You are on page 1of 24

TÜRK SANATINDA "EMPİRE" (Ampir) ÜSLUBU 19yy

Fransız İhtilali sırasında başlayarak Napolyon'un imparatorluğu döneminde yaygınlaşan Batı Neo klasiği
yani "Empire" üslubu XIX. yy. başlarında birçok yenilikleri Devlete yerleştirmeye çalışan Sultan II.
Mahmud tarafından yaygınlaştırılmıştır. Şunu göz önünde tutmak gerekir ki bir üsluptan başka bir üsluba
atlayış birdenbire bir kesinti halinde gerçekleşmiş değildir. Barok üslubun izleri bir süre daha canlılığını
korumuş hatta bunlar bazı yapılarda yeni akım ile kaynaştırılmaya çalışılmıştır. Fransa'da XVIII. yüzyılın
sonlarına doğru Eski Yunan için büyük bir merak ve hayranlık uyanmış ve bunun sonunda Eski Yunan
sanatının Batı mimarisine uydurulan bir üslubu doğmuştur.
• Bu eğilim o denli güçlü idi ki Fransız ihtilali yıllarında Paris'in ileri gelen ailelerinin kadınları Eski Yunan
kadınlarının giyimlerini taklit eden bir moda yaratmışlardır.
Bu akım neticesinde Batı'da Eski Yunan mimarisinden ilham alınan bazı unsurların büyük ölçüde
kullanıldıkları bir Neo-Klasik üslup meydana gelmiştir.
• Eski Yunan sanatına uyanan bu hayranlık ihtilalin arkasından gelen Napoleon'un imparatorluğu
Dönemi’nde güçlenerek Avrupa mimarisinde hakim olmuştur. Buna genellikle "Empire" yani imparatorluk
üslubu denilir. Napoleon idaresinin dışında kalan ülkelerde ise buna "Neo- Renaissance" yani Yeni Rönesans
adi verilmiştir. Bu üslup bir taraftan Rusya'ya yayılırken bir taraftan da İngiltere'de "Victorian" adıyla
uygulanmış Kuzey Amerika'da da "Georgian" adıyla bilhassa görkemli olmasına önem verilen kamu
binalarında kendisini göstermiş.
Avrupa'nın Empire (Ampir) üslubu az bir gecikmeyle Osmanlı ülkesine de atlamış ve hiç şüphe yok ki
Balyanların gayretiyle pek çok yapıda kendisini belli etmiştir. Böylece Sultan II. Mahmud (1808-1839)
Dönemi’nde Avrupalılaşma eğiliminin bir belirtisi gibi uygulanmıştır.
• Türk Neo-Renaissance'ı (Neo-Rönesans) veya daha yaygın adıyla Türk Empire'i yabancı etkili Osmanlı
sanatının yeni bir evrimini oluşturmuştur.
• Bu üslup dini mimaride ana şemalarda büyük bir rol oynamamış fakat ayrıntılarda aşağıdaki bölümde
belirtileceği gibi kendisini kuvvetli bir biçimde göstermiştir.
Kamu binalarında ise bu üslup çok güçlü bir şekilde uygulanmış ve yalnız İstanbul'da değil, ülkenin geniş
topraklarında Devlet otoritesini belirtecek yapılar halinde ortaya çıkmıştır.
• Basit bazı kamu binaları ile birtakım köşk ve konakların yapımında uygulanan bu akımı ünlü yazar Ahmed
Hamdi Tanpınar (1901-1962) güzel bir buluşla "Tanzimat Üslubu" olarak adlandırmıştır.
• Batı Avrupa sanatının Osmanlı ülkesinde yaygınlaşması üzerine çeşitli yabancı mimarlar İstanbul'a
gelmişlerdi ve burada yeni sanat akımına göre eserler vermeye başladılar.
• Sultan III. Selim (1789-1807) yıllarında Alsace'l A. I. Melling (1763-1831) hem bahçe mimarı hem ressam
hem de mimar olarak İstanbul'da çalışmış, birtakım yapılar bırakırken şehrin ve Boğaziçi'nin harikulade
resimlerini çizerek yayınlamıştır.
• Arkasından Sultan II. Mahmud Dönemi’nde İtalyan İsviçre’sinden çıkan ve Rus hükümetinin bir Beyoğlu
yangınında yanan ahşap Rus elçiliğini yeniden yapmak üzere İstanbul'a gönderdiği G. Fossati (1809-1883)
burada uzun yıllar kalarak kardeşi ile birlikte pek çok binaya imzasını atmıştır.
Bunların başında da Ayasofya önünde dev ölçülü bir yapı olarak inşa edilen Darü'l-Fünun gelir.
Fossati kardeşler eserlerinde Empire üslubunu uygulamışlardır. İtalyan mimarlardan G. Stampa şimdi
İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılan Taşkışla binasının mimarı Smith; İtalyan, Aksaray Valide
Camii'nin yapımcısı Montani akla gelen başlıca isimlerdir.
Osmanlı Devleti'nin sonlarına doğru italyan mimarlardan Mongeri, Sultanahmet çeşmesinin mimarı Alman
Spitta, Arkeoloji Müzesi'nin yapımcısı Valaury, Yıldız Sarayı'nda bazı bölümler ile şehir içinde ve Boğaz
kıyılarında köşk ve apartmanlar ile Karaköy Camii'ni yapan İtalyan D'Aronco XX. yüzyıla girerken Batı'da
bir süre yaygınlaşan Fransızların "yeni sanat" yani "Art Nouveau" veya Almanların "Jugendstil" olarak
adlandırdıkları bir üslubu uygulayarak İstanbul'da birkaç eser vermiştir.
Çifte havuzlarda Ragıp Paşa yalıları ile Sirkeci Garı'nı yapan Avusturyalı Jasmund hatırlanabilecek başlıca
sanatçılardır.
• Fransız mimar Bourgeois de Bayezid'deki Eski Saray'ın yerinde seraskerlik olarak yapılan şimdiki
üniversite merkez binasını Batı'nın Empire üslubunda inşa etmiştir.
• Dolmabahçe Sarayı'nın iç süslemelerini de yine Fransız dekoratörü Sechan gerçekleştirmek suretiyle zaten
dış mimarisi Batı sanatına uygun olan büyük yapının içine de bir Avrupa sarayı görünümü kazandırmıştır.
Çifte havuzlarda Ragıp Paşa yalıları ile Sirkeci Garı'nı yapan Avusturyalı Jasmund hatırlanabilecek başlıca
sanatçılardır.
• Fransız mimar Bourgeois de Bayezid'deki Eski Saray'ın yerinde seraskerlik olarak yapılan şimdiki
üniversite merkez binasını Batı'nın Empire üslubunda inşa etmiştir.
• Dolmabahçe Sarayı'nın iç süslemelerini de yine Fransız dekoratörü Sechan gerçekleştirmek suretiyle zaten
dış mimarisi Batı sanatına uygun olan büyük yapının içine de bir Avrupa sarayı görünümü kazandırmıştır.
Nusretiye Camii
• Tophane'de II. Mahmud'un 1823-1826 yılları arasında inşa ettirdiği Nusretiye Camii, artık selatin camiine
yer kalmayan o zamanki şehrin içinde değil uzak bir yerde yapılmış ve yanında bu türden külliyelerde yer
alması gereken vakıf binalardan vazgeçilmiştir.
• Buna karşılık etrafında Tophane tesisleriyle Topçu Kışlası yapılmıştır.
• Bu bakımdan Nusretiye Camii, Batılılaşmış Türk mimarisinde eskiye nazaran değişik bir uygulamaya
işaret eder.
• Muvakkithane ve sebil gibi ek yapıları caminin karşısındaki kışlanın kapısında inşa edilmişken, Abdülaziz
zamanında cadde genişletilirken şimdiki yerlerine taşınmış, caminin evvelce etrafını saran avlu duvarı ve
kapıları da bu sırada kaldırılmıştır.
Eyice;
• Böylece cami klasik selatin camileri düzenine benzemeyen bir görünüş almıştır.
• Son cemaat yerine yüksek merdivenlerle çıkılması, bu bölümün iki yanında padişahın istirahati için küçük
çapta birer saray mekanını andıran süslü Kasr-ı hümayunların bulunması Batılılaşmış Türk sanatının
yenilikleridir.

