You are on page 1of 25

FIRTINAYI BEKLERKEN

-RUMUZ: ÖNY
-TÜRÜ: TRAJEDİ
-SAYFA SAYISI: 22
OYUN ÖZETİ

Bu oyun; Anadolu’nun ücra bir kasabasında kendini saplandığı bataktan kurtulmak


isteyen Melek’in kurtulmaya çalışma hikâyesi anlatmaktadır. Kaçmak için gittiği otobüs
durağında Melek’i peşine üvey annesi Narin düşer, korsan taksi şoförü Eyüp Narin’i durağa
getirir. Geçmişte kasabada yurt müdürü olan Şeref ve onun gazeteci olan kızı Selin Melek’e
yardım etmek için oraya gelir. Yaşanan olaylar sonrasında güvenlik güçlerinin olay yerine
gelmesi ile işin rengi değişir. Kasabada geçmişte yaşanan olaylar çerçevesinde olay artık
hesaplaşma hikâyesine döner.

-1-
Rumuz: ÖNY
Fırtınayı Beklerken

Sahne genişten dara doru uzanan konik biçiminde bir sokaktır. Sağ arka tarafta bir çöp
konteyneri vardır. Sol önde ise çok eski bir durak bulunmaktadır. Durağın üzerinde ve ardında
olan duvara yazılar yazılmıştır. “Kurtuluş durağı”, “73/1 Tertip / Baba Fingo son vuruşunu
yapar ve gider”, “Bel fıtığı 536794…”, “Bozkır Battaniyesi 543652… “, “Pasif çengi
@zilzurna” gibi yazılar yazmaktadır. Durağın az arkasında eski tip bir sokak lambası vardır.

I.
Kesilmiş yollar, kesişmiş hayatlar.

(Küçük bir kasabada otobüs durağı. Viran halde kılmış dökülmüş. 15-16 yaşlarında bir kız
oturmaktadır. Sokak lambası belli belirsiz yanıp sönmektedir. Ara ara uzun sönüşleri olur.
Cep telefonu çalar.)

-Melek: (Telefona cevap verir.) Alo abla, sen misin? Evet, benim Melek. Onun telefonu
çaldım ondan. Küçük bir işe gitti, o hazırlanırken aldım çantasından. Adamı sağıp döner,
ihtiyar zaten çok sürmez vaktimiz yok. Ne? Sesin kesik kesik geliyor. Ne zaman burada
olursun abla, çok korkuyorum. Burada gidecek bir yer yok. Yetiş inşallah. (Telefonu kapatır.)

(Sahnenin sol tarafından yoğun bir araba farı ışığı sahneyi doldurur. Sokak lambası birkaç
kere yanıp söner ve sonunda sokak lambası tamamen söner. Sahneyi bel hizasında sadece
araba farı aydınlatmaktadır.)
-Melek: (Büyük bir korku ile arkada olan çöp konteynerine koşarak içine girer ve kapağı
kapatır.) Allah kahretsin buldular beni.

(Beyaz arabanın ön tarafı sahneye soldan sahneye girer. Arabanın ön kapıları açılır. Arabadan
iki kişi iner. Narin ve Eyüp)
-Narin: (Öfkeli) Buradadır o küçük orospu. (Bağırır) Melek neredesin küçük orospu! Seni
elime geçirince nasıl o etlerini lime lime ediyorum. (Eyüp’e dönerek.) Nereye kayboldu bu.
-Eyüp: Çoktan gitmiştir.
-Narin: Nereye uçacak be, buradadır. Gidecek yeri mi var?

-2-
-Eyüp: Karşı tarafa geçmişse, çoktan uçmuştur. Ben kızı hasta sandım. Olmadı bu yaptığın.
-Narin: Geçemez kahpe! Sen paranı aldın mı? Aldın, daha ne…
-Eyüp: Geç bunları şimdi. Bir arabaya el etse herkes alır.
-Narin: Ulan ne sap adamsın, su kasabada arabası olup onu tanımayan var mı? Alsalar bir tur
gezdirir evin önüne atarlar. Hem köprü yıkılmış, yağmur yağdı sabaha kadar, açmışlar baraj
kapaklarını. Hopp eşsek cennetine.
-Eyüp: Nasıl olmuş? Her şeyden nasıl haberin var senin. Ajan gibi kadınsın yemin içiyorum.
-Narin: Abdo’yu aradım araba için. Şehre inmiş, köprü yüzünden gelemem dedi. Millet kaldı
bizim kayıkçı Kazım’a. Göt kadar kayık ile anca iki- üç kişi geçirir karşıya o da maçası yerse
yolcunun. Nerde bu kancık gidecek arabayı? Biri ile buluşmadı ise buralarda bir yerdedir.
Neredesin kancık!
-Eyüp: Var mı eşi dostu akrabası?
-Narin: Gideceği her yere baktım. Telefonu da almış kahpe. İhtiyarın telefon olmasa bir bok
yiyemezdik.
-Eyüp: Aradın mı?
-Narin: Yok, telefon yok ki. Arasak açmaz kansız ama nerden bilecek senin aradığını.
Numara yok ki.
-Eyüp: Bırak allah aşkına şu kızın yakasını.
-Narin: Arasana şunu bak başına bir şey gelir vebali senin boynuna. Kim aklına girdi ne
bilelim.
(Eyüp telefonu çıkarıp isteksizce Narin’e verir. Narin numarayı çevirir. Çöp konteynerinden
telefon sesi duyulur.) Saklandın mı küçük orospu. (Hızla konteynere gider ve kapağı açıp
kızı bulduğu bir sopa ile dövmeye başlar. Sokak lambası o esnada yanıp sönmekledir.)
Nereye kaçağını sanıyordun sen. (Sopa ile saldırmaya devam eder. Melek feryat etmektedir.
Eyüp’ün eli ayağı titremeye başlar. Meryem’in sesi kesilir. Sokak lambası yeniden yanar.)
-Eyüp: Vurmaaaa! Vurmaaa… (Küçük bir kriz hali yaşamaktadır.)
-Narin: (Eyüp’ün üzerine yürür.) Sana ne be, senin malın mı? Karın mı? Çocuğun mu?
-Eyüp: Daha çocuk o…
-Narin: Ne çocuğu be, döl alsa boyu kadar çocuğu olur.
-Eyüp: (Olduğu yerde yere çömelir.) Çocuk korkuyor yapma.
-Narin: Öğrenecek, bu hayat döve döve öğretir. Beni ayı gibi adam altına sürdüklerinde, daha
on iki yaşına basmamıştım bile. (Çöp kutusuna dayanır.) Anam bir gün bir adam getirdi. Dedi
bu senin kocandır. O kadar döverdi ki eve geç geldiği zamanlar korkumdan uyma taklidi
yapardım. Sonra öğrendim idaresini. Sonra Allah baktı yüzüme dedim. Öldü gitti. (Kasaba

-3-
yolunu gösterir) Kaç defa geldim şu yolun başına biliyor musun? Şuradan binip gideyim diye.
Arabasına aldı biri, kasabada herkes biliyor öldüğünü herifin. Bu o zaman küçük (Kızı
gösterir) arka koltukta oturuyor. Buna şeker verdi. Sonra sakin bir yede durdu. Sonra o
şekerini yerken, ben bağıra bağıra kaçamayacağımı anladım. Sonra bizi buraya attı.
-Eyüp: Senin kızın mı bu?
-Narin: Yok, benim adamın ilk karısından. Ben geldiğimde eve bu daha bebekti.
-Eyüp: Bırak kızı gitsin.
-Narin: Nereye gidecek be. Kimi var. Bu yolun sonu belli oğlum. Döner dolaşır yine buraya
gelirsin? Sen şurada üzerine sinen bok kokusu çıkar mı sanıyorsun. Ne yapacak bu kahpe.
Kırklanıp ak pak mı olacak.
-Eyüp: (Yüksek sesle) Bırak gitsin. Karışma kıza. Bela olma, kanatma…
-Narin: Bez var mı? Şunun kafasına basalım. (Eyüp arabanın kapısını açıp, sarı bir cam bezi
ve biraz su getirir. Kızı çöp konteynerinden dışarı çıkarıp. Durakta olan banka yarı baygın
oturturlar. Eyüp, Melek’in yüzüne ve kafasına bulaşmış kanı silmeye başlar. Melek yavaş
yavaş kendine gelmektedir.)
-Eyüp: İyi misin kızım? (Korku ve şaşkınlıktan cevap verememektedir. Narin yeniden
saldırmaya yeltenir. Eyüp araya girer.) Ya bir dur. Kudurdun iyice. Çekil söyle başından,
tamam yeter. (Geriye doğru iter.)
-Meryem: (Ağlamaklı) Yardım et ağabey. Kurbanın olayım, yardım et.
-Narin: (Öfkeli) Nereye gideceksin kahpe. Ne işler peşindesin anlat hele. (Telefon çalar.
Narin öfke ile telefonu alıp açar) Kim bu arayan. (Yerde duran sopayı alır, Eyüp bileğini tutar.
Elinden sopayı alır ve telefon uzun çalışlar sonrasında kapanır.) Bırak beni be. Sende mi bu
işin içindesin yoksa. (Arabaya doğru kolar ve kapıyı açıp çantasını alır. Çantasından bir
sustalı bıçak çıkarır. Bıçağı açar Eyüp’e doğrultur.) Yakarım geri bas.
-Eyüp: Deli deli olma.
-Narin: Kim bu arayan? (Bağırır) Kim dedim? Söyle yoksa seni burada tavuk gibi keserim.
-Eyüp: (Şaşkın ama sakin) Aklını yeme Narin. Deli deli olma. Küçücük kız bu, belli ki aklı
başında değil. Şimdi gelmiştir aklı başına.
-Narin: (Bıçağı kızın boynuna dayar.) Konuş dedim keserim gırtlağını. Şuracıkta kuş gibi
çırpına çırpına can verirsin.
-Eyüp: Çek şunu kızın boynundan. Kızım anlat sen de.
-Melek: (Kendini toparlamaya çalışır.) Eve gelen bir çocuk var ya hani. Senin kibar dediğin.
-Narin: O sümsük mü kandırdı seni. Babasının sözünden çıkar mı be o. Şundaki akıllara bak.
(Gülmeye başlar.) Kafayı sıyıracağım yemin ederim. Kandığı tipe bak sen.

