You are on page 1of 408

Hacı

Muhammed Hilmi Kutlubay


İÇİNDEKİLER
I. Bölüm
HACI MUHAMMED BİLAL-İ NADiR HAZRETLERİNİN TANITIMI ..................................... 1
ÖNSÖZ .............................................................................................................................. 5
TARİKAT , ........................................................................................................................ 9
Saihûn .................................................................................................................... 23
Vecid, Tevacud, Vücud ..................................... : ............................................. 32
Şeyhta; Rasulullah'ta; Hakk'ta Fani; ............................................................. 37
ZİKRULLAH .................................................................................................................... 52
Zikrullaha Başlama Usulü ...................................................................... . ....... 63
ŞEYHİ OLMAYANIN ŞEYHİ ŞEYTANDIR.................................................................... 75
Mürşid'i Kâmil'in Onbir Vasfı ....................................................................... 93

II. Bölüm
OKUMA ............................................................................................................................ 106
ALİMLER ................................................. : .................................................................... 118
FASIK VE FACİR .................................................................................................... 131
EL ÖPME ............................................................................................................... 141
Kadınların Yalnız Yola Çıkması .............................................................. . 145
Tarikatta Cömertlik .................................................................................... 147
Hayatı Tayyibe ............................................................................................ 170
"Baba" Demenin Caiz Olmadığını ve "Elinin Öpülmeyeceğini" Söyleyenler 176
Oğlu Babasına Namaz Kıldıramaz .......................................................... 183
ŞAİRLER………………………………………………………………………….. 188
RESİM............................................................................................................ . ........... 192
EVLİYA ................................................................................................................................ 194
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Sünnetlerinin İhmali ........ 197
Çocuklarımızı Nerede Okutalım? …………………………… 198
ŞUM TUTMA …………………………………………………………………….. 199

III. Bölüm
Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu)'ın Çok Evlenmesinin
Hikmetini Soranlara ...................................................................................... 201
Tarikattan üç kimse nasibini alamaz ..................................................... 207
Sigara, Tütün, Şeytan…………………………………………………………. 210
Sigara insanı sarhoş yapar mı, yapmaz mı?.......................................................... 214
MUSAFAHA ……………………………………………………………………. 216.
Salâvat-ı Şerife, "Camide Musafaha Yapılmaz!" Diyenler .................... 220
RÜYA ......................................................................................................................... 224
BÎAT-SÜNNET BAHSİ .............................................................................................. 228
SAÇ-SAKAL-BIYIK SÜNNETİ ......................................................................................... 236
Kadınların Tıraş Olması ............................................................................ 241
Sünnet üzere tırnak kesme……………………………………………………. 249
RIZK ........................................................................................... .. .............................. 250
İNSANLAR MAYMUNDAN TÜREMEDİR DİYENLER .................................................. 251
"İlk İnsanlar Vahşi idi Hiç Bir Şey Bilmiyorlardı" diyenler .......... 257
IV. Bölüm
KADINLAR ................................................................................................................ 259
"İbadet devri geçti iman kurtarma devri başladı" diyenler! .............. 262
Kadınlar Çalışabilir mi Çalışamaz mı? .................................................. 268
MUTA NİKAHI MESELESİNİN İÇ YÜZÜ (Yasaklanışı) ............................................................ 293
ALIŞ-VERİŞ TİCARET, ……………………………………………………………………………. 318
SİGORTA ............................................................................................................................................ 320
SADAKA ……………………………………………………………………………………………. 325

V. Bölüm
Dinimizde Cihad Nedir? Sen Neden Cihad Yapmıyorsun?.......................................... 330
BATIL MEZHEBLERDEN BAZILARI ........................................................................................... 333
"Dar'ül Harbtir Cuma Namazı Kılınmaz" Diyenler ................................................................ 335
Harp niçin yapılır?........................................................................................ 347
Şii Mezhebi ......................................................................................................................... 349
Kadınların yolculuğa çıkması………………………………………………………………… 357
"Kadınların Saçının Görülmesi ile Melek Gelmez." Diyenler ................................... 359
Kadınlar ve Cihad ............................................................................................................. 365
Davullu Düğün Haram mıdır? Sorusu ....................................................................................... 3 69
"Beş Vakit Namazı Manen Kabe'de Kılıyoruz." Diyenler .................................................... 370
Allahu Teâlâ'nın Manevi Yardımı .................................................................................... 372
İslamda İfratlar ………………………………………………………………………………. 381
Ziyarette nafile namaz kılmak ……………………………………………………………… 383
"Peygamberimiz (sav) Kimseden incinmedi ve incitmedi" diyenler .................................... 385
Sigara İçmek İsraftır .................................................................................................................... 388
DİP NOTLAR ………………………………………………………………… 389
Ö N S Ö Z

Sayın Okuyucularım! Muhterem Müslümanlar!


Elimde geniş imkânlarım olmadığından sesimi her zaman duyuramıyorum. Şimdilik
bir defa olsun bu broşürü bastırıp herkesin anlayacağı şekilde yazıp dağıtıyorum. Allah'u
Teâlâ izin verirse, ileride devamını yazıp dağıtacağım. İnşallahu Teâlâ.
Bazı görüş sahiplerinin arkasında bir devlet gücü var. Onlar için kitap yazmak,
broşür dağıtmak ve benzeri masrafları edip fikrini yaymak kolay oluyor. Siz her zaman
ağızdan ağıza, kulaktan kulağa duyduğunuz şeyleri değil; âyetle, hadîsle delil getirilen
doğru, haklı sözlere inanmalı ve savunmalısınız.
Ey müslümanlar!
Benim bu yazdıklarımın fotokopisini çektirip birbirinize dağıtmanız gerekir. Bu
din, bu ehl-i sünnet, bu âyet ve hadîsler benim şahsımın değil, hepimizin malıdır!
H a d î s - i Ş e r i ft e :
" H i k m e t , d o ğ r u , a y ı k tı r ı c ı s ö z , mü ' mi n i n y i ti k ( k a y b o l m u ş ) b i r
ma l ı d ı r . Kimde ve nerede bulursa ordan alsın." 1 buyuruyor.
Görüşünüz her ne olursa olsun hatta İslamı kabul etmeyen de olsa Allahu Teâlâ onlara
ilham etsin, ayıktırsın, düzeltsin. Bunu kabul etmek nasip etsin (Amin). Mahşerde Allahu
Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in huzuruna açık alınla, ak yüzle
varalım. Allahu Teâlâ'ya sevilelim. Benim sözlerimi benimsiyorsanız, bu bildirileri zay
etmeyin, çoğaltın, dağıtın. Bu din, İslâmiyet, ehl-i sünnet i t i kadı, Hanefi, Şafiî, Maliki,
Hanbelî görüşleri hepimizin görüşleridir. Her müslümanın canla başla sarılıp, bende
müslümanım, bu yazı benim görüşüm, âyetle, hadîsle tasdikli ve doğrudur, gerçektir,
haklıdır, hepimizin malıdır diye sahip çıkılması lazımdır. Hadîs-i şerifte;
•'Dinin zayıfladığı zamanda kim dine sahip çıkarsa (yardım ederse) Allahu Teâlâ ona
yardım eder." 2 buyuruyor. Allahu Teâlâ'nın yardımını istemez misiniz? Benim bu
bildiriyi yazıp, dağıtıp yerlerine ulaştırmamda ne gibi bir dünya çıkarım var? Bir çok
masraflar yapmamı ve uzun müddet çalışıp yorulmamdaki tek gayem yalnız Allahu
Teâlâ'nın rızasıdır. Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Zariyat, Ayet 55)
"Ama yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü'minlere fayda verir."
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 187)
" Al l a h , k en d il eri n e k i ta p v eri l en l erd en , " O nu mu tl a k a i n s an l a ra
a çı k l a y a ca k s ı n ı z; onu gizlemeyeceksiniz." diyerek söz almıştı...(ilâ âhir)"
(Sûre-i Maide, Ayet 2)
" . . . i y i l i k etmek ve(Allahu Teâlâ'nın yasaklarından) sakınma üzerinde
yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın... (ilâ âhir.)";
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) üç defa: "Dîn nasihattir,"
buyurmuştur.
- Kim için yâ Rasulullah!" sorusuna:
- Allahu Teâlâ i ç i n . . . Kitabı için... Rasulu i ç i n ... Müslümanların
imamları ve bütün müslümanlar içindir, cevabını vermiştir.
Taberâni Huzeyfe'den rivâyet ettiğine göre Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) şöyle buyurmuştur:
" Mü s l ü ma n l a rı n i ş i n i ö n e ms e me y en o n l a rd a n d eğ i l d i r. Ak ş a m- s a b a h ,
Al l a h u T e â l â i çi n , O ' n un Ki ta b ' ı i çi n , Ra s u l u i çi n Mü s l üma n l a rı n i ma mı v e

5
â mmes i (u m u m u )i çi n n a s ihat etmeyen, onlardan değildir."
Mahşerde, insana âyetten ve hadîsten sorarlar. Hem de tek bir soru sorarlar. Cevap
verirsen ne âlâ, cevap veremezsen götürürler i l â cehenneme zümeraya atarlar! Bizim topra
ğın yüzünde yiyip, içip, eğlenip, gezip yaşamayı değil; toprağın altına girip sorgu-sual,
hesap vereceğimizi düşünmemiz lâzım! Allahu Teâlâ'nın azabı korkmaya değer! Ahirette,
cennette vereceği nimetlerde çalışmağa değer! Çalışma sadece ibadet değil, malın zekatını
malından vermektir. Sıhhatin zekatı bu yazdığım şeyleri dağıtmak, bu uğurda gayret
etmek, camii, çeşme, yol, köprü, su v.s hayır işlerine bedenen çalışmaktır. Allahu Teâlâ
cümlemize muin olsun. Taklitlerimizi tahkîka çevirsin. Yani bilmeyerek yanlış
yaptığımızı, bilerek doğru yapmak nasip elsin. (Amin).
Allahu Teâlâ, âyet-i kerime'de:
“Siz aldatıldığınızı kabre varınca anlarsınız” 4 buyurdu.
Bana hangi görüşte olduğumu sordular. Ben; İslâmda görüş olmaz. İslâmda âyet,
hadîs ve edille-i şer'iyye olur, onlara tâbi olmak olur."Mü'minler ancak kardeştirler. 5
âyetine göre görüş bir tek âyet, hadîs, ehl-i sünnet görüşüdür. Müslümanlar birbirleriyle
kardeştirler, dedim.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) vefatına yakın 120 bin hacı ile Kabe'yi
tavaf etti. Bunların hepsinin evveliyatı kâfir i d i . Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem )'i n mübarek sözleri, gösterdiği adalet, şefkat, merhamet, kendisinde görülen
mucizeler bunları müslüman etti. "Sen müslüman değilsin" veya "bizim görüşümüzde
değilsin, görüşümüzü kabul etmiyorsun" diye. hiç birisini kabul etmemezlik yapmadı. Biz
niçin kabul etmeyelim.! (Vesselâmü alâ menittebeâl Hudâ!)
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
"Bîr kimse benden sonra kırk hadîs yazıp kend i n d e n s o n r a y a k i t a p o l a r a k
b ı r a k ı r s a , o k i ms e â l i ml e r , f u k a h a l a r z ü m r e s i v e t o p l u m u i l e haşr olur. Ona
şahit oluru m. Ali mler i l k zü mre ola rak cennete girerl er. Ali ml er zü mresi i l e
haşr olur." 6
Hadîs -i şerîf:
''Cennetin kapısını cö mertler a çar." 7
''Kırk hadîs-i ş erif ezb erl ey en , onun la a mel ed en v e on u ba şk al a rın a d a
ö ğ reten ki ms ey e yarı n mah ş erd e şahit olurum. Cennette benim komşum olur." 8
buyuruyor. Elhamdülillah bizim yazdığımız, her kitabın içinde binden fazla hadîs-i şerîf
var.Hem de bu hadîs-i şerifler bu zamanda ihmal edilen, söylenmeyen veya kendileri
yapmadığı için kasıtlı söylenmeyen âyet ve hadîslerdir.
Ey Müsülümanlar!
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) yarın mahşerde bana şahit olsun,
âlimler zümresi ve kalabalığı ile haşrolayım. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vescllem)'e
komşu olayım diye düşünüyorsan yazılan broşürleri sakla, zayi etme. oku muhafaza et,
başkalarına da okut. Bununla amel etsinler. Hiç hadîs kitabi okumadan, âyete ve hadîse
muhalif bir tarafını görmeden, öğrenmek, öğretmek gayesi ile değil, kusur kabahat9 bulup
karşıyı gözden düşürmek niyeti i l e olursa Allahu Teâlâ'nın mekri büyüktür. Bunu
yapana Allahu Teâlâ da mekir yapar, hakkı bâtıl, bâtılı hakk, doğruyu yanlış, yanlışı da
doğru gösterir.
Uzun senelerden beri bana mektupla veya beni ziyarete gelen adamlar çok değişik
konularda birçok sorular sordular. Bu zamana kadar sordukları sorunun yüzde sekseninin
cevabını bu broşürde veriyorum. Broşür çok büyük olup zamanımızı da çok aldığından
ancak bu kadarına cevap verebildim. Allahu Teâlâ izin verirse, geri kalan soruların
hepsinin cevabını vermeye çalışacağım. (İnşallahu Teâlâ.)
Bu yazdıklarımın yüzde doksan dokuzu âyet, hadîs tam kaynağı ile ve hiç itiraz

6
edilemeyecek şekilde kuvvetli delillerle yazdım. Yüzde bir veya iki Bilâl Babamın
vaaz band’ından veya doğrudan vaazlarını dinleyip yazarak not ettiklerimden aldım.
Onlarda kesin olarak âyet, hadîs, hadîs-i kudsi’dir. Yazması ve sizin ayağınıza kadar
göndermesi benden, okuyup birbirimizi ikaz edip, mucibi i l e amel edip çalışması da
sizdendir. Ben yarın mahşerde huzur-u Rasulullah'ta bu yazdığım kitaplar, broşürler
âyetle, hadîsle yüzde yüz tasdikli olarak bunlarla çıkacağım. Sizde aynı broşürleri almış,
okumuş birbirinizi ikna etmiş, saklamış ve onunla amel etmiş iseniz ne alâ. Gerek bir görüş
hissine kapılarak, gerekse ben daha âlimim diye millete küçük-eksik göstermek i çi n yanlış
yerlerini arayacağım der, küçümser, millet-i islâma ters tanıtırsanız, yarın. Mahkeme-i
Kübra'da, Allahu Teâlâ'nın ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'ın huzuruna
mahcup, müteessir, suçlu olarak; bir de bunun aksi olarak göğsü kabararak iftiharla
çıkmak vardır. Şayet âyete, hadîse, hadîs-i kudsi’ye kıymet vermez, okuma üzerinde sıkı
durmazsanız davacınız, bizzat Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'dir. Üzerinde durur, okur, onunla amel eder, başkalarına götürür okutur, dinletir
ve o uğurda sâi gayret eder çalışırsanız, sizin avukatınız Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) olur. Allahu Teâlâ kendine iman edenleri, inananları m ü d af a a
ed e r . 1 0 ' ' B en i m s ü n n e ti m s ö z l e ri m, d i n i mi n erk â n ı d ı r . O n l a ra k i m k ı y m e t
v e ri r i s e b a n a k ı y m e t v e r m i ş o l u r . O n l a r a k i m k ı y m e t v e r m e z s e b a n a
k ı y m e t v e r m e m i ş t i r . Benim sünnetimi öğrenip, tutan, yapan ümmetimdir,
tutmayan ümmetim değildir."11
Allahu Teâlâ cümlemizi okuyup, dinleyip, öğrenip onunla amel edip üzerinde tam
sıkı duranlardan etsin. (Amin.)
Faydalı olur ümidi ile ümmet-i Muhammed'e biraz daha fazla mevzu yazabilmek
i ç i n yazının ebadını küçük tuttum. Allahu Teâlâ cümlemize muin olsun.
Sayın okuyucularım!
Zamanımızda Kur'ân-ı Kerim'de ve hadîs-i şeriflerde olan fakat açıklanmayan,
söylenmeyen birçok konular var. Bu konuların herbiri hakkında birçok âyet-i kerime ve
hadîs-i şerifler var. Maalesef söylenmiyor. Ben birazını yazıp açıkladım. Bunlardan
sıraladığım konular şunlardır:
1-) Ulul Emre itaat. 2-} Cum'a namazı. 3-) Misvak. 4-) İnfak. 5-) Cihad. 6-) Saç-
sakal-bıyık ve Allahu Teâlâ'ya ve Rasulu (Sallallahu aleyhi vesellem)'ne İtaat. 7-) Zikrullah.
8-) Bâtıl Mezheblere cevap. 9-) Ana-babaya itaat. 10-) Misafir. İ1-) Hediye. 12-) Tesbih. 13-)
Mükafat. 14-) Ehl-i Sünnet. 15-) Sigara. 16-) Evlenmeyenler. 17-) Gece ibadeti. 18-) Nafile
namazlar. 19-) Mucize ve Kerâmet. 20-) Şefaat. 2 1 -) Kabir ve kabir ziyareti. 22-) Akika
kurbanı. 23-) Camide Musâfaha ve Salâvat-ı Şerîfe. 24-) Biat (El Öpme). 25-) Tarikat. 26-)
Oğlu babasına namaz kıldıramaz. 2 7 ) Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır. 28-) Muharrem
ayında ibadet. 29-) İmamlar. 30-) Bid'at vs.
Türkiye'nin her yerinden bana şahsen veya mektuplarla çeşitli konularla ilgili
sorular yöneltip, bu sorulara cevap vermemi istiyorlar. İmkan dahilinde bunların hepsine
cevap vermeye çalışacağım. (İnşaallahu Teâlâ).
Evvela şunu belirtiyim ki. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
"(El mümtahinu mel'unun) İmtihancılar mel'undur" 12 buyuruyor. Hz. Ali
(Radiyallahu anhu) soru soracak bir adama: "Öğrenmek, öğretmek gayesi ile sorarsan ne
alâ, imtihan için sorma." buyuruyor.
Okuyucularımız da aynı açıdan okusunlar ve soru soracak veya cevap vereceklerse o
açıdan cevap versinler. İmtihan için, karşıyı gözden düşürmek için veya kasıtlı,
çapraşık, ters sorular sormak iyi değildir. Aksi takdirde imtihan için sorulmuş olup
mel'un olur. Dinimize göre sorulacak sorular kesinlikle ya Öğrenmek yahud öğretmek
gayesi ile sorulmalıdır. Başka çeşit soran imtihan için sormuş olur. Böyleleri için
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem): "mel'undur" buyuruyor. Bir âlimi yanıltmak,
gözden düşürmek için çapraşık, ters sorular sorarsa, Allahu Teâlâ, o âlime ömründe yapmadığı

7
hatayı yaptırır.
Hadîs-i şerîf:
"Hutbede imamın yanılması cemaatin içinde kalbi bozuk olanlar olduğundandır."
buyuruluyor. Allahu Teâlâ adamın niyetine göre verir.
(Sûrei A'li İmran, Ayet 54)
"(Yahudiler g i z l i c e ) tuzak kurdular; Allah'ta onların hilelerine karşılık verdi.
Allah hilelere karşılık vermekte en güçlü olandır. (Yahudiler, Hz. İsa (aleyhis
selâm)'yı öldürmeyi planladılar ve öldürecek kimseyi tayin ettiler.)"
Ayetine göre; Allahu Teâlâ o âlime hata söyletir. Onun ağzı ile mekir yapar ki,
kendi kendilerini haklı görüp, fikirlerinde devam ederek cehennemlik olsunlar diye.
Çünkü kendileri mekir (hile) yaparak soru sordular.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3675)
" Ya hudi l er Mus a (al e yh i s s el âm )'y a so ru s o rma yı ço ğa lttı la r, il âv el er
y ap tıl a r, ek si klikler yaptılar nihayet küfre saptılar. Hıristiyanlar İsa (Aleyhis-
selâm )'ya soru sormayı çoğaltt ı l a r , i l â v e l e r d e b u l u n d u l a r , e k s i k y a p t ı l a r
nihayet küfre saptılar. Benden de size birçok hadîsler nakledilecek. Size
bir hadîsim ulaştımı, Allah'ın kitabını okuyun, size gelen hadisi onunla
k a r ş ı l a ş t ı r ı n . E ğ e r A l l a h ' ı n K i t a b ' ı n ’ a u y g u n d ü ş e r s e b i l i n k i , o n u ben
demişimdir, Al l a h ' ı n Kitab'ına uygun değilse (bilin ki) onu ben dememişimdir."
Sorulan soru: ya öğrenmek, ya da öğretmek gayesi ile sorulmalıdır.
Sorulmaması gerekenler: "Allahu Teâlâ kendisi gibi bir Allah yaratabilir mi?
Yaratamaz mı? Allahu Teâlâ İlm-i Ezeliyye'de cennetliği, cehennemliği biliyor muydu?
bilmiyor muydu? Allahu Teâlâ'nın yaşı kaç? Dişi mi erkek mî?" gibi sorular kesinlikle
sorulmamalıdır! İnsanı küfre götürür. Meselâ; Cennet ebedi olduğuna göre, Allahu Teâlâ
cennet ehlinin nefesinin sayısını bilir mi? bilmez mî? Allahu Teâlâ, İlm-i Ezeliyye'de
cennet ehlinin nefesinin sayısını bilmez dese, Allahu Teâlâ'ya cehl ispat etmiş olur. Allahu
Teâlâ İlm-i Ezeliyye'de cennet ehlinin nefesinin sayısını bilir dese; Kur'ân-ı Kerim'de
cennet ebedidir. Bilinmesi için ebedi olmayıp sonu olması lazım ki, Kur'ân-ı Kerim'e
terstir. Çünkü Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de;cennete girmenin iman ve amelle, cehenneme
girmenin küfür ve masiyetle olduğunu buyuruyor.1 3
"Siz, Allah'a iftira etmeyin." 1 4
"Allahu Teâlâ alnıma şunu yazmış, bunu yazmış" demek iftiradır. Böyle söyleyen
ler, günah işleyip cehennemi kazananı değil, Yaratanı sorumlu tutuyor. Bîr hadîs-i
şerifinde Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
"Siz sahibine asi olan deve gibi azgın olmadıkça cehenneme girmezsiniz."15
buyuruyor.
Şükretmek veya küfretmek, irade-i cüz'iyye sizin elinizdedir. Hangisini isterseniz
ona gidersiniz.
"Allahu Teâlâ iman edenlerin dostudur, onları zulumattan nura çeker.
İnkar ve küfür edenler şeytanın dostudur. Onları da şeytan nurdan zulumata çeker." 6
Sen iman eder, amel-i salih işlersen, Allahu Teâlâ seni cennete koyacağını birçok
âyetlerde yeminlerle vaad ediyor. Aksini iddia Kaderiye mezhebinin görüşüdür, bâtıldır.
İblis: "Alnıma yazılan başıma geldi." dedi. Tevbesi kabul olmayıp affolmadı.
Adem (Aleyhis-selâm): "Kendi nefsime zulmettim, kabahatin hepsi bende" 17
dedi, affoldu. Yunus (aleyhis selâm)'un kavminin hepsi kâfirdi. Hiçbirisi dua bilmeyip,

8
insan ve hayvanları yavrularından ayırıp bağırttırmalarını Allahu Teâlâ kabul et ti. 1 8
Kâfirken müslüman oldular, ömürleri bitmiş iken uzadı. Rızkları ve zürriyetleri
kesilmişken tekrar verildi. Kur'ân-ı Kerim böylesi delillerle doludur.
Kur'ân-ı Kerîm'deki müteşabih (meali verilmeyen) âyetler üzerinde durarak onlara
cevap ver diye ısrar edip soran sorduğundan, cevap veren verdiği cevaptan mes'uldür.

TARİKAT :
Tarikatı inkâr edenler kâfir olur mu, olmaz mı? Diye soruyorlar. Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Ahzab, Ayet 41)
"Ey Allah'a iman edenler! Allah'ı çok zikredin."
Dediğine göre zikrullah emr-i ilâhidir. Allahu Teâlâ'yı çok zikretmek farzdır.
Tarikatta zikrullah çok yapılınca bu farzı tarikat ehli yapıyor. Ayrıyeten tarikat vaciptir.
Allahu Teâlâ'nın kesin emir ve nehiyleri farzdır. Bu âyete göre zikrullahı çok yapmak
kesin emir (farz)'dır. Yine Kur'ân-ı Kerim'de işaret edilenler vaciptir. Ayet ve Hadîs-i
şeriflerde işaret edilenlerin birçokları tarikatta yapılınca hakikî tarikatta vaciptir. Nafile
namazların yapılması gerektiğine hem Kur'ân-ı Kerim’de işaret ediliyor, 19 hem de Peygambe-
rimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hadîs-i şeriflerinde buyuruyor. En kıymetli tefsir
kitaplarının bazılarında bile Kur'ân-ı Kerîm'deki zikrullah âyetlerini "Anmak" diye yazıyor.
Tasavvuf âlimlerinin zikrullah halkası kurup toplu veya yalnız Allahu Teâlâ'nın
isimleri ile çağırarak veya gizli olarak Allahu Teâlâ'nın isimleri ile zikretmelerinin başı bu
âyettir. Bir kâfir müslüman olmak isterse "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne
Muhammeden Rasulullah" söylettiriliyor. Bu anmak mıdır? Bir kişi öleceği zaman yine
şahadet kelimesi getirttirilip hem de "Allah Allah" dedirttiriliyor. Bu anmak mıdır? Bir
kâfiri mü'min eden, bir mü'minin ölürken imanını kurtaran zikrullahı söylemeyip, an-
maktır, hatırlamaktır gibi küçümseyip kısaltmak, söylememek ne kadar hazindir!
Mü'minlerin bir araya toplanıp hep bir ağızdan "Allah, Allah", "Lâ ilâhe illallah" ve
Allahu Teâlâ'nın diğer doksan dokuz isimlerini hep bir ağızdan söylemek anmak mıdır? Ezan,
kamet anmak mıdır? Bunların hepsi zikrullahtır.
(Sûre-i A'raf, Ayet 180)
"En güzel isimler ( e l - Esma ü l - h ü s n a ) Allah'ındır, o halde O'na o güzel
isimlerle dua edin. O'nun isimleri hakkında eğri yola gid enleri bı rakın. Onlar
yap makta oldukları nın cezasına çarptırılacaklardır."

(Sûre-i İsra, Ayet 110)


"De ki: İs ter Allah deyin, ister Rah man deyin. Hangisin i deseniz olur.
Çünkü en güzel isimler O'na hastır...(İlâ âhir)."
(Sûre-i Haşr. Ayet 24)
"O, yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur.
Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedir. O, galip olan her şeyi hik-
meti uyarınca yapandır."
Evliyaullahtan bir zât boyacı dükkanının önünden geçerken: "Boyacı boyacı ah!
Beni yaktın boyacı" diyor. Boyacı: "Bizim kızımıza göz koydu" deyip onu mahkemeye
veriyor. Hakim, o zâta sorunca elindeki her türlü çiçekten olan demeti göstererek: "Ben
bunları boyayan boyacı için öyle dedim" diyor. Hem millet manasını anlıyor, hem de ken
disi berat ediyor.
Zikir: namaz kılma, Kur'ân-ı Kerim'i okuma, mevlid okuma, Allahu Teâlâ'nın
isimlerinden birini veya birkaçını çağırarak söylemenin hepsine denir. Ama zikrullah diye
bir tek Allahu Teâlâ'nın ismini veya isimlerini tek başına veya toplu olarak hep bir

9
ağızdan söylemeye; aşk gelirse herkesin kendi kendine o isimlerle çağırmasına
zikrullah denir. Zikir aynı zamanda anmaya, hatırlamaya da denir. Türk ordusu asırlardan
beri düşman üzerine hücuma kalkarken hep bir ağızdan zikrullah ederek "Allah Allah"
diye hücuma kalkar. Alay davulu, hücum borazanı çalınır, hep bir ağızdan zikrullah
edilir. Mehter takımında da aynıdır. Davul, zurna, zikir, zikrullahtır.
(Sûre-i Maide, Ayet 35)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkun. O'na yaklaşmaya yol (vesile, çareler) ara-
yın ve yolunda cihad ediniz ki kurtuluşa eresiniz."
Allahu Teâlâ'ya yaklaşmak için hakiki tarikat en büyük vesiledir. Bu âyete göre
tarikat vaciptir. Bunun dışında Allahu Teâlâ'ya yaklaşmak için vesile nasıl yapılıyor,
kim yapıyor? İşte bir tek hakiki tarikat ehli beş vakit farz namazdan fazla olarak nafile
olan teheccüd, işrak, kuşluk, evvabin namazlarını kılar. Bir ay farz oruçtan fazla Recep,
Şaban, Muharrem v.b. bazı mübarek günlerde oruç tutar. Ayrıca zikrullah eder ve tesbih,
ders çeker. Bunların hepsini yapmak âyette buyurulan «vesile, çare aramaktır.»
(Sûre-i Tevbe, Ayet 119)
"Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz."
Bu sadıklar kimlerdir? Hem şeriatla hem tarikatla çalışıp hakikat, ma'rifet sırrına
erenlerdir. Allahu Teâlâ bunlarla beraber olmamızı emrediyor. Sen o sadıkları ara bul,
onlarla beraber ol. İşte emr-i îlâhi, işte Kur'ân, işte farz. Onun için tarikatta farz, vacip,
sünnet ve nafile hepsi de vardır.
Şeriat: ilkokul, Tarikat: ortaokul, Hakikat: lise, Ma'rifet: üniversite gibidir.
Şeriat beş vakit namaz, bir ay oruç, hac, zekat bu ilkokuldur, İlkokulu bitiren yine
ilkokulda okuyacağım derse olmaz. O ilk girdiği zaman ki temel dersi ilkokulda öğrendiği
okuma-yazma tüm okullarda okumanın esası olduğundan onsuz da olmaz.
Yine şeriat, tarikat, hakikat, marifet dört katlı bir binaya benzer. Binanın alt katı
şeriattır, bu bakkal dükkanına benzer. İkinci kat tarikattır, bu kuyumcu dükkanına benzer.
Üçüncü kat hakikattir, bu mücevharatçı dükkanına benzer. Dördüncü katta ma'rifettir. Bu
dış devletlerle ithalat, ihracat yapan büyük tüccarların oturduğu yere benzer. Kuyumcu,
mücevharatçı ve tüccar hepsi bakkal dükkanından günlük ihtiyaçlarını almaya mecburdur.
Aynı onun gibi; "Biz tarikatta, hakikatta, ma'rifette ilerledik. Bizim şeriata İhtiyacımız
yok." diyen kişiler çok yanılıyor. O şeriat günlük gıdadır, zaruri ihtiyaçtır. Bunsuz olmaz.
Tarikatı inkâr eden kâfir olur mu, olmaz mı? sorusunu soran ve tarikatı inkâr eden,
tarikat hakkındaki âyetleri biliyor, kasıtlı soruyor, hem de i t i r a z ediyorsa kâfirdir.
Bilmiyor, bilmediğinden ötürü inkâr ediyorsa günahkâr olur.
(Sûre-i Maide, Ayet 48)
"...Sizin için bir şeriat bir de tarikat koydum..." (ilâ âhir) buyuruyor.
Ayette geçen "şir'aten" şeriat, "minhaç" tarikattır. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in Hıra mağarasına çekilip orada çalışması; Tarikattaki uzlet, halvet, çile, inziva
gibi şeylerin esasıdır. Tarikatta bunlarla ve bu gibilerle bir yere çekilip çalışılmalıdır.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) bir h a d î s - i ş e r i f i n d e :
"Her kim kırk gece halisen, muhlisen ibadetle sabahlarsa kalbinden
d i line ilm-i hikmet pınarları akmaya başlar." 20 buyuruyor.
Bu gibi hadîs-i şeriflere göre tarikatta çileye girerler. Çile hakiki Şeyhten izinsiz olmaz.
Bir kardeşimize tarikattaki halleri inkâr eden biri maneviyatta Allahu Teâlâ i l e
geçirdiğin halleri açıkla deyince kardeşimiz:
- Bu hâl açıklanmaz, diyor. İtiraz eden:
- Niçin açıklanmasın, açıklayacaksın, açıklamazsan olmaz, deyince kardeşimiz:
- Sen ailen ile yatıp-kalktığını açıklayabilir misin? O:
- Açıklayamam. Kardeşimiz:

10
- Niçin açıklayamıyorsun? İtiraz eden:
- O mahremdir, açıklanmaz. Kardeşimiz:
- Seninle ailen arasındaki şeyler mahrem olurda; benimle Allahu Teâlâ ile aramda olan
haller mahrem olmaz mı? O misalle anlatılmaz da bu misalle anlatılır mı? diyor.
Şeyh Muhiddîn Arabî, Mansûr-i Bağdad-î, Şemsi Tebrizî açıklamadılar, o uğurda
canlarını verdiler. Çünkü Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem);
"Evliya kerametini gizlesin." 2 1 buyuruyor. Bir kız ile bir oğlan gizli konuşsalar;
oğlan kızla gizli olarak konuştuklarını başkalarına anlatsa kız ona bir daha yüz vermez.
Derviş de Allahu Teâlâ ile arasında olan gizli. mahrem hallerini açıklarsa; açıkladığı için
Allahu Teâlâ dervişten o halleri kaldırır. Ne yazık ki şimdiki insanlar kalbten geçeni
bilmesi, şiş vurup 22
ateş tutması gibi halleri açıklanacak hiç birşey yok iken kendi kendini
beğendirmek için, halka, gösteriş yapıyorlar, bu riyadır. Maalesef Allahu Teâlâ'nın en
sevmediği bu gibi halleri yapıyorlar. Millet de cahil olunca çok büyük birşey yaptı
zannediyor. Halbuki derviş kendiliğinden birşey göstermez (kesinlikle açıklamaz). Ancak
kaynayan kazanın kapak tutmayıp, kendiliğinden kapağı attığı gibi kendiliğinden birşey
zuhur ederse olur.
(Aşağıdaki yazı Müzekkîn-Nüf'ûs, sayfa 543-546 arasından alınmıştır.)
Halvet etmek ve çile hanede oturup erba'ıyn çıkarmak ve Şeyhlerin müridlerine zikir,
telkin etmek, Fahr-i Kâinat Efendimizden mi kalmıştır? Yoksa, daha önce gelip geçen
Peygamberân-ı izam da bunları yaparlar mıydı? Yahut, Meşayih bunları talipler maslahatı
için kendileri mi icat ettiler?
Sünnettir.
Rasûl-ü zişan aleyhi ve âlihi salâvatullah-il-Mennân Efendimiz Hz., bu âleme teşrif
buyurmalarından evvel muhterem ataları İbrahim Peygamber (Aleyhis selâm)'e; kâfirler
Mekke-i mükerreme'yi elinden alıp işgal ve istilâ ettikleri zaman, Cebrâil (Aleyhis-selâm)
geldi ve zikir telkin etti.
Zira İbrahim (Aleyhis-selâm), kâfirlere mağlup olmuş ve ne yapacağını tayin etmekte
aciz kalmıştı. Hakk Teâlâ Hz.'ne niyazda bulundu:
- îlâhi! Sen bilirsin, sen padişahsın. Bu kâfirler bana galip geldiler. Aciz kaldım, ancak sen
den medet dilerim, dedi. Gerçekten, kâfirler Mekke-i Mükerreme'yi işgal etmişler, Beyt-i Muaz-
zamanın içine putlar doldurmuşlar ve o kutsal şehri put hane haline getirmişlerdi.
Hakk Teâlâ Hz. buyurdu:
-Yâ İbrahim! Sen aczini bildinse, biz de kendi kudretimizi senin aczinde zahir
ederiz. O zaman, sen de bizim kudretimizi görürsün. Sana Cebrail'i göndereceğim, LA
İLAHE İLLALLAH, kelimesini telkin edecek ve zikri öğretecektir. Nasıl bir yerde ve
kaç gün müddetle durup zikirle meşgul olman gerektiğini de talim eyleyecektir. Sen
de, kâfirlerden intikamını alır ve benim kudretimi görürsün.
Derhal, o peyk-i celil-i hazret, namus-u ekber Cibril-i emin geldi ve:
- Yâ Halilullah! dedi. Hakk Teâlâ, sana LA İLAHE iLLALLAH'ı telkin etmemi emir
buyurdu.
Cebrâil (Aleyhis selâm), LA İLÂHE İLLALLAH'ı İbrahim (Aleyhis selâm)'e uç
kerre telkin etti. Cebrâil (Aleyhîs-selâm) LA İLAHE İLLALLAH dedi, İbrahim (Aleyhis
selâm) dinledi. İbrahim (Aleyhis selâm) söyledi ve Cebrâil (Aleyhis selâm) dinledi ve böylece
üç kerre tekrar ettiler.
Bunun üzerine ferman-ı İlâhi şeref-sâdir oldu:
- Gayet karanlık bir halvette çilehaneye girsin. Orada kırk gün oturmağa niyyet
etsin ve kırk gün LÂ İLAHE İLLALLAH demeğe devam etsin. Tâ kî.Hakk'ın kudreti
zahir olsun ve Mekke-i Mükerreme'yi kâfirlerin ellerinden alsın ve putları da çıkarsın.
İbrahim Peygamber (Aleyhis selâm), g i t t i karanlık ve tenha bir yerde kırk gün

11
oturmağa niyyet ederek çilehaneye girdi. Kırk gün orada LA İLÂHE İLLALLAH
demekle meşgul oldu. Kırk gün, dört kerre on gün olur. Üç on gün, yani i l k otuz gün geçip
son on gün kalınca, İbrahim (Aleyhis selâm)'in bütün uzuvlarına zikir sirayet etti. Yani,
zikir ağzından, gözünden ve bütün uzuvlarından zahir olmağa başladı ve sancak çekerek
zakirin üstüne galip oldu. İbrahim (Aleyhis selâm)'in ağzı kurumuş ve d i l i damağına
yapışmıştı. Artık, söylemeğe mecali kalmamıştı. Fakat, içeriden gönlü de zikre başladı ve
nurunu dışarıya verdi. Bunu görünce hayretler içinde kaldı ve kendi vücudundan birçok
ellerin çıkmakta bulunduğunu da hayret ve dehşetle müşahede etti. Göğsünden de heybetli
sesler geliyordu ki, insan buna takat getiremezdi. Kendisinden çıkan eller, Mekke-i
Mükerreme içinde bulunan bütün putları tutup tutup şehir dışına atıyorlardı. Kâfirler, o
putları alıp yerlerine koyuyorlardı. Fakat, o eller tekrar atıyorlardı.Kâfirler aciz kaldı-
lar, demir kazıklar ve kalın zincirlerle o putları yerinde tutmağa çalışıyor, muvaffak olamıyor ve
yine atılıyordu. İbrahim (Aleyhis selâm), bunları halvetinde temaşa ediyordu. Bu esnada, bazı
dostları bulunduğu çile hanenin kapısına gelmiş kendisine sesleniyorlardı:
-Yâ İbrahim! Ne duruyorsun? Dışarı çık da gör, bir çok eller çıktı ve Mekke'yi işgal
eden ne kadar kâfir varsa hepsini birer birer yakalayıp şehir dışına çıkardı. Kâfirlerin
hepsini sürüp perişan etti, diye haber verdiler. İbrahim (Aleyhis selâm), dışarı çıktı, olup
bitenleri görünce Allahu Teâlâ'ya hamd-ü senâ etti. Hakk Teâlâ buyurdu:
- Yâ İbrahim! Gördün mü kudretimi? Bundan sonra daima LA İLÂHE İLLAL-
LAH kelimesiyle meşgul ol ki, Hakk Teâlâ'nın kudret eli çıksın, gönlünü ağyardan
ve başka hayallerden arındırsın, arzu putlarını kırsın ve eritsin...
Cebrâil (Aleyhis selâm), İbrahim (Aleyhis selâm)'e zikir telkin ederek onu bir çilehane de
halvete gönderdikten ve zikrullah ile meşgul olmasını da bildirdikten sonra, bütün eksikliklerini tam-
amladı. Bundan da anlaşılıyor ki, zikrullah ile meşgul olanların bütün eksikleri giderilir.
Şu hikayemizden de açıkça belli olmaktadır ki, çilehanede halvet olmak ve erba'ıyn
çıkarmak, bizzat Cebrâil (Aleyhis selâm)'ın telkini ile olmuştur.
Kaldı ki, Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz Hz.de, Hz.Ali (Kerre
mallahu Veche) Efendimize zikir telkin buyurmuşlardır. Bir gün, Hz. Ali'ye:
(Ğammid ayneyke vesma selâse merratin sümme gûl ente selase merratin ve ene
esmau fe galen-Nebiy’yü aleyhis-selâtü vesselam’ün lâ ilâhe illallahü selase merratin
muğammiden ayneyhi rafian savtehu sümme hakeza gale aliyyün ven-Nebiyyü yesmeu)
- Yâ Ali! Gözlerini yum... Sana söyleyeceklerimi üç kerre dinle... Sonra, sen söyle
üç kerre de ben dinleyeyim, buyurduktan sonra Aleyhis salâtü vesselam Efendimiz üç ker-
re Lâ ilâhe illallah dediler. Hz. Ali gözlerini yummuş olarak dinlediler ve üç defa da o söyledi
ve Efendimiz dinlediler.
İşte, Fahr-i âlem (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz, Hz. Ali (kerremallâhu
veche) Efendimize böylece zikri telkin buyurdular.
(Müzekki-n-Nüfus kitabından alınan yazı sona erdi.)
"Her kim kırk sabah halisen muhl i s e n Allah’a ibadetle sabahlarsa
kalbinden d i l i n e İlm-i hikmet pınarları fışkırır." 23 hadîs-i şerifine göre; her
Peygamber, her Evliya (büyük zât) çileye girmiştir. Müzekki-n-Nüfus kitabında da
anlatılan; İbrahim (Aleyhis selâm) ve Hıra Mağarasında Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in yaptıkları gibi. Bilâl Babamda bu açıdan çileye giriyor.Yalnız Bilâl Babam:
"Benim dediklerimle çalışırsanız, sizin çileye girmenize hacet (gerek) yoktur."
buyurdu.
Bilâl babam çilede iken başından geçen bir olayı şöyle anlattı:
Bir gün namazda idim. Kıyamda iken büyük, iri bir yılan, secde yerime kıvrılmış,
bana doğru uzandı. Bunun yılan olmayıp, beni çileden çıkartmak için cinnilerin bir sihri
olduğunu biliyordum. O an kendimde bir çok eller olduğunu gördüm. Hem namazı

12
bozmuyor, kıyamda sûre okuyorum, hem de o ellerin biri ile yılanı ortasından tutup,
diğeri ile kılıç vurdum. Yılan dört parça olup yere düştü. Yanımdan bağırarak
kaçtıklarını gördüm. Çilede öyle zevkli haller olur ki; tarif edilmez. O halin bir dakikası
o kadar güzel, iyi ki anlatmak kabil değildir.
Halk dilinde; sen bana o kadar eza ettin ki beni çileden çıkardın derler. Bu söz onu
çileden çıkarmanın ne kadar büyük hakaret olduğunu anlatıyor.
Dervişin çileden çıkması dört çeşittir:
Birincisi:Çileyi bitirir, çıkar. Bu normaldir. Halka en yarayışlı adam olur.
İkincisi: Günü bitmeden çileden çıkan, okulda birçok seneler okuyup sınavda
başarısız olan, emeğini zay eden gibidir. Bu çileden çıkma dervişe çok ağır gelir.
Üçüncüsü: Çileye girer, kırk gün içerde haps olmuş sonra dışarı çıkmış gibi dışarı
çıkar. Kendisinde Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in dediği ilim, irfan
kalbinden diline gelen i l i m olmaz. Çilede yer içer, uyur birazda ibadet eder, buz gibi ola-
rak çileden çıkar.
Dördüncüsü: Kendini çileye girdiren Şeyhi kendinin halini çeviremez. Nefis,
şeytan kendisini ya azdırır zındık olur, islâmlıktan çıkar. Zındık sözlerini söyler, âyete ve
hadîse muhalif konuşur.Ya da meczup (yarı deli) olur.Yahut da tam kafayı bozar zır deli
olur.
Yine "Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi" derler. Çilede bu da olur. Çilenin
28. gününde burnumdan aynı süt gibi beyaz sıvı akmaya başladı. Her gün dört havlu o
burnumdan akan sütle doluyor. Onlar yıkanmaya gidiyor, temizini veriyorlar. Bir kaç gün
böyle devam etti. İşte anamdan emdiğim süt burnumdan geldi. O kadar zor ki tarifi
imkânsız. O zevk olmazsa, o zorluğa katlanılmaz. O zorluk olmazsa çileden çıkmayı hiç
istemez.”Her büyük mükafat, bir ibtilâ ve zorluğun arkasında saklıdır.24
(İhyâu 'Ulu-mi'd-Dîn, Cild 4, Hadîs No: 139, s.240)
"Servetikaybolmayan ve vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur.
A l l a h u T e â l â b i r kulu sevdiği vakit onu ibti l â eder. İbtilâ ettiği zaman da ona
sabretmesini öğretir." b u yurdu.
Allahu Teâlâ, İbtila ve sıkıntıya sabretmek i l e kulunu eğitir, alıştırır. O sıkıntı
ibtila olmazsa ne i l e neyi alıştırsın. Devamlı trafik kitabını okuyup tatbikat yapmayan
kimse onunla eğitilmedikten sonra öğrenmesine imkan var mı? İbtilasız ibtilaya sabrı öğren-
mesine imkan yoktur.
(İhyâu 'Ulu-mi'd-Dîn, Cild 4, Hadîs No: 140, s.240)
" Ki ş i n i n Al l a h k a tın d a b i r d ereces i o l u r, o d ere cey e ci s mi n d e b i r b el â
i l e mü b tel â olmadıkça ulaşamaz. Bu ibtila sayesinde o dereceye ulaşır/'
(Kütüb-i Sitte, Cild 2, Hadîs No: 49)
"Ebû Hureyre (Radiyallahu anhu) anlatıyor: Hz. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesel -
lem) buyurdu ki:
Mü' min, mütemadi yen rüzga rın eğici tesi rine ma ruz bir bitkiye benzer.
Mü' min dev a ml ı b el â l a rl a b a ş b a ş adı r. Mü25n a f ı ğ ın mi s a l i d e ça m a ğ a cı d ı r .
Kes i l i p k a l d ı rı l ın ca y a k a dar hiç ırgalanmaz."

Belki hakikate eremen aşık,


İbtila mecaze çarpılmadıkça;
Zikre devam edip vakti seherde,
Nefsi emmareden kurtulmadıkça

13
Alıp nasihati koyup beynine,
Tarikat zincirin takıp boynuna;
Nazar kılıp ağırına, yeğnine,
Girip kantarlara tartılmadıkca

Pirimiz Geylani, Şeyhimiz Nâdir,


Cihan-ı dolaşsan hakikat budur;
Azıtıp gideni düzelten O'dur,
Düzelmen huyunu terk etmedikçe

Yeter artık daha söylemem gayri,


Akibet inkâra gitmesen bari;
Ne yapsan döner mi huyundan huylu,
Yatıp teneşire can çıkmadıkça

Bilmez mi Pirimiz bizdeki hâli,


Severim, Şeyhimi demiştin hani:
Büyükten küçüğe sev bu ihvanı.
Sevilmen cihanda sevemedikçe.
.Böyleolanların ziyanı nerde,
Bürümesin gözünü hırs ile perde;
Kafadan söyleme gezdiğin yerde,
Huzur-u rabıta eylemedikçe.
Sen kendini bilmez misin kardeşim,
Bu yola koymuşsun can ile başın;
Acep bu hal ile biter mi işin,
Yüzünü yerlere süremedikçe.
Aç gözünü uyma sakın şeytana.
Hem sen tanı, hem de tanıt cihan'a;
Antep ellerinde yatan Sultana,
Huzur-u rabıta eylemedikçe.

(İhyau 'Ulûmi'd-dîn, Cila 4, Hadîs No: 143, s.241)


"Enes (Radiyallahu anhu)'in rivayetinde Resûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem)
Al lah u T eâ lâ bi r ku lun a i yil iğ i mu rad ed ip onu sâf il eş ti rmeğ i d il ed iğ i
v ak i t onun ü z e r i n e a l a b i l d i ğ i n e b e l â y ı y a ğ d ı r ı r . O k i ms e A l l a h ' a d u a e t t i ğ i
v a k i t , me l e k l e r :
- B u , b i l in en b i r s es ti r d erl er, İ k i n ci d ef a d u a ed ip
- Ya Ra b b i ! d ed i ğ i v a k i t, Al l a h u T eâ l â :

14
-S öy l e ey k ulum, i s ted iğ ini y ap ma ğ a ha zı rım; ya i s tedi ğin i
v eri ri m, y a hu t s end en şi mdi i y i l i ğ i k a l d ı r ı r , k ı y a m e t t e d a h a i y i s i n i
v e r i r i m . K ı y a m e t g ü n ü o l d u ğ u v a k i t , n a m a z k ı l a n , o ru ç tu ta n , s a d a k a
v e ri p , h a c c ed en a mel s a h i p l e ri g el i r , s ev a p l a rı t a r tı l ı r v e b o l b o l
mü k a f a t l a r ı v e r i l i r . S o n r a d ü n y a d a f e l â k e t v e m u s i b e t l e r l e m ü p t e l â o l a n l a r
g e l i r , o n l a r i çi n mi za n k u ru l ma z, d ef t e r a çı l ma z . D ü n y a d a ü z er l er i n e
mu s i b e tl e r y a ğ d ı rı l d ı ğ ı gibi bu defa üzerlerine bol mükâfatlar yağdı rılı r.
Hatta dünyada bir belâ i l e müptelâ o l m a y a n l a r , k e ş k e b i z i m d e
vücudlarımız makaslarla biçilseydi de bu gün bunların a ldı kl a rı s evabı
a l s a y d ı k , d e r l e r . İ ş t e b u A l l a h u T e â l â ' n ı n : " A n c a k s a b r e d e n l e r e ecirleri
hesapsız ödenecektir." buyurduğunun anlamıdır." buyurmuştur.
''İbtilanın en büyüğü peygamberlere, ondan küçüğü evliyalara, ondan da küçüğü
onları temsil edenlere gelir." 2 6
En büyük derece çilede olduğu i ç i n en büyük ibtilada. çilede gelir. Çile deyince,
en büyük sıkıntı, ibtila ve en güzel haller birbirini takip eder. Yine Bilâl Babam çilede
geçirdiği günlerini şöyle anlatmaya devam etti:
Köyümüzde bir adam vardı. Vücudunu yara kaplamış, gittikçe ağırlaşıyordu,
hastalığının tedavisi imkansızdı. Otuz dokuzuncu günü ben, iki tane oldum. Oturup ders
çeken benim, kapı örtülü olduğu halde dışarı çıkan da benim. Olduğum yer ise her tarafı
kalın örtülerle örtülü, gece-gündüz belirsiz, gözü yumuk zikrullah eden, tesbih, ders
çeken benim, dışarı çıkıp gezip iş gören de benim. Hem oturup ders çektiğimi biliyorum,
hem de gidip iş gördüğümü biliyorum, O hasta adamının evine gittim. Adamın ayağa
kalkmasına imkân yok, ben kaldırdım. Dere kenarına bir kazan su koydum, altını yaktım,
suyu kaynattım. Kendisine yıkanması i ç i n bir yer çevirdim. Oraya girdi, yıkandı,
elbisesini giydi. Kendisini geri getirdim, yatağına yatırdım. Yıkanınca yaralarının hepsi
döküldü, sıhhate kavuştu. Aileme "O adama git bu gece ne rüya görmüş, sorda gel"
dedim. Çünkü bu yaptığım gerçek mi, hayal mî? öğrenmek istiyorum. Benim yaptıklarımı
aynen rüyasında görmüş. Bu saydıklarımı aynen harfi harfine anlatmış. Onun üzerine
zamanla yaralar iyileşti, iyi olup ayağa kalktı, sapa sağlam oldu.
Ben çilede zikrederken daha bir çok yerlere gittim. Çileden çıkınca gittiğim
yerler, yaptığım işleri yerinde gördüm, inandım. Kırk gün bitti; çıkacağım zaman elime
lüküs ışığı gibi bir şey verdiler. '"Bu senin yaptığın ibadetinden hasıl olan" dediler. Bir
saraya girdim, (Hem oturup ders çekiyorum hem de buralara gidiyorum.) benim elimde ki
her yeri ışıtan lüküs gibi bir çoklarını oraya bırakmışlar. Ben de bıraktım, yukarı çıktım.
Bana
- Ne çalıştın, ne kazandın? Kazancının mahsulü nedir?" diye sordular. Ben:
- Yüzümün karası i l e geldim. Hiç bir kazancım yok." dedim. Bana
- Senin yaptığının hepsi burada yazılı. Sen ne dilek dilersen kabul olacak. Bir dilek
dile yazalım." dediler. Ben:
- Şimdi dilek dileyecek kadar olgun değilim. Ne zaman o dileği dilersem, sizde o
zaman yazın, dedim. Bana:
-Senin dilek yerini açık bırakıyoruz, ne zaman dilersen yazacağız. Senin çilen
tamam, artık çıkabilirsin, dediler. Yine yerime döndüm. Sabah oldu, kırk gün tamam oldu.
ihvanlar geldiler. Çıkınca kesmem için kurban getirdiler. Herkes çileden çıkmamı bekliyor.
"Gün tamam oldu çık." dediler. Ben: Gün kırk, gece otuz dokuz oldu. Geceyide kırk
yapmak için bekleyeceğim dedim. Kırkıncı gece yine beni o saraya aldılar.
- Herkes seni bekledi biz de sana çilen tamam çık dedik, niçin çıkmadın? dediler,
Ben:
- Gün kırk, gece otuz dokuz oldu. Geceyi de kırk etmek için bekledim dedim. "Bana:
- Biz ve ihvanlar, çilen tamamdır çık dediğimiz halde geceyi kırk yapmak için bir

15
gece daha bekledin.Bu Allahu Teâlâ'nın hoşuna gitti ve senin çileni kat kat fazla kabul etti,
dediler.
Bilâl Babamın çiledeki duası:
"Cezbe-i Rahman ver, mânayı Kur'ân ver, helâk-ı düşman ver."Ayrıca"Yâ Rabbi!
ihvanlara vereceğin ibtilayi bana ver. Çünkü onlar ibtilaya, sıkıntıya dayanamazlar," diye
dua ediyor.
Hadis-i Şerifte:
"Cezbe-i Rahman insanların ve cinlerin sevabının hepsini tartar."27
Hadîs-i Şerîf:
"Kur'ân'ın zâhiri var, bâtını var. Hatta yedi bâtına kadar bâtını var."28
Helaki düşman: Zâhir düşmanların helâk olması, müdahale etmemesi, etkisiz hale
gelmesidir.Bir de nefis, şeytan, ahlâkı Zemîme gibi bâtın düşmanlardır. Bilâl Babamın
gördüğü diğer halleri uzun süreceğinden kısa yazıyorum.
Bilâl Babama: "Bu kabul olacak duanı ne zaman dileyeceksin?" diye sormak
hatırımıza gelmedi, kendi de söylemedi. Bilâhire Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in hadîs-i şerifinde
"Her peygamb eri n ma k b u l k a b ul o l a n b i r d u a sı v a r. (Ken d i n e s o ru l d u . )
H ep s i bu dü n y a d a d u a etti l er. Ben ümmetimin affı için duamı ahirete sakladım."29
buyuruyor.
Bilâl Babam dua etmedim, sakladım, filan yerde filan iş için o saklı duayı yaptığını
da söylemiyor. Anlaşılıyor ki, ihvanların ve ümmet-i Muhammed'in affı için O'da duasını ahi-
rete saklıyor.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hırkasını ve tacını kendisinden sonra Ye-
men'deki Veysel Karani Hz.'ne götürmelerini vasiyet et t i , götürdüler. Veysel Karani Hz.
"Ümmeti Muhammed'i affettirebilirsem alır, kabul ederim, yoksa almam."buyurdu.
Veysel Karani Hz. bu ümmetin günahının dörtte üçünü affettirdi ve hırkayı kabul e t t i .
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) kabul ettiremiyor mu ki,Veysel Karani
Hz.retlerine havale etti? diyeceklere:
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in en sevdiği şey olan ümmetinin affı
için ömür boyu dua etti. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e en büyük hediye de
ümmet-i Muhammed'in affedilmesine katkıda bulunmaktır. Onun için Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) ümmetini affettirmeye sebep olsun diye Veysel Karani Hz.'e
hırkasını tacını göndertip O'da ümmetin affı için dua etti. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) sürülerin sahibi, ümmetinin Evliyaları çoban, ümmeti koyun gibidir. Hangi
çoban koyun sürüsünü daha iyi muhafaza ederse sürü sahibi en fazla ondan memnun
olur.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Önce Cihar-ı yâr'â (dört büyük halife)
sonra Hz. Aişe (Radiyallahu anha) ve Hz. Fatıma (Radiyallahu anha) analarımıza:
-'"Sen ümmet i ç i n nasıl dua edeceksin? Ne katkıda bulunacaksın?" diye ayrı ayrı sordu.

16
İyi olup rızkını ararsın,
Kimin mülkünde sen rahat yatarsın.
Elinde var mıdır güna alâmet,
Bulasın rûzu mahşerde selâmet.
Belâ balan olup yansa semada,
Yerinip ağlar idi yana yana.
Ah yine keşf oldu birgün hazretine,
Göründü hali ümmet kendisine.
Hayasından bükaya verdi kuvvet.
Görenler hüznünü alırdı heybet.
Ebû Bekir, Ömer, Osman'ı, Haydar,
Erişti hazret i Fatıma Zehra,
Anamız Aişe Sıddık-ı hatta.
Ebû Bekir dedi: Ey Nur-i aynim,
Feda olsun sana hep valideynim.
Bizi Allah için eyle haberdar.
Dedi o Fahri âlem âli ümmet,
Beni giryan edendir asi ümmet.
Bu âsiler günah işler fenada.
Hazan yaprağı var andan ziyade

Belâ balan olup yansa semadan,


Yine İslaha dönmezler hevâdan.
Cesaret olunur her bir günaha,
Eder binde biri tevbe ilâha.
Dedi ol hazreti Sıddık-ı Ekber,
Hoş eyle kalbini olma mükedder.
Ne kadar olsa ümmetin günahı,
Alırsın boynuma nısfın günahı.
Fenalar eyledi Fahr-i Cihana,
Dedi ya Ömer sen n'eylersin evlâ.
Dedi geçmem Ebû Bekri muhakkak,
Velâkin sülüs olsun boynuma hak.

17
Fenalar eyledi tekrar o Sultan,
Dedi sen nice ya Osman-ı Affan.

Dedi ben onları geçmem velâkin


Olam ruzi günaha nedamin.

Ah dedi sevindi O Hazret,


Dedi sen ver yâ Ali bir beşaret.
Dedi bende sırat üzre gideyim,
Gelen asilere imdad edeyim.
Ne kadar asi olsa bir günahkâr,
Onu say eylerem lâ kuvvetim var.
Yine ümmetine olmazsa çare,
Yerine ben beni atarım nâre.
Cehennemde yanayım tâ o miktar,
Dedi ümmetime oldun fedakâr.
Yine sevindi o mahbubu Mevlâ,
Dedi sen yâ Aişe yâ Hümeyra.
Ah dedi, ben söyleyemem Zehra'dan evvel,
Ki, O bint-i Nebi'dir şanı ekber.
Dedi Zehra ki, sen bir nazeninsin,
Nişan eyle ki, ümmü'l-Mü'mininsin.
Dedi ben gerçi Ümmü'l-Mü'mininem,
Seni geçmek değil haddim zaifem
Ah dedi Zehra ki, ben mahşer yerinde,
Figana başlaram mizan önünde.
Başım kara elimde iki gömlek.
Biri kanlı, biri simli sarı renk.

Ümmetin sevabı tartılır ise,


Günahı her kimin ağır gelirse.

Koyam gömlekleri mizana elbet.


Onunla kurtulur binlerce ümmet.
Yine ağır gelen olsa günahı,
Koyam başımdaki bağlı siyahı.

18
Açayım başımı tek ibret olsun.
Velâkin cümle gözler yumulsun.
Dedi yâ Aişe nöbet senindir,
Ana evladına şefkat senindir.
Ne denkl-ü söyledi Şah-ı Nübüvvet,
Ağıttan bulmadı Aişe fırsat.
Dedi ben söyleyemem hayadan.
Velâkin isterem Bari Huda'dan.
Kapandı hücresine secdeye hem,
Dedi yâ Rabb'i, yâ Hallak-i âlem.
Sen ettin kalbimi memlûyi muhabbet,
Gönlüme sığmadı bu rahmi şefkat.
Beni koy nâre onlarla beraber,
Veya kıl onlarla cenneti müyesser.
Ne denklü evladı olsa günahkâr,
Ananın şefkati olur mu inkar.
Bana göstertme onlardan firaki.
Kerem kanisin yâ Hayyü Baki.
Duanın sözü ki, kâr etti cana,
Melekler başladı gökte figana.

Erişti Cebrâil verdi beşaret,


Cenâb-ı Hakk Teâlâ'dan dinle rivâyet.
Ki, layık mı Habibim zevcesini,
Koyam nara alayım rutbesini
Hem evladın bağışladım, O’nundur,
Ne eylerse eylesin Aişe’nindir
O asi evlada kim eyler imdad,
Eğer iman ile gitmezse bir fert..
Cemi-i Enbiya kılsa şefaat ,
Ona uhrada çâre yoktur elbet,
Bulan dünyada bulmuş çaresini,
Çeken dünyada çekmiş yaresini,
Fürugu nazlı rahmetle yad et ,
Sana biçare söyler itimat et.

19
Şeriat ehline sen eyle hürmet,
Namaz ehlinden ol, hem al nasihat,
Bu iş nasihatı bildin ise irşad,
Sana has son nefeste eyler imdad
İlâhi ehl- i beytin ümmetine .
Ki, muhtacız onların şefaatına,

Umarız ehl-i beyt’in şefkatini,


Bize gösterme mahşer şiddetini.
Şefaattır ricamız Mustafa’dan
Bütün âl-i ashâb-ı pür sefadan.
İştir bizleri dâr’ün-Naime,
Düşürme bizleri nâr-ı cahime.
Zaifiz mücrimiz âsi günahkâr,
Bizi affeyle yâ gaffar-ı Settar.
İster ise her zî âlem neylersin,
Ver salavat bula canın rahatı,
Allahümme salli alâ Seyyidina,
Muhammed’in ve alâ âli Muhammed.

Kenzül-İrfan, Hadîs No: 216)


" Al l a h i çi n i l i m ta l eb ed en l eri n (ö ğr en en l e ri n ) rı zı k l a rı n ı Cen â b -ı
Al l a h me mû l o l u n madık mahallerden tekeffül etmiştir." (Umulmadık yerlerden garanti
etmiştir.)
Şimdi zamanımızda "Çileye girdim, çıktım." diyen bir çok kimseler, çileye
konulanlar var. Bunların yaptıkları yanlıştır, çile değildir. Bir şeyh, müridinin birisini
çileye girdiriyor. Mürid birşey anlayamıyor. Başka bir şeyhe geliyor, intisab edip ders
alıyor. Şeyhine:
-"Şeyhim! Ben zamanla çileye girdim, çıktım bir şey anlayamadım, eksiğimiz
neydi?" diye sorunca Şeyh:
-"Nasıl, ne niyetle girdin, çıktın?" der. Mürid:
-"Çileye girip çıkayım, büyük bir adam olayım, halka ilim, irfan öğreteyim diye
girdim," der. Şeyh:
- "Çileye öyle girilmez. Sırtıma giydiğim kefenim, girdiğim yer kabrim.Ya Rabbi!
Ben çıkmayı düşünmüyorum. Bu ibadetle burada ruhumun alınmasını istiyorum. İster
benim ruhumu burada kabzet istersen kabzetme demesi lazım. Dışarı çıkmayı, halkı,
kendi kendini, herşeyi kalbinden tamamen s i l i p atması bir tek Allahu Teâlâ'ya
bağlanması gerekir. Çünkü
“Sen halkı görürken kendi nefsini göremezsin. Kendi nefsini görürken
Rabb'ını göremezsin. Halkı da kendi kendini de unut, çileye öyle gir, çalış."
dedi. Mürid öyle girip çıkınca Şeyh: "İşte şimdi oldu." buyuruyor.

20
Yunus Emre'nin Şeyhi Taptuk Emre Hz.'nin isminin Taptuk kalmasının sebebi:
Taptuk Emre Hz. kırk sefer üst üste çileye giriyor. Kırk defa, toplamı bin altı
yüz gün çilede kalıyor. (Bir sene Üçyüz atmış beş gündür) Çilede o kadar
zayıflıyor ki, başında et kalmıyor, iskelet vaziyetine geliyor. Namazda rükû edince
beyni içerden ön tarafa çarpar "Tak" diye ses gelirdi. Doğrulunca arka tarafa
değer "tak" diye ses gelirdi. Bunu dışardakilerde duyardı. Et ete değince ses
çıkarmaz ama Allahu Teâlâ bunu kullara ibret için her rukûya eğilip doğrulduğu
zaman tak-tuk diye ses çıkarttırırdı. Taptuk Şeyh ismi ordan kaldı.
Bilâl Babam:
- Çilede ağzımda et kalmadı, dişlerimin hepsi sallanıyordu, istesem hepsini de elim
le çekebilirdim.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in iki dişi şehit düştü diye ben, iki
dişimi elimle çekip çilehaneye gömdüm, buyurdu.
Bir mürid çileyi bitirip çilehaneden çıkıyor. Kendini gören kazlar bağırıp
kaçıyorlar. Mürid kendi kendine: "Vahşi hayvanlar; Rabiat'ül Adeviye Hz., Hz. Isa
(Aleyhis-selâm) ve Hz. Meryem'den kaçmaz, koşarak yanlarına gelirlerdi. Benden
ehli (evcil) hayvanlar bile koşarak kaçıyorlar." diye tekrar çileye giriyor. Hz.
Pir onyedi sene ot kökü yiyerek riyazet yapıp çileye girdi. Onlar gibi yapmak
imkansız, ama asgarisini de yapmazsan olmaz.
Çileye girmezden evvel, dışarıda çileye girilmesi lâzım. Senelerce tuzsuz,
yağsız bir tek arpa ekmeği o da çok az miktarda yiyerek riyazet yapıp öyle giril
mesi lazım. Çileye girmenin vakti şudur:
Gönlü, en tatlı ve etli güzel yemekle en tatsız yemek arasında kendisi için
bir fark olmaz. En tatlı yemeğin de tuzsuz, yağsız arpa çorbasının da tadı aynıdır.
İşte o zaman çileye girilir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hıra
Mağarasında; tuzsuz, yağsız bir tek arpa ekmeğiyle çalıştı. Çileye girecek kişi
de ondan fazla yiyemez.
(Sünen-i Tirmizi. Cild 4, Hadîs No: 2486)
"Mıkdâd bin Ma'dikerb (Radiyallâhu anhu)'den rivâyet edilmiştir; Dedi ki:
Rasulullah ( S a l l a l l a h u aleyhi vesellem)'dan şöyle buyurduğunu işittim:
İnsanoğlu karından daha zararlı bir kap doldur mamış tır. İnsanoğ-
luna kendini ayakta tutacak bi r kaç l okm a yet er. Şayet ( bu mik tar ın
aş ılmas ı) kaçı nıl m az i se bu dur um da üç te biri yemeği, üçte biri içmesi, üçte
biri de nefesi için ( a y r ı l m a l ı ) dır."30
Çilede yirmi dört saatte birkaç lokma yemeli deyince, o lokma sayısı üç
lokmayı geçmemelidir. Bilâl Babamın yirmi dört saatte yediği bir çay bardağı
dolusu arpa ununun çorbası idi. (Eski çay bardakları şimdiki çay bardağının İki
mislini alırdı) Üç öğünde yediği bu idi. Bunu üçe bölersen Peygamberimiz (Sallal-
lahu aleyhi vesellem)'in buyurduğu "bir kaç lokma" olur. Çilede olmayıpta
yiyeceğim derse midesinin üçte biri kadarı yesin.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) harbten gelirken:
- Küçük muharebeden büyük muharebeye geldik, buyurdu. Ashâb:
- Evimize istirahata gidiyoruz.Bu harbten daha büyük muharebeyi evimizde kiminle
yapacağız? dediler. Buyurdu ki:
Nefsimizle yapacağız. 31 Ashâb:
-Nefisle cihad (harb) nasıl olur? dediler. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem):
- Az yemek yemek, az uyku uyumak, dünya kelâmını az konuşmak, zikrulla
hı ibadeti, riyazeti, mücahedeyi çok yapmak, 32 Böyle çalışmakla bu ledün ilmi el
de edilir. Ashâb:

21
- Cihadda mı zikrullah gibi olmaz? dediler. Buyurdu ki:
- Allahu Teâlâ için cihad etmekte zikrullah gibi olamaz.Yalnız elinde üç k ı l ı ç par-
çalanıncaya kadar harb ederse zikrullah gibi olur." 3 3
Bu açıdan Bilâl Babam riyazet ve mücahede ile yedi sene bir çay bardağının
dolusu tuzsuz ve yağsız arpa ununun ekmeğini yiyerek veya çorbasını içerek yedi
sene riyazet etmiştir. Akşam namazının abdesti ile sabah namazını senelerce kıl -
mıştır. Müzekkî'n-Nüfus kitabında haftada, onbeş günde, kırk günde bir yemek yiyenler
olduğunu yazıyor. Bu nasıl oluyor? Nasıl dayanıyor, açlıktan ölmüyor mu? diye soruyorlar:
Bilâ! Babam'ın devamlı yediği yağsız, tuzsuz arpa çorbasıdır. Üç günde, haftada,
kırk günde, altmış günde bir sefer etli, tatlı yemekleri yer. Kendi ibadetini engellememesi
ve takattan (sıhhatten) düşmemek için öyle yiyor. (Kırk günde, altmış günde bir yerdi dediği
odur.)
Camilere girmenin yasak olup, kimsenin camilerde en ufak bir vaaz yapamayıp
çekindikleri sırada Bilâl Babam vesile olup katkıda bulundu, G.Antep, K.Maraş ve
İslahiye köylerine on dört cami yaptırdı. O zaman da şeyh bir tek Bilâl Babamdı. O
zalimlerin, istemezlerin devlete şikayeti üzerine otuz altı sefer tevkif edildi, e l l i dört
sefer nezarete girdi, on sene Giresun'a, iki sene İstanbul'a sürgün gitti. Sürgün gittiği
yerlerde de imkân dahilinde vazifesine devam etti. Üç sefer idamlık suçuyla yargılandı.
Allahu Teâlâ'nın inayetiyle kurtuldu. Fakir, fukaranın hakkını kayırıp, yüzlerce haksız
zalimi durdurdu. Allahu Teâlâ, Bilâl Babama o kadar büyük maneviyatı, o kadar büyük
hâli, o kadar büyük İlm-i Ledünü ve benzeri in'am ve ihsanını rastgele vermedi. 1950
senesinden bu yana serbestleşince hiç Şeyh yokken Şeyhler birden çoğaldı. Bunların içinde
hakiki olanlar pek az vardır.
Benim yazdığım bu âyet ve hadîsle olan vaazlar Bilâl Babamın ilminin bir zerresidir.
Bunu yalanlamak ve başkaları i l e karşılaştırmak isteyenler sadece benim yazdığımla;
onların konuşmalarını sorulara cevap vermelerini karşılaştırsınlar. Hangisi âyet, hadîs ve
Edille-i Şer'iye ile insanı ikna, ikaz, irşad edip ayıktırıyor. Bu karşılaştırmayı başka şeye
bakmayıp siz kendiniz yapınız. O zaman Bilâl Babamın büyüklüğü meydana çıkar.
(Sûre-i Tevbe, Ayet 122)
"... Her kabileden bir zümre ayır...(İlâ âhir)."
Emr-i İlâhisi gelince. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ashabın içinden
ashâb-ı Suffayı ayırdı. Onlar camî-i şerifin sofasında geceli, gündüzlü zikrullah ve ibâdet
ederlerdi. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) onları harbe götürmediği halde
ganimet malından onlara da verirdi. Bu Allahu Teâlâ'nın emridir, Kur'ân-ı Kerim'de
âyettir. Bu âyetin mucibince onları geceli gündüzlü zikrullah, ibadetle çalıştırırdı.
Ashâb-ı Süffa'nın zikrullahla çalışması, harbe gitmemesi Allahu Teâlâ'nın emridir,
farzdır.
Ümmet-i Muhammed'in içinde çok iyileri de var, çok kötüleri de var. Ümmet-i
Muhammed'in içinde öyleleri var ki, İslâmiyetten uzaklaşmış, günah deryasının içine
dalmış, küfür selinin içinde yüzenleri elinden tutup hidayete Allah Teâlâ'nın rahmetine
kavuştururlar.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1861)
"Ben bir takım i nsanları biliri m; onlar ne peyga mb erl er v e ne de
şehidlerdi r. Lâkin k ı y a met g ü n ü n d eki mev k i l eri n e h e m p ey g a mb erl e r h e m d e
ş eh i tl er g ı p ta ed erl er (i m re n i r l e r ) . O nlar Allah'ı sevenler ve A l l a h ' ı halka
sevdirenlerdir! Onlara devamlı olarak A l l a h ' a i t a a t e t m e l e r i n i e mr e d e r l e r .
İ ş t e A l l a h ' a i t a a t et t i k l e r i z a ma n A l l a h o n l a r ı s e v e r . "
Bu ve bunun gibi âyet-i kerime ve hadîs-i şerifleri, Bilâl Babam tam açıklıyor. Onlar
Allahu Teâlâ'yı sevenler ve sevdirenlerdir. Bu da Elhamdülillah Bilâl Babamda

22
fazlasıyla vardır.
(Râmûz-ul Ehâdis. Hadîs No: 2200)
"Ebdal ( v e l i l e r ) kırk erkek, kırk da kadındır: Onlardan bir erkek
öldüğü zaman Allah yerine ( b a ş k a ) bir erkek getirir. Kadınlardan da biri öldüğü
zaman Allah yerine (başka) bir kadın getirir."
Ebdal kırklar demektir. Çingan (çingene) ve aptallara aptal denildiği zaman; "Keşke
abdal olabilsek" derler.Yani ebdal (kırk)lardan olabilsek demek istiyorlar. Ebdallar kırk
erkek, kırk da kadındır. Biri ölse yerine birini getirirler. Kıyamete kadar böyle devam
eder. Otuz dokuz olarak sabahlamaz, muhakkak ölenin yerine birini getirirler.
Pehlül Dâne Hz. yirmi dört saat başını saklayacak yer aradı. Bir kaç ay sonra
başını açıp boynunu uzâttı. Yirmi dört saatte böyle durdu. Kendisine sordular:
- Niçin yirmi dört saat başını sakladın ve neden bir kaç ay sonra başını açıp, boynunu
uzatıp gezdin? Pehlül Dâne Hz.:
- İlk defasında iblisin yardımcılarından birisi ölmüştü, İblisin verdiği külahı başına
geçirip, onun yerine vekil yapacakları birini arıyorlardı. Olur ki, benim başıma geçirirler diye
korktum başımı sakladım. Bir kaç ay sonra başımı açıp, boynumu uzattığım da kırklardan
biri ölmüştü. Kırkların başkanının:
- Kim münasipse onun başına giydirin." diye verdiği külahı gezdiriyorlardı. Onun için
boynumu uzattım, başımı açtım. Giydirmezler mi acaba dedim, onu da giydirmediler." dedi.
Yine Allah Teâlâ'nın emirlerini. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in
sünnetlerini ve hadîslerini ancak tarikat ehl-i olanların içinde çok çalışan pek az kimse yapar.
O da yine tam yapamaz.
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 4201). .
"Ebû Hureyre (Radiyallâhu anhu)'dan rivâyet edildiğine göre: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi vesellem):
-(Ey mü'minler!) Amel ve ibadetlerinizde itidal ile hareket edip ifrattan kaçını-
nız. Çünkü hiç birinizi (güzel) ibadeti-işi kurtarıcı değildir." buyurdu. Sahabiler:
- Seni de mi kurtaramaz, Ya Rasulullah? diye sordular. Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem):
- Evet, beni de Allah'ın rahmet ve fazlı bürümedikçe yalnız ibadetim kurtarıcı
değildir, buyurdu."3 4
Hadîs-i şerifte geçmekte olan ifrat'ın manası: lüzumundan fazla değer vermektir.
Mesela; Cihar-ı yar'ı Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'den: ashâbı cihar-ı
yar'dan, tabiini ashâbdan, tabiîn olmayanları tabiinden üstün görmek gibi şeyler ifrattır.
Bu ifrat kelimesini, ibadeti fazla yapan diye söylemişler, i b ad eti3 5 fazl a yap m a yı ;
"E y All ah' a i man ed en l er! Al lah 'ı ço k zi k redin . "
" Mün afı kla r si ze mecnun ( d e l i d i r ) deyinceye kadar Allah Teâlâ'yı zikre-
din." 3 6 gibi Allahu Teâlâ'nın ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in emirleri
çoktur. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
Gece sabahlara kadar ibadet etmiştir. Bunu Allahu Teâlâ emrediyor. 37 Bu ifrat
mıdır? Zamanımızda bazıları Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'ye susan (konuşmayan)
Peygamberdir, bir kısmı da "Ali Allah'tır" derler. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'yi
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in denginde görmek ifrattır.
SAİHUN
(Sûre-i Tevbe, Ayet 112)
" ( B u a l ı ş v e r i ş ya p a n l a r ) T e v b e e d e n l e r , i b a d e t e d e n l e r , h a md e d e n l e r

23
seyahat edenler, rüku' edenler, secde edenler i y i l i ğ i emredip kötülükten
a l ı k o y a n l a r v e A l l a h ' ı n s ı n ı r larını koruyanlardır. O mü'minleri (cennetle)
müjdele,"
Bu âyet-i kerimede; Allahu Teâlâ sâihûn yapmayı emrediyor. Türkçesi; Allahu Teâlâ
için gezi yapın emridir. Bu âyet-i kerime mucibince Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem), kafir krallarına İslâmiyete girmeleri için mektup yazıp göndermiştir. Bu
mektupların ve gönderdiği kral, padişah, bey sayısı yetmiş küsürdür. Ayrıca ashâbı ikişer,
üçer, beşer islamı tebliğ için kâfir memleketlerine gönderirdi. Bu gitmeleri aylarca sürerdi.
Tarikat Şeyhleri, Allahu Teâlâ'nın bu emri ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in
bu sünnetlerine göre yetişkin müridlerine seyahat emri vermiştir.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Allahu Teâlâ için Mekke'den
Medine'ye hicret etti. Musa (Aleyhis selâm) Firavun'dan; İbrahim (Aleyhis selam)
Nemrud'dan; Yusuf (Aleyhis selâm) kardeşlerinden kendilerini gizlediler. En büyük
sâihûnu yaptılar. Sâihûn, Allahu Teâlâ'nın emri ve bunların hepsinden kalan sünnettir.
Bunlar Allahu Teâlâ'nın emri, ile sâihûn yaptılar. Biz de toplu olarak İslamı yaymak için
sâihûn yapmalıyız. Allahu Teâlâ için göç olursa daha iyidir hicrettir, saihundur.
İstemeyenlerin devlete kötü bildirmeleri nedeniyle Bilâl Babam on sene Giresun'a,
iki sene İstanbul'a sürgün gitmiştir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mekke'den
Medine'ye göç etti. Arası beşyüz kilometre kadardır. G.Antep ile Giresun arası da düz
gidersen beşyüz kilometre kadardır. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Medine'de
on sene kaldı. Orada İslamiyeti yaydı. Bilâl babam da Giresun'da on sene kaldı, orada
islamiyeti (şeriatı ve tarîkatı) yaydı. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) on sene
sonra Mekke'yi aldı. Bilâl Babamda on senenin sonunda G.Anteb'e geri döndü. Peygambe-
rimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in başından geçenlerle Bilâl Babamın yaşadıkları
birbirinin çok yakın benzeridir.
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 4303)
"Ebû Sellam el-Hubşi (Memtur el-Esved) (radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
(Halife) Ömer ibn-i A b d ü l a z i z b a n a h a b e r g ö n d e r e r e k y a n ı n a ç a ğ ı r t t ı .
Ben d ebi r ka tı r sı rtınd a O'nun yanı na vardığım zaman bana:
-Ya Ebû Sellam! Buraya kadar bindirip getirmek hususunda cidden
sana meşakkat verdik." dedi. Ebû Sellam da:
- V a l l a h i d o ğ r u d u r . Y a E m i r e ' l - M ü ' m i nin."dedi. Ömer ibn-i Abdülaziz:
- Allah'a yemin ederim ki, sana eziyyet çektirmek istemedim. Velâkin
(Kevser) havuzu hakkında Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)' ı n kölesi Sev-
ban (Radiyallâhu anhu)'dan senin rivâyet ettiğini haber aldığım bir hadîs var.
O hadîsi kendi ağzınla bana rivayet etmeni sevdim (de bunun için seni çağırttım)
dedi. Ebu Selam el Hubşi demiştir ki, bunun üzerine ben dedim:
Bana Rasulullah (Sallal1âhû aleyhi vesellem)'ın kölesi Sevban (Radiyallâhu
anhu)'ın rivâyet ettiğine göre Rasûlulah (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle
buyurmuştur:
Şüphe s i z be ni m havuz um A de n i l e Eyl e ar as ı ndaki m e s af e kadar
( u z u n ) d u r . Sütte n dah a b e y a z v e b a l d a n d a h a t a t l ı d ı r . B a r d a k l a r ı
gökteki y ı l d ı z l a r sayısı gibi (çok)'dir. Kim ondan bir yudum içer s e
artık ebe diyyen susamaz . O havuzun başına yanı ma gelenleri n ilki
( d ü n y a d a i k e n ) e l b i s e l e r i k i r l i , ba ş l a r ı n d a k i s a ç l a r d a ğ ı n ı k , k a r ı ş ı k ,
v a r l ı k l ı e ş r a f tan olan kadınlarla evlenemez ve kapılar onlara açılmaz."
R avi de mi ş ti r k i : Ö m e r i bn- i A bdül az i z, s akal ı ıs l anı nc aya kadar
ağl adı sonr a ş öyl e s öyl e di :
- Lâkin ben bol nimetlenmiş kadınlarla evlendim ve kapılar bana açıldı.
Artık çare yok vücudum üstündeki elbiseyi yıkamayacağım ki iyice kirlensin ve

24
başımı yağlamıyacağım ki saçım dağılıp karışsın, dedi." 38
Bu hadîs-i şerîfe bazı yüksek düzeydeki din adamları "Müslüman pis
olmaz" diyerek itiraz etmişler. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
"Temizlik imanın yarısıdır. " 3 9 buyuruyor. Allahu Teâlâ için aylarca, senelerce
sâihûn yapan hali ile kirlenir. Allahu Teâlâ, insanın gücünün yetmediğinden sorumlu
tutmaz, Bu nedenle üstü başı kirli olanı da hepsinden üstün tutuluyor.
"Pire itte, bit yiğitte bulunur." Ata sözü meşhurdur. Bit yiğitte bulunur, bu iki
çeşittir:
1-) Zahir yiğit; bu, aylarca düşman içerisine gider, harb yapar; su eline geçmez,
üstü başı bitlenir.
2-) Bâtın yiğit; "Sâihûn (Allahu Teâlâ için gezi) yapın" âyetine göre sâihûn
yaparlar. Sâihûn yapan derviş, Allahu Teâlâ için her şeyinden, canından da geçer.
Ümmet-i' Muhammed'i uyandırmak için azimli olur.Ömrünü o yola adar. Bununda
s ı r t ı , başı zamanında yıkanmaz. Elbisesi, üzeri kirlenir.
Hadîs-i şerîfte:"Yamalı elbise kalbi nurlandırır" 4 0 O da Sâihûn
yapmaya veya ona benzemeye işarettir. Onların bir saatlik yola gitmesi senin
bin sene ibadetinden, temizliğinden Allahu Teâlâ yanında iyidir.Hem milleti islah
eder, hem de dünyayı tur yapar. Afganlılar bu Sâihûnu yapıyorlar.
(Sûre-i Furkan, Ayet 63)
" O ç o k m e r h am e t l i A l l a h ' ı n ( h a s ) k u l l ar ı ol a nl a r ı d ı r ki , ye r y ü-
z ü n d e t e v a z u i l e y ü r ü r ler. Ve kendini bilmez kimseler kendilerine laf attığın-
da ( i n c i t m e k s i z i n ) "selâm" derler (geçerler)."
Rahman' ı n öyle kulları vark i ; "Yeryüzünde gönül enginliği i l e yumu
şaklıkla gezerler. Cahiller kendilerine hitap edip kötü söylerlerse selâmettir,
aramızda birşey yok" derler.
Üç çeşit hac vardır. En makbulü aylarca evvel hacca gider, ihramı giyer hiç
çıkarmaz, ihram kirlenir. Aylarca traş olmaz, saç-sakal birbirine karışır. Tırnak
kesme, ailesi ile cinsi ilişkide bulunma, hatta kesinlikle koltuk, kasık traşlarını da
yapmak yasaktır. Traş olma, yıkanma, kazayla kaşıyarak vücudundan bir kıl
koparsa. evine gelince bir ceza kurbanı kesip dağıtması lazımdır. En makbul hac
bu hacdır. Bunda da en fazla ihramda kalmak en makbulüdür. Bu da görünüşte
(zahirde) en kirli müslümandır. [Diğer taraftan masraf olur diye Arafa'ta çıkmazdan
birkaç gün evvel ihrama girer. O sâihûn sayılmaz. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) son hacca gidişinde yüz deveyi Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin eli ile
kurban kesmiştir. Kurbanın kesileceği yer orası, günü o gün. Hacca gidip kurban
kesmemezlik kat'i surette olmaz.]
Ashâb-ı Kehf’in üçyüz dokuz sene uyuyup, uyanınca vücudları kirlenmiş,
saç-sakalları, tırnakları çok çok uzamıştı. Çok yattık deseler, karınları acıkmamış
Az yattık deseler; tırnakları, saçları uzamış, toz toprak, kir içinde. Köpekleri her
sene tüleye tüleye tüyü yatak gibi olmuş. Sen bir tek delilin olmadan kafadan
atarsın. Halbuki bu sâihûn kibir ve riyayı kırmadır. Yapabilene!
Riya dediğin nedir? Riyadan kaçınmak en iyi ameldir, riya ise en kötü
ameldir. Evvelki yaptığın iyi amelleri de öldürür. Sâihûn riyayı giderir. Temizliğe
dikkat edeceğim diye bunları beğenmemek riyanın gelmesine sebep olur.
Bir harbte ashâbdan biri:
-"Yâ Rasulullah! Ben kirliyim, bana dokunma, gusül yapmam icab ediyor" der. Peygambe-
rimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- "Müslüman pis olmaz." buyurdu.

25
(Sünen-i Tirmizi, Cild 1, Hadîs No: 121)
"Ebû Hureyre (radiyallâhu anhu)'den rivâyet edilmiştir;
Ebû Hureyre (Radiyallâhu anhu) cünüb iken, Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) O'nunla karşılaşmıştı. Diyor ki:
- Ben geriledim, yani geri çekilerek ( g i d i p ) yıkandım ve sonra geldim.
- Nerede idin? Veya nereye gittin? buyurdu. Gerçek cünüb idim,dedim.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Müslüman pis olmaz, 41 buyurdu."
En iyisi yukarıda saydığımız gibi elbisesi, kendisi kirlenir ama pis değildir.
"Müşrikte temiz olmaz, pistir." 4 2 Müşrik her ne kadar yıkansa bile dışı temiz, içi
kirli; mü'minin içi temiz, dışı kirlidir. Bu saydıklarımızı yapmak çok zordur. Fakat çok
mükâfatlıdır. Onun bir tanesi Allahu Teâlâ yanında diğer milyonlarca müslümana
bedeldir. Bunu yapamıyorsa yamalı elbise giyer o da kalbi nurlandırır. Yine elinin
kazancını yemek Allahu Teâlâ'yı memnun eder. Sultan Süleyman (aleyhis selâm) Büyük
padişahtı. Sepet örer, onu satar, onun parası ile ekmek alır yerdi. 44 Osmanlı
padişahları başka padişahın kazancını yemezdi. Kendisi Allahu Teâlâ için harb eder,
ganimat malı alır onu harcardı. Onu da cami ve hayır işlerine sarfederdi. Bunu da
yapamazsa sünnete uyar. Şeriatın emrini yaptıktan sonra zikrullahı çok eder, seher
vaktinin ibadetini çok yapar, çok göz yaşı döker. Allahu Teâlâ'nın emirleri olarak farzları,
vacipleri, Peygamberimiz {Sallallahu aleyhi vesellem)'in yaptıklarını da sünneti olarak
uygulardı.
" K u l u m b a n a e n f a z l a f a r z n a ma z d a y a k l a ş ı r . O f a r z n a ma z d a k i
y a k ı n l ı ğ ı n ı a n c a k n a filelerle muhafaza eder." 44
Bu hadîs-i kudsîye göre bu saydıklarımız başta gelir. Bunları yapamazsa temizliğe
son derece dikkat eder. Beş vakit namazını kılar.O yüksek düzeydeki din görevlisi en
sonuncusunu söylüyor.
Zamanla Seyyah gezen üç dervişten birisi hastalanıyor ve ölüyor. Hoca yıkayacak.
Derviş yukarıdaki hadîs mucibince; senelerce yol tepmiş üstü başı yıkanmamış. Hoca bunu
görünce arkadaşlarına:
- Bu ne kadar pislik, böyle müslüman mı olur?
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
"Temizlik imandandır, temizlik imandan gelir."45 buyurmadı mı? Ben bunu yıkamam
Ayağından sürüyün, bir çukura atın, üstüne de toprak dökün, deyince ölen dervişin arkadaşı
olan diğer derviş, ölünün başucuna varıyor, çağırıyor:
- Sen ölecek yer bulamadın da bula bula burayı mı buldun? Kıymetin bilinen bir yerde
niçin ölmedin?deyince ölü kalkıp oturuyor ve:
- Öyle ise nerede öleyim? diyor. Derviş:
- Felan köy seni çok iyi biliyor, orada öl, diyor. Ölü elbisesini giyiyor. Hoca ve halk
gelip her ne kadar minnet ettilerse de "Artık burada ölmem, durmam, imkânı yok" deyip o
köye gidip orada ölüyor.
Diğer ölüler yıkanır, şehid yıkanmaz. Şehidler görünüşte yıkanmadı; kanlı, kirli
elbisesi ile gömüldü. Fakat o ölmedi. Şehid, Allahu Teâlâ'nın yanında en yüce ve üstün
sevdiğidir. Şehidlerin yıkanmadan defnedilmesi, insanın düşünce ve görüşüne göre ters
ama şehid olmayanların yıkanması şehidin yıkanmamasına yetişebilir mi? Şehid bâtın
Saihun yapıyor, diğerleri yıkanıp zahir temizliği yapıyor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in ashabının içinde bu sâihûnu mescidde oturup, batın gönül yolu ile Allahu
Teâlâ'ya giden, ömrünü ibadete vakfetmişler vardı. Bunlara Ashâb-ı Süffa denir. Zâhir
sâihûn yukarıda yazıp saydığımız bâtın gönül yolu sâihûnu ashâb-ı suffa yirmi dört
saatin tümünü zikrullah, ibadet, tesbih, secde, kıyam ile geçirir. Gece uyumazlardı.
Bir âlimin yanına millet vekili, bakan, vali geldiğinde yanındaki fakirleri onlarla
konuşacağım, dışarı çıkınız. Sonra geri içeri girersiniz derse bir mahzuru yoktur. Allahu

26
Teâlâ bunu Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e kusur sayıyor. Derhal Cebrâil
(Aleyhis selâm) geliyor ve bu âyeti getiriyor.
Sen yanındakileri tard etme (kovma).(Çabuk dışarı çıkın demeyi kovma sayıyor.)
Çünkü onlar Rabbılarının cemaline mürid olmuşlardır."46
"Sen kendi nefsine sabret (Onların ter kokularına, bilir bilmez sözlerine
sabret). Çünkü onlar Rabb'ılarının cemaline mürid olmuşlardır."47
Bu iki âyet-i kerimede Ashâb-ı Süffa ve Onların yolunu takip eden müridler
hakkındadır. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ömründe bir sefer "Dışarı çıkın,
beylerle konuşacağım" belki onlarda müslüman olurlar gayesi ile söylemesi Allahu Teâlâ'nın
kendini âyetle tekdir etmesine sebep oluyor.
Sen Şeyh, Meşayıh ol değil Ashâb-ı Süffa gibileri, senden ders almak için yanına
girmelerini kabul etme; kabul etsen de: "Şu dersi çek. bu dersi çek, hoşuma gidersen sana
ders veririm. Yoksa vermem, dersin, İşte bu söz, bu görüş, bu hâl Peygamberimiz,
(Sallallahu aleyhi vesellem)'inkine ve Allahu Teâlâ'nın sözüne terstir. Belki Allahu
Teâlâ'nın yanında onun kıymeti hepsinden üstündür. Görünüşte üstü-başı kirli, saçı-sakalı
birbirine karışmış, darmadağın, kelâm-i kibar söylemesini bilmiyor, fakat Allahu
Teâlâ'nın ismi, zikri dilinden gitmez, korkusu, sevgisi kalbinden çıkmaz.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına Mekke'nin beyleri toplanıp
geldiler. Biz seninle konuşacağız ama yanındaki fakirler (Ashâb-ı suffan)in üstü-başı ter
kokuyor. Onlar çıksın, pencere, kapı açılsın, içeri havalansın. Biz seninle konuşalım, biz
çıkalım onlar girsinler, deyince Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bunlarda hak,
doğru sözü duyar belki iman ederler gayesi ile Ashâb-ı Suffa’yı hemen dışarı çıkardı.
Biraz çabuk çıkın, demiş olacak ki Ashâb-ı Süffa dışarı çıkınca:
- Yâ Rabbi! Sevgili Habibinin cemalini görmeden duramayız. Zenginler geldi diye
bizi dışarı sürdü, deyip mel'ûl ve mahsun oldular. Gözleri yaşardı. ''Onları yanından
kovma" diye Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'e 4tekdir âyeti geldi.
Hadîs: "Nâs uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar," 8
Evindeki saçı-sakalı birbirine karma karışık adamı Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) traş ettiriyor, "Böylesi daha iyi oldu" 49 buyuruyor.Bu zâhir
temizliktir. Sâihûn yapmayıp evinde kirli geziyorsa, evinde oturanın temiz gezmesi lazım.
Sâihûn yapan yeryüzünde gönül enginliği ile gezer. Bunun içinde üstü50başı kirli, çamaşırı
yıkanmamış, varlıklı kadınlar kendileri ile evlenmezler, en iyisi odur. İşte Peygamberi-
miz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şerifini göz önüne alırsak, evinde oturup bun-
ları yapmayan traş olup temiz olacak; o biri de ne kadar çok gezer, ne kadar çok uzun
zaman bu saydıklarımızı yaparsa Allahu Teâlâ'nın yanında en üstün o olur. Ondan daha üstünü
olmaz.
Ensar (Medineliler), Akabe'ye gelmekle sâihûn yaptılar. Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'in elinden tutup biat ettiler. Muhacirler (Mekkeliler) hicretle sâihûn
yaptılar. Yolda bir tek içecek suları vardı. Nasıl yıkansınlar! . Hem de Mekke'de iki buçuk
sene kendilerini çöle sürdüler. Bizim kıymete almadığımız saçı-sakalı karışmış, üstü-başı
kirli, dünyaya hiç kıymet vermeyip ömür boyu seyyah gezen Allahu Teâlâ'nın emirlerini
emir, nehiylerini nehiy, yasaklarını yasak olarak mü'minlere gezdiği yerde anlatan zâtlar
vardır. Bunlar münafık, zındık, fasık, kâfirleri de iyilikle yola getirmeye çalışırlar.
Yunus Emre'ye Şeyhi sâihûn yapması için Şam'a gidip bir adamı görmesini, ona
mektup vermesini emretti. Yunus Emre yol boyu gittiği yerlerde kasideler söylemeye
başladı. G.Antep'e gelince:
Emr-i Mürşid ile oldum yola revane, Kime aşıksa kişi onunladır her işi,
Ne mümkündür gide Şam'a böyle divane; Cümle aşıkların başı döker çeşminden yaşı;
Murad alan. Antep imiş çıktı beyane, Bu dolap su çeker savaşı savaşı,
Yunus bir nutuk söyledi Anteb'e. Yunus Muhammed ismini duydu dolapta.

27
Hama'daki dönen dolaba gelince, dolaba söylediği kaside çok meşhurdur. Bir Yunus
olup söylüyor, bir dolap olup söylüyor. Kaside söyleyerek dolaba sorar: "Dolap niçin
inlersin?" Dolap olup cevap verir.
Ben bir dağın ağacıyam. Beni bir dağda buldular,
Ne tatlıyam ne acıyam; Kolum kanadım kırdılar;
Ben Mevlâ'ma duacıyam, Dolaba layık gördüler.
Onun için inilerim. Onun için inilerim.
Ayrıca her Şeyh, her Mürşid-i Kâmil kendi zamanında Kur'ân-ı Kerim'deki
"Sâihûn" emrini, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in mektup yazarak, Ashâbı
Üçer beşer tebliğ cemaati olarak, İslamı yaymak için krallara gönderdiği şekilde müritlerine
görev verip göndermiştir.
Bir çok tefsirlerde bile apaçık güneş gibi olan bu hakikatları görmemezlikten
geliyorlar. Ve sâihûn yapmak, manevi gezi, oruçtur; Sâihûn yapmak yaşlı ihtiyarları,
akrabanı gezip. sıla-i rahm yapmaktır. Sâihûn yapmak; çocuğunu uzak yere okutmaya
vermektir gibi yanlış, ters görüşler ileri sürüyorlar. Böyle söylemeleri. Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'in ve ashabın yaptıkları hiç birbirine benziyor mu?
Bilâl Babam vaaz kasetinde:
- Allahu Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerîm'deki sâihûn emrinin zâhir anlamı dervişlerin
seyahat etmesi. Bâtın anlamı ibadette, taatle Allahu Teâlâ'ya kavuşmak, vuslat, gönül
yoludur. Bunu böyle söylemeyip, "Sıla-i Rahm, Mevalât-ı Mü'minin" diye en kıymetli
tefsir kitaplarında bile bununla yetinmişlerdir, buyuruyor.
Halbuki Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in hicreti en büyük sâihûndur.
Kâfir krallarını ve memleketlerini İslâma davet için mektupları götüren, ayrıca Üçer
beşer kişilik topluluk halinde islamı tebliğ için giden sahabelerin gezmeleri Kur'ân-ı
Kerîm'deki sâihûn emrini yerine getirmek içindir.
Zamanımızda bu sâihûnu Afganlılar yapıyorlar ve İslamı Tebliğ Cemaati olarak
dünyanın her yerini geziyorlar. Bir şeyhin müridleri uzak bir memleketten toplu olarak
şeyhinin ziyaretine gider, içinde en ufak dünya menfaati, kazancı, maddi çıkarı olmayıp
bir tek Allahu Teâlâ'nın rızası için evinden çıkar gider, vaaz nasihatini dinler ve ömür
boyu da onunla amel ederse işte sâihûnun bir çeşidi de budur. Ondan daha üstünü
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in gönderdiği mektuplar ve tebliğ cemaatidir.
Bilâl Babamı Giresun'da iken Kırıkkale, Darende ve Isparta'dan; G.Antep'te iken
K.Maraş ve Yozgat Çayıralan'dan yaya olarak görmeye gelenler oldu. Bilâl Babamın uzak
mesafelere gönderdiği ihvanlarda vardır. Bunlarda aynı sâihûnu yaptılar. Sırf Allahu
Teâlâ'nın onu sevdiği için ondan dini konuda birşeyler öğrenebilmek için onu görmeye
geliyorlar.
Bir şeyhin müridi olup, O'nun emri ile seyyahlığa çıkanlar; dünyayı tur yapıp gittiği
yerde İslâm'ı aşıladılar. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'den sonra aylarca yol
çekip hakiki bir âlim, Mürşid-i Kâmil, Meşayıh aradılar. Görünüşte bunların üstleri, başları
kirli ama kalbleri iman doludur. Onların kalblerine Allahu Teâlâ'nın sevgisinden başka
sevgi, Allahu Teâlâ'nın korkusundan başka korku girmez. Dünya, dünyalık, para, evlat,
memleket bunların hiç birisi kendini o sâihûndan, o geziden ayırmaz. Dünyada kendini
garîb sayar. Kendi kendini tamamen unutur. Bir tek İslamiyeti uyandırmak, diriltmek,
Allahu Teâlâ'nın hidayetine kulları çekebilmek gayesi ile ömrünü o yola vakfetmiştir.
Aylarca, senelerce eline su geçmediği, bir banyo yapamadığı olmuştur.
Senelerce dediğime hayret edeceksiniz fakat Allahu Teâlâ Kur'an-ı 51
Kerim'de
Ashâb-ı Kehf’in üçyüz dokuz sene uyuduğunu buyuruyor. İşte yukarıda
saydıklarımızın hepsi ve Ashâb-ı Kehfin Takyanus'tan kaçıp mağaraya yatmaları,
sâihûndur. Askerde normal bir asker disipline her ne kadar uyarsa, vazifesine her ne

28
kadar dikkat ederse o kadar iyidir. Ama casus olarak düşman içerisine gönderilen bir
asker dilenci, aptal, çingene, hasta, felçli, çok fakir olur. Çok yamalıklı, yırtık, giyer.
Üstü, başı pis kokar; çeşitli kılıklara girer. Bu her ne kadar kötü, pasaklı kılık değiştirirse
kumandanı o kadar sevinir. O sâihûnu yapamayanlar normal asker gibidir. Onların
temizliğe, nezafet (paklık)e, İslamı kurallara tam uyması lazım. O sâihûnu yapanlar
düşman içerisine casus olarak peygamber ve Şeyhlerin gönderdiği halifeleridir. Onlar ne
olurlarsa olsunlar, görünüşleri nasıl olursa olsun, vazifelerine devam ediyorlarsa kuman-
danların [Şeyhinin, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in] ve başkumandan olan
Allahu Teâlâ'nın yanında o kadar sevgilidir. Eğer onlar olmasa, İslâmiyet yeryüzünde
çabuk batar (silinir). Onlar âlimleri de, cahilleri de ayıktırır,düzeltirler.
Hadîs-i şerifte:
Onlar kırmızı kibrit başı gibidir. Gezdiği yerde Allahu Teâlâ'nın aş-
kına, ateşine milleti yakar, tutuşturur giderler." 52 buyur u l u y o r ,
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs-i Kudsi No: 6385)
"Allah Azze ve Celle buyuruyor:
Benimle meşgul olması kulumun en önem verdiği bir iş ol u rs a , o n u n a r zu
v e l e z z e ti n i zi k ri m d e k ı l a rı m. B i r d e a r zu v e l ez z e ti n i zi k ri md e k ı l a r s a m, o
a rtı k b a n a a şı k olu r; b en d e o n a aş ı k o lu ru m. B i rb i ri mi z e a ş ı k o l u rs a k
o n u n l a b en i m a ra md a k i p erd ey i k a l d ı rı rı m. B u h a l a r tı k o n u n u mu mi h a l i
o l u r: İ n s a n l a r y a n ıl d ığında o yanılmaz. İşte böyle olanların sözleri peygamberlerin
sözleri gibidir. Gerçek kahraman onlardır. işte! Onlar o kişilerdir k i , yer ehline bir azab
vermek istediğim zaman, kendilerini hatırlarım da azabtan vazgeçerim."
"Rahman'ın öyle kulları vardır ki, yeryüzünde gönül enginliği ile gezerler."53
"Halkı Hakka irşad ederler. Allahu Teâlâ'nın öyle kulları vardır ki,
o n l a r ı n o l s u n dediği her şey olur"-54
''Onların yediğini ben yerim, içtiğini ben içerim."55
. Ayet-i Kerime'de ve hadîs-i şeriflerde buyurulanlardır.Bu sâihûnu yapan. Allahu
Teâlâ'nın rızasını kazanan zâtlardır.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3444)
" M u h a b b e t i m b e n i m i ç i n s e v i ş e n l er e v a c i p o l mu ş t u r , mu h a b b e t i m
b e n i m i ç i n b o l b o l verenlere sabit olmuştur."
(Sahih-i Müslim. Cild 8, Hadîs No: 43 (2569))
"Ebû Hureyre (radiyallâhu anhu)'dan rivâyet edildiğine göre: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu: Aziz ve Celil olan Allah kıyamet gününde:
- Ey Adem oğlu! Ben hasta oldum da sen beni ziyaret etmedin, buyurur. Kul:
- Ya Rabb! Sen âlemlerin Rabb'i olduğun halde ben sana nasıl hasta ziyareti
yapabilirim? diye sorar. Allahu Teâlâ:
- Sen bilmez misin ki, benim filanca kulum hasta olmuştu da sen onu ziyaret
etmemiştin. Yine bilmez misin ki eğer sen onu ziyaret etseydin muhakkak beni onun
yanında bulacaktın. Ey Adem oğlu! Ben senden yiyecek istedim, fakat sen bana yiyecek
vermedin. Kul:
- Ya Rabb! Sen âlemlerin Rabb'i iken ben sana nasıl yiyecek verir doyururum?der.
Allahu Teâlâ:
- S e n ş u h a k i k a t i b i l me z mi s i n k i , f i l a n k u l u m s e n d e n y i y e c e k i s t e d i y d i
d e s e n o n a y i y ec e k v er med i y d i n . B il me z mi s i n k i ş a y et o n u d o y u rs a y d ın
mu h a k k a k b u nu b en i m y a nımda bulmuş olacaktın. Ey Adem oğlu! Ben senden
su istedim de sen bana su vermedin, buyurur. Kul:
- Ya Rabb! Sen âlemlerin Rabb'i iken ben sana nasıl su verebilirim, der. Allahu
Teâlâ:

29
- Filan kulum senden su istemişti de sen ona su vermemiştin. Bilmez misin ki eğer
sen ona su vermiş olsaydın bunu benim yanımda bulacaktın.'' buyurdu.
Peygemberimiz ( S a l l a l l a h u aleyhi vesellem):
"Allahu Teâlâ için bir kulu ziyaret etmek Allah’u Teâlâ'yı ziyaret etmektir."56
buyurdu.
Hadîs-i Kudsi'de Allahu Teâlâ:
-"Kulum beni ziyaret etti. Her ziyaret edilene ev sahibi ikramda bulunur. Ben
im de ikramım cennettir."57 buyurdu. Demek ki, Allahu Teâlâ için bir kulu ziyaret.
Allahu Teâlâ'yı ziyaret etmektir. Uzak yerden toplu olarak gelir, O kulu ziyaret eder.
İşte sâihûn yapmış olur.
(Sûre-i Araf, Ayet 181)
" Ya ra ttık la rı mı zd an , da i ma h ak i l e d oğ ru y olu bu la n v e onu nl a ad il
d av ran an bi r ü mmet (millet) vardır."
(Sûre-i Müzemmil. Ayet 2-4)
' ' G e c e y i t a ma me n d e ğ i l d e , y a r ı s ı n ı y a h u t y a r ı s ı n d a n a z e k s i ğ i n i v e y a
f a z l a s ı n ı y a tmadan (ibâdetle) geçir ve Kur'ân'ı tane tane oku."
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in:
Gece mübarek ayakları şişinceye kadar namaz kılardı. 58
Namazda; Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem),Hz. Osman (radiyallâhu
anhu) ve İmam-ı Azam'ın her rekatta Kur'ân-ı Kerim'i hatmettikleri olmuştur.
Allahu Teâlâ. Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Taha, Ayet 2-3)
"Biz, Kur'ân'ı sana güçlük çekesin diye değil, ancak Allah'tan korkanlara bir
öğüt olsun diye indirdik.
(Sûre-i Fetih, Ayet 2)
"Böylece Allah, senin geçmiş v e g elecek günahını bağışlar. Sana olan
ni'metini ta ma mlar ve seni doğru bir yola iletir." buyuruyor.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i n gelmiş ve gelecek bütün günahları-
nın affolduğu yukarıdaki âyetle sabit olduğu halde gece sabahlara kadar zikrullah,
namaz, İbâdet ve istiğfarla çalışıyor. Biz ümmet olarak onu ömrümüzde hiç yapıyor
muyuz? ibadetle sabahlıyor muyuz? Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ömür
boyu devamlı yapardı.59
(Sûre-i Müzemmil, Ayet 20)
"(Resûl'üm!)Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, ( b a z e n ) yarısını,
(bazende)ü ç t e birini yatmadan ( i b â d e t l e ) geçirdiğini ve beraberinde
b u l u n a n l a r d a n b i r t o p l u l u ğ u n d a ( b ö yl e ya p t ı ğı nı ) R ab b ' i n el b et t e b i l i y o r . . . ( İ l â
âh i r) "
Ayet-i Kerime'de: Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in ı ş ı ğ ı yanınca
ashâb-ı suffa’nın da, uyandığını ve O'nunla ibadet ettiklerini söylüyor. Bizim de gece
ibâdet etmemize işaret ediyor. Ashâbı temsil eden şeriat, ashâb-ı Suffa’yı temsil eden
tarikattır.
(Sûre-i Kehf, Ayet 28)
"(Rasûlüm!)Sabah akşam Rabblerine, sırf O'nun rızasını dileyerek

30
d u a e d e n l e r l e b i r likte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek
gözlerini onlardan çevirme ( F a kir olan ashâb-ı suffa’dan yüz çevirme. Onlar dünyayı terk
etmişlerdir, Onlar gibi ol demektir). Kalbini b i z i a n l a m a k t a n g a f i l k ı l d ı ğ ı m ı z ,
k ö t ü a r z u l a r ı n a u y m u ş v e i ş i g ü c ü a ş ı r ı l ı k o l a n k i m s e lere boyun
eğme."
(Râmûz-ul Ehâdis. Hâdîs No: 49)
"Ey ashâb-ı suffa! S i z sevininiz. Ümmeti md en her ki m sa hip olduğunuz
vasıflara, hoş nut olduğu halde sahip bulunursa; mutlaka o, kıyamet günü
benim arkadaşlarımdan olaca k tı r. "
Hakiki Kadirî dervişleri; aynı onlar gibi olurlar. Hadîste sizin gibi olursa onlar;
gece seher vaktinde yatmaz, ibâdetle geçirir. Allahu Teâlâ için gezi (sâihûn) yapar.
Sünnet-i Rasulullah'ı milimi milimine uygular.Hasılı ashâb-ı suffa gibi olmaya çalışırlar.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hadîs-i şeriflerinde teheccüd, tahiyyet-
ül mescid, abdest namazı ve daha bir çok nafile namazların kılınmasını buyuruyor.60
(Sünen-i Ebû Davud, Cild 3, Hadîs No: 864)
"...(Hasan el-Basrî) dedi ki: Enes ibn-i Hakim ed-Dabbî, Ziyad'dan veya ibn-i
Ziyad'dan korkup Medine'ye gelmişti. Ebû Hüreyre'yle karşılaştı. (Enes) dedi ki:
-(Ebû Hureyre) bana nesebimi sordu. Ben de ona nesebimi açıkladım. Bunun üzeri
ne (Ebû Hureyre bana):
- Ey delikanlı, ben sana bir hadîs nakledeyim mi? dedi. Ben de:
- Evet (naklet), Allahu Teâlâ sana merhamet etsin dedim. (Bu hadîsi
Hasen el-Basrî'den nakleden) Yûnus dedi ki, öyle zannediyorum ki, Hasan el-Basrî
(Ebû Hureyre'nin) Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'den ( n a k l e t t i ğ i ) bu hadîsi
öyle rivâyet etti; Rasûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
H al kın k ıy a met g ünü nd e i l k h es ab a çek il eceğ i a mel , na ma zdı r. Azi z ve
cel il o lan Rabbimiz bildiği halde mel ek lerine ( ş ö y l e ) d er:
- Kulu mun (fa rz) n a mazına bakınız, o nu tam mı, yoksa eksik mi kılmış?
Eğer (o kimsenin farz namazı) tam ise, onun için (namaz sevab ı ) ta m olarak
yazılır. Eğer (farz) namazından biraz eksik olursa Allahu Teâlâ ( ş ö y l e )
emreder:
- Bu kulum için nafile (nama z ) var mı, bir bakınız!" Şayet o kimse için
nafile (namaz) var ise, (şö yle) buyurur:
- Kulumun (eksik olan) farzını nafilesinden tamamlayınız. Sonra (farz
olan diğer) amellerde bu şekilde ele alınır."61
Nafile namaz farz namazın yerine geçer. Eksiğini tamamlarsa, "Kaza borcu
varken nafile namaz kılınmaz" diyenlerin sözlerinin boşa çıktığı" ve kaza borcu
dururken nafile namaz kılınabileceği Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in sözü ile tasdik edilmiştir. Her çeşit farzın eksiğini nafileler
tamamlar. Kasıtlı olarak yemediği farz orucun ve farz haccın eksikliğinin
nafilelerle tamamlanacağını bu hadîs-i şerif bize bildiriyor.
Zikrullah hakkında da âyet ve hadîsler çoktur. 62 "Allahu Teâlâ yolunda
63
yedirin, içirin, infak edin." âyet ve hadîsi gayet çoktur. Ayrıca fitre, zekat
ve sadakayı çok fakir olana dağıtmak hem âyet hem hadîslerde buyurulmuştur.
Bunları tam tatbik eden, etmeye çalışan hakiki mü'minlerdir.

31
Tarikatta üç hâl vardır: 1- Vecid, 2- Tevâcüd, 3- Vücud.
Bu da üç şeyde gelir:
1- İlk defa zikrullaht,
2- Namazda,
3- Kur'ân-ı Kerim okurken.
Vecid Hâli: Bu hâl kendinde olan kendini zaptedemez. Aklı başında, aşk çokluğu
kendini bağırttırır, titretir, çeşitli hâller yaptırır.
(Eşrefoğlu Rûmî Hz.'nin Müzekki-n-Nüfus adlı eserinde şöyle yazıyor)
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ashâb ile otururken:
- İçinizde hiç beyit (kaside) söyleyen yok mu?diye sorar. Arabiden birisi ayağa
kalktı:
- Yâ Rasulullah! Ben söylerim. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Buyur söyle, dedi. Arabi söylemeye başladı:
- (Gad le saat hayyet'ül heva kebedî felâ tabîbe lehâ vela râgî illel habibûl
lezi şuğiftü bihi fe indehü rugyetî ve tiryâgî)
Nefis, hevâ yılanı ciğerimi soktu. Benim yüreğim Allah aşkından yandı.Bu-
na doktorlar (hekimler) çare bulamaz. Ancak O benim sevdiğim Rabb'imin lûtfu
ihsanı çare bulur... (ilâ âhir.) deyince, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e
vecid hâli geldi. Olduğu yerde "Lâ ilâhe illallah"' diyerek sallanmaya başladı.O anda Ceb-
rail (Aleyhis-selâm) gelip:
- Yâ Muhammed! Senin ümmetinden fukara-i sabirin olanlar ağniyayi şakirinden
( y a n i , hâline sabreden fakir, zengin mü'minden) beşyüz sene evvel cennete girecek
deyince Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e daha fazla aşk geldi, duramadı,
ayağa kalktı.
"( Ne mîd u k e ma n e mîd u ş ec er f irr iyh)
Şiddetli rüzgâr karşısında ağaçların eğilip eğilip kalktığı gibî bütün
ashâb kol kola girmiş, ayakları kımıldamıyor; "Lâ ilâhe illallah" di-
yerek eğilip eğilip kalkıyorlardı."
"(Ve serace demû ahum)
Gözlerinin yaşları elbiselerinden aşağıya doğru akıyordu... (İlâ âhir)." 64
İşte hem Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hem de ashâbdaki
vecid hâli. Bu zikrullah’tan sonra kendine sorulan soru üzerine Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'in:
- Sevdiğinin ismini işitip de yerinden doğrulup harekete gelmeyen kerim de
ğildir, buyurduğunu yazıyor.
"Ben Allahu Teâlâ'yı seviyorum." deyip de Allahu Teâlâ'nın ismi
zikredilirken kendinde hiçbir hareket olmazsa o kimse olgun, kerim değildir!
Tevâcüd Hâli: Olduğu yerde duramaz, kalkar, gezer, koşar. O hâl
kendiliden gidinceye kadar bağırır, çağırır, koşar, gezer yürür. Geniş bir
mesafeyi döner.
. Yine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem), Mekke'de iken kendisine tevâcüd
(aşk) hâli gelir. Olduğu yerde duramaz. Gece kalkar, Mekke'nin çarşısında gezer, koşar, yüksek
sesle bağırarak
"Lâ İlâhe i l l a l l a h u v a h d e h u l â ş e r i k e l e h , l e h ü l m ü l k ü v e l e h ü l
h a m d ü v e h ü v e â l â k ü l l i ş e y ' i n k a d i r ' ve "Sübhanall a h i velhamdülillahi
vela ilâhe i l l a l l a h u vallahü ekber vela havle vela kuvvete illâ billahil aliyyül
azim." derdi. Bu (tevâcüd hâli idi. O aşk kendisini gezdirir, koşturur, bağırttırırdı. Hacer

32
Validemiz su aramak için, Safa ile Merve arasında koştu. Bu koşma bizlere Hacer Va-
lidemizden kalan bir sünnettir. Ayet-i Kerime'de Safa ile Merve arasında say (koşmak) işaret
edilince, bu koşmak, "Bismillahi Allahu Ekber" diye tekbir getirerek dua ile bağırmak
kadın-erkek herkese vaciptir.65
İşte Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e Safa i l e Merve arasında tevâcüd
hâli geldi. Yüksek sesle, tekbirle, tehlille dua ile koştu. Bizde tekbir, tehlil getirerek
sesli bağırarak koşuyoruz.
Sayın okuyucularım!
Siz bunları okuyup zahir âlime gidip; "Bu broşürde böyle yazıyor, bizim dinimizde bu
var mı?" diye soracaksınız. Ama bu tasavvuf hâli ve işidir, onlar bilmez. Siz hakiki tasavvuf
ehline sorunuz ve tasavvuf kitaplarını okuyunuz, onlarda bulursunuz. Kâfirler; "Muhammed
deli oldu" dediler. Geçeceği yollara dikenli odunlar attılar. Tebbet sûresi onlar hakkında
indi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) en sonunda dayanamayıp Mekke'nin beş
kilometre dışında Hıra Dağında mağaraya çekildi, ibadetine orada devam etti. Bu sırada
Cebrâil (aleyhisselâm) vasıtasıyla ilk vahiy geldi. İşte tevâcüd hâli...
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) tevâcüd hâlinde iken Mekke çarşısında "Sübha
nallah... ( i l â âhir); Lâ ilâhe illallahu vahdehulâ şerike leh.. . ( i l â âhir)." tesbihlerin i aşk i l e , hâl i l e
bağırarak okur, tepeden tırnağa kadar cayır cayır yanıp, olduğu yeri de unutup, bağırarak
koşması (nida etmesi) gezmesi, gece ve gündüz aynı vaziyette olması kâfirlerin:
"Muhammed mecnun (deli) oldu" demelerine sebep oldu. Bizim de çok çalışıp tevâcüd
hâlini kazanınca, dünyanın her hangi bir yerinde koşmak, bağırmak, tesbih tehlil, tekbir
i l e gitmek, gezmek Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'den kalan bir sünnettir.
Bu sünnet. Safa ile Merve de o tevâcüd hâli kendisinde olmadan da onu taklid ederek
yapılır ama başka zamanlarda o hâl olmadan taklit olarak yapmak günahtır, iyi değildir. O
hâl kendine gelince yapmak çok iyidir. Yalnız Bilâl Babam:
- ''Gece kalkınca yüksek sesle çağır, komşun uyansın, Rahman senden razı olsun,
şeytanda çatlasın."66 hadîs-i şerifine göre komşuları kendilerinin gece tesbih ve tehlil
ile bağırmalarından rahatsız olmuyorlarsa, gece kalksın, tesbih ve tehlil ile bağırsın, diye yaşlı
(ihtiyar) müridlerinden bazılarına tavsiye etti.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) harbte ashaba namaz kıldırıyordu. Herkes
cephede olduğu için kılıçları bellerindeydi. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) de
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in arkasında namaz kılıyordu.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Kur'ân-ı Kerim'den: (Firavun) dedi ki:
(Ene Rabb'i kümül â'lâ) Ben sizin âlâ olan Rabb'iniz değil miyim?" 67 âyetini
okuyunca, Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) dayanamadı, namazı da yanındakileri de unuttu. (O
hâlde göz hem görür, hem görmez. O zaman başka, ayıkınca başka görür.) Belinden kılıcı
çekti, havaya kaldırdı, başının üzerinde sallamaya başladı. Avazının çıktığı kadar
bağırarak:
- Vallahi ben o zamanda olsam, bu kılıçla onun başını keserdim, diyerek saflar arasında
geziyordu. O hâl kendinden gidince kılıcını kınına koydu, yerine durdu ve namaza devam
etti. Namaz bitince:
- Ömer, bizim namazımızı fesada verdi, dediler. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem), Ömer sizin namazınızı fesada verdi dese, Hz. Ömer (radiyallâhu anhu)'in onu
bir hâl ile yaptığını biliyor. Namazınızı fesada vermedi dese, yaptığı hareket namazı fesa-
da verecek hareket idi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) düşünürken, Allahu Teâlâ'dan
selam ile Cebrâil (aleyhisselâm) geldi ve:
- B u günkü nama zınızın i ç i n d e Allahu Teâlâ'nın en beğendiği Ö mer'in,
Fi ravun'un s ö z ü n e d a y a n a ma y ı p d a k e n d i n d e n g e ç i p k ı l ı cı n ı ç e k e r e k , h a v a y68
a
k a l d ı r ı p " V a l l a h i b e n o zamanda olsam bu kılıçla onun başını keserdim." demesidir,
haberini getirdi. İşte namazda tevâcüd hâli.

33
Hz. Pir'de tevâcüd hâli gelince on iki gün ayıkamaz: "Kendimi ayıkınca on iki günlük
yolda bulurdum." buyuruyor.
Bilâl Babam da kendine tevâcüd hâli gelince; gece gittiği yer dört saatlik mesafe,
önünde çok hendek var. Gece yattığı kıyafet sırtında, elbise yok bir don, bir gömlek.
Nasıl gittiğini, oraları nasıl geçtiğini, kışın o kırağı ve soğuğunu hiç hissetmediğini hatta
o hâl kendinden geçinceye kadar başına kovalarla buzlu su döküldüğünü eski ihvanların
hepsi söylüyor. Kışın başına deredeki soğuk suyu dökerken dökerken su akıp evin
avlusundan tekrar dereye kadar gidiyor. O hâl kendinden gidince Üzerini giyiniyor. Şayet
o hâl zikrullahla gelmiş ise zâten giyilidir. Hemen kalkıp koşmaya başlar. Yanındakiler
tutarsa tuttu. Tutmazsa ayıkıncaya veya kendine gelinceye kadar koşar. Bilâl Babam gece
karanlıkta ve önünde hendek olduğu için düşmesi lazım. Hendeklerde düşmeden ve
gittiğinin farkında olmadan koşar. O hâl kendinden geçince nasıl olduğuna kendi de hayret
ederdi. Bu hâli ancak içinde yaşayan bilir.
Vücud Hâli: En son vücud hâlidir ki, lisana (anlatıma) gelmez. Vecid, tevâcüd ve
vücud hâlleri, Allahu Teâlâ ile o hâlleri yaşayan arasındadır, kimse bilmez gizlidir. Hatta
bilmeyenler O'nu nefs-i emmarede zannederler. Bu hâller Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) ile büyük zâtlarda olmuştur.
"(El ittihâdü hâlün lâ yağbirü anhu bil makal)
İttihad öyle bir hâldir ki, söylemekle anlaşılmaz." Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) de oturduğu yerde ashâbla zikrullah etti. Hepsi birlikte kalktı zikrullah
etti.
"Sevdiğinin ismini işitipte yerinden harekete gelmeyen kerim değildir" buyurdu.
Bu Vecid hâli idi. Mekke'de duramayıp Hıra Mağarasına çekilip çalışması Mekke
çarşısında "Sübhanallah" tesbihiyle ve diğer tesbihlerle bağırarak dolaşması, koşması
Tevacüd hâli idi. Sonradan öyle hiç bir şey olmadı. Vecid hâlide, tevacüd hâlide Allahu
Teâlâ ile kendi arasında gizli idi. Buna da Vücud hâli derler.
1-Aşk ateşine yanmayı pervaneden öğren, 7-Hûn eyle gözünün yaşını ayaklara düş,gez,
2Sermest oluben coşmayı divaneden öğren. 8- Seyretmeyi elden ele peymaneden öğren.

3-Mecnun gibi ol şevk ile valih ü hayran, 9- Nûş eyle Nizamoğlu yürü bâde-i aşkı,
4-Namusunu terketmeyi humhaneden öğren. 10- Şûride nü şeydalığı mestâneden öğren.
5-Yokluk da etmiş gene-i ezel varlığı ey dost, , Seyyid NİZAMOĞLU
6-Yokluk nice olur var yürü viraneden öğren.
1 - ) Gece ışık, ateş yakınca, o ışığın etrafında böcek, kelebek döner, kendini ateşe
atar, yakar. Buna pervane derlerdi. Allahu Teâlâ'nın aşkına, ateşine yanmayı o böcekten,
kelebekten öğren, o ateşe, ışığa aşık olduğundan kendini atıyor, ölüyor. Sen de aşk ateşine
atıl, korkma onun gibi ol.
2 - ) Zikirde kendinden geçip coşmayı deliden öğren. Deli hiç utanır mı? Sen de utanma.
3 - ) Sen de Allahu Teâlâ'nın aşkı ve şevkiyle mest ve hayran ol. Sana mecnun (deli)
desinler.
4 - ) Utanmamayı ve sıkılmamayı genel evindekilerden öğren. Onlar birkaç kuruş
kazanacağımdiye ve zahir zevki için namusunu terketmiş, öylece amaçlarına ulaşmışlardır.
Sen dervişsin, Allahu Teâlâ'nın yolunda çalışacaksın ama bana gülecekler, deli diyecekler
diye zikrullahla bağırma, çağırma ve sallanmadan utanırsan, o zaman sen amacına
ulaşamazsın. Sende genelevdekiler gibi utanmayı, sıkılmayı at, öyle zikret.
5 -) Varlığının hepsini Allahu Teâlâ'nın yolunda yok etmen lazım.
6-) Yıkılmış, harap olmuş, viraneye git. Allahu Teâlâ yolunda çalışırken kendini yok
etmeyi o viraneden öğren.

34
7 - ) Gözünden kan gelinceye kadar ağla, herkes seni bayağı bir insanmış gibi görsün,
kıymet vermesin. Allahu Teâlâ için, din için, nasihat için halkın ayağına sen git. Kibir, gurur
gibi şeyler sende olmasın.
8 -) Buna da tam Allahu Teâlâ yoluna kendinden tamamen geçmeyi, malı, parası
herşeyi yağma olmuş kimseden öğren. Onun gibi olsan da azminden geri dönme!
9 -) Ey Nizamoğlu, Allahu Teâlâ'nın aşk şarabını iç.
10-) Aşktan, aşk çokluğundan aklını kaybetmeyi, divane, perişan olmayı sarhoştan
öğren. O şarap içip sarhoş oluyor. Sen de Allahu Teâlâ'nın aşk ateşinden, sarhoş gibi kendinden
geç sarhoş ol, demektir.
Tarikata girip çalışan bir müride İlm-i Keşfiyye, İlm-i Hissiye'den biri ilk defa
gelir. Her tarikatta bu iki ilimden biri hepsinden evvel olur. Üç aylık müridlerde olduğu çok
görülmüştür. Buna göre diğer tarikatlarda keşfetmek ilmi çok uzun zamanda, Nakşilerde
hemen gelir. Kadiri ve Rufailerde Hissiyye İlm-i, ateş tutma, şiş vurma, harikulade haller
gösterme ilk defada gelir, diğer tarikatlarda ise çok geç gelir. Böyle böyle her tarikatın
müridlerine Allahu Teâlâ tarafından gelen bîr hassa vardır. Kadiri tarikatında medet
(yardım) hepsinden evvel gelir. İlim üçtür; İlm-i keşfiyye, İlm-i hissiyye, İlm-i İlmiyye.
Buna sadece i l i m de derler, keramette derler. Kerâmet-i keşfiyye, kerâmet-i hissiyye,
kerameti ilmiyye de derler, İlm-i keşfiyye ile İlm-i hissiyye ve kerâmet-i keşfiyye ile
kerameti hissiyye de Rahmani ve şeytani müşterektir. Allahu Teâlâ sevdiklerine lütfundan,
sevmediklerine kahrından bildirir.
İlm-i keşfiyye: Kalbden geçeni bilmek, kabirdekilerin halini keşfetmek, azabta mı. iyi
mi, kötü mü? Onu bilir.
Kerâmet-i hissiyye: Ateş tutmak, şiş vurmak, harikuladeler göstermekle olur. Bunun
ikisine de Rahmani, şeytanî müşterek (ortak)tir. Allahu Teâlâ sevdiklerine lütfundan,
sevmediklerine kahrından bildirir. Firavun'un Musa (aleyhisselâm) doğmadan evvel
doğacağını bilmesi gibidir.
İlm-i ilmiyye: Bunun Rahmanisi var, şeytanîsi yoktur. Kendisinin de başkalarının da
Allahu Teâlâ'nın hoşlanmadığı, sevmediği veya hoşlandığı, sevdiği bir şey söylemiş,
yapmış ise bunların hakkında en ufak âyet ve hadîs bilmese bile Allahu Teâlâ onun
kalbine derhal bildirir. O i l i m "Mevhibe-i ilâhiyye"dir, kalbten doğar. Peygamberlerin en
büyük mucizâti o ilimdir. Evliyaların en büyük kerameti yine o ilimdir. O İlimden üstün
ilim olmaz. Bizim de69kazancımız, isteğimiz kerâmet-i keşfiyye, kerâmet-i hissiyye değil,
kerâmet-i ilmiyyedir.
" M ü ' mi n i n f e r a s e t i n d e n s a k ı n ı n ı z . Ç ü n k ü o n l a r A l l a h u T e â l â ' n ı n n u r u
i l e b a k a r lar."70 O nurun karşısında şeytan duramaz; hakkı ve bâtılı onunla ayırt etmek kolay
olur.
Tarikattan maksat ve bizim istediğimiz odur ki, her zaman Allahu Teâlâ tarafından
i l i m ve fütuhat gelen bir kalbe sahib olmaktır.
Bâtılın içinden Hakk'ı seçer, illallah diyenler,
Sıratı yıldırım gibi geçer, illallah diyenler.
Yunus EMRE
Meselâ; Bir kuşun ötmesi yok, gösterişi, rengi çok güzel ise o kuşun parası yüksek
olur. Diğerinin ötmesi çok güzel ise bunun ötmesi dinlenir başka bir anlamı yok. Papağan
kuşu, onlardan hem çirkin, hem gösterişsizdir, bir tek konuşması var. İnsan lisanınca
karşıda bir insan varmış gibi konuşur. Konuşabildiği kelime adedince fiyatı artar. Dervişin
kendisinde süsü yok, sarık, cübbe, kıraat gibi şeyler yok. Kürsüye geçip halka vaaz, nasihati
da yok. Görünüşü, gösterişi abalı-kebeli, saçı-sakalı uzun seyyah veya çok fakir, hiç
kimsenin kıymete almadığı bir adamdır. Fakat kendinin kalbinde o ilim 'var. O i l i m kendini
papağan ediyor. Papağan çok konuşma bilirse fiyatı çok çok yükselir. Diğer kuşların
binlerce misli fiyat eder. Bunun yumurtası sair (diğer) kuşların sürüsüyle kıyas
35
edilmez,ölçülmez, değiştirilmez. Dervişte de bu i l i m71 olur. Tıpkı Musa (Aleyhis selâm)'nın
Hızır (Aleyhis selâm)’dan öğrendiği Ledün ilmi gibi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) hakkında:

Bu gelen İlm-i Ledün sultanıdır,


Bu gelen tevhidi irfan kânıdır.
Dediği ilim olursa, insanı papağan eder. Zahir ilmi olan hocaların rengi güzel, ötmesi
de var; fakat papağan değildir. Dervişte renk yok, kuş gibi ötmesi de yok. Sadece o i l i m var.
O ilim İlm-i İlmiyye’dir. Diğerleri kerâmet-i keşfiyye, kerâmet-i hissiyye geride kalır. Bu
İlm-i Ledün72 kendinde olan, diğer âlimlerle kıyas edilemez. Bu ilme Kur'an-ı Kerim'de
Ledün ilmi denir. Kalbden doğar, evvelce hazırladığı bir şey yok, zamanı yeri geldikçe
Allahu Teâlâ kendisine bildirir ve söyletir. Diğer bir deyimle ,o ilme kul tezgah tar, ilmi
veren Allahu Teâlâ, deposu Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem), kapısı Hz. Ali
(Radiyallâhu anhu)'dir.Peygamberimiz(Sallallahu aleyhi vesellem):
"Ben İlmin şehriyim, Ali kapısıdır, İlmi isteyen kapısına müracaat etsin." 73
buyuruyor. Dervişte Allahu Teâlâ'dan gelen i l i m ve fütuhatla konuşur. Allahu Teâlâ ve
Rasulullah (Sallallahu aleyhi, vesellem) yanında kıymeti o kadar artar. Mü'minlerin müş-
külünü halleder, mü’minlerin yanında kıymeti artar.

Behey aşık Hakk'ı bulam mı dersin,


Hakk'a layık amel işlemeyince.
Tarikat sırrına erem mi dersin,
Kâmil Mürşid sana söylemeyince.
Gönül kuşu uçar gider bilinmez,
Başlı suların ayağı bulunmaz,
Elekten eleğe konup elenmez,
Değirmene varıp un olmayınca
Özenirsen kardeş tevhide özen, Aşkım galip geldi yüreğim harlar,
Tevhidtir nefsinin kal'asın bozan, Aşık olan ârı namusu neyler,
Hiç kendi kendine kaynar mı kazan, Behey Yunus sana söyleme derler,
Etrafın ateş eylemeyince. Ya ben öleyim mi söylemeyince.
Kişi kendi kalbin evin düzemez,
Hakk'ın takdirini kullar bozamaz,
Tarikat ummandır dalıp yüzemez,
Aşkın deryasını boylamayınca.
Yunus EMRE
İlm-i İlmiyye (her zaman Allahu Teâlâ'dan i l i m ve fütuhat) gelen bir kalbe, sahip
olmak, söylediğini Allahu Teâlâ'nın kalbine doğdurmasıyla bilmek ve söylemektir. Bu
bizim tarikatımızda hakkıyla çalışanlarda çabuk başlar. Peygamberlerin en büyük mucizâtı,
Evliyaların en büyük kerameti bu ilimdir.Her tarikatta mürid çalışa çalışa en sonunda zik -
rullah mertebesi Lübbe yetişir.
Zikrin beş mertebesi vardır:
1 -) Dilde var, başka yok.
2 - ) Hem dilde var hem gönülde var. Aşk ile gümrenmek, tenhalara gitmek, ölümü,
mahşeri, mizanı vs. düşünmek, içinden ağlamaklık gelir.

36
3 - ) Kalbde sızlamalar, patırdamalar olur.İçerden açıkça yumrukla vurulur gibi vurulur.
4 - ) Sanavberide, göbekten İki parmak yukarı orada çarpmalar, sızlamalar olur.
5 - ) Lüb,sağ böbreğin olduğu yer veya kendisidir. Orada açıktan zikrullah işitilir. 74
İçeriden yumruk ile vurulur gibi vurulur.

Yedi nefis mertebesi vardır. Sırası ile:


1-) Emmâre75 2-) Levvâme76' 3-) Mülhime77, 4-) Mutmainne78, 5-)Radiye79,
6-) Mardiyye80 , 7-) Safiyye.
Bunların hepsi âyeti kerime ile sabittir. Zikrullah mertebesi Lübbe yetişince otlar,
çiçekler, ağaçlar, sular, canlı-cansız, yerde-gökte ne varsa hepsi Allahu Teâlâ'yı zikreder
onların zikrini işitir. 81 Onlarla beraber kendisi de zikreder. Çünkü işiten kulağı bu kulak
değildir. Esrar-ı İlahiye'yi görür, gören bu göz değil ama bu göz gördü zannedilir. Bir
insan çok fazla öfkelenince; "Adam o kadar kızgın ki, dediğini duymuyor, gözü dönmüş,
hiç bir yeri görmüyor." derler. Bu gözdür ama yine de normal bu göz değildir. O öyle bir
hâldir ki, bazen olur bu zahiri göz kapalı da olsa görür. Bazen olur bu gözdür, bu gözün
görmediği yeri görür. Dürbünle bakan gibidir.
Hz. Ömer (radiyallâhu anhu) Medine'de hutbe okurken Hindistan'da harb edenleri
görür. "Yâ Sariyet'ü el-Cebelü" diye çağırır. 82 Hem gözü açık bu göz hem de gören bu göz
değildir.
Fani üçtür:
1-Şeyhte fani,
2-Rasûlullah {Sallallahu aleyhi vesellem)'ta fani,
3- Hakk'ta fani, ondan sonra fani yoktur. Bir mürid zikrullahla çalışa çalışa bu
mertebeleri geçer, Hakk'a vasıl olur.
Fenâfillah; Hakk'ta fani olmaktır. Ondan ilerisine Bakabillah denir. Bilâl Babam:
- Buralar kalemle yazmakla, dille söylemekle anlaşılmaz. Ancak içinde yaşayan bilir,
buyurdu.
O hâl bir insana geldi mi, Allahu Teâlâ o an için insan, hayvan, nebatat, yiyecek,
içecek, giyecek hatta en çirkin bir mahlûkta tecelli etse, onun seyrine doyamaz. Birçok za
man bakar öylece kalır. Erkek ise kadında, kadın ise erkekte tecelli ettiği olmuştur. O hâl
kendine gelen bir kadına en çirkin erkek en güzel görünebilir. Yahud o hâl kendine gelen
bir erkeğe en çirkin bir kadın en güzel bir kadın görünebilir. Buna aşk-ı mecazi derler.
Davud (Aleyhis selâm) da aynısı olup, çok çirkin bir kadını aşk-ı mecazi ile çok güzel
gördü, aşık oldu. Çok iptila çekti. Sonunda büyük derece aldı. Müridlerin en fazla
sakınacağı aşk-ı mecazi hâlidir. Hem kendi hem de başkaları buna mani olmalıdır. O hâl
kendine gelince sakınması şöyledir:
Evine çekilip kendi odasında Allahu Teâlâ'ya çok istiğfar ederek yalvarmalıdır.
Şeyhine devamlı huzur-u rabıta i l e çağırmalıdır. İşte Şeyh bu zamanda çok gereklidir.
Şeyh aşk-ı mecazî'yi aşk-ı hakikiye çevirir. Allahu Teâlâ, Şeyhin maneviyatının vesilesi
ile kendi kudret elinden o hâli geçirir, aşk-ı hakikiye dönderir. 83
Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'in Hz.Hatice Validemizle evlenmesi hâli ;Yusuf (Aleyhis selâm) ile
Züleyha84;Davud (Aleyhis selâm) ile Hürre Peygamberin karısı arasında olan 85
; Musa (Aleyhis
selâm) i l e Şuayb (Aleyhis selâm)'in kızları arasında olan hâller 86 ; Mısır'ın ileri gelenleri-
nin hanımlarının Yusuf (Aleyhis selâm)'u görünce, gözlerini
87
O'ndan ayıramamaları ve
elma soyuyoruz diye bıçakla parmaklarını doğramaları ; İbrahim (Aleyhis selâm) ile Sâra
Validemiz arasında olan 88 bu hâllerin hepsi aşk-ı mecazidir.
Mecnun'a;
- Leyla, Leyla diye öleceksin. Leyla'yı bizde görüyoruz. Kara kuru bir kız." Mecnun;
- Leyla'ya benim gözümle bakın. O zaman güzelliğini bilirsiniz." dedi. Leyla'yı
yanına getirdiler. Mecnun baygın bir vaziyette idi. Leyla, Mecnun'a;
- Ben Leyla'yım, aç gözünü bana bak, dedi. Mecnun Leyla'ya baktığında Leyla'daki güzel

37
lik gitmişti. Mecnun Leyla'ya:
- Benim aradığım kalbimdeki Leyla. sen değilsin. Ben, Leyla'yı değil, Mevlâ'yı arıyor-
muşum, dedi. Leyla'ya karşı duyduğu aşk-ı mecazi gidip, Allahu Teâlâ'nın aşk-ı hakikisi
başlamıştı.
Bir mürid i l k defa Şeyhte fani olur. Daha çok çalışa çalışa Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'de fani olur. Pek az elli-yüz milyonda bir kadarı Şeyhte fani
olmadan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) de de fani olanlar olmuştur. Ama
kesinlikle Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) de fani olmadan Hakk'ta fani olan
hiç olmamıştır, Ehl-i sünnet itikadına göre Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'de
fani olmadan "Hakk'ta fani oldum." diyen kâfir olur.
Hadîs-i şerifte: ''Fani olunuz, sonra fani olunuz." buyuruyor. Fani yok
anlamındadır. Bir mürid çalışa çalışa i l k defa Şeyhte fani olur. Kendine bakınca Kendi
vücudunu göremez. Yâ Şeyhini elbise gibi giymiş, yâ kendi yok Şeyhi var olur. Bir
kardeşimiz Bilâl Babamdan yeni ders almış, çok güzel çalıştığı sıralarda başından geçen
Şeyhte faniliği şöyle anlatıyor:
Bisikletle çarşıda giderken, birden benim vücudum yok, Bilâl Babamın vücudu var
oldu. Nerdeyse "Ben Bilâl Baba oldum" diye bağıracaktım. O hâl geçene kadar kendi
kendime baktım. Kendime baktıkça seviniyordum. O hâl benden geçince yine ben kendim
oldum ve yoluma devam ettim, dedi. Ben de o zamana kadar bir tek huzurda, zikir, ders,
tesbih çekerken bu hâl olur zannediyordum.
Bir ihvan kardeşimiz ders çekerken o hâl kendine gelince ben Bilâl Babamıyım, değil
miyim diye tereddütte kalıyor. Bilâl Babamın parmağında enli taşlı yüzük vardı. Üzerinde
"Haki payi fahri âlem Mustafa" yazılı idi. Zahir gözü ile kendi parmağına bakıyor, o
yüzüğü kendi parmağında görüp hayret ediyor. O hâl kendinden geçince kendinin Bilâl
Babam olmadığını anlıyor.
Her nereye baksam Şeyhim kendi var,
Şimdi boynumuzda Şeyh kemendi var.
Rasûlullah'ta Fani: Kendi vücudu yok olup pembe camın üzerine güneş vurmuş
gibidir. İlk defa Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in mübarek gözlerini çok
güzel çok nurlu olarak görür. O'nu gören aşığın sabrı, tahammülü kalmaz. Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'in burnu, yanakları; daha çok devamla başı; uzun müddet
aynı devamla çalışa çalışa bütün vücudu bu taraftan bakınca o bir tarafı görünecek gibi safi
nur pembe camın üzerine güneş vurmuş gibi gayet nurlu görülür. Bu hâle Fenafir-Rasûl
(Rasûlullah'ta fani olmak) denir.
Hakk'ta Fani: Dersine huzur, rabıta ile çalışa çalışa Allahu Teâlâ'dan başka birşey
kalmaz bütün mükevvenat, yaratılan hiç bir şey yok, yalnız Allahu Teâlâ var. Kendisi
Hakk'a kavuştu, yok oldu. Bu hâl en çok Beyazıd-ı Bestami de altı ay, diğerlerinde beş,
dört, üç, iki, bir ay bazısında bir gün, bazı müridlerde de bir dakika, bazısında da bir an
olur. Bu hâl Mansur-i Bağdadî Hz.'ne "(Enel Hakk) Ben Allah'ım."; Hz. Ali (Radiyallâhu
anhu) "Ben görmediğim Allah'a iman etmem."; Beyazıd-ı Bestami Hz.'ne: "(Sübhani mâ
âzami şâni) Ben Sübhan değil miyim? Benim şanım büyük değil mi?" dedirtti. O hâlde
olmayan bir kimse bu sözleri derse kâfir olur. O hâl kendinde olmadığı zaman bir de sahve
çıkınca zâten söylemez.
Bir gün bir sohbette, okumuş biri:
- Ben kitapta okudum diyor ki, Mansur-i Bağdadi Hz.'nin "Enel Hakk" demesi, bir
yolda giderken ayağı bir çukura ya da bir taşa dolaşıp yıkılan insan gibi olur. İnsan yıkılıp
kalkar, gider, dedi.
Halbuki bu hâl hiç ona benzemez. Çünkü Allahu Teâlâ'nın esrar-ı İlâhiyesi'ni
yakinen bilen hayrete düşer. Nasıl olduğunu, ne yaptığını bilemez. Hakk'a vasıl olan insan,
kendi de Hakk oldum zanneder. Sahve çıkamazsa o görüşte olur. (Bunu Zuhurat-i Bilâli Nâdiri
isimli kitabımız da açıkladık.)
38
Hakkikat sırrı esrarın, cihanda ancak ehl-i hâl anlar.
Avam olan ne bilsin, haleti aşkı vebal anlar.
Görür mü her taharetsiz sanırsın âlemi kalbte.
Gönül seyrin beyan etsen, basiretsiz hayal anlar
Okurlar levh-i mahfuzun kitabın, ehli aşk olan,
Kalan zahir billahi, hemen bir gıylû gal anlar.
Baka camın şarabından, müyesser olmayan şahsa.
Cihanın zehirini içiben biçare bal anlar.
Hacı Muhammed BÎLAL-İ NADİR Hz.
Bunu iste, buna çalış, buna kavuş, hepsinden ileri savuş. Hakk'a vasıl ol. Vesselam.
Namazda da onun bir benzeri olur. Gözü bakar ama olduğu yeri, secde yerini
göremez. Dili âyet okur, belkide bir cemaata imamdır fakat âyet bitip rükû edeceği veya
tahiyatta ise dua bitip selam vereceği zamana kadar kendi burada yoktur. Hiç yok değil,
başka yerde veya birkaç yerde var. Dua bitince; derhal uyuyan bir adamın uykuda çok uzak
bir memleketi görüp, uyanınca aniden burada olduğu gibi bu da gözü açik dili dua okur.
Hem de imam olduğu için sesli olarak âyet okur. Sesini kulağı duyar, yine kendi burada
yok. Dua bitince kendine gelir, kendinin cemaata imam olduğunu da bilir. Namazın kaçıncı
rekatında olduğunu hangi vakit için nerede durduğunu, uyku sersemi olanın uykudan
ayıkması gibi ayıkır, anlar, selam verir.
Namazda bu hâl kendine gelen, bir de namaz kılmasını bilmeyen çok yanılır. Bunlar
hep birer haldir. Hâlde dil ile anlaşılmaz.
Seyyid Ahmed Rufai Hz. sabah namazına imamın arkasında duruyor, namaz bitiyor.
Herkes dağılıyor, öğle. ikindi, akşam, yatsı namazlarını kılıyorlar. İkinci gün sabah
namazına geliyorlar. Yine aynı yerde kıyamda duruyor. İmamla beraber rüku'yu secdeyi
yapıp selam veriyor. "Sen yirmi dört saat namazda durdun" diyorlar. "Ben hatırlamıyorum"
buyuruyor.
Evliyaullah'tan biri camide namaz kılarken evi yanıyor. Camı cemaatine koşarak,
haber veriyorlar. Cemaat koşarak gidiyor. Yanan evi söndürüyorlar. Evi yanan kimseye:
"Senin evin yandı, niçin gelmedin?" diyorlar. "Ben i l k defa sizden duydum. Hiç bir şey
hatırlamıyorum" diyor. İşte evi yanıyor. Koşun Allah için yardım edin, söndürün, diye
bağırıp, çağırmaların hiç birisini duymuyor.
Veysel Karani Hz.'ne "her gece sabaha kadar namaz kılmaya nasıl tahammül
ediyorsun?"diye soruyorlar. Buyuruyor ki: " Namazda, rükuda ve secdede üç sefer
"Sübhane rabbiyel azîm. Sübhane rabbiyel alâ” denilmesi lazım. Ben yatsıdan sonra iki
rek'ât namaz kılıyorum. Rukuda ki tesbihleri kavuşturamadan sabah oluyor. İşte namazda
"Allahu Ekber" deyip namaza durunca kendi kendini kaybetti. Allahu Teâlâ ile baş başa
kaldı. Vaktin nasıl geçtiğini bilmiyor.
Evliyaullahtan bir zat kendisine sorulan sorunun cevabını veremezse abdest alır.
namaza dururdu. Namazda o hal kendisine gelir onun cevabını Allahu Teâlâ kendine
bildirir,namazdan ayrılır cevap verirdi. Mü'minin mi'rac'ı namazdır. Namazda peygamberi-
miz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in mi'rac'ta Allahu Teâlâ ile konuşması gibi çeşit çeşit
haller olur.
Şeyh Muhiddin-i Arabî Hz. bir zata mektup yazıyor: "Senin bir kitabını okudum.
Kitabından anladığıma göre sen çok büyük bir zekaya sahipsin. Zahir ilmini tam
biliyorsun. Ama bir de ilm-i bâtın var. İlm-i zahir yanılmaya mahkumdur. Senin kitabında
yazdığın bir görüşünün kırk sene sonra bâtıl olduğunu anladığını o mevzuda çok kitaplar
yazıp dağıttığını, kitabı eline alıp okuyanların felan zat yazmış diye amel edeceklerini, o
kitabı toplatmaya da imkanın kalmadığını, onun için çok ağladığını söylediler. Çok doğru
söylüyorsun. Bizde de bazı kimseler kalbim bana Rabb'ımdan haber verdi, derler. Biz onu
da makbul tutmayız. Bizzat Rabb'im bana haber verdi demesi lazımdır diye yazdı. Kendisi
39
ile Rabb'ısı arasında kalbini vasıta tutarsa bu da olmaz. Çünkü şeytan kalbe de müdahele
eder. Bilâl Babam buyurdu: Kalp dört kapılı bir ev gibidir. Rahmani, şeytani, nefsani ve melekî
her birisi bir kapıdan girer. Hiç birisi birisine manî o l m a z , i m a n s e ç e r .
"Mü'minin firasetinden sakının, çünkü onlar Allah'ın nuru i l e bakar-
lar." 89
Hakk'ta fani olmanın misali; demircinin küresinde (ocağında) kızaran demirin ateş
olup, ateşin sıcaklığı kendinde tecelli ettiğinden kendini ateş zannediyor. Halbuki sadece
ateşin sıcaklığı kendinde vardır. Güneşin aynaya yansıması, aynanın güneşten aldığı ziya
ile karanlık yerleri ışıtınca, ben güneş oldum zannetmesi; suyun içine düşen camın bakılın
ca görülmeyip kendini su zannetmesi gibidir.
"İnsan çalışa çalışa Hakk'a vasıl olur, Hakk olur. Onun için günahta kalmaz, ibadette
biter." diyen yanlış itikad sahiplerine cevaptır. Kul Hakk'a vasıl olunca denize düşen
damlanın deniz olduğu gibi Hakk'a vasıl olan Hakk olur, dedikleri bu görüşleri tamamen
yanlıştır. Bizim dinimizde, şeriatın hükümlerine, İslam inancına tamamen terstir.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3302)
" Ümmeti m h a k k ı n d a ü ç ş eyd en ko rka rı m. B end en s on ra ma ' rifete
erd ik ten son ra sa pmaları, fitnelerin mide ve tenasül uzvunun (gayri meşru) arzula
rıdır."
Ehl-i Sünnet itikadına göre Hâlık ayrıdır, mahluk ayrıdır. Hâlık yaratan, mahluk
yaratılandır. Allahu Teâlâ halıktır: insan mahluktur. Hâlık mahluk olmaz, mahlukta hâlık
olmaz. Bu hususta bir çok kimseler yanlış itikadlara sapmışlardır. Vahdet-i Vücuda varan
bir kimse Hakk'a vasıl olur. Tecellî-i İlâhiye kendinde zuhur eder. Kendisini Hakk oldum
zanneder,
Bazıları da Yunus Emre'nin, Seyyid Nizamoğlu'nun ve bazı Hakk şairlerinin
kasidelerini misal getirirler. Mansur-i Bağdadi Hz.'nin "Enel Hakk" demesini; Beyazıd-ı
Bestami Hz.'nin "(Sübhanî mâ azami şânî:) Ben Sübhan değil miyim? Benim şanım büyük
değil mi? (Açıkçası: Ben Allah değil miyim)" demesini misal getirerek aynı sözleri
söylemek isterler ve söylerler. Onlar içinde bulunduğu hâlleri söylemişlerdir. Kendilerin
de o hâl zuhur etmiştir. Güneşle arasında renkli bir cam olan, güneşin rengi kırmızı,
yeşil, pembe gibi söyleyebilir. Güneşle arasında hiç cam yok. o da gördüğünü söyler, o da
doğrudur. Güneşi de camı da görmüyor, güneşin rengi pembe, kırmızı, yeşil gibi söylese
yalan söylüyor. Esas gördüğü rengi söyleyen doğrudur. Arada hiç cam yok, bu gözle
görünce gözü kamaşıyor, güneş görünmüyor, insanın gözünü alıyor. O da doğrudur. Olduğu
yer zifiri karanlık gece mi, gündüz mü belirsiz. Güneşi kırmızı, yeşil, pembe görüyorum,
güneş güzümü alıyor göremiyorum demeleri yalandır! Onlar içinde bulunduğu hâli söylüyor,
doğrudur. Sen, onlar söylüyor bende söyleyeyim diye söylüyorsun senin ki yalandır!
Bilâl Babama aynı sorular sorulunca şu cevabi verdi:
- Bir demirci küresinin (ocağının) üzerinde ateşin içinde kızaran demirin rengi ateş.
sıcağı da ateştir.Ne kadar dikkatle baksan ateş mi, demir mi? fark edemezsin. Elle dokun
san İkisi de ateş, ikisi de yakıyor. O demire demir de desen olur, ateş de desen olur. O
demir "ben ateşim" derse yalan söylemiyor. Çünkü rengi de, sıcağı da ateştir. Yerde soğuk
buz gibi duran siyah demir "ben ateşim" derse yalan söylüyor. O zâtlar da ateşte kızaran
demir gibi içinde bulunduğu hâli söylüyor. Allahu Teâlâ'nın kula tecellisi o ateş gibidir.Kendin
de tecelli olmayanda o hâl olmaz.
Beyazıd-ı Bestami Hz. zikirde: "(Sübhânî ma âzami şânî) Ben Sübhan (Allah) değil
miyim? Benim şanım büyük değil mi?"dedi. Zikirden sonra:
- Neden böyle söylüyorsun? diye sordular.
- Ben ne söylediğimi bilmiyorum. Bir daha böyle söylersem beni öldürün, dedi. Yine
zikirde aynı sözleri söyleyince kılıçla vurdular. Kılıç, çeliğe vurulmuş gibi ağzı kırıldı.
Zikirden sonra:
- Yine söyledim mi? diye sordu.
- Söyledin, dediler. . .'

40
- Neden vurup, beni öldürmediniz!
-Vurduk, kılıçların ağzı kırıldı. Çeliğe değmiş gibi elimiz ağrıdı. Kılıçları yere attık,dedi-
ler. Beyazıd-ı Bestami Hz. eline ince bir iğne aldı, etine batırdı, kan çıktı.
- Gördünüz mü? Benim etim iğneye bile dayanamadı. Demek ki, o sözü söyleyen ben
değilim.
Hz. Ali (kerremallahu veche)'nin:
"Ben görmediğim Allah'a iman etmem." sözü yine aynıdır. Onlar içinde bulunduğu,
yaşadığı hâli söylüyor. Onlarda o hâl var, biz de o hâl yok.
Tecellî-i İlâhiye olan ateşte kızaran demir gibidir. Tecellî-i İlâhiye olmayan, yerde
soğuk buz gibi duran demir gibidir.
(Sûre-i Kasas, Ayet 30)
"Oraya gelince o mübarek yerdeki vadinin sağ kıyısından (oradaki)
a ğ a ç t a r a f ı n d a n kendisine şöyle seslenildi. "Ey Musa! Bil ki, Ben bütün âlemlerin
Rabb'i olan Allah'ım."
Tecelli ettiğin kula lütfunla bilinirsin.
Muhabbetin nûru ile ol gönülde salınırsın.
Seyyid NİZAMOĞLU
Tecellî-i Cemal ister, Cihanı gezsem serteser, Gönül ayinesini sofu
Gönül eğlenmez aldanmaz. Görünmez anda bahr-i ber, Eğer kılarsan safi,
Tesellî-i visal isler, Meğer yâ Rabb seni özler, Açılır sana bir kapı,
Gönül eğlenmez aldanmaz. Gönül eğlenmez, aldanmaz. Ayan olur Cemalullah
Sıva savmunu kim tuttu, Ne dünyada ne ukbâda. Şemsi Tebriz bunu bilir,
Visalin aydına yetti, Gönül bir özge sevdada, Ahid kalmaz fena bulur,
Cemalin vasfın işitti, Dem be dem fikri Mevlâ'da, Bu âlem külli mahvolur,
Gönül eğlenmez aldanmaz. Gönül eğlenmez aldanmaz. Hemen bakî kalır Allah.
Şems-i TEBRÎZÎ
İkincisi: Güneşe karşı tutulan aynaya benzer. Güneşin ziyası tamamen aynanın içine
vurursa, güneşe bakamadığın gibi o aynaya da bakamazsın. O zaman ayna, güneş bende,
ben güneşim diye kendini güneş zannettiği gibi bu da aynı olup kendini Hakk oldum
zannediyor. Aslında güneş ayrı yerde, ayna ayrı yerdedir. Aynanın içine düşen sadece
güneşin aksettiği (yansıması), tasavvufa göre tecelli etmesi denir. Kul hiç bir zaman için
Allahu Teâlâ'ya kavuşamaz. Allahu Teâlâ, kula kavuşur.
(Sûre-i En'am, Ayet 103)
"Gözler O'nu idrak edemez. O ise bütün gözleri idrak eder ve o lâtiftir, habir
dir."
Bir insanın evinden, penceresinin önünde perde olup güneşin ziyasına perde mani
olur. Perde kalkarsa güneşin ziyası eve kavuşur. Sen de Allahu Teâlâ ile kendi arandaki
Ahlak-ı Zemîme ve günah perdelerini kaldırırsan. Allahu Teâlâ sana kavuşur. Güneşin ziyası
nın evin içine girdiği gibi olur.
Sağım solum gözler idim, Öyle sanırdım ayrıyam, Mürşid gerektir bildire ,
Dost yüzünü görem deyu, Dost gayrıdır, ben gayrıyam, Hakk'ı sana Hakk'al yakîn,
Ben taşrada arar idim, Ol Benden görüp işiteni, Mürşidi olmayanların,
can içinde can imiş. Bildikleri güman imiş.
Bildim ki ol canan imiş

41
Her mürşide dil verme kim, İşit Niyazi'nin sözün,
Yolunu sarpa uğratır, Bir nesne örtmez Hakk yüzün
Mürşid-i Kâmil olanın, Hakk'tan ayan bir nesne yok,
Gözsüzlere pünhan imiş.
Yolu gayet asan imiş.
Niyazi MISRI
"Sağım solum gözler idim." Ben sağıma soluma, dost yüzünü görmek için her tarafa
bakıyordum. Acaba Hakk'ın rızası nereden gelecek, Hakk'a nasıl kavuşacağım diye ben
O'nu dışarıda, başka yerde arıyordum. Oysa o canımın içinde can imiş.
Ben Öyle zannediyordum ki, Allahu Teâlâ ayrı, ben ayrıyım. Benden göreni, işiteni
bildim ki, Allahu Teâlâ imiş. Can içinde can imiş. Sıfatı subutiyenin içinde Sem'i, Basar
Allahu Teâlâ'dandır. Yani görmek, duymak Allahu Teâlâ'dandır. Sen öyle bir Mürşide
bağlan ki, kendini Allahu Teâlâ'ya Hakk'al yakın bilesin.Yakın hakkında hadîs-i şerîf çoktur.

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3925)


"İlm-i bâtın Allahu Teâlâ'nın sırlarından bir sır, Allahu Teâlâ'nın
h i k m e t l e r i n d e n bir hikmettir. Bunu dilediği kulların kalblerine koyar."90
Yakın üçtür:
1-) Aynel yakın.
2-) İlmel yakın.
3-) Hakk'al yakîn.
Yani Allahu Teâlâ'ya yakînen inanmaktır.
Her mürşide bağlanma, yolunu sarpa götürür. Mürşid-i Kâmil olanın yolu kolay,
düzmüş, Niyazi Mısrî'nin sözünü dinle. Allahu Teâlâ'nın yüzünü örtecek ve göster
meyecek hiç bir varlık yoktur. Allahu Teâlâ'dan aşikâr bir şey yoktur.Yalnız gözsüzler, mane -
viyat, basiret gözü kapalı olanlar göremezmiş.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4469)
"Gözü kör olan kör değildir. Asıl kör, basireti (kalb gözü) kör olan kişidir,"
Onu görende hayran olur, kendi kendini kaybedermiş.
Üçüncü: Temiz, berrak suyun içerisinde temiz bir cam ne kadar dikkatle baksan suyun
içerisinde camı göremezsin. O cam kendi görünmez olunca "Ben de su oldum" zanneder.
Aslında cam görünmüyor ama camda vücud var. Hakk'ın vücudundan başka birşey görün-
müyor ama kendinde vücud var.
Hakk'a vasıl olanlarda kendini vücudunu kaybeder. Hakk'ın vücudundan başka
göremez. Suyun içindeki camın su oldum zannettiği gibi kendini Hakk oldum
zanneder, öyle görür, o suyun içine elini koyup karıştırırsa cam eline değer. O zaman
suyun içinde cam olduğu belli olur.
Şeyhin biri müridi ile birlikle kırda (ıssızda) iken Şeyh namaz kılıyor, mürid
de yanında oturuyordu Üzerine iki aslanın hızla saldırdığını gören mürid, Şeyhine:
- Şeyhim! Aslanlar saldırıyor, diye seslendi. Şeyhi selam verip gelen iki aslanı
boyunlarından tutarak başlarını birbirlerine vurup aslanları bırakıyor.Aslanlar geldik
leri gibi geri kaçıyorlar. Mürid:.
- Bundan daha büyük keramet olmaz, diyor.
Aynı mürid başka bir zaman Şeyhinin ziyaretine geliyor. Bir sinek. Şeyhinin
yüzüne, gözüne konuyor. Şeyh çalışıyor, sineği tutamıyor. Müridlere:
- Şu sineği kovalayın, tutun, diyor. Müridlerde yapamıyorlar. O mürid, Şeyhine:
- Şeyhim! Gözümün önünde her elinle bir aslanı tutarak başlarını birbirlerine vurup
perişan eden sensin. Sineği tutamayanda sensin. Bundaki hikmet nedir? Şeyhi:
- O zaman namazda idim. Allahu Teâlâ'ya tam huzur tutturmuştum ve ben de
42
hâl vardı. O iki aslanın benim yanımda bir sinek kadar hükmü olmadı. Şimdi hasta
yatıyorum, Allahu Teâlâ'nın nazarı yok. Bu sinek, iki aslandan da benden de çok güç
lü geldi, diyor.
Tarikatta lazım olan üç hâl:
1-) Yakîn ilmi,
2-) İtikadın çok kuvvetli olması,
3-) Bâtın ilmi.
1-) Yakîn ilminin öğrenilmesi lazım. Çünkü Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem):
"Yakîn i l mini öğreniniz. Ben de onu öğrenmeye çalışıyorum. Buyuru
yor. Dil ( lisan) ile, k itap ta oku mayla ancak iman eder. Mutmain olamaz.
Mutmain olma iman etmenin de ötesindedir, İbrahim (Aleyhis selam) iman ediyordu
ama gözü ile görmediği için mutmain olamamıştı, İbrahim (Aleyhis selâm):
- Ya Rabbi! Ölüleri nasıl diriltirsin?" Allahu Teâlâ: '
- İnanamıyormusun? İbrahim (Aleyhis selâ m) :
- İnanıyorum Velâkin kalbimin mutmain olmasını istiyorum de di.
K uşl arı eli ile kesti, etlerini dövdü. Dört tepenin başına koydu, ortada durdu,
çağırdı.Kuşlar gözünün önünde dirildi." 91
İşte bu yakîn ilmidir. Kalbin mutmain olmasıdır, Buna Ledün ilmi denir.
Allahu Teâlâ'nın herşeyi yapabileceğine inanabilmektir. En sıkışık zor durumlarda
Allahu Teâlâ'dan ümidi kesmemek, yeise düşmemektir. Allahu Teâlâ, ashaba bunu
öğretebilmek için Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e sık sık bir çok muci
zeler zuhur ettiriyordu, İnsan gözle görmediği şeyde mutmain olmaz.
2-) İtikad: Tarikatta insanın İtikadının çok kuvvetli olması lazımdır.
Tarikatın bir adı da itikadtır. İtikadı kuvvetli demektir. Ata Sözü: "Bin nasihattan
bir musibet iyidir." Bin sefer nasihat etsen kabul etmez. Ama bir sefer sıkıntıya,
musibete, belâya, hastalığa düşer. Hiç bir yerde hastalığına çare bulamaz. Bir
Mürşid-i Kâmil'e gider. Okunur, iyi olur. O musibetin kalkması adamın yakînini
imanını kuvvetlendirir. Kalbini mutmain eder. Bin nasihattan iyi olur. Allahu Teâlâ
dilediği sevdiği kulların okumasıyla şifa verir.İlm-i İlmiyyenin bir parçası da budur.
3-) Bâtın ilmini bilmemiz lazımdır. Bir kişi kendinin veya başkasının yaptığı
iş, söylediği söz, Allahu Teâlâ'ya ağır geliyorsa hakkında âyet ve hadîs hiç bir şey
bilmediği halde Allahu Teâlâ kendisinin kalbine onun yanlış, ters ve rızasının dışında
olduğunu bu ilimle bildirir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor:
Mü'minin firasetinden sakının. Çünkü onlar Allah'ın nuru i l e bakarlar."92
Allahu Teâlâ'nın nuru ile bakanda hakkı, bâtılı ayırt etmesi kolay olur. Onunla bilir.
Allahu Teâlâ sevdiği kulun gönlünde kendi sevgisine rakip istemez. Adem
(Aleyhis selâm) Havva Anamızı çok severdi. Bu sevgi çok aşırı olunca (Allahu
Teâlâ'nın sevgisinin dengine ulaşınca), haliyle Allahu Teâlâ'ya hamdü sena, zikir,
tesbih etmesi, namaz kılıp secde etmesi azaldı. Onun için Allahu Teâlâ, Havva
Anamızdan kendini ayırıp ikisini dünyaya sürdü. Rivayetlere göre otuz, yüz,
üçyüz sene ağladı, tevbe etti. Ondan sonra Havva Anamızı buldu. Allahu Teâlâ
affetti yine kendi sevgisinin karşısında rakip istemedi.
Bir gönülde senden gayrı, Seyyid Nizamoğlu sakın
Ağyar girip yar olmasın; Ölem deyu gussa yeme
Muhabbetin nuru ile, Dost elinde doğarsın sen
Ol gönülde salınırsın. Gerçi burda bulunursun.
Seyyid NİZAMOĞLU
43
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'ye Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) sordu:
- Yâ Ali! Benî sever misin? Hz. Ali (Radiyallâhu anhu):
- Severim yâ Rasulullah
- Aileni sever misin?
- Severim yâ Rasulullah!
- Çocuklarını sever misin?
- Severim yâ Rasulullah!
- İki sevgi bir kalbte, bir gönülde olur mu?
- Olmaz yâ Rasulullah!
- Sen de sevgi üç oldu, nasıl oluyor? buyurdu.
Cevabımı yarın vereyim, dedi ve eve geldi. Düşünmeye başladı. Hz. Fatıma
(Radiyallâhu anhu) Annemiz ne düşündüğünü sordu. Hz .Ali (Radiyallâhu anhu).
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)in kendisine sorduğu ve cevap veremediği
soruyu düşündüğünü söyledi. Hz. Fatıma (Radiyallâhu anhu) Annemiz:
- Sen de ki: ''Seni sevmek imanımdandır. Bir tek Allahu Teâlâ'nın ve senin
söylediklerine inanırım, başkasına inanmam. Ailemi sevmek şehvetimdendir. Başka
bir kadına şehvet gözü i l e bakmam. Bu sevginin o sevgi ile alâkası yok. Çocuklarımı
sevmek şefkatimdendir. En büyük şefkati kendi çocuklarıma yaparım. Onları sevdiğim
den fazla başka çocukları sevmem." dersin. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına geldi. Hz. Fatıma (Radiyallâhu anha) Annemizin
kendine söyleyip, öğrettiği şekilde cevap verdi.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Yâ Ali! Bu senin i ş i n değil. Sen, Tuba ağacının bir dalından
b u n l a r ı ö ğ r e n d i n , g e l din. Kendin bilmiş gibi söylüyorsun, buyurdu.
Bu üç sevgi birbirine mani olmaz. Fakat yine de Allahu Teâlâ bu üç sevgiden
hangisini fazla sevecek diye Peygamberleri ve Evliyaları bu hususta çeşit çeşit
imtihanlara tabi tutar. Yine her ne suretle olursa olsun; kendi sevgisinin denginde rakip
istemez.
Ashâb-ı Kehf, Allahu Teâlâ'ya iman edip çoluk-çocuğunu, evi, malı, mülkünü ve
mesleğini (Bakanlığı, vezirliği) terk edip Allahu Teâlâ'nın korkusundan, sevgisinden bir
mağaraya gidip yattılar. Bir sene mağarada uyuyanın saçı, sakalı nasıl birbirine karışır,
üstü-başı ne kadar çok kirlenir, kendisi ne hâl alır? Tabiiki insanın görünce korkacağı bir
şekil alır. İşte Allahu Teâlâ kendi sevgisinden başka sevgi istemiyor. Onların çocukları,
evleri, makamları, mevkilerini terk edip yalnızca Allahu Teâlâ'nın sevgisi kalblerinde
oldu. Bu yaptıkları ile bunu ispatladılar.
''Kırda, ıssızda, tenhada Allahu Teâlâ i l e başbaşa kılınan namaz,
c e m a a t l e k ı l ı n a n n a m a z ı n iki misli sevap alır."9 3
Yine Allahu Teâlâ kulun halktan kesilip kendi ile başbaşa kalmasını istiyor. Nuh
(Aleyhis-selâm)'un oğlu Kenan babasının sözünü kabul etmiyor. Tufanda boğulurken:
- Baba beni kurtar! diye çağırıp gemiye doğru yüzdü. Nuh (aleyhisselâm):
- Yâ Rabbi! Sen, benim ehlimi suya gark etmeyecektin, oğlum boğuluyor. Oğlum
benim ehlim değil mi? deyince Allahu Teâlâ:
- Ben, seni aklı selime çekiyorum. Sen cahillerden oluyorsun. Kim senin gemine
bindi ise o senin evladındır, ehlinder»94 buyuruyor.
Peygamberler öyle ki; evlat sevgisinden ona karşı merhametini Allahu Teâlâ kabul
etmiyor. Allahu Teâlâ: "Beni sevenlerde benim sevgim, evlat sevgisinden fazla olsun"
demek istiyor. Hakkı ile sevdiği Peygamber ve Evliyanın kalbinde başka bir sevgi bir an
olsun Allahu Teâlâ'nın sevgisini bastırırsa Allahu Teâlâ derhal müdahale eder, engel olur.
İbrahim (Aleyhis selâm) Sâra Validemizi çok severdi. Allahu Teâlâ, Sâra
44
Validemize doksan küsur yaşına kadar çocuk vermedi. Her duası kabul ve büyük
Peygamber olan İbrahim (Aleyhis selâm)'ı yalvarttırdı. Doksan küsur yaşından sonra Sâra
Validemizden İshak (Aleyhis selâm) doğdu. İshak (Aleyhis selâm)'ın çocuğu da Yakub
(Aleyhis selâm), bunun çocuğu da Yûsuf (Aleyhis selâm)'dur. İbrahim (Aleyhis selâm) Sâra
Validemize sevgisi fazla diye Allahu Teâlâ O'na çocuk vermiyor. Sâra Validemizden
tamamen ümidini kesince Hacer Validemizi aldı. Bundan İsmail (Aleyhis selâm) oldu. Bu
sefer İsmail (Aleyhis selâm)'e sevgisi çok fazla oldu. Allahu Teâlâ:
- Yâ İbrahim! İsmail ile annesini falan yere (su, yiyecek yok) bırak gel, buyurdu.
İbrahim (Aleyhis selâm) onları şimdiki Kabe'nin yerine bıraktı, geldi. İşte Allahu
Teâlâ onların sevgisinden geçiriyor. Bir tek kendisi ile başbaşa bırakıyor.95
Bu sefer İsmail (Aleyhis selâm)'i özleyip görmek istiyor. Allahu Teâlâ Sâra
Validemize bir kıskançlık verdi. Sâra Validemiz:
-Onları görmeyeceksin! diye diretti. İbrahim (Aleyhis-selâm) bunun Allahu Teâlâ'dan
olduğunu biliyordu.
- Yâ Rabbi! Şunun kalbini yumşat, oğlumu görmeye gideyim. Allahu Teâlâ,
Sâra Validemizin kalbini biraz yumuşattı. Sâra Validemiz:
- Sen oğlunu görmeye git ama onların evinin yanında deveden inmeyeceğine yemin et,
der.
İbrahim (Aleyhis selâm) yemin etti ve oğlu İsmail (Aleyhis selâm)'i görmeye geldi,
İsmail (Aleyhis selâm)'e sevgisi çok fazla idi. Allahu Teâlâ kendisinin üzerine İsmail
(Aleyhis selâm)'in sevgisini rakip istemiyordu. Bu seferde kendisi o şehre gelince İsmail
(Aleyhis selâm) ava gitmişti. Deveden inmeden deve üzerinde bekleyemezdi, boş döndü,
İkinci defa yine Sâra Validemizden izin istedi. Sâra Validemiz aynı şekilde izin verdi.
Geldi yine İsmail (Aleyhis selâm) ava gitmişti. Yine deve üzerinde bekleyemezdi, boş
döndü. Allahu Teâlâ İsmail (Aleyhis selâm) ile İbrahim (Aleyhis selâm)'ı buluşturmuyor.
"Bana çalış, beni iste, beni sev." buyuruyor. İşte cezbe hâli budur. Hadîs-i şerifte:
"Rahmani cezbe, bir adama gelirse insanların ve cinlerin yapmış
o l d u ğ u i b a d e t i n h e p sini o bir an ki cezbesi tartar." 9 6
Allahu Teâlâ bu cezbeyi, bu sevgi yi istiyo r. Karşısında başka rakip istemiyor.
Üçüncüye aynı şekilde gitti yine ava gitmişti, görüşemedi. Artık İsmail (Aleyhis
selâm)'den sevgisi soğumuştu. Allahu Teâlâ, Sâra Validemizin kalbini yumuşattı: "Git
oğlunu gör" dedi. Geldi, oğlunu gördü. Bu seferde Allahu Teâlâ kendisine: "Oğlunu benim
için kurban kes." diye emretti. Yani benim sevgim oğlunun sevgisini bastıracak mı? diye
denemek istedi. İbrahim (Aleyhis selâm) oğlunu kurban kesmeye götürdü, İki kez acıyarak,
kıyamayarak bıçak çaldı. Allahu Teâlâ bu bıçak çalmayı yine kabul etmedi. Kendi emrini
yerine getirebilmesi için istiyor ki, var gücü ile bıçağı çalsın, İbrahim (Aleyhis selâm)'den
oğlunun şefkat ve sevgisi silindi. "Ben. Allahu Teâlâ'nın emrini yerine getiremeyeceğim"
korkusu ile üçüncü defa bıçağı var gücü ile çaldı. Bıçak yine kesmedi, bıçağı taşa vurdu ve taş
ikiye ayrıldı, İbrahim (Aleyhis selâm), bıçağa:
- Ey bıçak! Bir çocuğu kesmiyorsun, taşı kesiyorsun, dedi. Allahu Teâlâ, bıçağa lisan
verdi. Bıçak:
- Allahu Teâlâ bana İsmail'i kesme diyor, sen kes diyorsun. Ben hanginizin
sözünü tutayım? Tâbidir ki Allahu Teâlâ'nın 97 sözünü tutarım, dedi. Allahu Teâlâ,
Cebrâil (Aleyhis selâm)'i bir koç ile gönderdi. "Benim maksadım oğlunun sevgisin
den benim sevgimin fazla olduğuna dair seni denemek içindi, İsmail'in yerine koçu
kes." buyurdu.
Cebrâil (Aleyhis selâm)'in insan görünümü çok güzeldi ve Allahu Teâlâ'yı çok güzel
zikrederdi. Cebrâil (Aleyhis selâm) Allahu Teâlâ'ya:
- Yâ Rabbi! İbrahim'e halilim demişsin, gayet çokta mal vermişsin. Bu malla, bu
halilliği kim olsa yapar, dedi. Allahu Teâlâ: "Git. Onu sına (dene)" buyurdu. Cebrâil (Aley
his selâm), İbrahim (Aleyhis selâm)'a güzel bir fakir şeklinde geldi.
- Ben fakirim, bana Allahu Teâlâ'nın rızası için koyun ver.dedi. İbrahim (aleyhis selâm):
- Sen Allahu Teâlâ'yı zikretmesini bilir misin? Cebrâil (Aleyhis selâm):
45
- Bilirim! İbrahim (Aleyhis selâm):
- Öyleyse Allahu Teâlâ'yı zikret, dedi. Cebrâil (Aleyhis selâm) çok güzel bir sesle
aşkla:
- Sübbuhun kuddusün, deyince, İbrahim (Aleyhis selâm):
- Sen benim Rabb'ımı ne güzel zikrettin. Allahu Teâlâ'ya vaad olsun koyunların üçte
biri senin. Biraz daha zikreder misin? Cebrâil (aleyhis selâm):
- (Rabbünâ ve Rabbül melâiketi verrûh): Benim Rabb'im meleklerin, ruhlarında
Rabb'isidir, İbrahim (Aleyhis selâm) yine çok fazla . sevinerek ayağa kalktı:
- Allahu Teâlâ şahid olsun, koyunların üçte ikisi senin. Biraz daha zikreder misin?
Cebrâil (aleyhis selâm):
- Rabbiğfir vetecâvez Amma ta’lem inneke entel eazzül ekrem, deyince İbrahim
(Aleyhis selâm):
- Allahu Teâlâ şahid olsun koyunların hepsini sana verdim, dedi. Keçeyi, değneği de
verdi. Cebrâil (Aleyhis selâm):
- Ben Cebrail'im ve seni sınamaya (denemeye) geldim. Koyunlar senin. Sen, Allahu
Teâlâ'nın hakikaten de Halili ve sevgilisisin! Bu Halilliği kimse yapamaz. Allahu Teâlâ'ya
da.:
- Yâ Rabbi! İbrahim seni çok seviyormuş. Seni zikrettiğimden dolayı bütün malının
hepsini bana verdi, dedi. Bilâl Babam bunu vaazında söylüyor ve:
- Sen. Allahu Teâlâ'nın has bir kulu olasın.Allahu Teâlâ'yı zikreden zakirleri Allahu Teâlâ'yı
zikrettiğinden dolayı niçin sevmiyesin? Niçin dedi-kodu edesin? Niçin zikrullahlarına katılmayasın
yanlışları varsa neden düzeltmeyesin? buyuruyor.
Lût (Aleyhis selâm)'ın kızları vardı. Kızları, babaları ne derse harfi harfiyyen yerine
getirirlerdi. Kızlarını çok severdi. Anneleri görüşlerine tersti. Cebrâil (Aleyhis selâm)
Mîkâil (Aleyhis selam) ve İsrafil (Aleyhis selâm) çok güzel genç bir erkek çocuk şeklinde
evine misafir gibi geldiler. Lût {Aleyhis selâm) namus cihetine çok gayyurdu (kıskançtı
ve gayretliydi). Cebrâil (Aleyhis selâm) Mikâil (Aleyhis selâm), İsrafil (Aleyhis selâm)
İlm-i Hikmetten hiç kimsenin bilemediği çok güzel, hikmetli bir aşk ile konuşmaya baş-
ladılar. Lût (Aleyhis selâm) hayran kalmıştı. Kızlarını kendi canından çok fazla korurdu.
Allahu Teâlâ kendini kızları ile denedi. O şehrin halkı bu misafirleri [Cebrâil (Aleyhis
selâm), Mikâil (Aleyhis selâm), İsrafil (Aleyhis selâm)] görmüş, onlara tecavüz için evin
etrafını çevirmişlerdi. Lût (Aleyhis selâm) bunu bildiği için kapıyı kilitlemişti. Onlar kapıyı
kırmaya çalışıyorlardı. Cebrâil (Aleyhis selâm) soruyor:
- Ne var, ne oluyor? Lût (Aleyhis selâm) korkmasınlar diye:
- Sizin için birşey yok, korkmayın. Benimle başka davaları var, dedi. Kapıyı kıramacak-
larını anlayınca, bu sefer duvarı delmek istediler ve duvarı delmeye başladılar. Duvarın
delinmesi yaklaştı, hiç söz dinlemiyorlardı. Cebrâil (Aleyhis-selam), Mikâil (Aleyhis-selam)
İsrafil (Aleyhis-selam) çok güzel genç sûretindeydiler hem de çok güzel vaaz ediyorlardı.
Onları teslim edemezdi. Daha önce Allahu Teâlâ Cebrâil .(Aleyhis-selam) Mikâil (Aleyhis
selam) israfil (aleyhisselâm)'a:
- Lût'un ağzından üç sefer kavmine belâ verilmesi için söz alın. ondan sonra
batırın, buyurmuştu. Lût (Aleyhis selâm), kavmi duvardaki deliği açacakları anda üç
defa:
- Yâ Rabbi! Bunlara belâ ver. dedi. Ama Allahu Teâlâ kendini kızlarının mı yoksa
Allahu Teâlâ için misafirlerinin mi namusunu üstün tutacak diye denemek istiyordu. En
son Lût (Aleyhis selâm):
-Benim kızlarım s i z i n i ç i n daha temizdir. Misafirlerime ilişmeyin, yerine
kızlarımı götürün. 98 dedi. Allahu Teâlâ için misafirlerinin namusunu kendi namusu-
ndan daha fazla kayırmış oldu. Allahu Teâlâ'da zâten bunu denemek istiyordu. O
zaman Cebrâil (Aleyhis selâm) Lût (Aleyhis selâm)'a:
- Biz insan değiliz. Ben Cebrâil'im, bu Mikâil. bu da İsrafil. Sen sana tabii olan
ları al ve hemen şehirden dışarıya çık. Ben bu şehri yerin dibine batıracağım.”.

46
Onlar şehirden dışarı çıktılar. Lût (Aleyhis selâm)'un kavmi bu hareketlerde bulununca
karısı: "Onlara karışma" diye her sözünde onları kayırdığı için Allahu Teâlâ bunun imanını
tam iman etmiş saymadı. Lût (Aleyhis selâm) ile kızları keramete erdiler, her adımları birkaç
kilometre idi.Kadın ancak kendi adımı ile yürüyebiliyordu. Cebrâil (Aleyhis selâm) kanadını
şehrin altına soktu, şehri havaya kaldırdı (Mekke'nin yakınında, hacıların yolunun
üstünde herkesin görebileceği bir yere ibret için o şehri parça parça çamurlu
taşlarla aktardı.100 Mekke'ye o yoldan gidenler görürler. Sonradan yığma olduğu, yağmur
yağıp, çamuru gidip, sadece taşların kaldığı ilk bakışta bellidir.) Elli-yüz tonluk taşlar
havadan döküldü ve tepeler haline geldi. Şehrin yerinden acı, gadaplı su çıktı. Gölü de haritada
Lût Gölü olarak yazılıdır.
Yakub (Aleyhis selâm) oğlu Yûsuf (Aleyhis selâm)'u çok severdi, namaz kılarken
önüne Yûsuf (Aleyhis selâm) geldi. Yakub (Aleyhis selâm) gözünü secde yerinden ayırıp
Yûsuf (Aleyhis selâm)'a baktı. Allahu Teâlâ:
- Benden ayırıp Yûsuf'a baktığın gözlerini elinden alacağım, onu senden ayıracağım,
buyurdu. Yûsuf (Aleyhis selâm) bebek iken annesinin sütü yoktu; cariyesinin sütü vardı. Cariye-
sine hem Yûsuf (Aleyhis selâm)'u hem kendi çocuğunu emzirmesini söyledi. Cariye kendi çocuğu
nu fazla emzirdi. Yakub (Aleyhis selâm) bunu anlayınca cariyenin çocuğunu Mısır'a sattı. Alla
hu Teâlâ Yûsuf (Aleyhis selâm)'u Yakub (Aleyhis selâm)'dan ayırdı. O'da köle olarak Mısır'a
satıldı. En sonunda Yûsuf (Aleyhis selâm)'un gömleğini Yakub (Aleyhis selâm)'a getiren Mısır'a
sattığı o çocuktu. Evvela o annesine kavuştu. Sonra kendisi oğlu Yûsuf (Aleyhis selâm)'a kavuş
tu. Allahu Teâlâ sevdiği kulun gönlünde kendi sevgisinin karşısında rakip istemiyor.
Allahu Teâlâ böylece her Peygamberi ağır imtihanlarla sevdiği herşeyden vazgeçirip,
kendi sevgisi ile başbaşa bırakmıştır. Bilâl Babam Peygamberlerin başından geçenleri
yukarıda yazdığımız, gibi defalarca genişçe anlattığını duydum.
Bir dervişi de çalışa çalışa en sonunda sevdiklerinden geçirir. Allahu Teâlâ'nın
sevgisi hepsini bastırır. O zaman cezbe gelir. Cezbe hâli, tevâcüd, vücud hâlleri budur.
Fakat Peygamberlerin imtihanı gibi ağır olmaz, onlarınkine göre çok kısa bir müddet için
ve geçici olur. Tekrar eski hâline döner.

Ayîne-i Îlâhi Dîdâr-ı Evliyadır,


Bu âyîneye gel bak cam-u cihân-nümâdır.
Baktıkça âfitâba sofu güzün kamaşır,
Aksini aya salsa bakmak ana revadır.
Bir Mürşid-i Kâmil'e teslîm-i can ü.dil kıl,
Zira ki. mazhar-ı Hakk hem sırrı Evliyadır.
Sende senlik var iken bil kim Hakk'a varılmaz.
Boş yere dökme yaşın, tâatların hebadır.

Dünyada görmeyenler göremezler ahirette,


Aç gözünü ana bak bu kavli Mustafâ'dır.
Benden sana nasihat sen senliğini terket.
Varlık ana yaraşır, ez-gayri Hakk fenadır.

47
Seyyid Nizamoğlu'nun aşktır muradı Hakk'tan,
Aşk olmayan ameller hep cümle mâsivâdır.

Seyyid NİZAMOĞLU

Yandıklarım şâm ü seher senden midir, benden midir,?


Başımdaki aşk'dan eser senden midir, benden midir?
Terkettiğim cân ü teni yoğ ettiğim hem ben beni.
Her gördüğüm sanma seni senden midir, benden midir?
Bağrımdaki başım benim, gözümdeki yaşım benim.
Ah oldu yoldaşım benim senden midir, benden midir?
Nâlânım erdi göklere düşmeli oldum dağlara,
Eriştiğim bu çağlara senden midir, benden midir?
Seyyid Nizamoğlu'n sana, al benliksiz senden yana,
Sen, ben sözü bilmem bana senden midir benden midir?
Seyyid NİZAMOĞLU
Ey dilber-i rûhânî ol koma iş bu canı.
Sevdana düşeliden dünya bana dar olur,
Terket Niyâzi seni, bul anda ol Sultanı,
Her kim canından geçer ol vâsıl-ı yâr olur.
Niyazı MISRI
Doğan sensin dolanan sen. Bir gönülde senden gayrı.
Ne doğar ne dolanırsın. Ağyar gidip yâr olmasın.
Mekânın lâ mekân senin, Muhabbetin nuru ile,
Her mekanda bulunursun. Ol gönülde salınırsın,
Bilen sensin bilinen sen, Seyyid Nizamoğlu sakın,
Sen bilirsin seni yine, Ölem deyu gussa yeme,
Tecelli ettiğin dosta, Dost ilinde doğarsın sen,
Lütfün ile bilinirsin. Gerçi bunda dolanırsın.
Seyyid NİZAMOĞLU
Bu kasidede geçen; "Mekânın lâ mekân senin; Her mekânda bulunursun." dediği
Mekânın hiç yok. Olmadığın hiç bir yerde yok. Her yerde bulunursun.
(Sûre-i Kaf, Ayet 16)
"Yemin ederim ki, insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine
f ı s ı l d a d ı k l a r ı n ı b i l i r i z ve biz ona şah damarından daha yakınız." buyuru yor.
Allahu Teâlâ bu kadar yakınsa Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in
Mi'râc'a çıkmasına ne lüzum vardı? Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ile niçin
Mi'rac' da konuşup görüştü? Sorusuna;
Bir Cumhurreisi seninle konuşacağı yeri kendisi seçer. Allahu Teâlâ cennette
Cemâlini, Didarını kullarına gösterecek ve kendi sesiyle Yasin-i Şerîfi okuyacak. Mahşer
yerinde kâfirlerle konuşacak.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hadîs-i şerîfte de:

48
"Her yüz yılda bir müceddid gelir." 1 0 1 buyuruyor. Ayet-i kerime'de de:
"Size kendi lisanınızdan Rasûl gönderdim."102
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) bunlardan kat kat üstündür. Allahu
Teâlâ'nın O'nunla konuşması da hepsinden üstün olması lazım. Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'in Arş-ı A'lâ'ya bu vücudla çıkmadığını iddia edenler var.
O niçin Arş-ı A'lâ'ya bu vücutla çıkmasın ve Allahu Teâlâ'yı can (gönül) gözüyle
görmesin? Bu kadar kelâmın hepsi en kısa zamana niçin sığmasın? "Allahu Teâlâ bir saati
bin saat, bin saati de bir saat eder" derler, bu söz eksiktir! Umuma kabul ettirebilmek için
söylenen bir sözdür. Allahu Teâlâ saniyeyi bir milyon sene eder, daha da fazla eder. Bu
dünyada beş dakika geçti, Arş-ı A'lâ'da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
başından yüzlerce sene geçti. Mi'rac'da yaptığı işler ancak o kadar zamana sığar. Sadece
Allahu Teâlâ ile konuştuğu doksan bin soru-cevaptı.
Ashâb-ı Kehf üç yüz dokuz sene uyudu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
'in ki onlarınkinden çok daha fazla olması lazımdır. Buna zamanın mekana, mekanın
zamana tâbi olması derler.
Allahu Teâlâ, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ile konuşmak için Arş-ı
A'lâ'yı; Musa (Aleyhis selâm) ile konuşmak için Tur-i Sina'yı; Evliyalarla konuşmak için
kalblerini, kendi derunlarını (içini) seçiyor. Allahu Teâlâ her yerde hazır ve nazırdır.
Allahu Teâlâ, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i Arş-ı A'lâ'da (evinde,
mahreminde); Musa (Aleyhis selâm) ile Tur Dağında (dairesinde); Evliyalarla ilhamla,
(kendinden kendine telsizle) konuşan gibidir.
Yunus Emre Hz.'nin: "Bende bir ben vardır benden içeri" dediği kalb âleminde Allahu
Teâlâ ile manen konuşmasıdır. Bu kalb âleminde Allahu Teâlâ'ya kavuşmak için kendi
derunundan kalbine giden gönül yoludur.O yolda ibadetle, taatle gider, ilerler. Kendi derunun-
da, gönlünde Hakk'a vasıl olur.
Allahu Teâlâ ile konuşma şöyledir:
Güneşe karşı aynayı tutarsın, güneş o aynanın içine yansır, tecelli eder. O büyük
aynaya bir cep aynası tutarsan, o büyük aynanın içindeki şevk, güneş yansıması küçük cep
aynasının da içinde olur. Buna göre büyük ayna Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem); büyük aynaya tutulan küçük cep aynaları Meşayıhlar, Şeyhlerdir. Hakiki çalışan
müridin kalbine de cep aynasından yansır.

"Evliyalar Allahu Teâlâ i l e melek vasıtasıyla hiç konuşmazlar" demek


yanlıştır. Hz. Meryem ile Cebrâil (Aleyhis selâm) konuştular.

(Sûre-i A'li İmran, Ayet 42)


"Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı
ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti (üstün kıldı)."
Hem Evliya hem kadın olan Hz. Meryem'e Melâike müjdeli haberle geliyor.Kadına da melek
geliyor ve konuşuyorlar.
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 45)
" M e l e k l e r d em i ş l e rd i k i :
E y M e ry e m! A l l a h s a n a k en d i s i n d en b i r k el i me ' y î mü j d e l i y o r. Adı
Mery em o ğ lu İs a' dır (M esi h ' d i r ) ; düny ad a d a ahi rette de i tib a rlı v e Al la h'ın
kendisine yakın kıldıklarındandır."
(Sûre-i Meryem, Ayet 18-19)
"(Gel en m eleği insan sanıp, ) Meryem d edi ki:
- Senden, çok esirg eyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakınan bir

49
kimse isen (bana dokunma).Ruh [Cebrâil (Aleyhis selâm)]:
- Ben yalnızca, sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam (müjdelemem) için
Rabb'inin bir elçisiyim. d e d i .
(Sûre-i Mer yem , A yet 20 -21) .
" Mery em:
- B an a bi r ins an el i d eğ medi ği , iffetsi z d e ol ma dı ğı m h a ld e b eni m n a sıl
ço cuğum olabilir?"dedi. Melek:
- Öyledir,( z i r a ) Rabb'in buyurdu ki:
- Bu bana kolaydır. Çünkü biz, onu insanlara bîr delil ve kendimizden
bir rahmet kılacağız dedi. Bu, hüküm ve karara bağlanmış bir iş idi."
(İmâm Celaleddin Es-Sûyuti, Kabir Alemi, s.146)
"Kardeşim Ali ibn-i Salih öleceği gece:
- Kardeşimbana su ver" dedi. Ben namaz kılıy o rdum . N a m a zda n.
s o nra : Buy ur g eti rdi m , i ç dediğ im de o :
- Ben bi ra z ö nce su i çti m ." dedi.
- Kim sana içirdi? dedim. Oda da benden başkası yoktu.
- Şimdi Cebrâil (Aleyhis selâm) su ile bana geldi ve bana içirdi,
(Sonra bana):
Sen, kardeşin ve annen; kendilerine nimet edilen Nebiler, Sıddık'ın,
şüheda ve salih kullarla berabersiniz, dedi ve ruhu kabzedildi.
İşte melek Evliyaya geliyor.
(Sahih-i Buhâri Tecrid-i Sarih, Cild 10, Hadîs No:1565)
"İbn.-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'den rivayete göre; Nebi (Sallallahu aleyhi
vesellem) Bedir günü:
- (Ey Ebû Bekir!) İşte şu Cebrail'dir.(Allah tarafından sana yardımcı geldi).Atı
nın başını (ve gemini) tutmuş, harb silahı (ve zırhı) üzerinde (hücuma hazır bir
halde!)" buyurmuş tur.
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10 Hadîs No: 4239)
"Hanzala el-Kâtib et-Temîmi e!-Üseyyidî (Radiyallâhu anhu)'den rivâyet
edildiğine göre şöyle demiştir:
-Biz Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)' i n yanında bulunu-
yorduk. Bize cennet ve cehennemi öyle hatırlattı ki biz (cennet ve
cehennemi) gözle görüyor gibi olduk. Sonra ben kalkıp ailemin ve
çocuğumun yanına gittim ve(o hâli unutup) güldüm, eğlendim.
Hanzala dedi ki:
Biraz sonra [kendimi toparlayıp Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) ' i n yanında iken] içinde bulunduğumuz hâli hatırladım.
Hemen evden çıktım ve Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'e rastladım. Ona:
(İçine düştüğüm gafleti anlatarak) münafık oldum, münafık oldum,
dedim. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu):
- Muhakkak biz onu (yani aile fertlerimizle eğlenip, gülme işini) işliyoruz,
dedi. Sonra Hanzala gidip bu hâli Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e
anlattı. Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Yâ Hanzala! (Benim yanımda olmadığınız zaman) benim yanımda oldu-
ğunuz gibi olsaydınız melekler yataklarınız üstünde (veya yollarınız üzerinde)
sizlerle tokalaşacaktı. Yâ Hanzala! Bir saat şöyle bir saat böyle, buyurdu."
Bir saat ev ve aileniz ile eğlenin. Bir saat benim dediklerimi yapın demektir.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vessellem)'in tavsiyesi üzerine; Hz. Ali

50
(Kerremallahu veche);
- Ben bizzat Allahu Teâlâ'nın kudret elinden istiyorum, kuldan hiç bir şey
istemiyorum." dedi. Bütün malını, parasını dağıttı. Cebrâil (Aleyhis selâm)
deveci, Mîkail (Aleyhis selâm) deve olarak karşısından geldi. Cebrâil (Aleyhis
selâm) deveyi (Mîkail (Aleyhis selâm)'i) borca kendisine sattı, İsrafil (Aleyhis
selâm) Hz. Ali (kerremallâhu veche)'den deveyi (Mîkail (Aleyhis selam) parayla
satın aldı. Verdiği altın cennet altınıydı. Onunla yiyecek aldı. Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına geldi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem);
- Şimdi Cebrâil (Aleyhis selâm), Mikâil (Aleyhis selam) İsrafil (Aleyhis
selam) bana geldiler. Sana deveyi satan Cebrâil, deve Mîkail, deveyi satın alan
İsrafil idi. Kimseye borcun yok. Deveyi borca aldım, borçlandım zannetme.
Allahu Teâlâ sana cennet altınından verdi, senin haberin yok! buyurdu.
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 169)
"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın! Bil'akis on
l a r d i r i d i r l e r ; A l l a h ' ı n l ütuf v e kerem i nden kendi l eri ne v erdi kl eri
i l e s evi nçli bir ha l de R a bb' l eri nin y a nı nda rı zı kl a r a m a z h a r o l m a k
ta dı rl a r . A r k a l a rı n da n g e l e c e k v e h e n ü z k e n di l e ri n e k a t ı l m a m ı ş
olan şehid kardeşlerine de hiç bir keder ve korku bulunmadığı
müjdesinin sevincini d u y m a k t a d ı r l a r . "
(Sûre-i Bakara, Ayet 154)
"Allah yolunda öldürülenlere(şehidlere) "Ölüler" demeyin. Bil'a
kis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."
İşte; Mevlana Hz., Yunus Emre Hz.; Veysel Karani Hz.; Şeyh Abdulkadir
Geylani Hz. gibi yüzbinlerce zât ölmemiştir, diridir. Bunların kabirlerini her
gün milyonlarca kişi ziyaret eder, Ölse bu ziyaret olmaz. Bilâl Babam da
ölmemiştir.Ölmüş olsa Onun kabrine de bu müslümanlar akın etmez.
Allahu Teâlâ'ya hakkıyla sevilen bir zâtın alâmeti şöyledir; Sağlığında yanına,
ziyaretine gelen bir ise kabrine gelen on misli, yüz misli arlar. Bilâl Babamında
kabrine her geçen gün ve sene içinde gelenlerin sayısı artıyor. Halbuki diri
olmayanın kabrine hiç kimse gitmiyor. Bir kişi annesi, babası dahi ölse bîr müddet
için kabrini ziyaret ediyor. Sonunda ziyaretine gitmiyor. Çünkü öldü unutuldu,
ölmeyenlerin kabrini ziyarete gelenlerin sayısı ise seneler, asırlar geçtikçe kat
kat artıyor.
İstanbul'da çevre yolu yapılırken yol Mahmud Baba türbesine rast geldi. Yol
yapımcıları, ameleler kazma, kürek ile kabri sökemediler. Amelelerin elleri,
ayakları tutmaz oldu. Dozerle sökmek istediler, dozerin bıçağı parçalandı. Halbuki
toprakla taşla örtülü bir kabir. Gazeteler fotoğraflarını çekip; "Mahmud Baba
türbesinin dokunulmazlığı var." diye manşet attı. Kendi dokunulmazlığını kendisi
yapıyor. G. Antep'e giderken Yamaç Oba Köyünün yanındaki ziyarete de dozeri
süremediler.Yolu bir tarafa kaydırdılar. Ankara'da Gül Baba'nın kabrini sökemedi-
ler. Bulvar içine aldılar. Hepsinde aynı oluyor. Dikkat edilirse Mahmud Baba, Gül
Baba vb. gibileri hep tarikat şeyhleridir. Yeryüzünde "Hazretleri" denilen ne kadar
zât ararsan ya Şeyhtir ya da müridtir. Şeyh, mürid olmayanları kötü görmüyorum.
Kötüdür demek istemiyorum. Ama onlar bu saydığımız zâtların derecesinin yüzde
birine dahi yetişemezler.

51
ZİKRULLAH
(Sûre-i Ankebut, Ayet 45)
"(Rasûl'üm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak
ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek ( z i k
r u l l a h ) e l b e t t e ( k ö t ü l ü k t e n a l ı k o y m a d a ) daha büyüktür. Allah yaptıklarınızı
bilir."
Namaz insanı her türlü kötülükten beri eder, alıkoyar. Bu kötülükten beri
edip alıkoymada zikrullah daha büyüktür, Üstündür. Meselâ ne kadar namaz kılsa
mâlâyani konuşma, sigara vb. kötülükten vazgeçemez. Sünnet-i Rasûlullah'ı
yapmak çok zoruna gider. Namaz ile zikrullah beraber olursa, beş vakit farz
namazı ve fazla fazla nafile namazı kılar, zikrullahı devamlı eder. İşte yalnız
namazla olmaz. Hem namaz, hem zikrullah olursa her türlü kötülükten alıkor, geri
çeker. Genç yaşta saç-sakal bırakır. Çünkü saç bırakmak Rasulullah (Sallallahu
aleyhi vesellem)'ın sünnetinin en büyüklerindendir. 1 0 3 Malâyani konuşmaz, sigara
vb. kötülüklerden geri çekilir. Gece kalkar istiğfarı çok çeker, namazı çok kılar.
Yalnız namazla çalışanların hiç birisini, bu namaz kötülüklerden geri çekmez.
Namaz bana yeter deyip, zikrullahı yapmayan fasık olur. Zikrullah bana yeter
deyip, namaz kılmayan zındık olur. Fasık deyince mutlaka cehennemlik anlamında
değildir. Fasık camiye gider namaz kılar, kahvehaneye gider kağıt oynar. Sigara,
mâlâyani konuşma gibi şeyleri terk edemez. Daima iyi amelle kötü ameli birbirine
karıştırır. Mahşerde iyiliği, sevabı ağır gelirse cennete, günahı ağır gelirse
cehenneme girer. Hadîs-i şerifte:
"Cömert A l l a h ' ı n d o s t u d u r f a s ı k d a o l s a . C i m r i A l l a h ' ı n d ü ş m a n ı -
d ı r i b a d e t ç i i s e d e . " 1 0 4 F a s ı k c ö mert olursa Allahu Teâlâ'nın dostu oluyor.
Cennete de Allahu Teâlâ'nın dostları girer.

(Kenzül-İrfan, Hadîs No: 374)


"Cömert olan bir cahil, Allahu Teâlâ katında cimri (mıhrız ) olan bir âlim -
den efdaldir"
(Sûre-i İnsan. Ayet: 25)
"Gecenin bir kısmında O'na secde et, gecenin uzun bölümünde ise O'nu
tesbih et."
Allahu Teâlâ'nın dediğini tam yapıp, O'nun gösterdiği yolda dört dörtlük
gidebilmek için zikrullahı, namazı, gece ibadetini de yapmak lazım. Allahu Teâlâ, bu
âyet-i kerime'de yalnız namazla veya yalnız zikrullahla olmayacağını haber veriyor.
(Sûre-i Ahzab, Ayet 42)
"Ve O'nu sabah akşam tesbih edin."
(Sûre-i A'raf, Ayet 205)
"Ve Rabb'ini, içinden yalvararak ve korkarak ve cehren kıraatin
d û n ' u n d a o l a r a k s a bahları ve akşamları zikret ve gafillerden olma."
Aşk hali gelmeyen zikrederken çok yüksek sesle bağırmamalıdır. Aşk hali
olup, kendi kendini kaybedip, zapt edemezse müstesnadır. Onun bağırmasında bir
mahzur yoktur.
(Sûre-i Müzemmil, Ayet 8)
"Rabb'inin ismini zikret. Mutlak ihlas ile O'na yönel,"
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) için ashâbı şöyle buyurur:

52
(Râmûz-ul Ehâdis, 30.Bölüm, Hadîs No: 440)
" Na ma z k ı l a n l a r a r a s ı n d a b u l u n d u ğ u z a ma n h e rk es t en ço k n a ma z
k ı l a r d ı . Z i k red en l e r arasında bulunduğu zaman, herkesten çok zikri O yapardı."
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hem zikrullahı, hem de namazı herkesten
çok yapardı. Aksini iddia eden bu hadîsi yalanlıyor.
"Ey Allahu Teâlâ'ya iman edenler! Allahu Teâlâ'yı çok zikredin."105
İşte emr-i îlâhi Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in imanı hepsinden
fazla olunca zikrullahı hepsinden fazla yapıyor.
(Râmûz-ul Ehâdis, 30. Bölüm, Hadîs No: 551)
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bütün vakitlerinde, Allah'ı zikreder-
di."
Peygamberler ve Evliyalar, salât-ı daimde olur. Uykuda, bütün vakitlerinde, yirmidört
saatin tümünde Allahu Teâlâ'yı düşünür, tefekkür eder. Allahu Teâlâ'yı "Allah, Lâ ilâhe
i l l a l l a h " ve diğer isimleri i l e zikreder. Dili konuşur, eli iş tutar, kalbi namazdaki huzuru
bir an olsun bozmaz. Bunu yapan kimse, sala-t-ı dâimdedir (devamlı namazdadır).
Uykusuda namazdır.
Hadîs-i şerifte:"Alimin uykusu, âbidin ibadetinden efdaldir." 1 0 6
Abid ibadetinde huzur tutturamaz. O uykusunda huzur tutturur. Ashâb-ı Kehf bu
huzurla uyudu. Uyuya, uyuya Evliyalığın zirvesine çıktılar.
Yatarken huzurla yatar, kalkarken huzurla kalkar. İnsan ne i l e çok meşgul olursa onu
rüyasında görür. Bu da yirmi dört saatin tümünde Allahu Teâlâ ile meşgul olur. Onun
uykusu âbidin ibadetinden efdaldir, İşte Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
namazı da, zikrullahı da ayrı ayrı, ashâbdan fazla yapıyor. Namaz ve zikrin ayrı ayrı
olduğuna ve her ikisinin de çok yapılacağına en büyük delildir.
(Sûre-i Necm, Ayet 29)
"Onun için sen zikrimize iltifat etmeyen ve dünya hayatından başka
b i r ş e y i s t e m e yenlerden yüz çevir."
"Zikrullahı etmeyenlerden uzak ol," emr-i İlâhisi zikrullahı çok edenlerle,
zikrullah meclislerinde ol, ona devam et, demektir.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 1111)
"Onlar (münafıklar) deli deyinceye kadar Allah'ı zikredin."
Hadîs-i şerîfte; Münafıklara delidir dedirtinceye kadar zikrullahı çok yapınız,
buyuruluyor. Şimdi anlaşıldı mı? Zikrullahı çok yapan hâlis mü'min, zikrullahı çok
yaptığından ötürü onlara deli diyen münafıktır. Mü'minlerin Allahu Teâlâ'yı çok
zikretmesini; münafıkların "Deli" diyeceğini Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
bu hadîs-i şeriflerinde buyuruyor.
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 191)
"Ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit)
A l l a h ' ı z i k r e d e n l e r ( ş ö yl e d u a e d e r l e r : )
R a b b ' i mi z ! S e n b u n u b o ş u n a y a r a t ma d ı n . S e n i t e s b i h e d e r i z . B i zi c e -
hennem azabından koru!"
İşte ayakta, otururken, yanı üstü yatarken zikrullah etmenin caiz olduğuna emr-i
Ilâhi'dir. Aya, güneşe, dünyaya, mahlûkata ve kendi kendine bakar, Allahu Teâlâ'yı
düşünür ve "Sen bunları boşuna yaratmadın." der. Ayakta, otururken, yanı üzerine
otururken, her halinde, her vaktinde Allahu Teâlâ'yı zikreder ve Allahu Teâlâ'dan çok
korkar. ''Bizi azabtan koru" diye dua eder.
Bir tek camide, namazda veya dîn-i toplumda değil, her halinde, her vaktinde Allahu
Teâlâ'yı düşünür, O'nu zikreder; böyle de dua eder.
53
(Sûre-i Tâhâ, Ayet 124)
"Kim de beni zikretmekten yüz çevirirse şüphesiz, bu dünyada geçi-
m i n i d a r e d e r , mahşerde de gözleri kör olarak haşredim."
(Sûre-i Münâfikûn, Ayet 9)
"Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten
(zikrullah’tan) alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır."
(Sûre-i Cin, Ayet 16-17)
" Ş a y et d o ğ ru y o l da g i ts el erd i , b u hus u s ta k en d il eri n i den e me mi z i ç i n
o n l a ra b o l s u verirdik. Ki m Rabb'inin zikrinden yüz çevi rirs e, (Rabb 'in) onu
git gide artan çetin bir azaba uğratır."
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 4072)
" Al l a h Azze v e Cel l e b u y u rmu ş tu r: " L â i l â h e i l l a l l a h b en i m k el â mı md ı r .
İ ş te b en O ' yum. Kim onu derse kale'me girmiştir. Kale'me giren ise azabımdan
emin olmuştur."
"Lâ ilâhe illallah beni m kalemdir. Ki m o kal e'ye girerse, her tü rlü
kötülükten beri olur." 107 Lâ ilâhe illallah diyen Allahu Teâlâ'nın kale'sine sığınmıştır.
Her türlü azap ve kötülükten kurtulmuştur. Çünkü Allahu Teâlâ'nın Kale'sinde olan, kişi
her türlü kötülükten kurtulur.
(Sûre-i Bakara, Ayet 198)
"Rabbinizden bir rızık talep etmeniz sizin üzerinize bir günah değildir
A r a f a t ' t a n g e r i d ö n d ü ğ ü n ü z z a ma n A l l a h u T e â l â ' y ı M e ş ' a r - i l H a r a m ı n
y a n ı n d a h e me n z i k r e d i n i z . Ve O ' n u s i z e h i d a y et e tt i ğ i g i b i z i k r e y l ey i n i z.
Ş ü p h e y o k k i , s i z b u n d a n ev v e l d el â l et t e kalmış kimselerden idiniz."
Arafat'ta ve Meş'âr-il Haram'da Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)in
zikrullah ettiği yerler var. Bilen hacılar orada Allahu Teâlâ'yı zikrullah etmeden geçmezler,
halaka-i zikir yaparlar. Bu da emr-i ilâhi'dir diye Bilâl Babam vaazında buyuruyor.
(Sûre-i Bakara, Ayet 200)
" S o n r a h a c c a a i t i b a d e tl e ri n i zi i f a e t ti ğ i n i z za ma n b a b a l a r ı n ı zı zi k r e t-
ti ğ i n i z g i b i y a hut daha şiddetle (ziyade) zikrediniz. Nastan (insanlardan)
öyleleri vardır ki:
"Ey Rabb'imiz! Bize dünyada ver"derler. Böyle isteyenlerin ahiretten hiç nasibi
yoktur."
Ayetin en sonunda "(Ev eşedde zikrâ) Daha da şiddetli zikredin." deyince,
zikirde bağırmak daha da şiddetli bağırmak caiz oluyor. Taklit olarak değil, vecd, tevacüd
hallerinden biriyle kendinden geçerek o aşkla bağırılmalıdır. Evvelce hac vazifesini
bitirenler, yüksekçe bir yere çıkar; kendini, anne-babasını, memleketini halka tanıtırdı.
Halka duyurabilmek içinde var gücüyle bağırırdı.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hâdîs No: 6190)
" E y O s ma n ! Ş ü p h e s i z A l l a h b i z e r u h b a n i y e t y e r i n e b â t ı l i n a n ç l a r d a n
a r ı n mı ş o l a n ter t e mi z b i r d i n v er mi ş ti r. M i n a ' d a n Ar a f a t' a k a d a r s e s l i
o l a ra k b i zi m t ek b i r g e ti rd i ğ i mi z gibi tekbir getirmeyi emretmiştir. Şayet sen bizden
isen bizim yaptığımızı yap."
Ruhban ve kâhinleri, gaibden haber verirler, İlimleri şeytanîdir, İslâm dini tertemiz
olup, içinde gaibden haber verme vb. şeytanî ilimler yoktur. Allahu Teâlâ'nın gaibden
bildirmesi ruhban ve kâhinlere kahrından, müslümanlara ise lûtfundandır. Kendinde o
i l i m olan onu gizlemelidir. Cehri sesle, toplu olarak ve yürüyerek tekbir getirmemizi
54
emrediyor. Tekbir ise baştan ayağa zikrullahtır.
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3790)
"Ebü'd-Derda (Radiyallâhu anhu)'dan rivâyet edildiğine göre; Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) (Sahâbilere):
- Ben size amellerinizin en hayırlısını, Mâlikiniz (Allah) katında en çok beğeni-
len,(cennetteki) derecelerinizi en çok yükselten, altın ve gümüşü (Allah yoluna) vermek
ten size daha sevaplı olan ve düşmanlarınıza rastlayıp da boyunlarını vurmanız (gazi
olmanız) i l e düşmanınızın s i z i n boyunlarınızı vurmasından (şehid) edilmenizden daha
üstün faziletli işi haber vereyim mi? (Veya bilmiş olunuz ki size haber veririm) buyurdu.
Sahabiler:
- Bu amel nedir? Ya Rasulullah."dediler. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesel-
lem):
- Zikrullahtır, buyurdu. Ve (Ziyad ibn-i Ebû Ziyad)'dan anılan senetle rivâyet edildiğine
göre) Muaz ibn-i Cebel (Radiyallâhu anhu) şöyle demiştir:
- Hiç bir adam, kendisini Allah (Azze ve Celle)'ın azabından, Allah'ı zikret -
mek (ibadetin)'den daha çok kurtarıcı hiç bir amel (ibâdet) işlemedi.108
"İbadet devri geçti, iman kurtarma devri başladı; zikrullahı, fazla ibadeti ne
yapacaksın. Şimdi cihad zamanı, kendi kendine zikrullah etmek zamanı değildir,
iman kurtarma devridir," diyenlere deriz ki:
Zikrullahsız hiçbir amel makbul değildir. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in harbe giden ashâbı bölmesini ve bir kısmını harbe göndermeyip,
ashâb-ı
109
suffa olarak ibadet ve zikrullah etmelerini Allahu Teâlâ âyetle emrediyor.
Biz niçin zikrullahı şu veya bunun için terk edelim. Söz Allahu Teâlâ’nındır.
Emir din, uyacağımız, yapacağımız herşey O'nundur. Allahu Teâlâ'nın sözlerine
ters gelen sözleri kabul etmeyiz. Azaptan koruyan en büyük amel zikrullahtır.
Zikrullahsız hiçbir ibadet, ve amel insanı azaptan korumaz. Namazdan evvel
okunan ezan, farz namaza başlarken getirilen kamet zikirdir, zikrullahtır. Ezanda,
kamette bağırarak «Lâ ilâhe illallah» demek zikrullahtır.
Zikrullah doğrudan doğruya Allahu Teâlâ'nın isimlerinden birisini tek veya
toplu olarak, sesli yahut gizli olarak «Allah, Lâ ilahe illâllah»diye zikretmektir.
(İhyâu Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 899, s.847)
"Rasûl-i Ekrem (Sallallahu aleyhi vesellem):
"Adem oğlu, zikrullahtan daha ziyade kendisini Allah'ın azabından koruya
bilecek bir amel işlememiştir." buyurdu.Ashâb :
- Allah uğrunda cihad etmek de zikrullahın yerini tutmaz mı?diye sordular.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Allah uğrunda cihad da bu dereceyi tutmaz. Ancak kılıcın kırılıncaya kadar
vuruşup, üç kılıç eskitirsen, yani ciddi ve devamlı harb hali ile bu dereceyi alabilir-
sin."
Cihadın zikrullah gibi olabilmesi için devamlı harbde olacaksın. Harbin en
zor, çetin yerine gireceksin. Üç kılıç parçalayacaksın o zaman zikrullah gibi olur.
Yoksa eline kılıcı al, tehlikeli, zor yere gitme, rast gele birkaç kılıç salla, harbin
içinde olup böylece harbi yapsan bile bunun zikrullah gibi olmasına imkan
yoktur. Harbe giden adamda nefis, gösteriş, kendini beğenmek, hepsi var. Nefis ve
şeytan hiç ezilmez, ancak «Allah Allah, Lâ ilâhe illallah» zikrine devamla nefis
ve şeytan ezilir. Kibir, gurur, kötü ahlâklar (Ahlâk-ı Zemîme) gider, kalb
yumuşar.Feth edilmesi en zor olan kalb kalesi feth olur.Peygamberimiz (Sallallahu
aleyh vesellem)'in ashabının birçokları Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
'in vefatından sonra murtâd oldu, dinden çıktı. Çünkü kalb kaleleri feth olmamıştı.

55
Nefis ve şeytan, insanın içinde en büyük düşmanıdır. Çok zikrullah yapıp onunla
mücadele edenler nefsini kendileri esir alırlar. Bunu yapmayanları nefis ve şeytan
esir alır. 110 Murtad olanlarda maneviyatı böyle olunca zâhiri çabuk azar.

