Professional Documents
Culture Documents
Fransız İhtilali sırasında başlayarak Napolyon'un imparatorluğu döneminde yaygınlaşan Batı Neo klasiği
yani "Empire" üslubu XIX. yy. başlarında birçok yenilikleri Devlete yerleştirmeye çalışan Sultan II.
Mahmud tarafından yaygınlaştırılmıştır. Şunu göz önünde tutmak gerekir ki bir üsluptan başka bir üsluba
atlayış birdenbire bir kesinti halinde gerçekleşmiş değildir. Barok üslubun izleri bir süre daha canlılığını
korumuş hatta bunlar bazı yapılarda yeni akım ile kaynaştırılmaya çalışılmıştır. Fransa'da XVIII. yüzyılın
sonlarına doğru Eski Yunan için büyük bir merak ve hayranlık uyanmış ve bunun sonunda Eski Yunan
sanatının Batı mimarisine uydurulan bir üslubu doğmuştur.
• Bu eğilim o denli güçlü idi ki Fransız ihtilali yıllarında Paris'in ileri gelen ailelerinin kadınları Eski Yunan
kadınlarının giyimlerini taklit eden bir moda yaratmışlardır.
Bu akım neticesinde Batı'da Eski Yunan mimarisinden ilham alınan bazı unsurların büyük ölçüde
kullanıldıkları bir Neo-Klasik üslup meydana gelmiştir.
• Eski Yunan sanatına uyanan bu hayranlık ihtilalin arkasından gelen Napoleon'un imparatorluğu
Dönemi’nde güçlenerek Avrupa mimarisinde hakim olmuştur. Buna genellikle "Empire" yani imparatorluk
üslubu denilir. Napoleon idaresinin dışında kalan ülkelerde ise buna "Neo- Renaissance" yani Yeni Rönesans
adi verilmiştir. Bu üslup bir taraftan Rusya'ya yayılırken bir taraftan da İngiltere'de "Victorian" adıyla
uygulanmış Kuzey Amerika'da da "Georgian" adıyla bilhassa görkemli olmasına önem verilen kamu
binalarında kendisini göstermiş.
Avrupa'nın Empire (Ampir) üslubu az bir gecikmeyle Osmanlı ülkesine de atlamış ve hiç şüphe yok ki
Balyanların gayretiyle pek çok yapıda kendisini belli etmiştir. Böylece Sultan II. Mahmud (1808-1839)
Dönemi’nde Avrupalılaşma eğiliminin bir belirtisi gibi uygulanmıştır.
• Türk Neo-Renaissance'ı (Neo-Rönesans) veya daha yaygın adıyla Türk Empire'i yabancı etkili Osmanlı
sanatının yeni bir evrimini oluşturmuştur.
• Bu üslup dini mimaride ana şemalarda büyük bir rol oynamamış fakat ayrıntılarda aşağıdaki bölümde
belirtileceği gibi kendisini kuvvetli bir biçimde göstermiştir.
Kamu binalarında ise bu üslup çok güçlü bir şekilde uygulanmış ve yalnız İstanbul'da değil, ülkenin geniş
topraklarında Devlet otoritesini belirtecek yapılar halinde ortaya çıkmıştır.
• Basit bazı kamu binaları ile birtakım köşk ve konakların yapımında uygulanan bu akımı ünlü yazar Ahmed
Hamdi Tanpınar (1901-1962) güzel bir buluşla "Tanzimat Üslubu" olarak adlandırmıştır.
• Batı Avrupa sanatının Osmanlı ülkesinde yaygınlaşması üzerine çeşitli yabancı mimarlar İstanbul'a
gelmişlerdi ve burada yeni sanat akımına göre eserler vermeye başladılar.
• Sultan III. Selim (1789-1807) yıllarında Alsace'l A. I. Melling (1763-1831) hem bahçe mimarı hem ressam
hem de mimar olarak İstanbul'da çalışmış, birtakım yapılar bırakırken şehrin ve Boğaziçi'nin harikulade
resimlerini çizerek yayınlamıştır.
• Arkasından Sultan II. Mahmud Dönemi’nde İtalyan İsviçre’sinden çıkan ve Rus hükümetinin bir Beyoğlu
yangınında yanan ahşap Rus elçiliğini yeniden yapmak üzere İstanbul'a gönderdiği G. Fossati (1809-1883)
burada uzun yıllar kalarak kardeşi ile birlikte pek çok binaya imzasını atmıştır.
Bunların başında da Ayasofya önünde dev ölçülü bir yapı olarak inşa edilen Darü'l-Fünun gelir.
Fossati kardeşler eserlerinde Empire üslubunu uygulamışlardır. İtalyan mimarlardan G. Stampa şimdi
İstanbul Teknik Üniversitesi olarak kullanılan Taşkışla binasının mimarı Smith; İtalyan, Aksaray Valide
Camii'nin yapımcısı Montani akla gelen başlıca isimlerdir.