-4-
-Eyüp: Tamam işte gelmemiş olan olmuş biten bitmiş. Bırak şu bıçağı çözülür her şey.
-Narin: Babası erkeklik öğrensin diye buna gönderiyor. Bu da ondan akıl alıyor. Ne dedi sana
alırım seni gideriz, yuva kurarız, unuturum ben seni kaç kişi düdükledi. Hiç aklıma gelmez
yastığa başımı koyunca mı dedi? Babasına şimdi söyleyip onun geberttirmezsem bana da
Narin demesinler. (Elini telefona uzatır.)
-Melek: (Korku ile konuşmaya başlar) Yok valla onun suçu yok, billahi yok. Onunla alakası
yok.
-Narin: Çıyan… Şimdi onun ben.
-Melek: Yok, o öyle biri değil yemin ederim değil. Oturup konuşurduk. Bana çok iyi
davranırdı geldiğinde. Konuşurduk, o da buradan kaçıp gitmek istiyor. Babası ve onun malı
olmasa. Bir gün anlattı bana; kadının biri varmış gazeteci onu gösterdi. Git sana sahip çıkar
dedi. Telefonunu verdi. Sonra mesaj attık cevap verdi bize gazeteci kadın. Sen git kurtul.
Belki bir zaman ben de kurtulurum dedi. Hele şu askerlik bitsin. Ben de gideceğim elbet dedi.
-Narin: Neden kurtulacakmış, yediği önünde yemediği arkasında. Ulan yatak parasını bile
babası veriyor. Laflara bak laflara. Anlat gebertirim. (Üzerine doğru korkutmak için hamle
yapar.)
-Melek: (Korku ile konuşmaktadır.) Tamam, tamam… Sona kadın ile konuştuk. Ne oldu ise
gelemedi. Bu gece kadın ile buluşacaktık burada. Bu gece kaçacaktım ama sen ihtiyara
gidince bende aradım kadını saat erken daha iyi olur gitmemiz dedim. O bir gece önceden
gelmiş. Buraya geldim gidecektik işte. Ne olur bırak beni artık dayanamıyorum.
-Narin: Bırakıp ne olacak kancık. Bırakıp da ne olacak. Ne olur bundan sonra senden. (Elinde
ki telefon çalmaya başar. Narin telefonu açar.) Alooo, kimsin.
-Melek: Abla kurtar beni! ( Narin’in elindeki telefona hamle yapar.)
-Narin: (Melek’e tekme atar.) Gel kurtar bakalım ablası. Gel kurtar! (Tekmelemeye devam
ederken Eyüp araya girer. Arbede yaşanırken Melek, Narin’in elindeki bıçağı alır ve hızla
birkaç kere durmadan saplar. Eyüp şok halinde geriye doğru çekilir. Melek büyük bir hırsla
Narin’i yerde hareketsiz kalana dek bıçaklamaya devam eder. Sona yanında yere yığılır.
Sokak lambası yanıp sönmeye başlar.)
-Eyüp: (Kızı yeden kaldırır. Sarılır ve gökyüzüne bakarak) Geçti keko geçti. (Melek
anlamsızca bakmaktadır.) Geçti Keko (Melek ile değil de sanki başka biri ile
konuşulmaktadır. Kendini toparlar.) Gel Keko… (Elinden bıçağı alır ve ortalıkta olan eşyaları
toplar ve arabaya binip kaçarlar. Araba sahneden çıkar ve ışıklar kararır.)

-5-
II.
Geçmişin uğultusu ve günah.

(Işıklar açıldığında, Narin bir ceset torbası içindedir. Kemal olay yeri fotoğraflarını
çekmektedir. Şeref bey ayakta ve sakin olan biteni izlemekte ve kızına teselli
vermektedir. Selin banka oturmuş elinde su içip sakinleşmeye çalışır. Musa elindeki
not defterine bir şeyler karalamaktadır.)

-Musa: Şu olay yeri tutanağını hızlıca tutalım devrem, hava patlayacak diyorlar eve gitmem
lazım küçük kızın doğum günü. Ulan hep bizi bulur böyle işler. Memlekete tayin olalım
dedik, geldiğimizden beri olay olay olay.
-Kemal: Tamamdır, tutanağı bitirdim gibi az kaldı, olay yeri fotoğraflarını da çektim merak
etme. Cesedi ne yapacağız. Bu rafta morg yok. Diğer tarafa da geçiremeyiz. Bir yolunu
bulmak lazım. Sabaha kadar şişer bu.
-Musa: Bakacağız bir çaresine, nöbetçi amire söyledim. Her işi de biz mi çözelim arkadaş.
Kadın ölmüş diyoruz, iyi gidip bakın ben kaymakam beyin yanına gidiyorum diyor. Neymiş
doğal afet. Sanki o kuracak. Gel kardeşim işin başına, sabah da dedim ha.
-Kemal: Ne dedin?
-Musa: Dedim müdürüm böyleyken böyle, benim ufak kızın doğum günü var. Annesi pasta al
diyor. Ben erken gideyim, bekleyemez küçük uykusu gelir. Kıyamam ben benim kıza. Neyse
tamam mamam dedi. Sonra şak buraya böyle bir görüntü olarak ışınladı beni. (Telefonu
çalar.)
-Kemal: Amir mi?
-Musa: He amir a… sövdürme beni şimdi amirine memuruna. (Telefonu açar.) Efendim ne
oldu.
-Kemal: Kim?
-Musa: (Telefonla konuşurken bir yandan cevap verir) Benim Hanım. He söyle canım. Yok
daha bitmedi. Yav geleceğim eğleniyor muyum ben burada. İş var diyorum. Sana ne ölen kim.
Karının birini kevgir etmişler. Uzatma ya, keyiften değil ya. Evet, öldürmek için bugünü
bulmuş. İşim bitsin geleceğim hadi. Şu işi bir paket edeyim gelirim. Hadi görüşürüz.
(Telefonu kapatır.) Yüz adam ile dövüş bir kadın ile tartışma. Ruhunu kanını emiyor insanın.
-Kemal: (Elindeki tutanak zaptını yazmayı bitirir.) Bunun işi tamam.
-Musa: Konuştun mu görgü şahitleri ile. Kim bunlar? Ne işleri varmış burada?
-Kemal: Yazdım devrem.