Eyice;
• Burada empire üslübu bazı barak unsurlarla birlikte uygulanmıştır.
• İç süsleme çok zengin olmakla beraber tamamen Avrupa'lı zevkine göredir.
. Caminin inşasından bir süre sonra yeniden yaptırılan çok ince minareler hem nispetleri hem de
gövde ve şerefe biçimleri bakımından klasik minarelerden farklıdır.
• Daha önce 1804'te III. Selim tarafından yapılan Selimiye Camii'nde de görülen, son cemaat yerinin üstüne
ve yanlarına yerleştirilen kasr-ı hümayunlar artık bundan böyle XIX. Yüzyıl selatin camilerinin en belirli
özelliği olacaktır.
Ampir üslup dönemi (1808-1876)
Nusretiye Camii, Ortaköy Camii, Sultan Mahmut Mezarı, Mevlevi Dervişlerinin Galata Locası, Dolmabahçe
Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Sadullah Paşa Yalısı, Kuleli Kışlası batılılaşma uygulamalarıyla paralel bir
şekilde yürüyen en önemli örneklerdir. Balyan Ailesi döneme damgasını vuran mimarlardır.
Caminin adı kitabede Câmii Nusret diye gösterilirse de burası halk arasında daha çok Tophane Camii olarak
tanınır.
• Nusret (zafer) adı, II. Mahmud'un yeniçeri teşkilâtını kaldırması münasebetiyle verilmiştir.
• Nusretiye Camii'nin mimarı, son devirde pek çok devlet binası yapan Balyan ailesinden Kirkor Amira
kalfadır. Nusretiye Camii, eski külliyelerden farklı olarak komşusu olduğu Tophânei Âmire ve Tophane
Kışlası ile bir manzume teşkil ediyordu.
Nusretiye Camii'nde Ampir üslubun yanı sıra Barok üslup da görülmektedir.
• Perde motifleriyle süslü korkuluk levhaları ve soğan biçiminde kaideye sahip minarede Barok üslup
egemendir.
• Nusretiye Camii'nde oranlar da değişmiştir.
• Ana kitle ve kubbenin çok yüksek olmasından dolayı minareler ince ve uzundur. Yapıda bu dönem
camilerinin ortak özelliği olan ferah ve çok aydınlık bir mekân yaratılmıştır.
• İç süslemesinde ise mihrap ve minberin yanı sıra kubbe eteğini çevreleyen yazı kuşağı da dikkati çeker.
Küçük Mecidiye Camii ya da Teşrifiye Camii,
• Beşiktaş'ta Yıldız Sarayı parkının girişinde Abdülmecid 'in 1848' de yaptırdığı Küçük Mecidiye Camii,
Empire üslubun örneği olmakla beraber, minare şerefesi ince sütunlara dayanan bir saçakla örtülerek
sütunlara oturan kemerlere gotik bir biçim verilmiştir.
Böylece sonraları daha yaygınlaşacak karma (eklectique) üslubun ilk örneği burada verilmiştir. Küçük
Mecidiye Camii ya da Teşrifiye Camii, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde yer alan, Osmanlı döneminden kalma
tarihî bir ibadethanedir. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit tarafından, 1848 yılında saray mimarlarından
Garabet Amira Balyan ve Nigoğos Balyan'a yaptırılmıştır.
• Çırağan Sarayı'nın arkasında, Çırağan Caddesi ile Yıldız Parkı'nı bağlayan kısa yol üzerinde bulunan cami,
bir yerleşim yerinin içinde olmadığına göre tam karşısında sahilde inşa edilmiş Çırağan Sarayı'nın bir eki
olarak düşünülmüş olmalıdır. Sultan Abdülmecid burada, II. Mahmud'un yaptırmış olduğu eski Çırağan
Sarayı'nın yerine şimdi otele dönüştürülmüş olan Çırağan Sarayı'nı yaptırmıştır.
Küçük Mecidiye Camii basit kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü bir mekândan ibarettir. Giriş tarafında
bulunan son cemaat yerinin iki yanında bir kasr-ı hümâyun vardır. Caminin genel görünümü klasik Türk
mimarisine aykırı bir estetiğe sahiptir. En ilgi çekici tarafı minaresidir. Bu minarenin yuvarlak bir taş
gövdeyi taçlandıran şerefesi basit çıkmalara oturan sütunlu bir galeriyle sarılmıştır. Sütunların aralarındaki
kemerler gotik üslûbundadır. Sütunların üstünde bulunan bir sakıf bu şerefeyi korumaktadır. Minarenin
kürsü kısmı dikkate değer bir özelliğe sahip değildir.
• Ana mekân da caminin son cemaat yerinin üstünde ve yanlarında bulunan kasr-ı hümâyun gibi devrin
zevkine uygun nakışlarla bezenmiştir. Minber ve kürsü pembe renkte taşlardan işlenmiş, mihrap ise genel
mimariye uygun olarak aynı üslûpta bezenmiştir. Yapının etrafını çeviren bir avlu duvarı dışında ayrıca eki
yoktur.
Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii)
Bugünkü yapı, giriş kapısı üzerinde yer alan Zîver Paşa'nın yazdığı kitâbeye göre 1270'te (1854) Sultan
Abdülmecid tarafından inşa ettirilmiştir.
• Mimarı Nikogos Balyan olan cami, XIX. yüzyıl selâtin camilerinde olduğu gibi harim bölümü ve girişin
önünde yer alan hünkâr kasrından oluşmaktadır. Batıdaki hünkâr girişi dışında her iki bölümün meydana
getirdiği kompozisyon kuzey-güney aksına göre simetriktir. İki ayrı bölümün birlikte yer aldığı doğu ve batı
cephelerinde harim ve hünkâr bölümleri ölçü olarak birbirine eşittir.
Duvar yüzeyleri parçalanmış, adeta yok olmuştur. Yapının dışında da düzlem olarak nitelenebilecek bir
bölüm kalmamıştır. Bu nedenle de caminin içi çok aydınlıktır. Yapı adeta deniz manzaralı bir saray pavyonu
gibidir. Renkli taş minber dönemin karakteristik formunu taşımaktadır. Kubbe içinde ise, havali bir mimari
görünüm veren renkli nakışlarla güçlü bir derinlik izlenimi yaratılmıştır. Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy
Camii), Tek kubbeli yapı, aşırı ölçüde saydam bir nitelik kazanmıştır.
Yapının geniş ve yüksek pencereleri vardır. Harimde giriş holü dışındaki diğer üç cephede iki sıra halinde
büyük yuvarlak kemerli üçer pencere yer alır. Bunlardan kıble cephesinin alt orta penceresi sağır olup
buraya mihrap yerleştirilmiştir. Mermerden kademeli mihrap nişi empire üslûbundadır. Köşe dolguları
kabartma girift bitki motifleriyle, bordürü kabartma geometrik motiflerle bezelidir. Mermer minber pembe
renkli taşlarla süslenmiştir. Korkuluklarında geometrik motiflerle ve yanlarda barok kıvrımlarla bezenmiştir.
Solda yer alan zarif vaaz kürsüsü mermer ve somakiden yapılmıştır. Caminin iç duvarları kırmızı ve beyaz
hareli pembe renkli taş taklidi sıvalarla bezelidir. Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii), Tek kubbeli yapı,
aşırı ölçüde saydam bir nitelik kazanmıştır.
• Duvar yüzeyleri parçalanmış, adeta yok olmuştur. Yapının dışında da düzlem olarak nitelenebilecek bir
bölüm kalmamıştır. Bu nedenle de caminin içi çok aydınlıktır. Yapı adeta deniz manzaralı bir saray pavyonu
gibidir. Renkli taş minber dönemin karakteristik formunu taşımaktadır.
• Kubbe içinde ise, havali bir mimari görünüm veren renkli nakışlarla güçlü bir derinlik izlenimi
yaratılmıştır.
• Aynı hususlar 1851'de yine Abdülmecid'in inşa ettirdiği Hırka-i Şerif Camii'nde de görülmekte, ancak
burada Empire üslup minare şerefelerinin sütun başlığı biçiminde oluşu ile belirlenmektedir.
Hırka-i Şerif Camii
Eyice:
• Hırka-i Şerif Camii, İstanbul, Fatih İlçesi'nde Atik ali semti sınırları içinde, adını verdiği Hırka-i şerif
Mahallesi'nde yer alan 1851'de inşa edilmiş camii.
• Hz. Muhammed (s.a.v)'in Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın (Hırka-i Şerif) muhafaza ve ziyaret
edilmesi için padişah Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Hırka-i Şerif'in muhafaza edildiği yer
olduğu için bu caminin İstanbul'un dini folklorunda çok önemli yeri vardır.
• Sultan Abdülmecid, bu mübarek emanetin şanına lâyık bir cami ve ziyaret mahalli yaptırmaya karar
verince çevredeki birçok bina istimlâk edilerek yıktırılmış, 1263 (1847) yılında başlayan inşaat 1267'de
(1851) sona ermiştir. Hırka-i şerifin muhafazasına ve ziyaretine mahsus birimlerin yanı sıra hünkâr mahfili
ve geniş kapsamlı bir hünkâr kasrı ile donatılan caminin çevresinde, Üveysî sülâlesinin en yaşlı erkek
ferdiyle ailesi için bir meşruta konak, bu kişinin reşit olmaması halinde kendisine vekâlet edecek olana
mahsus vekil dairesi, hırka-i şerifi korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla ve diğer görevliler için
çeşitli odalar tasarlanmak suretiyle bir külliye meydana getirilmiştir.
Caminin kimin tarafından tasarlandığı kaynaklarda belirtilmemiştir. Üveysî sülâlesinden Haşim Köprülü (ö.
1966), caminin planlanmasında İtalyan mimarların fikrinin alındığı yolunda bir rivayetten söz etmektedir.
Aslında Hırka-i Şerif Camii'nin, Sultan Abdülmecid devrinde önemli kamu yapılarının, ayrıca padişah ve
hanedan üyeleri tarafından inşa ettirilen binaların tasarımını tekelinde bulunduran Balyan ailesi fertlerinden
birinin, özellikle aynı yıllara ait Dolmabahçe Camii'nin mimarı Garabet Amira Balyan'ın eseri olması
kuvvetle muhtemeldir. Gerek caminin gerekse çevredeki diğer yapıların mimarisi de bu ihtimali
desteklemektedir.
• Cami. 11,50 m çapındaki bir kubbenin örttüğü sekizgen prizma biçimindeki harimin kıble tarafına, zemin
katı hırka-i şerifin muhafazasına, üst katı ziyaret edilmesine mahsus yine sekizgen prizma biçimindeki kitle
yerleştirilmiştir. Yapının kuzeyine de zemin katta harim girişiyle ziyaretçi giriş ve çıkış mekânlarını, üst
katta hünkâr kasrına ait mekânları barındıran, yanlara doğru harim kitlesinden taşan ve toplam beş adet
girişe sahip olan kanat oturtulmuştur. İslâm mimarisinin en erken tarihli ve en önemli ziyaret yapılarından
olan Kudüs'teki Kubbetü's-sahre'nın (681), sekizgen planı ve merkezdeki mukaddes mahalli çepeçevre
kuşatan ziyaret galerileriyle Hırka-i Şerif Camii'ni etkilemiş olması muhtemeldir.
• Cami ile kıble yönünde buna bitişen Hırka-i Şerif Dairesi'nin duvarları kesme küfeki taşıyla örülmüştür.
Üst yapıyı meydana getiren kubbe ve tonozlar tuğla örgülü olup dışarıdan kurşunla kaplıdır. Caminin sahip
olduğu ziyarete yönelik değişik fonksiyon şeması tasarımına yansımaktadır.
• Kuzey cephesinin ekseninde yer alan ve Dor başlıklı ikişer gömme sütunla kuşatılmış bulunan dikdörtgen
açıklıklı kapıdan birbiriyle bağlantılı iki giriş holü katedilerek harime ulaşılır. Dikdörtgen planlı olan bu
hollerden ilki ziyaretçi girişleriyle bağlantılı ve aynalı tonozla örtülüdür.
• Cami 8 köşeli, tek kubbeli, iki katlı bir yapıdır. Kesme küfeki taştan yapılmıştır. Mihrap, minber, kürsü
koyu kırmızı renkli breş taşından rokoko tarzda yapılmıştır. Türkiye'de Hereke'de çıkarılan bu taşa, Osmanlı
mimari süslemelerinde hemen hemen hiç rastlanılmaz.