(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs-i Kudsi: 6385)


"(Allah (Azze ve Celle) buyuruyor):
"Benimle meşgul olması kulumun en önem verdiği bir iş olursa,
onun arzu ve lezzetini zikrimde kılarım. Bir de arzu ve lezzetini zikrim
de kılarsam, o artık bana aşık olur, ben de ona aşık olurum. Birbirimi
ze aşık olursak onunla benim aramdaki perdeyi kaldırırım. Bu hâl
artık onun umumi hali olur. İnsanlar yanıldığında o yanılmaz. İşte böy
le olanların sözleri Peygamberlerin sözleri gibidir. Gerçek kahraman
onlardır. İşte! Onl ar o kişile rdir ki, yer eh line bir azab vermek is tedi
ğim zaman kendilerini hatırlarım da azabtan vazgeçerim." 111
Bilâl Babam: Bu hadîs-i kudsı’yi tefsir ederken;
"Onların sözleri peygamber sözü gibidir." demişler. Hadîs-i kudsinin
esas tefsirinde ise "Gibidir" kelimesi yok. "Onların sözü peygamber sözüdür
buyuruluyor. Çünkü peygamberler melek vasıtasıyla ve ilhamla; büyük zâtlar ise
yalnızca ilhamla Allahu Teâlâ'dan alıp söylüyorlar. Alındığı yer (kaynak) birdir. Söz
aynıdır, aynı yerden çıkıyor.
Allahu Teâlâ; "Kulum bana önem verirse onun arzu ve lezzetini
zikrime koyarım. O beni zikretmeye doymaz" buyuruyor. Demek ki, zikrullah
etmeyenler Allahu Teâlâ'ya önem vermiyor. Önem verse önem verdiğinin işareti
Allahu Teâlâ'nın isminin zikrine kendisinin de katılmasıdır. Bunun sonunda "O
bana ben de, ona aşık olurum." Aşık maşukundan ne esirger? Allahu Teâlâ bir
kuluna aşık olursa cehennemin ne önemi kalır? Cemâl, Didar, Gurbiyyet en yüksek
makamları niçin almasın? "Onun yapması gerekenleri kalbine ben bildiririm. Aradaki
perdeleri kaldırırım. Onun her işini yapmayı yaptırmayı, eğitmeyi, nefise şeytana fırsat
vermemeyi sağlarım," demektir. Başka insanların hepsi yanılsa O yanılmaz. İşte bunların
sözü Peygamber sözüdür. Televizyonda seyreden, telefonda haberleşen hiç yanılır mı?
Dinleyemeyen, seyredemeyen haberleşmeyen yanılır. İşte bunlara Allahu Teâlâ
bildirdiği için yanılmıyorlar.
Allahu Teâlâ: "Ben yeryüzüne azab vereceğim zaman onları hatırlar,
onlarda arada zarar görmesin diye o azabtan vazgeçerim?" buyuru yor.
"Allahu Teâlâ'dan başkasından yardım beklenmez" diyenler iyi düşünsünler. O
azabı Allahu Teâlâ o kulunun hatırı için kaldırıyor. İşte, Allahu Teâlâ yapıyor ama o iyi,
Allah'a aşık kul sebeptir.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 4731)
" Ad em o ğ l u n u n zi ki rs i z g eçi rd i ğ i h er b i r s a a t, k ı y a met g ü n ün d e n ed a met
(p i ş m an l ı k ) vesilesi olacaktır.”
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 4776)
"Bîr kavi m sırf Allah için, o turup Allah (Azze ve Celle)'ı zikrederse,
gökten biri ken dilerine şöyle seslenir:
- Haydi kalkın affedildiniz, günahlarınız sevaba çevrildi!"
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem): "Allahu Teâlâ günahını doğrudan sevaba
çevirir." buyuruyor. İnsafla düşün! Zikrullah ehlinin günahı sevaba çevriliyor. Sen ise
zikrullah ehlinde eksiklik arıyorsun. Ayette de:

56
"Her kim, haksız yere adam öldürür, zina eder ise hakkıyla da tevbekar
olup tevbekârlarla beraber olur ise onun günahını sevaba çeviririm." buyuruyor.1 1 2
"Allah ile kul arasına girilmez." sözü budur. Tevbekâr olmanın alâmeti "TARİKAT"
tır. Tarikatta ders almanın bir adı da tevbedir,zikrullah halkasıdır.O,Allahu Teâlâ'yı
zikrediyor, Allah Teâlâ da günahlarını sevaba çeviriyor. Zikrullah edenleri benimsemeyen-
ler, zikrullah cemaatlerine yaklaşmayanların günahlarının sevaba çevrilmeyeceğine; Yalnız
zikrullah ehlinin günahının sevaba çevrileceğine bu hadîs ve bu âyet delildir. Hem de yalnız
namazla veya yalnız zikrullahla olmaz. Namaz ve zikrullah birlikte olmalıdır. "Namaz sizi her
türlü kötülükten alıkoyar. Bu hususta zikrullah daha büyüktür." 113 Namazın insanı geri
koyamadığı büyük kötülükleri, namaz ve zikrullah birleşirse, en büyük kötülüklerden geri
kor.
Bir kul Rabb'inin ismini zikreder, namaz da kılar! Nefsi islah olur.
Bu kadar açık olan zikrullahı söylememek, görmemek, örtbas etmek, kör olarak
mahşere gelmesine sebep olur.1 1 4

(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild-9, Hadîs No: 3797)


"Ümmü Hâni (Radiyallâhu anha)'den rivâyet edildiğine göre; Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
- Lâ ilâhe illallah kelimesini ( f a z i l e t ç e ) hiç bir amel geçemez ve bu
kelime hiç bir günah bırakmaz."
Zikrin en efdalı "Lâ ilâhe illallah" tır. İman da budur. Dille söyleyip, kalble tasdik
edip mucibi ile amel etmektir. Bunu hiçbir amel geçemez ve bu kelimeye devam hiçbir
günah bırakmaz. Diyeceksiniz ki, münafıklar "Lâ ilâhe illallah" demiyor mu? Onlarda dille
söyleme var, fakat kalble tasdik edip, "Allahu Teâlâ'yı zikredenleri zikrettiğinden dolayı
sevmek, mucibi ile amel yoktur. Allahu Teâlâ kendini zikredenleri zikrettiğinden dolayı bu
kadar çok seviyor. Allahu Teâlâ'yı seviyorum, diyorsun. Senin de Allahu Teâlâ'nın bu kadar
sevdiği kullarını sevmen lazım. Seviyorsan onlara katılman lazım. Katılıyorsan ona
canla, başla tâbi olman lazım. Onlara delil olman ve yardım etmen lazım.
(Sûre-i Enfal, Ayet 2)
' ' Mü ' mi n l e r a n ca k , Al l a h z i k r ed i l d i ğ i za ma n y ü r ek l e ri t i t r ey en , k e n d i
l e ri n e A l l a h ' ı n â y e t l e r i o k u n d u ğ u n d a i m a n l a r ı n ı a r t t ı r a n v e y a l n ı z R a b b
'ilerine dayanıp güvenen kimselerdir."
Hakiki mü'minler Allahu Teâlâ'yı zikrettiği zaman kalbleri, yürekleri, kendileri
titreyen kimselerdir. Onlara Allahu Teâlâ'nın âyetleri okunduğu zaman imanları artar.
Onlar Rabbılarına güvenen kimselerdir.
Bir kişi zikir etmiyorsa, zikrullah meclisine katılmıyorsa kendine titreme gelmiyorsa,
diğerleri "Onda bu haller var" dese de yalandır. İşte hakiki mü'minlerin i l k alâmeti
zikrullah ve zikrullah ederken gelen aşk, titreme, yüreğinde çarpmadır.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 1929)
"Al l a h İ mra n o ğ l u Mu s a ' y a v a h y et ti " Mu h a mmed (S al l al l ah u al e yh i
v es el l em )’i n ü mmet i i çi nd e ö y l e i n s a n l a r v a r d ı r k i , h e r t e p e v e v a d i d e d u r u p
Ş a h a d e t k e l i me s i o l a n ( L â i l â h e i l l a l l a h ) i l e h a y k ı rı y o rl a r . O n l a r a
v e r e ce ğ i m mü k â f a t p e y g a mb e rl e r e v e r d i ğ i m mü k â f a tı n a y n ı s ı d ı r . "
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 5614)
" A l l a h ' ı z i k r e t me k A l l a h ' a s e v g i n i n b e l i r t i s i d i r ; A l l a h ' ı n z i k r i n d en
h o ş l a n ma ma k Allah'ı sevmemekten ileri gelir."
Allahu Teâlâ'yı sevmenin alâmeti zikrullahı sevmektir. Allahu Teâlâ'yı sevmemenin

57
alâmeti ise zikrullahı sevmemektir. Zikredenleri zikrettiğinden dolayı sevmeyenler
doğrudan Allahu Teâlâ'yı sevmemiş oluyorlar, iyi düşünmek lazımdır.
Elif okudum ötürü,
Başımı verdim götürü;
Yaratılmışı severim,
Yaratandan ötürü.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) doğunca secdeye kapandı ve parmağını
dikip tevhid (Lâ ilahe illallah) ile zikrullah etti.
Secdede başı dili tahmid eder,
Hem getirmiş parmağın tevhid eder.
Ayet-i Kerime'de:
"Siz Menasik-i haccı bitirdikten sonra babalarınızı nasıl zikrederse-
n i z . , A l l a h u T e â lâ'yı da öyle zikredin veya daha kuvvetli zikredin." 1 1 5 Kadın-
erkek bir arada hac etmeleri zarurettir ama hadîs-i şerîfte:
"Beyt-i şerifin etrafında dönmek (tavaf etmek), Safa i l e Merve aras ı n d a
k o ş m a k ( s a y e t m e k ) , ş e y t a n ı t 116
aşlamak zikrullah etmeyi öğretmek için
o l u p , b a ş k a bir şey için değildir.”" buyuru1uyo r .
(Sûre-i Hac, Ayet 27-28)
"İnsanlar arasında haccı ilan et ki, gerek yaya olarak, gerekse nice
uzak yoldan gelen yorgun develer üzerinde kendilerine ait bir takım
y a r a r l a r ı y a k î n e n g ö r m e l e r i , i ç i n ( î l â âhir)."
Ayette bir takım yararları yakînen görmeleri dediğinden anlaşılıyor ki: orada
gördüğün bir tek zikrullahtır. Sen hacısın, hacca gittin ne öğrendin? İsim değiştirmek mi?
Allahu Teâlâ farz olan haccı, zikrullahı öğretmek için emrediyor. Kabe'de tavaf ederken.
Safa ve Merve'de koşarken müslümanların yüksek sesle her yeri inleterek zikrullah ettiğini
görüyorsun.
Kabe'yi tavaf ederken. Safa ile Merve arasında koşarken, her Hacer'ül Esved taşının
hizasına gelince, şeytanı taşlarken, her taş atışta yüksek sesle "Bismillah! Allahu
Ekber" deniliyor. İşte âyette k i , yararları yakînen görmeleri dediği bu zikrullahtır. Bu
gördüğün zikrullahı unutma, ömür boyu devamlı Allahu Teâlâ'nın ismini zikret demektir.
Çünkü zîkrullahsız hiçbir amel makbul değildir.
Bilâl Babam'a hacca gidip ticari eşya getirenleri sordular. Bilâl Babam buyurdu ki:
- Hac için ne kadar para ayırdı, ne kadar harcadı, evine veya satmak i ç i n ne aldı ise
hepsini Allahu Teâlâ kesinlikle biliyor. Yirmi milyon ile gitti isen on milyonu ile eşya ve
hediye aldın. On milyonu da hac için harcadın. On milyon liralık hacca gittin. On milyon
liralık da eşya için gittin. Allahu Teâlâ, kuruşunu, zerresini zay etmez. Harcadığın paraya,
yaptığın say-i gayrete göre hac sevabı verir.
Hadîs-i Şerifte:
"Ahîr zamanda; zenginler ticaret için, fakirler dilenmek için, hafızlar riya (göste
riş) için hacca giderler."buyuruluyor.
Namazdan önce ezanda ve kâmette "Lâ İlahe illallah" diye zikrediyorsun. Namaza
başlanıyor "Allahu Ekber, Semi'allahu limen hamideh, Allahu Ekber" hepsi zikrullahtır.
Hacda ve başka zamanda helâl bir malını (koyun, keçi vb. etini) yemek için keseceksen,
Üstüne Allahu Teâlâ'nın ismini zikretmezsen sana haram olur.

58
(Sûre-i Hac, Ayet 28)
"Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar üzerine belligünler
de Allah'ın ismini zikretmelerini (kurban kesmeleri için)..." (ilâ âhir). 117
"Bismillahi Allahu Ekber" de üç zikrullah vardır. Bismillah, Allah Teâlâ'nın zikri.
Allahu yine zikir. Ekber (kebir) üçüncü kez Allahu Teâlâ'nın zikridir. Siz öylesiniz ki, ya
deprem olup yerler yarılacak evler yıkılacak veya benzeri bir afet olacak da korkunuzdan
"Allah Allah" diye bağıracaksınız! Başınızdan belâ kalkarsa "zikir yok, zikrullah yok"
dersiniz!
Asırlardan beri Türk ordusu manevrada bile "Allah, Allah" diye hücuma kalkar Yine
asırlardan beri mehter takımında davul-zurnayla "Allah, Allah" diye zikirle marş
söylerler. Bu kadar güneş gibi aşikâr olan zikrullahı söylememek ne kadar hazindir!
Kur'ân-ı Kerim'de:
"Ey Allah'a iman edenler! Allah'ı çok zikredin." 111 buyuruyor. Bir tek bu âyet
kâfi değil mi? Allahu Teâlâ böyle emredince, gece-gündüz zikretsek azdır. Yine;
"Münafıklar, Allah'ı az zikrederler." 119 buyuruyor. Mü'minseniz Allahu Teâlâ'yı çok
zikredenlerin aleyhinde konuşma, onları zikrettiğinde sizde zikredin. Yapamıyorsanız
onların bu zikirlerini benimseyiniz vesselam!
Yaşlı biri evlenirse söz ederler, halbuki mubahtır, zararı yoktur. Evlenmez zina
ederse, evleneni tenkit ettikleri gibi tenkit etmeyip, hoş görürler. Bu görüşte yanlıştır.
Dünya için gece-gündüz çalışsa, dünya sevgisi gönlünde dolup taşsa çok rağbet görür,
kınanmaz. Dünyayı terk ederse, ahirete ve zikrullaha çalışırsa kınanır!
Hubbu dünya; dünyayı sevmek haram.
Kesbi dünya; rızk için çalışmak helâl.
Cem'i dünya del â l ; dünya malını toplamak. Allahu Teâlâ yolunda sarfetmemek
delâlettir.
Terki dünya kemâl; iaşesi, rızkı temin olunuyor, kendisi dünyayı tamamen terk
etmişse kemâl (olgunlaşmak)'dır. Ashâb-ı Süffa, Ashâb-ı Kehf bunlardandır.
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10, Hâdîs No: 4105)
"...Ebân ibn-i Osman ibn-i Affân (Radiyallâhu anhu)'dan; Şöyle demiştir:
Zeyd ibn-i Sabit (Radiyallâhu anhu) (bir defa) gündüz yarısı (halîfe) Mervân (ibn-i el
Hakem)'in yanından çıktı. Ben:
- Mervân bu (zamansız) saatte Zeyd ibn-i Sâbit'e mutlaka sormak istediği bir şey
için ona haber gönderdi, yanına çağırttı, dedim ve (çağırılma sebebini) Zeyd ibn-i Sabit'e
sordum. Bunun üzerine Zeyd:
- Mervân, bize Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'den işittiğimiz bazı şeyler
sordu. Ben Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem)'den şu buyruğu işittim, dedi:
Ki m k i a rzu s u , ama cı d ü n y a o l u rs a A l l a h o k i ms en i n a l ey h in e i ş in î
d a rma d a ğ ı n eder, fakirliğini iki gözünün arasında kılar ve dünya (nimet ve ma-
lın)dan kendisi i ç i n (kad eri n d e) y a zı l mı ş o l a n mi k ta rd a n b a ş k a h i ç b i r ş ey o n a
g el mez. Ki mi n n i y e ti , a rzu s u a h i ret olursa Allah o kimse için ( d a ğ ı n ı k ) işini
toplar ( d ü z e n l e r ) , zenginliğini kalbine yerleştirir, dünya (nimetleri ile malı) da
boyun eğerek ona (rahatlıkla) gider."
Allahu Teâlâ'nın fakirliği iki gözünün arasına yerleştirdiği kişiler dünya kazancını,
işini konuşur Ve dünyaya meyli çok olur. O hırs kendine Allahu Teâlâ'nın rızasını Allahu
Teâlâ'yı unutturur. Dünya hırsı artar. Ne kadar zengin olsa, yeme, içme, yaşama aklına
gelmez, rahat edip uyku uyuyamaz. Gece-gündüz "aman çalışayım, aman kazanayım,
biriktireyim." der. Kendinde dünya hırsı, açgözlülüğü gittikçe artar. Namaz kılarken ve
diğer zamanlarda kalbindeki dünya sevgisi, hırsı, aç gözlülüğü gittikçe artar. Allahu

59
Teâlâ'dan korkmak aklına bile gelmez. Cimrileştikçe cimrileşir. Yalandan, iftiradan sakınmaz.
Hadîs-i şerîfte;
"Malı çok kendisi zengin, gözü aç, fakirliği iki gözünün arasındadır" buyuruluyor.
Bilâl Babam buyurdu:
- Adamı adam eden, yolcuya, fakire, düşküne herkese yedirip içirmektir. Bu yaptığı
misafirperverlik,onu bu dünyada kullara karşı, ahirette Allahu Teâlâ'ya karşı adam eder.
Hem bu dünyada hem ahirette en şerefli en kıymetli, hatırı sayılır adam olur. Allahu Te-
âlâ bütün kötü amelleri o adamdan uzaklaştırır, Allahu Teâlâ'nın sevdiği bütün iyi
amelleri o adama getirir. Adamı gözden düşüren yine bir parça ekmektir! Aç gözlü, gözü
dar, yedirmez-içirmez, cimri olursa, Allahu Teâlâ ondan muhafazasını kaldırır. En
sevilmeyen, benimsenmeyen, hoşlanılmayan bir adam olur. Hem Allahu Teâlâ hem de
kulları yanında ne kadar da zengin olsa nazardan (gözden) düşer. Horluk bu dünyada
başlar, İhtiyarlayıp yaşlanınca herkes malına göz diker. Allahu Teâlâ'nın rızası için dahi
kendisine bakan olmaz. Allahu Teâlâ, ahirette malının hesabını; "Bu malı sana emanet
verdim, sendeki mal benimdi. Dünyadaki kullarda benimdi. Bu malla bunlara ne yaptın,
benim yolumda ne harcadın?" diye sorar. Pişmanlık, rezillik her türlü perişanlık yakasını
bırakmaz.
Sen yarattın bu cihanı, Çok sevdiğin gülistanın
Sen yarattın cism-ü canı, Gülleri solmaz Allah'ım
Mülk Seninindir kerem kânî, Senden başka gözüm yaşın
Kimsenin olmaz Allah'ım. Kimseler silmez Allah'ım
Cömert adamın; malı, serveti, Allahu Teâlâ'nın kullarının kalbindeki sevgisi gitmez,
bitmez, tükenmez bir hazinedir! Onu ne Allahu Teâlâ sıkar, ne kullar yalnız bırakır. Yokluk
içinde varlık olur. O birisi ihtiyarlayınca ne kadar da zengin olsa son zamanlarında varlık
içinde yokluk başlar, intihar eder, kafayı oynatır, kimse yüzüne bakmaz. Ahirette de
Allahu Teâlâ kendisini hor, hıcıl, zelil olarak haşreder. Ne kadar ibadetçi de olsa cennete
değil girmek, kokusunu dahi alamaz. Allahu Teâlâ: "Sen, beni biliyor, bana güveniyorsan
benim yolumda malını harcamaktan niçin korktun, çekindin." buyurur.
Allahu Teâlâ hadîs-i kudsîde;
Ben rahatı ahirete koydum, kullar onu dünyada ararlar. 1 2 0
Kanaat tükenmez bir hazinedir" 121 buyuruyor. Kabire götüremeyeceği, bırakıp
gideceği dünya malının hesabı, mahşerde, sırat köprüsünün üstünde milimi milimine
verilecektir. Ancak bunu bildiği halde yine mal, para biriktirmek ister. Yedirmek,
içirmek, hayır, hasenat (fitre,zekat, sadaka) ya hiç vermez, ya da asgariye düşürmek ister.
Bunu da Allahu Teâlâ kabul etmez. Bu gibiler için Allahu Teâlâ âyet-i kerimede:
"O sizin biriktirdiğiniz paralar cehennemde gövdenize ateşten dağ olarak basılacak
tır" 12 2 buyuruyor.
Halbuki Allahu Teâlâ'nın kendisine verdiği rızıktan fazlası kendine gelmez. Allahu
Teâlâ'nın rızası için çalışsa az rızkı çoğalır. Dünyaya çalışırsa az rızkı çoğalmaz. Ancak
fakirlere, yetimlere, yoksullara bol sadaka verirlerse çoğalır. Niyeti, arzusu ahiret için
olursa Allahu Teâlâ onun işlerini toplar, düzeltir. Dünyaya hırsı olmaz, gözü gönlü bol olur.
Dünya zenginliğini kalbine yerleştirir. Dünyada, dünya malı da kendine tâbi olur. Yani
kendi dünyadan kaçar, dünya kendinin arkasından koşar. Şimdi en âlimlerimiz bile,
hutbede bağıra bağıra "Beş vakit namaz yeter, fazla namazın, zikrullahın, ibadetin gereği
yok." diyorlar. Daha da cahilse vaazında "Dünya işine ölmeyecek gibi çalışın" diye,
dünyalıktan bahsediyor veya amel cihetine çok vaaz ediliyor. İtikadı düzgün olmazsa, amel
bir şeye yaramaz. İnsanlara en gerekli olan inanç ve itikad cihetine çok az vaaz ediliyor
veya hiç edilmiyor. Sanki bu millet ibadete o kadar çok düşkün ki, hiç dünyaya
çalışmıyor, hep ahirete çalışıyormuş gibi dünya işine çalışmayı, beş vakit namazın
yeteceğinisöylüyorlar.

60
1-İlm-ü amel gönülde âlime meş'aledir
2-Amelsiz olan ilim başta bir meşgaledir,

3-Dilde olup bir amel kalbe duhul etmezse,


4-Güft ile gû’sı anın bir kuru velveledir.
5-Amil olan âlimin âli olur menzili,
6-Dünya için âlimin meyli hep esfeledir,
7- Bu kâne yekûn ile kale-yekûl’ün eğer,
8-Hakk için olmaz ise çeşmine zelzeledir.
9-Aşk unutturdu benim yazdığım okuduğum,
10-Bildiklerim unuttum var hâce sen biledir.
11-Deryayı vahdet benim varlığım yoğ eyledi,
12-Eğer sen de istersen ardım sıra geledir.

13-Evvel ü âhir ilmini bir Eliftir öğrendim,


14-Dört Kitab'ın ma'nâsını bildim bir mes'eledir.

Seyyid NİZAMOĞLU

1-2- İlim bildiği ile amel eden kişiye ışıktır. Amelsiz olan İlim sıkıntıdır.
3- Dildeki bir amel kalbe girmezse;
4- Onun söylediği söz kuru bir velveledir (gürültüdür).
5- İlmiyle amel eden âlimin Allahu Teâlâ yanında derecesi yüksek olur.
6- Esfele safilin (cehennemde bir yerdir): Dünyayı çok sevenin yeridir.
7-8- Yaptıkları Allahu Teâlâ için olmazsa gözünden akan yaş vücudunda gereksiz bir
zelzele gibidir.
9-10- Allahu Teâlâ'nın aşkı benim yazdığımı, okuduğumu unutturdu. Sen de bunu öyle
anla, doğrusu da budur.
11-12- Allahu Teâlâ'nın birlik deryası benim varlığımı yok etti, sen de bunu istiyorsan
benim yaptığım gibi yap, arkam sıra (peşimden) gel.
13- Evvel âhir ilmi Allahu Teâlâ'nın isminin başındaki Elif'dedir.
14- Dört Kitab'ın manasını bildim ki hepsi bir mesele, bir harfde toplanıyor.
Hz. Ali (radiyallâhu anhu):
"Ben B'nin altındaki noktayım, ilim bir noktadır, çoğu cahildedir." buyuruyor.
Bunu Bilâl Babama sorduk, Bilâl Babam buyurdu ki:
- Kur'ân-ı Kerim'in tümü Sûre-i Bakara'da: Süre-i Bakara'da ne varsa Kur'ân-ı
Kerim'in başındaki Elham (Fatiha) sûresindedir. Elham (Fatiha) sûresinde ne varsa başındaki
Bismillahirrahmanirrahiym'dedir. Bismillahirrahmanirrahiym'de ne varsa başındaki «B»
harfindedir. «B» harfinde ne varsa noktasındadır. (Kur'an yazısında «B» harfinin altında
nokta var. Burada o noktayı belirtiyor.) Onun için Hz. Ali (Radiyallâhu anhu):
- "Ben, B'nin altındaki noktayım", " İ l i m bir noktadır, çoğu cahilleredir" ve
"Bana bir harf öğretene kölelik yaparım" buyuruyor. Yani Kur'ân-ı Kerim'in tümünü «B»
harfinde toplayıp onu, bana öğretene kölelik yaparım, demektir.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem). Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) hakkında:
"Ben ilmin şehriyim, Ali (Radi yallâhu anhu) kapısıdır." 1 2 3 bu yuru yor. Butun
hakikî ilimler o B harfini ve noktayı öğrenmektir. Bunun için Şeyhlerin müridleri
yirmi, otuz, kırk sene çalışır. Hiç bir ilim 61öğrenmez, duymaz. Yunus Emre ve İbrahim
Ethem onsekiz sene sırtları ile odun çektiler, bunun karşılığında birkaç saniye içinde irşad
olup fazlasıyla o ilmi aldılar, bildiler ve öğrendiler. Ne öğretti? diyeceksiniz. İşte Mürşid-i

Kâmil o noktayı öğretti.


Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i öldürmek için Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu) fedai olarak geldi. Bir anda kalbindeki küfür, masiyet. kin hepsi yok olup gitti,
yerine iman nuru doldu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu)'e o anda ne öğretti? Bir konuşma, bir söz yok. İşte manen o noktanın
bir zerresini öğretip, irşad etti. Buna tasavvufta '"İrşad" denir.
İhvanlarda bütün methini duydum
. Gelip de bu halkın sözüne uydum.
Bu kemter başımı bu yola koydum,
Minnetsiz canımı kurbana geldim, .
Müsadenle irşad olmaya geldim.

Rehbersiz salik up uzun yatar,


Hakkı bulam derken batıla sapar,
Çobansız koyunu derler kurt kapar,
Güdülmeye bende Çoban’a geldim.
Müsaadenle irşad olmaya geldim.

1- Ben benden geçmeyince andan haber almadım,


2- Sende terk et senliğin terk etmezsen biledir.

3-Okuduğun yerlerde ister isen Hakkı sen,


4-Ben her kande olursam Hakk benimle biledir.

5-İki cihan güneşi Muhammed hürmetiyçün,


6-Mürşid'e varmayınca her çektiği belâdır.
7-Seyyid Nizamoğlu var kaalini hâl edegör,
8- Hakk nazarı hâl’edir sanma kıyl u kaledir.
Seyyid NİZAMOĞLU
1-) Ben benden geçmeyince (Ben beni unutmayınca) Allahu Teâlâ'yı bilemedim.
2-) Sende herşeyini terk edersen anlarsın.
3) Sen Allahu Teâlâ'yı istiyorsan.
4-) Ben nerde olursam Allahu Teâlâ benimle beraberdir.
5-) Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz
hürmeti için.
6-) Hakiki Mürşid-i kâmili bulamadığın müddetçe her gördüğün, yaptığın seninle
Allahu Teâlâ arasında engeldir.
7-8-) Seyyid Nizamoğlu sözünü, dilinle okumanı hâl'e çevir, hâlle öğren, hâl ile anla.
Allahu Teâlâ'nın nazarı hâledir. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin dedikleri, istediği Peygambe-
rimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in:

62
"Ben ilmin şehriyem, Ali kapısıdır." dediği o hâl'edir. Harfle öğretilen okumuşluğa
değildir.
Bir zât rüyasında Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i görüyor ve:
-Yâ Rasulullah! Biz toplu olarak halaka-i zikri yapıp arkasından da Sana ve bütün
mü'minlere dua ediyoruz. Bundan haberdar mısın?" diye soruyor. Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem):
-Her meclisinizden haberdarım, sizin yaptığınız duaların sevabını alıyorum."
buyuruyor.
Zikrullaha Başlama Usulü:
Herkes abdestli olup, diz çöker ve Allahu Teâlâ'yı, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'i, kendi kabahatlarını, mahşeri, mizanı, ölümü düşünerek huzur eder.
Huzur-u Rabıta Şöyledir:
1-) Cenâb-ı Hakk Teâlâ hazretleri bana benden yakın. Ben O'nu görmüyorum ama O
beni görüyor.
2-) Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz hazretlerinin nuru
Nübüvveti güneş gibi üzerime doğmuş. O'nun manevi ziyası altındayım.
3-) Hazreti Pir Şeyh Abdulkadir Geylani Efendimizin (kaddesallâhu sırrehu) sağ eli
başımın üstünde O'nun hıfzı himayesi altındayım.
4-) Bu oturan ben değilim Şeyhim Hacı Muhammed Bilâl Nâdir hazretleridir, der.
Huzur-u Rabıta her zaman yapılmalıdır. Ya Şeyhini elbise gibi üzerine giymiş
yahut da kendi yok O var. Böyle huzur ede ede İlk defa Şeyhte, sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi vesellem)'da, daha sonra Hakk Teâlâ'da fani olur. Fani yok olmaktır.
Kimde var olacaksa onda var olur. Kendisi yok o vardır. Hakk Teâlâ da fani; Hakk
Teâlâ'nın vücudundan başka bir şey kalmaz, O hâldir dille anlatmakla anlaşılmaz.
Her nereye baksam Şeyhim kendi var,
Şimdi boynumuzda Şeyh kemendi var.
Bu, huzurla çalışmayla olur. Zikre başlarken, boş zamanlarında, ders çekerken ne
kadar huzurlu olabilirsen o kadar iyidir.
İlk önce Kur'ân okunur. Kur'an'da hangi âyetin manasını biliyor ve iyi okuyorsa onu
okur. Değilse iyi ezberlemiş olduğunu okur. Okunacak Kur'ân miktarı bir aşırdan az olmaz
(Bir aşır bir Fatiha "Elhamdülillah" sûresi kadardır). Ondan fazla da okuyabilir. Kur'ân
dinlerken aşka gelip zikrullah başlarsa, o zikir durdurulmaz. Eğer şahadet kelimesi
getirilerek zikrullah durdurulursa kaynayan bir kazanın içine soğuk su dökmüş gibi olur,
millette aşk, feyz kalmaz. Tekrar o hâli bulma zor olur. Aşk. feyz evvelki gibi gelmez veya
hiç gelmez. Kur'ân okunup bittikten sonra zikrullah kendiliğinden başlamazsa hep bir
ağızdan;
a - ) Estağfirullah'el azim aman yâ Rabb'i
Min külli zembin tevbe yâ Rabb'i.
b - ) Salâvat-ı Şerîfe;
Allahümme Salli alel Mustafa bedî'ül Cemâli ve bahril vefa ve sellim aleyhi
kema yenbaği es-sadık Muhammed Aleyhis-selâm.
c -) Sallallahu Rabbuna Ale'n-Nur'îl Mubin Ahmed'el-Mustafa Seyyid'el-Mürselin.
d-) Biz severiz Cihar-ı Yâr'ı Veli'yi,

63
Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali'yi Hû.
e-) Yâ Ahad, yâ Samed, Sallû Alâ Muhammed.
f-) Entel Hâdi entel Hakk, Leysel Hâdi illâ Hû
g-) Adem'i Safiyyullah Lâ ilâhe illallah,
Nuh Nebiyyullah, La ilâhe illallah.
İbrahim Halîlullah, Lâ ilâhe illallah.
Mûsâ’yı Kelîymullah Lâ ilâhe illallah
. Hz. İsa Ruhullah, Lâ ilâhe illallah.
Muhammed Rasulullah, Lâ ilahe illallah.
h-) Hasbî Rabbî Cellallah,
Mâfî galbî gayrullah,
Nûr Muhammed Sallallah,
Lâ ilâhe illallah.
Bunlar sırası ile üç, beş, yedi veya on bir defa milletin iştahına göre hep bir ağızdan
koşma olarak söylenir. Sesle ve acele etmeden, diğerleri de onu takib ederek zikre
başlanabilir. Bu durum toplumun o andaki iştahına göre değişir.
Zikrullah kendiliğinden başlamadı ise bir kişi:
"Fa'lem ennehu Lâ ilâhe illallah" der. Böylece zikrullah başlamış olur. Zikrullah
başlayınca, zikrullah arasında kaside söyleyecek kişi kaside söyler. [Zikrullaha
başlarken salâvat-ı şerîfeyi çok getirmek, zikrullah esnasında Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'in,tarikatının, Şeyhinin üzerine kaside söylemek zikrullah evvelinde,
esnasında ve sonunda, mansar. haliliye, kudüm çalmak bunları yapmak caizdir. Aşkı
arttırır.]
Zikirde Yapılması Caiz Olmayanlar:
a-) İlk defa yukarıda saydığımız salâvat-ı şerîfeleri söyleyip, başlarken ve hiç
kimse zikrullahı başlatmadan, millet aşka gelip kaynayan kazanın kapak tutmadığı gibi
zikrullaha başlarsa, o zikir durdurulmaz. Durdurulursa yeniden başlamada aşk kesilir.
Kaynayan kazanın içine soğuk su dökmüş gibi olur.
b-) Kadınlar cemâati kesinlikle erkeklerden ayrı odada, ayrı yerde ve mümkünse
erkeklere sesleri duyulmayacak şekilde zikrederler. Kadınların zikir cemaatında herhan-
gi bir erkeğin idareci gibi veya kaside söylemek için her ne suretle olursa olsun
içlerinde oturması, durması, bulunması caiz değildir. Kesinlikle yasaktır. Öyle olursa şey-
tan karışır şeytanî olur.
c-) Zikrullah esnasında erkekler ayrı, kadınlar ayrı yerde zikretmelidir.
Zikrederlerken içlerinden bir kişinin ortaya dönmek için veya idareci gibi girmesi,
idarecilik yapar gibi hareketler yapması, her ne suretle olursa olsun caiz değildir, yasak
tır.
(Berika, Cild 5, s.334)
"Eb û Dav u d 'un , Huz e yfe (R adi yal l ah u an h u)'d en ri v â yet et ti ği h adî se
gö re;
Ra sul ull ah (Sallallahu aleyhi vesellem) bu (zikrullah) halkanın ortasında
oturan kimseye lânet etti (Ortada kimse olmamalıdır)."
(Sünen-i Tirmizi, Cild 4, Hadîs No: 2900)

64
"M i cl ez 'd en ri v âyet ed i lmi şt i r: Ad a mın bi ri h alk an ın o rta sı nda o tu rdu
v e b unun ü zerine Huzeyfe (Radiyallahu anhu) şöyle dedi:
Halkanın ortasında oturan kişi, Muhammed'in dili (ifadesi) ile mel'undur veya
Muhammed'in diliyle Allah ona lânet etmiştir."
Bu hadîs hasen sahihtir. Ebû Miclez'in adı Lahik ibn-i Hümeyd'dir.
Mevleviler zikirde dönerler. Çünkü kendi tarikatlarında vardır ve onların hepsi
birlikte döner.Onlarda da zikrullah halkasının ortasında bir tek kişinin dönmesi, durması
caiz değildir.
Kadiri zikrinde de ayakta zikir vardır. Muzekki-n-Nüfus Kitabında, Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'in ashâbla birlikte ilk defa otururken sonra ayakta
zikrullah ettiklerini yazıyor. O tarifte şöyle;
Şiddetli rüzgâr karşısında ağaçların eğilip eğilip kalktığı gibi el elden tutulur ve
ağacın kökünün kımıldamadığı gibi zikredenlerinde ayakları kımıldamaz, eğilir eğilir
kalkarlar, "Allah, Lâ ilâhe illallah" diyerek zikrederler. (Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'i n ayakta zikrullah yaptığı ileride genişçe anlatılmıştır.) Kadınlar ayak-
ta zikir yapmazlar.
Erenler meclisinde hû diyenler, Kâdirilerdir,
İçip aşkın şarabından kananlar, Kâdirilerdir.
Çekerler nareyi ya hû geçip, hem can ile serden,
Yanıp aşk-ı İlâhî ile dönenler, Kâdirilerdir.
Güruhu dervişanın zül-cenâhi eyni zâhiri bâtın,
Sıratı cümleden evvel geçenler, Kâdirilerdir.
Ederler talibi irşad, hem de rûzî-şep amma,
Ve lâkin hasmını berbat edenler, Kâdirilerdir.
Eğer feryad edip dersen medet ya Gavsu Geylânî,
Senin imdadına derhal gelenler, Kâdirilerdir.
Aliyyül Murtazanın nesli pâki seyyid-i âlem,
Tarîki Mustafa'ya baş eğenler Kâdirilerdir.
Kelîmullah ile hem bezmolup ervahı âlemde,
Bu sırrı nûru Ahmed'den alanlar, Kâdirilerdir.
Eğer kî hükmü işler şarka, garba hem bilâ şübhe,
Anın içün cümleye ser-tâç olanlar, Kâdirilerdir.
Rıza müştaki pirandır esiri Gavsı Geylânîdir,
Delilim sırrı Kur'an'dır diyenler, Kâdirilerdir.
Yalnız bir şeye dikkat edilmelidir ki, zikrullaha başlamadan ve zikrullahı
bitirdikten sonra duadan evvel Kur'ân-ı Kerim okumayı ihmal etmemelidir. Zikrullah
yapılırken bir çok usuller vardır. Bu usullerin bazısını uygulayıp bazısını uygulamasan
da olabilirdi. Ama şu zamanda ümmet fesada gitmiş sünnet-i Rasulullah fesada gitmiş.
Hakiki sünneti yapanlar az kalmış, yapılmaya yapılmaya unutulmuştur. Sünneti bid'at,
bid'ati sünnet olarak gösterenler çoğalmıştır. Hatta en müslüman görülen bazı kimseler
buna muhalefet ediyorlar. Bizimde onların yaptıklarına muhalefet için sünnetin hepsini tam
tamınauygulamamız,yapmamızlazımdır.

(Sûre-i Taha, Ayet 124)


"Ki m de b eni zik retmekten yü z çevi rirs e şüphesi z onu n için dar bir
geçi m va rdır (Bu dünyada geçimini dar ederim. Zenginde olsa sıkıntılı ve zor yaşar). Ve biz
onu, kıyamet günü mahşerde kör olarak haşrederiz."

65
(Râmûz-ul Ehadis Hadîs No: 6173)
"Ey Hafsa! Sakın çok konuşma; Allah'ı çok zikretmeden (başka konuşulan her
sözü) çok konuşmak kalbi öldürür. Allah'ın zikri ile çok konuşmak ise kalbi diriltir."
Zikrullah: Allahu Teâlâ'nın emridir, bu kalbi diriltir. Dünya kelâmı konuşmak kalb
öldürür. Ayetten, hadîsten, ashâbdan, dinden konuşmak zikrullah kadar diriltmese de kalbi
öldürmez.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
"Bir kavim sabah namazından güneş doğuncaya kadar zikrullah ederse ve ikin-
din namazından güneş batıncaya kadar toplanıp zikrullah ederse benim yanımda o ka
dar sevgil i d i r . " 1 2 4 buyuruyor.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4275)
"(Allah'a yemin ederim k i , ) sabah namazından sonra güneş doğuncaya
kadar Allah'ı zikred e n b i r c e m a a t l e o t u r m a m , h e r b i r i n i n d i y e t i o n i k i b i n
o l a n İ s m a i l o ğ u l l a r ı n d a n d ö r t k ö l e a z a t e t me d e n b e n i m i ç i n d a h a s e v i ml i
d i r . B e n i m i ç i n i k i n d i n a ma z ı n d a n s o n r a g ü n eş b a tı n c a y a k a d a r Al l a h ' ı
zi k r ed e n c e ma a tl e o tu r ma m, h er b i ri n i n d i y et i o n i k i b i n o lan İsmaîl
oğullarından dört kişi (esirlikten kurtarmaktan veya köle) azat etmemden daha ef-
daldir."
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 4276)
" S a b a h v a k ti n d en g ü n e ş d o ğ a n a k a d a r, o tu r u p A l l a h ' ı zi k r et me m, O ' n a
t ek b i r g e ti r mem, O'na hamd etmem, O'nu tehlilde bulunmam, O'nu tesbih
etmem benim için, İsmail o ğ ul l a rı nd a n b i r k ö l e a za t et me md en d a h a
s ev i ml i d i r. İ k i n d i n a ma zı n d a n g ü n eş b a tı n ca ya kadar Allah'ı zikretmem,
beni m için İs mail o ğullarından dört kö le azat etmemden d aha sevimlidir."
Bilâl Babam buyurdu ki:
Diğer bir rivâyette; Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
"S ab ah n a ma zı ndan son ra g ün eş d o ğun cay a k ada r b i r kav i m îl e topl an ıp
zi k rull ah etmek benim yanımda, İbrahim ( A l e y h i s s e l â m ) evladından on
kişiyi, on biner lira verip, esi rl i k ten k u rta r ma k ta n d a h a s ev g i l i d i r. İ k i ndi
n a ma zı n d a n s o n ra g ü n eş b a tı n ca y a k ad a r bir kavim i l e zikrullah etmek, ben-
im yanımda, İsmail( A l e y h i s s e l â m ) evladından on kişiyi on ikişer bin lira ve
rip, esirlikten kurtarmaktan daha sevgilidir." buyuruyor.
İbrahim (Aleyhis selâm), Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in ecdadı
(atası)dır; ama İsmail (Aleyhis selâm) bir göbek daha yakınıdır.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem); "İsmail oğullarından olan esiri 2.000
lira daha fazla verip kurtarmaktan sevgilidir." buyuruyor. Bundan anlaşılıyor ki, İkindi
namazından sonra güneş batıncaya kadar zikrullah etmek Allahu Teâlâ'ya daha fazla
sevgilidir.
"Namaz zikirdir." diyenler buna dikkat etsinler! Sabah namazından sonra güneş
doğuncaya kadar kerahat vakti olduğundan namaz yoktur. "Bir kavimle toplanıp zikrullah
etmek" dediğine göre; bu Kur'ân okumak değil, doğrudan "Lâ ilâhe illallah, Allah" diye
hep bir ağızdan Allahu Teâlâ'nın ismini zikretmektir, İkindi namazından sonra güneş
batıncaya kadar yine kerahat vaktidir. Yalnız veya cemaatle toplanıp namaz kılınmaz.
"Toplu olaraktan zikrullah etmek" dediğine göre halaka-i zikirdir. Eğer sen; Bu Kur'ân o-
kumadır, diyorsan, Kur'ân-ı Kerim'i biri okur, diğerleri dinler. "Bir kavimle toplanıp
zikrullah etmek" dediğinden, de anlaşılıyor ki, doğrudan zikrullah "Lâ ilâhe illallah,
Allah" veya herhangi, bir Esma'yı hep bir ağızdan demektir. Bunun başka manası yoktur.
66
Bu kadar açık toplantı ve halaka-i zikrullahı inkar ederseniz, Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) yarın mahşerde sizin davacınız olur. "Ümmetim, bu zikrullahı yapsınlar,
benim yanımda zikrullah o kadar sevgilidir"dedim. O halde niçin yapmadınız, söylemediniz?
Niçin toplanıp zikrullah yapanlara mani oldunuz? diye sorar. Bazı hoca veya âlim denilen kişiler
daha cahilseler, “Zikrullah edilen yeri kırk arşın kazıyıp atmalı” diyorlar. Allah’u Teala ayıktırsın
Amîn.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 2340)
"Namazgahında, sabah namazından sonra, güneş doğuncaya kadar
sabit bir halde oturup Allahu Teâlâ'yı zikretmek, rızık talep etmek için
d i y a r d i y a r d o l a ş m a k t a n d a h a e t kilidir."
Zikrullah vb. şeyleri inkar etmenin mes'uliyeti çok büyüktür. Allahu Teâlâ'dan
korkun ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) efendimiz 'den utanın.
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3791)
"Ebû Hureyre ve Ebû Saîd (el- Hudri) (Radiyallâhu anhu)'den rivâyet edildiğine
göre; bu iki zat Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)' i n şöyle buyurduğunu şaha-
det etmişlerdir:
-Bir mecliste oturup da orada Allah'ı zikreden her (müslüman) cemaatını
melekler kuşatır, onları rahmet kaplar, üzerlerine sekînet (Allah'ın rızası, vakar ve
sükunet) peyderpey iner ve Allahu Teâlâ katındaki (melek)ler arasında onlardan (övgü
ile) söz eder."125
Allahu Teâlâ; "Ey benim meleklerim! Şu kullarıma bakın benim ismimi
zikrediyorlar." diye meleklere bizi överek gösterir.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 4247)
"Allah'ın zikredildiği her meclîste melekler bulunur ve "Çok
yapın, Allah size ihsanını ziyade eder." derler. Sonra onlar kanatlarını
y a y ı p h a v a l a n d ı k l a r ı n d a , z i k i r d e a ralarında onlarla birlikte yukarı çıkar."
Millet zikrullah meclisinde aşka gelir, zikrullah kızışır. Meleklerde onlarla beraber
aşka gelir, kanatlarını açarlar. Melekler havalandıklarında zikirde onlarla uçar,
havalanır. Melekler gidebildiği yere kadar giderler. Zikrullahın nûru ise Cenâb-ı Hakk
Teâlâ Hz.'ne vasıl oluncaya kadar durmaz gider ve Allahu Teâlâ'ya kavuşur.
(Sûre-i Fatır, Ayet 10)
"Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki İzzet ve şerefin hepsi
Allah'ındır. O'na ancak güzel söz yükselir (ulaşır). Onları da Allah'a
a m e l - i s a l i h u l a ş t ı r ı r . K ö t ü l ü k l e r i tuzak yapanlara gelince, onlar için çetin
azap vardır. Ve onların tuzağı bozulur."
Meleklerin gıdası zikrullah nurudur. Kur'ân okurken, namaz kılarken, zikrullah
halkasında "Allah, Lâ ilâhe illallah" dediğimizde ağzımızdan çıkan nûr, meleklerin
gıdasıdır. Zikrullah olan yere melekler toplanır. Birbirlerini çağırıp "Gelin gıdamızı
alalım." derler. Allahu Teâlâ zikrullah nurunun içinde meleklere ait gıda yaratmıştır.
Onlar o gıdayı alırlar. Melek gıda alsa da almasa da yaşar. Ama alması kendilerine daha
hoş gelir.
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 85, s.90)
"Gerçek Allahu Teâlâ'nın insanlar için yarattığı meleklerden başka
b i r d e s e y a h a t e den melekleri vardır. Zikir meclislerini buldukları vakit arkadaşla
rına:

67
-Geliniz aradığınız burada (gıdamızı alalım) diye çağırırlar, toplanır, onları kuşa
tır ve dinlerler.
Ey (Ümmetim)! Allah'ı zikredin ve nefsinize hatırlatın."
Allahu Teâlâ nurdur, O'nun ismini toplu veya yalnız zikretmekte nurdur.
(Sûre-i Nur, Ayet 35)
"Allah göklerin ve yerlerin nurudur. O'nun nurunun temsili,
içind e lamb a bu lun an bîr kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o
b i l l u r d a s a n k i i n c i y e b e n z e r b i r y ı l d ı z g i b i d i r k i , do ğ u y a d a b a tı y a da
n i s b et ed i l emey en mü b a rek b i r a ğ a çt a n çı k a n y a ğd a n tu tu ş tu ru l u r. ( B u , ö yl e
b i r a ğ a ç k i ) y a ğ ı , n e rd e y s e, k en d i s i n e a t eş d e ğ me s e d a h i ı ş ı k v e ri r ( y a n a r ) .
(Bu ışık) nûr üstüne nûrdur. Allah insanlara (işte böyl e) temsil veri r:
A l l a h h e r şeyi bilir."
Onun yağı ateştir dokunmadan yanar. Bunu Bilâl Babam şöyle tefsir ediyor.
Toplanıp zikrullah ederler. "Allah, Lâ ilâhe illallah" derken derken içerisi yanar, tutuşur.
İşte ateş dokunmadan yanar dediği budur. En büyük nûr budur. Zikir nûrdur, zikirde bu
yanma nûr üstüne nûr olur. Namaz nûr, namazda o hâl gelmesi, içerisi Allahu Teâlâ'nın
aşkından yanması da nûr üstüne nûrdur. Bilâl Babam kasidesinde Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) hakkında inen âyetlerin her birisini bir yerine benzetiyor.
Yâ Rasulullah cemalin Sübhanellezi esra imiş,
Saçın velleyli iza yağşa, gözün Ven-necmi âyet-el kübra imiş.
Veş-şemsü zâtın, Vedduha sıfatındır senin,
Nurun alâ nûr da, hüviyetin bu âlemden kübra imiş.
Senin hakkında indi âyet-el Kevser,
Derya'yı feyzinde senin Kevser bir katra imiş.
Manada senin kadrini bilen bildi kendi kendini,
Başın Arş-ı Alâ'da senin ayakların tahtes-sera imiş.
Hillkati ervahta Sensin Evliyalar Enbiyalar atası,
Hilkati ecsamda Adem ata bu cümleden kübra imiş:
Mucizatın âlemde ceryan etmektedir hâlâ gün gibi,
Kur'ân-ül Kerim'ül Azim-ül Burhan bu cümleden kübra imiş.
Kıl şefaat sen bugün Enbiyalar Evliyalar Serveri eyle medet,
Bu güruhi aşıklarına senin bu Bilâl'ın Nâdîriy'ül Kadiri cümleden sonra imiş.
HACİ MUHAMMED BiLAL NADİR HZ.
Ey mü'minler! Allahu Teâlâ'yı zikredin, nefsinize hatırlatın, uyku sersemi olan
kimseyi kolundan tutar, sallar, çağırır, hatırlatırsın. Sen de uyuşuk yılan gibi olan nefsin
uyuşuğu açılsın diye zikirde sallanarak "Lâ ilâhe illallah" diye bağırarak hatırlatırsın,
nefsini uyarırsın.
(Sahih-i Müslim, Cild 8, Hadîs No: 2 (2675))
"Ebû Hureyre (radiyallâhu anhu)'den; Rasûlulah (Sallallahu aleyhi vesellem)
şöyle buyurdu:
- Ş ü p h es i z Azi z v e Cel i l o l a n Al l a h şö y l e b u y u ru r: " B en k u lu mu n b en î
za n n ı y a n ın d ayım (iradem kulumun beni anlayışına göre taalluk eder) Kulum beni
zikrederken ben muhakkak onunla beraber bulunuru m. E ğer o beni gönlünde
gizlice zik red ers e ben de onu nefsi mde g i z l i c e z i k r e d e r i m. E ğ e r o b e n i b i r
c e m a a t i ç i n d e z i k r e d e r s e , b e n d e o n u o c e ma a t d a n d a h a h a y ı r l ı b i r c e m a a t
i ç i n d e z i k r e d e r i m . K u l u m b a n a b i r k a r ı ş y a k l a ş ı r s a , b e n o n a b i r a rş ı n
y a k l a ş ı rı m. Ku l u m b a n a b i r a rş ı n y a k l a ş ı rs a b en o n a126b i r k u l a ç y a k l a ş ı rı m.
O bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak varırım."

68
Yani: "Kulum beni nasıl zannederse öyle bulur." Sen "Allah" dediğin zaman
Allahu Teâlâ senden ayrı değildir.
Onun için Arifler "Mü'min-i Kâmil Hakk'ın hamilidir (Allahu Teâlâ'yı taşıyandır)"
demişler. Kul devamlı zikrullah edince Allahu Teâlâ'yı taşıyor. "O beni (kalbinde)
gönlünde gizlice zikrederse, b en d e o n u gi z l i ce z i k red eri m . " Yan i : Al l ah u Teâl â:
"On u s ev d i ği m i k i m s e b i l m ez , b i r t ek ben bili rim. "Beni bir cem aat için de
(cemaatle ceh ri (s esle) zikrull ahla) zikred ers e, b en de o n u b ü yü k cem aatl erde
zi k red erim . On l arı n ağz ı i l e h er t arafa ya yarı m . Mü 'm in l er o n u çok sever, ondan
konuşur, ondan söyler."
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 1621)
"Allah'ı zikretmek muhakkak bîr şifadır insanları anmak ise bir hastalıktır."
Zahir-bâtın, dünya-ahiret için Allahu Teâlâ'yı zikretmek kurtuluş ve şifadır.
İnsanları anmak, hatırlamak, söylemek bir hastalıktır. Allahu Teâlâ için bir kulu ziyarete
gitmek Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.'nin emir ve nehiylerinden konuşmak bu da Allahu Teâlâ'yı
zikretmektir, şifadır.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 4726)
"Lâ ilâhe illallah'dan efdal bir zikir, istiğfar'dan efdal bîr dua yoktur."
"Lâ ilâhe illallah"tan üstün bir zikir, istiğfar "Estağfirullah el azim" diyerek günahına
tevbe etmekten daha büyük makbul dua yoktur.

Kenzü"l-İrfan, Hadîs No: 268)


"Zikir, farz olmayan oruçtan efdaldir." 1 27

(Kenzül-İrfan, Hadîs No: 262) .


"Zikir sadakadan e f d a l d i r . " 1 2 8
(İhyâu 'Ulumi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 902, s.848)
"Dilini zikrullaha bağlı olduğu halde sabahla ve akşamla ki,
g ü n a h s ı z o l d u ğ u n h a l d e sabaha ve akşama girmiş olasın."
Seher vaktinde kalk "Lâ ilâhe illallah" diyerek sabahla; akşam olup gün
biterken o zamanda zikrullah ile akşamla. "Dilin zikrullaha bağlı olduğu halde"
deyince, anmak, hatırlamak ve namaz gibi şeyler değil, doğrudan doğruya "Lâ ilâhe
İllallah, Allah Allah" diye sabahlamak, akşamlamaktır.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs-i Kudsi No: 4056)
"Allahu Teâlâ buyurmuştur:
E y A d e m o ğ l u ! B e n i z i k r e t t i k ç e b a n a ş ü k r e t m i ş o l u r s u n . Beni
unuttukça da küfran-ı nimette bulunmuş olursun."
Zikrullah etmekle Allahu Teâlâ'ya onun nimetlerine şükretmiş olursunuz.
Allahu Teâlâ'nın zikrini etmeyip zikrullahı unuttukça Allahu Teâlâ'nın verdiği
nimetlere küfretmiş olursunuz. Nimetin şükrü zikrullah iledir. Diğer ibadetleri her
ne kadar çok olsa da kul zikrullah etmezse Allahu Teâlâ'nın verdiği ni
metlere küfretmiş demektir.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 5952)
' A l l a h ' ı zikretmeden çok konuşma zira A l l a h ' ı zikretmeden

69
f a z l a k o n u ş m a k , k a l b i katılaştırır; insanlar arasında Allah'tan en uzak olan
kişi katı kalbli olandır."
Allahu Teâlâ'yı zikretmek dünya kelâmından çok olsun. Allahu Teâlâ'nın
zikrinden başka dünya, evlat,mal, çoluk-çocuk bunları konuşmak kalbi katılaştırır.
Kalbi katı olan Allahu Teâlâ'dan uzaktır, cehennemliktir.
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 913, .s.855)
"Her gün yüz kere 'Lâ İlâhe i l l a lahu vahdehu lâ şerike leh,
lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdü ve hüve a l a külli şey'in kadir" diyen
kimse, on köle azad etmiş gibi olur. Kendisine yüz sevab yazılır. Yüz
günahı silinir, o gün akşama kadar şeytanın şerrinden emin olur.
H i ç k i m s e , h i ç b i r i b â d e t l e b1 2u9 s e v i y e y e u l a ş a m a z . A n c a k b u i b â d e t i ,
o n d a n d a h a fazla yapmış o la ."
Bu tesbihleri çekeceğim diyen bir kişi hakiki bir Şeyhden izin ve müsaade alıp
öyle çekmesi lazımdır.
Hadîs-i şerifte geçen tesbihi yüzden fazla çekmiş olması lazım ki, ondan daha
üstün olsun. O da "Lâ ilâhe illallah" diye zikrullah ile başlıyor zikirdir, zikrul-
lahtır.
(Râmûz-ul Ehâdis. Hadîs No: 6226)
"Ey Muaz! Günde kaç kere zikredebiliyorsun; Günde onbin zikir yapabili-
yor musun? Dikkat et sana birkaç kelime göstereceğim ki,bunlar hem daha kolay
hem de on binlerce ( k e l i m e d e n ) daha büyüktür;
Lâ ilâhe i l l â l a h u adede kelimatihi,
Lâ ilâhe i ll a l la h u adede halkihi,
Lâ ilâhe ilâllahu zînete arşihi,
Lâ ilâhe illâllahu melee semava tih i,
Lâ ilâ he il â l l a h u m i s l u z a l i k e m a a h û ,
V e l h a m d ü l i l l a h i m i s l u z a l i k e m a a h û l â y u h s i h i m e l e k u n v e lâ
gayruhu."
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3323)
"Üç kişi i b l i s i n ve ordusunun şerrinden kurtulmuştur:
G e c e - g ü n d ü z A l l a h ' ı ( ç o k ç a ) zikredenler,
Seher vakitlerinde istiğfar edenler,
Allah korkusundan ağlayanlar."

(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 934)


'Yediğinizi A l l a h ' ı n zikri ve namaz i l e e r i t i n ! Bundan gafil olmayın k i ,
kalbleriniz, k a t ı l a ş ı r . "
Çok namaz, çok zikrullah olmazsa kalbiniz katılaşır. Hem namaz hem zikrullah
olursa, itikadı da düzgün ve ehl-i sünnetten ise hakiki ümmet olur. Yalnız namaz bana
yeter deyip namazda kalanlara da yazıklar olsun. Yalnız zikrullah bana yeter deyip bir tek
zikrullahla kalana yazıklar olsun. Yazdığım âyetleri ve hadîsleri incelersen bu dediğimi
daha iyi fark edersin.
Her toplumun, her iş yerinin, mülkiyenin, askeriyenin kendine ait kuralları var. Her
şahıs o kurallara uymak mecburiyetindedir O kuralları bozmak makam, mevki, unvan
tanımaz. Meselâ okullarda disiplin var. Müdür, öğretmen, öğrenci, hademe (müstahdem)
Hepsi o kurallara uymak mecburiyetindedir. Herkesin görevi ayrı ayrı olup o kurallar
adamına göre değişebilir. Ama hiç birisinden o kurallar kalkmaz. Hatta dışarıdan yabancı
adam gelse ona da ait ayrı kurallar uygulanır. Allahu Teâlâ'nın kuralları Kur'ân-ı Ke-
rim'dir. Kur'ân'daki şeriat bölümü kuralları; okul, fabrika, iş yerleri gibidir. Çalıştığı zaman
sekiz saat o kurallara uymak mecburiyetindedir. Evinde, tatilde, istirahatte vb. yerlerde
70
iken o kurallar kalkar. İkincisi; Tarikatın kuralları askeriye gibidir. Askerlikte bir
disiplin ve askeri kurallar var. Erden Mareşala kadar bu kurallara yirmi dört saatin
tümünde uymak mecburiyetindedir. Bu kurallara tam uymayan rütbesi ne olursa olsun
cezalanır, uymamakta devam ederse hapse girer. Daha da inat ederse idamlığa kadar gider.
Şayet kaçarsa en son vurulur, öldürülür. Okuldan, iş yerinden, daireden kaçarsa işten
atarlar, öldürmezler. Şeriattan kaçanı da manen öldürmezler. Şeriatta yemin etme yok.
Tarikatta Allahu Teâlâ'ya, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) e, Pir'ine, Şeyhine o
başladığı yoldan ölünceye kadar dönmeyeceğine yemin etme, söz verme, elden tutma var.
Askeriyedeki yemin merasimi gibidir. Biz kimsenin elinden tutup biat vermiyoruz. Çünkü
Bilâl Babam: "Ders tarifi kâfidir." buyurdu. Askerlikte yemin merasimi yapılıncaya kadar
acemi sayılır. Eksikliğinden dolayı ceza görmez.
Dervişlerde ikiye ayrılır. Birisi normal asker gibidir. Evi, çoluk çocuğu, işi var.
Dersini çeker, tarikat kurallarına uyar. Dünya, ev, çoluk çocuğunun içinde normal asker
gibidir. İkincisi: hazır kıta her zaman ayağında potin, tüm teçhizatı ve bütün silahları
yanında olup, elbisesini soyunmaz. Onların bir kısmı o vaziyette uyur, bir kısmı nöbet
bekler. Memur, işçi, fabrikada çalışan, mülkiye ve askeriye, onlar da hazır kıtaya
güvenir. Onların içinden de bazıları ajan olarak başka devletlere gönderilir. Kumandanlar
da onlara güvenir. Onların verdiği, gönderdiği raporu makbul tutar. Şeriat ve tarikat ehli,
İblis (şeytan) ile mücadelededir. Tarikattaki ajan görevi yapan müridler, onları
değerlendiren kumandanlar tarikat Şeyhleridir. Bunlar olmazsa dünya kurulmazdan evvel
bu güne kadar tecrübe sahibi olan iblis, insana dost gibi görünen düşman gibi vurandır,
İnsandan ölünceye kadar ayrılmayan nefis ve i b l i s i l k defa şeriat ehlini, sonra tarikat
ehlini çok çabuk yıkar, kalb kalesini çabuk zapteder. Ayrıca Hz. Pir ve diğer tarikat Pirleri
sözleri, yaptıkları ve işleri ile kıyamete kadar ümmet-i Muhammed'e ışık tutup nefis,
şeytan vb. kötülüklerden korur.
(Kenzül-İrfan, Hadîs No: 263)
" Ş ey ta n b en - i Ad e m' i n (i n s an o ğ l u n u n ) k a l b i n e n ü f u s e t mek i çi n i s ti l a
ed er , l â k i n k a l b , C e n â b - ı A l l a h ' ı z i k r e d i n c e ü m i t s i z o l a r a k g e r i ç e k i l i r .
U n u t u r s a i s t i l a e d e r , o n u e t k i s i altına alır."
Şeytanı etkisiz eden zikrullaha çok çalışmaktır. Ne yazık ki zikrullah etmeyi
söylemiyorlar. Askeriye hava-kara-deniz askerleri, komando, istihbarat, jandarma gibi
çeşitli bölümlere ayrılır. Tarikatta aynıdır. Askeriyenin içinde üst kademede olan
kumandanlar ancak bu saydıklarımızı teferruatı ile bilir. Mülkiyede en yüksek mevkide
olanın bunları bilmediği gibi. şeriat ehli tarikatın, tasavvufun inceliklerini bilemez.
"S i z b i l med i k l eri n i zi eh l -i zi k i rd en so ru n " 1 3 0 b u yu ru l u yo r. Ak s i n e eh l -i
z i k i r o l m a yan zahir âlimlerden, zikrullaha çalışıp ehl-i zikir olanların halini
soruyorlar. Altı Parmak Kitabında: Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vescllem)'in
Mi'rac'ını ve Mi'rac'da olan halleri, Allahu Teâlâ i l e konuştuğu doksan bin soru-cevaptan
sadece elli ve yüz kadarını yazıyor, o da yüz sayfa tutuyor. Bu konuşmanın hepsi yazılsa
iki yüz cilt kitaptan fazla olur. Buna zamanın mekana, mekanın zamana tebdil olması
derler. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in Mi'rac'da Allahu Teâlâ i le
konuşurken dünyada beş dakika. Arş-ı A'lâ'da yüz sene geçti. Bu Allahu Teâlâ'ya göre
çok kolaydır. Ashâb-ı Kehf üçyüz dokuz sene uyudu aynı yaşta kalktı. Uyumalarının
üzerinden yarım gün geçmiş gibiydi. Çünkü bir gün dahi geçse acıkmaları lazım. İçlerinden
bir sözcü: "Bir günün yarısı kadar yattık"131 diyor.Allahu Teâlâ bir saniyeyi bir
milyon sene, bir milyon seneyi bir saniye eder.
Hz. Ali (kerremallâhu veche)'nin:
"Ben görmediğim Allah'a iman etmem." 132 demesini ve
Atın üzengisinin birine basıp, obür ayağını diğer üzengiye koyuncaya
kadar Kur'ân-ı Kerim'i hatmetmesini 133 ;

71
Davud (Aleyhis selâm)'un: 134
Atlar eğerleninceye kadar Zebur'u hatmetmesi ;
Mansûr-i Bağdadi Hz, ve Beyazıd-ı Bestami Hz.nin:
"Ben Allah'ım!";

Muhiddîn-i Arabi Hz.'nin:


“Sîzin taptığınız benim ayağımın altındadır." Demelerini zâhir âlimlere
sorun cevap versinler. Veremezler.Çünkü bunları zahir âlimleri bilemezler.Bugibi
olan hâller tasavvuf, tarikat ilmi ehl-i zikirden sorulur.
Incili'ye padişah: ,
- Hiç lüzumsuz, beş para etmeyecek bir söz söyle,der. İncili:
- Sizin geçen sene ölen kır at sağ mı, duruyor mu? der ve bu gibileri sormaya
başlar. Aynı bunun gibi tasavvuf âlimlerinin sözlerini zahir âlimlere soruyorlar.
Dış devletlerden Türkiye'ye, Türkiye'den dış devletlere ne kadar, hangi tür
mal ihracaat-ithalat yapılacaksa, ithalatı-ihracatı yapan tüccardan sormayıp, bir
bakkaldan sormak, ne kadar gülünçse, tasavvuf,tarikat, şeyhlik vb. gibi soruları
tasavvuf ve tarikat âlimlerinden sormayıp, zahir âlimlerden sormak da o
kadar gülünçtür.
(Sûre-i Hadid, Ayet 3)
"O ( A l l a h ) evveldir (ilktir), âhirdir (sondur), zahirdir (aşikâredir),
bâtındır (gizlidir). O her şeyi bilendir."
Allahu Teâlâ her şeyin en evveli, âhirin en âhiri, sonun en sonu, aşikâre
nin en aşikâresi, gizlinin en gizlisi manasınadır.

Öyle sanırdım ayrıyam, Mürşid gerektir bildire,


Dost gayrıdır, ben gayrıyam, Hakk'ı sana hakkel yakın,
Benden görüp işiteni, Mürşid-i olmayanların,
Bildim ki ol canan imiş. Bildikleri gümanımış.

İşit Niyazi'nin sözün,


Bir nesne örtmez Hakk yüzün
Hakk'tan ayan bir nesne yok,
Gözsüzlere pünhan imiş.
Niyazi MISRI
Allahu Teâlâ ayrı, ben ayrıyım zannediyordum. Benden görüp, işiten Allahu
Teâlâ imiş. Sıfat-ı Subutiye (görmek, işitmek) Allahu Teâlâ'dan diyoruz. O hale
gelince onun Allahu Teâlâ'dan olduğunu görür, bilir, anlarsın. Benim sözümü iyi
işit(dinle),Allahu Teâlâ'nın yüzünü örtecek, O'nun ef'âl-i Ilâhiyesini göstermeyecek
hiç bir yaratık yok. Allahu Teâlâ'dan aşikâr hiçbir şey yok, herşeyde O'nun
varlığını ispatlayacak izler vardır. Bunu basiret gözleri kör olanlar bilemezler.
Zahir âlim gerçekten âlim ise, ondan sadece evlenme-boşanma, mal, miras,
abdest, namaz, oruç, hac, zekat vb. bunların farzı, sünneti, caiz olanı ve olmayanını
sorarsın. Bu zahirdir, Kur'ân-ı Kerim' de vardır, bunu bilir. Meselâ "Ders çekerken
kalbim (yüreğim) sıkılıyor. Namazda gözüme birşeyler görünüyor, korkuyorum,
İbâdet ederken bana bir hâl oluyor, kendimden geçiyorum. Kendimi zaptedemiyo -
rum, namazda içimden bağırmak, titremek geliyor. Kendi kendimi kaybedip
72
namazda "Hakk" diye bağırıyorum, titriyorum. gibi hâller hakiki Şeyh, Meşayıh ve
Mürşid-i Kâmile sorulmalıdır. Bu da Kur'ân-ı Kerim'de vardır. Bu halde olan
dervişin biri: "Hoca bana "Namazın kabul olmadı." diyor." diye Bilâl Babama
soruyor. Bilâl Babam:
- Onlar senin halinden bilemezler. Cum'a ve bayram namazlarını caminin en
arka safında, diğer nam a z l a r ı e v i n d e k ı l.
- “Sen in i ç i n ıss ızda kıld ığın cem aatle kıldığının iki m islid ir." 1 3 5
b u y u r du. Bu sefer: "Bilâl Hoca müridlerini camiye göndermiyor'. Camiye
gitmeyin, diyor." demeye başladılar. Yine bir müride Bilâl Babam kimsenin
olmadığı bir yerde: "Niçin camiye gitmiyorsun." diye sordu. Mürid: "İmamı
hayvan suretinde görüyorum. Nasıl uyayım?" dedi. Müridin keşfi açılmış, insanların
maneviyattaki şeklini görebiliyordu.
- Allahu Teâlâ, K'ur'ân-ı Kerim'de:
- "Onlar hayvan gibidir. Belki de d ah a faz las ı." 1 3 6
- "On lar ın göz ler i var görm e z , ku lak lar ı var du ymaz ." 1 3 7 d e d i ğ i
i n s a n l a r ı biz göremiyoruz. Maneviyatı, basireti açık olanlar görür. Bilâl Babam
şu Hadîs-i şerîfi okudu:

(Sünen-i Ebû Davud, Cild 2, Hadîs No: 594)


"Ebû Hureyre (Radiyallâhu anhu)'den demiştir k i ;
Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
- Salih olsun, facir olsun hatta büyük günah işlemiş de olsa her müslümanın
arkasında farz namazı (cemaatle kılmak) vaciptir." "Senin de kılman lazım," diyor.
(Sûre-i Bakara, Ayet 152)
"Öyle ise siz beni zikredin, zikrullah edin; bende sizi zikredeyim.
B a n a ş ü k r e d i n s a kın nankörlük etmeyin."
Kulun Allahu Teâlâ'yı zikri: "Lâ ilahe illallah, Allah Allah" demekle; Allahu
Teâlâ'nın kulu zikri dünyaca, âhiretçe bütün korktuklarından muhafaza edip, selâmete
çıkarmakladır. Allahu Teâlâ'nın kulu zikri; hem dünyada, hem ahirette o kulun hatırını
saydırır. Herkes ayağına gelir, her müşkül kendinin yanında hallolur. Allahu Teâlâ,
sözüne geçerlilik, sözüne nusret, okumasına şifa verir, duasını kabul eder. Ahirette de
şefaat eder. Allahu Teâlâ'nın kulu zikretmesi gitmez, bitmez, tükenmez devamlı olur.
Cennette gurbiyet, Didar, Cemalullah gibi daha aklımızdan geçmeyen milyonlarca nimet
verir. Dünyada herkes kendinden bahseder, büyük büyük cemaatlerde kulların ağzı ile
övdürür, söylettirir, kendinin istediğini verir. Allahu Teâlâ, kulunu işte bu vb. vasıflar-
la zikreder. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 5060)
"Kim Allah'ı çok zikrederse nifak (münâfıklık)'tan kurtulur, beri olur."
buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in arkasında beş vakit namaz kılanların,
haccı O'nunla yapanların bir çokları zikrullahı çok etmediklerinden dolayı münafıklıktan
kurtulamıyor. Bazı hastalar var ki hiç bir şeyim yok ben sağlamım zannediyor. Hastalık
kendinde ilerleyince biliyor. Zikrullahı etmeyen, zikrullah edeni sevmeyenlerde münafıklık
hastalığı var. Hastalık kendisinde belki ilerlememiş, onun için bilmiyor. Ama münafıklık
mikrobu kanının içinde devamlı üremekte, çoğalmaktadır. Bunun tek ilacı zikrullah
yapmaktır. İşte zikrullahı çok yaparsa münafıklık hastalığının aşısını vurdurmuş ve
gelecekteki hastalığı önlemiş olur. Yalnız zikrullah izinsiz çekilmez. Hakiki bir Şeyhten
ders almadan kendiliğinden çekerse olmaz, izin veren Şeyh, hakiki Şeyh değilse halini
çeviremezse o da olmaz. Şeyhim deyip ters tarif etmek kolay, mekirden mürid kurtarmak
zordur. Mürid mekre düşer, şeytan kendisine evham, sıkıntı, vesvese vb. gibi şeyler verir.
Müridin Şeyhi hakiki ise Şeyhine huzurla Allahu Teâlâ o Şeyhe verdiği maneviyatın
73
yardımı ile kurtulur. Hasılı şeyh hakiki şeyh olacak! Şeyh arayanlar hakikisini
aramalıdır. Her itibar kazanan şeyin taklitçisi çok olur. Yan kesiciler bir adamı soymak
için çok zengin bir adamın oğlu imiş gibi kandırıp, soyar. Bu tarikatta da milyonlarca
Mürşid-i Kâmiller, Şeyhler dünyaya ün salmış. Büyük zâtlar yetişmiştir. Tarikatçıyım,
şeyhim deyipte onların namına iş çevirip milleti aldatanlar vardır. Şeytan da bu yolun
yan kesicisidir. Çalışıp kazananları soymak (azdırmak) ister, soyar.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e soruyorlar:
- Namazda secde yerine bakmayıpta gözümüzün başka tarafa kaydığı oluyor. Buna ne
dersin? diye sordular. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Gözünüz namazda (secde yerinden) başka tarafa ne kadar kaydı ise namazını-
zın sevabından o kadarını şeytan çalmıştır, 138 buyuruyor.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2315)
"Esnemek şeytandandır! Biriniz esnediğinde gücü yettiğince onu reddetsin. Zira
biriniz esnerken (Hâ!) dediği zaman şeytan güler."
"Abdest aldığında ayaklarını yıkarken kuru kalan yer olursa, şeytanın namaz
da size vesvese vermesine sebeb olur." 139
Bilâl Babam buyurdu ki:
-Bir adam ömründe Allahu Teâlâ'nın emrettiği gibi şeytana çaldırmadan tam huzurla
iki rekât namaz kılsa, sadece o namaz kendisini cennete götürür.
Biz, Bilâl Babam'a:
-Lâ ilâhe illallah diyen cennete girecek140 hadîsini sorduk. Buyurdu ki:
- Lâ'nın dervazesi kapısından isbata varıncaya kadar yetmiş bin yerde ara vurup
soygun yapanlar vardır. O kişi onlara bir şeyler kaptırmadan "Lâ ilâhe illallah"
diyebilirse o söz kendisini cennete götürür.
Yetmiş bin sefer "Lâ ilâhe illallah" diyen her demesinde şeytan çalar eksiltir.
Yetmiş bin sefer derse, yetmiş binden fazlasını şeytan çalamaz.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Kim kalbine hiç bir şey getirmeden iki rekât namaz kılarsa ona hırkamı veririm,
buyurdu. Hiç kimse cesaret edemedi. Hz. Ali (kerremallâhu veçhe):
- Ben kılarım, dedi. Kıldı ve "Kıldım yâ Rasulullah!" deyince Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem):
- Yâ Ali! Sen de kılamadın. Birinci rekâtı tam kıldın. Selam vereceğin zaman,
hırkasının yenisini mi, eskisini mi verecek diye aklına geldi, b u y u r d u .
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'e şeytan sabah namazına kaldırmadı. Namaza
kalkamayınca çok üzüldü, o gün akşama kadar çok dua edip, çok yalvardı ve çok ağladı.
Sabah namazını vaktinde kıldığından daha çok sevap kazanınca; şeytan, bu defa da çok
fazla sevap kazanmasın diye sabah namazına vaktinde kaldırdı.
Hz. Ömer bunun sebebini Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e sordu:
-Yâ Rasulullah! Beni bir ses sabah namazına kaldırdı. Bunun şeytan olduğunu bildim.
(Çünkü O Ömer'ül-Faruk, herşeyi farkedendi.) şeytan, adamı sabah namazına kaldırır
mı? deyince, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
-Namazı vaktinde kıldığından daha çok sevap kazanmaman için şeytan seni sabah
namazına vaktinde kaldırdı. Bu seferde sabah namazına kalkamazsa akşama kadar yalvarır,
dua eder, daha çok sevap kazanır diye korktu ve seni sabah namazına kaldırdı, buyur
du.
Yine namazda gözyaşı abdesti bozar ne kadar ağlamayayım dese gözünden yaş gelir.
Her ne kadar kendi kendimi toplayayım dese de toparlayamaz. Namazda, vücudunun

74
kılları, Allahu Teâlâ'nın korkusundan elbiseyi yarıp dışarı çıkacakmış gibi olur. Dua
okurken, içinden kendini bir sallayan, titreten varmış gibi titrer. Bazende namaz kıldığı
zamanlarda veya yolda giderken, dururken olduğu, baktığı yer kendisine tarif
edilemeyecek şekilde güzel görünür. Aslında güzel olmayan şeylerde kendisine güzel
görünebilir, Bakar hayrete düşer. Bu hâl dille tabir edilmez. O hâl kendine geldiğinde
kendinden geçer, kendini, olduğu yeri, zamanı unutur. Mürid hâlden hâle geçer
ilerledikçe hâli değişir. Vecid, tevâcud hâlleri ilk defa zikirde, sonra namazda, daha
sonra Kur'ân-ı Kerim okurken olur. İlk. defa ibadeti çok, tefekkürü az olur. Bazen nafile
ibadeti az, tefekkürü çok olur. Bazen nafile ibadeti ve tefekkürü az, halka âyetle, hadîsle
edille-i şer'iyye ile ve ilm-i hikmetten söyler, onları düzeltir, müşkülleri halleder.
Bunun hepsi de iyi, hepsi de ibadettir ve bir hâl i l e olur. Farz olan namaz ve diğer
ibadetler hiçbir surette azalmaz, azaltılmaz. Farz ibadeti, namazı yapmıyorsa o Rahmani
değildir, şeytanidir. Kerâmet, hâl bu gibi şeyler zorla olmaz. Uyuyan adamın rüya görüp
görmemek elinde olmadığı gibi kerameti de gösterip göstermemek insanın elinde değildir.
Devamlı gösterebiliyorsa o normal değildir. Allahu Teâlâ'nın rızasının dışındadır. Pey-
gamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem), Hz. Aişe (Radiyallâhu anhu) Validemize
yapılan iftirayı bilemedi. Allahu Teâlâ'nın bildirdiği zamanda bildi. Halbuki Arş'tan,
Kürsi'den ve âhir zamanda olacak şeylerden haber verirdi. Kaynayan kazanın kapak
tutmayıp taştığı gibi kendi istemese de kendiliğinden harikuladeler olur. Olmasın dediği
zamanda olmasın, dursun demekle de olmaz. Bazan da kesilir hiç olmaz.
İslahiye Kazasının bir köyünde İbrahim Hoca isminde birisi: "Tarikatta bazı şeyler
var ama Bilâl Babanın müridleri namazda da titriyor. Bu dinimizde yok," diye vaaz
ediyor.
Hal bu ki Ku r'ân -ı Keri m 'd e:
"O nl a rın d eri l eri ti trer, k end il eri ti trer, All ah ko rkus undan."141
buyuruluyor.
ŞEYHİ OLMAYANIN ŞEYHİ ŞEYTANDIR

"Şeyhi olmayanın Şeyhi şeytandır" sözüne itiraz edenlere:


Bu söz Müzekkî'n-Nüfus kitabını yazan Eşrefoğlu Rûmî Hz.'ne aittir. Bizim
bastırdığımız "Cevahir-ül İslâm" kitabında Bilâl Babamın Müzekki-n-Nüfus kitabında
"Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır." yazısını görüp, şeyh aradığını yazmıştık. Buna
karşı ''Şeyhi olmayanın şeyhi nasıl şeytan olabilir." diye bazı din adamları itiraz edip
"Asla böyle bir şey olamaz." diye bizi yalanlamaya kalkıştılar.
Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır sözü Bilâl Babama veya bana aitmiş gibi her
yerden sorular ve tepkiler geliyor. Bunun için ben de Eşrefoğlu Rumî Hz.'nin hakkında
bu bilgileri verip onun yüksek bir zât olduğunu, yanılmayacağını, savunacağım. Aksini
iddia edenlerin yanılacağını anlatmak için aşağıdaki açıklamayı yapıyorum.
{Aşağıdaki yazı Eşrefoğlu Rumî Hz.'nin Müzekki-n-Nüfus isimli eserin s.7-9 ve417-
420 arasından alınmıştır.)
Müzekki-n-Nüfus müellifi Eşrefoğlu Rûmi (kuddise sirrah-us-sâni) Hz.'nin hal
tercemeleri:
Memleketimizde (Eşrefoğlu Rûmi) (Eşref Zade) (Eşref Rûmi) olarak tanınan ve
anılan müşârün ileyhin asıl adı, eserinin 25. sayfasında Abdullah bin Muhammed-il
Mısrı-i Rûmî-i Kadiri ve 358. sayfada Şeyh Abdullah bin Eşref bin Muhammed-il-
Mısrî olarak açıklanmaktadır.
Tasavvuf âleminde Eşref Zade Şeyh Abdullah-il-Rûmi künyesi ile şöhret bulan ve
Kadiri tarikatının Piri-Sâni'si (İkinci Pir'i) addolunan Eşrefoğlu Rûmi (Kuddise Sırrah-
us-sâni) Hz. Mısır'dan Türkiye'ye hicret ederek Bursa'nın kuzey doğusunda kâin İznik
Kasabasında yerleşen Muhammed adında bir zâtın torunudur. Babasının adı Eşreftir.

75
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kendisine Rûmi denilmesinin sebebi de
şudur:
Bilindiği gibi Doğu Roma'nın hudutları içinde oturanlara Romalı denilirdi. Bu kelime
arapçada Rûmi olarak ifade ediliyordu. Sonradan Bizans İmparatorluğunu yıkarak bu ülkeye
sahip olan Osmanlı hükümdarlarına Rum padişahı, ülkeye Diyâr-ı Rum ve Anadolu Türklerine
de Rûmi demek adet oldu. Nitekim Hz. Mevlâna'ya Mevlana Celaleddin-i Rumî denildiği gibi;
İstanbul'da Cihangirden Tophane'ye inen Kadiriler yokuşundaki Kadirhane'de türbesi
bulunan İsmail Rûmi Hz. de bu nam ile anılmaktadır. Eşrefoğlu Rumî Hz. gayet ciddi bir
tahsil görmüştür. İlk tahsilini İznik'te tamamladıktan sonra Bursa'ya giderek Çelebi
Sultan Mehmed Han Medresesinde tahsiline devam etmiş, Dânişmend (Sahn
medreselerinde oda sahibi talebe) olarak girdiği bu medreseden Mu'id (müderris, öğretmen
yardımcısı) olarak çıkmış ve daha birçok medreselerde ders vermeye başlamıştır.
Bu arada Bursa'da Ehlullah'tan Abdal Muhammed adında bir Veli (Evliya) ile
tanışmış ve bu zâtın telkinleri ile zahir ilminin kâfi olmadığını anlayarak tasavvuf yoluna
girmiş ve bu yolda nasibini aramaya başlamıştır. Bir müddet sonra, Emir Sultan adıyla
Halveti Meşâyihinden '(Şeyhinden) Muhammed Şemsüddîn Hz. ile de tanışmak şerefine
nail olmuş ve bu zâtın tavsiyesi ile Ankara'ya giderek Bayramiye Tarikatı Pir'i Şeyh
Hacı Bayram-ı Veli Kuddise Sırrah-ul-Celil Hz.'ne intisab etmiş, oradan tarikat dersi
almış, O'nun müridi olmuş, seyr-u sülûkü orada ikmal etmiştir. Hacı Bayramı Veli
Hz.'nin çileye girdirmesiyle O'nun çile hanesinde sülûkünü tamamlamış. Daha önce Fatih
Sultan Muhammed Han'ın meşhur Şeyhi Akşemseddin Hz. ile Muhammediye sahibi Yazıcı
Zadenin (Ahmediye, Muhammediye kitaplarını yazan Yazıcıoğlu) ve bu arada Eşrefoğlu
Rumî Hz.'nin (bu üç büyük zâtın) seyr-ü sülûküne merkez (onların çalışıp sülüklerini
ikmal ettikleri yer) olan bu çile hane Hacı Bayram-ı Veli cami-i şerifi'nin altında el
yevm mevcuttur. Şimdi halen oradadır.
Şeyhinin takdir ve teveccühüne mazhar olan Eşrefoğlu, Hacı Bayram-ı Veli Hz.'nin
kızı Hayrün-nisâ hanımla evlenerek zahiren ve batınan Pir'ine evlat olmuştur. Ancak Hacı
Bayram-ı Veli Hz. müridi ve damadı olan Eşrefoğlu Rumî Hz.'nın ezeli nasibinin Kadiri
tarikatında ve tarihte Suriye'nin kuzeyinde ve Asi nehrinin kuzey sahilinde kâin Hama
şehrinde bulunan Gavs-ül-Azam Hz. Abdulkadir Geylâni'nin torunlarından olan Şeyh
Seyyid Hüseyin Hamavi'nin irşadında olduğunu keşfen anladığından kendisini Hama
şehrine göndermişlerdir. (Yani Hacı Bayram-ı Veli Hz.'nin Eşrefoğlu Rumî Hz.'nin
irşadının O'nun elinde olduğunu keşfedip kendisini oraya göndermiştir.) Hama'ya gider
gitmez Hüseyin Hamavî Hz. Eşrefoğlu Rumî Hz.'ni çileye koydu. Kırk gün çilede kaldı,
çileden çıktı. Gözünü hiç açmıyordu. Açtırınca
- "Ben Melekût âlemini seyrediyordum. Niçin beni ayırdınız." dedi. Şeyhinin
yanından ayrılmamasını istedi ise de Şeyhi kendini Hacı Bayram-ı Veli Hz.'ne gönderdi.
Yolda giderken, Şeyhi arkasından baktı, baktı, gözleri dolu dolu oldu; yaşardı ve
"Eşrefoğlu bir denizmiş kırk gün içerisinde bende ne varsa bir aynısını çekti, sinesine
aldı gidiyor." dedi.
Bu suretle Bayramiyye müridi olarak Hama'ya giden Eşrefoğlu Rumî Hz. oradan
kâmil bir Kadiri Şeyhi (Şeyh Abdullah-ir-Rumî-i Kadiri) olarak doğum yeri İznik'e dönmüş -
ler.ve Kadiri Tarikatının Eşrefiye kolunu te'sis buyurarak Pir-i-sâni'liğe yükselmişlerdir
.Alem-i Cemal'e intikal buyurdukları Hicri-874 (Milâdî 1469) tarihine kadar İznik'te
Pınarbaşı deresi civarında yaptırdıkları tekkede binlerce kişiye feyz ve irşadı ile ışık
tutmuş, pek çok Meşayıh yetiştirmiş, gerek İstanbul'da gerekse bu havalide bir çok
tekkeler kendisine bağlanmışlardır.
Müzekki-n-Nüfus adındaki eserinin 358. sayfasında tarikat silsilesini bizzat şu
şekilde açıklamaktadırlar:
- Şeyh Abdullah bin Eşref bin Muhammed-il-Mısri (Şeyh Abdullah-ir-Rumî'nin
tevbesi ve telkini ve tacı ve hırka ve seccadesi ve ameli ve terbiyesi ve icazeti Şeyh

76
Seyyid Hüseyin Hamavî)
- Anın dahi Mürşidi, ehl-i tarikat ve erbab-ı hakikat atası Seyyid Şehabeddin
Ahmed
- Anın dahi bahr-il-esrar atası Seyyid Şeyh Hüsameddin
- Anın dahi mâ'den-ir-rümuz ve mû'ciz-il-künuz atası Şemsüddîn Muhammed
- Anın dahi Sultan-ir-Rabbani ve kutb-us-Samedani atası Şeyh Muhyiddin Abdulkadir-
i Geylani'dir. (Bunlar İmam-ı Hüseyin oğullarından dır.)
- Anın dahi Kâşif-il-esrâr Şeyh Ebû Said bin Aliyyil-Mahrusi'dendir.
- Anın dahi Hâris-il-Evliyâ Şeyh Ebü-1-Hasan bin Yusuf Kureşi-i lilkâri'dendir.
- Anın dahi kutb-u devâ'ir-il-Evliyâ-i vel-asfîyâ Şeyh Ebü-1-Fadl Abdulvahid bin
Abdülaziz'dendir.
- Anın dahi lisan-il-kuds fi beyan-iş-şems Şeyh Şibli'dendir.
- Anın dahi seyyid-il-tavâ'if-i vel-afak Şeyh Ebü-1-Kasım Cüneyd-i Bağdadi'dendir.
- Anın dahi sultan-il mürşidiyn-i Fil-âlemiyn Sırri-i Sakati'dendir.
- Anın dahi Şeyh Mâ'ruf-u Kürhi'dendir.
- Anın dahî Dâvud-u Tâ'i'dendir.
- Anın dahi Şeyh Habib-i A'cemi'dendir-
- Anın dahi Şeyh Hasan Basri'dendir.
- Anın dahi Emir-el-mü'miniyn Ali bin Ebi-Tâlib (Hz. Ali) (Radiyallâhu anhu)'dir.
- Anın dahi Peygamberimiz Hâtem-en-Nebiyyin ve İmam-el-mürseliyn Rasulu Rabbil
âlemiyn Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizdendir.
- Anın dahi emin-i vahy-i Îlâhi Cebrâil (Aleyhisselâm)'dendir.
- Anın dahi Mâlik-il-Mülk zül-Celâl-i vel-İkram Allahu Teâlâ Hz.'dendir.
Eşref Zade azm-i cinân eyledi.
Mısraı, âlem-i cemale intikalinin tarihi olan 874 hicri yılını göstermektedir.
Tecellî-i şevk-i didarın beni mesteyledi hayran,
Enel-Hakk sırrını candan anınçün kılmazam pinhân.
Matlâ'ı i l e başlayan meşhur ilâhisi bir çok Arifler tarafından şerh edilmiş bulunan
Eşrefoğlu Rûmi Hz.'nin, pek çoğu ilâhi olmak üzere sofiyyane şiirleri de vardır ki, divanı
bir çok defalar basılmıştır. En son hicri 1291 tarihinde basılmış olan Müzekki-n-Nüfus
adındaki eserini hicri-852 tarihinde te'lif buyurmuşlardır ve 533 yıldan beri bir çok
defalar basılmış olduğu anlaşılmaktadır. Basılmamış olan ve bazı kütüphanelerimizde
yazma nüshaları bulunan diğer eserleri de şunlardır:
Tarikatnâme-İbaretnâme-Mâ'zeretnâme-Delâ'il-ün-Nübüvve-Fütüvvetnâme-Elestnâme-
Hayretnâme-Münacatnâme-Nasihatnâme-Esrar-üt-tâlibiyn-tâcnâme. Aziz ruhuna Fatihalar
ithaf ederken, O'nun bir dörtlüğü ile bu bahse son veriyoruz:
Bu şöhretten geç Eşrefoğlu Rumî, Bu dünya ağulu bir yılandır.
Ki âşıklara şöhret tuzak oldu, Cefası çok sefası hep yalandır.
Elin çek fariğ ol cümle cihandan.
Sana çün bu cihan uğrak oldu.
Burada maksadımız:"Şeyhe ne lüzum var?" diye kendinizi kapıp koyuvermeme-
nizi ve elbette her kişiye bir Şeyh edinmek lazım olduğunu anlatmaktır.
Şimdi, bir kaç âyet-i kerime ve hadîs-i şerîf ile aklî deliller beyan ederek Şeyhin
lüzum ve ehemmiyetini sana bildireyim ve herkese bir Şeyh edinmenin lüzumuna seni
inandırayım. Zira, mürşidsiz yola çıkan kişi, mutlaka azgınlığa düşse gerektir. Onun içindir
ki, Rasûl-i Zişan Efendimiz:
"Ümmetimin âlimleri, ben-i İsrail peygamberleri gibidir."142 buyurmuşlardır.

77
Ümmetime, din yolunu gözetmekte ve göstermekte onlara uymak gerektir, demek
istemişlerdir.
Burada âlimlerden murad elbette ve elbette ilimleriyle âmil olan âlimlerdir. Onlar,
meşâyihten halkı Hakka çekip götürenlerdir.
Abdullah İbn-i Mes'ud (Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vese!lem)'den rivâyet ederek buyurmuşlardır ki:
"Bir gün, Rasûl-i Zişan Efendimiz yere kum üzerine kendilerine doğru düz bir çizgi
çektiler ve:
- İşte, bu yol Allah yoludur, buyurduktan sonra o çizginin sağına ve soluna
bir çok çizgiler daha çektiler ve:
- İşte bunlarda her birinin başında şeytanın oturduğu yollardır ki, bu
yollara girenler de şeytana uymuş olurlar, buyurdular ve şu iki âyet-i kerime'yi
okudular:
(Sûre-i En'am Ayet 153)
"Şüphe yok ki, bu benim dosdoğru yolumdur. Ona uyun. Başka yollara
tabi olmayın ki, sizi hakkın doğru yolundan ayırıp, uzaklaştırmasın."
Böyle olduğuna göre taliplere neden Şeyh gerekmesin? Elbette bu yola giden aşıklara
bir mürşid gerektir.Yön bilir, yol yordam bilir bir kılavuz lâzımdır ki, talipler bu şeytan
yollarına gitmesinler.
Bu korkudan ötürü, Hakk Teâlâ her yüzyılın başında, tarik-i Muhammediye'yi talim
edecek, şeytanın illetlediklerini (manevi hasta ettiklerini) düzeltecek, sünnetleri ve
müstehabları yenileyecek bir kişi gönderir. Ebû Hureyre (Radiyallâhu anhu)'den rivâyet
edilen şu Hadîs-i şerîf, bu görüşü doğrulamaktadır:

"Şüphesiz Cenâb-ı Hakk bu ümmet için her yüz senenin başında


d i n i n i y e n i l e y e c e k bir zât gönderir."
Bu Hadis-i şerifin sırrı çoktur. Şerhi uzatmayalım ve maksada dönelim:
Demek oluyor ki, Şeyhler Allahu .Teâlâ'nın kullarına kılavuz olmak ve onları din yoluna
götürmek için gönderilirler. Şu halde, bunlara mutlaka uymak gerektir. Eğer uyulmaya -
rak muhalefet edilecek olursa,din yolunda eksikliktir. Onun için:
"Kendisine Şeyh edinmeyenin, Şeyhi şeytan olur" demişlerdir.
Sultan-ül-ârifiyn Şeyh Bayezid-i Bestami (Rahmetullahi aleyh) de buyurmuşlardır ki:
"Kimin üstadı yoksa, şeytan ona üstâd olur."
Bazı arifler de buyurmuşlardır ki:
"Her kim, Şeyh edebiyle edeplenmezse, Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) sözü ile de edeplenmez."
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, Şeyhlere uymak ve onları sevmek lazımdır ve her
kişiye bir Şeyh edinmek ve onun edebi ile edeplenmek gerektir.
Zira, Şeyhler taliplerin çobanı gibidir. Çobanı olmayan koyunu, elbette kurt kapar.
Bir başka delil de şudur: O iki cihanın fahri, 'kâinatın Serveri bütün yaratılmışların
beyi, kıyamet gününün şefî'i, Allahu Teâlâ'nın habibî iken ve hassatan kendisi için yarat-
mış ve kendisine evvelinin ve âhirinin ilmini vermiş ve bildirmiş ve:
"Sen olmasaydın bu kâinatı yaratmazdım." 1 4 3 demiş iken, Cebrâil (Aleyhis
selâm) O'na mürşid oldu ve kılavuzluk etti. Hz. Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi
vesellem) Efendimiz de bu yolu mürşidsiz yürümedi, Cebrâil (Aleyhis-selâm) geldi, O'nu
kendi makamına kadar götürdü ve:
78
- Yâ Muhammed! Ben, makamıma kadar geldim. Bundan öteye bir adım atarsam
helâk olurum, dedi. Efendimiz kendisine sordu:
- Yâ ben ne yapayım? Yolu da bilmiyorum, nereye gideyim?
Bunun üzerine başka bir melek geldi ve O'nu alarak ileri götürdü. Böylece, birçok
meleklerin kılavuzluğu ile GÂBE KAVSEYN makamına varıncaya kadar, o iki cihan
fahrine niceleri mürşid oldu. Bu konuda da haberler pek çoktur.
(Eşrefoğlu Rumî Hz.'nin Müzekki-n-Nüfus adlı eserinden alınan yazı burada sona
erdi.)
Eşrefoğlu Rumî Hz.'nin Müzekki-n-Nüfus Kitabını birkaç tane ayrı ayrı
kitabevlerinin baskılarını okudum. Birbirlerinden farklılıklar buldum. Tam aslını Bilâl
Babamdan kalan eski yazıyla yazılı olan Müzeki-n-Nüfus kitabını ben yazmayı
düşünüyorum. Allahu Teâlâ izin verirse ilerde bastıracağım (İnşallahu teâlâ). .
Müzekkin-n-Nüfus Kitabının yazarının sıradan bir adam olmayıp Evliyâların Piri
Şeyh Abdülkadir-i Geylani Gaddesallahu Sırrahul Aziz'i geçtikten sonra ikinci Pir sayılan
"Pîr-i Sâni" diye anılan Eşrefoğlu Rûmi Hz.'nin 533 sene evvel yazdığı Müzekki-n-Nüfus
kitabı defalarca basılıp, dağıtılıp günümüze kadar gelmiştir. Şimdi tasavvufu, tarikatı,
maneviyatı, ilm-i hikmeti, İlm-i Ledün'ü, manevi âlemleri ve buna benzer anlaşılması
tasavvufça güç olan bir çok konuları en açık bir şekilde izah etmektedir. Her söylediği
sözü âyet, hadîsle ve hadîs-i kudsîlerle isbat etmektedir. Edille-i şer'iyeye tam uygun
olarak yazmıştır. Aksini iddiaya mahal (yer) yoktur. Bu kitaba karşı gelmek bizzat Allahu
Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e, âyete ve hadîse, edille-i
Şer'iyyeye karşı gelmek demektir. Çünkü âyete itiraz âyetle, hadîse itiraz hadîsle olması
lazım, itiraz edenler sadece ünvanları ile itiraz ediyorlar. Müzekki-n-Nüfus Kitabındaki
âyet ve hadîslere uymayan akıl, görüş, her ne olursa olsun küfre varır. "Anlayana bir
söylesen-yüz olur. Anlamayana bin söylesen az olur" "Anlayana sivri sinek saz
anlamayana davul çalsan az." Bu kitabın 414. sayfasından 429. sayfasına kadar okursan,
nice âyet ve hadîsler vardır ki, hepsi tam izah ediliyor. Bunlar herhangi bir batıl görüşe
ters gelebilir!
(Kütüb-i Sitte, Cild 1, sayfa 360'da) Mutezile mezhebindekilerin işine gelen hadîs-i
şerîfe doğru, işine gelmeyen hadîs-i şerîfe bu hadîs mevzudur, dediklerini yazıyor. Bunun
gibi, sünnete tâbi ol, yap, yapmaz inkar edersen cehennemliksin kabilindeki hadîslere,
mevzudur, yalandır, uydurmadır; kendi fikrini benimseyen, doğrulayan hadîs-i şeriflere
hakiki hadîstir diyorlar.
(Kütüb-i Sitte. Cild 2. Hâdîs No: 56)
Mikdâm ibn-i Ma'dikerb (Radiyallâhu anhu) anlatıyar:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) buy u r d u l a r ki:
- Haberiniz olsun, rahat koltuğunda otururken, kendisine benim bir hadî-
sim ulaştığı zaman k i ş i n i n :
"Bizimle s iz i n aranızda A l l a h ' ı n kitabı vardır. O'nda nelere helâl denmişse
onları helâl biliriz.. Nelere de haram denmişse onları haram addederiz." Diyeceği
zaman yakındır. B i l i n ki, Rasulull a h (Sallallahu aleyhi vesellem)'ın haram kıldık
ları da tıpkı A l l a h u Teâlâ'nın haram ettikleri g i b i d i r . "
Ebû Davud'un rivayetinin baş kısmında şu ziyade de mevcuttur:
Haberiniz olsun,banaKitap ve bir o kadar da (sünnet) verildi."
R i v a y e t i n g e r i s i y u k a r ı daki manada devam eder.
Bilâl Babam çok şanlı (ünlü) bir âlim i l e karşılaşıyor. Bilâl Babamın âyet ve
hadîsle söylediği sözleri inkar ediyor. "Tarikattan maksadın ne? Şeriat yetmez 'mi?"
sorusuna Bilâl Babam:
79
- Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz Hz.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3187)
"Şek olmayan ilmi, Kur'ân öğrendiğiniz gibi, iyice belleyinceye
k a d a r ö ğ r e n i n , z i r a ben onu öğreniyorum."
Yakin ilmini, Kur'ân-ı Kerim öğrenir gibi öğreniniz.. Hatta onu iyice belleyiniz.
Ben de öğrenmeye çalışıyorum.
Kur'ân-ı Kerim'de de buyurulan Musa (A1eyhis selam)'nın Hızır (A!eyhis
selam)'dan öğrendiği ilim d e a yn ıd ır . 1 4 4
Y ine bir ha dîs - i ş e r if te :" İk i g ün ü b ir bir in e uy gu n o la n m a ğb u nd ur ." 1 4 5
bu yuruluyor.
Bu gün şeriattayız, yarın şeriattayız, öbür gün yine şeriattayız; iki günümüz
birbirine uyuyor. Bu gün şeriattayız, yarın tarikattayız, öbür gün hakikattayız. İki
günümüz birbirine uymuyor.
Bizim hadîslerle yazdığımız kitabımızı okuyan bir âlime
- Nasıl doğru mu? Bu kadar hadîs-i şerîfe ne diyorsun? Hepsi mevzudur
diyordun. Bu sefer hadîs-i şeriflerin alındığı kitapların isimleri ve numaraları i l e
yazmış, buna da itirazın var mı?" deyince adam:
- Ben de kaynaksız hadîsleri varsa onları yalanlayacak söz arıyorum." gibi bu
kabilden cevap verdiğini söylediler.
Bilâl Babamın "Şu kitaptan alınmıştır" diye buyurduğu tasavvuf, fıkıh
kitaplarının sayısı otuz birdir. Her kitap ortalama sekiz ile onbeş cild arasındadır.
Her kitab on cild olarak eski yazı hesap edilse üçyüz on cild eder. Giresun'da Bilâl
Babamı hapsettiklerinde, kitaplara el koydular ve vermediler. O kitapları arattırdım
ve pek azını satın aldım. Bazılarını emanet olarak bulup fotokopisini çektirdim.
Değişik kitaplar aldım. Bunlar yüz otuz cildtir. Üç misli daha almam lazım ki
Babamın yazdığı hadîslerin hepsine kaynak vermeye yeterli olsun. Dörtbinden
fazla hadîsi vaaz kasetlerinde söylemiş, kitaplarına yazmış. Bunların yüzde elli
kadarının kaynaklarını yazmış, bende aradım yüzde doksansekizinin alındığı kitabı
kaynaklarını yazdım. Yüzde iki kadarını daha bulamadım, itiraz edecek kişide
kitabı açıp arıyor arıyor, kaynaksız bir hadîs bulursa "Bu kitapla amel edilmez,
okumayın." diyor.
Hocam sen bunları inkar ediyorsun ama, iyi düşün bunları yazanlara
"Hazretleri" deniliyor. Daha sana hazretleri denilmiyor. Bunların sözlerinden,
yaptıklarından yüzbinlerce insan irşad oluyor ve faydalanıyor. Senin sözünle de
müslümanlar tefrikaya düşüyor. Bunların sözleri hep âyet, hadîsle; itiraz edenlerin
sözleri ise kulaktan kulağa duyma iledir. Hz. Pir Abdulkadir deyince, gayri
müslimlerden müslüman edip tarikata girdirdiğinin sayısı onbinin üzerindedir.
Diğerleri de onunkinin bir benzeridir. Onlar islâma bu kadar faydalı, bizde sadece
biz bizeyiz. Allahu Teâlâ onların bu dünyada himmeti maneviyatından, ahirette de
komşuluk ve şefaatinden ayırmasın. (Amin).
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) hadîs-i şerifinde buyuruyor ki:
(Yuhibbü'ş-Şeyheyn ve y ü h i b b ü l h a t e n e y n )
İk i şe y h i m i, ik i d a m a d ım ı s e v e n le r y a r ın m a h şe r d e b e n im l e b e r a b e r
olurlar."146
Bu hadîs-i şerîfi hoca ve hatipler hutbeye çıkıp cemaata karşı vaaz ederler. İki
Şeyhim dediği Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) ve Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu)'dir. İki damadım dediği Hz. Osman (Radiyallâhu anhu) ile Hz. Ali (Kerremal
lahu veche)'dir.
"Şeyh ihtiyar demektir." diyenlere:
Mü'minlerin ihtiyar yaşlılarına Şeyh; kâfirlerin yaşlılarına müsin denir. Hz. Ebû
80
Bekir (Radiyallâhu anhu) ile Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'i yetiştiren Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) olunca, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) iki Şeyhi
yetiştiriyor ve "Şeyhim" diyor. Haliyle Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
Şeyhlerin Şeyhi oluyor. Ben göğsümü gere gere serbestçe Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'i Şeyhlerimin. Şeyhi olarak biliyorum. Hz. Ebû Bekir ile Hz.
Ömer (Radiyallâhu anhu)'e Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) "Şeyhim" dediği
için onları da Şeyhim olarak biliyorum. Sen bu söze karşı geliyor, bunları da bilmiyor,
inkar ediyorsun. Senin şeyhin şeytan olmaz da ne olur? Kur'ân-ı Kerim de:
(Sûre-i Kasas, Ayet 23)
"[Musa (Aleyhis-selâm)] Medyen suyuna vardı, üzerinde nastan bir cemaat
buldu ki, (hayvanlarını) su veriyorlardı ve onların gerisinde, iki kız buldu ki,
(ko yunlarını) geri tutuy o rl ardı . Ded i k i :
- Ned i r iki ni zin h âli ?" Dedil er ki :
- Ço ban la r (su v arı p) g eri d önün cey e kadar suvarmayız. Babamız ise büyük
bir Şeyhtir.''
Musa (Aleyhis selâm), Firavun'dan kaçtı. Şuayb (Aleyhis selâm)'ın kızlarına:
- Siz kimin kızlarısınız?" deyince kızlar:
- Babamız büyük bir Şeyhtir." diyor. Kızların Şeyh demesini Allahu Teâlâ âyette
aynısını söylüyor. Ben Şuayb (Aleyhis selâm)'ı o âyete göre Şeyhim olarak kabul ediyorum.
Sen de Şeyh olarak kabul etmezsen, senin şeyhin şeytan olmaz mı?
Müzekki-n-Nüfus kitabında ki, Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır yazısına itiraz
ediyorsun. Kur'an'da: İbrahim (Aleyhis selâm)'in ailesine Cebrâil (Aleyhis selam);
- Senden oğlan çocuğu doğup hem de büyük peygamber olacak" der. Sara
Validemiz:
- Ben ihtiyarladım [Gelip İbrahim (Aleyhis selâm)'i göstererek] Bu da yaşlı bir
Şeyh oldu."147 diyor.
Allahu Teâlâ, Şuayb (Aleyhis selâm)'a ve İbrahim (Aleyhis selâm)'e Kur'an'da
"Şeyh" diye hitap edildiğini söylüyor. Ben de onları şeyhim olarak kabul ediyorum. Sen
Kur'an'da dediği gibi söylediğini kabul etmezsen senin şeyhin şeytan olmaz mı? Dinin
tamam olur mu? Bir insana derler ki:
- Tarikata girme, çalınırsın. Zikri çok etme kafayı bozarsın. Esma çalgını olursun"
derler. Tarikata girmek için ilk defa hakiki Mürşid-i Kâmil bulmak lâzım.
Bir kimse tarikata girip, ders almadan izinsiz ders çekerse veya tarikata girdiği
halde şeyhi hakiki şeyh değilse şeytan onun kalbine (yüreğine) sıkıntı ve. evham, verir, deli
gibi olur. Hatta çektiği dersi terk etmez devam ederse tamamen zır deli olur. İşte şeyhi
şeytan olur dediği budur. Beş vakit namaz, bir ay oruç, hacc, zekat gibi ibadetleri yapıp
fazlasını yapmayanlara şeytan açıktan müdahele etmez. Aksini iddia edenler, tarîkatsız,
izinsiz esmayı çok çeksinler. Kafayı bozar mı bozmaz mı? Şeyhi şeytan olur mu olmaz mı?
denesinler. O zaman görürler. İşte bu gibiler tarikata leke sürerler. Halbuki hakiki bir
şeyhin izin vermesiyle çekilen dersten, o müride hiç bir zarar gelmez, bilâkis Allahu Teala
yolundailerler.
Gel ey kardeş Hakk’ı bulayım dersen Gel imdi kardeşler gidelim bile ,
Bir Kâmil Mürşid’e varmayınca olmaz. Nice aşıkların bağrını dele,
Resûl’ün Cemalini göreyim dersen, Cebrail delildir Muhammed’e bile
Bir kâmil Mürşid’e varmayınca olmaz. Bir kâmil Mürşid’e varmayınca olmaz.
Niceler geldi Mürşid arayı, Kadılar müftüler cümle geldiler,
Arayanlar buldu derde devayı, Kitapların bir araya koydular,
Bin yıl okursan aktan karayı, Sen bu ilm-i kimden aldın dediler,
81
Bir kâmil Mürşid’e varmayınca olmaz. Bir kâmil Mürşid’e varmayınmca olmaz.

Cümle kitapları yayayım dersen, Yunus Emrem bunda ma’nî var dedi.
Nice anda varıp kalayım dersen, Bir kâmil mürşid’e sen de var imdi,
Her bir harfine yüzbin ma’nî versen, Hazreti Musa’ya Hızır’a var dedi,
Bir kâmil Mürşid’e varmayınca olmaz. Bir kâmil Mürşid’e varmayınca olmaz.
Yunus EMRE
Benim Mürşidimin gönlü ganidir, Çarşıya varmadan dükkan açılmaz,
Mürşidin cemali Hakk cemalidir; Bedesten ararsan yerin değildir,
Kapıya varmadan dibe geçilmez, Bu yol gözlünündür körün değildir,
Mürşid olmayınca müşkül seçilmez; Bu gül Bülbülündür harın değildir.

Girebilir isen gönül evidir


Eğer giremezsen yerin değildir.
Bu yol gözlünündür körün değildir,
Bu gül bülbülündür harın değildir.
Yunus EMRE

Ko beni yanayım şeyh eşiğinde, Benim şeyhim bir ulu kişidir,


Dönmezem Şeyhimden yana döneyim. Üçler kırklar yediler eşidir.
Kıyamet gününde mahrum kalmayım On iki İmam’ın sır yoldaşıdır,
Dönmezem Şeyhimden yana döneyim Dönmezem şeyhimden yana döneyim.

Münkirler ki yolumu da basarsa, Dervis Yunus bu cihan’a gelecek,


İşte gerdan işte urgan ararsa; Arayıp derdine derman bulacak,
Eğerleyim başımı da keserse, Ko beni şeyhime hizmet idem ölicek
Dönmezem Şeyhimden yana döneyim. Dönmezem şeyhimden yana döneyim.
Yunus EMRE

Bir hasta kardeşimiz, Babamı görmeye gelen ihvanlarla Babama selam gönderiyor.
Bilâl Babam da: "O hasta ihvana selam söyleyin." diyor. Bilâl Babamın selamını o hasta
ihvana söyleyince ateşi, ızdırabı gidip sıhhate kavuşuyor ve Bilâl Babamın üzerine şu
kasideyi söylüyor:
Emanet etmişsin geldi selamın,
Umarım Efendim mürüvvet senden, Uğrunda
Devletli Sultanım aleyküm selam;
geçmişim can ile tenden; Demişsin ihvana
Aldım tazim ile bu ben gulamın,
selam et benden,' Sevgili Sultanım aleyküm
Sevgili Sultanım aleyküm selam.
selam.

82
Aziz iltifatın rayi kâr ettin, Hasta idim beni getirdin cana,
Şiddetli ateşim gülistan İhtiyaç kalmadı gayri lokmana;
ettin; Mahsun ihvanını Selamın şifadır şu hasta cana,
şaduman ettin, Devletli Sevgili Sultanım aleyküm selam.
sultanım aleyküm selam.

Geçmeden boynuma aşkın kemendi.


Nice bir anarsın derd ile mendi;
Kuluna selam etmiş Sultan Efendi,
Sevgili Sultanım aleyküm selâm.
Müyesser olur mu yüzünü görmek,
Acep olur mu ki vasfına ermek,
Güzel güzel böyle selâm göndermek,
Keremdir sultanım aleyküm selâm .
İbrahim H O C A

Aşkın ile yandım tutuştum babam, Kalpler coşar dergahında ,


Duramam yanına gelesim gelir, Zikirler başlar diyarında
Mübarek kabri şerifinizde Muhammed (Sav) gelir melekler yanında.

Toprağın yüzüme süresim gelir, Beraber zikir edesim gelir,


Derman diye o toprağı yutasım gelir. Sevaplar meclisine giresim gelir.

Şahlar şahı Hz. Bilâl babam, Allah Allah sesleri semada,


Varıp makamında göresim gelir, Dervişlerin başları Arş-ı A’lâ da,
Nurlar yağdığı zaman mezarına. Şefaat dileriz biz o halkada.

Koşup orada olasım gelir, Cennette komşu olasım gelir,


Aşkınla himmetine eresim gelir. Sohbetine orada doyasım gelir.

Aldığımız feyizle dolup taşarak, O mahşer gününde bize,


Senin aşkınla ölesim gelir, Medet diye çağırınca size,
Hikmet pınarlarına nail olarak Sırat köprüsünü geçtiğimizde.

İlâhiler söylemek içimden gelir Tut elimizden babam diyesim gelir,


Uğruna canlar feda diyesim gelir. Kurtar bizi babam diyesim gelir.

Yüksel YÜKSEL/ Antakya

Delâil-i Hayrat (Kara Davut) Kitabı baştan sona salâvat-ı şerîfe olduğu halde yediye
bölünüp, her bölümünü bir gün okunması ve bu günlerin şaşmaması lazımdır. Hepsini bir
günde veya günlerini değiştirerek veyahut birkaç günün virdini bir günde okuyana
muhakkak ve muhakkak korku, evham, vesvese gelir, daha da devam ederse tamamen deli
olur. Bu yüzlerce defa denenmiştir.
83
Bir adam, karısının denizin üzerinde (yüzünde) yürüyerek gittiğini gözleri ile
görünce:
- Sen bu hâle ne ile erdin? diye sorar. Kadın:
- Salâvat-ı şerîfe ile, deyince:

- Bu salâvat-ı şerîfeyi bana öğret, der. Kadın:


- Öğretmeye izin yok. Adam:
-Öyleyse izin al, bana öğret, der. Kadın, Kırkların başkanına sorar. O da:
- Kocana söyle, salâvat-ı şerîfeleri toplayıp bir kitap yazsın,der. 0 kitap yazılınca,
Kırkların başkanı, kitabı inceler. Allahu Teâlâ'dan aldığı ilhamla, yedi günde okunacak
şekilde bölümlere ayırdı. Kadın da kocasına:
- Benim okuduğum salâvat-ı şerîfe bu kitabın birkaç yerinde var, der. (İşte bu
kitab Delâil-i Hayrat'tır.)
Kırkların başkanı olan Şeyh, o salâvat-ı şerifin söylenmesine izin verseydi, herkes
onu okuyup diğer salâvat-ı şerifeler okunmayacaktı. Hepsi okunsun diye kitap haline
getirip bütün salâvat-ı şerîfelerin hepsinin okunması emrediliyor,
Delâil-i Hayrat (Kara Davut)'i yedi günde bitirmek şartıyla okumaya devam eden
sonunda denizde yürür ve manevi sırlara erer. Şart şu ki: hakiki bir Şeyh'den izin alıp,
O'nun izniyle okumaktir. Herhangi bir korku, evham, vesvese vs gelirse hemen Şeyhe
anlatmalıdır. Okuyup devam edip o hale erenler çok olmuştur.
İbrahim (Aleyhis selâm) önde oğlu İsmail (Aleyhis selâm) arkasında giderlerken
şeytan ikisinin arasına girip; "Babana asi gel" diye söylüyor. Adem (Aleyhis selâm)'i
kandırıp cennetten kovduruyor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in arkasında namaz
kılan ashaba müdahale ediyor. Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
''Safları sık tutun. Şeytanın kara koyun suretinde aranızda dolaştığını görüyo
rum" 148 buyuruyor. Eğer Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) olmasa onları da
azdıracak. Sen dille hem Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem), hem de ashâb bizden
çok büyük diyorsun. Hem de şeyhi, üstazı olmayanlara şeytan, şeyhlik (üstazlık) yapar
sözüne karşı çıkıyorsun. Sen diyeceksin ki: Şeytan, şeyhe müdahele etmez mi?
(Sûre-i A'raf, Ayet 201)
"Takvaya erenler var ya; onlara şeytan tarafından bir vesvese dokundu-
ğunda (Allah'ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp, hemen gerçeği görürler."
(Sûre-i En'am, Ayet 104)
"(Doğrusu gerçekleri iyi kavramanız için) Sîze Rabb'iniz tarafından kalb
gözleri (kalbi idrak ler) v eril mi ş ti r. Artık k i m h akkı g örü rse fa yd as ı k end is in e,
k i m d e (gerçeği n karş ıs ınd a ) kör olursa zararı kendinedir. Ben sizin üzerinize
bekçi değilim."

(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 136)


"Mü'minin firasetinden korkun. Çünkü o Allahu Teâlâ'nın nuru i l e bakar."
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3323)
"Üç kişi iblisin ve ordusunun şerrinden kurtulmuştur; gece-gündüz
A l l a h ' ı ( ç o k ç a ) zikredenler seher vakitlerinde istiğfar edenler, Allah korkusun-
dan ağlayanlar."
Tarikattaki dervişler zikrullahı çok eder, seher vaktinde istiğfarı ve dersini çok
çeker. Allahu Teâlâ'nın korkusundan gözünden yaş gelir. Bununla çalışıp İblisin şerrinden
kurtulur. Şeyh hem yapar, hem müridlerini eğitir. Onlarda yapar. Şeyhte ve müridte bunlar
kesilir veya azalırsa, şeriatsız olursa şeytan müdahale eder. Hakiki Şeyhte, hakiki müridte

84
zikrullah kesilir veya azalırsa, Allahu Teâlâ, Şeyhe derhal bildirir ve onlar hemen
zikrullaha başlar. Yine şeytan onlardan kaçar. Lambanın sönüp karanlık olması, ışığın
yanıp aydınlık olması, bunların birbirini kovalaması birer an meselesidir. İşte şeytan
Allahu Teâlâ'nın nurunun karşısında güneşte eriyen kar gibi erir kaçar. Şeytan ezan
sesinden, zikir sesinden kaçınca haliyle Şeyhde, müridte zikrullah ehli olunca, bunlardan
da kaçar. Yine bir hadîs-i şerifte:
"Benim ümmetimde her yüzyılda bir dini tazeleyici müceddid gelir.
O n l a r ı n i s m i i l e çağrıldığı zaman şeytan kaçar."149 dediği hakiki Şeyhlerdir.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor:
(Men ra'ni fegad ra'ni feinneş şeytane lâ yetemesselü bî vela bî sûretişşeyhi tabian
linnebiyyi Sallallahu teâlâ aleyhi vesellem.)
"Beni gören, mutlaka beni görmüş demektir. Zira, şeytan benim
s u r e t i m e150
g i r e m e z v e benim gibi görünemez. Bana tâbi olan Şeyhlerde aynen
böyledir."
Hakiki Şeyhin suretine de şeytanın giremiyeceği yukarıdaki hadîs-i şerifte açıklan
maktadır. Ömründe tasavvufun, tarikatın ne olduğunu bilmeyen, tasavvuf kitabını hiç oku
mayan kimseler nasıl olur da bunların manasını bilir. Sûre-i Kehfte anlatılmaktadır; Hızır
(Aleyhis selâm)'ın yaptıkları, Musa (Aleyhis selâm)'a hem ters geldi, hem de bilemedi.
Onun için bu ilme çalışmayan ne kadar zâhir âlim de olsa bilemez. Çünkü Kelimullah,
Rasulullah, Ulul azim bir peygamber olan Musa (Aleyhis selâm)'da bilemedi. Musa
(Aleyhis selâm)'da Peygamberlik, Allahu Teâlâ ile konuşma ve i l i m var, İlm-i Ledün yok.
Kur'ân-ı Kerim'de söylediğine göre İlm-i Ledün gelmezden evvel geleceği bilmektir. Hızır
(Aleyhis selâm) Musa (Aleyhis selâm)'a şeyhlik yaptı.
Mansur-i Bağdadi Hz.'nin: "(Enel Hakk) Ben Allah'ım", Muhiddin-i Arabî Hz.'nin:
"Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır" demeleri zahir görünüşte şeriata ters. Şems
Hz.'nin Mevlâna'ya kitaplarını suya attırması. Bunlar ve bu gibi haller, Müzekki-n-Nüfûs
kitabındaki bir çok sözler ehline aittir, doğrudur, İçinde olup o hali yaşayan bilir. Zâhir
âlimlerinin bunlara aklı yetip bilseydi, ne Muhiddîn-i Arabî Hz. asılırdı, ne Nesimî, ne
Mansûr-u Bağdadî asılır, derisi yüzülürdü. Ne de Mevlâna'ya, Şems'e iftira edilirdi. Ne de
Şems Hz. öldürülüp kuyuya atılırdı. Şems Hz. en takva sofu olan ve sofu görünen kimseler
öldürttü ve öldürdü. Daha sonra atıldığı kuyudan çıkarttırılıp üzerine türbe yapılıp
ziyaret edildi ve ediliyor.
İşte zâhir ilmi i l k defasında bilemiyor, sonra biliyor ve takdir ediyor. Şimdi aynı
zâtlar aynı sözü söylese yine anlayamaz aleyhinde atarlar. Onları asan kesen, öldürenler
İngiliz, Fransız, Rus değil en âlim denilen kimselerin fetvaları ile öldürüldü. Aradan
zaman geçip hakiki olduğu anlaşılınca doğru oldukları bilindi. Onlar onu il k defa
bilemediler ki sen bunu bilesin. Çünkü onlar senden çok âlimdi. Anlaşılıyor ki bilemiyor
lar, anlayamıyorlar. Ne kadar anlıyoruz deseler de anlayamıyorlar.

(Sûre-i Nahl, Ayet 43)


"Siz bilmediğinizi ehl-i zikirden sorun."151
Allahu Teâlâ zikir ehli olmayandan sormamayı zikir ehlinden sormayı emrediyor.
Yani bilinmeyen her şeyi zikir ehli bilir. Aksine şu zamanda ehli zikrin hali, zâhir âlim
olup ehli zikir olmayandan soruluyor. Onun için ters, yanlış anlaşılıyor. "Nesimî, Mansûr
ve Muhiddîn-i Arabî Hz.'nin yaptıklarının hikmetini, nasıl olduğunu açıkla, izah et.
Bunlar haklı mı, haksız mı idi?" diye, sorsan aradan asırlar geçtiği halde "Haklı idi" derler.
Ne sebeple haklı idi deseler, cevap veremez kekeler kalır. İşte ehli olan ve o anı yaşayan
bilir. Sayılacak olsa tasavvufta olan zâhir ilme ters gelen bunun gibi yüzlerce çıkar.
Bilâl Babam bütün çalıştıklarını Müzekki-n-Nüfûs kitabına göre ayarlamıştır. Hz.
Pir Şeyh Abdulkadir Geylani Gaddesallahu sırrahu, Hz. Nakşibend Muhammed Bahaeddin ve
Hz. Seyyid Ahmed-ür Rufai'ye müracaat edip, Allahu Teâlâ'ya: "Ben zahirde bir şeyh

85
bulamadım. On dört şeyhe gittim, halimden anlayan olmadı. İçlerinde iki tanesini hakiki
şeyh gördüm. Diğerleri ya sahte çıktı ya da kâmil değildi, hâsılı beni tatmin edemediler,
diye çok yalvarıyor. Müzekki-n-Nüfus kitabında "Şeyhi olmayanın Şeyhi şeytandır. Şeyhi
olmayanın dini tamam değildir" yazısını görünce daha da fazla üzülüp, çok yalvarıyor, çok
dua okuyup, seher vaktinin ibadetlerine çalışmasına devam edip kuşluk uykusuna
yatarken yatarken şu rüyayı görüyor:
Rüyamda üç atlı geldi. Atlar yan yana üçününde büyük zat oldukları yüzlerindeki
nurlarından belli. Büyükleri sağdadır diye sağ taraftaki atın başını tuttum. Onun
üzerindeki binili olan zât, sol tarafı gösterdi. Sol taraftakinin atının başını tuttum. O da
elinin parmağı ile sağ tarafı işaret etti. Anladım ki büyükleri ortada. Ortadakinin atının
başını tuttum. Ortadaki Hz. Pir Abdulkadir Geylânî Hz, sağında Nakşibend Muhammed
Bahaeddin Hz., solunda Seyyid Ahmed-ür Rufai Hz. idi. Üçü de attan indiler. Hz. Pir
Abdulkadir Geylani:
- Sen bizi çağırdın, biz de geldik. Ne istiyorsun? dedi. Ben (Bilal Babam):
- Ben bu elde garibim, ne kadar şeyhe gittim ise halımdan anlayan olmadı. Onun
için size müracaat ettim, dedim. Hz. Pir Abdulkadir Geylani:
- O Müzekki-n-Nüfûs kitabı ile çalıştığın çok güzel, aynısını çalış, yalnız bir şeye
dikkat et. Yatarken şöyle yatacaksın: Sağ elini, yüzünün sağ yanına koy, yönünü kıbleye
getir, ayaklarını topla ve böyle yat. Gece de bir uyku uyuyacaksın. Ne zaman ayaklarını
uzatırsan uyanırsın, uyandığında bir daha uyumayacaksın, buyurdu.
(Bu yatış sünnettir. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'de aynı şekilde
yatar, zikreder: "Yâ Rabbi! Mahşer gününden ve kabir azabından sana sığnırım" diye dua
ederdi.) Hz. Pir daha başka tariflerde yaptı. Atlara bindiler. Kıble tarafına doğru gittiler.
Ben arkalarından koştum. Bana ne islediğimi sordular. Ben yine aynı sözleri tekrarladım.
Hz. Pir Abdulkadir Geylani:
"Şimdi bizim üçümüzü nasıl bir arada görüyorsan biz maneviyatta da her zaman
beraberiz. Biz birbirimizden ayrı değiliz. Sen bu üç tarikatın üçünden de ders verebilirsin"
buyurdu. Yine gittiler, üçüncü defa arkalarından koştum. Ben yine aynı sözlerimi, kendisi
de aynı sözlerini bana söylediler. Uyandım.
Bilâl Babam gece uyumayıp seher vaktinden ışrak namazına kadar bu şekilde ibadet
ederdi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem); "Sana mahsus bir fazlalık
olmak üzere namaz kıl" 152 âyetine göre ömrünün bir kısmını hiç uyumayıp ibadetle geçirdi.
"Geceyi tamamen değil de, y a r ı s ı n ı y a h u t y a r ı d a n a z e k s i ğ1i5n3 i v e y a f a z l a s ı n ı
y a t ma d a n ( i b a d e t l e ) g e ç i r v e K u r ' â n ' ı tane tane oku." âyetine göre de
ömrünün bir kısmını: gece yarısından sonra sabaha kadar; diğer kısmını gecenin
üçte biri kalınca sabaha kadar 154 ibadetle geçirirdi. Sabah namazından işrak namazına
kadar; Kur'ân okur, zikir eder, huzurla tesbih çeker. Güneş doğduktan iki saat sonraya
kadar yine ibadetle, huzurla geçirir. Kuşluk namazanı kılar. (Güneş doğduktan kırk beş
dakika sonra işrak vakti başlar. Güneş doğduktan iki saat sonraya kadar devam eder. Bu
süre işrak vakti süresidir. Işrak namazı kılınır. İşrak namazından sonra kuşluk vakti
başlar. Bu vaktin ilki kuşluk, sonu duha veya kaba kuşluk vaktidir. Bu süre öğle namazına
kırk beş dakika kalasıya kadar devam eder.) Bilâl Babam: Güneş doğduktan kırk beş dakika
sonra işrak namazını, iki saat sonrada kuşluk namazını kılar, yatar, öğleye kırk beş
dakika kalasıya kalkardı. Uyusa da uyumasa da yatardı. Bu uyku (kaylule) uykusudur,
sünnettir. 155 Hem de çok büyük sevaptır. Şart şu ki; en az seher vaktinde kalkıp güneş
doğduktan iki saat sonraya kadar ibadetle geçirmektir. Sabah, işrak. kuşluk namazlarını
kılar, diğer zamanlarını ibadetle geçirir. Yönünü kıbleye getirir, sağ elini başının altına alır,
ayaklarını toplar,156 "O Muhammed üzerine melekler salavat getirir. Ey mü'minler! Siz de
salavat getirin." âyeti mucibince salâvat-ı şerîfe ile "Lâ İlâhe illallah" zikrine devam eder,
öylece uyur. En makbul uyku budur ve makbul rüya bu uykuda görülendir

86
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 191)
"Onlarki ayakta iken de, otururlarken de ve yanları üzerinde yatarlarken
de AllahuT eâ l â' y ı zi k red erl er. Gö k l eri n v e y eri n y a ra d ı l ı ş ı h a k kı n d a tef ekk ü
rd e b u l u nu rl a r. İ ş te onlar şöylece tesbih ve niyazda bulunur dururlar.
-Ey Rabb'imiz sen bunları boşuna yaratmadın. Sen münezzehsin artık bizleri
ateş azâbından koru"157
Yatarken zikrullah edileceğine dair âyettir. Kendini ölmüş sayar. Yatarken de aynı
yukarıdaki anlatılan gibi zikrullah yapar.
(Râmûz-ul Ehadis, Hadîs No: 5557)
" T es b i h çek erk en , tek b i r g eti ri rk en L â i l â h e İ l l a l l a h d erk en , y a h u t E l
h a md ü l i l l a h d e r k e n ö l en k i ms e K ı y a me t g ü n ü n d e b u n l a r ı s ö y l e y e r e k d i r i l e -
c e k t i r . K i m g a f l e t i ç i n d e ölürse, o gaflet üzere diril tilir.Onun için uyurken kendini
zi zikre alıştırın."
"Hangi kitapları okuyalım?" sorusuna Bilâl Babam:
- Tarikat hususunda en fazla benim kitaplarımı ve Müzekki-n-Nüfus kitabını okuyun.
(Bu Müzekki-n Nüfus kitabının okunmasını çok tavsiye ederdi.) Tasavvufu, tarikatı bu
kitaptan öğrenebilirsiniz. Ondan sonra Hz. Pirin, Hz. Mevlana’nın ve diğer tarikat pirlerinin
kitaplarını da okumak isterseniz okuyun. Din meselesinde, şeriat hususunda Mızraklı
İlmihâl'i, Ömer Nasuhi Bilmen'in Büyük İslâm ilmihali’ni okuyun. Kaside kitabında,
başta Seyyid Nizamoğlu Hz.'nin, ikinciye Yunus Emre, Niyazi Mısrî gibi zâtların kasi-
delerini okuyun. Yûnus Emre Hz.'nin ve benzerlerinin kasidelerinin yüzde doksanı
umuma, yüzde onu yüksek mevkilerdekilere, Hakk’a vasıl olanlara yani ilk okuldan
Üniversiteye kadar ders veren gibidir. Seyyid Nizamoğlu Hz.'nin kasidelerinin yüzde
doksanı üniversiteye ders veren, yüzde onu diğer okullara ders veren gibidir. Hakk'a
gurbiyyet, Allahu Teâlâ'ya vuslat, kavuşmak, mahv-i fenada kendini yok etmek,
ahlâk-ı zemime, iblis, nefis bunların içerden insanı azdırması, buna karşı davranılacak
şeyleri söyler.Onun için bize de en gerekli olanlardır. Bu nedenle Seyyid Nizamoğlu'nun
kasidelerini çok okuyun, buyurdu.
Şeyh, daima dünya sevgisinden uzaklaştırmaya, Allahu Teâlâ'nın sevgisini
aşılamaya, çoğaltmaya çalışır. Nefis ve şeytan da dünyayı çok güzel göstermeye çalışır.
Dünyadan, dünyalıktan konuşan kim olursa olsun ister istemez nefise, şeytana, onun
sözlerine, yardım etmiş oluyor. Şeyh hakiki değilse o müridi araya verir, bozar.
Halife kim? diye bana soruyorlar. Bizim tarikatımızda halife yoktur. Tarikatın sahibi
Allahu Teâlâ'dır halifesini de kendisi158seçer. Kur'ân-ı Kerîm'deki159emirler üzere çalışır.
Gece 160kalkar seher vaktinde, dersini ve istiğfarı çok çeker, teheccüd namazını
kılar, Bu âyetler ve hadîsler mucibince çalışır. Onu ilk önce Allahu Teâlâ sever. Sonra
Cebrâil (Aleyhis-selâm) sever. Sonra bütün melekler sever. Daha sonra Allahu Teâlâ:
"Kulların
161
kalbine onun sevgisini aşılayın" diye Meleklere emreder, onu kullar da sever
"Ben bir kulumu seversem, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, .söyleyen
dili, yürüyen ayağı, ben olurum. Benden ne isterse onu veririm."162
İşte Allahu Teâlâ seçer, seçince de bu meziyetleri verir. Atlar koşuya girerse, hangi
atın birinci geleceği belli olmaz. Ödülü (mükafat, ikramiyeyi) birinci gelen alır. Bu da
önceden belli olmaz. Kimin sapıtacağı, kimin sapıtıp geri düzeleceği kimin en geride gibi
görünüp inanç itikad i le en ileri geçeceği belli olmaz.
Allahu Teâlâ onun söyleyeceği sözü, kalbine İlm-i hikmetle koyar. Söylediği sözler
çıkmaya, okuduğu hastalar iyi olmaya, müslümanlar yanına akın etmeye başlar. Bu okuma
şifası fazlalaşır. İlm-i Hikmet, kimsenin bilmediği sözler kalbine doğup, söylediği sözler
çıkmaya başlayınca, herkes malını, canını, namusunu emniyet etmeye başlar. O zamana
kadar şeytan onu azdırmaya çok uğraşır. Azdıramaz, yenemezse, en sonraya bıraktığı en

87
büyük iki tuzağı vardır. Birincisi dünya malı, para. ikincisi kadınlardır.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 1340)
"Dünya mel'undur, dünyada bulunan ve (kişiyi Allahu Teâlâ'dan gafil eden
hususlarda)mel'u n d u r . A n c a k A l l a h u T e â l â ' y ı z i k r e t m e k b a ş k a . O ' n a k e n d i n i
veren de başka. (Bunlar mel'un d eğildir.) Ali m v e il i m tahsil eden d e
m e l ' u n d e ğ i l d i r ! Ç ü n k ü İ s r a i l o ğ u l l a r ı n ı i l k baştan çıkarıp fitneye sürükleyen
şey muhakkak kadınlar olmuştur."
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 127)
"Dünyadan sakının; kadınlardan sakının. Çünkü i b l i s ziyadesi i l e
bakıcı, gözetleyici ve ürün elde edicidir.Takvaya ermiş kimseleri avlam-
a k i ç i n k a d ı n l a r d a n k u r d u ğ u t u zaktan daha sağlam bir tuzağa sahip değildir.
(O mel'un)"
Bunların herhangi birine meylederse kendini şeytan. çabuk aldatır, İblis kendisine
der k i : "Sen de bir şey olmasa bu kadar millet ayağına dökülür mü? Okuduğun hastalar
niçin iyi oluyor, söylediğin sözler niçin çıkıyor, sen biliyorsun, söylüyorsun, çıkıyor.
Niçin B aşkalarının okumasında şifa yok da senin okumanda şifa var? "Dikkatli ol! Şeriatın
emrinin dışına çıkma" diyenler seni çekemiyorlar, istemiyorlar. Bu adamlarını şeyhinin
yanına götürürsen hepsi ona tabi olur. Onun yanına götürme. Artık sen kemâle erdin,
senin için düşmek kalmadı. Dilediğin gibi hareket edebilirsin, konuşabilirsin." diye
güvence verir. Şeyhine karşı getirmeye çalıştığı zaman, bu ve bu gibilerin birisini kabul
ettirip yaptırırsa şeytan mürid-i yere vurur, helâk eder. Kendinin hem dünya malından
hem kadınlardan sakınması lâzımdır. Bunlar nefs-i mülhime makamında başlar. Yedi
nefis mertebesinin üçüncü durağı olan mülhime makamında bunlar olunca şeytan kalbine
sık sık ilhamlar verir. Bu ilhamların Rahmani ve şeytanisini ayırd edemez. Şeytanî olan
ilham da bazen doğru çıkar. Şeytan, milleti ve kendini onunla inandırır. Çünkü şeytan,
Firavun'a Musa (Aleyhis-selâm) doğmazdan evvel doğacağını, doğunca büyük peygamber
olacağını bildirdi. Firavun, bunun için doğan erkek çocuklarını kestirdi. Nemrud'da
İbrahim (Aleyhis selâm) doğmazdan evvel doğacağını bildi ve o da erkek çocuklarını kesti.
Demek ki, şeytanın gösterdiğinin, söylediğinin içinde de doğru çıkanlar olur ve kendisine
onunla güvence verir, kandırır. İşte güvenmemek lazımdır.
Yanına gelen hastalar iyi olunca kendisine her ne kadar kadınlardan sakın desen ters
anlar. Yanına gelenlere de her ne kadar "Şeriatın emrine uyun, şeriatın emri dahilinde
gelin" desen millet haber anlamaz. Şeytan onu azdırabilmek için o zamana kadar uğraşmış,
kendisini azdıramamıştı. Okumasında şifa olup, millet üzerine akın edince, İblis,
kadınlarla oturup meşgul olmayı hoş gösterir, İlk defa nafile ibadetlerini, daha sonra
farzları ihmal ettirip terkettirmeye, şeriata muhalif şekilde söz söylemeye, iş yaptırmaya
çalışır. Kendisine güvence vermeyi, başkasının ağzından söyletip, başkasının rüyasında onu
büyük adam olmuş gibi gösterir. Dünya malından hırsı tamahı arttırma, kadınların
meclislerinde uzun müddet oturup, sohbet etmeyi ve daha bunun gibi bir çok tuzaklarıyla
onu kandırmaya çalışır. Bunların birisini kabul ettirirse kendisini yere vurur. O kimse
nefsine, şeytanına güvenmeyip, Allahu Teâlâ'nın gadabını düşünmelidir. Halktan
uzaklaşarak (kesilerek) Allahu Teâlâ ile başbaşa kalıp ibadetini arttırması, gece çok is-
tiğfar,çekip, çok göz yaşı dökmesi lazım. Yapılan iyiliklerin hepsini tarikatından,
dergahından, Pir'inden, Şeyhinden; yapılan kötülüklerin hepsini de kendi nefsinden
bilmelidir. O zaman Allahu Teâlâ kendisini esirger, kendisi de ilerler.

88
Güvenme gel forsuna
Gel gir iman kursuna,
Devam eyle dersine
Mürşide gel mürşide.
Nefs-i Mülhime makamı için "Tayaranu kademus sâlikin" demişler. Yani, salikin
(ihvanın) ayağının kayacağı makamdır. Bir müridin başında bu haller olunca o çok dikkat
etmelidir. O kimse evinde ibadet etsin, seher vakti istiğfarı çok getirsin, ihvanlarla
otururken, sohbet ederken çok dikkatli olmalıdır. Dünya malından sakınması gayet çok
olmalıdır ki, ahlâksız bir kadın ile yol arkadaşlığı yapan, çok sofu bir erkek ne kadar
sakınıyorsa dünya malından, sevgisinden o kadar çok sakınmalıdır. Çünkü o kimse için
dünya malı, para toplamak kolay olur. Herkes malını, canını, namusunu kendine emniyet
eder. Bilâl Babam Zuhuratiyye-i Geylâniye Kitabında kadınlardan sakınmayı şöyle anlatmıştır.
- Duvarlarında pislik bulaşığı olan tuvalete giden bir kimse; üzerime değmesin diye
ne kadar sakınırsa kadınların meclisine, cemaatine girince o derece sakınmalıdır.
Kadınların cemaati pisliktir, kötüdür demek istemiyorum. Allahu Teâlâ o derece
sakınmamızı emrediyor. Ondan her ne kadar itina ile sakınırsa, nefis arzusunun ve şeytan
iğvasının ne derece aksini yaparsa o kadar selâmette olur. Erkek olsun, kadın olsun Allahu
Teâlâ'nın emirlerine uyup ibadetle taatle kalbini ne kadar nurlandırırsa, o kadar iyidir,
temizdir. Erkek olsun, kadın olsun her kim nefsinin, şeytanın hevasına uyarsa zulumat,
pislik kaplar, o kadar kötüdür ve pistir.
Yine tuvaletten hemen işi biter, bitmez çıktığı gibi; kadınların cemaatine zaruret
karşısında gider, onların sorularına cevap verip, mühim bir şey söyleyecekse söyleyip
oradan hemen ayrılmalıdır. Aynı şekilde kara çalı (bük, böğürtlen, siyah, ufak tatlı
meyvası olan bitki) ondan yiyeyim diye uzanır, onun dikenleri, yaprakları kolunu tutar,
kolumu kurtarayım, derken adımını az kımıldatırsa ayağından tutar. Üzerini, elbisesini,
derisini neresi rast gelirse yırtar, çizer, soyar. Onun için bilenler çok çok fazla sakınır,
çok uzaktan hiç değmeden koparırlar. Kadınların cemaatine çok zaruri bir iş için giden bir
adamında aynı öyle yapması lâzımdır. O hem Kur'ân'ın şifası, rahmeti, mü'minlerin
müşkillerini halletmek, hem de nefisle, şeytanla mücadele etmelidir. O'nun için yükü çok
ağırdır. Kendisi tecrübesiz, karşısındaki iblis, dünya yaratılmadan bu zamana kadar büyük
bir tecrübe sahibidir. Bunu yenebilmek için Şeyhinin sözünü tutması lazım. Nefise, şeytana
okuduğu hastalardan, iyi olanlara, söylediği sözün çıkmasına, milletin üzerine akın etmesine
itimat etmemelidir. Çok mühim bir işi, bir soruyu kendine sormak için kadınların ce-
maatine çağırırlarsa tuvaletten ve böğürtlen dikeninden sakındığı gibi sakınarak gitmesi,
orda eğleşmeyip (gecikmeyip) işini bitirip hemen dönmesi lazımdır. Bir tüfeğin
arpacığında, nişangahında bir milim eğrilik olsa hedeften bir metre şaşar. Aynı onun gibi
şeriatında bir milim yanılan, tarikat hedefini bir metre şaşırır. Şeriattan kıl kadar ayrılan
tarikattan dağlar kadar ayrılır.
Şeriattir cümle işlerin başı,
Şeriatsız tarikat şeytan işi.
Tarikat ehlinde yok ise Şeriat,
Onun şeyhi şeytandır mutlak.
Kendinde İlm-i Hikmet olan kişinin kadın ve erkek hepsinin mühim sorusuna cevap
vermesi lazım. Okumasında şifa, sözünde İlm-i Hikmet olduğu için, her ne kadar yanıma
gelmeyin dese, millet akın eder, gelir. Çünkü kendisinin okumasını, müşkil halletmesini
kimse yapamaz, Kendisi de çok tehlikede o zaman kendinin çok sakınması lâzımdır. Her
ikisini de beraber yürütecek. Hadîs-i şerifte:
"Nefsi mülhime 163 makamı salikin (ihvanın) ayağının kayacağı yerdir" dediği
budur.

89
İhvana karşı öfkelenmek, kendini büyük, onları küçük (ikinci sınıf bir insanmış
gibi) görmek, bağırmak, çağırmak, olursa hepsi şeytandandır. Yalnız din için
sinirlenmek, kızmak hariçtir. Ona asabiyet-i Diniyye denir. O iyidir. Kendi nefsine
güvenmeyip, şeytanın kendini her an azdıracağını bu saydıklarımızın ve öfkenin
şeytandan olduğunu düşünüp, seher vaktinde göz yaşı döküp ibadetini arttırması lazım.
Bu kendinin için en zor, en tehlikeli bir geçiştir. Şeytan, tarikatta azdırdıklarının yüzde
doksan beşini bu geçitte azdırmıştır.
Şeyhi kendisine "Halktan kesil, ibadetine devam et" derse; şeytan, ona çekemezlerin,
istemezlerin sözü ile söylüyor veya kendi de istemiyor diye iğva verir. Nefis, Şeyhinin
sözünü kendine öyle anlatır ve keşfi kubur (kabir ehlinin hâlini bilmek), keşfi zamir (bir
insanın içinden, aklından geçeni), bilmek i l e övünmek, gösteriş, kerâmet göstermek, ateş
tutmak, şiş vurmak ister; Kadınların cemaatinde oturmak, onlarla kalmak ister. Rabb'in
"Bakalım bu şimdi halktan mı geçecek, benden mi geçecek?" der sınar. O kimse ibadeti,
tâati, zikrullahı seher vakti kalkıp gözyaşı dökmeyi, Allahu Teâlâ'ya yalvarmayı, Allahu
Teâlâ'dan korkmayı, O'na sığınmayı tevbe istiğfar etmeyi arttırması lazımdır.
" H e r k i m i b a d e t i n i k e n d i l i ğ i n d e n k ı s a l t ı r s a Al l a h u T e â l â o n u b el a y a
k o ş a r . " 1 6 4 E r k e k lerle de oturmasını, sohbetini azaltması lâzım. Evveli hiçbir şey değildi.
Allahu Teâlâ hiç yoktan kendine bunları verdi, İbadetini, taatini, istiğfarını, seher
vaktinde kalkıp çalışmasını, göz yaşı dökmesini artırırsa Allahu Teâlâ'da bu verdiği
meziyetleri artırır' Hem de muhafaza eder. Öyle olursa düşmez ilerler. Kendi ibadeti,
tâati azaltır, kısaltır, halkla meşgul olması artar ise Allahu Teâlâ ileride vereceği büyük
nimetleri keser (Maazallahu Teâlâ). Üstünden muhafazasını kaldırır. Şeytan ile başbaşa
kalır. Şeytan kendini çabuk yener, aldatır, hâlden kesilir. O sermayesini çaldıran gibi
olur. En büyük yan kesici olan iblis kendinin bütün manevi sermayesini çalar, iflas
ettirir. Maneviyatı da çöker (Maazallahu Teâlâ).

1- Bu dünyada dost ararsan Hz. Allah yeter, 5- Kaderde ne ise o olur etme merak,
2-Mürşid-i Kâmil istersen Hz. Kur'ân yeter, 6- Uyma kendi nefsine Allah'ın emrine bak;
3-Delil istersen Hz. Muhammed yeter, 7-Altından ağacın olsa zümrütten yaprak
4-Bunlarda yetmez dersen nar-ı cehennem yeter. 8- Akibet gözünü doyurur bir avuç toprak.
Bul erbabını danış akıl al, demek ki, ferasettir,
Ne aldandın be hey şaşkın bu can sana emanettir.
Bu kaside de evvelce misyonerlerin islamı bozmak için söylediği, uydurduğudur.
Kur'ân-ı Kerim'e bizim dinimize, Edille-i Şer'iyyeye terstir.
Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de: "Sadıklar ile beraber olun" 165 buyuruyor. Musa
(Aleyhis selâm) Allahu Teâlâ'dan ilm-i Ledünü öğrenmek istedi. Allahu Teâlâ; O'nu Hızır
(Aleyhis selâm)'a gönderdi." O öğretsin" buyurdu. 166 İşte Kitap yetmedi. Kur'ân'ı sana tam
hakkıyla öğreten, eğiten olmazsa Kur'ân da yetmez. Allahu Teâlâ'nın dostlarını bulup,
onlara tâbi olup onların elinin altında yetişmezsen, Allahu Teâlâ'nın emrine ters olur.
"Mürşid ararsan Hz. Kur'ân yeter" diyenlere; Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem):
"Bana Ceb râ il ( A l e y h i s s e l â m) mü rş i dli k yap tı. Na ma z k ıl ma v ak itl eri -
n i b eş v ak ti v ak tind e v e namazda imam olarak kıldırdı, gösterdi" 1 6 7 bu yuru yo r.
Bize namazı Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem); Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'e Cebrâil (Aleyhis selâm); Cebrâil (Aleyhis selâm)'e Allahu Teâlâ
öğretti. Ehl-i sünnetin dışında namaz kılanlara namazda cemaate dönenlere kim öğretti.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in sana delil olması için O'nun
yolunu, izini, sünnetini, yaşantısını sana tam öğretecek birisi olmazsa "Peygambe -

90
rimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) yeter" derken yine Allahu Teâlâ'nın sözüne ters
gelirsin. Bunlar, Kur'ân-ı Kerim'deki sadıkları bulup, onlarla çalışılırsa ancak o
zaman yalnız Kur'ân-ı Kerim yeter.
Kaderin değişeceğine dair çok âyetler ve hadîsler var. Ancak Kaderiye mezhe
bindekiler "Kader değişmez"der. Kader değişmezse; kâfir ve mü'min, kadere göre cenne-
te veya cehenneme girecekse namaza, ibadete ne lüzum var. Yûnus (Aleyhis selâm)'
un kavminin başlarına belâ geldi. Bir tek Allahu Teâlâ'ya çağırmaları hem belâyı
kaldırdı, hem kendilerini müslüman etti.
Kaderde ne ise o olur diyorsan kendi nefsine uydun, Allahu Teâlâ'nın emrine
bakmadın. Kaderde ne ise o olacaksa haliyle insan Allahu Teâlâ'nın emrini yapmaz
Zâten kaderimde ne varsa o olur, der. Bu şeytan itikadıdır. Şeytan "Alnıma böyle
yazılmış, benim kabahatim yok. İlm-i Ezeliyede benim nasıl olacağım sana
malumdu" dedi, tevbesi kabul olmadı. Adem (Aleyhis-selâm)
"Ben kendi nefsime zulmettim. S e n b e n i a f f e t m e z s e n b e n z a r a r ,
z i y a n ç e k e n l e r d e n o l u r u m . K a b a h a t i n h e p s i b e n d e "1 6196 8 dedi tevbesi
kabul oldu. Kur'ân-ı Kerim'de "Siz Allah'a iftira etmeyin" kaderde şöyle
imiş, böyle imiş gibi sözler Allahu Teâlâ'ya iftiradır.
Bu söylediklerim doğru ise erbabını bul, ondan sor, danış, akıl al. Evvelce şu
yeter, bu yeter de. Kader ne ise o olacak, hiçbir kimseye gitme, Kur'ân-ı Kerim
yeter.Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) yeter, Mürşid-i Kâmile sormaya,
ondan akıl almaya hiç lüzum yok. Kaderinde ne ise o olacak, diyorsun. Nefsine
uyma diye niçin söylüyorsun? Nefsine uysa kaderde ne yazılı ise o olacak.
Nefsine uyarsa, uymazsa hiçbir şey değişmiyecek, diye söylüyor. Sonunda da
nefsine uyma, Allahu Teâlâ'nın emrine bak. Allahu Teâlâ emrine bakmayı nasip
etmemişse nasıl baksın? İşte saçmalamanın en büyüğü.
"Erbabını bul, ondan sor, danış, akıl al." diye niçin diyorsun? Erbabını
bulma, sorma, danışıp akıl alma kaderi takdiri değiştiremeyecekçe sormaya ne
lüzum var. İşte hep saçma sapan sözler. Ayete, hadîse terstir. Cahil olanlar
ilerisini bilmezler. Bilmediklerini de bilmezler. B i l i r i m iddiasında olup, bunları
yazarlar, iddia ederler. Bunu okuyup bizim kardeşlerimizden cevabını istemişler.
İ ş t e cevabını veriyorum. Ben de onlardan karşılığında aynı sözlerimin cevabını
istiyorum. (Vesselam.)
Meczuplar
Ya tarikatta düzensiz çalışıp, izinsiz ders çekmiş, ya çok çalışmış, yahut
bağlandığı şeyh hakiki Şeyh değil, maneviyatı yok, ders vermiş onun halini
çevirememiş. O yüzden ders alan yarı deli bir vaziyete gelmiş, ne deli, ne akıllı,
meczup saçma sapan konuşur. Bazısı da tüm deli olur. Müzekki-n-Nüfûs
kitabındaki "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" dediği olur. Bu dünyada şeytanın
maskarası olur. Ahirette Allahu Teâlâ'nın azabına, belâsına uğrar. Şeyh bu
dünyada nefis ve şeytandan kurtarır, ahirette de şefaat eder,
"O günde kimse kimseye şefaat edemez. Ancak Allahu Teâlâ'nın
i z i n v e r d i ğ i k i m s e l e r şefaat eder." 170 buyurduğu olur.
Yukarıda saydığımız gibi meczup olursa, çok kıymetli kerestenin acemi
ustanın elinde zayi olup, uzun-kısa kesilip, yanlış biçilip, ters yontulduğu gibi
olur. Ondan sonra hakiki ustanın eline geçse de işe yaramaz olur. İşte bunu
şeytan yapar. Kendinin şeyhi şeytan olur. Kendisini şeytan veya cin kendisini deli
itmiş ya da kendisine tarif edilen dersin dışında Esma gibi dersleri çekmiş, şu işim
şöyle olsun, bu işim böyle olsun diye Kur'an'dan bir âyeti yüzlerce, binlerce defa
okumuşsa o da kendine sıkıntı, evham verir. Kur'ân-ı Kerim'i Allahu Teâlâ'nın
rızasının dışında okumak haramdır. Çoğu defa akla ziyan verir, Hiç tarikata
girmeyen, şeriatla çalışana şeytan açıktan musallat olmaz. Ama o kimse

91
tarikattaki dersleri Şeyhsiz kendi kendine çekerse veya şeyhi kâmil olmazsa o
adam dersi çekerken çekerken çoğu defa Esma çalgını olur veya meczup olur ya da
tüm deli olur. Ahirette ise kesinlikle doğrudan cennete girme ihtimali çok zayıftır.
Bu dünyada sürüden ayrılan koyunu ya kurt yer,yada hırsız çalar.Şeyhim demek
kolay, ders tarif etmek kolay, mekirden bu gibi hallerde müridi kurtarmak
zordur.
Mürşid gerektir bildire,
Hakk'ı sana Hakk'al yakın;
Her mürşide dil vermekim. Mürşid-i olmayanların,
Yolunu sarpa uğratır Bildikleri güman imiş.
Mürşid-i Kâmil olanın,
Yolu gayet asan imiş. Niyazi MISRİ

Her Mürşidim, Şeyhim diyene bağlanma, yolunu uçuruma götürür. Mürşid-i Kâmil
olanın yolu çok iyi, düzgündür. Mürşid öyle gerek ki, sana Allahu Teâlâ'yı Hakk'al yakın
bildirsin. Şeyhi, olmayanların bildikleri zan imiş.
Bir insan, tarikata girmeden ders çekerse veya şeyhi hakiki şeyh değilse, kendini
çeviremez. O kişi deli gibi veya deli olur. İşte "tarikata girme deli olursun, şeytan sana
musallat olur sözü" budur. Şeytan onun rüyasına, sözüne, işine karışır. Şeyhi şeytan olur.
Şeyh hakiki şeyhse, mürid hakiki müridse selâmette olur. Dünya malı, kazancı için Esma
okumak Allahu Teâlâ'nın rızasının dışındadır. Kur'ân-ı Kerim sırf Allahu Teâlâ'nın rızası
ve şifası için okunur, 171 sonunda dua yapılırsa normaldir. Duada isteyeceğini ister.
Bazısını da aşk çokluğu deli gibi gösterir. O kimse deli değil, belki de velidir (Evliyadır).
Aşkın beni mest eyledi,
Aldı aklım hast eyledi;
Öldürmeye kast eyledi,
Gel gör beni aşk neyledi.
Yunus EMRE

Aşkın beni benden geçirdi, aklımı alıp hasta etti. Öyle ki beni öldürme derecesine
getirdi. Gelip bakınız, Allahu Teâlâ'nın beni aşkı ne yaptı!
Derviş olan kişiler, Bir kişi Aşık olsa, Yunus Emre sen dahi,
Deli olağan olur; Aşk deryasına dalsa; İncitme dervişleri;
Aşk nedir bilmeyenler, Ol deryanın dibinde, Dervişlerin duası,
Ona güleğen olur. Cevher bulağan olur. Kabul olağan olur.
Adem gülme sen ona, Derviş lâ mekân olur,
İyi değildir sana; Dünya terkini bulur;
İnsan neye gülerse, Dünya terkin bulanlar,
Başa geleğen olur. Didar göreğen olur. Yunus EMRE
Dervişler deli olur, aşkı olmayan ona güler. Sen ona gülersin, o hâl senin başına
gelirse bilirsin. Sakın sen ona gülme, o gülmen senin için iyi değildir. Şimdi gülersin ama
bir gün başına gelirse bilirsin. Sen Allahu Teâlâ'ya aşık olursan, O'nun aşk denizine
dalarsan, o aşk denizinin dibinden İlm-i Hikmet, İlm-i Ledün mücevherlerini çıkartırsın.
Dervişin mekânı, yeri olmaz. Allahu Teâlâ'nın rızasını arayacak yerlerde gezer. Dünyayı,
dünyalığı terk eder, dünyayı terk edenler, Allahu Teâlâ'nın Cemâlini, Gurbiyetini, Didarını

92
cennet-i naimde görür. Yunus Emre: "Sen bile dervişleri hoş karşıla, onları sızlatma,
incitme. Çünkü dervişlerin duası kabul olur, zararını görürsün," buyuruyor.
Derviş olan aşık gerek, Candan gör Şeyhinin özün,
Bağrı anın yanık gerek; Ayırma izinden izin;
Hem yolunda sadık gerek, Mürşid-i Kâmilin sözün,
Can gözlere açık gerek. Atılmış ok bilmek gerek.
Alçaktan alçak yürüye. Söz bilip haber anlayan,
Toprak içinde çürüye; Anlamaz durup danlayan;
Aşk ateşinde eriye, Evliya nutkun dinleyen,
Altun gibi sızmak gerek. Karnını tok bilmek gerek.
Niyazi MISRÎ

Mürşid-i Kâmil'in On Bir Vasfı:


Temsilde hata olmaz; gazetecilerin en evvela bir manşet atıpta ondan sonra altı-
na açıkladıkları gibi Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hazretleri de ilk defa bir
manşet atıyor ve buyuruyor ki:
.
"Ey Habibim! Benim muhbitiyn kullarıma müjde et. "172
1- Vasıf :
( Es-Sabirûne ala ma esâbehüm):
Allah yolunda üzerlerine gelen kazaya, belâya sabrederler."173
Bu yolda sıkıntı, hastalık, yokluk her şey gelir.Bunlara herkesten fazla sabrederler. Herkes
ben sabrediyorum diyebilir.
2- vasıf: Allahu Teâlâ buyuruyor ki: "(Ellezine iza zükirallahü vecilet gulûbühüm)
Onlar Allah'ı zikrettikleri zaman kalbleri cilâ bulur."17 4
O kimse Allahu Teâlâ'yı çok zikreder. Çok zikredince de kalbi c i l â bulur. Bir âyette:
"(Takşairru minhu culudillezine yahşevne Rabbehüm)
Onların derileri titrer, kendileri t i t r e r , Allah korkusundan"175buyuruyor. Ben
Allah'ı çok zikrediyorum, kalbimde cila buluyor, diyebilir.
Yanına vardığın zaman Allahu Teâlâ'nın zikrinden zikrullahtan konuşur. Sözü zikrul -
lah, özü fikrullah olur. Allahu Teâlâ'nın varlığını, birliğini, kuvvetini, kudretini, azametini,
büyüklüğünü .düşünür. Bakışı ibretullah olur. Her baktığından ibret alacak bir akıl, bir
göz, bir imana sahip olur. Bu yazdığım Veysel Karanı Hz.'nin Hz. Ömer'e yapmış olduğu
vasiyetlerden birisidir. Bütün Peygamberler ve Evliyalar böyle olmuşlar. Hakiki Mürşid-i
Kâmil, Allahu Teâlâ'nın zikrinden, varlığından, birliğinden, kuvvetinden, kudretinden, âyet
ten, hadîsten ve edille-i şer'iyyeden konuşur.
3. vasıf: "(Vel mugîmi's-salâti) Namazlarının üstünde mukim olur."176
Çok namaz kılar, beş vakit namazını ayrıca kaza ve nafile namazlar kılar, kılar da
kılar. Bu da yine evinde gizli namaz kılar, aşikâr değildir. Ama bu vasıf kendinde
olmayan bende şu kadar çok yapıyorum filan gibi şeyler diyebilir. Çünkü gizlidir, yapıp
yapmadığını kimse görmüyor.

4.vasıf: "(Ve mimma razegnahüm yunfigun)


Rızıklarından, yiyeceklerinden fakir fukaraya yedirir, i ç i r i r l e r . " 1 77
İşte bunun gizlisi yoktur. Evine yaşlı-genç, hasta-sakat, köylü-şehirli, uzaktan-
yakından, tüccar-esnaf her çeşit insan geliyor mu? Rahatlıkla yeyip, içip, yatıp rahat
93
edebiliyor mu? Onlara kendi malından yiyecek dağıtıyor mu? Bunu herkesin gözünün
önünde yapıyorsa bilinir, yapmıyorsa bu da belli olur. Rızkınızdan fakir, fukaraya,
yetimlere yedirin, içirin, garibleri doyurun, infak edin, dağıtın. Bunların hakkında çok
âyet vardır.178
Yukarıda saydığımız bu dört alâmet kimde varsa o Mürşid-i Kâmil'dir. Bu
vasıflardan bir tanesi noksan olursa Mürşid-i Kâmil değildir. Çünkü Allahu Teâlâ Kur'ân-ı
Kerim'de bu dört vasfı ile tamamlıyor.
İşte bir Mürşid-i Kâmilin, tekkesi açık olmalıdır. Yeryüzüne ne kadar Evliyâ gelmişse,
büyük Mürşid-i Kâmil, Şeyh gelmişse hepsinin tekkesi açıktır. Orada köylü-şehirli,
zengin-fakir, ihtiyar-genç, hasta-sa-kat hepsi gelir rahatça yer-İçer yatar. Bu vasıfların
mutlaka olması lazımdır.
Bir adamı şöyle büyük zât, böyle büyük zât diye Överler. Onun evine gidip bakınız.
İnfak, yedirip içir-me, fakir-fukaraya dağıtma ve bu gibi şeyler o kimsede yoksa, onda
parmağını bir yere sürüpte ona bulaşacak toz kadar Evliyalıktan birşey yoktur.
Rızıklarından fakir-fukaraya yedirir, içirir, dağıtırlar. Başta bu olacak. Bu varsa öteki
vasıfları aramalı, bu yoksa hiç aramamalıdır.
(Sûre-i Bakara, Ayet 268)
"Şeytan sizi fakirlikle tehdit eder (korkutur, fakir olursunuz diyerek sadaka
vermenize mani o l u r ) v e s i z i n c i m r i o l m a n ı z ı e m r e d e r . A l l a h i s e s i z e k a t ı n -
d a n b i r m a ğ f i r e t v e l ü t u f v a deder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilen
dir.
Yeryüzüne gelen Peygamberlerin içinde cimri, mıhrız, nekes bir peygamber
gelmemiştir. Mıhrız, sofra sahibi olmayan, yedirmeyen, içirmeyen bir Evliya, bir büyük
zât, bir Mürşid-i Kâmil, müceddid gelmemiştir. Diğer Üç vasıfla beraber hepsi de bu
vasıflara sahip olarak gelmiştir. Lâkin i l k saydığımız üç vas ı f kendisinde olmadan o
vasıflar bende var diyebilir. Ama bu dördüncü vasıf kendinde olmadığı halde var
diyemez. Çünkü herkes fakir fukaraya infak edip, dağıtıp, dağıtmadığını, evinde yedirip-
içirip, içirmediğini gözü ile görüyor.
5.Vasfı:
Mürşid-i Kâmil'in diğer bir alâmeti de Kur'ân-ı Kerim'de Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.
buyuruyor ki: "(Ve nünezzilü minel Kur'ânü ma hüve şifâün ve rahmetün lil mü'minîne
vela yezidüz zalimîne illâ hasara)
Biz, Kur'ân-ı Kerim'i mü'minlere şifa ve rahmet olarak indirdik. Zalimlerin de ziya-
nını arttırır." 179
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz Hz. "(El Kur'ânu hüve devâün)
Kur'ân bütün ilaçtır." 180 buyuruyor. İşte Kur'ân-ı Kerim'in içinde bu şifa var. İsm-i
Azam, Kur'ân-ı Kerim'in içindedir.
Unvanı hacı, hoca, müftü, vaiz, Kur'ân Kursu hocası olup, Kur'ân öğretiyorlar. Bunlar
bu zamana kadar Kur'ân okuyupta kaç hastayı iyi ettiler? Var mı böyle bir şey? Kur'ân-ı
Kerim'in içinde bu şifa, bu rahmet yok mu? Var. İsm-i Azam Kur'an'da mı? Kur'an'da. Bu
zamana kadar ne yaptın? Hiç bir şey.
Kur'ân-ı Kerim'de barut var, kurşun var, azze var. Amma bunları hedefine
yetiştirecek iyi bir tüfek, iyi de bir nişancı lazımdır. İşte müceddidin hakikisi Allahu
Teâlâ'ya sevilen Evliyaullah, büyük Mürşid-i Kâmil' i n kalbi, okuması iyi tüfek, iyi
nişancı gibidir. Hastalık, maraz, illet bunlarda hedef gibidir. Bu zât okuduğu zaman
kurşun gibi, o hastalık geçer. Kur'ân'ın şifası açığa çıkar. 181 Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem): "Evliyâ kendi kerametini saklasın." buyuruyor. Ama bunu
Kur'ân'ın şifasını, okumayı aşikâreye çıkartmayı Allahu Teâlâ emrediyor. Kur'ân'ın
şifasının ve rahmetinin meydana çıkması lazım. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in evvelki Peygamberlerin, Mürşid-i Kâmillerin, büyük Evliyaullahların okuması
ile dertliler deva bulur, hastalar şifa bulur, müşkül işler hallolur. Bu gizli değil, açıktır.

94
Uzaktan, yakından herkes onun yanına gelir, orda kalır. Orada kaldığı müddetçe müşkülü
hallolur, derdine deva bulur. Bir adama derler ki: "Sen sözünde doğru musun?" "Evet
doğruyum" der. "Sen sözünde doğru, haklı isen müslüman, ehl-i kıbleden yalan söylemeye
cek iki şahit getir," derler. O iki şahit getirir de şahidi dinlerler "bu adam doğrudur"
derler. Ama bir insanın yanına gelenlerden dertliler deva, hastalar şifa bulur, müşkül
işler hallolur, bu durum da ömür boyu devam ederse, o kimse iki değil iki yüz şahid
getirir. "Ben hastaydım, bunun yanına geldim, iyi oldum, müşkül işim halloldu,
sıkıntıdaydım kurtuldum, şöyle oldu, böyle oldu" diye yüzlerce şahid getirir. Bir adam iki
şahid getirirse ona inanılıyor da, bu yüzlerce şahid getiriyor. Buna neden inanılmıyor?
6.Vasfı: Yine hadîs-i şerîfte; Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
- Yâ Rasulullah! Biz o dediğin zâtı, o Mürşid-i Kâmil'i nesinden bilelim? deyince
buyuruyor ki:
- "(Bis-sâhâ-i vennasihati lil müslimîn)
Onu cömertliğinden, halka ve müslümanlara bol nasihatından bilirsiniz"182
buyuruyor.
Nasihati, bütün müslümanlara en gerekli olan konulardan âyetten, hadîsten, edille-i
şer'iyyeden vaaz eder. "(Bis-sahâ-i) Cömertliğinden bilirsiniz." ve "(Vennasihatı lil
müslimin) Müslümanlara bedava, bol nasihat ettiğinden bilirsiniz." İnsanı ayıktırıcı söz
söylemiyor, İlm-i ledün'den vaaz etmiyor, konuşmuyor, bu hâller kendinde zuhur
etmiyorsa yine olmaz. Bu şartların hepsinin olması gerekir. .
7.Vasfı: Yanına gelip oturanlarda usanmak olmaz. Yanında cemaat ne kadar dursa
usanmaz, sıkılmaz. Bir insan kahveye gider, kağıt oynar, üç-beş saat geçince usanır, bıkar.
Bir insan başka bir mesleğe girer,biraz çalışır ne kadar hevesli olursa olsun sonunda usa
nır. Her şeyde bu (usangınlık) bıkkınlık olur. Ama bunda bıkkınlık olmaz. Yanına millet
ilk geldiğinde aşkı, feyzi, sevgisi, muhabbeti az olur. Yanında durdukça, durdukça, aşk,
feyiz, muhabbet çoğalır. Yanına gelen adam bu vaazın, nasihatin, biraz daha uzun sürüp
devam etmesini ister. Onun cemaatında bulunan mü'minler hakikati arayanlar ne kadar
oturursa otursun kalkıp gitmek aklına gelmez. Bir alâmeti de budur.
Yanında durdun, biraz daha durdun, bu alâmetler kendinde yok, üstelik kalkıp
gitmek de istiyorsun. Fakat bazı kimseler o meclislerde duramaz, canı sıkılır. Zâten
hastadır, onlar müstesna,. Ama Allahu Teâlâ'yı Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'i seven, bilen o meclislere aşık olup arayan bir kimse O'nun meclisinde durdukça
durası gelir. Çünkü İlm-i Ledünden söylüyor. İlm-i Ledün zuhur ediyor.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
"Ben ilmin şehriyim Ali' de kapısıdır...(ilâ âhir)." 1 8 3 Bu ilim; maneviyat ilmi,
ledün ilmidir. Musa (Aleyhis selâm)'nın Hızır (Aleyhis selâm)'dan;. Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu)’in Veysel Karani Hz.'den öğrendiği ilimdir. Yunus Emre Hz.'nin Taptuk Şeyhin
kapısında on sekiz sene sırtıyla odun çektikten sonra öğrendiği ilimdir. Bu ilim
kendisinde olur. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor:
"Ulema meclisinde olursanız ilminiz artar." Bu hadîs-i şerif çok güzel
a ç ı k l ı yo r .
" S i z , u l e ma, âlim, hoca, vaaz meclisinde olursanız ilminiz artar. Hükema mec-
lisinde İlm-i hi k m et, Mürşid-i Kâmil meclisinde olursanız (yuh yi kalb) kalbiniz
d i r i l i r . " 1 8 4 bu yuru yor. Yani bir vaiz vaazda söyler söyler ve millete öğretir. Ama
bunu yapan yoktur. Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın der fakat millete yaptıramaz.
Çünkü kalbleri ölüdür, insanın kalbi bir tarlaya benzer. Tarlanın içini çalı, diken, ot
bürümüş, tarla sürülmemiş. Oraya ne kadar tohum eksen hepsi boşa gider. Kalb tarlası da
böyledir. İçini günah kaplamış, o tarla güzelce bir kötenle sürülecek, onun üstünden
ikinci bir sefer tekrar sürülecek, tekrar sürülecek tarla toprak köpürecek ve ekin zamanı
gelince o tarlaya ne ekersen o yetişir. Sen onun kalbine bak. Seher vaktinde kalkıp
Estağfirullah el azim, Estağfirullah el azim diye beş yüz ders ver. Her gün beş yüz sefer
95
Estağfirullah el azim çekerse onun kalbi kötenle sürülmüş ve temizlenmiş gibi olur. Ondan
sonra günde beş yüz sefer seher vaktinde kalkıp salâvat-ı şerîfe çektirme ile onun kalbini
ikinci bir sefer sür. "Lâ ilâhe illallah" zikri ile bir daha sür. Lafz-i Celâl "Allah, Allah"
ismi ile de sür. Onun kalbi tam imar olsun. O artık ne dersen onu kabul eder, yapar. İşte
âlim meclisinde bilginiz artar. Hükema, İlm-i hikmet meclisinde olursanız ölmüş kalbiniz
dirilir ve yaptığın vaazı harfi harfiyen yerine getirir, yapar. Çünkü kalp diridir.
Sakal bırakmak sünnet mi? Sünnet, Sevap mı? Sevap. Zahir âlimlerinden yetmiş-
seksen yaşını geçtikleri halde sakal bırakmayanlar var. İşte bunlar biliyor ama yapmı-
yorlar.
Misvak kullanmak sünnet mi? Sünnet. Bunu zahir âlimlerden bir çokları yapmıyor,
neden? Biliyor yapmıyor.
Tarak sünnet mi? Sünnet.
Saç bırakmak sünnet mi? Sünnet.
Kuşak sarmakta sünnettir. Bu sünnetler niye yapılmıyor. Söyleme var, bilgi var, yapma
ve uygulama yok.
Şalvar giyme hakkında hadîs-i şerîf var. 185 Buna göre sünnettir, niye yapılmıyor? Bilgi
var ama yapma (amel) yok. Dervişte bilgi yok, duyar duymaz yapıyor. Bunun kalbi,ölü,
onun kalbi sağlam ve diridir.
Gece kalkıp ibadet yapmayı, Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de buyurduğu için bizim
de yapmamız lazım. En azından sünnettir. Bunu niçin yapmıyorlar? İşte bilgi var, uygu
lama yok. Çünkü kalbi dirilmemiştir.
Kur'ân-ı Kerim'de gece kalk ibadet et, tesbih çek, istiğfar yap. Gecenin tümünü
ibadetle sabahla; gece yarısından sonra sabaha kadar ibadet ile sabahla; gecenin üçte biri
kalınca ibadetle sabahla diye âyeti kerimeler gayet çoktur. 186 Bunlar niye yapılmıyor,
okuyor bi!iyor,yapmıyor. Ama bunu bir derviş duyunca yapıyor. Çünkü kalbi sağlam ve
diri, öbürünün kalbi ölüdür. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ves e l l e m ) :
"Siz çarşıda gezerken bazı adamlar görürsünüz, onları diri zanneder
s i n i z o n larda kalp yok ölüdür." 187 buyuruyor. Siz diri adam ile konuşmuyor, ölü ile
konuşuyorsunuz. Kalbi ölü. (Allah muhafaza etsin Amîn).
8. vasıf: Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e kâfirler gençliğinde
"Muhammed'ül-Emin en güvenilecek, en doğru, en emniyet edilecek adam dediler.188
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in "Muhammed'ül-Emin" olduğu gibi
Mürşid-i Kamilde emniyet edilecek adam olur.Yani herkes malını, canını, namusunu kendi
sine emniyet edebilir.
Allahu Teâlâ için seven hakiki dostun alâmeti üçtür;
Dostunun malını kendinin malından ziyade kayırır;
Dostunun canını kendi canından ziyade kayırır;
Dostunun namusunu kendi namusundan ziyade kayırır, İşte hakiki dostun, mü'mi-
nin alâmetidir.
Hz. Ebû Bekir (Radiyallahu anhu), Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), Hz. Osman
(Radiyallahu anhu), Hz. Ali (Radiyallahu anhu) Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'e neleri varsa hepsini verdiler, İşte malını malından fazla kayırıyor. Hz. Ebû
Bekir (Radiyallahu anhu) Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’e seksen bin altın
verdi. Hz. Osman (Radiyallahu anhu) bütün servetini sarfedip, Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'in dediği yolda malının hepsini harcadı. Bir seferinde Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'e bin akçe vermiştir. Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)'de öyledir.
Hz. Ali (Radiyallahu anhu) gider, kâfirleri vurur, kırar kaleleri alır, ganimet malını getirir
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e verir. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) dağıtır, içinden birşey almazdı. İşte Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
'e vermeyi malını malından, canını canından fazla kayırıyor.

96
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Uhud Cenginde yaralanıp yere düştüğünde
ashâb geldi. Zübeyr (Radiyallahu anhu) ve Talha (Radiyallahu anhu), Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'e kılıç havadan gelirken, O'na kılıç değmesin, bana değsin diye
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in üzerine atıldı. Kılıç birisinin kolunu, diğeri
nin ayağını kesti. Ebû Deccane de Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’in düştüğü
kuyuya bütün kâfirlerin mızrak attıklarını görünce, kendi gövdesini köprü olarak kuyunun
üzerine attı. 189 Kuyunun boş kalan yerinden kâfirler mızraklarını atıyorlardı. Esma bint-i
Zem'a ismindeki kadın da kuyunun açık kalan yerine, kendi vücudunu köprü olarak a t t ı .
İşte Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in canını kendi canından fazla kayırı-
yor.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) Mekke-i Mükerreme'de çok sıkıştırıldı,
Ashâbdan bir kısmını öldürmeye başladıklarında ashâb:
- Yâ Rasulullah! Sen de gel, kaçalım, buradan gidelim deyince. Peygamberimiz (Sal-
lallahu aleyhi vesellem) onların hepsini kaçırdı, kendi kaçmadı. İşte onların canını kendi
canından fazla kayırıyor. Taifte çocuklar Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i taşladık-
larında Hz. Ebû Bekir Sıddık (Radiyallahu anhu)'a çok taş değdi. Peygamberimiz (Sallal-
lahu aleyhi vesellem)'e de çok 190 taş değdi. Hz. Ebû Bekir (Radiyallahu anhu) koma haline
düştü. Üç gün gözünü açamadı.
Cebrail (Aleyhis-selâm):
- Allahu Teâlâ beni sana gönderdi, senin emrine verdi. İstiyorsan şimdi Taif'i batı-
rayım, diyor. Peygamberimiz. (Sallallahu aleyhi vesellem), hem kendine taş değiyor hem
de "Onları batırma ilerde müslüman olurlar" diye yalvarıyordu. İşte müslümanın değil
de ilerde müslüman olacağın canını kendi canından ziyade kayırıyor. İşte Mürşid-i Kâmil'de
mü'minlere karşı bu vasfın olması lazımdır.
Namusunu namusundan fazla kayırma şöyledir:
Cebrâil (Aleyhis-selâm), İsrafil (Aleyhis-selâm), Mikâil (Aleyhis-selâm), Lut (Aleyhis
selâm)'un kavminin yanına genç erkek şeklinde geldiler. Lut (Aleyhis-selâm)'un kavmi bu
gelen gençlere tecavüz etmek için geldiklerinde, bunların namuslarına bir şey olmasın
diye Lut (Aleyhis-selâm) kapıyı açmadı. Azgın kavim duvarı delmeye başladı. Misafirlere
kötülük yapıp tecavüz edeceklerdi. Lut (Aleyhis-selâm) o zaman; "Onların yerine benim
kızlarımı götürün." diyor. 191 İşte onların namusunu kendi namusundan fazla kayırıyor. İşte
hakiki mü'minde de bunları olması lazım.
9. vasıf: Başına sık sık ibtilalar gelir. Her ibtilanın gelip geçişinde şanı, şerefi artar, mil
let tarafından daha fazla tutulur ve sevgisi daha çok artar.
Hapislik olur, sürgüne gider, çekişme, dargınlık olur. İllet (hastalık), gıllet (kıtlık),
zillet (halk arasında hor olmak, kötü gözle görülmek). Bunun üçünden birisi kendinin
başından eksik olmaz. Sık sık biri gider, biri gelir. Bütün Peygamberler ve Evliyaullahlar-
da bu olmuştur. Mürşid-i Kâmil'de de bunun olması lazımdır.
10.vasıf: Allahu Teâlâ kendine bir nusret. bir heybet verir. Herkes sevse de sevmese
de kendisine saygı göstermeye ve hürmet etmeye mecbur kalır. Allahu Teâlâ buyuruyor ki:
(Sûre-i Ahzab, Ayet 26)
"Kâfirlerin kalblerine korku koyarım."
Ebû Cehil, bir adamı çalıştırmış, parasını vermiyordu. Adam, Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'in yanına şikayete geldi. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem):
- Yanına gidelim" dedi. Beraberce evine geldiler. O anda Ebû Cehil evinde:
- Muhammed'i görsem, yalnız rastlasam şöyle döverim, böyle hakaret ederim."
97
diyordu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) kapıya vurdu. Ebû Cehil dışarı çıktı.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) seri bir şekilde:
- Bu adamın parasını niçin vermiyorsun? Şimdi bu parayı buradan almadan
gitmeyeceğim. dedi. Ebû Cehil çok telaşlı olarak içeri girdi, parayı getirdi, verdi.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) geri döndükten sonra Ebû Cehil'in yanında-
kiler;
-Hani sen Muhammed’i tenhada görsem döveceğim; hakaret edeceğim diyordun. Görür görmez
parayı verdin dediler Ebû Cehil:
-"Görmediniz mi?" Onlar:
- "Neyi?" dediler. O:
- "Muhammed'in omuzunun üzerinden süngüleri uzatıp göğsüme dayadılar. Vermem desem
beni öldürecekti. Onlar;
- "Biz öyle bir şey görmedik." dediler. Ebû Cehil onlara;
- "Muhammed bana sihir yaptı, aldattı"192 dedi.
Musa (Aleyhis-selâm), Firavun'un yanına gelince değneği yere a t t ı , değnek bir mil
(1800 metre) uzunluğunda bir yılan oldu. Firavun'un sarayının etrafını bedeni i l e dolandı,
Firavun'un sarayının kubbesini iki dişinin arasına aldı, çekti kopardı.193Kafasını, boynunu
da oradan aşağıya uzattı. Firavun korkusundan karın ağrısına tutuldu. Yirmi dört saatte
kırk sefer tuvalete g i t t i . Herkesle "Firavun Allah'tır, Allah tuvalete gitmez" görüşü vardı.
Firavun da tuvalete ulaştıramayıp bütün her tarafı kirletti. O zamana kadar tuvalete
gittiğini saklıyordu, İşte hakiki bir Mürşid-i Kâmil'de de bu Musa (Aleyhis selâm)'ın
heybeti olacak.
11. vasıf: Allah için sever, Allah için buğz eder. Kureyşliler; Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'e geldiler:
-Sana istediğin kızı alalım, istediğin kadar para verelim, istediğin her ne ise
yapalım. Bizim putlarımızı inkâr etme dediler. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem);
-Güneşi sağ elime, Ay'ı da sol elime koysanız yine beni Allahu Teâlâ'nın yolundan
çeviremezsiniz" buyurdu.
Şimdi peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
"En hayırsız âlim: zengini Allah için değil, malı i ç i n ziyaret
e d e n d i r . A l l a h y a n ı n d a en kötü âlim o kimsedir. En hayırlı zenginde âlimi ilmi
i ç i n ziyaret edendir." 194
En hayırsız âlim; Allahu Teâlâ'nın kendisine vermiş olduğu en kıymetli ilmi, en kıymetsiz olan
dünya malına değişir. Ayet-i kerimede:
"Ayetlerimi az bir karşılık i l e satmayın." 1 9 5 ve
"İlmiyle amel etmeyen âli m, kitap yüklü, (Tevrat 'ı yüklenmiş) merkebin
mi sali gibidir. Merkebe kita b ı n a ğ ı rl ığ ı n d a n b a şk a bi rş ey k a l ma196 z, İ l mi i l e
a mel et mey en â l i me d e i l mi n mes ' u l i y eti n d en başka bir şey kalmaz" demektir.
Bi z e "H er ras t g elen e n a sıl d ers v eriy o rsunu z? Ni çi n s eçmi y o rsunu z?"
d i ye s o ru yo rl ar. Buna karşı deriz ki:
"Muhakkak ki, sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedir... (ilâ âhir)"197
" S a n a b i a t etmey e g el d i k l eri za ma n b i a tl a rı n ı k a bu l et v e. o n l a r i çi n
Al l a h ' ta n ma ğ f i ret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." 1 9 8
Her adamın tevbe edip tarikata girebileceğini, bunda da tereddüt edilmeyeceğini
Allahu Teâlâ bu âyetle bildiriyor. Bu âyete göre, biz tarikata girmek isteyenlerin hepsini
kabul edip hepsine ders veririz.
Ders vermek için imtihana tâbi tutulacağına, tehirleneceğine, çalışma durumu hoşuna

98
giderse ders verebileceğine, hoşuna gitmezse ders vermeyeceğine en ufak bir delil yoktur.
"Siz ihvanı çoğaltınız"199
"Rabbiniz utangaçtır, iyilerin içinden kötüleri seçip azab etmeye utanır."200 Bu ve bu
gibi Ayet ve hadîslere göre bizim ihvanı çoğaltmamız, her geleni kabul etmemiz lazım.
Biz kâr edersek şeytan zarar eder. Biz zarar edersek şeytan kâr eder. Aradaki adam ya
şeytana tâbi olacak veya bize tâbi olacak. Bize tâbi olsun, şeytana tâbi olmasın. Onun için
kabul ederiz. Kabul etmezsen düşmana (şeytana) esir veriyorsun. Biz ona ders verelim
yapmamışsa yarın mahşerde:
"Yâ Rabbi! Biz ders verdik kendisi yapmadı," deriz. Bizden mes'uliyet gider. Bu
insanların, hepsi hem Allahu Teâlâ'nın kulu hem de Muhammed (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in ümmetidir. Kulluk yapmayıp asi gelenlerden haşa 201sümme haşa ne Allahu Teâlâ
ne de Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) mes'uldür. Onların emirlerinin aksini
yaptıklarından dolayı kendileri mes'uldür. Evvelce Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)'in elinden tutup biat edip ümmet olduktan sonra azdırdıklarından murtâd
olarak dinden çıkanlar oldu. Bunlardan haşa Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
mes'ul müdür? Hayır.
Hz. Ali (Radiyallahu anhu)'ye Nehrevan Cenginde kendi askeri dinden dönüp, isyan
etti. Hz. Ali (Radiyallahu anhu) onlardan Onyedi bin kişiyi kılıçtan geçirdi. Kendi
askerinin dinden çıkmalarından ve kendine karşı gelenlerden Hz. Ali (Radiyallahu anhu)
mes'ul müdür? Hayır. Öyle ise bizim yanımıza gelip ders alıp, tarikata girip sonunda
azdıranlardan niçin biz mes'ul olalım! Bizden büyük Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem), O'ndan da büyük Allahu Teâlâ'dır. O'nun kulu, Peygamberimiz (Sallallahu a-
leyhi vesellem)'in ümmeti ve daha sonra bizim tarikatımızdaki olan bir kişi azdırırsa,
azdırtmamak gerekiyorsa, Allahu Teâlâ hepsinden daha büyük, O'nun azdırtmaması
gerekir. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) bizden çok büyük, O'nun
azdırtmaması lazım. Biz bildiğimiz kadar doğru ve haklı yolu Allahu Teâlâ'nın emrettiği
şekilde emredip, yasakladığı şekilde söylersek bizden vebal gider ve bütün mes'uliyet
kendinde olur. O derse ki:
- Yâ Rabbi! Ben yanlarına kadar gittim, ders vermediler, yanlarına koymadılar, diye
bizden davacı olmasın da yapmadığından dolayı kendisi mes'ul olsun. Yaparsa hem biz hem
de kendi kazanır. Biz tarikata girdirelim, ders tarif edelim, yapmazsa kendi zarar eder,
biz mes'uliyetten kurtuluruz.
Tarikata girip çalışanlardan ileride kimin düzelip, düzgün çalışacağı; kimin düzgün
iken ileride sapıtacağı belli olmaz. En usta şoförün bir tarafı uçurum olan bir yolda ufak
bir hatası sonucunda arabanın içindekilerinin ölümüne ve arabanın parçalanmasına sebep
olacağının bilinmediği gibi bu da bilinmez. Yalnız Şeyh kendisine tehlike gelmezden
evvel tehlikeyi, tehlikeye karşı alacağı önlemleri haber verir. Doktor hastaya tam teşhis
koyup, ilacını yazıp, tedavisini tarif eder. Hasta ilacını tam alıp, tedaviyi uygulaması
lazımdır, İlacı başka alır, uygulamayı değiştirirse, doktorda kabahat kalmaz. Şeyhin
yapacağı, müridin yapacağı da aynı bunun gibidir.
Tarikatta binlerce, onbinlerce kişinin içinden bir kaç kişi sapıtmışsa, azdırmışsa,
tarikata leke getirmez. Onun karşılığı yüzlerce binlerce kişi hiç ibadet yapmazken ibadet
yapmış; çok sapkın yolda iken düzelmiştir. Evvelce ibadeti tam yapamazken, gece kalkıp
teheccüd kılıp, istiğfarla, namazla, ibadetle sabahlamaya başlamıştır. Bu göz önüne alınır.
Tarikattan azanlara "tarikat sebep oluyor" diyorlar. Şeriattan azanlara kim sebep oluyor?
Tüccarlar ticaretle uğraşırken binlercesi zengin olmuş, içinden bir kaç kişi malını içki,
kumar gibi şeylerde batırmışsa işte tüccarların sonu budur. Tüccarlık yapmayın, demek ne
kadar yanlışsa tarikata leke sürmek, kötülemek isteyenlerin ki de o kadar yanlıştır.
Yalnız Şeyh hakiki Şeyh değilse veya müridte verilen dersi değil, izinsiz Esma çekmek
veya dersinden çok fazla ders çekmek gibi şeyler olursa o mürid meczup olur. Onun
yüreğine sıkıntı gelir. Hatta böyle devam ederse sonunda deli olur. Şeyh hakiki Şeyh ise,
mürid verilen derslerin dışına çıkmıyorsa ona bir şey olmaz.
"Günah-i kebair işlediği için ameli kabul olmaz. Hele tarikata hiç giremez," sözleri
99
yukarıdaki âyetlere göre ne kadar yanlıştır. Allahu Teâlâ 202affedeceğini kimseye sormadan
affeder.. Affetmeyeceğini de kimseye sormadan affetmez. Allahu Teâlâ senin kalbinin
içini bilir, buna not verir. İnsanlar, insanların dış görünüşüne bakar, ona not verir. Allahu
Teâlâ, çok günah işlemiş fakat sıdk ile tevbekâr olmuş, kalbini düzeltmiş, seher vakti çok
ağlamış, istiğfar etmiş kulunu affeder. Birisinin de dışı i y i . görünüşü çok âlim ama
kalbinin içi kibir, uçup, riya, ahlâk-ı zemime ile dolu yahudi mahallesi gibidir. Bunun
ikisini de Allahu Teâlâ bilir. Niyetine ve kalbinin içindekine göre muamele eder.203
Hakiki Şeyh öyle olmalıdır ki; Avcı var tek tüfekle kapısının önündeki dut ağacının
başındaki serçeyi avlar, başka bir yere gitmez. Avcı var ki, hızlı koşan yavuz ata biner,
eline kement alır, atla vahşi bir geyiği kovalaya kovalaya arkasından yetişir, boynuna
kement atar, tutar ve eve getirir. Evde yemler ve ehlileştirir. Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) de dünyaya bir tek geldi. Ashâbın hepsi kâfirdi. Peygamberimiz Salallâlu
aleyhi vesellem) mucize atına bindi, İlm-i Hikmet kemendini eline aldı, vahşi olan
putperestlere ve bütün gayri müslimlere yetişip kementle yakaladı, ehlileştirdi ve
müslüman etti. Ashâbın hepsi böyle idi.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in Bedir Cenginde harb eden askeri üç
yüz on üç kişi idi. Bir onun kadar veya biraz fazla, harbe katılmayanlar olmuştu. Harbe
katılabilecek ümmetinin hepsi o zamanda tahminen bin kişi idi. Uhud Cenginde onun iki
katı, Mekke'nin fethinde ise Uç bin kişi olup, on senenin içinde kendisi ile birlikte harb
eden üç bin ashâbı oldu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) bu harblerde
savunmada idi. Ancak kendi kendilerini koruyabiliyorlardı. Çünkü fütuhat yoktu. Allahu
Teâlâ harbin sonunda sadece harbi kazanacak kadar fütuhat veriyordu. Artışta çok azdı.
On sene içinde üç bin kişi...Kalan on üç senelik ömründe fütuhat açıldı, zaferler sıklaştı, her
üç ayda yeni bir yer fethedilirdi. Kendiliğinden müslüman olan (İslamiyeti kabul eden)
yerler de çoğaldı. Allahu Teâlâ fütuhat vermezse ilerleme çok ağır, çok zor olurdu.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'e önce fütuhat açılmamıştı. Mekke'nin
fethinden sonra fütuhat açıldı. Veda haccında kendi ile beraber Kabe'yi tavaf eden
ümmetinin sayısı yüz yirmi bin olmuştu. En az onun beş katı kadar da hacca gelmeyen
vardı. Bu ümmetin bir milyonunun hepsi kâfirken, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) atla kovalaya kovalaya yetişip, kementle tutup ehlileştirmiş, İslâm dinine
çevirmiş oldu.
Yine bir müridin, bir tarikatın ilerlemesi ve zahiren harbi kazanmak için fütuhat
lazımdır. Batınan nefsine ve şeytanına galip gelmek için i l k defa fütuhat olması lazım.
Allahu Teâlâ bütün zorlukların hepsini kolaylığa çevirir. Her yönüyle yardım eder. Bunun
için fütuhat şart. İbadetlerin sonunda da fütuhat lazım. Allahu Teâlâ bazen fütuhatı keser,
insan o zaman aczini iyi bilir. Bir şey yapamaz sıkılır, Allahu Teâlâ'ya yalvarır. Allahu
Teâlâ müşküllerini düzeltir. İbadetin sonunda fütuhat açılınca o fütuhat kesilmez,
dünyaca, âhiretçe ilerlemesi, ibadeti, her şeyi düzelir, devam eder. Ondan evvel mürid
bazan terakkide olup her şeyi kolay olur. Bazen tenezzül de olup kalbinde, yüreğinde bir sıkıntı,
işindebirdolaşıkolur.

Allahu Teâlâ savaşta fütuhat verirse, zafer çabuk kazanılır. Uhud Cenginde, Allahu
Teâlâ fütuhat vermedi, bozuldular. En sonunda harbi tam kaybetmeyecek kadar fütuhatı
verdi. Huneyn ve benzeri harblerde onlardan çok zor, çok ağır şartlar altında harb ettiler.
Fütuhat kendiliğinden gerçekleşti, savaşı kazandılar. Bir harbte Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'in ashâbı bozulmuşlardı. Kâfirler galipti. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) bir avuç toprağı okudu, üfürdü ve kâfirlerin üzerine saçtı. O toprak her kâfirin
gözüne gitti ve kör oldular, kör olunca da onları öldürmesi kolay oldu ve zafer kazanıldı.
Allahu Teâlâ fütuhat vermeyince Uhud cenginde müslümanlar zaferi kazanmışken, kâfirler
geri dönüp müslümanları bozdular.
Biz âlimler ve tarikatçılar şöyle olmamız lazım:
Anası, babası kendisi müslüman ama islâmiyetten uzak, hem onları hem de
İslâmiyetten azmış sapmışları hatta büsbütün uzaklaşmış, İslamiyeti kabul etmeyenleri
100
yola getirmemiz lâzım. Bu Allahu Teâlâ'nın emri, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesel
lem)"den kalan büyük b i r sünnettir.
Hz. Pir gayri müslim, mecusi, putperest gibilerden on bin kişiden fazlasını hem
Müslüman, hem mürid edindi. Diğer tarikat pirleri de bir çok kâfirleri hem müslüman
hem mürid edinmişlerdir. Kişi evinden ders almak için çıkmış, buna ders tarifini bir
çocukta yapar. Bizim, azgın ve sapkınları yola getirmemiz lazımken onlardan kaçmak
olmaz. Kendisi müslüman, dersli onun tarikatından benim tarikatıma geç, onun şöyle
yanlışı var, biz şöyle doğruyuz gibi bunları bölüşemiyoruz. Bizim Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem) milyondan fazla kişiyi hepsi kâfirken kendi sağlığında müslüman edip,
ümmet edindi. Pirlerimiz, büyük Mürşid-i Kâmiller milyonlarca kâfiri müslüman edip
sonra mürid edindiler. Biz ise müslümanları birbirimizden ayırmak kendi safımıza çekmek,
taraf tutmak gibi şeyler yapıyoruz. Yahut safımıza geleceklere çok zorluk gösterip "şu
dersi çek, bu dersi çek. İstihare et, seni beğenirsem sana ders veririm" deniliyor.
Beğenmezse hiç ders vermiyor. Birisi vahşiyi yakalayıp ehlileştiriyor, birisi ehlileşmiş
olana bakmıyor. Yanına gelip tarikata gireceğim diye yalvarana zorluk gösteriyor. Allahu
Teâlâ müslüman olacağa zorluk göstermiyor, biz mürid olacağa niçin zorluk gösterelim?
Hakiki Şeyh bütün insanlara hem bu dünyada hidayet yolunu göstermeli hem de ahirette
rehber olmalıdır.
Bilâl Babama; Giresun'da iken bir adam "Sizin dersiniz (tesbihiniz) ne kadar?" diye
sorar. Babam: "Her namaz sonunda otuz üç Subhanallah, otuz üç Elhamdülillah, otuz üç
Allahu ekber" der. Adam; "kolaymış" diyor. Bilâl Babam huzur, rabıta, çok basit şeyler
tarif ediyor. Çünkü fazla ders verse, ders çekemeyecek ve tarikatada girmeyecek! Adam bir
müddet sonra "daha fazla çekebilir miyim?" diyor. Babam beş yüz dersi tarif ediyor. Bir
müddet sonra tekrar daha çekilecek ders var mı? Babam; iki bin beş yüz dersi tarif ediyor.
Adam yine bir müddet sonra "daha çekilecek ders var mı?" Babam: "Gece kalkarsın, oniki
rek'ât teheccüd, sekiz yüz Bismillahirrahmanirrahiym, iki yüz esselâtü vesselamü aleyke
ya Rasulullah," ve huzur, rabıta vs. hepsini tarif ediyor. Yine o adam babamın yanında
iken bir başka adam daha gelmiş o da; "Sizin dersiniz ne kadar acaba ben çekebilir miyim?"
diye sorar. Bilâl Babam: "Bizim dersimiz; otuz üç Subhanallah, otuz üç elhamdülillah, otuz
üç Allahu ekber. Bunları her namaz sonunda çektiğimiz için bunlarda ders sayılıyor." der.
O adam gittikten sonra ilk ders alan adam; "Baba! Sen beni de i lk defa bu otuz üç ile
kandırdın. Bende otuz üç ile başladım. Bu otuz üçün arkası hiç bitmiyor. Gece kalkıp
sabahlara kadar ibadet ediyorum." diyor. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
Hadîs-i şerifinde;
"Kolaylık gösterin zor g ö s t e r e n d e n o l ma y ı n , h e v e s l e n d i ri c i o l u n , n e f r e t
e t t i r i c i o l ma y ı n , mü j d e c i o l u n , k o r k u tucu olmayın" 2 0 4 bu yuru yor.
Yine Hadîs-i şerifte;
'205
"Siz herkesin ak l ı n ı n kavrayabileceği, kabul edebileceği kadar konuşun.
buyuru yor. Bunun için, bizim hepsini kabul edip, herkese kolaylık göstermemiz
lazımdır.
Giresun'da bir kadın öğretmen Allah yok diye iddia ediyor. Kendi bilgisine de çok
güveniyor. Bu kadın öğretmene diyorlar ki: "Bir Bilâl Hoca var. Karşısında kimse
konuşamıyor. Eğer onu da susturursan senin tahsilli olduğunu biliriz," diyorlar. Öğretmen
Bilâl Babamın yanına kadar geliyor:
- Ben seninle imtihan olmaya geldim. Ben Allah yok diyorum, sen var diyorsun. Ben
sana Allah'ın yokluğunu isbata çalışacağım. Sen bana Allah'ın varlığını isbata çalışacaksın.
Yalnız âyet, hadîs, kitap okumayacaksın. Gözle görülen elle tutulan şeylerle birbirimizi
iknaya çalışacağız. Sen kazanırsan ben söz veriyorum, senin tarikatına girip namaza
başlayacağım. Ben kazanırsam, sen tarikatı terk edip sakalını kestireceksin. Ben Allah'ın
yokluğunu ispat edeceğim. Sen ise bana Allah'ın varlığını isbat edeceksin. Hangimiz
kazanırsak diğeri ona tabii olacak.
Bilâl Babam:
- Olur, diyor. Öğretmen soruyor:
- Gözle görmediğin, el ile tutmadığın,101 kokusunu almadığın bir şeyin
varlığını ne ile tasdik edersin? Allah'ı gözü ile gören var mı? Yok. Eli ile tutan
var mı? Yok. Kokusunu alan var mı? Yok. Kendisine dokunan (değen) var mı? Yok.
Sen diyorsun ki, şu odanın içinde bir şey var. Ben diyorum ki, yok. Sen var diyorsun.
Ben sana diyorum ki, gözünle gördün mü? Elinle tuttun mu? Kokusunu aldın mı?
Dokundun mu? Hiç birisi yok. Öyleyse bu odanın içerisinde hiç bir şey yok. Aynı
onun gibi,
Allah'ı gören, konuşan, kokusunu olan, dokunan yok. Demek ki, odanın içinde bir
şeyler olmadığı gibi Allah var dediğinizde yine aynıdır, diyor. Bilâl Babam cevap
veriyor:
- Seninle ikimiz düz bir ovada gittiğimizi farzedelim. Yolumuzun üzerinde bu ev
büyüklüğünde bir taş dört ile beş metre kadar yerden yüksekte (havada) dönüyor. Ne
yaparsın? Öğretmen:
- Araştırırım! Nasıl, ne şekil döndüğünü, kim tarafından, hangi kuvvetle dönde
rildiğini araştırırım, diyor. Babam diyor ki:
- Ay, güneş, yıldızlar ve bu dünya da dönüyor. Bunların her birisini bir taş
kabul edelim. Allahu Teâlâ yoksa, bunlar kim tarafından nasıl döndürülüyor. Araştır
bana haber ver. Öğretmen sükût ediyor. Babam da bir âdet vardı ki, itiraz edecek
adamın yapacağı itiraz aklına gelmezse ona hatırlatırdı. Babam cebinden cep saatini
çıkartıyor, orta yere koyuyor:
-Senin için bir çıkar yol var. Sen diyeceksin ki, şu saat nasıl kendi kendine dönü-
yorsa, ay, güneş, yıldızlar ve dünya da bu saatin her bir parçası gibi kendi kendine
kurulmuş, dönüyor. Saatin döndüğü gibi dönüyor diyeceksin. Başka çıkar yol yok.
Öğretmen:
- Tamam öyle, bu saat gibi kurulmuş, kendi kendine dönüyor. Babam diyor ki:
- Bu saatin zembeleği, yelkovanı, saat, dakika, saniye sayan ibreleri, içinin
dişlileri bir fabrikadan, bir usta elinden geçmezse, bu saati yerli yerince takan bir
insan ustası olmazsa, bu saat kendi kendine yapılır, kendi kendine takılır, kendi ken
dine çalışır mı? deyince, öğretmen yine sükût ediyor. Babam:
- Saat kendi kendine yapılmaz. Kendi kendine takılmaz, çalışmaz. Dünya, ay,
güneş ve yıldızlar da nasıl kendi kendine döner? Babam üçüncü soruyu soruyor:
- Her şeyin bir istinatgahı var mı? Dayandığı bir yer var mı? Kuvvet aldığı bir yer
var mı? Öğretmen:
- Evet, diyor. Bilâl Babam:
- Meselâ bir ağaç kökünden kuvvet alıyor. Ağaç kökünden kuvvet almazsa, ağaç
çürür ve yıkılır. Bir evin temeli, onun istinatgahıdır. Temel çürükse ev yıkılır. Evi tutan
durduran temeldir. Bunun gibi her şeyin bir kuvvet aldığı yer vardır, İnsana yaşama
gücü veren zahirde, görünürde yemek yemek, hava almak, su içmek, bunlar azalırsa
hasta olur. Kesilirse ölür. İnsanın zahirde istinatgahı da budur. Şimdi sana soruyorum.
Ay, güneş, yıldızlar ve bu dünyanın istinatgahı dayandığı kuvvet aldığı yer nedir,
neresidir, kimdir? Öğretmen yine sükût ediyor. Bilâl Babam:
- Allah'tır de, Allah'tır de korkma, Allah'tır de! Öğretmen:
- Evet haklısın, diyor, Babam diyor ki:
- Bir saat evvelki verdiğin sözü yerine getirmen lazım. Sen hem tarikata gireceksin,
hem namazını kılacaksın. Öğretmen:
- Ben ancak sana verdiğim söz kadar yerine getiririm. Ben sana namaz kılarım,
dedim. Ama saçımı örterim, uzun kollu giyerim, dudağımı boyamam demedim, diyor.
Çünkü o zaman kendisi öğretmen mevsimlik şapka giyiyordu. Kumarhanede kumar
oynuyordu. Maksadı beni bu vaziyette kabul et, diyecek. Babam bu vaziyette olmaz
diyecek. O da ben sana sadece verdiğim söz kadar yerine getiririm. Bir de namazımı
kılarım, başkasını yapamam diyecek. Babam diyor ki:
- Sen namazını evinde kıl, başına döşek (yatak) çarşafı gibi bir şey ört, üzerine
uzun sabahlık gibi bir şey giy. Kadınların cuma günü yaptıkları toplantılarına (mevlid
ve cuma hatimlerine) devam et. Çarşıya nasıl çıkarsan çık, diyor. Aynı öğretmen bir
ay kadar sonra Babamın yanına geldi. Başı örtülü idi. Babam:

- Sen başını örtmeyecektin, neden örttün, deyince öğretmen:


- Ben başımı örtmeyince utanıyorum.

102
(Sûre-i Hud, Ayet 114) .
" Gündü zü n ik i ta raf ınd a (s ab ah, ö ğl e v e i ki nd i ) g ecenin d e gü ndü ze
y ak ın sa a tl eri nd e(a k ş am v e yat s ı ) n a ma z k ı l , çü n kü i yi l i k l er k ö tü lü k l eri
(gü n ah l arı ) g i d eri r. B u ö ğ ü t a l ma k i s teyenlere (güzel bir) hatırlatmadır."
(Sûre-i Nahl, Ayet 97)
"Her kim amel-i salih işlerse, ister erkek, ister kadın olsun hakkı
i l e d e m ü ' m i n o l u r s a o na yeniden hayat-ı tayyibe {temiz hayat) veririm.
(Evvelki hayatı ölür. Yeni bir hayat veririm, demektir.)
Öğretmende aynı oldu. Evvelki hayatı öldü, yeni hayat buldu.
(Sûre-i Ankebut, Ayet 45)
"(R es ûl' üm) Sana vahyedilen kitab'ı oku ve namazı kıl.
Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan v e kötülükten alı koyar. Allah'ı
zikretmek el bette en büy ük i ba dettir. Alla h yaptı kları nızı bilir."
İşte aynısı oldu. Evde namaz kıldı. Cuma hatiminde ise hem hatim, hem de
zikrullah edince bütün kötülüklerden alıkoydu. Bir ay sonra Babamın yanına
gelişinde uzun, kalın elbise ve siyah çorap giymişti. Babam sordu:
- Hani k ı y afetini değiştirmeyecektin? Öğretmen:
- Utanıyorum onun için giyiyorum, diyor.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) buyuruyor:

(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 2429)


"Hayası olmayanın imanı olmaz."
İmanın gelebilmesi için haya, utanmanın önce gelmesi lazım. İşte buna da
kamil imandan evvel haya ve utanma geliyor. Biz, Giresun'dan geldikten sonra
öğretmenin bir kaç sene sonra hacca gittiğini duyduk. Dönüşünde bizim köydeki
evimize geldi. Babamla aile fertleri ile o öğretmen yanımızda köy hududundu
medfun bulunan Hz. Ökkaşe (Radiyallâhu anhu)'nin ziyaretine gittik. Öğretmen
tam tesettürlü, İslâma uygun giyimli, tam bir İslâm kadını olmuş öyle gördük.
Bir insan karşıyı ne kadar över, kendi nefsini günahkâr, kötü görürse, Allahu
Teâlâ onu o derece yükseltir. Kendini iyi, karşıyı ne kadar kötü görürse Allahu
Teâlâ onu o kadar düşürür. İlerleyen düşüyorum, düşende ilerliyorum zanneder.
Kibir, uçup, riya gibi ahlâk-ı zemime kendini büyük, başkalarını küçük
görmeden ileri gelir.
Peyga mberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem), kendisini en fazla sevmeye n
karışık, dolaşık, ters sorular ha zı rl a ya n Ebû C e hi l'i bir def a huz ur unda n kovm uş
ve ya s or a c a ğı s or uyu c e va psı z bı r a kmı ş , ke ndi si yle il gile nme miş de ğildir. Ebû
Ce hil, Peygam berimi z (Sallalla hu ale yhi ve selle m)'i evi ne da vet e t t i . Peyga m beri miz
(Sall allahu ale yhi ve s ellem) e vine gitti. Ebû C ehil, Pe yga mberim iz (Sallalla hu ale yhi
ves elle m)'i düşürmek için kazdığı kuyuya kendisi düştü. Her ne kadar kendir (ip)
sarkıttılarsa, kuyunun dibine yetişmedi.
Ebû Cehil;
- "Ancak beni Muhammed çıkarır, O'na söyleyin" dedi. Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem) elini uzattı kuyunun dibindeki Ebû Cehil'i tutup
dışarıya çıkarttı. Ebû Cehil;
- "Yâ Muhammed! Ne kadar büyük sihirbazsın ki, kazdığım kuyuyu bana
unutturdun, beni düşürdün. Sonra da elimden tutup beni dışarı çıkarttın." dedi.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) onun bile müslüman olabilmesi için
dua ediyor:
- "Yâ Rabbi! İki Ömer'in birinin eliyle bu din-i mubini ihya eyle!"206
Biz ise annesi-babası, kendisi müslüman; tarikata girmek, ders almak için
103
gelmiş. "Sizin zikrinizde, toplantınızda bulunayım" diyenleri niçin toplantımıza
almayalım, niçin ders vermeyelim? Ona, "sen şu dersi çek, bu dersi çek, gördü-
ğün rüyayı bana söyle. gördüğün rüyalar, durumun, vaziyetin hoşuma giderse,
sana ders veririm," demek Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in
yaptıklarına ne kadar ters geliyor. Biz ne bu dîn-i mübinin, ne tarikatın, ne de
İslâmiyetin esas sahibi değiliz. Bunun sahibi Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)'dir.
Tarikat Pirleri, Meşayıhlar, biz hepimiz kendi asrımızda birer emanetçiyiz.
Bugün varız, yarın yokuz. Bizim için, kabul edip etmemek, hoşuma giderse ders
veririm, yoksa vermem demek iyi değildir. Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem); ''Bunun esas sahibi ben idim, sen bir emanetçiydin.
Niçin bu tarikatı herkesten esirgedin?" diye hesap sorarsa ne cevap vereceğiz?
Benim yanıma konuşmak için islâmdan uzak herhangi bir toplum, hatta
kâfirde olsa ister erkek, ister kadın hepsini kabul eder, bildiğim kadarıyla ikâz
yollu konuşurum. Kabul ederse hem ben kazanırım, hem kendisi kazanır. Kabul
etmezse ben kazanırım, kendisi kaybeder.
Zamanımızda bazı kadınların: "Ben şeyhim" diyerek erkeklerin elinden tutup
biat verdiklerini söylediler. Bu yasaktır. Erkeğin kadının elinden tutup biat
vermesi ne kadar yasaksa, kadınında erkeğin elinden tutup biat vermesi o derece
yasaktır. Ayrıca kadından Şeyh olmaz. Yaratılış itibari ile devamlı namaz bile
kılamaz. Namahremlik bakımından umuma hitab edemez. Daha birçok mahzurları
vardır. Kadınlar kadınlara, erkekler erkeklere çektiği dersi tarif edip
söyleyebilirler. Bunlarda aynı dersi çeker. Bu biat verme değildir.
Birgün bîr cemaatte bana: "Senin elinde, Kâdirî Tarikatından ders vereceğine dair
elinde. yazılı bir icazetname (belge) var mı?" dediler. Ben; bu icazetname kulun yazısı
mı, yoksa Allahu Teâlâ'nın yazması mı? diye sordum. Onlar: " Kulun yazması, seni
yetiştiren âlim. şeyh her kimse; bu gittiği yerde ders verebilir, sözüne güvenilir,
kendisine itimad edilir diye yazar altını mühürler, sana verir. Sana da herkes güvenir,
senden ders alır." dediler.
Bir zaman, Bilâl Babama aynısını bir şeyh yazmış, altını mühürlemiş, vermiş. Eve
gelince, Bilâl Babam sormuş:
-Bu neye yarar?" Yanındakiler:
-Herkesin seni tanımasına, sana güvenmesine, emniyet edilmesine, tereddütsüz
senden ders alabilmesine yarar," demişler. Bilâl Babam; icazetnameyi yırtmış ve ateşe
atmış;
-Beni Allahu Teâlâ tanıtsın! Ben, beni kulun tanıtmasını istemiyorum." demiştir.
Bende o adamlara. dedim ki; Bu icazetname kul yapısı olduğuna göre kulun bastırdığı
paranın aynısı, sende var. Sen de hakikisi, kendisinde sahtesi olduğu halde sahte parayı
sana veriyor, anlayamıyorsun! Bu icazetnamenin hakikisi sende yoksa veya ben öyle bir
yazıyı uydurma (sahte) olarak yazmış, altını mühürlemiş olarak getirsem körü körüne
benim arkama mı düşeceksiniz? dedim. Onlar: "Hayır!" dediler.
Ben tekrar; Benim icazetnamemi hakiki bîr şeyhin verdiğini kabul edelim. İnsanlar
için ölünceye kadar yanılma, beşeriyet hali, şeytanın uğraşması var mı, yok mu? diye
sordum. Onlar: "Var!"'dediler. Bana icazetname verildiği zaman ben iyi idim. Sonunda da
azdırırsam, elimde hakiki icazetname vardır diye körü körüne yine arkama mı
düşeceksiniz? Onlar: "Hayır!" dediler. Üçüncü olarak da; bana icazetnameyi veren âlim,
şeyh hakiki şeyh değilse, beni tam incelememiş, bilememiş olabilir. Ayrıca ben bu
icazetnameyi Allahu Teâlâ için değil, (Allahu Teâlâ esirgesin.) kendi nefis arzum ve
dünya çıkarım için şeriatsız hâller bende görülse bende icazetnameyi gösterip, ders
versem yine körü kürüne arkama düşecekmisiniz? dedim. Onlar yine: "Hayır!" dediler. Ben;
Siz, Kur'ân Kursu hocasısınız ama Kur'ân-ı Kerim'in ne demek istediğini
anlayamıyorsunuz. Ben âlimsem, sizde âlimseniz, siz beni başka bir şeyle değil, Kur'an'la
ölçün! Kur'ân-ı Kerim'den büyük icazetname olmaz. ' Allahu Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de

104
âyetlerle sevdiği kullarını vasıfları ile methedip söylüyor. Beni O'nunla ölçmüyorsunuz da
kulun yazıp bana vereceği bir icazetname ile mi ölçeceksiniz! dedim,
Kur'ân-ı Kerim'de:
' M u h b i t i yn k u l l a r ı m a m ü j d e e t :
1 - ) O n l a r , A l l a h yo l u n d a ü z e r l e r i n e g e l e n k a z a y a , b e l â y a s a b r e d e r l e r .
2 - ) A l l a h u T e â l â ' y ı z i k r e t t i k l e r i z a m a n k a l p l e r i c i l a b u l u r.
3 - ) N am az l arı ü z e ri n e m u k i m o l u rl a r.
4 - ) R ı z k l a rı n d a n f ak i r -f u k a r a ya ye d i ri r, i ç i r i r l e r . " 2 0 7
Böylesi bir kişinin; Allahu Teâlâ yolunda üzerine hastalık, belâ vs. gelmesi ona da
sabretmesi: zikrullah etmesi; kalbinin cilâ bulması; farz, kaza ve nafile namazlarını çok
çok kılması ve üzerinde sıkı durması, rızıklarından fakir-fukaraya mü'minlere yedirip, içirip
dağıtması lazımdır.
Ey Habibîm! İşte bunları müjdele bu vasıflar kimde varsa cennetim, Cemâlim,
Didarım, Gurbiyetim hepsi onlaradır. İşte icazetname!
Kur'ân-ı Kerim'de;
"Ey Allah'a iman edenler! Allahu Teâlâ'yı ço k zi k r ed i n . " 2 0 8 ;
" Mü n a f ı k l a r, Al l a h u T e â l â ' y ı z i k re t m e z d eğ i l , a z zi k r ed e rl e r. " 2 0 9
İş t e icazetname! Allahu Teâlâ'yı çok zikrediyorsa ki, şu zamanda bu hakiki tarikat,
ehlinde vardır. Yine;
"Biz, Ku r' ân -ı mü'mi n l ere şif a v e rahmet o l a ra k indi rdik. " 2 1 0
Ki mi n o ku m as ın d a d ertl il er d ev a, has t al ar şi fa bu lu yo r, mü şk ül iş l er
h all ol u yo r? İş t e i caz et n am e! S en b en i b u nl arl a öl ç. Bu nl ar ve bu gibiler bende
varsa ben hakikiyim, değilse hakiki değilim, dedim.

105
OKUMA
Bilâl Babamın hastalara okumasına itiraz ediyorlar. Bunlara da cevap vereceğim,
(İnşallahu teâlâ)
(Sûre-i isra, Ayet 82)
"Biz, Kur'ân-ı mü'minlere şifa ve rahmet olarak indirdik."
İşte Allahu Teâlâ'nın emri! İşte şifa! İşte Allahu Teâlâ'nın hasta kulları! Allahu
Teâlâ hastaları okuyarak iyi etmemizi emrediyor. Sen hakiki âlim isen Kur'ân-ı Kerim'i oku.
O okumayı hastalara şifa et. Bunu yapamıyorsan bari inkarcı olma. Bilal Babam bu emr-i
İlâhiyi fazlasıyla yapmıştır.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2796)
"Kur'ân, "Ruhanî hastalıklara, kötü itikad ve ahlâklara" karşı devanın tâ
kendisidir."
Bilâl Babamın okumasında bu şifa hakkıyla vardı, Allahu Teâlâ O'ndan memnun
değilse, O'nun okumasına niçin bu şifayı veriyor? Senin okumandan, senden memnunsa
niçin okumana şifa vermiyor? Ayet-i kerim'e Kur'ân-ı Kerim'in şifasının, rahmetinin
meydana çıkması Allahu Teâlâ'nın emridir. Bizim de Al1ahu Teâlâ'nın bu emrini yerine
getirmemiz lazımdır, Kur'ân-ı Kerim nuru ile mü'minlere şifa olmalı. Hem Allahu
Teâlâ'nın "Kur'ân şifadır" emr-i İlâhisi yerini bulmalı hem de "Mü'minler kardeştir" 211
âyeti mucibince Kur'ân-ı Kerim'i okumakla o kardeşinin hastalığına şifa bulmalısın.
Allahu Teâlâ'nın bu emri de yerini bulmalıdır. Hadîs-i Kudsi de:
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild İ, s.447)
" B a n a y e r l e r i m, g ö k l e r i m g e n i ş g e l me d i , M ü ' mi n k u l u mu n k a l b i g e n i ş
geldi." ve
" B e n i arayan engin gönüllerde arasın." buyuruluyor.
Bu sebepledir ki, bütün Peygamberler, âyetleri okur hastalar şifa bulurdu. Buna
mucize denir. Allahu Teâlâ sevdiği kulun okumasına şifa verir. Okumasına şifa vereceği
kulu bilir, sever, seçer ona göre onun okumasına şifa verir, buna keramet denir. Şayet Allahu
Teâlâ onun her hafinden memnun olmazsa onun o-kumasına şifayı vermez.
Hakiki Şeyhin okuması ile ne sebepten olursa olsun tarikattı tarikatsız kafasını
bozanlar ve diğer hastaların hepsi okunur, iyi olur. Yalnız kul, Allahu Teâlâ'ya çok ağır
gelen bir şey yaptı ise Allahu Teâlâ ona kahrından vermişse veya bilmediğimiz bizce
nedeni bilinmeyen hikmeti olabilir. Allahu Teâlâ hikmetli olan şeyleri Peygamberlere ve
Evliyalara bildirir. Bazen de Peygamberlere ve Evliyalara dahi hikmetini bildirmez. Onlara
da kapalı tutar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) başından geçen hikmetli bir olayı şöyle
anlatıyor:
Mi'rac'dan dönüşümde çölde gelirken çok susadım. Cebrail (Aleyhis selâm)'e;
- Ben susadım," dedim. Cebrail (Aleyhis selâm):
- Şurada deveciler var. Onların suyundan iç," dedi. Kervanın yanına geldik, ker-
vancılar deve kaybetmişler, hepsi onu aramaya gitmiş, kervan bomboştu. Su tuluğunun
ağzını açtım, suyu içtim, tuluğun bağını bağlamayı unutmuştum. Cebrail (Aleyhis
selâm)'e:
- Yâ Cebrail! Tuluktaki su dökülüyor, ağzını bağlamayı unuttum, şunun ağzını bağlı
yayım. Cebrail (Aleyhis selâm) bana:
- Ağzını bağlama su dökülsün, onda hikmet var, dedi. Oradan Mekke'ye vardım.
Sabahtan Mi'rac konusunu anlatmaya başladım. Benden delil istediler. Su meselesi aklıma
geldi ve onlara anlattım. Ben Mi'rac'tan gelirken çölde susadım, Cebrail (Aleyhis selâm)
'den su istedim. O da kervancıların olduğu, yere beni getirdi. O saatte deve kaybetmiş-
ler, kervan bomboştu. Su tuluklarının ağzını açtım, içtim ve ağzını bağlamayı da unuttum.