-6-
-Musa: Ne yazdın?
-Kemal: Raporu yazdım.
-Musa: Görgü şahitlerini diyorum. Yav senin kafa gitti iyice ha.
-Kemal: Adam karakolda avukat ile ifade vereceğiz dedi. Söyle bir anlattı olanı biteni ama
tutanağa imza falan daha almadım daha.
-Musa: Dur ben bir konuşayım. (Selin ve Şeref’in yanına doğru gider.) Geçmiş olsun.
-Kemal: Geçmiş olsun.
-Şeref: Sağ olun memur bey. (Selin kafası ile teşekkür eder.)
-Musa: Maktulü ilk siz gördünüz değil mi?
-Selin: Evet, ben gördüm.
-Musa: Buradan siz gelince kaçan birini gördünüz mü? Ya da dikkatinizi çeken bir şey.
-Selin: Hayır görmedim.
-Kemal: Olağan dışı bir şey dikkatinizi çekti mi? Biri ya da bir şeyler?
-Selin: Yok, hayır. Nasıl bir cani böyle bir şey yapabilir hala aklım almıyor. (Ağlamaya
başlar.)
-Musa: Sakin olun lütfen. Nasıl oldu bu iş? Maktulü nasıl buldunuz? Siz gazeteciymişsiniz
doğru mu?
-Selin: Evet, gazeteciyim. (Çantasından bir kimlik çıkarıp Kemal’e uzatır. Kemal kimliği
inceler.)
-Şeref: Biz şüpheli miyiz?
-Musa: Herhalde bir kasabaya gelip, cinayet işleyip. Cesedin başında durup beklemesiniz
değil mi? Ama her halükârda karakola gideceğiz elbette.
-Şeref: Bakın memur bey; gideriz gitmesine onda bir sorun yok ama ifadeyi avukatımızla
birlikte vereceğiz. Kızım saygın bir gazetecidir. Buraya Melek diye bir kızı bulmak ve ona
yardın etmek için geldik. Kızıma ulaşmış. Beni zorla pazarlıyor demiş. Ben eskiden bilirim
buraları o yüzden kızım ile birlikte geldim. Buranın yabancısı değilim yani. (Boynunda ki
atkıyı gevşetir.) Gelmez olaydım, böyle bir manzara ile karşılaşmak kimin aklına gelir. Zaten
cesedi bulur bulmaz, telefona sarılıp sizlere haber verdim. Güzelim Gülden’li ne hale gelmiş.
Böyle şeyler olur muydu ya burada…
-Musa: Olur olur, her yerde kadar burada da olur. Böyle yerler çok büyük şehirlere fazla uzak
ve küçüktür çok duyulmaz buranın sesi. Bu gözler neler gördü. (Duraksar) Sizi bir yerden
çıkaracağım ama tam getiremedim yerine. Memleketin birçok yerinde görev yapınca insanı
insana benzetmeye başlarsın. (Şeref’in yüzüne dikkatlice bakar) Sizi hatırladım ya. Vay
anasını.

-7-
-Şeref: (Şaşkın) Nerden hatırladın, çıkaramadım sizi.
-Musa: Merkez yatılı yurt müdür değil miydiniz siz. Şeref Tanrıöver.
-Şeref: Evet, benim.
-Musa: Namı diğer Clark Şeref saçlarınıza herkes hastaydı, size bu lakabı takmıştık. Affınıza
sığınarak diyorum bunu elbette. Siz hatırlamazsınız elinizden çok öğrenci geçti elbette, ben
sizin okulda iki sene okudum. Korucu Kasım’ın oğlu Musa ben.
-Şeref: Pek çıkardım diyemem, yıllar oldu.
-Musa: Haklısın hocam çok zaman geçti. Biz de büyüdük buralar pek değişmedi. Bıraktığınız
gibi. Biraz yol biraz elektrik değiştirmez hiçbir yeri.
-Şeref: (Meraklı) Kim yapmıştır böyle bir şeyi. Otobüs durağında böyle apaçık kim insan
öldürür. Akıl alır gibi değil.
-Selin: Kız da yok… Melek.
-Kemal: Bu bahsettiğiniz kızın analığı. Civara haber saldık, kızı arıyoruz. Gören eden bize
haber verecek.
-Selin: Kadın kızı satıyormuş bunu biliyor muydunuz? Telefonuna da ulaşılamıyor.
-Kemal: Yok, bilmiyorduk valla.
-Musa: Şikâyet olmadan nerden bilelim hanım efendi. Müneccim miyiz biz.
-Selin: (Öfkeli) Küçücük bir kasabada, küçücük bir kız satılıyor ve kimsenin ruhu dahi
duymuyor öyle mi? Gözünü açıp etrafa az baksa insan…
-Şeref: Kızım biraz sakin olur musun? Memur beyler ne bilecek.
-Selin: Nasıl sakin olunabilir ya, nasıl. Şurada bir kadın yatıyor ve delik deşik edilmiş. Kızın
birini satıyorlar, kimse duymuyor kimse bilmiyor öyle mi?
-Kemal: Sakin olun, hepimiz peşindeyiz bir yere kaçamaz. Köprü sular altında karşı tarafa
geçiş yok. Hiçbir yere gidemez. Kim yaptı ise hala burada. Hem çoluk çocuk yazar öyle
şeyler, öyle çok önemli bir şey değil bunlar. Anarşik bir şey yok sonuçta.
-Şeref: Kim yapmış olabilir bu işi?
-Musa: Pezevengi yapmış olabilir, parada anlaşamadığı biri, kocasını sağdığı bir kadın…
-Kemal: Küçük yerdir burası, duyulmaması zor.
-Musa: (Telefonu çalar.) Alo amirim, evet olay yeri incelemesi bitti. İki kişi bulmuş buralı
değiller. Aslında bulanlardan biri burada eski bir memur. Kızı ile birini aramaya gelmişler. Ne
anlamadım. Birini bulmaya gelmişler. Burada buluşacaklarmış. Şu ölen maktul var ya, onun
evlatlığı bir kız. Ölen şey ya, yok mu şu Narin, he evet evet o. Kadını getireceğiz getirmesine
ama biliyorsunuz köprü yıkık. Tekneye nasıl alalım. İki kişi ancak sığıyor, görgü şahitleri de
var. Onlar bile ancak ikinci postaya gelirler. Savcı bey de geldi gitti. Karşı tarafta bekliyor.

-8-
Yüz defa aradı. Evet tutanağı vereceğiz. Kemal verecek. Şu cesedi nasıl alacağız onu şey
yapamadık. Kemal kalsa nasıl olacak. Tutanağı teslim edecek. Benim işi biliyorsunuz size arz
ettim. Adam lazım bize adam, hayır adam adam! Nasıl taşıyalım ikimiz. Biz karşıya gecelim.
Sonra taşımak için adam göndeririz. Savcı bey acil gelin diyor amirim, fırtına geliyor diyorlar.
Kalırız burada maazallah. Tamam, haber bekliyoruz. (Telefonu kapatır.) Savcı beyi
arayacakmış. Ara bakalım ne diyecek. Ye fırçayı aklın başına gelsin. Kemal sen tüm bilgileri
aldın mı?
-Kemal: Aldım aldım.
-Musa: Şu kimliklerin fotoğrafını çek. (Kemal, Şeref ve Selin’in kimliklerinin fotoğraflarını
çeker.)
-Şeref: Musa sen konuş bizi hemen karşı tarafa geçelim.
-Musa: Şeref hocam, bir dönsün biz de bakalım ne diyecek bizim amir. Üstün üstü onun bir
üstü. Köprü uçmuş, kimse kimsenin şeyinde değil. Amir Kaymakam peşinde, Savcı makama
dönecek. Bakalım kimin davarı kaybolmuş ona bakacak. Makama çay gelecek kahve gelecek.
Hakim bey karar verecek. Bizim de burada soğuktan biraz götümüz kesilecek affedersin. Biz
kimin köpeğiyiz ki.
-Selin: Ben kızı bulmadan şuradan şuraya gitmem.
-Şeref: Kızım sen delirdin mi? Ya ortada artık bir cinayet var ve biz kimiz ki bu işin peşinde
düşüyoruz deli gibi.
-Selin: (Kararlı) Kızı bulacağız baba. Kızı bulacağız.
-Şeref: Nerden girdik şu işe, allahım sen sabır ver. Evimde ayağımı uzatıp televizyona
bakacağımı yerde. Çamurun, belanın içinde debelenip duruyoruz. Durmuş fırtınanın gelmesini
bekliyoruz.
-Selin: Kızı bulacağız.
-Kemal: Hâkim Bey ne diyecek bakalım. Getirin derse, mecbur merkeze gideceğiz. Haber
gelene kadar hepimiz mecbur buradayız.
(Selin telefon etmeye çalışmaktadır. Sonrasında, çantasından bir defter çıkarıp bir şeyler
yazmaya başlar. Kemal cebinden bir sigara çıkarır. Şeref bey ve Musa’ya tutar. Şeref almaz,
Musa ile birlikte sigara içmeye başlarlar.)
-Musa: Emekli oldunuz mu müdürüm.
-Şeref: Çoktan…
-Musa: Benimki de laf. Neredeyse biz olacağız.
-Kemal: Bizde erken emeklilik şeyi var da. Yıpranma payı işte.
-Şeref: Daha gençsiniz ya hu.