Dolmabahçe Camii
• Dolmabahçe Camii, Sultan Abdülmecit'in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından başlatılıp ölümü
üzerine Sultan Abdülmecit tarafından tamamlanan ve tasarımı Garabet Balyan'a ait olan bir yapıdır.
• Asıl adı Bezmiâlem Valide Sultan Camii olan ama konumu nedeniyle Dolmabahçe Sarayı bütünü içinde
düşünülüp birlikte anılan Dolmabahçe Camii, iki yılı aşkın bir yapım süreci sonunda 23 Mart 1855'te bir
cuma töreniyle ibadete açılmıştır.
Dolmabahçe Sarayı'nın Saat Kulesi yönündeki avlu kapısının tam karşısına düştüğü İçin yapıldığı günden
beri Dolmabahçe Camii adıyla anılmış ve literatüre de bu şekilde geçmiştir.
Barok, rokoko ve Empire tarzındaki süsleme özelliklerinin, geleneksel Osmanlı motiflerinin ve bezeme
anlayışının yerini almaya başlaması dikkat çeker. Dönemin en önemli karakteri, mimariye "eklektik"
(karma) yaklaşımın hâkim olması ve Batılı unsurların herhangi bir kurala bağlı kalmaksızın sınırsızca ve yer
yer de Osmanlı ve İslâm unsurları ile karıştırılarak kullanılmasıdır. Bu bakımdan Dolmabahçe Camii, ait
olduğu dönemin genel yaklaşımını ve sanat zevkini bütünüyle yansıtan tipik bir örnektir.
• Deniz kenarında bir avlu ortasında yapılmış olan camide ana hacim kubbe ile örtülmüş bir mekândan
ibarettir. Kubbenin dört büyük kemerle taşındığı kare planlı yapıda mekânın enine dar, boyuna hayli uzun bir
biçimde gelişerek prizma şeklini aldığı görülür. Alt kesimlerinde yuvarlak kemerli büyükçe pencerelerin
açıldığı yüksek duvarların yüzeyi keskin hatlı, dışa taşkın kornişlerle üç bölüme ayrılmıştır. Hayli yüksek
tutulan alt bölümde pencere araları ile köşelere iki kat halinde pilastırlar (gömme ayaklar) yerleştirilmiştir;
orta bölümde de aynı düzen tekrarlanmış, yalnız burası daha dar tutulmuştur. Pencerelerden büyük olan
ortadaki yuvarlak kemerli, yanlarındaki küçükler düz sövelidir; hepsinin arasına yine pilastırlar
yerleştirilmiştir.
• Duvarların üst kısmında, doğrudan doğruya pandantiflerin yardımı ile kubbeyi taşımakta olan kemerler
görülür. Yuvarlak kemerler, kendi eğimlerine uygun olarak bir yelpaze gibi dışa doğru açılan üçer pencere ile
birer tympanon duvarı şeklinde inşa edilmiştir. Kubbe, klasik mimaride görülmeyen bir özellikle doğrudan
doğruya duvarlar üzerine oturtulmuş, yüklenen ağırlıktan duvarların yanlara doğru açılmaması için de
köşelere dikdörtgen biçimli yüksek ağırlık kuleleri yerleştirilmiştir. Orta kısımlarında oldukça iri birer
yuvarlak rozet bulunan ağırlık kuleleri, aynı zamanda yapı ile uyumlu bir bütünlük gösteren dekoratif
öğelerdir. Kulelerin üst köşelerine barok-rokoko tarzına uygun bir görüşle, üzerleri kubbe örtülü kompozit
başlıklı ikişer sütünce yerleştirilmiştir. Yapının üzerini örten pandantif geçişli merkezî kubbenin fazla geniş
olmayan kasnak bölümü, dıştan konsollarla çepeçevre kuşatılarak dilimlere ayrılmış ve her dilimin içi çiçek
rozetlerle dolgulanarak dekore edilmiştir.
• Dolmabahçe Meydanı'nın açılması sırasında avlu çevre duvarı ile cümle kapıları ve bazı birimleri ortadan
kalkan caminin, önündeki Hünkâr Kasrı ile birlikte sergilediği bugünkü durum orijinal görünümünü
yansıtmamaktadır. Caminin Empire üslûptaki sekizgen planlı ve kubbeli muvakkithanesi ise meydan
düzenleme çalışmaları esnasında cadde üzerinden kaldırılarak deniz tarafındaki halen bulunduğu yere
nakledilmiştir.
Taş ve mermerden inşa edilmiş olan caminin ön cephesini boylu boyunca iki yandan dışa taşan, iki katlı
Hünkâr Kasrı kaplamaktadır. Kasır, iki yanda dışa çıkma yapan "L" biçimi kanat ile daha içeride kalan bir
orta hacimden oluşmaktadır. Cami ile aynı malzemeden yapılmış olan kasırda, bütün cephelere açılan iki sıra
halindeki pencerelerle son derece aydınlık ve ferah bir iç mekân elde edilmiştir. Küçük bir saray
görünümünde olan bu yapıya, biri cephede cami ile ortak kullanılan, diğerleri yan cephelerde yer alan üç
kapıdan girilmektedir. Birkaç basamakla ulaşılan bu kapılardan yandakilerin önlerinde sütunlu birer küçük
giriş bölümü bulunur. Kasrın iki yanındaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Bu kısımda odalar yer almakta ve
ayrıca buradan mahfillere de geçilebilmektedir. Caminin bünyesinden ayrı tutulan minareler kasrın iki
köşesinde yükselir. İnce, uzun formları ve yivli gövdeleriyle dikkat çeken minarelerde şerefe altları akant
yaprakları ile süslenmiştir.
Dolmabahçe Camii muvakkithânesi
• Dolmabahçe Meydanı'nın açılması sırasında avlu çevre duvarı ile cümle kapıları ve bazı birimleri ortadan
kalkan caminin, önündeki Hünkâr Kasrı ile birlikte sergilediği bugünkü durum orijinal görünümünü
yansıtmamaktadır.
• Caminin ampir üslûptaki sekizgen planlı ve kubbeli muvakkithanesi ise meydan düzenleme çalışmaları
esnasında cadde üzerinden kaldırılarak deniz tarafındaki halen bulunduğu yere nakledilmiştir.
Teşvikiye Camii
Eyice:
• Yine Abdülmecid'in 1854'te yaptırdığı Teşvikiye Camii ise cephesindeki bir İlkçağ yapısını andırır biçimde
üçgen alınlıklar ve akroterleriyle Batı'nın Empire üslubunun Türk cami mimarisine uygulanışını gösterir.
Teşvikiye'de bugünkü caminin yerinde III. Selim tarafından 1209'da (1794-95) yaptırılan bir cami
bulunuyordu.
Abdülmecid'in 1270'te (1854) fevkanî şekilde yeniden inşa ettirdiği mevcut yapı II. Abdülhamid zamanında
1294 (1877) ve 1309 (1891-92) yıllarında onarım görmüştür.
• Yapının ilk mimarının Krikor Amira Balyan olduğu tahmin edilmektedir.
Abdülmecid döneminde Garabet Balyan ve oğlu Nikogos Bey birlikte çalışmış, 1294'teki onarımını Küçük
Yorgi Kalfa, 1309'daki yenilemeyi ise Yuvan Efendi yapmıştır.
• Cami bir avlu içinde inşa edilmiş olup eğimli arazide kurulduğu için güney tarafı bodrum kat üzerinde
yükselen fevkanî bir yapıdır.
Zemin katının bir bölümü son cemaat yeri olarak kullanılan büyükçe bir mekândır. Hünkâr kasrının asıl
mekânın iki katını aşan büyüklüğü esas caminin ön cepheden algılanmasını engeller. Giriş cephesi
alışılagelen klasik düzenlemenin dışında farklı şekilde tasarlanmıştır. Girişi içeri alınan ön cephede hünkâr
kasrı iki yanda dışa çıkıntılıdır. Benzer düzenlemeler Ortaköy Camii ve Dolmabahçe Camii'nde de görülür.
• Ancak bu camilerde giriş ve kanatlar ayrı kitleler halinde, Teşvikiye Camii'nde ise derin tutulan giriş, iki
kanat arasında basamaklarla çıkılan dört adet sütunun taşıdığı yeni lentolu bir düzende ele alınmıştır ve
cephede dikdörtgen bir kütle oluşturmaktadır.
Bu tasarım Batı mimarisinde yaygın biçimde görülmekte olup "portik" diye adlandırılmaktadır.
Avrupa neo-klasik akımının bir özelliği olarak görülen bu uygulama, Teşvikiye Camii'nin Abdülmecid
döneminden daha sonraki bir tarihte yapıldığını düşündürmektedir.
• dinî bir yapıdan ziyade XIX. yüzyıl resmî yapılarının mimari karakterinin yansıtıldığı söylenebilir. Girişte
kompozit başlıklı mermer sütunların taşıdığı saçak kornişinin üzerinde ortası kemerle çevrili, içinde bayrak
ve kılıç olan tuğralı bir arma yer alır. Armadaki izlerden aşağıya doğru sarkıtların olduğu ve bunların
günümüze ulaşmadığı anlaşılmaktadır. Bunun hemen sağında altı kartuşlu, solunda sekiz kartuşlu kitabe
panoları bulunur. Armanın iki tarafında dikdörtgen şeritlerle çevrili iki pilastır vardır.
Girişin üstündeki pencereler ikinci katın aydınlığını sağlamaktadır. Ana eksen üzerinde yer alan iki kanatlı
kapısı son cemaat yeri işlevini gören ön veya ara mekâna açılır. 1895 tarihli Yıldız Albümündeki bir
fotoğrafta Teşvikiye Camii'ndeki sütunlu alanın camekânla kapatıldığı ve bütün pencerelerin ahşap kepenkli
olduğu görülmektedir. Tamamen simetrik planda düzenlenen kuzey cephesinde daire-i hümâyunun ana girişi
sol taraftaki kapıdandır. Bunun dışında biri giriş alanında, diğeri son cemaat yerinde olmak üzere birer kapı
daha vardır.
• zemin katının bir bölümü son cemaat yeri olarak ayrılmış- bir hünkâr mahfilinden (daire-i hümayun)
oluşmaktadır.
Selatin camilerde hünkâr mahfilinin ayrı bir kitle olarak gelişmesi III. Selim döneminde başlamışsa da asıl
gelişmesi ve hem boyut olarak büyümesi hem de cami giriş cephesini belirleyen bir kitleye dönüşmesi II.
Mahmud ve asıl Abdülmecid dönemlerinde olmuştur.
• Belirtilen rakamların gösterdiği gibi, Teşvikiye Camii`nde daire-i hümayunun harim mekânının yaklaşık
iki katını aşan bir büyüklüğe sahip oluşu, geç tarihli bir şemaya işaret etmektedir.
Teşvikiye Camii, Dolmabahçe Camii ve Ortaköy Camii`yle aynı yıllarda yenilenmiştir.
• Bu camilerde daire-i hümayunların kuzey cephelerinde giriş akslarının içeri, geriye çekilmesi gibi benzer
düzenlemeler vardır.
Sultan II. Mahmud Türbesi
• Sultan II. Mahmud'un bulunduğu semte de adını veren türbesi, Ampir üslubun İstanbul'daki en tipik
örneğidir.
• 1840 tarihli türbe, bu özelliğinin yanı sıra sekizgen planı ve kubbe ile örtülü olmasıyla klasik Osmanlı
türbe şemasına da bağlıdır.
Bu yapıda ayrıntılarda karışımıza çıkan ve bir çeşit Bati Neo-Klasiği olarak da adlandırılan Ampir üslup,
ülkemize Batı'daki biçimiyle yansımıştır. Türbenin cephesindeki palmet dizisi ise Yunan-Roma sanatını
yeniden canlandırmak isteği ile kullanılmış motifler olarak sanatımıza girmiştir.
Semavi Eyice;
1840'a doğru yapılan Sultan II. Mahmud Türbe ve Sebilinde vermiştir. Tamamen mermer kaplı olan bu
hazire duvarında, içi kadife perdeleri ve nakışları ile bir Avrupa sarayı odası gibi döşenmiş türbede ve
İlkçağın yuvarlak mabetlerinin (tholos) bir benzeri olan Dor nizamındaki sebilde empire üslubunun bütün
özelliklerini bulmak mümkündür.
Türbe sebil, muvakkithane ve hazireden meydana gelmiş olup, bunun bir kenarında bulunan Sultan II.
Mahmut Türbesi, Sultan II. Mahmud'un (1808-1839) 1 Temmuz 1839'da ölümünden sonra yapılan
görevlendirmelerle 1839'da yapılmış ve 11 Kasım 1840'ta açılmıştır. Türbenin mimarları Ebniye-i Hümayun
kalfalarından Ohannes Dadyan ve Bogos Dadyan'dır.
Türbe sebil, odalar, çeşme ve hazîreden oluşan bir yapı manzumesi içinde düzenlenmiştir. Divanyolu
üzerinde yuvarlak kemerli ve şebekeli pencerelere sahip bir avlu içinde yer alan külliyenin cephesinde iki
yuvarlak kemerli kapı mevcuttur.
Külliyenin batı köşesinde bulunan II. Mahmud Türbesi XIX. yüzyıl Osmanlı hanedan türbeleri geleneğini
sürdürür. Empire üslûbunda inşa edilen yapıda cepheler mermerle kaplanmış, sekizgen planlı türbe sekizgen
kasnaklı büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kuzey cephede kapı, diğer cephelerde geniş ve yüksek tutulmuş
yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Pencerelerin iki yanında korint tarzında stilize edilmiş başlıklara
sahip birer pilastır ile cepheler hareketlendirilmiştir. Pencerelerin kemer hizasında antik palmetlerle cepheler
yatay olarak bölümlenmiş, üstte pilastırların bitiminde yer alan kornişlerle çevrelenmiştir.
I. Mahmud Türbesi yapı grubunda bulunan sebil yine dönemin anlayışını yansıtır. Dışa taşkın daire formlu
sebil dört Toskan sütunla bölümlenmiş olup dikdörtgen açıklıklı beş pencerelidir. Üstte süslemesiz bir
arşitrav kuşağına sahip yapı, tasarımı itibariyle Avrupa'da benzerleri çokça bulunabilecek bir düzende olup
bu tipte İstanbul'da ele alınan ilk ve tek örnektir. Cephelerdeki metal şebekeler altında dörder su verme
açıklığı vardır. Üzeri kubbe ile örtülü yapının hazîre yönündeki girişi önünde üçlü bir mekân grubu yer alır.
Külliyenin cephesinde köşede bulunan çeşme kare kaide üzerinde kare prizma bir gövde ve en üstte bir
küreden meydana gelmiştir. Küre motifi, XIX. yüzyılın ilk yarısındaki kültürel gelişmeleri yansıtması
açısından ilginç bir denemedir.
Sultan Selim Camii yanında Abdülmecid Türbesi'nin eski klasik mimariye dönüşü göstermesine karşılık
Eyüp'te Mehmed Ali Paşa ve ailesine ait türbe eski geleneğe uzak, Avrupai bir mekân biçimindedir. XIX.
Yüzyılda daha bunun gibi birçok türbe yapılmıştır.
Abdülmecid Türbesi
Çeşitli iç ve dış olaylar, malî buhranlar içinde geçen Abdülmecid devrinde pek çok imar faaliyetlerinde de
bulunuldu. Dışarıdan alınan borç paraların bir kısmı ile saray ve köşkler inşa ettirildi. Dolmabahçe Sarayı
(1853), Beykoz Kasrı (1855), Küçüksu Kasrı (1857), Küçük Mecidiye Camii (1849), Teşvikiye Camii
(1854), o devrin belli başlı mimari eserlerindendir. Yine bu devirde Bezmiâlem Vâlide Sultan tarafından
Gureba Hastanesi yaptırıldığı gibi (1845-1846), yeni Galata Köprüsü de aynı tarihte hizmete girdi. Ayrıca
pek çok çeşme, cami, tekke ve benzeri sosyal kurumlar tamir edildi veya yeniden yapıldı.
Sultan Abdülmecit Türbesi, Fatih’te Yavuz Selim semtinde, Yavuz Sultan Selim Camii'nin arkasındaki
hazirede yer alır. Haliç'e hâkim doğal bir teras oluşturan bu hazirede, Yavuz Sultan Selim'in Türbesi, eşi
Hafsa Sultan'ın türbesinin kısmen korunmuş duvarları ve Yavuz ile Kanuni'nin çocuklarına ait bir türbe daha
bulunmaktadır. Sultan Abdülmecit 38 yaşında Ihlamur Kasrı'nda vefat etmiş ve sonrasında bu türbeye
defnedilmiştir.
Türbe'nin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Büyük olasılıkla Abdülmecit'in ölümünden önce 1861 yılında
yapılmıştır. Mimarının kim olduğu kesinlik kazanamamakla beraber, dönemin Hassa Baş mimarı Garabet
Balyan tarafından inşa edildiği ya da en azından onun sorumluluğu altında yapıldığı düşünülmektedir.
Alçak bir su basman üzerinde yükselen kesme taştan, sekizgen planlı türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür.
Giriş cephesi dışındaki her cepheye, iki sıra halinde altlı üstlü pencereler açılmıştır. Bu pencerelerden alt
sıradakiler düz atkılı olup, üsttekiler daha küçük ve kaş kemerlidir. Her iki pencere sırasında da duvardan
ayrı bir söve söz konusu değildir. Abdülmecit Türbesi dış görünümü itibariyle İstanbul'daki diğer padişah
türbelerinden oldukça yalındır. Yapının bütününde alışılmadık sarı bir kireç taşı kullanılmış ve revak yerine
basit bir sundurma yapılmıştır.
Eyüp'te Mehmed Ali Paşa ve Ailesine Ait Türbe
Adile Sultan Türbesi de denir.
Bostan iskelesi Sokağı'nın nihayetinde, Hüsrev Paşa Türbesi'nin sol tarafında ve Hüsrev Paşa
Kütüphanesi'nin karşısındadır. Yakın tarihlere kadar bu kütüphanenin sağ tarafında bir kahve ve bu kahvenin
önünde ise Hüsrev Paşa'nın sütun şeklindeki çeşmesi ve meşhur Bostan iskelesi bulunuyordu. Padişahlar
deniz yoluyla Eyüp'e geldiklerinde saltanat kayığı bu iskeleye yanaşıyordu.
Türbenin şebeke dökme demir kapısının iki tarafında birer türbe odası vardır. Kapı üzerinde, demirden,
Sultan Abdülmecid'in 1266 (1849) tarihli bir tuğrası vardır. Türbe bu tarihte yapılmıştır. Türbe odalarının
Sokak tarafında dökme demir şebekede birer büyük hacet penceresi vardır. Üzerleri kubbelidir. Sarı Afyon
mermer taşı ile kaplı cephesine, duvara gömülü vaziyette dört köşe ve iyon başlıklı sütunlar yerleştirilmiştir.
Bu yapının arka tarafında, türbedar odası bulunmaktadır. Sağ tarafındaki türbe odasında altı sanduka vardır.
Türbe dikdörtgen planlı olup, üzerleri çapraz tonozlu iki odadan meydana gelmiştir. Bu odaların üzerleri
birer kubbe ile örtülüdür. Türbenin cepheleri sarı Afyon mermerinden yapılmış, pencere şebekeleri ise özel
olarak dökülmüştür. Türbe içerisinde XIX. yüzyılın tipik kalem işlerine yer verilmiştir. Ayrıca iki bölümün
ortasındaki kapı ile pencerelerin demir parmaklıklarına son derece ince işçilik gösteren bezemeler
yapılmıştır.