106
Suyun hepsi boşa aktı. birazdan gelirler Kendilerinden böyle bir hâdise olmuş mu,
olmamış mı? sorun, buyurdu. Biraz sonra kervan geldi, kervancıya sordular:
- Herhangi bir hâdise ile karşılaştınız mı? Kervancı:
- Çok rahat gidip geldik. Hiç bir soygun hâdisesi bizi rahatsız etmedi. Yalnız biz deve
aramaya gitmiştik. Vakit gece idi. Bir adam gelmiş, su tuluğumuzdan su içmiş.. Ağzını bağ
lamamış, suyun hepsi boşa akmış, dedi.212 - Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem),
tuluğun ağzının bağlatılmamasının hikmetini o zaman anladı.
Musa (Aleyhis selâm), Hızır (Aleyhis selâm)'ın gemiyi delmesine, oğlanı
boğazlamasına, duvarı yapmasına karşı geldi. Çünkü kendine ters gelmişti. Fakat Hızır
(Aleyhis selâm) hikmetini biliyordu, Sonunda Musa (Aleyhis selâm)'ya hikmetini teferruatı
ile anlatınca, gemiyi delmesinde, suçsuz oğlan çocuğunu boğazlamasında, zalimlerin duvarı
nı yapmasınıda çok haklı buldu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hadibiye mevkiinde iken Süheyl ile
aralarında sulh muahedesine ashâb akıl erdiremediler, hikmetini bilmiyorlardı.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hikmetini biliyordu. Kendilerinin aleyhine,
kâfirlerin lehine olan muahede bir anda Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
lehine, kâfirlerin aleyhine olunca hikmetini anladılar. Bu dediğimiz veya başka şekilde
hikmetini bilmediğimizden şöyle olsun, böyle olsun deriz. Hikmetini bilemeyiz, Allahu
Teâlâ bilir. Bir hikmeti olup ta iyi olmayan hasta da olabilir. Fakat diğerlerinin hepsi iyi
olur.
"Mü'minin firasetinden sakınınız. Çünkü onlar A l l a h ' ı n nuruyla bakarlar." 213
Allahu Teâlâ'nın nurunun karşısında da hastalık, zulümat, iblis ve onun verdiği ves-
vese tutunamaz, barınamaz.
Her münafığın, fasığın okuması şifa olmaz. Peygamberlerdeki mucizât ve
Evliyaullahlardaki en büyük keramet bu değil mi? Peygamberlere de, Evliyalara da yardım
aynı yerden geliyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına gelen dertliler
deva, hastalar şifa bulup, müşkil işleri hallolurdu. Kör gözler açılıp, hasta gözler iyi
olurdu.
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 1, s.655)
" Uh u d Ga z a s ı n d a E b û Ka tâ d e i b n -i Nu ' ma n ' ı n g ö zü n e b i r d a rb e e ri ş ti ,
g ö zü y e ri n d en çıktı ve hatta yan ağının üstüne sa rktı. Onu Rasûlull ah
(Sallall âhu ale yh i v esellem ) Efendimiz Hazretlerine getirdiler. Ebû Katâde:
- Yâ Rasûlullah! dedi. Benim bir karım var, onu çok severim. Korkarım
ki, bu hâlde görüp benden iğrenir. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi
vesellem) Efendimiz Hazretleri mübarek eliyle gözünü yerine koyup:
- Yâ Rabb! Sen ona güzellik ver, diye dua etti.
Ondan sonra o gözü güzellikte ve k es kin görüşte diğ erin den daha baskın
oldu. Öbürü ağrıdığı zaman bu ağrımazdı" diye buyurdular.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) de bu şifa ve rahmet ömür boyu vardı.
Bunu görüp inananlar mü'min, gördüğü halde inkar edenler kâfir oldu. Şimdi
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) sağ olsa hastaları, felçlileri, delileri, körleri
vs. okuyup, üfürüp iyi edecekti. O zamanda O'nun okumasını, iyi etmesini Mü'minler hem
kabul etmiş, kitaplara yazmış, hem de mucize olarak kıyamete kadar dilden dile
söylenecektir. O zaman ki ile şimdiki Kur'ân aynıdır. Bilâl Babam’ın okuması,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in okumasının aynısı, okunanlar şifa buluyor,
Bütün Peygamberler ve Evliyalar di-rilse hepsinin yapacağı Kur'ân-ı Kerim'in şifasını,
rahmetini meydana çıkarmaktır. Hakiki Mü'minler ona inanacak, münafıklar da itiraz
edecektir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptıklarına, okuyup iyi ettiklerine
itirazla; Bilâl Baba’mın okuyup, iyi etliklerine itiraz arasında bir fark yoktur. Bir
talebeye hocası:

107
- İki kere iki kaç eder?" talebe:
- Beş eder." Hocası:
- Dört eder." talebe yine
- Beş eder." Hocası kerat (çarpım) cetvelini getiriyor,
- İşte bak, iki kere iki dört ediyor. Şimdi inandın mı?" Talebe:
- Kerat cetveline yanlış yazılmış, İki kere iki beş eder." Hocası sorar:
- Dört tane çikolata olsa, ikisini yesen kaçı kalır?" Talebe
- Hiç kalmaz." Hocası
- Nasıl olur?" deyince çocuk:
- Başlayınca dört çikolatanın hepsini yerim. Niçin ikisini yiyip ikisini bırakayım."
diye cevaplıyor. Aynı onun misali Bilâl Babamın ömür boyu yanına gelip iyi olan hastala-
rın hesabı yok. Allahu Teâlâ, O'nun elinin öpülmesinden de kendinden de hepsinden
memnun olmasa idi o şifayı vermezdi. Sen O'nunla ölçülemezsin. Senin okumanda niçin şifa
yok? Herkes bunu görüyor, bir, beş, on, yüz değil binlerce delil var. iki kere iki beş eder
diyen gibi itiraz ediyorlar. Bu kadar millet şahittir. Hâlâ niçin inkar ediyorlar?
Kendilerinde niçin bu hâl yok? Bunların hepsi bir kerat cetveli, o adamların hepsi
yanılıyor. Yine 14iki kere iki beş eder görüşündeler. Git gözünle gör, onlarla konuş, dinle,
zanla konuşma- dersen yine aksini iddia ediyorlar.
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 49) .
"İsrail oğullarına bir elçi olacak (ve onlara şöyle diyecek)
- Size Rabb'iniz tarafından bir mucize ile geldim: Size çamurdan bir kuş sureti
yapar ona üflerim ve Allah'ın izni ile o kuş oluverir. Yine Allah'ın izni i l e körü ve ala
calıyı iyileştirir, ölüleri diriltirim. Ayrıca evlerinizde ne yiyip, ne biriktirdiğinizi size haber
veri ri m. Eğer i man geti ren ler iseniz, bunda si zin için bir ibret vardır."215
Isa (Aleyhis selâm) kâfirlerin mucize isteği üzerine yarasayı çamurdan yaptı,
okudu, üfürdü, diriltti. Bu âyete göre "Sultan Süleyman (Aleyhis selâm) yarasaya ceza
olarak tüyünü döktürdü" dedikleri yanlıştır. Yarasa, Sultan Süleyman (Aleyhis selâm)'dan
çok sonra, gelen İsa (Aleyhis selâm)'nın mucizesidir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem)'in hastalara okuduğu hadîs-i şeriflerle sabittir.
(Sahîh-i Müslim, Cild 7, Hadîs No: 34 (2406))
"... Sehl ibn-i Sa'd (radiyallâhu anhu) şöyle haber verdi: Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesel
lem) Hayber günü:
-Ben şüphesiz bu sancağı öyle bir kimseye vereceğim ki, Allah fethi onun iki eliyle
müyesser kılacaktır. O, Al la h'ı ve Rasûl'ünü sever, Allah ve Rasûl'üde onu sever,
buyurdu. Bunun üzerine insanlar o geceleri sancağın onlardan hangisine verileceği husu
sunu konuşarak geçirdiler. Onların hepsi sancağın kendisine verilmesini umarak erte
si sabaha erişip Rasûlullah'ın huzuruna vardıklarında Rasûlullah:
- Ali ibn-i Ebi Tâlib nerededir? diye sordu. Sahâbiler:
- Yâ Rasûlullah! O gözlerinden rahatsızdır,dediler,
O ' n a h a b e rc i g ö n d e ri n , b u y u rd u . Ak i b i n d e A l i g et i ri l d i . R a s û l u l l a h
Al i ' n i n g ö zl e r i n e t ü k ü r d ü v e O ' n a d u a e t t i . A l i ' n i n a ğ r ı s ı s a n k i k e n d i s i n d en
h i ç b i r a ğ r ı y o k mu ş c a sına iyi oldu. Rasûlullah bayrağı O'na teslim etti. Bunun
üzerine Ali;
- Yâ Rasûlullah! Hayber yahudileri ile onlar da bizim gibi (Müslümanlar) olun-
caya kadar dövüşürüm, dedi. Rasûlullah'da:
- (Yâ Ali!) Onların içine gir. Ağır ol, tâ ki sükûnetle Hayberlilerin sahasına iner
(ordugâhını kurar)sin. Sonra da onları İslâma davet et ve İslâm hususunda üzerine vacip
olan Allah haklarını onlara haber ver. Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın senin sa
yende bir tek kişiye hidayet vermesi sana senin bir çok kırmızı develerin
olmasından onları Allah yolunda sadaka etmenden daha hayırlıdır."21 6
108
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 10, Hadîs No: 1611)
''Seleme ibn-i Ekva (Radiyallâhu anhu) şöyle dediği rivayet olunmuştur:
"Hayber günü baldırımd a n a ğ ı r c a v u r u l mu ş t u m. H e me n N e b î ( S a l l a l l âh u
a l e yh i v e s e l l e m ) ' e g e l d i m. R a s û l u l l a h ( S a l lallâhu aleyhi vesellem) üç defa nefes
etti. O saatte ağrı ve ıstırab hissetmedim."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, Cild 9, Hadîs No: 1443)
"Said ibn-i Yezid (Radiyallâhu anhu)'den rivayete göre:
Müşarün-ileyh doksan dört yaşında bünyesi sağlam, çevik, boyu bosu dimdik
olduğu halde şöyle demiştir:
- Pek iyi bilirim ki (şu yaşımda) kulağımla, gözümle (işitip görerek) müstefit ol
mam, ancak Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ın duası ( b e r e k e t i ) iledir.
Hakikaten (çocukluğumda) teyzem beni Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)' i n
huzuruna götürmüştü. Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e:
- Yâ Rasûlullah! Hemşirezadem hastadır. Onun şifası için Allah'a dua
buyursanız, demişti. Bunun üzerine Rasûlullah bana afiyetime dua etti de
vücudum zinde, havassım yerinde olarak yaşıyorum."

Yukarıda da yazdığımız önceleri tarikatın aleyhinde söyleyen İbrahim Hoca


hastalandı, çok yerlere baş vurdu iyi olmadı. Bilâl Babamın yanına getirdiler. Bilâl
Babam okudu, hastalık kendinden gitti. İyi oldu ve Bilâl Babamdan ders aldı. Bilâl
Babamın üzerine kaside söylemeye başladı.
Şeker bal kaymaktan tatlıdır sözü, Seher vakti bülbül gibi. ötüşen,
Peygamber vekili kutuptur özü, Sadakatle saliklere katışan,
Şafağın renginden kırmızı yüzü, Tarikat yolunda aşka tutuşan,
O mübarek yüzü nurdur şeyhimin Sadık ihvanları vardır şeyhimin.

.Şeyhim efendimdir bizler ğulami, Niceleri aşk gölünde yüzüyor,


Görürseniz benden söylen selamı, Mecnun olup sahralarda geziyor,
Mübarek ağzından çıkan kelâmı, İbrahim de kasideler yazıyor,
İnci mercan cevahirdir Şeyhimin. Nice aşıkları vardır Şeyhimin ,
Füyûzâtın teknesinde yoğrulsam.
Göster cemalini kurtulanı yastan. Aşkın ateşinde yansam kavrulsam,
Kalayla kalbimi kir İle pastan, Benliğimi yakıp, külün savursam,
Halktan uzlet edip kesilem nastan, Vahdet-i Mevlâ'ya ermeye geldim.
Peygamber vekili sultana geldim.
Mürşidsiz müridler ermez kemâle,
Nice saliklerin olmuştur veli, Senin Delâlette, kalır gider zevale,
himmetinle tutmuşlar yolu. Aşık oldum geldim onun Cemâle,
Düşkünlere cömert Şeyhimin eli, Peygamber vekili Sultana geldim
Feyiz dilenmeye ihsana geldim.
Rehbersiz salik upuzun yatar, İbrahim Hoca aşıktır sana,.
Hakk'ı bulam derken bâtıla sapar, Gönlüm döne döne döndü büryana,
Çobansız koyunu derler kurt kapar, Salikim uğruna geldim ihsana,
Güdülmeye bende çobana geldim. Peygamber vekili sultana geldim

109
Füyûzât bağında savur bir harman,
Peygamberden sana geliyor ferman,
İşittim lokmansın dertlere derman
Derdime bir ilaç sormaya geldim,
İbrahimHOCA

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 82)


"Cebrail (Aleyhisselâm) gelip bana:
- Ey Muhammed! Rahatsız mı oldun?" dedi. Ben de
- Evet! dedim. O'da hemen şöyle okudu:
- Allah'ın adıyla sana eziyet veren her şey için okurum! Her canlının şerrinden,
hasetçinin zararından kurtulman için (okuyorum); Allah sana şifa verecektir."
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3549)
"... Ebû Leyla (el-Ensar) (Radiyallâhu anhu)'dan şöyle demiştir:
- Ben (bir kere) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanında oturuyor
dum. O esnada bir bedevi huzura gelerek: "Hasta bir erkek kardeşim
var." dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem): '.
- Kardeşinin hastalığı nedir? diye sordu. Bedevi:
- Kardeşimde bir nevi delilik var, dedi. ( B e d e v i ye : )
-Git de onu bana getir, buyurdu. Ebû Leyla demiştir ki, Bedevi gidip onu
getirdi ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ’ in önüne oturttu. Ben,
Peygamberimiz (Sallallâhu ale yhi v es ellem)' i n onun şifaya kavuş ması i ç i n
Allah'a sığınarak ş unları okuduğunu işittim:
"Fa tiha sûresi,
Bakara sûresinin başından dört ây et 2 1 7 ; 218
Ortala rından219(Ve il âhiküm il âhün vahidün) âyeti ile
Ayetü'l-Kürsi; aynı sûrenin son üç âyeti;220
A ' l i İmran sûresinden (sanırım dedi ki: Şehid Allahu ennehu lâ ilahe i l l a huve) 221
âyeti;
A'raf sûresinden (İnne Rabbekümullâhulleziy halaga)222 âyeti;
Mü'minun sûresinden: (Vemenyed'u maallahi ilahen ahara lâ burhâne lehu bihi) 223 âyeti,2 2 4
Cin sûresinden (Ve ennehu Teâlâ ceddü Rabbina mettahaze sahibeten vela veledâ)
âyeti,
Saffat sûresinin başından on âyeti 2 2 5 ,
Haşr sûresinin sonundan üç â y e t ; 2 2 6
İhlas sûresi ve Muavizâteyn sûresi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bunları okuduktan sonra bedevi
şifaya kavuşarak, hiç bir rahatsızlığı kalmayarak ayağa kalktı."
(Muhtar'ul Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 157)
" Da h a h a l k ı o n a ha md et med en ; Al l a h u T eâ l â zâ tı n a n a s ı l h a md et ti i s e,
s i z d e o h a md e s ı ğı n a ra k h a md ed i niz. Ş i f a ta l eb ed in iz. Ve zâ tı n ı ö v d ü ğü
ş ey l e ö v ü n ü z. . . Ş if a i s tey i niz ki onlar:
"
110
Elhamdülillah (Elham-Fatiha sûresi) ve
Gulhüvallahü Ehad (Ihlas sûresi)" cümleleridir.Bîr kimseye Kur'ân şifa ver
miyorsa, ona kimse şifa veremez."
En büyük şifa Kur'ân'dadır. İsm-i Azam Kur'ân'dadır. Kur'ân'ın vermediği şifayı hiç
bir ilaç vermez. Kur'ân-ı Kerim'de barut, kurşun, kapsül var. İyi doldurmak, iyi nişan alıp,
iyi bir tüfek ile atılması (sıkılması) lazımdır. Mü'mini Kâmilin, Mürşid-i Kâmilin kalbi,
niyeti ve hulusu iyi tüfek, iyi dolduran, İyi nişan alan nişancı gibidir. Attığı (sıktığı)
hedefi vurur. Okunan bir âyet hastayı iyi etmiyorsa, Kur'ân-ı Kerim'in iyi edemediğinden
değil de, okuyanın tam hulus ile okuyamadığındandır. Hadîs-i şerîfte;
"Kur' ân-ı Kerim'in vermediği şifayı başka hiç bir şey vermez." buyuruluyor.
Şimdi aksine Kur'ân-ı Kerim'in şifası tamamı ile unutulmuş durumdadır. Kur'ân-ı
Kerim dünyada şifası, âhirette sevabı ve şefaat edip seni kurtarması için okunur. Şimdi
makam, mevkii, şöhret, dünya malı, kazancı, dünyada şan, şeref ve para karşılığında
okunuyor. Kur'ân-ı Kerîm hatmini ve mevlidi şu fiyata okurum, ölüyü şu fiyata kaldırırım.
Cenazenin devrini şu fiyata çeker, parasını alırım gibi fikirler vardı. Bu niyette olan
kimse bunu her ne kadar okusa, şifa ve rahmet olmaz. Bunlar Allâhu Teâla'nm rızasının
dışındadır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in aşağıda yazmış olduğumuz
hadîslerinin bazılarını hastaya "Okuyun" diye izin verdiği, bazıları da kendisinin okuduğu
rivayet edilen hadîs-i şerifleridir:
Sûre-i Yunus, Ayet 57; Sünen-i Ibn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3452, 3501, 3510-
3514, 3516, 3521, 3527, 3532; Muhtar'ül Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 157; Sahîh-i
Müslim, Cild 7, Hadîs No: 54 (2194), 55 (2195), 67 (2202); Sünen-i Tirmîzi, Cild 3, Hadîs
No: 2165, 2142; Şevahid'ün-Nübüvve, s.114; Mevâhi-b-i Ledünniyye, c.l, 652-656.
İsm-i Azam Kur'ân'dadır. İsm-i Azam ölüyü diriltir. "İsm-i Azam nedir?" diye
sormuşlar. Kulun hulusüdür, tam huzurla, itikadla ve inançla okuyabilmesidir.
Kur'ân'ın şifasının, rahmetinin meydana çıkmasını Allahu Teâlâ Kur'ân-ı
Kerim'de 227 , Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hadîs-i şerifinde söylüyor.
Peygamberlerin en büyük mucizâti, Evliyaullahlarm en büyük kerameti: "Birincisi Kur'ân-
ı Kerim'in şifasını, rahmetini meydana çıkartmak, ikincisi kalbden doğan ilm-i Ledün'ü
(kitabımızda bahsettik) kazanmaktır. Daha birçok vasıfları vardır. O Zamanda Onların
okumasının şifasını, rahmetini iyi olanları gözleri ile gördüğü halde inkar edenler münkir,
münafık, fasık, kâfir, zındık oldu. Bugün o münafık, fasık, zındık ve kâfirler dirilse
onların da görevi aynı bunları yalanlamak, inkar etmek ve çeşitli bahaneler bulmak
olacaktır. Kur'ân-ı Kerim'de

(Sûre-i Neml, Ayet 23)


"...Ve büyük bir tahta sahip olan...(ilâ âhir)."
(Sûre-i Neml, Ayet 40)
"Kitaptan ilmi olan kimse ise, "Gözünü açıp kapamadan, ben onu sana getiririm." de-
di. (Süleyman) onu (Melike'nin tahtını) yanı başına yerleşivermiş görünce... (ilâ âhir)."
Bu âyet-i kerimeler Evliya kerametlerinin en büyük delillerinden bir tanesidir.
Dikkat edilirse "Dua ederim Allahu Teâlâ'ya getirttiririm." demiyor "Ben getiririm."
diyor. Bunlar bu sözleri söyleyince küfre mi vardılar? Sultan Süleyman (Aleyhis selâm)'ın
ümmetinden bir zât, koca sarayı taşıyla toprağıyla Sultan Süleyman (Aleyhis selâm)
başını çevirip bakıncaya kadar Yemen'den Kudüs'e "Ben onu sana getiririm." dedi,
getirdi. Bizim Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem); Sultan Süleyman (Aleyhis
selâm)'ın da Sultanıdır. Bütün Peygamberlerin baş tacıdır. 228 Peygamberimiz (Sallallâhu a-
leyhi vesellem)'in Ümmetinde ondan kat kat üstünü olması lazım değil mi? ki, Asaf bin-i

111
Berhaya, Sultan Süleyman (Aleyhis selâm)'ın ümmetinden bir Evliyadır.

(Sûre-i A'li İmran, Ayet 37)


"Rabb'i Meryem'e hüsn-i kabul gösterdi. Onu en güzel bir bitki olarak yetiş-
tirdi. Her gir i ş i n d e o r a d a b i r r ı z ı k b u l u r v e
- E y M e r y e m ! B u s a n a n e r e d e n g el i y o r ? " d e r O d a
- B u Rabb'im tarafından dır. Çünkü Allah dilediğine sayısız rızık verir, derdi."
Hz. Meryem'e cennetten her zaman yemek geliyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in ümmetinde neden bu gibiler ve daha üstünü olmasın? Çünkü Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) diğer Peygamberlerden, ümmeti de diğer ümmetlerden
üstündür, İmanınız, İtikadınız kuvvetli olsun. Evvelki Peygamberler: "Keşke bizde
Muhammed ümmetinden olsaydık." dediler. Isa (Aleyhis selâm) o sebepten göğe çekildi. 229
Ahir zamanda yeryüzüne inip O'da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ümme-
tinden olacaktır.230
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in okuması ve hastaların şifa bulması ile
Bilâl Babamın Kur'ân-ı Kerim'i okuması ve okuduğu hastaların şifa bulması aynıdır.
Okuduğu aynı Kur'ân, aynı âyettir. Peki! Senin itirazın kimin ki gibi oluyor.
Kördür münkirin gözü,
Sağırdır ayıkmıyor özü,
Gece sanar gündüzü,
O güneşe bakar ise.
Yunus EMRE
Kör (gözü oyulmuş) olanı güneşe baktırsan, gündüzü gece sanar. Bilâl Babamın
yaptıkları güneş gibi aşikârdır. Bu büyük zâtların aleyhlerinde olanlar kâfir oldular. Onları
doğru görüp "Bizim aklımız yetmiyor." diyenler hakiki Mü'minler oldular. Allahu
Teâlâ'nın gönlünü, rızasını, iman ve ameli salihle alırsan hem bu dünyada hem âhirette
maddi ve manevi olarak bizim aklımızın ermediği, dilimizin dönmediği lütuf ve
ikramlarına mazhar olursun. Allahu Teâlâ'nın lütfundan, sevdiği kullara vereceği nimetleri,
benim saydıklarımla karşılaştırırsan benim bu saydıklarım Allahu Teâlâ'nın vereceğinin
yüz binde biri olmaz.
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında Yemen, Hindistan, Kuveyt, Kudüs, Ürdün,
Lübnan, Suriye, Irak, Iran, Arab Krallıkları hasılı Arab yarımadasının tümü, Çin ve
Hindistan'ın bazı yerleri alınmıştı. Zaferler üst üste oluyordu. Konstantînliler bundan çok
korktuklarından, bizim de topraklarımızı (yurdumuzu) alır diye Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu) ile sulh yapmak, dostluk kurmak istiyorlardı. Bunun içinde Medine'ye şimdiki
deyimle bir kızılhaç heyeti gönderdiler. Bunlar aylarca Medine-i Münevvere'de durdular
ama yanlarına hiç hasta gelmedi. Onlar Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in yanına gelip;
- Yâ Ömer! Sizin burada hastalığı bilen mi yok, yoksa hasta mı olmuyorsunuz? Hz.
Ömer (Radiyallâhu anhu):
- - Bizden hasta olan bir kişiyi, diğer bir müslüman "Kur'ân şifadır."231 âyetine
göre okur, iyi eder. Hem biz, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünneti ile
amel ediyoruz. O'nun sünnetinin tam tatbik edildiği yerde hastalık olmaz, dedi. Onlar:
- Öyle ise biz, bu ilaçlarımızı size devredelim, memleketimize gidelim, dediler. Her
ilacın üzerine Arapça yazı yazıp verdiler.En son bir ilaç kaldı. Çok itinalı sarılmıştı. Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu)'e verirken "En kuvvetli zehir" dediler. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu):
- Bu neye yarar? Onlar:
- Kudurana veya düşmanına bir damla içirirsen öldürür. Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu):
- Benim bir düşmanım var, hiç birşey kâr etmiyor. Ona içirsem öldürür mü? dedi.
Onlar:

112
- Bir damla içirirsen anında öldürür, dediler. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu):
- Öyleyse zehir şişesinin ağzını açın, dedi. Şişenin ağzını açtılar. Hz. Ömer (Radiyal
lâhu anhu): "Benim nefsimden büyük düşmanım yok!" eleyip zehirin hepsini içti. Kâfirler,
şimdi patlar deyip kaçtılar. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in ölmediğini görünce tekrar
yanına geldiler.
- Neden ölmedin? dediler. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu):
- Sizin ilaçlarınızın hepsinin tesiri bunun gibi ise hiç bir şeye yaramaz. Bizde Kur'
ân-ı Kerim'e, sünnet-i Rasûlullah'a tâbi olma, Allahu Teâlâ'nın kuluna tecelli etmesi ve
ayrıca Kur'ân-ı Kerim'in şifası var. Birisi hasta olsa bir diğeri okur, Kur'ân'ın şifası onu
iyi eder. Hem de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetine hakkı ile riâ
yet edilen bir memlekette ölüm hastalığından başka hastalık kalmaz. Sizin ilaçlarınıza
niçin ihtiyacımız olsun, dedi. Bunu gören kâfirlerin hepsi şahadet getirip müslüman oldu
lar.
(Berîka, Cild 2, s.80)
"Mü'minin kanı munzura zehirdir."
İmam-ı Azam'ı akreb soktu. Talebeleri akrebi öldürmek istediler, İmam-i Azam bu
hadîs-i şerifin mucibince: "Karışmayın. Ben hakiki mü'min isem beni soktuğu için onun
zehirlenmesi lazım." dedi. Akreb zehirlendi öldü. Allahu Teâlâ kuluna tecelli ederse ona
değil zehir, hiç bir şey tesir etmez.
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e zehir niçin tesir etti de Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu)'e tesir etmedi?" diyenlere cevap:
Allahu Teâlâ dilediği kuluna, dilediği zaman hiç birşeyi tesir ettirmez. Yine
dilediği zaman dilediği gibi tesir ettirir. Bunda bizim anlayamıyacağımız hikmetler vardır.
Hikmeti sonunda meydana çıkar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'inkinde de
hikmet vardır.
Kâfirlerin yedirdiği zehir, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de
midesinin bir köşesinde kaldı. Vefatına yakın o zehirin tesiri ile zehirlenerek vefat etti
ve küffar elinden şehid düştü. Şehidlik, Allahu Teâlâ'nın yanında ayrı ve büyük bir
derecedir. Allahu Teâlâ sevdiklerine muhakkak şehitliği nasip eder. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e de o şehitliği nasîb etmek için kâfirlerin yedirdikleri o
zehir ile zehirlenmesine müsaade ediyor. Çünkü küffar elinden şehid, en üstün şehitliktir.
Gaffar elinden şehitlik o da şehitliğin en üstünüdür.
Gaffar elinden şehid şudur: Kendinin dünya malında gözü olmaz, Allahu Teâlâ için
olanı, âhireti her şeyden üstün tutar. Dünya da kendini garip sayar, sözü zikrullah, özü
fikrullah, bakışı İbretullah olur. Bu vaziyette ölen Gaffar (Allahu Teâlâ) elinden şehittir.
Kâfirler, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i öldürmek için Uhud Cenginde
saklandığı mağarada bir çok harblerde kendisini hedef alıp hücuma kalktılar.
Gaziliğin de en büyüğü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de ve ashâb da
en üstün vasıfları ile beraber her çeşidi vardır. Allahu Teâlâ bunu gerçekleştirmek için
yapıyor. Ayrıca her Peygamberin mucizesinin karşılığında Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in bir mucizesi vardır. Hem de diğer Peygamberlerin mucizesinden
üstün olması lazımdır. Yunus (Aleyhis selâm)'u balık yuttu. Altı ay balığın midesinde
erimedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i kazanılan bir zaferde kâfirler ze-
hirlediler. Midede herhangi bir şeyin durması normal ama zehir durmaz. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in midesinde zehir duruyor. İşte Yunus (Aleyhis selam)'un
balığın midesinde durmasından, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in midesinde
zehirin durması ondan çok üstündür. Zehir Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
midesinde erimeden (hazmedilmeden) on beş seneden fazla durdu. Daha bilemediğimiz
hikmetleri çoktur. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) gelmişi, geleceği, âhir

113
zamanda olacak harbleri, hangi şehrin nasıl harab olacağını ayrıntılı şekildi tam tafsilatı
ile biliyor ve hadîs-.i şeriflerinde de söylüyor. Çünkü Allahu Teâlâ bildiriyor. Önüne konan
yemeğin zehirli olduğunu bildirmiyor. Zehirden bir lokma alınca, pişmiş kuzu lisana
geliyor, insan lisanı ile"ben zehirliyim benden yeme, yâ Rasûlullah!" diyor, bunu gören
kâfirlerin birçokları imana geliyorlar.
Ağulu kuzu ona söyledi,
Yeme benden yâ Rasûlullah dedi,
Anda çok kâfirler imana geldi.
Nakşibend Muhammed Bahaeddin Efendimiz Hz.'nin «Evrâd-ı Bahaiyye'sini» her gün
okuyan bir zât anlatıyor:
Bir gün cariyem yanıma geldi, şahadet kelimesi getirdi müslüman oldu. O zât cariyeye
müslüman olmasının sebebini sordu. Cariye: "Seni istemeyenler (çekemeyenler), getirdikle
ri zehiri senin yemeğine katayım diye bana çok para verdiler. Ben de verdikleri zehiri senin
yemeğine kattım. Fakat sende en ufak bir rahatsızlık dahi olmadı. Bu zehir tesirsizdir diye
daha kuvvetlisini getirdiler, onu da yemeklerine kattım. Kırk gündür çeşitli zehir getiri-
yorlar, yemeğine katıyorum. Onlar da ben de umudumuzu kestik. Zehirle ölmeyeceksin.
Ben kendi kendime düşündüm ve müslüman oldum." dedi.
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin dersinin birazı Kur'ân-ı Kerim'den seçme âyetlerdir.
Bu âyetlerden bir t a n e s i d e :
"Vallahü a'lemü bi a'dâiküm ve kefâ billahi veliyyen ve kefâ billahi
nasîra ve kefâ billahi hasiyben ve kefâ billahi vekîlâ ve kefâ billahi
h â d i y e n v e k e f â b i l l a h i n a s î r â . V e k ef â l l a h ü l m ü ' mi n i y n el g ı tâ l e v e
k â n a l l â h ü g a v i y y e n a zî z â v e k ef â b i l l a h i b i 232
zü nübî ibadihî habiyren basîrâ
velâ havle velâ guvvete i l l â billahil aliyyül azîm."
duasıdır. İlk defa iman edip, onu bir insan ezberine alıp, her sabah namazından
sonra okur ve yazıp muska olarak üzerinde taşırsa silah, ok, kılıç, kurşun gibi şeyler
geçmez, tesir etmez. Suda boğulmaz, batmaz. Akla gelen her türlü musibet, kaza ve
belâlarden emin olur. Ama bu üç şartıda yerine getirmelidir. Bir çok defalar denenmiştir.
Kur'ân-ı Kerim'in her âyeti bütün hastalıklara, ayrıca her bir âyet bir hastalığa şifadır.

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2721)


"Peygamberlerin varisleri ulemalardır. " 2 3 3 dediği zuhur ediyor. Birincisi
Allahu Teâlâ'nın emri, ikincisi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
okumasının şifası meydandadır. Bilâl Babamın yanına bir çok (hasta, deli, sakat, manen
sıkıntı içinde her tarikattan, tarikatsız hatta islâmiyet'ten uzak) kimseler müşkillerini
hallettirmek için gelirlerdi. Halen bizim buraya gelip müşkillerini hallettirenler gayet
çoktur. Doktor, hastaya: "Hastalığın çaresiz, ölürsün" diyor. O hasta Bilâl Babamın
okumasıyla şifa buluyor. Kendini ölümden kurtaranın değil elini, ayağını bile öpersin. Bu
okuması, şifası aşikârdır.
Müşrikler; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptıklarının doğruluğuna
bakmayıp ağızdan duyma, yalan yanlış laflarla, geleneklerle (bâtıl alışkanlıklarla) itiraz
ettiler, kâfir oldular. Bilâl Babamın okumasını inkar edip, aleyhinde olan âlimlerin
okumasında şifa yoksa belli ki Allahu Teâlâ onların okumasından memnun değil. Hergün
doğudan doğup, batıdan aşan parlak bir cisim var, ismine güneş derler. Bir insan her ne
kadar, ben güneşe inanmıyorum dese ya deli, yahut aksine, inadına konuşuyor derler.
Bilâl Babamın okuyup iyi ettiği veremli, kanserli vb. hastalıkların sayısı sayılmayacak
kadar çoktur. Siz de bilmeden konuşuyorsunuz. Evine yeni gelmiş bir eşyayı nasıl olmuş,
nerden gelmiş diye sorar araştırırsın. Allahu Teâlâ yarın mahşerde sormayacak mı?
"Benim desteklerimle en müşkil, en zor imkansız olan şeylerin bu kapıda hallolduğunu
114
niçin araştırmadın, sormadın, düşünmedin? Beni seviyorsan niçin oraya tâbi olmadın?"
demez mi? "Müslümanların onun yanına canını atıp geldiğini, ellerini öpmek için sıraya
geçtiklerini, saatlerce beklediklerini sen görmedin mi?" demez mi?
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3900)
" İlminden faydalanılan âlim, bin âbidden h a y ı r l ı d ı r . "
İşte Bilâl Babamın ilminden hem zahiren hem de bâtınan bütün ümmet-i Muhammed
istifade ediyor. Zahiren istifade edenler, okunup iyi oluyor, sıhhate kavuşuyor. Batınan (manen)
istifade edenlerin maneviyatları düzeliyor. "Kur'ân manevi hastalara şifanın tâ kendisidir."234
Birisi "Namazda korkuyorum, ders çekerken yüreğim sıkılıyor, gözüme bir şeyler
gözüküyor" dese onun sıkıntılarından zahir âlimi birşey anlamaz. Bu manevi hâldir,
bundan tarikat Şeyhleri anlar.
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3548)
"...Osman ibn-i Ebi'l-As (Radiyallahu anhu)'dan şöyle demiştir:
- Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) beni Taif valiliğine tayin ettiği dönemde
namazımda bana bir hâl peyda olmaya başladı, hatta ne kıldığımı bilmezdim. Ben bu
durumu görünce kalkıp Taif'ten Medine-i Münevvere'ye Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in yanına gittim. Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) (beni görünce):
- Ebû'l-As'ın oğlu buyurdu. Ben:
- Evet, yâ Rasûlullah! dedim. O:
- Seni (buraya) getiren sebep nedir? buyurdu. Ben:
- Yâ Rasûlullah! Namazlarım da bana bir hâl peyda oldu, öyle ki ne kıldığımı
bilemiyorum, dedim. Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Anlattığın şey şeytandır, onu bana yaklaştır, buyurdu. Bunun üzerine ben
O'nun yakınına vardım ve (diz çökerek) ayaklarım üzerine oturdum. Efendimiz (Sallalla
hu aleyhi vesellem) (mübarek)elini göğsüme vurdu, ağzımın içine tükürdü ve:
- Çık. Ey Allah'ın düşmanı! buyurdu. Bu işi üç defa tekrarladı. Sonra bana "Git
işinle meşgul ol." buyurdu. Ravi demiştir ki: Sonra Osman şöyle dedi:
- Hayatıma yemin ederim ki, ondan sonra şeytanın bana sokulduğunu sanmam."
Bir sel gelse, sele giden erkekse kurtaralım da kadınsa namahremdir diye
kurtarmayalım mı? Bu ümmet-i Muhammed cehennem seline tutulmuş gidiyor. Sele ka-
pılan kadın çıplakta olsa sen onu kurtarmak için neresi rast gelse çeker kurtarırsın. Bilâl
Babam şimdi şu zamanda ümmet-i Muhammed'i cehennem selinden kurtarıyor. Bunların ne
kadarını kurtarıp, hidayete getirsek ümmet-i Muhammed'in Efendisi Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)"in ve bütün âlemlerin Rabb'ı Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.'nin ya-
nında o kadar sevgili oluruz. Aksini yaparsak Allahu Teâlâ ve peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) memnun olmayıp, iblis memnun olur. Yâ Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz,
(Sallallâhu aleyhi vesellem) memnun olacak, ya da iblis memnun olacaktır.
Hz. Ali (Radiyallahu anhu);
"Bir insanın memleketinden, doğum yerinden, çocukluk arkadaşlarından,
komşularından sorup hepsini değerlendirin. İ y i veya kötü olduğuna ondan sonra karar
verin." buyuruyor. Durup dururken böyle bir şey olmadan bir adamın başına Türkiye'nin
her yerinden bu kadar toplanılır mı? Bilâl Babamın yanına gelenlerin birçoklarının hem
hastaları iyi oluyor, hem de inançları kuvvetlenip, İslâmiyete ısınıyor ve tarikata girip ders
alıyor. Tam tesettürlü oluyor. Siz de buraya gelenlerin, okunup şifa bulanların önce
evveliyatını bir de sonunu ikisini de inceleyiniz. Evvelki yaşantıları nasıl, şimdi ki
yaşantıları nasıl? İslâmiyetten uzak olan bu insanlar şimdi Elhamdülillah seher vakti
kalkıp dersini, tesbihini çekip, göz yaşı döküp secde ve kıyam ile sabahlıyor. Bu yarın
mahşerde huzur-u Rasûlullah'ta belli olur.
Türkiye'nin dört bir köşesinden doktorların tedavisiyle iyi olmayıp çareyi bir âlimin
okumasında bulmayı ümit edenler, Bilâl Babamın yanına gelir, okunup şifa bulur ve
115
ölümden kurtulurlardı. Hem de ücretsiz olarak evimizde yer-içer, haftalarca kalır,
okunur, hatta gidiş yol parası olmayana yol parasını dahi Bilâl Babam verir, gönderirdi.
Kur'ân-ı Kerim 'd eki:
"İnfak edin, rızıkl arınızdan y edirin, içirin, dağı tın " 2 3 5 âyetleri mu cibince
dedemin zamanında elli sene, Babamın zamanında elli sene, Babamdan sonra şimdi yine
bizim evde yirmi sene oldu. Bu, Allahu Teâlâ için yedirmek, içirmek, infak etmek devam
ediyor, İnşallah kıyamete kadar da devam eder. Uzaktan-yakından, şehirli-köylü, yaşlı-
genç, hasta-felçli, sakat bütün insanların şifa bulup, evimizde yiyip, içmelerinin bir
gününü, senin bunları yapmayıp kendi kendine ham sofuluğunun yüz senesine değişmem.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:
"Kibirlilik edene karşı sizde kibirlilik edin." hadîsine göre ben de böyle
yazıyorum.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3202)
"Böbürlenen âlimlerden Allahu teâlâ'ya sığının! Çünkü onlar zorbalar
d a n d a h a k i b i r lidirler. Allah katında, kibirlenen âlimden daha öfke verici bir
şey yoktur."
Allahu Teâlâ'yı öfkelendirenin en mühimi kibirlenen kendini büyük, başkalarını
küçük gören âlimdir.
Bilâl Babamın da apaçık güneş gibi aşikâr olan bu üstün vasıflarını görüp; "Aklımız
yetmez. Bunda Allahu Teâlâ'nın büyük bir alâmeti var. Bunun okumasında bu şifa oluyor,
başka hiç bir yerde bu şifayı bulamıyoruz." deyip ibret alınacak yerde, "Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) elini öptürdü mü?" gibi lüzumsuz şeyler üzerinde duruyorlar.
El öpme farz, vacip, değil, müfsitte değil, sünnettir.
(Râmûz'ul Ehâdîs, Hadîs-i kudsî No: 4094) :
A l l a h u T e â l â b u y u r mu ş t u r :
" B e n i m d o s t u m a k i m e z i y e t e d e r s e , b a n a h a r b i l a n e t mi ş o l u r . K u l
bana farz gibi ibadetinden daha iyi bir şeyle yaklaşamaz.. (Sonra) bana
nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Nihayet onu severim, bir de onu
s e v d i m m i a r t ı k g ö r d ü ğ ü g ö z ü , d u y d u ğ u k u l a ğ ı , t u tt u ğ u e l i , y ü r ü d ü ğ ü
a y a ğ ı , d ü ş ü n d ü ğ ü k a l b i , k o n u ş t u ğ u d i l i b e n olurum. Dua ettiğinde duasını
kabul ederim. İstediğini de veririm...(ilâ âhir.)"
Allahu Teâlâ'yı en fazla öfkelendiren, gadaplandıranların içinde kendisini beğenip,
başkasını beğenmeyen kibirli âlimdir. Bilâl Babamın da okuyan dili Allahu Teâlâ'dandır.
Hadîs-i kudsî de buyurulanlar Bilâl Babamda var. Apaçık belli ki bunu Allahu Teâlâ
yapıyor. Okuyan dili olmasa, hastalar şifa bulur mu? Nihayet o da bir insan, onun
okumasına o şifayı veren Allahu Teâlâ'dır. Aleyhinde olanları da şeytan kızdırıp, inandırmı-
yor, cephe aldırıyor.
Okuma hakkındaki ve diğer yazdığımız âyet ve hadîslerin hiç birisini görmüyor. Bilâl
Babamın okuyup iyi ettiği gibi iyi edenin hiç üzerinde durmayıp; münafıkların
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in okumasındaki şifasına itiraz ettikleri gibi,
uzaktan gıybetle, iftira ile aleyhinde konuşuyorlar. Bundan da Bilâl Babamın büyüklüğü
meydana çıkıyor.
Burada okunup iyi olanları görünce "Müsaade et, bizde okuyalım, iyi edelim." gibi
sözler söylüyorlar. Bu okuma nasıl olmalıdır?
Umumiyetle erkekler erkeklere, kadınlar kadınlara okur. Okuyan kişi dünya malı,
kazancı, parası, şan ve şeref düşünmez. Herkes sana gelsin, "Allah rızası için oku" desin.
Senin okumanda şifa olursa, sana okunmak için millet sırada bekler, yalvarır okunur. Senin
okumanda şifa yoksa okuyacağım desen bir sefer okunan bir daha okunmaz. Sen okuyacak
dili, kalbi, Allahu Teâlâ'nın şifa vereceği hulusu kazan okuduğun âyet şifa olsun, ondan
sonra oku. Okudu iyi etti, desinler gibi şeyler olmayıp, sırf Allahu Teâlâ'nın rızası için
okur. Okurken Allâhu Teâlâ'nın emirlerini uygulayıp, nehyinden sakınmak lazımdır.

116
Okunan hasta iyi olunca, nefis kabarır, insana kibir, gurur, ahlâk-ı zemime verir. Onun
için okurken huzurla, kalbinden her türlü havatırı (düşünceleri) çıkartıp bir tek Allahu
Teâlâ'nın korkusu, sevgisi kalır. Okuduğu hasta iyi olursa; "Bu benden, benim
okumamdan değil, tarikatımın, Pir'imin, Şeyhimin kuvveti." der. Huzuru, rabıtaya ne
kadar dikat ederse, huzurla okursa o kadar iyi olur. Kur'ân'ın bu dünyadaki şifası zahiri,
âhiretteki şefaati ise bâtınıdır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in son zamanlarında fütuhat açıldığın-
dan ganimet, dünya malı üzerine çok fazla akın edip gelirdi. Fütuhat, Allahu Teâlâ'nın
bütün engelleri ortadan kaldırıp, kolaylık vermesidir. Mü'minler harbte galip gelmeyince,
mü'minlere ummadıkları yerden kolaylık verir. Zafer kendiliğinden ve çabuk gerçekleşir.
Hendek Muharebesinde Allahu Teâlâ Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ve
ashabın zafer kazanması için rüzgar verdi. Mü'minler Medine'de evlere girdiler. Kâfirler
hendeğin dışında kaldılar. Rüzgar atları insanlara, insanları atlara vurup hepsini
darmadağın etti. Kâfirler, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e bir harbte galip
gelmişti. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir avuç taprağa okudu, üfürdü,
kâfirlerin üzerine saçtı. O toprak her kâfirin gözüne gidip, kör etti. Kör adamı öldürmesi
kolay oldu. Zafer bir anda kazanıldı. Bedir Cenginde Allahu Teâlâ bin melekle Cebrail
(Aleyhis selâm)'i Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e yardımcı gönderdi .236
Sayıları, silahları, atları yok denecek kadar azdı. Hatta çobanlar görünce bu ne biçim asker,
diye Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashabına gülerlerdi. Bedir Cengi
meleklerin yardımı ile kazanıldı. İşte fütuhat. Bunun gibi harbte fütuhat gelince harp
çabuk ve kolay kazanılır. Rızıkta fütuhat ise Allahu Teâlâ, kulun ummadığı yerden bol
rızık verir. Manevi tutkunlukta fütuhata gelince kendisi için zor olan şeyler kolayca
çözülür, İşte ibadetin sonunda da fütuhat lazımdır.
Allahu Teâlâ, kendisine ilim olarak verir, o fütuhatı açar. Ağanın, beyin hatırı için
veya bana şöyle diyecekler, böyle diyecekler gibi kendine gelecek sözden çekinip hiç bir
surette o ilmi saklamaması lazımdır.
Dünya malı, parası serveti üzerine akın eder. O gelen malı, Allahu Teâlâ'nın yoluna
sarfetmesi lazımdır. Onu da yığmamalı. Bunları her ne kadar dağıtır, sarf ederse arkası o
kadar çok gelir. Akan bir suyun önünü bağlarsan dolar taşar. O bağlanılan bendide yıkar,
bir daha da önünü bağlamak zor olur. Aynı onun gibi bu i l i m ve dünyalığın hepsi sana
fütuhat olarak gelir, sen de sarfetmez, önünü bağlarsan taşar, bir daha o bağlanma ile
bend tutulmaz, İbadetin sonunda da fütuhat, ilm-i hikmet lazımdır. Onlar gelince onları
bekletmeyip ilmi, malı millete sarfetmesi gerekir. Biriktireyim, vermiyeyim derse o
taşınca hepsi gider. Bir daha da eski düzenini bulamazsın. Allahu Teâlâ: "Ben, sana bunu
hiç yoktan verdim. Benim verdiğime, vereceğime inanamıyor musun?" buyurur ve fütuhat
kesilir. Belki de o hâli bir daha bulamaz. Hele infak, yedirip içirip, fakirlere dağıtması çok
olmalı, sofrası açık, gözü gönlü bol olması lazım. Kendi nefsinin isteğine giderse yine
helak olur.
Bilâl Babam yaptırdığı onbeş camiyi ne sergiyle ne makbuzla para toplamadan
yaptırdı. Otuz altı defa Allahu Teâlâ için tevkif, elli dört defa nezarete atılma, yüzden fazla
ifade verme, idamlık suçuyla yargılanması var. Evini bütün ümmet-i Muhammed'in
misafirhanesi, hastahanesi tımarhanesi etmesi, herkesin maddi ve manevi müşküllerini
halletmesi, bunların hepsi vardır. Sen bu kadar üzerinde durduğuna göre ve
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) aşkına bu dediklerimi takip et, öğren
gerçekten böyle mi değil mi? Ondan sonra karar ver.
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 6093)
" Al l a h u T eâ l â b i d ' a t s a h i b i n i n n e n a ma zı n ı , n e o ru cu n u , n e z ek a t ı n ı , n e
h a c cı n ı , n e u mr es i n i , n e ci h a d ın ı v e ne d e k ü çü k -b ü y ük h erh a n g i b i r a mel i n i
k a ti y en k a b ul etme z;hamurdan kıl çıkar gibi islamdan çıkar."
Yukarıdaki saydığımız bu amellerinin hepsi iptal olup hiç bir ameli kabul olmadıktan
sonra; sünneti Rasûlullah'ı yapmaz, aksi olan ibadetleri yaparsan Allahu Teâlâ yanında

117
senin sofuluğunun, ibadetinin ne kıymeti kalır. Dinden de tamamen çıkarsın. Bu söz bid'at
sahiplerinedir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bundan daha ağır nasıl konuş
sun? Bir âlimin büyüklüğü, Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)-
'in yanında sevgili olduğu kendinde bid'at ne kadar az, sünnet ne kadar çoksa ondan
belli olur. Sünnet, yeme-içme oturma, yatma-kalkma, ibadet, yaşantı gibi akla gelen her
şeydedır. Bir öğretmen talebelere hem yapıp göstererek, hem de söyleyerek öğretip,
eğitmedikten sonra onun öğretmenliğinin bir anlamı kalmaz.
ALIM
Alim, Allahu Teâlâ'nın ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in emirlerini
hem yapacak hem öğretecek, öğreneni takdir edecek. Aksi takdirde âyet-i kerime'de
buyurduğu gibi:"Kitap yüklü eşek m i s a l i d i r . "237 ve "İlmi ile amel etmeyen âlimin
ağzına ateşten gem vurulur."238 Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem): "Ben
söyledim, sen âlimdin okudun. Herkes senden gördüğünü yapacaktı. Sen niçin yapmadın
da muhalefette bulundun?" diye sorarsa o âlimin hali nice olur?
(Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 2701)
" Al i m i k i d i r: A l i m v a rd ı r k i ;
İ l mi i l e y a l n ı z Al l a h ' ı n rı za s ı n ı k a s t e t mi ş ti r. K i ms ey e o n u es i r g e me mi ş ,
o n u h i ç b i r p a r a i l e d eğ i ş ti r me mi ş ti r. B i r â l i m d e v a rd ı r k i ;
İ l mi i l e yalnız dünyayı kastetmiştir onu paraya değiştirmiştir, tamahkâr
davranıp onu A l l a h ' ı n ku l l a rı nd a n es i rg e mi ş ti r. İ ş t e b u t i p â l i mi Al l ah
k ı y a met g ü n ü n d e a teş ten d i zg i n e v u ra ca k tı r! M el ek l erd en b i r mel ek
ü s tü n d en ş ö yl e b a ğı ra ca k tı r:
- İ ş te b u f i l a n o ğ l u fi l a nd ı r! Al l a h o n a d ü n y a h a y a tı nd a i l i m v er mi ş ti r
d e o b u nu p a ra y a değ i ş ti r mi ş ti r. T a ma h k â r d a v ra n mı ş tı r " Al l a h , o n a s ev d i ği
n i k a y b etti ri p i n s an l a rd a n a y ı rı n ca y a k a d a r, o me lek böyle bağırıp duracaktır."
Yani bu adamın dünyada abdesti, namazı, orucu, haccı ve zekatı tamam, ibadet
hususunda bir eksikliği yoktu, üstelik âlim idi. Bunun bir tek kabahati Allahu Teâlâ'nın
emirlerini emir, nehiylerini nehiy söylemedi. Ağanın, beyin, zenginin hatırı için onların
zoruna gidecek diye söylemesi lazım gelen bazı meseleleri bildiği halde sakladı.
Söylemesi, yapması mahzurlu olan şeyleri de dünya malı, kazancı için söyledi ve yaptı.
Allahu Teâlâ'nın kendisine vermiş olduğu en kıymetli ilmi, en kıymetsiz olan dünya menfa
atine değişti. Bunun bundan başka günahı yoktur, der. Mahşer yeri dağılıncaya kadar o
âlimi, bir melek baş ucunda çağırarak mahşer halkına tanıttırır, teşhir eder, gezdirirler.
Mahşer yeri dağıldıktan sonra ebedi çıkmamak üzere cehenneme atarlar.
Atasözleri: "Doğru söz bükülmez, yırtar gider."
"Doğruluk dost kapısıdır."
"Sen doğru ol, kem belâsını bulur."
Kur'ân-ı Kerim'de Allahu Teâlâ bir çok yerlerde: "Ey Allah'a iman edenler!" diye
buyuruyor. Bu adamlar gerçekten Allahu Teâlâ'ya iman ediyorlarsa söz benim değil, Allahu
Teâlâ'nın âyetleri ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şerifleridir.
Niçin kızıyorlar? Bir çoban cumhurreisinden mektup getirirse ona hakaret cumhurreîsine
hakaret sayılmaz mı? Ben, Allâhu Teâlâ'nın emri Kur'ân-ı Kerim'le Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şerîfleriyle söylüyorum. Buna karşı çıkmak Allahu
Teâlâ'ya ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e karşı çıkmak değil . mi?
Bir Müslüman'ın hata zannettiğin hareketlerini yüzüne karşı söyleyip gizli gizli,
dolaylı yoldan eksik tarafını arayıp, küçük düşürmeye çalışmak ve sever görünüp perde
arkasında durup dedikodu yapmak münafıklık alâmetidir. Ama Allahu Teâlâ'nın rızası,

118
için yüzüne çatır çatır söylemek, video ve teyp kaseti ile ikaz etmek veya kendisi ikaz
olmak halis mü'min alâmetidir. Bütün mü'minlerin din önderlerinin gizli gizli aleyhimizde
atmaya değil, yüz yüze gelip birbirimizden noksanlarımızı öğrenip aradaki pürüzü kal-
dırmaya; öğrenmek veya öğretmek gayesi ile konuşmaya, tartışmaya davet ediyorum.
Herkes kendi yüzündeki karayı göremez, ancak aynada görür.
(Sünen-i Tirmizî, Cild 3, Hadîs No: 1994)
"Ebû Hüreyre (Radîyallahu anhu)'den rivayete göre;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
- Sizden her biriniz (din) kardeşinin aynasıdır; şayet onda herhangi
b i r e z a ( n o k s a n l ı k ) görürse hemen izale etsin!"239

Atasözü: "El elin aynasıdır." Bu atasözü yukarıdaki hadîsten alınmadır. Herkes


aynada yüzündeki karayı görsün. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:
"Hikmet (doğru söz) mü'minin yitik' malıdır. Kimde, nerde bulursa ondan
alsın."240buyurduğu olsun,
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) halife olunca kendisinde çok büyük bir düşünce,
tereddüt vardı: Sebebini sordular:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in benim hakkımda bir çok övücü
hadîsleri ve Kur'ân-ı Kerim'de âyet var. Nihayet ben. de bir. insanım, ben de yanılırım.
Benim kusurumu, yanlışımı söyleyecek adama: "Sus! Sen, Ömer'den büyük adam mısın?
Boyundan büyük işe karışma" der ve onu sustururlar. Ben de kendiliğimden noksanımı
bilemem, helake giderim diye korkuyorum, dedi. Ashâb dan biri ayağa kalktı:
- Yâ Ömer! Ben, Rasûlullah'ın zamanını gördüm, senin hareketlerinin Rasûlullah'ın
yaptıklarına, sözlerine göre yanlış, ters olursa; ilk defa seni gizli (tenha) bir yere çe-
ker kimsenin duymadığı yerde ikaz yollu söylerim. Beni ikna edersen ne ala, beni ikna
edemez yine eski yaptığını yaparsan, bu sefer seni en fazla sevenlerin yanında ağrına
gidecek şekilde sert bir biçimde sana söylerim. Beni ikna edersen davamdan vazgeçerim.
Beni ikna edemez yine eski yaptığın işi yanlış, ters yaparsan, Ömer olmazsan kim olursan
ol. (Belindeki kılıcı biraz çekip) kendini düzeltmezsen vallahi seni bu kılıçla düzeltirim,
dedi. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) ayağa kalktı, kucaklaştı ve kendisine:
- Hayatta beni en çok seven, koruyan sensin. Ben yanlış hareket yapıp, yüzüme kar
şı uyarmayıp, ben helake gittikten sonra: "Zamanında ben Ömer'in şu hareketini
beğenmiyordum." diye söyleyenler beni sevmeyenlerdir. En çok sevenlerde yanıldığım
zaman yüzüme karşı hem dokunaklı, hem de benim ağrıma gidecek şekilde beni en çok
sevenlerin yanında tekdirle söylemesidir, buyurdu. Bunlardan birisi de Ebu Zerr'il Gıffari
(Radiyallahu anhu)'dir. İşte Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) Hz. Ebû Zerr'il Gıffari (Radiyal
lâhu anhu)'yi bu yüzden çok fazla seviyordu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in âlimler hakkındaki buyurduğu hadîs-i
şerifler ikiye ayrılır. .Bir kısmında âlimleri över. Diğer kısmında da cehennemlik olan
kötü âlimleri anlatır. İyi âlimler için söylenilen hadîs-i şerife her âlim sahip çıkar.
Kötü âlimlere söylenen hadîs-i şerifler söylenmez . saklanır. Şimdi ikisinden de çok az
da olsa yazacağım (İnşallahu Teâlâ.)

(Berika, Cild 1, s.235)


''Ümmetim fesada gittiği zamanda sünnetimi ihya edene yüz şehid sevabı vardır
(İmam Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret. s.378, Hadîs No: 691)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edilmiştir:
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
Siz öyle bir zamandasınız ki, sizden kendisine emredilenin onda

119
birini terk eden kimse helak olur. Sonra bir zaman gelecek ki, onlardan
k e n d i s i n e e m r e d i l e n i n o n d a b i rini yapan kimse kurtulacaktır."
(İmam Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Hadîs No: 835, s.458)
"Hakimi Tirmizî'nin «Nevâdir'ül-Usul» isimli kitabında rivayet ettiği hadîs-i
şerîfte:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
A h i r z a ma n d a K u r ' â n o k u y a n l a r ı n b i r t a k ı m n a ğ me v e ma k a ml a r ı
olacak. Her kim o zamana yetişirse onların şerlerinden A l l a h ' a sığınsın.
Onlar çok iğrenç koku saçarlar. Sonra çizgili kumaştan başlıklar ortaya
ç ı k a c a k v e o g ü n d e r i y a k â r l ı k t a n u t a n ı l m a y a c a k v e ç e k i n i l me y e c e k . O
g ü n d e d i n i n e s ı k ı s ı k ı y a p ı ş a n k i ms e n i n s e v a b ı e l l i k i ş i n i n s e v a b ı kadar
olacak. Sahabeler:
- O (elli kişi) bizlerden mi yoksa onlardan mı? diye sordular. Peygamberimiz
( S a l l a l l â hu aleyhi vesellem):
- Sizden olan elli kişidir, diye cevap verdi."
(Muhtar'ül Ehâdîs-in Nebeviyye. Hadîs No: 860)
"Kur'ân-ı Kerim, Arab şivesi ve Arab lehçesi ile okunur. Bilhassa
a ş k a g e l e n l e r i n v e iki e h l - i Kitab'ın makamı ile okumaktan sakınınız. Benden
sonra bir kavim gelecek; onl a r Kur'ân-ı Kerim'i şarkı ve çalgı şekline
çevirecekler. (Kur'ân-ı Kerim'in nuru) Boğazları n d a n i çeri y e g eçi r mey ec ek l e r.
O n l a rı n k al b i f i tn e d o l mu ş tu r. K eza b u n l a rı n h a l i ni g örüp beğenenlerin de."
Bu zamanda huzurla, aşkla kendinden geçip Kur'ân okumak yok. Sen Kur'ân okumayı
öğret, kıraatini, tecvidini her şeyini kendi yapsın. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) zamanında tecvid yoktu. Bu gibi tecvid ve makamları Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) kesinlikle reddediyor. Kur'ân okumaya dili, ağzı tam yatsın.. Millet
öğrensin diye tecvidi icad etmişler. Normali iyidir. Ama manevi hâlini, huzuru, rabıtayı
tutturmayı bırakıp, sadece; "harfin ince, kalın, hırtlaktan, dil ucundan, dilin yanıyla
okuyacaksın." diye üzerinde de durmakta iyi değildir. Şu harfi böyle çıkaracaksın, bu
harf cer, bu harf mücemme, tecvidine şöyle dikkat et, böyle dikkat et, derler. Kur'ân
okurken bir takım nağme, makamları olacak dediği işte bunlardır. Bilâl Babam:
- Çocuklarınız Kur'ân'ı tam ve seri olarak okumayı-yazmayı öğrensinler. Kıraati
şöyle olsun; Kur'ân okurken kendini bizzat Allahu Teâlâ'nın huzurunda duruyor, bilip ve
fazla korkup (havf ve kıraatla) kendi kendini, dünyayı, âhireti, Allahu Teâlâ'dan başka
herşeyi (oturduğu yeri. zamanın nasıl geçtiğini, herkesi, tecvidi) unutup kendinden geçip,
burnunun direği sızlar, gözleri yaşarır, içerisi yanar. Kur'ân okurken tüyleri elbiseyi
yarıp dışarı çıkacak gibi olması lazımdır. Kur'ân okuyanların içerisinde bayılanlar dahi
olurdu. Böyle okuyan her ne kadar tecvidsiz, hiç kimsenin beğenmeyeceği şekilde okusa
bile Allahu Teâla beğenir. Okumasına bu dünyada şifa, ahirette en büyük derece verir.
Kur'ân okurken su akmayıp dinliyor, diyorlar. Kur'ân okunurken, şadırvanın suyunun
akmayıp havada beklediğini gözü ile gören olduğunu Bilâl Babam bize anlattı.
Kur'ân öğrenmeye ilk defa giden fitre, zekat için talebeyi harman harman dolaştırıp
buğday toplattırıyorlar. Daha talebe iken çocuğun kafası bunlarla dolduruluyor. Çocuk,
okul bitince şu kadar maaş alacağım, cenaze defni, Kur'ân, mevlid okuma için pazarlık
yapmayı (kesim kesmeyi) öğreniyor. Halbuki o çocuğun kafasına bu fikirlerin sokulmaması
o şekilde yetiştirilmemesi gerekirdi. Kur'ân sırf şifası, âhiret kazancı, mahşerde şefaat
edip cehennemden kurtarması için okunur.
(Sûre-i Bakara, Ayet 174)
" A l l a h ' ı n i n d i r d i ğ i K i t a p ' t a n b i r ş ey g i z l e y i p , o n u a z b i r b a h a i l e
d e ğ i ş t i r e n l e r v a ry a i ş t e o n l a r ı n y i y i p t e k a r ı n l a r ı n a d o l d u r d u k l a r ı a t e ş t e n

120
b a ş k a b i r ş e y d e ğ i l d i r . K ı y a me t g ü n ü Al l a h n e o n l a rl a k o n u ş u r n e d e o n l a r ı
t e mi z e çı k a rı r. O ra d a o n l a r i çi n a cı tı c ı bir azab vardır."
Dünya malı azdır. Hepsi bir insanın olsa yine azdır. Allahu Teâlâ'nın vereceği nimetler
çok az da olsa devamlıdır, bakidir. Dünyanın malının hepsinden çoktur.
(Râmüz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4928)
" Ki m Ku r' â n ö ğ r e t me k a rş ı l ı ğ ı n d a b i r o k y a y ı a l ı rs a, k ı y a me t g ü n ü
Al l a h o n a ceh ennem ateşinden yapılmış bir yay takar."
Kur'ân'ı öğreten, Allahu Teâlâ'nın rızası için öğretir, Kur'ân öğrettiğinin karşılığında
para veren, hediye olarak verir ise caizdir. Şart şu ki; Kur'ân okutan, parayı veren ile
vermeyeni eşit tutar. Allahu Teâlâ'nm rızası için olursa böyle olmalıdır. Kesim kesmek
(pazarlık etmek), imâ ile, işaret ile olsun anlatılmaz. Veren kesinlikle öğrendiğimin
karşılığı olarak para veriyorum demeyip, bir tek hediye olarak cebine koyar. O da azdı,
çoktu, şu şunu verdi, bu bunu verdi, neden az verdi, niçin hiç vermedi? diye hatıra bile
getirmez. Aksi takdirde Kur'ân okutma karşılığında aldığı cehennemde onunla azab
çekmesine sebeb olur.
Allahu Teâlâ'nın ahirette vereceği nimetin yanında dünya malı azdır. Allahu
Teâlâ'nın kitabındakini dünya malı karşılığında değiştirirler. Fitre, zekat, sadaka, fakir
olup evinden dışarı çıkıp istemeyen yetimlerin, öksüzlerin, yolda kalmış, parası bitmiş
perişan olup, acınacak durumda fakir olanların hakkıdır. Bunları bul, evinde ver. Kur'ân-ı
Kerim böyle emirlerle doludur. Sen bunlara vereceğini şu hayır cemiyetine, bu hayır
cemiyetine Kur'ân kursuna, cami yapımına ver, derler.
Bir adama filan adama ver, verdiğin parayı bu da onun gibidir diye başka bir adama
verirse, parayı gönderenin canı sıkılmaz mı? Allahu Teâlâ, fitre, zekat ve sadakayı,
yetimlere isteyemeyip, evinde darda kalmışları ara bul, onlara ver diyor. Bunu bundan
başka yere vermek Allahu Teâlâ'yı gadaplandırır. Biz de bunu söylersek, bize "Sen çok
ağır konuşuyorsun." diyorlar.
"Yazdığın muskayı niçin parayla satıyorsun?" sorusuna bir hoca:2 4 1
"Allahu Teâlâ'nın âyetl erini ucuz pahaya satmayın " âyetini delil
göst eri yo r. Ucuz pahaya, fiyata Kur'ân satılmaz, sözü yanlıştır. Bu söz tam aksi ve
tersidir. Dünyanın malının hepsini Kur'ân-ı Kerim okuma karşılığında versen yine de
ucuzdur, bedelini ödemiş olmazsın. Allahu Teâlâ için, âhiret için okuyun. Dünyalık için
okumayın. Dünyayı ve dünyalığı aklına bile getirmeden oku, veren hediye olarak versin.
Kur'ân okuttum . karşılığını veriyorum gibi düşünce olmamalıdır. Okuyan Allah rızası için
okudum, veren hediye olarak verdim, demesi lazımdır.
Şimdi Kur'ân-ı Kerim'i okurken tecvidle okuyacağız diye, "Gulhu vallahu ahad
Allahussamed" yerine "Nillahussamed"; "Veladdâllin" yerine "Velezzâllîn" ve "Euzu
billahimineşşeytanirracim" yerine "Euzu billahimineşşeydanirracim"gibi, Allahu
Teâlâ'nın âyetini değiştirerek okuyorlar. İşte hadîsteki bir takım nağmeler olur, onunla
okurlar buyurduğu oluyor. Sen, Kur'ân-ı Kerim'i Allahu Teâlâ'nın dediği şekilde
okumayıp, okutmayıp şu şöyle ama böyle okunması lazım. Bu böyle ama şöyle okunması
lazım deniyor, İşte nağme, işte değiştirme budur.
Bir Cumhurreisinin huzuruna çıksan senin öz konuşmana kıymet verir. Seni öğretip
göndermişler onların öğretmesi ile konuşuyorsan, onu da anlarsa sana, senin konuşmana
kıymet vermez. Allahu Teâlâ içimizi, dışımızı, niyetimizi her an biliyor. Öğrettiğin birisi
Rabb'mın âyetlerini okuyacak, Allahu Teâlâ dinleyecek.
Musa (Aleyhis selâm) kekeçti, kendine inen kitabı da muhakkak ki kekeleyerek
okuyordu. Kekeçlerin kalbi çabuk nurlanır. Çünkü kekeç bir adamın ne demek istediğini
çok iyi biliyorsun. Yine de kekeleyerek söylediğini de dinliyorsun. Ama sağlam adamı
dinlediğinden daha fazla önem verirsin. Kur'ân-ı Kerim'i okumayı zor bilen, düzgün okuma
ya gayret eder. O da kekeleyerek konuşan gibidir.
Sağlıklı çocuğun "baba bana para ver" dedi. Kekeç çocuğunda "baba bana pala vel"
dedi. Sen niçin para demedin de pala dedin diye çocuğun ağzının üstüne sille ile vurur

121
musun? Onun para demek istediğini biliyorsun. Allahu Teâlâ'da senin niyetini, doğru
okumak istediğini biliyor. Niyetin düzgün fakat tam okuyamayınca kekeç çocuk gibisin.
Çocuğun babası da kekeç çocuğuna daha fazla önem verir. Allahu Teâlâ'da sen doğru
okumak istiyorsun ama tam okuyamıyorsun. 242 Okumaya çok özeniyorsun onun için sana
Allahu Teâlâ daha fazla önem verir. Bir hadîs-i şerifte:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e sordular:
- Biz senin okuduğun gibi Kur'ân okuyamıyoruz. Bundan mes'ul muyuz? O
sırada Allahu Teâlâ'dan selam ile Cebrail (Aleyhis selâm) geldi:
- Allahu Teâlâ buyurdu ki:
"Her kim olursa olsun bildiği kadarı ile Kur'ân-ı Kerim'i özenerek okumaya
gayret ederse onun okumasını Cebrail'in sana getirdiği gibi kabul ederim."
Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Ben de Cebrail'in bana getirdiği gibi okuyamıyorum." 243 buyurmuştu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Siz Kur'ân-ı Kerim'i dıştan, ben içten manasını düşünerek
o k u y o r u m . " 2 4 4 b u y u r u y o r . Bu da ben hiçbir şey bilmiyorum diyerek Allahu
Teâlâ'dan korkarak, okuyamadığını; aczini bilerek, içerisi yanarak hem tam
okuyamadığına müteessir, hem de okuyorum Elhamdülillah diye sevinçli okursa Allahu
Teâlâ onun okumasını Cebrail (Aleyhis sellâm)'in Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'e getirdiği gibi kabul ediyor.

Kötü âlimlerin hakkındaki hadîs-i şeriflerden bazıları:


(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6257)
"İnsanlara öyle bîr zaman gelecek ki, uleması da hükeması da fitne
o l a c a k ! M e s c i d l e r ve i l i m öğrenenler çoğalacak. Fakat gerçek âlim parmakla
gösterilecek kadar az olacak."
İlim öğreten ilim yuvaları camiler çok olacak. Hakiki âlim çok az olacak. Öyle ki şu
adam âlimdir demek için adam bulunmayacak. Hakiki âlimi gösterebilmek için birçok
âlimlerin içinde bir kişiyi parmağın ile göstereceksin. O kadar az olacak.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1609)
"Kıyametten önce deccal vardır. Deccalden önce de otuz veya daha çok
y a l a n c ı l a r v a r dır (zuhur edecektir). Sahabelerden biri tarafından:
- Bunların alâmetleri nedir? diye soruldu. Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesel
lem):
- (Ey sahabeler!) Sizin içinde bulunmadığınız bir yol (din ve şeriat) onlar
size getirecekler. Ve o bid'atlerle yolunuzu ve dininizi değiştirecekler. Onları gördüğü
nüz zaman, onlardan uzak ve onlara düşman olunuz."
Hem âlim olup hem de sünnetin zıddı bid'atları yapıp, gösterip onu millete
aşılayacaklar. Öyle âlimler deccalın yardımcılarıdır, uydularıdır, elemanlarıdır.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1575)
" Ü mmeti md en ö y l e b i r k a v i m v a rd ı r k i , s ertti rl er, d i l l eri Ku r' â n -ı
Ke ri m' i f a s ih okumaktadır. Fakat okudukları Kur'ân boğazlarından aşağı
(kalblerine ) inmez! Onlar imandan yaydan okun çıktığı gibi (fırlayıp) çıkarlar.
Onlara rastlarsanız öldürün. Çünkü onları öldüren mükafatlandırılacaktır . "
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, Cild 11, Hadîs No: 1783)
"Ebû Saîd-i Hudrî (Radiyallâhu anhu)'den rivayet olunmuştur:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve-sellem)'den şöyle buyurduğunu işittim:
S î zin i çin i zd e öy l e zü mrel er tü rey ecek ti r ki , si z on la rı n n a ma zla rının
y an ınd a k end i n a m a z l a r ı n ı z ı , o n l a r ı n o r u ç l a r ı y a n ı n d a k e n d i o r u ç l a r ı n ı z ı ,
122
o n l a r ı n i y i i ş l e r i y a n ı n d a k en d i s al i h a mel l eri n i zi k ü çü k g ö rec ek s i n i z. O n l ar
Ku r' â n o k u y a ca k l ar, f a k a t Ku r' â n (ın feyzi) onların hançerelerini (gırtlaklarını)
geçmeyecek. Onlar, okun avdan (delip) çıktığı gibi dinden çıkacaklar: Okun sahibi
(avı delip geçen) okunun demirine bakar (kan namın a) b i rş ey g ö re mez. Ağ a ç
k ı s mı n a b a k a r, o ra d a d a b i r ş ey g ö re me z. Y el es i n e b a k a r, o n d a da (kan)
bulaşığı göremez. Sonra avcı (acaba ava dokunmadı mı?) şüphesi ile fok (denilen
veter methâlin)'e bakar (orada da kan izi görülmez)."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3756)
"Benden sonra ümmetimden öyle bîr kavim zuhur edecek ki, Kur'ân
okuduklarında hulkumlarından (boğazlarından) aşağı geçmeyecek. Okun
yaydan çıktığı gibi dinden çıkaca k l a r , o n a b i r d a h a d ö n me y e c ek l e r.
Ya ra tı k l a rı n en k ö tü l e ri , a h l â k ç a e n d ü ş k ü n o l a n l a rı bu nl a rdı r. On la rın
y ü zl eri u s tu ra yl a tra ş edi l miş b ir ş ekild e o la cak tı r." b u yu ru lu yor.
Demek ki bunlar Kur'ân okuyanlardan olacak. Bir adam dinden çıkarsa, okuduğunun
bir faydasını görmesine imkan var mı? Onlar mahşerde Kur'ân'ın nurundan istifade
edemiyecekler. Yaratıkların en kötüleri denilince cin, şeytan (iblis), yılan, canavar, akrep
görünce insanın kendinden çekindiği, kaçındığı yaratıklar akla gelir. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şeriflerinde: "Allah'ın laneti onların üzerine
olsun" 2 4 5 dedikleri de hep yaratık. Hadîsi şerifte söylenilenler bunların hepsinden
daha tehlikelidir. O canavardan kaçar gibi onlardan kaçınılmalıdır. Canavar etini, kemiğini
parçalar. Bunlarda kendi fikrini benimsetir, dinini ve imanını parçalar. Onların alâmeti;
hem âlim olup Kur'ân-ı Kerim okur, hem de yüzleri tıraş olmuş bir vaziyette olur. Sakal-
bıyık tamamiyle usturaya verilmiş, kendisi halkın nazarında âlim, din adamıdır. Fakat
ahlâkça en düşük olanı onlardır. Onları o kadar kötü eden başka bir şey değil, hadîs-i
şerifteki söylediğindendir. "Bunlar dinden tamamen ayrılmış, hidayete erip cennete
girmesine imkan yok." Alim olduğu halde bunları kendine yaptıran Allahu Teâlâ'nın en
sevmediği, en düşük ahlâktır.
Bir sakal-bıyık değil mi? Bıraksanda olur. Kur'ân-ı Kerim'i o da okuyor o da okuyor. O
bilmem kaçıncı sünnet. Sünneti terkederse ne var? Hele sen farzı yap sünnete sıra gelsin,
gibi sözleri söyleyen, yapan onları savunanların hepsi ahlâkça en düşük olanlardır. Bir
kötü adamın kötülüğünü söyledikçe onu savunan o da ondandır. 246
"Ahir zamanda bir gurup insanlar Kur'ân-ı Kerim'i okuyacaklar.
Okudukları Kur'ân-ı Kerim'in nuru gırtlaklarından aşağı inmeyecek. Onlar dinden
okun yaydan hızla atılınca ayrıldığı gibi o hızla ayrılacaklar." 247 Atılan bir oku hedefe
doğru giderken çıkış yerine geri döndermek imkansızdır.
Onları da islâmiyet'e, hidayete döndermek imkansızdır. Şu zamanda bid'at içinde
yüzüp, zikrullahı hiç yapmayıp, yapanları hor görüp, zikrullaha müteallik (ait) olan
amelin hiç birisini de kabul etmiyor; "İman kurtarma devridir." diyorlar. Kap olmadan su
getirmeye gidilir mi? Ateşsiz ısınılır mı? Silahsız harp edilir mi? Amelsiz iman kurtulur
mu? ömründe hiç amel yapmayı bilmeyen veya nefsini zaptedemeyip bile bile nefsinin
arzularına gidene bilmediğini dersen doksan derece dönüş yapar, düzelir. İtiraz eden
Müslüman sofu herşeyi anlıyor biliyor, bilerek yanlış ters konuşuyor. Buna neyi
anlatacaksın neyi yaptıracaksın! "Kesinlikle ibadet devri geçti." diyor. İbadet devri
geçtiyse ibadet yerine hangi devir geldi? Kesinlikle ibadetin yerini kapatacak bir amel
yoktur. Amel imanla, iman amelle makbuldür. Amelsiz iman sadece küffar içinde büyüyüp
islâmiyetten hiç bir şey bilmeyenler için geçerlidir. Diğer biri de, Allahu Teâlâ'nın affı
mağfiretini bilir, söyler "kabahat bende, ben acizim yapamayan benim. Allahu Teâlâ bana
iman, amel nasib etsin" diye kendi kendini çok günahkâr kötü bilir. Başkalarını çok büyük,
çok iyi görür. O niyeti kendini ilerde hakiki amel, hakiki iman ile çalışmaya çeker ve
düzelir. Yunus (Aleyhis selâm)'un kavmi gibi olur. 248 Hz. Ömer (Radiyallahu anhu) Pey-
gamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e suikast niyeti ile gelip, niyetini bir anda Allahu

123
Teâlâ'nın düşmanlığından dostluğuna çevirdi. 249 Müslüman olmadığı hâlde hem ashâb hem
de ashâbdan en ileri geçip dört cihar-ı yârdan biri olmasına sebep oldu. Çünkü niyeti
düzgündü. Ben doğruyum, Muhammed yanlış zannediyordu. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in doğru, kendinin yanlış olduğunu anlar anlamaz doksan derece dönüş
yapıp hem ümmet, hem ashâb, hem de cihar-ı yârdan biri oldu.
Ebû Cehil bilerek inkar etti. Bilen adama neyi anlatacaksın? Anlatacağının doğru
olduğunu zâten biliyor. Bile bile inkar ediyor. Kaynak çubuğuyla en kalın demiri kesmek
kolaydır. Kaynak çubuğunun yerine bilerek başka demir takarsa, bu kaynak kesmiyor
derse, ona, sen bunun kaynak çubuğu olmadığını bildiğin hâlde niçin takıyorsun, aksini
konuşuyorsun denilir ve cezalandırılır. Bilmeyen de hiç cezalandırılmaz. Kaynak çubuğu
gösterilir ve öbür demirlerin kaynak çubuğu olmayıp iş görmeyeceği, ancak kaynak
çubuğu ile demir kesileceği ve iki demirin birbirine kaynayacağı güzellikle anlatılır.
Allahu Teâlâ yanında da bilen âlimin bilerek yaptığı hatasıyla, bilmeden ve doğru
yapıyorum zanneden yukarıdaki verdiğimiz misaldekiler ile aynıdır.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6255)
" İn s an l ara ö yl e b i r z am an g el ec ek k i , a v am h al k Ku r 'ân o k u ya cak , İb ad et e
k en d i n i v e recek, (fakat) bid'at ehlinin işleri i l e meşgul olacaklar, hissetmedikleri
yerden şirke sapacaklar, söz ve ilimleri vasıtasıyla r ı z ı k elde edecekler, din’i alet
ederek dünyalık edinecekler. İşte bir gözü kör deccalın uyduları bunlardır."
Avam halk yani Müslümanlığı incelemeyen, yüzünden giden bilgisiz kimseler
Kur'ân okuyup kendini âlim gösterecekler. İbadetleri benim sünnetimin tersi, aksi ve
bid'at olan şeyleri yapacaklar. Anlayamadıkları yerden şirke sapacaklar. Allahu Teâlâ'yı
çok zikreden hakiki zakirlerin, dervişlerin aleyhinde atıp, kötü söyleyecekler. Bu sebep
ten şirke sapacaklar.
Halbuki onların yanlışları varsa düzelt, yapamıyorlarsa yap göster, iyi yapıyorlarsa
onların gittiği yola sende git, teşvik et desen yapmazlar. Rızıklarını ilim vasıtasıyla Kur'ân
okuyarak elde ederler. Kur'ân-ı okumayı, hatmi, mevlidi, cenaze yıkamayı, ölüyü
defnetmeyi, devir çekmeyi para. kesimi ile yapacaklar. Allahu Teâlâ, din, âhiret sevabı için
değil de sırf rızk için ilim tahsil edecekler. Bunları yapanlar Allahu Teâlâ'nın ve Rasûlullah
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'ın bütün mü'minlerin düşmanı olan deccalın uyduları ve
yardımcılarıdır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bundan daha ağır nasıl
konuşsun. "Allahu Teâlâ için yap" dersen "biz acımızdan mı ölelim" derler. Allah yardım
eder, dersen ne zaman yardım edecek gibi en cahillerin sözlerini söylerler. Bu dini alet
edip dini geçim, rızık vasıtası etmek zamanımızda gayet çoğalmıştır.Islâmiyete yeni
girecekler de Islâmın esas aslı böyle olacak zannediyorlar.
Kur'ân-ı Kerim'de; "Siz Allah'a dayanın, Allah'a güvenin, Allah'a sığının. Allahu
Teâlâ dilediğine sayısız rızk verir." Sen âlimsen bunları hem yapıp, hem de mü'minlere
inandırman, onları eğitmen lazım. Bunun yerine sünnetleri terket, bid'atları kabul et.
"Şimdi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) geliyor" deseler, "Buyur yâ Rasûlullah
Bizim eve gel, rahat et." diyecek durumda mısın? Kur'ân'a sünnete uyman, evin, yaşantın,
işin kıyafetinde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetleri mi yoksa
Avrupa'nın örf ve âdetlerini mi örnek aldın? Yarın mahşerde Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in huzuruna nasıl çıkacaksın?
Malayani konuşan âlim, sövmeyi (küfür etmeyi); sigara içen âlim, içki (rakı)yı;
dilenen âlim, cömertliği; gıybet yapan âlim zikrullahı; dünyaya, dünyalığa çalışan âlim,
âhiret için çalışmayı öğretemez. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'in sün
netlerini yapmayan âlim,sünnet-i Rasûlullah ile çalışmayı; gülen, eğlenen, yenlilik
(hafiflik) yapan, oynayan âlim, vakarı öğretemez.
Bir düğünde içki içip; "Seninle karşılıklı oynayacağım" diye karısını zorla
süreyerek getirip, karşılıklı oynayan köy ağasına Bilâl Babam:
- Ağa! Ağır ol ağır. Ağır taşla batman döverler, yenli (hafif) taşla kıç silerler.
Sen karını zorla getirip oynatıyorsun. Ona müşteri mi arıyorsun? Ağalığında bir

124
şartı var. Sen otur, hizmetçilerin oynasın, onlara bahşiş ver. Sen ağalığı da, ken
dini de rezil ettin, buyuruyor.
Ashâb, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in güzel hallerini
sayarken, O'nun "çok halim (yumuşak) olmakla beraber vakarlı ve heybetli idi."
derler. Vakarlı olmak, oturacağı, kalkacağı, konuşacağı, susacağı yeri bilir. Sesle
gülmek, şakalaşmak, Hakk'tan gayriyi çok konuşmak vakarı giderir. Allahu Teâ-
lâ'ya karşı edepli olur. Edebe muhalif iş yapmaz. Her zaman her yerde içimi-
dışımı Allahu Teâlâ biliyor der. Emirlerinin en küçüğünü tutmaya, nehiylerinin
en ufağından sakınmaya çok dikkat eder. Mahşerde huzur-u llâhiye'ye çıkacağını
düşünür. Kıbleye dahi arkasını dönüp oturmaz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'e edepli olur. Yarın mahşerde huzur-u Rasûlullah'a varacağını düşünür.
Sünnet-i Rasûlullah'ı ve O'nun hadîslerini tam tatbik eder. O'nun izinden gider.
MevIid, musafaha, salâvat-ı şerife gibi şeylere çok dikkat eder.
(Kütüb-i Sille, Cild 1, s.359)
"Bir devenin ağaçla kaşınması gibi kişinin dini ile kaşınması
k ı y a m e t i n y a k l a ş m a s ı nın alâmetlerindendir."
Bizce bir kimse Kur'ân-ı Kerim okursa iş tamam bitti diyoruz. Ama esas
Kur'ân-ı Kerim okuduktan sonra dikkat edilecek şeyler yeni başlıyor. Ashâb-ı
Kehf’in hiç okumuşluğu yoktu. Zamanedeki bulunan Peygamber (Aleyhis
selâm)’in sözlerinden, sünnetlerinden hiç birisine uymuyor. Çünkü hiç birini
bilmiyorlardı. Bir tek Allahu Teâlâ'ya inançları kendilerini Evliyalığın zirvesine
çıkarıyor. Sözde buna okumuş değil deriz. Bir de okumuş olursa "Kur'ân-ı
Kerim'i şöyle okuyor, böyle okuyor, tecvîdi, kıraati var" diyoruz. Bir kekeç çocuk
imâ ile işaretle kekeleye kekeleye zorla konuşur. Sözünü tekrar tekrar söyler. Onu
herkes normal karşılar. Dili açık, fesih lisan ile konuşan, her şeyi bilen kimse
bilerek bir hata yaparsa onu kimse makul karşılamaz. Okumuşluğu olmayıp
kendisi cahil, inancı itikadı düzgün, bildiği ile amel etmeye çalışan ve yapan
Allahu Teâlâ yanında kekeç çocuk gibidir. Allahu Teâlâ bunun niyetine göre yap-
tıkları yanlışta olsa normal karşılar. Alim herşeyi bilendir, Herkes kendisine âlim
diyor. Bilerek Allahu Teâlâ'nın rızasının dışında, dünya menfaati için âyete,
hadîse muhalif bir sözü, ağanın beyin hatırı için (onlara dokunmasın diye)
konuşuyorsa bunu Allahu Teâlâ affetmez. Bir adamın karşısındakini hesaba al-
mamış gibi bilerek ters ve yanlış işlerin mazur görülmediği gibi; Allahu Teâlâ da
o âlimi bilerek kasıtlı yaptığı için mazur karşılamaz ,ve cehennemden çıkartmaz.
Usta askerle acemi asker selamda, yakasını iliklemede aynı cezayı görmez.
Acemiye birşey denmez, öbürüne disiplin cezası verilir. Askerle sivil bir olmaz.
Askerin bütün kurallara harfi harfiyyen uyması lazımdır. Sivil ise izinsiz olarak
askeriyenin içine giremez. Bilen usta asker, bilmeyen acemi asker ve sivil gibi
değildir. Okumuşluğu olmadan bildiği kadarıyla özenerek yapanı yanlışta yapsa
Allahu Teâlâ normal karşılar. Bilip de kasıtlı yanlış yapanı cezalandırır.
(Sûre-i Nisa, Ayet 150)
" All ah'ı ve Peygambe rlerini inkar eden ( i n k a r c ı ) Allah'l a
peygamb erleri arasını ayır m a k i s t e y e n " B i r k ı s m ı n a İ n a n ı r , b i r
k ı s m ı n ı i n k a r e d e r i z " d i y e r e k i k i s i a r a s ı n d a b i r yol tutmak
isteriz diyorlar, İşte onlar gerçekten kâfir olanlardır."
Bu âyete göre; Allahu Teâlâ'nın emrine, Kur'ân'a bakarım. Peygamberimiz
(sallallâhu aleyhi vesellem) in sünnetine, sözüne bakmam diyenler. Bunlar
kâfirdirler.
O sünneti değil mi yapmasan da olur. İbadet devri geçti iman kurtarma devri
başladı." deyip ibadet yapanları İkinci sınıf bir insanmış gibi görüp "'Biz
sünneti, İbadeti değil, milletin imanını kurtarıyoruz." bu ve benzeri sözleri

125
söyleyenler çok tevbe-i istiğfar etmelidir. Zira Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
vesellem): "Islâmdan çıkar" buyuruyor. İslâmdan çıkınca, senin kuru kuruya
"ibadet devri geçti, İman kur-turma devri başladı" demen asıl seni imandan
çıkarıyor. Sünnet ameldir. Sen de sünnet-i Rasûlullah olmayıp, bid'at olursa, bu
hadîs-i şerife göre iyi düşün ne oluyorsun? Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve-
sellem) bu gibiler için ne diyor?
(Kütüb-i Sitte, Cild 1, s.359)
" Hab er in iz ols un B an a Ki tap (K ur'â n) ve O' nun k ad ar b aşk ası
(s ünnet ) ver il mi şti r. Hab e r i n i z o l s u n , k o l t u ğ u n a k u r u l m u ş k a r n ı to k
b i r i n i n ş ö y l e d i ye c e ğ i g ü n y a k ı n d ı r : " S i z e Kur'ân yeter, helâl nevin-
den O'nda ne varsa onları helâl bilin. Haram nevinden O'nda ne va rs a
o nl a rı da h a ra m ka bul edin ." B öy l e di y end en s akın ın. (Ku r'ân 'd a zik ri
geçm e yen h aram d a v ardı r. Bu cüml ed en o l arak) ehl î eş ek eti si ze h el âl d eği ldi r,
v ah şi h ay va nl a rda n da p a rçalayıcı dişleri olanların eti haramdır."
İşte Kur'ân-ı Kerim'de bu gibi yasaklar yok. Hadîs-i şeriflerde vardır.
Her namazda okuduğumuz Sübhaneke, oturunca okunan Ettahiyyat duası ve Salât-ı
Vitir'de okunan Kunut duaları Kur'ân'da geçmemektedir.
Alimlerin bazısı ise "Sünneti yapmasan da olur" diyor. "Sakal keçide de var. Sen
dışını değil, içini temizle, kalbe bak" gibi sözler de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in bu sözüne muhaliftir. Yüz kalbin aynasıdır. Çok fazla darda olup, mecbur ve
çaresiz kalmadıkça için bir başka, dışın bir başka olursa iyi değildir.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6294)
" D o ğ u d a n b a ş l a r ı t ı r a ş l ı k a v i ml e r ç ı k a c a k : D i l l e r i i l e K u r ' â n
okuyacaklar (fakat) okud u k l ar ı Ku r' ân ' ı n n u ru b oğ azl arı n d an a ş ağı y a
g e ç m e y e c e k , o n l a r d i n d e n , y a y d a n o k u n çıktığı gibi çıkacaklar."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kötü âlimlerden bahsederken
"Doğudan başları tıraşlı (saçı kısa veya hiç yok ustura i l e kesilmiş) kavimler
çıkacak: Dilleri i l e Kur'ân okuyacaklar." sözünden anlaşılıyor ki, bunlar cahil zümreden
değil, Kur'ân okuyan, herkes kendisine âlim diye hüsn-ü zannedilen kimseler. "Onlar
dinden okun yaydan çıktığı gibi çıkarlar." Yani; onların Kur"ân okumalarına,
vaazlarına, nasihatlarına aldanmayın demektir. Bunu söyleyen ben değilim, kimse kızmasın,
darılmasın. Bunu söyleyen Sultan-ı Enbiya, Rasûl-i Kibriya, bütün Peygamberlerin baş tacı,
âlemlerin Efendisi, medâr-ı iftiharımız Peygamberimiz Muhammed Mustafa (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'dır.O'nun sözünü bize uydurmayacağız,biz O'nun sözüne uyacağız

Yüzüm kara elim boş dostu sever geçerim.


Dünya ile başım hoş dostu sever geçerim.
Sofuyum der gezerim, hırkam tacım düzerim,
Nice gönül bozarım, dostu sever geçerim.
Dışım eyidir eyi içim dopdolu ayı,
Böyleyken gönül evi, dostu sever geçerim
İnanman'ız sözüme, bakman'ız dış yüzüme,
İçimde bin putum var dostu sever geçerim.
Nefsim beni azdırdı bir kıl ile gezdirdi,
Bu ne aceb süzdürür dostu sever geçerim.

126
Tesbihim var elimde ne'm var ise dilimde.
Nesne yoktur hâlimde dostu sever geçeri
Seyyid Seyfi yârimi isterim didârımı,
Terk eyledim arımı dostu sever geçerim
Seyyid NİZAMOĞLU

Kur’anı Kerimde ki olanları gizleyenler hakkında Ayet-i kerime inmiştir ki, bu sakladıkları say
makla bitmez.
"Melekler salavat getirir, sizde salavat getirin."250
"Gece kalk ibadet et, gecenin tümü n ü ib ad e tl e ge çi r; Ge ce ya rıs ın d an
s on r a s ab ah a k ad ar i b ad e tl e ge çi r ; G e cen i n ü ç t e biri kalınca sabaha kadar
ibadetle geçir."251
" Y e r d e g ö k t e c a n l ı c a n s ı z n e v a r s a Al l a h u T e â l â ' y ı z i k r e d e r . " 2 5 2
"Dağlar, taşlar Allahu Teâlâ'yı zikreder sizde zikredin."253
" E y Allah'a iman edenler! Allahu Teâlâ'yı çok zikredin."254
"Muhbitiyn kullarıma müjde et, onlar ü zerl erin e g el en kazaya , b elâ -
ya sabrederler, zikrullah ederler, kalbleri cila bulur, namazlarında mu-
kîm olurlar, rızıklarından fakir fukaraya yedirirler, içirirler"255
"Biz, Kur'ân-ı Kerim'i mü'minlere şifa ve rahmet olarak indirdik."256
" K a d ı n l a r b i a t e t meye sana geldikleri zaman, çocuklarını kuma gömmemek,
Zina yapmamak,günah işlememek şartı i l e biatlarını kabul et. Ben affederim" 2 5 7

Daha birçok âyetler sö ylenmeye sö ylenmeye unutulmuş. Bazı âlimler de o âyet-


lerin tam aksini, zıddını iddia ediyorlar. Mealleri uzun süreceğinden kısa yazdım.
"Faiz idrardır her ne suretle olursa olsun yenmez." diyenlerin sorusuna cevaben;
Faiz haramdır, bu belli. Ama Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ganimet malını
yemedi mi? Ganimet malının içinde faiz, şarap, zina gibi haram kazançlardan birikmiş
diyerek uzun boylu birçok delillerle yazıp cevap verdim. (İleride yayınlanacak
broşürlerimizde genişçe açıklanacaktır). Hiç itiraz edilecek yeri kalmadı, itiraz edenler
yine meydanda yok. Halk arasında söyleniyor, İşte ilerisini, gerisini düşünmeden konuşu-
yorlar. Görünüşte âlim ama kendileri cahil, itirazlarına cevap verilince Allahu Teâlâ razı
olsun diyeceği ve kabulleneceği yerde başka başka itirazlar arıyorlar. İtiraz eden
kimseler bize band doldurup veya yazı yazıp veyahud sözlü, adresli mektupla itiraz
etmiyor, halk arasında bir yaygara çıkarıyor. Haksız çıkacağınıı anlayınca da saklanıyor.
Halbuki Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
"Benim ümmetimin en hayırlı âlimi haklı söz aleyhine ise de kabul edendir."258
Zamanımızda âlim, hoca, Şeyh, müftü vb. din adamları; "Şu caiz, şu caiz değil. Şu
yapılır, şu yapılmaz." diyorlar. Yüzde doksanı fetva yazıp, altını imzalıyor ama kendisi
uygulamıyor. Sıkışınca; "O sözü ben söylemedim. Benim dediğimi yanlış anlamışlar."
diye itiraz ediyorlar. Bu dünyada kaçamaklı konuşup, "Bu benim sözüm değil." dedin,
kurtuldun. Yarın mahşerde böyle söylemeyle kurtulamayacaksın. Evvelce fetvaya kadir, her
söylediğini âyetle, hadîsle, edille-i şer'iyye ile misal getirerek her sorulan sorunun
cevabını aynı şekilde verirlerdi.
Eski zamanda âyetle, hadîsle içtihad yaparak tam ikna edecek şekilde beş-on vilayette
bir tane âlim çıkardı. Allahu Teâlâ'dan çok korkup, "Yanlış bir fetva veririm ve Allahu

127
Teâlâ yanında mes'ul olurum." derlerdi. Bilmeyen adam, "Ben bunun niteliğini tam
bilemiyorum, bilen bir adama sor" derdi. Diğerleri kitaba bakar söyledi. Çünkü söylediği
sözde, verdiği fetva yanlış, ters olursa; "Şeriattan taş kopardın." diye başını keserlerdi.
Şimdi bu yoktur.
Her mektepte okuyan, her kurstan çıkan, fetvaya kadirmiş gibi rast gele söylüyor,
konuşuyor. Bu yüzden İslâmda görüş ayrılıkları çoğalıyor. Bunun acısı ve hesabı Allahu
Teâlâ ve Peygamberimiz {Sallallâhu aleyhi vesellem) huzurunda mahşerde çok zor olacak
tır.
Hadîs-i şerîf: "Ben-i İsrail'dekiler sizde de çıkmaya başlayınca helak olmayı
bekleyin."
"Ahir zamanda, yaşlı büyükleriniz zina eder; mal küçüklerinizin elinde
olur. İ l i m selâhiyeti en rezillerinize v e r i l i r . "
(Kütüb-i Sitte, Cild 11, Hadîs No: 4115)
Ebû Hüreyre (Radiyallahu anhu) anlatıyor:
"Hikmetli söz mü'minin yitiğidir. Onu nerede bulursa hemen almaya ehaktır. (daha
layıktır)"25 9
Haklı, doğru, hikmetli, ayıktıncı söz senin görüşünde olmayan adamın ağzından
çıksa, o senin malındır, alman lazım. Sevmediğin adamın evinden malın çıkarsa malından
vazgeçer misin? demektir.
Yine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
"İlim bir noktadır, çoğu cahilleredir."260
(Sûre-i Bakara, Ayet 269)
"Allah dilediğine ilm-i hikmet verir. Kime ilm-i hikmet verilirse ona
p e k ç o k h a y ı r ve üstünlük verilmiştir. Gerçekleri ancak akıl sahipleri anlar."
(Süre-i Hadid, Ayet 3) '
" Al lah evv eldi r, â hi rd i r (il kti r, s on d u r), za hi rd ir, bâ tınd ı r (gizl id ir,
aş ik ârdı r) O h er ş eyi bilendir."
(Râmûz-ul Ehadis, Hadis No: 4007 )
"Alimin abide olan üstünlüğü yetmiş derecedir: Her bir derece ara-
sında koşu atının yüz senede kat ettiği mesafe kadardır. Çünkü şeytan
İnsanlar arasına bid'atı sokar; âlim bunun farkına varır ve insanları
o n d a n a l ı k o r , â b i d i s e i b a d e t i n e y ö n e l m i ş t i r , b i d ' atın farkına varamaz."
"(A yetle, h adîsl e milleti a yıktiran ) âlimin, gece-gü ndü z ibadet eden
ibadet çi ye üstünl ü ğü yetmiş derecedir." Asıl âlim sünneti yapıp, zıddı olan bid'atı
mü'minlere anlatıp, sünneti, yaptırıp, bid'atı terkettirendir. Ne yazık ki şimdi
âlimlerimiz bid'atı kendileri yapıyor. Abid (ibadetçi) ise yalnız ibadet yapıyor.
Herkes kendi görüşünde olmayanlarla bir araya gelerek birbirleriyle konuşmazlar-
sa, müşkül hallolmaz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:
"Ümmetim arasında çıkacak ihtilaf rahmettir.»261 buyurduğu olmaz. Bu islâm
toplumlarının arasındaki pürüzler kalkıp, mü'minler bir noktada birleşmesi lâzım. Ama
bu olurken karşılıklı birbirini ayıktıncı, ikaz edici sözler söylenir; hatır yıkılabilir,
görüşlere ters gelebilir, yeterki din yıkılmasın. İslâmiyete, âyete ve hadîse ters gelmesin.
Herkes ayıksın, âyet ve hadîsin ışığı altında toplansın, mü'min toplumu bir noktada
birleşsin. Herhangi bir görüş için toplantı olur da; islâmiyet, din-i mubin ve
Müslümanların birleşmesi için niçin İslâmi toplantı olmasın? Niçin müslümanlar âyet ve

128
hadîs ışığı altında toplanmasın? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in dediği
ihtilaf olsun, tartışma olsun. Müslümanlar bir görüşte, bir noktada; âyet ve hadîsin ışığı
altında toplanır. En mühim olanı da budur.
Bu görüş ayrılıkları ümmet-i Muhammed'i birbirine düşman etmesin. İki dövüşen horoz
tam yorulursa yakalaması kolay olur. Mü'minler birbirleriyle kin tutup görüş ayrılığı ile
yorulmasın. Çünkü mü'minler birbiriyle uğraşır ve dövüşürse yorulur. İslâmın dışındaki
ehl-i sünnet görüşüne ters düşen bâtıl, yanlış itikad ve görüşler ile uğraşamaz, dövüşen
horozların yorulup en sonunda yakalanmasının kolay olduğu gibi Allahu Teâlâgöstermesin
İslâm âleminin yıkılması, imhası kolay olur.
Hadîs-i şerifte:''Mü'minler ta ra f ınd an i yi g ö rül en Alla h y anın da da
i yi di r" 2 6 2 b u yu ru l d uğu gi b i İs l âm t op lum u k end i liderini kendisi seçsin.
(Sûre-i Cum'a, Ayet 5)
Kendilerine Tevrat yükletilen sonra O'nu taşımayanların durumu, ko-
ca koca kitaplar ta ş ı y a n merk eb i n d u ru mu g i b i d i r. A l l a h ' ı n â y e tl e ri n i
y a l a n l a m ı ş o l a n k a v m i n d u r u m u ne kötüdür. Allah zalimler topluluğunu doğru
yola iletmez."
(Kütüb-i Sitte, Cild 11, Hadîs No: 4119)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu) anlatıyor;
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdular ki:
- Ki m b i r i l i md en s o ru l u r, o d a b u n u k e t med i p ( b i r s ö z ü , b i r s ı r rı s ak l a
m a ) s ö y l e me z s e (kıyamet günü) ateşten bir gem ile gemlenir."263
Dediği âlimlerden olmayalım. Alimler bir yere gelsin, her âlim umuma hitab etsin.
Haklı haksız meydana çıksın. Herkes âyete, hadîse, sünnete ters düşen taraflarını bilsin,
terketsin. Mü'minler birbirine karışsın. Yarın mahşerde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in huzuruna göğsümüzü kabartarak gidelim. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'de bizi candan severek huzuruna kabul etsin. Bildiğini saklamış, zamanında,
yerinde konuşmadan çekinmiş, maksatlı konuşmuş, taraf tutmuş olarak huzur-u Rasûlullah'a
çıkmayalım. Siz, biz, hepimiz bir araya toplanıp karşılıklı İslâm toplumunun huzurunda
tartışmazsak haklı haksız meydana çıkmazsa; değişik görüştekilerin doldurup üzerimize
ve bizim arkadaşlarla tartışmaya gönderdikleri talebelerin sözü ile bu ümmet birleşemez,
parçalanır ve dağılır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şeriflerinde:
"İlim Çin'de ise de öğrenin." 2 6 4 ;
"Beşikten mezara kadar ilim isteyin." 2 6 5 buyuruyor.
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) de:
"Bana bir harf öğretene kölelik yaparım." buyuruyor.
Sen bunları söylüyorsun. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve-sellem)'in hadîs-i
şerîfi Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'yi de içine alıyor. Bir harf öğretene köle oluyor. Bu
sözler ashabı, kurs ve mektep talebelerini herkesi içine alıyor. Ama bizim buna ihtiya
cımız yok deyip bu davranışımızla nifak, düşmanlık tohumlarını mı ekelim? Karşılıklı
konuşmadan çekindiğimiz müddetçe hâli ile bu nifak tohumunu biz ekiyoruz. Ümmetin
ihtilafı rahmettir hadîsinden kaçınmayalım.
Okuyup başa geçenlerin veya başka başka görüşte olanların bu hadîs-i şeriflerde
söylenilenlere ihtiyacı yok mu? Diğer bir İslâmi görüşte olanlar; Hz. Ali (Radiyallâhu
anhu) ve ashabın hepsinin bu ilme ve bu rahmete ihtiyacı var da sizlerin ihtiyacınız yok
mu? Tek tek saymaya lüzum görmüyorum, sözde en üstünü sizsiniz, gerçekten üstün
iseniz İslâm toplumuna hitap edip, ehl-i sünneti anlatınız. Şayet diğer biri üstün ise o
öğretsin. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) bu ilme muhtaçta, biz muhtaç değil miyiz?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem): "Mezara kadar ilim öğreniniz"
buyuruyor. Biz ashâb dan büyük müyüz? Sözde ashabın en küçüğünün tozuna yetişe
meyiz, diyoruz ama fiiliyatta uygulamıyoruz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)

129
bunları ashaba söylüyor, biz niçin tatbik etmiyoruz. Ben kendi fikrimde, diğeri kendi
fikrinde herkes ayrı ayrı onbinlerce adam yetiştirelim. Bunların görüşleri birbirine ters
olup, bunların büyükleri bir araya gelmez, tartışıp birbirlerini ikna etmez, mahcup
olurum, küçük düşerim diye diğerlerinin meclisinden kaçar. Bunlar bir araya gelmezse
şu görüş, bu görüşteki yüzbinlerce adamın bir araya gelmelerine imkan var mı? Haliyle
bu ayrılığı, bölünmeyi biz yapmıyor muyuz? Şimdi bu değişik görüşleri savunanların
büyüklerinden en çok on beş yirmi kişi bir araya gelip bu sorunları halledecek. Ama
ileride milyonların bir araya gelmesi lazım ki, bu da imkansızdır. Her görüşten eğitilmiş
olanların o görüşün dışına çıkılmasına imkan yoktur. Biz bir araya gelip konuşmamakla
İslâmın parçalanmasına, bu görüş ayrılıkları sebep olmuyor mu? Bu İslâm toplantısı,
her görüşteki olanların hepsinin toplantısı bir yerde olup birbirini ikna ederlerse veya
Türkiye'nin her yerinde, her vilayetinde olsa ne zararını görürüz. Hiç yapılmazsa
Allahu Teâlâ ve Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) yanında çok suçlu ve sorumlu
olmaz mıyız? Ben şahsen birçok İslâmi toplumla karşılaştım. Çoğunda kendi
görüşünden başkasına değil, vaaz nasihat yollu dinlemeye ve söylemeye müsaade
etmiyorlar. Her toplum kendilerinden başkalarını İslâmdan uzak yalnız kendilerini
doğruymuş gibi görüyorlar. Çünkü öyle yetiştirilmişler. Sözünüz doğru, haklı ise bu
İslâm toplumunu bir araya getirmekten ve her İslâm liderinin umum müslümanlara
hitap etmesinden karşılıklı tartışmaktan, İslâmi birleştirmekten niçin kaçıyorsunuz?
Sözünüz doğru ise âyete, hadîse, İslâmiyete ters gelen tarafınız yoksa Müslüman
Müslüman'dan kaçar mı? Her lider benim toplumumda ancak ben konuşurum diyor.
Başkasının toplumuna gitmelerini yasaklıyorlar.
Bu İslâm toplumunun bir araya gelmesini Türkiye'deki müslümanlar canla başla
isterler. Sizler bundan kesinlikle kaçıyorsunuz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) kâfirleri bile Müslüman edebilmek için ayaklarına kadar gitti ve binbir
güçlükle onları Müslüman etti. Siz de İslâm toplumunda olup,kendi görüşünüzde
olmayanlara Islama düşman gözü ile bakıyorsunuz. Yazdığım gerçekleri de toplumu-
nuzdan saklıyorsunuz.
Avrupa'dan gelen bir turist ile zamanınızdaki bazı din adamlarını yan yana durdur
salar, kılık kıyafet, giyim traş, baş açıklığında, bid'atları yapmada bîr farkı yok.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hadîs-i şerifte bize açık şekilde bildirmiş-
tir.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 31)
"Camilere başlar örtülü (mütevazı giyinmiş olduğunuz) halde gelin! Çünkü
başları örtmek, Müslümanların simasındandır."
Avrupalıların başları açık, din adamlarının da başları açıktır, İslâm âlemine
bakılırsa başları kapalıdır. Yine onun evinde ne varsa senin evinde aynısı var. 'Senin
evinde de ne varsa, onun evinde de aynısı var. Din adamı olduğun halde onların bâtıl
görüşlerini yap, uygula, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetinden de
kaç. Sözde Müslüman liderisin, onların görüşlerini tam benimse, mevlid, camide
musafaha, salâvat-ı şerife, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i övme gibi
hususların hiç birisi sende yoktur. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şimdi gelse,
bir din adamı olarak; "Buyur, yâ Rasûlullah! Bizim evimizde rahat et" diyebilir misin?
Evin, yaşantın, görünüşün, sünnete uyman buna müsait mi? Allahu Teâlâ yarın mahşerde
onları gösterip, şu durumdaki şekli, şu sözü, şu inançları olduğu halde niçin bunları
bırakmadınız, bâtıl görüşlerin hepsi kendinde var. Şöylesi adamın arkasına, dini önderdir
diye niçin düştünüz?" demez mi?
Emr-i bil Ma'ruf, Nehy-i Anil Münker Nedir?
Allahu Teâlâ'nın emrini hiç bir tarafa bükmeden emrettiği gibi söylemek,
nehyettiği yasakları yine hiç bir yere bükmeden nehyettiği gibi yasaklamak değil mi?

130
Benim için ağır konuşuyor, incitiyor, kalb kırıyor gibi sözler söylüyorlar. Adamına,
yerine göre âyeti, hadîsi değiştirir, büker doğru söylemezsen emr-i bil ma'ruf nehyi anil
münker nerde kaldı. Biz doğruyu, haklıyı konuşmazsak Allahu Teâlâ razı olur mu? Biz
doğruyu ve haklıyı konuşalım, Allahu Teâlâ razı olsun diğerleri mühim değil.
Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de binlerce âyetle o kötü yoldan bizi çevirebilmek için
çok ağır tehditler yapıyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hadîs-i şeriflerin
de çok büyük tehditler yapıyor . Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem)'in buyurdukları açıdan ben de aynı tehditleri yapıyorum.
"Bu bizim zorumuza gidiyor, çok ağır konuşuyor." diyenler, yarın mahşerde
zebanilerin eline düştükleri zaman benim haklı olarak söylediğim sözlerin az bile olduğunu
anlayacaklar. Onların nezaketle söyledikleri veya hatır için hiç söylemedikleri bu nedenle
hatalı oldukları, yaptıkları yanlışlıklar ve benim doğruluğum o zaman meydana çıkar.
Allahu Teâlâ'nın azabı korkmayı değer. O azabından korkutmak için gönül kırmayı, kalb
yıkmayı daha birçok şeyleri değer. Benim söylediklerimin hepsi âyet ve hadîstir.
Bizim dinimizde «Emr-i bil Ma'ruf, nehyi anil Münker» vardır. Hepiniz vaazlarınızda
söylüyorsunuz. Bunun tam açık manası hiç bir hatır gözetmeden söylemek değil mi? Hem
bunu yapın hem de bunu söyleyip uygulayana da "gönül kırma" diyerek engellemek
isteyin. Allahu Teâlâ'nın emri olan âyetle. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
sözleri olan hadîsle kırılacak gönül, bir an evvel kırılsın, küsecek adam bir an evvel
küssün. Ben Allahu Teâlâ'nın rızası için söylüyorum ve yazıyorum.

FASIK-FACÎR
Fâsığın daha büyüğü facirdir. Fâsık, Allahu Teâlâ'nın emirlerini tutar,
nehiylerînden de sakınmaz. Yani iyi amelle kötü ameli birbirine karıştırır. Beş vakit
namaz, bir ay oruç, hac, zekat vb. ibadetleri yapar. Kahvehaneye gider kağıt oynar,
malayani konuşur, sigara İçer, ibadetine riya katar. Fücur; fâsığın yaptığı kötü amellere
denir.
Meselâ; ben namaz kılarken veya felan şekilde ibadetimi yaparken falan kişi şu
hareketi, şu sözü ile benim namazımı, ibadetimi fesada verdi, denilir. Yani o namaz veya
ibadet ya kabul olmadı, ya da kabul olsa bile sevabı çok noksana düştü. Fâsığın yaptığı
amel işte böyle olur.
Facir, büyük günahları değil de fâsığın yaptığı ibadeti, taati etkisiz hale getiren,
sevabını azaltan, kötü amellere çok düşkün olan ve devamlı yapan kişiye denir. Hadîs-i
şeriflerde facirin ibadetinden hiç bahsedilmiyor. Münafığın, fâsığın ibadetini söylüyor.
"O fâsık ki Allahu Teâlâ'nın Kitab'ını oku r, i bad etini ya pa r.Din d e fı kıh ü zere
o ldu ğun u s öy l er. .. (i l â âhi r). " v e "Mün afık mü zeb zeb (İkiciklidir)." 266 Ameli
tamam, inancı, itikadı inanma ile inanmamanın arasında diyor. Facirin ibadet ettiğine
dair hadîs-i şeriflere rastlayamadım. Facirin sigara, malayani, gıybet, kahvehanede kağıt
ve benzeri oyunları oynama, bunun gibi bir çok yanlış, ters amellere düşkünlüğü vardır,
İbadet yapar, kibirli, gururlu olur, onunla övünür. Oruç tutar, diline, kalbine sahib
olmaz. Allahu Teâlâ'nın sevmediği her çeşit sözleri konuşur. Hayır yapar, başa kakar.
Yaptıklarıyla övünür, övünülmekten neşe alır, sevinir.
"Bir kötü kadın bin facir erk ekten daha kötüdür. Bi r salih a kadının a melî
yetmiş sıddıkın ameline bedeldir." 267
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 111)
" Fa ci r (kö tü İn s an )ı h erk es ta nı ya cak di y e zik retmek ten ko rku yo r musu -
nu z? Kötü insanda bulunan çirkin huyu teşhir edin ki, insanlar ondan çekinme imka-
nını bulsunlar."
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 5508)
"Ki m ku ma r oyna y ıp da namaza kalka rsa o, i rin ve do mu z kanı ile abdes t
131
alan kişi gibidir. Allahu Teâlâ böylesinin namazını kabul eder mi hiç?"
Bu hadîs-i şerifte facirin ne kadar kötü olduğunu söylüyor. Hadîs-i şerîfte:
"Cömert Allah'ın dostudur fâsıksa da. Cimri Allah'ın düşmanıdır ibadetçiyse de
"268
Fâsığın cömertlikle Allahu Teâlâ'nın dostu olacağını, facirin fâsıktan çok daha kötü
olduğunu haber veriyor.
"Zikrullahı çok eden münafıklıktan kurtulur"269 Zındıklar hakkında;
''Kalbleri, kulakları mühürlenmiştir. Onların kalbine iyi birşey girmez, ıslahta
olmazlar."2 7 0
Fâsık; ondan sonra facir, ondan sonra münafık bunlara göre en kötüleri zındık
(tarikattan azanlar)dır. Zındıklar tarikatta bir müddet çalışır. Mansur-i Bağdadi Hz. ve
diğer büyük zâtları misal göstererek; Onlar "Allah'ım" dediler. "Bizde hakikate erdik.
Hakikate erenler namaz kılmaz. Bizim namazımız kılınmıştır. Hakikate erenlere günah
yok" gibi sözler söylerler, iddiasında inatçı olur. Her ne kadar âyet okusan. sözünden
dönmez. Zikrullah yapar namazı terkeder. Bu zındıktır. Namazı kılar, zikrullahı inkar eder
ve zikredenlere zikrettiğinden dolayı aleyhlerinde kötü söyler. Bu kimse ya münafıktır ya
da fâsıktır. Tarikattan azan zındık, şeriattan azan münafık, fâsık olur. Şeriattan azan
münafığın, fâsığın düzelebileceği yazdığımız hadîslerle tasdik ediliyor. Zındığın düzele-
meyeceği âyetle tasdik ediliyor.
" A l l a h u Teâlâ bid'at ehlinin a b d e s t i n i , namazını, orucunu, haccını, ze-
kat vermesini, cihadını, büyük-küçük hiç bir sarfiyatını, cömertliğini kabul etmez.
Hatta deriden kıl ı n ayrıldığı gibi Islâmiyetten çıkar." 2 7 1
Fâsık ise cömertliği ile kendini Allahu Teâlâ'ya dost edip cehennemden
kurtuluyor. Bu gibilerin arkasında namaz kılınır, içki içiyor, içtiğini saklıyor" içki ha-
ramdır" diyorsa onun arkasında zaruret karşısında namaz kılınır. Çünkü aksini iddia
etmiyor. Amel noksanlığı kendisine aittir, içkiyi hiç içmiyor, "Helâldir" diyorsa, onun
arkasında namaz kılınmaz. Bu da Kur'ân-ı Kerim'in aksini iddia ettiği için itikadı,
söylediği sözler Kur'ân'a ve hadîs-i şeriflere ters ise Kur'ân-ı Kerim'e ve Allahu Teâlâ'ya
karşı gelmektir.
Bizim ibadetlerimiz ikiye ayrılır.
Biri ameli diğeri itikadıdır.
Amelî olan abdest, namaz, oruç, hac, zekat gibi şeylerdir, itikadı, Allahu Teâlâ'nın
varlığına birliğine ve Amentünün hepsine inancı, imanı tam olup bu amelleri yapmayan
"inşallah ilerde ibadet yaparım" diyorsa, buna günahkâr Müslüman derler. Mahşere iman
ile gitme ihtimali kuvvetlidir, İmanla giderse cehennemde cezası miktarınca yanar yanar en
sonunda cennete gider. Hadîs-i şerifte;
"Bir buğday (küncü, susam, hardal) tanesi kadar imanı olan hiç ameli olmasa
da cehennemde yetmiş bin sene (dünyanın ömrü kadar) yanar, yine cennete
girer." 272 buyuruyor. Dünyanın ömrü yetmiş bin senedir, ibadet her ne kadar noksan
olursa olsun, isterse hiç olmasın, hardal tanesi kadar imanla ölse yine cennete girer. Ayete
ve hadîse ters iman ederse o imanı kendisini kurtarmaz. Allahu Teâlâ mekandan
münezzehtir, bir şeye benzetilmez, İlm-i Ezeliyyesine karışılmaz. Allahu Teâlâ'nın Levh-i
Mahfuz'dan ve bütün mükevvenatı yaratmadan evvelki haline İlm-i Ezeliyye denir. Bundan
sormak ve cevap vermek iyi değildir, insanı küfre götürür. Meselâ; İlmi Ezeliyye'de haşa
"Allahu Teâlâ kâfiri, mü'mini bilmiyor muydu?" gibi soruları sormak sakıncalıdır. Bili-
yordu dersen Kur'ân-ı Kerim'i inkar olur ki, Hadîs-i şerifte:
"Cennete gitmek iman ve amelle, cehenneme gitmek küfür ve masiyetledir. İrade-i
Cüz'iye insanın elindedir. "273 buyurulmuştur.
Ilm-i Ezeliyye'de bilmiyordu dersen Allahu Teâlâ'ya cehl (cahil, bilgisiz) ispat
etmiş olursun. Her sormada iki cevapta insanı küfre götürür. Hadîs-i şerifte:274
"Ben-i İsrail zamanının insanı gibi sora sora küfre varmayın." Bunlara
karışan, aksini yapan imansız gider.
Sen, İmam-ı Azam'dan daha âlim olamazsın. Imam-ı Azam kendisine sorulan
132
soruların içerisinde on yedi tanesine sükût etmiş, cevap vermemiştir. O da bu gibilerdir.
Bir tanesi de "Haccac-ı Zalim iyi adam mı, kötü adam mı?" sorusunu cevapsız bırakmıştır,
İyi dese, müslümanlara yaptığı zulüm, işkence çoktu. Kötü dese Kur'ân-ı Kerim'in üstün,
esre, şedde, cezim gibi harekelerini koymuş kıyamete kadar yüz milyonlarca kişinin
Kur'ân-ı Kerim okumasını kolaylaştırmıştır. Onun için ne iyi ne kötü dememiştir. Bilenler
sükût eder.
Hadîs-i şerifte Peygamberimiz (Sallallâhu275
aleyhi vesellem):
"(El câhilu cesurun) Cahiller cesurdur." buyuruyor. O cesareti veren cahilliktir.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 599)
"Ashabımdan, haklarında ileri-geri konuşularak bahsedildiğinde de kendi-
nizi tutun; y ı l d ı z l a r d a n b a h s e d i l d i ğ i n d e y i n e k o n u ş m a y ı n . K a d e r d e n s ö z
a ç ı l ı n c a y i n e s ü k û t u t e r cih edin."
İtikadı olan ise Allahu Teâlâ'ya Peygamberlere, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'e, O'nun sevdiklerine, meleklere hasılı inanmaya mecbur olduğumuz herşeye
iman eder. En mühimi de imandır. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de:
"Ey Allah'a iman edenler!" buyuruluyor. Münafıklar her mevzuda mü'minler gibi
inanamaz. Kâfir gibi de inkar edemezler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
zamanındaki münafıklar, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sözlerinden
bazılarını tutar, yapar. Bazılarını ise benimsemez, yapmazdı. O'nun ve sevdiği ashabının
aleyhinde atarlardı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in söylediği sözler
kendilerine dokunur, içlerinden O'na karşı hırs, kin besler, O'nun ınedh-i senasına
(övülmesine) karşı çıkarlardı. Bu nedenle onların hakkında:
"Onların yaptırdığı cami Mes ci d -i Dıra r'dı r. O nun içind e eb edi n a ma z
k ıl ma ." 2 ' 6
"O nl a r mü zeb zeb ( i k i c i k l i ) dîr." 277 âyet-i kerimeleri geldi. Onlar ne mü'minle
mü'min olup tam inanabilir,ne kâfirle kâfirolup tam inkar edebilir. Şeriattan azanlar
dır.Bunlar okumuş âlim hoca olabilirler.
Kâfir, ya büsbütün Allahu Teâlâ'yı inkar eder, ya şirk koşar; Allahu Teâlâ "ikidir,
üçtür, dörttür, beştir" der. Yahut da Kur'ân-ı Kerim'in hepsini okur, emirlerinin tümünü
yapar. Biz Kur'ân-ı Kerim'in bütününe inanmaya mecburuz. Buna inanır, yalnız birisine
veya bir kaçına inanmaz; bu inanmadığından dolayı küfre varır, kâfir olur. Ne kadar âlim,
hoca, vaaz olursa olsun Kur'ân-ı Kerim'e, hadîs-i şerife, sünneti Rasulûllah'a ters görüşte
olup, aksini iddia ediyorsa ameli her ne kadar çok olursa olsun o kimse dinden çıkar,
kâfir olur, cehennemliktir. Yine itikadında zerre kadar bozukluk, terslik olursa o kimse e-
bediyen cennete giremez.Ona dinden çıktı derler. "Siz Allah'a ve Rasulüne itaat
edin" 278 â y e t i n e göre sünnete uymak kabul 'etmek mecburiyetindeyiz.
Dört mezhebin ayrı ayrı görüşlerini Kur'ân-ı Kerim'e tersmiş gibi görüyorlar.
Onların itikad bakımından âyette, hadîste inançları birdir. Allahu Teâlâ'ya, Peygamberi -
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e, ashabına hasılı inanılacak şeylerin hepsine Şafii,
Maliki, Hanbeli, Hanefi mezhebindekiler aynı şekilde inanır, itikad eder. Amel
bakımından abdest, namaz, oruç ve benzeri şeylerde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in ilk yaptığı veya daha sonra yaptığı, yahud Allahu Teâlâ'nın Kur'ân-ı
Kerim'deki âyetlerini, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sözlerini bir mezheb
imamı bir şekil, diğer mezheb imamı başka bir şekilde tefsir etmiştir. Hepsi de Kur'ân-ı
Kerim ve hadis-i şeriflerle delil getirdiği için bu dört mezhebin imamlarının kavilleri
doğrudur.
Meselâ; İbrahim (Aleyhis selam) İsmail (Aleyhis selam)'i ömründe bir sefer kurban
etti. Allahu Teâlâ İbrahim (Aleyhis selam)'in ömründe İsmail (Aleyhis selam)'in yerine bir
sefer koç gönderdi. Onun için imam-ı Şafii mezhebine göre; bir adama ömründe bir sefer
kurban kesmek vacip, diğer senelerde vacip değil sünnettir, kesmese de olabilir. Hanefi
mezhebine göre Allahu Teâlâ'nın kurban kes emrini verdiği o gün her sene geliyor. O
gün her sene gelince kurban kesmek vacip oluyor.279

133
Yine; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Uhud çenginde kanlı elbiselerini
değiştirmedi. Onunla namaz kıldı. Şafiiler bunu delil gösterir, Hanefilerce o seferde (harb
zamanında) idi. Diğer vakitlerde kanlı elbiselerle namaz kılmadı. Eti yenen hayvanın kanı
yenmez, haramdır. Haram olan şey elbise üzerine veya seccadaye bulaşırsa onunla namaz
kılınmaz, insanın ve eti yenmeyen bütün hayvanların etini yemek haramdır. Kanı niçin
haram olmasın?
Hadîs-i şerifte; "Yırtıcı hayvanın (et yiyenin) eti yenmez." 280 Geviş getiren
hayvanın eti yenir, buyuruluyor. Bazı hayvan varki hem et yiyor, hem geviş getiriyor.
Hanefilerce et yediği için eti yenmez. Safilere göre geviş getirdiği için eti yenir. Dört
mezhebin görüş ayrılıkları Kur'ân-ı Kerim'e ve hadîs-i şerîfe ters değildir, hepside
doğrudur. Fakat zındıkların sözleri doğrudan Kur'ân-ı Kerim'e terstir. Hariciler ve diğer
beşinci mezheb dediğimiz yetmiş iki fırka-i dâlle bunların her birinin Kur'ân-ı Kerim'e
ters ve yanlış olan görüşleri vardır. Onların mezhebleri batıl, kendileri harici olup
dinden çıkıyorlar.
Ömer Nasuhi Bilmen'in Kur'ân-ı Kerim tefsiri cild 3, sayfa 1312'de; Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına ashabından birisi gelip:
- Yâ Rasûlullah! Babam öldü, gömleğini ver, ona giydireyim, deyince Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) gömleğini verdi. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu):
- Yâ Rasûlullah! O münafıktı, ona gömleğini niçin verdin? Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem):
- Benim gömleğim onu azaptan kurtarmaz. Umulur ki, münafıklar bundan bir ibret
alır. Allahu Teâlâ kalblerine ilham eder, tevbekâr ve hakiki ashâb olurlar, buyurdu.
Demek istiyor ki, ben bunlara bu kadar yardım edeyim Allahu Teâlâ'da kalblerine ilham
etsin. Hakiki ümmet Müslüman olsunlar. Bu olay üzerine bin münafık Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına geldiler, yeniden elinden tutarak biat ettiler.
Hakiki ümmet oldular, diye yazıyor.
"Allah'a ve Rasûl'üne itaat edin." 2 8 1 âyetine göre Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in sevdiklerini sevmeye, sevmediklerini sevmemeye mecburuz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e, Cihar-ı yârlara, ailesinden herhangi
birisine hakaret (buğz) etmekPeygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e itaat sayılmaz
Yukarıdaki âyete terstir. Ne yazık ki, bu zamanda bunlar vardır. Biz sakal bırakmıyoruz,
tarikata da girmedik. Biz, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu hadîslerine, bu
sözlerine göre Müslüman değil miyiz? diyenlere deriz ki:
Türkiye'de sünnetlerin bazıları gelenek, görenek, örf, adet veya alışkanlık olarak
haliyle yapılıyor. Yukarıdaki âyet-i kerim'e Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e
tam itaat etmeyip muhalefet edenleri kastediyor. Meselâ; Ağıza, buruna su vermek, bıyık
kesme, farz namazlardan önce veya sonra kılınan ve namaz kılarken uyguladığımız
sünnetler ki her ibadetin sünnet olan tarafı var. Nikah kıyılırken uygulanan sünnetler ve bu
gibi sünnet-i Rasûlullah olanların bazılarını her Müslüman ne kadar sünnet yapmıyorsa da
bilerek veya bilmeyerek bunları muhakkak yapıyor. Onun için Türkiye'deki Müslümanlar
sünneti az da olsa yapıyorlar. "Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'a itaat edin."
âyet-i kerimesinin hükmü yerini buluyor. Dünya yüzünde bir çok yerlerde Peygamberi -
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetleri tamamen kalkmış, terk edilmiştir. Ahirette
şefaat iki çeşittir:
Cehenneme girmeden mahşer yerinde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
ümmetine şefaat eder. Bu şefaat, sünneti ile amel edenler içindir.282Yüz milyonlarca
günahkâr cehennemi hak etmişken şefaatle kurtarıp cennete götürüyor.
Bütün ümmetlerin hepsi dahildir. Yüz milyonlarca günahı kebâir işleyenler
cehennemde yanar yanar, en çok yanan dünyanın ömrü kadar yanar. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in şefaati ile kurtulur. 283
Bir kimse âlim dahi olsa imanını kurtaramaz ise o kimseye Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) ve hiç bir kimse şefaat edemez, insanların dünyaya gelmesi
bir rivayette yedi bin sene, bir rivayete göre on bin sene, dünyanın ömrü ise yetmiş bin

134
senedir. Dünyanın ömrü kadar yanınca yetmiş bin sene yanıyor. Yine kendinde bir buğday
tanesi kadar iman olup hiç ameli olmayan bütün ümmetlerin hepsi, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in şefaati ile kurtuluyor. Bu iki hadîs-i şerifi birbirine
karıştıran âlimlerin birbirlerine zıt iddialarda bulunduğunu söylediler. Hadîs-i
şeriflerde söylenen şefaatler ayrı ayrıdır, esası da budur.
Hocanın birisi "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in günah-ı kebairlerde
içinde dahil bütün ümmetlerin hardal tanesi kadar imanı olanların hepsini kurtarıp cennete
götürecek, kimse cehenneme girmeyecek." 284 diyor. Diğer hoca: "Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi vesellem) bir tek kendi ümmetinden sünnetini yapanları kurtaracak. Diğerleri şefa-
atten mahrum kalırlar." diyor.
Her ikisinin hakkında da hadîs-i şerifler vardır.
"Benim şefaatim günahı kebair işleyenleredir. " 285
"Benim şefaatim ehl-i beytimi sevenleredir"286
"Benim şefaatim her müslümanadır."287
Sünnetimi yapanlar hiç cehenneme girmeden, şefaatle kurtulur. Günahı kebair
işleyenler cehennemde cezası miktarınca yanar. En son peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in şefaati ile kurtulur. Yine;
"Günahı kebair işlemiş, sonunda hakkı ile tevbe etmişse o da cehenneme
girmeden kurtulur. Günahı da sevaba çevrilir."288
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, Cild 11, Hadîs No: 1786)
"Enes ibn-i Mâlik (radiyallâhu anhu)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Bir kere (ashâb dan) üç kişi Nebî (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in (bunların bilemedikleri
gizli) ibadetini sormak (ve öğrenmek) üzere Peygamber'in kadınlarının evlerine
gelmişlerdi. Bunlara Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)' i n ibadeti(nin
kemmiyet (nicelik, sayı) ve keyfiyyeti (nitelik, bir şeyin iyi veya kötü olması hali)
haber verilince güya azınsıyarak (bir ağızdan):
- Biz nerede Rasûlullah nerede? Muhakkak ki Allah, Peygamber'inin geçmiş olan
ve gelecekte işlenmesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir,dediler.
(Sonra da şöyle ahdettiler) İçlerinden birisi:
- Ben geceleri daima namaz kılacağım, dedi. Öbürüsü de:
- Ben de her zaman (her gün) oruç tutacağım, dedi. (Üçüncü) birisi:
- B en d e k a d ı n l a rd a n a y rı y a ş ı y a c a ğ ı m, h i ç ev l en me y e c e ğ i m, d ed i . O n l a r
b u s ö z ü z e rinde iken Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bunların yanlarına gelerek :
- Siz, şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz değil mi? Fakat şunu iyi biliniz ve iyi
düşününüz ki:
Ben sizin Allah'tan en çok korkanınız ve korunanınız bulunuyorum. Bununla
beraber ben (kâh) oruç tutarım, (bazı günlerde) tutmam.(Gecenin bir kısmında) namaz
kılarım. (Bir kısmında da) uyurum. Kadınlarla da evlenirim. (İşte benim sünnetim budur.)
Her kim benim bu yolum (da gitmez de on)dan yüz çevirirse, benden değildir, buyurdu.
Türkiye'den hacı olarak Arabistan’a giden bir kardeşimiz geri dönüşünde yaşadığı bir
olayı şöyle anlattı:
- Suudi Arabistan'da oranın yerlisi olup Türkiye'yi ve Türkçe'yi çok iyi bilen bir hacı
Arab âlim vaazında:
- Ey Türk hacıları! Ey Türk Milleti! Sizlere müjdeler olsun ki, Allahu Teâlâ yarın
mahşerde kulun farz namazlardaki borcu olursa o borçlarını nafilelerle tamamlayacak.289
Siz, hem nafileyi hem sünnetleri kılıyorsunuz. Allahu Teâlâ sizden namaz borcunu sor
mayacak. Ama biz kılmıyoruz, bizden soracak!" dedi.
Bir çocuk sünnet olmazsa, ona hiç kimse Müslüman gözü ile bakmaz. Sünnet olma
sünneti de yoksa "Allah ve Rasûl'üne itaat edin" âyeti mucibi nerede kalır. Ne kadar

135
cahil olursa olsun, bu adam bilmediği için yapamıyor diye kimse onu haklı görmez.
Çocuk sünnet ettirme sünnetini yapmamak, ne kadar cahil olsa da kullar yanında ne
kadar kötü oluyor. Kendi âlim olduğu için sünnetleri uygulayarak halka göstermesi
gerektiği halde sünnetlerden bir çoklarını kasıtlı (bilerek, mazuriyetsiz) yapmazsa Allahu
Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yanındaki kıymetinin2 9 0ne derece
olacağını düşün. "İlmi ile amel etmeyen âlim kitap yüklü eşek g i b i di r. "
Allahu Teâlâ'ya itaat, farzlarını yapmak; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'e itaat, sünnetlerini yapmaktır. Sünnet olma sünnetini yapmayınca Müslümanlar,
o kimsenin Müslüman olduğuna inanmıyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)-
'in diğer sünnetlerine kıymet vermek, gösterdiği mucizelerine, Mi'rac'ına inanmak Kur'ân-
ı Kerimle bir bütündür. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesell em )'i ö vü n , "O 'na
tâ bi olu n." " O'n a mel ek l er s al av a t g eti ri r, si zd e g eti rin." 2 9 1 gi bi â yet l eri okur,
aksini iddia edersen Kur'ân-ı Kerim'e tam inanmış sayılmazsın. Hepsine tam inanmayın -
ca da Allahu Teâlâ'ya ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e itaat etmiş
sayılmazsın; bu da Kur'ân-ı Kerim'e ters düşer, küfre varır.

Ayine-i ilâhi didarı Evliyadır, Dünyada görmeyenler göremezler âhirette,


Bu aynaya gel bak camu cihan numadır. Aç gözünü ona bak bu kavli Mustafa'dır.
Benden sana nasihat sen senliğini terket.

Baktıkça afitaba sofu gözün kamaşır, Varlık ona yaraşır ez gayri Hakk fenadır.
Aksini Ay'a salsa bakmak ona revadır
Nizamoğlu'nun aşktır murad-ı Hakk'tan,
Bir Mürşid-i Kâmil'e teslimi canı dil kil, Aşk olmayan ameller bil cümle masivadır.
Zira ki mazharı Hakk hem sırrı Evliyadır.

Seyyid NlZAMOĞLU
(Sûre-i Nisa, Ayet 142)
"Şüphesiz münafıklar Allahu Teâlâ'yı kandırmaya çalışıyorlar.
Halbuki Allahu Teâlâ onların h i l e l e r i n i b a ş l a r ı n a geçirecektir. Onlar
n a ma z a k a l k t ı k l a r ı z a ma n ü ş e n e r e k kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar.
Allah'ı da pek az zikrederler."
Demek ki zikrullahı az edenler münafıktır. Hakiki mü'minlere gelince; "Ey iman
edenler! Allah'ı Çok zikredin." 292 buyuruyor. Bundan da anlaşılıyor ki, münafıklar
Allahu Teâlâ'yı çok zikredemez. "Bizde zikrediyoruz." derler, yalnız az zikrederler .Çok
zikredene de kızarlar.
(Sûre-i Nisa, Ayet 143)
"Münafıklar müzebzeb arada kalmış ne mü'minlerle tam inanıp
mü'min olabilir. Ne k â f i rl e rl e b e ra b e r i n k a r e d i p k â f i r o l a b i l i rl e r.
İkisinin arasında ikicikli müzebzebtir.
Münafıkları Allahu Teâlâ şaşırtır. Al1ahu Teâlâ bu âyet-i kerime'de münafıklar için;
onlar müzebzeb (ikiciklidir), arada kalmışlardır. Sizler Allahu Teâlâ'ya tam inanıyorsanız,
neden yukarıdaki âyetlerin hükmüne ve Allahu Teâlâ'ya tam inanamıyorsunuz? Tam
inansanız bu âyetlere de inanırsınız.
Cehennem bir ejderhadır. Ancak Allahu Teâlâ'yı çok zikredenlerden korkar. Yarın
mahşerde zebaniler cehenneme münafıkları götürürken, münafıklar: "Yâ Rabb'i!
Bunların tuttuğu orucu, kıldığı namazı, gittiği haccı, İslâmi vecibelerin hepsini bizde
yaptık. Onları cehenneme götürmüyorlar, bizi götürüyoryorlar." diye feryad ederler.

136
Allahu Teâlâ: "Bırakın onları!" buyurur, bırakırlar. Allahu Teâlâ mahşer halkına:
"İçinizde gönüllü olarak cehenneme gitmek isteyen var mı?" diye nida eder. Hiç kimse biz
gireriz demez. Yalnız Allahu Teâlâ'nın ismini dünyada iken çok zikreden dervişler: "Ya
Rabb'i! Biz, dünyada senin gösterdiğin yoldan ayrılmadık. Cehenneme girmek bize bir
emir ise gönüllü gireceğiz." derler. Allahu Teâlâ: "Bunları götürüp cehenneme atın."
buyuracak. Bunlar elele tutar, zikrullah ederek cehenneme doğru yürürler. Yaptıkları
zikrullahın nuru önlerinde ve yanlarında gider.
(Sûre-i Hadid, Ayet 12)
"Mü'mi n erkeklerle mü'min kadınları önlerinden ve sağlarından
n u r l a r ı k o ş a r k e n g ö rd üğü n gü nd e (o nl a ra ), ' 'Bu gün mü jd en i z zemini nden
ı rma kl a r a kan v e içl erind e eb ed i kalacağınız cennetlerdir." denilir. İşte büyük
kurtuluş budur."
Mû'minlerin nuru ve dünyada iken Allahu Teâlâ korkusundan ağlayarak akıttıkları göz
yaşı önlerinde gidecek.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4587)
"Allah korkusundan yaşla dolan bir göze, Allahu Teâlâ cesedin diğer
kısımlarını da ateşe haram eder. Oradan yanaklarına bir damla akarsa o
yüz siyahlanmaz, zillette görmez. Bir ümmet içinde bir adam Allahu
Teâlâ korkusundan ağlarsa, onun sayesinde hepsi esirgenir. Her şeyin bir
m i k t a r ı v e m i z a n ı v a r d ı r . G ö z d a m l a s ı b ö y l e d e ğ i l ! O n u n l a a teş denizleri
söndürülür."
Namaz; Namaz kılan, kibir, uçup ve riyasız bir mü'minin kıldığı namaz gibi tam
kılabiliyorsa, o namaz ancak kılanı kurtarır. Oruç, hac, zekatta öyledir. Bu ibadetleri tam
yapamayan Allahu Teâlâ yanında yine mes'uldür. Ama Allahu Teâlâ korkusundan yaşla
dolan bir göze Allahu Teâlâ cesedin diğer kısımlarını da ateşe haram ediyor. Allahu
Teâlâ'nın korkusundan bir damla yanağına düşen gözyaşı o yüzü ebedi siyahlandırmıyor.
Zillet görmüyor, Allahu Teâlâ yanında o kimse mes'ulde olmuyor. Bunların hepsinden
daha da mühimi bir ümmet içinde bir adam Allahu Teâlâ korkusundan ağlarsa onun
sayesinde hepsi esirgeniyor. Bir ümmet içinde bir kişi Allahu Teâlâ korkusundan ağlarsa,
Allahu Teâlâ'ya o kimse tam sevilir. Çünkü Allahu Teâlâ korkusundan gözünden yaş gelip
ağlamanın Allahu Teâlâ yanında derecesi, diğerlerinin hiç birisi ile kıyas edilmez. Her
ibadetin bir miktarı, ölçüsü vardır. Şu kadar sevap olur, şu kadar Allahu Teâlâ'ya kendini
sevdirir der. Ama gözden akan yaş damlası öyle değildir. Onunla ateş denizleri söndürülür.
Bir ümmette, (bir muhitte) bir adam Allahu Teâlâ korkusundan ağlayabilirse gözlerinden
yaş gelirse, onun sayesinde onu seven, sayan, onu büyük bilen, ondan manevi yardım
bekleyenlerin hepsini Allahu Teâlâ esirger. Şunu esirger, şunu esirgemez demiyor. Göz
damlası ile ateş denizleri söndürülür, şu dünyada denizler ateş olsa, bu ateş denizlerini
söndürecek hiç bir şey yoktur. Dervişte bu gözyaşı vardır. Seher vaktinde kalkar, teheccüd
namazı kılar. Namazda. Allahu Teâlâ korkusundan akan gözyaşı abdesti bozmaz. Diğer
gözyaşları abdesti bozar. Tesbihini eline alır, dersini çeker, istiğfar-ı şerîf getirir, gözle-
rinden yaş akar. Bunun hâlini Allahu Teâlâ'dan başkası bilmez. Yunus (Aleyhis selâm)'un
kavmi de aynıdır. İnsan, çocuk, büyük-küçük, kadın-erkek, hayvan nasıl dua edeceklerini
bilmiyorlar. Bir tek Allahu Teâlâ'ya karşı gözlerinden yaş gelip ağladılar. Kendileri kâfir
olup ömürleri bitmişti. Allahu Teâlâ belâ vermişti. O ağlamaları, o gözyaşı belâyı kaldırdı,
Ömürleri uzadı, Allahu Teâlâ'nın gadabı gidip, rahmeti geldi. 293 Bu dünyada kendi
kendilerine şefaat edip, kendi kendilerini cehennemden kurtardılar. Bunun sebebi de
ağlama ve gözyaşıdır.
Seherde gözyaşı döken dervişleri beğenme! Abdest, namaz, oruç, hac, zekatla çalış.
Onlarda kibir, uçup, riya vardır. Riyasız olursa ne alâ, riya ile olursa hepsi boşa gider.
Gözyaşında riya yoktur.

137
"Allahu Teâlâ bid'at ehlinin abdestini, namazını, orucunu, haccını,
z e k a t ı n ı , u m r e s i n i , b ü y ü k - k ü ç ü k s a r f i y a t ı n ı , 294
cihadını kabul etmez. Hatta
İ s l â m l ı k t a n d e r i d e n k ı l ı n ayrıldığı gibi çıkar."
Gece seher vaktinde gözyaşı Allahu Teâlâ ile kul arasında gizli, bunlar
aşikârdır. Bunların hepsinin bir ölçüsü var, gözyaşının ölçüsü yoktur, şu kadar milyon ton
petrol ithalat veya ihracaat edeceğiz denir. Miktarı bellidir. Ama okyanus denizlerinin
hepsi petrol, işte miktarı, mizanı, ölçüsü belirsizdir. Gözyaşının damlası okyanus
denizlerinin tümü gibidir. Allahu Teâlâ korkusundan bir damla gözyaşı döke bilen âhirette
o kavme şefaat eder. O kavmi kurtarır.
Yeryüzünde aslan hiç bir mahluktan korkmaz. Bir tek tavşanın bağırmasından korkar.
Evvelce aslan besicileri yanlarında tavşanda beslerlerdi. Aslan kızıp kükreyip bağırdığı
zaman onu hiç bir şekilde durduramazlardı. Tavşanı karşısına getirip sıkarlar Öylece onu
bağırttırınca aslan yere yatar, titremeye, saklanacak yer aramaya başlardı. Allahu Teâlâ onu
böyle yaratmıştır. Allahu Teâlâ'yı çok zikreden, herkesin hakir, hor görüp, hiç kimsenin
kıymete almadığı derviş tavşan; cehennem de aslan gibidir. Cehennem bir tek o dervişin
nurundan ve gözyaşından korkar. Başka hiç bir şeyden korkmaz.
Cehennem: "Bunların nuru ve gözyaşları beni yakıyor." diye feryad eder.
Bunları cehennemden içeri atamazlar. Allahu Teâlâ:
- 'Onları çevirin!" buyurur. Onları getirirler. Bu sefer Allahu Teâlâ mü nafıkl ara:
- İşte gördünüz, cehenneme layık ol mayan giremiy or. Siz de aynısını
yapın!" Bunlar elele tutarlar zikrullah ederek cehenneme doğru yürürler. Cehennem
çağırır:
- Gelsin onlar! Çünkü onlarda nur ve gözyaşı yok." der. O nur ve göz yaşının bu
dünyada iken olması lazımdı. Onlarda dünyada iken olmayınca, onları cehennem içine
alır ve ebedi yakar.
(Sûre-i Nisa, Ayet 145)
" Ş ü p h e y ü k k i , mü n a f ı k l a r c e h e n n e mi n e n a l t k a tı n d a d ı rl a r . A r t ı k o n l a -
r a a s l a b i r yardımcı bulamazsın."
(İmam-i Şa'rani, «Ölüm-Kıyamet-Ahiret», Hadîs No: 488, s.298)
"Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem):
''Dünyada Allah'ın kulları ile alay edenler ( yo k m u ) o n l a ra k ı y a me t g ü n ü n d e
cen n eti n k a p ı l a rı açı l a ra k k en d i l eri n e:
- B u y u ru n u z, c e n n et e g i r i n i z . " d e n i l i r . O n l a r g e l i n c e t e k r a r k a p ı k a p a tı
l ı r . S o n r a i k i n c i d ef a t e k r a r a çılı r v e o nl a ra :
- Cen n ete gi ri ni z. " d en ili r. On la r g elince tek ra r ka pı ka patı lı r.
Üçün cü o l a r a k o n l a r a a ç ı l ı r v e d a v et o l u n u r . Fa k a t o n l a r g e l me z l e r .
Y ü c e v e mü n e z z e h o l a n Al lah onlara:
- Kullarımla istihza ( a l a y ) eden sizlerdiniz. Sizler insanların en son hesabı
g ö rü l en l e ri s i n i z . " b u y u ru r . O n l a r d a t er i n i çi n d e b o ğ u l u n ca y a k a d a r s ı ca k t a
d i k i l i r, dururlar. Nihayet:
- E y Rabbi mi z, a teş e d ahi ol sa bi zi bu b ekl eme y erin d en al g ö tü r, di ye
n idâ ed erl er. Halbuki onlar cehenn emd e n e olduğunu biliyorlar. Faka t onl ar
mahşer y erindeki k endil eri n d e o l a n a za p ta n ceh en n eme g i ri l mes i n i k en d i l eri -
n e d a h a h af if g ö rü rl er, " b u yu rm u ş tur.
Ayet-i kerime'de; "Çok zikredin" diye emredince çok zikretmek farz oluyor. Ayet-i
kerime'de; "Namaz kılın." 2 9 5 buyurdu namaz farz oldu da "Ey iman edenler! Allahu
Teâlâ'yı çok zikredin," 296 buyurunca çok zikretmek farz olmadı mı? Biz de Allahu
Teâlâ'yi zikrediyoruz.
"Namaz da zikirdir" diyeceksiniz. Evet namaz zikirdir ama zikrullah değildir. Allahu
Teâlâ doğrudan "Allah'ı zikredin." buyuruyor. Zikrullah diye geçen âyet ve hadîsler

138
sadece "Allah, Lâ ilahe illallah" ve Allahu Teâlâ'nın esmaları i l e Allahu Teâlâ'yı
zikretmektir. Bu da halâka-i zikir (zikrullah halkası)dır. Toplu veya tek olarak Allahu
Teâlâ'yı zikretmektir. Zikir kelimesinin sonunda "Ullah" denildiğinde zikrullahı, Allahu
Teâlâ'nın ismini zikretmeyi kastediyor. Sadece zikir dersen namaz kılmayı, Kur'ân-i Ke-
rim okumayı, mevlid okumayı-okutmayı, tevhid çekmeyi, toplanıp "Allah, Lâ ilahe
illallah" diye zikir etmeyi hepsini içine alıyor.
Namaz zikirdir diyorsunuz. Eğer sizin dediğiniz gibi olsa yine yanlış. Allahu Teâlâ
âyette çok zikretmemizi emrediyor. Beş vakit namaz çok değildir: Geceli-gündüzlü nafile
namaz kılmamız lazım. Allahu Teâlâ "Çok zikredin" buyurunca gece-gündüz Allahu
Teâlâ'nın zikrine dilimizi alıştırıp, sayılamayacak kadar çok zikretmemiz lazım az zikir
insanı münafıklıktan kurtarmıyor, çok zikir münafıklıktan kurtarıyor. Münafıklar hakkında
da; "Onlar müzebzeb (ikiciklidir)."297 âyeti ile halis müslümanlara; "Ey Allah'a iman
edenler! Allah'ı çok zikredin." âyetini karşılaştırırsan mü'minlerin alâmeti Allahu Teâlâ'yı
çok zikretmektir. Münafıkların alâmeti az zikretmektir. "Mevlid okuma-okutma bid'attır."
diye mevlidi; "camide salâvat-ı şerife getirilmez, bid'attır." der yasaklarsanız, sadece
Kur'ân okumanız kalıyor.
"Zikrullah etmeyin" diyen insanların misali: Askerlere atış, harb eğitimi yaptırarak
öğretip; "Cephede düşmanla karşılaşınca silah sıkmak yasaktır." veya "'Silah sıkmayın"
diyen adam gibidir. Kur'ân-ı Kerim'in içindeki zikir, zikrullah, "Allah ve Rasûl'üne
itaat edin." âyetlerini ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), Cihar-ı yar,
ashâb-ı suffa ve ashabı övme, musafaha, salâvat-ı şerife hakkındaki âyetleri okuyorsunuz.
Halka vaaz ve nasihat ederken de bunlara karşı çıkıp "bunlar bid'atır" diye söylüyorsunuz.
Bunların hepsi "Rasûllah'a itaat edin" âyetinin içine girmiyor mu? Bunların birisine
muhalefet Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e itaatsizlik sayılmaz mı? Böyle
yapanlar aynı silah sıkmayı öğretip, düşmanla karşılaşınca yasaklayan gibidir. Allahu
Teâlâ: "Kur'ân'da okudun, öğrendin. Niçin yapmadın, yapanlara engel oldun?" diye
sormaz mı?
Zikrullaha "namaz" diyenler gibi namaz manasına tefsir edilse bile Allahu Teâlâ'yı
çok zikretmeliyiz. Beş vakit namaz çok zikretmek değildir. İşrak, kuşluk, evvabin ve
teheceüd gibi nafilelerle çok namaz kılmamız lazım. Zikir hepsini içine alıyor, bunların bir
kısmını yasaklarsanız, bu müzebzeb (ikicilik) manasına gelmiyor mu? Salâvat-ı şerife,
musafaha, mevlid- okuma-okutma sevap mı, günah mı? Bunlar zikir anlamında olunca bunları
yasaklayıp, azaltan da (Allahu Teâlâ esirgesin, ayıktırsın. Amin.) müzebzebe giriyor.
Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında O'nun arkasında namaz
kılıyor, Kur'ân okuyorlardı. Bu gibi şeylere karşı çıkıp beğenmeyip, sevmeyip, istemeyip,
buğz ederken sonunda y a p a n l a r a k a r ş ı h u s u m e t , k i n t a ş ı y ı p ; " O n l298
arın kalblerinde
m a r a z v a r d ı r . A l l a h ' t a o n l a r ı n kalblerindeki marazı arttırır." buyurduğu olur.
İşte evvelce mü'mindi, derken derken münafık oldu. Münafık, fâsık sonradan olmadır.
Münafıklıktan kurtulmanın çaresi zikrullah etmektir. Münafık olmak çok zikredene karşı
çıkmaktır. 299 Namaz, zikrullah, Allahu Teâlâ'yı zikretmek, mevlid okuma-okutmak,
musafaha etmek, salâvat-ı şerife getirmek hepsi zikirdir. Bunun içinde hangisinin
yapılmasında bir mahzur varsa açıklayınız. Yoksa Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.'den kork,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den utan. Alim, hoca, öğretici olarak herkesin
önünde siz yapın, gösterin, millet de yapsın. Yani caizdir, okuyun-yapın demekle olmaz.
Caizse; iyi ise, okuması lazımsa siz neden yapıp göstermiyorsunuz, katılmıyorsunuz? Bunları
tam beğenip, benimsesen yapamaz mısın? Ayete itiraz en azından âyetle, hadîse itiraz âyetle
veya hadîsle olmalıdır. Temsilde hata olmaz. Ayet anayasa kanunu, hadîs normal kanun
gibidir. Ayetsiz hadîssiz konuşmada kanuna ters konuşmak gibidir. O kanunu ilâhi
şaşmaz, mahşerde ünvan tanımaz. Dünya yüzünde gezip, yürüyüp, eğlenmeyi değil;
toprağın altına girip cevap vermeyi düşünmeliyiz. Çok beğenip kabul ettiği bir şeyi yapma
imkanı elinde varken neden yapmazsın? Bunları ben soruyorum. Topum, tüfeğim, zaptiyem,
askerim, polisim yok, zebanim, cehennemim, azabım yok. Ben de aciz bir kulum. Bu

139
saydıklarımın hepsi Allahu Teâlâ da var. Allahu Teâlâ yarın mahşerde bizzat kendisi
soracak. Bana burada cevap vermeye cesaret edemiyorsan orada sorulan sorulara nasıl
cevap vereceksin? Maksadım onları kötülemek değil, ikaz etmek ve ayıktırmaktır. Ben
bunları söylemesem de gizli kalsa yarın Allahu Teâlâ "Bunları bildiğin halde niçin
söylemedin." diye beni mes’ul tutmaz mı? c e z a l a n d ı rm a z m ı ?
- B i r â l i m b i l d i ğ i n i s a k l a r s a , s ö y l e me z s e y a r ı n ma h ş e r d e a ğ z ı n a a t e ş t e n
gem vurulur. Zebaniler teşhir eder." 3 0 0 diye Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) buyuruyor. Benden söylemek, sizden yapmaktır. Allahu Teâlâ affı, mağfiretini,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şefaatini, mü'minlerden duayı kabir ehlinden ve
sağ olan büyük velilerden şefaat, himmet ve yardımını Allahu Teâlâ kesmesin. (Amin.)
Her şefaat Allahu Teâlâ'nın izniyle, verdiği selâhiyetle olunca, her şefaat yine Allahu
Teâlâ'dandır. Kuldan değildir. Kul vesiledir. Kur'ân-ı Kerim'de: Hızır (Aleyhis selâm)'ın
Musa (Aleyhis selâm)'ya ilim öğrettiğimi buyurulmuştur. Musa (Aleyhis selâm) çok büyük
(ulul azim) Peygamber, Hızır (Aleyhis selâm) O'na göre çok küçük ama-Allahu Teâlâ, Musa
(Aleyhis selâm)'nın ilm-i Ledün'ü öğrenmesi için Hızır (Aleyhis selâm)'ı vesilesi kıldı.302
Allahu Teâlâ dilerse; bir kula Mevhibe-i ilâhiye olarak sebepsiz; dilerse bir kulu vesile
eder, onun eliyle i l im verir. Allahu Teâlâ'nın Mevhibe-i İlâhiye olarak ilim verdiği pek
azdır. Ama bir kulu vesile edip, ilim verdiği gayet çoktur. Bu vesile olan kullar, hakiki
Şeyhler ve âlimlerdir.Toprağı sürüp, ekip, biçtikten sonra mahsul kaldırmak topraktan istemek
değildir. Vesiledir, veren AIIahu Teâlâ'dır. Zahirde vesileye, bir sebebe bağlanmıştır. Asıl
yapan, veren, vermeyen, alan hepsi O'dur.

Cümle eşya Halık'ındır abd ile işlenir, Hakk kulundan intikamın yine kul ile alır,
Emr-i Bari olmayınca sanma bir çöp deprenir. Ledünnü bilmeyen anı kul etti sanır.
Güneşi doğduran, yağmuru yağdıran, rüzgarı estiren, insana tarlayı ekip-biçme,
kullanma, sıhhatini, aklını veren hep Allahu Teâlâ'dır. Hayvan çok güçlü olduğu halde
düşünemez, yapamaz. Allahu Teâlâ el-ayak, akıl-fikir nimetleri veya bunlardan bir tanesini
vermeseydi kul da yapamazdı. Allahu Teâlâ'nın âyet-i kerime'de: "Herşey için sebep
vardır." 3 0 3 buyurduğu olur. Kulun saydığımız sebeplerle çalışması Allahu Teâlâ'dan
istemektir. O sebeple verir.
(Ihyâu 'Ulûmi'd-dîn, c.3, Hadîs No: 24, 8.46)
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Yalnız Allah'a kulluk edenler müsabakayı kaz a n m ı ş l a r d ı r . " b u y u r u y o r .
Ashab:
- K i m l e r d i r o n l a r y â R a s û l u l l a h ? " d e d i l e r . P e y g a m b e rimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem):
- Yalnız Allahu Teâlâ'yı zikir il e meşgul olup başka şeylerle uğraşmayanlardır.
Zikir onlardan kusurlarını ve günah ağırlıklarını kaldırdı, kıyamete hafif yani günah
sız olarak gelirler, (ilâ âhir)."
"Bir İnsanın günahı affoldu" derler, bir çok hadîs-i şeriflerde de böyle söyler. Bu sözün
esas manası böyle değildir. Halka anlatmak için Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
öyle söylüyor. Günah affolmaz. Günahın zararını telafi edecek kadar sevap yazılır demektir.
Yoksa günahlar affolsa sevap ne ile tartılacak. Bir bankaya yüz milyon lira borcun olsa, öbür
bankaya yüz elli milyon lira yatırsan ben bankanın borcunu ödedim dersin. Halbuki ödediğin
yok, borçtan fazlası diğer bankada olunca haliyle o borcu ödeme gücün var demektir. Allahu
Teâlâ günahtan fazla sevap yazınca o günah affedilmiş oluyor. Kulun günahı kıyamet günü
gözünün önüne dökülür, Allahu Teâlâ'nın affı da olunca Allahu Teâlâ'nın affının büyüklüğü,
kulun acizliği meydana çıkar. Altı Parmak Kitabında şöyle yazıyor:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elindeki hurma salkımından tam yiyeceği
140
zaman bir dilenci gelip
- Allah için bunu bana ver." dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elindeki
hurma salkımını ona verdi. Dört Cihar-ı yâr'ın her biri birer sefer Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e vermek üzere o dilenciden aynı o hurma salkımını satın alıp
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e hediye ettiler. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) hurma salkımını her eline alışında dilenci:
- Bunu bana sadaka et." dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yine sadaka
etti. Dördüncü defa istediğinde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Sen dilenci misin, tüccar mısın? buyurdu ve vermedi.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) Mi'rac'da Allahu Teâlâ'dan ümmetinin affı
için yetmiş sefer ricada bulundu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ümmetinin affı
için Allahu Teâlâ'ya her yalvarmasında Allahu Teâlâ ümmetin günahının bir bölümünü affetti.
Yetmişincide Allahu Teâlâ:
- Yâ Muhamnıed! Bir dilenci dört sefer üst üste gelip aynı hurma salkımını ''Bana
Allah için sadaka et." deyince üç sefer sadaka ettin, dördüncüye vermeyip "Sen dilen-
cimisin, tüccar mısın?"dedin, onu boş çevirdin. Sen ümmetinin affı için yetmiş sefer mü-
racaatta bulundun. Her seferinde günahlarından indirim yaptım. Ve sana dilenci mi
sin, tüccar mısın? demedim." buyurdu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
-Sen Allah'sın, her şeyin yaratıcısısın, noksan sıfatlardan menezzehsin.
Ben ise aciz bir kulum. Ben seninle nasıl ölçüşebilirim. Tabi ki benim üç
seferverip dördüncüye vermediğim normaldir. Senden yetmiş sefer istemem
v e y e t m i ş s e f e r b a ğ ı ş l a m a3 0n4 s e n i n ş a n ı n a a z d ı r . Y â R a b b ' i ! S e n :
- İsteyin vericiyim." "Sizi affederim
- B e n k u l u m a a n n e v e b a b a s ı n d a n me r h a me t l i y i m " 3 0 5 b u yu r u yo r s u n . " H e r
Pe y g a mb e r i n ma k b u l o l a n b i r d u a s ı var. Her Peygamber o duasını dünyada yaptı.
Ben âhirette ümmetime şefaat için saklad ı m . " 3 0 6 S e n b u n l a r ı b i l i y o r s u n . B e n
y i n e d e ü m m e t i m i n a f f ı n ı i s t i y o r u m , i l k d e f a b e nim ümmetim affolmazsa başka
hiçbir istediğim yok." buyurdu. Allahu Teâlâ:
- Y â Mu h a mme d ! B u ra d a s en y a l v a rd ı n , b en d e a f f ed er s e m ü m me t i n
g ü n a h s ı z ma h ş er e g e l e c e k . N e s e n i n y a l v a r ma n , g ü n a h l a r ı n ı n a f f ı i ç i n s a y
ettiğin, bana ricada bulunduğun meydana çıkacak, ne de benî m senin ü mme-
tini affettiğim meydana çıkacak. Bu en son affı mahşere tehirliyorum.
Ümmetin ve diğer ümmetler, Peygamberlere müracaat edip, onlar affettire-
meyiz, diyecekler. En son sana gelecekler. Sen bana yalvaracaksın, ben ka-
bul edeceğim. 3 0 7
Ümmetinin bazısı cehenneme girmiş yanmış yanmış her şeyden ümidini kesmiş,
bazısı cehenneme girmeden ümmetini ve diğer ümmetleri sana bağışlayacağım. Senin, bütün
ümmetler için bana yalvarman, benim affetmem meydana çıksın. Herkes gözü ile görsün."
buyurdu.
Allahu Teâlâ bunun için mahşere tehirliyor. Hızır (Aleyhis selâm), Musa (Aleyhis selâm)'a
İlm-i Ledün'u öğretirken gemide gidiyorlar. Bir martı kuşu denize kondu, kafasını suya
batırdı, çıkardı. Hızır (Aleyhis selâm), Musa (Aleyhis selâm)'a:
- S e n i n l e b e n i m i l mi m, A l l a h u T eâ l â ' n ı n i l mi n i n y a n ı n d a ş u k u ş u n
g a g a s ı n a ( b u r n u n a ) bulaşan su gibidir." 308 buyurdu.

EL ÖPME
"Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vessellem) elini öptürmedi. Niçin Bilâl
Baba elini öptürüyor?" diye soranlara:
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) zamanından bu yana kadar dünyanın her bir
yerinde yaşlı mü'minlerin yaşına, âlimlerin ilmine hürrmeten ellerini öpmüşlerdir.
141
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs -No: 932)
" D i n k a r d e ş i n i n e l i n i ö p me k mu s a f a h a d ı r . Ö y l e o l u n c a mu s a f a h a
e d i n i z . " ( Ç ü n k ü , m u safaha kalbinizdeki kırgınlığı giderir.) Hadîs-i şerîfi
mucibince el öpmek sünnet-i seniyyeden olur. 309
Bu hadîs-i şerife göre Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ile ümmetinden bir
kimse musafaha edemez, elini öperlerdi. Çünkü musafaha edeceğin kişi senin denginde
olmalıdır. Denginle musafaha olur. Tam hakiki âlim dengin değildir. Onun da elini
öpersin. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in elini kadın-erkek hepsi öperlerdi.
Çünkü el öpme mümininin musafahasidır. Hadîse göre; yaşlı, kâmil, âlim bir kimsenin
elini öpmek musafahadır. Alim'in ilmi hatırı için, adaletli hükümdarın adli'nin hatırı için,
yaşlı kimsenin yaşının hatırı için eli öpülür. Çünkü;
Yaşlı bir müslümana hürmet, Nuh (Aleyhis selâm )'a hürmettir."310
Yaşlı Müslümana hürmet de elini öpmekle olur.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) şimdi olsa kesinlikle elini öptürürdü.
Zâten elinin öpülmediğine, kadınların Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in elini
öpmediğine zerre kadar ihtimal vermiyoruz. El öpülür, öpülmez diye tartışmalar oluyor. On
seneden beri el öpme konusuna, bizi ithamlarına cevap yazmadım. Dolaylı yollardan
söyledim. Şimdi ise hem yazıyorum, hem de bu sözü çıkaranlardan, âyetle hadîsle ispat
etmeden yaygara yapanlardan benim yazdığım gibi âyetle, hadîsle Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.
aşkına Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in aşkına cevap vermelerini istiyorum.
Ey Ümmet’i Muhammed! Ey mü'minler!
Ayetsiz hadîssiz insanoğlunun ağzındaki demişlerle geriden kumandalı olmayın. Ayet
ve hadîslerle kumandalı olun.
Bu kadar âyet ve hadîslerle sabit olan emir ve nehiylerden pek azını yapıyor diğerlerini
terk ediyoruz. (Yazımızda geniş açıkladık). El öpme farz, vacip, sünnet değil; yine el öpme
haram, mekruh, müfsid de değil, bir tek el öpme sünnet değildir, caiz değildir diye bunu
söyleyip, büyütüp müslümanları birbirine düşürüyorlar. Severek kardeş olup birbirine
sımsıkı sarılmaları gerekirken birbirlerine düşman gibi bakıyorlar. Yarın mahşerde Allahu
Teâlâ bunun hepsini bizzat kendisi mahkeme yapıp soracak.
Ey Müslüman kardeşim!
Buradaki yazılanları iyi oku! Kitapsız, delilsiz; felan kimse şöyle dedi." diyenlere
bakma! Fetva Kitabı İbn-i Abidîn ve Fetâvâyi Hindiyye Kitabı ne yazıyor, onu oku!
(İbn-i Abidîn «Fetva kitabı» Cild 15, s.429-431)
Alim ve takva sahibi bir kimsenin elini öpmekte, (teberrük yoluyla olursa) bir beis
yoktur. DÜRER.
Musannif el-Câmi'den nakletti ki;
Hakim ve adil bir sultanın elinin öpülmesinde beis yoktur. Hatta bazıları bunun
sünnet olduğunu söylemişlerdir. MÜCTEBA.
Alimin başını öpmek, elini öpmekten daha güzeldir. El-BEZZAZlYE'de böyledir. Alim
ve adil sultandan başkasının elinin öpülmesine ruhsat yoktur. Tercih edilen görüş
budur. MÜCTEBA.
El-MUHlT'te: "Eğer bir kimsenin Müslüman olmasını tazim ve ona ikram etmek
bakımından el öpülürse, caizdir, eğer dünyalık için öperse mekruhtur" denilmektedir.
Eğer bir kişi bir âlim ve zahidden "bana ayağını ver de öpeyim" diye talepte
bulunursa, o da ayağını ona verirse ayağını öper. Bazıları "Ayak öpmekte ruhsat yoktur."
demişlerdir. Nitekim bir kadın diğer bir kadının ağzı ve yanaklarını, karşılaştıkları zaman
veya veda ederken öpmesinin mekruh olduğu gibi. Nitekim «kıyl»i öne alarak El-
KÎNYE'de bunu söylemiştir.
Bazı cahillerin başkasıyla biraraya geldiklerinde sanki onun eliymiş gibi kendi
elini öpmesi de böyledir, yani mekruhtur. Ve bunda bir ruhsat yoktur. Mülakat
142
anında arkadaşının elinin öpülmesi ise mekruhtur, bu hususta icmâ vardır. Bazı
kimselerin âlimlerin huzurunda veya büyük insanların huzurunda yer öpmeleri de
böylece mekruhtur ve haramdır. Bunu yapan, yeri öpen ve rıza gösteren de günahkâr
olur
. Bu, putlara tapmaya benzer. Bunu yapan ile razı olanlar, ibadet ve tazim yoluyla
olduğu takdirde kâfir olurlar. Eğer tahiyye yoluyla selamlaşma yoluyla olursa kâfir
olunmaz. Fakat günahkâr ve büyük bir günah işlemiş olur.
El-MUTEKAT adlı kitapta "Allah'tan başkasına tevazu haramdır" denilmektedir.
El-VEHHABlYE'de: "Caizdir, hatta gelene tazim olsun diye ayağa kalkmak
menduptur." sözü vardır. Niketim ayağa kalkmanın caiz olması gibi. Velev ki âlimin
huzurunda okuyucu için ayağa kalkmakta olduğu gibi. Bunun hükmü nazmen ileride
gelecektir.

Öpmek Beş Vecih Üzeredir:


1-) Sevgi öpmesi; Çocukların yanaklarından öpülmesi gibi.
2-) Merhamet öpmesi; Anne ve babanın başlarını öpmek.
3-) Şefkat öpmesi; Kardeşlerin alnından öpülmesi.
4-) Hanım ve cariye için şehvet öpmesi ki ağız üzerinde olur.
5-) İkram Öpmesi ki, mü'minler için el üzerinde olur.
Bazıları "altıncı öpme olan din öpmesi" konusu geçti.
El-KINYE'de kabristanlarda ilgili konuda şunu söylemektedir:
"Mushafın (Kur'ân-ı Kerim'in) öpülmesi vardır."
Bazıları "Mushafın öpülmesi bid'attır" dediler. Lakin Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu)'den gelen rivayete göre, o her sabah mushafı alır, öper ve "Bu Rabb'imin
ahdidir, menşurudur (neşrolunmuş, dağılmış)." derdi. Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)
da Mushaf'ı öper ve yüzüne sürerdi.
Ekmeğin öpülmesine gelince:
Şafiîler "mubah bir bid'attir." Bazıları da; "bid'atı hasenedir." derler. Alimler
"onu çiğnemek mekruhtur, fakat öpmek mekruh olmaz" dediler. Bunu ibn-i Kasım, ibn-
i Hacer'in Şerhu'l Mihnacı üzerindeki haşiyesinde söylemiştir. Bu da velime bahsinde
geçmiştir.
Biz Hânefîlerin kaideleri de buna engel teşkil etmemektedir. Bu seferde
gelmiştir: "Sakın ekmeği bıçakla parçalamayınız ve ona ikram ediniz. Çünkü Allah
ona ikram etmiştir."
(İbn-i Abidîn'd Kitabından alınan yazı burada sona erdi.)
(Fetâvâyi Hindiyye «Fetva kitabı», Cild 12, s.168-169)
(El öpme hakkında der ki:)
"Bir kimsenin, başkası' için, kendi elini öpmesi mekruhtur.
Şayet, bir kimse başkasının elini öperse, elini öptüğü zât, âlim bir şahıs veya
adil bir hükümdar onun elini ilmi veya adli için öperse, bunda bir sakınca yoktur.
Semerkant Alimlerinin fetvalarında da böyledir.
Eğer âlim olmayan bir şahsın, adil olmayan bir sultanın elini, müslümana hürmet ve
ikram olsun diye öpmüşse, bunda da bir beis yoktur.
Eğer onunla ibadet kastederse veya onunla dünyevi bir ikrama nail olmak niyetiyle
yaparsa, işte bu mekruhtur. Sadrü'ş-Şehîd, bunun kerâhatıyla fetva vermiştir. ZEHÎYRE'de
de böyledir.
Alim ve adil sultanın elini öpmek caizdir. Başkasının elini öpmeye ruhsat
yoktur. Muhtar olan da budur. GIYASİYYE'de de böyledir.

143
Bir âlimin veya zahidin ayağı öpmek istenirse, buna ruhsat yoktur. Kabulde
edilmez. Bazı âlimler: "Bu istek kabul edilir." buyurmuşlardır.
Alim ve zahid bir şahsın, başını ve elini öpmek istemek de böyledir. GARAlB'de
de böyledir.
Arkadaşı ile karşılaşınca, kendi elini öpmek cahillerin işidir. Böyle yapmak bil-icma
mekruhtur. HIZANETÜ'L-MÜFTlN'de de böyledir."
(Fetâvâyi Hindiyye Kitabından alınan yazı burada sona erdi.)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) cenneti gezerken Hz.Ömer (Radiyallâhu
anhu)'in hurilerini görüyor. "Kimin hurileridir?" diye soruyor. "(Hz.) Ömer'in
hurileridir" denilince hurilere bakmıyor. 311 Diğerlerinin hurilerine bakıyor. İşte ayrıldı.
Hz. Ömer, Ebû Zerr'il Giffari Hz. gibilerinin aile ve kızlarına elini öptürmez, diğerlerine
öptürürdü. (Bunların mizaçlarını kitabımızın c.2, s.453'de geniş olarak açıkladık. Açıklaması
uzun süreceğinden burada kısa yazıyorum.)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in umuma ait elinin öpüleceğine dair
aşağıda izahı gelecek hadîsleri ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:
Ben kadınlarla musafaha yapmam. " 312 buyurduğu hadîs-i şerifi var. Ben bunları
buldum yazıyorum. Ama "El öpme musafaha değildir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in kadınlara elini öptürmediği" hadîs-i şerifini biliyorsanız. Cenâb-ı Hakk
Teâlâ Hz. aşkına bana yazın. Böyle hadîs-i şerif bulamıyorsanız Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in elini kadınların öptüğünü inkar etmeyin. Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'in elini öpmeyip, musafaha eden bir erkekle ölünceye kadar konuşmam.
Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vcsellem)'i küçümsemiş oluyor. Siz, Peygamberi-
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in dengi misiniz ki musafaha yapacaksınız? Musafaha
yapmayacaksanız, el de öpmeyecekseniz ne yapacaksınız? Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) ile musafaha yapmak kadınlara yok diye tenezzül etmeyip veya haramdır
diye Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öpmeye teşebbüs 313 etmeyen en
yakınım kadın da olsa onunla ebediyyen ilişkiyi keserim. "Allah'ı şiddetle sevin." "Allah ve
Rasûl'üne itaat e d i n . " 3 1 4 âyetlerinin mucibince ne yapacaksınız? Elli dört farzın
yirmi beşincisi Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e tâbi
olmaktır.Bunu nasıl ve ne ile gerçekleştireceksiniz?
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 1, Hadîs No: 187)
"Aişe (Radiyallâhu anha)'den rivayet edilmiştir:
"Rasülullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)' i n (keyfiyet i ) guslü sorulmuş [Aişe
(Radiyallâhu anh a) b i r s a ' mi k ta rı (s u al ı r ) b i r k a p i s ted i . O n u n l a y ı k a n d ı v e
b a ş ı n ı n ü z e ri n e s u a k ı t tı . Şu kadar ki, kendisi i l e soranlar arasında (bedeninin
aşağısı görünmemek için) bir perde vardı."
Yukarıdaki hadîs-i şerifin kitabındaki açıklamasında:
"(Guslü) soran hemşiresi Ümmü Gülsüm bint-i Ebû Bekir es-Sıddık (Radiyallâhu
anhu)'in süt oğlu Ebû Seleme Abdullah ibn-i Abdurrahman ibn-i Avf ile, birlikte nezdine
gelen, bir kavle göre süt biraderi Abdullah ibn-i Yezîd, diğer bir kavle göre de özkardeşi
Abdurrahman İbn-i Ebû Bekir es-Sıddık (Radiyallâhu anhu) idi ki, her hangisi olsa
mahremi idiler, diye yazıyor.
Ashâb ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in aileleri kesinlikle Peygambe
rimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den duymadıklarını, O'nun caiz görmediği bir şeyi ne
yapar, ne söyler, ne de uygular. Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanında ömür boyu kalmış, . sözlerini dinlemiştir. Peygambe
rimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Islâmiyetin her türlü vecibelerini Ümmetinin tam tamına
yapabilmesi için ömür boyu emek sarfetmiştir. Bunun için sahabelerin ve Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ailelerinin yaptıkları ve kavilleri doğrudur, haktır. Hatta ke-
sinlikle guslünde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ümmetinin iyice öğrenmeleri

144
ni gözleri ile görmeleri ve gördükleri gibi yanlışsız yapmalarını candan yürekten istediği
için, Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz ablasının süt oğlu ki kendisinin de yeğenidir,
[Süt akrabalığı (süt annesi, bacısı, dayısı,315amcası vb.) olanların birbirlerinin mahremi
olup nikahlanamayacakları âyetle sabittir. ] Öz kardeşi (iki erkeğin) yanında araya perde
çekip, aşağı tarafı görünmeyecek şekilde gusül yaptı. Bunda ne Hz. Aişe (Radiyallâhu anha)
Validemizi ne de onları küçümsemek olamaz. Biz ümmet olarak bunlardan ibret almamız
lazım.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), Islâmiyetin her türlü vecibelerini ümmeti-
nin tam tamına yapabilmesi için ailelerinin ve sahabelerin yaptıkları, kavilleri kesinlikle
inkar edilmez. Kitap yazanlar, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in guslü nasıl
yaptığını görmek istiyorlardı. Ama Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz onlara gu -
sül yapıp gösteremezdi. Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemizin kadreşine;
- Sen kardeşisin, senin yanında hem tarif etsin, hem de gusül yapsın. Sen de gördü-
ğün şekilde yap bize göster. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in guslüdür diye kitap
lara yazalım, diyorlar. Hz, Aişe (Radiyallâhu anhu) Validemizin yanına kardeşi geliyor.
Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz vücudunun aşağı tarafı görülmeyecek şekilde araya
bir perde çekiyor. Gusül yapacak kadar su alıp. hem nasıl döküleceğini, hem de suyun mik
tarını göstererek guslediyor. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'in kızı Ümmü Gülsüm'ün
süt oğlu da ümmet-i Muhammed'e kıyamete kadar sünnet üzere yapsınlar diye guslün
şartlarını öğretmek için, araya perde çekip veya peştemalla örtünüp, kitap yazacaklara
göstererek guslediyordu. Anlaşılıyor ki, din husu'sunda öğretmek, söylemek millet-i İslâmı
düzeltmek için bunlar caizmiş. Sadece dille söyleyerek öğretmek yetmiyor. Bizim bunlar-
dan ibret almamız lazım.
Hadîs-i şerifleri, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den duyan kadınların
ağzından alıp, kitaplara yazdılar. Bunlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem ) 'i n
elini öpmediler, meclisinde oturmadılar, namahremdir diye Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in yanına yaklaşmadılar mı? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den
saklanıp, bu hadîsleri perde arkasından mı duydular? Hayır! Peygamberimiz (Sallallâhu aley
hi vesellem) ile yüz yüze konuşarak dinlemişlerdir.
Kadınların ağzından dinleyip kitaplara yazan âlimler ve râviler, kadınların sesi
namahrem diye onlardan saklanarak mı yazdılar? Hayır!
Zamanımızda kılı kırk yaran ve ham sofuluk yapacağım diye "İslâmiyette
namahremlik, tesettür var. Ne suretle olursa olsun bu şeyler yapılmaz" diyenlere çok güzel
bir cevaptır! Umuma ait kıyamete kadar ümmete öğretebilmek için bu gibi şeylerin caiz
olduğuna da en büyük delildir! Aksini iddia eden. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem), Hz. Aişe (Radiyallâhu anha), Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'in oğlu ve
ashaba kesinlikle karşı durmuş, beğenmemiş, benimsememiş olur. Hem de küfre gider!
Bi z e "B u b i zi m d i n i mi zd e v a r mı ? Na m a h re m o l a n l a ra n i çi n el ö p tü rü y o r
s u n u z? B i r kadın yalnız yola gidemez." gibi soruları yöneltiyorlar.
Zamanımızda bazı kadınlar mesafeleri çok uzak olan memleketlerin birinden diğerine
gidip görüşlerini yaymak için ev-ev gezer konuşur, uğraşır, çalışırsa adı cihad oluyor.
Allahu Teâlâ için bizim meclisimize gelir, dini bakımdan bilmediklerini öğrenir, çok
memnun olup, içlerinden bazıları ısrarla elini öperse haram mı olur? Bir hadîs-i şerifte:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bir kadın mahremi olmayan bir erkekle bir gün ve bir gecelik yola gitmesin,316
buyuruyor. Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında deve ile atla
veya yaya olarak giderlerdi. Hem de akşam olunca ikisi başbaşa kalırdı. Peygamberi
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bunu söylüyor. Zâten buna hiç bir Müslüman da razı ol
maz.
Yukarıdaki hadîs-i şerife göre, bizim yanımıza (G.Antep'e) gelenleri suçluyorlar. Ben
şahsen yanında mahremi olmayan kadın gelmesin dedim. Yine geliyorlar. Ama. gelmek için
kiraladıkları otobüsün ön tarafına erkekler, arka tarafına kadınlar binip geliyorlar.
Gelirken kadın-erkek her türlü ihtiyaçlarını ayrı ayrı olarak rahatlıkla görebiliyorlar ve

145
bizim buraya yanlarında mahremi olmaksızın birbirlerine namahrem olan bir kadın bir
erkek gelmiyor ve gelmemiştir. Senenin her gününde evimizde bir çok kadın-erkek misafir
olur. Bizim evde bayanların (kadınların) bulunduğu bolüm ayrı, erkeklerin bulunduğu
bölüm ayrıdır. Bizim yanımıza gelenlerin bu şekilde gelmeleri ile bir kadının namahrem
bir erkekle deveyle yaya olarak yola gece-gündüz gitmeleri, akşam olunca ıssızda başbaşa
kalmaları gibi midir? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in men ettiği yolculuk
işte budur. Bunun da dinimizce haram ve yasak olduğunu herkes biliyor. Bizim buraya
gelenler niçin geliyorlar? Gelince ne oluyor? Onu bir düşün! Zahirde hasta, felçli,
doktorlardan ümidini kesmiş kimseler geliyor. Hemen hepsi şifa buluyor. Bu şifayı Allahu
Teâlâ veriyor. Deli, meczup, manevi hastalarda iyi oluyorlar. Bu dediklerimi gelip sorunuz,
öğreniniz ve elinizi vicdanınıza koyarak ondan sonra konuşunuz.
"...Mü'min kadınlara, mü'min erkeklere iftira ederler..."317
Ekserisi talebeler, diğer kurs öğrencileri ve halktan bazıları bizim arkadaşlara gelip:
"Niçin el öptürüyorsunuz? Bizim dinimizde bu var mı?" diye soruyorlar. Güya ben haşa
islâmiyet'ten, dinden dışarı bir iş yapıyormuşum gibi konuşuyorlar. Din meselesi kapalı
olmaz. Türkiye'mizde en azından milyonlarca kişinin arasında "El öpülürdü, öpülmezdi,
caizdi, caiz değildi. Caiz değilse felan adam niçin el öptürüyor. Caizse bizim büyüklerimiz
neden caiz değil diyorlar." diyerek tartışma konusu oluyor. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem):
"Ümmetim arasında çıkacak ihtilaf rahmettir," 318 buyuruyor. Demek istiyor
ki, çözülmeyen bir meseleyi bırakmayın, tartışın, iki taraflı herkes bildiğini söylesin.
Müslümanlar tarafından bir tek âyet, hadîs ve edille-i şer'iyye ile hangi fikir tasdik
edilmişse o yapılsın, benimsensin, beğenilsin. Müslümanlar onu kabul etsin. Diğerleri de:
"Biz yanılmışız, bu doğruymuş. Bizde sizi tasdik ediyoruz." diye müslümanlar bir noktada
âyet ve hadîs ışığı altında birleşsinler. Şimdi bu iddiayı yapanlara ve diğer âlimlerimize
soruyorum. Kur'ân'da:
"O Muhammet! üzerine melekler salavat getirir, sizde getirin." 3 1 9 ve bu
Allahu Teâlâ'nın bizzat emridir. Bütün âlimler bu âyeti okuyor, pek az kimse mealini
veriyor. Allahu Teâlâ'nın emridir, yapmamız gerekir diye ikna ediyor. Ama camide
musafahayı inkar edenlere niçin bu âyeti okumuyor ve "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in üzerine salâvat getirmek bizzat Allahu Teâlâ'nın emridir. Allahu Teâlâ'nın
emri camide (Allahu Teâlâ'nın evinde) getirilmez de nerede getirilir? diye niçin açıkla-
mıyor. Allahu Teâlâ'nın emri olan namaz, oruç vb. konular çatır çatır vaaz ediliyor da
camide musafaha ve ileride yazacağım birçok mevzular niçin vaaz edilmiyor. Alimlerimiz
hem söylemiyor, hem yapmıyor, yapana da engel oluyor. Bunun yerine itiraz olarak,
Kur'ân'la hiçbir delil göstermeden "El öpülmez" daha ileri gidip "Kayın babanın,
kayınvalidenin eli öpülmez" diyorlar. Dört atanın hakkının eşit olduğunu kabul
edemiyorlar ve âyetle sabit olanları söylemiyorlar. Ayetsiz, hadîssiz kuru iddialarla
konuşuyor, söylüyorlar.
Yine soru yorum: "Gece kalk namaz kıl." 3 2 0 "Gece kalk tesbih et." 3 2 1 ;
"Geceyi ibadetle g e ç i r ; g e c e y a r ı s ı n d a n s o n r a322 s a b a h a k a d a r i b a d e t e t ;
g e c e n i n ü ç t e b i r i 323
k a l ı n c a s a b a h a kadar ibadet et." ; "Senin kazancından fitre,
zekat, sadaka ver."
Bunlardan başka; "Malından fakirlere infak et." 324 Bu yedirme, içirme mevlid ye-
meğinde vardır. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) malının tümünü, Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu) yarısını, Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) daha evvel bütün malını dağıttı. 325 Hz. Osman
(Radiyallâhu anhu) üç yüz deve yükü buğday, yine onun denginden para (mali) yardımı ve
bir başka zaman bin deve yükü buğdayı devesi ile beraber fakirlere infak etmiştir. 326 Saysak
bunun gibi yüzlerce çıkar. .

146
Tarikatta Cömertlik:
Allahu Teâlâ için herşeyden geçmektir. Üç türlü cömertlik vardır: Malından;
evladından, ailesinden ve Allahu Teâlâ için canından geçmektir.
Malından geçen; Bir tek malından geçer, kurtulur.
Evladından geçen; Hem malından, hem evlat ve ayalından (ailesinden) geçer.
Malından geçen ileride canından da geçer.
Canından geçen; Malından, evladından, ayalından ve canından geçer.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in cömertliği canı iledir. O'na kimse
yetişemez. O'ndan sonra Hz. Ali (kerremallâhu veche)'nin cömertliği canı iledir. Niçin
bunlar söylenmiyor, niçin yapılmıyor? Allahu Teâlâ'nın emri olup en kolayı olan malından
geçmektir. Bu emri önce âlimler yapmalı ve örnek olmalı, halka öğretmelidir. Bu, hakiki
tarikatta vardır. "Eli cömertliğe açılanın kalbi Allahu Teâlâ tarafına açılır." Eli
cömertliğe açılmamışsa, kalbi de Allahu Teâlâ tarafına açılmamıştır. Kim olursa olsun
ölçü budur.
(Sûre-i Haşr, Ayet 9)
"...Kendilerinin muhtaç oldukları şeyi dahi onlara ikram ederl e r . . ( i l â
âhir)"
Kâfirler, Mekke'de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabına ambargo
uygulayıp çok sıkıştırdılar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i ve ashabını
ta'ciz edip, şehirden çöle sürdüler. Aç ve açıkta, çölde kaldılar. Açlıktan ölme hâdiseleri
oldu. Herkes malından geçti, başka memleketlere gitmeyi düşündüler. İnsan kolay kolay
memleketini, çoluk-çocuğunu, herşeyini bırakıp hicret etmez (kaçmaz). Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) ashaba göç etmeleri için izin verdi. Ashâb:
- Yâ Rasûlullah! Sende bizimle göç, dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve
sellem):
- Sizin göçmenizi ben ayarlarım, benim elimdedir. Benim göçmemi ise Allahu Te
âlâ ayarlar. Eğer Allâhu Teâlâ "Göç" diye emretmezse, burada vefat etmem göçmemden
daha iyidir, buyurdu.
Cercis (Aleyhis selâm) kâfirlerden kaçtı. Bir ağaç yarıldı, içine girdi ve ağaç geri
kavuştu. İblis, Cercis (Aleyhis selâm)'in ağacın içinde olduğunu haber verdi. Ağacı kestiler
ve ağaç ile birlikte O'nu da biçmeye başladılar. Cercis (Aleyhis selâm) bir sefer "Of" dedi.
Allâhu Teâlâ:
- Y â Cerci s ! B en san a da ya na ma y a ca ğın ı v ermi yo ru m, a cı du ydu rmu y o -
ru m. Ni çi n "Of" diyorsun? Cercis (Aleyhi sselâm) ondan sonra bir daha ses çıkarmadı
ve ortadan ikiye biçtiler.
Biçtir beni Cercis gibi,
Yutsun balık Yunus gibi,
Ahunla yak Kukmus gibi,
Tek bulayım Mevlâm seni.
Seyyid NİZAM OĞLU
İşte büyük Peygamberlerin ve Evliyalardan bazılarının cömertliği can iledir.
Muhiddin-i Arabî Hz.'ne:
- Sizin taptığınız benim ayağımın altında" deme. Seni asacağız, dediler. Muhiddin-i
Arabî Hz.'ni o sözünden vazgeçiremediler ve astılar. Mansur-i Bağdadi Hz.'ne:
- Enel Hakk" deme. Dersen seni öldüreceğiz, dediler. Yine de "Enel Hakk" dedi.

147
Kestiler, kanı "Enel Hakk" dedi. Yaktılar, külünü savurdular, külü her tarafta "Enel Hakk"
dedi. Buna ittihad hâli derler. Bu gibilerini siz bilmezsiniz. Yunus Emre ve bazı müridler,
evini, malını-mülkünü, çoluk-çocuğunu, herşeyini terkedip bir Şeyhin kapısında ölünceye
kadar çalıştılar. Bu bir nevi can ile cömertliktir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) Mekke'den Medine'ye hicret edeceği zaman:
- Kâfirler beni öldürmeye gelecekler. Benim yatağımda kim fedai olarak yatacak?
Çünkü yatanı öldürmek isteyeceklerdir, buyurdu. Öldürmeye gelenlerin ok mu, mızrak mı
ne atacakları belli değil. Hiç kimse "Yâ Rasûlullah! Senin yatağında ben yatarım" diyeme
di. Canları ile cömertlik yapamadılar. Bir tek Hz.Ali (Kerremallâhu veçhe):
- Yâ Rasûlullah! Senin yatağında ben yatarım." dedi ve yattı, İşte can ile cömertlik
yaptı. Bilâl Babam, Hz. Ali (Kerremallâhu veche)'nin harblerde ve sair zamanlarda canı
ile yaptığı cömertlikleri anlatirdi.327 Onlar uzun süreceğinden yazmıyorum.

Hakk yolu belâlıdır, Bu can kuşun sana uçur, Dost ile dost olanlara
Her kârı cefalıdır, Aşk meyinden bana içir, Kendi özün bilenlere
Canından Ümidi kes. Bu tacı hırkadan geçir, Hakk yolunda ölenlere
Canana erem dersen. Tek bulayım Mevlâm seni Can pahası soran olmaz.

Açılmış dükkanlar, kurulmuş pazar,


Canlar mezat olmuş dellâlda gezer,
Oturmuş ümmetin berâtın yazar,
Cevahir bahşeden dükkanı buldum.
Hakk aşıklarının bu gibi kasideleri çoktur.
Muhacir ashâb, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i tercih edip ai l e ve
çocuklarını Mekke'de bırakıp, kendileri Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile
Medine'ye göçtüler. İşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile göçmeyi kendi
mallarından, canlarından, namuslarından da ileri sayıyorlar. Bu gibilerin elleri öpülmez
mi? Bunlardan biriside Hz, Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'dir. Aile ve çocuklarını bırakıp
gizlice Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile Mekke'den Medine'ye göçtü. Hak-
kında, Allâhu Teâlâ: "O ne güzel arkadaştır, refiktir."328 buyurdu.
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in evine
geldi ve
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) nerede?" diye sordu.
- Ebû Bekir'le hicret etti." dediler. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) evine gitti, atını,
silahını tam teçhizat donanıp süvari olarak Kabe'nin avlusuna geldi. Ve:
- Muhammed herşeyini bırakıp gittiği için ben de herşeyimi bırakıp gidiyorum. Muham-
med gizli gitti, ben aşikâr olarak felan yoldan gidiyorum, dedi. Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu) atını şehrin içinde koşturdu. Tekrar geldi ve yüksek sesle bağırdı:
- Ben Ömer ibn-i Hattab'ım. Malım herşeyim size kalıyor, bu malımı size bağışlı-
yorum anlamında değildir. Gelişimde hepsini sizden fazlasıyla alacağım. İçinizde karı
sını dul, çocuklarını yetim bırakmak isteyen varsa önüme çıksın. Muhammed gizli gitti,
ben aşikâr gidiyorum, dedi. Yine hiç kimsede ses yok. Atı Mekke'nin çarşısında koşturdu.
Yine çağırdı: "Ben Ömer ibn-i Hattab, içinizdeı karısını dul, çocuklarını yetim bırakmak
isteyen önüme çıksın." Atı Medine'den tarafa çevirdi ve Medine'ye geldi. Hz. Ömer (Radi-329
yallâhu anhu)'in bu yaptığı hakkında: "Kâfire karşı şiddet göstermesini severim."
âyeti geldi.

148
(Sûre-i İsra, Ayet 76-77)
"Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak i ç i n neredeyse dünyayı başı -
n a d a r g e t i r e c e k ler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar."
"S en d en ön ce gönderd iği mi z p eyg a mberl er hak kınd ak i ka nun (d a bu du r).
B i zi m y ap tıklarımızdan h i ç bir değişiklik bulamazsın."
(Bir İslâm toplumunda bana soru olarak;
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), Mekke'den' Medine'ye hicret ederken
yanında arkadaş olarak kimi seçti? Hz. Ebû Bekir Sıddık (Radiyallâhu anhu)'dan daha
fazla sevdiği olsa yanına arkadaş olarak onu seçmesi lazım değil mi? dediler. Ben;
- Evet! dedim. Onlar:
- Hz. Ebû Bekir Sıddık (Radiyallâhu anhu) hepsinden yüksektir. O'nun tarikatı da
hepsinden yüksek olması lazım. O'nun tarikatı hepsinden yüksek olunca, O'nun tarikatının
olduğu yerde başka tarikat ders verebilir mi?" dediler. Ben de;
- Hayır! dedim. Onlar; öyleyse Nakşi tarikatının olduğu yerde Kâdirî tarikatı ders
veremez.Yine;
- İkincisi i l k halife kimdir? Hz. Ebû Bekir Sıddık (Radiyallâhu anhu) değil mi?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ondan daha fazla sevdiği ve layıklısı olsa idi, o
ilk halife olmazdı. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) en son halifedir. İlk halifenin tarikatının
olduğu yerde en son halifenin tarikatı ders verebilir mi?" dediler. Ben de;
- Hayır! dedim.
- Öyleyse Nakşi tarikatının olduğu yerde Kâdirî tarikatı ders veremez." dediler. Ben
dedim k i ;
- Bilâl Babam ömründe bir defa olsun Kâdirî tarikatının olduğu yerde Nakşi tarikatı
ders veremez diye söylemedi. Bende ömrümde şu ana, şu zamana kadar söylemedim.
Çünkü bu sözü söylemeye Hz. Ebû Bekir Sıddık (Radiyallâhu anhu)'dan haya ederim. Bu
kesindir, muhakkaktır. Bizler onların kapıcılarına, hizmetçilerine varıp, boyun büküp,
işimizi gördürebilmek için yalvarana benzeriz. Şu büyüktü, şu küçüktü, şunun olduğu
yerde de şu ders veremez demek ne haddimizedir. Ama şimdi ben burada buna cevap
vermezsem, bu sözü kabullenmiş olacağım. Cevap versem Hz. Ebû Bekir Sıddık (Radiyallâh
anhu)'dan haya ediyorum. Bunun evveliyatını siz açtığınız için mes'uliyet size aittir. Hz.
Ebû Bekir Sıddık (Radiyallâhu anhu)'ı, dört Cihar-ı yar'ı, ashabı ve tabiini zerre kadar
küçümsemek, hâşâ onları sizin söylediğiniz gibi söylemek bize yakışmaz. Onları küçük
görmek ve küçümsemek için değil, sizi ikaz için konuşacağım.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Mekke'den Medine'ye hicret edeceği
zamanı, Cebrail (Aleyhis selâm), Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e Allahu
Teâlâ'dan emir ile bildirdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Ey ümmet-i ashabım! Kâfirler bu gece beni öldürmek için benim evime hücum
edecekler. Beni yatağımda bulamazlarsa arkamızdan çabuk yetişirler. Çünkü kaçtığımızı
bilirler. Benim yatağımda bir kişi fedai olarak yatması lazım, içinizden bir kişi benim
yatağımda yatsın. Onlar gece bakarlar yatakta yattığımı zannederler. Sabaha karşı beni
öldürmeye gelecekler. Sabaha kadar biz yol alırız," buyurdu. Hz. Ebû Bekir Sıddık
(Radiyallâhu anhu)'da içinde dahil olmak üzere hiç bir sahabe ben senin yatağında
yatarım diyemedi. Kâdirî tarikatının Pir'i olan Hz. Ali (Radiyallâhu anhu):
- Senin yatağında ben yatarım." dedi ve yattı. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu): -
Ömrümde en rahat uykuyu, en rahat yatışı, en rahat huzuru, Rasûlullah'ın
yatağına yatınca buldum." buyurdu.
İkinci planda; "Benimle arkadaşlık yapacak birisini seçeceğim." dedi ve Hz. Ebû Bekir
Sıddık (Radiyallahu anhu)'ı seçti. Canından her şeyinden geçip, yüzde yüz ölümü göze alıp,
kendini öldürmeye gelecekleri zaman yatakta yatıp bekleyen mi Allahu Teâlâ ve
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) yanında daha makbuldür, sevgilidir? Yoksa ben
senin yatağında yatmaya cesaret edemem ama seninle yol arkadaşlığı ederim diyen mi
daha makbuldür. Siz meselenin orta yerinden başlıyorsunuz! Niçin başından başlayıpta

149
bunları anlatmıyorsunuz? Tâbidir ki yüzde yüz ölümü göze alıp senin yatağında fedai
olarak yatarım diyen Allahu Teâlâ ve Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) yanında daha
büyüktür, daha kıymetlidir, daha yüksek makamdadır. Sîzin deyiminizle Kadiri tarikatı
hepsinden yüksek değil midir? Kadiri tarikatının olduğu yerde başka tarikat ders
verebilir mi? Aslında bu söz yanlıştır. Ama kendilerini ikaz için söylüyorum.
Bir memlekette hangi tarikattan olursa olsun âyete, hadîse, edille-i şer'iyye'ye ve
Kur'ân-ı Kerim'e tam uygun, hakiki bir şeyh çok mühimdir. Şeyhin hakikisi, müridi ihya
eder. Hakiki olmayan şeyh, müridi imha eder. Acemi marangoza keresteyi verip yanlış
kesip, ters yontup dengesiz çaktığı, yaptığı gibi Şeyh de müridin geleceğini araya verir.
Hakiki şeyh on iki tarikatın hangisinde olursa olsun ondan hemen ders alınır. Şu büyüktü,
şu küçüktü gözetilmez. Onların büyüğünü küçüğünü ölçmek bizim ağzımızın kârı (haddimiz)
değildir.
ikincisi; Hz. Ebû Bekir Sıddık (Radiyallâhu anhu) ilk halifedir. Allahu Teâlâ'nın ve
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in en sevdiği olmasa i l k halife olmazdı, İlk
halife olunca hepsinden büyüktür. Onun tarikatının olduğu yerde başka tarikat ders
veremez, sorunuza gelince:
Hadîs-işerîf: "Peygamberlerin varisleri ulemalardır." 3 3 0 Ulemalar, meşayıhlar
aynen Peygamber gibidir. Peygamber varisidir. Peygamberlerin ilki Adem (Aleyhis
selam) sonu Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'dir. Peygamberlerin İlki mi
büyük? En sonu mu büyüktür? Malumdur ki, en sonu Peygamberimiz Muhammed Mustafa
(Sallallâhu aleyhi vesellem) büyüktür. Evliyalarda peygamberlerin varisi olunca
evliyaların ve ashabının içinde en büyükleri dört cihar-ı yar'dır. Bunların en büyüğü ilki-
mi, sonumu olması lazım? Belliki en büyüğü, en sonudur. Buna göre yine de kadiri
tarikatının olduğu yerde başka tarikat ders veremez, dedim. Hepsi süküt edip söyleyecek
söz bulamadılar. Daha pek çok soru sordular hepsine cevap verdim. "En sonunda sorumuz
kalmadı, sen söyle dediler. Üç gün kendileri ile toplumumuz beraber oldu. Sonunda
birbirimize candan yürekten bağlanıp çok samimi olduk. Senelerce benim olduğum meclise
onlar geldiler. Allahu Teâla hepsinden hepimizden razı olsun. Allah esirgesin (amin).
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Mekke'den Medine'ye göçerken ev,
aile, çocuklarını ve malını terketmeyip göçmeyenler, Allahu Teâlâ'nın gadabına uğradı,
zor affoldu. Kıl payı cehennemden k u rt ul du. Bu nl ar h akk ın d a:
- Düny a y ü zü g eni ş d eğ il mi ydi ? Siz ni çin H abib i m gi bi h er ş eyinizi
bırakıp göçmediniz?" 331 âyeti geldi. Yani Medine sizi almazsa dünya genişti,
istediğiniz yere göçebilirdiniz."Böyle cahilliği bir daha yapmayınız."332 emri geldi.
Muhacirler kendileriyle beraber göçmeyenlere: "Siz bizimle niçin göçmüyorsunuz?"
demelerine karşı: "Medine ufak bir yerdir. Hepimiz göç edersek. Medine bizi almaz"
demişlerdi. Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Ker i m ' d e ; " M e d i n e d a r i s e d ü n y a y ü z ü g e n i ş
d e ğ i l mi y d i ? N i ç i n s i z d e H a b i b i m g i b i g ö ç me d i n i z ? " buyururak göçmeyenleri
tekdir ediyor.
Yine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile birlikte harbe gitmeyip geride
kalanlar oldu. Bunlardan üç kişi çok pişman olup, tevbe ettiler. Kendilerinin affedilmesi
için gelecek âyet bir çok zaman askıda kaldı. Tevbelerinin kabul olup olmayacağı belli
değildi. Çok ağladılar, yalvardılar ve dua ettiler. En sonunda tevbelerinin kabul olduğuna
dair âyet geldi.
(Sûre-i Tevbe, Ayet 118)
"Ve (savaştan) geri bırakılan o üç kişinin (Ka'b b. Malik, Hilâl b. Ümeyye ve
Memare b. Rabi'in) d e t e v b e l e r i n i k a b u l e t t i . Y e r y ü z ü g e n i ş l i ğ i n e r a ğ m e n
o n l a r a d a r g e l mi ş , v i c d a n l a r ı k e n d i l e r i n i s ı k t ı k ç a s ı k m ı ş t ı . N i h a y e t A l l a h ’ -
t a n y i n e A l l a h ' a s ı ğ ı n m a k t a n b a ş k a ç a r e o l m a d ı ğ ı n ı a n l a mı ş l a rd ı . S o n ra
( e s k i h a l l e r i n e ) d ö n me l e r i i ç i n A l l a h o n l a r ı n t e v b e l e r i n i k a b u l etti. Çünkü
Allah tevbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir."
Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de namazı, orucu, haccı, zekatı nasıl emretmiş ise infak

150
(fakirlere, karabet sahiplerine,yolculara, yetimlere yedirmek, içirmek, giydirmek) hakkında
da aynı şekilde emreden âyetler indirmiştir. 333 Saysak İnfak hakkında âyetler, abdest,
namaz, oruç vb. hakkında inen âyetlerden belki de daha fazladır. Allahu Teâlâ "O âyetleri
okumadın mı, görmedin mi? demez mi? Sen âlimsin ve "Namaz, oruç, hacc, zekat bunlar
Allahu Teâlâ'nın emridir" diye tekrar tekrar söylüyor, bastıra bastıra üstünde duruyor,
yaparak gösteriyorsun. Infak âyetlerine gelince, sağa-sola bük, tatbik etmemek için mazeret
göster veya söyleme, Örtbas et. Alimler, Allahu Teâlâ'nın emirleri abdest, namaz, oruç vb.
amelleri cahillere nasıl yaparak gösteriyor, öğretip eğitiyorsa, infağı (fakir fukaraya)
yedirip, içirip kendi malından dağıtmayı da aynı şekilde yaparak, göstererek öğretmesi
lazım.
Farisice olan kaside de (aklımda kalanı kadarını yazıyorum):
"(Teştimar-i nâni molla keştedir:)
Yılanın ayağını, karıncanın gözünü, hocanın ekmeğini gören varsa söylesin."
Mevlid okuma-okutma da yedirip, içirme var, infaktır.
(Ihyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 2, Hadîs No: 23, s.26) "
Kıyamet günü Allah’u Teala kullarına:
- Ey Ademoğlu, ben acıktım beni yedirmedîn. O şahıs:
- Sen âlemlerin Rabb'isin, ben seni nasıl yedirecektim yâ Rabb, der. Allahu
Teâlâ:
- Aç olan din kardeşin sana geldi de sen onu yedirmedîn, eğer onu yedirsey
din beni yedirmiş gibi olurdun," buyurdu.
(Kenz'ül-İrfan, Hadîs No: 471)
"Aç olan bir karnı doyurmaktan efdal, bir amel ve ibadet olamaz."
(Kenz'ül-Irfan, Hadîs No: 473)
" İ h v â n (M ü 'm i n k a r d e ş i n ) i l e y en i l en t a a m ( ye m ek ) i çi n k ı y a me t g ü n ü n d e,
o i n s a n i l e h e sap görülmez."
Alimlere evlerinde mevlid okutan, anne veya babası ölürse parayla devir çektiren,
mü'minlere ve fakirlere yedirip içiren cahil kesim olup, bunları kendilerinde
uygulamayan, önceden kesim kesip para karşılığı mevlid ve Kur'ân okuyan, devri çeken
yine âlimlerimizdir. Cahil fakirler infak âyetlerini uyguluyor, âlimlerimize gösteriyor ama
öğretemiyor, işte âlim zannettiğimiz öğrenmiyor, o hususta cahil kalıyor. Cahil dediğimiz
âlim oluyor, onlara tatbik ederek gösteriyor, yine de öğretemiyor. Alim kesim kesmez,
para verenle vermeyeni ayırt etmez. Para veren hediye olarak verirse helâldir. Fakat âlim
"Ben para vermezsen okumam. Şu fiata okurum" derse haramdır.
(Muhtarü'1-Ehadîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 782)
"Enes (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edilmiştir: Alim ilmîyle (ve öğrettikleriyle yal-
nız) Allah'ın (rızasını) murad ederse, herkes ona hürmet eder.Eğer ilmiyle şahsına
bir hazine yapıpta, servetini çoğaltmak isterse, herkesten tiksinti duyar."
(Sûre-i Bakara, Ayet 41)
" E l i n i zd ek i n i n (T e v r at ' ı n ) a s l ı n ı t a s d i k ed i ci o l a r a k i n d i rd i ğ i me ( Ku r ’â n '
a ) i ma n ed i n ! S a k ı n o n u i n k a r e d e n l e r i n i l k i o l m a y ı n ! A y e t l e r i m i a z b i r
k a r ş ı l ı k i ç i n s a t m a y ı n , y a l nız benden (benim azabımdan) korkun."
Dünya malı azdır (geçicidir), âyetleri ona satmayın. Allahu Teâlâ'nın rızasını
bulmak için ve âhiret için okuyun. Bildiği ilmi saklamamak emr-i ilâhi'dir.
(Süre-i Bakara, Ayet 174)
" Al l a h ' ın i nd i rd i ğ i Ki ta p ' ta n b i r ş ey i (âh i r z am an p e yg am b eri n i n v as ı fl arı

151
n ı ) g i zl ey i p , o n u az b i r b a h a i l e d eği ş en l er (o n u m ad d i k arş ı l ı k i l e s at an l ar)
v a ry a , i ş te o n l a rı n y i y i p d e k ar ı n l a r ı n a d o l d u r d u k l a r ı a t e ş t e n b a ş k a b i r
ş e y d e ğ i l d i r . K ı y a m e t g ü n ü A l l a h n e o n l a r l a konuşur ve ne de onları temize
çıkarır. Orada onlar için acıtıcı bir azab vardır."
Ağanın beyin hatırı kırılacak ve ona dokunursa bana faydası olmaz, menfaatim olmaz
diye bildiği ilmi saklamamalıdır. Onun vereceği dünya malının hepsi değil, dünyanın
malının tümü Allahu Teâlâ'nın âhirette vereceğinin yanında çok azdır.

(Muhtarü'l-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 864)


"İlmi saklayana, herşey lanet okur... Hatta, denizdeki balık; semadaki kuş
bile..."
(Muhtarü'1-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 1231)
"Her kim Kur'ân-ı Kerim'i okursa; Allahu Teâlâ'dan bir şey iste-
mey e o n u v es il e etsin...Çünkü bir takım kavimler gelecek; O'nu okuyup
i n s a n l a r d a n b i r ş e y l e r i s t e m e y e v e sile edecekler..."
Sen de insandan değil Allahu Teâla'dan istemeye vesile et.
Şimdi ise okumadan istiyor, önünden kesim kesiyor; "Mevlidi şu fiyata, Kur'ân'ı şu fi-
yata okurum" diyorlar. İşte bu çok yanlıştır.

(Râmüz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1659)


" Ad e m o ğ l u n d a ü ç y ü z a l t mı ş k e mi k v a rd ı r : H er g ü n b u k e mi k l e rd e n h e r
b i ri i çi n s a d ak a v ermes i onun ü zerin e v a cip ti r. Dedil er ki :
- Ey All ah 'ın Ra sûl' ü, bun a ki mi n gü cü y eter?" All ah' ın Ra sûl 'ü (S all all a
h u al e yh i v es ell em ) bu yu rd ul a r:
- Mis afi re yo l gö s termen b i r s a d a k adı r. Yo l d a n (i n s an l ara) ezi y et v er en
b i r ş ey i k a ld ı rma n b i r s a d ak a d ı r. İh ti y a çtan fazla elbis eni (faki rlere) vermen
de bir sadakadır. Dediler ki:
- (Bu dedikl erini ) ki m yapabilir?" Şöyl e buyurdu:
- İnsanlara kötülü k yap ma mak ta kendi nefsi için verdiği bir sadaka
yerine geçer."
Zahir ilmi ve zahir âlimi boyayla, cilayla ve makyajla güzel görünen kadına benzer.
Bâtın (maneviyat) ilmi ise anasından doğma güzele benzer. 334 Bâtın ilminde herkesin
anlayamıyacağı hikmetinin büyüklüğü önce belli olmuyor, sonra doğru olduğu meydana
çıkınca hikmeti anlaşılıyor, ilk defa halka ters geldiği, ters göründüğü, yüzü kirlenmiş
kadın gibi, kendisinde beşeriyet kirleri var. O kirler kendini güzel göstermiyor. Herkes
yanıldığını, ters konuştuğunu zannediyor.335Misâlde: Hızır (Aleyhis selâm)'ın, Musa (Aleyhis
selâm)'a İlm-i ledünü öğretmesi aynıdır. Musa (Aleyhis selâm), Hızır (Aleyhis selâm)'ın
gemiyi delmesine, oğlanı boğazlamasına, duvarı yapmasına karşı çıktı, zâhir ilmi ile
bilemedi de, 336 sen büyük zâtların hâllerini nerden bileceksin? Bilmediğinden dolayı sende
karşı çıkacaksın. Çünkü Kelimullah, Rasûlullah ve ululazim Peygamber olan Musa
(Aleyhis selâm)'ın kendinde zahir ilim var, derecesi çok yüksek, kendinde o ilim olmayınca
bilemiyor, muhalefet ediyor. Allahu Teâlâ bize Kur'ân-ı Kerim'de zahir ilmini, bâtın
ilminin, fıkıh ilmini, tasavvuf ilminin bilemeyeceğini hikayeten bahsedip söylüyor. Musa
(Aleyhis selâm), Hızır (Aleyhis selâm)'ın yaptıklarına karşı çıkıyor. Siz de onun gibi Bilâl
Babamın el öptürmesine karşı çıkıyorsunuz. Niyazi Mısrî Hz. kasidesinde der ki:
Hem Musa gibi Hızır'a gemisini deldire ol,
Yıkık duvarı yapuben katili oğlan gerek.
Musa (Aleyhis selâm) ve Hızır (Aleyhis selâm) gibi bindiğin gemiyi delse, sana

152
saldıran köpekleri kovalayan çocuğu kesse, seni misafir almayıp, evden kovanların, gece
duvarlarını yapsa, sabretmek ve kabul etmek lazım imiş demek istiyor.
Yukarıda misal verdiğimiz bu iki kadın hamama gidip yıkanırsa birisinin boyası,
makyajı yüzüne sürdüklerin hepsi gider, çirkinliği meydana çıkar; diğerinin yıkandıkça
yüzündeki beşeriyet kirleri, çirkinliği gider esas güzelliği meydana çıkar, İnsanların
hamamı teneşir tahtasıdır. Orada yıkanan maneviyat (tasavvuf) ehli ise sağlığında
herkesin bilemediği, anlayamadığı hikmetli sözleri meydana çıkar. Herkesin çirkin
gördüğü beşeriyet kirleri gider. "Ben bu adamın sağlığında niçin yanına gelmemişim" diyen-
ler çoğalır. Sağlığında yanına, ziyaretine gelen birse vefatından sonra kabrine gelenler
on misli artar. Çünkü beşeriyet yok. Sağlığında söylediği sözlerin, büyüklüğü vefatından
on, elli, yüz sene veya daha uzun seneler geçtikçe haklı, doğru olduğu meydana çıkar.
Yıllar geçtikçe güzelliği, sözleri çıktıkça halk arasında itibarı, sevgisi artar. Tarikat,
tasavvuf ehlinde olduğu için maneviyat (ledün ilmi) ölmedi. Zahir âlim de boya, pudra,
allık, makyajla güzel görünüyordu, öldü; sarık, cübbe, kıraat gitti, silindi, kelâm-ı kibar
konuşmalar kalmadı. Maneviyat yok, herkes buz gibi oldu, çirkinliği meydana çıktı. En
yakın akrabalarının bile kabrine gidip bir Fatiha okumak aklına gelmedi. Yaptığı amel
ile başbaşa kaldı.
Memleketimizde en çok Mevlâna Hz. tanındığı için O'nu misâl veriyorum. O'nun
sağlığında dünya yüzünde O'nun gibi binlercesi vardı. Mevlâna Hz. dünyasını değiştireli
yedi yüz sene olmuş, kabrini ziyarete giden sağlığında yanına gelenden yüz misli fazladır.
Çünkü zaman geçtikçe güzelliği meydana çıkıyor. "Ne olursan ol yine gel." sözü rast
gele bir söz değildir. Şimdi turistler de onun için kabrine akın ediyorlar. O'nun
zamanında ölen zahir âlimlerinin kabrini niçin kimse ziyaret etmiyor? Yedi yüz sene ev-
vel:
- Putperest isen de, yetmiş sefer tevbeni bozmuşsan da yine gel. Mecûsi isen de
gel, ne olursan ol yine gel. Bu kapı umutsuzluk kapısı değildir." buyuruyor. O söz
bütün kâfirleri kabrine akın ettiriyor. O'nun ve O'nun gibilerin sözleri ve yaptığı
işlerden ibret alıp dünya yüzünde yüzbinlerce kâfir Müslüman oluyor. Bir kısmınında
kalblerinde sevgisi var, kabrine geliyor.
Şimdi zamanımızda zahir âlimi çok, hangisinin yanına müslümanlar akın ediyor?
Şehrin en işlek yerinde bir vaizin geleceği, vaaz edeceği hoparlörle söylenir, yazılar
yazılır, herkes duyar, bilir. O gün vaazına başka camilerden gelirler. Cemaat caminin
içini, dışını ve avlusunu hınca hınç doldururlar. Kendisi vaaz eder, vaaz biter, millet
de dağılır. Kendisine soru sormak ve cevabını almak için bir iki saat kadar yanında
kalmak isteyen üç beş kişi çıkar. Sonra onlarda dağılır, İşte maneviyat, tasavvuf ilmi yok.
Kulun çağırması, bildiri dağıtması ile ancak o kadar olur. Hakiki bir Şeyh gizlice, hiç
kimseye haber etmeden, bir dağın başına gideyim dese ve gitse, onun ilanını Allahu
Teâlâ yapar. Mü'minlerin birazı rüyasında görür, birazı can sıkıntısı veya gezmek için
çıkmış rast gelmiş gibi oraya gelir. Orada başında yine kalabalık artar. Saatler, günler,
haftalar geçer bir çok kimsenin evine gitmek aklına gelmez. Daima gelen gidenden çok
olur. Zaman geçtikçe millettin, mü'minlerin kendine karşı sevgisi, itibarı artar. Onun
okuması ile dertliler deva, hastalar şifa bulur. Müşkil işler hallolur. Hiç yanına gelme
niyetinde olmayanlarda bir hastalık, bir müşkilde kalma sebebiyle manen ihsarlı olarak
yanına gelirler. Yanına gelenlerin bazıları ilk defa da benimsemez, cemaatinde
bulundukça, sohbetini dinledikçe ona olan sevgisi artar. Haftalarca yanında kalsa; ev,
çoluk-çocuk aklına gelmez, haftalarca, aylarca kalır. O zât "Git, çocuklarını gör" diye
zorla gönderir. Değil elini öpmek, candan severek ayaklarının altını öpmek ister,
yanında bulunanların çoğunun gözyaşı sel gibi akar. Gözyaşı hiç durmaz. Birşey söylese
de yapsam diye bekler. Söylediği sözü unutmamak için yazar, hemen tatbikata geçer. Hadîs-i
şerifte:
"Ulema meclîsine giderseniz ilminiz, bilginiz artar." "Hükema (ilm-i Hikmet,
tasavvuf) meclisine giderseniz ölmüş kalbiniz dirilir." 3 3 7
İşte kalbleri diridir. O birlerinin kendinin kalbi ölü, dinleyeninde kalbi ölü. Ölü

153
ölüye ne anlatır. Kalb bir tarlaya benzer, ulemânın sözü tohuma benzer. O tarlayı, çalı,
diken kaplamış, imar olunup sürülmemiş ise o tarlaya tohum saçana çiftçi demezler.
O tarlayı ilk defa kötenle sürer, tarla tekrar tekrar sürer, onlarla tanı imar olur, o
zaman hangi tohumu ekersen biter. Hadîs-i şerifte:
"Bilmiş olun ki, ölmüş kalbleri Allah'ın zikri diriltir."338 Zahir âlimi zikir etmez,
zikir edenlere karşı çıkarsa kalbi bor (sürülmemiş, çalı, ot kaplamış) tarla gibi ölüdür.
Cemaat zikretmezse onunda kalbi olüdür, Ölü ölüye ne anlatır? Şeyh zikrullah eder ve
ettirir. Müridler zikrullah eder. Herkesin kalbi diri olur. Diri diriye herşeyi anlatır.
İmar olmamış tarlaya atılan tohuma yazık. Kalbi imar olmamış, Allahu Teâlâ'nın
korkusu kalbine girmemiş, kalbi kara kurum bağlamış, çalılık tarla gibi ona atılan
tohum araya gider. O tohum yetişmediği gibi zikrullah etmeyenlerinde kalbleri
dirilmez, ölüdür. Kalbi ölü olan ulemânın vaaz ve nasihati onlara kâr etmez. Bir zahiri
âlimden manevi hâl sorulur mu? Ayette:
"Namaz sizi her türlü kötülükten men eder, kurtarır. Bu hususta zikrullah daha
büyüktür." 339 Yalnız namazla ıslah olunmaz, hem namaz hem zikrullaha devam ederse
ıslah olur. Zikrullaha devam etmeyen ıslah olup, düzelemez, bunu bilemez, aklı yetmez.
Bunun için Allahu Teâlâ;
"Siz bilmediklerinizi ehl-i zikirden sorun. 3 4 0 buyuruyor. Zikrullah ehli
olmayanlar, zikrullaha çalışmayanlar, halaka zikrini çok yapmayanlar bunların
manevi hâllerini bilemeyeceğini söylüyor. Sen "Benim elim ziyarettir, elimi öpün" diye
ömür boyu ilan etsen Allahu Teâlâ sana o hâli vermedikten sonra senin elini kim öper?
Hacı Bayram-ı Veli Hz.'nin (diğer bir rivayette S.Ahmed'ür Rufai Hz'nin) müridi
çoktu. Padişah çok büyük kerametlerini görmüştü. Padişah, Hacı Bayram-ı Veli Hz.'e:
- Senin, ne kadar müridin varsa hiç birinden vergi almayacağım, demişti. Halk
verginin müridlerden kalktığını görünce herkes mürid oldu. Müridler hiç bir yere sığmaz
oldu. Padişahda kimseden vergi alamıyordu. Padişah Hacı Bayram-ı Veli Hz.'ne:
- Senin ne kadar müridin varsa yaz, bana gönder. Çünkü kime vergi diye memur gön
dersem "Ben müridim" diyor, vergi vermiyor. Hacı Bayram-ı Veli Hz.:
- Herkes bu ovaya toplansın, mürid olanları Cenâb-ı Hakk-Teâlâ Hz. için kurban
keseceğim, dedi. Bir ovanın herkesin görebileceği, yüksek bir yerine çadır kurmuş,
eline kasap bıçağını almış, elbisesinin kollarını katlamıştı (sıvamıştı), Çadırın içine
kesilmek isteyen girecekti. Bütün insanlar ovayı doldurdu Hacı Bayram-ı Veli Hz.:
- Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz. için bu gün ihvanları kurban edeceğim! Mürid olan gelsin!
dedi. O kadar müridin içinden bir kişi çıktı. Hacı Bayram-ı Veli Hz. onu çadırın içine
aldı ve bir koç yatırdı.
- Ben koçu keserim, kan fışkırınca sen acı acı bağır, dedi. Hacı Bayram-ı Veli Hz.
koçu kesti, koçun kanı çadıra fışkırdı, çadır kan oldu. Müridlerin birazı kanı görünce;
"Şeyh, adam kesiyor" diye bağırıp gittiler. Müridin birazı kalmıştı. Yine Hacı Bayram-ı
Veli Hz. üstü başı kan olduğu halde: müritleri Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz. için bugün
kurban keseceğim! Mürid olan gelsin, dedi. Bir kişi daha çıktı. Hacı Bayram-ı Veli Hz. yine
bir koç yatırıp ona da:
- Ben koçu boğazlayınca, sen acı acı bağır, dedi. Hacı Bayram-ı Veli Hz. koçu bo
ğazladı ve müridde acı acı bağırdı. Kalanlar da dağıldı. Kimse Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.
için boğazlanmaya değil gelmek, çadırın yanına bile yaklaşmıyorlardı. Herkes birbirleri
ne: "Şeyh deli oldu, en kıymetli müridlerini kesmek olur mu?" gibi sözler söylediler.
Bazısı sükût etti, bazısı da "Bunda bir hikmet var ama biz anlayamıyoruz.”dediler.
(Allâhu Teâlâ herkesin o andaki konuşmasına, hareketlerine, kesilmek için gelip çadıra
girenlere ayrı ayrı manevi notlar veriyordu. Bu, görünüşte Hacı Bayram-ı Veli Hz.'nin
imtihanı idi. Ama esasında bizzat Allâhu Teâlâ'nın Hacı Bayram-ı Veli Hz.'nin eliyle
bir imtihanıdır.)341 Üçüncü kez Hacı Bayram-ı Veli Hz. dışarı çıkıp:
- Allâhu Teâlâ için kurban keseceğim, kesilmek isteyen varsa gelsin, deyince kesil
mek için bir kadın geliyor. Hacı Bayram-ı Veli Hz.'nin kesmek için ciddi olduğunu görünce
geri dönüyor. Biraz gidiyor, tekrar geri dönüyor. Yine korkuyor, geri dönüyor. Çadırın

154
önünden ayrılmıyor. Akşam olur Hacı Bayram-ı Veli Hz. padişaha:
- Benim ikibuçuk müridim var. ikisi erkek, buçuğu kadın. (Çünkü kadın boğazlan
mak için geldi, korktu geri döndü. Akşama kadar tekrar tekrar geldi, geri döndü)
Kesilmeye gelenler, hakiki müridler. Bunlardan vergi alma. diğerlerinden al." diye
mektup yazdı.
Bir mürid:
"Şeyhim canımı kurban istemiş.
Minnet mi benim canıma." diye Şeyhinin kapısına yazmış. Şeyhde o yazının
altına:
- Laf zamanında türlü lafı vururlar,
- Ruzî imtihan gününde belli olur." yazmış.
Bu imtihan; sözle, hareketle, kendine verilen vazifeyle, çeşitli yönleriyle olur.
İmtihanı yapan Hacı Bayram-ı Veli Hz. gibi büyük Meşayıhlar, Pirler; imtihan
edilen mürid veya ınürid olmaya gelenlerdir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Nafile orucunu tutmandan, gittiğin yerde o orucu bozup yemen daha
iyidir." 342 buyuruyor.
Bu hadîse göre nafile ibadet ve oruçlarınızın riya olmaması için evinizde fazla
fazla yapın, misafir olduğunuz yerde herkesle yiyin, hem de birbirinize Allâhu Teâlâ
için hizmet edin, dediğim ve bu hadîsi yazdığım halde sofuluk yapıp, "ben orucum" diye
nafile orucunu bozmayanlar var. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîsi
olup onu okuyup kendisine söylediğin halde orucu bozmuyor. "Hayvanın içeceği su ile
abdest alınmaz. Hayvan içsin, doysun ondan sonra, abdest al" dediğimize karşılık değil
hayvan, insanların içeceği suyu içirmeyip abdest alanlar oluyor. İşte bu gibiler ham
sofuluk yapıyorlar.
Hz. Pir Ramazan bayramından bir gün önce herkes oruç, camide ikindi namazını
kıldırmıştı. müritleri de yanında idiler. Hz. Pir hepsine birden:
- Herkes eline birer lokma ekmek alsın, diye emir verdi. Aldılar, güneş batmak
üzereydi ki, Hz. Pir:"Herkes elindeki ekmeği yesin" buyurdu. Müridler iftara yarım
saat kala hiç beklemedikleri bu sözle karşılaştılar Bir kısmı emre uyup hemen
yedi, bir kısmı da iftarı bekledi, iftardan sonra yedi. Bu bir imtihandı. Hz. Pir
orucu bozanlara: "Altmış bir gün oruç tutun." emrini verdi. Onlar altmış birer gün
oruç tuttular. Bunların hepsi de irşad oldu. Orucu yemeyenlerin hiç birisi irşad
olamadı. Hz. Pir'e sebebini sordular. Hz., Pir şöyle buyurdu:
- Bunlar bana biat ettiklerinde Allahu Teâlâ'nın emirlerinden ve benim sözüm
den çıkmayacaklarına yemin ettiler. Orucu yemeyenler Allâhu Teâlâ'ya verdikleri o
yeminlerini yerine getirmediler "Oruç, Allâhu Teâlâ'nın emri, bozulmaz." deyip öyle
hükmettiler. Orucu yiyenler benim sözümle oruçlarını yediler. Hem benim sözüm
yerine geldi, hem orucu bir gün yiyenin cezası altmış bir gün oruç tutmaktır. Altmış
bir gün oruç tuttular, Allâhu Teâlâ'nın bu emrini yerine getirdiler. İrşad oldular.
Yemeyenler ise İmtihanı kazanamadılar. Dolayısıyla Allâhu Teâlâ'ya vermiş olduk-
ları "Sözünden çıkmayacağız" yeminine ters hareket ettiler. . Onlar tekkede yine
çalışmaya devam edeceklerdir. Yine bir imtihan günü gelecek, imtihanı verirlerse ne
âlâ, veremezlerse yine kalacaklar.
Bu imtihanda:
1-) Orucu bir gün yerse, yerine altmış bir gün tutup Allâhu Teâlâ'nın emrini
yerine getirecek mi, getirmeyecek mi? Kapalı!
2-) Bir gün yiyip yerine altmış bir gün oruç tutmakta Allâhu Teâlâ'nın emri. Orucunu
bozmadı ki yerine altmış bir gün tutsun. Ayrıca yerse tutabilecek miydi, tutamayacak
mıydı? Orası da kapalı! Fakat müridler, benim emrimle Allâhu Teâlâ "yeme" buyurduğu
halde benim sözümden çıkmayacaklarına dair biat ettikleri yemine uyarak yediler."Orucunu
yiyen altmış bir gün oruç tutsun."343 buyurduğu emrini yerine getirdiler, bu sebeble irşâd
oldular.