-9-
-Musa: O kadar da olsun müdürüm, kar kış demeden dağda bayırda. Ömür mü yeter buna.
Biz de isteriz bir masanın başında oturup söyle gerilelim ama olmadı kader. Öyle uzun
uzadıya okuyamadık.
-Kemal: Ben yapacaktım da işte bin türlü engel. Yok kız kardeşin evlendi çeyiz, yok ameliyat
olacağız para. En son babam ne yapacaksın paşa mı olacaksın dedi hevesim iyice kaçtı.
(Selin telefonla konuşarak sahneden çıkmak için hareketlenir.)
-Kemal: Nereye Selin Hanım.
-Selin: (İmalı) Müsaadeniz ile özel bir konuşma yağacağım şu yolun başında.
-Musa: (El hareketi ile bırak der gibi yapar) Yapın yapın… (Selin yürüyerek çıkar.) Siz
görüşüyor musunuz eskilerden kimse ile.
-Şeref: Yok ya hu, nasıl görüşelim baya zaman oldu buralardan gideli. Mecburi hizmet
dolunca döndük işte. Azim vardı bizim yurtta hatırladın mı? Gece bekçisi. Eski görevliydi, bir
olayda yaralanıp sakat kalınca bizim oraya almıştık. Ne yapıyor şimdilerde haberin var mı?
-Musa: Hiç sorma müdürüm, sizin yurtta siz gittikten yıllar sonra bir yangın çıktı. O yangında
çıkamamış bu. Önce uyuyor dediler, sonra öğendik ki. Bizim Asım’ın oğlu vardı. Bilal. Hani
zebellah derlerdi. Onunla bir gece yine cigaralık içmeye düşmüşler.
-Şeref: Ne içmeye?
-Musa: Ot yani. Günahı boynuna ikisinin de içiyormuşlar birlikte. İçki şişeleri falan da
varmış.
-Şeref: Yurtta he, akıl alacak şey değil.
-Musa: Evet müdürüm yurtta. Sonra aralarında ne oldu ise, kavga gürültü duyulmuş önce öyle
anlatıyor bilenler. O zaman ben Van’da görevliyim. Bu Bilal sen çık yanından bunun, git bir
bidon benzin al sona da dök odasına kapıyı kilitle yak. Azim içeride sızmış diyorlar. Allah
affetsin bağıra bağıra yandı dediler. Yurtta çocuklar da var. Sonra Bilal’i bahçedeki bankta
sızmış bulmuşlar. Bidon yanında, üzeri başı benzin. Adli tıpta da parmak izleri çıktı. Çok
inkâr etti ben değildim diye, neden yapayım bunu aram çok iyidir falan demiş, yurtta kalan
çocuklardan biri yapmıştır diyor. Ölmüş gitmiş ama Azim için kulampara demiş. Çoluğa
çocuğa el uzatıyor demiş. Böyle bir şey olsa ortaya çıkmaz mı? Çıkar elbet. Esnaf, eşraf
severdi Azim’i. Yazık etti, bir çare adama. Ayağı topal kalmış. O kadar emeği var bu millete.
Hem çocuklara bir şey yapsa hiç mi lafı sözü çıkmaz. Yalandır dedi millet zaten.
-Şeref: Olur mu canım hemen duyulur. Öyle şey olmaz.
-Musa: Bilal mahvetti aileyi, karısı boşandı böyle olunca. Duyduk başka bir adama varmış.
Babası kahrından kanser oldu. İşte esnaf yardım ediyor anasına. Babası da ha öldü ha ölecek
diyorlar. Ya gidip de göremedik. Gidip ne diyeceksin bir şey de diyemezsin.

- 10 -
-Şeref: (Boynunda ki atkıyı çözer ve boyunun iki yanından sarkıtır.) Azim’in karısı vardı
Ayşe ona ne oldu? ( Atkıyı düzeltir.)
-Musa: Ayşe ailesinin yanına döndü dediler. Burada yalnız kadın başına zor tabi. Öyle yün
çorap hırka örme ile kim geçinir burada. Her kadının eli onun tuttuğu şişi tutuyor. Kimi yok
kimsesi yok. Çekip gitmiş ailenin yanında, oralara da ailesinin evine sığamadı sanırım.
Sonradan yaşı epey olan adamın biri ile evlendi diye duyduk sonrasını bilen yok.
-Şeref: Çok hamarat kadındı, çok yemeğini yedik. Benim kıza çok hırka patik ördü.
-Kemal: Ses çıkmadı amirden.
-Musa: Kendi başına karar veremez. Veremez arkadaş. Her şey yukarıdan hallolacak, sen ben
de ayazda it gibi bekleyeceğiz. İşin kuralı bu.
(Selin geri gelir.)
-Selin: Hiçbir haber yok. Yer yarıldı yerin içine girdi sanki. Kızın başına bir şey gelemse bari.
-Musa: (Telefonu çalar.) Aha amir arıyor. Efendim amirim. Evet, dört kişiyiz. İki tane şahit
var, bir de maktul var tabi. Doğrudur amirim. Nasıl olacak o, kayık ancak iki kişi alır,
küçücük bir şey. Karşıdan adam gelmesi lazım. Savcı bey de ayrı bir durum. Bu sabaha kadar
kokar burada ya, bunu almamız lazım. Sabah gelseler. E nasıl olacak. Kalalım kalmasına da
nasıl yapacağız? Amirim biz sığıştık diyelim bir eve, maktul ne olacak? Olacak bir şey değil
yani. Biz bir karşıya geçsek.
-Kemal: (Eli kolu ile bir şeyler işaret eder.) Şu bizim kasabın soğuk hava deposuna koysak ne
olur? Köprü hallolunca gelir alırız.
-Musa: (Eliyle onaylar.) Amirim dediğiniz doğru ama elden bir şey gelmez. Bakın Kemal ne
diyor. Diyor şu bizim kasap Latif’in köyde bir soğuk hava deposu varmış, malı davarı kesip
koyduğu. Maktulü oraya koyalım diyor. Gelene kadar bir şey olmaz. Morg gibi orası da kim
itiraz edecek. Amirim, mal davar kalıp bununla yatmayız mı diyecek affedersiniz. Yok
amirim kasap işini ben çözerim. Bana hayır demez. Siz yeter ki he deyin. Artık iki sefer yapıp
herkesi de karşıya geçiririz. Sonrası Allah kerim. Şu hengâmeden kurtulalım bu gecelik
amirim. Ya adam nasıl alacak hepimizi kayığa. Fırtına da geliyor diyorsunuz. Tamam, haber
bekliyoruz. (Telefonu kapatır.) Amir amir değil ki. Söyle olsun diyoruz, bir soralım diyor. Sor
bakalım.
-Kemal: Sorsun bakalım.
-Selin: Biz sizinle mi geleceğiz?
-Şeref: Ne yapacağız peki. Burada mı kalacağız kızım.
-Selin: Baba kıza yardım etmemiz gerek. Bunlarında karşıya geçmesi değil. Kızı aramaları
gerek. Bu nasıl bir şey ya.

- 11 -
-Kemal: Civarda birkaç köy bir de küçük bir mezra var. Bütün muhtarlara haber verdik. Dağa
bayıra saklandılar ise bu havada yüz kişide olsak bulamayız. Mecbur sabahı bekleyeceğiz. Bu
havada göz gözü görmez. Kimseyi bulamayız. Eğer hâkim bey de gelsinler der ise mecbur
geleceksiniz.
-Selin: Ben kalacağım.
-Şeref: Kızım yettin ama uzatma artık.
-Musa:(Telefon çalar.) Efendim amirim. Emredersiniz, tamam ben hemen organize ediyorum.
Baş üstüne. (Telefonu kapatır.)
-Kemal: Ne oldu?
-Musa: Bir araç bulun, kasabın depoya kaldırın diyor. Yarın sabaha ancak hallolur bu iş dedi.
Köprü ancak o zaman işler diyor.
-Kemal: Bu saatte kimi buluruz?
-Musa: Buluruz birini. Abdo’yu ararız gelir alır. Onun araba steyşın değil mi?
-Kemal: Öyle sanırım.
-Şeref: Bizi de götürtürsünüz değil mi karşıya.
-Musa: Tabi, siz de geleceksiniz. Önce şu araba işini bir halledelim. Kemal sen şu Kasabı ara.
Ben de araç için Abdo’yu arayayım.
-Kemal: Tamam devrem.
-Selin: Ben bir yere gitmem dedim baba.
-Şeref: Yemin ediyorum inme inecek artık.
-Kemal: Alo Abdo? Ne hayrı olacak bu saatte. Şu Narin yok mu? He evet o, öldürmüşler. Ne
bileyim kim yapmış. Güldenli sapağına gel, senin araba steyşın değil mi? Alıp götüreceksin
ne yapacaksın. Eee nasıl olacak şimdi. Dur bir dur. ( Telefonu kulağından ayırıp) Bu karşı
tarafta kalmış devrem.
-Musa: Hay sıçayım ya, yok mu başka biri yardımcı olacak. Sap gibi kaldık burada ya.
Rezilliğin dibine battık ya. Amire tamam dedim, çöz şu işi.
-Kemal: ( Telefonla devam eder.) Yok mu senden başka arabası olan? Gelip alsın şunu ya.
Hadi gözünü seveyim ee tamam sen ara bakalım bir. ( Telefonu kapatır.) Biri daha varmış.
Eyüp mü ne. Şimdi dönerim dedi.
-Şeref: Bir an önce şuradan bir kurtulsak. ( Gök gürlemeleri duyulur. Lamba birkaç kere
yanıp söner. Herkes lambaya bakar.) Şükür bu da gitmedi, bu da gitse kaldık dımdızlak.
-Musa: Hocam merak etmeyin kalmayız burada dışarıda, bir telefon herkes evini açarda ne o
öyle yokluğun ortasında kalmış gibi. İnsan evi oldu mu evine gitmek istiyor. Bak bizim küçük