Osmanlı Devleti'nin sonlarına doğru italyan mimarlardan Mongeri, Sultanahmet çeşmesinin mimarı Alman
Spitta, Arkeoloji Müzesi'nin yapımcısı Valaury, Yıldız Sarayı'nda bazı bölümler ile şehir içinde ve Boğaz
kıyılarında köşk ve apartmanlar ile Karaköy Camii'ni yapan İtalyan D'Aronco XX. yüzyıla girerken Batı'da
bir süre yaygınlaşan Fransızların "yeni sanat" yani "Art Nouveau" veya Almanların "Jugendstil" olarak
adlandırdıkları bir üslubu uygulayarak İstanbul'da birkaç eser vermiştir.
Çifte havuzlarda Ragıp Paşa yalıları ile Sirkeci Garı'nı yapan Avusturyalı Jasmund hatırlanabilecek başlıca
sanatçılardır.
• Fransız mimar Bourgeois de Bayezid'deki Eski Saray'ın yerinde seraskerlik olarak yapılan şimdiki
üniversite merkez binasını Batı'nın Empire üslubunda inşa etmiştir.
• Dolmabahçe Sarayı'nın iç süslemelerini de yine Fransız dekoratörü Sechan gerçekleştirmek suretiyle zaten
dış mimarisi Batı sanatına uygun olan büyük yapının içine de bir Avrupa sarayı görünümü kazandırmıştır.
Çifte havuzlarda Ragıp Paşa yalıları ile Sirkeci Garı'nı yapan Avusturyalı Jasmund hatırlanabilecek başlıca
sanatçılardır.
• Fransız mimar Bourgeois de Bayezid'deki Eski Saray'ın yerinde seraskerlik olarak yapılan şimdiki
üniversite merkez binasını Batı'nın Empire üslubunda inşa etmiştir.
• Dolmabahçe Sarayı'nın iç süslemelerini de yine Fransız dekoratörü Sechan gerçekleştirmek suretiyle zaten
dış mimarisi Batı sanatına uygun olan büyük yapının içine de bir Avrupa sarayı görünümü kazandırmıştır.
Nusretiye Camii
• Tophane'de II. Mahmud'un 1823-1826 yılları arasında inşa ettirdiği Nusretiye Camii, artık selatin camiine
yer kalmayan o zamanki şehrin içinde değil uzak bir yerde yapılmış ve yanında bu türden külliyelerde yer
alması gereken vakıf binalardan vazgeçilmiştir.
• Buna karşılık etrafında Tophane tesisleriyle Topçu Kışlası yapılmıştır.
• Bu bakımdan Nusretiye Camii, Batılılaşmış Türk mimarisinde eskiye nazaran değişik bir uygulamaya
işaret eder.
• Muvakkithane ve sebil gibi ek yapıları caminin karşısındaki kışlanın kapısında inşa edilmişken, Abdülaziz
zamanında cadde genişletilirken şimdiki yerlerine taşınmış, caminin evvelce etrafını saran avlu duvarı ve
kapıları da bu sırada kaldırılmıştır.
Eyice;
• Böylece cami klasik selatin camileri düzenine benzemeyen bir görünüş almıştır.
• Son cemaat yerine yüksek merdivenlerle çıkılması, bu bölümün iki yanında padişahın istirahati için küçük
çapta birer saray mekanını andıran süslü Kasr-ı hümayunların bulunması Batılılaşmış Türk sanatının
yenilikleridir.
Eyice;
• Burada empire üslübu bazı barak unsurlarla birlikte uygulanmıştır.
• İç süsleme çok zengin olmakla beraber tamamen Avrupa'lı zevkine göredir.
. Caminin inşasından bir süre sonra yeniden yaptırılan çok ince minareler hem nispetleri hem de
gövde ve şerefe biçimleri bakımından klasik minarelerden farklıdır.
• Daha önce 1804'te III. Selim tarafından yapılan Selimiye Camii'nde de görülen, son cemaat yerinin üstüne
ve yanlarına yerleştirilen kasr-ı hümayunlar artık bundan böyle XIX. Yüzyıl selatin camilerinin en belirli
özelliği olacaktır.
Ampir üslup dönemi (1808-1876)
Nusretiye Camii, Ortaköy Camii, Sultan Mahmut Mezarı, Mevlevi Dervişlerinin Galata Locası, Dolmabahçe
Sarayı, Beylerbeyi Sarayı, Sadullah Paşa Yalısı, Kuleli Kışlası batılılaşma uygulamalarıyla paralel bir
şekilde yürüyen en önemli örneklerdir. Balyan Ailesi döneme damgasını vuran mimarlardır.
Caminin adı kitabede Câmii Nusret diye gösterilirse de burası halk arasında daha çok Tophane Camii olarak
tanınır.
• Nusret (zafer) adı, II. Mahmud'un yeniçeri teşkilâtını kaldırması münasebetiyle verilmiştir.
• Nusretiye Camii'nin mimarı, son devirde pek çok devlet binası yapan Balyan ailesinden Kirkor Amira
kalfadır. Nusretiye Camii, eski külliyelerden farklı olarak komşusu olduğu Tophânei Âmire ve Tophane
Kışlası ile bir manzume teşkil ediyordu.
Nusretiye Camii'nde Ampir üslubun yanı sıra Barok üslup da görülmektedir.
• Perde motifleriyle süslü korkuluk levhaları ve soğan biçiminde kaideye sahip minarede Barok üslup
egemendir.