155
"Hidayetçilere tâbi. olun" 344 Bu âyete uymak Allahu Teâlâ'ya tâbi olmaktır.
"Ramazan orucunu tutun, yemeyin" 345 Emri ile bunlar otuzuncu günü iftara yarım
saat kalasıya kadar yemediler, tuttular. "Yâ Rabbi! Biz tutamayacaksak, emrine muhalif
geleceksek niçin otuz günün içinde yarım saat hariç hepsini tuttuk, yarım saat mı
tutamayacaktık. Buna senin için tâbi olduk. Senin emrin olmasaydı niçin bu, ad ama t âbi
o l al ım ! S en
"Al l ahu T eâ lâ 'y a v e Ras ûl' ün e tâbi olun . " 3 4 6
"E y İ man ed enl er! Al lah u T e â l â ' y a i t a a t e d i n i z v e P e y g a m b e r ' e d e v e
s i z d e n o l a n e m i r s a h i p l e r i n e d e i t a a t t e bulununuz... ( i l â âhir)" 3 4 7348Buna tâbi
olmak Rasûl'üne tâbi olmaktır." derler. "Yersen yerine altmış bir gün tut." Emri i l e
de yediklerinin yerine altmış bir gün tuttular. Böylece Allahu Teâlâ 'nın üç emrini de
yerine getirdiler. Hz. Pir'in emrine uymayanlar, sadece Allahu Teâlâ'nın bir emrini yerine
getirmiş oldular.
Bayezid-i Bestami Hz. yedi senelik nafile orucunu bir lokma ekmeğe satıyor. Onu da
yemiyor, bir köpeğe atıyor: "Ey nefis! Ne sana ne bana! "Halkın yedi sene devamlı oruç
tuttu!" diye söylemesinden sen kurtuldun. Yedi sene oruç tuttum diye bana riya gelecekti,
ondan da ben kurtuldum?" diyor. Nefise en zor gelen şeyi yapıyor. Fakat Allahu Teâlâ'ya
çok hoş geliyor. Övünmeden, övülmeden ve riyadan kaçıyor. Allahu Teâlâ'nın rızasını
buluyor.
Hakiki ibadet ehlini sırasıyla ilk defa Allâhu Teâlâ, sonra melekler, daha sonra da
müslümanlar çok severler. 349 Bu sevgiyi Allahu Teâlâ verir. Peki Allahu Teâlâ diğerlerini
hakkıyla sevmiyor, tanıtmıyor da o zâtları niçin sevip tanıtıyor? İşte asıl millet-i Islama
açıklanacak bunlar değil mi? Bir tek el öpme üzerinde söylede söyle. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zamanından günümüze kadar bütün Müslümanlar, âlimlerin
ilmine hürmeten, yaşlıların yaşına hürmeten elini öpmüşlerdir, ilim sıfatullahtır. Allahu
Teâlâ'nın sıfatıdır. Allahu Teâlâ'dan gelir. O sıfat kendinde vardır. O'na hürmet Allahu
Teâlâ'ya hürmettir. Onun için âlimin eli öpülür. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem):
"Yaşlı bir müslümana hürmet Nuh (Aleyhis selâm)'a hürmet sayılır." 3 5 0 "
bu yuru yor. Bu hadîs-i şerîfe göre yine yaşlı bir mü'minin eli öpülür. Biz bunun
üzerinde durmayıpta, milletin bilmediği önemli konuları anlatmaya devam ettikçe; bazıları
da müslümanları bizden soğutmak için "el öpülmez" diyorlar. Bilâl Babamın yanına millet
akın ediyor. "Bunun yüksek tahsili yok. Niçin bize gelmiyorlar da bunun yanına geliyor-
lar?" diye kıskanıyorsunuz.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2857)
"Mü'min beş çetin şeyle karşı karşıyadır.
Kendisini kıskananmü'min,
kendisinden nefret eden münafık,
kendisi i l e çarpışan kâfir,
devamlı çekiştiği nefis,
k e n d i s i n i s a p tırmak için can atan şeytan."
Mü'minin beş düşmanı vardır.
1-) Mü'minler haset eder.
2-) Münafıklar buğz eder.
3-) Kâfirler öldürmek ister.
4-) Nefis hevasına çeker, azdırmak ister.
5-) Şeytan da iğva, vesvese, evham verip azdırmak ister.
Sen müslümansın, o müslümanı niçin haset ediyor, kıskanıp çekememezlik yapıyorsun
Onun okuması ile hastalar şifa buluyor. Onunla iftihar edip, övünmen lazım. Ayette:

156
"İhtiyar, erkeklikten düşmüş o l a n l a r ı n k a d ı n l a r ı n m a h r e m y e r l e r i n i
g ö r m e l e r i n d e b i r m a h z u r y o k t u r . . . ( İ l â â h i r . ) " 3 5 1 d i ye buyuruyor. Şimdi bir adam
münafıkta, fâsıkta, zındıkta olsa; hepsi abdestli, namazlı, hepsi müslüman görünüyor.
Çünkü alnında münafık, fâsık, zındık diye yazmıyor, ne bileceksin? Erkeklikten düşmüş
olsa bile, para, menfaat karşılığında namusuna ondan her türlü kötülük gelmez mi?
Nitekim Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ailesine münafıklar iftira
etmediler mi? Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'de münafıkları bilemiyor. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'den soruyor. Münafık bilinmeyince yaşlı kişinin onun
mahrem yerini görmesinde bir mahzur olmuyor. Ayette kardeşi, babası, amcası gibi
sayıyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ailesine münafıklar iftira
ettiklerinde kimse bilemedi, demek ki bilinmiyor. Yaşlı, kâmil, âlim bir mü'minin elinin
öpülmesinde niçin mahzur olsun. O ihtiyar görse caizdir. Çünkü Allahu Teâlâ Kur'ân-ı
Kerim'de söylüyor. Ayette geçen "İhtiyar" kelimesinin tefsirlerde uyuntu, hınbıl,
erkeklikten kesilmiş kimseler diye ifade edilmesi yanlıştır. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'de kırk erkeğin cinsi münasebet gücü vardı.

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 85)


"Cebrail bana adına (kifit) denilen bir kabla geldi. Ben de içindeki
cennet yemeğinden yedim; bunun üzerine bana kırk kişinin cinsi münase -
bet gücü verildi."3 5 2
Hz. Sara Validemiz ile Hz. İbrahim (Aleyhis selâm)'den doksan yaşından sonra
Ishak (Aleyhis selâm) doğdu. 353 Bunlarda erkeklik kuvveti vardı. Münkir,
münafık, uyuntu, hımbıl kimseler ihtiyarlayınca ve mahremi (oğlu, babası, dayısı,
amcası) gibi onlara mahrem yerlerinin görülmesi helâl oluyor. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem), İbrahim (Aleyhis selâm) ve diğer Peygamberlerde
erkeklik olsa bile onlardan kötülük gelmez, ilk defa bunlara caiz olması lazım değil
mi? Zeliha her ne kadar uğraştı ise Yusuf (Aleyhis selâm)'u yoldan çıkaramadı.354
Yusuf (Aleyhis selâm)'u "Dediğimi kabul edersen seni zindandan çıkarttırırım."
dedi. Yusuf (Aleyhis selâm):
"Ben sarayda mahkumdum, zindanda hürri-yetime kavuştum"355 diye
cevap verdi.
Demek ki, size göre münkir, münafık, fâsık kimseler her ne olursa olsun
erkeklikten düştüğünde namus emniyet edilirde, Peygamberlerde ve Evliyalarda
erkeklik var diye namus emniyet edilmez mi? Yusuf (Aleyhis selâm) da erkeklik
var, namus emniyet edilmez de; ihtiyar (yaşlı) münafıkta olsa, erkeklikten
düşmüş diye namus emniyet edilir mi?
Asıl Peygamberlere Evliyalara emniyet edilir. Lût (Aleyhis selâm)'un
kavmi, misafirlerini, livata etmek için zorla götürecekleri zaman
"Bunları götürmeyin, yerlerine benim kızlarımı götürün." 356
demişti. Lut (Aleyhis selâm) başkasının namusunu korumak için kendi namusunu
feda ediyor. Lut (Aleyhis selâm)'un elini sen öpeceksin de karına, kızına haramdır
diye müsaade etmeyecek misin? O misafirin namusunu korumak için kendi
canını, kendi namusunu feda ediyor. Bunlarda erkeklik vardı. Çünkü âyetteki:
"Ne kadar da ihtiyar olsa yeniden temiz bir hayat veririm." 3 5 7
buyuruyor. O hayat c e nne t ha ya t ı d ı r. "Cennette ise bir 358 erkeğin bir
sabahta yüz hanımı ile ilişki kuracak kadar gücü vardır." buyuruyor.
İşte, bu hayat Peygamberler ve büyük Evliyaullahlarda vardır. "Davud
(Aleyhis selâm)'un doksan dokuz karısı vardı." 359 Allahu Teâlâ'nın vermiş
olduğu maneviyat hayatı kendinde vardı. O yüzden doksan dokuz hanım aldı.
Buna haramda, münafık, fasık ne olursa olsun, ihtiyar erkeklikten düşmüşse onun

157
mahrem yerlerinin görmesinde mahzur yok mu?
"Peygamber mü'minlere kendi canlarından üstündür. Peygambe-
rinizin eşleri sizin a nneni zdi r. " 3 6 0
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 8, Hadîs No: 2943)
"...Abdullah Bin Sercis (Radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
- Ben Usaylı (yani başının saçı dökülmüş olan) Ömer ibn-i Hattab (Radi
yallâhu anhu)'i Hacer-il Esved'i öperken ve şöyle söylerken gördüm:
- (Ey Hacer'ül Esved!) Ben senin bir taş olduğunu, (aslında kimse
ye) ne zarar ne de yarar sağlamayacağını çok iyi bildiğim halde şüphesiz
seni öpüyorum. Eğer ben Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in seni öptü
ğünü görmeseydim seni öpmezdim."
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in yanında bulunan Hz. Ali (Radiyallâhu anhu):
- Deme ya Ömer! Ben Rasûllullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'dan
duydum ki: "Allahu Teâlâ ahdi misakta ben sizin Rabb'iniz değil miyim?
deyince ruhlarımız:
- Beli ya Rabb'i! Sen bizim Rabb'ımızsın, dediler. (O zamandan beri ruhla
rın hepsi müslümandır.)"
Bir adama sorsalar:
- Ne zamandan beri müslümansın?
- Galu belâdan beri.
- Galu belâ ne demektir?Allahu Teâlâ'nın ruhlarımıza; "(Elestü bi Rabbiküm):
- Ben sizin Rabb'ınız değil miyim?"361 hitabına
- ( B e l i ) Doğru ya Rabbi! Sen bizim Rabb'ımızsın" diye benim ruhum cevap verdi.
O zamandan beri müslümanım, demesi lazım. "Her anadan doğan müslüman ola
rak doğar" (Her anadan doğan müslümandır.) Anası, babası mecusi ise mecusi, nasrani
ise nasrani, Yahu d i ise yahudi olur." 362
(Hz.Ali(Radiyallâhu anhu) sözüne devamla): "Ben, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'den duydum ki :
- Allahu Teâlâ o ahdi misaktaki verdiğimiz ahdi Hacer'ül Esved' i n i çi n e koydu,
kullar dünyaya aldanıp azdırdılar. Hacer'ül Esved'e istilâm O'nu tazelemektir.Sen
ona istilam etmezsen, senden bir fayda beklemiyorum dersen o sana şahitlik etmez deyince Hz.
Ömer (Radiyallahu anhu):
- Allahu Teâlâ senden razı olsun ya Ali! Ben bunu bilmezdim. Benim de maksa
dım kâfirlerin putlardan yardım beklediklerine benzemesin diye senden bir şey bekle
miyorum. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) sana istilam edip elini, yüzünü
sürdüğü için bende sana elimi, yüzümü sürüyorum dedim, dedi.
"Bismillahi Allahu Ekber" demek ve öpmek o ahdi misakı tazelemektir. Sözümüzde
duruyoruz. Yâ Rabb'i! Senin gösterdiğin yoldan ayrılmayacağız demektir. Bu ahdi misakı
tazelemek bir de Mürşid-i Kâmili ziyaret, O'na hürmet, O'nun elini öpmektir. O'nun kalbi
Kabe, eli Hacer'ül Esved'dir. Delili:
" B a n a y e rl e ri m g ö k l e ri m g en i ş g el m ed i , mü ' mi n k u l u mu n k a l b i g en i ş
g el d i . " 3 0 3 K a l b i Allahu Teâlâ'nın evi olursa kalbi Kabe'dir.
"Beni arayan engin gönüllerde arasın." 3 6 4
"Ben kuluma annesinden, babasından merhametliyim." 365
"Annesini babasını veya bir âlimi ziyaret eden benî ziyaret etmiştir." 366
"Kabe'yi ziyaret, Allahu Teâlâ'yı ziyarettir." 367
Bu hadîs-i kudsilere göre hakiki bir Mürşid-i Kâmili ziyarette Allahu Teâlâ'yı
ziyarettir. Kabe'yi erkek-kadın mü'minlerin hepsi ziyaret eder, hakiki meşayıhı da hepsi

158
ziyaret eder. Zahiren hacı olur. Hacer'ül Esved taşını öper. Mü'min-i Kâmili de ziyaret
eder, elini öper. Bir hacının sonradan azdırıp, saptırması Kabe'yi lekelemez. Bir Şeyhin
müridinin binde birinin azdırması da Şeyhi lekelemez, ilerisinde hem kâr hem de zarar
olan bir işe girişeceğin, yapacağın zaman kârı ne kadar, zararı ne kadar ilk defa onu
öğrenirsin. Zararı bir, kârı ona göre on, yüz veya binse tereddütsüz o işe başlarsın. Bu
tarikatta da milyonlarca Evliya, Mürşid-i Kâmil yetişmiştir. Azdıran onun yüz binde
biridir. İşte tarikat kârlı. Niçin tereddüt ediyorsun? Aksini söyleyenlerin sözüne bakma.
Yine mü'min-i kâmilin kalbi tüfek, hulusu iyi nişancı gibidir. Hedefi vurur. Nişancı
olmayan âlimin okuması, hedefi vuramaz. Hedefi vuran ile vuramayan bir değildir. Hedefi
vuran ikramiye alır, vuramayan da atış müsabakasına giremez. Allahu Teâlâ'nın Kur'-ân-ı
Kerim okumada kazananlara verdiği madalya: Birincisi, Kur'ân okumasına 368 şifa verir.
İkincisi, Allahu Teâlâ sever, melekler sever, yerdeki kullar onu canı gibi sever. Herkes
memleketinde, evinde duramaz.
Bazı zahir âlimlerin bu yazıma itiraz edeceklerini çok iyi biliyorum. Fakat ben hep
âyetle ve hadîsle yazıyorum. Ayetsiz, hadîssiz hiç bir şey yazmıyorum. Benim için şu sözü
yanlış, bu sözü ile küfre vardı, .sözüne inanmayın diyecekler. Mezheb âlimleri, kitap
yazarları çok hadîs-i şerîf bilirlerdi. Fakat doğru olduğuna emin olmadılarsa karşıdaki bir
hadîs okurdu. Diğer mezheb imamı kitap yazarı hemen kabul ederdi. Bunu okuyanların
içinde kabul etmeyecekler olduğunu, milleti Islâmı bizden soğutmak için çok büyük tepki
göstereceklerini biliyorum. Onun için tekrar tekrar âyetlerle, hadîslerle, hadîs-i
kudsilerle bir çok delillerle yazıyorum, inkar edeceklerden siz okuyucularımız âyet-i
kerimelerle, hadîs-i kudsilerle ve hadîs-i şeriflerle cevap vermesini söyleyin.
(Sûre-i Kehf, Ayet 65)
"Derken,kullarımızdanbir kul buldular ki, ona katımızdan bir rah
m e t ( v a h i y v e p e y gamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir i l i m öğret-
miştik."
İlmini verir daha bir çok ödüller, ikramiyeler verir. Yine:
"Mü'minl er kendin i kıskanır, münafıklar buğz eder, kin tutar, kâfirler
öldürmek is ter, nefis hevasına çekmek ister, şeytan ığva verir, saptırmak ister."369
Cennete girmek iman ve amelle, cehenneme girmek küfür ve masiyetledir. 370 İman
Cenab-ı Hakk Teâlâ Hz.'ne ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e inanılacak
şeylerin tümüne inanmaktır. Allahu Teâlâ'ya ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e
itaat 371 edin ve O'nun inandığı gibi inanın. "Ey Allah’a îman edenler!"372 "Şükrederseniz
nimetimi, küfrederseniz azabımı artırırım"373
İnanmak iman etmek; her âyette ameli tam inanarak yapmak, kabulüne yarı inanıp
yarı inanmayarak kabul olmamasına ve münafıklığa sebeptir. Onlar müzebzeb (arada kalmış,
ikicikli; inanmayla inanmama arasında)'dır. Ameli düzgün de olsa, imanı bozuk olanlar
münafıktır. Zâten amelde, abdest, namaz, oruç, hacc, zekat, vs. islâmi vecibeleri yapmak,
yerine getirmektir. Ezelde cennetlik, cehennemlik yazılmış sözleri bu âyetlere göre yan-
lıştır.
- Ben, sizin Rabb'ınız değil miyim?
- Doğru Ya Rabbi! Rabb'imizsin, dediler.
- Secde edeceklerin hepsi secde etti. Yalnız iblis secde etmedi."374
İblisten başka secde etmeyen yok. "Ruhlar secde ettiğinde onun ruhu secde
etmemişte o boynuna basmış secde ettirmiştir." dedikleri yalan, yanlıştır. Biz, Allahu
Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerimdeki âyetlerine, emirlerine bakacağız. O zamanda secde etmişte,
etmemişte, mişlere, muşlara bakmayacağız. Allahu Teâlâ "Hepsi secde etti, yalnız iblis
secde etmedi." buyurduğuna göre tamam b i t t i . İblisten başka secde etmeyen yoktur.
Bu konuda Mevlâna Hz.'ne ve babasına iftira ederler. Güya Mevlâna Hz.'nin babası
Kabe'ye gider, namaz kılarmış. Buhara'dan da bir adam gelir, O'nunla beraber tayyi mekân,
tayyi zamanla ikisi Kabe'ye namaz kılmaya gelir, beraber namaz kılarlarmış. Yine Kabe'ye

159
gitmiş. O adam namaz kılmaya gelmemiş görünce bir kaç gün beklemiş. O adam yine
gelmeyince Buhara'ya gitmiş. O adamın son günlerini yaşadığını ve sonunda imansız ölüp
gittiğini görmüş. Eve gelip; "Beş vakit namazı Kabe'de kılan adam imansız gitti. Bende mi
imansız gideceğim" diye ağlamış. Hz. Mevlâna babasına :
- Ağlama! Ruhlar secde ettiğinde, senin ruhun secde etmiyordu. Ben boynuna bas
tım, secde ettirdim. Onun için sen imanla gideceksin, demiş, derler.
Kur'ân-ı Kerim'e ve hadîs-i şeriflere ters gelen yazı, söz, rivayet hepsi yanlıştır,
terstir, bâtıldır. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'e Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) ayağa kalkmış.
- Yâ Rasûlullah! Neden ayağa kalktın? demişler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve-
sellem):
- Cebrail kalktı, bende kalktım, buyurmuş. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem), Cebrail (Aleyhis selâm)'e:
- Niçin ayağa kalktın? buyurmuş. Cebrail (aleyhisselâm):
- Elestü bi Rabbiküm'le ruhlar secde ettiğinde benîm kalbimede benlik geldi, secde
etmeyecektim. Ebû Bekir'in ruhaniyeti hemen sırtımı okşadı. "Allahu Teâlâ'nın emrine karşı gel-
me!" dedi.
Bunların hepsi tamamen uydurmadır.
Haşa sümme haşa! Bir kâfirin boynuna basıp zorla secde ettirsen onun yaptığı secde
sayılır mı? Bunu değil Allahu Teâlâ hiçbir kul dahi kabul etmez. Fakat zorla değil, gönlü
ile olan secdeyi, göz ucu ile yattığı yerden de olsa Allahu Teâlâ kabul eder. O; suretine,
görünüşüne değil, kalbinin içine bakar. Ona göre muamele yapar. Bir başkasının emrinin
altındaki adamlar, birbirleriyle işaretle konuşup yapmadığını zorla yaptırırlar. Başkan
bunun farkında olmazsa o başkana "salak" derler, insan göremez, bilemez, anlayamaz
olabilir. Ama Allahu Teâlâ bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Ondan gizli en ufak
birşey olmaz. Bunların iddiaları, Allahu Teâlâ'nın emrini zorla yaptırmak, onu da Allâhu
Teâlâ'nın kabul etmesi ve Allahu Teâlâ'ya noksan sıfat isnat etmektir. Bu gibi sözler
sapkın mezheblerin uydurmasıdır. Haşa sümme haşa, Allahu Teâlâ bilemiyor, bunlar zorla
secde ettiriyor. Allahu Teâlâ bilemeyerek mi onu kabul ediyor? Biliyorsa niçin kabul ediyor?
Bir kul; kul olarak zorla kendine boyun eğenin itaatini kabul eder mi? Bu aciz bir kula
göre de imkansızdır. Hem Allahu Teâlâ herşeyi bilir, kalbinin içine not verir. Hem de
boynuna basıp secde ettirmeyi bilmiyor, kabul ediyor, böyle mi demek istiyorsunuz?
Allahu Teâlâ'nın yarattıklarının trilyonlarda biri olan elektronik beyin yanılmıyor,
yutmuyor, biliyor, elektronik dalgaları da elektronik beynin madenlerini de yaratan
insana onu çalışıp bulma kabiliyetini de veren Allahu Teâlâ'dır. Hiç yanılır mı? Kalbi
ve niyeti bir çeşit, zahir görünüşü onun aksi olursa onu kabul eder mi?
Hz. Mevlâna'yı kendisine secde ettirecek kapasitede yarattı da, iblisi kendisine
secde edecek bir şekilde yaratamadı mı? Suç, secde etmeyen iblisin değilde, haşa sümme
haşa Allahu Teâlâ'nın mıdır? "Siz Allahu Teâlâ'ya iftira etmeyin" 3 7 5 O'na o secde
ettirdi de buna kimse secde ettirmedi mi? Allahu Teâlâ birisine secde ettirecek adamı
yaratıyor. Diğerine de kendisine secde ettirecek adamı yaratmıyor, îlm-i ezeliyyede
"Cennetliği, cehennemliği takdir edip yarattı, bu değişmez" gibi sözler Allahu Teâlâ'ya
iftiradır. Bu âyetlere terstir. Aslında Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) mescidte
Cebrail (Aleyhis selâm) ile otururken, Hz. Osman (Radiyallâhu anhu) oraya gelir. Cebrail
(Aleyhis selâm) ayağa kalkınca Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de kalkar.
-"Niçin kalktın?" diye Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e sorarlar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- "Cebrail kalktı, bende O kalktığı için kalktım." buyurur. Cebrail (Aleyhis selâm):
-Bütün melaike, Osman'ın hayasından, utangaçlığından dolayı O'na tazim
ederler." dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bütün melaikenin haya ettiği kimseden bende haya ederim" buyurdu. 376 Bunun
aslı budur. Bunu çevirip, secde etmişti, etmemişti, secde etmeyeceği zaman ikaz etti,
secde ettirdi demek; bunların hepsi yanlıştır.

160
Çocuklar imtihana girince birbirinin eline bakıp kopye çekerse, onu hocaları kabul
ediyorlar mı? Etmiyorlar! Onun için Allahu Teâlâ'dan gizli kopye çekilmez. "Ben sizin
niyetinize, kalbinizin içine bakarım," buyuruyor. Ashâb-ı Kehf'in hiç ameli olmayıp,
kalbi ve niyeti düzgün olduğu için Allahu Teâlâ O'nun imanını tam kabul ediyor. Asiye
Validemiz de aynıdır. O'nun gizli olarak kalbinden, Allahu Teâlâ'yı tasdikini Allahu
Teâlâ kabul ediyor. Hem Ashâb-ı Kehf'i, hem de Asiye Validemizi Evliyalığın zirvesine
çıkarıyor. Niyeti, kalbi bunlar gibi olmayıp, zorla götürüp mağaraya yatırsan veya zorla
Asiye Validemiz gibi gizliden dua ettirsen bunu Allahu Teâlâ kabul eder mi? Secde
etmeyecek adama da başkasının zorla secde ettirmesini Allahu Teâlâ asla kabul etmez.
Kaderiye mezhebindeki olanlar kendi bâtıl görüşlerini ehl-i sünnete, millet-i
islâma inandırabilmek için Hz. Mevlâna'yı ve babasını elde alet ederek onlara iftira
ediyorlar.
Aslı şöyledir: Mevlâna çocukken babası önde kendisi arkasında bir yolda giderlerken
bunu gören Evliyaullah’tan bir zât gülüyor. Mevlâna Hz.'nin babasına hürmet ve tazim
ediyorlar. Mevlana Hz.'ni çocuktur diye kıymete almıyorlar. Yanındakiler o zâta gülmesinin
sebebini soruyorlar.
- Bir deniz bir gölün arkasına düşmüş, buyuruyor.
- Deniz kim, göl kim? diye soruyorlar. O zât:
- Deniz Mevlâna, göl babası, deyince babası bunu duyuyor ve:
- Mevlâna'yı benim kabrime getirmeyin, diyor. Hz. Mevlâna ölünce, babasının kabrine
getiriyorlar. Babası ayağa kalkıyor Ayağa kalktığı kesin değil. Muhakkak ayağa kalktıysa
bunun için kalkmıştır.
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 8, Hadîs No: 2944)
"... (Abdullah) ibn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan şöyle demiştir: Peygamberi -
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
- Yemin ederim ki, şu Hacer('ül Esved) (mahşere) şüphesiz gelecek ve onu hakkı
ile istilam eden (yani Allah'a itaat ve Rasûl'üne uymak üzere ziyaret eden mü'min) kimse
ler lehinde şahitlik edecektir."
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 8, Hadîs No: 2946)
"... Salim'in babası (Abdullah ibn-i Ömer) (Radiyallânu anhu)'den şöyle demiştir:
- R a s û l u l l a h (Sallallâhu aleyhi vesellem) Kabe'nin köşelerinden yalnız siyah köşesi
(yani Hacer'ül . Esved'in bulunduğu köşeyi) ve Cumhilerin evlerinin tarafından o köşeyi
takip eden köşeyi(yani Rükn-i Yemani'yi) istilam ederdi. (Mübarek elini sürerdi).'
Taş var ki öpülmez tarlada üzerinde oturulur, tepelenir. Öpmenin hiç bir manası
yoktur, öpsende olur, öpmesen de olur. Taş var ki, tuvalette hiç öpülmez. Hacer'ül Esved
taşı, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Ravza-i Mutahharasının taşı, Kudüs'te
Muallak Taşı vb. taşlar öpülüyor. Makam-ı İbrahim ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in ayağını bastığı taş müzede camekân içerisindedir. Açıkta bastığı bu taş
açıkta olsa onu da öpmez misin?
Bilâl Babamın elini öpmek için Kabe'deki Hacer'ül Esved taşına milletin hücum ettiği
gibi hücum ediyorlar. Ne kadar kendilerini yaklaştırmayıp, sert konuşsan; adam ihtiyar,
rahatsız olsa onları da öperiz. Sen, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in değil
eli, . Doktor istirahat etsin dedi diye söylesen elini öpmek için sıra bekliyor, yalvarıyor
yalvarıyor, yine öpüyorlardı. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.'ne:
- Sen niçin elini öptürüyorsun? dediler. Buyurdu ki:
- Ben elimi öptürmüyorum. (Elinin sırtını çeviriyor. Baş parmağını şahadet Parma
ğına değiriyor.) İşte bakın; Elif, Lem, Lem ve He Allahu Teâlâ'nın ismi, O'nu öpüyorlar,
buyuruyor. Bu defa:
- Sen açık keramet gösteriyorsun. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- "Ulema kerametini gizlesin" buyurmadı mı? Sen niçin gizlemiyorsun, aşikâre
keramet gösteriyorsun? Cevaben:

161
- Benim yaptığımdan Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) razı, diye buyuru-
yor. Onlar:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in emri sana gelince değişiyor mu?
Niçin senin yaptığından razı olsun? dediler. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz. buyurdu ki:
- Sizinle Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Ravza-i Mutahhara'sına
gidelim. Ben diyeyim ki, yâ Rasûlullah! Senin ümmetin bana, keramet gösterme diyor. Ben,
benim gösterdiğim kerametten Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) razı diyorum.
Onlar inanmıyor. Benden razı isen, mübarek elini, herkesin zahir gözleriyle göreceği
şekilde çıkar açıktan elini öpeyim diyeceğim. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
hepinizin zahir gözü önünde elini demir parmaklıktan dışarı uzatır, ben de öpersem buna
da itiraz eder misiniz?
- Etmeyiz, dediler. Beraberce Ravza-i Mutahhara'ya geldiler. Seyyid-i Ahmed Rufai
Hz. aynısını yine söyledi.
- Yâ Rasûlullah! Benden razı isen mübarek elini çıkart, herkesin zahir gözü önünde
elini öpeceğim, memnun değilsen elini uzatma dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve
sellem) mübarek elini safi nurlu olarak demir parmaklıktan dışarı çıkarttı. Bunu herkes za-
hir gözüyle gördü. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz. de herkesin gözü önünde öptü. Bu sefer:
- Ben, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e karşı terk-i edep (terbiyesiz-
sizlik) yaptım.Allahu Teala’yı Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)’i seven her hacı
benim yüzümü tepelemeden gitmesin, buyurdu. Kapının eşikliğine yattı. Hacılar üçe
bölündü. Bir kısmı;
"Yemin verdi yüzünü tepelemezsek olmaz" diye ayaklarının baş parmağının ucunu
yüzüne değdirip, üzerinden atladı. Bir kısmı :
Yemin verdi diye yüzünü tepeledi, bastı geçti. Bir kısmı da: "Yemin vermezse ne
verirse versin. Bunun üzerinden adım atmakta bize terk-i edeptir" dediler. Üzerinden
adım atmadılar. Başka kapıdan çıktılar. Bilâl Babama hangisi haklı? dedim. Bilâl Babam:
- Meşrebine göre hepsi haklı. En haklısı, başka kapıdan çıkan, üzerinden adım
atmayan, buyurdu, İşte meşreb ayrılığı.(Zuhurat-ı Bilâl-i Nadir-î isimli kitabımızda açıkladık.)
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) halife olunca üç sefer "Elhamdülillah! Allahu
Teâlâ'ya yüz b i n l e r c e ş ü k ü r l e r o l s u n . A l l a h u T e â l â b e n i b u ü m m e t - i
M u h a m m e d ' e s e v d i r d i . " b u yu r m u ş tur. Bu da onun gibidir. Zahirde Kabe'yi tavaf edip
Hacer'ül Esved taşını öpmek, maneviyatta gidip tam hakiki bir Mürşid-i Kâmil'i bulup;
ondan tevbe, ders alıp ona tâbi olup, elini öpmektir. Hem Hacer'ül Esved taşına hem
Mürşid-i Kâmil'e o çekici cazibeyi, hassayı veren, öptüren Allahu Teâlâ'nın bunlara
verdiği manevi bir kuvvettir. Zahiren ve aklen ölçülmez. Hadîs-i kudside:
"Mürşid-i Kâmil'in kalbi Allahu Teâlâ'nın evidir.";
" B a n a y e r l e r i m g ö k l e r i m g e n i ş gelmedi, mü'min kulumun kalbi geniş
geldi "377 .
Hasan-ı Basri Hz. adım başına iki rekat namaz kılarak onyedi senede Kabe'ye yetişti.
Kabe'nin maneviyatı Rabiat'ül Adeviye Hz. karşı gitmişti. Hasan-ı Basri Hz.'de Rabiat'ül
Adeviye'ye karşı gitti ve sordu:
- Yâ Rabia! Sen, hacca geliyorsun, Kabe'nin maneviyatı sana karşı geliyor. Bundaki
hikmet nedir? Rabiat'ül Adeviye Hz.:
- Sen, Allahu Teâlâ'nın "Ben Kabe'deyim" buyurduğunu hiç bir kitaptan okudun mu, hiç
bir âlimden duydun mu? Hadîs-i kudsi de:
"Bana yerlerim, göklerim geniş gelmedi, mü'min kulumun kalbi geniş
geldi."378 buyurmadı mı? İşte o benim kalbimdir. Allahu Teâlâ'nın evi olan benim
kalbimi Kabe'nin maneviyatı ziyarete geliyor. Allahu Teâlâ Kabe'yi ziyaret etmeyi
emrettiği; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Kabe'yi ziyaret ettiği için hem

162
Allahu Teâlâ'nın emri farz, hem Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığı
sünnet, hem de sözü ile söylediği sünnettir. Ben de Kabe'yi ziyarete gidiyorum, buyurdu.
Onun için aşıklar demişler ki: "Mü'min-i Kâmil'in kalbi; Allahu Teâlâ'nın evi; başı
(beyni) Tur Dağı, eli; Hacer'ül Esved taşı, kendindeki Ledün ilm-i; zemzem, parmağı; Arş'ın
kalemidir.
Sultanım payine yüzüm süreyim, Cami-i Kebirde namaz kılarsın,
Aşıka Bağdat'tır yolların senin, İnip aşkın deryasını boylarsın,
Hasretinle sana yandı yüreğim, Gözyaşı ile kalbimizi sularsın,
Ne diyardan aşar yolların senin. Akar ab-ı hayat sellerin senin.
Sultan Kadiri'den giyinmişsin tac, Erenler elinden içmişem şarap,
Bu yol seni kimseye eylemez muhtaç, Aşkına düşenler çekmez ızdırap,
Her seher vaktinde eylersin Mi'rac, Hazine dolusu bastığın toprak,
Aksa'da açılan güllerin senin. Alemlerin gönlünde tuduya senin.

Ne güzel yaratmış ol Bârî Hüdâ,


Bir canım var yoluna eylerim feda,
Birsin bin ihvana verirsin gıda,
Alemler gönlünde balların senin.
Derviş Ali der ki, aşk ateşi özümde,
Dünyayı verseler yoktur gözümde,
Emanetullahı alsa dizinde,
Tutsa cenazemi ellerin senin.
Şahadet parmağın Arş'ın kalemi,
Defterine yazan mürîd olanı,
Her seher getirin Hakk'tan selâmı,
Selamı getiren dillerin senin.
Gittiğin yol Sıddık-ı Azam yoludur.
Bu yolun sahibi gayet uludur,
Aslın ihramzade Kâdirî koludur,
Rahman'a ulaşır ellerin senin.
Bülbül olsam has bahçende otursam,
Aşkın kitabını bana okusan,
Bir gecede Pirhanende uyusam,
Doldurur badeyi ellerin senin.

Allahu Teâlâ buyuruyor ki:


"Ben kulumu seversem; onun gören gözü, işiten kulağı, tutan el i , y ü r ü y e n a y a ğ ı ,
s ö y l e y e n d i l i b e n o l u r u m. " 3 7 9 ;

163
" M ü ' mi n i n f i r a s e t î n d e n s a k ı n ı n ı z . Çünkü onlar Allah'ın nuru île bakar-
lar."380;
"Onların makamlarına Peygamberler, şehidler, sıddıklar imrenirler. "381
O zâtları Allahu Teâlâ bunlarla yükseltir yükseltir, O'nun elini hürmetle, tazimle
öptürür. Sen de elimi öptüreceğim desende ne kadar uğraşsan öpecek adam bulamazsın.
Adam deyince hepsi bir değil. Adam var ki kapının önünden geçmesi mahzurludur,
onun yanına gelen kadını hemen oradan ayırmak istersin. Adam var ki ailen, çoluk-
çocuğunu ona emanet edersin. Haftalarca onlarda kalır, aklına bir şey gelmez.
Peygamberimiz (Sallallâhu. aleyhi vesellem)'e "Muhammed'ül Emin" 382 denildiği
gibidir. Hakiki dost dostunun malını malından, canını canından, namusunu namusundan
fazla kayırandır. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) ve ashabın birçokları islâmiyet
uğruna malının tümünü harcadılar, elleri öpülür. Sahlebe ismindeki sahabe zekat vermemek
için yünün altına saklandı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) "Öyle kal" dedi,
toprağın altına girdi kösnü (köstebek) oldu. 383 İşte bunun eli öpülmez. Hz. Zübeyr
(Radiyallâhu anhu), Talha (Radiyallâhu anhu), Ebü Deccane fedai olup Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e siper oldular. 384 Birisi kolunu, birisi bacağını kökten
kestirdi. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) hicrette fedai olarak Peygamberimiz (Sallallâhi
aleyhi vesellem)'in yatağına yattı, eli öpülür.
Hadîs-i şerîfte:
"Mü'minler yanında iyi görülen, Allah yanında da iyi görülür." 385
Bu el öpmeyi de 1400 seneden beri dünyanın her yerinde islâm toplumu yapıyor.
Kur’ân-ı Kerim’de:
(Sûre-i Hud, Ayet 78)
"(Delik anlı ş eklind eki melekleri gö ren Lut'u n) ka v mi, koş arak onun yanına
geldiler. Daha öncede o kötü işleri yapmaktaydılar. (En sonunda duvarı delmeye
başladılar). [Lut (Aleyhis selâm) onlarla başa çıkamayınca]:
- Ey kavmim! İşte şunlar kızlarımdır, sizin için bunlar daha temizdir.
Allah'tan korkun ve misafirlerimin önünde beni rezil etmeyin! İçinizde (sizi bu
kötülükten alıkoyacak) aklı başında bir adam yok mu? dediği buyurmuştur. İşte Lut
(Aleyhis selâm):
-Misafirlerime karışmayın, onların yerine kızlarımı götürün, dedi.
Elhamdülillah ümmeti Muhammed'in içinde kendine emanet edilenin namusunu
aynı Lut (Aleyhis selâm) gibi kendi namusundan daha fazla kayıranlar vardır. Bunların
değil elini öpmek, sıkışıkta kalanlar namusunu bile onlara emanet eder.
Bilâl Babam zamanında; Kızına veya karısına sarkıntılık edecekler ya kaçıracaklar ya
da düşmanı var. Kendi namusunu müdafaa edemiyor. Böyle olup ailelerini, kızlarını Bilâl
Babama emanet edenlere çok şahid olduk. Bunları duyan bir kızla annesi Bilâl Babamın,
yanına geldiler. Onlar da Bilâl Babamdan çare arayanlardandı. Kızın annesi anlatmaya
başladı:
-Biz felan memleketteniz, senin methini duyduk buraya geldik. Derdimize ancak
sen çare olursun. Bizim orada, islâmdan uzak her kötülük kendinde olan bir komşumuz
var. Benim bu kızı istedi, vermedik.Bizi sıkıştırdı ve vurmaya kalkıştı. Bir gece herkes
yattıktan sonra gizlice eşyalarımızı bir kamyona doldurup G.Antep'te hiç umulmayan bir
mahalleye göçüp orada ev tuttuk. O adam da arkamızdan geldi. Bizim evin karşısında bir
ev kiraladı. Yine bizi sıkıştırmaya başladı. Bize ne akıl veriyorsun? Bu adama kızımı
vereyim mi? Biz buna sahip olamayacağımıza göre buraya mı emanet edelim? dedi. Bilâl
Babam, kızın annesine sordu:

164
- Bu adam ne iş yapar?" Annesi:
- Bilmiyorum." Kız:
- Kahvecidir" Kızın annesine yine sordu:
- Bu adam kaç yaşında?" Annesi:
- Bilmiyorum" Kız:
- Yirmi sekiz yaşında" deyince Bilâl Babam:
- Bu kızı buna verin." dedi. Onlar gitti. Bilâl Babama yanındakiler:
- Böylesi bir adama, bu kızı niçin ver, dedin?"
deyince, Bilâl Babam:
- Annesine mesleğini soruyorum bilmiyor, kızı biliyor, cevap veriyor. Annesine
yaşinı soruyorum bilmiyor, kızı cevap verip söylüyor. Kız adamla konuşmuyorsa,
annemden beni iste demiyorsa niçin mesleğini, yaşını biliyor? Kız geldiğinde çok
kederli idi. O adama verin deyince çiçeği yarıldı (neşelendi), yüzünde tebessüm başladı.
Kız annesini ayakta uyutuyor. Mektup yazıp onu getirtende kendisidir. Burada vermeyin
diye kestirsem kız onunla kaçacak. Kaçıp rezil olmaktansa en son çare olarak
vermeleri daha iyidir, buyurdu.
Bir çoklarının namusunu Bilâl Babam evinde veya evine almadan, kendisi karşı
tarafa tehdit haberi göndererek muhafaza ediyor. Askere giden birisinin hanımına
dolaşmak isteyeni, Bilâl Babam çağırtıp kendisine; öyle birşey olursa kesinlikle
karşındaki düşman doğrudan benim, buyurdu. O adam askerden gelinceye kadar ailesini
korudu. Hem de kendisinin ve çocuklarının masrafını karşıladı. Benim kızım sizin
evinizde hizmet etsin, bulaşıkları yıkasın diye gelip yalvaranlar çok oluyor. Bilâl Babam
veya O'nun gibi bir zâtla, kötü niyetli birisini kıyas edemezsin. Senin kapının önünden
geçip evine bakınca; "Bu âdam kapının önünden geçti, ırz hainidir" deyip hemen onun
bakışını, ilgisini engellemek için tedbir alınan kişi bir midir? Belli ki Bilâl Babamın eli
öpülür öpülür. Hiç mahzuru yoktur. O birinin de değil elini öpmek, kapının önünden
geçip, bakması da mahzurludur, zararlıdır, iyi değildir. Eli öpülmez, konuşulmaz,
yaklaşılmaz, namus emniyet edilmez.
Şeriat umuma ait söyler. En kötüsünü, en tehlikelisini göz önüne alır, öyle söyler.
Fetva iki çeşittir: Birisi adamına, yerine, şahsına ait; öbürüsü de umuma aittir.
Birisine şu kız veya. ailem senin yanında emanet kalsın diye yalvara yalvara teslim
eder. Öbürüsüne de ailesine, kızına baktığını görürse hemen sinirlenir, var gücü ile
önlemler alır, mani olur. Hatta onunla dövüşmek öldürmek ister. Bunun ikisi bir midir?
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2838)
"Mü'min mü'minin aynasıdır.
"Aynada yüzündeki karayı görebilirsin, iyiyi, kötüyü İslâm toplumu seçer. Bilâl
Babamın en çok sevdiği ihvanlarından birinin, başkasının namusuna ters baktığını veya
benzeri bir iş yaptığını sezince yanından kovup, bütün ilişkilerini ebediyyen kestiğini
gözlerimizle gördük. Eğer bir Müslüman böyle olmazsa, hubbi fillah, buğzu fillah
(Allahu Teâlâ için sevmek, Allahu Teâlâ için buğz etmek) düşman olmak emri bil
maaruf (Allahu Teâlâ'ın emrettiği gibi emretmek) neyhi anil münker (yasakladığı gibi
yasaklamak) nerde kaldı?
(Sûre-i Bakara, Ayet 165)
"İnsanlardan bazısı Allah'tan başkasını Allah'a (hâşâ) eşler ve ben-
z e r l e r e d i n i r d e onları Allah'ı sever gibi severler. İman edenler ise daha çok
Allah'ı severler. Keşke zal i ml er a zab ı g ö rd ükl eri za ma n (an l ayacak l arı gi bi )
bü tü n ku vv eti n Alla h' a a it old uğu nu v e Allah'ın azabına dayanmanın zorluğu
nu önceden anlayabilselerdi."
"Allah'ı şiddetle sevin" âyeti mucibince Allahu Teâlâ'nın nehyettiği (yasakladığ,)

165
şeyleri şiddetle yasaklar. Emrettiğini şiddetle emredip, yerine getirmemizi ist,er.
Bir Şeyhi, bir âlimi, bir yaşlı müslümanı sevmek hadîs-i şeriflerin mucibincedir.
Şeyh, âlim, yaşlı müslüman bize i l i m öğretiyor. Bizim buna yaptığımız hürmet Allahu
Teâlâ'yadır. "Allahu Teâlâ'yı şiddetle sevin." 386 âyetine göre bunları şiddetle sevmemiz
lazımdır. Onları Allahu Teâlâ ile kendi arasında bir vesile, vasıta addeder (sayar). O
kabilden çok fazla aşırı derecede hürmet yapar. Onlara yapılan hürmet Allahu Teâlâ için
ve doğrudan Allahu Teâlâ'yadır.
Evliyaya eğri bakma, Hak Hakk zâtıyla, sıfatıyla, KKaygısız edermiş bu ilmi
Kevn-i mekân elindedir. Tec Tecelli eylediği anda, OOkudum anladım bildim,
Mülke hüküm süren O' Odur varlığı Hakk varlığıdır, B Bütün âlemlerin hükmü,
iki cihan elindedir E Emr-i Sübhan elindedir. K Kâmil insan elindedir.
Sen anı öyle sanırsın, H Hakk anı bunda yarattı,
Sencileyin bir Adem'dir, K Kullarını irşad için
Evliyanın sırrı vardır, Ki Kime diler iman verir,
Gizli ayan elindedir. K Kahr-ı ihsan elindedir. KAYGISIZ HZ.

Şeriatı Muhammed'e verdiler, Aşk bedesteninden mercan almışam,


Tarikat üstüne bir yol kurdular, İrfan meclisinde erkan kurmuşam,
Hakikat ilminden sual sordular, Bu canı verip de bir can almışam,
Hakikat var hakikattan içeri. Saklaram bu canı candan içeri.
Kaygısız'ım eder bir nutku hakla,
Varıp bir Mürşid'e kalbini pakla,
Mürşid'in verdiğin tut kavi sakla,
İlikten kemikten kandan içeri; KAYGISIZ HZ.

Erenlerden sır sorana dokuz türlü nişan gerek,


Evvel kapı şeriattır, güneş gibi ayan gerek.
Ayet ile hadîs ile anlayana verdim cevap,
Andan öte içeriye levvameye387 seyran gerek.
Şeriattan, tarikattan içerisi sır iledir,
Akil ona arif dûrûr mülhimeye338 vicdan gerek.
Dördüncüsü mutmainne389 Mansur bilir bu menzili,
Pir yüzüne ulaşmağa ikrar der bir can gerek.
İhtiyarım elde değil lazım geldi söylemesi,
Beşincisi keramettir, ayan değil nihan gerek.
Yol erinin tevhidini arif gerek anlamağa,
Altıncısı mardiyyedir390 bunda burhan Kur'ân gerek.
Yedincisi safiyyedir halka ayan etmek olmaz,
Andan geçip ulaşmağa can Hazreti kurban gerek.
Sekizinci budur makam aynel yakîn, Hakka'l yakîn391
Kim aşıksa bu meydanda gayrullahtan üryan gerek.
Dokuz sıfattan içeri bir sır diyem anlar isen,
İnsan adın bunda koyup mahvu garkta nihan gerek.

166
Vehhab ümminin tevhidi hatırına güç gelmesin,
Bu manayı fehmetmeye safi nurdan insan gerek.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile beraber göçen erkek-kadın hepsi
muhacir oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)in en sevdiği ashabı Muhacir ve
Ensardır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Muhacir benimle göçenler, Ensar Medine'de beni karşılayanlardır, buyurdu'. Bütün
bir şehir halkı, erkek-kadın, çoluk-çocuk yüksek sesle bağırarak, kaside söyleyerek, zıl-
gıt, def çalarak karşıladılar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e sevgiyle herkes vecde gelip (aşk halinin ilki,
aşktan kendi kendini kaybetmek) kendi kendini unuttu. Bu karşılama Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e o kadar hoş geldi ki; onları muhacirlerden de üstün tutardı.
Hac'da Kabe'nin tavafında, Safa ile Merve arasında say etmede, şeytanı taşlamada, Hacer'ül
Esved'i istilâmda, "Bismillahi Allahu Ekber'i erkek-kadın yüksek sesle karışık olarak hepsi söylüyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i karşılarken . kadın-erkek söyledikleri kaside caiz
değildi dersen; bu farz olan hacda getirelen tekbirde mi caiz değildir?
(Sûre-i Bakara, Ayet 200)
"Hacc ibadetlerinizi bitirince, babalarınızın ismini zikrettiğiniz gi-
b i y a h u t o n d a n d a h a y ü k s ek s es l e Al l a h ' ı zi k r ed i n . (O n a ya l v a rı n ) . İ n s a n l a r -
d a n ö y l el er i v a r k i : " E y Ra b b'imiz! Bize dünyada ver." derler. Böyle isteyenlerin
âhiretten hiç nasibi yoktur."
Onlar haccı bitirince yüksek bir yere çıkar, nutuk verir; ''Anam, babam, şu
sülâleden ceddim, köküm şudur;" babasını, onun babasını över över, var gücü i l e
bağırırdı. Ayette, Allahu Teâlâ'yı zikrederken onun gibi ve daha da şiddetli bağırın
buyurduğu budur. Cehri zikrullaha en büyük delildir. Mina'da kadın-erkek hacıların hepsi
dışarıda yatıyor. İşte caizdir. Şu caiz değil, bu caiz değil diyenlere cevaptır. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) bir hadîs-i şeriflerinde Ensarı muhacirden de üstün
tutuyor.
Namahremlik, tesettür, kadınların seslerinin erkeklere duyulmaması hakkında
hadîs-i şerîfler vardır. Bir de hem Allahu Teâlâ'nın emri hacc'da farz, hem de
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem)'i Medine-i Münevvere'de kadın-erkek,
büyük-küçük herkesin karşılamasıdır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
meclisinde kadınların seslerinin Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sesinden
yüksek tonajda konuşmaları, Medine'nin kızları def çalarak Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) yanında Bedir şehidleri'nin menkıbelerini koşma olarak söylemeleri ve
bunlara mani olmak isteyen Hz Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'e Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) :
- Karışma onları serbest bırak demesi, Hz. Hatice Validemiz ile Peygamberimiz (Sal
lallâhu aleyhi vesellem)'in evlenmelerini konuşması. Uhud cenginde kadınların ayaklarını
dizlerine kadar çemreyerek Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashabından yara
lılara su taşıması; geride hem hasta bakıcılık hizmeti, ok atacaklara ok verme, hem de
askerler düşmana hücuma kalkınca "bizi düşmana bırakmayın, Allah aşkına vurun"diye ça
ğırır, gılili zılgıt çalarlar, düşman ile karşılaşınca da kılıçlarını çekip düello ederlerdi.
Hz. Aişe validemizin kardeşinin yanında Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in guslunü görsün kitap yazarlarına serbest yazsın diye vücudunun aşağı tarafı
görülmeyecek şekilde perde çekip kardeşinin yanında gusul etmesi, suyun miktarını, nasıl
ne şekil gusül ettiğini kardeşine göstererek anlatması; Esma bint-i Zem'anın harpte
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yardımına gelmesi. Peygamberimiz (Sallallâhu

167
aleyhi vesellem): "Sağıma, soluma, önüme, arkama bakıyorum. Nereye baksam o kadının
kâfirlerle harb ettiğini görüyorum." buyurdu. Medine'lilerin bir kısmıda harbten kaçmışlar
şehre yetişmişlerdi. O harpten kaçıp Medine'ye yetişen ashâbtan Esma bint-i Zem'a isimli
kadın ölünceye kadar harb ediyor, yaralanıyor. Yaralı Esma, Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'e ziyan gelmesin diye Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
düştüğü kuyunun üzerine kendisini köprü olarak atıyor. İşte aslanın erkeği dişisi olmaz.
Aslanın erkeği de aslandır, dişiside aslandır. Ikiside yırtıcı parçalayıcıdır, imanı kuvvetli
olup en son düzeye çıkınca o harb eder, kaçmaz öleceği yeri bilir. Bunun için kadınlar
zamanı, yeri gelirse harbe de katılır, dahada fazlasını yapar. Anlattığımız Eba
Müslim'in süt bacısı . Meymune'nin yaptığı gibi yapar.
Şimdi bütün âlimlerimiz tek taraflı konuşuyor. İslâmiyette bir tek tesettür var.
Kadınlar hiç bir yerini göstermez, seside duyulmaz, dilinin altına taş alır, öyle konuşur.
Nâmahrem diye kadınlar ziyarete gidemez. Hatta hacc'ada gidemez gibi sözleri söyleyip
onlara engel oluyorlar.
Allahu Teâlâ:
E y Mu h a ci rl e r ! E n s a r s î z i n l e y i y e ce ğ i n i b ö l ü ş tü , b en i s e v e r ek k a rş ı l a d ı -
l a r . S î zi n l e h a rb a rk a d a ş ı o l d u l a r. E n d a r g ü n ü n ü zd e s i z e y a rd ı mc ı o l d u l a r .
E v l er i n i , o d a l a rı n ı s i zinle 392
bölüştü. Bir odayı dörde böldüler, üçünde muhacir oturur,
birinde kendileri oturur idî," buyurdu.
Ayette onu hatırlatıyor. Bunların aile, çoluk-çocuklarını düşman içine bırakıp
kendilerinin Medine'ye göçmeleri el öpme gibi midir?
Bizim bunları örnek alıp bunlar gibi çalışmamız lazım. Yaşlı mü'minin yaşına
hürmeten, âlim mü'minin ilmine hürmeten eli öpülür. Hizmetini görür, hürmetli olur. Yedirir,
içirir, istirahat ettirir. Allahu Teâlâ için hürmet yapar.
"Kafirlere karşı hiç boyun eğmez, gönlü yüksek olur. (Engin tarafını
göstermez) Mü'minlere karşı gönlü engin olur" 393 Ayetine göre: Hz. Ali (Radiyallâhu
anhu) her ne kadar hasta olsa, kâfir, Yahudi ve Hristiyanların evlerinin önünden
geçerken başını kaldırır sert adımlarla çok sağlammış gibi giderdi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabı kâfirlerle karşılaştıklarında
ashâbdan biri mübareze (kâfir ordusu ile müslüman ordusunun arasındaki boşluk)
meydanında sert adımlarla kâfirlerin önünde yürümeye başladı. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'e sordular:
- Kibir Allahu Teâlâ'nın en sevmediği değil mi? Bu niçin kibirleniyor? Peygambe
rimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
Müslümana karşı kibirlenmek Allahu Teâlâ'nın en sevmediği, kâfirlere
karşı kibirlenmek Allahu Teâlâ'nın en sevdiğidir, buyurdular.
El öpme veya musafaha etmeyi terk etmek iyi değildir. Hadîs-i şerîfte:
3 94
"Kalbindeki kırgınlık, kin musafaha ile gider. El öpme mü'minin musafahasıdır."
Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Tevbe, Ayet 28)
"Ey iman edenler! Müşrikler ancak pisliktir."
Bu âyete göre müşriklerin eli öpülmez. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Müslüman pis olmaz."395 buyurmuştur. Müslüman kirlenir, pis değildir. Müşrik yıkanır
temiz değildir.
(Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 4323)
"Yemin ed eri m ki, (E y All ah 'ın b e yti!) Allah seni ş erefli kılmış tır. S eni
mük errem kılmıştır, seni büyütmüştür. Mü'min senden (Kabe'den) daha saygı değer
bir (yaratıktır.)"
Mü'min Kabe'den efdal, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de mü'minlerden

168
milyarlarca defa efdaldır. Hacer'ül Esved'i Öp, Peygamberimiz (sâllallâhu aleyhi veselIem)'in
elini öpme olur mu?
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 3, s.664)
"Allahu Teâlâ bir kulunu sevdiği zaman, Cibril'i davet eder ve
buyurur:
- Ben falan kulu gerçekten seviyorum; Onu sende sev...Ve Cibril onu
sever...Sonra gök yüzündekilere şöyle seslenir:
- Allahu Teâlâ falanı (gerçekten) sevdi...Onu seviniz...Böylece gök ehli de onu
sever. Sonra yerdekilere o sevilen kimse için kabul duygusu verilir...(ilâ âhir)"
İşte o sebepten, o sevgiden millet yalvara yalvâra, seve seve elini öper. Bu devamlı olur.
Eli öpülen milyonlarca kişinin içinde yediyüz seneden beri hepsinin kabrine gitmek
kesilmiş, unutulmuş. Mevlâna Hz. vb. Evliyaların ziyaretçileri ise gittikçe artıyor.
Millet kabrine akın ediyor, işte o sevgiyi verir. Buna kimse mani olamaz.
"Her ki m beni m sünneti mle a mel ed ers e Allahu Teâlâ ona dört büyük
h a s l e t v e r i r . M ü ' mi n l e r o n u ç o k s e v e r , mü n a f ı k l a r ı n k a l b i n e h e y b e 3t 9i 6 d ü ş er .
A l l a h u T e â lâ rızkına bolluk verir. Sağlam, metin bir din sahibi olur."
Bö yle bir, kulun okuması zahir, bâtın, manevi hastalıklara şifa olur. Milletin elini
öpeceğiz diye aşırı ısrarı üzerine elini verir, öperler.
Mürşid-i Kâmil i l e zahir âlimin yaptıkları bir midir? Biraz aklı başında olan bunu
fark eder. Allahu Teâlâ her şeyi bilir, ona göre yapar. Mürşid-i Kâmilin okumasında
büyük şifa vardır. Onun okumasıyla dertliler deva, hastalar şifa bulur. Bu hâli, ilm-i, şifayı
Allahu Teâlâ bilerek, severek memnun olarak verir. Sen bilmezsen, anlamazsın. Zanla,
demişlerle konuşursun. 397
Peygamberimiz (Salallâhu aleyhi vesellem) elini öptürmedi ise eli öpülmeyeceğinden
değildir, onu araştırıp anlaman lazım. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e biat
edenler, O'nun vefatından sonra ashabın büyük bir bölümü:
- Muhammed dünyadan gitti, O'nun dinide gitti. Biz kendimize yeni bir peygamber
bulalım, dediler ve dinden döndüler. Bunların sayısı çok kalabalıktı. Yemen yolu üzerinde
Tüleyha'yi, Müseylemet-ül Kezzab'ı ayriyeten bir kadın kendilerine âhir zaman peygambe-
ri olarak seçtiler. Bunlara tabi olanların bir çoklarının evveliyatı ashâb, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra dinden dönüp murtad oldular. Bu yalancı
peygamberler gözünü yumar Peygamberimizin (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vahiy
gelince horladığı gibi horlar, 398 vahiy gelmiş gibi yapar; "Abdesti, namazı, orucu vb.
hepsini Allah'a bağışlattım. Fuhuş, zina, kumar, içki bu gibilerin yapılmasında bir mahzur
yoktur." diye kendiliklerinden âyetmiş gibi uydurup söylerlerdi, Peygamberimiz (Sallalla
hu aleyhi vesellem)"in elinden tutup biat eden çok sayıdaki ashabı kandırdı ve dinden
çıkarıp murtad ettiler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şimdi olsa yüzbin
yalancı peygamber zuhur etse, hiç bir Müslüman gerçek peygamber diye onların arkasına
düşmesine imkan var mı? Onların arkasına düşene de islâm da müslüman gözüyle bak-
mazlar. Ben müslümanım diyen de kesinlikle düşmez. O görüşler şimdi milletten silinmiştir.
"Allah'ın ipine hepiniz birden sımsıkı sarılın...(ilâ âhir)." 3 9 9 bu yuru yor.
Allahu Teâlâ'nın ipi dindir. Çocuğa i l k defa dillenirken "Allah de, Lâ ilahe illallah de,
bizi yaratan Allahu Teâlâ Hz.'dir", diye öğretilir. Bir de büyüklerine saygı göstermesi
söylenip, ninenin, babanın, amcanın büyüklerinin elini öp denilir. Bu büyüklerin elini
ölünceye kadar o çocuk büyür, evlenir, gelin olur, yaşlanır. Fakat büyüklerinin elini öpmesi
devam eder. Dünyanın her, yerinde 1400 senden beri gelen âlimlerin elini öpmüşler. Bu
âlimlerin içinde eli öpülmeyeceğini söyleyen, anlayan hiç bir âlim gelmemiş de 20. asırda
yeni mi bulunmuş? 1400 seneden beri gelen âlimlerin hepsi yanıldı da 20. asırın sünnetten
uzak, bid'at kendilerinde tamam olanlar mı yanılmadı?
Sünnetten uzak olanlar deccalın uydularıdır 400

169
Onlar Kur'ân okur, nuru gırtlaklarından aşağı inmez.401
Sabah namazının ve diğer vakit namazlarının sünnetlerini, oğlunu sünnet ettirme,
abdest alırken ağıza, burna su verme sünnetini terkeden kimseye; onlar sünnettir,
terkedilmez diyorsunuz. Kur'ân'ın şifası ve rahmetinin meydana çıkması da sünnet değil
farzdır. 402 Allahu Teâlâ'nın emridir. Niçin yapmıyor, yapamıyor, yapanlara dil uzatıp iftira
ediyorsunuz. Sen aleyhinde söyleyeceğin adama uzaktan duymakla, görmeden, zanla,
istemezlerin, çekemezlerin sözü ile söylersin. 403 Peki el öpme sünnetini niçin terk ediyor-
sunuz? Umumun el öpeceğine dair hakkında hadîs var, sünnettir. Bu hadîslere göre erkek
ve kadın el öpebilir. Erkeklerin el öpüp, kadınların el öpemeyeceğine dair itiraz edenlerin
hadîs göstermelerini istiyorum.
Hayat-ı Tayyibe:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in el öptürmediğini, kadınların Peygambe
rimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öpmediğine en ufak bir ihtimal vermiyorum. Çok
zayıf bir ihtimalle kadınlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elini öpmedi veya
öptürmedi ise; "Benden sonra ümmetime sünnet kalır. Münkir, münafık, fâsıklar da Pey -
gamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetidir diye kadınlara elini öptüreceklerdi."
Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığının hepsi ümmetine sünnet
kalıyordu. Yine kadınlara elini vermedi ise önemli bir sebebi de budur.
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 85)
"Cebrail bana adın a kifit denilen bir k abla geldi. Ben d e i çindeki cennet
yemeğinden yedim; bunun üzerine bana kırk kişinin cinsi münasebet gücü verildi."
(İmam Şa'râni, «Ölüm-Kıyamet-Ahiret» Hadîs No: 601, s.337)
"İmam Bezzarın rivayet ettiğine göre; Bir kimse:
Yâ Rasûlullah! Dünyada kadınlarımızla cinsi arzulurımızı tatmin için
b i r l e ş t i ğ i m i z g i b i c e n n e t t e d e o n l a r l a b u f i i l i y a p a c a k mı y ı z ? d i y e s o r d u .
P e y g a mb e r i m i z ( S a l l a l l â h u a leyhi vesellem):
- Evet, nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bir kişi bir sabah
ta yüz adet bakire kızla cinsel ilişki kuracaktır, buyurdu."
O güç, o hayat Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)"de vardı. Belki onun için
elini öptürmedi. Yine kadınlara elini öptürmedi ise; Davud (Aleyhis selâm)"un doksan
dokuz karısı vardı. 404 Bu erkeklik gücü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de
Davud (Aleyhis selâm)'unkinden daha fazla idi. Onun için elini öptürmemiştir. Biz, O'nunla
boy ölçüşemeyiz. Aklımız yetmez.
(Sûre-î Nur, Ayet 31)
" Mü ' mi n k a d ı n l a r a d a s ö y l e : G ö zl er i n i ( h ar am a b ak m a k t an ) k o ru s u n l a r;
n a mu s v e i f f e tl e r i n i e s i r g e s i n l e r . G ö r ü n e n k ı s ı m l a r ı m ü s t e s n a o l m a k ü z e -
re,ziynetlerini teşhir etmesinler. Baş örtülerini, yakalarının üzerine (ka -
d a r ) örtsünler. Kocaları, babaları kocalarının babaları, kendi oğulları,
k o ca la rın ın oğ ul la rı , erk ek k a rd eş leri , erk ek k a rd eş leri nin oğulları, kız
k a r d e ş l e r i n i n o ğ u l l a r ı , k e n d i k a d ı n l a r ı ( m ü ' m i n k a d ı n l a r ) , e l l e r i n i n a l tınd a
bu lun an (k öl el eri ), erk ek l erd en , k ad ına ih ti y a cı ka l ma mı ş (ci ns i gü çt en dü şm üş )
h i zm e t ç i l e r , y a h u t h e n ü z k a d ı n l a r ı n g i z l i k a d ı n l ı k h u s u s i y e t l e r i n i n f a r k ı n
da olmayan çocuklardan başkasına zîynetlerini göstermesinler. Gizlemekte
o l d u k l a r ı z î n e t l e r i a n l a ş ı l sın diye ayaklarını yere vurmasınlar (Dikkatler
üzerine çekecek tarzda yürümesinler).Ey mü'minler! Hep birden Allah'a tevbe ediniz
ki kurtulaşa eresiniz."
Kur'ân-ı Kerim'de kadınların sakınmayacaklarını sayarken kardeşi, babası, oğlu,
amcası, dayısı, vb. gibi sayar sayar en sonunda yaşlı ihtiyarlar için; "Bunların mahrem
170
yerlerini görmelerinde bir mahzur yoktur." buyuruyor. Oysa tefsir kitaplarında bile bu
âyette geçen "Yaşlı mü'minler" cümlesini hımbıl, erkeklikten düşmüş mü'minler diye
tefsir etmişler. İnkar edenlere göre münafık, fâsık bir ihtiyar erkeklikten kesilmişse bir
kadının mahrem yerlerini göstermesinde mahzur yokta; Allahu Teâlâ'nın Kuran-ı Kerim'de
vaad ettiği hayat-ı tayyibe (yeni, temiz, cennet hayatı) 405 var diye ona caiz değil mi?
Allahu Teâlâ'dan gelen manevi ilim, hayat-ı tayyibe (temiz, dünyada iken kazanılan
cennet hayatı) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve büyük zâtlarda bu hayat
vardır.
İmran'ın karısı (Hz. Meryem'in annesi) Allahu Teâlâ'ya:
- Yâ Rabbî! Bana bir erkek evlat ver. Onu Beyt'il Mukaddes'e (Kudüs Mescidi-
ne) hibe edeyim, bağışlayayım,406 diye dua etti. Çocuk kız doğdu. İmran dedi ki:
-Yâ Rabbi! Ben erkek çocuğu istiyordum, bu ise kız. Bunu Kudüs'e nasıl
hibe edeyim? 407 Allahu Teâlâ;
- Esirgeyecek olan ben değilmiyim? Sen bağışla, buyurdu. Hz. Meryem'i Kudüs’e
bağışladı. Hz. Meryem Zekeriyya (Aleyhis selâm)'nın tavsiyesi ile Kudüs Mescidinde
bir çilehaneye girdi. Zekeriya (Aleyhis selâm)'yı Hz. Meryem'e vasi tayin ettiler. Çileha
nesine Zekeriyya (Aleyhis selâm)'dan başkası giremiyordu. Hz. Meryem büyüdü, yetişti.
Zekeriyya (Aleyhis selâm) Hz. Meryem'in odasına her gelişinde cennet meyvaları bulur-
du. Zekeriyya ( A l e y h i s e l â m ) hayret eder, sorardı:
- Yâ Meryem! Bunlar sana nereden geldi? Hz. Meryem:
- Rabb'im tarafından gönderildi, cennet meyvalarıdır, 408 derdi.
Zekeriyya (Aleyhis selâm)'da o hayat-ı tayyibe, Cennet hayatı, fazla olan erkeklik
gücü vardı. O hayat-ı tayyibe Allahu Teâlâ'nın manevi kudret eli ile sevdiklerine verdi
ği hayat-ı Tayyibedir. O'ndan kemlik, zarar gelmez. O da Hz. Meryem'e vasi tayin edilir.
Hadîs-i şerifte:
"Benim ümmetimin uleması ben-i İsrail peygamberleri gibidir." 409 buyuruluyor.
Ben-i İsrail Peygamberlerinden birisi de Zekeriyya (Aleyhis selâm)'dır. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ümmetinin Evliyası o zamanın Peygamberi gibi olacağına
göre eli niçin öpülmesin?
İbrahim (Aleyhis selâm)'in doksan küsur yaşından sonra çocuğu oldu. Bunda erkeklik
var diye bunun elinin öpülmesi caiz değil mi? Yaşlı ihtiyar, münafık, fâsıkta olsa Allahu
Teâlâ "Yaşlı mü'minlerin" buyuruyor. Münafık, fâsık "Ben mü'mîn değilim" demiyor
alnında da yazılı değil, onlara caiz oluyor. Niçin Allahu Teâlâ'nın sevdiğine lütfundan
hayat-ı tayyibe verdiğine caiz olmasın? Hz.Ömer (Radiyallâhu anhu) faruk (herşeyi fark
eden) olduğu halde münafıkları bilemedi. 410 Peygamberimizden sordu, O'da i l k defa
bilemedi. Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemize iftira edildiğini de bilemedi. Allahu
Teâlâ sonradan bildirdi ve bildi.411 Demek ki bilinmiyor.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, Cild 1, Hadîs No: 192)
"Enes (ibn-i Mâlik) (ra)'den şöyle demiştir:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) gecenin yahut gündüzün bir
saatinde (bütün) zevcat (-ı tahirat)’ını devr ederdi. Bunlarda onbir ve diğer rivayet de
dokuz ( h a t u n ) idi. "Buna takat getirir mi idi?" diye soran Râvi (Katade)'ye:
- Biz, aramızda O'na (yani Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e)
otuz erkek kuvveti verilmiştir diye söyleşirdik, cevabını vermiştir."
Bir insanda normal bir erkeğin cinsi münasebet gücünden fazla olursa ona sadist
derler. Bu kişi hem zinaya çok düşkün olur, hem kadınlara işkence yapmaktan hoşlanır.
Ama Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in o gücü Allahu Teâlâ'nın lütfundan,
cennetten gelen kifit yemeği ile olduğu için ve Kur'ân-ı Kerim'de ki:
..

171
(Sûre-i Nahl, Ayet 97)
" H e r k i m a m e l i s a l i h , i y i a me l i ş l e r s e , i s t e r e r k e k , i s t e r k a d ı n h a k k ı i l e
d e mü ' mi n olursa ona yeniden temiz hayat veririm."
Allahu Teâlâ'nın temiz hayatı verdiğinde şer'a muhalif sadistlik, kemlik, kötülük katî
surette olmaz. Çünkü Allahu Teâlâ lülfundan vermiştir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in, bütün Peygamberlerin ve Evliyaların hepsine lütfundan verdiği bu hayattır.
Cennette nasıl kemlik (kötülük) yok ise cennetteki o temiz hayat bu dünyada olan insanı
sadistliğe çekmez. Günaha, harama götürmez. Allahu Teâlâ'nın lütfundan verdiğinde Allahu
Teâlâ'nın emrine muhalif hereketler olmaz.
Bu dünya hayatı temiz değildir. Temiz hayat âhirette, cennet hayatıdır. Allahu
Teâlâ'nın verdiği bu dünyada başlar, âhirette devam eder. Kısır, kesik, eksik olmaz, ikinci
bâtın hayatı; o da aynı Allahu Teâlâ'nın verdiği hayattır. Kendi dünyadan gider,
maneviyatı tasarrufu dünyadan gitmez. O hayatı kazanan zât; öldükten sonra kabrine
gelenler, sağlığında yanına gelenlerden çok fazla olur. Asırlar geçtikçe mü'minlerin
kendine karşı sevgisi artar. Kabrine gelenlerin müşkülü hallolur. Allahu Teâlâ onun
vesilesi ile müşküllerini halleder. Müşkül halleden yine Allahu Teâlâ'dır. Kabirde,
mahşerde, cennette o hayat devam eder. Allahu Teâlâ'nın verdiği her şey ebedi olur. Hatta
bir insana i l i m verse o adamda sonunda azdırırsa, ondan verdiği ilmi almaz, aklını alır.
Akıl olmazsa ilim bir işe yaramaz. Kulun verdiği ödünç olur veya bağışlasa bile arası
bozulunca geri ister, istemese dahî o vermeyi terkeder. Allahu Teâlâ'da bu adet yoktur.
Verdiği ebedidir. Gadaplanırsa aklını alır. ayette "Her kim" diye buyuruluyor. Hangi
yaşta, her kim olursa olsun tevbekâr olursa tevbesinin kabul olduğuna alâmet olarak üç şart
vardır. Tevbe kabul olunca iblisin ve onun avanelerinin (yardımcılarının) elinden kurtulur.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No:3323)
"Üç türlü kişi iblisin ve ordusunun şerrinden kurtulmuştur:
Gece-gündüz Allah'ı(çokça) zikredenler,
seher vakitlerinde istiğfar edenler,
Allah korkusundan ağlayanlar."
İşte Allahu Teâlâ'nın dediği temiz hayat gelir iblis ve onun yardımcılarının şerrinden
Kurtulur
(Sûre-i Bakara, Ayet 257)
"Allah i man edenlerin dostudur. O i man edenl eri zulu ma ttan (karanlıktan ,
pislikten) nu ra çe k e r. Ş o l i n k a r v e k ü f ü r ed en l e rd e ş ey t a n ı n d o s tu d u r.
Ş ey ta n d a o n l a rı n u rd a n zu l u mata çeker."
İnsan bu ikisinin arasındadır. Misalde bir insanın; Allahu Teâlâ sağ elinden, şeytan
sol elinden tutmuş ikiside kendisine doğru çekiyor. Allahu Teâlâ insana da irade-i
cüz'iyye denen bir kuvveti vermiş. Onu iyiye, Allahu Teâlâ'nın rızası için kullanırsa
şeytanın elinden kurtulur. Allahu Teâlâ’dan tarafa gidersin. O irade-i cüz'iyyeyi kötüye
kullanırsan şeytandan tarafa gidersin. Her ikisi de insanın elindedir. Yaratılışta cennetlik
(sait), cehennemlik (şaki) yaratılmış, ama bu kulun irade-i cüziyesine ve sai gayretine
göre değişir. Cennetlik cehennemlik, cehennemlikte cennetlik olabilir. (Zuhuratı Geylani-
ye kitabımızda bu konuyu geniş açıkladık.) Yaradılışta cennetlik, cehennemlik şakî, sait
yaradılmış sait şakı; şâkî, sait olmaz, (iyi, kötü kötü, iyi olmaz) sözü boştur. Bu âyete göre
insanın kendi irade-i cüz'iyyesi elindedir. Ayette "Siz, Allah'a iftira etmeyin" 412
buyuruyor. Eski günah işlediği arkadaşlarını terk edip kendine Allahu Teâlâ'yı
sevenlerden yeni arkadaş seçer. Bu kimse hakkı ile tevbekâr olmuştur. Allahu Teâlâ
"kadın ve erkek evveliyatı ne kadar günahkâr olursa olsun onun evvelki günah dolu
hayatını öldürür, onun üzerine bir çizgi çekip hepsini mahveder. Kendisine ölmeyen temiz
manevi bir cennet hayatı veririm," buyuruyor.
O hayata erenlerde Allahu Teâlâ'nın rızasına uygun olmayan, şer'a muhalif en ufak

172
bir hal, hareket olmaz. O hayat cennet hayatıdır. O hayatta sadistlik ve vb. haller,
hareketler olmaz. Sadistlik sadece bu dünyada olan şehvet gücünün kuvvetliliğinden ileri
gelir. Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de: "Temiz bir hayat veririm." 413 buyurduğunda o
sadistlik olmaz. Peygamberler ve büyük Evliyaullahlar da bu hayat vardır. Onlarda da
şer'a muhalif bir hareket olmaz. Allahu Teâlâ'nın verdiği tertemiz hayat olur. Bir adam
dört hanımla evlenebilir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) de kırk erkeğin
gücü olunca dört misli hesaplanması lazım. 4x40=160 eder. Yüz altmış hanımının olması
lâzım. Hadîs-i şerîfte:
(İmam Şa'rani, «Ölüm-Kıyamet-Ahiret»Hadîs No: 603, s.338)
"Ebû Ümame (Radiyallahu anhu)'nin rivayet ettiğine göre:
- Al l a h u T eâ l â 'n ı n cen n ete s o k tu ğ u h erh a n g i b i r ki ms ey e, mu h a k k ak
y ü ce Al l a h u T eâ lâ ceylan gözlü hurilerden otuz, cehennem ehlinden de 414 sahip
olduğu yetmiş kadınla evlendirilecektir. O kadınlardan her birinin...(ilâ âhir)"
İşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de o hayat bu dünyada iken vardı.
Bu ve daha bunun gibi aklımızın yetmediği, idrak edemediğimiz birçok mevzular,
meseleler vardır. Cennette nefis ve şeytan yok. Burada ise nefis ve şeytan var. Bunları iyi
düşün, iyi anla. Hiç bir surette Peygamberimiz (Sallalâhu aleyhi vesellem) ile boy
ölçüşmeye kalkışma. Şayet Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) el öptürmediyse
bunun için el öptürmemiştir. Sen ne bilirsin? Allahu Teâlâ ile Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) arasında daha bunun gibi nice sırlar vardır. Aklımız yetmez, dilimiz
dönmez bilemeyiz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hem dokuz hanım aldı hem
de Recep, Şaban, Ramazan aylarını, senenin haftalarının iki gününü oruçlu geçirirdi, İşte
O'nunla ölçülemeyiz.
Bu zamanda en fazla üzerinde durulacak şeylerin üzerinde durmayıp, durulmayacak
şeylerin üzerinde duruyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elini
öptürmediyse sebeplerini yazdım. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığı
bize sünnet kalıyor. Bunu tüm ümmet sünnettir diye yapacaktı. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) elini öptürse idi, O'nun ailesine iftirayı düzenleyen ve onların taraftarları,
münafık olanlar da "Sünnettir" diye ellerini öptürecekti. Ama şimdi öyle değil. Allahu
Teâlâ eli öpülmesi gereken zâtın sevgisini kullarının kalbine koyar ve onlarda öperler.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu vücudla Mi'rac'a çıktığını inkâr
ediyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) doğrudan bu vücutla Mi'rac'a
çıkmıştır. Bunda zerre kadar şek ve şüphe yoktur. Mir'at-ı Kâinat' t a şöyle yazıyor:
Evliyaullahtan bir çokları "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mi'rac'a iki
sefer, dört sefer, hatta otuzüç sefer çıktı" demişler. 415 Mi'rac'ların hepsini bu vücudla
mı, yoksa ruhani mi çıktı? Bu vücudla bir sefer çıktığını tasdik ediyor. Geri kalan çıkmaları
ihtilaflı. Bir kısmı bir sefer bu vücudla, diğerleri manevi (Ruhani) olarak çıktı. Diğer bir
kısmı Mi'rac'ın hepsi bu vücudladir, diyorlar. Mi'rac'a çıktığında; cennete gidip gezmesi,
cehennemin penceresinden içeri bakıp en uzağındakileri gördü. Cehennem Mâliki ve Ceb
rail (Aleyhis selâm)'den sorarak; her yananın hangi suçtan yandığını, ne çeşit yandığını
öğrendi. Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de söylüyor. Bu bâtınidır, maneviyatıdır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) gözü ile görüp her suçlu niçin, nasıl, ne
şekil yandığını söylemesi zahiridir. Arş-ı A'lâ'ya çıkması ve Allahu Teâlâ ile konuşması
âhir zamandaki olacak harbleri, işleri gözü ile ayrıca rüyada gördüğü, vardır. Her ikisi
de haktır. Zahirdir bu vücutladır.
(Sûre-i Fetih, Ayet 27)
" Ye mi n ed e ri m k i ! Ra s û l u l l a h ' ı n rü y a s ı d o ğ ru d u r. O ' n u n d i n i d e h a k -
tı r. S i z M es ci d -i H a r a m o l a n K a b e ' y e s e l â me t l e , g ü v e n i ç i n d e g i d e c e k s i n i z .
O r a d a b a ş ı n ı zı u s t u r a y a v e r e ceksiniz veya kısaltacaksınız...(ilâ âhir)."
Tarikatta çalışanların bazılarının gördüğü rüya değil, hâldir. Uyku İle uyanıklık arası

173
görülür. Halka anlatmak için «rüya» derler. Gözleri yumuk, huzurla tesbih çekerken
dalar. Birçok yerlere gider. Ayıkınca elindeki tesbih düşmez, kendinde uyku sersemliği
olmazsa o bir hâldir. Elindeki tesbih düşerse uykudur. Uyanık olduğu yolda giderken veya
durduğu yerde; namaz kıldığı vakit, gözü açık, dili dua okuyor, tesbih çekiyor, bir an için
kendi burada yok, gözü burayı görmüyor. Kendi başka yerde gibi hâller çok olur. Bu, çok
çalışan dervişlerde olur. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hâl olarak
gördükleri vardır.
Hendek Muharebesinde hendek kazılırken bir taş çıktı. Kimse o taşı kıramadı. Peyga-
mberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) balyozu eline aldı. Allahu Teâlâ, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e taşa her vuruşunda kendi gözleri ile, ümmetinin fethedeceği
bir yeri gösteriyordu. 416 İşte o da bir hâldir".Demişler ki:
"(El ittihadu hâlun lâ yağbiru anhu bil makal:)
"İttihat! bir hâldir ki söylemekle anlaşılmaz."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) mi'rac'a çıktığında; "Cennette gezerken,
Ömer'in hurileridir, denilince bakmadım. Çünkü yâ Ömer! Sen namus cihetine gayursun,"
buyurdu. Bu rüya olarak hadîs-i şerifte de geçmektedir.

(Sahîh-i Buhâri tecrîd-i Sarîh, Cild 9, Hadîs No: 1341)


"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in huzurunda bulunduğumuz sırada O,
bize şöyle buyurdu:
- Ben bir kere uyurken kendimi cennette gördüm. O sırada bir kadın (Ümmü
Süleym) bir köşkün yanında abdest almaktaydı. (Yanımdaki meleklere:) Bu
köşk kimin için hazırlanmıştır? Diye sordum. Onlar: "Ömer ibn-i Hattab için!"
dediler. (Buraya girmek istedim. Fakat) Ömer'in gayretini (kıskançlığını) hatırladımda
hemen yüzümü arkama çevirdim. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu
latifeli müjdesi üzerine Ömer (sevincinden) ağladı da:
- Yâ Rasûlullah! Sana karşı mı kıskançlık edeceğim? dedi."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), mi'rac'a çıktığında, cennette gezerken
ashabın hurilerine bakıyor."Ömer'in hurileridir." deyince bakmıyor. Çünkü "Yâ Ömer!
Sen namus cihetine gayyursun" buyuruyor. Demek ki, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in ashabının içinde de hurilerine baktığı ve bakmadığı oluyor. Bu dünyada da
elini öptürüp veya öptürmediğinde de böyle incelikler vardır; Hepsi ashâb ve onların
hurileridir. Bazısına bakıyor, bazısına bakmıyor. Bunlar çok ince konulardır. Biz sadece
anlatmak için söylüyoruz. Peygamberimiz (Sallalâhu aleyhi vesellem)'in çok evlenmesi,
dokuz hanım alması (daha alacaktı Allahu Teâlâ'nın: "Kadın dünyalıktır. Sen
dünyalığa heves etme." 4 1 7 buyurması üzerine vazgeçti.)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e helâl, ümmetine haram; ümmete helâl,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e haram olan şeyler vardır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e gece kalkıp teheccüd namazı
kılmak farz, 4 1 8 bize farz değil. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e
ganimet malının hepsi helâl, 4 19 kendi malı gibi harcar; ümmete hıstasından
(payından) fazlası haramdır. (Ganimet malının içinde içki, kumar, faiz, zina gibi her
çeşit şeyin parası birikmiştir.Ama Allahu Teâlâ "helâl" buyuruyor, helâldir.) Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'den evlatlarına miras kalmaz» Ümmetinden kim olursa olsun
malı evlatlarına miras kalır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bu harbi Medine'nin içinde yapalım" buyurdu. Ashâb:
- Biz korkuyormuyuz ki, Medine'den çıkmayalım!" diye ısrar ettiler ve harb
için yola çıktılar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem): "Bu harbte yenilece-
ğiz" deyince ashâb:
- Öyleyse senin dediğin gibi şehrin içinde harb edelim" dediler. Bu sefer de

174
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesell e m ) :
"Yeryüzüne h i ç bir Peygamber gelmemiştir ki,
A l l a h u Teâlâ i ç i n harbe niyetlenip yola çıkınca kendiliğinden
g e r i d ö n s ü n . B e n , A l l a h u T e â l â ' d a n421e m i r a l m a d a n g e r i d ö n mem. Harbi
kaybedeceğimi bile bile harbe gidiyorum." buyurdular.
Bir Evliya harbi kaybedeceği yere gitmez, kazanacağı yere gider. Allahu Teâlâ'dan
emir gelmesini beklemez. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) harbi kaybedeceği
yere Allahu Teâlâ için yola çıkmışsa, gider, dönecekse Allahu Teâlâ'nın emri ile dönmesi
lazımdır. Kendiliğinden dönmez. Uhud Çenginde de aynısı oldu.
Ashabın Habeşistan'a göçmesine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
tarafından izin verildi. Ashabı; "Yâ Rasûlullah! Sende gel, beraber gidelim." deyince,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Sizin göçmenizi ben ayarlarım, bana bağlıdır. Benim göçmemi Allahu
Teâlâ tayin eder. O'ndan emir almadan göçersem Allahu Teâlâ yanında mes'ul
olurum."4-2 buyurdu. Daha bunun gibileri çoktur.
Onun için Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i n yaptıklarının bir özelliği
vardır, biz bunu bilemeyiz. O'nun gibi yapmamıza imkan yoktur.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir hanımla evlendi. Evlendiği hanım:
- Ben senden Allah'a sığınırım" 423 deyince Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) hanımının yanına gitmedi:
- Sen büyük yere sığındın." deyip hanımını terketti. Bize gelince; ileride
Müslüman edebilmek şartıyla kitap ehli olan bir kâfirin karısını alabiliriz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığı ne kadar hassas ve çok özellikleri
var.
El öpmek; farz, vacip, sünnet değildir. El öpmenin haram, mekruh, müfsid, olduğuna
dair en ufak bir delil yokken Bilâl Baba niçin el öptürdü diyorsun? Sen, seni hiç bir
menfaat karşılığı olmadan sırf Allahu Teâlâ'nın rızası için ölümden kurtaran adamın elini
öpmez misin? Dinimizde doktora gitmek var. Doktor kâfir, yahudi de olsa kadınların her
yerini muayene eder. Caizdir, çünkü ölümden kurtarıyor. Buna inanırım, itiraz etmem ama
Bilâl Baba Kur'ân'ı okuyor, hastaları iyi ediyor, ölümden kurtarıyor, O'na inanmam,
Kur'ân'ın şifası yok veya olsada okuması caiz değil yine de eli öpülmez mi diyorsun? O'nun
elini öpmeyle bir doktorun muayenesi bir midir? Dinimizde doktora gitme caiz oluyorda o
hastayı okumayla, Kur'ân'ın şifasıyla iyi eden Bilâl babamın elini öpmesi niçin caiz
olmasın? "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elini öptürdü mü? öptürmedi mi?
Bilâl Baba niçin elini öptürüyor?" itirazı devam ediyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) hastalara okudu, iyi etti. Bunları sen O'nun yaptığı gibi yapamıyorsun. Bu
hadîslerde "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öperdik." 4 2 4 diye
buyuruyor. Bu hadîs, kadın ve erkek hepsi için geçerli. Kadınların, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öpmediğine dair sizin delil göstermeniz lazım.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinin öpüldüğüne dair hadîs var, ama
kadınların, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)' in elini öpmediklerine dair
hadîs yoktur.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında koltuğunun altına put koyup
puta, daha sonra ağaca tapanlar, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in resmine
tapmaz mıydı? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şu zamanda gelse, o cahil
bedevi Arapların olmayıp, hakiki mü'min Arabların olduğu gibi adamlar olduğunu bilir ve
şimdiki müslümanlara ashabın zamanındaki gibi davranmazdı. Başka şekil yapardı.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kendi zamanından kıyamete kadar yapılan,
söylenen şeylerin hepsini düşünüp ona göre yapardı. Şimdi hangi müslüman ağaca veya
koltuğunun altındaki puta tapar. Hadibiye de altında biat edilen o ağaç şimdi olsa bir çoban
dahi o ağacın Allahu Teâlâ olmadığını bilir. Bunları çok iyi bilen Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) o zamanda resmi yasakladı. Ama Hz. Ömer (Radiyallâhu
175
anhu) zamanında o ağaca "Allah'tır" diye tapanlar oldu. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) o
ağacı bir gece kökü ile söktürüp kaybetti. O ağaca tapanlar belli ki Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in resmi olsa ona da tapacaklardı. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)"den sonra yalancı peygamberler çıktı. Tüleyha, Müseyleme vs. Peygamberi
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden tutup biat ederek kendisine ashab olanların
büyük bir kısmı;”Bunlar ahir zaman peygamberi” diye dinden dönüp murtad oldu. Onları
peygamber kabul ettiler. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'in halifeliği bu yalancı
peygamberlerle harb etmekle geçti. Hasılı Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
zamanındaki görüş şimdi yok. Bütün bu saydıklarımız gibi zahiren, batınan yüz binlerce
ispatı vardır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi veselleın)'in el öptürdüğü bütün delil ve
ispatlara rağmen itiraz edip, "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) el öptürmedi.
Bende öptürmem." diyorsun. Madem öyle Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
ailesini, kızını doktora götürdü mü, muayyene ettirdi mi? Sen niçin aileni doktora
götürüyorsun? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yapmadığı yapılmayacaksa
niçin teravih namazını cemaatle kılıyorsun? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bu
namazı cemaatle kılmadı. 425 Camideki minare, hoparlör, lambalar, beton kubbe, elektrikler,
kaşık, çatal, masada yemek yeme, yakalı elbise giyme vb. bunlar bid'at değil mi?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yapmadığı değil mi? Evindeki yaşantın,
giyimin, ev, ailen, çoluk-çocuğun, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
yaptıklarına uygun mu? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şimdi gelse; "Buyur yâ
Rasûlullah! Bizim eve gel, rahat et." diyebilir misin? Yaşantın, görünüşün, görüşün
buna müsait mi? "Bid'at ehli dinden çıkar,"426 Sünnetine ne derece riâyet ediyorsun?

"Baba"demenin caiz olmadığını ve "elinin öpülmeyeceğini" söyleyenler;


Birisi zahir baba, birisi manevi baba, her ikisinin de eli öpülür. 427 Bizim ruhlarımız
yaratıldığında herkesin ruhu Arş-ı Alâ'da arı peteği misâli o peteğin içerisinde bekler.
Anne ile baba vasıtası ile çocuk anne karnına düşer. Cenin canlanınca o ruh gelir, çocuğa
girer. Çocuk anne karnında canlandı dedikleri budur. Zahir baban seni âlemi ulvi olan o
makamdan, ona göre çirkef, pislik sayılan bu dünyaya getirmeye sebeptir. Manevi baba;
hakiki âlim, meşayıhlar seni ibadet, zikrullah, tesbih ve amel-i salih ile çalıştıra çalıştıra o
geldiğin ulvi makama çıkartmaya Allahu Teâlâ'ya vasıl olmaya sebeptir. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem):
- (Yâ Ali! Ene ve ente ebû hazihi'l Ümmet)
- Yâ Ali! Sen ve ben bu Ümmete babayız,428 buyuruyor.
(Sûre-i Ahzab, Ayet 6)
"Peygamber, mü'minlere kendi canlarından üstündür. Eşleri, onların anneleridir."
"Ben sizin için çocuğuna karşı bir baba gibiyim."429
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hanımı annemiz olursa, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) de babamız olmaz mı? Hem de öz babamızdan ileri değil mi?
(Sünen-i Ebû Davud, Cild 1, Hadîs No: 8)
"...Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den, demiştir ki: Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem):
- Ben sizin babanız yerin deyim, sizlere (gereken her şeyi) öğretiyorum. (Sizden)
biriniz helaya vardığında önünü veya arkasını kıbleye çevirmesin, sağ eliyle de taha-
retlenme...(ilâ âhir)."
Allahu Teâlâ âyet-i kerimede:
(Sûre-i Ahzab, Ayet 40)
"Muhammed sizden hiç bir rical mertebesine yetişen oğlan çocuğunun

176
babası değildir. Vel â kin O All ah 'ın h ak Ra sûl 'üdü r v e bütün p eyg a mb erl erin
h a temidi r v e b aş ının ta cıdır."
Yukarıdaki Ayet-i kerimede de kendi babasından başkasına baba denilmeyle
babası olmayacağına ancak neseb yoluyla geldiği kişinin babası olduğuna delildir.Her
âyeti kerime'nin karşılığında bir veya bir kaç hadîs-i şerîf, her hadîs-i şerifin
karşılığında bir âyet vardır.430 Yukarıdaki âyetin karşılığında:
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 12, Hadîs No: 2082)
"Sa'd ibn-i Ebû Vakkas (Radiyallâhu anhu)'dan rivayet edilmiştir;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in şöyle buyurduğunu işittim demiştir:
- Her kim babasından başkasına (babası olmadığını bile bile) neseb iddia ederse o
kişiye cennet haramdır...(ilâ âhir)."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında müşriklerin âdeti biri diğerine
"baba" dese, o da ona "oğlum" derse bunlar gerçekten baba-oğul sayılırlardı. Bu âdet bâtıl
idi.
Cebrail (Aleyhis selâm), Allahu Teâlâ'dan emirle geldi. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in evlatlığı Zeyd'in boşadığı karısı Zeyneb'i Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in almasını söyledi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), Zeyd'i
düğürcü (dünür) gönderdi ve Zeyneb (Radiyallâhu anhu) ile evlendi. Halbuki birçok
seneler Zeyd ile Zeyneb, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e "baba" demişler-
di. Kâfirlerin "Muhammed kendi oğlunun karısını aldı." demeleri üzerine Allahu Teala
bu hükmün ve, sözün bâtıl olduğunu anlatmak için Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'e Zeyneb ile evlenmesini emretti. Herkes anladı ki, "baba" deme ile babası
olmaz. Neseb iddia edilmez. Ona baba demek bana babamın yaptığı gibi iyilik yaptı, beni
dardan kurtardı, demektir. Baba denilir fakat neseb iddia edilmez. Beni zahiren, batınan
nefsin, şeytanın şerr'inden hilelerinden, manevi sıkıntılardan kurtardı, İşte bu manevi
babadır. O biri de kendini besledi, büyüttü. Zahir tehlikelerden korudu o da zahir ba-
badır.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 11, Hadîs No: 1791)
"Hz. Aişe (Radiyallâhu anha)'den rivayet edilmiştir:
Ebû Huzeyfe ibn-i Utbe ibn-i Rebîa İbn-i Abd-i Şems (ki, bu Ebû Huzeyfe,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile beraber Bedir Gazasında bulunmuştu.)
Salim (ibn-i Ma'kıl) oğul edinmişti. Nasıl ki, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesell em) Zeyd'i o ğul edin mişti. Ayn ı za manda Sali m' e kardeşi Velid îbn-i
Utbe ibn-i Rebia'nın kızı (Hind'i) nikah etmişti. Halbuki Salim, Ensâr'dan
(Sübeyt ' e ) kadının kölesi i d i . Ca h i li y et za ma n ı n d a b i r k ims e b i ri s i n i ev l a d
ed i n i rs e, h a l k ev l a d l ı ğ ı o n un a d i y l e anardı. (Filan oğlu filan derlerdi) ve evladlık,
(neseb cihetiyle oğul gibi) o kimsenin mirasından istifade ederd i. Bu tö re, Azi z v e
Celîl olan Allahu Teâlâ: ''Evl atlıkların ızı (n eseben ) ba b al arı adi yl e ça ğı rı nı z
k av li ş erifi ni indi ri n cey e kad a r d evam etti . B u â y etin nü zulü üzerine artık
azadlı köleler ve evlatlıklar nesebi babaları adına iade olundu. Bunlardan
babaları bilinmeyenlerinde (eski efendisine) dinde dost ve kardeş, oldu...(ilâ âhir)."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 11, Hadîs No: 1790)
"Aişe (Radiyallâhu anha)"dan şöyle rivayet olunmuştur:
Nebi (Sallallâhu aleyhi vesellem) Ebû Bekir (Radiyallahu)'den Aişe'yi nikahlamak
için istedi. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu):

177
- Fakat ben senin kardeşinim, demişti. Peygamberimiz ( S a l lallâhu aleyhi
vesellem) de:
- Ey Ebû Bekir! Sen benim Allah'ın dininde ve kitabında kardeşimsin. Bu
cihetle Ayşe bana helâldir" buyurdu.
(Sûre-i Ahzab, Ayet 4)
" . . . E v l a tl ı k l a rı n ı zı d a ö z o ğ u l l a rı n ı z o l a r a k ta n ı ma d ı . B u n l a r s i zi n a ğ ı z
l a r ı n ı za g el i veren sözlerden ibarettir. Allah ise, gerçeği söyler ve doğru yola O
eriştirir."
(Sûre-i Ahzab, Ayet 5)
"O nl a rı (evl at edi nd i kl eri nizi ) bab al a rı na n is b et ed erek ça ğ ırın . All ah
y an ınd a en d oğrus u budur. Eğer babalarının kim olduğ unu bilmiyorsanız,
bu takdirde onları din kard e ş l e r i n i z v e g ö r ü p g ö z e t t i ğ i n i z k i ms e l e r o l a r a k
k a b u l e d i n . Y a n ı l a r a k y a p t ı k l a r ı n ı z d a s i z e v eb a l y o k ; f a k a t k a l b l er i n i zi n
b i l e b i l e y ö n el d i ğ i n d e g ü n a h v a rd ı r . A l l a h ç o k b a ğışlayıcı çok esirgeyicidir."
Yukarıda ki âyet ve hadîs-i şeriflere göre baba demeyle veya kızım demeyle nikah
düşmemezlik olmaz. Ne kadar "baba", "kızım", "oğlum" dese şer'an nikah düşer. Neseben
babası sayılmaz. Bizim dinimizce babasından başkasına neseb iddia eden, onun soyundan
geldim diyene "piç" derler. Baba, oğlum, kızım deme vardır.
Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, Cild 10, Hadis No: 1569
“Muavviz kızı Rübeyyi (Radiyallahu anha) den rivayete göre şöyle demiştir.
Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Peygamberimiz (Sallallahu aleyhı vesellem)
evlenme törenime gelmişti. O sırada bir takım kızcağızlar def çalarak babalarımızdan
Bedir gazasında şehid olanların menkıbelerini yâd ediyorlardı. Nihayet bu kızlar
dan birisi:
İçimizde bir Peygamber vardır ki, o yarın ne olacağını bilir! dedi. Bunun üzeri
ne Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) cariyeye:
- Kızım öyle söyleme, evvelce söylemiş olduklarını inşad eyle! buyurdu."
Yani Allahu Teâlâ bildirirse bilirim, birşey bildirmezse bilemem, demektir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Ben, Allahu Teâlâ'nın birliğine yemin ederim ki, Peygamberler ve Evliyalar gaib
ten birşey bilemezler. Ancak Allahu Teâlâ'nın bildirdiği kadar, bildirdiği zaman bilir
ler. Dilerse hepsini bildirir, dilerse yarısını, dilerse hiçbir şey bildirmez. Onlara bildirme
adeti vardır. Burayı karşılaştırma, yanılırsın demektir.
Neseben babası olmayana "baba" demek; onun soyundan geldiğini iddia ederek
değil, kendine babası gibi baktığına, babalık yapıp büyük bir sıkıntıdan, dardan
kurtardığı için "Baba" denir. "Falan yerde bir adam var. Herkesin işini görür. Herkese
babalık yapar"; "Bana bir babalık yap benim şu işimi gör, şu sıkıntıdan kurtar" denir.
Bir kimse karşıdaki adama iyi, doğru davranır herkese iyilik eder, dardan kurtarır,
bakımsızlar (kimsesizler)e bakar, yedirir, içirir, evinde besler büyütür. O kimse için "baba
lık yaptı" derler. Bu, neseben babasının soyundan başka soydan gelmiş; nikah düşmez
veya baba, oğlum, kızım demek namahremliği kaldırır manasında değildir. Bunu herkes
bilir.

Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem), ibn-i Hişam'ın adını Ebû Cehil (cahillerin
babası) 431 Abdullah ibn-i Sahr (Radiyallahu anhu)'ın ismini kedileri çok sevip onlara
evinde baktığı için Ebû Hüreyre (kedilerin babası) 432 ; Ca'fer ibn-i Ebû Tâlib (Radiyallahu
anhu)"in ismini Ebü'l-Mesâkin (fakirlerin babası); Hz. A1i (Radiyallâhu anhu)'nin ismini Ebû
Turab (toprağın babası) diye isim koymuştur.

178
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 4125)
"... Ebû Hüreyre (radiyallâhu anhu)'den; şöyle demiştir:
- Ca'fer ibn-i Ebû Tâlib (Radiyallâhu anhu), fakirleri (çok) sever, onların
yanında oturur, onlarla konuşur (sohbet eder) ve onlarda onunla konuşur
(sohbet eder)di. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) de ona Ebü'l Mesâkin
(yani fakirlerin babası) ismini verirdi.*'
Eba Müslim'e bütün müslümanları zulümden kurtardığı, Yezidleri kırdığı
(öldürdüğü), Abbasî devletini kurduğu için yeryüzündeki milyonlarca müslüman
asırlardan beri kendi ismini söylemeyip, Eba Müslim-i Horasanî (Müslümanların
babası) demişlerdir.
( Sahih-i Müslim, Cild 7, Hadis No: 38 (2409))
"... Sehl İbn-i Sa'd (Radiyallâhu anhu) şöyle dedi:
- Mervan ailesinden bir kimse Medine üzerine vali tayin olunmuştu. Bu vali
(bir gûn) Sehl ibn-i Sa'd'ı çağırdı da ona Ali'ye sövmesini emretti. Sehl de sövmek -
ten çekindi. Bunun üzerine vali ona; sövmekten çekindiğinde ise:
- Allah, Ebû Turab'a lânet etsin deyiver, dedi. Sehl de cevaben:
- Ali’nin Ebû Turab kadar hoşlandığı hiç bir isim yoktu. Biri «Ebû Turab!»
diye çağırınca pek ziyade sevinirdi, dedi. Bu sefer vali, Sehl'e:
- Bu ismin konulması hâdisesini bize haber ver,Ali niçin EbûTurab diye isimlendi-
rildi? dedi. Sehl şöyle anlattı:
- Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir gün kızı Fatıma (Radiyallâhu anhu)
'nın evine geldi. Kocası Ali'yi evde bulamadı.
- Amucanın oğlu nerde?" diye sordu. Fatıma (Radiyallâhu anhu):
- Aramızda bir şey geçdi, birbirimize öfkelendik. Bu yüzden o gündüz uyku-
sunu benim yanımda uyumadı da çıkıp gitti," dedi. Rasûlullah bir insana:
- Bak o nerede?" buyurdu. O zât ( g i d i p ) geldi ve:
- Yâ Rasûlullah! O mescidde uyumaktadır," dedi. Bunun üzerine Rasûlullah mes
cide Ali'nin yanına geldi. Baktı ki, Ali yan tarafına yatmış ridası bîr yanından sıy
rılmış, vücudu toprağa bulanmış halde! Rasûlullah:
- Ebû Turab! Kalk, Ebû Turab! Kalk" diye diye bedeninden toprağı silkmeğe baş
ladı."
[Emeviler zamanında onüç padişah değişti. Salman ibn-i Abdülmelik halife
değildir. Ömer ibn-i Abdülaziz ile Salman ibn-i Abdülmelik hariç diğerlerinin devrinde-
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'ye küfrederlerdi. Evlad-ı Rasûl'ü ve onlardan taraf olanları da
evvela asıp sonrada çene kemiklerini kırarlardı. Bunu bir çok âlimlerimiz inkar
ediyorlar. Yezidler haklıymış, iyiymiş, hatta «hazretleri» denilmesi lazımmış gibi
beşinci mezhebin görüşlerini savunuyorlar. Halbuki bu hadîsle de vali Sehl ibn-i Sâd'da
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)"ye küfret diye emrediyor.]
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in "babasından başkasına baba" denilmez
hadîsini yanlış anlıyorlar. O neseben manasınadır, ayrıdır. Burda Hz. Ali (Radiyallâhu
anhu)"ye "toprağın babası kalk" diyor Demek ki denilirmiş.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'ye bu
söyleme şekline edebiyatta kinaye sanatı denir.
Misal; Ben, bugün İstanbul'a gideceğim, yanımda hiç param yok. Belki yanında biraz
harçlık var. Fakat bu beni İstanbul'a götürecek kadar para yok demek oluyor.
Yine bir adam çarşıda gezerken evvelkine nisbetle çok az adam görür. Eve gelir der
ki: "Bugün çarşıda hiç kimse yoktu." Halbuki çarşıda yine kalabalık var fakat evvelki gibi
yok demektir. Burada yok, az hükmündedir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ashabını birbirine âhiret kardeşi ediyor.
Kendisi, Cebrail (Aleyhis selâm) ile kardeş oluyor, (ikisi çifttir). 433 Peygamberimiz

179
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in âhiret için kardeş olması, kardeş olmak babaları ayrı iken
caiz oluyor. Baba denilmesi niçin caiz olmasın?
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 2, s.264)
"Ensâri'nin naklinde Enes (Radiyallâhu anhu), Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) Efendimiz Hz.'den rivayet edilmiştir ki:
- Ey Ebû Bekir, keşke ihvanımla (kardeşlerimle) buluşsaydım, diye buyurmuş
lar. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu):
- Yâ Rasûlullah! Biz senin ihvanınız, demiş. Fahr-i Alem Efendimiz Hz.:
- Hayır, siz benim kardeşlerim değil, arkadaş larımsınız. Kardeşlerim, o kimse
lerdir ki, beni görmediler, bana iman getirdiler ve beni sevdiler. O kadar ki, ben on
lardan birine kendi evladından ve babasından daha sevgiliyim, diye buyurmuşlar.
Yine ashâb:
- Gerçekten biz senin kardeşleriniziz, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz
( S a l l a l lâhu aleyhi vesellem) Efendimiz Hz.:
- Yok, siz kardeşlerim değil, ashabımsınız. Yâ Ebû Bekir! Sen, bir kavmin
bana muh abb etl eri s eb ebi yl e s eni s ev mel erin i s ev mez mi s in ? d ed i. Ondan
s on ra Ebû B ek i r (Rad iyallâhu anhu)'e emredip:
- Baba muhabbetleri sebebiyle seni seven o kimseleri sen de sev! diye buyuruyor.

Allahu Teâlâ, âyet-i kerimede:


"Kim senin gemine bindi ise ehlin odur"434 buyuruyor. Ehli; aile ve çocuklarına denir.
Gemiye, iman eden insanlar ve bütün hayvanlardan birer çift bindi ve onların hayatlarını
kurtardı. Böylece hepsinin babası olmuş oluyor.
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 1, s.109)
"Rivâyet olunur ki; Medine'ye geldikten beş ay sonra Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi v e s e l l e m ) E f e n d i m i z H z , M u h a c i r l e r l e E n s â r ' ı b i r b i r l e r i
l e k a r d e ş e y l e d i . Ş u şartlarla ki:
1-) Birbirine hak üzere yardımcı olacaklar.
2-) Birbirine mirascı olacaklar.
Bu nl a r d oks an kiş i i di ler. Bu h âl ü zere g eçind il er. B ed i r g a zas ına ka da r
du ru m b öy l e devam etti. Bedir gazasından sonra:
(Sûre-i Enfal, Ayet 75)
" S o n r a d a n i ma n e d e n v e h i c r e t e d i p d e s i z i n l e b e r a b e r c i h a d e d e n l e r
d e s i z d e n d i r . Al l ah 'ın Ki tab 'ın a gö re rah i m sah ibl eri (ak rab al ar) bi rb i rl eri -
n e (v ari s olm ağa) d ah a u ygundur. Şüphesiz ki, Allah her şeyi hakkıyla bilendir."
Dolayısı ile kimin kime varis olacağını o daha iyi bilir. Bu ayet inince Sure-i Enfal Ayet 72’nin
hükmünü kaldırdı. Neseb yolu ile akraba olmayanlar birbirlerine varis olamadılar.
Bu şöyle kendisinin mirascısı varsa, o biri de ahiret kardeşi miras alabilir mi? Kendinin
neseben mirascısı varsa bazı Alimler “alabilir”, bir çokları da “alamaz” demişler. Kendilerinin
neseben mirascısı varsa alamaz. Ama kendisinin neseben mirascısı yoksa, birbirlerine vasiyet eder;
Allah için biz birbirimize ahiret kardeşiyiz.Benim de senin de neseben mirascın yok. Ben ölürsem
mirasımı sen harca. Sen ölürsen mirasını ben harcayım diye vaad etmişlerse, hem bu dünyada hem
öbür dünyada ayrılmayacağız demişlerse, onlar birbirlerinin mirasını harcarlar. Neseben mirascısı
varsa düşmez
Sure-i Hucurat. Ayet 10
Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kareşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan
korkun ki esirgenesiniz.

180
Ramuz’ul Ehadis Hadis No: 1848
Ben kadınlarla musafaha (tokalaşma) yapmam, lakin onların hakkında Allah’ın aldığı
sözü ben de alırım.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ömründe hiçbir kadının elinden tutup biat
vermedi ise Allah’u Teala neyi yasaklıyor? Kadınlar için elinden tutup biat verme yasaklandı. El
öpme yasaklanmadı.
Kenzül İrfan Hadis No: 932
Din kardeşinin elini öpmek musafahadır.
Kadınlar din kardeşi değil mi? Din kardeşi deyince hepsi içine giriyor. Mü’min-Mü’mine
diye ayrılmıyor, hepsini içine alıyor. Allah’u Teala Kur’anı Kerimin bir çok ayetlerinde : Ey
Allah’a iman edenler! Diye buyurarak hepsini içine alıyor. Şurdan bir mü’min toplumu geliyor
denilse, işte kadın erkek ne varsa hepsini söylüyor demektir.
Yukardaki hadis-i şeriflere göre de kadınlar Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) ile
musafaha edemez; lâkın elini öperler. Arapça da erkek kadın kelimelerinde ilk defa erkeğe hitab
edilir. Meselâ mü’min ve mü’mine kelimeleri ikisi birlikte kullanılırsa, erkek ve kadınlara birlikte
hitab edilmektedir. Bu cümlenin içinde erkekler için kullanılan kelimeye bir harf eklenip kadınlar
için kullanılırsa buna muannes denir. Kadınlara da hitab etmiş olur. Fakat bir cümlenin içinde din
kardeşi erkek-kadın tüm umuma ait olarak hitab edilmesidir. Yine Facir erkek, facire kadın için
kullanıldığı gibi, Salih-saliha kelimeleri gibi misaller çoktur. Sen Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem) kadınlara ait muannes kelimesi kullanmamış. Onun için bu söz kadınları içine almıyor
diye itiraz edeceksen umuma ait tek hitab da muannes kelimesi kullanılmaz. Erkeğe-kadına hepsine
birlikte söylenir. Hadis-i şerifte de mü’min öper, mü’mine öpemez deseydi, erkek öper kadın
öpemez manasında olurdu. Yalnız mü’min denildiği için erkek-kadın hepsini içine alır. “Din
kardeşinin elini öpmek musafahadır.” Buyurulunca erkekte kadında din kardeşidir. Demek ki,
hepsi öpebilirmiş. Umuma ait söylenilmiş hadis-i şeriflerdir. El öpme mü’minin musafahası olunca
büyük zatın büyüklüğüne hürmeten musafaha edemezsin, elini öpersin.
Kadınlar elden tutup musafaha edemeyeceğine göre el öpme de musafaha sayılıyor. Yaşlı
kâmil bir mü’minin yaşına hürmeten, Âlim bir kimsenin ilmine hürmeten elini erkek ve kadın
öpebilirler delil bu hadis-i şeriflerdir.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) doğar doğmaz ümmetinin üzerine dua ettiğini,
annesinin karnında Allah’u teala’yı zikrettiğini yazmıştık. El epülmez diye Peygamberimiz
(Sallallahu aleyhi vesellem)’in elini öpmüyecek misin? Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi
vesellem)’in eli öpülür de Hz: Ebu Bekir (Radiyallahu anhu), Hz: Ömer (Radiyallahu anhu), Hz.
Osman (Radiyallahu anhu), Hz. Ali (Radiyallahu anhu) ve bütün ashabın eli öpülmez mi?
Diyeceksin. Senin baban; İslamiyetten uzak, abdest namaz yok, hatta din-i inkar etse
atamdır.babamdır diye elini öpüyorsun da bu saydıklarımızın eli öpülmez mi? Cennet ananın
atanın ayağı altındadır.435 Yani ananın-babanın rızasındadır demektir.
Ramuz-ul Ehadis , Hadis No: 3649
"Allahu Teâlâ'nın rızası babanın rızasındadır, Rabb'inin gazabı
b a b a n ı n ö f k e s i n d e dir. (Tevrat'ta yazılmıştır: Babasını döven öldürülür.)"436
(Hüccetü'l-îslâm, s.70, 72-73)
"Hakk Teâlâ Hz. buyurdu ki:
"Yâ Musa! Her kim ki anasına, babasına iyilik edip, rızasında
bulunsa bana da asi olsa ben o kimseyi i y i l i k edicilerden yazarım. Her
k i m k i bana muti'olup, anasına ve babasına asi olsa o kimseyi asilerden yazarım."
"Ey oğul! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdu kî:
- Anaya ve babaya iyil ik etmek, namazdan, oruçtan, hacdan ve gazadan (cihad
dan) zîyade efdaldir. Ve yine buyurdu ki:
- Bir kimse anasına babasına iyilik etse ömrü bereketli olup uzun ola. Her kim
ki anasını ve babasını incitirse ömrü bereketsiz olup kısa ola.Yarın kıyamet günün

181
de azab ola. Anasına, babasına asi olan mel'undur.
"Ey oğul! Havacene dahi tazim ve hürmet eyle. Kişinin havacesi
h a k k ı , a n a v e b a b a hakkından ziyadedir. (Kişinin ilim öğrendiği hocasının hakkı,
anasının, babasının hakkından daha fazladır. Ananın babanın eli öpülür. Sana hakiki ilmi
öğretenin eli niçin öpülmesin?) Zira ana ve baba o ğ l u n u n d ü n y a s ı n ı n m a ' m u r i n e
sebeptir. Ama havace âhiretinin ma'murine sebeptir. Anın için dünyada
anaya babaya hürmet etmekten havaceye hürmet etmek efdaldir.
Vaktaki havaceyi gördüğün vakit elini öp, selam ver. Tazim ve ikram
eyle. Dahi tevazu ile hatırını sor. Eğer sana otur derse diz çöküp öyle
otur. Ve kalkıp giderken elini öp. Tazim ve hürmet üzere ol. Arkanı
dönüp gitme. Kaçan bir hizmeti olsa gör. Her ne kadar işin dahi var ise
terk edip anın hizmetini gör. Eğer fakır i s e ve senin de elinden gelirse ha-
cetini bitir, hayır duasını al, bedduasını alma. Sonra helak olursun.
H a v a c e d u a s ı ş a k i r üzerine makbuldür, ana-baba duası g i b i d i r . "
Havace; hoca demektir. Mevzu içinde anlatılan hâl hocanın değil Mürşid-i Kâmillerin
hâllerini anlatıyor. Bu da Mürşid-i Kâmil'in elinin öpüleceğinin açık izahıdır. Mürşidi
Kâmillere müridler aynı hürmetin daha fazlasını yapıyorlar. Bunu yaptıran Allahu
Teâlâ'dır. Hakiki zahir âlimi olursa, çocukta hakikî okumuş olursa müridin Şeyhe tâbi
olduğu gibi değilde milletin birbirine hürmet yaptığından biraz daha fazla hürmet yapar.
Anlaşılıyor ki bu havace (Şeyhe) hürmet yapan müridlerdir. Allahu Teâlâ, hadîs-i kudsi
de:
"Ben izzeti taati mde (b ana it aatl e, i badett e) ko ydu m, halk onu beyler
kapısında arar." 4 3 7 buyuruyor.
Gitmeyen, bitmeyen devamlı hürmet, izzet Allahu Teâlâ'ya itaattedir. Sen, Allahu
Teâlâ'nın rızası için hakkı ile tam çalışırsan sana öyle ilim verir ki, seni Allahu Teâlâ'ya
yöneltir, yanıltmaz, yanılsanda Peygamberlerin bazı yanılması gibi hikmetli olur! O
yanılma her müslümana kıyamete kadar ders olur. Öyle bir zenginlik verir ki, o zenginlik
dünya malı gittikçe artar. Ahirette her mal insana meşakkat, sıkıntı olur. Fakat Allahu
Teâlâ'nın sana verdiği mal senin için iftihar vesilesi olur. Öyle bir âhiret zenginliği verir
ki, o ilm-i Ledün dünyada gittikçe artar. Kabirde, mahşerde, cennette ebedi artar da artar.
Osmanlı padişahları üç kıtaya hükmettiler. Dünyadan gitmiş, üzerinden asırlar geçmiş en
şanlı, en şerefli kimselerdi. Ama pek az kimse kabrine gidip de Fatiha okur. Çok
kimselerin bir Fatiha okumak aklına gelmez. Onlar hem müslüman, hem padişah olduğu
halde yine de pek az kimse kabrine gider.
Zamanında şeriatla, tarikatla, hakikatla ve marifetle çalışıp ömür boyu riyazet,
mücahede ile çalışan Şeyhlerin yaşamlarının, vefatlarının üzerinden asırlar geçtiği halde
millet kabrine akın ediyor. Hürmeti alabildiğine yapıyor. Asıl hürmet, asıl saygı mahşerde
şefaat etme salahiyeti eline verilince;
"O günde k i ms e k i m s e y e ş e f a a t e d e m e z . A n c a k A l l a h ' ı n i z i n v e r m i ş o l d u
ğ u k i ms e l e r ş e f a a t e d e r . " 438 âyeti gerçekleşince, cehenneme müstehak olmuşları.
cehennemden Allahu Teâlâ'nın kendisine izin vermiş olduğu şefaatle kurtarıp cennete
götürür. Asıl hürmet saygı orada başlar ve cennette de o saygı devamlı olur. Bu
dünyadakinden mahşerdeki fazla, mahşerdekinden cennetteki fazla, cennettekinden Didâra,
gurbiyete, Cemalullaha kavuşunca daha fazla olur. Allahu Teâlâ'nın vergisi bitmez,
tükenmez devam eder. Hem de zaman geçtikçe artar. Allahu Teâlâ'nın bu vergisi olmazsa
ne kadar da âlim olsa ölünce unutulur. En yakın akrabasının dahi onun kabrine gidip bir
Fatiha okumak aklına gelmez, İşte maneviyat yok, arkası kesik, çıkmaz sokak; mevsimi
geçmiş meyve gibi olur. Kışın güneşine güvenip elbisesini giymezsen birden hava bozar,
soğuk alırsın. Onunla sıcak mevsimde, sıcak iklimde olan aynı değildir. Onun için imam-
lık yapacak kişi âlim olmalıdır.

182
Oğlu Babasına Namaz Kıldıramaz:
Cahil; âlimin ilmi dolayısıyla önüne geçip namaz kıldıramaz. "Köle efendisinin
önüne geçip namaz kıldıra maz." 4 3 9 Evlat da baba ya köle s ayı lı r. Köl e efendisin e
namaz kıldıra madı ğı gibi, evlatta babasına namaz kıldıramaz.
Buna itiraz ediyorlar, dinimizde babaya aşırı derecede hürmet, saygı olması lazım.
Evlat mı babasına yemek yedirir, su verir, hizmet eder, baba mı evladına hizmet eder?
Evladı en âlim, babası en cahil olsa, evladı babasına yemek getirir, su verir, hizmet eder.
"Babası evladına karşı Peygamber gibidir." 4 4 0
Bazısı; "Ben, oğluma izin verdim, önüme geçsin namaz kıldırsın" diyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîsinin yanında sen kim oluyorsun ki,
izin veriyorsun. "Ben köleme izin verdim, namazı kıldırsın" demeyle köle namaz kıldırabilir
mi? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şerifinin yanında, babasının:
"Oğlum, önüme geçsin namazı kıldırsın" sözü ve oğlunun ilmi hiç kalır. Babasının izin
vermesine, oğlunun ilminin çokluğuna değil, üzerinde durduğumuz Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sözüdür. Babası en cahil, oğlu en âlim olsa, oğlunun
sözünü kesip, oğluna bir kaç tokatta vurabilir. Oğlu haklı, babası haksız da olsa oğluna
kusura bakma, bu senin babandır denilir. Oğluna, sende babana vur, gibi sözler
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîsine terstir. Yürürken önde babası,
arkada oğlu gider, hasılı oğlunun ilmi babasına karşı sökmez. Kendine karşı peygamber
gibi olanı arkasına alıp namaz kılarsa, babasına karşı hiç saygısı olmaz. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sözünü hiç kıymete almamış olur.
Bir harbte, babasını öldüren bir sahabeyi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) çağırttırıp:
"İç i n i z d e b u n u n y a p t ı ğ ı c a h i l l i ğ i b a ş k a b i r i s i y a p m a s ı n . O s e n i n a t a n
d ı r , n e d e n o n u ö l dürdün?" diye darılmıştır. Önün için baba ne olursa olsun eli
öpülür. Baban şaki de olsa babalık hatırı için eli öpülür de bu saydıklarımızın eli öpül
mez mi?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ikiyüz kadar ismi var. Bir ismi de
"(Ebel Ervah): Ruhlar babası." demektir. Adem (Aleyhis selâm)'ın da ruhta babası
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'dir. 443 Babalarımız, annelerimiz ve bizim
ruhlarımız Arş-ı A'la'da iken, çocuk anne karnında canlanınca o ulvi (yüksek) makamdan
âlem-i suflî olan, ona göre pislik sayılan bu dünyaya getirmeye sebep olduğu için eli
öpülür. Alem-i suflî olan bu dünyada seni çalıştırıp, eğitip-öğretip Allahu Teâlâ'nın
rızasını kazandırıp Allah Teâlâ'yı sevdirip, senin kâmil bir müslüman olmana sebep olan
manevi babanın eli öpülmez mi? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve bu
hakiki âlimler, âlem-i suflî olan bu çirkef, pislik makamdan o nûrani, ulvi makama,
cennete, Cemâlullah'a (Didar'a) kavuşmana sebep olurlar. Bunların eli öpülmez mi? İtiraz
edenler tevbe, istiğfar etsinler. Sen nasıl müslümansın ki, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in izini takip eden Evliyaullahı bazı kimselerle karşılaştırırsın; babası münafık,
fâsık, zındık olan babandan üstün göremiyorsun? Babası münafık, fâsık, zındık olsa da eli
öpülür. Alim, Müceddid, Mürşid-i Kâmil, Peygamber vekili olsa, hatta hadîs-i şeriflerle
saydığımız o büyük zatlardan da olsa yine de eli öpülmez mi demek istiyor
sunuz?
Şimdi (20. asır da) el öpme yok gibi bazı şeyleri ileri sürüyorlar. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) şimdi karşıdan gelse ne yapacaksın? Yahudiler gibi başınla mı
selam vereceksin, Mecûsiler gibi parmağınla mı selam vereceksin? Yoksa bir arkadaşınmış
gibi musafaha mı edeceksin, en uygun yönü nedir? El öpmek değil mi? Şahsen ben eli elime
geçerse elini, eli elime geçmezse bastığı yeri öperim. Sen ne yapacaksın?
Bilâl Babamın yüzüğünün kaşında: "(Haki payi fahri âlem Mustafa) Hz. Mustafa
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'nin ayağının bastığı yerin tozunun kurbanıyım." yazılı idi.
Bunu ömür boyu parmağında taşıdı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) abdest
alırken su yere dökülüp kum yaşarınca, ashâb onu alır yüzlerine, gözlerine sürerlerdi.

183
Bastığı yeri öperlerdi. Bastığı yeri öpmek, el öpmek gibi değildir! El öpmeden çok daha
fazla zordur. Ama Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bastığı yer öpülür. Müş-
riklerin:"Silahsız gelen Medinelileri öldürelim." demeleri üzerine içlerinden bir müşrik,
diğerlerine:
- Siz, Muhammed'in adamlarıyla harb edemezsiniz. O'nun abdest suyu ile yaşaran
kumu paylaşıyorlar. Onu yüzlerine, ağrıyan yerlerine sürmek için saklıyorlar. Ben, Acem
saraylarında çok kaldım. Acem krallarına yapılan hürmeti gördüm. O'na yapılan hürmetin
tozuna yetişemez. O kadar kendine bağlı bir topluluk ile nasıl harb edip başarıya
ulaşacaksınız? dedi. Çünkü Bedir Çenginde de silahsız idiler. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in üçyüz onüç askeri, on yedi kılıcı, on iki atı vardı. Ebû Cehil'in bin
süvarisi bin de yedek atı, yedek silahları da vardı. O harbte Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in ashabından on yedi kişi şehid oldu. Kâfirlerden on yedi bey, beylerin
yetmiş adamı öldürüldü. Yetmiş kişi esir; bin deve yükü de ganimet malı alındı. Daha evvel
bunun böyle olacağını kâfirler çok iyi biliyorlardı. Bunun için harbe başlamazdan evvel
harbten vazgeçtiler. Ebû Cehil'in tenkitleri, sözleri ile tekrar harbetmeye mecbur kaldılar.
Dünya yüzündeki erkeklerin hepsi tıraş olunca sakalları atılıyor. Fakat
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sakalı "Sakal-ı Şeriftir" diye saklanıyor.
Adına "Sakal-ı Şerîf Camisi" yapılıyor. Millet tekbirle, tehlille ziyaret ediyor. Sen de
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinin öpülmediğini, öpülmeyeceğini iddia
ediyorsun.
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3704)
"İbn-i Ömer (Radiyallâhu anhu)'den: şöyle demiştir:
Biz,Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öptük."
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3705)
"Safvan İbn-i Assal (Radiyallâhu anhu)'dan rivayet edildiğine göre:
- Yahudilerden bir grup, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini ve
ayaklarını öptüler.
Yine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına bir grup yahudi
geldi. Ve:
- Bize mucizât göster, dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Nasıl bir mucizât istiyorsunuz? buyurdu. Onlar;
- Şu gördüğün en büyük hurma ağacı yanına gelsin ve senin Peygamberliğine
şahidlik yapsın, şahadet kelimesi getirsin, dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aley
hi vesellem):
- G i t o a ğ a c a b en i m s e l a mı mı s ö y l e . G e l s i n , b en i m p ey g a mb e r l i ğ i me
ş a h i tl i k y a p s ı n , buyurdu. O yahudilerin ileri geleni gitti ve ağaca:
M u h a m m e d ' i n s a n a s e l a mı v a r g e l i p p e y g a m b e r l i ğ i n e ş a h i t l i k y a p a c a k
m ı ş s ı n , d e d i . Ağaç herkesin gözü önünde doğuya doğru büküldü büküldü, eğildi ve ince
kökleri koptu. Sonra batıya doğru büküldü, eğildi ve kökleri (damarları) koptu. Daha
sonra güneye ve kuzeye böyle eğilip köklerinin hepsi koptuktan sonra ağaç dimdik
vaziyette Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına geldi ve şahadet
kelimesi getirdi. Geldiği gibi geri yerine gitti, çukuruna girdi, eski ince kökleri tekrar
kaynadı. Aynı ağaç oldu. O yahudilerin başkanı:
- Yâ Muhammedi Müsaade et, başını, elini, ayağını öpeyim, dedi. Peygamberi-
miz ( S a l lallâhü aleyhi vesellem) müsaade etti. Hepsi başını, e l i n i ve ayağını öptüler.
Yine dedi ki:
- Müsaade et sana secde edeceğim! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel-
lem):
- İnsanın insana secde etmesi haramdır. Eğer insana secde edilse kadınlar
kocalarına secde ederlerdi,442 buyurdu. O grubun hepsi Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in başını, elini ve ayağını öptükten sonra şahadet getirip Müslüman

184
oldular. |Bu hadîs-i, şerif Mevâhib-i Ledünniyye Kitabında daha değişik şekilde rivayet
edilmiştir.]
Allahu Teâlâ, iblise:
"Bana bin kere secde et" dese ederdi. Ama: "(Kulum) Adem'e secde et" 443
deyince etmedi murtad oldu. Kabe'de aynı onun gibi Allahu Teâlâ'nın evidir, herkes gider,
herkes tavaf eder. Secde yapar, kolaydır. Demek ki insana hürmet edip ona saygı
göstermesi onun elinin öpülmesi ne kadar mühimmiş. Ne kadar zor gelirmiş.
Adem (Aleyhis selâm)'e secde edenler kurtuldu. Secde etmeyen iblis lanet tokunu
giydi, insana secde etmek haram olduğuna göre insana secde edemezsin. Bu hürmeti nasıl,
ne yaparak gerçekleştireceksin? El öpmede yok diyeceksen Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) Hacer'ül Esved'i niçin öptü ve hacılar niçin öpüyorlar? "Öpme var" dersen,
elinden başka öpülecek münasip yer neresi? Sen nasıl ümmetsin ki. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in kabr-i şerifine gider, orada sekiz günde kırk vakit namaz
kılar, Ravza-i Mutahharanın demirine, taşına elini yüzünü sürer, öpersin. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) zahir hayatta olsa elini öpmez misin?
İlim sıfatullahtır. Alimdeki ilim, Allahu Teâlâ'nın sıfatındandır.' Allahu Teâlâ'nın
sıfatına hürmet etmemiz lazım. O'na secde edilmez, elde öpülmez. Peki ne yapılır da, bu
hürmet gerçekleşir? El öpülmeden daha münasip bir şey bulun, söyleyin, açıklayın. Bizi
ikaz edin. Hadîs-i şerifte;
"Biz, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öperdik." 4 4 4 denili-
yor. Tamam bitti. Kadın-erkek hepsini içine alıyor. Peygamberimiz' (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in elini erkekler öpsün, kadınlar öpmesin mi diyeceksin.
Ey Müslüman kadınlar!
Peygamberimiz, (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öpme taraftarı değil misiniz?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinin öpüldüğüne, öpüleceğine b i r
milyon hacı, bir milyar, Müslüman Ravza-i. Mutahhara'yı, O'nun taşını, demirini öpmekle
şahid oluyorlar. Öpülmeycceğine S. Arabistan halkının birazı Vahhabidir. Onlar manî
oluyor. Diğerleri ehl-i sünnet ve ehl-i sünnetin yaptığını savunuyor.
Vehhabiler doğruysa! Hz.. Hamza (Radiyallâhu anhu)'nın, Hz. Osman (Radiyallâhu
anhu)'nın ve diğer bütün büyük zâtların türbelerinin hepsini yıkıyorlar, kabir talkinini,
kabir ziyaretini, mücizât-ı Enbiyayı, kerâmet-i Evliyayı inkâr ediyorlar. Bu hareketlerine
de doğru mu diyeceksin? Ehl-i sünnetim deyip Vehhabi kumandalı gibi onların yönettiği
gibi olmayın, onların yaptıklarının çoğu Kur'ân-ı Kerim'e terstir, Hz. Meryem'e
cennetten devamlı yemek gelmesi.445Asaf bin-i Berhaya'nın Belkıs'ın köşkünü Yemen'den
Kudüs'e Sultan Süleyman (Aleyhis selâm) başını çevirip bakıncaya kadar getirmesi. 446
Ashâb-ı Kehfin üçyüz dokuz sene uyuması. 447 Bunlar Evliya kerametidir. Zâten
Peygamberlerin ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vcsellem)'in mucizeleri saymakla
bitmez. 448 Vehhabiler bunların hepsini inkâr eder. Saplandığınız inanç sizdeki görüş
nerden ayrılıyor, nereye gidiyor. Ehl-i sünnetten ayrılıyor, Vehhabiliğe gidiyor. Onlar
içimize en âl i m kimse imiş gibi girmişler, sizi öyle kandırmak istiyorlar. Ey mü'minler!
Onların' sözlerine inanmayın.
Had î s -i Ku d s i 'd e:
449;
" O n un g ö ren g ö zü , i ş i ten k u l a ğ ı , tu ta n el i , y ü rü y en a y a ğ ı b en o l u ru m. "
" B4an a y erl eri m, g ö k l eri m g en i ş g el med i mü ' mi n k u l u mu n k a lb i g en i ş
g el d i . " 5 0 ;
, şehidler, sıddıklar imrenir."451;
" O nl a r ı n m e k a n l a r ı n a p e y g a m b e r l e r452
" B e n i a r a y a n e n g i n gönüllerde arasın."
Onların, görüşleri bu âyetlere, bu hadîs-i kudsilere; terstir.

185
Siz de Elhamdülillah müslümansınız. Allahu Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerim'de yeminlerle
söylediklerine mi bakacaksınız? Asıl tertemiz ehl-i sünnet ile beraber Türkiye'deki ehl-i
sünnete mi yoksa Vehhabilere mi uyacaksınız? Yukarıda saydığımız bu âyetlere bu
hadîslere göre Mürşid-i Kâmil, Hakk'ın hamilidir. Allahu Teâlâ'nın bu kadar mucizeleri
kendinde olan zâtın eli niçin öpülmesin? Onda ne kerametler, ne harikuladeler vardır.
Allahu Teâlâ kendi büyüklüğünü göstermek için onları vesile (sebep) yapıyor. Peygam-
berlerdeki mucize, Evliyalardaki keramet ve harikuladelerin hepsi Allahu Teâlâ'dandır.
Yoksa kulda ne var! O da bizim gibi bir adamdır. Ondaki hâli inkar Allahu Teâlâ'yı
inkardır. O'ndaki hâle inanmak Allahu Teâlâ'ya inanmaktır. İnancınız, itikadınız kuvvetli
olsun. Her yarım, yanlış söyleyenin .sözüne bakmayın. Onlarda aciz bir kuldur. İnsan gücü
dışında hiç birşey yapamaz. Ama Allahu Teâlâ yapar. Cereyana (elektriğe) bağlanan telle,
cereyana bağlanmayan tel bir değildir. Mıknatıslı demirle; mıknatıssız demir bir değildir.
Allahu Teâlâ'nın kendi esrâr-ı İlâhiyesi olup harikulade hâller olan bir insanla, kendinde
harikulade hâller olmayıp, sadece zahir gücü ile kalan insan bir değildir. Bu hususta Hakk
aşıkları Yunus Emre ve Seyyid Nizamoğlu kasidelerinde şöyle diyorlar:
Yazıldı Hakk'ın âyetleridir cümle alem, Sücûd etmediği için sana İblis,
İçinde Adem oldu ism-i Azam, Takıldı tavk-ı lanet ona oldem.
Diyen Kur'ân'a mahlûk oldu kâfir. Gönül aynasının sil gubarın,
Ki natık biledir lafz ile her dem. Tecellî ede ol Zât-ı Muazzam.

Seni bildin mi kimsin canı âlem, Bilirsin Seyfi kendin, Hakk'ı bildin,
Yarattı Hakk seni gayet mükerrem. Budur ben bildiğim vallahu a'lem.

Vücudun Kâbe'sidir kâinatın,


Hakikat İlmi sende zemzem. Seyyid NlZAMOĞLU

Dil nazargah-ı Hûda'dır, yıkma gönlün kimsenin, Dervişlik baştadır tacda değildir,
Kabe ve Merve Safa'dır, yıkma gönlün kimsenin. Kızdırmak oddadır, sacda değildir.
Mü'min isen al ele bir mü'minin gönlün çalış, Eğer bir mü'minin kalbini yıkarsan,
Zira kavli Mustafadır yıkma gönlün kimsenin. Hakk'a eylediğin secde değildir.

Şol kişi daima gönlün yıkar dervişlerin, Hakk'ı ararsan kalbinde ara,
Taat ü zühdü hebadır, yıkma gönlün kimsenin. Kudüs'de Mekke'de Hac'da değildir.

Mü'minin kalbidir Allah'ın evi sen bilmedin, Emr-i Ilâhi'ye muti' ola gör,
İnkisar etme hatadır, yıkma gönlün kimsenin. Hind ü Yemen ile Beç de değildir
Hind ü Yemen ile Beç'de değildir.
Seyyid Nizamoğlu gönül yap kim bilir kim de ne var, Kabul et Yunus'un ergen sözünü,
Hakk ile dil aşinadır, yıkma gönlün kimsenin. Tezcek gelir başa geçte değildir.
Seyyid NİZAMOĞLU Yunus EMRE

186
Gül dalına gül dalına,
Bülbül konar gül dalına.
Şu dervişi deli sanıp,
Gül bakalım gül halına.
Sırtında vardır hırkası,
Onlardır insanın hası,
Dünya imtihan dünyası,
Gel gülme derviş halına.
Neylerse hep haldan eyler,
Dilinde Mevlâ'yı söyler,
Daim Allah'ı zikreyler,
Sende gel gir Hakk yoluna.
Bu yola her can dayanmaz,
Gafil gafletten uyanmaz,
Hakk'ın nuruna boyanmaz,
Boyanda gel Hakk yoluna

Mustafa INCEDİL

Hoş yeriz hab hab,


Kalkarız hop hop,
Nefsimiz emrin tuıtarız tez tez,
Hakk’ın yolunda yürürüz yab yab.
Sünnetin feraiz yolun bilmeziz,
Dünya kazancın biliriz bab bab.
Kande görsek Hakk’ın cemalin,
Gönül levhasını pas tutmuş lab lab.
Tavhid etseler dudak deprenmez,
Dilberi boyunca öperiz şab şab.

İki rekat namaz dünya fikirsiz


Kıldığını söyleme sen hep hep.
Yüzümüz karasın andıkça kardaş,
Aceb mi göğsümüz döğersek tab tab.
Bu helal bu haram demeyip hergiz,
Her ne bulursak yudarız lub lub.

187
Dünya cîfedir kaçın dedi Hakk,
Biz anın üzerine düşeriz güb güb.
Seyyid Seyfi’nin cürmünü afvet,
Bir âsî kulundur Sultanım ab sab.

Seyyid NİZAMOĞLU

ŞAİRLER
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Müslüman olmak için gelen bir şaire
mübarek hırkasını yere serip oturtturdu. Ashâb:
- Yâ Rasûlull a h ! B u bir şairdir. Hiç ki mseyi hı rkanı serip üzerine o turt-
turmadın, bu şairi oturttun. Bunun hikmeti nedir? Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem):
- El kılıcı bir kişiyi keser, dil kılıcı bin kişiyi keser. Bu müslüman olup bizim
lehimize şiir söylerse bin kişi bizden yana İslâmiyet için çalışmış olur. buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in müslüman olacak kâfir şairine
hırkasını serip oturtturmasının sebebi İslâmiyet din-i mubinin yükselmesi içindi. Şair
İslâmın lehine şiir söylerse bin kişi Islâmın lehinde propaganda yapmış oluyor. Kendisini
çoluk-çocuğunu övme değil, sırf Allahu Teâlâ'yı, din-i mubinin ilerlemesi için söyler.
O'nun sözü bin müslümanın sözüne bedeldir. O'nun söylemesine karışmamak lazım. Çünkü
dinimizde düşmanına cephede yalan söylemek caizdir. Bu da Allahu Teâlâ için, din ve
din-i mubini yükseltmek için ilaveli (abartarak) söyler, ölçü bu, bunun dışına çıkarsa
dünya, dünyalık ve Hakk'ın rızasından başka şeyleri şiirinin içine katarsa, o da yalan
olursa iyi değildir.
Bilâl Babam vaaz kasetinde:
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in kendisini öven altı tane şairi,
Hâdi’si vardı." buyuruyor.
Şair: Kendiliğinden şiir yazar, şiir söyler. Kalbine, diline o şiir deve tabanı gibi ka-
lıp kalıp gelir. Her söyleyeceğini şiirle söyleyebilir. Buna şair denir.
Hadi: Kendi şiir yazamaz, kendiliğinden söyleyemez. Sesi güzel, gazel çekmeye
elverişli olup, başkasının söylediği kasideyi, şiiri, kendisi nazım ile gazel çeker., kaide
ile söyler.
Kâfir şairleri, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i ve sözlerini yalanlamak
i ç i n ş i i r söyleyince; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), İslâm şairlerine:
- Ey şairler! Öyle görüyorum ki, Mekke müşriklerinin şairlerine
İ b l i s y a r d ı m e d i y o r . S i ze d e C eb r a i l (A l e yh i s s el âm ) y a rd ı m ed i y o r. E ğ e r
s i z e C eb ra i l (A l e yh i s s el âm ) y a rd ı m e t mese müşrik şairleri sizi çok çabuk yener,
453
buyurdu.
Mevlidi beğenmeyip, mevlidte okunanı yasaklamak isleyenler "Süleyman Çelebi'nin
şiiridir" diyorlar. Kur'ân, tekbir, tehlil, salâvat-ı şerife bunlar şiir değildir, mevlidte bunlar
okunur. "Kur'ân'da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in övülmesine şiirdir"
diyenler o zaman da kâfirlerdi. "Muhammed şiirle kendini övdürüyor" derlerdi. Ashâbda
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)"i, Allahu Teâla Kur'ân-ı Kerim'de övdüğü
için gittikleri yerlerde hem âyetlerle hem kasidelerle hem de şiirlerle meth-i senasını
yaparlardı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ashaba anlatmak için, Allahu

188
Teâlâ'nın kendini Kur'ân-ı Kerim'de övdüğünü uzunca tefsirle ashaba överdi.454 Kâfirler:
"Kur'ân-ı Kerim'de ayettir diye kendi kendini övüyor" derlerdi. Böyle olunca Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i övme hem Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)den hem de
Onun ashabından kalan sünnettir.”Mevlid şiirdir” sözü nereye dayanıyor, nerede kaldı?.
İşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i şairleri; onun dışında o şairlerin söyle
diğini nazm ile gazel söyleyen hâdîleri vardı. Onları beğenmemek küçük görmek Pey
gamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i beğenmemek, küçük görmektir.O'nun müsade ettiğini
men etmektir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mekke'yi harble alırken onyedi müş
rik şairin idamını istedi. Bunlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e karşı
harb etmek için kâfir kabilelerine gider:"Muhammed geldi evler yıkıldı, Muhammed geldi
canlar söküldü. Muhammed geldi hanelerimiz harab oldu. Evlat babaya, baba evlada
düşman oldu. Putlarımızın hepsini inkâr etti." diye şiir söyler, asker toplarlardı.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e karşı harb ettirirlerdi.
Müslüman olan bir şair "Bir çok zaman ümmet (ashâb) olarak kaldı, sonunda dinden
döndü, murtad oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e vahiy nasıl geliyorsa,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)' i n yanında kaldığı müddetçe hepsini
görmüştü, biliyordu. Sonradan nefsinin şeytanının havasına uydu. "Ben peygamberim."
dedi. Kendi şiirlerini vahiymiş gibi az horlayarak uyur gibi yaptı. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığına benzetti.
[Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e vahiy şöyle gelirdi: Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) vahyin ağırlığından gözlerini yumar, mübarek rengi sararır,
az horlardı. Sonunda gözünü açar vahyi söylerdi.455]
Yalancı peygamberde aynısını yapardı. Gözünü açar âyet diye şiiri söylerdi. Kısa
zamanda başına çok adam birikti. "Ben âhir zaman peygamberiyim" dedi. Millet kendine
ümmet olmaya başladı. Hatta o derece ileri gitti ki "Bunun şiiri Muhammed'in şiirini
geçti." dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bununla harb etmeyi düşündü.
Çok meşhur pehlivan olan, hem de o memleketleri iyi bilen Mukdad ibn-i Esved "Ashabı
boşa kırdırmayın ben fedai olarak giderim, onu öldürürüm. Ordusu dağılır. Ben ba-
şaramaz, şehid olursam o zaman harb edersiniz." dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) ; yalancı peygamberleri öldürtmek için Mukdad ibn-i Esved'i görevlendirdi.
Mukdad ibn-i Esved gece gidip, bekcileri öldürdü. Evin duvarına kement atıp içeri geçti
ve onu öldürdü. Ordusu dağıldı, Mukdad ibn-i Esved'de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in yanına sağ salim geri geldi.
Hz. Ali (kerremallâhu veche)'nin şu şiiri (kasidesi) çok meşhurdur:
"Yâ Rabbi! Hadîs-i Kudsinde:
"Ben bir kulumu seversem onun gören gözü ben olurum." buyurdun, senden o
gözü isterim.
Onun işiten kulağı ben olurum" buyurdun, bana o kulağı ver.
Yürüyen ayağı ben olurum "456 buyurdun, o ayakları senden istiyorum. Sen
Kur'ân'da
"İsteyin vereciğim." 457 buyuruyorsun. Ben de istiyorum ver."
Hayber günü yahudi reislerinden Merhab adlı yiğidin kardeşi harp meydanına
çıkıp, iki Müslüman'ı şehid etti. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'de onu öldürdü. Merhab
öfkeyle çıkıp:
- Bütün Hayber bilir ki, ben Merhab'ım. Keskin silahşor, tecrübeli muharibim."
deyip kendini medhetti. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'de:
- Ben ki, ismimi annem koymuştur arslan, zarar gelmez arslana kurbağa
vakvağından." 458 deyip bir vuruşta Merhab'ı öldürdü. Bu kabilden şiiri ve bazı kasideleri
vardır. Ashabın bir çoklarının kasideleri vardır. Müşrikler, Kurân-ı Kerim'e şiir diyorlardı
Halbuki Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ömründe hiç şiir söylemedi.459 ,
Kâfirler çok araştırdılar. Kur'ân'ın şiir olmadığı, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi

189
vesellem)'in şiir söylemediği kanaatine vardılar. İçinden de çıkamadılar, hayrete düştüler
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in şiir söylediğini iddia edenler kâfirlerdi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)in söylediğinin âyet ve hadîs olduğunu, şiir
olmadığını iddia eden ashâbdı. Onun için Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
Ömründe şiir söylemedi. Allahu Teâlâ'da söyletmedi. Herhangi yazılan bir kasideyi
söylemek, şiir söylemek değildir. Kendi besteleyip, yazıp söylemek şiir söyleme şairliktir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:"Bütün şairler yalancıdır." 460 hadîsine
karşı ben, Bilâl Babama;
- Hz. Ali (kerremallâhu veche) ve ashabın büyüklerinden bazıları; Yunus Emre vb. şiir
söylemişler. Bu hadîs-i şerife göre onlarda yalancı mı? dedim. Bilâl Babam buyurdu ki:
- Onlar manevi bir halle içinde yaşadığı yaşantıyı dile getiriyor. Kendisi aradan
çıkmış bir tek gördüğü, içinde bulunduğu hâli, yaşadığı manevi yaşantıyı kaside, ilahi,
münacaat vs. türünde hece ve beytle, vezinli ve kafiyeli şekilde söylüyor. [Buna edebi
yatımızda «Tasavvuf Edebiyatı» derler. Ancak aşk ve hâl ile söylenir.] Böyle bir hâlde
olmayanların; o hâlde olanların "Yandım, tutuştum, ciğerim kebap, gözümün yaşı sel oldu.
" demeleri gibi midir? buyurdu. Halbuki kendisinde o hallerin hiç birisi yok. Yine de hâl
olmadan söylüyor.
Hz. Ebû Bekir es-Sıddık (Radiyallâhu anhu)'nın zikrullah yapa yapa aşk ateşi ile
ciğeri yanıp ağzından pişmiş et kokusu geldi. O kokuyu alanlar Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu
ahnu)'e:
- Bu gün kebap mı yedin? Sokaktan geçerken burnumuza kebap kokusu geldi."
dediler. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) yanlarında tekrar zikrullah yaptı, ağzından
pişmiş kebap kokusu geldi. Onlar da inandı. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu): "Ciğerim
yandı, kebap oldu." derse doğrudur. Ama, bu hâl kendinde olmayan "Ciğerim yandı kebap
oldu" derse yalandır. Türkü söyleyen, besteleyen adamın gözündeki yaş ağlaya ağlaya bitip
kan gelmesine imkân var mı? Yine o bize kan ağlattı, onun elinden kan ağladık, gözlerim
kan çanağı gibi oldu.Türküde kaidesine getirip söylemeleri ayrıdır. Aşk ve hâl olmayanların hep
si yalandır.
Hiç mi gülmeyecek şu benim yüzüm,
Dilim de kurudu son bir çift sözüm;
Yaş bitti kan doldu her iki gözüm.
Hem yetim, hem garip, hem de öksüzüm.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashâb-ı Suffası İbrahim Ethem,
Yunus Emre, Ashâb-ı Kehf vb. ev, mal, mülk, çoluk-çocuk, ailesini terk ettiler. Bunlar:
"Ya Rabbi! Ben her şeyimden vazgeçtim. Bir tek seni istiyorum." derse ve kaside olarak
söylerse doğrudur. Bunlardan geçmeyen böyle söylerse yalandır.
Hadîs-i şerifte:
"Cehennemd e ağlar göz yaşı biter, gözlerinden kan geli r. " 4 6 1 bu yurulu yo r.
A ynı onun gibi olup bu dünyada çilede ağlaya ağlaya gözlerinde yaş bitip kan gelenler:
"Kan ağladım, gözümden kanlı yaş geldi." diye kaside söylerse doğrudur. Bu hâl kendinde
olmayan söylerse yalandır, içinde bulunduğu hâli söyleyen zâtlar şair değil, içinde
bulunduğu hâli söylüyor, doğrudurlar. Bunlar "Onlar söyledi bizde söyleyelim." diye söylü -
yorlar, yalandır.
Yalancı, Allahu Teâlâ'nın düşmanıdır. Evvelki saydığımız onun yalanı kinaye
anlamındadır, mahzuru yoktur. Çünkü onun öyle olmadığını herkes bilir, halka anlatmak
istiyor. Kendinde o hâl yok, cidden kendinde o hâl olmuş gibi inandırmaya çalışıyor.
Kasidenin içine Hakk'tan gayrisini katıyor, yalan söylüyor, Allahu Teâlâ'nın
düşmanıdır. Yarın mahşerde bir şairi Allahu Teâlâ'nın huzuruna getirirler. O
örnek olarak Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'yi söyler. Bu sefer Hz. Ali (Radiyallâhu

190
anhu)'yi huzura getirirler, Allahu Teâlâ sorar, o da:
- Ya Rabbi! Ben içinde bulunduğum hali söyledim." der, berat eder. İkinci
şaire Allahu Teâlâ:
- Niçin yalan söyledin? O içindeki hali söyledi." buyurur. Bu da:
- Yâ Rabbi! Senin rızanı, sevgini aşılayabilmek için kendi nefsime bir hisse
ayırmadım. Bir tek ben senin emirlerini övdüm. Allah'ım seni, Habib'ini, bu din-i
mubini övdüm. Arada bazı dilimden istemeyerek yaşamadığım şeyleri söylemişim
Neyleyim gayem seni ve senin gösterdiğin yolu övmekti. Kendi nefsime bir hisse
ayırmadım, yalan söylemedim. Niyetim doğru idi." der, ona da geç denilir. Daha
bir çok zorluklara, sorgulara rağmen o da kurtulur. Öbürü de içinde yaşamadığı
hem de Allahu Teâlâ'nın rızasını bırakıp başka rızalar için yalan söylediği için o
yakayı kurtaramaz, Allahu Teâlâ hepimizi esirgesin. (Amin).
Bilâl Babam bazı kasidelerin söylenmesini yasakladı. Bu kasideler çok iyiymiş
gibi milletin ağzında söyleniyor. Söyleyen iyi bir kaside söyledim, dinleyen de iyi
bir kaside dinledim zannediyor.

Semada sırrı tevhidi,. Derunundan bu gün Allah,


Duyan gelsin bu meydana. Diyen gelsin bu meydana.
Bilâl Babam buyurdu ki:
- Bizim meydanımıza herkes gelsin. Bu kasideyi yazan tevhidin sırrını
duyuyorsa; başkasını meclisine kabul etmiyorsa âyete, sünnete terstir. Zâten
tevhidin sırrını duyan milyonlarca insanda bir kişi olmaz. Duyanda kendini
kurtarmış olur. Onlar başkasını ikaz edip, ayıktırıp, kurtarması lazım.

Cümlenin mabudu birdir, Bu ne hikmet bu ne sırdır,


Niçin bazısı kâfirdir; Bilen gelsin bu meydana.
Bu sırrı hikmeti bilmeyen gelmesin derse, bilmeyene haklı, doğru sözü kim
anlatacak? Bu sözlerde terstir.

Rıza muştaki Pîrandır, Cihan envar ile doldu,


Esiri gavsu Geylandır, Gönül maksudunu buldu.
Delilim sırrı Kur'ân'dır, Bugün Şeyhim imam oldu,
Diyen gelsin bu meydana. Uyan gelsin bu meydana.

Bu sözler yanlıştır, terstir, iyi değildir.


Annem Fatma cennette meleklerle kara bağlar,
Babam Ali emir yoktur içi sızlar;
Kimin oğlu torunuyum bunu sizler bilirsiniz, ,
Karışmayın bana yahu torunu Mustafa'yım ben,
Rasûl-ü insi cinnin nuri ayni pür sefayım ben.
Bu kaside de İmam Hüseyin (Radiyallâhu anhu) (Haşa sümme haşa) çok
korkak bir adam imiş gibi gösterilip, Yezid'e "Bana karışmayın" diye yalvarıyor.
Halbuki İmam Hüseyin (Radiyallâhu anhu) Yezid'e biat etse hiç birşey yoktu.
- Ben bu kâfire, zalime biat edersem, Allahu Teâlâ'nın yanında mes'ul
olurum, ölürüm de yine biat etmem" dedi. Kahramanca, erkekçe, şanla, şerefle
harbetti. Yezid'e ömründe bir sefer olsun yalvarmadı. Cenk meydanında Muharrem’
191
in onuncu Aşure günü Allahu Teâlâ için, din için harbetti. Şehidlere serdar oldu.
Yezid'e biat etmediği için İmam Hüseyin (Radiyallâhu anhu)'le iftihar etmemiz la-
zım, İmam Hüseyin (Radiyallâhu anhu)'i övüp, Yezid'i karalayan kaside olursa iyi.
Bilâl Babam şu kasideyi söylerdi:
Geldi Aşure, Muharrem aşıka eyler sala, Çıktı bir mel'un o Şah'ın sine-i uryanına
Kim olur bu dem Hüseyin çün figane mübtelâ, Çaldı bıçak o Şah'ın gerdanına,
Kalbi uşşaka Hüseyin'in nuru vermişken cila, Bir ateş ruzi saçıldı Kerbelâ meydanına
Bir bölük gümrah elinde kaldı Şah-ı Kerbelâ, Bir bölük gümrah elinde kaldı Şah-ı
Serveri cümle şehidan kıldı ol Şah-ı ulâ. Kerbelâ
Serveri cümle şehidan kıldı ol Şah-ı ulâ

Bilâl Babam vefatından sonra bir kardeşimiz, Bilâl Babamın üzerine kaside
söylüyor söylüyor sonunda:
- Gidiyorsun sultanım göremem gayri" diyor. Ben dedim ki:
- Niye göremezsin? Rüyada mı, huzurda mı, cennet-i A'lâ'da mı? Biz, hem
rüyada, hem huzurda, hem mahşerde, hem de cennet-i A'lâ'da göremiyecek miyiz?
dedim, öyleyse
- Gidiyorsun Sultanım her an görürüm" diye yazayım, dedi. Ben dedim ki:
- Bu seferde yalan söylemiş olursun. Her an görülmez.
- Nasıl yazayım?" diye sordu.
- Ben şöyle yaz dedim:
Gidiyorsun Sultanım yanımızdasın Görüşmemiz senden ahirette olur,
Gidiyorsun Sultanım canımızdasın Görüşmemiz senden cennetle olur.
Gidiyorsun Sultanım gönlümüzdesin Gidiyorsun Sultanım yine görürüm

RESİM
"Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) resim çektirmedi, niçin Bilâl Baba
resim çektiriyor?" diyenlere.
Şimdi olsa Peygamberimiz (Sallallâhu alyehi vesellem) resim çektirirdi. Peygam-
berimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında fotoğraf makinası, kağıt yoktu. Bütün
resimler kabartmalı, oymalı olup put şeklinde idi. (Öyle resimler ve biblo olan evler de
namaz kılınmaz.) Elini fotoğrafın üzerine sürdüğünde ağzı burnu eline değmemeli.
Her ceviz ağacı ömründe bir saat resim çeker. O çektiği anda resmini çekecek
kimse veya manzara yoksa boş olup, poz yanmış gibi olur. Bunu Allahu Teâlâ kendi kudret
eliyle ceviz ağacına çektiriyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ilk resmini çekenin Cebrail (Aleyhis
selâm) olduğunu hadîs-i şerifinde açıklamıştır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
Mi'rac'a çıktığında Cebrail (Aleyhis selâm)'ın Peygamberlerin resimlerini gösterdiği ve
"Yâ Ebû Bekir! Yanımda sen de vardın." buyurmuştur.(Altı Parmak Kitab'ında ge -
niş izah edilmiştir) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kâfir krallarını islâma davet
için elçiler gönderdi. Gönderdiği elçi ile mektup sayısı yetmiş küsurdur. Bir kaç tanesini de
Çin'e gönderdi.Geri döndüklerinde yaşadıkları olayı Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem)'e şöyle anlattılar:
Çin padişahı, bizi yanına alarak bir saraya girdi. İç içe kilitli odaların demir kapıları
nı açtı. En son odada büyük bir sandık vardı. İç içe bir çok sandık ve en son sandıktan

192
resimler çıkarttı. Resimler canlı gibiydi. Her çıkarttığı resimde:
- Bu resmi tanıyor musunuz?" dedi.
- Biz tanımıyoruz dedik. En son bir resim çıkartı. Biz üzerine kapanıp ağladık.
- Yâ Rasûlullah! O senin resmindi. Sen o resimde canlı imişsin gibi duruyordun;
Padişaha:
- Bu bizim Peygamberimizdir." deyince padişah muslüman oldu. 462
- Ya Râsûlullah! Bu altı ulu'l-azim Peygamberlerin resmi bunlarda ne geziyor?" diye
sordular. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi 4vesellem):
Ad em (Al eyh i s s el âm ) çok a ğl ad ı. 6 3 En son d ua sı k abu l o lun ca , Allahu
T eâl â, Cebrai l (Al eyh i s s el âm)' i kendisine teselli için gönderdi. İlki "Sen (Adem
( Aleyhis selâm) ve senin neslinden büyük (ulu'1-azim) Peygamberler gelecek." dedi ve
bu altı resmi Adem (Aleyhis-selâm)'e hediye etti. Onlarda torundan toruna en son bu
padişaha kadar geldi."464 buyurdu.
Kur'ân-ı Kerim'de; tabud'un hakkında âyet ve bir çok maceraları var.465 O tabudun
içinde Kudret Helvası. Sultan Süleyman (Aleyhis selâm)'ın mührü, Musa (Aleyhis selâm)'ın
Asası ve bu altı ulu'1-azim Peyberlerin resmi vardır. Bu tabutu hangi kral götürdü ise
gittiği yerde çok büyük hastalıklar oldu. Tabutu bir öküz arabasına koyup, şehirden dışarı
sürdüler. Cebrail (Aleyhis selâm), öküzleri araba ile beraber İsa (Aleyhis selâm)'ya getirdi. O
resimler evlattan evlada birçok eller değiştirerek bu padişaha kadar geldi. O tabutta ki
diğer emanetler saklıdır. Ahir zamanda Mehdi o tabutu çıkaracak. 466 O resimler şimdi
İtalya'da patrikhanededir.Adem(Aleyhis selâm), Nuh (Aleyhis selâm), İbrahim (Aleyhis selâm),
Musa (Aleyhis selâm), İsa (Aleyhis selâm) ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
resimleridir. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz., Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in şekli
(eşgali, şemaili)ni söylüyordu, içlerinden bir âlim:
- Ben kitapta okudum, senin dediğin gibi değil" deyince, Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.:
- İsterseniz ilk Adem'den son Adem'e kadar hepsinin fotoğraflarını size çizer gös-
teririm, buyurdu. Bu Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.'nin çizmesi, göstermesi değildir. Adem
(Aleyhis selâm)'in duası kabul olunca Allahu Teâlâ hediye olarak altı ulu'1-azim pey-
gamberlerin fotoğraflarını Cebrail (Aleyhis selâm) ile gönderdi. Seyyid-i Ahmed Rufai
Hz.'de Cebrail (Aleyhis selâm)'in vasıtasıyla, O'nun yapması ile yaparım demek istiyor.
Hz. Meryem'e cennetten devamlı yemek geliyordu. O Peygamber değil, ben-i İsrail
Peygamberlerinden birinin Evliyası, Seyyid-i Ahmed Rufai Hz. de Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vcsellem)'in ümmetinin Evliyası. O'nda Öyle olurda, böylesi bir hâl Seyyid-i Ahmed
Rufai Hz.de niçin olmasın? İsterse o resim Cebrail (Aleyhisselâm) vasıtasıyla gelmez mi?
(Kütüb-i Sitte, Cild 1, s.78)
"Hz. Aişe (Radi yallâhu anha) bu yurdu ki:
"Ben on vasıfla üstün kılındım.
Cebrail suretimi (resmimi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e getirdi (ve
"Bununla evleneceksin" dedi).
Peyg a mb eri mi z (S al l al l âh u al e yh i v es el l em ) b a k i re o l a ra k s a d ece b en i ml e
ev l en d i .
An n es i v e b a bası da muhaci r olan zev cesi (ail esi, hanımı ) sadece b eni m.
Allah, beni m su çsu zluğu m üzer i n e s e m a d a n â y e t i n d i r d i .
R a s û l u l l a h ( S a l l a l l â h u a l e yh i v e s e l l e m ) b e n i m l e b e r a b e r i k e n v a h y e
ma zh a r o l u rd u .
Pey g a mb eri mi z (S a l l al l âh u al e yh i v es e l l em ) v e b en a yn ı k a bd a n g u s l e-
d e rd i k .
B en o n u n ö n ü n d e u z a n mı ş y a ta rk e n n a ma z k ı l a rd ı , (h as t al ı ğı n d a b en
t ed a v i et t i m ).
B en i m g ö ğ s ü me d a y a l ı o l a ra k , b en im o d a md a v e b en i m g ece md e s o n

193
n ef es i n i v erd i , b enim odamda defnedildi."
Cebrail (Aleyhis selâm), Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemizin resmini (suretini)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e getirdi ve "Bununla evleneceksin" dedi. Bu
fotoğrafın caiz olduğuna en açık delildir. Cebrail (Aleyhis selâm) fotoğrafçı ve Allahu Teâlâ
kendi emriyle yaptırıyor.
Hatta senin sevabını, günahını yazan melekler yaptığın günahın ve sevabın hepsinin
fotoğrafını, filmini çekiyor. Hem de elin, ayağın ve bütün azaların lisana gelip ben bunu
yaptım diye suçunu itiraf ediyorlar. Fotoğrafın, filmin ve elektonik cihazın daha çok geliş-
mişi insandadır. Sofuluk yapıp "fotoğraf caiz değil, bizim dinimizde böyle birşey yok" di
yorsun. Aslında fen, bizim dinimizin büyüklüğünü meydana koyuyor. Sen onu saklayıp, ak
sini iddia ediyorsun. Allahu Teâlâ ayıktırsın, (Amin).
Bu şekilde olan fotoğraflar Rahmani'sidir. Günümüzde olan müstehcen (açık, edepsizce
olan) gereksiz resimler, fotoğraflar ise şeytanidir.
Çarşıdan aldığın herhangi bir eşyanın üzerinde, paranın tümünde, her çeşidinde
fotoğraf var. Hatta mark, dolar ve benzeri paraların üzerlerinde de kâfir papazlarının ve
krallarının fotoğrafı var. Paranın üzerinde resim var diye yere atar mısın? Atmaz; hem de
çok sıkı sahip olursun. Peygamberimiz (Sallallâh u a l e yh i v e s e l l e m ) :
467
" D ü n y a d a n , d ü n y a l ı k t a n , d ü n y a ma l ı n ı n s i z i a l d a t ma s ı n d a n k o rk a r ı m. "
buyuruyor. Allahu Teâlâ'nın sevdiklerini Allahu Teâlâ için sevin. 468 Sen, Allahu
Teâlâ'nın sevdiklerini sevme, dünya ve dünyalıktan sakınma aksini yap. Bir âlimin ilminin
hatırı için fotoğrafını evinde bulunduranlara, taşıyanlara mani ol. Sizce resim parada olursa
caizde, parada olmazsa caiz değil mi? Bizce en mühim Allahu Teâlâ için, âhiret için
olandır. Paranın üstündeki de ikinci sıraya gelir. Zaruret olduğundan caizdir. Bazılarının
kalbine Allahu Teâlâ'nın sevgisinden başka birşey girmez. Sen bundan ne anlıyorsun?
Kendini ona benzetmek, ona bakıp sünnet-i Rasûlullah'ı uygulayabilmek için, rüyada,
huzurda görürse, o olduğuna kalbinin tam kanaat getirebilmesi için, evinde fotoğrafı hatıra
olarak bulundurur, üzerinde taşır. Ondaki maneviyat, manevi kazançtır. İtiraz edene göre
de; çok adi sayılan dünya malı ve parası daha önemlidir. Paranın üzerinde fotoğraf
olduğunu bile bile en itinalı bir şekilde onu saklar. İşte paraya önem verdiği kadar
maneviyata, manevi âlimlere önem vermiyor. Eğer mahzurlu ise para üzerindeki resim
mahzurludur. Sünneti tam uygulayan bir âlimin fotoğrafına bakıp, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetini uygulamak saç-sakal-bıyığını, giyimini ona
benzetmek için çektirilen, taşınan fotoğrafın ne mahzuru olabilir? Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in fotoğrafı şimdi olsa, ona bakıp sünnet-i Rasûlullah'ı,
görerek onu tam uygulayabilmek için ve hatıra olarak taşır mısınız, yırtar yakar mısınız?
Ben de o resim olsa, ömür boyu taşır, hem kendimi hem de bütün İslâmı O'na benzetmeye
çalışırım. Şimdi hiç bir müslüman tapmak için O'nun resmini taşımaz. Mahzurlu yönüde
tapmak için taşımaktır.
EVLİYA
Mum ışığı dibine ışık vermez, derler. Bir yerde bir büyük zat yetişir.
1-) Ev ailesi onun kıymetini bilemez.
2-) Çocukları da tam onun kıymetini bilemez.
3-) Yakın akrabaları ve komşuları çocukluk arkadaşları da onun kıymetini bilemez. Bu
üçü O'nun maneviyatından haberi olmaz. Beşeriyet hali kendilerinin önüne engel olur.
Ayrıca her Peygamberi, her Evliyayı yaşadığı zamanda kendini tam bilen olmamıştır. Hz.
Ömer (Radiyallâhu anhu), Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i çok iyi biliyorum
çok iyi seviyorum, zannediyordu. Veysel Karanı Hz. ile konuşunca tam bilemediğini,
yanıldığını ve tam sevemediğini anladı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mek
ke'de doğdu. Medine'de ömrünün sonunu yaşadı, vefat etti. Suudi Arabistan'ın petrolleri ve
Arabistan'ın yeraltı zenginliği, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabının

194
yüzü gözü hürmetinedir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yüzbin mucizesi
Kur'ân-ı Kerim ve ashabın sözleri ile sabittir. Bütün dünyanın her yerinden müslümanlar
canını atıp Mekke'ye Kabe'ye geliyorlar. Zamanında Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in sözlerini yalanlamaya çalışan, onu küçük düşürmek isteyen münafıklar çoktu.
Yine mum ışığı dibine vurmuyor. Onlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel-
lem)'den mahrum kalıyorlar. Uzakları ışıtıyor, dibi karanlık kalıyor. Ayetle hadîsle sabit
olduğu halde, mucizat-ı Enbiyayı, keramet-i Evliyayı, vehhabiler inkar ederler.
Arabistan'ın yeraltı zenginlikleri, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in. yüzü-
gözü hürmetine diye yazdık. Peygamberimiz, (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında harb
eder, zaferler kazanılır, Müslümanlar arasında elde edilen ganimetler bölüştürülürdü.
Münafıklarda o ganimetlerden hem hisse alır, hem de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in. aleyhinde atarlardı. Şimdi de dünyanın en zengin petrolleri ve en zengin
madenleri Suudi Arabistan'dadır. Kendileri vehhabi mezhebine mensupturlar. Kur'ân
okursan onu Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Allâhu Teâlâ'dan bize getirdi.
Namaz kılarsan o namazı Cebrail (Aleyhisselâm) vasıtası ile Allahu Teâlâ'dan öğrendi,
Cebrail (aleyhisselâm). kendisine imam oldu, kendisine namaz kıldı, bize de öğretti. Oruç,
hacc, zekat vs. Allahu Teâlâ'ya sevilecek her şeyi o öğretti. Üstelik "Allah'a ve Rasûlüne
tâbi olun" âyeti bunların hepsi olduğu halde Suudi Arabistan'ı vehhabi (fırka-i dâlle)
eden Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den soğutan nedir? Soğuyan, ayrılan,
münafık oldu. Onu hakkı ile sevenler mü'min oldu. .
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin askerinin bir bölümü Basra'lı ve Küfe'li idi. Hz. Ali
(Radiyallâhu anhü)' nin mum ışığıda onlara vurmadı. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'ye karşı
geldiler. Onlara bir şey anlatabilmek için çok çalıştı. Dinden çıktılar, kendileri ile
Nehrevan Cengini yaptı. Kendi askeri ile harb etmek zorunda kaldı. Aralarından fedai
seçip Hz. Ali'yi öldürdüler. Sonra da aynı topluluk Hz. Hasan'ın başına toplandılar. Hz.
Hasan, Hz. Muaviye. (Radiyallâhu anhu) ile harb edeceği zaman Hz. Hasan'a;
- Sen, Ebû Bekir, Ömer, Osman hakkında ne dersin? dediler. Hz. Hasan: "Allah'ın
rahmetinde bilirim" buyurdu. Altındaki seccadeyi çekip kendini oturduğu tahttan
düşürdüler. Mübarek başı yarıldı. "O senin sevdiğin Ebû Bekir, Ömer, Osman, sana asker
olsun" dediler. Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu) bir köprü başında Hz. Muaviye (Radiyallâhu
anhu)'ye biat etti. Hz. Muaviye (Radiyallâhu anhu) vefat etmiş, oğlu Yezid kendisine biat
etmesi için Hz. Hüseyin (Radiyallâhu anhu)'i sıkıştırıyordu. Hz. İmam Hüseyin
(Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in uğruna canlarını veren
Mekke ve Medine'lilerden yardım istedi. "Beraber olalım Yezid'le harb edelim" dedi.
Mekke ve Medineli'ler: "Mallarımız ayak altında kalır rahatımız bozulur" dediler ve harb
etmediler. Kufe'liler, Hz. İmam Hüseyin'e yetmişbin imzalı mektup yazdılar. "Hanedanının
uğruna canımız fedadır. Biz senin askeriniz üçyüz bin kişi emrinde hazırız." dediler. Hz.
İmam Hüseyin Kufe'ye baş pehlivanı Müslim’i gönderdi. Müslim'e sahip çıkmadılar. Müs-
lim'i şehid edip, iki küçük çocuğunuda öldürdüler.. Tekrar Hz. İmam Hüseyin'e çok elçiler,
mektuplar gönderdiler. Yezid'in askeri, Hz. İmam Hüseyin'in Kufe'nin hemen yanında ki
Kerbelâ mevkiinde önünü çevirdi. On gün muhasarada kaldı. Çok çetin harb ettiler. Sonunda
Hz. İmam Hüseyin'i şehid ettiler. Kufe'lilerden bir kişi dahi yardımına gelmedi. Bu seferde
Yezid'in başına toplandılar. Daha sonra Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin evlatlarından kaç
tanesinin başına zaman zaman toplandılar. Yine de ayni kalleşliği yaptılar.. Asker oldular.
Kendi isteklerini kabul ettiremeyince başından dağıldılar ve onları, da şehid ettiler. Yine
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin torunlarından birinin başına . toplandılar, Ona'da "Ebû
Bekir, Ömer, Osman hakkında ne dersin dediler?" O da: "Allah'ın rahmetinde bilirim" dedi.
Onun'da başından dağıldılar. Bir arkadaşı kendisine "senin askerin ne oldu dedi." O da
zamanın lisanınca "rafuzûni" beni terkettiler dedi. Irak. Kerbelâ, Necef, Küfe, bizim
komşumuz. Cehd eden (azimli olan) bir kimse oraya rahatlıkla yayada gidebilir. Yüz
milyonluk, milyarlık kimseler var. "Ben Ali'yi canımdan ileri seviyorum" diyor.
İçlerinden birisi olsun Küfe, Basra, Necef, ve Kerbelâ'ya ömründe bir sefer gitmiyor. Sözde
"can feda" derler. Şimdi Hz.. Ali (Radiyallâhu anhu), Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin

195
(Radiyallâhu anhu) sağ olsa yine canımız feda diye başına toplanırlar. Onlar yine Hz. Ebû
Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'ı
övünce başından dağılıp düşman olacaklar ve kendini öldürmek için suikastler
hazırlayacaklar. Kısaca anlatmaya çalıştığımız bu harbleri Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) Hz.
Hasan (Radiyallâhu anhu), Hz. Hüseyin (Radiyallâhu anhu) Ve onların torunları ile
asırlarca harb yapıp suikast hazırlayan Fransız ve Rus kâfiri değildir. En fazla Hz. Ali'yi.
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (Radiyallâhu anhu)'i seviyoruz, canımız feda diyenler yaptı.
Şimdide onlar sağ olsalar "ilk defa senin yoluna canımız feda diyecekler." Sonunda yine
yapacakları malumdur. Madem ki bu kadar seviyorsunuz gelin, Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)
ne yapıyorsa onu beraber yapalım dersen, söyleyecekleri; namazı bağışlattı, oruç tutulmaz,
hacca gidilmez diyecekler. Peki sen nasıl onu seviyorsun, onu sevdiğinin alâmeti nedir?
İşte kuru kuru laftan başka bir şey yok. Anlaşılıyor ki; yine mum ışığı dibine vurmuyor.

Gereksiz Soru Sorulmaması:


"Adem (Aleyhis selâm)'ın göbeğine, şeytan tükürdü. Cebrail (Aleyhis selâm) o tükrüğü
kopardı, attı. Ondan köpek yaratıldı." Bu yazımıza itiraz edenlere:
Allahu Tellâ'nın varlığına, birliğine delil göstermek, inanan müslumanlara karşıdır.
Her şeye delil gösterilmez. Kur'ân-ı Kerim'de muhkem, müteşabih âyetler vardır, İddia edip
soru soranlara cevap vereceğim, diye cevap vermeye kalkışanlar kâfir olur.
"Siz Beni İsrail evliyaları gibi sora sora kâfir olmayın"469 Allahu Teâlâ'nın ilmi
ezeliyesindcn cennet ehlinin nefesinin sayısını Allahu Teâlâ bilir mi? diye sormak insanı
küfre götürür. Allahu Teâlâ'nın varlığına, birliğine delil inananlara, Müslümanlara karşıdır.
Ayet, hadîs deliller yine inananlara Müslümanlara karşıdır. Kâfire karşı Allahu Teâlâ'nın
varlığına birliğine delil yoktur. Çünkü inanmaz. Bizim Türkiye'mizde yanıma gelen bazı
alimler. Allahu Teâlâ'nın varlığına birliğine delil göstermeye kalkışıyor. Bu delil inanan
müslümanın imanını takviye etmeye yarar. Kâfire karşı bu delilleri söylerse
"inanmıyorum", der çıkar. Kâfire karşı bir tek Allahu Teâlâ vardır, birdir. O, öyle ise delil
göster, der. Sen keramet olarak ne yapabiliyorsan onları yaparsın. En aşağısı ateş tutmak,
şiş vurmak ağza ateş almak, kalbinden geçeni bilmek. Bundan üstünü tıbben imkansızdır.
Bir hastayı Kur'ân-ı Kerim'in şifası ile okuyup iyi etmek 470 Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in okuyup iyi ettiği hastalara ait pek çok hadîsi, şerifler vardır. Bundan
daha yükseği kendinde olan bir manevi halin ona yansımasıdır. Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu), Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in halinin kendine yansıması ile
Müslüman olması ve aklen imkansız olan şeylerin kendinde zuhur etmesidir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mucizeleri çoktur. Her mucize ile bir çok
kâfirin müslüman olmasına sebep olmuştur. Allahu Teâlâ'nın varlığına birliğine delil
güneştir diye misal gösteriyorlar. Bu müslümana, inananlara karşı verilen misallerdir.
İnanmayanı ihzarlı (huzura getirme) olarak ellerine kelepçe, ayağına bukai vurmuş ve
zincirle bağlamış gibi nutkunu kurutur. İtirazlarını çürütür, İmkansız şeyleri yapar,
gösterir ve kendisi Allahu Teâlâ'yı bilir. Cahil olarak yanına gelen "kâfirlere, Allahu
Teâlâ'yı gösterdiğiniz delillerle ikna edemez misiniz? Onlara göre delil yoktur. O delil
olsa zaten müslüman olur." sözümüze karşılık nasıl delil yokmuş derler. "Biz onlara
güneşi delil göstereceğiz" diyorlar. Bu çok yanlıştır, Allahu Teâlâ cümlemizi ayıktırsın.
(Amin)
Bize; "Şu şu şu gibi mevzuları yazma, milletin zihnini karıştırıyor." diyorlar.
"Ümmetim arasında çıkacak ihtilaf (görüş ayrılıkları, tartışma) rahmettir."471
K i m s e n i n bilmediği mevzuların izahını sen yazma, ben yazmayayım. Onun hatırı veya
benim hatırım kırılacak diye o yazmasın. İşin hakikati nasıl meydana çıkacak? Dîn-i
Mubin bir taksiye benzer. En hassas, en kıymetli yeri arıza veren yeridir. En iyi usta o
arızayı bulup, yapıp çalıştırarak yola devam ettirendir. Ben, dîn-i mubinin arızası nerede

196
ise onu bulup anlatmaya, yapmaya ve o arızayı gidermeye çalışıyorum. Orası zaten arızalı
orayı sökme, sağlam yerini sök diyorlar. Asıl ben unutulmuş ve kimsenin söylemediği,
herkesin bilmediği mevzuları bulup, yazıp, taksinin arızasını gidermeye, tamir etmeye
çalışıyorum. Şimdiye kadar hiç kimsenin temas etmediği dini konuları izah edeyim ki,
arıza, giderilsin. O arıza yapılırsa mükafatını Allahu Teâlâ verir, isterse herkes kötü görsün!
***
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Sünnetlerinin ihmali:
Günümüzde hem çok sofuluk yapıp, hem de Allahu Teâlâ'nın emirlerini
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve sellem)'in sünnet ve geleneklerini ihmal ediyorlar.
Bir çok örf ve adetlerini benliklerini unutarak, batılılaşmaya çalışıyorlar. Böylece yurdu -
muza Avrupa'nın örf, adeti ve geleneklerini beraberinde de sorunları, ile hastalıkları
giriyor. Avrupa'da intihar olayları gayet çoktur. Eroin, esrar, uyuşturucu içki (şarap,
viski, konyak) sigara gibi kötü alışkanlıklar pek yaygındır. Bunların her birinin insan
sağlığına büyük zararı vardır. Oysa islam dininde bütün bunlar yasaktır, haramdır! Bunları
yalnız islamiyet önler.
İslam dininde intihar eden, imansız ölür. Ebedi cehennemliktir. 472 sinir ve can
sıkıntısını şeytan verir, intihar ettirir. Fen bu kadar ilerledi. Her çeşit doktor, ilaç var.
Haydi intihar etmeyi önlesinler. Bunu ancak ve ancak islâmiyet önler. Müslüman olan
kişi büyük günah olduğunu bilir. Böylece intihar etmez.
Yine Avrupa'da kötü alışkanlıklar yüzünden milyonlarca insanlar ölmektedirler. Batının
(Avrupa'nın) profesörleri, doktorları, bilginleri (uzmanları) kütü alışkanlıklardan ölenleri hay
di önlesinler! Ve yahut en aza (asgariye) indirsinler. Niçin önleyemiyorlar? Müslü
manlıkta Allahu Teâlâ bunları yapmamayı emretmiştir, İşte Müslümanlık insanı
kötü alışkanlıklardan önlüyor. Gayri müslümanların plajlarında kum sineği
(Avrupa plajlarında bir sinek var. Isırınca insanlar hasta oluyor. Önlemesi de
imkansız) Aids (en ufak şeylerle bulaşan çocuk, genç ani ve toplu ölümlere yol
açan Allah'ın cezası bir hastalık) Cüzzam gibi kötü hastalıklar alabildiğine hızla
ilerliyor, son buluşlara göre yine önleyemiyorlar. Bütün bunları islâm dini önler.
İslâmiyette erkek çocuklar sünnet yapılır. Bu da sağlığa çok faydalıdır.
Gayri müslimlerde bu yoktur. Bu nedenle sünnetsiz erkeklerle evlenen kadınlar
da "rahim kanseri" çok daha fazladır.
Beş vakit farz ve nafile namazları kılmak Allahu Teâlâ'nın emri olup
islâmiyet'te ibadettir. Ahirette sevabı hariç, zahirde ise insan vücuduna yararlı en
büyük bir spordur.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Eğer insana nefsi galip olursa karnının üçte b i r i n i yi ye c e ğe ü ç te
b i r i n i 473
i ç e c e ğe ve ü ç te b i r i n i d e n e fe s al m ay a ay ı r s ı n " di ye b uy ur -
muştur.
H a dîs -i ş e rî f:
" Mü 'm in b i r b ağı r s ağı d ol un c aya k ad ar ye r k âfi r i se yed i,
b ağı rs ağı d oluncaya kadar yer."474
Hadîs-i şerîf:
"Mü'minin artığı mü'mine şifadır."475
Hadîs-i şerîf:
" A ş u r e g ü n ü g u s ü l e d e n g e l e c e k s e n e o g ü n e k a d a r ö l ü m h as t a l ı
ğ ı n d a n başka hastalık görmez."476
H a dîs -i ş e rî f:
" A rı nı n b al ı ve s ir k e h e r b ir i yetm iş ik i tü r lü der d e de vadı r. "
Ze yt i n ha kkında da Kur'ân-ı Kerim'de «Tin sûresi» vardır.
Zeytin ve zeytin yağının kanser hastalığını önlediğini gazetelerde okudum.
Böbrekteki taşı hem düşürüyor, hem de böbrekte taş, kum yapılmasını önlüyor. Bu
dediklerimizin çoğu, ilim adamlarının tasdik ettikleridir.
197
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hadîs-i şerîfinde:
"Şu hastalığa şu şifadır. Şunu yapmak, şu hastalığı önler." buyuruyor.

(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3318)


"... Ümmü Sa'd (Radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
Bir kere ben Ayşe (Radiyallâhu anha)'nin yanında iken Rasûlullah
(Sallallâhu aleyhi vesellem) onun yanına girdi ve:
- Öğle yemeği olarak bir şey var mı? diye sordu. Ayşe:
- Yanımızda ekmek kuru hurma ve sirke var, dedi. Bunun üzerine Rasû-
lullah (S a l l a l l â hu aleyhi vesellem):
- Sirke ne güzel katıktır.477 Allah'ım sirkeyi bereketlendir. Çünkü sirke
benden önceki peygamberlerin katığı idi. İçinde sirke bulunan bir ev fa
kirleşmez" buyurdu.

(Sünen-i İbni Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3320)


"...Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edildiğine göre Rasû-
lullah ( S a l l a l l â h u aleyhi vesellem) şöyle buyurdu, demiştir;
- Zeytin yağını (ekmekle) yiyiniz ve kullanınız. Çünkü bu yağ müba -
rektir."478
Bu hadîs-i şerifleri yap,yerine getir.Ohastalık kendiliğinden kalkar mı,
kalkmaz mı? görürsün. Avrupa'nın adetleri hastalıklarla beraber gelir. Peygambe
rimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünneti gelince bu hastalıklar ortalıktan
kalkar.
* **
Çocuklarımızı Nerede Okutalım?
Bize; "Çocuğumuzu okutmak için hangi dini kuruluşa, nereye verelim?" diye
soruyorlar. Zamanımızda okuyanların her birisi bir bâtıl görüşlü mezheblere
saplanıyor. Hepsi de en okumuş âlim adamlar. Vehhâbî, Kaderiyeci vb. bâtıl (yan
lış) görüşlü oluyor ve şunları inkar ediyorlar:
"Kur'ân-ı Kerim 20. asra göre tefsir olmalı";
"Dar'ül-harbtir cuma namazı kılınmaz";
"İbadet devri geçti, iman kurtarma devri başladı" diyor ve daha birçok şeyleri inkar
ediyorlar. Kendisi âlim, olduğu halde mevlidi, musafahayı, salâvat-ı şerîfeyi de inkar
ediyorlar. Bu nedenle "şu dini kuruluşa verin" desem Allahu Teâlâ yanında mes'ul olurum.
Bilâl Babamın yazdığı Zuhuratiye-i Geylaniye, Cevâhir'ül İslam vb; benim yazdığım
Zuhurat-ı Bilâli Nadir; Eşref oğlu Rumi Hz.'nin yazdığı Müzekki-n-Nüfus kitaplarını
okusunlar. Bizim yazdıklarımız ehl-i sünnet itikadı ve görüşleridir. Ehl-i sünnet itikadı ve
görüşlerini okusun, öğrensin. Ehl-i sünnet imiş gibi birçok kuruluşlar kendi bâtıl
fikirlerini çocuğun boş zihnine sokuyorlar. Sonunda onu çıkartmak zor oluyor. Bunun
dışındaki birçok kitapların hepsi âyete, hadîse ters, yönleri var. Hepsi de yanlıştır. Çocu-.
ğun boş zihninin içine bizim yazdığımız ehl-i sünnet itikad ve görüşleri yerleşsin.
Çocuklar bu görüşte olsun. Ehl-i sünnetten milim ayrılmayan kitapları, görüşleri iyice
öğrendikten sonra nereye gönderirseniz gönderin. O görüş sonradan kendi kendisini
düzeltmesine sebep olur. Öyle olmazsa çocuğu besle, büyüt, yetiştir; Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:
"Bid'at ehlinden yırtıcı canavardan kaçar gibi kaçın" buyurduğu bir bid'at
ehline âlimdir diye çocuğu teslim et. Orada çocuğun zihnine bâtıl görüş, bâtıl mezheb
aşısı aşılansın. O çocuktan ne hayır göreceksin? Bid'at ehli dediğimiz:
Yaşantı, şekil, söylediği söz sünneti Rasûlullah'tan uzaktır. Bundan da daha mühimi
yaşantı, şekil, görüş ehl-i sünnete uygun, kılı kırk yaracak kadar sofu görünüyorlar.. Ama
itikadı bu yazdıklarımıza, ehl-i sünnet itikadına, görüşüne terstir, yanlıştır.

198
ŞUM TUTMA
Zamanımızda "Şu hadîs mevzudur, doğru değildir."deyip, âyetsiz ve hadîssiz itiraz
ediyorlar. Ayetin, hadîsin yanlış ve yok olduğuna itiraz da yine âyetle ve hadîsle olur.
Ayetler kendi kendini koruyandır. Hadîs-i şeriflerde aynıdır. Bir mevzu hadîsin yanlış,
ters olduğunu diğer âyetler ve hadîs-i şerîfler gösterir. Bir âyetin manasının yanlış, ters
verildiğini diğer âyetler ve hadîsler onun ters olduğunu derhal gösterir. Kur'ân-ı Kerim
bir bütündür, özettir. Her şeyin hakkında âyet ve hadîs gösterilemez.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hem "şum tutmayın", hem de "bazı şeylerde,
şum tutulacağına dair hadîs-i şerifleri var:
"Üç salı tıraş olanın başına ufaktan, büyükten bir kaza gelir." ;
"Üç şeyde şum tutun (edin): At, aldığın aile, oturduğun yurt." gibi. Bunlar hadîsle sa-
bittir. Diğerine gelince, asırlardan beri «inanmıştır. Yapanın başına muhakkak bir belâ
geliyor. Bunun hakkında muhakkak hadîs-i kudsi, hadîs-i şerîf ve âyet-i kerime vardır.
Ama biz şu an kaynak gösteremiyoruz. Diğer gelenek, âdet olarak yapılanlar var. Sınanmış
değilse, onlarda şum tutmak olmaz! Elindeki bir yaraya "değmeyin (dokunmayın),
değerlerse çok acıyor." dersin. "Sen buna şum tutma!" demek ne kadar yanlışsa,
milyonlarca müslümanın 1400 seneden beri yüzbinlerce kez denediği ve gerçekleşen şey
hakkında şum tutulacağına dair hadîs-i şerîf muhakkak vardır. Sınanmışı sınamak
ahmaklıktır! Zamanımızda bazı kimseler, birçok defalar sınanmış, denenmiş şeyleri
yapmıyor. Onun hakkında muhakkak hadîs vardır. Diğerleri de dilden dile duyma,
çoğalma ile söylenen sözlerdir. Onlar da şum tutmak yasaktır. Bunun hakkında hadîs
yoktur, diyebilmek için Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mi'rac'ta'
konuştuğu doksan bin hadîs-i kudsi, hadîs-i şerîf ve âyet-i kerimelerin geniş tefsirleri
vardır. Bunların hangisini ne kadar okumuş, ne kadarı ezberinde? Yüzde, ellide birini
okumamıştır. Hemen "Bunun hakkında hadîs yok" deyip, inkar ediyorlar. "Hadîs yok"
diyebilmek için yine hadîs okumalıdır!

(Sünen'ün Nesei, Cild 5-6, Hadîs No: 3551)


"Salim (Radiyallâhu anhu) babasından naklediyor:
Nebi (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
"Uğursuzluk üç şeydedir: Kadında, atta ve evde."479
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3540)
"İbn-i Ömer (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edildiğine göre:
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Hiç bir hastalığın ( b i z a h a t i ) bulaşıcılığı yoktur. Şum tutmak yoktur ve öğey ve
baykuş (ötmesinin etkisi) yoktur, buyurdu. Bunun üzerine bir adam O'na doğru kalkarak:
- Yâ Rasulullah! Bir devede uyuz hastalığı olur, sonra deve sürüsü ondan uyuz
olur, dedi. Rasulullah (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- O, kader'dir. Yoksa ilk deveyi kim uyuz etti?" buyurdu
(Günyet'üt Tâlibîn, s. 134)
"Bir kimse kendince, uğursuz saydığı ve şum tuttuğu bir şey görecek olursa,
şu duayı okumalıdır:
- Allah'ım hayrı ancak sen verirsin. Kötülükleri ancak sen giderirsin.
Güç ve kuvvet ancak Allah'ındır.
Bu duanın okunması, Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimizden
gelen rivayet arasındadır.
Bir hadîsin yokluğunu iddia edipte o hadîs sonunda meydana çıkarsa, o adam
idam edilse kimse: "Bunun hakkında hadîs yok" diyemez. Yine bir kimse: "Şu

199
hadîstir." der sonra da onu isbat edemezse; "O kimse asılacak deseler, hiç kimse: "Şu
hadîs uydurmadır." diyemez. Bu kânun âhirette vardır.
"Bildiği ilmi saklayan âlimin ağzına ateşten 481
gem vurulur." 4 8 0 ;
"Uydurma hadîs söyleyeni cehenneme atarlar." buyuruluyor.
İmam-ı Mâlik Hz:
"Bilmediğini, bilmiyorum diyebilmek ilmin yarısıdır." buyuruyor.
"Şunu yapan karın ağrısına tutulur." hadîs-i şerîfi için; "Bu hadîs doğru
değildir." deyip aksini yapan âlim yedi sene karın ağrısı çekti ve ağladı.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i rüyasında gördü. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Benim hadîsime niçin muhalefet ettin? O hadîs mevzudur (sonradan
uydurulmuştur)dedin? Benim hadîsim olduğunu duyunca isbats ı z , d e l i l s iz
i ti r az e tm e m e n l az ı m d ı . Ç ü n k ü b i r h ad î s i n yan l ı ş ol d u ğu n u h e m â ye t,
h e m d e di ğe r h adî s -i şe ri fle ri m gös ter i r. S e n âl imse n be ni m s özü m ol up
ol m adı ğın ı âye t ve diğer hadîslerle ölçmen lazımdı." buyuruyor.
Biz diyoruz ki, Bilâl Babamın vaaz bandında şöyle şöyle bir hadîs duyduk.
İtiraz eden de hemen: "Bu hadîs yalandır (mevzudur), kaynağını göster." diyor. Biz
bir çuval buğdayın içinde bir adet başka cins buğday var dedik; "O buğdayı göster."
diyor. O zaman meselesidir. Halbuki hadîsin sahîh olmadığına dair kendisi âyet veya
hadîs-i şerîf göstermesi lazımdır. Bir hadîsin yanlış olduğunu âlim kimse âyetlerle ve
hadîslerle hemen gösterir. Bilâl Babamın" yazdığı binlerce hadîsin kaynakları
bulunmuştur. Yedi-sekiz bin hadîsin içinden birkaç tanesinin kaynağı bulunamamış
olup, onların kaynağını buldukça yerine koyuyoruz. Bunun sözünün doğruluğunu
sekiz bin hadîs gösteriyor. Senin, "şu hadîs yalandır." dediğini tek bir hadîs dahi
tasdik etmiyor. Muhakkak ki, onun sözü doğru, senin sözün yanlıştır. Bilâl Babam
kabirden kalkıp, gelip sana kaynak gösterecek değil, onun sözünün yanlış olduğuna sen
âyetle, hadîsle kaynak göstermelisin.

200
Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu)'in çok evlenmesinin hikmetini soranlara;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu)
için:
"Bunun göbeği hangi kızın göbeğine değerse cennetliktir." 482 buyurdu.
Onun için herkes Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu)'a kızlarını vermek istedi, ilk
defa reddetti. Sonra çok ricada bulundular; "al sonra boşa" dediler. Hem kızlar,
hem de kızların velileri Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu)'a yalvararak, kızlarını
verdiler.Bu kızların sayısı yetmiş idi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
'in bir hadîsi üzerine bu oldu. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) hutbeye çıktı:
- Benim oğluma kız vermeyin, alıyor, boşuyor." buyurdu. Kızların sahipleri
- Biz, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e hem akraba olmak hem
de bu cennetlik olacak hadîsine göre isteyerek, severek veriyoruz. Biz memnunuz, sen
karşı çıkma." dediler.
Bunu günümüzde uygulayan milletler olduğunu söylediler. Buna ne dersin?
sorusuna deriz ki:
Hz.Hasan (Radiyallâhu anhu) dünyaya bir tane geldi. Peygamberimiz (Sallal
lâhu aleyhi vesellem)'in buyurduğu hadiste yalnızca O'na aittir. Zamanımızda bu
hâdise nisbeten bazı insanların benzerini yaptıkları yanlıştır. Bu hadîs-i şerîf
kesinlikle Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu)'a aittir. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in torunu ve akrabalarının Allâhu Teâlâ yanında ne kadar sevgili
oldukları meydana çıkıyor.
Hadîs-i şerifte:
"Her haseb, neseb kaybolur." benim hasebim, nesebim, sihrim kaybol-
maz" 483 ; Fatıma'dan benim zürriyetim; 484 kız verip, kız aldığım bunların
zürriyeti; Benim yolumu hakkıyla takip eden benim manevi evladım;
Benim sünnetimi, yolumu, izimi hakkıyla takip eden takva ehli bunlar
kıyamete kadar devam eder." buyuruyor. Salâvat-ı Şerife de:
"(Allahümme salli âlâ Muhammed ve âlâ ali Muhammed)
Allah'ım Muhanımed'in üzerine salat-ı selam eyle. O'nun, âlînin (ailesi ve
evlatlarının) üzerine salât-ı selam eyle"485
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e Ashâb:
- Senin âlin kimdir ya Rasûlullah? diye sordular. Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem):
- Takva olanın hepsi benim evladımdır,486 buyurdu.

Hadîs-i şerîf:
- Halkın hepsi Allah'ın ayalidir ( a i l e ve çocukları gibidir). Onların içinde
en hayırlısı,4 Allâhu Teâlâ'ya en sevileni, o ayallerine, mü'minlere en menfaatli
olanıdır." 87
Menfaatinde en büyüğü manevi ilmi öğretmek onu yaymaktır.
Hadîs-i şerîf:
"Sadaka-i cariyenin en büyüğü zikrullah etmek ve Allah'ı çok zikreden bir
evlat yetiştirmek" 4 88 o yetiştirdiği evladın hem Allâhu Teâlâ'yı çok zikir etmesi,
hem de halka i l i m öğretmesi lazımdır. Allâhu Teâlâ yanında ondan daha yüksek amel
olmaz.

201
Bu İlmin lezzeti baldır, Gözünden uykuyu kaldır,
Vusulü cennete daldır. Nidersin şerbeti nanı.
Bu ilmin lezzeti baldır. Seni götüreceği yer cennettir. Gözünden gaflet u yku-
sunu kaldır, ilim tadı olduktan sonra şerbet ve ekmek, yemek tadını ne yapacak -
sın.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Benim ümmetimin uleması ben-i İ s r a i l peygamberleri gibidir." 4 8 9
Hadis-iKudsî:
"O'nun gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı, söyleyen dili ben
olurum." 4 9 0
"Bana yerlerim, göklerim geniş gelmedi, mü'min kulumun kalbi
geniş geldi."491
"Kur'ân şifadır, rahmettir."492 Buyurarak bunun şifasının, rahmetinin meydana
çıkarılmasını istiyor. Bu vasıfların hepsi bu adamda vardı. Allâhu Teâlâ: "Ben,
O'nu sevmesem bu meziyetleri O'na vermezdim. O'nun işine karışmaman lâzımdı."
ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) "Niçin karıştın?" derse ne cevap
vereceksin?
" İ l m i b âtı n A l l âhu T e âl â' n ı n s ı r l ar ı n d an b i r s ı r d ı r . Hi k m e tl e r i n
d e n b i r h i km e tti r . Allâhu Teâlâ dilediği kullarının kalbine onu koyar.*'493
Bu ilm-i Hikmet Bilâl Babamda fazlası ile var. Ne Mısır'da, ne Şam'da, ne de bir
büyük mektepte okumuştur. Bir tek köy hocasından Kur'ân'ı ve eski yazıyı yazmasını,
okumasını öğreniyor, o kadar. Ben Bilâl Babamın âyetle, hadîsle yaptığı vaazların,
söylediği sözlerin onda birini ancak yazdım. Bu yazdığım broşürlerde, benim yazdığım
kitapların ancak onda biri olur. Bilâl Babam bu kadar âyet ve hadîslerle, en keskin
delillerle, en olumlu şekilde yazdığı bu âyetler ve hadîslerle getirdiği delillerin hiç
birisine bakmayıp "Bilâl Babanın okumuşluğu yok, O'nun sözleri geçersizdir. Yaptığı
işler, söylediği sözler yanlıştır. O'nun sözüyle amel edilmez." diye birçok iftiralarda,
itirazlarda bulunan ve halkın nazarında âlim görünenler var. Bir insanın konuştuğu söz,
yazdığı kitap, getirdiği deliller kendisinin nasıl olduğunu meydana koyar, Bilâl Babam
da aynısıdır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ’ e Cebrail (Aleyhis selâm)"İkra" 494
deyip kafasını sıktığında yazı göstertmedi, manen Ledün ilminden okuttu. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) ümmidir, hiç okumuşluğu yoktur. Ama Onun için "ilmi yok"
diyen kâfir olur. Çünkü O'nda Ledün ilmi vardır.
Bu gelen ilmi ledün sultanıdır
Bu gelen tevhidi irfan kânıdır.
Veysel Karani Hz. deve yaydığı yerde hiçbir okula gitmeden, hiç kimseden âyet,
hadîs duymadan, okumadan manen Ledün ilmi ile yetişti. Yunus Emre Hz.'nin hiç
okumuşluğu yoktur, İbrahim Ethem Hz.'e tacını, tahtını, malını, mülkünü terk edip her
ikisi de kendi zamanlarında şeyhlerinin kapısında onsekiz sene sırtı ile odun çekip bu
İlm-i Ledünü öğrendiler. Halbuki sırtında odun çekme ile ilim öğrenmenin ne alâkası var.
Bu ilim irşadla ve bu irşad bir anda olur. Ona akıl yetmez.
Şeyh Abdulkadir Geylâni Hz. Bağdat'ta ilim tahsili yaptı. Çok büyük bir rağbet
gördü. Kendisini bir camiye imam yaptılar. Orada cuma günü hutbeye çıktı. Bu i l k hutbe
okuması idi. Okumuşluğu çok iyi olup, bildiği halde kendisinde bir tutukluk oldu,
okuyamadı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de de aynısı olmuştu. Cebrail

202
(Aleyhis selâm) "İkra (oku!)" âyetini getirdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem):
- (Mâmîn karâin) Ben okumuş değilim." Yine Cebrail (Aleyhis selâm):
- Oku! Yaratan Rabb' i n i n adı ile oku." Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) yine okuyamadı. Kendinde bir tutukluk vardı. Cebrail (Aleyhis selâm)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in başını koltuğunun altına aldı ve sıktı.
"Oku" deyince bütün esrâr-ı ilâhiye (Allâhu Teâlâ'nın gizli sırları) Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e açıldı. Hiç okumuşluğu olmayıp, hiç bir kitaba bakmadan
okumaya başladı,
İşte Hz. Pir'de de aynı tutukluk olmuş, hutbeyi okuyamıyordu. O anda Peygamberi -
(Sallallâhu aleyhi vesellem) manen geldi ve: "Ağzını aç," buyurdu. Hz. Pir ağzını açtı,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) okudu, üç sefer ağzına tükürdü. (Hz. Ali
(Radiyallâhu anhu) Kadiri tarikatının esas Pîr'idir, O'da ağzını açdı, okudu, üfürdü ve
ağzına tükürdü.) Hz. Pir ondan sonra açıldı, hiç tutukluk olmayıp, Allâhu Teâlâ'nın bütün
gizli sırları kendine aşikâr oldu. Ilm-i Hikmetten, ilm-i Ledünden söylemeye başladı ve
devam etti.
Hz. Pir'in vefatından sonra Nakşibend Muhammed Bahaeddin Efendimiz Hz.'ne de
aynı tutukluk ve hem de inkisar gelmişti. Bu kendinden gitmiyordu. Huzurda (manen)
Hz. Pir'in kabrine geldiğini ve O'nun eli ile irşad olmasını gördü. Bunun üzerine Hz.
Pir'in kabrine geldi. Hz. Pir o anda zahiren göründü. Nakşi-bend Muhammed Bahaeddin
Efendimiz Hz.'nin ağzına okudu, üfürdü, yüreğindeki, kalbindeki inkisar, sıkıntı
gitmiyordu. Hz. Pir, Muhammed Bahaeddin Efendimiz Hz.'nin göğsünü açtırdı, elini
kalbinin üzerine koydu: "Bu elim burada nakş etsin" dedi ve eli nakş etti. Elinin izi çıktı.
Bir rivayette göğsü iki şak (parça) oldu. Bu bir manevi hâldir. Nakşibend Muhammed
Bahaeddin Efendimiz Hz.'den o sıkıntı, inkisar, takıntı gitti. Aynı ilim, aynı hâl Nakşibend
Muhammed Bahaeddin Efendimiz Hz.'de de oldu. O hâl geçtikten sonra ömür boyu Hz.
Pir'in beş parmağının izi Muhammed Bahaeddin Efendimiz Hz.'nin kalbinin üzerinden
gitmedi.
Nakşibend'in anlamı: Kumaşların üzerine renkli ve tek renk ipliklerle işlenene nakş
denir, nakş Arapça bir kelimedir. Bend bağlamak manasındadır. Su sakaları halen onu o
lisan ile söylerler. "Bendi tut bendi bırak" derler. Yani o Nakş edildikten sonra Hz. Pir'e
kalbi tam bend olmuş, bağlanmış demektir. Esas adı Muhammed Bahaeddin'dir.
Yüzmilyonda bir insan bunlar gibi manen, manevi olarak irşad olur. Cebrail (Aleyhis
selâm)'in Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'i n Hz. Pir'i, Hz. Pir'in Nakşibend Muhammed Bahaeddin Efendimiz Hz.'ni,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Veysel Karani Hz.'ni de zahiren görmeyip,
manen irşad ettiği gibidir.
Bunların dışındaki insanlar ancak zahirden bir hakiki Şeyhe mürid olup, onun
dediği i l e çalışıp zahirde onun eli ile irşad olur. Onlarda irşad olunca bu manevi hâl
açılır. Bazısı kaside ile, bazısı misallerle, bazısı da konuşmadan kendinde zuhur eden
hâllerle milleti ayıktırır. Hepsi de doğrudur, haktır, gerçektir. Manevi hâllerle
konuşmadan dediğimiz hiç konuşmaz, .hiç vaaz etmez demek değildir. İrşadı manen olur.
Zâten hepsi manendir. (Kitabımızda geniş olarak açıkladık).
Benim bu yazdıklarım Bilâl Babamın ilm-i Ledün ile yaptığı vaazların çok az bir
parçasıdır. Bilâl Babam hiç bir kitaba bakmadan dört saat vaaz ederdi. Söylediklerinin
hepsi âyet ve hadîslerin manâsıdır, onlardan milim ayrılmaz.. Cemaatine gelen yüz kişi
olsa, her biri kalbinden bir soru tutsa hiç kimseye sormadan bir vaaz açar, hepsinin
soracağı sorunun cevabını verir, itiraz edenler elini öpüp gitmeye mecbur kalırlardı.
Bazısınında itirazları biter Bilâl Babamın yanında kalır, kendisinden ders alır, evine
gitme aklına dahi gelmezdi.

203
(Berika, Cild 1, s.58)
"Ümmetimin ulemâsı ( â l i m l e r i ) ben-i israil'in peygamberleri gibidir."
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 55)
" A l l a h b u yu r m u ş t u r k i ; E y î s a ! S e n i v e f a t e t t i r e c e ğ i m , s e n i n e z d i m e
yükselteceğim, seni inkar edenlerden arındıracağım ve sana uyanları
kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana
o l a c a k . İ ş t e o z a m a n a y r ı l ı ğ a d ü ş t ü ğ ü n ü z ş e y l e r h a k kında aranızda ben
hükmedeceğim."
Onun için müslümanlara en yakın olanlar Rumlardır. Isa (Aleyhis selâm)
ümmetinin içindeki "Allah bir" diyen Rumları kastedip söylüyor. Bunlar diğer kâfir-
lerin hepsinden üstündür.
Atasözü: "Gavura gavur demek doğru değil" dediği bu gibi âyetlerden alınmıştır. O'da
birtek Rumları kastediyor.
Hadîs-i şerif:
"Hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Hepsi imansız olup, cehennemden hiç
çıkmazlar. Yalnız bir bölümü cehennemde cezası miktarınca yanar. Yine cennete
gider.'" 495 Kur'ân-ı Keri m ' d e b i r â ye t t e:
" E ğ e r A l l a h , b i r k ı s ı m i n s a n l a r ı d i ğ e r b i r k ı s ı m i l e d ef e t mes e y d i , mu t
l a k s u r e t l e , i ç l e r i n d e n A l l a h '496
ın ismi bol bul zikredilen manastırlar,
s a v m a l a r , c a m i l e r de yıkılırdı." buyurarak o Rumları söylüyor. Onlar: "Allâhu
Teâlâ birdir" peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) için "Ahir zaman
Peygamberidir. Fakat bizim Peygamberimiz Isa (Aleyhis selâm)'dır" derler, öyle
inanırlar. O imanla ölürse, imanlı sayılır. Isa (Aleyhis selâm)'ya Peygamberimiz (Sallal-
lâhu aleyhi vesellem)'e bizim inandığımız gibi Peygamber olarak inanırlar. Bunlar
imanını kurtarmışsa amel noksanlığı cihetiyle cezası miktarı kadar cehennemde yanar, en
sonunda cennete girer.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 1, Hadîs No: 83)
"Ebû Musa (el-Eş'arî) (Radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir: Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
- Üç kişinin ikişer ecri ( s e v a b ı ) vardır. Onlardan biri Ehl-i Kitab'dan olup da
hem kendi Peygamberine hem de Muhammed (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e iman
eden kimsedir.
Diğeri abd-i memlukdur (köle) ki, hem Allâhu Teâlâ'nın hem de efendilerinin
hakkını edâ ettiğinde (o da iki ecre nail olur).
Üçüncüsü : Öyle bir kimsedir ki nezdinde (yanında) tasarruf edebileceği bir ca-
riye bulunur da onu terbiye eder öğretirse bundan sonra onu azad edip tezevvüc
eder ( n i k a h l a r s a ) böyle kişinin de iki ecri vardır."
Rum sûresi de bunlar hakkında inmiştir ve müslümanlara kardeş olduğunu
ispatlamıştır. (Başta mü'minler, müslümanlar birbirleriyle kardeştirler. Bunlar ikinci
sıraya gelir. 497 Çünkü Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) ile arasında olan bahiste Mek-
ke müşrikleri:
- Allah bir diyenler birbirleri ile kardeş, Allah çok diyenlerde birbirleri ile kar
deştirler. Rumlar da siz de "Allah bir" diyorsunuz. Mecusiler de biz de "Allah çok" diyoruz.
"Allah bir" diyenlerin elinden"Allah çok" diyenler Kudüs'ü aldılar. Allah bir ise neden
bir diyenlere yardım etmedi de çok diyenleri galip getirdi, dediler. Hz. Ebû Bekir
(Radiyallâhu anhu):
- Bizim kardeşlerimiz Allâhu Teâlâ'yı bir bilir. Allâhu Teâlâ'da onlara yardım eder.

204
Sizin kardeşlerinizin elinden Kudüs'ü tekrar alır, buyurdu. Bu nedenle on sene
müddetle yüz deveye bahse girdiler. On sene dolmadan Rumlar galip geldiler ve Kudüs'ü
aldılar. Gelen âyet-i kerime'de Allâhu Teâlâ, Hz. Ebû Bekir'i doğruladı ve Rumlar kazandı.
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) yüz deveyi onlardan aldı. Hadibiye mevkiinde kesti
ve ashâb yedi.
"B en y emi n ed erim k i , Ru ml a r g al ip g el ecek ti r. En ya kın b i r zamanda
onlar yenilgilerinden sonra senelerin parçasında yenecekler." 498
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Senelerin parçası 1, 3, 5, 7, 9 olur. Dokuzdan fazlası parça sayılmaz. Sen
seneyi on, deveyi yüz et." buyurmuştur.
Ashâb-ı Kehf; "Takyanus tanrıdır, Allah'tır" diyorlardı. Daha sonra bir tek Allâhu
Teâlâ'ya inandılar. Allâh u Teâl â bu yu ru yo r k i:
(Sûre-i Kehf, Ayet 13-16)
"Onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikaten
onlar, Rabb'lerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini arttırdık.
O n l a r ı n k a l b l e r i n i m e t i n k ı l d ı k . O yiğitl er (Bizans İm parato ru Tak yanu s
karşısın da) ay ağa k alkarak dedil er ki : "Bizi m Rabb'i mi z , g ö k l e ri n v e y er i n
Ra b b ' i d i r. B i z O ' n d a n b a ş k a s ı n a i l â h d e me y i z. Yo k s a s a ç m a s a p a n k o n u ş m u ş
oluruz.Şu bizim kavmimiz Allah'tan başka tanrılar edindiler. Bari bu
tan rı lar konusunda açık bir delil getirseler (ne mümkün). Öyle ise Allah
h a k k ı n d a y a l a n u y durandan daha zali m va r mı ? (İçl erind en biri ş ö yle
demişti). Mad em k i sız, onla rdan v e onlar ı n A l l a h ' ı n d ı ş ı n d a t a p m a k t a
oldukları varlıklardan uzaklaştınız, o halde kaçın bir mağaraya yatın
sığının ki, Rabb'iniz size rahmetini yaysın ve işinizde sizin için fayda
ve kolaylık sağlasın."
Amelleri hiç yoktu. O zamana kadar yiyip içtikleri ile mideleri haram dolu idi.
Haram yiyenin ise duası kabul olmaz.
(Râmüz-ul Ehâdis, Hadîs No: 5073)
"Kim haram bir lokma yerse, kırk gece namazı kabul olmaz, kırk
sabah duası kabul olmaz, haramın bitirdiği her et ateşe layıktır, tek
h a r a m l o k m a b i l e e t i b i t i r i p g e l i ş tirebi l i r . "
Ashâb-ı Kehf, Takyanus'un ("Ben Allah'ım" diyen bir kâfirin yanında) vezir, bakan
idiler. Kazançları onun milletten aldığı vergilerle olduğu için o kazanç haramdı,
kendileri de kâfirdi. Vücudlarındaki et, kan, büyüme, yaşantı hiç bir hâlleri İslâma
uygun değildi. Ama itikadları o kadar kuvvetliydi ki, Allâhu Teâlâ'nın korkusundan ve
sevgisinden: "Allâhu Teâlâ, Takyanus'un yanından niçin ayrılmadınız der. bizi sorumlu
tutar" diye düşündüler. Haram yiyenin duası kabul olmayacağına göre dualarının kabul
olmaması lazımdı. Fakat bu halleri Allâhu Teâlâ'nın o kadar hoşuna gitti ki, kendilerinin
duasını kabul etti. Uyuya uyuya Evliyalığın zirvesine çıktılar, keramete erdiler. Demek
ki, en büyük amel Allâhu Teâlâ korkusundan dolayı her şeyinden geçebilmektir.
Bir müslüman bilerek haram yerse kırk gün duası kabul olmaz. Fakat iki mü'min
kardeşinin arası çok açık. Onun sözünü ona, onun sözünü de ona söylersen ortada katillik
olacak. Onların arasını düzeltmek için onun da diğerinin de yanına gider, yalan söylesen
dahi caizdir. Allâhu Teâlâ'nın emir ve nehiylerinden bahseder. Kendilerini düzeltirim
gayesi ile giderse orada kazancından haram bile olsa yemekte yese mahzurlu ve haram
değildir. Fakat karnını doyurmaz. Yanına gittiği kişileri de küstürmez. Çünkü Allahu
Teâlâ niyetini biliyor. Niyet daima amelden üstündür. 499 Ashâb-ı Kehf in Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ve ashabın Muhacir olup mallarını, evlatlarını, memleket-

205
lerini terketmeleri terk-i dünyadır. Bunların yaptığının aynısı tarikatta da vardır.

Ölmeyip İsa göğe tuttu yol,


Ümmetinden olmak için idi ol,
Hem Musa elindeki asa,
Anın hürmetine oldu ejderha.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Mi'rac'ta az zamanda çok işler
görmesi, Arş-ı A'la'da Allâhu Teâlâ ile karşılıklı doksan bin soru, doksan bin cevap
konuşması; Kâfirlerin "mucizât göster" diye istekleri üzerine Ay Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına gelip. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in üzerine şahadet kelimesi getirmesi.
Dâvûd (Aleyhis selâm)'un atlar eğerleninceye kadar Tevrat'ı hatmetmesi500;
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu); "Ben görmediğim Allah'a iman etmem"501 demesi ve
bir ayağını atının üzengisine basıp diğer ayağını üzengiye koyuncaya kadar Kur'ân-ı
Kerim'i hatmetmesi 502 ;
Şeyh Muhiddîn-i Arabi Hz. bir taşın üzerine durup:
"Ey Şam ahalisi! Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır" demesi;
Beyâzıd-ı Bestami Hz.'nin:
"(Sübhani ma âzami şânî) Ben Sübhan değilmiyim? Benim şanım büyük değil mi?"
demesi,
Mansur-i Bağdadî Hz.'nin: "(Enel Hakk) Ben Hakk'ım, ben Allah'ım" demesi;
Hz. Şems'in Hz. Mevlâna'ya Kur'ân, âyet ve hadîs yazılı olan bütün kitaplarını
havuza (suya) attırması gibi tarikat Pirleri ve Mürşid-i Kâmiller Kur'ân-i Kerim'e ters gibi
görünen, kimsenin içinden çıkamadığı işleri yapıp birçok sözler söylemiş, işler
yapmışlardır. Daha bunun gibi yüzlercesi vardır. Bunlara "Hazretleri" deniliyor.
Bunların yaptıklarını inkar edip, hakiki şeyhlerin sözlerine, işlerine karışıp onları
beğenmeyenlere daha "Hazretleri" denilmiyor. Onların özü Hakk'a, gözü halka bakar.
Hakk'tan alır halka sarfeder. Sözleri hikmetli olur. Hikmet kendilerinde zuhur eder. 503
Bu hikmet i l k defa millete ters gelir. Zamanı gelince sözünün doğru, haklı olduğu meydana
çıkar.
Musa (Aleyhis selâm), Hızır (Aleyhis selâm)'in bindiği gemiyi delmesine504 ;
505
Kendilerine saldıran köpeği kovalayan çocuğu kesip öldürmesine ;
506
Kendilerini misafir almayanların duvarlarını yapmasına. Kelimullah, Rasûlullah,
Ulul azîm Peygamber olduğu halde Musa (Aleyhis selâm) akıl yetiremedî, bilemedi de
sen nasıl bileceksin? Bir kardeşimiz kasidesinde Bilâl Babama şöyle söylüyor:
Alam desem satılmaz ki, Tekkesi var dört-beş katlı, Pir'i Abdulkadir'idir,
Elin ile tutulmaz ki, İçerisi taksimatlı, Şeyhi Bilâl Nadir'idir,
Dilin ile tadılmaz ki Pir'imizle irtibatlı. Hacı Hilmi Nadir'idir,
Balı Babamın Babamın. Teli Babamın Babamın. Gülü Babamın Babamın.

