You are on page 1of 362

Altyazı M.K.

Bismillahirrahmanirrahim
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakk'ın izni
nihayetiyle Seyyidimize ikram edilmiş olan
Futuhat kapısında Allah nasip ederse bu
haftadan itibaren 21 ayrı ders yaparak bir
başka bölüm altında toplayarak da bunları
büyük toplumsal sorunlar üzerinde Futuhat'ın
beyanatını ifade etmeye gayret edeceğiz.
Bugüne kadar gelmiş olan toplumların
içerisinde doğal olarak çeşitli sorunlar vardı. O
sorunların bir kısmı düzeldi, düzelmedi,
toplandı, toplanmadı. Eksiği fazlası yediğiyle,
üzerinde çalışan gayret edenleriyle ki Rabbim
hepsinden razı olsun, her dönemin kendi
içerisindeki fıtri özelliğimizden çıkmanın gereği
olarak meydana gelen hastalıklar toplumsal
olarak hepimizi etkiledi ve bir sonuç şu anda
yaşadığımız halimiz. Allah Resulü
Efendimiz'den bugüne kadar ve geçmişten beri
de pek çok defa bu sıkıntılar zuhur etmiş
bazıları azalmış bazıları artmıştır. Doğal olarak
dinleyeceğiniz derste aslında bu 21 tane
hastalık diyebiliriz. Her birisi aynı zamanda
nefsimizde var olan hastalıkları da kıyas
etmektedir. Ancak biz biraz daha işin bilimsel
tarafıyla hareket ediyor olacağız. ancak biz
biraz daha işin bilimsel tarafıyla hareket ediyor
olacağız ve o bilimle hareket ederken göreceğiz
ki ikinci bölümlerde her seferinde Allah izin
verirse bu işin çözüm metaforunda mecburen
bilim dünyasında gereğince İslam hakikatine
gelmek zorundayız yani bu derste Allah nasip
ederse her hafta bir konuyu ele alarak Bu
tarihten kıyamet sürecine kadar Yani
önümüzdeki daha uzun yıllar, asırlar boyunca
Bu toplumlar öz itibariyle hangi problemleri
yaşayacaklar Futuat bunları 21 ana madde
altında buluşturmuş Demiş ki toplum bu 21
konudan şu anda eziyet çekiyor. Ama bu eziyeti
bundan sonraki süreçte de etkili olacak. Önce
problemi tespit edeceğiz. Problemin aslını
anlamaya çalışacağız. Çünkü bizim bu kıtada
en çok yaşadığımız problem teşhis problemi.
Teşhiste hata olunca tedavisi olmuyor. Teşhis
yanlış yapılınca tedaviyi de
gerçekleştiremiyoruz. Dersin birinci kısmında
problemin teşhisini anlayacağız. Dersin de
ikinci kısmında Allah nasip ederse bunun hem
bireysel hem toplumsal hem ekonomik hem
sosyal hem psikolojik alanda bunun karşılığı ne
olacak? Çözümü nedir? Onu beyan edeceğiz.
Ve her bir çözüm biz içinde beyan ediyor
olmayacağız ama dinleyen hakiki Müslümanlar
anlayacak ki hepsi Kur'an-ı Azimüşşan'daki bir
ayeti kerimeye Resulü Kibriya Aleyhisselatü
Vesselam'ın hayatındaki bir nüveye, bir
tohuma ve Ehli Beyt'in hayat nizamnamesinde
bunlarla beraber yürüttüğü ve çektiği çilelerin
özüne denk geldiğini göreceğiz. Tabi bunu
böyle anlatıyoruz ki bütün dünyanın bu ortak
problemine ortak bir çözüm arıyorsak eğer, o
ortak çözümü bir gün insanları aradığında yine
ancak İslam hakikatini de bulabilirler. Bu
birinci dersimizde de Allah nasip ederse
şüphecilikle başlıyoruz. Yani büyük bir
toplumsal sorun olarak önümüze fıtuhat,
seyyidimize Allah Azze ve Celle'nin ikram ettiği
bu fıtuhat birinci maddede şüpheyi koyuyor.
Bu futuhat birinci maddede şüpheyi koyuyor.
Diyor ki bu toplum şu anda en büyük
hastalıklarından bir tanesi şüphe ve bu hastalık
kıyamete kadar bazen azalsa da genellikle
artacak düzeyde gidecek. O yüzden önce
dersin birinci kısmında öz itibariyle kitapta
genişletmek üzere bir şüpheyi tanıyın. Şüphe
nedir iyi bilin ve onun özünü anlamaya çalışın.
Sonra da ikinci kısmında çözümünü anlamaya
çalışalım Allah'ın izniyle. Şüphenin tanımında
teşhisinde yapılan en büyük hatayı şöyle ifade
etmek lazımdır. Şüphe başa ve sürece bağlı
değildir. Sona bağlıdır. Bunu şöyle ifade
etmemiz lazım. İnsanlar bugün etrafımızda
yaşayan, ülkemizde yaşayan, dünyada yaşayan
herkes birbirinden şüphe ediyor. Devletler,
milletler, insanlar, komşular, eşler, çocuklar,
kardeşler, hangi dine mensup olursa olsun
herkes birbirinden belli konularda, belli
zamanlarda artmak ve azalmak kaydıyla şüphe
duyuluyor. Ve o şüphenin her birisinde insan
bir başkasına zanda bulunuyor ve o zanla
hareket ediyor. Zaten hakikat Müslüman'ı
zandan bu yüzden alıkoyuyor. Ama şüphe
bundan biraz daha bir tık daha farklı bir unsur.
Zanlı kökeni ve yaşamıyla ilgili bir mesele. Zan
bir söyleme dayalı, şüphe bir esasa dayalı.
Ancak şüphenin tanımını yapmadan önce
hatalı kısmını şöyle ifade edelim. Bazıları
diyorlar ki mesela arkadaşınızla
oturuyorsunuz, size bir konuda bir şey
anlatıyor ve yanınızdan ayrılıp gidiyor. Siz de
diyorsunuz ki anlattığı mevzu mesela bir iş
yapılacak, iki taraf ortaklaşa bir ticaret
yapacak, size ticari bir mevzuda bir konuyu
anlattı. Dedi ki bu işte bir kazanç var beraberce
yapabiliriz. Adam kalktı gitti. Arkasından sizin
düşünceniz şu oluyor genellikle. Nedenlerine
geleceğiz şimdi. Şüphe ediyorsunuz. Ya bu
anlattığı yani bazı şüpheler belirdi içimde
diyebiliyorsunuz. Sonra diyorsunuz ki ya biz bir
başlayalım. İşin içindeki durum, hal, tavır belki
bendeki şüpheleri giderebilir. Şimdi
başlangıçta bir şüphe duyurdun. Sonra
diyorsun ki biz beraberce bir yolculuğa çıkalım.
Birkaç bir şey yapalım. Hani dükkanı tutarken,
alırken, verirken hangi ticari koşullar altında ne
yapacaksak sürecin içerisinde belki karşı taraf
veya olaylar ve süreçler benim şüphelerimi
ortadan kaldırabilir. Ancak unuttuğumuz bir
mevzu var. Şüphenin mekanizması yanlış bir
bakış açısıyla sürecin içerisinde ortadan
kaldırılacağı zannediyorum. Ancak tarih
boyunca hiç kimse şüphelerine süreç içerisinde
çözüm bulamamıştır. Çünkü şüphe dediğiniz
mekanizmayı başlatan ne varsa o sona aittir.
Şöyle anlatayım size. Adam geldi size dedi ki ya
işte x malzemesi dünyada kimse daha
yapmamış. Bu malzemeyi ben yapabiliyorum.
Sende de para var. Beraber bu işe başlayalım.
Anlattı anlattı gitti. Şimdi siz şüphenizin aslı
neye dair esasında şuna dairdir. Onu akıl veya
İslam literatüründen bahsetmek istersek nefis
farklı şekilde bize izah ediyor. Ancak akıl şöyle
bakar. Sonunda bu arkadaşımla yapacağım
işten ne bekliyorum ben? Para kazanmak.
Parayı kazanmak nereye ait? Sona ait. Çünkü
başta anlaşacağız. Sözleşeceğiz bu işin başı.
Süreç ürünü üretmek, parayı koymak, dükkanı
kiralamak, malzemeyi bulmak bunlar süreç.
Sonra satacağız, para gelecek, maliyetler
çıkarılacak ve kar başlayacak. Bak bu son.
Maliyetler çıkarılacak ve kar başlayacak. Bak
bu son. Dolayısıyla biz o sonda paranın
kazanılmayacağına iman ettiğimiz ve
inandığımız için baştan şüphe duyuyoruz. Ana
unsur o başta beliren unsurlarla ilişkili. Ya
adamla ilişkili ya malzemeyle ilişkili. Ya adama
şüphe duyuyoruz ya da x diye bahsettiği
kimsenin yapmadığı mala, ürüne ona karşı
inanmıyoruz. Ve her ikisine de inanmadığımız
ya da en az bir şeye inanmadığımız durumda
sonucun olmayacağına olan inanç insanda
şüpheyi doğurur. Tanımı iyi anlamamız lazım.
Şüphe başında bir unsurlardan en az bir
tanesine kani olmayınca sonucun
olmayacağına inanarak duyulan şeye denir.
Örnek. Bir başka örnek. Arkadaşınıza dediniz ki
beraberce arabaya atlayalım. Bizim araba
atıyorum bir depo benzinle 1500 km yol
yapıyor. Bak çok ortada bir laf bu. Niye?
Arabanın motorunu bilmiyorsun, arabayı
bilmiyorsun, yakıtın türünü de sana söylemedi.
Aşağı yukarı 1100 km yapan arabalar var ama
adam 1500 dedi. Çok uçmadı ortada kaldı. dedi
çok uçmadı ortada kaldı şimdi siz
zannediyorsunuz ki insanlar zannediyorlar ki
burada duyulan şüphenin olayın başına dair
olduğunu zannediyorsunuz ve diyorsunuz ki
hadi bir çıkalım yola ve zannediyorsunuz ki
süreç içinde sizdeki şüpheler gidecek halbuki
sizin şüphelerinizin tamamen ortadan
kalkacağı yer neresi? 1500 kilometre bittiği yer.
Ancak o 1500 kilometre aşıldığı anda sizden
şüphe kalkacak değil mi? O gün diyeceksiniz ki
evet ya ben şüphe duymuştum. 1500 kilometre
gider mi gitmez mi acaba mı? Çok sorular vardı
aklımı kurcalayan ama geçtik şu anda. Ha o
zaman şunu anlıyoruz biz. Mesele şüphe süreç
içerisinde çözümlenemez asla ve katiyetle. Bir
başka örnek örnekleri birkaç tane veriyorum ki
herkes şimdi toplumsal mesele de derin
konuya gireceğiz iyi anlayın. İşin başında bir kız
bir erkek buluşuyorlar. Aile yoluyla şu yoluyla
bu yoluyla veya bir yerde tanıdı gördü.
Oturuyorlar evlenmeye niyet edecekler.
Taraflardan bir tanesi diyor ki şüphelerim var.
Neye karşılık? Ne bileyim işte çocuk bana biraz
zıpır geldi yani. Evinde oturur mu, sorumluluk
alır mı, almaz mı? Böyle bir gözüm kestirmedi.
Sonra birisi onu karşısına alıyor ve onu süreçle
ikna etmeye çalışıyor. Diyor ki bak evlenince
değişir, eviniz olunca değişir, şöyle olunca
değişir, böyle olunca değişir. Halbuki şüphe
konusunu anlayamamış insanlar bu devirde.
Süreç içerisinde çözemezsiniz bunu. Çünkü
nihayetinde evliliğin ilerleyen süreçlerinde
inancı yok ki bu insanlardan birisinin.
İçeriğinde kani olsun. Çünkü evliliğin süresi
belli değil ki. Hayatımızda, ömrümüzde de
kayıtlı olabilir bu. Ölünce biten bir evlilikte
olabilir ve Allah korusun şimdilerde iki senede
millet boşanıyor. Altı ayda boşanıyor. O zaman
da bitebilir. O süreç sizi kani eğitmeyebilir. İşte
bu yüzden diyor ki Futo Atlı şüphe işin sonuna
dairdir. Başıyla sonu arasındaki süreçte ikna
olmaya çalışmayın. Bir başka hakikati şöyle
ifade edeyim size. İslami terminolojiden
kavramanız için. Allah Resulü sallallahu aleyhi
ve sellem'e vahiy inzal oldu. Geldi. Hazreti
Hatice Validemiz karşısında zaten
peygamberliği biliniyor. Hazreti Hatice
Validemiz de farkında. İlan ediliyor şimdi.
Estaizübillah. İkrab ismi Rabbike lezi halak.
Dedi ve başladı Allah Resulü. Kaç ayet geldi
kardeş? Beş. Bu beş ayetle iman eden insan
sayısı kaç? Yaklaşık 9-10 kişi. İşte Hz. Ebu Bekir
Efendimiz, Hz. Ali Efendimiz hemen o
yakınında Resul-i Kibriya Aleyhisselatü
Vesselam'ı sen diyorsan doğrudur ya
Muhammed diyen 9-10 kişi. Şimdi dikkat.
Kur'an-ı Azimüşşan kaç ayet? 6000 ayetten
fazla değil mi? 6666 diye mütevatir söylenir de.
6000'den fazla ayet. Yani bunu duyup da iman
edenler dinin henüz yüzde kaçını duymuşlar?
Yüzde bir bile değil. Yüzde bir altmış altı ayet
yapar bak. Yüzde bir altı yedi ayet yapar daha
beş ayet gelmiş. Yani daha dinin yüzde
birinden haberleri yok. Namazın farz olacağını
bilmiyorlar. Orucun farz olacağını bilmiyorlar.
Zekat gelecek bilmiyorlar. Savaşacağını
bilmiyorlar. Orucun farz olacağını bilmiyorlar.
Zekat gelecek bilmiyorlar. Savaş çıkacak
bilmiyorlar. Hicret edecekler bilmiyorlar. Şehit
olacaklar bilmiyorlar. Açlık gelecek, boykot
gelecek. İşte siyerin ebi. Daha bunlarda hiçbir
haberleri yok. Beş ayet var ortada. Ve beş
ayette diyorlar ki, Ya Resulallah, Ya
Muhammed Aleyhisselatü Vesselam, Biz şahin
olduk ki Allah birdir sen de onun peygamberi
ve resulüsün ve bu insanlar olayın daha yüzde
birinle muhatap değiller daha henüz hiçbir şey
yok meydanda ve bu insanlar 23 yıl boyunca
imanlarında zerre derece sapma göstermeden
o şüphesizlikle yolculuğa başladıkları için
şüphesizlikle nihayet buldular. Peki sual şu
ortadaki bilinmezleri sayalım şimdi. Bak demin
verdiğim 3 örnekte ürünü görmesen de adamı
gördün. Nerede oturacağını bilmesen de kızı
gördün. Yola çıkmayacağını bilsen de
aramadan biraz adam bahsetti. Bak buradaki
bir adam geldi. Evet kırk yıldır hiç yalan
söylemedi. Hiç kimseyi kandırmadı. Hep adam
gibi yaşadı güncel tabirle söylemek gerekirse.
Hep adam gibi yaşadı güncel tabirle söylemek
gerekirse ama onun ağzından çıkan bir kere
ben Allah'ın peygamberiyim. Onun kulu ve
elçisiyim. Bak bilinmez bir hakikaten
peygamber olduğuna gözle şahit olunacak bir
durum yok. İki, Cebrail aleyhisselam bana
Allah-u Zülcelal'in sevdiği meleklerden, büyük
meleklerden bir tanesi bu vahyi getirdi. Üç,
size bu söylediklerim Allah'ın kelamıdır.
Kur'an-ı Azimüşşan. Bak üçüncü bilinmez. Allah
söylemedi bize, peygamber söyledi. Allah'ın
söylediğini biz peygber aleyhissalatu vesselam
söylediği için biliyoruz. Başka bir delili olan var
mı? Yok. Allah Resulü diyor ki İkrab ismi
Rabbikellezi halak Allah böyle dedi. Tamam ya
Muhammed. Öyle dedi aleyhissalatu vesselam.
Bilinmez olduğu üç. Allah birdir. Celle celaluhu.
Sizin bu gördüğünüz putların hepsi yalandır
Sahtedir, şirktir, küfürdür Bunlar sizin
hayatınızı mahvedendir Allah birdir Onu da bu
dünyada görmeyeceğiz Bilinmez oldu dört E
peki ne yapacağız ya Muhammed
Aleyhisselatü Vesselam Bana ve Allah'a İtaat
edeceksiniz. Bak daha itaatin şartları yok
bilinmez oldu 5. İtaat çok ağır bir kelime.
İçinde savaşacağız mı daha Muhammed
Aleyhisselatü Vesselam söylemedi. Oruç
gelecek mi daha söylemedi. Çünkü vahiy daha
yok ortada. Yeni başlıyoruz. Bak bilinmez oldu
5. Ve 5 bilinmeze karşılık İslam'ın 5 şartıyla
sizler önünüzdeki zata diyorsunuz ki al ömrüm
senindir. Şimdi bizim iş kolay. Baban kulağa
ezanı okumuş. Anan önünde Kur'an okumuş.
Memleketin ezan olmuş iman hakikati başka
bir şey ama bu büyük bir lüks 5 bilinmeyenle 1
ay sonra 2 ay sonra müthiş bir zulümat başlıyor
şimdi dönelim bugüne Müslümanlar diyorlar ki
bu bilmiyi olarak da kitapta açarız ama dini
meseleyi iyi anlamamız lazım Müslüman mı
diyorlar ki, bu bilmi olarak da kitapta açarız
ama dini meseleyi iyi anlamamız lazım.
Müslüman mısın kardeşim? Diyor ki
elhamdülillah. Peki ama diyor bazı süreçlerin,
bazı şüphelerin var. Neyden şüphen var? Şu
hadisten şüphen var. Şu ayetin tefsirinden
şüphen var. Şunu şu alim şöyle yorumluyor
şüphen var. Şu alim bana şöyle yapmamı
emretti şüphem var şunu şu alim şöyle
yorumluyor şüphem var şu alim bana şöyle
yapmamı emretti şüphem var ee diyorsun bu
şüphelerinden nasıl arındırabilirsin kendini
diyor ki süreç içerisinde ikna olmayı
bekliyorum ben de sana ilk müslümanları
soruyorum 5 bilinmezle tek bilinden bir şey
hususunda yola çıkıyorsunuz. Karşımdaki adam
bugüne kadar yalan söylemedi kardeşim. Hatta
bazıları var ki onu o kadar da tanımıyorlar.
Örnek mi? Bilal-i Abeşi Hazretleri. Onun da
örneği var. Hani siz şunu diyebilirsiniz ki bazı
ahmaklar diyorlar. Efendim diyor Hazreti Ebu
Bek tabi ki Muhammed Aleyhisselatü
Vesselam'a biat edecek. Yıllardan beri
arkadaşı. İyi tanıyor onu. Ondaki halleri biliyor.
E peki sen Bilal-i Habeşi Efendimiz'e ne
diyeceksin kardeş? Alakaları yoktu. Alakaları
yok. Tanışmıyorlar. Sonradan tanışmalar hasıl
olmuş. Peygamberlik gelmeden 5 sene önce
başlıyor aralarındaki birkaç konuşma. Zaten
köle adam. Resulullah Aleyhisselatü Vesselam
ile kaç defa oturmuş olabilirsen söyle. Adam
başkasının malı. Affedersiniz. Onun hayatına
göre yaşıyor. Peygamber dese ki gel iki çay
içelim Tabiri caizse yapabilecek bir durum yok
Haa öyleyse kardeş Madde 1 Şüphelerinizi
süreç içerisinde ortadan kaldıramazsınız
Nedenlerini Anlatıyoruz şimdi çözümler ikinci
kısmında Öyleyse Başlangıç süreç ve sona
doğru Baş Süreç ve sona doğru Beni bir şekilde
ikna ederler diyorsan, yanılıyorsun, ikna
olmayacaksın. Şüphelerin artarak devam
edecek, en iyi ihtimalle aynı kalacaksın. Ancak
sen, ikna hakikatinin, imanda kabulden değil,
şüpheden bir cüz olduğunu bilirsen hakikati
göreceksin. İkna olmak imana dair değildir.
Şüpheye dair bir konudur. Şimdi bir adama
desem ki ben Ömer, Ahmet bana bir şey
söylüyorsunuz ama gelin bana bunu ikna edin
desem bu ne demektir? Arkadaş, senin
anlattığın şeyden şüpheleniyorum, içime
oturmuyor, beni ikna et. Öyleyse ikna
şüphedendir. Ve öyleyse iman hakikatini
anlatan zatın sizi ikna etmek diye bir
mükellefiyeti yoktur. İşte bu yüzden Allah Azze
ve Celle diyor ki iman ikna ile mümkün
değildir. Bir adama 10 bin tane delil getir
Müslüman yapamazsın. Öbür adama
gülümsersin ya Müslümanlar gülüyor muymuş
arkadaş biz hep televizyonlarda böyle asık
suratta elde kılıç pata küte millete girişen
adam zannediyorduk der Müslüman olur.
Öyleyse ikna etmek alimin, öğretmenin,
devletin başındaki adamın onun
sorumluluğunda değil. Siz şüphelerinizi ikna
edilebilecek sözlerle ortadan kaldırılacağını
zannediyorsunuz. Mümkünatı yok. Çünkü ikna,
kabul ile şüphe arasındaki sürecin adıdır.
Ancak şüpheye yakındır. Sizin bir şeylerin
şüphesinden ortasından kalkabilmeniz için
gereken çözümler ikinci derste. Peki bir
adamda şüphe olunca bunun tıbbi karşılığı
nedir? Yani bizim insan beyninde şüphe nasıl
oluşuyor ve nereden kaynaklanıyor? Birinci
kısımda anladık ki şüphe sona dair. Öyleyse
beyin ileri fonksiyonla çalışıyor. Yani geleceği
tasarlamaya çalışıyor. O son noktadaki haline
bakıp bir karar veriyor. O verdiği karara göre
vücutta ya inandıysa inanca göre inanmadıysa
inanmadığı şekline göre bir hormonlar
üretiyor. Ki şüpheler sağ böbrek üstü bezinden
kabullerse sol böbrek üstü bezinden üretiliyor.
İki tane böbrek birbirinin yedeği değildir. Daha
önce anlattık. Efendim sağ böbrek solun yedeği
o da sağın yedeği böyle bir şey diyemezsiniz. O
zaman adama sorarlar benim bir tane kalp var
öbürü nerede derler öyle bir şey yok. İki
böbreğinde çalışma şekli farklıdır. İki böbreğin
hormon üretimi farklıdır. Çünkü proteine aynı
üretme ihtimali yoktur. Bunun delili de
büyüklükleri aynı değil. Kanal boyları aynı
değil. Çalışma prensipleri de aynı şekilde
tasarlanmış olsa da süreçler aynı değildir.
Dolayısıyla şüpheci adamın o sondaki vermiş
olduğu karara göre böbreğinin artık ürettiği
bütün hormonal yapı onu oradan alıkoymak
üzerindedir. Yani inanmadığın şeyi destekler ve
sana göremeyeceğin, düşünemeyeceğin şeyleri
aklına getirir. İşte buradan itibarenki sürece ne
diyoruz? Kuruntu. Nasıl? Şöyle. Adam dedi ya
1500 km yol gidiyor. Şüphelendin,
gidemeyeceğine inandın. Geri geldin.
şüphelendin gidemeyeceğine inandın geri
geldin beyin bu inanca kani olduğuna göre sol
böbreği sağ böbreğini çalıştırmaya başladı
hormonları üretti sen o andan itibaren
soruların şöyle olur bu motoru kim yapmış bak
dikkat et iki soru çok farklı eğer adam sana
senin iddian bu diyorsun ki gel bu arabayla bir
depo bir şey koyacağız 1500 kilometre
yiyeceğiz. Adamın sorusu eğer şuysa nasıl bir
motor yapısı var diyorsa adam inanmıştır
inancını kuvvetlendirecek soru bu. Ama dese ki
böyle motoru kim yapmış o adamın
inanmadığını gösterir. Çünkü motor bir kişi
tarafından yapılmaz. Soru sorarken yalan
söyleyen adam tipi. Bu motoru kim yapmış?
Motoru bir kişi yapabilir mi? Yok. Bir tesis
lazım. Bir sürü mühendis lazım. Belki bine
yakın adamın emeği var o motorda eğer
yapılırsa. Kim sorusu yalan bir soru. Yalan
nereden gelir? Şüpheden gelir. Anla ki adam
sana inanmadı. Ama adam sana dese ki nasıl
bir motor yapmışlar ki 1500 km gidiyor. Adam
inanmış senin sözüne mekanizmayı çözmek
istiyor. Niye? Çünkü öbür böbreğin üzerinde
üretilen hormonlar seni konuya sokmak için
çeker. Öğrenmeye çalışırsın. Acaba nasıl
yapmışlar? Ne zaman yapmışlar? Daha önce
kullanılmış mı? Eğer adam sana dese ki daha
önce kullanılmış mı böyle bir teknoloji dese bil
ki adam sana inanmıştır. Ama adam dese ki
sen kullandın mı? Adam sana inanmamış. Sana
inanmadığını söyleyemiyor. Soru yoluyla seni
oradan kendini kurtarmaya çalışıyor. Çünkü
orada özneler var. Kim? Sen? Ne zaman
yapmışlar? Nerede yapmışlar? Kimler
yapmışlar hep özle. Özleler şüpheden gelir.
İnançta ise mekanizma vardır. Nasıl yapmışlar?
Bir başka yerde denenmiş mi sen değil bir
başka yerde denenmiş mi? Tecrübesi var mı
gibi veya ne zaman kullanabiliriz hemen
çıkalım yola. Bunu zaten birçok pazarlamacı
biraz anladı ne demek istediğimi. Dolayısıyla
bizler zannediyoruz ki mesela adam diyor ki
inanmıyor bir meseleye bir hadis söylüyorsun
efendim diyor bu sahih değildir. Şimdi onun
şüphesi sona dair. Sen de başlıyorsun izah
etmeye, ikna etme çabasına girişiyorsun.
Halbuki iknaya gerek yok ki. Hadis belli, hikmet
belli, hakikat belli. Sen kendini ikna et. Ben
seni ikna etmekten mecbur değilim. İşte
şüpheyi bilmeyince yanlış bir yerden giriyor
alim. Sonra diyor ki, bak bak bu kelimeyi de
böyle demiş, bak burada da böyle çevirmişler.
Bu kendi şüphesine tatmin için verilen
mücadele. O yüzden dolayı sizler karşınızdaki
insanı iknadan değil, hakikate söylemekten
mükellefsiniz. Ayrımı iyi anlamanız lazım.
Bizler burada bir konuyu anlatırken futuatta
veya bir alim çıktı bir ayeti tefsir ediyor. İknaya
mecbur değildir. İspata mecburdur ama iknaya
mecbur değildir. Nasıl ispata? Hadisin
geçmişteki ravisinin ispat etmene mecburdur.
Mesela eğer karşısındaki bir alimse avamı o
mecburiyette yoktur da veya işte Kur'an-ı
Kerim'den bir ayetse kardeşim Enam Suresi 44.
ayet-i kerimde de Cenab-ı Hakk'ın buyurduğu
gibi. Bunlar ne? İspat. Ama ikna o benim işim
değil. Çünkü ikna olacak olan sen şüphe
duyduğun için o haldesin. Seni şüpheye
düşüren ben değilim ki sensin senin kendini
düşürdüğün o noktadan benim senin
hormonlarını etki etme şansım yok sen kendini
o düştüğün yerden çıkarmakta mükellefsin o
yüzden şüphe babına girildiğinde hadi beni
ikna et demekten daha komik bir şey olabilir
mi? Mesela kadın diyor ki, adam diyor,
neredesin sen diyor. Adam diyor ki, ben
dergâhtan geliyorum, mescitten geliyorum,
hizmetten geliyorum. Diyor ki, ispat et. İşte
bak diyor, telefonumda arkadaşlarımla
çektirdim, fotoğrafımı atıyorum. İkna olmadım.
Orası beni ilgilendirmez ispattan mükellefim
tamam ispatı burada ama iknadan mükellef
değilim çünkü kendini şüpheye düşüren sensin
ben değilim ben buradayım nasıl ispat
edebilirim arkadaşımı arayacağım al bak konuş
orada mıydı değilim e ikna olmadım ya yalan
söylüyorsa. O benim işim değil kardeş. O senin
işin. Toplumsal süreçte'nde birbirine şüphe
duymayan bir Allah kulu siyasi mecrada var
mı? Yok. Aynı partide aynı düşünceye, aynı
yerde aynı çatı altında bulunsalar bile. Sebep
şu. Sona inanmıyorlar. Sonda yapılacak işin
olup olmayacağına inanmıyorlar. O en sondaki
gerçeğe inansalar hakikate de ortadan
kalkacak. Bir diğer önemli mesele şu. Tanımları
kısa geçeyim ki çözümler daha önemli. Nasıl
kurtulacağız bu illetten? Unutmayın ki şüphe
bulaşıcıdır. Adamdan adama bulaşır. Cidden
grip gibi bulaşır. Ve fiille değil, sözle yayılır. O
yüzden Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem
Efendimizle Kur'an yazmış şu an. Kesin emin
olunmayan konudan kişinin konuşmasını men
etmiştir. İşte Ahmet Efendi'yi gördüm sokaktan
girdi. O sokakta da meyhaneden başka bir şey
yok canım. Meyhaneler sokağı orası. Ahmet
Efendi'yi gördüm. Geçen akşamda oraya
giriveriyordu. Meyhaneye girdiğini görsen dahi
sana ne? Diyelim ki girdi ya. Sana ne? Şüphe
bulaşıcıdır. Yandaki adam o adamdan
şüphelenmese bile artık kafasında şu var.
Ahmet Efendi bile mi? Ahmet Efendi bile o
sokağa girmiş. Belki o işi de yapmışsa. Ya bizim
oğlan neler yapar? Hemen çağırır çocuğunu.
Neredeydin sen bugün bak? Hayırdır baba hiç
sormazdın ya. Öyle sorasım geldi. Şüphe
bulaştı. Şimdi soruyu sorduğun çocuğa bulaştı.
Çocuk diyecek ki ya babam şimdi durup
dururken niye beni sorguluyor acaba? Dün
akşam o da bir günah işlemişti. Ya bunu acaba
benim kız kardeşim mi babama beni ifşitledi?
O mu şikayet etti? O da gider kız kardeşine.
Sen bugün babamla konuştun mu? Bak Ahmet
Efendi'nden nereye geldik? Bak bu halkayı
büyüt büyüt Türkiye'nin hali bu. Bak bir dille
başladı. Bir sözle başladı. Şüphe bulaşıcıdır. Ve
şüphe çok etkindir. O kadar etkindir ki buna
karşı getirilecek olan reddiye ile çalışmasına
insanların da engeldir. Öyle bir engeldir ki sen
artık o şüpheyi ortadan kaldıramazsın. Bugün
siyasetçilerin yapmış olduğu en büyük hata.
Bugün siyasetçilerin yapmış olduğu en büyük
hata. Mesela konuşmaya çıkıyor siyasetçi diyor
ki kafanızdaki şüpheleri gidermek için
buradayım. Yeryüzünde hiç kimse
karşısındakinin şüphelerini gideremez. Çünkü
şüphe biyolojik endikasyona dönüşen bir
hastalıktır. Sen karşındakinin gribini konuşarak
ortadan kaldırabilir misin? Yok ilaç lazım. Ve
bugün şüphenin etkisi her alanda söz konusu.
Örnek veriyorum size kafalarınıza kazanacağı
için bu örnek önemli. Çünkü bizim insanımız
para ve sağlıkla ilgili verilen örnekleri pek
unutmaz. Bugün dolar normal şartlarda olması
gereken seviye gerçek alım satımlarla olsa 4.95
civarı. 5-10. Türkiye bir sıkıntı yaşadı. O
sıkıntıyı da üzerine koyun. 4.95-10. Bugün 6
liraya vurmasının sebebi ne biliyor musunuz?
Şüphecilik. Bu hastalığın ekonomik sonucu.
Gidiyorsunuz Berber'e Berber diyor ki abi dolar
yedi lira olacakmış. İyi. Oradan çıkıyorsun
taksiye. Dolar sekiz olacakmış. Oradan
kahvaniye on lira, on iki lira on dört lira diyen
ahmak var bu ülkede. Yani ekonomist adam eli
kalem tutmuş adamın aylardan önce yaptığı
konuşma var. 14 lira olacak dolar diye. Adam
hala konuşuyor. Hala yüz binlerce izleniyor.
Helal olsun diyoruz millete. Ne oldu arkadaş?
Alalım o zaman ya. 7 olacaksa, 8 olacaksa, 9,
10. Alalım bunu yani. Bu alımın nihayeti bu.
Sonra gelecek sazanlar, onun elindeki para
gidecek vs. Bu ekonomideki karşılığı,
sosyolojideki karşılığı ne? Bak bugün
televizyonlardaki kadın programları şüphecilik
hastalığını arttırıyor. Çünkü televizyonda
bakıyorsun, 5 kişi yan yana dizilmiş, hesapta
aile zannediyorsun. O onun karısını kesmiş, O
onun çocuğuna bilmem ne yapmış O böyle bu
böyle Bakıyorsun diyorsun ya bu tipler Hani
düzgün tip yani yolda görsen Evet diyorsun
Bunlar bunu yapmışsa millet ne haldedir Ben
size çok enteresan bir şey söyleyeyim
Televizyonda seyrettiğiniz adamların
%90'ından fazlası Para verilerek Senaryo
üzerine getiriliyor Parayı veriyorları para
verilerek senaryo üzerine getiriliyor. Parayı
veriyorlar, abi diyorlar çık bu senaryo üzerine
konuş. Sen böyle yaptım de, o da böyle yaptım
desin, o da böyle yaptım desin. Arada çok
nadirattan bir olay yakalarlarsa o da zaten
haber oluyor, reytinge düşüyor. Normal
şartlarda %90'ı mizansen. E senin hayatın
mizansen. Seyret'ı mizansen. E senin hayatın
mizansen. Seyrettiğin mizansen. Ve hayatta
hiçbir şeyin çalışmıyor, dilin çalışıyor ve iyi
çalışıyor. Ve sonra diyorsun ki ya içimdeki
şüphelerden bir türlü arınamıyorum. Mümkün
değil çünkü sen şüphenin ta içine boğazına
kadar içiyorsun onu her gün kana kana.
Televizyonlardan, arkadaşlarından, eşinden,
dostundan, akrabandan, okulunda vs. Ve çok
komik bir ifadeyle karşılaşıyoruz bilim
dünyasında. Üniversitede hocanın ilk dersinde
birileri hep söyler bazı hocalar. Bilim
dünyasında bilim adamı olmak için konulara
şüpheyle yaklaşınız dediler. Şimdi onun
karşılığını anlatacağız ve çözümleri sunacağız
inşallah. O yüzden tanımı yaptık kısaca kitapta
genişletiriz kısa bir ara sonra çözümlere
geçelim. you
Sallallahu aleyhi ve sellem Meded ya Hazreti
Ali kerim Allah ve cehu meded ya Gavsu Azam
Abdülkadir el-Ceylal'in meded ya Seyyidi
Muhammed rohi
eğlubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyyidimize ikram edilmiş olan
futuhat kapısında şüphenin tanımını yaptık
kabaca kitapta geliştirmek üzere şimdi o kaba
tanım daha doğrusu sohbetten herkes hissesini
alsın ve yarım kalmasın diye özünü özünü
beyan ettik. Şimdi yine kısaca ama etkili olacak
şekilde hayatımızda inşallah şüpheciliği,
şüpheyi ortadan kaldırmak değil, şüpheye
düşmeyi engelleyecek formülleri vermemiz
lazım. Çünkü dersin birinci kısmında açıkça
ifade ettiğimiz üzere insanların kafalarındaki
şüpheleri ortadan kaldıramazsınız. Delil.
Resulullah Aleyhisselatü Vesselam hayatı
boyunca kafirler, münafıklar hakkında bizim
futuhata göre 400 bine yakın iftira attılar. 400
bine yakındır. Bu kalpten geçenler hariç sözlü
söylenenler. Ne Kur'an-ı Azimüşşan'da Cenab-ı
Hak ne de Rasul-i Kibriya aleyhissalatu
vesselam sözüyle ve Kur'an'ın ayetleriyle onları
iknaya mücadele vermemiştir. Hakkı söylemiş
ve yaşamıştır. Yaşantının içerisinde ise tabirca
ise bir değerden asla vazgeçilmemiştir. O da
şudur. Bilinen gerçekler üzerine odaklanmak ve
bilinmezcilik ilkesinin olmadığına inanmak.
Bugün gençler arasında oldukça söylenen bir
söz var. O da şu, ya bu konunun içerisinde çok
bilinmez mevzular var ya da henüz bu konunun
içindeki bu bilinmezleri çözemiyorum ama bu
bilinmezcilik ilkesi bilimin dahi kitapların dahi
her noktasına konulmuştur. Örnek efendim
bazı konular var uzay makaniğinde veya güncel
hayatımızda hoca içeriye girer ders yapan hoca
der ki çocuklar bu konu bilinmezlik konusu. Şu
anda bilinmiyor, bilinmez bir konu. Dolayısıyla
bu konuyu henüz bilemiyoruz. Ama burada şu
konuyu iyi anlamamız lazım. Bir şeyin bilinmez
olması o şeyin olmaz anlamına gelmez.
Dolayısıyla bir şey bilinmezliğe yaklaşmayın. Şu
an ben bilmiyorum ama o bilinmezliği bir şey
değil. Bir gün bilinecek diye yaklaşmayın. Şu an
ben bilmiyorum ama o bilinmez diye bir şey
değil. Bir gün bilinecek diye bakın. Neye
benzedi bu şuna? İnsanlar eğer bugün
öleceklerini bilselerdi yaşamlarının içerisinde
şüpheye vakit ayıramazlardı. Bugün insanların
siz ölümden dolayı ölümü bildiklerini mi
zannediyorsunuz? Fütuhat beyanatıyla
söyleyebilirim ki bugün insanlar öleceklerini
bilmiyorlar. Öleceklerine inanmıyorlar. Çünkü
hayatları ve hayatlarının çözümlenmiş hali
kağıdın üzerine geldiğinde onların ölüme
inanmadıklarını görüyoruz. Ölümün gerçekliği
hayatın lezzetidir. Hayatın lezzetinin olabilmesi
için şüpheden arınmış, şüpheye düşmemeniz
gerekiyor. Şüpheye düşmemek için birinci kural
şu olmalıdır. Hayatınızda bilinmez diye bir şey
yoktur. O biliniyordur ama henüz siz
bilmiyorsunuz. Örnek üniversite sınavına
hazırlanıyorsunuz anneniz, babanız,
öğretmenleriniz diyor ki ya ne olmak
istiyorsun? İşte çocuk önce der ki bilgisayar
mühendisi olmak istiyorum sonra doktor
olmak ister sonra ilahiyatçı mı sonra işte ne
bileyim tıbbiye mi hukukçu mu filan böyle bir
gider gelir kafa. Kafa gelip gitmesinde
şüphecilik yoktur. O seçim yapacak bazen ona
bazen ona ama şu problemdir. Neden doktor
olmak istiyorsun denildiğinde mesela dedi ki
ben işte o konuda derinleşip akademisyen
olmak kansere veya işte bulunmamış henüz
bilinmeyen bir hastalığa çözümü henüz
ulaşılamamış bir hastalığa çözüm üretmek
istiyorum. Peki onu yapabileceğine inanıyor
musun ya da yol yöntem biliyor musun? Onu
kimse bilemez ki. Dediği anda şüphe orada
başlamış demektir. Yani çocuğun nihayete
inanıp kabiliyetleriyle o nihayete giderken
hükmü kaderde bunun tayin edildiği inancına
sahip olması lazım. Yani askeri tabirle
söyleyeyim size, kaybedeceğinizi
düşündüğünüz ve imkan verdiğiniz savaşa
gitmeyin. Askeri toplanın karşında savaşa
gideceksin. Askere diyorsun ki bu savaş
karşısındaki durumumuzu nasıl görüyorsunuz?
Komutanlarla oturduğunuz masaya. Osmanlı
devrinde bir adetti bu. Savaştan önce savaşa
gidecek komutanları toplarlardı. Bir tane de
padişahın adamı vardı. O gelir içeriye bütün
olumsuzlukları sayardı. Kötü adam. Ama
özellikle yapılırdı bu. Komutanlardan bir tanesi
dese ki aslında yanlış da söylemiyor yani. Dese
padişah derdi ki sen bu savaşta geride dur
arkadaş. Çünkü savaş dediğiniz şey kazanmak
için yapılıyor. Doğru mu? Muzafferiyet için.
Savaş meydanına gelmesin. Geriye dönme
imkanın yok ki. Artık savaşacaksın. Karşı taraf
gelmiş. Sen savaşmasan zaten o saldıracak.
Gene savaş olacak. Öyleyse orada
kaybedeceğine değil kazanacağına nihayetinde
bizim için tabii ki Rabbül Aleminin
muzafferiyetidir. Ama o inançla hareket
ettiğiniz andan itibaren size şüphe olmaz.
Olayları kolay çözümlersiniz. Bir yerde bir
hizmet yapılacak. O yerdeki hizmet yapılırken
elbette nelerle karşılaşabiliriz, ne gibi
problemler çıkabilir gibi gibi gibi binlerce şey
sıralayabilirsiniz. Ama içinizden bir kişi ya bu iş
galiba olmayacak diyorsa o adamı ekibinizden
ayırın. Çünkü ondaki hastalık bulaşıcıdır.
Hepsine sirayet eder grip gibi. Onu ayırın. Bir
başka iş verin ona. Sebep? Çünkü nihayete
inanmıyor. Nihayete inanmadığının bir
şüpheciliği var. Bak olayı iyi anlatayım ki yanlış
bir yere gitmesin. Mesela ne bileyim bir yerde
mescit yapılacak tamam. Mescit yapacağız.
Gideceğiz yapacağız. Para yok şu yok bu yok
vesaire. Şimdi birisi gelecek diyecek ki abi
buranın tabanında şöyle bir problem var.
Buraya şöyle çakıl atılmazsa bu mescitte sıkıntı
olur. Demirci gelecek buraya onluk demir lazım
olmazsa böyle olur diyecek. Veya bir malzeme
alınmış malzemeci gelecek diyecek ki bak bu
malzeme olmaz başımıza belaçlar. Bak bunlar
şüphecilik değil. Olayın doğru yapılması için
gereken hataları bulmak ki hataya
düşmeyelim. Buraya kabul. Ama birisi geldi
dedi ki, ya emin misiniz bu mescidin
dolacağına? Bak şimdi. Bu mescidi kimin için
yapıyorsun kardeş? Allah rızası için. Kimin
adına yapıyorsun? Allah'ın adına. Peki
mescitleri dolduran kim? Allah rızası için.
Kimin adına yapıyorsun? Allah'ın adına. Peki
mescitleri dolduran kim? Allah. Boşaltan kim?
Allah. Allah'ın işine ne karıştın sen şimdi?
Burada bir gerçek var ki o, o işin sonucunda
nihayetini kendi eline bağlamış. O saatten
sonra o adamı ikna etmeye çalışma. Adamı
ekipten ayır. Çünkü aramızda bir şüpheci var.
Bununla şüphelerden temizlenmesi için
nihayete imanla hakikatin gerçekliğiyle
karşılaşacağı birkaç durumu yaşaması lazımdır.
Dolayısıyla gençlerimizi nihayete
odaklandırmamız lazım. Evet süreç içerisinde
hatalar olacak ve düzeltilmesi için, o hataların
görülmesi için tecrübe erbabına sorulacak,
alime sorulacak, hata yapılacak, düzeltecek.
Ama mesele şu, sen sondaki şeye inanıyor
musun inanmıyor musun? İnandıysan sende
şüphe olmaz. İnanmadıysan sendeki şüpheleri
bazen aklın olayları düzeltebilmek adına
hataları görüyorum şeklinde seni bir yere
götürebilir. Dolayısıyla işin anlamını ve
kavramını ve sürecini iyi anlamanız lazım. Yani
bir iş yaparken o işin anlamı ne? Kavramı ne?
Süreci ne? Bunlar üç ayrı konu. Örnek verelim.
Adam diyor ki mesela ben diyor abdest alırken
İslami örnekler veriyorum. Kitapta böyle
vermeyiz belki ama mesele anlaşılsın. Çünkü
çok yaşanan problem. Abdestinden hep şüphe
duyuyorum. Veya tuvalete gidiyorum,
çıkıyorum affedersiniz. İşte taharetimden hep
şüphe duyuyorum abi. Hep sıkıntı yaşıyorum.
Şimdi buradaki problem şuradan başlıyor.
Zaten bu başka kitaplarımızda işin havasıyla
ilgili besmelesi, susumusu anlatmıştık. Ama
şüphe kısmına gelince şuraya bakmam lazım.
Sen ne için abdest alıyorsun? El cevap. Bir,
Müslümanım abdestsiz gezemem. İki, namaz
kılacağım. Kur'an okuyacağım. Ne yaparsan
yap zaten Müslümanın abdestsiz gezemem. İki,
namaz kılacağım. Kur'an okuyacağım. Ne
yaparsan yap zaten Müslümanın abdestsiz
gezmesi mantık dışı. Haa demek ki yaptığın şey
ne içinmiş? Allah'ın rızası için. Öyleyse
buradaki abdestin kavramı, esası nereye
dayanıyor? Allah'ın rızasına. Bunun fiiliyatına
sen şöyle inanırsan abdest sende Rabbinin
sana bir ikramıdır'a inanırsan ve nihayetinde
abdestin sana kattıklarına iman edersen
abdestinden şüphe etmemeye başlarsın. Ama
sen abdestin kendisine takılırsan, abdest bizim
bir şey yapmamız için, bizim bir şey
yapmamızda kullandığımız bir ara yol, bir ara
süreç. Ara sürece takılırsan, evet o seni orada
çevirir durur. Sen abdeste temizlenmek diye
algılama. Abdestin sonuçlarından biridir
temizlenmek. Ben abdesti Rabbimin rızası için
alıyorum. Rabbimdir beni en iyi bilen. Madem
beni en iyi o biliyor o halde odur beni hakikate
döndüren. Sen bu işi Rabbine atfettiğin andan
itibaren sende o şüphe ortadan kalkacak. Sen
şüphecisin çünkü sen abdesti sadece kendi
içinde düşünüyorsun. Veya adam diyor ki ben
namazda her seferinde kaç rekat kıldığımı
kaçırıyorum. Şüpheleniyorum bir daha
kılıyorum. Şüpheleniyorum bir daha kılıyorum.
Hakikat orada göreceksin ki biraz baksan sen
namazı borcunu ödemek için mi kılıyorsun?
Rabbinin rızasını kazanmak için mi? Borcunu
ödemek için kılıyorsan sen nihayette Rabbinin
rızasını henüz anlamamışsın. O yüzden
bidayette yani başlangıçta işi kaybetmişsin.
Halbuki namazın Rabbinle senin aranda
buluşma vesilesi nihayetiyle sonuçlanacağına
iman etsen namazın başında daha
şüphelenmezsin. Çünkü namazda şüphelenen
insanlar namazın esasını anlamamış olan
insanlar. Nihayetini Rabbi ile muhabbete
gittiğini bilmeyen insanlardır. Onlar olaya
odaklanmıştır. Halbuki detaylar süreç
içerisinde temizlenir. Öyleyse şüphecilikten
engel olmak için en önemli mevzulardan bir
tanesi şu. Ya net olacaksınız ya da
netleştireceksiniz. Hayatınızda net kaideler
olması lazım. Örnek bir iş yapıyorum neden
yapıyorum? Çok net bir ibare koymanız lazım.
Aklınız daha size soru sormadan ona o cümleyi
siz veriyor olmanız lazım. Eğer siz aklınıza
cümleyi söylemezseniz o size milyon tane
şüphe üretebilir. Örnek veriyorum. Gittiniz bir
adamla konuşacaksınız. Önceden işte
ayarlanmış bir randevu bir konuda muhabbet
edilecek. Sizin de ona anlatıp atıyorum işte ne
bileyim bir hususta adam ak dediği bir şeye
kara demesi lazım. Ak demiş. Siz de onun
yanlışını anlatmaya gidiyorsunuz. Şimdi mesele
ak ve kara değil. Mesele adamın fikrini
değiştirmek. Peki adamın fikrinin değişmesi ne
için lazım? Benim yolumun devam etmesi için
veya yürüyebilmemiz için veya Allah rızanı ne
için? Kafanda şunu netleştireceksin. Haklıyım,
doğruyum, doğruyu söylemeye gidiyorum.
Adamı ikna etmeye değil. Adamı ikna etmeye
gidiyorum dersen sürece gidersin. Halbuki
nihayette doğruluğunu anlatmaya gidiyorsun.
O zaman adamın sana sorabileceği,
edebileceği, öyle olacağı, böyle olacağı hiçbir
şeyden şüphe duymazsın. Dolayısıyla hayatınızı
net yaşayın ve netleştirin. O yüzden çok
enteresan Kur'an-ı Azimüşşan'ın en uzun ayeti
akitleşme üzerinedir. Allah Azze ve Celle diyor
ki aranızda bir iş yaparken yazıya dökünüz.
Yani net olun. İki adam oturuyor. Şu işi
yapacağız mı yapacağız? Bunu kim yapacak?
Sen mi ben mi? Ya hallederiz onu ya kolaydır.
Hayır. Net olalım. Sen mi yapacaksın? Ben mi
yapacağım? Sen benden sonra olalım. Sen mi
yapacaksın ben mi yapacağım? Sen benden
sonra mı yapacaksın ben senden sonra mı
yapacağım? Yoksa şüpheye tohumu attın.
Zaten şeytanın en sevdiği şey şüphe tohumları.
At yürü git 30 sene sonra 5 saat sonra 2 saat
sonra o ağaç büyür o bomba patlar. sonra o
ağaç büyür, o bomba patlar. Bir ülkede bir
memlekette o memleketi birbirine katmak için
şüphe tohumları atmanız kâfi. Dolayısıyla
mesela bir adam geldi. Çok yaşarsınız bunu.
Adam dedi ki ya duydun mu ya bizim
mahalleden Mehmet diye bir adam varmış.
Vardı abi ne oldu? Biliyorsun onlar eve ekmek
götürmekte zorlanırdı. Adam beş katlı bina
dikmiş ya. Nasıl oluyor bu iş? Bak şüphe
tohumu attı. Şimdi tutacaksın onu elinden.
Kardeş diyeceksin olayı bir netleştirelim. Sen
şimdi bu adama hırsız mı diyorsun? Hırsız
diyorsan gördün mü? Sen şimdi bu adama
Yalancı birilerini kandırmış Bir yerlerden yalan
yola pislikle Para mı elde etmiş diyorsun
Gördün mü Yok abi görmedim ama insanın
tuhafına gidiyor Görmediysen sus kardeş
Bilmiyorsan sus Çok biliyorsan Hırsızlığını git
devlete şikayet et Bana ne anlatıyorsun ben
polis miyim? Değil. Memleketinizde,
yaşadığınız yerde ve evinizde hiçbir zaman
şüphe tohumu atılmasına izin vermeyin.
Mesela iki kardeş oturur şakalaşmak için dahi
olsa. Mesela birisi öbürü için der ki baba
bugün işte Ayşe de eve geç geldi. Oğlum ne
demek istiyorsun? Çünkü anlattığın cümleden
ben ne yapmamı istiyorsun? Ayşe okula
gitmedi gezmeye mi gitti? Ayşe kafasına göre
mi takıldı? Sen gördün mü yoksa yalan mı
söylüyorsun? Yalan söylüyorsan daha kötü.
Oğlum netleştir şunu bakalım. Ne demek
istiyorsun? O bunu dediğinde üstünü örtmeye
çalışmayın. Olaylarını netleştirin. Altını çizin ki
çocuk bir daha aynı şeyi yapamasın. Şüphe
tohumu atmalarına imkan vermeyin kimsenin.
Yaparken gelişin ve geliştikçe yapın. Bazı
insanlar yapmadan evvel gelişeceklerini ve
ondan sonra yapacaklarına inanırlar. Hayır,
hayat yaparken geliştirir sizi. Bugün gençlerin
çoğunda bu hastalık oluşmaya başladı.
Okullarda öğretiyorlar. Bu konuda çok bilgi
sahibi olmadan yola çıkmayın. Hayır. Bu
konuda mesele çok bilgi sahibi olmak değil. İki
şey önemli. Bir, iyi planlama. İki, nihayete
inanma. Bu ikisi varsa eksik bilgin yaptıkça
düzelecek. Çünkü bu şüpheciliği doğurur. O da
mı yanlıştı? Bu da mı böyleydi? Hayır. Nihayete
inanıyor musun? Planlamanı doğru yaptın mı?
Madden, manen, niyetinle yaptın mı? Niyet
kitabında bu husus bayağı var. Ve o niyet kitabı
ekseriyette şüphecilik hastalığında çok
faydaları da var. Bu hakikat sizi yaparken
gördüğünüz hatalardan dolayı üzmez. O
hakikat sizi yaparken gördüğünüz hatalardan
dolayı üzmez. Bir başka şüphecilikten sizi
alıkoyacak futuatın ilginç taraflarından biridir.
Zorlanmayın, zorlayın. Hayatta siz zorlanmayın.
Yapacağınız işi zorlayın. Örnek veriyorum.
İnsanlara matematiğin çok zor olduğunu bu
memlekette öğrettiler. Öyle. Televizyonlarda,
haberlerde, gazetelerde matematiğin çok zor
olduğunu öğrettiler. Niye mi? Mesela bizim
yıllarca askeri liselerimiz sadece fen
bilimlerinden mezun olanları aldı. Sosyal
bilimlerden adam almadı. Sanki sosyal
bilimlerdeki adamlar aptalmış gibi. Ya bunlar
sözelci. Bunlar sayısalcı. Birinci madde zaten
sen sözel sayısal ayırdığın için ihaneti yaptın o
ayrı konu. İkinci konu şu. Matematiğin zorluğu
yoktu. Matematikte insanların zorlanacağını
sen insanlara ve çocuklara öğrettin. Halbuki
matematiği çalışırken zorlansalardı,
matematiğin zorluğuna inanmayacaklardı.
şunu demek istiyorum arkadaşlar bir ağırlık
gördünüz atıyorum önünüze koydular dediler
ki abi şurada bir tane kasa var eski kasalar
vardı ya böyle kaç kilo 600 kilo abi bunun aşağı
inmesi lazım tamam şimdi sen kendi gücünle
bu 600 kiloyu normal bir insan
kaldıramayacağını biliyor mu evet şimdi sen
dersen ki ben bunu kaldıramıyorum.
Kaldıramam. O yüzden bu benim işim değildir
dersen. Ben sana derim ki sen şüphecilik
hastalığın var. Sebep? E bunu kaldırabilecek
makine bulabilirsin. 5 arkadaş daha
çağırabilirsin. Wind çağırabilirsin. Kayış
atabilirsin. Onu yaparsın bunu yaparsın. Yani
bunu aşağıya indirmenin 100 tane daha
metodu var. Adam bunu senden istedi ama
senin bedeninden istemedi. Senin onu aşağıya
indirmeni istedi. Çocuklar bunu karıştırıyorlar.
Çocuklara diyorlar ki bu matematik
formüllerini çözün. Çocuklar tek başına
girişiyor. Bilerek zor olduğunu ifade edip
matematikten alıkoyuyorlar. Halbuki çocuk
onu hayatın içinde, arkadaşıyla, etüdünde,
şununla bununla görse bilecek ki başkalarıyla
beraber yaptığında çözümü var. Dolayısıyla bizi
şüpheye götüren şey insanların kendilerine her
şeyi zorlayarak zorlanarak yapacaklar ne
inanmaları. Halbuki her şey zorladığınız
miktarınca size cevap verir. Siz zorlanmayın. İşi
zorla yapmak için o şeyi zorlayın. Yani adamın
eline çekiç verdin. Küçük bir çekiç. Dedin ki bu
tahta masayı kır. Şimdi çekiçe baktın. Çekiç
ufak. Tahta kalın. Bu çekiçle bu tahta kırılmaz
mı? Kırılmaz. Halbuki bu çekiç bu tahtayı
kırabilir. Sebep? Tam merkez noktasını alırsın.
Böyle iki taraftan biraz düşünürsün. Ortasına
vur, vur, vur, vur, vur. 70 defada kırılır. Balyozda
bir defada, senin küçükte 70 defa. 80 defa, 100
defa. Kırdın mı kardeş? Kırdın. Sebep?
Şüphelenmiyorsun. Çünkü elinde bunu
kırabilecek alet var mı? Var. Şimdi ben de
insano onunla soruyorum. Allah Azze ve
Celle'nin sana verdiği beyinde her işi
yapabilme kabiliyeti var mı? Var. Sen işi değil,
kendini zorluyorsun. Bu çekişle olmaz ki, bu
tahta çok kalın ki, niye ben, niye beni seçtiler,
ben kırmak zorunda mıyım? Ya abi abi bu
kadar konuşacağına bir başlasana başta
kırılacak çünkü çekeç kırandır tahta kırılandır
bak net netleştir önce sonra kıracağını bil
çünkü defaatle kırılmışı var bunun sen
büyüklüklere takılıyorsun insanlar ceplerindeki
paraya bakıyorlar. Bu iş yapılamaz diyorlar.
Halbuki yapılabilir çünkü yapılmış. Yapılmışı
var. İnsanlar bir hizmete bakıyor. Yapılamaz
diyor ya. Bu devasa bir iş olmaz. İnsanlar bir
başka işe bakıyor. Olmaz olmaz olmaz. Bir
başka sebep belki de olmasını istemiyorlar.
Hakikat bir başka yer şurası da var. Ayırmayın,
ayrı düşünmeyin ve birleştirin. Yani bir şeyleri
parça parça değil, bütüncül olarak düşünün. Şu
an okullarda bilim dünyasına ayırdılar.
Doktorlara ayırdılar, hukukçulara ayırdılar.
Herkesi kendi meslek dalında bin parçaya
böldüler. Hayır, hayat bir bütündür. Doğada
fizik, kimya, biyoloji, matematik ayrı işlemez.
Hepsi bir bütün halinde işler. Çiçek, çiçekte,
ağaçta, böcekte, hayvanda, insanda,
metabolizmada, biyolojide hiçbir şey ayrı değil.
Bak hepsi aynı anda oluyor. Bu kültürü
hayatınıza odaklayın. Hepsi bir arada ve
bütündür. Abi ben bunu yaparım, bunu
yapamam. Sebep? Ya abi ben onu bilmiyorum.
Bilmiyorsun. Öğrenmeyeceğin anlamına
gelmez ki. Yapamayacağın anlamına da gelmez.
İki ihtimal var. Ya yapmak istemiyorsun ya da
yapabileceğine inanmıyorsun. Yapabileceğine
inanmıyorsan bu beyin sana verilmiş yalan
söylüyorsun, yapabilirsin. O zaman yapmak
istemediğini söyle, daha doğru olur.
Yapamama ihtimali yok. Ben çok net futuattan
ifade edeyim. Bugün yeryüzünde, bugünkü lise
sona kadar gelen Türkiye'den söyleyeyim
matematiği çözümleyemeyecek bir canlı yok.
Eğer beyinsel bir rahatsızlığı yoksa, zihin
hastalığı yoksa belli başlı tıbbi hastalıkları
yoksa bunaması yoksa, psikolojik rahatsızlıkları
yoksa vallahi matematiği yapamayacak adam
yok. Ama çocukları öğrettiler. Matematik. Ya
matematikte tarihin bir farkı yok. Fiziğin de bir
farkı yok. Kimyanın da bir farkı yok. İnsanlara
böyle kademeler koydular. O kademelerle
insanları şüphe hastalığına tabi tuttular.
Dolayısıyla bizlere bunu öğretiyorlar ve
yenilenmemizi engelliyorlar. Şüphecilikten
düşmekten bize alıkoyacak şey doğal olarak bu
ve buna benzer hususlarda hayatımızı
endeksemek ve hedefe odaklanmaktır. Niyete
daha doğrusu söylemek ise niyetlerimize
odaklanmaktır. Niyetine odaklanmaktır. Niyete
daha doğrusu söylemek ise niyetlerimize
odaklanmaktır. Niyetine odaklanmamış bir
adam şüphecilik hastalığına düşer ve hiçbir
şüpheciyi hiç kimse ikna edemez. Kitapta çok
genişleteceğiz. İlkokullarda bunun karşılığı var.
Liselerde var. İş hayatında var. Ve siyasette var.
Ekonomide var. Diplomaside var. Toplumun
büyük hastalıklarından bir tanesi Rabbimiz
cümlemizi korusun. Şüpheye düşmekten
Rabbim bizi korusun. Cenab-ı Hak
seyyidimizden binlerce kez razı olsun. Şu
fütuhatları hakkıyla okuyup anlayıp
aktaranlardan olmayı nasıl müyesser eylesin
bize. Hayırları fethi şenlerin defi ümmeti
muhammedin sağlık, sıhhat, afiyeti için Allah
rızası için.

Meded ya Hazreti Allah, Meded ya Hazreti


Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem, Meded ya Hazreti Ali keramallah ve
cehu, Meded ya Rabsazam abduh kadir el
ceylani, Meded ya Seyyidi Muhammed rohi,
Eulubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın
Seyyidimize ikram edildiği futuhat kapısından
Allah nasip etmişti. Geçtiğimiz hafta büyük
toplumsal sorunlar hususunda 21 ana madde
üzerinden adım adım giderek Ümmet-i
Muhammed'in ihtiyacı olan problemleri doğru
anlayabilmesi, ikinci kısmında da çözümlerini
beyan edilmesiyle Seyyid Muhammed Ruhi
Hazretleri'nin bu ümmete kıyamete kadar
ihtiyacı olanları Ezzani-i Muhammediye'den
Kütübani-i Muhammediye'den Kütübani-i
Rabbani'den bu izzet ve celalin karşılığında
şükrünü eda edemeyeceğimiz büyüklükteki
ilmi beyan ediyorlar. Rabbim bizlere
evlatlarımızı korusun. Kıyamete kadar gelecek
olan bütün Müslüman kardeşlerimizi de bu
hayırla, bu hakikatle yaşamalarına nasıl
müessere eylesin. Bu haftaki meselemiz isyan.
Yani toplumların bu andan itibaren, bugüne
kadar hep var dediğim gibi geçen hafta. Bu
sayacağımız 21 tane problem yeni oluşmadı
ama yeni şekilleri var. Ne gibi? İnsan insanı hep
öldürüyor. Ne yazık ki katlediyor. Geçmişte
bunu eliyle yapıyordu. Sonra kılıçla yaptı.
Sonra silahla yaptı. Şimdi bambaşka yöntemler
çıktı. İlacı bilmem nesi, şusu busu çıktı. Şekiller
değişiyorsa, değişen şekillere karşı şeriat da
değişmez, hakikat de değişmez. Ancak
Müslüman ona karşı ne yapması lazım onu
bilmesi için bu futuat o hakikati beyan ediyor.
Yani insandan önce beri vardı isyan. Kimle
başlamış? Şeytanla başlamış. Şeytanla
başlamış. Daha insana nefhi ilahi hakikati yeni
verildiğinde, ona secde edin diye emri ilahi
hasıl olduğunda isyan eden bir şeytan var. Ve
insanlık tarihi boyunca da isyan var. Ve
kıyamete kadar da var olacak. Ancak isyan
dediğimiz meselenin problemsel tarafı bu
çağda farklı bir yere taşınınca Müslümanların
da isyan hakkı beyan edilmeye başlandı.
Dolayısıyla bizler dersin birinci kısmında önce
problemi doğru anlayıp kelimeyi doğru yerde
kullanıp kullanmadığımıza bir daha bakmamız
lazım. Yani Müslüman adam isyan eden adam
olabilir mi? İsyan Müslüman hayatında var
mıdır yok mudur? Veya bugün Müslüman'ı
veya dünya insanını bilim külliyatı
matematiğiyle de bakacak olursak, dünya
insanını isyana götüren unsur nedir? Ve bu
unsurlar bugünkü dünyadan yarına doğru ne
hale getirecek? Biz onu anlayalım. Öyleyse
isyanın önce bir tabirini açık bir şekilde ifade
etmek gerekiyor. Bu ifadenin temelinde bir
ahitleşme var. Yani insanların sözleşme
hukukuna dayalı bütün unsurların üzeri
çizildiğinde kendisi tarafından çizildiğinde
kendi adına meydana gelen olaya isyan denir.
Yani şöyle izah edersen daha iyi anlaşılacak. Bir
memlekette bir devlet veya bir başka devlet bir
başka memlekette bir iş yaptı. Bir kötülük yaptı
geldi orada işte Amerika'nın Irak'ta, Felüce'de
şimdi Suriye'de kafir devletlerin gelip de
Müslüman'ı tarumar etme süreci var. O süreçte
Müslümanların kendisini savunmasına isyan
denilmez. Baş kaldırmak denilmez. Dolayısıyla
bu tanımlamayı doğru yapalım ki Müslümanın
isyan edemeyeceğinden iyi anlamamız lazım.
Ne gibi? Şöyle ifade edeyim. Tanım kısmı çok
önemlidir hayatta. Tanımınız yanlışsa bütün
filidir hayatta. Tanımınız yanlışsa bütün
fiiliyatınız kopar. Her şey kopar. O yüzden hangi
okula, hangi derse girerseniz girin öğretmen
önce tanımı verir. Yazar değil mi tahtaya? Bizim
zamanımız öyledir. Fonksiyon iki nokta üst üste
matematikte şu şu şu anlamına gelir. İşte din
hocası gelir. İbadet iki nokta üst üste tanımı
budur. Neden? Bu ismin karşılığı ne? Önce onu
bir tanımam lazım. Eğer tanıyamazsam
anlayamam. Bana deseler ki bir şirket var git o
şirkette Ahmet Efendi ile görüş senin işini
çözer. Sen de kapıdan girdin içeri ya burada bir
Ahmet Efendi varmış. Benim işimi çözermiş
desen adam böyle bir bakar. Ya arkadaş
randevun var mı? Niye? Ya Ahmet Efendi bu
şirketin genel müdürü. Aa bak adamın tanımını
bilmeyince rezil olursun. Genel müdürü gittin
orada çaycıya kapıcıya soruyorsun. Eğer sen
Ahmet Efendi iki nokta üst üste X şirketinin
genel müdürüdür tanımından haberdar
olsaydın. Gitmeden önce randevu alınması
gerektiğini. Hani oraya giderken hangi
hazırlıkla gidilmesi gerektiğini bilirdin. Rezalet
olmazdı. İşin yarım kalmazdı. Tanım yanlış
olunca iş yarım kalır. Bir başka örnek.
Buralarda çok örnek verdiğim için belki
bazılarınız sıkılıyor olabilir ama inanın bana
herkesin anlama kapasitesi bu kadar kolay
olmadığı bir çağda örneklendirmeleri burada
arttırıyorum. Kitapta bu kadar örnek yok. Bir
de sohbet babında insanlar hayatındaki
örneklerle karşılaştırabilirler diye futağı da
daha anlaşılabilir kıvamda ifade etmeye
çalışıyorum. Örneğin bugün insanlar
birbirlerine şaka dahi olsa çok kolay şerefsiz
diyorlar değil mi? Özür dileyerek söylüyorum
tırnak içinde. Hemen bir şey oluyor. Aa
şerefsize bak. Aa olmu filan. Halbuki Kur'an-ı
Azimüşşan'da ayeti kerime var. Onlar iman
sahibidirler ve şereflidirler. Müşerref
edilmişlerdir. Öyleyse bak çok incelik ama bir
hakikat var. Sen bir Müslümana şerefsiz
diyemezsin. Çünkü tanım itibariyle şeref, iman
hakikatine dahil olmuş adama Cenab-ı Hakk'ın
verdiği isimlerden bir isim. Adama Cenab-ı
Hakk'ın verdiği isimlerden bir isim. Onlar iman
etmişlerdir. Onlar müslümandırlar ve onlar
şereflidirler. Dolayısıyla senin şerefsiz dediğin
tırnak içinde özür dileyerek adam, iman sahibi
olmayan adamdır. Sen ise bunu amcanın
oğluna, komşu çocuğuna, öğretmenine,
kardeşine söylüyorsun. Onlarsa elhamdülillah
son nefese kadar la ilahe illallah Muhammedur
Resulullah demişler Müslümanlar. Bak
tanımdan ötürü bu sözü kolayca kullanıyorsun.
Esprilerde geçecek hale gelmiş. Doğal bir şey
hale geliyor. Halbuki bir Müslüman bir
Müslümana Kur'an'daki ayet gereğince zaten
hakikatte söylenmemesi gerekir ama kafalara
kazınsın diye söylüyoruz. Ayet gereğince dahi
bu kelimeyi kullanamaz şerefsiz diyemez.
Dolayısıyla döndük bu tarafa. İsyan dediğimiz
maddenin içinde Müslüman yoktur. Eğer
Müslümanın isyan ettiğinden bahsediyorsak iki
problemle karşı karşıyayız. Ya isyanın tanımını
bilmiyoruz. Genellikle bu olduğu futuatta
görülecek. İki ya da işin içinde Müslümanlar
nasıl yaşaması gerektiğinden kopmuşlar.
Hakikaten bir kafirin yaptığı şeyi yapmaya
başlamışlar ki isyan etti diyoruz. Dolayısıyla
insan hayatında isyan dediğimiz mevzu kendi
üzerine basıldığında basma üzerime ne
yapıyorsun sen? içem diyen bir Iraklı, bir
Suriyeli, bir Müslüman memleket içerisinde
yaşayan Müslümanların kendi hak ve hukukları
çiğnendiğinde, ırzına, namusuna, toprağına,
bayrağına, kitabına halel getirecek bir fiil
işlendiğinde buna karşı bir söz söylenmesi
haline baş kaldırmak ya da isyan etmek
denmez. Çünkü isyan ahitleştiğiniz bir konuda
taraflardan birinin ahdinden dönme süreci
olarak adlandırılır. Dolayısıyla sokaktaki
hareketin adı isyan değildir. O
kabullenmemektir, reddetmektir, anlamsız
geldi ben karşı söz söylemek istiyorum
demektir. Dolayısıyla isyanın tanımındaki öz
bize şunu anlatıyor. İki taraf karşılıklı oturdu.
Bir anlaşma yaptılar. Dediler ki, ya kardeşim
ben sana bardağı verdiğimde sen de bana 10
kuruş para vereceksin. Tamam mı? Tamam. Bu
nedir? Ahit. Sözleştik. Şimdi en alt seviyeden
başlıyoruz. Yavaş yavaş milletler
makinazmasına geçeceğiz. İnşallah. Sonra ben
adama bardağı verdim. Adam bana parayı
vermedi. Adam isyan etti. Buna isyan denir.
Adam sözünden caydı. İsyyan etti. Anlaştığımız
bir mevzuda ahdinden döndü. Dolayısıyla aynı
mekanizmayı devletler hukukuna getirdiğiniz
zaman anayasa bir ahittir. İçindekini beğeniriz,
beğenmeyiz. Doğrusu var, yanlışı var. Eksiği var,
yediği var. Binlerce hatası olabilir ancak bir
ahitleşmedir. Yani devletle halkı arasında bir
ahittir o. Biz buna göre yaşayacağız. Kabul mü?
Kabul. Böyle yaşamak ister miydi? Yok, çok
daha iyileri vardı. En azından Resulullah
Aleyhisselatü Vesselam'ın dönemiyle kıyas
edilemez bugünkü anayasalar. Apayrı bir konu.
Ama bir ahitleşme var. Taraflardan bir tanesi
dese ki örneğin halk. Kardeşim ben bundan
sonra adam öldürmenin ceza olduğunu kabul
etmiyorum. Hak ettiği için bu adamı
vuracağım. Bunun adı isyandır. Müslümanda
bu özellik yoktur. Eğer adam Müslümansa.
Niye? Ahitleşmemiz var. Veyahut devlet dedi ki
ya her ne kadar anayasada ne bileyim kumar
oynamak veya var mı o bilmiyorum da işte
adam öldürmek cezaya karşılık gelmekseysede
ben bu adamın öldürdüğü adamdan ötürü bu
adamı cezalandırmayacağım dese bu sefer
isyankar olan devlet olur. Meseleyi doğru
anlamamız lazım. İsyan bir hareketin oluşum
biçimi değil. Yani sokakta bir hareket oldu. Gezi
parkında eylem oldu, orada eylem oldu,
bilmem ne oldu. Bu adamlar isyan edip
etmediğini neye bakarak anlayabiliriz? Şuna
bakarak. Eğer ortada ahde karşı duruş varsa
ahitleştikleri bir mevzudan reddiye söz
konusuysa buradaki harekete isyan
diyebilirsiniz. Ama ahitleşme taraflardan biri
tarafından çiğnenmiş hakkı çiğnenen adam
niye benim hakkımı çiğnedin arkadaş? Halbuki
biz bu konuda anlaşmıştık diyorsa ve bunun
için sokağa çıkıp hakkını arıyorsa bununla da
hakkını aramaktır. Ve isyanın tanımı kişinin
bağlı bulunduğu hangi ahit varsa, hangi
sözleşme varsa o sözleşmeden caymasının
anlamına gelir. Bu cayma meselesine getiren
unsurun içinde ne var şimdi ona bakalım. Yani
insan ne oluyor da isyan ediyor.
Müslümanların hayatındaki en önemli unsur,
insan hayatındaki en önemli unsur
ahitleşmektir. Niye? Bizim ilk ahdimiz nerede
oldu? Kalu Bela'da. Rabbimizle ilk
ahitleştiğimiz yer tabirca ise soru
sorulduğunda cevap verip muhatabiyetin
kurulduğu alan Kalu Bela. Orası bu dünya değil.
Orada Cenab-ı Hak dedi ki ben Rabbim ki ben
sizin Rabbiniz miyim? Bazılarımız dediler ki ve
inşallah demişiz ve inşallah son nefesi kadar
öyledir ki secdeye varıp dediler ki amenna ve
seddakna sen Rabbimizsin dediğimiz anda ahit
gerçekleşti. Sözleşme yapıldı. Tabiri caizse
nikah kıyıldı. İçlerinden hangisi kabul etmedi?
Kafirler. Hangisi kabul etmedi? Şeytan. Ahdin
içinde olmaya mecbur olduğu halde ahdi
reddettiler. Çünkü şeytan bundan önce
ahitleşmeydi Cenab-ı Hak'la. Evet. Çünkü
ahitleşmese o görevleri yapamaz. Bir yer geldi
Cenab-ı Hak'ın emrine uyma ahdinden çıktı.
Dolayısıyla ahitleşme kültürünün yani
sözünden cayıp caymama kültürünün oturup
oturmadığı yerlerde isyan hareketi başlar.
Oturup oturmadığı yerlerde isyan hareketi
başlar. Öyleyse tanımsal hakikatten yola çıkıp
ki Kur'an-ı Azimüşşan'da bu sözlerimi Bakara
suresinin 27. ayet kelimesi delildir. Allah Azze
ve Celle şöyle buyuruyor. Onlar Allah'a
verdikleri ahdi bozarlar. Ona sağlam bir söz
verdikten sonra. Önce bir sağlam söz verirler.
Sonra ahitlerini bozarlar. ‫ َو َيْقَدُعوَن َم ا َاْمَر ِهّٰللا ْل‬Allah'ın emir
buyurduğunu keserler. ‫ ِب۪ه ي َاْن ُي َصَل‬İrtibat kurulması
gereken şeyleri de keserler. Rableriyle
aralarında irtibat kurduran şeyleri de yani
peygamberleri de vahyi de keserler, atarlar,
ahdi bozar, reddederler. Ve arzda fesat
çıkarırlar, isyan ederler. Bak onlar benimle
ahdini bozarlar diyor Cenab-ı Hak. Bana karşı
bir şey yapamazlar. Arzda fesat çıkartırlar.
Allah-u Zülcelal ile aran bozulunca bana karşı
sözünü tutmadığında diyor Cenab-ı Hak. Bana
bir şey olmaz ben bir şey kaybetmem. Seni
yapan benim. Seni yaratan benim. Kaybeden
sensin. Ve senin kaybın öyledir ki yeryüzünde
fesat çıkartırsın ve devam eder. Ulaike humül
hasirun. İşte bunlar hüsrana uğrayanlardır.
Dolayısıyla bu hakikatte anlıyoruz ki arzda
fesat ve isyan ahdin hakikatinden cayınca söz
konusu oluyor. O halde isyanın başladığı yer
insanların sözünün caymaya alıştığı yer olarak
adlandırılmaktadır. İnsanlar bakın Yahudiler
yani Beni İsrail nerede Cenab-ı Hakk'ın lanetine
uğramıştır diye sual etsen. Nerede bunlark'ın
lanetine uğramıştır diye sual etsen. Nerede
bunlar Allah'ın lanetine uğradılar? Niye? Ya
Mısır'da yanlış yaptılar, affedildiler. Efendim
Kenan iline geçtiler. Oradan oldu, bu oldu, şu
oldu. Kaç defa isyana gittiler. Kaç defa
reddedildiler. Ne zaman ki Cenab-ı Hakk'ın
kendilerine verdiği ahitler yani Tevrat'ın h
isyan ayyuka çıktığında lanetlenmiş hale
geldiler. Tefsiri geldiğinde uzun uzun anlatırız.
Gecenin konusu değil inşallah. Biz orada şunu
çok net bir şekilde anlıyoruz ki insanoğlunun
sözünden caymazlığı, söz konusu olmadığı bir
beldede isyan hareketleri kaçınılmaz bir
sondur. Yani insanların beğenmedikleri bir şey
olduğunda, hoşlarına gitmedikleri bir mesele
hasıl olduğunda çıkalım şu sokaklarda bir isyan
başlatalım dedikleri süreçlerin tamamına
bakarsanız bu insanların sözlerinde durabilen
adamlar olmadığı görülür ki isyanın son
noktası olan sokaklar değildir toplumun en
büyük problemi. Bugün en büyük isyan genç
çocukların 13-14 yaşındaki çocukların
dimalarında oluşuyor. çocukların dimalarında
oluşuyor. Şu anda isyan sokakta değil. Şu anda
isyan her an, her zaman beklenildiği gibi değil.
Şu anda isyan 13-14 yaşındaki kız ve erkek
çocuklarımızın beyninde. Sebep mi? Şu an
bütün Türkiye'nin ortalamasını futuatla alıp
şöyle beyan edeyim. Çocuk diyor ki ya babam
bana söz veriyor, sözünde durmuyor. Hoca
veya bir arkadaşım var, arkadaşımın babası var,
günde beş vakit namaz kılıyor ama yalan
söylüyor, etrafındakileri kandırıyor. O söz verdi
tutmuyor. Öğretmenim karneme beş
vereceğine söz vermişti. Sözlüden sana bir yüz
yazacağım demişti. Yazmadı. Devlet bunu
yapacağım demişti. Yapmamıştı. Yani bütün
isyan kafalarının hepsine gitsen hepsinden
şunu duyacaksın. Kendisine bir söz verilmiş. O
söz tutulmamış. Peki bunların fesadını
çıkartanlar o çocuklarda nihayet neye sebep
oluyor? İman hakikatinin gitmesine. Çünkü
diyor ki adam, madem ki Müslümanlar
böyledir. Çünkü ona da televizyon,
YouTube'dan böyle bir akım var. Madem ki
Müslüman adam sözünde durmamakta
öyleyse böyle din mi olur? Madem ki babam
böyle sözünde durmamakta böyle babalık mı
olur? Böyle ebeveynlik mi olur? Böyle mi,
böyle mi, böyle mi dediğiniz andan itibaren
çocuk isyanın zirvesine doğru hızlı bir tırmanış
yapıyor. Zaten o arada etrafını sarmalayan,
hakikati beyan edecek kimse de yoksa 16-
17'den sonra zaten bu 1-2 yıl kritik yıllar ondan
sonra kaybediyorsunuz öyleyse Müslüman
adamın hayatında en az namazı kadar mühim
olan adeti ve esası nedir diye soracak olsanız el
cevap deriz ki sözünde durmaktır sebep Allah
Resulünün peygamber olmadan önceki en
büyük tabiri caizse sünneti sözünden
caymayan adam olması değil mi? Hiç yalan
söylememesi değil mi? Ona Muhammedul
Emin aleyhissalatü vesselam denilmesi değil
mi? Hazreti Peygamber'in peygamberliğinden
önceki lakabı El-Emin. Şimdi lakaplar var değil
mi? İşte Aslan İbrahim, Kaplan Mehmet, ne
bileyim işte Tekgöz Nuri bilmem ne. Yani
adamın ya fiziksel özelliklerine göre ya da
hayat biçimine göre bir takma adı takılıyor.
Allah Resulü'nün takma adına bakalım.
Lakabına bakalım şimdi. El-Emin. Şimdi
Araplarda da bak enteresan bir şey var.
Araplarda lakap huyu yoktur. Ancak bir adam o
konuda dehşet olacak ki lakap takılsın. Yani
şöyle zannetmeyin. Bizim Anadolu köylerinde
lakap takmak bir adettir. Hani köyde lakabı
olmayan adam yoktur. Önüne gelen yani abuk
sabuk bu adamın lakabı var kapı. Adamın
lakabı var pencere bilmem ne. Acayip komik
komik lakaplar. Allah Allah diyorsun. Niye bu
lakabı taktınız? Ya işte buna da bir lakap
lazımdı. Bu bir gün pencereye kafayı vurdu.
Camı kırdı. Oldu adı Pencere Ahmet. Mesela
bir olay yaşandı. Lakabını yapıştırdık. Yani
lakap takmak bizde bir adet. Araplarda böyle
bir adet yok. Araplarda hiç böyle bir adet yok.
Bu bir Türk geleneği diyebilirsiniz. Ya da bu
coğrafyanın geleneği. Araplarda hiç böyle bir
adet yok Bu bir Türk geleneği diyebilirsiniz Ya
da bu coğrafyanın geleneği Araplarda ne var
Arapların içinde lakap sahibi Olabilmek için
Senin o konuda zirve olman lazım Mesela Avcı
Ahmet Efendi diyorsa Bir Arap Bil ki o Ahmet
Efendi avcıların avcısıdır Yani Çünkü Araplar
normal avcıya Avcı lakabı takmazlar. O zaten
Mesih ya avcı işte. Ama bir tane avcı var. Hani
avcı hikayelerindeki gibi değil. Hakikaten çıktı
mı eli boş dönmeyen, işini çok iyi bilen,
öğreten, tutmasını yakalamasını bilmem
nesini. En ince bu işin ustası da değil piri
dediğin adama lakab tekrarlar. Anladınız mı o
meseleyi? Mesela ben o adama sormam lazım.
Peki madem Muhammed'in emindir, lakabı
emindir başka kaç kişinin lakabı var say
bakayım. Mekke coğrafyasında Resul-i Kibriya
aleyhissalatü vesselam 35'li yaşlarıyla 40'lı
yaşlarıyla arasına bakarsak Mekke
coğrafyasında 8 tane lakab sahibi adam var.
Koca Mek coğrafyasında 8 tane lakap sahibi
adam var. Koca Mekke'de. 8 tane lakap sahibi
adam var. Diğerlerini Siyer-i Nebi'de anlatırız.
Bunların 7 tanesi şeyden, Müslümanlardandır.
Bir tanesi de Ebu Cehil'dir. Daha İslam
gelmeden önce de ona Cahil diyorlardı zaten.
Hazreti Ömer takmıştı onun o lakabı. Bir yerde
anlatmıştık. Diğer 7 tanesi sonradan
Müslüman olan amamıştı onun o lakabı. Bir
yerde anlatmıştık. Diğer yedi tanesi sonradan
Müslüman olan ama önceden de lakabı olan
zatlar. Hazreti Hamza Efendimiz öyle filan.
Dolayısıyla anlıyoruz ki emniyet konusunda
emin olmak, sözünden asla acayip değil.
Kendisine borç verildiğinde veya borç aldığında
ona hangi gün demişse ödemesini
gerçekleştirir. O, o, o, o hepsi üst üste
toplanmış. Defaatle denenmiş. Defaatle de
denenmiş. Çünkü Resulullah Aleyhisselatü
Vesselam'ı kırkından önce de kıskanıyorlardı.
Yaklaşık 26-27 yaşında El-Emin dediler ona.
Muhammedül Emin denildiği yaşlar 26-27
yaşları el emin dediler ona. Muhammedül
emin denildiği yaşlar 26-27 yaşları. Bu civarlar.
Siyerde detaylı gireceğiz. 25-27 arası inşallah.
Orada söyleniyor. Ondan sonra millet gıcık
olmaya başladı. Ya işte hadi bir deneyelim
bakalım ya. İşte önüne bir ne bileyim atıyorum
işte biraz para bırakalım. Alacak mı acaba?
Şöyle bir yapalım bakar mı acaba? Böyle bir
yapalım oradan bir avuç indirir mi? Çok
denemelerden geçti Peygamber Aleyhisselatü
Vesselam. Daha peygamber olmadan önce.
Ama hiçbir tane iğne ucu kadar bir şey
bulamadılar. Unutmayınız ki İslam coğrafyası
bütün Avrupa kıtasına adım adım giderken
Avrupalılar Osmanlı Devleti de dahil olmak
üzere İslam ümmetine karşı ne dediler? Bunlar
adil adamlardır. Adalet neydi o dönemki
kavramsal bakışta? Sözünden caymayan, hak
yemeyen, hak yedirmeyen düzgün adam. E
şimdi dolayısıyla bugün Müslüman
dünyasındaki şu cevaba karşılık deriz ki biz.
Diyorlar ya işte biz şimdi buradan kalksak var
ya. İsrail 1 saat. İşte ne bileyim Yunanistan 15
dakika. Orası 2 saat. Böyle bir ölçümleme tarzı
var. Buradan giriyoruz orası 2 saat. Böyle bir
ölçümleme tarzı var. Buradan giriyoruz, oradan
çıkıyoruz. Valla oradan buraya değil, bu
sokaktan o sokağa geçemeyiz şu anda. Sebep,
bizler o sokakları geçerken bizim ecdadımız,
üzüm yediği ise üzüm yediği yere akçesini
asarak geçtiği için o millet sizi kabul etti. çesini
asarak geçtiği için o millet sizi kabul etti.
Osmanlı devletinin ilhak edip de ilhak yani
savaştı gitti alıp da halkının orada yaşayan yerli
halkının isyan başlattığı bir coğrafi hiç olmadı.
Hiç. Yani mesela bugünün mantığıyla baksanız
hiç aklınıza gelmiyor mu ya? Buradan
kalkmışsınız gidiyorsunuz Bulgaristan'ı
fethediyorsunuz. Fethettin ya adımı devletine
aldın. E bu Bulgarlar kendi arasında bir
toplansalar bir isyan etseler arada bir çatışma
çıksa sokak hareketleri olsa olması gerekmez
mi bak mantıken. Amerika gitti Irak'a
Bağdat'tan çıkabildi mi? Her gün 3-5 tane
Amerikan gavuru geberdi. Gitmedi mi
kardeşim? Gitti. Bak millet durmuyor. Niye?
Gelen kafir hak yiyor, hukuk yiyor, çiğniyor,
tecavüz ediyor. Her türlü adaletsizliği yapıyor.
Bak millet. Bu benim ecdadım öyle bir
ecdatmış ki fethettiği bir toprak parçası söyle ki
içindeki kafir halkı isyan et. Adam diyor ki iyi ki
geldin kardeş. Sen gelmeden evvel bizim
başımızda bizim dinimizden, bizim kanımızdan,
bizim canımızdan olanlar vardı. Anamızdan
emdiğimiz sütü burnumuzdan getirdiler. Bir
gün vergi 5 kuruş öbür gün 15 kuruş. Bir gün
tarlamızı alırlar bir gün canımızı yakarlar bir
gün onu yaparlar ve bunların hepsini habersiz
yaparlar. Bak bir tane insan hareket ediyor. E
şimdi sen altındaki komşunun sözüne
güvenmiyorsun. Yandaki esnaf senin sözüne
güvenmiyor. Kimse kimsenin ağzından çıkan
söze güvenmiyor Herkes birbirinden sene
çektik binlerce sigorta istiyor Çünkü kimse
kimseye güvenemediği bir dönemi yaşarken
sen Meselenin askeri bir güçle
oluşamayacağını kavramak zorundasın Sen adil
olmadıkça isyan sende var olan hakikattir. Sen
ahdine isyan ettiğin için asıl en büyük isyanı
kendi içinde kendine yaptığın için toplumsal
sorun burada başlıyor. Yani sokak
hareketlerinin olmaması, isyan hareketlerinin
başlamaması için bir başka bir ders yapmıştık
biz. 2019 yılının zorluklarıyla alakalı isyan
hareketi ama orada ne demiştik? Sokak
hareketleri. Şimdi diyoruz ki o hakikat o
hareketlerden daha büyük bir problem var.
Toplumun en büyük problemi isyan herkesin
içinde. Neye isyan ettik biz? Ahdimize ve
sözünden cayan adam biçimine döndüğümüz
için. Sözden caymak bu kadar kolay olduğu
için. Hal buna döndü. Bu yüzden de Kur'an-ı
Azimüşşan'da en uzun ayeti kerime ahitleşme
üzerine yazıldı. Kişilerin birbirleriyle sözleşme
yapması üzerine. Ama sen bugün sözleşme
yapsan ne yazar? Adamla oturuyorsun,
sözleşme yapıyorsun. Orada bazen boşluklar
var. Boşlukları dolduruyor adam. Diyorsun ki
hakikaten mesela yazıyor 30 gün sonra şunu
yapacağım. 30 gün sonra yapacak mısın abi
diyorsun. Çünkü hiç görmedik bu aralar kimse
böyle yapmıyor. Ya diyor sen orada öyle
yazdığına bakma. O prosedür icabı yazdık ya
ahitleşmedik mi biz şimdi burada? Hayır. Ha
burada hem Kur'an'ı hakikat ve hikmet Cenab-ı
Hakk'ın şu sözüyle devam eder ki 28. ayet-i
kerime böyle buyuruyor. Allah'ı nasıl inkar
edersiniz? 28. ayet-i kerimenin başı. Neyle
bitti? İsyanla. Cayan sözünden caymaktan
Utanmayan çekinmeyen Bir adamın Başlattığı
isyan hareketi Gittiği yerde İnkar başlayacaktır
Yani herkes önce Birbirini inkar edecektir
Sonra da Rabbini İnkar edecektir İnsanlar
sözünü tutmadıkları için Bugün aile bağları
kopmaya Başladı ama bizler Aile bağlarının
kopmasını Televizyonlara bağlıyoruz Çözümleri
var bu futuatın. Onu dersin ikinci kısmına
saklıyoruz. İsyan eden insanın bireysel olan bu
hareketi bir süre sonra yaşam koşulları olarak
çocuklarına da öğretilmeye başlanmaktadır. Ki
bu işin bir başka tehlikeli boyutu. Ne diyor
insanlar çocuklarına? Evladım kimseye
güvenme bu devirde kimseye güvenilmez.
Halbuki hakikat insanın evladına söylemesi
gereken evladım sen yalan söyleme yalan
söylettirme. Sen sözünden cayma caydırtma.
Sen ahdini bozan olma bozdurtma Rabbim seni
koruyacak olandır dese bu sefer çocuğun
kendine güveni gelecek. Aslında kendinde var
olan kudret-i ilahiyenin getirmiş olduğu gücün
farkında olsa o isyana gidecek süreçlerinden
vazgeçmiştir. Yani şunu söylemek istiyoruz.
Müslüman adam der ki burada ben sözümden
caymazsam Rabbim sözümden caymadığı için
beni koruyacak olan olur. Kimse bana bir şey
yapamaz. sözünden caymadığı için beni
koruyacak olan odur. Kimse bana bir şey
yapamaz. Öteki türlü adam diyor ki eğer ben
kendimi korumak için şimdi yalan söylemesem
şimdi sözümden caymasam ne yazık ki günün
birinde benim başıma şu işler şu işler
gelecektir. Şimdi mecburum ben böyle
yapmaya. Hakikatse İslam çok özel savaş gibi
durumlar haricinde yalan söylemeye öyle izin
vermiyorlar ki. Hazreti Ömer Efendimiz bir gün
bir mesele yüzünden bir fıkhi konuda bir
konuşma çıktı. O konuşmanın içerisine dediler
ki ya Ömer işte bu zina meselesinde rejim
meselesi var. Hazreti Ömer Efendimiz dedi ki
siz Rabbimizin rahmetine sığınarak isyan
ediyorsunuz. Onlar da dediler ki nasıl ya
Ömer? Hazreti Ömer Efendimiz dedi ki
radıyallahu anh eğer dedi Cenab-ı Hak bana
izin vermiş olsaydı Resulullah'ın şeriatı bana
imkanı vermiş olsaydı ben önce sözünden
cayanları ve yalan söyleyenleri rejim ederdim.
Önce onları rejim ederdim. Niye? Dediler ya
Ömer. Dedi ki zina eden iki kişi şartları çok
uzun. Öyle iki dakikada rejim edilmiyor. Fıkhi
mevzuat bilirsiniz. Zina eden dedi iki kişi Allah-
u Zülcelal'ye dönüp tövbekar olsalar Rabbim
onları affedebilir veya rejmedilirler. Böylelikle
temizlenirler. Bu böyle bir şey. Ancak yalan
dediğin ve sözünden caymak dediğin
kendinden hariç en az yedi köşeyi yedi insanı
yedi mahalleyi birbirine katar. Bir yalan bir
sözünden caymak senin bir adama borcun var
diyorsun ki pazartesi günü ödeyeceğim ben
size örneğiyle anlatayım ki kafada kalsın
adama dedin ki sana pazartesi günü
ödeyeceğim Allah'ın izniyle inşallah demek
gerekiyor tabii ödeyeceğim inşallah o da dedi
ki tamam telefon kapandı hanım aradı evden
buzd Ödeyeceğim inşallah. O da dedi ki tamam
telefon kapandı. Hanım aradı evden. Buzdolabı
bozuldu. O da dedi ki pazartesi para geliyor.
Alacağım inşallah. O da gitti dolapçıyı aradı.
Dedi ki sizden dolap alacağız. Pazartesi günü
ayırın o buzdolabını inşallah. O fabrikayı aradı
inşallah. Hop gitti nereye kadar. Pazartesi oldu.
Klasik hikaye. Abi nerede bizim para? Ya işte
bugün olmadı. Hazreti Ömer Efendimizin yine
bir sözü var. Sözünü söyleyip de bundan cayan
bir adamın gece uyku uyumasına şaşarım.
Herhalde onda iman eksikliği vardır. Çünkü bu
iman zafliği vardır. Çünkü bu iman zafiyeti
yanlış anlamayın sözünden cayabilmek bu
kadar kolay olduğu yerde imandan bahsetmek
biraz zordur. Çünkü ayetler ahitleşme üzerine
Peygamber Aleyhisselatü Vesselam'ın ilk en
büyük el asli ömrü boyunca taktığı
peygamberliğinden önce gelmiş en büyük
lakabı el emin sözünden caymayan sen de
diyorsun ki la ilahe illallah Muhammedur
Resulullah. din. Adam diyor ne yapalım
olmadı. Ne yapalım olmadı. Bu hakikat
dairesinde Müslüman dünyasında söze verilen
ehemmiyet için ulemanın alimlerin fukahanın
söylediği sözleri yan yana dizsek işin içinden
çıkamayız. Ancak işte bu hareket en son bir
tanesini isyana götürüyor. Çünkü o ahdini
bozmuştur. Sözünden caymıştır. Bu yüzden
Müslümanların, normal bir insanın dahi ilk
bakacağınız yeri sözüdür. Niye? Biz
peygamberimizin bile peygamberliğinden önce
sözünde sadık olduğunu öğrendik. Öyle değil
mi? Bak vahiy gelmeden önce onun hakkında
bildiğimiz en kat'i ve kesin özelliği el-emin
olması değil mi? Öyleyse ben mümin ya da
kafir fark etmez. Bir adamın önce sözüne
bakarım. Yahu adam çok büyük zatmış yahu
günde 300 zekat namaz kılıyormuş. Allah kabul
etsin. Sözünde duruyor mu? Allah kabul etsin.
Sözünün adamı mı? Ama küçük ama büyük.
Ama eksik ama fazla. Bir gün hani Peygamber
aleyhissalatü vesselam bu söze öylesine
ehemmiyet veriyordu ki Uhud savaşından
dönüyor. Uhud savaşından dönerken
biliyorsunuz Medine'de böyle biraz dışarıda
durur bekler. Biraz daha geç gelir falan diye bir
durum söz konusuydu. Peygamber
aleyhissalatü vesselam biraz aceleyle
Uhud'dan dönüşür. Biraz daha hızlanarak
geliyor. E biliyorlar ki Peygamber aleyhissalü
vesselam biraz aceleyle Uhud'dan dönüşüyor.
Biraz daha hızlanarak geliyor. E biliyorlar ki
Peygamber aleyhisselatü vesselam daha yavaş
gelir. E bir de içeride şehitler var. Hazreti
Hamza Efendimiz gibi bir şehadet var.
Resulullah'ın canı ciğeri amcası. Gelirken
dediler ki ya Resulallah bir şey mi var? Niye
biraz daha fazla acele ediyoruz? Dedi ki ben
Uhud'a gelmeden önce bir çocuğa söz
vermiştim. Ben bir çocuğa söz vermiştim. O
sözü yerine getirmem lazım akşam olmadan.
Bu bir savaş dönüşü beyler. Sizler çocuklarınıza
söz veriyorsunuz akşam çikolata getireceğim
diye. Ya diyorsun işte oğlum ne yapayım ya?
Minibüse bindik, minibüsten indik.
Yoruldumum alamadım yok Müslüman
babanın bunu söyleme hakkı yok yok
Müslüman'da bu hak yok vallahi yok billahi
yok tallahi yok çünkü dedi Allah Resulü çocuğu
kandıran karısını kandırır karısını kandıran
kendini kandırır kendini kandıran devleti
kandırır onu kandıran Allah'ı da kandıran
kendini kandırır. Kendini kandıran devleti
kandırır. Onu kandıran Allah'ı da kandırmaya
kalkar. Birbirinizi deneyecek veya tartacaksanız
sözünüzle durup durmadığınıza bakın. Sözde
durmuyorsa adamda iman zafiyeti var. İman
zafiyeti varsa zaten ne olacağı belli. Allah
imanımızı güçlendirsin. Diğer tarafların tamamı
bu süreçten sonra başlıyor. Dolayısıyla isyan
bizim kitabımızda çok uzun bir alan değil. Ben
örneklerle biraz açtım, kitapta biraz daha
açacağım. Ama özü sözden öteye değil.
Sözünde durmazsan isyana başlamışsındır. Sen
başlarsın, isyan eden sensin. Niye? Ahdine
isyan edemezsin isyank başlamışsındır. Sen
başlarsın. İsyan eden sensin. Niye? Ahdine
isyan edemezsin. Yoksa adam sokağa çıktı, bir
zulüm altında ezildiğini beyan ediyor. Bunun
adı isyan değil. Bu hakkını aramaktır. Bu
eksiğinin tamamlanmasını arzu etmektir. Ne
dersen de ama bu isyan hareketi değil. İsyan
karşındaki adama verdiğin sözü tutup
tutmayandır. Sözünde durmayan adamdan ne
alim, ne ulema, ne öğretmen, ne hoca, ne
imam, bunların hiçbir tanesi olmaz. Eski
devirde imamları dışarıda böyle denemeye
tabi tutarlardı. İmam olmadan evvel, bakalım
ya sözünde duruyor mu, durmuyor mu?
Mesela derlerdi ki ya İmam Efendi senin
tavukların var mı? He var. Ya yarın bize 5 tane 6
tane yumurta getirir misin? Söz size yarın 6
yumurta getireceğim dedi gitti. Tamam. Sabah
oldu İmam Efendi geliyor şimdi beraber
kahvaltı yapacağız hesapta. İmam Efendi kaç
yumurta getirdin? Ya 3 yumurta. Niye? E
tavukları 3 tane yaptı. Sen 6 tane söz vermiştin
ama senden imam olmaz. Git üç tanesini
komşudan alıp geleydin. Sen altı taneye söz
verdin. Beyefendiler söz çok ağır bir
mükellefiyettir. Bu işin üçü beşi mi olur
demeyin. Üçün beşin hesabını veremeyiz.
Kabirde ahiret meydanında en büyük
imtihanımız sözümüzden. O gün diyecek ki
insanların birçoğu, Ya Rabbi ne olaydı benim
dilim olmayaydı? Ne olaydı benim dilimin birisi
kesmiş olaydı? Canlı canlı benim dilimi keseydi
ben o sözü vermemiş olsaydım. Sözlerin
tutulmadığı bir saha doğal olarak toplumların
çöküş sahasıdır. Nasıl oraya döneriz? Dersin
ikinci kısmı için kısa bir ara inşallah. you

Medediyâ Hazreti Ali Kerim Allah ve Cehu


Medediyâ Kapsasam Abdülkadir Eceylâni
Medediyâ Seyyidi Muhammed Rahî
Eûzübillahimineşşeytanirracîm
Bismillahirrahmanirrahî Allah Azze ve Celle'nin
seyyidimize ikram edildiği futuat kapısından
büyük toplumsal sorunlardan isyanın problem
boyutunu sohbet babında en özetini ifade
etmeye gayret ettik örnekleriyle. Hakikat bizi
bu isyandan ne kurtaracak? İnsanların isyanı
bir araya gelip birikecek ve birikiyor insanlar
bir anda birbirlerine karşı, devletine karşı,
milletine karşı bir şekilde bir hareketin
içerisinde bulabiliyorlar kendilerini. En
ihtimalle bu hareket kendi evlerinin içerisinde,
kendi sokaklarında, kendi iş hayatlarında
karşılarına çıkmakta. İnsanları isyandan
alıkoyabilecek şey onların isyanı gitmesine
engelleyecek olan şeydir. İnsan isyan ettiği
anda kendisine söz yahut kelam hiçbir işe
yaramaz. İsyan etmiş bir adam kendisine o
sürece getiren inkar metafori içerisinde
kendisine emredilmiş ve kendi ahdiyle sözünü
yerine getirmekte olduğu her türlü halden
çıktığı için ona artık sen yanlış yoldasın demek
yanlıştır. Çünkü zaten onun o yola çıkartacak
olan bütün süreçler hasıl olmuştur. O noktadan
sonra onu çevirmesi imkan dahilinde
gözükmemekte. Ancak cebirle bunu
engelleyebilirsiniz. Yani hep sorulan bir soru
vardır. Sosyologların sokak hareketlerini nasıl
bir şekilde engellenebilir? Nasıl durdurmak
gerekir? Yani içlerinden bir grupla otursak
konuşsak mı? Veya çocuk evde isyan etti. Yeter
artık ben böyle bir hayatı istemiyorum. Ben
böyle bir yaşam istemiyorum. Ben böyle bir
anne istemiyorum. Ben böyle bir baba
istemiyorum. Okulda öğrenci ben böyle bir
öğretmen istemiyorum. Yani hep istemiyorum
kelimeleriyle ifade ediyor ya. O saatte insana
gel bir oturalım senin, derdini çözmeye
çalışalım demenizin bir faydası yok. Çünkü dert
en başta sözü bozmanın merkezinden başladığı
için önce ona vermiş olduğu sözü ya da arada
doğal olarak hasıl olan sözü hatırlatmak
gerekiyor. olan sözü hatırlatmak gerekiyor.
Dolayısıyla insanların isyanı düştükten sonraki
süreci sözle, kelamla bir anlaşmayla bir yere
çekilmesi çok mümkün değil. Bu yüzden isyan
tabiri caizse akılda kalması için söylemek
gerekirse içki sofrası gibi yaklaşılmaması
gereken bir alan, insanların yaklaşılmasına
engel olunması gereken bir alan,
Müslümanların hayat muazenesinde olmayan
bir alandır ki onlar bu noktaya oturduktan
sonra mutlak surete isyanlan bir zulümat kendi
üzerlerinde bir temizliğin tekrardan hasıl
olabilmesi için Allah-u Zülcelal'in 28. Bakara
Suresi 28. Ayet-i Kerime'de vermiş olduğu işin
hikmet babının inceliğinde 3 tane ana prensip
var. Bu 3 ana prensip isyana giden bütün
süreçleri temizler her alanda. Bunlardan bir
tanesi insanın yeryüzünde yaşama
kabiliyetinin bir başka şeyin varlığına muhtaç
olduğunu ve kendi muhtaciyetinin farkında
olduğu bilincidir. Zira insan bir sözleşme yaptığı
zaman karşı taraftan para bekliyorsa bu parayı
almak için bir şey vermek zorunda olduğu
yazılıdır. Bu yazının gerçekliğine muhtaçtır. O
muhtaciyeti unuttuğu anda ahdini bozar. Der ki
ben bugün bu adama bu evi bu fiyata satmak
için sözleştim. Ancak arada yeni bir alıcı geldi.
Daha iyi bir fiyata satmak için sözleştim. Ancak
arada yeni bir alıcı geldi. Daha iyi bir fiyat
verdi. Ben öteki satıcıya, öteki alıcıya artık
muhtaç değilim. Arada bir ahitleşme olmasına
rağmen. Alacağım, alacağım, satacağım,
satacağım demişsiniz. Sözleşmişsiniz,
ahitleşmişsiniz, misak oluşmuş. Bir imsak, bir
vakte artık bağlanmış. O vakitin arasında birisi
gelmiş o akte onun üzerine bir fiyat teklif
etmiş. Adam diyecek ki der ki isyan eden adam
ahdine isyan eden adam der ki daha iyisi
varken onu neden anlayayım. Ve onu direkt
gidecek alacak. Onu neden anlayayım? Ve onu
direkt gidecek alacak. Onu oraya götüren ne?
Bu adam hayatı boyunca hiçbir şeye muhtaç
olmadığını bilerek büyümüş ve gelişmiş bir
adamdır. Bu yüzden çocuklarınızın daha
gelişim sürecinden itibaren, insaniyet
vasıflarının gelişmeye başladığı, ergenlik diye
tabir edilen o sürece gidene kadar, daha
bebekliğinden itibaren insana mutlak suretle
bir başka şeye muhtaç olduğunu hatırlatmak
gerekiyor. Öyle ki Allah Azze ve Celle
yeryüzünde insanlara neden hastalık verir?
Bunu materyalist bir kafadan bakan bir bilinç
diyor ki madem Allah Azze ve Celle rahmet
sahibidir, merhamet sahibidir o halde niye bize
hastalıklar verdi? Bize sağlıkla saadetle
yaşasaydık daha iyi olmaz mıydı? El cevap,
senin nefsin öyle bir illet sahibidir ki hasta
olmasa, düçar olmasa muhtaç olmadığını sana
söyleyecek. Muhtaciyetinin farkında
olmayacaksın. Ne zaman ki adamın beli
bükülüyor 60'ından sonra ölüm varmış ya
60'ından önce yok muydu bu? Vardı. Ama
60'ına kadar hiç hastalık çekmemiş adam
örnek bir Nemrut gibi onlarca yıl yaşasa dahi
bir baş ağrısı çekmemiş adam bir şeye muhtaç
olmadığını, vücudunun muhtaciyete gark
olduğunu bilmediği halde Allah-u Zülcelal'e
isyan eder. Allah'a isyan eden süreçlerin hepsi
insanlar içinde geçerlidir. Öyleyse birinci
maddemiz odur ki halk, insanlar, devlet
bilmelidir ki herkes hayatının her evresinde,
her işletme her anında, her devlet her
döneminde bir başka şeye muhtaçtır. İnsanlar
birbirinin sözünün geçerliliğine, birbirlerinin
hak ve hukukunu korumadıkları sürece bu
muhtaciyetlerinin üstesinden
gelemeyeceklerinin bilincine kavuşmak
zorundalar. O yüzden çocukların eğitim süreci
içerisinde onlara isyandan alıkoymak için her
an ve şart altında bir şeye muhtaç olduklarını
hatırlatmak ve öğretmek esastır. En basit
tabirle söylemek gerekirse pedagojide kısmen
anlatmıştık. Bir örnekle ifade etmek gerekiyor.
Pedagoji diyor ki çocuk yorda yürürken daha
yeni yürümeye başlamış. Düştüğü anda onu
yerden kaldırmayın. Kendi kalksın kendini
geliştirsin. Bizim futahatımız diyor ki hayır.
Çocuğa belli zamanlarda sen kaldır ve sen
yardım et ki annesi babası olmadan ayağa
kalkamayacağını o evrede bilsin. Ve yarınlarda
her şeyi ben başardım. Bugünlere ben geldim.
Ben okudum. Ben kazandım. Ben, ben, ben
diyerek etrafında var olan her şeyden hariç ve
kimseye muhtaç olmadan ayakta
duramayacağını bilsin. İnsan muhtaç olduğunu
unuttuğu andan itibaren isyana doğru birinci
mekanizmada beyni artık hazır olur. Niye?
Bazıları buna cesaret diyorlar. Cesaret böyle bir
şey değil. Ayrı bir dersini yapmıştık diye
hatırlıyorum. Cesaret böyle değil. Muhtaciyet
kişinin kendisini bilmesidir. Vücudunun her
azası, çevresinde var olan evladı, çoluğu, eşi,
arkadaşı, dostu, hocası, alimi, talebe olduğu
sürece, hayatı boyunca talebe olduğu bilinciyle
hareket ettiği müddetçe o muhtaciyetin
farkında olacaktır. Tarih boyunca bütün büyük
ulema kendi hayatlarında en önemli
özelliklerinden bir tanesi talebelikleri kendi
uleması yaşadığı müddetçe o talebeliklerin de
onlara muhtaç olduğu bilinciyle yaşadılar.
Hiçbir devir ve evrede artık bundan sonra bu
işi ben çözelim demediler diyemediler. İkinci
madde o ki insanı isyandan alıkoyan şeylerinin
en başında ikinci prensip ölüm hatırasıdır.
Ölümün hatırdan çıkarılmamasıdır. Ölüm
gerçeğiyle sürekli insanın yüzleştirilmesidir.
Daha çocukluk evresinden itibaren aman
efendim küçücük çocuktur şimdi cenazeye
gideriz. Eee bu cenazede bir an gözünde ölüler
olur gece eve gelir korkar demeyiniz. gerçek
olduğunu bilirlerse tabiri caizse daha o yaştan
itibaren akıllarında ve kafalarında bu kazınmış
olarak kalırsa o andan itibaren ölüm karşısında
hayatın nefsani istek ve arzular doğrultusunda
yaşamayla süre gelmediğinin bilincine varırlar.
Bugün her isyan eden adamın isyan
süreçlerinin her birisinde kendisinde ölümün
varlığını unuttuğunu görürsünüz. Evet
kendisine sorulsa sen ölecek misin diye o da
diyecek ki evet ben de öleceğimi biliyorum
canım niye bana öyle söylüyorsunuz. Bilmek
ayrı bir şey bilincinde olmak ayrı bir şeydir.
Bugün yaşadığımız şehirlerde ne yazık ki
mezarlıklarımızı görmüyoruz. O kadar
uzaktalar ki belki bayramdan bayrama o
mezarlıkları ziyaret ediyoruz. Halbuki Allah
Resulü her hafta Hz. Hamza Efendimiz'i
çarşamba günleri ziyaret ediyordu bildiğiniz
üzere. Hz. Hamza Efendimiz'i çarşamba günleri
ziyaret ediyordu bildiğiniz üzere. Hem sünnet-i
seniyyesiyle, hem Müslümanlara tavsiyesiyle,
hem ölümün mezarlığa gitmeden dahi insanın
kendi hayatında sürekli hatırında tutması
gerekliliğince onu beyan ediyordu. Çünkü
ölümü hatırlayan bir adam, ölümün varlığının
farkında olan bir adam her seferinde şunu
soracak kendine. Bu beni isyanı götürecek bu
süreçler oldu da ben şimdi isyan etsem
sonuçta kime, ne için, neyi yaşatacak? İnsan
ölüm gelene kadar bir şeyleri tutmaya çalışır.
Örnek, bir adam vardır parasını çok sever. Hiç
parasını dokundurtmaz. Hani aşık adam
parayla yaşıyor. Günün birinde hasta olur. Ne
bileyim gözünde mözünde bir şey olur.
Burnunda, ağzında bir şey olur. Doktora gider,
doktor der ki bunun ilacı var ama yani biraz
pahalı bir fiyat söyler ki adamın kasasındaki
parayla aynı para 1 milyonu var adama dedi ki
bunun telavisi 1 milyon aman aman der ya
paranın ne önemi var ne zaman ne önemi geldi
kendi canı ölüme hatırladığı anda her an
hatırasında tutsa zaten o parayı biriktiremez.
Bütün cimriler bütün para severlerin ortak
özelliklerinden biri isyana giden süreci ölümü
unutmalarındandır. Zaten infaktan uzak duran
cimrileşen bir adamın hayat biçimine bakınız
temelinde ölümü unutması, esasında kendi
benliğinde bir isyan varlığı ve kimseye muhtaç
olmam ben diyerek kendi biriktirdiği parasıyla
ayakta duracağının imkanının varlığıdır.
Üçüncü mesele ise Sümme yuhiyykum
beyanatıyla, Sümme ileyhi türcaun ifadesiyle
Cenab-ı Hakk'ın‫ ُث‬biyan ettiği üzere‫ ُث‬Üçüncü
mesele ise, ‫ َّم ُيِح ِيُكْم‬beyanatıyla, ‫ َّم ِاَلْيِه ُتْر َج ُعوَن‬ifadesiyle
Cenab-ı Hakk'ın beyan ettiği üzere, ahiret
inancının varlığıdır. Bugün, ateizmle ilgili Allah
izin verirse, bu ay içerisinde iki kitabımız
gelecek. Onun için çalışmalar devam ediyor.
Rabbim nasip ederse bu ayın sonuna doğru,
ateizmle ilgili iki kitap geliyor. Onunla ilgili
araştırmalar yaptığımız zaman, literatür
çalışması yapıldığında bütün ateistler ortaklaşa
şunu söylüyorlar. Tamam biz Tanrı yok diyoruz.
Efendim haşa işte kitap yok, peygamber yok.
Zaten Tanrı yok diyoruz ama ya bu dinlerin
ahiret inancının da insanların nasıl değiştiğini
görüyoruz. Peki biz buna karşı nasıl bir şey
geliştirebiliriz diyorlar. Çünkü ahiret inancı
insanın hayat biçimini baştan aşağı
şekillendiriyor. Sözümde tutmazsam bir hesap
günü var. Yalan söyledim kim Kimsenin haberi
yok. Devleti kandırdım. Milleti kandırdım ama
bir hesap günü var. O bilincin geliştiği adama
ne diyorlar? Adamda Allah korkusu var. Çünkü
bir gün hesap verecek. Hesap verilebilirliği
bugün en çok nerede anlatıyorlar? Adam diyor
ki herkesin hesap vereceği bir adalet anlayışı
istiyoruz. Bu adalet anlayışı değil ki. Herkesin
Rabbine hesap vereceğine inandığı gün senin
hukukunda yaptığın çalışmalar çalışmaya
başlar. Çünkü senin yazdığın bütün yasaların
mutlak suretle bir boşluğu var. Sen dersin ki
bunu böyle yapmak yasak. Adam yeni bir
şeklini bulur. Kulağını böyle tutar. Yeni yırtar. O
da yasak. Yenisini bulur. O da yasak. Yenisini
bulur. Yani eskilerin tabiriyle hırsıza kilit var
mı? Yok. Kapıyı kilitledin camı kırdı. Camı
yaptın damdan girdi. Sonu yok. Nihayet ne
zaman ki o hırsız. Ben bu işten vazgeçiyorum.
Çünkü bir hesap vereceğim arkadaş. Bu evden
çalacağım iki kuruş için ahiretimi yakmaya
değmez dediği gün. Senin o gün kapıları
kilitlemene bile gerek kalmayacak. Dolayısıyla
cezaların arttır. İster idam koy, ister bilmem ne
kadar ceza koyarsan koy. Ahiret inancının
kaybolduğu yerde insanların sonradan
dirileceğiz biz. Bu etimizde, bu kemiğimizde,
bu halimizde nasıl öldüysek o halde dirilecek,
bir yerde toplanacak bir hesap vereceğiz. O
hesap vereceğiz inancına bakıyor ve ateistler
diyorlar ki her türlü dini argüman karşısında
bir sözleri var. Diyorlar ki o kitapta inşallah
anlatacağız. Şöyle yapıyorlar bunun için.
Efendim işte kurban kesiyorlar kendilerini
rahatlatmak için. Şöyle namaz kılıyorlar
bilmem ne için. Aslında hepsinin bir anlamı
var. Bunlar birer ritüel. Ama ahiret inancı
dediğin şey öyle bir inanç ki bizler onu
koyamadığımız için kendi toplumlarımızdaki
vahşete engel olamıyoruz. Ahlakı
oturtturamıyoruz. İnsanlara bir şey
yaptıramıyoruz. Peki buna dönüp ne diyor?
İşte diyor bu korkudan dolayı dinler diyor.
Acaba ahiret korkusuyla mı insanları böyle
yaptı? Hayır. İnsanların hesap verebilir olması
kadar o görülecek hesapta hakkımı bana
ödeyecekler. Burada hakkımı istedikleri kadar
yesinler. O meydanda benim hakkımı yiyenler
sayesinde ben Allah Resulü'nün şefaatine,
alimlerin, evliyaların şefaatine, Allah'a zücelen
ikramında tabi olacaksam buna da eyvallah
diyebilme kabiliyetine gittiklerine neden hiç
kimse bakmaz? Müslüman bu korkuyla değil,
aynı zamanda bunun yanında bir ümitle
gidiyor ve diyor ki, Ey adam bana zulmettin,
şimdi ben seni affettim, şimdi ben bunu
bıraktım. Ne yaparsan yaptın sana kalsın. Zira
bir hesap günü var. Öyle olunca ne oldu? Senin
canını yakan adamın canını yakmaya, sana
kasteden adama kastetmekten çok işinle
ilgileniyorsun. Diyorsun ki ben yoluma devam
etmek zorundayım. Ben davamı sürdürmek
zorundayım. Bu davada, bu uğraşıda, bu
çalışmada ölümün yüzlerce engel de çıksa bir
menzil var oraya yetişmek zorundayım. Ölüm
denilen mesele ne zaman gelecek bilmiyorum.
Rabbim bunları görüyor ve biliyor. Ne
yaptılarsa karşılığını onlar da alacak, ben de
alacağım. Ne yaptılarsa karşılığını onlar da
alacak ben de alacağım. Elbette ki bu söz
Müslümanların dünyadayken vur ensesine al
ağzından lokmasına manasına gelmesin. Ve
böyle de değil. imtihan olduğunu bilince hasıl
olduğunda o gün orada isyan matematiğinin
doğru bir şekilde çalışmaz olduğunu
görmekteyiz. İnsanları isyandan alıkoyan bu üç
ana unsura kimi bilim dünyası biz kitapta biraz
daha bilimsel anlatırız ama buna dini
argümanlar diyecek olsalar da el cevap bunun
üstünü getirmedikçe buna tabi olmak
zorundasınız. Bundan daha iyisini
getirebiliyorsan getir. Çünkü Allah Azze ve
Celle de Kur'an-ı Azimüşşan'da öyle diyor ya
daha doğru, daha üstün ayetleriniz varsa hadi
getirin ayetlerinizi. Getirin koyun. Allah'ın
yazdığının bir üstüne daha iyi sonuçlar elde
edebileceğine inandığınızda varsa getirin.
Getiremediğinizin kanıtı yine bu kitaptır ki
halinizi bir yerden aldı bir yere götür. Mekke
müşrikleri Mekke'nin fethinden sonra şunu
söylüyorlardı. Adalet Mekke'ye geri
döndekke'nin fethinden sonra şunu
söylüyorlardı Adalet Mekke'ye geri döndü Öyle
mi oldu böyle mi oldu ayrı konu Ama adalet
Mekke'ye geri döndü Artık kimse kimsenin
hakkını kendi gücünden Kendi imkanından
kendisine bahşedilmiş olan bir makamdan
ötürü yiyemeyecek Ve o yüzden hiçbirimiz
kendi kendimizi yemek zorunda kalmayacağız.
Adaletin kökeninde isyan etmeyen bir toplum
söz konusudur. İsyan etmeyen bir toplum
hayatın, ölümün ve ölümden sonra hayatın
varlığını anlamış ve yaşayan ve kavrayan bir
adamla söz konusudur. Bakın bugün Çin'de bir
dinsizlik var değil mi? Çin'in ek serisi ateisttir.
Biraz Budist var, biraz Zen inancına ait olan var.
Çok az Hindu var, çok az Müslüman var. Ek
serisi ateist. Yani din yok, inan çok. Allah'ın
varlığına olan iman ve inanç yok. Şimdi bu
insanlar süreç içerisinde bir gün bir isyan
ettiklerinde o milleti kimse durduramaz. Bugün
enteresan şeyler yaşanıyor. Mesela Çin'e
bakıyorsunuz. Adam hasta olmuş. Üzerinde bir
virüs taşıyor. Aynı komşusu üst kata çıkıyor.
Adamın kapısını tahta çivilerle çivileyip
kapatıyor. Öl içeride. Adam yolda ölmüş.
Yanında bisikletiyle biri eğlenerek geçiyor.
Bunun adı isyan değil mi? İnsanın insana
isyanı. Sessiz bir isyan. Size hep isyanları
sokaklarda bağırıp çağırıp bir şeyleri yakıp
yıkıp insanlar olarak anlattılar. Hakika şu
futuatta beyan ediliyor ki isyan insanın
insanlığını kaybettiği gün zaten olmuştur ve
bitmiştir. Bugün ne diyoruz biz? Yahu eskiden
böyle değildi şimdi adamın yolda başına
geliyor kimse bir şeye yardım etmiyor. El
cevap. Çünkü insanlar isyan ettiler. Neye isyan
ettiler? Ben bunu yardım etsem başıma o gelir
mi? Veya ben bunu yardım etsem ne menfaat
elde edeceğim? Her birisinin kökeninde yine
geriye döneceksiniz ve göreceksiniz ki Allah
Azze ve Celle'nin beyanatıyla Allah'ı nasıl inkar
edersiniz ki o inkara sizi götüren bu isyandır
sizler ölülerdiniz size hayat verdi sonra sizi
öldürecek sonra sizi dirirtecek. Sonra ona
döndürüleceksiniz. Bir hesap vereceksiniz. O
hesap ya da kendi benliğinizde isyanın varlığı
ile karşılık bulan ahdinizi ne kadar tutup
ahdinizden ne kadar caydığınızda
anlaşacaksınız. Bu manada isyana alıkoymanın
yolları ve formülleri bundan başka değil.
Bunlar basit ve anlaşılabilir formüller. Basit ve
anlaşılabilir süreçler. Ancak yaşaması ve
yapması en zor olanları. Büyük toplumsal
problem denmesi de bundan. Ancak hakikati
imaninin getirmiş olduğu kurallarla
çözebiliyorsun. Başka bir noktadan bir
dönüşümü gerçekleştirebilmek ne yazık ki ve
katiyetle ve hakikaten gerektiği şekliyle
mümkün değil. Rabbim bizleri bu manada
kendimize evlatlarımıza ricalimizi ümmeti
Muhammed'i bu isyandan korusun Rabbim
bizlere bu ilimleri öğrenmemize vesile olan
seyyidimizden binlerce kez razı olsun bu
hakikatleri anlayarak yaşayabilenlerden ve
aktarabilenlerden eylesin bizleri hayırları fethi
şenlindei ümmeti muhammede sağlık sıhhat
afiyeti için Allah rızası için.