- 12 -
kızın doğum günü ama hala buradayız. Gel anlat kıza şimdi. Ne anlayacak, bildiği ne babam
anam beni düşündü mü düşünmedi mi? Bak sana, onca yaşına rağmen çıkıp gelmişsin.
-Şeref: Elbet gelinir ya. Kızım benim canım.
-Musa: Kız çocuğu başka hocam. O ne istese o. Bende elinizden öper iki tane de erkek var
ama baba olduğumu ancak kızım olunca anladım. ( Telefonundan resmini gösterir.) Bak
hocam. Bizim oğlanlar kızıyor baba neden bir tek kızının fotoğrafı var telefonunda.
-Şeref: Allah bağışlasın.
-Musa: Sağ olun hocam. Ben de kardeşlerine diyorum bana bir şey olursa kız kardeşiniz size
emanet. Ona bakın, peşinde olun.
-Kemal: Elbette öyle olmalı ya, kız çocuğu öyle tek başına olmaz.
-Selin: Bizim kız kardeşimiz ne olacak peki.
-Musa: Var mı sizin başka kızınız hocam.
-Şeref: ( Kızgın) Yok ya hu, ne başka kızı. O şey diyor…
-Selin: ( Öfkeli) Melekten bahsediyorum. O nerde, nasıl bu kadar rahat olabiliyorsunuz.
Delirmemek elde değil. Ortada bir kadın cesedi var, gencecik bir kız kayıp.
-Kemal: Abla siz de abarttınız ama ha, adam kendi çocuğundan bahsediyor. Ne alakası var bu
olayla. Karşılaştığımız her olayda ne yapalım istersiniz. Ne yapalım da gönlünüz olsun.
-Selin: İşinizi zamanında yapmanızı…
-Şeref: ( Bağırarak) Artı yeter tek kelime duymak istemiyorum.
-Musa: Tamam hocam tamam, anlıyoruz. İlk defa böyle bir şey görüyor.
-Selin: ilk mi, sen hiç televizyona bakıyor musun? Gazetede okumuyor musun hiç?
-Şeref: Uzatma dedim!
-Kemal: ( Telefonu çalar.) Efendim. Söyle Abdo, evet, evet… Nasıl gelemiyor ya. Olur mu
öyle şey. Kim? ( Musa’ya döner) adam gelemem diyormuş.
-Musa: Başlarım onun şarap çanağından, kimmiş bu?
-Kemal: Yav kim bu biz tanıyor muyuz? Evet, heee. Yüncülerin oğlu var ya Eyüp o diyor.
-Musa: O muymuş, atsın telefonu ben konuşayım. İki tene itin maskarası olacağız.
-Kemal: Telefonunu at şunun. Telefonunu at. Tamam.
-Musa: Ne bu böyle ya.
-Kemal: Geldi telefon.
-Musa: Ara şunu.
-Kemal: ( Telefonu arar ve uzatır.) Al sen konuş.
-Musa: Alo, Selâmü aleyküm Musa ben. Abdo’dan aldık telefonunu. Eyüp sen misin?
Hatırladın mı beni. Okuldan ya, Musa. Evet, evet o. Evet ya çok olmadı geleli. Yeni tayin

- 13 -
oldum birkaç ay oldu olmadı. Ev falan derken göreve yeni başladık. Seninle denk gelemedik
kardeşim benim. Ya kardeşim bir işimiz düştü sana, kardeşim neden yardımcı olmuyorsun.
Kadın kaldı ortada. Narin var ya o işte onu vurmuşlar. Kızı da kayıp. Ya hu neyse işte sen gel
bir eş at şuna. Hemşeri değil miyiz biz. O kadar hukukumuz var. Ne ise gereği yapılacak.
Masrafın ne ise veririz. Geçiremiyoruz karşıya, buradan alıp. Kasap Latif’in buzluğa bırak.
Kaç kişi mağdur burada. Gel sen gel bekliyoruz. Bak burada kim var hem de, görsen
şaşırırsın. Ne… Yok ya, bizim yurdun müdürü Şeref Bey yok mu? O burada kızı ile gelmiş
onlar bulmuşlar cesedi. Alooo, alooo sesim geliyor mu Eyüp (Durak ışığı yanıp sönmeye
başlar.) Aloo bak senden başka gelecek biri yok gel bekliyoruz. Tamam mı? (Sessizlik) aloo!
Tamam gel hadi çabuk öldük burada. (Telefonu kapatır.) Tamamdır geliyor.
-Kemal: Sonunda bir şey oldu ya. Öldük yemin ediyorum.
-Musa: Sen burada kal ben şu Kayıkçı Kazım’ın yanına gideyim de. Onu ayarlayayım. Hava
patlayacak. Kalmayalım yolda izde.
(Musa Çıkar. Kemal eşyalarını kontrol ediyordur. Selin il e Şeref yan yana gelir ve Şeref
Bey toparlanıp atkısını bağlar. Durak lambası birkaç kere yanıp söner.)
-Şeref: Toplan hadi kızım birazdan biz de gideriz.
-Selin: Yapma baba ya, kızı bulmadan nereye gidelim.
-Şeref: Kızım tek başımıza nasıl bulalım. Hem bu şekilde daha iyi olur. Hakime karşı gelecek
değiliz ya. Bizi mi tutuklasınlar. Ne işler açıldı başımıza. Aklını başına al kızım. Olan omuş,
bizim elimizden ne gelir.
-Selin: Kızı kurtarırız.
-Şeref: Söz bak kız bulunsun elimizden geleni yaparız.
-Selin: Başına ne geldi kim bilir baba. Yazık değil mi küçücük kız.
-Şeref: Ne yapalım kızım, bu allahın unuttuğu yerde oturup bir kadının delik deşik edildiği
yere gelmesini mi bekleyelim.
-Selin: Kapı kapı soralım. Vardır bir duyan gören.
-Şeref: Sana derler mi görseler bile. Sen buradan bile değilsin. Korkudan başka bir şey yol
açmaz. Bulunacağı varsa da bulunmaz. Sen dışarıdan birisin. Bilen biri olsa bile susarlar. Sen
ne bilirsin böyle yerleri. Yaşadığın kenetlere mi benziyor burası.
-Selin: Ama…
-Şeref: Aması maması yok. Gideceğiz diyorsam gideceğiz. Uzatma artık. Sağ salim bir yere
geçtikten sonra bakarız ne yapacağımıza. (Konuşmalar duyulmaz olur ve ışık kararır.)

- 14 -
III.
Gölgeler ve fırtına gelirken.

(Sahne aydınlandığında, Şeref ve Selin çöpten bulunan atıklar ile yakılan ateşin başında
ısınmaya çalışmaktadır. Eyüp’ün arabası sahne solundan ön tekerleğe kadar sahneye girer.
Kuvvetli bir ışık ile sahne aydınlanır. Kemal biraz daha ileride telefonu ile bir şeyler izleyip
ara ara gülüyordur.)

-Şeref: Sonunda ya...


(Eyüp arabadan iner ve ışıklar normale döner. Ceset torbasına bakar. Bir süre Şeref Bey ve
Selin’e bakar. Gözleri takılmış gibi uzun uzun Şeref’in üzerinde kalır.)
-Kemal: Heyy, houuvvv. (Elini yüzüne doğru kendine gelmesi için sallar.)
-Eyüp: (Hızla kendini toparlar.) Kusura bakma amirim. Yerde öyle torba içinde görünce
adamın garibine gidiyor. Gördüğümüz ettiğimiz biriydi sonuçta.
-Kemal: Tanır mısın?
-Eyüp: Burada tanımayan azdır, tanımam diyen yalan söyler. Siz bilmez miydiniz?
-Kemal: (Kızgın) Ne bilelim herkesi ya, göbeğini mi kestik. Neyse uzatmayalım; geleni,
gideni. Husumetlisi var mıydı?
-Eyüp: Bilmem ki amirim. Taşmam ben bunlara kimseyi. Daha çok hastaya ben. Abdo daha
iyi bilir. O getir götürünü yapardı. Beni çok tutmazlar o işte. Hem bilsem ne olur, geleni
gideni yazsan ohooo…
-Kemal: İyi bakalım, bir şey çalınırsa kulağına hemen bize haber et. Kız da ortada yok adı
Melek mi ne.
-Eyüp: Bilmiyorum billahi.
-Kemal: Şu kız ile babası, kızı almaya gelmişler. Kadın gazeteci, babası burada eskiden
müdür müymüş neymiş. Gelmişler ki kadın bu halde. Anlattıkları bu. Kadının telefonu yok.
Delik deşik edilmiş. Suç aleti de yok. Bizde daha bir şey bulamadık. Bu havada da kolay
değil. Şimdi senin arabaya şu mevtayı yükleyelim de Kasap Latif’in depoya atıver. Orada
sana el atacak Kasap.
-Eyüp: Olur, olur da.
-Kemal: Ne da ya hu, ne da. Korktun mu?