19 yy Çeşmeleri Ampir Üslup


Çeşme mimarisinde Batı' dan alınmış sanat akımını Üsküdar'da 1802 tarihli III. Selim Çeşmesi, evvelce
İstanbul tarafında iken 1940'larda Topkapı dışına taşınan 1842 tarihli Bezmialem Valide Sultan Çeşmesi ve
aynı kişinin Maçka'daki meydan çeşmesinde görmek mümkündür.
• Eyüp'te 1856 tarihli Pertevniyal Valide Sultan Çeşmesi bir Roma çağı yapısını andıran biçimi, antik
sanattan alınan süs motifleri, korint başlıkları ile Batı'nın bu neo- klasik üslubunun Türkiye'de geç bir
uygulanışına örnektir.
III. Selim Çeşmesi,
• arkasında horasan harcı kullanılarak iki sıra tuğla bir sıra taş almaşık dizisiyle örülmüş büyükçe bir su
haznesi bulunmaktadır.
• Bu haznenin pahlanmış köşesine yerleştirilen çeşmenin yüzü som mermerdendir.
• 1975 tarihine kadar bir madalyon içinde III. Selim’in yarısı kırılmış tuğrası vardır. Kırık tuğra bu tarihte
yapılan onarım sırasında kaldırılmıştır.
Bezmialem Valide Sultan Çeşmesi Maçka
• Osmanlı Padişahı II. Mahmut'un 2. eşi ve padişah Abdülmecit'in annesidir. Bezm-i-Âlem "Dünya meclisi"
anlamına gelir.
• Osmanlı tarihinin en tanınmış valide sultanlarından biridir. Hayırseverlik için yaptığı çalışmalardan dolayı
sevilen ve saygı duyulan bir Valide sultan olarak tarihe geçmiştir.
Maçka'daki bu meydan çeşmesi, İstanbul'da inşa ettirdiği 12 çeşmeden biridir. İstanbul dışında da birçok
eseri bulunur. En önemlileri Medine'deki iki sebil ve Kerbela’daki sebildir.
Kadıköy' de Acıbadem yolundaki Babaoğul (1844) Çeşmesi
• Kadıköy, Acıbadem yolu üzerindeki bu tek yüzlü meydan çeşmesi, Sultan Abdülmecid'in babüssaade ağası
Tayfur Ağa ile onun manevi oğlu Besim Ağa tarafından yaptırılmış. Bu yüzden adı Baba Oğul Çeşmesi
olarak adlandırılmış.
• 1844 tarihli çeşme; dalgalı alınlığı, güneş motifli rozetleri ve tavus kuşu kuyruğu motifli taçının dışında
çok sadedir.
Çengelköy'de Yusuf Ziya Paşa (1863) çeşmesi
Üsküdar Çengelköy'de, Tek yüzlü köşe çeşmesidir. Yakın zaman onarım geçirdiği belli olan çeşmenin
cephesinin asıl şeklini koruduğu görülmektedir.
• Barok dönem eseri olmakla beraber, neo klasik dönemde görülen üçgen bir alınlığı vardır.
• 1863 Çeşme, kitabeden de anlaşıldığı gibi çeşitli valiliklerde ve nazırlıklarda bulunan Yusuf Ziya Paşa
tarafından ölen karısının hatırasına yaptırılmış, sonra Ayyadzade ve Mahmut Paşa tarafından tamir
ettirilmiştir.
Çengelköy’ünde Hamam Çeşmesi Sokağı’nın köşesindeki bu çeşmeye “Hamam Çeşmesi “de denilmektedir.
Oval bir madalyon içinde Mahmud II.'nin tuğrası vardır.
19yy Ampir Üslup Köşkler ve Saraylar
15 yüzyılın ortalarından 19. yüzyıl sonlarına kadar Osmanlı padişahlarının sürekli ikametgahı Topkapı
Sarayı olmuştur.
• Bu dört yüz yıllık süre içinde padişahlar zaman zaman Topkapı dışındaki saraylarda yaşamışlardır.
• Padişahların asıl saray dışındaki binalarda kalma süreleri, Osmanlı İmparatorluğu'nda Batı'dan gelen
etkilerle çeşitli değişimlerin gözlendiği 18. yüzyıldan itibaren uzamaya başlamış ve nihayet 19. yüzyıl
ortalarında, Dolmabahçe Sarayı inşaatının tamamlanmasıyla birlikte Topkapı Sarayı Osmanlı ailesi
tarafından tamamen terk edilmiştir.
Alay Köşkü
• Topkapı Sarayı topluluğu içinde, II. Mahmud devrinde yapılan Alay Köşkü batıdan gelen Empire
üslubunun ilk örneklerinden sayılır. • Ermeni mimar Balyan 1819'da 2.Mahmut'un emriyle yapmış.
Sarây-ı Cedîd (Yeni Saray) diye adlandırılan ve bugün yanlış olarak Topkapı Sarayı adıyla anılan büyük
saray manzumesini çeviren Sûr-ı Sultânî'nin Divanyolu caddesine bakan köşesindeki burcun üstünde inşa
edilmiştir.
• XVI. yüzyıl sonlarında Alay Köşkü'nün yerinde ahşap bir köşk bulunuyordu. Fakat şehrin ana caddesi
üzerinde saray surunun 90 derecelik bir dirsek teşkil ettiği yerde bulunan bu burcun diğer burçlardan daha
değişik ve daha itinalı işlenmiş taş malzeme ile yapılması, daha Fâtih zamanından itibaren bir köşkü taşımak
üzere tasarlandığını gösterir.
Alay Köşkü, köşe burcu üzerine oturan yuvarlak hünkâr salonu ile çeşitli büyüklükte hizmet odalarından
meydana gelmiştir.
Saray parkı (şimdi Gülhane Parkı) tarafından geniş bir rampa ile büyük bir sofaya ulaşılır. Parka bakan
yarım yuvarlak cephesi sık pencereli ve ahşap olan bu sofanın iki tarafında küçük hizmet odaları ve bir helâ
vardır.
• Padişaha mahsus yuvarlak esas salon burcun tam üstüne oturmakta ve bir dizi taş konsolla dışarı çıkıntı
teşkil etmektedir. Geniş çıkıntılı saçağın üstünde ise soğan biçiminde dilimli bir külâh yükselir.
• Tanzimat'tan sonra, Dolmabahçe Sarayı'nın önünden geçen cadde geçit alayı yolu karakterini aldığından
Alay Köşkü artık eski fonksiyonunu kaybetmişti.
• Bunun yerine tamamen Empire üslûbunda olan Dolmabahçe Sarayı'nın müştemilâtından Pembeköşk, yeni
Alay Köşkü haline gelmiştir.
Mecidiye Köşkü
• Topkapı Sarayın dördüncü avlusunda Sultan Abdülmecid tarafından ilave edilen Mecidiye Köşkü,
Marmara ile Boğaziçi'ne hâkim bir yerde mimarisi bakımından tamamen bir Avrupa sarayının küçük ölçüde
taklidi olarak inşa edilmiştir.
• Burada iç süsleme ve tefriş de devrin Batı zevkine uygundur.
• Bu küçük kasırda artık eski Türk geleneğine bağlı kalmış hiçbir unsur yoktur. Topkapı Sarayı'na en son
yapılan binadır.
• Sultan Abdülmecid tarafından 1859 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nın mimarı Serkis Balyan Kalfa'ya
yaptırılmıştır.
• Köşke ilk olarak Yeni Köşk denmişse de zamanla Sultan Abdülmecid'e atfen Mecidiye Köşkü olarak
adlandırılmıştır.
• Bodrum katındaki bazı duvarları ile daha aşağılarındaki istinat duvarları Bizans döneminden kalmadır.
• Padişahların Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı'nda ikamet etmeye başlamasından sonra, padişahlar cülus,
Hırkai Saadet ziyareti gibi törenlere iştirak için geldiklerinde bu köşkte dinlenmişlerdir.
Tersane Bahçesi (Aynalıkavak) Sarayı
• Haliç kıyısında yazlık olarak kullanılmak üzere yaptırılan Tersane Bahçesi (Aynalıkavak) Sarayı XVIII.
yüzyıl sonlarında ihmal edilmiş ve geniş arazisi yeni sanayi tesislerinin kurulması için feda edildiğinde III.
Selim aynı yerde Aynalıkavak Kasrı'nı yaptırmıştı.
• Burada da Türk yaşama tarzına uygun bir mekân Avrupa zevkine bağlı süsleme hatta eşya ile tefriş
edilmiştir.
Evliya Çelebi, Kasr'ın bulunduğu alanın Bizans döneminde imparatorlara ait bir bağ olduğunu söyler.
Haliç kıyılarından Okmeydanı ve Kasımpaşa sırtlarına doğru gelişen bu büyük bağ ve koru İstanbul'un
fethinden sonra, "Fatih Sultan Mehmet'ten başlayarak sultanların beğenisini kazanmış, Osmanlı
İmparatorluk Tersanesi'nin Kasımpaşa'da kurulup gelişmeye başlamasıyla birlikte "Tersane Hasbahçesi"
adını almıştır.
• Tersane Hasbahçesi, çeşitli dönemlerin yapılaşmaları sonucunda köşklerle, kasırlarla ve bu yapıların
eklentileriyle bezenmiş, Haliç kıyısında oluşan bu yapılar grubu giderek "Tersane Sarayı" adıyla anılır
olmuştur.
Saray bütünü içinde yer alan ve Sultan III. Ahmet döneminde (1703-1730) yaptırıldığı sanılan Aynalıkavak
Kasri, Sultan III. Selim döneminde (1789-1807) yeniden düzenlenmiş, Sultan II. Mahmut döneminde de
(1808-1839) değişikliklere uğrayarak bugünkü görünümünü almıştır.
• Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle geleneksel Osmanlı mimarlığının son ve en güzel
örneklerinden biri olan Aynalıkavak Kasrı bezeme açısından da çağının zevkini en iyi biçimde yansıtır.
Yapı Arz Odası'yla, Divanhane'siyle, bu mekânların duvarlarını dolaşan yazıtlarıyla, alçı şebekeli
pencereleriyle, III. Selim tuğralı ve Batı yaklaşımlı iç bezemeleriyle 18’inci yüzyıl mimarlık örnekleri içinde
özel bir yer tutarken, Osmanlı geleneğine uygun, sedir, mangal, kandil gibi öğeleriyle, bugün yok olmuş bir
yaşama biçiminin ilginç görünümlerini sergiler.
• Tamamen Batı tesirli olarak Boğaziçi kıyılarında da saraylar yapılmıştı.
• Alman asıllı ressam ve mimar i. Melling'in yaptığı Hatice Sultan Sahil Sarayı bunlardan biri idi.
Ermeni mimar Balyanlar'ın inşa ettikleri Dolmabahçe (1853), Beylerbeyi (1865).
• Çırağan (1871) sarayları ile Göksu (1856), Ihlamur, Alemdağ, Tophane, Kalender ve İzmit Biniş kasırları
Batılı sanat akımıyla meydana getirilmiş yapılardır.