Meded ya Hazreti Allah Meded ya Hazreti


Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi
Vesselam Meded ya Hazreti Ali Kerem Allah ve
Cehvum Meded ya Gamsaz Hamad Meded ya
Seyyidi Muhammed Ruhi Allahü Bilem
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyidimde ikram edilmiş bu tuhaf
kapısında geleceğin özellikle toplumsal
problemleri hususunda 21 ana başlıkta
İzlediğiniz için teşekkür ederim. Önemli ve
bundan sonra kıyamete kadar ehli imanın ve
dünyanın önemli problemlerinden biri ve onun
çözümleri. Birinci bölümde problemleri arz
etmeyi niyaz ediyorum. İnkar ve inkar
psikolojisi. Ve bu psikolojinin sosyolojik olarak
insan hayatında biyolojik olarak da tıbbenle
meydana getirmiş olduğu etkiler. olduğu
etkiler. Tanımsal fonksiyonu itibariyle baksanız
inkar en başta toplum içerisinde tek düzende
anlaşıldığı şekli bir şeyi reddetmek. İslam ilmi
açısından da bakırsa ilk akla gelen şeytan. Ne
diyoruz? Şeytan inkar etti. İsyan etti. İsyan
edince inkar edenlerden oldu. Nehy edildi.
Cenab-ı Hak kovdu ve uzaklaştırdı. Bir müddet
talep etti ve o müddet dairesinde insanla
mücadele ediyor. Dolayısıyla inkarda da yine
tanımsal bir problemimiz var. O tanımsal
problemi çözümlemeden inkarın meydana
getirdiği problemi doğru anlamamız mümkün
değil. İnkar karşındakini reddiyle mümkün
değil. İnkar, karşındakinin reddiyle mümkün
olmayan duruma denir. Yani, insan karşında ne
varsa karşısında bir düşünce olur. Allah
korusun Rabbi olur. İnkar eder, ateist olur.
Peygamber olur. Bizim için Hz. Muhammed
aleyhissalat Vesselam Efendimiz'dir. İnkar eder.
Peygamberlik diye bir müessessesi yoktur der.
Deist olur. Hz. Peygamber Muhammed
Aleyhisselatü Vesselam değildir. Ben onu inkar
ediyorum. Ben Hz. Musa'ya inanıyorum. Onun
indirdiği kitaba inanıyorum der. Yahudi olur.
Hz. İsa'ya inanıyorum. Hz. Musa'yı da Hz.
Muhammed Aleyhisselatü Vesselam'ı da inkar
ediyorum. İzlediğiniz için teşekkür ederim. ki
problem şu. Karşındakinin reddinin mümkün
olmadığı yani bunu tamamen ortadan
kaldırmak imkanı olmadığı alanı inkar denir.
Bir şey yoksa inkarı olmaz. Ne gibi? Mesela
deseniz ki ben suyun insana faydalı olacağını
inkar ediyorum. Bunu reddediyorum. Bunu
kabul etmiyorum deseniz bütün doktorlar
karşınıza geçer. İnsanlar karşınıza geçer. Hadi
susuz yaşa bakalım yaşayabiliyorsan derler.
İşte tıbbiyenin tabiriyle 3 gün 5 gün idare
edersin. En sonunda susuzluktan ölüm raddine
gelirsin. İnkar edemezsin. Çünkü karşında bir
varlık var ve o varlığın senin vücudunda bir şey
meydana getirdiği kesin ve kat'i. Öyleyse
tanımsal olarak şunu anlamamız lazım.
Karşımızda bir şey varsa onun inkarı vardır.
Yoksa inkarı yoktur. Bu yüzden ateizm
düşüncesi mantıksal olarak bir noktada burada
bir gedik açıyor. Fikriyat anlamında. Sebep
Allah'a özür dilerim yoksa haşa sümme haşa
bizim için var. İnkar etmenin manası yok. Zaten
yok da çık işin içinden. Eğer var diyorsan ben
bunu kabul etmiyorum diyerek devam
edebilirsin. Zaten ateistlerin yaptığı da bu
olmuş oluyor. Allah nasip ederse bu ayın
sonuna doğru ateizmle ilgili kitap elimize
geldiğinde şeydimizin fıtratından daha net
anlamış olacağız. Ama bu inkar sadece ve
sadece Rabbini inkar olarak anılamamak lazım.
Zira insanlar bugün çocuklar, gençler
annelerini, babalarını öğretmenlerini, devleti
bir başka şeyi inkar ederek bunun varlığının bu
şeklini kabul etmiyorum diyerek bir isyana
gidiyorlar. Geçen hafta anlattık. Önce şüphe
var ve isyan var ve bunların temelinde de inkar
var. Ve inkar doğal olarak şüphecilik ve
isyancılığı sürekli besleyemiyor olsun. Ben
böyle yaşamak istemiyorum. Böyle bir kuralı
ve kanunu inkar ediyorum. Reddediyorum.
Böyle bir şey olamaz diyorsunuz. Öyleyse
karşınızda evvelen bizzat anlamanız lazım ki bir
şey var. Varlığı kabul edilmediği için inkarı var.
Bir yerde inkar varsa inkar edilen bir şey vardır.
Ateistler için söylediğimiz bir klasik cümle
bunu çok net özetler. Onlar Allah-u Zülcelal'in
olmadığına değil, böyle bir Allah'ın
olamayacağına inanıyorlar. O Allah-u
Zülcelal'in emrettiği dini yapıya karşılar, ben
niye oruç tutayım, niye namaz kılayım vs. vs.
Oraya girmeden tanımı iyi anlamanız için
söylüyorum. Var olanın karşılığında durmak
var. Peki bu durumda karşımıza bir başka
sonuç çıkar. Öyleyse inkar eden adam
kendisine ait bir karşılıkta bir kurgu
yapmaktadır. Öyle bir kurgu ki bu ben bu
babanın, annenin, devletin ve hatta haşa
sümme haşa Allah'u Zülcelal'nin böyle
olmasını temenni ederdim. Madem ki böyle
olmuyor onu inkar ediyorum diyor. Dolayısıyla
burada inkarcının psikolojik altyapısında şu
var. Benim istediğim gibi bir tanrı değil. Benim
kurguladığım bir anne değil. Benim
kurguladığım bir baba, benim kurguladığım bir
kardeş değil. Veya ortaklık yaptığım bir
adamdan benim kafamda kurguladığım bir
anne değil, benim kurguladığım bir baba,
benim kurguladığım bir kardeş değil veya
ortaklık yaptığım bir adamdan benim kafamda
kurguladığım bir ortaklık değil. Ben bu ortaklığı
reddediyorum. Bu kurguya uymayan durumun
sonucunda eğer çözüm aşamaları
üretilemiyorsa yok saymak geliyor sırada. Önce
belki uğraşıyor adam. Aklında, zihninde,
dilinde konuşabilecek birisi varsa karşısında.
Önce diyor ki gel oturup anlaşalım. Benim
kafamda bu evlilik şöyle kurgulanmıştı. Bu
ortaklık böyle kurgulanmıştı dersin. Ve gider
gider gider gider yok olmuyor. Ben bu
müesseseyi inkar ediyorum. Reddediyorum.
Ben bu işten kopmak istiyorum diyor
dolayısıyla insanlar içerisinde Allah-u Zülcelal'i
reddeden ateistinle inkarcılığa düştüğü zaman
sen bu inkarcılığa düşmenin sebebi nedir diye
incelemeye aldığımızda görüyoruz ki her birisi
Tanrı'yı bizim için Allah-u Zülcelal'dir bizde
Tanrı diye bir kavram yok ama bilimsel
literatürde ne yazık ki Altyazı M.K. halin böyle
bir şey olamayacağını düşünüyorum. Mesela
ateist diyor ki bir örnek. Madem ki Allah vardır.
Yeryüzünde bu kadar açlık, felaket, zulümat,
bu bebeklerin bu çileyi çekmesi nedendir?
Öyleyse sizin Tanrı dediğiniz zalimdir. Zalim bir
şey Tanrı olamaz. Kendi kafasından bir kurgu
yaptı. Dedi ki eğer sen varsan aslında var ama
söylemek istediği şey şu. Sen yeryüzünde
ağlayan bir bebek bırakmaman lazım. Sen
yeryüzünde fakir bir adam bırakmaman lazım.
Yeryüzünde depremler seller olmaması lazım.
Dünyada cenneti arıyor. Dünyayı da cennet
olarak kurgulamış. Yaşadığı yeri kurgulamış.
Ben öyle bir yerde yaşamalıydım. Ben böyle bir
yerde yaşayacaksam senin de Tanrı olarak
bana o imkanı vermen lazım dedi. Öyleyse
inkarcıyı inkarcılığa götüren üç tane patojen
var. Yani futuat bir aşağıya kazıyor. Gencin
inkar etmesine karşılık inkar etti bu ne hali
varsa görsün demiyor. O genç adam bu inkar
silsilesine nerede düştü? Nereden oltaya
takıldı? Onu alıyor eline futuat ve onun
çözümlemesine götürüyor bizi. Futuatta beyan
edilen 3 tane patojen var. İnkar hastalığının
sebebi. 1- Reddiye. 2- Kurgulama. Üç, beklenti.
Neyi reddediyor adam? Diyor ki arkadaş bir
apartmanda yaşadığınızı, bir köyde yaşadığınızı
düşünün. Köyün bir muhtarı var. Köye su henüz
ulaşmamış olsun. İnsanlar dereye gidiyor ve
oradan suyu alıp geliyorlar. Zorlanıyorlar.
Kimisinin taşımak için belli taşıtlar işte ne
bileyim merkeptir, arabadır, traktördür imkanı
var. Kimisinde yok. Elinde merkebi de, traktörü
de, yardım edecek kimsesi de olmayan bir genç
adam dereye her gün gidip bir kova suyu alıp
evine taşıyor. Bir gün yolda gelirken gına
geliyor, burasına geliyor, yeter artık diyor. Ben
böyle yaşamayı reddediyorum. Onun
reddiyesinin sebebi ne? Hayalindeki, yaşam
biçimindeki kurgusu, beklentisi. Ben diğer
köylerde olduğu gibi evinde musluğu açtığımda
suyun akmasını bekliyorum. Benim beklentim
bu. Öyleyse bu beklentimi sağlayacak olan kişi
kim? Muhtar. En başta o devleti tanırken önce
muhtarı tanıyor. Benim için devlet köyde
yaşıyorsa muhtardır. Devlet köyde yaşıyorsa
muhtardır. Öyleyse diyorum benim muhtarım
öyle biri olmalıydı ki benim çeşmeden suyu
akıtabiliyor olmalıydı. Çünkü diğer bütün
köylerde civarımızda var. Ne yaptı adam?
Reddetti. Beklentisi var. Ve artık bir kurgusu
var. İnkar etmekten başka bir çaresi var mı bu
adamın? Ve inkar ediyor. Diyor ki kardeşim
böyle devlet olmaz ben bu devleti inkar
ediyorum. Karşısındaki unsur da bu inkarın bir
sonucu olacak. İsyan hareketine
dönüşebilecek, kavgaya dövüşe dönüşebilecek,
kendi yaşadığı coğrafyanın etkin formasyonu
neyi gerektiriyorsa bir anda patlayacak bir pimi
çekilmiş bomba gibi hareket edecek. Karşı
tarafta gelip diyor ki ona sen yaşadığın
memlekette devletini nasıl inkar eder? Bu
soruyu sormasındaki hata 3 temel sebebin
bilmemesinden kaynaklı. Halbuki karşısındaki
adama geçip şunu sorması lazımdı. Sen neyi
bekliyordun? Nasıl bir devleti kafanda nasıl
kurgulamıştın? Ve neyi reddediyor? Dediğiniz
zaman karşınızdaki size inkar formasyonunun
temeli olan bu üç unsurun cevabını verdiğinde
inkar eden adamın aslında inkar etmediğini,
isyan ettiğini görecek. İsyanın inkardan farkı
şudur. İsyan bir şeyin varlığını kabul edip onu
değiştirmeye yeltenir. Yani ben isyan ediyorum
bu köyde böyle yaşamayı der ayağa kalkar.
İnkar eden köyü terk eder. Ben bu köyde
yaşamayı, bu muhtarın altında oturmayı
reddediyorum, inkar ediyorum, beklentim ve
kurgumun ötesinde de dert çıkar gider.
Dolayısıyla gelecek toplumlarda biz bu
argümanı daha fazla görüyor olacağız. İnkar
edip bulunduğu noktayı tamamen boş bırakan
adam gibi. İnancın da merkezinde bu var,
devlet yönetiminde de var, ekonomik
yönetimde var. Peki bir insanı karşısındaki
varlığı kurgulamaya, reddetmeye ve
beklentiler oluşturmaya götüren temel sebep
nedir? O temel sebep kendisini tanımadığı
için... ...kendini kurgulaması ve kendi adına bir
kurgu oluşturup... ...beklentiye girmesinden
kaynaklanır. Burada insanlar açısından
bakıldığında görülecektir ki... ...her şahsın
kendi benliğinde artık kurguladığı bir hayat
biçimine geldi. Eskiden insanlar yaşadıkları
coğrafyada beraberce elde edebilecekleri
imkanları kurgularlardı. Mesela anne baba
çocuklar otururlardı, beraberce ortak bir hayali
konuşurlardı. Mesela aynı köyden devam
edersek ya bizim köyümüzde de şu çeşmeden
su aksaydı şöyle yemek yapardık, böyle
temizlik yapardık, oğlum sen ne yapardın ben
de bunu yapardım. Bir ortak kurgu vardı. Şimdi
evin içinde her insanın, annenin ayrı babanın
ayrı çocukların ayrı kurguları var. Babanın
kurgusu genel itibariyle bahsediyorum
kutuatın bakış açısıyla insanlar için
söylüyorum. Bir an önce emekli olmak ya da
elime maddi bir artıyı getirmek bununla
beraber bu karmaşayı terk edip kafamı
dinlemeye gitmek. beraber bu karmaşayı terk
edip kafamı dinlemeye gitmek. Annenin
kafadaki genel kurgusu ne? Ya ben çolukla
çocukla bu adamla uğraşmaktan bıktım. Bir an
önce bunlar büyüsünler. Bir an önce
kendilerine gelsinler. Bir an önce harekete
geçsinler ve ben de bunların derdinden
kurtulayım. Ben de kendi keyfimle bir şey
yapmaya başlıyorum. Çocuğun kurgusu ne?
Annemi babamı çok seviyorum ama ben de bir
an önce hayat altındaydım. Herkesin kendine
ait ayrı bir kurgusu var. Herkes o kurgunun
başında kendi beklentisiyle kendisini
tanımadığı için bir reddiyenin içerisinde. Sebep
yine iman hakikatine geliyor ki Müslüman
adamın kendisini düşünmeye gelen vakti işin
belki de sonundadır. Hakikatte insanın kendini
düşünmesi bu manada doğru olmayıp Allah
Resulü'nün hayat boyunca bizlere cemaat
anlayışını, birliktelik meselesini, aile
kavramının üstünlüğünü ve niteliğini sürekli
veriyor olması bundandır. Evlerinize gittiğiniz
zaman eşinizi ve çocuklarınızı kontrol edin.
Onlara hayallerini sorun. Eğer onların hayalleri
içinde siz yoksanız, sizin hayallerinizin içinde o
yoksa siz aile içinde bir inkar problemini
yaşıyorsunuz. Devleti yöneten adamlara gidin
sorun. Her partinin, her düşüncenin, her
siyasal oluşumun hayalleri ortak idealler için
değil, kendi menfaatleri uğrunda bir dönüşüm
ilkesine dönüşmüşse orada herkesin birbirini
inkar etmesinden ve en sonunda da bu yapının
parçalanmasından başka bir şey beklenemez.
İnkar sadece Rabbini ve Peygamberini
reddedip de İslam dininden çıkmak manasında
değildir. İnkar etmek en başta insanın kendi
beklentilerini sadece kendi üzerinde
kurgulaması, bu kurguyla diğer unsurların
reddine hazır hale gelmesidir ki bunun Türkçe
karşılığı en net bir biçimde menfaatperestlik.
İnsanların sadece kendi menfaatlerini
düşünerek oluşturdukları ve oturdukları o
mekan dolayısıyla sonuç toplumsal bir inkar
sonucu yaşatmaktadır. Bugün biz toplum
olarak inkarcı bir toplum olmaya doğru
gidiyoruz. Sakın yanlış anlamayın,
Müslümanlar da bu inkarın bir tarafından
tutmaktalar. Çünkü onlar da kendi menfaat ve
beklentileri üzerine bir kurguları var. Benim
mahallemde, benim ülkemde benim insanımın
derdi değil, benim derdim. Benim ailemdeki
insanların hakikati imaniyeyle buluşup
buluşmaması değil, benim yaşıyor olmam.
Herkesin kendi adına bir hayatının olduğunu
belirlenmez. Bunu psikologlar ve pedagoglar
da inanılmaz derecede pompaladılar ve dediler
ki herkesin kendine ait bir hayatı vardır.
Müslümanın kendine ait bir hayatı yoktur.
Müslümanın bir hayatı vardır o da başkaları
adınıdır. Eğer siz kendi hayatınızı kendi adınıza
kurgulamaya kalkıyorsanız sizin de etrafınıza
kendi hayatını kendi adına kurgulayanlar
gelecektir. Menfaatleriniz örtüştüğü müddet
boyunca kısmi bir nisbi bir mutluluk
yaşayabilirsiniz ama elbet bir gün menfaatlerin
çatıştığı yerde piller çimenler üzerinde tepişir
ve mutlaka olan alttakine olur. İşte orada doğal
seleksiyon diyerek biyolojik evrimde
anlattıkları gibi işte zayıf olan orada yenilir.
Ama menfaatin değil, önce karşındakinin
hayatının düşünüldüğü yerde, reddedeceğin,
beklentilerinin ve kurgularının, toplumsal
çıkarımlar ve ehli imanın üstünlüğüne olduğu
yerde, bu hakikat dairesini anlayabilir, o zaman
bir ve beraber olmanın ne demek olduğunu
kavrayabilir. Bu insanların kendini
tanımamasındandır. Çünkü insanlar sürekli
kendilerinin gideceği yeri hayal ediyorlar.
Kimse şu an nerede ve hangi pozisyonda
olduğunu hayal etmiyor. Herkes zengin olsa
hangi evde otururum? Param olsa hangi
arabaya binerim? Biraz bilgi sahibi olsam hangi
kitabı yazarım? Bak hep geleceğe dair bir kurgu
var. Oysa ki İslam diyor ki akşam yatağa
yatmadan evvel de sabah kalktığın ilk anda
ben şu halimle bir bedbahtım. İçimde bir nefis
taşıyorum ki o bedbahttır. bir bedbahtım.
İçimde bir nefis taşıyorum ki o bedbahttır.
Etrafımda bir şeytan var ki o haindir,
inkarcadır, isyana sürüklemektedir. Yaşadığın
toplumun içerisindeki artık mesele isyana
sürükleyen değil, küfre dalalet eden, dalalet
yuvası haline gelmiştir. O halde benim inkar
mekanizmalarından kurtulmam için ne
gerekmelidir ben ne hale dönmeliyim insan
önce kendini düşünecek. Bu hal insanlarda üç
tane başka problemi doğurdu. İnkar deyip
geçme. Bugün herkes hayal dünyasındayız.
Herkes. Hani Nasreddin hocanın bir fıkrası var.
Her fıkrasında hikmetlerden olduğu gibi. Hani
adamın biri birinden borç almış da o borcu ne
zaman ödeyeceksin demiş. İşte demiş benim
şu koyun bununla çiftleşir. Bundan iki çıkar,
ikiden on beş olur. Ondan sonra demiş bahar
gelir. Bunlar tarlaya çıkar, koşar gelir, yünlere
eğiliriz. İpleri çıkarız, öyle yapar, böyle yapar,
satar öderiz. Adam demiş iyi o zaman.
Ödeyecek yani. Halbuki baştan sona hayal.
Koyun yok, tarla yok, bağ yok, bahçe yok,
hiçbir şey yok. Hayal dünyasında yaşamasının
temel sebebi ne? Kurgularla ve beklentilerle
yaşıyorsunuz gerçeklerle değil. Gerçekse bizim
şu anda yaşadığımız şey. Ben bir saat sonra ne
olacağını bilmeyen adamım bu yüzden
yaratıldım. Bir saat sonra olacaklar için benim
şu anki pozisyonum kıymetli. Ben şu anda ne
yapıyorum? Ancak bugün gençlerin başını
yastığa koyup da hayal ettikleri pek çok tuhaf
şeyin yanında en çok da şu var. Ben hangi
üniversiteyi okursam kimin önünde hangi
pozisyona varırım? Ne kadar para sahibi
olabilirim? Ne kadar imkan sahibi olabilirim?
Dolayısıyla bu çocuk ne yapmak zorunda?
İnkarın birinci aşamasını geçti. İnkar etmesi
artık kolay. Hayaller insanlar için düşünce
boyutuna geçip niyetlerle buluşup bir şeyi
yapma planı uğrunda çaba sarf etmeye
dönüşmedikçe ve hayal boyutunda kaldıkça
orada inkar eden çok. Hani şöyle bir mesele
var. Bu dervişan için çok önemli ve kıymetli bir
kıssadır. Hazreti Pir Abdülkadir Geylani
Hazretleri bir gün o tencerede yemek pişiren
mutfakçının önünden geçer. Seyidim
anlatmıştır detaylı ben kısaca beyan edeyim
anlaşılsın diye mesele. Bir yandan yemeği
karıştıran adam o anda kafasında şu vardır.
Ben bu kadar hizmeti yapar en sonunda
şeyhimin izniyle büyük bir evliya olurum diye
bir hayalde. İşinde değil hayalinde. Hz. Pir
görür adamın hayal dünyasında olduğunu ve
ona bir film yapar. Bir anda adamın böyle bir
gözü kararır, abi bakar. Bir yere düşmüş, evliya
olmuş, evlenmiş, çocukları olmuş. Böyle
yıllarca yaşar o hayali. Gözünü açıp kapaması 3
saniye süren rüyalar gibi düşünebilirsiniz.
Anlamanız için söylüyorum. Ve adam en
sonunda inkar edecek bir pozisyona düşer. Bir
anda uyanıverir. Şeyhinle göz göze gelir.
Estağfurullah el azimle. Çünkü hakikat hayal
dünyasıdır. İslam hayale değil, düşünceye
değer verir. Avrupa'nın felsefesi, Hristiyanlık ve
Yahudilik, ruhu doyuramadığı, nefse
tanıyamadığı, şeytanı doğru yere, Rabbine
olması gerektiği mekanizmayla kavrayamadığı
için, düşüncelerini hayalleriyle buluşturmuş.
Hayallerimiz bizi ayakta tutuyor demektir.
Hayaller bizi ayakta tutmuyor. Düşünceler bizi
ayakta tutuyor. Ama düşüncenin içinde gerekir
bir kağıt lazım. Kağıt lazım, kalem lazım. Sana
bilgi lazım. Ha o zaman otur düşün ya ben bu
bilgi, bu kağıt, bu kalemle ne yazabilirim
kardeşim? Örnek. Ama senin kağıt yok, kalem
yok, bilgi yok. Hatta geçtim onları. Okuman da
yazman da yok. Yaslanmışsın sırtını bir
gölgelikle diyorsun ki ya ben bir kitap yazsam
ne biçim okunur biliyor musun? Adam okuma
yazma bilmiyor ama. Bunun adı hayal.
Düşünce ne? Okuma yazması var, ömrünü bu
çileyle tüketmiş, dirseklerini çürütmüş, kalem
var, kağıt var. Birisi ya Allah yürü bakalım
demesini bekleyen adamınki düşüncedir.
Dolayısıyla inkara götüren temel prensip ve
inkarcılık mekanizmasının temelinde hayal var.
İkinci mesele, herkes sadece kendi kurgusu için
çalışıyor. Tamam, herkes kendi hayatını
kurtarma peşinde, anne ve babalar da hep
şunu söylüyorlar. Evladım git kendini kurtar.
Filmlerin repliği, evlerin hiç bitmez tükenmez
cümlesi. Evladım oku kendini kurtar. Ya
evladım oku vatanı kurtar. Oku İslam'dan
çıkmış kardeşlerini kurtar. Oku fakir fukarayı
düştüğü dertten kurtar. Oku hastalara şifa
olacak doktorlardan ol. Hastalara
hastalıklarına kurtulmasından vesile ol. Onun
mücadelesinde ol. Bir başkası adına kurguların
olsun. Bakın yeryüzünün en büyük
ibadetlerinden birini söyleyeyim size. İnsan
oturdu. Karşısında bir kardeşini gördü.
Kardeşinin de bir derdi olduğunun farkına
vardı. Kardeşi dedi ki ya ben şöyle şöyle bir
maddi sıkıntı var. Şunu atlatmam lazım. Senin
de paran yok. Oturdu sadece 3 saniye bak. 3
saniye. Şöyle elini koyup halisane aklından
dese ki ama hakikaten mi ehlasla ya benim
şurada şu olaydı ya da ben bugün bir iş
yapıyorum. Oradan şu gelseydi de bunun bu
derdini çözeydik. Senin otuz senelik gecelik
ibadetine bedeldir o üç saniye. Çünkü sen
karşındaki adamın kurgusu peşindesin. Ya
kendi kurguların diyorsan eğer oradan sadece
illet var. Sebep? Senin kurgun Rabbin elinde
kardeş. Seninki Rabbin elinde. Ha onunki de
Rabbin elinde. Ancak Rabbimiz bir başkası
adına bir şeyler yapma peşinde olanın
destekçisidir. Kendi adına çalışanın değil. Bu
memleket kendi adına çalışanlar sayısını
arttıkça ve arttırmaya yönelik eğitim,
formasyon, yapısal süreci devam ettirdikçe
inkar sürecini kapatamayacağız. İnkar başta da
söylediğim gibi sadece ve sadece Rabbini inkar
etmek değildir. İnsanlar devletleri neden inkar
ederler? Hayalleri vardır. Neden inkar ederler?
Kurguları vardır. Ben niye bir Avrupalı gibi
yaşayamıyorum? Ben niye bir Amerikalı gibi
rahat edemiyorum? Oradaki adamlar çok
rahatmış. Filmlerden öyle görüyorum. İnkar
ediyorum diyecekler. Çünkü başkaları adına bir
kurguları yok. Üçüncü mesele. Şöyle ifade
edeyim size. Sahabe-i ikramın siz, biz, hepimiz
kime örnek almaya çalışıyoruz? Resul-i Kibriya
aleyhissalatü vesselam'a. Kime bakarak?
Ashab-ı ikram'a bakarak. Ashab-ı ikram'ın gece
uykusunu kaçıran üç şey vardı. Üç şey, dört
değil. Bir, ya teheccüttedir uykusundan
vazgeçmiş. İki, yahut fakirdir, açtır, yiyeceği
yoktur açlığı onu uykusundan uyandırmıştır.
Üç, bir kardeşinin derdini kafaya taktır.
Dördüncüsü yoktur sadece. Özellikle o
büyüklerinde. Sizin onlara büyük dememizin,
bizim onların şefaatine nail olabilme
talebimizin sebebi burada yatıyor. Onlar
kendileri için yaşamadık. ve burada yatıyor.
Onlar kendileri için yaşamadı. Sense hem
kendini yaşayacaksın, hem kendini
kurgulayacaksın, hem kendini hayal edeceksin,
sonra bu ülkeden bir şey kendinden bir baltaya
sap bekleyecek. Mümkün değil. Çünkü kendini
tanımıyor. Belki senden balta değil, ancak bir
kürek olacak. Belki kazma. Belki bambaşka bir
şey çıkacak senden. Sen bilmiyorsun seni.
Üçüncü mesele doğal olarak beklentiler için bir
ömür sarf ediliyor. Bak bugün insanlara
soruyorsun. Niye çalışıyorsun kardeş? Çıkalım
soralım yüz kişiye. Neden çalışıyorsunuz? El
cevap eve ekmek götüreceğim. Peki neden
çalışıyorsun? Daha iyi bir araba için, daha iyi
bir yaşam şartı için, daha iyi, daha iyi, daha iyi.
Çalışıyorum çünkü insanlara faydalı olmak
istiyorum diyen %5'ten fazlasını bulamaz.
dolayısıyla insan hayatında beklentiler kendisi
adına olduğu için inkar gayet normaldi nihayet
ne yazık ki problemin sonunda geleceğe bir not
düşeceğiz sonra ikinci bölüm bir ara verip
çözülmeye geçeceğiz nasıl kurtulacağız bu
inkar iletiminden eğer böyle gitmeye devam
edersek bizler reddiye kurgu ve beklentiler
üzerine, hayal dünyasında yaşayıp, sadece
kendi kurguları üzerinde yaşadıkça,
beklentilerimiz, kendi sarf beklentilerimiz
içerisinde, bir ömür sarf ettikçe, bir toplumsal
ateizm gelişecek. Bu ne demek biliyor musun?
İnsanlar La İlahe İllallah, Muhammedur
Resulullah deseler de Rabbinin ona rızık
verdiğine inanmayacaklar ki bugünkü halimiz
o. Müslümanların bugün yarıdan fazlası rızkın
Rabbinden olduğunu bilmiyor. Bilmiyor. Bak bu
gizli bir inkar, gizli şirk gibi. İnsanların pek çoğu
kaderin onların hayatlarındaki kudret eli
olduğunu bilmiyor. Dolayısıyla toplumsal bir
ateizme gidiyoruz. Bu kadar çoğu mealcinin,
hani bunlar Fransa'dan paralı asker geldiler
çalışıyorlar. Neden çevrelerinde böyle bir geniş
bir kitle oluşturmayı başardılar? Çünkü kitlenin
hayali var. Kitlenin beklentisi var. Kitlenin
kurgusu var. Hepsi dünyaydı. Ahiret için değil.
İkinci büyük mesele böyle giderse bireysel
menfaatler her şeyin üzerinde olacak ve hiç
kimse kimseyi doyuramayacak. Birisi diyorsa ki
ya ben evlendim abi hanımı doyuramıyorum
ya. Ya çocuk biraz büyüdü çocuğu
doyuramıyorum. Ya benim bir ortak var
veriyorum veriyorum doyuramıyorum. Benim
bir talebem var ne kadar iyilik yapsam
yaranamıyorum. Bu cümlelerin bin tanesini yaz
yan yana topluğa tek bir sebebi var. Toplum
olarak inkarcı bir toplum haline geldi. Bu
inkarın spesifik göstergesidir. Tatmin
edemezsiniz. Kalpler ancak Rabbini
zikretmekle tatmin olunurum bir başka
tefsiridir. Rabbini tanımayan kalp kendini
reddettiği için Rabbini reddeder. Onu da ifşa
edemez. Bu sonuçları etrafında göstermeye
mecbur kalır. Bugün insanların öyle bir kısmı
var ki etrafa çıkıp ben ateistim demekten
çekiniyorlar. Halbuki adam ateist. Halbuki
ateist. Söylemeye çekiniyor. Ya diyor milletin
tepkisini çekmeye ne gerek var? La ilahe
illallah Muhammed ben de Müslümanım
elhamdülillah. Halbuki adam ateist. Sebep
bakıyor. Kendi menfaatleri kendi kurgusu
doğan nitelikler diyor ki böyle bir şey
olmaması daha mantıklı. Üçüncü mesele.
Böyle giderse bakın inkarın tıbbi sonucu.
Alzheimer ve demans yani bunama artacak. Siz
sadece yiyecek içeceklere bağlamayın
Alzheimer ve demans dediğimiz bunamayı.
Bunamanın temel sebeplerinden birisi de
dünya menfaatlerinin karşılık bulmamasıdır.
Bugün özellikle akciğer kanseri geçiren
insanları çağırın yanınıza. Ya büyük bir para
batırmıştır. Ya oğlunu çok büyük bir yerde
olmasına hedeflemiştir. Oğlu pazarcı olmuştur.
Oğlunu çok büyük bir yerde olmasına
hedeflemiştir. Oğlu pazarcı olmuştur. Hep
dünyaya ait müthiş bir kafasına kazıdığı,
ömrünü harcadığı ya çoluğunda ya çocuğunda
ya eşinde bir beklentisi vardır. Olmayınca o
bunamayı yapar. Bunamadan bizatı da aksiyel
problemi yapar. Böyle giderse inkar
patolojisinin sosyolojik karşılığı. Çocuk doğumu
azalacak. Çünkü herkes aşağı yukarı aynı şeyi
söylemeye başladı. Bir çocuk yeter. Sebep ne?
Sebep anne ve babanın çocuk üzerindeki
kurgusu. Ne diyor herkes? Ben bir çocuğu çok
iyi bir okulda, çok iyi bir üniversitede, çok iyi
bir adam olarak yetiştirip, vatanına, milletine
diye de araya katıştırarak, çok iyi bir adam
olması için yetiştiriyorum, elimdeki para anca
bire yeter. Ben senin rızkı nasıl yarattığını
bilmiyorum. Kudret sahibi olduğundan
habersizim. Eğer benden doğacak diğer 2-3
tane daha çocuk varsa al onu benden diyorsun
Rabbim de alıyor senden. O çocuklar bir
şekilde doğacak başka anneden başka
babadan. Rabbul Alemin Kerim olandır. Çoluğu
çocuğu olmayanı ikram edecek. Halbuki sen
bilseydin bunları. Tek çocuk meselesi değil.
Eğer imkanı olsa onu da istemeyin. Şimdi onu
görmeye başlayacak. Çocuk olmasını
istemeyen insan tipi. Çünkü diyor adam benim
bir kariyerim var. Eşimin de bir kariyeri var.
Kariyerimiz var. Şimdi çocuk düşünmüyor. Bu
ne? İnkarın ta kendisi değil mi bu? İnkarın ta
kendisi. İnkar patolojisinin bütün toplumda
sarıp sarmalı da o kadar fazla alan var ki
ekonomisinde, psikolojisinde her yerinde ve
her an. Ama yine futahat bize bu yelpazeyi
açıyor ki inkar sadece Rabbini peygamberini
Allah korusun ve haşa inkar etmek değildir.
İnsanın annesini, babasını, çevresini, devletini
olması gerektiği yerde kendisine feda edecek
düzenini reddetmesi bundan
kaynaklanmaktadır. Bakın size son bir örnek
vererek şöyle ifade edeyim. Bugün Suriye'de
ya da bir başka yerde devletimiz mecbur
kalıyor veya öyle gerektiriyor. Bir yere
operasyona gidiyor. Ülkenin bir kısmı hayır
diyor. Orada ne işimiz var? Orada ne işimiz var
diyen adamların yüzde sekseni hani yüzde
yirmi belki olaya sosyolojik, siyaseten, ilmen,
diplomatik bir yerden bakan çözümleme sahibi
olabilir. Bizim toplum ölmekten ve
savaşmaktan artık korkuyor. Hani savaşçı Türk
milleti ya unutun onu. Bu toplumun şu anda
%60'ı savaştan ve ölümden korkuyor. Savaş da
gelecekte ölümden. Tirti titriyor adam.
Korkular içerisinde. Sebep? İman akidesinin
inkar gidişi sadece ağzınızla söylemeniz değil.
Çünkü iman vücutta bir bütündür. Vücudun,
benliğin anlamıdır. Dolayısıyla bunu devlet
nizamnamesinde bir kez daha düşünmek
lazımdır. Eğer böyle çocuk yetiştirmeye devam
ederseniz nihayetinde bir gün biz savaştan
kaçıyoruz diyen bir Türk toplumu görürseniz
içinde Kürdü ile Arabı ile ne yazık ki hiç de
şaşırmayın deriz. Kısa bir ara çözümlemeleri
anlatayım.
İsyanın, inkarın ne olduğunu ve tanımsal
yapısını anladık. Peki buna karşılık çözümümüz
ne olacak? süreçleri ve inkara dair olan bütün
problemlerimizi ortadan kaldıracağımız şey
ne? O problemin kendi içerisindeki ele alınış
biçimiyle sorularımıza cevap verdikçe
anlaşılabilir Allah'ın izniyle. Seyyidimize ikram
edilmiş duat kapısında. Dedik ki insanlar inkar
ediyorlar çünkü beklentileri var. insanlar inkar
ediyorlar çünkü beklentileri var. İnsanların
beklentiler karşısında bu beklentilerinin olur
olmazlığını yahut bu beklentilerinin gelir
geçerliğinin varlığını ve dahi kendilerinin
beklentiler karşısında yapabileceklerinin kısıtlı
ve dar imkanlarla hasıl olduğunu anlamak için
ve onlara anlatabilmek için onların imtihan
olgusunun gelişmesi gerekiyor. İmtihanın ne
olduğunu. İnsan gün içerisinde beklentiye
girer. Bu beklentiler maddi, manevi olabilir.
Kendisini inkara götürecek olan bir temel, bir
pürüz olarak ortaya çıkar. Bunun ortadan
kalkması için temelde imtihanın ne olduğunu
bilmesi lazım. Ve bunun ne için karşısına
çıktığının farkında olması lazımdır. Bizler
beklentilerimiz meydana gelmediğinde bir
anda çöküntüye giriyoruz. Gençlerimiz özellikle
bir anda psikolojik olarak boşluğa düştüklerini
ifade ediyorlar. Morallerinin bozulduğunu
söylüyorlar. Çünkü gençlerimiz imtihanın ne ve
ne için olduğunu unuturumda. İmtihanlar
yeryüzünde bizim aynı zamanda bizi geliştiren
değil, bizim imanımızın kuvvetlenebilmesi için
bir imkandır. Bu imkanlar sadece maddi değil,
aynı zamanda mananevidir. Ama insan öyledir
ki özellikle imtihanların maddi olanlarına kafa
yorar. Allah Azze ve Celle Bakara suresinde
buyurduğu gibi malla, canla ve bir başka ayet-i
kerimede ifade ettiği gibi evlatlarla
kısıtlandırılarak kalma imtihanı, Rabbiyle
herden olamama imtihanı, nefsinin varlığı ve o
varlık karşısındaki durmanın imtihanı.
Dolayısıyla burada işin bir de hikmet boyutu
peyda oluyor. İnsan odur ki mal, can ve evlatlar
hususunda kendine meydana getirilen
imtihanları kafa yoruyor ve bunlara dair
üzülüyorsa henüz onun dünya hayatından
geçmediği anlaşılır. Dünya hayatına bağlılığı
anlaşılır. Elbette ki bunlar insanı üzer ama
insanın hayatını mahfu perişan eylemez.
Öyleyse beklentilere hasıl olmadığında
darmadağın olan bir psikolojik yapıya sahip
olan insanda inkar tohum mesafesinde de olsa
var demek. Bunun için her dem imtihanına
yeryüzünde insanların her birisi zaten
kendilerini yaratıcı olarak ortaya koyacaklar.
Veya kendilerini bitmek tükenmez varlık
aleminde tek ve yeknesak varlık olarak kabul
edecekler. Oysa ki her bir imtihan bizim
çaresizliğimizi, bizim yetmezliğimizi ve
yetersizliğimizi bize öğretmektedir. İnsan kendi
yetersizliğini öğrenemediği ve öğrenmemeye
direnmesi onun inkarındandır. İnsanları inkar
süreçlerine götüren önemli meselelere
bakarsanız her birisinin temelinde bu inkarın
onun arkasında da beklentiler olduğunu
görürsünüz. Örnek vermek gerekirse
soruyorsunuz neden Rabbini inkar ettin?
Benim diyor bir kardeşim vardı bebekken öldü.
Eğer Tanrı Allah Azze ve Celle bizim için
Rahman ve Rahim ise buna nasıl izin verdi? O
adamın beklentisi ne? O çocukla beraber bir
ömür geçeceğinin duygusu. Halbuki bir,
insanların hayatlarının belli bir kıstasları ve
sonları vardır. Ve dahi iki, bir imtihan varlığı
vardır. Ve imtihanlar birbirleriyle kıyas
edilemez. Her imtihan kendi içerisinde her
insanı özel olarak takdir edilmiştir ve her
insanın kaldırma kapasitesindedir. Gençler
şunu unutmayın. Ayet-i kerime ile sabittir ki
Rabbimiz hiç kimseye taşıyamayacağı yük
yüklemiyor. Başınıza gelen en ağır olayda dahi
biliniz ki bu sizin kaldırabileceğiniz bir şeydir.
Ancak kaldıraç nefis değildir. Kaldıraç ruhtur.
Nefsinizle kaldırmaya çalışmayın altında
kalırsınız ve cümleniz doğal olarak ben bu
durumu kaldıramıyorum olur. Neden böyle
söylüyorlar? Çünkü nefisleriyle kaldırmaya
çalışıyorlar. Halbuki hakikati imaniyede,
hakikati ruhaniye ile baksalar, onların
ruhlarına takdir edilmiş bu imtihanın,
beklentilerinden vazgeçmesi için gerekli bir
sürecin telkini üzerine Rabbi tarafından ikram
edildiğini fark etse, dini üzerine Rabbi
tarafından ikram edildiğini fark etse bu olgu
onu beklentiler karşısında imtihanın
gerçekliğine götürür. Bugün insanlar arasında,
gençler arasında imtihan beklentisi, imtihanın
varlığı reddedildiği ve dahi en çok da
bilinmediği için beklentiler yerine
getirilmediğinde inkar kaçınılmaz bir son
olarak karşımıza geliyor. Bugün insanların
beklentiler düzeyinden kurtulabilmesi için
imtihanın varlığını kabul gerekir. İmtihanın
varlığının olgusu insanda mutluluk kapısını
arar. Neden mutsuz insanlar? Çünkü imtihanın
var olduğunu kabul etmiyorlar. Bu da mı benim
başıma gelecekti? Sen hele dur. Ölene kadar
bundan daha beterleri de olacak. Hiçbir zaman
kendinizi bir hayal dünyasına kaptırıp yarının
daha iyi olacağına dair bir düşünceye girmeyin.
Bu hayalperest adamın hali. Yarın daha kötü
olabilir. Ben iyiysem kötü benim karşımda yok
hükmündedir. Benim iyiliğimse nefsimle
mümkün değil ancak ve katiyetle. Yeter ve
gerekli koşul ruhumun Rabbi ile olan
iletişimindendir. Kurgu karşısında gerçeğin var
olduğunu insanlara hatırlatmamız lazım.
Hayatın gerçeği karşısında insanlar
kurgulanmış bir hayat prensibini arzu ediyorlar
ki bugün bu sosyal mecrada bu kurgunun
varlığına destek olmaktadır. Herkes hem sosyal
mecrada hem çevresinde gördükleriyle, ben
niye öyle yaşayamıyorum, bende neden bu
yok, karşıdakine oldu da bana niye olmadı diye
bir düşünceye girmiştir. Çünkü gerçeğin kimse
farkında değil. diye bir düşünceye girmiştir.
Çünkü gerçeğin kimse farkında değil.
Hakikatten bakılsa görülecektir ki herkesin
gerçeği kendisine ikram edilmiş ve ruhunun
gelişmesi için bir imkan dairesindedir. Sizler
imkansızlıkları imkan olarak gördüğünüz gün
Rabbinizi tanımaya başlayacaksınız. Rabbinizi
tanımıyorsunuz çünkü onun verdiklerini
imkansızlıklar olarak görüyorsunuz. Halbuki
onun verdiği her şeyde bir imkan var ve her
imkan daha çok kazanmak için değil, daha çok
Rabbine koşmak için bir imkandır. O
imkanların geliştirilmesi gerçeğin varlığını
kabul ile mümkündür. Geçmiş tarihlerde büyük
ulemayı Ehli Beyt'e hapishanelere attıkları
zaman onların hapse girdiklerinde cümlesi şu
değildi. Bak ben buradan bir çıkayım sana ne
yapacağımı biliyorum demediler. Bizi buraya
attınız sizler adil değilsiniz. Şu değildi. Bak ben
buradan bir çıkayım sana ne yapacağımı
biliyorum demediler. Bizi buraya attınız. Sizler
adil değilsiniz. Dedikleri cümleler milleti
uyarmak içindi. Hakikatte değildi. Ama onların
bir kısmı vardı ki şu cümleyi kuruyorlardı.
Rabbimle baş başa kalmak için Rabbimin bir
imkanı. Siz dünya hayatının hapis olduğunu
görmediğiniz için hapishanelerden korkuyoruz.
Sizler ölümün ne olduğunu ve ne kadar güzel
bir şey olmadığını bilmediğiniz için ölümden
korkuyoruz. Sizler şehitlerin hakikaten
Rabbimiz katından rızıklandırılıp ölmediğine
iman etmediğiniz için savaştan korkuyorsunuz.
Bombadan korkuyorsunuz. Bir yerlerde
gezmekten korkuyorsunuz. Bir yerlerde Allah
korusun. Rabbim vatanımızı ve bütün İslam
topraklarını korusun. Bir yerde bomba patlıyor.
İki ay bütün piyasa duruyor. Ya niye durdu bu
piyasa? Abi bomba patladı ya herkes korkuyor.
Herkes ölmekten korkuyor. Herkes yaşamayı
çok seviyor. Çünkü bu yaşamı bir kurgular
dünyasına büründürmüş kurgusunun peşinde.
Ama bir gerçek var ki gerçeği kaçırıyor. Gerçeği
kaçırdığı için herkes elindekini en iyisi biliyor.
Mesela enteresan bir gerçeği söyleyeyim size.
Yurt dışına gidersiniz. Adam size bir ürün
satacaktır. Ürünü gösterip size ürünü anlatır.
Siz beğenirsiniz, alırsınız. Eksik görürsünüz,
almazsınız. Türkiye'de pazarlamacılar do
anlatır. Siz beğenirsiniz, alırsınız. Eksik
görürsünüz, almazsınız. Türkiye'de
pazarlamacılar dolaşır. Abi sen bu malın böyle
olduğuna bakma. Bak şimdi fabrikada bunun
yenisini yapılıyor. Abi sen şimdi bunun fiyatına
böyle bakma, düşüreceğiz. Sen şimdi bunun
kırıldığına bakma, kırmazlığına da yapılacağız.
Yani bir bak sen millet herkes birbirine bir
kurgu anlatıyor. Yani sadece siyasetçisi değil.
A'dan Z'ye herkes birbirine hayal satma
peşinde. Çünkü herkes bir hayali yaşıyor.
Gerçeğin kimse farkında olmadığı için gerçek
kaçıp gidiyor. Gerçeğin ve yetinmezliğin
farkında olursa o zaman gerçek anlaşılacak. Ve
o gerçeğin ne olduğu anlaşılacak. O zaman
yapılacak şeyden bir şey olması mümkün. Ama
bu halde mümkün değil. Unutmayınız. Ehli
İslam'ı Rabbim yola getirmek için dünya
hayatını onlara zor koşullar altında vereceğine
zaten ahdetmiş olandır. Sense bu dünyada
kafirin yaşadığı hayatı istiyor. Bu demek
değildir ki Müslümanlar ezilsin, fakir kalsın,
imkanlardan yoksun kalsın. Hayır, ne zaman ki
sen Rabbinin karşısında dünya menfaatinin
seni bozmayacağı bir alana gelirsin. O zaman
varlık alemi seni yormaz. Varlık gözünde
olmaz. Varlık umrunda olmaz. Daha önce
futuatlarda beyan ettiğimiz bir hakikat var.
Bugün bu topraklarda birçok fakire her
birisinin evine birer milyon lira para bıraksanız
sabahleyin dininden vazgeçecek çok adam var.
Bu bize şimdi garip geliyor gibi olabilir ama
şöyle bir gerçeği hatırlatırım size. Kaç beş
vakitli çocuk bugün iyi bir şirkette çalıştığı için
namazından vazgeçti görmediniz mi
çevrenizde? Onlarcası. Kaç esnaf cuma
saatinde dükkanını kapatabiliyor? Her şey
ortada. Tabiri caizse manlı idamda derler ya da
eskiler. Aynen öyle. Bu gerçekliği unuttuğunuz
için, bu gerçekliğin farkında olmadığınız için
kurgular dünyasında, hayaller dünyasında. Şu
an yeryüzünde en hayalperest ülkede
yaşıyoruz. Mutaata göre söylüyorum. Türkiye
Cumhuriyeti dünyada hayalperestlikte şu anda
bir numara. Çünkü gerçekleri yok etti.
Gerçeklerden çok uzak. Adamla oturuyorsun
bana Osmanlı'yı anlatıyor. Ötekisi dedesini
anlatıyor. Ötekisi dedesini anlatıyor. Ötekisi
ninesini anlatıyor. Kimse kendisinin farkında
değil. Herkes geçmişinin meyvelerini yeme
peşinde. Halbuki çoktan çürüyüp gittiler.
Herkes kendisinde var olduğunu zannettiği
şeylerin peşinde. Hayal dünyası. Dünyada kişi
başına şans oyunları sıralamasında önemli bir
sıradayız. Hani kişi başına kazanç bölü şans
oyunlarında ilk ona giriyoruz. Sebep herkesin
bir hayali var. Nereden kazandığı önemli değil.
Herkesin bir hayali var. Hayal peles bir ülkede
yaşıyoruz. Dolayısıyla bugün gerçekle
karşılaşmanın günü. Biz neyiz, ne olmak
istiyoruz? Ne için buradayız, nereye varmak
istiyoruz? İnsanlar bu sorunları kendilerine
sormaktan çok çekiniyorlar. Çünkü sorsalar
görecekler ki yaptığı işlerin neredeyse yüzde
altmışı boş. Anlayacak ki ben yanlış bir şey
yapıyorum ya. Yani ben dünyanın gelip geçeri
olduğunu bilsem bilmiyormuşum. Ben her
şeyin bir imtihan olduğu farkına varsam
farkında değilmişim. Hayalperest olduğumu
bilsem bilmiyormuşum. Ya bunları yapmaya
değmezmiş ki. Bir pazara gidip limon
satsaymışım. En azından bir gerçekle
uğraşırmışım. Ben bunları yapmaya değmezmiş
ki. Bir pazara gidebilirim. O satsaymışım. En
azından bir gerçekle uğraşırmışım. Ben bir
hayalperestmişim. Ve üçüncü madde.
Reddiyenin karşısında benliğin tanımını ve
benliğin ne olduğunu iyi anlatmamız gerekiyor.
İslam dünyasında ben kelimesi yok. Benlikle
oluşturabilecek her türlü şeyin bir zehir olduğu
Allah Resulü ve ondan önce gelmiş olan bütün
Peygamber aleyhisselamlar tarafından ve
Resulü Kibriya aleyhisselatü vesselam
tarafından açık bir şekilde ifade edilmiştir. Her
zaman için karşımızdaki adam vardır.
Karşımızdaki Müslümanın hali vardır. O
Müslümanın derdi vardır. Bunlar olmayınca siz
reddiyi çözemezsiniz. Mesela çocuk geliyor
karşına sürekli olarak bir şeyleri reddeder
pozisyonda. Babasından reddediyor, babasının
öyle olmasını reddediyor. Annesinin, okulunun
her şeyin böyle bir reddiyesi. Ve ondan sonra
diyorsun ki ya sen bunları reddediyorsun ama
bak annen şöyle iyidir, baban şöyle iyidir.
Bırakın. Yanlış bir yerden gidiyorsunuz. Çocuğa
önce başkası için yaşamayı öğretin. Size bir
örnek de şöyle delillendireyim. Gezi parkı
eylemleri yapıldı. Ve o eylemlerde ciddi
zararlar verdiler. Genç çocuklar bir anda koştu,
bir hışımla bir şeyler yapmaya kalktılar.
İçlerinde saf olanı da vardı, olmayanı da vardı.
Karmançorman bir hikayeydi, yaşandı. Allah
bir daha göstermiyor. Şimdi dikkat ederseniz
olayın hemen 4. 5. gününde orada bir anda
bedava yemek birbiriyle yardımlaşma ve
hemen o duyguyu oluşturmaya çalıştılar.
Hatırlıyor musunuz o görüntüleri hatırlayan
varsa herhalde hatırlayacaktır. Görüntüleri
hatırlayan varsa her an hatırlayacaktır. Yani bir
anda oraya yemek getiren teyzeler, çocukların
birbirlerine parası kalmadığı halde birbirlerine
yardım etmesi. Sebep neydi biliyor musunuz?
Düşünce kuruluşları şunu çok iyi biliyorlar. Bir
yerde bir ideoloji ve oluşumun ayakta
durabilmesi o oluşumdaki insanların kuvvetiyle
değil, o insanların birbirlerine sahip tutmasıyla
mümkün. Eğer orada insanların birbirine
sahibiyet duygusu varsa oradaki duruşu
uzatabiliyorsunuz. Eğer o duruş tabii ki nefsani
ise bir yerde yıkılacak. Ama ruhani ise
yıkılmıyor. Yani ez cümle. Mesele şuraya geldi.
İslam dünyası neden bu haldedir diye soran
adam. Çünkü İslam dünyası Müslümanca
yaşamıyor. Müslümanca yaşamıyor çünkü
inkar ediyor. Sen bana diyeceksin ki bu
dünyada bir buçuk milyar Müslüman var.
Hakikaten bir buçuk milyar Müslüman var.
Hakikaten 1,5 milyar Müslüman yok. Olsaydı
böyle olmazdı. Neden mi yok? Çünkü
Müslümanlar aynı burada inkar patolojisinde
anlattığımız 3 unsura birebir uymuyor mu? Şu
an bütün Müslümanların 1,5 milyar
Müslümanın kendi dünyası için beklentileri var.
1,5 milyar Müslümanın kendi dünyası için
beklentileri var. 1,5 milyar Müslümanın kendi
hayalleri var. Ve 1,5 milyar Müslümanın sadece
kendi benliği var. Genç bir arkadaşım bana
sonra soracak. Abi senin bu anlattıklarının 10
katı Amerikalılarda da var. Onlar niye böyle? El
cevap onlara mühlet verildi. Bize verilmedi.
Onlar niye böyle? El cevap onlara mühlet
verildi bize verilmedi. Allah-u Zülcelal diyor ki
ey ehli küffar size mühlet ver. Dünyada giyin,
için, gezin, eğlenin ne istiyorsanız yapın.
Gelince görüşün. Ehli İslam'a diyor ki Rabbim
sizi dünyadayken temizlemeye ahd ettim.
Rabbim ahdinden dönmüyor, biz ahdimizden
dönüyoruz. Osmanlı'nın da daha önceki bütün
İslam topraklarında kurulmuş devletlerin de
ayakta ve muteber olduğu anlara bakarsanız
hepsinde başkası adına yardım yapıldığı,
başkasının düşünüldüğü, başkasının hayatına,
başkasının toprağına, başkasının arabasına,
aracına değer ve kıymet verildiği anları
göreceksiniz. Şimdi öyle bir değer alanı yok.
Çok basit bir deney var. Bu deneyden geçene
kadar biz düzelmeyeceğiz. Yazın söylediğim şey
yaz gelince denedir. Kışın bir başka şeyde
diyebilirsiniz. Bir kamyon karpuz getireceğiz
mahallenin ortasına. Anons edeceğiz. İhtiyacı
olana karpuz beraber. acı olana karpuz beraba.
Eğer orada zenginin, fakirin ayrımının olup da
benim evde karpuz var kardeş diyen adamın
Allah kabul etsin deyip de geçtiği günü
görürseniz o gün kurtulur. Ama ne yazık ki şu
anda ne kamyon kalır ne karpuz kalır. O yüzden
kusura bakmayın. Yukarıdakilerden bir şey
beklemeyin. Yapamazlar. Mmkün değil. Her
insan bir devlettir. Devlet sadece bu insanların
bir yansımasıdır. Oyuncu millettir. Hakimiyet öz
itibariyle Rabbimizdedir de kimselen bizdedir.
Onlar bizi temsil ederler. Adı üzerinde temsilci.
Milletin vekir. Onlar bizi temsil ederler. Adı
üzerinde temsilci, milletin vekili. Zaten adamın
adı bu. Sen neysen, senin vekilin olsun. Sen
nasıl bir adamsan, öyle yaşarsın. Nasıl
yaşarsan, öyle yönetilirsin. Bir gün ölürsün,
öldüğün gibi dirilirsin. Hakikat, inkar bir
toplumda yaşıyoruz. Biz dahi bu inkarın bir
parçası olmuşuz. Bundan vazgeçtiğimiz güne
kadar ne yazık ki bunun farkında
varamayacağız. Örnek, insanların hayatlarında
camilerde dahi bunu görebilirsiniz sizler. Her
yerde herkesin sadece kendini düşünüp kendi
adına beklentisi olup kendi beklentileri
üzerinden kurgu yaptığı topraklarda doğal
olarak inkar, kaçınılmaz bir süreçtir. Bizi
bundan kurtaracak çözümler gayet basittir.
Dikkat ederseniz problem sohbeti biraz uzun.
Çözümü çok kısa. Çünkü gerçek bu. Kısa.
Yapması çok zor. Çünkü yaparken nefsine karşı
mücadele edeceksin. Nefsine karşı mücadele
edebileceğin tek mekan, İslam'ın yaşandığı
mekanlar ve onların da olmamasını arzu ve
tercih ediyorsun. Doğal olarak bu tercihler
içerisinde inkarın sonuçlarını ve gerekliliğini
yaşamaktan başka bir çare geriye kalmıyor.
Rabbim bizi bu inkar halimizden kurtarsın.
Hakiki kelime-i tevhide hakikaten
yaşayanlardan eylesin bizi. La ilahe illallah
Muhammedur Resulullah derken Allah'ın
emirlerine Resul-i Kibriya aleyhisselatü
vesselamın emirlerine uyacağım ve öyle
yaşayacağım ya Rabbi bana nasip et
diyenlerden eylesin bizi. Rabbim son nefese
kadar iman ve son nefese iman nasip eylesin.
Bu açılardan bilmiyorduk meseleyi. Bizlere
bunu öğreten seyidimizden Cenab-ı Hak
binlerce kez razı olsun. Derecelerini aile
eylesin. Kendisine, ailesine, evlatlarını, bütün
cemaatini ve bütün İslam dünyasını bu hayırla
bir araya gelenlerden olmayı nasip mümkün.
Hayırların fethi şerlerin defa ümmeti
Muhammed'in sağlık, sıhhat, afiyet için. Allah
rızası için.

Meded ya Hazreti Allah, Meded ya Hazreti


Muhammed, Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem. Meded ya Hazreti Ali, keramallah ve
şehu, meded ya Gavsa, Zamab-ı Kadir el-
Ceylani, meded ya Seyyidi Muhammed rahim.
Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyyidimize ikram edilmiş Fütuhat
kapısında Allah nasip eyledi Birkaç hafta
evvelsinden beri Toplumların büyük
sorunlarına ilişkin Meseleleri bilimsel manada
ve bilim külliyatının ifadeleriyle
İbarelendirmeye gayret ediyoruz Rabbim nasip
eyledi Üç aylara hayırlısıyla ulaştık Rabbim üç
ayları mübarek eylesin. Hayırlısıyla Recebi,
Şaban'ı içindeki zikriyle, eskarıyla,
muhabbetiyle, feyzi ve bereketiyle geçirip
Ramazan'a ulaşanlardan, bayrama
kavuşanlardan eylesin bizleri. İçindeki
güzellikleriyle geldi. Rabbim bütün
güzellikleriyle karşılık görebileceğimiz bir hale
çevirsin bizleri inşallah. Ümmeti Muhammed
için bu zor zamanda, insanlık için bu üç aylar
şimdi tabiri caizse kişinin kendisiyle ulaşması
gereken zaman dilimi. Rabbim o uğraşıyı
hakkıyla verenlerden eylesin. Nasıl gereken
zaman dilimi? Rabbim o uğraşıyı hakkıyla
verenlerden eyle. İnsanoğlu hayatının içindeki
en önemli duygulardan bir tanesi, hakiki
manada olmaması gerekmesiyle beraber ne
yazık ki son dönemin büyük hastalıklarından
bir tanesi korku. Korkuyla ilgili ayrı bir ders
yapmıştık. Bizzat patolojik olarak değil ama
psikiyatrik olarak insan vücudundaki tesirine
ilişkin olmak üzere. Ancak bugün toplumsal
karşılığından bahsediyor olacağız. Toplumun
içerisindeki korku psikolojisinden
bahsedeceğiz. Korku hakikaten birilerinin
dayatmasıyla ya da birilerinin korkutmasıyla
mı olur? Yoksa insanlar kendileri korkak
olmuşlar da korkulara binaen söylenebilecek
her söz mü onları bu hale getiriyor? Bu
tanımsal kayıtta ifadelendirmeye çalışacağımız
bir değer. Birinci bölümde problemi
anlatıyoruz her zaman olduğu gibi. En başta bu
yanlış bilinen şeyi söyleyelim. İnsanları bir
başka şey korkutamaz. İnsanların kendisinde
korkmaya meyledecek bir hal, tavır, şimdi
anlatacağımız değerler vardır. O değerler
karşılığında korkuya hazırdır. Neye benzer bu?
Sizler kapkaranlık, gecenin bir köründe ışığı
olmayan metruk bir binaya yaklaşırken,
kafanızda o metruk binada başınıza gelebilecek
ihtimalleri sıralamaya başlarsınız. İşte ben bu
binadan içeri girersem içeride bir ayyaş olabilir,
ne bileyim içeride bir katil yatıyor olabilir, beni
öldürebilir veya metruk bina kapkaranlık bir
yere basarım tahtadır şudur budur çöker
olabilir. Yani siz o binayı gördüğünüz andan
itibaren başınıza gelebilecek bütün kötü
ihtimalleri yan yana dizer. Bu ihtimaller
karşısında hazırlıklar yaparken bir diğer
taraftan doğal olarak kendinizi korkmaya
hazırlarsınız. Nasıl ki insan muhabbet duyacağı
bir yere giderken sevinçlidir, huzurludur. Karşı
tarafın söyledikleri ve söylemleri karşısında o
huzurun yaşanabileceği bir ortama gittiği için
ona göre psikolojisi hazırlanmaktadır. Aynı
şeyler korku içinde geçerli. Bugün tabir ettikleri
gibi birilerinin bizi korkutma ihtimali yok.
Birilerinin bizi korkutma ihtimali yok. Bizler
kendi vücudumuzda, kendi benliğimizde, kendi
hayatımızda şimdi sayacağımız sorunlardan
ötürü korkmaya hazır hale gelmişiz. Zaten
korkuyoruz. Birisi o korkuyu açığa çıkartıyor.
Zaten gülmek ister insan. Keyfi yerindedir.
Birinin fıkrası, birinin güldürmesi onu mutlu
eder gülmeye başlar. İnsan onun keyfi yokken
hali hazırda hastayken, rahatsızken veya bir
üzüntüyü düşünmüş ve ona odaklanmışken
nasıl ki gelip ona fıkra anlarsınız adamcağız
gülmez. Sadece size ayıp olmasın diye hafif bir
tebessüm eder. Halbuki anlattığınız fıkraya
normal şartlarda herkes gülmektedir. Aynı şey
korku içinde geçerli. Peki korkuyu oluşturan
unsur ne? Biraz önce anlattığım şeyde olduğu
gibi metruk bir bina ya da huzur bulacağınız bir
yere doğru giderken gördüğünüz şeye vermiş
olduğunuz değerdir. Dolayısıyla bir şeyin değeri
o şeyin varlığına değer katmaktadır. Normal
şartlarda bir metruk bina sadece metruk terk
edilmiş bir binayken sizler onun üzerine bazı
değerler eklemeye başlarsınız. Geçmiş
tecrübeler, filmlerde gördüğünüz insan
hayatlarındaki hikayeler, haberler dersiniz ki
ben bu binaya gireceğim belki de
çıkamayabileceğim. Dolayısıyla gündüz
görseniz görmeyeceğiniz, korkmayacağınız bir
unsur geceliğin sizin ona atfettiğiniz değerlerle
bir değere kavuşur. sizin ona atfettiğiniz
değerlerle bir değere kavuşur. İçinde sizin
kafanızdan geçecek şeyler de yaşanacak
olabilir. Ama siz bunu barem barem yavaş
yavaş yukarıya çıkartıyorsunuz. O zaman
anlayacağımız bir temel kayıt var. Bizler
hayatımızda var olan bir şeyin değerine ve
onun üzerine bir başka değer daha ekleyebilen
insanlarız. Dolayısıyla diğer canlılardan bu
yüzden ayrılıyoruz. Nasıl ayrılıyoruz? Bir
hayvan için yiyeceği et, yiyeceği ot, yiyeceği
yiyecek sadece bir yiyecektir. Karnını
doyurması gerekmektedir. Kaynını doyuracak
kadar bir değer vardır karşı tarafta. Onu
avlaması ya da yemesi gerekiyordur ve onun
değeri o kadardır. Ancak sizin için karnınızı
doyuracağınız anda annenizin yaptığı yemeğin
bir başka değeri vardır. Onun lezzeti başka
dersiniz çünkü ona bir değer katmışsınızdır.
Eşinizin yaptığının ayrı bir değeri vardır.
Dışarıda yediğinizin ayrı bir değeri vardır. O
yemeğin üzerine sizler bir takım değerler
koyarsınız. gelen her maddeye veya manaya,
anlama, bizlerin bir değer katarak onu daha
yukarıya ya da daha aşağıya çektiğini
göreceğiz. O zaman değer dediğimiz şey maddi
ve manevi olarak iki pozisyona ayrılıyor.
Manevi olan değerler, değer katma unsuru bir
de maddi olan değer katma unsuru. Maddi
olan değer katma unsuru bir de maddi olan
değer katma unsuru. Maddi olan değer katma
unsuru nedir? Gerçektir veya abartılıdır. Ne
demek o? Bu bir bardaktır kardeşim. Su içmeye
yarar. Bu bardağın ederi atıyorum 3 liradır.
Ancak birisi gelir der ki hayır bu bardak şu
markanın elinden çıktı. Böyle ustanın elinden
çıktı. Böyle ustanın elinden çıktı. O ustanın bir
değeri var. Onun elinden çıkmasının bir kıymeti
var. Bu değer 30 liradır. Abartılı bir maddi
gerçeğe kavuştu. Eğer bir şey gerçek
değerindeyse ve abartılı değeri arasında bizler
hayatımızda gidiyoruz. Bazen abartılı düşük bir
değer de olabilir bu. İlla abartılı deyince
normalinden daha fazla gibi düşünmeyin.
Bazen gidiyorsunuz bu bardakları satan adam
zarar etmiş oluyor. Abartılı bir indirim de
yapabilir. Bugün bardağın tanesi 50 kuruş
kardeşim. Bu da abartılı bir düşme. Veya biraz
önce bahsettiğimiz gibi bu şu markanın
ürünüdür bu yüzden farklıdır senin aldığın
bardaklara benzemez derler 30 liraya
satabilirler. Halbuki gerçek maddi değeri
nedir? 3 liradır. O zaman bir maddeye
verdiğimiz değerler var. Ya gerçek değerinde ya
da abartılı fazla ya da abartılı düşük. İkinci
değer aforizması mana üzerine. Bizler bir
şeylere manevi değerler katarız. Bu manevi
değerler bazen nefsani, bazen şeytani, bazen
de hakiki değerlerdir. Ne demek bunlar şu eğer
insan doğal hayatında yaşarken karşısında
görmüş olan insandan gelecek bir menfaat
uğrunda ona fazladan değer veriyorsa buna
nefsani değer diyoruz. Yani normal şartlarda
hiç de oturup muhabbet etmeyeceğiniz çok da
vakit geçirmek istemediğiniz bir adam tarzıdır.
Uyuşmuyordur kafalarınız birbirinize. Ama
sadece ondan bir menfaat elde etmek için
Allah korusun ona yağcılık yapmak güncel
tabiriyle onu yüceltmek, bir yerlere koyma
gayretine girmek nefsani bir manevi değer
arttırımı olarak karşımıza gelir. manevi değer
arttırımı olarak karşımıza gelir. Şeytani olan
manevi değerler ise bu akşamın temel
konularından bir tanesi olacaktır ki bizlere
hayatımızda hiç olmayacak şeyleri varmış gibi
göstermesi ve o gösterdiği şeylerin değerinin
oluşumunda bunların altında ya da üstünde
değerler vererek bizi hakiki olan yolumuzdan
çıkartıyor olması. Birazdan bunların
karşılığındaki duygu durumlarını anlatınca
tanım daha da netleşmiş olacak inşallah.
Manevi olan bir şeyin bir de hakiki bir değeri
var. O insana, o varlığa, o canlıya veya
maddeye verdiğiniz manevi kıymetin
hakikaten size bir değeri var. Efendim çok
mübarek bir zattan size kalmış bir hediyedir.
Manevi bir değeri vardır ve onun değeri
hakikidir. O hakikat değeri sizi o muhabbetle
bir araya getirdiği için size güç ve kuvvet
vermektedir. İşte bu saymış olduğumuz bütün
bu değerler, maddi değer dedik iki türlü, bir
gerçek bir abartılı. Manevi değerler, nefsani,
şeytani, hakiki. Beş çeşit değer var insan
hayatında. Bir şeyi değerlendirirken 5 tane
değer özelliği var. Bu değer özellikleri
duygularımızın oluşumunu sağlamaktadır. Ve
duyguların temelidir. Eğer bu duyguyu
kaybederseniz, eğer bu duygunun oluşturduğu
durumu kaybederseniz bu andan itibaren insan
hayatında bir reaksiyon meydana gelir. Bu
duygu reaksiyonlarından da bir tanesi
korkudur ki o manevi değer verdiğiniz ama
şeytani özellikler üzerinden değer verdiğiniz bir
şeyin kaybı üzerindedir. Şimdi yukarıdan aşağı
tekrar gelelim. Maddi olan bir şeyin gerçek
değeri kaybolursa gerçekten değer verdin evet
bu bardağın gerçek değeri 3 liraydı 3 liraya
satın aldın ve bardak akşamleyin kırıldı yani o
değer kayboldu bu durumda hangi duygu
ortaya çıkar üzüntü üzülürsünüz sadece
dersiniz ki para vermiştim, almıştım, ihtiyacım
vardı, misafirim gelecekti. Bu bardağın gerçek
değeri 3 liraydı, 3 lira gitti üzüldüm. Veya bir iş
kurdum, gerçek değeri 10 liraydı, çalıştım,
didindim, işimi kaybettim. Gerçek değer.
Kayboldu. O işe fazladan bir şey atmıyorsunuz,
atfetmiyorsunuz. Hayatınızı o işle
odaklandırmıyorsunuz. Sadece bu işin ederi
buydu, bunu kaybettim. Arabaydı sadece,
arabayı kaybettim. Gerçek değeri kaybolduğu
için insan doğal olarak üzülür gayet normal.
Doğal olarak üzülür gayet normal. Eğer bir
şeyin maddi değeri abartılı bir seviyede ele
alınmış ve sonra kaybedilmişse bu kaybedildiği
andan itibaren insanda hırs duygusu meydana
gelir. Örnek bir bardağın değeri yine 30 liralık
bir bardak aldın. Gittin dedin ki ben bu bardağı
işte atıyorum Starbucks'tan bardak aldım.
Adam normal kahve kupası 5 liralık kupayı 50
liraya satan bir adam. Onu aldın. O kırıldı. O
kaybolduğu anda insanda üzüntü olmaz.
İnsanda hırs olur. Tekrar almam lazım. Yerine
koymam lazım. Çünkü ben bu bardağı elimde
tutunca insanlar arasında kaliteli bir adam
imajı ortaya koymuştum. Kendimi ortaya
koymaya çalışmıştım. Çünkü bana böyle bir
değer katmıştı. Bu adam da hırs yapar. Eğer
normal şartlardan abartılı fiyatlarla abartılı
değerlere sahip olan bir şeyi elde etmişseniz
bunun kaybıyla hırs doğuyor. Dolayısıyla
mesela bugünkü genç kardeşlerimin marka
takıntılı süreçleri ve onu elde ettiği veya
edemediği durumlarda neye sebep oluyor?
Hırsa. Çünkü duyguyu tatmin düzeyi olmuyor.
Abartılı bir fiyatta abartılı fiyat ve abartılı
fiyatla satılan markayı elde edemeyince onda
hırs meydana gelir. Çünkü o gerçek değer
üzerinden değil, abartılı değerler üzerinden
abartılı bir hayat talep ediyor. Abartılı bir
hayatın talebi gerçekleşse dahi içinde hep bir
üstü olduğu için insanda bir hırs meydana
getirecektir. Marka takıntısı, hayatta prestij
sahibi olabilmek bu sadece maddi olarak değil
bu maddi alanda daha önemli bir değer olarak
karşımıza çıkar. çıkar. İşin manevi boyutları
daha tehlikeli. Çünkü hırsa ve üzüntüye sebep
oluşturan şeyler sonuçta madde olduğu için bir
şekilde adamın kanaatini yerine getirme
şansınız var. Dersin ki adam oğlum bu bardağı
sen bu fiyata aldın ama bak bu böyle
ahmaklıktır böyle salaklıktır. Bak bundan da
kahve içiliyor, bundan da içiliyor. Aynı şeyler
bak aynısını gördüm evin önünde. 5 liraya 10
liraya gel onu alalım. Kapatabilirsin. Veya
abartılı hırslar seviyesinde ele aldığı bir şeyi
eline aldığında meydana gelebilecek kötü
halleri anlatır onu oradan kurtarırsın. İşte
temel probleme geliyoruz. Manevi olarak
değer verdiğimiz şeylerin nefsani, şeytani ya da
hakiki olma durumlarında bunlar
kaybolduğunda elimizdeki duygular insan
hayatını ve bir Müslümanın hayatını nasıl alt
üst eder? Eğer bir şeye manen olan bir şeye
nefsinizle değer vermişseniz ve o kayboluyorsa
bu insanda kibir duygusu meydana getirir.
Örnek veriyoruz. İnsanoğlu kalktı dedi ki
benim bir arkadaşım olması lazım. Bu
arkadaşımın da benim toplum önünde ön
planda olması lazım. Onunla kendimi
özdeşleştirip toplumun önünde biraz hava
atmam lazım. Onunla yan yana durup fotoğraf
çektirmem lazım. Halbuki adamın bu kadar da
büyük bir şeyi yok. Sen onu gözünde büyüttün.
Nefsani bir beklentin var. Dünya faydası. Ve o
dedi ki hayır ben seninle beraber dolaşmak ya
da fotoğraf çektirmek istemiyorum. Toplum
içinde seninle kendimi aynı karede görmek
istemiyorum dedi kaybettin. Senin bu kaybınla
beraber oluşan şey kibirdir. Çünkü sen o
toplumun önünde bilinir özellikleriyle ön
planda olmak istediğin bir adam olarak onu
kaybettiğin için kaybettiğin şeye ulaşmak adına
nefsani bir taleple kibirlenmeye başlarsın. Ve
bu kibir önde öncelikle sende ucup hastalığıyla
hasıl olur ve o ucup eğer o değeri yeniden elde
etmeye başlarsan kibirle sende bir bütünlüğe
kavuşur. Bu nefsani değerlendirme meselesi
nefsin tezkiyesinin mecburiyetini ifade eder ki
çözüm bölümünde inşallah onu
ifadelendirmeye çalışacağız. Bir diğer nefsani
değerlendirmeye örnek olarak kendi içsel
yapısında insanın şöyle ifadelendirilebilir.
İnsanoğlu kendisini çok bilgili zanneder. O
bilgiyi anlatma çabası ve karşılarındakinin onu
çok sevmesini arzu eder. Ne zaman ki o
sevginin kırılganlığını fark eder ya da bilgisinin
yetmediği alanlar görme düğü anda onu
ezmeye kalkar. Onu ezmeye olan çabası
bilginin getirdiği şey değil, kendi nefsani olarak
kendine verdiği değerin kaybolma ihtimaline
karşılık kibrin genel geçer özelliğidir. Bugün de
o kibrin özelliğini insanlar arasında gizliden
gizliye değil artık açıktan açığa görmek
mümkündür. Eğer şeytani tarafa atlayacağım
çünkü o duygudur bu korkuyla alakalı. gizliden
gizliye değil artık açıktan açığa görmek
mümkündür. Eğer şeytani tarafa atlayacağım
çünkü o duygudur bu korkuyla alakalı. Eğer
insan bir şeye manen, hakikat boyutunda
değer vermişse işte orada üzüntü ve elem hasıl
olur. Yani karşısınızdaki ulemaya, evliyaya,
önünüzdeki öğretmene, hocaya, müderrisye
onun manevi özellikleri ve sizin manen ona
olan muhtaciyetiniz kapsamında hakiki bir
değer verdiniz. hak için sizi bir yerden alıp bir
yere götürmek uğrunda kendi menfaatlerinden
kurtulmuş bir şeye veya anneniz veya babanız
hakikaten değerli hakikaten kıymetli. Bir
dostunuz hakikaten değerli hakikaten kıymetli.
Bunlar kaybolduğu zaman insanda elem olur,
üzüntü olur. Gayet doğal ve tabidir. Hz.
Peygamber Aleyhisselatü Vesselam
Efendimizin Uhud'da Hz. Ali Efendimiz'i ilk
çatışmaya gönderirken Allah-u Zülcelal'e
dönüp beni yalnız bırakma Allah'ım demesi
gibi. Mealen. Çünkü orada bir hakiki değer var
Hz. Ali Efendimiz'in Peygamber aleyhissalatü
vesselam hayatında hakiki bir değeri var.
Gerçek bir değer. Hakikate götüren ve hak
hakiki bir değeri var, gerçek bir değer. Hakikate
götüren ve hakikatle varlığı hasıl olan bir
değer. Onun kaybı üzüntüye ve eleme hasıl
olacaktır. Ancak geldik en tehlikeli tarafa ve
korkunun temeline, korku duygusunun insanda
bir nüve olması, büyümesine sebep olan şeye,
eğer bir şeye manen şeytani özelliklerinden
dolayı değer veriyorsanız, o değer verdiğiniz
şeyin kaybı halinde artık korkunun hasıl olması
beklenecektir. Çünkü insan manevi değerin
olmadığı durumlarda maddeye manevi
değerler atfeder ve kendi hayatında o değerleri
bir yere koyar onların kaybedileceği hallere
karşı da korku duyar. Örnek vermek gerekirse
dünyaya bağlılık, dünyadan asla ve katiyette
kopmama talebi, dünyanın en iyisi olabilme
gayreti hiç ölmeyecek zihniyetine kavuşma hali
şeytani değil midir? Evet. Bu duyguda dünya
elde edilemediği zaman ne olurmuş? Korku.
Neyden korkar? Ölümden. Çünkü ölüm onu
şeytani istek ve arzularıyla talep ettiği
dünyadan alıkoyacak. Bir başka şey insan
manen diyor ki mesela ben Cenab-ı Hakk'ın
katında bir değer elde etme için bir mücadelesi
var ama bir diğer taraftan şeytan onun kanına
giriyor. Diyor ki ya sen normal şartlarda oldun
zaten. Senin bir başka insana, bir başka
hocaya, imama, evliyaya buna ihtiyacın yok.
Sen zaten olmuşsun. Şeytan kanına girdi.
Ondan sonra şeytan onu kendisine evliya
gösterdi. Kendisine büyük bir zat gösterdi. Ben
oldum, ben bittim, uçar, kaçar. Bir şey oldu
adam. Ne zaman ki karşısında neyden korkacak
artık bu adam? Karşısına hakiki bir alimin
çıkmasından. Niye? Çünkü bu gerçek değil.
Şeytani ve karşısına çıkacak bir alim onu o
yolundan alıkoyacak. Kardeş diyecek sen daha
yolun başındasın. Nefse mahredesin. Hatanın
dibindesin. Bundan korkacak. Bir başka şey
güncel hayatta güncel insanımızın yaşadığı
korkuların temelinde ne var? Şeytan geliyor
diyor ki insana. Hayır kesinlikle ve katiyetle
sağa sola infak etme biriktir. Veya herkesin
yardımına ne koşuyorsun arkadaş? Her koyun
kendi bacağında nasılır? Kendi mücadelesini
kendi verseydi. Çalışsaydı, başarsaydı, baksa
onlar başarmadı. Sen başardın dedi şeytan. Bu
durumda senin başarısızlığa götürebilecek her
şeyden artık korku duymaya başlarsın. Çünkü
senin için başarı artık şeytani bir gerekliliktir.
Eğer senin için başarı uhrevi bir hakikat
uğrundaki mücadelenin içinde bir değer
olsaydı, orada kaybettiği şeyler seni
korkutmaz, seni eleme sürükler, ancak o
eylemden Rabbin izni inayetiyle sen, daha
büyük bir hakikati yerine getirme için bir
mücadeleye dönüşürdün. İnsanoğlu işte bu
değere gereksiz noktadan varınca, İzlediğiniz
için teşekkür ederim. şekilde korkutabilmeniz
mümkündür. Şeytani olan hasretlerle kuşanmış
toplumu korkutmak dünyanın en kolay işidir.
Basit bir söz, basit bir kelime şu anda mesela
insanlar koronavirüsü gittikçe yayılıyor değil
mi? Evet. Şimdi bir tane şehirde bir adamın
koronavirüsüne sahip olduğunu söyleyin o
şehrin korkuyla sağa sola kaçışmasını
seyredeceksiniz. Herkes birbirinden kaçacak.
Çünkü buradaki temel mesele şu, adam
kendine eman verilmiş olan bu vücudu
korunmamanın korkusunu mu yaşıyor, yoksa
ölmekten mi korkuyor? Yoksa bu dünyaya olan
bağlılığından mı korkuyor? Elbette ki insanlar
tedbir alacaklar. Elbette ki sağlık ve saadetini
koruyacaklar ama korkunun temelinde ne var?
Dünyaya olan muhteşem bağlılık. Bu korku
psikolojisi maddeye mana atfetmenin
sınırlarının kalmadığı yerde korku artık vücutta
da bir yer edinmeye başlar. Şunu demek istiyor
Fuduha'daki bu beyanat. Dünyaya maddenin
gerçek değeri kadar değer vermeyerek ona bir
üstünde bir şeyler koymaya çalıştığınız zaman
ve bunun sınırlarını belirlemiş olan bizim için
İslam dini, sizin için hangi sınır koyacaksınız
meçhul, o sınırları koymadığınız andan itibaren
sizin için artık bunun karşılığı büyük bir
korkuyla geri dönmeye mecburdur. Bakın
enteresan bir mesele var. Allah'a özür dilerim,
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem
Efendimiz, ne var? Allah Resulü sallallahu
aleyhi ve sellem Efendimiz eğer yeryüzünde
gezerken güzel bir şey görürseniz Sübhanallah
diyerek Allah Azze ve Celle'ye anınız
buyuruyor. Ya Rabbi sen ne kadar büyük bir
ikram sahibisin diyerek. Neden? Çünkü insan
bu manzarayı seyrederken Allah Resulü o anda
nefsin ve şeytanın insan vücudunda bir şeyleri
değiştirerek onu kibre ya da korkuya
serketmesini engelleyip Rabbinin büyüklüğü
karşısındaki tazimi ortaya koyarak insandaki
hakiki bir korkusuzluğu meydana getirmek için
bir temeli bizlere beyan eder. Eğer işte bu
noktada gençlerimize, çocuklarımıza maddeye
madde kadar değer vermeyi öğretemezsek
onların vücutlarında değişecek olan şeyler
şöyle ifade edilebilir. İnsan maddeye maddenin
üzerinde değer vermeye başladığında önce
böbrek üstü bezleri bozulur. Yani hormonal
yapısı vermeye başladığında önce böbrek üstü
benzeri bozulur. Yani hormonal yapısı
değişmeye başlar. İşte önemli bir meseledir.
Allah Resulü kıyamete giden süreçte Ümmet-i
Muhammed'in yaşayacağı değişik halleri beyan
ederken ifadelerden bir tanesi de şudur.
davranacağı değişik halleri beyan ederken
ifadelerden bir tanesi de şudur. Kadınların
erkek gibi erkeklerin kadın gibi davranacağı
dönemden bahsedilir Allah Resulü. Peki biz
bunu tıpta nerede görüyoruz? Böbrek üstü
bezleri bozulunca bu duruma hasıl oluyor.
Böbrek üstü bezleri pek çok korkuyla, pek çok
duyguyla tetiklenmekle beraber en çok ne ile
değişiyor? Korkuyla. O korku insan vücudunda
bambaşka bir noktadan gelip senin şeytani
istek ve arzuların doğrultusunda senin vücut
yapını bozuyor ve artık böbrek üstü bezlerin
ürettiği hormonlar seni normal şeklinden ya da
normal karakteristik özelliklerinden bir başka
yere götürüyor. Bu aralar dikkat eder misiniz
bilmiyorum ama yakın dönemde oldukça fazla
dişçi açıldı. Açılan dişçilerde de görülüyor ki
dişler çabukça dökülmeye, çabuk çürümeye
başlıyor. Her ne kadar bunu sadece diş
fırçalamaya atfetseler de diş kökleri korku
aforizması karşısında kendini ilk bırakan vücut
yapısına sahiptir. Korku patolojisi yayıldığı
andan itibaren dişlerin çok hızlı çürüdüğünü ve
yapılısının bozulmaya başladığını görmekteyiz.
Bir diğer mesele kemiklerin dış yapısının hızlı
bozunumu ve kemiklerle ilgili rahatsızlıkların
gün geçtikçe arttığını göreceğiz. Eğer böyle
devam ederse buna bağlı hastalıkların artması
gayet tabi olacaktır. Korku insan vücudunda bu
bahsettiğimiz temel nitelikleri bozar. Bu
nitelikler bozulduğu andan itibaren buna bağlı
hastalıklar da artacaktır. Dolayısıyla ani kalp
kriziyle ölümler temelinde bir dünya menfaati
uğrunda şeytani bir değer üstü değer
beklentisinin olmaması durumunda oluşan
korku atak türleridir. Günümüz kalp krizi
hastalıklarının yüzde 35 civarı bu yüzdendir.
Tekrar söylüyorum adamın dünyevi bir değer
var hayatında. Örnek bir dükkanın açılış
maliyeti ne abi? Atıyorum 100 lira. İçindeki mal
50. Ne yaptı? 150. Bunun gerçek değeri
neymiş? 150. Bunun gerçek değeri neymiş?
150. Ama sen diyorsun ki bu dükkan benim
hem ahisiyetimdir, hem şerefimdir, hem her
şeyimdir. Ben bununla marka oldum. Bu
olmazsa şöyle olurduk. Bu olmazsa çoluk
çocuğum aç kalırdı. Öyle öyle büyüttün. gerçek
değer oldu senin gözünde 150 bin lira. Bunu
kaybetme ihtimaline karşı duyacağın korku
senin için artık hazır ve nazır. Artık bu saatten
sonra biri gelip sana dese ki senin dükkanın
önünde dün gece dolaşan bir adam gördüm.
Bak dolaşan bir adam gördüm. Tamam o adam
uyuyamaz artık. Sebep? Çünkü 150 lira değil ki
artık o dükkan. 150 bin lira. Dolayısıyla insan
karşısına eşini, çoluğunu, malını, canını yan
yana koyup onlara bir yandan hakiki ve bir
yandan gerçek değerlerini vermek zorunda.
Kur'an-ı Azimüşşan'da Allah Azze ve Celle mal,
can, evladı yan yana sayıyor. Yani bize şunu
söylüyor. Ey insanoğlu Kur'an-ı Azimüşşan'da
Allah Azze ve Celle mal, can, evladı yan yana
sayıyor. Yani bize şunu söylüyor. Ey insanoğlu,
civarınızda bulunan insanlar da aynı, bir
yandan aynı eşya gibidir. Onların bir gün
öleceklerini ve sizden ayrılabileceklerini bilin.
Bu bir gerçek bak. İnsanoğlu için gerçek değer
nedir? Kardeşim seni çok seviyorum ama sen
yarın ölebilirsin ben ölebilirim. Hayatımın tek
gerçeği bu. Evladım seni çok seviyorum ama
yarın okuldan sen dönemeyebilirsin. Gerçek
bu. Ha bir de hakiki değerim var senin. Eğer
sen Rabbinin huzurunda Allah'ın istediği gibi
yaşıyorsan bir de benim hayatımda hakiki
değerim var. Ama yok ben bizim oğlan bir gün
doktor olacak, şimdi lisede okuyor. Bir gün
doktor olacak, avukat olacak, hakim olacak. O
günde var ya bütün sülalenin önünde gerine
gerine yürüyeceğim dersen artık o çocuğun
attığı her adım senin için korkudur. Ya şimdi
gece bu saatte çıktığı başına bu gelir mi, o olur
mu, o olur mu, o olur mu? Tedbir ayrı bir şey.
Korku adamı yerinde oturtmaz. Tedbir bir
telefon açarsın. Oğlum şuradan gidiyormuşsun.
Oradan gitme. Tehlikelidir. Tedbirini al buradan
git dersin. Telefonu kapatırsın kafan rahattır.
Bak bunların tedbir. Tedbir sünnetullah'tandır.
Hakikattendir. Bir yerde gördün. Ateş var.
Yanabilir. Patlayabilir. Onu oradan kaldırın.
Oradan alev çıkabilir dedin. Bu tedbirdir. Ama
sen söyledin. Adam yaptı. Döndün sırtını. Ya
başkası gelirse? Ya başkası yakarsa? Bir anda
tepeden bir şey düşerse, şimşek çakarsa bunun
adı korku. Korku ayrı bir şey bu manada tedbir.
Tedbirin başı var sonu var, korkunun başı var
sonu yok. Onun dibi de yok, nihayeti de yok.
Ve karşındakinin senden onu alabilme ihtimali
yok. Bu derslerin klasik özelliği. Yine sende var
olan şeytani bir hastalık ancak senden bir
mürebbinin eliyle ve senin mücadelenle
çıkabilecek bir şey. Bununla beraber gerçek
cesaret kaybolacak. Dersin ikinci kısmında
anlatacağız. Cesaret korkuyu bastıran bir
duygu değildir. İkisi ayrıdır. Zıt duygular
değildir. Korkunun karşılığında cesaret yoktur.
İkisi ayrı şey ama dersin bu kısmında problem
olduğu için söylenmiş insanlar içerisindeki
gerçek cesareti kaybedeceksiniz. ederseniz
toplumun %70'i bir savaş çıkmasından
korkuyor. Bizler ümmeti Muhammed olarak
savaş çıkmasını asla talep etmeyiz. Hiç kimse
bundan mutlu olmaz. Rabbim suh ve
selahiyetle bu vatanda yaşamayı kıyamet eden
nasip etsin. Amennâ ve sendeknâ. Ama savaş
çıkacak korkusu bu ümmetin iman zafiyetinin
göstergesi korku hastalığına kapıldığının açık
bir ibaresidir. Herkes korkuyor. Savaşın
çıkmasını istememek ayrı bir şey. Tedbirini
almak ayrı bir şey. Korkmak bambaşka bir şey.
Müslüman ölmekten korkmuyorsa savaştan hiç
korkmaz. Müslüman intihar edemeyeceği gibi
ölüme de koşmaz. Olay bu kadar net ama
dikkat ederseniz görüyorsunuz ki gerçek
cesaret bu manasıyla kaybolmuş durumda.
Trump bugün böyle konuşursa dolar ne olur?
Bunun korkusunda bir tayfa. Öbür tayfa faiz ne
olur korkusunda? Öbür tayfa zaten faiz
belasına batmış kredi ne olur korkusunda?
Hakikat bu korkuya sebebiyet veren şey ne?
Sizin bitmek bilmez hırslarınız. Bugün bu
ülkenin iş adamlarının, batanlarının yüzde
sekseni kredi yüzünden battılar. Çünkü onlar
toplum içinde eğer ben yapmazsam başkası
yapar. O zaman da biz en büyük olamayız
korkusuyla borçlu iş açtılar mı? Açtılar. Bugün
bütün büyük şirketlerin borcu var mı
bankalara? Evet. Adama soruyorsun niye
borcun var? E ne yapalım biz o alışveriş
merkezinde dükkan mağaza o bölgede fabrika
filan açmasaydık rakibimiz açardı. Eee o zaman
da biz özelliğimizi kaybederdik. Hakikati şöyle
anlatayım size. Yeryüzünde faizle iş yapıp da
Müslüman da ise kendisi La ilahe İllallah
Muhammedur Resulullah demişse onun acısını
ve bedelini ödetmeden adamın canını
almazlar. Bedelini ödemiyorsan imansız ölme
ihtimalin var dikkat et. Bir Müslüman diyorsa
ki hayatımda bir kredi aldım onunla da bir iş
yaptım. Elhamdülillah. Her şey yoluna geldi. O
krediyi iyi ki almışım. O gün almasaydım var
ya, müthiş akıllık yapmışım. Sağlığım yerinde,
huzurum yerinde, işim yerinde. İyi ki yapmışım
diyorsa tekrar gitsin. Şehadetle hayatını
yeniden başlasın. İman zafiyeti vardır veya
imansızdır. Bir yerde bir şey yaptı o. İman
hakikati gitti. o yüzden Rabbim ona
dokunmuyor ama sen Müslümansan faiz
yeryüzünün en büyük illetidir sen Müslüman
olarak ne yazık ki istemeden bilmeden
cehaletle mecburen olmamalı ama diyelim
düştün bu batakhaneye Rabbim kurtar beni
dedin kurt Kurtardın. Af diledin. Allah Azze ve
Celle'de biraz seni imtihan etti. Birkaç yerini
batırdı çıkardıysa de ki elhamdülillah Rabbim
bizi bırakmamış. Bizi temizliyor. Dolayısıyla
Türkiye'de hep şunu kıyas ediyorlar. Bak
diyorlar ya Almanya'da, Fransa'da şirketler hep
böyle büyümüşler. Kredi almışlar, gelişmişler.
Kredi almışlar, gelişmişler. Kredi almışlar,
gelişmişler. Kardeş kafire muamele başka,
müslümana muamele başka. Ben sana bunu
ekonomik olarak da ispatlarım ama şimdi vakit
değil, konu değil. Hakikat, sen faizle
büyüyemeyeceksin. Ve faiz değil yüzde10, değil
%1. Faiz eksi dahi olsa bundan çıkış yolun yok.
Sebep faizin kendisi ekonomide Müslümanın
batması için bir sigortadır. O sigortanın iptali
mecburiydir. Bir başka şey, ne yazık ki bütün
bunlar olduğunda işte yeryüzünde en çok
hakikati söyleyen değil en çok bir başkasını
korkutabilen kazanacak ve üstün olacak.
Bundan sonraki siyasal rejim işte bu hakikat
üzerine kurgulanmış olacak. Bizleri bu yaşam
biçiminin içindeyken birileri korkutmuyor ve
korkutamaz. Bizler korkutulabilecek değerleri
kendi elimizde kurduk. O kurduğumuz
değerlerin kaybı halinde nelerin olabileceğini
Futaat beyan ediyor ve diyor ki sen artık
Amerika'dan korkmayacaksın da kimden
korkacaksın? Sen artık İsrail'den, CIA'dan,
Mossad'dan korkmayacaksın da kimden
korkacaksın? Sen artık İsrail'den, CIA'dan,
Mossad'dan korkmayacaksın da kimden
korkacaksın? Zira senin için artık değerler
kafirlerin değerleriyle aynı oldu. Bunlar
değişmedikçe ki dersin ikinci kısmındaki
çözümler üretilebilirse inşallah bu değişmiş
olabilir ki. Futat birinci bölümde bizlere
problemi anlattı. Kısa bir aradan sonra da
çözümünü ifade edecek inşallah. Kısa bir ara.
Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem, Medediyâ
Hazreti Ali, Kelâmallâh ve Çekûh, Medediyâ
Gafsazamadu Kadir-i Ceylâli, Medediyâ Seyyidi
Muhammed, Ruhi,
Avlubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyidimize ikram edilmiş futahat
kapısından korku dolu bir milletin ya da
korkuya kapılmış bir milletin, toplumun
bundan kurtulabilmesi için gerekli çözümleri
kısaca özüyle sohbet babında yine beyan
ediyoruz kitapta geliştirmek üzere. Birinci
mesele şu, birinci bölümde anlattığım üzere
her şeye biz bir değer veriyoruz dedik. Uzun
uzadıya ifade ettik örnekleriyle. Anladığımız
üzere bu değerlerin bizler hislerimizle
veriyoruz. Bir adamı, bir şeyi, bir maddeyi, bu
konudalerimizle veriyoruz. Bir adamı, bir şeyi,
bir maddeyi, bu konuda bir şey hissediyoruz.
Ve bu hislerle beraber bunu değer veriyoruz.
Ancak hislerinizle bir şeye değer vermeyin.
Çünkü hisler insanı kandırır. Nereye kadar?
Nefsi mutmainne diye Kur'an-ı Azimüşşan'ın
tabir ettiği kalbin hakiki tatmini ulaştığı ana
kadar hisler insanı kandırır. Tabi bunu ehli
küffar babından anlatmaya kalksak çok net
ifade edebiliriz ki onların biz hislerimizle
hareket etmiyoruz demelerindeki sebep zaten
bu. Çünkü hem Amerika hem Avrupa hem de
Hristiyan dünyası şunu çok iyi biliyor ki onlar
hislerine hiç güvenemezler çünkü iman yok.
Tabi bunu farkında olarak söylemiyorlar.
Binlerce yılın tecrübesi var onlardaki ehli
küffarın kendilerine göre kendi imanlarına
sahipler. Hisleri hep onları yanıltmış.
Müslümanlardansa kalbini nefsinin ve şeytanın
karşısında bilinç sahibi olduğu o mutmain olma
seviyesine eriştiği andan itibaren hisleri onu
yanıltmıyor. Dolayısıyla toplumun ekserisinden
bahsediyoruz ve dünyanın ekseriyetinden ehli
küffar olmanın gelince bahsediyoruz ki
değerlendirmelerinizi asla ve katiyetle
hislerinize bırakmayın. Onun gerçek değerini
ister manen ister madden olsun gerçek
değerini bulmaya nefsineri şeytan tarafından
oluşturulmuşsa bunun bilimsel karşılığı
şeytanın nedir? Kişinin kötülük amacıyla,
kötüyü elde etme amacıyla, kötü sonuçları
ortadan kaldırıp kendisi için iyi, başkası için
kötü olabilecek sonuçlar amacıyla demektir.
Böyle olduğu andan itibarense korkuya sahip
olması gayet tabii. Yani insanoğluna bu açıdan
bakılırsa Resul-i Kibriya aleyhissalatü
vesselamın rüyalarla amel edilmez beyanatı ne
içindir? Mesela orada çok önemli bir mesele
var. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem
Efendimiz buyuruyor ki bir acil şerifinde rüya
nübüvvetin 72 penceresinden biridir. Şimdi bu
bir hadis koyduk bir tarafa. Bir başka yerde de
diyor ki rüyayla amel etmeyiniz. Rüyayla amel
olmaz. Şimdi bazı ileri zekada diyor ki aa bak
iki tane hadis çelişti. Bak güzel kardeşim iki
hadis birbirini de tamamladı. Allah Resulü
şunu söylüyor. Eğer siz benimle yani nübüvvet
penceresi ne demek? Allah Resulü ile
muhabbette olabilmek, onunla herdem
olabilmek, kalbinin o sevgi, aşkla tatmin
olması demek. Allah Resulü buyuruyor ki
kalbin, Allah-u Zülcelal'in sevgisi, Resulullah'ın
muhabbetiyle tamamen dolana dek rüyalarına
güvenme. Çünkü onlar birer histir. İçinde
nefsani taleplerin, şeytani dürtülerin, kişisel
beklenti ve çıkartıların karışabilir. Sen oradan
hareketle bir şey yapmaya kalkarsın, kendine
zarar verirsin. Ne zaman ki kalp diyarı yekûn
olup, Allah-u Zülcelal, Resul-i Kibriya
aleyhissalatü vesselam, Ehli Beyt'in sevgi ve
muhabbetiyle dolmuştur, o zaman o rüya sana
bir şey söyler. Ya da rüyanın söylediğiyle sen
bir şey anlamaya başlarsın. Dolayısıyla tarih
boyunca hadisler arasında bir çelişki yok, Ya da
rüyanın söylediğiyle sen bir şey anlamaya
başlarsın. Dolayısıyla tarih boyunca hadisler
arasında bir çelişki yok. Ancak hadislerin
anlama biçiminde bilinçli ve kasti bir hareket
var. Öyleyse bizler bir şeye bakarken, örnek bir
adam gördün yolda. Evet giyimi kuşamı baktım
böyle sakallar uzun. Dedin ki yahu ne kadar
mübarek bir adam. Bu ney? His. Neden? Sen
tarih boyunca filmlerden, etrafından,
çevrenden böyle sakalı uzun, güzel giyinimli,
güzel kokan bir adam için ne diyorsun
kafanda? Mübarek bir zattır. Ancak İslam'ın
koyduğu genel kaideler, şeriat, sünnet, hakikat,
hikmet bunlarla ilgili olarak araştırmaya
mecbursun. Öteki türlü sen kalbindeki hisse
hareket edersin. Bugün ezidiler de uzun sakal
bırakıyor, cübbe giyiyor, sarık takıyor. Ezidilerin
belgeselini seyredin, onlar da böyle yani.
Tanıyamayasın, anlayamazsın. İşte bu yüzden
şeriatın kıstası, sünnetullahın hakikati, ehli
beytin muhabbetiyle ancak bunu kavramak
mümkün. Bir diğer önemli mesele, bu
çözümün en temel noktası, hayatınızda bir
şeyin değerini gerçek olarak bilin ve o gerçeklik
yanında mana değeri verecekseniz,
kıstaslarınız hakikat babından olsun. Yani
Kur'an-ı Azim şu an ve sünnetullah sizin için
hakiki manada o değerin verilip
verilemeyeceğine dair olsun. Bugün ise bizim
toplumda hislerle karar verme söz konusu
olduğu için korku gayet doğal. Herkes hisleri
yönünde karar veriyor. Çünkü hayalperestlik
var. Bu hayaller hisleri daha da tetikliyor. Bu da
gerçekleşmediği anda gerçekleşmemesine
karşılık duygularınızı tetiklediği için en önemli
tetiklenen duygunuz korkularınız. Yani mesela
bizim genellikle Türkiye'de planlama berbattır.
Sıfırın altındadır yani. Adama dersin ki ya bunu
imal ediyorsun ama satabilecek misin abi?
Vallahi çok güzel iş olacak. Abi nereden
biliyorsun? Yıllardır yapıyorum, hissediyorum.
İçime öyle doğuyor. İyi de bunun kağıt kalemi
bir eline al bakalım. Maliyete doğru mu? Pazar
araştırmasını yaptı mı? Vesaire vesaire. Yani
ortada matematiksel bir veri var mı elinde?
Yok. Hissediyorum. Genellikle ne oluyor bu
adamlar? Korku patolojisiyle yaşıyorlar.
Hakikatten cesaret göstermedikleri yerde artık
gösteremiyorlar. Dolayısıyla eldeki veri de iptal
olmuş oluyor. Bir başka şey şudur ki
değerlerinizi insanlara bağlamayın. İnsanlar
dediğimiz normal etrafınızdaki çevrenizdeki
hakikat hikmetten yoksun. Genel %90'ın
üzerindeki o çerçeveden bahsediyoruz. Çünkü
insanların söylediği sözlerle oluşturmaya
gayret ettikleri değerler değil, sizin hakikatten
erişmeye çalışmanızla ulaşabileceğiniz gerçek
değerler sizin için bir veridir. Toplumumuzda
dedikodu ve iftiranın bu kadar yaygın olduğu
bir dönemde doğal olarak insanların sözleriyle
bu değerleri oluşturmaya kalkmayın, genel
manada sıkıntıya düşersiniz. Çünkü bizim
insanımız ve dünya insanı ne yazık ki yalan
söylemekten hiç çekinmeyen bir hale kavuştu.
Değerlerin, özellikle manevi olan değerlerin
maddi unsurlarla ölçümlendirilmesine asla ve
katiyetle izin vermeyin. ölçümlendirilmesine
asla ve katiyetle izin vermeyin. Çünkü bir şeyin
değeri, mana hakikatindeki uluhiyeti, o
mananın katmış olduğu değer maddi unsurlar
üzerinden ölçümlendirilmeye kalkarsa orada
büyük bir yanılgıya düşersiniz. Örnek vermek
gerekirse birisi dedi ki size bir arkadaşım var,
çok iyi bir adam sana yardımcı olacak. Sen onu
henüz görmedin, henüz bir konuşman
tanışman da yok ve sana diyor ki senin birlik
işini beşlik yapar. Manadaki değeri, adamın söz
söyleme sanatındaki değerini bir maddi önden
bir size kıstas koydu. Ve siz o kıstasa inandınız.
Artık adam dört de yapsa başarısız. Ve sizin
onun dört yapmasından korkarsınız. Onunla
beraber kaybetmekten korkarsınız. Toplumun
gideceği aşamaların tamamı işte bu kar
topunun büyümüş halidir. Bunun büyük hali
itibariyle de insanlar maddi unsurlarla
ölçümlemeler yaptıkları için, o değer ve
kıymeti bu unsurlarla ele aldığı için bu hakikat
ortaya çıkmıştır. Eğer bir iş iyiyse insana değil
fiile önem verin. İnsanları yüceltmeye
çalışmayın. Çünkü bugün civarımızda yapılan
ve insanları korkuya sürükleyen en büyük
problemlerden bir tanesi etrafımızdaki her
insanın kıymetinin değerinin anlaşılması için
onları sürekli pohpohlamak üzerine kuruldu.
Ahmet Efendi olmasa bu iş yürümez demeyin.
Ahmet Efendi iyi bir iş yapıyorsalara
çıkartırsanız Ahmet Bey çıktığı yerde hakikaten
olması gerektiği yerden bir tık üstünde olsa
artık korkacaktır. Neye benzer bu? Şuna.
Normal şartlarda genellikle sorarsınız insanlara
bazısı yükseklik korkusu vardır bazısı yükseklik
korkusu yoktur değil mi? yükseklik korkusu
vardır. Bazısının yükseklik korkusu yoktur değil
mi? Bazı yükseklik korkusu olmayan insanların
ise bir yükseklik çıtası vardır. Adam der ki
sorarsın yüksekten korkuyor musun? Der ki
hayır yükseklik korkum yok. Beşinci kata
çıkarız. Hemen orada ne bileyim atıyorum
orada bir şey vidalanacak. O balkonun
demirine basar. Hiç yüksekten korkmadan
takar. Ama bu onuncu katta korkmayacağı
anlamına gelmez. 30. katta korkmayacağı
anlamına gelmez. Veya bir uçağın üzerinde
yerden bilmem kaç fit yukarıda ayakta
duracağı anlamına gelmez. Herkesin
korkusunun dahi, korkmazlığının dahi bir
çizgisi vardır. O çizgisi vardır. O çizginin üzerine
insanı ne çıkartır? Etrafındakilerin
pohpohlaması. Dolayısıyla ortaya geldi
evladınız, kızınız, oğlunuz bir şey yaptı evde. İyi
bir şey yaptı. Olayı fiil üzerinden değerlendirin.
Bunu iyi yapmışsın. Ama bugünün aile yapısı
ne? Zaten sen bunu ancak iyi yapabilirdin.
Senden iyi de bunu kimse yapamazdı.
Harikasın, muhteşemsin. Yükseldi şimdi çocuk.
Çıkıyor yukarıya doğru. Çıktı, çıktı, çıktı, çıktı.
Öyle bir kata getireceksin ki artık oradan
düşmemek için bir korkusu var. Dolayısıyla
toplumsal olarak da bakarsanız eğer, bütün
toplum katmanlarında o katmanı seven
liderlerin onları yücelttiğini göreceksiniz. Belli
bir, ne bileyim işte bir takım taraftarı için, ya
sizden daha iyi taraftar yok, en iyisiniz, en iyi,
en iyi, en iyi, en iyi çıkardın. Bundan sonra bir
korku patolojisi başladı. Korkunun başladığı
yerde başarı zaten biter. Ama bunun sebebi ne
oldu? İnsanların birbirini onun üstüne
çıkarmaya gayreti. Her şeyin bir gerçek değeri
var. Onun ne sağına ne sonuna ne ifrada ne
tefride kaçmadan onun fiilinin güzelliğinin
ibaresi bizi korkudan alıkoyar. Allah'ın izniyle.
Eğer kötü bir fiil olmuşsa eğer insanın yapmış
olduğu bu değer karşısında olayın üzerine
gidin, değerlerin üzerine değil. Örnek, bir
adam var, bir kuyumcu sahte altın satıyor. Kötü
bir fiil var şimdi ortada. Eğer topluma siz
kuyumculuk mesleğinin bu sefer değere döner.
İnsanoğlunun nefsine garip bak. İyi bir şey
yaptığı zaman adamı över. Kötü bir şey olduğu
zaman o mesleği o değeri yerin dibine sokar.
İşte bütün kuyuncular böyle ya. Sahte iş
yaparlar. Ya şu taksiciler var ya hepsi aynı
bunların. Bilmem kimler işte itfaiyeciler hepsi
böyle. Toplumun tamamını bir yanda yer.
Halbuki ortada yapılan yanlış bir iş. Eksik bir
fiil. Şahsı özeldir. Şahsı özel olan şeyi bu sefer
değer üzerinde götürürseniz doğal olarak ne
oldu? Değerler üzerinden korku oldu. Ne
yaptılar bu toplumda yıllardan beri? Efendim
işte adamın biri dergaha gitmiş delirmiş.
Adamın biri dergaha gitmiş malından
mülkünden olmuş çalmış çıkmışlar. Adamın biri
dergaha gitmiş öyle olmuş böyle olmuş ne
oldu? Dergah kötü bir yerdir. Ya şimdi senin bu
değerinde şimdi ne yapıyorsun insanlar? İnan
ki dergaha gelmekten korkuyorlar. Dergah
kelimesi dediğin anda adamın yüzünün rengi
değişiyor. Dergah mı? Nasıl yani? Ya valla 1400
yıldan beri olduğu gibi. Allah Resulü'nün o
daha Mekke'de bir araya gelip de beraberce
oturduğu andan beri bu sistem aynı. Her
meslekte olduğu gibi bu mesleğin de sahtesi
var. O mesleğin sahtekarını bul cezasını ver.
Ondan mükellef olan ben değilim ki. Sanki o
mesleğin erbabı diğerlerini temizlemekten
mükellef birçesine. Meslek erbabı kendi
mesleğindeki pisliği temizlemekten mükellef
birçesine. Meslek erbabı kendi mesleğinin
pisliği temizlemekten mükellef değildir. O
mükellefiyet ya devlete ya kadıya ya yargıya
aittir. Ve sen onları da kaldırdığın zaman bu
değerler üzerinden milletin altından bunu
çektin. Korkunun oluşmasından daha doğal bir
şey yok. Çünkü isimler değil, değerler
konuşuluyor orada. Mesela adama soruyorsun
hangi dergahmış o? Hangi sahte dergahmış?
Bilmez. Hangi sahte şeyh yapmış bakalım bu
kötülüğü? Onu da bilmez. Ama böyle bir olay
varmış. Tamam var da bak ismi unutmuşsun.
İsmi silmişler, değeri tukaka etmişler. Bu ne
yaptı? Bir başka tefrit konusu. İfradı ve tefridi.
Bu işin ifradı insanları yüceltmek. Tefridi
değerleri alt üst etmek. Balans bozuldu. Değer
ve insanın buluştuğu yer fiildir. Fiil iyi de olsa
insandan ayrıdır, kötü de olsa insandan ayrıdır.
Kötü de olsa insandan ayrıdır. Ne bunu insanla
birleştirip insanı ilahlaştırma hatasız bu adam
dedirtme ve deme ne de değerleri alt üst
etme. Olayları fiiller üzerinden
değerlendirirsek eğer o zaman hakikati anlamış
ve kavramış olacağız. Bakın Kur'an-ı
Azimüşşan'da bile Allah Azze ve Celle, Allah
Resulüne gale fiilini kullanıyor. Söyle. Yap fiili
çok azdır mesela. Fiil harici unsur yoktur
mesela. Ya Muhammed sen bunu böyle hisset
diye bir kelime yok Kur'an-ı Kerim'de. Ya
Muhammed sen bunu böyle değerlendir
kelime yok Kur'an-ı Kerim'de ya Muhammed
sen bunu böyle değerlendir diye bir ifade yok
fiil var ya Muhammed sen bunu böyle söyle ya
Muhammed sen bunu böyle yap ya
Muhammed onlara böyle yapmalarını söyle
yapan fiile dahil olduğu şey kadında Rabbinin
katında değer bulur bunu bozmaya çalışan
şeytanın adamı olur onun karşılığını bulur. Eğer
bu dengeyi bozarsan en başta korku oluşur.
İnsan korkar, korkar, korkar korktuğundan
kaçar ve nihayetimiz bu olur. İnsanlara dahi
fiillerin kötülüğünü anlatmadılar cehenneme
anlattılar. İnsan Rabbinden korkmaya başladı.
Ya sen de ki zina etmekten kork. Kumar
oynamaktan kork. İçki içmekten kork. Çünkü
bunlar birer fiildir. Bu fiiller seni Rabbinden
alıkoyar. Ama sen diyorsun ki cehennemden
kork. Allah'tan kork. Adam diyor ki Allah'tan
korkarsa fiili işlemez. Ya adamın fiilden haberi
yok. Adam içki içmenin cumaya gitmemenin
günah olduğundan haberi yok ama diyor ki
Allah'tan korkum var ya fiilden haberi yok ama
ama Allah'tan korkusu var Allah'tan korkusu
ise onu Allah'tan uzaklaştırmış. Böyle korku
olur mu? Anlıyoruz ki bu korku şeytanidir. Ve
toplumun tamamında bu değer her alanda
gelişmiştir. Ama her alanda. Bugün bunu
siyasal alanda da söylüyor olsalar, ekonomide
de, sosyolojide de, bütün bunları kapsayan, din
hayatımızda, her tarafını kuşatan yaşamımızda
da bir gerçektir. Ve unutulmaması gereken bir
başka son değer ifadelendireyim bu ders için.
Cesaret korkuyu bastırmaz. Bunlar iki tane ayrı
duygulardır. Biri elmadır, bir tanesi patatesdir.
Hiçbir alakası yok. Bazen toplumda insanların
şunu yaptığını görüyoruz. Sen korkuyorsun
evladım, seni korkundan alıkoymak için ben
sana cesaret vereyim. Halbuki cesaret hakikati
imaninin kökünden geliyor, korku şeytandan
geliyor. Şeytan yeryüzünün en korkak
adamıdır. Niye? Her an kıyametin kopma
korkusuna sahip bir varlık. Her an diyor ki
kıyamet koptu mu kopacak mı? Kopuyor mu
kopacak mı? Niye? Biliyor bir hesabı var. En iyi
o biliyor. Rabbini en iyi tanıyanlardan biri
olarak şeytani tarafın zirvesinde o biliyor. Ve
onun süreti korkuyla yaşıyor bu. Benim
cesaretimse imanımdan korkuyu bastırmak
üzerine değil, hakikati bulmak ve hakikati
yaşamak uğrunda. Bu yüzden insanların
korkularından alıkoymanın formülü onlara
cesaret vermek değildir. Onlara korktukları
şeylere verdiği değerleri alt üst etmekle
mümkündür. Örnek küçük çocuklar toplumun
bir aynasıdır. Çocuğu böyle karanlık bir
koridoru görür. Oğlum dersin git bakalım
koridorun sonundan bana bir bardak su getir.
Baba der korkuyorum. Şimdi babalarda ne
der? Korkacak bir şey yok. Cesur ol. Yürü git.
Şimdi ne oldu? Cesaretle korkuyu bastırmaya
çalışıyorsun. Sen böyle yürüyen çocuk
bulamazsın. Halbuki yapman gereken şey şu.
Evladım neyden korkuyorsun? Büyük ihtimalle
karanlıktan. Bak şimdi ışığı yakacağım. Işığı
yaktık. Sen bu karanlığa ne değer vermiştin?
İçinde hayalet olabilir. Efendim ne bileyim
şimdi seyrettikleri videolarda ne varsa o
çıkabilir falan. Bir anda üzerime bir şey
saldırabilir. Bak ışığı yaktım evladım. Koridoru
görüyor musun şimdi? Görüyorum. Hiçbir şey
var mı bu koridorda? Yok. Peki bu koridora
bizden hariç şu anda girebilecek bir kapısı,
penceresi bir şey var mı? Yok baba. Peki ben
ışığı söndürsem ya da açsam bir şey buraya
girebilir mi? Yok girmez baba. Kapatalım o
zaman evladım. Sen şimdi aydınlık gibi düşün.
Yürü bakalım. Yürüdü. Niye? Korkuyla değer
verdiği şeyin ışığı yaktın gösterdin. Koridora
girebilecek bir şeyin olmadığını delillendirdin.
Çocuk o koridora verdiği değeri sıfırladı. Bunun
cesaretle ne alakası var? O zaman ehli imana
küfre delalet eden şeylerle iştigal etme çünkü
küfür karanlıktır denmesindeki hikmet budur.
Küfürden her bir nüve insanın kalbinde bir yeri
karanlığa boğuyor. O karanlık kalpte korkuya
vesile oluyor. Ey Müslümanlar ey Türkiye'de
ondan bundan şundan korkuyoruz.
Korkutuyorlar. Bir korku imparatorluğu
kuruldu. Herkes birbirinden korkuyor diyenler.
El cevap kimse sizi korkutamaz. Yeryüzünde
bizleri korkutabilecek bir tane canlı yok. Sende
ehli küffara delalet eden karanlık var. Sende
iman hakikatini coşturacak ve o niveden doğan
cesaretin ağacı korumu solmuş, sen bundan
daha doğal bir süreç yaşayamazsın. Senin
başına, tepene, etrafına sana sürekli en güzeli
yapan adam gelse senin yine korkulardan
uykun kaçacak, sen yine korkuyor olacaksın.
Çünkü sen değersiz dünyaya müthiş bir değer,
değerli olan ukbaya müthiş bir unutma
serüvenine girdin. Bu doğal sonuç. Bundan
kurtulmayı Cenab-ı Hak'tan niyaz ediyoruz ki
çözümü de Seyyidimizin beyan ettiği futuatta
da böyle ifade ediyor. Rabbim bizi bu
hakikatle, imanın vesilesi olan cesaretle
yürümeyi ve dünyaya meylin getirmiş olduğu
şeytani olan bütün korkulardan da azlimizi
niyaz ederiz. Rabbim bütün ümmeti
Muhammed'i o iman hakikatiyle kuşatsın.
Cenab-ı Hak seyyidimizden binlerce kez razı
olsun. Hayırla nefreti şerlen de fe ümmeti
Muhammed'e sağlık, saadet, afiyeti için. Allah
rızası için. El Fatiha.