Müridleri katar katar. Kimi konar kimi göçer, Dünya âhiretin tarlası,
Hakk'tan alır halka satar Kimisi yer kimi içer, Namaz, zikir parolası,

206
Hakk'ın eli ile tutar, Nur Dağından gelir, geçer, Bakabillah'ın sahrası,
Eli Babamın Babamın Yolu Babamın Babamın. Çölü Babamın Babamın.

M. TUĞ

(Sûre-i Kasas, Ayet 30)


" O ra y a g el i n ce, o mü b a rek y erd ek i v a d i n in s a ğ k ı y ı s ın da n ( o r a d a k i )
a ğ a ç ta ra f ı n d a n kendisine şöyle seslenildi:
- Ey Musa! Bil ki ben, bütün âlemlerin Rabb'i olan Allah'ım."
Allâhu Teâlâ ağaçta tecelli etti. Ağaçtan böyle ses geldi. Allâhu Teâlâ Mansur-i
Bağdadî' de tecelli etti. Kendisinden "Enel Hakk" sesi geldi. "Bunu niçin dedin?" diye
kestiler, akan kanı "Enel Hakk" dedi. Yaktılar, külü yine "Enel Hakk" dedi.
Ama bunların yaptıklarına itiraz ediliyor. İtiraz edenlere daha "Hazretleri"
denmiyor. O zamanın en yüksek düzeydeki din adamları onların o halini bilemediler ve
onların yaptıklarını anlamayınca astılar, kestiler, derisini yüzdüler. Aradan asırlar
geçince söyledikleri sözlerin hikmetleri meydana çıkmaya başladı. Sonradan da
kabrinin üzerine türbe yapıp, "Hazretleri" dediler. Yukarıda saydığımız zâtların
söylediklerinin, yaptıklarının yanında el öpme hiç kalır. Onlarda ve Bilâl Babam da bu
manevi hâl var.
Şimdi bu zamanımızda herkes Mürşid-i Kâmilliğe sahip çıkıyor. Yani her dini gurup
kendi önderinin Mürşid-i Kâmil (sahibü'z-zaman) olduğunu iddia ediyor. Haklıdır!
Herkesin kendi büyüğünü büyük görmesi lazım. Ama böyle bir büyük zâtın, Mürşid-i
Kâmil'in vasfının ne olduğunu bilmeden arıyorlar. Mürşid-i Kâmillik vasfı nedir?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Her yüz yılda bir, benim ü m m e t i md e n b i r mü c e d d i d g e l i r. B e n i m d i n i mi ,
s ü n n e t i mi t a z e l e r . " 5 0 7 b u yu r u yo r . M ü c e d did, dini tazeleyici demektir. Şimdi
burada hakiki Mürşid-i Kâmil'lerin vasıflarının nasıl olacağını Kur'ân-ı Kerim'de
âyetlerle ve evvelki Mürşid-i Kâmil'lerin başından gelip geçen hâllerle ve en kuvvetli
delillerle yazacağım (İnşaallahu teâlâ).
Bu vasıflar kimde varsa, işte asıl Mürşid-i Kâmil, hakiki Evliyaullah. büyük zât,
zamanımızdaki müceddid (dini tazeleyici) olan zât odur.
Tarikattan üç Kimse Nasibini Alamaz:
1 -) Gezegen olursa (Şeyh-Şeyh gezerse);
2-) Ham sofu olanlar;
3-) Çok kitap okuyan (diğer bir rivayette de sigarayı terkedemeyen, ölünceye
kadar içen).
1-) Gezegen dediğimiz bir yerde karar etmez, kalbi kanaat gelmez, Şeyh Şeyh gezer.
Ömrünü bununla geçirir ve o gezmeyi kendisine adet eder. Tarikattan tam nasibini
alamaz; çünkü bir yere tam bağlanabilmesi lazımdır.
2-) Ham sofu:
Tarikatta sofuluk yapıp inceleyeceğim diye yaptığı ameli fesada verir, haberi olmaz,
iyi yapıyorum zannederek; yaptığı sevabın mes'uliyeti zararı kârından fazladır. Ham sofu
namahremdir diye karısını hacca götürmeyenler: Herkesin içinde nafile oruç tutup, nafile
ibadet yapmak kibri arttırır, gizlemesi lazım veya hiç yapmaması lazımdır. Herkesin içinde
yapmasın, evinde fazla fazla yapsın hadîs ile söylenildiği halde 508 misafir bulunduğu
yerde gösteriş için halk içinde nafile oruç tutar, nafile namaz kılar. İşte ham sofu
olanlar bu ve bu gibilerdir. Bu riyaya girer. Peki riyayı kim yapar? Kâmil mü'min
yapmaz, ham sofu âlimler yapar.

207
3-) Çok kitap okuyan:
Okuduğu kitaplara kafası takılır. Onda öyle yazıyor, fakat bu böyle söylüyor, der.
Fıkıh kitapları okuyup, tasavvuf kitaplarını okumayanlara tarikattan birşey sorulmaz.
Çünkü okumadığı şeyi bilmez, ikinci olarak da fıkıh kitaplarını tam okuyup
incelememiştir. Kitapta okuduğu daima kafasına takılıyor. Tarikatta olan iş ve hâl
kendisine ters geliyor. Nitekim evvelce Nesimî, Mansûr, Şeyh Muhiddin-i Arabî Hz.'nin
ölümlerine verilen fetvaların yanlış çıkması gibidir. Şimdi bile bunların bu hâllerine bir
çok kimseler akıl yetiremiyorlar. Ben bunları ve başlarındaki hâllerini hadîsle, âyetle
ölçeceğim derse kendisinin görüşüne ters geliyor. Her şeyi kalbinden atıp tam teslim
olması lazım. Onu da yapamıyorlar. Demişler k i : "Olmazsa teslim, neylesin tâlim."
Bilâl Babama: "Falan yerde bir adam var, Çok âlim, tarikatın her şeyini beğeniyor,
yalnız bir şeye itiraz ediyor. Bununla konuşup onu ikna edebilirseniz hem bizim için,
hem de İslâm âlemi için çok yararlı olur. Kendisine, seninle beraber gidelim Bilâl
Babamı görelim. Onunla konuş, dedik. İlk defa razı olur gibi oldu ama sonra vazgeçti. Sen
buna haber göndersen, gelse konuşsanız veya sen gitsen yahutta bant (kaset) doldurup
göndersen deyip (Allâhu Teâlâ hata saymasın, geçmiş gün aklımda kalanı kadar) Babamı
onunla karşılaştırmak istediler. Bilâl Babam;
- Çürük yanlış, ters bir bina yapılmış, siz diyorsunuz ki bu binayı yık, enkazını
temizle, yeniden temel kaz, yerine planlı bir ev yap. Ben de diyorum ki, boş arsa çok, bu
evi yıkıp enkazını çekinceye kadar, boş arsaya yeni bir ev yaparız. Bununla uğraşmayalım.
Yani inanç yanlışsa o inancı düzeltmek ondan onu vazgeçirmek zordur. Kendi gelirse olur.
Ama diğerinin kalbinde boşluk var.Kalbe ne girerse kalacak, bu boş arsaya bina yapmak
gibidir, daha kolaydır, buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mekke'yi harb ile alınca oraya
gençlerden birini vali tayin etmek istedi. Ashâb;
-Yâ Rasûlullah! Bu gençtir, valilik yapamaz. Çok iyi valilik yapmasını bilen yaşlı
birini tayin etsek dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Kimin tayin olmasını istiyorsunuz?" Ashâb başka isim saydılar ve en sonunda
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bu gencin valilik yapmayı beceremeyeceğini ben de biliyorum; fakat alışır öğrenir.
Sizin vali olsun dediğiniz o adamların kalblerinden put sevgisi silinmemiştir. Bu gencin
kalbinde bizim sevgimizden başka sevgi yok" buyurdu. O genci tayin etti. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra ashabın; "vali tayin olsun," dedikleri
adamların hepsi murtad oldular. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in tayin ettiği
genç vali ise gençleri başına topladı ve:
- Muhammed dininden dönenleri, murtadları kâfir kırar gibi kırarım (öldürürüm)"
dedi. Ashabın "vali tayin olsun" dediklerinin başlarına da ihtiyarlar toplandı. İki taraf
harb edecekken ihtiyarlar gençlerin karşısında tutunamayacaklarını anlayıp harbten
vazgeçtiler. Mekke'nin fethinde zorla müslüman oldukları gibi zorlada dinlerinde kalma-
ya mecbur oldular.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mekke'yi gençlere emanet ediyor.
" B i z , Fi r a v u n ' u n c e s e d i n i ç ü rü t me y e c e ğ i z , i b r e t i ç i n s a k l ı y a c a ğ ı z " 5 0 9
â ye t i n e g ö r e İn g i lizler Firavun'un cesedini aradılar, buldular. Şimdi halen İngiltere'de
müzededir. Aslında bulanlar İngilizler değil, Kur'ân-ı Kerim'deki bu âyettir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bütün sözüde tarih boyunca çok denenmiş
ve birçok kimseler bu sözü i l k defa kendisi söylüyormuş gibi zamanında söylüyor.
Sızma harbini ilk defa yapan Şeyh Şamil'dir. Bunu Ruslarla yaptığı savaşta tatbik
etmiştir. Almanlar bunu yapınca ilk defa kendileri yapmış gibi gösterdiler. Halbuki Şeyh
Şamil harbinde Rus kumandanlarının birçokları Alman i d i . Şeyh Şamil'in süvari

208
kumandanı Hacı Murad'dır. Dünya yüzünde onun kadar düşman üzerine gece baskınını
ve sızma işini yapan bir kumandan gelmemiştir. Yine Şeyh Şamil harbini anlatan kitapta
der ki:
- Dünya yüzüne Allâhu Teâlâ için, din için, toprakları için bunlar kadar çok kan
döken millet gelmemiştir. Kendisi bir Şeyh ve yanında bir avuç müridi ile birlikte
Rusya devleti ile otuzaltı sene harb etti. Rusların muazzam ordularını üç sefer bozdu, top-
raklarını aldı. Aldıkları yere yerleştirecek adamları olmadığından geri çekildi. Bu sızma
ve gece harekatını İlk defa Şeyh Şamil yapıyor. Almanlara mal ediliyor. Alman harbini
kazananlarda Almanlar değil Şeyh Şamil'dir. Çünkü O'nun savaş taktiklerini örnek ala
rak harb ettiler, kazandılar. Herşeyi ilk defa yapanlar mü'minlerdir. Örnek alıp yapan
kâfirlerdir.
Yine Bilâl Babam bir vaazında:
- Bu tarikat iki kapılı bir han gibidir. Biri giriş, biri çıkış kapısıdır. İkisi de sonuna
kadar açıktır. Girene de, çıkana da güçlük gösterilmez. Dünyanın hepsi benim müridim
olsa iftihar etmem, sevinmem yalnız bir şeye sevinirim. Bunlar şeytanın şerrinden
kurtulur, yolunu düzeltir, der ona sevinirim. Yine hepsi müridim olsa, benden ayrılsa acımam.
Yalnız bir şeye acırım; bunlar şeytanın tuzağına düşerler, bunlara yazık olur!
Şeyh doktora, mürid hastaya benzer. Hasta bağırır çağırır, herkesi rahatsız eder,
herkes hastaya kızar.Ama doktor hastaya kızmaz, hastayı bağırtan, o ızdirabı veren
hastalığa kızar. Hasta olmasa, onun bağırmayacağını bilir, ilacını tam tatbik eder. Hastayı
düzeltir, sıhhate kavuşturur. Hastanın morali düzelir..Şeyh doktor, mürid hasta, müridin
hastalığı şeytanın ığvası, nefsinin havası, şaşırtması oluyor. Yolunu sapıtan bir müride
herkes kızar. Şeyh ona o hastalığı veren şeytana kızar. Ona o hastalığı ne yoldan, nasıl,
ne şekil verdiğini bilir. Ona göre nefsi ve şeytanı etkisiz duruma getirecek reçete yazar.
Mürid onu kullanır, kurtulur. Kullanmazsa kurtulamaz. Onu kullanmazsa onun
kullanacağı şekilde metodlar uygular veya aynı ilaçların kullanılabileceği şekilleri yazar.
Yine kullanmazsa doktorun ölünceye kadar hastadan vazgeçmediği gibi Şeyh de müridinden
tamamen ümidi kesilinceye kadar vazgeçmez. «Ben Şeyhim demek,ders tarif etmek kolay,
mekırden müridi kurtarmak zordur», dediği budur. Mürid mekre düşer, manevi hasta
otur. Amelini, inancını, itikadını nefis ve şeytan bozmaya çalışır, bozar veya tamamen
deli olur. O zaman şeyhin maneviyatı kendini ayıktırır veya zahirde sözü ayıktırır,
düzeltir. O hal başından gider.Bunun hepsi de Allâhu Teâlâ'nın yardımı ile olur.
Misâl: Yaşlı, çoluk-çocuk sahibi dul bir kadın gelin gitse, gittiği yere ısınamaz.
Çünkü evi, evlatları var. Bir kız gelin gider, gittiği yere ısınır, onlara uyar. Hocalarda bir
ilim ve şan var. Kendileri halk tarafından âlim, hoca diye saygı görüyor. Çocukları, evi,
malı olan gibidir. Bunlar bir Şeyhden ders alırsa, daima kitapta okuduğu aklına gelir.
Daima çocukları, evi aklına gelen gibi olur. Onunla karşılaştırmak ister. Kendisi orayı, o
Şeyhin sözünü tam kabul edemez. Herkesin kendisine hoca efendi demeleri aklına gelir,
kendi kibrini, gururunu kıramamasına sebep olur. İşte kalbinde ters yapılmış çürük ev.
işte bırakamayacağı çocukları ve evi. Zahir ilmi ile bâtın' ilmi çoğu zaman birbirine ters
gelir. Musa (Aleyhis selâm) ile Hızır (Aleyhis selâm)' i n sözleri birbirine ters geldiği
gibi olur. 5!0 Okumuşluğu olmayan ise, kızın gelin gitmesi gibi olur. Gittiği yere çabuk
ısınır, her sözü kabul eder. Çünkü kalbi boş arsa gibidir.
Misâl: Bir kız gelin gider. Nikâhta utanır, sorulan soruya dili i l e değil, başını
sallar, az bir işaretle cevap verir. Gelin gittiği yerde her şeye katlanır. Belki kocası
döver, ağır söyler, çeşitli geçimsizlikler yapar. Gelin gelmesi, az başını sallaması ve söz
vermesi, kendisinin yuvasına sadık kalmasına sebep olur. Bir mürid, Allahu Teâlâ için bir
Şeyhden intisab edip, elden tutup biat eder. Sonra ondan yön çevirir. Aleyhinde atar, kötü
söyler. Halbuki Şeyhine tam bağlanması lazımdır. Sözde kadını beğenmez. Fakat onun
kadar sadakatli olamaz. Ama kendisi Allâhu Teâlâ için bağlandığı yerden ne çabuk yön
çevirdi. Beğenmediği kadın ise gittiği yere ne kadar sadık kaldı. Sen bunun kadar
olamıyorsun dersen zoruna gider. Halbuki kendinde elden tutma, biat etme, söz verme,
Allâhu Teâlâ için bağlanma vardır. Bunu hemen terk etti.

209
Bir rivayette de; Tarikattan nasibini alamayan üç kişiden birinin sigara içmek
olduğunu söylerler. Sigarayı devamlı içen, ölünceye kadar terketmeyen her ne kadar âlim
de olsa, ne kadar çok ibadetde yapsa cehennem ateşine dağlanmadan cennete giremez.
Sigaraya fetva verenler; en fazla "caiz içilir, bir şey" yok diyenler, kerih olduğunu
söylerler. Kerahet ile keramet ikisi birbirinin aksidir, zıddıdır, tersdir. Bazıları da
"mekruh" olduğunu söylerler. Mekruh nedir, kerih nedir? açıkla dersen kekeler kalır,
"İşte bu Allâhu Teâlâ'nın sevmediği, hoşlanmadığıdır, küçük günahtır" gibi sözler
söylerler. Allâhu Teâlâ:
"Hakkı yla m ü'mi n olun." 5 1 1 ve 5 1 2
"Allâh u Teâl â' yı şiddetle sevi n”
buyuruyor. Bu â yetlere göre mekruhu, kerihi yapan, iyi gören ne Allâhu
Teâlâ'yı şiddetle seviyor, ne de hakkıyla mu'mindir.
Bir padişahın ziyaretine gideceksen, neyi seviyor ise onu hediye götürürsün.
Hangi sözden hoşlanıyorsa o sözü söylersin. Kesinlikle çok az da olsa sevmediği
birşeyi ona götürür verir misin? Az da olsa sevmediği sözü huzurunda
söyleyebilir misin? Allâhu Teâlâ padişahların padişahı değil mi? Bu mekruh, ke-
rihle yarın mahşerde Allâhu Teâlâ'nın huzuruna nasıl çıkacaksın? "Senin az
sevmediğin için zararı yoktur diye yapıyordum." diyebilir misin? Bu padişaha
karşı saygısızlık olmaz mı? Bu mekruh, kerihte padişahların padişahı Allâhu
Teâlâ'ya karşı saygısızlık olmaz mı? Mekruh, kerih olan şeyleri işleyecekler
her mekruhu, kerihi işleyeceğinde fazla değil bir saniye parmağını köze (ateşe)
bassın. Bir sefer yapar, ikinciye "Ben parmağımı köze basamam" der. Cennet hak,
cehennem hak513 demiyor mu? Sen buna inanmıyor musun? Allâhu Teâlâ'yı az
seviyorsun ki, Allâhu Teâlâ'nın hoşlanmadığını yapıyorsun dersen canı sıkılır.
Kerahet deyince Allâhu Teâlâ'nın sevmediği akla gelir. Keramet deyince Allâhu
Teâlâ'nın sevdiklerine verdiği akla gelir. Bir oda da, aynı anda karanlıkla,
aydınlık veya soğukla, sıcak var denilirse inanılmaz. Kalbte Allâhu Teâlâ'nın
evidir.
Hadîs-i Kudsi de:
"Mü'minin kalbi Allâhu Teâlâ'nın evidir." 514 buyurmuştur. Bu kalb
evinde de Allâhu Teâlâ'nın hem sevmediği, hem sevdiği ikisi beraber olmaz.
Derviş; Üç gün veya kırk gün zikrullaha çalışırsa, kendisinde Evliya
kerametlerinden muhakkak bir hâl zuhur eder. O da Allâhu Teâlâ'nın korkusun
dan ağlayan gözdür, İşte bu göz yaşı Evliya kerametidir.

Sigara (Tütün)-Şeytan
(Sûre-i Araf, Ayet 31)
"Ey Adem oğulları, her mescide gidişinizde ziynetli elbiseleri
g i y i n , y e y i n , i ç i n , f a kat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sev-
mez."
Sigara da en büyük israftır. Çürümüş bir malı pazara getirdiğin zaman gübre-
liğe döker veya orayı kirletirsen cezasını senden alırlar. Allâhu Teâlâ'da aynısını
yapar.
(Sûre-i Maide,, Ayet 91)
"Şeytan içkid e ve kum ard a, anc ak ar anız a d üşm anlı ğı ve kin
sokm ak; sizi, All ah'ı zik retmekten ve namazdan alıkoymak ister. Artık
bunlardan vazgeçtiniz değil mi?"
Şeytanın insanı zikirden, zikrullahtan alıkoymak için en büyük tuzakların -
dan biri de sigaradır. Bunu içerken Allâhu Teâlâ'nın zikri kimsenin aklına
gelmez. Şeytanın da istediği budur. Günlerini, gecelerini "hele bir sigara yak"

210
diye boşa geçirtir. Sîzi Allâhu Teâlâ'nın zikrinden alıkor.
(Sûre-i Maide, Ayet 100)
"De ki: Pis ve kötü ile temiz ve iyi bir değildir: Pis ve kötünün
ç o k l u ğ u t u h a f ı n a g i t se (ya hut hoşuna gitse ) de (bu böyle dir.) öyle yse
ey akıl sahipleri Allah'tan k ork un uz ki, kurtuluşa eresiniz."
Sigara da pistir. Bunu herkes bilir. "Sigara içmek, içki içmek yasaktır"
yazısı çok yerlerde yazılıdır. Kahve, çay içmek yasaktır diye yazı yoktur.
(Sûre-i Tevbe. Ayet 108)
"Onun içinde asla namaz kılma! i l k günde takva üzerine kurulan
mescid (Küba Mescidi) i ç i n d e n a m a z k ı l m a n e l b e t t e d a h a d o ğ r u d u r .
O n d a t e m i z l e n m e y i s e v e n e r k e k l e r v a r d ı r . Allah da temizlenenleri
sever."
Allâhu Teâlâ temizdir, nurdur. Nur olmayan nura kavuşamaz. Pis ile nur bir
arada olmaz. Bu sigaranın kokusu, kötü, dumanı, herşeyi pistir.

(Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 3893)


"Ağızlarınızı temiz tutun. Çünkü ağızlarınız Kur'ân yoludur."
(Sûre-i Maide, Ayet 4)
"Kendileri için nelerin helâl kılındığını sana soruyorlar; de ki:
" B ü t ü n i y i v e t e m i z şeyler size helâl kılınmıştır.. "(ilâ âhir)."
(Sûre-i Bakara, Ayet 169)
" O ( ş e y t a n ) s i z e a n c a k v e d a i ma k ö tü l ü ğ ü , ç i r k i n i ş i v e A l l a h h a k k ı n
d a b i l me d i ğ i n i z şeyleri söylemeni z i emreder."
(Sûre-i Bakara, Ayet 172)
"Ey iman edenler! Size verdiğim rızıkların iyilerinden yiyin, eğer
s i z g e r ç e k t e n y a l nız Allah'a kulluk ediyorsanız, O'na şükredin."
Bir rivâyete göre Nemrut atlara binmiş yüzlerce saray erkânı ile at gezisine çıkmış,
birlikte gezerken, at üstünde tuvalet ihtiyacı oluyor. Nemrut tuvalete gittiğini kimseye
göstermek istemiyordu. Çünkü herkeste tanrı tuvalete gitmez görüşü hakimdi. Atı çok
yavuz, çok hızlı koşar, hiç bir at ona yetişemezdi. Millet şüphelenmesin diye at koşusu
yapalım diyor. Kendinin atı diğer atlarla aralarındaki mesafeyi çok aralayınca, atını
durdurup tuvalet ihtiyacını gideriyor. Sezerler korkusu ile başındaki tacı pisliğin üstüne
örtüyor. Ellerini havaya kaldırıyor ve "Yâ Rabbi! Bunlara karşı beni mahcup etme." diye
dua ediyor. Tacını kaldırıyor, içinden bir ot bitmiş, büyümüş pisliği göstermiyordu. Bu
ot tütündü.
Tütün ismini niçin koymuşlar? Birincide tu, ikinciye tün; yani bir sefer tam
tükürüyor. İkinciye de devamlı tükürüleceğine işarettir. Bu Arapça değil Türkçe kelime-
dir.
"Allâhu Teâlâ bir kâfirin duasını kabul etmez. Nemrud'un duasını niçin kabul
etsin?"diyeceksin. Allâhu Teâlâ sevmediklerine istidracen kahrından, sevdiklerine lütfun
dan keramet olarak verir.
(Sûre-i A'raf, Ayet 14-15)
"
İ b l i s , " B a n a ( i n s a n l a r ı n ) tek ra r d i ri l e c ek l e ri g ü n e k a d a r mü h l e t
v e r " d ed i . Al l a h "haydi sen mühlet verilenlerdensin." buyurdu.

211
Bilâl Babamın vaazında: "Firavun'un sakalından asılıp "benim duamı kabul et.
Benim sözümle su dursun." dediğini Allâhu Teâlâ kabul etti. Firavun "Ey su! Beni tanrı
biliyorsan dur!" demesi üzerine su durdu, demesine zamanın âlimleri itiraz ettiler.
"Allâhu Teâlâ hiçbir kâfirin duasını kabul etmez. Hele Firavun'un duasını hiç kabul
etmez." diye bizi yalanlamak istediler. Bu âyette de Allâhu Teâlâ iblisin duasını kabul
ediyor. (Zuhurât-ı Bilâli Nadiri, c.2, S.158’ bakınız.)
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4114)
"Şeytan Rabb'ine dedi ki:
- Ey Rabb! Adem yeryüzüne indirildi; biliyorum ki, onların Kitapları, Peygamber-
leri olacak. Kitapları nedir? Peygamberleri kimler olacak? Cenâb-ı Hakk:
- Elçileri meleklerdir, peygamberleri kendilerinden olacak. Kitapları da: Tev -
rat, İncil, Zebur ve Furkân (Kur'ân)' dır, buyurdu.
- Peki yâ benim kitabım?
- Senin kitabın (vücuda yapılan) döğmedir, kıraatin şiir, peygamberlerin de
kâhinlerd i r . Yemeğin de üzerine Allah'ın adı anılmayan (Bismillahirrahmanirrahim
denilmeden yenen) ş e y l e r d i r , suyun her sarhoş eden şeydir. Doğrun yalandır, evin
hamamdır, kadınlar avın, müezzinin çalgı mescidin çarşıdır! buyurdu."
Şeytan, Allâhu Teâlâ'dan kardeş istedi. Allâhu Teâlâ:
(Sûre-i Isra, Ayet 27)
"Zira saçıp savuranlar (israf edenler) şeytanların kardeşleridir."
İsraf edenler şeytanın kardeşi olunca sigarada israftır. Bir kişinin sene de sigaraya
verdiği parayla evinin ihtiyacı olan unu, bulguru alırsın. Yine bir senede sigaraya
verdiğini bir fakire ihtiyacın için verebiliyor musun? Ömür boyu içtiği sigara parasının
onda birini ateşte yaksa ona deli demezler mi? Sigara içmek, malını ve paranı ateşte
yakmak değil mi? Gel şu sigaranın faydasından biraz bahset desen hiç cevap veremez.İşte
şeytanın duasını kabul ediyor ki, bu isteklerini veriyor. Sigara Nemrud'un pisliğidir.
Onun için sigara tuvaletin kokusundan daha fazla kokup onun kokusunu bastırır.
Tuvaletin içinde hiç bir kimse, hiç bir şeyi ne yer, ne içer; pis olduğu için sigarayı
tuvalette içerler. Hiç bir âlim; "Sigarayı tuvalette içme, haramdır" demiyor, diyemiyor.
Tuvalette besmele çekmekte haramdır. Besmelesiz yapılan herşeye şeytan karışır.
Tuvalette ise hem besmele yasak, hem de şeytan ocağıdır. Tütün (sigara) içmenin şeytan
ameli olduğu bundan da bellidir. Nasrettin Hoca:
- Tuvalette yenen, içilen birşey var mı?" sorusuna;
- Içindekini ye, iç derlerse, ne diyeceksin?" buyurur.
Kahve ve çay için de sigara gibi israf diyorlar. Kahveyi, çayı tuvalette içemezsin.
Bunları içerken besmele çekersin ama sigarayı tuvaletin haricinde de içsen besmele çek-
mezsin.
Kahve, Şeyh Şâzelî Hz.'nin eseridir. Çay, Adem (Aleyhis selâm)'in gözyaşından
olandır.. Yolculuğa çıkan mübarek geceleri ihya edeyim diyen içerse uykusu gider, aşk
verir. Soğukta içerse ısıtır, sıcakta içerse serinlik verir. Aç kimse içerse tokluk verir.
Tok kimse içerse hazmettirir. Bunun karşılığında bir oda dolusu cemaat sigara içse
dumandan göz gözü görmez, ilk defa hiç içmeyenler, daha sonra içenler rahatsız olur. En
sonunda içeriyi havalandırmak mecburiyetinde kalırlar. Tiryakiler de bu dumandan
rahatsız olurlar. Birçok dairelerde sigarayı içen adamlar dahi "sigara içmek yasaktır" diye
tabela yazıp asıyor.
Bir kişi, bir paket çayı demlemek için bir seferde demliğe atıyor, onu da çok
kaynatıyor, içiyor dediler. Bilâl Babam buyurdu ki:
-Çayı çok fazla kaynatıp, aşırı derecede demli yapıp içmek iyi değildir. Hem israf

212
hem de içki yerine geçer, insanı aynı sarhoş gibi yapar. O haram olur, iyi değildir.
Kahveyi kızarana kadar kavurmak lazım. Her yanan şey haramdır. Kahveyi de fazla
kızartıp yakmak, onu da içmek, o da haramdır. Ekmeğin bile yanık yerini yemek haramdır.
Bir ihvan kardeşimiz ekmeğin yanık yerini yemiyor, sofranın içine bırakıyor. O bir
kardeşimiz de onun koparıp attıkları yanık ekmekleri ekmeğin kırıkları ile beraber toplayıp
yiyor, ikisini de Babama sordular. Bilâl Babam buyurdu ki:
-İkisi de haklıdır. "Yanık yemeyin haramdır" sözüne karşılık ekmeğin yanığını yemiyor,
koparıp atıyor. Bu haklıdır. O biri de "ekmeğin kırığını dökmek tepelemek, araya gitmesi
iyi değildir, haramdır" sözüne karşılık ekmeğin kırıklarını, yanıklarını araya gitmesin diye
yiyor. O da haklıdır.
İbrahim (Aleyhis selâm) Allâhu Teâlâ'ya:
- Yâ Rabbi! Benim malım çok fazla oldu. Bunu biraz azalt." diye dua etti. Allâhu Teâlâ:
- Çocuklarına yemeği, gezdikleri yerde yedir." Buyurdu. İbrahim (Aleyhis selâm)
çocukların boğazlarına birer torba astı. içine ekmek koydu. Ekmek kırıkları hiç
dökülmeyecek şekilde yaptı. Ekmek kırıklarını hiç dışarı dökmemelerini tembih etti.
- Gezdiğiniz yerde yeyin." dedi. İbrahim (Aleyhis selâm)'in malı daha fazla arttı.
- Yâ Rabbi! Sen, malımı eksiltecektin. Ben, çocuklara gezdikleri yerde ekmek
yediriyorüm." dedi. Allâhu Teâlâ:
- Ben, gezdikleri yerde ekmek yesinler, ekmek kırıkları yere dökülsün, malının
bereketini alayım, dedim. Sen yine ekmek kırığını yere döktürmedin." buyurdu. İbrahim
(Aleyhis selâm):
- Yâ Rabbi! Ekmek kırığı yere dökülürse, ben onun günahından nasıl kurtulurum." dedi.
Bu nedenle çocuklara gezdikleri yerde ekmek yesin, oynasın diye ekmek verilmez.
(Kütüb-i Sitte, Cild 6, Hadîs No: 1692)
''Hz. Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu) anlatıyor:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir gün elimden tuttu ve şu açık
lamayı yaptı:
-Allâhu Teâlâ toprağı cumartesi günü yarattı. Ondaki dağları pazar günü
yarattı; ağaçlari pazartesi günü yarattı. Mekruhları salı günü yarattı. Nur'u
çarşamba günü yarattı ve onda hayvanları perşembe günü yarattı. Hz. Adem
(Aleyhis selâm)'i cuma günü ikindi vaktinden sonra, ikindi ile gece arasındaki
gündüz vaktinin en son saatinde en son mahlûk olarak yarattı."
Sigaranın, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den çok sonra meydana
çıktığını söylüyorlar. Bu da "Mekruhtur" diyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) zamanında yokmuş. Öyle ise bu hadîs-i şerifte; "Allâhu Teâlâ, dünya
yaratıldığında mekruhları yarattı" deyince Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de
en son Peygamber ve en son, kesin emirler O'na gelmiştir. Evvelki Peygamberlere bu
mekruhun geldiğine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den evvel 515 olduğuna
büyük bir işarettir. Ahir zamanın alâmetlerinden birisi de Duhan (duman)'dır. Sigara,
esrar ve benzerlerinin dumanı, bir de atom bombası atıldığında yere düşüp patladığı
zaman çıkardığı dumandır. Peygamberimiz (Sallallâhu al eyh i v esel l em );
- Bu d um an m ü 'mi ni öl dü rm ez, n ezl e, gri p gib i ed er. Kâfi ri k ö r ed er, öl dü -
rür" 516 buyuruyor. Avrupa'da esrar, uyuşturucu yüzünden gençler kırılıyor. Türkiye'de
yirmi beş sene her gün iki paketten fazla sigara içen nefes darlığına, akciğer kanserine
hatta diğer kanserlere yakalanmasına sebep oluyor. Sigara içmek yüzünden bacağı, kolu
kesilenler gayet çok arttı. Avrupa mekruhluğu, haramhğı için değil, insanlığa, sıhhate zararlı
olduğu için terkediyor. Önlemeye çalışıyorlar.
Sigara emziğinin kokusu ateşte demir kızdırıp içerisini yakmadan, ne kadar gül
yağları, kokular sürse de gitmez. Cennette ateş yok, yemekler nurla pişer ama cehennem
ateştir. Ancak sigara kokusunu cehennem temizler. Yeryüzünde yaşayan hiç bir hayvan

213
bunun ne yaşını, ne de kurusunu iştahla yemez. Fakat insanlar iştahla içiyorlar. Hayvan -
lar diğer otların yaşını yemezse kurusunu, şayet zehir felan değilse yer. Maksadımız
sigara içilenlere hakaret değil, kötü ve zararlı olduğunu millete anlatmaktır. Sigaranın
ne faydası var dersen, sigaranın faydası; hırsız sigara içilen eve, sigara içilmeyen ev
kadar yaklaşmaz. Çünkü gece öksürür, uyanır, sigara içer. Tam uyku uyuyamaz. Hırsızı
rahatsız eder. Sigara içen kimse, çabuk takatten düşer. Bastonu eline on sene evvel alır,
çabuk ihtiyarlar. Bu gün sigaranın zararı tıbbi delillerle ispat edilmiştir. Allâhu Teâlâ,
ümmet-i Mııhammed'i 'bu israf, kerih, mekruh ve haram olan tütünden muhafaza buyursun.
Onu içen müslüman kardeşlerimize bir an evvel vesile, vasıta, hidayet, sabır verip bu
bid'attan kurtarsın. Onlar bizim din kardeşlerimizdir. Maksadımız onlara tütünün kötü
olduğunu anlatmaktır. Sigaradan ayağının parmağında yara çıkıp doktor sigarayı terket,
deyip bir çok ilaçlar yazıyor. Sigarayı terkettiği halde hastanın yarası ilaçlarla önlenemi-
yor. Bunu ben gözlerimle gördüm.
(Kenzu'l-İrfan, Hadîs No: 425)
"Ummetim arasında çıkacak ihtilaf rahmettir."
Şart şu ki: doğruda, haklıda birleşmek lazımdır. Sigara hakkında tartışma bu hadîse
göre rahmettir, ikazdır, ayıktırmaktır. Bu Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i n
sözüdür. Bunun için ben söylerim aksini iddia edenler söyler, hakikat ne ise meydana
çıkar. Hep müslümanlar bir noktada birleşir. Bu da bu hadîs-i şerîfe göre rahmettir.
Rahmetten kaçamayacağına göre, açıklanması, ikaz edilmesi lazım. Bunun için yazıyor -
um. Sigara israf yönünden haram, kokusu kerih, kendisi mekruh, insanlar onu içtiği
müddetçe ibadetten alıkoyduğu için şeytan amelidir.517
Sigara insanı sarhoş yapar mı? Yapmaz mı? sorusuna:
Rakı, insanı içince sarhoş eder. Sigara tiryakisi olursan içmediğin zaman sarhoş
eder. Sigara tiryakisi olan eline sigara geçmezse kızar, canı sıkılır, hatta aile ve
çocuklarına çatar. Sigara içenler, Ramazanda karnı aç, susuz olduğu halde, yemeği, suyu
düşünmeyip, tiryakilerin iftarda yemekten, sudan evvel sigara içmeye hazırlandığını
gördüm. Anlaşılıyor ki, sigara tiryakisinin alışkanlığı, isteği açlıktan, susuzluktan daha
fazladır. Şimdi zamanımızda eroin, esrar içenler, ellerine geçmeyince sarhoş olup kriz
geçiriyorlar. Alışkanlık durdurmuyor, sıkıntı geliyor ve onu deli gibi yapıyor. Hatta deli
ediyor. Sigara da eline geçmezse aynı sıkıntı geliyor. Fetva verirken bastıra bastıra bu
gibi uyuşturucular haram deniliyor da, sigara da aynı onun benzeri sıkıntıyı verince
neden haram olmuyor? İnsanın kendi kendini öldürmesi imansız gitmesine sebep oluyor.
Bir insan tehlikeden sakınmayıp kendi canına kıyarsa, imansız gitmesine sebep olur. Bu
da, doktor "ölürsün, içme" dediği halde içince öleceğini bile bile canına kıyma, yavaş
yavaş intihar olmuyor mu? Neden haram olmasın? işin içinde bile bile ölmek olunca
haram olmaz mı?
Bir sigara tiryakisi gece kalkarsa en evvel aklına sigara içmek gelir. Bir tane daha
yak derken uyuyuncaya kadar sigara içer. Kur'ân-ı Kerim'de de:
"Şeytan,size Allâhu Teâlâ'nın zikrini,ibadetini unutturur." buyurduğu oluyor.
(Sûre-i Mücadele, Ayet 19)
" Ş ey ta n o n l a rı i s ti l â et mi ş , o n l a r a Al l a h ' ı zi k r e t me y i u n u tt u r mu ş tu r. İ ş
t e o n l a r ş e y tanın taraftarıdır, iyi bilin ki şeytanın taraftarı mutlaka kaybedenler -
dir."
" D i l e n c i l i k t e n kendine bir kapı açana, Allâhu Teâlâ yoksulluktan yetmiş kapı
açar.'*518 buyuruluyor.
Sigara içenlerin bazıları kendi kendine şiş vuruyor, ateş tutuyor. Kesinlikle
kerahatla keramet bir arada olmaz. Keramet deyince akla Allâhu Teâlâ'nın sevdiği gelir.
Kerametin olduğu yerde kerahat, kerahatın olduğu yerde keramet olmaz. Sigarayı en iyi

214
gören âlimler kerih diye fetva veriyorlar. Kerih ne dersen, Allâhu Teâlâ'nın sevmediği-
dir.

(Kenzü'l-lrfan, Hadîs No: 791)


"Sarhoşluk veren her şey içkidir."5 19
Bu sarhoşluk verme sigarada var mı yok mu? Yok diyeceksin. Sigara tiryakisinin eline
sigara geçmezse sinirlenir, öfkelenir, çoluk çocuğuna çağırır, bağırır. İşte tiryakisi olup
eline geçmeyince sarhoşluk veriyor. Afyon, esrar ve diğer uyuşturucularda aynıdır.
Tiryakisinin eline geçmezse, onda da aynı haller olur.

(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 796)


"Sarhoşluk veren içkileri içen Tevrat'ta, İncil'de ve Furkan'da lâ'netlenmiştir."

(Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 5066)


" K i m b u ( s o ğ a n , s a r ı m s a k , t u r p ) g i b i y eş i l l i k l e r d e n b i r ş e y y e r s e me c l i s i
mi z e y a k l a ş ma sın. Çünkü melekler insanların eziyet duydukları şeyden eziyet
duyarlar."520
Melekler insanların eziyet duyduğu şeyden eziyet duyunca sigara içmeyenlerin
yanında sigara içilince onlarda eziyet duymuyor mu? insanlar eziyet duymuyorlarsa,
devlet dairelerinde "sigara içmek yasaktır" cümlesi niçin yazılıyor, asılıyor? Hiç zararı
yok diyen aşırı derecede tiryaki, yüzlerce kişinin sigara içtiği kapalı bir yerde durursa o
da öksürmeye başlıyor. Kapalı, havası devir yapmayan bir yerde sigara içilirse dumandan
göz gözü görmez oluyor.
Yine sigara içenin abdesti bozulur. Denemek isteyen temiz, beyaz bir külot giysin ve
bir kez sigarayı derince içine çeksin. Biraz dursun, ondan sonra külotunu çıkartıp baksın.
Külotunu sararmış görecektir. Evvelce sigarayı çok içip sonra terkeden birisi de bana
aynısını söyledi: "Bana da sizin anlattığınız gibi söylediler, inanmadım. Denedim gerçekten
külot kirlendi, sarardı. Abdestsiz olduğumu, namazımı da abdestsiz kıldığımı anladım ve
sigarayı terkettim."dedi. Belki bir seferinde içine tam çekememiş veya içerisinde
durduramamiş olabilir. Sigarayı üç, beş sefer içine çek, ondan sonra bak. Muhakkak
kirlenir, abdestte senden gider. En iyisi terketmektir.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4258)
"Sarımsak yeyin, onunla tedavi olun. Onun yetmiş hastalığa karşı şifa
s ı v a r d ı r . E ğ e r bana melek gelmese idi, ben de onu yerdim."
Şeytan, bu pis koku ile insanı Allâhu Teâlâ'dan uzaklaştırır. Kulu Allâhu Teâlâ'ya asi
eder. Sigara içmeyi önemsemeyen mekruh, kerih diyen bu zavallı daha Evliyalık iddiasında
bulunur. O Evliyasını temiz kabul eder. Pis ile nur bir arada olmaz. Allâhu Teâlâ nurdur. Nur
üstüne nurdur. Nur olmayan nura kavuşamaz.
(Sûre-i Nûr, Ayet 35)
"Allâhu Teâlâ göklerin ve yerin nurudur. Nurunun meseli içinde latif
b i r l a m b a b u lunan bir mişkât (kandil) gibidir.O lamba ise bir kandil içindedir...
(ilâ âhir)"
Bir ağızda hem nur, hem pislik olmaz. Pislik yiyen bir adamı görsen miden bulanır,
yemek yiyemezsin. Padişaha ikram en kalitelisi, ürünün ilk çıkanı verilir. O da ödül alır.
Padişah, ikram ettiğin şeyde az bir pislik olduğunu bilse o ikramı kabul eder mi? Allâhu
Teâlâ'da mekruh, kerih karışmış ibadeti kabul etmez. Karnın doyduktan sonra yediğin
yemek haram olur da, fuzuli (lüzumsuz) yere malını ateşte yakarsan haram olmaz mı? Sen
hacı ol, hoca ol, Şeyh ol, Meşayıh ol, Allâhu Teâlâ seni sevmedikten sonra senin vücudun
kaç para eder. Emeğinin, ibadetinin hepsi boştur. Sigara kokusu kerih, kendisi pis. ona

215
verilen para israf, haramdır, israfı yapan "Zengine helâl, fakire mekruh" sözü yanlıştır.
Mülk Allâhu Teâlâ"nındır. O'ndan da zengini yoktur. O haram deyince senin zenginliğin,
malın kaç para eder. Haram olunca zengini, fakiri seçmez. Zengin de fakir de doyduktan
sonra yese haramdır. 521 Zenginliği o haramı ona helâl etmez. Nasıl helâl etsin?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) karşıdan gelse elindeki sigarayı saklar mı-
sın, saklamaz mısın? O'ndan saklıyorsan Allâhu Teâlâ'dan niçin saklamazsın? Zengin de,
fakir de olsa yine haramdır. Kendisi kerih, kokusu mekruhtur. Hem de şeytan amelidir.
Sigara içerken hiç kimse Allâhu Teâlâ'yı zikredemez. Şeytan insanın gündüzlerini, gecelerini
"Hele bir sigara yak" diye boşa geçirtir.
(Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 1175)
"(Ey ümmetim!) Çoğu sarhoş eden şeyin azını da size yasaklıyorum."
Sigarada nikotin maddesi var. Bu ve daha birçok yönden haram, mekruh, müfsit,
kerihtir, İyi diye delil hiç yok, kötü diye delil çoktur. "Dumanını yel alır, parasını el alır,
marazı sana kalır." Sigara içtiğin sürece zikrullahtan, ibadetten geri kaldığın da şeytana
kâr kalır. Doktor, tanıdığım iki kişiye "sigara içmeyiniz, ölürsünüz!" diye rapor verip,
yasakladı. Bunlar sigarayı bir müddet içmediler, iyi oldular. Tekrar sigaraya başladılar
ve yine hasta oldular. Hastalıkları artınca terkettiler, sağlıklarına kavuştular. Yine içince
tekrar hasta oldular. En sonunda da sigaranın kurbanı olup hasta oldular. Düzelemedi-
ler, öldüler.

MUSAFAHA
(Sûre-i Ahzab, Ayet 56)
"Allah ve melekleri, Peygambere çok salat ederler (O'nun şerefini gözetmeye, şanını
yüceltmeye. özen gösterirler). Ey mü'minler! Siz de O'na salat edin ve tam bir
teslimiyetle selâm verin."
İşte emr-i İlâhi! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e salâvat getirmek
vaciptir.Elli dört farzın yirmi beşincisi Allâhu Teâlâ'ya ve Rasûl'ü (Sallallâhu aleyhi vesel
lem)'e tâbi olmaktır.
Musafaha: El tutuşmak. Bu da hakkında i h t i l a f edilmeyen b i r sünnet-i
kadîmedir. 522

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No:. 4121)


"Musafaha müslümanın en önemli davranışıdır."
Musafahayı çok getirirseniz Allâhu Teâlâ'nın en önem vermiş olduğu şeyi yapmış
olursunuz. Allâhu Teâlâ'da sizden razı olur.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 6, s.433)
Tirmizî'nin rivayet edip hüsnüne hükmettiği Enes ibn-i Mâlik hadîsidir. Hz. Enes
(Radiyallâhu anhu) diyor ki:
Birisi Rasûllah (.Sallallâhu aleyhi vesellem)'e:
- Biz müslümanlardan birisi mü'min bir kardeşine ve bir dostuna mülâki olun
ca ona tazimen eğilmeli midir? diye sordu. Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem)
cevaben:
- Hayır eğilmemelidir, buyurdu. O kimse:
- Onu kucaklayıp öpmeli midir? diye sordu. Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi
vesellem):
- Hayır! diye cevap verdi. Tekrar o kimse:
- Musafaha edip el tutuşmalı mıdır? dedi. Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)

216
bu son suale cevaben:
- Evet! diye tasdik ve tasvip buyurdu."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 6, s. 435-436)
"Huzeyfe ibn-i Yeman'dan rivayet edilmiştir:
Peygamberimiz (Sallallâlıu aleyhi vesellem) Efendimiz Hz.:
- Mü'min mü'mine mülâki olup ona selam vererek elini sıktığı zaman, her ikisi
nin günahları ağaç yapraklarının döküldüğü gibi dökülür, buyurdu.
(Kenzü'i-lrfan, Hadîs No: 476)
"Birbirlerinizle musafaha ediniz, bu kalbinizdeki k i n ve düşmanlığı giderir."
(Musafaha: Karşılaşan iki mü'minin birbirinin elini tutup öpmesi veya hafifçe
sıkmasidir.)
El öpme de musafaha oluyor. El sıkılır, üç defa sallanır, sesle salâvat-ı şerîfe
getirilir. El öper, eli öpülen salâvat-ı şerîfe getirir. Bu el öpme musafahadır.523

(Kenzû'l-İrfan, Hadîs No: 932)


"Din kardeşinin elini öpmek musafahadır."
(Öyle olunca " musafaha ediniz" hadîs-i şerîf mucibince el öpmek sünnet-i seniy-
yeden olur.)''524
Allâhu Teâlâ senden razı olarak Allâhu Teâlâ'ya kavuşayım dersen. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in üzerine salâvat-ı şerîfeyi çok getir. Yoksa başka şekilde
Allâhu Teâlâ senden ve diğer amellerinden razı olmaz. Hepsi boşa gider.
"Mü'minler birbirleriyle 'kardeştir. Kardeşlerinizin arasını düzeltin."525
buyuruyor. Öyleyse mü'minleri birbirine kardeş eden âyettir, sünnettir.
"Bir tek farzların bazılarını yapar, mevlide, sünnete, camide musafahaya. Peygamberi
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in övülmesine karşı çıkar. Ashabın içinde bazılarına
buğz eden, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in övülmesine karşı çıkanlar
kendilerini münafıklıktan kurtaramadılar. Kendilerinde beş vakit namaz, bir ay oruç,
hacc, zekat ve diğer ibadetleri var. Ama Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in,
cihar-ı yârın ve ashabın övülmesine canı sıkılırdı. O zaman bunları devamlı övenler mü'min,
övülmesine mani olmaya çalışanlar münafık oldu. Peygamberimiz(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i
översen Allâhu Teâlâ memnun olur. Çünkü bizim, mevlidte övdüğümüzden fazla Kur'ân-ı
Kerim'de:
Allâhu Teâlâ övüyor. Allâhu Teâlâ'nın övdüğünü övmek farzdır. Öyle olunca Mevlidde
farzdır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kendini öven âyetleri okuyunca haliyle
kendi kendini övüyordu. Münafıklar, kâfirler; "Yine şiirle kendi kendini övüyor."
derlerdi. Mevlid’de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i övmektir. Şimdi;
"Süleyman Çelebi Hz.'nin şiiridir." demeleri o münafıkların sözlerine ne kadar benziyor.
Hakiki ashâb Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i öven âyetleri ezberleyip gitti-
ği, gezdiği yerlerde okuyarak överlerdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
hâdi’leri, şairleri vardı. Onlarda Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vcsellcm)'i şiirlerle
överlerdi. Allâhu Teâlâ'nın övdüğünü övmek farzdır. O'nun sevdiğini övmeyen, övdürme -
yen, övülmesine mani olması sevmediğindendir. Mevlid okuyan, okutanda hakiki ashabın
bu yaptıklarına ne kadar benziyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
övülmesini istemeyen iblis (şeytan)'dir. Sen mevlide itiraz edince, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i övenden mi, yoksa övülmesine mani olan şeytandan mı
oluyorsun? İblis, salâvat-ı şerîfeden kaçar. Sende mevlidte salâvat-ı şerîfeyi çok getir,
salâvat-ı şerîfeyi getirmeden kaçınma. Şeytan senden kaçsın
Başta olan beş sünnet; saç, sakal, bıyık, misvak kullanımı ve abdest alırken ağıza,
buruna su vermek, oturma, yürüme, yeme-içme herşeyde bir çok sünnetler var. Bunların

217
pek azı yapılıyor, çoğunluğu terk ediliyor. Sözde ümmetin en âlimi, en sofususunuz, bu
sünnetler niçin söylemiyor ve yapmıyorsunuz?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mevlidte övülmesini, sevmeyen,
benimsemeyen, lüzumsuzmuş gibi görenlerden birisinin akrabası harpte biraz yararlılık
yapsa veya halk arasında göğüs kabartacak bir iş görse, onu överek övünerek iftiharla
söyler. Onunla gurur duyar. Ondan yüz milyonlarca fazla asıl övülecek iftihar edilecek,
zahirimizi, bâtınımızı, Allâhu Teâlâ ile konuşup, ümmetinin hepsine rahmet dileyip,
şefaatçi olan, hepimizi kurtaracak olan Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'dir.
O kendi akrabasının iyi yanlarını överken iftihar eder. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) övülürken yüzü kızarmadan "mevlid bid'attır (uydurmadır)" der. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in övülmesine karşı çıkarlar. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in mi'rac'a çıkmasını, orada ümmetini affettirmesini, bütün ümmetlere
şefaat etmesini vaazında söylememek yasaklamak senin oğlunun kimsenin yapamadığı
şeyi yapmasından yüz binlerce defa daha üstün değil mi? Peygamberimiz (Sallallâhu aley
hi vesellem)'in Medine-i Münevvere'ye hicretinde, Medine halkı kadın-erkek, çoluk-ço
cuk hepsi yüksek sesle bağırıp def çalarak;
Tale'âl bedru aleynâ, min seniyyitül ved'â
Vecebeş şükrü aleynâ, Medea lin nehidâ. (ilâ âhir...)
Manası: "Ayın on dördü gibi üzerimize Veda dağının tepelerinden doğdun. Ne
mutlu! Artık Allah'a dua ve niyaz eden bulundukça bize de şükretmek vacib oldu. Ey bize
gönderilen aziz Peygamber! Sen bize itaat edilmesi vacib bir emirle Peygamber geldin"
Şiirini hep bir ağızdan koşma şeklinde, kaside söyleyerek Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'i karşıladılar. Bu şekilde karşılamalarını Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) hoş gördü. Biz Mevlid-i şerîf'in içinde olan (Salâvat-ı şerîfe'yi, Kur'ân
okumayı tekbiri, tehlili, salât-ı selamı, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
yaşamını, doğumunu, vefatını) her şeyi bir tarafa bıraksak nasıl methetmiş oluruz? En
ufak bir şiirle de olsa Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i övmemiz lazımdır. 526
Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i sağlığında; kafirlerin on yedi
şairlerine karşılık Peygamberimizin (Sallallâhu aleyhi vcsellem)'in altı şairi, O'nu
ömür boyu methetmiştir. Biz değil mevlidteki şiir, kaside, ilahi v.s ile Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i ne kadar methetsek yine azdır! Sadece banları gözönüne
alsan, mucibince yapsan, mevlid okumak ve okutmak, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'i övmek sünnet değil midir? Neresi yasaklanacak? Neresi bid'at? Bunu söyleyen
âlimin kendisi bid'at içinde yüzdüğünü saklar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
övülürse buna "'bid'attır" der. Allâhu Teâlâ gafletten uyarsın! (Amin.)
Bu âlim görünenler de; "Allâhu Teâlâ Kur'ân'da övdüğü için, Allâhu Teâlâ'nın
övdüğünü övmek farzdır. Allâhu Teâlâ'nın Kur'ân'da övdüğü kadar biz mevlidte
övemiyoruz" diyemiyorlar. Üstelik karşı çıkıyorlar.
Bir müezzinin, camide parmaklığa yaslanıp, ayakta tesbih çektirdiğini; bir hocanın
da, kabrin baş ucunda mezar taşının üstüne yaslanıp, orada yan ayakta, yarı oturma
vaziyetinde sağa-sola, yukarı-aşağı bakarak, Kur'ân okuduğunu söylediler, Ben de 1952
yılında İstanbul'da benzeri bir olaya şahid oldum. Mevlid okutacak kadınlar ayakta veya
oturuyorlar. Mevlid okuyacak hoca veya müezzin çömelmiş mevlid okuyor. Her mevlid
için ayrıca para kesilmiş. (Bazen radyoda piyeslerde çok fazla çabuk konuşan adam olur.
Aynı onların konuştuğu gibi) acele, acele mevlidin bir başından, bir ortasından ( sağa-
sola bakarak) bir sonundan okuyup duasını yapıyor. Hepsi tahminen on dakika kadar
sürüyor. Mevlid bitince parayı alıyor, ikinci mevlüde başlıyor. En sonunda müezzin ile
imam (ikiside genç ve sakalsız) parayı bölüşemeyip, orada gözümüzün önünde
birbirleriyle dövüştüler. En kötüsü de bu okumadır. Yine istanbul'da her mevüdte, mevlid
okumak için sesi güzel hafızlar kaç camide mevlid varsa, ne kadar camiye çağrılmışsa
hepsine ayrı ayrı gider. Ya bir aşır Kur'ân okur ya da az bir mevlid okur. Her camide

218
okuduğu mevlidten ayrı ayrı para alır.
Mevlid güzel okunsa dahi o hocalar oturupta edep, erkan ve huzurla sonuna kadar
dinlemezler. Mevlidi sonuna kadar dinleyen cemaattır. Hocalardan birazı da sonuna
kadar dinlese bile pazarlık yapar. "Mevlidi şu fiata okurum" der, okur. Bütün bunlar
Allâhu Teâlâ'nın rızasının dışındadır. Zengin, paralı adamın mevlidi, (cenaze için)
deviri (ıskatı), yemini paralıdır diye gider okur. Fakirinkinde para yok diye gitmez.
Bunların hepsi Allâhu Teâlâ için değil, para için okuyorlar. Birazı da kesim kesmez, ama
az verirsen canı sıkılır, çok verirsen memnun olur. Dili ile hiç birşey söylemese bile
kalbinden böyle geçiriyorsa, Allâhu Teâlâ onun kalbini biliyor. Bunun şimdi zararı yoksa
bile ileride o su yüzüne çıkar. Pazarlık edeni de Allâhu Teâlâ sevmez. Yalnız âhiret
sevabını, Allâhu Teâlâ'nın rızasını düşünende, Allâhu Teâlâ'nın rızası için okur. Parayı
vermiş, vermemiş hiç hatırına getirmez. Mevlidi okutan, mevlid okuyana okuduğu için
değil de; tslâmiyete, dine, müslümanlığa sevgisi olduğundan, verdiği parayı Allâhu Teâlâ
için "hediye" olarak verir. Alan da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem);
"hediyeyi kabul edin reddetmeyin" 527 hadîsine göre alır, kabul eder. İşte ondan Allâhu
Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hakkıyla razı olur. Sesi de iyi
olmasa, kıraatta bilemese, tecvidi de olmasa, en iyi okuyan budur. En büyük sevap
böyle okunmasındadır.
(Sûre-i Nisa, Ayet 59)
" S a n a g el en i y i l i k Al l a h ' ta n d ı r. B a şın a g el en k ö tü l ük i se n ef s i n d end i r.
S en i i n s an l ara elçi gönderdik; buna şahid olarak ta Allah yeter."
Mevlid okumayı, okutmayı, camide musafahayı, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'i övmeyi yasaklayan, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e tâbi
olmamıştır. Cami, Kabe, Cennet, Arş-ı A'la ve herşeyin yaratılması Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hürmetinedir. Allâhu Teâlâ:
"(Levlâke levlâk vema halaktül eflâk)
Ey Habibim! Sen olmasaydın, ben, yerleri, gökleri yaratmazdım." buyuruyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) doğunca Kabe kendisine secde etti.
Mevlidte dediği gibi:
Secde kıldı Kabe gördü hâsu'am,
Düşmedi bir taşı hoş kıldı kıyam,
İlk defa Kabe'nin her rüknü (köşesi) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e
selam verdi.
Rüknü rükne Kabe'ni verdi selâm,
Dediler kim doğdu ol Hayr'ül-Enam.
Altı Parmak Kitabı'nın yazarı; "Peygamberimiz (sallallâhu .aleyhi vesellem)'i n
mi'rac'ını özet (kısa) yazdım" diyor. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'in
mi'rac'ı eski yazı ile yüz sayfaya yakın o-lup, hepsi de âyet ve hadîsle yazılmıştır.
Mevlidte söylenilen, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'in mİ'rac'ının çok
küçük bir parçasıdır. Hasılı sen; Allâhu Teâlâ övdüğü için, Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
vesellem)'i mevlid ile öv. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'i öven âyetlere
münafıklar, "şiir şöylüyor, uydurmadır." dediler. Şimdide Peygamberimiz (sallallâhu
aleyhi vesellem)'i öven mevlide de "Süleyman Çelebi'nin şiiridir." diyorlar.
(îhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 982, s.893)
" Ki m h erh a n g i b i r k i ta p ta b en i m ü z er i me s a l â v a t-ı ş eri f e g eti ri rs e ( ya n i
s al âv at -ı s erî feyi kitaba yazarsa), ismim orada kaldığı müddetçe melekler o adam
için istiğfar ederler."

219
(Kenzü'l-Irfan, Hadîs No: 14)
"Bana salat gönderenlere Cenâb-ı Hakk (Teâlâ Hz.) sırat köprüsü üzerinde bir nur
ihsan eder. Ehl-i nur ise (zikrullah ve salâvat-ı şerife nurdur), ehl-i nâr'dan
(cehennemliklerden) olmayacağı açıktır (cenennemden kurtulur)."528
(Ihyâu "Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 977, s.89l)
"Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz:
- Benim üzerime bir salavat getiren için melekler on kere istiğfar ederler.Binaen
aleyh (bunun üzerine, bundan sonra) isteyen (salâva t ı ) azaltsın, isteyen çoğaltsın, buyur
du."
(Kenzü'l-Irfan, Hadîs No: 10)
"Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz:
Bir ki mse nezdîn de is mi m zikrolunduğu halde, bana salat-ü selâ m
göndersin. Gerçekten bana bir kerre salât gönderenlere Cenab-ı Allah on defa
rahmet eder, buyurdu." 529
(Sünen'ün Nese-i, Cild 3-4, Hadîs No: 1297)
"Enes ibn-i Mâlik (Radiyallâhu anhu)'den: Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)şöyle
buyurmuştur:
- Bana bir salavat getirene Allah on defa rahmet eder, on tane hatasını siler ve
mertebesini de on derece yükseltir."
(Ihyâu Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 551, s.507)
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz:
Cuma gününde benim üzerime seksen salâvat-ı şerife getirenin Allah
seksen senelik günahını mağfiret eder, buyurdu."
Yine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Cuma günü getirilen salâvat-ı şerîfeyi bizz a t k e n d i m a l ı r ı m . 5 3 50 31 S a i r
zamanlardaki salâvat-ı şerîfeyi melek vasıtası i l e bana bildirili r."
Salâvat-ı Şerîfe; "Camide musafaha yapılmaz!" diyenler:
(Ihyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, s.892, Hadîs No: 979)
"Rasûl'ü Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz:
Ki ş inin ci mri li ği i çi n ya nınd a an ıld ığ ım h a ld e, b eni m ü zeri me s al av â t-ı
ş erif e g etirmemesi kâfidir." buyurdu."
Yani, benim ismim anılırda kendisi duyar, salâvat-ı şerîfe getirmezse cimrilik,
mıhrızlık, nekeslik kendisine sorumlu etmek için yeter demektir.
(Kenzü'l-Irfan, Hadîs No: 11)
"Efdal-i Kâinat Efendimiz'e salât-ü selâm göndermek köle azad etmekten efdal
dir." 532

(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 12)


"Cenâb-ı Allah'a râziyen (hoşnut olarak) mülâki olmak (kavuşmak) arzusun
da bulunanlar bana çokça salât göndersinler."533

(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 13)


"Rasûl-ü Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) sizden bana en yakın olan kimse be

220
ni çokça salât-ü selâm ile yâd edenlerdir."534
(Sünen'ün Nese-i, Cild 3-4, Hadîs No: 1283)
"Abdullah ibn-i Ebû Talha babasından naklediyor:
Bir gün Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) geldi. Yüzünde sevinç
alâmetleri vardı.
- Yüzünde sevinç alâmetleri görüyoruz! dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
- Bana melek gelerek, Ya Muhammed! Rabb'in şöyle buyuruyor: Sana bir
salavat getirene benim on rahmet etmem, sana bir selâm gönderene benim on defa
lütuf ve yardımda bulunmam seni memnun eder mi?"5 35
(Sünen'ün Nese-i, Cild 3-4, Hadîs No: 1284)
"Fedale ibn-i Ubeyd anlatıyor: Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir
adamın namazda dua e t t i ğ i n i d u y d u . F a k a t a d a m n e A l l a h ' ı y ü c e l t e n b i r
d u a e t t i , n e d e H z . P e y g a m b e r i m i z (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e salavat getir
di. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) ona:
- Acele ettin! dedi. Sonra da neler okumaları gerektiğini cemaata öğretti. Bir
defasında yine Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) birinin namazda Al-
lah'ı yücelten dualar okuduğunu O'na hamdettiğini ve kendisine de salavat getir
diğini duydu. Bunu üzerine adama:
- Dua et kabul edilir, iste verilir," b u y u r d u .
(Sünen'ün Nese-i, Cild 3-4, Hadîs No: 1285)
"Eb û Mes 'u d el-Ens arî anl atı yo r: Biz, Sa'd ibn-i Ub ad e'ni n sohbetind e iken
Hz. Pe ygam berimiz(Sallallâhu aleyhi vesellem) geldi. Beşir ibn-i Sad Hz. Peygam-
berimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e:
- Yâ Rasûlullah! Aziz ve Celil olan Allah bizim sana salâvat getirmemizi
emretti. Sana nasıl salâvat getirelim?diye sordu. Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi
vesellem) önce sustu. Biz keşke Rasûlullah'a böyle bir sual sormasaydık diye
düşündük. Sonra Rasûlullah:
- Şöyle salâvat getirin:
(Allahümme salli alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammed, kema salleyte alâ âli
İbrahime ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kema barekte alâ âli
Îbrahime fil âlemine inneke hamîdün Mecid)
"Allah'ım! İbrahim'in âline kıldığın gibi, Muhammed'e ve O'nun
âline rahmet kıl. Dünyada İbrahim'in âline hayır ve bereket kıldığın
gibi Muhammed'e ve O'nun âline de hayır ve bereket kıl. Sen,
h a md e d i l m e y e v e y ü c e l t i l m e y e e n ç o k l a y ı k o l a n s ı n . " S e l â m d a bildiğiniz
gibidir." b u y u r d u .
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 2, s.228)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu) rivayet etmiştir: Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) Efendimiz Hz.:
- Her kimin yanında adım anılırsa bana salât etmezse zelil olsun, diye beddua
etmişl e r d i r . 5 3 6
İmam-i Taberâni'nin naklinde Cabir'den rivayet edilmiştir:
"Ben onun yanında anılıp da bana salât etmeyen kimse şaki demektir."
Zelil olsun, hor olsun demektir. Allâhu Teâlâ onun hiç bir ameline kıymet verme-
sin. Dünya da mü'minler yanında geçersiz olup tedavül'den kalkan para gibi kıymetten
düşer. Âhirette her ameli yüzüne çarpılır. Senin yaratılmana sebep olana niçin salât-ı

221
selam getirmedin denir.
"Yine İbn-i Hibban'ın rivayetinde Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir ki:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz Hz:
- Her kimin yanında ben anılırım da bana salât etmezse o kimse öldüğü zaman
cehenneme girsin ve Allah ondan uzaklaşsın" diye buyurmuşlar.
Düşünecek olursan, inançlı bir müslümansan inanman, Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in bedduasından daha fazla korkman lazım! Salâvat-ı şerîfeyi getirmez, men
edersen; hacı ol, hoca ol, âlim ol, müderris ol, ne olursan ol, seni Allâhu Teâlâ'dan
uzaklaştıracak, iblise dost edecek ve ondan ayırmayacaktır. Senin ibadetini Allâhu Teâlâ
kabul ederse ibadettir. Şayet kabul etmezse ki, Habibi'nin bedduasını alanın ibadetini
muhakkak kabul etmez. Münafıklar, fasıklar, zındıklar da abdest, namaz, oruç gibi şeyleri
yaptıkları halde hiç birisinin ibadetini kabul etmiyor. Sen âlim de olsan ibâdetin kabul
olmaz.
Camide tesbih çekerken ilk defa "Alâ Rasûlunâ salâvat" derler.
Ezanda; “Muhammed Rasûlullah” diye çağırır. Ettahiyyatta; “Allahümme salli ve
Allahümme barik” okunur. Kamette yine “Muhammed Rasûlullah” diye çağırılır.
Bunların hepsi salavât değil mi? İşte belli ki camide salavât-ı şerife getirilir. Musafaha
yapılır, caizdir. Aksini iddia eden neye dayanarak söylüyor?
(Sûre-i Maide, Ayet 92)
"Allah'a itaat edin, Rasûle'de itaat edin ve ( k ö t ü l ü k l e r d e n ) sakının.
Eğer ( i t a a t t e n ) yüz, çevirirseniz bilin ki; Rasûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak
ve bildirmektir."
Allâhu Teâlâ kendine itaati, Rasûlüne itaati ile beraber sayıyor. Bunun
ikisine de tam itaat etmeliyiz. Allâhu Teâlâ'ya itaat; farzları peygambere itaat
sünnetleri yapmaktır. Ayet ve sünnetleri yapmaz benimsemezseniz Allah'a ve
Rasûlüne itaat etmemiş ve asi olmuş olursunuz!
(Sûre-i Enfal, Ayet 20)
"Ey iman edenler! Allah'a ve Rasulûne itaat edin, işittiğiniz halde
ondan yüz çevirmeyin."
(Sûre-i Muhammed, Ayet 33)
"Ey iman edenler! Allah'a İtaat edin, peygambere itaat edin.
İşlerinizi boşa çıkarmayın ."
(Râmûz-ul Ehâdis Hadîs No: 3415)
"F arz olan h aclar ı yapın ız . Çünkü o se vap b akımınd an yirm i de fa
Allah yolund a gazaya çıkmaktan daha büyüktür. Bana getirilen salât-ü selam
bunların hepsine denktir."
Bir farz hac; yirmi sefer Allâhu Teâlâ yolunda harbe gitmekten daha
büyüktür. Getirilen salâvat-ı şerife; hem farz hacca hem de yirmi sefer harbe
gitmeye denk oluyor. Bu durumda bir salâvat-ı şerife getirmek kırk sefer harbe
gitmeye denktir. Bazı hocalarımız bu gibi hadîs-i şeriflerden haberi olmadığı için
"camide musafaha edilmez."derler.

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4249)


"Peygamberimiz(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e salât-ü selâm getirilme
dikçe her dua önlen ir ."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e salât-ü selâm getirilmedikçe
her duanın sevabı önlenir, kabul olmaz. Çünkü Allâhu Teâlâ benim sevgili

222
Habîbime niçin salât-ü selâm getirmedin? der kabul etmez. O kabul etmezse hiç
bir iddia da edemeyiz. Hiç bir itiraz hakkımızda yok. Bu dünyada salâvat-ı şerî-
feyi çok getiren haklı çıkar, kazanır.
{Aşağıdaki yazı İmam-i Gazali Hz.'nin «Hüccetü'l İslâm, s. 119» eski yazı
aslından aynen alınmıştır.)
"Bab-u musafaha-i Mescid" Mescidde Musafaha konusu:
Ve dahi mescidde cemaatle musafaha eyle Rasûl-ü Ekrem (Sallallâhu aleyhi
vesellem) buyurdu ki:
- Ebû Süfyan'ın evinden çıktım. İkindi vaktin da mescide girdim. Boyu ve
boynu uzun olan ve kaşı çatık bir kişi gelip dört rekat namaz kıldı. Mihraba ya
kın vardım. O kişiye nazar ettim (baktım). Namazdan fariğ olunca (kıldıktan sonra)
iki elini kaldırdı. Ağlayarak dua etmeye başladı. Ben de elimi kaldırıp "amin" de
dim. Duadan fariğ olunca (bitince) sağ elini bana uzattı. Elimi hafifçe tutup bana
selâm verdi. Elimi üç kerre salladı. Ba'dehu (daha sonra) mescid’den taşraya
(dışarı)çıkıp gitti. Ben O kişinin bu fiiline (işine) taaccüb ettim (hayret ettim),
buyurdu.
Ondan Rasûl-ü Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hz. Ali (Radiyallâhu
anhu)'nin hane-i saadetlerine vardı (geldi):
- Yâ Ali! Mescidde bir kişi gördüm. Namaz kılub elimi tuttu ve üç kerre
salladı. Mescidden çıkıp gitti, dedi. Derhal Cebrail (Aleyhis selâm) gelüp:
- Yâ Muhammed! Hakk Teâlâ sana selam edüp buyurdu k i ; Mescid-i Saadette
elini tutan yiğidi bildin mi? Hazret i Rasûl (Sallallâhu aleyhi vesellem), Cibril'e:
- Bilemedim, dedi. Cebrail (as):
- O gördüğün yiğit Hz. Hızır (Aleyhis selâm) idi. Seni ziyaret etmeğe gelmişti.
Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdu, ki:
- Yâ Ali! Hızır (Aleyhis selâm)'ın sünneti sana vasiyet olsun, buyurdu.
Hazret i Rasûl (Aleyhis selâm) buyurdu ki:
- Her kim bu minval üzere musahafa eylese Hakk Teâlâ Hz. ona Hızır
sevabı mislü sevab verir. Her parmağına b ir yıllık ibadet sevabın vere.
Yerlerinden ayrılana kadar Hakk Teâlâ Hz. ikisinin günahlarını af ve mağfiret
edüb her günahına bedel bir hasenat y a z ı l ı r . "
Camide musafaha etmek hem Hızır (Aleyhis selâm)'ın hem de Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'den kalan sünnettir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) camide musafaha edilmesine o kadar önem veriyor, o kadar seviyor ki, camide
musafaha eden benim sünnetimi tazelemiş olur. Hızır (Aleyhis selâm)'ın sevabını alır. Her
parmağının sayısınca bir senelik günahı affolur, diye buyuruyor. Bunun aksini iddia
edenler iyi düşünsünler! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetine ve
hadîslerine kesinlikle itiraz edip, karşı çıkmış oluyor. Ümmet-i Muhammed'in camide
yaptığı musafaha ile on senelik günahı affoluyor. Bunlara karşı çıkmak Allâhu Teâlâ ve
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'a asi olmak demektir. Bunun acısı yarın mahşerde
Allâhu Teâlâ ve Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)in huzurunda meydana çıkar. Orası
makam, Unvan tanımaz. insana bir soru sorarlar, cevap verebilirsen ne âlâ! Cevap
veremezsen cehennem-i zümaraya atarlar. Allâhu Teâlâ'nın mahkemesinde, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in davacı olmasından seni kurtaracak daha üst bir mahkeme
yoktur. Onun için kesinlikle itiraz etmeyelim! Ve bizde camide musafaha yapalım.
"Allah'a ve Rasûl'üne itaat edin" 5 3 7 Elli dört farzın yirmibeşincisi Allah'a
ve Rasûl'üne itaattir. Bu itaat, Peygamberimiz . (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in camide
musafahasını, salâvat-ı şerîfesini, mevlid-i şerifini, inkar ede ede mi gerçekleşecek?

223
(Hüccet'ül-İslâm, s.20)
"Bab-u Musafaha-i ziyaret; ziyaret esnasında musafaha konusu:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
- Her kim bir mü'min karındaşını ziyaret etse, hasbî olarak Allâhu Teâlâ
için ziyaret olursa, her birerlerine cennette bir derece verilir. Rasûlullah (Sallallâhu
aleyhi vesellem) buyurdu ki:
- Her kim bir mü'min karındaşını ziyaret eylese ve üç kerre musafaha edüp
elini sallasa elini birbirinden ayırmadan Hakk Teâlâ H z . ' n i n emri ile ikisinin
günahları dökülür. Şol ağaçtan yaprak nice dökülürse öyle dökülür.538
Yine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
- Her kim bir mü'min karındaşının ziyaretini terk eylese o kimse mel'undur.
Ve cemaati dahi terk eden mel'undur.
Yine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdu ki:
- Her kim ziyaret etmeği terk etse, ol benden bizar (usanmış, bıkmış)dır.Ben dahi
ondan bizar (usanmış, bıkmış)ım, buyurdu.
Zamanımızda Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in övülmesine, mevlid'ine,
sünnetine, musafahasına şiddetle karşı çıkan Vehhabi görüşlüler var. Buna göre biz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i, mevlid-i şerifte, mevlidin dışında vaazlarda
ve nasihatlarda çok övmeliyiz. Allâhu Teâlâ'nın övdüğünü övmek farzdır. Camide
musaafaha yapmayı "bid'at'mış gibi anlatıyorlar. Hoparlör, elektrik (lamba), mikrofon,
minare, yakalı elbise hepsi bid'attir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mevlidde övülmesine bid'at diyenlere:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i öven âyetler çoktur. Bizim mevlid-i
şerifte övdüğümüzden daha fazla Allâhu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de övüyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i en fazla seven Allâhu Teâlâ'dır. O'nu över
isek; "Ben, Kur'ân'da övdüm. Sizde kendiliğinizden övdünüz. Aynı benim dediğim gibi
yaptınız." diye Allâhu Teâlâ bizden memnun olur. övmezsen, övülmesini engellersen
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i en fazla sevmeyen, salâvat-ı şerife sesinden
kaçan iblistir o memnun olur. Onun için, bizim hem mevlid okumamız, hem sair
zamanlarda övmemiz, hem de sünnetini yapmamız lazımdır. Kur'ân'da Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i öven âyetleri "âyettir" diye gözünü yum, ezdire, süzdüre
tecvid ile oku hem de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in övülmesine,
mevlidine karşı çık, bid'at de.539İşte bu sahtekârlıktır! Ayette: "Allah'ı da, mü'min
kulları da aldatmaya çalışırlar." buyuruluyor. Kur'ân'da âyetle övüldüğü için o âyeti
okuyarak öv! Sonra da "övülmez" de. Bu Allâhu Teâlâ'yı aldatmaya kalkışmak değil mi?
Niçin Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i öven âyetleri okuyorsun? Niçin o
âyetteki emr-i İlâhi ile hareket edip, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i öven
mevlid-i şerifi yasaklıyorsun ve "bid'at" diyorsun?
Mevlid'e, musafahaya "bid'at" diyen kimsenin evine gidip baksan, yemesi, içmesi,
oturması, giyinmesi, yaşaması herşeyi bid'attir. Dillerine bir bid'at sözünü dolamışlar,
bilmeyenler de onlara inanıyorlar.

RÜYA
Bilâl Babamın Cevâhir-ül-İslâm Kitabında (hepsi yarım sayfa kadar olan) gördüğü
bir rüyayı anlatıyor. Bunu okuyan hoca eline bu kitabı alıp; "Ben ne diyeyim. Kitabın
ismi güzel. Ama adam rüyasını yazmış." diyor. Halbuki o yarım sayfanın dışında kitabın

224
içi âyetle, hadîsle, edille-i şer'iyye ve milleti ikaz edecek sözlerlerle, İlm-i hikmetlerle
ve i l i m hazinesi ile doludur. Kitapta münafıklar, fâsıklar, zındıklar, kötü âlimler
hakkındaki âyet ve hadîsleri. Kur'ân-ı Kerim'in diğer âyetlerini, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şeriflerinden ayrılmamayı, her görüşün âyete,
hadîse ters düşen veya iyi taraflarını ikazla, irşadla, ayıktırmayla anlatıyor. Bu sözler
kendisine ters gelen bu âlim, o âyetlere, hadîs-i şeriflere uymayıp kendisi de bid'at ehli
olsa gerektir, Kitabımız âyet ve hadîsle açıklandığı için bunlara itiraz da edemiyor.
Bütün hıncının hepsini yarım sayfalık rüya yazısından alıyor. Eksikmiş gibi görüyor.
Eksiklik hocanın540kendisindedir. Halbuki Kur'ân-ı Kerim'de Yusuf (Aleyhis selâm)'ım
gördüğü rüya; Yusuf
542
(Aleyhis selâm)’un zindan arkadaşının gördüğü rüya;541 Mısır
Meliki'nin gördüğü rüya ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in;
"Ben bir rüya gördüm, Kabe'ye gideceğiz, kurbanlarımızı keseceğiz, hacı
olacağız.*' sözüne, o zamanki münafıklar: "Rüya gördüm, diyordu. Rüyası da, kendisi
de yalan çıktı." dediler. İtiraz eden münafıklara Allâhu Teâlâ âyetle cevap verdi:
(Sûre-i Fetih, Ayet 27)
" Yemin ed eri m k i, Ra sû lul lah 'ın rüya sı do ğ rud u r. O'nun din i h ak tı r.
S i z Mes cid -i H aram'a gideceksiniz... (ilâ âhir)."
Rüya hakkında Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in pek çok hadîsi
şerifleri vardır. Bu hadîs-i şeriflerden doksan tanesi elimizde mevcuttur. Ben
broşürümüze bunlardan sadece dokuz tanesini yazıyorum:
(Kırk Mevzuda, Kırk Hadîs Kitabı, s.583, Hadîs No: 4)
"Mü'minin rüyası, Rabbı ile uykuda konuştuğu bir (çeşit) kelâmdır."543
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor:
"Benden sonra peygamber gelmez. Allâhu Teâlâ, sîzi mü'minin göreceği güzel
rüyalarla ikaz eder."54 4
"Mü'minin rüyası Peygamberliğin kırk a l t ı parçasından bir parçadır."545
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 3916)
"...İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan rivayet edildiğine göre: Rasûlullah (Sallallâhu
aleyhi vesellem) şöyle buyurdu, demiştir:
- Kim görmediği bir rüyayı gördüğünü iddia ederek yalan söylerse (Kıyamet gü-
nü) ona i k i arpa tanesini bir birine düğümlemesi teklif edilir ve bunu yapamamasın-
dan dolayı tazib edilir (cezalandırılır)."
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 3906)
"...Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edildiğine göre; Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
- Rüya üç çeşittir:
Allâhu Teâlâ tarafından (melek vasıtasıyla mü'minin kalbine rüyasında telkin edi
len) bir müjde (yani sevindirici güzel rüya),
Kişinin uyanık halinde önemseyip kalben meşgul olduğu bir şeyle ilgili olarak
gördüğü rüya ve
Şeytan tarafından (uyku halinde kalbe sokulan) korkutmak.
Bu itibarla biriniz sevindirici bir rüya gördüğü zaman dilerse anlatsın ve
hoşlanmadığı bir rüya görürse onu kimseye anlatmasın ve (şeytanı defetmek için)
kalkıp namaz kılsın."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 9, Hadîs No: 1358)
"Ebû Katâde (Radiyallâhu anhu)'den rivayete göre; Nebî (Sallallâhu aleyhi
vesellem) şöyle buyurm u ş t u r :
- (Sûreti ve ta'biri cihetiyle) güzel rüya Allah'tandır.Fena rüyada şeytandan

225
dır. B i r i n i z korkunç yani karışık rüya gördüğünde hemen sol tarafına tü
kürüp, üflesin ve o rüyanın şerrinden Allah'a sığınsın, (Eûzubi'llâhi mineş şeyta
ni'rracim, desin!). Bu suretle o rüya gören kimseye zarar vermez."
(Muhtar'ul Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 1349)
"Rüyayı ancak âlime, ya da nasihatçıya anlat..."
Huzurda ve rüyada, Allâhu Teâlâ, şeytan, melek ve nefis gösterir. Allâhu
Teâlâ lütfundan gösterir ve kendi rızasından başka bir şey olmaz. Rüyada
görülen ve huzurda söylenenler hem gören için, hem ümmet-i Muhammed için
çok büyük mana teşkil eder. Düşündükçe manaları derinlere varır, ikaz ve irşad ile
doludur.
Şeytan, şeriatsız gösterir, gösterdiğinin içinde muhakkak şeriata muhalif bir
tarafı olur.
Melekîden ziyan gelmez.
Nefisten olanda ise kendi nefsine hoş gelen; "görseydım, olsaydı, alsaydım,
yapsaydım" diye içinde mal, para, hasılı Allâhu Teâlâ'nın rızasının dışında,
nefsinin isteyerek arzu ettiğinin hepsini rüyalarda görmesi nefistendir.546
Ahir zamanda mü'minin rüyası doğru çıkar, sözü en doğru olanın rüyası da
doğrudur. Peygamberimiz (Sa llâ lla hu a le yhi ve se lle m):
"Kim b e n i r ü yada gör ü rs e h ak ik atte b en i görm üş olu r . Ş e ytan be
nim suretime giremez." 547 buyurdu.
Bilâl Babam buyurdu ki:
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)i rüyada görmek şöyledir;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e mahsus bir görüntü, görünüş
vardır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) nursuz, şeriata muhalif ve
eksik sıfatla görülemez, İbliste nurlu, şeriata tam uygun görülemez. Meselâ;
sakalının yarısı var, yarısı yok, gözünün biri kör, yüzü kül renginde, konuştuğu
söz şer'a muhalif olur. Yani; ben, size namazı, orucu bağışlattım. Bundan sonra
namaz oruç gibi şeyleri yapmayın, der. Bu eksik sıfatlarla görünüp, şer'a muhalif
söz söyler. Her ne kadar da âhir zaman peygamberiyim dese de o iblistir,
şeytandır. Karanlık ile ışığın, soğuk ile sıcağın biribirine zıt olup birbirinin
olduğu yerde öbürünün olmadığı gibi nur ile zulümatta birbirinin zıddıdır.
Birinin olduğu yerde öbürü olmaz. Bir anda şeriatsız bir hâl olur ve
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in maneviyatı gider, ib lis gelir. Bir
anda zikrullah, salâvat-ı şerîfe ve musafaha olur, nur olur. İblis gider,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ruhaniyeti gelir. Bunun birinin
gidip birinin gelmesi bir an meselesidir. Onun için Rahmani, melekî, şeytanî
birbirini takib eder.
"En sadık rüya seherlerde görülen rüyadır." 5 4 8
"En doğru rüya gündüz görülen rüyadır. Çünkü Allah vahyi gündüz
tahsis etmiştir." 549
Bilâl Babam:
- Seher vaktinde kalkar, teheccüd namazı kılar, tesbihini, dersini çeker,
"Sabah namazının sünneti ile farzın arasını açın." hadîs-i şerifine göre, Hane
fi mezhebindekiler Şafilerin namaz kıldığı zamanda sabah namazının sünneti
ni kılar. Hanefilerce farz namazın kılınması vaktine kadar da huzuru rabıta eder.
Farzla sünnetin arasını açmış olur. Sabah namazından sonra İşrak namazına ka-
dar Kur'ân, istiğfar, tesbih, ders virdi ne ise onu yapar, İşrak namazını kılar; sonra
kuşluk vaktine kadar yine huzuru rabıta, zikrullah, istiğfarla geçirir. Kuşluk namazı-
nı da kılar, yönünü kıbleye getirir. Sağ elini başının altına alır. Ayaklarını toplar
kaylule uykusuna yatar. Bu vakitteki uykuda görülen rüya ile sabaha karşı

226
görülen rüya en makbul rüyadır. Rüyayı görür görmez uyanır. Uyanınca
kendisinde uyku eseri, sersemliği olmaz. Net olarak aklında kalır. Gördüğü
rüya kendisi ve ümmet-i Muhammed için ayıktırıcı olur. Bu rüya Allâhu
Teâlâ'dandır, buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) her sabah namazını kıldırdıktan
sonra ashabına döner:
"İçinizde rüya gören var mı?" diye sorardı. 5 5 0 Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e Cebrail (Aleyhis selâm) vahiy yoluyla, hadîs-i
kudsi ile haber verir. Allâhu Teâlâ ilham ile bildirir. Rüya görür, hadîs olarak
kendi söylerdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yine de rüya
görenlere soruyor.
Niyazi Mısrî Hz. Şeyh aradı, aradı bulamadı. Kırk sene Mısır'da kaldı. Ümidi kesti.
Bir gün çok dua edip, yalvardı. Rüyasında Hz. Pir'i gördü. Rüyasında: Hz. Pir bir kese
altın getirdi, bir yere koydu, ikiye böldü. Yarısını Niyazi Mısrî Hz.'ne verdi: "Bu sana
zahir ilmidir. Öbür yarısı da bâtın ilmidir. Allâhu Teâlâ her ikisini de sana verdi. Seni
irşad edecek Şeyhi ancak Rum diyarında (Anadolu'da) bulursun." buyurdu. Niyazi Mısrî
Hz. geldi, aradı, Şeyhini buldu, irşad oldu. Padişahta; meclisine vaazını dinlemeye
gelirdi. Şeriat ehline camide; tasavvuf ehline hem camide, hem de tekke de ders verirdi.
Zahir ve bâtın ilmi kendisinde çok fazla olmuştu.
Ebû Bekir Havarı Hz. kırk eşkiyanın başı idi. Allâhu Teâlâ hidayet etti. Yedi sene
bir mağarada ibadet ile tevbe-istiğfar ederek ağlayıp, yalvardı. Yedi sene sonra duası
kabul oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kendisine rüyasında bir takım
elbise giydirdi ve irşad etti: "Bundan sonra benim ümmetimi irşad et." diye emir verdi.
Bir zamanlar Havaristan dağlarında yol kesen, kırk eşkiyanın başı olup, sayısız adamı
öldüren Ebû Bekir Havari Hz. rüyasında, Peygamberimiz "(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
kendisine giydirdiği elbiseyi sabah uyanınca üzerinde buldu. [Peygamberimiz (Sallalla-
hu aleyhi vesellem)'i rüyasında görüp, kendilerine elbise giydirdiği üç kişidir. Bilâl
Babam üçünü de söyledi. Aklımda yalnız Ebû Bekir Havarî Hz. kaldı.]
Ebû Bekir Havarî Hz.'nin evveliyatı eşkiya idi. "Ondan birşey olmaz. Hep
abartmadır." diyen âlimlere karşı Allâhu Teâlâ vahşi aslanları Ebû Bekir Havarî Hz.'ni
görmek için Bağdad'taki tekkesine getirdi. (Mevzu çok uzun kısa kesiyorum)
Allâhu Teâlâ: "Bir kul şu kötü, bu kötü ameli yaparsa, haksız yere adam
öldürürse, zina ed ers e, o nu es a me cehenn emi n e a ta r, ya ka rı m. Yaln ı z hakkı
i l e tev b e 551
ed er, h akk ı i l e a mel-i s a l i h işlerse, günahlarını affetmeden başka sevaba
çeviririm." buyuruyor, İşte Ebû Bekir Havarî Hz.'nin birikmiş günahları sevaba çevrildi
ve rüyasında irşad olarak Evliyalığın zirvesine çıktı.
Bilâl Babam, Giresun'dan gelirken, trende bir tüccar; "Bizim köyde bir adamın hiç
okumuşluğu yoktu. Rüyasında Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem )'i görmüş.
Kendisine Kur'ân-ı Kerim'i vermiş ve rüyasında Kur'ân'ı okutmuş. Sabahtan kalkınca
Kur'ân-ı Kerim'i hiç kekelemeden fevkalâde okumaya başladı." dedi. Zengin, olan bir
inkarcı da buna itiraz etti. Bilâl Babam da cevabını verdi. İşte hiç okumuşluğu olmayanı
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) rüyada kendisini okutması ile uyanınca Kur'
ân-ı Kerim'i su gibi okumaya başlıyor, devamlı okuyor.
Bağdad'ta fakir bir derviş ölmüştü. Oğluna
- Kefen getir." dediler. Oğlu bir müslüman mağazacidan borca kefen istedi.
- Param yok. Babam kefensiz gömülecek. Bana kefen sat, parasını sonra öderim." dedi.
Mağazacı:

227
- Borca vermiyorum." dedi ve çocuğu boş gönderdi. Çocuk ağlayarak giderken, Yahudi
olan komşu mağazacı çocuğu gördü, yanına çağırdı.
- Niçin ağlıyorsun?" dedi. Çocuk:
- Babam öldü, kefen param yok. Babam kefensiz gömülecek. Şu mağazacıdan istedim,
vermedi." dedi. Yahudi, kefeni çocuğa verdi.
- Borcun yok, ben kefeni öyle veriyorum." dedi. Çocuk sevinerek geldi. Babasını
defnetti. Müslüman mağazacı, o gece rüyasında; kıyemet kopmuş. Kendisi Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına geliyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
ona:
- Sen o çocuğa niçin kefeni vermedin?" buyuruyor ve yanından kovuyor. Müslüman
mağazacı sabahleyin Yahudi mağazacıya gelir:
- Dün sen, bir çocuğa kefen vermiştin o kefenin parası ne kadarsa ben vereceğim." der.
Yahudi:
- Sen bir rüya mı gördün?" Müslüman mağazacı:
- Evet! Bir rüya gördüm." der. Yahudi:
- Senin gördüğün rüyayı ben de gördüm. Rüyamda: Kıyamet kopmuş. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) beni yanına çağırdı; "O kefeni verdiğin için çok memnun
oldum. Eğer sen Yahudi olarak kalırsan, cehennemde yerin şurasıdir. Eğer şahadet
kelimesi getirir müslüman olursan, cennette benim yanımda şurada olacaksın." buyurdu.
Rüyamda şahadet kelimesi getirdim, müslüman oldum. O kefen, beni hem müslüman etti,
hem de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e komşu etti. Değil dükkanı, Bağdad'ın
tümünü versen o kefenin sevabını sana vermem." dedi.
Bilâl Babam buyuruyor: "Giresun'da, beni bir eve davet ettiler. Ev sahibi anlatmaya
başladı.
- Ben paramı çaldırdım, çok borçlandım. Borcumu ödemenin imkanı olmadığından
ödeyemiyordum. "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Ravza-ı Mutahharasının
kapısından, halkasından veya onun bir yerinden tutup cidden yalvarırsan, Allâhu Teâlâ
duanı kabul eder. Her ne dilek dilersen olur." dediler. Bende Ravza-i Mutahhara'ya
gittim. Param yok. Benim gibi parasını çaldıran, parası olmayan hacılar orada kaldık.
Orada bir Şeyh var. O Şeyhin tekkesinde yer, içer, yatardık. Ravza-ı Mutahhara'ya gelir,
namaz kılar, dua eder, yalvarırdık. "Yâ Rasûlullah! Yâ Rabbi! borcumuzu ödeme imkanı
ver." derdik. O Şeyhe meseleyi anlattık. Şeyh:
- Sabret, sabret, sabredin." dedi. Aylar geçti, en ufak bir işaret yok. Tekrar Şeyhe
meseleyi anlattık. Şeyh yine:
"Sabret, sabret, sabredin." dedi. Çok uzun zaman geçti. Bir gün yine Şeyhin tekkesine
geldik. Şeyh bu sefer gülüyordu.
- Duanız kabul oldu!" dedi.
- Nasıl?" diye sorduk. Peygamberimiz (Sallalâhu aleyhi vesellem), Hindistan'da çok
zengin bir müslümanın rüyasına girmiş: "Kabe'de fakir olup, memleketine gidemeyen bir
gurup hacı var. Onlara sen şu kadar para gönder." buyurmuş ve o şeyhin adresini vermiş.
Şeyh, altın ve paraları bize ayrı ayrı taksim etti. Parayı aldım, Giresun'a geldim,
borçlarımı verdim. Bu gördüğün evi yaptırdım. Şimdi ki bu malım, servetim ondan kalma
dır." dedi,

BÎAT-SÜNNET BAHSÎ
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vese!lem)'e Hadibiye'de ağacın altında elinden
tutup biat ettiler. Bunlara "Aşere-i Mübeşşere" denir. On kişi idiler.

228
(Sûre-i Fetih, Ayet 10)
"Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat etmektedirler.
A l l ah 'ı n e li o nların ellerinin üzerindedir. Kim ahdini bozarsa, ancak
k e n d i a l e y h i n e b o z mu ş o l u r . Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah
ona büyük bir mükafat verecektir."
Alimlerin elinin üstünde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in eli.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinin üzerinde Allâhu Teâlâ'nın eli var.
Sen o eli öpmez misin? Hadibiye'de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
elinden erkekler tutup biat ettikten sonra kadınlar geldi. Onlar altı kişi olarak
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden tutup biat edince Peygamberiniz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) çok sevindi:
"Bunlar, benim ümmetimden kıyamete kadar h a r b e d e n e r k e k l e r i n y a n ı n d a
k a d ı n l a r ı n d a y a r d ı m e t m e s i n e s e b e p o l d u . B e n i m ümmetimde harbe iştirak
edip savaşan kadınlar olacak." buyurdu.
(Sûre-i Mümtehine, Ayet 12)
"Ey Peyga mb er! İn anmış kadınlar, Allah'a hiçbir ş eyi o rtak koş ma mak,
hırsızlık yap ma ma k , zina etmemek , ço cuk la rını ö ldü rmemek , ell eri i l e a y ak -
l a rı a ras ınd a bi r if tira uydurup getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı
gelmemek hususunda sana biat etmeye g e l d i k l e r i z a m a n , b i a t l a r ı n ı k a b u l e t
v e o n l a r i ç i n A l l a h ' t a n m a ğ f i r e t d i l e . Ş ü p h e s i z Allah çok bağışlayan, çok
esirgeyendir."
Kadınlar tarikata giremez sözü ne kadar yanlış. Şeriatın emrinin dışına çıkmamak
şartıyla bu âyete göre girerler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına o
kadınlar gelip:
- Bizde biat edeceğiz, deyince Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
durakladı. Çünkü bu kadar büyük günahı işledikten sonra, bunların biatlerini, bana
ümmet olmalarını kabul edeyim mi, etmeyeyim mi? Allâhu Teâlâ affeder mi, affetmez mî?
diye tereddüt edince bu âyet geliyor. "Bu günahları evvelce y a p mı ş o l s a b i l e s a n a k a r ş ı
g e l me y i p , s ö z ü n d e n ç ı k ma y a c a k l a r ı n a s ö z v e r i r l e r s e b i a t l a rını kabul et.
Ben onların hepsini affederim." demektir.

Şeriattır cümle işlerin başı, Tarikat ehlinde yok ise şeriat,


Şeriatsız tarikat şeytan işi. Onun Şeyhi şeytandır mutlak.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in kadınların elinden hiç tutmadığını iddia
edenlere:
Mekke'nin fethinde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem )'e' vekaleten Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu)'in elinden önce erkekler sonra kadınlar tutup biat ettiler. 552 [Bu
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vekili olunca onun elinden biat
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden biattir.] Daha sonra Cebrail (Aleyhis
selâm)'ın Allâhu Teâlâ'dan selamla: "Sen bir leğen suya elini sok kadınlarda soksunlar.
Elinden tutup biat etmiş olurlar." Diye haber getirdiğini bazı tefsirlerde yazıyor. Daha
önce kadınlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden tutup biat etmemişlerse
Allâhu Teâlâ neyi yasaklıyor? Bunlardan anlaşılıyor ki, daha evvel Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) kadınların elinden , tutup biat vermiştir. Hadibiye'de de biat
verdi. Onu yasaklıyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Allâhu Teâlâ ile
Mi'rac'da doksan bin soru-cevap karşılıklı konuşması vardır. Bir de Cebrail (Aleyhis
selâm) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e yirmi sekiz bin sefer Allâhu
Teâlâ'dan selam ve haber getirmiştir. Bu da Allâhu Teâlâ'nın Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) ile melek vasıtası ile konuşmasıdır. Bu gelişlerinin altı bin altı yüz
altmış altısı âyet diğerleri Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e özel emirdir.

229
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in dokuz hanım alması; kendi malının evladına
miras kalmaması; gecenin tümünü, gecenin yarısını, gecenin üçte biri kalınca sabaha
kadar ibadetle geçirmesi; Beyt-ül malın kendinin olması; harb etmek için yola
çıktıktan sonra yenileceğini bile bile harbetmesi; Allâhu Teâlâ'dan emir bekleyip,
Allâhu Teâlâ'dan aldığı emir ile göçmesi gibi şeyleri Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'e Allâhu Teâlâ hadîs-ikudsîlerle bildiriyor. O da Allâhu Teâlâ'dan
aldığı emir ile yapıyor.
Ayetlerde olan emirler çok kısa geçiyor. Allâhu Teâlâ ayrıntılarını hadîs-i
kudsîlerle bildiriyor. Meselâ; Allâhu Teâlâ şunu şöyle yap diye bir şeyi âyette
buyuruyor. Hangi gün nasıl, ne şekil, ne şartlar altında yapacağını hadîs-i
kudsîlerle bildiriyor. Bu hadîs-i kudsîlerin birçokları Peygamberimiz (Sallallâ-
hu aleyhi vesellem)'e özel emirdir. Bunlara hadîs-i kudsî denir. Ayetler harfi
eksiksiz, yanlışsız, bizzat Allâhu Teâlâ'nın sözüdür. Kur'ân-ı Kerim'in tümüdür.
Cebrail (Aleyhis selâm)'in Allâhu Teâlâ'dan selam ile getirdiklerini Peygamberi
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem) uzun uzadıya söyler, ashâb yazardı. Ayet-i
kerimeleri genişçe anlatabilmek için Kur'ân-ı Kerim'in tefsiri ile benzeri
kitaplara geçmiştir ve yazılmıştır. Bunlar haktır, gerçektir. Bu hadîs-i
kudsilerdeki ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in açıklamalarını
ashâb söylemiştir.
Firavun'un "Ey su! Beni tanrı biliyorsan, akma, dur." demesi. Bir gece evvel
sabaha kadar sakalından asılıp:
- Yâ Rabb'i! Ben, benim Allah olmadığımı, senin Allah olduğunu biliyorum.
Benim bu duamı kabul et, âhirette de bana azab et." demesi Allâhu Teâlâ'nın onun
duasını kabul edip, Firavun'un sözüyle suyu durdurması ve suyun baraj gibi
yığılmasıdır.
Yusuf(Aleyhis selâm)'un oğlunun, amcası olan Yahuda'nın sırtını sıvazlaması
ve Yahuda'daki cezbe halinin hepsinin gitmesi.
Yakub (Aleyhis selâm)'un zahirinin Yusuf (Aleyhis selâm)'u arayıp bulamama
sı, oğlu için ağlaya ağlaya gözlerinin kör olması, maneviyatının pencereden
görünüp eliyle cama vurup
- Ne yapıyorsun Yusuf dışarı çık." deyip Zeliha'nın şerrinden kurtarıp zinayı
önlemesi; yukarıda anlattığımız misaller ve benzerleri Allâhu Teâlâ'nın
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e hadîs-i kudsîlerle bildirmesidir.
Bir harbte, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabı önlerine
çıkan hendeği geçemediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in emri
ile mancılık kuruldu. Ashâb taş getiriyor, getirilen taş kalenin surunu yıkmak
için mancılıkla atılıyordu. O sırada Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'de omuzunda bir
taş getirirken Cebrail (aleyhisselâm) geldi:
- Ali'yi mancılıkla kaleye at, dedi. O anda Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) omu
zunda getirmekte olduğu taşı yere attı, boş geldi ve:
- Yâ Rasûlullah! Kaleye beni at, dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve
sellem):Şimdi bana Cebrail (Aleyhis selâm)'de öyle haber verdi, deyince Hz.
Ali (Radiyallâhu anhu):
- Benim de kalbime Cebrail (Aleyhis selâm) aynı haberi verdi, dedi. (Bazı
kimselerin; "Ali Peygamberdir, kendini gizledi. Susan Peygamber" dediklerinin bir
sebebi de budur. Fakat yanlıştır.)Peygamberimiz . (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Cebrail (Aleyhis selâm) bana haber verdi, benim kalbimdekini senin
kalbin aldı, diye buyurdu.
- "(Min'el kalbi ilel kalbi sebîla) Kalbten kalbe yol gider."553
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor:
- Mi'rac'a çıktığımda çok büyük iri bir aslan gördüm, Cebrail (Aleyhis selâm)'e

230
sordum; bu aslan kimdir? Cebrail (Aleyhis selâm):
- Bu aslan Ali'nin ruhaniyetidir.Yüzüğünü çıkart, ağzına at, hikmetini görürsün,
buyurdu. Ben de yüzüğümü çıkarttım, aslan ağzını açtı ve ağzına attım, buyur
du.Sabahtan Mi'rac meselesini duyunca herkes inanıp inanmamada tereddüt ediyor
du. Bu aslan mevzusunu söyleyince Hz Ali (Radiyallâhu anhu) ağzını açtı, ağzından
yüzüğü çıkardı. Onun için Mi'rac'a İlk inanan Hz. Ali (Radiyallâhu anhu), ikinci
inanan Hz.Hatice (Radiyallâhu anhu) Validemiz oldu.
(Haşa sümmme haşa)"Ali Allah'tır; Ali Allah olarak Mi'rac'da Muhammed ile
konuştu. Muhammed, Allah'tır diye Ali'yi görmeye gitti. Mi'rac'dan döndü,
cennette Ali'yi aslan suretinde gördü. Yüzüğünü aslanın ağzına attı. Sabahtan da
[Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mi'rac'ı anlatırken bu seferde]
Allah Ali oldu, ağzından yüzüğü çıkarttı, kendine verdi." Derler. .Bunların
hepsi yanlış, hepsi saçma sapan sözlerdir. Böyle söyleyip inananlar delâlettedir.
İtiraz eden bu hadîs-i kudsîlerin hangisini biliyor, hangisi ile itiraz ediyor?
Bir tek bu Kur'ân-ı Kerim'de yok, bu yalandır. Bu böyle değildir, demeyi
öğrenmişler. Kur'ân-ı Kerim'de yazıldığı gibi tefsir verilse hiç kimse birşey
anlamaz, İtiraz edenlerin kabul edebilmesi için kendi inancını, kendi görüşünü
destekleyen bir şey olması lazım ki inanabilirsin.
"Namazı kıl" emr-i İlâhidir. Kılınma şeklini Cebrail (Aleyhis selâm) hem tarif
ediyor, hem de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi Vesellem)'e imam olarak kılıp
gösteriyor. 554 Safa ile Merve âyette geçiyor. 555 Burada yapılması gereken hareketin nasıl
yapılacağı belli değil, Cebrail (Aleyhis selâm) Allâhu Teâlâ'dan selam ile gelip nasıl
yapılacağını tarif ediyor, söylüyor. Bu gibi şeyler Kur'ân-ı Kerim'de âyetlerle bildi-
rilmemiştir. Misalleri gayet çoktur.
Şimdi zamanımızda Bilâl Babamın ve bizim yazdığımız bazı konular için "âyette
bulamadık" diye itiraz etmek istiyorlar. Ayetin dışında Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in Allâhu Teâlâ ile Mi'rac'da karşılıklı konuştuğu, ashabına söylediği doksan
bin (karşılıklı soru-cevap), Cebrail (Aleyhis selâm)'in Allâhu Teâlâ'dan selam i l e
getirdiği yirmi bin küsur; yaklaşık yüz on bir bin tane hadîs-i kudsînin içinde ezberinde
olan kaç tanesini bilebiliyorlar. Okuduğu, duyduğu bildiği hiç birşey yok. Ancak o
Kur'ân-ı Kerim'de yok, o bizim dinimizde yok demeyi öğrenmişler, İtiraz edilecek şey
âyete, hadîse muhalif olursa itiraz edilir. Yoksa kabul edilir. Hiç bir âlim bu
saydıklarımıza itiraz etmemiş, itiraz edilecek olanlar Kur'ân-ı Kerim'e, hadîs-i
kudsîlere, hadîs-i şerîflere ve bunlarla tasdiklenerek yazılmış kitablara ters gelirse o
kabul edilmez. Bizim yazdıklarımız, bunlar bin üç yüz küsur sene evvel mezheb
imamları tarafından seçilmiş, tam doğru, kaynakları güvenilir olan hadîs-i kudsî ve
hadîs-i şerifler yazılmış, bırakılmıştır. Daha sonra İngiliz misyonerleri tarafından
kitablara el katılmış ve Allâhu Teâlâ'ya, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e
ve ashaba istinaden bazı yerlerine kendi asılsız sözleri yazılmıştır. Halk arasında da
çok iyiymiş gibi söylenir. Kur'ân-ı Kerim mihenk taşıdır, hakkı, bâtılı ayırd eder, bâtıl
sözler yanlıştır Kur'ân-ı Kerim ile seçilir. Kur'ân-ı Kerim'e ters gelen sözler ne olursa
olsun yanlıştır. (Zuhurat-i Bilâli Nadir Kitabımızda geniş olarak açıkladık,)
(Kütüb-i Sitte, Cild 1, s.359)
"Haberiniz olsun "Bana Kitap (Kur'ân) ve O'nun kadar başkası (sünnet)
verilmiştir. Hab e r i n i z o l s u n , k o l t u ğ u n a k u r u l mu ş , k a r n ı t o k b i r i l e r i n i n
ş ö y l e d i y e c e ğ i g ü n y a k ı n d ı r : " S i z e Ku r' â n y e t e r, h e l â l n ev i n d en o n d a n e
v a rs a o n l a rı h el â l b i l i n , h a ra m n e v i n d en o n da ne varsa onları da haram
kabul edin." Böyle diyenden sakının (Kur'ân'da zikri geçmeyen haram da var. Bu
cümleden olarak) ehlî eşek eti size helâl değildir, vahşi hayvanlardan da
parçalayıcı dişleri olanların eti haramdır."

231
(Sûre-i Nisa, Ayet 150)
"Allah'ı ve Peyga mb erl erini inka r edenler v e (inanm a hususund a) Allah
ve Peyga mberleri n i b i r b i ri n d en a y ı rı p :" B i r k ı s mı n a i m a n ed er i z , a ma b i r
k ı s mı n a i n a n ma y ı z . " d i y en l er ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak
isteyenler yok mu?"
(Kütüb-i Sitte, Cild 1, s.359)
" B i r d e v e n i n a ğ a ç l a k a ş ı n ma s ı g i b i k i ş i n i n d î n i i l e k a ş ı n ma s ı k ı y a me -
t i n y a k l a ş ma s ı n ı n alâmetlerindendir."
(Aşağıdaki yazı Kütüb-i Sitte, Cild I, s.340-344'den alınmıştır.)
Sünnet, Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yoludur. Bu yol, O'nunla
ilgili olarak bize intikâl eden rivayetlerle ortaya çıkar. Bu rivayetler ya sözlerini, ya
fiillerini, ya da ahvalini, etvarını ve şemailini bildirir. Bunların hepsi sünnettir.
Kur'ân-ı Kerim açısından sünnet, İslâm Dini'nin vazgeçilmesi, ihmal edilmesi
mümkün olmayan fevkalâde ehemmiyetli bir kaynağıdır. Pek çok âyette Ccnâb-ı Hakk
Teâlâ Hz. sünnetin ehemmiyetini dile getirerek, mü'minlerin sünnete başvurmasını,
Kur'ân'la birlikte sünneti de göz önüne almasını emreder. Bu âyetlerden bazıları: Şu
âyette sünnette gelen emirlere itaatten başka, ihtilafların halinde sünnete de başvurması
emredilmektedir.
(Sûre-i Nisa, Ayet 59) ; .
" E y i ma n e d e n l e r ! A l l a h ' a i t a a t e d i n , Pe y g a mb e r e v e s i z d e n b u y r u k
sahibi olanlara (Ulul emre) itaat edin. Eğer bir şeyde ihtilafa düşer
a n l a ş a ma z s a n ı z ( Al l a h ' a v e â h i r e t gününe inanmışsanız) o meselenin hallini
Allah'a ve Peygamberine arz ediniz. Bu hayırlı ve netice itibariyle en iyi yoldur."
(Sûre-i Nisa, Ayet 64-65)
" B i z h e r Pe y g a m b e r i a n c a k A l l a h ' ı n i z n i y l e i t a a t o l u n ma s ı i ç i n
gönderdik. Hayır, Rabb'ine yemin ederim ki, aralarında çıkan anlaşmazlık
l a r d a s e n i h a k e m t a y i n e d i p , sonra da senin verdiğin hükmü, i çlerinden bir
sıkıntı duymadan (yani t am bir m emnu ni yet le) olduğu gibi kabul etmedikçe inan-
mış olmazlar."
Şu âyet; sünnete uymayı, Kur'ân'a uyma ayarında ilan etmektedir.
(Sûre-i Nisa, Ayet 80)
"Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur."

Şu âyet, sünnetin açıklık kazandırdığı bir meseleye başka bir açıklık getirmeyi
şiddetle yasaklar.

(Sûre-i Ahzab, Ayet 36)


" Al l a h v e Pey g a mb eri b i r ş ey e h u k metti ğ i za ma n , i n a n a n erk ek v e
k a d ı n a a rtı k , i ş l eri n d e b a ş k a y o l u s eçmek y a ra ş ma z. Al l a h ' a v e Pey g a mb er e
b a ş k a l dı ra n ş ü ph es i z a p a çı k bir şekilde sapmış olur."
Şu âyet, sünnete muhalefet edenlerin maruz kalacağı fitneyi haber verir.
(Sûre-i Nur, Ayet 63)
"O'nun buyruğuna aykırı hareket ed en ler, başl arına bi r belânın gel mes -

232
inden veya can yakıcı bir azaba uğramaktan sakınsınlar."
Alimler bu çeşit âyetlerde geçen "Allah'a başvurmak" Kur'ân'a başvurmak,
"Peygambere başvurmak" sünnete başvurmak olarak almışlardır. Kur'ân-ı Kerim sünnete
başvurmayı emretmekle kalmaz, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bütün
sözlerinin hak olduğunu, hatalara karşı korunduğunu da belirtir.
(Sûre-i Necm, Ayet 3-4)
"O, hevasından konuşmaz, O'nun konuşması kendisine yapılan bir vahiy iledir."
Sünnetin (hadîslerin) de ilâhi kaynaktan geldiğine Cenabı Hakk Teâlâ Hz.'nin irşad ve
iradesi altınd Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e öğretildiğine dair Kur'ân'da bir
diğer delil şu âyettir:
(Sûre-i Bakara, Ayet 151)
"Nitekim biz size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak
s i z e K i t a b v e H i k met' i ö ğ r ete cek v e b i l med i k l eri n i zi b i l d i recek , a ra n ı zd a n
b i r p ey g a mb e r g ö n d erdik."
Kitap Kur'ân-ı Kerim'dir. Hikmeti önceden bilinmeyip, kimsenin bilemediği sonunda
onun hikmeti ile haklı, doğru olduğu meydana çıkar. Hızır (Aleyhis selâm)'ın Musa (Aleyhis
selâm)'a öğrettiği gibi. İşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hem Kur'ân'ı hem
hikmeti öğretiyor.

Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:


(Sûre-i Haşr, Ayet 7)
"Rasûlüm size her ne getirdi ise onu alın, her ne yasakladı ise onu terkedin."
Müslim'de rivayet edildiğine göre; ibn-i Mes'ûd (Radiyallâhu anhu) Hz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den:
"Dövme yapan ve yaptıran, peruk (takma saç) takan ve taktıran, kadınlara lanet
olsun" hadîsini rivayet edince, hadîsi işiten Ümmü Yâkup adında Kur'ân'ı okuyan
bilgiç bir kadın gelerek itiraz eder. İbn-i Mes'ud (Radiyallâhu anhu):
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)in lanetlediğine ben niye lanet
etmiyeyim, üstelik, bu Allâhu Teâlâ'nın Kitab'ında da var, diye cevap verir. Kadın:
- Ben, Kur'ân'ın iki kapağı arasında her ne varsa eksiksiz okudum, ama senin söyle-
diğin te'lini (lânetlemeyi) bulamadım, deyince ibn-i Mes'ud (Radiyallâhu anhu);
- Şayet hakkıyla okusaydın mutlaka bulurdun. Allâhu Teâlâ Kur'ân'da:
"Peygamber size her ne getirmişse onu alın, yasakladığı şeyden de kaçının."556
buyurmuyor mu? cevabını verir.
(Kütüb-i Sitte, Cild 1, s340-344'den alınan yazı burada sona ermiştir.)
Ayrıca Allâhu Teâlâ evvelki buyurmuş olduğu bir âyeti ikinci bir âyetle
neshetmiştir. 557 İçki hakkında i l k gelen
"Sarhoş olarak namaza durmayın (sarhoş olmayacak kadar için)" âyetini, içki
hakkında ikinci kez gelen:
"İçkinin hepsi (yani damlası da) haramdır." 558 âyeti; yüksek sesle:
" Y â Muhammed! Biz sizi görmeye geldik." diyen bedevi arap hakkındaki
"Muhammed' i n sesinden yüksek sesle konuşmayın." 559 âyetini
''Konuşmak için sesinizi kaldırmakta bir mahzur yoktur." âyeti neshediyor,
yasağını kaldırıyor. Hadîs-i şerifte; ses tonu yüksek olan bir sahabeyi Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) cennetle müjdelemiştir. 560 Bunlara nasıh-mensuh denir. Aynı
onun gibi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden tutacak biat eden

233
kadınların elden tutmaması gerektiğini Cebrail (Aleyhis selâm) Allâhu Teâlâ'dan selam
ile gelerek yasaklıyor.
"O ağacın altında elden tutup biat edenlerden Allah razı oldu."561 âyeti gelince her
hacı gider o ağacı ziyaret ederdi ve:
- Yâ Rabb'i! Sevgili Habibine "Bu ağacın altında elinden tutup biat eden
lerden razı oldum." diye âyet gönderdin. Bizde o zamanda olsaydık Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden tutup biat ederdik. Bizim bu ziyaretimizi o
zaman Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden tutup biat edenlerin ki gibi
kabul eyle, diye dua ederlerdi. Allâhu Teâlâ dualarını kabul eder,sevap kazanılırdı. Hz.
Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında o ağaca tapanlar olunca değil ziyaret, o ağacın sökü
lüp kaybedilmesi icab etti. Şimdi olsa o ağaca kimse tapmaz. Sadece ziyaret için gider
lerdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zamanındaki insanların görüşleri ile şimdi
ki insanların görüşü çok ayrıdır. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) gece o ağacı köküyle sök
tü, kaybetti.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i görmeye gelen bir bedevi arap idrar
yapma ihtiyacı gelince Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vese!lem)'in huzurundan kalktı
mescidten çıkmadan mescidin direğinin dibine idrarını yaptı. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) ona, mescidin Allâhu Teâlâ'nın evi olduğunu, onun temiz tutulması
lazım geldiğini, caminin içinde böyle birşey yapılmayacağını uzun boylu güzellikle
anlattı. Bedevinin idrarını da gözünün önünde dışarıya attırdı.
Bunda bizim için alacak çok hisse var, Islâmiyeti bilmeyenlere yanlış yapanlara çok
güzel mülaimce davranmak, iyilikle anlatmak gerek. Şimdi 20. asırda caminin içine idrar
yapacak kimsenin ya zır deli yahut da bilerek hakareten yapması lazımdır. İşte
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zamanındaki bedevi araplar temizlikten,
nezafetten ne kadar uzak. İslâm dinine girdikten sonra herşeyi Islâmiyetten öğreniyorlar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in onları gözönüne alıp söylediği bazı hadîs-i
şerifleri var ki, şimdi bu zamanda o hadîsleri söylemezdi. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in o zamanda söylediği hadîs-i şerîfler onlara söylendiğinden bizce değeri
yok gibi anlaşılmasın. Söylenmiş, olmuş, geçmiş değildir. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in buyurduğu hadîs-i şerifler kıyamete kadar hepimiz için geçerlidir. Biz
o zamanın insanı ile şimdiki insanları kıyaslamak istiyoruz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir kâfir şehrini almak istedi ve :
- İçinizde orayı bilen var mı? buyurdu. Ashâbtan birisi o şehri kaside ile tarif etmeye
başladı. "Adamları şöyle şöyle, denize yakın bir şehir."
Her biri bir bâtıl yola saparlar,
Zât'ül Envar ağacına taparlar.
O zamanda kâfirlerin ağaca taptığını anlatıyor. Yine o zamanda herkeste bir görüş
var idi ki, Allâhu Teâlâ'dan başka tapacak yer arıyorlardı.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mekke'yi fethedince, bir vali tâyin
edelim, dediler. Ashâb; yaşlı, kâmil, valiliği iyi yapacak tecrübeli adamlardan isim
saydılar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), tecrübesiz genç bir adamı vali
tayin etmek istedi,
- Yâ Rasûlullah! O tecrübesiz, milleti idare edemez, dediler. Peygamberimiz (Sal
lallâhu aleyhi vesellem):
- Ben de biliyorum. O tecrübesizdir, milleti idare edemez ama alışır. O sizin
vali tayin edelim dediğiniz adamların kalplerinden put sevgisi silinmemiş. Bu genç
bizim terbiyemizde büyümüş. Bunun kalbinde bizim sevgimizden, b i z i m görgümüz
den başka bir şey yok, buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra ashâbdan bazıları murtad
oldu.
Yine; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) vefat edince, Mekke, Medine ve

234
Taif dışındaki bütün şehirler, kaleler dinden çıkıp murtad oldu. Medine'de murtad olan
çıkmadı. Taif'te pek az bir kimse murtad oldu. Müslümanlar galip geldi. Mekke şehri
ikiye ayrıldı. Ashabın "Vali olsun" dedikleri adamlar, ihtiyarlar "Muhammed gitti, dini
de g i t t i . . Biz kendimize yeniden Peygamber bulalım" birazı da "Eski putlara tapalım."
dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vcsellem)'in tayin etliği genç vali:
- Siz İslâm dinini kabul etmezseniz, hepinizi kâfir kırar gibi kırarım, dedi.
Gençlerle, ihtiyarlar silahlandılar, karşı karşıya durdular. İhtiyarlar harbi kazanamıyaca
klarını, çok zayiat vereceklerini anlayıp puta tapmaktan, kendilerine yeni peygamber
bulmaktan vazgeçtiler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in: "Onların kalbinden
put sevgisi silinmemiş" buyurduğu o sözün hikmeti o zaman meydana çıktı. Belki şimdi
müslüman olanların içinde yüzbinde, milyonda bir adam puta veya insana tapacağım
dese yanındakiler bu adam ya meczup ya da deli (akıl hastası) derler. Cahillikten dolayı
olsa bile kimse böyle bir şeye tapmaz. Şimdi o görüş milletten silinmiştir. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) günümüzde olsa milletteki, mü'minlerdeki şimdiki görüşe
göre söylerdi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kadınlara el öptürmedi ise bir sebebi de
budur. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in her yaptığı ümmetine sünnet
kalacaktı. Bunu Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) çok iyi biliyordu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elini öptürseydi o da ümmetine sünnet kalırdı.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashabı içinde çok olan münafık ve
fâsıklar; "Asıl müslüman biziz, sünnettir gelin bizim elimizi öpün" diyeceklerdi. O
münafıkların, zındıkların ve fâsıkların sünnettir diye eli öpülecekti. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) elini öptürmeyi ve el öpmeyi yasakladı ise bunun için
yasakladı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elini öptürmedi ise ki, biz buna
zerre kadar ihtimal vermiyoruz, zayıf bir ihtimalle şayet elini öptürmedi ise bunun
önemli sebebi vardır.
Hz. Hatice (Radiyallâhu anha) Validemiz, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
ile gizlice evlenmelerini konuştu. Demek ki, yeri zamanı gelir, arada konuşacak kimse
olmazsa evlenmek isteyen kız ve erkek konuşabilirmiş. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) Hz. Hatice Validemiz (Radiyallâhu anha) İslâma tam uygun olarak
şeriatın emri dahilinde birbiriyle evlenmelerini gizlice konuşuyorlar. Arada bunu
konuşacak kimse yok. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bu kızı bana isteyin." deyince amcaları ve akrabalarının hepsi:
- Bu olacak iş değil. O'nun kendisi ve babası çok zengin sana vermezler. Hem de
olmaz." dediler. Amcalarının içinde bir tek Hz. Hamza (Radiyallâhu anhu):
- Hatice de kim oluyormuş. Asıl o benim yeğenim Muhammed'in denginde değildir."
dedi. O'nun zoruyla istediler. Anlaşılıyor ki, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Hatice'yi bana isteyin" dese, olmaz deyip kestirip atacaklardı."Beni, Hatice çağırıp kendi
benimle konuştu, teklif etti." deyip amcalarını zor ikna etti.
Zamanımızda da arada konuşan, isteyen olmazsa kendisi şeriatın emri dahilinde
evleneceği kızla konuşabilirmiş. Şeriatın emirleri, zamanı, yeri gelirse, zamanın
iktizasına (gerektirdiğine) göre değişebilir. Yine Islâmiyette bazılarının kılı kırk yarıp,
kestirip "Kesinlikle olmaz, yapılmaz, caiz değildir" dedikleri yanlıştır. Siz, Hz. Hatice
Validemizden daha mı takvasınız? Yani ben onların ikisinden de çok takvayım,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elini öpmem mi demek istiyorsunuz?
Evlenmesini konuşma ile el öpme beraber midir? Gizliden senin kızın bir gençle
evlenmesini konuşsa canın sıkılır. Ama senin yanında âlimin ilmine, yaşlının yaşına
hürmeten elini öpseler, kimsenin aklına hiç bir şey gelmez. Bu din meselesi sizin
anladığınız gibi "Beyaz tahtaya bastın müslüman oldun, siyah tahtaya bastın kâfir
oldun." demek değildir. Kalb, niyet düzgün olması lazım. Kalb, niyet düzgünlüğü her
şeyi düzeltir. Kalb, niyet bozukluğu herşeyi bozar.
Meselâ; En sevap olan namaz, niyet bozuk ve riya ile olursa o namaz kabul olmadığı
gibi evvelki kılınan namazları da fesada verir. Her amelin başı niyet düzgünlüğüdür. Niyet

235
bozuk olursa o amel kabul olmaz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
zamanındaki münafıkların amellerinin kabul olmadığı niyetlerinin bozukluğundandır.
Görünüşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in arkasında namaz kılıyorlar,
O'nunla hac ediyorlar. O ne derse öyle yapıyorlardı. Fakat niyetleri bozuk olduğundan
amelleri iptal oluyor.
Ashâb-ı Kehf hiç amelleri olmadan niyetlerinin düzgünlüğü ile Evliyalığın
zirvesine çıktılar. Allâhu Teâlâ, kendilerinden o kadar çok memnun oldu ki, hakların
da sûre, köpeklerinin hakkında da âyet indi. 562 Yunus (Aleyhis selâm)'un kavmi kâfir
iken niyetlerini düzeltip Allâhu Teâlâ'ya yalvarmaları hem kendilerini müslüman etti hem
de tevbeleri kabul oldu.563
"Birinci sene hac kendisine farz olup da hacca gitmese, İkinci sene yine gitmezse;
gittiğinde de hac vazifesini bitirmeden ölse yeri cehennemdir." diyene, deriz ki:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabı Hadibiye mevkiinden ileri
gidemediler. Orada hacları kabul oldu. Bu delil bize yetmez mi? Ölüm elde değil, imkansız.
Niçin kabul olmasın? Kâfirler, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yolunu
kesti, o da imkansız, ölüm ondan daha imkansız. Yol kesilme ile yoldaki kesilen kurban
hac yerine geçiyor, kabul oluyor. Hacca giderken yolda ölse haccı niçin kabul olmasın?
Namazı kılıp bitiren bir adam camiden çıkarken ölse birisi de namazı kılarken veya
namaza başlayacağı zaman veyahud ilk kamette ölse onun başlayacağı namazı kabuldür. O
namaz, namaz kılıpta çıkanın namazından daha efdal değil mi? Hacca giderken ölen farz
ibadetin içinde ölüyor, gelirken ölen farzı bitirmiş ölüyor. Onun için hacca giderken ölen
hacdan dönerken ölenden Allâhu Teâlâ yanında daha efdaldır. Çünkü birisinde "gittim
haccımı yaptım" diye bir ferahlık, sevinç var. Öbüründe gidemedim, göremedim, haccımı
yapamadım üzüntüsü var. Hatta üç ayları tutacağım diye Recep ayında üç gün oruç tutsa,
hastalansa Ramazana üç gün kalasıya sıhhate kavuşsa Ramazandan üç gün evvel başlayıp
Ramazanı şerifi de oruç ile geçirse, Recep, Şaban ve Ramazan aylarının hepsini oruçla
geçiren gibidir. Bir rivayete göre de daha efdaldır. Hadîs-i şerifte: "Hastanın
inlemesi de ibadettir." 5 6 4 bu yurulu yor. Hastalığın telafi ettiği günahı hiçbir amel
telafi edemez. Bu ayları oruçla geçirende oruçla geçirdim diye bir sevinç var. Hasta
olanda sağlam olsamda oruçlu geçirseydim diye bir üzüntü var. Hem hastalığının, ona
sabrettiğinin mükafatı hem de tutamadım üzüntüsü vardır. Onun için sevabı iki kattır.
Bu konuda da niyet önemlidir. "Niyet halis iman selâmettir. Niyet fâsık iman melâmettir."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yüz sene bir kızla evlenmesini
konuşsa hiç bir müslümanın kalbine zerre kadar kötülük gelmez. Ama sana göre
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) elini öptürse, elini öpsen hemen kalbi bozuldu
veya olmadı mı demek istiyorsun?
SAÇ-SAKAL-BIYIK SÜNNETİ
Şimdi zamanımızda Allâhu Teâlâ'nın emirlerinden, Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in hadîs-i şeriflerinden bazılarını söyleyip, bazılarını söylemiyorlar.
Hatta üst düzeydeki din adamlarından bazılarının Allâhu Teâlâ'nın emirleri, âyetleri ile
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîsleri ve sünnetleri ile tasdikli
sözlerimizi inkar ettiklerini: "Böyle birşey yok, inanmayın” dediklerini söylediler. Şimdi
bu zamanda ihmal edilip söylenmeyen âyet ve hadîsler gayet çoktur. Bunların aklıma
gelenilerini peyder pey yazacağım. İnşallahu Teâlâ.
"Erkeklerin saçlarını kulak yumuşağına kadar bırakmaları (uzatmaları) sünnettir
." sözüne itiraz ettiklerini söylediler. Bunun sünnet olduğuna dair bazı âyet ve hadîsleri
yazıyorum, inşallahu Teâlâ.
(Sûre-i Fetih, Ayet 27)
"Yemin ederim ki, Rasûlullah'ın rüyası doğrudur. O'nun dini haktır.

236
Siz Mescid-i Haram olan Kabe'ye gireceksiniz. Allah'ın izniyle selâmet
olarak(Orada başınızı) ya usturay a v e r i p i y i c e k a z ı y a c a k s ı n ı z v e y a k ı s a l
t a c a k s ı n ı z . A l l a h s i z i n b i l m e d i ğ i n i z i b i l i r . Size yakın bir fetih verdi,"
Yani yakında Mekke'yi alıp fethedeceksiniz, demektir. Kısa saç kısalmaz. Bu âyet
uzun saçlılara söyleniyor, "İster saçınızı usturaya verin, isterseniz kısaltın." buyuruyor.
Uzun saçlı olunacağına en büyük delildir.
(Sûre-i Taha, Ayet 94)
" ( H a r u n ) E y a n n emi n o ğ l u ! d e d i , s a ç ı mı , b a ş ı mı y o l ma ! B e n s e n i n :
İ s r a i l o ğ u l l a r ı n ı n a rasına ayrılık düşürdün; sözümü tutmadın! demenden kork-
tum."
Musa (Aleyhis selâm) kardeşi Harun (Aleyhis selâm)'un saçını eline dolayıp
çekiyor, itiyor. Tartaklayıp o vaziyette saçından çekerek sürüyor. Kısa saçla ne tutup
tartaklanır ne de onunla adam sürünmez ve yolunmaz.

(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3631)


"[Ebû Tâlib (Radiyallâhu anhu)'in kızı] Ümmü Hâni (Radiyallâhu anha) şöyle
demiştir:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mekke'ye dört gadiresi (saçı dört
örgülü, belikli) olduğu halde girdi. Ümmü Hâni (Radiyallâhu anha) (Gadire ile) saç
örgüsünü kasteder."565
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi, vesellem) Mekke'ye girince başında, saçında dört
örgüsü (beliği) vardı. Kulağının yumuşağına kadar olan saç, kısa olur, örgü örülmez. O
zamanda Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in saçı omuzuna değecek kadarda
veya daha fazla idi.
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No: 3634)
"Enes (Radiyallâhu anhu) rivayet etmiştir:
- Rasûllullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ın saçı recil (yani ne düzgün, ne de
kıvırcık olup, hafifçe kıvırcık) bir saç idi, kulakları ile omuzlarına kadar (uzun) idi.
" 566
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 9, Hadîs No:3635)
"Hz. Aişe (Radiyallâhu anha)'dcn şöyle demiştir:
- Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)' in omuzlarına ulaşmayan ve kulak
yumuşaklığını geçen saçı oldu."567
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1145)
"Erkeğe gelince, o (gusül abdestinde) başını(n saçlarını) çözerek iyice
dağıtsın ve onu d i p l e r i n e s u u l a ş ı n c a y a k a d a r m ü k e m m e l b i r ş e k i l d e y ı k a -
s ı n . K a d ı n a g e l i n c e , o n u n ö r gülerini çözmesine lüzum yoktur. Sadece üç kere
başına bol bol su döksün, yetişir.
Erkekte belik yaparmış (saçını örermiş) caizmiş. Bu hadîs bunu açıklıyor.
(Sahih-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 9, Hadîs No: 1451)
"Berâ İbn-i Azib (Radiyallâhu anhu)'den : Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ı
şöyle vasfettiği ,rivâyet olunmuştur:
- Nebi (Sallallâhu aleyhi vesellem) uzunla kısa boy arası, mu'tedil bir endamda
yaratılmıştı. O'nun iki omuz arası genişti. İki kulağı yumuşağına kadar inen gür sa
çı vardı. Ben (günün birinde) Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ı kırmızı ve (yeşil
çubuklu) bir libas içinde görmüştüm. Kati olarak derim ki: Ben güzelikte O'na

237
denk olabilecek hiç bir şey (kimse) görmedim."568
(Kırk Mevzuda Kırk Hadîs Kitabı, Hadîs No: 12, s.443)
" Ra sû llu lla h (S al l all âh u al e yh i v es ell em)' a en s ev i mli elbi se H İB ERE (adı
v eril en çub u kl u) bir kumaştır."
Hadîsin kitaptaki açıklamasında:
Hibere adı verilen kumaş Yemen'de dokunan ve ham maddesi pamuk veya keten
olan çubuklu, çizgili bir kumaşın adıdır. Bunun yeşil renkli olduğu ifade edilmektedir.569
Osmanlı padişahları zamanında altı yüz seneden beri mareşallar, generaller, paşalar
kırmızı çubuklu elbise giyerlerdi. Osmanlı padişahlarının her yaptıkları hadîs-i
şeriflerden alınmıştır. Onun için Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in en sevdiği
o elbisesine benzesin diye bir tek en büyük rütbeli paşalara zafer kazanan generallere
kırmızı çubuklu elbise giydirirler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in en
sevmediği başlarına çizgili başlıklar giyenlerdir. 570 Demek ki, başta çizgili giymek yasak
oluyor. Elbisede çubuklu çok iyidir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kendisi çok güzel, saçı kendisini daha da
güzel gösteriyor. Halbuki şimdi bazı hocalarımız: "Saç bırakmak neymiş. Avrupanın
hipileri ve artistleri gibi oluyorsunuz. Kadın gibi saç bırakmayın, bu pisliktir." Bu gibi
sözler Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığına, sözüne, sünnetine
tamamen terstir.
Yine yukarıdaki hadîs-i şerifin içinde "Saçı. kulağının yumuşağını geçmiş,
omuzlarına yaklaşmış" buyuruluyor. Bazıları "Papazlar da saç bırakıyor" diyorlar.
Papazlar saç-sakal bırakıyor diye saç-sakal bırakmayalım mı? Biz, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vcsellem)'in ümmeti olarak O'nun dediğini harfi harfine yapmaya,
sünnetlerini, hadîslerini tamamen uygulamaya bakacağız, çalışacağız. Diğerlerinin
sözlerine bakmayacağız.
(Sünen'ün Neseî, Cild 7-8, Hadîs No: 5033)
"Ziyad ibn-i Nusayn (Radiyallâhu anhu) babasından naklen anlatıyor:
Medine'de Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına gittiğimde
bana:''Yanıma yaklaş!" buyurdu. Yanına yaklaşınca elini, saçımın örgüsünün
üzerine koydu, saçımı okşadı, bana dua etti"
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashabının da O'nun gibi saçlı
olduğuna bu hadîs-i şerifler en büyük delildir.
(Sünen'ün Nesei, Cild 7-8, Hadîs No: 5034)
"Vail İbn-i Hucr (Radiyallâhu anhu) anlatıyor; Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'ın yanına gittim. (Saçlarım da uzundu):
- Seni uğursuz, dedi. Beni kastediyor sanarak gittim saçımdan biraz kestim.Yanı
na gelince:
- Seni kasdetmemiştim. Böyle daha güzel olmuş, buyurdu."
Bu zâtın saçları çok uzundu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) "Seni
uğursuz" diyor. O da saçlarını kasdettiğini zannedip saçını kestirince: "Ben, senin saçını
kasdetmedîm." buyuruyor. Bir hadîste de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
bir hastayı okurken: "Çık mel'un" diye çağırıyor ve çağırdığının iblis olduğunu söylü -
yor. Bu hadîs-i şerifte de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) uğursuz diye iblisi
kasdedip söylüyor. O ashâb saçını kısaltınca da yine saçı Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in saçı gibi kulağının yumuşağına kadar oluyor.
(Kütüb-i Sitte, Cild 7. Hadîs No: 2122)
"Ebû Katâde (Radiyallâhu anhu) anlatıyor:
- Ey Allah'ın Rasûl'ü! dedim. Benim omuzlarıma kadar dökülen (gür) saçlarım.

238
var, tarayıp tanzim edeyim mi?
- Evet, ona ikramda bulun, dedi. Râvi der ki:
- Ebû Katâde, "Evet ona ikramda bulun" sözü sebebiyle günde iki sefer (bakım
yapar ve) saçlarını yağlardı." 571
(Kütüb-i Sitte, Cild 7, Hadîs, No: 2124)
"Atâ ibn-i Yesâr (Radiyallâhu anhu) anlatıyor: Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'a
saçı sak al ı ka rma k a rı şık b i r a da m g el mi ş ti . Ef endi mi z (S al l all âh u al e yh i
v es el l em ) on a (eli ile) işaret buyurarak, sanki saçını ı s l a h etmesini emretmişti. Adam
bunu yapıp sonra tekrar geri geldi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Şu hâl sizden birinizin tıpkı şeytan gibi başı(ndaki saçlar) karma karışık vazi
yette gelmesinden daha hayırlı değil mi? buyurdular."
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 4303)
"Ebû Sellam el-Hubşi (Memtur el-Esved) (Radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
(Halife) Ömer ibn-i Ab d ü l a zi z b a n a h a b e r g ö n d e r e r ek y a n ı n a ç a ğ ı r t tı . B en d e
b i r k a tı r s ı r tı n d a O ' n u n y a n ı na vardığım zaman bana:
- Yâ Ebû Sellam! Buraya kadar b i n d i r i p getirmek hususunda c i d d e n
sana meşakkat verdik" dedi. Ebû Sellam da:
- V a l l a h i d o ğ r u d u r . Y â E m i r e ' l - Mü'minin."dedi. Ömer ibn-i Abdülaziz:
-Allah'a yemin ederim ki, sana eziyet çektirmek istemedim. Velâkin (Kevser) ha
vuzu hakkında Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ın kölesi Sevban (Radiyallâhu
anhu)'dan senin rivayet ettiğini haber aldığım bir hadîs var. O hadîsi kendi ağzınla ba
na rivayet etmeni sevdim (de bunun için seni çağırttım) dedi. Ebû Sellam el-Hubşi demiş-
tir ki; Bunun üzerine ben dedim:
- Bana Rasûlullah'ın kölesi Sevban (Radiyallâhu anhu)'ın rivayet ettiğine göre
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
- Şüphesiz benim havuzum Aden ile Eyle arasındaki mesafe kadar uzundur.
Sütten daha beyaz ve baldan daha tatlıdır. Bardakları gökteki yıldızlar sayısı gibi
(çok) dir. Kim ondan bir yudum içerse, artık ebediyyen susamaz. O havuzun başına
(yanıma) gelenlerin ilki (dünyada iken) elbiseleri kirli, başlarındaki saçları dağınık,karı
şık, varlıklı eşraftan olan kadınlarla evlenemez ve kapılar onlara açılmaz.
Râ v i d e mi ş ti r k i : Ö me r i b n -i Ab d ü l a z i z , s a k a l ı ı s l a n ı n c a y a k a d a r
a ğ l a d ı s o n ra ş ö y l e söyl e d i :
Lâkin ben bol nimetlenmiş kadınlarla evlendim ve kapılar bana açıldı.
Vücudumu, ü s tü md ek i el b i s e y i y ı k a ma y a ca ğ ı m572k i , i y i ce k i rl en s i n v e b a ş ı m ı
y a ğ l a ma y a ca ğ ı m k i , s a çım dağılıp karışsın, dedi."
(Râmûz-ul Ehâdîs, 30. Bölüm, Hadîs No: 19)
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in saçları ne çok uzundu. Ne de pek
kısa idi."
(Râmûz-ul Ehâdîs, 30. Bölüm, Hadîs No: 24)
"Peyga mb eri miz (S allallâhu ale yhi ves ellem) geniş yapılı idi, yüzü ayın
ondördü gibi parlıyordu. Orta boydan biraz uzuncaydı, çok uzundan kısa i d i .
Başı büyük ( y a k ı ş ı k l ı ) i d i . S a ç l a r ı n e k ı v ı r c ı k , n e d e d ü z d ü . S a ç ö r g ü s ü
ç ö z ü l d ü ğ ü z a ma n a y ı r ı r d ı , a k s i h a l d e öyle örgülü olurdu. (Bir araya topladığı
zaman) saçları kulaklarının yumuşağını geçmezdi. Ç i ç e k r e n g i n d e i d i . A l n ı
g e n i ş t i , k a ş l a r ı g ü r d ü . F a k a t b i t i ş i k d e ğ i l d i . A r a l a r ı n d a ö f k e n i n k ı mı l d a tt ı
ğ ı b i r d a ma r v a r d ı . B u rn u d ü z g ü n d ü . S a n k i b i r n u r p a rç a s ı n ı a n d ı r ı y o rd u .
Gü r s a k a l ı v a rd ı . Ya n a k l a rı k u s u r s u zd u . Ağ zı b ü y ü k tü . Di ş l e ri b e mb e y a zd ı

239
v e sey rek ti. Göğsü nden karnına uzan an kıllar gayet ince ve za rifti. Boynu
sanki bir gümüş d izi sin i andı rıy o rdu . Ya ra tı lış ı ( b ü n y e s i ) o rta i d i . B ed eni
bü yük fa ka t hi ç sa rkık d eğ il di . Ka rn ı i l e gö ğs ü b i rdi . Gen iş g öğ üsl ü idi.
O mu zla rı g eni ş ti . Maf s all a rı ka lın dı . M e me l e r i n i n ü s tü k ı l s ı z d ı . B u n u n
d ı ş ı n d a k o l l a r ı , o mu z l a r ı k ı l l ı i d i . Y ü k s e k g ö ğ ü s l ü i d i . B i l e k l e r i u z u n d u .
Kol kemikleri büyüktü. Güzel bir burnu vardı. Elleri, ayakları sıska değil,
b ü y ü k ç e v e g ü z el i d i . E l a y a s ı (a v u cu n i ç i ) g ü zel , a y a k l a rı n ı n a l tı d a f e v k a -
lâde idi. Ay akların da kıl yoktu, üzerine su döküldüğü za man durmaz, akard ı.
Yürüdüğü za ma n a ğ ı r v e d en g el i y ü rürd ü , y u mu ş a k , f aka t s ü ra tl i b i r a d ı ma
s a h i p ti . Yü rü d ü ğü za man sanki yüksek bir yerden iniyo rmuş gibi yürürdü.
Döndüğü za man bü tün vücudu ile d ö nerd i. Gö zü d ai ma ö nün e eğik ti . Yere
b akı şı , g ö ğ e bak ış ınd an d ah a u zund u. Düş ün cel i bi r b akış a sah ip ti . Ash abı nı
ö nün e a lıp , ö yl e yürü rd ü, k arşı la ş tı ğı k i ms eye i l k s el a mı kendileri verirdi."
Büyük küçüğe, atlı yayaya, giden durana selam verir.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 9, Hadîs No: 1455)
"İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan şöyle rivayet olunmuştur:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ( a l ı n ) saçını (perçemini) alnının üstüne
bırakırdı. Müşrikler ise cephenin iki tarafına ayırır (bırakır)lar dı. Ehl-i Kitab olan
larda alınlarına salıverirlerdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hakkında
(müsbet, menfi) hiç bîrşey ile emrolunmayan hâllerde ehl-i Kitab'a uygun olmaktan hoş
lanırlardı. Sonraları Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de başı(nın saçı)nı iki ta
rafa ( a y ı r ı p ) bırak(makta 0mahzur görme)di."
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 1, s.452)
"Enes (Radiyallâhu anhu) hadîsinde:
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in saçı mübarek kulaklarına kadar
inmişti."
Berâ (Radiyallâhu anhu)'ın hadîsinde:"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel-
lem)'in saçı mübarek omuzlarına değerdi."
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 1, s.452) ■
"İmam-i Tirmizî'nin rivayetinde; Hazret-i Aişe-i Sıddıka (Radiyallâhu anha) buyur
muştur ki:
- Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hazretlerinin cümme (omuz
başı)den yukarı ve vefre (kulak yumuşağı)den aşağı bir saçı vardı."
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 1, Hadîs No: 175)
"Enes ibn-i Mâlik (Radiyallâhu anhu)'den: Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) Efendimiz Hz. şöyle buyurdu dediği rivayet edilmiştir:
- Son zamanlarda veya bu ümmet arasında öyle bir kavim çıkacaktır ki, Kur
'ân okuyacaklar. Fakat okudukları Kur' â n onların boğazlarının çemberelerini
veya boğazlarını geçmeyecektir. Onların alâmeti başlarını kazımak suretiyle traş
olmalarıdır. 573
Siz onları gördüğünüz veya onlara rastladığınız zaman hemen onları
öldürünüz."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem); hem Kur'ân-ı Kerim'i ağızlarında
okuyacaklar, Kur'ân'ın nuru onların gırtlaklarından aşağı inmeyecek. Onların alâmeti,
başlarını usturaya verecekler. Hem de onları gördüğünüz yerde öldürün! buyuruyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bundan daha ağır nasıl konuşsun! Şimdi
bizim sünnet üzere kulak yumuşağına kadar bıraktığımız saça "hippi, şarkıcı saçı, bu ne
pislik, zamaneye neden uymuyorsunuz?" diyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem); "Başlarını usturaya vermiş, ağızlarında Kur'ân okuyan kavmi görürseniz
öldürün." buyuruyor. Siz müslüman olarak başını usturaya vermeyi güzel, makul karşı-

240
lıyorsunuz. Saç bırakanlara da karşı çıkıyorsunuz.
Birçok hadîs-i şerifler ve Kur'ân-ı Kerim'de âyet-i kerimelerle söyleniyor. Hem sünnet
olduğunu, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabın yaptığını hadîs-i şerif
lerle tasdik ediyoruz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve sahabilerin bir zaman kulak
yumuşaklarına kadar bir zamanda daha fazla uzatıp belik ördürdükleri hadîs-i şerifleri
yazdık.
Bu hadîsleri Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), âlimlerden soracak niçin
okumadın? Okudunsa niçin anlatmadın, yapmadın? "Benim sünnetimi yaptığım niçin
söylemedin?" demez mi? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) dinden çıkarlar
dediği âlimleri kime söylüyor! Alim olarak hepimiz korkmamız, düşünmemiz, söylememiz
lazımdır.
Kadınların Tıraş Olması:
(Fetâvâyi Hindiyye «Fetva kitabı» Cild 12, s.133-134)
Bir kadının, baş ağrısından dolayı başını tıraş etmesinde bir beis yoktur. Şayet
kadın, erkeklere benzemek için tıraş olursa, bu mekruh olur. KÜBRA'da da böyledir.
Velisi olmayan, deli bîr kadının başı ağrırsa, başının saçı tıraş edilir ve kadın oldu-
ğu bilinecek kadar saçı terkedilir. MÜLTEKIT'ta da böyledir,
Saça Saç İlâve Etmek:
(Fetâvâyi Hindiyye «Fetva kitabı», Cild 12, s. 134)
Bir adamın saçına saç ilave etmek haramdır, İster ilave edilen saç kendi saçı olsun,
isterse başkasının saçı olsun fark etmez. İHTİYAR'da da böyledir.
Saçında başkasının saçı ilâve edilmiş bir kadının namazının caiz olup olmadığı ihti
laflıdır. Muhtar olan namazının caiz olmasıdır. GİYASSİYYE'de de böyledir.
Bir kadının, saçına kordela takmasında bir sakınca yoktur. FETAVAYİ KADİHAN'
da da böyledir.
(İbn-i Abidîn «Fetva kitabı», Cild 10, s. 320)
"İnsan saçının satılması da bâtıldır ilh..." Bu saçla hiçbir surette faydalanmak, isti-
fade etmek caiz değildir. Zira bu konuda hadîs vardır.
"Saç ulatan ve ulayan, başkasının saçını kendi saçına ekleyen ve bunu eklemede
vasıta olan kişilere Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve Cenâb-ı Hakk
Teâlâ lanet etmiştir." buyurulmaktadır. Ancak (kadınların) saçlarına uladıkları kılları hayvan
kılından yapılması durumuna izin verilmiş, saç örgülerini bu tüy ve kıllarla uzatmala-
rına cevaz verilmiştir.
(İbn-i Abidîn «Fetva kitabı», Cild 15, s.40l)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Allah saç ekleyene, ekletene, ben yapana, yaptırana, d i ş l e r i n i n başını inc
eltene, buna razı olana, yüzünden tüyleri aldırana,yüzündeki tüyler aldırıldığı
takdirde buna rıza gösterene lanet etmiştir." diye buyurmuştur.
(İbn-i Abidîn «Fetva kitabı», Cild 15, s.405)
"İsterse saçına eklediği saç kendi saçı olsun ilh..," Tezvir yani kandırma,
aldatma söz konusu olduğu için bu fiil haramdır. Nitekim gelecek hükümde de
bu ortaya çıkacaktır. Başkasının saçını saçına eklemek insanın bir cüzünden
menfaatlenmek de vardır. Fakat ET-TATARHANİYE'de; kadın başkasının saçını
saçına eklerse bu mekruhtur, hükmü yer almaktadır. Ruhsatlı Ademoğullarının
saçı olmayan saç hususundadır. Kadın örgülerini arttırmak için başka bir insan

241
saçı değil bir madde alıp ekler. Bu Ebû Yusuf'tan da rivayet edilmiştir. Bunda
ruhsat vardır. EL-HANİYE'de şu hükmü yer almaktadır. "Kadın örgü ve
perçemlerine deve tüyünden bir şeyi kılarsa (eklerse) bu zararsızdır, beis
yoktur."
(Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 2149)
''Allâhu Teâlâ yolunda baş ağartmış olan adamın bu ak saçı, onun
i ç i n bir nur olur, herhangi bir adam müslüman bir köleyi azat ederse
onun her azası onun cehennemden kurtulmasına bir vesile olacaktır!., (ilâ
âhir)."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs-i Kudsi No: 6363)
"Allah Azze ve Celle buyuruyor:
"Ey Ademoğlu! Başa düşen aklık benim nurumdan bir nurdur. Ben
nurumu narımla (ateşle) azablandırmaktan haya ederim! Öyleyse sen de
benden haya et."
Saç bizim için nur oluyor. Saçı kesmek nuru zay etmektir.. Kurban bayramı
günü kurban kesildikten sonra ister Mekke'de ister evinde saçını kesersin ki, o
da Allâhu Teâlâ'nın emridir. 574 Kesilen saçta kesen için nurdur. Siz; "Saçın ne
ağırlığı olacak veya nur olup nereyi ısıtacak, bana ne faydası olsun?"
diyeceksiniz. Allâhu Teâlâ o saça dilediği kadar ağırlık, dilediği şekilde
projektör gibi veya daha fazla ışık verdirir. Şart şu ki; saçları Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in saçı gibi kulağının yumuşağına yetişecek kadar
veya daha uzun bırakıp örgü ördürmüş olması lazım. Sakalın en kısası yüzün etini
örtecek, göstermeyecek kadardır. Köse ise müstesna. Saçın en kısa ve normali kulak
yumuşağına kadardır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in saçını örgü
ördüğüne dair birkaç hadîs var. Fakat kulak yumuşağına kadar saçını bıraktığına
dair birçok hadîs-i şerifler var. Bize niçin örgü ördürmüyorsunuz? Bu da sünnet
tir diyenler çıkacak. Bunlara karşı deriz ki:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetini ihya eden yapan,
öğreten yalnız biz değiliz. Siz de mü'minsiniz, müslümansınız, âlimsiniz sizlerin
de Öğretmeniz lazım. Eksik yanımız varsa, yapıp göstererek, öğreterek söyleyiniz;
tam yapıyorsak kabul et. Şu zamanda saçın en kısası kulak yumuşaklığına kadar
olmalıdır. Saç sünnetini yapmak müslumalara, en âlim denilen kimselere çok ağır
geliyor. Kulak yumuşaklığına kadar saç bırakmak hakkında iki hadîs yazıp
bırakabilirim. Fakat bizim bir iki hadîsle yazdığımız sözleri, iddiaları onlar
hemen yalanlamaya kalkışıyorlar. "Bu hadîs-i şerîf uydurmadır, bu hadîs-i
şerifin manası böyle değildir." dedikleri için, ben onların itirazlarını büsbütün
kesebilmek gayesiyle çok hadîs-i şerif yazıyorum. Hakiki müslümana bir âyet
veya hadîs kâfidir. Ayete İtiraz âyetle, hadîs-i şerife itiraz âyetle veya hadîsle
olması lazımdır.
(İhyâu Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 99, s.100)
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- İslâm dini garib olarak doğdu ve doğduğu gibi garib olarak sönecek
tir. Gariblere müjde olsun.
- Garibler kimdir? sorusuna cevap olarak:
Benim sünnetimden insanların bozduğunu islah edenler ve terk edilen
sünneti yaşatanlardır," buyurdu.575
(Kütüb-i Sitte, Cild 7, Hadîs No: 2132)
"Amr ibn-i Şu'ayb (Radiyallâhu anhu)'dan şöyle anlatıyor: Peygamberimiz

242
(Sallallâhu aleyhi vesellem) buyurdular ki:
- Saçtaki akları yolmayın. Zira bir kimse müslüman iken bir tek bir kıl b i l e
ağarmış olsa, bu kıyamet günü onun için mutlaka bir nur olur."
(Sünen-i ibn-i, Mâce, Cild 3, Hadîs No: 884)
"İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
buyurdu ki; ,
- Ben yedi (kemik) üzerinde secde etmekle ve (secdeye giderken) saç ve elbiseyi
toplamamakla emrolundum."
Yani secdeye giderken Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in saçları
gözlerinin önüne dökülüyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de gözünün
önüne düşen saçlarını eliyle düzeltiyordu. Cebrail (Aleyhis selâm) gelip kendisini bundan
men etti. "Namazda yüzüme doğru sarkan saçlarımı düzeltmemekle emrolundum."
dediğinden anlaşılıyor ki. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in secdeye eğildiği
zaman gözünün üstünü kapayacak kadar uzun saçları vardı.
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 3, Hadîs No: 1040)
"Abdullah ibn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edildiğine göre; Peygamberimiz
( S a l l a l l â h u aleyhi vesellem) şöyle buyurdu demiştir:
- (Namaz kılarken) saç ve elbiseyi (durumu bozulmasın veya tozlanmasın diye)topla
mamakla emrolundum."576
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 3, Hadîs No: 1042)
"Medine-i Münevvere halkından Ebû Sa'd (künyeli) bir adam (Radiyallâhu
anhu)'dan rivayet edildiğine göre; Hasan ibn-i Ali (bin Ebî Tâlib) (Radiyallâhu anhu) (bir
gün) saçlarını tepesinde toplamış olduğu halde (ayakta) namaz kılarken;
Peygamberi miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)' i n kölesi Ebû Râf i' (R adi yal l âhu
an h u ) O' nu g ö rdü . Eb û Râfi ' O'n un s a çl a rı nı s al ıv ererek v ey a o nu böyle
yapmaktan men ederek:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) erkeğin saçlarını tepesinde toplamış
olduğu halde namaz kılmasını yasaklamıştır, dedi.577
(Sahîh-i Müslim, Cild 2, Hadîs No: 232 (492))
"...İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'ın azatlısı Kureyb, ibn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan
tahdis etti: İbn-i Abbas (Radi yall âhu an hu), Abdullah ibn-i Haris (Radi yallâhu
anhu )'in saçla rını arka sından toplayıp tepesine bağlamış olarak namaz
kılarken gördü. Hemen kalktı ve O'nun s a çl a rı n ı ç ö z me y e b a ş l a d ı . Ab d u l l a h
i b n -i H a ri s (R ad i ya l l âh u an h u )n a ma zd a n çı k tı ğ ı za man ibn-i Abbas (Radiyallâhu
anhu)'a döndü ve:
- Senin, benim başımda ne işin var? dedi. Bunun üzerine ibn-i Abbas
(Radiyallâhu anhu) şöyle dedi:
- Ben Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den işittim, buyuruyor ki:
"Bu kolları arkadan bağlı olarak namaz kılan kimseye benzer.'*
(Fetâvâyi Hindiyye «Fetva Kitabı» Cild 12, s.132)
* Bıyık, kaş gibi olana kadar kesilir. GIYASSlYE'de de böyledir.
* Önceki müslümanlar, bıyıkların kenarlarını kestirmeyip öylece bırakmışlardır.
GARAİB'de de böyledir.
* Tahâvî, Şerhi Asar isimli kitapta şöyle buyurmuştur. Gerçekten bıyığı iyice
kesmek güzeldir. Üst dudağın hizasından kenarda kalan kısmı kesmek güzeldir ve
sünnettir. Bu Ebû Hanife ve arkadaşlarının kavlidir. SERAHSİ'nin Muhıyt'ınde de
böyledir.
*Alimler: "Düşmanın gözüne heybetli görünmek için, bıyığı uzatmakta bir beis

243
yoktur." demişlerdir.GIYASSÎYE'de de böyledir.
Boyun ve Yüzdeki Diğer Kıllar
(Fetâvâyi- Hindiyye «Fetva kitabı»,Cild 12, s.133)
*Boyun (boğaz) üzerindeki kıllar tıraş edilmez, İmam Ebû Yusuf (Radiyallâhu anhu)
ise bir sakınca görmemiştir. Kaşlardan fazlasını kesmekte de bir beis yoktur. Yüzde
olan kıllar da kesilip tıraş edilir.(Burada yüzden murad yanaklardır.) YENABİ'de de
böyledir.
* Alt dudaktaki kılları yolmak (tıraş etmek) bid'attır.

(Kenzü'l-îrfan, Hadîs No: 799)


"Bıyıklarınızı kesiniz, sakalınızı ziyade kesmeyiniz. Ve kendinizi yahu d i l e r e
benzetecek kadar da uzatmayınız." 578

(Kenz'ûl-îrfan Hadîs No: 805)


"Sakalınızı çoğaltınız, bıyıklarınızı kısaltınız."
(Kütüb-i Sitte, Cild 7, Hadîs No; 2136)
"Abdullah ibn-i Amr İbni'1-As (Radiyallâhu anhu) anlatıyor: Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) sakalından enine ve boyuna alırdı."579
(Sünen'ün-Neseî, Cild 7-8, Hadîs No: 5035)
"Rüveyfi ibn-i Sabit (Radiyallâhu anhu)'den: Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) şöyle buyurdu:
Y â R ü v e y f i ! O l u r k i , b e n d en s o n r a u z u n z a ma n y a ş a r s ı n , o z a ma n
i n s a n l a r a h a b e r v e r ; k i m ö ze n e r e k s a k a l ı n ı k ı v ı r m a y a v e to p l a ma y a
ça l ı ş ı rs a , ya h u d n a za rl ı k t a k a rs yahud hayvan tezeği veya kemikle istinca
ederse bilsin ki, Muhammed ondan uzaktır."
(Sünen'ün-Neseî, Cild 7-8, Hadîs No: 5043)
"İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)"e isnad
ederek: Son zamanlarda sakallarını (güvercin gerdanı gibi) siyaha boyayanlar cennet
kokusu alamazla buyurdu." 580
(Kenzü'l-îrfan, Hadîs No: 802)
"Dudaklarınızın üzerine inmiş olan bıyıklarınızı kesiniz. Sakalınızı ziyade
kesmeyiniz; yani mecûsilere muhalefet ediniz."581

(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 217)


"Bıyıkları kırpın, sakalları bırakın, yahudilere benzemeyin."
(Kütüb-i Sitte, Cild 7, Hadîs No: 2134)
"Zeyd İbn-i Erkâm (Radiyallâhu anhu) anlatıyor: Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi
vesellem) şöyle buyurdular ki:
- Bıyığından kim almazsa (kesmezse) bizden değildir."582
(Kütüb-i Sitte, Cild 7, Hadîs No: 2135)
"İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu) anlatıyor: Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem) bıyığından keser ve şöyle derdi:
- H a l i l u ' r -Rahman İbrahim (Aleyhis selâm)'da böyle yapardı."583

244
(Kenzü'l-îrfan, Hadîs No: 801)
"Dudaklarınız görülecek kadar bıyığınızı kesiniz, sakalınızı terk ediniz
(bırakınız)." 584
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 6229)
"Ey Ensar topluluğu! (Sak alınızı) kırmı zıya boyayın, sa rıya boyayın da
kitab ehline mu h a l ef et ed i n . Ş a l v ar g i y i n , en ta ri g i y i n ! Ki ta b eh l i ne
mu h a l ef et ed i n ; mes t g i y i n , p a p u ç g i y i n ! K i t a b e h l i n e mu h a l e f e t e d i n ;
b ı y ı k l a r ı n ı z ı k ı rp ı n , s a k a l ı n ı z ı n u ç l a r ı n d a n kırpın ve kitab ehline aykırı
olun."
Sakalın fazla uzatılması hem akıl noksanlığından hem de yahudilere benzemiş olur.
Sakal uzunluğunun en normali işaret (şahadet) parmağı alt dudağının kırmızısının bittiği
yere konulur, dört parmaktan uzun olanı kesilir, ölçü bir kabze (dört parmak)dir.
Bir adam bir aylık maaşını kaybetse veya çaldırsa onu arar. Karısı (hanımı) her ne
kadar, arama, gitme bırak dese dinlemez. Fakat hanımı sakal sünnetini uygulama, sakal
bırakma dese hemen bırakmaz. Çünkü kendinin yanında sakalın kıymeti bir aylık
maaşının kıymeti kadar yoktur.
Şalvar giymek, kitap ehline muhalefet etmek ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in emrine uymaktır. Entari giymeyi evvelce yapmışlar. Hatta padişahların
giydikleri kıyafetleri de entari şeklinde idi. Hâlâ müzelerde sergilenmektedir.
Bir memlekette hiç kimsenin yapmadığı bir şey yapılırsa herkes tarafından hor
görüleceğinden yapmak iyi değildir. Yaparsa en azından bir topluluk yapmalıdır.
Meselâ; Tekaüt (emekli) olmuş din adamları, memuriyetten atılma gibi bîr mahzuru
olmadığından ve yaşlarının ihtiyar olması yönünden de müsaittirler. Böyle bir toplum,
sakalını kırmızıya, sarıya boyasın; şalvar, entari, mest ve onun üzerine pabuç giysin.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in dediği ve yaptığı ihmal edilen sünnetleri
yapsın, tatbik etsin. Bayram günlerinde veya kandil gün ve gecelerinde bunları yaparlarsa
çok iyidir. Aslında devamlı giyilse iyi ama bu zordur. Senede bir kaç sefer mübarek
günlerde ve gecelerde giyilir ve tatbik edilirse çok iyi olur. Bir memleketin kurtuluşu
diye her sene o kurtuluş günü gelince çete harbi yapanlar veya evlatları çete elbisesi
giyip kutluyorlar. Mehter takımı mehter marşlarını çalmak için mehter elbisesi giyip,
aynı marşlar çalınmıyor mu? Söylenmiyor mu? Bir film çekilirken eski zaman elbiseleri
giyilip onların lisanı, sözleri, yaşantıları dile getirilip millete gösterilmiyor mu? Sünnet-i
Rasûlullah'ın da bu gibi ihmal edilenlerini din adamları niçin ihya etmesin? Niçin dile
getirmesin? Niçin giyerek, göstererek milleti eğitmesin? Yukarıdaki saydığımız şeyler
için şekil değiştirmek değerde, sünnet-i Rasûlullah'ı ihya için değmez mi? Asıl sünnet-i
Rasûlullah'ın yapılması, tatbik edilmesi değer. Onlar film icabı ve anmak amacı ile öyle
yapıyorlar. Siz sünnet-i Rasûlullah'ı ihya, halka öğretmek, eğitmek, aşılamak amacı için
yapacaksınız. "Alîm yaparsa, âlem yapar" atasözü de budur. Aşağıdaki hadîs-i şerifte
bunu söylüyor.
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 196)
"İlminden istifade olunan bir âlim bin âbidden (ibadetçiden) hayırlıdır."585
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 807)
" B ı y ı k l a r ı n ı k e s me y i p , d u d a k l a rı ü z e r i n e u z a t a n k i ms e n i n d u a s ı n ı
C e n â b - ı Al l a h k a b u l buyurmuz."
Allâhu Teâlâ kabul etmezse sen kendi kendine kuru sofuluk edip ibadet yap, amel et,
çalış bunu şeytan engellemez. Sana iştah verir. Çünkü Hakk Teâlâ'nın rızasının
dışındasın. Harbte, girdaba tutulmuş bir düşman vapuruna ateş açmazsın. Çünkü iyi
biliyorsun ki, girdab onu batıracak. O gibilerde cehennem seline, girdabına 586 tutulmuş,
şeytan onun gemisini batırmaya uğraşmaz. Bilâkis, amelini ziynetlendirir. Ayet-i

245
kerime'de aynısını söylüyor. Şeytanın gayesi sana ya hiç amel yaptırmamak veya
yaptığın ameellerinin Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.'nin rızasından uzaklaştırmaktır. Hangi amel
Allâhu Teâlâ'nın gadabını kazandırıyorsa ki amel düzgün itikad bozuk, Kur'ân-ı Kerim'e
ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şeriflerine ters ise iblis onu
çok iyi biliyor. Ona iştah verir. Abdest, namaz, oruç. ibadet, taat yaptırır, amelini
zîynetlendirir. Onun sözüyle fikrini müslümanlara benimsettirir, heveslendirir ve onun
vasıtası ile bir çoklarını azdırır. Onu elinde koz olarak kullanır.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5515)
"Bıyığından almayan bizden değildir."

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5519)


"Etek tıraşı olmayan, tırnaklarını kesmeyen, bıyıklarını kırpmayan bizden değil
dir."
(Kenzü'I-İrfan, Hadîs No: 804)
"Bıyığını dudakları görününceye kadar kesmeyen bizden; yani ümmet-i kami
lemizden (seçkin ümmetimizden) değildir."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5615)
"Cuma günü yıkanmak, sünnet olmak, bıyıkları almak, sakal bırak-
m a k İ s l â m ı n f ı t r a tındandır. Çünkü Mecusiler bıyıklarını inadına salıverip sakal
larını iyice tıraş ederl er. Ş u h a l d e s i z o n l a ra mu h a l ef et ed i n . B ı y ı kl a rı n ı zı
(al t l a r ı n d a n ) a l ı n , s a k a l l a rı n ı zı bır a k ı n . "
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bıyık bırakıp, sakalı kazımanın
Mecusi âdeti olduğunu buyuruyor.
Ey bıyığını bırakıp, sakalını kazıyan din adamları! Ey bu şekil yapıp en âlim
görünenler! Siz kendinizi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den ayırıp
Mecusi âdetini yaptığınızın farkında mısınız? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) yarın mahşerde tekdir hâlinde; "Şu şeklin Mecusi şeklidir. Bu hadîs-i
şerifi okumadın mı, duymadın mı, inanmadın mı? Şimdi şefaat diye yanıma
geliyorsun. Sen yapsan bütün mü'mînler yapacaktı. Sen yapmadığın için
yapmadılar. Senin yapman halka yaptırmandı, yapmaman halka yaptırmamandı.
Herkes senden gördüğünü yapıyordu. Sen niçin yapmadın?" diye sorar ve ona yüz
vermez.
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) herkese karşı merhametli,
herkesi kurtarmak ister. Niçin bana yüz vermesin?"diyeceksin. Şu hadîs-i şerifte de:
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 4302)
"...Huzeyfe (ibn-i el-Yemân) (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edildiğine
göre; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
Şüphesiz benim havuzum, Eyle'den Aden'e kadar olan mesafeden
cidden daha uzundur. Nefsim (kudret) elinde olan (Allâhu Teâlâ)'ya
yemin ederim ki, muhakkak kapları yıldızlar ın s ayıs ından dah a çok tur
ve muhakk ak o, sütten dah a beyaz ve bald an dah a tatlıdır. Ruhum
(kudret) elinde olan (Allâhu Teâlâ)'ya yemin ederim ki, adam yabancı
develeri kend i havuzundan k ovdu ğu gibi ben de bir tak ım ad amlar ı
havuzu mdan kovar ım, buyu r du, demiştir.(Bunun üzerine sahabeler tarafın
dan):
- Yâ Rasûlullah! Sen bizi tanıyacak mısın? diye soruldu. Peygamberimiz ( S a l -
l a l l â h u aleyhi vesellem):

246
Eve t. Siz, b enim yan ım a abdes t iz inden yüz ler iniz, kollar ınız ve
ayaklar ınız nur lu olarak varacaksınız. Bu alâmet sizden başka hiç bir kim-
sede olmayacaktır," buyurdu.
Ümmet havuzun başına kadar gelmiş, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) hem yüz vermiyor, hem de kovuyor. Zâten diğerlerini zebaniler
havuzun kenarına yaklaştırmazlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
'in kovduğunu belli ki Allâhu Teâlâ da kovar.
Bunu Allâhu Teâlâ niçin yapmıyor da, buraya kadar getiriyor, diyecekseniz.
Bunu da Allâhu Teâlâ yapıyor. Çünkü mahşerde bir insan cennetliklerle beraber
cennetlik gibi cennetin kapısına kadar gelir, girme sırası kendine gelince; tam
cennete gireceği zaman cennetin bütün kapıları kapanır. Ümidini keser geri
çekilir. Yine cennetin kapıları açılır. Allâhu Teâlâ "Cennete g i r ! " diye
emreder. Tam cennete gireceği vakit yine tüm kapılar kapanır, kendi yine geri
çekilir. Üçüncü defa kapılar yine açılır, Allâhu Teâlâ kendisine: "Cennete gir!"
buyurur. O adam bu sefer girmez ve:
- Yâ Rabb'i! Benim suçum ne?587 der. Allâhu Teâlâ:
- Sen dünyada iken benim mü'min kullarımı kandırdın. Ben de seni böy
le kandırıyorum. Hem cenneti gör cehennemde yandığın müddetçe nerden
ayrılıp, nerde yandığını, nekadar büyük zarara uğradığını b il. 5 8 8 Sen onları
dünyada kandırdın. Fakat burada beni kandıramadın,"buyurur.
"Onların hilelerine karşı Allâhu Teâlâ'da hile yapar."589 Allâhu Teâlâ
"Cennete gir" buyuruyor, o giremiyor. Allâhu Teâlâ'nın gir emri kesin değil mi?
Allâhu Teâlâ her sözünde, her işinde baliğ (yapabilen, gücü yeten) değil mi?
Cennete girdirmesi lütfundan, girdirmemesi gadabındandır. Allâhu Teâlâ: yiyin,
için, israf etmeyin 590 diye emrediyor. Bir çoklarına da hastalık verip perhiz
yaptırıyor. Niçin bunlara yedirip, içirtmiyor.591Bu zahiri dünyada; mü'minlere
lütfundan ibtila, kâfirlere kahrından belâdır. Bu dünyada ki olandır. Her
ikisinin karşılığı da âhirette cennete normal girenler, bir kısmıda yukarıda
anlattığımız girmeye gidenler ve Allâhu Teâlâ "Gir!" dediği hâlde giremeyenler.
Allâhu Teâlâ mü'min dervişlere; "Gidin cehenneme atılın" diye emreder. Bunlar gelirken
cehennem feryad eder, bağırır.
"Bunların göz yaşı, 5 9 2 zikir nuru 5 9 3 beni yakıyor. Çabuk geri çevirin.''
der. Bütün kapılar kapanır.
Bir ufak çocuğun eline tabancayı verirsen, çocuk mermiyi tabancanın ağzına sürer,
yönünü veren adamdan tarafa çevirir. O güçlü, kuvvetli adam ellerini havaya kaldırır,
ufak çocuğa yalvarmaya başlar. Aynı onun gibi, Allâhu Teâlâ, dervişe cehennemi
yakacak, yıkacak nuru ve gözyaşını vermiştir. Cehennem bu nedenle ondan korkarak
feryad eder. Cehennemde müstehak olmayan yanmaz, imanla gidip şefaat edilenler hariç.
Cennete müstehak olmayanlar giremezler..
Hakiki dervişlere, zakirlere Allâhu Teâlâ "Cehenneme gir!" diye emretti, cehennem
kabul etmedi. Allâhu Teâlâ iki yüzlü, münafık ve fâsık olanlara da "Cennete gir!" diye
emretti; onlarıda cennet kabul etmedi. Bunların ikisi birbirlerinin karşılığıdır.
Allâhu Teâlâ'dan başka tek yoktur. Her âyet ve hadîs-i şerîf çifttir. Dünyadakiler
birbirleriyle, âhirettekiler de birbirleriyle çifttir. Dünyadaki ile âhirettekileri karşılaştır-
san onlarda çifttir. Zahirle bâtın çifttir; maddi ile manevi çifttir. Elektronk aletler radyo,
teleks, televizyon, faks, telefon bunlar dünyadaki zahiri, cennetteki haberleşme ise
bâtınıdır. Dünyadakiler de maneviyat yok, kesik, insan bu zahir vücudu ile yapıyor.
Âhirette olanların maneviyatı böyle değildir. Bu dünyada iki kişi telefonda seninle
konuşmak istese aynı anda ikisi ile konuşamazsın. Birini iptal eder, diğeri ile
konuşursun. Cennette olanlar ve (tarikatta irşad olan o hâli kazanan zâtlar dünyada
iken) bâtında bin yerden telefon gelse biniyle de konuşur. Cennette de bunun594 gibi telefonla
konuşacaksın demek değil. Allâhu Teâlâ mahşerde her azanı konuşturacak. Her azan

247
konuşursa, cevap verme, konuşma kolay olur. Bu dünyada bir tek azan (dilin) konuşur.
Onda da söyleyeceğin sözün çoğunu unutursun. Cennette bu konuşma mahşerdekinden çok
daha üstündür.
Bu dünyada milyonlarca kişi çok uzun müddet çalışmış sonunda Şeyhi kendini bir
anda irşad etmiş. Bir anlık irşad için yirmi, otuz, kırk. altmış sene emek vermiş, çalışmış,
sonunda irşad olmuş. Onların dışında kimse irşad olmamış. Cennette bir şeyi
kazanabilmek için emek yok, irşad var. Öyle olunca irşada da akıl yetmez. Hasılı
Allâhu Teâlâ verir, verir, verir de verir.
Bir çok kimselere ben şahsen, sakal sünnettir, niçin bırakmıyorsunuz? dediğim
zaman "Bizim üstadımız, büyüğümüz sakal bırakmamış." diyorlar. Niçin evlenmiyorsunuz
dediğimde "Bizim üstadımız, büyüğümüz evlenmemiş" cevabını veriyorlar. Diğer
bazılarına niçin sakal bırakmıyorsun? diye sorduğumda: "Bizim mesleğimizin icabı" veya
"Her cemaata , her meclise girebilmemiz lazım. Sakal bırakırsak giremeyiz." cevabını
alıyorum. Peki hangi Peygamber, hangi Evliya meslek icabı veya başkalarının
toplantılarına serbest girebilmek için sakalını veya bıyığını kazıtmış. Milyonda bir tane
dahi çıkmaz. Fakat Allâhu Teâlâ'nın rızası için saç-sakal bırakan nice milyonlarcası
çıkar. O saç-sakal bırakanlara devlet yüksek bir maaş bağlasaydı, parayı görünce hemen
sarılırdınız. Saç-sakal sünnetini tam uygulayanlara en yüksek mevkii, bakanlık,
milletvekilliği, cumhurreisliği verilecek denilse sünnet-i Rasûlullah'ı milimi milimine
inceler, harfi harfine yerine getirirsiniz. Allâhu Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerim'deki vaadleri,
vereceği nimetler, cennetteki yaşamın bir saati ömür boyu padişahlıktan, cumhurreisliğin
den çok üstündür. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mahşerde, mizanda,
sıratta Cennet-i A'lâ'da ebedi komşuluğunu yapabilmek milyarlarca defa dünyaya hükme
den cumhurreisi, kral ve padişahlardan çok daha üstündür.
Bu lisanen vaazlarda söyleniyor da niçin yapılmıyor, uygulanmıyor? Hangi Peygamb-
er, hangi Evliya korkusundan veya menfaat karşılığında Allâhu Teâlâ'nın rızasının
dışında şeklini, şahsını, görüşünü, fikrini değiştirmiş, saklamıştır.
Mansur-i Bağdadi Hz.'ne: "Enel Hakk deme, dersen seni keseceğiz." dediler,
susturamadılar.
Şeyh Muhiddin-i Arabi Hz.'ne: "Sizin taptığınız benim ayağımın altınadır, deme. Seni
asacağız." dediler, fikrinden vazgeçiremediler. Halbuki; "Ben Allah'ım" demek ve "sizin
taptığınız benim ayağımın altındadır." demek âyet, hadîs, emr-i ilâhi değil, bir tek kendi
sözleri idi. Kendi sözlerinden fire verdiremediler. Şimdi asılan, kesilen, öldürülen yok.
Ortadaki iddiamız sünnet-i Rasûlullah ve bunları yapan milyonlarca kişiler. Sen din
adamı olarak Allâhu Teâlâ'nın emrinden, sünnet-i Rasûlullah'tan durmadan fire veriyorsun
Sözde de en âlimsin.
Böylesi kişilerin yanında Allâhu Teâlâ'nın tevhidi "Lâ ilahe illallah" diye sesli olarak
zikredilir. Zikredenlere bakar, fakat kendinde hiç bir hareket yoktur. Dudağı da
kımıldamaz. Başka zamanlarda da Allâhu Teâla'yı şu kadar çok, bu kadar çok seviyorum
gibi laf atarlar. "Övdüğünü zikrediyoruz, gel bizimle zikret" denilince değil zikretmek,
dudağını bile depretmez. Fiiliyatta O'nun ismini zikredenlere buğz ,kin, adavet, beğen
memek, benimsememek, yanlış görmek, küçümsemek çok olur. Allâhu Teâlâ esirgesin.
(Amin).
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Emevi halifelerinin hepsini kendi döşeğimde maymun suretinde görüyorum.
Bir tek Ömer ibn-i Abdülaziz'i insan suretinde görüyorum." buyuruyor. 595 Salman ibn-i
Abdülmelik'de çok iyidir. Yalnız o halife değildir. Hakiki müslümanlardan olan bir
sadrazam onu ölen Emevi halifesinin vasiyetidir diyerek hileyle tahta oturtturdu. Aslında
böyle bir vasiyet yoktu. Salman İbn-i Abdülmelik'te çok dindar ve iyi adamdı. Ashâb,
Emevi halifelerinin içinde bir tek Ömer ibn-i Abdülaziz'in ağzından hadîs almışlardır.
Diğer Emevi halifelerinden hadîs-i şerif almamışlardır. İlki Hz. Muaviye (Radiyallâhu
anhu)'nin oğlu Yezid (Hz. Muaviye (Radiyallâhu anhu) çok iyi ashâb idi. Oğlu Yezid
ashâb değil, kâfir, mel'un, dinsizdir.), sonu Eba Müslim (Radiyallâhu anhu)in harb edip

248
öldürdüğü Mervan'dır. Emevi halifeleri seksen sene hükümdarlık yaptılar. Bu seksen sene
içerisinde onbir padişah değişti. Biriside Ömer ibn-i Abdülaziz'dir.
(Riyâzü's Sâlihîn Aslı ve Tercemesi, Hadîs No: 1641)
"İbn-i Ömer (Radiyallâhu anhu)'den:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in iğreti saç (peruk) takan ve
taktırana, vücuda dövme yapan ve yaptırana lâ'net ettiği rivayet edilmi ş ti r. "
(Riyâzü's-Sâlihîn Aslı ve Tercemesi, Hadis No: 1639)
"Esma (Radiyallâhu anha)'dan rivayet edilmiştir:
Bir kadın, peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e sordu:
- Ey Allah'ın Rasûlü! Kızım kızamığa tutuldu da saçları döküldü, ona iğreti
saç (peruk) takabilir miyim? dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- İğreti saç (peruk) takana ve taktirana Allâhu Teâlâ lâ'net etsin," buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında takma saç vardı. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) bunu şiddetle men etti.
(Riyâzü's-Sâlihîn Aslı ve Tercemesi, Hadîs No: 1636)
"İbn-i Ömer (Radiyallâhu anhu) dedi ki:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) başının baz ı y e r i t r a ş e d i l mi ş ,
b a z ı y e r i b ı r a k ı l mı ş b i r ç o cu k g ö r d ü . O n l a rı b u ş ek i l t r a ş t a n n e h yedip:
- Ya (başın) hepsini traş ediniz veya tamamını bırakınız"596 buyurdu.
Bizim kıymete almadığımız saçı-sakalı karışmış, üstü-başı kirli, dünyaya hiç kıymet
vermez, ömür boyu seyyah gezen, Allâhu Teâlâ'nın emirlerini emir, nehilerini nehiy,
yasaklarını yasak olarak mü'minlere gezdiği yerde anlatan zâtlar vardır. Münafık, fâsık,
zındık, kâfirleri de iyilikle yola getirmeye çalışırlar.
Sünnet Üzere Tırnak Kesme:
(İbn-i Abidîn «Fetva kitabı» Cild 15, s.491)
*Cuma gününde tırnakların kesilmesi müstehabdır. Ancak darü'l-harbte cihad eden
kişi için bıyıklarını gürleştirmek ve tırnaklarını uzatmak müstehab oluyor. Tırnakları
cuma namazından sonra kesmek efdaldir. Ancak fahiş bir şekilde geciktirirse o vakit
mekruh olur. Çünkü tırnağı uzun olan bir kimsenin rızkı dar olur. Hadîste şu hüküm
yer alır:
"Cuma günü tırnaklarını keseni Allah onu gelecek cumaya kadar üç günde
fazlasıyla belâlardan sakındırır." DÜRER. Yine Allâhu Teâlâ'nın Rasul'ünden:
"Kim ki tırnaklarını muhalif bir şekilde keserse, hiçbir zaman onun
gözleri ağrımaz." Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin sözü gibi: "Parmaklarınızı sünnet ve
edeple kesiniz. Sağ elin önce, ortanca ile ufak parmaktan başlar; sol elde ise önce baş
parmak tırnağı kesilir."
Bunun beyanı ve tamamı MİFTAHÜSSEADE adlı kitapta vardır. GAZNEVİYE
ŞERHİ'nde rivayet ediyor ki: "Allah'ın Rasûl'ü evvela sağ elinin şahadet parmağının
tırnağını kesti, sonra sırasıyla serçe parmağına gitti. Sonra sol elin serçe parmağının
tırnağını kesti. Sırasıyla baş parmağına kadar gitti ve en sonunda sağ elin baş
parmağının tırnağını kesti. "Gazali, ihya isimli eserinde bunu güzel bir nedenini
arzetmiş fakat ayak tırnaklarında hangisi daha önce kesilir diye bir nakil yoktur. Evlâ
olan onların aralarını hilâllemek gibi tırnaklarını kesmektir.
Haftada bir defa yıkanmak suretiyle bedenin temizlenmesi ve tıraş etmek suretiyle
tenasül uzvunun etrafındaki kılların sıyırılması müstehabdır. En efdali cuma gününde
bu işlerin olmasıdır.On beş günde bir de caizdir. Kırk günden sonra yapılmaması mekruhtur.

249
(Berika, Cild 5, s.209)
Tırnakları uzayıncaya kadar kesmek de böyle olup mekruhtur ve rızkın
daralmasına sebebtir. HULASA ve başka eserlerde de böyle izah edilmiştir.
Şemsü'l-Eimme'den nakledilen görüşe göre müstehab olan, her hafta bir kere
kesmektir. Eğer yapmazsa, on beş günde bir kesmektir. Haftada bir kesmek en
iyisidir. On beş gün, orta bir zamandır. Kırk gün ise çok uzamış bir zamandır.
Eğer kırk günden gecikirse, sünneti terk etmiş demektir.
Bunun ötesinde vaîde müstehak olur. Bir kavle göre de evlâ olan, her ne kadar kırk
gün terkedilmesi caiz ise de kesmenin on günde olmasıdır. DÜRER'de belirtildiğine göre
tırnakları cuma günü kesmek müstehab olur. Çünkü Hz. Aişe (Radiyallâhu anha)
rivayet etmiştir ki:
"Kim tırnaklarını cuma günü kesers e, diğer cu maya kada r belalardan ona
yardı m ed er. " Bir de cum a ya ü ç gün zi yadesi v ardı r. Her hafta bir kere kasığını
tıraş etmek ve bedenini yıkamak suretiyle temizlemek müstehab olur.
KINYE'de şöyle deniliyor: Efdal olan, haftada bir kere tırnaklanı kesmek, bıyığını
almak, kasığını t ıraş etmek ve bedenini yıkamakla temizlemektir. Eğer yapmazsa her on
beş günde bir yapar. Kırk güne kadar terketmekte bir özür yoktur.
ŞÎR'A'dan naklen şöyle denilir: Kim göz ağrısından, barastan (yani alacalık
hastalığından) ve cünundan emin olmayı murad ederse, perşembe günü ikindiden sonra
tırnaklarını kessin. Fakat TATARHANİYE'de; eğer haddi tecavüz ederse ve cumaya
tehir ederse mekruhtur, denildi. Çünkü kimin tırnağı uzun olursa onun rızkı dar olur.
Yoksa Aişe'nin hadîsinden dolayı Cuma günü tırnakları kesmek müstehab olur. Ne tır-
naklarını ne de saçlarını kazayı hacet yerine veya gusül haneye atmaz. Çünkü bu
mekruhtur. Hatta hastalığa sebebiyet verir.
***

RIZK
Sen zikrullah edersen rızkını Allâhu Teâlâ ayağına getirir. Sen rızkını ararsan
nefis ve şeytan seni Allâhu Teâlâ'nın zikrinden ayırır unutturur, şaşırtır. Allâhu
Teâlâ'ya asi eder, demektir.
''Şeytan sizi zikrullahtan gafil eder, unutturur." 5 9 7 Sen hakkı i l e çalışırsan
tıpkı baykuşun rızkını ayağına getirdiği gibi Allâhu Teâlâ senin de rızkını ayağına
getirir.
Yine Zekeriya (Aleyhis selâm), Hz. Meryem'in odasına her gelişinde cennet
meyvaları bulurdu. 598
Ashâb-ı Kehf üç yüz dokuz 600sene yemeden içmeden uyudu. 599 Yaşadı aynı yaşta
kalktı. Yarım gün yattık dediler.
İsa (aleyhisselâm) iki bin seneden beri rızkını aramaz, rızkı kendini arar. Bizde
Allâhu Teâlâ'ya hakkı ile çalışıp, zikrullah edip, onlar gibi tevekkül edebilirsek Allâhu
Teâlâ rızkımızı bizimde ayağımıza getirir. Allâhu Teâlâ'nın sebepsiz olarak rızkı böyle
vermesi vardır. Bizde o sabır, o tevekkül, o kanaat, o hal olmadığı için biz rızkımızı
arayarak elde ederiz. Her insanın kendi sabrına, sadakatine, inancına, teslimeyetine,
tevekkülüne, bunları yapıp yapamadığına göre değişir. Büyük balık küçük balığı yutuyor.
Küçük balık neyi yutuyor? O da denizin içindeki gözle görülmeyen çok ufak yaratıkları
yutuyor. O yaratıklar neyi yiyor dersen, her şeyin ilerisini incelersen, Allâhu Teâlâ'nın
gaipten rızk verdiği meydana çıkıyor. Rızkını bir vesile ve vasıta ile ararsan o vesileden
ondan verir. Hz. Meryem, Ashâb-ı Kehf, İsa (Aleyhis selâm) gibi onların sabrı, inancı,
teslimiyeti, tevekkülü, kanaati bizde de olursa. Allâhu Teâlâ rızkımızı yoktan verir,
ayağımıza getirir. Dilerse Ashâb-ı Kehf gibi üç yüz dokuz sene yedirmeden, içirmeden,
karnını gaipten doyurur, yaşlandırmaz. Üç yüz dokuz sene sonra aynı gün, aynı yaş ve
aynı halde kalkarsın.

250
Ayılar, kışın kış uykusuna yatar, Allâhu Teâlâ rızkını gaipten verir. Altı ay uyur,
ağzını yalar, rızkı gaipten gelir. (Kitabımızda bu konu geniş olarak açıklandı. Burada kısa
kesiyorum.)
Havadan kurbağa yağar. Bıldırcın, helva yağması Kur'ân-ı Kerim'de geçmektedir. Cudi
Dağına her sene havadan helva yağar. 601 Bu yağan helvayı bir doktor arkadaşımız getirdi.
İlk bakışta toz halinde, insan eli ile olmayıp gaipten Allâhu Teâlâ'nın verdiği bellidir.
Allâhu Teâlâ lütfundan rızk olarak, yağdırmıştır. Ben-i İsrail zamanının ümmetine bun-
lar yağsın, verilsin; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ümmetine niçin yağıp veril
mesin. Allâhu Teâlâ birin yerine on602, yetmiş, yüz, yediyüz 603, ikimilyon 6 0 5 vereceğini
vaad ediyor. Bu verme zahirde rızk, geçim, birine bin bereket katıyor Maneviyatta
gördüğü hale, okuduğu Kur'ân-ı Kerim'e yaptığı zikrullaha, Allâhu Teâlâ için her
bağışladığına on misli geri kendisine sevap verir. Allâhu Teâlâ. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem), bizim dinimiz ve Kur'ân-ı Kerim büyük diyoruz. Bunun nesi büyüktür? Bu
yazdığım yazacağım şeylere inanmak büyüktür. Allâhu Teâlâ yapamadığından,
veremediğinden değil de bizim acizliğimizden vermez. O yapabilen, veren, bütün noksan
sıfatlardan münezzehtir. Biz aciz, sabırsız ve her şeyi de zahire bağlarız. Onun için
bizim rızkımızı da çalıştırır verir.
Cennette hiç çalışma olmadığına göre orada rızklar nereden geliyor. Kur'ân iç içe yedi
manadır, Hadîs-i şerifte:
"Kur'ân'ın zahiri var, bâtını var, hatta yedi bâtına kadar bâtını vardır.606
buyuruluyor. Zahiri sebeple, bâtını sebepsizdir. Daha onun batını hem sebebsiz hem de
halden hale geçim iledir. Daha onun batınına, aklımızın yetmeyeceği, dilimizin
dönmeyeceği, anlatamayacağımız şeyler var Zahir görünüşte bunlar ters gibi olabilir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in beş parmağından beş çeşme akıp, onbin
asker, onların hayvanları o suyu içip hayvanlara da yüklediler. 607 İşte Allâhu Teâlâ'nın
gaibten vermesidir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ikiyüz hurma fidanı
diktiği saatte hurma verdi. 608 işte zamansız gaibten verme bunun gibi olup yazılsa
yüzbinlerce çıkar. Vardan var etmek, kul eli iledir. Bir ağacı kesip sapan yapmak ile bir
dağı yarıp madeni çıkartıp eritip elektronik alet yapmanın farkı nedir? Yoktan var etmek
Allâhu Teâlâ'ya aittir. Allâhu Teâlâ hem vardan var. hem de yoktan var eder. Kul ancak
yaratılmışı ve var olanı geliştirip, bir şekle sokup, vardan var eder. Mesela; her şeyin
ilerisi yok iken ne vardı. Buna cevap verilmez. Şu şundan bu bundan oldu. Evet i l k olan
neden oldu? Allâhu Teâlâ gaibten yarattı. Her kuşun kanadının tüylerini çekersen
uçamaz. Yarasanın kanadına tüy taksan o da uçamaz. Allâhu Teâlâ kuşlara uçmak için
kanadına tüy yaratmış, yarasaya uçmak için kanadına tüy yaratmamış, yarasanın uçması
için kanadını tüysüz yaratmıştır.
Şimdi dünyadan ayrılıp en yakın uyduya aya gitmek için astronot elbisesi giyip
gidiyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ay, güneş, yıldızlardan hepsinden
ileri yedi kat (seb'i) semavatı geçip Allâhu Teâlâ ile doksan bin kelâm konuştu. Ne
astronot elbisesi giydi, ne de füze ile çıktı. Teneffüs edeceği havayı hangi tüpe koydu.
Şimdiki uzaya çıkmalar zahiri olup Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'inki
manevidir, İsa (Aleyhis selâm) ikibin seneden beri dördüncü kat semada bekliyor.
Üzerinde hangi astronot elbisesi var. Ne yiyor, ne içiyor, rızkını Allâhu Teâlâ veriyor.
Allâhu Teâlâ'nın kendine giydirdiği manevi astronot elbisesinin yüz milyarda birine şimdi
ki fen yetişemez. Allâhu Teâlâ'nın işine akıl yetmez, dedikleri işte budur.
***

"İNSANLAR MAYMUNDAN TÜREMEDİR" DİYENLER:


"İnsanlar maymundan türemedir! insanın aslı maymundur!" diye iddia edenler:
Zamanımızda fen adamları maymunun iç organlarının bazısı insanın iç organına benzeyînce
"insanlar maymundan türemedir" diyorlar. Bunu iddia edenler, iç organlarının böyle

251
olduğunun daha yeni farkında oldular. Halbuki tâ Isa (Aleyhis selâm), Musa (Aleyhis
selâm) zamanında Peygamberlerin bedduası, Allâhu Teâlâ'nın gadabıyla, bazı kavimler
şekillerini değiştirip ayı ve maymun suretine girmişlerdi. Yani insanların Allâhu Teâlâ'ya
ve Peygamberine itaat etmeyenlerini Allâhu Teâlâ bu dünyada cezalandırıyor. Şekilleri,
insan oğlundan ayrılıp maymun, ayı ve domuz oluyordu. Bu hayvanların hepsi daha evvel
vardı. Ama insanlar azgınlıkları nedeniyle hayvanlara karışıyorlardı. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5711)
" Nef s i m y ed -î k u d r et i n d e o l a n a y e mi n ed e ri m k i , ü mme t i md en b i r
k ı s ı m i n s a n l a r a ş ı rı sevin çli b i r o yun ve eğl ence üzeri nde gecel eyecekl er;
sabah olunca, hara ml arı hel âl s a y d ı k l a r ı , ç e n g i e d i n d i k l e r i , i ç k i i ç t i k l e r i ,
f a i z y e d i k l e r i v e i p e k g i y d i k l e r i i ç i n , b i rer maymun ve hınzır haline dönecek
lerdir."
Kur'ân-ı Kerim'de;
"(Belhüm adal) Onlar hayvan gibidir. Belki de daha fazladır." 6 0 9 buyu-
ruyor, insanların ağızlarının hem bu dünyada hem yarın âhirette hayvan suretinde
kalkacaklarına bu âyet delildir. îşte evvelce Allâhu Teâlâ'ya ve Peygamberlere asi gelen
kavimler Peygamberlerin bedduasına, Allâhu Teâlâ'nın gadabına uğrayıp şekilleri değişip
(ayı, maymun, domuz vb.) hayvan şekline dönüşmüşlerdir.
(Sahîh-i Müslim, Cild 8, Hadîs No:32 (2663))
"...Abdullah (ibn-i Mes'ud (Radiyallâhu anhu)) şöyle dedi:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zevcesi Ümmü Habîbe:
- Yâ Allah! Beni zevcim Rasûlullah, babam Ebû Süfyan ile ve kardeşim Muavi
ye ile faidelendirip meta'landır! dîye dua etti. Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallal-
lâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
- Sen, A l l a h ' d a n damga vurulup kat'ileştirilmiş eceller, sayılmış günler, taksim
edilmiş rızıklar için istekde bulundun. Allah onlardan hiç bir şeyi tayin edilen zama
nından öne geçirmez. Yahut tayin edilmiş vaktinden sonraya bırakmaz. Eğer sen Al-
lah'dan seni ateşdeki azabdan yahut kabirdeki azabdan sığındırıp kurtarmasını iste-
seydin bu daha hayırlı ve daha faziletli olurdu.
Râvi dedi ki: Yanında maymun zikredildi. Râvi Mis'ar: Zannederim ki, o meshden
(yani sureti çirkin sûrete tahvil eylemekten) olan domuzları da söylemişdi dedi.
"Allah sureti tahvil edilen için bir n es i l v e ço cu k y a p ma mı ş tı r.
Ma y mu n l a r v e d o mu zl a r, İ s r a i l o ğ u l l a r ı n ı n k ö tü s u r e t e t a h vil edilmelerinden
önce de mevcuddurlar, buyurdu."
(Sûre-i Maide, Ayet 60)
" De ki : Al lah k a tınd a y eri bund an da ha k ö tü ola nı s i ze h ab er v ereyi m
mi ? Al lah 'ın l ân etled iği v e g a zab ettiğ i , a ral a rın dan ma y mu nl a r, do mu zla r
v e ş ey tana tapa nl ar çık a rdığı kimseler; işte bunlar, yeri (durumu) daha kötü olan ve
doğru yoldan daha ziyade sapmış b u l u n a n l a r d ı r . "
(Sûre-i Araf, Ayet 166)
"Kibirlerinden dolayı kendilerine yasak edilen şeylerden vazgeçmeyince
onlara "Adi maymunlar olun" dedik."
(Sûre-i Bakara, Ayet 66)
" B i z o n u (m a ym u n l a ş m a yı ) , h â d i s e y i b i z za t g ö r en l er e v e s o n r a d a n g el en
l e r e b i r i b re t dersi muttakiler için de bir mev'iza kıldık"

252
(Sûre-i Bakara, Ayet 65)
" C u ma r t e s i g ü n ü i ç i n i z d e n a z g ı n l ı k e d e n l e r i e l b e t t e b i l m i ş o l a c a k s ı n ı z
Ç ü n k ü , b i z onlara "aşağılık maymunlar olun" dedik."
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 2434)
" Yı l a n l a rı n a s l ı ci n d en d i r ! T ı p k ı ma y mu n v e h ı n z ı r l a rı n b en -i İ s r a i l ’d e
n d ö n me o l dukları gibi."
Ben-i israil ümmetleri, kendine ümmet olduktan sonra azdılar. Azanların muhakkak
yüz şekilleri değişir, hayvan şekline dönerlerdi. Ben-i israil ümmetinden bir adam tavuk
çalmıştı. "Çalmadım" diye yemin etti. Aynı anda tavuğun tüyleri yüzünde çıktı. Yüzü
tavuk yüzüne benzedi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)"in ümmeti üzerine on duası vardı.
Bunun altı yedi kadarı kabul oldu, diğerleri kabul olmadı. Bunlardan bazıları;
- Ya Rabbi! Yarın mahşerde, benim ümmetimin sevap-günah yazan defterini benim
elime ver. Ben hesabını yapayım buyurdu. Hakk Teâlâ ,Hz. kabul etmedi.
- Ya Muhammed! Şaşarım senin aklına. Senin maksadın; sevap günah defteri
benim elimde olursa, ümmetimin sevabını çok gösterir, günahını silerim ve çok
kimseyi cennete gönderirim, diye düşünüyorsun.Bu fikrin yanlıştır. Eğer o ümmetin
hesap defterini senin eline versem, onların yaptıklarını gözünle görsen, birçoklarına
ümmettir diye sahip çıkmazsın. Böylesi ümmetin bana gereği yok dersin. Ama ben
hiç bir zaman öyle kulun bana gereği yok demem. Yani benim kullarıma acıdığım kadar
sen ümmetine acımazsın. Defteri senin eline versem, sen zararlı çıkarsın, buyurdu.
Ben-i İsrail zamanının ümmetleri "şekilleri değişiyor" diye millet arasında çok
büyük yankı yaptı. Bu da ümmet olabilmek için engel sayılırdı. Aynısı, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) Peygamber olunca da olmaya başladı.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Sahlebe isminde bir ashabı vardı, çok
fakirdi. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'e zengin olması için dua ettirdi.
Koyunları arttı zengin oldu. Vakit namazlarına gelemez oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)
- Niçin namaza gelmediğini sordu?" Sahlebe:
- Koyunlara bakıyorum Ya Rasûlullah! Bunun için gelemiyorum" dedi. Koyunlar daha da
çoğalınca Medine'den uzak bir yere gidip otlatmaya başladı. Cuma namazına da gelemez
oldu. Zekat emrolununca Sahlebe zekatını da vermedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) zekat verdirmek için evine geldi. Sahlebe, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vescllem)'in geldiğini görünce zekat için geldiğini bildi. Bir yere koyunların yününü
yığmışlardı, İşçilerine;
- Ben yünün altına gireyim. Siz benim burada olduğumu söylemeyin, onlar gidince
çıkarım" dedi. Maksadı zekat vermemekti. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem),
- Sahlebe'nin nerede olduğunu sordu, İşçileri
- Bilmiyoruz." dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bu yünleri kaldırın." buyurdu. Yünleri kaldırdılar. Yünlerin altından Sahlebe
çıktı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Niçin saklandığını sordu. Sahlebe,
- Zekatın çok ağır olduğunu, veremeyeceğini söyledi. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem):
- Öyleyse saklan" buyurdu. Sahlebe küçüldü, küçüldü köstebek (kösnü) oldu.
Evvela yünün, sonra toprağın içine girdi, saklandı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) ümmetinde bu halleri görünce dayanamadı; ellerini kaldırdı:
"Ya Rabb'i! Benim ümmetimin yüzünün karasını bu dünyada yüzüne vurma.
Şekillerini değiştirme!" diye dua etti. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu

253
duası kabul oldu. Ondan sonra insanların şekli değişmez oldu. Yine âhir zamanda
şekilleri değişecektir.
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 4531)
" Ü mme t i md en b i r ta k ı m i n s a n l a r ş a r a p i ç e c ek l er , o n a i s mi n d en b a ş k a
i s i m ta k a c a k l a r , b a ş l a r ı u cu n d a ç a l g ı l a r ç a l ı n a c a k , k a d ı n l a r o y n a610
tılacak;
A l l a h o n l a r ı y e r l e b i r e decek ve maymunlar, domuzlar şekline sokacak."
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 5707)
"Beni gerçekle gönderene yemin ederim ki, onlara (dün ya ehline) batışlar;
(hayvan suretine) dönmeler ve kazif (semadan üzerlerine taş) yağmadıkça bu dünya
son bulmaz.
- Ey Allah'ın Nebisi, bu (alâmetler) ne zamandır? diye sordular.
Ka d ı n l a rı n eğ erl er e b i n di k l eri n i g ö rdü ğ ü nü z za ma n , ş a r k ı cı k ad ı n l a rın
ço ğ a l d ı ğ ı , y a l a n y e r e ş a h i t l i k e d i l d i ğ i , p e r v a s ı z i ç k i i ç i l d i ğ i , n a m a z k ı l a n -
l a r e h l - i ş i r k i n k a p l a r ı o l an al tın v e g ü müş k apl a rd a ( y i y i p ) i çtikl eri, er-
k ek l er erk ekl erl e, k adı nl ar d a ka dınlarla yetindikleri zaman... Allah'a sığının,
hazırlanın, gökten ( ü z e r i n i z e ) taş yağmasından korkun!" buyurdu.
Erkekler birbiri ile zina ederler, kadınlar kendi kocalarını terk eder, ahlâksız
kadınlarla yetindiklerinde o zaman Allah'a sığının.
(İmam Şâ'râni "Ölüm-Kıyamet-Ahiret" Hadîs No: 869, s. 470)
" Ümmeti m i çin de ko rkun ç o la yl a r ol ur da i ns anl a r sı ğın ma k i ç i n â li ml e
ri n y anı na dönüp gelirler ve birdenbire onların maymun ve domuz olduklarını
görürler."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in duası ile ümmetinin âhir zamana
kadar şekilleri hayvan şekline dönmeyecek. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
zamanında olmayacak bazı şeyler âhir zamanda olacaktır;
1-) İnsanların şekillerinin değişmeleri:
2-) Keramet göstermenin serbest olması ve kerameti gösteren mü'mine zarar verme
mesi,
3-) Güneşin batıdan doğması,
4-) Dabbet'ül Arz çıkması gibi harikuladeler görülüp, yasak olan bazı şeyler de
kalkacaktır.
Bunlar Peygamberlerin mucizesidir. Diğer peygamberlerin kitap mucizeleri
kendilerinden sonra gelenler kitapları bozdukları için kitap mucizesi dünyadan
kalkmıştır. Bizim Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yüzbin mucizesi vardır.
Kırk bininin içinden, beşbin tanesi mucize olarak kitaplara yazılmış, diğerleri yazılma
mıştır. Bu mucizâtin altmışbini Kur'ân'dadır. Kur'ân'da olan her şifa Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mucizesidir. O'nun yüzü, gözü hürmetinedir. Bu kıyamete
kadar bakidir.
Isa (Aleyhis selam)'ın bedduasına uğrayan kavim maymun olmuş idi. O şehre tüccar
lar geldiler. Evlerde insan yok, maymun var. Onlara işaretle sordular:
- Bu şehrin insanları bu binaları yapanlar nerede?" Bunlar adamdan dönme
oldukları için her sözü anlıyor, konuşamıyorlardı. Ellerini göğüslerine değdirerek,
sahiplerinin kendileri olduğunu işaret ettiler. Tüccarlar yine:
- Nasıl oldunuz ?" diye sordular. Maymunlar bu insanlara, kendileri insan iken
taşlar Üzerine yazdıkları yazıları gösterip:
- Bunları biz yazdık" diye işaret ettiler. Tüccarlar;
- Yoksa bu şehrin halkı siz misiniz?" maymunlar hepsi birden başlarını salladılar.
Tüccarlar başka memlekete gidince; bunların İsa (Aleyhis selâm) kavmi oldukları, Allâhu
Teâlâ'ya ve Peygambere karşı geldikleri için maymun olduklarını tafsilatlı olarak

254
öğrendiler. Şimdi hiç kimse bunlara inanmadığı için esası ihmal edilip unutulmuştur.
Şimdi maymunun iç organlarından bazısı insana benzeyince "insanın aslı
maymundur" diye delil gösteriyorlar. Esası yukarıda anlattığım gibi insanlar azgınlaşıp
maymun şekline çevriliyordu, İnsanlar böylece maymun olunca, diğer maymunlar
insandır demek olmaz. Esas gerçeği budur. Yarın mahşere insanlar on çeşit gelecekler.
Âhirette mahşerde günah çokluğu ile yine Allâhu Teâlâ'nın gadabına uğrayarak şeklini
değiştirip (ayı, maymun, kurt, yılan vs.) hayvan şekline gireceklerdir. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Dünyada ne varsa âhirette de aynısı var. Âhirette ne varsa dünya da aynısı var." bu-
yuruyor.
İnsan zekası dünya yüzünde hiç bir hayvanda ve mahlukta olmayan zekadır. Bir
çocuk bebekken dahi zekası hayvanlarınkinin en üstün zekalısından daha zekalıdır.
Âhirette hayvanların konuşacağına dair yukardaki hadîse göre; papağan kuşu bu dünyada
konuşur. Her yaratılan varlık cennette de ana lisanı gibi konuşacaktır. Papağan kuşu, insan
gibi konuşuyor. Maymun tek kelime konuşamıyor. Hem insan maymundan türesin hem
maymun konuşmasın! Bir kuş konuşsun. Bu Allâhu Teâlâ'nın hikmetidir. Maymun işaret
yoluyla, sesle diğer hayvanlara göre biraz daha iyi anlayabilir.
Evvelden süvari alaylarına "yat" emri verilince binlerce at birden yatar, "kalk"
denilirse binlerce at birden kalkar, koşardı. Asil cins at harbte insanı en samimi
arkadaşından daha iyi korur. Muharebe meydanında sahibinin ölüsünü bırakmayıp kaçırır.
Bunu hangi maymun yapıyor? Demek ki at daha kabiliyetlidir. Asîl at çok çapraşık,
sarp, kayalık bir yolda giderken, yoldan bir tarafa çevirirsen İki metre hendek veya bir
metre duvar olsa kendi dizginini çevirip "dah" dersen onun oraya geç anlamında
olduğunu bilir ve derhal atlar. Bunu bir maymun yapamaz.
Şeyh Şamil, harpte Ruslarla anlaşma yapmaları için karşılıklı oturdular. Atları
karşılıklı bağladılar, yüzlerce at karşıda, yüzlerce de diğer tarafta idi. Bu taraftaki atlar
yularını kırıp düşman tarafında ki atlara hücum ettiler. Onları ısırmaya, tepmeye
başladılar. Halbuki atlara hiç bir işaret verilmemişti. O atlar dostu-düşmanı daha iyi
bildikleri için hiç bir işaret edilmeden düşman atlarını kapmaları, tepmeleri gibi
kabiliyet hangi maymunda vardır? O zaman cinsimiz maymun değil de at mı diyecekler?
Şimdi zamanımızda süper devletler Yunus balığını eğitip, denizin içinde bir çok
işler gördürüyorlar. Bu balığın zekası, insanlarla anlaşması maymununkinden çok
üstündür. "Maymun atamızdır" diyenler neden denizin içindeki balık atamızdır
demiyorlar? Yani kendilerinin atalarından daha iyi anlaşılıyor da, atalarıyla neden bir
balık kadar anlaşamıyor? Bu sefer de atamız balık mı diyelim?
Yine yeryüzünde insanoğlu tarihler öncesi bir çok kaleler, eserler yapmışlar. Yine
bu günkü fen bazılarını keşf etmede aciz kalıyor. Binlerce seneden beri hangi maymunlar
toplanmışta bir eser değil, bir ev yapmışlar. Maymun hayvandır, milyonlarca sene geçse
yine hayvandır! Bir eser yapmasına imkan yoktur, insan insandır. Bir araya toplanırsa
el ele verir, fikir birliğine varır, büyük eserler meydana getirirler.
Süper devletler zamanımızda demirden cansız adam yapıp adına "robot" deyip, aynı
insanın yaptığı işi yapıyorda neden bir maymuna aynı vazifeyi yaptıramıyorlar. Eğer o da
aynı adamsa yapması lazım. Hayvanda akıl var, fikir yok, insanda akıl ve fikir vardır.
Hem aklı kuvvetli hem fikri kuvvetlidir. Halbuki "soyu insana dayanan dedikleri
maymunu" çalıştırıp, eğitmek aynı insanın yaptığı işleri yaptırabilmek robota
yaptırmaktan daha zordur.
Misal: İncili Çavuş ile padişah, bir yerde giderlerken yeni doğmuş gayet kibar
gösterişli bir merkep yavrusu görürler. Padişahın hoşuna gider. Merkeb yavrusunu
okşar.
- Ne kadar kibar ne kadar akıllı değil mi? der. İncili Çavuş:
- Evet Padişahım! Çok kibar, çok güzel bende böylesini görmedim" der, ayrılırlar.
İncili Çavuş'un çenesi durmaz. Merkep yavrusunu göstererek

255
- Padişahım bu merkep yavrusu o kadar kabiliyetli o kadar akıllı ki, eğer emek
verilirse, okumayı da öğrenir. Padişah, incili çavuşa dönerek
- Merkep yavrusunu satın alalım. Sen buna okuma öğret" der. İncili, Padişaha
verdiği sözünü yutamaz. Merkep yavrusunu süt emdiği için annesiyle beraber satın alırlar.
Padişah merkebin okuyamayacağını biliyor. Ama maksadı İncili bunun altından nasıl
kalkacak? Çünkü Incili'nin her işinde sözünde, hareketinde bir muziplik (şaka, güldürü)
vardı. Merkebi yavrusu ile beraber İstanbul'da İncili’nin evine teslim ederler, İncili
defteri açar, defterin arasına arpa döker. Hayvan onları yer İncili diğer sayfayı açar.
Onun arasına da arpa döker. Böyle böyle merkep defter yaprakları arasında yiyerek
böylece alışır. Hangi defteri, hangi kitabı getirsen hayvan arpa aramak i ç i n defterin,
kitabın sayfalarını çeviriyor, İncili, padişaha:
- Merkeb okumayı öğrendi" der. İncili, merkebi aç bırakır, padişah sarayının avlu-
suna getirir. Bütün vezirler, kumandanlar seyretmek için toplanırlar. Merkebin önüne bir
tarih kitabı getirirler. Merkeb kitabın sayfalarını diliyle çevirip kokluyor içinde arpa
arıyor. Sonuna kadar tekrar tekrar çevirir, arpa bulamayınca İncili'den tarafa döner
(anırır) yem ister. İncili:
- Padişahım tamam okudu. Manasını da verdi." der. Padişah:
- Biz birşey anlamadık." deyince, incili:
- Eşek lisanınca manasını verdi, tâbi anlayamazsın." der.
Şimdi ömür boyu bir maymuna birkaç hareketi öğret, aynen İncili'nin padişahı
kandırmaya çalıştığı ve mahçup düşmemek için yaptığı gibi "insan maymundan
türemiştir." diyenler de aynısını yapıyor. Buna inananlar ile merkebin okuduğuna inanmak
arasında bir fark yoktur. Bir ahraz (dilsiz) konuşamaz ama zanaat sahibi olur. Her
anlatmak istediğini anlatır. Her anlatılanı anlar. Maymun insansa neden ahraz kadar
anlamıyor, anlatamıyor? Ahraz kulağı sağır olur, hiç duymaz. Dudak kıpırdamasından,
işaretten anlar. Maymunun kulağı açık, duyar ama ahraz gibi anlamasına, zanaat sahibi
olmasına, sanat yapmasına imkân yoktur! Sözlerinin asılsız, yersiz olduğunu kendileri de
biliyor ama maksatları, inanan insanların Adem (Aleyhis selâm) ile Havva Annemizden
türediğine inandırmamak için ellerinde onu bir koz olarak kullanıyorlar, İnsandaki haya,
edep, tevazu, vakar, akıl, temizlik, yaşam hiçbir hayvanda olmaz ve olamaz. Ama insan
azgınlaşır, vahşileşir hayvanlaşır. Bir insan ben hayvandan türedim derken kendisi
insanlıktan çıkar. Bu dediğimiz edep, haya, vakar gibi insana mahsus olan şeyler
kendisinden kalkar, kendisi de bir hayvan gibi olur.
Basireti bağlı gözü körsünüz,
Maynunun sulbünden geldik dersiniz.
Şimdi iddiaları da, maymun iskeleti i l e insan İskeletinin yapısının birbirlerine
benzediğini söylüyorlar. Buna karşı deriz ki;
İnsanların her memleketin iklimine göre yüz şekilleri, vücut yapısı değişik olur. Bu
iklimde insanlar yaşayarak zamanla o iklime göre yetişmiştir. Bir Çinliyi, ingiltere'ye
götürsen, çocukken oraya bıraksan, yetişse, büyüse ana lisanı olarak İngiliz lisanını
konuşsa hiç kimse bu çocuğun Çin'den geldiğini bilmese, görmese, duymasa aslının Çin'li
olduğunu herkes bilir. Yine Çin'e, İngiltere'den veya Rusya'dan bir çocuk gelse yetişse ve
hiç kimse söylemese herkes bunun yabancı olduğunu ve Avrupa'dan geldiğini bilir. Hay-
vanlarında vücut yapıları aynıdır. Burada Allâhu Teâlâ'nın büyüklüğü ortaya çıkıyor.
Rastgele olmayıp, Allâhu Teâlâ dünyayı iklim iklim yaratmış ve her iklime bir yön
vermiştir. O iklimde yaşayan insanların ve hayvanların sima ve vücut yapıları değişik
olabilir. Çinliler kısa ve kalın maymun türünden, İngilizler ince, uzun başka bir maymun
türünden mi? Hayır! İngiltere'yi boşaltıp, Çinlileri doldursan asırlarca sonra onların
çocukları aynen İngilizler gibi ince, uzun ve sarışın olur. Çin'i boşaltıp, İngilizleri
getirsen birkaç asır sonra onların vücut ve sima yapıları da aynı Çinliler gibi olur.
Dağdaki hayvanlara dikkat edilirse «boz toprağın» olduğu mevkideki kurt, tilki gibi

256
hayvanlar oranın rengini alır. Allâhu Teâlâ bunda büyüklüğünü kudretini gösteriyor.
Bunu maddiyatta değiştirme, kafaları başka tarafa çekmede hiç bir fayda olmadığı gibi bu
sözlerin sonu akim, kesik ve kısırdır, Dünya yüzünde değişmeyen tek fikir, düşünce,
inanç Kur'ân'dan alınandır. Bu hiçbir zaman tazeliğini kaybetmez. Ama ondan alınmayan
devamlı değişir. Çünkü yanılmaya mahkumdur.
"İlk insanlar vahşi idi, hiçbir şey bilmiyorlardı!" diyenler:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zamanında; yıldıza bakıp, yıldız
ilmiyle, kahinlikle, sihirbazlıkla bugünkü fennin içinden çıkamayacağı birçok şeyleri
yapıp, gerçekleştirip, b i l i p haber veriyorlardı. Daha evvel Firavunlar zamanında bu
saydıklarımız daha iyi biliniyordu. Allâhu Teâlâ insanlara akıl, zeka, fikir vermiştir,
İnsanlar deneyip tecrübe sahibi olup, birçok bilinmeyen şeyleri ortaya çıkarıyorlar.
Bugünkü fende bunlardan birisidir. Bilâl Babama:
- Eski Firavunların zamanındaki sihirbazlar ve kahinlerle; o zamanın fen adamla
rının hepsini bir ordu yapıp bir tarafa, bugünkü fennin fen adamlarının ve dünya yü-
zündeki şimdiki insanların hepsi bir tarafta olsa, ikisi birbiri ile harb etse hangisi kaza
nır? diye sordum. Bilâl Babam:
- Muhakkak ki, o zamanın kahinleri, sihirbazları, bugünün fen adamlarına galip
gelirler, buyurdu.
Ben:
- Nasıl olur? dedim. Buyurdu ki:
Onlar da karşı tarafın bütün adamlarını hasta etme, akli muvazenesini (dengesini)
kaybettirme, elindeki fenni olan aletlerin hepsini çalışmaz, işlemez hale getirme, gözüne
çok korkunç, çok kötü şeyler gösterip, moral kırma gibi şeyler pek çoktur. Bunun
karşısında da şimdiki fen duramaz. Mermi patlamaz, uçak uçmaz, karada tank gitmez,
akli muvazenesi de kaybolur. Kendisi karşısındakinin bir robotu gibi ondan aldığı emir ile
iş yapar, böylece onlar kazanır. Bunları geçersiz duruma getiren bir tek Peygamber
mucizesidir. Mucize daima üstündür. Onların karşısında daima üstün çıkar. Onlar daima
yenilirler. Bu günkü fenni de yenecek Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
mucizesidir. Bu mucizelerden birkaç misal vereyim:
Sir'et-i Nebi'de; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), kâfirlerle harb
ederken, bir kocakarı sihir yaptı. Müslümanların en meşhur pehlivanı Madi Kerb'de
içinde olduğu halde kocakarının sihri ile havadan müslüman askerlerinin üstüne dolu,
yağmur yağdı, her tarafta sel oldu. Dört yüz müslüman askeri selde boğuldu. Madi Kerb-
ile yüzlerce kişi donarak ölüm tehlikesi geçirdiler, esir düştüler. Bunu Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e haber verdiler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
dua eti, kocakarı öldü, sihir kesildi. Ortalık açıldı, zafer kazanıldı, esirler kurtarıldı.
İşte bunu ancak mucize yenebilir. Fen yenemez! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) bir harbte iken ashâb bozulmuştu. Bir avuç toprağa okudu, üfürdü. Kâfirin
üzerine serpti, bütün kâfir askerlerinin gözüne toprak girip kör etti. Kör adamı da
öldürüp esir alması çok kolay oldu. 611
Firavunların yaptıkları piramitleri. 20. asrın fenni anlamadan, içine girmeden,
içindeki altın hazinesini çıkartmadan acizdir. Şimdi içine giren ölüyor. Bu «o zamanlarda
hiç fen yoktu» demek değildir. Fen vardı ama şimdiki gibi fen yoktu. Eskiden bir çelik
kılıçla veya mızrakla akşama kadar düşmanın demir kalkanına karşı vuruyorlar. Kılıcın
ağzı dönmüyor. Günlerce harb ederlerdi. Şimdi 20. asrın fenni balta vapıyor. Kazara taşa
bir sefer vursan ağzı kırılıyor, dönüyor veya kesmiyor. Yeniden demirciye gidip
yaptırılıyor. O zaman yapılan binalar şimdi yapılamıyor. Bunlar hiç fensiz mi
yapılıyordu? Bugün Afrika'da (en vahşî dediğimiz, dünya ile irtibatı olmayanlar) doğum
kontrolü için ottan hap yapıyorlar. Bir kadın ne kadar uzun müddet doğum kontrolü

257
yapacaksa o hapı yutuyor, istediği zamana kadar çocuğu olmuyor. Bunu 20. asrın fenni
bilemiyor, o sırrı onlardan alamıyor. Balık tutmak için çubukları günlerce denize vurup
Yunus balıklarını harekete geçiriyorlar. Yunus balıkları, milyonlarca balığı sürü
halinde önüne katıp rahatlıkla tutabilecekleri en sığ yere getirip bekliyorlar. Bir tek
balığı geri kaçırmıyorlar. Bunlar rahatlıkla bol miktarda balık tutabiliyorlar. En
sonunda usanıp terk ediyorlar. Bunu da dünya fenni bilmiyor, yapamıyor. Denizin
dibine bomba yerleştirip, zehir atıp balıkları imha etmek kolaydır ama tutması çok
zordur. Balıkları tutmak için balıkçı tekneleri kayıklar, ağlar, güçlükler, zorluklar, bir-
çok masraflar, hatta batması ile birçok zayiatlarla balık tutmayı çok az
gerçekleştiriyorlar. Onlar gibi yapsınlar, milyonlarca ton balığı bir anda tutsunlar.
Konserve yapıp, dünyaya ihrac etsinler, İşte bunu yapamıyorlar, yapılmıyor!
İşte onlar bu fenlerle; şimdiki fenden çok ileridirler. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem): "Şu şu hastalığa, şu şu şifadır." diye hadîsleri toplansa, uygulansa
işte en büyük fenden birisi de budur.
İlk insanların fennini daha düşük görüyorlar. Halbuki şimdi fenni çok ileri
gördüğümüz halde maymundan geldiklerini iddia ediyorlar. Eğer insanlar maymundan
gelseler yukarıda saydığım buluşları zekalarıyla yapabilirler mi? Evvelce vahşilerse
şimdiki fenden çok ileri olan bu buluşları nasıl çıkardılar?