Dolmabahçe Sarayı (yaklaşık1842,1843-56),


• Tanzimat'ın ilanıyla başlayan Sultan Abdülmecit dönemi, imparatorluk toprakları üzerinde yaşayanların
yeni haklar elde ettikleri, II. Mahmut'un reformlarıyla temeli atılmış olan kurumların işlerlik kazandığı ve
yeni kurumların tesis edildiği bir dönemdir.
• Abdülmecit çağdaşlaşma çabalarının geniş bir tabana yayılması konusunda son derece kararlı bir tutum
sergilemiştir.
• Bu, öncelikle kendi yaşadığı mekanlar ve yaşam tarzından izlenmektedir.
• Abdülmecit, Topkapı Sarayı'nı bütünüyle terk etmeye karar vererek bu kararını uygulayan ilk Osmanlı
padişahıdır.
• Tahta çıktıktan sonra bir süre Beylerbeyi ve Çırağan saraylarında yaşamış, ancak bir taraftan da doğrudan
kendisine ait olacak yeni bir saray inşa edilmesi çalışmalarını başlatmıştır.
: • Gerek malzeme ve işçilik gerek üslup ve gerekse boyut açısından Avrupa'daki krallık saraylarıyla boy
ölçüşebilecek yepyeni bir saray isteyen padişah, bunun için Beşiktaş Sarayı'nın bulunduğu yeri seçmiştir.
• Burası, sahilde Tophane Kışlası, sahilin hemen gerisindeki sırtlarda Taksim ve Maçka (ilk Harb Okulu
binası) Kışlaları gibi, Batılılaşma döneminin anıtsal kışla yapılarıyla çevrili bir bölgeydi.
• Pera'daki elçiliklere ve dolayısıyla da Avrupa'ya en yakın yer yine burasıydı. Ayrıca güzel bir manzaraya
hâkim olması, yeni sarayın yapımı için bu bölgenin seçilmesinde rol oynamıştır.
III. Selim zamanında bugünkü Dolmabahçe Sarayı'nın yerinde Hatice Sultan için, Melling'e bir saray
yaptırılmıştı. Beşiktaş Sarayı denen bu yapı, Sultan'ın Batı'daki ileri teknolojiye ve kültüre duyduğu
hayranlığa dayanılarak yeni bir anlayış ile gerçekleştirilmişti. Penceresinden balık tutulabilecek kadar deniz
kıyısında yer alan bu saray 1815'te yanmıştır. Bunun üzerine Beşiktaş Sarayı, Sultan II. Mahmud tarafından
ahşap olarak yeniden inşa ettirilmiştir.
• Sultan Abdülmecid ise 1853'te bu yapıyı yıktırarak içi ahşap, dışı kagir Dolmabahçe Sarayı'nı yaptırmıştır.
Dıştan Avrupa saraylarına benzeyen Dolmabahçe Sarayı'nda Batı mimari üsluplarının bir karışımı söz
konusudur.
• Sarayın selamlık kısmı, öteki saraylarda devlet işlerinin görüşüldüğü bölümlerin işlevini yüklenmiştir.
• Topkapı Sarayı'nda Bab-i Saade önünde yapılan törenlerin çoğu ise burada "Muayede" salonunda
yapılmakta idi.
• Çok gösterişli ve büyük olan bu salondan başka, ramazanlarda teravih namazlarının kılındığı, dini
sohbetler ile padişahların kız kardeşleri ve kızlarının düğünlerinin yapıldığı, padişahın harem halkının
bayram tebriklerini kabul ettiği salonlar da vardır. Bu salonlar bir yanda harem bahçesine, öte yanda da
denize bakan pencerelere sahiptir.
• Dışı her ne kadar Avrupa saraylarına benzese de Dolmabahçe Sarayı'nın içi Türk İslam yaşamına uygun bir
biçimde düzenlenmiştir.
• Sarayda Minderli Oda, Namaz Odası, Ders Odası gibi geleneksel yaşantıya uygu mekanlar da
bulunmaktadır.
• Yapının iç mekânı bu geleneksel birimleri kuşatacak biçimde düzenlenmiştir.
• Dolmabahçe Sarayı bütünüyle ele alındığında, Türk yalı ve ev mimarisinin Avrupa mimarisiyle olan ilginç
birleşimini sergilemektedir.
• Saray, devletin içinde bulunduğu sıkıntıyı unutturmak istercesine görkemli bir biçimde ele alınmış, bu
nedenle de çok büyük bir mali yük getirmiştir.
• Sarayın biri yol üstünde, öteki kara tarafındaki iki kapısı, büyüklükleri ve aşırı yüklü süslemeleriyle
içerideki görkemi adeta dışarı yansıtmaktadırlar.
Dolmabahçe Saray III. Ahmet devrinde sanat ve mimaride başlayan değişimlerin yüz elli yıllık bir sürecin
ardından geldiği noktayı göstermesi açısından son derece önemli bir örnektir.
• İfade ettiği anlam açısından da son derece önem taşımaktadır.
• Avrupa'daki saraylar nasıl kralın ve devletin gücünü simgeliyorsa, Dolmabahçe Sarayı da padişahın ve
imparatorluğun gücünü gösteren simgesel bir anlam taşımaktadır.
• 1856'da tamamlanmış olan yapıya Sultan Abdülmecit, aynı yılın 7 Haziran günü törenle yerleşmiştir.
• Dolmabahçe Sarayı, isimleri II. Mahmut döneminden itibaren sık sık duyulmaya başlanan Balyan
Ailesi'nin eseridir.
• Sarayın yapımı Garabet Balyan'a, Hazine-i Hassa ve Saltanat Kapısı ile bazı iç mekân uygulamaları
Nikağos Balyan'a aittir.
• Ana saray binası denizin hemen kıyısında başlayıp gerideki Gümüşsuyu ve Maçka eteklerine uzanan geniş
bir arazinin kıyıya yakın bölümüne, denize paralel olarak yerleştirilmiştir.
• Batılılaşma döneminin diğer sahil sarayları gibi ana cephe deniz yönündekidir. Topkapı Sarayı'nda olduğu
gibi kentten bütünüyle koparılmamıştır.
• Sadece haremin bulunduğu bölüm yüksek duvarlarla gizlenmiş, diğer bölümler ise alçak duvarlarla
korunmuştur.
Dolmabahçe Sarayı; Mabeyn Dairesi,
• Muayede Salonu,
• Harem ve
• Veliaht Dairesi
• olmak üzere dört ana bölümden oluşmaktadır.
• Günümüzde Mimar Sinan Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi olarak kullanılan Veliaht Dairesi, ana
kütleden bağımsız, ancak onunla aynı üslup özelliklerindedir.
• İç mekân bölümlenmesinde geniş salonlar, birbirine bağlanan simetrik odalar izlenir.
• Saray, yeni yaşam biçimine uygun olarak Batı tarzı mobilyalarla döşenmiştir.
•Süsleme, Batı'daki saraylarda olduğu gibi ana cephe olan deniz tarafındaki cephe üzerinde
yoğunlaştırılmıştır.
• Rönesans, Barok ve Ampir üslupların bir arada bulunduğu Eklektik eğilim içinde Venedik Rönesansı ön
plana çıkmaktadır.
• Ancak bu Batı üslupları içinde Anadolu Türk mimarisinden esintiler de görmek mümkündür. Özellikle
Hazine-i Hassa ve Saltanat kapılarında Selçuklu taç kapılarının ve çifte minarelilerin anıları seçilir.
• Bu özellikleriyle Dolmabahçe Sarayı'ndaki uygulamalar; Osmanlı mimar ve sanatçılarının Batılı ve Doğulu
unsurlara getirdikleri özgün bir yorum olarak değerlendirilebilir.
Çırağan Sarayı (1871)
• 1910'da geçirdiği bir yangın sonucu tamamen harap olarak günümüze sadece iskelet halindeki dış duvarları
kalan ve Çırağan Sahil Sarayı’nın esas binasını teşkil eden Hünkâr Dairesi'nin bulunduğu alanın son
yüzyıllarda hayli önem kazanmış bir mevki olduğu bilinmektedir. Burada XVII. yüzyılda Kazancıoğlu
bahçesi adıyla tanınan bir bahçe bulunuyordu.
Evliya Çelebi, sonradan IV. Murad'ın (1623-1640) kızı Kaya Sultan'a hediye ettiği bu bahçede sultan
tarafından bir yalı köşkü yaptırıldığını ifade etmektedir. Daha sonra burada Nevşehirli Damat İbrâhim Paşa
(ö. 1730) eşi Fatma Sultan için büyük bir saray yaptırmıştır. Bahçesinde, III. Ahmed ile (1703-1730) Damat
İbrâhim Paşa başta olmak üzere bütün saray erkânının katıldığı Çırağan (çerâğan) âlemlerinin yapılmasından
dolayı Çırağan Sarayı adıyla anılmaya başlanmıştır.
• I. Mahmud'un (1730-1754) ilk yıllarında bakımsız kalan saray daha sonra padişahın emriyle onarılarak
özellikle yabancı sefirlerin ağırlanmasında kullanılmıştır. Saray, aynı yüzyılın sonlarında III. Selim'in (1789-
1807) kız kardeşi Beyhan Sultan'a verilmişse de Beyhan Sultan bir süre sonra yapıyı iade etmiş, III. Selim
de sarayı bazı eklemelerle büyüttürmüş (1803-1804) ve saltanatının son iki yazını burada geçirmiştir.
• II. Mahmud döneminde de (1808-1839) yazlık saray olarak kullanılan yapı, 1836 yılında yan kısımda
bulunan Hanım Kadın Mescidi ile bir mektep yıktırılarak mevcut alanı genişletilmiş ve bazı eklemelerle de
büyütülmüştür. Mimar Garabet Balyan'ın ahşap olarak yaptığı ek bölümler saraya bu dönemde daha değişik
bir görünüm kazandırmıştır. 1839'da yeni bölümleriyle birlikte açılışı yapılan saray, Sultan Abdülmecid
(1839-1861) tarafından da önceleri yine yazlık saray olarak kullanılmış, ancak Dolmabahçe Sarayı'nın
inşasından (1842-1853) sonra yavaş yavaş terkedilerek yine kâgir bir saray yaptırmak amacıyla 1276 (1859-
60) yılında tamamen yıktırılmıştır.
• Asıl Çırağan Sarayı'nı teşkil eden ana bölüm, genel hatlarıyla neo-klasik üslûpta yapılmış üç katlı bir
binadır.
• Yüksek bir bodrum katının üzerine binanın esasını oluşturan iki kat yerleştirilmiştir. Bodrum katında küçük
ölçüde pencerelerin yer aldığı saray, iki kat boyunca abidevi ve zengin süslemeli bir cephe mimarisine
sahiptir. Süslemelerin yoğunlaştığı deniz tarafındaki cephenin iki katında da aynı düzen uygulanarak alttan
ve üstten düz söveli, iki yanda sütunçelere oturan kemerli pencerelerle gayet hareketli bir mimari
kompozisyona gidilmiştir. Cephenin orta kısmına çift kollu bir merdiven yerleştirilmiş ve bu merdivenle
ulaşılan giriş bölümü, her iki katta da dörder adet abidevi ince yivli çift sütunla dışa taşkın bir profil halinde
belirtilmiştir.
Çırağan Sahil sarayı aslında çeşitli birimlerden oluşan kompleks bir yapıydı. Bugüne sadece duvarları ulaşan
ana bina ile (Hünkâr Dairesi) Harem Dairesi ve Ağalar Dairesi olmak üzere üç bölümü incelenebilmektedir.
Bünyesinde ayrıca Yalı Köşkü'nü, çeşitli bahçeler ve bunların içindeki köşklerle havuz ve kayıkhaneleri de
barındıran sarayın geniş bir alana dağılmış Fer'iye sarayları denilen değişik yapı birimlerinden meydana
geldiği anlaşılmaktadır. Günümüzde sarayın ayakta kalan Harem Dairesi Beşiktaş Kız Lisesi, Ağalar Dairesi
de restore edilip yol tarafına yeni bir bina ilâvesiyle Devlet konukevi olarak kullanıma hazırlanmaktadır.
Ortaköy Camii tarafındaki bölümleri ise Yüksek Denizcilik Okulu, Galatasaray Lisesi ve Kabataş Lisesi'ne
aittir.
Çırağan Sarayı, mermerden zengin süslemeli cephesi ve son derece görkemli iç mimarisiyle hiç şüphesiz ait
olduğu dönemin en dikkat çekici binalarından biriydi. Sarayın yapımı için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamış,
inşaat ve dekorasyon işlerinde kullanılan mermer, somaki, sedef gibi malzemelerin birçoğu yurt dışından
getirtilmiştir. Tophane, tersane ve hazine-i hassa gelirleriyle Mısır'dan alınan paralar da dahil olmak üzere
yapı 5 milyon Osmanlı altınına mal olmuştur.
• II. Meşrutiyet'in ilânından dört ay kadar sonra saray Meclis-i Meb'ûsan'a tahsis edilmiş ve toplantılara