Meded ya Hazreti Allah, meded ya Hazreti


Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem. Meded ya Hazreti Ali kerram Allah ve
cehu. Meded ya Gafsı Azam Abdülkadir el-
Ceylani. Meded ya Seyyidi Muhammed el-
Ruhi. Euzubillahimineşşeytanirracim.
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyyidimize ikram edilmiş futuhaat
kapısından Allah nasip etti. Toplumların büyük
sorunları hakkındaki hakikatleri seyidimize
inkişaf etmiş futuhaatlarla beyan etmeye
çalışıyoruz. Rabbim bu yaşanacak
problemlerden bu futuhaatların vermiş olduğu
imkanlarla Ümmet-i Muhammed'in selahiyette
kurtularak bu imtihanlardan kurtulmayı nasıl
müesser eylesin. Dünya hayatı bir imtihandır.
Bu imtihanın mücadelesi dahi bir ibadettir. Bu
dünyada varoluşun gayesi ve gerçekliği, tarih
boyunca bu mücadele devam edecek, bu
değirmen dönecek, bir gün tekerlek yerinden
çıkacak tabiri caizse ve bu kıyamet kopacak. Ve
yeryüzünde verilecek olan bu mücadelenin her
anı mutlak surette insanda Rabbinin karşısında
bir ehemmiyetle hasıl olacak. Bu hakikati
hikmetiyle ve esasıyla ehli mutasavvıf çok iyi
bildiğinden ötürü, ömürlerini bu mücadeleye
adadılar. Yani birilerinin ifade ettiği gibi ya da
zannettiği gibi, işte bu mutasavvıf adamlar
kenara çekildiler, bir gün kıyamet kopacağını,
ondan evvel bir gün zaten öleceklerini, bu
dünya debdebesiyle uğraşmanın
ehemmiyetinin olmadığını beyan ederek,
köşelerine çekilmediler. Her zaman sokağın
içinde, mahallenin ortasında, tabiri caizse
insanların düşünceleri, fikirleriyle, herkesin
kendi düşünceleriyle oluşturulmuş olduğu
dünya metağının kavgasının ortasında, kavgayı
dindirmeye, ateşi söndürmeye geldiler.
Seyyidimiz başta olmak üzere bütün
ulemadan, bütün evliyadan Cenab-ı Hak razı
olsun. Onlar köşelerine çekilmeden o
mücadeleyi verdiler. Ehli imanın mücadelesi,
yaşarken dünyanın hakikat uğruna imarı işte
bu esasiyetle en üst seviyededir. Zira neden
bunu söylemedi ehli mutasavvıf? Çünkü Allah
Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz
şöyle buyururlar. Kıyametin koptuğunu
görüyor olsanız elinizdeki ağacı dikiniz. Bakın
burada iki tane çok önemli hikmet var.
Hikmetlerden birincisi şu. Kıyametin koptuğu
an, yani sana ağacı şöyle tahayyül et. Elinde
fidan var, elma ağacı, armut ağacı, fide. Elinde
tuttun, kazmışsın. Onu yerine koyarken zaten
ehli imana o kıyamet görünmüyor da
kıyametin kopacağı belli oldu. Güneş batıdan
doğdu. İşte o kıyametin o en büyük alameti.
Anladın ki o gün kıyamet kopmaya başladı
kıyametin kopacağı belli oldu. Güneş batıdan
doğdu. İşte o kıyametin o en büyük alameti.
Anladın ki o gün kıyamet kopmaya başladı. O
süreç girdi. Madem kıyamet kopacak ehli iman
ölecek. Kendi ölümünü görecek. Bırak
kıyameti. Hiçbir Müslüman kıyameti
görmeyeceği için kıyametin kopacağını
anladığın an aslında senin için hangi andır
öleceğini biliyorsun. Yani birkaç saati gömrün
kalmış. Oradaki hikmetlerden biri bu.
Müslüman kıyameti görmeyeceği için Allah
Resulü'nün hadis-i şerifte beyan ettiği ağaç
diken adam Müslümandır, sünnete uyacak.
Ağaç diken adam Müslümandır, o kıyameti
görmeyecekse kıyametin de koptuğunu
anlıyorsa onun birkaç saatte gömülü kaldı. Yani
o ağacı dikip sulasa bir saat sonra dünyada
yok. Onun olmadığı gibi ondan sonra da
dünyada yok. Madem ki böyle bir hal var Allah
Resulü niye bunu beyan ediyor? Yeryüzünün
imarı Allah Azze ve Celle'nin yeryüzüne insanı
gönderdiği için mukaddestir. O kutsiyet
hakikati o mücadelenin gereğini doğurur. Nasıl
ki bir adam Umre'ye hacca gittiğinde, tavafa
başladığında ona deseler ki kardeşim Allah
nasip etse gelse Azrail Aleyhisselam dese ki
ona Ey Müslüman tavafın altıncısında
öleceksin. Altıncı şafta öleceksin. Yediği bile
görmeyeceksin dese. Hazreti Süleyman dedi ya
Azrail Aleyhisselam bir adım atayım da dedi.
Hazreti Süleyman Efendimiz oturayım şu
koltuğa. Yok dedi. Burda. Canım burda
anlayacak. Son saniye burası. O an dahi
Müslüman ne yapıyor? Tavafına devam ediyor.
Hakiki ehli imansa. Oradan anlıyoruz ki
mutasavvıf bu yüzden duramaz. İkinci mesele
ne? Allah Resulü'nün beyan ettiği bu hakikat
hizmet ve hikmetin bir bütün olduğunun tabiri.
Yeryüzünde hayvana, böreğe, böceğe, insana
yapılan hizmet bu hikmetin beyanatıdır. O
yüzden Müslüman adam için diktiği ağaç
kuruyacak mı, yeşerecek mi? Elma verecek mi,
güzel olacak mı? Kaç kişi yiyecek, işe yarayacak
mı? Bu Müslümanın düşüneceği alan değildir.
Allah Resulü ve Cenab-ı Hak bize diktiğimiz
ağaçtan verilen meyve adedi ve yenilen kadar
sevap yazacağını beyan etmiyor. Sevap olan o
ağacı dikmek. Velev ki sen sırtını dönüp o
tarlayı terk ettiğinde ağaç kurumuş olsa fark
etmez. Ağaç kuruyunca yere düşer. Yerdeki
bakteriler o ağaçtan faydalanır. Sana gene
sevap yazılır. O hakikat dairesinde Müslümanın
şunu deme imkanı yoktur. Zaten dünya
derbeder. Zaten herkesin dini imanı para
olmuş. Herkes kendi menfaati için bir yola
düşmüş. Bu saatten sonra sözde yeterli bir kafi
gelmiyor söylediğimizde de kimse dinlemiyor o
halde çekir kenara kendi zikrinle meşgul ol
diyemezsiniz ehli mutasavvıfın bu sözü hiç
olmadı tarih boyunca hiç olmadı hayatının
mücadelesini bu esas üzerine verdi bu yüzden
toplumsal problemler beyanatı ve bundan
önceki bütün futuatların beyanatı da bu
hakikat üzerine inkişaf etmiştir. O inkişafı
anlayacak olan kaç kişidir? O bizim işimiz değil.
Bizim görevimiz o hizmetin ihyasıdır. Rabbim
içinde olmayı nasip etsin son nefese kadar.
Beşinci büyük problemdeyiz. Hukuksuzluk adı
altında. Yaşadığımız dönemde buraya
yaklaşırken, aynen şu anda da toplumun en
büyük problemlerinden bir tanesi hukuk. Hem
hukukun anlayışı hem de yaşantı biçiminde,
hukuksuz bir alanda ve zeminde yaşadığını
söyleyen dünyanın bütün toplumları var.
Sadece Türkiye'de olduğunu düşünmeyin.
Avrupa'daki insanlar da hukuksuzluğun
olduğunu beyan ediyorlar. Onlar da
hukuklarını beğenmiyorlar. Onlar da eksikleri
ifade ediyorlar. Nihayetinde herkesin yaşadığı
bir yerde hukuksuzluk ittiba etmiştir ve bu
gitgide devam ediyorsa önce o problemlerin
içindeki tanımsal yanlışı ve anlayış
biçimimizdeki gerçekliği ifade etmek de
gerekiyor. Birinci mesele şu, hukuk nasıl
oluştu? Şimdi biz dersin ikinci bölümünde de
geleceğiz. Bu işin Müslüman bir bakış açısıyla
baktığınızda İslam hukukunun gereğini de
anlamış olacağız. İslam hukukuna esasından
bakılmadığı için ona karşı duyulan tepkiler de
nereden geliyor anlamış olacağız. Çünkü bugün
İslam ülkelerindeki Müslümanlar dahi İslam
hukukuyla yönetilmiyorlar. Aynı zamanda
İslam hukuku gelse deseniz, olsa deseniz ona
uygun bir zemin ve şartnamede yaşayan
insanlar da yok. Hoş insanlara göre değil,
Rabbin isteğine göredir her şey. Ama bu dersin
beyanı adı aynı zamanda İslam hukukunun ne
demek olduğunu kavramak için önemlidir. Onu
anlayabiliriz bu dersin içinde. anlayabiliriz bu
dersin içinde. Hukukun olumşum sürecinde
bugünkü hukuk yani İslam hukuku değil vahiy
ile beyan edilmiş, Peygamber aleyhissalatü
vesselam ve Hulefayi Raşidin ile yaşanmış ve
icma ile devam eden o süreç değil de bugün
Avrupa hukuku, Türkiye Cumhuriyeti'nin
hukuku, bütün bu yaşadığımız sürecin hukuku
3 temel esas ile şekilleniyor. Niye? Çünkü
hiçbir hukuk kaidesi dikkat ederseniz insan
eliyle geliştirilme gayesiyle mücadele edilse de
ortalama her 5 yılda bir yeni yenilenme
ihtiyacına hasıl oluyor. 5 sene içerisinde işte 90
yıllık cumhuriyet tarihinde kaç defa hukuk
sistemimiz değişti. Zannetmeyin ki Osmanlı
böyleydi. Osmanlı Devleti gençlerimiz
bilmiyorlar, öğrenmeliler. Osmanlı Devleti
şeriat-ı İslamiye'den feyz alarak, şeriat-ı
İslamiye'nin %40'ından faydalanarak devleti
ayakta tutmuştur. Yani sual edilse, dense ki
Osmanlı Devleti'nin hukuk sistemi nedir? %40
İslam hukuku esasına dayanır temeller, %60'ı
örfi hukukla şekillenmiştir. Dolayısıyla biz
hakiki İslam hukukunun yaşandığı dönem,
hangi dönemdir sorusuna cevap Hulefayi
Raşid'in de bitmiştir. Yani biz Hz. Peygamber
döneminde gördük, bunu yaşadık. Hz. Ebu
Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali onlar da
gördük. Hz. Hüseyin Efendimiz'le beraber bu
süreç nihayet buldu. Bundan sonraki süreçte
bu şey yok. Hiçbir şekilde İslam hukukunun
karşılığı yok. Emevilerde, Abbasilerde,
Selçuklularda, Osmanlılarda şeriatın bir kısmını
aldılar. Geri kalanını örfi hukukla tamamladılar.
Ancak bugünkü hukukta bundan farklı değil.
Birinci mesele tarihsel süreci kendisine örnek
alır. Ne demek bu? İşte bakar tarihte ne
yaşanmış kardeşim bu topraklarda? Hırsızlık
çok fazla ve insanlar hırsızlıktan nefret ediyor.
O zaman demiş hırsızlık hem bir suçtur ama
bunun yakalandıktan sonra yargılama
süreçlerinden sonra gelen ceza hukukunu
arttıralım. Veya şöyle hapsedelim, böyle
yapalım, böyle dövelim veya böyle cezalara,
böyle maddi cezalara maruz bırakalım belki o
zamanlar vazgeçer. Yani insanlar hukuk
sistemini oluştururken en başta kendi
tarihlerine bakarlar. Türkler de böyle yaptılar,
İsviçre de böyle yaptı, Avrupa da Amerika da
böyle yaptı, Avrupa da Amerika da böyle yaptı.
Herkes kendi devletinin tarihsel sürecini
inceleyerek bu tarihsel süreçteki eksiklerin
hukuksal tarafını tamamlamaya gayret etti.
İkinci mesele ise toplumsal taleplerdir. Yani
devletler bir zaman sonra toplum isyan eder.
Ya dersen bu sağa sola gözüyle bakıp gözüyle
bakış atıp taciz eden erkekler var. Sen bunlara
ceza yazmıyorsun ama bak bu bizim karımıza
bu tarafa kayabilirsiniz. Sıkıntı yok siz rahat
edebilirsiniz yani. Bu tarafa doğru kayabilirsiniz
abi. Sesim oradan görünmez diye ben böyle
yaptım. Ama siz kayabilirsiniz o tarafa. Daha
rahat oturun sırtınızı yaslayın. Dediler ki sen
böyle sağa sola bakan erkekleri ceza
kesmiyorsun ey devlet ama bu bizim
yaşamımızı etkiliyor. Sen buna bir ceza bulman
lazım. Bunun bir toplumda hukukun karşılığı
olması lazım. Bu hukuksuzluk oluyor. Buna bir
ceza yaz. Ne oldu? Toplumsal taleple hukukta
ikinci şekillenme süreci oluştu. Hukukun
gelişmesindeki üçüncü mesele hem mevcudun
durumu hem de öngörülerdir. Ne demek
öngörüler? İşte devlet o güne kadar denize kıyı
bir yere gitmemiştir. Hep kara bölgede
yaşamıştır. Bir gün denize yakın bir bölgeyi
fetheder veya oraya ilhak eder ne yaptıysa.
Sömürgeleştirir. Bu sefer ne lazım oldu?
Balıkçılara bir hukuk lazım oldu. Denizle
karşılaştı çünkü. Oranın balıkçılarından
öğrendi. Öngördü neler olabilir. Başımıza neler
gelebilir. Veya işte yeni bir teknolojik oluşum
var. Cep telefonu yani bak şimdi internet
hukukunu konuşuyoruz. Düne kadar yani
yaklaşık 1,5-2 seneye kadar bildiğim kadarıyla
insanlara Facebook'tan, YouTube'dan küfür
etmenin bir karşılığı yoktur. Herkes birbirine
rahat rahat küfür ediyordu. Her türlü hakareti,
iftirayı atıyordu. Devlet ne dedi? Ya dedi bu işin
biz bu kadar büyüyeceğini bilmiyorduk. İş
büyüdü. Bu da artık bir alandır. Bu da sosyal
bir alandır. Öyleyse bu alanda da insanların
birbirine hakaret etmesi, birbirine iftira atması,
birbiri hakkında bu kadar ileri geri konuşması,
düşünce özgürlüğü değil, normal sosyal
hayattaki hukuki karşılığı burada
uygulanmalıdır dediği. Şimdi bunlar bize ilk
bakışlarında geliyor. Gayet doğal değil mi? Bir
tanesi tarihsel süreçmiş, tarihimiz. Bir tanesi
toplumun bir talebi var, onlar var. Bir de
öngörülebilir mevcut durumda gelen yenilikler,
yeni durumlar var. Ve diyoruz ki biz buradan
hukuk kurduk. E şimdi bu kadar mantıklı bir
şey anlattık. gelen yenilikler, yeni durumlar var
ve diyoruz ki biz buradan hukuk kurduk. E
şimdi bu kadar mantıklı bir şey anlattık bak
bütün hukukçular da bu söylediğime
katılacaklar. E biz niye 5 senede bir hukuk
değiştiriyoruz o zaman? Her şeyimiz değişiyor.
Sadece bizde değil Amerika'da da, İngiltere'de
de, Fransa'da da haberi bir şey değişiyor. Adam
bir gün sakalı uzun olanı terörist ilan ediyor.
Öbür gün bir başka millet bir başkası hakkında
hukuki karar veriyor. O diyor ki ben bu
devletten kaçayım. Burada suç olan bir şey
orada suç olmayabiliyor. Bak sürekli bir
karmaşa söz konusu. Ve bu büyük bir sorun.
Öyleyse bu üç tane bizim nefsimize güzel gelen
çıkarım sürecinde olumsuzluklar var. Ki biz
doğru bir şey yaşamıyoruz. O olumsuzlukların
bir tanesi toplumsal sürecin içine tarihsel
sürecin içine affedersiniz devlet algısının girmiş
olması. Yani bizler tarihe bakarlarken bu
tarihin devletler tarafından yazıldığını
unutuyoruz. Bizler burada bir tarih anlatıyoruz.
Bizim devletlerden dinledıldığını unutuyoruz.
Bizler burada bir tarih anlatıyoruz. Bizim
devletlerden dinlediğimiz tarih değil. Şu anda
yeryüzündeki bütün devletlerin 180 küsur
200'e yakın devlet var Birleşmiş Milletler'e
kayıtlı. Hepsinden kendi tarihlerini bir sayfa
yazmalarını iste. Hepsini yan yana koy. Hepsi
bu tarihsel süreçte dünyanın nasıl en iyi milleti
olduğunu, dünyaya nasıl katkı sunduğunu,
dünyanın içinde ne kadar cefakar, vefakar bir
millet olduğunu anlatacak. E güzel kardeşim bu
kadar kanı kim döküyor o zaman? Bu savaşları
kim çıkartıyor? Bu mülteciler niye bu halde?
Açlık, sefalet, adaletsizlik, hukuksuzluk niye
var? Bak bütün devletlere baksan dünya güllük
gülistanlık. Tarihsel anlamda bakarsan.
Amerika sana tarihini gönderse maşallah
dersin ne kadar güzel. Kızılderilerden
bahsetmeyecek. Fransa sana tarihini gönderse
vay diyeceksin. Yani neden medeniyet oldum?
Cezayir'den bahsetmeyecek? İngiltere zaten
bahsetmesi mümkün değil. Güneş batmayan
dedikleri coğrafyada anasını ağlatmadıkları
millet kalmamış. Japonya'sından Amerika'sına
kadar Amerika dahi İngiltere'den illallah etmiş.
Bağımsızlık bildirgesiyle ben İngiltere'den
kopuyorum deyip savaşla çıkmış. Bak bizim
gençlere niye Amerikan tarihini anlatmıyorlar?
Amerika İngiltere'ye karşı bağımsızlık
mücadelesi verip savaşarak kendi
bağımsızlığını İngiltere'nin elinden çekip almış
millettir. Çünkü İngilizler Amerika'yı da
sömürdü kendi milletlerinden olmalarına
rağmen. Öyleyse bu işin tarihsel süreç
incelemesinde olumsuzluk devletlerin algısı.
Tarihi devletler yazıyor, insanların söylemleri,
futuat veya buna benzer tarihçilerin
söylemlerini söylettirmiyorlar yahut
üniversitede destek vermiyorlar. söylemlerini
söylettirmiyorlar yahut üniversitede destek
vermiyorlar. Üniversitede destek vermeyince
üniversitedeki tarih hocası da devletin talep
ettiği tarihi söylemleştirecek ki profesör
olabilsin. Nihayet bu olumsuzluk devlet
algısının hukuka etkisi olarak yansıyor ki
Emeviler de seyyitleri affedersiniz kesip
biçerken onlar da hukukla karar verdiler.
Seyyidleri kesip biçerken onlar da hukukla
karar verdiler. Bir hukuk uydurdular. Seyyidleri
öyle kestiler. Onlara sorarsan onlar da
hukuksuzluk yapmadılar. İmam Musa Kazım
Efendimiz'i 40 sene hapse attıklarında da
hukukla hapse attılar. Onlara göre.
Hukuksuzluğun da riskası ama onlara sor
sorarsan evet ya işte kanuna uymadığı için
atıldı. Seyyidleri sevenler kanunlara
uymadıkları için hapse atıldı. Ne olmuş?
Demek ki devlet algısı tarihsel süreçte bir
olumsuzluk meydana getiriyor. Gelelim ikinci
olumsuzluğa. Dedik ki toplumun talepleri
hukuku şekillendirir. Doğru. Akılla bakarsan
mantıklı ama burada kişisel menfaatleri
unutuyoruz. İnsanoğlu kendi menfaatlerinin ön
plana çıkması için hukukun delilmesi uğruna ve
onun değiştirilmesi uğruna sürekli talepleri
vardır. Ne gibi? Bizim ülkemizde 10 senede bir
af talebi doğar. Çocuk üniversiteye gitmiş, hiç
okula uğramış. Ya devlet bunu affetsin, bizi
tekrar diploma alalım. Adam gitmiş, gasp
yapmış, adam öldürmüş. 10 sene sonra ya
mutlaka bir af çıkar, yırtarız. Adam ceza
yapmış, arabasıyla oyunu bunu yaptı. Af çıkar
abi, burası Türkiye. Ne oldu şimdi? Kişisel
menfaatler hukukun önüne geçmedi mi? Geçti.
İnsanlar bu kişisel menfaatleri uğrunda
hukukun yönlendirilmesini talep etmiyorlar
mı? Evet. Halbuki herkes hukuku talep ediyor.
Bütün toplum af çıksın diyor. Aynı toplum
hukuk istiyor. Öyleyse kişisel menfaatler
toplumsal talebin olumsuz tarafı olarak
karşımıza çıkıyor. Üçüncü mesele ne dedik?
Öngörüler, yeni durumlar. Ama burada da bir
olumsuzluk var. Güncel olan şeyin kalıcılığı söz
konusu değil. Ve onun güncelliğini takip
ediyorum derken bir doğruyu kaçırıyor olma
ihtimaliniz var. Ben o günceli yakalayacağım
derken siz o hukukun olması gereken esasını
kaybediyorsunuz. Peki o zaman bu üç
olumsuzu yan yana yazarsak ne çıkıyor? Bir,
algı. İki, menfaat. Ve üç, güncel unsurlara
önem vererek hareket edilmesi hem bir
hukuksuzluğun doğumuna hem de hukukun
uygulanamayacağı sonucunu doğuruyor.
Örnek, mesela güncele bir örnek, kadına
şiddette kadının beyanına önem vermek. Şimdi
diyor ki güncel bir konu var. Ne yazık ki akla
hayale gelmeyecek şekilde kimi erkekler
gidiyor karısına zulmediyor. Adam zevki için
karısını dövdü etti. Tamam burada bir
hukuksuzluk var. Kadının hukukunun
korunması lazım. Kadın kime sığınabilir?
Elbette devletine sığınacak. Devlet gidecek
erkekten hesabını soracak. Ama siz sırf güncel
bir gerçeklik uğrunda bir şey yapacağım ben
diyerek bundan sonra şahit mahit bilmem ne
tanımam kadın karakola gider. Kadının beyanı
esastır dersen günceli yakalamak uğrunda
kadınların gönlünü kazanmak uğrunda ya da
bir şeyi engellemek zorunda. Şu anda
bakıyoruz o kararların yarıdan fazlası
kadınların kocalarından kurtulmak için bir
yöntemine dönüştü mü? Evet. Adam karısına
bir şey yapmadı halde kadın karakola gidiyor.
Kocam beni dövdü diyor. Eve bir kağıt geldi.
Altı ay eve girmesi yasak. Hukuksuzluk neyden
doğdu? Güncel bir meselenin kişisel ve
toplumsal menfaatlerine uygun bir şekilde
yönlendirilmesi için yapılan mücadeleden
doğdu. Dolayısıyla burada hukuksuzluğun
doğmasından daha gerçek bir sonucu elde
edemeyiz. Çünkü toplumun, devletin algısı,
kişisel menfaatler ve güncel hayatın getirilene
göre sürekli değişmesinden daha doğal bir şey
olamaz. Çünkü siz hukuku teknolojik bir
makine gibi kabul eder ve onun o makine gibi
algıya göre, menfaate göre, güncelliğe göre
güncellenmesi gerektiğini iddia ederseniz o
telefon herkesin elinde değişken bir hale gelir.
Bugün telefonda bir algı matematiği ile
menfaat matematiği, ondan menfaat talebimiz
var telefondan, güncelleme matematiğiyle
sürekli yenileniyor. Bu telefonun fotoğraf
özelliklerinin gelişmesinden ihtiyacı olan
faydalandığı gibi bu işin kötü tarafını kullanan
adama da bir imkan doğuyor. Ama hukuk buna
izin veremez. Hukuk bu manada algıyı,
menfaati ve güncelliği ortadan kaldıran bir
değere sahip olabilirse hukuk, suzluk
engellenip hukukun uygulanamadığı durumlar
ancak ortadan kaldırılabilir. Dersin ikinci
kısmında işte bunu anlamaya başlayacağız.
Öyleyse hukukun tanımı şu olmuş olmalı.
Hukuk insanın hak ettiğinin takdir edilmesidir.
İnsan bir suç işler, bu suç kesin ve kat'idir ve
insanın bir hak ettiği vardır. Bu hak edil süreci
tarihle, algıyla, menfaatlerle ve güncellikle ele
alınamaz. nefaitlerle ve güncellikle ele
alınamaz. Ele alınamadığı durumlarda herkes
hak ettiğinin takdirini bekler. O takdirin manası
ve kudretin hakikati insanda bir karşılık bulur.
Moğol devletinin yıkılmazlığını sorarlar.
Mesela Moğollar çok zulmetti Müslümanlara,
dünyaya. Derler ki yani işte Moğollar askeri
olarak çok güçlüydü, çok şöyleydi, çok
böyleydi. Moğollar neden bu kadar başarılı
oldu? Pek çok hikmetli tarafı var. Hakikat tarafı
var ayrı ama bir mesele var. Moğollar da 600
seneye yakın yani 400 seneden fazla hukuk
sistemi hiç değişmedi. Hiç. Ya efendim işte
şimdi şu Ahmet Efendi'nin meselesi hukukta
suçtur ama Ahmet Efendi devlete lazım diyerek
kişisel menfaatler gözetilmedi. Devlet menfaati
hiç gözetilmedi. Çünkü menfaat hukukta
yoktur. Algı hukukta yoktur. Güncellik hukukta
yoktur. Algı hukukta yoktur. Güncellik hukukta
yoktur. Hukukun değişmezlik ilkesi
oluşabilmesi için gereken şartlarsa ancak
insanın olmadığı yerde mümkündür. Dersin
ikinci kısmında doğal olarak ilahi bir intizama
muhtaç olduğumuzu göreceğiz. İnsanın olduğu
yerde algı var. İnsanın olduğu yerde menfaat
var. İnsanın olduğu yerde güncellik var. Bu
yüzden hukukun değişmez ilkelerle yürümesi
mümkün değil. Hukukun değişmez ilkelerle
yürümediği yerde hukuksuzluğun
doğmasından daha basit bir çözüm yok. Adalet
ise işte bu hakikatte bakılınca, hukukun bu
tanımından bakılınca takdirin taksim
edilmesidir. Dolayısıyla adaletle hukuk farklı
kavramlar. Adalet, hukukun takdir ettiği,
insanın hak ettiği takdirin taksim edilmesi.
Eğer o taksimat doğru yapılırsa adalet olur.
Eğer o taksimatın vazifesi takdirin
hükümlerinin esasına göre yapılmamışsa artık
adalet de mümkün değildir. Çünkü hukukun
adalet, hukukun bir meyvesi. O hukukun
meyveyi doğru verebilmesi için kökü daha
doğrusu o kökten doğru beslenebilmesi için
tanımın doğru olması lazım. Peki hukuksuzluk
bağına aslında zaten çok konuşmaya gerek
yok. Herkes yaşıyor ama neden yaşadığını
anlattık. Mesele sistemin insana
dayanmasından kaynaklanıyor. İnsana
dayanınca menfaat var, algı var, güncellik var.
Bunu itiraz edebilecek kimse var mı? Yok.
Bunlar varsa hukuk ister istemez değişken
madem ister istemez değişken hukuksuzluk
doğacak ve uygulanamayacak hakkıyla. Bu da
bizi gelecekte şu sorunlara götürecek
kardeşim. Bugünkü halimizden daha beter
olay. Bir, gelecekte her bir güç odağının
baskısıyla hukukun tabiyet fonksiyonu
değişmeye başlayacak. Bugün zaten onun
etkilerini görüyor muyuz? Evet. Mesela adam
yolda gidiyor. Gidiyor bir tane kadıncağızı
dövüyor. Hukuksuzluk mu bu? evet adaletsizlik
mi bu? evet ceza gerektiriyor mu? amenna ve
saddekna ama gazeteler üst üste 5 manşet
atınca adamın cezası 3 yılken 10 yıl olabiliyor
şimdi bunu söylediğim zaman insanlar
diyecekler ki 10 değil 100 yıl olsun Ama bu
hukuksuzluk Hukuk insanın hak ettiğinin
takdiridir O yüzden hani eskilerin bir tabiri var
Adamın hakkı bir tokattı sen yumruk attın veya
öldürdün derler Hakkın çiğnenmesi sadece hak
sahibi olarak görme kendini Suçlunun da suçu
işlediği anda artık bir hakkı var o da ceza. Bir
adam sana geldi sana hakkı olmadan vurdu
sana. Seni gasp etti. Bana bir haksızlık yaptı.
Şimdi iki tarafa da hak doğdu. Benim hakkım
benden çalınının bana geri verilmesi. Ben neyi
kaybettim? Paramı. Geri verecekler bana onu.
Onun da artık bir hakkı da oldu. Ne o? Cezası.
O da cezasını alacak. O da onun hakkı. İki
tarafta hakkını aldığı yerde adalet olacak. Ama
bugün ne yapıyor adamlar? Ya işte bu suçu
işlemiş. Bu aralar mesela hakimler bile
enteresan. Basının bu konudaki yoğun
baskısıyla kamu vicdanının bak enteresan
kamu vicdanının gereğiyle cezası ikiye
katlanmıştır. Ya kamunun vicdanı dediğinde
kamu kim, kamu kim? Yani insanların bugün
sinirlendi, kızdı diye suçunu arttırdın. Bugün,
yarınlarda bunun tersi olursa ne yapacağız?
Mesela adama dersek ki ya adam banka
soymuş ama soyduğu banka parasıyla 3 bin
fakir doyurmuş abi. Affedelim ya bunu. Hiç bir
kuruşunu yememiş ha. Bütün bankayı soymuş,
soğana çevirmiş. Atmış arabasına, kapı kapı
gezmiş. Bütün parayı dağıtmış. Affedelim abi
bunu ya. Ne olacak? O banka onu idare eder.
Onu tamamlar ya. E bir de böyle düşünün
bakalım. Olmaz. Bu ileride daha çetrefilli bir
hale dönüşecek. Parayla güç odakları ve
dernekler kurulacak. Hukuk dernekleri bunlar
toplumun belli kesimlerini kurtarmak adına
hukuktaki yasaların esnetilebilirliğinde
mücadele edecekler. Zaten bugün onun bir
kısmını görüyoruz. Kadın hakları savunucuları,
yanlış anlamasınlar, güzel tamam kadını
koruyun kollayın ama karşı tarafın hakkıyla
onun hakkından daha kötü bir hale sokmuyor
olan gayretiniz aile yapısını, temel niteliği,
hukukun esasını yıkıyor. Hukukun yıkıldığı ve
hukuksuzluğun olduğu yerde adalet, ticaret ve
muhabbet olmaz. Hukuk ne için gerekir? Bir,
ailenin, birliğin devamı için. Aile dediğimiz
sadece kendi ailemiz değil. Biz şu anda burada
bir aile olduk. Bir odaya girdik. Allah rızası için
bir yere geldik. Biz de şimdi bir aileyiz. Sonra
bir cemiyet oluyorsunuz, cemaat oluyorsunuz.
Bir de öyle bir yapınız var. Onlar kırılıyor.
Ticaret de yapamazsınız. Aile de kuramazsınız.
Muhabbet de yapamazsınız. Yani insanlarla
iletişim kuramazsınız. Çünkü şu anda biz neyin
hukuka dair, neyin olmadığını bilmiyoruz.
atıyorum bilmem ne memuruna küfür ettiğin
zaman en üst seviyeden cezası var hukukta
seviye olmaz madde 1 yani adamın cezası
nettir birisine küfür etmenin cezası 6 aydır sen
zaten 6 aydan 2 yıla kadar dediğin anda şuna
geliyor mesele adamın yoksa 2 yıl adamın
varsa 6 ay demek bu hukukta da yeri var mı?
Var. Hakim de hukuksuzluk yapmadı. Ama
hukuksuzluğun daniskası oldu bu. Efendim
diyor, devlet memuruna hakaretten iki yıldan
on yıla kadar hapis. Ya tamam, hapse hak
etmiş bu adam. Devletin memurunu hakaret
etmiş. Kabul. Devlet önemli bir kurum. Başın
ölünde. Tamam kabul. Ama iki yılla on yıl
arasının kim seçiyor? Neye göre ölçüyor? Neyi
kıstas alıyor? O belli değil. Hakim diyor takdir
etti. Hakimin takdiri adaletin taksiminde olur.
Onu taksim ettikten sonra süre belirleyemez.
Bir adamın hakkı 40 değnekse, hiçbir kadı onu
41 de yapamaz, 39 de yapamaz. İslam
hukukunda adama ceza kestiler, 40 değnek. O
39 olmaz, 41 olmaz, o 40'tır zaten. Örfi
konularda gelenlerse o bölgenin menfaatleri
uğrunda değil, ihtiyaçları uğrunda şekillenir.
İkinci mesele işte bu manayla biz hiçbir zaman
sürdürülebilir hukuku yerleştiremeyeceğiz.
Şimdi diyorlar ya işte yatırımcının gelebilmesi
için hukukun üstünlüğünün olması lazım.
Hukukun ön üstünlüğünün değil. Önce
hukukun olması lazım. Ancak insan eliyle
oluşturulmuş hukukun daimiyeti bugün için
mümkün değil. Dolayısıyla hiçbir zaman
hukukun üstünlüğü söz konusu olamayacaktır.
Nerede olduğu gibi, evlerde olduğu gibi,
aillerde olduğu gibi. Ailede olduğu gibi. Şimdi
sizin evinizde atıyorum işte oğlunuzun yaptığı
bazı hareketlere izin vardır bazı hareketlere
izin yoktur. Öbür evde bunun da tersi vardır.
Oğlunuz gelir der ki ya baba sen bana bunu
yaptığım için kızıyorsun ama Ahmet'in babası
ona hiç kızmıyormuş ya. Niye böyle yapıyorsun
sen bana? Neden böyle oldu? Çünkü evin
içinde de aynı hukuksuzluk var. Sebep hukukun
kurgusunu baba yapacağı zannediyor. Baba
hukuku uygular. Neyi temel alıyorsa?
Müslümansa İslam'a göre yapmak zorunda.
Müslüman bir babaysa İslam'a göre yapmak
zorunda. Müslüman bir babaysa, İslam'a göre
evi yönetiyorsa iki baba birbiriyle çelişemez.
Karar manasında, cezalarda değişir. Bir baba
der ki sana maça gitmek yasak, öbür baba der
ki senin bir hafta harçlığını kestim neyse. Ama
ceza cezayı vermişse ceza cezadır. Bir yerde bir
şeyin ceza olup öteki yerde olmadığının anlamı
insanın kendi fikrinden yola çıkarak bir takım
kısasları belirlemesinden kaynaklanıyor. Bir
zaman sonra yasaların böyle gitmesiyle
bölgesel ve yerel olması talep edilecektir gayet
doğal. Şimdi diyoruz ya biz bütün her yerde
aynı ülkemizin her yerinde aynı yasa
uygulanmasını talep ediyoruz. Eyvallah
Amerika'da uygulanamıyor. Sebep sadece
eyalet yapısından kaynaklanmıyor bu. Orada
devlet algısı, kişisel menfaat ve güncellik
bizden çok daha fazla olduğu için hukuk
bölünmüş. Bizde de hukukun bölünmesi ne
yazık ki ve istenmese de hakikat bu sürecin
getirisi olarak yaşanmaya mecbur kalacak. Bir
başka şey ne yazık ki şunu göreceğiz ve
görmeye de başladık. Yasa adamlarının
siyasete giriyor olması. İslam tarihinde
birazdan sorunun çözümüne geleceğiz. İslam
hukukundan bir başka yere çıkamayacağız.
Bilimsel olarak da böyle. İslam tarihinde hiçbir
yargı adamı siyasette olmadı. Sebep? Siyaset
devlettir, devlet algıdır. Siyaset menfaattir.
Hukuk menfaat kabul etmez. Siyaset günceldir,
hukuk kadimdirinin uygulanamaz bir noktaya
geldiğini, temelde problemin olduğunu, bu
temel probleminde insanları buraya doğal
olarak süreklediğini sürükleyeceğini anlarız. Bu
meseleyi kimse yanlış anlamasın. Hukukçunun
siyaset yapma talebi hukuk sisteminin esasının
uygulanamazlığından gelir. Bu esaslarsa
hukuktaki ceza matematiğinin değiştirilmesiyle
düzeltilemez. Çünkü temelimiz yanlıştır. O
yanlışı ifade ettik dersin bölümünde. İkinci
bölümde de inşallah kısaca kitapta
genişletmek üzere nasıl çözülür bu mesele
evimizdeki hukuku da dahil olmak üzere onu
ifade etmeye çalışalım kısa bir ara inşallah.

Ya Hazreti Allah, Meded Ya Hazreti


Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem, Meded Ya Hazreti Ali, Kerem Allah ve
Cehuk. Meded Ya Kavsazam, Abdülkadir el-
Ceylani, Meded Ya Seyyidi Muhammed, Ruhi,
Eûzu billâhimineşşeytanirracîm,
Bismillahirrahmanirrahîm. Cenab-ı Hakk'ın
izniyle seyyidimize ikram edilmiş futuhat
kapısında Allah nasip etti büyük toplumsal
sorunlarda hukuk bölümünün
problemlerinden bahsettik dersin. Birinci
kısmında, madem ki bu problemler var,
çözülemeyeceğinin katiyetini gördük. İnsanın
olduğu devlet algısına göre hukukun
şekillenmeye mecbur bırakıldığı ve olacağı
doğal olarak ve güncel değerler üzerinden
hukuk algısının oluştuğu bir süreçte hukuk
hem değişken hem de hukuksuzluğa kapı
açıyorsa, hangi hukuk olacak ki bu hukuk hem
değişmez, hem herkesi ferahlatacak, hem
adaletin taksimatında takdirin hakkıyla
gözetecek onu anlayabiliriz. hakkıyla gözetecek
onu anlayabiliriz. Şimdi burada bu manada
İslam'ın şeriatının getirmiş olduğu İslam
hukukunun değerlerinin beyanatı söz konusu
olduğunda toplumların veya insanların
içerisinde bunu karşı duran insanların ne
diyorsun sen diyenlerin anlamadığı kavramı
tanımsal boyutlarla ifade edip anlatıştırır.
Şimdi o kavramın karşısında problemin
karşısında çözümün birincisi yine olayın
kurgusunun anlaşılmasıyla kaim olur ki burada
kudret kavramını doğru anlamamız lazım.
Kudret, insanoğluna Cenab-ı Hakk'ın bir
yaratıcı olarak yarattığı varlığa vermiş olduğu
bütün tecelliler arasında kendisinin takdir
ettiği ve insanın da vermiş olduğu bir imkandır.
Yani Cenab-ı Hakk'ın kendi kudreti, kudreti
mutlak olup her türlü kudreti, her türlü varlığın
ihtiyacı olan enerjiyi, imkanı, her şeyi
yaratmıştır. Ama o yarattıklarında da o imkanın
birer nüfusunu vermiştir ki o faaliyetin devamı
mümkün olsun. Kün feyekün emri içerisinde
has olmuş bir gerçek. Dolayısıyla insan gücünü,
kudretini nereden aldı sorusunun cevabı
Cenab-ı Hakk'ın onu yaratmış olmasından
aldığını anlamamız lazım. Yani dolayısıyla İslam
hukukunu olmasın diyen bir adam önce
kudretin ne olduğunu anlamadığı için buna
reddetmektedir. Öyle reddediyor zira diyor ki
kudret bendedir. Ben yaşadığımı bilirim.
Yaşadığım şeyin gerektirince hukuku arzu
ederim. Oysa ki insan yaratıcının kendisine
verdiği kudretle yeryüzünde ayakta
durabildiğini bilince, yeryüzünde o kudretin
taksimatının sahibinin onu en iyi bilen
olduğunun farkında olduğu için kudretin
hakimiyeti konusunda kendisinin vesile
olduğunu anlamaya başlarsa o zaman bu
kudretin yaratıcıdan insana nasıl aksettiğini
anlatmak ve bu gerekliliği simüle etmek yani
hayatın içindeki değerini iyi kavramak
gerekiyor. İşte o zaman insan kudret-i
ilahiyenin varlığıyla hakikati anlayabilir. Bu
şuna benzer. Firavun dönemini düşünün.
Hukuk neydi o dönemde? Firavunun ağzı. O ne
isterse o. Elbette onların da bir hukuku vardı.
Yazıyorlardı, çiziyorlardı. Kimi zaman
bürokratlar, teknokratlar o dönemin önemli.
Ne dersen adamları geliyor bir şeyler söylüyor
bir şeyler yazılıyordu. Ama yazının yazdırılma
aşamasında söz kime ait? Firavun'a ait. Ne
diyordu o? Bundan böyle mesela atıyorum işte
arpa ekmeğini çok yiyeni dövün. Veya işte ne
bileyim çok konuşan adam ya da çok gülen
adamı görünce dövmek serbest. Devlet tutsun
dövsün atıyorum şimdi. Firavun bunu
söylerken temeli neresi? O diyor ki kudret
bendedir. Kudret bendeyse insanlar hakkında
hasıl olması gereken hukuk benden çıkar. Yani
burada bir karar vermemiz lazım. Kudretin
temsili kim? Sahibi kim? İnsan kudretin
temsilcisi olarak kabul ettiğiniz yerde buna bir
sahip atamanız lazım. Şimdi devletlerin
kurguladığı hukukta kudreti nereye vermişiz?
Kayıtsız, şartsız, egemenlik dediğimiz şeyi
insanlara vermişiz. Bu egemenlik, evet doğru
bir söz ama eğer burada insanların bütününün
o kudretin temsili olduğunu unutursak, burada
bir başka kudreti arayacağız. Orada diyeceğiz ki
o zaman bu kudretin temsili olduğunu
unutursak burada bir başka kudreti arayacağız.
Orada diyeceğiz ki o zaman bu kudretin sahibi
devlettir. Sahibi devlet olunca o tarihsel sürece
bakıp hata yaptığını birinci bölümde anlattık.
Eğer devlet, insan, toplum kudretin temsilcisi
olduğunu anlarsa benim bir kuvvetim var. Evet
bak bunu sıkar kırabilirim. Ama bendeki bu güç
ve kuvvet ve kudretin temsilcisi olduğunu
anlarsa, benim bir kuvvetim var, evet bak bunu
sıkar kırabilirim. Ama bendeki bu güç ve
kuvvet ve kudret, Allah Azze ve Celle'nin bana
vermiş olduğuyla mümkün olduğunu
anladığım yerde temsilci olduğumu anlarım. O
zaman hukukun temellendirilmesinde kudretin
getirmiş olduğu temel değerin esasına
dönmeyi arzu ederim. Yani burada bizler
neden İslam hukukuyla ancak bunu çözebiliriz
sorusunun birinci cevabı şu. Bizler kudretin
kimin elinde olduğunu bulursak kudreti elinde
tutanın hukukun temelini attığına varacağız.
Eğer Müslümansak kudret sahibi Allah'a
zücceler olduğu için İslam hukukuna
ihtiyacımız var. Yok Hristiyansan sen diyeceksin
ki kudret Tanrı'dadır. O zaman ona gideceksin.
Orada ne yapmışlar? Kudreti Tanrı'dan
almışlar, Papa'ya vermişler. Kudret Tanrı'dan
almışlar, papaya vermişler. Kudret Tanrı'dan
papaya geçmiş. Papa diyor ki ben Tanrı'nın
yeryüzündeki gölgesiyim. İstediğimi cennete,
cehenneme koymak en az kudret sahibi olmak
kadar benim hakkımdır deyince ne oldu?
Kudretin merkezinde papa olduğu için uzun
yıllar Avrupa'da kararları hukuka verdi.
merkezinde papa olduğu için uzun yıllar
Avrupa'da kararları hukuka verdi. Dolayısıyla
insanlar bugün hukukta aslında neyi arıyorlar?
Kudret sahibi kim? Onu arıyorlar. Kudret sahibi
bazen diyorlar ki kudretin sahibi diktatör
olsun. O adam kudret sahibi olsun. Firavun. E
bir süre geçiyorlar. Bir bakıyorlar ki Firavun'a
kudret sahibi dediler ama deniz boğdu.
Diktatöre kudret sahibi dediler ama bir tane
çelimsiz geldi bir tokat vurdu ona bir silah attı
öldürdü gitti bak kudret gitti. Ha adam diyor ki
kudret öyle bir şey olmalı ki kaybolmamalı.
Halbuki insan kayboluyor. Kaybolmamalı.
Halbuki insan kayboluyor. Öyleyse kudret
kaybolmadığı gibi onun temsilcisi onun
sahibine bağlı olabilirse kudretin temsili
mümkün oluyor. İnsanlara İslam hukukunu
anlatmaktaki birinci mesele bu. Yani bizler
İslam hukukunun üstünlüğünün neden üstün
olduğunu beyan ediyoruz? Çünkü biz
Müslümanlara göre kudret Allah'ın Zülcelal'in
elinde. Bunu bir Hristiyan'a anlatamazsın.
Anlatamayacağın için İslam fıkhı ne yapmış?
Tarihte Hristiyan'ın kendi kudret gördüğü kim
varsa ona kendi hukukuyla yaşam hakkı
vermiş. Dikkat et. Mesela sen bir yeri fethettin.
İslam ülkesi. Hristiyanlar senin tebaan oldu.
Tamam. Hristiyana göre kudret kimde? Kendi
tanrısında. Veya tanrının papasında. Veya
papazında. Ne dersene. Papazı çağırıyorsun.
Papaz efendi burayı biz fethettik. Sizin
dininizde kudretin sahibi kim? O da diyor ki
benim. Şu anda benim. Evet bizim de bir
tanrımız var mı? Benim. O zaman diyorsun
madem ki kudretin sahibi sensin o halde
benim tebaam sizler sanın koyduğun hukukun
gereklerine göre yapsın. Yani evlenecek adam
kendi hukukuna göre. İslam'dan başka hiçbir
hukuk bu çözümü getiremedi. Sebep? Çünkü
hepsi kendini kudretli bildi. Amerikalı geldi bir
yeri ezdi. Veya İngilizler sömürdü. Dediler ki
Hindistan'da bundan sonra İngiliz hukuku
geçerlidir. Sebep? Çünkü kudret kraliçenin
elindedir. Biz başka bir kudreti kabul
etmiyoruz. İslam ise diyor ki, Herkes hangi
kudrete tabi ise, O kudretle hukukunu
sürdürmeye imkanı vardır. Müslümanlar için
kudret Allah-u Zülcelal'dedir. O yüzden o
kudretten doğan hukuka bağlıdır. Sizlerin
kudreti Hz. Musa'nın tanrısı ise ona göre
evlenin. Ona göre mirasınızı bölüşebilirsiniz.
Ona göre efendim alım-satım sözleşmelerinizi
yapabilirsiniz. Bak bundan hariç dünyada bir
başka hukuk sistemi yok. Çünkü hukukta
herkesin aradığı kudret bir temsilcisi dahi olsa
bulduğunda onu bir kılıç haline getirmek
istiyor. Halbuki biz onu kılıç haline
getiremiyoruz. Çünkü o Allah'a zülcelal
diyoruz. Temsilcisi biziz ancak onun kılıcı
olabiliriz diyoruz. O kudretin kılıcı olabiliriz. O
kudret hukukun merkezinin temeli inşa
edilmiştir. Biz onun hizmetkarı olabiliriz.
Öyleyse İslam hukukunun birlik yapısının
ifadesi, birleştirme ifadesi, hukukun
üstünlüğünden önce kudretin tarifinde
getirmiş olduğu esasla bütün sorunu kökten
çözer. Çünkü bildik. Kudretin sahibi Allah Azze
ve Celle. Onun koymuş olduğu hukuk esası
bizim temsilcilik hakkımızın gereğini ortaya
koyuyor. Bu durumda üç tane ana esasa göre
İslam hukuku şekillenmiştir. İslam hukukunun
bir şekillenme süreci de var. Yaratıcı
tarafından, Allah Azze ve Celle tarafından bizim
için bir süreç var. Şimdi hukukun üç tarafında
kuşatır. Neden? İslam hukukunun birinci birlik
yapısında birinci esası insan üzerinedir. birlik
yapısında birinci esası insan üzerinedir. Çünkü
insan yeryüzünde Allah-u Zülcelal'in kudretinin
temsilcisidir. Eğer Müslüman değilse bile
insandır. O yüzden orada İslam hukuku işte bu
andan itibaren insana karşı devlet
hegemonyasına izin vermez. Örnek, İslam
hukukunda devlet başkanını insan şikayet edip
aynı anda kadının önüne çıkma mükellefiyeti
vardır. Bekletemezsiniz. Adam gitti, dedi ki ben
devlet başkanına şikayetçiyim. Kadı dedi ki
sebep nedir? Dedi ki benim hakkımı yedin.
İslam hukukuna göre direkt kadının önüne
geçmek zorundasın. Sebep? Kudretin sahibi
olan Allah Azze ve Celle katında devlet
başkanıyla öbür köylü adam insan. Merkeze
insanı koydu. Yeryüzünde bundan başka bir
hukuk sistemi var mı? Tam tersine şu anda
bütün hukuk sistemlerine siz atıyorum işte
bölgenin valisini mahkemeye veremezsiniz. Siz
valinin yaptığı şeye karşılık gider idare
mahkemesine şikayette bulunursunuz. İşte
belediye başkanı bizim sokağımızı kazdı. Haksız
yere kazdı. Belediye başkanından şikayetçi
olamıyorsun. Gidiyorsun belediye başkanının
uygulamasından şikayetçi oluyorsun. Ondan
sonra bekle Allah bekle. O uygulama doğru mu
değil mi? Araştıran devlet, karar veren devlet.
Yani burada hep söylenen bir unsur var ya.
Kuvvetler ayrılığı. İnsan kudretin merkezini bil
ya, kuvvetler ayrılığı. İnsan kudretin merkezini
bilmezse kuvveti ayırmaya mecbur kalır. Çünkü
her bir kuvvet kendine çekiyor. Kuvvetler
ayrılığı ilkesine neden geldi? Kudreti
bilmedikleri için geldi. Kudret Allah-u
Zülcelal'de olsa kuvvet ayrılığına niye gerek
olsun? Çünkü yasa geldi. Yasama organına
ihtiyacın yok. Yasama organına nerede
ihtiyacın var? Gelişen yeni bir düzenekte
ihtiyacın var. Merkezin kudretinde ise bu esas
belli. Türevler örfi bile olsa hakikat değişmiyor.
Örfi hukuk var İslam'da. Bölgesel hukuk var.
Yani siz Diyarbakır'ın örfüne göre bazı şeyleri
değiştirebiliyorsunuz. İstanbul'da bazı şeyleri
değiştirebiliyorsunuz. İstanbul'da bazı şeyleri
değiştirebiliyorsunuz. Ama değiştirdiklerinizin
yekülü esasa aykırı olmadığı için insanların
birbirlerine karşı ve devletine karşı bir
başkaldırısı söz konusu değil. İnsan şunu bilse
ben devletimden şikayetçi olabiliyorum ve
hakkımı alabiliyorum dese başkaldırır mı?
Biliyorsun ya ben devlet başkanı bir haksızlık
hukuksuzluk yapsa ben de bunu yönetime işte
yargıya taşısam yargı hemen ilk oturumda
ikimizin karşısına alacak dese bu fotoğrafı
ömründe bir defa görse kimsenin
başkaldırmaya hakkı kalır mı? Velev ki köylü
adam suçlu olsun velev ki iftira atmış olsun. Ne
fark eder ki? Avrupa'da 150 yıl boyunca
konuşulan mesele neydi? Fatih Sultan
Mehmet'le tebadan bir adamın hakim
karşısında beraberce ifade vermesi değil mi?
Avrupa'da 150 yıl dediler ki ya papa ne
konuşuyorsun ya? İstanbul'da Fatih Sultan
Mehmet'e adam şikayet etti. Hem de şikayet
eden gayrimüslim, Müslüman da değil,
Hristiyan. Beraber kadı önüne çıktılar ne
konuşuyorsun dedi ya? Sırf bu sebepten
milyonlarca Müslüman olmaya dönüşen
binlerce diyelim insan oldu. Çünkü tarih
boyunca bunu görmedi ki insan. Sen devlet
başkanından razı değilim diyorsun. Delillerin
bunlar. Şahitlerin bunlar. Gelsin bakalım. Bunu
İslam hukukundan başka hiçbir hukuk son 200
yılda beceremedi. Hiç olmadı. Çünkü devlet
olur mu öyle şey? Sen devletin bir
kurumundan şikayetçi olabilirsin. Devletin
hiçbir yöneticisinden şikayetçi olamazsın. İkinci
mesele. İslam hukukunun birliğinde ikinci
temel yaşamdır. Hukuka niye ihtiyacımız var?
Yaşamak için. Ama İslam hukukuna göre yaşam
nefsani arzular çerçevesinde değil, bedeni
ihtiyaçlar çerçevesindedir. Bedeni ihtiyaçlara
nazaran nefsani istek ve arzulara göre
şekillenmiş bir hukuk nefsin gidebildiği yere
kadardır, tıkanır kalır. Örnek, basit. Güncel
hukukta dünyanın neresine gidersen git,
hırsızlık suçtur ve cezası vardır. Kimi yerde
hapistir, kimi yerde dayak atarlar, kimi yerde
ne bileyim gözaltıdır, ev hapsidir, kamu
hizmetidir, ne dersen de. Dünyanın her yerinde
hırsızlık suçtur. İslam hukukunda da suçtur.
Ancak şartları var. Adam açsa sen ona İslam
hukukunun belirlediği şart olan elini
kesemezsin. Aç adamın hırsızlığı kasti suçtan
kabul edilmez. Aç çünkü. Gündüz yapılmış
suçta elini kesemezsin. Malını açıkta
bıraktıysan ve saklamaya tedbir almadıysan
elini kesemezsin. Böyle böyle yan yana say,
Hulefayi Raşidin döneminde ve sonrasında da
eli kesilen hırsız olmadı. Recm edilen hiç kimse
olmadı. Şimdi adam diyor ki, siz diyor zina
edenleri rejmediyorsunuz, ne kadar büyük
vahşet. Beyefendi şartlarından haberin yok.
Bir, yaşamın gereği olan nefsani arzularına
sıyrılmış bir hukukun, insanın doğal
ihtiyaçlarına karşı getirmiş olduğu
çözümlemelerden haberin yok. Hulefay
Raşid'in döneminde rejim edilme olmadı.
Çünkü hukuk buna izin vermedi. İnsanlar değil.
Hukuk buna imkan vermedi. Dört tane göze
açık şahit lazım rejim etmek için. Nasıl
yapacaksın o işi? Dört şahit lazım. Zinayı açık
açık görmesi lazım. Diğer şartları da koy üst
üste. Olmadı. Daha ne dersen de, nihayet
nefsani arzularla kuşanmış bir hukuk
hegemonyası altındayız. Herkes nefsine göre
hukuku şekillendiriyor. herkes nefsine göre
hukuku şekillendiriyor bugün ne bileyim işte
adam arabasını böyle kullanmak bugün şu
kadar ceza ertesi gün bu kadar ceza ertesi gün
af ya hangi hukuk sistemi bunu kaldırır
dünyanın her yerinde böyle yanlış anlamayın
Türkiye'ye ait bir mevzuat değil bu üçüncü
mesele ise şudur İslam hukuku kaldırır.
Dünyanın her yerinde böyle yanlış anlamayın.
Türkiye'ye ait bir mevzuat değil bu. Üçüncü
mesele ise şudur. İslam hukuku iyilik
üzerinedir. Cezalandırma üzerine değildir.
Hukuk insanların hakkının takdiri ise insan en
çok iyiliği hak eder. Bu yüzden İslam
hukukunun esası ceza üzerine beyan
edilmemiştir. İyilik üzerine beyan edilmiştir. Siz
bana yeryüzünde bir hukuk söylemeyi getirin
ki kadı ceza kesmeden evvel karşısındakini
doğruya davet ediyor olsun. İslam hukukunda
pek çok cezada eğer ceza şahsi ve kişisel kamu
malı ya da bir başkasına ilgilendirmiyorsa
örnek işte adam ne yaptı? İçki içti bağırdı
çağırdı insanları rahatsız etti. Kadının önüne
geldik. Kadı ona soruyor. Sen bu içkiden
vazgeçsene. Bak kadının ikinci vazifesi var.
Çünkü İslam hukuku diyor ki senin onun cezayı
verirken insan olduğunun hak ettiğini ve
insanın da bunu hak etmediğini ona anlat ki
belki bir daha yapmaz. Dolayısıyla İslam
hukukunun getirmiş olduğu değerin
merkezinde ceza değil, iyilik var. getirmiş
olduğu değerin merkezinde ceza değil, iyilik
var. İslam hukuku döneminde insanlar
arasında bir araştırma yapılsa en çok hangi
devletin hangi organını seviyorsunuz diye sual
edilse el cevap kadıların ilki üçü içinde
sayarlardı. Çünkü niye seviyorsun? Gittiğinde
iyiliği söylüyor. Kötülükten men ediyor.
Herkesi, devleti kimi varsa sıraya düzüyor. Ve
kudretin hakkınca beyan ediyor. Kendi nefsi
yok ortada. Öyle yok ki kadı açken hüküm
veremez. Açken hüküm vermesi yasaktır. Kadı
sinirliyken hüküm veremez. Açken hüküm
vermesi yasaktır. Kadı sinirliyken hüküm
veremez. Kadı, affedersiniz bir haftadan fazla
on gün hanımıyla bir araya gelmişse hüküm
veremez. Daha say Allah say. Sebep? Çünkü
İslam hukukunda karşınızdaki insandır. İnsana
nefsinizle karar veremezsiniz. Sahibi Hazreti
Allah. Yeryüzünün en aşağılık adamı olsun ne
fark eder? Onu Allah yarattı. İnsan olarak seçti,
insan olarak gönderdi, eşrefi mahlukattır. Hele
ki Müslümansa, bir fasık Müslümanın kanı
Kabe'den evla değil mi? O zaman kadı ona
bakarken bir kul gibi baktığı için kararını da
Rabbinin rızasına göre vermeye mecbur
olduğunu anlar. Oysa ki bugün bir bak hakimin
görüşüne göre iki yıldan on yıla artık ne tutarsa
abi. Kıyafetini mi beğenmedi, küpeni mi
beğenmedi, saçını mı beğenmedi, tipini mi
beğenmedi Küpeni mi beğenmedi Saçını mı
beğenmedi Tipini mi beğenmedi Veya iyi
halden indirime gittik Ya bu iyi hal nedir ya
Kimin iyi hali ya Adam suçu işlemiş önüne
gelmiş ya Mahkemede güzel durdu Biraz önce
adam öldürmüş bu İndirdik onu Niye iyi durdu
ya Mahkemede böyle takım elbiseli geldi
Tıraşlı geldi temiz geldi Bak bu İslam
hukukunda yok İndirdik onu. Niye? İyi durdu
ya. Mahkemede böyle takım elbiseli geldi.
Tıraşlı geldi. Temiz geldi. Bak bu işlem
hukukunda yok. Öyleyse hukukun değil insanın
üstün olduğu süreç anlaşılmamıştır. Mesele
hukukun üstünlüğü değildir. Mesele insanın
üstünlüğüdür. İnsanın üstünlüğü hukukun
üstünlüğü değildir. Mesele insanın
üstünlüğüdür. İnsanın üstünlüğü hukukun
üstünlüğünden evladır. Çünkü insan olmasaydı
hukuk olmayacaktı. İnsanı üstün gören tek
hukuk sistemi İslam hukuk sistemidir.
Diğerlerinin tamamı kudreti kendinden bildiği
için taksimatı kendine göre yapar. Asla ve
katiyetle hedefi 12'den vuramaz. İstenilen
hukukçuyla, istenilen hukuk üzerinde
istenildiği kadar konuşsak, nihayet dönüp gelip
bu temel değere ulaşacağız. Ha ondan sonra
konuşuruz. İslam hukukundaki cezaların
hikmeti nedir? Niye böyle yapmışlar? Bu ayrı
bir konu. Bu fıkhın konusu. Ama esasda şu
konuda netleşmemiz lazım. Kudret kimin
elinde? Kudret Allah Azze ve Celle'nin
elindeyse karşındaki insandır. Hukukun
üstünlüğü onu yaratandan geliyor. Onun
hakkını ver, hakkını yeme. Ne üstüne ne altına.
Dolayısıyla bizlerin İslam hukukuna olan talebi
hakların yerine gelmesinde dünyanın bütün
insanlığı içindir. Çünkü İslam hukuku insanın
inandığı dinden hukukuna ulaşmasına imkan
veren tek hukuk sistemi. dinden hukukuna
ulaşmasına imkan veren tek hukuk sistemi.
Kendi evlilik haktinizi yapabiliyorsunuz, kendi
özel sözleşmenizi yapabiliyorsunuz. Atıyorum
işte Yahudi olsun desin ki ben cumartesi
çalışmıyorum. İslam hukukuna göre cumartesi
çalışmayı mecbur edemezsin. Şimdi bak bizim
alışveriş merkezlerimize cuma saatinde dükkan
kapatmak yasak cezası var. Biliyor musunuz?
Bir alışveriş merkezine girerken önünüze bir
kağıt uzatıyorlar. Çalışma prensipleri. Diyor ki
eğer bizim açık olduğumuz bir saatte sen
dükkanını kapatırsan sana 3 kira ceza. 10 bin
dolar ise 30 bin dolar. Ne oldu bu şimdi? Hukuk
mu bu? Oys ne oldu bu şimdi hukuk mu bu
oysaki islam hukukuna göre çarşının ortasında
da olsa adam cumartesi günü yahudiyim
kapatıyorum dese sen ona dokunamazsın öyle
bir imkanın yok adam şabat diyor cumartesi
ben çalışmıyorum senin için kudret kim ey
yahudi benim bir tanrım var pe Peygamberim
Hazreti Musa. Sen kudreti oradan biliyorsun.
Bu hukuka tabi. Kabul. Yapacak bir şey yok.
Kudreti oradan biliyor. Evet kafirdir. Ama onun
için kudret o. Kim kudreti nereden biliyorsa
hukukunu oradan alacak. Benim kudretim
Rabbim de onlara bu imkanı veriyor. Başka bir
dinde yok. Şimdi bütün alışveriş merkezlerinde
cuma günü dükkanlar açık. Sevgili Müslüman
büyüklerimiz bir alışveriş merkezine giriyorsun.
En az 50 tane dükkanın 30-35 tanesinin sahibi
5 vakit namaz. Ya 35 tane dükkan sahibi gidip
alışveriş merkezine diyemiyor musunuz?
Kardeşim cuma günü bizi kapatıyor. Bu bizim
hakkımız. Beyefendiler yöntem bulmuşlar.
Dükkana hanımları bırakıyorlar. Erkekler
namaza gidiyorlar. Beyefendiler bu açık değil.
Bu sizi Rabbinizi kandırmaya gayretiniz. Allah'ı
kandırmıyorsunuz. Kendinizi kandırıyorsunuz.
kendinizi kandırmaya gayretiniz. Allah'ı
kandırmıyorsunuz, kendinizi kandırıyorsunuz.
O saatte dükkanlarınızı kapatmanız psikolojik
bir harekattır. Farkında değilsiniz siz. Bizim için
hayat önemlidir ama Rabbimiz her şeyden
değerlidir dediğiniz an o an. Kapatabiliyor
musun dükkanını? Kapatamıyorsun değil mi?
Şimdi Müslümanlar çareyi kızlarda buldular
kızlar diyorlar cuma saatesiz durun biz cumaya
gidiyoruz mesele o değildi ki kardeş mesele
şuydu bak ya koskoca İstanbul İstanbul'da
aşağı yukarı insanların bey namazı da dahil
cumaya gidiyor camiler dolu öyle görüyoruz
yani ya bunların hepsi dükkan kapasite millet
dünya diyecek ki ya arkadaş ya dünya uzay
üstünde NASA bir gün uzaya mekik fırlatacaktı.
Mekik 8 gün 7-8 gün gecikti. Gecikme sebebi
şu. Astronotlardan bir tanesi diyor ki ben
Yahudi'yim. Cumartesi günü çalışamam. Ne bir
düğmeye basabilirim. Onlardaki kural öyle.
Bizde cuma namazına gidilir, namaz bitti, hayat
başlar. Cumartesi, pazar bizde tatil yoktur,
Müslüman'a tatil yok zaten. Hakikatte.
Peygamber yapmadı, kimse yapmadı,
bizimkiye tatil. Astronot dedi ki bak ben
cumartesi günü düğmeye basamam, bir civata
sıkamam, telsizle konuşamam dünyaya ait olan
bir şeye basamam e astronotsun sen abi
dediler nasıl olacak o iş dedi ki o zaman haham
efendinden fetva çıkartalım haham keyif yaptı
8 gün cevap vermedi 8 gün uzay mekini
kaldıramadın Türkiye'de olsa ne yaparlar
başlarım lan senin için filan filan. Çıktı şey
derler ya. Basıyorsan bas, basmıyorsan gelme.
Şimdi bütün dünya bunu konuşuyor mu? Evet.
Sen bir dükkanı kapatsana ya. Yok kızına
bıraktın, yok hanıma bıraktın, yok teyzeye
bıraktın. Ben cuma namazına gidiyorum
kardeşim. O zaman dünya diyecek ki arkadaş
bu adamların bu anı var. Şu an kimse onun
umurunda mı? Kimse kimsenin umurunda
değil. Rabbim bu hukukla yaşayabilecek hale
döndürsün bizi. Çünkü İslam hukuku taleple
gelmez. Yaşantıyla gelir. Bu hukuku eneple
gelmez, yaşantıyla gelir. Bu hukuku en çok
herhalde bizim toplum istemez. Çünkü bu
hukuk insanı merkeze alıyor. Kudretin
hakikatini temsilcisine değeri ortaya koyuyor.
Ve fark kabul etmiyor. Affı yok. Lamı yok. Cimi
yok. Sağa kaymaz, sola kaymaz. Şeriatın kestiği
parmak acımaz hesabesince. Rabbim onu
yaşayabilecek ve onu talep edebilecek bir
hayat nizamı bize nasip ederse. Başka bir
nizamda kimse kudreti kendinden bilenlerden
çözüme tam ulaşmış bir hukuk beklemesin
hayaldir. Türkiye Cumhuriyeti bundan sonra 75
defa daha yasa değiştirsin gene olmayacak.
Dünyanın hiçbirinde olmadı gene olmayacak.
Çünkü mesele ortada. Rabbim öyle
yaşayanlardan eylesin. Rabbim bu fıtratın
verdiği imkanlarla dünyaya bu hakikati bütün
güzelliğiyle söyleyebilenlerden,
yaşayabilenlerden eylesin bizi. Hayırların fethi
şerlerin defi ümmeti Muhammed'in sağlık,
sıhhat, afiyeti seyyidimizin, evlatlarının,
cümlemizin, bütün ümmeti Muhammed'in
sağlık, sıhhat, afiyeti için, Allah rızası için.
Thank you.