• Nusretiye Camii'nde oranlar da değişmiştir.
• Ana kitle ve kubbenin çok yüksek olmasından dolayı minareler ince ve uzundur. Yapıda bu dönem
camilerinin ortak özelliği olan ferah ve çok aydınlık bir mekân yaratılmıştır.
• İç süslemesinde ise mihrap ve minberin yanı sıra kubbe eteğini çevreleyen yazı kuşağı da dikkati çeker.
Küçük Mecidiye Camii ya da Teşrifiye Camii,
• Beşiktaş'ta Yıldız Sarayı parkının girişinde Abdülmecid 'in 1848' de yaptırdığı Küçük Mecidiye Camii,
Empire üslubun örneği olmakla beraber, minare şerefesi ince sütunlara dayanan bir saçakla örtülerek
sütunlara oturan kemerlere gotik bir biçim verilmiştir.
Böylece sonraları daha yaygınlaşacak karma (eklectique) üslubun ilk örneği burada verilmiştir. Küçük
Mecidiye Camii ya da Teşrifiye Camii, İstanbul'un Beşiktaş ilçesinde yer alan, Osmanlı döneminden kalma
tarihî bir ibadethanedir. Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecit tarafından, 1848 yılında saray mimarlarından
Garabet Amira Balyan ve Nigoğos Balyan'a yaptırılmıştır.
• Çırağan Sarayı'nın arkasında, Çırağan Caddesi ile Yıldız Parkı'nı bağlayan kısa yol üzerinde bulunan cami,
bir yerleşim yerinin içinde olmadığına göre tam karşısında sahilde inşa edilmiş Çırağan Sarayı'nın bir eki
olarak düşünülmüş olmalıdır. Sultan Abdülmecid burada, II. Mahmud'un yaptırmış olduğu eski Çırağan
Sarayı'nın yerine şimdi otele dönüştürülmüş olan Çırağan Sarayı'nı yaptırmıştır.
Küçük Mecidiye Camii basit kare planlı, üzeri kubbe ile örtülü bir mekândan ibarettir. Giriş tarafında
bulunan son cemaat yerinin iki yanında bir kasr-ı hümâyun vardır. Caminin genel görünümü klasik Türk
mimarisine aykırı bir estetiğe sahiptir. En ilgi çekici tarafı minaresidir. Bu minarenin yuvarlak bir taş
gövdeyi taçlandıran şerefesi basit çıkmalara oturan sütunlu bir galeriyle sarılmıştır. Sütunların aralarındaki
kemerler gotik üslûbundadır. Sütunların üstünde bulunan bir sakıf bu şerefeyi korumaktadır. Minarenin
kürsü kısmı dikkate değer bir özelliğe sahip değildir.
• Ana mekân da caminin son cemaat yerinin üstünde ve yanlarında bulunan kasr-ı hümâyun gibi devrin
zevkine uygun nakışlarla bezenmiştir. Minber ve kürsü pembe renkte taşlardan işlenmiş, mihrap ise genel
mimariye uygun olarak aynı üslûpta bezenmiştir. Yapının etrafını çeviren bir avlu duvarı dışında ayrıca eki
yoktur.
Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii)
Bugünkü yapı, giriş kapısı üzerinde yer alan Zîver Paşa'nın yazdığı kitâbeye göre 1270'te (1854) Sultan
Abdülmecid tarafından inşa ettirilmiştir.
• Mimarı Nikogos Balyan olan cami, XIX. yüzyıl selâtin camilerinde olduğu gibi harim bölümü ve girişin
önünde yer alan hünkâr kasrından oluşmaktadır. Batıdaki hünkâr girişi dışında her iki bölümün meydana
getirdiği kompozisyon kuzey-güney aksına göre simetriktir. İki ayrı bölümün birlikte yer aldığı doğu ve batı
cephelerinde harim ve hünkâr bölümleri ölçü olarak birbirine eşittir.
Duvar yüzeyleri parçalanmış, adeta yok olmuştur. Yapının dışında da düzlem olarak nitelenebilecek bir
bölüm kalmamıştır. Bu nedenle de caminin içi çok aydınlıktır. Yapı adeta deniz manzaralı bir saray pavyonu
gibidir. Renkli taş minber dönemin karakteristik formunu taşımaktadır. Kubbe içinde ise, havali bir mimari
görünüm veren renkli nakışlarla güçlü bir derinlik izlenimi yaratılmıştır. Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy
Camii), Tek kubbeli yapı, aşırı ölçüde saydam bir nitelik kazanmıştır.
Yapının geniş ve yüksek pencereleri vardır. Harimde giriş holü dışındaki diğer üç cephede iki sıra halinde
büyük yuvarlak kemerli üçer pencere yer alır. Bunlardan kıble cephesinin alt orta penceresi sağır olup
buraya mihrap yerleştirilmiştir. Mermerden kademeli mihrap nişi empire üslûbundadır. Köşe dolguları
kabartma girift bitki motifleriyle, bordürü kabartma geometrik motiflerle bezelidir. Mermer minber pembe
renkli taşlarla süslenmiştir. Korkuluklarında geometrik motiflerle ve yanlarda barok kıvrımlarla bezenmiştir.