cevap verecek şekilde yeni bir düzenleme yapılarak üst kattaki üç salondan Boğaziçi'ni gören birincisine
padişah için taht konup ortadaki Meclis-i Meb'ûsan'a, İstanbul tarafındaki ise Ayan Meclisi'ne verilmiştir.
Meclis-i Meb'ûsan'ın ikinci devre oturumu 14 Kasım 1909'da açılmış, ancak bu açılıştan sonra sarayın ana
binası, 19 Ocak 1910 günü öğle üzeri kalorifer bacasından veya elektrik kontağından çıktığı söylenen ve
bütün çabalara rağmen söndürülemeyerek beş saat süren bir yangın sonucunda tamamen yanmış, geriye
yalnızca günümüze kadar dış beden duvarları kalmıştır. Yangın bina ile birlikte çok değerli bir hazinesinin
yanı sıra yakın tarihe ışık tutabilecek çeşitli belgelerle orada muhafaza edilen jurnalleri de yok etmiştir.
• Abdülmecid'in ölümü sebebiyle ertelenen yeni sarayın yapılışı
Abdülaziz'in (1861-1876) tahta geçmesinden sonra hemen ele alınmış ve inşaat işiyle, Nikogos Balyan'ın
çizdiği mevcut planı uygulamak üzere oğulları Sarkis ve Agop Balyan görevlendirilmiştir.
• 1863'te fiilen başlayan inşaat 1871 yılında tamamlanmıştır. Abdülaziz inşası bittiğinde yeni saraya
yerleşmiş, ancak birkaç ay gibi kısa bir süre sonra rutubetli olduğu gerekçesiyle burayı terk ederek
Dolmabahçe Sarayı'na dönmüştür. II. Abdülhamid ise (1876-1909) tahta geçtiği zaman burayı tahttan
indirilen ağabeyi V. Murad'a tahsis etmiş ve böylece saray eski padişahın ölümüne kadar (1904) yirmi sekiz
yıl süreyle onun ve ailesinin ikameti için kullanılmıştır.
• Sarayın mimari açıdan dışı kadar içinin de gösterişli olduğu bilinmektedir. Bütün duvarların değişik renk
mermerlerle kaplandığı iç mekânlarda çok sayıda mermer ve somaki sütun taşıyıcı olarak kullanılmış,
arabesk üsluptaki at nalı kapı kemerlerinde ise kırmızı-beyaz mermerlerle iki renkli bir taş işçiliğine
gidilmiştir. Ahşap işçiliğinin en zengin örnekleri bir arada uygulanmış, kapılarla masa, dolap, kanepe, koltuk
gibi değişik türdeki eşya abanoz ve ceviz üzerine sedef, bağa ve fildişi kakmalarla süslenmiştir. İnşaat ve
dekorasyonda kullanılan malzemelerin seçiminde büyük bir özen gösterilmiş, çoğu yurt dışından getirilen bu
malzemeden başka değişik türdeki aksesuarların da birçoğu yine dışarıdan temin edilmiştir. Sarayın bütün
odalarını süsleyen duvar nakışları ve resimlerinin yapımında devrin en ünlü usta, ressam ve dekoratörleri
görev almışlardır.
• Beşiktaş ile Ortaköy arasında, Abdülmecid tarafından eski bir sarayın yerine inşaatına başlanan Çırağan
sarayı ise, Sultan'ın ölümü üzerine Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. İçindekilere mutlu günler
yaşatamamış olan bu saray, 1910'da yanarak günümüze ancak dört duvar halinde gelebilmiştir. Eski
fotoğraflarının yanı sıra içinde yaşayanların da anlattığına göre, Çırağan Sarayı iç süsleme açısından öteki
son dönem saraylarının hepsinden daha güzel imiş. Bu güzelliğin bir örneği ise, buradan alınarak şale
Köşkü’ne götürülen ve bugün Arabesk Oda'yı süsleyen sedefli kapılardır.
• Boğaziçi kıyılarında Batı üslûbunda inşa edilmiş saraylarda yaşamayı tercih eden Sultan Abdülmecid, bu
ahşap kasrı yıktırarak yerinde Bati üslûbunda kâgir bir bina yapılması için Nikogos Balyan'ı görevlendirmiş
ve yapı 1273'te (1856-57) tamamlanmıştır. Fakat Sultan Abdülaziz kasrın cephelerini yeteri kadar gösterişli
bulmadığından binanın dış cephelerini kalabalık ve ağır kabartma rokoko süsler yaptırmak suretiyle
bezemiştir.
Küçüksu Kasrı, Sultan Abdülaziz döneminde yeniden elden geçirilmiştir.
• Bu çalışmada özellikle cepheler ele alınmış ve yüksek kabartma şeklinde bitkisel bezeme uygulanmıştır.
• Ihlamur Kasrı'nda olduğu gibi burada da tamamen Barok ve Rokokonun hakimiyeti göze çarpmaktadır.
Bugünkü yapı Sultan Abdülmecit tarafından 1856'da Nikağos Balyan'a inşa ettirilmiştir. Kasır, bir bodrum
üzerinde, birbirinden belirgin bir silmeyle ayrılan iki kat halinde yükselir. Bodrum kat servis mekanlarına
ayrılmıştır. Üstteki iki katta; ortada büyük bir salon, dört köşede birer oda yer alır.
• Ayrıca çifte merdivenin ortasında bir havuz bulunmaktadır. Kasrın döşenişinde sadece bir biniş kasrı olarak
düşünülmediği, padişahın burada gecelemesi ve dolayısıyla uzunca bir süre kalabilmesi için düzenlendiği
görülmektedir. XIX. yüzyılda yapılan her saray ve kasır gibi Küçüksu Kasrı'nın tavanları da Türk sanatına
bütünüyle yabancı motiflerle çok zengin bir biçimde kaplanmıştır. İçindeki döşeme de bütünüyle Batı
Avrupa eşyasıyla yine Batı zevkine göredir. Ancak daha sonraki yıllarda rağbet edilmeyen kasrın hizmetliler
için yapılmış ufak çaptaki müştemilât yapıları ile birlikte buradaki küçük camisi 1960 yıllarına doğru
sebepsiz olarak yıktırılmıştır. Kasır son yıllarda bir restorasyon görmüştür. 1983'ten itibaren müze olan
binanın bakımı Millî Saraylar İdaresi tarafından sağlanmaktadır.
• Rumeli yakasında Beşiktaş arkasında olan Ihlamur Kasrı'ndan biraz daha büyük olan Batı üslûbundaki
Küçüksu Kasrı iki katlı bir yapıdır. Dikdörtgen biçiminde bir zemin planı üzerine yükselen dört cephesiyle
masif bir kitle teşkil eder. Ancak bu kitle cephelerine eklenen kalabalık kabartma süsleme ile
hareketlendirilmiştir. Bu bezemenin denize bakan cephede daha zengin oluşuna karşılık kara tarafındaki
cephede daha sadedir. Kasrın esas girişi deniz tarafında olup buraya çifte merdivenle çıkılmaktadır. Binanın
içi, Türk mimarisinin klasik düzenine uygun olarak bir orta sofaya açılan köşe odalarından oluşmaktadır.
Kasrın etrafını dökme demir parmaklıklı bir bahçe çevirir. Bunun dışarıya açılan yine dökme demirden iki
kapısı vardır.
• III. Ahmed zamanında Patrona Halil ayaklanması ile Kâğıthane mesiresinin parlak çağı sönmüş, buradaki
saray da bir dereceye kadar zarar görmüştür. I. Mahmud Sadabat’ı tamir ettirmişse de Küçüksu mesiresini ve
kasrını tercih etmiştir. Kasrın zengin biçimde bezenmiş olduğu bilinir. Bu ahşap kasrın III. Selim döneminde
de kullanıldığının ve onun burayı sevdiğinin bir işareti, kasrın çevresindeki çayırın kıyıya yakın bir
kesiminde büyük bir namazgâh sofası ile mermerden dört cepheli zarif bir meydan çeşmesini annesi
Mihrişah Valide Sultan adına 1221'de (1806) yaptırmış olmasıdır.
• Göksu Kasrı da denilen bu kasr-ı hümâyun, Göksu ve Küçüksu derelerinin arasındaki arazide deniz
kıyısında bulunmaktadır. Burada evvelden beri, içinde basit ahşap bir köşk veya kasır bulunan bir bahçenin
mevcudiyeti tahmin edilmektedir.
• Bu mesire yerine ara sıra giden I. Mahmud'un uzun süre kalabilmesi için Devâtdâr Mehmed Paşa
tarafından bir kasır yaptırılmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde (C. SRY tasnifi) 30 Temmuz 1792 tarihli
belgeden köşkün bir tamir geçirdiğine, 2 Aralık 1792 tarihli bir belgeden kasr-ı hümâyunun tamiri ve altın
yaldızlarının masrafına, 4 Kasım 1806 tarihli belgeden de kasr-ı hümâyunun, çeşmelerin ve su yollarının
yenilenmesine ve inşa masraflarının miktarına dair bilgi elde edilmektedir. Mehmed Paşa, kasrın bahçesine
arkadaki dağlardan su getirterek havuzlardaki fıskiyelerle çeşme ve sebillerden akıtmıştır.
Göksu (1856), Küçüksu Kasrı
Göksu ya da Küçüksu, Boğaz'ın Anadolu sahilindeki saraya bağlı has bahçelerin bulunduğu bir bölgedir.
• Buradaki ilk köşk III. Mustafa tarafından inşa ettirilmiştir.
• Bu yapı, daha sonraları III. Selim ve II. Mahmut tarafından da tamir ettirilerek kullanılmıştır.
• Eski adı "Göksu Kasrı" olan bu yapı, padişahların, Boğaziçi kıyılarındaki biniş kasırlarından biridir.
• Çırağan Sarayı, dönemin Avrupa'sında yaygın olarak uygulanan Oryantalist mimarinin en önemli
örneklerinden biridir. Kuzey Afrika mimarisi esintili kemer kavisleri ve zar sütun başlıklarının kullanıldığı
sarayda, diğer uygulamalar, özgün bir anlayış yansıtır.
• Özellikle Türk evi planına sahip olması açısından önem taşıyan sarayın plan ve cephe tasarımlarında
simetri hakimdir.
Çırağan Sarayı, dönemin Avrupa'sında yaygın olarak uygulanan Oryantalist mimarinin en önemli
örneklerinden biridir.
• Kuzey Afrika mimarisi esintili kemer kavisleri ve zar sütun başlıklarının kullanıldığı sarayda, diğer
uygulamalar, özgün bir anlayış yansıtır.
Özellikle Türk evi planına sahip olması açısından önem taşıyan sarayın plan ve cephe tasarımlarında simetri
hakimdir.
• Cepheyi, iki kat arasında sınır çizen plastik bir friz ortadan ikiye bölmekte ve üst tarafını da ajurlu ve düz
mermer panoların meydana getirdiği geniş bir korniş taçlandırmaktadır. Buradaki ajurlu şebekelerin
benzerine dekoratif bir unsur olarak sarayın diğer cephelerindeki pencerelerde de rastlanır. Binaya giriş,
deniz tarafındaki iki kollu merdivenin dışında diğer cephelerden de yine merdivenlerle sağlanmakta ve
sarayın dört adet merasim kapısı bulunmaktadır. Gösterişli süslemelere sahip olan bu kapılardan cadde
tarafında yer alan ikisi Saltanat Kapısı ve Valide Sultan Kapısı adlarıyla, deniz tarafında kalan diğer ikisi ise
Koltuk Kapısı olarak tek bir isimle anılır.
Sarayın ana giriş kapısı, Beşiktaş'taki Yıldız Hamidiye Camii'nin kuzeydoğusunda bulunur.
Girişin solunda kalan Büyük Mabeyn Köşkü yeni restore edildi. Büyük Mabeyn Köşkü'nün batısında yer
alan Seyir Köşkü, Alman İmparatoru Şarlken'in İstanbul ziyareti öncesinde 2. Abdülhamit tarafından
yaptırılmış.
• Yabancı sefirler padişahın Cuma selamlığına gidişini buradan seyrederlermiş.
• İlk defa Sultan 3. Selim'in (1789-1807) annesi Mihrişah Sultan için inşa ettirilen Yıldız Sarayı, 2.
Abdülhamit (1876-1909) tarafından ilave binalar yaptırılarak Osmanlı Devleti'nin yönetim merkezi olarak
kullanılmış.
İstanbul'un ikinci büyük sarayı olan Yıldız, Osmanlı'nın son dönem saraylarından Dolmabahçe gibi tek bir
yapıdan oluşmuyor.
Beşiktaş'tan Ortaköy'e kadar Boğaziçi'ne hâkim tüm sırtı kaplayan geniş bir alan içine yerleştirilmiş korular,
saraylar, köşkler, camiler, parklar, idarî ve servis binaları, askerî tesisler, içinde sandalla gezilen havuzlar,
seralar, hatta atölyeler bütününden meydana geliyor.