Meded ya Hazreti Allah, Meded ya Hazreti


Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem, Meded ya Hazreti Ali keramallah ve
cehû, Meded ya Gavsasam abdülkadir ve
ceylâni, Meded ya Seyyidi Muhammed ruhi
allubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın
Seyyidimize ikram edildiği futuhat kapısından
Allah nasip etti bu haftada yine. Büyük
toplumsal problemlerin devam ediyoruz.
Geçtiğimiz hafta adaletsizlik ve hukuksuzluğu
beyan etmiştik. 21 problemden 6. büyük
probleme geçtik. Bugünden kıyamete kadar
ehli imanın başındaki illetlerden 6.sı.
Reddetmek, inkar etmek, kabul etmemek.
Gerek bunu inanç mantığıyla da düşünebiliriz.
Gerekse şimdi dersin birinci kısmında problemi
anlatmaya çalışırken, özetiyle sohbet babında,
aileye karşı, devlete karşı, birbirimize karşı,
kimsenin kimseye güvenmemesiyle de alakalı
ama bu biraz daha güvenmemenin biraz daha
ötesinde bir şey. Kabul etmemek, reddetmek,
karşısındakinin söylemiş olduğu Cenab-ı
Hakk'ın varlığından tutun da bahsettiğimiz
bütün unsurları bir araya getirdiğimizde. Bu
hafta öncelikle tanımdan başlamayalım, önce
tıbbiyeden başlayalım. Nasıl bir insan
reddederken ne yaşıyor vücudunda? Onun
tıbbi tarafını anlayalım çünkü bu insan vücudu
için önemli bir kavram. Sinir sisteminde ruhu
ve nefsi ifade ettiğimiz zaman, bunun
Avrupa'da bazı kardeşlerimiz anlattığı zaman
Hristiyanlara, başka dine mensup olanlara veya
inanmayanlara özellikle bu konudaki ilgi ve
alakalarla o İslam'a olan muhabbetleri bir
anda farklılaştığını görüyorsunuz. Çünkü işin
ilmi tarafı beyan edilmiş oluyor. Bizler tıbbi
taraftan başladığımız önce vücudumuzda bir
şeyi reddederken hayır kabul etmiyorum
olmaz böyle bir şey. Hiçbir şekilde ben buna
yatkın olmayacağım. Kesinlikle reddediyorum
dediği anda yaşadığımız olayı önce kavrayalım.
Birinci mesele şu önce sinir sistemindeki
akışkanlığı hatırlarsanız eğer anlattığımız
tarafta. Parmağınıza bir toplu iğnesi
değdiğinde ya da siz bir yere dokunduğunuz
anda özellikle. Sinir hattınız boyunca bir iletim
söz konusu oluyor. Her bir iletim tek başına bir
anda olmuyor. Tek bir kabloyla bağlı değil.
Kabaca izah ediyorum sohbet babında herkes
anlasın diye. İşin kitabı tarafında hep derin
detaylı izah ediyoruz. Sohbet tarafı hem 45
dakikada anlatmak gerekiyor hem de kafalara
kazınsın. Kitap çıkana kadar bu aciliiliyet
giderirsin diye izah etmeye çalıştığımız için
böyle. Parça parça kablolar düşünebilirsiniz
sinir sistemi. Her birisinin arasında
biyokimyasal geçiş sağlanıyor. Ve bu
geçirgenlik arasına biz zaten ruhun yerleşkesi
olarak ifadelendirmiştik. Bu parmağın ucundan
başladı. Beyne kadar gitti. Beyinde bir karar
verildi. Elini çek veya onu al, onu tut. Bir emir
daha gittiği söyleniyor. Biraz eksik bir ifade
olmakla beraber kabaca. Gitti, el onu tuttu ve
kaldırdı. Beyne giden bir iletim ve beyinden
gelen bir iletim. Ancak insanların bir şeyi
reddeden, hani anında hayır kabul etmiyorum.
Kesinlikle reddediyorum. Özellikle inanç
konusunda, sevgi konusunda biraz daha
duygusal konulardan bahsediyoruz aslında.
Hani şu demek değil reddetmek. Tanımına
gelince anlayacağız biraz daha. şu demek değil
reddetmek. Tanımına gelince anlayacağız biraz
daha. Abi bu akşam hadi yemek yiyelim mi?
Hayır yemeyelim demek reddetmek değil
aslında bu akşam bizim anlattığımız. Çünkü
adam o anda şunu hissediyor. Bakıyor karnı
tok. Yemeğe ihtiyacı yok. O yüzden yemek
yemeyi reddediyor. Bizim bahsettiğimiz şu.
Ahmet abi iyi bir adamdır. Hadi canım oradan.
Ahmet abi hiç tanımıyor ama. Arada hiçbir
tecrübesi yok. Yemek yiyen adam daha önce
yemek yemiştir. Doymanın ne demek
olduğunu, doymamanın ne demek olduğunu
iyi bilir. Bildiği için de reddetmesi, kabul
etmemesi manasındadır. Bizim reddettiğimiz,
reddetmekten bahsettiğimiz husus hiç
tanımadı, hiç bilmedi, hiç haberi yok. Ama
onun hakkında kesin bir ön yargıyla veya ön
yargı bile diyemezsiniz buna. Ön yargı için bile
bazı donelere ihtiyacınız var. Adamın tipini
beğenmedim diyebilirsin. Görmüşsündür yani.
Ama burada Ahmet abi hiç görmedi adam.
Diyorsun ki Ahmet abi var. Çok dürüst, namus
bilemeyen dürüst bir adamın olacağına
inanmıyorum. Şimdi ne oldu hiç görmediği bir
adam var ama adama değil daha ziyade yine
anlama dönük olarak böyle bir anlamın
yaşadığım çağda bir karşılığı olmadığı
düşüncesiyle bir reddiye söz konusuysa eğer
bu reddiyeye sahip insanların sinir sisteminde
şunu görüyoruz biz. İletim esasındaki geri
dönüşler şu manaya geliyor. Kablodan giden
elektrik akımı diyeyim yine kabaca tabir etmek
için akım giderken potasyum dengesi
değişirken bir anda giden şey atlama yapıp geri
döndüğünü görüyoruz. Pikler yapıyor. Yani
kablonun kendi bağında sinir sisteminde
potasyum dengesizliği söz konusu potasyum
izotoplarından kaynaklanan bir probleme bağlı
olarak. Tabii o kaynağın nereye geldiğini şimdi
izah edeceğim. Yani kabloda bir hasar var öyle
düşünün. Yani siz bir kahve makinesine bir çay
makinesine 220 volt elektrik gitmesi lazım fişi
taktın. 220 volt giderken yolda kablo boyunca
o 220 volttan bir bölümünün anlık olarak geri
geldiğini düşünün. Ne olur şalter atar değil mi?
Eğer aynı kablodan geriye elektrik gelirse kaçak
akımda varsa orada şalter geriye atar. Çünkü
sistem elektrik verecekken elektrik aldı der
şalteri kapatır. Aynı şey beyinde oluyor şalter
kapatıyor. Şalteri kapattığında ise
insanoğlunun nefsani ve şeytani özelliğinin
anladığınız yeridir o reddetmeye yöneliyor.
Dolayısıyla burada hakiki Müslümanla
hakikaten Müslüman olamamış arasındaki bir
ayrım doğar. O da ne demek şu bir Müslümana
en sinirli anında dahi mesela en sinirlendiği
artık böyle cinnete yaklaştığı kendini
kaybedecek kadar sinirlendiği bir anda dahi
ona deseniz ki kardeşim Allah için dur o da bir
an diyor ki mesela size dönüp tamam kardeşim
Allah'a inanıyorum Allah'a iman ediyorum ama
bak bu adam bana böyle yaptı der ama iman
hassasiyeti olmayan bir adama en sinirli
anında Allah için dur deseniz Allah'ın kitabı bu
işe karıştırmayın der. Farkı bu. Çünkü ehli iman
ne kadar sinirlenirse sinilsin, ne kadar
sinirlenirse sinirlensin, ruhun terbiyesiyle sinir
sisteminde biraz önce bahsettiğim geriye
atmalar olmuyor. İletim düzgün bir şekilde yani
Evliyaullah'la Evliyaullah'ta derece sahibi
insanlarla Müslümanların arasındaki normal
bir Müslümanın, fasık bir Müslümanın güncelık
bir Müslümanın, güncel hayatında dini mübini
önemli bir yere koymamış ve böyle yaşamayan
adamın arasındaki sinirsel iletim farkı nedir
derseniz, sinir sistemlerinde geri dönüşsüz bir
akım vardır o insanlarda. Kendilerinde o geri
dönüşsüz akım olduğu için her şey net, kesin
ve keskindir. Bilmiyorsa bilmiyordur, biliyorsa
biliyordur. Ama reddedeceği şeyi şalter atarak
reddetmez. Mesela biz bunu çok yaşarız. Güzel
bir şey vardır ortada. Adam sinirlenir evde. Bir
şeye sinirlenir. Başka bir şeye sinirlenir, başka
bir şeye sinirlenir. Adama derler ki hadi baba
şuraya gidecektik gidelim, sen söz vermiştin
çıkalım dışarıya. Adam der ki hiçbir yere
çıkmıyoruz, bugün hiçbir yere çıkmıyoruz,
hepsini iptal ettim. Anlıyorsun ki iman zayıf.
İman zafiyeti bu. Çünkü ehli iman olayları
birbirinden ayrı tutabilen sinirlendiyse o
sinirini o kendi kabuğunda halledip diğer
unsurlarla birbirine karıştırmayan adamdır.
Yani şöyle bir adam Müslüman bir adam
tasavvur edemezsiniz. Şimdi öyle olduğumuz
için işte toplumun büyük probleminden bir
tanesi bu. İşte toplumun büyük probleminden
bir tanesi bu. Müslüman bir adama evin
dışında bir sinirli bir olay yaşadı, iş hayatı,
herkes binlerce problemle karşılaşıyor. Ne
yazık ki Allah hepsini düzelsin, hepimizi
düzelsin. Döndü eve geliyor, evdekine
zulmediyor. Karıştırdı birbirine. Kadınlar ne
ediyor? Ya bey diyor sen ne yaşadın ki hıncını
bizden çıkarıyorsun. Veya adam eve geliyor.
Kadın bir anda patlamış. Ya sen başka yerden
doldun da bana mı patlıyorsun derseniz eğer
burada iman zafiyetinden bahsedeceğiz. Çünkü
Müslüman bunlar arasında kesin ve kati
ayrımlar yapan adamdır. Evet sinirlenir ama
sinirim neyi hangi olayı yaşadıysam onun
üzerindedir. Onu alıp buraya veremezsin.
Buradaki senin stresi görür, üzüntülü görebilir
veya neye sinirlendin sen canın çok sıkkın
diyebilir. Ben biraz kafamı dinleyeceğim de
diyebilirsin amin. Ama zulmü zulümle
bastırma. Sana yapılanı bir başkasına yaparak
çıkarma. Bana bugün bunu yaptılar ben de
dönüp sinirimi burada boşalayım dediğiniz
zaman anlıyoruz ki orada bir iman zafiyeti var.
Öyleyse toplumun genelinde bir iman zafiyeti
var. Bu iman zafiyetinin bir sonucu sinir
sistemindeki karşılığı budur. Dolayısıyla
reddeden adam da tamı tamına bir binanın
elektrik sistemi gibi sistemden sürekli elektrik
makineleri gitmesi gerekirken arada bir
noktada aynı elektrik kablodan tekrar sisteme
gelirse şalter atar. Şalter atınca elektrikler
kapanır. İman zafiyeti varsa adam ben bunu
reddediyorum der. Ben bunu reddediyorum
dedi. Beyin kapandı ama vücudun buna bir
cevap vermesi lazım dediğiniz yerde hormonlar
dengeye girer, devreye girer ve sizler o güne
kadar ki kendi iştiyakınız ve kendi nefsinizin
istek ve arzularıyla, günümüz dünyasının
karşılığı bunu hormonlar diyoruz veya
akışkanlık teorisiyle bir cevap verirsiniz. Ve
vereceğiniz cevap hiçbir şekilde ve ne yazık ki
karşılığını bulmuyor. Şimdi bu neden böyle
oluyor dediğimizde şunu unutmamız lazım.
İnsan vücudunun kendisi ters topraklama
dediğimiz bir unsurla topraklanmaya
mecburdur. Yani bizler bugün toprağa çok fazla
basmıyoruz. Seyidimiz bunu hep bize söyler.
Hani haftada bir dahi olsa her gün ya olsa ne
güzel haftada bir dahi olsa bir park bir alana
gitmek bir toprak parçası bulmak. Üzerinde bir
yarım saat kadar olsa kış günü şimdi zor
olabiliyor tabi ama özellikle bahardır yazdır
çıplak ayakta toprağa basmak ve vücudu
sıfırlayabilmek. Çünkü sinir sisteminde bir
elektrik birikmesi var. Bu elektrik birikmesini
giderebileceğimiz alanlardan bir tanesi bu.
İkincisi de size şu hadis-i şerifi hatırlatayım.
hatırlatayım. Biliyorsunuz Allah Resulü
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin
banyodan sonra gusül adresli banyo
vesaireden sonra sıcak suyla yıkanan kişinin
çıkmadan evvel ayağını soğuk suyla yıkaması
sünneti vardır. Bu sünnetin bir vesilesi, bir
sözü, ulemanın da söylediği Peygamber
aleyhisselatü vesselamın da ifadesiyle baş
ağrısı olmaz. Peki niye olmaz? Baş ağrısı olmaz
onu anladık. Ama bunun bilimsel karşılığı ne?
Bilimsel karşılığı şu. Normal hayatta günlük,
haftalık, aylık olarak ayağını toprağa basıp da
kendini nötrleyemeyen kişi sıcak suyla oluşan
elektrik akımının rahatlığına karşılık soğuk
suyla ani iletim yaptığında vücut içi
topraklamayı suyla yapabiliyor. Vücudu sıcak
suyla ısıttın, ısındı vücut, relaks oldu. Sinir
sistemin tamamlığındaki iletimler rahatladı,
gevşedi. buna bir anda soğuk suyu verdiğiniz
anda ayakları bileklerden aşağısına, bilek
kemiğinden aşağısına kadar soğuk suyu
döktüğünüzde, soğuk suyu tuttuğunuz anda
kısa bir süre, burada vücutta ani bir farklılık
elektrik sisteminde ani bir topraklama süresi
oluyor. Bu Allah Resulü'nün toprağa
basamayan insana kendisini topraklaması için
verdiği bir formül. Bundan hariç bunun daha
170 tane alanı var. 70 tanesi manevi özelliklere
kafi gelir. Maneviyatta karşılığı vardır. Bu
sünnetin 70 tane maneviyatta faydası var. 100
tane de bilim alanında faydası vardır. Bu halde
bugün ikincisini saymış oldum. Bir baş ağrısını
giderir. Allah Resulü'nün beyanı iki, niye baş
ağrısını giderir? Demek ki ters topraklama
yapıyor bilimsel olarak. Vücut toprağa
basamadığında zaten Allah Resulü'nün
öfkelendiğiniz zaman ne yapın diyor? Gusül
abdest alın. Yıkanın. Yıkandığın zaman ne
oldu? Isındı vücut. Ayağı sol suyu düğüttün.
Ters topraklama. Rahatladın. Bu da ikincisi.
Daha böyle inşallah başka bir vesileyle başka
bir yerde hadis külliyatının içindeki bilimsel
meseleleri şimdi hadis külliyatında inşallah
Tevhid Ocağı'nda devam ediyor olacağız. Orada
bu detayları beyan ederiz inşallah. Demek ki
reddeden adamın bir sinirsel problemiyle bu
ortaya çıktı. Fiziksel olarak bunun yeryüzünde
de bir karşılığı var elbette. İnsanoğlu, şimdi bu
noktada şu soru gelecek çünkü niye buradan
başladık. Abi reddetmeyelim dersen eğer, biz
hiç araştırmayacağız, hiç sormayacağız, hiç
sorgulamayacağız mı? Önümüze geleceğinde
her şeyi kafamıza eyvallah mı diyeceğiz
sorusuna cevap veriyoruz şimdi. Tanıma
geçmeden önce bu iki temel problemi çözmek
adına. Çünkü şimdi anlattığımız şeyle bu algı
oluşabilir. Şimdi fiziksel olarak reddetme
kimyasal bir izotop oluşumunun temelidir. Yani
madde dahi değişime karşı gösterdiği direnç ya
da gelişime karşı gösterdiği entegrasyonla
sudur, tuzdur, başka kimyasal karışımların
olmasına vesile oluyor. Dolayısıyla
reddetmekle, araştırmakla, soruşturmak
reddetme kapsamında ele alınamaz.
Araştırmakla soruşturmak reddetme
kapsamında ele alınamaz. Fiziken bunun
karşılığı bir atomun bileşke olmadan evvel
gösterdiği dirençtir. Bu direnç karşı tarafın
fonksiyonunu ölçmek içindir. Frekansını özür
dilerim ölçmek içindir. Elektron frekansı birebir
uyduğunda zaten yeryüzündeki hangi
sodyumun hangi klorla bileşke kuracağı
bellidir. Bunun bir farklı veryasyonu mümkün
değildir. Bunu kurabilmesi için önden
gösterdiği tepkidir. Yani insanoğlu önden hani
baştaki örneğe geri dönersek eğer Ahmet abi
çok iyi halis molis düzgün bir adamdır onun da
sana nasıl düzgün bir adamdır nesini gördün
onun sorusu reddiye sınıfına girmiyor. Sormak
zorundayız. Neden Ahmet abiye iyi dedin ki?
Hangi özelliğiyle iyi olduğuna inanıyorsun?
Bunu soracaksın elbet çünkü yanlış yapan
adamı belki de sana iyi bir adam gibi tanıtıyor
olabilirler. Bu ayrımı yaparken konumuz
reddiyeye girmiyor. Araştırmak, soruşturmak
ve anlamaya giriyor. Ama bundan hariç ben bu
devirde iyi bir adam olacağına artık
inanmıyorum. Ben bu devirde artık Rabbimin
olacağına haşa Allah'ın olacağına
inanmıyorum. Bana hiçbir şey anlatmana
gerek yok. Ya şurada bir Şeyh Efendi varmış
Allah rızası için. İnsanlara yardım ediyormuş,
faydası varmış. Gel bir sohbetine gidelim. Ya
bu devirde şeyh mi kaldı? Ben şeyhlere falan
inanmıyorum. Geç abi o işe. Bu ne? Bunu
söyleyen adamda iman zafiyeti var. Çünkü
adam şelteri komple kapatmış. Şeyh yok
diyorsa zaten şelter bile yok. Çünkü iman
yoktur hakikatte. Ha var da bu devirde yoktu
diyorsa iman zafiyeti vardır. Evladım eski
zamanlarda böyle insanlar yaşamış. Şimdi yok
o adamlar diyorsa o adamda iman zafiyeti var.
Çünkü reddetmek 3 tane temel unsur
sebebiyle ortaya çıkıyor. Bunlardan bir tanesi
şu. Yani şu suali sormamız lazım. Tamam bu
işin tıbbi tarafı bu. Fiziksel tarafı bu. Bunlardan
bir tanesi şu. Yani şu suali sormamız lazım.
Tamam bu işin tıbbi tarafı bu. Fiziksel tarafı bu.
İnsan da reddediyor. Peki neden reddediyor?
Yani Allah'ın varlığını neden reddediyor?
Anasının, babasının emrini onun varlığını
neden reddediyor? Bulunduğu, yaşadığı
memleketin toprağının bayrağını kanununu
her ne dersen de reddeden bir gençlikle karşı
karşıyayız. Önüne gelen her şeyi reddeden bir
gençlik ve onun yanılsaması olarak
kahvehaneler diki artık büyüklerimiz de öyler.
Yani bir şey oluyor mesela şu adam bu sefer iyi
bir şey yapmış o adamdan iyi bir şey çıkmaz.
Reddetti. Direkt kapattı kapıyı. Çünkü garip bir
şey var. İnsanlar şu anda 3 tane hali bir anda
yaşadıkları için reddiyeyi otomatik olarak
yaşıyorlar. Bu 3 sayacağım şey de aynı
zamanda iman zafiyetine vesiledir. Bunlardan
birincisi insanlar hakikaten ve gerçekten artık
bilmek istemiyorlar. gerçekten artık bilmek
istemiyorlar. Ne demek bilmek istemiyorlar?
Bunlar bilgiyi istemiyorlar, gerçeği aramıyor
bilgiyi istemiyorlar anlamında değil. Bugünün
insanı kendisini şaşırtacak, ona yanlışını
söyleyecek bir bilgiyi talep etmiyor. ona
yanlışını söyleyecek bir bilgiyi talep etmiyor.
Bilmekten kastımız şey doğruyu öğrenmekse
bak kardeşim bu siyah değil bu beyaz
demenden korkuyor insanlar. Herkesin korkusu
kendi bildiğinin doğrusunun yıkılması üzerine.
Herkes kendi doğrularıyla bir şey yapmış.
Derme çatma eksik fazla. Şimdi birisinin gelip
oradan bir taşı çekmesini istemiyor. herkes
kendi doğrularıyla bir şey yapmış. Derme
çatma eksik fazla. Şimdi birisinin gelip oradan
bir taşı çekmesini istemiyor. Bu aynı şey
futuatlarda da yaşıyor. Şimdi üçünü yan yana
dizince adamın bu mekanizmayı niye kabul
etmediğini de anlayacaksınız. Çünkü adam
inandığı şeyin inandığı şey değil kendisinin
imaratıyla varlığın hasıl olduğunu zannediyor.
Yani bilgiyi kendi kerpiç topladığı kerpiçlerle bir
ev yaptım diyor ben, bildim. Cahil değilim,
kendim topladım, kendim bir ev inşa ettim. Ne
olur benim evimi yıkma. Yani ben ne bileyim
işte yıllardan beri, on yıllardan beri şu
konunun böyle olduğunu biliyorum ve
bildiğimle bir bina yaptım, içinde yaşıyorum.
Yıkma, tepeme düşürme bunu, ben böyle
mutluyum. Bu yüzden insanlar bilmek
istemiyorlar. Çünkü bilmek, hele ki hakikatini,
doğrusunu bilmek çok ciddi manada ağır bir
yük. Adam diyor ki ben kendime bir tane
binayı kurdum. Benim binamı yıkma. Benim
bildiğim bu. Bunu yıkma sen. 2. İnsanlar
hakikaten var olmak istemiyorlar. Bu ne
demek? Hayata bağlanmak anlamında değil
bu. Hayatın içerisinde varlığı gösteren şey o
şeyle beraber bir şey yapmanızı gerektirir.
Örnek. Ahmet abi sen mesela işte ne benim bir
evde yaşıyoruz. Karı koca iki çocuk. İşte sen
diyorsun ki mesela oğlum sen bu evde yaşıyor
musun? Yaşıyorum ya baba. Oğlum sen
bugüne kadar sen bu evde bir ekmek aldığını,
anana yardım ettiğini, babanın sözünü
dinlediğini, bir günde senin bu evde varlığını
hiç görmedik oğlum sen var mısın yok musun
diyorsunuz ya, o varlıktan bahsediyorum.
insanlar kendi yaptıkları o binanın içinde
sadece kendileri için yaşayan dünya canlıları ya
da dünya canlıların varlığı ve kendi nefislerine
o hizmeti talep ediyorlar varlık istemiyorlar
çünkü varlık sorumluluk getiriyor sen bu işte
var mısın diye sual etsem sende varım desen
ertesi gün ben senden ne beklerim? O işe
hizmet etmeni beklerim değil mi? E şimdi
adama soruyorsun sen var mısın bu işte?
Bilemedim şimdi diyor. Sebep? Çünkü biliyor
yarın o varlığın bir karşılığı var. Onun bir hesabı
var. Onun bir sorumluluğu var. Onun bir
mücadelesi gelecek. Onun bir sorumluluğu var.
Onun bir mücadelesi gelecek. O yüzden
insanlar şu anda bu manada, anlattığım
manada bir şey için, bir şeyle var olmayı
istemiyorlar. Varlıklarını içimizdeki firavunda
anlattığımız gibi kendi kurdukları saltanatta,
kendi hayatlarında kurdukları, kendi
dünyalarında, kendi ülkelerinde, kendi
firavunları olarak yaşamak istiyorlar. Dokunma
bana. Ben var filan değilim. Hiçbir şey için var
değilim. Ben kendim için varım. Kendi adıma
yaşarım. Her şey bana zevk veriyorsa güzel,
vermiyorsa uzak dursun abi. Başımı ağrıtmasın,
benden uzak dursun. Hiç kimse başının
ağrımasını istemiyor. Hiç kimse onunla
dokunulmasını istemiyor. Herkes izole bir
ülkede kendi saltanatının figüründe kendine
iman etmiş bir şekilde. Kendi firavun olup
yaşamak istiyor. Bu da iki. Üç. Hiç kimse artık
bir şeyin içinde olmak istemiyor. Var olursa
içinde demektir. Madem evin içindedir o
zaman onun bu sefer sorumluluklarıyla
beraber onu hayatındaki konforu elinden
alacak bazı şeyler gerektirir. Hep beraber bir
arabanın içinde gidiyoruz. Arabanın içinde var
mısın dedim adama. Dedi ki varım. Varsın
oturuyorsun su içiyorsun vesaire. Bir an geldi
araba kaza yapacak. Görüyoruz. Adamın o
kazanın olmaması için bir şey yapması
gerektiğini tasvir edelim. Eğer içindeyse o
sorumluluğu almak istemiyor. Diyor ki hayır. Şu
anda ben bu sorumluluğu alırsam bu araba
kaza yaparsa bana bir şey olursa başkasına
olur ben suçlanırsam içinde olmak istemiyor.
Doğal olarak üç vaddeyi bir araya getirirsek
eğer dünyanın insanı şu anda mümin kafir
ortaklaşa ne yazık ki bu noktada da
ortaklığımız var bir şeyi hakikatiyle bilmeyi var
olmayı ve içinde olmayı talep etmiyor ve bunu
reddediyor. Bunu istemiyor. Burada kendi
konforunun yıkılmasını istemiyor çünkü.
Zengin ya da fakir olarak algılamayın bu
konforu. Fakire dahi bir iş vermeye kalksan, var
mısın bu işi içindesem o dahi yokum diyor. Sen
var mısın bu işi içindeysem o dahi yokum diyor.
Bunların hepsini topladığınız zaman bir araya
getirdiğiniz zaman bu adamın bir şeyi
reddetmesinden daha doğal bir sonuç yok.
Artık önüne gelen her şeyi reddedecek.
İnsanoğlu dünyadaki gerçekleri bilmek
istemediği için, dünyada bu manasıyla var olup
sorumluluk almak istemediği için, alacağı
sorumlulukların getireceği yükümlülüklerle,
konforunun bozulmasından korktuğu için
Rabbini reddediyor. Çünkü Rabbini tanısa ve
bilse oradan kendisine bir emir çıkacak.
Rabbinin emrinde, İslam'ın içinde var, İslam'da
var mısın desen orada bir sorumluluk çıkacak.
Namazı var, orucu var, zekatı var. Sen bu
davanın içinde misin kardeş de deyip bir soru
daha sorsan ona zaten iş bulamazsın. Niye? O
hayatını vakfetmeyi, mücadele etmeyi,
zamanını, paranı, malını, canını, evladını
neresinden, hangi köşesinden, hangi
kırıntısıyla olmak istiyorsan o kadarı kadar
varlığını gerektirecek. İnsanlar bugün sadece
ateist olup bu reddiyenin içinde değiller.
Müslümanların arasında da bu reddiye aynen
yaşanmakta. Çünkü anne ve babasını
reddeden bir çocuk aslında ailenin varlığını
reddetmek istiyor. İnsanlar anne ve babasına
niye itaat etmezler? Çünkü aile kavramını
reddederler. Anne ve babasına itaat etmeyen
çocuklara sorarsanız eğer onların bütün
cevapları ailemden biraz uzak yaşasam rahat
edeceğim üzerinedir. Biraz uzaklaşsam rahat
edeceğim. Elbette ki ciddi problemlerin olduğu
aileler var. Genel ve genelde yaşanan
olaylardan bahsediyoruz. Öyle aileler var ki
hakikaten o anne o baba o çocuğu hem
İslam'dan hem hakikatten hem hikmetten
uzaklaştırıyor. Çocuk mecbur kalabiliyor. Bu
ayrı bir konu. Ama hakikaten normal bir Türk
ailesinden, Müslüman bir aileden bahsedersek
eğer anne ve babanın özelliklerini mesela
bilmek istemiyor. Gel bak evladım. Annene
babana öf demek dahi haramdır. Kur'an-ı
Kerim'de ayet var, emir var. Allah'ın emridir
dersen abi bunları anlatma bana. Sen benim
ne yaşadığımı biliyor musun? Sana aslında
gerçekte söylediği cümle şu. Ben bunları
bilmek istemiyorum. Ben bunları hakikaten
bilirsem sorumluluk doğacak. Var olma
gerekliliğim doğacak. İstemiyorum ben bunları
bilmeyi. O bilgiyi istemediği için bugün insanlar
dergahlardan ve şeyhlerden niye uzaklar?
Çünkü bütün bu zatlar sana seni anlatıyor. Sen
en çok kendine yabancısın. Her şeyi bildiğini
zanneden sen en çok kendine yabancısın.
Kendini yıllarca ben kibirli bir adam değilim
zannedersin. Halbuki içinde beslediğin bir ucup
vardır, bir kibir vardır. Kendini kıskanç değil
zannedersin. Halbuki kıskançsındır. Haris
değilim dersin. Hırsın vardır, Harislik de vardır.
Varlığının içinde senin varlığını alt üst eden
değerleri seninle yüzleştiren bir zat olunca
nefis diyor ki bilmek istemiyorum. Hayır.
Bilmek istemiyorum. Eğer bilirsem kendimden
nefret edeceğim. O gün bana nefsimden nefret
edeceğim. Nefsimden nefret edersem onunla
mücadele gerekecek. Onunla mücadele
etmeye başladığım gün içine gireceğim. İçine
girince ben de olacağım. Şimdi derviş. Bu
dervişliğin bir sorumluluğu var, bir mücadelesi
var. Mücadelesi var. İstemiyor. Hayır diyor. Bu
haliyle güzel. Beni bu halimle rahat bırak.
Dokunma bana. Buradan tutun siz. Anne baba
öğretmende dahi aynı şey. Çocuklar bugün
öğretmenlerini neden reddediyorlar? Böyle
acaba olur ya? Böyle öğretmen mi olur ya?
Böyle anlatmak mı olur? Öğretmen ister
anlatsın ister anlatamasın. Kademesi
öğretmenlik olduğu için gerekli olan süreç,
mecburi olan itaatin reddiyeye dönüşmesi
çocukların da bugün bilmek istememesinden
kaynaklanıyor. Adam diyor ki abi matematikte
işime yarar ya benim. Bilsem ne olacak ki?
Fiziği bilsem ne olacak ki? Matematiği bilsem
ne olacak? Kimyayı bilsem ne olacak? Onu
tamam hiçbir şey bilmene gerek yok. Var
olabilecek misin? Var olmama da gerek yok.
Çünkü ben kendi hayatımı kurguladım zaten.
İçinde olma gerekliliği doğacak. Hayır içinde
olmak istemiyorum o zaman. Böyle devam
ederse bu hayat. Problem kısmını ifade edip
tamamlamak üzere şöyle ifade edelim. Gittikçe
robotların daha fazla hayatımıza girdiğini
göreceğiz Biraz daha uzak bir mekandan
bahsetmek gerekirse Çünkü hiç kimsenin
bilmeyi, var olmayı ve içinde olmadığı bir
hayatta Herkesin herkesi reddettiği yerde Gün
gelecek herkes herkesten kaçıyor olacak Ve bu
işleri biri yapması gerekecek robotlar geliyor
işte Bizim halimizde geliyor Bir gereklilik olarak
geliyor bu sefer çözüm için değil robotlar
geliyor işte. Bizim ailemiz de geliyor. Bir
gereklilik olarak geliyor bu sefer. Çözüm için
değil. İnsanlar birbiriyle bir arada olmak
istemiyorlar çünkü. Uzakta olmak istiyorlar.
Aileler, akrabalar, eş, dost herkes birbirine
uzak kalmak istiyor. Çünkü herkes reddediyor.
Allah Resulü'nün yeryüzünde kıyamet vakti
yaklaştıkça yaşanacak büyük olaylardan bir
tanesinin akrabanın birbiri arasındaki
ilişkilerinin bozulacağına dairdir. Allah Resulü
diyor ki kıyamet vakti yaklaştıkça akrabalık
ilişkileri bozulur. Herkes birbirinden uzaklaşır
tabiri caizse. Niye uzaklaşır insanlar
birbirinden? Reddettikleri için. Sevgiyi
reddettikleri için. Sevgiyi reddettikleri için.
Muhabbete reddettikleri için. Ya şimdi Ahmet
amcalara gideriz onun bir oğlu var işsiz benden
iş ister. Mehmet amca para ister. Ali abi
arabayı ister. Bunlar sorumluluk gerektirir,
varlık gerektirir, akrabandır. Kaçalım
birbirimizden. Kaçış ise nereden? Arabayla
parayla alakası yok. Hakikatte reddiye insanın
haklı reddiyesiyle beraber. Bir başka şey ise
böyle giderse artık organik olan hiçbir şey
istemeyeceğiz gerçek bilgiyle beraber.
Hakikaten biz organik yaşamak da
istemeyeceğiz. Herkes bugün organik tarıma
çok ehemmiyet veriyor olsa da ne yazık ki
ilerleyen yıllarda bunun çok değerli olmadığını
göreceksiniz. Çünkü insanlar bunu
istemeyecekler ki. Bana bu yetiyor diyecekler
ya sen bana bundan bahsediyorsun ama
yaşıyorum ya ben bir şekilde. Evet senin
dediğin gibi hasta oluyorum hastalama da bir
ilaç var o ilacı kullanırım geçer abi diyecek.
Mesele şurası günün zevkini kurtarma peşinde
olan adamın reddiyesi doğaldır. Ve doğal olan
bu şeylerin içerisine gelmiş olan bu futu artıda
reddetmelerinden daha tabii olan bir şey yok.
Çünkü adam bir, gerçeği bilmek istemiyor. İki,
var olmak istemiyor. Yani mesela anlatıyorsun
ya bak bir İslam davası var. İnan bana kaç tane
adam biliyoruz ki sırtını döndüğünde ya sen
anlatıyorsun da ben yani akşam evime
gideyim, oturayım keyif edeyim, namazımı
kılayım. Bana yeter abi bana sorumluluklardan
bahsetme diyen çok adam var. Öyle az buz
değil. Çok fazla insan var. Dolayısıyla bu
insanlar aslında futuhata falan karşı değiller.
İlmede karşı değiller. Onun kendilerine bir
sorumluluk getirmesinden korkuyorlar. Bana
bir sorumluluk gelecek mi abi? Şimdi ben bunu
anlatmak zorunda kalacak mıyım abi? Ben
koymuyorum ki bu zorunluluğu Allah Azze ve
Celle koyuyor. Yaşayacaksın. Anlayacaksın.
Aktaracaksın. Futuat değil. Senin dininin emri
zaten bu. Senin zaten hayat biçimin bu. Var
olabilmenin formülü bu. Bilmek. Bilmenin özü
şu. Sorumluluk. Bilmekten var olmaktan ve
sorumluluktan kaçınca insan reddeder.
Reddede reddede reddede son nefeste iman
bekleme. Müslümanlar diyorlar ya Ya Rabbi
bize son nefeste iman nasip et. Bak ben sana
son nefeste imanın formülünü vereyim. Zor
ama bak formülü şu. Bir bileceksin. Nasıl
bilmek? Yanlışlarını öğrenip doğrultmak
üzerine bilmek. Mesela ben diyelim, gittin
şeyhin önüne, şeyh dedi ki oğlum sende kibir
var. Ben bilmiyordum, öğrendim bak şimdi.
Ama benim koca saltanatım yıkıldı orada.
Kıskanç değildim, öğrendim. Şimdi öğrendim,
yıkıldı saltanat. Zenginlik hastalığım vardı,
şimdi yıkıldı. Haristim şimdi yıkıldı, kıskançtım
şimdi yıkıldı. Haristim şimdi yıkıldı. Kıskançtım
şimdi yıkıldı. Böyle bir bilmek. Şimdi
bileceksin. İki, var olacaksın. O varlık ki içinde
olmakla bir bütün olan varlık. İslam davasında
ben varım diyeceksin. Ben çünkü
Müslümanım. Senin Müslüman olduğunu
göremiyorum ki ben nasıl varsın. Müslüman
vardır, var olan görünür. Öyle görünmüyorsun.
Çünkü üçüncü madde içinde değilsin.
Bilmiyorsun. Yoksun, içinde değilsin. O yüzden
son nefeste imanla göçme ihtimalin çok zayıf.
Son nefeste iman, iman gerektirir. İman reddin
tersidir. Ehli iman reddetmiyor değil mi? La
ilahe illallah Muhammedun Resulullah dedi
kabul etti. Ateist ne yaptı? Reddetti. Hristiyan
Resulullah'ı reddetti, Yahudi Resulullahı vs.
Niye reddettiler diyor Fütuhat? Çünkü
bilmiyorlar, yoklar, içinde değiller. Öyleyse son
nefeste iman istiyorsan, bileceksin, var
olacaksın, içinde olacaksın. Biliyorsan onun
gereği olan sorumluluğun doğması seni
korkutmuyor olacak. Çünkü sadece iman
sahipleri cesurdur. Bir adamda iman yoksa
cesur değildir. Geçenlerde bir agnostik çocukla
karşılaştık. Çocuğa dedim ki iman
sahiplerinden hariç kimse cesur değildir. O da
dedi ki büyük bir iddia. Dedim sen agnostiksin
açık bir soru sorayım sana. Bir sevdiğin kızla
yanında evleneceği kız da var. Bu kız bir gün
tren raylarına atlasa bunun için tren raylarına
atlamayı göze alır mısın? Almaz mısın?
Dinleyenler diyecekler ki böyle örnek olur mu?
Milyon tanesi yatırım milyonu birbirine eşittir.
Dedi ki atlamasaydı ya böyle saçma soru olur
mu? Niye atlayacağım ki arkasından? Dedim
anan için ölür müsün? Yok dedi ölmem ya bu
benim hayatım. Ehli iman haricinde kimse
cesaret olma imkanı yok. Biyolojik olarak
mümkün değil. Cesaret imandandır. İmanla
yaşayıp ölmenin formülü belli. Bileceksin. Var
olacaksın. O sorumlulukta halinde içinde
olacaksın. Bu bizim problemimiz. Bir ara şimdi
çözümleri anlatacağız inşallah.
Aleyhisselam Medediyâ Hazreti Ali Kerim
Allah ve Cehu Medediyâ Gavsa Zamanlı Kadir
el-Ceylani Medediyâ Seyyidi Muhammed Ruhi
Aûzübillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle sevdiğimize ikram edilmiş futahat
kapısında dersin birinci bölümünde reddiyenin
özünü ifade etmeye gayret ettik problem
bölümüydü. Şimdi de Fütuhat'ın beyanatıyla
bu iş nasıl çözülür? Nasıl çözmemiz lazım?
Kısaca onu belirtmeye gayret edelim inşallah.
Dersin birinci kısmında dedik ki bir insanlar
bilmek istemiyorlar. İki var olmak istemiyorlar.
Üç içinde olmak istemiyorlar. Öyleyse bu üç
tane probleme üç tane çözüm lazım. Bu
çözümler de dersin başında dedik ki bir bunun
tıbbi sebebi var. İki fizikselsel karşılığı var, üç
psikolojik etki olarak en sonunda insanın bu
göstermiş olduğu bir tepki süreci var. Bu tepki
sürecine ulaşmış olduğumuz psikolojik
eylemsel sürecine gitmeden evvel insanlara ne
yaparsak nasıl üzülür? Gitmeden evvel
insanlara ne yaparsak nasıl üzülür? Bilmek
istemeyen adam için tıbben en önemli mesele
düzeltmek anlamında söylüyoruz. Bilebilmek,
hatasını görebilmek için vücudunu
topraklamaya ve bu topraklama bağımında
bahsettiğimiz gusül esnasında ya da
banyosunda son suyunda soğuk suyu
ayaklarına dökmeye ihtiyacı var. İki, vücudunu
topraklayacak bir şeyde toprakla buluşmaya
ihtiyacı var ki tıbben vücudundaki sinir sistemi
en azından tıbbi olarak bir dengelensin. Bu
dengeleme tabii ki fiziksel şartlarla
yöneltilmesi gereken bir süreci de beraberinde
getirir. Çünkü aslında bir hastalığın tedavisinde
ilacı, fiziksel karşılığı, psikolojik karşılığı bir
araya getirilirse o insan için tedavi gerçek bir
şekle bürünebilir. Fiziksel olarak bu kişiyi
öğretmeye yöneltmek gerekiyor. Şimdi bir
adam varsa bilmekten bahsediyorsa kendi
bildiklerini bir saltanat kurmuşsa o saltanatının
aslında olmadığını göstermek için öğretmeye
yöneltmek gerekiyor. Çünkü bir kişi en çok
bilgisiz olduğu alanı bir şeyi öğretirken anlar.
kişi en çok bilgisiz olduğu alanı bir şeyi
öğretirken anlar. Bir adama dersin ki sen bak
bu konuyu bilmiyorsun bak hakikaten
bilmiyorsun yapma böyle. O da der ki hali
biliyorum. Madem ki biliyorsun o zaman şu
konularda şu kardeşimizin bilgisi yok git öğret
dersin. O çocuk ona iki tane soru sorar zaten
knock out. Anlar ki bilmiyor. İnsanlar gerçek
sorularla karşılaşmadığı için ve genellikle
bildiğini iddia etmek için etrafına kendi
seviyesinden daha düşük insan tipleriyle
kurguladığı için kendisini kahvehanede şurada
burada bilgi sahibi olduğunu zannediyor.
Halbuki biraz bilen adamla karşılaşsa iki
soruyla karşılaşsa bilmediğini anlayacak.
Elbette bu süreçte psikolojik olarak bir şey
olacak. O da kişi kaybetmeye başlayacak.
Yoksulluğa düşecek. Diyecek ki ya ben bildiğimi
zannediyordum ama bak bilmiyorum. Şöyle bir
psikolojik çöküntü yaşayacak. bak bilmiyorum
şimdi ne psikolojik bir çöküntü yaşayacak.
Burada ailelerin ya da toplumun yaptığı en
büyük hata çocuğun kaybetmesini engellemeyi
yönelik olarak aslında biliyordu da sizinden
utandı, aslında yapacaktı da siz olduğunuz için
yapamadı şeklinde konuyu örtmeye gayret
ediyorlar. Halbuki çocukların gençlerin bu
reddiye dünyasıyla çevrelenmiş insanların bu
bilme konusundaki hata ve eksiklerine izin
verin bilmediklerini öğrensinler. Onların hata
yapmalarına izin verin. Onların toplum içinde
çökmelerine izin verin. Onları tutmaya
çalışmayın. Çünkü insanlar düşmedikleri için
sağında sonunda sürekli bir desteklemeyle
bilgi sahibi oldukları pohpohlayan bir aile
çerçevesi, bir çevresi. Bir de okul çevresi
olduğu için ne yazık ki bu konuda ciddi
anlamda eksikler. Bildiğini iddia eden adamın
bu bilgisinin olmadığını iddiasının ispatı üzere
olan unsurla izin verin ki onlar bilmediklerini
görsünler. İkinci mevzumuz neydi? Var değiller,
var olmak istemiyorlar. Varlık bir sorumluluğu
yetireceği için üçüncü aşamada. Var olmanın
temel kaynağını anlamak tıbbiye de üzülmekle
mümkündür. Ne gariptir ki insan bir evin içinde
hakikaten babasının annesinin kıymetini
ölünce anlar. Bu reddiye dünyasının bir
sonucu. Cenab-ı Hakk'ın varlığını inkar
sürecinde bile, kabul sürecinde bile bu
üzüntülerin hayat boyunca çok kıymetli
olduğunu görürüz. Dolayısıyla bir üzüntüyü
yaşamaları onun tıbbi olarak var olma
kavramını yaşaması için önemli bir aşamadır.
Var olduklarını bilmeleri için üzüntüyü
yaşamalarına insanların izin verin. Üzülsünler.
Ama bu üzüntünün tabii ki zevke dönüşmesine
engel olun. Çünkü üzüntüden zevk alan
gençlerimiz de var. Yani yapma böyle etme
böyle desen de üzülmeyi kendine meşgale
edinmiş, zevk edinmiş. Bu da bir nefsani
hastalıktır. Ama o kendini çok başka bir yerde
zanneder. Üzülmeyin nefsani halde bu. Tabii ki
bu üzüntüden çıkış için ne lazım bu çocuğa
şimdi? Var olma duygusunu oluşmasında
fiziksel bir etmen lazım. Etken nedir? Etmen
nedir? Yapmak ve üretmek fiilini ona vermek
lazım. Senin elinden ne geliyor? Veya elinden
gelen şeylerle bir şey yapıp üretmen, o yapıp
ürettiği şeylerle bir başka şeye, bir başka şey
hizmetine imkan sağlayın. Sonra bu imkanın
bir psikolojik karşılığı var. O psikolojik tedavide
de onun yaptığı şeyi anlamadığınızı ve ondan
açıklamasını isteyin. Çünkü bu açıklamaya olan
yönelim, varlık izahında üzülen çocuğun
ürettiği değerleri, anlatmak için vereceği
mücadele, onun bir şeyleri öğrenmesi ve
yaptığı şeye karşı olan bağlılığını doğuracaktır.
Bugün çocuklarımızın en çok bir şeyi kaybettiği
yer, artık yazlarını birilerinin yanında
çalışmadan geçiriyor olmalarından
kaynaklanıyordur. Üçüncü mesele ise içinde
olmak meselesi. Bir şeyin içinde olduğunu
anlaması için adamın esneklik, faaliyet ve
orada bir sportif aktivasyon yani ter akıtması
lazım bir şeyin içinde. yani ter akıtması lazım
bir şeyin içinde çünkü bir şeyin içinde kan, ter,
gözyaşı varsa yani onun içinde o emeğiniz
varsa siz kendinizi onun içinde hissetmeye
içinde hissettikçe sorumluluk sahibi
olduğunuzu bilmeye bildikçe de o bilgiyle
hakikate ermeye başlarsınız bu hakikate erme
sürecinde tıbbi olarak çocuklarımızın,
gençlerimizin ve dünyanın üzülme, esneklik ve
spor faaliyetlerinden uzaklaştığını biliyoruz.
Tabi ki bu spor fiziken müzikle, zikirle yani
müzik enstrümanı çalmakla, zikretmekle
dergahlarda Cenab-ı Hakk'ı ve ortak hareket
platformlarında işte dergahda bir araya gelmek
gibi bir olabilme duygusunu oluşturur. Çünkü
bir dergaha bir topluluğa gittiğiniz zaman veya
bir müzik aletini helaliyle çaldığınız zaman o
ortamlarda değil tabii ki insanları o manevi
duygulara yöneltmek adına. O gün o çocuk o
şeyin içinde olduğunun farkına varır. Müzik bu
manada ciddi bir tedavi unsurudur. Psikolojik
ise bir şeyin parçası olduğuna onu
hissettirmemiz gerekiyor. Şimdi bu üç
meseleye, üç ayrı konudan dokuz tane
çözümleme getirdik. Şimdi bu dokuz tane
çözümlemeyi dikey manada okuduğumuz
zaman, dünyanın ne halde olduğunu bir başka
çerçeveden görebilirsiniz. Bugünkü dünyada
insanlar stresli, sinirli, öfkeli. Bugünkü
dünyadaki insanlar artık üzülmek istemiyorlar.
Hep sınırsız, daimi bir mutluluk arzusundalar.
Bugünkü dünyadaki insanlar hareket
etmekten, yürümekten, bir başka şeyin
peşinde koşmak ve hizmet etmekten
çekiniyorlar. Bütün bunların tıbbi niteliği,
bilmemeyi, yok olmayı ve içinde olmamayı,
dışında olmayı getiriyor ki dışında olan dışarıda
kalıyor. Tevhid akidesi başta olmak üzere
reddiyenin temelini oluşturuyor. Fiziken ise bir
insana baksak yukarıdan aşağı hiç kimse artık
bir şeyi öğretmek istemiyor. İnternette yazıyor
diyor. Öğretmen de, öğrenci de, insanlar da.
İnternette yazıyor. Bana sorma, git oradan bak.
Halbuki öğretmek bir kavramdır. Evet,
araştırmada önemli bir yer burası. Gidecek,
araştırma yapacak ama o alanı o çocuğa
öğretebilmek. İki, üretmeyi ve yapmayı
çocukların elinden alıyoruz. Buna büyükler de
dahil. Artık kimse bir şey yapmayıp üretmiyor.
Herkes emekli olup torunlarını sevmek istiyor.
Üretmek ve yapmaktan uzaklaştı. Üç, toplu
halde zikretmek veya insanlarla beraber olup
onlara hizmet etmek. Birlik ve beraberlik
duygusu da bu manada ortadan kalktı ki dünya
bu yüzden reddiyenin tam göbeğinde yaşıyor.
Üçüncü mesele ise hakikatte insanlar
kaybetmekten korkuyorlar. Kaybedilme
ihtimallerini arzulamıyorlar ve yapacakları
çalışmalarla, mücadelelerle kaybetmeden
varlıklarını iddia ediyorlar. Bu da mümkün
değil. Bir başka şey, insan anlamaya gayret
edeceği şeyde anlaşılmayan şeyleri anlatmak
için yaşamak gerekliliğini bir kenara koyuyor.
Yaşamak gerekliliğinin bir kenara koyulduğu
yerde karşı tarafa söz söylemenin özelliği
ortadan kalkıyor. Söz fiille birleşmediği için
sözün kendisi de fiile tabi olduğundan fiil de
kalktığından kelam bitti. Hani adamlar şimdi
insanlar diyorlar ya birbirlerine, ya herkesin
elinde bir telefon, kimse birbiriyle konuşmak
istemiyor. Peki ben sual ediyorum. Herkesin
elinden telefonu alsak eğer, evde diyorsunuz ki
hepiniz şikayet ettiniz konuşuyor. Evde herkes
telefonları alıp bir köşeye çekiliyor kimse
konuşmuyor muhabbeti bu telefonlar bitirdi.
Telefonları alayım yüzde doksanınız yine
muhabbet edemeyeceksiniz. Çünkü konuşacak
bir şeyiniz kalmadı. Sebep fiil kalmadı. Hizmet
kalmadı. Garibanın derdine koşmak kalmadı.
Fukara ile beraber olmak kalmadı. Bir
başkasının derdiyle dertlenmek kalmadı.
Fukarayla beraber olmak kalmadı. Bir
başkasının derdiyle dertlenmek kalmadı. Neyi
anlatacaksınız? Televizyonu kapatalım,
kapatalım. Konuşacak bir şeyiniz var mı? Yok.
Olmadığı yerde televizyon herhalde ya da
telefon herhalde konuşacak bir şey kalmayan
adama bir çıkar kapı bırakmış. Evet o da bizden
bir şey çalıyor amenna ama telefon olmasa ne
konuşacak adam? Bilmiyor ki. Var olmak
istemiyor ki. İçinde olmak istemiyor ki.
Sorumluluk istemiyor ki. Hadi gel kardeş
şurada bir cami var. Hem tarihine bakalım.
Hem içinin kokusunu duyalım. Hem yanında
bir türbesi var. Fatiha'mızı okuyalım. Hem
namazımızı kılalım. Hem zikredelim. Hem
çıkarken orada yaşlı bir amca var. Ona da evine
kadar yardım edelim. E bak bu bir geceyi
doldurdu şimdi. Bunu ortadan kaldırdın sen.
Ne yapalım? Abi kafede buluşalım. E
buluştunuz. İki tarafın elinde telefon için
konuşacak bir şey yok ki. Konuşacak ne var?
Tamamen nefsani bir şeyler olabilir. Hakikate
dair olması mümkün değil. Çünkü tevkid
inancının hakikatinde hizmet ve hakikatle
beraber olduğu biliniyor. Bu hakikat dairesinde
devlet nezdinde ele alındığınızda eğer devletin
de milletin de bu konuda karşılıklı olarak
yükümlülükleri var. Yoksa bu reddiye, bu
ateizm, öğretmeni reddetmek, aileyi
reddetmek, bu bütünlüğü reddetmenin önüne
geçemeyeceğiz. Bunun önüne geçebilmek için
insanların hayat biçimlerini etkileyecek olan bu
unsurları onların önlerine serip onlara o imkanı
kavuşturmak gerekiyor. Yoksa bugün inanın
bana İstanbul'un ihtiyaçları konuşulurken ya
da Türkiye'nin ihtiyaçları konuşulurken bu
ihtiyaçların sadece maddi dünyada yol
yapmak, okul yapmak, hastane yapmak
olmadığını çözmemiz lazım. dünyada yol
yapmak, okul yapmak, hastane yapmak
olmadığını çözmemiz lazım. İnsanlara yapılan
okullar, kütüphaneler kullanılmayacaksa, onun
içindeki insanların maneviyatı gitmişse sadece
o binaların varlığı işe yaramayacaktır. Binalara
ihtiyacımız var, yapılıyor, Allah yapandan
yaptırandan razı olsun. Ancak bununla paralel
yürümesi gereken bir nizam lazım. Bir intizam
lazım. Bunun artık hangi unsurlarıyla bir
bütünlük sağlanacaksa o unsurların bir araya
getirilerek insanları reddiyeden alıkoyan bu
devletin içinde olma bilinci, bu devletin
topraklarında var olabilme bilinci, bu devletin
topraklarının neyle oluştuğunun bilinci lazım.
Bu topraklar kurtuluş savaşında altında namaz
kılınıp oruç tutabilmek için bu savaş verilmiştir.
Bu savaşı niye verdik biz? verdik biz.
Camilerden ezanımız dinmesin diye.
Namusumuzu kimse kirletmesin diye.
Kur'an'ımıza kimse ayak basamasın. Kimse onu
elimizden almasın diye. Verdiğimiz savaştan
sonra benim ülkemde şimdi 9 milyon deist
ateist var. Hangi savaşı verdim ben? Ne
kazandım ben? Kazandıklarımı geri
kaybediyorum. Hem de şimdi savaşmadan.
Sebep Müslümanlar bilmek, var olmak, içinde
olmak istemiyor. Çözümler bunlar. Uygulanırsa,
uygulanmazsa bu 9 milyon olacak 18 milyon,
olacak 20 milyon. Hep söylediği bir şey var
Fütuhat'ın. Türkiye'de sosyolojik dönüşüm 7
yılda 1'dir. 7 yılda nesil atlaması yaşanır. 21 yıl
sonra bu ülke böyle devam ederse La ilahe
illallah Muhammedur Resulullah diyen
insanlar azınlık olacak. Bu sözü bir yere yazın.
Rabbim bunu yaşatmasın. Rabbim bunu
görmeyi göstermesin bize. Bunu görmek
istemiyorsanız, böyle bir toprakta artık çocuğu
yetiştirsen nasıl yetiştirebilirsin? Nereye
kaçacaksın? Herkesin ateist, deist, agnostik
olduğu yerde hangi kelamı, hangi hakikati
konuşacaksınız? Konuşamayacaksınız. O günün
gelmemesi için bugün bu mücadelenin
verilmesi gerekiyor. Ufutuatın da temelli
hakikati tevhid üzerine, o tevhidin beyanatı ve
bu reddiyenin engellenmesi üzerindedir.
Eğitimdeki unsursa, yine çocuklara, eğitim
konusunda neler yapılması gerektiğini çok şey
ifade etmiştik. Çocukları reddiyeden
alıkoyabilmek için onların da bu hayatın içinde
neden olduklarını anlatmak lazım. Çocuklara
diyoruz ki biz şimdi ne olmak istediğine kendin
karar ver. Evet. Mesleğine kendin karar ver.
Mesleğine elbette karar ver ama hakikat
şuraya gidecek. Ne yaparsan yap. Sonuçta bir
gün ölecek ve hesap vereceğine inanıyorsan
yapacağın her şey sona dair olmalıdır. Sona
dair olacaksa işin içinde davan yoksa sen
yoksun. İşinin tuttuğun yerinde davan olma
mecburiyeti var. Eğitimde şu an bu verilmiyor
Verilmediği için de çocuklarımız ne olduklarını
da bilmiyorlar Ne olacaklarını da bilmiyorlar
Hani günümüzde çok konuşulan bir mevzu var
Çok fazla belirsizlik var ülkemizde Eee? Bu
belirsizlikler sebebiyle ülkemize yatırım
gelmiyor Sen kendini bilmediğin için
belirsizlikler sebebiyle ülkemize yatırım
gelmiyor. Sen kendini bilmediğin için
belirsizsin. Senin oluşturduğun belirsizlik o
ortamı oluşturduğu haberin yok. Elin kafirine
sorduğunda sen nesin dediğinde, sen ne için
varsın dediğinde sana verdiği cevap şudur. da
sana verdiği cevap şudur. Ben dünyada şu yata
alabilmek için, şu arabaya binebilmek için, şu
mutluluğu yaşayabilmek için veya bilge istiyor
ki ben Afrika'daki çocuklara aşı yaptırabilmek
için yaşayan bir insanım. Öbür kafire
soruyorsun. Niye varsın kardeş sen? Ben diyor
elimde bir proje, bir hayalim var. Bu hayalimi
gerçekleştirmek için varım. Elin kafirinde bu
yüzden belirsizlik yok. Sen sor 10 tane gence
ne için varsın? Cevap alamazsın sen. Onlarda
değil kabahat. Bizim ailemiz, bizim yapımız,
bizim yaşantımız onlara aktarılmadığı için ne
için var bilmiyor adam. Kafir bildiği için
belirsizlik yok. Belirsizlikleri ekonomiler
belirleyemez. Belirsizlikleri insanların sözleri
belirler. İnsan sözü ekonominin karşılığıdır.
Senin insanın ağzında belirsizlik varsa senin
ekonomin belirsizdir. Senin ağzında adalet
yoksa senin adalet sistemin yoktur. Bak acayip
bir şey söyleyeyim size. Amerika'da çek yok.
Çek yok çek. Bildiğiniz hani sizin vadeli
kullandığınız çek var ya. Amerika'da yok öyle
bir şey. Çeke vade yazmak diye bir şey yok
daha doğrusuyla. Söylemek gerekirse. Bu
neden? Adam diyor ki ben bir defa yalan
söylersem ömrü billah bu ülkede bir daha iş
yapamam abi. Kanun ona engel olmuş. Benim
inancım bana engel olamamış. Ona kanun
engel olmuş. Korkuyor adam devletten. Bir
daha iş yapamamaktan. Dünyayı
kaybetmekten korkuyor. O yüzden belirsizlik
yok abi. O yüzden adaletsizlik yok. Senin
ağzında daha var adaletsizlik. Sen tek
kelamında 30 kişiyi kafir ilan ediyor. 30
Müslümanı beğenmiyor. 30 evliya Allah'a eh
işte bir bakalım filan diyen bir adamsın. Senin
ağzında o adalet yok ki adalet bekliyor. Dilden
çıkan neyse yaşadığın toprak odur kardeşim.
Sen o toprağı sözünle şekillendiriyorsun. Sen
belirsizsin, toprak belirsiz. Sen adil değilsin,
toprak adil değil. Sen işin köşe dönme
peşindesin, herkes o yüzden onun peşinde. İşin
kültürel tarafı, biz kültürümüzü niye
reddediyoruz? Bugün bütün çocuklar ne diyor?
Abi geçmişimizi boş ver. Yani tamam yaşandı,
bitti onlar. Adam kültürünü, geçmiş tarihten
gelen kültürünü neden reddeder? Çünkü
kültür dediğiniz şey sorumluluk gerektirir de
onlar. İnsan atalarının kanıyla bu ülkede
yaşamaya devam ettiğini bilse bu sorumluluğu
yetirmenin becerisine sahip olmaya gayret
eder. Bugün ne diyoruz biz? Aman abi kimse
ölmesin. Yani hem savaşalım hem ölmeyelim.
Hem mutlu olalım hem hiçbir şey
kaybetmeyelim Hep her şey güzellikle olsun Ve
bunu bir Müslüman söyleyecek öyle mi? Bu
Müslüman'ın ağzından çıkmaz Müslüman'ın
hayatında böyle bir kolaylık yok Çünkü Allah
vermemiş Son mesele ise Dindeki reddiyenin
önüne geçmenin Formülü bütün bunları
Bütüncül olarak ele alıp Yukarıda zikrettiğimiz
beyanı yaşamakla mümkündür. Bu reddiye
unsurlarını ortadan kaldırmadıkça hakikat ne
yazık ki işin nihayeti çok kolay ateist olan, çok
kolay dinden vazgeçen ve dönen insanlar,
ailesini, devletini bir anda reddedebilen
insanların varlığı günden güne artacaktır.
Rabbim yaşatmasın bu belayı bize. Onun için
sorumluluğumuz belli, varlığımız belli,
bildiklerimiz belli. Seyyidimizden Allah binlerce
kez razı olsun. O ve ondan önceki Evliyaullah
her seferinde futuatlarla, kitaplarla,
beyanatlarla Resul-i Kibriya Aleyhisselatü
Vesselam'ın kelamı olan haciz şeriflerden
bugüne kadar bu hak ve hakikat üzeri bizi
eğitmeye gayret ettiler. Ediyorlar ve edecekler.
Rabbim sayılarını arttırsın. Rabbim onlara
hakiki talebe edesin. Rabbim bu yolda daim
eğilesin. Hayırların fethi şerlerin defi ümmeti
Muhammed'in sağlık, sıhhat, afiyeti için Allah
rızası için

2. Cihan Perveri Şühedayı Bedir, Şühedayı


Uhud, Şühedayı Kerbela'nın ruhlarına Ashabı
Bedir ve Ashabı Udun ruhlarına ve kafi ehli
iman ervanı ruhlarına El Fatiha Hz. Ali Kerim
Allah ve Cevap Efendimizin ruhlarına Hazreti
Fatıma Hanım'ız Hazreti Hasan Hazreti Hüseyin
Efendimizin ruhlarına gelmiş geçmiş Seyyid ve
Seyyidelerin ruhlarına 12 İmamın ruhlarına ve
kafirli İslam elvanının ruhlarına El Fatiha
Muhammed Ruhiyel Kadir Hazretlerinin
ruhlarına ailesinden ahirete intikal etmiş
olanlar ruhlarına emirinlerinden ahirete intikal
etmiş olanlar ruhlarına Şüheday Çanakkale
Şüheday İstanbul Evliya İstanbul ruhlarına
Cabir Bin Abdullah Hazretlerinin ruhlarına
Eyyuben En Salih Hazretlerinin ruhlarına
Şühedanın Serperveri Hazreti Hamza
Efendimizin ruhlarına ve Kefe İman Erbağının
ruhlarına ve kafeli iman erbanının ruhlarına. El
Fatiha. El Fatiha. Meded ya Hazreti Allah.
Meded ya Hazreti Muhammed Altyazı M.K. Ya
Seyyidi Muhammed Ruhi
Aulubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakk'ın
izniyle ayetiyle Seyyidimize ikram edilmiş
Futuhat kapısından Allah nasip etmişti Birkaç
haftadan beri Büyük toplumsal sorunlara İzah
etmek ve bu Hakikatler dairesinde Toplumların
düştüğü Ve düşeceği bundan sonra kıyamete
kadar ki süreçte büyük illetlerden olarak
sayılan 21 konu üzerinde futahatın beyanatını
sunmaya gayret ediyoruz. Tabi dünyanın dörtlü
tarafını sarmış olan bir korona virüsü
meselesini hakkında, ülkemizin de içinde
bulunduğu sağlık tedbirlerinin alınması
açısından, İçişleri Bakanlığımızın vermiş olduğu
karar doğrultusunda, toplantılar, sohbetler ve
bu minvalde yapılan bütün çalışmaların tehir
edilmesi, ertelenmesi hususunda bir genelge
vardı. Bu genelgeye bağlı olarak da bizler de
seyidimizin vermiş olduğu emirle Allah nasip
ederse bir an önce ülkemizin bu zorlu
mücadeleden, bu sıkıntıdan kurtulması
niyetiyle o ana kadar bizler de hizmetimize,
muhabbetimize, dersimize inşallah canlı
yayınlarla devam ediyor olacağız. Yine iki
bölüm yapıyor olacağız. Birinci bölümde
problemden bahsedeceğiz. İkinci bölümde de
bu probleme çözüm hakkında Fütuhat'ın
beyanatının sohbet ifadeleriyle, sohbet
babında olabileceği kadarıyla beyan etmeye
gayret ediyor olacağız. Rabbim içindekilerle
amel etmeyi bize nasıl mühesser eylesin. Zira
zulüm sadece bugün yok. Zulüm ta
başlangıçtan şimdi bahsedeceğiz biraz. O
başlangıçtan başlayarak bugüne kadar devam
ediyor ama toplumlar artık bir başka şeyi fark
edemiyorlar. insanlar için normal bir şey haline
geldiğini görmeye başlayacağız. Yani bugüne
kadar tarihsel süreçte firavunlar, nemrutlar,
Avrupa'nın dişlerinde Müslümanlara, kendi
ırklarına, kendi vatandaşlarına karşı
zulmedenler, bugün de aynı zulmü görüyoruz.
Mültecileri kapılarda ölüme terk edenler, ona
mermi sıkanlar, insanlığı öldürmekten geri
durmayanlar, hatta enteresandır, bir şekilde
oldukça medeni olduğu iddia edilen
Avrupa'nın biz bu futuattaki yıllardan beri
vahşetinden bahsederseydim, İtalyan devleti
bugün bir nefes açıcı olması için alet ve devat
imkansızlığından ötürü Almanya'dan bununla
ilgili malzeme istiyor ama Almanya hayır diyor,
veremem. Kendimi düşünmek zorundayım. Kaç
hastam var bilmiyorum, kaç hastam olacak onu
da bilmiyorum. Cenab-ı Hakk'ın izni inayeti ne
yazık ki bu vesileyle. Keşke böyle olmasa.
İnsanlara Avrupalılığın ne kadar vahşi
olduğunu bir kez daha gösteriyor. Ama vahşet
ve zulümat bir yerden sonra Allah-u Zülcelal'in
görünemeyen, var olan ama görünemeyen
mikroskoplarla anlaşılmaya çalışılsa tedavisi
bulunması zor olan, bulunamayan ordularıyla
bir şekilde insanoğlu yeniden hakkın varlığına
dahil ediliyor. Tabi bu gece aynı zamanda
zulüm hakkındaki nedensellik ilkelerini
bahsederken, ne olduğunu anlatırken,
ilkelerini bahsederken ne olduğunu anlatırken
hani hep başında tanımlamalardan yapıyoruz
ya aynı zamanda bizler o zulmün fiziksel tarafta
Cenab-ı Hakk'ın yaratılışta bu varlığa nasıl
telakki ettiğini anlıyor olacağız böylelikle
zaman zaman ateistlerle ilgili sualler ateistlerin
sorduğu sualler oluyor madem ki Rabbimiz bu
kadar merhamet sahibidir iddia ettiğiniz üzere
diyorlar haşa o halde neden hakikatin ortaya
çıkmasına engel oluyorlar oluyor da
yeryüzünde bu kadar zulüm hasıl oluyor
diyorlar. Bu gece aynı zamanda onun da
cevabını beyan etmiş oluyor olacağız inşallah.
Zalimin varlığı doğal olarak bugünden sonra
niye toplumların büyük problemi? Çünkü
toplumlar şu saatten sonra zalim olduklarının
farkında değiller. Zulmün başladığı yerse
maddenin yaratılışıyla başlayan bir sürecin
insanın kendi nefsine bırakılan alanında
insanın bu alanı kendi zevk ve sefası için
kullanma niyetiyle başlıyor. Fiziksel açısından
değerlendirelim isterseniz evvelen bir zat. Zira
zulüm dediğiniz şeyin aslında bir fiziksel
karşılığı var. Çünkü Kur'an azimuşşan'da Allah
azze ve celle zulmün beyanatını hem zalimleri
anlatırken kullanıyor bir başka tarafta da
karanlığı anlatırken kullanıyor. Karanlık
dediğimiz şey Esmaül Hüsna'da daha önce
seyirimizin futuatında beyan ettiğimiz üzere
aydınlığın ulaşmadığı yer demek değildir.
değildir. Karanlık aynı zamanda maddenin var
olabilmesi için gerekli olan bugün Sörn'deki
yapılmaya gayret edilip her seferinde duvara
çarptıkları anti maddenin oluşum süreciyle
alakalıdır. Cenab-ı Hak yaratılışta varlığın var
olabilmesi için ona o esnada yani yaratı kün fe
ye kün emrinde ol dedi oldu emrinde harfi
yağda bir illet telaki etmiştir ki o illet o
maddeyi kullanabilme imkanınızı sağlar.
Maddenin kendisine illeti vermemiş olsaydı
maddenin oluşum sürecinde bizler o maddeyi
istediğimiz gibi eğip bükemeyecektik.
kendisinin de bir şeyler tasarlayabilmesi,
kendisinin de o tasarladıklarıyla yeni bir şeyler
üretebilmesi adına ona öğrettiği ilmin, onda
inkişaf edip, yine ona şükredebilmesi için
maddeye kendisinde olabilecek özelliklerin
olamama durumunu vererek illetleri
yaratmıştır. olamama durumunu vererek
illetleri yaratmıştır bunda neyi söylemek
istiyoruz kesin tabirle ifade etmek gerekirse
fiziksel koşullar olduğu için oldukça ağır
mevzular Allah'a özür diler Kur'an-ı
Azimüşşan'da örneğin bunu zalemel vadi
kelimesiyle kelimenin karşılığı olarak
Kur'an'daki zulüm kelimesi kullanılır Alapçada
ve bu vadinin suyunun daha önce ulaşamadığı
bir yere ulaştığı manasında da kullanılıyor. Yani
maddenin oluşum sürecinde maddenin
oluşabilmesi adına gerekli olan enerji değil
varlığın kend, bir karanlığa ihtiyaç duyuyor.
Dolayısıyla insan, işte bu karanlık sayesinde,
bugün fizikçilerin karanlık madde olarak tabir
ettiği o, unsur sayesinde, maddeye, vekaleten
hükmedebiliyor. Çünkü hakim olan Cenab-ı
Hak'tır. Bizler ise, o hükmedebiliyoruz. Çünkü
hakim olan Cenab-ı Hak'tır. Bizlerse o hükmü
ilahiyle elimize gelen bir ağacı bize karşı
gösterdiği direnç karşısında onu tabiri caizse
pişiriyoruz, hamurlaştırıyoruz, örneğin kağıda
çeviriyoruz. Veya bakırı alıyoruz, eğiyoruz,
büküyoruz, tel yapıyoruz. Elektrik üretiyoruz.
Aklınıza ne geldiyse madde aleminde,
maddenin oluşumu için gereken süreçte onun
bize göstermiş olduğu mukavemet, onun
varlığında bizim muktedir olabilme imkanımızı
doğuruyor. basit fiziksel anlatımın nihayetinde
insanın eline verilmiş olan bu imkan ne zaman
bir başka varlığın imkanını örtmek üzerine
kullanılsa işte ona o andan itibaren zulümat
deniyor. Dolayısıyla Allah-u Zülcelal'in
yeryüzünde zalimi yaratmadığı zalimi varlık
imkanının gereği olarak kendi nefsiyle
Rabbinden bunu talep ettikten sonra o talebin
muktedir olma cihetinde kendi varlığının
iddiası için gerçekleştiğini görüyoruz. biraz
daha toparlayıcı bir ifadeyle şöyle ifade
edebiliriz bunu. Çeşme suyun hem lavaboda
akışkan hale gelmesini sağlar. Çeşmeyle biz
evimize kadar sular geldi. Daha önce suya
ulaşmak bu kadar kolay değildi. Kuyuya
gideceksiniz, efendim dolduracaksınız, eve
getireceksiniz, bir yerde saklayacaksınız. Allah
Azze ve Celle'nin verdiği imkanla bizler borular
döşedik. Evimizin içine kadar bu suyu taşıdık.
Ve bu borunun ucuna bir musluk taktık. Bu
musluk suyun akışını sağladığı kadar akışını
engelleyendir de. Yani onun fazladan
akmasına, israf olmasına engelleyendir de.
Yani onun fazladan akmasına, israf olmasına
engelleyendir. Dolayısıyla suyun varlığı o
borudadır ve gerçektir. Çeşme tabiri rica etse o
gerçekliğe bizim ihtiyacımız olana kadar engel
olan o karanlık maddenin kendisidir. Bunu
anlaşılabilmesi için böyle izah ediyorum ki
herkes kavrayabilsin diye fizikçilerden hariç
dinleyicilerimiz herkes doğru bir şeyde
kavrasın diye. Ancak şimdi bu imkan yaratılmış
ki su boşa akmıyor. Bu imkan yaratılmış ki
evimize kadar su ulaşmış. Dolayısıyla Allah
Azze ve Celle ateistlerin söylediği gibi bir
zalimlik yapmıyor. Haşa ve sümme haşa.
Varlığa bu imkanı veriyor. Dolayısıyla Allah
Azze ve Celle ateistlerin söylediği gibi bir
zalimlik yapmıyor. Varlığa bu imkanı veriyor.
Çeşmeyi yapabilme imkanını bana veriyor. O
suya engel olabilme imkanını da bana veriyor.
Ancak ev halkından birisi veya dışarıdan bir
başkası bu çeşmede su içilebilme imkanını
görüp bu imkanı engel olabilmek adına gelip o
çeşmenin üzerine bir kilit takıyor, zincirliyor
veya bozuyor. O çeşmenin varlığının kullanım
hakkını elinden alıyor. Hem onunla beraber
abat olacak insanların, ondan faydalanacak
olan insanların da ölünü kapatıp örtmüş
oluyor. Bu andan itibaren meydana gelmiş olan
olaylar silsilesini artık zulüm olarak
adlandırmaya başlıyoruz. Dolayısıyla zulümat,
maddenin varlığı için gerekli olan bir teyakkuz,
o maddenin varlığına engel olan şeyin kendisi
zulüm değil ona engel olucu olarak kullanan
şeye de zalim demiş oluyoruz şimdi bu hakikat
Cenab-ı Hakk'ın izniyle Kur'an-ı Azimüşşan'da
karanlık olarak beyan edilirken anlıyoruz ki
yeryüzündeki bütün varlık ve varidat yaşam
biçiminde bir ışık üretiyor. Hem ışıkla var
oluyor hem de ışık üretiyor. Çünkü çok defa
anlattık elektron çekirdeğin oluşumuna
vesiledir. Bu vesile olması hasebiyle de üretilen
şey artık bir önceki seviyeden bu seviyeye
ulaşmış olan ışınlardır ve ışıklardır. Ancak
karanlık madde özellikle nefsin talebini
doğrultusunda bütün alemlerde ışığa karşı
mücadele eden bir yapısı vardır. Özellikle
uzayda bu konu oldukça daha fazla irdeleniyor,
inceleniyor. Tabiri caizse anlaşılmaya çalışılıyor.
Anlaşılmaya çalışılan mevzuyu yanlış bir
yerden baktıkları için doğru bir şekilde izah
edemiyorlar. Çünkü Kur'an-ı Azimüşşan'da
ışığın varlığını perdelemeye gayretin, ışığın
varlığını perdelemeye gayretin karanlığın
varlığı adına bir delil olarak kullanılması
mümkün olamayacağı beyan edilir. Yani bunlar
iki ayrı koşuldur. Bunlardan bir tanesi varlık
koşulu ışık, karanlıksa varlık koşulunu
kullanılabilme imkanı nefse emmare kendi
doğrultusunda kullanabilmesini yine
elektromanyetik koşullar altındaki fiziksel
gerçeklik için gerekli olan koşulların
yaratılmasından dolayı bu imkana
kavuşmuştur. Dolayısıyla bu imkanlar
ateistlerin söylediği gibi fiziksel olarak dahi
delillendirilse görülecektir ki Cenab-ı Hakk'ın
varlığında insana biçmiş olduğu bir zulüm
tavrında değil, buna karşılık insanın bu varlık
içinde varlığı anlayıp kavrayabilmesi içindir.
İnsansa her zamanki gibi eline ulaşmış olan
şeyi, kendi zevki için kullanarak bu hak ve
hakikatten uzaklaşmış olur. Kullanarak Bu hak
ve hakikatten uzaklaşmış olur Bizler Şimdi
Allah nasip ederse bu hafta İtibariyle iki yeni
kitap Çıkıyor futuattan Bunlardan bir tanesi
Cezayir asansörü Koşullar İmkan verirse
basılacak inşallah Biri Cezayir asansörü olacak
Hz. Pir Abdülkadir Geylani Hz'nin Çok yakın bir
zamanda 1876 yılında Görülmüş bir
kerametiyle Müslüman olan bir Fransa
sosyolog Ve hukukçunun hayat hikayesi Bir
diğeri de Ateistlere cevapları içeren Son Ateist
adlı iki kitap İnşallah sizinle buluştuğumuzda
buna benzer konular daha net ifade edilmiş
olacak. Çünkü bizler bugün en büyük problemi
şu noktada görüyoruz ki, Fudat'ın beyanatıyla
insanlar bu zulmün içinde olduklarının farkında
değiller. Yani karanlık dahi karanlık olduğunu
bilirken, aydınlık aydınlık olduğunu bilirken,
bütün bunlar peşe sıra birbirine takip edip,
insanın varlığına hizmet ederken, insanın
kendisi bunun içerisinde karanlık tarafta
olduğunu fark etmiyor. Anlıyoruz ki zulümat,
insanın varlık için gerekli koşulları kendi adına
ortadan kaldırma gayretine denir. Bazen bu
varlık adalet olur, bazen hukuk olur, bazen bir
başka insanın hayatı olur, bazen bir başka
insanın güncel hayatındaki düşünceleri hayat
biçimi olur. güncel hayatındaki düşüncelere
hayat biçimi olur. Her ne olursa olsun, suyun
akışını engellemek üzere, harekete geçmiş olan
her ne varsa ve bu hareketin içerisinde varlığın
teyakkuzuna karşı bir duruş varsa, orada zulüm
vardır. Öyleyse zulüm dediğiniz şey, doğal
varlığa engel olan unsura denir. Zalim ise bu
unsuru tetiklemek için gayret gösteren zulmü
ilk başlatan adama denir. Veya başlamasına
vesile olan şahsa şahsiyete kurum kuruluş
haline diyeceksiniz. Ona söylenmektedir.
Dolayısıyla bugün için çok net bir şekilde ifade
edebiliriz ki zalimlik zannedildiği gibi bir başka
insanın hayatını elinden almak değildir. Veya
bir başka insanın önüne geçip onu kötülük
yapmak, dövmek, parasını gasp etmek filan
bunlar değil. Bunlar bir varlığı kendine geçirme
gayretidir. Onda olan bana gelsin. Onun
elindeki para benim olsun. Onun elindeki bizim
tarafımıza geçsin diyedir. Ancak zalim dediğiniz
ise zulümat dediğiniz unsursa, hakikatte ve
gerçekte. Rabbine giden adamın önünü
kesmek, insanlığa hizmet edecek olan insanın
önünü kesmek, insanlığı hayra gidilmesi için
mücadele eden bir zatın önüne geçmek veya
işte zaman zaman görüyoruz bu futuatlar
içinde herhangi bir yerde kimi zaman kendi kıt
aklıyla farklı şekillerde hiç sorup da
soruşturmadan iftira atanlar söz söyleyenler
olabiliyor. Ne yazık ki bugünün insanın büyük
problemi yüzünüze konuşamaması. Herkesin
arkadan konuşmaktan zevk aldığı bir
dönemdeyiz. Çünkü herkes çok korkak. Ne
yazık ki böyle. Sadece seyidimize değil tarih
boyunca gelmiş bütün hakiki alimlerin
karşısına çıkıp yüzünde konuşabilen insan
sayısı fazla bulamazsınız. Sahtekar bir kitle her
zaman arkadan konuşuyor. Ne oldu bu
adamlar? Zalim oldular. Ama kendilerine
sorsanız size şöyle diyecekler. Hayır biz
zulmetmedik. Tam tersine biz bir doğruyu
söyledik. Veya inandığımız doğruyu söyledik.
Sormadık, soruşturmadık, sormaya gerek
duymadık. Elimizdeki imkanlar, elimizdeki
veriler bunu yapmak için yeterli ve kafiydi.
Bakın size çok enteresan bir meseleyi ifade
edeyim. Sizler Firavun'u en çok Hz. Musa'nın
yakalayıp, onu ortadan kaldırmak isteyen insan
olarak tanıyorsunuz. Ama hem Kur'an-ı
Azimüşşan'da, hem inşallah peygamberler
taliminde, hem de siyerde de göreceğiniz
üzere, Kur'an-ı Azimüşşan'da Firavun'un zalim
olarak adlandırıldığı yer, Hz. Musa Efendimiz'e
hayat hakkını ortadan kaldırmaya çalıştığı an
değil, onun hakkı söyleyerek insanlara hakka
davet ettiği anda, seni dinlemiyorum, seni
dinletmiyorum, senin hakkı söylemene izin
vermiyorum dediği andır. Çünkü o söz bir
nurun yaratılışına, bir nurun yaratıldıktan
sonra inkişafına vesile olacakken, bir karanlık
olup o nuru söndürme gayreti acayip bir
şekilde Kur'an-ı Azimüşşan tarafından, zulümat
olarak adlandırılıyor. Öyleyse, zalim dediğin
adam, asli itibariyle, bir adamın hayatına son
veren değil. Adamın hayatını neden son
verdiğine bakmamız lazım. Örnek, Allah
korusun Rabbim bu ümmeti Muhammed'i
kıyamete kadar koruyacak. Allah nurunu
tamamlayacak. Ülkemizi, vatanımızı,
bayrağımızı dindirmesin. Geldi birisi. Bu
bayrağı indirmek istedi. Ne yapıyorsunuz?
Savaş vereceksiniz. Adamı da yeri geldi,
çatışmaya girdi de öldüreceksiniz. E şimdi bu
zulümat değil ki. Bu zulmü engellemek. Bir
diğer tarafta kendi tarlanızı, canınızı, malınızı
ortadan kaldırıp gasp etmek istedi. Bu engele
karşılık kendinizi savundunuz. Bu savunma da
zulümat değil. Çünkü varlığın akışına engel
değilsiniz. Çünkü varlığın kendisi hukuka
tabidir. Hukuk size hak vermiştir. Hakkın
engellenmesine karşı durmak zulümat
olmadığı gibiıklar kendine karşı zulümdür,
başkasına karşı zulüm değildir. Bir adam içki
içince zalim olmaz. Bir adam zina edince,
kumara oynayınca zalim olmaz. O kendine
karşı kendinin zalimi olur. Bir başkasına
dokunmadığı için onun zulümatı küçük
zulümat babında kendi hatasıdır. Büyük günah
küçük günah gibi düşünmeyin bunu.
Karşılaştırma anlamında söylenmiyor bu.
Fıkhen değil. Hikmeten ve hakikaten.
Hikmeten. Buradaki zulümat konuyu yaşamsal
boyuttaki engeller içindir. Peki bugün insanımız
biz baktığımız zaman gördüğümüz gerçek
bunun tam ortasında neyi yaşıyoruz? İnsanlar
zalim olduklarının ve varlığı engellediklerinin
farkında değiller. farkında değiller. Bunların en
büyük örneği insanların kendi kişisel duygu ve
düşüncelerini paylaşma haklarının hakarete
varmadıkça imkan tanınıyor olması. Çünkü
bugün insanlara eğer siz bir yerde konuşurken
hakkında hakaret etmiyorsanız istediğiniz gibi
konuşabilme hakkınız var. Halbuki bunu
nereden çıkardığınız, nasıl bu kanıya vardığınız,
nasıl bu değerlere ulaştığınızda dair herhangi
elinizde bir veri yoksa, herhangi bir delil yoksa,
herhangi bir gerçek yoksa, buna rağmen siz,
varlığın akışı içindeki değere, ilme, hakka,
hikmete, hakikate Engel oluyorsanız Kendinize
zalim olmaktan öteye alamazsınız İşte bugünkü
insanlara sorduğunuzda Sen zalim olmuyor
musun şimdi dediğinde Onlar da size
diyecekler ki Hayır canım bu zulümat olur mu
ya Biz kendi fikrimizi söyledik İşte gerçeklikten
sıyrılıp sanal dünyanın getirisi olarak herkesin
girdiği ve düştüğü tuzaklardan biri bu. Tabi bu
noktada şunu görmek lazım. Sanal dünyaya
düşmemiş insanların da bu zulmün içinde
zalim olarak varlıklarının temeli onların
yaşanan kültürde artık bir nurun
üretilmemesinden kaynaklanıyor. Çünkü
zulmün varlığına engel olan problemin
çözümünü anlatacağız daha detaylı olarak ama
nurun kendisidir. Dolayısıyla fiiliyattan önce
söz ve kelamın ehemmiyeti burada bir kez
daha öne çıkar ki, niyetlerimiz o kelamın
oluşması için bir gerçeklik tabanını
oluşturmaktadır. Öyleyse insanoğlunun bugün
zalim olduğunu dahi fark edemeyeceği bir
dönem içerisinde olması, onun en derin
cehalet aşamalarından birini yaşadığını bizlere
gösteriyor. Cehaletin son noktalarından birini
yaşıyoruz. Zannetmeyiniz ki teknolojinin
geldiği bu aşamalarda belli imkanları atlatmış
olduğumuzu düşünmeyin. Bizler tam da bu
noktadan itibaren kayıplarımızın farkında
olmadığı bir cehaletin eşiğindeyiz. Öyle bir
cehalet ki bu nihayetinde ve özünde insanlar
zalim oldukları düşüncesiyle hareket
etmiyorlar. Gayet rahatlar, gayet naifler, gayet
mümkün olabilir bir imkanla yaşadıklarını
düşünüyorlar ve bunun içinde zulümleri onu
kendisini bunun farkında olmadan kuşatıyor.
Peki böyle giderse ne olacak? Bu zulümat
nereye varacak diye düşünürseniz eğer artık
zulmün ilkelerinin hukuktaki karşılıklarını
görmeye başlayacağımız bir döneme gidiyoruz.
Yani bugün dikkat ederseniz birkaç günden
beri İngiltere'de bir konu konuşuluyor. Deniyor
ki biz Sağlık Bakanlığı olarak diyor İngiltere
hükümet devlet olarak insanların koronavirüse
karşı tedbir almasını sağlamayacağız. Aramızda
ölmeyi hak eden, vücudu güçsüz olan kim
varsa ölsün, İngiltere yenilensin. Biliyorsunuz
gizli bir rapor hazırlamışlardı. Bu rapor Allah
nasip etti. Ortalığa saçıldı. İngiltere'nin dünya
çapında kendi halkına dahi nasıl vahşi olduğu
bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Bunu kendi
halkı için söylüyor. Aramızdaki yaşlılar ölsün.
Kalan sağlar bizimdir. Valla gerisi yaşar mı
yaşamaz mı onu bilemeyiz. Böylece İngiltere
bir bilgisayardaki gibi aç kapa bir refresh
yapmış olur. Kendine gelmiş olur diyor. Peki bu
noktada zulümati yerine getirenler bu sözlerini
neye dayanarak yapıyorlar? Hukuka göre
Öyleyse zulümatın varlığı devam ettikçe artık
biz hukuki zalimlerle karşılaşmaya başlayacağız
Birinci zalim türün neydi? Sözünü söyler, hakka
sözüyle engel olur Çünkü yaşadığımız
dönemde söz oldukça kıymetli. Fitne çıkarmak
çok rahat. Hatta Cenab-ı Hakk'ın bu konudaki
ayeti kerimesi çok enteresandır. Bakara suresi
193. ayeti kerimede Hz. Allah‫ ُل‬şöyle buyuruyor.
‫ َو َقاِت ُهْم َح َّتى اَل َت َن ِف َن َو َي وَن الِّديُن ِهّٰلِل َفِاْن ِاْن َتَهْو َف اَل ُعْد َو اَن ِا َع ى ال اِل۪م يَن‬Hiçbir zulüm ve
‫َّظ‬ ‫َل‬ ‫اَّل‬ ‫ُك‬ ‫ٌة‬ ‫ْت‬ ‫ُك‬
fitne kalmayınca ve din yalnız Allah'ın oluncaya
kadar onlarla savaşın. Onlar savaşmaya son
verecek olurlarsa artık düşmanlık yalnız
zalimlere karşıdır. Zulüm fitne ile hasıl oluyor
buyuruyor Hazreti Allah. Bak bu dille oldu.
artık düşmanlık yalnız zalimlere karşıdır. Zulüm
fitneyle hasıl oluyor buyuruyor Hazreti Allah.
Bak bu dille oldu. Ancak diyor onların dillerini
susturamazsın. Zalimler zalimlerini yapmaya
devam edecekler. Din ikmal edilmediği
müddetçe bu zulümat mecburen ve hakikaten
hukukla kendisine bir yer edinmiş olacak.
Dolayısıyla bizler ikinci bapta geleceğin
toplumunda hukukla zulmeden bir nitelik
göreceğiz. Örneğin toplanacaklar, diyecekler ki
ya biz mesela bu genç çocuklar arasında ne
diyelim uyuşturucu kullananlar var. Bunlar
hem uyuşturucuyu kullanıyorlar hem de
uyuşturucuyu etrafa saçıyorlar. Biz bunları
böyle tedavi etmeye çalıştık uğraştık ama
olmuyor bunları. Bir yere toplayalım.
Ellerinden de uyuşturucuyu alalım. Sonra
bunlar birbirlerini öldürerek veya ölerek
hayatlarına doğal olarak son verelim. Çünkü
bizim hayatımıza engel oluyorlar. Halbuki o
zulümatın engellenmesi ne? Yönelik olarak
hareket nedir? Aydınlığın inkişafı. Yani o
insanlarla varlık mücadelesinin verilmesi.
Öyleyse anlıyoruz ki zalim dediğin adam hakkı
beyan etmek ve hak için mücadele etmekten
geri duran ve bu konuda tembellik yaban
adamdır. Ya olur mu öyle şey? Bir insan tembel
olunca zalim olur mu diye sual ediyorsan ben
sana şöyle cevap verebilirim. Eğer sen
tembellik etmeseydin bugün bizim ülkemizde
10 milyona yakın deist ve ateist olmazdı. Şimdi
tabi şimdi salı günü sohbetten uzaklaşınca
canlı yayında olunca belki insanlar
dinlemekten de sonra dinleriz diyerek bir
tembellikle bir köşelerinde oturuyorlar şu
anda. Rakamlar en azından öyle gösteriyor.
Beyefendiler bu tembellik ülkemizde
insanların, çocukların çok rahat ateist, çok
rahat agnostik, çok rahat deist olmasına sebep
olmuştur. O kadar tembelleştiniz ki dikkat edin
yeniden harekete geçirmek, yeniden dirilmek
için ist olmasına sebep olmuştur. O kadar
tembelleştiniz ki, dikkat edin, yeniden
harekete geçmek, yeniden dirilmek için,
yeniden kendinizi toparlayabilmesi için, şu
futahatta seyidim yaklaşık 5-6 yıldır. Bu
futahatla beraber. Tabi kendi ömrünce, ulema,
evliya hep ömrü billah bu hakkı söylediler.
Kendinize gelin, kendinize gelin, kendinize
gelin. Olinize gelin, kendinize gelin. Olmuyorsa
getirecekler. Bak bunlar daha yeni başladı.
Daha bunun bir haziranı var, temmuzu var,
ağustosu var. Yazı var, baharı var, kışı var,
savaşı var. Bak bunlar daha yeni başladı. Ancak
bakıyorsunuz ki herkes sadece kendi hayatınla
ilgili, kendi yaşam biçimiyle alakalı olarak
yaşıyor. Ne zaman insanlar birbirlerini
hatırladılar? Bugün enteresan bir cümle vardı.
İtalya'dan bir gazeteci diyor ki, ben diyor bu
yeni mahalleye taşınalı yıllar olmuştu.
Yıllardan beri birkaç yıl oldu. Bu bir, bir buçuk
yıl oldu. Bu zaman diliminde hiçbir komşumu
tanımıyordum. Bu koronavirüs ile eve tıkıldık
diyor. Şimdi komşularımı tanıma imkanı
buldum. Komşuları tanıyabilme imkanı. Benim
dinimde ise 1400 yıldan beri mirasa en yakın
olan topluluktur komşular. Bizlere
unuttuğumuz bu değerleri, kusura bakmayın
kıymetli beyefendiler, hanımefendiler bize
öğretecekler çünkü İslam'ın sancağının
düştüğü yer burası. Adam olmuyorsak adam
edecekler yine adam olmuyorsak yerimizi
değiştirecekler. Bunu daha açık, daha net nasıl
ifade edilir ben o tarafını bilmiyorum. Ama şu
tarafını bu futuattan iyi biliyorum ki, zalimin
zulmünün devamı ona karşı duran insanın
tembelliğiyle inkişaf etmektedir. insanın
tembelliği ile inkişaf etmektedir. Çünkü Allah-u
Zülcelal'in cihat emri, mücahede emri ikinci
bölümde anlatacağımız esas üzerinden
değerlendirilince ve görülünce büyük bir
mücadeleyi ve mücahedeyi gerektirmektedir.
Ancak ve ne yazık ki insanlar o zulümatın ve
zalimliğin farkında değiller. Bugün için
insanlara zalimlik nedir diye sual ettiğinizde
Size verecekleri cevap ne yazık ki Genel
itibariyle güncelik hayatlarındaki zamlardan
filan bahsederler Efendim ne bileyim bir takım
dünya menfaatlerinden bahsederler Bunlar
böyle mi olmalı bu ayrı bir konu bizim
konumuz değil Ama bir hakikat var Zulmü
güncel hayatıyla Kıyas eden bir adamın
Sonunda zulme tabi olmasından Başka bir şey
beklenmez İnsanoğlu sürekli Kendi hayatını ön
planda tutarak O hayatla Zulmün içindeki
değerden kurtulacağını onunla beraber imkan
bulacağını zannediyorsa hakikat ve hikmet ne
yazık ki doğruyu bulmak ve görmekten oldukça
uzak olacağımızı yaşamak zorunda kalacağız.
İnsanoğlu bunu görmediği için bu zulümat
adım adım çevresini kuşatacak.ini kuşatacak.
Öyle kuşatacak ki insanlar zalimlerin sayısı en
yüksek seviyeye geldiği anda zulmü doğal bir
gerçek olarak kabul edecekler. Evet bugün
Avrupa'da öyle. Artık diyorlar ki yani
mültecileri almamızın manası yok ki bu bir
zulüm değil. Biz düşünüyoruz ve hayatta
kalmamız lazım. Hayatta kalabilmemizin
gerekli koşullardan bir tanesi bu. Öyleyse bu
zulmün sonucunu yaşıyor olacağız. Dikkat
ederseniz haftalar boyunca devam eden her bir
konu başlığı aynı zamanda birbirini doğuran
birbirinin kökenine doğru bir iniş biçimi. Önce
şüphecilikle başladık. Şüphecilik isyanın
köküydü. İsyanla devam ettik. İsyanın kökünde
inkar vardı. İnkarın köküne gittik korkuyu
bulduk. Korkunun köküne gittik adaletsizliği,
hukukusuzluğu bulduk. Onun köküne gittik.
Onun varlık sebebini araştırdık, baktık.
Futuat'ın kütüphanesinde reddiye ve yok
saymayı bulduk. O yok saymanın getirisi nedir,
bunun kökeninde ne var diye sorduk, sual
ettik. Zulmü göreceğiz. Zalimliği göreceğiz.
Öyleyse zalimin geldiği bu zulümat, onun
doğurduğu meyve bir reddiye meyvesidir. Aynı
Firavun'un yaptığı gibi, aynı onun gerçeği
örtmesi gibi, bu gerçeği örterken
acımasızlığının farkında olmaması gibi. Fakat
de şunu ifade edebilirim. İnsanoğlunun zalim
olarak yetişebilmesi, zulüm içerisinde
yetişebilmesi, probleme çözümler ikinci
kısımda inşallah, bundan kurtulabilmesi için bu
mücadeleyi vermekteki en büyük engimini
gayet normal, gayet doğal, oldukça da geniş bir
kavramla imkan dairesinde olduğunu
söylüyorlar. elimizde tutmamızı nasip eden
Cenab-ı Hakk'ın varlığı zalim olmamızı
engelleyemiyorsa bizim ona karşı inancımızda
problem olduğu ortaya çıkar. Öyleyse
toplumların inancı kırılmıştır. İnancın kırıldığı
yerde zalim zalim olduğunu anlamıyor. Bunları
gayet doğaldır. Zaten de böyle olması gerektir
diyor. Yani Firavun bunları yaparken Hazreti
Musa Efendimizin yanındakiler de şunu
söylüyorlardı tebaa. Ya Musa hani çok da şey
etmesek mi yani çok da üzerine gitmesek mi
Firavunun bir yerde anlaşamaz mıyız? Resul-i
Kibriya Aleyhisselatü Vü vesselamın yanına
gelip diyordu ki müşrikler ya Muhammed
aleyhissalatü vesselam hani bir yerde
anlaşamayız mıyız ya? Hani çok mu üzerimize
geliyorsun acaba? Hazreti Peygamber
aleyhissalatü vesselam diyordu ki ben zalimliği
ortadan kaldırmaya geldim. Ben zulmü ortadan
kaldırmaya geldim. Bunun birazı azıcığı olmaz.
Çünkü varlığın inkişafında nurun ulaşamadığı
her alan karanlıktır. Karanlığın üretildiği her
alanda nur keskin bir şekilde kesilmiştir. Onun
inkişafına engel olan her yer o zulmün
oluşmasına sebeptir. Allah Resulü Taif'te
kendisi taşlanırken onlara dikkat ederseniz
zalim diye cevap vermedi. Onların içinden
doğabilecek imkanı merhametle engelledi.
Ama yeri geldi bunun tam tersine müşriklerle
de savaş verdi. Dolayısıyla İslam'ın getirdiği
değerler içerisinde merhamet insanlığın
zulümatına engel olabilmek adına en büyük
silah olarak yanı başımızda. Bizler ki zalime bir
silah olarak ne yazık ki kendi hayatımızda
kılıçlarla kuşanmayı, silahlarla donanmayı
düşünüyoruz. Bu düşüncelerimiz doğal olarak
zamdan öteye gitmiyor. Bütün zalimlerin kendi
zanlıyla bu hale düştüklerini de asla ve
katiyetle unutmamak gerekiyor. Zalimi kendi
zulmüyle baş başa bırakmamızsa ne yazık ki
mümkün değil. bu hale düştüklerini de asla ve
katiyetle unutmamak gerekiyor. Zalimi kendi
zulmüyle baş başa bırakmamışsa ne yazık ki
mümkün değil. Zira zalim kendi sözünü kendi
içinde tutamayıp, civarına onu söylemek de
kendini mükellef bilir. O yüzden onu
susturabilmek için, onun söylediği bütün
değerleri ortadan kaldırmak için mücadeleye
mecbursunuz. Yani İslam'ın hakikatinde var
olan cihat, bir tarafından hakkı söylerken bir
tarafın zulmün kökünü, meyvesi olan batılı
ortadan kaldırmak üzerinedir. İkisi birbiriyle
bütündür, tamdır, yekündür, bir aynanın sırrı
ve kendisi gibidir. Dersin ikinci bölümünde kısa
bir ara verdikten sonra bir 10-15 dakika
inşallah bu husustaki futuatın beyan edeceği
çözümleri ifade etmeye çalışacağız. Şimdi kısa
bir ara inşallah

Meded ya Hz. Allah Meded ya Hz. Muhammed


Mustafa Meded ya Hz. Ali Meded ya Gavsa
Meded ya Seyyidi Muhammed Meded ya Hz.
Muhammed Elhamdülillahi Rabbil Alemin
Bizler normalde sohbetlerimizde, salı günde,
perşembe günde sohbet sonunda kıymetli
genç kardeşlerimizden gelen soruları
cevaplandırıyoruz. Şimdi ayrı kaldığımız için o
sorular cevapsız kalmasın. Sizler yorum
bölümüne şimdiden sorularınızı yazmaya
başlarsanız, gerek bu konuyla ilgili gerek başka
konularla ilgili. ilgili. Ben de Allah'a nasip
ederse dersin sonunda Fatiha'nın ardından o
sorularınızı cevaplandırmaya gayret etmiş
olurum. Dolayısıyla aramızdaki o sorulara
cevap verme yöntemini de ayakta tutmuş
oluruz Allah'a nasip ederse. Birinci bölümde
zulümden bahsettik. Bu zulmü ortadan
kaldırmak için bir mücadele gerekiyor. Hazreti
Ömer Efendimiz'in dönemine gidiyoruz.
Hazreti Ömer Efendimiz'in döneminde
halifeliğinin gelmesinden itibaren İran'ın fethi,
Kudüs'ün fethi, pek çok alanda yapılan pek çok
yenilikler, pek çok ülkenin büyümesi,
ganimetlerin elde edilmesiyle beraber Medine
halkında ciddi anlamda bir zenginleşme söz
konusu olmuştu. Öyle bir zenginleşme ki sizler
de İslam tarihinde, bizler de Allah nasip
ederseniz Tevhid Hoca kanalımızda, Siyer-i
Nebi'de detaylı bir şekilde anlatacağım üzere
geri ve vakti geldiğinde artık zekat verecek
kimseyi bulamamış bir hale gelmişlerdi. Bir
gün Hz. Ömer Efendimiz mescide gittiler.
Mescitte namaz kıldıracaklar. Namazdan evvel
bazı sahabe ikramın özellikle yaşlılarının
tabiinden bir kısmının bir arada olarak hüzünlü
olduklarını gördüler. Yanlarına vardılar. Onlar
Hz. Ömer Efendimiz'ılar. Onlar Hazreti Ömer
Efendimiz'e şöyle buyurdular. Ya Ömer bizler
artık zekat verecek kimseyi bulamıyoruz. Artık
zekatı vereceğim fakir yok ortalıkta. Herkesin
bir şekilde imkanı var. Tabi burada iki tane
mesele var. Onu da izah etmeye gayret
edeceğim. Zekat konusuyla alakalı olarak. Ya
Ömer bizler şimdi zulmü neyle durduracağız?
Dediler. Çünkü bildikleri bir şey vardı. İslam
topraklarında zulümatı engelleyen en büyük
hakikat sadakayı cariye ve sadakayı muhabbet
ve sadakanın kendisiydi. Böylelikle İslam
ümmeti hem kendini koruyordu hem de nuru
ilahinin feyzine ve muhabbetine eriyordu.
Dolayısıyla insanın cebinden çıkan, dilinden
çıkan, gönlünden çıkan, hak ile hak için hak
uğrunda olduğunda karanlığın varidatını
ortadan kaldırabilme imkanına şumul
edebiliyor. Şöyle izah edeyim size daha
geleceğe ait bir kafamız açılmış olsun. Uzayda
bu karanlık maddeye karşı verilen araştırma
kapsamında hala bulamadıkları bir alan var.
Ses. Sesle alakalı çalışmalarda oldukça geri
dünya hatta eski zamandan da daha geride
diyebilirim. Ses konusunda henüz tam
anlamıyla bir araştırma yok. Biz futuatta
zaman zaman beyan etmiştik bunun ilmi
tarafını. Allah-u Zülcelal imkan verir de bu
futuatın imkanıyla o kullanılırsa bir gün Allah
nasip ederse karanlık maddeye ulaşmaktaki
metodun asli itibariyle ses olduğunda bir
zaman sonra belki anlayacaklar. bir zaman
sonra belki anlayacaklar. Çünkü ses karanlığı ve
karanlık maddeyi etken fonksiyonlarıyla bir
yerde hapsetmesine imkan sağlayan tek
unsurdur. Bu seste bir frekans var. O frekansı
yakalayamadığınız andan itibaren siz o
karanlığı ortadan kaldıramıyorsunuz. Şöyle de
ifade edebilirim sizlere. Bugün Allah-u
Zülcelal'in Esma-ül Hüsna'sının içerisinde her
bir esmanın kendi sesinde var olan,
söylendiğinde ortaya çıkan, bu kelamın ortaya
koymuş olduğu frekans ve nida karşı tarafta
başka insanlarda oluşturmuş olduğu etki en
başta onların akciğerlerinde meydana gelir. Ve
siz onlara güzel bir şey söylediğiniz zaman içim
ferahladı diye bir cümle kurulanırlar. Çünkü
karanlık madde karanlık vücudumuzda en çok
dalağımızın pankreasımızın özellikle dalağın
arka bölgesindedir. Vücudum karanlık
noktalarının başında gelir. Karanlık üretim
merkezde diyebiliriz buna. Sebeplerini tıbbiye
kitabında detaylandırırız. İnsan güzel bir söz
söylemeyince çirkinleşmeye başlar.
Çirkinleştikçe dalığındaki fonksiyon bozulur. Bu
fonksiyon bozuldukça küfretmeye başlar. Sizler
çocuklarınızın küfretmesinden dolayı onların
neden böyle olduklarını düşünmeyi bir kenara
bırakın. Onlara hakkı, hakikati, güzeli ve güzel
olanı söyleyin. Evinizde selavat-ı şerifeyi,
kelime-i tevhidi, eve girerken besmeleyi,
selamı eksik etmeyin. Her işinize başlarken
Rabbül Aleminin bizlere ikramı olan besmeleyi
şerifeyle başlamadıkça evinizdeki zulmü
ortadan kaldıramazsınız. Çünkü zulüm bir
karanlıktır. Karanlığı boğacak olan tek şey,
ortadan kaldıracak ve onu dizginleyecek olan
tek şey söz ve kelamdır. Sözün içerisinde
yaratıcının varlığına tesahür eden bu inkişaf
hasıl olmadığı müddetçe ne yazık ki tarihsel
süreçte zalimlerin önüne geçiyor olamayacağız.
Dikkat edin. Allah-u Zülcelal için zalim
yeryüzünde tek din olan Hz. Adem'den Rasul-i
Kibriya a.s. kadar ve kıyamete kadar devam
edecek olan İslam'dır. İnne dîne indallahil
İslam buyuruyorlar. Her cuma hutbesinde
İmam Efendilerin okuduğu üzere. Bu hakikat
dairesinde Allah Azze ve Celle zulmü
engellemek için kimleri gönderdi?
Peygamberleri. Onların varisleri olan evliyaları,
ulemayı. Bütün bunlar neyle görevlendirdiler?
Vahyin beyanıyla. Vahyi aktarmakla. Onu
söylemekle. Söz ile. Sözünüzü kesmeye gayret
ettikleri yerden itibaren o sözünüz
engellenmesin diye mücahede ile. Yani cihat
sözden sonra geliyor. Savaştaki cihat. Asıl
cihadın ne olduğunu biz futuatta anlatmıştık.
Bu arada cihat dediğimiz hayatımızın bir
bütünü. Ama bunun kökü söz ve kelam. O söz
ve kelam olmayınca zalimin zulmünü
genişletebileceği alanı daraltamıyorsunuz. Yani
sizler şunu deseniz. Kardeşim ben ok
okuyorum inceliyorum gerek futuatları gerek
diğer alimleri gerek Hz. Pir Abdülkadir Geylani
Hazretleri'nin sohbetlerini vs. okuyorum ama
evimdeyim kendimdeyim kendimi kurtarma
gayretindeyim diyorsanız eğer el cevap Allah
Azze ve Celle diyor ki rica ediyor ki, senin
mahallen, senin köyün, senin şehrinde var olan
zulümatı engelleyebilmek adına, sana inkişaf
etmiş şu Kur'an-ı Azimüşşan'ın tefsiri
hükmündeki ulemanın sözü ve hadislerin özü
ve Kur'an-ı Azimüşşan'ın kendisi okunmadıkça
sen bu civarda bu zulümü engelleyemezsin.
sen bu civarda bu zulmü engelleyemezsin.
Zulmü engelleyebilmenin birinci esası söz ve
kelam, ikincisi bu sözün hakka ait olmasıdır.
Yoksa zalimi ortadan kaldırmak için vermeye
niyaz edilmiş bütün mücahidelerin hepsi boşa
çıkacak. Peki insan bu sözü söyleyebilmek için
neye muhtaçtır? Yaşamaya. Yaşamadıkça söz
havada kalıyor. Yaşamak, söylemek
Müslümana, Allah-u Zülcelal'in bir emri ilahisi
olarak ikram edilmiştir. Bizler bu ikramı
elimizin tersiyle ittikçe bugün ülkemizdeki
deist ve ateistlerin gittikçe arttıklarını ve
artmaya devam edeceklerini beyan ediyoruz.
Eğer bunlara karşı onları hakka davet edecek
olan sözü bugün söylemezsek yarın
torunlarımızın kendi gittikleri okullarında ben
bir Müslümanım dediğinde sınıfın %60'ından
fazlası ateist ve deist olursa şaşırmayalım.
Çünkü o zulmü biz bugün imkan veriyoruz.
Söylemeyerek, susarak, bekleyerek,
imkanlarımızı elimizde iken bunları
kullanmayarak onlara bu imkanı tanımış
oluyoruz. İnsanoğlunun hayatı boyunca
vereceği bütün mücadele işte bu kelamı
söyleyebilmek adına mücahede ile kendisini
eğitmek, kendi nefsine karşı cihad etmek,
karşındakine o hakkı hak ile hakkıyla
beraberken söyleyebilmektir. Yoksa ve ne yazık
ki aksi bir durumda zulmü ortadan
kaldıramayacaksınız. Bakın şöyle ifade edeyim
size. Bizler bugün İslam dünyasında en çok şu
cümleyi duyuyoruz. Ya bu bir tane Birleşmiş
Milletler var. Başında oturmuşlar belli ülkeler
bir araya gelmişler. Bir güvenlik konseyi
oluşturmuşlar. Bunlar zalimdir. Fransız,
İngiltere, Amerika, Rusya, Çin vs. Biz ne dersek
diyelim ya. Biz boşa söylüyoruz. Söylüyoruz
ama bir karşılığı yoktur. Bu sözümüz yerini
bulmuyor diyenlere deriz ki sizler bu sözlerinizi
hak için değil siyaset için söylediğiniz adına
böyledir. Eğer hak için bir söz söylemek
istiyorsanız sözünüzün söylediği yerin hakka
dönmesini arzu ediyorsanız siz hak üzere bir
siyaset yapmak zorundasınız. Hak üzere bir
söylem geliştirmek zorundasınız. Bu hakkın
söyleneceği yerde aynı anda ve mimaride
ekonomik çıkarlarınız, siyasi çıkarlarınız, politik
tecrübeleriniz, politik stratejileriniz ön planda
tutulursa, ne yazık ki o zulmü ortadan
kaldıramayacağız. Allah-u Zülcelal,
Müslümanların ayrı ayrı, farklı farklı, sırf kendi
stratejik imkanlarını ayakta tutmak için
vereceği bu mücadelede oluşan imkanda,
Oluşan imkanda zulmün devamına bizim
elimizde imkan tanındığına dair gerçekleri
açıkça önümüze koymaktadır. Bizler bu açıklık
karşısında her ne yazık ki her dönemde
kendimizi aklama peşindeyiz. Halbuki
bırakalım bütün bunları bir kenara. Dünyanın
dört bir tarafında Müslümanlar zulme uğruyor.
Müslümanların zulme uğramasıçın men abi
hangi kelamdan bahsediyorsun? Yokluk
içindeyim men abi hangi kelamdan
bahsediyorsun? Şimdi ben de sana şöyle bir
gerçekten bahsedeyim. Hazreti Ömer
Efendimiz'e zekat verecek kimse kalmadı diyen
sahabe-i ikramın onlara göre en zengin adamı
bugünkü en fakir adama denk düşer. Zira Hz.
Peygamber Aleyhisselatü Vesselam'ın zekat
verilecek fukara hakkındaki hakiki söylemleri
göz önünde bulundurulunca, fıkhın getirdiği
imkanlar bir kenarda tutulsa, ruhsatlar bir
kenarda tutulsa, hakikaten zekat vermemiz
bizim için de zorlaşabilir. adada tutulsa
hakikaten zekat vermemiz bizim için de
zorlaşabilir. Dünyanın dört bir tarafında bir
sonraki öğün ne yemek yiyeceği olmayan bir
Müslüman dünyası bu söz ve söylemi parasıyla
ve zamanıyla bir araya getirmedikçe zulme
engel olamayacak. Bizler ne yazık ki canımızı
malımızı evladımızı her şeyden üstün tutarak
bir şey söylediğimizi zannediyorsak eğer bunun
adı söz değildir. Çünkü söz öze bakar. Öz ile
sözün bir arada olmadığı yerde karanlığın
meydana gelmesi ve nurun inkişafı engellenir.
Şöyle ifade edeyim. Karşınıza geçen bir
Amerikalı her ne kadar sizden niyetlerini
saklıyor olsa da o niyetleri doğrultusunda bir
şey yaptığını artık açık açık beyan ediyor.
Müslümanlarsa bir taraftan insanlara iyilik
yapmanın gerekliliğini bir taraftan insanlara
iyilik yapmanın gerekliliğini, bir taraftan
insanlara hakkı söylemenin gerçekliğini iddia
ediyor. Bir diğer taraftan kendi evladına söz
gelmesi istemiyor. Kendi canının herhangi bir
eziyet görmesini asla kabul etmiyor. Malından
ufak bir şey talep edilse sanki canı ortadan
kaldırılmayacak canı ortadan gitmişçesine
cıyak cıyak bağırıyor. Şimdi buna karşılık bu
zulüm ne zaman bitecek? Bu zulüm hakkı hak
ile ve hak için söylediğiniz gün bitecek. O gün
biterken hakikatin ortaya çıkması, zalimin
karşısında gerçeğin meydana gelmesi mümkün
olacak. Yoksa başka türlü mümkün değil.
Bugün Türkiye'nin en önde gelen, en iyi
insanların çocuklarının deist ve ateist
olduğundan kimsenin haberi yok. Bugün bizim
ülkemizde nice imamların, nice vaizlerin
evlatları, torunları deist ve ateist oldular.
Sebep şu, onlar bu kadar sözün, kelamın geriye
çekildiği yerde zulmün gereğini gereğince
yerine getirme noktasındalar. Bizler o aydınlık
sözleri söylemediğimiz için, o hakikati beyan
etmediğimiz için, bizler zalimliği sadece dünya
metaıyla ölçtüğümüz için durum bundan
ibarettir. Zulümde dünya metaına karşı yapılan
hakaret her seferinde özünde hakikatle
ilişkilidir. zira masumun masumiyet karinesi
esas itibariyle onun vicdanen ve hikmeten ve
hakikaten hak için varlığına delildir. Dolayısıyla
bizler o kadar dünyevileşmişiz ki ne yazık ki
gerçeklerin ötesinde bir gerçek olan ölümden
evvel dünya hayatında başımıza gelen şeylere
zulüm diyoruz. Yani bugün devletimiz bir karar
verse dese ki ya ben bu korona virüsünden
ötürü zarara girdim şu vergileri iki katına
çıkarıyorum şu bilmem neyi üç katına
çıkıyorum dese milletin ağzından çıkacak ilk
kelam şudur zalimlik bu. Peki. Bir diğer
taraftan. Bizlere dense ki ya ben bu din
derslerini iptal ediyorum. Veyahut insanların
Müslümanların hakka davet edilmesinden
vazgeçiriyorum. Veya işte süreç zaten oraya
gidiyor. İnsanlar zaten dergahlardan,
mescitlerden, medreselerden uzaklaşıp kendi
dünyevi keyiflerine zaten otomatik gidiyorlar.
Gidin gidin gidenlere de destekliyorum dese
ona zulüm dinleyecek mi? Hayır çünkü bizler
zulmü bile artık dünya ile tartıya koyuyoruz.
Dünya ile tartıya konulan şeyin hesabı ağırlıklı
olarak dünyada ödenir. Ancak Cenab-ı Hak
diyor ki ben zalimleri bekliyorum. Zalimlerin
zulümleri karşısında bir hesap var ki o hesap
gününde zalimleri yerle yeksan edeceğim.
Onları cehennem azabıyla korkutuyor ve
ürkütüyor. Öyleyse dünya hayatındaki meta ile
zalimin zulmü ölçülmez. O adama haksız
denilebilir. O adama eşkıya denilebilir. O
adama hakkı çiğneyen, gerçeği yok etmeye
gayret eden tarzında ifadeler kullanılabilir.
Ama zulmün başladığı yer din iledir. Dinin
ortadan kaldırılması, dine bağlı olan unsurların
ortadan kaldırılması zulümatiledir. Dolayısıyla
bugün bütün dünyada hızlı bir şekilde artan
ateizm ve deizm dediğiniz bütün akımlar,
bütün muharref dinlerin de dahil olduğu
dindar dünyanın sessizliğindendir. Dindar
dünyanın sessizliğindendir. Hele ki
Müslümanlar bunların içerisindeki en temel
kaidede ne yazık ki gittikçe azınlığa
düşmektedir. Oysa ki bir adamın hak uğrunda
sözü 99 tane kafirin, 1000'e yakın kafirin, 1000
kafirin kelamını söndüreceği Bedir'de
delillendirilmiştir. En az bin, yani bugün
herhangi bir Müslüman, hak uğrunda hak için
zulme karşı, ancak dünya metayla ölçülen
değil, hakkı örten zulme karşı bir nida ile
seslense, o bin tane fitneyi ortadan
kaldıracaktır. nida ile seslense o bin tane
fitneyi ortadan kaldıracaktır. Bir normal
Müslüman bin fitneyi ortadan kaldırabilir. Bir
de bunun uleması var, bir de dervişi var, bir de
alimi var, bir de gaibi var sayın sayabildiğiniz
kadar. Ancak bu hakikati imaniyede şevk ile
hareket edebilmek için önce zulmü anlamak
gerekiyordu. Dersin birinci kısmında onu
anlattık. Zulmü ortadan kaldırabilmek için
beyan edilecek nidanın özünü dersin ikinci
kısmında ifade ediyoruz. Bir başka esas. Bizden
niye bu zulümle gayet rahat bir hale geldik diye
sual etseniz şunu söyleyebiliriz. İnsanlar zalim
olduklarını o kadar çok unuttular ki gerçek bir
şey meydana getirmek yerine sanal bir
dünyanın içerisindeki sanal ortamlarda sanal
bir hayat yaşayarak oradaki mutlulukları tercih
ediyorlar. Dikkat ederseniz artık son dönemde
muhteşem mimari eserlere pek rastlamıyoruz.
Dünya çapında konuşmak gerekirse. Herkes
sanal dünyada bir tuşla var olup bir tuşla yok
edebilecek şeyleri meydana getirirken, kendi
tanrısal düşüncesi içerisinde kendi zulümatını
bir ortak aramış ve bulmuş. Öyleyse insanların
yekününde var olan bir zulümat hasıl olmuş.
İnsanların her şeyin bu kadar ulaşılabilir
olduğu bir ortamda bu zulme dahil olmasından
daha basiti beklenemez. Sebepse şudur.
Elbette ki teknoloji olacak, daha ilerisi de
olacak, daha bir başlangıçtayız. Daha henüz
hiçbir şey yapılmış değil. Ayrı bir konu. Ama
bütün bunları yaparken hedef ve nihayet
esasın ve gerçeğin üzerine olmazsa bizler
insanların gönüllerini de bu tuşlar gibi
zanneder olursak sözlerimizi nasıl olsa
söyledim yazdım gitti dersek adamı iftira
ettiğinin farkında olmazsak Dedikozusunun
farkında olmazsak Bu zulümatın içerisindeki
nurani hakikatle onu boğabilme imkanına ne
yazık ki kavuşamayacağız Zalimlere karşı
mücadele etmek için gereken nur İnsanın
gönlünde oluşturmuş olduğu zikrullahtan
doğan bir imkandır. O yoksa siz zulme tabi
olacaksınız. Ve zalimler artık size bu saatten
sonra bombalarla filan gelmezler. Artık o
dönemlerin üzerinden geçiyoruz. Belki daha
çok gerilla savaşlarıyla ya da böyle ilçe ilçe
küçük alanlarda göreceğiz bu çatışmaları.
Bizler daha çok çok net bir şekilde fevç fevç
böyle bir anda yüz bin beş yüz bin insanın
dinini filan bıraktığını göreceğiz. Ve görüyoruz
da. Bugün onların gayet rahat söylemleri, gayet
sakin bir şekilde hakikati ifade ediyor olmaları
ya da ben ateistim ya da deistim derken
çocuğun hiçbir şeyden ürkmezcesine gayet
sakin bir şekilde ifade etmeye gayreti ve bu
imkanı kullanıyor olması doğal olarak bir
baktığınızda şunu görüyorsunuz sizler bizler
hepimiz ne yazık ki her şey bize karşı söz
söyleyen yok ki ancak şu futuatın verdiği
imkanla ne zaman bir ateist ya da deistin
karşına çıkıp şu hakkı söylemeye cehdetsek her
birisinde şu sözü görüyoruz daha önce böyle
bir şey duymamıştık çok ateist ve deistin bu
imkanla inşallah bu yeni gelen kitaplarda da
ateistlerin yeniden İslam dinine
dönebileceklerini ve döndüklerini görmekteyiz.
Rabbimin verdiği imkanla imanı veren alan
Hazreti Allah'tır. Cenab-ı Hak vesile-i ilahiden
olmayı nasip mühasebe eylesin bizlere ve
seyidimize hakiki talebe olmayı nasip eylesin.
Başka türlüsünü ne yazık ki mümkün değil.
Onu yakalayabilme imkanınız mümkün değil.
Zaten bu fütuhatın gelmiş olduğu çağda en
büyük vazifesi budur. Zulümatı dindirmek için
bir kelam var, bir söz var, bir hakikat var. Onu
dillendirmek için gelmiş. herkesin tapındığı
bilim alanını, ilim alanını, kelamın kendisini ve
uzak diyarların ve tarihlerin gerçeğini şimdi
önünüze seriveriyor. Bugün belki az, belki
sükut etmiş bir topluluk içerisinde var olan bu
hakikat, yarınlarda yüzbinlerce insanın
dimağında şimşekler çakmasına biiznillah
vesile olur. Zira nurun beyanatı için verilen her
mücadelede akılan her tamla ter, gözyaşı, o
niyet, o muhasebe ve o hakikat, kusura
bakmasınlar ki muhteşem bir kar topu gibi
önünde hiçbir şey durdurulamayacak hale
gelir. Çok enteresan bir gerçek var. Bugün
dünyaya çarptığı ya da çarpacağı iddialenen
göktaşlarından bahsediyorlar. Bu göktaşlarını
ortadan kaldırmak için kendilerine göre bir
plan yapıyorlar. Dünya kendi yüzeyinde nur
ürettikçe dünyanın yekönünü ortadan
kaldırabilecek bir göktaşı dünyaya çarpamaz.
Böyle bir şey yazık ki mümkün değil. Bu nurun
öyle bir inkişafı var ki sesin ortaya çıkardığı
ışıktan henüz bilimin haberi yok. Ses ışık
tetikçisidir. Işık onu göğüste yaymaktan
vazifelidir. Ve insan içime bir ışık doğdu, içime
güneş gibi doğdu, içime bir gerçek huzur geldi.
Bütün bu söylemler işte bu söylediğimiz
sözlerle alakalıdır. Zira o sesin üretiminde
zulümatın oluşturacağı bütün frekans
unsurların negativitesinin karşısında onun
pozitivitesi bilinenden çok daha üstün ve
kaimdir. Kayyumiyet ilkesiyle hareket eden bu
unsur zulümatın beklentisi içerisinde olanların
en büyük korkusudur ki hakkın söylenmesini
arzu etmiyorlar. Her civar ve cihette diyorlar ki
şimdi bu konuyu açma. Dikkat edin zalimlerin
bir ortak özelliği vardır. Her seferinde bu
konuyu açıyorsun. Açma. Habire Allah
peygamberden bahsediyorsun. Bahsetme.
Bana yanlışlarımı söylüyorsun. Söyleme.
Zalimler kendilerine yanlışları söylendiğinde
çok yanlışımı sayıyorsun. Beni sürekli
eleştiriyorsun derler. Çünkü zalim böyle bir
şeyi istemez. Peki onu bu hakikatte nasıl davet
edebilirsiniz? Onun muhtaç olduğunu
göstererek. Onun muhtaç olduğunu
göstererek. Zalimin muhtaciyetini kendisine
gösterebilmek için dönem dönem arzda
yaşanan işte bütün bu olaylar bize yenilen
muhtaciyetimizi hatırlatmıyor mu? Hani 2020
yılına geldik. Dünyada tıp, elektronik, biyoloji
uçtu gitti nerelere vardı. Bütün bunlar
çerçevesinde hala bir virüsle mücadele etmeyi
beceremeyen bir sağlıkçı grubu. Sebep, sizler
maddeye madde gözüyle bakıyorsunuz. Sizler
henüz maddenin ne olduğunu tanımıyorsunuz.
Çünkü sizler maddenin yaratıcısını kabul
etmiyorsunuz. Yaratıcının elinden çıktığı şeyde
onu yapanı reddederek yapılan şey hakkında
kim fikir sahibi olabilir? Elinde bir makine var.
Makineyi kimin yaptıysa onu reddediyorsun.
Ben bu adamı tanımam, reddederim diyorsun,
sonra makinede arıza çıkınca, bu reddettiğin
adama bir şey soramayacağın için, oradan da
bir cevabı kabul etmediğin için, gerek vahyi
ilahiden, gerek sünnetullah'tan, gerek
evliyaullah'tan, doğal olarak çözüm
bulamazsınız. Çözüm bulamazsınız çünkü,
zalim kendi elinde bir şey yapmak isteyendir.
Bütün zalimlerin ortak cümlesi bunu ben
yaptım. Nasıl güzel yapmış mıyım? Tabi bu
güncel hayatımızda bir cümle değil. Üstüne
basa basa kibirle söylenen zulümat cümlesi bu.
Herkes için zaman zaman söylüyor.
Çocuklarımız da söylüyor. Bunu ben yaptım
baba nasıl olmuş falan diyor. Böyle bir şey
değil. Ama zalim şudur. Bunların hepsini ben
yaptım. Öyle ben yaptım ki ben olmasaydım
olmazdı bu iş. Sen olmasan da olsan da o ne
isterse o oluyor. Onu göreceğimiz yerdeyiz.
Depremle bunlar anlaşılmadı. Şimdi
hastalıklarla görmekteyiz. Ne yazık ki şunu
görüyoruz. Muhtaçız. Deprem olunca başka,
hastalık olunca başka. Herkes evleninde
burnunu dışarıya çıkarmaktan korkuyor.
Herkes binlerce alışveriş yapıyor İsraf ediyor şu
anda Anlamsız bir teyakkuzda Gerekli olan
tedbirin çok üstünde bir korku var Tedbir
şarttır, karantina şarttır Bunlardan
bahsetmiyoruz Hakikat bu kadar korkmaktan
bahsediyorsanız Ehli iman korkmaz Tedbirini
alır, tevekkül ehlidir Tedbir, tevekkül ehlidir.
Tedbir, tevekkül birbiriyle kardeştir. Zalimlerse
korkar. Çünkü iman yoktur. İmanın zafiyeti
zulümatın kendisidir. Zalim korkaktır. Tarih
boyunca korkusuz bir zalimi hiç kimse
görmemiştir ve göremeyeceksiniz. Zalimin en
temel özelliği korkaklığıdır. Öyle korkaktır ki
gece uykusunda ölmekten korkar, uyuyamaz.
Gündüz dışarıda hasta olmaktan korkar,
yürüyemez. Camın dışına çıkartıp burnunun
ucuyla bakamaz havadan bir hastalık kapar
mıyım diye. Bu şüphecilik, bu inadi tutum, bu
inkar, bu isyan ve korku doğal bir süreci.
Adaletsizlik, hukuksuzluk, reddiye ve yok
saymayla zulümden başka bize ne getirebilirdi?
Doğal bir zulmü yaşıyoruz. Ne yazık ki bu
zulmün kökenine gittiğimizde bir dahaki hafta
daha derin ve detaylı olarak ele almaya
çalışacağımız üzere aklın üstünlüğüyle
bencilliğin varlığını göreceğiz. Ve çağlar devam
ederken kıyamete yaklaştığımız şu günlerde
tabiri caizse son dönemindeyiz dünyanın. Hz.
Peygamber Aleyhisselatü Vesselam böyle ifade
ediyor. Benim geldiğim dönem ikindinin
dönemindeyiz dünyanın. Hz. Peygamber
Aleyhisselatü Vesselam böyle ifade ediyor.
Benim geldiğim dönem ikindinin dönemidir.
Tabiri caizse kıyamet akşam vakti kadar
yakındır. Hadis-i şerifin özünde bunu ifade
etmiş oluyor. Bencilliklerle dolu bir dünya
serüvenine gidiyoruz. O serüvene gitmeden
önce şu zalimlerden en az bir tanesini ortadan
kaldırmak için cehd ettiğ nuru ilahiden doğmuş
nuru Muhammedi'nin mücahidesini vermişler
olarak adlediliyoruz. Öyleyse zulümat
karşısında hakkı söyleyip hakkın bilinciyle
hareket edebilmek ancak ve katiyetle böyle
mümkündür. Başka türlü bu zulmü
engelleyebilmek bu zulmü ortadan
kaldırabilmek için her ne kadar mücahede
etseniz, her ne kadar hukuk arasanız, her ne
kadar ilaç, silah ne geliştirmek isterseniz
isteyin olmayacak. Nihayet dönüp hakkın ne
olduğunun kabulüne ve hakkın beyanatının
mecburiyetine geri döneceğiz. mecburiyetine
geri döneceğiz. Okullarımızda, evlerimizde,
camilerde, medreselerde, her yerde ve her
şekil altında hakkı tatlı bir dille söyleyenlerden
olmayı Rabbim bizlere nasip-i müessere
eylesin. Sorular varsa o soruları
cevaplandıracağız. Zannedersem şu anda bir
gelen soru yoktu. Cenab-ı Hak bu hayrı
söyleyebilmeyi nasip oldu. Rabbim bu hayrın
beyanatında bizlere bu ilmi öğreten
seyyidimizden binlerce kez razı olsun. Hayrların
fethi için, şerlerin defi için, ümmeti
Muhammed'in sağlığı, sıhhat ve afiyetleri için,
Allah rızası için El Fatiha Altyazı M.K.
2. Cihamperveri Allah'a emanet olun. 12
İmamın Ruhlarına ve Kâfihli İslam El-Vahd'ın
Ruhlarına El-Fâtiha. Pirimiz Gavs-ı Azam
Abdülkadir Ceylani Hazretlerinin Ruhlarına,
Saadat-ı Kadiriyyeden ve Saadat-ı
Muhammediyeden, gelmiş geçmiş mürşid
mürşidan, mürid müridanın ruhlarına El Fatiha
Seyyidimiz, Mürşidimiz, Peygamber
Efendimizin ciddi tanrısı Seyyid Muhammed
Ruhi El Kadir Hazretlerinin ruhlarına,
ailesinden ahirete intikal etmiş olanların
ruhlarına, müridlerinden ahirete intikal etmiş
olanların ruhlarına, Şüheday Çanakkale,
Şüheday İstanbul, Evliya İstanbul ruhlarına,
Camir Bin Abdullah Hazretlerinin ruhlarına,
Eyyub El Ensari Hazretlerinin ruhlarına,
Şühedanın Selperveri Hazreti Hamzalerinin
ruhlarına, Eyyubel Ensari Hazretlerinin
ruhlarına, Şühedanın Serperveri Hazreti Hamza
Efendimizin ruhlarına ve kafirli iman ervanının
ruhlarına El Fatiha. El Fatiha. El Fatiha. Meded
ya Hazreti Allah, meded ya Hazreti
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem, meded ya Hazreti Ali kelam Allah ve
cehu, meded ya Kavsazam Abdülkadir el-
Ceylani, meded ya Seyyidi Muhammed Ruhi,
Eûzu billahi minne şeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın
izniyle ayetiyle seyredilmize ikram edilmiş
Fırtuhat kapısında Büyük Toplumsal Sorunlar
serisine başlamıştık. Devam ediyoruz efendim.
Ondan önce kısa duygularımızı beyan edelim.
Onlardan birincisi bu geçirdiğimiz ne yazık ki
evde kalmaya mecbur olduğumuz dönemlerde
canlı yayınlarla devam ettiğimiz ilim
sofrasında, ilim meclisinde, futuat kapısında
biliyorsunuz ki Ben Değilsiz Olsam adlı
seyidimizin yazılmış olduğu bir kitap vardı ve
İslam taliminde ilk defa bir tiyatro oyununa
dönüştürülmüş bir ilim erbabının elinden
çıkmış bir hikaye vardı. Bununla ilgili tiyatro
oyunlarımız vardı, devam ediyorduk. Zaman
zaman zorlu süreçleri de atlattık biliyorsunuz
sizler. Tabii bunun oyunu kabul görmesi,
zamanı vs. bütün bunlara devam ederken bir
anda ülkemiz başta olmak üzere bütün
dünyanın şu anda evlerinde vakit geçmeye
mecbur kaldığı bir döneme geçiriyoruz. Tam da
bu esnada bizler artık tiyatro sezonu bildiğiniz
üzere Haziran ayına kadar kalmıyor. Zaten
Mayıs ayı gibi bitiyor genel itibariyle.
Dolayısıyla bu hizmetin yanım kalmaması
gerekiyordu. O yüzden kardeşlerimizle beraber
yapılmış çekimlerde bayağı uğraştılar, çalıştılar.
Bunların montajlarını artık böyle bir film
seyreder gibi seyredilebilecek bir hale
getirdiler. Elhamdülillah bunun yayınlanmasına
hazır hale getirdiler. Allah razı olsun. Şimdi
çarşamba günü saat 8.30'da akşam 20.30'da
canlı olarak yani başlayacak ve orada canlı
derken yayına verilecek YouTube'da ve kitapta
yazmaz sayfamızdan bunu izleyebilir,
izlettirebilir olacaksınız. Bunun için sizlerden
ricamız lütfen kitapta yazması hem abone
olmayanlar hala varsa bunlar abone olsunlar.
Hem de bir başka insanı o akşamki yapılacak
bu tiyatro oyunda davet etsinler. Çünkü bu
akşamki konuda da işleyeceğimiz üzere
akılcılıktan çıkıp bilimciliğe geçtiğimiz bir
dönem işte. Çocukluktan çıkıp bilimciliğe
geçtiğimiz bir dönem işte. Bu virüsle ilgili de
birazdan konuşacağımız üzere büyük bir
toplumsal sorunun içerisinde deizm ve
ateizmle mücadelemiz yani mücadele ederken
buna kandırılmış olan gençlerimizi hakikatle
yeniden doğruya yöneltmek için verdiğimiz
mücadelemiz devam ediyor. Bizim
çocuklarımız, bizim gençlerimiz elden gidiyor.
Çok defa izah ettiğim üzere. anlatabilmek için
hazırlanmış, emek sarf edilmiş bu oyunu lütfen
çevrenizdeki deist, ateist veya bu konuda fikir
sahibi olmayan konunun ne kadar ehemmiyetli
mevzu olduğunu bilmeyen insanlara da
ileterek onların da seyretmesi vesile olmanızı
gerçekten rica ederiz. Gerek sosyal paylaşım
sitelerinde gerekse çevrenizde. Çok zor
olduğunu düşünmüyorum. Hani bayram
mesajları atmaya alışmış bir milletiz biz. Bu
kanalın linkini, YouTube linkini arkadaşınıza
atarak çarşamba akşamı seyretmeyi sakın
unutma. Herkes orada değil, WhatsApp'tan
bütün sizi tanıyan insanlara inanılmadan
bunun mesajını atmanız zor olmasa gerek. Bu
böyle elden ele, gönülden gönüle yayılabilir ve
hakikaten de başarılı sonuçlar elde edilebilir.
Bir gencimiz daha dahi olsa, bizler her bir
tiyatro oyununda elhamdülillah bir ve birden
fazla deistin çıktığı yoldan döndüğünü,
hatasının farkına vardığını bu oyunda çok defa
gördük. Dostlarımız da gördüler, kardeşlerimiz
de gördüler. Seyyidimizin bu tevhid davasında
verdiği mücadelede bizler bunun içerisinde
olmanın gayretiyle inşallah bu hizmette bir
faydamız olabilirse diye hep beraber bunun bir
yerinden tutabilirsek ne mutlu bizlere deriz. Bu
akşam elhamdülillah cami hoparlörlerimizden
imamlarımız dua ettiler. Cenab-ı Hak kabul
buyursun. Bizler de amin dedik. O yüzden canlı
yayına başlamakta biraz bekledik. Yatsı yazanın
hemen arkasından başlayan duada tekbirler
getirildi. Salavatlar okundu. Elhamdülillah
diyarı İslam'da olmanın zevkine tekrardan
erdik. Keşke başından beri ve her zaman
devam eden bir uygulama olup hep
söylediğimiz bir şey vardı. Eskiden İstanbul'un
semalarında camilerinde, mescitlerinde
salavat-ı şerife meclisleri kurulurdu. İnsanlar
bir araya gelirler, mescitlerde otururlar ve
beraberce her birisi bölüşerek sesli bir şekilde
selavat-ı şerife getirirler, zikirler de yaparlardı.
İnşallah bu elim ve bu sıkıcı ve bu üzücü
durumdan da bizleri Rabbim kurtarsın ve
korusun Ümmet-i Muhammed'i. Bu dönem için
içerisinde inşallah bu eski hasretlerimize, eski
huylarımıza, eski gerçeklere yeniden dönmeye
vesile olsun. Çünkü bunlar bizim için birer
uyarıdır. Bu uyarıların karşılığında bizler iman
sahibi topraklarda imanla yaşamanın keyfine
ve zevkine, muhabbetine Rabbim erdirsin
bizleri yeniden. Ama bizler ererken ne yazık ki
unutmayalım ki ülkemizde toplam deist, ateist
ve inançsız insan sayısı agnostikler de
koyulurca üstüne şu an 10 milyon adet. Ne
yazık ki üzülüyoruz değil mi? Şu ana kadar
Sağlık Bakanlığı'nın yapmış olduğu
açıklamalara göre yaklaşık 30 vatandaşımız,
kardeşimiz vefat ettiler. Cenab-ı Hak rahmet
eylesin. Kalanlara başsağlığı, hayırlı uzun
ömürler nasip eylesin. Bu rakam kaça çıkacak
bilmiyoruz. Rabbim arttırmadan bir an önce bu
beladan ümmeti Muhammed'i kurtarsın. Ama
bir gerçeği gördük bizler. Evet 30 insan ölüyor
ama şu anda 10 milyon manen ölüm yaşadığı
bir ülkedeyiz aynı zamanda. Çünkü iman
olmayan insan manen ölüdür. Manen vahşidir.
Hakikaten de vahşidir. Görüyorsunuz en son
İspanya'dan gelen bir haber vardı. İspanya'dan
gelen bir haber vardı. Yaşlı huzur evinde
bakıcılar huzur evindeki yaşlıların
rahatsızlanma ihtimaline karşılık belki de bir
tanesi iki tanesi böyle ateşlendiğini görünce
tamamen terk ediyorlar. Kimseye haber
vermiyorlar. Evlerine kaçıp gidiyorlar ve o yaşlı
insanlar huzur evinde kendi kendilerine
ölüyorlar. Şu an İspanya'da bir huzur evi
Cesetle dolu Kaç ceset olduğuna dair bir
açıklama yapılmadı henüz Elhamdülillah Bizim
ülkemizde Mahallelerimizde hala Yaşlılarına
sahip çıkan Yaşlıların kapısını çalan gerek
evlatları Gerek yakınları gerek komşuları Gerek
efendim Yavaş yavaş böyle bir yeniden
Özümüzü hatırlama dönemeci geçiriyoruz. Var,
var çünkü bu bizde. Var olan şeyi hatırlamak
kolaydır. Olmayan şeyi hatırası olmadığı için
yenilemek mümkün değildir. Bu yüzden ehli
iman bu noktada vahşetin önünü kesendir.
Avrupa ve Çin'in vahşeti karşısında bütün
dünya şu anda Türkiye ve Ümmet-i
Muhammed'in İslam'ın getirdiği güzelliği ilk
defa 200 sene sonra yeniden anlatır oldular.
Ülkemizin yeniden dünyanın dört bir tarafını
kendi vatandaşını bırakmaması, onları
getirmeye verdiği çabası, gayreti buraya
geldiğinde onları tek tek karantinaya almak
için verdiği mücadele vs. bunların hepsini
biliyorsunuz. Elhamdülillah bu neyi gösterdi
dünyaya? Dediler ki ya bu Türkler,
Müslümanlar, Kürtler, Araplar hakikaten
İslamiyet temizmiş. Hakikaten İslamiyet
güzelmiş. Hakikaten İslamiyet arkasında
kimseyi bırakmama duygusunu ve iman
hakikatinin güzelliğini ifadelendiremiyorlar.
Ama bu güzelliği in ifadelendiremiyorlar ama
bu güzelliği inanın bana çok konuşuyorlar. Şu
an Amerika basınında, Avrupa basınında bu
konu çokça yazılıyor. Makalelerde köşe
yazarları yeniden hani eski dönemlerde ya
Osmanlı böyleymiş dediği cümleleri kuruyorlar.
Ama bizler bu cümlelerin hakkını verecek bir
yaşamda mıyız? Tam olarak değil. Ama inşallah
az hasarla çabucak özümüze dönmeyi nasip
eylesin Rabbim. Bu futahat o imkanı sağladı
bizlere. Şimdi başlıyoruz. Büyük toplumsal
sorunlar serisinde bu hafta bilimcilik denk
geldi. Yine olaylarla paralel devam ediyor
futahat. Biz bilmeden oluyor bütün bunlar.
Rabbimiz biliyor. Rabbimiz yazmış, çizmiş, film
oynanmış tabiri caizse tekrarındayız.
Hakikatiyle niyetlerimiz onu hakkı yöneltme
uğrunda bizlere Rabbim yardım etsin. Doğru
şeyler isteyebilmeyi bizlere Rabbim nasıl
mühesele eylesin. Cenab-ı Hak da seyirimizden
binlerce kez bu manada razı olsun. Bugün işte
insanlar bu dersimiz mesela büyük toplumsal
sorunlar serisi ileride sosyolojik alanında
üniversitelerde okutulacak bir kitap. Hakikaten
Fütuhat aynı zamanda bir medeniyet kuruluşu
için ihtiyaç olanlar ne varsa onu verdi. Şimdi
sorunları bahsediyor ve o sorunların
çözümlerini ifade ediyor ki bundan sonra
Ümmet-i Muhammed o problemlerin
içerisinde debelenip kalmak zorunda olmasın.
Bilimcilik bunlardan bir tanesi. Korona virüsü
bir çağ değiştiriyor. Hani ilkokullarda
hatırlarsanız bir tabela vardı. İlk çağ, orta çağ,
yeni çağ ve yakın çağ diye. En son Fransız
ihtilaliyle başlamış olan bu çağ değişimi şimdi
yeni bir çağa adım atarken bilimcilik çağ ve
yakın çağ diye en son Fransız ihtilaliyle
başlamış olan bu çağ değişimi şimdi yeni bir
çağa adım atarken bilimcilik çağını ardımıza
bıraktığımız bir çağ değişimini yaşıyoruz
aslında koronavirüs bunu sağlayacak sağladı
ama henüz bu konuşulacak pozisyonda değil
herkes can derdinde şu anda biz işin sosyolojik
tarafından bakınca futahatın verdiği imkanla
bu kütüphanelerin verdiği imkanla şunu çok
net ifade edeelerin Verdiği imkanla şunun çok
net İfade edebiliyoruz Akılcılıktan bilimciliğe
geçtiğimiz Bir dönemeci yaşıyoruz Bilimin bir
Din olduğunu ve din algısına Dönüştüğünü
daha önceki futuatlarda beyan etmiştik Bugün
artık bu çok net bir şekilde Ortaya çıkmışken
Hayır bilimin yetmediği bir alan var Sözünü
bizlere hatırlatan bir dönemeci yaşıyoruz. Bu
dönemeçten çıkarken toplumlar ikiye
bölünecekler ama bilim dünyası artık eskisi
gibi devam etmeyecek. Çünkü bilim dünyasının
yapmış olduğu en büyük hata bilimin gelişim
evresindeki esastan kaynaklanıyor. bilimin
gelişim evresindeki esastan kaynaklanıyor.
Avrupa'da bilimin hareketlendiği, bilim ve
teknolojinin konuşulmaya başladığı dönem,
İslam topraklarına göre çok daha eski bir
zamana dayanır. İslam, dünya bilim tarihine
4000 küsur terimi kazandıran, bilgiyi
kazandıran, tecrübeyi kazandıran bir yapısı
vardır. Bunu İslam dünyası yaparken bir atılım
olarak görmemiştir. Çünkü ilim insana hizmet
için vardır. Dolayısıyla İslam dünyasındaki ilim
tasavvuru insanın yaratılışında, onun nefayı
ilahiyenin özü olması hesabıyla onu en iyi
noktada yaşatabilecek, onun imkanlarını
geliştirebilecek noktada insanı merkeze
almıştır. İnsanı merkeze aldığı için İbn-i Sina
kanun-i fıttıbı yazdığı zaman ben çağ
değiştirdim demedi. İnsana hizmet etmişti.
Halezmi'si, Pir-i Reisi vs. Yani bir Amerikalı bir
ateist konuşmacının çok enteresan bir
konuşması var. Yaklaşık 45 dakikalık bir eski
sunumunda. Ya diyor biz bilim alanında çok
şey konuştuğumuzu zannediyoruz ama bilim
alanında kullandığımız algoritma, algebra
kelimesi bile Arapça. Bizim bilim dünyamıza
4000 tane Arapça kelime girmişken, Farsça,
Türkçe kelime girmişken hangi bilimden
bahsediyorsunuz? Bu işe sahibi belli, bizim de
yaptıklarımız belli demişti. Şimdi bu kırılgan
noktayı henüz bilim dünyası ifade etmiyor
sevgili gençler bunu sizin iyi öğrenmeniz lazım.
O da bu büyük toplumsal sorunlar serisinde
bilimciliğin gelecek dünyasındaki büyük
problemini kavrayabilmeniz adına çok önemli.
Çünkü bu yeni bir sosyolojik çağdır. Bir çağ
deneyişimidir. Bu günleri yaşıyoruz. Yani
insanlık tarihi 2020 ile 2032 yılları arasında bir
çağ değişimi olarak görecek. Belki 2030'u civarı
işte 30-35 arasına kadar. Bu çağ dönüşümün
temelini iyi anlamanız lazım. Bizde aydınlanma
çağında yaşanan şeyler olmadı. Çok daha iyisi
ve çok daha yüksek seviyelerde oldu. İşte bir
robot teknolojisi vardı. Tıp teknolojisi vardı.
Bunlar çok gelişmişti ama bütün bunlar
yapılırken merkezde insan vardı. İnsanı nasıl en
güzel en rahat şekle getirebiliriz? Onu nasıl
rahat nefes aldırabiliriz? Onun nasıl
psikolojisini bozulmadan iyi bir çalışma hayatı,
evlilik hayatı, sosyal hayata nasıl intibakını
sağlarız diye bir bilimsel süreç geçirmişti. O
yüzden biz buna bir ilim dedik. Avrupa
aydınlama çağı ise Hristiyanlık dininin Katolik
anlayışlarına karşı Engizisyon mahkemeleri
karşısında hesap veren Galile ve benzeri
isimlerin vermiş olduğu mücadeleden doğmuş
olan bir karşı çıkış yani isyanla başlamış olan
bir süreçtir. Baba sen dünya düz diyorsun
dünya düz değil. Mesela Vatikan'ın bilim
dünyasının asla kabul edemeyeceği o kadar
saçma sapan kararları, fetvaları tabiri caizse
onların arasından söylemek gerekirse
apologistik deniyor orada. Apologlar,
apologistler öyle sözler söylediler ki hakikaten
ve bu sözlerle o kadar çok insanı öldürdüler ki
dini vahşet için kullandılar diyebiliriz. Hala da
aynı şeyler geçerli. Bu vahşet rengiz bir hayat
biçimi karşısında bilim dünyasının bütün
unsurları dediler ki hayır. Eğer din böyle bir
şeyse bizim bulacağımız şeylerde hakikaten
ispat edebilirsek dünyanın yların en saçma
sözleri karşısında hakikati bulabilmek için bir
mücadele verdiklerinde bilim dünyasıyla
karşılaştılar. Ve bilimle ilk defa karşılaştılar.
Bizden çok daha yenidir. Avrupa'da bilim ve
teknoloji alanındaki çalışmaların tarihi yaklaşık
250 yıl. Mezopotamya coğrafyasının bilim ve
teknoloji aranındaki toplam çalışma yılı 2500
yıldır sevgili gençler. Ne yazık ki bugün dünya
tarihini yazanlar, antropolojistler, sizin
okullarda okuduğunuz kitapları batılı yazarlar
yazdıkları için sizler ne yazık ki bu tarihten pek
haberiniz yok ama Allah nasip ederse biz
medeniyetle ilgili yapmış olduğumuz futuatın
kitabını yazarken bunları tek tek sizlere
inşallah anlatıyor olacağız. Ve bugüne kadar
Avrupa bilim tarihinde bilim dünyasında
Amerika'da dahil olmak üzere değişkenlik
sürecine bakarsınız. Eğer büyük kırılımlar adına
yaklaşık 100'e yakın önemli kırılıma imza
atmışlardır. Bilgisayarın bulunmasını buna
koyabilirsiniz. Efendim bilgi teknolojileri, bulut
depolama sistemleri vs. konular yeni
gördüğünüz bu hususlar yüz civarı toplarsınız
eğer. Şöyle kafanızdan bir liste yaparsanız.
Ancak İslam dünyasının çünkü Hazreti Adem
Efendimiz'den beri dinler tarihine bakarsanız
hep tek bir din olarak geliyor bu Hazreti Musa,
Hazreti Davut, Hazreti Süleyman, Hazreti
İbrahim Efendimiz'den itibaren Rasul-i Kibriya
Aleyhisselatü Vesselam'a kadar geldiğimiz
süreç Ve oradan devam eden Evliyaullah ve
Futuhat alimleri burada altını çizmeyerek
söylemek gerekirse Bunların ortaya koymuş
olduğu bilmiyi ve ilmiyi geliştirmeye
bakarsanız eğer bunlar 2500 yıla dayanıyor
Fudat-ı Seyyid Muhammed Ruhi bunun son
halkası olarak beyan ediyor. Bu yüzden çok
büyük, çok fazla gelişmiş. Tabii bunları
insanların anlaması belki baya bir zaman dilimi
alacak. Biz de o zaman diliminde bu medeniyet
için gerekli olanları söylemiş olacağız.
Farkımızın temelinde biz insanı merkeze
alıyoruz. Onlarsa insanın yaşadığı dinin
reddiyesi, böyle bir tanrının olmayacağı
düşüncesiyle hareket ediyorlar. Yani bir tanesi
hizmet etmek için, bir tanesi mücadele etmek
için var. Mücadele etme sürecine önce akılcılık
olarak baktılar. 1700'lü yıllardan 1600'lü
yılların sonuna başladı bu süreç. 1990'lı 80'li
yıllar 70'li yıllara kadar akılcılık olarak geldi.
Ama şu an yaşadığımız süreç bilimcilik süreci.
Bilimcilik sürecinden kastedilen unsursa şu,
yeryüzünde var olan her şeyin bilimsel
anlamda kabul edilmesi için gerekli olan ispat
metodolojisinde ampirik yöntemler diye tabir
ettiğimiz gözlemlenebilir yöntemlerin reddiyesi
ve üzerinde araştırma yapılmaması hususunda
ciddi bir mücadele var. Bu mücadele özellikle
Türkiye gibi geçmişinde bu kadim bilgilere
sahip olan ülkelerden daha da baskın hale
gelebiliyor. Yani şunu demek istiyoruz. Sizler
bugün seydiğimiz bir dünyevi mesleği ve
erbabı olduğu ciddi anlamda da iyi bir futuatla
da geliştirdiği bir baharatçılık meselesine bir
bakarsanız orada geliştirmiş olduğu ilaçları ele
alırsanız bu ilaçlar hususunda tıbbiye alemi
eline alıp değerlendirmeye tabi tutursa
hakikaten müthiş sonuçlar elde edebilecekken
bilim dünyası bu konuya hiç girmemesinin
sebebi bütün bu söylemlere sahip olan
insanların dinin argümanlarına inanıyor
olmaları örnek vermek gerekirse Rusya'da hali
hazırda bu biraz aşılmış bir durumda ama tam
olarak değil bütün bu mevzularla ilgilenen
insanların bir ortak özelliği var tabi futat alimi
değil onlar ama bugün geleneksel tıp diye
taşlandırmaya çalıştıkları aslında tıbbın kendisi
olan onlar sonradan gelmiş olan tıp. Hakiki
olan tıbba bakarsanız eğer buradaki esas
fonksiyonda görev alan herkesin din
argümanına sarılmış olmalarıdır. Yani dünyanın
ahirette son bulacağına inanırlar. Dünyadan
sonra bir hayat olduğuna inanırlar. Böyle
geleneksel tıp diye tabir edilen alanın içerisine
çok fazla ateist ve deist insanla
karşılaşamazsınız. Çünkü doğadaki
muhteşemliğe bu kadar maruz kalmış olan
insanlar genel itibariyle İslam dininden hariç
bir dine müntesip olsalar da dinsizliğe çok fazla
yatkın değillerdir. Burada parantezi kapatalım
ve bilimcilik hususundan devam edelim. Bilim
adamı nedir? Önce onu bir öğrenmek lazım.
Bilim adamı dediğiniz şey üniversitede oturan
hoca değildir. Bilim adamı şudur kıymetli
kardeşlerim. Bilim adamı yola çıkar. Köy köy,
şehir şehir, ülke ülke gezer. Bir beldeye gelir. O
beldede derler ki ya burada bir amca var Bu
amca Efendim Bir ilaç yapıyor veya Efendim bir
taşın üzerine çıkıyor Bir tane ot yakıyor sonra
Hafif bir çekiş darbesiyle Taşı ortadan ikiye
patlatıyor Herhangi başka bir şey kullanmadan
Bilim adamı gider Bunu gözlemler Bunu
gözleriyle görür Ve bunu gördükten sonra tek
bir hedefi vardır Ben bunu İnsanların
kullanabileceği Şekle nasıl getirebilirim İşte
Köydeki hacı amcanın Veya bir futuha taliminin
Ağzından çıkan beyanatın veya yaşlı bir
ninemizin kullandığı atalarından öğrendiği bir
ilacın hala çalışır olması gözleminden sonra
bunu bilim dünyasına kazandırmak için
mücadele edenin adına bilim adamı denir. Peki
bugün üniversitede var olan hocalarımızın
genel adı ne? Peki bugün üniversitede var olan
hocalarımızın genel adı ne? Bunlar bilimci
adamları. Bilimci adamları. Bilme tapınma
yoluna seçmiş ve bu noktada yapılan bütün
çalışmaların arkasında sizden bir kaynak
bekleyen hareket. Yani bilim dünyasının büyük
bir toplumsal sorun olarak artık karşımızda
bilme engel olduğunu gördüğümüz bir
aşamaya geldik. Artık bilimin en büyük engeli
bilim. Sebep çünkü sizin bilimsel alanda
herhangi bir şeyin faydalı olabileceğini
söylediğiniz yerde sizin karşınıza şu çıkıyor.
Kaynağın ne? Dilediğiniz yerde sizin karşınıza
şu çıkıyor. Kaynağın ne? Şimdi kaynak dediğiniz
şeye bizler akılcı dönemde de Yunan felsefesi
döneminde de ampirik gözlemler diyerek işin
içinden çıkabiliyorduk. Yani diyorduk ki biz
bunu gördük. Biz bunu yaşadık. Yani bir adam
var. Böyle yapınca düzeltiyor. Böyle yapınca
kırıyor. Böyle yapınca herhangi bir şey
üretebiliyor. Şimdi bu ampirik gözleme eğer
ilim adamı, bilim adamı görürse ve bunu
ispatlamaya yönelik bir çalışma gayretine
gelirse bu sefer de önüne muhteşem
prosedürler çıkartılıyor. Ve o prosedürlerin her
birisinin o kadar katmanları oluşturuluyor ki
sizlerin belli bir kaynak kıstasından çıkmanız
arzu edilmiyor. Bu işin merkezinde İsviçre,
İngiltere ve Almanya bulunuyor. Bunlar dünya
çapında bilimsel argüman geliştirmede
Amerika Birleşik Devletleri bu konuda biraz
daha esnek çalışma kabiliyetine sahip ve biraz
daha rahat bir ülke olduğu için zaten farklı
konularda daha hızlı büyüme imkanına
sahiptir. Ama bahsettiğimiz Fransa, şey
Almanya, İsviçre ve İngiltere gibi ülkeler
Türkiye'nin de bağlı olmuş olduğu bilimsel
protokollerin yönetilmesinde kesin kaynak
algısıyla hareket edilmesi mecburiyetini
dayatırken insanların yeni bir şey bulma
uğrunda verecekleri mücadelede ampirik
araştırmalara izin vermiyorlar. Aslında işin
kökeninde şu yatıyor. Kaynakların kısıtlılığı ve
darlığı ölçüsünde yeni bir ürün bulacak adamın
yani kendi taraflarındaki bir adamın önünü
açarak olayların kendi kontrollerinin dışına
çıkmasına engel olmak. Yani şununla ifade
etmeye çalışıyorum. Mesela bir cep
telefonunun bir protokol sistemi var.
Dünyadaki bütün cep telefonları belli bir
protokole göre hareket ediyorlar. İşte baz
istasyonu var. Aralarındaki iletişimi sağlayan
paket hızları vs. Bütün bunlar 4G'yi dik 5G'ye
geçiyoruz filan. Bütün bunlar 4.5G diye
konuşuldu. Şimdi bütün bunların arasında
adamın bir tanesi çıkıp dese ki ya bizim baz
istasyonuna ihtiyacımız yok ki. Biz şu şu şu
maddeleri kullanarak da iletişim sağlayabiliriz.
Şimdi herhangi bir şekilde Allah korusun
diyorum ne yazık ki Allah korusun. İstanbul
Teknik Üniversitesi'nde bir hocanın karşısına
çıkarsanız ve dersiniz ki bak böyle de bir imkan
var. Onun seveceği cevap şudur. Kaynağın ne?
Şimdi bu cevabın adı bilimcilik. Halbuki
bilimsel olan şey şu. Getir. Hadi beraber
deneyelim. Devlet bana şöyle bir kaynak
ayırdı. Senin anlattığın şeyin belli bir mantığı
var. Aklı yatıyor. Buna bir zaman ayıralım.
Çalışma yapalım. Bu çalışmayı geliştirelim. Bir
yere konuşlandıralım. Ama size bunu demek
yerine şunu söylüyor. Bana kaynağını söyle.
İşte problem burada. Kaynak diye aradığınız
şeyin temelinin Allah-u Zülcelal'in imkanından
oluştuğunu unuttuğunuz için siz dünyadan bir
kaynak arıyorsunuz. İşte burada çok temel bir
problemi ifade edeyim. Kıymetli kardeşlerim,
yeryüzünde ne kadar teknoloji gelecekse ve ne
olacaksa bu ancak ve ancak Allah-u Zülcelal'in
bunu stokladığı anlamanız için söylüyorum,
stokladığı bilgi kütüphanelerinden sızmadıkça
yapamazsınız. Böyle bir şeyin imkanı yok.
Bunun sızabilir olabilmesi için de konuşan ilim
adamları var. Futuatlar var. Tarih boyunca bu iş
böyle oldu. Ve buradaki kırıntıları toplayanlar
buradan ürettikleri teknolojilerle medeniyet
kurdular. Kırıntılarla. İbn Arabi'nin
kırıntılarıyla. İbn-i Sina'dan kırıntılarla. Yarın
öbür gün Seyyid Muhammed Ruhi
Hazretleri'nin futu adındaki kırıntılarla da bunu
kuruyor olacaklar. Biz göremesek de tarih bunu
görecek. Keşke bizler onlar yaşanırken
ülkemizin o noktaya geldiğini görebilenlerden
olsaydık. Sebep şu. Eğer burayı kabul ederseniz
Tanrı'nın varlığını kabul etmek zorunda
kalacaksınız. Çünkü kaynak mekselesinde
Allah-u Teala'nın ayeti kerimeyle beyan ettiği
üzere Hz. Adem Efendimiz'e öğretilmiş her
şeyin varlığı bir yerlerde yazılı olması
gerekiyor. Bu ilmen de böyle, hakikaten de
böyle. Şimdi bu esasa varırken bizler, bilimcilik
anlayışı, elbette şunu da söylemek lazım, onlar
bu kadar çok bir derin detaylı bir şekilde
kaynak arayışı ve kaynaksızlık karşısında bir
mücadele verirlerken kendilerinin de yine bu
tarz insanları dinleyerek hareket ettiğini
unutmayın. Çok özel bilgilerle ulaşabildikleri
adamları bir şekilde toplayıp fütürizm diye bir
alan var. Gelecek okuma. Bununla ilgili bilimsel
çalışma yok zaten. Ampirik hepsi. Bununla ilgili
konuşabilecek insanları bir araya getirip
onlardan belli kırıntılar toplamaya çalışıyorlar.
Onlar da devrin İbn Arabi'sini arıyorlar desem
yeridir. Bu arayışlar içerisinde onların bir
kaynak tezahürü yok. Çünkü kaynak
metaforunu yapan, yazan, bunu ejekte eden
bunlar. Bizim gençlerimiz ise doğal olarak şimdi
şuraya geliyor. Kaynağın ne? Şimdi kaynağınız
ne dediğiniz yerde eğer delilleriniz varsa
kaynağınız o deliller olur. Örnek veriyorum
şimdi size. Klinikli kardeşlerim desem ben size
ya havadan elektrik üretmek mümkün. Şimdi
adamın sorusu şu. Kaynağın ne? Ya bunun
kaynağı yok. Bu ilk defa söylendi. Ama mant şu
çalışma prensibi bu yapılabilirlik aşaması bu.
Şu şu şu şu bütün bunlar bir araya koyunca
havadan elektrik üretmek mümkün. Yani
rüzgardan değil havanın kendisinden o
boşluktan elektrik üretmek mümkün. Şimdi
buradaki soru şu olmalı o O zaman denememiz
lazım. Kaynak yoksa denemek lazım. O zaman
deneyelim. Eğer bu olduğunu görüyorsak sizin
yaptığınız o deney zaten kaynak olacak. Ve o
gün o kaynağın altına yazacağınız o deneyi
başlatan adam ismi cismi yapısı Müslüman
olmasına arzu edilmiyor. Temel mantık bu.
Bugün üniversitelerdeki pek çok hoca,
ilahiyatçılar da dahil olmak üzere ego
seviyeleri öyle bir noktaya ulaştılar ki ne yazık
ki onlar artık bilim dinine inanıyorlar. Ya bilim
bir din midir diye sual etseniz işte biz bu
problemden bahsediyoruz. Bilim peygamberi
kaynakları olan tanrısı kendi içindeki düşünce
biçimi olan yani insanın kendisinin tanrı olduğu
peygamberin kaynakları olduğu vahyin ise yani
kitabi tabirlerin ise literatür olduğu bir dindir.
Bu dinin de en büyük özelliği yeniliğe engel
olmaktır. Bakın dünyanın bu saatten sonra bir
adım daha ileriye atabilme şansı bu futaattaki
kelam yoksa söylenmedikçe yapılamıyor.
Söylendikçe yapılabiliyor. Yazıldıkça kitaba
dönüştürülebildikçe yapılabiliyor. Bunun da
bilimsel delillerini sunabilirim. Bilimsel ispata
yönelik hangi deneylerle bunların
ispatlanabileceğini söyleyebilirim. Çünkü şu
çalışma yapıldı dünyada Allah'a şükür bu
çalışma yapıldı. O yüzden rahatlıkla
söyleyebiliyorum delil arayan insanlar için.
Mesela telefonun bulunduğu çağda aynı anda
3 ayrı ülkede telefonun bulunduğu. Telgrafın
bulunduğu anda aynı anda 4-5 yerde telgrafla
ilgili çalışmaların yapıldığı. Elektrikle ilgili
çalışmalarda bir tarafta Tesla'nın çalışmalar
yapılırken bir tarafta Edison'un aynı çalışmaları
yapmaya çalıştığını, çakıştıkları yerde paranın
ve gücün etkisiyle Edison'u Tesla tarafından
bastırıldığı çok net artık biliniyor. Bunlar
rahatlıkla internette ulaşabilirsiniz,
kaynaklarda var. Dolayısıyla şuraya geliyoruz.
Dünyanın bir ucunda bir alim elektriğin
varlığından bahsettiyse bunu yapacak birisi
olabilir. Çünkü ilim rüya gibidir. Gökten
birisinin o ipi kesmesiyle kafir ya da mümin
birisine rızık olarak düşer. Tabi işte bu sürecin
bir imtihan mekanizması var. Bilimcilik
mekanizması işte bu manada yeni bir din
olarak önümüzdeki en büyük engel. Şimdi bu
dini algoritmanın yıkılamadığı bir alan
bilimcilik hastalığı sebebiyle toplumların yeni
bir şey üretmesine engel olacağız. Örnek şu
anda koronavirüs üzerinde çalışma yapan pek
çok doktorun önündeki engel bir başka doktor
grubu ya da bir ilaç grubu şu anda dünyada
korona virüsüne karşı aşı üretenlerin
çalışmaları kadar bu aşı üretimine çalışanların
işlerini bozmak için ayrılmış ciddi fonlar var
yani aman abi biz bulalım başkası bulmasın
bulacak adamın önünü nasıl engelleriz? Şu
anda bütün ilaç şirketlerinin ciddi manada para
harcadıkları, kendi elemanlarını kullandıkları,
mafyatik yöntemleri her an harekete
geçirebilecekleri, bilgi çalmak için birbirlerine
hackerlar, gruplar çalıştırdıkları bir zaman
dilimi yaşıyoruz şu anda. Evet, bilim ana metaı,
ibadeti ve sevabı, daha doğrusu para olduğu
için artık, sevabın karşılığı bilimcilikte para.
İbadet ona ulaşmak için gereken her şey.
Müsbet ya da menfi hiç fark etmez. İyilik adına
olup olmaması hiç fark etmez. Dolayısıyla
bilimcilik sahası bilimin engeli olacak Nasıl ki
papazlar dini kullanarak Şimdi hep söylenen
bir laf vardır Dini kullanılmayınız lütfen diye
Dini İslam hiç kullanmadı Çünkü din bizde
hayat biçimidir Dini kullananlar Hristiyanlar
olmuştur O yüzden laiklik Hristiyanlar için
kıymetli bir şeydir bende zaten bu hiç olmadı
ki biz hiç İslamcı olmadık ki biz hiç dinci
olmadık ki biz hiç dindar diye ne yazık ki tabire
mecbur kaldığımız alan hakikaten doğru bir
ifade değil ki biz Müslümandık öyle yaşadık
öyle yaşamayı arzu ediyoruz Rabbim son
nefese kadar nasip eylesin hakikati şuraya
bağlıyoruz biz. Dincilik dediğiniz konu, dini
kullanarak harekete geçenler kiliseler oldu.
Onlar dini kullanarak dinde af mekanizması
için para topladılar. Dinde Tanrı'nın gölgesi
olduklarını ispat etmek için İngilizisyon
mahkemelerinde insanları ölümüne karar
verdiler. Dini kullanarak insanları cennete
koydular, cehenneme attılar. Dini kullanarak
insanları cennetten arsa sattılar, anahtar
sattılar. Ve hala devam ediyor. Hala devam
ediyor. Çok enteresan şeyler var orada ama
girip de böyle zamanı uzatmak istemiyoruz.
İnsanların bu noktada dini kullanabilme
özelliği Müslümanlarda yok. Şimdi dini
kullanan dinciye karşı olabilmek adına
meydana getirilen şey bilimcilik oldu. Bilim
olmadı. İlk başta elbette bir hareket sağlandı.
Bu hareketle belli şeyler o açlık giderildi ama
tıkandık şimdi. Ciddi bir tıkanıklık evresi
yaşıyoruz. Ve şimdi bilimcilik uğruna
mezhepleşme başladı bilim dünyasında.
Gerçekten ve dindarlardan daha vahşiler,
dincilerden daha doğrusuyla. Dincilerden çok
daha vahşi bir bilimcilik var. Öyle ki sizin
üniversitelerde yaptığınız çalışmaların dünya
çapında kabul edilebilmesi için sadece belli
dergilerin, belli unsurlarının sizi kabul ediyor
olması lazım. Halbuki deneyebildiğiniz ve
deneyerek delillendirebildiğiniz her şey bilimin
insanın ihtiyacı uğrunda mümkün olan şeydir
Ha bir diğer taraftan hani bir başka yerde ifade
ettiğimiz bir şey vardı Dünyada rüya görmeyen
insan var mı? Neredeyse yok körler hariç
herkes görür hatırlamayanlar hariç insanlar
bazen safra kesesinde problem olur şu olur bu
olur rüyalarını hatırlayamaz. Ama önünüzde
bir defa daha iyi olsa rüya gördüyseniz eğer
sorumuz şu bana rüyanı ispatlayabilir misin?
Hani portakal gördün patates gördün gel bana
onu şimdi ispatla hayır ben sana iman
ediyorum. Sana inanıyorum senin geçmişin
benim şimdi senin sözünü refere edebil sana
iman ediyorum. Sana inanıyorum. Senin
geçmişin benim şimdi senin sözünü refere
edebilme imkanımı tanıyor. Tamam diyorum.
Öyle görmüş olabilirsin. Dolayısıyla
hayatımızdaki bu ampirik delillerin
delillendirme süreçleri bazen sizin anlattığınız
gibi değildir. Şimdi biyoloji kitabı inşallah
yazılırken orada bilimcilik konusunda bilimin
kabul edilebilirlik değerleri nasıl
oluşturulduğunu da anlatacağız. Peki bu bizde
nasıl bir probleme sebep olacak? Şöyle bir
probleme sebep olacak. Bilim dünyası 3 ana
parçaya ayrılacak ve bunlar birbirlerini o kadar
ciddi reddedip o kadar ciddi çatışmalara
girecekler ki. Ülkelerin bazısında antibiyotikler
yasaklanacak bazısında desteklenecek.
İzlediğiniz için teşekkür ederim. kullanmasına
izin vermeyebiliyor. Halbuki tıbbiyede böyle bir
şey yapamıyorsunuz. Veya bir başka şey, bir
başka şey. Teknoloji alanı değil bu. Bilimin
kökeninde var olan bir değer. Ve bu bilimsel
değerlendirme ne yazık ki ciddi anlamda
insanları Tanrı'nın kendileri olduğunu
inanacakları bir sürece doğru götürme
peşindedir. İnsanlar artık ateist olmaktan da
çıkacaklar. Kendilerinin tanrı olduğunu
düşünmeye başlayacaklar. Kendilerinin tanrı
oldukları düşündüğü yerde tanrıların savaşı
başlayacak ve orada şimdi de başladı aslında.
Paranın fazla olduğu, imkanların fazla olduğu,
bilimcilik esasının ön planda tutulurken
diğerlerinin ezilebilir olduğu her alan,
nihayetinde insanların daha üst bir seviyeye
gelmesini sağlayacak. Şimdi bunlar bizim
problemlerimiz. Ama bu işin çözümü var. Bu
işin çözümünü beyan etmek için dersin ikinci
kısmı var. Şimdi kısa bir ara vereceğiz ama
lütfen ikinci kısmı da dinlerseniz ve
dinletirseniz bu da bizim için ve gelecek
dünyası için önemli olacaktır diyelim. Şimdilik
kısa bir ara verelim. Kısa bir 10 dakika sonra 15
dakika sonra yeniden saat 10 gibi 15 gece gibi
yeniden başlayalım inşallah. Kalın sağlıcakla.