Solda yer alan zarif vaaz kürsüsü mermer ve somakiden yapılmıştır. Caminin iç duvarları kırmızı ve beyaz
hareli pembe renkli taş taklidi sıvalarla bezelidir. Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii), Tek kubbeli yapı,
aşırı ölçüde saydam bir nitelik kazanmıştır.
• Duvar yüzeyleri parçalanmış, adeta yok olmuştur. Yapının dışında da düzlem olarak nitelenebilecek bir
bölüm kalmamıştır. Bu nedenle de caminin içi çok aydınlıktır. Yapı adeta deniz manzaralı bir saray pavyonu
gibidir. Renkli taş minber dönemin karakteristik formunu taşımaktadır.
• Kubbe içinde ise, havali bir mimari görünüm veren renkli nakışlarla güçlü bir derinlik izlenimi
yaratılmıştır.
• Aynı hususlar 1851'de yine Abdülmecid'in inşa ettirdiği Hırka-i Şerif Camii'nde de görülmekte, ancak
burada Empire üslup minare şerefelerinin sütun başlığı biçiminde oluşu ile belirlenmektedir.
Hırka-i Şerif Camii
Eyice:
• Hırka-i Şerif Camii, İstanbul, Fatih İlçesi'nde Atik ali semti sınırları içinde, adını verdiği Hırka-i şerif
Mahallesi'nde yer alan 1851'de inşa edilmiş camii.
• Hz. Muhammed (s.a.v)'in Veysel Karani'ye hediye ettiği hırkanın (Hırka-i Şerif) muhafaza ve ziyaret
edilmesi için padişah Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılmıştır. Hırka-i Şerif'in muhafaza edildiği yer
olduğu için bu caminin İstanbul'un dini folklorunda çok önemli yeri vardır.
• Sultan Abdülmecid, bu mübarek emanetin şanına lâyık bir cami ve ziyaret mahalli yaptırmaya karar
verince çevredeki birçok bina istimlâk edilerek yıktırılmış, 1263 (1847) yılında başlayan inşaat 1267'de
(1851) sona ermiştir. Hırka-i şerifin muhafazasına ve ziyaretine mahsus birimlerin yanı sıra hünkâr mahfili
ve geniş kapsamlı bir hünkâr kasrı ile donatılan caminin çevresinde, Üveysî sülâlesinin en yaşlı erkek
ferdiyle ailesi için bir meşruta konak, bu kişinin reşit olmaması halinde kendisine vekâlet edecek olana
mahsus vekil dairesi, hırka-i şerifi korumakla görevli bir bölük jandarma için kışla ve diğer görevliler için
çeşitli odalar tasarlanmak suretiyle bir külliye meydana getirilmiştir.
Caminin kimin tarafından tasarlandığı kaynaklarda belirtilmemiştir. Üveysî sülâlesinden Haşim Köprülü (ö.
1966), caminin planlanmasında İtalyan mimarların fikrinin alındığı yolunda bir rivayetten söz etmektedir.
Aslında Hırka-i Şerif Camii'nin, Sultan Abdülmecid devrinde önemli kamu yapılarının, ayrıca padişah ve
hanedan üyeleri tarafından inşa ettirilen binaların tasarımını tekelinde bulunduran Balyan ailesi fertlerinden
birinin, özellikle aynı yıllara ait Dolmabahçe Camii'nin mimarı Garabet Amira Balyan'ın eseri olması
kuvvetle muhtemeldir. Gerek caminin gerekse çevredeki diğer yapıların mimarisi de bu ihtimali
desteklemektedir.
• Cami. 11,50 m çapındaki bir kubbenin örttüğü sekizgen prizma biçimindeki harimin kıble tarafına, zemin
katı hırka-i şerifin muhafazasına, üst katı ziyaret edilmesine mahsus yine sekizgen prizma biçimindeki kitle
yerleştirilmiştir. Yapının kuzeyine de zemin katta harim girişiyle ziyaretçi giriş ve çıkış mekânlarını, üst
katta hünkâr kasrına ait mekânları barındıran, yanlara doğru harim kitlesinden taşan ve toplam beş adet
girişe sahip olan kanat oturtulmuştur. İslâm mimarisinin en erken tarihli ve en önemli ziyaret yapılarından
olan Kudüs'teki Kubbetü's-sahre'nın (681), sekizgen planı ve merkezdeki mukaddes mahalli çepeçevre
kuşatan ziyaret galerileriyle Hırka-i Şerif Camii'ni etkilemiş olması muhtemeldir.
• Cami ile kıble yönünde buna bitişen Hırka-i Şerif Dairesi'nin duvarları kesme küfeki taşıyla örülmüştür.
Üst yapıyı meydana getiren kubbe ve tonozlar tuğla örgülü olup dışarıdan kurşunla kaplıdır. Caminin sahip
olduğu ziyarete yönelik değişik fonksiyon şeması tasarımına yansımaktadır.
• Kuzey cephesinin ekseninde yer alan ve Dor başlıklı ikişer gömme sütunla kuşatılmış bulunan dikdörtgen
açıklıklı kapıdan birbiriyle bağlantılı iki giriş holü katedilerek harime ulaşılır. Dikdörtgen planlı olan bu
hollerden ilki ziyaretçi girişleriyle bağlantılı ve aynalı tonozla örtülüdür.