- 15 -
-Eyüp: Yok ilk ölü görüşüm değil de, şimdi biz el sürsek başımıza bir iş gelmesin. Mahkeme
kapılarında berbat ederler adamı.
-Kemal: Ya ne gelecek başına. Biz dedik işte. Emir ile yapıyorsun aslanım kimse sana
kafasına göre bir şey demiyor. Hâkim, Savcı, amir memur hepsi haberdar. Rahat ol. Bak
tutanak hazır. Şimdi kaydederiz plakanı tc ni imzanı atarsın. İşini yaparsın.
-Eyüp: bizim buralarda mahkeme kapısından korkarız. Yüzü soğuktur, derdini anlatana kadar
paket ederler adamı ama siz öyle diyorsanız öyledir amirim. Evraklı kürekli iş neden olsa.
-Kemal: Böyle uygun görüldü işte, kimse keyfinden yapmıyor. Ver şimdi şu kimliğini.
-Eyüp: (Kimliği uzatır.) Buyur. Bizim Musa nerde? Göremedim onu hayli vakit oldu
görmeyeli.
-Kemal: Şu bizim Kayıkçı Kazım var ya, onun yanına gitti. Koca devlet şuraya ulaşmak için
deliye kaldı. Geçersin geçemezsin dedik. Delimeli ama geçti suyu. Bir de savcı beye şey
diyor. Bebeyken çimdim ben bu suda beni tanır. Ne adam ya. Neyse savcı bey evrak bekliyor.
Sonra da biz karşıya geçeceğiz. Ruhsat nerede?
-Eyüp: Arabada, torpidoda. Hava soğuk istersen bin arabaya orada yazarsın. İçerisi sıcaktır.
-Kemal: İyi olur vallahi.
( Şeref bey ile Selin’in yanına doğru yürür.)
-Eyüp: Selâmün aleyküm.
-Şeref: Ve aleyküm selam. (Selin kafası ile selam verir.)
-Eyüp: Hocam hatırladınız mı beni?
-Şeref: Yok hatırlamadım. Kimdin sen, kusura bakma.
-Eyüp: Yüncüler derler bize. Yün eğirip satardık. (Boyundaki atkıya bakar.) Atkınız da
yakıyor hocam. El iş, eğirme ip. Çok muhkem duruyor, soğuk falan işlemez. İnsanın boyunu
böyle bir şey saracak saracaksa.
-Şeref: Eyvallah sağ ol. Çok eski bir şey öyle gelirken aldım yanıma. Eee az kalmadık burada.
Havasını, suyunu insanını az çok biliriz.
-Eyüp: Bilirsiniz elbet. Bilmez mi insan. İnsan yaşadığı şeyi, yeri taşıyor yani. Kızınız mı?
-Şeref: Evet kızım.
-Eyüp: Hoş geldiniz, usulden yani yanlış anlamayın. Yoksa böyle bir şey insan evladına hoş
gelecek bir şey değil ama neylersin kader. Gelip buluyor insanı. Sen onu kovalamasan da o
seni gelip bulur bazı zaman.
-Selin: Evet, öyle…
-Eyüp: Çok zaman oldu müdürüm ama siz hala değişmemişsiniz. Aynı Şeref Bey.
-Şeref: Yaşlandık ya hu, ne değişmemesi.

- 16 -
-Eyüp: Yok yok öyle müdürüm aynı kalmışsınız. Kızınızı hiç görmedik burada çalışırken.
Akran gibiyiz de.
-Şeref: Buraya getirmemiştim. Hanım bir ara yanımdaydı. Sona gebe kalınca annesin yanında
gitti. Ara ara ben gidip gelince hiç görmedi burayı. İlk defa geliyor.
-Selin: Nasıl bir yer ya burası. İnsanın aklı almıyor. Dışarıdan baksan her şeyin normal
olduğu bir kasaba gibi ama perdeyi kaldırınca ardından öyle şeyler çıkıyor ki. Ruhum
daralıyor. Bakınca birçok şeyin sezildiği ama kimsenin hiçbir şeyi bilmediği bir yer. Olabilir
mi böyle bir yer? Aklım almıyor.
-Eyüp: Kötü bir masal gibi değil mi? Babaannem ben küçükken çok masal anlatırdı.
Devlerden ve onu yenen insanları anlatırdı. Çocukken buna çok sevinir ve de inanırdım var
böyle şeyler derdim. Memik derdim; Memik benim çocukluk arkadaşım. Şu dağların ardında
devler ile savaşanlar var. Biz beraber dağda hayvan güderdik yazın, masallardan konuşurduk.
Devlerin yenildiği masalları çok severdik. Nasıl alt etmiş ama çok kuvvetli değil ama akıllı.
Keko insan akıllı olacak derdi Memik, bir de elbet şansı olacak. Güttüğümüz hayvanı bizim
köyün en büyük dağına çıkarır, teren yoluna bakan yüzüne yayardık. Bekle ki tren gelsin. Ya
bir ya iki, o da şanslı isek. Bizim devimiz trendi. Dumanı yaya yaya, siren düdük çala çala,
homurtu ile gelip geçerdi. Bir gün o trene binip, devlerin ülkesine gidecektik. Bir kere
denedik. Bilet yok para yok iki çocuk. Bekçi çok fena dövdü bizi. Sonra bir daha inmedik tren
yoluna. Uzaktan el sallayıp dururduk. Çok severdik el sallamayı trene. Kolumuz kopana
kadara sallardık. Sanki tren bizi görecek ve duracak. Gelin diyecek, binin gidelim. Askere
giderken binebildik, bura erkeğinin çoğuda eğer hasta değilse o sebeple biner, kadınlar da ya
gelin olacak başka memlekete ya da göç edecek atası babası. Burasıda öyle bir yer. Sana
buraları seven biri bahsetse çok güzel bir masal gibi gelir. Uzun uzun tren yollarına
bakanlardan dinlersen kötü bir hikâye gibi. Bizim burada kalanlar için burası yaşamak değil
de barınma meselesidir. Kötüdür, damı akıtır ama senindir. İdaremiz yerinde derler eskiler.
İdaremiz yerinde çok şükür. Böyledir burası.
-Kemal: (Arabanın camından kafasını uzatır.) Gel hele şuna bir imza at.
-Eyüp: Geldim amirim. ( Arabanın yanına doğru gider.)
-Şeref: Herkesi sorguya çekmeyi kes.
-Selin: Neyi keseyim baba, her şey biliniyor. Kimsenin hiçbir şey umurunda değil.
Delireceğim.
-Şeref: Kapatalım artık şu konuyu, biz mi kurtaracağız bu kasabayı kızım.
-Selin: Kızı alacağım buradan ne olursa olsun.