Meded ya Hazreti Allah, Meded ya Hazreti


Muhammed, Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem. Meded ya Hazreti Ali, kerramallah ve
şehu. Meded ya Gavsazam, Abdülkadir,
Ceylani. Meded ya Seyyidi Muhammed, Ruhi,
Eûzu billahi minel şeytan, racim.
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyyidimize ikram edilmiş Fütuhat
kapısından Allah nasip etti Dersin birinci
kısmında Sizlere Bilimcilikle ilgili Toplumun
büyük problemlerini Kısaca ifade etmeye
çalıştık Şimdi burada çözümleri Beyan etmeye
gayret edelim Çünkü bu bilimcilik Bizde
bilimsel bir gerilemeye Sebep olacak Öyle bir
bilimsel gerileme ki bu biraz önce
bahsettiğimiz üzere insanların artık bilim
üzerinden çatışmaya başladıkları ve bu
çatışmalarda da toplumların ulaşmak
istedikleri noktalara parası olduğu kadar
ulaşabilecekleri bir alan oluşturacaklar.
Anayasası olduğu kadar ulaşabilecek diye bir
alan oluşturacaklar. Bilimsel gerilemeye bir
çözüm ulaştırabilmek için önce bizim literatür
kavramını değiştirmemiz gerekiyor. Literatür
kavramını geliştirebilmek için bilim dünyasının
anayasası olarak kabul edilen literatür unsur
ve kabullerini kendi içimizde yeniden
oluşturmamız gerekiyor. Bunu şöyle ifade
edebiliriz. Çok yakın bir tarihte yaşanmış bir
mesele olduğu için anlatacağım bunu.
Ülkemizde üretilen bir takım araçlarda, hava
araçlarında bir kablolama teknolojisi
kullanılıyor. Yani bir kablo çeşidi kullanılıyor ve
bu kablo çeşidinin en büyük sıkıntılarından bir
tanesi ısınma. Isınmaya karşı tedbir alabilecek,
düzenleme sağlayabilecek. Bu kablonun en
yüksek ısılarda dahi erimemesi gerekiyor ve
bunu dünyada sadece Avrupalı bir firma,
birkaç firma üretiyor. Türkiye'de dahil olmak
üzere bütün Orta Doğu coğrafyası bu kabloları
Avrupa'dan satın alıyorlar. Daha sonra
FUTUAT'ın verdiği imkanlarla bundan çok daha
iyisini yapılabileceği ortaya kondu.
Delillendirildi hatta. Denemelerine başlandı
ama karşılarına şöyle bir sorun çıktı. Dediler ki
bu hava araçlarının havada uçabilmesi için belli
noktalardan onay alınması gerekiyor. Yani bir
sistem var bu sistemden onay alınması
gerekiyor. Yani bir sistem var. Bu sistemden
onay alınması gerekiyor. Bu onayda da literatür
kavramında bu yapının NATO tarafından bu
kodların onaylanması lazım. Yani bu kabloların.
Ben kaba tabirlerle ifade etmeye çalışıyorum.
Olay çok baya uzun bir meseleydi ama
arkasından bir bakıldı ki Türkiye'nin elinde
kullanmış olduğu bütün ürünlerin NATO onaylı
olması gerekiyor. Yani NATO'nun kendi
literatüründe bunu aa evet ya bu kullanılabilir
demesi gerekiyor. NATO'nun zaten bu
kullanılabilir dediği bir ürünse doğal olarak
Avrupalı bir firma tarafından geliştirmiş oluyor.
Yani siz bir ürünün patentini alsanız dahi bu
ürünün karşılığında literatür unsuru yoksa bu
gerçek manada bir sonuca ulaşmanıza engel
oluyor. Psikiyatri alanında, psikoloji alanında,
sosyoloji alanında pek çok alanda yapacağınız
her türlü çalışmada bir literatür ve referansa
ihtiyacınız var. Ve bu referans ne yazık ki sizi bir
başka şeye gebe bırakıyor. Sistem ona göre
kurgulanmış. Çünkü bilimciliğin tepesinde bu
Nobel Barış ödülü dağıtılıyor ya Nobel Barış
ödülü tabiri caizse Allah rızası için dağıtılmıyor.
Nobel Barış ödülü tabiri caizse Allah rızası için
dağıtılmıyor. Nobel Barış Ödülünün
arkasındaki kurum, Nobel'e ödül veren kurum,
akademi temel olarak dünya çapındaki bu
literatürün temel argümanlarını oluşturuyor.
Bunlar da dünyanın en büyük 4-5 büyük
şirketine hizmet ediyor. Bu şirketlerin bulduğu
patentlerin unsurları referans kabul ediliyor.
Sonrasında bulunacak patentler ise bu
referanslara uygunsa kabul edilebiliyor.
Dolayısıyla sizin kendinize ait bir literatür
kavramınız olmadıkça bunu yapamıyorsunuz.
Tabi burada klasik bir karşı çıkış içeride şu
oluyor. İyi ama biz bunu yaparsak böyle bir
yönteme girer, kendi literatürümüzü oluşturur,
kendi referanslarımız ve deneyimlerimiz ve
testlerimiz sonucunda ulaştığımız yerleri biz
kendimiz kabul edersek bu durumda dünyaya
bunu ihraç edemeyiz diye bir düşünce var. Bu
düşünce de yine o yabancı kurumların ortaya
koymuş olduğu bir değerdir. Halbuki sizler
bugün bütün dünyanın şu ana kadar size
efendim silahlı hava aracı oluşturamayacağınızı
söylediler. Referansınız uymuyordu. Şuydu
buydu vesaire siz yaptınız. Bakın bugün ihraç
ediyorsunuz. Eğer sizin yaptığınız şey çalışırsa
bunu ihracatının önüne hiç kimse geçemez
Dolayısıyla bugün bir literatür değişimine
ihtiyacımız var Bu futratın aslında bir görevi bir
vazifesi de bu literatür değişiminin temelini
oluşturmaktır Hayatımızda da bu literatür
değişimlerine ihtiyacımız var Hayatta da var bu
aynı zamanda Bir örnek vermek gerekirse şöyle
ifade edeyim size. Mesela şu anda bir
sosyolojik bir durum yapıyoruz değil mi?
Diyoruz ki sağlık çalışanlarımız çok çalışıyorlar.
Allah hepsinden razı olsun. Gecelerini
gündüzlerine katıyorlar. Hakikaten canhıraç
uğraşıyorlar, didiniyorlar. Gelen hastaları
iyileştiriyorlar. Tamam. Literatürde bunları
mutlu etmenin yolu ne? Ya alkışlamak. Çünkü
bütün dünya öyle yapıyor ya. Yani alkışlamak
bir adamın saygınlığına verilen bir atıf ya.
Böyle kabul ediliyor ya. Tamam ama bak biz bu
akşam camilerimizde bizden önce fas yaptı.
Allah razı olsun örnek oldu bütün ümmeti
Muhammed'e. Biz de onları takip ettik, örnek
aldık. Bak bu akşam cami hopörlerinden
okunan dualar dünyada bir başka dinin
yapabileceği bir şey değil. Çünkü bir başka
dinin minaresi yok. Onların çanları var. Onların
borozanları var. Onların bir yükseğe çıkıp da
oradan hoparlör ya da bir başka vesileyle
insanlara bir şey duyurabilme imkanları yok.
Bak Müslümanların var. Müslüman ve İslam
hayatı işte bu noktada insanı merkeze aldığı
için insana ulaşmada minaresi var. Onların yok.
Onlar çan çalarlar. Tehlike mi değil mutluluk
mudur? Vallahi kimse bilmiyor. Ama çan
çalıyor. Hani demişlerdi meşhur bir söz vardır.
Çanlar kimin için çalıyor? Belirsiz. Yani şehir bir
belaya mı girdi yoksa bir şey mi kutluyor belli
değil. mı kutluyor belli değil. Dolayısıyla bakın
sosyal hayatınızda ortaya koymuş olduğumuz
literatürler dahi ne yazık ki bizde hep başka bir
unsura dayanarak oluşuyor. Bu sadece işte
anlattığım üzere bilim dünyası bilimcilik için
değil. O yüzden dinleyiciler, izleyiciler ya
bilimsel bir şeyden bahsediyor şimdi
demesinler. Hakikat şuraya varıyoruz kıymetli
kardeşlerim. Hayatımızda İslam dininin bize
kattığı en büyük değer literatür yenilemesidir.
Ne demek bu? Örnek bizden önce Peygamber
Aleyhisselatü Vesselam'dan önceki kültürel
yapı kız çocuklarını gömmek üzerineydi. Biz bu
literatürü değiştirdik. Veya kutlama şekilleri
farklıydı. Bu literatürü değiştirdik. Ve o değişen
literatürün insani olduğu görüldü. İnsan için
olduğu görüldü. Kur'an-ı Azimüşşan literatürü
değiştirdi. İnsanların sosyolojisini değiştirdi.
İnsanların hayata bakış biçimini değiştirdi.
Yaşlıların ölüme terk edilecek unsurlar değil,
baş tacı olduğunu öf bile dinlemeyeceğini
getirdi. Dolayısıyla bugün bakıyorsunuz o
literatürlerin her birisinin bilim dünyasında,
ilim dünyasında bir karşılığı var. Bu yüzden
hayatınızdaki literatürlerin merkezini
değiştirmek zorundasınız. Örnek vermek
gerekirse çok enteresan ve incelikli bir şeydir.
Düğünlerimizin nasıl devşirildiğinin farkında
mısınız? Bizler daha önce gelinle damadın bir
koridordan yürüyerek topluluk içine gelmesini
genellikle kilise filmlerinde izlemez miydik?
Kilisede öyle olmaz mıydı? Kadın erkek yan
yana evlenecek olan iki çift kol kola girerler. Bir
yere kadar babası kolunu da taşır getirir. Sonra
ikisi birbiri el ele tutuşur ve babasının önüne
gelip nikahları kıyılır. Bizde olmayan bu unsur
filmlerde seyredile seyredile bugün literatür
olup ya zaten öyle olması gereksiz gerekmiyor
muydu haline dönüşmedi mi bakın çok
enteresan bir literatür daha söyleyeyim size
olay ne kadar enteresan bir şey bu kafamıza
kazansın diye bugün gelin çiçekleri diye bir
unsur var değil mi? Bütün gelin kızlarımız
ellerine bir çiçek alınması artık emir yani o
olmazsa olmaz diye bir kafa anlayışı var yani.
Peki bir baksak ya bu gelin çiçeği nerede
başlamış? Yani bunun literatürsel başlangıç
yeri neresi? Avrupa'da genç kızlar
yıkanmasının uğursuzluk getireceğini
düşünüldüğü için başka sebepleri de var. Yılda
sadece bir ya da iki defa yıkanıyorlar
Avrupa'da insanlar. Kaç tarihine kadar?
1920'lere kadar. Yıkanmak çok kötü bir şey
Avrupa'da. Hala da öyle Avrupalı çok yıkanmaz
yani. Size filmlerde böyle sürekli duş alıyoruz
filan diye gösterseler de inanmayın zaten
pisliklerinin kaçısı ortada Avrupa'nın halini
görüyoruz şimdi gelin çiçeği niye tutarlarmış
bu gelinler evlenecekleri zaman o kadar pis
kokuyor ki kız bu pisliği insanlar içinde
duyulmasın diye oluşturulmuş daha bir sürü
şey var işte parfüm. Oda toilet diye yazıyor.
Oda toilet diye yazılıyor Fransızca'da nasıl
okunuyorsa. Tuvaletten sonra ele sürmek için
parfüm geliştirildi. Biz o parfümü şimdi
hayatımızda bir yere koymaya çalışıyoruz. Evet
kokmak koku bizde iyi bir şeydir ama koku
temiz olan şeyin üzerine güzellik katar. Pis olan
şeyi kapatmak için değildir. Bakın sonuçta aynı
şey değil mi? Biz de koku temizliği olan şeyin
üzerine güzellik katar. Pis olan şeyi kapatmak
için değildir. Bakın sonuçta aynı şey değil mi?
Biz de koku sürüyoruz bak onlarda.
Kaynaklarımız aynı değil. Başladığımız yer aynı
değil. Başka yerlerden başlıyoruz. Bir şey
nereden başladıysa başladığı yere göre minval
kazanır. Yani yönelimi ona göredir. Bunu şöyle
ifade edebilirim. İki tane gemi olsun. Bu iki
geminin de ulaşacağı yer İspanya'da
Cebelitarık Boğazı'ndaki liman olsun.
Bunlardan bir tanesi Yemen'den yola çıkıp
Süveyş kanalından gelecek olsun. Bir tanesi
İstanbul Boğazş kanalından gelecek olsun. Bir
tanesi İstanbul boğazından gelecek olsun.
Şimdi ilk bakışta diyorsunuz ki sizler ve bütün
dünya. Ya sonuçta hepsi İspanya'ya gelmiyor
mu kardeşim? Hayır problemimiz o değil. Siz
geldiği ve sonuca bakıyorsunuz. Yoldan yola
çıkan gemi İspanya'ya kadar devam edeceği
yolculukta uğrayacağı limanlar, yol mesafesi,
karşılaşacağı meteorolojik durumlara göre
insan yiyecek, içecek, bütün geminin ihtiyaçları
buna göre hazırlanıyor. Yemen'den yola
çıkacak olan adamınsa o gemininse Sübeş
kanalından geçecek olması onun önündeki
limanlar ona göre o koşullar hazırlanıyor.
Dolayısıyla iki geminin içi aynı değildir. aynı
miktarda içecek, aynı miktarda çalışan, aynı
çeşit motor, aynı seviyede yakıt kullanmaya
kalkarsanız yola çıkan gemilerden biri hariç
hiçbirisi İspanya'ya ulaşamayacak. İşte
bugünkü bilimciliğin problemi budur. Öyle bir
sistemoloji kuruyorlar ki size. Nasıl olsa
diyorlar İspanya'da Cebel'e, Tarak'a geleceksin.
Her şeyimiz aynı olmak zorunda. İyi ama yolum
aynı değil. Uğrayacağım limanlar aynı değil.
Benim karşılaşacağım meteorolojik koşullar
aynı değil. Washington'dan İspanya'ya gelen
adam okyanus geçecek. Ben Akdeniz'in
kıyılarını gezeceğim. Öbürü Süveyş kanalından
geçecek. Bir kanal geçecek ve çöllerin
arasından gelecek. Uğrayacağı liman sayısı az
benim fazla fazla bak binlerce farklılığımız var
bizim. Neden yaptılar bunu? İspanya'ya bir
gemi oluşabilirsin diye. Diğerleri yolda kalınca
aa niye eksik yaptınız acaba? Halbuki bütün
gemilerin içindeki aynı şeyler vardı diyebilecek
kadar da ve bunu yutabilecek kadar da garip
bir dünyada yaşıyoruz. İhtiyaçlarımız farklı
çünkü ulaşacağımız noktanın aynı olması değil
mesele. Alacağımız mesafedeki
konumlandırmalar farklı. Örnek veriyorum. Tıp
eğitiminden bahsediyorsunuz veya bir
matematik eğitiminden bahsediyorsunuz.
Matematik eğitimi dediğiniz şey yereldir, genel
değildir. Mesela bizim bazı okullarımızda çok
komik bir ifadeyle acayip billboardları
kapandığını gördüğüm zaman üzülerek takip
ediyorum. Çünkü bunun adı bilim değil, bunun
adı bilimcilik. Adam yazmış, çocuklarınızı bizim
okulumuza gönderin, onları baştan sona kadar
İngiltere'den getirdiğimiz son müfredata göre
yetiştireceğiz. Aile de diyor ki ya dünyada
bilimde en çok ilerlemiş kim var? İşte İngiltere
var. Öyle değil de hadi Amerika var veya
diyelim. Bilimde çok ilerler o sistemle yetişirse
bizim çocuk da yetişir. Beyefendi senin çocukla
Amerika'da yetişen çocuk aynı değil. Sistem
kopyalıyorsunuz. Sistem geliştirmiyorsunuz.
Yerelde bilim geliştirmeyince dünyada bilimsel
manada bir sonuç elde edemez. İşte bu yüzden
kopyacı olursunuz. Bakın enteresan bir şey var.
Bu noktada Türkiye'nin kendi üretim
kapasitesi, Ümmet-i Muhammed'in kendi
topraklarındaki üretim kapasitesi ve bilimsel
kapasite Avrupa'dan çok fazla önünün tıkanma
sebebiyle sonuç alamıyoruz. Çünkü bizdeki
literatür yerel değil Avrupa'ya ait. O
sistemoloji burada çalışmaz. Çalışmadığı için
yeni makale çıkmaması farklı çalışmaların
çıkmaması sadece parasal ve maddi
imkansızlıklardan dolayı değil. İnanın bana
Türkiye'deki üniversitelerdeki insanlar da bu
literatür probleminden kurtulup bu bilimcilik
hastalığından kurtulurlarsa çok acayip şeyler
yapacaklar. Ama bu alanda onları rahatlatacak
unsur kendi literatür sistematiğimizin
oluşturulmasıdır. Bu sistematiğe kim bakabilir?
Mesela işte Türk Standartları Enstitüsü.
Hakikaten Türk standartlarına göre, Türkiye
standartlarına göre oluşturulabilirse bu unsur
o zaman bilimsel gerilemeye karşı ülkemizin
hem gelişimi hem yenilenme imkanı ancak
mümkün olabiliyor. Bu literatür fonksiyonu
eğer doğru bir şekilde genişlenilmezse biz
hayatımız boyunca bir başka şeye adapte
olmak zorunda kalacağız. Bu adaptasyon
sürecimizi de bir türlü kapatamayacağız.
Bunları kapatamadığımız sürece bütün dünya
aynı problemde tek minvale mecbur kalacak.
Bu da çeşitliliğe engel olacak. Bu çeşitliliğin
engellenmesi ise dünyadaki çeşitliliği bitirecek.
Neye benziyor? Şuna benziyor. Bakın dünyada
normal şartlarda üzüm çeşidi üzüm çeşitleri
yaklaşık 2500 civarındaydı. Yani 1950'li 1910-
40-50 bu civarı kadar 20. asrın ortasına kadar
diyebilirim. 2500 çeşit üzüm vardı. Sonra
dünyadaki şarap üreticileri bir araya geldiler.
Biz bu kadar üzümle, bu kadar çeşitli ürünle
kar etme imkanımız düşüyor. Tekli ürünler
sebebiyle eğer bu alımları kısabilirsek o zaman
bu çeşitlerden de kurtulursak tek çeşit
üzerinde genişletilme yapabiliriz dediler. Ve şu
anda dünya 2000'den fazla üzüm çeşidini bu
yüzden kaybetti. Yani biz çok daha farklı
üzümler yiyebilirdik. Kendi coğrafyamızda
buna dair. Sebep alıcı artık almıyor. Çünkü yeni
bir literatür kurkuladı. Evet biz şarap yapıp
satacak olan değiliz. Haşa. Ama meseleyi
kavramaz için söylüyorum. Üzüm bugün
dünyada en çok bu sebeple ne yazık ki satılıyor.
Eğer siz literatür yenilemesi yapıp şarap değil
kardeşim benılabilir olmaktan bir başka şekilde
dönüştürebilseydiniz durum değişecekti. Başta
kabul etmeyeceklerdi ama sonrasında öyle bir
seviyeye yakalanacaktı ki bu hem ülkenin hem
Ümmet-i Muhammed'in kendine olan güveni
gelecekti. İşte bütün bu sistemoloji
üniversitelerde başta olmak üzere bilimsel
gerilemeye çözüm olarak en temelde
değiştirmemiz konu budur. Literatür
sorununun giderilmesi. Bu giderilmediği
müddetçe hakikati ortaya çıkaramayacağız.
Aynı literatür problemlerine örnek vermek
gerekirse biz siyer dersi yaparken de
yaşayabiliyoruz. hangi kıstasları göre nereye
eklenip nereye çıkarılabileceği, hangi
kaynaklar peşe sıra gelirse birbirine yakınlığı
sebebiyle bunun vehbi bir ilimle aktarıldığı
söylenebilirliği ifade edebilir? Bunların hepsi
mümkün. Bunu mümkün kılmayan kim oldu?
M.M.E. İler oldu. Ne yaptı? Tom Pugin kapattı.
Kendi sistem alerjisini kurdu. Yeni bir literatür
kazanımı gerçekleştirdi ve o literatür dışına
hayır dedi. Zayıf, kabul edilmez, uzak,
anlamsız. Ve bu literatür bizde neye sebep
oldu? Mesela Şia, Sünni anlayışına sebep oldu.
Dolayısıyla sizin literatür kavramınızı elinizde
tutmadığınız yerde üretim aşamalarınızın her
birisi bir başkasının istediği şekilden öteye
çıkamaz. O adam size hangi şekilde yaşamanızı
istiyorsa baştan zaten siz o literatürüyle kabul
etmiş oluyorsunuz. Ona göre yaşıyorsunuz.
Dolayısıyla bizim o ana kıstası kabul
etmediğimiz alanda farklı açıları
yakalayabilmemiz mümkün olacak. Bir başka
şekliyle bu bilimsel gerilemenin önü
kesilemediği gibi bilim alanında çok büyük bir
şey yaptıklarının iddiası karşısında bizler aa
diyerek bundan başka bir şey olmaz herhalde
diyerek kabul edip kabuğumuza çekilmek
zorunda kalacağız. Ama bütün bunlar en
nihayet nereye varacak? Şuraya gelecek
mesele. Öyle bir nokta gelecek ki insanlar
diyecekler ki Tanrı zaten biz olduk ya bak
ömürü uzatabiliyoruz, kısaltabiliyoruz, öyle
yapabiliyoruz. Tabii olmayacak şeyler ama bu
mantık ve mantalite üzerindeki bir devişirme
matematiğine gittiğimiz için bu süreci ne yazık
ki yaşıyor olacağız. Bütün bu bilimsel
gerilemeler karşısındaki doğru hareketi
yaşayabilmek ve yakalayabilmekse evvelen
bizzat önce bu literatür kavramının doğru bir
yerde ve doğru minvalde anlaşılmasıyla
mümkündür. İkinci çözüm matematiği ise
bizdeki insanların yani yaşayan insanın
gezmesidir. Bilim masa başında yapılmaz. Önce
bu literatürü tepetaklık etmeniz lazım. Yani
sevgili kardeşim sen eğer biyolog olacaksan,
mimar olacaksan, inşaat mühendisi olacaksan,
bilim alanında fizikçi, kimyacı, biyoloji
okuyacaksan, bütün bu alanlarda bir başarıyla
bir yenilik yakalayabilmek için ya çok
gezeceksin ya çok gezenlerle bir arada
olacaksın. İlim erbabı ile oturup kalkacaksın.
Sokaktadır bilim masa başında değil. Bilim
masaya sokaktan argümanların getirilip
yanlışlarının masadan atıldığı doğrularının
masada bilimde kullanılabilir hale getirildiği işe
denir. Yani bilim adamı sokak işçisidir. Sokakta
veri toplar, bilgi toplar, bu bilgiyi masanın
üstüne koyar ve elinde biraz önce anlattığım
birinci çözümlemenin yeni literatür anlayışına
göre yeniden ele alıp bu araştırmalara imkan
sağlar. İşte dolayısıyla bizim ülkemizde
TÜBİTAK ve benzeri yosunların yaptığı en
büyük hata şu. Bir araştırmacı mısınız? Gelin
size destek verelim diyorlar. Şimdi bu ciddi bir
hata, şöyle bir hata. Öyle konular var ki bu
konuları bilimselleştiremeyecek kadar bilgi
sahibi olup imkan sahibi olmayan insanlar var.
Biraz önce birinci derste anlattığım gibi belli
otları toplayıp koskoca bir kaya üzerinde biraz
yaktıktan sonra küçük birkaç darbeyle kaya
parçalayan insanlarımız var. Köylerde yapılan
bir yöntem bu. Yol açmak için büyük kayaları
parçalamak için bir yöntem şimdi bu adama
desen ki gel TÜBİTAK'tan sana destek olsunlar
da bundan sonra dinamit patlatmak zorunda
kalmayacağımız bir yöntem geliştirelim bu
otları yakarken aletini edebatını geliştirelim
deseler adam diyecek ki ben anlamamam ben
TÜBİTAK nedir başvurmak nedir benim böyle
bir şeyim yok ben bunu atalarımdan öğrendim.
Ha işte o zaman sizin burada şu sorunuz
çıkıyor. Sokakta gezen bilim adamına
ihtiyacınız var. Bilim adamı kravat takmaz. Çok
basit söyleyeyim size. Çok geniş anlayın. Dikkat
ederseniz Amerikalılar takmıyorlar. Sebep şu.
Sokaktaki adamla muhabbet edebilmeniz için
siz kravat takar, ceket, takım elbise, beyaz
önlüklerle gezerseniz adam sizden korkar ki
sizinle konuşamaz. Bir kere karşınızdaki
adamın sizin bilim adamı olduğunuzu
bilmemesi gerekiyor. Bu durumda sizin tavazı
evli olmanız gerekiyor. Yani toplumun en
büyük tevazu sahibi insanın bilim adamı olması
gerekiyor. Onlar ego sahibi oldukça bilim
geriliyor. Çünkü siz bu egolarla nefsinizi tatmin
için çıktığınız yolda sizi doğruya götürecek
insanlara karşı takındığınız tavır ve tarzlarla ne
yazık ki gerçekten bulabileceğiniz şeylerden
uzaklaşıyorsunuz ve hiçbiri sizin
kütüphanelerinizde yok. Sizin
kütüphanelerinizdeki bütün verinin bakın
şöyle ifade edeyim. Dünyadaki bütün
kütüphaneleri bir araya getirin. Farklı olan
bütün kitapları bilim dalı için söylüyorum.
Bunların tamamının %96'sı sokaktaki köydeki
insanın kendi hayat tecrübesinin aktarılmasıyla
mümkün oldu. Fıtuhat alimlerinin söylemiyle
mümkün oldu. Alimlerin ortaya attığı bir tezle
mümkün oldu veya bir araba tamircisinin
bulduğu bir sistematik kapan çalan bir bilim
adamının bu konudaki bilimsel literatüre
kazandırma çabası ile mümkün oldu. Gelin bu
araştırmayı yapalım hep beraber bu hakikati
göreceğiz. Bugünden sonra yapamıyorsunuz
çünkü aranıza barem koydunuz. Koymayan
üniversiteler var onlar işte birer adım öne
geçiyorlar o sosyal hayatın içinde. Ve bilim
dünyası o kadar çok masa başında kalınca
hangi bilimde geliştik biz şu anda teknolojide?
Dikkat edin insansız geliştirilebilir ürünlerde.
İnsansız geliştirilebilir ürünlerde. İşte bilgisayar
gibi, televizyon gibi, yeni çağın yeni unsurları,
cep telefonlar, şunlar şunlar şunlar şunlar. Peki
fizik alanında son 15 yıldır, 20 yıldır, 30 yıldır
Stephen Hawking'in dışında söz söyleyen var
mı? Yok. Çünkü sokağa gezen adam yok.
Sokağa inebilmiş adam yok. Sokağa inmenin
ayıp olduğu, herkesin çekindiği, herkesin kendi
hayat dünyasında kendi biçimlendirmesini
oluşturduğu yerde bu literatürlerinin karşılığını
görüyoruz. Bakın mesela zamanın birinde
İngilizler bir literatür yazdılar. Derviş dünyası
için söylemek gerekirse. Dediler ki yani
okuyabilirsiniz farklı yerlerde işte. Şeyh dediğin
adam müridiyle aynı sofrada yemek yemez.
Literatürde var okuyabilirsiniz. Ne yazık ki bazı
unsurlar buna iman ediyorlar. Ne oldu bu
literatür? Kopardı hayattan. Haberleri yok. Bu
adamların deizm nedir? Ateizm nedir?
Agnostikler kimdir? Dünya nereye gidiyor?
Dünya ekonomisinin Müslümanlar açısından
yakalanabilme ihtimali. Bak bunlar hepsi
alimlerin, şeyhlerin sorumluluğu altında olan
alanlar. Herkesin gözü kulağınlardayken onlar
bu cevabı veremedikleri anda toplumdaki
çocuk diyor ki ya bu mu? Yani sizin Allah dostu
olarak anlattığınız, dünyaya söz söyleyeceğini
iddia ettiğiniz, dünyayı yönetecek dediğiniz
adam bu mu? Dolayısıyla olmuyor. Öyleyse bu
literatürü zannetmeyin ki sadece bilim dünyası
için bilim ve ilim dünyasının tamamını
kapsayan bir süreçtir. Bu süreçlerin tamamını
bu çözümleme metodolojisiyle sokağa
indirmeye mecburuz. Hocaların sadece
yazdıkları makalelerle, copy-paste birbirine
eklemelerle, küçük küçük deneylerle, birer
küçük adım atmalarla istisnalar bunu hariç
tutarak söylemek gerekirse bu değişimi yapma
imkanınız ne yazık ki yok. Dolayısıyla dünyanın
bu bilimsel gerileme ikinci çözümü de budur.
Üçüncü çözüm dinsiz bilim olamaz. Ama niye
bunu üçe aldık? Şunun için eğer ilk ikisinde
yeniden başarıyı yakalayabilirsek üçüncü
alanda dinin ve Cenab-ı Hakk'ın varlığının
anlaşılıp kavranabilmesi o zaman mümkün
olacak. der bir adam. Mesela seyidimizin
futuatıyla veya bir başka alimin bir başka
beyanatıyla yola çıkıp bu hakikati ortaya
koyacak. Sen kimsin diyecekler. Hangi literatür
diyecekler. Siz koyacaksınız. Siz yenileyeceksin.
Sana o gün diyecekler ki nasıl yaptın bunu? El
cevap doğunun bir yerinde dünyaya göre daha
doğuda yaşadığımız için söylüyorum. Bir zatla
karşılaştım. o bana söyledi araştırdım
geliştirdim buymuş o buymuş dediğiniz yerde
işe yaradı görüldüğünde artık kimse size bir
cevap veremeyecek Ne yazık ki Doğu
toplumunun geçirmiş olduğu evreler bu
süreçte dinle bilimi birbirinden ayırma
gayretine dönüşmüştür. Öyle dönüşmüştür ki
ne yazık ki bak evvelsi gün adamın bir tanesi
çıkıp bir öğretmenin başı kapalı bir şekilde ders
vermesine garip anlamsız bir karşılık verdi. Kim
bu insanlar? Bu karşılığı verenler? Çok net
söylüyorum. Eğer siz biraz okuyan, biraz yazı
çizgiden anlayan bir adam olsaydınız zaten
bunun gazeteci olmadığını, yazar
olamayacağını, konuşmayı beceremediğini
kahve halinden tutup getirmiş bir adam
olduğunu bilirdiniz. Tartışmaya bile gerek
olmayan bir alanda olduğunu bilirdiniz. Ama
onu ön planda tutan şey o ne oldu? Bilimcilik
oldu. Tabiri caizse din düşmanlığı oldu. Burada
bir parantez açayım. Dünya tarihinde dinle
bilimin ayrılmaya çalışıldığı her yerde temel
algoritma din düşmanlığıdır. Din ve bilim bir
bütündür. Hatta bilim dine aittir. Dinden ayrı
düşünemezsiniz. Yeryüzündeki bütün
değişimleri, bütün çağ atlatmalarını, bütün
fizyolojik alanların tamamını din doldurmuştur.
Muharref olan halinde dahi o dinin varlığı, o
toplumun kültürünü, sosyolojisini, ekonomisini
ve inancını doğal olarak yönetim biçimine
belirlemiştir. Herkesin tanrısı olmaya çalıştığı
kendisiyle hareket sonucunda ise bugün dünya
küçük firavunlar diyarı olma yolunda adım
adım ilerlerken, bilim de ne yazık ki bu kafayla
geriye gidiyor olacak. Geriye gitmememiz için
üç önemli unsuru beyan etmiş olduk. Bir,
literatürümüzü kendimiz kurgulamak
zorundayız. İki, bu literatürün yeni kurgusuyla
bilim adamlarımızı üniversitelerden çıkartıp
sokaklara, tarlalara, denizlere göndermek ve
onları sokağa indirmek zorundayız. Oralarda
koşturmalarını, ilim meclislerine gitmelerini
sağlamak zorundayız. Üçüncü mesele de dinin
bu hakikat doğrultusunda merkez olduğunu
anlatmak zorundayız. Çok enteresan bir şey
yaşamıştık biz. Merkez olduğunu anlatmak
zorundayız. Çok enteresan bir şey yaşamıştık
biz. Fizik fütatı yapılırken bir abimizden biz rica
etmiştik. Demiştik ki yani fizikten iyi anlayan
birisi gelsin bu fütatı dinlesin hatası varsa
söylesin. Başta tabi anlamcağızın şeyi şu oldu.
Ya benim dergahta ne işim var fizikleizikle ne
işim var? Yani fiziğin dergahta ne işi var? Bak
bir sıfır zaten geride başladı adam. Geldi
dinledi. Dedim ki hata var mı? Dedi ki yani
hata yok. Dedim doğru o zaman doğru
diyemeyiz. Şimdi hata yoksa bir şey de
doğrudur. Niye doğru diyemeyiz. Şimdi hata
yoksa bir şey de doğrudur. Niye doğru
diyemeyiz? Bu konuda kaynağınız nedir?
Dedim ki kaynak senin yapacağın çalışmalarla
başlayacak süreçtir. Sen alırsın bunu başlarsın
çalışırsın geliştirirsin ispatlarını delillerini bizim
anlattığımız şeyleri gösterirsin onlara. Alsana
delil olur. Dedi ki bu işler böyle olmuyor. Hah
işte tam bu dediğimiz yerde. Bu işler ne yazık
ki bizim ülkemizde, bizim coğrafyamızda değil,
dünyanın dört bir tarafında bilimciler
tarafından engelleniyor. Sadece tek bir
lokasyonda, tek bir grubun bundan fayda
sağlaması için inşallah bu futaata sahip
çıkanlar gençler gençlerimiz zaman içerisinde
ki bence zamanımızda kalmadı bu dair bir
mevzu birkaç bir yıldır söylüyoruz ümmeti
muhammed zor da dar da daha kötü olabilir
her şey diye yani daha kötü olmaması için
yapılacak şeylerde ne yazık ki hala herkes çok
yavaş ve sakin hareket etmeyi tercih edip
kimse taşın altına elini koymak istemediği için
bu süreç böyle ama hep dediğimiz bir şey var
bu futahat geldiyse birileri sahip çıkar ve bu
hakikat o sahip çıkanların elleriyle yükselirken
bir başka medeniyet doğarsa kimse şaşırmasın.
Rabbim o medeniyeti bu ümmete nasip
eylesin. Bizim ülkemize nasip eylesin. Çünkü
gerçekten Türkiye bunu daha önce başarmış
bir toprağın sonucunda var ve Ranaak
kıyamete kadar varlığını devam ettirsin. Türk-
Kürdü-Arabı ile dünyanın dört bir tarafında bu
hizmete koşan devletimizi bu noktada bizler
daha ileriye gidebilmesi mahiyetiyle bu sözleri
ifade ediyoruz. Rabbim hayırlısıyla bu futaata
hem talebe olmayı hem de talip olmayı nasip-
mitsiz eylesin. Efendim başta söylediğim gibi
derste kitapta yazmaza abone olmanızı acilen
ve acilen rica ediyoruz. Aynı bir bayram mesajı
atar gibi Whatsapp gruplarında kendi
dostlarınıza, akrabalarınıza, kardeşlerinize,
arkadaşlarınıza, eşinize, dostunuza,
müşterilerinize. Ya çarşamba günü bir oyun var
hakikaten önemli deyip gönderiniz. Zaten
Kitapta Yazan kanalını biliyorsunuz umum
herkesin dinleyebileceği özel bir gruba ait
olmadığı çok net ortada olan bir yapısı var.
Onun için kurgulandı. Tevhid Ocağı da aynı
şekilde hakeza. Bunu da biliyorsunuz
anlatmıştık çok defa. Böyle sağlam canlı yayın
boyunca ocağı da aynı şekilde hakeza. Bunu da
biliyorsunuz anlatmıştık çok defa. Böyle
sağlam canlı yayın boyunca böyle güzel bir
hedef kitleye yakalanabilirse çok da güzel olur.
O en azından o deist çocuklara ulaşabiliriz.
Rabbim hayırlısıyla bunları da nasip mi eser
eylesin. İki kitabımız matbaaya verilme
sürecini yaşıyor. İnşallah bu koronavirüs
sebebiyle pek çok yerde mesailer yavaşlatılmış
durumda. O yüzden hem maddi olarak hem de
bu mesai sürecini tamamlayarak inşallah en
kısa sürede hem dergimizi hem de iki kitabı
sizlere ulaştırmış olacağız. Onun gayretindeyiz.
Sizlere ulaştırmış olacağız. Onun gayretindeyiz.
Dua ediniz. Allah nasip etsin bu futahatları çok
daha fazlasını yapabilmeyi ve yazabilmeyi ve
aktarabilmeyi. Hakikaten dünya zorda. Ümmeti
Muhammed darda. Bu futahat bir ışık, bir
imkan, bir el. Rabbim seyyidimden razı olsun.
O bize bu yolla hizmet etmeyi nasip eyledi.
Rabbim bu futahata hizmetkar olmayı nasip
eylesin. Seyyidimize talebe olmayyi nasip
eyledi. Rabbim bu fıtata hizmetkar olmayı
nasip eylesin. Seyidimize talebe olmayı nasip
eylesin. Derecelerini âli, ömürlerini hayırlı
eylesin. Sağlık sıhhatli nasip eylesin. Ümmeti
Muhammed'in sağlık sıhhatı, afiyeti, birlik ve
dilli için Allah rızası için efendim. El Fatiha.

2. Cihan Perveri Hz. Muhammed Mustafa


sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in
ruhlarına, aline, ashabına, ehli beytinin
ruhlarına, Hz. Hatice Validemiz, Hz. Amine
Validemiz, Hz. Abdullah Efendimiz'in ruhlarına,
Şühedayi Bedir, Şühedayi Uhud, Şühedayi
Kerbela'nın ruhlarına, Ashabı Bedir ve Ashabı
Udun ruhlarına ve ve Kâfirli İman Elvan'ın
Ruhlarına El Fatiha Hz. Ali Kerim Allah ve Cebu
Efendimiz'in Ruhlarına, Hz. Fatıma Hanım'ız Hz.
Hasan, Hz. Hüseyin Efendimiz'in Ruhlarına
Gelmiş, Geç geçmiş Seyyid ve Seyyidilerin
ruhlarına. 12 İmam'ın ruhlarına ve Kâfirli İslam
Erbağ'ın ruhlarına. El Fatiha. Pirimiz Gavsazam
Abdülkadir Eceylani Hazretlerinin ruhlarına.
Sadat-ı Kadiriyye'den veavs-ı Azam Abdülkadir
Ceylani Hazretlerinin ruhlarına Sadat-ı
Kadiriyye'den ve Sadat-ı Muhammediye'den
gelmiş geçmiş mürşid mürşidan mürid
müridanın ruhlarına ve kafeli iman erbanının
ruhlarına El Fatiha Seyyidimiz Mürşidimiz
Peygamber Efendimizin İncithane Seyyid
Muhammed Ruhi El Kadir Hazretlerinin
Ruhlarına Ailesinden Ahirete İntikal Etmiş
Olanların Ruhlarına, Müritlerinden Ahirete
İntikal Etmiş Olanların Ruhlarına Şüheday
Çanakkale, Şüheday İstanbul Evliya-i İstanbul
Ruhlarına Camir Bin Abdullah Hazretlerinin
Ruhlarına, Eyyuben En Salih Hazretlerinin
ruhlarına Şühedanın Serperveri Hazreti Hamza
Efendimizin ruhlarına ve Kâfili İman Ervanı'nın
ruhlarına El Fatiha El Fatiha Meded ya Hazreti
Allah Meded ya Hazreti Muhammed Mustafa
Sallallahu Aleyhi Vesselam Meded ya Hazreti
Ali kerim Allah ve cehu. Meded ya Gavsazem
Abdülkadir el-Ceylani. Meded ya Seyyidi
Muhammed Ruhi.
Euzubillahimineşşeytanirracim.
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyyidimize ikram edilmiş futuhat
kapısında Allah nasip eyledi. Birkaç haftadan
beri devam eden büyük toplumsal sorunlarda
bu hafta din konusunu ele alıyor olacağız. Tabi
futuatın gelmiş olduğu sıralamaya bakınca bir
de üzerine gerçekten şu anda bütün dünyanın
toplumları arasında yaşanan bir sorun da var.
Bir virüs sorunu. Bu yüzden canlı yayınlarımıza
devam ederek sohbetten hariç canlı yayınlarla
devam ediyoruz sohbetlerimize elhamdülillah.
Rabbim bir an evvel kavuşmayı nasip müessel
eylesin. Yine dergahlarda, mescitlerde,
camilerde insanların bir araya gelebilmeyi
nasip eylesin. Ancak virüs doğal haliyle,
görünür haliyle camilerden uzaklaşınca
insanlar evlerine kapanınca bu soruyla belki
biraz daha konuyu kavrayabiliriz diye böyle bir
başlıkla konuya giriş yapmış olduk. kadar belli
noktalarda belli problemlerden ötürü geride
kalmış ve biraz da şimdi anlatacağımız üzere
önümüzdeki dönemde biraz daha farklı bir
minvale dönüşecek gibi duruyor. Kutuat bunu
böyle beyan ediyor. Konuyu iyi kavrayıp iyi
anlayabilirsek eğer bu virüsün dini var mı
sorusunun cevabına da ulaşmış oluruz. Bir
manada çünkü yeryüzündeki her şeyin aslında
bir dini var dinin nasıl tanımladığınızla alakalı
yakinen ilişkili olan bu durumu kavramaya
çalışacağız çünkü virüs kendisine verilmiş olan
bir görevi şu anda ihya ediyor tabiri caizse ve
bununla beraber dünya yeni bir çağa adım
atmış oluyor yeni bir çağın ilk günlerini
yaşıyoruz. Tarihin tanıklığında ilk adımları
atıyoruz desek yeridir. Ve bu adımlarda şimdi
camilerimizin minarelerinde elhamdülillah
selavat şerifeler tekbirler. Dualarla beraber o
hakikat yeniden beyan ediliyor. Bütün
kulaklara inkişaf ediyor. Bütün kulakları inkişaf
ediyor. Din bu virüsün girişinden sonra
hayatımızdaki yeri doğal olarak değişecek her
şey gibi. Bu değişim aslında önceden
başlamıştı. Önceden başladığı için de Futuh
Atas Seyyid Muhammed Ruhi içerisinde en son
deizmle alakalı yapılmış bir çalışma vardı.
Tiyatrosunu da seyrettiniz. İnşallah
YouTube'da, Kitapta Yazmaz kanalında. Şimdi
ikinci kitap serisi geliyor. Ateizmle ilgili olan
biri Son Deist adlı bir ateizmle ilgili bir kitap.
Ateistlere gerçekten tam orta yerinden
başlayarak kelama. Onlara hak ve hakikati
doğru bir şekilde izah eden ve dinler tarihi
açısından ciddi bir kitap olarak, ilmi bir kitap
olarak seyidimizin kaleminden. İkincisi de
Cezayir Asansörü, bir deistin başından geçen
gerçek bir hikayede Hz. Peygamber Ceylan
Hazretleri'nin bir kelameti olarak tarihte
yaşanmış bir olayı anekdotlar bağımında
anlatıyoruz. Ne roman ne de hikaye diyemeyiz.
Anekdotlar bir araya gelmiş haliyle ifade
ediyoruz. İnşallah Allah nasip ederse onu da
bir filmatografik bir hale döndürebilirsek
insanlara hakkı söylemek için yeni bir imkanın
doğuşuna vesile olur. Bu vesilelerle muhabbet
içerisinde devam eden hayatın içinde din,
hayatın içinde mi hayat dininin içinde mi uzun
yıllardan beri tartışılıyordu ve bu yüzden de
insanlar zaten doğal olarak üç parçaya
ayrılmışlardı. Bu virüsün gelmesiyle beraber bu
üç parçanın çok daha net bir şekilde
birbirinden ayrılacağı bir döneme geçiyoruz.
Dolayısıyla dini hayatımızda bizim dini
hayatımız kelimesi bile yanlış işte ağzımıza
pelesenk olmuş bir cümle olmamalı bu dinin
hayatımızdaki karşılığını kavrayarsak eğer bu
üç ayrımı doğru anlamamız için birinci
bölümde problemler kısmını ifade ediyor
olacağız. Bu problemleri şöyle ifade edelim.
Daha önce de zaten var olan bu şimdi
söyleyeceğim sözcükler aslında bu virüsün
meydanı getirdiği etkiyle insanların
birbirlerinden ayrılması ve sadece kendi
menfaatlerini düşünenlerle başkalarının
hayatlarına önem ve değer verenler arasındaki
farklılık keskinleştikçe bu ayrım daha da hızlı
bir şekilde artacak. Bunlardan birinci kısım var
ki dini doğal olarak ve ne yazık ki gereksiz
görenler. Ne gerek var dinin varlığına diyenler.
İkinci grupta ihtiyacen dine mensup olanlar.
Üçüncü grupta din hayattır diyenler. Dinin
tanımlamasında yapılmış belki bir hatadan
dolayı ya da anlam karmaşasından dolayı
doğuyor olabilir. Din insanın yaşam biçimidir.
Dolayısıyla yeryüzünde aslında dinsiz bir adam
yoktur. Ama bizim bugün din diye tırnık içinde
bahsettiğimiz mesele bir kitabı olan İslam dini
için söylemek gerekirse Kur'an-ı Azimüşşan bir
peygamberi olan Hz. Muhammed Musab
aleyhisselatü vesselam tek bir yaratıcısı olan La
ilahe illallah Muhammedun Resulullah sözüyle
Allahü Zülcelal'in bizzatihi kendisidir. Bizim için
din ise bu manada hayat olarak İslam'dır.
Öyleyse İslam hayattır bizim için. Çünkü
hayatımızın her noktasının şeklini şemailini
belirleyen değil. Hayatımızın her alanında
doğal olarak gelecek süreci o doğallığına
doğallık katan ve bir üste taşıyan bir değerdir
din. Mesela insanlar hayatlarında zaten temiz
olmakla mükelleftirler ve temiz olmaktan
mutlu olurlar. Ama İslam dini bunu bir tık
öteye taşıyarak bunu günde beş defa namaza
bağlamış. Böylelikle bu temizi bir üst
kademeye daha çıkarmıştır. İnsanların
hayatlarının belli dönemlerinde perhize
geçmeleri önemli bir değerdir. Gerçi orucun
perhiz demek olmadığını söylemiştik bir
futuatta ama bunu şu manada ifade ediyoruz.
İnsanların Rabbine yandaşmak için hayattan
kopması hayattan bir ayrı düşmesi gereken bir
evre vardır. Dolayısıyla oruç o evreyi
tamamlayan hem perhiz dünyaya karşı bir
perhiz hayata karşı bir perhiz anlamı
taşımaktadır. Şimdi virüs olayının hemen
arkasından bütün bunlar da ikisinde azalma
birinde de artış görüyor olacağız. Özellikle
artacak olan dinin gereksizliğine atfeden deist
ve ateistlerde ciddi bir artış meydana gelecek.
Bu şimdi size umutsuz bir vakka gibi
görünmesin çünkü birazdan anlatacağım
unsurları göz önünde tutarsak ve ikinci bölümü
lütfen kaçırmadan dinlerseniz aslında bir
ayrışma sürecine gidiyoruz. Bu ayrışma
sürecinde belki daha küçük grupların daha
küçük insan biçimlerinin bir araya gelerek yeni
oluşumları çok daha hızlı gerçekleştirebileceği
bir çağa adım attığımızı söyleyebilirim. Yani
yeni adım attığımız çağ çoğunluğun çağı
değildir. Azınlığın çağı da değildir. Yeni çağ
birazdan daha detaylı bir şekilde anlatacağımız
üzere din hayattır diyen toplulukların
etkinliğiyle değişimin başlama sürecidir. Dersin
ikinci kısmında onlar nasıl başlayacaklar,
önümüzdeki 20 yıl boyunca bu insanlar nasıl
bir, işte Seyyidimizin futuatı gibi, diğer
ulemaya bağlı olan insanlar gibi, ilmi grupların
birlikteliği gibi bunlardan bahsediyor olacağız.
Ama bir grup var ki, din gereksizdir diyen, haşa
insan sayısında bir artış gözlenecek. Çünkü
Avrupa'dan bakarsanız eğer dünyaya
Vatikan'ın tam dibinde en çok dua yapıldığı
iddia edilen bir yerde hoş dua yapılan yerde
hastalık olmaz mı anlamında değil bu. Ama
Avrupa'nın kendi kökensel değişiminde
dinlerin önemli bir fonksiyonunu yitirdiği bir
alanda bu hastalıklar bilimsel düşünceyi daha
ön plana çıkartırken dinin getirmiş olduğu
etkinlik seviyesini biraz daha geri plana itiyor
olacak. Ve zaman içerisinde seyidimizin bu
kitabı yazmış olmasının ne kadar değerli ve
kıymetli bir şey olduğunu göreceğiz çünkü
deizm ve ateizm katlanarak ölümüze geliyor
olacak. Tabi bizler özellikle ülkemizde bu ve
buna benzer problemlerin artmaması için bu
mücadeleyi veriyor olsak da bu önlemlerin
alınmaması halinde o futuatlarda da beyan
etmiştik. 7 artı 7 kuralına göre bu sosyal
değişim süreci daha hızlı bir şekilde karşımıza
çıkacaktır. Bir diğer grup var ki dini ihtiyaç
olarak kullananlar. O da işte başı sıkışınca dua
etme manasında gelen biçim. Özellikle işte
korona virüsünden sadece korunabilmek için
veya özellikle Cenab-ı Hak'tan bir maddi
kaynak göndersin bana onun temini için. için
sadece belli günlere sıkıştırılmış belli zaman
dilimlerine sıkıştırılmış olan dinin ihtiyaç
kavramına inanmış olan insan sayısındaysa bir
azalış söz konusu olacak. Çünkü insanlar bunun
çok da mantıklı bir süreç olmadıklarını gerek
dini gereksiz görenler gerekse dini hayat biçimi
görenler arasında kalınca daha net
anlayacaklar. İşin üzücü taraflarından bir tanesi
ilk bakışta dini hayat olarak yaşayanların
azalacak olması. Daha doğrusu zaten bir azınlık
olduğu bir gerçek ama bu azalma süreci daha
net ve daha netleşmiş bir tabloyla
karşılaşmamızı sağlayacaktır. Din işte bu
manadan bakıldığında halkları tarafından bir
çöküşe geçeceğimiz bir süreci bizlere yaşatacak
ve halklar dünyanın yeni sistematiği içerisinde
yeni yapılanması içerisinde bu yeni çağ arayışı
içerisinde çöküşün getireceği dört tane ana
problemle doğal olarak karşılaşıyor olacaklar.
Yani din hayatımızdan çıkınca ne olur? Din
gereksiz bir şey olarak algılanmaya başlayınca
ne olur? Ve din bu algı seviyesinde insanların
bu hale bürünmesiyle bizi de nereden nereye
götürebilir? Onun doğru kavramımız lazım. İşte
bu manada şurada parantez açmakta fayda var.
Ülkemizin kapılarının kapanmış olması, ne
dışarıya gidebilen birisi var ne de dışarıdan
gelebilen birisi var. Şimdi bu düşüncelerimizi
doğruyu netleştirip berraklaştırabileceğimiz bir
alanı bizlere sağlıyor. Yani herkes evinin içine
girdi ve bir alanı berraklaştırmaya mecbur
kalacağı bir zaman dilimi kazandı. Şimdi bu
zaman diliminde bizler de kendi hayatımızda
bu dinle ne alakada olup ne ilişkide
olduğumuzu anlayıp kavrayabileceğimiz bir
evreyi kendimize oluşturmamız gerekiyor. Din
benim hayatımda nerede duruyor? Eğer din
benim hayatımda bir yerde değil de hayatımın
bütününü kapsamışsa İnanın bana bu süreçte
panik yapmak gibi bir sürecin sonuçları O eve o
hayat biçimine hiç uğramaması ya da çok az ve
çok böyle minimum seviyede Hani bir hayatın
doğal değişimine karşı verilen doğal tepkiler
olarak geçiriliyor olması lazım Ancak bir evin
içinde akıl almaz bir panik, akıl almaz bir
korku, akıl almaz bir ne yapacağız
bunalımından bahsediyorsak eğer orada dinin
bir hayat değil belki ihtiyaç oluşundan belki de
gereksiz olduğunu olan inançtan bahsediyor
olabiliriz. Ve bütün bu süreçte bizler şimdi
kendimize ayrılan alanda şunu düşünmemizde
fayda var bir virüs mikroskopla dahi
göremediğimiz bir şey bizi evimize kapattı ve
evimize kapanmamız çok önemli bir şey değil
çünkü evlerimizde olmamız zaten doğal ve
güzel olandı biz zaten doğal olmayan bir süreci
yaşıyorduk doğal olmayan bu süreci bize
yaşatılmasına karşılık şimdi geldiğimiz bu
minval, bu ölçek aslında yeni dünya
matematiği içerisinden bakılırsa eğer değişen
ve gelişen bu çağın unsurlarına karşılık bir kafir
projeksiyonu değil. Bunu geçen derste de
bahsettim. Şu anda televizyon programlarına
çıkan insanlar o kadar umutsuzluk veriyorlar ki
bunların bir kısmı zaten her ne kadar tepedeki
ağababalardan bahsediyor olsalar da onlar da
o ağababaların maşası olmuş durumdalar
söylemleriyle. Her ne kadar Türkiye'yi
düşünüyoruz deseler de aslında konjektürel
manada bakıldığında İsrail ve Amerikan ve
İngiliz politikalarına hizmet ediyorlar bu
söylemleriyle. Hep söylediğimiz bir şey var. Ta
bu korona virüsünün başından beri. Bu
bilinmeyen bir şey değildi. Geleceği zaten
söylenmişti. Ama geleceğinin sonuçları
insanların zannettiği gibi bir umutsuzluk ve bir
küfür düzeninin matematiği üzerine değil, tam
tersine bundan sonra başlayacak olan bir umut
metaforunun ilk adımlarıydı bunlar. Ama
umuda ulaşabilmeniz için önce
umutsuzluğunuzu doğru tanımlayabiliyor
olmanız lazım. Sizler bugüne kadar
umutsuzluğunuzu, para eksikliği,
umutsuzluğunuzu, güncel hayatınızda
yaşadığınız problemler, otobüsün geç kalması,
telefonun çekmemesi, internetin çekmemesi
gibi sonuçlara bağlamıştınız. Ama bugün
umutsuzluğun aslında yarın ne olacağını
bilememek olduğunu görüyorsunuz. Halbuki
din yarın ne olacağını size çok net söylüyor.
Yarın eğer hayat varsa iki ihtimal var diyor din
hayatınızda. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz öyle buyuruyor ya kişi
geceliğin uyur ruhu üzerinde gezinir gezinir
durur. Sabahleyin kendisine geri iade edilirse
hayat devam eder. Geri iade edilmezse hayat
uykudayken bitebilir. Dolayısıyla uyandığınızda
Rabbinize tevekkül edin. Rabbinize şükredin.
Buyuruyor Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz. Din de bize aynen böyle
söylüyor. Yarın ölüm olabilir, hayat olabilir.
Yarın ölüm varsa bugüne kadar ölüm var
bilinciyle yaşadıysan korkacak hiçbir şey yok. O
taraf buradan çok daha güzel. Yarın hayat varsa
eğer rızkın hazır. Sağlığın hangi ölçüde intihana
tabiysen rahatsızlığın hazır. Yok imtihanın yok
ve devam etmen gerekiyorsa bazı şeylere şifan
hazır. Hastalık verilmişse onun da şifası hazır.
Cumartesi günü dersini yapmıştık ki Allah
Resulü'nün buyurduğu hadis-i şerif gibi Cenab-ı
Hakk'ın yeryüzünde yaratmış olduğu her
hastalığa karşılık bir şifanın doğal bir süreç
olarak karşımıza gelir olduğu. Bu da var. Bu
ikisi varsa peki adamda niye korku var? O
zaman din onda bir ihtiyaç dürtüsü. Din onda
bir hayat biçimi değil. Hayatını şekillendirmiş
temel unsur değil. değil. Hayatını
şekillendirmiş temel unsur değil. İhtiyaç
olduğu için de ihtiyaçlarının kısıtlandığı alanda
dinin kendisine bir şey yapamadığı iddiasında.
Halbuki din ihtiyaçlarınızı karşılamak üzere size
verilmiş olan bir meyve sebze ya da yiyecek
içecek para gibi bir şey değildir. Din sizin
yaşamak için ihtiyaç duyduğunuz şeydir. Siz
ona muhtaçsınız. O size ihtiyaç sahibi değildir.
O size muhtaciyeti yoktur. Siz onun içerisinde
kendinize bir yer edinirseniz o da size bir
kıyafet, ruhunuzu bütünleyen bir unsur olarak
yaşayabileceğiniz bir mihenge oturursa işte o
andan itibaren yarın için bir korku ve panik
yoktur. Dolayısıyla dünya o halde 3 bölüme
ayrılıyor. 1- Sürekli panik halinde yaşayacak
olanlar. 2- Yeni dünya düzeninin umudu olacak
olanlar. 3- Umutsuzlukla hani yaşıyorum ama
var mıyım yok muyum ben bunu anlamadım
diyen 3. bir ve üçüncü bir tayfa arasında
dünyanın bölümlendirme sürecine giriyoruz.
Eğer bu çöküşün içerisinde özellikle dinin
gereksiz olduğunu savunan sayısı gittikçe
artarsa eğer şu dört tane ana problemi
yaşayacağız. Bu dört tane ana problemin ilki
metalizm. Dikkat ederseniz bu bölümde sadece
problemlerden bahsediyoruz. İkinci bölüm
biraz daha uzun olacak çünkü problem çok net.
İkinci bölümde biraz daha genişleterek çözüm
yollarını anlatıyor olacağız inşallah.
Materializmi daha da yüksek seviyede
yaşayacak olan bir insan kitlesi dinin gereksiz
olduğunu düşünenler tarafından ilga edilecek
ve sürekli söylenecek. Bugün de söyleyenler
var mı? Evet. Bizim maskeye ihtiyacımız varken
başkasına maske mi gönderiyorsunuz? Bir
başkasına yardım yapmanın ne manası var?
Önce kendimizi kurtarsak ya, önce kendimiz
ayakta dursak ya diye söylenen cümlelerin her
birisi materialist bakış açısıdır. Müslümanın
paylaşma duygusu, Müslümanın bir arada
doğulma duygusu, Müslümanın talep duygusu,
hayat biçimine geldiği zamansa eğer bu
materializm yerini bir başka şeye bırakır ki o
bu işin çözümüdür. Dersin ikinci kısmında
inşallah ifade ediyor olacağız. Materializmin
attığı bir dünyada doğal olarak insanlar ilk
başta bu umutsuzluk getirisi olarak parası olan
yaşasın parası olmayan ölsün matematiğini
belki biraz daha üzerine basarak yaşamak
isteyecekler. Bugün Amerika Birleşik
Devletleri'nde olduğu gibi eğer 30 bin dolarınız
varsa koronavirüse karşı tedavi olma
ihtimaliniz artıyor. Eğer paranız yoksa devlet
sizi bir gün eğer görürse hani ölmek üzereyken
bir yerde görürse yardımcı olabiliyor. Çünkü
orada bir devlet hastanesi diye temel bir
mantık yok. İkinci bir problemi bizler güç
bağımlılığında yaşayacağız. Madem ki
metalizm var o zaman ortada bir güç olacak.
İkinci bir problemi bizler güç bağımlılığında
yaşayacağız. Madem ki metalizm var o zaman
ortada bir güç olacak. Birden fazla güç olacak
hem de birden fazla belki onlara yakın güç
mekanizması olacak. Ve insanların güce olan
bağ etme duygusunu daha ötelere taşıyabilir
olabilmek. Bu dinin olmadığı bir alanda çok
daha etkin bir fonksiyon olarak karşımıza hep
gelmektedir. Üçüncü bir mekanizma ise
yaşayacağımız süreçte bireyselleşmedir
Bireyselleşmeden kastettiğimiz unsur daha
önceki futuatlarımızda da daha derin ve detaylı
olarak söylediğimiz gibi Başında üstesinden
gelemeyeceğimiz temel problemlerden birisi
olarak karşımıza çıkacak İnsanlar evlerine
kapanacaklar ve bir daha hiç evlerinden
çıkmayacaklar diye düşünmeyin Bizi böyle bir
dünya beklemiyor. Tam tersine herkesin
bireyselleşmeyi arttırmak isteyeceği bu
dönemin yeni çağında aslında küçük grupların
gittikçe arttığı yeni bir sosyal düzeneye
geçeceğiz. Ama bu henüz öngörülebilir bir şey
değil. Yani bunu bugün söylediğim sosyologlar
biraz daha geç anlayabilecekler. Çünkü
bireyselleşme bireyin bir şirkete bağlı sabah 8
akşam 6 çalışma düzeninde mümkündür.
Halbuki yeni dünya düzeni artık evden çalışma
imkanını getirdiği gibi insanlara çok fazladan
zamanlar kalmaya başlayacak. Bu da insanların
daha fazla seyahat edebilmesine daha fazla
insanla bir araya gelmesine vesile olacak ve bu
bireyselleşmeden kastettiğimiz şey insanların
kendi dini hayatlarını daha ön planda değil
tamamen sıfırlamış bir biçimde ortak insan
ortak düşünce ve ortak ahlak bilinci
oluşturmak üzerine olacak. Bilinci oluşturmak
üzerine olacak Seyidimizin edep kitabında da
daha önce Beyan ettiği gibi ortak bir Ahlak
inancı oluşamayacağı için Bireyselleşmenin de
İlerleyen düzenekte bizlere gerçek Ve etkin bir
bakış açısıyla Hizmet edebilmesini
beklemiyoruz Dördüncü bir Problem olacak bu
çöküşün arkasında Varlık yoksunluğu Tabi bu
yeni çağın böyle gittiği durumda geçerli.
Çözümlerini birazdan vereceğiz ve bir
umudumuz var. Bir umut var. Her zaman var.
Çünkü Müslümanlar ümit sahibidir. Onun da
nasıl gelişeceğini göstereceğiz. Yani derslerin
ikinci kısmında aslında sizler bu virüsün
gelecek dünyasında bizlerin ne kadar çok işe
yaradığını da görüyor olacaksınız.
Kaybettiğimiz şeylere nazaran. Dördüncü
önemli mesele ise varlık yoksunluğu. Yani
insanın kendisinin varlığının bir ehemmiyeti
olup olmadığı bilincinin kafada oturmaması.
Hani bugünkü gençlerimizde de yavaş yavaş
duymaya başladığınız bir cümle var ya. Ben
niye varım baba? Ben niye varım? Ben ne işe
yarıyorum ki ben neyin neresinde yer
alabilirim dediğimiz o süreçten bahsediyoruz.
Bu varlık yoksunluğu genel görülen pozisyon
şimdi insanların bu materyalist güç
bağımlılığına bağlı ve bireyselleşmiş yapısıyla
bu virüsün geçeceği süreye kadar daha etkin
bir psikoloji olarak hayatımıza oturması
muhtemel. Hayatımızda bu biraz daha
oturduğu zaman bizler o varlık yoksunluğunu
daha fazla hissediyor olacağız eğer dinden
uzaklaşmışsak. Dinin işte bu noktada dünyanın
belli grupları tarafından şimdi gelişen olayı
kendilerine çevirerek yani kendi lehlerine şu an
yaşanan bu virüs olayı Avrupa'nın, Amerika'nın
ve dünyayı hegemonyası altında almaya
çalışan gruplar için inanılmaz dezavantajlı bir
durum yaşıyorlar. Halklar ölüyor, sistem durdu
vs. vs. Halklar ölüyor, sistem durdu vs. vs.
Şimdi onlar bunları lehine çevirmek istediği
alanda bir grup var ki dinsizliğin insanlığın
çarelerinden bir çare olduğunu söylemeye
mücadele ediyor. Zaten deizmin söylediği şey
bu. Ateizmin tutmadığı yerde deizmin etkin
fonksiyonlarını kullanmaya çalışıyorlar.
Fonksiyonlarını kullanmaya çalışıyorlar. Bu
fonksiyonları kullandıkları anda ise karşımıza
çıkacak süreç materyalist güç bağımlılığına tabi
bireyselleşmiş ve varlık yoksunluğuna sahip
olan genç bireylerdir. O genç bireyler ki artık
bir başkasının neyi var neyi yok tamamen
umursamaz hale gelirler din hayattan çıkınca.
Tabi burada klasik bir soru var her zaman
gelen. Ya biz ateistler ama hayvanları insanlara
yardım ediyoruz. Evet ama siz edebildiğiniz
kadar ediyorsunuz. Daha doğrusu kafanızda
planlayabildiğiniz kadarını ediyorsunuz. Şöyle
ifade edebileyim ben size. ediyorsunuz. Şöyle
ifade edebileyim ben size. İslam
medeniyetinde bir Müslümanın kendisindeki
varlığın neredeyse tamamını hatta varlığından
fazlasını borç alarak bir başkasına hizmet etme
ve bir başkasının ihtiyacını gidermek gibi
huylarını ve müthiş latif özellikleriyle
karşılaştık biz. Hazreti Osman Efendimiz bu
konuda önemli bir isim olarak karşımızda da
daha yüzler binlercesi var hayatımızda. Şimdi
buna nazaran diğer gençler ateist olanlar ne
diyecek? Kaç param var? 100 lira. Neyi
verebilirim ben? Ortalama 7 olur, 8 olur, 10
olur yani. Ama varlığımın tamamını ben varken
vermem. Şimdi bazıları da diyecekler ki ya
Bilgeis filan koca bütün kazancının çocuğuna
hiçbir şey bırakmamış vakıfları atfetmiş. Ama
yaşarken değil. Yaşarken kendi hayatını
optimize ettikten sonra. Öldükten sonra varlık
bırakması ise kendi adının unutulmaması
adına. Daha önceki fotoğraflarda da
söylemiştik Bizim vakıf anlayışımızda
Şahsiyetçilik yoktur Örnek bir cami yaptırıp
üzerine Annenin babanın ya da kendi ismini
Koymaya gayret yoktur Genel itibariyle Büyük
veliler evliyaullah bunu yapmış Orada
Müslümanın adı görülsün Diye hani bir başka
toprakta Müslümanlar buraya gelmiş o
görülsün diye Ama mesela işte İstanbul'da
Ahmet Efendi çeşmesi deyince o Ahmet Efendi
kendini reklam etme peşinde değil belki bir
büyük zatın adını anma peşindedir ne bileyim
Hazreti Pir adına bir çeşme yapılabilir ama
Hazreti Pir'in anlattığı şey tasavvuftur tarikattır
şeyhlerdir Kur'an-ı Erzim-i Şan'dır sünnet-i
seniyedir yani kişinin temsil ettiği şey kendisi
değildir. Hele bir şirket adına vesaire böyle bir
şey hiç olmaz İslam medeniyetinde. Bu açıdan
bakılınca işte burada ayrılışıyoruz. O yüzden
bizdeki vericilik, bizdeki sadaka kültürü ya da
bizdeki paylaşma kültürü, onlarda işte
paylaşma kültürü var, bizde sadaka kültürü var.
Bizde paylaşma kültürü yoktur. Paylaşmak
insanın kendisini düşünebilme ihtimalini de
ortaya koyar. Halbuki biz sadakayı verirken
önce karşı tarafı düşünme üzerine genişletilmiş
ya da öyle değerlendirilmiş bir Hazreti Osman
Efendimiz'den bahsediyorsak eğer
paylaşmaktan bir tık öteye bir şey var. Ve
paylaşmak kelimesi doğru ama yeterince o
alanı doldurduğu söylenemez. Güç
bağımlılığından bahsettiğimiz alana
geldiğimizde çocuklarımızın o gücü elde
edebilmek için gayri nizami ve gayri resmi
hayat biçimine daha yatkın hareket edebilir
ihtimalleri de karşımıza çıkıyor. İçimine daha
yatkın hareket edebilir ihtimalleri de karşımıza
çıkıyor. Bireyselleşme dediğimiz sürecin
etkinliği ise bu dinsizlik kavramı arttıkça
kişilerin artık evlenmeyen, çoluk çocuk sahibi
olmayan, hafta sonları bir yetimhaneye gidip
hadi bir çocuğun başını okşayalım yani bir
çocuğu sevelim ya da bir hayvan sevgisi
hayvanları sevelim filan dediği bir ortamın
konuşlandırılmasında belki etkin bir fonksiyon
görecek olabilir. Ve varlık yoksulluğuyla
karşımıza çıkacak unsursa insanların kendi
insaniyetlerini kaybedeceği bir alan olarak
karşımızdadır. Şimdi bütün bunlar temelde
karşımıza çıkacak olan problemler. Dinin bu
virüsle beraber değişen çağda karşımızda hayat
gören, ihtiyaç gören ve gereksiz görenler
arasında bir ayrımın söz konusu olduğunda
ortaya çıkan şeyler. Ama bütün bunlar
karşısında dinsizliğe karşı bir çözüm var. O
çözümde bu futuatta var. Neleri nasıl adapte
etmemiz gerekiyor? Kısacık böyle bir 10-15
dakikalık bir aradan sonra inşallah yeniden bir
araya gireceğiz. Ve sizlere bu sefer dinin o
gerekliliklerini ifade etmeye çalışacağız
efendim. Kısa bir araya geliyoruz.