• Cami 8 köşeli, tek kubbeli, iki katlı bir yapıdır. Kesme küfeki taştan yapılmıştır. Mihrap, minber, kürsü
koyu kırmızı renkli breş taşından rokoko tarzda yapılmıştır. Türkiye'de Hereke'de çıkarılan bu taşa, Osmanlı
mimari süslemelerinde hemen hemen hiç rastlanılmaz.
Dolmabahçe Camii
• Dolmabahçe Camii, Sultan Abdülmecit'in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından başlatılıp ölümü
üzerine Sultan Abdülmecit tarafından tamamlanan ve tasarımı Garabet Balyan'a ait olan bir yapıdır.
• Asıl adı Bezmiâlem Valide Sultan Camii olan ama konumu nedeniyle Dolmabahçe Sarayı bütünü içinde
düşünülüp birlikte anılan Dolmabahçe Camii, iki yılı aşkın bir yapım süreci sonunda 23 Mart 1855'te bir
cuma töreniyle ibadete açılmıştır.
Dolmabahçe Sarayı'nın Saat Kulesi yönündeki avlu kapısının tam karşısına düştüğü İçin yapıldığı günden
beri Dolmabahçe Camii adıyla anılmış ve literatüre de bu şekilde geçmiştir.
Barok, rokoko ve Empire tarzındaki süsleme özelliklerinin, geleneksel Osmanlı motiflerinin ve bezeme
anlayışının yerini almaya başlaması dikkat çeker. Dönemin en önemli karakteri, mimariye "eklektik"
(karma) yaklaşımın hâkim olması ve Batılı unsurların herhangi bir kurala bağlı kalmaksızın sınırsızca ve yer
yer de Osmanlı ve İslâm unsurları ile karıştırılarak kullanılmasıdır. Bu bakımdan Dolmabahçe Camii, ait
olduğu dönemin genel yaklaşımını ve sanat zevkini bütünüyle yansıtan tipik bir örnektir.
• Deniz kenarında bir avlu ortasında yapılmış olan camide ana hacim kubbe ile örtülmüş bir mekândan
ibarettir. Kubbenin dört büyük kemerle taşındığı kare planlı yapıda mekânın enine dar, boyuna hayli uzun bir
biçimde gelişerek prizma şeklini aldığı görülür. Alt kesimlerinde yuvarlak kemerli büyükçe pencerelerin
açıldığı yüksek duvarların yüzeyi keskin hatlı, dışa taşkın kornişlerle üç bölüme ayrılmıştır. Hayli yüksek
tutulan alt bölümde pencere araları ile köşelere iki kat halinde pilastırlar (gömme ayaklar) yerleştirilmiştir;
orta bölümde de aynı düzen tekrarlanmış, yalnız burası daha dar tutulmuştur. Pencerelerden büyük olan
ortadaki yuvarlak kemerli, yanlarındaki küçükler düz sövelidir; hepsinin arasına yine pilastırlar
yerleştirilmiştir.
• Duvarların üst kısmında, doğrudan doğruya pandantiflerin yardımı ile kubbeyi taşımakta olan kemerler
görülür. Yuvarlak kemerler, kendi eğimlerine uygun olarak bir yelpaze gibi dışa doğru açılan üçer pencere ile
birer tympanon duvarı şeklinde inşa edilmiştir. Kubbe, klasik mimaride görülmeyen bir özellikle doğrudan
doğruya duvarlar üzerine oturtulmuş, yüklenen ağırlıktan duvarların yanlara doğru açılmaması için de
köşelere dikdörtgen biçimli yüksek ağırlık kuleleri yerleştirilmiştir. Orta kısımlarında oldukça iri birer
yuvarlak rozet bulunan ağırlık kuleleri, aynı zamanda yapı ile uyumlu bir bütünlük gösteren dekoratif
öğelerdir. Kulelerin üst köşelerine barok-rokoko tarzına uygun bir görüşle, üzerleri kubbe örtülü kompozit
başlıklı ikişer sütünce yerleştirilmiştir. Yapının üzerini örten pandantif geçişli merkezî kubbenin fazla geniş
olmayan kasnak bölümü, dıştan konsollarla çepeçevre kuşatılarak dilimlere ayrılmış ve her dilimin içi çiçek
rozetlerle dolgulanarak dekore edilmiştir.
• Dolmabahçe Meydanı'nın açılması sırasında avlu çevre duvarı ile cümle kapıları ve bazı birimleri ortadan
kalkan caminin, önündeki Hünkâr Kasrı ile birlikte sergilediği bugünkü durum orijinal görünümünü
yansıtmamaktadır. Caminin Empire üslûptaki sekizgen planlı ve kubbeli muvakkithanesi ise meydan
düzenleme çalışmaları esnasında cadde üzerinden kaldırılarak deniz tarafındaki halen bulunduğu yere
nakledilmiştir.