Avlular ve Hasbahçe ile Diş Bahçe arasındaki geçişler;


Koltuk Kapsı, Saltanat Kapsı, Valide kapsı, Harem iç Kapısı ve Mecidiye kapsı isimli beş kapı tarafından
sağlanmaktadır.
Yıldız Sarayı
Büyük Mabeyn Köşkü
• Yıldız Sarayı'nın en görkemli binalarından biri, tasarımı Agop ve Serkis Balyan'a ait olan Büyük
Mabeyn'dir.
Sultan Abdülaziz tarafından 1866'da inşa ettirilen iki katlı yapı bir süre II. Abdülhamit tarafından özel daire
olarak kullanılmıştır.
Köşkün iç mekanları, altın yaldızın hâkim olduğu son derece zengin bezemelere sahiptir.
• Yıldız Sarayı yerleşim planında, çevresinde belli başlı yapıların yer aldığı üç avlulu bir düzen
uygulanmıştır.
• Birinci avluda Yaveran Dairesi, Büyük Mabeyn ve Çit Kasrı, ikinci bir duvarla çevrili ikinci avluda harem
daireleri, Gedikli Cariyeler Dairesi, padişaha ait binalar ve Has bahçe; üçüncü avluda ise Şale ve Merasim
Köşkleri bulunmaktadır.
• Yıldız Sarayı'nda, binaların yapımında kesin emeği olduğu bilinen
Serkis ve Agop Balyan ile Raimondo d'Aronco'nun yanı sıra Garabet Balyan, Vasilaki, Ioannidis, Alexander
Valloury ve Yanko gibi mimarların da katkıları olduğu düşünülmektedir.
• Saray kompleksi içinde, bunlara ek olarak, kışla, eczane, hayvanat bahçesi, müze, kitaplık, marangozhane,
tamirhane gibi bölümler de bulunmaktadır.
• Yıldız Sarayı'nın son ve asıl gelişimi II. Abdülhamit dönemine rastlar.
• Kendisini güvencede hissetmeyen padişah, 1877'de Dolmabahçe Sarayı'nı terk ederek Yıldız'a yerleşmiş ve
tahttan indirilinceye kadar da burada kalmıştır.
• Bu dönemde saray kompleksinin çevresindeki yüksek duvarlar tamamlanmış, çok kısa bir süre içerisinde,
harem binaları, Cariyeler Dairesi, Kızlar ağası Köşkü, Küçük Mabeyn, tiyatro ve Yıldız Çini Fabrikası gibi
binalar inşa edilmiştir.
• Sultan Abdülmecit Yıldız'daki yapıların bazılarını yıktırarak, 1842'de, annesi Bezm-i Alem Valide Sultan
için Kasr-ı Dilküşa adıyla ünlenen binayı yaptırmıştır (Sözen 1990: 196).
Saray bugünkü görünümüne Abdülaziz döneminde ulaşmıştır.
• Kanuni Sultan Süleyman döneminden başlayarak gözde bir avlanma alanı olan, aynı zamanda da sarayı
besleyen sebze bostanlarını barındıran bölge, I. Ahmet döneminde hasbahçeye dönüştürülmüştür.
• Buradaki ilk köşk, 18. yüzyıl sonlarında, III. Selim tarafından annesi Mihrişah Sultan için inşa edilmiştir.
• Sahildeki Çırağan Sarayı'nın yapımı sırasında, 1834'te, Yıldız adıyla bilinen bir köşk inşa edilmiş ve saray
daha sonra bu isimle anılmaya başlanmıştır.
Yıldız Sarayı
• İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde, Boğaziçi sahilinden başlayıp kuzey-batıya doğru uzanan geniş bir koruluk
içindeki Yıldız Sarayı, sürekli ikamet amacıyla inşa edilen son Saray-Hümayun ‘dur. Yaklaşık 500.000
metrekarelik bir alanı kaplayan sarayda; çeşitli köşkler, yönetim ve servis binaları, hasbahçeler ve havuzlar
bulunmaktadır.

Ihlamur kasırları Maiyet Köşkü


• Mabeyn Köşkü'nün biraz ilerisindeki Maiyet Köşkü, plan açısından diğeriyle benzerlik göstermektedir.
İç mekânda geniş bir giriş holü ve merdivenler, köşelerde dört oda bulunmaktadır.
• Dışta, ön cephede iki kollu olarak yükselen merdivenler iki yanda korkuluklu birer balkonla
sonlandırılmıştır.
• İstiridye kabuğu, palmet, bitkisel motifler, kıvrım dallar, S ve C'lerden oluşan bezeme, diğer yapıya oranla
çok daha sade olarak ele alınmıştır.
IHLAMUR KASIRLARI
MABEYN (MERASİM) KÖŞKÜ
• Mabeyn ya da diğer adıyla Merasim Köşkü, dikdörtgen planlı bir yapıdır.
• Alçak bir zemin kat üzerinde yükselen tek katlı köşkte, üst katta ortada bir hol, yanlarda ikişer oda, tuvalet
ve çatıya bağlantı sağlayan küçük bir mekân bulunur.
• İstanbul'daki en küçük padişahlık konutu olan köşk, özellikle dış cephelerindeki yoğun ve yüksek kabartma
bezemeleri ve geniş merdivenleri ile adeta bir heykel gibi işlenmiştir.
Volüt, istiridye kabuğu, rozet, girlant, vazo, S ve C kıvrımları yüzeyi neredeyse hiç boş yer kalmayacak
şekilde doldurmuştur. Cephe özellikleri açısında Barok ve Rokoko üsluba yakındır. Padişahın maiyeti, kimi
zaman da haremi tarafından kullanılan Maiyet Köşkü ise Merasim Köşkü'ne oranla daha küçük ve daha
sadedir. Cumhuriyet'in kuruluşundan sonra 1966 yılında TBMM Milli Saraylar bünyesinde katılan Ihlamur
Kasırlarından Merasim Köşkü, bir müze-saray olarak ziyarete açık tutuluyor. Maiyet Köşkü'nde ve bahçenin
bir bölümüyse kafeterya hizmeti veriliyor.
• Yüksek bir subasman üzerine tek kattan oluşan dikdörtgen planlı köşk, kesme taştan inşa edilmiş.
• Törenler için düşünülen ve kullanılan Merasim Köşkü, ön cephesindeki Barok tarzındaki merdiveni, ilginç
ve hareketli kabartmalarıyla Anadoluhisarı'ndaki Küçüksu Kasrı'nı andırır.
• İstanbul'da birçok kasrın banisi olan Sultan Abdülmecid, 1849-1855 yılları arasında bu mesire yerine
Merasim Köşkü ve Maiyet Köşkü adıyla iki kasrı yaptırmış.
• Yüksek duvarlarla çevrili, ağaçlı bir alan içindeki iki yapıdan biri olan Merasim Köşkü, asıl Ihlamur
Kasrı'dır.
Yıldız Sarayı
Küçük Mabeyn Köşkü
Ihlamur Kasırları
Beşiktaş'taki Ihlamur Mesiresi, erken tarihlerden itibaren İstanbul'un en fazla rağbet edilen köşelerinden
biriydi.
Özellikle 18. yüzyıldan itibaren padişahların da yoğun ilgi gösterdiği bu bölge, Sultan Abdülmecit
döneminde imara açılmıştır.
• Buradaki bağ evini yıktıran padişah, 1849-1855 yılları arasında, Nüzhetiye Kasırları olarak da bilinen iki
kasır inşa ettirmiştir. Biniş kasrı ve ok talimleri sırasında dinlenme yeri işlevine sahip iki yapı da Nikoğos
Balyan'ın eseridir.
Yıldız Sarayı
Silahhane Binası
• Yine sol tarafta Ana girişin hemen karşısındaysa zamanında görevli subayların ofisleri olarak kullanılan,
uzun bir tren görünümündeki Yaveran dairesi bulunuyor.
• Harem bölümünde de sera ve tiyatro yer alıyor.
Girişin sağındaki tek katlı, sütunlu uzun yapı, Sultan 2. Abdülhamit tarafından saray hizmetkârının
yemekhanesi olarak yaptırılmış.
Yıldız Parkı içinde kalan Malta Köşkü
• Yıldız Parkı içinde kalan Malta Köşkü iki katlı bir bina olup, dört cephesi de üç bölümlü olarak
düzenlenmiştir.
Köşkün en ilginç mekanlarından biri, deniz cephesindeki kapıdan girilen ana salondur.
Burada süslemeli bir çeşme ve zarif bir mermer havuz bulunmaktadır.
Yıldız parkı Çit Kasrı
• Abdülaziz dönemine tarihlendirilen ve Osmanlı-Rus, Osmanlı-Yunan savaşları sırasında karargâh olarak
kullanılan Çit Kasrı, tek katlı, kagir bir yapıdır.
• Dikdörtgen plandaki yapıda odalara geçiş birbirinin içinden sağlanır ve odaların sonunda geniş bir salon
yer alır.
• Yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe içinde ve farklı tarihlerde yapılan birbirine bitişik üç ana yapıdan
oluşan köşkün birinci bölümünün 1880'de, ikinci bölümünün 1889'da Merasim Köşkü adıyla tanınan üçüncü
bölümünse 1898 yıllarında tamamlandığı bilinmektedir.
• Son iki bölüm, Alman İmparatoru II. Wilhelm'in İstanbul'a gelişinde konaklaması için yapılmış.
• Bu özelliğiyle Şale, Yıldız Sarayı yapılar grubu içinde bir "devlet konukevi" niteliği taşımaktadır.
Köşk, bodrumuyla birlikte üç katlı, ahşap ve kâgir olarak yapılmış.
Osmanlı konut geleneğine uygun olarak Harem ve Selâmlık gibi de kullanılabilecek bölümlerden oluşan, dış
dünyaya yedi kapıyla ve ahşap panjurlu pencerelerle açılan Şale'nin katları arasındaki bağlantıyı biri
mermer, ikisi ahşap zarif merdivenler sağlamaktadır.
• Koridorlar üzerinde düzenlenmiş, altmış oda ve dört salonuyla bir köşk boyutlarını aşan yapının görkemli
mekânlarını Barok, Rokoko ve İslâm etkilerini yansıtan kalem işleri, geometrik bezemeler ve manzaralı
panolar süslemektedir.
Yıldız sarayı Şale Köşkü
Yıldız Sarayı yapılar grubu içinde yer alan Yıldız Şale, Yıldız parkı olarak da bilinen Yıldız Korusu
içindedir. Beşiktaş, Ortaköy ve Balmumcu arasında, Boğaziçi'ne egemen bir konumda 500 bin metrekarelik
bir alanı kaplayan Yıldız, yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inen bir koruluktur. İstanbul’un Türklerin
eline geçmesinden sonra "Kazancıoğlu Bahçesi adıyla anılan bu koruluk, Sultan I. Ahmet Dönemi'nde
(1603-1617) padişahın "Has Bahçeleri arasına katılmış.
• Zemini duvardan duvara yaklaşık 406 metrekarelik tek parça Hereke halısıyla kaplı, tavanı altın yaldız
panolarla süslenmiş, duvarlarında büyük boy aynalar bulunan görkemli Tören Salonu, sedef kakma kapılı
süslemelerinde belirgin biçimde doğu etkileri görülen Sedefli Salon, tavanlarındaki manzara resimleriyle
ünlü Sarı Salon, çeşitli Avrupa ülkelerinden gelen değerli döşeme eşyası, birbirinden zarif çini sobaları,
vazoları, görkemli ve oymalı yatak takımlarıyla çok sayıda salon ve oda, imparatorluğun son yıllarının ince
beğenisine tanıklık etmektedir.
• Yıldız Sarayı'nın bir parçası olan ve adını Fransızca "dağ evi" anlamına gelen "chalet" sözcüğünden alan
Şale Köşkü, 19. yüzyıl Osmanlı mimarlığının en ilgi çekici yapılarından biridir.