258
KADINLAR
Kadınlar da Giyim:
Bizim ihvan bacılarımıza:
"Çarşaf (izar) muhakkak giyilecek! Siz İslâmi yaşayamıyorsunuz." ve "El
öpme bizim dinimizde yok" deyip bir tek kendilerini hakiki müslüman görüyorlar.
Tesettüre tam riâyet etmeyen, çarşaf (izar) giymeyen, sesini duyuran, yüzünü
gösteren, her ne kadar örtünse de ikinci sınıf bir müslümanmış veya sapıkmış gibi
görenlere deriz, ki:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında çarşaf yoktu. Şer'an
bilekten aşağı eli, ayağının bileğinden (âşık kemiğinden) aşağısı ve yüzünün
görünmesinde bir mahzur yoktur. Şeriat islâmiyet neyi serbest etmişse ve neyi
yasaklamışsa onda bildiğimiz ve bilemediğimiz çok büyük hikmetler vardır. Pey
gamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kadınların mahrem yerlerini belirtmiştir.
Dünya yüzünde milyarlarca Müslüman kadınlar bin dört yüz seneden beri bunu
böyle yaşamıştır. Ama Kur'ân-ı Kerim yaptığımız ve yapamadığımız, ihmal
etliğimiz birçok emirlerle doludur. Bu emirlerin yasakların hiç birinin üzerinde
durulmuyor, sadece çarşaf giyilmesi ve yüzünün gösterilmemesi gibi şeylerin
üzerinde duruluyor.
Günümüzde bir kadın, her ne kadar çarşaf giyse tesettürlüyüm dese;
İslâmiyet'in i l k günlerinde îslâmiyetin yükselmesine, dinine faydası olmuş
kadınların derecelerinin milyonda birine yetişmelerine imkan yok. Onlarda
yazdığımız gibi giyerlerdi. Çarşaf yine yoktu. Çarşaf giyme dinimize uygundur,
iyidir Ama kendilerinin görüşleri yanlış. Bunlar görünüş itibariyle tesettürlüler
fakat bunlardan bazılarının bâtıl ve yanlış görüşleri çoktur.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında çarşaf yoktu. Hz.
Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında uygulanıp, Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)
tarafından kalan bir sünnettir. Baş örtüsü hakkında omuzlarından yakalarını
örtecek şekilde baş örtüsü örtmeleri âyetle sabittir. 6 1 2
"Çarşaf ve peçenin var olmadığına dair bir âyet ve hadîs göster" diyenlere:
Yok olan bir şeyin âyet ve hadîsi de yoktur. Çarşaf, peçe varsa olduğuna dair
siz, bir âyet ve hadîs gösterin!
Kadın olsun, erkek olsun mü'minin elbisesi bol olur, kalın olur, uzun olur.
Yine kadın olsun, erkek olsun münafığın elbisesi dar, kısa ve ince olur. Göğüs
iman tahtasıdır. Kadın olsun, erkek olsun göğsü her ne kadar kapalı ise o
derece İslâma uygun ve imanı kuvvetlidir. Göğsü her ne kadar açıksa, o kadar
imam zayıf veya yok demektir. Zahir görünüşü böyle olunca, biz zahir
görünüşüne bakarız. Allâhu Teâlâ içini bilir. Bunun için kimseye karışılmaz,
İmanlı imansız belli olmaz. Asiye Validemiz, Firavun'un dediği gi-| bi giyerdi.
Fakat imanı çok kuvvetli idi. Belli ki Firavun ona kapalı giydîrmezdi. Firavun'un
karısı Asiye Validemiz, Ashâb-ı Kehf. Yunus (Aleyhisselâm)'un kavmi en kötü
zannedilirken en iyi idiler. Bazıları da Belâm ibn-i Baura, Barsisa gibileri en iyi
zannedilirken azdırdılar, en kötü oldular, İblis de ilk önce iyi idi. Sonunda en
kötü oldu. Allâhu Teâlâ kulun kalbinin içini bilir, İyi dediğimiz kötü. kötü
zannettiğimiz iyi olabilir. Bunu ancak Allâhu Teâlâ bilir.
Erkekler kadınlara, kadınlar erkeklere giyimde, yaşantıda, tıraşta vb.
birbirine benzetmemek şartıyla bol, uzun, kalın elbise giyebilirler. Erkekle
kadının giydikleri kumaşın deseni, biçimi ayrı olacak. Biçim her memleketin örf,
adet ve ananelerine göre değişebilir. Hacca gittiğimiz zaman her devletin kadın-
erkek elbise biçimleri değişiyor. Çarşafa ve peçeye en fazla önem veren devletler

259
Suudi Arabistanlılar ki :Vehhabidirler. Yine İranlılar onlarda Şii'dir. Bunlar
çarşaf, peçe giydiği halde o örtündüğündeki kazancının yüzbin misli inançları,
itikadları Kur'ân-ı Kerim'e ve hadîs-i şeriflere terstir. Bu nedenle Allâhu Teâlâ'
nın gadabına uğrarlar. Bu iki devletin dışındaki devletlerde çarşaf yok denecek
kadar azdır. Diğerlerinin hepsi çarşafsız, hepsinin yüzü açıktır. Bunların hepsi
yanlışta Vehhabiler ile Şiiler mi doğrudur?
Bu zamanda insanlarda inanç, itikad hiç aranmıyor. Giyim, örtünme bunlar
aranıyor. (Kitabımızda bu konuları geniş açıkladık.) Çarşaf giymek iyi değildir
demek istemiyorum. Benim annem ve ablalarım, Babamın zamanında çarşaf
giyerlerdi. Biz buna karşı değiliz. Mü'min kadınlar ya çarşaf, ya da çarşaf gibi
bol, uzun, kalın elbise giymeleri lazımdır. Ama. en mühimi itikadt ı r ! Sözü, fiili
hareketi, yaşantısı Kur'ân-ı Kerim'e Allâhu Teâlâ'nın emirlerine uygun veya ters
gelmesine bakılır. Ashâb-ı Kehf'in hiç ameli yoktu. Kendileri kâfir, âdetleri kâfir
âdedi i d i . İ t i k a d düzgünlüğü il e Evliyalığın zirvesine çıktı. Yunus (Aleyhis
selâm)'ın kavmide aynıdır. Onların hepsi kâfirdi, duada bilmiyorlardı. Bir tek
Allâhu Teâlâ'ya bağırmaları, çağırmaları dua bilmeyip kendileri Islâmdan uzak
hem kâfir inançları bâtıl ve hepsi cünup olduğu halde bir tek itikadlarının
düzgünlüğü sebebi i l e hepsinin günahı affoldu. Ömürleri uzadı ve Müslüman
oldular. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra ashabı
nın çoğu, O'nun gösterdiği itikadtan ayrıldılar, murtad oldular. Kendilerine âhir
zaman Peygamberi olarak Müseylemetü'l-Kezzab, Tüleyha ve bazılarını buldular.Onlar
da ilk defa ashâb olmuşken azdırdı ve kâfir oldu. Amel noksanlığı ile insan ebedi
cehennemde kalmaz. İtikad yanlışlığı, tersliği i l e ebedi cehennemden çıkmaz. Abdest,
namaz, oruç, hac, zekat, giyim, yaşantı bunlar amele girer. Allâhu Teâlâ'ya, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e, Peygamberlere, âhiret gününe ve benzeri olan şeylere
inanmak itikadtır. Bir kişinin itikadı bozuk olursa, yerle göğün arasını ibadetle doldursa
imansız gider, ebedi cehennemden çıkmaz. Amel noksanlığının telâfisinin imkanı var,
itikad yanlışlığının hiç bir şekilde telâfisinin imkanı yoktur.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Sevdiğinin ismini işitipte yerinden harekete gelmeyen kerim değildir." 613
buyuruyor. Sen Allâhu Teâlâ'yı hakkı i l e seviyorsan O'nun ismi zikrolunan meclise
katılman ve kendinden geçmen lazım. Kardeşin, oğlun veya babanın askerden öldü diye
künyesi gelse uzun müddet ağlar ağlar, unutursun. Öldüğü zannedilen kişinin aniden
kapıda olduğu haberi verilse, onun annesi, babası, oğlu vs. utanmayı, sıkılmayı atar,
"Yavrum, oğlum, kardeşim, babam" diye bağırmalar, çağırmalar, kendinden geçmeler olur.
Kimse namahremsin içeriye gir demez. Hasretlik aşkı, Öldü diye ümidini kestikten sonra
birden meydana çıkmasından ne kadın, ne kız söz dinlemez. İşte bu aşk kimsenin sözünü
dinletmez.
Atasözü: "Aşk ferman dinlemez." dediği olur. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) Sultan-ı Enbiya Rasûl-ü Kibriya614Muhammed Mustafa on sekiz bin âlemin
Efendisi, bütün peygamberlerin baş tacıdır. Bunlar hep âyettir. Sen de hakiki ümmet-
sen böyle olman lazım.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Kabe'nin avlusunda namaz kılarken;
müşrikler, kesilmiş bir devenin döl eşini getirip başına koydular. Bunu haber alan Hz.
Fatıma
615
(Radiyallâhu anha) Annemiz kaldırm0ak için geldiğinde başı açık, yalın ayak idi
diye Bilâl Babam vaazında zikretmiştir.
Zikrullah meclisindekilerde bunlar gibi utanmayı, sıkılmayı düşünemez, yanındaki-
leri görmez, kendisine söylenen sözleri duymaz, hepsini unutur. Sen derviş olarak, senden
başka her şeyi unutup öylece zikrullah yapman lazım.

260
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Mekke'den Medine'ye hicret ederken
Medine'ye yaklaşınca; bütün Medine halkı kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk-çocuk ne varsa
hepsi yollara döküldü. Def, zılgıt çalıp, hepsi birden koşma olarak:
"Taleal bedru aleyna min seniyyetü'l-Veda, Vecebe'ş-şükrü aleyna...: Seniyetü'1-
Veda Tepesinden bize on beş günlük ay doğdu...[ilâ âhir]" kasidesini söyleyerek
karşıladılar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şimdi gelse, ben de aynı o Medine'lilerin
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i karşıladıkları gibi karşılayacağım. Kadınlara,
kızlara "Siz namahremsiniz gitmeyin." demiyeceğim.
Siz; "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) i l k defa geliyor. Onlarda
Islâmiyeti bilmiyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de onların bu
hareketlerini mazur görüyor." diyeceksiniz. Halbuki Medine'lilerden yetmiş iki kişi
senelerce evvel Akabe mevkiinde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e biat eden
ve Islâmiyeti tam öğrenen bilenlerdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
memnun olmayacağı şekilde gelmelerine imkan yok. Onlarda kadın-erkek, çoluk-çocuk,
gılilî, zılgıt, def çalaraktan hep bir ağızdan koşma, kaside söyleyerekten karşıladılar. İlk
müslümanlardan yetmiş kişide onların içlerinde bütün Medine'liler Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i nasıl karşıladılarsa ben de onların karşıladığı gibi
karşılayacağım. Siz tesettüre riâyet edip evde mi bekleyeceksiniz? Onlardan daha mı tak-
vasınız?
Vak'a-i Cemel'de (deve harbinde) Hz. Aişe Validemiz, iki Müslüman ordusunu yani
kendi ordusu ile Hz. Ali (Radiyallâhu anha)nin ordusunu sulh edebilmek için yüksek
sesle bağırarak her iki tarafı da ateşkese davet etti. İki ordu harbi durdurdu ve birleşti.
Biz de bu görüşteyiz. Yeri gelirse bir kadının (Hz. Aişe Validemiz gibi) sözüyle böylesi
kötülükler önlenecekse, kadını aynı şekilde yüksek bir yere çıkarır nutuk söylettiririm.
Bunu yapan Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ailesi Hz. Aişe Validemizdir.
Cennetle defalarca müjdelenmiş "Sıddıka (sadık, doğrudur)" diye hakkında dokuz âyet
inmiştir. Yaptığına "yanlıştır, kötüdür, yapmasaydı" diyemezsin.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zamanından Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu) zamanına kadar kadınlar harbe giderdi. Cephe gerisinde askerlerin morallerini
yükseltmek için zılgıt çalarlardı. "Bizi düşmana bırakmayın" derlerdi. Namusa, gayrete
dokunacak şeyler söylerlerdi. Hatta şehidlerin kabirlerini kendileri kazarlardı.
Emevi Saltanatını yıkan, yeryüzünden küfrü silen, Abbasi Saltanatını ve İslâm
imparatorluğunu kuran Eba Müslim üç defa düşmana esir düştü. Üçünde de kendisini süt
bacısı Meymune kurtardı. Hem de görünüşte islâmiyete tersmiş gibi görülen bir davranışla!
Düşman kumandanlarına şarap sattı. Yanında kızlar, Mervan'ın oğlu Süleyman'a şarap
içirip bayıltıp, cebinden anahtarı alarak Eba Müslim'i kurtardı. Eğer Ebâ Müslim
kurtulmasaydı, kesinlikle zafer kazanılmayacaktı. Bu kadın (Meymune) sevap mı işledi,
günah mı işledi? Görünüşte günah ama en büyük sevabı işledi.
Niyet hâlis iman selâmettir,
Niyet fâsık iman melâmettir.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 10, Hadîs No: 1533)
"Enes ibn-i Mâlik (radiyallâhu anhu)'den rivayete göre şöyle demiştir:
- Uhud günü asker hezimete uğrayıp Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem)'in yanından dağıldığı sırada Ebû Talha Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem)'in huzurunda (deriden kalkanını ona siper yaparak) sebat etmiş bulunuyordu.
Ebû Talha, maharetli (usta, becerikli, kimsenin yapamadığını yapabilen) kemankeşti (iyi
ok atıyordu), yayının kirişi sertti, oku hızla giderdi. Uhud günü Ebû Talha (çok ok
attığından) iki yahut üç (yay) kırmıştı. O gün Ebû Talha'nın yanından (terkisi yayla
dolu olarak) geçen bir mücâhide Peygamberimiz ( S a l lallâhu aleyhi vesellem) de:
- Terkindeki yayları Ebû Talha' n ı n önüne boşalt. (O atsın) dedi. Peygamberimiz
( S a l l a l lâhu aleyhi vesellem) düşman (okçuları)na bakmak için ayağa kalkarsa

261
hemen Ebû Talha:.
B a b a m, a n a m s a n a k u rb a n o l su n y â Ra s û l u l l ah s a k ın y ük s el me ! Dü ş ma n
o k l a rı n d an bir uğursuz okun sana isabet etmesinden korkarım; işte göğsüm,
Senin göğsünün önünde (siper)dir! derdi.
Uhud günü hakiki bir vakıa da Ebû Bekir (Radi yall âhu anhu)'in kızı Aiş e
(Radi yallâh u an ha) ile (annem) Ümmi Süleym'i (mücahidler arasında) görmekliğimdir.
Bu iki kadın elbisel e r i n i ç e mr el e mi ş l e rd i , d i zl e ri n i n , b a ca k l a rı n ı n h a l h a l l a rı n ı
g ö r mü ş t ü m. B u n l a r a r k a larında kırbalar, çeviklikle su taşıyorlar, mecruhların
(harbte saf dışı olmuş, ağır yaralananların) ağızlarına su döküyorlardı. Kırbalar
(su kabı) boşalınca süratle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar, sonra gelip
mecruh mücahidlerin ağızlarına boşaltıyorlardı.Yine Uhud günü (düşmana havale
e t t i ğ i ağır darbelerle) Ebû Talha'nın elinden iki yahut üç kere kılıcı düşmüştü."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), Uhud Cenginde kuyuya düştüğünde;
Esma bint-i Zem'a (Radiyallâhu anha) ismindeki bir kadın ata bindi, silahını kuşandı,
kâfirlerle harbe başladı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vescllem)'in düştüğü kuyuya
kâfirler mızraklarını atıyorlardı. Yaralı Esma öleceğini anlayınca kendisini kuyunun
üzerine köprü olarak attı ve şehid düştü.
İşte kadınlar, Uhud Cenginde erkeklerle beraber savaşmış, mücahidlerin
yaralılarına su getirmeleri için kadınları yanlarında beraber getirmişlerdi. Kadınlar
bacaklarını katlayarak çemremiş ve yaralı mücahidlere su getirmişlerdir. Bu harblerin
hepsinde de daha üstün zikrullahtır.
"Zikrullah cephede h a rb et me k te n d a h a b ü y ü k tü r . E l i n e k ı l ı cı a l ı r,
k ı rı l ı n c a y a k a d a r h a rb ed e r, i k i n ci , ü ç ü n c ü k ı l ı c ı k ı r ı l ı n c a y a k a616
dar, harbin
e n ş i d d e t l i y e r i n d e h a r b ed e r s e b e l k i o z a ma n zikrullah gibi olur."
Cephede harb yok, d i l l e cihad ediyoruz deyip fiilen cihad yapmayanlar, "Zikrullaha ne
gerek var?" diyenler, bu hadîs-i şerîfi iyi, dikkatli okusunlar! Hakiki harb olsa, harbin
en şiddetli yerine girip canından geçerek harbedip elinde üç kılıç kırılırsa belki
zikrullah gibi olur.
" İ b a d et d ev ri g eçti , i ma n k u rta r ma d ev ri b a ş l a d ı . Şi md i ci h a d za ma n ı ,
zi k ru l l a h a n e lüzum var." diyenler;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu hadîs-i şerîfine iyi dikkat
etsinler! Asıl şimdi harb yok, zikrullah, ibadet zamanı, milleti, mü'minleri ayıktırmak
zamanıdır!
(Râmûz-ul Ehâhîs, Hadîs No: 6093)
" A l l a h b i d ' a t s a h i b i n i n n e n a ma z ı n ı , n e o r u cu n u , n e z e k a t ı n ı , n e
h a c c ı n ı , n e u mr e s i n i , n e ci h ad ı n ı v e ne d e k ü çü k -bü y ü k h erh a n g i b i r a mel i n i
k a ti y en k a b ul etme z. H a mu r dan kıl çıkar gibi İslâmdan çıkar."
Aslında gerçek cihadı bid'at ehli yapsa yine İslâmlıktan çıkmıştır. Bu ise hem cihad
yapmıyor, hem bid'atın içinde yüzüyor. Cihadtan bahsedip kendileri gibi yapmayanları
İslâmiyet'ten çıkmış gibi görüyorlar, İşte bu devir sünnet-i Rasûllullah'a tâbi olma
devridir. Bid'atı bırakıp, sünnete sarılma, zikrullahı çok yapma devridir. Sen de sünnet-i
Rasûlullah olmayıp bid'at varsa ve silahla, kılıçla yapılan hakiki cihadta yapsan, ölsen,
öldürsen Allâhu Teâlâ senin amelini kabul etmez senin vücudun, ham sofuluğun kaç
para eder. "Cahilin sofusu şeytanın maskarasıdir." dedikleri olur. Şeytan cehennemlik
edecek ameli insana çok iyi gösterir. Kişiyi cehennemlik ederse onu maskara edip alay
eder.
Sünnet-i Rasûlullah uymayan, zikrullahı yapmayan bir âlim; sünnet-i Rasûlullah'a
uyan, zikrullahı yapan bir âlimin aleyhinde atmamalı ve "Ben bunları uygulamıyorum,
keşke uygulayabilsem iyi olur. Şu şahıslar yapıyorlar. Bana ve bunların aleyhinde
konuşanlara bakmayın." demesi lazımdır. Yarın mahşerde; sünnet-i Rasûlullah'a,
zikrullaha, salâvat-ı şerîfeye, musafaha edenlere, mevlidi okuyanlara kim engel oldu diye

262
Allâhu Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) soracaktır. "Bir dinsiz, kâfir
İngiliz, Fransız mani olsa kendince normal ama sen müslüman'sın. Engel olduğunda
Müslüman, niçin engel oldun? Müslümanların iştahlarını niçin kırdın, aleyhlerinde attın?
Benim huzuruma geleceğini, bunları sana soracağımı düşünmedin mi?" diye hesap
sorarsa, ne cevap verecektir?
"Harb olur da, ümidimi kesersem evvela ailemi, çocuklarımı sonra kendimi öldürürüm."
Diyen çok sofu bir adamın bu görüşüne ne dersin? diye sordular. Bu fikre karşı deriz ki:
Bu kişi harb darb olmadığı halde korkudan; "harb olursa, evvela ailemi, çocuklarımı
sonra ben beni öldürürüm," diyor. Afrika'daki vahşi hayvanların bir kısmı başka bir vahşi
hayvanla karşılaşırsa onunla kavgaya tutuşmadan evvel dişisini, yavrusunu kaçırır,
uzaklaştırır. Ondan sonra hayvanla kavgaya tutuşur. Kangurular yavrusunu cebinde
gezdirir. Bir canavar kendini kovalarsa, ondan kurtulamayacağına kanaat getirirse
yavrusunu ağzı ile tutar, bir tarafa atar, aksi istikamete koşar. Yavrusunu düşmandan uzak-
laştırır. Ondan sonra canavarla kavgaya tutuşur. Gorillerde aynısını yapar, İlk defa dişisini,
yavrusunu düşmandan uzaklaştırır. Ondan sonra düşmanla savaşır. Bana bu soruyu
sorandan, o sözü söyleyenden canavarlar çok akıllı ve yerinde iş yapıyor. Kur'an-ı Kerim'de:
"Allâhu Teâlâ'nın sevdiklerin e, Evliyal arına korku, elem y oktur." 6 1 7
"Siz Allah'a da yanın, Allah'a güvenin, Allah'a sığının." 6 1 8
"O her şeye kadirdir, her şeyi yapar. O'nun gücünün yetmeyeceği,
yapmayacağı, yapamayacağı birşey yoktur."619
"Varı yok eder, yoku var eder. îcad eder, idam eder." 62 0 Kalbi taş gibi kaskatı
olanların kalblerini bir anda yumuşatır. Seni de korur. Yine "Kendi kendini öldüren
imansız gider."621
Allâhu Teâlâ'ya hakkıyla iman edenler, bir olayın en sonunu bekler, Allâhu Teâlâ'dan ümidini
kesmez. "Siz, Allah'a hakkıyla sığınırsanız O s i z i esirger." âyetine göre Müslüman
intihar etmeyi aklından dahi geçirmemelidir. En sonunu bekler. Çok fazla darda kalıp her
şeyden ümidini kestikten sonra, akla hayale gelmeyen yerden Allâhu Teâlâ'nın verdiği
kolaylıkla kurtulanların sayısı saymakla bitmez. Bu din uğrunda milyonlarca Müslüman
seve seve canını vermiştir. İntihar edenler cehennemlik olmuş, şehid düşenler ise en yüksek
mertebeyi almışlardır.
Hendek harbinde müslümanlar çok aç kaldılar. Harbi anlatan kitapta yazıyor ki:
"(Hatta zülzilu ekdameküm:) Hatta ayakları müslümanlıktan kayma derecesine geldi.
Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem):
- A l l a h ' ı n nusratı yakındır, sabredin, 622 buyurdu. En sonunda Allâhu Teâlâ'nın
çıkardığı bir rüzgarla kâfirlerin hepsi darmadağın oldu. Malları da mü’milere kaldı.
Allâhu Teâlâ'nın kudret eliyle kahrettiği kavimler gayet çoktur. "Allah'tan ümid
kesilmez." sözü çok meşhurdur. Allâhu Teâlâ'nın meleklerinin içinde bir tek Cebrail
(Aleyhis selâm) üç yüz altmış kanadından biri i l e dünyaya vursa dünyayı parçalar.
Allâhu Teâlâ isterse bir anda Cebrail (Aleyhis selâm)'i gönderir. O kavmin tümünü
batırır. Allâhu Teâlâ, İbrahim (Aleyhis selâm)'in ailesine sarkıntılık edecek Mısır
Kralının bütün azalarını, eklem yerlerini, damarının içindeki kanına kadar dondurdu.
Mısır Kralı, İbrahim (Aleyhis selâm)'e Hacer Validemizi cariye olarak verdi. Kendini de
hürmetle uğurlamak mecburiyetinde kaldı.
Allâhu Teâlâ'nın yardımı bir çeşid değildir. O dilerse, sayılamayacak kadar büyük
ve birçok yardımlar yapar, bunlar saymakla bilmez.
Lut (Aleyhis selâm)'un kavmini, Antakya'yı ve bir çok kavimleri Cebrail (Aleyhis
selâm) bir anda yere batırmıştır.
1952-1956 senelerinde olacak Bilâl Babam, İstanbul'a iki sene sürgüne gitti. O
yıllarda Mısır i l e İngiltere harbettiler. Bu arada ben bazen İstanbul'da, bazen G.Antep'te
kalıyordum. Bu harbi "Yeni Sabah Gazetesi" dizi halinde yayınlıyordu. Bilâl Babam bu

263
diziyi okuyup bize de anlatıyordu.
Abdünnasr, Mısır Kralını tahttan indirip yerine geçince harbten sonra Yeni Sabah
Gazetesi dizi halinde onu da yayınlamaya başladı. Abdünnasr:
- Yahudilerle harbederken kraldan yardım istedik göndermedi, yahudilerle birleşti.
Harbden dönünce, kralı devirmeyi düşündük. İlk teşebbüsle muvaffak olamadık, ikinci
defa da muvaffak olduk. İngilizlerin elli beş bin askeri ile Mısır'daki Güllub Paşa'yi
hudut harici ettim, diyor.
Avrupa devletlerinin yöneticilerinden bazıları İngiltere'de, Avam kamarasında
Mısır'la harb yapmak için konuştular. İngilizlerin o zaman ki başbakanı Sör Antoni
Eden (iydin), Kur'ânı eline alıp:
- Bu Kitap dünya yüzünde oldukça, bununla amel edildikçe bize rahat yok. Ben bu
Kitab'ı yeryüzünden kaldırmaya gideceğim, dedi. Yaşlı İngiliz kumandanları ile genç
ingiliz kumandanları ikiye ayrıldı. Yaşlılar:
- Tarih boyunca, bu Kitab'ı ortadan kaldırmaya gidenler ne kadar güçlü de olsalar
yenildiler. Siz de muvaffak olamazsınız, dediler. Gençlerse:
- Yirmi dört saat içinde Mısır'ın işini bitiririz, dediler ve harbe karar verdiler.
Bunun üzerine Abdünnasr seferberlik ilan etti. Uçaklarının hepsini başka devletlere
kaçırttı. Arabistan'ın her yerinden gönüllü asker geldi. Kadınlardan gönüllü asker
topladı. Kadın asker sayısı beş yüzbinden fazla oldu. Kadınlara yaşadığı memlekette
silah kullanma eğitimi verildi. Rusya'dan çok silah aldı. İngilizler hazırlanıp gelinceye
kadar kadınlar yaşadıkları memlekette, erkekler ise cephede harb eğitimini, silah atışını
tamamen öğrendi.
Bir vapuru çimento ile doldurup Süveyş Kanalının en dar yerinde (keseliğine)
batırttı. Harb çok şiddetli geçti. Her iki tarafta da zayiat çok oldu. Süveyş Kanalı dört
saatlik mesafeye kadar İngilizlerin batan gemileriyle doldu. Harbin sonunda Süveyş
Kanalını İngilizler kendi çıkarları için temizlediler. Harbte batan gemilerin azını Arablar,
çoğunu Rus uçakları batırdı. Harbte bir İngiliz vapurundan çok kuvvetli şekilde
bombardıman ediliyordu. Fedai istediler. Bir pilot fedai olarak çıktı. Kumandan ona
sordu:
- Sen evli misin, bekâr mısın?" Fedai:
- Evliyim." dedi. Kumandan:
- Çocuklarını düşünmüyor musun?" Fedai:
- Düşünüyorum." dedi. Kumandan:
- Niçin fedai olarak çıktın?" deyince fedai olarak çıkan pilot:
- Ben burada öleyim ki, ailem rahat etsin." dedi. Bir uçağa bomba doldurdular, o pilot
uçakla beraber geminin bacasından içeri girdi ve gemi battı. O pilotun resmi Arab
memleketlerinde, resmi dairelerde uzun zaman asılı kaldı. (Şam'a giden bir arkadaşımız o
resmi görüp, kim olduğunu soruyor ve öğreniyor. Geri dönüşünde bana teferruatı ile
anlattı.)
İngilizler geldi, on beş gün harb oldu. Mısır Hava Kuvvetlerinden İngiliz
uçaklarına karşı koyan olmadı, İngilizler hava alanlarını, mühim yerleri bombaladıktan
sonra gemi ile bir yerden yedi bin kişi çıkarma yapabildiler. O yedi bin kişi sahili
geçmeden Arablar tarayıp öldürdüler, İngilizler şehrin gerisine asker çıkartmak istedi.
Paraşütle elli beş bin asker indirdi. Eğitilmiş kadın askerler daha yere ulaşmadan
havada vurdular, İngilizler ancak harbin on beşinci günü İskenderiye'ye zor bir
çıkarma yapabildiler.
Abdünnasr, Rusya'ya gitti. Kendisine şarap getirdiler içmedi, meyva suyu
getirdiler onu içti. O zamanki Rusya Cumhurreisi; "Ben de Müslüman oldum" diye
şarap içmeyip, meyva suyu içti. Bu haber dünyada çok büyük yankılara sebep oldu.
"Rusya Cumhurreisi niçin şarap içmedi?", "Ben Müslüman oldum" dedi doğru mu,
değil mi? Tâbi ki doğru değildi.
Rusya'dan kalkan uçaklar, Arabların Mısır önündeki batıramadığı gemileri bir
gecede gelip hepsini bombalayıp batırdılar. Kaçan otuz gemi yahudi sularına sığındı.
Ruslar onları da bir gecede uçaklarla havadan bombalayıp hatırdılar, İngilizler

264
İskenderiye'ye ikinci bir çıkarma yaptılar. Rusya; "Yirmi dört saate kadar çekilin.
Çekilmezseniz füzelerle sizi imha ederim," diye nota verdi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hadîs-i şerifinde:
"Allâhu Teâlâ dilerse bu dini bir facir, kâfir kimse eliylede yükseltir!" 6 2 3
buyurduğu bu harbte de gerçekleşmiştir. Harbin başında herkes İngilizlerin
yeneceğinden yüzde yüz emindi. Ama Allâhu Teâlâ'nın yardımı herşeyi bir anda değiştir-
di, İngilizler kazanacaklarından emin oldukları halde çok büyük zayiatlar vererek,
gazetenin yazı deyimiyle homurdana homurdana geri çekildiler. Harb başlayacağı
zaman: "İngilizlerin Dırat Navut gemileri karşısında Mısır'ın durmasına imkân
yok" diyenlerin sözleri de yanlış çıktı. Harbi Mısır kazandı. İşte Müslüman
Allâhu Teâlâ'dan ümidini kesmez, sonunu bekler.
Mevzumuz kadınların cephede harb edebilmeleri:
Paraşütle atılan İngiliz askerlerini havada imha eden gönüllü, eğitilmiş, silah
sıkmasını bilen Mısırlı Müslüman kadınlardı. O kadınlar intiharı düşünmedi.
Dünyanın en kuvvetli devletlerinden biriyle "Allâhu Teâlâ'nın yardımıyla harb
edip kazanacağız." dediler ve kazandılar.
Harbden sonra Abdünnasr'a uçaklarını niçin başka ülkelere kaçırttığını sor
dular. Abdünnasr:
- İngiliz hava gücü bizim uçaklarımızı bir anda yok edecek güçte idi. Hava
alanlarını da bombalayacaklarını biliyordum. Bu nedenle uçakları başka devletlere
kaçırttım. Harbin içinde çok mühim yerlerde, ihtiyaç olunca kullandım, dedi ve
kendine sorulan her sorunun cevabını verdi.
İngilizler Abdünmısr'ı kötülemek için parayla adam tutup Abdünnasr'ı
haksız. İngilizler haklıymış gibi söylettiler, propaganda yaptırdılar. Kendi
kendilerini haklı gösterdiler. Abdünnasr, kocaman bir İngiliz İmparatorluğunun ve
bir çok Avrupa devletlerinin hücumunu atlattı. Mısır'ı İngilizlerden kurtardı. Hem
de bir başına (hiçbir devletten yardım görmeden) yahudilerle harb etti.
Abdünnasır yahudi önündeki askerinin hepsini geri çekti. Yahudiler Mısır
cephesini aldı ve silahlarını da ele geçirdiler. Harbin sonunda bunu kendisine
sordular. "Yahudilerin önünde ki o kadar silahı bırakıp geri çekildiniz, sebebi ne
idi?" Abdünnasr: "Mısır'daki İngilizlerin silahlarına el koyabilmek için, yahudilerin
önünden askerlerimi çektim ve Mısır'daki İngiliz silahlarının hepsine el koydum."
dedi. Mısırlılar bu zaferin büyük bir bölümünü kadın askerlere boçludurlar.
İngilizler Avam kamarasında yine ikiye ayrıldılar. Bir kısmı "harbi
durduralım." bir kısmı "harb edelim" dedi. Harbi durduralım diyenler öbürlerine
"Alçaklar, bu ikinci bir Süveyş'tir. Bu zamana kadar verdiğimiz zayiat yetmiyormu
da harbe devam edeceksiniz?" dediler ve harbi durdurdular. Oradaki za-
yiatın üzerine bir zayiat daha mı ekleyeceksiniz, dediklerinden :
anlaşılıyor ki
İngilizler bu harble çok büyük zayiatlar verdiler.
O zamanın gazete karikatüründe bir deve, devenin iki hörgücü var. Hörgücün
biri Sudan, birisi Süveyş. İngiltere devenin üzerine binmiş ama hörküçlerin arası
daraldığından çok sıkılmış karikatürün altında da: "Bizim Tomi'nin devenin iki
hörkücü arasında rahatı kaçtı." diye yazıyor.
Mısır'da. pek çok din adamı İngilizlerle el altından anlaşmışlardı. Abdünnasr,
düşmanla anlaşan din adamlarını tesbit edip onları astırdı. Senin devletini kâfir
istilasından kurtaran ve hürriyetine kavuşturan kimse böyle din adamlarını
astırmaz da ne yapar? İşte bu şekilde astırdıklarından birisi de Seyyid Kutub id i .
Seyyid Kutub'un Kur'ân Tefsir'i çok iyi bir tefsir imiş gibi memleketimizde
bastırılıp, satılıyor. Onun fetvalarında caiz gördüğü şeyleri inceleyen ve hakiki
ehl-i sünnet din adamlarına sorun, hakikat ortaya çıkacaktır!
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kendisiyle beraber harb edecek
ashabın içinde bir kişiyi göstererek:

265
- Bu cehennemliktir,624 buyurdu. O adam yaralanınca, kılıçla kendi kendini
kesti ve intihar etti.İntihar edince imansız gitti.
Afganlar bir avuç çete idiler. Ruslara karşı ecdadlarından kalan eski
tüfeklerle harbettiler. Dünyanın en kuvvetli devleti olan Rusya'yı bozguna
uğrattılar. Afganistan'daki erkek-kadın kim varsa, hepsi harbi düşünüp, hiç kimse
intiharı düşünmedi. Bugünkü Rusya'nın çöküş sebebi; Afganlılara yaptığı zulüm
ve Afgan harbidir. Allâhu Teâlâ gadaplanır, kahrederse her taraftan vurur. Akla,
hayale gelmeyen işler olur. Kâfir ölürse, kanı kurur. Müslüman şehid düşerse kanı
kaynar; hiç intikamını alan olmazsa, Allâhu Teâlâ kudret eliyle intikamını alır.
Tarih boyunca İslâmın. mü'minin intikamı yerde kalmamıştır.
Bugün İslâm âlemi çok kırılıyor; niçin kanı kuruyor? sorusuna:
Dünyanın ömrü uzun, bizim ömrümüz kısadır. Belki biz göremeyiz, ama en
geç bir iki asır içerisinde Allâhu Teâlâ mü'minlerin intikamını fazlasıyla alır.
Vietnam'da Amerikalıların, Afganistan'da Rusların bu duruma gelecekleri
imkansız gibi görünüyordu. Fakat bir anda iş değişti, beklenmedik bir şekilde ye-
nilgiye uğradılar. Bu intikamın müddeti dünya ömrüne göre çok kısa; bizim
ömrümüze göre de çok uzun zamandadır. Bu intikamların gerçekleşmesini zaman
gösterir.
İstanbul'da medfun olan meşhur Çoban Baba Hz. âhir zamanda olacak
harbleri asırlarca evvel kasidesinde şöyle yazıyor:
Karadağ'ı alacaklar,
Fransız'ı kovacaklar,
Çok nüfusu kıracaklar.
Bu da bir gün gelecek.
Karadağ Cezayir'dedir. Yapılan harb de Fransızlarla Cezayirliler arasında olan harbtir.
Cezayir'den imdat gelir,
Fransızlar geri durur,
İngiliz kumandan olur,
Buna çoklar uyacaktır.
Bu harb anlattığımız Mısır ile İngiltere arasındaki Süveyş Harbi idi. Fransızlar harbe
katılmadı, Cezayir'den Mısır'a yardım geldi. Harbide esas yapan, yöneten bazı devletlere
kumandan olup harbi yöneten İngiliz'lerdi.
Himmet Mısır'dan gelecek, Hem şeriat uyanacak, Bunu söyleyen Çobandır,
Hızır beraber olacak, Kılıç kana boyanacak, Ezelden benim babamdır,
Kendi ser'asker olacak, Tâ Mehdi'ye dayanacak, Tâ ezelden akrabamdır,
Bir ulu gün olacaktır. Bu da bir gün gelecektir. Bu zahire çıkacaktır.
Bu üç kıtada anlatılanlar daha zuhur etmedi. Kasidesinde:
Abû geçer üçer üçer,
Meydan açar kanlar saçar.
Şeriatı güzel açar Rahmani'dir.
(Kadın İlmihali, s.348)
"Haşrec ibn-i Ziyad baba annesinden:
- Bir takım kadın arkadaşlarımla beraber Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel-
lem) ile birlikte savaşa çıktık. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
bize:

266
- Niçin geldiniz? diye sordu.
- Allah yolunda bir yardımımız olsun diye; size kıl eğirmek, yaralıları tedavi et-
mek, elinize ok vermek ve gerekirse size yemek hazırlamak için geldik, dedik."
İşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in harbte yanına kadınlar geliyor ve
yardım ediyor. Aşağıdaki hadîsle de umuma ait olacağını söylüyor. Her ikisi de oluyor.
Birinde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) fiilen yapıyor, savaşa katılıyor;
birinde de umuma ait kadınların harbe katılmayacaklarını söylüyor. Her ikiside yeri ve
zamanı gelirse tatbik edilir.
(Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 5970)
"Kadınları evd en çıkarmayın, kitabey i öğretmeyin. Onla ra yün örmeyi,
eğirmeyi öğretin; Nur sûresini belletin."
Hadîs-i şerifin birisini okuyup, o birini okumamış yarım hoca: "Hadîste böyle
gördüm kadınlar evinden dışarı çıkamaz diye" iddia eder, durur. "Kadınlar evinden dışarı
çıkamaz!" hadîsi kaç tanedir? Kadınların evden çıkıp Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in harbinde yardım etmeleri, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i
kadın-erkek, büyük-küçük kaside söyleyerek karşılamaları gibi hadîsler pek çoktur, İşte
niyet, işte zaman, işte kendinin İslâmiyet hakkındaki görüşü, işte meşrep! Bunların
hepsi değişir, zamanı yeri gelince kadınlar hepsini yapmışlardır.
Bu hadîs-i şerifi Bilâl Babama "Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem) niçin
kadınlara yazı yazmasını öğretmemeyi buyuruyor" dediler. Bilâl Babam buyurdu ki:
- İstediği zaman, istediği erkeğe gizli gizli mektup yazmasını önlemek içindir. Bir çok
faydaları varsa da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem) bunu kastedip söylüyor.
Bir çok harbde kadınlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem) ile harbe gider ve
geri hizmette bulunurlardı. Erkekler harb ederken kadınlar zılgıt, gılili çalar, erkeklere
moral vermek için "Bizi düşmana bırakmayın, Allah için vurun" gibi sözler kasideler
söylerlerdi. Bir kadın yedi sefer Peygamberimiz (Sallallâhü aleyhi vessellem) ile birlikte
harbe gidip yardım etti. Ayrıyeten bir takım kadınlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vessellem)'e harbde yardım için geldiler. Hz. Ömer (Radyallâhu anhu) zamanında kadınla-
rın harblerde yardımı daha çok olmuştur.
(Kadın ilmihâli, s.349)
"Umare ibn-i Arabe (Radiyallâhu anhü)'den: Ümmü Sa'd (Sa'd'ın annesi) (Radiyal-
lâhu anha) U h u d günü müşriklerden b i r atlıyı öldürmüştür."
"Ömer (Radiyallâhu anhü)'den;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem): "Sagıma bakıyor Ümm ü S a ' d ' ı
görüyor, soluma bakıyor Ümmü Sa'd'ı görüyordum. Müşrikleri bana yanaş
t ı r mamak i ç i n döğüşüp duruyordu" buyurmuştur. [Esma bint-i Zema (Zema'nin
kızı Esma)]'da hadîsi şerifte bahsedilen kişi olabilir.)
Bir kadın bir müşriki öldürdü. Hz. Ali (Radiyallâhu anhü), Hz. Hamza (Radiyalla-
hu anhü) gibiler de çok kâfir öldürdüler. Eğer Müslüman askerlerinin hepsi bu kadın gibi
birer kâfir öldürseydi zafer kazanılırdı. Ne yazık ki Müslüman askerlerin çoğu kaçtı. Bir
kadının cesaretini hiç kimse umursamaz (hesaba almaz) ama o harb zamanında belli
olur. "Onların kalbine korku kor, sizin cesaretinizi arttırırırım." 625 âyetine göre o
kadına cesareti veren iman kuvvetidir. Kaçanların da kaçışına sebep olan iman zayıflığıdır.
Günümüzde kadınlar cihada gitmez ama düşman ağır basar memleket işgal edilirse o
zaman harbe iştirak eder. Ayrıyeten cihadda hasta bakıcılık ve geri hizmet yapmak için
gidebilir. Esas cihada katılanlarda olmuştur. Bir rivayette Hadibiye'de kadınlar gelip biat
edince Peygamberimiz (Sallallâhu a-leyhi vessellem) iftihar edip; "Elhamdüllillah!
Benim ümmeti mde de kadınlardan cihada katılanlar olacak." buyurdu.

267
"Kadınlar çalışabilir mi, çalışamazlar mı?" sorusuna cevaben:

(Riyâzü's-Sâlihîn, Cild 2, Hadîs No: 994)


"İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan: Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem):
Genç bir erkek yanında mahremi bulunmayan bir kadınla tenha (bir yerde)da
kalmasın ve hiç bir kadın yanında mahremi olmaksızın sefere çıkmasın."626 buyurdu.
İş sektöründe çalışan, nöbetçi olarak dairede kalan kadınlar bir oda içerisinde bir
erkek ile bir kadın yalnız kalıyorlar. Bunların çok fazla mazuriyette kalmaları müstesna.
Hiç bir surette yalnız kalmamalıdır. Bilâl Babam vaaz bandında: Bir hadîs-i şerifte
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem ):
"Zaruret zamanında mahzurlu olan şeyler mubah olur" 6 2 7 bu yuru yor. Yani
mecburi yet karşısında şer'an yapılması mahzurlu olan şeyler yapılır, buyuruyor. Bu da
her ne kadar yapılması mahzurlu ise zaruret husule gelince caizdir, intibahtır, bir zararı
yoktur.
Bilâl Babam: "Mazuriyet karşısında çok sıkışıkta kalan kadın ile erkek bir arada
kalabilir. Bu zamanın iktizasına (mecburiyet karşısında kalmasına) bakar" sözüne hocalar
karşı çıktı. "Nasıl olur, imkansız, bu sözün hadîs-i şerife terstir" denilince Bilâl Babam
buyurdu:
- Senin bir ailen var, aileninde bir bacısı var. Onun annesi babası öldü, kardeşleri de
yok arada kaldı. Eniştemin evidir diye sana sığınmaya geldi. "Ben yalnız kaldım namusu
mu muhafaza edemeyeceğim, beni yanına al, koru." der ve yanınıza gelirse; sakın onu
eve koymayın. Çünkü ailen bir yere giderse baş başa kalacaksın. Namusu da, kendisi de
ne olursa olsun, evinize almayın. Çünkü namahremdir mi? diyelim, deyince hocalar: "Öyle
olmaz, evine alman lazım" diyorlar. Bilâl Babam da:
- İşte çok fazla sıkılmış bu ve bu gibi şeyler için caizdir, buyuruyor. Yine buyurdu
ki:
- Sen bola çıktıkça şeriat daralır, sen daraldıkça şeriat bolalır. Şeriat akılla ölçül-
mez, vicdandan şaşmaz. Hadîsi-i şerîfte: "Mü'minler yanında iyi görülen Allah yanın
da da iyidir."628 buyuruluyor. Ama böylesi bir mazuriyeti yok kendi kendini idare
edebiliyor ve kendisinin geçimini sağlayan biri varsa kesinlikle yukarıdaki hadîs-i şerife
uyup onunla amel etmesi lazım ve kadının çalışması doğru değildir.
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 779)
"Kanaatkar olmalısınız... Zira kanaat tükenmez bir maldır (hazinedir). "
(Sûre-i Nisa, Ayet 34)
"Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerinden üstün kılması
sebebiyle ve erkekler mallarından harcama yaptıkları i ç i n erkekler
k a d ı n l a r ı n y ö n e t i c i s i v e k o r u y u c u s u d u r . Onun i ç i n saliha kadınlar itaatkâr -
dır, Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namusları-
nı) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe e t t i ğ i n i z kadınlara öğüt
verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezse )
dövün. Eğer s i z e i taa t e d e r l e r s e a r tı k on l ar ı n al e y h i n e b aş k a b i r y ol
ar am ayı n ; ç ü n k ü A l l ah yü c e dir, büyüktür."

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4378)


"Başlarına kadınları geçiren kavim katiyyen iflah olmaz."6 2 9
Bu hadîs-i şerîfe muhalefet Osmanlı Devletinin yıkımına sebep oldu.
Osmanlıların başına vekil olarak geçen kadınlar vardı. Devletin başında bulunan

268
Padişah yedi yaşındaki bir çocuk ama aslında devleti annesi idare ediyor, Padişah
mührü olan yüzük çocuğun parmağında; her karar, yapılacak iş, annesi tarafın
dan yazdırılıp hazırlanıyor, çocuğa geliyor, çocuk parmağındaki yüzükle
mühürleyip onaylıyor. Bu kadının padişah olması değildir. Fakat bunu caiz
görmüşler. Ama yine de bunu bir erkeğin yapması lazımdır.Bu hadîse göre.
dolaylı yoldan dahi padişah kadın olmaz, olmamalıdır. Ama yine de oluyor. Bu
hadîs-i şerîfe terstir. , .
Sultan Süleyman (Aleyhis selâm) zamanında bir kavmin padişahı kadın
(Belkıs) idi." 630 O zamanda Yemen'de Sam yeli yoktu. Yemen topraklan çok
verimli bir arazi idi. Allâhu Teâlâ'nın gadabı ile Sam yeli esti, hepsini kuruttu.
Belkıs büyük bir padişahtı, ama Belkıs'ın reisliğinin ve milletinin sonu gelmedi.
Kendisi Müslüman oldu, Sultan Süleyman (Aleyhis selâm) ile evlendi ve
kendisinin hükmü b i t t i . O millet yine de helak oldu.
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 159)
"Kadınl arın az giyiminde yardım ar ayınız. S ebebin e ge lince
onlardan birin in giyeceği çok olur, bir de güzel süslenirse sokağa çıkmayı
ister."
(Muhtar'ul Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 402)
"Hangi kadın saçı dışında, başına bir saç takarsa (o taktığı) bir
vebaldir ki saçına katmış olur."631

(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 476)


"Kadın dört şey için nikahlanır. Malı, nesebi, güzelliği ve dini...
dindarını seç. Sonra eli boş kalırsın."6 3 2
(Muhtar'ul-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 524)
"Karısı üzerinde hakkıdır ki: ,
- Kadın bir deve üzerinde bulunsa dahi erkek onu istediği taktirde bir
engel çıkarmayacak. ,
- Farz hariç bir gün dahi olsa kocasının izni olmadan oruç tutmaya, şayet
tutarsa günahkâr olur ve kabul olmaz. .
Kocasının izni olmadan evinden birşey vermeye şayet verecek olursa sevabı
kocasına, günahı da kendisine olur.
- Kocasının izni olmadan evinden çıkmaya, şayet çıkacak olursa; Allah ona
lanet eder. Meleklerin gazabı ona olur. Taa tevbe edinceye kadar isterse kocası
zalim olsun..."
"Kocasından izinsiz sadaka verirse, kocasına iki sevap, kendisine bir sevap
yazılır." 6 3 3 -
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hem "Kocasından izinsiz
birşey veren kadın günahkâr olur." hem de "Kocasından izinsiz sadaka verirse
kocasına iki kat, kendisine bir kat sevap verilir", diye buyurmaktadır. Bunun
birisini okuyan âlim diğerini okumamışsa . o bir âlim de diğerini okumuş bunu
okumamışsa sözleri birbirine ters gelir. Her ikisi de caizdir. Kocası takva olur,
kadın onun sözünü dinlemeli, karşılık vermemelidir. Kocası takvadan uzak
malını içkide, kumarda harcıyorsa, onun izni olmuyor diye malından sadaka verme-
mezlik olmaz.

(Kenzül-İrfan, Hadîs No: 869)


"Zevce ( k o c a s ı ) kendisinden razı olduğu halde bîr kadın vefat
ederse cennete dahil olur."634

269
Bu hadîs-i şerifin mucibi; kadının erkeğinin büyük bir zât olmasına, onun
hizmetini görmesine göre değişir. Kocası büyük bir zât olup kadın uzun müddet
onun çok mühim işlerini görürse, onun hatırı için cennetin en yüksek makam
ındadır. On sekiz sene hasta yattığı müddetçe Eyyüb (Aleyhis selâm)'un karısı
Rahime Validemiz ekmek dilenip getiriyordu, İblis ekmek verenlere: "Rahime'nin
saçından kesip size vermezse ekmek vermeyin." dedi. Rahime Validemiz sesi
namahrem, kendi namahrem, saçı namahrem olduğu halde ekmek versinler diye
saçından kesip verdi. Ama bu işi Allâhu Teâlâ için yapıyordu. Eyyüp (Aleyhis
selâm) büyük bir Peygamber, Rahime Validemiz O'na hasta olduğu için bakıyor,
O'nun duasını alıyor, iblisin (şeytanın) "Rahime zina etti" diye kendini kandırması
üzerine Eyyüb (Aleyhis selâm): "lyileşirsem kendisine yüz deynek vururum." diye
yemin etti. Allâhu Teâlâ kendisine şifa verdi. Yemininin yerine ge l m e s i i ç i n de
" Yü z b u ğd ay s apı n ı b i rl eş tir , bi r s e fe r vur , yüz deyn ek ye r ine k abul
e d er im” 635 buyurdu. Bundan anlaşılıyor ki, Rahime Validemizin her yaptığın
dan Allâhu Teâlâ razı idi. O'na bir sefer sopa vurulmasını bile istemiyor. Eğer bu
yaptıklarıyla bir sopayı hak etmiş olsaydı niçin bir kez sopayla vur demedi de
"Yüz buğday sapını birleştir, bir sefer vur" buyurdu. Mazeretsiz dayak
atmanın Allâhu Teâlâ yanında cezası çok büyüktür.

(Müzekki-n-Nüfus, s.492)
"Hizmet edene, hizmet edilir."
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No:971)
"Hiç bir sadaka yoktur ki, su içirmek gibi bir büyük sevabı gerektirsin."636
Bu gibi fetvalar adamına, zamanına, yerine, gösterdiği fedakârlığa göre
değişir. Bunun misalleri çoktur ama uzatmak istemiyorum. Kur'ân-ı Kerim'de:
"(hüm ve ezvacühûm:)
Kendileri ve aileleri o yüksek makamda sedirlere yasla
nır, otururlar." 6 3 7 diye buyurulmaktadır.
"Kendilerine pişmiş kuş etleri ikram edilir" 6 3 8 dediğinden de
anlaşılıyor ki, erkek çalışmış, o makamı kazanmış, kadın kazanmamışsa
erkeğin hatırı için o makama yükseliyor. Şart; muhakkak kadının imanla gitmesi
lazım.
Misâl; Eyyüb (Aleyhis selâm) o yüksek makamda olsun hasta iken kendisine
on sekiz sene hizmet eden ailesi Rahime Validemizin makamıda enginde olsun.
Cennette can sıkıntısı olmayacağına göre; Allâhu Teâlâ Eyyüb (Aleyhis selâm)'in
canı sıkılmasın diye o makamı kazanmamışsa da ailesini o makama yükseltir.
Erkeğin hatırı için kadının cennette yüksek makama çıkacağına dair âyet var.
Ama kadının hatırı için erkeğin yüksek makama çıkacağına dair bir âyet yoktur.
Nikah ölünceye kadardır. Kadın kocasından memnunsa o kocasının yüksek
makamına çıkar. Kadının kocası kendinden engin ise, kocasının makamına ine-
bilir. Ama kocası kendinin bulunduğu yüksek mevkiye çıkamaz. Yüksek
makamda olan kadın isterse kendi makamında olan biriyle evlenebilir, istemezse
evlenmez. Engin makama da inmek istemez.
(Sünen-i Tirmizî, Cild 2, Hadîs No: 1176)
"Sa'd'ın kızı Meymûne (Radiyallâhu anha)'dan rivayet edilmiştir: [Peygamberi
miz (Sallallahu aleyhi vesellem)'in hizmetçisi idi] dedi ki: Peygamberimiz (Sallalla-
hu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu:
-Ailesinden başka (mahre mi olma yan)ların arasında süs içinde
s a l ı n a r a k y ü r ü y e n k a dının misali, kıyamet günündeki karanlığın misali
(örneği)dir; ona aydınlık yoktur."
-

270
(Kenz'ül-îrfan, Hadîs No: 865)
"Güze l kokusunu ins anl ara du yurmak üze re gü zel k oku kull anan
k adınlar zin a etmiş hükmündedir. 6 3 9

(Kırk Mevzuda Kırk Hadîs, s.479, Hadîs No; 22)


"Hangi kadın ( y a k ı l a n ) bir buhur(un kokusu) kendisine i sabet etti ğinde
bizi mle b erab er yatsı (namazın) da hazır olmasın."6 4 °
Yani koku sürünen veya koku vücuduna tam sinmiş ise (sigara içmeyen bir adam,
sigara içenlerin yanında çok durunca sigaranın kokusu kendisine sindiği gibi olsa da)
mescide gelmesin demektir.
(Sünen'ün-Neseî, Cild 7-8, Hadîs No: 5094)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Hangi kadın koku sürünürde sonra mescide (gitmek için evinden) çıkarsa gusl
edercesine yıkanınadıkça namazı kabul olmaz." 641
(Kırk Mevzuda Kırk Hadîs, s.480, Hadîs No: 24)
"Kadın kocasında n başkası(nın dik katini üzerine çek mek) i çin koku
sürünürse o şey ancak ateş(te yanmaya) ve arlanma (ya sebeb) olur."642
Sadece zinayı değil erkeklere kendini göstermesi, övmesi, söylemeside ateşte
yanmaya sebep olur. Dikkati üzerine çok çekerse demektir.

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3846)


"(Ey k a d ı n l a r ! ) . . Odalarınızdaki namazlarınız,evinizdeki namazınızdan
efdaldir.Evlerinizdeki namazlarınız cemaat mescidindeki namazlarınızdan efdal-
dir."
Kadınların camideki cemaatle kıldığı namaz veya diğer bir kadının sesli olarak
kadınlara namaz kıldırması öğrenmek, öğretmek içindir. Bir kadın, kadınlar cemaatinin ön
safının ortasında ileri çıkmadan durup, diğer kadınlara kerih ve caiz olarak namazlarını
erkeklerin duymamaları şartı ile kıldırır. Çünkü yüksek sesle kıldırması lazım, sesi de
namahremdir.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 4, Hadîs No: 633)
"Ümmü Atiyye (Radiyallâhu anha)den şöyle rivayet edilmiştir:
- Biz [kadınlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) tarafından]
cenazeyi takip etmekten nehy olunduk. Cenazeye îttibâ (arkasından gitmek), bizim üze
rimize farz kılınmadı.'
(Sünen'ün-Neseî, Cild 3-4, Hadîs No: 2045)
"İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan:
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) kabirleri ziyaret eden kadınları,
kabirleri mescid edinenleri ve kandil yakanları lanetledi."
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 585)
"Hayırlınız, ehli için hayırlı olandır. Ben ehlim için hayırlınızım.
K a d ı n l a r a a n c a k Kerim olan ikram eder. Ve ancak leim (alçak olan) onlara
ihanet eder."

271
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 611)
"Dünyanın hepsi bir meta'dır.Ve dünyanın hayırlı meta'ı ise iyi kadındır."643
(Meta': Kişiye zaruri ihtiyaçtır. Onunda en iyisi kadındır.) Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e;
- Cennete misal ver, dediler.
- Dindar saliha bir kadınla evlenip yuva kurmaktır, buyurdu.
- Cehenneme misal ver, dediler;
- Ahlakı kötü olan bir kadınla evlenip yuva kurmaktır, 644 buyurdu.

(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 956)


"Kadının iki örtüsü vardır. Kabir ve koca (ilâ âhir)."
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 983)
"Eğer kadınlar olmasaydı A l l a h ' a tam manasıyla ibadet edilirdi."
Yukarıdaki hadîste böyle buyurulmuş fakat diğer bir hadîs-i şerifte de;
"Allâhu Teâlâ kadınları i n s a n ı n n e f s i n i , ş e h v e t i n i ö l d ü r ü p k e n d i s i n e
dürüst bir ibadet yapabilmesi için yaratmıştır"645 ayrı ca
"Evli insanın iki rekat namazı bekar insanın seksen iki rekat
n a m a z ı n dan efdaldır." 6 4 6 Evli insanın bekar insanın namazının 82 misli olmasına
sebep yine kadınlardır. Benzeri hadîs-i şerifler çoktur. Bir şehirde pavyon, genelev ve
barda çalışan kızların, kadınların sayısı çok az olmasına rağmen, azdırdığı, Allâhu
Teâlâ'ya asi ettiği erkeklerin sayısı çok fazladır. Fahişelik yapıp cehennemi kazanan
kadınların sayısı çok az ona nisbeten onlara uyan, cehenemi kazanmış erkeklerin sayısı
çok fazladır. Cehenneme rağbet erkeklerde, o yola teşvik etme, sebeb olma da kadınlarda
çok fazladır.
(Kimyâ-yı Saadet, s.212)
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
- Dolaşan her kadının yanında bir şeytan olur. Bir kimse güzel b i r
k a d ı n a r a s t l a y ı n c a , h e m e n e v i n e g i d i p h a n ı mı i l e s o h b e t e t m e l i d i r . Ç ü n k ü
b u me s ' e l e d e b ü t ü n k a d ı n l a r a y n ı d ı r . "
(İslâmda Evlilik ve Saadetleri, s.40)
"Kadını görmekle şehveti uyanan kimse hemen ailesiyle münasebette bulun-
647
sun."
(İslâmda Evlilik ve Saadetleri, s.40)
"Kadınlar, insanın karşısına şeytan gibi çıkarlar. B i r kadını görüp
h e v e s e t t i ğ i n i z vakit hemen kendi ailenize müracaat edin. Çünkü onda olanın aynı
sı onda da vardır."648
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) halife olunca i lk hutbesinde üç sefer "Elhamdülillah!
dedikten sonra: Allâhu Teâlâ'ya hamd olsun ki, kadınları bize verdi, ihsan etli. Eğer onlar
olmasaydı gözümüz haramda olur, şeytan bizi çabuk kandırırdı." buyurdu.

(Muhtarü'l-Ehâdîsin-Nebeviyye, Hadîs No: 1320)


"Kadınlara itaat ettikleri zaman erkekler helâkta sayılır (kadınların sözünün aksi
ni yapın demektir)." 649
Bir erkek dam loğluyordu. Karısı; "Kenara gitme düşersin." dedi. Adam, bu hadîsin
mucibince kadınların sözünün aksi yapılacak diye daha fazla kenara gitti ve düştü, ayağı

272
kırıldı. Yezid, İmam Hüseyin ile harb etmek için Kerbelâ'da önüne. asker çıkarmak
istiyordu. Bunu da asker etmek için geldiler. Ayağı kırık olduğu için asker olmadı.
Kendini görmeye gelenler: "Niçin çok kenara geldin, düştün ayağın kırıldı?" sorusuna
karşılık adam, kırık ayağını göstererek iftiharla; "Allâhu Teâlâ, "Kadınların sözüne itaat
etmeyin." hadîsini söyleyen Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den, bizlere kadar
ulaştıran sahabelerden ve yazanlardan razı olsun. Eğer karımın sözüne itaat etseydim,
damdan düşüp ayağım kırılmayacaktı. Ayağım kırılmayınca da beni İmam Hüseyin ile
harp etmek İçin Kerbelâ'ya götüreceklerdi. Mecburen orada harp edecektim, İmam
Hüseyin'in önüne çıkıpta harp edenlerin hepsi Allâhu Teâlâ yanında mes'uldür. Ayağım
kırıldığı için, bende mes'uliyetten kurtuldum. Ben ayağımın kırıldığına çok memnun
oldum. Sonradan da tuttu, iyi oldu. " dedi.
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 730)
"Kadınların itaati pişmanlıktır."
(Bilmeyerek hata yapan pişman olur. Kuldan özür diler, istiğfarı çok çeker,
Estağfirullah-el azim diyerek hem kula, hem Allâhu Teâlâ'ya karşı af dilemiş, affolmuş
olur.)
(Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 1312)
"(Peygamberimiz (Sallallâhualeyhi vesellem)) Kadınların konuşmalarını
yasak etti; kocalarının izni olursa müstesna."
(Sünen-i Ebû Dâvûd, Cild 8, Hadîs No: 2142)
"...Muaviye el-Kuşeyri'den demiştir ki: [Peygamberimiz (Sallalâhu aleyhi vesellem)'e
hitaben:]
Yâ Rasûlullah! Bizim birbirimizin üzerinde zevcesinin hakkı nedir? diye sordum
da:
- Yediğin zaman ona da yedirmen, elbise aldığın zaman ona da almandır. (Sakın)
yüze vurma, (onu) kötüleme evin dışında (onu) terk etme, diye cevap verdi. "6 5 0
Yüze tokatla vurmamalıdır. Çünkü yüz sıfatullahtır. Allâhu Teâlâ'nın zâtı bir şeye
benzetilmez. Sıfatı çok şeye benzer ve sıfatlarından birisi de insanın yüzüdür. Allâhu
Teâlâ buyuruyor:
"Ben insanı kendi suretimde halkettim. 6 51
Bu nedenle yüze vurmak iyi değildir. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)
veda hutbesinde:
"Değil ailenize, kızınıza, cariyenize, kölenize, h i z me t ç i l e r i n i z e y e d i ğ i n i z d en
y e d i r i n , g i y d i ğ i n i z d e n g i y d i r i n . K a d ı n l a r ı n e r k ek l er ü zerinde hakları
vardır, bunlara riayet edin." bu yurdu. Hutbenin sonunda:
"Bu söylediklerimi diğerlerine aktarın. Olur ki, burda ki bulunanlardan bu
cemaatte olmayıp duyanlar daha fazla üzerinde durur." buyurarak dilden dile
söylenmesine, yazılıp dağıtılmasına işaret ediyor. Ayrıca, kişinin ailesini herhangi bir
yere bırakıp, kendisi evinde veya işinde serbest olup durması, ailesinin gelmesi için
ilgilenmemesi iyi değildir. .
(Muhtar'ul Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 525)
"Erkeğin karısı üzerinde hakkıdır ki:
a) Kocasının yatağını terketmeye;
b) Kocasının yeminli olduğu şeyde uyar ola;
c ) E v i n den yalnız kocasının izni i l e çıka,
d) Kocasının sevmediği kimseyi eve sokmaya." 652
(Muhtar'ul Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 526)
"Kadının erkeği üzerinde hakkıdır ki:

273
a) Yediğinden kadına da yedire;
b) (Yeni) bir elbise giyince ona da giydire;
c) D ö v d ü ğ ü zaman yüzüne vurmaya;
d) Ayıplamaya;
e) Kendisinden ayıracaksa ancak evinde ayıra"653
(Sünen-i Ebû Dâvûd, Cild 8, Hadîs No: 2141)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den rivayet olunduğuna göre;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
- Bir adam karısını yatağına çağırdığında gelmez de bu yüzden kocası geceyi öfke
li olarak geçirirse sabaha kadar melekler o kadına lanet eder."654
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) dünyaya gelmezden evvel, erkekler
kadınları çok hor görüp, ayrım yaparlardı. İkinci sınıf bir insanmış gibi görürlerdi.
Cariyeleri de olurdu, onları da kadınlardan daha aşağı üçüncü sınıf bir insanmış gibi
görürlerdi.Yine erkekler; yeme-içme her türlü muamelede de ayrılırlardı. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) bunların çok büyük bir bölümünü yasakladı. O zamanın örf
ve âdetlerine göre, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu sözleri halka çok ağır
geliyordu. Çünkü kız çocuklarını kuma gömerlerdi. Maldan miras vermedikleri gibi, b i r
erkek istediği an hangi yaşta olursa olsun bacısını, kızını öldürebilirdi. Kimse birşey
sormadığı gibi herkes o adamı iftihar ile karşılardı. Bir de cariye olursa onun hiçbir hakkı
yoktu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) veda hutbesinde:
"Kadınların sizin üzerinizde hakkı vardır, o haklarına riâyet etmelisiniz.
Onlara yed i ğ i n i zd en y ed i ri n , g i y d i ğ in izd en g i y d i ri n . Ca ri y e o l s u n , h ü r k a d ın
o l s u n , o nl a rı n h aklarına riâyet edin." 655 buyuruyor.
Şer'an mirastan erkek iki hisse alır, kadın bir hisse alır. Şimdi Türkiye'nin
doğu vilayetlerinin bazı yerlerinde kadına mirastan birşeyler vermezler. Miras
isterse, onu öldürmeye kalkışırlar. Bizim dinimiz bunu sınırlandırdı.
. Bir erkek karısı olan hür kadın ile yatağını ayırıp (normal zamanda ayrı
yatmamalı) ilişkiyi kesmemelidir. Cariyesi olursa kırk gün yalağını ayırır, yanına
gitmezse günahkâr olur.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs NO: 5486)
"Kim cariyesi i l e kırk gece cinsi temasta bulunmazsa o Allah Azze
ve celle'ye asi olmuş olur."
Hür kadının yatağını ayırma müddeti daha azdır. Şimdi zâten herkes kendi
yediğinden, giydiğinden ailesine yedirip, giydiriyor. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) kendi zamanındaki örf ve âdet kurallarına göre kadınlara büyük
hürriyeti tanımış, oldu. Yine o zamanda kadına en fazla da cariyeye, erkek köleye
iftira ederler ve normal sayarlardı. Bunların kendilerini savunacak, haklı
çıkaracak hiç bir taraftarları yoktu. Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Ahzab, Ayet 58)
"Mü 'm in e r k e k le r e ve m ü 'm in e k a d ın lar a , y ap m ad ı k lar ı b ir ş e y
d e n d olay ı e z iye t e d e n ler şüphesiz bîr iftira ve apaçık bir günah yüklenmiş
lerdir."

(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh. Cild 2, Hadîs No: 477)


"(Abdullah) ibn-i Ömer (Radiyallâhu anhu)'den;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vese!Iem)'in:
Kadınlarınız sizden geceleyin mescide (gidip ibadet için) i z i n istediklerinde,
kendilerine izin veriniz." buyurduğunu (sened-i muttasıl ile) rivayet ediyor. 6 5 6

274
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 3, Hadîs No: 551)
"(Abdullah ) İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Küs uf namazını kıldıktan sonra as
hâb dediler ki :
- Yâ Rasûlullah! (Namaz içinde) durduğun yerden (görmediğimiz) bir şeye e l i n
l e uzandığını gördük. Sonra (yine namaz içinde irkilîp geri geri geldiğini) gördük.
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem): .
- Evet! Ben cenneti gördüm ve bir ( ü z ü m ) salkımına elimle uzandım. Eğer
o salkımı ben ele geçirebilseydim, dünya baki kaldıkça ondan yerdiniz(de tüken
mezdi). Ateş (-i cehennem i ) gördüm (lâkin) ömrümde bu gün gördüğüm kadar
çirkin,berbat hiç bir manzara görmemiştim. Cehennemin ekseri (en çok) ahalisini
de kadınlar olarak gördüm, buyurdu.
- Yâ Rasûlullah! Ne sebeple (kadınlar buna müstehak oluyorlar?) diye sordular.
Cevaben:
-Küfürleri sebebi ile, buyurdu.
- Allah'a iman mı etmiyorlar? (diye tekrar sordular).
- Kocalarına karşı küfran-ı nimet (nankörlük) ederler. İyiliğe karşı küfran-ı
nimet ede'rler. (İçlerinden) birine dünya dünya oldukça iyilik etsen de sonra senden
(m a r z i s i n e muhalif ufacık) bir şey görse (hemen) senden hiç, bir hayır görmedim
ki der"buyurdu.
Hadîs-i şerifte geçen küsûf namazı; bizim için. dünya yüzünde Allâhu
Teâlâ'nın gadabını teşkil eden bir hâl (âyet) zuhur edince cemaatle kılınan namazdır,.
Ardından da dua edilir.
Demek ki; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), cenneti ve cehenne-
mi bir çok zaman görebiliyor. Ondan da Üzüm koparıp yiyebilecek, fakat namazda,
olduğu için koparmıyor. Çünkü Hz. Meryem'e cennetten devamlı meyva gelirdi657
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem) Hz., Hz. Meryem'in Peygamberininde
baş tacı onda niçin bu gibi mucize olmasın? İşte hem Evliya kerameti, hem
Peygamber mucizâti. .
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) namaz içinde gözleri açık, hem
cenneti, hem cehennemi görüyor. O görme bu gözle değil desen namazda gözleri
açık; bu göz desen bu göz değil, o bir hâldir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) namazda hâlden hâle geçerdi. "Ümmetimin mi'rac'ı namazdır" buyurdu.
Sen ki gelip bana eyledin niyaz,
Ümmetin mi'rac'ını kıldım namaz.
dediği budur. Bu hâl Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in kıldığı her namazda
vardı. Bizim ise tam huzurla kılabildiğimiz namazlarda çok kısa bir an meselesi bizde de
olur. Namazda gözü açık olduğu halde secde yerini görmez. Belki imam olur, namaz
kıldırır, dili yüksek sesle Kur'ân okur. Okuduğunu kulağı duymaz veya uykuda uyuyan
bir adamın söylediğinin bazısını seçip bazısını seçemediği gibi olur. Bu da okuduğunun
bazısını seçer, bazısını seçemez. "Allâhu Ekber" deyip namaza durunca, kendisi burada
yok. Yok desen cesedi burada, namaz kıldıran veya namaz kılan kendisidir. Burada desen
gözü açık burayı görmüyor, İşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) de namazda
gözü açık o hâl gelmiş. Allâhu Teâlâ kendisine cennetteki üzüm salkımlarını çok yakın
olarak gösteriyor. Eliyle koparmak için uzanıyor. Aynı anda Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.
cehennemi gösteriyor.
İmamlardan bir tanesine çok mühim, bilinmeyecek bir soru soru sorarlarsa abdest
alır, Allâhu Teâlâ'nın rızası için iki rekat namaz kılar. Allâhu Teâlâ, namazın içinde

275
veya duada huzurlu olduğu bir hâlde hâl ile kendisine bildirir. Cevabına kalbi tam
mutmain olur. Namazdan çıkınca, cevabını verirdi. Kur'ân-ı Kerim ile hadîs-i şeriflerle
araştırırlar, Kur'ân-ı Kerim'e ve hadîs-i şeriflere tam mutabık gelirdi, İşte mü'minin
mi'rac'ı namazdır, İşte en mühim müşkülünü Allâhu Teâlâ namazda hallediyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'inde en mühim müşküllerini kendisine can
gözü i l e gösteriyor. Yakinen de bildiriyor. Namazda da her türlü müşkülünü hallediyor.
(Sünen-i Tirmizî, Cild 2, Hadîs No: 1183)
"Muaz ibn-i Cebel (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edilmiştir; Rasûlullah (Sallal
lâhu aleyhi vesellem):
- Bir kadın dünyada kocasına eziyet ederse, onun cennet kızlarından
( h u r i ) olan karısı muhakkak surette şöyle der:
"Kahrolasıca kadın! Ona eziyyet etme! O senin yanında misafirdir; bize müte
veccihen yakında senden ayrılabilir."
Bilâl Babam vaazında:
- Bayezid-i Bestami Hz.'nin diğer bir rivayette Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.'nin zama
nında bir papaz cennetten üzüm getirip yiyordu. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.'ne anlattılar.
O:
- Benim yanımda aynısını yapsın, buyurdu. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.'nin yanında
papaz huzura vardı. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.'de huzura vardı. Papazın ruhu yükseldi,
yükseldi cennetin dış avlu duvarına kadar vardı. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.'nin ruhaniyeti
de arkasından gitti. Papaz cennetteki Üzüm asmalarının dalları cennetin avlu duvarından
dışarıya doğru sarkmıştı. Ondan bir salkım koparıp getirdi. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.,
papazın getirdiği üzümün cennetten geldiğini doğrulayarak:
- Bu cennet meyvasıdır buyurdu, yediler. Seyyid-i Ahmed Rufai Hz. tekrar huzura
vardı. Allâhu Teâlâ'nın "Tutan eli ben olurum"658 buyurduğu eliyle cennetin avlusun
dan sarkan, bütün asma dallarının hepsini içeriye attı ve papaza :
- Şimdi Üzüm getir sana inanacağım, dedi. Papaz yine huzura vardı. Gitti cennetin
dışarı sarkan avlu duvarını gezdi. Üzüm yok, boş geldi.
- Bu kez getiremedim, deyince Seyyid-i Ahmed Rufai Hz.:
- Bundan sonra hiç getiremeyeceksin. Çünkü asma dallarının hepsini içeri attım.
Getiren böyle getirir, deyip kendisi cennetin içinden bir salkım üzüm getirdi ve:
- Sen bu zamana kadar hırsızlık yapıyordun. Size cennete girmek haram, ancak dışın
dan hırsızlık yaparsın, buyurdu.
Buna bir hoca karşı çıkıyor ve "cennetin avlusundan dışarı sarkan üzümleri kim
koparıp yiyecek?" diyor, hem de gülüyor. Ben ona şöyle cevap verdim:
Cennetteki bir salkım üzümü binlerce sene yesen bitmez. Her kopardığın salkım
yerine yeni bir salkım, her salkımdan koparıp ağzına attığın tanenin yerine yeni bir tane
biter. Bütün cennet halkının hepsi bir salkımı yiyip bitiremez, bitmez. Delili hadîs-i
şeriftir .659 Cennette mevsim değişikliği olmayıp hepsi birdir. Dünyada mevsimler
değişken olup, her mevsimin meyvaları ayrı ayrıdır. Fakat cennette her an tüm meyva
çeşitleri taze olarak vardır.660Cennette ki hayatta dünyada ki yemekler pişmiş olarak
tabaklar içinde sana gelecek.
Bu dünyada her kıtada yetişen meyve çeşitleri her birisi ayrı ayır mevsimlerde
yetişir. Cennette dünyanın her yerinde olan meyve çeşitleri her insanın bahçesinde hem de
her mevsimde taptaze olacaktır. Cennetteki her meyvenin yanında dünyanın meyvesinin
en iyisi yenmeyipte çöpe atılan gibidir.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 11, Hadîs No:1723 )
"Aişe (Radyallâhu anhu)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
- Peygamberin kadınlarından Sevde (Hicâb âyeti nazil olduktan sonra) bir lüzum ve
ihtiyaç üzerine evden çıkmıştı. Sevde iri yapılı bir kadındı. Bu cihetle onu ( v a k t i y l e )
bilenler anlarlardı (tanırlardı). Bu cihetle Ömer ibn-i Hattab onu görünce (onun evi dışına)

276
çıkmasına itiraz ederek:
-Yâ S ev d e! İ y i b i l k i , Va l l a h i s en b i zce ta n ı n ma mı ş d eğ i l s i n . Dü ş ün s en e
s en , n e ces a retle evinin dışına çıkıyorsun? dedi. Hazreti Aişe (Radyallâhu anhu)
(rivayetine devam ederek) der ki :
-Bunun üzerine Sevde evine dönüp geldi. O sırada Rasûlullah benim odam
da akşam yemeğinde idi. Elinde de etli bir kemik vardı. Bu halde iken Sevde (odaya)
girdi ve:
- Yâ Ra s û l u ll a h ! Ba zı h a ceti m i çi n ev i md en çı k mı ş tı m. Ö mer b a n a ş ö y l e
ş ö y l e s ö y l eyerek itiraz etti, diye şikayet eyledi. Hazreti Aişe (Radiyallâhu anha) der
ki:
- Bunun üzerine Allâhu Teâlâ Rasûl-i Ekrem'e vahiy gönderdi. Vahiy âsârı, Rasûli
Ekrem'den kaldırıldıktan sonra (ve elinde tutmakta olduğu et parçasını yere koymaksızın)
Sevde'ye şöyle cevap verdi:
- Siz kadınların lüzum ve ihtiyaç üzerine mesture (kapalı) giyili olarak
evlerinden çıkmalarına izin verildi," buyurdu.

(Kırk Mevzuda Kırk Hadîs Kitabı, s. 482, Hadîs No: 31)


" A l l a h ' ı n Rasûl'ü kendini erkeğe benzetmeye uğraşan kadına da, kendini
kadına benzetmeye çalışan erkeğe de lanet etti."661
Kadın, erkeklerin meclisine gider veya erkek şalvarı, pantolonu giyer erkek traşı
olur. Bu gibi hâllerle kendisini erkeğe benzetir. Kadının ya elbisesinin rengi, deseni,
kadınların daimi giydiği desenlerde olur ya da biçimi, şekli erkek giyiminden farklı olur.
O zaman kendini erkeğe benzetmemiş sayılır.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 11, Hadîs No: 1795)
"Üsâme ibn-i Zeyd (Radyallâhu anhu)'den Nebi (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:
- Benden sonra erkeklere kadınlardan daha zararlı fitne ve fesad (âmili) olarak
hiçbir şey bırakmadım," buyurduğu rivayet olunmuştur.
(Mevâhib-i Ledünniyye, Cild 1, s.478)
"...Enes ibn-i Mâlik (Radiyallâhu anhu)'den rivayet edilmiştir:
- Bir gün Hz. Aişe'nin evinde idik. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhivesellem)
' in hatunlarından Ümmü Seleme'nin evinden bir çanak pişmiş et ve ekmek geldi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in önüne koydular. Bize:
-B u y u ru n , y i y i n , d i y e b u y u rd u . K e n d i s i mü b a r ek e l i n i u za t tı , b i zd e
u za t tı k , y ed i k . B u s ı r a d a H z. Ai ş e' d e o c a k t a y e me k p i ş i ri y o rd u . H e me n
a c el ey l e y et i ş ti ri p o r ta y a k o y d u . Ümmü S el e me' n i n ça n a ğ ı n ı k a l d ı rdı , y er e
v u ru p p a rça l a d ı . Pey g a mb er E f en d i mi z (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- (Külû bismillâhi, ğaret Ümmüküm:) Allah'ın ismiyle yeyin. Anneniz kıskandı,"diye
buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) "Anneniz hiddete geldi." buyuruyor ve
başka birşey demiyor. Bizim bundan örnek almamız lazım. Şimdi Türkiye'de kadınların
kötü olduğuna dair hadîsler söyleniyor. Fakat iyi olduğuna dair hadîsler söylenmiyor. Ben
bu yazımda bütün hadîslerin hepsinden söylenmeyen, saklanan; hem kadınları öven, çok
yüksek gören hem de kadınların çok mes'uliyette olduklarını bildiren hadîsleri bulup
yazıyorum.

(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 10, Hadîs No: 1569)


"Muavviz kızı Rübeyyi (Radiyallâhu anhu)'den şöyle rivayet edilmiştir:
- Ben gelin olduğumun kuşluk vaktinde Peygamberimiz (Sallallâhu aley
hi vesellem) evlenme törenime gelmişti. O sırada bir takım kızcağızlar def
çalarak babalarımızdan Bedir Gazasında şehid olanların menkıbelerini yâd

277
ediyorlardı. Nihayet bu kızlardan birisi: "İçimizde bir Peygamber vardır ki,
O yarın ne olacağını bilir!"dedi. Bunun üzerin Peygamberimiz (Sallallâhu aley
hi vesellem) cariyeye:
- Kızım öyle söyleme, evvelce söylemiş olduklarını inşad eyle!" buyurdu.
"Baba demek yok" diyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
"Öyle söyleme kızım, ilk defa ki söylediğini söyle!" buyuruyor. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) "kızım" diye hitap ederse kız ne diyecek. O da
muhakkak ki "baba" diye hitap edecek. Müşriklerin neseben babası imiş gibi mana-
da demelerini, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yasaklıyor. Yoksa
neseben ayrı olduğunu herkes biliyor. Onu büyükleyerek baba demiş, bunu
demeyi bu hadîs-i şerîf ile Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) teşvik
ediyor.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 11, Hadîs No: 18İ1)
"Aişe (Radiyallâhu anha)'den şöyle rivayet olunmuştur:
Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) (terbiyesi altında bul una n) bi r kızı
Ensârd an bir kiş i ile evle ndirmişti. Peygambe rimiz (Sallallâ hu ale yhi
vesellem):
- Yâ Aişe! Hani sizin def çalan ve şiir söyleyen muganniyeniz (şarkı söy
leyen kadın) yok mu? Ensâr'ın böyle oyun hoşuna gider, buyurdu.
Demek ki, hem söyleyip hem de oynuyorlar. Yalnız kadınların kapalı bir yerde,
içerde olmaları lazım. Erkeklerden kimse görmemelidir.
(Râmûz-ul Ehâdîs «30. Bölüm», Hadîs No: 666)
"[Peygamberimi(Sallallâhu aleyhi vesellem)]
Gizli düğünden hoşlanmazdı, defle ilan edilmesini isterdi."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 3, Hadîs No: 513)
"Hz. Aişe (Radiyallâhu anha)'den şöyle demiştir: (Bir defa Mina günlerin -
den yani Kurban bayramının ilk üç günlerinden birinde)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yanıma geldi. Karşımda
"Buâs" e zgil erini (def ç alara k) oku yan iki kız var dı. Yatağın a u zanıp ,
(mübarek) yü zü n ü çevirdi. Derken Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) girdi:
- (Bu ne hâl?) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanında şeytan
mizmarı mı? (çalgı) diyerek beni azarladı. (Bunun üzerine) Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) O ' n a dönüp:
- O'na ilişme, buyurdu.(Babamın zihni başka birşeyle) meşgul olunca kızlara
işaret ettim.(Onlar da) çıktılar.
Yi ne b ir b ayr am gün ü i di k i,(ogün ) Si yahi le r k al k an, mı zr ak (oyu
nu)oyn u yor l ard ı, (Bilmem)ya ben,Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel-
lem)'den (bakmağa) izin istedim(de muvafakat buyurdu) yahut kendiliğinden:
- Bakmak istiyor musun? di(ye sor)du.
- Evet, dedim. (Bunun üzerine) beni arkasında yanağım yanağına (değe-
cek) vechile ayak üstü durdurup (Habeşîlere):
- Haydin (devam edin) Erfide oğulları, buyurdu. Nihayet (seyretmekten)
usandığımda:
- Artık yeter mi? diye sordu.
- Evet, dedim.
- (Öyle ise) git! buyurdu. 662
Bundan anlaşılıyor ki: Demek ki baka baka usanıyor. Oyun yine devam
ediyor. Bayram günlerinde kısa bir müddet için değil, uzun müddet kalkan
mızrak oyunu oynuyorlar.

278
Bilâl Babam bir bayram günü idi: "Ben şimdi bu bayramın şerefine bir
davul-zurna getirttirip burada akşama kadar çaldırırım. Ama bizim ham sofular
buna itiraz ederler. Benim yaptığım Kurban ve Ramazan bayramlarını halka övmek,
göstermek. anlatmak, tanıtmak için olunca ne zararı olsun." buyurdu, İşte Pey-
gamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bayram gününde kalkan, mızrak oyunu
oynayanların devam etmeleri için eli ile işaret ediyor. Hem kendisi hem de Hz.
Aişe Validemize yanağı yanağına değecek şekilde ve usanana kadar seyrediyorlar.
Bazılarının ham sofuluğu nerde kalıyor?
"Davul-zurna şeytan âdetidir. Davul-zurna çalınırsa dinden çıktın," deniliyor.
Benim kalbimde Allâhu Teâlâ'nın sevgisi dolup taşarak, aşk ile vecde gelip
başka bir maksatla değil yalnız Allâhu Teâlâ'nın sevgisinden cuşa gelir söylersem,
davul-zurnanın ne zararı olur? Mehter takımı davul-zurna değil mi? Allâhu Ekber tekbir
değil mi? Bunlar hem mehter marşı, çalgısı hem de tekbirdir. İkisi birden çalınıp söyle-
niyor. Askerlikte hücum, yat, kalk, içtima borazanları zurna değil mi? Alay davullarının
harbilenmesi (sık sık vurulması) çalınması davulun en büyüğü değil mi? Altı yüz sene
Osmanlı padişahlarının devrinde nice Şeyh-ül İslâmlar, din adamları gelmiş ki, seni-beni
i l i m babından cebinde gezdirir. Hepsi bunu seve seve kabul etmiş. Altı yüz sene Osmanlı
İmparatorluğunda çalınmış, zaferden zafere koşmuşlar. Sen hemen caizdi, değildi, olurdu
olmazdı. Neden yaptılar diye ham sofuluk yapıyorsun.
(Sünen'ün-Neseî, Cild 3-4, Hadîs No: 1593)
"Urve, Aişe (Radiyallâhu anha)'den naklen anlatıyor:
İki cariye, Hz. Aişe'nin yanında def çalarken Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) içeri girmiş. Ebû Bekir hemen cariyeleri azarlayıp defetmek istemiş.
Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) de: "Dokunma, her top
lumun bir bayramı vardır," buyurmuştur."
İbrahim (Aleyhis selâm)'i mancınıkla ateşe attıklarında hiç bir erkek iman etmedi.
Sara Validemiz 'hem iman etti, hem ateşe atıldı, hem de kendisinin yanına geldi.
Beraberce kaçıp Arabistan'a gittiler. 663 Niçin bir erkek İbrahim (Aleyhis selâm)'e iman
edip memleketini, anne-babasını, çoluk-çocuğunu terk edip beraber gitmedi de bir kadın
(Sara Validemiz) yanında gitti. Erkeklerin hepsinin kalbleri taş gibi katı yumuşamıyor.
Yalnız bir kadının hem kalbi yumuşuyor, hem iman ediyor. Hem de İbrahim (Aleyhis selâm)
ile beraber memleketini, her şeyini terk edip göçüyor.
Firavun'a inanmayan Asiye Validemiz idi. Karısı olup her imkanlar kendi elinde
olduğu halde inanmadı. Yine Firavun'a inanmayan Mefruşe isminde bir kadın daha
vardı. Firavun:
- Benim tanrılığıma inanmazsan çocuklarının hepsini gözünün önünde kazanda
kaynatacağım, dedi. Kadın inanmadı, çocuklarının hepsini gözünün önünde kazanda
kaynattı, bağırttırarak öldürdü. Kadın yine de inanmadı. Firavun en son Mefruşe'yi de
öldürttü. Tarihi Taberi kitabında bunu geniş, açık olarak söyler. Niçin erkeklerden kimse
"ben, sana inanmıyorum" diyemiyor. Firavunun karısı Asiye Validemiz, cariyesi Mefruşe
gizli din taşıdılar. En sonunda "Biz senin tanrı olduğuna inanmıyoruz. Bizi yaratan bir tek
Allâhu Teâlâ'dır." dediler. Firavun'da onları öldürttü.
Şimdi zamanımızda bir söz söylersen, "buna kaynak göster." diyorlar. Kaynak
gösterdiğin bir kitap; şayet âyet, hadîs değilse, "o da bir kulun söylemesi, içtihadı. Ona da
el karışmış olabilir," diyorlar. İctihadçıların en büyüklerinden birisi de Bilâl Babamdır,
ömür boyu her söylediğini âyetle, hadîsle, çeşit çeşit birçok kitapları araştırıp, onları
inceleyip, delil getirerek yazdı, İçinde onyedi bin küsur hadîs olan "Râmûz-ul Ehâdîs"
kitabının birçok yerlerinden açtık. Her hadîsin başından birkaç kelimesini okuduk.
Babam hem arapçasını hem türkçesini ezberinden söyledi. Ezberinde olmayan hiç bir
hadîse rastlayamadık. Ömür boyu her sorulan soruyu, yanında bulunduğum müddetçe
kulağımla dinledim. Muhakkak ve muhakkak o sorunun cevabını hem âyetle hem hadîs ile,

279
hadîs-i kudsilerle, icma-i ümmet ile, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
ashabının yaptıkları ve başından geçen hallerle ve hem de kıyas-ı fukaha mezheb
imamlarının kitap yazarlarının içtihad'ları ile bunların hepsiyle delil getirerek cevap ve-
rirdi. Birçok âlimler kendine soru sormak için getirdiği kitapları bir tarafa bırakıp
sözlerine hayran kalırlardı. Onun sözlerini şimdi biz söylerken bazı cahil kesim (gurup)
dinliyor dinliyor, on binde bir âyet ile hadîs ile söylenmeyen bir yerini izliyor. Niyeti
noksan aramak. Bunun içinde de "Kaynak göster" diyor. Bilâl Babamın sözlerinin
kaynağı; kıyas-ı fukahanın dördü ile; bunun sözü Edille-i şer'iyye'ye tam uygun olandır.
Asıl itiraz edenlerin söylediklerimizin doğru olmadığına kaynak göstermesi lazım, ömür
boyu sorulan soruların hepsine âyet, hadîs, icma-i ümmet, kıyas-ı fukuha ile cevap
veriyor. Benim yazdığım on cild kitap ve ilerde yazacağım da bir onun kadar kitap ve
broşür bunların özetidir, İlmi bu kadar derya deniz olan adamdan; ilimce sıfır olan adam bir
tek kaynak göster demeyi öğrenmiş. Allâhu Teâlâ aşkına siz okuyucularımdan soruyorum!
Şu yazdıklarım hakkında âyet, hadîs, hadîs-i kudsiler, kelâm-ı kibarlar, kasideler,
Peygamberlerin ve Evliyaullahların başlarından gelip geçen haller yazdıklarıma şüphe edip
inanılmayıp kaynak gösterilecek bir tarafı var mı? Bir hoca bizim kitabı incelemiş. Bir
arkadaşımız; "kitap hoşuna gitti mi?" deyince; "itiraz etmek için hocanın âyetle, hadîsle
söylenmeyen sözünü arıyorum." dediğini söylediler.
Nesimi Hz.'nin derisini yüzmek için götürdüklerinde yolda arab şivesi ile kıraatla çok
güzel ezan okuyan bir müezzine rast geldiler, ezanı dinlediler. Ezana hiç diyecek yoktu.
Hepside hayran kaldı. Tek tek "çok güzel ezan okudu, Ömrümüzde bu kadar güzel ses,
böyle şive ile ezan okuyanını görmedik." dediler. Hepsi bu gibi sözleri söyledikten sonra
en son Nesimî Hazretlerine sordular:
- Sence ezanı nasıl okudu?"
Nesimî Hz.:
- Hiç okuyamadı! Bir hayvanın aç kalıp yem istemesi gibi o kabilden bağırdı, indi"
dedi. Yanındaki muhafızlar:
- Bu kadar güzel ezan okuyana böyle söylenir mi?" dediler. Nesimî Hz.:
- Ezan böyle okunmaz" yanındakiler:
- Ya nasıl okunur?" deyince Nesimî Hz. bir demirci küresinin (örsünün) üzerine,
çıktı. Ezan okumaya başladı. Ezana başlayınca ayağının altındaki çelik örs (küre) erimeye
başladı, çeliğin tümü eridi, aktı. Ezan bitti. Kendisine:
- Hakikaten doğruymuşsun, senin ezanın tam hakiki ezanmış, onun ezanı hiç bir şeye
yaramaz imiş" dediler. Nesimî Hz.:
- Bende aynı onun gibi okudum. Eğer ben tam okusa idim bu ezan çeliği değil, beni de
eritmesi lazımdı" dedi. Nitekim Hz. Pir'in müridlerinden bir çokları eridi aktı, su oldu. Hz.
Pir'in okuması ile tekrar dirildi; adam oldu. Biz âyetten, hadîsten çok az umup, az isteyip,
hacmimiz kadar alabiliyoruz. Onun gibiler, alma değil Allâhu Teâlâ o tarafa gönlünü,
kalbini kapamış. Adamda; ayetle, hadîsle dolu olanlardan hiç bir, hisse almayıp "yanlış eksik yerini
arıyorum" diyor.
"Allâhu Teâlâ'nın mekri büyüktür. Onların hilelerine karşı bende hile yaparım" 664
buyuruyor.
"Bir âlimin ömründe yapmadığı bir hatayı, sözü, fiili, hareketi ona mekir yapıp
İslâm'dan uzaklaştırmak için o adama o hatayı, o sözü, o fiili işletir, söyletir, yaptırırım."
buyuruyor. Maksad onu hidayetten! mahrum etmektir.
Şimdi papazlar, bazı sapık müslümanlar, ateş tutar, şiş vurur, geleceği söyler. Hakiki
âlimlerde bunu yapar. Allâhu Teâlâ sapkınların, papazların yanlış niyetlerini, yanlış
görüşlerini bile bile yanlış iş işledikleri için onlara Allâhu Teâlâ mekir yapıyor.
Hidayetten mahrum etmek için kendilerinde harikuladeler gösteriyor. İşte Allâhu
Teâlâ'nın mekri büyüktür! Korkmak lazımdır! Bütün Evliyaullahlar dualarında:
"Allah'ım sen bize hakkı hak olarak göster. Ona tabii olmak nasip eyle. Bâtılı bâtıl
olarak göster, ondanda sakınmak nasip eyle" derler. Anlaşılıyor ki: Doğruyu doğru bilip,
tabi olamayanlar varmış. Yanlışı yanlış bilip, sakınamayanlar da varmış.

280
Binlerce hadîs; ashabın kendisi ölmüş kızı, karısı yaşıyor. Onlar da; babasından,
kocasından duyduğu hadîsleri kitap yazarlarına söyleyip yazdırıyor. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in aileleri; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) nasıl
gusül yaptıysa tarif ediyorlar. Yazılsın ve ümmet gusül yapmayı ve daha bir çok mahrem
şeyleri öğrensin diye kitap yazarlarına söylüyorlar. Maksad Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi 665
vesellem)'in buyurduğu gibi olsun. Ümmet O'nun dediğinden dışarıda bir iş yap
masın. , . .
Nemrud'un zamanında imân eden kadın Sârâ veya Nemrud'un kızı o zamana kadar
Nemrud'u tanrı bilip böyle çalışmışlar. Görünüşte onların yaptıkları değil tesettür tam bir
kâfir kadını, kızı ama şimdiki çarşaf giymiyor diye çarşaf giymeyen kadınlara Müslüman
gözü ile bakmayan tesettürlüyüm diye başkalarını hor gören ve onları yetiştiren
kimselerden binlerce defa Allâhu Teâlâ yanında büyüktür. Allâhu Teâlâ için, din için
onlar gibi olmak istiyorum deyip yeri ve zamanı gelince İslâmiyet uğrunda aynı onlar gibi
fedakârlık yaparlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i n bu saydığımız
kızların, kadınların düğünde nasıl yapacaklarını, nasıl olacağını hadis-i şeriflerle
söylüyor. Onlar bir tek evine kapanıp, tesettüre riâyet eden, onları öyle yetiştiren
âlimlerden binlerce defa Allâhu. Teâlâ yanında iyidir. Onların yaptıkları tesettüre kötü
demek istemiyorum. Onlar yukarıda saydığımız kadınların hareketlerinin birisini yapan
bir kadına İslâm dışı bir hareket yapmış gibi görmelerine, sözlerine, zihinlerindeki
yanlış görüşlere cevap vermek istiyorum. İnsanların en üstünü peygamberler,
Peygamberlerin baş tacı Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'dir. O'nun uleması
değil onlar gibi, evvelki Peygamberler gibidir.
(Berika, Cild 1, s.58)
"Ümmetimin uleması ( â l i m l e r i ) Ben-i İsrail'in peygamberleri gibidir."
Onların ümmetinde öyle kadınlar çıkar da Muhammed ümmetinde niçin 'böyle kadınlar
çıkmasın? Muhammed ümmeti onlardan daha üstündür. Buna inanmazsan çıkmaz dersen
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu gibi hadîs-i şeriflerine inanmamış
sayılırsın. Tesettürlü olup bunları kabul edip bizim dediğimiz gibi söyleyenlere ne âlâ.
emretti. (Sözleri o kadar tesir etti ki,)
"Onlar din, İslâmiyet hususunda ne kadar fedakârlık gösterirlerse göstersinler hepsi
yanlış, bâtıl, tersmiş, bir tek kendilerinin yaptıkları doğruymuş" diye söyleyenlere cevap
, k i mi (p arm ağı nd aki ) yü zü ğü ( ç ı k a r ı p )
veriyorum.

n e to(Sahîh-i
plu yo rd
Buhâri
"Abdullah ibn-iuAbbas
Tecrîd-i .Sarîh,
" (Radyallâhu
Cild 1, Hadîs No: 84)
anhu) şöyle rivayet etmiştir:
Nebiyy-i Ekrem (Salla11ahu aleyhi vesellem) (Mescid-i Şerifte vaaz ettikten
sonra) kadınlara duyuramadım zannıyla yanında Bilâl (Radi yallâhu anhu)
mek ki; çok fakir bir müslümana yardım etmek para
olduğu halde (erkek saflarından) çıktı. Kadınlara vaaz ederek onlara sadaka
vermeği emretti. (Sözleri o kadar tesir etti ki,) kadınların kimi ( k u l a k l a r ı n d a k i
"ilk defa sen sadaka et başkalarına da söyle sadaka ets
) küpey i, k i mi (p arm ağı nd aki ) yü zü ğü ( ç ı k a r ı p ) a tma ğa b aş lad ıl a r. B il âl 'de
eteğ i i çin e to plu yo rd u . "
apman, Demek
dilenmen
ki; çok fakir doğru değildir.
bir müslümana yardım etmek Bilâl Habe
para. toplamak için beraberinde
gidip ona "ilk defa sen sadaka et başkalarına da söyle sadaka etsinler" denilmesi caizmiş.
Kendin yapman, dilenmen doğru değildir. Bilâl Habeşide ilk zamanlarda çok fakirdi.
Buhâri(Sahîh-i
Tecrîd-i Sarîh,
Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.l, c.l, Hadîs
Hadîs No: 87) No: 87)
Saîd-i
(Bir defa)Hudrî
"Ebû Saîd-i Hudrî(Radyallâhu
Kadınlar:
(Radyallâhu anhu) şöyleanhu) şöyle rivayet etmi
rivayet etmiştir:

) Kadınlar:-Ya Rasûlullah (sözlerini dinlemek için) erkeklerden bize meydan kalmıyor. Kendi
liğinden bize bir gün tahsis et" dediler. [Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi v e s s e l l e m ) ] on
Rasûlullah (sözlerini
lara (Miâd olarak)
Penâhi'ye geldiler. dinlemek
bir gün tayin etti.
O'da kendilerine vaaz etti, (bazıiçin)
Kadınlar Yevm-i Muayyende erkeklerden
Buyurduğu sözler bize m
Huzuru Risâlet-
şeyler) emretti.
bize bir gün tahsis et" dediler. [Rasûlullah (Sallallâhu a
âd olarak) bir gün tayin etti. 281 Kadınlar Yevm-i Muayyen
e geldiler. O'da kendilerine vaaz etti,

281
meyânında:
- İçinizde hiç bir kadın yoktur ki evladından üç tanesini (âhirete kendinden) evvel
yollasın da, cehenneme karşı onun için bir siper peyda olmasın, sözü vardı,
içlerinden biri:
- İki tanesi de (öyle değilmi?)" dedi.(Cevaben):
- İki tanesi de öyledir,buyurdu.
Yani; akıl baliğ olmamış üç çocuğu ölürse babasına, annesine şefaat eder, kurtarır.
Cehenneme bir siper olur. Şart şu ki; çocuğunun hakkını vermek, ölünce ağlamamak.
Çocuğun anne ve babası üzerindeki hakkı:
1-) Doğunca adını bir müslüman adı koymak.666
2-) Erkek çocuğu ise sünnet ettirmek.66'
3-) Akika kurbanı kesmek. Akika kurbanı ilk yedi gün içinde kesilir. Kesilmezse
sonra da olur. Hiç maddi gücü olmayan bir horoz olsun kesebilir. Erkek çocuk için iki,
kız çocuğu için bir kurban kesilir.66'8
4-) Dillenirken "Allah, Lâ ilahe illallah" söyletmek, öğretmek.669
5-) Bizi yaratan Allâhu Teâlâ var. Hepimiz O'nun kuluyuz. Mahşerde O'nun huzuruna
toplanacağız gibi sözler öğretilmelidir.
6-) İtikadını, dinini, diyanetini, Kur'ân-ı Kerim okumayı öğretmek.
7-) Kız ise gelin etmek, oğlan ise evlendirmekle anne ve babanın hakkı biter. 670 (Daha
geniş bilgi için Zuhurat-ı Bilâl-i Nadir, c.3'e bakınız.)
(Sahîh-i Müslim, Cild 7, Hadîs No: 22 (2396))
"...Sa'd ibn-i Ebi Vakkas'ın oğlu Muhammed (Radiyallâhu anhu) haber verdi ki,
babası Sa'd (Radiyallâhu anhu) şöyle demiştir:
- Bir kere Ömer (Radiyallâhu anhu) Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vcsellem)'in
karşısına, huzuruna girmek üzere izin istemişti. Halbuki bu sırada Peygam
berimiz (Sallallâhu aleyhi v e s e l l e m ) ' i n yanında Kureyş (kabilesin)den bir takım ka
dınlar vardı. Bunlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile konuşuyorlar ve
sesleri Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sesinden yüksek bir tonda olarak
konuşmayı çoğaltıyorlardı. Ömer ( R a d i y a l l â hu anhu) izin isteyince bu kadınlar he
men kalktılar ve perdeye doğru koşuştular. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem
) Ömer (Radiyallâhu anhu)'in gelmesine müsaade etti.Ömer huzura girdiği sırada Pey-
gamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) (kadınların bu hâline) gülüyordu. Bunun üzeri
ne Ömer (Radiyallâhu anhu):
- Yâ Rasûlullah! Allâhu Teâlâ seni bütün ömrünce memnun edip güldür-
sün temennisinde bulundu (ve nezaketle bu sevinmenin sebebini sormuş oluyordu.)
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) cevaben:
- Yanımda bulunan şu kadınların hâline taaccub ettim (güldüm). Onlar
senin sesini işitince acele perdeye koştular, buyurdu. Bunun üzerine Ömer
(Radiyallâhu anhu):
- Yâ Rasûlullah!Sen onların tevkir ve ta'zimine daha layıksın,dedi
ve kadınlara hitaben de:
- Ey nefisleri düşman olan kadınlar! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve
-sellem)'e ta'zim etmeyip de benden mi çekiniyorsunuz? dedi. Kadınlar:
- Evet senden çekiniyoruz. Çünkü sen, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesel
lem)' d e n daha çok yoğun sözlü ve katı yüreklisin, dediler. Peygamberimiz (Sal
lallâhu aleyhi vesellem):
- Hayatım elinde olan Allâhu Teâlâ'ya yemîn ederim ki, (yâ Ömer) şeytan
asla seninle karşılaşamaz. Sen bir yolda giderken o muhakkak senin yolundan
başka bir yola yönelir, gider," buyurdu.
İşte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanında kadınlar

282
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sesinden daha yüksek sesle
konuşuyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) onların Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu)'den kaçtıklarına gülüyor. Kadınlar Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu) ile perde arkasından konuşuyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) kadınlarla hiç konuşmamış veya onlarla devamlı perde arkasından
konuşmuş gibi anlatıyorlar. Halbuki Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
huzurunda perdesiz ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sesinden
yüksek sesle konuşuyorlar.
Ben de din hususunda, kendisi ve görüşleri ne olursa olsun, konuşmak
isteyenlere bir yer tesbit ederlerse gelirim. Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) hiç bir kâfiri bile kendi ile konuşmak istediği zaman onlarla
konuşmamazlık yapmadı. Bizim de aynı olmamız lazım. Sözümüzü kabul ederse,
hem kendi, hem biz kazandık. Kabul etmezse biz kazandık, kendisi zarar etti. Bu
nedenle Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in nasihatlarına çağrısına
uymayan kâfirler vardı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) onlara
söyledi, kabul etmediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) söylediğinin
mükafatını aldı, onlar zarar etti. Bende söylerim.
Fransa'da ham sofu bir hocaya bir kız müslüman olmak için geliyor. "Kız çok
açık" diye hoca huzurundan kızı kovuyor. Hocanınki ham sofuluk, mağbunluk
(ahmaklık)tır. Allâhu Teâlâ'nın yanında da mes'uldür. Bilmeyen bilmediği için
ne yapsın? Allâhu Teâlâ:
(Süre-i Bakara, Ayet 286)
"Allah her şahsa ancak, gücü yettiği kadar sorumluluk yükler.
Herkesin kazandığı, ya kendi lehinedir yahut aleyhinedir. (Bundan sonra
şöyle dua edin!)
Ey Rabb'imiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi hesaba çekme
(bağışla).
Ey Rab'imiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük
yükleme.
Ey Rabb'imiz! Bizim gücümüzün yetmediği işlerden bizi sorumlu
tutma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Çünkü Sen bizim Mevlâ'mızsın.
Kâfir kavimlere karşı bize yardım et."buyuruyor.
Yani; Allâhu Teâlâ insanı gücünün, takatinin yetmediği, tahammül edemediği
elinde olmayan şeyden, sorumlu tutmaz. Bu âyetin manası çok büyüktür. Kabe'nin
içinde üç yüz altmış put varken Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Kabe'yi
tavaf eder, hacı olurdu. Bu Hicretten evvel başlayıp, Mekke'yi fethedinceye kadar
on sene devam etti. Allâhu Teâlâ, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve
ashaba "içinde Uç yüz altmış put olan Kabe'yi niçin tavaf ettiniz. Kabe'nin içi put
ile dolu olduğu halde niçin ona karşı namaz kıldınız, harb etmediniz?" diye
sormayacaktır. Çünkü Mekke'lilerle harb edip Kabe'yi zapt etmeye güçleri
yetmezdi. Allâhu Teâlâ kendilerine bu âyette "Size gücünüzün yettiğinden sorarım,
yetmediğinden sormam" buyuruyor.
"Ey îman edenler! Allâhu Teâlâ'nın emirlerine tâbi olmayana tâbi
olmayın."671
Bu gibi âyet ve hadisler okunuyor, söyleniyor. Sen bir insansın azami elli-yüz kilo
götürürsün. Sana beş yüz kilo yük yükleseler, o yükü yükleyen adama: "Sen de hiç vicdan,
merhamet yok mu? Bu adam bunu götürebilir mi?" derler. Allâhu Teâlâ haşa sümme haşa
vicdansız, merhametsiz mi? Allâhu Teâlâ en merhametli,672 adalet sahibi, hak sahibi
olunca bize de gücümüzün yettiğinden sorar. Siz ise İslâmi yaşayanlarla konuş, diğer-
lerini kabul etme! Bu görüşünüz yanlıştır. Onlar zâten düzgün, neyi düzeltilecek.

283
Bir adam ki, vahşi bir hayvanı atla kovalaya kovalaya kementle tutar ve eve getirir.
Ehlileştirir, insancıl yapar. Alim de öyle olmalı ki İslâmdan uzak, maneviyatta vahşileşmiş
kimseleri yola getirmesi lazım. Aynı atla kovalaya kovalaya yetişip, vahşi hayvanı
kementle tutup ehlileştirdi kişi gibi olmalıdır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):

(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 5825)


"Ümmetime ancak a k ı l l a r ı n ı n aldığı sözlerimi nakledin."
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, s.96)
"İnsanlara, anladıklarını söyleyin, anlamadıklarını terk edin. Allah ve
Rasûl'ünün yalanlanmasını mı istersiniz?" buyuruyor.
Yani, kendisi cahil ve söylediğin söz kendisine ağır gelirse, Allâhu Teâlâ ve
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sözlerini yalanlayacak. Buna da sen
sebep olacaksın. Kâfirin küfrünü, fasığın fıskını, münafığın nifakını arttıracak
sözlerden sakının, demektir. Bilâl Babam:
- Ben bildiğimin hepsini ihvanlara dahi söylemiyorum. Çünkü kabul edemezlerse,
İslâmlıktan çıkarlar. Onun için âyet ve hadîsler adamına, yerine ve zamanına göre
söylenir, buyurdu.
Yeni müslüman olacak adama veya inancı zayıf olana, İslâma ısındıracak
şekilde söylersin. Misâl: "Ben beş vakit namazı nasıl kılayım?" diyor. Kendisine
zor geliyorsa, "Sen, beş vakit kılmaya çalış, kılamadığını akşam kaza edersin."
denilir, İmanı daha da zayıfsa amelden abdest, namaz, oruç, hac, zekat gibi şey-
lerden söylemez, Allâhu Teâlâ'nın varlığından, birliğinden, inancın başta
geldiğinden, Allâhu Teâlâ'nın korkusunu devamlı kalbimizde taşıyacağımızdan,
ölümden sonra mahşerde O'nun huzuruna varacağımızdan, Allâhu Teâlâ'nın
yarattıklarındaki büyük hikmetlerinden söylenir. Şayet bir kâfir cephede ölüm
korkusundan "Müslüman olacağım" derse ona şahadet kelimesi getirttirilir. Amel
olan şeyleri ilerde öğrenir, yaparsın denilir, mecbur tutulmaz, İman eder inanırsa,
şahadet kelimesi getirirse, o zaman için o kâfidir. Fakat annesi, babası, kendisi
müslüman herşeyi biliyor veya kendi çocuğuna "Niçin namaz kılmıyorsun, oruç
tutmuyorsun?" der sıkıştırabilirsin. Namaz kıldırırsın. Heveslendirmek için
kendisine hediyeler alırsın.
Bilâl Babam Giresun'da iken; başından şöyle bir olay geçiyor:
Bir mağazacı, hocaları ve sofuları çok sevdiği için onları yazıhanesine
çağırır, hep birlikte sohbet ederlerdi. Kendisi de dinler, bundan da zevk alırdı.
Yine birgün mağazacı i le birlikte camide cemaatle namaz kıldık. Mağazacının
daveti üzerine yazıhaneye gittik. Orada hem çay içiyoruz, hem de sohbet ediyo-
ruz. Hocanın biri:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yemeye arpa ekmeği, ayağına giyme-
ye çarık (ayakkabı) bulamazdı. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) bütün malını dağıttı.
Sen bu kadar malınla nasıl cennete gireceksin? dedi. Mağazacının canı sıkıldı ve:
- Canım sende, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem senin dediğin gibi ise
yemeye arpa ekmeği,ayağına giymeye çarık bulamıyorsa, öylesi adamdan ne beklenir,
dedi. Bu seferde ben, hocaya kızdım.Çünkü adanı dinden, imandan çıkıyor.Hocanın
maksadı da mağazacıdan birşeyler dağıtmasını ve kendisine de vermesini bekliyordu.
Ben dedim ki:
- "Ürmesini bilmeyen it, sürüye getirir kurt"derler. Sen burada ürmesini bilmedin.
Adamı İslâmiyetten çıkaracak sözler söyledin ve çıkarttın. Peygamberimi (Sallallâhu
aleyhi vesellem)in yemediği, giymediği bulamadığından mıydı? Hz. Hatice
(Radiyallâhu anhu) Validemizin bin devesi ile kervancılığa çalışırdı. Hz. Ebû Bekir
(Radiyallâhu anhu) seksen bin altını, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e

284
verdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bulamadığından değil, fakirlere
dağıttığından, 673 riyazet (nefsiyle mücahede) yaptığındandı ki,
Nefisle mücahede: az uyumak, az yemek,674 dünya kelâmını az konuşmak -
tır.675 "Açlık hikmetin bulutudur."676 vb.gibi hadîslerin mucibince Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) arpa ekmeği ile yağsız, tuzsuz çorba yiyip, kibir,
gurur gelmesin diye yeni elbise giymeyip böylece riyazet yapardı. Bir adam:
"Ben, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ibadetle çalıştığı gibi çalışmak
istiyorum." derse, ona Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığı
mücahedeyi, Hıra Mağarasına çekilip yalnız çalıştığı gibi çalışmayı tavsiye eder veya
evinin köşesine çekilip riyazetle çalışmasını, dünyadan elini çekmesini söylersin.
Müslümanlığa yeni heveslenen kişiye d e :
" K o l a y l ı k g ö s t e r i n , z o r g ö s t e r e n d e n o l ma y ı n . M ü jd e c i o l u n , k o r k u t u cu
o l ma y ı n . H e veslendirici olun, nefret ettirici olmayın." 6 7 7 hadîs-i şerifine göre
sö ylemen lazım. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in son zamanlarında
birçok yerler fetholundu. Her üç ayda bir zafer kazanılırdı. Harbsiz üç ay geçti mi,
atına biner, kılıcını eline alır ve:
- Allâhu Teâlâ her Peygamberin rızkını bir yerden verdi, benim de rızkımı
bu kılıcın gölgesinden verdi. Vuracağım kâfiri 678alacağım malını yiyeceğim. Allâhu
Teâlâ için sizi cihada (harbe) davet ediyorum, buyurarak ashabı Allâhu Teâlâ için
cihada çağırırdı.
Kâfir padişah, beyleri ve kumandanlarının büyük bir bölümü Peygamberimiz (Sal -
lallâhu aleyhi vesellem) ile harbetme korkusundan hediye olarak Peygamberimiz (Sallal -
lâhi aleyhi vesellem)'e mal, para, eşyayı çok gönderirlerdi. Bu nedenle malı gayet çoktu.
Ama her geleni Allâhu Teâlâ'nın yoluna verir, infak ettikçe (yedirip, içirip, dağıttıkça) da
yenisi gelirdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Sizden biriniz ölürse, ben ona kendi babası, oğlu 679
ve kardeşinden daha
yakınım, borcunu ben vereceğim, malı mirasçılarına kalsın" buyururdu.
Dört kulplu bir sinisi (tepsi) vardı.6 8 0 Üzerine bir kat pilav, bir kat et
konularak yığılır, dört kulpundan dört babayiğit adam tutar ortaya getirirlerdi. Pilavın ve
etin yığınından bu taraftaki oturan karşı taraftakini görmezdi. Yedi yüz ashâb-ı suffa ve
bir onun kadar da misafir o sininin etrafında nöbetleşe yemek yerlerdi. Sinideki yemek
bitince yerine diğer sini gelirdi.
Yetmiş keçisi, yüz sağımlık devesi vardı. Kesimlik devesi çok daha fazla idi. 681
On yedi cins atı vardı. O atların birisi Arabistan koşularının tümünü kazandı.
Koşuda çok terlediğinden, 682 Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) terini siliyordu
ve "Bahir (deniz) oldun." diyordu. O atın ismi Bahir (deniz) kaldı. Vefatından
sonra Taifteki hurma bahçesini iki yüz bin altına sattılar. Kâfir krallarının:
"Muhammed kıyımsız, bu kadar zengin olduğu halde üzerine ağır, pahalı bir elbise alıp
giymiyor." demeleri üzerine yüz deve pahasına bir kürk diktirdi. Kâfir kralları ile
konuşurken onu giyer, ashâb-ı suffa ile konuşurken de onların elbiselerine benzer elbise
giyerdi, deyince mağazacı kalktı, elimi sıktı ve:
- Teşekkür ederim hocam. Bu adam beni dinden çıkardı. Sen de beni tekrar müslüman
ettin. Peygamber dediğin de böyle olması lazım canım, dedi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabı bir harbte zafer kazanıp, bir
çok ganimet malı ile geri döndüler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem); bu
ganimet malından yeni müslüman olan bir beye yüz deve; Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu
anhu),Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu), Hz. Ali (Radiyallâhu
anhu)'ye birer deve verdi. Ashâb:
- Yâ Rasûlullah! Zaferi Ali kazandı sayılır, O'ndan daha fazla harbeden olmadı.Malı
nın tümünü Ebû Bekir verdi. Ömer ile Osman da çok mal verdiler, fedakârlık yaptılar.
Bu bey ise hiç harbetmedi. Niçin onlara birer deve verdin de, bu beye yüz deve verdin?
deyince, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Yüzü üstü cehenneme düşmesin diye yüz deve verdim. Kendisi bey, harb

285
yapmayıp yararlı bir iş göremediğini düşünmez. Bir deve, beş deve, on deveyi azsınır (az
görür).Bana niçin az verdi, der: Ben, Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'ye birer deve
verdim. O birer deveyi de vermesem akıllarına hiç bir şey gelmezdi. Ama buna az
verirsem az bulur, bizden soğur, İslâmiyet'ten çıkar, yüzü üstü cehenneme düşer diye
korktum. Onun için yüz deve verdim, buyuruyor.
Ashabın içinde münafık, fâsık veya imanı zayıf olanlardan bazıları yine itiraz
edenler683 ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanına gelip "Taksimatı
doğru yap."684 diyenler olurdu.
Giresun'da bir kadın öğretmen Allah yok diye iddia ediyor. Kendi bilgisine çok
güveniyor. Bu kadın öğretmene diyorlar ki; "Bir Bilâl Hoca var. Karşısında kimse
konuşamıyor. Eğer O'nu da susturursan, senin tahsilli olduğunu biliriz." Öğretmen, Bilâl
Babamın yanına kadar geliyor.
- Ben seninle imtihan olmaya geldim. Ben Allah yok diyorum. Sen var diyorsun.
Ben sana, Allah'ın yokluğunu isbata çalışacağım. Yalnız bana âyet, hadîs, kitap okumaya
caksın. Gözle görülen, elle tutulan şeylerle birbirimizi iknaya çalışacağız. Sen kazanırsan
söz veriyorum, senin tarikatına girip namaza başlayacağım. Ben kazanırsam, sen tarikatı
terkedip, sakalını keseceksin. Ben, sana Allah'ın yokluğunu isbat edeceğim. Sen ise bana
Allah'ın varlığını isbata çalışacaksın. Hangimiz kazanırsak diğeri ona tâbi olacak,
Bilâl Babam:
- Olur. Öğretmen soruyor:
- Gözle görmediğin, elle tutmadığın, kokusunu almadığın bir şeyin varlığını ne ile
tasdik edersin? Allah'ı gözle gören var mı? Yok. Sen diyorsun ki, şu odanın içinde birşey
var. Ben diyorum ki yok. Sana soruyorum, Allâhu Teâlâ'yi gözünle gördün mü? Elinle
tuttun mu? Kokusunu aldın mı? Dokundun mu? Hiçbirisi yok. öyleyse bu odanın
içerisinde hiç birşey yok. Aynı onun gibi, Allah'ı gören, konuşan, kokusunu alan,
dokunan yok. Demek ki, odanın içinde birşeyler olmayıp hayal ettiğin gibi Allah var
dediğiniz de yine aynıdır, diyor. Bilâl Babam cevap veriyor:
- Seninle ikimiz düz bir ovada gittiğimizi farz edelim. Yolumuzun üzerinde bu ev bü-
yüklüğünde bir taş dört ile beş metre kadar yerden yüksekte havada dönüyor. Ne yaparsın?
öğretmen:
- Nasıl, ne şekil döndüğünü, kim tarafından, hangi kuvvetle döndürüldüğünü araştı-
rırım diyor. Babam:
- Ay, güneş ve yıldızlar dönüyor. Bu dünya da dönüyor. Bunların her birisini birer
taş kabul edelim. Allâhu Teâlâ yoksa bunlar kim tarafından, nasıl döndürülüyor. Araştır
bana haber ver. Öğretmen sükut ediyor. (Babam da bir âdet vardı ki, itiraz edecek adamın
yapacağı itiraz aklına gelmezse ona hatırlatırdı.) Babam cebinden cep saatini çıkartıyor,
orta yere koyuyor:
- Senin için bir çıkar yol var. Sen, şu saat nasıl dönüyorsa, ay, güneş, yıldızlar, dün
ya da bu saatin her bir parçası gibi kendi kendine kurulmuş. Saatin döndüğü gibi kendi
kendine dönüyor diyeceksin. Başka çıkar yol yok. Öğretmen:
- Tamam, öyle. Bu saat gibi kurulmuş, kendi kendine dönüyor. Babam diyor ki:
- Bu saatin zembeleğî, yelkovanı, saat, dakika, saniye sayan ibreleri, içinin
dişlileri, aletleri bir fabrikadan, bir usta elinden geçmezse bu saati yerli yerince takan
bir insan 'ustası olmazsa, bu saat kendi kendine yapılır, kendi kendine takılır, kendi
kendin çalışır mı? deyince, öğretmen yine sükût ediyor.Babam:
- Saat kendi kendine yapılmaz, kendi kendine takılmaz ve çalışmazsa bu dünya,
ay, güneş ve yıldızlarda nasıl kendi kendine yapılır, nasıl kendi kendine döner? Babam
üçüncü soruyu soruyor:
- Herşeyin bir istinatgahı (dayandığı), kuvvet aldığı bir yer var mı? Öğretmen:
- Evet, diyor. Bilâl Babam:
- Meselâ; bir ağaç kökünden kuvvet alıyor, ağaç kökünden kuvvet almazsa, ağaç çürür
ve yıkılır. Bir evin temeli onun istinatgahıdır. Temel çürükse ev yıkılır. Evi tutan,durduran
temeldir. Bunun gibi herşeyin kuvvet aldığı bir yer vardır, İnsana yaşama gücü veren, za

286
hirde, görünürde yemek yemek, hava almak, su içmek, bunlar azalırsa hasta olur. Kesilirse
ölür. İnsanın zahirde istinatgahı da budur. Şimdi sana soruyorum. Ay, güneş, yıldızlar
ve bu dünyanın istinatgahı, dayandığı, kuvvet aldığı yer neredendir, neresidir, kimdir?
Öğretmen yine sükut ediyor. Bilâl Babam:
- Allah'tır de, korkma, Allah'tır de. öğretmen:
- Evet haklısın! diyor. Babam:
- Bir saat evvel ki, verdiğin sözü yerine getirmen lazım. Sen hem tarikata gireceksin
hem namazını kılacaksın, öğretmen:
- Ben ancak sana verdiğim söz kadar yerine getiririm. Ben, sana namaz kılarım dedim.
Ama dudağımı boyamam demedim, saçımı örterim, uzun kollu giyerim, başımdaki şap
kayı çıkartırım demedim, diyor. (Çünkü o zaman, kendisi öğretmen, mevsimlik şapka
giyordu. Kumarhanede kumar oynuyordu. Maksadı:"Beni bu vaziyetle kabul et" diyecek.
Babam: "bu vaziyette olmaz" deyip kabul etmeyecek. Kendisi de:"Ben sana sadece ver
diğim söz kadar yerine getiririm, başım açık namazımı kılarım, başkasını yapamam,"diye-
cek.) Bilâl Babam:
- Sen namazını evinde kıl, namaz kılarken başına yatak çarşafı gibi birşey ört, üze-
rine uzun sabahlık gibi birşey giy. Kadınların cum'a mevlitlerine ve cum'a hatimlerine
devam et. Çarşıya nasıl çıkarsan çık, buyurdu. Aynı öğretmen bir ay kadar sonra Babamın
yanına geldi. Başı örtülü idi. Bilâl Babam:
- Sen başını örtmeyecektin, neden örttün? deyince, öğretmen:
- Ben başımı açmaya utanıyorum! dedi.
(Sûre-i Hûd, Ayet 114)
"Gündüzün iki tara fında (sabah ,Öğl e v e ikindi ) gecenin de yakın saatl erin
de (ak şam v e yat s ı ) n a ma z k ı l , ç ü n k ü i y i l i k l e r , k ö t ü l ü k l e r i ( g ü n a h l a r ı )
g i d e r i r . B u ö ğ ü t a l ma k i s t e y e n l e r e (güzel bir) hatırlatmadır."
Ayette iyilik kötülüğü giderir buyuruluyor. Ders alıp, teşbih, ders çekmesi, evin-
de başını yatak çarşafı ile örtüp, sabahlık giyip, Kur'ân dinlemesi, hatim çekmesi işte bu
iyilikler; açık gezdiğini, dudağını boyadığını, kadın olduğu halde mevsimlik şapka giydiği-
ni, giderdi,
(Sûre-i Nahl, Ayet 97)
"Her kim ameli salih işlerse ister erkek, ister kadın hakkı i l e de
m ü ' m i n o l u r s a o n a yeniden hayat-ı tayyibe (temiz bir hayat) veririm." Bu hayat
cennet hayatıdır. Evvelki hayatı ölür, yeni hayat veririm demektir.
Allâhu Teâlâ bu dünyada zâten bir hayat vermiş. Çalışanlara dünyada iken ikinci
temiz bir hayat vermesi, bu dünya hayatı değil, ölmeyen, kendisiyle beraber kâbire giren,
mahşerde beraberinde olan cennette devam eden o hayattır.. Onun için o hayata eren
Evliyalar ölmezler!
"Siz, Allah yolunda ölenlere "Ö lül er" demey i ni z. Lâ kin onl a r di ri di r, siz
b il emezs ini z! " 6 8 5
Öğret m end e d e ayn ı s ı ol d u. Evvelki hayatı öldü, yeni bir hayat buldu.
(Sûre-i Ankebut, Ayet 45)
"(R as û l 'ü m !) S a n a v a h y ed i l e n Ki ta b ' i o k u v e n a ma zı k ı l Mu h a k k ak k i
n a ma z, h a y â s ı zl ı k t a n v e k ö t ü l ü k t e n a l ı k o y a r . A l l a h ' ı z i k r e t m e k ( z i k r u l
l a h ) b u h u s u s t a d a h a b ü y ü k t ü r . Allah yaptıklarınızı b i l i r . ".
Yalnız namazın kötülükten alıkoymadığını, hem namaz, hem zikrullah birleşirse
kötülükten alıkoyacağını Allâhu Teâlâ, âyetle buyuruyor.
Eve gelen elektrik ceryanına (bir faz bir nötür'e) ikinci faz teli eklenmedikçe, sanayi,
fabrika çalıştırmaz. Şeriat ev cereyanı gibi, tarikat sanayi cereyanı gibidir. Bir de onu
taşıyabilecek trafo lazım. Bu da Şeyhtir. O kablonun hacmi önemlidir. Bunlar hakiki
Şeyhin maneviyatı ile olur. Birisi eksik olursa olmaz. Şeyhin de tam hakiki olup

287
çalıştırabilmesi lazım. Şeyha Allâhu Teâlâ'nın verdiği meziyetlerin birisinde eksiklik
olursa o trafo arızalıdır. Hatta kendisi Evliyayı kümmelin olsa bile Mürşid-i Kâmilin
olmadıktan sonra onun trafosu, kablosu bu yükü taşıyamaz. Müridin inkisara düşmesine,
meczup olmasına veya manevi bir takıntıda kalmasına, oradan geçememesine sebeb olur.
Bu vaziyette Hakk Teâlâ Hz. bütün manevi cereyanları üreten barajları gibidir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) o barajlardan aldığı üçyüz bin voltluk
cereyanı şehirlere getiren yüksek gerilimli kablo gibidir. Tarikat Pirleri o kablonun
ceryanını kullanılacak şekile getiren ana trafo üçyüz bin volttan, on bin volta düşüren
gibidir. Bu onbin volt cereyan evlerde, sanayide yine kullanılmaz. Meşayıhlar bu onbin
voltluk cereyanı evde, sanayide kullanılıp, fabrikaları çalıştıran cereyana çeviren trafo
gibidir. O Meşayıhların daha küçükleri ise ufak trafo gibidir. Büyük trafo küçük trafonun
yaptığını yaparda, küçük trafo büyük trafonun yaptığını yapamaz. Müridlerde, herkes
haline göre o trafodan cereyan alıp evde, sanayide kullanan gibidir. Aslında tarikat işi bu
dediğimiz cereyan misalinden çok daha hassastır. İşte aynısı oldu. Evde namaz kıldı, cuma
hatminde ise hem hatim hem de zikrullah edince bütün kötülüklerden alıkoydu. Bir ay sonra
Babamın yanına gelişinde uzun, kalın elbise ve siyah çorap giymişti. Yine Babam soruyor:
- Hani kıyafetini değiştirmeyecektin? Öğretmen:
- Utanıyorum, onun için giyiyorum, diyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) buyuruyor:
"Hayası olmayanın imanı olmaz." 686
İmanın gelebilmesi için haya ve utanmanın önce gelmesi lazım, İşte bu öğretmene de
kâmil bir imandan evvel, haya ve utanma geliyor. Biz Giresun'dan G.Anteb'e geldikten
birkaç sene sonra öğretmenin hacca gittiğini duyduk. Dönüşünde bizim köydeki evimize
geldi. Gördük ki, öğretmen tam tesettürlü, İslâma uygun giyimli, tam bir İslâm kadını.
Babamla aile fertleri birlikte ve o öğretmen yanımızda, köy hududunda medfun bulunan
Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu)'nin ziyaretine gittik.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bu dîn-i mubini kuruncaya kadar
kâfirlerle ne mücadeleler, ne uğraşmalar yaptı. Taif'den dönüşünde Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i taşladılar. C eb r ai l ( Al e yh i s s el âm ) ü ç d e f a g el d i .
" T a i f ’i y er i n d i b i n e b a tı ra c a ğ ı m. B u Al l â h u T eâ l â ' n ı n emri, senin de izin
vermen lâzım" 6 8 7 dedi. O sırada Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e ve
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'e devamlı taş değiyordu. Buna rağmen Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) iki seferinde de
"Batırma! ileride müslüman olurlar." diye yalvarıyor. Cebrail (Aleyhis selâm)
Üçüncü gelişinde:
''Allâhu Teâlâ senden bu sefer kesin bir söz istedi" d e y i n c e Pe ygamberimiz
(Sallall âhu ale yh i v esellem ):
"Bir hafta bekle. İçlerinden biri dahi müslü man o l u r s a b a tı r ma . Ş a y e t
b i r t a n es i b i l e mü s l ü ma n o l ma zs a b a t i r. " b u yu r d u . Bi r h a ft a b i t m e d e n önce bir
köle gelip müslüman oldu ve Taif batmaktan kurtuldu.
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) taş yarasından koma haline düştü. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'de atılan taşlarla çok yaralandı. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) ümmet olan için değil, ileride ümmet olacak için canını feda ediyor. Biz
ise müslümanların içinde bilmediğinden ötürü şu açık, şu çıplak, şu İslâmi tam yaşamıyor;
kendi müslüman, annesi-babasi müslüman bunların türünü çeşidini beğenmiyoruz.
Öyleyse niçin Bilâl Baba ve O'nun gibi konuşup bir şeyler anlatanlara da "Elini öptürdü,
şu caiz değil, bu caiz değil, İslâmi tam yaşamıyor." gibi sözler söylüyoruz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi veselem)'in evlenme işini i l k defa konuşan kim?
Arada kim vardı? Hiç kimse. Bir tek Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve Hz.
Hatice (Radiyallâhu anha) Validemiz ikisi başbaşa konuştu. Hz. Hatice (Radiyallâhu anha)
Validemiz Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i çağırdı ve:
- Sen niçin evlenmiyorsun? Ben sana bir kız buldum. O kızın kaşı şöyle, gözü şöyle,

288
endamı, vücudu böyle, diye kendi kendini tarif etti. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)
- Senin baban çok zengin, çok başlık ( k a l ı n ) i s t er. Hz. Hatice (Radiyallâhu anha)
Validemiz:
- İstediği parayı ben vereyim. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Benim kendi kazancım olmalı, buyurdu. Hz. Hatice (Radiyallâhu anha)
Validemiz:
- Öyleyse benim develerimi, kârı yarı yarıya çalıştır, 688 dedi. Öyle yaptılar. Peygam
berimiz (Sallallâhu aleyhi veselem)'de bir kadınla gizlice konuşuyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi veselem)'de İslâmi yönde inceleme yokmu idi? Hz.
Hatice (Radiyallâhu anha) Validemizin ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi veselem)'in
yaptıkları yanhşmıydı?
Bir kız (kadın) bir erkekle konuşurken sesi düzgün çıkmasın diye dilinin altına taş
almalı veya dini konuda olsa bile hiç bir şey konuşmamalı, diyorlar. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) ile Hz. Hatice (Radiyallâhu anha) Validemiz gizli olarak
evlenmeleri hakkında konuşmuşlar.
Bunlar dillerinin altına taş alarak mı konuştular? Ayette
"Allâhu Teâlâ işitendir, bilendir" 6 8 9 buyuruyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in konuştuğunu Allâhu Teâlâ işitmedi mi? O'nun gelmiş ve gelecekteki
günahlarını affetmedi mi? "Allâhu Teâlâ gelmiş ve gelecek günahlarını affetti." 690 Bu
âyete göre; Sen Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yanılsa bile Allâhu Teâlâ
affetmiştir, diyeceksin. Fakat bize yanlış gibi olurda, aklımızın yetmediği hikmetli olan
çok az bir yanılma ile "Nefsine sabret" 691 buyuruyor. Bu bir nevi tekdirdir. Bunda
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ashâb-ı suffayı yanından kaldırmasında
tekdir geliyor. Hz. Hatice (Radiyallâhu anha) Validemizle yalnız konuştuğunda âyetler
gelmeye başlayınca niçin onun hakkında uyarıcı tekdir gelmiyor.
Bedir Cenginde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e hemen tekdir âyeti
geliyor. Kadınlarla konuşması hakkında hiçbir tekdir âyeti yoktur. Allâhu Teâlâ bunu
normal karşılıyor.
(Sûre-i Mücadele, Ayet 1)
"Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah'a şikayette bulunan
k a d ı n ı n s ö z ü n ü A l l a h işitmiştir. Allah s i z i n konuşmanızı i şi ti r. Çünkü Allah işiten-
dir, bilendir."
Arablar arasında "Zıhar" denen bir âdet vardı. Şöyle ki; bir adam karısına "Sen
anamın sırtı gibisin" diğer bir değimle "senin bacağın annemin bacağına benziyor" dedi
mi, kadın o erkeğe haram sayılır ve ebediyyen kocası tarafından terkedilmiş olurdu.
Ashâbtan Evs ibn-i Sabit de karısına kızıp bu sözü söylemişti. Karısı Havle, Hz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e gidip genç yaşında kocasına hizmetler
ettiğini, çocukları olduğunu o sözü söyleyerek kendisini perişan duruma düşürdüğünü
anlattı ve Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den tekrar kocasına dönmesi için
hüküm istedi. Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de "Sen ona haramsın" dedi.
Kadın, küçük çocuklarına üzüldüğünü söylüyor ve bir hüküm vermesini Allâhu Teâlâ'nın
elçisi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)den tekrar tekrar istiyordu. Nihayet
Allâhu Teâlâ'nın elçisinde vahiy hâli belirdi ve bu âyetler indi. Böylece Allahu Teâlâ, o
eski geleneğin yanlış bir zandan ibaret olduğunu, böyle sözle kadının kocasının anası ola-
mayacağını bildirdi. Ancak böyle bir söz söyleyene de fakirlerin lehine olmak üzere bir
ceza koydu. Konan cezalar aşağıdaki âyetlerde belirtilmiştir.
Kendi ailesini, annesine benzeten (zihar yapan) ve annesini kötü görenin nikâhı
gidiyor. Nikâh ağır şartlarla yerine geliyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ailesi bizim annemizdir." 692 Sen
kendi annenin Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile konuştuğunu beğenmiyor
musun? Niyet düzgünlüğü herşeyi halleder. Niyet bozukluğu herşeyi fesad eder. İkisinde de

289
niyet düzgün, kötü bir niyet yok. Bizce Peygamberimiz, (Sallallâhu aleyhi vesellem), bir
kadınla yüz bin sene evlenmesini konuşsa kalbimize zerre kadar birşey gelmez.
“(Sûre-i Mücadele, Ayet 3)
"Kadınlardan zıhâr i l e ayrılmak isteyip de sonra söylediklerinden
dönenlerin karılarıyle temas etmeden Önce bir köleyi hürriyete kavuştur-
m a l a r ı g e r e k i r . S i z e ö ğ ü t l e n e n budur. Allah,yaptıklarınızdan haberi olandır."
(Sûre-i Mücadele, Ayet 4)
"Buna imkan bulamayan kimse (eşi ile) temas etmeden önce aralıksız
o l a r a k i k i a y o ru ç tu t ma l ı d ı r, b u n a da g ü cü y et mey en , a l tmı ş f a k i ri d o y u rur
B u (h afi fl et m e), A l l a h ' a v e R a s û l ' ü n e i n a n m a n ı z d a n d o l a y ı d ı r . B u n l a r
A l l a h ' ı n h ü k ü m l e r i d i r . K â f i r l e r i ç i n a c ı b i r azap vardır."
Fakir ise hiç bir şey yapamıyorsa, seher vaktinde bol istiğfar çeker, tevbe eder.

(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 1, Hadîs No: 188)


"...Aişe (Radiyallâhu anha)'den şöyle söylediği rivayet olunmuştur:
İşitmesi bütün sesleri ihata eden Allah'a hamd olsun. Yemin ederim ki
m ü c a d e l e c i k a dı n Pey g a mb eri mi z (S al l all âh u al eyh i v es ell em )' e g eldi . B en de
o da nın bi r k en a rınd a id i m. O ( k a d ı n ) e ş i n i ş i k â y e t e d i y o r d u . B e n o n u n
s ö y l e d i k l e r i n i i ş i t m i y o r d u m . B i r a z s o n r a A l lah; Mücadele sûresini indirdi."
Bazı hocalarımızın, din adamlarımızın sofuluk yapıp kılı kırk yardıkları gibi değildir.
Benim çok iyi bildiğim bir hoca yaşı kırk civarında, evli, ikinci bir hanım alacak, onunla
konuşmak için motorsiklete binip, gece gizlice nişanlısının evine giderek nişanlısı ile
konuşuyor. Bir genç nişanlısıyla konuşursa veya ikisini bir arada otururken görse hutbeye
çıkıp: "Bu bizim dinimizde yoktur, göz zinası oluyor" gibi sözler söylüyor. Hem de
fazlasıyla kendi yapıyor. Burda da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hz. Hatice
(Radiyallâhu anha) Validemizle evlenmelerini gizlice konuşuyor. En iyisi Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vessellem), o yaptığına göre demek ki, arada konuşan olmayınca
konuşabilir yapabilirmiş.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 10, Hadîs No: 1553)
" Aişe (Radyallahu anha)'den rivayete göre şöyle demiştir:
- Ben altı yaşında bir kız iken Nebi (Sallalâhu aleyhi vesellem) beni akd
ve nikah eylemişti. (Üç sene sonra) biz Medine'ye hicret ettik. Haris ibn-i Hazrec
oğullarının menziline indik. Müteakiben ben, sıtmaya tutuldum. Bu cihetle saçım
döküldü. (Hastalıktan kurtulduktan sonra) saçım gürleşti, uzayıp omuzlarıma döküldü.
Bir kere ben, arkadaşlarımla beraber salıncakta oynarken annem Ümmü Rûman
bana doğru geldi ve beni çağırdı. Ben de annemin yanına geldim. Beni ne edeceğini
bilmiyordum. Annem elimi tuttu. Tâ evin kapısı önün (e geldiğimizde ora)de beni
durdurdu. Ben de yorgunluktan kaba kaba soluyordum. Nihayet soluğum biraz yatış
tı. Sonra beni eve koydu. Evde Kusardan bir takım kadınlar hazır bulunuyordu.
Bunlar bana:
- Hayır ve bereket üzere geldin, hayırlı kısmet getirdin! di(ye alkışla)dılar.
Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar da benim kılığımı, kıyafetimi düzeltti
ler ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e teslim ettiler. Beni hiç bir şey sık
madı. Ancak Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i habersiz görünce sıkıldım.
[Peygamberimiz (Sallallâhu aleyehi vessellem)] bir sedir üzerinde oturmuştu. Yanında
Ensâr erkeklerinden, kadınlarından oturanlar vardı. Beni Peygamberimiz (Sallallahu
aleyhi vesellem)'e takdim ettiklerinde ben dokuz yaşında b i r kızdım."
Kızın yaşı küçük olursa baba ve annesinin (velisinin) rızası ile evlenebilir. On sekiz

290
yaşında ise hem babasının-annesinin rızası, hem de kendinin rızası olması lazımdır. Kız
yirmi iki yaşında ise annesinin, babasının rızası olmadan bir tek kendi rızası ile
nikahlanabilir.
Peygamberimiz (Sallallâhıı aleyhi vesellem)'in yanında erkekler ve kadınlar
oturuyorlar. Demek ki ilim meclisinde oda geniş olursa erkeklerde kadınlarda vaazı
dinlemek için bir oda içerisinde isterlerse oturup dinleyebilirlermiş. Şart; Şeriatın emrine
uymak ve yasaklarından sakınmaktır.
Bana: "Hangi görüştesiniz?" diye soruyorlar. Ben dedim ki: Islâmda görüş olmaz,
âyet ve hadîs ne diyorsa o olur.
İmam-i Şafii Hz., İmam-i Azam Efendimizin fetva kitaplarını okuyup çok memnun olmuş.
Kendini görüp konuşayım diye bulunduğu yere geldi. İmam-i Azam Hazretlerini şehit
etmişlerdi. Bu nedenle kabrine geldi:
- Yâ İmam! Senin kitaplarını okudum, çok beğendim. Mezheb hususunda çok güzel
buluşların görüşlerin var. Aslında sağ iken seninle başbaşa kalıp konuşmak isterdim. Ama
bu imkansız. Sen hayatta sağ olsaydın, seninle konuşup kitabında yazdığın iki mevzuya "lâ
(yok, öyle değil)" diyecektim" dedi. İmam-i Azam Hazretlerinin kabrinden bir ses:
- Lâ ilahe illallah Muhammed Rasûlullah! Yok de bakalım." İmam-i Şafii Hz.:
- Bir kimse Lâ ilahe illallah Muhammed Rasûlullah (Allah birdir, Muhammed Allah'ın
hak Rasûl'ü)" sözüne itiraz ederse o kâfir olur" dedi. İmam-i Azam Hz.;
- Öyleyse ben âyet ve hadîssîz hiç bir şey yazmadım. O "lâ" diyeceğini âyetle hadîsle
karşılaştır, ondan sonra "lâ" de" dedi. İmam-i Şafii Hz., Imam-ı Azam Hz.'nin o sözlerini
âyet ve hadîslerle karşılaştırdı. Hem âyette hem hadîste aynısını buldu, gördü. İmam-i
Azam Hz.'nin kabrine seslendi ve dedi ki: "Ben yazdığım mezheb kitaplarını dağıtmadan
evvel seninle konuşsam, böyle ikna olsaydım bu mezhebi hiç kurmaz, kitapları dağıtmaz,
senin mezhebinle amel ederdim. Ama ne yazık ki, ben yazdım ve dağıttım." dedi.
Yani senin görüşünü tam beğendim, kurduğun mezhebe heveslendim. Ama ben mezheb
kitaplarıma görüşlerimi yazıp dağıttım. Kendi mezhebi üzerinde durmam lazım, demek
istiyor.
İmam-i Şafii Hz. ve kurduğu mezhebi de çok büyüktür! İmam-i Azam'ın âyete ve
hadîse tam uygun bir çift sözü kocaman mezheb imamı, İmam-i Şafii Hz. doksan derece
dönüş yaptırıyor. Kurduğu mezheb âyete ve hadîse tam uygun, getirilen misaller âyet ve
hadîse tam mutabık olduğu halde İmam-i Azam Hz.'nin buluşlarına hayran kalıyor ama
âyete hadîse ters zannettiğini kabul etmiyor. Bir çok kimseler de kulaktan kulağa duyma
ile âyete, hadîse hiç uymasa bile kendine öğrettikleri şekilde onu hemen kabul ediyor. Bir
âlimin, âyetle, hadîsle, edille-i şer'iye ile getirdiği delilleri değil; ünvanına tahsiline, halk
arasında övülmesine, kelâm-ı kibar konuşmasına kıymet veriliyor. Halbuki Allâhu Teâlâ
yanında bunlar geçerli değil bir tek âyet ve hadîs geçerlidir.
Yarın mahşerde dört imamın dördüde şefaatçi olarak mizan, terazisinin başında
dururlar. Çünkü:
"O g ü n d e k i ms e k i ms ey e ş ef a a t ed e me z . Ya l n ı z Al l a h ' ı n i z i n v er mi ş
o l d u ğ u k i ms el e r ş e f a a t eder." 693 Ayetine göre bunların dördünede şefaat etme izni
verilir. Bir insan Hanefi mezhebince yanlış, Şafii mezhebince doğru bir işi bilmeyerek
(yanılarak) yapmışsa İmam-i Şafii Hz.: "Bu adam benim mezhebimce amel etmiş." der ve
şefaat eder kurtarır. Şafii mezhebinde olup, Şafilerce caiz olmayan fakat Hanefilerce caiz
olan bir iş yapmışsa ona da İmam-i Azam Ebû Hanife (Rahmetullahi aleyh) Hz. şefaat
eder, kurtarır: "Bu benim mezhebimde vardı, benîm mezhebim ile amel etmiş olabilir."
der kurtarır. Ömründe birkaç sefer böyle olmuşsa kurtarır. Ömür boyu mahsus, kasıtlı
olarak yapmışsa, yaptığı da belli olursa, kurtarmaz. Diğer iki mezheb sahibi İmam-i Mâlik
ve İmam-i Hanbeli (Rahmeluilahi aleyh) Hz. de aynı şekilde şefaat eder kurtarır
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in yanına Mekke beyleri geldi;
- Bizimle niçin en son bayramlaştın? İlk defa bayramlaştıkların zamanında bizim
kölelerimiz, çobanımız, hizmetçimizdi." dediler. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu):
- Bizde ağaya, beye, zengine, kelâm-ı kibar konuşanlara, nezaket kurallarına uyana
değil, Islâmiyete ilk girene, Islâmiyeti mü'minler arasında yaymak için en fazla fedakârlık

291
gösterene kıymet verilir. Bedir ve Uhud çenginde siz bizimle düşman olup, bizi yok
etmeye çalıştığınız zamanlar da bunlar bizimle elele, omuz omuza verip bu dîn-i
mubini ihya ettiler. Tâbi ki nezaket kurallarını bilmeseler de, kelâm-ı kibar
konuşmasalar da siz bunlar gibi olamazsınız. Şu günkü durumu ne kadar çok eksik
olursa olsun siz onlara yetişemezsiniz," buyurdu.
1992 yılı Hac mevsiminde Kâbe-i Muazzamada "TAHKlK VE İZAH Kitab ve sünnet
ışığında Hac, Umre ve Ziyaret" başlığında bir kitapçık özel olarak Türk kadın hacılara
dağıtılmıştır. Bir kardeşimizin getirdiği bu kitapçığın 29. sayfasında:
"Kadın yüzünü örtmesin ve eldiven takmasın." Bu hadîs-i, Buhâri rivayet etmiştir.
Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz:
"Biz, Peygamber ile beraber bulunduğumuz zamanda bazı yolcular, bize yaklaştığı
Zaman biz örtüyü yüzümüze indiriyor, geçtikleri zamanda kaldırıyorduk."
Bu hadîs-i şerifi Ebû Dâvûd ve ibn-i Mâce tahric etmiştir. Aynı şekilde kadının ellerini
elbiseleri ile ve başka birşeyle örtmesi caizdir (doğrudur). Hatta yabancı erkeklerin
yanında bulunursa yüzünü ve ellerini örtmesi gerekir. Çünkü o avrettir. Zira Allâhu Teâlâ
şöyle buyuruyor:
"Ziynetlerini kendi kocalarından başkasına göstermesinler." 6 9 4 Şüphesiz
yüz ve eller en mükemmel ziynetlerdir. Allâhu Teâlâ yine şöyle buyuruyor:
O'nun(Hz.Muhammed'in)zevcelerinden l ü z u m l u b i r ş e y i s t e d i ğ i n i z z a m a n
p e r d e a r d ı n d 695
a n i s t e y i n . B u h e m s i z i n k a l b l e r i n i z hem onların kalbleri için
daha temizdir." diye yazıyor.
Halbuki Kur'ân-ı Kerim'de; "Mü'min kadınlara da söyle; görünen kısımları
müstesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler." 6 9 6 buyuru yor. Burada
görünen kısımlar özellikle vurgulanıyor. Belli ki görünen kısımlar el, yüz ve ayaklardır.
Yukarıda kendilerinin de yazdığı, Buhâri'nin de rivayet ettiği hadîsi bu âyet tasdik
etmektedir.
(Sûre-i Ahzab, Ayet 53)
"Ey iman edenler! Bir yemek için size i z i n verilmiş olması hâli
m ü s t e s n a , P e y g a m b e r ' i n evlerine girmeyin (yemeğe çağrılıp da girdiğiniz vakit
de) yemek kabını gözetlemeyin. Dav e t e d i l d i ğ i n i z v a k i t g i r i n . Y e me ğ i
y e d i ğ i n i zd e h e me n d a ğ ı l ı n ( ye m e k t e n s o n r a ) s o h b e t e dal mayın. Çünkü bu
hareketiniz Pey ga mber'i ü züyor. Faka t O (size bunu sö yl emekten ) uta n ı y o r d u .
A ma A l l a h , h a k k ı s ö y l e m e k t e n ç e k i n m e z . P e y g a mb e r ' i n h a n ı ml a r ı n d a n
birşey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu hem sizin
kalbleriniz hem de onların kalbleri i ç i n daha temiz bir davranıştır. Sizin
Allah'ın Rasûl'ünü üzmeniz ve kendisinden sonra O'nun hanımlarını
n i k a h l a m a n ı z a s l a c a i z o l a m a z . Ç ü n k ü b u , A l l a h k a t ı n d a büyük (bir günah)
tır."
Diğer Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz hakkındaki hadîs-i şerifler ve
"Peygamber' i n eşleri sizin annenizdir. Onların özellikleri vardır." 6 9 7 âyeti
bunun için inmiştir. Bu mübarek âyette Rasûl-i Ekrem'in hane-i saadetine girmek için
ne gibi bir edebe riâyet edileceğini; O'nun ezvac-ı tahiratın (temiz eşlerinden) bir şeyin
ne suretle sorulabileceğini ve Peygamber-i Zişan'dan sonra O'nun muhterem eşleri ile
başkalarının akdî nikah da bulunamayacaklarını bu husustaki dini terbiyeyi ve sosyal hiz
metleri işaret buyuruyor. Konumuzda geçen: "Ey mü'minler! Rasûl-i Ekrem'in muhterem
zevcelerinden lüzumlu birşey (ev eşyasından, çanak, çömlek, elbise gibi şey) soracağınız
zaman hemen evin içine girmeyin. Onlardan perde arkasından sorunuz, isteyiniz! Onlarla
sizin aranızda bir perde bulunsun. Çünkü sizlere teklif edilen şey izinsiz hane-i
Nebeviyye'ye (Peygamberin evine) girilmemesi, fazla söz edilmemesi, lüzumsuz birşey
istenilmemesi, hem sizin kalbleriniz hem onların kalbleri için daha temizdir."
böyle bir hareket daha ziyade ahlâk-ı terbiye icabıdır. Kalbleri şeytanın vesvesesinden

292
uzak bulundurur. Çünkü Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in muhterem eşleri,
manen mü'minlerin valideleridir.Onların şerefleri pek fazladır. Onlara hürmet ve tazim de
bulunmak bizim en önemli vazifelerimizdendir. Peygamber eşlerine yapılacak hürmet ve
saygı, âyet-i kerime ile bize bildirildiği halde; Vehhabiler bunu kendi fikirlerine göre
yorumluyorlar.
A ye t t e : " G ö r ü n e n k ı s ı ml a r ı mü s t e s n a o l ma k ü z e r e z i y n e t l e r i n i t e ş h i r
e t m e s i n l e r . " b u yuruyor. Bunu Vehhabiler: "Ziynetlerini kendi kocalarından başkasına
göstermesinler. El, yüz ve ayak ziynettir." diye yorumluyorlar. Halbuki yukarıda izah
edilen âyet ve hadîse göre; "Görünen kısımları müstesna" diyerek ziynet
sayılmamaktadır. Suudi Arabistan bu ve benzeri şekilde Vehhabi (bâtıl mezheb) yanlış
görüşlerini Türk hacılarına ve dolaylı olarak Türk milletine yaymaktadırlar. Çünkü
Vehhabiler kendi görüşleri dışında olan bütün hadîsleri, mevdu (yalan), uydurma
diyorlar. Bu hususta kendi yanlış ve bâtıl fikirlerini islâm âlemine yaymaya çalışmak
tadırlar.
Inşallahu Teâlâ bu ve buna benzer bâtıl fikirler, bâtıl mezhebler (fırka-i dâlle) ile
ilgili geniş açıklamalarımız ileride ayrıca broşürümüzde yayınlanacaktır.
(Aşağıdaki yazı Kütüb-i Sitte, Cild 15, s.548-581'den alınmıştır.)

MUT'A NİKAHI MESELESİNİN İÇ YÜZÜ (Yasaklanışı)


1-) Mut'a cahiliye nikahıdır.
2-) Hz. Peygaınerimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bidayette yasaklamamış, ruhsat
tanımıştır.
3-) Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) sonradan yasaklamıştır.
4-) Yasak herkes tarafından duyulmamıştır.
5-) Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında yasak tamim edilmiştir.
6-) Yasak üzerine icma tahakkuk etmiştir.
7-) Şia'nın bu meseledeki tutumu.
1 -) Mut'a Cahiliye Devrinin Nikahıdır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimizin muhterem zevceleri
İslâm'ın yetiştirdiği en büyük fakihlerden biri olan ve insanlığın mâbihil (sebep olan)
iftihar büyükleri arasında yer almaya şayeste Hz. Aişe (Radiyallâhu 698 anha) bir
rivayetlerinde cahiliye devrinde dört çeşit nikahın tatbikatta olduğunu belirtir. Şarihler
(açıklama yazan kimse) başka rivayetleri de kaydederek cahiliye devrinde yedi çeşit
nikahın mevcudiyetini belirtirler. 699 Bu yedi çeşit nikahtan biri İslâmın da kabul ettiği
hâl-i hazır nikah şeklidir:
Kadın, velisinden taleb edilir, karşılıklı rızadan sonra mehir (nikah bedeli)
ödenerek müebbed nikahla evlenilir. Bir diğeri mut'a nikahıdır. 700 Bunun, cahiliye
devrinden intikal eden bir nikah olduğu hususunda her hangi bir ihtilaf mevcut değildir.
2-) Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Bidayetteki Ruhsatı: '
İslâm'ın benimsediği sünnî nikaha birçok yönden ters düşen mut'a nikahını
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir çırpıda yasaklamamıştır. Bu sebeple
mesele üzerine bize intikal eden rivayetlerin bir kısmı mezkûr ruhsatı aksettirir. Az
yukarıda açıkladığımız tedrîc (derece derece) prensibinin İslâmda esas olduğunu
bilmeyen veya kaale almayan bir kimse cehalet ve sui niyetle, bahsi tamamlayıcı diğer
hadîsleri görmeyerek veya görmezden gelerek sırf ruhsat ifade eden rivayetlere dayanarak
İslâm'ın mut'a nikahına ruhsat verdiğini söylemek suretiyle İslâm'a büyük bir iftirada
bulunabilir. Şimdi bu rivâyetlerden örnekler verelim:
Ruhsat ifade eden rivayetler umumiyetle İbn-i Mes'ud, Hz. Cabir, Seleme ibn-i'l-

293
Ekva, İbn-i Abbas, Esma bint-i Ebû Bekir, Hz. Muaviye, Ebû Saidi'l-Hudrî, Amr ibn-i
Hureys (Radiyallâhu anhu)'dan gelmektedir. . . . .
Meselenin yanlış anlaşılmaması için açıklamalara geçmeden iki noktayı peşinen
kaydetmek isteriz:
a-) Mut'a hususunda ruhsat ifade eden rivayet sahibi ashâbdan neshine (hüküm-
süz bırakma) dair de rivâyet gelmiştir.
b-) Hz. Ömer yasağı tamim edince hiçbir sahâbî buna itiraz etmemiş ve böylece yasak
hususunda icma (dağınık şeyleri bir araya getirme) hasıl olmuştur, ibn-i Mes'ud'dan
gelen bir rivayet şöyle:
"Biz Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'le savaşa çıkmıştık. Beraberimizde
kadın yoktu. Husyelerimizi burdurup kadınlaşsak olmaz mı? dedik. 701 Bunu yapmayı bize
yasakladı. Fakat bir giyecek (gibi basit ücret) karşılığında, kadınlarla bir müddet için
nikah yapmamıza ruhsat tanıdı. Abdullah ibn-i Mes'ud (görüşüne delil olarak) şu âyeti
okudu. (Meâlen):
"Ey İman edenler! Allah'ın size helâl k ı l d ı ğ ı t e m i z v e g ü z e l ş e y l e r i
k e n d i n i z702
e h a r a m e d i p t e h a d d i n i z i a ş m a y ı n . H a d d i n i a ş a n l arı Allah elbette
sevmez."
Hemen belirtelim ki, Müslim, hadîsin bir başka vechinde, âyetle istidlal işini ibn-i
Mes'ud'un yapmış olmasının sarîh olmadığını kaydeder. Bu durumda âyeti okuma işi ona
değil, ondan sonra gelen bir râviye aittir.
Bu hadîste ibn-i Mes'ud'un, mut'a nikahına ruhsat verdiği anlaşılmaktadır. Ruhsat
ifade eden diğer rivayet sahipleri hakkında söylendiği gibi, ibn-i Mes'ud için de: "Peygamberi -
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yasağını duymamış olabilir." yorumu yapılmıştır. 703 Ancak:
"îbn-i Mes'ud, bu rivayeti mut'a'nın neshedildiğini işitmezden önce yapmış olabilir." demek
daha doğru olacak. Zira Beyhâkî, İbn-i Mes'ud'un "Mut'a mensuhtur (hükmü kaldırılmış -
tır), onu İslâmın getirdiği, talâk, mehir, iddet (kocasından ayrılan veya 704 ölen kadının bek
leme süresi) ve miras gibi hükümler neshetmiştir." dediğini kaydeder.
İbn-i Abbâs (Radiyallâhu anhu)'ın bu meseledeki yeri daha dikkat çekicidir. Bazı
rivayetler, onun mut'a nikahına fetva verdiğini, bu yüzden Hz. Ali'nin ona sert çıktığını
ve:
- Sen şaşırmışa benziyorsun. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kadınlarla
mut'a yapmayı yasakladı, dediğini belirtir.705
Beyhâkî'nin bir rivayeti, bir ara, İbn-i Abbas'ın bu meseledeki fetvalarıyla sadece
Hz. Ali'nin değil, ehl-i ilm'in tarizlerini de üzerine çektiğini, ancak onun bu meseledeki
görüşünde direndiğini; öyle ki, bazı şairlerin şiirlerine bile hedef olduğunu belirtir.7 06
Ne var ki, sonunda ibn-i Abbâs da re'yinden rücu etmiştir (fikrinden dönmüştür).
Tirmizî, "...Sonra o, fetvasından mut'anın Rasûlullah tarafından haram kılındığı kendisine
haber verilince rücu etti, diyerek, 707 bilâhare şarihlerin: "Mut'a'ya fetva veren sahabeler,
onun neshedildiğini duymamış olanlardır." 708 şeklinde yapacakları yorumun isabetliliğini
te'yid eder. Nitekim ibn-i Abbâs nesihten haberdar olup Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in bu 709 husustaki beyanlarını öğrenince: "O, lâşe (leş) ve hınzır eti gibi haram
dır." diyecektir.
İbn-i Abbâs (Radyallahu anhu)'ın meşhur olan fetvasının mahiyeti hakkında
Hattâbî'nin Said İbn-i Cübeyr'den kaydettiği bir rivayeti kaydetmede fayda umarız: Said
îbn-i Cübeyr anlatıyor: İbn-i Abbâs'a dedim ki:
-Sen ne yaptığını, neye fetva verdiğini biliyor musun?"
Said İbn-i Cübeyr, hakkında yazılan şiiri okuyarak fetvasını nasıl istismar edildiğini
gösterir. Şiiri işiten ibn-i Abbâs şu açıklamada bulunur:
"Inna lillah ve innâ ileyhi râciûn! Allah'a yemin ederim ki, ben bu maksadla fetva
vermedim ve bunu hiç aklımdan geçirmedim. Ben, (mut'a nikahını), Allah'ın iaşeyi, kanı
ve domuz etini helâl kıldığı şartlarda helâl kıldım. 710 Mut'a sadece muzdar durumda
olanlara helâldir. O tıpkı lâşe kan ve domuz eti gibi (haram)dır.
Bu rivayeti kaydeden Hattâbî İbn-i Abbâs'm sözünden çıkabilecek; "zaruret halinde,

294
tıpkı leş, kan ve domuz etini yemek caiz olduğu gibi mut'a da caiz olabilir" hükmünün
yanlışlığını belirtir. Ona göre yanlışlık iki noktadan gelir:
Bu hükme giderken nassa dayanılmaz, kıyasa gidilmiş olur. [Halbuki nassın yani
Rasûllullah'tan açık hükmün bulunduğu yerde kıyasla hüküm verilmez. Mut'a nikahını
yasaklayan nass (şarihlik, açıklık, katîlik) mevcuttur.]
Mut'anın gıda hususunda muzdar kalana benzetilmeside hatadır. Çünkü gıda
bulamayan kimse hayati tehlikededir, ölmemek için haram yemesine izin verilmiştir.
Halbuki mut'a meselesi şehvetin galebesi ile ilgilidir. Burada kişi, hayati tehlike ile
karşılaşmayacağı için muzdar sayılmaz. Şehvete sabretmek mümkündür. Ayrıca şehvet,
oruç ve ilaç yoluylada kırılabilir, öyleyse "gıda" ve 711"şehvet" zaruret olmadan aynı
değerde değillerdir, dolayısı ile hükümleride farklıdır."
Kanaatimizce îbn-i Abbâs'ın fetvası, Hattâbî'nin dediği gibi "uzun gurbet", "ihtiyaç" ve
"fakirlik" gerekçelerine mebni(den dolayı) değildir. Nass bulunduğu zaman kıyas yolu ile
fetvaya gidilmeyeceğini İbn-i Abbâs (Radiyallâhu anhu) herkesten iyi bilmektedir. Fetva,
ulemanın ittifakla belirttiği üzere, bu meseledeki nasslardan haberdar olmama sebebine
dayanmaktadır.
İbn-i Abbâs gibi yüce bir sahabe hadîsi duymamış olabilir mi diye yapılacak bir
itiraza hemen cevap verelim:"Bu, pek tabii ve Hz. Ebû Bekir, Hz.Ömer (Radiyallâhu anhu)
gibi (hem de ilkler arasında yer alan) diğer büyüklerde de sıkça rastlanan bir durumdur."
Az ileride bu hususa tekrar dönüp örnekler vereceğiz.
Bu mevzudaki yasaklayıcı hadisleri muttali (haberli) olduğu devreye ait olduğu
anlaşılan bir başka rivayette İbn-i712 Abbâs şöyle demiştir: "Mut'a nikahı İslâm'ın bidayetin-
de caizdi. Kişi (ticaret malıyla) tanıdığı bir adamı bulunmayan bir beldeye varınca,
orada, kalacağını tahmin ettiği müddet için bir kadın ile mut'a nikahı ile evlenirdi. Kadın
da onan eşyalarını o müddet içinde muhafaza eder, meselesini islah, ederdi. Bu hâl şu
âyetin nüzulüne kadar devam etti (meâlen): "Ancak hanımlara ve cariyelerine
k a r ş ı m ü s t e s n a , b u n l a r l a o l a n y a k ı n l ı k l a r ı n d a n d o l a y ı k ı n a n m a z l a r " 7 1 3 İb 714
n-
i A b b â s d e v a m la: "Bu ikisi dışındaki bütün fercler (dişilerde tenasül aleti) haramdır"
der. İbn-i Abbâs'ın âyetten hareketle Mut'a nikahı i l e alınan kadının zevce sayılamayaca-
ğını hükmettiği belirtilmiştir. Zira âyette sadece zevcelerle milk-i yemin eden köle kadın
lar helâl addedilmektedir.715
Rivayetler İbn-i Abbâs'ın belirtilen bu görüşe varmazdan önce mut'a nikahı
hususunda sert çıkan Abdullah İbn-i Zübeyr'le de söz düellosuna girdiğini, Abdullah'ın
hudbede, ibn-i Abbâs'a tarizde bulunduğunu göstermektedir. İbn-i Abbas bu tariz üzerine:
"Annene sor, yalan mı söylüyorum!" der. Mesele annesi Esma bint-i Ebî Bekir'e intikal
edince Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında mut'anm caiz olduğunu
teyid eder. Rivayetin devamında ibn-i Abbâs'ın: "Mut'adan doğan Kureyş'lilerin ismini sa-
yabilirim." dediği belirtilir.716
İbn-i Abbâs (Radiyallâhu anhu)'ın bu meseledeki yerini İbn-i Hacer şöyle noktalar:
"İmamlardan bir cemaat, İbn-i Abbâs'ın mut'ayı mubah addetme (sayma) kanaatinde717yalnız
kaldığını cezmen belirtir. Bu meşhur bir meseledir ve nadir muhalefetten biridir."
1-) Fahreddin-i Râzî'nin de özetlediği üzere, bu meselede İbn-i Abbâs'tan üç ayrı
görüş rivayet edilmiştir:
2-) Mut'a mutlak olarak mubah,
3-) Zaruret halinde mubah,
Mensuh olduğunun ikrarı. 718 Şu halde meseleyi değerlendirirken, İbn-i Abbâs'ın
neshi işitmezden önceki fetvasını esas alarak onu mut'a nikahının lehinde göstermek ilme
ve dine ihanet olur, yüce sahabeyi kendi adımıza konuşturmak olur.
Hz. Cabir (Radiyallâhu anhu)'den gelen diğer bir rivayet, kendisine iki mut'a 719
konusunda ibn-i Abbâs'la Abdullah İbn-i Zübeyr'in ihtilafa düştükleri haberi ulaşınca
Hz. Cabir'in şöyle söylediğini belirtir:
Biz, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ın sağlığında her ikisini de yaptık.

295
Sonra Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) onları yasakladı, artık bir daha onlara dönüp tekrar
yapmadık.720
Hz. Cabir'den gelen bir diğer rivayette, O: "Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve
Hz. Ebû Bekir zamanında bir avuç hurma veya un kaşılığında birkaç günlüğüne mut'a nikahı
yapardık. Bu hâl Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in bunu, Amr ibn-i Hureys hâdisesi
721
üzerine yasaklamasına kadar devam etti," demiştir. 722
Ebû Saîdi'l-Hudrî'nin beyanında
"bir kadeh kavud" mukabilinde mut'a yapmışlardır. Tahavî ashâbtan Câbir gibi zâtların
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in yasaklamasına kadar mut'aya yer vermelerini,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den varid olan yasağı daha önce işitmemiş
olmalarına hamleder. 723
Görüldüğü üzere, ruhsat ifade eden rivayetin sahibi mut'a'nın bilâhare yasaklandığı
nı da tasrih ediyor. İbn-i Hacer der ki; "Hz. Cabir'in "yapardık" sözü bütün sahabeye şamil
ise "Bir daha dönüp tekrar yapmadık" sözü de bütün sahabeye şamildir. Dolayısıyla
mut'a'nın terkinde icma hâsıl olmuştur."724 Hz. Câbir'in: "Ebû Bekri's-Sıddık zamanında
da mut'a nikahı yapmaya devam ettiklerine" dair beyanı üzerine, buraya kaydını
muvafık gördüğümüz bir yorumu İbni'l-Arabî yapmıştır. Der ki: "Bu, halkın, Sıddık
zamanında çıkan irtidad (dinden dönme) fitnesi yüzünden şeriatın yayılmasına
zaman ayıramamalarından ileri gelmiştir. Çünkü herkes bu fitnenin bastırılması ile
meşguldü. Ama, hak bâtıla galebe çalıp, halife ve diğer müslümanlar bu meşguliyet
ten halas bulunca, dinin usûle giren meselelerinin hallinden sonra fürû ahkâmına
yöneldiler ve bu meyanda mut'a nikahının tahrimi (haram kılınma) hususunda
bildikleri meşhur hükmü de icraya koydular, ilk defa Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu)'in dikkatini Hz. Muaviye ile Amr İbn-i Hureys çekti. (Peygamberimiz (Sallal-
lâhu aleyhi vesellem)'in yasağından haberi olmayan) bu iki zât kadınlarla mut'a
nikahı yapmışlardı, onları bundan men etti." 725
*Seleme ibni'l-Ekva' (Radiyallâhu anhu)dan gelen rivayete göre Peygamberi-
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ın:
"Bir kadınla bir erkek aralarında mutabakat sağlamışlarsa beraber-
likleri üç gecedir. Uzatmak veya daha önce ayrılmak isterlerse ayrılırlar."
dediğini görmekteyiz. Seleme devamla şunu söyler:
"Bilemiyorum, bu ruhsat, sadece bize sahabelere mi mahsustu, yoksa her
kese şamil miydi?" Rivayetin devamında Buhâri şunu ekler:
''Hz. Ali bu hususu açıklamıştır: Mut'a mensuhtur (hükmü kaldırılmıştır)." 726
Görüldüğü üzere Seleme hadîsi de mutlak bir ruhsattan bahsetmemektedir.
Ancak Seleme'nin nesihten haberdar olmadığı anlaşılmaktadır, İmam-i Buhâri,
rivayetin sonuna eklediği meşruhatla Seleme rivâyeindeki tereddüdü izale etmekle
kalmamış, şahsi inancını da belirtmiş olmaktadır.
3) Mut'a'nın Neshi :
Ruhsat ve neshi açık şekilde ifade eden rivayetler bilhassa Sebre ibn-i Ma'bed
el-Cüheni (Radiyallâhu anhu)'den gelmektedir. Müslim onun hadîsini dokuz ayrı
senetten kaydeder. Hüküm ve mana itibariyle aynı kalsalar da her bir rivayette
bazı ziyade ve noksan bilgiler mevcuttur. Bazılarında, bizzat mut'a nîkahı yaptı-
ğını belirten Sebre (Radiyallâhu anhu) 7 2 7 şu rivayette, eski ruhsatın neshedildiği
diğini açık bir şekilde ifade eder:
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdular:
"Ey insanlar! Ben size kadınlarla mut'a nikahı yapmanıza izin vermiş-
tim. Şimdi Allâhu Teâlâ Hz. onu kıyamet gününe kadar haram etmiş bulun-
maktadır. Öyleyse, kimin yanında böyle nikahlı bir kadın varsa artık ona
yol versin. Onlara ücret olarak verdiklerinizde herhangi bir şeyi geri al-
mayın." 728

296
Hadîsin bir başka veçhinde Sebre (Radiyallâhu anhu) der ki:
"Bundan sonra Aleyhis selâtu vesselâm mut'a'yı şiddetle tahrim etti ve bu nikah
hakkında en eğir kelimeleri sarfetti." 729 Bu rivayet hiç bir yoruma hacet bırakma
dan, mut'a nikahıyla ilgili ruhsatın neshedildiğini açık. Bir suretle ifade eder. ,
,
* Hz. Ali de yasakla ilgili rivayetlerde bulunmuştur. Müslim'in kaydettiği
rivayette:
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)Hayber'in fethi sırasında, kadın
larla mut'a yapmaktan ehli eşeklerin etini yemekten men etti." buyurur. 730
Yine Müslim'in bir diğer rivayetinde, bu meselede müsamahası kulağına
gelen ibn-i Abbâs'a:
"Ağır ol, ey ibn-i Abbâs. Çünk Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hayber
günü, hem mut'a'yı, hem de ehl-i eşek etinin yenilmesini yasaklamıştır."731
der. Beyhakî'nin bir rivâyetine göre, Hz, Ali, önce bazı kayıtlarla caiz kılındığını
ancak, nikah, talâk, iddet ve karı ile koca arasında miras ahkâmı nazil olunca
cevazın (izin, müsade) mutlak şekilde neshedildiğini belirtir.732 Burada şu soru hatı
ra gelebilir:
Mut'a'nın Mekke fethi sırasında da yasaklandığı sahih rivayetlerle sübût bulup
meşhur olmasına rağmen Hz, Ali niye bunu mevzu bahis etmeyip de sadece Hayber
günü konan yasaktan bahsediyor? Bu soruya Hz. Ali'nin Üç gün gibi 733 kısa bir müd
deti içine almasını işitmemiş olabileceği söylenerek cevap verilmiştir.
İbn-i Hâzm, Hz. Ali'den gelen rivayetleri şöyle değerlendirir: "Bu mesele üzerine Hz.
Ali'den bir çok tarîkten hadîs sahih olmuştur. Bunu, ondan Kufiler, inkar edilmeyecek kadar
şöhret bulmuş ve sınırlanamayacak kadar çoğalmış tarîklerden rivayet etmişlerdir."734
Yasak Nerede Ve Ne Zaman Kondu?
Mut'a nikahı yasağını, Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ne zaman
koyduğu hususunda rivayetler ihtilaflıdır ve altı yerin ismi zikredilir. Şöyle ki:
1-) Sabre ibn-i Ma'bed'in rivayetlerinde Mekke fethi sırasında konmuştur.735
2-) Hz. Ali'den kaydettiğimiz rivayetlerde Hayber'in fethi zamanında konmuştur.736
3-) Seleme İbni'l-Ekva'nın rivayetinde Evtas gazvesi sırasında, (üç günlük ruhsattan
sonra) konmuştur. 737
4-) Hasan Basrî'nin mürsel bir rivayetine göre, mut'a nikahı sadece Umretu'l-Kâza
sırasında cereyan etmiştir, bundan Önce yasak olduğu gibi, bundan sonra da yasak
olmuştur.
Hasan-ı Basrî'den gelen bu rivayet, iki sebepten reddedilmiştir:
a-) O'nun mürsel, yani hangi sahabeden aldığını belirtmeden yaptığı rivayetler
zayıftır. Çünkü o, araştırma yapmadan, rastgele kimselerden hadîs almıştır.7 3 8
b-) Mut'a'nın Hayber seferi sırasında haram edildiğini belirten sahih rivayetlere
muhalefet eder, dolayısıyla bu zayıf rivayet sahihler tarafından reddedilmiş olmaktadır. 739
İbn-i Hacer, bu rivayetin sabit olduğunu farzedecek olursak şöyle yorumlarız der: "Hasan
Basrî Hz., muhtemeldir ki, Umretu'1-Kaza tabiriyle, Hayber'i kastetmiştir. Çünkü her iki
sefer de aynı yıl740içerisinde cereyan etti, tıpkı fetihle Evtas seferinin aynı yıl içerisinde
cereyanları gibi."
5-) Ebû Hüreyre'den gelen bir rivayete göre, mut'a nikahı Tebük seferi sırasında
haram edilmiştir.741
Bu rivayet tahrim hâdisesinin Mekke fethi ve Hayber sırasında vâki olduğunu beyan
eden sahih rivayetlere muhalefet etmekten başka, nazar-ı dikkate alınamayacak derecede
zayıf bir surette geldiği, hadîs ilmi açısından bir değer ifade etmediği belirtilmiştir.742
6-) Sebre ibn-i Ma'bed'den Ebû Davud'un kaydettiği bir rivayete göre mut'a, Veda
Haccı sırasında tahrim edilmiştir. 743 Ancak daha önce yine Sebre'den kaydedilen

297
rivayetlerde yasağın fetih sırasında olduğu ifade edilmiştir. O rivayetler hem daha meşhur
hem daha sahihtir. Şarihler, "Rivayetin subûtu (gerçekleşmesi) hâlinde, "Peygamberimiz
fetih günü ilan ettiği yasağı Veda Haccı sırasında tekrar etmiş olabilir. Çünkü Veda
Haccı'na çok sayıda müslüman katılmıştı. Bunlar arasında bir kısım ahkâm duymamış
olanlar da vardı. Nitekim Aleyhis salâtu vesselam, bu fırsatta pek çok mühim meseleyi
tekrar etmiş, tebliğ etmiştir. Bu tebliğin gayesi, dinin duyurulması ve yaygınlaştırılmasıydı."
diye açıklamışlardır.744 Mut'a nikahının yasaklanma zamanıyla ilgili olarak gelen birçok
farklı rivayetin varlığı âlimleri farklı yorumlara sevketmiştir. Mühimlerini kaydedeceğiz:
* Maverdî der ki: "Mut'a'nın tahrim edildiği yerin tayini meselesinde iki tahmin
söylenebilir:
1-) Tahrim, daha açık olması ve daha iyi yayılması için tekerrür etmiştir. Tâ ki, bu
yasağı bilmeyen de duyup öğrenmiş olsun. Zira, her bir seferde, daha öncekilere
katılmayan yeniler bulunuyordu.
2-) Mut'a birçok defa mubah kılınmış olabilir. Nitekim bu sebeple sonuncu defada:
"Kıyamete kadar haramdır." buyurulmuştur. Bu ifade daha önceki tahrimi, bu
sonuncunun hilafına, ibâhenin (helâl) takip ettiğini haber verip, bu sonuncu tahrîmin
müebbed olduğunu, artık bundan sonra ibâhenin gelmeyeceğini duyurma gayesi güder.
İkinci şıkkın esas olduğu belirtilir.7 4 5
* Nevevî'ye göre, mut'a nikahı iki kere mubah kılınmış, iki kere de tahrim edil
miştir. Müslim'e yaptığı şerhinde bu bahse şöyle bir başlık atmıştır: "Mut'a nikahı
babı ve bunun Önce mubah kılınıp sonra neshedildiği, sonra tekrar intibah kılı
nıp tekrar neshedildiği ve tahrim in kıyamete kadar devam etmek üzere kesin
leştiğinin beyanı."746 Bu başlığın altına konu üzerine el-Kâdı'nın uzun bir tah
lilini kaydettikten sonra kendi görüşünü kaydeder.
"Muhtar (tercih edilen) gerçek şudur: "Tahrim ve İbâhe iki sefer vukua
gelmiştir. Hayber'den önce mut'a helâldi. Bilâhare Hayber günü haram kılındı.
Sonra da Mekke Fethi'nde mubah kılındı. Bu aynı zamanda Evtas gününü de içine
alır, çünkü ikisi birbirine çok yakındır. Derken o sırada, üç gün sonra "Kıyamet
gününe kadar, müebbeten haram" kılındı. Bu tahrim devam etti. Öyleyse: "İbâhe
Hayber öncesine, ebediyet üzere tahrim de Hayber gününe mahsustur. Fetih
gününde yapılan tahrîm de önceki tahrimi te'kidden ibarettir. Fetih gününe
tekaddüm eden bir ibâhe yoktur." demek caiz değildir,.. Çünkü Müslim'in fetih gü-
nündeki ibâhe ile ilgili olarak kaydettiği rivayetler, bu hususta pek sarihtir,
bunları görmezden747gelmek caiz değildir. Esasen ibâhenin tekerrür etmesine mani
bir sebep de yok,"
* Mut'a nikahını yasaklama vakti ile ilgili rivayetler arasındaki ihtilaf üzeri
ne Mâzirî'nin yaptığı açıklama da burada kayda değer:
"İslâm'ın bidayetinde mut'a nikahı caizdi. Müslim'de kaydedilen sahîh hadîslerle
neshedildiği görülmektedir. Ulema, haramlığı hususunda icma etmiştir, icmaya,
sapık mezheblerden bir gurup dışında hiçbir muhalefet vârid olmamıştır. Onlar,
bu hususta gelen bazı hadîslere yapıştılar. Halbuki o hadîsler mensuhtur. Onlarda
kendileri için, mut'a'nın cevazına delâlet yoktur. Caiz görenler bir de şu âyete yapı-
şırlar.
"O halde onlardan hangisiyle faidelendi iseniz ücretlerini takdir edildiği
vech üzere ödeyin." 74 8
Mâzirî, bu âyetin İbn-i Mes'ud'a nisbet edilen
"O halde onlardan hangisiyle "belli bir müddete kadar" faidelendi
iseniz..." şeklindeki bir kıraati ileri sürdüklerini kaydettikten sonra: "Oysa ibn-
i Mes'ud'un bu kıraati şazzdır. Şazz kıraatle ne Kur'ân sabit olur, ne haberi muteber
addedilir, ne de hükmüyle amel edilir." der. Mâzirî sözlerine şöyle devam eder:
"Bu mesele hakkında Sahîh-i Müslim'de gelen rivayetler ihtilaflıdır: Bir kısmına

298
göre, (Aleyhis salâtu Vesselam) mut'a'yı Hayber seferinde yasaklamıştır. Bir
kısmına göre de, Mekke Fethinde mut'a'yı caiz gören kimse, bu ihtilafa takılıp
hadîslerin mütearız (muhalif olan) olduğuna, bu hâlin sıhhati yaralayacağına
hükmedilebilir. Oysa mesele öyle değil, böylesi bir mülâhaza hatalıdır, Aslında
hadîsler arasında bir tenakuz (çelişki) mevzubahis değildir. Çünkü Rasûllulah
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in onu iki ayrı zamanda yasaklaması sahîh bir
durumdur, ikinci yasaklama birinciyi te'kid için yapılmıştır veya yasak iyice şöhret
bulsun da birinci yasağı duymayanlarda duymuş olsun diye ikinci sefer
yapılmıştır. Böylece bazı râviler yasağı biricisinden, bazıları da ikincisinden
işitmiş olmalı. Her biri kendi işittiğini rivayet etmiş ve işittiği zamana nisbet
etmiştir. 749

* Zülkânî de, mut'a nikahının cevazına kail olanların, kendilerine delil yaptık
ları âyetin, talâk, iddet ve miras ahkâmının gelmesiyle neshedildiğine dair ibn-i
Mes'ud750ve Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'den rivayet olduğunu el-Istizkâr'a atfen
belirtir. Biz bu rivayeti, Beyhakî'nin Sünen'indc bularak Mut'a Meselesinin İç
Yüzü başlığını taşıyan751 kısımda kaydettik. Bu nesih haberini Ebû Hüreyre merfu
olarak rivayet etmiştir.
*Mesele üzerine Ebû Bekir Ibni'l-Arabi'nin yorumu da Nevevî'nin yorumuna
benzer. Nesh, iki sefer cereyan etmiş olmalıdır. Şöyle der:"Allâhu Teâlâ Hz., İslâm
'ın başlangıcında bu meseleyi meskut (sükût) geçti, tâ ki insanlar eski âdetleri
üzere devam etsinler. Bilâhare Hayber seferi sırasında, Hz. Ali'nin rivayetinde
görüldüğü üzere haram etti. Bu rivayet sahîh, sabit ve açık bir rivayettir." 752
*Kurtubî de şöyle demiştir: "Bütün rivayetler mut'a'nın ibâhe (helâl kılma)
zamanının kısa olduğunda müttefiktir. Dolayısıyla o, haramdır. Selef (bir işte birinden
önce o vaziifede olan kimse) ve halef (sonra gelip yerine geçen) onun tahriminde
icma ederler. Sadece Râfizîlerden, nazar-ı itibare alınmaya değmeyen bazıları aksini
söylemiştir.753
*Zahirîlerin imamı ibn-i Hazm da şunu söyler: "Belli bir müddet için yapılan mut'a
nikahı caiz değildir. Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında helâl idi. Allâhu
Teâlâ Hz., Peygamberi Aleyhis salâtu vesselam diliyle onu, kesin olarak nesh etti. Mut'a
kıyamete kadar haramdır."754
*İbnİ'l-Hâzım'ın Kitabu'l-I'tibar'daki değerlendirmesinde, mut'a nikahının "sefer halinde"
mubah kılındığı hususu vurgulanır:
a-) İslâm'ın bidayetinde ve sefer halinde mubah kılınmıştır, ibâheyi (mubah, helâl
kılmayı) haber veren hiç bir rivayette, bunun mukime yani sefer halinde olmayana
tanındığını ifade eden bir ibare (cümle, paragraf) yoktur.
b-) Birkaç kere yasaklandı, birkaç kere mubah kılındı. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) ömrünün sonunda, Veda Hacc'ında kesin yasak koydu. Veda Hacc'ında
ifade edilen yasak, zâten mevcut olan yasağın te'kidine matuf değildir, te'bîde (ebedileştirme-
ğe) matuftur.
c-) Bugün ne mezheb imamları, ne başka fakihlerden hiç biri buna mubah
dememektedir, sadece Şia'dan bir kısmı onu helâl addetmektedir (saymaktadır).755
* İbn-i Hâzım'ın görüşlerini Ayni'de aynen tekrar eder.756

299
Mut'a nikahıyla ilgili rivayetlerin değerlendirilmesinde Tahavî'nin görüşü, hepsini
noktalayacak mahiyettedir. Ona göre, mut'a'ya fetva vermiş olanların dayandıkları
rivayetlerin hepsi doğrudur. Ancak bunlar nesh edilmiştir. Zira mut'a nikahını bizzat
Aleyhis salâtu Vesselam yasaklamıştır. Efendimizin iznini ifade eden rivayetler, yasaktan
önceye aittir. Nehiyden sonra, o haram olmuştur ve bunun en iyi delili Sebre ibn-i Ma'bed
(Radiyalâhu anhu) rivayet eder. Bir çok farklı tarikten (yoldan) gelen bu hadîs, hem
cevazı hem de tahrimi sarih bir şekilde göstermektedir. 757
4-Yasaklayıcı Rivayetler
Buraya kadar muta'yı yasaklayan rivayetlerle, yasaktan önceki ruhsatı da ifade eden
rivayetleri beraberce kaydettik. Şimdi ise, yasaklamaya ağırlık veren ve şiddet ifade
eden rivayetleri belirteceğiz.
Ebû Hüreyre'nin bir rivayetinde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle
buyurmaktadır:
"Mut'a'yı, talâk, iddet ve miras (ile ilgili ahkâmın teşrii) haram kılmıştır" der.758
Ebû Zerr (Radiyallâhu anhu): "iki mut'a (yani hacc-ı temettü ve mut'a nikahı) sadece
bize (ashâb'a) helâldi, size değil" demiştir. 759 Beyhâki'nin rivayetinde: "Kadınlarla mut'a
nikahı Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)"ın biz ashabına sadece760üç gün helâl
kılındı. Sonra Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) onu yasakladı" der.
*.Abdullah İbn-i Ömer (Radiyallâhu anhu)'e bir zât gelerek mut'a nikahından sorar.
Abdullah "haram!" deyince soru sahibi (İbn-i Abbâs'ı kasdederek) 761 "ama bunu falan caiz
görüyor!" der. Abdullah ona şu cevabı verir: "Allah'a yemin ederim ki! Herkes bilir ki,
Rasûlullah (Aleyhis salâtu vesselam,) Hayber gazvesi sırasında onu haram etti. Artık
zâniler (zina eden) değiliz." 762 Bir rivayette, Abdullah İbn-i Ömer, kendisine İbn-i
Abbâs'ın mut'a nikahına cevaz verdiği söylenince: "Sübhanallah! İbn-i Abbâs'ın böyle bir
fetva vereceğini zannetmiyorum!" der. Ancak oradakiler haberi te'yid edince, ibn-i Ömer:
"Rasûlullah hayatta iken ibn-i Abbâs küçük bir çocuktu" der ve ilave eder: "Rasûlullah
onu bize yasakladı. Artık zâniler değiliz."763
Bir başka rivayet ibn-i Ömer'in şu sözünü kaydeder: "Bir erkeğe, sadece islâm
nikahıyla evlendiği kadın helâldir. Bu nikahta mehir vardır, erkeğin kadına, kadının
erkeğe miras hakkı vardır. Kadını muayyen764 bir müddetle alamaz. Aldımı o artık hanımıdır.
İkisinden biri ölürse diğeri ona varis olur."
* Abdullah Ibni'l-Zübeyr, mut'a hususunda şiddetle karşı çıkan sahâbilerdendir.
Müslim'in bir rivayetinde, onun hutbede mut'a'yı tecviz eden bir zâta 765 tarizde
bulunarak: "Şurası muhakkak ki, Allah, bazı insanların gözlerini kör ettiği gibi, kalplerini
de kör etmiş «ki mut'a nikahına fetva veriyorlar!" dediğini görmekteyiz. Rivayet, hücuma
uğrayan zâtın: "Sen hakikaten pek nezaketsiz, kaba saba birisin ömrüme yemin ederim ki,
mut'a İmamü'l-Müttakîn (olan Rasûlullah Aleyhis selatu vesellem) zamanında yapılırdı!"
şeklindeki cevabını Ibnu'z-Zübeyr meydan okuyarak karşılar: "Öyleyse haydi bir dene!
Sen 766
bunu yapacak olursan vallahi seni taşlarımla recmederim (taşa tutma, taşlama)!"
der. Alimler, Abdullah ibnu Zübeyr (Radiyallâhu anhu)'in bu kesin davranışını,
kendisine mut'anın neshiyle ilgili haberin ulaşmış olması ve dolayısıyla onun haramiyeti
hususunda zerre kadar tereddüdünün bulunmamasıyla izah ederler. 767 İbnu Zübeyr'in bu
müdahalesi, hilafeti zamanında mı cereyan etti, açık değil. Ancak rivayetlerde, Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu)'in yasaklamasından sonra sahabeden muhalefet kalmadığının
söylenmesi göz önüne alınırsa, hilafet yıllarından, Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in
yasağından önceye ait olması gerekmektedir.
5-) Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in Yasaklama Hâdisesi
Buraya kadar kaydettiğimiz rivayetlerin bir kısmında Hz. Ömer (Radiyallâhu

300
anhu)'in mut'a'yı yasaklamasına temas edildi. Hatta, bir kısım sahabenin, bu yasaklama
ile mut'a'nın Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) tarafından yasaklanmış olduğunu
öğrendiklerini belirttik. Şu halde son olarak, Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'le ilgili haberin
mahiyetini de kaydetmede fayda var. öncelikle şunu belirttelim ki, Hz. Câbir ve Ebû
Said'den gelen bir rivayete göre, "Hz. Ömer, bu yasaklama işini, hilafetinin ortalarında
ele almıştır. Dolayısıyla o zamana kadar, mut'a nikahına başvuranlar olmuştur. 768 O
sıralarda Küfe'ye gelen Amr ibn-i Hureys (Radiyallâhu anhu), bir cariye ile mut'a nikahı
yapar ve cariye hamile kalır. Gelip durumu Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'e anlatır. Halife
bu vesile ile, yasağın bütün mü'mİnlerce bilinmediğini anlayarak meseleyi hutbe konusu
yapar ve herkesin işiteceği şekilde mut'a nikahının yasak olduğunu ilan eder. ibn-i
Mâce'nin kaydına göre Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) şöyle buyurmuştur:
"Rasûlullah (Aleyhis salâttı vesselam) bize, mut'a için üç gün izin vermiş, sonra
haram etmiştir. Allah'a yemin ederim ki, muhsan (akil baliğ) 769 bir kimsenin mut'a yaptığını
duyarsam, Rasûlullah'ın, bunu tahrîmden sonra helâl kılmış olduğuna dair dört şahid
getirmediği takdirde taşla recmederim." 770 Muvatta'nın bir rivayetinde bu yasaktan önce
yapılan mut'a nikahı sonucu hamile kalan Havle bint-i Hakîm'in, yasaktan sonra Rebîa ibn-i
Ümeyye'yi şikayet ettiğini görüyoruz. Bunu haram ve zina bilmekte kanaati kesin olan
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu): "Bu, (Rasûlullah'ın haram kıldığı) mut'a'dır. Eğer yasağı
ilanda sizden önce davranmış olsaydım şimdi sizi recmederdim." der. 771
Yasak Hz. Ömer'in İçtihadı Değildir:
Alimler Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in mut'a yasaklarken içtihadıyla hareket
etmediğine, Rasûllullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'dan yasakla ilgili hadîs zikrederek
yasağı takrir (anlatma, anlatış) ettiğine dikkat çekerler. 772 Nitekim bu husus İbn-i Mâce'den
kaydettiğimiz rivayetle sarîh olarak görülmektedir. Bir başka rivayette, hutbede geçen:
"İnsanlara ne olmuş ki, Rasûlullah (Aleyhis salâtu vesselâm)'ın yasağına rağmen
mut'a nikahı yapıyorlar?" 773 ibaresi de aynı hususa delil olmaktadır. Bu ibare Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu)'i feverana (kaynama, galeyan etme) getirecek bazı mut'a nikahı
hâdiselerinin i lk defa kulağına geldiğini ifade eder. Bunun tatbikatta olduğunu bilseydi
bu kadar feveran etmez, tepkisini bu ibarelerle ifade etmezdi.
Hâdiseyi tahlil eden âlimler, bu durumun Peygamberimiz (Aleyhis salâtu vesselâm)'in
yasağının bir kısım Sahâbiler tarafından işitilmemiş olmasına mebni olduğunu belirtirler.
İbn-i Hazm'ın, mut'a'yı mubah addettiklerine dair haklarında rivayet bulunduğunu belirttiği
tabiînden Tavus, Atâ ve Said ibn-i Cübeyr'in 774 de bu yasağı duymayanlardan oldukları
anlaşılmaktadır. Meseleye temas eden kaynaklarda [ve bilhassa Mekkî olanların] mut'a
lehine fetva verdiklerine dair ifadeler, sahabeden [yani Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in
yasaklamasından] sonra da bu işe fetva verildiği düşüncesine sevkedebilir. Bu yanlıştır;
Çünkü, Tabiîn nesli sahabeden sonra yaşayanlar demek değildir. Onlar, sahabelerin
muasırıdırlar. Fakat Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'i görememişlerdir. Mezkur
ifadelerde onların Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in yasağından sonra fetva verdiklerine dair
bir sarahat yok. Demek oluyor ki, Tabiînden bazıları Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in
yasağından önce, mut'a'nın neshedildiğini duymadıkları için, aynen bazı Sahâbiler gibi,
fetva vermişlerdir.
MUT'A'NIN HARAM OLDUĞUNA DAlR KUR'ANÎ DELİL
Mut'a nikahının, görüldüğü üzere, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)'den
gelen rivayetler açısından haram olduğuna inanan ehl-i sünnet ulemâsı, bu görüşlerine
Kur'ân'dan da delil kaydetmişlerdir. Zikredilen en mühim âyet (Mü'minun Sûresinde),
felah bulacak mü'minlerin vasıfları meyanında zikr e d i l e n â ye t l e r d i r :
" ( Ö yl e m ü ' m i n l e r ) k i , o n l a r ı r z l a rı n ı k o r u y a n l a r d ı r . Ş u v a r k î , z e v c e l e r i
n e, y a h u t s a ğ el l e ri n i n mâ l i k o l d u k la rı n a (k en d i c ari yel eri n e) k a rş ı (o l a n
d u ru m l arı ) mü s t e s n a d ı r . Ç ü n k ü o n l a r ( b u t a k d i r d e ) k ı n a n m ı ş d e ğ i l d i r l e r . O

301
h a l d e k i m b u n l a r ı n ö t e s i n i isterse şüphe yok ki, onlar haddi aşanlardır."7 7 5

Dikkat edilirse, âyet-i kerimede mü'minlere cinsi tatminde 776 iki meşru yol gösteril -
mekte, bunlar dışında kalan bütün yollar gayrımeşru ilan edilmektedir:
1-) Dinin meşru kıldığı (şer'an caiz olan), nikah yoluyla edinilen eşler.
2-) Sağ elin sahip oldukları diye ifade edilen cariyelerdir. Cassas, âyetin mut'a
nikahının haram olmasını iktiza ettiğini söyledikten sonra: "Çünkü der, mut'a yoluyla
nikahlanan kadın ne zevcedir, ne de milk-i yemindir" 777 Ibni'l-Arabî: "Bazı âlimler âyet-i
kerimenin, "ferc"i, nikah veya milk-i yemin (sağ elin sahipliği=cariye) yoluyla helâl
addetmiş olması ve mut'a'nın zevce olmaması sebebiyle "Bu âyet mut'a'nın tahrimine
delildir" demiştir" dedikten sonra bu yorumun zayıf olduğunu söyler. Ancak ümmetin
mut'a'nın haram olduğu hususundaki icmadan hareketle aynı neticeye ulaşır. 778 Ibni'l-
Arabî, İbn-i Abbâs (Radiyallâhu anhu)'ın da âyette geçen bu İki yol dışında kalan her
çeşit fercin yani cinsî tatmin vasıtalarının haram olduğuna hükmettiğini belirtir.779
Asıl mevzumuzun dışında kalmakla birlikte, yeri gelmişken şunu belirtmek isteriz:
Ayet-i kerimenin bu ıtlakından (salıverme) hareket eden pek çok âlim, âyetle zikredilmiş
olan iki meşru vasıta dışında kalan, hayvana temas, istimna (abaza çekme), nazar gibi her
çeşit cinsi tatmin yollarının aynen mut'a gibi haram kılınmış olduğunu söylemiştir.7 8 0
İslâm âlimleri, şu âyetten de mut'a'nın reddedildiğini istidlal (delil ile anlama, bir
netice çıkarma) ed er l e r. (M e âl en ):
" E v l e n mey e i mk a n b u l a ma y a n l a r d a , 781
Al l a h o n l a rı l ü tf u y l a z en g i n ti ri n c e
ye kadar iffetlerini korusunlar...(ilâ âhir.)" "Eğer derler, mut'a ve tahlîl (esas
unsurlara ayırma)?82 caiz olsaydı, İffetli olmalarını emretinezdi."783
* Bu meselede Kur'ân'dan gösterilen bir diğer âyet de şudur. (Meâlen):
”Sizden hür ve mü'mine kadınları nikahlamaya gücü yetmeyen
olursa, sizin ellerinizde bulunan genç, mü'mine cariyelerle evlensin.
C a r i y e n i k a h l a m a , s i z d e n m e h i r v e n a f a k a y a g ü cü y etmey i p d e b ü y ü k b ir
meş a k k a t a l tı n a g i rmek ten v e ev l en me mek l e d e zi n a y a m e y l e t m e k t e n
k o r k 784
anlar içindir. Yoksa sabretmeniz sizin için daha hayırlıdır...(İlâ â-
hır).»
Alimler: "Eğer derler, mut'a ve tahlil caiz olsaydı, ne zinaya gitme korkusu olurdu
ne cariye ile nikahlanmaya hacet kalırdı, ne de cariyelerle nîkahlanmayı terkederek sab
retmeyi esas almak tavsiye edilirdi.»785

* Son olarak şunu da bilelim: Daha önce temas ettiğimiz ve Şiâ tarafından mut'a
nikahının mübahlığına delil yapıldığını belirttiğimiz âyet de âlimlerce, siyak-u sibakı
(sözün gelişi, ifade şekli) içerisinde tahlîl edilerek, ondan Şiânın çıkardığı hükmün bâtıl
olduğu gösterilmiştir. Bu âyetle ilgili olarak yapılan iki ayrı açıklamayı kaydedeceğiz.
Mezkûr âyette:
"O halde onlardan hangisiyle faidelendi iseniz, ücretlerini takdir
e d i l d i ğ i v e c h ü z e re ödeyiniz."786
Alimler, bunun mut'a'yı helâl kılmak üzere indiğini iddia etmenin açık bir hata
olduğunu, bu rivayetin hiçbir muteber sünnî kaynakta bulunmadığını, bunu İbn-i Mes'ud
veya bir başka sahabeye nisbet etmenin büyük bir iftira olduğunu söylerler. Ayrıca
derler ki:
1-) Şia'nın bundan çıkardığı hüküm Kur'ân'ın başka âyetlerine zıttır. Bu âyetleri
yukarıda kısmen kaydettik.
2-) Ayetin, diğer âyet ve hadîslere uygun te'vili ise şöyledir:
"Eğer siz nikah akdi sırasında meh i r b e l i r t t i i s e n i z , a k i t t e n s o n r a

302
kadınla zifaf yaptığınız takdirde, bir müddet sonra boşanacak olursanız,
b e l i r l e n e n m e h r i n t a m a m ı n ı ö d e y e c e k s i n i z , z i f a f y a p m a d ı i s e n i z yarısını
ödeyeceksiniz."
Bu ibareyi, mâkabl'inden (geçmişten) koparıp müstakilen ele almak, Arapça
açısından bâtıl bir davranış olur. Zira baştaki "fe", ibarenin mâkabl'inden koparılıp, cümle
başı yapılmasına mânidir. Bu "fe" kendisinden sonraki ibareyi, önceki kısma bağlar.
Ayrıca ibn-i Mes'ud'a nisbet edilen "ilâ ecelin" ziyadesine gelince, bu hiçbir muteber
sünnî kaynakta mevcut değildir. Mensuh bir kıraat olarak sübutunu kabul edecek olursak,
mensuh olduğu için onunla amel edilmez. Çünkü mütevatir âyetlerle sabit olan ahkâma
muhaliftir.
Farz-ı muhal olarak kabul edelim ki, bu sabittir. Yine de onun mut'a'ya delâlet ettiği
söylenemez. Şöyle ki, "belirlenen müddet kadar" tâbiri, istimtaya (kadından istifadeye)
mütealliktir, akdin kendine değil. Halbuki mut'a'da .belirlenen müddet, istimtâya değil
akdin kendisine mütealliktir. Böylece mana şu ol u r :
"Nikahlı kadınlarla muayyen bir vakte kadar istimta etmişseniz
o n l a r a m e h i r l e r i n i tam olarak verin."
Bu ziyadeyi ilâve etmenin gayesi, mehrin tam olarak ödenmesi için nikah
müddetinin tamamen geçmesine bağlı olduğu hususunda düşülebilecek vehmi önlemektir.
Nitekim örfte, mehrin üçte biri peşin verilir, üçte ikisi de nikahın devamı müddetiyle
bağlı kılınır. Halbuki bu geciktirme işi bir vecibe olmayıp, kadının tasarruf ve ihtiyarı ile
husule gelir. Kadın dilerse, zifaftan sonra hepsini bir defada talep etme hakkına sahiptir.
Şeriat ona bu hakkı tanımıştır. Eğer "ila ecelin" ibaresi, akde müteallik bîr kayıt olsaydı,
Şiâ nezdinde mut'a ömür boyunca ve ebeden sahîh olmazdı. Halbuki bu Şia'nın icmaıyla
sahihtir.
Ayette geçen: "Sizden kim...bolluğa güç yetiremezse" ibaresinin siyakı da
nikahla ilgilidir. Yan i , "S i zd en bî ri , hü r k adın la rın meh rini v e naf ak as ını
v ermey e g ü cü yo ksa mü s lü ma n cariyelerle nikahlansın." demektir. Durum böyle
iken âyetin ortasında yer alan ibareyi, siyak ve sibakından (sözün gelişi) kopararak
mut'a'ya hamletmek, Kelâmullah'ı açık şekilde tahrif etmek (değiştirmek) olur.
Dahası bu âyeti teemmül eden (etraflıca düşünen) her aklı başında kişi, mut'a'nın açık
olarak haram edildiğini görür. Çünkü Allâhu Teâlâ Hz. âyette hürlerle evlenmenin
İmkansızlığı halinde cariyelerle iktifayı emretmektedir. Eğer önceki kelâmda mut'a'nın
müddeti kastedilseydi, arkadan "Sizden kim... bolluğa güç yetiremezse" demezdi.
Çünkü, hür kadınla nikahlanamama halindeki mut'a, cima (çiftleşme) ihti yacın ı
görme ile sınırlı kalmayıp, aksine "Her bir yenide daha hoş daha tatlı bir lezzet
var."hükmüne tâbi olmuş olmaktadır. Bu durumda şöyle sorulabilir: 7Hangi zaruret bu
sıkı ve şiddetli kayıtla cariyenin nikahlanmasını helâl kılmaya götürür? 8 7
İkinci açıklama, diğer âyetlere dayanılarak yapıldığı için bundan daha sarihtir.
Üstelik, Şia'nın âyetten çıkardığı delillere cevap mahiyetindedir. Şöyle ki: Şiî müellif
Tûsî, Tehzîbu'l-Ahkâm'da, âyette istimta kelimesinin geçmesini şöyle açıklar: "Bundan
murad mut'a nikahıdır. Çünkü kelime şeriatte mutlak kullanılınca bu hususî nikah
anlaşılır...." Tûsî şöyle devam eder: Ayette geçen "Kadınlara ücretlerini verin."
ibaresi de bundan muradın mut'a nikahı olduğunu 788 te'yid eder. Çünkü normal nikahta
verilen paraya şeriatta ücret denmez "mehir" denir.
Şia'nın bu yorumunu cevaplayan Kâsânî der ki: "İstimta" dan (faidelenmeden) burada
murâd nikahtaki istimtadır. Çünkü bu âyetin başında da sonunda da zikri geçen şey meşru
nikahtır. Şöyle ki: Allâhu Teâlâ Hz. âyetin başında 789 kadınlardan nikahı haram olanlardan bir
kısmını zikretti. Sonra bunların dışında kalanları: "Bunların gerisinde olanları mallarınızla
arayıp nikahlamanız için sîze helâl kılındı." ibaresiyle mubah kıldı. Ayetin devamında
geçen "namuskâr ve zinaya sapmamış olanlardan" ibaresi "evlenmemiş olanlar, zânî
olmayanlar" demektir. Ayet-i kerimenin devamında Allâhu Teâlâ: "Sizden kim hür
müslüman kadınları nikahla alacak bir bolluğa güç yetiremezse..." buyururken "nikah"
kelimesini zikretmiştir, icâreyi (kiralamayı) ve mut'a'yi değil. Öyleyse önceki geçen
"faidelendiğiniz" tabiriyle "nikahtaki faidelenme" anlaşılacaktır.

303
Kâsânî açıklamasına şöyle devam eder; "Ayette kadına verilecek meblağın "ecr"
olarak isimlendirilmesine gelince: Nikahtaki "mehir" bazan ücret kelimesiyle ifade edilmiştir.
Nitekim âyetin devamında Allâhu Teâlâ Hz.:
"Kadınları ailelerinin izniyle nikahlayın onlara ücretlerini verin." buyurmakta,
ücretle "mehr" kasdetmektedir. Rabb Teâlâ Hz. bir başka âyette:
" E y Pey g a mb e r! ü c re tl e ri n i ( m e h i rl er i n i ) v e rd i ğ i n h a n ı ml a rı n ı A l l a h ' ı n
s a n a g a n i me t olarak verdiği cariyeleri sana helâl kıldık." 7 9 0 buyurarak mehri
ücret kelimesiyle ifade etmiştir."
Kâsâni, burada bir noktaya daha dikkat çeker: Nikah esnasında verilene mehir
denmişti, kadına duhûlden (içine girme) ve ondan İstimtadan sonra verilmesi gerekene
de ücret denmiştir.791
Kâsâni'nin bu açıklaması kavranınca, Şia âlimlerinin, "Bu âyette zikredilen mut'a
serbestisi" iddiasının tutarsızlığı anlaşılacak ve bunun neshedilmediğine dair yürüttükleri
sayfalar dolusu mülahaza ve mütaalaların itham ve tarizlerin (taşlamaların) havaya kürek
sallama olduğu anlaşılacaktır.792
6- Alimlerin icma'ı
Rivayetleri teker teker kaydederken de yer yer belirttiğimiz üzere, sarihler, Hz.
Ömer'in yasağından sonra, mut'a nikahının haramhğı hususunda ehl-i sünnetin icmaından
bahsederler.793
* Bir kere Hz. Ömer çok sayıda sahabenin hayatta olduğu bir devrede mut'a'yi açık
seçik olarak haram ilan edip, bunu herkesin duyacağı şekilde tamim ettiği halde, ona
herhangi bir sahabenin itiraz ettiği duyulmamıştır. Aksine, daha önce mut'a nikahına ruhsat
vermiş olanların hepsinin kanaatlerinden döndükleri görülmüştür. Tahâvi, bu durumu
şöyle yorumlar: "Ashabın bu meselede itiraz etmemeleri, onların nehyettiği şeyde Hz.
Ömer'e uydukları delildir. Bu husustaki yasakta icmalan da ruhsatın neshedildiğine delildir
ve hüccettir."794
* Hz. Ali, ruhsatın mensuh olduğunu söyler.795
* Ca'fer İbn-i Muhammed, mut'a hakkında sorulunca: "Bi-aynihi zina (zinâ'nın aynı
sı)" demiştir.796
*İbn'il-Münzir: "İlklerin (sahabe, tabiîn) bazılarında mut'a hakkında ruhsat rivaye
ti gelmiştir. Ama şimdikilerde, Râfızıların (Rafıza fırkasından olan), Hz. Ebû Bekir (Radiyal
lahu anhu), Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), Hz.Osman (Radiyallahu anhu)'ın halifeliğini
kabul etmeyen, onlara dil uzatan) bir kısmı dışında ona cevaz veren tek kişinin varlı
ğını bilmiyorum. Râfizilerin iddiasına gelince: Allah'ın kitabına Rasul'ünün sünnetine mu
halif sözün, hiç bir değeri yoktur" 797 demiştir.

*İmam Mâlik "haram"dır demiştir.798


*İmam Şafiî "iki kere neshedildi" demiştir,799
*İbn-i Cüreyc, Basra'da mut'a'nın cevazıyla ilgili 18 hadis rivayet etmiş olmasına
rağmen görüşünden rücu etmiş, haramlığına hükmetmiştir. 800
* Buhârî, mut'a ile ilgili bab'a şöyle bir başlık koymuştur: "En sonunda Rasûlullah
(Aleyhis salatu vesselam)'ın mut'a nikahını yasakladığına dair bab"801
İbn-i Hacer, Buhâri'nin bu başlıkla, mut'a nikahının önceden mubah olduğu halde
sonradan yasaklandığı kanaatini taşıdığını belirtir.802
Görüldüğü üzere, mut'a nikahının haram olduğu hususunda icma hasıl olmuştur,
temanın hükmünü değiştirmeye, gerçek müçtehide bile din-i mübîn-i İslâm yetki
tanımıştır. İcma dinimizin kaynaklarından, edille-i şer'iye'den (kitap, sünnet, icmâi ümmet,
kıyâs-ı fukaha) biridir.

304
Mut'a Nikahının Cezası
Belirttiğimiz üzere, Şia'dan bazıları hariç, bütün İslâm ulemâsı bunun haram
olduğunu söylemekte müttefiktir. Ehl-i Sünnet ise İcma etmiştir. Ehl-i Sünnetten sadece
İbn-i Abbâs'tan lehinde fetva rivayet edilmişse de, sonradan o da fetvasından rücu
etmiştir.
Alimler, Hz. Ömer (Radiyallahu anhü)'in yasağından sonra mut'a'ya başvuran olması
durumunda verilecek hüküm üzerinde de mütâlâa beyan ederler. Nevevî'nin kaydına göre,
böyle bir akdin, duhûlden (kadına temas) önce de olsa sonra da olsa bâtıl olduğunu
söylemekte icma vardır. Sadece İmam Züfer merhum "şart bâtıl, nikah sahihtir" demiştir.
Yani, müddetle ilgili şart bâtıl addedilerek, normal bir nikah sayılacağına hükmetmiştir. 803
Tahavî, Züfer'in: "Müddet şartı bâtıldır, mut'a nikahı ebedi müddetle yap ıl an nik ah gi bi
o l ur" s özü n ü "M ut'a n i k ahı i l e al dı ğı k ad ın ı yan ı n d a b u lu nd u ran l ar o nl arı
salsınlar." hadîsini göstererek reddeder: "Önceki akid akdin ebedi olarak devamını
gerektirmez. Eğer gerektirseydi, kadın ve erkeğin akîd sırasında koydukları müddet
şartını feshederdi. Yasaktan Önce sıhhat ve cevazı sabit olduğuna göre, nikahı
feshetmez. Öyleyse hadîsteki "ayrılma emri" bu çeşit akdın, ebedîlik hakkı tanımadığına
delildir. Ebû Hanife, Ebû Yusuf, Muhammed böyle hükmeder.'"804
Mut'a'ya terettüb edecek ceza, meseleyi değerlendirmedeki, ihtilafla ilgilidir. Şöyle ki:
Bu, bâtıl ve haram olduğuna göre, zina addedilip hadd-i zinanın (zina için verilen
cezanın, recmiin) uygulanması gerekir. Ancak âlimler, bunu demekte ihtiyatı tercih
etmişlerdir, Eğer mut'a'nın zina ve dolayısıyla haram olduğu hususunda eksiksiz bir. icma
olsaydı hadd-i zina gerekecekti. Fakat icma meselesi biraz ihtifalidir. Zira dinde kesin bir
hüccet (senet, vesika, delil) addedilen icmanın bu meselede tahakkukunda şüphe hâsıl
olmuştur. Çünkü İbn-i Abbâs'ın bidayetle lehinde fetvası vardır.Ulemânın benimsediği
umûmi prensibe göre, herhangi bir meselede, selef müçtehidlerinden (Ayet ve hadîslerden
şer'i hükümler çıkaran din âlimi. (İmam-ı Azam gibi)) bir tanesinin de olsa muhalefeti
icmayı bozmaktadır.
Bu meselede icmayı bozmuş olan İbn-i Abbâs (Radiyallahu anhu)'ın da sonradan
evvelki görüşünden vazgeçip mut'a'nın haram olduğuna kail olduğu da bilinmekte,
dolayısıyla icma tamamlanmış olmaktadır. Ancak bu noktada usulcülerin bir ihtilafı
devreye girmektedir: "İhtilaftan sonra hâsıl olan icma önceki hilafın hükmünü kaldırır
mı?" Yani önce ihtilaf edildikten sonra icma hâsıl olsa, bu icma gerçek bir icma olabilir
mi? Önceki ihtilafın, icmayı bozucu bir tesiri, bir rolü yok mu?
İşte bu noktada görüş ayrılığı ortaya çıkmış, âlimlerden bir kısmı önceki ihtilâfın,
müessir olmayacağını söylerken, büyük bir kısmı önceki ihtilâfın müessir 805 olacağını,
icmayı yaralayacağını söylemiştir. El-Kâdı Ebû Bekr el-Bakıllânî bu görüştedir.
Dolayısıyla mut'a nikahının zina olacağı ve buna hadd-i zina terettüb edeceği hususu çok
zayıfda olsa şüpheli hâle gelmiştir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in:
"Şüphe durumunda hadleri tatbik etmeyin." 806 emri hadlerin yani ağır
cezaların tatbikinde İhtiyat emretmekte, suçun sübûtu tam olarak kesinleşmezse haddin
tatbik edilmemesini istemektedir. Bu durumları göz önüne alan âlimler, mut'a nikahı
yapanların zina suçuyla cezalandırılmasına fetva vermemiş ancak şiddetle
cezalandırılmasına hükmetmiştir. 807
Mut 'a' nın Feci Mahzurlarından Bazıları
Şah Abdülaziz mut'a'nın hâsıl edeceği mahzurların çokluğuna dikkat çektikten sonra,
şeriata ters düşen en önemli zararlarını sayar:
1-) Çocukların ziyan edilmesidir. Çünkü kişinin çocukları birçok memlekete
yayılır ve kendi yanında olmazlarsa, adam, onların terbiyeleriyle ilgilenemez. Böylece
onlar, evlâd-ı zina gibi terbiyesiz yetişirler. Bir de bu çocukların kız olduklarını farzedecek
olsak, ortaya çıkacak rezaletin daha da büyük olacağını anlarız. Çünkü onların kendi denk
leriyle evlenmeleri hiç mümkün olmaz.