Meded ya Hazreti Allah, Meded ya Hazreti


Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem, Meded ya Hazreti Ali keramallah ve
cehu Meded ya Gavsazam Abdülkadir el-
Ceylani, Meded ya Seyyidi Muhammed rohi,
Eûzu billahi minneşşeytanirracimi,
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın
seyidimize ikram edildiği Fotoğraf Kapısı'nda
büyük toplumsal sorunlarda 18. derse geldik.
9. konuyu işliyoruz, dinsizlik problemi. Bu
dinsizlik problemine karşılık çözümler ne peki?
Bizi bekleyen bu süreçte toplumun büyük bir
problemi olarak karşımıza çıkacak ama
çözümün ne olduğunu söylemesi, Fotoğraf'ın
farklılığını ortaya koyması adına önemli bir şey.
Çünkü böylelikle bizler hayatımızdaki bu
değişime karşılık nasıl bir önlem almamız
gerektiğini gerek şahsı manevimizde yani aile
hayatımızda, çevresel hayatımızda gerekse
bütün toplumun karşılığında ne yapmamız
gerektiğini kavruyor olacağız. Şimdi bu
noktada en önemli meselelerden bir tanesi şu.
Azalacak olsa da din hayattır diyen insanların
ortaya koymuş olduğu değerler, kavramsal
düşünce biçimi, bunu söylem biçimi, bunu
aktarım biçimi, mesleklerde, gruplarda ilim ve
bilim adamlarının da yetiştirilmesiyle beraber
hızlı bir şekilde artışa geçecek. Tabi bu artış
maddi anlamda bir yükseliş değil ama adetsel
manada beklenen şeye karşılık
yapabilecekleriniz bir anda dünyaya etkin bir
söz söyleyebilme imkanınızı doğuracak. İşte bu
noktada toplumların özellikle Müslümanların
belli noktalarda umudunun kırılmasına karşılık
yeni çağda bize sunulan şöyle bir şey var. O da
daha küçük gruplar olup daha etkin işler
yapabilme kapasitesinin geliştiği bir çağa
giriyoruz. Şunu asla unutmayın kıymetli genç
kardeşlerim. Dinde umutsuzluğa yer yoktur.
Çünkü dinde çaresiz bir alan yoktur. Din Allah
Azze ve Celle'ye aittir. Koruyucusu odur, sahibi
odur. Koruyucusu odur, sahibi odur. Kıyamete
kadar sahip olduğu bu dine, son nefese kadar
iman ve son nefeste iman üzere ölmeye niyet
etmiş olan bizlerin hizmeti, Rabbimizin rızasını
kazanmak uğrundadır. Çünkü bizler dinin
koruyucusu olamayız. Bizler dinin savunucuları
da değiliz. Bizler dini yaşayanlarız. Bunu
yaşarken söyleyebilmek ve bunun
mücahedesini vermek bunu zaten asli bir
görevi olduğu için yapmaktayız. Ve bu görevle
beraber yeni çağda göreceksiniz ki insanlık bir
anda bu küçük grupların örneğin bu futuatın
bir anda bütün dünyada duyulabilir olması ve
insanların buraya fevç fevç yönelmesine vesile
olacak. Çünkü yeni çağ artık büyük şirketlerin,
büyük kuruluşların at koşturabilecekleri bir
alan olmaktan çıktı. Dünyanın en büyüğü
dediğiniz devletler bugün hastanelerini
yönetemez ve yetersiz olduğu görüldü. Bu
virüse karşı mücadele birçok devletin anlam ve
yaşayış biçiminin değişimine vesile olacak. Din,
sizlik de bu noktada önemli problemler
karşımızda. Ancak bizim için bir problemli taraf
yok. Bizim için problem evet şu anda bir virüs
belasıyla karşı karşıyayız. İnşallah ondan da bir
an evvel Rabbim kurtulmayı nasıl mümessere
eylesin. Ümmeti Muhammed'i korusun,
kollasın inşallah. Ama nihayetinde gördüğünüz
şey şu anda elem çeken. Hani adamlar
televizyona çıkıp işte bunu Amerika yaptı, Çin
yaptı diye anlatıyorlar ama. Şu anda dert çeken
bu adamlar derdi çeken mi onu oluşturanlar?
Bunlar derdi çeken mi onu oluşturanlar yoksa
bundan daha muzdarip olanların doğası,
onların fiiliyatı, onların adam olması için mi bu
bir imtihandır? İkisini doğru ayırmamız lazım.
Bu ayrımın içerisinde de bizim durduğumuz
yeri kendi adımıza ve nefsimizle verdiğimiz
mücadelede nerede olduğumuzu kavramamız
lazım. Şimdi biraz önce dört tane büyük
problem saydık. Bunlardan bir tanesi
metalyalizm dedik. Bu din çökecekken. Bir
diğer güç bağımlılığı dedik. Bir diğeri
bireyselleşme ve bir diğeri varlık yoksunluğu
dedik. Bir insanda zaten bu dört tane hasret
varsa o adam ölmüştür. Ölüdür. Hani zombi
dizileri şimdi çok revaçta ya. Zombi olmuştur
tabiri caizse anlamanız için söylüyorum.
Ölüdür bu adamlar. Çünkü metalist olan her
kişinin canı midesindedir. Güç bağımlısı olan
herkesin kuvveti ancak zihnindedir. ancak
zihnindedir. Bireyselleşmiş olan herkesin
inandığı ve kendisinde beklediği şey kendi
sağlığı, kendi varlığı adınadır. Ve küçücüktür,
mini minnacıktır, konumlandırılmıştır, zamanı,
mekanı bellidir, zamanı belirsizdir. Varlık
yoksulluğuna müptela olmuş olan bir
adamınsa, ölümlüğüne en büyük gaye zaten
onun söylemiş olduğu sözde saklıdır. Kelamı
bitmiştir. Artık söz söyleyemez hale gelmiştir.
Sözü olmayan, kuvveti olmayan, kendine
muktedir olamayan, sadece kendi zihni ve o
günkü tecrübeleriyle hareket etmeye mecbur
kalmış olana da zaten ölü denmez de ne denir?
hareket etmeye mecbur kalmış olanlar da
zaten ölü denmez de ne denir? Yeni bir şey
koyamıyor, kudret-i ilahiyeden feyz alamıyor, o
yeniliğin peşinde koşamıyor, kendisinin
dünyada ne için var olduğunu bilmiyor.
Amaçları ve hedefleri dünyada var olan diğer
canlı cansız varlıklarla eşitlenmiş düzeyde
yaşanıyor. Öyleyse bu adam ölüdür. Onu
varlığa dönüştürebilmek ve varlığın onda
karşılığını görebilmek için ise dört tane temel
çözüm var Fütuhatta. Bunlardan bir tanesi şu.
Bu aynı zamanda çağın değişimiyle beraber
insanımızın da dönüşmesi gayet doğal. Zaten
dindar adam şimdi bahsedeceğimiz özelliklere
sahiptir ama bunun biraz daha altının kalın
kalemle çizmek mi denir yoksa biraz daha
netleştirmek mi gerekiyor? Bunu iyi anlamamız
lazım. Bunlardan bir tanesi şu kıymetli
kardeşlerim. İyi olmak değil mühim olan
iyileştirmek. İyi olmak kişinin kendisine ait
olandır. Ben iyiysem başkaları iyidir ben iyi
olabilirsem toplum iyidir bakış açısıdır yeni
çağın yenilenme sürecinde artık bunu
değiştiren ve bu değişimle beraber din hayattır
diyebilecek insanları yetiştirecek olan şey
iyileştirmek üzerindedir. Bakın bugün
enteresan bir şey yaşanıyor. Konu ucundan
bucundan biraz siyasete dokunuyor olsa da
yaşadığımız günlerin hatırına söylenmesi
gereken bir şey var. Bugün hükümetimiz
devletimiz dedi ki ben bir yardım kampanyası
açıyorum. Bu yardım kampanyası açıyorum. Bu
yardım kampanyası için insanların şu anda
evine ihtiyaçlarını gidiremeyen insanlara
zekatıyla, fitresiyle, imkansızlıkları içerisinde
olanlara imkan doğması için bir yardım
hareketi başlatıyorum. Şimdi bu yardım
hareketine bir kısım taife ki genellikle dinden
uzak olanlar genellikle diyerek söylüyorum
belki bazı içinde olup durumu fark etmeyenler
vardır. Ya devlet zaten iyi olmak zorunda devlet
iyi olmak zorundayken benden niye bir şeyleri
iyileştirmemi bekliyor diyorsanız eğer iyi olmak
değildir mesele İslam'da iyileştirmektir. Bir
başkasının yarasına merhem olurken insana
verilen ikramı bilseler bugün fabrikalarının
belki bir aylık cirosunu verecekler. İki aylık
cirosunu devredecekler bu kampanyaya
insanlar. Çünkü iyileştirme fonksiyonu bakın
dünyada başka bir ümmette yok. İyileştirmek
iyi olmaktan çok daha üstün bir şeydir iyi
olanların kaybedeceği bir dünyadayız
iyileştirenlerin din hayattır diyerek o hayatı
başkalarına aktarabilme imkanının doğacağı
bir alandayız Çünkü sizler iyileştirirken bir
yandan o insanlar size bunun nasıl olabilir
olduğunu soracaklar. Nasıl oldu da siz iyi
olmanın ötesine geçip iyileştirme
mücadelesine girdiniz. Özellikle bu günlerde
insanların bir kez daha düşünmesi lazım Tırlık
içinde parantez açıp söylemek lazım Özellikle
akika, adak gibi Kendi evlatlarınıza ya da kendi
adadığınız unsurlarda kesmediğiniz
hayvanlarınız varsa Veya adaklarınız varsa
bunları yerinize getiriniz Çünkü akika mesela
önemli bir kavramdır İslam'da Çocuklarınız
rehindir diyor Allah Resulü Bu kanın akıtılması,
başkalarına fayda götürülmesi, başkalarını
iyileştirme çabası dinsiz ölüme karşı bir hayatın
varilecek olan, küçük ama efektif gruplardan
olan, din hayattır tarzına bürümüş insanları
çok daha üstün bir seviyeye taşıma imkanına
sahiptir. İkinci en önemli mesele, çarelerden
bir çare. Mesele güçlü olmak değildir. Güçlü
olmaya çalışan herkes çok yorulur. Mesele
acziyetini bilmektir. Acziyetini bilen insan güçlü
olmaya çalışmaz. Güçsüzlüklerinin
farkındalığıyla Rabbine sığınır. O sığındığı
yerden acziyeti Rabbi tarafından tamamlanır.
İşte o gün onun eline güç değil hikmet verilir.
Hikmetin takdir edildiği adamın elindeki
kudretse güç arasında kudretle güç arasında
bir kıyas dahi yapılamaz Güç kudrette Ancak
bir şubedir Kudretin tamamında Kaç şube
olduğunu saymaya Gönül yetmez 99 Esma-i
Şerife'nin penceresinden Bakılsa sadece 99
tane ayrı penceresi çıkar Cenab-ı Hakkın
isimlerinin Sayısı yüz binlerce Ama Kur'an-ı
Azimüşşan'da Hazreti Allah bizlere 99
esmasıyla nida ediyor tabiri caizse Bizler o
nidanın karşısında güçlü olmayı değil,
acziyetinin farkında olmayı öğrendiğimiz
andan itibaren hayata dönüş yapacağız Hayata
dönüş yapacağız. Çünkü güçlü olmaya gayret
eden adam müthiş bir stres, müthiş bir baskı,
müthiş bir ezilme anındadır. Şu anda bile
bakınız şöyle bir farklılık yapalım isterseniz.
Tamamlamış olmak virüse karşı aktif ve
dirayetli bir vücuda sahip olmak diye diye diye
diye şu an insanların kafalarını etteniyorlar.
Geçen derste biraz detaylıca anlatmıştık.
Mesele bağışıklık değil sadece aynı zamanda
hücrenin de gelişmesi lazım diye. Ama bir diğer
şey var. kadar acizmişiz derseniz eğer ve o
acziyetle gözyaşlarıyla insanlar alınlarına secde
ederlerse oradan da kendilerine bir hakikat
kapısı aralanırsa Rabbim de bir hikmet nasip
ederse bütün dünyanın çaresi olabilecek
çareler bir anda patır patır göklerden düşebilir.
Çünkü şu anda bu korona virüsünün tedavisi
henüz bulunamamıştır. Aşısı henüz
bulunamamıştır. Bunların dünya çapında tabii
ki bulunamamıştır. Dünya çapında
bulunabilmesi için bu şu anda göklerde asılı.
Gökte asılı olan şey bunu aşağıya indirecek
olan güç değil. Hiçbir el uzanamaz oraya. Ama
gözyaşlarıyla dualar uzanır. Bu gözyaşı için bir
acziyet gerekiyor. Dünyayı değiştirmek için
aradığımız şey İslam literatürü açısından ve bu
futuatın beyanatıyla söylemek gerekirse eğer
güç değildir. Acziyetin farkındalığıdır. Allah
Resulü Mekke'yi fethederken devenin sırtında
başı oldukça öne doğru eğik ve mağrur bir
şekildeydi. Ümmetinin acziyetinin hatırlanması
için bir mücadele veriyordu. Bir zafer edası
değil daha ziyade biz aciziz Rabbim bize bu
fethi verdi diyordu. Zaten sonrasında da
Ümmet-i Muhammed'e bu bir imtihan
vesilesiyle Siyer-i Nebi'de inşallah anlatırız. Bir
kısmi bir yenilgi olarak karşımıza da çıktı. Ve
Allah-u Zülcelal onun vermediği zafere
insanların kendi eliyle ulaşamayacaklarını
anlattı. İnsanların acziyetlerini onlara
hatırlatmak onların psikolojilerini bozmaz,
ayağa kaldırır. Onların acziyetlerinin
noktalarını onlara söylemek onlara eziyet
etmek değildir. Onların yanlışlarını düzeltmek
için verilen gayret onları güçten düşürmek
anlamına gelmez. Güç hani bugün tırnak içinde
gaz vermek diye tabir ettikleri unsur sen işte
muhteşemsin harikasın demek değil. Sen aciz
bir kulsun. Ben aciz bir kulum. Kelamım
nihayetinde bir hayata dönmese o hayat bana
nefes vermese bir ölüyüm. Yaşarken ölüyüm
çünkü acziyetimin farkında değilim. Gücümse
kaslarım kemiklerim cebimdeki paradan
aradığım kadarsa ancak o kadar olacak.
Dünyanın en zengini olsam bile o parayı elinde
tutamıyorsun. Elinde tuttuğun şey değil o.
Sanal olarak bir rakam görüyorsun. Her şeyi
yapabileceğini zannediyorsun. Ancak günün
birinde Bill Gates, Stephen Jobs vesaire bir
adam hastalanıveriyor. Para yetmiyor. Bak, güç
yetmedi. Adziyet hasıl oldu. Adziyet hasıl oldu.
Adziyetini bilseydin eğer zaten o kadar para
kazandı durmazdı. Üçüncü çözüm noktası
önemli. Mesele bireyselleşmek değil,
cemaatlerin hakikatle ve hikmetle ve vufudatın
verdiği sözle, kelam ile, muhabbet ile bir ve
beraber olmaya mecbur olduklarını anladıkları
bir alan gelecek. Çünkü güçten, iyi olmaktan
vazgeçtiğiniz yerde bireyler cemaat halinde
hareket etme ihtiyacını doğururlar. Ve bunlar
cemaat olabildikçe, beraber olabildikçe, bu
birlik duygusuyla hareket ettikçe sözde değil
özde olabilmesi, iyileştirmek ve acziyetini
bilmekle alakalı dinsizliğe karşı gerçek bir
duruş sergileyebilecekler. Ve o gün dünyanın
geri kalanı şunu söyleyecek. Çözümümüz bu
adamlarda. Sorunlarımızı çözecek adamlar
bunlar ama şimdi telefonumuzu çaldı aradık
açmadılar herhalde namazdalar yemeğe davet
ettik gelmediler galiba bugün ramazan oruç
tutmaktalar bazı şeyler için onlara daha büyük
paralar teklif ettik. Aldılar ama başkalarına
dağıttılar. Kendilerinin bir dehşet bir yatları,
israfları yok. Müslüman gibiler. Müslümanlar.
Öyle yaşıyorlar. O yüzden cemaatler birler.
Birinin ağzından çıkan sözle diğerinin ki aynı.
Çünkü hepsi Kur'an-ı Azimüşşan ve
Sünnetullah'tan konuşuyorlar. Farklılıkları
farklı cihetlerde olan ihtiyaçları gideriyor. Ama
hepsi aynı merkezden, aynı yerden su
içmişçesine konuşuyor. Yani bu şuna benzer.
Bir parantez açalım. Zaman zaman diyorlar ya
herkes başka bir şey söylüyor diye. Eğer
yediğiniz şey peynirse ve aynı sütten
yapılıyorsa tadının farklılığı o sütün ve o
bölgenin ve o yörenin insanının
maharetindendir. Ama süt yerine su ile süt
karıştırılmış adı peynir diye yiyorsanız evet o
farklıdır. Ama diğer hepsi aynıdır çünkü hepsi
aynı sütten yapıldı. Hepsi aynı bahçeden geldi
ama farklı şekilde yorumlanması oradaki
maharetin ve oradaki hikmetin güç ve
kuvvetine ve kudretine delalet eder ki bunun
adı da hikmettir. Dinsizliğe karşı dördüncü
çözüm formasyonu, dördüncü çözüm formülü
futuatta varlıktaki yoksunluğu değil varlıkla
beraber olabilme hissini geliştirmek. Yani
çocuklarımızın gençlerimize şu cevabı verebilir
oldukları günleri yakaladığımızda bizler
dinsizlik problemini çok rahat aşabileceğiz.
Eğer bizim çocuklarımız ben ne işe yararım ki
değil ben Allah'ın bir kuluyum. Ben Resul-i
Kibriya aleyhissalatü vesselamın kardeşlerim
dediği ümmetindenim. Ve ona layık olmak için
varım. Bu benim davam. Dedikleri gün zaten
bireysellik bitiyor. Güç bitiyor. İyi olmak bitiyor.
Yerine iyileştirmek, acziyetini bilmek, cemaatle
beraber olabilmek ve varlıkla beraber olmuş
bir halde yaşamak gerekiyor. Rabbimizle
beraber olabilmenin zaten temelinde bu var.
Bu dinsizlik problemine bu arada diğer dinler
açısından bakılırsa ne Hristiyanlık problemine
bu arada diğer dinler açısından bakılırsa ne
Hıristiyanların ne de Yahudilerin herhangi bir
çözüm getretemiyor, gerekleri yerine
getiremiyor, insanları iyileştiremiyor, insanları
iyileştirmeyi öğretemiyor, insanları
güçlendirmeye çalışıyor, acziyetten
uzaklaştırıyor. İnsanları cemaat ve beraber
olmaktan uzaklaştırıyor çünkü kiliseler
Avrupa'da kapanıyor. Çünkü kiliseler
Avrupa'da kapanıyor ve mesele varlıkla
beraber olmaktan çıkmış zaten papaya hizmet,
pedere hizmete dönüşmüş bir sistem
tasarlanıyor. İslam dünyasında da buna minval
çizecek olan buna benzer yapılar yapılmak
istense de asla tutmuyor. Altyazı M.K. bir
yapısı var. İçine giren yabancı maddeyi hemen
tanımlayabiliyor. Dolayısıyla bir karışım yok.
Kur'an-ı Azimüşşan ayet-i kerimeleri 1440 yıldır
ortada. Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem
1440 yılın fazlasından beri hicretten önce
başladığı için Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz'in sünnetleri eksiğiyle
beraber fazlasıyla beraber diyemeyiz. Bunların
hepsi net bir şekilde günümüze ulaştı. Eksikleri
evliyanın ve yeni ilim adamlarıyla
tamamlanıyor. Fazlalıkları yine İsrailiyattan
gelenler yine Ehl-i Sünnet ve Cemal tarafından
çok net biliniyor ve söyleniyor. Yani o söz de
değişmeden önümüzde. biliniyor ve söyleniyor.
Yani o söz de değişmeden önümüzde. O halde
bu değişmezlik ilkesi ancak İslam'ın elinde
olduğu için ancak Müslümanlar buna karşı bir
şey söyleyebiliyor. Ve bu söylem bir karşılık ve
nihayet bulabiliyor. İşte o karşılık düzeninin
doğru bir yere oluşmasıyla beraber bizler
inşallah dinsizlik karşısındaki çözümlerimizi de
bu şekliyle rahatça beyan etmiş oluyoruz.
Cenab-ı Hak bu dinsizlik belasını büyük
toplumsal sorunlarda yaşamaktan ve görebilir
olmaktan bizlere uzak eylesin. Rabbim ümmeti
Muhammed'e merhamet eylesin. Rabbim bu
zorlu günlerden acilen kurtulabilmemizi bize
nasip mi eser eylesin efendim. Bu videoyu da
paylaşırsanız dostlarınıza, sevdiklerinize,
beraberindekilerinize. Bu yeni çağın aslında
Müslümanlar için büyük bir fırsat olduğunu
görürlerse eğer. Umutsuzluk değil umudun dini
olduğunu anlarsak eğer. Çünkü Müslüman
umutsuz ve ümitsiz olamaz. Bunu görsünler. Bu
çağ Müslümanlar için hayra vesile olunabilecek
fırsatların yakalanabileceği bir çağdır. Bu
imkanın hazır ve nazır edildiği bir çağdır. Ak
koyunun kara koyundan ayrılacağı çağdır.
Kendi içimizdekiler için söylüyorum. Küfuarın
başka bir yere bizim başka bir yere gitme
imkanımızı doğuranı çağdır. Kendi içimizdekiler
için söylüyorum. Küfuarın başka bir yere, bizim
başka bir yere gitme imkanımızı doğuran bir
çağdır. Rabbim bu çağda, bu çağın sözünü
söyleyen Seyyidimizden bizleri razı eylesin.
Ona talebe eylesin. Ona güç, kuvvet, maddi ve
manevi terakkiler nasip müessire eylesin
efendim. Hayrına fethi, şerlerin defi için
ümmeti Muhammed'in sağlık, sıhhat, afiyeti
için bu virüse karşılık Rabbimizin evladımızı,
ricalimizi, büyüklerimizi koruması niyetiyle
yaşlılarımızı koruması niyetiyle Allah rızası için
El Fatiha.

Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve


sellem Efendimizin ruhlarına, Hz. Ebu Bekir,
Umar ve Osman ve Ali, Hz. Ali Efendimizin
ruhlarına, Hz. Amine Validemiz, Hz. Abdullah
Efendimiz, Hz. Hatice Validemizin ruhlarına,
Şühedai Bedir, Şühedai Uhud, Şühedai
Kerbela'nın ruhlarına. Ashabı Bedir ve Ashabı
Udur ruhlarına ve kafili iman ervanının
ruhlarına. El Fatiha. Hazreti Ali Kerim Allah ve
Cevve Efendimizin ruhlarına Hazreti Fatıma
hanımız Hazreti Hasan Hazreti Hüseyin
Efendimizin ruhlarına gelmiş geçmiş seyyid ve
seyyidelerin ruhlarına 12 imamın ruhlarına ve
kafeli İslam ervahının ruhlarına El Fatiha
Altyazı M.K. ruhlarına ve kafeli iman erbâhının
ruhlarına. El Fatiha. Seyyidimiz, Mürşidimiz,
Peygamber Efendimizin ince tanesi Seyyid
Muhammed Ruhi El Kadir Hazretlerinin
ruhlarına, ailesinden ahirete intikal et Etmiş
Olanların Ruhlarına Müritlerinden Ahirete
İntikal Etmiş Olanların Ruhlarına Şüheday
Çanakkale Şüheday İstanbul Evliyayı İstanbul
Ruhlarına Cabir Bin Abdullah Hazretlerinin
Ruhlarına Eyyub El Ensari Hazretlerinin
Ruhlarına Şühedanın Serperveri Hazreti Hamza
Efendimizin Ruhlarına Ve Kâfîn-i İman
Ervahının Ruhlarına. Şühedanın serperveri
Hazreti Hamza Efendimiz'in ruhlarına ve kafeni
iman ervahının ruhlarına. El Fatiha. El Fatiha. El
Fatiha. Meded ya Hazreti Allah. Altyazı M.K.
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakk'ın
seyyidimize ikram edildiği Fıtuhat kapısında
Allah nasip eylemişti büyük toplumsal
sorunları ilişkin toplam 21 haftalık 21 ayrı
dersimize devam ediyorduk arada bir kandil
gecesini yaşadık ve devam ediyoruz devam
ederken de yaşadığımız bu son dönemdeki
korona vakalarıyla beraber aşağı yukarı bu
toplumsal süreçleri zaten bu halde
yaşayacağımızı da öngörmek artık çok net bir
şekilde ortada. Yani bahsi geçen bütün
sorunların her birisinin bizim dönemimizde ve
şu anda birebir görülen bir halini yaşıyoruz. Bu
da Fudat'ın elhamdülillah bir bereketi. Cenab-ı
Hak seyyidimizden binlerce kez razı olsun ki
bizler de bu sayede çocuklarımıza,
gençlerimize, bizden sonrakilere. Peki
babacığım biz ne yapmamız lazım? Yarınlar
nasıl olacak? O yarınlara geçmişin tecrübesi ve
bugünün olayları nasıl okunmalı? Yarına nasıl
bir hazırlık yapılmalı? Alimlerin asli vazifeleri,
Fıtuhat alimlerinin en büyük vazifelerinden biri
olarak elhamdülillah beyan ediliyor. Her
mecrada herkesin anlayabileceği dille
dillendirmeye gayret ediyoruz ki herkese
ulaşmış olalım. Çünkü ilimden anlayan insanın
anlama kapasitesi farklı, dine farklı açılardan
uzak bakan insanların farklı, dinde biraz bilgi
sahibi olmuş ya da ilerlemiş insanların
birikimlerinden ötürü anlayışları farklı.
Dolayısıyla her anlayışa göre her mecrada
bildiğiniz üzere gayret sayf ediyoruz. İnşallah
çocuklar için de böyle bir hazırlığımız var. Bir
dördüncü kanal olabilmesi için dua ediniz.
Rabbim maddi ve manevi imkanlarıyla bizlere
yardım eylesin ki bizler de inşallah o alanların
her birisinde ehli imanın gençlerine,
çocuklarına, annelerine, anne adaylarına,
babalarına, baba adaylarına, alimlerine,
muallimlerine, hepsine seyircimizin beyan
ettiği ümmeti Muhammed'in artık birer ihtiyacı
hükmünde olan ezane-i Muhammedi'den
tebliğ edilmiş şu ilimleri aktarabilir olalım. Bu
hafta 10. büyük toplumsal sorun olarak
savaşlardan bahsediyor olacağız. Ve bitmeyen
savaşlar dönemi başladı. Başlığı altında devam
ediyoruz savaşçılığı anlatırken. Bugünün savaş
dünyası artık değişen bu çağ yapısı adı altında
yepyeni bir sistematiğe doğru değişiyor ve bu
değişim itibariyle de bizler o değişime
hazırlanıyoruz. Fotoğraflarda ne yazık ki
eskiden yüz yüzdeydik yüz yüzde cevaplar
verebiliyorduk sizlere Veremediğimiz zaman
dilimindeyiz şu anda biraz uzağız Gönüller bir
ama fiziken uzağız Oralara sorularınızı
yazarsanız ben de sona geldiğimizde inşallah
hem bu konularda aklınıza takılanları Hem de
başka konularda fotoğratın beyanatları
dairesinde sizlere cevaplandırmaya gayret
ederim Allah'ın izniyle. Savaşçılık dediğimiz
mevzunun önce kavramına bakacağız ve
tanımını yapacağız. Tek derste bitiriyor
olacağız. İki ders arka arkaya yapınca genellikle
dostlarımız kardeşlerimiz o ikinci ders galiba
yok diyerek gidiyorlar. O da sonra hafta
içerisinde araya kaynıyor. Herkes bir sürü şey
takip ediyor bu aralar. Dolayısıyla konuları tek
ders üzerinden götürmeye gayret edeceğiz ki
böylelikle konuyu kaçırmadan arada böyle bir
soğutmadan öz itibariyle hemencecik sizlere
anlatmamız gerekeni anlatalım. Ne diyorlar?
Artık her şey hemencecik olsun diye ama şu
koronavirüsünün bize kattığı bir değer var
yavaşlama mecburiyeti artık istesek de çok
hızlı hareket eder durumda değiliz daha yavaş
hareket ediyoruz kuyruklarda bekliyoruz bir
markete girecek insan sayısı artık belli dışarıda
bir vakit beklemek gerekiyor tabi olabildiğince
az çıktığımız zamanlarda dahi bunlarla karşı
karşıya kalıyoruz yani bize virüs sabrı da
öğretiyor. Beklemeyi yavaş yaşamayı. Yavaş
ama etkili yaşayabilmeyi. Çünkü artık böyle
hadi bakalım biraz da parka takılalım. Biraz da
arkadaşa işe dosta muhabbet etmeyi gidelim
diyemiyorsunuz. Evinize geri dönüyorsunuz.
Hakikaten koronavirüsün ilginç bir hikayesi var.
Müslümanın Müslümanca yaşama gerekliliğini
de ne yazık ki bu zorlu süreçte de biraz öğretir
durumda. Rabbim bundan bu sonuçları
çıkararak çıkabilmeyi nasip eylesin ama büyük
bir çağında yeni bir çağında başlangıç yaşaması
olacağını bizler yaklaşık bu futuatta 2-2,5
yıldan beri söylüyoruz. Çağ değişecek,
değişecek, değişecek diye ve bu büyük
hastalıkla beraber o çağ değişiminin en büyük
etkilerinden biri görüyoruz ki futuatın da
beyanatı artık bu çağ değişimi mutlak olarak
belli sorunları da getirecek beraberinde ama
sorunlar kendi içerisinde çözümleri mutlaka
barındırıyordur. O da futuat alimlerinin
dilindendir. Biz de o dilden geleni, gönülden
geleni dilden sadece seslendirmiş oluyoruz.
Rabbim hayırlısıyla talebesi olabilmeyi nasıl bir
müesser eylesin. Tanımlar oldukça önemli.
Savaşın bundan önceki tanımına bakarsanız
eğer orada şunu göreceksiniz. Devletlerin,
toplulukların bazen devletler arasında bazen
devletlerin içinde ne yazık ki toplumlar
arasında böyle iç savaş gibi Allah korusun.
Anlaşmazlıklarını çözebilmek için giriştikleri
silahlı eylemlere dünya tarihinde savaş
denilmiş. Ama artık bu savaş mekanizmasının
ne yazık ki bu eski kötü halinden daha farklı bir
durumuna doğru geçeceğiz. Bu geçiş
aşamasının varlığı devletlerin kendi yapısal
özelliklerinin artık kendilerini bir sisteme
devretmesiyle farklı bir döneme geçecek.
Dolayısıyla bu ders aynı zamanda yarınlarda
hangi işi yapmalıyım, nasıl yapmalıyım bu
değişen dünya düzeninde ne geliyor diyenler
için bu büyük toplumsal sorunları eğer dikkatli
bir şekilde bir daha bir daha dinlerseniz bu
dersler aynı zamanda size önünüzdeki
hayatınızı özellikle genç kardeşlerimi ya da
işindeki verimliliği arttırmak isteyen insanlar
için önemli değerler atfediyor. Çünkü yarını
anlatıyor ve bugünün mantalitesiyle anlatıyor
ki bu da delilleriyle beraber beyan edilmiş
oluyor. da dahi görmekte zorlandığınız bir virüs
de yerine getirebilir olmak ve dünyanın bütün
sistematiğini tek bir düzende tek bir
istenilmeyen beklenilmeyen bir hale getirmiş
olması artık yeni sistemlerin varlıkları altında
bir yönetim biçimine doğru gittiğimizi bize
göstermekte. Ne demek istediğimizi yavaş
yavaş anlayacağız. Beraberce önce tanımdan
başladık. Savaşın tanımından. Bu tanıma göre
artık devletler arasındaki bir savaştan değil
sistemlerin kendi varlıklarına tehdit
gördüklerini ortadan kaldırma ve içine alma
dönemini yaşıyor olacağız. Ve artık biz buna
savaş diyor olacağız. Elbette şimdi birilerinin
aklında herkesin aklında şu olabilir ya abi
bugüne kadar da baktığımızda bizler zaten
diğer devlet birbirinden ayrışan bir süreç
yaşayacak. Devlet ayrı bir şey olacak.
Devletlerin inandığı sistemler farklı bir yerde
ve yönetim biçimine kavuşuyor olacak. Bunun
en temel özelliğini şöyle ifade edebilirim.
Normal şartlarda devletlerin belli bir sisteme
sahip olması insanlığının sistematik çalışmaları
sebebiyle mümkündür. Bugün ise insanlar
evden çalışmaya alışmaya başladılar ve
bundan sonraki süreçte bu çok daha hızlı hızlı
hızlı gelişiyor olacak ki teknolojik gelişim süreci
bizlere artık oturduğumuz yerden gördüğünüz
üzere hiçbir elimizdeki o devasa televizyon
stüdyolarına ihtiyaç duymadan yani
milyonlarca dolar para harcayarak kurduğunuz
televizyonlara artık ihtiyacımız kaldı mı? Hayır.
Şu anda masamızın başında canlı yapabiliyor
muyuz? Evet. Bunu görüntülü de yapmak
isteseydik yapabilir miydik? Evet. Hatta burada
film de çekebilir miyiz? Evet. Burada film de
çekebilir miyiz? Evet artık o milyonlarca dolara
ihtiyacımız yoksa ve bu alanda bir imkan
oluşmuşsa bu imkandaki sistem dönüşüm
gösterecektir. Bu sistemi siz en başta
YouTube'da görür oldunuz. Bundan önce belli
televizyon ve medya gruplarının kendi inanç
biçimlerini ifade etmeyen gazeteci, yazar,
görüntü sahibi insanların, görünür insanların o
televizyondaki insanlarının yapısına uygun
olması gerekiyordu. Eğer uymazsa bir yerde
söz söyleyebilme imkanı yoktu. Dolayısıyla
devletler bazında düşünürseniz eğer medya
YouTube gelene kadar bir devlet gibiydi.
Herkes kendi ülkesini kurmuştu. bir devlet
gibiydi. Herkes kendi ülkesini kurmuştu. Kendi
inandığı sol, sağ, aşağı yukarı hangi inanç
değerlerine hangi fiziğe inanıyorsa hangi
sistemin evladı olarak hareket ediyorsa kimin
suyunu içiyorsa tabiri caizse orada tuttu ve
kendisine dedi ki ben burada bir sistemim var
kardeşim ben solcuyum, ben sağcıyım, ben
radikalim vs. Tabi ne oldu? Burada belli
devletler oluştu. Yani medya sistematiği
içerisinde bir devlet oluştu. Ve medyanın o her
bir devleti ona uymayan bir insanı kabul
etmediği gibi kendisi karşısındaki medya
unsurları karşısında ne yaptılar? Bunları
tamamen ortadan kaldırabilecek olan bir
metafor hazırladılar. Bu metafora karşılıkta
YouTube ortaya konulduğu andan itibaren
televizyonda konuşmasını bekleyemeyen
insanlar veya televizyonda konuşulması
istenmeyen ya da henüz o kadar bir seviyeye
ulaştığı düşünülmeyen insanlara büyük bir
imkan sağlandı ve o imkanla beraber bugün
insanlar dünyaya sözlerini söyleyebiliyorlar.
Aynen şu anda yaşadığımız gibi. Hatta
yetmiyor artık yakın bir zamanda görmeye
başlayacağız. Daha konuşurken farklı dillere,
simultane çeviriler başlayacak. Biz bugünlerde
geçmişten gelen bütün seyidimize ait olan
sohbetlerinin altına Türkçelerini yazmaya
gayret ediyoruz. Zaten YouTube dönüp onları
otomatik olarak dünyanın bütün dillerine
çevirebiliyor. Doğal olarak bize şu süreci
getirdi. En basit YouTube. En basit dediğime
bakmayın. Tabii ki şimdi bütün dünyaya meyil
etmiş bir sözü var. Artık devlet gibi hareket
eden bir medya kuruluşu ortada kalmadı. Ve
tamamen ortadan kalktığı bir yöne gidiyoruz.
Şimdi aynı şeyi devlet matematiği üzerinde
düşünürseniz eğer bunların da sistemsel
değişime gideceği bir alana geçiyoruz. Ve bu
alanda bugüne kadar bir inanç sistematiğinin
de yıkılacağını göreceğiz. Ve yıkılmaya da
başladığını görüyoruz. Bu ne? Bu birleşik
kaplar teorisi. Birleşik kaplar teorisi nedir?
Birleşik kaplar teorisi kimyada bildiğiniz tabii ki
bir teori. Bütün genç kardeşlerimle hatırladığı
üzere. Ama bundan önce bundan önceki
süreçte Rockefeller ailesi başta olmak üzere
dünyanın hani sizin o gizli yönetim biçimi diye
komplo teorileriyle çok süslenmiş bezenmiş
biraz da şişirilmiş olan o kitle evet etkin olduğu
bir alan var şüphesiz. O kitlenin bir birleşik
kaplar teorisi vardı. Şöyle bir teoriydi bu.
Diyorlardı ki ya Amerika düşerse Rusya çıkar.
Rusya düşerse yenide Çin'i koyarız. Çin düşerse
başka bir şey koyarız. Hatta düşerse başka bir
şey koyarız. Hatta bunları bir sıralamaya
koyarız. Dolayısıyla bunlar kendi aralarında bir
parasal çark düzeni oluştururlar. Para bir
yerden bir yere taşınırken ki biliyorsunuz
Rockefeller ailesinin ilk işidir para taşımacılığı.
Sonradan da tefeciliği. Biz yine paramızı
kazanmaya devam ediyor oluruz. Artık bu
sistemin sonuna geliyoruz. Bu sistemin
sonundan itibaren Birleş. Artık bu sistemin
sonuna geliyoruz. Bu sistemin sonundan
itibaren Birleşik Kaplar teorisi ortadan kalkıyor.
Çünkü artık kapları bir arada tutamayacağız.
Birbirinden çok daha farklı unsurların ve
sistemin parçası olarak görülmeyen ama
sistemi entegre edebilecek yapıların varlığı
arasında bir savaş. Bu savaş bize dört ayrı ana
sistem oluşumunu kurguluyor olacak. Yani biz
artık dünyada Batı dünyası, Orta Avrupa, Orta
Doğu, Uzak Asya, Afrika bölgesi veyahut
kapitalist düzen, komünist düzen, sosyalist
anlayış, pragmatistler, liberaller, neoliberaller
gibi gibi gibi bugüne kadar konuştuğumuz
bütün felsefecilik ana temasını bir başka yere
taşıyoruz. Bu ana temayı bir başka yere
taşımamızın sebebi sistemlerin artık kendi
aralarında devletlerinden bağımsız insanların
hayatlarıyla beraber ve insanların hayatlarını
şekillendirecek bir minvale bulunuyor olması.
Bugün söylediğimiz bu sözler sizlere biraz
erken gelebiliyor ama erkenden bu sohbetin
içindeki değerini anlayanlar bir 10 yıl sonra
eğer hayatın içinde görürlerse eğer büyük
sözlerin içinde özetle kitaba geçmeden önce en
özet halini dinlediklerini görecekler. Bizler
bugüne kadar Çin, Uzak Asya gibi ülkeleri şimdi
o dört ana sistemi anlatmak gerekirse ne
diyorduk? Bunlar üretimdir. Üretim ağırlıklı
sistemdir. Dünyanın her tarafında konuşulan
bu değer. Ancak dünyanın dört tane ana
sistemi olacak ve bunlardan bir tanesi üretim
sistemine inananlar olacak. Yani üretenin
ayakta duracağı, üretenin çok kazanacağı,
üretenin başarılı olacağı, üretenin dünyaya
hükmedeceğine inanan bir kitle olacak. Bu
üreticiler sadece tarlasında, bağında,
bahçesinde, sanayideki üretenler değil.
Üreticiler sadece tarlasında bağında
bahçesinde sanayideki üretenler değil aynı
zamanda bilgi dünyasında teori dünyasındaki
üreticiler de önemli olduklarını ifade edip bu
alanı yönelicekler. Dolayısıyla Çin ve Uzak Asya
gibi ülkelerin ağırlıklı olarak yer almaya devam
edeceği bu alan üretim matematiğindeki
sistemin ağırlığını bizlere gösteriyor olacak.
Şimdi dört tane taraf sayacağız ve bu tarafların
birbirleriyle bitmeyen savaşlara nasıl gireceğini
anlatacağız. Ama önce dünyanın dört parçaya
bölünmek üzere olduğunu bir anlamamız ve
kavramımız lazım. Sizler mesajlarınızı atmaya
devam edin. Ben mesajlarınızı görüyorum.
Hepsine en sona geldiğimde soruları, sorular
olanları, soru halinde yazılmış olanları inşallah
dersin sonunda cevaplandıracağım. O yüzden
sorularınızı yazın. En sonunda inşallah onları
cevaplandıracağım. Dünya 4 sisteme
bölünüyor. Hani bildiğiniz artık doğu batı
kutuplaşması kuzey güney çatışması zaten
olacak. Bunu anlatmıştık daha önceki bir
fotoğrafta. Kuzey güneyin doğal bir çatışması
zaten olacak bunu anlatmıştık daha önceki bir
fotoğrafta. Kuzey-Güney'in doğal bir çatışması
olacak diye ancak dünya dört parçalı bir
sistematik ayrışmaya gidiyor. Bu ayrışmadan
birincisi üretim sistemcileri. Üretimi ayakta
tuttuğunu ve üretimin yapıyı ayakta tuttuğuna
inananlar. Bunlar Çin ve Yüze Kastel'in ağırlıklı
olduğu bir grup olacak. bunlar Çin ve Yüze
Kastan'ın ağırlıklı olduğu bir grup olacak. İkinci
grupsa pazarlamacılar. Pazarlama sistemi
dediğimiz yapı ki, dünyaya siz ne üretirseniz
üretin veya neyi nasıl yaparsanız yapın, bizler
pazarlamadıkça, bizler onu dünyaya
duyurmadıkça, insanların bir şey almazken o
alabilirliği sağlamadıkça bunun etkinliği olmaz
diyen bir pazarlama sistemi olacak. Dolayısıyla
dünyanın ikinci büyük sistematiği pazarlama
sistemcileri olacak ki bugün için bu merkez
hala Amerika Birleşik Devletleri gibi görünüyor.
Ancak dördüncü sistem bununla çatışmaya
hazır olan bir başka sistem olarak gelecek.
Üçüncü sistem ise kanton sistemi. Bu kanton
sistemi özellikle Avrupa, Afrika ve Güney
Amerika'da oldukça etkili olacak bir yapıyı
oluşturuyor. Kanton sisteminden kastettiğimiz
şu. Üretmek ve pazarlamak bir tarafa. Yeri
geldiğinde her türlü işi yapabilirim, edebilirim
ama ben kendi içimde ve kendi bünyemde.
yapabilirim, edebilirim ama ben kendi içimde
ve kendi bünyemde hiç kimseye muhtaç
olmadan kimsenin de bana muhtaç olmayacağı
bir alanda kendi yaşam biçimi ayakta tutmak
istiyorum diyen biraz daha minimalist Hristiyan
gruplarını oluşturacağı sonrasında farklı
düşünce ve inançların da hızlı bir şekilde
geleceği bir devre girdik. Biliyorsunuz yüzlerce
binlerce yeni din anlayışı söz konusu. Bunu da
bir başka futuatta temelleriyle delilleriyle ifade
etmiştik. Seyidimizin beyanatıyla. Bu bir
kanton sistemini getiriyor. Yani artık Avrupa'da
büyük devletlerin yapısal devletlerin kalıcı bir
unsuru olmasını bekleyemeyeceğiz. Kendi
içinde belli grupların kantonlaştığını yani küçük
sistemler arasında hareket ettiklerini
göreceğiz. Tabii şimdi birazdan şöyle bir soru
gelecektir akıllara. Ya öyle de ama bir adamın
kanton olabilmesi için kendine ait yapması
gereken şeyler var. Devletler buna nasıl izin
verecek derseniz eğer kantonlarınızı artık
devlet sahaları ve sınırlarında bulmayacaksınız.
Bazen o kantonları bilgisayar dünyasındaki
birlikteliklerle anlayacaksınız ki blockchain
dediğimiz yani para üretim aşamaları bunun
değişmesiyle beraber değişim sürecini
başlatacaktır. Ancak bu üç sistemin arasında bu
üç sistemin ortak tehdidi olan bir sistem var. O
da tek bir sistem o da birlik sistemi o da İslam
dünyasının oluşturmuş olduğu üretimi
pazarlaması ve kendi içindeki farklılık. Tarihin
sonuna kadar İslam ile küfür arasındaki savaş
bitmeyecektir. Doğru. Ama küfür tarafının en
az 3 parçaya bölüneceğini, Müslüman olan
tarafınsa bölünmeden ayakta durabilmesi için
gereklerini iyi anlaması gerekiyor. Çünkü bu 4
sistem savaştıkça özellikle 3 sistem savaştıkça
ayakta durabilir. Üretim, pazarlama ve kanton
sistemi özellikle üretim ve pazarlama
arasındaki savaş matematiği devam
etmediğilarını karşılayabileceğimiz ana unsura
dönüşebilmesi için ihtiyacımız olan temel
mekanizmanın bir birlik olduğunu anlama
sürecine yavaş yavaş gelmek zorundayız. İslam
dünyasının ihtiyacı olan ana unsur olarak ifade
etmemiz lazım. Neden diyecek olursanız
Müslümanların birlik ve beraberliği genel
itibariyle döneminden çıkabilme ihtimalini ya
da bundan ayrı yaşayabilme durumunu bize
anlatacak. Çünkü bırakalım onlar savaşsınlar,
üretenlerle pazarlayanlar savaşsınlar, kanton
sistemi bu arada bir kancayı oluştursun ve bu
iletişim ağında kendini arayan insan tipini
oluştursun ki biz onlara İslamiyet'i
anlatabilelim. Ama bütün bunların yanında
bizler üretimi, pazarlamayı ve teke tek
birleşmeyi sağlayabilirsek eğer bu yeni dünya
düzenindeki matematiği iyi kavraya olacağız.
Şimdi bu aynı zamanda çözümü getirecek
zaten. Dördüncü sistem. Birlik sistemi. Çözümü
getireceği için ve insanlar hep savaşmayı talep
ettikleri için nefse emmare hep savaşmayı, hep
çatışmayı, hep cedelleşmeyi ister ya mesela
şurası bir anekdot olarak beyan edeyim.
Karşınızdaki insan sizi anlayıp sizin
yanlışlarınızı düzeltmeye çalışırken eksiklerinizi
sizin gözünüze soka soka, irite ede ede, hani
cedelleşerek veriyorsa nefse emmalededir.
Özellikle işte bu vahabi anlayışını da çok
görüyorsunuz. Cedelleşme. Sen bunu mu
söyledin? Kafir oldun. Sen bunu mu söyledin?
Ne kadar kötü düşünüyorsun, ne kadar
aşağıdasdasın ne kadar akılsızsın gibi ama
konuyu anlayarak karşındaki özellikle bir
insansa tabi bazı yerler gelir aşağılamanız
gerekir hele ki Allah Resulü'ne Cenab-ı Hakk'a
küfrettiyse aşağı buradaki değer matematiği
farklı ama sokaktaki adam bir şey
anlatıyorsunuz adam çok yanlış bir şey
söylüyor ya diyor namazları diyor işte günde 3
vakit namaz oluyormuş. Şimdi burada
karşınızdaki insana önce o 3 vakit inanca neyin
götürdüğünü o kafasındaki üretimin ne
sağladığını anlamak. kavradıktan sonra o
insanı doğruya yöneltebilmek için bir çaba sarf
ettiğiniz andan itibaren o tatlı dili ortaya
çıkıyorsa burada bir nefs-i emmare söz konusu
olmaz. Burada karşındaki insanı doğruya
yöneltme olur. Dolayısıyla yeni çağ bu
cederleşme döneminin de sonuna gelmek
zorunda olduğumuz bir alanı doğuruyor. Çünkü
birazdan çözüm aşamasına geldiğimizde artık
onunla kaldıramayacağımız bir matematiği
görmeye başlayacağız. Bu bölümle doğal
olarak dünyada üreticiyi, pazarlamacıyı ve
arada kalmış kanton yapılanmasını birbirine
düşürecektir. Bu düşme üreticilerin ben
üretmezsem sen mahvolursun, sen
pazarlamazsan pazarlamacının da ben
pazarlamazsam sen mahvolursun diye
başlattıkları bir kavga sürecini devam ettirecek.
Bu kavga sürecinde artık sabit fiyatlandırmalar,
anlayışlı ihracat ve ithalat rakamları gibi gibi
pek çok unsuru göremeyeceğiz. 300 yıl sonra
meselesini biraz daha yakın dönemi
indirgemeye çalışırsak bu sürecin etkin
fonksiyonlarını görüyor olacaksınız. Tabii ki bu
bölünme 3 alanda bitmeyen bu savaşı
tetikleyecek. Yani biz bu savaşta 3 tane önemli
silahla karşı karşıya kalacağız. Bunlardan bir
tanesi bilgi, bir tanesi bilim, bir tanesi
araştırma merkezleri. Dünyanın yeni savaşçıları
bu üç alanda oluşuyor. Artık donanma, hava
işte kara, deniz askeri birlikleri tabiri caizse
günden güne farklılaşacaklar
kompozitleşecekler özleşecekler, adetler
düşecek, teknoloji büyüyecek ve burada
sadece tek bir alan var büyüklükte kalacak.
Oretler düşecek. Teknoloji büyüyecek. Ve
burada sadece tek bir alan var. Büyükte
kalacak. Orayı şimdi açmayalım. Geriye kalan
ana savaşçılar kimler olacak diye sorsanız. Bir,
bilgiyi elinde tutan adam. Bilgi kimde? Hatta
sırf bunun için o bilgiyle uğraşan, bilgi sahibi
olan insanların hayatlarını ortadan kaldırmak
ya da onları diğer sisteme adapte edebilmek o
tarafa doğru çekebilmek için dünya ciddi
paralar harcamaya başlayacaklar. Bir bir yerde
bilgi sahibi olan adamı kendi sistemine dahil
edebilmek için transferler gerçekleşmeye
başlayacak. Bu transferler büyük paralara
ölçümlenecek. Bazen devletler arası, milletler
arası çekişmelere vesile olacak çünkü bilgi artık
zannedildiği gibi çabuk ulaşılabilir bir değer
olmaktan çıkacak bugün de hep söylediğimiz
bir şey var bilgi google'da yazmıyor google'da
bilgi yok çünkü bilgi dediğiniz şey geçmişe ait
olan veri ise eğer buna bilgi denmez bu genel
itibariyle bilmek için ihtiyaçtır. Ama bilgiyi
yeniyi yapmak içinse yeniyi yapmak için
girdiğiniz şeylerin asliyetini orada
bulamazsınız. O kitaplardadır. Yaşayan
kitaplardadır. Yaşayan gönüllerdedir. Yaşayan
bilim adamlarıyladır. Diyeceğiz ki o ikinci
problem de bilimden çıkacak. Dolayısıyla bilim
dünyasının bu bitmeyen savaşın artık bir tarafı
olduğunu söyleyebiliriz ki virüs aşamasında
aynı şeyleri görüyoruz. Bugün herkes neyi
sonucunu bekliyor? Aşı bulundu mu
bulunmadı mı? Bulunabilecek mi
bulunamayacak mı? Sağlığımıza kavuşturacak
bir argüman var mı elimizde yok mu? Şu anda
dünyanın en büyük beklentisi doktorlar da. Tıp
camiasından bilim adamlarından bilimin her
ne kadar kendi kendine ket vurduğu büyük bir
cehalet döneminin başlangıcını da bize
yaşatıyor olsa da hala bu konuda çaba sarf
eden bilim adamlarımızın da hakkını yemeden
söylemek gerekiyor ki bugünkü en büyük
savaşçılar bilim adamları. Yarın da bu süreç çok
değişir durumda olmayacak. Yine biz bilim
adamlarına döneceğiz. Bilginin adamı, bilimin
adamı. Ve üçüncü merkez doğuyor karşımıza.
Araştırma merkezleri. Dünyanın dört bir
tarafında bilgiyle bilimi bir araya getirebilen ve
bunu doğru yerde ne zaman kullanacağını
bilen adamlar bu yeni sistemin başında oturan
yeni dünyanın yeni sahipleri mi diyelim yeni
önderleri olacaklar. görüyorsak eğer inşallah
kurulmuş araştırma merkezleri ve kurulacak
olanlarla beraber de aktif bir halde
kullanıldığında Allah azze ve celle iznin
inayetiyle inşallah çok daha etkin bir fonksiyon
oluşabilecektir. Şimdi bu problem üretim,
pazarlama ve küçük devletler kanton kafası
hızlı bir çatışmaya girerken dördüncü saha olan
bir de birlik sistemi, dört aile sistem çatışacak.
Bu çatışmadan biz kendimizi nasıl
koruyabiliriz? Kendimizi nasıl ayakta
tutabiliriz? Sorusunun cevabında çözüme
gidiyoruz. Bu çözüm için unutmamamız
gereken ana unsur birincisi şu. Eğer bizler bu
alanda savaşı bitiremeyeceğimiz kesin. Hiçbir
şekilde bu savaş kıyamete kadar bitmeyecek.
Hani dünya keşke barış yeri olsa deniyor ya. Ya
da efendim herkes birbirini sevse, herkes
birbirine sarılsa, öpse, koklasa da biz bu işte
şeyden böyle bir dünya asla olmayacak. Çünkü
burası küfürle imanın barışabileceği yer değil.
Burası küfürle imanın ayrıştığı yer. Öteki
tarafta dahi barışma yok ayrışma devam
ediyor. Bir ayrışma merkezi burası. Ehli imanla
ehli küffarın ayrışma merkezi. O yüzden lütfen
devletleri milletleri kendimizi düşünürken
bunu hiçbir zaman bir kenarda bırakmayın.
Savaşları dünyada hiç kimse bitireiremez
Cenab-ı Hak ahdetmiş Ancak biz bu savaşı
Yönlendirebiliriz Nereye yönlendirebiliriz Bizim
dışımızdaki bir sahada Bizim huzurla
Yaşayabilme imkanımızı sağlayabileceğimiz Bir
başka alana taşıyabiliriz Yani içimizde
yaşadığımız Savaştan kurtulup o birlik S
sistemini kendi içimizde yaşayabilirsek, dış
dünyanın kendi kavgası devam ederken biz o
dış dünyada o kavgadan bunalmış, ehli küffara
bu kez hakiki imanı izahta daha kolay ve daha
rahat hareket edebiliyor oluruz. Dolayısıyla bu
yönlendirebilme için bir birleşik harekete
ihtiyacımız var. Ve elbette ki bu birleşik hareket
gerekliliği bizde de İslam dünyasında da. Büyük
bir yeniliğe sebep olurcak ki birliğe engel olan
kim varsa eğlendiği bir süreci yaşıyor olacağız.
İslam ümmetinde cemaatlerin birbirinden ayrı
kalmasına cemaatlerin ayrı ayrı kalmasına
birbirleriyle çatışmasına sebep olan her kim
varsa bu engellerin ortadan kalkacağı bir süreci
yaşıyor olacağız. Elbette ki bu süreç kolay bir
süreç değildir. Çünkü dış dünyadaki insanların
etkisi altında hareket eden pek çok yapının
varlığını artık herkes ya malum. Bu yapıların
temizlenebilmesi bazen mümkün olmadığında
da yeni devletlerin kurulma aşamasında
görüyor olabileceğiz. İslam dünyası artık biz
ayrışmayalım, birleşelim demeye başlayacak ki
o günlerdeyiz. Birlik olma gününden
bahsediyorsak öncelikle yanlışlardan
kurtulabilir olmamız ve o doğrular üzerinde ki
La İlahe İllallah Muhammed konusu olduğunda
ve bu terazinin ortaya konulabilmesi için doğru
bir matematiksel bakış açısına sahip olan ehli
imanın uleması bir araya geldiği yerde bu süreç
hızlı bir şekilde tetiklenecektir. Ama bu
süreçten bizler ne kadar sorumluyuz canım?
Biz şimdi ne yapabiliriz bu konuda diyenler için
de bir de şahsi çözüm önerilerimiz var ki
zannedersen bu sohbetin sohbet babının kitap
tarafında değil ama kitap tarafında da olsa da
sohbet babında en çok ihtiyacınız olan alanı
söyleyeyim ben size ki. Bundan sonra
gençlerimizin aslında düşünce mekanizmalarını
nasıl değiştirmeleri gerektiğini de iyi anlasınlar.
Çünkü düşünme biçiminizi baştan aşağı
değiştirme zorunluluğunda olduğumuz bir
zaman dilimine girdik kıymetli kardeşlerim.
Bunlardan bir tanesi şu. Bugüne kadar yani bu
çağın bu dönüşüm sürecine kadar size bir şey
öğrettiler. Dediler ki farklı düşünün. Bu çağdan
sonra farklı düşünmek bir işe yaramayacak.
Önemli olan farklı yöntemler bulabilir olmak
olacak. Farklı düşünmek değil temel mesele.
Çünkü farklı düşünmenin olduğu yerde farklı
düşüncelerimiz olsa bir arada yaşayabiliriz
diyenler ne yazık ki çuvalladılar. Ve
çuvallayacaklar. Bir arada yaşayamıyoruz. Bir
arada yaşayabilmemiz için farklı yöntemler
ama aynı düşüncelere sahip olmamız lazım.
Aynı düşüncelere sahip olan insanların birbirini
çekeceği, farklı yöntemlerle aynı düşünenlerin
daha hızlı hareket edebileceği bir döneme
giriyoruz. Dolayısıyla farklı düşünmekten çok
farklı yöntemlere sahip olan insanlara
ihtiyacımız var. Her yere duyurmak değil
bundan sonraki süreç bunu elinizdeki ürün
içinde söyleyebiliriz. Elinizdeki fikriyatta önce
duyulduğu yerde etkili olabilmek önemli olan.
Önce bu fıt adında her yere duyurulmasından
önce duyulduğu yerdeki etkinliği her yere
ulaşabilmesi ve doğru bir şekilde ulaşabilmesi
için önemlidir. Yani bu noktadan sonra
reklamcılar için mesela bir örnek verirse
dünyanın her tarafında ürününüzün
duyulmasının bir anlamı olmayacak. Çünkü
aşağı yukarı sizin ürünleriniz çok kısa bir süre
içerisinde yapılmış olacak. Çünkü pek çok şey
değişecek ve hızlı değişecek. Bu değişim
sürecinde sizler duyulduğu yerde etkili
olabiliyorsanız ve duyulduğunuz yerde size
sahip olanlar, size sahip çıkanların varlığı daha
etkili olabiliyorsa işte o günden itibaren başarı
sizin için daha kolay olacak. Bu süreçten sonra
değiştirmek artık önemli değil. Değişmek
önemli olacak. Peki neye göre değişmek? Ya
üretim sistemine ya pazarlama ve tüketim
sistemine, pazarlama sistemine ya da
kantonlarla pazarlama arasında kalmış tüketim
sistemine uyacaksınız. Yahut birlik sistemi
içerisinde İslami değerlere göre kendinizi
değiştireceksiniz. Kendinizi bu değerlere göre
değiştirmezseniz eğer ne yazık ki yeni dünya
matematiğinde bu düzenin dışında
kalacaksınız. Artık sadece üretim ve pazarlama
sistematiğine uyarlanmış bir Müslümanın
hayatta Müslüman olarak kalabilme imkanının
olmayacağı bir döneme giriyoruz. Çünkü bu
sistemler aynı zamanda insanların inanç
mekanizmalarının temel değerlerini
oluşturuyor olacak. Artık çok olmanın çok
önemli olmadığı bir döneme gireceğiz. Önemli
olan öz olmak olacak. Özünde gerçek ve
samimi olan unsura ulaşabilmişse insan çok
olmanın karşısında daha etkin ve daha büyük
rollerin üstlenebilir olduğunu insanlar görmeye
başlayacak. Bu süreç bize bugüne kadar
yenilikten bahsediyordu. Halbuki yeniliğin
kendisini özellik ve öz değişiklik olarak
adlandıracağı bir sürece geçiyoruz. Bu
koronavirüsün en çok da Müslüman
kardeşlerimizde bütün ülkemizde ümit
ettiğimiz şeyi insanların özündeki beklenen
değişikliği sağlayıp sağlamadıkları üzerlerine
olmalıdır. Bundan önce sürdürülebilirlikten
bahsediyorduk. Bu süreci kapatıyoruz artık
etkinlik bölümüne geçeceğiz. Artık
sürdürülebilirlikten değil etkinlikten
bahsettiğimiz süreci daha çok konuşuyor
olacağız. Zamanlama bir önemi kalmayacak.
Zamanlamanın yerini konumlama alacak.
Hangi zaman diliminde ne yaptığınızın bir
etkinliği yok artık. Bundan sonraki
gerçeklerden bahsetmek istiyorsak eğer onun
konumuna değer veriyor olacağız. onun
konumuna değer veriyor olacağız. Hangi
zamanda, hangi zamana söylediği değil, hangi
konumda neyin üzerinde gerçekleştirdiğinden
bahsedeceğiz. Bu saatten sonra akılcılığın
hiçbir ehemmiyeti kalmayacak. Elbette yine
mealciler ve akılcılar olacak. Ortamda
kalmayacak diye bir şey yok. Bu savaş dedik ki
öğlene kadar devam ediyor. Ancak herkesin
birlik istediği bir alan ve sürece girdiğimiz
saatten itibaren bu bitmeyen savaşta biz bu
özelliklere kavuşabilirsek bu futahatın
beyanatıyla biiznillah bu savaştan en az yara
alan ve aynı zamanda bu savaşı
yönlendirebilenlerden olmayı Cenab-ı Hak'tan
niyaz ediyoruz böylelikle inşallah konuyu hem
daha iyi anlayabilir olacağız hem de yarının
dünyasını daha iyi değiştirebilir olacağız.
Efendim sorular varsa demiştik sorulardan bir
tanesi kitapları var mıdır diye bir soru vardı.
Futuata Seyit Muhammed Ruhi ve Ruhi
Yayıncılık diye kitabımız var. Oradan kitapları
elde edebilirsiniz. Matematik kitabı henüz
çıkmadı. Önce biyolojik kitaba çıkacak. Ondan
sonra matematik kitaba çıkacak inşallah.
Yazarın adı Seyit Muhammed Ruhi'dir efendim.
Coğrafya biyolojisi o da cevapmış. Soru var mı?
Türkiye'de virüs ne zaman sona erer? Türkiye
ekonomisi önümüzdeki yıllarda nasıl olacak
derseniz eğer. Virüsün bitişi için Mayıs'ın
sonuna doğru inşallah Ümmet-i Muhammed'in
rahatlayacağı bir süreci Cenab-ı Hak'tan niyaz
ediyoruz. Öyle ümit ediyoruz. Bitebilir
olurması biraz da bizim yaşam biçimimizle
alakalı bir konu. Hep geçen sohbete de beyan
etmiştik Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimizin emri özellikle evlerden
çıkmamak, karantina bölgelerini terk etmemek
üzere emri var. Bu Peygamber aleyhissalatü
vesselamın emri. Devletimizin emri var.
Dolayısıyla başka insanları korumak adına
kendimizden önce başka insanları korumamak
adına lütfen işiniz gücünüz yoksa sokaklarda
dökülmezseniz bir an önce bunu atlatıyor
olacağız veya zorunlu kaldığınızda dışarıya
gitmezseniz çok daha çabuk çözebileceğiz
efendim. Tek millet olan küfür milletinin üçe
bölünmesini ekonomik olarak mı anlamamız
gerekiyor yoksa kendi içlerinde fikri yahut dini
bir savaş zahire ve madden söz konusu mu?
Güzel bir soru. Küfür tek bir millet üçe
bölünüyor. Doğru. Zaten şu anda da bölük
parçalık ama yine üç grup halinde
değerlendirebileceğiz. Bu bir ekonomi
birlikteliği, ekonomik ayrışma. Ama bir adam
hem üretim sistemine bağlı bir adamken bir
yandan da bir kanton üyesi olabilir. O
kantonlar genellikle dini inançlar üzerine ya da
işte ne bileyim kötü bir kötü bir şeyi sevenler
işte içki sevenler kantonu veya işte
Hristiyanlıkta işte şunu şunu kabul edip de
bunu bunu reddedenler grubu gibi birden fazla
dini, yaşamsal, sosyal, ideolojik inancın bölü
pörçük milyonlarca binlercesini görüyor
olacağız. Yani YouTube kanalları gibi görüyor
bilirsiniz kantonları. Dolayısıyla bunlar kendi
içlerindeki fikri bölümleri kanton bölümünde
anlatacağız. Yani üretim ve tüketim sahalarının
yanında üçüncü bir sistem kanton sistemi.
Bazen bu kanton sistemleri içerisindeki bazı
adamlar daha büyüyünce her ikisine de
hükmedebilir olacak. Örnek vermek gerekirse
sizler ne bileyim işte elinizde işte kalem
sevenler kantonu. İşte biz asla klavyeye
dokunmayız kardeşim. Klavyeye dokunmak
haramdır. Günahlarını atıyorum şu anda
tamamen hayali. Biz böyle bir grubuz. Bizim
için kalem kutsaldır, klavye haramdır diye bir
grup kantonlaştı. Dünyanın dört bir tarafında
etkinleşti. Üreticiler bunlara gelecek. Tamam
biz bir kalem bulduk. Siz elinizde yazarken
bilgisayara bunu aktarabilecek. Bak sizin
inancınıza uygun. Pazarlamacılar da
üretimcilerle karşı karşıya ile bu ürünü
satmaya başlayacaklar. Eğer bu kanton çok
güçlenirse her iki sistem üzerinde de etkili bir
fonksiyon yürütmeye başlayacak. Bu aslında
müşteri değişimi, sosyal bir değişim, ekonomik
bir değişim. Sonra diyecek ki ya kardeşim ben
işte Güney Afrika'da yaşıyorum ama
kalemseverler kantonuna bağlıyım. Benim
devlet kalem kullanmama izin vermiyor. Bizim
devletinde klavye kullandırma mecburiyeti var
dediğinde kanton üyeleri bu devlete karşı
bilgisayarlar veya başka unsurlar üzerinden
savaş açacaklar. İşte savaş orada başlayacak.
Bu savaşta oradaki bir tane adamı
kurtarabilmek için belki Güney Afrika
ülkesinde büyük bir klavyeciler ve kalemciler
savaşı çıkacak. Bu savaş bilgisayar dünyasında
olsa da artık biyolojik ve kimyasal alanlarda
görüyor olacağız. dünyasında olsa da artık
biyolojik ve kimyasal alanlarda görüyor
olacağız. Başka alanlarda var ama şimdi onlarla
insanların aklına pek de karpuz kabuğu
düşürmek istemeyiz. Doğal olarak fikri ve dini
ve ekonomik alandaki savaşlarımızın bir
çeşidini yaşayacağız diyebiliriz cevaben. Bu
süreçte biz gençlerin üzerinde düşen görev
nelerdir? Nasıl bir yol izleyelim? Yol bir
efendim hep başından beri söylüyoruz. Bir
dininizi iyi bilin. İki dininizi size getirmiş olan
zat-ı muhterem Resul-i Kibriya aleyhissalatü
vesselam'ı iyi tanıyın ama bu iyi tanımanın ne
olduğunu lütfen iyi öğrenin. 3. Bugün sizi bu
ikisine bağlayan unsurları iyi öğrenin ki hep
ehribetten çıkar orası. Orayı doğru bir şekilde
anlarsanız sizin de yönelim biçiminiz doğru bir
şekilde ilerleyecektir. Dava adamı olma süreci
Hz. Adem'den kıyamete kadar devam edecek.
Şartları da hep bu minvalde sadece özellikleri
değişir. Kalem kağıtla beraber bilgisayar gelir.
Üzerine YouTube gelir ama dava hep aynı dava.
Sorulardan başka bir soru var mı? Bakalım.
Bundan sonra sabun değil. Bir dakika.
Kaydırdık efendim. Bundan sonra sabun
köpüğü satmak yok. Gerçek sabun satılacak.
Doğrudur efendim aynen öyle. Sahtesi artık bir
anda ortaya çıkacak. Ha bu arada şunu da ifade
edelim. Sahtesi demişken bu aralar bu
koronavirüs çok hızlı bir şekilde ilerlediği için
gündemde kalma çabasında olanlar yoğun bir
şekilde Mehdi Aleyhisselam'ın geldiğini gelmek
üzerine olduğuna dair pek çok söylem yaptılar.
Biz de bunu diğer kanalımızda yapmaya gayret
ettik. Anlattık orada. Ama zannımca oradaki
mesele çok da dine orada girmiyoruz. Burada
da güncel konuya girmediğimiz için
anlaşılmadı. O yüzden Cumartesi günü Allah
nasip ederse yine burada olursak beraberce
Allah nefes nasip ederse seyidimizin futuatıyla
beraber. Beraberce bu şu Mehdi kavramını
hem Kur'an-ı Azimüşşan hem de hadis-i
şeriflerin futuatla beraber bunun bir futuatını
yapalım. Çünkü Ümmet-i Muhammed'in
önünde önemli bir gariplik var. İşte sesi
duydunuz mu yakında Mehdi gelecek bugün
mi geliyor yarın mı geliyor sen misin ben misin
derken Ümmet-i Muhammed'i farklı bir yöne
çekmek isteyen grupların etkisi oldukça etkili o
yüzden inşallah cumartesi akşamınki
dersimizde zikir saatinde ilimimizle Cenab-ı
Hakk'ın seyrimize ikram ettiği ilimle
zikrettiğimiz saatte Allah nasip ederse
gerçeklerden bahsetmeye gayret edeceğiz. O
günde Mehdi, Mesih kavramını anlamaya
çalışacağız. Bu hadis külliyatının hikmet
babında. Farklı yöntemlerden bahsettik. Ne
gibi mesela o soruyu anlamadım.
Konumlandırma dediniz biraz daha açabilir
misiniz? El cevap şu. Sizler bugüne kadar
kullandığınız ya da yaptığınız ya da ürettiğiniz
ürün ve fikrin yaşadığınız çağa nasıl hitap
edeceğine dair özelliklerin daha ön plana
çıktığını ve çıkabileceği süreci tartıyor ve onun
peşinden gidiyor olacaksınız. Artık yaptığınız
ürünün kaç yıl kullanılabilir olduğu önemli
olmayacak. Zamana bağlı bütün faktörler
yerini konum ve kullanım biçimine göre
değiştirecek. Önemli olan artık bir arabanın
kaç sene kullanılabilir olduğu değil. O arabanın
o konumdaılabilir olduğu değil. O arabanın o
konumda ne kadar idare edilebiliyor? Hangi
konumda işte şehir şartlarında yaşayan bir
adamı bir şehirli olarak göstermesini ne kadar
sağlayabilir ne kadar sağlayamaz gibi konular
olabilir. Tabi kitapta bayağı genişleyeceğim bu
arada. Zamanlama ve konumlama biraz karışık
bir mevzu ama en kısaca böyle ifade edeyim.
Tıp kitabını acil istiyoruz. Dua ediniz. Madden
ve manen uğraşıyoruz bizler de. Büyük
şirketler ne konumda olacak? Dünyada büyük
şirketler kalmayacak. Büyük pazarlamacılar ve
büyük üreticiler olacak. Ve üretimde,
pazarlamada bahsettiğim sisteme göre
evrilecek değişecek evrilme kelimesi çirkin
oluyor, evrim teorisi getiriyor akla ama doğru
bir kelime ama pek de kullanmamak lazım
selamun aleyküm soru gücün argümanları
değişecek ama bunu yeni düzene uyan güç
baronları olabilir mi? Yine dünyaya o meşhur
aileler yön verebilir mi? Hayır efendim
veremezler. Çünkü siz o aileleri gözünüzde çok
büyüttünüz. Eğer Müslümanlar büyük olsalardı
bir Müslümanın nelere yapabileceğini Allah
Resulü beyan ediyor. Lütfen kafanızda artık
daha fazla bu aileleri anlatmayın. Zaten bu
aileleri Müslümanlar anlatı anlatı bu kadar
meşhur ettiler. Evet bu aileler çok etkililer.
Ancak bunların etkinliğini sağlayan şey
dünyada paradan para kazanma yöntemi. Eğer
siz birlik olur paradan para kazanmanın önüne
geçtiğiniz anda bu aileler zaten çöküyorlar.
Örnek petrol fiyatları bir anda düşünce hepsi
birbirine girdiler. Beraber bir araya geldiler.
Aman petrol fiyatları bir anda düşünce Hepsi
birbirine girdiler Beraber bir araya geldiler
Aman petrol fiyatlarını yükseltelim ki
Kendimizi hayatta tutalım dediler Çok basit bir
petrolle ortadan kalkıyor Demek ki Müslüman
gencimiz gelse Bu futuatlarla petrole ortadan
kaldıracak Unsuru hayata aktarsa E tamam işte
bu ailelerinin hiçbir etkinliği kalmıyor Lütfen
gözünüzden bu aileleri büyütmeyin Ve bu
aileleri büyüten videoları Habire paylaşıp
durmayın. Konumu anlattım biraz. Bu süreçte
ekonomik güç kim ya da kimlerinin elinden
alınacak? Peki para taşıyan ailenin elinde peki
ailenin elinden alınacak? Evet o işte
bahsettiğim gibi o güç gidiyor. Ekonomik güç
genel itibariyle 3 parçaya bölünecek. Üreticiler,
pazarlamacılar ve birlik unsuru olan Ümmet-i
Muhammed. Ama para sizin bugün anladığınız
manlarda değil. Blockchain mantığıyla
ilerleyecek. Ümmet birleşecek dediğiniz zaman
bazı Müslüman ülkelerin tavrı çok farklı.
Onların mantalitesi nasıl değişecek ve birlik
sağlanacak? Eğer orada yaşayan insanların bu
birlik hususundaki muhabbet ve talepleri artar,
bu davayı güdebilmek anlamındaki
mücadeleleri hızlanır ve buna daha fazla ağırlık
verirlerse inanın bana artık o ki devletler
ayakta duramayacak. Çünkü devlet
matematiğinin değiştiği bir döneme geçiyoruz.
Dolayısıyla bir anda o devletlerin ortadan
kaldığını görebiliriz. Konu yine kişisel olarak
yapmış olduğumuz ve çabaladığımız
muhabbete ve mücadeleye geliyor efendim.
Bir dahaki dersin saati Allah nasip ederse
Cumartesi günü yine 21.30'da normal şartlarda
Cumartesi günü dergahımızda zikrediyorduk.
Bu koronavirüs sebebiyle şu an toplanmıyoruz.
O yüzden yine 21.30 saatinde birliğimizin
değerince seyidimizin emriyle zikir saatinde
21.30'da efendim burada futuat yapıyoruz. Abi
Amazon'dan bahsetmiştim bir futuattı.
Kuantumları ayıran kesimlere nasıl tepki
verecek? Amazon da bölünecek. Amazon ama
yine o tepede duracak. Ne yazık ki. Ne yazık ki
derken keşke Müslümanlar ona sahip çıksalar.
Kendileri oluşturursalar. Virüs aşısı
uydurmakta. Vurdurmakta teröristlerimiz var.
Henüz aşı vurulmadı. Aşı konusunda bir başka
kanalda yaptığım açıklamaya çok ciddi tepkiler
gelmiş. Birkaç isimden şöyle ifade edeyim
kıymetli kardeşlerim. Ben sadece ve sadece
devletin yaptırdığı aşıları, çocuklarımıza
yaptırdığı aşıların zararsızlığından çocuklara
yaptırılan aşılar yaptırılmazsa İsrail'in
Türkiye'de hazırladığı çiçek kızamık gibi
hastalıklardan çocuklarımızın zarar
görebileceğinden bahsettim. Dünyada Amerika
Birleşik Devletleri'nde aşı karşıtlığı önce
Amerika istenilen düzeydedir. O yüzden o aşıyı
yaptırmanız gerekir. Virüs aşısı henüz çıkmadı.
Şu anda vurduğum şey yok. Geleceğin para
sistemiyle ilgili bilgi verebilir miyiz demişiz. Bir
başka kanalda verdik onu ama blockchain ile
ilgili baş başına bir video yapacağız. O diğer
kanalımızda efendim Rothschild ailesi
Rockefeller, dünya yönetme, yönlendirme ve
fitnelerin kaynağı bu para sahipleri bu
dönemde çok kafayı takıyorsunuz Rothschild
Rockefeller keşke kafayı daha çok kendimize
taksak. Yecüc Mecüc futu hatı da bekliyoruz
denilmiş. Cumartesi günü belki kısmen
beğendi de zaman bir başka futu hatı
anlatmıştım onu. kısmen beğendiği zaman bir
başka futuatta anlatmıştım onu. Müzik kitabı
için inşallah kıymetli kardeşim, yazan
kardeşimle beraber baş başa kalırsak bir gün
şu koronalı günlerden sonra beraberce çok hızlı
yazarız diye düşünüyorum. Evet. Dolar 40 yılış
olacak. Futuat bu sistem için öngörü olabilir
mi? Evet. Allah'ın izniyle olabilir. Belki doların
kendisinin bir ehemmiyeti dahi kalmayabilir.
Ehemmiyette ve mühim olan ehli imanın
gençlerin halidir. Beyefendiler ben size şöyle
bir örnek vereyim. Sizler bu akşam bu yayın
bittikten sonra şunu tefekkür edin. Bana Allah
Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin
kendisinden yahut ashabından yahut Hazreti
Ali Efendimizden yahut bu minvalde o
dönemde yaşamış ehli imanın herhangi
birisinden bir söz getirin ki karşısındaki
müşrikler üzerine olsun. Mesela, ya duydun
mu? Müşrikler de Bedir kuyularına harekete
geçtikten sonra ele geçirip bizi
mahvedeceklermiş. Duydun mu? Ebu Cehil
yeniden para topluyormuş. Duydun mu? Bizim
bundan sonra işte şunu şunu yapmamıza engel
olacaklarmış. Duydun mu? Duydun mu?
Duydun mu? Dikkat! Beyefendiler,
hanımefendiler, kıymetli kardeşlerim. Allah
Resulü sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz
bize bir Müslüman olarak nasıl düşünmemiz
gerektiğini öğretmiş olanların en hayırlısı ve en
üstünü müdür? Evet. O ki hayatı boyunca
müşriklerin ne yaptığıyla hiç ilgilenmemiştir.
Kendisi en iyisini yapmıştır ve en iyisini
yaptırmıştır ve müşrikler zaten bunun
karşısında mahfu perişan olmuşlardır. Hakikat
mahvoldular. Çözümleri hiçbir zaman kalmadı.
Siz de işinize odaklanırsanız inanın bana çok
kolay olacak efendim. Kitaplarımız için bir
abonelik sistemi için sormuşlar. Kitaplarla ilgili
abonelik sistemimiz için Emre kardeşimize
ulaşırsanız size yardımcı olacaktır. Dergilerden
bahsediyorsanız dergi aboneli sistemimiz Allah
nasip ederse bu ay içinde gerçekleşiyor olacak.
Bu korona itibariyle matbaalardaki yaşanan
sıkıntılar itibariyle bizim de çıkacak. İki
kitabımız ne yazık ki biraz yavaş çıkıyor ve size
ulaşıyor olacak ama Allah nasip ederse bu ayın
sonuna doğru bu abonelik sistemi için size geri
dönüş yapılacaktır. Önemli olan insanın evet
diğer kanalın adı sorulmuş. Diğer kanalda
efendim şeydir. Kitap da yazmaz ve Tevhid
Hoca'ya kayıtta şimdi cevap verdi. Allah razı
olsun. Efendim başka bir soru yoktur sanırım.
Eyvallah. Cenab-ı Hak seyidimizden binlerce
kez razı olsun. İlmini, derecelerini âli eylesin.
Bizler sözcülüğünü yapmaktayız. Sadece bir
tekrarcıyız. Sadece duyuranlardanız. Evde
kalırken size en büyük tavsiyemiz, lütfen
hayatınızı yeniden planlayın. Futu hatları bir
daha dinleyin. Hayatınızda çizeceğiniz planlar,
davanız üzerine planlarınızı yeniden planlayın.
Futu hatları bir daha dinleyin. Hayatınızda
çizeceğiniz planlar davanız üzerine planlarınızı
yapın. Bol bol zikredin. Bol bol Kur'an okuyun.
Bol bol film seyretmeyin. Normal adette film
seyredin. Ama sizi geliştirecek filmler seyredin
ne olur. Sizi geliştirecek kitaplar okuyun ne
olur. Bugünler planlama günleri. Çünkü
bundan sonra hayat çok hızlı akacak ve çok
değişik akacak. O akış başlamadan önce gemiyi
toparlama günleri vardır ya hani şöyle
denizciler kenara geçer ağlarını diker efendim
vesaire vesaire. Korkmayın. Cenab-ı Hakk'ın
size tayin ettiği rızık size ulaştırılacak. Asla
gecikmeyecek. Aksızlığa eksiltilmeyecek. Size
ne yazıldıysa gelecek. Bugünlerde hepimizin
bütün ehli imanın geçirdiği bir intihan var. Bu
imtihanlardan geçebilmemiz için, hakkıyla
geçebilmemiz için ne olur biraz sabır.
Hakikaten biraz sabır. Sahabe ikramın hayatını
düşünün. Biz yokluk yaşamıyoruz şu anda
Vallahi billahi tamlayı Telefon çalıyor Ne
istersen geliyor Dünyanın hiçbir yerinde yok 65
yaşında amcamız Polise telefon açıyor 2 tane
süt 1 tane ekmek getiriyor Yani hayatımızın her
aşamasında Eksikleriyle filan hepsi var Rabbim
hayırlısıyla Bugünleri de atlatacağımız günleri
Yani hayatımızın her aşamasında eksikleriyle
filan hepsi var. Rabbim hayırlısıyla bu günleri
de atlatacağımız günleri bize nasıl mümkün
eylesin. Yakındır. Sabır selamet. Ama şu günleri
lütfen boş değerlendirmeyin. Lütfen uykuya
vermeyin kendinizi. Sabahlara kadar uykusuz
kalıp akşama kadar yatağınızda uyumayın.
Bereketin, rızkın, feyizin dağıtıldığı o saatlerde
ayakta durun. Ümmeti Muhammed'in hizmeti
için daha ne yapabiliriz bunun derdine düşün
çok iş çoktur efendim ümmete çalışmak
isteyen iş yoktur Rabbim Cenab-ı Hak'tan razı
olsun Rabbim seyyidimizden razı olsun Rabbim
bizi bu yoldan ayırmasın davamızda kaim
eylesin seyyidimizin muhabbetiyle onun
talebeliğini Davamızda kaim eylesin.
Seyyidimizin muhabbetiyle onun talebeliğini
nasip müesser eylesin bizlere efendim.
Hayırların fethi, şerlerin defi, ümmeti
Muhammed'in sağlık, saadet, afiyeti için Allah
nasip ederse, cumartesi akşamı görüşmek
üzere. Allah'a emanet olunuz. El Fatiha.