Yıldız sarayı Şale Köşkü


• Şale Köşkü, İsviçre'deki dağ evlerine benzeyen görünümüyle, geç dönem Osmanlı mimarlığının en ilginç
binalarından biridir.
Köşk, farklı tarihlerde birbirine bitişik olarak yapılmış iki bölümden oluşmaktadır.
• Birinci bölüm 1883'de, ikincisi 1898'de tamamlanmış, Merasim Köşkü adıyla da tanınan ikinci bölümde
İtalyan Mimar R.d'Aronco da çalışmıştır.
Yıldız
Seyir Köşkü
• Saray giriş kapasının ve Büyük Mabeyn Köşkü'nün batısında yer alan Seyir Köşkü, Alman İmparatoru
Şarlken'in İstanbul ziyareti öncesinde 2. Abdülhamit tarafından yaptırılmış. Yabancı sefirler padişahın Cuma
selamlığına gidişini buradan seyrederlermiş.
• 27 Mayıs 1960 İhtilali sonrasında Çadır Köşkü’nde Tanzimat Müzesi kurulmuş
• 1982 yılında diğer köşklerle beraber kullanım ve işletme hakkı Turing'e verilmiş
• 1995 Haziran ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından devir alınmasıyla restorasyon
çalışmalarına hemen başlanmış ve köşk bütünüyle restorasyondan geçirilerek halkın hizmetine açılmış
Yıldız sarayı
Sedir köşkü- Çadır köşkü
• Yıldız Parkı içinde yer alan bu köşk, 1871 yılında "Sedir Köşkü" olarak inşa edilmiş.
• Köşk, Sultan 2. Abdülhamit' in hallinden sonra uzun yıllar kapalı kalmış.
1940 yılında Maliye Bakanlığı'nca İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne devredilmesi ve korunun "Yıldız
Parkı" olarak adlandırılmasından sonra Çadır Köşkü onarılmış.
• 1949-1960 yıllarında Avadis Çakır isimli pastane sahibi tarafından işletilmiştir.
Beylerbeyi Sarayı (1865)
• Bölge Bizans döneminde istavroz, sonraları ise Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa'nın buradaki yalısından
dolayı Beylerbeyi adını almıştır.
• Osmanlı Devleti döneminde bir süre has bahçe olarak kullanılan buradaki bütün yapılar III. Mustafa
zamanında (1757-1774) yıkılmış ve arazi halka satılmıştı.
. Ancak 1829 yılında II. Mahmud Beylerbeyi'nde ahşap bir saray yaptırdı. Mabeyin ve Harem daireleri,
Serdåb Köşkü, Sarı Köşk, Şevkabad, Küçükyalı, Büyük yalı ve bendegân daireleri, hamamlar, mutfaklar ve
ahırlardan meydana gelen bu tesisler bu devredeki en büyük sahil sarayını meydana getiriyordu.
• 1851'de büyük kısmı yanan bu sarayın diğer binaları da Abdülaziz tarafından yıktırılıp yerine 1861-1865
yılları arasında bugünkü Beylerbeyi Sarayı yaptırılmıştır. Mimari Sarkis Baylan’dır.
• Sultan Abdülaziz tahta çıktıktan hemen sonra, 1861-1865 yılları arasında bugünkü Beylerbeyi Sarayı'nı
inşa ettirmiştir.
• Her iki katta toplam altı salon, yirmi beş oda ile helâ ve banyolar bulunur.
• Sarayın tefrişi için kullanılan kumaşlar Hereke fabrikalarında özel olarak dokunmuştur.
• Birçok oda ve salonun tavan ve duvarlarını yağlı boya tekniğiyle yapılmış Türk bayrağı taşıyan gemi
resimleri ile sülüs ve talik hatlarıyla yazılmış manzumeler süsler.
• Bu ana yapının ön tarafında bahçe cephesi boyunca, üzerinde kör pencereler ve dikdörtgen nişler açılmış
bir duvar uzanmaktadır.
• Bu duvarın her iki ucunda biri Harem, diğeri Mabeyin Köşkü adını taşıyan birer küçük yapı yer alır.
• Doğu mimari etkilerine sahip bu köşkler çadır biçimli bir çatı ile örtülüdür.
: • Bütün bu yapılar Beylerbeyi Sarayı kompleksinin günümüze gelebilen birimleridir.
• Boğaziçi Köprüsü'nün yapımıyla parçalanan bahçeleri ve çeşitli kuruluşların kullanımındayken
orijinalliğini kaybetmiş ya da ortadan kalkmış diğer bölümleriyle bugün Beylerbeyi Sarayı bütünlüğünü
önemli ölçüde yitirmiştir.
• Öte yandan şimdi mevcut olmayan Geyiklik, Has Ahir, Aslanhâne, Tavukluk ile Paşalar, Muzika ve Agavat
daireleri, sarayın bugüne kadar belirlenebilmiş aslî birimlerinden birkaçıdır.
• Beylerbeyi Sarayı'nın ilk büyük konuğu, III. Napolyon'un karısı Fransa
İmparatoriçesi Eugene’dir. Karadağ Kralı Nikola ve İran Şahı Nasruddin de İstanbul'u ziyaretleri sırasında
bu sarayda kalmışlar, 1877 yılında imzalanan Ayastefanos (Yeşilköy) Antlaşması'ndan sonra İstanbul’a gelen
Gran Dük Nikola ve Avusturya-Macaristan İmparatoru Franz Joseph de bir süre burada konuk edilmişlerdi.
• Tahttan indirildikten sonra Selanik'teki Alatini Köşkü'nde ikamete mecbur edilen II. Abdülhamid, Balkan
Savaşı'nın çıkması üzerine İstanbul’a getirilmiş (1912) ve ölümüne kadar (1918) bu sarayda kalmıştır.
• Saray Cumhuriyet döneminde de devlet konuklarına tahsis edilmiştir.
• Atatürk'ün davetlisi olarak Türkiye'ye geldiğinde İran Şahı Rıza Pehlevi bu sarayda kalmıştır.
• Yapının arka tarafında bulunan set bahçeleri Harem ve Mabeyin bölümlerini birbirinden ayırmaktadır.
• Birbirlerine merdiven ve rampalarla bağlı bu set bahçelerinin en üstünde Sarı Köşk ve Mermer Köşk
adlarında iki yapı bulunmaktadır.
• Sarı Köşk adını renginden, Mermer Köşk ise sofasındaki mermer havuzla duvarlarındaki sel sebillerden
almıştır.
• Bu köşklerin önünde 80 x 30 m boyutlarında bir havuz bulunmaktadır.
• Havuzun günümüzde Boğaziçi Köprüsü ayağına bakan tarafında ise saray atlarının bakımı için yaptırılmış,
tavanında renkli armalar ve hayvan tasvirleri bulunan ve türünün en zengin örneği olan Ahır Köşkü yer
almaktadır.
• Bati ve Doğu üsluplarının kaynaştırılması suretiyle yapılan Beylerbeyi Sarayı Harem ve Mâbeyin
bölümleriyle Türk evi plan özelliği taşımaktadır.
• Gerek deniz cephesi gerekse yan cepheler, orta bölümleri dışarıya doğru taşan üç kısım olarak
düzenlenmişlerdir.
• Yapının çatısı üstten bütün cephe kenarlarını dolaşan bir korkulukla gizlenmiştir. Yapı bodrum dahil üç
katlıdır.
. Birinci ve ikinci katları arasında yer alan silme, dikdörtgen ve kemerli pencerelerle hareketlendirilmiş
cepheye değişik bir çeşni katmaktadır.
• Bu pencerelerin aralarında ve duvar köşelerinde tek ve çift sütunlar bulunmaktadır.
• 18. yüzyılda Batılılaşma sonucu Osmanlı mimarisine giren
Barok ve Rokoko dekoratif uygulamaları çoğunlukla sebillerde, çeşmelerde, dinsel ve askeri yapılarda
ağırlık kazanır.
• Bu düzenlemeleri planda; İtalyan Barok, bezemede; Fransız Rokoko olarak görmek mümkündür.
• Sarayın cepheleri 19. yüzyılın diğer Osmanlı saray ve kasırlarından daha sade bir görünüme sahiptir.
• Yüksek bir bodrum üzerinde iki katlı cepheler ve yuvarlak kemerli dikdörtgen pencereler Rönesans
saraylarındakini andırır.
• Deniz tarafında hem Harem hem de Selamlık cepheleri vardır.
• Bu kısım dikdörtgenin uzun tarafıdır ve ikisi öne doğru çıkıntılı beş bölümlüdür.
• Çıkıntılı bölümlerin her iki katında da bir dikdörtgen pencere ve biri dikdörtgen, yivli, Korinth sütun
başlıklı çift sütunlu düzenleme görülür.
Cephenin bodrum kat dikdörtgen pencereleri kıvrımlı S ve C motifleri yanı sıra yuvarlak biçimlerin
görüldüğü parmaklıklarla kapalıdır.
• Mukarnaslı ve boyalı sütun başlıkları, kemer yüzeyleri ile duvarlarda ve tavanlardaki kalem işleri dikkat
çekicidir.
• Sarayın dış kısmında Rönesans, Barok, Ampir, Neo-Klasik ve Oryantalist akımların unsurları bir aradadır.
• Dolmabahçe Sarayı cepheleri tamamıyla Batı tarzlarındayken, Beylerbeyi'nde Avrupa'da görülen
Oryantalist akımın etkileriyle Doğu motifleri de ön plana çıkar.
• 19. yüzyıl Avrupa mimarisinde bütün bu üsluplarla birlikte, Neo-Gotik ve Oryantalist özellikleri de içeren
Eklektisizm yaygınlaşmaya başlar.
Osmanlı'da Abdülmecid döneminde eklektik yapılar inşa edilir.
Padişahların yazın oturması için Sultan Abdülaziz tarafından mimar Sarkis Balyan'a yaptırılan Beylerbeyi
Sarayı'nın (1861-1865) iç mekânında Rokoko ve Barok bezemelerin yanı sıra İslam ve Türk sanatı kaynaklı
süslemeler de önemli bir yer tutar.
• Mimaride görülen bu özellikler 19. yüzyıl başlarında yerini Ampir'e ve Neo-Klasik'e bırakır ancak Barok
ve Rokoko tamamen terk edilmez.
• Barok ile Roma'dan esinlenen Ampir çelişkilidir.
• Barok ‘un abartılı, karmaşık, bitkisel ve organik kökenli olmasına karşın Ampir geometrik, akılcı, temiz
form ve kalıplar içinde, statik, dengeli ve anıtsaldır.
• Neo-Klasik mimaride ise Yunan ve Rönesans yapılarındaki öğeler yanı sıra cephe düzenlemesinde üçgen
alınlık ve sütun kullanımı belirgindir.
• Döneminin Avrupa'daki örnekleri gibi tasarlanmış olan köşklerde içte ve dışta yoğun bezemeye yer verilen
Magrib mimarlığının etkileri fark edilir. • 14. yüzyılda inşa edilen Elhamra Sarayı 19. yüzyıl oryantalist
yapılarına örnek teşkil eder.
• Sarayların etrafına egzotik köşkler yapılır.
Beylerbeyi Sarayı'nın deniz köşklerinin çadır biçimli sivri çatıları, ufak boyutları, çok kubbeli revak
biçimleri, at nalı ve sivri kemer uygulamaları, çift sütun başlığı ve tabla, kubbe içi renkli süslemeleri
Doğu'ya özgüdür.
Köşkler denizden ya da köprüden bakıldığında ufak boyutları ve dekoratif görünümleriyle biblo izlenimi
uyandırırlar.
• Duvar üzerindeki kapıların kanatları Dolmabahçe Sarayı'ndakiler gibi ajurlu ve demir dökümdür.
• Kapının iki yanında sekizli gruplar halinde sütunlar yükselir.
• Yüksek podyum üzerindeki sütunların üstlerinde tablalar ve onun da üzerinde korniş vardır.
• Sütunların bitkisel süslemeli gövdeleri Doğu etkili Oryantalist tarzdadır.
Yapının girişindeki derin revak havuzlu bahçeye doğrudur.
• Önde altı, iç kısımda iki ve köşelerde de gömme sütunların üzerinde taşınan çok kubbeli örtü sistemine
sahiptir.
• Kubbelerin iç yüzeyleri mavi zemin üzerinde kırmızı ve sarı renklerin kullanıldığı şeritler ve motiflerle
bezenmiştir.
• "Sütunların üzerinde üst üste iki başlık ve bir tabla bulunmaktadır. ilk başlık kompozit düzende sonraki ise
mukarnasları andıran bir görünümdedir".
• Deniz köşklerinin tasarımı oryantalizmin İstanbul'daki en çarpıcı ve tipik uygulamalarından biridir.
• Salonun deniz tarafındaki köşeleri pahlanmış ve üstü sekizgen tabanlı ve çadır biçimli bir eğrisel örtüyle
örtülmüştür.
• Ahşap kaburgalı örtü etek kısmında yeri kaş kemerler oluşturarak alt yapıya bağlanır.
• Her kemerin altında bir daire biçimi bir de dikdörtgen pencere vardır.
. Her pencere çifti atnalı kemer şeklinde profilli silmelerle çevrilmiştir.
• Rıhtımda uzanan duvarın iki yanında biri Selamlık diğeri Harem'e ait olan, deniz kıyısında dinlenmek için
yapılmış iki deniz köşkü bulunur.
• Tasarımı Sarkis Balyan'a ait olan bu köşkler simetrik olarak planlanmıştır.
• "Denize doğru uzanan bir salon ile bahçe tarafında arkadlı bir girişi olan, yanlarda küçük servis hacimleri
bulunan çok sade planlı ama fantezi dolu bir çift yapıttır.
• 18. yüzyıl İstanbul yapılarındaki kademelenme, kırılmalar, silmeler, yapısal çoğalmalar, oval formlar, C ve
S formlarının yaprağa veya bitkiye dönüşümleri, altın yaldız, topuz, kartuşlar, ışık-gölge etkisi Barok ve
Rokoko ‘ya ait temel unsurlardır.
• Barok ‘ta hareket ve ritim duygusu yüzeyi zenginleştirir.
Çift sütun, duvara gömülü sütunlar, yuvarlak kemerlerin çıkıntılı kısımlarından sarkan topuz formları,
görkemli merdivenler ve aslan heykelleri, işlevsel olmayan süsleme amaçlı konsollar, girintili çıkıntılı
silmeler, dalgalanmalar, öne doğru taşkınlık, korkuluklar, yapının su kenarında olması Barok mimariye
özgüdür.
Beylerbeyi Sarayı'nda Barok süslemeleri uygulansa da Batı'daki kilise ve saray örnekleri ve İstanbul'daki 19.
yüzyıl Eklektisizm ‘ine örnek olan Dolmabahçe Sarayı kadar süslü değildir.
Sarayın ön ve arka bahçelerindeki oval havuz, havuzun etrafında bronz ve mermer heykeller, ağaç ve bitki
düzenlemeleri Barok ‘tur.

You might also like