikirler de aklıma gelmezdi, diye düşünürdü
Bj 0rn Hansen, yarı şaka yarı ciddi) . Herman Busk ne yapacağını
bilemeden arkadaşına bakıyordu.
"Ben işimi görürüm, ama mümkünse yalnız kalmak istiyorum"
dedi Bj 0rn Hansen.
Herman Busk tuvaletin kapısını açtı ve tekerlekli sandalyeyi
duvara paralel bir şekilde bırakıp yemek odasına geri döndü . He­
men ardından Bj0rn Hansen sandalyede yavaşça doğruldu ve ayağa
kalktı. Parmaklarının ucuna basarak tuvalete gitti. İlk kez böyle bir
şey yapıyordu , o güne dek evinde yalnız olduğu zamanlarda, hatta
tekerlekli sandalyede oturan biri için hayli zor manevralar yapması
gerektiğinde bile oyunu daima kurallarına göre oynamaya özen
göstermişti. Oysa şimdi kalkmış, ayakta durmuş ve adeta dünyanın
en doğal şeyiymiş gibi işiyordu .
Yemek odasında Busk çifti kendisini bekliyordu . O ise burada
ayakta durmuş, işiyordu . Ah, içeridekiler bunu bir bilseler ! Birden
Herman Busk'ün haber vermeden koridora çıkıp onu böyle ayakta
durmuş işerken görmesini istediği gibi bir hisse kapıldı. Bu hiç
olmayacak bir şey de değildi, Herrnan Busk arkadaşının ihtiyacını
tek başına giderip gidermediğini merak etmiş ve yardıma gelmek
istemiş olabilirdi. Ama bu imkansızdı. Herrnan Busk asla böyle
patavatsızlıklar yapmazdı. Bj 0rn Hansen yalnız kalmak istediğini
beyan etmiş, Herman Busk de bunu anlayışla karşılamıştı. Elbette
ki Bj0rn Hansen uygunsuz pozisyonlarda, örneğin yerde sürünerek
tuvalete kadar gitmek ve kollarıyla klozete tutunup kendini yukarı
çekmek ve sonra geri gitmek gibi aşağılayıcı durumlarda görülmek
istemeyecekti. Bj 0rn Hansen dostu Herman Busk'e güvenebilirdi.
Onun eşi Bayan Berit'le birlikte yemek odasında oturduğunu , iki­
sinin bir gümbürtü işittiklerinde (yani Bj 0rn Hansen yere düştüğü
anda) hemen yardıma koşmaya hazır bir halde seslere kulak kesil­
diklerini biliyordu . Ancak başka hiçbir şekilde koridora çıkmaz­
lardı . Şimdi orada, adeta dünyanın en doğal şeyiymiş gibi ayakta
dikilmiş olarak yakalanmayacağından çok emindi.
Yine de görülme arzusundan vazgeçemiyordu . Tıpkı başına o
talihsiz "kaza" gelmeden önce yaptığı gibi ayakta dururken, ansızın
koridorda beliren dostu Herman Busk tarafından görülmek. Bj0rn
Hansen böyle bir durumda Herman Bv.sk'ün onu anlayacağından

1 24
emindi. Bj 0m Hansen tanık olduğu şey karşısında ağzı açık kalmış
olan arkadaşına dönecek, işaret parmağını dudaklarına götürerek
şişşşt diye fısıldayacaktı. Bj 0m Hansen şişşşt dediği anda Herman
Busk kendini toplayacak, başını sallayacak, elleriyle bu sürprize
çok memnun olduğunu ifade eden bir işaret yapacaktı. Dostu bu
olaya dahil olmak isteyecekti, Bj 0m Hansen de Herman Busk'ü
kendi başına açtığı bu inanılmaz duruma dahil etmekten başka
ne isteyebilirdi ki? Belki Bayan Berit'i de aralarına katabilirdi ama
bundan pek emin değildi. Ancak Herman Busk onu anlayacaktı.
Bunu niçin yaptığını bilmese de sadece böyle bir şey yapmış ol­
duğu için kabul edecek ve buna dahil olmak isteyecekti. Herman
Busk'ün onu anlayacağından ve kabul edeceğinden emindi. Şayet
tuvalette uzun bir süre durmaya devam ederse Herman Busk er geç
yanına gelecekti, çünkü gelmezse Bayan Beril ve o endişe içinde
birbirlerine bakacaklar ve Herman Busk koridora çıkıp, arkadaşını
görülmek istemediği bir pozisyonda görmeyi arzu etmese de bu
isteksizliğini yenmek durumunda kalacaktı, bir şeyler olmuş olmalı,
etraf pek sessiz, arkadaşım neden dönmedi diye düşünecekti. Dur
burada, dedi Bj 0m Hansen kendi kendine, zira er ya da geç Herman
Busk beni görmeye gelecek, ben de böylelikle hayatıma bir kişiyi
daha dahil etmiş olacağım. Ama düşündüğü şeyi yapmadı. Bj 0m
Hansen işemesini bitirdi, aletini salladı , koridora çıktı (parmak­
larının ucuna basarak yürüdü) , sessizce tekerlekli sandalyesine
oturdu . Düşündüğü şeyi yapması doğru olmazdı. Şu anda yaptığı
şey de doğru değildi, ne var ki hayatı böyleydi artık. Bu çerçeve­
yi kıramazdı, dostunu da buna dahil etmek gibi güzel (belki de
tartışmaya açık) bir hayal için bile olsa kıramazdı. Kaderi, felçli
olmadığı hal * tekerlekli sandalyede oturmak gibi tüyler ürperti­
ci bir vaziyete hiç kimseyi dahil edemeden yaşamaktı. Tekerlekli
sandalyesini koridorda yürüterek yemek odasının kapısına geldi.
Herman Busk kapıyı ardına kadar açmış ve masada oturmuş, onun
geri gelmesini bekliyordu . Nihayet evlerine yeniden konuk olmayı
kabul etmiş bu talihsiz dostlarını görünce Bay ve Bayan Herman
Busk'ün yüzü aydınlandı.

1 25
. �ll�l l!ll J�I� ;;
ISBN 978-975-08-5330-2

You might also like