305
2 - ) B a b a n ı n te ma s e tt i ğ i k a d ı n a o ğ l u n u n d a mu t ' a y o l u y l a v e y a n o r ma l
n i k a h y o l u y l a temas ihtimali var. Bu hal aksi surette de olabilir. Hatta, kızıyla,
kızın kızıyla, oğlun kızıyla, kız kardeşiyle, kız kardeşin kızıyla yani mehârim denen
nikahı ebediyen yasaklanmış bir kadınla şu veya bu suretle temasta bulunma ihtimali
vardır. Zaman uzayınca bu ihtimal artarda artar. Böylesi bir hâl, mahzurların en
büyüğüdür. Zira, mut'a ile nikahlanan, kadının hamilelik durumu bir aylık veya daha
fazla müddet içerisinde hemen bilinemez. Bilhassa mut'a'nın sefer sırasında olması,
seferin uzun çekip, her uğranılan yerde yeni bir kadınla mut'a yapılması, bunlardan her
birinden bir çocuk olması, bu alakalardan sonra doğanların kız olması, bu adamın meselâ
onbeş yıl kadar sonra tekrar bu diyarlara uğraması veya buralardan kardeşlerinin veya
oğullarının geçmesi, bu kızlarla onların mut'a yapmaları veya normal nikah yapmaları
gibi ihtimaller düşünülebilir.
3 - ) Birçok defalar mu t'a yapan kims enin mirasının taksi m edilememesi.
Çünkü bu kişi nin varislerinin ne sayısını, ne isimleri, ne de yerleri bilinemez. Bundan
miras işinin iptali gerekir. Keza mut'a nikahından olan çocuğa varis olmakta iptal olur.
Çünkü böyle bir çocuğun baba, kardeş gibi varisleri de meçhuldür. Nitekim varisler
sayıca sınırlanamazsa miras pay edilemez. Varislerin erkeklik-kadınlığı, verasete hak
sahibi olup olmadığı gibi vasıflar açıklıkla bilinmediği takdirde pay tayini yapılamaz.
Hülasa, mut'a nikahının getireceği mahzurlar gerçekten pek zararlıdır. Bilhassa
nikah ve mirasa müteallik şer'i meselelerde. Bu sebeple Allahu Teâlâ Hz., temasın helâl
olmasını iki şeyle sınırlamıştır: Sahîh nikah, milk-i yemin (cariye). Zira kadınla koca
arasındaki beraberliğin bu iki akidle sınırlandırılması, çocuğun muhafazası ve verasetin
bilinmesi içindir..."808
Bazı Sahabelerin, bir kısım hadîsleri işitmemiş olmaları
Mut'a bahsinin hakkıyla anlaşılması için bilinmesi gereken hususlardan biri,
sahabelerin bazı hadîsleri Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sağlığında
işitmemiş olmalarıdır. Nitekim, mut'a nika hının yasaklandığı İbn-i Mes'ud, Hz. Ali, Hz.
Muaviye, Hz. Esma gibi bazı büyük sahâbilerin işitmemiş olduklarını, bunu Hz. Ömer
(Radiyallahu anhu)'in hilafeti zamanında tamım edildiğini gördük, İlk nazarda böyle bir
yasağın duyulmamış olması garib karşılanabilir. Ama bir kısım hadîsleri sonradan öğrenme
hâdisesinin mut'a nikahına has bir durum olmayıp, başka pek çok meseleye şâmil olduğu
düşünülürse şaşılacak birşey kalmaz.
Filhakika, başta dört halife:Hz.Sıddîk, Hz. Faruk, Hz. Zinnureyn, Hz. Ali el-Mürtaza
(Radiyallahu anhu) hazeratı olmak üzere, diğer birçok sahabenin, bir kısım hadîsleri
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyh vesellem)'in vefatından sonra işittiklerine dair hadîs
kitaplarımızda nice örnekler var. Biz burada, mevzuyu uzatmamak için hepsini kaydedecek
değiliz. Ancak, şu kadarını söyleyeceğiz: Vereceğimiz örnekler bizzat Kur'ân-ı Kerim'de
es-Sâbikûn el-Evvelûn diye yad edilen ilk Müslümanlardan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz.
Osman, Hz. Ali ile ilgili olacak. Bu zâtlar sadece "İlkler" olmakla da kalmazlar, aynı
zamanda Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in en yakınları ve islâm'ın en
büyükleridirler. Bunların üstelik Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile yakınlık
ve beraberlikleride fazla: Hz. Ebû Bekir, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
eski bir dostudur, yâr-ı gâr'ıdır. (Mağara dostu Hz. Ebû Bekir (Radiyallahu anhu)'dir) Yani
hicret sırasında, mağarada bile beraberlikleri âyet-i kerime ile tescil (Sicile geçirme)
edilmiştir. 809 Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) her gün belli 810 saatlerde bir
akşam bir de sabah olmak üzere iki sefer muntazaman yanına uğramaktadır.
Hz. Ömer'ül-Fâruk. (Aleyhis salâtu vesselâm)'ın en çok takdir ettiği, dirayet ve
re'y'ine güvendiği biridir. Aynı zamanda kayınbabasıdir. Ayrıca Hz. Ömer,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in peşini hiç bırakmama hususunda azim,
gayret ve şuurlu plân sahibidir. Buhâri'nin, bir rivayetinde anlattığına göre: "Bir ensari

306
kardeşiyle münavebe yapmıştır: Bir gün birisi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve-
sellem)'in yanında bulunmakta, diğeri de tarla işlerini yapmakta; akşam olunca
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den görüp işittiklerini dinlemektedir. Ertesi
günü öbürü tarla işlerine giderken, diğeri Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e
mülazemet etmekte, akşam olunca Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den
görüp işittiklerini anlatmaktadır.811
Hz. Ebû Bekir (Radiyallahu anhu) ve Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)'in Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'den hadîsi daha çok, daha sağlıklı öğrenmelerine imkân
tanıyan diğer bir durum, bu iki büyüğün, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in iki
veziri durumunda olmalarıdır. 812 Rivayetler Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
sık sık onlarla (bazan sabahlara kadar devam eden) istişareler yaptığını belirtir.813
Hz.Osman (Radiyallahu anhu)'da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
yakınlarından ve çok takdir ettiği zâtlardandır. İki kızını O'na vermiş olması, aradaki
kayınbaba-damatlık münasebeti, beraberlik ve yakınlığı anlamaya yeterli bir durumdur.
Hz.Ali (Radiyallahu anhu), Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in terbiye -
sinden geçen, yanında büyüttüğü ilk çocuk müslüman, amca oğlu ve damadıdır. Kendi
ihbarıyla (Aleyhis salâtu vesselam) ile daimi biri gece, biri gündüz olmak üzere günde iki
sefer muttarıd hususi görüşme programı olmuştur. 8 İ 4
İşte, Aleyhissalâtu vesselâm'la böylesine beraber, böylesine içli dışlı olan bu
büyükler, bu ilkler bir çok hadîsi Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından
sonra işitmişlerdir.
Rivâyetler yeni bir hadîs işitince, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in bazı durumlarda
ihtiyatlı davranıp ikinci bir şahit istediklerini, Hz. Ali'nin ise yemin ettirdiklerini belir
tir.
Hz. Ebû Bekir (Radiyallahu anhu)'e "Cedde" yani büyük anneye torundan düşecek
mirasın miktarı hakkında sorulmuştu. Bu mesele hakkında Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'den bir şey işitmediğini belirtti ve bir öğle namazından sonra cemaata
sordu:
"İçinizden kim ceddenin payı hususunda (Aleyhis salâtu vesselâm)'dan bir şey işitti?"
Muğîre ibn-i Şu'be kalkıp Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ceddeye südüs
(altı da bir) takdir buyurduğunu söylemiş; Hz. Ebû Bekir de: "Sizden kim buna şahadet
edecek?" demiştir. Muhammed İbn-i Mesleme kalkıp Muğîre'nin815isabetle konuştuğunu te'yid
etmiş, Hz. Ebû Bekir meseleyi buna göre hükme bağlamıştır.
Hz. Ömer, kapıyı üç kere çalarak izin istemek gerektiğini ifade eden hadîsi Ebû
Musa el-Eş'arî'den işittiği zaman: "Ya şahit getirirsin, ya da elimden çekeceğin var." diye
çıkışmıştır. Hz. Ömer'in hiddetinden beti benzi atmış olarak mescide gelmiş olan Ebû
Musa Hz.'ne: "Neyin var, rengin niye uçtu?" diye sorarlar. Durumu anlatınca: "Bunu
hepimiz biliyoruz, en küçüğümüz gitsin!" derler ve Hz. Ömer'e Ebû Saîdi'l-Hudri'yi
gönderirler. 816 Hz. Ömer ile ilgili rivayetler çoktur: Veba 817 çıkan bir yere girilmemesi,
vebanın çıktığı yerden ayrılınmaması ile ilgili 81hadîsi, Mecusilere ehl-i kitapla
ilgili ahkâmın uygulanması gerektiğine dair hadîsi, 8 mescid inşa edilecek bir yerin sahibi
razı olmadıkça istimlâk (mülk) edilemeyeceğini beyan eden hadîsi, 819 hamile kadında
düşüğe sebep olana takdir edilecek ceza ile ilgili hadîsi Hz. Ömer hep, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra işitmiştir. Düşüğe bedel Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in erkek veya kadın bir köleye hükmettiğini Muğîre İbn-i
Şu'be haber verdiği zaman Hz. Ömer, buna şahid taleb eder. Muhammed İbn-i Mesleme
şahidlik yapar. 820
Ehli nezdinde meşhur ve malum olan bu duruma başka misaller vererek asıl mevzu
muzdan daha fazla uzaklaşmak istemiyoruz. 821 Örneklerimize son verirken Hz. Ali'nin
mevzuya giren bir beyanını kaydedeceğiz. "Ben, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'den bir hadîs işittim mi onunla amel edecek Allah'ın dilediği nispette
faydalanıyordum. Rasûlullah'tan bir başkası bana hadîs nakledecek olsa yemin talep

307
ediyordum. Yemin edince onu tasdik ediyordum. Ebû Bekir hadîs rivayet edince (yemin
talep etmiyordum, çünkü) Ebû Bekir, Sıddîk idi..."822
Şarihler, yukarıdaki kaydettiğimiz hadîsleri açıklarken, Aşere-i Mübeşşere'ye
(Aşere-i Mübeşşere: Sağlığında peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) tarafından
cennetlikle müjdelenen on kişi) mensup olanlar dahil, ashabın büyüklerinin bile bir
kısım hadîsleri bilmemesinin normal olduğunu, bu çeşit bilgi eksikliğinin onların
büyüklüğüne bir noksanlık getirmeyeceğini belirtirler. İbn-i Battal; "Bu hâl, Hz. Ömer
hakkında caiz olursa başkaları hakkında caiz olursa başkaları hakkında haydi haydi
caizdir." demiştir.8 2 3
Şu halde mut'a nikahını yasaklayan hadîsi bazı sahabelerin Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sağlığında işitmeyerek sonradan işitmiş olması, normal
olan bir hâdisedir ve pek çok emsalinden sadece biridir. Ashâb, Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'den hadîs bilmedikleri hususlarda ya içtihatlarıyla ya da eski bilgileri ile
amel ediyorlardı. Ama O meseledeki hadîsi işittikleri takdirde hadîse uymayan, tatbikat-
larını derhal bırakıp sünnete rücu ediyorlardı.
Abdullah İbn-i Ömer kendisinden farenin yenilip yenilmeyeceğinden sorulunca,
En'am sûresinin 145. âyetini okuyup orada zikredilen haramlar arasında olmadığını
belirterek "ye!" diye cevap veriyordu. Kendisine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in fare için: "O, murdarlardandır, habistir." dediği 824 hatırlatılınca: "Rasulûllah
böyle dediyse o öyledir." der ve fetvasından derhal rücû eder.
Yukarıda belittiğimiz üzere, Hz. Ömer (Radiyallahu anhu), mut'a nikahının
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) tarafından haram edilmiş olduğunu hatırlatınca
ashaptan hiç kimse buna itiraz etmemiş, bil-icmâ hepsi emre uymuştur.
7- Şiî kaynaklarına göre mut'a
Not: 1- Bu bahiste kullanacağımız kaynaklar Şiîlerin hadîs kitaplarıdır: el-İstibsâr,
Men La Yahdaru-hu'1-Fakîh, Tenzîbu'l-Ahkâm, el-Furû'mine'1-Kâfi
2- Rivayetlerin kaynağı; Bunlar da Hz. Peygamber değil, Şiilerin masum dedikleri
imamlardır.
* Ebû Abdillah: Cafer es-Sadık rahimehullah (vefatı 148 hicri).
* Ebû Ca'fer: Muhammed İbn-i Ali el-Bâkır rahimehullah (vefatı 114 hicri)
* Ebû'l-Hasen: Ali İbn-i Musa er-Rıza rahimehullah (vefatı 203 hicri)
* Emîru'l-Mü'minîn Hz. Ali (radiyallahu anhu)
Tarif ve Tavsif
Mut'a ile ilgili rivayetler şii kaynaklarında daha çok yer tutar ve sayıca Sünnî
kaynaklarda geçenlerle mukayese edilemeyecek kadar çoktur.825
Öncelikle belirtelim ki, Şia'da, mut'a'yı "Belirlenen ücret karşılığında, belirlenen
müddet için" yapılan bir nikah olarak tarif eder. 826
Burada kastedilen müddet, akitte belirtilmelidir. Belirtilmezse normal nikah ahkâmı
cari olur. Bu durumda talakû's-sünne (karısını mukarenet olmayan temizlik devresinde
boşaması) ile boşanabilir, miras terettüb eder ve iddet sırasında nafaka gerekir. 8 27 Müddet
için asgarî ve azamî sınır yoktur. Karşılıklı antlaşmaya bağlıdır. 828 Mut'a nikahında Şia
veraset tanımaz. 829 Ancak şart koşulursa karşılıklı miras olabilir diyen olmuşsa da, "Şart
koşsa da koşmasa da miras almaz" görüşü vardır. "Çünkü kadın zevce değil, müste'cere
(kiralanmış kimse)'dir" 830
Ücret de anlaşılan miktardır, bir avuç buğday, bir dirhem nakit vs. olabilir.831
Şia, mut'a nikahında şahid gerekmediğine inanır ve "Allah ve melekleri şahid olarak
yeter." der. 832 Eh-l-i Sünnet, "Nikahta Allah ve Rasûl'ünün şahid" kılınması halinde
nikahın mün'akid olmayacağına ve yapanın da fiilinde Peygamberimiz [Sallallâhu aleyhi
vesellem]'e gaybı bilme nisbeti bulunmasına binâen, "Gaybı Allah'tan başka kimse

308
bilmez" 8 3 3 mealindeki âyete muhalefet ettiği için (küfre düşeceğini kabul eder.834 Şia'ya
göre, normal nikahta şahid zâten çocuğun nesebi, miras) (ve bir rivayette de hüdud)
gereklidir. 835 Tûsî, "Rasulûllah zamanında şahitsiz nikah yoktu" itirazına: "O, efdal olanı
ifade eder" diye te'vil ederek (sözü çevirerek) cevazın asıl olduğunu belirtir.836
Ehl-i sünnetin rivayetlerinde, Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in yasaklamasına kadar,
ashâb ve tabiînden, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yasağını duymayanların
mut'a'ya yer verdiğini belirtmiştik. Mut'a meselesine selefteki anlayışlı Şia'nın anlayışını
mukayese ederek bakınca, bazı ciddi farklar görülür:
1-) Sünnî kaynaklar ruhsat tanıyan rivayetleri de, yasak getiren rivayetleri de hep Hz.
Peygamberimiz (Aleyhissalâtu vesselâm)'e dayandırırken, Şiî kaynaklarda, pek nadir
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vessellem)'den söz edilir. Onlar bu meseleyi hep
imamlarına dayandırırlar. Mesela, Istibsâr'da (basiretli olmada) Hz. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e nisbet edilen hemen hiç bir rivayet mevcut değildir.
2-) Sünnî kaynaklarda cevaz, hep sefer haliyle ilgilidir, mukîme de tecviz (caiz
görme) edildiğine dair rivayet yoktur, Halbuki Şiî kaynaklar bunu, mukîm, misafir, evli,
bekâr herkese "helâl ve mubah" addederler. 83 ' Kumî'de yer alan bir fetva şöyle:838"Kişi,
dilerse mut'a yapar, hatta zevcesi olsa ve memleketinde zevcesiyle birlikte olsa bile"
3-) Bir kadınla pek çok erkek mut'a yapabildiği gibi, aynı erkek mükerer seferler
mut'a yapabilir. Kuleynî'nin bir rivayeti aynen şöyle: "Ebû Ca'fer, (Aleyhis selâm)'a839
sordum:
"Kurbanın olayım! Bir adam mut'a yapsa, şartı sona erse, sonra o kadınla başka bir
erkek evlense, sonra ondan ayrılsa, sonra önceki erkek evlense, sonra ayrılsa, bu üç sefer
cereyan etse, kadın üç erkekle evlense, birinciyle tekrar evlenmesi caiz olur mu?" Bana şu
cevabı verdi:
"Evet kaç sefer dilerse. Bu kadın hür kadın gibi değildir, bu, kirayla tutulmuş
(müste'cere) biridir; cariye kadın mesabesindedir."840
Şia, prensib olarak mut'a'yı benimseyince kendi vicdanının da kabul etmeyeceği bir
kısım ayıplara fetva vermiş, tezatlara düşmüştür. Şiî kaynaklarında bu çeşit rivayetlere
sıkça rastlanır.
Bir kısım rivayetler, kadının kocasına sadakati emrettiği, 841 erkek-kadın herkesi
zinadan men ettiği 842 halde mut'a bahsinde evli kadınla da mut'a'ya müsamaha gösteren
bir üsluba rastlanır. Ebû Abdillah, bir soru üzerine mut'a yapmaktan kaçınılacak
kadınları şöyle sayar:
"Kevâşir, devâ'î, begâyâ ve zevâtu'l-ezvaçtan kaçın!" soru sahibi bu tabirlerle neyi
kastetdiğini sorunca, Ebû Abdillah açıklar:
"Kevâşif, açıktan zina yapan, herkesçe bilinen zâni kadınlardır; devâ'î: nefislerine
erkekleri davet e-den ve fesadı bilinen kadınlardır; begâyâ: zina ile ma'ruf olanlar
(fahişeler); zevâtu'l-ezvac: sünnete uygun olmayan şekilde boşanmış olanlar." 843 Burada
evlilerin zikredilmemesi dikkat çekicidir. Esasen mut'a yapacağı kadının evli bir kadın
olduğundan şüphelenip tahkik edince evli çıktığını, bu durumda ne yapması gerektiğini
soran kimseye, Ebû Abdillah: 844"Niye araştırıyorsun?" cevabını vererek evliyle de mut'a'ya
göz yumucu bir845cevap verir. Meselede temel prensib kadının evli olup olmadığını
araştırmamaktır, Ebû Abdillah: "Kadının evli olup olmadığını sorman gerekmez. Sana
düşen, nefsi hususunda kadının beyanını tasdik etmektir." der.846
Buna rağmen, bir başka tezada yer verir ve "mut'a yapılacak kadında iffet arar,
güzel bile olsa zâniye ile mut'a yapılmaz" der. 847 Ebû Abdillah'ın mut'a üzerine bir
soruya cevap sadedinde "helâldir, ancak afife kadınla nikahlan, Allahu Teâlâ Hz.
(mü'minleri tarif ederken):"Onlar ki, ferclerini muhafaza ederler..."848 buyurmuştur.
Dirhemin hususunda itimadın olmayan yere fercini koyma." dediğini görürüz.849
Şiî kaynaklarında bu hususta kesin bir hüküm yok. Nitekim bazı rivayetlerde sadece
iffet değil, iman da aranır. Mü'mine ile mut'a'nın mümkün olduğu, diğer bazılarında

309
yahudi ve hıristiyanlarla da caiz olacağı, mecusilerle caiz olmayacağı, ama bulunmamaları
halinde mecusi ile de caiz olacağı ifade edilir.850
bir hayız dönemi, kırk beş gün (ve bazılarına göre dört ay on gün)851 gibi
Mut'a nikahına852
bir iddet tanımaları, bir başka tezad olmaktadır. Gizlilik içinde mut'a yapan evli kadın
mı iddete riayet edecek?
Bir rivayette mut'a yapılmayacaklar arasında zevâtu'l-ezvâc (kocalılar) da
zikredilir, ancak bunun tarifi de yapılır: "Sünnete uymaz tarzda boşananlar"853
Onlar da Ayıbın Farkındalar
Şiî kitapların mut'a ile ilgili bahislerinde öyle pasajlara, fetvalara rastlanıyor ki,
insanlık adına haya etmemek, iğrenmemek mümkün değil. Evli kadının bile, bir başka
erkekle "Allah'ın kitabı ve Rasûl'ünün sünneti üzere(!)" mut'a yapmasına fetva verdirecek,
854
ruh hâli nedir diye insan sormadan edemiyor. Bırakın İslâmiyet'i, evlilik
müessesesinin kudsiyetine inanmış hangi din, fıtratı bozulmamış hangi insan böyle bir
fetva verebilir? Aslında, bu fetvayı verenler de düştükleri ifratın, yaptıkları işin
iğrençliğinin farkındalar: Abdullah İbn-i Umeyr, mut'aya fetva veren(!) Ebü Cafer'e sorar:
"Kendi kadınların, kendi kızların, kız kardeşlerin, amcanın kızları mut'a yapsalar bu seni
memnun eder mi? Rivayet şöyle devam eder: 855 "Ebû Ca'fer (Aleyhis selam) kadınları ve
amcasının kızları zikredilince yönünü çevirdi."
Bir diğer rivayette Ebû'l-Hasen'in, bir kısım mevâlisine (yardımcılarına) şöyle
yazdığını görmekteyiz: "Mut'a'da ısrar etmeyin, size sünneti ikame etmek düşer. 856
Odalıklarınız ve hür hanımlarınız varken mut'a'yla meşgul olmayın; aksi takdirde, onlar
sizleri inkar ederler, uzaklaşırlar, bunu emredene beddua ederler, bizlere lanet okurlar."857
Keza Ebû Abdillah'tan da: "Mut'a'yi bırakın, ayıp iş yapmaktan haya etmiyor musunuz?"
dediği rivayet edilmiştir.
Ancak Kuleynî te'vili yapıştırır: "Bu yasak, ashabından ve ihvanlarından sâlih
olanlara hamledilir." 858 Yani, havastan olanlara, salihlere ayıp; fakat avama, halka ayıp
değil. Sünnî İslâm'da, hadîslerde böyle telakkiye rasttlanmaz. "Ayıp", herkese ayıptır.
Şia'nın Mut'a'yı Tecviz Edişinin Bir Sebebi:
Bazı rivayetler, Şia'nın bu utandırıcı ayıpta ısrarının Sünnîliğe karşı yürüttüğü
taassuptan ileri geldiğini göstermektedir. Öyle ki, onların kitabında da mut'a nikahının
Hayber seferi 859
sırasında ehlî eşek etiyle birlikte haram edildiğine dair Hz. Ali'nin beyanı
aynen yer alır. Hadisi kaydeden Tûsî, bunu takiyye 860 olarak yorumlar. Aynen şöyle der:
"Bu rivayeti takiyyeye hamlederiz. Çünkü o, âmmenin mezhebine muvafıktır. (Mut'â'nın
helâl olduğuna delâlet eden) önceki haberler ise, kitabın zahirine ve hakikat üzere olan(!)
fırkanın bunun mucibiyle amel hususundaki icmaına muvafıktır. Böylece bu şazz
rivayetle değil öbürleriyle amel etmek gerekir." 861 Bunun takiyye olduğunu Tehzîbu'l-
Ahkâm'da da tekrarlayan Tûsî orada "İmamlarımızın yolu, mut'a'nın ibâhesidir.
(Gerekçesini açıklamak için) sözü uzatmaya ihtiyaç yok." der862
Ebû Abdillah'a nisbet edilen: "Mü'min kadınla mut'a yapma! Onu zelil edersin"
şeklindeki rivayeti, bu meselede ısrarlı olan Tusî şöyle te'vil eder: "Bu rivayet mürseldir,
senedi kopuktur. Bu çeşit rivayetle sıhhatli olana itiraz edilmez. Rivayetin sabit olduğunu
kabul edecek olsan, ondan murâd: "Kadın asaletli bir ailedense" demektir. Çünkü böyle
bir kadınla mut'a uygun olmaz. Zira kadının ailesine ar gelir, kendisine de züll isabet
eder, her ne kadar mahzuru yoksa804da." 863 Bazı fetvalarda "Mut'a, onu bilene helâl,
bilmeyene haramdır." denmiş olması da Şia'nın bu meseledeki temelsizliğine bir delildir.
Hele Ebû Abdillah'dan nakledilen: "Allahu Teâlâ Hz., bize sarhoşluk veren bütün içkileri
haram kıldı. Buna bedel olarak mut'a'yı helâl kıldı" fetvası 865 da bir tezat olarak
karşımıza çıkar. Keza, bazı rivayetlerde ailesine getireceği ar sebebiyle bakire kızlarla,
babalarının izni olmadan, mut'a'ya cevaz verilmezken, 866 diğer bazılarında izinsiz tecvîzi867
Şia'nın bu meseledeki tutarsızlığına bir başka delil olmaktadır.
Tusî ve diğer Şia Ulemasını bu meselede taassuba sevkeden espirinin geri planını

310
görmede şu rivayet daha açıktır: "Kureyşli bir erkek anlattı: "Amcamın kızının çok malı
vardı. Bana (mut'a nikahı yapmamız için) haber göndererek: "Bilirsin benimle evlenmek
isteyen çok erkek var. Ben onlarla evlenmedim. Ben sana, erkeklere olan sevdam için
talip değilim. Ancak bana ulaştı ki, mut'a'yı Allah Kitab'ında helâl kılmış, Rasûl'ü de
sünnetinde beyan etmiş. Fakat Züfer de (Züfer'le Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)'in kastedil-
diği belirtilir.) haram etmiş. Ben de Arşı'nın fevkinde azîz ve celîl Allah'a itaat etmek,
Rasûl'üne İtaat etmek, Züfer'e de isyan etmek istedim. Benimle mut'a nikahı yap!" dedi.
Ben de kendisine:
"Ebû Ca'fer'e gidip onunla istişare edeyim!" dedim. Sonra gidip haber verdim. Bana:
"Yap! Allah ikinize de rahmet etsin!" dedi. 868
Hz. Ömer Sünnîliğe muhalefetteki taassub, Şia'yı sadece ulemânın değil, bütün fıtrat-
ı selime sahiplerinin "zina" demekten icma edecekleri bir ayıp için "Mü'min, mut'a
yapmadıkça kemale ermez." dedirtecek,869 buna akidevî bir mahiyet kazandıracaktır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) nisbet edilen bir iftiraya göre (Aleyhis
salâtu vesselâm), hâşâ şö yle demiştir: "Ben mi'rac'tayken Cibril (Aleyhis selâm)
bana geldi ve dedi ki:
- Ey Muhamm e d ! A l l a h u T e â l â H z . b u y u r d u l a r k i : " B e n ü mme t i n d e n
mu t ' a y a p a n k a d ı n l a r ı ma ğ f i r e t ettim!" 8 7 0
İnsanlığın iftihar edeceği nadir dâhilerden olan Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)'e
muhalefet taassubu, Şia'yı mut'a yapmaya ibadet dedirttirecek noktaya getirmiştir.
Aynen kaydediyoruz.
"Salih ibn-i Ukbe, Ebû Ca'fer (Aleyhis selâm)'den rivayet etmiştir:
- Mut'a için bir sevap var mı?" dedim. Bana şu cevabı verdi:
- Eğer mut'a ile Allah'ın rızasını ve O'nu inkar edenlere muhalefeti murad etmişse
(mut'a yolunda) konuştuğun her kelime için Allah ona sevap yazar. Elini kadına uzatınca,
Allah ona mutlaka sevap yazar. Kadına temas etti mi, bu sebeple günahını affeder. Yıkandı
mı saçından geçen su miktarınca Allah ona mağfiret eder! Ben tekrar:
- Saçı adedince mi?" dedim.871
- Evet saçı adedince!" dedi. Ali es-Sibâî, iğrenç ve hayırsız bularak,
- bir daha mut'a yapmayacağım!" diye Allah'a yemin eder. Durumunu Ebû'l-Hasan'a
sorunca şu cevabı alır;
- Sen itaat etmeyeceğim diye Allah'a söz vermişsin. Allah'a yemin olsun (mut'a
yaparak) O'na itaat etmezsen isyan etmiş olursun."872
Ve İslâm ulemâsı arasında meşhur olmuş bir sözü hatırlatıyoruz: "Maksad Ali sevgisi
değil, Hz. Ömer buğzudur." Evet mut'a meselesi de öyle. Hakkı ortaya çıkarmaktan ziyade,
Hz. Ömer'e muhalefeti tahkim. Yani üzüm yemek değil, bekçiyi dövmek.
Taassub ve husûmetin Şiî âlimleri nerelere götürdüklerini görmek için bir başka
örnek kaydedelim: "Ebû Ca'fer (Aleyhis selâm) dedi ki: "Aziz ve celîl olan Allah, şehveti
on cüz (parça) olarak yarattı. Bunun dokuzunu erkeklere birini kadınlara koydu. Bu hâl
Benî Hâşim ve taraftarları için böyledir. Ben-i Ümeyye kadınları ve taraftarları için ise,
şehvetin on cüzünden dokuzunu kadınlara, biri erkekleredir. 873 Burada karalanan Benî
Ümeyye, Şia'nın siyasi kavga yaptığı Emevîlerdir. Benî Haşim de Hz. Ali ve ahfadının
(oğullarının, torunlarının) geldiği hanedandır.
Şiî Tavır
Burada bir noktaya okuyucuların insaf nazarlarına arzetmek isteriz. Yukarıda,
mut'a nikahı bahsini sünnî kaynaklara göre incelerken gördük ki Ehl-i Sünnet ulemâsı
mesele üzerinde tamamen Hz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîslerine
dayanmaktadır. Mut'a'nin Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) tarafından bir ara
mubah kalındığını, bilâhere yasaklandığını, son defa Mekke fethi sırasında yasaklanıp,
Veda hutbesi sırasında yasağın bir kere daha hatırlatıldığını... bu yasağı işitmemiş olan
sahâbî ve tabiînden bazılarının bunun lehinde fetva verdiğini, Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu)'in buna muttali olunca. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in haram kılma

311
hâdisesini hatırlatarak, meseleyi gündeme getirip yasağı tamim ettiğini belirttik. Yine
gördük k i , şarihler bu hususta icmadan bahsederken İbn-i Abbâs'tan bir ara vârid olan
lehindeki fetva sebebiyle tam bir icma hususunda tereddüt hasıl olduğunu, Şia'dan bazı-
larının mut'a'ya fetva verdiğini vs. hep kaydetmektedirler.
Halbuki Şia'nın dayandığı muteber kaynakları, meseleyi açıklarken ehl-i sünnetin
dayandığı sahih rivayetleri hiç görmezden gelir. Onlara atıfta bile bulunmaz. Tûsî'nin şu
açıklamasına dikkat edilince, Şiâ dışında müslüman varlığının bile kabul edilmediği
görülür: "Mut'a'nın mubah oluşuna müslümanların Rasulûllah (Aleyhis salâtu vesselâm)'ın
onu bir zaman mubah kıldığı hususunda icmaları delalet eder. Onun bunu daha sonra
yasakladığı hususunda kafi bir delil getirilmemiştir. Öyleyse delil getirilinceye kadar
Önceki hali üzere mubah olması gerekir. Şeriatta ise buna delalet eden bir delil mevcut
değildir. Buna keza Cenâb-ı Hakk'ın şu kelâmı da delâlet eder..."
Tûsî, bundan sonra yukarıda bivesile zikrettiğimiz âyetleri, iddiasına delil olarak
kaydeder-874
Bir Soru Ve Cevabı
Şimdi şöyle bir soru makuldur: "Şia da esas itibariyle Kur'ân ve sünnete dayandığına
göre, mut'a nikahı meselesinde niye bu kadar zıt görüşler ortaya çıkmıştır? Onların hiç
mi haklılık tarafı yok?"
Bunun gerçek bir izahı uzun kaçar. Ancak kısaca bilinmesi gereken husus şudur:
Ehl-i Sünnet bu mesele de onların kendiliklerinden hadîs uydurduğunu söylemiyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mut'a'ya cevaz verdiğini, sağlığında
bununla amel eden sahâbilerin bulunduğunu kabul ediyor. Bu husus ehl-i sünnet nezdindeki
sahih rivayetlerde sabittir. Ancak, diğer birçok meselede olduğu gibi (Aleyhis salâtu
vesselam) bunu sonradan yasaklamış, böylece neshedilmiştir. Ehl-i sünnet, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra, bu yasağı işitmemiş bulunan bazı sahâbi
ve tabiin tarafından da mut'a nikahının icra edildiğini de kabul eder. Ancak ehl-i sünnet,
bu tatbikatın Hz. Ömer'in meseleye müdahale edip yasağı tamim etmesiyle son bulduğunu
ve Hz. Ömer'e hiçbir sahâbinin itiraz etmediğini, böylece Mut'a'nın haram olduğu hususun
da icma hasıl olduğunu da kabul eder.
Şia ile ehl-i sünnet, hadîs anlayışında farklıdır. Aradaki ayrılık temelde bundan
kaynaklanır. Şöyle ki:
1-) Ehl-i Sünnet sahabe arasında hiçbir ayırım yapmadan hepsinin rivayetini
makbul addederken, Şia Al-i Beyt'e mensup çok az sayıda sahabenin rivayetini kabul
eder, diğerlerini reddeder.
2-) Râvi meselesindeki tefrikleri sahabe tabakasında kalmaz, sahabeden sonra gelen
tabiîn ve etbauttabiîn gibi diğer râvi tabakalarında da ayırım devam eder. Sahabeden
sonraki râvilerdeki ayırım, râvinin makbul olabilmesi için râvide aradıkları şartlardan
ileri gelir. Gerçi ehl-i sünnet de her râviden hadîs almaz, râvinin mü'min, dindar, doğru
sözlü, mürüvvet sahibi vs. olmasını şart koşar. Şia da benzer vasıfları şart koşar. Ama
"mü’min" deyince, râvinin İmâmiye-İsnâaşeriye (On iki İmam) mezhebinden olmasını
kasteder. Yani râvide aranan şart objektif olmaktan çok sübjektif bir hâl alır. 875 Halbuki
ehl-i sünnet, râvinin "mü'min olması gerekir" derken, bununla İslâmın iman esaslarını
dil ile ikrar kalb i l e tasdiki kasteder, başka bir kayıt koymaz. Hatta ehl-i sünnet'ten
olmasını da şart koşmaz. Diyanet ve sıdk vasıflarını taşıyan şii râvilerden de hadîs alır. Şia
ise, değil Ehl-i Sünnet, İsnâaşere (On iki) dışında kalan, şii mezheplerine mensup
kimselerden bile kabul etmez.
3-) Şiilere göre, hadîs, masum imamların söz, fiil ve takrirleridir (anlatmalarıdır)
. 876 Bir rivayetin hadîs olabilmesi için mutlaka masum addettikleri bir imama ulaşması
şarttır. Ona ulaşmadan gelen sözler hadîs değildir, makbul değildir. Bu sebeple Şiilerin
hadîs kitapları hep, masum olduğuna inandıkları imamların sözleriyle doludur.
Rasûlullah'a nispet edilen hadîsler pek nadirdir.

312
Hemen şunu belirtelim ki, masum imam inancı, Ehl-i sünnette yoktur. Ne Kur'ân. ne
de sahih hadîsler böyle bir akideye (dîn-i inanışa) yer vermez, bu Şia'ya mahsus bir
inançtır. Ehl-i Sünnet İsmet'i yani her çeşit hata ve günahtan korunmuş olma halini sadece
Peygamberlere tanır. Peygamberler dışında hiç kimse ismet sahibi yani günahsız ve
hatasız olamaz. Allah namına hüküm beyan edemez.
Şu halde Ehl-i Sünnet ile Şia arasında bir kısım farklar, objektiflik, sübjektiflik
noktasında başlar. Ehl-i Sünnet Kur'ân ve hadîste gelen objektif kıstaslarla hareket eder.
Şia sübjektiviteyi esas alır, aklı ve sağduyuyu tatmin etmeyen bir kısım peşin kabullerden
hareket eder. Kur'ân'la ilgili açıklamalarda olsun, Kur'ân'da olmayan meselelerin
zuhurunda koyacağı hükümde olsun Ehl-i Sünnet hep sünnete dayanmayı esas aldığı halde,
sahâbileri reddetmesi sebebiyle Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
hadîslerinden kendini mahrum bırakan Şia, ortadaki boşluğu masum imamla doldurmayı
denemiş, Hıristiyanlıktaki kilise müessesesi gibi bir masum İmanı otoritesi kabul etmek
zorunda kalmıştır. Bu yüzden onlar masum imamın sözlerine, fiillerine ve takrirlerine
sünnet demeye mecbur olmuşlardır, İşin içerisine siyasi taassup ve garazkâr muhalefet de
girince, yukarıda kaydettiğimiz örneklerde görüldüğü üzere, mut'a meselesinde
kendiliğinden bir ayrılık ve kemikleşme ortaya çıkmıştır. Ashabı reddetme, kendi
mezheplerinden olmayanları mü'min saymama ve Hz. Ömer buğzunu her şeyin üstünde
tutma gibi bazı prensipler, onları objektiviteden uzaklaştırmış, birçok sahîh rivayetlerden
mahrum bırakmış, ölçülerinden geçen fakat işlerine gelmeyen rivayetleri de keyfi te'villere
sevkederek hatalı sonuçlara atmıştır. N i tekim mut'a nikahının Hayber seferi sırasında
yasaklandığına dair Hz. Ali'den gelen rivayeti "takiyye" diye nasıl te'vil ettiklerini
gördük.
Ehl-i Sünnet ulemâsının uydurma veya çok zayıf addettiği bir kısım rivayetler vardır
ki, Şii kaynaklarında masum imamlardan sünnet olarak rivayet edilmektedir. Kadın
üzerine gelen birkaç örnek veriyoruz:
Ebû Ca'fer kadınlar hakkında şöyle demiştir; Kadınlarla hususi şekilde istişare
etmeyin. Yakınlar hakkında onları dinlemeyin. Şurası muhakkak ki, kadın yaşlanınca onu
iki yarısının da hayrı gider ve iki yarısının şerri kalır. Güzelliği gider, dili keskinlesin
rahmi kısırlaşır. Erkek ise, yaşlanınca iki yarısınında şerri gider, her iki tarafının
hayrı bakî kalır.; Aklı sabitleşir re'yi sağlamlaşır, cehaleti azalır.877
"Rasulûllah (Aleyhis salâtu vesselam) harbe çıkmayı irade edince kadınlarını
çağırır, onlarla istişare. eder, sonra onlara muhalefet ederdi."878
"Ebû Abdillah demiştir ki: "Kadınlarla istişareden kaçının. Zira onlarda za'f ve acz
ve düşüklük vardır.
"Emiru'l-Mu'minin (Hz. Ali): "Kadınlara muhalefette bereket var" demiştir."880
Ebû Abdillah demiştir ki:
"Mü'min kadın, siyah öküzdeki benek mesabesindedir (sayıca azdır)."881
"Kadınlar arasında sâlih olanlar iki kanadı da beyaz olan karga gibidir (yani
yok gibidir)."882
(Kütüb-i Sitte, Cild 15, s.548-581'den alınan yazı burada sona ermiştir.)

(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 5, Hadîs No: 1961)


"...Ali İbn-i Ebû Tâlib (radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
- Rasulûllah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Hayber (savaşı) günü kadınların
mut'a usulü ile nikahlanmasını ve ehlî merkeblerin etinin yenmesini şüphe
siz yasakladı."883
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 5, Hadîsi No: 1962)
"... Sebre (İbn-i Ma'bed) (Radiyallâhu anhu) şöyle demiştir:
- Biz Rasulûllah (Sallallâhu aleyhi vesellem) ile beraber Veda Haccı yolculu-

313
ğuna çıktık. Sonra sahâbiler:
- Yâ Rasulûllah! Bekarlık (kadınlardan uzak kalmak) bize cidden çetin geldi,
dediler. Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- (Nikahlanmasına engel bulunmayan) şu kadınlarla mut'a suretiyle evlene
bilirsiniz, buyurdu. Bunun üzerine biz onların yanına vardık. Onlar ancak bizle
re kendileri arasında belirli b i r süre koyduğumuz takdirde bizlerle evlenme
yi kabul edebileceklerini belirttiler. Bunun üzerine sahâbiler bu durumu Pey
gamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e anlattılar. Efendimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) "Onlarla aranıza belirli bir süre koyunuz"buyurdu. Sonra ben ve
bir amcam oğlu çıkıp gittik. (Mehir almaya elverişli mal olarak) amcam oğlu
nun beraberinde bir hırka vardı. Benim de yanımda bir hırka vardı. Onun
hırkası benimkinden iyi idi. Ben de ondan daha gençtim. Nihayet bir kadının
yanına vardık.(Ve evlenme teklifinde bulunduk.) Kadın (benimle evlenmeyi tercih
ederek): Bir hırka diğer hırka gibidir, dedi. Bunun üzerine ben (hırka -
mı mehir vererek) onunla evlendim. Ve o gece onun yanında durdum. Ertesi gün
gittim. Rasulûllah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Kabe'nin kapısı ile rüknü arasın-
da ayakta şöyle buyuruyordu:
"Ey in s an lar ! Be n ge r ç e k te n m u t'a s u r e t iy le e vle n m e k i ç i n
s iz le r e i z i n ve r miş t im . Bilmiş olunuz ki: Şüphesiz Allah u Teâlâ bunu
kıyamet gününe kadar haram kıldı. Artık kimin yanında mut'a
suretiyle evlendiği kadınlardan varsa derhal ona yol versin ( s a l ı versin)
ve onlara mehir olarak verdiğinizden bir (şeyi) geri almayınız."884
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 5, Hadîs No: 1963)
"İbn-i Ömer (rRadiyallâhu anhu)'den; şöyle demiştir:
(Baba m) Ömer bin el-Hattâb (Rad iyallâ hu anhu), halife olunca halka
bir hitabede bulunarak şöyle dedi:
- Rasulûllah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in şüphesiz mut'a nikâhı için bize üç
gün ( v e y a üç defa) izin verdi. Sonra bunu haram kıldı. Rasulûllah(Sal
lallâhu aleyhi vesellem)'in mut'a nikahını haram kıldıktan sonra helâl kıldığına
şahitlik edecek dört şahidi bana getirmedikçe, evli iken mut'a suretiyle bir ka
dınla birleştiğini bileceğim. Her hangi bir adamı mutlaka taşla recmedeceğime
Allah'ın adıyla yemin ederim."
İbn-i Abidin, c.5, s.350'de "Nikah-ı-Mut'a ve nikah-ı muvakkat bâtıldır." başlığı ile
geniş bir şekilde anlatılmıştır.
(Sünen-i Ebû Davûd, Cild 8, Hadîs No: 2072)
"...Zühri'den; demiştir ki:
Biz (bir gün) Ömer bin Abdilaziz'in yanında (bulunuyor) idik, derken
k a d ı n l a r d a n m u t'a nikahını konuşmaya başladık. Rabi bin Sebre denilen bir
adam:
- Ben babamın; gerçekten Rasulûllah (Sallallâhu aleyhi vesellem) Veda Hacc'ında
onu yasakladı, dediğine şahid oldum, dedi."885
Şiiler de mut'a nikahı yaparlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bunu
yasaklamıştır, O iddia da olanlara deriz ki:
Hakiki mü'min diğer mü'min kardeşinin malını kendi malından, canını kendi
canından, namusunu kendi namusundan fazla kayırmadıkça tam mü'min olamaz! Yine
kendi nefsin için layık görmediğin bir şeyi mü'min kardeşin için layık görürsen yine tam
mü'min değilsin. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesell em ) b u yu rd u k i :
" Yâ Ö mer ! B en i ca n ı n d a n d a i l eri g ö r med i k çe i ma n ı n k ema l b u l mu ş
o l a maz." 8 8 6 "Mü'minler birbirlerine kardeştir." 8 8 7 Sen bu benim diyeceksin. Sen
kardeşinin namusuna göz diken kardeşsin. Sen nefsinin havasına düşmüş ne dediğini, ne
yaptığını bilmeyen gözü dönmüş birisisin. Bir kardeşine bu gibi düşünen insanlar olup

314
başka mü'min kardeşinin namusunu şerefini, ayak altına alacak tipte insanlar olduğu için
şeriatın emri kıldan incedir.
Sizin içinizde benim ailemi, bacımı, kızımı, müslüman kardeşlerim mut'a nikahı
yapsınlar diyecek çıkar mı? Şayet böyle diyecek çıkarsa ona ne dersiniz? Fikrine katılır
mısınız? Siz sizin namusunuza lâyık görmediğiniz bir şeyi müslüman kardeşinize onun
namusuna nasıl layık görürsünüz? Bu nasıl söz, bu nasıl yaşam, bu nasıl iş! Çaresiz kalıp
namusunu koruyacak hiç kimsesi yoksa; "Benim ailem, kızım, bacım ben gelinceye kadar
sizde emanet kalsın" derse o mü'min onun namusunu kendi namusundan daha fazla
kayırması lazımdır. Bizce mü'min müslüman kardeşinin malını malından, canını canından,
namusunu namusundan fazla kayırmayan kâmil mü'min değildir. Kâmil mü'min olmayınca
cennet garantili değildir. Iman-ı kâmil olanlar kesinlikle mut'a nikahını kabul etmezler.
Lu t (al e yh i s s el âm ):
" Mi s afi rl eri mi n n a mus una do kunma y ı n y erin e ben i m kı zla rı mı
g ö tü rün."888 buyurdu.Lut (Aleyhis selâm)'ın yaptığı ile mut'a nikahı taban tabana zıt de
ğil mi?
Nasıh-mensuh âyetler olduğu gibi nasıh-mensuh hadîslerde vardır.
İlk defa caiz sonra yasaklanan âyetler olduğu gibi aynı öyle hadîsler de vardır.
Mut'a nikahı sonradan nesh edilmiş. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
tarafından yasaklanmıştır.
İstanbul'da bir talebe medresede okuyordu. Padişahın kızı gezmeye çıkmış yolunu
şaşırdı, hava soğuk o da medreseye girdi. Medresede bir tek, kitap okuyan genç bir de
padişahın kızı vardı. Genç kızla meşgul olmak istedi. Allahu Teâlâ'nın her şeyi gördüğünü
bildiğini, yarın mahşerde hesap verileceğini düşündü. Kızdan da geçemiyordu. Yanan
muma parmağını uzattı. Kendi kendine: "Bu mumun yakmasına dayanabilecek misin?"
dedi. Parmağı yandı, parmağını geri çekti. Ara ara sabaha kadar parmağını muma uzattı,
yaktı. Sabah olunca kız saraya gitti. Nerede kaldığını sordular. Kız, hâdiseyi olduğu gibi
anlattı. Padişah, kızı ile beraber medreseye geldi. Oğlana sordu:
- Sen böyle böyle sabaha kadar muma elini uzatıp parmağını yakmışsın. Niçin böyle
yaptın? Oğlan:
,- Kız çok güzeldi. Kendisine sataşmak istedim. Allahu Teâlâ'dan korktum. Kendi
kendime cehennem alteşinde yanacaksın, şu parmağımı bu dünyanın ateşine
dayanabilecek mi diye kendi nefsime öğretmek için uzattım. Parmağım yandı, geri
çektim, dedi. Padişah:
- Sen bu kadar Allah'tan kor karsan, bende kızımı sana verdim, dedi ve kızıyla
evlendirdi.
Hadîsi şerîf:
"Haram olan bir şey elinize geçtiği zaman Allah korkusundan onu
t e r k e d e rs en8 8i z, Al l a h u T ea l â y a o n u , y a d a o n d a n d a h a i yi s i n i h el â l ın d a n s i ze
n a s i p ed er. 9 buyuruyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bu hadîs-i şerîf i okuyunca, ashaptan
bulunan bir zât bir kadını Allahu Teâlâ'nın emri ile istedi. O'da kabul etmedi. Bu zâtda
sinirlendi. "Benim cehalet devrimde olsa idi, bunu bana verirlerdi," diye düşündü. Gece
kadının yattığı odasına girdi, kadın uyuyordu. Allah korkusundan kadına dokunmaktan
vazgeçti. Dolabı açtı, dolapta pişmiş kaz gördü. "Bunu yiyeyim." diye düşündü, sonra
bununda haram olduğu aklına geldi. Ondan da vazgeçti. Benim bu eve geldiğimi bilsinler
diye sergileri orta yere yığdı. Kadın, sabahtan Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'e şikayete geldi.
- Senin ashabından birisi bizim eve girmiş fakat bana dokunmadı. Dolapta kaz vardı
ona da dokunmamış. Evin içindeki sergileri orta yere yığmış. Tenbih ette bir daha böyle
bir şey yapmasınlar, dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), kadına:
- Sen niçin evlenmiyorsun? buyurdu. Kadın:
- Benimle evlenecek birini bulsam hemen evlenirim, dedi. Peygamberimiz (Sallallâ

315
hu aleyhi, vesellem):
- Senin şartın nedir? Kadın:
- Benimle evlenecek kimse her gün akşama kadar oruç tutmalı, her gece sabaha
kadar namaz kılmalı, hikmetsiz şeye'de gulmemeli, dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem):
- Bu kadının dediğini kabul edecek birisi var mı? buyurdu. Gece kadının evine
giren sahabe;
- Ben kabul ederim, dedi ve evlendiler. Adam gece sabaha kadar yattı. Sabah kah
valtıda, pişmiş kaz sofraya gelince güldü. Gündüzde oruç tutmadı. Kadın, Peygamberimiz (Sal
lallâhu aleyhi vese!lem)'e şikayete geldi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de o
sahabeye:
- Niçin şartlan yerine getirmedin? buyurdu. Sahabe:
- Yâ Rasulûllah! Sen buyurdun ki:
"Muharrem ayında üç gün oruç tutan, seneyi kamilen oruç tutmuş gibi
olur." Ben bunu her sene tutarım, dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem;:
- Bu oruç işi tamam. Her gece sabaha kadar namaz kılacaktın. Niçin kılmadın? Sahabe:
- Yâ Rasulûllah! Sen buyurdun ki:
"Her kim yatsı namazından sonra iki rekat nafile namaz kılarsa, gece
sabaha kadar namaz kılmış gibidir." Ben her yatsı namazından sonra bu iki
rekat nafileyi de kılarım, dedi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bu da tamam! Kazın etini görünce gülmüşsün. Hani hikmetsiz şeye gülmeyecektin?
buyurdu. Sahabe:
- Yâ Rasulûllah! Sen:
" Allah korkusundan haramdan kaçınana, Allahu Teâlâ kaçındığını ya da ondan
daha iyisini kendine helâl olarak nasip eder" buyurdun. Bu kadının evine giren bendim.
Kadın da, kazın eti de haramdı, kadına dokunmadım, eti de yemedim. Allahu Teâlâ'nın
korkusundan kaçındım. Allahu Teâlâ bir gün sonra ikisini de helâl olarak bana nasip etti.
Bundan daha büyük hikmet olur mu? deyince, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bu da doğru hiç bir noksanınız yok. Evinize gidin mutlu olun, buyurdu.
Hz. Ebû Zerr-i Gıffari (Radiyallahu anhu), Hz. Ömer (Radiyallahu anhu)'in halifeli
ği zamanında;
- Bu hazinedeki altınları niçin fakirlere dağıtmıyorsunuz? dedi. Hz. Ömer (Radiyal
lâhu anhu):
- Konstantin, Iran, Çin ve Hindistan'la devamlı harbteyiz. Bunlara ihtiyacımız var, dedi.
Hz. Ebû Zerr-i Gıffari (Radiyallâhu anhu):
- "Size yardım olarak Allah'ın yardımı yetmez mi?"890 (ve ikinci olarak da:)
- "O sizin biriktirdiğiniz paralar cehennemde gövdenize ateşten dağ olarak bası
lacaktır."891 âyetini okudu.. Hz. Ömer:
- Biz harbeyiz, bu paralar olmasa harb edemeyiz. Ordu beslememiz lazım, dedi. Hz.
Ebû Zerr-i Gıffari (Radiyallâhu anhu):
- Rasulûllah (Sallallâhu aleyhi vesellem) böyle mi yapardı? Eline geçen her parayı
dağıtırdı, dedi.
O zamanda harbin içinde bulunan Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)'in devlet hazinesin-
de para biriktirdiği için kızan ve "Niçin biriktiriyorsun, dağıtmıyorsun.
"Sana yardım olarak Allahu Teâlâ'nın yardımı yetmez mi?" âyetini okuyan
Hz. Ebû Zerr-i Gıffari (Radiyallâhu anhu), senin sırf nefis arzusundan; "Mut'a nikahını;
ben, aileme, kızıma, kız kardeşime yaptırmam, başkasına yaptırırım" denildiğini duysa,
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Ebû Zerr-i Gıffari (Radiyallâhu anhu) ve O'nun gibiler
ne derdi?
Allahu Teâlâ, Davud (Aleyhis selâm)'u Peygamber olduğu halde, Hürre Pehlivanın
ailesine aşık etti. Hürre Pehlivanı harbe gönderdi, harpte şehid düştü. Hürre Pehlivanın

316
ailesini alacağı zaman Davud (Aleyhis selâm)'un doksan dokuz hanımı vardı. 892 Hürre'nin
bir hanımı vardı. O esnada Cebrail (Aleyhis selam), Mikâil (Aleyhis selâm) ve İsrâfil
(Aleyhis selâm) üçü dövüşerek insan suretinde, Davud (Aleyhis selâm)'un huzuruna
girdiler. Birisi:
- Benim doksan dokuz koyunum, bunun bir koyunu var. Ben diyorum ki, sen bir koyu-
nu ne yapacaksın? Bu koyunu da bana ver, benim koyunum yüz olsun. Bu da diyor ki:
- Senin doksan dokuz koyunun var. Benim bir koyunuma mı göz diktin? dedi. Davud
(Aleyhis selâm):
- Sen haksızsın! Doksan dokuz koyunun olduğu halde, bunun bir koyununa niçin göz
dikiyorsun? dedi. Hepsi gözden kayboldular. Davud (Aleyhis selâm) anladı ki; doksan dokuz
hanımı olan kendisi, bir hanımı olan Hürre Pehlivandır. Hemen tevbe, istiğfar etti, çok ağ-
ladı, çok yalvardı. Yere akan göz yaşlarından otlar bitti. Onlar büyüdü, çiçek açtı, tohum
verdi, o zaman duası kabul oldu.
Davud (Aleyhis selâm)'a iptila için Hürre Pehlivanın karısına aşık eden Allahu
Teâlâ'dır. Hürre Pehlivanın şehid olması için harbe gönderdiğinden dolayı yaklaşık bir
sene gece-gündüz gözyaşı düktü. (Zuhurat-ı Bilâli Nadirî isimli kitabımızın 1. Cild,
s.249'da açıklanmıştır.) Ortada Allahu Teâlâ'nın aşık etmesi olayı var. Kendi elinde
değildi. Öyle olduğu halde ona senelerce gözyaşı döktürüyor, ağlattırıyor, sonra da tevbe
sini kabul ediyor.
Sâna gelince! Allahu Teâlâ'nın seni böyle aşık etmesi yok. Senin ki sırf nefsinin ve
şeytanın arzusudur. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) gece sabahlara kadar
namaz kılardı. Gece hiç uyumazdı. Malının hepsini Allahu Teâlâ'nın yoluna dağıtırdı. Bu
ve başka birçok şeyler hakkında Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in üzerine
bastıra bastıra yapın, yapsınlar buyurduğu âyet-i kerimeler ve hadîs-i şerifler çoktur.
Yapmadığımız, ihmal ettiğimiz veya nefsimize zor geldiği için yapamadığımız sünnetlerin
yerine bid'atler uygulanırken; (Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) tarafından
bir defaya mahsus olmak üzere ki, zaruret halinde ashabına mut'a nikahı yaptırdı ve daha
sonra yasakladı.) Nefsine hoş geldiği için diğer sünnetlerin hepsini bırak "mut'a nikahı"
diye nesh olmuş (yasaklanmış) bir şeyin arkasına düş!
Lut (Aleyhis selâm) misafirine nasıl davranıyor? Misafirinin namusunu nasıl kayı-
rıyor, koruyor? Allahu Teâlâ'nın i p t i l a olarak verdiği aşkın affı için Davud (Aleyhis
selâm) bu kadar yalvarıyor ve gözyaşı döküyor. Ortada hiç bir sebep yok iken. senin mut'a
nikahından bahsetmen, ona heveslenmen Allahu Teâlâ'nın emrine aykırı değil mi?
"Ben, kuluma anasından, babasından merhametliyim." 8 9 3 buyuran Allahu
Teâlâ'yı ve Allahu Teâlâ'yı ümmetinin kurtulması için, ömür boyu dua eden Peygamberi -
miz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i ne kadar gücendirdiğini düşünmen lazım değil mi?
Senin öz kardeşinin ailesini, kızını, bacısını mut'a nikahı yapacağız diye götürseler
ondan memnun mu olursun? Yoksa gücenir misin? Ayet-i kerimede:
"Bütün mü'minler birbirine kardeştir. " 8 9 4 Bunu burada ben soruyorum. Yarın
mahşerde Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) soracaktır!
"Arş-ı A'lâ'da nikahı kıyıldı. Onun nikahına melekler şahid, melekler 8 9nikahını
5
kıydı" sözleri bunlar hep şeytan iğvasıdır. "Melekler, Allah'ın kızlarıdır."
896
diyen
kâfirlere Allahu Teâlâ: "Sizin kızınız olursa yüzünüz kızarır." Size gelince
kızınız olmasını reva görmüyorsunuz da tanrılarınız için nasıl melekler Allah'ın
kızlarıdır diyorsunuz Bu kızlar sizin gelince utandırıcıda, tanrılarınıza serbest mi? Mut'a
nikahını sizin ailelerinize ve kızlarınıza yapmak yasak olup, siz size reva
görmüyorsunuz da mü'min kardeşinize mi reva görürsünüz? Buna kardeşinin namusuna
göz dikme derler. Onu da siz söyleyin.8 9Mut'a nikahı erkeğe ve kadına hayasızlık getirir.
"Hayası olmayanın imanı olmaz." 7 Allahu Teâlâ ümmet-i Muhammed'İ korusun.
(Amîn).

317
ALIŞ VERİŞ- TİCARET :

Vaktiyle Bilâl Babamın verdiği fetvalara itiraz eden bir hoca, Bilâl Babamla
karşılaşmak ve tartışmak için, başka bir köyde bir ev tayin edip orada uzun boylu
tartışıyorlar. Tarla avansı ve açığa para alma hakkında Bilâl Babam Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in at alıp satmasını İmam-ı Azam, Ima-m-ı Yûsuf ve İmam-ı
Muhammed'in kavillerini ve sözlerini kitapları ile delilleri ile söylüyor. Hoca hiçbir delile
dayanmadan hepsine itiraz ediyor. Daha sonra "Bilâl Hoca şu şu sözleri söylüyor, bu
sözleri söyleyen (yazmaya layık görmediğim bir kelimeyi kullanarak) ...çok fazla kötü
değil mi?" diye Antep müftüsüne mektup yazıyor. Mektubu Babama kadar getirdiler.
Babam, hocaya aşağıdaki mektubu yazarak ona ve aynı görüşte olan bütün hocalara da
cevap veriyor. Mektup aynen şöyledir:
Açığa caiz değildir, haramdır diyenlere ve avans caiz değildir, haram diyen
hocalara; "(Elcildis-sanî minel mevkufat) Bu mevkufat kitabının ikinci . cildidir."; "(Hazâ
kitab-ül fetva) bu fetva kitabıdır." dinimizin temelidir, İnanmayanlar yahudidir. "(Kitab-
ül büyu) burası. alış-veriş yani alım-satım söyler" Allahu Teâlâ âyet-i kerime'de de:
"(Ehallallahül bey'â ve harramer riba:)
Allahu Teâlâ alış-verişi helâl eyledi, faizi haram eyledi." 898 deyü buyurdu,
Yahudiler alış-verişte faizdir deyince bu âyet geldi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem):
"(Yâ maşeretül tüccar innel bey'â yahderahullahu vel h al e f s u b h i b i s s ad ak at i : )
E y tü cca rl a r! Al ı ş - v eri ş e d ev a m ed i n , o y u n v e y emi n l eri s i ze s ö y lemeye
mecbur gibi görünür, sakınınız ve sadakaya devam e d i n i z . Alım-satım h el â l d i r. "
deyü buyurmuştur. (Kitabü'l-mürabihatü vettevliyeti) İkinci cild, sayfa 28)
[Alış-veriş üç türlüdür;
Biri; "(Murabaha) Kâr i l e satmaktır."
İkincisi; "(Vettevliye) Aldığı bahaya satmaktır."
Üçüncüsü;"Noksanına satmaktır."
Üçüde caizdir, helâldir. Açığa para vermeyi ve almayı inkâr eden hoca sen buna
inanmadığın için yahudiden daha kötüsün. Bak şimdi, Musannif (Rahmetullâlıi aleyhi)
İmam-ı Azam ve İmam-ı Yûsuf ve İmam-ı Muhammed'in sözleri (Sayfa 29) "(Vemen iştera
şey'en bî aşreti fe bâhu bî hamseti aşer senime şirâhû saniyen bî aşereti yürâ bî hü alâ
hamsetin:)
Bir k i ms e k i , b i r ş e y i o n d i r h e m e a l s a o n b e ş e s a t a r ı m d e s e , o n b e ş e
satsa; tekrar on beşe sattığını geriye on dirheme alsa yine geri satacak
o l s a b a n a o n b e ş d i r h e m e m a l o l d u d e s i n a mma d a h a zi y a d ey e s a t ma s ı n , o n a
a l d ı ğ ı nı o n b eş e s a tsı n , d a h a zi y ad ey e s a t ma s ı n . " ;
"(V e inşirahu sani yen bi hamseti aşer lâ yü rabihü;)
Ona a l ı p onbeşe sattığını tekrar onbeşe aldıysa yine onbeşe satsın." 899 Bu
İmam-ı Azam Ebû Hanife Rahmetullahi'nin sözüdür, dikkat ediniz. On liralık malı onbeş
liraya sattırıyor. Geri onbeş liraya satın aldırıyor. Senin açık dediğin de bundan ileri
gitmiyor. Biri bir buçuğa satmak, geri bir buçukluğu bire almak; yirmi liralık malı otuza
satmak ve otuz liralık malı yirmiye almak caiz ve helâl olduğu meydana çıktı. Hoca senin
yüzde ondan fazla kâr helâl değildir dediğin nerede kaldı? Aklen şeriat kesmek
yahudiliktir. Sen Kitab'a inanmıyorsun, kanunu tanımıyorsun. Kitab'ta başağında yani
sapında buğdayı aynı yukarıdaki bahâ ile satmayı emrediyor (Bak sayfa 8'de).
"(Ve yecûzü biül berri fi sünbülihi in yüşiü bi gayri cinsihi:)
Buğdayı sünbülünde, başağında satmak caizdir. Cinsi cinsine değilse caizdir,
helâldir."9 °°
Hoca sen diyorsun ki, avans helâl değildir, diyorsun. Bir kimseye borç vermek
gardullah; "Allahu TeâIâ için borç veren kimse o borçlu kimse ile ortaklık yapmasın"
diyorsun. Faiz neresi o adam gardullah borca para veriyor. İndellah sevap kazanıyor, faiz

318
almıyor. Ayet-i kerime şöyle; "(İn tükridûllahe garden. has en en yü d âifehû leküm ve
yağfi r leküm:)
Eğer sıkıl mı ş olanl ara ga rdullah borç veri rseni z, malınızı artırırım ve yardı
mınızdan dolayı, sizi affederim" 901 buyuruyor.
Zâten ortaklık tohum verip masrafada ortak olunca helâldir. Para verince neden
haram olsun? Hoca senin maksadın fukaraları veya bunalmış zenginleri boğmaktır. Asayiş-i
âlemi bozmaktır. Sen: "Açığa para vermeyin, avansı, yardımı vermeyin, bankadan para
almayın" dersin. Sen de bir fakir acından ölüp kapına gelse, canı çıksa Allahu Teâlâ için
(gardullah) borç vermezsin. Fukaralar ölsün mü? İnsafsız, merhametsiz yahudi yürekli
herif, Allahu Teâlâ'dan kork. Senin gibi söyleyen bir müftü var idi. Aynı senin söylediklerini
söyler idi. Maraş müftüsüne bir zaman gitmişler, "O müftü, açığa, avansa "Haram" diyor,
sen ne dersin?" demişler. Maraş müftüsü "Fukaralar acından ölsünler mi?" demiş. Allahu
Teâlâ'dan korkanlar böyle derler. Çünkü alış-veriş sultan pazarıdır ki, bir kadının nikahı
gibi sağlamdır. Tarafların rızası iIe olan bahşire bozulmaz; sana dedim ki: «Mevahib-i
Lüdünniyye» kitabında:
Rasulûllah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir at satın almış, eve geldikten sonra at sahibi
gelmiş:
- Benim atım daha ziyade eder imiş. Benden ucuz almışsın. Atımı ver, paranı al, demiş
ti. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
Ben, senden Sultan pazarında pazarlık ettim, geri vermem, deyince adam mah
kemeye gitmiş. Hakim, Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e:
- .Nasıl aldın? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Pazarlık ile aldım. Hakim,
- Şahidin var mı?" deyince Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Evet! (Ashâbdan bir zâttı.) Bunu iki şahit yerine kabul ederim, buyurdu.
Hakim:...Şahid dinlendi. Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kazandı, atı
da vermedi.]
(Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında O'nun sözlerine kanaat
getirmeyip kendisinin haklı olduğunu iddia ediyor ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) ile mahkeme oluyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kendisine şahid
dinletiyor. Halbuki Allahu Teâlâ,
O'nun hükmüne inanmayanın imanını kabul etmiyor. 9 0 2 Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'i en bü yük şahid olarak kabul ediyor. 903Ayet-i kerimede:
"Her ümmetten bir şahid getirip, seni de şahid ettiğimiz zaman" buyuruluyor.
Mahkeme-i Kübra'da Allahu Teâlâ hakim, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) şahid olacak. Yine ashabın içinde Peygamberimiz (Saliallâhu aleyhi
vesellem) için "Mal taksimini düzgün yapmıyorsun, mal taksimini düzgün yap," 904
diyen ashâb çıkıyor. Onlar münafıktı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e
ve yaptıklarına itiraz ettiler. Bilâl Babama itiraz etmeleri onlara çok görülmez.
Bilâl Babam âyetlerle, hadîslerle açıklıyor, onlar demişlerle söylüyorlar. Bundan
da Bilâl Babamın büyüklüğü meydana çıkıyor.)
[Hoca, sen ne Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vescllem)'in işlerine ne de
Kitab'a inanıyorsan. Allahu Teâlâ'nın Kitab'ına inanmayanın yeri cehennemdir.
Sen, (benim İçin) "Kadınlar elini öpüyor ve kendini meth ediyorsun," diyorsun.
Bunlara cevap vereceğim. İnşallahu Teâlâ.
Dinimizde doktora gitmek caiz değil mi? Doktorlar kadınların her yerine el
vuruyor. Bunlar müslüman değil mi? Bir müslüman doktorun o kadının hayatını
kurtarması senin ibadetinin hepsine bedeldir. Onun gibi benim yanıma her gün
yüzlerce hasta geliyor; kimisi felç olmuş eli, ayağı tutmuyor, kimi çocukların
kuşaktan aşağısı tutmuyor. Bunlar iyi olup gidiyor. Kimisi deli olmuş» saralılar
geliyor. Artık deli deyince bellidir ki, neler yapıyor. Üç gün, beş gün burada
evimizde kalıyor. Para isteme yok, beleş (bedeva) kalabildiği kadar kalıyor.

319
Yüzlerce kadın ve erkek iyi oluyor. Doktorların ümitlerini kestikleri hastalar
burada iyi olup gidiyor. Bunu senin gibi körler göremiyor da kadınlar elini
öpüyor dersin. Allahu Teâlâ'ya yüz binlerce şükürler olsun ki, ümmet-i
Muhammed faideleniyor. Allahu Teâlâ'ya hamd-ü senalar olsun, bende bir büyük
doktorum. Senin gözün körde göremiyorsun. Bu sözü sana karşı söylüyorum.
Çünkü bana karşı çok burnunu kaldırıyor, "Kızılbaştan kötü değil mi?" diyorsun.
Sen bana sarfettiğin ...den kötüsün ki, Hakk sözü Kitab'ı, âyeti, hadîsi kabul
etmeyip, kendini büyük görüyorsun, İşte bende Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in şu hadîs-i şerîfi mucibince sana söyledim. Hadîs-i şerîf:
"(Kebbiru alâmen kebbere âleyküm:) Yani;
Size kibirlilik edene karşı sizde kibirlilik ediniz."
SİGORTA

Herhangi bir malını sigorta yapmak nasıldır? Ayette, hadîste yeri


v a r m ı d ı r ? N a s ı l yapmamız lazım? sorusuna:
Ben âyete, hadise göre yazacaksam bu sigorta Allahu Teâlâ'nın ve
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in dediği gibi sigorta olması lazım.
Belki sözümüz ağır olabilir.
Kitap yazan imamlar hakiki bir dervişle karşılaşıyorlar. Birisi: "Yazacağımızı
bir de şu dervişe soralım" der. Bir diğeri "Onun sözü ağır olur, biz kaldıramayız"
deyince diğeri. "İlle soralım" dîye israr ediyor ve dervişe gelip soruyorlar: .
- Ben bir vakit namazımı geçirdim. Fakat hangi vakti geçirdiğimi bilemiyorum.
Kaza edeceğim.Nasıl kaza edeyim? der. Derviş:
- Size göre mi söyliyeyim, bize göre mi söyliyeyim? der. Yazar:
- Şeriatın sizi bizi olur mu? İlk defa anlat bakalım. Size göre nasıl olur, bize
karşı nasıl olur? Derviş:
- Sizinkisi kolay. Beş vakit namazı kılarsın, bir vakit geçirdiğinin yerine
kabul olur. Diğer dört vaktide kaza etmiş olursun. Yazar:
- Ya size göre nasıl olur? deyince, Derviş:
- Bize göre bir vakit namazı geçirdiyse, bu geçirdiği vaktinde hangi vakit oldu
ğunu bilmiyorsa; namazı da bu kadar hafife almışsa o kimse ben isem dahi boynu
mu, burdan kesmeli diye eli ile boynunu işaret ediyor. Sormayalım diyen yazar
(mezheb İmamı):
- Şimdi yaz bakalım yazabilirsen, diyor. Sükût ediliyor ve yazamıyorlar:
Şimdi en iyi sigorta size göre infâk. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem);
- Allahu Teâlâ'ya yemin ederim ki üç şey olur:
- Birincisi: Allahu Teâlâ yoluna verilen mal artar eksilmez. Ona yemin
ederim,
- İkincisi: Dilencilikten kendisine bir kapı açan Allahu Teâlâ
yoksuzluktan yetmiş kapı açar. Ona yemin ederim.
- Üçüncüsü:Bir adama kötülük etseler, kötülük eden adamın fırsatı kendi
eline geçerse, ona yapacağı kötülükten Allahu Teâlâ i çi n vaz905geçerse o adam
iki cihanda aziz, yüksek, büyük adam olur.Ona yemin ederim, buyuruyor.
Zekat, sadaka, infak, yedirmek, içirmek hem malı arttırır, hem sigorta eder.
Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Ke-rim'de âyetlerde, hadîs-i kudsilerle, yeminlerle birin
yerine on, yetmiş, yediyüz, bin vereceğini vadediyor.
(Sûre-i Enam, Ayet 160)
"Kim (Allah huzuruna) bir iyilikle gelirse, ona getirdiğinin on katı vardır.
Kim de bir kötülükle gelirse o, sadece onun misliyle cezalandırılır. Onlar ( i yi l i k edenler
de fenalık yapanlar da) haksızlığa uğratılmazlar. (Sevapları eksik verilmediği gibi
azapları da artırılarak zulme uğratılmazlar)."

320
(Sûre-i Bakanı, Ayet 261)
"Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren
b i r tane gibidir ki, her başakta yüz tane vardır. Allah dilediğine daha da
f a z l a v e r i r . A l l a h g e n i ş t i r , herşeyi b i l i r. "
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, Cild 4, Hadîs No: 605)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den; Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
- Benim şu (Medine'deki) mescidimde kılınan bir namaz, (Mekke' d e k i )
Mescid-i Haram müstesna olmak üzere, başka mescidlerde kılınan bin namazdan (ecrü
sevab cihetiyle) hay ı r1ıdır." .
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs-i Kudsi No: 4062)
"(Allahu Teâlâ buyurdu:) Kulum bir sevabı kasd edip de yapmazsa ona bir
sevab yazarım, y a p a r s a k a r ş ı l ı ğ ı n d a o n d a n y e d i y ü z mi s l i n e k a d a r y a z a r ı m,
b i r g ü n a h k a s d e d i p d e yapmazsa ona bir şey yazmam, yaparsa onun hesabına tek
bir günah yazarım."
Bu sigorta sadece mal için değil, asıl büyüklüğü âhiret, öbür dünya ve cennet için bir
sigortadır. Sadece o da değil. 906 Allahu Teâlâ kendisine ölmeyen bir hayat "Hayat-ı
Tayyibe" yani temiz hayat verir. Sadece bu da değil, Allahu Teâlâ'ya hakkı ile kulluk
etmiş, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e hakkı ile sevilmiş ise; o kişi her ne
kadar kötüde olsa Allahu Teâlâ'nın yolunda yedirmek, içirmek, cömertlik yapmışsa yeri
cennettedir. Cimrilik, yapmışsa onun da yeri cehennemdedir.
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 3, Hadîs No: 563)
" Cö mertl ik , cenn et a ğ a çl a rı nda n b ir a ğ a çtı r. Da ll a rı dün y ay a sa rk ı tıl
mı ş tı r. H er k i m onun bir dalına yapışırsa o dal onu çeker cennete götürür."
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 3, Hadîs No: 569)
Cö me r tl i k , c en n e t t e b i r a ğ a çtı r . Cö me r t o l a n , o n u n b i r d a l ı n ı y a k a l a mı ş -
tı r. O d a l o n u cenn ete g ö tü rmed en b ı rak ma z. Ci mril ik te cehenn emd e b ir
a ğ a çtı r. Ci mri d e bu u ğa cın bir dalına yapışmıştır, o da! o adamı, cehenneme götür-
meden bırakmaz."
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 3, Hadîs No: 603)
"S eh â v et (cöm ertli k), cenn ette bi ten bir a ğ a çtı r. Cenn ete a n ca k cö mertl er
g i rer. Ci mril i k de cehennemde biten bir ağaçtır. Cehenneme de ancak cimriler girer."
Cömertlik seni cennete, cimrilik seni cehenneme götürür. Sen diyeceksin ki: "Diğer
amelleri iyi değilse, cömertlik insanı nasıl cennete götürür?"
Cömert olan Allahu Teâlâ"ya yönelmiş olur; Allahu Teâlâ da onu kendisine ve cennete
doğru çeker. Cimrilik şeytana yöneltmiş olur, onu şeytana çeker; şeytanda kendini cehenneme
çeker. Ayette:
"Allahu Teâlâ iman edenlerin dostudur. Onları zulumatta n nura,
karanlıktan, kötülükten, günahta n n u ra , c en n e t e çek e r. Ş o l i n k â r v e k ü f ü r
ed en l er d e ş e y t a n ı n d o s tu d u r. Ş ey ta n d a o n ları nurdan zulumatta, cehenneme çe
ker."907 buyuruluyor.
"Cömert adamın cömert olduğunu nesinden bilelim?" sorusuna;
Allahu Teâlâ için cömertlik Allahu Teâlâ'ya inanmadan ileri gelir. İnandığı birşey
için insan malından verir. Cimrilik Allahu Teâlâ'ya güvenmemeden, inanmamadan ileri
gelir. Zamanında Osmanlı Padişahları dört kıtaya hükmetmiş, dünyanın en zengini
olmuşlar. Kabirlerine git, Fatiha ve Kur'ân okuyan pek az. O maddi zenginlikten manevi
fakirliğe düşmüşler. Mevlâna Hz. vb. büyük zâtlar, kendi zamanında fakir imiş. kabirleri

321
yüz binlerce ziyaretçi ile dolup taşıyor, ruhları için yüz binlerce amel-i salih yapılıp
bağışlanıyor ve Kur'ân-ı Kerim okunuyor. İşte zamanında onlar en geçerli, en düzgün, en
kıymetli sigortayı yapmışlar. Bu sigorta yarın mahşerde Kur'ân-ı Kerim'de:
"O günde kimse kimseye şefaat edemez. An ca k Al l a h u T eâ l â ' n ı n i z i n
v er mi ş o l d u ğ u k ims el er ş ef a a t ed er . " 9 0 8 b u yu ru l u yo r. Ş efaat etme selâhiyeti,
Allahu Teâlâ tarafından eline verilip, cehennemde yanmadan insanları kurtarırsa en
büyük meziyet en büyük şeref, en büyük sigorta o zaman başlar.
Hayatını sigorta yaptırsan, herşeyini (araba, ev, eşya, mal vb.) sigorta yaptırsan,
sigorta yapılmayacak şeyler vardır. Meselâ: Ölmeme, hastalanmama sigortası yok.
Vücudunu, iç organlarını Allahu Teâlâ çalıştırmazsa, onu çalıştıracak sigorta yok. Sıhhatin,
aklın giderse Allahu Teâlâ yerine getirmezse, onu yerine getirecek sigorta yok. Zengin
olursan malın, paran sana düşman olur. 909 Malını, paranı sana düşman etmeyecek sigorta
yok. Ama Allahu Teâlâ'nın yapmış olduğu sigorta bunun hepsini içine alır. Mahşeri, cen-
neti, Cemali, gurbiyeti, .Didarı İlahiye'yi hepsini içine alır. Üstelik seni seven de Allahu
Teâlâ i ç i n sever. Eldeki servet gider, fakir olur. Allahu Teâlâ'nın kendisine verdiği servet,
mü'minlerin kalbindeki sevgi çalınmaz, eksilmez, yanmaz, azalmaz, gittikçe artar.
Bizim sigortaya gelince: Birinci sigorta Allahu Teâlâ için dünya malından,
sevgisinden tamamen geçip bir tek Allahu Teâlâ'nın rızasını gözetmektir. Dünya malı
olunca olmasın demez, ona hor bakmaz. Dünya malı olsada olmasada Allahu Teâlâ
sevgisinden başka dünya mal. para, evlat Allahu Teâlâ'nın sevgisini bastıracak sevgi
kalbine girmez. Kalbinde en büyük sevgi Allahu Teâlâ'nın sevgisi, en büyük korku Alla-
hu Teâlâ'nın korkusudur. Diğer sevgi ve korkular ikinci sıraya gelir.
Hakk aşıkları demişler ki: "Hakk aşıklarına hubbü dünya (dünyayı sevmek) haram.
Kesbi dünya helâl: Maişetini, geçimini çıkarıp, kimseye muhtaç olmamak için çalışmak
helâl. Cemi' Dünya delâl: Yani dünyanın malını biriktirip, yığınak, Allahu Teâlâ'nın
yolunda harcamamak, fakir, fukaraya yedirip, içirmemek delâlettir. Terk-i Dünya Kemâl:
insanın olgunlaşmasıdır. Allahu Teâlâ'ya tam sevilebilmesi iç i n kalbinde, gönlünde zerre
kadar dünya sevgisi olmaz. Kalbine Allahu Teâlâ'nın , sevgisinden, rızasından başka
birşey girmez. İşte bu da kemâldir.
Dünyanın en zengin adamı ile dünyanın en fakir adamı ikisi de toprağın altına
girince dünya malı cihetine ikisi de eşittir. Ama sorgu cihetine eşit değil. "Bu vücut sana
emanetti, bu dünya malı da sana emanetti. Mülk Allahu Teâlâ'nındır. Sen, Allahu Teâlâ'nın
sana emaneten vermiş olduğu bu malı nereye harcadın? Sözde bu mal senin mi? denilirse,
"Hayır! Ben üzerinde emanetçiyim. Mülk, Allah'ındır" diyordun. Fakirlere ne dağıttın?"
diye Allahu Teâlâ soracak.
Pehlül Dane Hz. kardeşini ikna için padişah mirasçısı olduğu halde, babasından
kalan malını beş kuruşa sattı. Kardeşi Harun Reşid kendisine darılıyor: "Bu kadar mal
beş kuruşa s a t ı l ı r mı?" Pehlül Dane Hz. hemen bir ateş yakıp üzerine bir saç kapatıyor.
"Sacın altıda, yanıda cehennem; sac, sırat köprüsü. Önde ben gidiyorum, arkamdan sen
gel" der. Pehlül Dane Hz. sacın üstüne basıp; "'babamdan kalan malı beş kuruşa sattım"
deyip, Öbür tarafa geçiyor ve "şimdi sen kızgın sacın üzerine çık, sırat köprüsünün ü-
zerinde malından sorulacaksın. Ben geçtim, sen de nerelere ne kadar para verdiysen söyle
geç" diyor ve kardeşini ikaz ediyor.
Eşit olmadığı dünyada iken zenginin zengin, fakirin fakir olduğu ki, dünyada azami
seksen sene yaşayabilir. Yetmiş yaşından sonrası yaşlılık, onbeş yaşından öncesi ise
çocukluktur. Elli senelik bir hayat var. Ama âhiret, cennet, cennette Allahu Teâlâ'nın
verdiği nimetler ebedidir, sonu yoktur. Milyarlarca, trilyarlarca sene geçse yine sonu
yoktur. Asıl sigorta oranın sigortasıdır.
Arabayı sigorta yaptırdık. Bu sigorta kaza yapmayı önleyebilir mi? veya kazanın
dışındaki ölümü önleyebilir mi? Kaza yapmayı ve kaza dışındaki ölümü engelleyemez.
Kazada senin ölmeni engelleyecek sigorta yok. "Ben ölürsem sigorta çocuklarıma baksın"
diye çoluk, çocuğuna sigorta yaptırmışsın. Çocuklarını öldürmeyecek sigorta var mı? O
sigorta da yok.

322
Zamanla üç derviş bir şehre gelirler. O şehirdeki padişah bütün mimarları çağırır ve
"Hiç eksiksiz bir ev yaptıracağım, plan çizin" der. Planı çizerler, padişah hiç eksiksiz evi
yaptırır. Padişah: "Evin eksiğini bulana şu kadar mükafaat vereceğim, eksiğini buldum
deyip beni ikna edemiyeni astıracağım." diye ilan ettirir. Herkes gelip evi gezer. Eksiğini
bulamıyorlar, bulup söyleseler de tasdik edemeyiz diye asılmaktan korkuyorlar. Üç
derviş geliyor.
Birincisi: "Bu evin bir eksiği var" der.
İkincisi "İki eksiği var" der,
Üçüncüsü "Üç eksiği var" der. Bunları padişaha götürürler. Padişah:
- Bu evin eksikleri neymiş? diye sorar. Dervişin bir tanesi:
- Bu evin içinde oturacak olan adam devamlı oturamayacak, ölecek. Bu eve büyük
bir eksikliktir. Sen öyle bir ev yaptır ki içinde oturan hiç ölmesin. Padişah:
- Öyle bir ev yapılır mı? Derviş:
- Cennette yapılır, der. Padişah ikinci dervişe sorar:
- Bu evin ikinci noksanı ne imiş? İkinci Derviş:
- Bu ev en nihayetinde kıyamet kopunca harab olacak. Sen öyle bir ev yaptır ki harab
olmasın. Padişah:
- Harab olmayacak ev yapılır mı? Derviş:
- O ev cennette yapılır. Cennette yapılan ev hiç harab olmaz. Üçüncü Derviş:
- Sen öyle bir ev yaptır ki, içinde oturan ebedi can sıkıntısı görmesin, der. Padişah:
- Öyle ev yapılır mı? diye sorar. Derviş:
- Cennette yapılır, diye cevap verir.
Padişah dervişlere büyük ikram ve ihsanlarda bulunur, İşte o dervişlerde benim
anlattığım sigortayı söylüyorlar. Şimdi bağlandığı şirket iflas ederse maaşını da veremiyor.
Sigorta yaptırdığın yer iflas ederse ne olacak? Fakat Allatın Teâlâ'nın sigortası iflas etmez.
Allahu Teâlâ bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Allahu Teâlâ cümlemize o sigortayı
yapmak nasip etsin. (Amin).
Allahu Teâlâ mal verir, başka sıkıntıda verir. Meselâ: Avrupada ve yurdumuzda en
zengin adamlardan intihar edenlerin sayısı çok fazladır. Zenginin parası malı çok olup
geçim sıkıntısı yoktur. Fakat kendisinde can sıkıntısı, ruhi bunalım olduğundan canına
kıyarak imansız gidip cehennemlik oluyor. Hem sıkıntıları sebebi ile dünyada, hem de
cehennemlik olması sebebiyle ahirette bir tad alamıyor. Böylesi adamların bütün dünya
kendisinin olması neye yarar. Aynı onun gibi bir çok pürüzlere karşı İslâm dininin
vecibelerini uygulamak, fitre, zekat ve sadakayı Allahu Teâlâ'nın emrettiğinden fazla fazla
verip cömertlik yapmak hepsini düzeltir. Hayatta en mesut insan başında hiç meşakkat,
sıkıntı, zihin yorucu sorunu olmayıp, muhtaç olmayacak kadar malı olup sakin bir yaşam sü
renlerdir.
Yukarıda da yazdığımız gibi, fitre, zekat, sadakanın çok verilmesi ve infak edilmesi
âhireti, cenneti ve oradaki ebedi hayatı garanti ediyor. Ayrıca Allahu Teâlâ dünyada
malının çoğalacağını, bir yerine on, yedi yüz vereceğini garantilerse , Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) yeminlerle söylerse, cenneti, Cemâli, Didarı, âhiretinde büyük
sigortasını yaparsa, ben şahsen başka sigorta tanımıyorum. Bir tek sigorta Allahu
Teâlâ'nın sigortasıdır. (Vesselâmu alâ menittebeâl Hûda.)
Noksansız bir vücud hem akıl verdim.
Ana rahmindeyken canını verdim.
Sana bu vücudu emanet 'verdim,
Nerede harcadın derse ne deyim?
Soruyorum kendime ben ne yaptım ki.
Gözüm kör kulağım sağırmıydı ki;
Huzuruma hangi yüzle geldin ki,
Yürü cehenneme derse ne deyim?

323
Namaz kılmam kalbim temiz diyordun,
Bu sözünle her an şeytana uydun;
Utanmadan birde yalan uydurdun,
Hangi yüzle geldin derse ne deyim?
İlk sorgu namazdır kabirde başlar,
Diyen Allah ey müslüman kardaşlar;
Akacak gözlerden kan ile yaşlar,
Hesap ver bakalım derse ne deyim?

Neden yapmadın ki farzı sünneti,


Vermiyorum sana derse cenneti;
Olmazsın Rasûl'ümün ümmeti.
Şefaatcını ara derse ne deyim?
Anladım namazmış dinim Mi'rac'ım,
Kendini avutma kardaşım bacım;
Rasulullah'da olur bir gün davacım,
Kurtarıcınızı ara derse ne deyim?
Bize geleceğini düşünmedin mi,
Anan, atan geldi görmedin mi;
Kur’an âyet, hadîs dinlemedin mi,
Yürü cehenneme derse ne deyim?
Doğan insan mutlak bir gün ölecek,
Bütün azaları hesap verecek;
Düşün ey müslüman halın nolacak,
Arasatta kaldın derse ne deyim?
Servetin altının, paran nerede,
Oğlun, kızın, eşin, dostun nerede;
Durmadan yığdığın malın nerede.
Mülk kiminmiş konuş derse ne deyim?
Bu dünya sen gibi neleri yedi,
Firavun'la Nemrut Allah'ım derdi;
Onlarda en sonu kabire girdi.
Duymadın mı bunları derse ne deyim
Mü'min dünyada iken hazırlık yapar,
Yaradan sendeki imana bakar;
Cehennemden bir köz dünyayı yakar,
Dayan bu ateşe derse ne deyim?
Her gün saraylarda köşkte eylendin,
Neden şu karanlık kabire girdin;
Beş metre bezle huzura geldin.
Mülk kiminmiş konuş derse ne deyim?
Zararın neresinden dönersen kârdır,
Tevbe et Allah'a çaresi vardır;

324
Eşini dostunu hemen uyandır,
Evinde çobandın derse ne deyim?
Benim bu sözlerim inananlara,
Beş vakit namazda yalvaranlara;
Seher vakti gizli ağlayanlara.
Müjdelerim onları ah ben ne deyim?
İnsan oğlu beşer hem de çok şaşar,
Hakkı tanımazsa şeytanla yaşar;
Gün gelir bu dünya beni de boşar,
Sen ne getirdin derse ne deyim?
Hayatını nerelerde bitirdin,
Söyle kulum bize neler getirdin;
En sounda dünyanı da yitirdin.
Mülk kiminmiş konuş derse ne deyim?
Iyi kötüyü gözlerim gördü,
Ayaklarım helâl haram yürüdü;
Ne yapmışsam beni Yaratan gördü,
Tek tek soracaklar kime ne deyim?
Bu hayat ebedi kalacak sandım,
Lânet kör şeytanın sözüne kandım;
Her şeyi anladım fakat geç kaldım,
Yürü cehenneme derse ne deyim?
Azığımda yok ki yola çıkmağa
Yerim hazır değil varıp yatmağa,
İki melek gelir sual sormağa,
Mutlak soracaklar ah ben ne deyim?
Suyunu koyarlar kazan dolunca,
Kefenin biçilir boylu boyunca ,
Dağılırlkar seni kabre koyunca,
Sevdiklerin kurtarsın derse ne deyim?
Mutlak götürürler seni evinden,
Allah’ın ismini bırakma dilinden,
Kurtuluş yok Azrail’in elinden,
Kim kurtulmuş söyle derse ne deyim?

SADAKA
Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Bakara, Ayet 273)
" Ya p a c a ğ ı n ı z h a y ı rl a r , k en d i l e ri n i Al l a h y o l u n d a ci h a d a a d a mı ş ,
Al l a h ' a ta a t t en b a ş ka bir düşüncesi ol mayan, o s ebeple yeryü zünde dolaşı p
kazan maya i mkan bulamayan, d u ru mu n u b i l mey en k i ms el er e k a rş ı

325
g ö s t e rd i k l e ri to k l u k ta n d o l a y ı o n l a rc a zen g i n s a y ı lan fakirlere verilmelidir.
( H a b i b i m ! ) Sen onları görünce yüzlerinden tanırsın. Çünkü o n l ar
y ü zs ü zl ü k ed erek i n s a n l a rd a n i s te mezl er. Ya p tı ğ ı n ı z v e y a p a ca ğ ı n ı z
h a y ı rl a rı n ı zı Allahu Teâlâ eksiksiz bilir ve karşılığını verir."
Yani fakirlere, yetimelere, muhtaçlara ki, onlar evinden çıkmaz, halini kimseye arz
etmez ve söylemeye utanırlar. Onları ara, evinde bul. Fitreyi, zekatı, sadakayı ver diye
âyetle açıklanıyor. Şimdi tam aksi söylenip "Sen cami yapımına, felan yerdeki Kur'ân
okuyan çocuklara ver" deniliyor.
Fitre 910 , zekat 911 , 914sadaka 912 kesinlikle fakirin hakkıdır. 913 Muhakkak fakirin cebine
girmesi lazımdır. İnfak yüzde yüz fakire yedirip içirip giydirmektir. Herhangi bir dini
kuruluşa, hayır cemiyetine verme değildir, en makbulü hiç el değiştirmeden, ihtiyacı
olduğu halde, kuldan istemeyen Allah'tan haya edeni915 ara, bul, ver. "Ben yerini arayıp
bulup veremiyeceğim. Benim namıma şunu sen ver" diyenlerinkini, Babam alır ve yerine
verirdi.
Kendi malından fitre, zekat, sadaka hesap ettiğinden çok daha fazlasını verirdi.
Şimdiye kadar bize de aynı "zekatımı sen daha iyi dağıtırsın" diye emanet edenler var.
Bizimki ile onlarınkini beraber dağıtıyorum. Kesin olarak fitre, zekat, sadaka fakirin; vergi,
öşür devletin; hediye herkesin hakkıdır. Birinin hakkı kesinlikle başkasına verilmez.
"Cömert Allah'ın dostudur fasık olsa da, cimri, mıhrız Allah'ın düşmanıdır,
ibadetçi ise de."916
Öşür ile haraç 917 devletin hakkıdır. Şimdi kaldırılmış olup yerine vergi
konulmuştur. "Öşür ile haraç ikisi bir toprakta birleşmez." (Vergi haraç ayinidir.)
Yetim malı yemek yasaktır 918.
Yetim, fakir kursta okuyor diye fitre, zekat, sadaka oraya veriliyor. Senin çocuğunda
orada okuyor. Onlarla beraber yiyor. Hani sen Müslüman'dın! Yetimin malını yemek
yasaktı! Sofuluk yapıp, haramdır diye, yetimin evinden suda içemezsin. Ama zekat ve
sadakanı, Kur' ân Kursuna verirsen senin çocuğun, fakir çocuklarla yer. Sana su içmek
Haram oluyor da, ona yemek haram olmaz mı? O haramı yiye yiye o kursta okuduğu neye
yarar?
Allah’u Teala : "Evinden dışarı çıkamayacak hasta, sakat, felç, acınacak durumda
olanları ara, bul ver." buyuruyor. Ama sen oğlunla beraber yemek yiyenlere veriyorsun!
Halbuki Allahu Teâlâ, evinde kimseye halini arz edemez, acındanda ölse kimseye bir
şey diyemez, senelerce evine etli, tatlı bir şey girmemiş, çok zor durumda ne bula bilirse
onu yiyene ver buyuruyor. Kurstaki okuyan çocuk bizim dinimizce israf yapmamayı,
başkasının hakkını yememeyi öğrenecek tatbik edecektir.
(Sûre-i En'âm, Ayet 141)
"... Allah israf edenleri sevmez."
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 2, Hadîs No: 423)
"...İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan rivayet olunmuştur;
- Ben [bir defa Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hanımlarından
olan] teyzem Meymune (Radiyallâhu anha)'nin yanında geceledim. Nebi (Sallallâhu
aleyhi vesellem) (gece) kalkıp eski bir su kırbasından abdest aldı. Suyu azar azar
kulanıyordu. Ben de kalktım, O'nun yaptığı gibi yaptım."
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 2, Hadîs No: 424)
"(Abdullah) İbn-i Ömer (Radi yallâhu anhu)'dan; Şö yle sö ylemiştir: Rasûlullah
( S a l l a l l â h u aleyhi vesellem) bir adamı abdest alırken gördü ve ona buyurdu ki:
- İsraf etme, israf etme."

326
Kur'ân kursunun kapısından içeri girince, en üst kata kadar merdivenlerine ve diğer
her tarafına halı döşenmiş, israfın en büyüğü. O çocuğun fakirleri, yetimleri, evinden
çıkamayacakları arayıp bulup,vermesi gerektiğini öğrenmesi lazım iken onlara
verilecekleri kendisi alır, yer o israfı yaparsa, toplanan şey fakirlere verilmezse bunda
o çocuğun gözü öylesi paraları, eşyaları, toplamada olur. İleri de fakirlerin
kendilerine vereceği sadaka, zekat v.s gibi şeylere göz diker. Allahu Teâlâ razı olur mu?
Yediği, içtiği, ne derece olur siz düşünün?
(Sûre-i Tevbe, Ayet 60)
"Sadakalar (zekatlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara,
d ü ş k ü n l e r e , ( z e k a t toplayan) memurlara, gönülleri ( İ s l â m ' a ) ısındırılacak
olanlara, (esirlik ve kölelikten kurtulm ak ist e yen es i r ve) k öl el ere, (bo rcun a
k arşı lı k m alı o lm a ya n ) b o rçlu la ra, Al lah y ol und a çalışıp cihad edenlere, (harç
lıksız kalmış) yolcuya mahsustur. Allah âlim ve hakimdir."
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 722, s.625)
"Bir hurmada olsa sadaka verin. Çünkü o bir hurma açlığı giderir,
s u y u n a t e ş i s ö n d ü r düğü gibi hataları da söndürür, yok eder." 919
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 724, s.625)
"Ki m helâl kazancından (Allahu Teâlâ hel âl ve t emizi kabul ed er)bir
sadaka verirs e, All ah o n u k a b z a - i k u d r e t i y l e a l ı r . S i z d e n b i r i n i z i n d e v e
y a v r u s u n u b ü y ü t t ü ğ ü g i b i b i r h u r m a yı Uhud dağı kadar büyütür. Ve kıyamet
günü sahibine teslim eder."920
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 725, s.626)
" Ço rba piş i rdi ği n v ak i t s uyun u ço k k oy v e k o mş ul a rına b ak, on la ra
(m uh t aç ol anl ara) ondan ver."
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 726, s.626)
"Ki m ki, s adak a yı güzell eşti rir, y ani h e l â l i n d e n , gönlü coşarak, güler
yüz ve tatlı s ö z l e v e r i r v e v e r m e k t e a c e l e e d e r s e , A l l a h u T e â l â d a o n u n
v e r e s e l e r i n i g ü z e l l e ş t i r i r . Yani evladını afetten muhafaza eder."

(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 727, s.626)


"Kıyamet günü hesap görülünceye kadar herkesin sadakası a l t ı n olacaktır."
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 728, s.625)
"Sadaka, yetmiş şerrin kapısını kapatır."

(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 730, s.627)


"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz'e şöyle soruldu:
- Hangi sadaka daha faziletlidir? Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Sıhhatli, malına hevesli, yaşamayı umar, fakirlikten korkar olduğun halde( v e r
d i ğ i n sadakadır.) Sakın can boğaza gelene kadar bekleme o zaman bu falancaya şu
falancaya diye vasiyete başlarsın, halbuki hepsi vereseye intikal etmiştir."
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 736, s.629)
"Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):

327
Kim bir müslümana bir elbise giydirirse, o elbiseden o fakir üzerinde bir yama
kaldığı müddetçe elbiseyi giydiren, aziz ve celil olan Allah u Teâlâ'nın himayesinde-
dir, buyurmuştur." 921
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 5, Hadîs No: 1830)
"Sa'd (el Karaz) (Radiyallâhu anhu)'den: Şöyle rivayet etmiştir; Rasûlullah (Sallallâhu
aleyhi v es el l em ) f ı tır s a d a k a s ın ı k u ru h u rma d a n b i r s â ' v ey a a rp a d a n b i r sâ '
y a h u t s ü l t ( b u ğ d a y a benzeyen bir nevi arpa)'den bir sâ' olarak vermeyi emret-
ti."
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 5, Hadîs No: 1827)
"İbn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan şöyle demiştir: Rasûlullah (Sallallâhu
aleyhi vesellem) oruçlu ( i ş l e d i ğ i ) faydasız sö z ve fiillerden ve çi rkin ölçüsüz
laflar(ın pislî ğin )den temi zleyi ci v e f a k i rl ere y i y ecek d a ğ ı tma k ü ze re f ı tı r
zek a tı n ı f a rz k ı l d ı. Artı k k i m b u n u b a y ra m n a ma zı nd an ö n ce öd ers e o
ma k bul b i r zek a ttı r. Ki m bunu b ay ra m na ma zın dan s on ra Ö derse o, sadakalar-
dan birisidir."922
(Sünen-i İbn-i Mâce, Cild 5, Hadîs No: 1829)
"Ebû Said-i Hudri (Radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
- Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) aramızda olduğu zaman (yani hayatta iken)
biz fıtır zekatını yiyecek maddesinden bir sâ' olarak çıkardık. (Çıkarılan yiyecek maddesi
şunlardı:) Kuru hurmadan bir sâ', arpadan bir sâ', keşkten bir sâ', kuru üzümden bir sâ'
( H a l i fe) Muaviye (Radiyallâhu anhu) yanımıza Medine-i Münevvere'ye gelinceye kadar
biz devamlı böyle yapardık. Muaviye'nin (Medine'de) halka söylediği şeyler arasında şu
sözüde vardı: "Ben Şam'ın buğdayından iki müddü (yani yarım sâ') ancak bu yiyeceğin
bir sâ'ına eşit olarak sanırım."
Artık halk onun sözünü tuttu: Ebû Said demiştir ki:
"Ben yaşayacağım sürece fıtır sadakamı Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
hayatta iken çıkardığım gibi (bir sâ' olarak) çıkarmaya devam edeceğim." 9 2 3
(Sahîh-i Müslim, Cild 3, Hadîs No: 22 (986))
"...İbn-i Ömer (Radiyallâhu anhu)'den, (şöyle demiştir):
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) fıtır zekatının (yani fıtranın) insanlar bay-
ram namazına çıkmadan önce verilmesini emretti.924

(Muhtar-ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 78)


"Kadın, kocası evinden ifsatçı olmamak şartı i l e sadaka verir-
s e ; k e n d i s i n e s a d a k a ve r di ği i ç i n , k oc as ın a d a on u k az an dı ğı i ç i n
e c ir yaz ıl ı r. Be kçi si d e aynı e c ri alı r. B unlardan birine verilen ecir, diğe
rinin ecrini eksiltmez."
(Muhtar-ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 149)
"Dört şey var ki, cennetin hazinesindendir:
a-) Sadakanın gizli verilmesi...
b - ) M u s i beti gizli tutmak...
c-) Sıla-i Rahm...
d-) LA HAVLE VELA KUVVETE ILLABÎLLAH... Cümlesini
okumak...(Güç ve kuvvet ancak Allah'ındır, manasına gelir.)"

328
(Muhtar-ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 456)
"Kardeşin yüzüne gülmen, senin için bir sadakadır... İyiliği
e m r e t m e n v e k ö tü l ü k t e n alman bir sadakadır.
Şaşkınlık yolundaki bir kimseyi, irşadın senin i ç i n bir sadakadır. Yoldan;
taşı, dikeni ve kemiği kaldırıp atman senin için bir sadakadır."
(Muhtar-ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 520)
,. "Malınızı zekatla hisar içinde koruyunuz... Hastalarınızı sadaka ile
ile tedavi ediniz. Belâya dua i l e hazırlıklı olunuz."
(Riyâzü' s-Salihîn, Aslı ve Tercemesi, Hadîs No: 118)
"Ebû Zer (Radiyallâhu anhu)'den;
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiş-
tir:
- Sizden birinizin her mafsal (ve kemiği) üzerine sadaka lazım gelir. Her
tesbih sadakadır, her tahmid sadakadır, her tehlil sadakadır, her tekbir sa
dakadır. Emr-i bi'l-maruf sadakadır, nehiy a n ' i l münker sadakadır, ( k u l -
l u n ) kuşluk vakti kılacağı iki rekat bunlara (bedel) kâfi gelir."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 5, Hadîs No: 701)
"Aişe (Radiyallâhu anha)'den rivayet edilmiştir: Bir kere Nebî (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in bazı kadınları:
- Hangimiz (evvel ölüpte) en çabuk sana kavuşacaktır? diye Rasûl-i Ek
rem'e sormuşlardı. O da cevaben:
- Eli uzun olanınız, buyurmuştu. Bu defa Peygamberimiz'in kadınları
bir kamış endaze al ı p kollarını ölçmeye başladılar. İçlerinden en uzun kol-
lu kadın Sevde (bint-i Zem'a)idi. Fakat Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem
)'in vefatından sonra öğrendik ki, kolu uzun olan kadın, sadakası bol, (eli
açık) kadın demek imiş. Ve hakikaten içimizde Sevde, Peygamberimiz (Aley
his salâtü vesselâm)'a i l k iltihak eden kadın oldu. Ve Sevde sadaka vermeği
çok severdi."
(Sahîh-i Müslim, Cild 3, Hadîs No: 58 (1011))
"Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Sadaka veriniz. Çünkü öyle bir zaman yaklaşıyor ki , onda kişi
sadakası ile dolaşırda kendisine sadaka verilmek istenen her insan: Bu
sadakayı dün bize getirseydin ben onu kabul ederdim. Ama şimdi benim
i ç in bu sadakaya ihtiyaç yoktur, der. Ve neticede sadakayı kabul edecek
bir kimse bulunamaz,"

(Muhtar-ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 1031)


"Bir adamın ehl-i (beyti)'ne sarf ettiği nafaka sadakadır." 925 .

329
"Dinîmizde cihad nedir? Sen neden cihad yapmıyorsun?" sorusuna:
Günümüzde Afganlar cihad yaptı. Kocaman Rus ordularını çökertip İslâm galip
geldi. Rusları kovaladıktan sonra şiilerle Sünnîler birbirlerine düştüler. Düşmanı
boşalmış memleketi tekrar almada kendilerine imkansız oluyor. Çünkü şiilerle ehl-i
sünnet birbirleriyle harb ediyor. Hepsi müslüman ama birazı şii. Cihad onların
yaptıkları gibi olur. Kazanılırsa ki, o da imkansız, aynı o şiilerle ehl-i sünnetin bir-
birleriyle harb ettiği gibi, yalnız tek başınıza kalsanız bile içinizde iç harb başlar.
Afganlar cîhadcıyız derlerse haklıdırlar. Bu aşikârdır, meydandadır. Çünkü
cihadı yaptılar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in beraberindekilerin hepsi ashâbtı, bir
görüşte idi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in vefatından sonra Hz. Ali
(Radiyallâhu anhu) ve Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz arasında çıkan vak'a-i
Cemel (Cemel: Deve harbi); Muaviye (Radiyallâhu anhu) ile Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)
arasında çıkan Sıffin Harbi ve Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) ile kendine isyan eden kendi
askeri arasında bir tek çıkan Nehrevan Cengi hariç diğerlerinin hepsi hakiki müslümandı
ve ashâbtı, esas halis müslümanlar birbirleri ile böyle harb ettiler. Bu görüş ayrılığı
bizde olursa bizim içimizde bu harb olmaz mı?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kılıcı eline alır, havaya kaldırır ve:
"Allahu Teâlâ her peygamberin rızkını bir yerden vermiş. Benim
de rı zkı mı bu kılı cın gölgesi altından verdi. Vuracağım kâfiri, alacağını
m a l ı n ı , A l l a h u T e â l â i ç i n s i z i c i hada, harbe davet ediyorum," 9 3 7 buyururdu.
Her üç ayda bir, en önde harbe giderdi. Hiç bir zaman için harbten geri durmadı.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 1, Hadîs No: 34)
"Ebû Hüreyre (radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir: Nebiyyi Ekrem (Sallallâhu
aleyhi vesellem) buyurdu ki:
- Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hz. kendi yolunda (cihada) çıkan kimseye: "Onu
(evinden) çıkaran şey yalnız bana iman ve Peygamberlerimi tasdik ise nail olduğu
ecir ve ganimetle (salimen yurduna) geri getireyim, yahutta cennete ithal edeyim."
diye tekeffül etmiştir. Ümmetime meşakkate bâis olacağını bilmesem hiç bir
seriye (yani cihad müfrezesine refakat etmek)'den geri kalmazdım. Allah bilir kî, Allah
yolunda katl olunup (öldürülüp) dirilmeyi, ondan sonra katlonulup dirilmeyi,
ondan sonra katl onulmayı ne kadar isterdim!" buyurur.
Kâfir memleketlerini alır, İslâmı yayar, cihadı yapardı. İşte cihad lafla olmaz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığı ve söylediği gibi olması lazım.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir harbten gelirken:
- Küçük muharebeden büyük muharebeye gidiyoruz ,938 buyurdu. Ashâb:
- Bundan daha büyük muharebeyi evimizde kiminle yapacağız, dediler.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz:
- Nefsimizle, buyurdu. Ashâb:
- Nefsimizle mücahede nasıl olur?" Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Az yemek yemek, az uyku uyumak, dünya kelamını az konuşmak. Boş vakit
lerini ibadetle değerlendirmek, cephedeki en büyük harbten daha büyüğü budur,
diye buyuruyor.
Siz bundan kaçıyor, lafla "Cihad yapıyoruz" diyorsunuz.

330
(Sûre-i Ankebut, Ayet 45)
"...Allah'ı zikretmek elbette en büyük ibadettir... (ilâ âhir)."
(İhyâu Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 899, s.847-848)
"Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem):
Adem oğlu, zikrullah’tan daha ziyade kendisini Allah'ın azabından
koruyabilecek bir amel işlememiştir, buyurdu. Ashâb:
- Allah uğrunda cihad etmek de zikrullah’in yerini tutmaz mı? Diye sordular.
Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem)
Allah uğrunda cihad da bu dereceyi tutamaz. Ancak kılıcın ile
kırılın caya kadar vuruşup, üç k ı l ı ç eskitirsen, yani ciddi ve devamlı
h a r b h a l i i l e b u d e r e c e y i a l a b i l i r sin, buyurdu. 93 9
(Sünen-i Tirmîzi, Cild 6, Hadîs No: 3598)
"Ebû Said el-Hudri (radiyallâhu anhu)'dcn rivayet edilmiştir;
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'a:
Kıyamet günü Allah katında derece bakımından kulların hangisi daha
üstündür? diye sordu ve Rasûl-ü Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- A lla h 'ı ço k zik red en le r, b u y u r d u .
- Yâ Rasûlullah! Allah yolundaki gaziden de mi (üstündür)? dedi. Buyurdu
ki:
Kır ıl ın c ay a ve k an a b oy an ın c a ya k ad ar k ılı c ın ı k âfir le r e ve
m ü ş r ik le r e ç a ls a d a,Allah'ı zikredenler, derece bakımından şüphesiz ondan
daha üstündür.'*
(Sünen-i Tirmîzi, Cild 6, Hadîs No: 3599)
"Eb û 'd -D erd a(R ad i yal l âh u an h u ) 'd an ri v a ye t ed i l m i ş t i r: Ded i k i : Pey g a m -
b eri mi z (S al l al l âh u al e yhi vesellem) şöyle buyurdu:
- Dikkat! Amellerinizin en hayırlısı, hükümdarı (Tanrı )nız katında
en temizi ve derecenizde en yükseğini; a l t ı n ve gümüş dağıtmaktan
sizin i ç i n daha hayırlı ve düşmanlarınızla karşılaşıp; s i z i n onların
b o y u n l a r ı n ı v u r m a n ı z v e o n l a r ı n d a s i z i n b o y u n l a r ı n ı zı vurmalarından
daha yararlı olanı size bildireyim mi? Ashâb:
- Evet" dediler. R a s û l - ü Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Zikrullah (Allah'ı zikir)! buyurdu.
Muaz ibn-i Cebel dedi ki:
- Allah'ın azabından, kurtaran Allah'ın zikrinden daha iyi bir
şey yoktur." 940
Yoksa eline kılıcı al, tehlikeli yere gitme, rast geldikçe bir iki kılıç salla.
Bu harb zikrullah gibi olamaz. Sen ise harb yok, elinde k ı l ı ç yok rast gele
söylediğin sözü cihad sayıyorsun. Hadîs-i şerîfte:
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1658)
"Cehennemde, kendisinden cehennemin her gün dört yüz kere Allah’a
sığındığı bir vadi vardır. Bu vadi, ümmet-i Muhammed'den olan murai hafız
lar, Allah rızası için tasadduk etmeyenler (fakirlere sadaka vermeyenler, götse-
riş için) hacca gidenler, gösteriş için sava şanlar için hazırlanmıştır."
Sîzde gösteriş içinde olsa savaşmak yok, sözle en birinci cihadçısınız. Bu
da gösterişin en büyüğü değil mi? Allahu Teâlâ'nın rızası nerede kalıyor?

331
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 37)
"Bid'at sahibi bid'atini terk etmedikçe, Allah amelini kabul etmez."
Eba Müslim-i Horasani tek başına harb etti, cihad yaptı. Emevi saltanatını
yıktı, yerine Abbasi saltanatını kurdu. Tek başına en büyük bir imparatorluğu
yıktı. Siz milyonlarca cihadçı! Hangi adamın burnunu kanattınız?
Allahu Teâlâ'nın nusratı açıktan olup, açıktan yardım yapar. Buna nusrat-ı
ilâhi derler. Hakiki mü'minde bu nusrat olur. O da galip gelir. Yoksa
Müslümanların silahının sayısının çokluğuyla galip gelemez. Kitabımızda;
savaşta mü'minlerin yardımcısı beş silahtır:
1-) Allahu Teâlâ'nın nusratı;
2-) Meleklerin yardımı;
3-) Ruhaniyetin;
4-) Sağ olan velilerin ve
5-) En sonunda elindeki silahın yardımı, diye yazdık.
Afgan harbi nusrat-ı ilâhi ile kazanıldı. Tıpkı Fatih'in kasidesinde:
"Nusrat-ı fırsatı veresin sen bana." Nofel kasidesinde:
"Nusratullah harbe eyledi duhul." Köroğlu da:
"Nusrat bizim beyler neci paşa ne, haykırıp haykırıp kelle keselim, seyreyle
yin eli ayağı şaşana." dediği gibi.
Seyyid Battal Gazi cihad yaptı. Tek başına yüz binlerce kişinin başaramaya-
cağı işleri başarıp İslâmi yönden çok çok büyük yararlılıklar yapıp, çok kaleleri,
çok yerleri feth etti. Çok az askerle çok büyük başarılar yaptı. Çünkü onlarda
Allahu Teâlâ'nın büyük nusratı vardı.
G.Antep'te Şahin Bey, Fransızlara karşı cihad etmek için çete topladı,
kendisi de kaçmadı.
- Ancak benim cesedimi düşman tepeler öyle Anteb'e girer." dedi. Mermisi
bitene kadar harb eder, düşmanı kırardı. Mermisi bitince kendisini şehid ettiler.
Diğer çetelerde aynı. Şimdi G.Antep'te, K.Maraş'ta kurtuluş günlerinde, bu kadar
zaman geçtiği halde harbte şehid olanlardan başta gaziler, sakatlar resmi geçitte
yüzlercesi geçiyorlar.
K.Maraş'ta yaşlısı, genci, tüccarı, esnafı ne varsa müslümanların hepsi
mevzilerinin içinde düşmanı memleketten kovana kadar harb ettiler.. Cuma
namazını da "Harbin içindeyiz." diye kılmadılar. Şimdi zamanımızda "cihadçıyız",
"Dar'ül harbtir" deyip cuma namazını terk ediyorlar. Halbuki ortada cihad
yok! Iran Irak harbînde en az iran'dan dört-beş bin kişi öldü. Irak'tanda bir o kadar.
Yahudiden birinin burnu niçin kanamadı veya kanatmadılar?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Din garip geldi, âhir zamanda giderken de garip gider." 941 buyuruyor.
Yani sahip çıkan olmaz. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında sözü
geçer, Beyler, kumandanlar, aşiret reisleri ve hatırlı kimseler İslâmiyet'e, dine sahip
çıkmadı. Köle, cariye, fakir herkesin itibar etmediği kimseler İslâmiyete sahip çıktı.
Bunun İçin garip geldi. Ahir zamanda giderkende aynı olur. Esas sahip çıkılacak yerde
çıkılmaz, en mühim noktaları gereği gibi anlatılmaz. Yâ menfaatine yâ görüşüne veya
örflerine ters geliyor, onun için anlatamıyor. Din garip olarak gidiyor.
(Sûre-i Saff, Ayet 2-3)
"Ey iman edenler! Yapamayacağınız şeyi ne için söylüyorsunuz?

332
Y a p a m a y a c a ğ ı n ı z ı s ö y l e men i z , Al l a h y a n ı n d a ş i d d e tl i b i r b u ğ za s eb ep
o l u r . ( Az a b - ı î l â h i ' y e yi ce l b e d ec e k b ü yük bir günahtır.)"
Sizde yapmayacağınız cihadı niçin söylersiniz? Fatih Sultan Mehmed zamanında bir
çocuğu öldürdüler, öldürdükleri çocuğun annesine:
- Allah'ını seversen bizi sakla!" dediler. Bu yemin üzerine kadın kendi çocuğunu
öldürenler olduğunu bildiği halde onları sakladı. Yemin verdiler diye Allah rızası için
oğlunun katilini saklıyor. Biz, İslama ters düşen bu gibi halleri söylemeyelim mi?
ATASÖZÜ: "Doğru söz yırtar gider, bükülmez!"
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 10, Hadîs No: 3992)
"... Avf İbn-i Mâlik (radiyallâhu anhu)'den rivayet edildiğine göre; Rasûlullah
(Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurdu, demiştir;
Yahudiler yetmiş bir fırkaya ayrıldı.(Bunlardan) biri cennette ve yetmişi ateş-
tedir. Hristiyanlarda yetmiş iki fırkaya ayrıldı. (Onlardan da) yetmiş bir fırka
ateşte ve biri cennettedir. Muhammed'in canı (kudret) elinde bulunan (Allah')a
yemin ederim ki, benîm ümmetim muhakkak yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bir
fırka cennete ve yetmiş iki fırka at e ş t e d i r .
- Yâ Rasûlullah! Cennette olan fırka kimlerdir? diye soruldu. Rasûlullah
(Sallallâhu aleyhi vesellem):
- (Sahabelerin yolunda olan) cemaat, diye cevap verdi."
Bu da ehl-i sünnettir. Bazıları da sahabelerin yolunda olanların değil, en
büyüklerine sövenlere, "fahişedir" diyenlere hak verip, övüyorlar. Böylece ateşte
olmuyorlar mı? iyi dikkat ediniz. Bunlar "Ben, Allah'ın kuluyum. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ümmetiyim, asıl, esas müslüman benim" diyenler yetmiş
iki fırkanın içindedirler. Bunların abdesti, namazı, orucu, haccı, zekatı her ibadeti ta-
mam.
BATIL MEZHEBLERDEN BAZILARI

I-) "Dar'ül Harbdir, cuma namazı kılınmaz!" diyenler:


(Sûre-i Cuma Ayet 9)
"Ey iman ed enler! Cu ma günü namaza çağ rıldığı (ezan okundu ğu )
za man, hemen Alla h'ı z i k r e t m e y e c a m i y e k o ş u n v e a l ı ş v e r i ş i b ı r a k ı n . E ğ e r
s i z g e r ç e ğ i a n l a y a n k i m s e l e r i s e n i z elbette bu, sizin için daha hayırlıdır,"
Emri ilahisi ile cuma namazı saatinde iş yapmakta haram oluyor. Bu kadar kesin
âyet varken, Allah'ın emridir kılınır diye niçin söylenmiyor? Çok hüsnü zannedilen
birisiyle konuştum. Bana şöyle dedi: "O cuma namazı kılınmaz diyenlerde haklıdır.
Onlarda kılınmayacağına dair kaynak gösteriyorlar." Ben dedim ki; Bu kaynak, nasıl
kaynak? Kaynak Kur'ân'dır. Kur'ân 'da farz-ı ayn'dır. Kur'ân'ın dediğinin aksini söyleyenin
sözü yanlıştır. Hadîs-i şeriflerde aynıdır. Kur'ân'a cevap Kur'ân'la, hadîse cevap
hadîsle olması lazımdır. Aksi takdirde sözü Kur'ân'a ve hadîse ters gelir, günahkar
olur. Çok iddia ederse kâfir olur. Kim olursa olsun hangi kitapta yazarsa yazsın,
kılınmaz diyecekse Kur'ân-ı Kerim'de âyet göstermesi lazım. Böyle söyleyenin sözünün
doğru olduğu Kur'ân-ı Kerim'de tastık ettiğinden belli olur. Aksini iddia ederse onda
büyüklük ne gezer!
(Sünen-i ibn-i Mâce, Cild 3, Hadîs No: 1081)
"Cabir İbn-i Abdullah (Radiyallâhu anhu)'dan şöyle demiştir:
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bize şu hutbeyi irad buyurdu:

333
- E y İ n s a n l a r ! ö l me d en ö n c e Al l a h ' a t ev b e ed i n i z. M e ş g u l o l ma d a n
ö n c e s a l i h a me l l e r e k o ş u n u z . R a b b ' i n i z i ç o k z i k r e t m e k l e v e g i z l i a ç ı k b o l
s a d a k a ( v e r m e k ) i l e o n u n , s i z i n ü z e r i n i zd ek i h a k k ı y er i n e u l a ş tı rı n ı z k i
rı zı k l a n a s ı n ı z, y a r d ı m o l u n a s ı n ı z v e ı s l a h o l u n a s ı n ı z . B i l m i ş o l u n u z k i
içinde bulunduğum bu yılın, bu ayın bu gününde ve burada kıyamet
gününe kadar Allah size cuma namazını şüphesiz farz kıldı. Ben
h a y a t t a i k e n v ey a b en d en son ra ba şınd a adi l v ey a zal i m b i r d evl et ba şkanı
v a rk en ki m cu ma n a ma zını k ü ç ü m s e y e r e k v e y a f a r z i y e t i n i i n k a r e d e r e k
b ı rak ı rsa A ll ah o nu n i şi ni d ü zene s o k masın ve işinde ona bereket
vermesin. Bilmiş olunuz ki, tevbe etmedikçe böylesinin ne namazı, ne
zekatı, ne haccı, ne orucu ne de hiç bir hayrı (sahihtir). Kim de tevbe
ederse Allah tevbesini kabul eder (ve ya kabul e yl esin). Bilmiş olunuz ki,
h i ç b i r k a d ı n h i ç b i r e r k eğ e n a ma z k ı l d ı r a ma z. H i ç b i r b ed ev i h i ç b i r
mu h a ci r e i ma m o l a ma z . H i ç b i r f a s ı k ( h e m ibadet eder, hem de aksini yapar,
ibadeti yapar, bid'at, mekruh, kerih olan şeylerden de sakınmaz. Mesela namaz kılar,
camiden çıkar kahvehaneye gider, kağıt oynar. Sigaraya mubahtır der hem içer, hem de
içecek olanlara kolaylık gösterir. Terk etmek isteyenlerin terk etmemesine yardımcı olur.
Camide namaz kılar, dışarı çıkar gıybet yapar, iyi amelle kötü ameli birbirine
karıştırır, böyle bir kişi) Hiç bir mü'm i n ( f a s ı k o l m a ya n ) ' e n a ma z k ı l d ı r a m a z .
E ğ e r k i , f a s ı k z o r k u l l a n ı r , mü ' m i - n d e o n u n k ı lıcından ve copundan
korktuğu zaman (mü'min uyar)."
Diyeceksiniz ki, benim abdestim, namazım, orucum, haccım, zekatım, var.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashabının hepsinin namazı, haccı, zekatı,
vardı. Birazı Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi veselellem)'i canla başla sever, O'nu
gittiği yerde överdi. (Çünkü Allahu Teâlâ bir çok âyetlerde, bizim öveceğimiz mevlid de,
kaside de övdüğümüzden daha fazla övmüştür. Allahu Teâlâ'nın övdüğünü övmek
farzdır.) Birazı da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yüzüne karşı "anam-
atam yoluna kurban olsun ya Rasûllullah der peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in övülmesine canı sıkılır. Bunların abdesti namazı, orucu her şeyi tamamdı.
Gizli, gizli toplanır, âyeti, hadîsi ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
sözlerini yalanlamaya çalışırlardı. Bunlara da münafık denir. Şimdi de ashabın en
büyüklerine ve Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) validemize iftira edenler aynı değil mi?
Ey Müslüman kardeşim!
Maksadım ikazdır! Sen de mevlide karşı çıkarsan haliyle kime benziyorsun? Bir
oğlun olsa, başkalarının yapmadığı şeyleri yapsa onu bir cemaatte söylerken; "Sus
söyleme deseler" canın sıkılmaz mı? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de aynı
değil mî? Dünya yüzünde hiç kimsenin, hiç bir peygamberin, hiç bir yaratığın
yapamadığını yaptı. Allahu Teâlâ ile miraçta yüz yüze konuşan bir tek Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)dir. O'nu millete tanıtan, söyleyen, öven mevlidtir. Mevlidi
yasaklamakla Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in bu yaptığını yasaklamış
olmuyor musun? Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de defalarca övsün, hadîs-i şerîfte
peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) tekrar tekrar övülsün, sen, O'nun o
övülmesine karşı çık. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in övülmesi, Mir'ac'ı
çok az da olsa mevlid-i şerîfte yazılıdır. Onu da kısaltıp kısaltıp neredeyse yok ettiler.
Halbuki mevlid-i şerîfte Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) 'i n mi'rac'ının on
binde biri söylenmiyor. Hepsini bıraksak bir tek Allahu Teâlâ'yla konuşması doksan
bin kelam (doksan bin soru doksan bin cevap) mevlidde hangisi söyleniyor? "Ümmetini
sana verdim ey Habib; cennetimi onlara kıldım nasip" Altı Parmak kitabında
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mi'rac'ını çok kısa yazdığını doksan bin
kelâmın (soru-cevabın) binde birini yazmıyor. Hepsi yazılsa en az iki yüz cild kitap olur.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) mi'rac'a çıkarken, gök ehliyle konuşması,

334
üç yerde namaz kılması, tahminen yüz soru-yüz cevap, Osmanlıca ve özet olarak yüz
sayfa; Altı Parmak kitabındaki de özet olarak kısaltıla, kısaltıla mevlid kitabında
yazılanlar ancak beşte biri dahi değildir.
Mevlidi de okutmamak, dinletmemek için en alim dediğimiz kimseler "Bid'attır,
şiirdir okumayın, yerine Kur'ân okuyun veya okutun" gibi sözlerle karşı çıkıyorlar.
Allahu Teâlâ'nın en sevdiği Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'dir. En
fazla övdüğüde O'dur. O'na karşı çıkmak çok tehlikelidir. Allahu Teâlâ'nın övdüğünü öven
mevlidi yasaklamakla Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zamanında O'nun
övülmesine karşı çıkıp kızanlarla beraber olmuyor musun?
"Dar'ül harptir cuma namazı kılınmaz" diyenler!
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanında harbsiz dört ay geçerse,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem): "Allahu Teâlâ bizim harbsiz dört ayımızı
geçirdi. Bizim Allahu Teâlâ için cihad etmemiz lazım" der, ata biner, eline kılıcını
alıp havaya kaldırır:
" A l l a h u T e â l â h er Pe y g a mb e r i n r ı z k ı n ı b i r y e r d e n v e r d i . B en i m
r ı z k ı mı d a b u k ı l ı cı n gölgesinden verdi."942 buyurur ve harb için ashabı toplar,
harbederdi. Bir yer daha fethedilir ve IsIâm topraklarına katılırdı. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Ey müslümanlar! Siz harbten kaçmayın! Harb sizin için bir temizliktir!"
buyuruyor. Harbten uzun müddet uzak kalınca müslümanlar birbirlerine düşerler. Harb
olunca temizlik devam eder. Allahu Teâlâ sık sık zaferler verir. Uzun müddet harb
edilmezse münkir, münafık, fasık ve zındıklar yeryüzünden temizlemedikten sonra
Allahu Teâlâ zafer vermez. Allahu Teâlâ zafer vereceği insanları seçer veya hakiki
Müslümanlara öbürlerini ikaz etmek için zafer verir. Dolayısı ile harbte Allahu
Teâlâ'nın açıktan yardımı çok görülür. Askerin kalbi çabuk mutmain ve ikaz olur.
Hakiki mü'min olurlar. Hakiki mü'min olmayanlar ölür. Hakiki müslümanlardan şehid
düşecekler, şehid düşer. Kalanlarda zafer kazanır, gazi olurlar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in zamanından bu güne kadar ki İslâm
tarihini incelersen, müslümanlar harble kalkınmışlar, harbten kaçındıkları zaman
güçten; düşmüş, çok zor durumlar geçirmiş, küçülmüş, taviz vermek zorunda kalmış,
en sonunda dağılmaya mahkum olmuşlardır.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi, vesellem) zamanından Hz. Osman (Radiyallâhu
anhu)'ın halifeliğine kadar zafer üst üste kazanılmış, şimdi en az on beş devletin oturduğu
toprakları feth etmişler. En güçlü imparatorluk olmuş, o zamanın en güçlü süper
devletleri sayılan İran ve Konstantin (Bizans) ordularını hezimete uğratıp yenmişler.
Buralar alınınca harb durdu. Herkes mal, mülk, dünya, dünyalık kendilerine çoğaldı. Çok
harbetmekten kaçındılar. Cihad ise Allahu Teâlâ'nın emri idi. Allahu Teâlâ'nın emri
yapılmayınca içlerinde savaş başladı, birbirlerine düştüler ve kocaman İslâm
imparatorluğu dağıldı.
Akla şöyle bir soru gelebilir: ''Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) vefat etti, Hz. Osman
(Radiyallâhu anhu) halife oldu. Aradan zaman geçmedi ki, niçin iç savaş oldu?"
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zamanındaki yaşantıyı ele alırsak her
dört ayın harbsiz geçmesini Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) çok büyük
zarar sayardı.
Peygamberimiz ('Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yirmi üç senelik Peygamberlik
hayatının, on senesini savunma ile, düşman kuvvetlerinin çokluğu, kendi güçlerinin
azlığı il e geçti. İlk on senenin içinde üç savaş; Bedir, Uhud, Hendek Muharebeleri oldu.
Bunlarda kendilerini savundular, savunma savaşıydı. Mekke fethedilince savunmadan
çıktı. Kâfirler savunmaya, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) harb etmeye

335
başladı. Yirmi üç senenin ilk on senesinde savunma, sonraki on üç senenin içinde de otuz
üç sefer harbettiler. Harbettikçe alınan yerlerde müslümanlar çoğaldı. Şehid olan bir
kişinin yerine, İslama giren beş kişi oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), o
zamanda en büyük ordusu olan üç bin kişi ile Mekke'yi aldı. Harbe devam edince alınan
yerler müslüman oldu. On üç sene dolmadan yedi-sekiz sene içerisinde Konstantinlilere
(Bizans'a) harb açıldı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) otuz bin kişilik
orduya sahib oldu. Konstantin ordusu harb sahasına korkusundan gelememiş ve geri
dönüp gitmişlerdir. Ondan üç sene sonra yine aynı vaziyette harbe devam edildi. Arab
yarımadası tüm müslüman oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) son veda
haccında Kabe'yi tavaf ederken arkasında yüz yirmi bin ashâb vardı. Bu sadece
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'le beraber hac yapabilmek için gelenlerdi. En
azından bunun beş misli de gelemeyen vardı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in vefatından sonra yüzde sekseni murtad oldu. Murtadları kendi içinde azınlık
olan müslümanlar öldürmeye, mallarını yağma etmeye başladılar. Onlar kaçıp Medine'ye,
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)'in yanına geldiler. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)
bu murtadlarla harb için asker topladı. Kaçıp gelenlerle, kendisinin topladığı askeri
sekize böldü. Her ordu sekiz bin kişi, hepsi altmış dörtbin kişi idi. Altmış dört bin kişi
ile Arab yarımadasında olan Murtadları (dinden dönenlerini, haricileri) kılıçtan geçirdi.
Arab yarımadası tam sağlama çıktı. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) halife oldu. Hz. Ebû
Bekir (Radiyallâhu anhu) ve Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında harb hiç
durmadı. Harbten harbe, zaferden zafere ulaşıldı.
Hz.Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında bu zaferler aralıksız birbirini takip edip
düşmandan yeni topraklar almaya başladılar. Irak, Iran, Ürdün, Rusya'nın bazı yerleri,
Konstantin'deki Diyarbakır, Urfa, G. Antep, K. Maraş, Adana Pozantı'ya kadar alındı.
Harb hiç durmadı. Pozantı alındıktan sonra harbi durdurdular. "Alınan yerlere İslâmı
yayalım." dediler. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) vefat etti, yerine Hz. Osman
(Radiyallâhu anhu) geçti. Düşmanla harb olunmadı. Bu sefer müslümanların içinde
savaşlar başladı. Çünkü düşmanla harb yoktu. Yine de bizim bilemediğimiz Allahu
Teâlâ'nın daha büyük hikmetleri vardır. Onların hepsi de büyük, hepsi de haklıdır. Haşa
onların yaptıklarını beğenmemek, küçümsemek değil, efkâr-ı umumiye'ye Ümmeti
Muhammede bu hususta bildiğim kadarıyla açıklamak istiyorum. Hz. Muaviye
(Radiyallâhu anhu) ile Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) arasındaki Sıffın Savaşı; iki taraftan
yetmiş bin müslüman şehid edildi. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) harbi kazanmışken, kendi
askerinin içindeki çoğunluk bir bölümü harici oldu. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) ve
askerine kılıç çektiler. Bu sefer Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin sözünü dinleyen bir tek
kumandan Mâlik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)'in oğlu İbrahim Ejder (Radiyallâhu anhu)
idi. İbrahim Ejder (Radiyalla-hu anhu), Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'ye:
- Yâ Ali! Müsaade et, hem bunlarla hem Muaviye'nin askerleri ile harb eder, zafere
kavuşurum. Bana dur deme, dedi. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu):
- Ben, fazla müslüman kanı dökülmesini istemem! Dört ay sulh etmemiz için uğraş
tım. En son sulh olmadı, harbettik. Harbte kan dökülmemesini istedim. Öldürmeye değil,
yaralamaya, esir almaya vurun, dedim, o da olmadı. Şimdi harb etsem zafere ulaşırım
ama ben islâm kanı dökülmesini istemiyorum. Bundan sonra Allahu Teâlâ'nın mes'ul
tutacağı ben değilim, beni buna mecbur edenlerdir, dedi ve harbi terk etti.
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin kendisine isyan eden on dokuz kumandanın ve
askerinin karşısında, Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'ye sadık ve bağlı kalan İbrahim Ejder
(Radiyallâhu anhu) ve ordusu idi. Bunlar Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin kumandasında
harbetti, Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) kendisine isyan eden askerinden on yedi bin kişiyi
kılıçtan geçirdi. Az bir kısmı atla kaçtı, yüzme bilenler yüzerek ırmağın karşı tarafına
geçtiler. Arada ufak, parekende müslümanlar; Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) tarafı, Hz.
Muaviye (Radiyallâhu anhu) tarafı, Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin askeri içinde harici
tarafı, sünni tarafı, Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz tarafı, Hz. Ebû Bekir
(Radiyallâhu anhu)'in oğlu Muhammed (Radiyallâhu anhu)'in tarafı, Mervan ibn-i

336
Hakem tarafı tek tek birbirlerini çok öldürdüler.
Hz. Osman (Radiyallâhu anhu) ve Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin vefatından sonra
seksen sene Yezidler (Emeviler) padişahlık yapıp, evlad-ı Rasûlü, Hz. Ali (Radiyallâhu
anhu) taraftarlarını öldürdüler. Eba Müslim (Rahimehullah) birtek kendi başına
Emevilere isyan etti. Daha sonra taraftarları çoğaldı. Dünya yüzünün en kuvvetli devleti
olan Emeviler ile aralıksız (devamlı) harblerle hepsini kırdılar. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) rüyasında kendisine yapacaklarını söylerdi. Mervan,
Mısır'a kaçtı. Çünkü kendinin askeri bitmişti. Mısır şahı Kıyas'la birleşti. Afrikanın
bazı devletlerinden de yardım aldı. Eba Müslim (Rahimehullah) ile harp etti. Yirmi üç
günlük muhabereden sonra altı yüz bin kişilik Eba Müslim (rahimehullah) ordusu
kendinin en az beş katı olan o muazzam orduları yenip Mervan'ı öldürdü ve Emevi
saltanatını yıktı. Emevilerin, haricilerin kökünü (kazıdı) geçirdi. Karşısında bir güç
kalmamıştı. Eba Müslim (Rahimehullah), Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
amcası Hz. Abbas (Radiyallâhu anhu)'ın evlatlarından birini halife yaptı. Harb durdu ve
yapılmadı. Müslümanlar arasında iç isyanlar başladı. Halife Mansur baş gelemedi. Eba
Müslim (Rahimehullah) her çıkan isyanı bastırdı ve yine harbi durdurdu. Eba Müslim
(Rahimehullah) Mekke'ye göç edip, yedi sene orada kaldı. Oradan harbte kendine ilk
ve büyük yardımı yapan Hürzem Şah'ın daveti üzerine onun yanına geldi.
Eba Müslim (Rahimehullah) kâfirlerle harbi terk etti. Halife Mansur, kendini evine
davet etti. Bu bir tuzaktı. Çünkü Eba Müslim'in büyük bir ordusu vardı. Bu ordu hem
Hürzem şahın hem de Halife Mansur'un ordusundan sayıca çok olup bir tanesi yüzlerce
kişiye bedel olan pehlivanlardandı. Eba Müslim (Rahimehullah)'den sonra bu orduyla
harb etmesi lazımdı, buna da gücü yetmezdi. Eba Müslim (Radiyallâhu anhu)'i evine
davet etti, sofra başında iken hücum ettiler. Çok kanlı ve çetin bir harbten sonra Eba
Müslim (Rahimehullah) yanında getirdiği kırk silahlı pehlivan ile birlikte şehid edildi.
Daha iyisini Allahu Teâlâ bilir.
Abbasi Devleti harb ettiği zamanlar zaferden zafere koştu, sekiz yüz sene kadar
hükmettiler. Son senelerinde onlar da sefahata daldılar. Abbasi imparatorluğu
kendiliğinden dağıldı, çöktü. Onun çöküşü ile Osmanlı Devleti kuruldu ve altı yüz sene
kadar ayakta durdu. Osmanlı Devleti son zamanlarında Lale Devri deyip zevke sefaya
dalıp harbi terkettiler. En son padişahlardan bazıları içki içip, İslâmı vecibelere
uymadı. O zamanda padişahın biri cami yaptırdı. Şeyh-ül islâm'a:
- Nasıl cami iyi mi? der. Şeyh-ül islâm:
- Çok iyi padişahım. Yanına (bitişiğine) bir de meyhane yaptırsak, der. Padişah:
- Sen ne söylüyorsun. Caminin bitişiğine meyhane yapılır mı? Şeyh-ül islâm:
- Ancak padişahımızı o zaman camiye getirebiliriz, der. Yani padişah içki içmek
için meyhaneye geldiğinde belki camiye girer. Bu söz çok meşhurdur. Padişah:
- Çok ağır söylersin, dedi. Şeyh-ül islâm:
- Doğruyu söylerim padişahım, dedi.
Osmanlılar ve Abbasiler, altı yüzer yıl hüküm sürmelerini İslâmiyet'e, dine, âyet
ve hadîsin emrini yerine getirerek sık sık yaptıkları harblere borçludurlar.Dine,
İslâmiyet'e hor bakıp kendi heva ve heveslerine uymalarından iç karışıklıklar çıktı ve
yıkılmalarına sebep oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'den bu yana her
devlette İslâmiyet'i kökten yıkmak için nice krallar gelmiş, kendilerinin hükmü, sözü
kısa bir müddet sürmüş. Onlar yıkılmış, yerine başkaları gelmiş, onlarda
yıkılmışlardır. islâm dini saflığını, tazeliğini kıyamete kadar koruyacaktır, hem de
korur!
Harb edildiği zamanlar devamlı zaferden zafere koşuldu. Çünkü Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'de ne varsa ümmetinde de o var, Allahu Teâlâ,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e o zaferleri müjdeliyor ve harb etmeyi,
cihad etmeyi emrediyor.

337
Al l ah u Teâl â h adî s -i k ud si d e:
"E y H ab ibi m! B en, s an a B edi r Cen gind e b in mel ekl e ya rd ı m e t t i m . B u
melekleri ümmetinden senin yolunu, i z i n i , sünnetini tam tatbik edip
y a p a n topluluğa kıyamete kadar yardım edeceğim." buyuruyor.
Osmanlı padişahlarından Fatih Sultan Muhammed Han'ın İstanbul'u alması ile
Fatih'in Şeyhi Akşemseddin, insanları şeriat, tarikat, hakikat ve marifetle çalışıp çok
güzel bir yönetim kurmuştu. Şöyle ki: Şeriatta çalışanlar tam hakkıyla şeriatı
yaşıyorlar. Tarikatta çalışanlar hem şeriatı hem tarikatı yaşıyor ve çalışıyorlar, ileri
geçen müridler, Şeyhler ve Mürşid-i Kâmiller, bunlarda hem şeriatla hem tarikatla,
hem hakikatla hem de marifetle hakkıyla çalışıyorlar. Tarikatta çalışanın şeriat ehline,
şeriatta çalışanların da tarikat ehline çok büyük hüsn-ü zannı vardı. Birbirlerini canı
gibi çok severlerdi. Kur'ân-ı Kerim'in ahkâmı ile çalışanlarda hem şeriat hem tarikat,
hem hakikat, hem marifet olur. Bunların hepsi ile çalışıyorlardı. Bir derviş bir yere
gelirse, ona "Derviş baba geldi" derlerdi. Bir şeriat ehli olan hoca, âlim gelirse onlar
bildiklerine Allahu Teâlâ'nın rızası için söylerlerdi. Kendinin hesabına geldiği gibi ko-
nuşmasına, söylemesine imkân yoktu, bu düzeni Akşemseddin, Hz. kurmuştu.
Kitabımızda yazdığımız beş kuvvete, beş silaha maliklerdi. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashâb zamanında bu beş silaha Mekke ve Medine'liler
sahipti. Daha sonra Battal Gazi, Abbasilerin ilk devirlerinde de Abbasiler sahipti. Daha
sonra Fatih Sultan Muhammed, İstanbul'u alınca, bu kuvvete bu silaha Osmanlılar,
Türkler sahip oldu. Onun için Osmanlı ve ashâb devrinde akıllara durgunluk verecek,
harikulade işler, hareketler, harbler yapılmış, üst üste aralıksız zaferler kazanılmıştır,
Yavuz Sultan Selim'e:
- Sen bu kadar toprak aldın. Sarayında oturup biraz da keyif sürsen olmaz mı?
dediler. Yavuz Sultan Selim:
- Bu dünya bir padişaha çok gelecek kadar büyük değildir, dedi. Demek istiyor ki:
Ömrüm olursa hepsini alacağım, dedi. Kanuni Sultan Süleyman, doksan küsur yaşının
en son anlarında at üstünde, harbden dönerken vefat etti.
Yavuz Sultan Selim, Mısır'ı almak için çölde giderken, bir ara attan indi. Bütün
kumandanlar, vezirler ve askerlerde attan indiler. Bir müddet yürüdüler, Yavuz Sultan
Selim ata bindi, bunlarda ata bindiler. Daha sonra Yavuz Sultan Selim'e hikmetini
sordular. Buyurdu ki:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in önümüzde yürüdüğünü gördüm. O
yürüyünce, ben de yürüdüm. O görünmez olunca ata bindim. Yavuz Sultan Selim dünya
ya hükmediyordu. Bütün dünya kralları, Yavuz Sultan Selim'den tirtir titriyorlardı. Yavuz
Sultan Selim her yaptığı harbi, her şeyi ve yapacağını Şeyhu'l islâm (Diyanet reisin)'
dan soruyordu. Her birisinden birer fetva alıp, bu fetvayı saklıyordu.
- Yarın mahşerde "Yâ Rasûlullah! Ben, senin dininin önderi, Şeyh'ül islâm'ın
fetvasından izinsiz bir şey yapmadım." deyip bunları göstereceğim. Benim kabrime bu
fetvaları da beraber koyun, dedi.
Bir gün beraber giderlerken Şeyh'ül islâm'ın atı bir çamura basınca çamurlu su
sıçradı ve Yavuz Sultan Selim'in elbisesini batırdı. Bunu silip temizlemek istediler.
Yavuz Sultan Selim bunlara mani oldu ve elbisesini çıkardı, çamuru ile katladı:
- Bunu kabrime koyun. "Ya Rasûlullah! Senin dininin vekili, islâm'ın önderi Şeyh'
ül islâm'ı önümde yürütüyordum. O'nun atının ayağından sıçrayan su üzerimi batırdı"
diyeceğim, dedi.
Yavuz Sultan Selim, İranlılarla harb edeceği zaman, onların fil orduları vardı. ilk
hücuma kalkan asker fillerin ayaklan altında ezilecek. Yavuz Sultan Selim'in Uç ordu
kumandanının üçü de "ilk defa ben hücuma kalkayım. Ben ve askerim şehid düşelim,"
diyordu. Yavuz Sultan Selim arada kaldı. Karaman beyi "ilk defa ben hücum edeceğim.
Kör Ali paşa "Sen bana, seni hepsinden fazla seviyorum, derdin. Beni sevip sevmediğin bu

338
harpte belli olacak, ilk hücuma beni kaldır. Ben ve adamlarım şehid düşersek cennetteki
en yüksek makamı biz alacağız. Bu makamı bize layık görmek istiyor musun istemiyor
musun?" Üçüncü kumandan bu defa "ilk defa beni hücuma kaldırmazsan bana bu harbin
hiç gereği yok. Askerimle beraber geri dönerim" diyorlardı.
Kanun-i Sultan Süleyman Macar Kralı ile harb etti. Macar Kralının ordusunu kırdı,
zaferi kazandı. Geri dönüp gelirlerken bir kumandan Kanuni Sultan Süleyman'ın yanına
geldi ve:
- Padişahım! Bu harb bizi tatmin etmedi. Biz şehid olmak için geldik, istanbul'a
sağ salim gidiyoruz. Müsaade et, askeri çağırayım. Benimle beraber geri dönüp şehid
düşmek isteyenlerle birlikte tekrar harbe başlayalım, dedi. Padişah ve kumandanların
ın ısrarına rağmen fikrinden caydıramadılar. En son askere çağrı yaptı. Seksen bin
kişilik ordunun içinden on bir bin kişi fedai çıktı. Bunlarla helallaştı, geri döndüler.
Onbir bin kişi şehid düşünceye kadar nice kere onbir binleri öldürdüler. Sonunda
hepsi şehid düştü.Bir padişahın çok kıymetli bir adamını kâfirler esir aldı. Padişah "Bu
adamı geri verin " diye elçi gönderdi. Kral, elçiye "Benim kalemden su çıkarırlarsa adamı
bırakırım" dedi. Padişah oraya yüzelli kuyucu gönderdi. Kuyuyu yüz küsur metre kazdı -
lar. En son havasızlıktan içeride ölmeye başladılar. Esir düşen adamın babası "Benim
oğlum için bu kadar adamın ölmesini istemem. Oğlum varsın esir kalsın" deyince kuyucu
başı: "Senin oğlunun kutrulup kurtulmaması bizlere mühim değil. Osmanlı padişahının
kuyucuları geldi, suyu çıkaramadılar, boş gittiler dedirttirmek tense bu Osmanlı Padişahı
nın şeref ve haysiyet meselesidir. Sadece bunun için yüzelli kuyucunun hepsi şehid
düşer, biri dahi İstanbul'a gitmez." dedi ve biraz daha kazınca su çıktı. Böylece
esiri bıraktılar.
Köprülü Mehmed Paşa: "Seninle harb edeceğim" diye koca Fransız İmparatoruna göz
dağı verdi. Fransız İmparatoru korkup, sulh olmak için para teklif etti. Köprülü Mehmed
Paşa çok para istedi. Köprülü Mehmed Paşa'ya minnet, rica en son üç buçuk vagon
dolusu altına sulh oldular.
(Sûre-i Enfal, Ayet 65)
" E y Pey g a mb e r! Mü ' mi n l e ri s a v a ş a t eş v i k e t. E ğ er s i zd en s a b ı rl ı
y i r mi ( k i ş i ) b u l u n u r s a , ( o n l a r ) i k i y ü z k â f i r e g a l i p g e l i r l e r . E ğ e r s i z d e n
y ü z ( k i ş i ) o l u r s a , k â f i r o l a n l a r d a n bine galip gelirler. Çünkü onlar,
kavraması olmayan bir millettir."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"On iki bin müslüman azlıktan yenilmez" buyuruyor. Toplam asker on iki
bin kişi olursa karşısında bütün dünya olsa yine de zaferi kazanır demektir. Afganlılarla
Rusların harbi bunun büyük bir örneğidir. Afganlılar arasında hakiki müslüman çok, bu
nedenle Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.'nin nusratı var ve kazandılar. Birbirlerine düşünce
acze, zafiyete düştüler. Şimdi birbirlerine düşmüş durumdalar.
Ali Paşa Ruslarla harb ediyordu. Bütün paşalar ve Türk askeri Ruslarla harb
ediyorlar. Fakat bir türlü zafer kazanılmıyordu. Padişah bütün kumandanları çağırıp:
"Biz harbi neden kazanamıyoruz?" dedi. içlerinden bir tek Ali Paşa padişaha:
- Bizim askerin içinde bozuk çok. Allahu Teâlâ zafer vermiyor. Bana müsaade et,
ben askerin içinden bin kişi seçeceğim, onlarla beraber harb edeyim, kazanayım, dedi.
Padişah müsaade etti. Ali Paşa askerin içinden seher vaktinin ibadetini boşa geçirme
yen, şeriat, hakikat, tarikat, marifetle çalışan bin kişi seçti. Ruslarla harbe başladı.
Akşam oluyor, sayıyorlar bin kişi. ikinci, üçüncü, dördüncü gün haftalar, aylar geçi
yor, bin kişi, dokuz yüz doksan dokuza inmiyor. Bu sırada Ruslar çok kayıp veriyor
lar. Ali Paşa karşısında tutunamayan Rus kralı, Osmanlı Padişahlarına sulh için sık
sık teklifte bulunuyordu. En son kısa bir müddet için sulh imzalandı. Rus kumandan
ları, bin tane en güzel kızlardan seçtiler ve kızlara:
- Sizler önünüze tabla alın, bunları satacakmış gibi, o bin kişinin içine girin.Akşam
olunca korkuyoruz diye gelmeyin. Askerin içinde yatın. Gece uyurken uyumuş gibi yap

339
ın, göğsünüzü ve bacaklarınızı açın. Onlar sizinle gayri meşru ilişkide bulunsunlar. O
zaman harbte onları yeneriz. (Çünkü uzun müddet Türklerle harb eden kâfirler, Allah
'ın bu şekilde yardım etmeyeceğini çok iyi biliyorlardı.) Kızlar aynısını yaptılar. Bir
asker nöbet bekliyor. Bir kızın bacağı açılmış, nöbetçi örtüyor. Kız bacağını açıyor, nö-
betçi yine örtüyor. En son nöbetçi, kız bacağını açmasın diye bir çimdik atıyor. Sabah
olup harbe giriyorlar. Akşam oluyor Paşa:
- Ölen var mı? Sayın, diyor. Sayıyorlar, ölen yok.
- Yaralı var mı? diyor. Bir kişi yaralı çıkıyor. Baş parmağı ile şahadet parmağına
kurşun değimiş. Kumandan Ali Paşa askeri sıkıştırıyor.
- Sen bu parmaklarınla ne yaptın? Asker:
- Kız bacağını açtı, ben örttüm. Tekrar açtı, yine örttüm., En son açmasın diye baca
ğını çimdikledîm. Ali Paşa:
- Sen o kıza dokunsaydın, ölürdün. Parmakların dokunmuş, parmakların gitti,
diyor. Ali Paşa o bin kişi ile zaferi kazanıyor.
Osmanlı Padişahları zamanında böylesi harikulade hadiselerin sonu gelmez, yazmakla
bitmez. Harbin kazanılabilmesi için Allahu Teâlâ'nın zafer vermesi lazım. Zafer vermesi
için de, Allahu Teâlâ'nın acıyacağı bir asker olmalıdır. Allahu Teâlâ'nın acıyacağı bir
asker olabilmesi için; başta namus gayreti olup, dünya malına, ganimete ve şehvete
aldanmamalıdır. Ona aldanmamak için, daima Allahu Teâlâ'yı düşünüp, çok zikir
etmelidir. Çok zikretmekte Allahu Teâlâ'yı düşündürür. Haksız iş yaptırmaz. Öyle
olunca, Allahu Teâlâ acır, O acıyınca korur. Düşmana korku, kendisine moral verir. Her
tehlikeden korur esirger, işte Türk askeri asırlardan beri "Süngü tak" deyip, düşmana
hücum emri verilince hep birden "Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.'ni" zikreder. Hep bir ağızdan
"Allah, Allah, Allah, Allah" diye bağırırlar. Yüz tane çocukta büyütse hangisi babasına
çok çağırırsa, babasını o çok seviyor demektir. Babası bunu dinliyorsa, ona muhakkak
yardım edecek demektir. Ona babası yardım ederse o çocuk hem selâmette, hem de
kazanmış demektir.
Hadîs-i şerîfte:
"Halkın hepsi Allahu Teâlâ'nın ayali (çoluk-çocuğu) gibidir. Bunların
içinde en9 4 3hayırlısı bu çocuklarına, ayallarına en menfaatlı, en faydalı
olanıdır" d i y e buyurulmuştur.
Battal Gazi kitabında; harbte hiç kimsenin gücünün yetmediği bir kâfirle
karşılaştığını, onu esir alıp, müslüman edebilmek için öldürmediğini dile getirir. O
zamanın dili ile "Kendisi ile karşılaşınca Seyyid-i Battal Gazi şöyle bir puşta vurdu.
Kim arkası üstü muallak yıkıldı" diyor. Bu eski lisanla, eski sözle yazılan yani Seyyid-i
Battal Gazi karşılaştığı kâfire bir yumruk vurdu. Kâfir sırt üstü yere yığılırken mu-
allakta ayakları yerden kesilip, bir kavis çizip, yere düştü ve nihayet müslüman oldu.
Bu söz, bu harb bizim ecdadımızın kâfirle yaptığı en büyük kahramanlıklardan birisidir.
Bunu okuyana, dinleyene hepsine gerici, yobaz, örümcek kafalı diyorlar. Aynı olaylar
Amerikan romanlarında asılsız, hayal mahsulü olarak bu asra göre yazılıyor. "Çenesine
bir kroşe yumruk çıkardım. Ayakları yerden kesildi, havada bir kavis çizdi" gibi
sözcüklerle yazılıyor ve çok iştahla okunuyor. Okuyan da dinleyen de, romanın asılsız
olduğunu bildiği halde bir kâfirin dövüşü bu şekilde halkımıza anlatılıyor. Fakat Battal
Gazi'nin ki gerçektir ve fethettiği yerler bellidir. Seyyid-i Battal Gazi'ye sordular:
- Allahu Teâlâ'nın açıktan yardımını, şüphesiz O'ndan olduğunu gördün mü?Seyyid
-i Battal Gazi:
- Evet! Biz az bir kimse ile yolda giderken kâfirler bizi çevirdi ve arkadaşları
mın hepsini öldürdüler. Beni de kementle tutup esir aldılar. Kendileri bir su başında
yemekyerlerkenbendeAllahuTeâlâ'ya:
- Yâ Rabbi! Yaşım genç, öldürüleceğime yanmıyorum. Kâfirlerle çok harb etmek
istiyorum" diye yalvardım.Beni getiren muhafızların hepsi uyumuşlardı. Müslümanlardan

340
şehid düşen birisi kalktı, benim ellerimi çözdü, onların kılıcından bana bir tane
verdi, kendisi de bir tane aldı. İkimiz bir olduk hepsini öldürdük. Allahu Teâlâ'-
nın açıktan yardımını bu şekilde gördüm, buyurmuştur.
Konstantin ordusunun en baş pehlivanı Herkül'ün müslüman pehlivanları ile
harbetmesi: Battal Gazi Herkül'ü tek olarak atının üstünde iken kuşağından tutup havaya
kaldırdı. Diğer eli ile taze hıyarı (salatalığı) keskin bir ustura ile ikiye böldüğü gibi
vurup ikiye böldü. Herkül tek olarak havaya kalktı, iki parça olarak yere düştü. Şöyle
ki:
Seyyid-i Battal Gazi çocuk yaşta iken ordunun başkumandanlığını almak istedi.
Bunu Malatya Beylerbeyi olan Ömer Bey ve Başkumandan Abdüsselam şiddetle
reddettiler. Seyyid-i Battal Gazi'nin «Amiriye» (şimdiki Mamuriye veya Ankara) düşman
kumandanlarından oniki beyin başını kesip Ömer Bey'in, Abdüsselam'm isteklerini ve
babasının intikamını yerine getirmişti. Oniki beyin orduları Malatya'ya gelip Ömer Bey
ve Abdüsselam ile harb edecekler. Teklifleri olan Battal Gazi'yi kendilerine canlı olarak
vermelerini, bu zamana kadar müslümanların kendilerinden her sene aldıkları beşyüz
atın ve onun bir kaç da misli parayı kendilerine haraç olarak verirlerse harbten vaz
geçeceklerdi Aksi taktirde Malatya'nın ve müslümanların kökünü kazıyıp, taş üstünde
taş bırakmayacaklarını bildiriyorlardı. "Git babanın intikamını al, beylerin başını kes"
diye Ömer Bey ve Abdüsselam Battal Gazi'yi göndermişlerdi. Orduların kalenin önüne
yığıldığını görünce Abdüsselam ağır bir dille:
- Battal Gazi'yi bunlara teslim edelim, fidyelerini, haraçlarını da verelim, diyor.
Hem de Battal Gazi'yi kâfirlere vermeyi kabul ediyor. Ömer Bey, Bağdat'tan müslüman
halifesinden yardım gelemeyeceğini, haberleşme imkânının olmadığını düşünerek canı
sıkılıyor. Ömer Bey, Abdüsselam'a:
- Bu çocuğu biz gönderdik. Çocuk bizim emrimizi yerine getirdi. Babasının da inti
kamını aldı diyor. Battal Gazi'ye canı sıkılıp Abdüsselam'a da hak veriyordu. Battal Gazi:
- Babamın gününde bunlar bu haracı bize veriyorlardı. Abdüsselam kumandansa, sen
de beyler beyi isen, asker aynı asker, niye korkuyorsunuz? Abdüsselam:
- Şu çocuğa bak, konuştuğuna bak. Bu kadar büyük orduları bizim ordumuz na
sıl yenebilir? Battal Gazi:
- Babam bunların hepsini bu ordu ile yenip Amuriye'ye (Ankara) kadar gitti.Amuri
ye'de dağda öldürüldüğü yer bellidir. Babam Hüseyin Gazi Ankara'ya kadar gitmişti.
Kâfirleri yine evvelkinin iki misli haracına bağlamış, beşyüz atın yerine bin, evvelki
paralar yerine de iki misli haraç aldı. Sizin gibi korkup, kalenin içine sığınmadı. Hem
de korkusundan onu bunu rehin vermeye kalkışmadı. Ömer Bey aralarını sulh etti. Battal
Gazi:
- Siz korkuyor, dışarı çıkamıyorsanız, onlarla ben harb edeceğim, dedi. Atına bindi,
son hızla kapıdan dışarı çıktı. Ömer Bey "Tutun" diye emir verdi ise de tutamadılar. Çünkü
tek başına harbe gidiyordu. Ömer Bey, Battal Gazi için "îyi çocuktu, kendini öldürür
ler, yardım da edemeyiz" diye üzülüyordu. Vakit öğle zamanı olmuş, hala düşman
askeri kalenin etrafında görünmüyordu. Müslümanlardan Abdülvehhab adlı biri bunlara
bakmaya gitti. Seyyid-i Battal Gazi tek başına düşman ordusunun içine dalmış, narayı
atıyor, kılıcı sallıyor, meydan düşman ölüsü ile dolu olup düşman askerini ikiye böl
müştü,
Abdülvehhab baktı ki, aynen Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in dediği
gibi harb ediyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Benim ümmetimden Cafer isminde biri gelir. Kendisi benim soyumdandir.
Bütün düşman kalelerini f'eth edip, kiliselerini camiye çevirir. Kuvveti
Hamza 'ya, kâfire karşı şiddeti Ömer'e, cesareti Ali'ye, casusluğu Emr-i
Ümeyye'ye misaldir. Kendisine ilk defa itimat edemezler. Bir harbte çok üstün
başarı gösterdiğinden belli olur, buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Abdulvehhab’a:
- Sen, O'nu göreceksin. Ağzına tükürdüğüm tükürük, gırtlağında kalsın. O'nun harbi

341
ni görüp, O'nu tanırsan sen de bu tükrüğü O'nun ağzına tükür, buyurdu. Abdülvehhab
da aynı vasıfları görünce Battal Gazi'nin ağzına tükürdü. Battal Gazi, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in tükrüğünü yutunca bütün lisanları ana lisanı gibi ko -
nuşmaya, anlamaya, anlatmaya başladı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bu
tükrüğü yüz küsur sene evvel Abdülvehhab'ın ağzına bunun için tükürmüştü. Battal
Gazi şimdiki deyimle elektronik beynin en üstünü olmuş oldu. Şimdi zamanımızda iki
ayrı lisan konuşan birer makina var. İngilizce söylese makina bunu Türkçe'ye çeviriyor,
Türkçe söylese İngilizceye çevirip söylüyor, iki makina arada tercümanlık görevi
yapıyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in maneviyatı onun çok daha
gelişmişi ve insan beynine yerleşmesidir. Zamanımızda olan sadece iki adamın dil ay-
rılığını giderip, birbirleri ile rahatça konuşabilmelerini sağlamaktır. İnsan beynine
bunu sokamıyor. Bu da Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mucizelerinden
biridir.
Düşman nerede ise bozulup kaçacaktı. Abdülvehhab derhal kaleye haber verdi.
Cafer (Battal Gazi) düşman askerini yıldırmış, bir hücum ederseniz düşman bozulur.
Yoksa çocuk tek başına zafer kazanacak. Abdüsselam orduyu harekete geçirdi. Harbi
Abdüsselam kazanmış oldu. Seyyid-i Battal Gazi'nin ailesi de ölmüştü. Seraskerliği (Baş
kumandanlığı) ve Ömer Bey'in kızını istedi. Ömer Bey kızını vermedi.
- Sen çocuksun, seraskerliği de yapamazsın, dedi. Battal Gazi ile daha birçok müna
kaşaları olup Battal Gazi:
-Ben gelmemeye gidiyorum, dedi. Oradan Rum diyarına geldi. Rumlar bunu
yakalayıp zindana attılar. Battal Gazi Konstantin Kralının da gözünü yıldırmıştı. Battal
Gazi'yi öldürüp, etini yakıp, külünü kendine getirmelerini emretti. Battal Gazi
nöbetçilerden bir tanesini öldürüp, öldürdüğünü kendisine benzetmiş, kendisi de kale
kumandanının kızını müslüman edip onunla evlendi. (Battal Gazi'nin Beşir ve Ali isimli
iki oğlu bu kızdan olmuştur.) Kâfirler, Battal Gazi öldü diye Battal Gazi'nin öldürüp
kendine benzettiğinin ölüsünü yakıp, Konstantin Kralına gönderdiler. Konstantin Kralı çok
sev inmişti."Şimdi gider, müslümanların topraklarını alır, kendilerini öldürür, Mescid-i
Aksa'yı alıp, İslâm dinini tamamen ortadan kaldırırım" diyordu. Çok büyük ordular
hazırladılar. Bu ordunun karşısında ne Ömer Bey'in ne de Bağdat Halifesinin orduları
duramazdı. Battal Gazi:
- Ben bir daha Malatya'ya dönmem diyordum. Ama bu din meselesidir. Benim bun
larla harb etmem lazım. Kâfirler her yeri alır, İslâmiyet i ortadan kaldırmak isterler, dedi
ve oradan ayrıldı. Konstantin kralının yanında "Su sakalığı" yapıyordu. Gündüz su dağı
tır, gece belli pehlivanların çadırına girer, on beş yirmi pehlivanın başını keserdi.
Konstantin Kralı bütün kumandanları toplayıp onlara:
- Bu ölen pehlivanları kim öldürüyor? Onlar:
- Bilmiyoruz. Kral:
- Ben biliyorum. Battal Gazi ölmedi O diridir, içimizdedir. O'ndan başka da bu işi
kimse yapamaz, dedi. Kumandanlar:
- Battal Gazi'yi öldürdük diye yemin ettiler, külünü de sana getirdik, dediler. Kral:
- Her Konstantin askeri diğer bir askerin Battal Gazi olmadığına kefil olsun. O za
man Battal Gazi kendiliğinden meydana çıkar, dedi. Her asker birbirine "Ben bunu
tanıyorum, bu Battal Gazi değildir" diye çiftleştiler. Battal Gazi tek kalmıştı. Kral da
tekti. Kral:
- Hepsi birleşti mi? dedi.
- Evet Kralım hepsi birleşti. Bir tek senin su sakalığını yapan saka kaldı, dediler.
Kral:
- Ben de tek kaldım. Bari ben de buna kefil olayım, dedi. Battal Gazi yine kurtul
du. Yolda gelirlerken Battal Gazi bir düşman kumandanına:
- Sana büyük bir müjdem var. Şu gördüğün dağın arkasında halifenin gönderdi-
ği askerler uyuyorlar. Dağın şu tarafından ordunla git, karşına çıkarlar. Hepsini kırar,
Kralın yanında çok büyük ün kazanırsın. Onu o taraftan gönderince, Battal Gazi diğer

342
bir Konstantin kumandanına da aynı şeyi söyledi. Ona da müjde etti ve dağın bu
tarafından gönderdi. Gece karanlık olduğu için insan görünmüyordu. Kendisi iki ordunun
arasındaki boşluğa atını sürdü. Müslümanların şanlı, ünlü pehlivanlarının isimlerini
çağırıp;
- "Ben Ahmed-i Tarran'ım, kâfirlerin hepsini bu gece kıracağım" diye bağırıyor
Yine; "Ben Ali bin Erdeşir'im" diyerek birçok müslüman pehlivanın isimlerini çağırıp
nara attı. Bu taraftan gelen Konstantin ordusu karşısındakinin İslâm ordusu olduğuna
kanaat getirdi, iki ordu birbirine karşı harbe başlayınca, Battal Gazi, Konstantin
padişahına gelip:
- Senin iki ordunu müslümanlar pusuya düşürdü. Ordunu çek, onların imdadına
yetiş. Konstantin Kralı ordusunu oraya götürmüş, o da harbe başlamıştı. Battal Gazi,
ordunun bir o ucunda, bir bu ucunda, bir arkasında, bir önünde yine nara atıp "Ben
Ahmed-i Tarran'ım, ben Ali bin Erdeşir'im sizin kökünüzü kazıyacağım" diye nara
atıyordu. Ordular ortalık ağarıncaya kadar birbirlerini kırdılar. Sabahtan kalktılar,
ölen bir tek müslüman askeri yok, hepsi kendilerindendi. Konstantin Kralı yine
kumandanlarını başına topladı.
- Biz bu harbi kaybederiz, geri dönelim. Bunu Battal Gazi'den başkası yapamaz.
Bu da onların içlerinde olursa bizi mutlaka yenerler, diyordu. Kumandanlar yine
yemin ettiler. Bağdat Halifesi o da ordularını Malatya tarafına doğru gönderiyordu. Bir
müslüman pehlivanı, bir ağacın gölgesinde oturmuş ağlıyordu, o askere bakarak:
- Her gün Bağdat Halifesi on bin pehlivan daha gönderdi. Elli bin piyade daha
göndertti, onlar yetişti, diyorlar. Bu pehlivan her haberde "keşke Battal Gazi ölmese, içi
mizde sağ olsa, bu yardımların hiçbirisi bize gelmese yine de harbi kazanırdık" diyordu.
Müslümanların baş pehlivanı Ali ibn-i Erdeşir'di, İki ordu arasında ortaya at
sürdü, çok sayıda Konstantin askerini öldürdü. Konstantin'in baş pehlivanına Herkül
derlerdi. Ali ibn-i Erdeşir'in karşısına o çıktı. Ali ibn-i Erdeşir'e:
- Sen korkuyor musun ki, arkanda bu kadar yardımcı getiriyorsun? Ali ibn-i Erde
şir:
- Ben yardımcı falan getirmedim, dedi. Herkül:
- İşte arkandakiler, işte şunlar yardımcın değil mi?
Ali ibn-i Erdeşir arkasına baktı, bunu fırsat bilen Herkül gürzü i l e vurup Ali ibn-i
Erdeşir'i yere düşürdü ve onu tutsak alarak çadırına hapsetti. Herkül bir tek Ali İbn-i
Erdeşir'den korkuyordu, O kendisine denk sayılırdı. Onlardan sonra üst üste yetmiş
müslüman pehlivan ortaya at sürdü. Herkül her birine bir sefer vurdu. Vurduğu ya
ölüyor, ya da yere yığılıp kalıyordu. Ortaya müslümanlardan at süren olmadı.
Battal Gazi dağ başında; başını, yüzünü siyaha boyamış, başına uzun bir terlik giymiş,
hiçbir mahluka benzemiyordu. Hem de bu olan harbi seyrediyordu. Ömer Bey ve
Abdüsselam ile çok atışıp, çok tartıştığı için Herkül'ün karşısına çıkmıyor, sonunu
bekliyordu. Nihayet kendisinin hizmetçisi olan Tevvabil'e de Herkül vurunca, Tevvabil
ayağa kalkamadı. Battal Gazi Tevvabil'i çok seviyordu. Artık duramadı. Dağın başından
bir nara atıp, atı aşağı sürdü. Yüzü simsiyah, başında uzun terlik, ses Battal Gazi'nin;
yüzü, rengi ayrı idi. Gelir gelmez Herkül'ün kuşağından kaptı, havaya kaldırdı.
Elindeki kılıçla vurup, ikiye böldü. Konstantin Kralı, kumandanlarına:
-Bu Herkül ne yapıyor? Kumandanlar:
-Ne yapıyorsa gözünle görüyorsun, dediler. Battal Gazi'nin karşısına düşman ku-
mandanlarından çıkan olmayınca, tek başına atını Konstantin ordusuna sürdü. O gün
akşama kadar, Konstantin askerlerini kırdı, yine atını dağa çevirip dağa çıktı, gitti,
ikinci günü Battal Gazi aynı şekilde meydana at sürdü. Ömer Beyin gönderdiği müslüman
askerler önünü kesti.
-Senin sesin Battal Gazi'ye benziyor ama rengin, şeklin hiç bir şeye benzemiyor. Sen
kimsin? Allah için bize doğruyu söyle. Battal Gazi:
-Biz üç yüz altmış cinliyiz. Her birimiz bir Battal Gazi dengindeyiz. Battal Gazi
öldüğü için Allahu Teâlâ bizi size yardımcı gönderdi. Korkmayın, harbe girin, Battal

343
Gazi öldü ama eksiğini biz tamamlayacağız, dedi. Bunlar geldiler, Ömer Bey'e söyledi-
ler. Ömer Bey müslümanlara inandı ve yine Battal Gazi o günakşama kadar harb edip,
kâfir ordularından çok adam öldürüp, gece yine dağa çıktı. Üçüncü gün müslümanlar
Battal Gazi'nin dağdan gelirken önünü kestiler. Yine yemin verdiler:
Cenâb-ı Hakk Teâlâ Hz.'ni, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz'i
seversen sen kimsin, niçin içimize geliniyorsun? Battal Gazi:
- Ömer Bey'e ve Halîfe'ye benden selam söyleyin. Ben Cafer'im. Kâfirleri kandı
rıyorum. Halife ile Ömer Bey'e hediye getirmeden eli boş dönmek istemiyorum. Siz sa
kin olun, ben hediye ile gelirsem o zaman esas hücuma kalkarız, dedi. Bunu Ömer
Bey'e ve Halife'ye söylediler. Battal Gazi Yüzü simsiyah, başında uzun terlik, atı siyah,
konstantin Kralına dönerek:
- Ey Konstantin Kralı! Senin dinin haksa, görüşün de doğruysa korkma karşıma
çık! Sen haklıysan Allahu Teâlâ sana yardım eder. Ben haklıysam Allahu Teâlâ bana
yardım eder!
Fakat Konstantin Kralı meydana çıkamadı. O gün yine akşama kadar Battal Gazi
kâfirleri kırıp, dağa Çıktı. Gece yarısı Konstantin Kralının çadırına girip burnuna
bayıltacak koku koklattı. Bayıldıktan sonra O'nu omuzuna alıp dağa çıkardı. Orada
kendini ayıktırdı. Battal Gazi'nin sırtında bir ayı kürkü, hiçbir mahluka benzemiyordu.
Konstantin Kralına bir kaç kırbaç vurdu. Seyyid-i Battal Gazi:
- Ben Isa (Aleyhis selâm)'yım (Mesihim). Seni göklere çektim. Sana bu kadar ordu
verdim. Bir Battal Gazi'nin hakkından gelemiyorsun. O cinliyim diye yüzünü karalayıp
uzun külah giyen Battal Gazi'dir. O'nun tılsımı senin elinde, karşında kılıç sallayamaz
vurur, kesersin. Sakın korkma, karşısına çık, kendisini öldür, zaferi kazan, diyor.
Tekrar tekrar kırbaçla dövüp kendisine:
- Korkma! Battal Gazi'nin karşısına çık, O'nun tılsımı, ölümü senin elinde diyorum.
Tekrar bayıltıp götürdü, yatağına yatırdı. Ertesi gün Battal Gazi yine meydana at sürüp,
er meydanında karşısına er çıkmasını istedi ve Krala dönerek:
- Senin dinin haksa, Allahu Teâlâ sana yardım eder, korkma, dedi. Konstantin
Kralı:
- Bu gece Isa (Mesih) beni yedi kat semaya çekti, beni dövdü. "O cinli olarak harb
eden Battal Gazi'dir.Korkma, O'nun karşısına sen çık. O'nun ölümü senin elinde" dedi.
Ben O'nun karşısına çıkacağım, dedi. Kumandanlar, vezirler kendisine mani oldular. Yine
pehlivan gönderdiler. O'nu da Battal Gazi bir vuruşta öldürdü. Bunun üzerine Kral harb
meydanına at sürdü. Battal Gazi:
- Ben İsa'yım (Mesih'im) diye seni dağa götürüp, ayı kürkü giyip, seni kandıran
benim. Seni orada öldürsem hiç kimse görmeyecekti. Burada bütün orduların gözünün
önünde seni öldüreceğim. Onun için bu oyunu yaptım, dedi ve başını kesti. Hediye ola
rak Ömer Bey ile Bağdat Halifesi'ne Kral'ın başını getirdi, bir de şiir söyledi, İslâm
ordusunun başına geçip, hücuma kalktı, kâfirleri bozup günlerce kovalayıp kılıçtan ge -
çirdi. Bunun gibi çok harbleri, casuslukları, yiğitlikleri vardır. Battal Gazi'nin harbleri,
zaferleri saymakla bitmez. Ben sadece bir tanesinin, özetini yazdım.
Bunun kitabını Giresun'da bir Hıristiyana okumuşlar; Gerçekten bu Battal Gazi
böyle şeyler yaptı mı? Sizin kitablarınızda da yazıyor mu? Hıristiyan:
- Evet aynısını yazıyor. Müslümanlar:
- Nasıl oluyor da bir Battal Gazi, Konstantin Kralını ve bütün Rum halkını Parma
ğında oynatıyor, deyince o Hıristiyan:
- Onlar çabuk kanan insanlarmış, Battal Gazi'de, kandırma gücü fazlaymış, onun
için olmuş, diyor.
Yalnız yaptığı harblere, kazandığı zaferlere İran (Acem) düzmesi olarak ilâveler
yapılmış, abartılmıştır. Aslında harb ile aldığı yerler doğrudur, gerçektir. Hem bizim
ecdadımız, hem İslâm kahramanı, hem de evlad-ı Rasûl olan bu zatın yaptıklarını;
karalamak, kötülemek, küçümsemek istiyorlar. İslâm âlemine de efsaneymiş, asılsızmış,
uydurmaymış gibi gösteriyorlar. Amerika'nın, Avrupa'nın asılsız romanlarını asıllıymış

344
gibi söylüyorlar. Meselâ; Seyyid-i Battal Gazi kışın soğukta bir adaya geçmek istiyordu.
Kayıkla veya yüzerek geçemezdi. Sırtına çok kalın, yünlü, derili elbiseler giydi. Nasıl
geçeceğini düşünürken, bir balık geldi ve balığın sırtına binerek adaya geçti. Bunu
efsaneymiş, asılsızmış, olmasına imkân yokmuş gibi söylerler. Fakat televizyonda aynı
Yunus balığının çocuğu sırtına alıp boğulmaktan kurtararak karaya çıkarttığını ya son
derece eğitilmiş bir balığa ya da «kurgu film» hazırlayıp gerçekmiş gibi gösteriyorlar.
Halbuki Battal Gazi'nin ki gerçek, doğru, keramet ve ecdadımızın yaptığı harikulade
olaylardan biridir.
Seyyid-i Battal Gazi'nin aslan besleyen bir Konstantin pehlivanının peşine
düştüğünü, aslanın kaçarak gelip pehlivanın kucağına atıldığını, arkasından Seyyid-i
Battal Gazi'nin geldiğini ve Onunla harb edip, müslüman ettiğini, müslüman olan
pehlivanın kız olduğunu, Battal Gazi'nin arkadaşlarından birisi ile evlendiğini yazıyor.
Yine buna da itiraz ediyorlar. Aslan evcil olmaz, aslan insanı parçalar. Bir kız nasıl
olurda dünyaya ün salmış bir pehlivan olabilir? Bu yalandır diyorlar. Yine filmlerde,
sirklerde aslanı çemberde yanan ateşin içinden atlatarak millete gösteri yapıyorlar. Bu
doğru, haklı; aslan eğitilir ama hiç bir zaman Battal Gazi'nin korkusundan kızın
kucağına atılan aslan olmaz. Efsanedir, yalandır diyorlar. Yani aynı olaylar Amerikan
filmlerinde, televizyonda görülürse doğrudur, haklıdır! O zaman da Battal Gazi en
büyük kerametleri yaparsa o efsanedir, diyorlar. Halbuki Seyyid-i Battal Gazi'nin
kitabında yazılanlar, o olaylar gerçek ve doğrudur. Televizyonda gördüğünüz belki
gerçek, belki de film İcabı olup gerçek dışıdır.
Şimdi caz müziği, pop müziği, Avrupa (batı) şarkısı, müziği buna önem veriliyor.
Halbuki bizim eski beylerin başından geçen hallerin hikayesi, türküsü, destanı millete
anlatılmıyor. Onlar anlatılsa, değil Türkiye'dekiler Avrupalılar bile sever, benimser ve
heveslenirler. Köroğlu, Elbeyli oğlu, Dadaloğlu gibi olmuş olaylar ve hâdiseler yeri,
zamanı belli, hem de insanı çok etkileyicidir. Bunlardan yalnız Dadaloğlu'nun bantını
dinledim ve çok hoşuma gitti. Buraya da yazıyorum. Gençlere bu dinletilse bakalım
Avrupa'nın müzikleri mi iyi tutulacak, yoksa bunlar mı iyi tutulacak? Koroğlu, Elbeyli
oğlu bunların başlarından geçen olayları tam bilip söyleyen bantlarda aynı bu Dadal
oğlu gibi sazlı-sözlü söylenmiştir.
Kanuni Sultan Süleyman Macaristan seferinde nehri geçmek için bir köprü yaptırdı.
Nehri geçince köprüyü yaktırdı. Askerlerine dönerek:
- Bozulursanız ve kaçarsanız bu suda boğulacaksınız. Ben de kaçarsam boğulacağım.
Ya hiç birimiz kalmayana kadar harb edip şehid olacağız, ya da zaferi kazanacağız.
Kesinlikle kaçmayı düşünmeyin, dedi. Osmanlı Padişahlarının yüzde doksanı harbte en
ön sırada düşmana hücum ederdi, hepsi fedai idi. Avrupa devletleri bundan aciz
kaldı. Denizde ve karada çok harbler yaptılar ve her seferinde Osmanlılar galip geldi ve
zaferi kazandılar. En sonunda düşman:
- Biz bunların mukaddesatını, dinini zayıflatırsak, birbirlerine düşman edersek,
ancak o zaman yeneriz, dediler ve ilk defa Osmanlı devletinin son padişahlarını Av
rupa'ya çağırttıp onlara içki içirmeye, zevke, keyfe, kadınlarla birlikte olmaya,
nikahsız gayri meşru yaşamaya alıştırdılar. İngiltere'de bir misyoner mektebi (okulu)
açtılar. Bu mektepte ilk defa kendi dinlerini aşıladılar. Ondan sonra islâm dinini
öğretip hoca, âlim yetiştirdiler. Bunları casus (misyoner) olarak İslâm memleketleri-
ne sızdırdılar. Müslümanları bölmeye, ayrı ayrı görüşlere sahip etmeye, beyleri
valilerle, valileri beylerle düşman etmeye başladılar. Islâmiyetin içindeki din kitapları
na el attılar. Ayete, hadîse muhalif, Müslümanları tefrika ile bölmeye götürecek sözleri
o kitaplara yerleştirdiler. Bilhassa tarikat Şeyhleri, tasavvuf âlimleri ile falcıları, fıkıh
âlimlerini birbirlerine düşman etmeye çalıştılar, içlerinden bir kısmını padişahın ya-
nında çok büyük bir yararlılık göstermiş gibi padişahın sarayına kumandan (paşa) ola
rak sızdılar.
Bazı müslüman fedailer bunu bilip, bu sızan paşaları öldürdü, yine tekrar tekrar
sızmalar oldu. Köprülü Mehmet Paşa, böylesi misyoner paşalardan on iki tanesini

345
öldürttü. Daha sonra Şeyhleri padişaha çok kötü gösterip "sihirbazdır, şunu dedi, bunu
dedi, katli vaciptir" gibi fetvalar verdiler. Din adamı görünen misyonerler zahiri
âlimleri de tahrik edip o Şeyhleri padişaha İstanbul'da aslanların önüne yem olarak
attırdılar ve öldürttüler.
Mezheblerde de büyük ayrıcalıklar gösterip, birbirlerine düşürdüler. Tarihte
mezheb kavgaları oldu.En son müslümanlar hem itikad, hem amel yönünden zayıfladı.
Parça parça olup birbirlerine düşman oldular. İslâmiyet'in kökü sarsıldı. O zamanda
Allahu Teâlâ onlardan hıfz-ı himayesini kaldırıp çok büyük hüsrana uğradılar.
Şimdi de yine bu dış devletler müslümanların âyet, hadîs, din-i mubin ışığında
birleşmelerine manî olmuş ve parçalara ayırmışlardır. İslâm dini kaybolmaz, gitmez,
bitmez, devamlı yaşar. Hangi devlet, hangi millet İslâm dinine hor bakar, kendi
havalarına uyarlarsa, Allahu Teâlâ o devleti onların başından alır. İslâmiyet dünyanın
başka bir yerinde yine parlar, ilerler, fire vermez artar eksilmez.
Çiftliği olan bir arkadaşımızla konuştum. Anlattıklarına hayret ettim. Besicilik
hakkında bütün gerekli izahatları aldıktan sonra arkadaşım şunları söyledi:
- Bir Amerikalı iş adamı, devlet tarafından görevlendirilmiş besicileri gezip iza
hatlar veriyordu. Bizim çiftliğe de geldi ve aramızda şöyle bir konuşma geçti:
- Ben niçin buraya geldim? Sizin besiciliği öğrenmenizdeki, zengin olmanızdaki
bizim çıkarımız nedir? Biliyor musunuz? Besici arkadaşım:
- Hayır bilemiyorum! deyince Amerikalı uzman anlatmaya başladı:
- Sizin Türk milleti tarih boyunca işsiz, parasız kaldıkça çalışmayı, gelişmeyi,
kendi kendilerini idare etmeyi hiç düşünmemiş, cihadtır demişler, harbetmişler, yaptık
ları harblerde kazanmış oldukları devletin hazinesini, mallarını elinden alıp yemişler.
Onunla çalışıp yine iş yapmayı düşünmemişler. Tekrar tekrar harb edip bir çok yerleri
alıp, çok adam öldürüp hazinelerini, mallarını alıp yemişler. Türk Milletinin gözü bun
da açılmış. Artık o devirler geçti. Fakat siz Türk'ler hâlâ o işsizlikler ve israf gibi şeyler
le kalkınamıyorsunuz. Yine aynı eski düzene başladınız. (Yani Kıbrıs'ı aldınız demek
istiyor.) Bunun çaresi nedir? diye düşündük. Bu harbin sonu gelmeyecek, sizinle ister
istemez aramız açılacak (yani yaptığınız her harbte kazanır, her harbte ganimet malı
alır, çok çabuk zenginler, karşımıza yenilmeyecek süper devlet çıkar diye korkuyoruz
demek istiyor.) Besiciliğe, hayvancılığa çalışmayı arttırıp, işsizliği önleyip,buna engel
olmak için geldik. Siz iyi çalışın, kimseye muhtaç olmayın. (Harb etme fikrinizi de
aklınızdan çıkarın. Kazanın yiyin, için kendi kendinizi idare edin, demek istiyor.)
Dolaylı yollardan bunları anlatıyor.
İngilizler, Arabistan'ı müstemleke (istilâ) edince ilk defa, Türk düşmanlığını
aşıladılar. Yemen Dürzi Harbinden evvel İngilizlerin parayla doyurduğu İslâm
kumandanlarına Mekke Şerifinin oğlunu astırmak için çok çalıştılar. Bütün Arab
liderlerinin ısrar ve ricalarına rağmen kumandan, Şerifin oğlunu astı. İngilizler,
Arabları bize isyan ettirince Dürzileri silahlandırdılar ve bizimle harb ettirdiler.
Atalarımız demişler ki: "Domuzdan post, Moskoftan dost olmaz."
Bir bağ bekçisi, hırsızlığa gelen bir yahudi, bir Rum, bir de Müslümanın bunların
üçünü de suç üstü yakalar. İlk defa yahudiye; "Sen Yahudisin, Kur'ân'da Rum sûresi
var. Rumlar müslümanların kardeşi, bu da zaten müslüman. Bu bağın üzümünü serbest
yer, sen niçin geldin?" der ve Yahudi'yi iyice döver. Yahudiyi tam etkisiz hâle getirince
bu sefer Rum'a döner. Bu müslüman "Kur'ân'da âyettir, mü'minler kardeştir. Bu malımı
yese de olur, kardeşimdir" der. Bu seferde Rumu çok fazla döver. Ne müslüman, ne
Yahudi Rumla beraber oluyor. Onu da çok dövdükten sonra Müslüman döner.
"Başkasının malını yemek haram değil mi? Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de böyle
emretmiyor mu? Sen müslümansın, benim rızam olmadan benim malımdan nasıl yersin?"
der onu da döver. Çünkü böyle yapmasa üçü birleşip kendisini dövecek. Avrupa'nın,
müslüman âlemine (Arablara), müslüman Türk milletine yaptığı da aynıdır. Bugün bir
müslüman devletine vurur, yarın öbür müslüman devletine vurur. Sen her ne kadar
kendilerindenim desen, adının Ahmed, Muhammed olması, sünnetli olman, "Allahu Teâlâ

346
birdir, Muhammed (Sallallâhu aleyhi vesellem) Allahu Teâlâ'nın hak Rasûl-ü, son
Peygamber" demen kâfidir. İslâmdan her ne kadar uzak olsan seni müslüman görür,
düşman olur, dost olmaz. Tarih boyunca bunun acı tecrübeleri çok görülmüştür. Allahu
Teâlâ bütün mü'minleri, müslüman Türk milletini esirgesin, onlarında ıslahı mümkün
olanını ıslah etsin, mümkün olmayanı kahretsin. (Amin)
Bilâl Babam buyurdu
- Ben bir rüya gördüm. Rüyamda; genç güzel görünen yaşlı bir kadın getirdiler.
Pudra, allık ve makyajla güzel görünüyordu. Bu kadını mahkemeye hakim» huzuruna
çıkardılar. Hakim, kadına:
- Biz sana bir mücevher takmıştık. O mücevher her yeri ışıtacak, bütün millet on
dan istifade edecekti, Şimdi o mücevher görünmüyor. O mücevheri ne yaptın? Kadın:
- Yuttum, dedi. Hakim:
- O mücevher yutulur mu? Neden yuttun? Kadın yine:
- Yuttum, dedi. Hakim, dört operatör doktor çağırdı ve onlara:
- Bu kadını ameliyat edin, bu mücevheri çıkartın, deyince, yanındaki savcı hakime:
- Yâ ameliyattan kalkmayıp da ölürse, ne olacak? Hakim:
- Ölse de kalsa da yüzde yüz ameliyat olacak, bu mücevher meydana çıkacak, bü
tün dünyayı ışıtacak. Herkes bundan istifade edecek, dedi uyandım. Bu rüyayı, Bilâl Ba
bam Alman harbinden evvel görüyor. Bilâl Babama bu rüyanın manası nedir? diye sor
duk buyurdu ki:
- Yaşlı olup boyayla, cilayla güzel görünen kadın dünyadır. O kadının boynuna ta
kılan mücevher dindir. Hiç bir müslüman devleti, Kur'ân-ı Kerim'e göre tam din-i mübi
ni ihya edemiyor, yaşamıyor. Ancak devletlerin içindeki milletlerden pek azı yapıyor. Üç
büyük doktor, üç büyük devlettir. Ameliyatı harbtir. Üç büyük devlet harbedecek, bu din
-i mübini, meydana çıkartacak. Birinci doktor vazifesini yaptı. Çıkaramadı. Bu Alman-
Rus harbi idi. Almanlar, Avrupa'dan Moskova'ya kadar bıçak attı, yardı, ameliyat yap
tı, çıkaramadı, iki büyük doktor kaldı. İki büyük devlet. Bunlar ya birbirleri ile veya
ayrı ayrı harbedecekler, dünyayı yaracaklar, ameliyat edecekler, dünyanın karnındaki
dini çıkartıp boğazına takacaklar, İslâmiyet eskisi gibi şarka, garba bütün dünyaya
hükmedecek.
Allahu Teâlâ'nın ömrü nihayetsizdir. Dünyanın da ömrü uzundur. Allahu Teâlâ Hz.
yapacağında acele etmez. Kullarına: "Siz acelecisiniz" 944 buyuruyor. Bazen ne
yapacaklar diye kullarını denemek için seksen-yüz sene gibi düşmanına mühlet verir.
Bu hem düşmanı, hem de sevdiklerini denemek içindir. Bazen de imtihanı geciktirmez,
intikamını hemen alır. Selman ibn-i Abdülmelik veya Ömer ibn-i Abdülaziz zamanında
İstanbul'daki; İmam Hüseyin'in kızlarının da içinde bulunduğu yüz yirmi bin
müslümanı, yirmi üç bin koruyucusunu katlettiklerinde, müslüman ölüleri defnedildi.
Hemen sıcağı sıcağına Allahu Teâlâ kendi kudret eli ile intikamını aldı. Harpte kral
sülalesinin kökü kesilmiş, iki konstantin kumandanı ben kral olacağım diye birbiri ile
harb etmişlerdir. Yüz binlerce kişi birbirini öldürdüler. Bu Allahu Teâlâ'nın kahrından
kendi kudret eli ile müslümanların intikamını alması idi. İmam Hüseyin (Radiyallâhu
anhu)'in de intikamını Muhtar'üs-Sahafey eliyle hemen sıcağı sıcağına aldı. Allahu
Teâlâ dilerse kul eliyle, dilerse kendi kudret eliyle kahreder. Kudret eliyle batırdığı
yerler çoktur. Yel (rüzgar), sel, afat, zelzele gibi şeylerle yapar. Görünüşte yapanlar
onlar ama esasında yapan Allahu Teâlâ'dır.
Harb Niçin Yapılır?
Harb vatan için, din için ve namus için yapılır. Dini, namusu olmayanın vatanı
neresi olursa olsun onun için fark etmez.
Bilâl Babam, Giresun'da iken Alman harbi oluyordu. Bir adam, karısını Avrupa'ya
göndermiş olup, senelerce sonra Avrupa'da karısının bir çocuğu olduğu haberini bildiren
bir mektup almıştı. Kahvehanede oturmuş; "benim bir çocuğum oldu" diye seviniyordu.
Arkadaşları; "Senin karın, Avrupa'ya senelerce evvel gitti. Doğan çocukta senin

347
çocuğun değil." diyorlar. Adam: "Tarla benim, çocuğa kimse sahib çıkamaz." diyordu.
Bu sırada halk, Alman harbinin haberlerini radyodan duyabilmek için kahvehaneye top-
lanmıştı. Çünkü başka yerde radyo yoktu. Bilâl Babamda bu nedenle oradaydı. Radyo da:
"Almanlar, Avrupa'da bir devleti daha işgal ettiler. Onların hepsi teslim oldular" diye
haber okuyordu. Bu sırada "tarla benim" diyen adam:
- Avrupalılar medeni adamlar. Medeni adamlar ölmez, Almanlar bu gün geldi sonra
orayı terk eder, giderler. Bizim kara cahillere cephede biraz Allah'tan, Peygamber'den
din'den söyle; sonra sen geriye çekil, içkini iç keyfine bak. Onlar dinimi koruyacağım
diye ölürler." Bu arada hem babama bakıyor hem de bunları söylüyordu. Bilal Babam
- Onların cephede öldükleri kara cahilliğinden mi? Yoksa Vatan ve namusumuzu
korumak için mi? Muhakkak ki onlar Vatan için, din için harb ederler. Namus ve dini
olmayanın vatan neresi olursa olsun onun için fark etmez. Biz müslümanlar bunun için
harb ederiz. Vatan için, seve seve şehid oluruz," deyince, o adam:
- İşte kara cahillik bu değil mi? Din ve namus dediğin ölmeye değer mi?" der. Bilâl
Babam:
- Siz öylesiniz ki; Almanlar gelse gözünün önünde de ailene, kızına tecavüz etse
onlarla el sıkışırsın. Senin kendine de tecavüz etse, ayağa kalkar, üstünü çırpar "nerem
eksildi der" der, yine el sıkışırsınız. Sizin medeniyet diye can verdiğiniz bu mu?"
deyince adam cevap veremiyor, yüzü kızarıyor. Utandığından değil, cevap veremediğin
den kızarıyor.İşte düşman gelir toprağına, malına, canına, namusuna göz diker, onlarla
harb edersin. Harb bunun için yapılır. Bizim anlatmak istediğimiz (Allah korusun.) düş
man memleketimize girerse; namus, mal, can emniyeti ortadan kalkar. Bizim de hiç
bir şeye bakmayıp "dar-ül harbtir" diyerek düşmanı yurttan atmamız lazımdır.
İstiklâl harbinde; Yunan, Bulgar, Türkiye'ye geldi. Onların yaptıkları
kötülükler, zulümler, işkenceler anlatmakla bitmez, İşte hür vatanımızı,
namusumuzu korumak için harb yapılır. Devlet Önce hududu korur. Düşmanı
vatan toprağına sokmaz. Biz de vatanımızda hür yaşar, ibadetimizi serbestçe
yaparız. Devlet az bir şey zayıflarsa millet aç kurt gibi birbirini yer. İstiklâl
harbindeki gibi düşmanlar yurdumuza, malımıza, canımıza tecavüz ederler,
İşte bu nedenle harb yapılır. Bunun için Allahu Teâlâ devleti başımızdan eksik
etmesin. Başımızı da devletsiz bırakmasın. (Amin.)
2-) "İbadet devri geçti, iman kurtarma devri başladı";
3-) "Kur'ân 20. asra göre tefsir olmalı" diyenler, haşa sümme haşa
Allahu Teâlâ, 20. asra kadar bilmiş, ona göre söylemiş de ondan sonrasını siz
mi açıklayacaksınız?;
4-) "Yezid'e 'Hz. Yezid' dememiz lazım." diyenler;
5-) Vehhabi mezhebi itikadı; şefaati Enbiya'yı, kerameti Evliya'yı,
kabir ziyaretini inkar edip: "Ölenler öldü gitti, ölüden diriye fayda olmaz."
der. Daha bunun gibi nice bâtıl görüşleri vardır. Halbuki Kur'ân-ı Kerim'de;
(Sûre-i Bakara, Ayet 154)
"Allah yolunda öldürülenlere ( ş e h i d l e r e ) "ölüler" demeyin.
Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."

(Sûre-i A'li İmran, Ayet 169)


"Al la h y o l un da ö ld ür üle nle ri s a kı n ö l d ü s a nm a y ın! B i lâ k is
o nla r dir id irle r; Alla h'ı n l üt uf v e kerem in de n ke n dil eri ne v er di k
leriy l e s ev in çli b ir ha l de Ra bb 'le ri y a nı n da rı zıklara mazhar olma
ktadırlar."
348
6-) Kaderiye mezhebi:"Kader takdir olunmamıştır veya kader değiş-
mez" derler.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2793)
"Kaderiye (taifesi) bu ümmetin mecusileridir. Hastalanırlarsa
ziyaret etmeyin, ölürse cenazelerinde bulunmayın."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3824)
"Ümmet im den ş u iki sınıf ın İslâ mda n nas ibi yo ktur. M urcie
ve Ka deriye!
- Murcie nedir? " diy e s o r du la r,
- İ m a n s ö zde n i b a ret t ir, a m el de n değ il di r. " diy e n lerd ir. –
- K a der iy e nedir?" diye sordular.
- Kaderiye: "Şer takdir olunmamıştır" diyenlerdir."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4610)
" A l l a h hiç bir Peygamber göndermemiştir ki, ümmeti içinde
insanların kafalarını karıştıracak, kaderiye (kaderi inkar edenler ve
kul fiilin yaratıcısıdır diyenler) ve murcieler, kul u n y a p t ı ğ ı i ş l e r
Allah'a aittir. Onda kulun bir hakkı yoktur, diyenler
b u l u n m a s ı n . Ş u nu İyi b i l i n ki, Allah hem kaderiyye'ye hem
murcie'ye yetmiş Peygamber dilinde lanet e t m i ş t i r . "
7-) Murcie mezhebi;
8-) Cebriye mezhebi:
"İnsan günah işlemeye mecburdur, yaratılış itibariyle insan muhakkak
günah işleyecek şekilde yaratılmış," derler. Haliyle günah işleyeni değil,
yaratanı sorumlu tutuyorlar.
(Sûre-i A'li İmran. Ayet 182)
"Bu, dünyada iken (sizin çektiğiniz, başınıza gelen) kendi elleriniz-
le yapmış olduğunuzun karşılığıdır.Yoksa Allah kullarına zulmetmez."
9-) Hululiye mezhebi;
10-) Mutezile mezhebi;
11-) Cehmiye mezhebi;
12-) Şii (rafıza) mezhebi;
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz.Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman
(Radiyallâhu anhu), Hz. Aişe (Radiyallâhu anha)'ye buğz edip, kötü söyleyip,
dil uzatanlar.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1126)
"Ashabıma saygı gösterin, sonra onları takip edenlere, sonra
takipedenleri takip edenlere (ikra m edin). Sonra yalan yaygın hale
gelecek, öylesine ki, kişi kendisine yeminteklif edilmeden önce yemin
edecek, şahitlik yapılması istenmeden şahitlik yapmaya kalkışacak. Cen
net saadetini isteyen kişi, cemaate büyük cemaate ki:Sahabe i l e tabiinin ve
ehl-i sünnetin topluluğuna sarılsın. Sakın tefrikaya düşmeyin Çünkü şeytan
tek kişinin yanından ayrılmaz! Şeytan iki kişiden biraz daha uzaktır.Bir
erkek, (yabancı) kadınla katiyyen başbaşa kalmasın! Çünkü üçüncüleri şeytandır!
Her kim; i y i l i ğ i sevindirir, kötülüğü üzerse işte o mü'mindir."
Bu hadîs-i şerîfte "Siz ehl-i sünnetten ayrılmayın," buyuruyor. Bizim de

349
ayrılmamamız lazımdır.
Mısır'daki İslâm toplumu, gazeteyle Humeyni'ye ve İranlılara: "Humeyni ve
İranlılar! Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'a buğz edip,
hakaret etmeyin; Hz. Aişe Validemiz (Radiyallâhu anha)'e "fahişedir" demeyin" diye
ikazda bulundular. Onlar cevap olarak yine aynı sözleri tekrarladılar. Tekrar Mısır'dan
cevap verdiler. Bu gazetelerin haberini Türkiye'nin gazeteleri de yazdı. Bu haberin
küpürünü kesip bana getirdiler. Şiiler, Cihar-ı yar'a küfredip, buğz ediyor. Hz. Aişe
(Radiyallâhu anha) Validemiz ile Hz. Hafza (Radiyallâhu anha) Validemize "fahişedir"
diyorlar. Bunlarda belli bir topluluğun içinde kuluçkaya945 yatmış. Halbuki âyette:
''Peygamberin hanımları mü'minlerin (sizin) anneleridir." buyuruyor. Yani O ve
diğerleri hepimizin annesidir. Bunlara engel olunmalıdır.
Senin annene, bacına, kızına "fahişedir" demeden, Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in ailesine fahişedir demenin kötülüğü ondan kat kat üstün değil mi?
diye sorduğum zaman hepsinin başı aşağıda, hiç birisinde çıt yok. Bir yere gittim, orada
kilerle konuştum. Kendilerinden başkalarını müslüman olarak görmüyor, kabul etmiyor
lar. Onlara da bu durumu anlattık:
"Münafıklarla bir olup onlara hak veren, ben bunlardan değilim demekle
kurtulabilir mi? Ebû Cehil'i haklı görüp, ben Ebû Cehil'den değilim diyen Allahu
Teâlâ'nın yanında mes'uliyetten kurtulabilir mi? Siz de; Biz, Hz. Ebû Bekir
(Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'a
kötü söyleyip, küfür edenlerle, Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz ve Hz. Hafza
(Radiyallâhu anha) Validemize "fahişedir" diyenlerle bir değiliz, biz ayrıyız" demeyle
kurtulabilir misiniz?" deyince bize hakaret ettiler. Daha da ileri safhada münakaşa
etmedim. Ehl-i sünnet olup, âyetle, hadîsle kendilerine ikaz yollu söyleyenler yanlış;
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyal -
lâhu anhu)'a buğz edip, kâfir diyen, Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) ile Hz. Hafza (Radiyal -
lâhu anha) Validelerimize "fahişedir" diyenler doğruymuş. Güya hakiki müslümanlar
onlar oluyorlar.
Şiiler, Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman
(Radiyallâhu anhu)'a buğz edip, kin tutuyor. Hz. İmam Hüseyin (Radiyallâhu anhu)'e buğz
edenlere tam düşman olan ama Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in aileleri
olan Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) ile Hz. Hafza (Radiyallâhu anha) Validelerimize
"fahişedir" diye iftira ediyor. Şiilerden diğer bir gurubun mikrofon elinde gezip,
cemaatın sağını, solunu kontrol ettiğini hem de namaz kıldırdığını gözleri ile gören
hacı kardeşimiz bizzat bana söyledi.
Şeriat dönen bir kılıca benzer. Şeyhte, Meşayıhta, Sultan da, tahsilde dinlemez,
önüne kim çıkarsa hepsini biçer. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) kendi oğlunu mahkeme
yapıp seksen değnek vurulmasına karar verdiğini, bizzat kendi öz oğluna kırk değnek
vurup öldürdüğünü, ölüsüne de kırk değnek vurduğunu; yine Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu
anhu)'in: "Deveyi zekat olarak verip, ayağını bağladığı ipi vermeyeni kâfir kırar gibi
kırarım."946 dediğini düşün.

(İmam Celâleddin es-Süyûti, «Kabir Alemi» s.285-288)


"ibn-i Ebû Dünya "El-Kubur" kitabında Hasan'dan merfuan rivayet ettiğine göre;
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuştur:
- Kim sahabelerimden birisine söverek dünyadan ayrılırsa, Allah ona bir hayvan
musallat eder, etini kemirir, ondan kıyamete kadar elem duyar."
Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman
(Radiyallâhu anhu) da sahabelerin en büyüklerinden. Hz. Aişe (Radiyallâhu anha), Hz.
Hafza (Radiyallâhu anha) Validelerimiz hem sahabelerin büyüklerinden, hem
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in aileleri, hem de mü'minlerin annesidir.
. 947

350
(İmam Celâleddin es-Süyûti, «Kabir Alemi» s.288)
"Ebû İshak'dan nakledildiğine göre, şöyle demiştir:
- Bir ölüyü yıkamak için çağrıldım. Yüzünden örtüyü kaldırdığım vakit boğazı
na sarılmış bir yılan gürdüm. Dediler ki:
- Bu adam sahabeler (Radiyallâhu anhu)'e sövüyormuş."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2174
"As h â b ı m hakkında Allahu Teâlâ' ( d an korkun): Onları benden sonra he
def edinmeyin! K i m o n l a rı s e v e r s e b a n a o l a n s e v g i l e r i i l e s e v mi ş t i r . O n l a r
d a n n ef r e t e d e n , b a n a o l a n n e f r e t i s e b e b i i l e n ef r e t e d e r . K i m o n l a r a e z i
y e t e d e r s e b a n a e z i y e t e t mi ş d e me k t i r , b a n a e z i y e t e d e n i s e A l l a h u T e a l a
' y a e z i y e t e t mi ş o l u r . K i m d e A l l a h u T e â l â ' y a e z i y e t e derse, onu çepeçevre ya
kalaması yakındır, demektir."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3665)
"Rabb'imden, benden sonra ashabımın ihtilafa düşecekleri meseleler
deki (hatalarını) affetmesini diledim. Bana şöyle vahyetti:
- Yâ Muhammed! Ashabın nezdimde, semadaki yıldızlar gibidir; birbiri
nden aydındır (bazısı diğerinden daha bilgilidir). Onların ihtilafa düştükleri
meselelerden kim alıp tatbik ederse o nezdimde hidayet üzeredir."
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 163)
" A s h a b ı ma i h ti r a m i l e ş a n v e ş e r e f i mi mu h a f a z a e d e n k i ms e c e n n e t -
t e k i h a v u zu md a n su içer; (yani etmeyen içmez). Zira dinimizin esası bulunan
âyet-i kerime ve hadîs-i şerîfe onla rdan rivayet olunduğu cihetl e onlara
isnad-ı fısk (fâsıklı k isnad-i ) ancak din -i mubinin ibtâline (ortadan kaldırılmasına)
teşne (çok istekli) olan bir zındıktan beklenir."
(Sûre-i Fetih, Ayet 29)
"Muhammed (Aleyhis selâm) Allah'ın Peygamberidir. O'nunla beraber
bulununlar, kâfirl e r e k a r ş ı p e k ş i d d e t l i d i r l e r , k e n d i a r a l a r ı n d a i s e p ek
me r h a me t l i d i r l e r . O n l a rı r ü k û ed i ci ler, s e cd e ed i ci l e r o l a ra k g ö rü rs ü n .
Al l a h u T eâ l â 'd a n i n a y et v e rı d v a n d i l erl er. Yü zl e ri n d ek i n i ş an el eri ,
s ecd el eri n i n es eri n d en d i r. B u (n a't ) o n l a rı n T ev ra t' ta k i v a s ı fl arıdı r ve
o nl a rın İn cil 'd ek i mes el l eri ( v a s ı f l a r ı ) is e b i r ekin g ib idi r ki , fil i zini
çı ka rmı ş , s o n r a d a k a l ı n l a ş mı ş , s o n r a d a s a k l a r ı ü z e r i n e y ü k s e l mi ş
( i s t i k am e t a l m ı ş ) e k i n c i l er i n h o ş l a r ı n a g i d i y o r . O n l a r i l e k â f i r l e ri
ö f k e l e n d i r me k i ç i n A l l a h u T e â l â , o n l a rd a n i man edip salih amellerde
bulundukları i ç i n mağfiret ve pek büyük bir mükafat vaad buy u rmu ş tu r. "
Bu âyetle cihar-ı yar ve evsaflarını övüyor. Ayette:.
"Onlar ile kâfirleri öfkelendirmek" diyor. Ayetteki "Onlar" dediği kim? (Onlar
dediği sahabelerdir.) Öfkelenen niçin kâfir oluyor? Bunları iyi düşünelim! İşte sahabele-
re öfkelenen kötü söyleyen bu âyete göre kâfir oluyor.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5658)
"Cibril inip şöyle dedi:
- Ey Muhammed! Allah'ın sana selamı var; buyuruyor ki:
-Kıyamette Ebû Bekir, Ömer, Osman ve Ali'yi sevenlerden başka herkes susuz
olacak"
Bunların üçünü sevip, Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'yi Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem)'in denginde veya daha üstün görmek ne haddimizedir! Ayrıca on kişi
cennetliktir diye âyet gelmiştir.

351
(Sûre-i Fetih, Ayet 18)
" Yemi n ed e ri m k î , o a ğ a cı n a l tı n d a s en i n el in d en tu tup bi a t ed erl erk en
Al l a h , o mü ' minl erden razı ol muş tu r. Kalbl erinde ola nı bilmiş , onla ra
güven indirmiş ve o nları pek yakın bir fetihle mükafaatlandırmıştır."
(Sûre-i Fetih, Ayet 10)
" Ye mi n ed e ri m k i , o a ğ a c ı n a l tı n d a s en i n el i n d en tu tu p b i a t e t ti k l e ri
v a k i t o n l a rı n elinin üstünde Allah'ın eli vardı...(ilâ âhir)."
(Sûre-i Nur, Ayet 11)
"(M u h am m ed 'i n eşin e) bu ağ ı r ifti ra y ı u ydu ranl a r şüp h esi z si zin
i çini zd en bi r grub tu r. B u n u k e n d i n i z i ç i n b i r k ö t ü l ü k s a n m a y ı n , a k s i n e o ,
s i z i n i ç i n b i r i y i l i k t i r . O n l a r d a n her kişiye, günah olarak ne işlemişse (onun
karşılığında ceza) vardır. (Ele başılık yapan, bu yüzden de) bu günahın büyüklüğünü
yüklenen kimse içinde çok büyük bir azab vardır."
O azab, o zamandakilere var da şimdikilere yok mu? Kur'ân-ı Kerim'de onlara öyle
azab söylüyor, onları müdafa edene de aynı azab yok mudur?
(Sûre-i Nur, Ayet 12)
"Erkek ve kadın mü'minlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi
v i c d a n l a r ı î l e h ü s n ü z anda bulunup da "Bu apaçık bir iftiradır" deme-
leri gerekmez miydi?"

(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 149)


"Aişe-Sıddıka cennette refikamdır (eşimdir)" 948
(Sûre-i Ahzab Ayet 6)
"Peygamber, mü'minlere kendi canlarından üstündür. Eşleri
o n l a r ı n a n a l a r ı d ı r . " ( i l â âhir)
Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz yukarıdaki âyete göre annemizdir.
Bu halde nasıl müslümansın ki, annene küfür edip "fahişedir" diyebiIiyorsun?
(Sûre-i Hucurat, Ayet 12)
"Ey iman edenler! Çokça zan etmekten kaçınınız, şüphe yok
k i , z a n n ı n b a z ı s ı g ü n a h t ı r ve ar aştır m ak ta bu lu n m ayı nı z ve
b az ın ız b azı nı z a gı yb e t e tme yin i z. S iz d en bi ri ni z , ölü k a r d e ş i n i n
etini yemeyi sever mi? (Bilâkis) onu kerih görmüş olursunuz.
Artık Allah'tan korkunuz, şüphe yok ki, Allah (Teâlâ) tevbeleri
k a b u l e d i c i d i r , ç o k e s i r g e y i c i dir."949

İmam-ı Azam Efendimiz:


- Bir çadırdan ağzını yalayaraktan bir köpek çıksa, çadırda içi yoğurt
dolu olan kovanın yüzü kaymak bağlamış, biraz yerinden yenmiş veya kayma-
ğı bozulmuş, eksilmiş. Bu köpek bu yoğurdu yedi diye şahitlik yapmayınız,
gözünüzle görmedikten sonra, diye buyurmuştur. Bu âyete göre zanla
konuşmamalıyız. Çoğu zaman zanla söylenen sözler, karşı tarafı konuşturma -
dan söylenmişse yalan çıkmıştır. İmam-ı Azam Efendimize:
- Atının ayağı kaç tane? deyince İmam-ı Azam Efendimiz atlan indi, atın
iki ayağını tuttu, iki ayağına da dirsekleri ile değdi ve;
- Atımın ayağı dört tane, dedi.
- Ya İmam! Atın ayağı beş olmaz, üçte olmaz. Niçin atın üzerinde iken atı
mın ayağı dört demedin?

352
- Kur'ân-ı Kerim'de, gözünle görüp, elinle tutup tam içinde olup öyle
söylememizi işaret ediyor. Zanla konuşmayın, diyor. Ben de gözümle görüp,
dirseğimle dokunup dört dedim. Ne biliyorsun, deseler hem görüyorum hem
de ikisini tuttum, ikisine de dirseğimle dokundum derim, buyurdu.
Gıybet: Görmediğin, duymadığın, bilmediğin, huzurda olmayan ve bir
mü'minin hoşlanmayacağı sözü söylemektir. Yalnız zalimse onun zulmünden
dolayı söylemek gıybet değildir. Geri kalanın hepsi gıybettir.
Bu bâtıl mezhebler, görüşler yetmiş ikidir. Hz. Pir (kaddesallâhu sırrahu)
«Günyet'üt-Tâlibin» isimli eserinde yetmiş üç mezhebin hepsinin görüşlerini
yazıp mezheb imamlarını, itikadlarını tafsilatıyla bildiriyor (ileride çıkacak
broşürümüz de genişçe izah edilecektir).
Biz ehl-i sünnete sahip çıkmayıp, geride her birimiz bir gaye, bir görüşle
birbirimizi çekiştiriyoruz. Onlarda bâtıl fikirlerini alabildiğine yayıyorlar.
Ağacın kurdunun ağacı içten yediği; kanser hastalığının insanı sardığı gibi
bâtıl görüşlerle ehl-i sünneti parçalıyor, yıkmaya çalışıyorlar.
İçimizde bir çok bâtıl görüşe sahip olanların bir bölümü Vehhabiler, bir
bölümü Şii'lerdir. Bunlar müslüman görünüyor ama dinin, İslâmiyet'in köküne.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e ve O'nun ailesine ve ashaba çok
kötü söylüyorlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) için "Öldü, gitti"
derler. Mevlid okumayı, musafahayı, salâvat-ı şerîfeyi, kabir ziyaretini, kabir
talkinini inkar ederler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem )'i fazla
översen canları sıkılır. Bu grubların görüşlerinden pek az bir açıklama
yapabildik, islâmiyet'e ters gelen daha birçok bâtıl görüşleri var. Bunlar hacı
olur, hoca olur, müftü, vaaz, yüksek düzeyde din görevlisi olur; mezhebleri bâtıl,
görüşleri yanlıştır. Şiiler ile Vehhabilerin görüşleri de birbirine terstir. (Kitabı
mızda geniş açıkladık)
Kabir ziyaretini yaptırmaya engel olan müslüman görünen, ehl-i sünnet olan
müslümanları kandıran Vehhabilerdir. Vehhabi mezhebi: Ehl-i sünnet mezhebinin
zıddıdır. Onlar kabir ziyaretini inkâr ederler, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem )'in bile kabrini ziyaretini, ona el-yüz sürmeyi, yaklaşmayı kesinlikle
reddederler. Medine-i münevvere'de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
'in kabrinde o Vehhabiler bekçi olarak durur ve ziyaretine kesin olarak mani
olurlar. Benim yanımda, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in kabrine
yaklaşmak isteyen bir arabı dövdüler ve aldılar götürürlerken adam ellerin-
den yalvara yalvara zor kurtuldu. Ehl-i sünnetten başka mezheblerin hepsi fırka-ı
dâlledir, delâlettedir, cehennemliktir.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3738)
" Ümmeti me ö y l e b i r za ma n g el ecek k i , o k u y u cu l a r ço ğ a l a ca k ,
f a k ih l er a za l a ca k , i l i m (o rt ad an ) k a l k a ca k , f i tn e v e ö l ü ml e r ç o ğ a l a ca k .
O n d a n s o n ra ö y l e b i r z a ma n g el e c ek k i , ü m m e t i md e n K u r ' â n o k u y a n
kişiler bulunacak (fakat okudukları) boğazlarından geçmeyecek... Sonra
bir zaman gelecek ki, müşrik Allah hususunda aynı silahla mü'mine
k a r ş ı mücadele edecek."
Şarap haram, faiz haram diye hâlâ oyalanıyoruz! Elli beş milyon nüfuslu
Türkiye'nin içinde şarap helâl, faiz helâl diyen olursa onu ya deli, ya İslâmın dışında
sayarlar. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem): "Ehl-i sünnetten ayrılmayın"
diye buyuruyor. Şimdi ise ehl-i sünnete yaklaşılmıyor. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) şimdi hayatta olsa, Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'a buğz edenler, Hz. Aişe (Radiyallâhu
anha) Validemize "fahişedir" diyen Şiilerle beraber olanlara, onları hoş görenlere,
sizlere "Çok iyi yaptınız'" mı diyecek? Bu taraftan "Hz. Yezid" diyen, Yezid'i haklı,
İmam Hüseyin (Radiyallâhu anhu)'i haksızmış gibi gösteren ve onlarla çok iyi geçinenle

353
re "Haklısınız" mı diyecektir?
İslâm memleketinde oturup, Almanya'nın aracılığı ile Vehhabi olan Suudî
Arabistan'dan izahat alıp, bir gün evvel oruç açılıyor. Vehhabilerin bir tek, orucu bir gün
evvel açmaları mı doğru? Onlar şefaat-ı Enbiya'yı, kerâmet-i Evliya'yı, kabir ziyaretini
inkâr edip, Peygamberimiz (Sallalâhu aleyhi vesellem)'in övülmesini yasaklar. Namazda
sünneti kılmaz, tesbihe, duaya kıymet vermez. Hemen farzı kılar kalkar. Bunlar doğru
ise, saydıklarımızın hepsi doğru, bunların yaptığının hepsini yanlış görüyor da bir tek
bir-gün evvel bayram yapmaları mı doğru? Halka karşı konuşurken itikadtan, ehl-i
sünnetten konuşma, bunları da sakla, hoş gör. Mahşerde bunların hepsi meydana çıkacak,
için dışın bir olsun "Yâ olduğun gibi görün, yâ göründüğün gibi ol," Bizi bizden daha iyi
bilen Allahu Teâlâ'dır, insanın dış görünüşüne değil, kalbinin içine nazar eder. Kalbinin
içindeki gizli olanları da bilir. İslâmi görüşteki, sağ görüşlü her dergi, her gazete, her ya-
zarın bunları açıklaması ve her müslümanın araştırıp savunması lazımdır.
Benim Babam şu cihana. Küfürle güreşe geldi.
Küfr ehlini kahreyleyip, Kökünden tıraşa geldi.
Benim Babam gerçek Veli, Tatlı sohbet eder dili,
Bir vurunca küfrün beli, Kemikleri taşa geldi.
Yıkıldı küfür mars oldu, Bu kendisine ders oldu,
Her işleri ters oldu, Sanki yazı kışa geldi.
Parça parça oldu alnı, Hem kırıldı ağzı burnu,
Vurunca patladı karnı, Sanki içi dışa geldi.

Zalim küfürün filosu, İmha oldu hem silosu,


Batmanı ile kilosu, Tarttım hiç kuruşa geldi.

Gizli gizli plancılar Şol maskeli yalancılar,


Falancılar filancılar, Kebap diye leşe geldi.
Bu bir gerçek değil rüya, Bu bir İhlas değil riya,
Bu güreşi gören dünya, Seyire temaşa geldi.
Onun bunun sapıkları, Kilisenin rahipleri.
Babamızın rakipleri, Mağlup olup tuşa geldi.

Kabul oldu tüm dilekler, Yerler gökler hem felekler


Bu güreşte tüm melekler, Cezbe ilecuşa geldi.

Adalet yerini buldu, Muhammed'den miras kaldı,


Babamız şampiyon oldu, Şimdi Babam başa geldi.

Babam ehl-i sünnet için, Sıkışana himmet için,


Din uğrunda hizmet için, Dünya ile yarışa geldi.

354
Babama Baba demeyen, Emrine boyun eğmeyen
Gelip de biat etmeyen, Şu dünyaya boşa geldi.
M. TUĞ

(Sûre-i Tevbe, Ayet 107-108)


"(Sefere katılmayanlar arasında) bir de (mü'minlere) zarar vermek, (hakkı)
inkar etmek, mü'-m i n l e r i n a r a s ı n a a y r ı l ı k s o k m a k v e d a h a ö n c e A l l a h v e
R a s û l ' ü n e k a r ş ı s a v a ş mı ş o l a n ( a d am ı n gel m es i n i ) b ek l e mek i çi n b i r Dı ra r
mes ci d i k u ra n l a r ve (b u n u n l a) i y i l i k ten b a şk a bi r ş e y n i y e t e t m e d i k , d i y e
mu t l a k a y e m i n e d e c e k o l a n l a r d a v a r d ı r . H a l b u k i A l l a h o n l a r ı n kesinlikle
yalancı olduklarına şahîdlik eder."
"Onun içinde asla namaz kılma! İlk günden takva üzerine kurulan
mescid (Küba Mescidi) içinde namaz kılman elbette daha doğrudur.
O n d a t e m i z l e n m e y i s e v e n e r k e k l e r v a r dır. A l l a h ' da temizlenenleri sever."
Bu münafıkların bütün amelleri iptal olup, cehennemin en derin yerinde, dibinde
yanacak.
(Sûre-i Nisa, Ayet 145)
"Şüphe yok ki, münafıklar cehennemin en alt katındadırlar.
A r t ı k o n l a r a a s l a b i r yardımcı bulamazsın."
Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemiz sıddıkadır. Hakkında dokuz âyet
inmiştir 950 , cennetliktir. Cihar-ı yar âyetlerle ve hadîslerle cennetle müjdelenmiştir.
Aksini iddia eden kâfir olur. Yarın mahşerde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'e "Yâ Rasûlullah! Senin "Benden sonra ümmetim yetmiş Ü ç f ı r k a y a
ayrılır, hepsi cehennemliktir, birisi kurtulur. O da ehl-i sünnetten
o l a n l a r dır." 951 hadîs-i şerifini kasıtlı olarak söylemedim. Çünkü kendi görüşümde
değildi" mi diyeceksiniz? Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Cum'a, Ayet 5)
" Kendi l erin e T ev ra t yü kl eti l en s on ra on u ta şı ma y anla rın d u ru mu
( yan i i l mi i l e am el etm e ye n l e r i n d u r u m u ) k o c a k o c a k i t a p l a r t a ş ı y a n
merkebin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini y alan la mış ol an bi r
k a v m i n d u r u m u n e k ö t ü d ü r . A l l a h z a l i m l e r t o p l u l u ğ u n u d o ğ r u yola
iletmez."
Yani ilmi ile amel etmeyen âlim kitap yüklü eşek misalidir. Eşeğe kitabın
ağırlığından başka bir şey kalmaz, ilmi ile amel etmeyen âlime de ilmin mes'uliyetinden
başka bir şey kalmaz. Biz, imam Hüseyin'i "seviyoruz" diyenlerden daha fazla severiz.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ailelerine de aynı sevgiyi devam
ettiririz. O'nu sevmek, cihar-ı yar'ın üçüne buğz etmek demek değildir. Başta Peygam-
berimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve cihar-ı yar hakkında hepsini de öven,
birbirinden ayırt etmeyen âyet inmiştir.
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 225)
"Kendisinden sual edilen (sorulan) bir meseleyi ehlinden saklarsa
c e v a b ı n ı v e r m e y e n âlimin ağzına ateşten bir gem vurulur."
"Kı yamet gününde insanların arasında en şiddetli azaba uğra yan
k i m s e i l m i n d e n i s tifade edilmeyen, yararlanılmayan âlimdir."
Bende bu hadîsten korkumdan açıklamaya, söylemeye, yazmaya mecbur
kalıyorum. Siz bilmiyorsanız, duydunuz. Bunları söyleyin, biliyorsanız, söylemezse -
niz ağzınıza cehennemde ateşten gem vurulur.

355
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 105)
"Allah'ın Rasûl'ü:
- Gıybet nedir bilir misiniz? diye sordu. Ashâb:
- Allah ve Rasûlü daha iyi bilirler, dediler. Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'da:
- Din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile söylemendir, buyurdu. Sahabeden
biri tarafından:
- Ya söylediğim şey kardeşimde bulunuyorsa? diye soruldu. Rasûlullah (Sallal
lâhu aleyhi vesellem):
- Söylediğin husus onda mevcut ise gıybet etmiş olursun, mevcut değilse ona
iftirada bulunmuş olursun, buyurdu."
Bildiğin varsa karşılaş, yüzüne söyle. Yüzüne söyleyemediğin sözü arkasından
söyleme! Karşılaşsan söyleyeceksin, karşılaşmana imkan yoksa; o zaman ben bununla
karşılaşsam aynı şeyi söylerim, benim namıma siz sorun veya benimle karşılaştırın,
der. Karşılaştığı anda sorar. Karşılaşmasada şöyle söylemiş, bu şu âyete göre, şu
hâdise göre şöyledir sözü yanlıştır. Kendi ile karşılaşamıyorum karşılaştığım an so-
rarım der ve karşılaşınca sorar. Ya kendi onu ikna eder, ya o kendini ikna eder. Bunun
dışında görmeden duymadan, konuşmadan, karşılaşmakdan kaçınmak ve arkasından
söylemek iftiradır, gıybettir.
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu): "Bir insanın iyi veya kötü olduğuna karar
verip, kanaat getirebilmek için evine gidin, misafir olun. Çocukluk
arkadaşlarından, komşularından akrabalarından, yakın muhitindeki adamlardan
sorun. Bu bilgilerin hepsini toplayıp değerlendirin, ondan sonra iyi veya kötü
olduğuna karar verin" buyuruyor.
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 2838)
"Mü'min mü'min in aynasıdır."
Atasözü: "El elin aynasıdır"
Hadîs-i şerîfte:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Ben bir aynayım, herkes kendini bende g ö r ür . Eb û C ehi l
çi rki n di ke ndi ni bend e g ö rdü , " Ç o k çi rki ns i n " dedi . D o ğ ru ko -
nuş tu. Ebû Bekir güzeldi , kendini bende g ürdü "Çok güzelsi n"
dedi , gördüğ ünü söyl edi . Doğru konuştu" buyurdu.
Gıybeti, Allahu Teâlâ âyeti kerime'lerde. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) hadîsi-i şeriflerinde kesinlikle men ediyor.
(Sûre-i Nur, Ayet 16)
"Onu duyduğunuzda, "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz.
Haşa! Bu, çok büyük bir iftiradır" demeli değil miydiniz?"
(Sûre-i Ahzab Ayet 11)
"İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli
bir sarsıntıya uğratılm ı ş l a r d ı . "
Şimdi de ayn imtihan. Çünkü Kur'ân kıyamete kadar bakidir.