- 17 -
-Şeref: Uzatmayalım. Şu adamlara bakayım ve bir an önce şuradan defolup gidelim artık.(
Arabaya doğru gider.) Ne oldu tamam mıyız artık.
-Kemal: ( Arabanın camından seslenir.) Musa arasında gideriz. Daha varmadı sanırım.
-Şeref:( Şeref’in telefonu çalar. ) Alo, ya nasıl olalım. Bir belanın içine düştük ki sorma.
(Telefonla konuşmak için arabanın arkasına doğru geçer ve gözden kaybolur. )
-Kemal: (Kafasını camdan çıkarır.) Çalışıyor mu şu radyo ya, daraldık yemin ederim.
-Eyüp: Çalışır amirim. Kontağı yarım çevir çalar. ( Hafif bir müzik sesi duyulur. İç Anadolu
türkülerinden bir oyun havası çalmaktadır. Selin’in yanın gelir bir sigara yakar.) İster misin?
-Selin: ( Gözü ile babasını arar.) Alayım kimse yokken.
-Eyüp: İnan böyle olur. Kendisini ilgilendiren işlerde hep başkasına hesap öder. Göbek bağı
sanki hiç kopmamış gibi. Ana baba hep böyle.
-Selin: Ondan değil de bununla uğraşacak enerjim yok. Basit şeyler daha çok yoruyor,
yaşlandım sanırım.
-Eyüp: Küçücük şeyler esir eder insanı. Öyledir.
-Selin: Nasıl olurda insan burada olan biteni göremez. Bunu hala aklım almıyor.
-Eyüp: Uzaktan bakınca güzel bir köy fotoğrafı değil mi? İçine dışı seni içi beni yakar.
-Selin: İnsan neden böyle bir yerde yaşasın ki?
-Eyüp: Başka bir seçeneği yoktur belki.
-Selin: Yaratır istese.
-Eyüp: Bak biri denedi. Yerde onu satan analığı yatıyor. Bazı şeyleri deşmeden öyle kolay
olmaz. Seni tutan yer değil ki. Sanki başka bir yere gitse başka bir şey mi olacak.
-Selin: Neden olmasın?
-Eyüp: Uzaktan davulun sesi hoş, yakından öyle mi gözünle görüyorsun. Senin ile o kızın
kaderi aynı mı? Yaşadığın ev yediğin yemek, içtiğin su bile ayrı. Başka bir memlekete gitse
ne değişir. Ağzındaki tat değişmez. Ekmeğin geldiği yer aynı onun için. Kaderi yıkamadıktan
sonra. Diyelim o yıktı gitti. Ya sonrası. Zor, çok zor. Böyle şeyler başına gelince anlarsın.
Çaresiz bırakırlar bir de üzerine ekmeğin aşın yoksa. Her şey daha karanlık her şey daha uzak
gelir. Burada zayıf olmayacaksın, zayıf oldun mu kötü. Orman kanunları gibi. İnsanın
gözünün yaşına bakmaz kimse. Ne çok iyi bir insan oluşun ne de temiz bir yürek. Ben öyle
birini tanırdım. Uçtu gitti.
-Selin: Kimin? Kızın mı? Onu mu tanırsın.
-Eyüp: Yok o değil, Memik benim arkadaşım. Kekom yani.
-Selin: Ne oldu ona.

- 18 -
-Eyüp: Kendini asmış, kâğıda ne yazıldı ise o. Ben o gün köye dönmüştüm, ilçeye gelecek
ipler vardı. Bana izin verdiler okuldan sen git getir. Sonra ben gittim. O zaman yatılı
kalıyoruz. Yurtta.
-Selin: Yurtta mı asmış kendini? Nasıl ya…
-Eyüp: Evet, çok ağlamış diyorlar. Kendini yerden yere vurmuş dediler. Okulun tuvaletinde
onu Zebellah bulmuş. İnsan kaybettiği şeyi bulur. Baban müdürdü o zaman. Memik kambur
bir çocuktu. Resim öğretmeni olmak istiyordu. Dağlarda onunla hayvan güderken bulutlardan,
yamru yumru bulutlardan çok güzel şeyler çıkarırdı. Ben bakardım göremezdim, o söylerdi;
bak bu şey bu bir at ama rengi beyaz değil. Doru bir at. Sona onun baktığı yere bakardım. At
olurdu o bulut. Doru bir at. Memik sabaha kadar yakarmış bir tek Zebellah duydu onu
sanırım. Başka duyanda olmadı. Aldık götürdük. İlk defa o zaman bir taksiye bindim.
Çocuksun Memik’in yanına oturttular beni. O arabanın bagajında yatıyor ben yanında
oturuyorum. Camdan dışarı baktım ona bakmadım. Tren yoluna geldik. Tren geçti birden
dumanı savura savura, çıkan duman hemen dağıldı. Bir şeye benzetemedim. Memik olsaydı
çok iyi yapardı bunu.
-Selin: Babam müdür müydü o zaman? Hiç böyle bir olayı anlattığını duymadım.
-Eyüp: Çocuğun biri kendini asmış, Kamburun teki, anası babası yanına sığamamış.
Anneannesi almış koynuna bebekken getirmiş buraya. Kızının ayıbı ya, o örtecek. Anneannesi
bakardı ona. Kambur bir çocuk, günahın bir meyvesidir. Babasına kimse bir şey demez.
Anasını suçlarlar dillerini yuvasından çıkarıp, gizli bir zehir saçarlar. Çocukken ekmeğin
üzerine basmış, ateşe köpek yavrusu atmış, kaplumbağaları ters çevirmiş yolda. Yatırlardan
geçerken ıslık çalmış. Şeytanın veledi. Anasına yüklerler bu yükü. O da getirip ana ocağına
atar. Öldür bile demişlerdir biliyor musun? Yüreği elvermemiştir. Memik böyle bir çocuktu.
Çok güzel türkü söylerdi, dağlarda insan yalnız olunca türkü söyler bir de dağı taşı, kurdu
kuşu iyi tanır. Mantarın en iyisini o bulurdu. O gittiğinden beri öylelerini bulamadım biliyor
musun?
-Selin: Kendini öyle mi?
-Eyüp: Bana da öyle dediler. Böyle şeylerde ne olduğu değil de ne söylendiği daha önemli
sanırım. Kâğıda ne geçti ise o. Kimse ötesini berisini karıştırmaz. Bak bu işte de böyle olur.
-Selin: Nasıl. Yerde delik deşik edilmiş bir kadın var.
-Eyüp: Kimin umurunda, kapanır gider. Bıçağı tutan bellidir. Kanı akan belli. Buraların
bıçağı sessizdir. Kendi işini çok yaygaraya getirmeden halleder. Gerçi tabancalar patlasa da
bir şey olmaz ama bıçak ona göre daha sesizdir. Buralarda biri bu şekilde öldü mü? Ölen kim

- 19 -
derler. Vuran kim sonra sorulur. Kabahatin ne demez kimse, kaç parası var diye bakılır. Kız
kurtulur umarım.
-Selin: Nerede olduğunu bir bilsem. Deli olacağım.
-Eyüp: Kız bende.
-Selin: (Şaşkın) Nasıl sende?
-Eyüp: Buraya ben getirdim onları, normalde Apo getirir. Karşıda kalmış köprü yıkılınca.
Beni aradı başka bir numaradan, kendisi olsa açmam zaten. Hasta var sandım. Geldim ki kız
kaçmış. Bana kaçırılmış dedi. Yoksa düşmem peşine, hatta yardım ederim. Sonra burada
saklanırken geldi buldu. Kavga çıktı, kavgada olanlar oldu işte.
-Selin: Kız nerde?
-Eyüp: (Yolu işaret eder.) Bu yoldan üç dört kilometre gidince yolun kenarında eski bir
ambar göreceksin. Oranın arkasında içine bir soğuk hava deposu var. Oraya bakmak kimsenin
aklına gelmez terk edilmiştir. Kız oraya bıraktım. Deponun kapısı kapalı, biraz havasız
kalmıştır ama yetişirsen bir şey olmaz. Geleceğini söyledim.
-Selin: Nereden biliyorsun?
-Eyüp: Buraya kadar geldin, bu fırtınada. Yapacaksın.
-Selin: Söyleyelim şunlara gidip alalım hemen.
-Eyüp: Bunların eline şimdi geçmesin. Korkmuş ne yapacağını bilmez halde, çaresiz. Bu ölü
onun üzerine kalır. Mesele o da değil.
-Selin: Nedir mesele, o öldürmedi değil mi başka biridir. Başka biri var mıydı? Lütfen söyle,
hemen gidelim. ( Doğrulmaya kalkışır Eyüp kolundan tutar.)
-Eyüp: Beni dinle; kızı sen alacaksın ve buraya gelene kadar kimsenin haberi olmayacak.
-Selin: Neden ama? Suçsuz ise bir şey olmaz. Ben destek olurum ona.
-Selin: Sadece sen gideceksin. Oraya varınca beni ara. Anahtarı nereye sakladım onu
söyleyeceğim. Lafı biraz daha uzatırsan kız havasızlıktan ölecek. Bunların hepsi kalacak.
Musa’yı bekleyeceğiz. Geç kalırsan fırtına gelecek ve kimse kurtulamayacak. Biraz daha
kalırsan hiçbir şey yerini bulamaz. Şimdi yap sadece.
-Selin: Neden yapıyorsun bunu?
-Eyüp: Bazı insanların kalbi kararmıştır. Yola gelmez, o çölde çiçek bitmez. Kötülük yapma
dersiniz ama olmaz. Yapmaya devam eder. Bir de ahali içinde onlar hep muteberdir.
Yüzündeki peçe düşmez. Kötüsün sen dersen sana düşman olur. Ekmeğini aşını keser. Yalnız
bırakır. Burada güç çok şeydir. Onları görmezden gelemezsin. Hep ortalardadır, kahvede ağaç
altı onundur, çayın iyisi kahvenin köpüklüsü. Herkes bilir kimse görmez. Bana zararı yok der
geçer. Onları görmezden gelmemek lazım, aslında bir ceza kesilecek ise kesilmeli. Merhamet