Taş ve mermerden inşa edilmiş olan caminin ön cephesini boylu boyunca iki yandan dışa taşan, iki katlı
Hünkâr Kasrı kaplamaktadır. Kasır, iki yanda dışa çıkma yapan "L" biçimi kanat ile daha içeride kalan bir
orta hacimden oluşmaktadır. Cami ile aynı malzemeden yapılmış olan kasırda, bütün cephelere açılan iki sıra
halindeki pencerelerle son derece aydınlık ve ferah bir iç mekân elde edilmiştir. Küçük bir saray
görünümünde olan bu yapıya, biri cephede cami ile ortak kullanılan, diğerleri yan cephelerde yer alan üç
kapıdan girilmektedir. Birkaç basamakla ulaşılan bu kapılardan yandakilerin önlerinde sütunlu birer küçük
giriş bölümü bulunur. Kasrın iki yanındaki merdivenlerle üst kata çıkılır. Bu kısımda odalar yer almakta ve
ayrıca buradan mahfillere de geçilebilmektedir. Caminin bünyesinden ayrı tutulan minareler kasrın iki
köşesinde yükselir. İnce, uzun formları ve yivli gövdeleriyle dikkat çeken minarelerde şerefe altları akant
yaprakları ile süslenmiştir.
Dolmabahçe Camii muvakkithânesi
• Dolmabahçe Meydanı'nın açılması sırasında avlu çevre duvarı ile cümle kapıları ve bazı birimleri ortadan
kalkan caminin, önündeki Hünkâr Kasrı ile birlikte sergilediği bugünkü durum orijinal görünümünü
yansıtmamaktadır.
• Caminin ampir üslûptaki sekizgen planlı ve kubbeli muvakkithanesi ise meydan düzenleme çalışmaları
esnasında cadde üzerinden kaldırılarak deniz tarafındaki halen bulunduğu yere nakledilmiştir.
Teşvikiye Camii
Eyice:
• Yine Abdülmecid'in 1854'te yaptırdığı Teşvikiye Camii ise cephesindeki bir İlkçağ yapısını andırır biçimde
üçgen alınlıklar ve akroterleriyle Batı'nın Empire üslubunun Türk cami mimarisine uygulanışını gösterir.
Teşvikiye'de bugünkü caminin yerinde III. Selim tarafından 1209'da (1794-95) yaptırılan bir cami
bulunuyordu.
Abdülmecid'in 1270'te (1854) fevkanî şekilde yeniden inşa ettirdiği mevcut yapı II. Abdülhamid zamanında
1294 (1877) ve 1309 (1891-92) yıllarında onarım görmüştür.
• Yapının ilk mimarının Krikor Amira Balyan olduğu tahmin edilmektedir.
Abdülmecid döneminde Garabet Balyan ve oğlu Nikogos Bey birlikte çalışmış, 1294'teki onarımını Küçük
Yorgi Kalfa, 1309'daki yenilemeyi ise Yuvan Efendi yapmıştır.
• Cami bir avlu içinde inşa edilmiş olup eğimli arazide kurulduğu için güney tarafı bodrum kat üzerinde
yükselen fevkanî bir yapıdır.
Zemin katının bir bölümü son cemaat yeri olarak kullanılan büyükçe bir mekândır. Hünkâr kasrının asıl
mekânın iki katını aşan büyüklüğü esas caminin ön cepheden algılanmasını engeller. Giriş cephesi
alışılagelen klasik düzenlemenin dışında farklı şekilde tasarlanmıştır. Girişi içeri alınan ön cephede hünkâr
kasrı iki yanda dışa çıkıntılıdır. Benzer düzenlemeler Ortaköy Camii ve Dolmabahçe Camii'nde de görülür.
• Ancak bu camilerde giriş ve kanatlar ayrı kitleler halinde, Teşvikiye Camii'nde ise derin tutulan giriş, iki
kanat arasında basamaklarla çıkılan dört adet sütunun taşıdığı yeni lentolu bir düzende ele alınmıştır ve
cephede dikdörtgen bir kütle oluşturmaktadır.
Bu tasarım Batı mimarisinde yaygın biçimde görülmekte olup "portik" diye adlandırılmaktadır.
Avrupa neo-klasik akımının bir özelliği olarak görülen bu uygulama, Teşvikiye Camii'nin Abdülmecid
döneminden daha sonraki bir tarihte yapıldığını düşündürmektedir.
• dinî bir yapıdan ziyade XIX. yüzyıl resmî yapılarının mimari karakterinin yansıtıldığı söylenebilir. Girişte
kompozit başlıklı mermer sütunların taşıdığı saçak kornişinin üzerinde ortası kemerle çevrili, içinde bayrak
ve kılıç olan tuğralı bir arma yer alır. Armadaki izlerden aşağıya doğru sarkıtların olduğu ve bunların
günümüze ulaşmadığı anlaşılmaktadır. Bunun hemen sağında altı kartuşlu, solunda sekiz kartuşlu kitabe
panoları bulunur. Armanın iki tarafında dikdörtgen şeritlerle çevrili iki pilastır vardır.