Altyazı M.K. gelmiş geçmiş mümin müminat


müslüm müslümatın ruhlarına El Fatiha Hz. Ali
Efendimiz'in ruhlarına Hz. Fatıma Hanım'ız Hz.
Hasan, Hz. Hüseyin Efendimiz'in ruhlarına Hz
Fatıma Hanım'ız Hz Hasan Hz Hüseyin
Efendimizin ruhlarına gelmiş geçmiş Seyyid ve
Seyyidelerin ruhlarına 12 İmamın ruhlarına ve
kafi ehli esnafin ruhlarına, Sadat-ı
Kadiriyyeden ve Sadat-ı Muhammediyeden,
gelmiş geçmiş mürşid mürşidan, mürid
müridanın ruhlarına ve kafirli iman erbahanın
ruhlarına. El Fatiha. El Fatiha etmiş olanların
ruhlarına, Şühedayi Çanakkale, Şühedayi
İstanbul Evliya-i İslamlı ruhlarına, Cabir bin
Abdullah Hazretlerinin ruhlarına,
Eyyubelensari Hazretlerinin ruhlarına,
Şühedanın serperveri Hazreti Hamza
Efendimizin ruhlarına ve kafili iman
erbahanının ruhlarına El Fatiha El Fatiha
Meded ya Hz. Ali Kerem Allah ve Cehub Meded
ya Gavsa Azam Abdülkadir Meded ya Seyyidi
Muhammed Ruhi
Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakk'ın
izniyle ayetiyle salı akşamında büyük
toplumsal sorunlarda bu hafta milliyetçilik
illetiyle alakalı olarak son ulus devletlerden el
alıp konuyu bir kez daha ifade etmeye
çalışacağız. Bir kez daha diyorum çünkü
bundan evvel de füturatın başka kısımlarında
Malazget'le ilgili olan kısımda coğrafyayla ilgili
olan bir yakın coğrafyayla ilgili olan bir başka
füturata milliyetçilikle ilgili pek çok şeyi ele
almıştık. Bir başka futuatta milliyetçilikle ilgili
pek çok şeyi ele almıştık. Bugün biraz daha
Avrupa ve dünyanın mevcuttaki konumunu da
göz önünde bulundurarak biraz o minvalden
hareket ediyor olacağız. Ve hemen içerisinde
ehli İslam'ın gençliğinin yapması gereken çok
önemli formülleri beyan edeceğiz. Futuattan
çünkü bu bizim derlenip toparlanmamız için
bir ihtiyaç. Önümüzdeki tehlikeler. Bugünlerde
koronavirüs tehlikesiyle mücadele ediyoruz
ama yarına hazırlık yapmak gerekiyor. Yarın
hemen bugünün içerisinde tam da karşımızda
durmakta bizim. Dolayısıyla dersin kendisi bir
başka pencereden bakıldığında yani
Avrupa'dan bizim ülkemize, dünyadan bizim
ülkemize, dünyadan bizim matematiğimize
bakıldığı zaman daha net anlaşılabileceğini
ifade edebilirim. Hakikat dersin sonunda Allah
nasip ederse bu akşam yine canlı yayında sizin
sormuş olduğunuz soruları tek tek inşallah
atlamadan cevap vermeye çalışıyor olacağım.
O yüzden anlatırken aklınıza gelen bütün
soruları oraya yazmaya devam ederek
olabilirsiniz. Bir diğer taraftan Elhamdülillah
Fütuhat-ı Seyyid Muhammed Ruhi dünyanın
dört bir tarafında yayma mücadelesi içerisinde
ülkemizdeki, çevremizdeki sevgili genç
kardeşlerimizin, büyüklerimizin beraberce
oluşturmuş oldukları fütuhat grupları var. Yani
dersleri beraber okudukları, beraber
çalıştıkları, kitapları anlamaya, algılamaya
çalıştıkları bir çalışmaları var. Hem okuyorlar
hem aktarmaya gayret ediyorlar. Dolayısıyla
onların da kendi derslerinden bazı sorular var.
Fütuhat gruplarından. Onları bir araya
getirdim. Geçtiğimiz salıdan bu haftaki salıya
kadar ki bana ulaşmış bütün soruları gruplarda
paylaşımla ulaşmış soruların hepsini
gruplardan aldım. Allah izin verirse sonunda
sizin sorularınızdan hemen sonra onları da
cevaplandırıyor olacağız. Efendim büyük
toplumsal sorunları anlatmaya devam ediyoruz
seyircimiz. Dolayısıyla yine geleceğe ait olan ta
Şubat ayında başlamış olduğumuz bu futuat bu
haftaki serisinde milliyetçiliği ele almış oluyor.
Bununla beraber başından beri ele almış
olduğumuz konu sayısı 11. konuya ulaşmış
olduk ve toplamda büyük toplumsal
sorunlarda 21 tane konumuz var. Bu konuların
bir araya gelmesiyle beraber inşallah bu
önümüzdeki sürecin tabiri caizse bir kullanma
kılavuzu ile karşılaşıyoruz. Yani Ümmet-i
Muhammed'in nasıl ve ne ile karşılaşacağını
hem söylüyor hem çözümleri beyan ediyor
hem bu çözümler uygulanmazsa ne olacağını
söylüyor. Allah onlardan razı olsun ki böylece
bizler bu hakikati çözebiliyor olalım. Bizler bu
hakikati çözebiliyor olalım. Efendim
milliyetçilik dediğiniz meseleye gitmeden evvel
Resul-i Kibriya Aleyhissalatü vesselam için bu
bizden olamaz, bu bizim gibi olamaz. Eğer
bizim gibi olabilseydi eğer böyle yapmazdı,
bize karşı çıkmazdı diye çok iftiraların arasında
buna da yer veriyorlardı. Ancak bugün
baktığımız zaman bizler o devirden baktığımız
zaman Allah Resulü'nün bu söylemi ona karşı
olan bu söylemde zaman zaman da akşamları
birceli toplantılar yaparak o toplantılarda o
yemeklerde çeşitli kötü sözlerle onları anarlar
ve dalga geçerlerdi. Günlerden bir gün yine
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem
Efendimiz'e böyle bir toplantıda onlar bizden
değiller ki onlar bizim gibi değiller ki
söylemlerinden ötürü. Oldukça üzülmüş olan
sahabe-i ikram Efendimiz Resul-i Kibriya
aleyhissalatu vesselam'a gelip ya Resulallah
bizler hakikaten aslında onlardanız onlar
gibiyiz. Onlarla beraber anılmayı arzu ediyoruz.
Yani milli olarak yapı olarak onlarla beraber
değil miyiz biz ya Resulallah? Böyle
söylemeleri çok garip değil mi? diye bir tavır ve
beyanatları olmuş. Bunun üzerine de Allah
Resulü'nün cevabı bir Kur'an azimüşşanlı ayet-i
kerimesiyle olmuştu. Kur'an'daki bir ayetle
kendilerine cevap vermişti. Ne dedi? Bir araya
gelip bu Müslümanlarla dalga geçenler için
dünya bir oyun ve eğlenceden ibarettir. ve
Allah Resulü de hayatı boyunca bu
milliyetçiliğe karşılık gerçekten ümmetin
birliğini ve beraberliğini ifade etmek için pek
çok söz söyledi. İnşallah bunları da Siyer-i
Nebi'de takip ediyor olacaksınız. Allah nasip
ederse Tevhid Hoca kanalımızda 52 cilt
boyunca Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem efendimizin hayatını anlamak üzerine
bir yolculuğa çıkıyoruz. Onu tevhid hocandan
takip ediyor olacaksınız. Bu milliyetçiliği doğru
bir şekilde anlamak için her seferinde kendi
ülkemizden baktığımızda doğru anlamakta
zorlanabiliriz. Bu yüzden konuyu biraz daha iyi
kavrayabilmek için dışarıdan bir gözle bakmaya
ne dersiniz? Çünkü kendi ülkemizden bakınca
özellikle milliyetçiliğin çok önemli olduğunu
düşünen ve bunun hep altını çizmek isteyenler
kimi zaman bunu yanlış anlıyor olabilirler.
suçluluk arasındaki ince farkların ortadan
kalkmış olduğu bir anlayış biçimi gittikçe ön
plana geldiği için belki de bu hakikati kaçırıyor
olabilirler. O yüzden gelin biz bu soruna ve bu
beyannameye bu sefer bir Avrupalı gözüyle
bakmaya gayret edelim. Bu sefer daha iyi
anlayabiliriz diye düşünüyorum. Futuat'ın
beyannamesiyle söylemek gerekirse.
düşünüyorum. Fütuhatın beyanlamesiyle
söylemek gerekirse. Şimdi Avrupa'da önemli
olan ve dünyada önemli olan birkaç kavram
var. Bu kavramlardan bir tanesi tarih boyunca
din olduğu. Bir diğeri de ırk ve bu ırkın bağlı
bulunmuş olduğu yapının oluşturduğu milliyet
unsuru oldu. Ancak dünya düzenine baktığınız
zaman dini bir kavram olarak alan, bunu ırk ve
milliyetle birleştiren ve bunları farklı şekillerde
deneyen yapılar her zaman oldu. Bu yapılar
hangi cihete ulaştılar? Bunu bir kavrarsak eğer
o milliyetçiliğin esasında yaşam biçimimizde
neyi etkileyip neyi etkilemediğini biraz daha
görebiliyor olacağız. Şimdi bugün bir dinsizlik
yapısına yani bir ateist konjektüre sahip olan
Çin'e baktığınız zaman hem bir dinsizliği ön
plana çıkarmış hem de ırkını ve milliyetçiliği
bununla birleştirerek bir yapı oluşturulmuştur.
Dolayısıyla Çin dediğiniz ülke ulus bir devlet
olmakla beraber dinsizlik argümanı üzerinde
kendisini nitelendirmiş ve geliştirmiştir. Ve bu
gelişim içerisinde yapıya oturduğunu
düşünmektedir. Önce bir devletleri bu
minvalde bir değerlendirelim. Din, ırk ve
milliyet açısından hangi açıdalar ve ne
noktadalar bir kategorize edelim. Sonra bu
kategorileri birbirleriyle karşılaştıralım. Kısaca
kitapta genişletmek üzere tabii ki. Bir diğer
taraftan dini özellikle kavramsal olarak şer'i
olarak anlayış biçimi olarak merkeze almış.
Hem de ırk ve milliyetçiliğin en üst seviyede
görülmüş olduğu bir de İsrail var. Ve bu da bir
ulus devlet olarak karşımızda. Bir diğer
taraftan bir ses problemimiz var sanırım. Şimdi
o sesle ilgili meseleyi çözmeye gayret edelim.
Şimdi zannedersem belki biraz daha ses mi
olabilecek bakacağız. Evet. Canlı yayınlarda
böyle olabiliyor. Ses kısık deniyor. O sesi açmak
için uğraşıyorum şu anda. Aynı zamanda ikisini
bir arada yapmak için çaba sarf ediyoruz. Tabii
oluyor bunlar. Şimdi oluyor bunlar. Şimdi
Zannedersem şimdi biraz daha iyi geliyor
olması lazım. Şimdi daha iyi algılıyor
olabilirsiniz diye düşünüyorum. Şimdi
anlayacağız onu gelen cevaplarla beraber.
Büyük ihtimalle biraz da yüksek kalmış olabilir
şimdi. Evet. Zannedersem şimdi hepsini bir
araya getirdik. Böylece düzgün bir şeye
ulaştığımızı düşünüyorum. Evet şimdiki
yorumlarda anlayacağız. Şimdi iyi olduğuna
dair geliyor cevaplar. Peki kaldığımız yerden
devam ediyoruz o zaman sorunumuz yoksa. Bir
de İsrail var dedik. Bu da özellikle dini,
milliyetçiliği çünkü bir Yahudi olabilmeniz için
özellikle bir Yahudi anneden doğmuş olmanız
gerekiyor. Bu sebeple bir araya getirmiş bir de
İsrail var ve bu da bir ulus devlet. Şimdi üçüncü
bir ulus devlete geçelim. Bu da Amerika
Birleşik Devletleri. Orada din yok, ırk yok.
Şimdi dikkat. Üç tane ulus devlet kavramından
bahsediyoruz. Bugün dünyada ulus devletin
ehemmiyetinden bahsediliyor. Hele ki Avrupa
dediğiniz ülkede özellikle ulus yapısının
mültecilere karşı yabancılara karşı bir
toparlanma, derlenme, kendimize gelelim,
Avrupalı olduğumuzu unutmayalım diyenler
vardı. Şu koronaya kadar da Avrupalı
olduklarını zannediyorlardı. Ancak biz bir
başka futuatta ehli küffarın hiçbir zaman bir
araya gelmesinin kendisi içinde bile mümkün
olamayacağını beyan ediyorduk her ne kadar
tek bir yürek gibi tek bir kol gücü gibi hareket
etmeye çalışsalar da bir gün menfaatleri
birbirleriyle çakışacak da bugün çakıştı.
enfaatleri birbirleriyle çakışacak da bugün
çakıştı. İtalya'ya da İngiltere'ye de bir başka
ülkeye de Avrupa'nın diğer ülkeleri birbirlerine
karşı söylemedik laflar bırakmadılar haklı
olarak da hem de. Şimdi onlar ne dediler? Ulus
olmamız lazım. Bizim ülkemizde de bunun bir
karşılığı var. Bu Suriyeliler nereden geldiler?
Herkese yardım etmek mi lazım? Olur mu
canım öyle şey diyenler de olmadı mı? Evet.
Dolayısıyla bir ulus devlet olabilme çabasını
mücadelesini verenler için şimdi ben size 3
tane ulus devlet saydım. Bunlardan bir tanesi
Amerika Birleşik Devletleri bir tanesi Çin ve bir
tanesi İsrail. Sakın bana Amerika Birleşik
Devletleri'nin bir ulus devlet olmayıp 52 tane
eyaletten oluştuğunu söylemeyin. sonuç
itibariyle Amerika 200 yıldan beri ulus
olabilmenin mücadelesini verdiği gibi kendisini
Amerikan ulusu olma yolunda Amerikan
ulusçuluğuyla çokça beyan etmeye çalışan bir
yapısı vardır. Özellikle Cumhuriyetçilerle
demokratlar arasında devam eden bu süreç
Avrupa'da da Türkiye'de de aynı minvalde
devam eder. Fransız ihtilalinden bu yana. Peki
bu ulus devletler bizden ne istiyorlar diye
bakacak olursak çok enteresan bir şeyle daha
karşılaşacağız. Çin dediğiniz ülke komünizmi
kendisine merkez edinmiş kendisine bir ilke
edinmiş yapıdaydı. Amerika Birleşik Devletleri
bir ulus devlet olarak kapitalizmin önderliğini
ve onun öncülüğünü soyulmuş olarak bütün
dünyaya bunu satmaktaydı. Ve satma çabasına
devam ederken kapitalizm elinde kaldı. Peki
İsrail ne komünist diyebilirsiniz ne kapitalist.
Dinden almış olduğu değerler kapsamında
oluşturmuş olduğu bir ulus devlet yapısına son
zamanlarda kendi hükümet krizleri en yüksek
seviyede ayyuka çıkınca galiba olmuyor
demeye başladı. en yüksek seviyede ayuka
çıkınca galiba olmuyor demeye başladı. Yani
bugün bir Çin'in de Amerika'nın da bundan
sonra gelmiş İsrail'in de kendi ulus yapısı
içerisinde bu milliyetçiliği ister dinle ister
dinsizlikle ister milliyette ister milliyetçilik
hususuna dayalı olarak her ne kadar
geliştirmeye gayret ederse etsin mümkün
olmadığı görüldü. Yani buradan şöyle bir sonuç
çıktı. Din ile milliyeti bir arada tutma gayretleri
dünyada bu üç ülkeyi saydığımız zaman hem
de önemli aktörler olarak saydığımızda ne
yazık ki karşımıza çıkan sonuç ve hakikaten
Futuhat'ın söylediği bir kez daha ortaya çıkıyor
ki milliyetçilik dünyada bitiyor. Hangi tür
milliyetçilik diye bahsediyorsanız eğer önce
onların ne yapmak istediğini anlamanız
gerekiyor. Bugün bütün dünyada yeniden
gündem edilmeye çalışılan ve Avrupa'da hızla
yükseltirmeye çalışılan sağ fraksiyon ne yazık
ki bu tarafta sol fraksiyon olarak kabul edilir.
Ne yazık ki bu tarafta sol fraksiyon olarak kabul
edilir. Avrupa'nın sağc alabiliriz diye
değerlendirmeye gayret ettiklerinde şunu
görüyorsunuz özellikle şunu yapmaya gayret
ediyorlar. olmak. Çünkü kendi iş dünyalarında
ve bütün dünyada şu anda hızlı bir şekilde
dinsizlik akımını ve dinden uzak bir yaşam
biçimini öngörmenin getirisi olarak İslam bu
noktada hakikati anlatmak için vermiş olduğu
mücadeleyle beraber Hristiyan misyonerlerin
artık ulaşmadığı yerlere ulaşabilme kabiliyeti
de geliştikçe bir problem olmaya başladı. İşte
bu yüzden milliyetçilik kavramına yeniden
sarılanlar aslında İslam dünyasının kendisine
gelerek bir şeyler yapabilme ihtimalini görünce
bunu biraz daha harekete geçirmek istiyorlar.
Bu zamanlarda bugünlerde her ne kadar
komplo teorisyenlerinin bütün dünya bir tek
devlet olacak. Efendim herkes tek bir tip adam
olacak demelerine bakmayın. Ne yazık ki bizim
ülkemizde komplo teorisyenleri dinden
habersiz komplo teorisyenleri olduğu için hep
dışarıdaki adamın yapabilirliklerine bakarlar.
Ancak kendi dinimizin getirisi olan yapılara
bakıldığında hali hazırda devam eden hakikat
ve hikmet boyutundaki işler en nihayetinde
İslam dinine mensup olan insanların da bu
dünyada bir hakikat ve hikmeti beyan etmek
için mücadele edeceğinden Avrupalı ve
Amerikalı gayet haberdar. Bu yüzden hem
Avrupa hem Amerika hem Çin hem İsrail her
ne kadar merkeze ekonomiyi almış olduklarını
söyleseler de unutmayın ki Kur'an'ı esaslı onlar
İslam dünyasının inanç biçimiyle düşmanlar. Bu
inanç biçiminden çıkılması gerekliliğini her
zaman ortaya koyamıyorlar. Farklı şekillerde
bizleri sıkıştırarak, köşeye sıkıştırarak tabiri
caizse bu yapıdan uzaklaşmamızı istiyorlar.
Tabi bu dünya çapındaki kartellerin de işine
yarıyor. işine yarıyor çünkü bu milliyetçilik
görüntüsü altında toplum tepkilerini de
yönetmek istiyorlar ve toplumları özellikle
mültecilere karşı ciddi anlamda ayağa
kalkmasını istiyorlar. Bugün aynı etkiyi bizler
kendi ülkemizde de görüyoruz. Özellikle Suriye
karşıtlığı, mülteci karşıtlığı her ne kadar ve
elhamdülillah tutmuyor olsa da ve tutmayacak
olsa da buna karşı bir mücadele elbette var.
Çünkü bütün bunları yan yana koyduğunuzda
bütün dünyadaki düzeneyin aslında İslam'ın
getirmiş olduğu öngörülere karşı bir hareket
biçimi olduğunu göreceğiz. Şunu asla
unutmamamız gerekiyor sevgili kardeşlerim.
Eğer bir yerde belli hareketler yan yana
dizdiğinizde anlamlı bir sonuç veriyorsa, bunun
karşısında düşman olabileceği büyüklük ancak
dindir. Dinler arasında da kendisini hala yeni
tutmayı başarmış, Cenab-ı Hakk'ın emriyle
başarmaya da mecbur edilmiş. Kur'an-ı
Azimüşşan'ın değişmezliği, Resul-i Kibriya
aleyhisselatü vesselamın sünneti ve Ehl-i
Beyt'in varlığıdır. İşte bu yüzden Mehdi
aleyhisselamla ilgili olan derslerde anlattık ya.
Mehdiyet meselesi Ehli Beyt meselesidir. Bu
yüzden onların düşmanlığı aslında Ehli Beyt'e
olmasından daha farklı bir daha başka bir
sonuç bekleyemeyiz. Şimdi birileri
globalleşmeyi reddederek Çin ve diğer
unsurların yükselişini de engellemek istiyor
olabilirler. Ancak globalleşme dediğiniz
unsurun birlik ve tekil para yapısı ne yazık ki
dağıldı. Çünkü globalleşme dediğimiz dünyanın
küçük bir köy haline getirilme çabası bugün
yapılmış olan blockchain ve doğu bloğunun
bunu kullanarak büyümesi karşılığında yeniden
kendini toparlama sürecine tabi tutmaya
gayret ediyor. Bu yüzden son kalan ulus
devletler büyük toplumsal sorunlar olarak
karşımızda. Bunların dağılmasından ötürü de
kimse üzülmemelidir. Evet FUTUAT konuya
yine bin başka açıdan bakıyor. Bugün bütün
komplo teorisyenleri ya da bütün bu ülkeyi çok
sevdiğini iddia eden devletçiyiz biz diyen
adamların çoğu ulus devletler yıkılırken dünya
globalleşip tek bir köy olacaklar derken biz
diyoruz ki hayır Adem'den beri çift kutupludur.
Bir tarafta nur-u ilahiye tabi olan ehli İslam, bir
taraftan karanlığın ve o karartıcı göğüsleri sıkıcı
olan küfrün temsilcisi olan ehli küfvar vardır.
Şekilleri değişir, isimleri değişir, bayrakları
değişir, yapacakları değişir. Elbette bu değişen
şeylere karşı stratejiyi geliştirmek gerekir ve
değiştirmek gerekir. Ama en nihayet
neresinden bakacaksanız bakın. İster buna
globalleşme deyin, ister buna milliyetçilik
karşıtı bir duruş deyin, hiç fark etmez. Bu
aslında nihayetinde ehli İslam'ın işine
yarayacak olandır. Bunu ne yazık ki göremiyor
bugün toplum. Ulus olmanın ve milliyet olarak
hareket etmenin önemini ifade ediyor. Halbuki
bu bize sokulmaya gayret edilen bir zokadır.
Eğer bunu yersek avlanacağız. Çünkü toplumun
bir ulus devlet yapısı altında değil, hakiki bir
ümmet bilinciyle hareket etme mücadelesine
mecburuz. Tabi bu işin merkez noktasındaki
ana ibaresi kitapta çok genişleteceğimiz bir
alan ama sohbetin daha da önemli olan kısmı
bizim ne yapacağımız. Çünkü milliyetçilik ulus
devlet burada biraz daha anlatınca genellikle
insanların böyle milliyetçilik damarları hala
atmaya devam eden insanlar bu konulara karşı
duyarlı olabiliyorlar. Ama şimdi çözümü
anlatırken bahsettiğimiz milliyetçiliğin ne
olduğunu biraz daha iyi anlıyor olacaksınız
inşallah. durumunda Avrupa'nın sağı ile
Türkiye'nin solunun birleşmesi ve bu
birlikteliklerle beraber devletçilerin bir kısmı
ülkemizdeki devletçi diye tabir edilen bir
kısmında göz yummasıyla beraber ciddi
anlamda Türkiye'de belli sıkıntıların olması söz
konusu olacaktır. Bakın bu noktayı iyi
kavramanız için size şu Perşembe günü 100.
yılını yeniden yaşayacağımız Türkiye Büyük
Millet Meclisi'nin kuruluşunu hatırlatmak
isterim. Bizim birinci meclisimizin ilk fotoğrafı
gerçek bir yapının gerçek bir ümmet bilincinin
en azından bilinç düzeyinde bir varlığını
göstermektedir. Ne anlamda? Ne anlamda?
Aynı fotoğrafa baktığınız zaman asker orada,
ulema orada, efendim din adamları orada
hatta çok enteresandır Türkiye Cumhuriyeti'nin
de savaş konusu olmuş olan muhacir olmaya
mecbur kalmış olan bütün azınlıkların
temsilcileri bile o mecliste dualarla açılıyor.
Kurbanlar kesiliyor, hatimler okutuluyor ve
birinci meclis açılıyor. Ve ilk darbe aslında Türk
tarihinin Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk
darbesi o birinci meclise yapılıyor. Ama şimdi o
meseleye girmeyelim. Ama hakikat şunu
görüyoruz. Birinci meclisten sonra gelen meclis
milliyetçiliği ön plana alarak, Türkçülüğü ön
plana alarak, Türkiye'yi ön plana aldı. Aynı şey
Arap dünyasında görüldü. Milliyetçiliği ön
plana alarak, Türkçülüğü ön plana alarak,
Türkiye'yi ön plana aldı. Aynı şey Arap
dünyasında görüldü. Siz zannediyor musunuz
ki sadece bizim ülkemizde Arapların kötü, pis
kokan, efendim elleriyle yemek yiyen ne kötü
adamlar denildiğini zannetmeyiniz. Batı
tefekkürü diye ifade etmeye çalışıp doğuya
karşı düşmanlık beslememizi isteyenler, aynı
şekilde Arapların içerisinde de Arap
milliyetçiliğini bazı rejimiyle beraber ayağa
kaldırmadılar mı? Onlar da Osmanlı'nın
sömürgeci de bunlar bu Türkler sömürür bu
Türkler mahveder demediler mi? Bizim
ecradımızdan kalmış olan bütün eserleri alt üst
etme gayretinde olmadı mı büyük bir kısmı?
Dolayısıyla halklar bazında değil ama yönetim
bazında bakarsınız eğer bu milliyetçilik zokasını
yutmuş bir topluluk olarak 100 yıl sonra da
aynı zokayı bir daha yutmaya değer mi? Eğer
bu zokayı sokmaya zokayı yemeye devam eder
tabiri caizse bunlar kafada kalsın diye bu
cümlelerle söylüyoruz ne yazık ki. Eğer bu
şekliyle devam edecek olursak toplumun
içerisindeki bu milliyetçilik duygusu ve dalgası
ümmet bilincinin daha üstün ve hakiki bir
değer olduğu kavramını kaybederse çok net bir
şekilde söylemek gerekirse bunlar Türkiye
Cumhuriyeti'nde bu yaşadığımız vatanda
özellikle milliyetçi bir sünniliği ön plana
sunacaklar. Ve bu milliyetçi sünnilik ilerleyen
boyutlarda İran'la ya da Şia dediğimiz
mantıkla, Alevilerle başka anlayışta, başka
mezhepte ama Ehli İslam'ın birer parçası olan
bu değerlerle çatışma düzeneği üzerine
kurgulanmak istenecek. Birazdan çözümleri
verirken aslında daha da netleşecek plan. Ama
bu plan eğitim düzeninden de dini çıkartma
üzerine gidecek. Dolayısıyla bir yandan dinden
uzaklaşma ve bir yandan da milliyetçiliğe
yaklaşmak gibi bir tutum olacak. Zaman zaman
bu söyleme karşı milliyetçi dünya bizler hem
dindar hem milliyetçi olamaz mıyız diye sual
ederler. El cevap olamayız. Hem dindar hem
milliyetçi olamaz mıyız diye sual ederler. El
cevap olamayız. Hem dindar hem milliyetçi
olmak gibi bir mantık İslam dininin temel
mantık algoritmasına aykırıdır. Zira istediğiniz
kadar bunun içerisindeki doğruları ve
güzellikleri sayıyor olun. Milliyetçilik
kavramıyla başlamış her hareket günün birinde
bugün dünyanın diğer devletlerinde görüldüğü
gibi mutlak surette kendi içini kemiren bir
yapıya dönüşmeye mecburdur. Bu kemirgen
yapıyı kurtulabilmek için elimizde tek bir
gerçek var o da dindir. Dinin yanına başka bir
şeyi ekleyemeyeceğimiz ve eklemememiz
gerekliliği Resulü Kibriya aleyhissalatü
vesselam tarafından çok açıkça beyan
edilmiştir. Ben Arap değilim, Arap benden
değildir. Yani Arabi olan milliyetçi bir Arap
yapısıyla bu hareket başlamamıştır. Kaldı ki
medeniyet tasavvurunu ifade ettiğimiz diğer
derslerimizi dinlerseniz insanın tek bir ırkla
anılıyor olması da mümkün değildir. Bütün bu
değerler bize hızlı bir şekilde iç savaş
planlamasına götürmek üzerindedir. Bakın
sevgili kardeşlerim bu milliyetçilik tohumları
Arap Baharı dedikleri süreçte her ne kadar
kendilerini yönetenlere karşı başk kaldıranların
genel itibariyle hakkını savunmak için vermiş
oldukları bir mücadele olarak anlatılsa da.
Belki büyük veya önemli bir kısmında
gerçekten böyle olmuş olsa da. Hakikat şunu
asla unutmamak lazım. Arap bağrında
kaybetmiş olduğumuz temel şeyleri bizler
kaybederken hep milliyetçilik yüzünden
kaybettik. Temel şeyleri bizler kaybederken
hep milliyetçilik yüzünden kaybettik. Bütün
Arap ülkelerinde isterseniz Libya'ya bakın,
isterseniz Suriye'ye bakın, isterseniz Yemen'e
bakın, nereye bakarsanız bakın. Arap baharı
diye yutulmuş olan o serüvenin her bir
adımında o devlet başkanlarını seçmiş
seçtirmiş olanlar her kimse nihayetinde içeride
bir milli iç çatışmanın gerçekleşmesi için
devletini daha çok ben seviyorum hayır ben
daha çok seviyorum diyen bir anlayışı
çatıştırmadılar mı? Bugün de ülkemizde
oluşturmaya çalışılan çift kutubun karşılığında
bir taraf biz bu devleti çok seviyoruz hayır
öteki taraf biz daha çok seviyoruz demiyorlar
mı? Ama mesele bir şeyi çok seviyor olmak
değil. Mesele bir şeye ne kadar bağlı
olduğumuzu bilmek. Ama bağlı bulunacağımız
şeyin de altı doldurulabilir bir değerle
süslenmiş olması lazım. Elhamdülillah Türkiye
Cumhuriyeti devletine olan sevginin altını
zaten dop dolu bulacaksınız. Şehadet var,
mücahede var, mücadele var, tevhid var ve her
birisi Ümmet-i Muhammed için var. İşte bu
cümleyi kurduğumuz zaman gerçek manada
birileri ise şu cümleyi söylüyorlar. İşte biz
başkaları için savaştığımız için kaybetmedik mi
bunları? Evet biz bu dünyaya, bu dünyanın bir
oyun ve eğlence yeri olduğunu bilenleriz. Her
türlü çatışmanın çarpışmanın arasında şu ayet-
i kerimeyi lütfen bir kez daha hatırlayın. Bu
dünya bir oyun ve eğlence halidir. Bu oyun ve
eğlencenin içerisinde sizler benim arkadaşım,
benim dostum, benim adamım diye bir şeyleri
kayırırken o milliyetçiliği bir adım daha, bir
adım daha, bir adım daha ortaya koyamaya
gayret ederseniz nihayetinde bu birliktelik için
beklenen ümmi beklenti, ümmetin birlikte
hareket etmesini engellemeye gayret edenler
toplum tarafından bu desteği gördükleri için
hakikat ve ne yazık ki bunun karşısında başarılı
olabileceklerdir. Efendim şimdi gelelim
çözüme. Çünkü bu anlattığım şeylerin önemli
bir kısmı belki bu kadar değerli toplu değil ama
pek çok yerlerde duyduğumuz şeyler vardır.
Ama dedim ya futuat hiç kimsenin
penceresinden değil hakikat ve hikmet
penceresinden baktığı için sevdiğimiz. Bu
pencereyi kavramak için biraz zamana ihtiyacı
var insanların. Çünkü Türk milliyetçisi, Kürt
milliyetçisi, Arap milliyetçisi herhangi bir
milletin milliyetçisi olmanın Cenab-ı Hakk'ın
katında hiçbir değerinin olmadığı, olmanın
Cenab-ı Hakk'ın katında hiçbir değerinin
olmadığı, bu dünyada da yaşarken bizim
başımıza büyük bir illete sebep olacağının
farkına varmak ne yazık ki vakit alacak olabilir.
Ama bu vakit almamızın en temel
sebeplerinden bir tanesi ne yazık ki eski
kafalar. Ne yazık ki çok biliyorum diyenler. Her
şeyi bilip bilgisini sınandan geçirtip bilgisini
onaylamanızı bekleyip sonunda da size soru
soranlar. Aslında kendi bilgisini anlatmaya
çalışıyor ya. Hakikat şuraya gitmemiz lazım.
Genç kardeşimin 3 şeyi iyi öğrenip 3 şeyi iyi
yapıyor olması lazım. Şimdi sayacağımız formül
bu işi tepeden tırnağa çözebilecek olan tek
formül. Bir başka tek formül derken
çeşitlendirsek dahi bu minvalden
kopamayacağımız bir formül. Nihayet yine
burada sayacağımız temel kriterleri geleceğiz.
Elbette şekilleri efendim şamalleri çeşitleri
değişebilir ama hakikat buraya geliyor olacağız.
Sevgili genç kardeşim bugün anlatmış olduğum
dersin hakikatini ve hikmetini anlayabilmen
için bir yandan da bu çözümleri kafanda iyi
düşünmen lazım Bunun için de üç şeyi iyi
öğrenmen lazım Bunları öğrendiğin gün
milliyetçiliğin, ulusçuluğun, Türk'üm, Kürd'üm,
Arap'ım demenin Üstünlük babında bu sözleri
söylemenin ümmeti Muhammed olma
bilincinden bize uzaklaştıran bir değer olarak
neyi kaybettiğimizi anlamaya başlayacaksın.
Birinci olarak şunu öğrenmen lazım. Bu Türkiye
Cumhuriyeti dediğimiz vatanımızın toprağının
sınırları inanın bana henüz çizilmiş değildir.
Bizler birileri tarafından çizilmiş sınırların
mahkumu gibi yaşıyor olabiliriz. Bizler bugün o
sınırlar Hakkari'de, Gaziantep'te, Mersin'de,
Hatay'da bitiyor, Edirne'de, Trakya'da bitiyor
zannedebiliriz. Kıbrıs'ın bir bölgesinin
yarısında, adanın yarısında bu sınır bitiyor
zannetmeyin. Sevgili gençler, bu vatan
toprağının sınırları henüz çizilmiş değildir. Bu
bilinci kafanıza kazımak zorundasınız. Çünkü
ehli imana bu sınırları mecburiyetle ve
milliyetçilikle öğrettiler. Burası Türkiye orası
Arabistan orası Kördiye orası bir başka orası bir
başka hatta sonra ben o başkasını istemem o
da öbür başkasını istemez dediler. Hakikati
eğer görürseniz bileceksiniz ki ikinci çözüm size
bu birincinin ne demek olduğunu da anlatıyor
olacak. Unutmayın ki şu Türkiye
Cumhuriyeti'nin şerefli olan bayrağı tevhid
sancağının ilk şubesidir ve ümmeti
Muhammed'in malıdır. Türkiye'ye ait değildir.
Dünyanın bütün diğer ülkelerinde ve
ekserisinde özellikle İslam ülkelerinde eğer ay
ve yıldız varsa tamam orası okey. Efendim orası
gerçekten o bilince ermiş demektir. Pakistan'da
bunu görebilirsiniz. İşte Cezayir'de
görebilirsiniz filan. Ayın ve yıldızın olduğu o
bayraklın hepsi, hep berabercesi kelime-i
tevhidin birer şubesidir. Bu bayrak sadece
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının bayrağı
değildir. Dünyanın dört bir tarafında
Ümmetmmeti Muhammed'in sancağıdır.
Sancak bayraktan büyüktür. Bizler Türkiye
Cumhuriyeti bayrağına değil, Türkiye
Cumhuriyeti'nin sancağına talibiz. O talip
olduğumuzsa ümmeti Muhammed'in birliği
üzerindedir. İşte ne yaparsak yapalım nihayet,
mevzuat ve hakikat. Din üzerine kaim bir
mecburiyeti bizlere getirir. Ve üçüncü
öğrenmeniz gereken gerçek şudur. Bu ümmetin
çürüğü de bizim çürüğümüzdür. Evet,
bakacaksınız, göreceksiniz. Bu dindarları laf
edenleri göreceksiniz. Müslümanları
sevmeyenleri göreceksiniz. Veya Müslüman
olup bazı şeyleri eksik yapıyor bilme edenleri
göreceksiniz. Müslümanları sevmeyenleri
göreceksiniz. Veya Müslüman olup bazı şeyleri
eksik yapıyor bilmeyenleri göreceksiniz.
Unutmayınız bunlar çürükse de bizim
çürüğümüzdür. Bu futuatın sözüdür. Bu
çürükler bizim yüzümüzden de çürümüştür.
Bizlerin göz yummasıyla çürümüştür. Bizlerin
tembelliği yüzünden o çürükler çürümeye
devam etmeye, içlerindeki çürükleri bir
başkasılarına aş kokuların ulaşabileceği bütün
mevzilerde tek ve 24 saat boyunca hakikat
manasında körmek gerekirse nöbet ehli
olabilmektir. Öyleyse tekrar hatırlatıyoruz.
Sevgili genç kardeşim, 3 şeyi öğreneceksin. 1-
Bu vatan toprağının sınırları henüz
çizilmemiştir. 2- Bu bayrak, bu sancak tevhid
sancağının ilk şubesidir ve ümmeti
Muhammed'in malıdır. 3- Ümmeti
Muhammed'in çürüğü de ümmeti
Muhammed'in çürüğüdür. Bu üç şeyi iyi
öğrenirken o kadar tuhaflıklarla karşılaşacak, o
kadar engellerle karşılaşacak, o kadar gariyava
şeyler göreceksin. Ama nihayet şu üç şeyi de
yaptığın anda bu üç öğrendiğin şeyi taşımayı
bir kabiliyetle hakikati ifade etmeyi göreceksin.
Onlardan birincisi okumaktır sevgili kardeşim.
Ancak okumak dediğin sadece şu kitap
sayfalarında olmadığı gibi, bu kitap
sayfalarında okuyabilmek için önce hakiki bir
dini bilmek zorundasın. İlk okuyacağın yerler,
futuatlar, ilmihaller, şeriatlar bunlardır. Çünkü
dini buradan anlayabilirsin. Bizler tevhid
ocağında satır arasını neden yapıyoruz?
Ümmeti Muhammed'i gençleri bu satırları
okurken ne hale geldiklerini görmeleri için.
Bazı insanlar diyorlar ki ev sizin bu bakış
açınıza dünya klasiklerinin hiçbirini
okumamamız lazım. Atalım mı şimdi çöpe?
Hayır efendim çöpe atmayınız. Ancak
okuduğunuzu neden okuduğunuzu
okuduğunuzun size ne verdiğini sizden ne
aldığını bilmedikçe okumayınız. Ve sevgili
gençler en çok Ehli Beyt'i okuyunuz. E bu hiçbir
kitap da yazmıyor abi. Bütün kitaplardan
silmişler derseniz eğer el cevap Ehli Beyt'in
dirisinin kitabı Ehli Beyt'i tam karşımızda
seyidimizi bir kitap gibi görün ve onu okuyun.
Her halini, her sözünü her ifadesini ve dahi
şakalarını bile tekrar tekrar tefekkür edin.
Çünkü Ehli Beyt'in şakasında dahi bir hikmet
vardır. İkinci yapacağınız iş şudur sevgili
kardeşlerim ve hep beraber, sizlerle beraber
genç kardeşlerimle yapacağımız, yaşamanızdır.
Yaşamadıkça hiçbir şey olmaz. İstediğiniz kadar
okuyun. Adam okumuş on bin kitap.
Yaşamadıkça ne anladım o işten? Yaşayacağınız
nedir? Sünnet-i seniyedir. Size evliyaları
anlatmayan, sizleri sünnetten soğutanlar değil,
sizleri Resul-i Kibriya aleyhissalatu vesselam'a
yaklaştıran sünnet-i seniyenin esasına
bağlanmaktır. Üçüncü yapacağınız şey ise
yaşatmaktır. Yaşatacağınız şey tevhiddir. Tevhid
uğrunda başkalarına hizmaktır. Üçüncü
yapacağınız şey ise yaşatmaktır. Yaşatacağınız
şey tevhiddir. Tevhid uğrunda başkalarına
hizmettir. Allah rızası için hizmettir. Allah rızası
için muhabbettir. Allah rızası için koşmaktır.
Her ne yaparsanız yapacak olun. Bunu Cenab-ı
Hakk'ın rızası uğrunda yapmaktır. Bir başka
rızayı kabul etmemektir. Öyleyse sevgili genç
kardeşim şu üç şeyi de yapacaksın,
okuyacaksın, yaşayacaksın ve yaşatacaksın. Bu
üç ve üç maddeyi bir araya getirmeden bizler
milliyetçilik gibi bir bela karşısında bela
olduğunu bile fark edemeden ne yazık ki hem
birbirimize düşmek mecburiyetini bizi
bırakabilecekler. Hem de toplumlar dünyanın
diğer toplumları bundan ötürü ciddi sıkıntılara
düçar olabilecekler. O yüzden diyoruz ki bu
ulus devletlerinin derdi İslam'a karşı bir cephe
oluşturabilmektir. Cepheleştikleri yerde bugün
pek çok vesileyle koronada başlamıza
çökmüşlerdir çökme yolunda devam
etmektedir ancak siz ayağa kalkmayınca bu
çöküşün karşılığı nihayeti size sunulan fırsatları
doğru bir şekilde değerlendirmek mümkün
olmaz. Diyelim ve sorulara geçelim inşallah.
Ben isterseniz öncelikle futahat gruplarından
gelen sorularla başlayayım. Çünkü oradaki
sorularımızla başlayalım. Derli toplu bir soru
sesliliğimiz vardı orada. O sorulardan şöyle
başlayalım efendim. İlk sorumuz şuydu.
Futahat grubundan gelen bir kitabımızda
Seyyidimizin bir kitabında şu cümleyi İlgili bir
soru Allah-u Zülcelal günahkar olanın İşlediği
günahı hatırlayamayacağı Şekilde siliyor hatta
keşenin kendisi Dahi onu unutuyor sözünde
Allah-u Zülcelal'in nasıl bir şeyi Unutabileceğini
sormuşlardı Efendim cümlenin hiçbir tarafında
Allah-u Zülcelal'in Unutabileceği şeklinde bir
ibare yok. Allah'ın insana kendi işlediği günahı
insana unutturur. İnsanın kendisi de günahını
unutabilecek noktaya gelmişse Rabbimiz'i
onun sevgisinden ötürü büyük bir muhabbetle
ona büyük bir ikram sunduğu anlaşılır. Feiz
kitabından bir soru sormuş kardeşimiz. Halbuki
ivmelenme hareketi daimen ve istenildiği
düzeyde olmaz. İvmelenmenin belli bir
noktaya geldiğinde bekletilmesi ve o
bekletilme esasının maddenin bağ uzunluğuna
bağlı olarak teşekkül ettirilmesi esastır. İnsan
bu esası hayatında maddeye de kendisine da
uygulasa feyzi ilahinin onda hakikat bulduğu
görülür cümlesini almış kardeşimiz burada
imelenme nin bekletilmesi ve bağ uzunluğuna
bağlı olarak ifadelerinden yola çıkarak nefsin
istediği şeyi o anda ona verme ama çok da
abartma yoksa kibre düşebilirsin mi demek
isteniyor Evet efendim insan sürekli olarak
feyiz ve Cenab-ı Hakk'ın muhabbetinde sürekli
aynı iğmede hareket edemez. Eğer bu iğmeyle
hareket ederse bu kibre vesile olabilir. İşte bu
yüzden her büyük hareket, hızlanma böyle
manevi dünyanızda oluşan o etkileşim bazen
kabz bazen de bas diye tasavvufta ve Kur'an-ı
Azimuşşan'dan gelen hakikatte beyan edildiği
üzere kısalır ve uzar ve kısalır. Bu yüzden dolayı
da buna takılmadan Rabbimizin muhabbetine
yaklaşmanın feyizini ermeye niyaz ediyoruz.
Dolayısıyla aynen bu demek isteniyor. Doğru
anlaşılmıştır cevabımız Her ayeti kerimenin
diye başlıyor soru Tefsirinin kıyamete kadar da
olsa bitirilmeyişi Renklerin sırlarından sırdır
Burada renklerle ilgili tefsirin bitmeyişinin
Renklerin tonlarıyla mı alakalı Evet efendim
öyledir Renkleri biliyorsunuz mor diye
başlarsınız Mora bir şeyi ekle çıkar, ekle çıkar.
Ömrünüzü harcasanız bir mor rengin tonunu
bitirme imkanınız var mı? Yok değil mi? O
yüzden Kur'an-ı Azimüşşan'ın tefsirini de
bitiremezsiniz. Çünkü nurdur. Kur'an-ı
Azimüşşan kendisi nurdur. Nur kendisinde
bütün renkleri barındırır. Renklerin tonlarına
dahi henüz ulaşamadık ve mümkün
olamayacağını görüyoruz. Dünya hayatının
müddeti buna yetmiyor. Öyleyse Kur'an-ı
Azimüşşan'ın nur-u ilahiden gelmiş olan o feyzi
doğal olarak tefsirinde de nihayete
eremeyeceğimize açık bir delil olarak
sunulabilir. Üçüncü soru demiş kardeşim.
tefsirinde de nihayete eremeyeceğimize açık
bir delil olarak sunulabilir. Üçüncü soru demiş
kardeşim, her çocuk doğumundan önce ve
doğduğu andan itibaren Müslümandır.
Sonrasında etrafından duymuş olduklarının
getirisi olarak veya yaşam biçimiyle sosyolojik
olarak dinini değiştirebilir. Bu ifadeyi yarın bir
gün bir ateist, deist bize sorarsa ona nasıl izah
edebiliriz? El cevap, kendisi seçmiştir işte.
Müslüman olmamayı seçmiştir. Tekrar
Müslüman olabilmeyi seçmek. Bu bertaraf
olduğu düşünceden kurtulabilmek için zaten
kurtarabilmek için ona gidiyoruz ve diyoruz ki
senin aslın İslam'dır. Rabbim seni dünyaya
Müslüman olarak göndermiştir. Sonradan sen
seçiminle çevrenin koşullarıyla bu noktaya
geldin. Elbette ki bazıları da şunu soruyorlar.
Benim günahım neydi ben İstanbul'da
doğmadım gittim Almanya'da ya da bir
Hristiyan köyünde doğdum hayatım boyunca
Müslümanlarla da karşılaşma imkanım yoktu
diyenlere cevap hayatında isterse adam
mescitte doğsun diyelim ki mescitte doğsun ya
medresede doğsun ömrü medresede geçsin.
Bu adamın imanla öleceğine dair delil değil ki.
Dolayısıyla Müslüman bir ülkede doğmuş
olmanın elbette ki bir avantajı görsel olarak
var. Ama hakikatte bakarsanız yok. Buna
karşılık 90 küsur sene, 80 sene, 50 sene, 40
sene küfürle yaşamış olan bir zat, Müslüman
olduğu anda borcu sıfır yeni doğmuş bebek
gibi. Ne namaz borcu var, ne oruç borcu var, ne
başka borcu var. Sıfır kilometre başlıyor. Çünkü
o ana kadar kendisine farz değildi. Fıkıhta ve
hakikate gelmiş olan hüküm gelince. Öyleyse
biz ne olduk? Eşitlendik. Cenab-ı Hak adil
olandır. Dördüncü soru. Ya selam ismi şerifinin
tecellisini niyaz ederek şu ismi şerifi sürekli
söyleyen her kişinin vücudunda, beyninde ve
zihninde selim düşünce yapısına kavuşabilme
gayet tabi değil midir? Sorusu cümlesini almış
sayıdığımızın bir kitabından ve şu soruyu
sormuş. kitabından ve şu soruyu sormuş.
Rüyalarında sürekli kabus gören, kafasında çok
fazla olumsuz düşünceler olan veya psikolojik
sıkıntıları olan arkadaşlarımıza bu ismi şerifi
önerebilir miyiz? Olabilir ama bu kardeşimizin
de mutlak surette bu bir manevi doktorun
önünden geçmiş olması lazım. Sebep her insan
için her esma her zaman işe yarar denilemez
çünkü çoğu zaman teşhiste değil, tedavide
değil, teşhiste hata yapılır efendim. Bugün de
tedavi metotları oldukça gelişmiş olmakla
beraber 3 aşağı 5 yukarı birbirine yakındır.
Problem teşhistedir. Bazen siz adamın kolu
ağrıyor, kolunu tedavi edelim dersiniz. Halbuki
koluna giden damarlardan birinde sıkışma
veya boynunda bir fıtık vardır. Kolundan uzak
bir nokta olduğu için göremeyebilirsiniz.
Dolayısıyla teşhisi yapacak olan manevi bir
zatın, bir şeyhin, bir ulemanın, bir evliyanın
kapısına gitmesinde fayda vardır efendim.
Hakikat. Çünkü psikolojisi kesinlikle ve
katiyetle bu olumsuz düşüncelerden kurtulmak
mı istiyorsun? O zaman bu düşünceleri sana ne
veriyorsa ondan kurtul diyecekler. Zaten
psikolojiden boşanıyor. Psikolojiden bir anda
hayatına alt üst olan çok da insan vardır yani.
Bununla ilgili psikoloji futuatımızı
dinleyebilirsiniz. Dönüş Hakkadır kitabından
bir soru var. Görmenin imtihanı başkasının
yanlışını görmemektir. Bu noktada benim
ikilemde kaldığım bir alan var diyor
kardeşimiz. Mesela bazen karşımda birisi bir
şey söylüyor. Söylediği şey futuatta okuduğum
bir şeye ters düşüyor. Bu noktada onu
uyarmamız gerekiyor mu? Çünkü bazen
söylüyor ama niyeti başkadır diyerek bir şey
demediğim de oluyor. Vebal mi almış
oluyorum diyor. Mümin kardeşimizin iyiliği için
onu ikaz edebilir miyiz? İkaz etsek ve onda ikaz
ettiğiniz şey yoksa biz suizanına mı düşmüş
oluyoruz? Bu durumda bunun çizgisi nedir?
Bunun çizgisi şu kıymeti kardeşim. Karşınızdaki
insana yanlışını düzeltmek için doğrusunu
biliyorsanız söylemek ve tartışmamak. Arkasını
getirmemek. Çünkü tartışma, cederleşme
İslam dininde yoktur. Sadece tebliğ vardır.
Arkadaşınız geldi dedi ki ya arkadaş efendim
bu Ramazan orucu da ne bileyim sıcakta
tutulmaz. Hem de çok şere'i bir meselede illaki
futuat meselesi değil. Ona diyeceğiniz şey şu.
Oruç farzdır. Kur'an'da emirdir. Allah'a zülcelal
emretmiştir. Bunun tartışması yoktur. Hepimiz
bu orucu tutmakla mükellefiz. O da söylüyor ki
aa olur mu canım? Bir hoca efendiden ben
duydum. Adı hoca efendi tırnak içinde. O da
şöyle şöyle dedi filan. Öyle adamlar çok
görmedim bu ülke gördü görüyor hala görüyor
görecek mi bizler kendimizi düzeltmeyip bu
mücahedeyi vermeyince o alanları
doldurabiliyorlar tabi ki bundan sonraki
cederleşme süreci karşı tarafla aranızdaki hem
diyaloğu bozacağı gibi hem de sonrasında bu
kişinin belki de sizin sevdiğiniz evliya Allah'a
seyyidimize bir başkasına küfür etmesine
kadar gidecek bir süreci oluşturur. Bu da hem
de karşımızdakine zarar verir, bizi üzer. İslam
denilinde cedelleşmek yoktur, tebliğ vardır
kardeşlerim. Oruç farzdır dersin. Ayetini
biliyorsan söylersin. Bazen öyle konular vardır
ki cevabı aklında dramayı ifade etmekte
zorlanıyor olabilirsin. İşte tam da o anda sizin
için önemli ve güzel olan şey onu bilen bir
insanın karşısına getirebilir olmak veya ona bir
kitap hediye ederek onu bu yoldan
döndürmeye gayret ediyor olmak olur. Her
zaman tebliğde metot yüz defa da olsa aynı
şeyi söyle ama onun vermiş olduğu cümlelerle
mücadele etmeye kalkma. Hele bu zamanın
insanıyla oldukça sıkıntılı bir sürece girebiliyor
iş. Diğer bir soru. İnsanın kafası çıplak gezmesi.
An bir an beynindeki nöromatik faaliyetleri
hızlıca yavaşlandırır. Şeker atması sarıksız
gezmektendir. Sebeplerinden biri budur
denilmiş. Sema sohbetinden almış kıymetli
kardeşim. Ne güzel takip ediyorlar Allah razı
olsun. Gece yatarken de bu etkiye maruz
kalabiliyor muyuz? Kafamızı kapatalım mı?
Gün içerisinde bu etkinin en yoğun olduğu
anlar kerat vakitlerine. Gün içerisinde bir
erkeğin sarıksız başı çıplak gezmesi zaten
hakikatte doğru bir şey olmadığı gibi. Çünkü
Allah Resulü hiçbir zaman böyle gezmedi. Her
zaman başının üzerinde bir sarık vardı. Çünkü
Allah Resulü hiçbir zaman böyle gezmedi. Her
zaman başının üzerinde bir sarık vardı. Veya bir
takviye, bir örtü. Mutlak surette takviye
bugünkü anlamanız için söylüyorum tabii ki.
Bir örtü vardı. Sonrasında bizler hani fıkhın
vermiş olduğu imkanla bunu yapmaya
başladık. Veya Allah Resulü bir yerde birisi öyle
bir an için gördüyse de o imkanla mümkün
oldu. Dolayısıyla kafanın çıplak gezilmesi
oldukça problemlidir. Her zaman problemlidir.
Gündüzde, gecede ama gece yatarken elbette
ki başın örtülmez söz konusu değil. Dönüş
hakkıdır kitabından bir soru var. Allah Resulü
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin
hadislerde mahşer yerinde Allah Zülcelal'in siz
benden razı mısınız diyeceği beyan edilmiştir
sorusu var. Evet bu beyanat vardır efendim. Bu
beyanat Allah Zülcelal'in verd benden razı
mısınız diyeceği beyan edilmiştir sorusu var
evet bu beyanat vardır efendim bu beyanat
Allah-u Zülcelal'in verdikleri karşısında o
ümmete ümmeti Muhammed'e ve bütün
yaratılmış olan ehli İslam'a karşı muhabbetinin
bir tezahürüdür ona karşı ikram edenin kerem
sahibi olmasının bir getirisidir hani büyük bir
sofranın sahibi, mükellef bir sofra kurmuştur.
Der ki nasıl, razı oldunuz mu, hoşunuza
gittiğiniz beğenize, o kendi kereminin izahı
içindir. Yoksa haşa bizler Allah'a zülcelalden
razı olamama durumumuz ne mümkün. Onun
bize bu soruyu soruyor olması, bizi seviyor
olmasındandır. Ev sahibinin gelen mesafeli,
mutlu olduğunu hissetme, istek ve arzusunun
tatminidir. Yine dönüş hakkıdır'dan bir soru
daha var. Hesabı bilerek yaşadılar ki her
meslek erbabının kendi mesleğine dair
vereceği bir hesabı vardır. En basitinden adam
marangozdur. Eşik yapıyor ama gusülü yok.
Bunun hesabını verecektir. Çünkü gusülsüz
imal edilmiş eşikten geçen her adam hasta olur
denilmiş. Manevi bir hastalıktan bahsediyor.
Evet ancak ve virgül manevi olan bütün
hastalıkların insan vücudunda maddi bir
karşılığı vardır efendim. Bir başka soru cennete
nefisler giremez. Neden nedir? Fiziki ve ruhani
olarak başlı başına bir ders yapmıştık ama
şunu ifade edelim hemen. Nefissiz olmayacak
çünkü lezzeti alabilmemiz için nefse ihtiyacımız
var. Nefisler Rabbini isyan eder boyutta
olmayacak. Rabbine boyun eğmiş şekliyle
oluşacak. Dolayısıyla nefsin bu haliyle değil
nefsin sadece insana hizmet edip boynunu
bükmüş haliyle. Rabbini kabul etmiş haliyle
cennete girecek. Çünkü cennete tevhid ehli
olmayan giremez. Nefis de kafirdir
biliyorsunuz. Dil kitabından sorularla devam
edelim şimdi. Siz canlı yayındaki sorularınızı
sormaya devam edin. Ben bir başka yerde
bunları bitirdikten sonra canlı yayında gelen
soruları cevaplandıracağım. Merak etmeyiniz.
Şimdi şu sorulardan gelelim. Sayfa 31'de İnsan
vücuduna en çok zarar veren frekanslar insan
sesinden meydana gelen frekanslardır. Ancak
bu hakikati ehli imanın selahiyeti için derin ve
detaylı belirtmemek gerekmektedir. İfaz-ı
gönlünün nedenini merak etmişler. El cevap
Frekanslarla insan vücuduna hem fayda
verilebildiği gibi hem de zarar
verilebilmektedir. Dolayısıyla insanın kendi
sesinde çıkarmış olduğu bazı sesler, bazı sözler
özellikle küfürlü konuşmalar mesela örnek
vermek gerekirse bunlar karşınızdaki insanı
oldukça etkili etki vermektedir. Yani bu etkinin
karşılığı olarak beyan edilmiş. İkinci soru.
Derslerimi genelde sesli ve kafamda
canlandırma yöntemiyle çalıştım. Bu şekilde
çalışma kaynaklı olarak hep yüksek notlar
aldım ama kısa bir sürede bilgileri hemen
unuttum. Ancak sessiz çalıştığımda da
konsantrasyon problemi çekiyor. Çekmesem
dahi daha zor öğreniyorum. Bu durumda sessiz
çalıştığımda mecburen yazarak çalışıyorum.
Futuatta en doğru yöntem sessiz ve kendi
kendine tekrar olarak belirtiliyor ama benim
buna ek olarak yazmam gerekiyor. Burada
dikkat eksikliği ya da zekamı devret gerekiyor.
Yani futuatta en doğru yöntem neden bende
tamamen adli bir kısmi olarak işe yarıyor. Eğer
baharata uğrarsanız bir baharatçıya uğrarsanız
bu dikkat eksikliğinizin tamamlanması için
gerçekten iyi çalışabilmesi için. Çünkü futahat
burada bir yöntemi anlatıyor ve gerçekten işe
yaray bir yöntem. Ama bu yöntemin
çalıştıracağınız zihninizde, beyninizde,
vücudunuzda bazı maddeler eksik olduğu için
onu siz isteseniz de yapamazsınız. O
maddelerin tamamlanması gerekiyor. Bir ara
baharat uğrarsanız bu konuda kardeşlerimiz
için yapılmış bitkilerden, baharatlardan
alırsanız inşallah faydasını görürsünüz. Çünkü
zamanımızda çok genç kardeşimizle gördük. O
bitkileri kullandıklarında gerçekten hakikaten
de faydasını gördüler. Yani aklını
toparlayabilme, odaklanma. Çünkü biz bir
yöntem söylüyoruz. Hani bisiklete bin ve şu
yok, şu çık. Ya diyor herkes çıktı ben
çıkamıyorum. Bir bakıyorsun çocuğun
kaslarında problem var. Veya bir bakıyorsun
çocuğun akciğerinde problem var. Nefesi
kesiliyor. Dolayısıyla anlıyoruz ki burada
şeyinizi yapmamız lazım. Orada bir kasın veya
kalple ilgili, akciyelle ilgili Allah korusun bir
sorun var. Onun düzeltilmesi lazım. Dolayısıyla
burada yöntem aslında bu tarih boyunca da en
iyi yöntemlerden biridir. Tabii ki kişisel olarak
bazı yerler artar, eksilir, değişir zamanı vakti
ama kabatasak böyledir. O yüzden eksik
maddeleri tamamlamak lazım. Önce tabii yine
teşhiste bitiyor iş. Soru genel bir soru olduğu
için teşhis yapmak da mümkün değil. Kelime-i
tevhid çekenlerin tükürük salgısı beyinden
gelen eminle kana karışmaktadır denmesine
rağmen 130. sayfada kana karışmadan vücudu
dolaştığı beyan edilmiştir. Burada şu efendim
tevhidi çekenlerin tükürük salgısı kelime-i
tevhidden almış olduğu etkiyle dolaşmaya
başlıyor. Ama kelime-i tevhidin kendisi manen
kana karışmadan vücudu dolaşıyor. Dolayısıyla
arada bir çelişki yok sadece biraz daha
açıklansaydı eğer daha rahat anlaşılabilecekti.
Merak etmeyin futahatımızda öyle bir çelişki
yok sadece biraz daha açıklansaydı eğer daha
rahat anlaşılabilecekti. Merak etmeyin
futahatımızda öyle bir çelişki olmuyor. Bazen
bir şeyleri anlatırken hızlı olmanın getirisi,
ayda 3-4-5 kitap çıkarmaya olan gayretimiz,
başka şeylere yetişmeye olan çalışmalar, bazen
o cümleleri ifadede belki biraz daha
genişletme gereği duyuyoruz. Allah razı olsun
sizler soruyorsunuz bizler de onu genişletme
gereği duyuyoruz. Allah razı olsun sizler
soruyorsunuz. Bizler de onu genişletmiş
oluyoruz. Dolayısıyla tevhid tükürükte bir şey
aktarıyor. O tükürük salgısı böylelikle kanda
geziyor. Ama tevhidin kendisi manen kana
karışmıyor. Bu da manevi tarafı yani biri zahiri
tarafı biri batıni tarafı olmuş oldu. Bir söz bir
frekansı oluşturdu. O da bir hormonu tetikledi.
Frekans demeyelim daha doğrusu hormon
tetikledi. Belli vitaminlere o tükürük salgısıyla
vücuda karıştı. Onun etkisi. Öbürü ise batıni
tarafı. 203. sayfada dil kitabından bir soru var.
Küfür makamları bölümünde Yahudi olduğu
ortaklık isnat etti. İfadesiyle kasıt. Yahudilerin
Tevrat'ı kendilerine uygun değiştirmeleri
midir? Evet öyledir. Eğer bu durum
Hristiyanlık'ta da var ancak sadece oğlu isnat
etti beyanı verilmiş. Hayır her tarafı pek çok
isnat var. Ama oğul isnadı özellikle onları bu
konuda meşhur etmiştir efendim. Bir de
değiştirildiğinin ispatına yönelik nereden
biliyorsunuz sorusuyla çok karşılaşmaktayız. Bu
soruyu soranlara nasıl cevap verebiliriz? El
cevap seyidimizin yazdığı iki ciltlik İncil kitabı
var. Birisi İncil'in tefsiri birisi de İncil'in tarihi ile
alakalı. Şimdi bu iki kitabı inşallah önce yurt
dışında çıkıyor olacak. Sonra ülkemize
geldiğinde inşallah beraberce okuruz. Bir başka
soru. Aşktaki tasavvuf nedir? Bu bir başka
kardeşimizden gelmiş soru. Evet. Aşktaki
tasavvuf Tevhid Hoca'nın Aşk Dergisi'ni sizlere
tavsiye ediyor olacağım. Çünkü tasavvuftaki
aşk, şeriattaki aşk, hayattaki aşk diye bir şey
yok. Hepsinin adı aşk, hepsi aşktır. Ama
kullandığınız yere göre hakikate ne kadar
yaklaşıp yaklaşmadığınızda yakinen ilişkilidir
efendim. Bir başka sorusu aynı kardeşimizden
diye tahmin ediyorum. Neden başında dua
yapılırken beş kez Fatiha ile eş verilmiş ve
sebebi Peygamber Mustafa ve sahabe-i kiram
ve ehlibeyti yapılan bu şefaat duasında tövbe-i
istiğfar geciktirmeniz İslam dininin temeli
tövbe-i istiğfar dayanımlı değil midir? Allah
tövbe kılabızı da bildiğim üzere. Hazreti
Peygamber aleyhissalatü vesselamın
geçmişlerinize Fatiha okuyunuz diye emri
vardır efendim. Bizim de geçmişimizdeki en
değer verdiğimiz isim isimler Hz. Ali,
sahabelerimiz Hz. Öbübakir, Ömer, Osman
Efendimiz, Hz. Fatıma, Hz. Ayşeval
saydıklarımız onları yad ediyoruz. Onların
isimlerini tekrar hatırlıyoruz. Dolayısıyla tövbe-
i istiğfar ile başlama diye bir şey söz konusu
değildir. Şefaat duası değil bu. Yanlış izah edildi
belki siz de yanlış anlamış olabilirsiniz.
Geçmişlerimizi hatırlarken onları Fatiha ile
anıyor olmak şeydir yani. Resul-i Kibriya
Aleyhisselatü Vesselam'ın emridir. Ve tarih
boyunca da böyle devam etmiştir. Hz. Ebu
Bekir Efendimiz'den bu yana böyle gelir.
Hazreti Peygamber döneminden beri böyle
gelir. Çünkü önünüze Fatiha günü denir. Ayrıca
yine bu yapılan dua tek bir Fatiha'ya neden
bağlanmamıştır? Burada hangisi kabul olursa
mantığı güdülmekte. Bu o zaman ben size
şöyle bir cevap vereyim. Soru böyle olunca
cevap da şöyle olsun. Sizler bir yere girdiğiniz
zaman ben merhaba dedim. Herkes ortadaki
merhabayı alsın kendine göre takılsın mı
dersiniz? Hayır. Merhaba dersiniz birisine.
Sonra öbürüne dersiniz. Ya sen nasılsın? Sana
da merhaba. Oo sen de mi geldin? Nasılsın
kardeşim dersiniz. Devam edersiniz. Halbuki
girdiğiniz meclise bir merhaba yetmez mi?
Niye her gördüğünüze merhaba deyip her
birisinin eline sıkıp sarılmak istersiniz? Bir de o
mantıktan bakın. Bir de böyle önyargılı
olmayın. Bir anda mantığı güdüyorsunuz falan
demeyin. Önce soruyu sorun. Hani bizde soru
sormaktan çok önce bir yapıştırma sonra o
yapışkanın üzerine bir soru sorma adeti ne
yazık ki gelişmiştir. Garip ama gerçek Amerikalı
Avrupalı da pek göremezsiniz. Madem Allah
bizi seviyor ve neden benim af kapılarım
sonsuzdur deyip bizi yakıyor. Hayır Allah Azze
ve Celle bizi yakmıyor. Bizler Rabbimize
reddedince bütün ehli küffara, bütün alemlere
karşı bir yükümlülüğümüzü ortadan kaldırmış
oluyoruz. Bütün alem bizden davacı oluyor.
Bütün alem bizden davacı olunca temizlik
gerekiyor. Bu temizlikte nefis için ancak ateş
olabiliyor. Dolayısıyla bizi yakan Rabbimiz
değil, bizi yakan Allah korusun imanımızı
kaybedip Rabbimizi reddedersek bizim
elimizde hasıl oluyor. Rivayet edilene göre
diyor Mevlana Celaleddin Rumi Hoca Şems
Tebrizi'ye bağlı ve büyük bir aşk besleyen biri
halk örfi iradeyle ayaklanmış ve Şems Tebrizi'yi
of eşcinse ilişki yaşadıklarında varsayımla linç
etmeye kalkmış ve şehirden sürmüştür.
Akabinde tek hacim tek aynım hücum etmez.
Böyle bir şey tarih boyunca olmamıştır
efendim. Bunu anlatan bu kelimeleri kullanan
ahlaksızın adını ağzıma almak istemiyorum.
Çünkü bu kanalda bu tarz isimlere asla yer
vermiyoruz. Burası Ehli Beyt'in temiz
gemilerinden bir gemi. Böyle bir şey hiç olmadı
efendim kusura bakmayın. Tarih boyunca hiç
yaşanmadı. Bunu zaten bir tane adam iddia
ediyor. O ahlaksız da televizyonlarda gayet
değerli bir şekilde bir tane televizyonu var
zaten. Orada konuşuyor. Madem diyor
Abdülkadir Geylani'yi, Hazretleri deseydiniz
keşke, Peygamberimizle daha yakındı ve
peygamberle görüşen feyz alan biriydi. Neden
hırkısa Abdülkadir Geylani'ye değil de bir
çoban bu bağlamda Veysel Kalan daha mı
ulema alimdi? Efendim siz bütün Peygamber
Aleyhisselatü Vesselam'ın bütün muhabbetini
bir hırkaya koyduysanız bu sizin bakış açınızda
böyle görülmüş olabilir. Hırkada değil ki
efendim keramet. Siz hırkada bilmişsiniz
kerameti. Yunus'un güzel bir şiiriyle cevap
vermek gerekir ki efendim öyle çarşıda pazarda
satılan şalvarla cübbeli olmuyor. Bu Veysel
Karani Hazretleri'ne bırakılan hırkanın değeri
bir başka şeydir. Abdülkadir Geylani
Hazretlerine verilen bir başka şeydir.
Dolayısıyla bunlar birbirleriyle kıyas edilmez
efendim. Sizler çocuklarınızı aldığınız hediyeler
karşısında çocuklarınızın sizi değerlendirmesini
ister misiniz? Bizim oyuncağım büyüktü,
benimkisi küçüktü filan dese. Aynı mantık.
Ama inanın bana bu soruları bir milyon kez
görmüş olmak da garip. Hepsi aynı yerden çıkıp
ezberletilmiş çizgisine devam ediyor. Keşke
böyle biraz daha profesyonel sorular olabilse
bu cenahtan gelenler için söylüyorum. Ahzap
suresi demeniz lazım. Direkt ahzap 50
diyorsunuz. O da çok hoş bir şey değil ama
hadi bakalım. Diyanet meali. Ey peygamber
diyor. Biz sana mehirleni verdiğiniz. Evet bu
ayeti biliyorum. Bunlar Allah'ın sözlerimi
gerçekten. Bununla ilgili olarak ben uzunca bir
ders yapmıştım. Lütfen onu dinleyiniz.
Peygamber aleyhissalatü vesselamın kendisi
üzerinden dünya hayatının sosyolojik değerinin
ifadesinden gayet doğal bir şey yoktur. Ben
bununla ilgili çok güzel bir kıssayı anlatmıştım
bir Marmara Üniversitesi'nde görevli bir
hocamıza o da bana demişti. Aynı aynı bu ayet-
i kerimeyi söylemişti. Ben de kendisine
demiştim ki, yıl 1920'li yıllar Mustafa Kemal
Atatürk'e bir tane o devirde şey yapılır. Bir
Yalova'da bir köşk yapılır. Ahşaptan bir köşk.
Namı değer yürüyen köşk diye tabir edilen bir
yerdir. Neden yürüyen köşk? Şunun için ustalar
başarlar yapmaya ve yapım devam ederken
hadi orası böyle olsun, burası böyle olsun
derken bir anda köşk büyümeye başlar.
Genişletilmeye çalışılır. O genişletilmeden bir
tanesinin talebi ise bir ağacın kesilmesi
gerekliliğini doğurur. Sonradan dönerler
Mustafa Kemal Paşa'ya derler ki paşam burada
böyle bir ağaç var biz bu ağacı keseceğiz. Ve
ancak öyle bu işte kim talep ettiyse artık o
köşkün nasıl olması gerektiğini öyle
büyüteceğiz derler. Bunun üzerine de Mustafa
Kemal Paşa kendilerine derler ki hayır ağacı
kesmeyin köşkü yürütün. Ve köşkün adı
hakikaten altına tekrar prangalar konulduktan
sonra palanyalar konulduktan sonra bir yerden
bir yere kaydırılır. Ve bunun adı muteber
olarak da böyle yürüyen köşk olarak kalır.
Şimdi 1920'li yılların zorlu süreçlerini
düşünürseniz eğer sizler şunu göreceksiniz.
Diyebilirsiniz ki ya şunu diyebilir miyiz? Yani en
zor zamanda adamın yaptırdığına bak. Ama bu
zatın bir millete öğretmesi gereken şeyi bunu
yaparak öğretmesi, ağacın önemini anlatmak
için bunu yaptırıyor olmasının kıymetini yıllar
sonra değerlendiriyor ve ne güzel yapmış
diyorsunuz. Dolayısıyla hayatımızın karşılığında
şunu görmemiz lazım bizim. Peygamber
aleyhissalatü vesselam bu dünyaya bir şeyi
anlatmaya gelmedi. Bu dünyada nasıl
yaşayacağımızı bize öğretmeye geldi ve
yaşamımızın neredeyse yüzde kırk ellisini
cinselliğimiz oluşturuyor. Cinsellik sizin
zannettiğiniz gibi sadece yatak odasına bağlı
bir süreç değil. Evlilik, sosyal hayat, akrabalık
ilişkileri, anne, baba, çocuk, torun, dede, nine,
devaza bir yapının bütününü ele alırken
elbette ki Peygamber Aleyhisselatü Vesselam'a
örnekleri Cenab-ı Hakk'ın vermesi, bu
örneklerle ümmete bir şeyler öğretmesi gayet
tabidir. Hakikaten Allah'ın sözleridir. Hem de
ne güzel sözleridir diye cevap veririz. Yani diyor
geçelim o soru değil. Keşke soru olsaydı o sizin
düşünceniz. Günümüzde tarikatlara
baktığımızda birçok tarikat şeyhinin korumalar,
lüks yaşamları göz kamaştırmaktadır. Evet,
soru ne? Soru yok. Bununla ilgili alimler diye
bir futuatımız var. Lütfen okuyunuz. Orada
göreceksiniz ki lüks ve şatafat konusunun ne
olup ne olmadığını anlattık. Dolayısıyla İslam'ın
Müslümanlığın araba kullanma falan değil,
ulema tarafına bakıyoruz meselenin. Yine
peygamber soyundan olduğu iddia edilen.
Şimdi bir Müslüman'ın soru sorma tarzı bence
bu olmamalı. Sebep şu, soru sorma değil,
bunların içinde hakaret var. Yani şey gibi işte şu
ahlaksız X efendiyi tanıyor musun? Şu ahlaksız
X efendiyi tanıyor musun? Sana tanıyorum
desem aynı anda ahlaksızlığına da ortak olmuş
olacağım. Bu bir soru değil bu bir hakaret.
Onunla geçelim. Çok kötü sorular bunlar. Hani
çok avam soruları öyle ifade edeyim.
Aydınlanmak bakımından soruyorum demiş.
Ben bu da soru değil bu da hakaret. Soru
sormayı bizim milletimiz bir türlü öğrenemedi.
Hakaret etmeyi iyi biliyor da geçelim efendim.
Gerçekten bu sorularda ne yazık ki şey yok.
Soru yok efendim. Kusura bakmayın. Bunlar
hakaret, soru değil. O yüzden bu kısmı
geçiyorum. Kardeşimizle bir gün karşı karşıya
gelirsek önce ona soru sormanın ne demek
olduğunu başlayalım anlatmaya. Ondan sonra
inşallah oturup dertleşiriz diyelim. Efendim
açılması istenilen bir kitap fotoğrafı
gönderecek Seyyidimiz'e ait futuattan o
cümleleri kısaca okuyup kısaca anlatmaya
gayret edeyim. Etki farklı dalga boylarını
oluştururken her dalga boyunda ayrı bir tefsir
taşınır. Doğal matematik kurallarına göre ve
bilimsel olarak Kur'an-ı Kerim'de yer alan ayet-
i kerimelerin tefsirinin sona erdirilebilmesi
mümkün değildir. Bu izah herkesin
anlayabileceği düzeyde beyan edilmiştir. Has
izaha geçildiğinde ise derin anlamlar ve anı
tanımlamalar da söz konusudur. Evet tarihin
her yaşanan anına ayrı bir tefsir olmuştur
Kur'an-ı Azimüşşan. Bizler her çağda yeniden
Kur'an-ı Azimüşşan'a her anğda yeniden
Kur'an-ı Azimüşşan'a her an yeniden başvurup
cevap bulabiliyor olmamız onun hakikat ehliyle
konuşmaya devam ettiğine delil olduğu gibi
bilmediklerinizi ehli zâkire sorunuz emrini
bizlere sunmuş olan Cenab-ı Hakk'ın emrinin
kendisi daha doğrusuyla bizlere Kur'an-ı
Azimüşşan'ın o hakikat gönüllerinde yeniden
tefsir edildiğini bir kez daha beyan etmiş olur.
Oysa ki bir başka kitabın bir başka
bölümünden fotoğraf göndermiş hocamız.
Oysa ki evliyanın görev zamanı doğumundan
önce başlar, yaşam boyunca bölümünden
sonra da devam eder. Ruhlar alemindeki
zaman ve mekan kavramı dünya zamanından
farklıdır. İç içe geçmiş saatler gibi
düşünebilirsiniz. Evet şu anlama geliyor bu.
Dünyada bir zaman dilimi var. Aynı anda uzayın
bir başka boşluğunda bir başka alanında da bir
zaman dilimi var. Ama bizim yaşadığımız
zaman dilimiyle onlarınki aynı olmadığı gibi
aynı şeyi görmeye devam ediyoruz. Dolayısıyla
iç içe geçmiş saatler gibiyiz. Hani gökyüzünü
seyrettiğinizde ne diyorsunuz? Aa ne güzel
yıldız kaydı. Belki de 200 milyon yıl önce. Ama
şimdi gördüm ben. Dolayısıyla iç içe geçmiş
saatler gibiyiz. Efendim kısaca cevaplamaya
devam ediyoruz. Şimdi döndüm. Canlı sohbet
bölümünde bizlere soru soranlara cevap
vermeye gayret edeceğim. En baştan böyle
yavaşça geçeyim ki atlamayayım. Selamun
Aleyküm ve Aleyküm Selam. Esma Yusuf
Hüsnü'nün külliyatı galiba 25 cilt olacaktı. Evet
inşallah efendim. Tahminen ne zaman
yayınlanır? Madden ve manen, özellikle
madden tabii ki. 25 cildi bir araya getirip şu
anda o bitmek üzere. Yani 25 cildi bitti. Bazı
eklemeler de yapılıyor. Hatta diğer ciltlere de
bazı eklemeler yapılacak. Yeni versiyonuyla
tamam bittikten sonra inşallah yayınlayacağız
en kısa sürede niyetimiz. Ruhi yayınları
kitaplarını İngilizce'ye çevirecek misiniz? Evet
bu konuda çalışmamız var. Hatta şimdi çıkacak
olan bir kitabımız direkt İngilizce çıkıyor
olacak. Sonra Türkiye'de talep edilirse biraz
Türkiye'ye girecek. İnanın bana yurt dışından
çok ciddi talep var. Çok ciddi istek var. Orada
Hristiyanlıktan İslam'a dönmüş olan insanların
büyük talepleri var. Şu anda oraya bir
hazırlığımız var. Sonrasında Türkiye'deki
kardeşlerimiz isterlerse inşallah Türkçesini
çıkaracağız. Bir de oraya gitsin diyoruz.
Efendim çok yakın zamanda sizi ziyarete
geleceğiz. İnşallah seyircimi ziyaret etmek
nasip olur şu zor günlerden sonra. Konuyla
ilgili değil. Olsun sorabilirsiniz. Kabir aleminde
vefat edenlerin bilinci rüyadaki gibi bir bilinç
mi? Uzayır asın 100 yıl ölü kaldığı halde çok
kısa algılıyor. Şimdi şöyle oradaki vakit
tasavvuru buradaki vakit tasavvuru buradaki
vakit tasavvuru gibi değil. Dolayısıyla evet
anlaşılması için söylemek gerekirse rüyadaki
gibi bir bilinç ama Cenab-ı Hakk'ın şehitler
hakkındaki ayetiyle anlıyoruz ki farklı bir rızık
var ama onlar yaşamaya ve görev yapmaya
devam ediyorlar. O sorunun cevabı bende
değil. Kabir alemi mahşer ve cenneti anlatan
bir sohbet yapıp leduni bir kitap yazacak
mısınız? Var zaten. Berzah alemi diye bir
sohbetimiz var. Sohbeti dinleyin inşallah
kitapta daha genişini okursunuz efendim.
Muhiddin İbni Arabi'nin ve Abdülkadir Elcili'nin
cehennem hakkındaki görüşleri hakkında ne
dersiniz? Şoklandır kafamı kurcalamakta. Bu
konuda Bakara 175. Bakalım Bakara suresinin
175. ayet-i kerimesindeki ifadeye oradan
sizlere beyan etmeye gayret edeyim sorunuzun
cevabı için. Ama lütfen böyle Bakara 175
demeyin. Bakara suresi deyin olur mu her
şeyin bir adı var hani biz Ahmet diye
bağırmıyoruz Ahmet Bey diyoruz Ayşe Teyze
Fatma abla diyoruz lütfen böyle hani Bakara
175 filan demeyin alışmasın ağzımız böyle
sözlere böyle değil Müslümanlar çok naiftir
ama bu mealciler böyle alıştırdı milletimizi
lütfen siz kanmayın onlara. Bakara 175. ayet-i
kerimeyi okuyoruz efendim. Estaizübillah. İşte
onlar hidayete karşı delalete satın alanlardır.
Mağfirete karşı azabı satın alanlardır.
Üzerlerine gelecek ateşe onlar ne kadar da
sabırlılar. O sabırdan kastedilen şey ne
efendim? Şu. İnsana dünya hayatında verilmiş
olan tekliflere nazaran, insan onun o teklifleri
reddedip hidayet gibi daha kolay alınması bir
şeye karşılık delaleti satın alması, daha pahalı
olanı alması ve aynı zamanda daha pahalı olan
mağfirete karşılık azabı satın almış olmasından
dolayı azapla delalete karşı ateş kendisine hasıl
oluyor. Buradaki sabır Cenab-ı Hakk'ın tabiri
caizse sabredebilecekler mi anlamında? Hadi
bakalım. Yani yüzünde böyle yaptınız. Şimdi
gelin bakalım cehennemde bunun karşılığında
sabır gösterebilecek misiniz? Tabii ki
gösteremeyeceğiz. Buradaki soru işareti tabiri
caizse Cenab-ı Hakk'ın bir azarlama
mahiyetindedir efendim. O yüzden ateşe
sabretmek ne mümkün? O Cenab-ı Hakk'ın
bize sabredemeyeceğimizi bir başka dille ifade
etmesi. Hadi bakalım buna sabredebilecek
misiniz gibi. Efendim vatanı sevmek imandan
da sözü Hazreti Ömer'e aittir deniyor. Doğru
mudur? Hazreti Ömer'in sözünü biraz açar
mısınız? El-Vatan kelimesi Hazreti Ömer
Efendimizin İran fethi sayı sırasında o vatan
toprağının bütün Ümmeti Muhammed'e ait
olduğunun beyanatı çerçevesinde söylenmiştir.
Ve oradaki sevmek babı kendisinin İranlıları
orada yaşayan insanları da Ümmet-i
Muhammed olmaları gereğince sevdiğini ve bu
sevgiye layık bir hayat biçiminin de devam
edeceklerine beyanatıdır efendim. Siyer-i
Nebi'de inşallah Hazreti Ömer kısasında uzun
ve güzelce anlatmaya gayret ederiz. Nefis zikri
olarak 100.000 tevhid senede bir yapılması
gerektiğini öğrendik. Eyvallah. Evrad-ı Şerif'teki
nefis zikri olarak 100 bin tevhid senede bir
yapılması gerektiğini öğrendik. Eyvallah. Evrad-
ı Şerif'teki nefis zikrilerinin hepsinin hepsini mi
yoksa 100 bin tevhid yeterli mi? Hepsidir
efendim. Yani oradaki Evrad-ı Şerif'teki nefis
zikrilerinin hepsinin yılda bir defa tekrarı
nefsimizi ezmede bizim ihtiyacımızdır. Bir de
demişler ahire, ahirete gizli şirk ile göçersek, o
zamanın hesabıyla kaç sene bunun azabı
sürer? Bu azapların dahi dayanabilen ölçüsü
gerekmiyor mu? İlahi bir de hayır efendim,
öyle bir şey yok. Azabın dayanabilen ölçüsü
yoktur. Biraz önce söyledim. Oradaki sabır,
cehennem azabına karşı sabredebilmek ne
mümkün? Cenab-ı Peygamber aleyhissalatü
vesselam hadislerini lütfen yok saymayınız.
Cehennemdeki var olan bir ateş parçası
dünyaya düşse dünya ve içindekilerin hiçbir
tanesi duramaz. Bunun ne tarafı? Hangi
tarafının azabı karşısında biri olacak? Hayır
öyle bir şey yok. Kaldı ki azapların en büyüğü
ne yazık ki sadece cehennem değil. En büyük
azap cennette Resul-i Kibriya aleyhisselatü
vesselam, ehli beyt, o büyük zatları ve Allah'a
en başta görememektir efendim. Efendim bir
başka soru. Allah efendim bir de üzerlik faydalı
mı? Bazı faydalı olduğu alanları var. Lakin
rahmani bir şey. Cinler dumanı sever diye
iklimde kaldım. İkilemde kaldım. Bence
düşünerek hareket etmeyin. Birbirlerine sorun.
Birbirlerine sorursanız ikilemde kayılmazsınız
Tesbih namazı hakkında ne düşünürsünüz? Bir
şey düşünmemize gerek yok Sünnet-i seniyede
olan bir şey düşünülmez efendim Direkt
uygulanır sünnet-i seniyede Tesbih namazı var
kılıyoruz Kılınmalı çok da faydası var
Müslümanlar aynı tevhid sancağı altında yakın
zamanda toplanabilirler mi? Birbirleriyle ortak
düşünce altında toplanabilirler mi? Eğer biz
bireysel ve toplumsal olarak bu biraz önce
verilmiş 3 probleme karşı 3 çözüm önerisine ne
kadar sarılırsak o kadar hızlı olacak. Konu dışı
bir soru biliyorum demiş ama çok merak
ediyorum bu ebced hesabı ve cifir hesabı
hakkında bu konudaki fikriniz nedir?
Mesleğiniz dışında olan bir şeyle bence
ilgilenmenize gerek yok. Çünkü hem ebced
hem de cifir hesabı hakikaten bu alanda
meslek erbabı olmaya niyaz etmiş. Ümmet-i
Muhammed'e hizmet etmek isteyenlerin
alanıdır. Türkiye'de de öyle aman aman kimse
yoktur Bu konuda düzgün çalışabilen
Genellikle böyle Merdiven altı tipler Bilgisi
dahilindedir O yüzden bence çok da merak
etmeyiniz Çünkü çok uzun ve derin Hani bir
üniversiteyi soruyorsunuz Elektronik
mühendisi hakkında ne düşünüyorsunuz Ne
kadar anlatabilirim Ebced ve cifir de öyle çok
kısa bir konu değil Ve bence Sizinle de alakalı
bir konu değil. Ve bence sizinle de alakalı bir
konu değil. Dolayısıyla ehli imanın yapması
gereken kendisiyle ilgili olmayan şeyle
uğraşmasının israf olduğunu bilmektir. Lütfen
israfa girmeyin. İlimde de israf vardır. Sizinle
alakalı olmayan konuyla ilgilenirseniz. İran'ın
kendisi gibi iman etmeyenlere karşı tutumu
hakkında düşünceniz nedir? Eğer bir insan La
İlahe İllallah Muhammedur Resulullah
dedikten sonra Kur'an-ı Azimüşşan ayetlerine
sünnet seniyenin esasına ters hareket
etmiyorsa Müslümandır. Ancak İran'ın kendi
içerisinde de ekseriyetle burada anlatıldığı gibi
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer ve Hz. Ayşe
validelerimize küfür edilmeyen çok büyük ve
geniş bir kitle vardır. Hem Şia'dırlar ama aynı
zamanda bu değerlere de sahip çıkarlar. Hatta
büyük toplantılarında çıkıp Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ömer, Hz. Ayşe validelerimize, efendilerimize
asla ve katiyete kötü söz ve dil
uzatılamayacağını beyan eden büyük şianın
büyük alimleri de vardır. Doğal olarak ehli
kıbleyiz, ehli islamız, farklı düşüncelerinin
içerisinde eğer Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz.
Ayşe gibi Kur'an-ı Azimüşşan'da beyan edilmiş
olan zat-ı muhteremlere, büyüklerimize kötü
söz söylemedikçe bu tutum hakkında
düşünceye gerek yok. Hakikat orada da ya ehli
imanız ya da değiliz. Ama burada şurada bir
incelik var. Bizler buradaki insanları hakikaten
tanımadıkça bir ön yargıyla Şia'ya kafir
demeyen kafir olur bakış açısıyla bakarsak
durum oldukça sıkıntılı olur. Bir insanı kafir
adletmek başka bir şey. Toplumun tamamını.
Bütün şialar kafirdir diyemezsiniz. İçinde 70'e
yakın fraksiyon var. Kimisi uç noktalara ulaşmış
olabilir. Dinini kaybetmiş fraksiyonlar elbette
var. Ehli sünnet içinde yok mu? Bugün şu anda
bakın ben size bir örnek vereyim. Gazi
Üniversitesi'ndeki bir ilahiyat doçentinin
sözünü söylüyorum size. Kur'an-ı Azimuşşan'da
bir ayet-i kerime var diyor. Bu ayette Hızır
Aleyhisselam'ın bir çocuğu öldürdüğü yazıyor
diyor. Bir çocuk henüz akıl baliği olmamışken,
henüz bir suçu işlememişken öldürülmesi caiz
değildir. Kur'an'dan bu ayetin kalkması gerekir
diyen ehli sünnet olduğunu söyleyen ve Gazi
Üniversitesi'nde iman ve ilahiyatçı yetiştiren
bir hoca. Bu ülkede hala hoca. Kusura
bakmayın. Birbirimize bakarken önce bir
kendimize bakmakta fayda var. Dolayısıyla
mesele ehli sünnet ve ehli şia anlayışının
karşılaştırılması değil olmamalıdır. Asıl olan biz
imanın hakikaten sünneti, şer'ati ve ehlibeytin
muhabbetiyle ne kadar ilerletebildik oyunu iyi
kavramaya mecburuz. Hatta bizler ehlibeyte
böyle fatiha okuyunca bize de şia mıdır, alevi
midir diye soranlar oluyor. Hayır efendim biz
müslümanız. Ehli sünnetiz. Seyyidimizin bu
konuda kitaplarında yazdığı güzel ifade akide
de eşari, mezhepte şafi ve yolculukta
Abdülkadir Geylani Hazretleri'nin yolu üzereyiz
der. Konu zaten yeterli, kapatmış olur. O zaman
demiş, milliyetçi olan şahıs tam anlamıyla
iman etmiş olmuyor veya ben hayır canım olur
mu şeyh milliyetçi olup imanla ne alakası var?
Sadece yanlış bir yolda ilerlemiş oluyor.
Milliyetçilikte ilerlemememiz gerekiyor. Haşa
sümme haşa milliyetçiler bu ülkenin kıymetli
evlatları var. Sadece bu milliyetçilikte belli
çizgileri aşmamamız gerekiyor. Bu durumda
ümmet bilincini kaybedebiliriz. Buna dikkat
çekiyorsaydım. Bu durumda ümmet bilincini
kaybedebiliriz. Buna dikkat çekiyorsa idim.
Efendim. Afrika'da Asya'da bize dua eden
ümmetler var. Ülkemizde yaşayanlardan daha
fazla duacılar ülkemize. Amin. Biz de onlara
dua edelim inşallah. Efendim. Hakikatte soru
nasıl sorulur? Soru içinde çıplak, kısa, hiçbir
sıfat olmayacak, kişinin kendi şahsi görüşü asla
olmayacak şekilde sorulur. Grafoloji gerçek
midir? Evet, gerçektir. Bunun üzerinde bir
çalışmamız olacak mı? Mevcutta bazen
bakıyoruz, çalışıyoruz ama başlı başına uzun
bir mevzu ve eğitim gerektiren bir konu.
Kitapta ne kadar anlatabiliriz? O soru işareti bir
de sohbet bağımında anlatması zor. Tahta
kalemiyle yapmak lazım. Hani güzel güzel
anlatmak lazım efendim. Bir müsaadenizle su
içeyim. Türk vatandaşlığı, İstiklal Savaşı ve
Lozan Anlaşması ve Türkiye'nin sınırları dini bir
sohbette neden eleştiriliyor? Dini bir sohbette
siyaseti anlatmadık, hiç de eleştirmedik. Türk
vatandaşlığından şeref duyuyoruz, şerefle
taşıyoruz o kimlik kartını. İstiklal Savaşı bizim
dedelerimizin, hepimizin dedesinin verdiğidir.
Lozan Anlaşması'ndan hiç bahsetmedim.
Bence biraz önyargıyla yaklaşıyorsunuz.
Türkiye'nin sınırları derken daha da muhteşem
bir şey söyledim. Biliyorsunuz bizim milli
sınırlarımızı çizerken de bu çizgilerin bugün için
böyle olduğunu ama aslında bütün dünyayı
kuşatabilecek bir sevgi ve muhabbete sahip
olduğumuzu bu ülkenin kurucuları da
söylemişlerdir. Türk vatandaşlığı Türkiye
Cumhuriyeti'nin bir parçası olabilmek büyük
bir şereftir. Ancak bu parça içerisinde Türklük
asliyet değildir. Bu ülkenin ana sırı Mustafa
Kemal'in de beyan ettiği üzere İslam'dır
efendim. Bir konuşmasında bu var. Lütfen
meclis kayıtlarına gidip bakarsanız
göreceksiniz. Bu ülkenin ana sırı İslam'dır diye
açık bir cümında bu var. Lütfen meclis
kayıtlarına gidip bakarsanız göreceksiniz. Bu
ülkenin ana hasarı İslam'dır diye açık bir
cümlesi var. Türklük, Kürtlük, Lazlık, Çerkezlik
diye sayacaksak durum çok üzücü. Daha da
üzücü olur. Siyaseti hiç konuşmadık. Tam
tersine. Siyaset üstü yüz. Siyaset basit bir
konu. Yani ilmin politika basit bir konu. Te
ilmin politika basit bir konu. Tevhid ocağı ve
kitap yazma haricinde başka kanallarımız
inşallah olacak. Henüz yok. Çocuklar için bir
kanalımız olacak. Allah nasip ederse dua edin.
Ümmet-i Muhammed'in sallallahu aleyhi ve
sellem gençleri için mesela lise seviyesinde
onları uyandırmak adına okullarında okul
müfredatını, fütuhatlarla bütünleyen bir
müfredat oluşturulabilir mi? Neden olmasın?
Beraberce çalışsak. Çok da güzel bir eğitim
formatı var aslında fütuhatta. Formülü verdiniz
bize 3 maddede. Bu zamana kadar öğretilen
bazı alemler tarafından öğretilmeye devam
eden. Peki gençliğin bu eski kafanın buhranına
nasıl başa çıkması gerekir? Hiç eski kafayla
uğraşmayacaksınız. Yola devam edeceksiniz.
Sevdiğimin çok tatlı ve güzel bir sözü var.
Dostlar selam, yola devam. İnsan kendisi için
değil, başkası için yaşamak üzerine
yaratılmıştır. Amenna ve seddikna. Peki
başkaları için yaşamayı sadece günlük
hayattaki fiil olarak değil, doğal olarak
düşünürsek? Kendimiz için değil, başkaları için
mi dua etmeliyiz? Aynen öyle. Melaike de o
duanıza amin der. Hatta daha fazlasını size
nasip olmasına vesile olursunuz efendim.
Şimdi Şimdi soru nerede kaldık? Hızlıca
bitirmeye çalışalım. Pardon şurada bir kayma
oldu ama. Ulus devletlerinin yıkılması demek
devlet yapısının tamamen çökmesi mi demek?
Hayır değil. Yoksa bilinen devlet yapısından
daha işlevsiz devlet yapısı mı? Hayır o da değil.
Tam olarak bir çöküşten bahsediyorsak
vatandaşların akıbeti şu olacak efendim bir
çöküş değil bu. Bu yeni bir başlangıcın
imkanıdır. Ulus devlet yapısı, Çin, İsrail Avrupa
gibi medeniyet diye tabir edilen şeyler
çöktükçe bizler kendimize gelebilme imkanına
kavuşacağız. Bu arada bizler kendi içimizdeki
farklılıkları değil esas olan unsura hedefe
kilitlendiğimizde konu daha rahat çözülecektir.
Dolayısıyla Ümmet-i Muhammed'in akıbeti bu
manada eğer bu şekliyle devam ederse elbette
hayır üzeredir. Peki denilmiş Müslüman olan
ile doğuştan Müslüman insan arasında fark var
mı? Allah katında yani şöyle evvelden
Müslüman olan arasında fark var mı? Allah
katında yani şöyle evvelden Müslüman olan
yıllarca ibadet ediyor ama diğeri bir iki sene.
Hayır bir farklılığı yok. Çünkü orada bizler
tartıya sokuyoruz kendi kafamızda
sevaplarımızı. Rabbimin katında neyin karşılığı
tam olarak nedir ki? Yani insanın bir katre,
birisine bir gülümsemesi bazen insanın
hayatını kurtarır. Türk bayrağı ümmetin
malıdır. Amenna ve seddehna. Kitapların e-
kitap, Aşk Dergisi'nin e-dergili versiyonları
çıkacak mı? Talep olursa inşallah. Bu aşamada
biraz daha zamana ihtiyacımız var bence. Hep
beraber daha çok çalışırsak, daha çok insana
ulaştırırsak, talep daha çok olursa o zaman
daha kolay yapılacak. Projeler var. Vakit ve
maddi zaman, maddi imkanlarının gelişimine
ihtiyacımız var. Dualarınızla. Namaz dualarının
tefsiri var mıdır? Vardır. yapacağız inşallah.
Rabıta konusunda bir ders yapmıştık zaten
anlatmıştım. Gece namazını nasıl kolay
kılabiliriz? Önce alışmak için yatmadan önce
kılmaya başlayın sonra yavaş yavaş alışmaya
başlayacaksınız. Öncelikle namaza alışın sonra
kalkmaya gelsin sıra inşallah. Öncelikle namaza
alışın sonra kalkmaya gelsin sıra inşallah Nefes
fikirlerini çekerken yaşanan ağırlık nedir? Bunu
nasıl atlatabiliriz denilmiş Bunu şöyle ifade
etmek lazım Zaman zaman da o ağırlık olur Bir
gusül abdesti alabilirsiniz İki böyle çok aşırı bir
ağırlık olduysa Duş aldığınız suya biraz tuz
katabilirsiniz. Ağlamak iyidir efendim.
Ağlayabilirsiniz. 72 kalü bela yaşan demişiz.
Bunu biraz daha açabilir misiniz? Bir başka
yerde açtım diye hatırlıyorum onu. Her canlı
bir gün ölümü tadacaktır. Her nefis bir gün
ölümü tadacaktır. Bu tür farklıları nasıl ayırt
edeceğiz? Burada bir farklılık yok. Canlı da
nefis de canlılık atfettiği için ve canlıya takdir
edildiği için aslında aynı anlama geliyor. Çünkü
nefisler canlılara atfedilmiştir. Cansızlarda
olmayan bir şeydir. Hz. Ali Efendimiz buyurdu
ki insanlar uykudadır. Ölünce uyanacaklar.
Buradaki uykudan kasıt gerçek uyku mu? Hayır
değil gaflet uykusu. Gerçek uyku ise insan
rüyadan sorumlu değil. Gerçek uyku değil
efendim bu gaflet uykusu. değişimi şöyle
astroloji sohbetinde geçmişte kevnler bugün
görülen astrolojik vakaları meydana getiren
büyük galaksi hareketleridir ve bunlara kevn
denir. Burçları hareket ettiren temel
mekanizmadır. Dolayısıyla onlar kevn değişimi
olarak adlandırılır. Dünya tarihinin kırılımlarıdır
onlar. İşte ne bileyim Musa Aleyhisselam'ın
efendim denizi yarması Resul-i Kibriya
Aleyhisselatü Vesselam'ın ayı yarması,
Medine'ye hicreti hep bunlar kevm
değişimlerine denk gelir. Çok ibadet edilen
keşfe açılır mı? Hayır. Keşif sahibi Peygamber
Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam'la
görüşebilir mi? Keşfin arasında incelikler ve
farklılıklar vardır. Değişir. ve farklılıklar vardır.
Değişir. Kahlo belada Allah Azze ve Celle
insanlara bir teklif sunmuştur ve bu teklif
karşısında da onlara imkan sunmuştur. Birden
fazla. O imkandan birinde Müslüman olan,
başında olan hemen doğduktan sonra devam
eder. Olmayansa daha uzun olur. Konya'da
kardeşlerimiz var. Size ulaşırlar inşallah.
Konya'da kardeşlerimiz var. Size ulaşırlar
inşallah. Konya'da var mı bilmiyorum ama bir
şekliyle ulaşılır diye tahmin ediyorum.
Selamun Aleyküm. Bizler 186 bin defa
ahdimizden dönmüşüz deniyor. Biraz açar
mısınız? Evet 186 bin peygamber gelmiştir.
Futuata göre. Başka alimlerin de buna benzer
ifadeleri var. Dolayısıyla 186 bin defa bir
peygamber gelmiştir futaata göre. Başka
alimlerin de buna benzer ifadeleri var.
Dolayısıyla 186 bin defa bir peygamber gelip
bizlere teklif etmiş ve bizler insanlık bağımında
söylemek gerekirse bu teklifi reddetmiş
oluyoruz. Nur suresi 3. ayet-i kerimede geçen
zina eden erkekler, yalnız zina eden şirk koşan
kadınlarla. Ayet-i kerimesi. yalnız ziyan eden
şirk koşan kadınlarla ayet-i kerimesi bu şu
Cenab-ı Hakk'ın takdirinde temizliğin
ehemmiyetini olarak Nur suresi 3. ayette
yapılmıştır. Başlı başına bir ders yaptık bununla
ilgili. Dolayısıyla burada nikahı kabul olmaz
diye bir şey yok. Şeker hastalığı için futaatta
şifası var mıdır? Vardır efendim. Millet kelimesi
aynı zamanda din anlamına geliyor mu? Hayır
gelmiyor. Milliyetçilik konsantresi kavimcilik
anlamına gelir mi? Evet kavimciliktir bir
manada. Ümmetin birlikteliği hangi temel
unsurlar üzerinde temellendirilmedir? Ümmeti
meydana getiren ne var? Şeriat, sünnet,
ehlibeyt. Yine bu üç tanesinin üzerine
kurgulandığı için üçü üzerine temellenmiştir
efendim. Mürşitsiz inzivaya girmek ve zikrimizi
kendi araştırmalarımıza göre belirlemekte bir
sakınca var mıdır? Elbette vardır. Herkes kendi
ilacını kendi bulmaya kalksa kendi ameliyatını
kendi yapabileceğinin iddiası gibidir. Tekamül
değil tamamen hakikatten uzaklaşmaya vesile
olur. Nefsin ölmesiyle bedenin ölmesi aynı
mıdır? Beden ölünce nefis ölür. Ve bedenin
ölümünde nefis ciheti harekete geçer. Nefsin
tıbbi karşılığını anlattığımız bir dersimiz var.
Oradan dinleyebilirsiniz. Dualarda iki damla
göz yaşadığı bir şey duymuştum. Abi diyor ve
göz yaşlamanın dokuz farklı kaynağı var olduğu
söylendi. Başka bir sebepten örneğin üzümden
ağlarken aklımıza gelip ümmete dua etmek
olur mu? Neden olmasın? O ona vesile olması
için niyaz ederiz, talep ederiz. Rabbim inşallah
göz yaşlarımızı oraya döndürsün diye. En kısa
yoldan Allah-u Teala'nın sevgisi nasıl kazanır?
En güzel sorulardan biri olmuş. En kısası en
yakınındakine acilen yardım etmekle başlar.
Sevginin gösterildiği yer başkasına hizmet
ettiğiniz yerdir. En yakınınızdaki adama hemen
koşun yardım edin. O yardım, o muhabbet, o
sevgi biiznillah size Rabbinize çabucak
kavuşturur. Sabah namazlarına bazı zamanlar
kalkamıyorum. Bunun için yapabileceğim
herhangi bir şey var mı denilmiş. Yatarken
niyet etmeyi lütfen unutmayın. Dua alalım.
Amennâ. Duamız ümmeti Muhammed'in
sağlık, sıhhat, afiyet, birlik ve dilliği üzerinedir.
Rabbim bizi milliyetçilik ve yoz milliyetçilik
tabii. Yoz ve kötü milliyetçilikten uzaklaştırıp,
kavmiyetçilikten uzaklaştırıp, ümmet olma
bilincine ulaştırsın. Faslı, Yemenli, Boşnak,
Çerkez, kürt, türk, alevi, şey, arap bir başka
milletin Müslüman kardeşimiz derde
düştüğünde o dertle dertlenenlerden eylesin.
Bizleri bir ve beraber eylesin. Şia'ymış,
aleviymiş, sünniymiş meselesinin bir an önce
Ümmet-i Muhammed'in üzerindeki bu fitneleri
kurkulayanların elinden çıkıp Ümmet-i
Muhammed'in alimleri tarafından
çözülebileceği bir imkanla mümkün olmasını
nasip ümresel eylesin. Cenab-ı Hakk'ın
seyyidimize ikram edildiği futuhat kapısından
alınmış bu feyz ve muhabbetle genç
kardeşlerimin bütün dünyaya bu tevhidi
yaymalarını Cenab-ı Hak nasip ümresel eylesin
efendim. Başta seyyidimiz ailesi Ümmet-i
Muhammed'in tamamı olmak üzere şu zor
günlerden bir an önce çıkan ümreyi nasip
ümresere eylesin efendim başta seyyidimiz
ailesi ümmeti muhammedin tamamı olmak
üzere şu zor günlerden bir an önce çıkalım
nasip müessere eylesin hayırların fethi şerlerin
defi ümmeti muhammedin sağlık sıhhat
afiyetleri için Allah rızası için efendim el fatih