356
(Sûre-i Ali İmran, Ayet 103)
" H e p bi rl i kt e A l l a h' ı n i pi n e ( İ s l a m a , K u r ' â n ' a ) s ı m s ı kı
y a p ı ş ı n ; pa rç a l a n m a y ı n . A l l a h'ın size olan nimetlerini hatırlayın..."
(ilâ Ahir)
(Sûre-i Hucurat, Ayet 10)
"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını
düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz" buyuruluyor.
Bilâl Babam buyurdu;
- Bin sene ömrüm olsa ateş tutmak, yılan tutmak, şiş vurmak ve gösteriş
için bir sefer dahi Allah demem. Allahu Teâlâ emrettiği için derim.
Dünyanın hepsi müridim olsa, onlarla övünmem; sevinmem. Yalnız bir şeye
sevinirim, Allahu Teâlâ'ya şükür bunların hepsini inanç, itikad bakımından
düzelttim, şeytanın şerrin
den kurtardım, der ona sevinirim. Dünyanın hepsi benim müridim olup
hepsi benden yüz çevirse ayrılsa onlar ayrıldı diye acımam. Bunlar yanılır,
bilmez şeytanın tuzağına düşer, cehennemlik olur diye ona acırım, buyurdu.
(Sûre-i Mumtehine, Ayet 12)
"Ey Peygamber! İnanmış kadınlar, Allah'a hiç bir şeyi ortak
koşmamak, hırsızlık yapm a m a k, zi na etm em e k, ç o cukl a rı nı ö l dür
m em ek, el l eri i l e a y a kl a rı a ra s ı nda bi r i fti ra uydurup
getirmemek, iyi işi işlemekte sana karşı gelmemek hususunda
sana biat etmeye g e l d i k l e r i z a m a n , b i a t l a r ı n ı k a b u l e t v e o n l a r
i ç i n A l l a h ' t a n m a ğ f i r e t d i l e . Ş ü p h e s i z Allah çok bağışlayan çok
esirgeyendir."
Allahu Teâlâ Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'e bu kadar
günahı işledikten sonra sana söz verirlerse, iman ederlerse, onların biatlarını
kabul et, onlar için Allahu Teâlâ'dan af ve mağfiret dile. Allahu Teâlâ onların
günahlarının hepsini bağışlayan ve esirgeyendir, buyuruyor. Bu günahı
işleyenin hepsini Allahu Teâlâ affedeceğini vaad ediyor. Hem de o kimse
mü'mindir, müslümandır.
İtikadı bozuk olup İmansız olursa amelinin hepsi boşa gider, İtikad
bozukluğu yüzünden ebedi cehennemden çıkmaz. Ehl-i sünnet itikadından
ayrılan fırka-ı dâlledir, cehennemliktir. Böyle inanmamız lazım.
Kadınların Yolculuğa Çıkması:
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 3, Hadîs No: 565)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
Nebiyy-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kadına yanında bir mah
remi olmaksızın bir gün, bir gecelik mesafeye kadar sefer etmek helâl
olmaz," buyurdu.
"Yanında mahremi olmayan bir kadın ile bir erkek bir gün, bir gecelik yola
gitmesin." Hadîs-i şerifi bundan bin dörtyüz sene evvel, kumda, çölde deve ile veya
yaya olarak akşama kadar yol gider, gece ikisi başbaşa kalırlar. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) bunu men ediyor.
Bu hadîs-i misal getirip, bizim buraya gelenlere bu hadîs-i şerif özellikle bizim
için söylenmiş gibi öne sürüyorlar. Bu 20. asırda özel otobüs tutup erkekler önde
mahremi olan veya olmayan kadınlar arkaya binip yolda her türlü ihtiyaçlarını rahatlıkla

357
karşılayabiliyorlar.
Bizim evde kadınların katı (bölümü) ayrı, erkeklerin katı ayrıdır. Vaaz, nasihat
dinleyip soru sorup öğrenip, aynı vaziyette evlerine gitmelerini söylemiyor.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in çölde bir kadın ile bir erkek, bir gece-
bir gündüz, yol çekerek gitmeleri ve gece ikisinin başbaşa kalmaları ile otobüste bu
dediğimiz şekilde gidip gelmeleri beraber midir? Halbuki şimdi her hangi bir görüşü
yayabilmek için yanında mahremi olmayan kadınlar ve genç kızlar şehirler arası uzak
yerlere gidip propaganda yapmıyorlar mı? Onlara gelince bir şey yok caizdir, bize
gelince bu hadîs-i şerîf var, caiz değildir, Öyle mi?
Kadınlar her hafta (ayda veya onbeş günde bir) aralarında para toplayıp sırası
gelen veya kur'ada adı çıkan aynı parayı toplu olarak alıyor. Ebû Cehil'in karısıda
böyle yapardı, diyorlar. Bu doğrumudur? :
Bu bir yardımlaşmadır, ödünç vermedir. Allahu Teâlâ Kur'ân-ı Kerim'de:
(Sûre-i Bakara, Ayet 245)
"Verdiğinin kat kat fazlasını kendisine ödemesi için Allah'a kat kat borç (karz-ı
hasen; faizsiz verilen borç) verecek olan kim var? Allah (dilediğine) bol verir
(dilediğinden) kısar. Sadece O'na döndürüleceksiniz."
(Sûre-i Maide, Ayet 12)
"...Ve Allah'a güzel borç verirseniz (ihtiyacı olanlara Allah rızası için faizsiz
borç verirseniz) yemin ederim ki sizin günahlarınızı örterim ve sizi zemininden
ırmaklar akan cennetlere sokarım... (il â âhir)"
(Sûre-i Hadid, Ayet 18)
"S ad aka v eren erkek l ere v e sa dak a veren k adın la ra v e Al lah 'a g ü zel
b i r ödü n ç v erenlere, verdikleri kat kat artırılır ve onlara şerefli bîr
mükafaat vardır."
(Sûre-i Hadid, Ayet 11)
"Kim Allah'a güzel bir ödünç verecek olursa, Allah'da onun
k a r ş ı l ı ğ ı n ı k a t k a t v e r i r ve ayrıca ona çok değerli bir mükafatı vardır."
(Sûre-i Teğabün, Ayet 17)
" E ğ e r A l l a h ' a i ç t en g e l e n i s t e k l e ö d ü n ç v e r i r s e n i z , A l l a h o n u s i z i n
i ç i n k a t k a t a r t ı rır ve sizi bağışlar. Allah çok mükafat verendir, ama ceza
vermekte acele etmeyendir."
(Sûre-i Müzemmil, Ayet 20)
" . . . N a ma z ı k ı l ı n , ze k a t ı v e r i n , A l l a h ' a g ö n ü l h o ş l u ğ u y l a ö d ü n ç v e r i n .
K e n d i n i z i ç i n önden (dü n yad a i k en ) n e iyi lik ha zı rla rsa nı z Al lah ka tı nda
o nu bu lu rs unu z; hem d e d aha üstün mükafatça daha büyük olmak üzere,
Allah'tan mağfiret dileyin şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyendir."
(Muhtar'üI-Ehâdîs-in Nebeviyye, s.573, Hadîs No: 1165)
"Bir kims e darda olana mühlet v eri r; ya da, ta ma men ondan
kaldırırsa.. ... Alla hu Teâlâ k e n d i g ö l g e s i n d e 952 onu sayeban eyler ki, o
g ü n , k e n d i g ö l g e s i n d e n b a ş k a g ö l g e yoktur..."
"Ödünç vermek sadakadan on misli daha sevaptır"
(Berîka, Cild-3, s.178)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şöyle b u yu rmu ş tu r:

358
"Sadaka on misliyledir, karz (borç) ise on sekiz misliyledir."
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 4678)
" Üzeri n d e b o rç b ul u n a n b i r k i ms e k a f a s ı nd a n b i r a n ön ce ö d emey i
g eçi ri rs e mu tl a k a Allah ona yardım eder."9 5 3
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 816)
"B i r ad a mın di ğ er b i r ad a m ü zerind e ha kkı o lup da b i r mü dd ete
k ad a r ertel ers e bu o nun için bir sadaka sayılır (sadaka vermiş gibi sevap
kazanır). Vadesi geldikten sonra da ertelerse, her gün için bir sadaka sevabı
alır."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 6, Hadîs No: 968)
"Câbir ibn-i Abdillah (radiyallâhu anhu)'den;
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi veselem)'in:
- Satarken, alırken, alacağını taleb, borcunu edâ ederken sehâ (ve suhulet)
gösteren kimseye Allah rahmet eylesin! buyurduğu rivayet edilmiştir."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 7, Hadîs No: 1074)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den; Nebi (Sallallâhu aleyhi ve sellem)'in:
Her kim halkın malını ödemek niyetiyle (istikraz eder veya bir muamele
sebebiyle) alırsa, Allah o kimseye (dünya) ed as ını mü yess er kı la r. H er ki m de
h alk ın ma lın ı i tl af etmek (lüz um suz yere h arcam a, yok etme) kastiyle alırsa,
Allah telef ettirir, buyurduğu rivayet edilmiştir."
Yukarıdaki âyetlere göre bu para toplantısı da birbirlerine ödünç vermedir. Sen
evvela aldın, ben sonra aldım, senin sırandı, benim sıramdı, kur'aya razı olmam
gibi hareketlerle birbirinizin kalbini kıracaksanız, hiç yapmayın! Yoksa bu âyet ve
hadîslere göre zararı yoktur.
***
"Kadınların saçının görülmesiyle melek gelmez!" diyenler:
Bu yanlıştır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e ilk meleğin
gelmesinde melek mi değil mi, şeytan mı olduğunu anlamak için Hz. Hatice
(Radiyallâhu anhu) Validemiz başını açtı, melek gitti, örttü melek geldi. Tekrar tekrar
denediler. Başını örter örtmez geliyor, açar açmaz gidiyor. Hz. Hatice (Radiyallâhu
anhu) Validemiz hiç banyo yapmıyor mu? Hiç saçını taramıyor mu? Her başını
açışında melek, gelmezse hiç gelmemesi lazım. Hem bu düşünce Kur'ân-ı Kerim'e de
terstir. Kur'ân-ı Kerim:
(Sûre-i Meryem, Ayet 17-18)
"Meryem onlara karşı bir perde çekmişti. Derken, biz ona ruhumuzu
gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü. Meryem dedi
ki:
- Senden çok esirgeyici olan Allah'a sığınırım! Eğer Allah'tan sakınan bir
kimse isen (bana dokunma)."
Zekeriya (Aleyhis selâm) hanımı için dere kenarında, etrafı çevrili bir yıkanma
yeri yapmıştı. Hanımının yeğeni Hz. Meryem orada yıkanırken Cebrail (Aleyhis selâm)
yanına geldi, Hz. Meryem:
- Yanıma gelme, ben çıplağım, yıkanıyorum. Ben, senden Allah'a sığınırım, diyor.
Adam suretinde gelen Cebrail (Aleyhis selâm) cevap veriyor:
- Ben beşer değilim, (insan değilim.) Sana müjdeci havadis ile geldim. Senden bir
oğlan çocuğu olacak. O da büyük bir Peygamber olacak...

359
Allahu Teâlâ, çıplak olan Hz. Meryem'in yanına Cebrail (Aleyhis selâm)'in
gittiğini söylüyor. Hz. Meryem'in saçının iki teli görünme değil bütün vücudu çıplak
banyo yapıyor. Yanına Cebrail (Aleyhis selâm) geliyor. Saçının iki teli görülme ile
melek gelmez diyenler var. Görevli melek gelir. Normalde melek gelmez.
(Yukarıda yazdığım âyetin, mealini Kur'ân-ı Kerim'i geniş tefsir eden
açıklamasında bulursunuz.Yoksa bir cild meali yazılmış ise onda göremezsiniz. Çünkü
ben filan tefsire baktım öyle bir şey yok, yalan söylüyor diyeceksiniz.Bir de Kur'ân-ı
Kerim'in geniş tefsirini okumuş adamlardan sorunuz.)
(Sûre-i Nur, Ayet 31)
" Mü ' min ka dın la ra da s ö yl e: Gö zl erin i s akın sı nla r v e av ret ma h all eri -
n i muh afa za ets inler v e zi yn etl erini açma s ı nla r, onl a rd an h er za hi r ol anı
mü s tesn a v e b aş ö rtül erini yakalarının üzerin e sarkı tsınlar ve ziynetlerini
açı v ermesinl er. An cak kocal arına v ey a kocalarının oğullarına veya kardeş-
lerine veya kardeşlerinin oğullarına veya kendi kız kardeşlerinin oğullarına
veyahud kendi kadınlarına veya kendi ellerinin malik olduğu c a r i y e l e r i n e
v e y a h u d e r k e k l i k t e n k e s i l mi ş h i z m e t ç i l e r i n e v e y a k a d ı n l a r ı n a v r e t ma -
h a l ler ine muttali olmayan çocuklara (karşı açılı verilmesi) müstesna. Ve ziynetlerin
den gizledikleri bilinsin diye ayaklarını da birbirlerine vurmasınlar ve hep birden
Allah'a tevbe ediniz, ey mü'minler! Tâ ki felaha erebilesiniz."
Kur'ân'da mahrem yerlerinin, kimlerin yanında açılmasının mahzurunun
olmadığını sayarken, saydığının çoğu erkek. Kolu, bacağı, göğsü ve başının açılmasında
onların görmesinde bir mahzur yoktur, buyuruyor.
"Hanım müritlerin kapalı bi r yerde toplanıp Allahu Teâlâ'nın rızası
i ç i n z i k i r y a p m a l a r ı v e z i k r u l l a h h a l k a s ı n d a , z i k i r ya p a r k e n b a ş l a r ı n ı n
a ç ı l m a s ı " d e l â l e t t i r " d i ye b i z e soru yöneltenlere:
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Rahmani olan bir cezbe bir insana gelirse, ins a n l a rı n v e ci n l eri n
y a p mı ş o l d u ğ u i b adeti ta rta r, " 9 5 4 b u yu r u yo r.
Kad ı n m ü ri d l eri n k i d e b i r cezbe hâlidir ki, bu soruyu yöneltenler bunu
kesinlikle bilemezler. Bilmediğinin de farkında olamazlar.
Cezbe hâli Mansur-i Bağdadi Hz.'ne "Enel Hakk" dedirtti.
- Ben Allah'ım diyen kâfir olur, böyle söyleme, seni keseceğiz, dediler. Bir milim
geri durmadı, kestiler, kanı "Enel Hakk" dedi. Yaktılar, külünü havaya savurdular, külü
"Enel Hakk" dedi.
Şeyh Muhiddin-i Arabî Hz.:
- Ey Şam ahalisi! Sizin taptığınız benim ayağımın altında, dedi. Sözünün manasını
bilemediler, kendini astılar. Beyazıd-ı Bestami Hz. zikrullahta o hâl geldiği zaman:
- Ben Sübhan (Allah) değil miyim? Benim şanım büyük değil mi? diye bağırırdı.
Şems-i Tebriz-î Hz. Mevlâna Hz.'ne:
- Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) mi büyük, Beyâzıd-ı Bestami Hz.'mi
büyüktür? diye sordu. Mevlâna Hz.:
- Beyazıd-ı Bestami Hz. kim oluyor ki, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhivesellem) ile
ölçülüyor, dedi. Şems Hz.:
- Ben de biliyorum, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) büyüktür. Ama
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- "(Ma arafnake hakka ma'rifetike) Yâ Rabbi! Ben seni hakkı ile idrak edeme-
dim, anlayamadım." dedi. Beyazıd-ı Bestami Hz. ise:
- "Ben Allah değil miyim? Benim şanım büyük değil mi?" dedi.
Bunun açıklanmasını istiyorum, dedi. Maksadı soru sormak değil, Mevlâna Hz.'ni
irşad etmekti. Huzur edip, Mevlâna'yı irşad etmek için Allahu Teâlâ'dan istimdad (yar

360
dım) istedi. Allahu Teâlâ kendisine tecelli etti. Allahu Teâlânın tecellisi ile bir sefer
"Allah" diye bağırdı. Mevlâna Hz. attan aşağı düşüp, ayaklarına kapandı. Daha araştı
rılırsa bunun gibi milyonlarca örnekler çıkar. Sen, bu ve bu gibileri bilemezsin, anla
yamazsın. Onlar niçin bunu dediler. "Ben Allah'ım" dediği hâlde neden kâfir olmadılar.
Haşa silinme haşa, kâfir oldu diyen cahil varsa niçin "Hazretleri" deniliyor? Mü'minler
kabrine niçin bu kadar akın ediyorlar? O zamanda milyonlarca insan onu bilememişler.
Oğlunuzun askerden künyesi gelse, öldü diye ağlayıp, ümidini tamamen kessen.
Aradan zaman geçtikten sonra öldü sandığın oğlun ansızın gelse utanmayı ve sıkılmayı
atarsın. Yanında kim olursa olsun "Evladım, yavrum! Nerede kaldın?" deyip
bağırmalar, çağırmalar çok olur. O sırada başında açılsa, her ne olursa olsun başını
örtmek aklına gelmez. O da Allahu Teâlâ'nın tecellisi oluyor. O anda kendi kendinin
haline bakacak durumda değildir. Bu hareketi normal karşılanır da zikrullahla
aniden baş örtüsünün düşmesi niçin normal karışılanmasın. Bir insana zikrullah tam
kızışıp o hâlin bir zerresi gelirse kendi kendini kaybeder ne yaptığını bilmez. Aynı
künyesi gelen oğlunu aniden karşısında gören gibi olur.
Sara Validemiz, İbrahim (Aleyhis selâm)'in ateşe düşüp yanmadığını gözleri ile
görünce, ayağa kalktı ve avazının çıktığı kadar bağırdı:
- Yâ İbrahim! Ben sana iman ettim. Senin peygamberliğin de hak, sözlerinde hak.
Her sözün doğrudur,dedi. Halbuki Nemrut veya baş veziri babası idi. Babasının
yanında olduğunu unuttu, her şeyinden geçti. İbrahim (Aleyhis selâm) çağırdı:
- Ey Sârâ! İman ettiysen ateşe atıl, korkma ateş seni yakmaz. O zamana kadar
kâfir olup, puta tapan hem cünüp olan [Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"(Külli müşrikin necisün) Ne kadar yıkansa da müşriklerin hepsi pistir." Buyur
duğuna göre] hem de Allahu Teâlâ'yı inkar edip, Nemrud'a Allah diyor, kâfir
hareketlerini, işlerini tamamen yapıyordu. Ayaklarını çemredi (eteklerini topladı),
közün üstünde karda yürür gibi yürüyerek İbrahim (Aleyhis selâm)'in yanına geldi.
Zeliha, Yusuf (Aleyhis selâm)'a:
- Benimle birleşmeye razı olursan seni zindandan çıkartayım, dedi. Yusuf (Aleyhis
selâm):
- Ben senin sarayında iken zindanda idim. Zindana girince hürriyetime kavuştum,955
dedi. Yedi sene zindanda yattı. Padişah zindandan çıksın diye haber gönderdi. Yusuf (Aley
his selâm):
- Ben mahkeme olup haklı çıkmadan zindandan çıkmayacağım. Beni mahkeme
etsin, dedi. Zeliha ile parmaklarını kesen kadınlar geldi ve mahkeme oldu. Yusuf (Aleyhis
selâm) haklı, 956Zeliha haksızdır diye hakim karar verdi. Yusuf (Aleyhis selâm) böylece
zindandan çıktı. Yedi sene zindan hayatı kendisine hiç dokunmamış vaktin, zamanın
nasıl geçtiğini bilmiyor. Allahu Teâlâ kendisinin kalbine o kadar genişlik, o kadar
aşk, o kadar muhabbet, o kadar İttihad hâli vermiştir 957 ki: "Zindandan çıksın"
haberine karşılık"Mahkeme yapın, berat edeyim, öyle çıkayım" diyor. İşte bunlara
bizim aklımız yetmez. Hadîs-i şerîfte:
(Cezbetün min cezebâtir Rahman tuazi min amelis sakaleyn)
"Rahmani olan cezbe bir insana gelirse cezbesîz olan ibadetlerin tümünü
tartar." buyuruluyor.
"Ey Allah'a iman edenler! Allah'ı çok zikredin."958 âyetine göre kim delâlet
tedir?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) harb sahasında namaz kıldırırken,
Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) arkasında O'na uymuş. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) namazda:

361
(Sûre-i Nâziat, Ayet 23-24)
''(Firavun adamlarını) topladı, (onlara) bağırdı: "Ben s i z i n âlâ olan
Rabb'iniz değil miyim?"
Ayetini okuyunca, Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) namazda olduğunu da kendi
kendini de unuttu. Harb sahasında olduğu için herkesin kılıcı belinde idi. Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu) belinden kılıcı çekti, havaya kaldırdı. Yüksek sesle, avazının
çıktığı kadar hem bağırıyor, hem saflar arasında dolaşıyor. Kılıcı başının üzerinde
sallayıp:
- Vallahi ben o zamanda olsam bu kılıçla onun başını keserdim, diye çağırıyor. O
hâl kendinden geçince baktı ki namazda, hemen kılıcını kınına koydu, yerine geldi,nama
za durdu ve namaz bitti. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vescllem)'e:
- Ömer, bizim namazımızı fesada verdi, dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) sükût etti..Biliyor ki, Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) haklı, bunu kendiliğin
den yapmadı. Aşkından, sevgisinden kendi kendini kaybederek yaptı. Namazınızı fesada
vermedi dese, yapılan hareket namazı fesada verecek hareketti. Namazı fesada verdi
dese, o aşk ile, o hâl ile kendiliğinden yapılan değil, Allahu Teâlâ'nın sevgisinden,korku
sundan yapıyor. Sükût etti, başını aşağıya eğdi. O zaman Allahu Teâlâ'dan selam ile
Cebrâl (Aleyhis selâm) geldi, :
- Yâ Muhammed! Bu günkü namazınızın içinde Allahu Teâlâ'nın en hoşuna
giden ve namazınızın kabul olmasına en mühim sebep olan; Ömer'in Firavun'un
sözüne dayanamayıp aklı başından gidip, namazda olduğunu unutup, kılıcı çekip,
havaya kaldırıp: "Vallahi ben o zamanda olsam bu kılıçla onun başını keserdim"
demesi oldu, dedi.
O zikrederken de aynı o hâl kendine geliyor, kendi kendini kaybediyor, zaptedemi -
yor. O yüzden başı açılıyor, haberi olmuyor. Burada Allahu Teâlâ ile kul arasına giril-
mez sözü çok mühimdir.
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu), bir yolda arkadaşları ile beraber giderken, güneş
karşıya doğmuş olduğu halde; bir adamın namaz kıldığını gördüler. Hz. Ali
(Radiyallâhu anhu)'ye:
- Kerahet vaktinde namaz kılıyor. Bunu namazdan ayıralım mı? Deyince, Hz. Ali
(Radiyallâhu anhu):
- Ben, Allahu Teâlâ ile kul arasına giremem. Kimsenin de Allahu Teâlâ ile kul
arasına girmesine razı olmam. O adanı Allahu Teâlâ'nın huzurunda namaz kılıyor, onu
O'ndan nasıl ayıralım? Yanında durun namazını bitirsin. Namazdan tam ayrıldıktan
sonra yani, farzı, sünneti kılıp bitirdikten sonra kendisine deyin ki: Senin namaz
kıldığın zaman güneş doğmuş, kerahat vakti idi, diye hatırlatın. Kendisi ister namazını
tekrar kılsın (eda etsin), isterse hiç kılmasın. O da Allahu Teâlâ ile kendi arasındadır.
Ona da hiç karışmayın, dedi.
Bunlar da ''Lâ ilahe İllallah, Allah Allah" diye zikre başladılar. Sonunda
kendilerine hâl geldi. Allahu Teâlâ ile onların arasına girilmez.
Bir trende giderken kıbleye doğru döndün, "Allahu Ekber" dedin, tren doğuya,
batıya, kuzeye, güneye her tarafa döndü. Nereye dönerse sen secdeyi aynı yöne
yapıyorsun. Senin o kıldığın namazın kabul olmuyor mu? Niyetin kıbleye dönmek.
Zikre huzur ile "Lâ ilahe illallah" diye başladın, aynı o trendeki namaz kılana nasıl
caizse bu da öyle caizdir. Namazdan, zikirden maksat tabi ki, Allahu Teâlâ'nın hakkı
ile rızasını kazanmaktır. Allahu Teâlâ'nın hakkı ile rızasını kazandığı neyinden belli
olur?
Aşk hâli, ittihad hâli kendinden geçme, Allahu Teâlâ aşkından, sevgisinden
herşeyi unutup, kendinden geçmeyle olur. Her ibadetten maksat bunu kazanmaktır.
Eğer bu varsa Allahu Teâlâ ondan tamamiyle dört dörtlük razı olmuş demektir. Yoksa
aklın başında İbadet yapıyor, aklına türlü türlü kötülükler geliyor; öbürü de Allahu
Teâlâ'nın aşkından, sevgisinden kendi kendini kaybetmiş, kendinde değil. Senin
yaptığın ibadet ve amel mi daha iyi, yoksa onun ki mi? İşte bunu siz bilemezsiniz, o

362
hâli de bilemezsiniz.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2661)
"Sükût, âlimin süsü, cahilin kurtarıcısıdır."
Ulema sükût ettikçe zîneti artar, cahil sükût ederse, söyleyeceği hatalı bir sözü
söylemez, hatadan kurtulur. Onun için kurtuluştur. İnsan, çok çok fazla sevip, aşk
olursa kendi kendini kaybeder. Kendi kendini kaybetmemiş de, saçı ile başı ile onu
düzeltmekle uğraşıyorsa, o yüzbin sene ibadet yapsa, hakiki aşk, hakiki sevgi, ittihad
hâli ona gelmez.
Sen halkı görür onlarla meşgul olursan, nefsini bilemezsin. Kendi nefsini
bilirken, Rabb'ını bilemezsin. Halktan tamamen kesilir, evinde gizli, tenha yerde
Allahu Teâlâ ile başbaşa kalır. Önce halkı unutur, sonra kendi kendini, nefsini tamamen
unutup kendinden hiç nam, eser kalmazsa gözü nereye bakarsa, kulağı neyi dinlerse,
dili neyi söylerse söylesin; aklı, fikri» düşüncesi, gördüğü ve duyduğu, söylediği bir
tek Allahu Teâlâ'nın sevgisi, Allahu Teâlâ'nın zikri olur. O zaman kendi kendini
kaybeder. Zikirde kendinden geçme olmadıktan sonra meyvasız ağaca benzer. Şeyh
Muhiddin-i Arabi Hz. astılar, acaba asılan, kesilen, derisi yüzülen mi haklı?; astıran
kestiren, derisini yüzdürenler mi haklı? Hangisi iyi bilen, hangisi iyi bildiren?
Muhakkak ki, "Sizin taptığınız benim ayağımın altındadır" diyen Şeyh Muhiddin-i
Arabi Hz, derisi yüzülen Nesimi Hz, kesilen Mansur-i Bağdadi Hz. muhakkak ki
haklıdır. O zamanda onları astıran, kestiren, derisini yüzdüren İngiliz, Fransız, Rus
değil; müslümanlığın en kuvvetli olduğu zamanlarda, zahiri âlimlerden müftü ve
Şeyh'ül İslâmın verdiği kararlarla öldürüldüler. Onların haklı olduğunu bilemediler.
Zikrullah ederken kendine hal gelip kendi kendini kaybedip başı açılan kadınların
zikretmelerinin kabul olmayacağını söyleyenler var. Arifler onun için aşk hâli, ittihad
hâli demişler.
(El itti hadu halûn lâ yağbiru anhu bil makal) "
İttihat Öyle bir haldir ki söylemekle anlaşılmaz" O hâli gören, içinde yaşayan
çeken bilir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Medine-i Münevvere'ye geldiği
haberi duyulunca bütün Medine halkı, Veda tepesinde; kadın-erkek, çoluk-çocuk bir
anda oluşan ezgi ve aynı anda dökülen mısralarla hep bir ağızdan, def çalarak,
koşma halinde kaside söyleyerek Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi ve-sellem)'i
karşıladılar. Peygamberimiz (Sal
lallâhu aleyhi vesellem)'i karşıladıklarında Medine'lilerin söyledikleri kaside
Taleâl bedru âleynâ min seniyyet-il veda,
Vecebe'ş-şükrü âleynâ medaa lin-nehidâ.
Ente şemsûn ente bedrûn, ente nûrûn âlâ nûr
Ente misbahu's-süreyya yâ Habîbi, yâ
Rasûl Eyyuhel meb'ûsu finâ, ci'tebil emril muta
Ci'te şerraftel Medine, Merhaben yâ hayradâ
Ente şemsûn ente bedrûn, ente nûrûn âlâ nur
Ente misbahu's-süreyya yâ Habîbi yâ Rasûl
Gadle bisna sevbe iznin, bağde bir-rika'in
Verâ dağne sedye mecdin, bağde eyyâ mid'deyai.
Ente şemsun ente bedrûn, ente nûrûn âlâ nûr
Ente misbahu's-süreyya yâ Habîbi yâ Rasûl
Galed âhmarud-diyaci, külli erbabil-İslâm,
Küllü men yetba Muhammed yen baği ellâ yüdâ.
Ente şemsun ente bedrûn, ente nûrûn âlâ nûr
Ente misbahu's-süreyya yâ Habîbi yâ Rasûl

363
Veta hedna cemian, yevme ekselnel yemîn
Len nehûnel ahde yevmen, vettehazne'ş sıdkadîn
Ente şemsun ente bedrûn, ente nurun âlâ nûr
Ente misbahu's-süreyye yâ Habîbi yâ Rasûl
Lestu vallahi neziyyen, ma yukasihil ibâd
Meşheden ya necme emin, lû vebâin vâhidâ
Ente şemsun ente bedrûn ente nûrûn âlâ nûr
Ente misbahu's-süreyya yâ Habîbi yâ Rasûl. 959
Türkçesi:
Veda dağından üzerimize dolunay doğdu,
Allah'a çağıran bir davetçimiz olduğu için,
Şükretmek bizlere vacip oldu.
Sen güneşsin sen ayın on dördüsün, sen nûr üstüne nursun,
Sen süreyya yıldızısın, ey sevgili, ey Peygamber!
Ey bize içimizden gönderilen elçi,
Geldin, Medine'ye şeref verdin,
Ey davetçilerin en hayırlısı hoşgeldin.
Sen güneşsin sen ayın on dördüsün, sen nûr üstüne nursun,
Sen Süreyya yıldızısın, ey sevgili, ey Peygamber!
Eskimiş cahiliye elbiselerinden sonra,
İzzet ve şeref elbisesi giydik,
Boşa geçen günlerden sonra şeref göğsünden doyasıya yedik.
Sen güneşsin sen ayın on dördüsün, sen nûr üstüne nursun,
Sen süreyya yıldızısın, ey sevgili, ey Peygamber!
Şöyle dedi karanlıkları parçalayan şafak bana
Söyleyin sizler ehli İslâm'a!
Zillet yakışmaz Muhammede tabî olana!
Sen güneşsin sen ayın on dördüsün, sen nûr üstüne nursun ,
Sen süreyya yıldızısın, ey sevgili ey Peygamber!
Yemin ettiğimiz gün hepimiz söz verdik.
Ahdimizi asla bozmayacağız dedik.
Ve doğruluğu kendimize şiar edindik.
Sen güneşsin sen ayın on dördüsüsün, sen nûr üstüne nursun,
Sen süreyya yıldızısın, ey sevgili ey Peygamber!
Vallahi kulları ben fenalığa sürükleyen bir fesatçı değilim.
Şahid ol sen ey esenlik yıldızı,
Senin hasretin ve sevginle doluyum.
Sen güneşsin sen ayın on dördüsün, sen nûr üstüne nursun,
Sen süreyya yıldızısın, ey sevgili, ey Peygamber!

İşte kadın-erkek, yaşlı-genç, çoluk-çocuk ne varsa hepsi kendinden geçti. O anda


kadınlar sesimiz namahremdir diye düşünmez. Erkeklerin de sizin sesiniz namahremdir,
söylemeyin demek akıllarına gelmiyor. Millette bir aşk, bir hâl.. İşte ittihad hâli. Bunu
içinde olmayan bilmez.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)’in yaptığı harblerde kadınlar zılgıt
çalıp, orduyu iştaha, gayrete getirecek şiirler söyleyip, askere geriden moral
verirlerdi. "Bizi düşmana bırakmayın, Allah aşkına harbedin" gibi ve benzeri sözler
söylerlerdi.

Kadınlar ve Cihad

364
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 8, Hadîs No: 1216)
"Muavviz kızı Rübeyyi (Radiyallâhu anha)'den şöyle dediği rivayet edilmiştir:
- Biz kadınlar Nebi {Sallallâhu aleyhi vesellem) ile beraber gazada
bulunurduk. Mücahidlere su verir ve onlara hizmet ederdik. Yaralıları tedavi
eder ve Şehidleri Medine'ye n a k l e y l e r d i k . "
(Sahîh-i Müslim, Cild 5, Hadîs No: 134 (1809))
"Enes ibn-i Mâlik (Radiyallâhu anhu)'den şöyle demiştir:
- Ümmü Süleym, (Süleym'in annesi) Huneyn günü iki yüzlü büyük bir bıçak
edindi. Bu bıçak daima O'nun yanında bulunuyordu. Ebû Talha onu gördü de:
- Ya Rasûlullah! İşte bu yanında bir hançer bulundurup taşıyan Ümmü
Süleym'dir, dedi. Rasûlullâh (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de Ümmü Süleym'e:
- Bu hançer nedir? diye sordu. Ümmü Süleym:
- Ya Rasûlullah! Ben bunu da bu gün için edinmişimdir. Müşriklerden
biri yanıma yaklaşırsa bununla karnını deşerim, dedi. Rasûlullah (Sallallâhu
aleyhi vesellem) (bu cevaptan memnun olarak) gülmeye başladı. Ümmü Süleym
devam ederek:
Ya Rasûlullâh! Ben şu yeni İslama girerek azad edilenlerden olup da panik
yapıp yanından dağılıverenleri de muharîb müşrikler gibi öldürmek isterim, dedi.
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) O'na cevaben:
- Ya Ümmü Süleym! Allah bize yetişti ve zafer ihsan etti, buyurdu."
Hadîs-i şerîfte: Ümmü Süleym, Süleym'in annesi (Ebû Talha'nın eşi) olup, kendisi
kadın. Bu kadın Huneyn günü iki yüzlü bir bıçak edindi dediği odur.
Hadîs-i şerifin kitabtaki açıklamasında:
İslâm kadınlarının harbe fiilen iştirakleri yalnız Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) zamanına münhasır değildir. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) halifeliği za-
manında meşhur Yermuk harbinde sayıca üstün Bizans askerleri bir baskın yaparak
İslâm ordugahının içine kadar inmişlerdi. Bu sırada cengaver İslâm kadınları
kılıçlarını çekmişler ve erler gibi düşmanla cenk etmişlerdir. (Kastalanî, V. 84
Bulak tab'ı).
Hadîs-i şerîfte de buyurulduğu gibi kadınlar, düşman yanlarına kadar gelince
kılıçlarını çekip hemen düelloya başlıyorlardı. Onlar geri durursa koşarak gidip su
getiriyor ve müslüman yaralıların ağzına veriyorlardı. Şimdi de: "Sakın ha sakın
kadınlar çarşaftan çıkmasınlar, çıkarlarsa şu kadar günah, bu kadar günah." diyorlar. O
zamanda çarşaf yoktu. Çarşaf ilk defa Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında icad ol-
du. Kadınlar çarşaf giymesinler demek istemiyorum. Kadınları evden dışarı çıkmaz,
harbetmez, harbe katılmaz gibi gösteriyorlar. Yeri, zamanı gelirse hepsini de yaparmış,
ömründe daima çarşaf giyip, evinden çıkmayan kadından, o dar günde ağır yaralılara su
taşıyan, düşmanla karşılaşırsa hemen kılıcını çekip düelloya başlayan kadın, Allahu
Teâlâ yanında diğerlerinin hepsinden derecesi kat kat daha büyüktür. Bunu anlatmak
istiyorum.
(Fetâvâyi Hindiyye «Fetva Kitabı», Cild 4, s. 141-142)
"İmam Muhammed (Radiyallâhu anhu) şöyle buyurmuştur:
"Biz, kadınların, erkeklerle beraber cihad etmelerine taaccüp etmeyiz. Ancak
(kadınların cihada çıkması) müslümanlara zarar verecekse; o hâl müstesna...
«Düşmanın geldiği» haberi gelince; kadınların da, cihada çıkmasına ihtiyaç
varsa; onların da, savaş için çıkmalarında beis yoktur.
Böyle bir durumda, kadınların, babalarından veya kocalarından izin almalarına
gerek yoktur.
Böyle bir durumda, babaların veya kocaların, kadınları, cihaddan men etmeye

365
hakları yoktur. Şayet, mani olurlarsa, günahkâr olurlar.
Keza, müslümanların, kadınların cihada çıkmasına ihtiyaçları olmadığı halde;
savaşın şekli, onların uzaktan ok, kurşun ve benzeri şeyleri atmalarına imkan
veriyorsa; yine kadınların savaşa katılmalarında bir sakınca yoktur."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Selemet'ül-Ekva ve Eslem'den bir
cemaatle birlikte akşama kadar ok attılar. Akşam olunca (okları) diğerlerinden
ayırdılar. Gördüler ki, berabere kalmışlardı.960
(Muhtar'üI-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 529, s.317)
"Hakîm'den;
"Çocuğun, babası üzerinde hakkıdır ki; ismini güzel koya ve iyi terbiye
e-de...Yazı yazmayı, yüzmeyi961ve ok atmayı öğrete. Ona ancak helâl yedire...
Ve buluğa erince evlendîre..."
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu):
"Çocuklarınıza üç şeyi öğretin; atıcılık, binicilik, yüzücülük."
Hadîs-i şerîfte
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Atıcılık öğrenin, Kur'ân öğrenin. Mü'minlerin en hayırlı saati Allah'ı zikret-
tiği saattir,' buyuruyor.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 10, Hadîs No: 1533)
"Enes İbn-i Mâlik (Radiyallâhu anhu)'den rivayete göre şöyle demiştir:
- ...Uhud günü hakiki bir vakıa da Ebû Bekir'in kızı Aişe ile (annem)
Ümmü Süleym'i (mücahidler, harbedenler arasında) görmekliğimdir. Bu iki kadın
elbiselerini çemremişlerdi; dizlerinin, bacaklarının halhallarını görmüştüm.
Bunlar arkalarında kırbalar, çeviklikle su taşıyorlar, mecruhların (yani harbde ağır
yaralanıp, sağına-soluna dönemeyecek kadar ağır yaralı olanların) ağızlarına (su) dökü
yorlardı. Kırbalar boşalınca sür'atle geri dönüp gelerek kırbaları dolduruyorlar,
sonra gelip mecruh mücahidlerin ağızlarına boşaltıyorlardı.Yine Uhud günü (düşma
na havale ettiği ağır darbelerle) Ebû Talha'nın elinden iki, yahud üç kere kılıcı (yere)
düşmüştü."
Yukarıdaki hadîs-i şerîfte de Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu) kızı Hz. Aişe
(Radiyallâhu anha) ile Enes ibn-i Mâlik (Radiyallahu anhu)'in annesi, Ebû Talha
(Radiyallâhu anhu)'nın karısı olan Ümmü Süleym'in Uhud Cenginde, yaralılara su
taşıdığını ve ayaklarının halhallarının göründüğünü söylüyor. Ayak halhali aşık
kemiğinden yukarısıdır. Bacak halhali, diz kapağından aşağıdaki halhaldir. Çünkü
bacaklarını çemremeseler çevik olup, çabuk gidip gelemezler. Düşmanla harb
edemezler. Aşığındaki halhal olsa nereye çemresin. Çemrediğine göre yine diz
kapağının altındaki halhaldir.
Bazı sofu kimseler kadınların harblerde erkeklerin arasında dolaşmalarını cahiliye
devri adeti gibi gösteriyorlar. Halbuki hem Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in sağlığında, ashabın arasında, hem de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in vefatından sonra Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında mücahid
kadınların yaralılara su taşıdığını, kılıçlarını çekip düşmanla düello yaptıklarını ve
harbettiklerini yazıyor, İşte Allahu Teâlâ'nın emri, izni olmazsa Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) yapmazdı. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)den
de kalan büyük bir sünnet olur. Ashâb ve Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu) zamanında da
olunca kıyamete kadar müslüman kadınlar için müslüman askerlerin gerisinde
kadınlara, gerekirse harbetme, yaralılara yardım etme vardır ve caizdir. Aksini iddia
edenlerin sözleri yanlıştır. Yukarıda geçen hadîs-i şeriflere de terstir.
İstiklâl harbinde düşmanı pusuya düşüren sonra ödül olarak müslümanlar
tarafından mükafatlandırılan kadın mücahidler meşhurdur. Yine Makbule isminde bir

366
kadın senelerce kocası ile beraber mavzer elinde düşmandan elde edilmiş bir doru ata
biner, çetelerin daima en tehlikeli taraflarında bulunurdu. En keskin nişancı idi. Çok
uzun zaman harbetti. En son cephede düşman tarafından vurularak şehid edildi. Bu
gibileri gayet çoktur.
Uhud Cenginde Esma bint-i Zem'a ismindeki kadın ata binmiş, kılıcını, zırhını
her techizatını kuşanmış olarak geldi. Düşmanla harbe başladı. Düşmandan bir kaç
kişiyi öldürdü. Çünkü düşman saatlerce harb etmiş, atları ve kendileri yorgundu. Esma
bint-i Zem'a'nın atı da kendisi de dinçti. Önünden kaçanı yakalıyor, arkasından
sürdüğüne yetişiyordu. Bunu gören Ebû Süfyan:
- Bu kadındır harb usulünü bilmez, gidin arkadan çevirin, dedi. öyle yaptılar,
vurdular şehid ettiler.
Hadibiye mevkiinde erkekler on, kadınlar dört veya altı kişi, Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in elinden tutup:
- Yâ Rasûlullah! Malımız ve canımız ile senin uğrunda ölünceye kadar harbedece
ğiz, geri durmayacağız, diye biat ettiler.
Sizin künyesi gelen, öldü zannettiğin ümidini kestiğin oğlunu aniden görünce
bağırıp, çağırman normal oluyor! Bunu herkes normal karşılıyorda, zikirde aynı hâl
gelip kendinden geçip, Allahu Teâlâ'nın korkusundan ve sevgisinden ne yaptığını bilme-
yip başı açılırsa da aynı onun gibi olur! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
harblere kadınları götürüyor. Kadınlar harpte; şiir, beyt, kaside söyleyip, askeri iştaha
getiriyor. Bizzat harb edip şehid düşüyor. Hadibiye'de erkeklerden sadece on; kadın
lardan dört veya altı kişi; "senin uğrunda ölünceye kadar harb edeceğiz" diye yemin
ediyor. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bunların hepsini kabul ediyor. O
zikreden kadınlara o hâlin bir benzeri geldi ise Allahu Teâlâ'nın aşkından kendi
kendini tutamadıysa sizin bundan ne haberiniz var? Hem de hepsi kadın. Harbde
erkeklerin içinde sesi, bacağı namahremdir. Harbte elbiselerini biraz çemremişler. Çünkü
çok uzun giyimle harb edemezlerdi. Bunların hepsini Allahu Teâlâ ve Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem) görüyor.
(Sûre-i Ahzab, Ayet 41) .
"Ey iman etmiş olanlar! Allah'ı çokça zikrediniz."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3954)
" (E y k ad ı n l ar ! ) T e s b i h , t eh l i l , t a k d i s d en a y rı l ma y ı n ! Pa r ma k l a r ı n ı zı
s a y a r a k (s ö yl e yi n ); ç ü n k ü p a r m a k l a r , k ı y a m e t t e m e s ' û l o l a c a k l a r v e
l e h i m i z e k o n u ş t u r u l a c a k l a r . Z i k i r d e n gaflet etmeyin ki, rahmet (babında)
unutulursunuz."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3566)
" G a f i l l e r i ç i n d e A l l a h ' ı z i k r e d en , a r k a d a ş l a r ı k a ç t ı ğ ı h a l d e
s a b r e d i p d e y a l n ı z b a ş ı n a düşmanlarla savaşan gibidir."
Emri üzerine onlar zikrediyorlar. Sizlerde onları kınamakla gafillerden
oluyorsunuz. Zikredenler, başları açılanlar; arkadaşları kaçıpta, yalnız başına
düşmanla harb eden gibi olur. Harbte kadının başı açılsa, düşmanla karşılaşmış "dur
ben başımı örteceğim, müsaade et" mi diyecek?
Yunus (Aleyhis selâm)'un kavmi kâfirken dua ettiler, duaları kabul oldu. Değil
başı açıklık, hepsi cünüp değil mi? Hepsi imansız değil mi? dua da bilmedikleri halde
bir tek insanların, hayvanların bağırmaları sebebi ile Allahu Teâlâ affediyor. Bazıları
da; Allahu Teâlâ'yı zikretmeye gelmiş, hepsi kadın birazına hâl gelip başı açılacak
hâle gelmiş. Bunlara "delâlette" diyorlar. Yunus (Aleyhis selâm)'un kavmini kâfir, cünüp
ve başı açık olduğu halde, Allahu Teâlâ delâlette kabul etmiyor, hidayete getiriyor,

367
müslüman oluyorlar. Allahu Teâlâ bunlarınkini niçin kabul etmesin?
[Allahu Teâlâ tarafından verilen emir ikidir:
1-) Normal emir.
2-) Katileşmiş kesin emirdir.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i Taifte taşladıklarında Cebrail
(Aleyhis selâm) Allahu Teâlâ'dan Taifi batırmak için emirle geldi. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e sordu. O'nun da rızasını alması lazımdı, İki sefer
gelişinde Peygamberimiz (Sallallâh aleyhi vesellem):
- "Batırma! Belki ileride ayıkırlar." buyurdu. Cebrail (Aleyhis selâm)'in üçüncü
gelişinde: "Allahu Teâlâ kesin emir verdi. Bu sefer dönmeyeceğim." dedi.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Bir hafta içerisinde müslüman olan olmazsa batır." diye mühlet istedi. O zamana
kadar müslüman olanlar oldu. Demek ki Allahu Teâlâ'nın emri
1-) Kesin değişmez.
2-) Değişir. Lut (Aleyhis selâm)'un kavmine Allahu Teâlâ belâ verdi. Yunus
(Aleyhis selâm)'un kavminin Allahu Teâlâ'ya karşı bağırmaları sebebi ile üzerlerinden
belâları kaldırdı, ömürlerini uzattı. 962 İşte kesin9 6 3 değil. "Ben,onların kalplerini
mühürledim, onlara kimse haber anlatamaz." İşte kesin emirdir. Ayetlerde
yine aynıdır. Muhkem ve Müteşabih âyetlerdir. Muhkemleri, Allahu Teâlâ'dan
başkası bilmez, değişmez, kesindir. Müteşabih olanların manası verilir. Allahu Teâlâ
tarafından değiştirilebilir.]
Meleklerin kaçması, gelmemesi için alenen zina edilmesi lazım. Kadınların başı
açılsa da bazı melekler yine gitmez, görevlidir. Onlar da alenen zina edilirse o zaman
giderler. Çünkü İbrahim (Aleyhis selâm)'i mancılıkla ateşe atamadılar. İbrahim
(Aleyhis selâm)'den tarafa Cebrail (Aleyhis selâm) basıyordu. Ağırlığı bütün
ağırlıklardan daha ağır geliyordu. Onların kadınlarının hepsinin başı açık değil
miydi? Niçin Cebrail (Aleyhis selâm) kaçmadı? İblis bir insan suretinde geldi:
- Herkesin gözü önünde alenen zina edilirse bunu atabilirsiniz, yoksa atamazsı
nız, dedi. Kimse çıkmadı. Bir bacıyla kardeş:
- Biz yaparız, dediler. Çünkü Nemrud, zinayı yapacak kadına ayrı, erkeğe ayrı
ödül veriyordu. Bunlarda ödülü kaçırmamak için zina ettiler. Erkeğin ismi "can",
kadının ismi "gan" idi. Onun için onlara ve onlardan türeyenlere cangan cangan
derken derken "cinganlar" denildi.
Yine bazı melekler vardır ki, aldıkları emre göre zinadan da kaçmazlar. Çünkü Lut
(Aleyhis selâm)'un kavminden binlerce kişi zina halinde iken, Cebrail (Aleyhis selâm)
şehrin altına kanadını sokup, hepsini havaya kaldırıp aktardı (alt üst etti).
***

"Davullu düğün haram mıdır?"sorusuna

Bilâl Babam:
- Kadınlar dışarda oynamazsa, içki içilmezse, hiç bir erkeğe gözükmeden gizli,
kapalı bir yerde kendi kendilerine oynamalarının mahzuru yoktur, buyurdu.
(Sahîh-i Buhâri Tecrid-i Sarih, Cild 11, Hadis No: 1811)
"Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) Validemizden şöyle rivayet olunmuştur:
Hz. Aişe (Radiyallâhu anha) (terbiyesi altında bulunan) bir kızı ensardan bir kişi ile
evlendirmişti. Nebi (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Ya Aişe! hani sizin def çalan ve şiir söyleyen muganniyeniz (şarkıcınız) yok
mu? Ensar'ın böyle oyun hoşuna gider," buyurdu.

368
İyi düşün! Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in def çalıp şiir söyleyip,
oynayan kadınlara müsaade ediyor. Hem de "Yok mu?" diye olmasını söylüyor.
Kadınların oynadığı yerde erkeklerin olmamasını şart tutuyor. Düğünde içki içilmezse
erkeklerin, gençlerin oyun oynayıp, davul çaldırmaları, diğer oyunlar (futbol,
basketbol, yüzme) gibidir. Mahzuru fazla değil, gençtir oynayabilirler.
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 3, Hadîs No: 513)
"Hz. Aişe (Radiyallâhu anha)'den; Şöyle demiştir: (Bir Mina günlerinden yani
Kurban Bayramının ilk günlerinden birinde) Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)
yanıma girdi. Karşımda "Buas" ezg i l e r i n i (def çalarak) okuyan iki kız vardı.
Yatağına uzanıp (mübarek) yüzünü çevirdi (derken) Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu)
girdi:
- (Bu ne hâl?) Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yanında şeytan mizmarı
mı? diyerek azarladı. Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) O'na
dönüp:
- Onlara ilişme, buyurdu. (Babamın zihni başka bir şeyle) meşgul olunca kızla
ra işaret ettim. (Onlarda) çıktılar.
Yi n e b a y ra m g ü n ü i d i k i , (o gü n ) s i y a h i l e r ( H ab eş l i l e r ) k a l k a n ,
mı z ra k ( o yu n u ) o y n u y o r lardı. (Bilmem) ya ben, Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'dan (bakmaya) izin istedim (de muvafakat buyurdu), yahut (kendiliğin-
den):
- Bakmak istiyor musun? diye sordu. Evet dedim. (Bunun üzerine) beni arka
sında yanağım yanağına (değecek) veçhile ayak üstü durup (Habeşilere):
- Haydin (devam edin) Erfide oğulları, buyurdu. Nihayet (seyretmekten) usan
dığımda:
- Artık yeter mi? diye sordu. Evet dedim.
- Öyleyse git! buyurdu."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashabı hemen bir an için değil;
uzun müddet kalkan-mızrak oyununu o gösteriyi yapıyorlar ki, "ayakta dura dura,
baka baka usandım" dediğinden bu anlaşılıyor.
(Râmûz-ul Ehâdîs (30. Bölüm,) Hadîs No: 666)
" Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)) gizli düğünden hoşlanmaz-
dı. Defle ilan edilmesini isterdi."
Demek ki, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ashabı düğün ve
bayramlarda def çaldırır, şiir söyletir, gösteri yapar ve oyun oynarlardı. Bilâl Babam
da Bayram günü bir vaazında; "Şimdi bir davul, bir zurna getirip çaldırır, bayramın
şerefini millete duyururum. Bilsinler, öğrensinler," buyurdu. Yine bizzat
- Davul ve zurna çaldırmak haram mı?" diye Bilâl Babama sordular. Bilâl Babam
buyurdu ki:
- Altı yüz senelik İslâm tarihinde mehter takımı davul-zurna ile kaside, marş,
şiir söylüyorlardı. Altı yüz sene bu davulun-zurnanın haram olduğunu İslâm aleminde
ki Şeyh-ül İslâmlar ve milyonlarca âlimler gelmiş bu haramdır diye söyleyip niçin men
etmemişler? Onların İçinde o kadar âlimler, din adamları gelmiş ki, biz onların zer
resine yetişemeyiz. "Alimler söylediler de padişah dinlemedi de yaptırmadı!" diyecek
sin. Padişahların içinde hemen hepsi takva olup yok denecek kadar pek azı içki içerdi.
Takva olanlar neden bilmemişler?
Askerlikte yat, kalk, hücum, istirahat hepsi borazanladır. Borazanda zurna değil
mi? Ayriyeten alay davulları bunların hepsi Osmanlı padişahları zamanında asırlarca
yapılmış, çalınmış, haram olsa yaparlar mı? Hz. Mevlâna'nın ve büyük zatlardan
bazılarının türbesine vardığın zaman kendilerinin ve ihvanlarının çaldığı ney, kudüm,

369
def, mansar, haliliye gibi çalınanların birazı davula, birazı zurnaya benzemiyor mu?
Eba Müslim'e kendi zamanından kıyamete kadar bütün müslümanlar "Eba Müslim
(Müslümanların babası)" demişler. Yeryüzünde küfrü silmiş, İslâmı yaymış bu zat
ordusuyla hücuma kalktığı zaman develere yüklenmiş bin davul harbilerdi (davula
sık sık vurmaya harbileme denir). Bunlar askeri iştaha getirirdi. O zamandan
Osmanlı padişahlarının zamanına kadar tâ o zamandan zamanımıza kadar davul çalın-
mıştır. Buna "alay davulu" derler.
Bizim için, sanki davullu düğünü yayan, herkese yaptıran bizmişiz gibi
anlatıyorlar. Halbuki Kırıkkale'de, G.Antep'te davullu düğünü yasaklayıp def ile, kaside
ile gelin getiren ilk defa biziz halende devam ediyoruz. Büyük bayrak (sancak) alıp
düğünlerimizi davulsuz, mevlidli, zikirli yapıyoruz. Bu bayrağı da hayrıma her
mevlidli düğüne gönderiyorum.
** *
"Biz, beş vakit namazı manen Kabe'de kılıyoruz!" diyenler:
Bu söz yanlıştır, terstir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in yaptığına
ve hadîs-i şerifine muhaliftir,
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 2, Hadîs No: 451)
"(Abdullah) ibn-i Abbas (Radiyallâhu anhu)'dan:
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
- (Bi ri) al ın (mü b arek aln ını gö st erirken mü b arek el i yl e) bu rn una da
i şa ret etti, ( i k i s i ) el l e r , ( d i ğ e r i k i s i ) d i z l e r , b i r d e ( i k i s i ) a y a k u ç l a r ı
o l ma k ü z e r e y e d i k e mi k ( ya n i a z a ) ü z e r i n e secd e etmek l e emrol undu m.
(Nam az kıl ark en ) elbi s emi zl e, sa çı mı zı (d u rum u boz ulm ası n, yahud tozlanmasın
diye) toplamaktan da nehyolundum."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ömür boyu kıldığı namazları zahiren
yedi azasını yere getirerek kılmıştır. Manen Kabe'de namaz kılınsa idi, O kılmaz mıydı?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem); baş, burun, alın, iki el, iki diz, iki ayağının
baş parmağının uçları yere değip öyle secde ederdi. Namaz ancak böyle kabul olur.
"Biz beş vakit namazı manen Kabe'de kılıyoruz." diyenler, çok yanılıyor.
Emir bu vücudadır. Zahiren bu azaların yere gelmesi lazımdır. Manen Kabe'ye
gittim, kıldım demek yanlıştır. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ömür
boyu zahiren bu vücudla secde edip, namaz kılmış, "Ben manen Kabe'de namaz kıldım"
dememiştir. Bazıları ise, "beş vakit namazı manen Kabe'de kıldım" diye iddia ediyorlar
hem de övünüyorlar.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) zahiren miraca çıktı, zahiren
Enbiya ervahına imam oldu. Onlara namaz kıldırırken, bu vücudla zahiren yedi
azası yere geldi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)in zahiren miraca
çıktığına büyük delildir.
Bir kimse "Ben beş vakit namazı manen Kabe'de kılıyorum" diye namazı
terk etti ise onunda tevbe, istiğfar edip geçirdiği namazları iade etmesi lazımdır.
Çünkü emir ruhaniyete, maneviyata değil, zahiren bu vücudadır. Ben zahiren
yedi azanın yere gelmesi ile namaz kılınacağına dair Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şerifi ile cevap veriyorum. Bu emir zahir
vücudadır, maneiyata değildir.
Bedenen kendisi evinde oturup, "beş vakit namazı manen Kabe'de
kılıyorum." diye namazı terk eden kimselerden birşey umup yardım isteyenler
var. Bu görüş yukarıdaki hadîs-i şerîfe terstir. Zahiren her hangi bir yerde
oturup, yedi azası kendi yanında olup, manen Kabe'de namaz kılmayı Allahu
Teâlâ' kabul eder mi? Yedi aza kendi yanında olup, manen Kabe'de namaz kılsa
bile o namaz kabul olur mu? Bizim bildiğimiz maneviyat, zahir vücuda

370
emrolunan şeyi maneviyatta yaptım demekle o borçtan Allahu 964 Teâlâ'nın yanında
kurtulmuş olunmaz. Çünkü beş vakit namaz dinin direğidir.
Bilâl Babam:
Elli senelik tarikat hayatında yaptığı vaazlardan başka, kendisine sorulan
soruların cevabını verdi. Okyanuslar gibi derin, geniş kapsamlı ilmi vardı.
Ben en azından otuz beş sene Babamın yanında O'nun vaaz ve nasihatlarını
dinledim, öğrenmek için devamlı defterime not ettim ve sesini kasette
dinledim. Bu vaaz bandları yüz saatlikten fazladır. Bu yüz saatlik bantları bir
buçuk, iki sene gibi kısa bir zamanda doldurdu. Vefatına yakın devamlı kitap
yazdı. Ben, Bilâl Babamın kendi el yazısı bu kitaplarını okudum ve okuttum.
Bilâl Babam vaazında bizlere;
- İlim, okumakla avlanır, yazmakla bağlanır. Bir insan duyduğu ilmi
yazmazsa tuttuğu avı bağlamayan gibidir. Elleri ne zaman gevşerse av elinden
uçar, gider. Alim gitmeden ilmi yazınız. Çünkü âlim dünyadan gidince ilmi
de beraber gider, buyururdu. ,
(Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 1264)
"Allah , ilm i ku llar ın d an ç e k ip alm az . Lâk in âlimle r in ölü mü
i l e ilm i d e alır , n ih aye t A l l a h y e r y ü z ü n d e t e k b i r â l i m ( d a h i )
b ı r a k m a y ı n c a , i n s a n l a r c a h i l l e r i r e i s e d i n e c e k l e r d e on lar a su al
s or u lac ak , on larda b ilm ed en fe tva ve r e c ek le r. Böylec e he m k en d ile -
r i s apacak hem de başkalarını saptıracaklar."
Türkiye'nin içinde müslümanlar çeşitli görüşlerden çok çeşitli fikirler,
itikadlar, çok yanlış görüşler ortaya sürdüler. Bunlara ben Babamdan
duyduğum şekilde cevap verip, kaset doldurup dağıttım. Daha sonra o da kafi
gelmedi. Kitap yazmayı düşündüm. Bundan beş sene evvel kitap yazmaya
koyuldum. Bazen yalnız, bazende yanımda bir kişi kitap yazdım. Daha sonra
yanıma kitap yazacak, bana yardım edecek arkadaşlar buldum. Evvel Allahu
Teâlâ'nın, sonra Hz. Pir'in, Şeyhin himmeti, Bilâl Babamın manevi yardımı ile
bütün soruların hepsine âyetlerle, hadîslerle, edille-i şeriye ile, icma-i
ümmet ile iki bin küsur âyet ve hadîs, iki yüzden fazla soru ve cevabı, bin iki
yüz sayfa iki cild (Özet olarak) kitabı yazdım. Sonra tekrar sıfırdan başlayıp,
bu iki cildin genişletilmesini yazıyorum, İkinci baskının beşinci cildi çıkmak
üzeredir. En büyük gayemiz bu kitabın Türkiye'nin her tarafına dağılmasıdır.
Bunun için birçok kitaplar gibi pahalı değil, en ucuz ve en uygun fiyatlarla
veriyorum.
Ey ehl-i sünnet vel cemaat!
Kurtuluş harbinde bulunan ihtiyarlarımızdan, yaşlılarımızdan sorunuz.
K.Maraş'ta harbeden çetelerimiz, Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu), Yıldız Dede
ve Malik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)'in çok büyük kerametlerini gördüklerini
söylerler. Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu)'den kalkan nur, Şekeroba'daki Yıldız
Dede'ye, oradan da Malik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)'e gittiğini açıkça gözleri ile
gören K.Maraş çetelerince belirtilmiştir. Bizzat Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu
anhu)'den K.Maraş'taki kâfirlere top atıldığını, Fransızlarla, K.Maraş'lılar
harb ederlerken hiç kimsenin tanımadığı bir kır atlı gelip çetelere:
- Evinize dönün Fransızlar kaçtı, diyor. Çeteler geliyor ki, Fransızlar kaçmış.
Fransızlardan alınan esirler:
- Biz sizden kaçmadık, bizim karşımıza yeşil sarıklı, uzun boylu, kendile
rine kurşun geçmeyen çok sayıda çeteler vardı. Onlar siz değilsiniz. Bizi
K.Maraş'tan çıkartan o yeşil sarıklılardı, dediler.
Allahu Teâlâ, Kur'ân-ı Kerim'de âyetlerle kesinlikle manevi yardımı:

371
1-) Allahu Teâlâ'nın kudret eli yardımı,
2-) Ruhaniyetin; dünyadan gitmiş Peygamber ve Evliyaların ruhani yardımı,
3-) Sağ olan velilerin yardımı ve duası,
4-) Meleklerin yardımı,
5-) Elindeki silahın yardımı.
Bu manevi yardımlar tarih boyunca müslüman askerlerinde yüzlerce defa
görülmüştür. Bunu bir tek Vehhabiler inkar eder. Kendi her ne kadar ehl-i sünnetim
dese, bunları inkar ediyorsa, bilerek veya bilmeyerek Vehhabilerin görüşlerini
savunmuş oluyorlar. O yeşil sarıklı görünenler bu dediğimiz Allahu Teâlâ'nın dört
yardımından bir tanesidir.
1 - Kudret eli yardımı:
Allahu Teâlâ, düşmanların gözlerine morallerini kıracak şekilde gösterir, moralleri
kırılır.
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 13)
"( Bed i r 'd e) k a rş ı k a rş ı y a g el en şu ik i g u rub un h al i nde s i z i n i çi n
mü h i m b i r i b ret v a rd ı r : B i r g u ru p Al l a h y o l u n d a ça r p ı ş ı y o r ; d i ğ e ri i s e
k â f i rd i . B u n l a rı n g ö zü n e ö t ek i l e r i k i mi s l i g ö rü n ü y o rd u . Al l a h d i l ed i ğ in i
y a rd ı mı965i l e d es tek l er. E l b ette b u n d a b a s i ret s a hipleri için büyük bir ibret
vardır."
Bedir Cenginde bir gurub Allahu Teâlâ yolunda çarpışıyor, diğeri ise kâfirdi. Bunların
gözüne ötekiler (müslümanlar) iki misli görünüyordu. K.Maraş harbinde de kâfirlerin
gözlerine yeşil sarıklılar görünüyordu. İşte âyetle sabittir. İşte kudret eli yardımı
budur.
(Sûre-i Ahzab, Ayet 9)
"Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: hani size
o r d u l a r s a l d ı r mıştı da, biz onlara karşı bir rüzg ar v e sizin görmediğiniz
ordular (mel aike) g öndermiş tik. Allah da ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi."
Rüzgar ve görünmeyen ordular dediği; Hendek Muharebesinde harbi kazananlar
meleklerdi. Çünkü rüzgarla kâfirleri mahveden onlardı.
(Sûre-i Ahzab, Ayet 11)
" İ ş te o ra d a i ma n s a h i p l eri i mti h a nd a n g eçi ri l mi ş v e ş i d d etl i bi r
s a rs ı n tı y a u ğ ra mı ş lardı."
Allahu Teâlâ'nın imtihandan sonra zaferi.
2 - Ruhaniyetin yardımı:
Sağ olan bir adamın evine yol gelir, devlet orayı istimlâk eder, yıkar yolu de
vam ettirir.
İstanbul'da çevre yolu yapılırken Mahmut baba türbesini, Niğde Bor'da Kuddusi
baba türbesini, G.Antep'e girerken Yamaçoba yanındaki zatın kabrini kazma ile yıkmak
isteyen ameleler kriz geçirdi. Kabri yıkmaya dozer geldi. Dozer sürücüsü dozeri
süremedi. Bu ziyaretleri yıkamayıp, yolu öbür tarafa aldılar. Ankara'da Hacı Bayram-i
Veli Hz.'nin camisine çıkarken yokuştaki Gül Baba türbesini de yıkamadılar. En sonunda
bulvar içerisine aldılar, kabri yolun ortasında kaldı. Bu ve bu gibi birçoklarını
yıkmak istediler,yıkamadılar. İstanbul'da Mahmut Baba türbesini çevre yolu
yapılırken yıkamadıklarını, dozerin bıçağının parçalandığının fotoğraflarını gazeteler
çekti. "Mahmut baba türbesinin dokunulmazlığı var." diye manşet attılar. İşte

372
ruhaniyet karşı koyuyor, yaptırmıyor. Buna bütün Türkiye, ellibeş milyon şahittir.
İşte onun ruhaniyeti. O ruhaniyet harbe girerse ne yapmaz?
(Sûre-i Ahzab, Ayet 43)
" S i z i k a r a n l ı k l a r d a n a y d ı n l ı ğ a ç ı k a r ma k i ç i n ü z e r i n i z e me l e k l e r i y l e
b e r a b e r r a h me tini gönderen O'dur. Allah, mü'minlere karşı çok merhametlidir."
Vehhabiler bunun hepsini inkar eder. İşte alınan düşman esirlerinin gözüne
görünen de yeşil sarıklı olarak ruhaniyet ve diğer yardımlardır. O maneviyat, o
ruhaniyet düşmanı çökertti, bozdu. Zahirde de çeteler harbetti, kazandı.
Günümüzde Afganlılar bir avuç çete, silahları çok eski ve az olmasına rağmen,
kocaman süper devlet olan Rus ordularını çökertip, hezimete uğrattılar. O
bozgunluğun, o zarar ziyanının neticesi de kocaman Rus İmparatorluğunu içinden
çökertip darmadağın etti. İşte bu dediğimiz ruhaniyetin yardımı Rus imparatorluğunu
manen çökertti. Kıbrıs Harbinde, Kıbrıs'ta harbeden bir askerin yanındaki silah
arkadaşı:
- Ben İstanbul'luyum. İstanbul'a gidemiyeceğim, deyince yanındaki arkadaşı:
- Ben İstanbul'luyum der. Asker:
- Benim mektubumu bizim eve sen götür, diyor. Mektubu alan asker, harbten sonra
İstanbul'a mektup gönderenin verdiği adrese evine gider. Onlara:
-Size oğlunuzun selamı var. Kıbrıs'ta beraber harbettik. Bu mektubu da o gönderdi,
deyince onlar mektubu okuyup şaşırdılar.
- Bizim Kıbrıs'ta harbeden oğlumuz yok ama yazı (mektup) bize hiç eksiksiz yazıl
mış, diyorlar. Yani evi, işi, ev, aile durumu herşey yazılmış. Bilmeyen bir adamın yaz
masına imkân yok! Hem de oğullarının yazısını tanıdılar. Kadın:
- Benim bir oğlum vardı. O'da Kore'de şehid düştü, dedi. Albümü getirdi. Mektubu
getiren albüme baktı. O kadar resmin içinden mektubu veren çocuğun resmini tanıdı.
- Budur, deyince annesi "oğlum" dedi ve oğlu yeni şehid düşmüş gibi hüngür
hüngür ağladı. Bunu da Türkiye'nin bütün gazeteleri yazdı. Kur'ân-ı Kerim'de:
"Siz, Allah yolunda ölenleri öldü sanmayın, onlar diridir, siz bilmezsiniz" 966
dediğinin mucibi aleni ve. açık, hiçbir itirazsız zahiren herkes görüyor, gazetede
okuyor. Bu kadar apaçık maneviyatı, şehidlerin yardımını bir tek vehhabiler inkâr
eder. Onun için hem Kur'ân'daki âyette hem hadîs-i şeriflerde hem de zahiren bu ka
dar saydığımız, örnek gösterdiğimiz delillere, hiç delilsiz, ispatsız ve kuru iddia
larla karşı çıkarlar, İşte o yeşil sarıklılar; başta Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu),
Malik-i Ejder (Radiyallâhu anhu), Yıldız Dede ve diğer Şehidler değil mi? Bunları
ecdadınızdan duymadınız mı? Çünkü Şehidler ölmez.

(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2613)


" Ş eh i d l e r A l l a h k a t ı n d a , y a k u t t a n y a p ı l mı ş mi n b e r l e r ü s t ü n d e k en d i
g ö l g e s i n d en b a k a h i çb i r g ö l g en i n o l ma d ı ğ ı g ü n d e, Al l a h ' ı n A r ş ' ı n ı n
g ö l g e s i n d e mi s k ü z e ri n d e o l a ca k l a rdı r. Rabb' i mi z on la ra :
- Na sı l si ze v erdi ği m s ö zde du rdu m, d oğ ru s öy l edi m d eğ il mi ?" diye
soracak; onlar da:
- Evet ey Rabb'imiz!" diye cevap verecekler."
Bu hadîslerde Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) şehidlerin ölmediğini
söylemiyor mu?
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 10, Hadîs No: 1567)
"Ebû Talha (Radiyallâhu anhu)'dan: Bedir günü (harb sonunda) Nebi (Sallallâhu aleyhi

373
vesellem) K u r e y ş e ş r a f ı n d a n y i r mi d ö r t k i ş i n i n c e s e t l e r i n i n b i r a r a y a
k a l d ı r ı l ma s ı n ı e mr e t t i d e b u n l a r B e d i r k u y u l a r ı n d a n p i s b i r k u y u y a
a t ı l d ı l a r . B u s u r e t l e p i s k u y u y e n i p i s l i k l e ri ihtiva ediyordu. Bir de
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem), düşman bir kavme galip olun ca
o nun a çık b i r s ah as ınd a ü ç gün k al ma k â deti id i. B edi r H a rbi nin ü çüncü
g ünü o l un ca d a Ra s û l u l l ah (S al l al l âh u al e yh i v es el l em ) d e v es i n i n g eti ri l me -
s i n i emr etti . Yo l a ğ ı rlığı deveye yüklenip bağlandı. Sonra Rasûlullah
(Sallallâhu aleyhi vesellem) yürüdü. Ashabı da kendisinin peşi sıra yürüdüler.
Ve birbirlerine:
- Herhalde Rasûlullah bazı hacet için gidiyor sanırız, dediler. Nihayet
Peygamber Efendimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) maktullerin atıldığı
kuyunun bir tarafında durdu ve maktullerin kendi adları ile babalaranın adları
ile çağırmaya başladı da:
- Yâ filan ibn-i filan, yâ filan ibn-i filan! Siz Allah'a ve Rasûlullah'a itaat et
miş olsaydınız itaatiniz sizi sevindirir miydi? (Şüphesiz sevindirirdi.) Ey maktul
ler! Biz, Rabb'imizin bize va'dettiği nusret ve zaferi muhakkak surette gerçek bul-
duk. Siz de ( b â t ı l ) Rabb'inizin va'dettiği (mevhum) nusret ve zaferi gerçek buldu
nuz mu? buyurdu. Râvî Ebu Talha der ki: Bunun üzerine Ömer:
-Y â Ra s û l u l l a h ! K en d i l e ri n d e h a y a t es e ri o l ma y a n ş u c es et l e r e n e
s ö y l e rs i n ? d ed i . Bunun üzerine Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Muha mmed'in ha yatı y ed-i kudretinde (kud ret elind e) olan Allah'a
yemin ederi m ki, benim söylediğim sözleri siz, onlardan daha iyi işitir değilsiniz!
buyurdu."
Ey Vehhabi görüşlüler! Kabir ziyaretini inkâr edenler:
Onlar görmez, öldü gitti diyenler! Allahu Teâlâ yeminlerle
"Allah yolunda öl enler öl memi şti r, diridir, si z bil mezsiniz." di yo r.
Pe ygamb eri miz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hadîs-i şerîfinde:
"Allah'ın birliğine yemin ederim ki, siz konuşmamı onlardan daha iyi
işitir değilsiniz." Bedir'deki kâfirlerin b i l e söyleneni işittiğini buyuruyor. Ayette
"ölmedi" deyince diri adam duymaz mı, görmez mi?
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1486)
" Ö lü k e n d isi n i t a ş ıy a n ı, y ı k a y a n ı v e k a b re i n d ir en i b il ir. " b u y u r u y o r .
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin ordu kumandanı, baş pehlivanı, büyük sahabe olan
Melik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)'in kabrinin üzerine, türbe yapmayı onun kabrine
gelip ruhuna Kur'ân okumayı, ziyaret etmeyi değmez mi? Allahu Teâlâ'ya sevgilidir,
onun hürmetine Allahu Teâlâ benim müşküllerimi halleder, der. O inançta dua eder.
Müşkülünü halledecek yine Allahu Teâlâ'dır. Biz her yardımı Allahu Teâlâ'dan
bekleriz. O arada sebep, vasıta olur.
(Süre-i Nisa, Ayet 41)
"Her türlü, ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve seni de onlara şahid olarak
gösterdiğimiz zaman durumları nasıl olacak?"
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem), cihar-ı yar ve büyük zatlar size sahip
çıkmazlarsa ve bir de hakkınızda davacı olurlarsa Allahu Teâlâ'nın büyük Mahkeme-i
Kübrasında sizler sanık, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve diri olma
dıklarını söylediğiniz zatlar sizleredavacı olmaz mı?
(Sûre-i Nahl, Ayet 89)
" O gün her ümmetin içinden kendil erinin ü zerine b irer şahid
gönder ece ğiz. Ayrıc a, s e n i d e o n l a r ı n ü z e r i n e t a m b i r ş a h i d
o l a r a k g e t i r d i k . B u k i t a b ı d a s a n a , h e r ş e y i ç i n bir açıklama, bir

374
hidayet, rahmet kaynağı ve müslümanlar içinde bir müjdeci olarak
indirdik."
Bu âyette Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in ümmetine şahid
olacağını, O'nun şehadeti ile mahkeme-i Kübrada Allahu Teâlâ'nın karar verece
ğini söylüyor.
(Sûre-i Bakara, Ayet 154)
"Allah yolunda öldürülenlere ( ş e h i d l e r e ) "Ölüler" demeyin.
Bilâkis onlar diridirler, lâkin siz onu hissedemez, anlayamazsınız."
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 169)
"Allah yolunda öldürülenleri sakın öldü sanmayın! Bil'akis onlar diri
dirler Allahin lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçti bir
halde Rabb'leri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar."
3- Sağ olan Velilerin yardımı:
Allahu Teâlâ dualarını kabul eder. Zamanı müslümanların lehine, kâfir-
lerin aleyhine çevirir, o yardımla kazanılır.
4-Melaikenin yardımı:

(Sûre-i A'li İmran, Ayet 124-125)


"O zaman sen, mü'minlere şöyle diyordun:
"İndirilen üç bin melekle Rabb'inizin sizi takviye etmesi, sizin için
yeterli değil midir?*'
"Evet siz sabır gösterir ve Allah'tan sakınırsanız ve eğer onlar
(düşmanlarınız) şu anda üzerinize gelirse, Rabb'iniz alâmetti beş bin melek
ile sizi takviye eder."967
(Sûre-i Enfal, Ayet 9)
" Hatı r l ayı n k i, si z R abb ' in iz de n yar d ım is ti yordu nu z. B un a
k arş ı lı k ol ar ak O, "B en size meleklerden peş peşe gelen bin tanesi
i l e yardım edeceğim diyerek duanızı kabul buyurdu."
Bu meleklerden bir tanesi Cebrail (Aleyhis selam)'dir. Yasin sûresinde
âyet 29'da Cebrail (Aleyhis selâm) bir sayha vurunca, bağırınca Basra
Körfezinden Karadeniz'e kadar yer yarıldı. O zamanın azgın kavmi ve şehri
yerin yarığının içine girdi, kayboldu. Cebrail (Aleyhis selâm) isterse bir
kanadı ile dünyayı vurup helak edebilir. Yardıma gelen meleklerden biriside
budur. Bu harbe girerse ne yapmaz?
Ey Müslümanlar! Bunları düşünün, ona göre davranın. O günde makam,
mevkii, ünvan insanı kurtarmaz. İnsana bir soru sorarlar, cevabını verirsen ne
ala cevabını veremezsen alırlar, götürürler, ilâ cehenneme Zümera'ya atarlar.
Onları destekleyenlerde suçlu olurlar. Sizin niyetiniz dürüst olduğundan
yaptığınız normaldi. Ama bundan sonra yaparsanız bilmeyerek değil bilerek ve
kasıtlı yapmış, olursunuz. Şiilerin, Vehhabilerin, batıl mezheblerin içimizde
barındıklarını siz araştırın. Bu yazdıklarımın şahidi siz olun. Bu din şahsan
değil, hepimizindir.
İblis, melâikelere yetmişbin sene hocalık yaptı, İlmi bilgisi gayet fazladır.
Allahu Teâlâ'nın emrinin birisinin aksini yapmayla cehennemlik olup, lânet
tokunu giydi, İblis, Allahu Teâlâ'nın emri ve Adem (Aleyhis selam)'a asi
geldi. Siz . vehhabiler Allahu Teâlâ'nın emri

375
"Ölenler ölmemiştir, diridir ."968
"Bütün melaikeler O'na selavat getirir, siz de getirin"969
"Muhammed bütün peygamberlerin baştacıdır"970
Ayetlerini Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in sünnetlerini
hadîslerinde aynı benzeri söylediklerini hiçe sayarsanız siz de aynı lanete
uğramaz mısınız? Vehhabilerin durumu; tıpkı deve kuşuna "Uç" demişler "
deveyim"demiş, "yük götür" demişler, "kuşum" demiş. Ehl-i Sünneti
kandırmak için biz de ehl-i sünnetiz derler.
Ey Vehhabileri savunupta "o çok âlim bir kimse bilmese söylemez" diyen
ler:Rakıyı içenle getiren, götüren, ona arkadaşlık eden, yapan, hiç içmediği hal
de aynı cezayı görüyorda sen de onları içinde barındırır, onların görüşüne göz
yumar, onlara müsamaha edersen senin onlardan olmadığın ne malûm? Siz ehl-i
sünnet vel cemâati bırakıp vehhabilerle olmanızda ki çıkarınız nedir? Bunu
Allahu Teâlâ yarın mahşerde soracak. Kûddusi Hz.'nin kasidesinde:
Amel çokluğuna yoktur itibar
Kulundan Hâlık'ı hoşlanmayınca.
dediği gibi. Sizin görüşünüz Allahu Teâlâ'nın emirlerine ters değil mi?
Fatih Sultan Muhammed Han Hz. Kasidesinde şöyle buyuruyor:
1-) İmtisâli cahidu fillah oluptur niyetim,
2-) Dini İslâm'ın mücerred gayretidir gayretim,
3-) Fazlı Hakk ve himmeti cündü ricalullah ile
4-) Ehl-i Küfrü serteser kahreylemektir niyetim,
5-) Enbiyâu, Evliyâ'ya istinadım var benîm,
6-) Lütfü Hakk'tandır heman ümidi fethu ve nusratım,
7-) Nefsim ve malımla nola kılsam cihanda ictihad,
8-) Hamdülillah var gazaya sad hazaran rağbetim
9-) Ey Muhammed mucizatın Ahmed'i Muhtar ile
10-)Umarım galip ola edayı dine devletim.
1-) Kur'ân'da cahidû Fillah için cihad edin âyetine göre harb etmeğe
niyetim var. Şan, şeref değil, toprak almak değil, dünya malı değil, Allah emrettiği
için harbetmektir niyetim.
2-) Bir tek gayem dini İslâmı yükseltmektir. Gayretimin hepsi onadır.
3-) Fazlı keremi, başta Allahu Teâlâ'nın yardımı ile bir de cündü
ricalullah yardımı ile (cünd: Dünyadan gitmiş, kabirde yatan Evliyalar ve
Peygamberlerin ruhaniyetinin yardımı ile. Ricalullah: Hayatta sağ olan
velilerin himmet ve yardımları ile..
4-) Yeryüzünde küfür ehlini peyderpey, zaman zaman kahretmek, yok
etmektir niyetim.
5-) Peygamberleri ve Evliyaları çağırıp onlardan yardım istemem, yardım
almam var benim.
6-) En büyük yardım, en büyük ümidi Allah'tan umuyorum. Allah'tan
bekliyorum.
7-) Nefsimle, yani vücudumla, malımla ne olur harbe bir girebilsem, har
betsem.
8-) Elhamdülillah Allah'a şükür, harbetmeye yüz binlerce iştahım rağbe
tim var.
9-) Ey Muhammed! Senin mucizatın Ahmed-i Muhtar isminin hürmetine

376
10-) Umuyorum ki, yaptığım ve yapacağım harblerde galip olacağım. Bu
din-i mübini yükselteceğim. Her tarafa yayacağım, diyerek Fatih Sultan
Muhammed Han Hz. savaşa giderken bunlara güvenerek gitmiştir.
Malik-i Ejder (Radiyallâhu anhu), Hz.'nin ve Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu
anhu)'nin burada olmadığını iddia edenlere:
Veysel Karani Hz.'nin kabri üç yerdedir. Üçü de ziyaret edilir. Yemen'de,
Medine'de,(Sıffın'da) Siirt'tedir. Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu)'nin kabri üç
yerdedir. Medine-i Münevvere'de ki evinde, bizim burada (İslâhiye'nin Hamidiye
köyü hudutları içerisinde), Bilâl Babam buyurdu ki:Osmanlı Padişahları
Mekke,Medine, Yemen'e her yere hükmedildiği zaman Hz. Ökkâşe
(Radiyallâhu anhu)'ye Padişahlar tarafından her sene devamlı örtü gelirdi. Her
sene örtüsü Padişahlar tarafından yenilenirdi. Bilâl Babam bu örtünün değiştiğini
senelerce gözü ile gördüğünü anlattı. Ben, oranın bekçisi Durmuş'tan, Hz.
Ökkâşe (Radiyallâhu anhu)'nin türbesinin onarımı için bir padişahın annesinin
altın gönderdiğini defalarca duydum. Durmuş o zamanda o parayı türbenin
onarımı için harcadıklarını söyledi. Bu kadar delillere rağmen niçin burda
değilmiş? Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu)'yi beklemek için Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu) tarafından Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu)'nin kabrinin
bekçisi olduklarına dair ceylan derisi üzerine mühürlü mektup şeklinde olan
yazıyı yaşlı ihtiyarlarımız gözleri ile gördüklerini söylediler. Bizzat Bilâl
Babam da "Gözümle gördüm" dedi. Durmuşlar köyünde çıkan bir yangında o
yanan evle beraber bu dediğim ceylan deriside yandı. Burda olduğuna bu da
büyük delildir. Yine o zamanda İslâhiye'nin esas adı Nikola şehri idi. Tarih
kitabında; Bizans'a açılan harb üzerine Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu) Şam'ın
fethinden sonra Hama, Humus, Antakya fethedildi, İslâm ordusu gelip
kendisini Nikola şehri yakınlarında şehid olduğu sivri bir tepe başına
defnedildi, diye yazıyor. Evliya Çelebi Hz.'nin "Seyahatname" isimli
kitabında "Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu ahhu)'nin Uç yerde kabri var, üçüne de gittim,
sordum, iyice inceledim, araştırdım. En son büyük deliller Maraş'ın güneyinde sivri bir
tepe başında olduğunun kanaatine vardım." diye yazıyor. Diğer kabirleri makamı da
olsa aynı ziyarettir. Yüz yerde de olsa ziyaret edilir. Ruhaniyete uzak-yakın yoktur.
Çünkü Hadîs-i şerîfte mü'min kabrinde cennette olacağına, kâfirin cehennemde
olacağına; kabrinde azap göreceğine dair hadîsler vardır.
Ashâb-ı Kehf üç yerdedir. Afşin'de, Tarsus'ta ve Şam'da. üç yerde ziyaret edilir.
Hikmeti de: Bunlar üç yerin halkına şefaat ederler. Bir yerde olsa bir yerin halkına
şefaat eder. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in Mekke-i Mükerreme'de ki
doğduğu ev, Medine-i Münevvere'de kabri şerifi, Kudüs'te mi'rac'a çıktığı yer. Üçü de
ziyaret edilir. Peygamberlerin ve Evliyaların makamları da aynı şekilde ziyaret edilir.
Diğer tüm peygamberlerin ve evliyaların makamlarıda üç yerdedir. Evliyaullahların
kabirlerinde diri olduklarına dair; Meselâ:
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin ordu kumandanı baş pehlivanı Melik-i Ejder
(Radiyallâhu anhu) bir harpte kolundan yaralanmıştı. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) kanı
durdurmak için kendi mendilini veya poşusunu Melik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)'in
koluna bağlamıştı. K.Maraş'ta ilk defa kazma-kürekle kamyon yolu yapılırken yolun
üzerine Melik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)'nün kabri geliyor. Kabri kazıp çıkarıyorlar.
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin koluna bağladığı poşusu daha duruyor. Onu çözüyorlar,
yaradan kan geliyor. Bu görgü şahidleri ile tesbit edilmiştir. Bin üçyüz sene sonra
kabirden çıkartılıyor, yarasından kan geliyor. Oradan kendisini kaldırıp şimdiki tepenin
başındaki kabrine defnediyorlar. Melik-i Ejder ( Radiyallâhu anhu) o harpte yaralanıp
düşünce, üç sefer "su, su, su" diye bağırıyor. Aksu kendisinin yanına yokuşa doğru
akıyor, önüne geliyor ve göl oluyor. Yattığı yerde içiyor. Bunları atalarımızdan, dede-
lerimizden duyduk. K.Maraş'ın kuzeyin'de Ali kayası, onun güney batısında
Düldül'ün dağı var. Düldül Hz. Ali (Radiyallâhu anhu)'nin atının ismidir. K.Maraş'ın

377
güney girişinde de Melik-i Ejder (Radiyallâhu anhu) medfundur. Sireti Nebi'de en
fazla ismi geçen meşhur kumandan Melik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)' dir. Bütün Maraş
halkı isimlerini Ejder koyuyor. Bu bin küsur seneden beri devam ediyor. Bu kadar za-
mandan beri Ejder ismini; bizim burda Ökkeş ismini koyarlar. Bunların hepsi
yanılıyor, aksini iddia edenler mi yanılmıyor? Burda bu isimler yeni konulan bir isim
değildir. Tâ o zamandan beri konuluyor. Eğer burda yoksa bu isimler ne geziyor.
Ejder; Ejderha gibi karşısında kimse duramaz demektir. Bunun için baş pehlivan ve
ordu kumandanı oluyor.
Bu Harblerin Melik-i Ejder (Radiyallâhu anhu)'in burada olduğunu ispatlamaya
bunlar kâfidir, İslâm tarihlerinde açıklamaları çoktur. Belki başka bir tarihte, başka
bir yerde şehid düştüğünü söyleyebilir. Üç üç saydığımız Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu
anhu), Ashab-ı Kehf, vs. gibi. bir Evliyanın bin yerde kabri olsa hepsi de ziyaret edilse
onun ruhaniyeti hepsine de gider, yetişir. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)
Mi'rac'a çıktı. Yedi kat (seb'i semavatı) geçti. Arş-ı Alâ'da Allahu Teâlâ ile doksan bin
kelâm konuştu. Bunun hepsi yüz seneye sığmaz. "Geri geldim, yatağımı sıcak buldum,"
diyor. Ashâb-ı Kehf 309 sene yattı, 971 kendilerine yarım gün gibi geçti. Yarım gün
309 sene uzadı, aynı yaşta kalktılar, ölüp dirilme değil, uyudular. Peygamberimiz
(Sallallâhu aleyhi vesellem)'e de dünyada beş dakika geçti, Arş-ı Alâ'da yüz sene gibi
uzadı. Çünkü Arş-ı Alâ'da yaptığı iş, konuştuğu söz ancak yüz seneye sığar. Bu Allahu
Teâlâ'ya göre kolaydır. Mevlidi, Mi'rac'ı inkar edenler, mevlidin, Mi'rac'ın var
olduğunu müslümanlardan saklamak isteyenlerdir. Asaf bin-i Berhaya, Belkıs'ın
köşkünü Yemen'den Kudüs'e, Sultan Süleyman (Aleyhis selâm) başını çevirip
bakıncaya kadar getiriyor.972
Ey Müslümanlar!
Bu görüşler ehl-i sünnet görüşüdür. İnkar edenler Vehhabilerdir! Siz atanızdan,
dedenizden, ecdadınızdan ne duydu iseniz ondan o itikadtan ayrılmayın! Vehhabilerin
arkasında Suudi Arabistan; şiilerin arkasında Iran gibi büyük birer devlet gücü var.
Bunlar kendi adamları vasıtasıyla, uydurma ve bâtıl görüşlerle, çok doğruymuş gibi sizi
kandırmaya çalışırlar. Çünkü ellerindeki imkânlar geniştir. Ehl-i sünnetten ayrılanın
fırka-i dâlle (sapık mezhebler) ve cehennemlik olduğuna dair hadîs-i şerifler vardır.
Kur'ân- ı Kerim'de:
(Sûre-i A'li İmran, Ayet 37)
"Rabb'i Meryem'e hüsn-i kabul gösterdi; onu güzel bir bitki olarak yetiş
tirdi, Zekerîyâ'yi da O'nun bakımı ile görevlendirdi. Zekeriyâ, O'nun yanına,ma'
bede her girişinde orada bir rızık bulur ve:
- Ey Meryem! Bu sana nereden geliyor? der; O'da:
- Bu, Allah tarafındandır, çünkü Allah, dilediğine sayısız rızık verir der -
di."973
Hz. Meryem'e devamlı cennetten meyve ve yemek geliyor. Vehhabiler bunların
hepsini inkâr eder. Bu âyetlerin hepsini inkâr ettiği için İslâmiyet'ten, dinden çıkar,
küfre varırlar. Ashâb-ı Kehf de:

(Sûre-i Kehf, Ayet 25)


"Onlar mağaralarında üç asır kalmışlar ve dokuz yıl da buna ilâve etmişler
dir.”

(Sûre-i İsra, Ayet 1)


"Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye,
(Muhammed) kulunu Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah, noksan sıfatlardan

378
münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir."
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in mi'rac'ına, mevlidine şiir
diyenler, kıymete almayanlar bu âyeti de şiir deyip kıymete almıyorlar,
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, Cild 2, Hadîs No: 227)
"Enes ibn-i Mâlik (Radiyallâhu anhu)'den; şöyle demiştir:
- Nebîyy-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in (kıssa-i Mi'rac'ı)
bervech-i âtî haber verdiklerini Ebû Zer (Radiyallâhu anhu) söylerdi.
- Ben Mekke'de iken evimin sakfı (ansızın) yarıldı. Cibril (Aleyhis selâm)
indi. Göğsümü yardıktan sonra ( i ç i n i ) Zemzem suyu île yıkadı. Sonra hikmet ve
iman ile (lebâleb) dolu altın bir leğen getirip içindekini göğsümün içine boşalttı ve
göğsümü kapa(yıp üzerini mühürl e)d i . Sonra elimden tutup beni semâye doğru
çıkardı. Semâ-i dünyaya (yani yere en yakın semâya) vardığımda Cibril (Aleyhis
selâm) (O) semânın hazinine:
- Aç dedi.
- Kimdir o?,
- Cibril.;
- Beraberinde kimse var mı?;
- Muhammed (Sallallâhu aleyhi vesellem) benimle beraberdir.
- O'na (gelsin diye) haber gönderildi mi?,
- Evet, dedi. (ilâ âhir)"
Bir de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) çocukluğunda oyun oynarken
Cebrail (Aleyhis selâm), Mikâil (Aleyhis selâm) ve İsrafil (Aleyhis selâm) tarafından aynı
ameliyatı olmuştu.974 Mevlüde şiir diyenler; bu hadîste şiir midir?
Yarılıp divar çıktı nagihan
Geldi üç huri bana oldu ayan
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 10, Hadîs No: 1551)
"Mâlik ibn-i Sa'saa (Radiyallâhu anhu)'dan; şöyle demiştir:
- Nebî (Sallallâhu aleyhi vesellem) İsrâ ve seyahat ettirildiği gece(nin esrarın)
dan ashabına haber verip buyurmuştur ki:
- Bir kere ben Hatîm'de yatmış (uyurla uyanık arası) bulunuyordum.
(Birçok rivayet tariklerinde Râvî Katâde Hatim yerinde Hicir rivayet etmiştir).
Bu sırada bana gelen Cibril geldi de (göğsümü) yardı. Râvî (sonra bana Cibril
ile beraber Beyt-i Makdis'e vardım. Namaz kıldım. Bütün Peygamberler de benimle
beraber kıldılar.Sonra âlî makamlara çıkacak bir Mi'rac, bir merdiven kuruldu. Buna
Cibril ile bindirildim ve O'nunla beraber yükseldim.) Nihayet dünya semâsına
vardı...(ilâ âhir)"
Bu âyet ve hadîsler hem mucizatı Enbiyânın hem kerameti Evliyanın var
olduğunu söylüyor. Vehhabiler de Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) için:
"O'da bizim gibi bir adamdı." diye bu Ayet hadisleri inkâr ediyorlar. Ayetlerin
karşılığında âyet, hadîslerin karşılığında hadîs olmalı. "O âyette öyle ama bu âyette
böyle söylemiyor. Bu hadîste böyle ama o hadîste böyle söylemiyor" diye âyet ve hadîs
gerekir. Ayet ve hadîs ne diyorsa onlarla birbirimizi ikna edelim. Bizim dinimiz İslâm,
Kitabımız Kur'ân-ı Azimuşşan; itikatta mezhebimiz ehl-i sünnet vel cemaat, amelde
mezhebimiz Hanefi'dir. Biz Allahu Teâlâ'nın emrini tutarız, nehyettiği yasaklardan
sakınırız.
Ey Müslümanlar!

379
Bende, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) Efendimiz Cihar-ı yar'ın,
ashabın ve tüm Evliyaların adına, namına onları ziyarete gitmeniz için size bildiriyorum!
Kimsenin sözüne bakmayınız. Kur'ân-ı Kerim'de Allahu Teâlâ:
Allah yolunda ölenler ölmemiştir, diridir." 975 ve
Allah yolunda ölenler kabirlerinde Rabb'ileri tarafından rızıklandırılır."976
buyuruyor. Allahu Teâlâ'nın ve Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in
Evliyaları diridir. Bizi görür, tanır; yarın Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'in huzurunda: "Bunlar benim kabrimde taştan, topraktan başka birşey
görmüyordu. Demek ki, sana imanı vardı ki, beni ziyarete geldi." der, şahid olur ve
kurtarırlar.
(Sûre-i Bakara, Ayet 255)
" . . . S ema v â t v e a r zd a b u l un a n l a rı n h ep s i O ' nu n du r. İ zn i o l ma d a n
k a tı n d a hi çb i r k i ms e şefaat edemez..."
Yani o günde kimse kimseye şefaat edemez. Yalnız Allahu Teâlâ'nın izin vermiş
olduğu kimseler şefaat eder.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4598)
"Allah bana: "(Ve lesevfe yü'tîke Rabbüke feterdâ) Gerçekten Rabb'in sana (şefaat
makamını) v er e c ek d e h o ş n u t o l a ca k s ı n . " 9 7 7 â y e ti n d en d a h a ü mi t v e ri ci b i r
â y et i n d i r me mi ş ti r. O nu (şefaatimi) ümmetim için kıyamete sakladım."
"Ey Habibim! Rabb'in sana şefaat makamını verecek de hoşnut olacaksın." Yani
senin hoşnut olduğun kadar sana şefaat etme izni vereceğim, demektir.
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5535)
" As hab ı mda n h erha ng i bi ri bi r y erd e ö lü rs e, o (öl d ü ğü ) yer(i n ) ehli ne
ş ef a at ed ecektir.'*
Ey Müslümanlar!
Siz de Evliyaların kabrine gelir, Kur'ân okur, dua eder, Allahu Teâlâ'nın rızası
için namaz kılar; belki bir kurban keser, sevabını ona bağışlarsanız, o da size yarın
mahşerde şefaat eder. Vehhabiler mahsus: "Allahu Teâlâ'dan başkasına kurban
kesilmez." diyorlar. Hile-i şer'iyye'ye getiriyorlar. Halbuki eski putperestler gibi,
kabir sahibinin ismine bıçak çalınırsa, haram olur. Yönünü kıbleye getirirsin.
"Bismillahi Allahu Ekber" dersin. O kurban, Allahu Teâlâ için kesilmiş olur. Nerde
kesilirse kesilsin helâldir. Bir misafir evine gelir, etini yedirmek için ona kurban
kesersin. Bu "Allahu Teâlâ'nın rızası için değil." diyorlar.
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 472)
" Mi s a f i r i n e i k ra m en b i r k o y u n z eh b ed en ( k es en ) mü ' m i n i ç i n o k o y u n
n a rd a n f i d y e -i necat (kurtuluş fidyesi) olur." , .
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 2, Hadîs No:35, s.33-34)
"Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem), ineği ve devesi bol bir
kimseye uğradı. Bu ad a m, Ra s û l -i E k re m' i y ed i r med i . B i r k a ç k o y u n u o lan
b i r k a d ın a u ğ ra d ı , k a d ı n , mi s a f i rine hemen bir koyun kesiverdi. Bunun
üzerine Rasûl-i Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem):
- Ş u nl a ra b a kı n: B u ah l â k a nca k , Al l a h u T eâl â ' n ı n y ed -i
k u d reti n d ed i r, o nu d i l ed i klerine lütfeder." buyurdu.
***

380
İslâm'da İfratlar
İfrat; lüzumundan fazla değer vermeye ve lüks yaşamaya İfrat denir. Cihar-ı
yar'ları Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) denginde, Ashabı Cihar-ı yar'dan
üstün, Tabiînleri Cihar-ı yar'ın denginde veya daha üstün, Tabiîn olmayanları da
Tabiînden üstün görmek ifrattır.
Şiilerin yaptıklarının bazıları ifrattır. Vehhabilerin görüşünün tam tersi olup
âyetle, hadîsle, hadîs-i kudsi'lerde olan "Allah yolunda ölenler ölmemiştir" 9 7 8 ve
benzeri âyet ve hadisleri inkâr eder. Biz Ehl-i Sünnetiz, hem Şiilerin hem
Vehhabilerin ikisininde görüşüne karşıyız. Vehhabiler; kabir ziyaretini ve kabirde
kurban kesmeyi inkar ederler. Orada kurban kesenin niyeti düzgün ise mahzuru
yoktur, ifrat değildir. Kurbanın; yönünü kıbleye getirir. "Eti mü'minlere, canı Allahu
Teâlâ'ya sevabı kabir sahibine, Allah rızası için kurban, Bismillahi Allahu ekber"
der, keser. Mubahtır, sevaptır. Eski putperestler gibi kabir sahibinin ismine
bıçak çalar ve kurbanın yönünü kabirden yana getirirse haramdır.
Şiilere gelince; onlar Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in kabrine Hz.
Hamza (Radiyallâhu anhu)'nın, Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'ın kabirlerine kıymet
vermez. Hz. Ali (Radiyallâhu anhu), Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu), Hz. Hüseyin
(Radiyallâhu anhu) bunların kabrine kıymet verir. Verilecek kıymet Allahu Teâlâ
içinse, Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in, Cihar-ı yar'ın, ashabın hepsine
kıymet verilmelidir. Şiiler namaz kılarken secde edecekleri yere taş koyuyorlar. Bu
taşlar niçin Medine'nin toprağından değilde Kerbelâ'nın toprağından kiremit
yapılıyor? Medine'mi yoksa Kerbelâ'mı üstündür? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) mi Üstündür, İmam Hüseyin mi? Niçin ezanda sadece "(Aliyyün Veliyullah)
Ali Evliyadır" deniliyor da, Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer (Radiyallâhu
anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu) Evliyadır diye ezan okumuyorlar. "Eşhedü enne
Ebû Bekir Evliyaullah, Eşhedü enne Ömer Evliyaullah, Eşhedü enne Osman
Evliyaullah" denmiyorda "Eşhedü enne Aliyyün Veliyyullah" deniliyor. Aslında Ali
(Radiyallâhu anhu)"yi en fazla seven biziz. O'nu sevmek O'nun yaptığı, yaşadığı gibi
yaşamaktır. O'nu sevmek, Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz.Ömer (Radiyallâhu
anhu) Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'a buğz etmek değildir. Şayet ezana ilâve
edilecekse bir tek Hz. Ali (Radiyallâhu anhu) değil, bunun dördüde layıktır. Aslında
ezana ilave yapılmaz. Ezanda hiç birisininde isminin olmaması lazımdır. Ben ifrat
yaptıklarını meydana çıkarmak istiyorum. Yoksa ezana ilave olsun demiyorum ve ilave
yapmaya da karşıyım. Camilerinde Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz. Ömer (Radi-
yallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'ın isimleri levha olarak asılmıyorda,
Hz. Ali (Radiyallâhu anhu), Hz. Hasan (Radiyallâhu anhu), Hz. Hüseyin (Radiyallâhu
anhu), on iki imam bunların isimleri asılıyor. Hz. Ebû Bekir (Radiyallâhu anhu), Hz.
Ömer (Radiyallâhu anhu), Hz. Osman (Radiyallâhu anhu)'ın ağzından alınan hadîs-i
şerifler, onlarca muteber değildir. Bizce hepsi muteberdir. Peygamberimiz (SAallallâhu
aleyhi vesellem) buyuruyor ki:
Benim ashabım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız h id ay ete
erers ini z." 9 7 9 ;
As hab ı ma kö tü sö y l ey en l ere ş ef aa ti m y o k tu r. On la rı ha vu zumun
başından kovacağım." 9 8 0
Bu kabilden ve benzeri hadîs-i şeriflerden elimizde otuza yakın hadîs vardır.
Hepsini yazsak uzun sürecek. Bir kaç tanesinin numarasını yazıyorum.
«Kenzü'l-İrfan. Hadîs No: 154-155, 158-159, 161;
Râmûz-ul Ehâdis Hadîs No: 5886, 622, 732, 1196, 1197, 1490,
Sahîh-i Müslim, Cild 7, Hadîs No: 221 (2540);
Kütüb-i Sitte, Cild.l, Hadîs No:7»
Ziyaretlerde mum yakmak, çaput bağlamak, taş dikmek, taş yapıştırmak bunlar

381
görünüş itibari ile ifrattır. Ama, onları yapan adamın niyetine, görüşüne Allahu
Teâlâ'ya inanç ve itikadına göre değişir. Allahu Teâlâ'yı aradan çıkartıp,
istediklerinin hepsini o ziyaretten istiyorsa bid'attır, haramdır, küfre varır. Ama
Allahu Teâlâ'ya: "Ya Rabbi! Ben seni göremiyorum, niyetim senden istemek ama sana
halimi arz edemiyorum. Bu zatın, Senin sevgili kulun olduğuna inanıyorum. Onun için
bunu aramızda vesile, vasıta yapıp yine Senden istiyorum." denilmesi lazımdır. Çünkü
Mina'da şeytan taşlanıyor. "Ya Rabbi! ismail (Aleyhis selam)'in şeytana attığı taş gibi
kabul et." Safa ile Merve arasında koşuluyor. "Ya Rabbi! Hacer Validemizin koşup, su
aradığı gibi kabul et." Kabe tavaf edilirken, erkekler sağ omuzlarını açıp dönüyorlar.
[Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e kâfirler ve münafıklar: "Bunlar çok
zayıflamış yürümeye takatları kalmamış" dediler. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) ashabına: "Tavafta sert yürüyün, ihramda sağ 981 omzunuzu açın.
Takatimizin var olduğunu, zayıf olmadığımızı görsünler" buyuruyor, İşte
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) ve ashabına benzetmek için bizde onlar
gibi yapıyoruz.] Bu saydıklarımızı arada vesile vasıta yapıyoruz.
Ziyarete çıkıp taş diken, taş yapıştıran, çaput bağlayan bunların hepsi niyetlere
göre değişir. O ziyaretten, o Evliyadan, o büyük zattan Allahu Teâlâ razı olmuş, Allahu
Teâlâ onun vasilisi ile ümmet-i Muhammedin müşküllerini hallediyor. Allahu Teâlâ
ondan memnun, sen de O'na ve onun yanına gelenlere dil uzatır, Allahu Teâlâ'nın ağrına
gelecek kötü sözleri söyler, o ziyaretçilerin kalplerini incitirsen, Allahu Teâlâ da sana:
"Ben senden razı değilim!" derse halin nice olur. Allahu Teâlâ esirgesin.
Bilâl Babamın «Ümmiye» adlı kitabında şöyle yazıyor: "Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu
anhu)'ye gittim. Benim geceli gündüzlü ibadetle, zikrullahla çalıştığım zamanlarda
idi. Dereye gider, akan sularla beraber zikir ederdim. Her yaratılmışın zikrini
işitiyordum. Hz. Ökkâşe (Radiyallâhu anhu)'ye yaya olarak çıkıyordum. Menengiç ve
diğer ağaçlar, dağlar, taşlar hepside kendi lisanı, hâli ile Allahu Teâlâ'yı zikredi-
yorlardı. Her birisi ayrı, ayrı tesbih ve hamd ediyorlardı. Çok dikili taşlar var, hiç
birisinde ilgi çekici ayrı bir hamd ve tesbih yoktu. Hepsi aynı hamdi tesbihi ve zikri
yapıyordu. Yalnız bir dikili taş gördüm "Sübhanallah... (ilâ ahir)" tesbihini getiriyordu.
Yine yüzlerce dikili taşın yanından geçtim. Onlarda hep birden kendilerine ait tesbihi,
tehlili getiriyorlardı. Dağın başına yaklaştım. Çok ihtiyar bir kadın "Sübhanallah"
tesbihini sonuna kadar okuyarak taşı dikiyordu. O taş evvelce çektiği tesbihi bırakıp
"Sübhanallah" tesbihine devam ediyordu. O yaşlı kadına sordum:
- Sen ne dersi çekersin?" Kadın:
- Günde bin defa «Sübhanallahi Velhamdülillahi velâ ilahe illallahu vallahu
ekber velâ havle velâ guvvete illa billahil aliyyül azim» çekerim" dedi. Şimdi o
taşlar yine «Sübhanallah» tesbihine aynen devam ediyorlar. Kıyamete kadarda devam
edecek. Sevabı onun amel defterine yazılacak, buyurdu.
Ayet-i kerimede:
Dağlar-taşlar, yerde-gökte, canlı-cansız ne varsa Allahu Teâlâ'yı zikreder." 982
O ziyarete milyonlarca insan geliyor. Herkesin niyetine, yalvarmasına, duasına,
inancına göre Allahu Teâlâ müşküllerini halleder. Onun propagandasını Allahu Teâlâ
yapıyor. O bir sele benzer. Oraya gelenlerin inancını, itikadını, görüşünü zedeleyecek
şekilde söyler konuşursan, sen Şeyh, Meşayıh, sultan, vaaz, müftü ol, ne olursan ol,
manevi sele tutulur, Allahu Teâlâ'nın gadabına uğrarsın, Yüz milyarlar harcayıp,
propaganda yapsan, bu ziyaretlere gelen adamlar gibi başka yere adam toplayamazsın.
Eğer adam toplanmışça, onların Allahu Teâlâ için değil, zahirde bir amaçları vardır.
Bu ziyarete gelenler sırf Allahu Teâlâ rızası için geliyorlar. Çok yüksek voltajlı bir
elektrik teline kapılmamak için ne kadar itinalı, tedbirli olur, geriden durur, orada
çalışanların işine karışmadığın gibi, ziyaretlere gelenlere de karışmaman lazımdır.
Allahu Teâlâ kendi kudretini o zatların türbelerinde, kabirlerinde gösteriyor. Yüz
binlerce müslümanın halledilmesi imkansız müşküllerini onlara yalvarma, onları
vasıta etme, Allahu Teâlâ'dan isteme ile hallediyor. Sende ise ordaki müşkülleri

382
halletmenin milyonda biri yoktur.
Allahu Teâlâ kabul edeceği ameli, ziyareti, namazı, orucu v.s hiç kimseye
sormadan kendi kabul edeceğini kabul eder, kabul etmeyeceğini de kabul etmez.
Nitekim Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)' in zamanında münafıkların
amellerinin hiç birisini kabul etmedi, Hiç bir ameli olmadığı halde Ashâb-ı Kehf'in
mağaraya yatmalarını ve uyumalarını ibadet gibi kabul etti. Yunus (Aleyhis selâm)'ın
kavminin hepsi kâfir olduğu halde ve duada bilmedikleri halde onların bağırmalarını
dua olarak kabul etti. Allahu Teâlâ Ebû Cehil'e iman nasip etmedi ama oğlu Akreme'ye
nasip etti. Bunları yaparken Allahu Teâlâ hiç kimseye sormadı. Kabir ziyaretinde de
yapılan duayı kabul edip etmemek için hiç kimseye sormaz. Onun için bizler dilimize
sahip olmamız lazım. Bizden başka hepsinin Allahu Teâlâ yanında sevgili olduğuna
inanmamız lâzım. Ashâb-ı Kehf, Takyanus'la beraber; Asiye Validemiz, Firavun ile
beraber gelseler, Asiye Validemizin ve Ashâb-ı Kehf'in Evliya olduğunu aklımızın
köşesinden bile geçirmeyiz. Ama şimdi okuduk biliyoruz. Allahu Teâlâ'ya sevilen
büyük Evliyaullahtırlar.
Ziyarette Nafile Namaz Kılmaktan Soruyorlar:
Allahu Teâlâ için değil, gösteriş için kılarsa o riya olur. Riya olan amelde kendi
kabul olmadığı gibi daha evvel yaptığı amelleri de bozar. Her amel niyete bağlıdır.
Adem (Aleyhis selam)'la iblis ikisi de Allahu Teâlâ'nın emrine asi geldi. İkiside
cennetten kovuldu. İblis niyetini bozdu. Allahu Teâlâ alnıma böyle yazmış ilm-i
ezeliyede benim nasıl olacağım sana malumdu. Senin ilminin içinde idi. Sen böyle
takdir etmişsin dedi, suçu nefsine değil, Allahu Teâlâ'ya buldu. Adem (Aleyhis selâm )'a
gelince;
- Yarabbi! Ben kendi nefsime zulmettim, sen benî affet. Eğer sen beni
affetmezsen ben zarar ziyan çekenlerden olurum." 983 dedi. Suçu kendi nefsine
buldu, affoldu. İblisin suçunun affolması niyet bozukluğundan, Adem (Aleyhis selam)'in
suçunun affolması niyetinin düzgünlüğündendir.
- M ü ' mi n î n n i y e t i a m e l i n d e n h a y ı r l ı d ı r . M ü n a f ı ğ ı n n i y e t i y a p t ı ğ ı n d a n
şerlidir."984
- Niyet halis, iman selâmettir. Niyet fasık iman melâmettir."985

(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 729)


"Yalandan hazer ediniz (sakınınız). Zira yalan ile iman cem olmaz (bir arada
bulunmaz)."

(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 733)


"Yalan söyleyenler ekîden (muhakkak) mel'undur (lanete uğramıştır)."
(Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 734)
"Bir defa yalan söyleyen üç defa lanete müstehak olur."
Küfür ikidir; çoğunlukla küfür affolur. Öbürü (küfr-i inadi) hiç affolmaz. Ebû
Cehil küfr-i inadî idi. O kadar mucizeler gördüğü halde iman etmedi. Küfr-i inadi
karşının haklı doğru olduğunu bilir. Bile bile inkar ve inad eder. Hz. Ömer
(Radiyallâhu anhu) ile Hz. Halid (Radiyallâhu anhu)'in ki affoldu. Buna da küfür
derler. "Ben haklıyım, doğruyum! Muhammed yanılıyor" der. Bu haklıyı, gerçeği,
doğruyu anlayınca hemen kalbine Allahu Teâlâ ilham eder, müslüman olur. Allahu
Teâlâ:
Haksız adam öldürür veya zi n a ettik ten s on ra tevb e ed erse g üna hl arını

383
aff etmed en ba şk a sev ab a çevi ri ri m. " 9 8 6 bu yürüyor. Hz. Ömer (Radiyallâhu anhu)
ile Hz. Halid (Radiyallâhu anhu) küfürde idi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'de harikulade bir hâl görme ile hemen müslüman oldular. Yine Kur'ân-ı
Kerim'd e :
O n l a rı n k a l b l e r i , k u l a k l a r ı , g ü z l e r i Al l a h t a r a f ı n d a n k a r a mü h ü r i l e
mü h ü r l e n mi ş , katılaşmış, onlar hidayete eremezler." 987 buyuruluyor.
Yunus (Aleyhis selâm)'un kavmi küfürde idi. Belâ gelince tam inandılar.
Yalvaracakları, duayı bilmiyorlardı. Yunus Aleyhis selâm) ve taraftarlarını aradılar,
hepsi kaçmıştı. Kralları; insan, hayvan, kadın, erkek ne varsa ovaya çıkardı. Havada
ateş bulutları vardı. Peyder pey ateş düşüyor, su ile de sönmüyordu. Yunus (Aleyhis
selâm)'un dediği çıkmıştı. Kralları;
- Her hayvanı yavrusundan, kadınları da çocuklarından ayırın" dedi, ayırdılar,
hepsi bağırmaya başladı, kendisi ortalarına geçip;
- Bilsem sana Yunus'un ettiği gibi dua edeceğim. Bizim bu bağırmamızı Yunus'un
duası gibi kabul et. Yunus'u bulduğumuzda hem ben, hem kavmimi Yunus'a iman
ettireceğim." dedi. Ateş bulutları dağıldı, belâ kalktı. Hepsi kâfir, hepsi cünüp,
hepsinin başı açıktı. Allahu Teâlâ bağırmalarını kabul ediyor.
Firavun'un veziri Haman, Musa (Aleyhis selâm)'nın elbisesi gibi giydi, kendi
sakalını, şeklini O'na benzetti. Musa (Aleyhis selâm)'ın dili kekeçti. 988 Aynı Musa
(Aleyhis selâm) gibi kekeleyerek geldi. O'nun gibi kekeleyerek "Sizi Allah'ın
birliğine, benim hak Peygamber olduğuma inanmaya davet ediyorum." dedi ve onları
güldürdü. Fakat Haman küfürde idi. Firavun suya gark olarak helak oldu. Haman suya
gark olmadı. Musa (Aleyhis selâm):
- Yâ Rabbi! Haman'ı niçin helak etmedin? dedi. Allahu Teâlâ:
- O'nun görüşüne göre kendi kendini, kendi dinini haklı sanıyor. Kendisini de
sana benzetti. Diğerlerini helak ettim, ibret alır diye O'nu helak etmedim, buyurdu.
Allahu Teâlâ, Musa (Aleyhis selâm)'nın taklidini yapıp, Firavun'u güldürmek gayesi
ile komiklik, komedyenlik yapanı helak etmiyor, hidayete getirmeye» çalışıyor. Oysa
Allahu Teâlâ'yı severek zikredenlere de "delâlettedir" diye söyleyenler var.
Hz. Pir'in müridleri zikrullah ederken hocanın biri pencereden içeriye başını
girdirmiş, zikredenlere bakıyor. Hoca o gece rüyasında; kıyamet kopmuş, zebaniler
kendisini cehenneme götürüyorlar. Hz. Pir önlerine çıkıp "Bunun başı zikrullah
meclisinde bulundu. Başını size vermem, gövdesini cehenneme atarsanız atın." dedi. Hz.
Pir, Hoca'nın başından, Zebaniler de ayaklarından çektiler. Hz. Pir kuvvetli gelip
ellerinden aldı. Hoca uyandı, tevbe istiğfar getirdi. Hz. Pir'e geldi ve müridi oldu.
Zikir meclisinin penceresinden içeri başını sokup, sabahtan onları alaya alma maksadı
ile bakanı Allahu Teâlâ rüyada gösterip, hidayete getiriyor. Bizim bundan ibret
almamız lazımdır. Allahu Teâlâ bizim düzelmemizi ne kadar istiyor. Zikrullah
edenleri ne kadar kayırıyor.
Bu zamana kadar bir tek erkeğin bile elinden tutup biat vermediğim halde,
kadınların elinden tutup biat verdiğim yaygarasını yapıyorlar. Bir kimsede Şeyhlik
hâli olmazsa bütün dünyanın hepsini kendine biat ettirip ders verse sonu akim, kesik,
kısır olur, dağılır. Sen de hakiki Şeyhlik hâli olursa bir mağara kazıp kapısını belirsiz
edip örsen kimseye kapısını göstermesen herkes rüyasında, huzurda görür, başına
toplanır ve kimse engel olamaz. Zahir âlimlerine ve Şeyhlere söylüyorum,
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
"Benden sonra benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır, yetmiş
i k i s i c e h e n n e m l i k o l u r , b i r t a n e s i k u r t u l u r . K u r t u l a n f ı r k a , b e n v989 e
b e n i m a s h a b ı m n e y o l d a , n e i t i k a d d a i sek ondan ayrılmayanlardır"
buyuruyor.
Yedi cild kitap yazdım, her biri altı yüz sayfa civarındadır. Sadece ehl-i sünnet
görüşünü savunuyorum. Aksini iddia edenlere derim ki, siz de sadece ehl-i sünnet
görüşünü, itikadını savunan altı yüz sayfalık bir kitap yazın. Çünkü ümmet fesada

384
gitmiş, sünneti fesada götürmek istiyorlar. Bid'at çoğalmış, âyet, hadîs, ehl-i sünnet
görüşleri milletten peyder pey siliniyor. Bizlerin âyet ve hadîslerle ehl-i sünnet görü-
şünü yaymamız lazımdır. Ehl-i sünnet görüşü âyet ve hadîsten milim ayrılmaz. Yetmiş
iki bâtıl mezheb görüşünün her birinin âyete, hadîse ters gelen tarafları var. Onun için
bâtıl oluyor. Her müslümanın itikadta mezhebi ehl-i sünnet, amelde mezhebi Hanefi,
Şafii, Mâliki, Hanbeli bunlardan birisidir.
"Peygamberimi (Sallallâhu aleyhi vesellem) Kimseden incinmedi. Kim-
seyi incitmedi" d i yenler:
(Sûre-i Tevbe, Ayet 73) .
"Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara
k a r ş ı s e r t d a v r a n . Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir
varış yeridir!"
(Süre i Enfal, Ayet 39)
" (Yeryüzünde) fitne kalmayın caya ve din tamamen Allah'ın
oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer (küfre) son verirlerse (onları
bırakın). Şüphesiz ki, Allah onların yaptıklarını çok iyi görendir."
(Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1908)
"Ben Muhammed Ahmed'im (Sallallâhu aleyhi vesellem)! Ben Rahmet Peygam
beriyim! Ben cihaddan cihada koşan bir Peygamberim! Ben Peygamberlerin ardın
dan gelenim! Ben (kı yamet gününde haşr için insanları) toplayıcıyım. Cihad
etmekle gönderildim, ziraatle değil."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 1, Hadîs No: 177)
" Abdullah ibn-i Mes'ud (radiyallâhu anhu)'dan:
Nebiyy-i Ekrem (Sal a l l a hu aleyhi vesellem) bir kere Beyt(-i
Muazzam)' in yanında namaz kılıyordu. Eb û Cehil il e b az ı
ark ad aşları da oturuyorl ardı. De r ken biri, diğerl er ine:
- Falancalarda (yeni boğazlanan) devenin döl eşini hanginiz (muhteviya-
tiyle beraber) getirip secdeye vardığında Muhammed'in sırtına kor? dedi.
Oradakilerin en şakisi seğirdip getirdi. Bekledi, tâ Nebiyyi Muhterem (Sal
lallâhu aleyhi vesellem) secdeye varınca iki omuzu arasına mübarek sırtının
üzerine koydu. Ben ise hiç bir işe yaramayarak (bel bel) bakıyordum. (Ah ne
olurdu o zaman) elimde kuvvet olsaydı, (ibn-i Mes'ud (Radiyallâhu anhu) der ki,
(herifler) gülmeğe (ve eğlenmek için bu işi) birbirine isnad etmeye başladılar.
Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) ise secdeden başını kaldırmıyordu. Niha-
yet Fatıma (Radiyallâhu anhu) gelip onu sırtından attı. Rasûlullah (Sallallahu
aleyhi vesellem) başını kaldırdı."Namazı itmâm buyurduktan sonra da üç
kere:
- İlâhi Kureyşi sana havale ederim" (diye dua) buyurdu. Rasûlullah (Sal
lallâhu aleyhi vesellem) aleyhlerinde böyle dua buyurması onlara (pek) giran
geldi. Zira o makamda duanın müstecâb olduğuna kail idiler. Ondan
sonra (Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) birer birer) isim sayarak:
- İlâhi, Ebû Cehl'i sana havale ederim, Utbe b. Rebîa'yı, Şeybe b.
Rebîa'yı, Velid b. Utbe'yi, Ümeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebû Muayt'ı sana hava
le ederim, buyurdu. (Yedinciyi de saydıysa da (ismini) râvi unutmuştur.) İbn-i
Mes'ud (Radiyallâhu anhu) der ki nefsim, kabza-i kudretinde olan Allah'a yemin
ederim ki, Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)’i n (bu) saydıklar ( ı n ı n ekser)ını
Kalîb'de yani Bedir çukurunda serilmiş gördüm."

385
(Sahîh-i Buhâri Tecrid-i Sarîh, Cild 8, Hadîs No: 1233)
"Abdullah ibn-i Ebû Evfâ (Radiyallâhu anhu)'dan; Rasûlullah (Sallallâhu
aleyhi vesellem)1 in Ahzab günü (Hendek harbinde) müşrikler aleyhine
dua ederek şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:
- Ey Allah! Ey Kur'ân gönderen (Allah'ım!) Ey düşmanlarla hesabı
tez (Rabb'ım!): Sen (Medine önünde toplanan) şu Arab kabilelerini dağıt Allah
'ım! Onların topluluklarını kır, irâdelerini sars(da yerlerinde tutunamasınlar)
Rabb'ım!."
Kitaptaki izahı:
Ahzab günü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in müşriklere
karşı ettiği dualardan birisini de BuhâriHz. Ali (radiyallâhu anhu)'den rivayet
etmiştir. Hz.Ali(Radiyallâhu anhu)diyor ki:
- Ahzab günü müslümanların harb durumu güçleşince Rasûlullah (Sallallâhu
aleyhi vesellem): "Allah müşriklerin(hayatında) evlerine, (öldükleri
zamanda) mezarlarına ateş doldursun. Onlar bizi ikindi namazından
alıkoydular. Nihayet güneş battı, buyurdu.
(İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 2, Hadîs No: 1125, s.904)
"Arap süvarilerinden Amir ibn-i Tüfeyl i l e Erbed ibn-i Kays, Rasûl-i
Ekrem ( S a l l a l l â hu aleyhi vesellem)'i öldürmek üzere geldiler. Rasûl-i
Ekrem (Sallallâhu aleyhi vesellem) bir hile i l e onl ar dan k urtuld u ve
onl ar a bed du a etti. A mir gudd e has talı ğın a yakal anarak öldü.
Erbed'i de yıldırım yakarak yok etti."990
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 8, Hadîs No: 1234)
"Aişe (Radiyallâhu anha)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur:
Bir kerre Nebî (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in huzuruna Yahudiler girmişti
de Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e ( s e l a m yeri n e):
"(Es s âm ü al e yk : ) Ö l ü m ü zeri n e o l s u n , " d emi ş d i l er. B en d e o n l a ra
l a n et et mi ş ti m. B u n u n üzerine Rasûlullah (Sallallâhu aleyhi vesellem) bana:
- Sana ne oldu ki? buyurdu. Ben de:
- Bu Yahudilerin ne hezeyan ettiklerini işitmedin mi? dedim.
R a s û l u l l a h ( S a l l a l l â h u a leyhi vesellem):
- Yâ sen benim: "(Ve aleyküm:) ölüm sizin üzerinize olsun!" dediğimi işitme
din mi? diye cevap verdi."
(Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 8, Hadîs No: 1238)
"Ebû Hüreyre (Radiyallâhu anhu)'den şöyle dediği rivayet olunmuştur: Bir
kerre Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bizi bir seriyye içinde gazaya
göndermişti. (Bize verdiği emirler arasında) Kureyş'ten adlarını söylediği iki
kimse içinde:
- Fülan ve fülan kişilere rast geldiğinizde (bunları yakalayıp) ateşte yakınız!
buyurdu. Ebû Hüreyre ( d e v a m l a ) diyor ki: Sonra yola çıkmak istediğimiz sıra
veda etmek üzere Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'e gelmiştik. Bu defada
Peygamberimiz ( S a l l a l l â h u aleyhi vesellem):
- Ben (önce) size fülan ve fülanı ele geçirdiğiniz de ateşle yakmanızı emret
miştim. Halbuki ateşle yalnız Allah tâ'zib eder. Bu sebeple siz bu şerirleri buldu
ğunuz da (yakmayınız da) öldürünüz! buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in hadîs-i şerifleri ile size cihadtan
bahsettim. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) için: "Ömründe hiç adam
öldürmedi. Hiç bir hayvanı kesmedi. Kimseyi incitmedi. Kimseden de incinmedi" gibi

386
sözleri söyleyip Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in esas yaptıklarını,
sözlerini ve sünnetlerini, pek çok gerçekleri saklıyorlar.
Kâfir şairlerinin: "Muhammed geldi evler yıkıldı; Muhammed geldi baba-oğula,
oğul-babaya düşman oldu. Putlarımızı inkar etti." diye şiir yazarak (söyleyerek)
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i suçladılar. Peygamberimiz (Sallallâhu
aleyhi vesellem) bunların suçlamalarından, topladıkları askerden, yapılan
muharebelerden hiç incinmedi mi?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) yaptığı bu harblerde müşrikleri esir
alır, mallarını da ellerinden alarak ganimet malı diye bölüşür yerlerdi. 991 Kadınları
cariye (hizmetçi), erkekleri köle olarak alırdı.Bunlar yalan mı? Bu şekilde aldıkları
incinmedi mi?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) kimseyi incitmedi ve kimseden de
incinmedi diyenler çok yanılıyor. Çünkü Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'i
taklid için arkasından gelip ağzını, gözünü, kollarını, bacaklarını eğerek yürüyen ve
milleti güldürmeye çalışan adama Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi 992vesellem) "Öyle
kalsın" diye beddua etti. O adam ölünceye kadar aynı şekilde yürüdü.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bu ve benzeri pek çok şekilde
kâfirlerden incindi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'de kafirleri incitti.
Uhud cenginde çok ağır yaralar aldı. Yüzündeki zırhın halkası, kâfirlerin darbesiyle,
mübarek' iki dişide kırıldı. 993 Peygamberimiz (Salallâhu aleyhi vesellem) dişinin
kırılmasıyla incinmedi mi? Ayrıca muharebelerde pek çok kâfir pehlivanları ortaya
at sürerler "karşıma Muhammed gelsin" derlerdi. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) kâfir pehlivanının karşısına çıkar, onu öldürürdü. Bu şekilde incitmiş
olmuyor mu? Ayrıca onun aile ve çocukları Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem)'den incinmiyor mu?
Ubey bin Halefi kendisinin onu öldüreceğini haber verdi. Uhud harbinde hafif bir
temas ile onu öldürdü. 994
Bir kişiye daha beddua etmişti. Onu da yolda gelirken aslan yedi.995 Bu adam incin
medi mi?
Cihad, Allah'ın emridir. Peygamberimiz (Salallâhu aleyhi vesellem) kâfire karşı
harb yapmazsa Allahu Teâlâ'nın emrini yerine getirmemiş olur. 996 Peygamberimiz
(Salallâhu aleyhi vesellem) hiç Allahu Teâlâ'nın emrini yerine getirmekten kaçar
mı? Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in emriyle otuz altı defa cihad
edildi. Bir çoklarında kendi de bulundu. Bununla beraber ashabtan pek çok kimse
şehid oldu. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) bunlara üzülüp incinmedi
mi?
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem) hadîs-i şerifinde;
Yemin ederim ki; Allah yolunda c i h ad e d i p ş e h i d ol m ay ı , s o n r a
d i r i l m e y i ,9 9 7 on d a n s on r a tekrar şehid düşmeyi ne k a d ar
isterdim." buyurdu.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem)'in cihadlarını (harplerini)
nasıl yaptığını yazmaya çalışıyorum. Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi
vesellem) Kabe'nin içi üçyüz altmış put dolu olduğu zaman cihad (harb) etmedi.
Medine'ye hicret etti, Yine Cihad etmedi. Sonradan sırasıyla Bedir, Uhud,
Hendek Muharebelerini kâfirler kendileri ile harb yapmaya mecbur ettiler.
Ondan sonra harb âyetleri indi ve harbettiler.
Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
Başınızdaki bulunan reise (ulul emre) itaat ed i n . " 9 9 8 v e
"Başınızdaki bir insanın başı hamam tasına benzeyen bir
k ö l e i s e d e o n a itaat edin." 999 buyuruyor.
Yine Peygamberimiz (Sallallâhu aleyhi vesellem):
Şer çıkartmayın. Şer üzerinize gelirse(malınıza, canınıza, namusu-

387
nuza tecavüz ederlerse) şerden de kaçmayın. Kaçana lanet olsun." bu-
yurdu. Bu hadîs-i şerîfe göre; "Harbe gitmem" dememeli, harb olursa cepheden
kaçmamalıdır.Cepheden kaçmak iman zayıflığındandır veya büsbütün imansız-
lıktır.
* **
Sigara içmek israftır:
Dinimizde aşırı derecede lüzumsuz bol harcama ve kullanma israftır.
Mesela: Sigara zengine mubah, fakire israf deniliyor. Halbuki hadîs-i
şerîfte: "Irmağın üzerinde bile olsan abdestte israf vardır."1000 Suyu
lüzumundan fazla kullansan yine israftır, diye buyuruyor.
Senin zenginliğinde ırmağın suyu gibi aksa, boşa gitse yine de sigaraya
verdiğin israftır, haramdır. Zengin olsun, fakir olsun, doyduktan sonra
yediğin yemek israftır. 1001
1002
"Senin iştah ettiğin her şeyi yemen israftandır." 1003
;
"İsraf edenlerde şeytanların kardeşleridir."
Mülk Allahu Teâlâ'nındır. Sana o zenginliği veren Allahu Teâlâ'dır.
Senin malının esas sahibi yine Allahu Teâlâ'dır. Sen Allahu Teâlâ'nın sana
verdiği malı istediğin yere, istediğin şekilde harcayamazsın. Yarın mahşerde
malını nerelerde kazandın, nerelere sarfettin, hesabını vereceksin.1 °04
Sen yarattın bu cihanı Mülk senindir kerem kâni
Sen yarattın cismi canı Kimsenin olmaz Allah'ım.
Kıyamet kopunca dünya içindeki saklı bulunan mücevherleri, altınları
dışarı atacak. Dünya kırk gün hâli (boş, kimsesiz) kalacak. 1005 Kıyamet
koptuktan sonra Allahu Teâlâ: "Mal, mülk benim, altın para benim diyenler,
kalkın paralarınıza mallarınıza sahip olun!" diyecek. Hiç kimseden ses
çıkmayacak. Çünkü hepsi ölmüş olacak. En sonunda mülkün, dünyanın bunların
yegâne tek sahibi Allahu Teâlâ: "benim" diyecek. 1006 Kendinden başka sahibi
olmayacak. O Allah evveldir, ahirdir, zahirdir, batındır. 1007 Her şeyin ilki
evveli odur, sonuda odur, zahiri aşikâresi de (batın) gizli tarafı da odur.
Sigara zengine helâl, fakire israf veya haram diyenler iyi bilsinler ki sigara
israf yününden haramdır. 1008 Kokusu kerih kendisi mekruh, Allahu Teâlâ'nın
ibadetinden alıkoymak için şeytanın en büyük tuzağıdır. Şeytan günlerini,
gecelerini hele' bir sigara yak diye boşa geçirtir.

* **
Müslüman Kardeşlerimizin Dikkatine!
Bugüne kadar yazdığımız yazılarımız hakkında bizi istemezler
tarafından yapılan şikayet üzerine savcılık tarafından yaptırılan inceleme
sonucu "tahkikata mahal olmadığına" dair İslahiye Cumhuriyet savcılığınca,
27. 1. 1992 tarih ve:
Hazırlık No: 1991/1276
Karar No: 1992/ 92
sayılı kararları bize bildirilmiştir. Gereğine binaen sayın müslüman
kardeşlerimize duyuruyorum.

388
DİP NOTLAR

1- Sûre-i Bakara, Âyet 269; Râmûz-ul Ehâdis Hadîs No: 3925, 2725; Kütüb-i Sitte, c.ll. Hadîs No: 4 11 5; Muhtar'ül
Ehâdîs-in Nebeviyye, s.321, Hadîs No: 541; Sünen-i İbn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 4169.
2- Hacı Muhammed Bilâl Nâdir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
3- Berika, c.5, s.114; Münavi de zikretmiştir.
4- Sûre-i Tekâsür, Âyet 3-4.1
5- Sûre-i Hucurat, Ayet 10; Râmûz-ul Ehâdis, Hâdîs No: 5792. 2839.
6- Râmûz-ul Ehadis. Hâdîs No: 5120.
7- Berika, c.3. s.14: Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 2362, 2560.
8- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 5134.
9- Sûre-i Ali İmran, Ayet 54
10- Sûre-i Hac. Ayet 38.
11- Kütüb-i Sitte, c.1, s.322.
12- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nîn vaaz bandından alınmıştır.
13- Sûre-i A'li İmran. Ayet 195; Sûre-i Nisa, Ayet 124; Sahih-i Buhâri Tecrid-i Sarih, Cild 4. Hadîs No:
666.
14- Sûre-i Yunus, Ayet 69.
15- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır. Sûre-i Mürselat, Ayet 33.
16- Sûre-i Bakara.Ayet 257.
17- Sûre-i Araf, Ayet 23.
18- Sure-i Yunus, Ayet 98.
19- Günyet'üt-Tâlibin, s.824-826; Kırk Hadîs Kitabı, s.77; Sünen-i İbn-i Mâce, c.4, Hadîs No:1251 ,Sünen'ün
Neseî, c.3-4. Hadîs No: 1607.
20- Kırk Hadîs Kitabı, s.322: Râmûz-ul Ehadis, Hadîs No: 4930.
21- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
22- Şevahidü'n-Nübüvve, s.216-217.
23- Râmûz-ul Ehadis Hadîs No: 4930; Kırk Hadîs Kitabı, s.322.
24- Sûre-i A'li İmran. Ayet 186; Mevahib-i Ledünniyye, c.2, S.668-669
25- Buhâri, Marda 1; Tirmizi Emsal 4 (2870); Müslim, Sıfâtu'l-Münâfikûn 58 (2809)
26 Sûre-i A'li İmran, Ayet 186; Mcvahib-i Ledünniyye, c.2. s,668-669
27- Hacı Muhammed H i l â l Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
28- Sûre-i Hicr, Ayet 87; Berika, cl , s.162: Kütüb-i Sitte, e,4, Hadîs No: 673: Hacı Muhammed Bilâl Nadir
Hz/nin vaaz bandından alınmıştır.
29- Râmûz-ul Ehadîs, Hâdîs No:4128; Sünen-i İbn-i Mâce. Cild 10. Hâdîs No: 4307; Sahih-i Buhâri Tecrid-i Sarîh ,
C.12, Hadîs No: 2140.
30- Mevahib-i Ledünniyye, c.l, s.505; İhyâu 'Ulu-mi'd-Dîn, c.3, s.200: Riyâzü's-Salihin, Aslı ve Tercemesi.
s.371 Hadîs No: 514.
31- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No:4135; İbn-i Abidin, c.8, s.370.
32- Kenzül-İrfan. Hadîs No: 920,921; Sünen-i Tirmizi, c.4. Hadîs No:2486.
33- İhyâu 'Ulu-mi'd-Dîn, c. l, s.848, Hadîs No: 899; Taberâni. Muaz'dan rivâyet etmiştir.
34- Sahih-i Buhâri Tecrid-Î Sarih, C.I2, Hâdîs No: 1918.
35-. Sûre-i Ahzab, Ayet 41.
36- Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 1111.
37- Sûre-i İsra, Ayet 79; Sahih-i Buhâri Tecrid-Î Sarîh, c.4. Hadîs No: 580.
38- İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, c.3, s.608, Hadîs No: 629; Taberâni, "Evsat" ında sahîh senedle rivâyet etmiştir.
39- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 2320, 2690.
40- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
41- Râmûz-ul Ehâdis Hadîs No: 1455; Sahih-i Müslim, c.l, Hâdîs No: 1 İ 6 (372); Sünen-i İbn-i Mâce, c.2, Hâdîs

389
No:534; Sünen-i Tirmizi c.l, Hâdîs No: 121; Sahîh-i Buhari Tecrîd-i Sarih, c.l. Hadîs No: 199; Muhtar'ül-Ehadîs-in
Nebeviyye Hadîs No: 265.
42- Sûre-i Tevbe, Ayet 28.
43- Mir'ât-ı Kâinât, c.l, s.257.
44- Râmûz-ul Ehâdis, Hâdîs No: 4094; Riyaz'üs-Sâlihİn Aslı ve Tercemesi, s. 293; Sahîh-i Buhâri Tecrid-i Sarih,
c.12. Hadîs No: 2042.
45- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 2 320, 2690.
46- 46-. Sûre-i En'am, Ayet 52.
47- Sûre-i Kehf, Ayet 28.
48- İhyâu 'Ulu-mi'd-Dîn, c.4. s.42. Hadîs No: 17.
49- Sünen'ün-Ncsci, c.7-8. Hadîs No: 5034; Sünen-i İbn-i Mâce, c.9. Hadîs No: 3636; Ebû Davud da rivâyet
etmiştir.
50- Sünen-i İbn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 403.
51- Sûre-i Kehf. Ayet 25.
52- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
53- Sûre-i Furkan, Ayet 63.
54- Râmûz-ul Ehâdis. Hadis Ho: 1686.
55- Sahih-i Müslim, c.8, Hadîs No: 43(2569); Muhtar'ül-Ehâdis-iri Nebeviyye, Hadîs No: 294.
56- Riyazü's-Salihin Aslı ve Tercemesi, Hadîs No:360, 378.
57- Muhtar'ül-Ehâdis-İn Nebeviyye, Hadîs No: 406.
58- Sahih-i Buhari Tecrid-Î Sarih, c.4, Hadîs No: 580.
59- Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, c.4, Hâdîs No: 577, 580. 582. 584.
60.Teheccüd: Sûre-i Müzzemmil, Ayet 2, 3, 20; Sûre-i Tana, Ayet 130; Sûre-i Secde, Ayet 16; Sûre-i Furkan.
Ayet 64; Sûre-i İsra. Ayet 79; Sünen-i Ebû Davud. c.4. Hâdîs No: 1251; Sahih-i Müslim, c.2. Hadîs No: 168
(758); Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 3641,3843. 3936, 6156.
Kuşluk: Sûre-i Sad. Ayet 18; Râmûz-ul Ehâdis, Hâdîs No: 5179; Kütüb-i Sille. c.9. Hadîs No 3016-3018; Sünen-i
İbn-i Mâce, c.4. Hadîs No: 1379; Sahih-i Müslim, c.2, Hâdîs No: 78 (719-720); Sünen-i Tirmizi, c.l Hadîs No: 471-473.
Sünen-i Ebû Davud, e.5. Hadîs No: 1287.
Evvabin: Sahih-i Müslim, c.2, Hâdîs No: 143 (748); Sünen-i ibn-i Mâce. c.3, Hadîs No: 1167.
61. İhyâu Ulu-mi'd-Dîn, c.l. Hadîs No: 483; İmâm Şa'râni, Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Hadîs No: 271; Râmûz-ul
Ehâdis, Hadîs No: 6117; Feyz'ül Kadir 3/96; Mişkat-ül Mesabih 1/419: Sünen'ün Neseî, c.1-2. Hadîs No: 463;
Tirmizi, salât 188; salât 9; tahrîm 2; İbn-i Mâce, ikâme 202; Dârimî, salât 91; Ahmed ibn-i Hanbel, II, 290, 425;
IV. 65, 103; V, 72, 377; Muvatta, sefer 89.
62. Sûre-i Ahzab, Ayet 41-42; Sûre-i Ankebut, Ayet 45; Sûre-i Hadid, Ayet 16; Sûre-i A'raf, Ayet 205;
İhyam 'Ulumi'd-dîn, c.l, s.847; Sünen-i İbn-i Mâce, c.9. Hadîs No: 3800.
63. Sûre-i Münâfikun, Ayet 10; Sûre-i Bakara, Ayet 195, 254; Sûre-i İbrahim. Ayet 31; Sahih-i Buhâri Tecrid-Î
Sarîh, c.5, Hadîs No: 700.
64- Müzekkî'n-Nüfus, s.405,406.
65. Sûre-i Bakara, Ayet 158; Sahih-i Buhûri Tecrid-î Sarîh, c.6. Hadîs No: 807: Sünen-i Tirmizi, c.2. Hadîs No:864.
66. Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 795; Sünen-i İbn-i Mâce, c.4. Hadîs No: 1335.
67. Sûre-i Naziat, Ayet 24.
68. Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
69. Muhtar'ül-Ehadîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 787-788.
70. Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 136: Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 19, 422.
71. Sûre-i Kehf. Ayet 82.
72. Sûre-i Bakara. Ayet 269.
73. Kenzü'l İrfan, Hadîs No: 128.
74- Mevahib-i Ledünniyye, c.l, s.493.
75- Yusuf Ayet 53; Sûre-i Fecr, Ayet 27.
76- Kıyamet, Ayet 2.
77- Şems, Ayet 8.
78- Bakara, Ayet 260.
79- Fecr, Ayet .28.
80- Sûre-i Fecr, Ayet 28.
81- Sûre-i Nur, Ayet 41.
82- Şevahidü'n-Nübüvve, s.224; İhyâu'Ulumi'd-Dîn, c.3, s.55.
83- Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.332; Delâil-i Hayrat Şerhi. (Kara Davut) s.409.

390
84- Sûre-i Yusuf, Ayet 24.
85- Sûre-i Sad, Ayet 21, 22, 23-24.
86- Sûre-i Kasas, ayet 27.
87- Sûre-i Yusuf, Ayet 31.
88- Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s.152.
89- Kenzül-İrfan, Hâdîs No: 180; Muhtar'ül-Ehadîs-in Nebeviyye. Hâdîs No: 19. 422. s.40; Râmûz-ul Ehâdis,
-Hadîs No: 136.
90- Sûre-i Bakara, Ayet 269.
91- Sûre-i Bakara, Ayet 260; Sahih-i Buhâri Tecrid-i Sarîh, c.9. Hadîs No: 1385.
92- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 136.
93- Sünen-i Ebû Davud, C.2. Hadîs No: 560.
94- Sûre-i Hud, Ayet 45-46.
95- Sûre-i İbrahim, Ayet 37.
96- Hacı Muhammed Bilâ] Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
97- Sûre-i Saffat, Ayet 7.

98- Sûre-i Hud, Ayet 78.


99- Sûre-i Hud. Ayet 81.
100- Sûre-i Hud, Ayet 82-83.
101- Mir'ât-ı Kâinât, c.2, s.33.
102- Sûre-i İbrahim, Ayet 4.
103- Râmûz-ul Ehâdîs, 30. Bölüm. Hadîs No: 19: Sünen-i İbn-i Mâce, c.9. Hadîs No: 3635. 3631; Sahîh-i
Buhâri Tecrid-i Sarîh. c.9. Hadîs No: 1451; Sünen'ün Neseî, c.7-8. Hadîs No: 5030.
104- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
105- Sûre-i Ahzab, Ayet 41; Sûre-i Raad, Ayet 28.
106- Kenzül-İrfan, Hadîs No: 199; Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3900, 4005, 4006.
107- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
108- İhyau 'Ulûmi'd-dîn, c.3, s.46, Hadîs No:24; Sünen-i İbn-i Mâce, c,9, Hadîs No: 3797; Müslim, Ebû Hüreyre'den
rivâyet etmiştir.
109- Sûre-i Tevbe, Ayet 122.
110- Sünen-i İbni Mâce, cild-10. Hadîs No: 4260
111- Müzekkî'n-Nüfus, s.416; Muhtar'ül-Ehadîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 295
112- Sûre-i Nahl, Ayet 97
113- Sûre-i Ankebut, Ayet 45.
114-Sûre-i İsra, Ayet 72.
115- Sûre-i Bakara, Ayet 200.
116- Hacı Muhammed Bilâl Nâdir Hz.nin vaaz bandından alınmıştır.
117- Sûre-i Hac, Ayel 34.
118- Sûre-i Ahzab, Ayet 41.
119- Sûre-i Nisa, Ayet 142.
120- Sûre-i Ankebut, Ayet 64; Muhtar'ül-Ehadis-in Nebeviyye, Hadîs No: 613, 843.
121- Muhlar'ül-Ehadîs-in Nebeviyye. Hadîs No: 779.
122- Sûre-i Tevbe, Ayet 34-35.
123- Kenzül-İrfan, Hadîs No: 128.
124- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5315-5316.
125- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 6094.
126- Riyâzü's-Salihin, Hadîs No: 96.
127-Râmûz-ul Ehâdis, Hâdîs No: 2498. '
128-Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 2497, 1345.
129-Riyazüs-Salihin, Asıl ve Tercemesi, No:1408;Sahih-i Müslim. Cild 8, Hadîs No: 30 (2693); Râmûz-ul Ehâdis,
Hâdîs No:705.
130- Sûre-i Nahl, Ayet 43.
131- Sûre-i Kehf, Ayet 19.
132- Şevahidü'n-Nübüvve, s.240.

391
133-Berika, c.2, s.80; Şevahidü'n-Nübüvve, s.242. ,
134-Sahih-i Buhâri Tecrid-i Sarîh, c.9. Hadîs No: 1393.
135-Sünen-i Ebû Davud, c.2. Hadîs No: 560.
136-Sûre-i A'raf. Ayet 179.
137-Sûre-i Bakara. Ayet 7.
138- Muhtar'ül-Ehadîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 1029.
139- Sünen-i ibn-i Mâce, c.2, Hâdîs No: 450.
140- Râmûz-ul Ehâdîs, Hâdîs No: 5425; Berika, c.2, s.299; Kütüb-i Sitte, c.2, s.263.
141- Sûre-i Zümer, Ayet 23.
142- Berika, c. l, s.58.
143- Mir'ât-i Kâinât, c . l , s.434.
144- Sure-i Kehf, Ayet 82
145- Hacı Muhammed Hilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
İ46- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
147- Sûre-i Hud, Ayet 72.
148- Râmûz-ul Ehadis, Hadîs No: 1256. 1257; Riyazü's-Salihin, Hadîs No: 1089.
149- Müzekki-n-Niifus, s.419; Mir'ât-ı Kâinat, c.2, s.33.
150- Müzekki-n-Nüfus, s.551.
151- Sûre-i Enbiya, Ayet 7.
152- Sûre-i İsra, Ayet 79.
153- Sûre-i Müzemmil. Ayet 2, 3, 4.
154- Sûre-i Müzzemmil, Ayet 20.
155- İhyau Ulûmid-dîn, c.l. Hadîs No: 1139, s.1030, 986; Şevahidü'n-Nübüvve, s.183.
156- Sûre-i Ahzab, Ayet 56.
157- Sûre-i Nisa. Ayet 103.
158- Sûre-i Taha. Ayet 130.
159- Sûre-i Zariyat, Ayet 17-18; Râmûz-ul Ehadis Hâdîs No: 3323.
160- Sûre-i Müzemmil, Ayet 2-4, 20; İhyâu 'UIûmi'd-dîn, c.l, Hâdîs No: 1123, 1125. s. 1022-1023; Kenzül-İrfan,
Hadîs No: 66; Râmûz-ul Ehadîs Hâdîs No: 3641.
161- Rânıûz-ul Ehâdis Hadîs No: 297; Muhtar'lül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 3, s. 664; Riyazü's-Salihin, Hadîs
No: 386, s. 294.
162- Sahih-i Buhâri Tecrid-i Sarih, c.12. Hadîs No: 2042; Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 363.
163- Sûre-i Şems, Ayet 8. .
164- Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 3464.
165- Sûre-i Tevbe, Ayet 119.
166-Sûre-i Kehf, Ayet 65-66.
167-Sünen-i Ebû Davud, c.2, Hadîs No: 393.
168- Sûre-i A'raf, Ayet 23.
169- Sûre-i Yunus. Ayet 69.
170- Sûre-i Taha, Ayet 109; Sûre-i Sebe, Ayet 23; Sûre-i Bakara, Ayet 255.
171- Sûre-i İsra, Ayet 82
172- Sûre-i Hac, Ayet 34.
173- Sûre-i Hac, Ayet 35.
174- Sûre-i Enfal. Ayet 2. •
175- Sûre-i Zümer Ayet 23
176- Sûre-i Hac, Ayet 35.
177- Sûre-i Hac, Ayet 35.
1 7 8 - Sûre-i Bakara, Ayet 195. 254; Sûre-i İbrahim, Ayet 3 i ; Sûre-i Talak, Ayet 7; Sûre-i Münafikun. Ayet 10;
Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, e.5, Hadîs No: 700; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3444.
179- Sûre-i İsra, Ayet 82.
180- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 2796.
181- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
182- Mcvahib-i Ledünniyye, c.l, s.779.
183- Kenzül-İrfan, Hadîs No: 128.
184- Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 504; Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3392.
185- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 1315, 3920, 6229; Sünen'ün Neseî, c.7-8, Hâdîs NÜ: 5290.

392
186- Sûre-i Müzzemmil, Ayet 2. 3, 4, 20.
187- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
188- Mevahib-i Ledünniyye, c.l, s.662.
189- Mcvahib-i Ledünniyye, c. 1, s.161.
190- Sahih-i Buhâri Tecrîd-1 Sarîh, c.9. Hadîs No: 1333.
191- Sûre-i Hud, Ayet 78.
192- Şevahidü'n-Nübüvve, s.72-73. (Değişik bir şekilde rivâyet edilmiştir.)
193- Mir'ât-ı Kâinât, c.l., s.195.
194- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîsi No: 2701, 5739.
195- Sûre-i Bakara. Ayet 41.
196- Sûre-i Cum'a, Ayet 5.
197- Sûre-i Fetih, Ayet 10.
198- Sûre-i Mümtehine, Ayet 12.
199- Kenzül-îrfan, Hadîs No: 873.
200- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
201- Sûre-i A'raf, Ayet 6.
202- Kütüb-i Sitte, c . ll , s.536; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2307.
203- İhyâu Ulu-mi'd-Dîn, c.4, s.660; Kenzül-İrfan, Hadîs No:33.
204- Muhtarü'l-Ehâdisin Nebeviyye, Hadîs No: 1391; Râmûz-ul Ehâdis Hadîs No: 6318-6320.
205- İhyâu 'Ulu-mi'd-Dîn, c. l. Hadîs No: 91, s.96; Kimyâ-yı Saadet, s.70.
206- Şevahidü'n-Nübüvve, s.83; Berika, c.2, s. 86; Mir'ât-ı Kâinât, c. l, s.670.
207-- Sûre-i Hac. Ayet 35
208-- Sûre-i Ahzab. Ayet 41.
20'9- Sûre-i Nisa. Ayet 143.
210--Sûre-i İsra, Ayet 82.
211- Sûre-i Hucurat, Ayet 10.
212- Şevahid'ün-Nübüvve, s.78.
213- Sure-i En'am, Ayet 104; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 136.
214- Sûre-i Hucurat, Ayet 12.
215- Sûre-i Maide, Ayet 110.
216- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.8, Hadîs No: 1236; Mevâhib-i Ledünniyye, c.1. s.656; Şevahid'ün-
Nübüvve, s.127.
217-Sûre-i Bakara, Ayet 1, 2, 3, 4.
218- Sûre-i Bakara, Ayet 163.
219- Sûre-i Bakara, Ayet 255.
220- Sûre-i Bakara, Ayet 284-286.
221- Sûre-i A'li İmran, Ayet 18.
222- Sûre-i A'raf, Ayet 54.
223- Sûre İ Mü'minun, Ayet 117.
224- Sûre-i- Cin, Ayet 3.
225-- Sûre-i Saffat, Ayet 1-10
226- Sûre-i Haşr, Ayet 21-24.
227- Sûre-i İsra. Ayet 82.
228- Sûre-i Ahzab, Ayet 40.
229- Sûre.i Nisa, Ayet 157-159.
230- Sahîh-i Müslim, c. 8, Hadîs No: 39 (2901).
231- Sûre-i Isra, Ayet 82.
232- Sûre-i Nisa, Ayet 45.
233- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2719, 2720, 5216.
234- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2796.
235- Sûre-i Bakara,- Ayet 177, 195, 267; A'li İmran. Ayet 92, 134; Enfal, Ayet 3.
236- Süre-i Enfal, Ayet 9, 12; Sûre-i A'li İmran, Ayet 123-125; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10. Hadîs
No: 1564-1565.
237-Sûre-i Cum'a Ayet 5.
238-Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 225; Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 5494; Sünen-i Mâce. c . 1 . Hadîs No: 261; Muhtar'ul E
hâdîs-in Nebeviyye , Hadîs No: 407.

393
239- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2838.
24
° - Sûre-i Bakara, Ayet 269; Kütüb-i Sille, e.11, Hadîs No: 4115; Tirmizî, ilini. 19 (2688): Sünen-i İbn-i
Mâce, c.10, Hadîs No: 4169: Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2725; Kenzü'l-lrfan, Hadîs No: 212; Muhtar'ul Ehâdîs-in
Nebeviyye Hadîs No: 541; Kırk Hadîs Kitabı, s.213.
241- Sûre-i Bakara, Ayet 174, Berika, c.3, s.264
242,- Kütüb-i Sitte, c.3, Hadîs No: 426; Riyazü's-Salîhin Aslı ve Tercümesi, Hadîs No: 991, s.632; Kırk mevzuda kırk
Hadîs, Hadîs No: 5, s.198
243- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
244- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 166
245- Sûre-i Bakara, Ayet 85. 161; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 622, 5886.
246-Gunyet'üt Talibin, s. 61; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No:5458
247- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3738.
248- Sûre-i Yunus, Ayet 97-98,
249- Şevahid'ün-Nübüvve, s.69-70.
250 Sûre-i Ahzab, Ayet 54.
251- Sûre-i Müzzemmil, Ayet 2, 3, 4, 20.
252- Sûre-i Haşr, Ayet I.
253- Sûre-i Haşr, Ayet 21.
254- Sûre- i Ahzab, ayet 41.
255- Sûre-i Hac, Ayet 35.
256- Sure-i İsra Ayet 82; Sure-i Yunus Ayet 57
257- Sûre-i Mümtehinne, Ayet 12.
258- Hacı muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
259- Süre-i Bakara, Ayet 269; Kenzü'l-lrfan Hadîs No: 212; Tirmizî, ilim 19 (2688); Sünen-i İbn-i Mâce, c.IO,
Hadîs No: 4169; Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 2725; Kırk Mevzuda Kırk Hadîs Kitabı, s.213; Muhtar'ül-Ehâdîs-in
Nebeviyye, Hadîs No: 541.
260- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
261-Kenz'ül-irfan Hadîs No: 425.
262-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
263-Sûre-i Bakara, Ayet 174; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5260, 5494; Muhtar'ul-Ehâdîs-in Nebeviyye. Hadîs No:
407; Sünen-i İbn-i Mâce, c. l, Hadîs No: 261; Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 225.
264-Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 182.
265- Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 469.
266-Sûre-i Nisa, Ayet 143.
267-Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 1641.
268-Keriz'ül-İrfan Hadîs No: 374; Tirmizî, Birr 40.
269-Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 5060.
270- Sûre-i Bakara, Ayet 7
271- Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 1267, 6093.
272-Sünen-i İbn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 4312; İmam Şa'rani, «Ölüm-Kıyamet-Ahiret» Hadîs No:334, s.227.
273-Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 1598.
274-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîsi No: 3675; Sünen,i İbn-i Mâce, c. 1, Hadîs No: 2.
275-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
276-Sûre-i Tevbe, Ayet 107-108.
277-Sûre-i Nisa, Ayet 143.
278-Sûre-i Muhammed, Ayet 33; Sûre-i Nisa. Ayet 13, 69. 80.
279- Fetâvâyı Hindiyye, c.ll, s.461.
280- Kütüb-i Sitte, c. l, s.360; Kütüb-i Sitte, c . 1 l , Hadîs No: 3934; Fetavayı Hindiye, c . l l , s.451
281- S û r e-i Ni sa, Ayet 59 , 64, 65, 80; Sû r e-i Ah zab, Ayet 36 .
282- İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, c.4, Hadîs No: 675.
283- İmam-ı Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Hadîs No: 344, s,230.
284- Sahîh-i Buhârî Tecrîd-i Sarih, c.12. Hadîs No: 2186.
285- İmam-ı Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret, s.230, Hadîs No:344; Süneni İbni Mâce, c.10. Hadîs No: 4309.
286- Kenz'ül-lrfan, Hadîs No: 329.
287- Sünen-i İbni Mâce. c.10, Hadîs No: 4317.
288- Sûre-i Furkan, Ayet 70; Sûre İ Nahl, Ayet 97.

394
289- Sünen-i Ebû Dâvûd Cild 3, Hadîs No: 864; Tirmîzi, Salat 188; tahrim 2; İbn-i Mâce. ikâme 202; Dârimî,
sâlat 91; Ahmed İbn-i Hanbel, II, 290, 425, IV, 65," 103; V, 72, 377; Muvattâ, sefer 89; İhyâu'Ulûmi'd-dîn, c. l. Hadîs No:
483, s. 466; İmam Şaranî «Ölüm-Kıyamet-Ahiret» Hadîs No: 271; Feyzül Kadir, 3/96; Mişkatül Mesabih 1/419;
Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6117; Sünen'ün Nesei. c.1-2, Hadîs No: 463.
290-Sûre-i Cum'a, Ayet 5.
291-Sûre İ Ahzab, Ayet 56.
292-Sûre-i Ahzab, Ayet 41.
293- Sûre-i Yunus, Ayet 98.
294-Râmuz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6073.
295-Sure-i Bakjara Ayet 43.
296- Sure-i Ahzab Ayet 41:
297- Sure-i Nisa Ayet 143.
298- Sure-i Bakara Ayet 10.
299- Sure-i Nişâ Ayet 142.
300- Sure-i Bakara Ayet 174; Ramuz’ul Hadis Hadis No: 2701, 5260, 5494; Muhtarul Ehadisin-Nebeviyye, Hadis No: 407;
Sünen-i İbn-i Mâce, c.1, Hadis No: 261; Kenzül İrfan, Hadis No: 225.
301- Sure-i Kehf, Ayet 64-65; Mir’at-ı Kâinat c.1, s.209-210.
302- Sure-i Kehf, Ayet 66.
303- Sure-i Kehf, Ayet 84-85.
304- Sure-i Mü’min, Ayet 60.
305- Sahih-i Buhari Tecrîd-i Sarih, c.12, Hadis No: 1972; Sahih-i Müslim, C.8, Hadis No: 22 (2754); Sünen-i İbn-i Mâce,
C.10, Hadis No: 4297.
306- Sahih-i Müslim, c.1, Hadis No: 334 (198) ; Ramuz’ul Hadis, Hadis No: 4598; Sünen-i Tirmizî c.4, Hadis No:2558;
Sünen-i İbn-i Mâce, c.10, Hadis No: 4307.
307- Sünen-i İbn-i Mâce, c.10, Hadis No: 4312.
308- Sahih-i Müslim, c.7, Hadis No: 170 (2380)
309- Kenzül İrfan, Hadis No: 476; El-Müttekî Kenzü 41-Ummal, IX, Hadis No: 25367.
310- Ramuz’ul Hadis, Hadis No: 5061.
311- Sahih-i Buhari Tecrîd-i Sarih, c.9, Hadis No: 1494.
312- Kütüb-i Site C.2, Hadis No:4(43); Ramuz’ul Hadis Hadis No: 1848.
313- Sure-i Bakara Ayet 165.
314- Sure-i Nisa Ayet 13, 14, 69; Sure-i Nûr Ayet 52, 54; Sure-i Ahzab, Ayet 71; Sure-i Maide, Ayet 92; Sure-i Enfal Ayet
20, 24, 76; Sure-i Muhammed, Ayet 33.
315- Sure-i Nisa Ayet 23.
316- Riyazüs-Salihiyn, c.2, Hadis No: 994; Sahih-i Buharî Tecrîd-i Sarih, c.3, Hadis No:565; Muhtarul Ehadisin-Nebeviyye,
Hadis No:1354.
317- Sure-i Ahzab Ayet 58.
318- Kenzül İrfan Hadis No: 425; Mevahib-i Ledünniye c.1, s. 773; İhyau Ulumiddîn c.2, s.218;
319- Sure-i Ahzab Ayet 56.
320- Sure-i Hud, Ayet 114; Sure-i İsra Ayet 79; Sure-i Müzzemmil, Ayet 3, 20.
321- Sure-i Kaf Ayet 39; Sure-i Vakıa Ayet 96.
322- Sure-i Müzzemmil, Ayet 2-4, 20.
323- Sure-i Bakara Ayet 110, 177; Sure-i Âl-i İmran Ayet 92; Sure-i Mearic Ayet 24; Sure-i Beled Ayet 14-16; Sûre-i Leyl,
Ayet 18-20.
324- Sûre-i Bakara Ayet 195, 254; Sure-i İbrahim Ayet 31; Sure-i Hadis Ayet 7; Sure-i Münafikûn, Ayet 10; Sure-i Talak
Ayet 7
325- Sünen-i Ebû Davud c.6. Hadis No: 1678; Sünen-i Tirmizî, c.6, Hadis No: 3919.
326- Sünen-i Tirmizî c.6, Hadis No: 3946, 3947.
327- Mir’at-ı Kâinat c.1, s.441.
328- Sure-i Tevbe Ayet 40.
329- Sure-i Fetih, Ayet 29.
330- Kenzül İrfan, Hadis No: 189.
331- Sûre-i Nisa Ayet 97.
332- Sure-i Nisa Ayet 98.
333- Sure-i Bakara Ayet 177, 215, 254; Sure-i Münafikûn Ayet 10.
334- Sure-i Bakara Ayet 138.
335- Sure-i Kehf Ayet 65-66.

395
336- Sure-i Kehf Ayet 71-77.
337- Muhtarul Ehadisn-Nebeviyye , Hadis No: 504.
338- Ramuz’ul Hadis, Hadis No: 5952; Sahih-i Buhari Tecrîd-i Sarih, c.12, Hadis No: 2160.
339- Sure-i Ankebut, Ayet 45.
340- Sure-i Enbiya, Ayet 7.
341- Sure-i Ahzab Ayet 11.
342- Sünen-i İbn-i Mâce, c.5, Hadis No:1763; Ramuz’ul Hadis, Hadis No:710.
343-Sünen-i İbn-i Mâce, c.4, Hadis No: 1671.
344- Hacı Muhammed Bilâl-i Nadirî Hz. nin vaaz bandından alınmıştır.
345- Sûre-i Bakara, Ayet 183-185.
346- Sure-i Nisa Ayet 13-14, 69.
347- Sure-i Nisa, Ayet59.
348- Sure-i İbn-i Mâce, c.4, Hadis No: 1671.
349- Berika c.1, s.183; Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, c.9, Hadis No:1325; Muhtarul Ehadisin- Nebeviye, Hadis No: 3, s.664;
Ramuz’ul Hadis Hadis No:297.
350- Ramuz’ul Hadis Hadis No: 5061.
351- Sure-i Nur Ayet 31.
352- Ramuz’ul Hadis, Hadis No: 4013
353-Sure-i Hud Ayet 72,
354- Sure-i Yusuf Ayet 23.
355- Sure-i Yusuf Ayet 33.
356- Sure-i Hud, Ayet 78.
357- Surei Nahl Ayet 97.
358- Ramuz’ul Hadis , Hadis No: 5701.
359- Mir’at-ı Kâinat , c.. 1, s.251.
360- Sure-i Ahzab Ayet 6.
361- Sure-i Araf Ayet 172.
362- Sure-iş Rum Ayet 30; Sahih-i Müslim, c.8, Hadis No:22(2658); Sünen-i Tirmizî, c.4, Hadis No: 2223.
363- Mevahib-i Ledünniye, c.1, s.447.
364- Hacı Muhammed Bilâl-i Nadir Hz.nin vaaz bandından alınmıştır.
365- Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih c.12, Hadis No: 1972; Sünen-i İbn-i Mace c.10, Hadis No: 4297; Sahih-i Müslim, c.8, Hadis
No: 22(2754)
366- Riyazüs-Salihiyn, Hadis No: 360, 378.
367- Hacı Muhammed Bilâl-i Nadir Hz:nin vaaz bandından alınmıştır.
368- Muhtarul Hadis’in Nebeviye, Hadis No:3, s.664; Ramuz’ul Hadis Hdais No: 297; Berika, c.1, s.183; Sahih-i Buhari Tecrid-i
Sarih c.9, Hadis No:1325.
369- Ramuz’ul Hadis Hadis No:2857.
370- Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, c.4, Hadis No: 666.
371- Sure-i Nisa Ayet13-14, 59, 64, 65, 69; Sure-i Âli İmran Ayet 32; Sure-i Muhammed, Ayet 33;
372- Surei Âli İmran Ayet 102; Sure-i Bakara Ayet 104; Sure-i Nisa Ayet 19.
373- Sure-i İbrahim Ayet 7.
374- Sure-i Bakara, Ayet 34.
375- Sure-i Yunus Ayet 69.
376- Değişik bir ifade ile benzeri; Kütüb-i Site, c.12, Hadis No:4399; Sahih-i Müslim, c.7, Hadis No: 26 (2401); Mir’at-ı Kâinat
c.1, s.688.
377- Mevahib-i Ledünniye c.1, s.447.
378- Mevahib-i Ledünniye c.1, s.447.
379-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12. Hadîs No: 2042: Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 4094: Riyâzü's-Sâlîhîn, Aslı
ve Tercemesi, s.293.
380-Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 136; Muhlar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 19, 422.
381-Sünen-i Timizi, c.4, Hadîs No: 2499; Berika. c.2, s.296.
382-Mevâhib-i Ledünniyye, c. l, s.662.
383-Şevahid'ün-Nübüvve, s. 167-168.
384-Mevâhib-i Ledünniyye, c. l, s.160-161.
385-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmışlır.
386-Sûre-i Bakara, Ayet 165.
387-Sûre-i Kıyamet, ayet 2.

396
388-Sûre İ Şems, Ayet 8.
389-Sûre-i Bakara, Ayet 260; Sûre-i Fecr. Ayet 27;
390- Sûre-i Fecr, ayet 28.
391- Sure-i Bakara Ayet 269; Ramuz’ul Hadis Hadis No: 3187, 3925.
392- Sûre-i Haşr. Ayet 9; Sûre-i Tevbe, Ayet 100
393- Süre-i Maide Ayet 54
394- Kenz'ül-İrfan, Hadîs No:932
395- Sünen-i Tirmizî, c.l, Hadîs No:121; Sahîh-i Müslim, c.l. Hadîs No:I16 (372); Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh,
c.l. Hadîs No:199; Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 1455
396- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz. vaaz bandından alınmıştır.
397- Sûre-i Hucurat, Ayet 12
398-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.l, s.5.
399-Sure-i A'li İmran, Ayet 103.
400- Râmûz-ul Ehâdis.Hadîs No: 3756
401
- Râmuz-ul Ehâdis, Hadîs No: 1609
402- Sûre-i İsra, Ayet 82; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2796; Sünen-i İbn-i Mâce, c.9. Hadîs No: 3533.
403- Sûre-i Hucurat, Ayet 12.
404- Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s.251.
405- Sûre-i Nahl, Ayet 97.
406- Sûre-i A'li İmran, Ayet 35.
407- Sûre-i A'li İmran. Ayet 36.
408- Sûre-i A'li İmran, Ayet 37
409-Berîka. c.l, s.58.
410- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
411- Sûre-i Nur, Ayet 11- 19.
412- Sûre-i Yunus, Ayet 69.
413- Sûre-i Nahl, Ayet 97.
414- Râıııûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1362, 4027, 4174.
415- Mevâhib-İ Ledünniyye, c.2, s.5; Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s,431.
416- Şevahid'ün-Nübüvve, s.112.
417- Sûre-i Ahzab, Ayet 52.
418- Sûre-i Isra, Ayet 79.
419- Sûre-i Enfal, Ayet 1, 41; Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.669.
420- Sünen-i Tirmizî, c.3, Hadîs No:1658; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.8. Hadîs No: 1173.
421- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10, s.186-187.
422- Sûre-i İsra, Ayet 76.
423- Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.689.
424- Sünen-i İbn-i Mâce, c.9. Hadîs No: 3704.
425-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.2, Hadîs No: 411.
426- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6093.
427- Fetâvâyi Hindiyye, c. 12, s.168-169; İbn-i Abidîn, c.15, s.429-430.
428- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
429- İhyâu 'Ulumi'd-dîn, el, s.140; Sünen-i Ebû Davud, c.l, Hadîs No: 8; Muvatta, Kıble 1; Ahmed İbn-i Hanbel, II,
247, 250; III, 360, 487; V, 414. 415, 417, 419, 421, 437, 438; VI, 184.
430- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3675.
431- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.4, s.551.
432- Sünen-i Tirmizî, c.6. Hadîs No: 4091.
433- Mevâhib-i Ledünniyye, c . l, s. 109.
434- Sûre-i Hud. Ayet 46.
435- İmam Gazali, Hüccetü'l-İslâm, s.70.
436-İmam Gazali, Hüccetü'l-İslâm, s.70
437-.Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
438-Sûre-i Bakara, Ayet 255; Sûre-i Tana. Ayet 109; Sûre-i Sebe. Ayet 23.
439- Kütüb-i Sitte, c.9. Hadîs No: 2792; Tirmizî, Salât 174 (235), Edeb 24 (2773); Ebû Davud, Salât 61 (582-584);
Neseî, İmamet 3, 6 (2, 76-77); Müslim, Mesacid 250 (673).
440-Râmüz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2619.
441-Mevâhib-i Ledünniyye, c. 1, s.21.

397
442-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4434; Şevahid'ün-Nübüvve, s. 170-171, 173.
443-Sûre-i Araf, Ayet 12.
444-Sünen-i İbn-i Mâce, c..9, Hadis No: 3704.
445- Süre-i A'li İmran, ayet 37.
446- Sûre-i Nemi, Ayet 40.
447- Sûre-i Kehf, ayet 11-12, 25.
448- Mevâhib-i Ledünniyye, c.4, s.587-686.
449-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh. c.12. Hadîs No; 2042; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs. No: 4094.
450-Mevâhib-i Ledünniyye, c.1. s.447.
451-Sûre-i Nisa, Ayet 69; Sünen-i Tirmizî, c.4. Hadîs No:249'9; Berîka, c.2, s.296: Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No:4067.
452-Hacı Muhanımed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.

453-Sahîh-i Buhâri, Tecrîd-i Şarttı, c.9.Hadîs No: 3 328.


454-Sûre-i Ahzab, Ayet 56.
455-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.l,s.5, 15.
456-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, ç.12. Hadîs No: 2042; Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 4094.
457-Sûre-i Mü'min, Ayet 60.
458-Mir'ât-ı Kâinat, c.1, s.469.
459-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.8, s.102.
460-Sûre-i Şuara, Ayet 224; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12. Hadîs No: 2006; Sünen-i Tirmizî, c.4, Hadîs No:
3008; Berîka, c.5, s.94; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5794.
461-Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 1596; Sünen-i ibn-i Mâce, c.10, Hadîs No: 4324.
462- Şevahidün-Nübüvve, s.22
463- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4439.
464- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
465- Sûre-i Bakara, Ayet 248.
466- İmam Şa'rani, «Ölüm-Kıyamet-Ahiret» s.447.
467- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5749.
468- Riyâzü's-Salihîn, Hadîs No: 380, 381; Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 4067, 4070.
469- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3675: Sünen-i İbni Mâce, c.I, Hadîs No: 2.
470- Sûre-i İsra Ayet, 82.
471- Mevâhib-i Ledünniyye, c.I, s.773; İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, c.2, s.218: Kenzü'l-İrfan, Hadîs No:425.
472- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, cild 9, Hadîs NÜ: 1413.
473- Mevahib-i Ledünniyye, el, s.505.
474- Mevâhib-i' Ledünniyye, c.l, Hadîs No: 505.
475- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
476- Gunyet'üt Talibin, s.749.
477- Sünen-i İbni Mâce, c.9. Hadîs No: 3316-3317.
478- Sünen-i İbni Mâce, c.9, Hadîs No: 3319.
479- Sünen’ün Neseî, c.5-6, Hadis No: 3552, 3553; Ramuz’ul Hadis, Hadis No:1776;
480- Sure-i Bakara Ayet 174; Ramuz’ul Ehadis Hadis No: 5494; Muhtarul Ehadisin Nebeviye, Hadis No: 4o7; Sünen-i
İbn-i Mâce, c.1, Hadis No: 261; Kenzül İrfan, Hadis No: 225;
481- Ramuz’ul Ehadis Hadis No: 5953
482- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
483- RâmÛz-ul Hadîs, Hadîs No: 4221.
484- Mir'ât-ı Kâinât, c.l, s.561; Berika, c.2, s.358.
485- Riyâzû's-Sâlihin, Aslı ve Tercemesi, Hadîs No: 1402.
486- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 17.
487- Berika, c.2, s.294; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2444-2445.
488- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3304; Riyâzü's-Sâlihin, c.3. Hadîs No: 1412.
489- Berika, c.l, s.58.
490- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12. Hadîs No: 2042.
491 - Mevâhib-i Ledünniyye, c. 1, s.447.
492- Sûre-i Isra, Ayet 82.
493- Sûre-i Bakara, Ayet 269; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3925.
494- Sûre-i Alak, Ayet 1-2; Mir'ât-i Kâinat, c.l, s.4I9.
495-. Sünen-i İbn-i Mâce. c. 10. Hadîs No: 3992.

398
496-Sure-i Bakara, Ayet 114.
497-Sûre-i Hucurat, Ayet 10.
498- Sûre-i Rum, Ayet 1-5.
499-Kenz'ül-İrfan. Hadîs No: 30; Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 429.
500-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.9, Hadîs No: 1393.
501-Şevahid'ün-Nübüvve, s.240.
502-Şevahid'ün-Nübüvve, s.242; Berika, c.2, s.80.
503-Sünen-i ibn-i Mâce, c.10, Hadîs No: 4101.
504-Sûre-i Kehf. Ayet 71.
505-Sûre-i Kehf, Ayet 74.
506-Sûre-i Kehf, Ayet 77.
507-Mir'at-i Kâinat, c.2, s.33; Müzekki-n-Nüfus, s.419.
508-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.2, Hadîs No: 412: Sünen-i Tirmîzi, c . l. Hadîs No: 447; Muhtar'ül-Ehâdîs-in
Nebeviyye, Hadîs No: 1286.
509-Sûre-i Yunus, Ayet 92.
510- Sûre-i Kehf, Ayet 75.
511-Sûre-i Enfal, Ayet 74.
512-Sûre-i Bakara, Ayet 165.
513-Sûre-i Nisa,. Ayet 124; Sûre-i Yunus, Ayet 44; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c. 4, Hadîs No: 666.
514-Mevâhib-i Ledünniyye, e l , s.447.
515-Sûre-i Duhan. Ayet 10-11.
516-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.ll, Hadîs No: 1719.
517-Sünen'iin-Neseî, c. 7-8, Hadîs No: 5552.
518-Gunyet'ut-Tâlibin, s.102.
519-Sünen'ün Neseî, c.7-8. Hadîs No: 5552.
520-Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 5065.
521-Kenzü'l-trfan, Hadîs 921.
522-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, Cild 6, s. 435-436; Taberani «Evsat»ında rivayet etmiştir.
523-Muvatta, hüsnü'1-hulk 16.
524-Müttekî, Kenzül-Ummal, IX, Hadîs No: 25367.
525-Sûre-i Hucurat. Ayet 10; Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 5792.
526- Sünen-i Tirmizî, c.4. Hadîs No: 3002
527-Kenz'ül-irfan, Hadîs No: 900; Neseî, zekat 94; Ahmed ibn-i Hanbel V, 65.
528-İbn-i Hibban, Sahîh, II, 142.
529-Ebû Nuaym, Hilye I. 224.
530-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 1573.
531-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6200.
532-Münâvi, Kunûzü'l-hakâik, s.85.
533-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5277.
534-ibn-i Hibban, Sahih, II, 132
535-İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, Cild 1, Hadîs No: 976.
536-Râmûz-ul Ehadîs No: 3637ı Muhtar'ul-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 639.
. 537-Sûre-i Enfal, Ayet 20, 46; Süre-i Maide, Ayet 92; Sûre-i Muhammed, Ayet 33; Sûre-i Nisa, Ayet 59; Sûre-i
Nur, Ayet 54; Sûre-i Teğabün, Ayet 12; Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 5021.
538-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.6. s.435-436; Umdet'ül-Gâri, Taberâni «Evsat»mda da zikretmiştir.
539-Sûre-i A'li İmran, Ayet 54.
540-Sure-i Yusuf, Ayet 4.
541-Sûre-i Yusuf, Ayet 36.
542-Sûre-i Yusuf, Ayet 46.
543-Feyz'ül-kadir, c.4, s.12.
544-Sünen-i İbn-i Mâce, c.10, Hadîs No: 3896, 3899; Sünen-i Tirmizî, c.4. Hadîs No: 2374, 2375; Riyâzü's-
Sâlihin, Hadîs No: 835; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12, Hadîs No: 2103.
545-Sahîh-i Müslim, c.7, Hadîs No: 7 (2263): Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12. Hadîs No: 2102; Sünen-i
Tirmizî c.4, Hadîs No: 2372, 2393; Sünen-i İbn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 3917; Kenzü'l-Irfan. Hadîs No: 975; Berîka,
c.l, s.308.
546- Sünen-i ibn-i Mâce, c.10, Hadîs No: 3906, 3907.
547-Sünen-i İbn-i Mâce, c.IO, Hadîs No: 3900-3905; Sahîh-i Müslim, c.7. Hadîs No: 10 (2266-2267): Riyâzü's-Sâli-
hin, s.837; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12. Hadîs No: 2104-2105; Kenzü'l-lrfan, Hadîs No: 977; Kırk Mevzuda,
Kırk Hadîs Kitabı, s.597. Hadîs No: 39-40.
399
548-Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 996; Sünen-i Tirmizî, c.4. Hadîs No: 2376.
549-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 999.
550-Sahîh-i Müslim, c.7. Hadîs No: 23 (2275); Kırk Mevzuda Kırk Hadîs Kitabı, s.593. Hadîs No: 32; Sünen-i
Tirmizî, c. 4, Hadîs No: 2396.
551- Sûre-i Furkan, Ayet 70; Sûre-i Nahl. Ayet 97.
552- Hacı Muhammed Bilâİ Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
553- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
554- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.2, Hadîs No: 315.
555- Sûre-i Bakara, Ayet 158; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.6. Hadîs No:807; Sünen-i Tirmizî, c.2. Hadîs No:864.
556- Sûre-i Haşr, Ayet 7.
557- Sûre-i Bakara, ayet 106.
558- Sûre-i Nisa, Ayet 43, Süre-i Maide, Ayet 90-91.
559- Sûre-i Hucurat, Ayet 2.
560-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.9. Hadîs No: 1474.
561- Sûre-i Fetih, Ayet 10.
562- Sûre-i Kehf, Ayet 22.
563-Sûre-i Yunus. Ayet 98,
564-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12, Hadîs No: 1911-
565- Sünen-i Tirmizî, c.3, Hadîs No: 1841; Sünen'ün-Nesei, c.7-8, Hadîs No: 5031, 5032.
566-Râmûz-ul Ehâdîs (30. Bölüm) Hadîs No: 24.
567- Günyetüt-Tâlibin, s.61.
568-Sünen'ün Nesei, c.7-8, Hadîs No: 5028, 5030.
569- Sahîh-i Müslim, c.6, Hadîs No: 32 (2079).
570-İmam-i Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Hadîs No: 836; s.458.
571- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5478.
572- Tirmizî; Hâkim ve Ahmed de rivayet etmişlerdir.
573- Ramûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3738, 3756, 6294.
574-Sûre-i Fetih, Ayet 27.
575-Sahîh-i Müslim, c.l, Hadîs No: 232 (145); Sünen-i ibn-i Mâce, c.l0. Hadîs No:3986; Berika, c.l, s.237; Kütüb-i
Sitte, c.2. Hadîs No: 4 (52); Tirmizî, iman, 13 (2631).
576- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.2, Hadîs No: 452.
577- Sünen-i Ebû Dâvûd, c.2, Hadîs No: 646.
578-Kenz'ül-Irfan, Hadîs No: 802, 808; Müslim-Tahare, 55; Ahmed İbn-i Hanbel, c11, 365, 366; Gunyet'ül Talibin,
s. 56;
579- Berika, c.5, s.344.
580- Berika, c.5, s. 197, 343; Günyetü't-Tâlibin, s.63; Râmuz-ul Ehâdîs Hadîs No: 6389.
581- Berika, c.5, s.344; Riyâsü's-Sâlihin Aslı ve Tercemesi, Hadîs No: 1202; Kenzü'I-İrfan, Hadîs No:798.
582- Berika, c.5, s.343.
583- Berika, c.5, s.344.
584- Berika, c.5, s.344.
585- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3900.
586- Sûre-i Neml. Ayet 24.
587- Sünen-i ibn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 4339.
588- İmam-i Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret, s.298-299.
589- Sûre-i A'li İmran, Ayet 154.
590- Sûre-i Araf, Ayet 31; Sûre-i Maide, Ayet 32; Sûre-i En'am, Ayet 141; Sûre-i Nisa, Ayet 6.
591- Sûre-i İbrahim. Ayet 7. .
592Râmuz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4587; Berika, c.4, s.225.
593-Sûre-i Tahrim, Ayet 8.
594-Râmüz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3110; Ihyâu 'Ulûmİ'd-din, c.4. Hadîs No: 654; Müslim'de de rivayet edilmiştir.
595-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
596-Riyâzü's-Sâlihîn Aslı, ve Tercemesi, Hadîs No: 1635; Gunyet'üt Tâlibîn, s.61
597- Sûre-i Maide. Ayet 91.
598-Sûre-i A'li İmran. Ayel 37.
599-Sûre-i Kehf, Ayet 25.
600-Sûre-i Kehf. Ayet 19.
601-Sûre-i Bakara, Ayet 57; Sûre-i Taha, Ayet 80.
400
602-Sûre-i En'am, Ayet 160.
603-Sûre-i Bakara, Ayet 261; Râmûz-ul Hadîs, Hadis No: 4062.
604-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.4, Hadîs No: 605.
605-Sûre-i Bakara, Ayet 245;Kütüb-i Sitte. el, s.137-138.
606-Sûre-i Hicr, Ayet 87; Kütüb-i Sitte, c.4. Hadîs No: 673; Berika, c.l, s.162.
607-Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s. 493; Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s. 640-643.
608-Mir'ât-ı Kâinat, el, s- 509. '
609- Sûre-i Araf, Ayet 179.
610- Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 4535, 3084; İmam-i Şa'rani "Ölüm-Kıyamet-Ahiret" s.467, Hadîs No: 867; Sahîh-i
Buhâri Tecrîd-i Sarîh. c. 12, Hadîs No: 1892
611- Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s.463; Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.194.
612- Sure-i Nur, Ayet 31
613- Müzekki’n-Nüfus, S.406
614- Sure-i Ahzab Ayet 40; Ramuz’ul Ehadis, Hadis No:4013-4015
615- Sahih-i Buhari Tecrid-i Sarih, C-1, Hadis No:177
616- İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, cl, s.847; Sünen-i Tirmizî, c.6, Hadîs No: 3598
617- Sûre-i Bakara, Ayet 62; Sûre-i Yunus, Ayet 62.
618-Sûre-i Ahzab, Ayet 3; Sûre-i Tegabün, Ayet 13, 13; Sünen-i ibn,i Mâce, c.9, Hadîs No: 3542.
619-Süre-i Bakara, Ayet 20, 106; Sûre-i Ali İmran, Ayet 26, 29.
620-Sûre-i Rahman, Ayet 29; Sûre-i Bakara, Ayet 28-29.
621-Sûre-i Bakara, Ayet 195; Sûre-i Nisa. Ayet 29; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.4. Hadîs No: 669.
622-Sûre-i Bakara, Ayet 214.
623- Kenzü'l-lrfan, Hadîs No: 820; Kütüb-i Sitte, c.2. s.294; İhyau 'Ulûmi'd-dîn, c . 1 , s.123; İmam-i Şa'rani, El
Uhud'ul-kübra, s.52; Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 298.
624- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10. Hadîs No: 1609-
625-Sûre-i Ahzab, Ayet 26.
626-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.3, Hadîs No: 565; Muhtar'ül-Ehndis-in Nebeviyye, Hadîs No: 1354; Riyazü's
Salihin Aslı ve Tercemesi, Hadîs No: 986
627-Hacı Muhanımed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
628-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
629-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10. Hadîs No: 1660; Sünen'ün-Neseî, c.7-8, Hadîs No; 5353.
630-Sûre-i Neml, Ayet 23.
631-Riyâzü's-Sâlihin Tercemesi, Hadîs No: 1641.
632-Riyâzüs-Sâlihin Tercemesi, Hadîs No: 363.
633-Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 78, 524.
634-Mâce, Nikah 4; Tirmizî, rida-10 (1161); Muhtar'ul-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 401; Kütüb-i Sitte, c.10.
Hadîs No: 3294.
635-Sûre-i Sa'd, Ayet 44.
636-Kenzü'l-irfan, Hadîs No: 970; Sünen-i Ebû Dâvûd, c.6. Hadîs No: 1679.
637-Sûre-i Yasin, Ayet 56.
638-Sûre-i Vakıa, Ayet 21.
639-Ebû Dâvûd, Tereccül 7; Tirmizî, Edeb 35; Neseî, Zinet 35; Darimi. İstizan 18; Ahmet ibn-i Hanbel IV, 414. 418;
El-Uhudü'I-Kübra, 877. ,
640-Feyzü'l-Kadir.c.3, s.137.
641-Kırk Mevzuda Kırk Hadîs Kitabı, s.479. Hadîs No: 23; Sünen-i İbn-i Mâce, c.10, Hadîs No: 4002.
642-Feyzü'l-Kadir, c.l, s.318.
643-Sünen'ün-Neseî. c.5-6. Hadîs No: 3218
644-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
645-Hacı Muhammed Bilâl nâdir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
646-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3644; Kırk Mevzuda Kırk Hadîs, Hadîs No: 6, s.490; Feyz'ül-kadir, c.3, s.269.
647-Ahmed; Muhlar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 267, Sünen-i Tirmizî, c.2. Hadîs No: 1167; Sahîh-i Müslim,
c.4. Hadîs No: 10 (1403)..
648-Müslim ve Tirmizî de rivayet etmişlerdir.
649-Râmûz-uI Ehâdîs, Hadîs No: 5673; Sünen'ün-Neseî, c.7, Hadîs No: 5353; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10.
Hadîs No: 1660.
650-Muhtar'ül-Ehâdis-in Nebeviyye. Hadîs No: 526; Süneni Ebû Dâvûd, c.8. Hadîs No: 2144; Mâce, Nikah-3; Ahmed
ibn-i Hanbel. IV, 447; V. 3.
651-Kimyâ-yı Saadet, s.47.

401
652-Sünen-i Ebû Dâvûd, c.8. Hadîs No: 2144; Beyhakî, es-Sünenü'1-Kübrâ. VII. 295.
653-Sünen-i Tirmizî, c.2. Hadîs No: 1172; Sünen-i Ebû Dâvûd, c.8. Hadîs No: 2142; İbn-i Mâce, nikah 3; Ahmed
ibn-i Hanbel, IV, 447; V,3.
654-Buhâri, bedu'l-halk 7, nikah 85; Müslim, nikah 120; Tirmizî, redâ' 10; Darimî, nikah 38.
655-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, c.10, s.398.
656-Kırk Mevzuda Kırk Hadis Kitabı, s.480, Hadîs No: 25; Buhâri'de zikretmiştir,
657-Sâre-i A'li İmran, Ayet 37.
658-Gunyet'üt Talibin, s.1057; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12, Hadîs No: 2042; Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs
No: 4094.
659-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c. 3, Hadîs No: 551.
660-Sûre-i Vakıa, Ayet 20-21.
661- Tuhfel'ül ahzevi, c.8, s,9; Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 951.
662- Sünen'ün-Neseî, c.3-4. Hadîs No: 1594.
663- Mir'ât-ı Kainat, c.l, s.152.
664-Sûre-i A'li İmran, Ayet 54.
665-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, Cild 1, Hadîs No:187; s. 201, 207.
666-Kütüb-i Sitte, c.2. Hadîs No: 424-427, 453: El-Uhudü'l-Kübra; İmam Şa'rani, «Ölüm-Kıyamet-Ahiret» s.409-
410; Mecmuul Adab, s.280.
667-Kütüb-i Sitte, c.2, s.455; Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye. Hadîs No: 572; Sünen'ün-Neseî, c.1-2. Hadîs No: 9.
668-Râmûz-ul Ehâdîs No: 2717, 2718; Sünen-i İbn-i Mâce, c.8, Hadîs No: 3163; Kütüb-i Sitte, c.2, s.453.
669-Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 405; Mecmuul-Adap, s.282; Muhtar'ul:Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 48.
670-Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 5103; Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 529.
671-Râmûz-ul Ehadîs, Hadîs No: 5989.
672-Sahîh-i Müslim, c.8. Hadîs No: 22 (2754); Sünen-i İbn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 4297.
673-Sûre-i Bakara, ayet 273; Sünen-i Tirmizî, c.4, Hadîs No:2467.
674-Sünen-i Tirmizî, c.4, Hadîs No: 2486; Riyâzü's-Sâlihin, Hadîs No: 514; Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.5O5;
Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 415; Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 920.
675-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5609; Sünen-i Tirmizî. c.4. Hadîs No: 2421.
676-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır; İhyâu'Ulûmi'd-dîn, c.3, s.200-201.
677-Muhtar'ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 1391; Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 6318, 6320.
678-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3068 (değişik bir ifade ile rivayet edilmiştir).
679-Sünen'ün-Neseî, c.3-4, Hadîs No:1963; Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.678.
680-Râmûz-ul Ehâdîs, (3O.BölÜm) Hadîs No: 386.
681-Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.384-385.
682-Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.384-385.
683-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10, Hadîs No: 1635.
684-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.8, Hadîs No: 1296; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10, Hadîs No: 1635; Süne
n-i Tirmizî, c.3, Hadîs No: 1649.
685-Sûre-i Bakara, Ayet 154; Sûre-i A'li İmran, Ayet 169.
686-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2429.
687-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, c.9, Hadîs No: 1333.
688-Delâil-i Hayrat Şerhi (Kara Davul) s.408-409.
689-Sûre-i Mücadele, Ayet 1.
690-Sûre-i Fetih, Ayet 2; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, c.4, Hadîs No;580.
691-Sûre-i Kehf, Ayet 28.
692- Sûre-i Ahzab, Ayet 6.
693- Sûre-i Bakara, Ayet 255; Sûre-i Tana. Ayet 109.
694-Sûre-i Nur, Ayet 31.
695-Sûre-i Ahzab, Ayet 53.
696-Sûre-i Nur, Ayet 31.
697-Sûre-i Ahzab, Ayet 6.
698-Buhâri, Nikah 36; Ebû Dâvûd, Talak 33.
699-ibn-i Hacer, Fethu'1-Bâri, II, 88.
700-Geri kalan beş çeşit nikaha gelince;
1-) İstihza nikahı: Daha asaletli bir nesil elde etmek gayesi ile, erkeğin hanımını, hayız halinden çıkınca , hamile
kalması için bir başka erkeğe göndermesidir. Kadın hamile kalıncaya kadar,kocası ona temasta bulunmazdı.
2-) Bedel Nikahı: Bu, iki erkeğin hanımlarını karşılıklı olarak değiştirmesidir.

402
3-) Hıdn Nikahı: Bu, kadınların gizlice dost edinmeleri şeklinde hasıl olan nikahtır. Kur'ân-ı Kerim bu çeşit haram
münasebete temas eder. (Sûre-i Nisa, Ayet 25; Sûre-i Maide, Ayet 5.)
4-) Fahişeliği meslek yapan ve bunu kapısına diktiği Bayrakla ilan eden kadınların nikahı: Çocuk sahibi olduğu
takdirde kendisine temas eden erkekleri toplar, getirilen bir kâifin hükmüyle onlardan biriyle baba tayin edilirdi.
5-) On kişiden az bir gurup, kadınla, sırayla temasta bulunur, hamilelik halinde kadın bunlan çağırır, en ziyade
hoşuna gideni baba ilan eder. erkek buna İtiraz edemezdi.
701-İbn-i Hübbân: "Husyelerimizi burdurup kadınlaşsak olmaz mı?" dedik ibaresinden hareketle Rasûlullah (sal-
llallâhu aleyhi vesellem)'ın ilk bakışta mut'a'yı yasaklamış olabileceği görüşünü ileri sürer. (Sahîh-i ibn-i Hübban,
6. 175
702-Sûre-i Maide, Ayet 87; Müslim. Nikah 11 (1404).
703-Nevevi, Şerhu Müslim 9, 181.
704-Beyhâkî, es-Sünenü'1-Ktibra 7, 207. İleride görüleceği üzere İbn-i Hibbân bunu Rasûlullah'ın sözü olarak
kaydeder.
705-Tahâvî, Şerhu Meâni'1-Asâr, 3, 24; Neseî, Nikah 71.
706-Beyhâkî, a.g.e. 7, 205.
707-Tirmizî, Nikah 28.
708-Nevevi, Şerhu Müslim 9, 182.
709-Beyhâkî, a.g.e. 7, 205.
710-İbn-i Abbâs (radiyallâhu anhu), burada Bakara Sûresinin 173. âyetini atıf yapmaktadır. Bu âyette Rabbimiz
Teâlâ Hz. leş, kan, domuz eti ve puta kesilen hayvanlarınnin haram olduğunu bildirdikten sonra, muzdar kalanların
ölmeyecek kadar yemelerine ruhsat verir.
711-Hattâbî, Meâlimü's-Sünen (Ebû Davud'un hamisinde basılmıştır. Humus 1393/1973, Birinci Tab),2. 559.
712-İbn-i Hazım'ın rivayetinde bu sarahat mevcuttur.(s.79)
713-Sûre-i Meârîc Ayet 30; Sûre-i Mü'minun Ayet 6.
714-Tirmizî, Nikah 28,(1122,4).
715-Mübârekfurî, Tuhfetu'l-Ahvezî 4, 269.
716-Tahavî. a.g.e, 3, 24.
717-İbn-i Hacer, Fethu'1-Bârî 11, 78.
718-Râzî. Tefsir 10, 49.
719-İki mut'a'dan murad temettü haccı İle mut'a nikahıdır. Temettû haccı da caiz mi, değil mi diye münakaşa edilen bir konu
olmuştur. Ancak teferruatı burada mevzumuzun dışında kalır.
720-Müslim, Hac 213, Nikah 7.
721-Müslim, Nikah 16; Bkz. Dârakutnî, a.g.e., 3, 242.
722-F.B., 11, 78.
723-Tahavî a.g.e,, 3, 26.
724-İbn-i Hacer, Fethu'1-Bâri, 11, 78.
725- İbni'l-Arabî, Arızatü'l-Ahvazî, 5, 51.
726-Buhâri, Nikah 31.
727-Müslim, Nikah 19, Neseî, Nikah 71.
728-Müslim, Nikah 21.
729-Tahâvî, a.g.e., 7, 207.
730-Müslim, Nikah 29; Neseî, Nikah 71.
731-Müslim, Nikah 31.
732-Beyhâkî, a.g.e., 7, 207.
733-İbn-i Hacer, Fethu'1-Bârî 11, 74.
734-İbn-i Hazım, a.g.e., s. 178.
735-Müslim'de Sebre'den gelen sekiz rivayetten beşi (Nikah 20, 22, 23, 25, 26. hadîsler) şarîh olarak yasağın fetih
gününde olduğunu belirtir. Diğer üçünde (19, 21, 24. hadîsler) yer belirtmeksizin yasaklama zikreder.
736-Müslim, Nikah 29, (1407).
737-Müslim, Nikah 18
738-İbn-i Hacer, Fethu'l-Bârî, 11, 73.
739-Bkz. Nevevî, Şerhu muslini 9. 181.
740-İbn-i Hacer, Fethu'l-Bârî, 11, 73.
741-İbn-i Hibbân, a.g.e., 6, 178.
742-A.e., 11, 73-74.
743 Ebû Dâvûd, Nikah 13.
743-7413

744-Bkz. ibn-i Hacer, Fethu'l-Bârî 11, 74; Nevevî, Şerhu Müslim 9, 180.
745- İbn-i Hacer, Fethu'l-Bârî 11, 74.

403
746-Nevevî, Şerhti Müslim 9, 179.
747-A.e., 9, 181.
748-Sûre-i Nisa, Ayet 24.
749-Nevevî, Şerhu Müslim 9, 179.
750-Zürkâni, a.g.e., 4, 48.
751-İbn-i Hibbân, Sahîh 6, 178.
752-Ibni'l-Arabî, Anzatu'l-Ahvazî 5, 48.
753-İbn-i Hacer, Feih'u-Bârî 11, 78.
754-İbn-i Hazm. el-Muhailâ 11, 141.
755-İbn-i Hazım, Ebû Bekr Muhammed el-Hemedânî, Kitabu'l-l'tibâr fi Beyani'n-Nasih ve'1-Mensûh, Humus, 1386,
1966, s.177.
756-Aynî, Umdetü'1-Kâri 17, 246.
757-Tahavî, a.g.e., 3, 24-25.
758-Darakutnî, 3, 259.
759-Müslim, Hacc, 162; Tahavî, a.g.e., 3, 26. .
760-Beyhakî, a.g.e., 7, 207.
761-Beyhakî, a.g.e., 7, 202.
762-Tahavî, a.g.e., 3, 25.
763-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid 4, 265.
764-Beyhaki, a.g.e., 7,207
765-Daha önce Hz. Ali (radiyallâhu anhu) ile ilgili rivayetlerde kaydettiğimiz üzere, Abdullah'ın tarizde bulunduğu bu
zat İbn-i Abbâs olabilir.
766-Müslim, Nikah 27.
767-Nevevî, Şerhu Müslim, 9, 188.
768-Aynî, Umde 17, 246.
769-Muhsan: Evliliği tatmış kimsedir.
770-İbn-i Mâce, Nikah 44.
771-Muvatta, Nikah 41.
772-İbn-i Hacer, Fethu'1-Bârî, 11, 76.
773-A.e., 11, 77.
774-îbn-i Hazm, el-Muhallâ 11, 141.
775-Sûre-i Mü'minun, Ayet 5, 6,7.
776-Mealde "ırzlar" kelimesiyle tercüme edilen Kur'ânî tâbir "füruc "dur. Bu fercin cem'i (çoğulu)dur. Fercle âyet ve
hadîslerde gerek erkek ve gerekse kadınların cinsî uzvu kinaye olunur. Sadedinde olduğumuz âyette cinsî tatminin
kinaye olunduğu söylenebilir.
777-Cessas, Ahkâmu'l-Kur'ân 5, 92.
778-İbni'l-Arabî, Ahkâmu'l-Kur'ân 3, 1311. İbni'l-Arabî'nin bu üslubunu başka bazı meselede olduğu üzere Hanefilere
karşı taşığıdı taassupla izah edebiliriz.
779-Ibni'l-Arabî, Anzatu'l-Ahvazî 5, 49.
-

780-Bu mevzuda daha geniş bilgi ve kaynaklar için Hz. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)in Sünnetinde
Terbiye adlı kitabımız görülmelidir, (s. 330-333). ,
781-Sûre-i Nur, Ayet 33.
782-Tahlîl, bir Şia tabiri olarak, Şiî kaynaklarından olan Tehzîbu'l-Ahkâm'da "Efendinin, kendi cariyesini, her hangi
bir şahsa ayriyeten helâl addetmesidir. Bu muameleye ariyet denmekten kaçınılmış, tahlîl denmiştir." (7, 244).
Tabiri ehl-i sünnet âlimleri, boşanan kadının, hülle yoluyla eski kocasıyla nikahlanın ası manasında kullanmışlardır.
783-Şah Abdülaziz, tuhve 228.
784-Sure-i Nisa Ayet 25
785-A.e., aynı sayfa.
786-Sûre-i Nisa. Ayet 24.
787-Şah Abdülaziz, a.g.e., 229-230.
788-Tûsî, Tehzîb 7, 249-250.
789-Kâsâni'nin açıklamasını takip edebilmek için âyetin tam mealini veriyoruz: "(Harb esiri olarak) sağ elleri
nizin mâlik olduğu kadınlar (mülk-i yemininiz olan cariyeler) müstesna olmak üzere diğer bütün kocalı
kadınlar(Ia evlenmeniz de size haranı edildi. Bu haramlar), üzerinize Allah'ın farzı olarak (yazılmıştır). On
lardan maadası ise (namuskâr ve zinaya sapmamış insanlar) halinde (yaşamanız şartiyle) mallarınızla (mehir
vermek veya satın almak suretiyle) ara(yip nikahla)manız için) size heâl edildi. O halde onlardan hangisiy
le faidelendiyseniz ücretlerini takdir edildiği vech i l e ınehrin miktarını tayin ettikten sonra ara
nızda gönül hoşluğu i l e uyuştuğunuz şey (miktar) hakkında üstünüze bîr vebal yoktur. Şüphesiz ki,

404
Allah hakkıyla bilicidir. Mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.
Sizden kim hür ve müslü man kadınları nikahla alacak bir bolluğa güç yetişti rem ezse o halde sağ ellerinizin
mâlik olduğu mü'min cariyelerinizden ( a l s ı n ) . Allah sizin imanınızı çok i y i bilendir. Kiminiz kiminizden (hasıl
olmuşsunuz)dur. O halde -fuhuşta bulunmayan, gizli dostlar da edinmeyen namuslu kadınlar olmak üzere- onları,
sahiplerinin izniyle, kendinize nikahlayın. Ücretlerini (mehirlerini) de güzellikle onlara verin.
Onlar evlendikten sonra bir fuhuş İrtikab ettiler ini o vakit üzerlerine hür kadınlar üzerindeki cezanın yarısı (verilir.
Cariyeleri almak hususundaki) bu (müsaade), içinizde sıkıntıya düşmekten (zinaya s a p ma k t an ) ko rk a n l ar i çin d i r. S ab r e t men iz
İ s e s i z i n i ç i n d ah a h a yı rl ıd ır . All ah h a k k ı yl a ma ğ fir e t edicidir, çok esirgeyicidir." (Sûre-i Nisa, ayet 24-
25.)
790-Sûre-i Ahzab Ayet 50.
791-Kâsâni, Bedâî 2, 273
792-Söylediğimiz hususa en güzel Örneği Muhammed Hüseyin; Aslu'ş-Şia ve Usûlüna adlı eserde vermektedir, (s.
93 -116)
793-Zürkânî, Şerhu Muvatta 4, 47; Haüâbî, a.g.e-, 2, 558
794-Tahâvi, a.g.e.,
795-Buhâri, Nikah 31.
796-İbn-i Hacer, Fethu'1-Barî 11, 77
797-A.e., aynı sayfa
798-Zürkâni, a.g.e., 4, 36
799-İbn-i Hacer, ,Fethu'1-Barî I I , 74
800-İbn-i Hacer, Fethu'1-Barî 11, 77. Onun rivayet elliği hadîsler, yukarıda kaydettiğimiz çeşitlen mensuh hadîsler
olmalıdır.
801-Buhârî, Nikah 31. Bab
802-İbn-i Hacer, Fethu'1-Barî 11, 70
803-Nevevî, Şerhu Müslim 9, 182.
804-Tahavî a.g.e., 3, 27.
805-Nevevî, Şerhu Müslim 9, 182; Zürkânî, Şerhu Muvatta 4,47.
806-Münavî, Feyzu'l-Kadir 1, 227.
807-Nevevî, a.g.e., 9, 182; Zürkanî, a.g.e., 4, 47; Aynî a.g.e., 17, 246; İbn-i Ha'cer, Fethu'1-Barî, 11, 78.
808-Şah Abdülaziz, Gulâm Hakim ed-Dehlevî, Muhtasaru Tuhfeü'l-lsnâ Aşeriyye, s.227, 228
809-Sûre-i Tevbe, Ayet 40.
810-İbn-i Hacer, Fethu'I-Barî 13, 143
811-Buhâri, İlim.
812-İbn-i Kesîr, Tefsîr. 3,143.
813-Hâkimen-Neysâburî, el-Müstedrek, Haydarâbad-Deken 1335, 2, 227.
814-Neseî. Sehv 17.
815-Tirmizî, Ferâiz 10; İbn-i Mâce, Ferâiz 4; Ebû Davud, Ferâiz 5. Ashabın birbirlerinden şahid islemeleri yalancılık
ilhamından ileri gelmez, meselenin mahiyetini Kütüb-i Sitte Muhtasarı adlı kitabımızda genişçe açıkladık (1.
Cild , 58-60).
816-Buhâri, İsti'zan 13; Tirmizî, İsti'zan 3; Muvatta, İsti'zan 3.
817-Buhari tıbb 30
818-Muvatta, Zekat 42; Şafiî, er-Risâle, Beyrut, Tarihsiz, s. 240.
819-İbn-i Sa'd, et-Tabakâtü'l- Kübra 4, 21-22.
820-Müslim, Kasâme 39. Dehlevi, el- İnsafta başka örnekler de kaydeder.
821-İmam Şafiî Hz. er-Risâle'sinde haber-i vahidle ihticâc bab'ında bu meseleye bir çok örnek kaydeder. Orada
topluca görmek mümkündür. Mezkûr bab 401-471 sayfaları arasında yer alır. er-Risâle Ahmed Muhammed Şâkir mer
hum tarafından tahkîk edildiği için rivayetlerin kaynağı bulunabilmektedir.
822-Müsnedu Ahmed İbn-i Hanbel 1,2.
823-İbn-i Hacer, Fethu'1-Barî 13, 268. Zürkanî. Şerhu'l-Muvatta, Mısır, 1962, 5, 411.
824-Şâtıbî, el-Muvâfakat 4, 23
825 Meselâ Tûsî'nin, Tezhibu'l-Ahkâm'ında 32 sayfalık 57. 240-272 arası; İstibsâr'da 14 sayfa (3, 141-155 arası);
25-825-

Kuleyhi'nin Fürû'da 20 sayfa (5, 448-468 arası) rivayet hep mut'a nikahı üzerinedir.
826-Küleynî, el-Fürû' 5, 455
827-Tusî, Istibsâr 3, 151; küleynî, Fürû' 5, 455.
828-Tusî, Istibsâr 3, 151; Küleynî. Fürû' 5, 455.
829-Tusî, Istibsâr 3, 147, 151; Fürü' 5, 460.
830-Tusî, İstibsâr 3, 147.
831-Tusî, İstibsâr 3, 149.

405
832-Tusî, İstibsâr 3, 149; Küleynî, Fürû 5, 457.
833-Sûre-i Neml, Ayet 65
834-Azîmâbâdî, Avnu'l-Ma'bud 11. 306; Fetâvâ-yı Kâdıhân 1, 334.
835-Küleynî, Füru' 5, 387.
836-Tusî, İstibsâr 3, 148-149.
837-Küleyn~i, Füru' 5, 452.
838-Kumî, Men lâ Yahdarahu'l-Fakîh 3, 296.
839-Şiîler, "Aleyhisselâm" ifadesini imamları için kullanırlar. Sünnîler bunu sadece Peygamberlere kullanır.
840-Küleynî, Füru' 5, 460.
841Tusî, tstibsar 3, 143,
842-Tusî, İstibsâr 3. 142, 168.
843-İstibsar 3, 143; Menla 3, 292. Zevâtu'l-Evzâc tâbiri ibare yönüyle "kocaları olan kadınlar" manasına ifade eder ise
de, rivayetin metninde, yukarıda kaydet ligim iz manada açıklanır. Dedim ki: "Zevâtu'l-Ezvaç ne demektir?" Dedi ki:
"Sünnete uygun olmayan bir tarzda boşanan kadınlardır."
844-Tusî, Tehzibu'l-Ahkâm 7. 453-454.
845-A.e-, 7, 252.
846-Kuleynî, Füru' 5, 462.
847-Tusî, tstibsar 3, 143.
848-Sûre-i Mü'minun, Ayet 5.
849-A.e., 3, 142.
850-Istibsar 3, 144.
851-Kumî, Men lâ Yahdarahu'l-Fakih 3, 296.
852-Küleynî, Füru' 5, 455.
853-Tusî, Tehzib 7, 252.
854-Küleynî, Füru' s. 462; Tusî, İstibsar 3, 152.
855-Tusî, Tehzibul-Ahkâm 7, 250-251.
856- Sünneti ikâmeden iki mana çıkarmışlardır: 1- Mut'a'yı bir kere yaparak sünneti yerine getirmek; 2~ Mut'a'-
nın sünnet olduğunu kavl ile ikrar etmek, fakat bunu yapmak bir vecîbe değildir. Onu yaparak zarara düşmek gerek
mez.
857- Kuleynî, Füru’ 5, 453.
858- A.e., aynı sayfa.
859--Tusî, İstibsar 3; Tehzîbu'l-Ahkam 7, 251.
860-Takiyye: Şia'ya ait bir ıslatılır, canını kurtarmak için inancını gizlemek, olduğundan başka görünmek manasına
gelir.
861-Tusî. İstibsar 3, 142.
862-Tusî, Tehzîb 7, 251-252.
863-Tusî, İstibsar 3, 143.
864-Kumî, Men lâ 3, 292.
865-A.e. 3, 298.
866-Kuleynî, Füru' 5, 393.
867-Tusî, İstibsar 3, 145.
868-Kuleynî, Furû'mîne'l-Ahkâm 5, 465
869- Kumî, Men La Yabdarahul-Fakîh 3, 297.
870- A.e.,3, 295.
871 A.e., 3, 295.
872-Tusî, İstibsâr 3, 142.
873-A.e., 3, 298.
874-Tusî, Tehzîb 7, 249-250.
875-Tarif aynen şöyle: "Sahîh hadîs, bütün tabakalarda İmamiye mezhebine mensub adil râviden masum imama ka
dar muttasıl surede rivayet ettiği hadîstir. (Zeynûd-Dîn İbn-i Ali İbn-i Ahmed vefat 965, er-Rîâye fi ilmi'd-Diraye
s.77; el- Kahpâni, Mecma'u'r-Ricâl 7, 195).
876-Her ne kadar masum tâbirinin zımnında Hz. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) de dahil ise de (A-
milî, a.g.e., s.77), kitaplarında nadiren Hz. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'e ulaşan hadîs mevcuttur.
Ayrıca bilinmesi gereken bir husus şudur: Hz. Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi vesellem)'in sözünün de muteber bir
hadîs sayılabîlmesi için, masum imamlar yoluyla rivayet edilmelidir. Böyle olmayan rivayetler onların nazarında değer
sizdir. Bu çeşitten masum imam tarikiyle rivayet edilmeyen hadîslere muvassak denmektedir. Üçüncü derecede bir e-
hemmiyet taşımaktadır. (Abdülvehhâb Abdullatif el-Müsteker, el-Mu'tasar kısmında s.20); a. g. e. 84.
877-Kumî, Men la 3, 298.

406
878-Kumî, a. g. e., 3, 299. Kadınlarla istişare meselesini ayrı bir makalede inceledik (Sur dergisi. Şubat 1987, sayı
131).
879-Küleynî, Füru' 5, 517.
880-A.e., 5, 518.
881-A.e., 5, 515.
882-A.e., 5, 515.
883-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.10. Hadîs No: 1613; Sünen'en-Neseî, c.5-6. Hadîs No: 3349: Sünen-i Tirmizî,c.2. Hadîs
No: 1129.
884-Sünen'en-Neseî, c.5-6. Hadîs No:3352; Sahîh-i Müslim, c,4. Hadîs No: 19 (1406), s.295.
885-Müslim, nikah 20-28; Nesebi, nikah 71; İbn-i Mâce, nikah 44; Ahmed bin Hanbel, IH, 404.
886-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 6005.
887-Sûre-i Hucurat, Ayet 10.
888-Sûre-i Hud, Ayet 77-78.
889-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
890-Sûre-i Enfal, Ayet 68; Sûre-i Hac, Ayet 40; Sûre-i A'li İmran, Ayet 124.
891-Sûre-i Tevbe, Ayet 35.
892-Mir'at-ı Kâinat, c .l, s.251.
893-Sahîh-i Muslim, c.8, Hadîs No: 22 (2754); Sünen-i İbn-i Mâce, c.10. Hadîs No:4297; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i
Sarih, c.12. Hadîs No: 1972.
894-Sûre-i Hucurat, Ayet 10; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2839, 5792.
895-Sûre-i Nahl, Ayet 57.
896-Sûre-i Nahl, Ayet 58.
897-Kırk Mevzuda Kırk Hadîs Kitabı, s.18, Hadîs No: 8, Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 2429. 2430.
898-Sûre-i Bakara, ayet 275; El-Hidaye, c.3, s.104.
899-İslam Fıkhı (El-Hidaye). c.3, s. 104, 107.
900-İslam Fıkhı (El-Hidaye), c.3. s.102.
901-Sûre-i Tegabün, Ayet 17.
902- Sûre-i Nisa, Ayet 65
903- Sure-i Nisa Ayet 41.
904- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, c,8. Hadîs No: 1296, c.10. Hadîs No: 1635; Sünen-i Tirmizî, c.3, Hadîs No: 1649.
905- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 197; Mühtarfl'1-Etlâdîs-ln Nebeviyye, Hadîs No: 492.
906- Sûre-i NahI, Ayet 97.
907- Sûre-i Bakara, Ayet 257.
908- Sûre-i Bakanı, Ayet 255; Sûre-i Tana, Ayet 109; Sûre-i Sebe, Ayet 23.
909- Sûre-i Enfal, Ayet 28; Sûre-i Tegabün, Ayet 14-15.
910- Sünen-i ibn-i Mace, c.5. Hadîs No: 1829.
911- Kenzü'l-lrfan, Hadîs No: 85.
912- Sûre-i Bakara, Ayet 273; Sünen-i İbn-i Mâce, c.5. Hadîs No: 1835.
913- Sünen-i İbn-i Mâce, c.5. Hadîs No:, 1827.
914- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, c.12, Hadîs No: 2017; Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 3058, 4282.
915- Râmûz-ul Ehâdis Hadîs No: 4254.
916- Kenz'ül-irfan. Hadîs No: 374.
917- İbn-i Abidîn, c.4, s.133; Fetâvâyi Hindiyye, c.l, s.606 ve c.4, s.263; Sünen-i İbn-i Mâce. c.5. Hadîs No: 1831.
918- Sûre-i Nisa, Ayet 9; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.8, Hadîs No: 1172.
919- Muhtar-ül-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 540.
920- Sünen-i Tirmizî, c.l. Hadîs No: 656; Kütüb-i Sitte, c.10. Hadîs No: 3249; Buhâri, zekat 8; Müslim, zekat 63
(1014); Muvatta sadakat 1 (2, 995); Neseî, zekat 48 (5, 57); İbn-i Mâce, 28 (1842); Râmûz-ul Ehâdîs (Hadîs-i Kudsi).
Hadîs No: 1296.
921-Kütüb-i Sitte. c.10. Hadîs No: 3252; Tirmizî, Kıyamet 42 (2485).
922-Sünen-i Ebû Davud, c.6 , Hadîs No: 1609, 1610.
923-Sünen-i Tirmizî, c.l, Hadîs No: 668; Sünen-i Ebû Davud, c.6. Hadîs No: 1616; Sünen'ün-Neseî, c.5-6. Hadîs No:
2501-2503, 2507; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, C.5, Hadîs No: 750; Sahîh-i Müslim, c.3, Hadîs No: 17 (985);
924- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarih, c.5. Hadîs No: 749.
925- Feyz'ül-kadir, c.6/289-
926-Sûre-i Bakara, Ayet 269; Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 3925, 2725; Kütüb-i Sitte, c.ll. Hadîs No: 4115;
Muhtar'ül- Ehâdîs-in Nebeviyye, S.32I, Hadîs No: 541; Sünen-i İbn-i Mâce, c.10, Hadîs No: 4169.
927-Hacı Muhammed Bilâl Nâdir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.

407
928-Berika, c.5, s.114; Münâvi de zikretmiştir.
929-Sûre-i Tekâsür, Ayet 3-4.
930-Sûre-i Hucurat, Ayet 10; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5792, 2839.
931-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5120.
932-Berika, c.3, s.14; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 2362, 2560.
933-Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 5134.
934-Sûre-i Ali İmran, Ayet 54
935-Sûre-i Hac, Ayet 38.
936-Kütüb-i Sitte, c.l. s.322.
937- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3068.
938- İbn-i Abidin, c.8, s.370; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 4135.
939- Tebarani, Muaz ibn-i Cebel'den.
940- Kenzül İrfan, Hadis No: 258
941- Berîka, c.l, s.237; İhyâu 'Ulûmi'd-dîn, c.l, s.100; Kütüb-i Sitte, c.2, Hadîs No: 52; Sünen-i ibn-i Mâce, c.10, Hadîs No: 3986;
Sahih-i Müslim, c l. Hadis No: 232 (145), Tirmizi, İman 13 (2631)
942- Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3068.
943- Berîka, c.2, s.294; Râmûz-ul Ehâdîs. Hadîs No: 2444-2445.
944- Sûre-i Enbiya, Ayet 37.
945- Sûre-i Ahzab, Ayet 6.
946-Berika c.2 s.85-86; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.5, s.21: Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s.653.
947-Sure-i Ahzab Ayet 6
948-Mir’at-ı Kâinat c.ı, s.566
949-Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.12. Hadîs No: 1993
950-Sûre-i Nur, Ayet 11-20.
951-Günyet'üt Talibin, s.260; Sünen-i ibn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 3992
952- Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 5274.
953- Râmûz-ul Ehâdîs Hadîs No: 4929.
954-Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır.
955-Sûre-i Yusuf, Ayet 33.
956-Sûre-i Yusuf, Ayet 51.
957-Sûre-i Yusuf, Ayet 51.
958-Sûre-i Ahzab, Ayet 41.
959- Şevâhid'ün-Nübüvve, s.94.
960-Şevâhid'ün-Nübüvve, s.154.
961-Muhtar'üI-Ehâdîs-in Nebeviyye, Hadîs No: 770.
962-Süre-i Saffat, Ayet 148.
963-Sûre-i Bakara, Ayet 7.
964- İmam Gazali, Kimyâ-yı Saadet, s,119.
965- Sûre-i Ahzab, Ayet 26.
966- Sûre-i A'li İmran. Ayet 169; Sûre-i Bakara. Ayet 154
967-SÛre-i Tevbe, Ayet 26
968-Sûre-i A'li İmran, Ayet 169, Sûre-i Bakara, Ayet 154
969-Sûre-i Ahzab, Ayet 54
970-Sûre-i Ahzab, Ayet 40.
971- Sûre-i Kehf, Ayet 25.
972- Sûre-i Neml, Ayet 40.
973-Şevahid'ün-Nübüvve, s.217.
974- Şevâdih'tin-Nübüvve, s.47.
975- Sûre-i Bakara, Ayet 154.
976- Sûre-i A'li İmran, Ayet 169.
977- Sûre-i Duha, Ayet 5.
978- Sûre-i Bakara, Ayet 154; Sûre-i A'li İmran. Ayet 169.
979- Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s.592; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3665.
980- Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 163.
981- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c. 6, Hadîs No: 795-796.
982- Sûre-i Haşr, Ayet 21
983- Sûre-i Araf, Ayet 23

408
984- Kenzü'l-İrfan, Hadîs No: 30; Suyûti, el-Camiûs-Sagir, II, 194
985- Hacı Muhammed Bilâl Nadir Hz.'nin vaaz bandından alınmıştır,
986- Sûre-i Nahl, Ayet 97; Sûre-i Furkan, Ayet 70-71.
987- Sûre-i Bakara, Ayet 7.
988- Sûre-i Kasas, Ayet 34.
989-Sünen-i ibn-i Mace, c.10. Hadîs No: 3992: Günyet'üt-Tâlibin, s.260.
990- Taberâni «Evsat» ında rivayet etmiştir.
991-Sûre-i Enfal, Ayet 1, 41; Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.l. Hadîs No: 223: Mevâhib-i Ledünniyye, c.l, s.689.
992-Şevahid'ün-Nübüvve, s.79;
993-Sünen-i İbn-i Mâce, c.10. Hadîs No: 4027; Mevâhib-i Ledünniyye, s.158; Mir'ât-ı Kâinat, c.l, s.456.
994-İhyâu'Ulûmi'd-dîn, c.2, Hadîs No:1126; Beyhâki "Delâilü'n-Nübüvve" de rivayet etmiştir.
995-Şevâhid'ün-Nübüvve, s. 74-75.
996-Sûre-i Enfal, Ayet 39, 65; Sûre-i Tevbe, Ayet 123; Sûre-i Muhammed, Ayet 4, 20; Sünen-i Tirmîzi, c.6, Hadîs
No: 3598,3599; Kütüb-i Sitte, c.5. Hadîs No: 1026; Râmûz-ul Ehâdis, Hadîs No: 3771.
997- Sahîh-i Buhâri Tecrîd-i Sarîh, c.l. Hadîs No: 34.
998- Sûre-i Enfal, Ayet 46; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3772.
999- Sünen-i İbn-i Mâce, c.8. Hadîs No:2862; Râmûz-ul Ehâdîs, Hadîs No: 3949.
1000- Sünen-i İbn-i Mâce, c.2, Hadîs No: 424, 425.
1001- Berika, c.4, s. 104; Râmûz-ul Ehâdis No: 4655.
1002- Berika, c.4, s.106; Sünen-i ibn-i Mâce, c. 9, Hadîs No: 3352.
1003- Sûre-i İsra, Ayet 27.
1004- İmam Şa'râni Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Hadîs No: 249, s.174-175.
1005- İmam Şa'râni Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Hadîs No: 184, s.136; Sahih-i Müslim, c.4. Hadîs No: 2148.
1006- İmam Şa'râni, Ölüm-Kıyamet-Ahiret, Hadîs No: 186, s. 136; ibn-i Kesir Kitabün Nihaye, c.l, Hadîs No: 234.
1007- Sûre-i Hadid, Ayet 3.
1008- Sûre-i Enam, Ayet 143.

409

You might also like