Girişin üstündeki pencereler ikinci katın aydınlığını sağlamaktadır. Ana eksen üzerinde yer alan iki kanatlı
kapısı son cemaat yeri işlevini gören ön veya ara mekâna açılır. 1895 tarihli Yıldız Albümündeki bir
fotoğrafta Teşvikiye Camii'ndeki sütunlu alanın camekânla kapatıldığı ve bütün pencerelerin ahşap kepenkli
olduğu görülmektedir. Tamamen simetrik planda düzenlenen kuzey cephesinde daire-i hümâyunun ana girişi
sol taraftaki kapıdandır. Bunun dışında biri giriş alanında, diğeri son cemaat yerinde olmak üzere birer kapı
daha vardır.
• zemin katının bir bölümü son cemaat yeri olarak ayrılmış- bir hünkâr mahfilinden (daire-i hümayun)
oluşmaktadır.
Selatin camilerde hünkâr mahfilinin ayrı bir kitle olarak gelişmesi III. Selim döneminde başlamışsa da asıl
gelişmesi ve hem boyut olarak büyümesi hem de cami giriş cephesini belirleyen bir kitleye dönüşmesi II.
Mahmud ve asıl Abdülmecid dönemlerinde olmuştur.
• Belirtilen rakamların gösterdiği gibi, Teşvikiye Camii`nde daire-i hümayunun harim mekânının yaklaşık
iki katını aşan bir büyüklüğe sahip oluşu, geç tarihli bir şemaya işaret etmektedir.
Teşvikiye Camii, Dolmabahçe Camii ve Ortaköy Camii`yle aynı yıllarda yenilenmiştir.
• Bu camilerde daire-i hümayunların kuzey cephelerinde giriş akslarının içeri, geriye çekilmesi gibi benzer
düzenlemeler vardır.
Sultan II. Mahmud Türbesi
• Sultan II. Mahmud'un bulunduğu semte de adını veren türbesi, Ampir üslubun İstanbul'daki en tipik
örneğidir.
• 1840 tarihli türbe, bu özelliğinin yanı sıra sekizgen planı ve kubbe ile örtülü olmasıyla klasik Osmanlı
türbe şemasına da bağlıdır.
Bu yapıda ayrıntılarda karışımıza çıkan ve bir çeşit Bati Neo-Klasiği olarak da adlandırılan Ampir üslup,
ülkemize Batı'daki biçimiyle yansımıştır. Türbenin cephesindeki palmet dizisi ise Yunan-Roma sanatını
yeniden canlandırmak isteği ile kullanılmış motifler olarak sanatımıza girmiştir.
Semavi Eyice;
1840'a doğru yapılan Sultan II. Mahmud Türbe ve Sebilinde vermiştir. Tamamen mermer kaplı olan bu
hazire duvarında, içi kadife perdeleri ve nakışları ile bir Avrupa sarayı odası gibi döşenmiş türbede ve
İlkçağın yuvarlak mabetlerinin (tholos) bir benzeri olan Dor nizamındaki sebilde empire üslubunun bütün
özelliklerini bulmak mümkündür.
Türbe sebil, muvakkithane ve hazireden meydana gelmiş olup, bunun bir kenarında bulunan Sultan II.
Mahmut Türbesi, Sultan II. Mahmud'un (1808-1839) 1 Temmuz 1839'da ölümünden sonra yapılan
görevlendirmelerle 1839'da yapılmış ve 11 Kasım 1840'ta açılmıştır. Türbenin mimarları Ebniye-i Hümayun
kalfalarından Ohannes Dadyan ve Bogos Dadyan'dır.
Türbe sebil, odalar, çeşme ve hazîreden oluşan bir yapı manzumesi içinde düzenlenmiştir. Divanyolu
üzerinde yuvarlak kemerli ve şebekeli pencerelere sahip bir avlu içinde yer alan külliyenin cephesinde iki
yuvarlak kemerli kapı mevcuttur.
Külliyenin batı köşesinde bulunan II. Mahmud Türbesi XIX. yüzyıl Osmanlı hanedan türbeleri geleneğini
sürdürür. Empire üslûbunda inşa edilen yapıda cepheler mermerle kaplanmış, sekizgen planlı türbe sekizgen
kasnaklı büyük bir kubbe ile örtülmüştür. Kuzey cephede kapı, diğer cephelerde geniş ve yüksek tutulmuş
yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Pencerelerin iki yanında korint tarzında stilize edilmiş başlıklara
sahip birer pilastır ile cepheler hareketlendirilmiştir. Pencerelerin kemer hizasında antik palmetlerle cepheler
yatay olarak bölümlenmiş, üstte pilastırların bitiminde yer alan kornişlerle çevrelenmiştir.
I. Mahmud Türbesi yapı grubunda bulunan sebil yine dönemin anlayışını yansıtır. Dışa taşkın daire formlu
sebil dört Toskan sütunla bölümlenmiş olup dikdörtgen açıklıklı beş pencerelidir. Üstte süslemesiz bir
arşitrav kuşağına sahip yapı, tasarımı itibariyle Avrupa'da benzerleri çokça bulunabilecek bir düzende olup
bu tipte İstanbul'da ele alınan ilk ve tek örnektir. Cephelerdeki metal şebekeler altında dörder su verme
açıklığı vardır. Üzeri kubbe ile örtülü yapının hazîre yönündeki girişi önünde üçlü bir mekân grubu yer alır.