- 20 -
her zaman iyi değildir. Bazen insan iyi bir şey için gaddar olmalı. Merhamet çoğu zaman
güçsüz olduğun için sana bir güzel ahlak gibi söylenir ama gücü olan için öyle mi? Vuru alır
pençesini. Bu insanların tırnağını sökmek kuşlara iyi gelir mesela. Öyle uzatıp pençesini
avlayamaz sırf canı istedi diye. Memik’e de iyi gelir…
-Selin: Yapma lütfen, yalvarırım…
-Eyüp: Şimdi cesedi arabaya koyalım diyeceğim. Üşüdüm deyip ön koltuğa geçeceksin.
Kontağı açık bırakacağım. Bana yardım ederlerken. Arabayı sürüp gideceksin dediğim yere.
Sonrasında her şey çözülür. Kıza sen hiçbir şey yapmadı, ona öyle de. Sorguda kız korkmuştu
diyeceksin, tek gelmezsen yerimi söylemem dedi diyeceksin. Başına bir şey gelmesin diye
ben gidip aldım, benim tehdit ettiğimi söyle. Bana mesaj attı falan falan . Tamamlarsın üstünü
artık. Anladın mı?
-Selin: Neden yapıyorsun bunu?
-Eyüp: Anladın mı? ( Belindeki silahı gösterir. Selin kafasını sallar.) Boşa yere yanma.
-Selin: Lütfen…
-Eyüp: (Gök gürlemeye başlamıştır. Sokak lambası yanıp sönmeye başlar.) Fırtına geliyor.
Elini çabuk tut yolları sel götürür. ( Arabaya doğru bir iki adım atar.) Amirim fırtına geliyor
yine. Şu mevtayı koyalım da bagaja. Suyun altında iyice eziyet olur.
-Kemal: (Arabanın kapısını açar.) Musa’da aradı geliyor birazdan.
-Eyüp: Bir el atında koyalım hemen. (Seline dönüp) Siz binin çok üşüdünüz. (Şeref bey ve
Kemal cesedin başına gelir. Selin arabaya binene kadar gözünü ayırmadan ona bakmaktadır,
eli tehditkâr bir şekilde yavaşça beline uzanır. Selin arabaya biner) Arabayı çevireyim zor
olmasın alır koyarız.
-Kemal: Hah çok iyi olur, hadi gözünü seveyim. Musa’da aradı gelir birazdan toparlanıp
gideriz.(Araba sahneden çıkar ve geri geri yanaşır. Araba çalışır haldeyken Eyüp cesedin
başına gelir.)
-Eyüp: Bir el atın şuna da koyalım. (Kemal ve Şeref ceset torbasını tutar.) Bagajı açmayı
unuttuk akıl kalmadı artık. (Arabanın arkasına birkaç kere vurur ve birden araba hareket eder.)
-Kemal: Hopppp ne oluyor. ( Ceset torbasını birden yere bırakır. Şeref bey şok olmuştur.)
-Şeref: Dur… ( Gök gürlemeye ve ışık delirmiş gibi yanıp sönmeye başlar.)
-Eyüp: Gökyüzüne kafasını kaldırır.( Kemal’e doğru yaklaşır ve bıçağı birden açıp arkadan
boynuna dayar.) Kahramanlık yapma.( Uzanıp belinden silahını alır ve silahın emniyetini açıp
kurar. )
-Kemal: Ne yapıyorsun Eyüp dedirdin mi? Başına iş alırsın. Delirme bırak beni.
-Eyüp: ( Silahı alır ve uzaklaşır. Şeref beye doğru birkaç adım atar.) Çök yere Şeref Bey.

- 21 -
-Şeref: (Korkulu) Ne yapıyorsun evladım.
-Eyüp: Başlatma evladından, ne muteber adam değil mi? Adı Şeref, babası anası öyle koymuş
ismini. Doğuştan asil. Bu asil adam ne yapardı biliyor musun amirim. Kimse kafasını
kaldırmasın diye Azim’e bizi dövdürürdü. Ama ne dövmek. Azim’in bir sopası vardı, adı
Azman. Vurduğu yerden kemik sesleri gelirdi. İşi kendisi yapmaz azmana yaptırırdı. Memik’i
ne döverdi o piç. Kaçamazdı kamburdu, zayıftı. Zebellah ile senin Musa’ya dokunmazdı.
Zebellah Azim’e cigaralık getirirdi, Musa’nın babası korucu kaçak çaydı, oydu buydu. Her
şey onun o izbe odasına gelirdi bu Şeref Bey hiç birini görmezdi. Görmezdi, çünkü görmek
istemezdi. Şu boynunda ki atkıyı kim ördü biliyor musun?
-Şeref: Lütfe, ben bir şey yapmadım.( Ağlamaya başlar.)
-Eyüp: Sus lan. (Kafasına silahın kebzesi ile vurur.) Ayşe ördü şu boynunda ki atkıyı. İpi ben
getirdim anam eğirmişti.(Boynundaki atkıyı boğar gibi geriye doğru çeker.) Azim’i yurda
nöbete bırakıp, karısına giderdi. Sabaha kadar lambalar yanık. Kulağına gelirdi piçin karısı ile
yan yana olduğu ama yemezdi. Dişi geçmezdi buna. O günlerin birinde, Zeballah ile
dumanlanırken tatlı bir şeyler almaya yollamışlar Memik’i ne yapsın garip gidip almış. Sonra
odaya gelince yanaşmış çocuğa saatlerce eziyet etmiş, yalvarmış Memik sesi duyulmamış.
-Şeref: Yalan, yemin ederim yalan.
-Eyüp: Ne yalanı lan. Azim cayır cayır yanmadan söyledi her şeyi, yalvara yalvara. Görsen o
heybetten eser yok. Uyuşmuş kaskatı kalmış. Öbürü sızmış ne olduğundan habersiz.
Dayanamadı astı kendini içeride biliyor musun Şeref Bey. O zebellah gibi herif incecik bir
ipin ucunda sallandı hapiste. Memik’de öyle sallanmıştı. ( Musa sahneye girer ve gördükleri
karşısında şok olur.) İşte geldi beyimiz.
-Musa: Ne oluyor burada, kendine gel yazık etme kimseye.
-Eyüp: Memik koridorda yürürken kan damlıyormuş ardından. Bunların ikisi de odadaymış.
Öyle zorlamış ki Azim, dağılmış çocuğun gerisi. Eline vermiş paspası bunun yerler pırıl pırıl.
Bunlar da başında durmuş yerde tek damla kan kalmayacak. Ne laf ama değil mi? Bence de
yerde tek damla kan kalmamalı. Gökyüzünün ahı kaldırmadığı zamanlar vardır. Böyle derdi
annem, allah bu kadar öfkeli ise bir yıldırım da bunların kafasına indiremez mi?
-Musa: Kendini astı o, delirme oğlum.
-Eyüp: Şu tuttuğunuz raporun bir başkası tutuldu o zaman. Darp yok, kan yok, çığlık yok.
Kendi asmış çocuk kendini. Kambur ama boyu ermiş ipi hazırlamak için. Ne istediniz lan
çocuktan. Bu devran dönsün, kimseye bir şey olmasın. Olan garibe olmuş çok mu? ( Telefon
çalar, Eyüp telefonu açar.) Vardın mı? Anahtar kapının üzerinde bir oyun var orada. Kızın
hiçbir suçu yok. Ben öldürdüm narini. Sahip çık ona. (Telefonu kapatır.)

- 22 -
-Musa: (Yavaş yavaş açısını değiştirip namlunun doğrultusundan çıkmaya başlar.) Sakin ol
kimseye bir şey olmasın. Unuturuz bu durumu, kapatırız gider. Böyle bir şey olmadı. Değil mi
devrem.
-Kemal: (Korkulu) Evet böyle bir şey olmadı.
-Eyüp: Oldu… Oldu… Duyan olmadı sadece. (Gök şiddetle gürülder, sokak lambası birkaç
kere delirmiş gibi yanıp söner. Musa hızla beline davranıp silahını çeker. Eyüp Şeref’e ateş
eder ve Şeref yüzüstü yere kapaklanır. Sokak lambası söner. Karanlıkta karşılıklı silah sesleri
duyulur. Işıklar yandığında Eyüp yerdedir. Musa elinde silah ile ayakta durmaktadır. Kemal
yere çökmüş ellerini başının arasına almıştır. Kuvvetli bir tren sireni sesi duyulur. Gök
gürlemeye devam eder ve ışıklar kararır.)

-SON-

- 23 -

You might also like