Külliyenin cephesinde köşede bulunan çeşme kare kaide üzerinde kare prizma bir gövde ve en üstte bir
küreden meydana gelmiştir. Küre motifi, XIX. yüzyılın ilk yarısındaki kültürel gelişmeleri yansıtması
açısından ilginç bir denemedir.
Sultan Selim Camii yanında Abdülmecid Türbesi'nin eski klasik mimariye dönüşü göstermesine karşılık
Eyüp'te Mehmed Ali Paşa ve ailesine ait türbe eski geleneğe uzak, Avrupai bir mekân biçimindedir. XIX.
Yüzyılda daha bunun gibi birçok türbe yapılmıştır.
Abdülmecid Türbesi
Çeşitli iç ve dış olaylar, malî buhranlar içinde geçen Abdülmecid devrinde pek çok imar faaliyetlerinde de
bulunuldu. Dışarıdan alınan borç paraların bir kısmı ile saray ve köşkler inşa ettirildi. Dolmabahçe Sarayı
(1853), Beykoz Kasrı (1855), Küçüksu Kasrı (1857), Küçük Mecidiye Camii (1849), Teşvikiye Camii
(1854), o devrin belli başlı mimari eserlerindendir. Yine bu devirde Bezmiâlem Vâlide Sultan tarafından
Gureba Hastanesi yaptırıldığı gibi (1845-1846), yeni Galata Köprüsü de aynı tarihte hizmete girdi. Ayrıca
pek çok çeşme, cami, tekke ve benzeri sosyal kurumlar tamir edildi veya yeniden yapıldı.
Sultan Abdülmecit Türbesi, Fatih’te Yavuz Selim semtinde, Yavuz Sultan Selim Camii'nin arkasındaki
hazirede yer alır. Haliç'e hâkim doğal bir teras oluşturan bu hazirede, Yavuz Sultan Selim'in Türbesi, eşi
Hafsa Sultan'ın türbesinin kısmen korunmuş duvarları ve Yavuz ile Kanuni'nin çocuklarına ait bir türbe daha
bulunmaktadır. Sultan Abdülmecit 38 yaşında Ihlamur Kasrı'nda vefat etmiş ve sonrasında bu türbeye
defnedilmiştir.
Türbe'nin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Büyük olasılıkla Abdülmecit'in ölümünden önce 1861 yılında
yapılmıştır. Mimarının kim olduğu kesinlik kazanamamakla beraber, dönemin Hassa Baş mimarı Garabet
Balyan tarafından inşa edildiği ya da en azından onun sorumluluğu altında yapıldığı düşünülmektedir.
Alçak bir su basman üzerinde yükselen kesme taştan, sekizgen planlı türbenin üzeri kubbe ile örtülüdür.
Giriş cephesi dışındaki her cepheye, iki sıra halinde altlı üstlü pencereler açılmıştır. Bu pencerelerden alt
sıradakiler düz atkılı olup, üsttekiler daha küçük ve kaş kemerlidir. Her iki pencere sırasında da duvardan
ayrı bir söve söz konusu değildir. Abdülmecit Türbesi dış görünümü itibariyle İstanbul'daki diğer padişah
türbelerinden oldukça yalındır. Yapının bütününde alışılmadık sarı bir kireç taşı kullanılmış ve revak yerine
basit bir sundurma yapılmıştır.
Eyüp'te Mehmed Ali Paşa ve Ailesine Ait Türbe
Adile Sultan Türbesi de denir.
Bostan iskelesi Sokağı'nın nihayetinde, Hüsrev Paşa Türbesi'nin sol tarafında ve Hüsrev Paşa
Kütüphanesi'nin karşısındadır. Yakın tarihlere kadar bu kütüphanenin sağ tarafında bir kahve ve bu kahvenin
önünde ise Hüsrev Paşa'nın sütun şeklindeki çeşmesi ve meşhur Bostan iskelesi bulunuyordu. Padişahlar
deniz yoluyla Eyüp'e geldiklerinde saltanat kayığı bu iskeleye yanaşıyordu.
Türbenin şebeke dökme demir kapısının iki tarafında birer türbe odası vardır. Kapı üzerinde, demirden,
Sultan Abdülmecid'in 1266 (1849) tarihli bir tuğrası vardır. Türbe bu tarihte yapılmıştır. Türbe odalarının
Sokak tarafında dökme demir şebekede birer büyük hacet penceresi vardır. Üzerleri kubbelidir. Sarı Afyon
mermer taşı ile kaplı cephesine, duvara gömülü vaziyette dört köşe ve iyon başlıklı sütunlar yerleştirilmiştir.
Bu yapının arka tarafında, türbedar odası bulunmaktadır. Sağ tarafındaki türbe odasında altı sanduka vardır.
Türbe dikdörtgen planlı olup, üzerleri çapraz tonozlu iki odadan meydana gelmiştir. Bu odaların üzerleri
birer kubbe ile örtülüdür. Türbenin cepheleri sarı Afyon mermerinden yapılmış, pencere şebekeleri ise özel
olarak dökülmüştür. Türbe içerisinde XIX. yüzyılın tipik kalem işlerine yer verilmiştir. Ayrıca iki bölümün
ortasındaki kapı ile pencerelerin demir parmaklıklarına son derece ince işçilik gösteren bezemeler
yapılmıştır.