2. Cihazın Perveri Bedir, Şühedayi Uhud,


Şühedayi Kerbela'nın ruhlarına, Ashabı Bedir
ve Ashabı Uhud'un ruhlarına ve kafi'li iman
ervanı ruhlarına. El Fatiha. Hz. Ali Kerim Allah
ve Cehu Efendimiz'in ruhlarına, Hz. Fatıma
Hanım'ız, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin Efendimiz'in
ruhlarına, gelmiş. Fatıma Hanım'ız, Hz. Hasan,
Hz. Hüseyin Efendimizin ruhlarına, gelmiş
geçmiş Seyyid ve Seyyidilerin ruhlarına, 12
İmamın ruhlarına ve kafirli İslam ervanının
ruhlarına, El Fatiha. Birimiz Kavsa Azam Altyazı
M.K. El Fatiha Müritlerinden ahirete intikal
etmiş olanların ruhlarına, Şühedayi Çanakkale,
Şühedayi İstanbul, Evliyayi İstanbul'un
ruhlarına, Cabir bin Abdullah Hazretleri'nin
ruhlarına, Eyyub el-Ensari Hazretleri'nin
ruhlarına, Şühedanın serperveri Hazreti Hamza
Efendimiz'in ruhlarına, ve kafeli iman elvanı
ruhlarına. El-Fatiha. El Fatiha El Fatiha Meded
ya Hazreti Allah Meded ya Hazreti Muhammed
Mustafa Meded ya Hazreti Ali Meded ya
Hazreti Ali Meded ya Seyyidi Muhammed
Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem Meded ya
Hazreti Ali Kerramallah ve cehu Meded ya
Gavsazam Abdülkadir el-Ceylani Meded ya
Seyyidi Muhammed Ruhi
Elzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim Cenab-ı Hakkın
izniyle Seyyidimize ikram edilmiş futuhat
kapısından Allah nasip etti yine büyük
toplumsal sorunlarda 21. dersimize geldik tabi
ikili yaptığımız derslerde vardı Büyük
toplumsal sorunlarda 21. dersimize geldik. Tabi
ikili yaptığımız derslerde vardı. İsraf konusunu
ele alıyor olacağız ama bambaşka bir
pencereden. İsrafla ilgili biliyorsunuz tasavvuf
külliyatının içerisinde ayrı bir bölüm var. Ama
bugünkü israf konusu bütün dünyayı
ilgilendiren bu değişen çağın getirmiş olduğu
yakında önümüzdeki 10 yılda oldukça bize
etkileyecek ve sonra tabii ki alışıp yeni
düzenlere doğru geçeceğimiz bir evreyi ifade
etmek üzere hem sorunun kendisini iyice
anlamak hem de problemi bunun üzerine
çözmek üzerine beyan ediyoruz. Elbette ki
dersin içinde hep birinci kısımlarda biraz daha
Tanımsal önlemler tanımsal konular Önem arz
ediyor Ve bu konuda genellikle insanlarımız
Mesela şimdi Siyer-i Nebi'de de aynı şey söz
konusu oluyor Başlangıçtaki o Tanımsal olaylar
Zamanla ilgili mekanla ilgili Allah Resulü
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin nuru
muhammedisinin Yaratılması esasındaki fizik
ve biyoloji o yapıyla ilgili olan unsurlar olunca
insanlar benim aklımı pek almıyor bu işleri
biraz sonraya bırakalım filan gibi bir
düşünceleri olabiliyor ama hakikat kıymetli
kardeşlerim bir şeyin tanımının ne olduğunu
bilmeden ve tanım sizin gönlünüze tam
oturmadan onunla ilgili doğru sonuçları elde
edebileceğiniz mekanizmalara ulaşamazsınız ki
Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem
Efendimiz de Kur'an-ı Azimüşşan'ın vahyi
ilahisini beyan ederken önce tanımlamalardan
yola çıktılar. Yaratıcı nedir? Yaratılmışlık nedir?
İnsan nedir? Cennet nedir? Cehennem nedir?
Önce soru şu nedir? Biz neyiz? Önce bir
tanımla karşılaşır insanoğlu. Sonra bu
anlattığın şeyden çok hoşnut oldum. O zaman
ben buna nasıl ulaşmam lazım? Ya Resulallah
denilir. Hayat başlar. Veya Ya Resulallah bu
anlattığın şeyden ben çok korktum.
Cehennemin anlattığın her sözcük ayet
kelimelerle beyan edilen her tehdit ehli imanı
korkutuyor. Çünkü bizde küfür olan bir kafir
olan bir nefis taşıyoruz. O halde ne yapmamız
lazım der orada hayat başlar. Dolayısıyla bizim
insanımızın da genellikle dünyanın ekserisinde
de kaybettiği yer burasıdır. Tanımlar, tanım
alanları ve o sözlükler oldukça önemli çünkü
manasını bilmediğiniz şey hakkında bir şey
yapabilmeniz pek de mümkün olmaz. Pek çok
şeyi bu arada kaybediyoruz. O tanımlarla ilgili
olarak da Allah nasip ederse bu mesela kader
konusunda bir çalışmamız var. Onunla ilgili bir
Tevhid Hoca'nın yeni dergisi bitiyor Mayıs
ayının başlangıcında. Yine Hikmet
Külliyatı'ndan bir kitapla beraber karşınızda
olacak Allah nasip ederse. Orada da mesela
kaderin tanımlamaları yapıldı. Muhteşem bir
dergi inşallah size hazırlanıyor. tanımlamaları
yapıldı. Muhteşem bir dergi inşallah size
hazırlanıyor. Sonrasında Mayıs ayında
düşündüğümüz Batı felsefesi yani futuatın
sırasında olan ama bahisler külliyatının öne
çekilmesi gereken bir Batı felsefesi ve Doğu
düşüncesiyle alakalı olan kitaplarımız var.
Onlarla ilgili çalışma devam ediyor. Biiznillah
sizin muhabbetiniz bizim gayretimiz
Rabbimizin izni inayeti büyüklerimizin
medeliyle seyidimize ait olan bu kitapları
dünyaya yayabilmeyi Rabbim nasibi müessere
eylesin. Arapça çevirileri biten kitaplar var.
Direk İngilizceye şu anda hazırlanan direkt
Amerika'ya hazırlanan İngilizce hazırlanan
dünyaya yayılacak anlatılacak kitaplar var.
Dolayısıyla bütün bunlar bu gayretle hasıl
oluyor ama her gayretin içerisinde sizler
okuyucu olarak sıkıldığınız alanlar olsa da
alışmanızda fayda var. Çünkü hayatın içinde bir
şeyin doğrusunu ve yanlışını, eğrisini,
büyürüsünü kavramak için hatta karşınızdaki
insana bile önce adını sorarsınız mesleğinden
evvel. Usul ve erken bunu gerektirir. Adın ne?
Seni ne ile tanımlayayım dersiniz. Dolayısıyla
bütün toplumsal sorunlarla ilgili problemleri
izah ederken biz önce tanımla başlıyoruz. Yine
geçen hafta salı gününden bu hafta salı gününe
kadar futuhat dersi yapan kıymetli
kardeşlerimin soruları var. hat dersi yapan
kıymetli kardeşlerimin soruları var. Ondan
hariç yine sizin bu dersle alakalı ve bu dersin
haricinde sorularınız olursa onları da canlı
sohbet bölümünde beyan ederseniz dersin
sonunda ayrıca onları da ifade etmeye gayret
ederiz efendim. Önce anlayalım israf nedir?
İslami literatürde ne olduğu çok açıktır ama biz
bugün bütün dünyaya söylüyoruz sözümüzü
çünkü toplumlar büyük problemlerle
karşılaşacaklar. Bu problemlerin en başında
gelen unsurlardan bir tanesi de israf olacak ve
bizi bitirecek bir israfa doğru adım adım. Zaten
geldik ama bu süreçten sonra kaybettiğimiz
bazı şeyler bugün çok elimizdeyken bir anda
garip bir şekilde ortadan kaybolmaya
başlayacaklar. Dolayısıyla bu israf
matematiğini toplumların iyi anlaması
gerekiyor. İsrafın içinde israfı tam olarak
anlamak için müsrifin yani israf eden şahsın
psikolojisini anlamak israfı tanımlama
noktasında önemli bir noktadır. Önce müsrif'i
iyi anlamak lazım. Onun psikolojisini iyi
kavramak lazım ki israfın gerçek manada
dünyada ehli kafiri de hangi alanda
ilgilendiriyor onu anlamış olalım. Müsrif
elindeki tuttuğu veya kendisine ulaşacak olan
şeyin ehemmiyetini bilmeyen veya çabucak
bozulması ya da elden çıkartılması mümkün
gibi görülen şeylerin hiçbir değer algoritmasına
tabi tutulmadan hiçbir değer verilmeden onun
elden çıkartılmasıdır. Ne gibi? İnsanlar bugün
için temelde mesela bir su meselesinden
bahsetmemiz gerekiyorsa su bugüne kadar
herkesin çok kolaylıkla elde edebileceği hemen
ya şurada çeşmeyi açarım akarın nasıl olsa
dediği bir süreçti. Fiyatı da uygun yani bugün
metreküp fiyatları her evdeki insanların
rahatlıkla ödeyebileceği şekilde veya işte
toplumlar evet dünyanın hatta şu anda 3'te 1'i
hatta 3'te 1'inden fazlası %45 civarı temiz ve
sağlıklı sulara ulaşamıyor olsa da suyun varlığı
hem fiyatının uygunluğu hem her an yağmur
yağacak düşüncesi insanoğlunda doğal olarak
bunun bir rahatlıkla elde edebileceğimizin
düşüncesini oluşturuyor. Ancak örnek vermek
gerekirse önümüzdeki 10 yılda suyu bulmak ve
suya erişmek bugünkü kadar çok kolay ve
bugünkü kadar fiyat unsurunun çok basit
olarak elde edilebileceğini düşünemeyeceğiz.
Çünkü unuttuğumuz bir şey var. Allah Resulü
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin abdest
alırken dahi bir ırmak kenarında suyun israf
edilmemesinden bahsediyor. Biz burada şunu
çok net anlıyor ve anlatıyor olmamız lazım.
Suyun toprakla olan muhteşem bir ilişkisi var.
Bizler toprağı bilinen ve bilindiği şekliyle
kullanmaktan ziyade kimyasal gübreleme ve
kimyasal maddelerle gübreleyerek onu
kimyasal maddelerle toprağa kirlettikten sonra
yağmur yoluyla elde etmiş olduğumuz suyun
topraktaki kimyasallarla bileşke meydana
getirerek toprak altında bizim ihtiyacımız olan
yeraltı sularına dönüşmesi bugün gördüğümüz
kadarıyla kolay bir süreç olmayacak. Bu yüzden
dünyada su savaşları olmayabilir, direkt su
üzerine bir savaş olmayabilir ama suyu elde
etmek için gerçekten çok daha büyük
gayretleri elde, gayret sarf etmemiz
gerekecektir. Küresel ısınma olarak beyan
edilen yapılandırma aslında tam olarak bir
küresel ısınma projesi ya da küresel ısınma
konusu değil. Bunun içerisinde pek çok başka
problem var. Küresel ısınma adı altında
yapılmak istenen başka şeyler de var. Ama
dünyanın kendi haline bırakıldığı yerde
dünyanın kendisini toparlayabilme kabiliyeti
de Cenab-ı Hak tarafından doğaya bahşedilmiş.
Bizler doğada doğal olmayan yollarla bir şey
elde etmeye çalıştıkça doğanın parçası olan ve
ona hayatı getiren ona nefes alma imkanı
getiren suya da daha sonrasında bu kadar
kolay erişebilir olacağımızı düşünmeyelim. İşte
bu yüzden önümüzdeki 10 yıllık süreçte bütün
dünya ülkelerinin cebelleşmek zorunda
kalacağı en önemli problemlerden bir tanesi
sudur. Tabi suyla beraber izah ettiğimiz
tanımdan yola çıkarsak eğer neyi çok basit ve
hemencik yapıyoruz bizler söylemlerimizi değil
mi? Çok kolay bir şekilde hemen
konuşabiliyoruz. Halbuki bilinmesi gereken bir
şey var ki insanın en çok israf ettiği konulardan
bir tanesi de kendi sözüdür, kendi dilidir, kendi
nefesidir. Adediyle Cenab-ı Hak tarafından
imkan olarak verilmiş olan insanoğlunun boş
konuşması ve her şeye her an bir cevabının
hazır olabilme kabiliyetiyle hareket ediyor
olması, cevabının hazır olabilme kabiliyetiyle
hareket ediyor olması, bu noktada
karşısındakiyle cedelleşiyor ve cebelleşiyor
olması, onun dilindeki sözleri bir an önce israf
edebilir nitelikte bir imkana sahip olduğunu
düşünmesi, dil benim değil mi, fikir benim
değil mi, akıl benim değil mi, istediğim gibi
konuşamaz mıyım cümleleri arasında özgürlük
ve özgürlükçü bir yaklaşımda bunu sürekli teyit
altında yapıyor olması ilerleyen süreçte belki
de işte gerçek manada söz söyleyen insanları
kaybetmeye başlayacağız. Gerçekten söz
söyleyen insanları nasıl iteklersiniz? Eğer
ortada ilme teveccüh eden insanlar oldukça
azalır ve o teveccühün karşılığında insanlar
kendi fikirlerinin sahibiyetiyle hareket
edeceklerini beyan ederlerse göreceksiniz ki ve
ne yazık ki insanoğlu bu noktada ciddi
problemler yaşayacak ve önümüzdeki 10 yılda
bize en çok fikir adamları, tefekkür ehli
gerekiyor olacak. En az su kadar ihtiyacımız
olacak bir başka alandan bahsediyoruz. Yani şu
anda bizler bu futuatın verdiği imkanı beyan
ediyor ve belki bu önümüzdeki 10 yılın temel
ihtiyaçlarını ifade ediyoruz. Seyidimizin hayatı
boyunca ortaya koyacağı o futuatlar uzun süre
ülkelerin bilim ve ilim ve sosyolojik açıdan dini
açıdan ihtiyaçlarımızı gideriyor olacak. Ama bir
sonraki aşamaya giderken bizler fikir
adamlarının gittikçe ortadan kaybolduklarını
ve çekildiklerini göreceğiz. eriştiğini
düşündüğü yerde suyun en güzeline sahip olan
adamın o sunuyu başkalarına sunmak gibi bir
derdi kalmadığı gibi çekilmeye başlar.
Dolayısıyla ilmi araştırmalar yaparken bizler de
şunu görmeye başlayacağız. Makalelerde de
bugün zaten yoğun bir şekilde görüyoruz.
Tekrara düşen, birbirini tamamlayan ve sadece
araştırma nitelikli olan ve tarihin geçmişinde
var olan değerleri tekrar ve tekrar önümüze
süren bu makalecilik yarışında ne yazık ki yeni
bir şeyler söyleyemiyor olmak, dili israf etmiş
olmak da geliyor. Zira şunu unutmayınız.
İnsanın aklı ve zekası çok konuştukça değil,
kendisini çokça Rabbini dinledikçe, Rabb'i
kısmını ve İslam kısmını bu akşam bütün
dünyaya sözümüzü söylediğimiz için bir ayrı bir
noktada tutalım şimdi. Bütün dünyaya
ifademiz şöyle olsun, bu manada Fütuhat'ın
sözü şöyle olur. Şu anda gerçek manada bizim
insanımızın fikri olarak ağzına gelen her şeyi
söylüyor olması, bir sonraki aşamada zihinsel
düşünce formunu kaybetmemize sebep olur.
Dolayısıyla insanın çokça düşünebilme
kabiliyetinin kendisine verilmesine nazaran,
hadi konuş, hadi söyle denmemesi, sözü
söylemesi gereken kişinin ehli hikmet ehli
ulema ehli bilgi sahibi ehli alim olarak teyit ve
takdir edilmesi hem Kur'an'da hem de diğer
bütün gelmiş olan dinlerde İslam dininde ve
muharef de olsa bütün kitaplarda söylemin
israf edilmesinin nihayetinde insanların fikri
dünyalarında büyük bir kopukluk meydana
geleceğini görebileceksiniz. Dolayısıyla bugün
önümüzdeki 10 yılda en çok neye ihtiyacımız
var diye soracak olursanız eğer, en çok israf
ettiğimiz şeyler kaybolmaya başladığında ve
geri çekildiğinde, kıyametin yaklaştığı şu
süreçte kader noktası tabi daha çok var Rabbül
Alemin bilir de Yaşadığımız bu sürecin gittiği
minvalde Biz şunu görüyor olacağız Ya
gerçekten bir hakiki bir şey söyleyecek olan var
mı? Çünkü ortada o kadar boş konuşan var ki O
kadar çok söz söyleyen var ki Sözü öyle israf
eden var ki Ya gerçekten biz hikmet ve hakikati
arıyoruz Dediklerinde keşke Şimdi o Fudat
uleması ki ya gerçekten biz hikmet ve hakikati
arıyoruz dediklerinde keşke şimdi o fütuhat
uleması fütuhat ulemasının yanında alimler
muhaddisler fukalar olsa da bize hakkı söylesin
desinler diyecekler ama ne yazık ki onlar
susmuş olacaklar çünkü herkesin pervane olup
bir şeyleri konuştuğu yerde hak ve hakikati
söyleyerek dinleyecek insan sayısını
bulamadığınızda ilim kendi kabuğuna doğru
çekilir. Tarihsel süreçte hep böyle oldu bu. Dil
ne zaman çok konuşursa o zaman geriye
gidildiğini gördük. Ama yanlış anlamayın altını
çizerek beyan ediyoruz. Bu ilmi araştırmalar ya
da kitap yazmanın önüne geçecek bir süreç ve
serüven değil. iyi araştırmalar ya da kitap
yazmanın önüne geçecek bir süreç ve serüven
değil. Tam tersine düşünce dünyasına dalmış
adamın bir şeyler yazmaya başlaması söz
konusudur. Bu yüzden aslında şunu yaparsak
eğer çözümü de beraber verelim. Bu dile
israfından kurtulmuş olabiliriz. Sevgili
kardeşim bir şeyler konusunda konuşmayı bir
kenara bırak. İstersen önce bir yazmayı dene.
Şöyle bir sayfa iki sayfa. Hani bu düşüncenin
bir şekilde başkasına sözle değil de kalemle
anlatmaya kalksan bir cümleleri kur yan yana
diz bakalım. Ve sonra gönder karşısındakine en
az konuşmandan duymuş olduğun zevk ve
muhabbet kadar aynı zevki duyabiliyor ve en
az konuştuğun kadar hızlı yazabiliyor musun?
aynı zevki duyabiliyor ve en az konuştuğun
kadar hızlı yazabiliyor musun? Olmadığını
gördüğünde yetersizliğinle karşılaşacak ve
kendi dünyanda araştırmaya, çalışmaya daha
fazla tefekkür ve tezekkür ile uğraşman
gerektiğini anlayacaksın. Dolayısıyla dünyanın
en iyi konuşmacıları sizin zannettiğiniz gibi ya
da ekseri gençlerin zannettiği gibi çok okuyan
insanlar ya da çok okuyarak bir şeyler
becerdiğini düşündüğünüz insan tipleri değil.
Elbette azınlıkta ya da böyle birkaç tane nadir
eser vardır ama genel itibariyle bu insanların
aynı zamanda iyi yazılar da yazdığını
göreceksiniz. Dilin israf edildiği yerde ve dilin
bu kadar rahat pelesenk olmuş dillere
pelesenk olmuş cümlelerin tekrar edilebildiği
her türlü bilginin herkeste her an ulaşılabilir
kaygısı düşüncesiyle konuşamama kaygısından
öteye benim de bir sözüm var diye ortaya
çıkan insan sayısı gittikçe arttıkça önümüzdeki
10 yılda bize gerçekten hikmet erbabına
muhtaç olacağız. Bu 10 yılda o hikmet
erbabına erebilmek sadece futuat açısından
düşünmeyiniz. Gençlerimiz için önemli bir
açılım söz konusu. Sevgili gençler bu noktada
mütefekkir olabilme yolculuğuna çıkın.
Mütefekkir olabilmek nasıl olur? Hangi adımlar
gerekir? Nasıl bir serüvene ihtiyacımız var?
Çünkü dünya bu süreçten sonra matematikçisi
de, fizikçisi de, biyoloğu da, bilgisayarcısı da o
mütefekkire muhtaç kalacak. Çünkü en çok dili
israf ediyoruz. Dilin israf edildiği yerde
mütefekkire mecbur olacağız. Bunlar çok ağır
israflarımız. Bir başka büyük israfımız var. Ve
bu israf belki pek çok günün arasında çok
önemli israflardan biridir. Dostlarımızı israf
ediyoruz. Bugün bütün dünya arkadaşlık
denilen, dostluk denilen, bir başkası adına bir
şeyler yapabilme bir başkası adına uykusunun
kaçar olması tabiri caizse o dostluk
mekanizmasını israf etti Çünkü ya nasıl olsa
elimde bir sosyal mecra var bugün bu
arkadaştan bir şey öğrenemezsem de yarın
diğerinden bir şeyler öğrenebilirim diyorsunuz
Dolayısıyla sizler sosyal ortamın büyük bir
gelişmişlik imkanının söz konusu olduğu yerde
sosyolojik olarak bir psikolojiye giriyor ve
diyorsunuz ki ya dostluk dediğin çok da önemli
bir şey değil. Aslında tabi bunu direkt
dillendirmiyoruz ya da en azından bizim
topraklarımızda daha az olmakla beraber ne
yazık ki başladı ama dünyanın tamamında bu
unsur oldukça etkin bir şekilde süre geliyor ve
insanlar bugün dostlarını israf ediyorlar ve o
dostluklarının yanına eğer bir şey eklemeleri
gerekiyor ve bir ihtiyaçlarını gidermeleri
gerekiyorsa işte bu noktada fikir sahibi, para
sahibi birisinden bir şey alabilir, çalabilir, bir
şeyin yerine ben de bir şeyleri koyabilirim ne
dert edeyim ki kendime diyor olabilirsiniz ama
ileride en çok arayacağınız şeylerin başında
dostlar olacak. Size en çabuk hatalarınızı
söyleyen, sizin yanlışlarınızı gören, sizi doğruya
yönelten dostlarınızı artık sosyal mecrada
bulamıyor olacaksınız. Çünkü bu sosyal mecra
dediğiniz mantık bu 10 sene içerisinde çok
başka bir boyuta geçecek. O noktadan itibaren
bizler artık eski dostlukların ehemmiyetini
anlamaya başlıyor olacağız ve ne yazık ki belki
bizden sonra gelen nesiller eskiden
babalarımız amcalarımız dayılar dedeler bir
araya gelirler. Kendi aralarında bir muhabbete
girerler ve saatlerce birbirleriyle hem gülüşür,
eğlenir hem de birbirlerine hakkı söylerlermiş.
Miş miş diyebilecekler. Acı olan taraflardan bir
tanesi bu. Ama devletler muazenesinde de
düşünülür ve o tarafa doğru çekerse de şunu
göreceksiniz ki artık devletler arasında da işte
bu manada dostluğu ortaya koyabilecek hiçbir
muazene kalmayacağı için dünyanın bütün
devletlerinin birbirine düşman olabildiği bir
anda ve bütün devletlerinin bir anda bir
mekanizma uğruna bir araya gelebildiklerini
göreceksiniz. Yani şu anda mesela bir Suriye
meselesinde pat diye biz bir anda Amerika ile
ortak bir şeyler bir anda Rusya ile ortak bir
şeyler bir anda tek başımıza bir şeyler
yapabilme mücadelesi veriyoruz ya bu
mücadelenin hepsi aslında önümüzdeki 10
yılda geçmiş yıllardan aklımıza kazınmış olan
kesin rigid ve değişmez dostluk kavramının
artık yıkılmış olduğudur. İşte bu noktada NATO
paktı dediğiniz, Avrupa Birliği dediğiniz, OECD
dediğiniz veya G20, G7 her ne derseniz deyin.
Bütün bu toplulukların ehemmiyetini yitirdiği
günlük ve konu bazlı birliktelikler ve
düşmanlıkların söz konusu olduğu bir hayat
biçimine doğru gidiyoruz. Bu hayat biçimine
karşılık, bu israfa karşılık ben şahsım olarak ne
yapabilirim diye soru halletmeniz gerekiyor.
Çünkü bizler o dostlarımızla ve o
kardeşlerimizle beraber bir şey yapmaya
cehdetmişiz. İşte dünya o cehdetmiş
cemaatlerin bir araya geldiği süreci takip
etmeye başladıkları bir serüvenle karşı karşıya
kalacaklar. Dünyanın bir yerinde 50 bin, 100
bin, 200 bin insanın bir araya gelip de
gerçekten hala bir şeyler yapmaya devam ettiği
bir alan söz konusu olursa eğer onlar sözü israf
etmeyen hikmet erbabının etrafında
toplanarak dünyaya hakikati söyleyebilecek
gerçek başlangıcı ya da gerçek serüveni yapıyor
olacaklar. İşte onlar bunu yaptıklarında
dünyanın onları takip edebiliyor olması
doğaldır. İşte bu noktada mücahede eden,
cihat ehli olmaya gayret eden genç
kardeşlerime söyleyeceğim. En önemli süreç
şudur efendim. Kendinize dost biriktirin.
Kendinize hakiki dostlar biriktirin. Kendinize o
kadar fazla dost biriktirin ki o dostlar size
hayatınızın 10 yıl sonrasında gerçekten bir şeye
ihtiyacınız olduğunda değil sizin onlara bir şey
vermeniz gerektiği yerde varlığınızın ne anlama
geldiğini size en çok öğretecek alanı
oluşturacak. O yüzden sevgili gençler tekrar
altını çiziyorum. Önümüzdeki 10 yılda size en
çok ihtiyaç olacak ikinci meselede mutlak
suretle dostlarınızın adedini arttırmaya gayret
edin. Tabi ki bu hadi gel dost olalım arkadaş
olalım da olmuyor. Bir uğraş, bir çaba, bir
mücadele, bir kardeşlik ve bir zemin
gerektiriyor. Bizim için o zemin davamız olan
kelime-i tevhiddir. Bunda şüphe yok. Ama karşı
tarafın oluşturacağı suni zeminler söz konusu
olmaya mecbur olacaktır. İşte ne bileyim kürek
sevenler derneği, kapı sevenler derneği falan
filan ama bunların kalıcılığı karşısında sizin
yapacağınızın kalıcılığı karşısında sizin
yapacağınızın kalıcılığı söz konusu
karşılaştırılamaz. Bugün o yüzden size en çok
enşek edilen konulardan bir tanesi tek takılın.
Topluluklara girmeyin. Topluluklar problemli
olabiliyor. Tek başınıza bir şeyleri çözün.
Yolunuza devam edin. Çok zengin olun. Çok
zengin olunca birilerine bir şey yaparsınız.
Allah da size yardım eder. İşte zaten ülkenize
yapacağınız en büyük iyiliklerden en büyüğü
budur diyorlar. Hayır. Ülkenize iyilik yapmak
istiyorsanız önce iyi insanlarla bir araya
geleceksiniz. Tabi ki bu iyi insanlardan kastiye
sadece bir tarikat ve cemaat şemsiyesinde
mecbur olmuş insanların bir araya
gelmesinden bahsedilemez. Ancak Allah
Resulü Allah'a rızkı çünkü Kur'an-ı
Azimuşşan'da el-ihvetun müminler kardeştir
diyor. Kardeşlik sadece bir tarikat ya da tek bir
şeyhe bağlı olan insanlar değil. Hakikaten
şeriatı, sünneti, ehlibeyt sevgisini, tarikatların
var olduğunu, sünnet-i seni'nin esas olduğunu,
tarikatların var olduğunu, sünnet-i seni'nin
esas olduğunu, hakiki inanç biçimini kabul
etmiş insanların bir araya gelerek bir şey
yapabilme zeminine. Oldukça yakın olduğumuz
anlardayız. Bu yakınlığa karşı dogmatik bakış
açısıyla hayır istemezlik diyenlerin en çok da
ehli tarih tarafında olduğu göz önünde
bulundurulursa sevgili gençler, bunu en çabuk
yıkacak olan sizlersiniz. İşte sırf bu yüzden
Tevhid Ocağı kuruldu, işin hikmetlerinden bir
tanesi de budur. Hakkı söylemek, hak için
söylemek, tarikatı kabul ederek, sünneti beyan
ederek, ehli beytin sevgisini anlatarak bunu
söyleyebilir olmak ve bir ocakta beraber
hareket etmenin İslam dünyasının esası
olduğunu tekrar hatırlatabilmek seyidimizin
başlattığı bu çalışma kapsamında bizlerin
içinde olabilme kadrini nasip etti Rabbim
kadrini anlayanlardan eylesin bizleri çünkü
seyidimizin atmış olduğu her bir adımdaki
incelik yıllar yıllar ve yıllar sonra anlaşılabiliyor.
Geldik israfın bir başka mevzuna. Dilde israf
etmeyelim bir mütefekkir olmak için. Dost
edinelim çünkü cemaat halinde hareket edip
dünyaya hakkı söylemeye ihtiyaç olduğunda o
hikmeti beyan edip İslam erbabının dünyaya
güzelliği yayabilmesi için. İşte bu iki tane
önemli meseleden bahsettik. İki tane daha
kısaca ifade etmek gayret edelim. Bunlardan
bir tanesi bütün dünya israfın merkezine alet
ve devatı koydu. Her şeye çabucak elde
edebilir olmak, çabucak fiyatını yani ucuzunu
da bulabilir olmanız. Yani eskiden şöyle bir
farklılık var. Bizim gençlik yıllarımızda bir
adamın gömlek giyebilme ihtimali bayramdan
bayrama. Sebep fiyatı yüksektir. Efendim özel
dikim yaptıracaksınız. O bayramlar bazen 2-3
bayramda bire de dönüşebilir. Ayakkabı
alacaksınız da yüksektir. Efendim özel dikim
yaptıracaksınız. O bayramlar bazen 2-3
bayramda 1'e de dönüşebilir. Ayakkabı
alacaksınız da böyledir. Çünkü fiyatı yüksektir.
Ve sizin elinizdeki para yılda bir defa almanıza
imkan tanır. Ancak bugün karşımızdaki unsur
bize bir ayakkabı modelini beğendiğinizde, bir
pahalı bir ayakkabı modelini beğendiğinizde
pahalı bir ayakkabı modelini beğendiğinizde
onun onda bir fiyatına hani 1500 liraya bir
adam delicesine ayakkabı satıyor ve bazı
deliler de o ayakkabıyı alabiliyor ama o 1500
liralık ayakkabının çakması diye tırnak içinde
tabir edilen o benzeri çok benzerini bir başka
yerde işte Eminönü'nde filan veya nerede
satılıyorsa 10 lira 100 liraya 70 liraya 80 lira
yani sizin alabileceğiniz seviyeye getirmiş
olabiliyorlar. Ancak burada kaybettiğimiz bir
şey var. yerde insanlığın o maddeye çok yakın
ve rahat erişebilir olması karşılığında
maddenin kendi ehemmiyetini kaybedip
insanın madde üzerindeki değişkenliği
sağlayabileceği yeni teknoloji arayışlarını
tetikler. Dolayısıyla maddedeki israf manadaki
israfı tetikler. Bu apayrı bir konu zaten adamın
manasını alt üst eder mana dünyasını ama bir
diğer taraftan sizin o maddenin daha iyisini
yapma ihtiyacınızı doğuruyor dolayısıyla bugün
siz dünyada kalem konusu veya işte ne bileyim
kalemdir kitaptır defterdir elinizde giydiğiniz
kıyafetler eşyalar vesaire bunlar müthiş bir
israf ediyor mu? Evet bunları israf düzeninden
çıkaracak olan sistematik üzerinde büyük
konjektürel değişimler yaşıyor olacağız. Çünkü
dünyanın bütün büyük üretim tesisleri daha
küçük ve daha etkili teknolojik ürün üretmeye
doğru yönelicekler. Dolayısıyla elimizdeki
makinelerin ufaldığı bu alanda insanlar
karşımızdaki süreçleri yaşanabilir ve
ergonomik düzeyi getirdikçe daha mutlu ve
daha başarılı sonuçlar elde edebilir
olduğumuzu göreceğiz. O yüzden önümüzdeki
dünya, önümüzdeki 10 yıllık süreç genç
kardeşlerim için söylüyorum veya bu alanda
çalışma yapanlar için elinizdeki ürünün israfsız
elde edilebilir süreciyle alakalı. En çok israf
ettiğimiz ve en çok kolay ulaştığımız bir başka
dördüncü mesele ise tabi kitapta bu yaklaşık
20-25'e çıkacak ama en temellerini şöyle
sohbette kısaca ve Ramazan ayının getirisi
olarak kısa kısa sohbetler yapıyoruz. Ya
herkesin zikri vardır, tefekkürü vardır. Efendim
o zaman dilimini kısaca yaşamaya gayret
ediyoruz. Perşembe akşamı tabi yine tefsir var.
Cumartesi akşamı da zikrimize karşılık ilmi
zikrimizi yaptığımız bir sohbetimiz var.
Dördüncü büyük problemse tarımla alakalı.
Bugün çok kolay ulaştığınızı düşünmüş
olduğunuz buğday, arpa, mısır veya bu ve buna
benzer unsurları çok kolay bulamıyor
olacaksınız. Artık kimyasal buğday, kimyasal et,
içinde et olmayan et, içinde %5 miktarında
inek eti olan et bunlarla karşılaşıyor
olacaksınız. Çünkü bu hayvancılığı bitirmiş
olmak, tarımı bitirmiş olmaktan
kaynaklanmıyor sadece. Biz israf ettiğimiz için
kaynaklanıyor ve toprak bu israfa karşılık daha
fazla verim, daha fazla şey elde etmek uğrunda
toprağı o kadar yorduk ki toprak bu hale geldi.
elde etme kurumunda toprağı o kadar yorduk
ki toprak bu hale geldi. Eski üretim tekniğini
teknolojinin yeni getirileriyle bir araya getirilen
insanlarsa, bugün biz kitapta yazmaz da buna
kısaca değindik, israf konusuyla aslında
yakinen ilişkiliydi, bu sohbette daha çok ilişkili
bir konuydu. Gelecekte tarlada çalışan
insanların dünyanın en zenginler sırasında yer
aldıklarını göreceksiniz. Eğer bizim derdimiz
para değil ama bugün hor görülen bugün ya
gidip tarlada çiftçilik mi yapılır dediğiniz şeyde
yarın öbür gün her tarlanın kenarında büyük
bilgisayarlar serverlar yani büyük bilgisayarlara
kastım serverlar deneyler, laboratuvarlar yer
alıyor olacak. Daha doğalını ve daha iyisini
elde edebilmek, daha az su kullanıp, daha az
israf ederek insanlara daha kaliteli ürünleri
nasıl sunabiliriz? Bunun problemini çözmeye
gayret ediyor olacak insanlar. insanlar zaten
geleceğin dünyasında biyologlar, ziraat
mühendisleri bu alanlarda oldukça ileri
noktada yer alacaklarını şimdiden beyan
edebiliriz. O yüzden bunları israf etmemek için
bir mücadele verilmesinin de çok ehemmiyetli
ve kıymetli şeyler olduğunu baştan söylemek
gerekiyor. Çünkü bu israf sebebiyle tarım ve
hayvancılık aralığında Avrupa'nın kuzey bölgesi
Amerika Birleşik Devletleri'nin 3'te 1'i Güney
Amerika'nın 3'te 1'i yarısına yakını Rusya'nın
3'te 2'si ne yazık ki kıtlık savaşı vermeye
başlayacak. Kıtlık yaşayacaklar. Tabi bu kıtlığı
gidermek için kimyasal ürünler piyasaya
çıkacak ve onlar kimyasal ürünlere mecbur
kalacak. Türkiye Cumhuriyeti'nin ve bölge
coğrafyamızın özellikle İslam coğrafyasının
üzerinde oturmuş olduğu coğrafyanın toprak
koşulları ise bütün dünyaya ürün satabilir ve
bütün dünyaya ihracat yaparak dünyanın yeni
zenginlerinin yaşayabileceği bir toprak haline
gelebileceğini de şimdiden beyan etmekte
fayda var diyebiliriz. Efendim kısaca sorulara
geçelim. 30-35 dakikalık bu sohbetin ardından.
Önce gruplarda gelen sorularla başlamış
olalım. Hemen arkasından canlı sohbette gelen
sorulara beyan edelim. Şöyle bir soru vardı.
Son ulus devletlerin derdi ne sohbetinde Türk
bayrağının İslam'ın bayrağı olduğu anlatılır bu
diyarlarda çok soruluyor yani Almanya'dan
sormuş arkadaşımız Hilal ve Ay Yıldız'ın
İslam'la alakası nedir diye şöyle izah edebiliriz
efendim Fütuhat Seyyid Muhammed Ruhi'den
Yıldız Ay Resulü Kibriya Aleyhisselatü
Vesselam'ın Besmele-i Şerife yıldızda Allah
Resulü Sallallahu Aleyhi Vesselam Efendimiz'e
tevazu edilir. Bunların ebced hesapları da
yapılıp böyle olduğu ifade edilmiştir ama
anlamsal olarak şunu da söyleyebiliriz. Yeni ay
dünyaya yeni şeyi söylemek demektir. Şimdi
ebced hesabından filan Almanlar anlamaz. Ya
siz bu yıldıza Muhammed diyorsunuz
aleyhissalatü vesselam da nereden çıktı bu
diyebilirler. O yüzden bir Almanın
anlayabileceği şekliyle anlatıyorum şimdi
tırnak içinde. Türk bayrağında ve İslam
topraklarındaki bayraklarda yıldız ve ayı çok
görüyorsunuz. Ay özellikle yeni ay biçiminde
söylenilir. Bu da çizilir. Bu da şunun içindir.
Sizin bu ayın görülmüş olduğu bütün
topraklara yeniliği ancak biz getiririz.
Müslümanlar getirir. Ya nasıl olur diye soracak
olurlarsa el cevap şu anda bilim tarihinin
literatüründe Müslüman coğrafyanın üretmiş
olduğu bilimsel gerçekler 4000'den fazla
kelimenin karşılığıdır. Sıfır, alcebra, cebir,
geometri, tıp, biyoloji, tarihin babası, tarih
taberi de okuyacağız üzere, Ebu Cafer taberi,
tarihin babası olarak anılır. Biyolojinin babası
buradadır. Yani her şeyin yenisi buradadır. Her
zaman bu böyle olmuştur. Şimdi de o
Fütuhat'la Cenab-ı Hak Nasim Mühasele'yle de
seyidimizle beraber. Yıldız ise takip edilen
şeydir. Neden yeniyi siz söylersiniz diye sual
ederler. El cevap çünkü biz bir yıldızı takip
ederiz. O yıldız nedir? O yıldız bizim
mihengemizdir. Doğru olmayı, eğri olmamayı,
yalan söylememeyi, dedikodu yapmamayı,
başkasının hakkını yememeyi, yedirtmemeyi,
çiğnememeyi, çiğnetmemeyi bize söyleyen bir
yıldızın takipçisiyiz. sizlerin bayraklarına
baktığımızda gördüğümüz o düz çizgilerse en
az birden fazla en az iki ayrı düşünceyi bir
arada tutmak için mücadele ederiz bir başka
anlamıdır bu o yüzden düz çizgili olan
bayraklara sahip ülkeler işte Fransa Rusya
İtalya bunlar her zaman bu çatışmayı asla
ortadan kaldıramazlar ama düz zemin bayrak
üzerine tek bir simge ile devam edenler bu
simgenin oluşturmuş olduğu insan beynindeki
imge ve psikoloji sebebiyle daha uzun yıllar
birlikte yaşama duygusunu daha çok talep
eden bir yapıyı ortaya koyarlar diyerek kısaca
cevaplandırabiliriz. diyerek kısaca
cevaplandırabiliriz. Ateizme meyilli olduğunu
düşündüğüm birinden şöyle bir soru işittim.
Allah Zülcelal Kün emrinden önce ne ile
meşguldü bu soruya nasıl cevap vermeliyiz?
Efendim Emre Kün bugün de Siyer-i Nebi'de
tevhid ocağında başladık. Her ne kadar
insanlar o başlangıç seviyesini biraz
dinlememek istiyorlar olsalar da ama Allah
Resulü'nün hayatını onu bilmeden anlamaları
mümkün olmayacak. O daha paylı bir konu.
Neyse. Cenab-ı Hakk'ın bir nur-u Muhammedi
aleyhissalatü vesselam'ı yaratmadan önce ne
yaptığının sorusunun cevabı ne olsa
karşımızdakini tatmin eder. Soruya soruyla
cevap verin. Çünkü sorduğumuz soruyun
cevabını bilebilmemiz için bizim ya da bize
benzer bir şeyin orada olması lazım. Yani bu
şuna benzer. Atıyorum bir üniversiteye
gidiyorsunuz. Sizi işletmeye gidiyorsunuz.
Aklınızda meteorolojiyle ilgili bir soru geldi.
Yani metalojiyle ilgili geldi. İstanbul Teknik
Üniversitesi'nde işletme okuyorsan aynı
kampüste metaloji mühendisi var. Kampüste
işte bir yerde sıra beklerken kırtasiye de orada
burada karşılaşır. Bir metaloji mühendisinin bir
demirle alakalı bir civatayla alakalı bir soru
sorarsın demir şu bu vs. O da sana cevap verir.
Neden? Çünkü o bilginin konuşulduğu
mekandasın. Sende de o rahatlık var. Şimdi
bizim kün emrinden sonra Cenab-ı Hakk'ın ne
yaptığının sorusunun cevabını verebilir
olmamız için orada en az bizim gibi bir
maddenin, azından Nur Muhammedi'nin veya
Cenab-ı Hakk'ın bu tarihe bir söylemle o anı
bize anlatıyor olması lazım. olamadığı için bu
imkansızlığa dair soru soranların bu tarz
soruları Cenab-ı Hakk'ın varlığına inanmayan
bir psikolojinin onu kendisi gibi düşünme
mücadelesidir. ne yaparım? İşte ben yatarım.
Ben yatıyorsam Tanrı ne yapıyordur? Haşa
sümmaşa bu düşünce biçimi insanın kendisini
yaratıcıyla aynı teraziye koyma kabiliyeti. O
yüzden sorunun kendisi yanlıştır. Sebep
olmadan önceki varlığın ne olduğunu sormak.
Orada herhangi bir varlık yokken Allah'a
zülcelalden hariç hiçbir varlık yokken orada ne
olduğunu sormak orada herhangi bir varlık
yokken Allah'a Zülcelal'den hariç hiçbir varlık
yokken orada ne olduğunu sorabilmek orada
bir şey olamayacağını ve cevap
verilemeyeceğini bilindiği için oradaki acziyete
karşılık verilecek cevabı arayan insan tarzı ama
cevap şu biz aciziz kaderden önce ne olduğunu
bilemeyiz. Çünkü kaderden önce Nur-u
Muhammedi var. Nur-u Muhammedi ile
beraber neredeyse aynı anda işte Tevhid hocan
da çok güzel ifade etmeye, o sıralamaya gayret
ettik. Hem de o siyerin bir başka güzelliği var.
Aynı anda pek çok siyeri de orada duyuyor
olacaksınız ve siyerler arası farklılığı aynı
tefsirde olduğu gibi aslında aynı şeyi anlattığını
göreceksiniz. O dünya tarihinde bir ilk mesela
dünya tarihinde böyle bir siyer başlangıcı yok
elhamdülillah. Buraya dair bir soru sorduğu
zaman adam şunu söylüyor bana. Cevap
veremeyeceğini biliyorum. Ben de bu yüzden
senin üzerine geleceğim. Ben deap
veremeyeceğini biliyorum. Ben de bu yüzden
senin üzerine geleceğim. Ben de ona şu cevabı
veriyorum. Biz aciziz. Bilemeyeceğimiz bir alan
burası. Bilme ihtimalimiz yok çünkü biz
yaratıldık. Sense yaratıldığını kabul
etmiyorsun. O yüzden mümkün değil. Cevabı
yok yani. Bu sorunun cevabı yok. Cevabı bu
dünyada bizim verebileceğimiz şekliyle yok.
Efendim. Ne sorulmuş? Bu salgından sonra
tarımda sadece tahıl ve sebze alanları mı
gelişecek? Yoksa bütün alanlar gelişecek? Eğer
sadece tahıl alan ise hayır. Tam tersine her
türlü şey meyvesinden sebzesinden her şeyine
kadar ve hatta yeni ürünler bulunacak. Yeni
endüstriler gelişecek, yeni fabrikalar kurulacak,
yeni laboratuvarlar konulacak. Tarım konusu
apayrı bir yere gidecek. Bugün Amerika Birleşik
Devletleri de en çok yatırımı savunma ve
tarıma yapmaya devam ediyor olmasında bir
kenara konmak lazım. Önce ne gelir? Şeriat mı
hakikat mi? Hepsi bir bütündür. Şeriat
olmadan tarikat, tarikat olmadan hakikat
olmadığı gibi bunlar sıralı bitirilen bir okul gibi
değildir. Önce şeriat okulunu bitirip oradan
mezun olup tarikata geçirmeniz mümkün
olmaz. Çünkü tarikat ehline şeriate
mecburiyeti vardır. Şeriasiz tarikat zındıklıktır
beyanatı üzerine. Hakikat yolcusu olan adam
da o ehli tarik olma sürecini asla kaybetmeye
bir ehli zakir olma muhabbetine devam eder.
Dolayısıyla bunlar kademeli değildir efendim.
Bir bütündür. Bir Müslüman hem şeriate hem
tarikate hem hakikate matlottur. Üçü bir
aradadır. Ama bu üçünün bir aradalığında en
merkezde ne var? Önce şeriat var tabii ki.
Çünkü insan namaz kılmayı bilmeyince
namazın kılma şekline erişemez. Namazın
kılma şekline erişmesiyle beraber oradaki
hidayeti talep edecek. Bunun için bir yolculuk
gerek bu ehli tarikin hali. Sonra feyiz ve
muhabbet gelecek. Bu da hakikat hali. Hepsi
bir arada ama şeriatla başlayan bir süreçtir.
Nasıl ki namazda abdest, namaz, feyiz hepsi bir
aradadır ama böyle bir sıralamayladır ve hepsi
birbirine daim eden. Namazın içinde abdestiniz
bozulursa namaz da bozulur. Hakikat
yolcusunun şeriat bilgisi olmaması zaten
mümkün değildir. Çok komik şeyler yaşanıyor
çünkü bu ülkede televizyona çıkıp bu ülkede
saatlerce tasavvuf anlatan bir kadın başı açık
şu cevabı verebiliyor. Benim gönlüm kapalı.
Yani şunu dese hiç kimse bir şey söylemez.
Kardeşim ben bir tasavvuf araştırmacısıyım.
Ben ehli mutasavvuf değilim. Ben tasavvuf
araştırmacısıyım. Okudum mesneviyi.
Anladıklarımı size izah etmeye geldim. Kimse
size bir şey demez. Ama siz derseniz ki ya ben
o kapıyı geçtim ya ne şeriatı ya ben gönlüm
kapalı benimle ha dersek dur arkadaş. Şeriatı
bilmeden tarikatla beyan etmeye ve kendini
hakiki olarak göstermeye gayret ediyorsun. Ya
ahmaksın ya yalancısın hangisi bilinemez ama
sonuçta ehli İslam'ın yolculuğunda bizim
gencimize katabileceğin bir şey yoktur. Toprak
biliminde tarım teknolojisinden
bahsetmiştiniz. Bu alanda daha geniş
çalışmalarınız ne zaman çıkacak? Futuatın bir
önemli özelliği futuatın içerisinde çok yüksek
miktarda teknolojiler var. Bunları bir kitaba
yazmak mümkün olmadığı gibi buna muhatap
olacak insanlarla karşılaştıkça gençlerle
seyidim karşılaştıkça inşallah onlar yapabilecek
düzene gelirler. Ama şu anda Türkiye'de bu
anlaşılamayacağı için önce ABD'de bir
araştırma merkezi kuruldu efendim. Yakında
duyurulacak size de inşallah ama tabii ki
çalışmalarını orada yapıyor olacak çünkü orada
işler çok daha kolay. Daha önceki sohbetinizde
geleceğin mesleği tarım olacak dediniz.
Eyvallah önümüzdeki 10 yılda su sıkıntısı bizi
bekliyor mu? Evet bekliyor. Tarımı etkiler mi?
Eğer doğru bir tarım anlayışıyla doğru bir
mekanda suyu israf etmeden kullanırsanız
dünyada tarih boyunca hiç su sıkıntısı aslında
olmayacak şekilde Cenab-ı Hak yaratmış.
Ancak insan nefsiyle suyu kendisinden
uzaklaştırıyor. Hayır, susuzluk diye bir şey
olmayacak. Sadece suya ulaşmak zorlaşıp biraz
daha pahalılaşacak. Ama doğru bir
teknolojisiyle bunu da daha kolay ve daha ucuz
hale getirmek mümkün. Coğrafya külliyatında
bilginin nehirler vasıtasıyla taşındığını
söylediniz. Evet efendim bunu birkaç cümleyle
açar mısınız? Şöyle efendim ilmi açıdan faydası
şudur. Bir yerden çıkan su oranın bilgisini size
getirir. Örneğin bugün insanların zemzem
içerken en çok huzur duymasını sağladıkları
şey içeride Cenab-ı Hakk'ın o zemzemin
içerisinde binlerce muhabbet var. Özellikle bir
zemzem futuatı da yapmak lazımdır. Zemzemin
içerisindeki ilim saf ilim. O saf ilimden dolayı
insan ruhunu doyuruyor. Direkt ruha, direkt
ruhu ele alan bir su. direkt ruhu ele alan bir su.
Dolayısıyla insan, örneğin herkesin kızgın
olduğu, herkesin nefretle birbirine kötü söz
söylediği bir yerden elde edilmiş suyu içerse, o
su bir hafıza sahibi olduğundan ötürü onu
alıyor. Ne hikmettir ki Rabbül Alemin suyun
çıkışını hep insanlardan uzak noktaya koymuş.
Böyle şehrin göbeğinde suyun fışkırdığı bir yeri
çok rahatlıkla göremezsiniz. İlla ki vardır ama
genel itibariyle %99 diyebileceğimiz oranda su
insanlardan oldukça uzak bir yerden çıkar ve
size yavaş yavaş ulaşır. Dolayısıyla o çıktığı
yerde insanların olması insanların kirlettiği
suyun hafızası mertebesinde insanların
yeniden zarar vermesin diye Cenab-ı Hakk'ın
bir rahmeti ilahisidir. Dolayısıyla bir pınardan
içtiğiniz suyun size olan faydası elbette bir alim
olmadan mümkün değil. Ancak bir alimle
beraber o suyu bulmak o apayrı bir şey.
Efendim yazım konusunda bir çalışma yapmalı
mıyız? Evet efendim azdır ufaktır bir sayfadır
ama Lütfen konuşmayı değil yazmayı böyle
kendinize öğrenirseniz Bir konuda bir sayfa yazı
yazacağım Mesela en çok konuşmayı neyden
hoşlanıyorsunuz? Futbol mu? Ne yazık yani Söz
meclisten dışarı hala bunu konuşan insan var
mıdır? Futu attı dinleyerek onu bilemem ama.
Hani çok bir şey bildiğinizi düşündüğünüz bir
alanda bir sayfa yazı yazın. Sonra tekrar
okuyun beğenmeyeceksiniz. Sonra birisini
okutun eksiklerinizi bulacak. Sonra
diyeceksiniz ki daha çok iş varmış. Hele bu
konuda yazılmış makaleleri okuyunca ben bu
konuda konuşmamam daha çok araştırmam
gerekiyormuş dersiniz. Ve o araştırmalar sizi
mütefekkir olma yoluna götürür ki mütefekkir
olma yolculuğu diye başlı başlı bir ders
yapmanın da ihtiyacı hasıl olmuş olduğu
görülüyor. Bir başka soru bugün Pentagon
tarafından dünya dışı varlıklar. Evet bunlarla
ilgili bir plan var. Bu planla ilgili de bir video
hazırlığımız var. İnşallah orada seyredersiniz
Efendim kitapta yazmaz da suyu bakır sürahide
bekletip içmek faydalı olur mu bakırı üzerinize
taşıdığınız anlarda daha çok fayda elde
edersiniz suyusunu suyunu içmekten ziyade
bakır bardağın hikmeti bakır bardaklarına o
zaman mecbur olunduğu için elbette bakır
bardak dençiliyordu ama inanılmalı toprak
bardaktan içerseniz çok daha faydasını
göreceksiniz. Bakır bardak bir süre sonra bakır
vücudunuzda haddinden fazla oluşmaya
başladığında zihinsel süreçleri negatif
etkileyebiliyor. Enam suresindeki iki lafzayı
Celal arasında yapılan duanın kabul olunacağı
birkaç yerde okudum. Doğru mudur? Doğrudur
efendim. Duaların çok vakitleri, çok yerleri var.
Bu da onlardan biridir. İkindi namazıyla akşam
namazı arasında kitap okunmaz, futratlarda
geçiyor diye duydum. Evet efendim doğrudur.
Özellikle kerahat vakti kesinlikle okunmazmış.
Evet son 20 dakika özellikle hiç okunmaz. Yazı
da yazılmaz. Bu saatler tezekkür saatleridir.
Zikir saatleridir. Tembellik ve uyuşukluğa karşı
ne yapılmalı? Hiçbir şey yapmamayı isteyen
gençlerde hiçbir dertleri olmamaktan ve
şımarıklıktan geliyor efendim ne yazık ki.
Onları bir şeye mecbur eder. bir yerde
çalışmaya mecbur ederseniz tabii şu korona
virüsü de geçtikten sonra yazın tatil edeyi
çalışmaya gönderirseniz ve onları İslam
mücadelesinde başka insanların dertleriyle
dertlenmelerini gösterecek bir zeminde onların
eğitimine imkan tanırsanız biiznillah onların da
üzerlerinden muhtemellik ve uyuşukluk
çıkacaktır. Yani derdi olmayan adam yatmaktan
başka bir çaresi yok. Derdi olan adamı o
tutturamaz. Allah gençlerimize iman hakikati
üzerine dert versin diyelim. Drone pilotluğu
geleceğin mesleği arasından yer alabilir mi?
Geçti bile baya pilota ihtiyaç var. Hatta
drondan öteye başladı. İsraf noktasında devlet
büyüklerinin ve yöneticilerimizin israfı önleyip
tasarruf etmeye gayret etmesi yönettikleri
halkını bir hikmet teşkil eder mi? Elbette
edecektir ama biz hep söylediğimiz bir şey var.
Süt neyse kaymak odur. Bizim insanımız bir iş
yapar. Küçük bir dükkan açar. Ondan sonra
biraz para kazandığında ilk yapacağı iş ayağına
bir altına hemen bir jip almaktır. O jiple köye
gidip hava atmaktır. Dolayısıyla insanımızın
bunu yaptığı yerde devlete israf yapma demek
elbette hakkımız ama önce bizim bunu yapıyor
olmamız gerekirdi. Hazreti Ömer Efendimiz
Kudüs'ü fethettiğinde üzerinde kırk yamalı bir
şey bir aba giyiyor olmasının yanında halk da
onun kırk yamalı bir aba giymesini gayet
normal karşılayacak düzeyde yaşamaktaydı.
Konuyla alakası soru problem değil. Gusül
abdest alınırken hem mekandan dolayı hem de
kıyafetimiz olmadığından dolayı besmele
çekmeden mi niyet etmeliyiz? Hayır. Hepsi
besmele ile başlar. Besmelesiz hiçbir şey
olmaz. Kıyafetle alakası yok bu konunun. Evet.
Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz
ettik. Onlar onu yüklenmeye yanaşmadılar.
Onlar korktular da onu insan yükletti. O cidden
çok zalim. Çok cahildir. Şimdi buradaki zalimlik
ne anlama geliyor onu söyleyeyim. Hayır bu bir
teklif değil. Şimdi Araplarda Arapçada teklif bir
şeyi alır mısın almaz mısın anlamında değildir.
Arapçada Kur'an-ı Azimüşşan'daki o ayet-i
kerime özellikle Cenab-ı Hakk'ın takdiri üzerine
beyan olunur. Yani Allah insana bunu takdir
etmiştir. Buradaki zalim ve cahil olansa
göklerin, yerin, dağların yüklenmeye
yanaşmadığı ve korktuğu şeyi, Rabbin
celaliyetinden korktuğu şeyi, bir yandan da
üzerinde bir rahmet-i ilahiye hasıl olunca,
Rabbimiz insana takdir edince, insana takdir
edilmiş bu emaneti, gerçek manada
reddederce bir yaşam tarzının zalimlik ve
cahillik olduğunu Allah Azze ve Celle beyan
ediyor. Yani Allah Azze ve Celle'nin burada
emanet olarak takdir ettiği nefha-i ilahi
yüklenmeye yanaşmadığı, diğerlerinin
yüklenmeye yanaşmadığı şey nefha-i ilahi ile
beraber eşrefi mahlukat olma aslında. Bu
eşrefi mahlukatlıktan korkuyorlar dağlar.
Çünkü bir yükümlülük var. Sonunda cennet ve
cehennem var. Ondan korkuyorlar. İnsansa
diyor bunu aldı yüklendi ama bu yüklendi
insana yüklendi anlamındadır aslında. İnsan
bunu yüklendikten sonra biz seçmedik ki insan
olmayı Rabbimiz seçmiştir bizim insan
olmamızı. Dolayısıyla bu teklif tabiri caizse
verilen şey İsmail Aksu kıldım. Dolayısıyla bunu
almasını bizim ona böyle bir imkan vermesine
rağmen onun Allah-u Zülcelal'in varlığını
reddediyor olması ne büyük bir cehalet ve
zulümattır diyerek Cenab-ı Hak nefha-i
ilahiyeden gelen o eşrefi mahlukatı reddeden
insan tipini bizlere beyan etmiş oluyor. Kısaca
yeri geldiğinde tefsirde Rabbim bir an önce
bitirmeyi nasip etse inşallah orada daha
detaylı anlatırız. Feriştahı gelse anlamaz
benzeyeceğini. Feriştahı araştırdığımızda melek
olduğu anlaşılır. Doğru mudur? Bazı yerlerde
doğru olanlar var. Bazı yerlerde abartmalar var.
Buna bir bakmak lazım. Feriştahın bir melek
değil de büyük bir şey. Devlet. Devlette görevli
bir adam olduğunu biliyoruz. Biz futu hatan bir
bakmak lazım efendim. Merhaba. Berhetiye
Esmaları ve Mele Mele terapisi. Mele terapisi.
Mele terapisinde hiç. Mele belki yanlış
anladınız. Berhatiye esmaları hakkı, berhatiye
esmaları haktır. Pek çok yerde
kullanılmaktadır. İşin erbabı olanları tarafından
bu esmayı şerifelerle pek çok şifaya nail
olabilecek imkanlar söz konusudur. Ama iyi
bilir olmak ve bu konuda tabiri caizse izinli
olmak da esastır. İsrafı kendi vücudumuzda
nasıl uygularız? Engellemeyi herhalde diye
beyan ediyoruz. Boş yere düşünmezseniz en
önemlisi bu. Boşa düşünmeyin, dolusuna
düşünün. Günahlarımızı, hatalarımızı,
eksiklerimizi bunları nasıl kapatacağımızı ve
ehli imana karşı olan mükellefiyetimizi. Çünkü
boşa düşünmek de bir israftır. Hz. Peygamber
Efendimiz'in, Hz. Anne'nin, Hz. Fatma'nın
Ramazan ayında bir günü nasıl geçerdi ve
Ramazan ayı dışında bir günü nasıl geçerdi?
Allah nasip ederse Cumartesi akşamı bu
konuda, kıymetli kardeşim daha önce de bana
bunu yazmışlardı, Cumartesi akşamı bununla
ilgili bir ders yapacağız. Bir Müslümanlığının
yaşadığı bir Ramazan gecesini inşallah
anlatacağız. Cumartesi görüşürüz inşallah
diyelim. Uyku bilimi dersinde uykuyu
başlatanın beyin değil kulak olduğu söylendi.
Doğrudur. Bu doğrultuda kulakta yaşanan
herhangi bir problem mesela işitme kaybı gibi
durumlar uyku kalitesinin süresini etkilenir.
Çok etkiler. Sağırlar güzel uyku uyuyamazlar.
Öyle bir sıkıntı var. O yüzden sağırların kolay
uyku uyuması için veya işitme kaybı olanların
yüzleri karşısında uyurlarken ayna konur. Uzak
bir noktaya da konusu olur. Bu ayna uzun bir
mesele ama daha kolay uyumalarına yardımcı
olur. Üretim yapacak, kazanacak diyorsunuz.
Neye göre? Branşta al sektör. Hangi branşta
olduğunuza göre. Her branşın kendine ait bir
üretim tarzı var. İslami olmayan yollarla
çakraları açmak doğru mudur? Çakralar bugün
anlatıldığı gibi değildir efendim. O yüzden
büyük problemlere sebep olur. Bir sorun var
denilmiş. Adem Aleyhisselam'da ilk kitap
indirilen Musa Aleyhisselam arasındaki
insanlar kitap. Hayır bir sürü peygamber geldi.
Futaatta ve işte bütün ulemanın beyan ettiği
gibi 124 bin peygamber gelmiş. 186 bin
peygamber, Nebi, Resul, Evliyalar gelmiş.
Dolayısıyla ahirette akıbeti ne olacaktır?
Hepsine İslam ulaşmıştır. Hazreti Adem'den
bugüne kadar ki herkese. Üç büyük kitap
neden değiştirilme durumuna maruz kalmıştır?
Değiştirilme durumuna maruz kalmamıştır.
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Azimüşşan'a kadar bütün
kitaplarda sonda Resul-i Kibriya aleyhissalatü
vesselam geleceği için ve insanın ne beter bir
nefsi olduğunu onlara göstermek üzerine
onlara o imkanı tebdil elemiştir. Yani o kitabı
değiştirilebilme hakkını tayin etmiştir.
Değiştirilemez tek kitap olarak Kur'an-ı
Azimüşşan'ı ifade etmiştir. O da sonunda
geldiği için. Frekans ses dinlemenin faydalı
olduğu söyleniyor. Bunun doğruluğu var mıdır?
Hayır. Tehlikeli bir frekans hatta tam
tutturulamazsa kalpte taşı kalbi de yapabilir.
İlim okuyan talebelerin üzerindeki ağırlığın
kalkması ve okuduğunu daha çabuk anlayıp
kavrayabilmek için ne yapmalı? Bol bol Kevser
suresi okumalıdır. Bu arada talebeye özel de
bakmak lazımdır. Neden? Dikkati dağılıyor.
Biraz kişiye özel bir konu ama Kevser suresi
oldukça emniyetlidir. Bu arada futuatta da
beyan edilmişti. Bu ak günlük sakızının hem
içerseniz hem de buhuru ciddi anlamda
yardımcı olur. hem içerseniz hem de buhuru
ciddi anlamda yardımcı olur. Abdülkadir
Geylani Kaddesallahu suruhu fuyuzat Rabbani
kitabındaki virtleri yapabilir miyiz? Yoksa
yapabilirsiniz efendim. Bütün virtler Cenab-ı
Hakk'ın rızası için Cenab-ı Hakk'ın sevdiğimiz
her türlü virtin yapılabilir olduğunu beyan
etmişlerdir. İman bir ikram mıdır? Aynen öyle
bir ikram ilahidir. Kişi için. Kovalayan,
kurtulanmayan bir musibetten kurtulmanın
yolu nedir? Bazı musibetlere hatta bütün
musibetlere elhamdülillah deyip bir de öyle
bakınız. Melek terapisi, cin terapisinin adını
değiştirip melek terapisi yaptılar efendim.
Meleklerle terapi yapılmaz, cinlerle terapinin
adını melek terapisi koydular. Hepsi cinli
vakadır, hepsi de cincidir. Cinci de yok
Türkiye'de de, hadi neyse. Üç büyük kitap
değişti, Kur'an-ı Kerim'in değiştirmediğini nasıl
bileyim dedi bir arkadaşım dedi. Ne diyebilirim
ona? Çok basit. Nasıl bileyim dedi bir
arkadaşım dedi. Ne diyebilirim ona? Çok basit.
Kur'an-ı Azimüşşan'ın değişmezliğine ait delil
olabilecek 7 binden fazla delil var. Bu
delillerden bir tanesini geçtiğimiz günlerde bir
agnostik kardeşimiz arkadaşımıza
anlattığımızda yaşamıştık. Dedim ki ona
Kur'an-ı Azimüşşan 23 yıl boyunca Allah Resulü
ile Cenab-ı Hak arasındaki tabiri caizse
muhabbetin her birisine aittir. Ve sonra bunlar
bir araya getirildiğinde Kur'an azimüşşan
olmuştur. Matematiksel olarak bizim 5
konuşmamız, farklı konularda yaptığımız 5
konuşmayı sonra bir başkası sıralamaya
koyduğunda yeniden bize şöyle konu
denildiğinde anlamlı bir şeyin çıkabilme
ihtimali 10 üzeri 28'de 1'dir. Dolayısıyla Kur'an-
ı Azimüşşan'ın değiştirilemezliği onun
edebiyatıyla karşılaşan bütün dünya
edebiyatçıları tarafından beyan edilmiştir. Yani
bütün dünya edebiyatçıları ortak olarak şunu
söylüyorlar. Kur'an-ı Azimüşşan'ın vahyi
ilahiden olma ihtimali vardır. Biz bunu
söyleyemeyiz diyorlar ama şurası bir gerçek.
Kim yazdıysa bu dünya edebiyatında bir zirve
olmalıdır. Tabi onlar şunu kaçırıyorlar. Olamaz.
O da olamaz. Sebep 23 yıllık bir konuşmada bu
olamaz. Bir diğer taraftan Kur'an-ı Azimüşşan
değiştirilmezliğine ait pek çok, bu sadece bir
tanesini beyan etmiş oldum. Pek çok hikmet
külliyatın bir bölümünde var. İnşallah onun size
ne olduğunu, futahat gruplarına yazalım.
Hemen bu delili sunabilirsiniz. Ehli sünnete
göre yaratıcı zamandan ve mekandan
münezzehtir denilmekte. Evet. Öyledir çünkü.
Miraca yükseltmede Hz. Muhammed'in Allah
katına yükselmesi, Allah'ı görmesi yaratıcı
mekansa hayır değildir. Cenab-ı Hak bir mekan
ve zamanı muhtaç olmaması onun bir zamanda
ve mekanda görülmeyecek olduğunun
anlamına gelmez. Eğer biz Allah-u Zülcelal şu
mekanda kendini gösteremez dersek, Allah-u
Zülcelal'e bir eksiklik atfetmiş olmaz mıyız?
Aynen öyle. Demek ki Cenab-ı Hak zamanı
mekana muhtaç değil, ancak bir zaman ve
mekanda kendisini göstermek istese kim engel
olabilir? Allah'ın daha zuhur etmesi ve
insanların bayılması konusunda biliyoruz.
Yorumunuz nedir? Yorum yok. Aynen böyle
yaşanmıştır. Bir tuğr-ı sinada bir zuhur hatta
yani bir zuhur değil bir tecellidir. Zuhur etmek
denmez. Tecelli etmek değil. Nurun tecellisine
dayanamayıp vücut kendisi otomatik atmıştır.
Ani bir korkuda bayılmanız gibi efendim. Hz.
Muhammed'in eşi Hz. Maria hakkında bilgi
verir misiniz? Evet. Ayrıca başı açık değildir.
Yok. Hayır. Bu sonradan İsrailiyat'la
eklenmiştir. Bir de orada cariyeler meselesi var.
O da ayrı bir konudur. Şuara 32. ayetinde
Asa'nın yılana veya ejderhaya dönüşüne dair
ayetler bulunmakta çoğu hoca meal ederken
ejderha diye çevirmiş ejderha diye bir canlı
yaşadı o yüzden öyle tefsir ettiler ama bu ayeti
kerimede geçen şey yılandır efendim bugünkü
kafirler kalübelada islamı kabul etmeyenler
midir? evet efendim hac sure-i şerifesi deseniz
Hac 27 demeseniz ne güzel olur. Çünkü biz
İncil'e Muharref İncil'e inanmıyoruz. Muharref
İncil'de böyle pasaj isimleri verilir. Mesela
Matta 18 derler. Lütfen mealcilerin ve
Fransızların zokasını yemeyiniz efendim. Hac
27 kelimesi Muharref Hristiyanlığın ağzındadır.
Onlar İncil'den bir ayet söylerken bir riyayet
söylerken matta 18 derler. Bizde hac suresi 27.
ayet denir efendim. Hac 27 denmez. Son 5
yılda mealciler insanlara bu ahlaksızlığı da
öğrettiler. Lütfen bu zokayı yutmayın. Biz
Müslümanız Hristiyan değiliz Hac suresi 27.
ayeti Hac 27 denmez insanları hacca davet et
uzak uzak bütün yerlerden veya olarak
gelsinler sana evet Allah'a zülcelal'in insanlara
o gün için hayvanlara binerek bugün için binek
olarak ne bulursanız o taşıtlarla gelmesini
emretmesidir efendim. Kur'an-ı Kerim'in içinde
numaratik ve anlamsal bir çelişki olmamış da
ilahi bir vahiy olduğunu göstermektedir. Evet
aminna. Şifalı taşlar vardır. Bununla ilgili de
ders yapmıştık. İleriki yıllardaki problemlerden
kaynaklanıyor. Bir baba ve anne hayatında kaç
defa yalan söylemişse o kadar yalanı
çocuğundan duyacaktır. Allah-u Zülcelal
sıradan kullarıyla iletişime geçer mi? Evetse bu
kalbe hissiyat olamayınca sıradan kulun Rabbi
görülmemesi mümkün müdür? Sıradan kul
olarak neyi kastediyorsunuz bilmiyorum.
Ancak çünkü kul olmak çok büyük bir mertebe.
Sıradan bir kul olmaz. Ama normal bir
Müslüman hani eksiği yediğiyle bir
Müslümandan bahsediyorsak Cenab-ı Hakk'ın
o kapıyı tıklatması mümkündür. Kalbe bir
hissiyat olarak gelir amasediyorsak Cenab-ı
Hakk'ın o kapıyı tıklatması mümkündür. Kalbe
bir hissiyat olarak gelir ama hissiyatları
güvenilmez. Çünkü insan nefse ve mare
seviyesindeyken hakla hakikati doğru ile yanlışı
birbirine karıştırabilir. Şeytanla ilahi olanı
birbirine karıştırabilir. Bazı kişiler kerametlere
inanmıyor. Nasıl olsun diyorlar. Bu madde bu
tarafa nasıl geçiyor diyorlar. Sadece kerametle
ilgili bir ders yapmıştık. Kerametin fiziği
üzerine. Orada bir kerametin fiziksel olarak
mümkün olduğunu delillendirmiştik.
Dinleyiniz. Bilim insanları su ile yolladığı
laboratuvarda su yapamazlar mı? Hayır
yapamazlar. Yani yapsalar da o su bizim
aradığımız su değil. Yani su H2O değil. Çünkü
içinde minerali var. İçinde bir bağ kuvveti var.
pH'i var. Çok etken var. Hepsini bir araya
getirseniz dahi doğal yollardan oluşan,
laboratuvar arasında oluşan bir frekans farkı
var sıradan derken ben sıradan bir müslüman
normal bir müslümanı evet insan Rabbi onun
kapısını tıklatabilir bir hissiyat verebilir çünkü
rüya var mesela en başta evet futuattan
tavsiyeler ve yardım Alabilirsiniz bir izinle
Haftanın hangi günleri saat kaçta oluyor
Sohbetlerimiz Efendim salı akşamları bilim
külliyatıyla Alakalı dersler yapıyoruz Sosyoloji,
psikoloji, tıp, matematik, geometri Bu kanalda
okuyabilirsiniz Dinleyebilirsiniz tekrar tekrar
Perşembe akşamları tefsir dersi Yapıyoruz
yavaş yavaş Her ayet nerede indi Nasıl ind indi,
ne anlatıyor, hikmeti. 6 ayrı hatta 8, 9 ayrı 10'a
11 ayrı tefsirini yapıyoruz. Cumartesi akşamları
normalde dergahımızda zikrimiz var. Ancak
koronavirüsü sebebiyle alınmış kararlar
çerçevesinde toplanma yerleri, camilerimiz,
dergahlar, mescitler kapalı olduğu için
cumartesi akşamı yapıyoruz. Ama bundan
hariç bu iki sohbetten hariç Tevhid Ocağı
kanalımızda Siyeri Nebi var, Tezkiretü'l Evliya
var, Kur'an ayetlerinin hikmetleri var, efendim
satır arası var ve daha oraya eklenecek
problemler ve programlar var. İnşallah
Fütuhat- oraya eklenecek programlar var.
İnşallah Futuhat-ı Medine'nin hazırlığı var. İbn-i
Arabi'ye ikram edilmiş Futuhat-ı Mekke'ye
yanında seyidimize ikram edilmiş Futuhat-ı
Medine'nin başlangıcı var. Sonra kitapta
yazmaz var. Güncel konulara bir Müslüman
gözüyle bakabilme mücadelesi üzerine diyelim
efendim. Hepimiz birbirimize dua edelim.
İnabilme mücadelesi üzerine diyelim efendim
hepimiz birbirimize dua edelim inşallah bu
mübarek gecede Rabbim bizi önümüzdeki
davranış bilimleri sırasıyla çıkacak biraz maddi
konularla alakalı dua edin gittikçe daha iyi
olursak gittikçe daha fazla kitabı sizlere
ulaştırmaya çalışıyoruz ekip halinde. Sizlerin
duasıyla Rabbimin vereceği maddi imkanlarla
Cenab-ı Hakk'ın seyrimize verdiği bu futahatı
inşallah daha hızlı ve daha güzelini yapmayı
Rabbim nasip eder. 5G zararlı mı? Kitapta
yazmaz da dinleyiniz. Hiçbir zararı yok
efendim. Detayları orada bulabilirsiniz.
Efendim hayırların fethi şerlerin defi ümmeti
Muhammed'in sağlığı, suhati ve afiyeti için.
Sizlerin dualarıyla seyyidimizin ailesinin bütün
ümmeti Muhammed'in birlik ve dilli niyetiyle
hayırların fethi şerlerin defi ümmeti
Muhammed'in sağlığı, suhati derdiyle efendim
Allah rızası için demeden önce futuat sadece
İbn Arabi ve Seyyidimiz'e mi nasip oldu? Hayır
efendim futuat alimleri çok fazla. Yani tarih
boyunca yüze yakın futuat alimi gelmiştir.
Bundan hariç bir de küçük futuat alimleri var.
Yani bir konuda ve belli bir çerçevede futuata
sahip olanlar var. Çok oldu. Yani İmam-ı
Gazali'ye de bir ehli futuattır. İbn-i
Sidaerçevede futuata sahip olanlar var. Çok
oldu yani İmam-ı Gazali de bir ehli futuattır.
İbn-i Sida da bir futuattır. Hz. Pir Abdülkadir
Geylani'nin verdiği futuatlardandır mesela İbn-
i Alevi'nin futuatı gibi gibi gibi. Futuatta ilgili
bir ders yaptık. Futuat nedir diye inşallah onu
dinlersiniz. Efendim Allah'a emanet olunuz.
Perşembe günü Rabbim nasibimi eser ederse,
ömür nasip olursa Cenab-ı Hakk'ın seyidimize
ikram ettiği fituhat kapısından tefsir dersinde
görüşmek üzere. Ama Tevhid hocanda her
akşam iftara yakın saat 6 gibi inşallah siyerin
ebi var. Biraz sabrederseniz yavaş yavaş
konulara geçiyor o bölümde. Efendim Allah'a
emanet olunuz. Selamun Aleyküm diyoruz.
Dualarınızı eksik etmeyiniz. El Fatiha.
İki Cihan Perveri Hz. Muhammed Mustafa
sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin
ruhlarına aline, ashabına, ehli beytinin
ruhlarına Şühedai Bedir, Şühedai Uhud
Şühedai Kerbela'nın ruhlarına Ashabı Bedir ve
Ashabı Uhud'un ruhlarına Hz. Adice Validemiz,
Hz. Amine Validemiz Hz. Abdullah Efendimizin
ruhlarına El Fatiha. Hazreti Ali Kerem Allah'a ve
Cevabı Efendimizin ruhlarına, Hazreti Fatıma
Hanım'ız, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin
Efendimizin ruhlarına, gelmiş geçmiş Seyyid ve
Seyyidinin ruhlarına, 12 İmamın ruhlarına ve
kafirliği İslam Erbağının ruhlarına, geçmiş
seyyid ve seyyidinin ruhlarına 12 imamın
ruhlarına ve kafirli İslam ervanının ruhlarına El
Fatiha Pirimiz Gavsu Azam Abdülkadir Eceylani
Hazretlerinin ruhlarına Sadat-ı Kadiriyye'den
ve Sadat-ı Muhammediye'den gelmiş geçmiş
mürşid mürşiden mürid müridinin ruhlarına
Sadat-ı Kadir'i yeden ve Sadat-ı Muhammed'i
yeden gelmiş geçmiş mürşid mürşiden mürit
müridanın ruhlarına ve kefihli iman elbahnının
ruhlarına el Fatiha Seyyidimiz Mürşidimiz
Peygamber Efendimiz'in iki tanesi Seyyid
Muhammed Ruhi El Kadir Hazretlerinin
ruhlarına, ailesinden ahirete intikal etmiş
olanların ruhlarına, müridlerinden ahirete
intikal etmiş olanların ruhlarına, Şühedayi
Çanakkale, Şühedayi İstanbul, Evliyayı İstanbul
ruhlarına, Cabir bin Abdullah Hazretlerinin
ruhlarına, Eyyub el-Ensari Hazretlerinin
ruhlarına, Şühedanın serperveri Hazreti Hamza
Efendimizin ruhlarına ve Kâfî İman Erbağinin
ruhlarına, Eyyub el-Ensari Hazretlerinin
ruhlarına, Şühedanın serperveri Hazreti Hamza
Efendimizin ruhlarına ve kafir-i iman erbanının
ruhlarına. El-Fatiha. El-Fatiha. El Fatiha. Meded
ya Hazreti Allah, meded ya Hazreti
Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve
sellem. Meded ya Hazreti Ali Kerim Allah ve
Cehu, meded ya Kapsazam Abdülkadir Eceilani.
Meded ya Seyyidi Muhammed Ruhi, Eûzu
billahi minel şeytanirracim.
Bismillahirrahmanirrahîm. Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyyidimize ikram edilmiş bu tuhaf
kapısından Allah nasip etti bu hafta salı günü
dersinde tekrardan birlikteyiz. Cenab-ı Hakk bir
arada ve seyyidimizle beraber bu dersleri
yeniden işleyebilmeyi nasıl mühasebe eylesin.
Bu akşam yine toplumsal büyük sorunlar
serisinde 13. konuya gelmiş bulunuyoruz.
Evvelinden başlamış olmakla ilgili olarak
biliyorsunuz ki özellikle Futuhat'ın bu güzel
tarafı toplumların büyük dönüşüm yaşayacağı
olaylarda. toplumların büyük dönüşüm
yaşayacağı olaylarda evvelinden başlayan
süreçleri Ümmet-i Muhammed'e beyan ediyor.
Daha bu koronadan çok 8 ay önce seyidimizin
beyan ettiği bu virüs meselesi, dünyanın
karmaşası bu karmaşanın ardından gelecek
umut ve mutluluklar biiznillah ama onun için
bir hazırlık gerekliliği bu hazırlıktaki büyük
eksikliklerimiz bunları FUTUAT beyan ediyor.
İnşallah sorular kısmına geldiğimizde bununla
ilgili bazı konuları da değiniyor olacağız. Bir
yandan da sizlerin canlı yayında ve yine
FUTUAT sohbet gruplarında var olan önceden
belirlenmiş sorularımızı aldık. Kardeşlerimizin
sorduğu inşallah o soruları da ve sizin aklınıza
takılan veya bu derste ilgili olan sorularınızı da
sonunda Allah nasip ederse sizlere
cevaplamaya gayret edeceğiz kısa ve öz haliyle.
Bu haftaki konumuz demokrasi. Demokrasi
deyince herkesin aklına önce politik unsurlar
geliyor olabilir ama işin futuat her zaman daha
üstte seviyede yer veriyor konulara. daha üste
seviyede yer veriyor konulara. Dolayısıyla
siyasal mecmua tarafında değil, hakikat
tarafında ve tefekkür tarafında beyan edilmesi
gereken ve geleceğimizde bizleri ciddi anlamda
sıkıntılı olacak meseleleri beraber ifade
etmeye gayret edeceğiz. Elbette ki önce
tanımlamayı iyi bir anlamak lazım. Demokrasi
nedir? Veya sizin anladığımız bizim anladığımız
demokrasiyle mi karşı karşıyayız? Dünyanın
önümüzdeki şimdi şimdi başladığımız bu
değişim sürecinin ardından bizi bekleyen
süreçlerde demokrasinin bu anladığımız haliyle
bize bir geçerlilik getirebilmesi mümkün
müdür? Ona bakıyoruz. Ardından da kısaca
yine kitabında genişletmek üzere biiznillah bu
konunun çözüm matematiğini ifade etmeye
gayret edeceğiz. Toplamda 21 konu var
biliyorsunuz. 13. konuya geldik. Bu 21 konu
ilerleyen tarihlerde belki üniversitelerde ders
konusu olarak işletilecek temel bir paradigmayı
harekete geçirecektir bir izinle. Hep öyle
olmuştur çünkü. Demokrasiyi anlamak için
bugün önce demokrasinin kısa tarifi çok
basitçe tarif etmek gerekirse bir latince köken
kelimesi Dimos ve Kratos'tan birleşiyor. Halkın
iktidarı Dimos Halk Kratos iktidar. Halkın
iktidarı. Dimos halk kratos iktidar. Halkın
iktidara gelmesi. Burada herkes halkın
konusuna odaklanırken futuhat burada
iktidara odaklanmak ister. İktidar nedir? Önce
bu onu anlamamız lazım. İktidarı gelen süreçte
insanın kendi keyfiyetiyle hareket tarzını
belirliyor olması değil elbette. Tarih boyunca
kendi keyfiyetiyle devlet yönetenler oldu mu
zaman zaman oldu. Nemrut'ta gördük ama
Firavun'da görmedik mesela daha kurumsal bir
anlayışla yaklaşmıştı halkına ama her ikisinin
de ortak özelliği nihayetinde bir zulümatı
meydana getiriyor olmasıydı. Ama bir başka
enteresanlık daha var o iktidar meselesinde.
Özellikle Firavun'la ilgili meseleyi anlattığımız
zaman orada çok detaylı bir şekilde ifade
etmeye gayret etmiştik. Hz. Musa Efendimiz'in
karşı çıktığı Firavun ve Firavun'un anlayışına
sahip çıkan bir halkı da vardı. Dolayısıyla iyi ki
böyle yönetiliyoruz diyen ki Firavun dönemini
ben detaylı anlatmıştım seyidimizin diliyle,
futuatın dillendirdiğimiz tarafıyla ifade
etmiştik. Halkın fakir olmadığı bir topluluktan
bahsediyoruz. Nemrut zamanında da halk
kendisinden çok mutlu aslında, çok da mutsuz
değil. Evet bazı yerlerde keyfiyetiyle hareket
edip halka zulüm yaptığı alanlar var ama halkın
kendi menfaatleri çıkarın doğrultusunda
hareket etmesi neticesinde de bu mutsuzluğun
söz konusu olduğunu görüyoruz. Şimdi
peygamberlerin geliş süreçleri ve tarihsel
dönüşüme baktığımız zaman şunu
görebilirsiniz. Peygamberler halkların ezildiği
dönemlerde gelmemiştir her zaman. Hep onu
beklersiniz. Ya da ya bu topluluk çok eziliyor ya
bu kadar ezilmenin olduğu bir yerde şimdi hak
ve hakikate söyleyecek biri gelip de bu
ezilmekten bizi kurtarmayacak mı diye
beklersiniz. Ancak peygamberlerin geldiği
dönemlerin bazılarına bakınız ki mesela Hz. İsa
Efendimiz toplum yaşadığı hayattan gayet
memnundur. Mekke meşruklü Mekke
müşrikleri hayatlarından memnun değiller
miydi? Memnun olmayan kimler vardı
Mekke'de? Köleler, fakirler ama ondan hariç
iktidarın sahipleri ya da orta halde dediğimiz
insanlar gayet mutluydular. Ki Hz. Peygamber
aleyhissalatü vesselamın reddiyelerinin bir
kısmında elbette Tanrı bilinci ve Allah azze ve
celle tekliği birliği, reddiyelerin bir kısmında
elbette Tanrı bilinci ve Allah'ın teklifi birliği
peygamber aleyhissalatü ve selamın
peygamber olarak seçilmesine amenna ve
saddikten reddetmelerini tamam orayı anladık.
Ama bir başka taraf var. Eziyetin olmadığı
alanlarda peygamberlerin geliş amacı
iktidarları ortadan kaldırmak mıdır yoksa
insanı adam etmek midir? Dolayısıyla bizim
özellikle demokrasiye karşı ya da yönetim
biçimlerine karşı bu yönetim biçimi gitmeli
ama şeriat gelmeli diyen bir mantalitenin
içerisindeki boşluğu bir anlamamız lazım.
İnsanların yanlış yaptıklarını kavrayabilmeleri
söz konusu olmayınca peygamberler onların
dünya hayatlarını kurtarmak için değil evvelen
bizzat ahiretlerini kurtarmak için onları bir
beyanatta bulunuyorlar. Onlar ilk geldikleri
zaman nasıl para kazanırsınız ben size
öğreteyim mi demiyorlar. Köleleri ben nasıl
kurtarırım onlara daha güzel bir hayat
sunacağım demiyorlar. Bu iktidarı
değiştireceğim daha iyisiyle ben yöneteacağım
demiyorlar. Bu iktidarı değiştireceğim. Daha
iyisiyle ben yöneteceğim demiyorlar. Diyorlar
ki ben sizi tek ve bir olan Allah-u Zülcelal'in
emrine, onun varlığına benim de onun
peygamber oluşuma şehadet etmenize davet
ediyorum. Şimdi bu davetin içerisinde ilk başta
hedef alınan şey asli olarak iktidar mı? Asli
olarak iktidar değil. Önce halkı merkeze alıyor.
Bütün İslam dini Hz. Adem Efendimiz'den beri
gelen yapısal sürecin tamamı halkı merkeze
alır. Önce insanı merkeze alır. İnsanı bir hakiki
insan haline getirebilme mücadelesinde
tevhidin olmayışının o insanların hak ve
hukuktan uzaklaşarak, önce kendilerine bir
adaletsizlik yaparak Cenab-ı Hakk'ı
reddettiklerini beyan eder. Ve ardından der ki
böyle böyle böyle Allah-u Teala'nın emri böyle,
faize karşı böyle, zinaya karşı böyle, içkiye karşı
böyle. O topluluk, o topluluk kendi arasında
artık doğal olarak şunu söyler. İçki haramsa,
evet bunun yasaklılığı olmalı zaten. Hani
içmeyi meyleden insanın da bunun yasaklılığını
talep etmesinden gayet doğal bir şey olamaz.
Faiz kötü bir şey. Bunu yemeye kalkan birileri
olabilir. Yarın öbür gün nefs ve mahallesine
düşer. Devlet eliyle bu hukuk ortaya konmalı ki
bu hukuk bunu engele olsun. Dolayısıyla İslam
şeriatı dediğiniz yönetim biçiminin temelinde
halkın yönetim biçimi değil referans aldığı bir
merkezin inanç biçimine dönüşme süreci var.
Dolayısıyla önce bu süreci anlamamız lazım. Bu
süreci anlamayınca bizler iktidara gelmiş olan
herhangi x, y, z veya bu yönetim biçimi
demokrasi, teokrasi, bürokrasi, bu yönetimci,
krallık, monarşi her ne diyorsanız deyin bunun
içine her seferinde çıkıp işte bunlar tağut
yönetimidir, yıkılıp gitmelidir diye bir tarzdan
bahsediyorlar. Ama inanın bana bu söylemde
bu söylemin kendisi doğru gibi görünse veya
doğru algılamaya yöneltilebilecek bir şey
görünse bile insan nefsini debdebe-i ilahiyeye
mecbur edip yani Allah Azze ve Celle istediği
hale getirmeyip üstten gelecek bir eminle bu
işin mümkün olduğunu iddia edenlere diyoruz
ki biz bana bir peygamber göster aleyhissalatü
vesselam Hazreti Adem'den bu yana
geldiğinde önce karşı tarafın iktidarını ele
geçirmeye çalışıyor olsun. Zaten mümkün
değil. Hazreti İbrahim yani mümkün değil
derken Cenab-ı Hak sistemi öyle
kurgulamamış. Hz. İbrahim Efendimiz geliyor
hayatının neredeyse yüzde sekseninden
fazlasında Nemrut tepesinde. Hz. Peygamber
aleyhissalatü vesselam Mekke'nin fethine
kadar Mekke müşrikleriyle uğraşıyor.
Mekke'nin yönetim biçimine karşı bir bakıyor
ki orada Ebu Cehil var. Kaç sene? 20 seneye
yakın Hz. Musa Aleyhisselam'a bakıyorsunuz
Firavun o suyu geçene kadar Firavun hep
Firavun ne zaman değişiyor sistem sistem şöyle
değişiyor sistem o işin içinde o davayı o inancı
o imanı yaşayan insanlar söz konusu olduğu
zaman ve o inanç mekanizması bütün topluma
yayılabilecek ekseriyeti kazandığı zaman
toplum diyor ki biz zaten böyle yaşıyoruz
yaşarken bunun kanununun ve kuralının da
böyle belirlenmesinden daha doğal ne olabilir?
daha doğal ne olabilir? Ve enteresan olan
mesele demokrasi dediğiniz koşula gelirken
özellikle Yunan felsefesinden çıktığı söylense
de daha evvelinde de zaman zaman denenmiş
bir süreçtir bu. İktidarın belli bir aileye, belli bir
zümreye belli bir gruba bağlı bırakılmaması
halkın ezilmekten kurtulması için halkın
iktidara taşınması yani halkın kendi istediğinin
yapılabilir halini hükümetten, devletten,
başkandan isteyebilir konumu. Ancak halkın
burada istediği her şey doğru bir şey mi? Hayır
değil. Peki iktidarın bu seviyede vermiş olduğu
kararlar artık doğru olabilir mi? Hayır değil.
Ama karıştırdığımız bir mevzu var. İktidarlara
almış olduğu kararlar ve bu karar
mekanizmaları ve dünya çapındaki bu kadar
büyük bir demokrasi pompası. Yani şu anda
birazdan oraya geleceğiz. Hakikaten şimdi
demokrasi mi var? O soruyu da soracağız.
Diyelim ki halkın iktidarı birinci madde olsun.
Demokrasrasi mi var? O soruyu da soracağız.
Diyelim ki halkın iktidarı birinci madde olsun.
Demokrasi bu mudur? O soruyu da soracağız.
Ve cevabını verirken başa şimdi yaptığımız
söyleme mecburen geri döndüğümüzü
göreceğiz. Halkın bu değişim ve dönüşüm
sürecini eğer iktidar dediğiniz yapı o
muktidaratın verildiği yönetim hakkının
verildiği adam eğer halkın bütün istediklerini
yapsa veya halkın hepsinin istediğini yapsa
inanın bana dünya hayatında berbat ahiret
hayatta berbat olacaktır. Size çok basit bir
örnek vereyim demokrasi aşıklarına. Şimdi
soracaklar ya siz demokrasiye karşı mısınız?
Hayır ama demokrasi dediğiniz şeye şu
diyorsanız biz o demokrasiye inanmıyoruz.
Çünkü yok öyle bir demokrasi. İnsan olmayan
bir şeye inanamaz zaten yok. Olmayan bir şeye
inanıyormuş gibi yapmak idealizm uğrunda
hayalperest olmaktır. İslam'da hayal yoktur.
Şimdi bir çocuğun eline böyle 10 yaşında, 14
yaşında olsun, hadi ergenliğe de girmiş olsun
15-16 olsun. Diyelim ki güzel kardeşim sen
öğretmeninin sana nasıl davranmasını
istiyorsan bir kağıda yaz. Annen sana nasıl
davransın istiyorsan yaz. Baban sana nasıl
davransın istiyorsan yaz. Çevren nasıl
davransın istiyorsan yaz. Baban sana nasıl
davransın istiyorsan yaz. Çevren nasıl
davransın, devlet sana nasıl davransın, zabıta
polis nasıl davransın, bütün hayatında,
çevrende senin hayatına dokunabilecek ne
varsa hepsinin nasıl olmasını istiyorsan yaz
bize ver. Ve biz desek ki ya bu çocuğun bu
kağıdındaki hepsine kabul, hepsine vereceğiz.
Aradan geçecek kısa bir süre sonra ya biz kendi
elimizde galiba bir canavar yetiştiriyoruz
demez misiniz? Zaten Cenab-ı Hak bu
canavarın yetişmesini istemiyor. O yüzden
referanslar koyuyor. Ancak bu referansların
Cenab-ı Hak'tan gelmiş olduğu halinin milletçe
kabulü ve milletçe yaşanabilir olması için o
kesin kıstaslar hasıl olduktan sonra yönetim
biçiminin de doğal olarak oraya gideceğini izah
ediyor. Ve yönetimlerin yine Kur'an-ı
Kerim'deki ayet-i kerime ile beyan edildiği
üzere insanların hayat biçimine göre de takdir
edildiği açıkça ifade ediliyor. Diyelim ki
demokrasi, şimdi başa dönmek için bir
yolculuğa çıkıyoruz. Diyelim ki demokrasi
halkın istediği şekilde ve halkın refahını
arttırmaya yönelik, halkın söz sahibi olduğu
herkesin fikrini beyan ettiği bir yapılanma
olursa ve olsaydı dünyada son 50 yılda hızla
gelişen bu sert bir anti demokrasi diye tabir
ettiğiniz bu süreci yaşıyor olabilir miydik? Çok
enteresan olan bu süreçte demokrasi artık
gerçeği örtmenin bir aracı haline gelmedi mi?
Mesela siz demokrasiye eşitlikçilik, eşitlikçi bir
yaklaşımdan bahsediyorsunuz ama bu düşünce
sahiplerinin düşüncelerini kendilerinin iktidarı
olmadığı zamanlarda alt üst etmesine sebep
olmadı mı? Dünyanın dört bir tarafında mesela
çok enteresan bir şey var. Şu an Amerika
Birleşik Devletleri'nde siz LGBTI'nin aleyhinde
herhangi bir çalışmada bulunamazsınız. Hiçbir
yerde tutulamazsınız. Tutunma imkanınız yok.
Ya bu benim düşüncemdi diyemezsiniz.
Hakikati şurada anlamamız lazım.
Demokrasinin bize teklif ettiği eşitlikçilik
yukarıda zengin bir kitlenin dünya hevesiyle
yanıp tutuşmasındaki hareket biçimini
kolaylaştırmak ve halkı kendi arasında eşit
zengin olan o yüzde biri kendi arasında eşit
hale getirmiştir. Yukarıda bir zümre var aşağıda
bir zümre var aşağıdakiler kendi arasında eşit
olsun istediği gibi birbirlerine bağrabilsinler
yukarıdakiler de o büyük pastayı paylaşırken
kavga etmesinlerin Türkçesi oldu demokrasi
haa buna nazaran gelmiş olan komünizm ve
sosyalizm işte o sınıf mücadelelerini ortadan
kaldırarak toplumları eşittikçe noktaya
getiriyor diyenlere de derim ki dünya tarihinin
belki de insan zihniyetini çok düşündürdüğünü
zannedip de düşünceden bu kadar uzaklaştıran
ya da düşünce biçiminde kendisi gibi
düşünmeyeni en çok bertaraf eden de
komünizm düşüncesi olmuştur. Mesela Rusya
kendi komünizm sürecinde komünizmi bir
tartışalım ya bu böyle olmaması lazım ya adam
keserek adam öldürerek Stalin'i 60 milyon 70
milyondan fazla kelle üzerinde kurmuş olduğu
yani kelle derken o insan kanı üzerinde kurmuş
olduğu bir sisteme ya bu böyle olmaması lazım
dediği ne kadar adam varsa da Rusya'dan
çıkarmış veya onları da darceslet, mahfu
perişan etmiş. Demek ki eşitlik dediğiniz şey,
eğer insanların kendi aralarında konuşarak bir
şeyleri elde edebilme becerisinden
bahsediyorsak, bir referansa tekrardan
muhtaciyetimiz doğuyor. Ve bu eşitlikçilik
derken bizler artık orta sınıfın yavaş yavaş
mahfu perişan olduğu ki gönül sürecinde
görüyoruz. Ya zenginsin ya fakir. Fakirler kendi
arasında zenginler kendi arasında yaşasınlar
dediğimiz bir anlayışa döndürüldü mü bu
demokratik anlayış? Evet. Yedikleri ayrı,
içtikleri ayrı, yaşadıkları yer ayrı, bindikleri
arabalar ayrı. Diyeceksiniz ki bana ya İslam
zenginliği hayır mı diyor. Hayır. İslam zenginin
de fakirin de varlığını kabul ediyor. Orta sınıfın
da varlığını kabul ediyor. Rızk-ı Teala Allah
hepsini Rabbimiz belirliyor ama hakikati şuraya
getiriyor İslam. Zenginle fakir arasındaki bütün
ayrımı camide, sofrada ve ticarette, özellikle
ticarette de ortadan kaldırıyor. Bu ortadan
ticaretten nasıl ortadan kaldırıyor? Faizle.
Paran yoksa para kazanamazsın. Paran varsa
daha çok da para kazanamazsın. İstanbul'a izin
vermiyor. Paradan para kazanmaya. O yüzden
bugün gençlerimizin söylediği ya çok para
kazanmak için bir de çok paradan olması lazım
dedikleri alan var ya. İşte onu İslam dini
ortadan kaldırırken aynı zamanda eşitlikçiliği
sağlamış oluyor. Basit. Sadece faizle anlattık
bunu. Ama bugün çok enteresan bir şey
söyleyeyim size. Ülkemizde faiz kaldırılmalı
mıdır sorusunu yani faiz sisteminin iptal
edilmesi gerekir mi sizce sorusunu bugün
topluma sorun. Cami cemaatinin yarısından
fazlasının ya bu şimdilik dünyanın sistemine
ters dediğini duyabilirsiniz. Yarıdan fazlası.
Futuat matematiğiyle söyleyeyim. Veya
toplumun ekserisine gidin. Aynı şeyi
göreceksiniz. Yarıdan fazlası, futuat
matematiğiyle söyleyeyim, veya toplumun
ekserisine gidin, aynı şeyi göreceksiniz, yarıdan
fazlası hayır diyecek, dünya sistematiği böyle
değil. Dolayısıyla o dünya sistematiği dediğiniz
şey, dünyanın ortaklaşı demokrasi anlayışı oldu
mu? Evet. Peki dünyanın ortak demokrasi
anlayışı dediğiniz şey, nefse emarinin iktidarı
olmadı mı şimdi? Dolayısıyla şu anda
demokrasi anlaşı dediğiniz şey nefse
emmarenin iktidarı olmadı mı şimdi?
Dolayısıyla şu anda demokraside bizler halkın
iktidarını değil nefse emmarenin ve hakiki
manada biraz kafanıza kazınsın diye söylemek
gerekirse şeytanın iktidarını yaşıyoruz. Ama
başta olanlara şeytan demiş olmuyoruz. Dikkat
edin. Şeytan ne istiyorsa o iktidar oldu şu anda
bütün dünyada. Faiz, efendim, burgunculuk,
kötülük, başkasının sırtından para kazanmak,
başkasının ticaretine engel olabilmek,
büyüksen küçüğün mahfup erişan etmek, ister
kapitalizmde, ister sosyalizm, ister komünizm,
ister liberalizm, ister anarşizm ister komünizm
ister liberalizm ister anarşizm ne derseniz
deyin. Çünkü ortadaki insanı merkeze alan
referans olan Kur'an-ı Azimüşşan'ın yaşanabilir
düzeydeki algısı yok. Geçtik. Şimdi bunu
gelecek dünyası neye dönüşecek onu izah
edelim. Geleceğin dünyasında şu andan
itibaren demokrasi algısı karşısında insanlar
şunu söyleyecekler. Ya tamam adamın iktidarı
geliyor, adamı biz seçtiğimizi düşünüyoruz ama
adamı biz seçerken artılar ve eksileri o seçim
anında seçiyoruz. Ondan sonra meclis
dediğiniz algoritmanın hiçbir yerinde biz yokuz.
Veya bir başka sistem tasarlayalım fark
etmiyor. Adamı oraya getiriyoruz ama adam
oraya geldikten sonra bizim istediğimiz gibi
hareket etmiyor. Referans olarak ne lazım
bize? Yasalar lazım. Peki referans olarak
aldığımız yasaların temel mekanizmalarında
örfi hukuk tarafını ortadan kaldırırsak eğer,
hukukun temel ilkesi olan insanın yaşamsal
ihtiyaçları belirlenmediği için, bugün dünya
demokrasisi de çuvallamamış mıdır? Afrika'ya
bir bakalım. Afrika şu anda bitmiş durumda.
Yani şu anda Afrika'nın yaş ortalaması mesela
Türkiye'de 48 yaş insanlarda yaş ortalaması. Bu
nasıl hesaplanıyor? Doğan sayısı, ölen sayısı
bunların yaş ortalaması. 48 yaşındaki bir adam
eğer Türkiye'de orta yaş kabul ediyorsa
anlıyorsun ki demek ki bu insanlar 75-80'e
kadar 70'e kadar rahat çıkan bir topluluk.
Afrika'da 18, 15, 14. Anlıyorsun ki toplum
30'un üstünü görmüyor. Çünkü büyük bir kıyım
var. Büyük bir öldürme var. Büyük bir acı var.
Ve bu acıyı dünya görmüyor. Ama çok
enteresan bir şey var. Afrika'daki bütün
ülkelerin neredeyse tamamı demokrasiyle
yönetiliyor. Afrika'ya yardım eden ülkeler de
demokrasiyle yönetiliyor. Afrika'ya giden
yardım kuruluşları da demokrasiyle gidiyor.
Demokrasi gerçeği örtmenin bir aracı olarak
karşımızda duruyor. Ve öyleyse demokrasi adı
söylendiğinde ne kadar güzel dediğiniz tatlı
gibi bir görüntüye sahip içi çiğ, içi çürümüş, içi
bitmiş bir sistemden kaynaklanıyor. Ve bu
sistem bu saatten sonra mecburi bir şekilde
yeni bir sistemi doğuracaktır. Bu yeni doğacak
sistem iki parçaya evrilecek, iki parçaya
dönüşecek. Bu iki parçadan birinde olmayı
elbette ki Ümmet-i Muhammed olarak biz de
niyaz ederiz Cenab-ı Hak'tan. Tabi ki niyaz
ettiğimiz en güzel hale kavuşmak ama en güzel
hale biz kavuşmayınca kavuşmayı
beklemeyeceğiz. O da ayrı bir konu. Dünyanın
bir tarafı özellikle Çin dediğimiz, Rusya
dediğimiz, Orta Doğu coğrafyasındaki monarşi
matematiği istemezuk, biz de demokrasiyi
istiyoruz diyerek bölünme sürecine gidiyorlar.
Devletler bazında büyük devletlerin, büyük
yapıların bu demokrasi anlayışıyla
gidemeyeceğini göreceğiz ve bu ülkelerin
parçalandığını da göreceğiz. Arap Bağrı'nda
görmedik mi? Gördük. Arap Bağrı'nda
beklenen demokrasi geldi mi? Hayır. Öncesi
demokrasi miydi? Tartışmalı. Yani futuat
açısından değil ama insanlar açısından
tartışmalı bir arazi. Bu alanda ikinci bir minval
var. Bu alanda ikinci bir minval var ve şimdi o
minval bizim ümmetimizin gençlerinin
kendisini hazırlaması için çok önemli bir nitelik
kazandırıyor. Bakın biz bu korona günlerinde
çok önemli bir unsuru yaşadık bilim kurulu adı
altında ve o bilim kurulu bugün hükümetin bir
karar almasında bir merkez hükmü taşıdı.
Geçmişte teokrasi olarak da anmış ve anılmış
olan teknokratlar olarak anılmış olan bu yapı
aslında tam olarak teknokrasinin bir getirisi
değil ama hakikatte bu saatten sonra ilimli ve
bilmi çalışmaların oluşturmuş olduğu
masaların daha ön planda olduğu bir alanı
göreceğiz. Yani şunu söylemek gerekiyor bu
açıdan çözümleme matematiğinde. Eğer
dünyada insanların hakiki Müslümanca yaşayıp
şeriat-i İslami'nin hakikatinin yaşanacağı o
güne kadar bir geçiş serüveni gerekiyorsa. Bu
serüvende bizler o devleti yönetebilecek hakiki
ve güzel insanları destekleyecek üç ana unsurla
onlara yardımcı olmaya mecburuz. Bu üç ana
unsuru aslında Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem efendimizin döneminde de mevcuttu.
Ama sual şu Allah Resulü'nün döneminde
demokrasi var mıydı sorusu sorulabilir elbette
burada. Demokrasi belli bir referansa bağlıydı.
Mesele demokrasi değil ki. Demokrasi elinizde
tuttuğunuz bir direksiyondur. Bu direksiyonu
nereye çevirdiğinize bakar. Ama o direksiyonu
tutan ilk başta Allah Resulü sallallahu aleyhi ve
sellem Efendimiz ve ondan sonra gelmiş
Hulefayi Raşidin. Allah'ın izniyle onlar referans
olarak Kur'an'ı sünneti ve ehlibeyti aldıkları
için genel manada. Hakikatten uzaklaşamadılar
ve uzaklaşmadılar ve uzaklaştırmadılar. Bu
kademe kademe düşmeye başlayıp iktidarın
Emeviyye'de ve Abbasiye'de iktidarın kendi
iktidarını güçlendirmek için bir yapısal
formunda acıya dönüşürken Osmanlı'da eksik
de olsa yani %40'ı da olsa şeriat Kur'an
şeriatının Osmanlı %40 civarını uygulamış onu
da uyguluyor olsa orada halkın Müslümanlığa
olan bağlılığı ve ehlibeyti olan bağlılığı süreci
uzatmış. Daha uzun süre bir devlet ayakta
durabilmiş. Dolayısıyla devletleri ayakta tutan
şey demokrasi anlayışının gelişmişliği ya da
kendi insanının çok rahat konuşabilir olması
değildir. Bugün Türkiye'de herkes konuşuyor
değil mi? İsteyen istediği gibi hakaret
edebiliyor dine, aşağılayabiliyor. Her şeyi
herkes söyleyebilecek bir hale ve minvale
gelmişken bizler eksik olan yanımızı yine Allah
Resulü'nün hayatından göreceğiz. Ama bugün
bilim dünyasından konuştuğumuz için böyle
ifade ediyoruz. Siyer'in Nebi Tevhid Ocağı'nda
takip ederseniz eğer sabredenler o takibatta o
süreci geldiklerinde daha iyi anlayacaklar Allah
Resulü'nün devleti nasıl yönettiğini. Şimdi üç
şeye ihtiyacımız var. Bir teorisyene, iki düşünce
adamına, üç pratisyene. Bu kurul anlayışı yani
teorisyen dediğimiz insanlar bilimle, ilimle,
hakikatle uğraşan adamlardır. Sadece bilim
dünyası değil çünkü bilim dünyası da baştan
aşağı değişiyor olacak. Ve bunlar karışacak
birbirine. Bugün görmüş olduğunuz bilim
dünyasını bir daha bu şekliyle
görmeyeceksiniz. Son defa görüyorsunuz.
Elveda diyebilirsiniz. Çünkü bilim dünyasının
dogmatik düşüncesi yıkıldı ve artık kabul
görmüyor. Ama bir hakikat var. Bilimi ayakta
tutmak isteyen ve bilimi din kabul edenlerin
bir önderlik mücadelesi söz konusudur.
Dolayısıyla bizim bugün gençlerimizden
beklediğimiz sadece bir üniversiteyi bitiriyor
olmak değil. O üniversiteyi bitirebilir olsanız da
yazabilir adamlar olmaktır. Düşüncesini yazıya
dökebilir adam olmak. Çünkü konuşmak çok
basit bir şey. Karşınızdakini farklı şekillerde
etkileyebilirsiniz ama yazmaya gelince durum
değişir. Yazabilmek ve yazdığına ikna
edebilmekten bahsediyorsanız eğer bugün
dünya çapında Amerika'ya makale
sayısına... ...kimse erişemiyor. Hiç kimse.
Amerika Birleşik Devletleri'nde orta düzey bir...
...gencin... ...hani biraz kafasını yorup bir
şeyler... ...yapmak istiyorsa bin
civarında... ...makale yazdığını görüyoruz. Bir
yerde yayınlanıp yayınlanmaması önemli değil.
Yazmışlar. Çalışmışlar. Ve devam ediyorlar.
Bizde o makale sayısını bulamazsın ve çoğu da
copy pastir. Birbirlerine kopyala yapıştırır
şekilde devam etmişler. Kusura bakmasın
üniversitedeki hocalarımız bir hakikatten
bahsediyoruz. Gerçek böyle. Eğer bu teorisyen
yapısını biz geliştirebilirsek bugün bilim
kurulunun ne kadar önemli olduğunu
görüyorsak yarın tarımda teknolojide,
savunmada yönetim biçimlerinde, hukukta bu
masaların bir yapıya bağlı olmaksızın bir
yerden refere mecbur edilmiş olmaksızın
hainlerden tabii ki temizlenmesini Cenab-ı
Hak'tan niyaz ediyoruz. O haliyle bir kurul
yapılanmasına ihtiyacımız var. İkinci mesele
düşünce masası. Düşünce masası şu demek
efendim. Toplumları, o toplumların içerisindeki
tabiri caizse önderler. Hani bugün bizim
ülkemizde kanaat önderleri diye ifade
ediyorlar ama çok da kanaat önderi değil
aslında toplumu iyi süzgeçinden geçirmiş
insanlar. Düşünceyi bu teoriden çıkartarak pek
çok şeyi bir araya getirebilecek yapıdaki
insanlar. Bu insanlar İslam tarihinde gittikçe
azaldıkları için bizim topraklarımızda artık yok
denecek kadar az, o azlıkları sebebiyle bugün
bir masa etrafında göremezsiniz. Ama bu
masanın oluşabilir olması için o gönül ve bilgi
erbabını bir araya getirecek o düşünce
masalarınamadan ve o masaya gelmenin
formasyonu belirlemeden hakikati bulup bu
demokrasiyi olması gereken tarafa
çevirebilmemiz mümkün değil. Ve üçüncü
mesele şu var. Pratisyenler. Ne demek o? Sizin
düşünebildiğiniz şeyler olabilir. Teorisyenleriniz
olabilir ama bunun pratisyenleri nerede?
Bunun pratize edilebilmesi için dünyadaki
demokrasi hatlarınla altüst edecek olan ve
dünyanın üzerine söz söyleyecek olan yeni
kurumların geldiğini göreceksiniz. Birleşmiş
Milletlerin yanına 3-4 tane daha Birleşmiş
Milletler benzeri yapılanma gelecek. yanına 3-
4 tane daha Birleşmiş Milletler benzeri
yapılanma gelecek. İslam İşbirliği Teşkilatı'nın
yanına sen beceremedin bunun iyisi budur
denilip yenileri gelecek. Bunların hepsinin
yenileri gelecek sevgili gençler. Hem şeytani
taraflardakiler de gelecek hem bizim tarafa da
gelecek ama bizim tarafa geliş aşamasında
bunların altını dolduracak genci bulamazsanız
işte o gün o kurgu masasını kim oturuyorsa o
saatten sonra sizin kimi seçtiğinizin de bir
ehemmiyeti kalmayacak. Çünkü sizi o kafadaki
adamların yetiştireceği öğrencilerle
karşılaşıyor olacaksınız. Ve o öğrenciler
toplumu bir yerden alıp bir yere götürürlerken
sizler de seçim sandıklarında birilerini
seçtiğinizi zannedeceksiniz. Heyhat seçim
sadece bir politika unsuru olarak kalmaya
devam edecek. Bize üç bacak olarak yargıyı
efendim yürütmeyi ve hukuku karşı karşıya
getirip yasamayı karşı karşıya gelmesinden
bahsederler ama bütün bunların merkezinde
var olacak ve bir şeyi referans alabilecek ve o
referans aldığı şeyin de her şeyi kapsayacak
boyutuna ulaşacak bir yapısı yani İslam
düşünce ve tasavvurunun getirmiş olduğu
etkileşim olmazsa sonuç itibariyle bu
demokratik anlayışın bizi doğru olarak
beklediğimiz hiçbir yere taşıyamayacağını
beyan edebiliriz. Dolayısıyla bugün kimin
iktidara gelmesi evet hala önemli bir şey çünkü
iktidara gelen insanların aldığı referanslar var.
Ama bu referansların hangisi içeriden, hangisi
dışarıdan, hangisi milli, hangisi milli değil
derken bizler halk olarak insanımızın ne kadarı
milli, ne kadarı değil biraz da ona bakmaya
mecburuz. İnsanımızın ne kadarı yerli, ne
kadarı yerli değil. İnsanımızın ne kadarı hakikat
düşkünü,ın ne kadar hakikat düşkünü ne kadar
hakikat düşmanı onu görmemiz lazım. Onu
görmeyince seçimler usulüyle oluşturulmuş bir
mecliste adet itibariyle yakalamış olduğunuz
adetlerden bir kısmı var ki belki onunla aynı
masada yemek yemeyi istemezsiniz. Belki ona
merhaba demeyi bile istemezsiniz. Zira sizin
kendi iş bünyenizdeki yapısal düşünceniz,
yapısal haliniz de bu. Evinizin bir yerinde bir
şeyi alırken sizler hep maddi olarak
düşünmektesiniz. Bakın size şöyle bir örnek
vereyim biraz daha olayı basitleştirelim. Şimdi
bu işin felsefe tarafı böyle anlatırken hep
insanlar sıkılır mı sıkılmaz mı diye düşünüyoruz
ya. İşin acayip tarafı da o. Yani futuatın en
zorlandığı alanlardan birisi şu. Herkesin
anlamasına uğraşmak. Çünkü bundan 100 sene
önce bu futuatı tabi hepsinin gelmiş olma
zamanını takdiri ilaydır ama karşınızdaki
insanın donanımı sizin konuşmanızı
kolaylaştırıyordu. Bugün her şeyi daha basit
ifade etmeniz gerekiyor. Futuatta ona göre
ifade etmek zorunda. Şimdi evin içindeki
demokrasiden bahsedelim. Mesela demokrasi
var evimizde. Oturduk dedik ki ya işte biz
bugün ne alalım? Bugün hepimizi
eğlendirebilecek, hepimize vakit
geçittirebilecek bir şey alalım işte ne yaptık
Cumartesi pazar günü sokağa çıkma yasağı
vardı bu sokağa çıkma yasağında canımızın
sıkılmaması için bir şey ihtiyacımız var Ne
olsun bu şimdi işin bir tarafı şu oyuncağı
isteyecek öteki tarafı gel ailecek
oynayabileceğimiz bir şey diyecek öteki taraf
film diyecek. Öteki tarafı kitap diyecek. Öteki
tarafı tiyatro diyecek. Herkes bir şey
söyleyecek. Amenna. Ama dikkat edin.
Konuştuğunuz şeylerin özünde ne var?
Oyuncak alalım ama bu oyuncağın köken
fikrinde bizim şu halimizin, nefsimizin şu haline
karşı bizi temizleyecek. Bizi şu hale
götürebilecek bir şey olsun. Yani bazen evin
içinde kitap okumaktan daha etkili olabilecek.
Daha yerli yerinde o anı kurtarabilecek çok
daha başka bir çözüm de vardır. Örnek ya
aşağıda 65 yaş üzerinde bir amca var. Gelin hep
beraber evet onun evine gidemiyoruz yasak
var vesaire ama. Ya gelin biz şey şimdi ailecek
işte kim ne yapmayı biliyorsa oğlum sen
paketini yap. İşte kızım sen tatlısını yap. Hanım
sen şunu yap. Ya ben de bunların hepsini böyle
güzel bir poşet yapayım. İçine de bir tane
hediye koyalım. Amcanın kapısına bırakalım.
Bugünkü hikayemiz bu olsun. Mesela bugünkü
oyunumuz bu olsun. Bugünkü hikayemiz bu
olsun. Mesela. Bugünkü oyunumuz bu olsun.
Bugünkü meşguliyetimiz bu olsun. Bugün evin
içine pide yapmaya yetiştirmeyelim. Bugün
bütün apartmanı pide yapalım abi. Sepetle tek
tek sarkıtalım. Ne? 1. Çocukları yardımlaşmaya
öğretmek. 2. Başkalarının sokağa
çıkamayacağının çocuğuna haber vermek.
Sadece bak sen gençsin çıkamıyorum diye
üzülme ama aşağıdaki amca da dışarı
çıkamıyor. 3. Başkasına hizmet etmenin zevkini
erebilmek. 4. Onun feyzi muhabbeti var,
bereketi var, sevabı var, günahları sildi vs. Yani
temelde bir referansınız varsa eğer sonuç çıkar.
Ama referans yoksa hiçbir referansınız yok.
Niyetiniz yok. Referansınız yok. Anı yaşarsınız
ama İslam dini anı yaşarken bile onun içindeki
hikmeti bizden bekler. Bugün devletlerin aldığı
kararlar Amerika'da, İngiltere'de, Fransa'da,
Türkiye'de ne üzerine? Anı kurtarmak. Diyelim
ki yarını kurtarmak. Referat aldıkları şey ne?
Yandaki amca. Yunan ne yapıyor? Amerikan ne
yapıyor? İngiliz ne yapıyor? Ona göre referans
alıyor. Onun bir adım ötesine geçebilmek. Ama
benim zaten köken fikrim onlardan çok fersah
fersah uzakta ki. Eğer ben oraya yetişebilirsem
tabii ki. Ben oraya yetişemediğimde bugün
demokrasi gelmeli, özgürlük gelmeli, herkes
özgürce fikrini söylemeli. Ben de şunu isterdim
açıkçası. Kıymetli kardeşler, özgür fikirlerinizi
şimdi bir kağıda yazar mısınız dediğimizde
toplumun %95'i sınıfta kalıyor. Yazamıyor.
Çünkü konuşması çok kolay, yazması zor.
Sebep şuradan geliyor efendim. Yazabilme
fiilini gerçekleştirebilmek için dedikodudan,
gıybetten ve fikir kirliliğinden kurtulmanız
gerekiyor. Ve sonra onun bir başkası
okuduğunda kendi gözünüzde bir de
söylediğinize bakıyorsunuz. Çünkü söylerken
kendini dinlemiyor ki adam. Ama yazdığınızda
kendinizi okumaya başlıyorsunuz. Bir
bakıyorsunuz ki yarıdan fazlası yanlış. Yarıdan
fazlası gönlü kalbe aklı doyurmuyor. O yüzden
adam bu sefer konuşmaktan da vazgeçecek.
Çalışmaya başlayacak. Ya yazabilir hale
gelmeye ya da yazan adamların yanında
hizmet etmeye yürülecek. Konuşmaktan
vazgeçecek. Dolayısıyla hakikat şuraya vardık.
Esas şuraya vardık. İnsanoğlunun demokrasi
arayışı boşuna bir arayış. Çünkü insan kendisini
geliştirmediği yerde adım adım demokraside
daha zor süreçleri bizi beklediğini görecek. Ve
o zor süreçlerden çıkış için futuatın en azından
oraya atlayabilmek, o hale atlayabilmek için
ihtiyacı olan beyanlamesi böyle ifade ediliyor.
Ve hakikati şöyle beyan etmek gerekiyor ki
sevgili gençler, lütfen yazabilen adamlar haline
getirin kendinizi. Konuşmak değil, önce
yazabilir olmak. İyi yazmadıkça iyi söz
söyleyemezsiniz. Çünkü yazarken bir yandan
da ibadet, taat etmiş olacaksınız. Bir yandan
okumak zorunda kalacaksınız. Dinlemek
zorunda kalacaksınız. Bir şeyi yazabilmek,
okumak ve dinlemekten geçiyor. Sonra
pratiğinize ihtiyacınız var. Bir alimin, bir
evliyanın, seyirimin yanında vakit geçirmek
zorunda olduğunuzu anlayacaksınız. Hizmet
etmeden bu iş olmuyor, onu anlayacaksınız. O
yüzden Kur'an-ı Azimüşşan'ın ilk emri oku
değildir efendim. Oku Rabbinin adıyla. İkra
bismi Rabbikellezi halak. Cenab-ı Hakk'ın adına
okudur o ayet. Bize uzun yıllardır oku diye
yutturdular. Yutmamak gerekiyordu ama
yutturdular. Allah seyidimizden razı olsun. Onu
da öğrendik ki mesele Allah'ın adına okumak.
Allah'ın adıyla okumak. Ve onu okurken onu
hayata geçirebilecek şekilde okursunuz bu
sefer. Çünkü Allah'ın zülcelalden geldiğini bilen
ona göre okumaya niyaz eder. Ve o niyaz en
başta ve en hakikisinde bizleri o hikmete
taşıyabilir. Başka türlü iktidarların süreçlerini
boşuna tartışmış oluruz. Elbette ki bu iktidar
sistematiğinde bizler bu İslam düşüncesine en
yakın olabilen yapıyı her zaman daha iyi ve
daha yakında hissederiz. Daha iyi ve daha
yakında hissederiz. Ama mesele oraya bir genç
nesil yetiştirebilmekse eğer onların
demokrasiden önce bilmesi gereken
demokrasinin bir direksiyon olduğu, sizlerin
şoför olabileceğiniz yönetim biçiminde ise
hakiki bir mütefekkir olma sürecinizi
yaşamanız gerekiyor diyelim. mütefekkir olma
sürecinizi yaşamanız gerekiyor diyelim.
Efendim bölümü böyle ifade edeyim çünkü
sorular çok birikince sürede uzayabiliyor diye.
Kısaca o soruları önce futat gruplarından gelen
soruları cevaplandırmaya çalışacağım.
Ardından Allah nasip ederse de sizin canlı
yayında sorduğunuz ve soracağınız soruları
cevaplandırmaya çalışacağım. En başta geçen
haftadan bir soru vardı. Onu kısaca beyan
edeyim. En son kapanışa yakın bir soru
gelmişti. Onu cevaplandıramamıştım. Futuatta
söylenmiş olan her şey seyidimize mi aittir diye
el cevap. Zaman zaman bu konuda farklı
düşüncelere kapılabiliyor insanlar. Efendim
bendeniz seyidimizin ilminin haricinde bir
başka ilme sahip değilim. Bir bilgi sahibi de
değilim. Bu süreçler yakın arkadaşlarımız,
dostlarımız tarafından iyi bilinir büyüklerimiz
tarafından hem bu kanalda hem tevhid
ocağında hem kitapta yazmazda söylediğim
hiçbir şeyin hiçbir alanı bana ait değil. Tabi
burada grupları ayırmak lazım. Bir grup var ki
bunu nasıl olabileceğini anlamıyor. O yüzden
soruyor. Anlamayanlara bu futuhat nedir diye
bir ders var. Onu dinlerseniz eğer orada biraz
kısmen beyan ettik ama tabirca ise bir manevi
kütüphaneden seyidimize nasip edilmiş ders
var. Onu dinlerseniz eğer orada biraz kısmen
beyan ettik ama tabiri caizse bir manevi
kütüphaneden seyidimize nasip edilmiş bir
manevi kütüphaneden konuşulabilir alanları
alıp sizlere beyan eden bir aktarıcı olmaktan
öteye değilim. Dolayısıyla ilmin başı sonu
ortası her tarafı seyidimize ait. İkinci bir kısım
var ki işine gelmeyince hani ya şimdi de aşıyla
ilgili bir şey söyledi ama herhalde kendinden
mı söyledi diyenlere el cevap. Bugüne kadar
elhamdülillah bu futuatta kendime fikrime ait
hiçbir şey olmadı. Dediğim gibi bu konularda
fikir sahibi değilim zaten. Üçüncü bir grup var.
Hani ya işte kendisi çok okuyor falan herhalde
diyen bir grup oluyor. Böyle ya işte kendisi çok
okuyor falan herhalde diyen bir grup oluyor.
Böyle bir zeka problemi olan insanlar da var.
Böyle düşünceler. Vallahi okumakla bu kadar
farklı ilim dallarında fikir beyan edebilmeniz
dünya tarihinde çok nadir insana nasip
olmuştur. Onlar futuha talimleridir. O futuha
talimlerinin konuşmacıları da tarih boyunca
olmuştur. Onlar futuha talimleridir. O futuha
talimlerinin konuşmacıları da tarih boyunca
olmuştur. Örnekleri vardır. O örneklere
bakarsanız bunun da bir ilk olmadığını
görürsünüz. Ya zaman zaman işi böyle abartıp
kimileri hani ya işte cinler mi söyletiyor acaba
diyenler de olmuştur. Aynı cinlerden sizin de
bulmanız güzel olur mesela. Eğer öyle bir
salaklık varsa ki dünyanın en ahmak
varlıklarına bu kadar bilgi sahibi olduğunu
zannetmek, o da ayrı bir ahmaklık olsa gerek.
Çok ahmakça zeka gerisi konuşmalara sahip
olanlar var. Anlamak isteyenler için
söylüyorum, bir aktarıcıyız. olanlar var.
Anlamak isteyenler için söylüyorum. Bir
aktarıcıyız. Bir USB'nin ya da bir bilginin siz
nasıl ki bir başka insanın düşüncesini
etkilemenin ya da ona bir şey söyletmenin
mümkün olduğuna inanıyorsanız hani
Nasreddin Hoca'nın tabiriyle bunun olduğuna
inanıyorsun da bunun olduğuna niye
inanmıyorsun tarzında bir ifade. Tabi oradaki
durum biraz farklı olmakla beraber. Durum
bundan ibaret. Dolayısıyla farklı düşünen
insanlar varsa ya burada herhalde yok yok
kendi fikridir bu dün de gazeteden okumuştur
filan diyorsa onlar hemen videoları kapatsınlar.
Hemen silsinler hemen başka bir yere gitsinler
ya zeka problemleri vardır ya kıskançtırlar ya
da başka bir sıkıntıları vardır. Allah selamet
versin demek gerekiyor. Geçtim sorulara. Ben
ameliyathane hemşiresiyim diye bir soru
gelmiş. Geçen hafta futat grubunun
sorularındayım şimdi. Kalp ameliyatlarına
giriyorum. Burada bahsedilen kalbin ters
çevrilmesi ameliyat olan hastalıklar için geçenli
midir? Neyle alakalı o sürece bir bakmam
lazım. Kitabın içinde Esmaül Hüsna kitabında
seyircimizin beyanatını. Göze dönmüş olanın
kalbi dönmüştür. Böylece kendi nefislerini ve
şeytanlarını kendilerine imam edinirler. Çünkü
insan kalbinin sol alka tarafında şeytandan
gelen şeyler vardır. Şeytana insan hep soldan
yaklaşılır. Kalbi ters düz ettiğiniz zaman ilahi
feyz ve bereketlerin geldiği yerlere şeytandan
gelen şeyler hason oluşur. Bu kalp ameliyatıyla
ilgili manevi bir alanla ilgili bahsetmişiz. Ancak
kalp ameliyatından sonra da insanların
düşünce dünyalarının değişmesi tıbbi olarak
bazı damarlarda oynama meydana getirilirse
biz futuatta anlatmıştık kalbin ve bütün
organların kendine ait bir düşünce merkezleri
de hani beyin gibi değil ama beynin bir şubesi
gibi hareket edebilme kapasitesi vardır. O
kapasiteye dokunulduğunda farklı bir tarzda
davranabilmeleri mümkündür. Ancak kalbin
şeytana olan dönüklüğü, şeytani bir dönüşü
gerçekleştiriyor olması bizim şeyimizde yok. Bu
kitapta anlatılan şey bu değil. Bir başka soru.
Misva'nın faydalarının çokluğundan
bahsedilmiş. Çocuk gelişiminde de faydası
olduğu yazıyor. Bu alanda ne gibi faydaları var
ve nasıl kullanılmalı? Her cevap çocuğumuza
bir kılçılığını açmadan yani böyle biz dişimize
sürterek onu böyle kıl kıl yapıyoruz ama o
kıllar zaman zaman kopup boğazımıza
kaçabilme ihtimaline karşılık biz büyük
olduğumuz için onu hemen tükürebiliyoruz.
Ama bebeğimiz bunu yapamayacağı için böyle
ucu açılmamış küt olan misfa ağzında
emmesini sağlarsınız. Hijyen ve temizlik
şartlarını sağladıktan sonra yere filan
düşürmeden böyle temiz bir şekilde yani
günde böyle 5-6 dakika belki hatta ucuna böyle
sevdiği bir aromayı falan yani aroma değil de
sevdiği bir meyveyi de sürerek emdirirseniz
misvakta var olan maddelerin kendisi hem
zeka genişlemesine, zeka ilerlemesine, hem
vücut gelişimine, hem zihinsel gelişime hem de
sonrasındaki alışkanlık edinmesi için güzel bir
maharet olur. Özellikle dişlerinin kaşındığı
dönemlerde böyle bir şeylere ısırmaya ihtiyacı
hissettiklerinde çocuklarınıza misvakı bir
oyuncak olarak verirseniz psikolojik
dünyalarında da güzel bir etki bırakabiliriz.
Siyer-i Nebi'den sorular gelmiş. Bunlar
biliyorsunuz Tevhid Hoca'nda devam ediyor.
Tevhid ocağında devam ediyor. O bölümde
yaratılışı anlattığımız için galiba herkes Resul-i
Kibriya Aleyhisselatü Vesselam'ın hayatını
bekliyor ama Resulullah'ın hayatını dinlemeye
başladıklarında işin başına dönmek zorunda
olduğunu çoğu anlayacak ama ne yazık ki bizim
insanımız böyle oluyor. Birinci soru bizlerin
söylemiş olduğu her selavat-ı şerife onların
başında ve sonunda okumuş olduğumuz
Besmele-i Şerife'nin harfi bağısıyla Resul-i
Kibriya Aleyhisselatü Vesselam'a ulaşabilir
olmak ve onun zatına hürmet edebilir olmak
Cenab-ı Hakk'ın ne büyük nimetidir cümlesi
Siyer-i Nebi 2. bölümden. Selevatların başında
ve sonunda Besmele okumanın hikmeti nedir?
Evvelen bizzat o Selevat'ı okumanın en güzel
tarafı şu. Ya Rabbi, Ya Rabbil Alemin bana Allah
Resulüne ümmet olmayı nasip eyledin. O
yüzden senin adınla başlıyorum demektir.
Sonunda ise Ya Rabbi sen Allah Resulüne
selavat getirmeyi bana nasıl müyesser eyledin.
Bunu halk eden sensin. Bu fiilime vesile, bu
fiilimi yaratan sensin. Sana şükürler olsun
demektir. Bismillahirrahmanirrahim ile
bittiğinde en küçük iki hikmeti böyle beyan
edebilirim. Sohbet babında olduğumuz için
uzatmadan özetiyle beyan etmeye çalışıyorum.
Peygamber Efendimiz Aleyhisselatü
Vesselam'ın ben dünyanın son kısmında
geleceğin tabiri onun yaratılışın en başında var
olma gerekliliği olarak ortaya çıkar. Çünkü bir
şey bir başka şeyden meydana gelmişse o bir
başka şeyin kendisine zuhur edeceği alan
mutlak surette o şeyin son devrine denk
gelmek zorundadır. Beyanatına dair bir soruyu
ağır. Abi burada neden böyle bir zorunluluk
olduğunu bilir misiniz demiş. El cevap bir şey
neyle başlarsa onunla bitmiştir. Ne demek bu?
Sizler bir arabayı nereden başlatıyorsunuz?
Sadece bir civatadan değil bir metalden
başlatıyorsunuz değil mi? Geriye dönüp
arabadan en son hurdaya çıktığında ise yine
onu metale döndürmeye çalışıyorsunuz. Yani
bir bilgisayar alıyorsun. Binlerce parçadan
oluşuyor ama bilgisayar çöp haline gelip sen
onu bir yere verdiğiniz zaman o en başa
döndürmeye çalışıyor. Teken madde haline.
Yani her şey Resul-i Kibriya Aleyhisselatü
Vesselam ile başladıysa yine ona dönmesi
maddenin tabiatında, insanın hayatında var.
Yazla başlayan mevsimler yine yaza dönüyor.
Pazartesiden başlayıp tekrar pazartesiye
dönüyoruz. Saatlerimiz buna göre dönüyor.
Dünya başladığı yere her yıl yeniden geri
geliyor. Yüzerek bir başka yere doğru gidiyor
olsa da, hakikat her şey başladığı yere
gidiyorsa o geri geliyor. Yüzerek bir başka yere
doğru gidiyor olsa da hakikat her şey başladığı
yere gidiyorsa o noktaya geri dönüyoruz. Bir
soru. Her harfin kendisi aslında bir mahlukat
olup hişik diyarından zamanı mecbur olacak bir
maddenin meydana gelmesinde etkin bir rol
üstlenmektedir derken harflerin bir maddenin
meydana gelmesindeki etkin rolünü
anlayamadım. Doğalarla mı alakalı? Hayır. Harf
ilmi var ve bu harf ilminin madde üzerinde bir
özelliği var. Huruf ilmidir. Bu ilim ayrı bir kitap
konusudur. Yani doğalarla alakalı bir bölümde
değil. Harfler yazılır. Mesela işte dört duvara
yazarsınız. Bütün canları açarsınız. Oraya
herhangi bir soğuk düşmez. Mesela büyük harf
alimlerinin havasları, incelikleri. Bu bir büyü
değildir. Bu harfin mahlukatının getirdiği bir
havastır. Hani nasıl ki siz odanıza böcek
gelmesin diye belli bitkiler koyarsınız. O bitke
fesleğen koyarsanız sinek gelmez. Bunun bir
hem enerjisi hem bir kokusu vardır. Bununla
ilgili bir durumdur. Özetiyle beyan etmek
gerekirse. Efendim eğer bu aşk
perdelenmeseydi yani sadece Nuru
Muhammedi'nin sevgisi üzerine perde
koymasaydı mekan olmayacaktı. Öyleyse
mekanın tasviri uzadıkça görünümü de
engellenmiş oldu. Beyanatıyla ilgili işgilesi
yerine 6. bölümden kardeşim sormuş. Burada
perde olmadan mekanın olmayacak olmasının
sebebi perdenin kendisinin bir mekana muhtaç
olmasından mı kaynaklanıyor? Hayır buradaki
perde Allah'a azizce engelli olarak beyan
etmişiz. Bir de mekanın tasvirinin uzaması
yüzünden gönülünün engellenmesi durumunu
biraz açalım. El Ceva Eğer mekan tasvirinde
bizim gözümüzün normalde bazı hayvanların
gözlerinden dünyaya baktığınız bazı videolar
vardır. Bir bakıyorsunuz mesela köpekler siyah
beyaza yakın görüyorlar. Efendim kuşlar belli
renkleri göremiyorlar. Bizim gördüğümüzden
hariç diğer her canlı kendi dünyasını kendi
penceresinden görüyor. En basit tabirle böyle
ifade edebilirim. Dolayısıyla biz de bu mekan
tasvirinin uzamasını yüzünden görünümünü
Allah Resulü'nün o hakiki nurunu görmeyi bir
vakte ertelenmiş olduğunu görüyoruz. Allah
Azze ve Celle görmekte böyle bir şey. Nuri
Muhammed ile başlayan süreç bir başka ışığın
varlığıyla yani o son ve nihayet her şeyin bir
yok oluşu ve stop anı var ya her iki ışığın
karşılaştığı yerde bir karanlık alan söz konusu
oluyor. Buradaki iki ışık karşılaşırken ikinci ışık
nasıl hasıl oluyor? Şöyle iki ışık karşılaştığı
yerde Nur-u Muhammed ile bir başka ışık ne
o? Feyzi İlahi'nin nuru. Allah Azze ve Celle'nin
nuru ilahisi ama bu tecelli nuru yani Allah Azze
ve Celle'nin bizzat nuru değil Allah Azze ve
Celle'nin bütün alemde tecelli ettiği nuru arş-ı
aladan indirilmiş olan o tecelliyat nuru bütün
Esma-i Nusr'a Nur-u Muhammed'le her
karşılaştığı yerde bir karanlık vardır. Yani Ya
Cemil ismi şerifi güzeldir. Nur-u Muhammed'le
karşılaştığı zaman bir karanlık meydana gelir.
Bu karanlık vardır. Yani Ya Cemil ismi şerifi
güzeldir. Nur-u Muhammed ile karşılaştığı
zaman bir karanlık meydana gelir. Bu karanlık
güzeli çirkin görecek adamı doğurur.
Anlatabiliyor muyum? Yani her esma Nur-u
Muhammed ile karşılaştığında o Nur ile
karşılaştığında bir karanlık alandan onun
negatifi doğar. Diye tabir edelim kısaca.
Reddedenler Nur'un karanlığından asıl oldular.
Bir ışığın hasılasında hareket halinde
kendisinden önce bir karanlık enformasyon
yaydığı. Henüz bilim dünyası tarafından
bilinmiyor olsa da karanlığın varlığı için bir
ihtiyaç müsebbibidir. Bu ihtiyaç sebebi bir
ihtiyaç sebebidir demişiz Siyer Nebi 8.
bölümde. Buradaki karanlık enformasyon nasıl
asıl oluyor? demişiz. Siyer Nebi 8. bölümde.
Buradaki karanlık enformasyonu nasıl asıl
oluyor? El cevap karanlık maddesi elektronla
çekirdek arasındaki boşluğun bir kısmını
doldurmaktadır. O boşluğu doldurmuş olduğu
kısmı arıyor bütün dünya. O kısım ise
çekirdekteki bir enerji fonksiyonunun karşılığı.
O yüzden eğer geri gidip bizim fizik
futuatımızda çekirdekle ilgili anlattığımız bir
ders vardı. Onu dinlerseniz bunu tam olarak
izah ediyor efendim. Bir başka soru. Ya Moiz,
Esma-i Şerif'ten gelmiş bu soru. İnsan izzetin
kendi kuvvetinden gelmediğini bilmek
zorundadır. Bu cümlede Rabbim insanın
yaşayışına göre mi izzet nasip eder? Böyle mi
anlamamız lazım? Evet. Yaşayışımız hayatı
biçimimiz bu izzetin nasıl olacağının takdirini
oluşturur. Ya Basir. Esma-i Hüsna kitabından
seyidimizin soru gelmiş. Nefis, insan
fıtratındaki en hızlı öğrenme yeteneğine sahip
olan varlıktır. Akıldan daha hızlıdır. Çabucak
önder ve bunu alışkanlık haline getirir. Böylece
hem beyni hem gönlü çabucak zehirleme
niyetindedir. Açar mısınız demiş. El cevap.
Sizlere gelin hadi hep beraber bir sure-i şerife
ezberleyin desen biraz vakit aldığını
zannedersiniz. Ama Allah korusun bir kağıt
oyununu size iki dakikada anlatsa ve nefsiniz
ona tutulsa hemen gidersiniz. de aklı damlası
ve nefsiniz ona tutulsa hemen gidersiniz.
Burada öğrenme biçimindeki yönetimsel
formasyon hakkında özellikle psikologlarının
ortaya koymuş olduğu değer şu oldu. Ya işte
onunla ilgisi var o yüzden hemen öğrendi.
Hayır nefsin öğrenme kapasitesi ayrıdır. Beynin
öğrenme kapasitesi farklıdır. Nefsi ortadan
kaldırabilecek değeri ortaya koyarsanız beyin
elbette ki nefisten daha üstündür. Ama nefis
burada sadece hızlı kaçan bir araba gibidir
diyebiliriz. Arabaya dikkat. Siyer-i Nebi'de Ya
Kuddüs ve İnşirah suresinden bahsettiniz.
İnşirah suresinde kalbiniz daraldığı zaman mı
okumamız lazım? Evet kalbiniz daraldığında
günlük virt edinmemiz mi lazım? Bu benim
cevap verebileceğim bir şey değil. O günlük
virtleriniz Cenab-ı Hak seyidimiz beyan eder.
Herkes ne okumak isterse normal virtinin
dışında okuyabilir diye. İnşirah suresini inşallah
tefsirimizle beyan edeceğiz. Komünist düşünce
insanı ateizme kaydırır mı? Çoğu zaten
komünist. Genel itibariyle ateisttir. Komünist
düşünceye sahip olan bir tanıdığım var.
Seyidimizin Cezayir Asansörü ve son ateist
kitaplarını hediye etmek istiyorum. Uygun
mudur? Çok da güzel olur. Şimdi bu haftada
inşallah bitiyor size Kader dergisi geliyor Tevhid
Ocağı'ndan. Onu da belki ağır gelebilir ama
aşk, Cezayir Asansörü ve ateist kitapları
özellikle bir ateist için gerçekten hayatını
etkileyebilecek düzeyde. Allah vesilesi, Allah'ın
vesilesi tabii. Demokratik bir hayat anlayışı,
yani her yerde fikrimi, beyan etmemi ve her
yerde söz hakkım olduğunu olmazsa olmaz
olarak kabul eden bir toplulukta. İnsanlara
hakikate gözlerini açmak için hangi yöntem
gerekir? Bunu toplumsal sorunlar serisinde
problem çözüm matematikleri düşünebilsek
eğer bugünkü dersi anlattık sorusu gelmiş
cevabını dinlediniz efendim. Kabzali sağlık
tarafından nasıl hissedilir? Kalbe gelen bu
daralma hali kalpte veya bedenin başka
yerinde fizyolojik bir etki şeklinde tizel olur.
Ama bunu bilmek yok taşı kalp olmaz kalpte
sıkışma olmaz baş ağrısı falan olmaz. Bunların
hepsi normal tıbbi hastalıklardır. Kaps hali bir
şeyden bir tane daha feyz alamamaktır.
Seyidimizin ifadesiyle bardak dolmuştur. Bir
damla daha koyması taşmasıdır. Buna kaps hali
denir. Dolayısıyla bu kalpte sıkışma başarsa ah
ben çok daraldım filan demek bunlar kapsali
değil. Ya nefsaniydir ya tıbbidir efendim. Bir
yerde bir kaya parçasına bakar. Acaba Allah
Azze ve Celle bunu niye yaratmıştır diye
düşünürsünüz. O bizden önce gelmiş ya da
bizden sonra gelecek Ümmet-i Muhammed'in
içinde bir kişinin vücudunda var olacak bir
hakikatin oradaki temsili ve tasviridir. Tasviri
ilmine muhatap bir konudur demişiz. Tam
idrak edemiyorum demişsiniz. Biraz açmaktan
mı bahsediyoruz acaba? Bizden önce gelmiş
ama bu paragrafın üstünde ve altında
anlatıyoruz ama şöyle gelmiş olan, yaratılmış
olan her yapının, her taşa, dağa, taşa kadar her
şeyin mutlak surette o noktaya getirilmesinin
bir hikmet olduğunu beyan etmişiz. Özetle,
yani senin gördüğün taş bile boş yerinde
durmazken sen kendini boş yere zannetme,
boş yere bu dünyaya gönderilmedin demenin
biraz daha farklı bir versiyonu olabilir. Başımıza
gelen musibetten şikayetçi olmamamız
gerektiğini bunun imtihanı kaybetmekle
sonuçlanacağını biliyoruz. Bu bilinçli olsak bile
bazen kalbimize bu yönde hissiyatlar
gelebiliyor. Bu hisler de imtihanında
başarısızlık sebebindir. Hayır bir süreçtir.
İmtihan bir kere yapılıp bitmiyor. LGS gibi
değil. Allah'tan Cenab-ı Hak bizlere sürekli o
imkanı tanıyor. Hayatımızın her anında. Dille
şikayet edilmedikçe kaybeder miyiz? Dille
şikayet edince de tövbe istiğfar ederiz. Baştan
başlarız efendim. Gönülde de şikayetin
kalmaması esastır çünkü. Nefayı ilahiyeyi
içimizde taşıyoruz dediğimizde. Hristiyanların
içimizde bir tanrıdan bir parça olduğunu öyle
bir anlayış olmaması için nasıl bir izahatla
yaklaşabiliriz? Nefai ilahi bir parça değildir
çünkü bir emanettir. İnsanın Rabbine, insana
takdir ettiği, insana ait olabilecek bir parçadır.
Hristiyanlar tanrı parçası derler. Biz tanrının bir
parçası demeyiz. Tanrının bizim
taşıyabileceğimiz şekilde bizi yaratıp bize
takdir ettiği bir imkan deriz. Yani şundan
bahsediyorum. İnsanın bir yerden bir yere
gitmek için neye ihtiyacı vardır? Paraya. O
parayı veren kişi parayı yapmış olan kişi midir?
Ya da para kendisine mi kendi vücuduna mı
aittir? Hayır. Dolayısıyla nefeyla'yı tabiri caizse
tırnak içinde Allah Azze ve Celle bize verdiği bir
para gibi bir imkandır. Onu cepte bulabilmek,
onu gönülde bulabilmek, onu hakikatte
bulabilmekle mükellefiz. Ama bizim
bulduğumuz o şey Cenab-ı Hakk'ın kendi
parçasından değildir. Aynı bu izahda anlattığım
gibi. Hz. İsa Efendimiz'e tanrılaştırma süreciyle
ilgili olarak Hristiyanlığa 2 cilt 3 cilt kitabımız
çıkacak ama Amerika Birleşik Devletleri'nde
çıkıyor. İngilizce çıkacak. Dolayısıyla oradan
okursunuz. Çünkü gönderen kardeşim İngilizce
bildiğini düşünüyorum. Büyük bir sevgiden
diyeyim. En özet ifadeyle Hz. İsa'yı çok sevip
çok sevip çok sevip o kadar bir noktaya
taşıdıktan sonra ancak Allah'ın oğlu
diyebilirsiniz. Hristiyanlar için pek çok sevi var
ama en önemli sevdenden biri bu.
Müsaadenizle. Hristiyanlar için Tanrı'nın insan
olup kendini kurban etmesi, Tanrı'nın
insanlarla irtibata girmesi bir yaklaşma olarak
kabul edilir. Müslümanlar genelde Tanrı'lara
uzak ve dokunulmaz olduğunu beyan ederler.
Tanrı'ları değil Allah'a züccal bir Tanrı olarak
ifade etmezler. Yani İslam'da Cenab-ı Allah
sadece Resuller ve Nebiler vasıtası bir yekinlik
mümkün olmadığını iddia ederler. Buna karşı
ne diyebiliriz? Soruyu tam olarak anlayamadım
desem. Canlı yayında tekrar sorabilirseniz
sevinirim. Mars'ta hayat var mıdır? Var diye bir
dersten baştan sona anlatmıştım efendim.
Mars'ta hayatın nasıl başladığını fotoğrafı
dinleyenler biliyorlar. Efendim peygamber
efendimizin şimdi döndüm canlı sohbet
sorularına. Peygamber Efendimiz'in kullandığı
eşyalarla ilgili müze projeniz vardı. Ne zaman
projeyi uygulamayı düşünüyorsunuz? Siyer-i
Nebi'yi takip eden bir grubu bir araya getirerek
başlayacağım. Siyer-i Nebi'yi hem yaşayanlarla
beraber o süreci sürdürmek istiyoruz. Şimdi
mesela o yaratılışı bir animasyonla
anlatabilmek istiyoruz. Animasyondan anlayan
veya bunu yapabilecek kardeşlerimiz varsa
memnun oluruz. Hocam diyor, geçen videoda
kişi haddini bilmeli dediniz. Helali haramı
peygamber belirler. Allah'ın izniyle şu an
kıyasıyla helam haram belirlenmez mi? Zaten
kıyas dediğiniz şey peygamber aleyhisselatü
vesselamın sünnetiyle bugünkü durumu
kıyastır. Dolayısıyla yine belirleyen peygamber
aleyhisselatü vesselamın sünneti ve Kur'an'ın
şeriatıdır. O yüzden bugün de fıken bir şey
söyleyen kendinden söylemiyor efendim.
Şeytan kendiyle Hazreti Adem'i kıyasladı, hata
yaptı. Siyer'in Nebi'yi sohbetinizin bugün
konusunda geçen suyla ilgili bir detay vardı.
Suyu fazla kullanmak vesveseye sebep olur
dediniz. Evet suyu fazla kullanırsanız vesvese
olur. Fazladan hani böyle duşun altına girenler
veya çok uzun yıkanlar var ya ondan
bahsediyoruz. Suyu israf etmeden biliyorsunuz
gusül şeriatta 4 bardak suyla abdest 1 bardak
suyla alınabilir. Buna yaklaşabildiğimiz kadar
yaklaşırsak o bela ve illetten uzak durmuş
oluruz efendim. Dönüş hakkıdır. Kitabında 11
boyut vardır. Esmaül Hüseyin kitabında da 11
uzay olduğunu belirtmiştiniz İkisi arasında bir
bağlantı var mıdır? Vardır Var olduğunda Siyer-
i Nebi'de çok güzel anlatılmıştı Futuat okumayı
nereden nasıl başlamalıyız? Dil kitabından
başlarsanız çok güzel olur Çıkış sırasını takip
ederseniz de daha rahat edersiniz Çünkü hep
birbirine tamamlar olarak gitti futuat Böyle
devam ediyor. Bir yerini kaçırınca da aynı
talebe gibi ders kaçırmış oluyorsunuz.
Sonrasını anlamakta zorlanıyorsunuz. Bir
insanın musallat olmuş cini en kolay ve kalıcı
bir şekilde bertaraf etmek için ne okunur?
Biliyorsunuz akşam namazından sonra mutlaka
Münk suresini okursanız bir izinle kolay olur.
Sadece şunu söyleyebilirim size. Türkiye'de en
garip şeylerden bir tanesi şu. Diğer İslam
ülkelerinde bu kadar detaylı değil, bu kadar
derin değil. Bir büyü yapılması var mı
İslam'da? Var. Büyü insanı etkiler mi? Etkiler
ama inanın bana büyünün etkisinin on katını
insan kendi kendine kendince bunu büyüterek
yapıyor. 12 imam inancını doğruluyor
musunuz? Onlar imamlardı. Şimdi 12 imam
inancı sizin Şia'nın kat'i tarafından
soruyorsanız öyle değil. 12 imam masum
değildir. Ama imamet dediğimiz o Şia
manasıyla söylüyorsunuz. Hayır bizim 12
imamdan kastımız şu efendim. 12 tane ehli
beytin sünnet-i seniyye ve Kur'an-ı
Azimuşşan'ın şeriatı ve bugüne kadar ki
bilinirliği üzerine İslam şeriatının kurgusundaki
hizmetleri biliniyor. O hizmetlere dairdir. Yoksa
onların masumiyet inancına sahip değiliz. Ehli
sünnet inancında yok çünkü biliyorsunuz
Dolayısıyla 12 imamla El fatiha deyince Böyle
anlamış olabilirsiniz Öyle değil bizler ehli
beytin O büyük isimlerini anıyoruz Öyle
meşhur oldukları için de öyle ifade ediyoruz
Yanlış anlaşılma olmasın Ashab-ı keyfin
Uyatılması hakkındaki sohbette kulak
Delinmesiyle oluşan etkiden dolayı daha önce
düşünceli olduğundan bahsediyor Anladığımız
gibi faydalı bir durum Çocuğa kaç yaşında
yapılması Çocuğa yani normal şartlarda bugün
tıbbiyenin söylediği gibi 2-3 yaşında 4 yaşında
biraz daha büyümesi anlayabilmesi
korkmaması lazım Korkmaması lazım yani
daha biraz büyütmek lazım Büyük devletlere
baktığımızda kendi siyasetine muhalif, ajanlık
yapan kim varsa öldürmekteler. Biz neden bu
içimizdeki hainleri besliyoruz? Herkes kendi
içindeki firavunu beslediği için olabilir mi?
Herkes kendi firavununu beslerse firavunları
temizlemek zor olur. Türkler ehli beyte sahip
çıktıkları için devlet kurabildiler. Kürtler ise
Yezide karşı Hz. Zeynel Abidin radıyallahu anh
yani ehlibeyte sahip çıkan ilk millet oldukları
halde neden hiç devletleri olmadı? Bu devlet
aslında Türklere ait değil ki. Biz bununla ilgili
bir ders yapmıştık. Anadolu coğrafyası Türk'ün,
Kürd'ün, Arap'ın, Kan, Ter gözyaşının beraber
aktığı yerdedir. Bu Anadolu toprağı Türk'ün
değil, Türk'ün, Kürd'ün, Arap'ın kan, ter,
gözyaşının beraber aktığı yerdir. Bu Anadolu
toprağı Türk'ün değil, Türk'ün, Kürd'ün, Arap'ın
değil, Müslümanlarındır diye güzel bir ders
yapmıştık. O yüzden Türkiye Cumhuriyeti
diyoruz ama bu bayrak İslam bayrağıdır.
Peygamber Efendimiz'in ruhu şerifinden sonra
yaratılan 12 ruhtan biri Hazreti Allah'ın ruhu
diğer ruhlar kimlerdir? Bu konuya cevap
vermeyeceğim. Veremeyeceğim değil
vermeyeceğim. Hastalıkların tedavisinde ya da
koruyucu olarak gümüş suyu kullanması uygun
mudur? Uygundur efendim. Sürahiye boncuk
gümüş atılarak devamlı o suyun içilmesi biraz
daha farklı bir yöntem uygulanıyor orada.
Birka tane yöntem var direkt suyun içine
bırakmak çok beklediğimiz etkiyi yapmıyor çok
uzun süre kalması bekleniyor. Isıtıp mesela bir
gümüş tablayı belli adette ısıtıp suya batırır
böyle bunu daha fazla adetle yaparsanız suyu
gümüş etkisini daha hızlı verebilirsiniz çok
etkisi var gümüşün özellikle akciğere çok ciddi
faydası var damarları faydası var kalbe faydası
var çok faydası var ama özellikle bir hastalık
içinse bu farklı yöntemlerini anlatmak lazım
İnşallah oruç açırken temkinli vakitler mi?
Dikkat al. Hayır. Oruç açarken ezan
okunduğunda temkin olmaz efendim. Oruca
başlarken temkin vakitleri vardır ki bugünlerde
o temkin vakitlerini Allah'a şükür normale
döndürdüler. Bir konu hakkında çalışırken
oluşan can sıkıntısı nefsani midir? Genellikle
bazen de tabi nazar olabiliyor, büyü,
Yürüyüşleşirken oluşan can sıkıntısı nefsani
midir? Genellikle bazen de tabi nazar
olabiliyor, büyü, sihir vs. bu tarz şeyler de belki
etkili olabiliyor. Ara vermek değil, konuyu
değiştirip devam etmek. Başka bir şey yapmak
çünkü bir işten bir işe geçmek de aslında bir
dinlencedir. Müslümanın böyle biraz kendini
hadi biraz kafa dağıtayım dediğinizde baya bir
dağılıyoruz. O yüzden bir başka işle uğraşmak.
Hani kafa dağıtayım derken yürüyüş yapın.
Yürüyüş yaparken de selavat getirin. Hani o da
bir iş olsun anlatabiliyor muyum? Hiç boş
kalmasın ağzımız yani. Öteki türlü hayallere
dalıyoruz. Ve o hayaller bizi hep nefsani istek
ve arzular veya böyle bir üzüntüye doğru sevk
ediyor insanı. Allah sizlerden razı olsun.
Yeryüzünde bulunanların çoğu kendilerine
uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar.
İnsanların çoğunu uyan saptırır. Enam Suresi
116. Ayet. Sapıtmış olanların bu sapkınları
takip edenlerin de sapıtacaklarını beyan
ederler. Dolayısıyla o insanların çoğundan
kastiyet sapıkları takip edenlerin varacağı yer
olarak ifade edilir. Uzay denilen canlı var
mıdır? Başlı başına futuat yapıldı. Ayrıca
kitapta yazmaz da ayrı bir video yapılacak. Ne
zaman olduğunu şimdi söyleyemem ama
yapılacak görürsünüz inşallah. Geometri ve
matematik... Pardon. Şu an bir sorular geldi
herhalde ki bir anımı kaydı. Bir saniye özür
dilerim. Geometri ve matematik kitapları ne
zaman geliyor? Önce biyoloji kitabı var. Ondan
sonra inşallah. Geometri temel bilgilerini
öğrenme isteği hasıl olur. Vallahi çok zevkli
olur. Geometri öğrenmeye çalışır. Biraz da
böyle orta seviyeleri çözerseniz çok tatlı bir
zeka geliştirme, böyle bir hafızaydı geliştirme,
daha derin düşünebilme kabiliyetinin de etkili
oluyor. Geçen hafta salı günkü derste
mütefekkir konusunda değinilmişti. Mütefekkir
olabilmek için nasıl olur? Birinci adım
mütezekkir olmak. Yani zikir ehli olmak. Zikir
ehli olabilme için zikir ehliyle beraber olmak.
Öyleli olabilmek için zikir ehli de beraber
olmak Öyleyse önce hizmet ehli olacağız sonra
zikir ehli olacağız sonra iş ehli olacağız bir işe
bizi yönlendirecekler sonra o işin erbabı
olacağız erbab olunca mütefekkirimizin ne hale
geleceğini bize söylerler siyerinevi dersinde
Arapça harflerin hakikatleri nelerdir bunun
üzerine bir ders yapılabilir mi Neden olmasın
güzel kardeşim? İnşallah yaparız ama o ders
çok yıllar sonra yapılacak. Şimdiden sana
söyleyeyim. Bekle. Evet. Onu geçtik.
Üniversitede okuyorum. Bölümüm sağladık.
Allah'ın adıyla inşallah Rabbim yardımcınız
olsun kardeşim. Demokrasi sahası olarak
ayırdıkları partileşme düzeni ne anlama
geliyor? Nasıl anlamız hiçbir anlama gelmedi
sağdaki çocukları da soldaki çocukları da
kandırdılar Ve o gerçeği ve hakikati görmekten
uzak kimi zaman kendilerine olan haklılıkları
da vardı elbette sağcılarında Kimi zaman
solcular doğru bir şey söylediler ama yanlış
biçimde ifade ettiler Bunların hepsi bizim
çocuklarımızda ama oyuna geldiler çünkü iki
tarafında referansı eksikti. Yani komik bir şeydi
ama sağcı diye hapse giren abilerimiz,
kardeşlerimizin bir kısmı vardı ki ne namaz ne
abdest yoktu. Yani vatan sevmek güzeldir ama
hep söylüyoruz. Allah-u Zülcelal'in hakikati
ilahiyesine boyun eğmeden vatan davasını
sürdüremezsiniz. Çünkü bu vatanın ana asırı
İslam'dır. Müslümanca yaşamayınca bu da
vatanın gerçek kıymetini anlamak zor oluyor
efendim. O zaman da kavgada kime
vuracağınızı, kimden dayak yiyeceğinizi de
bilemeyebilirsiniz. Müslüman olmayan,
yaşayan veya ölmüş bir insanın ruhuna,
Müslüman olmayan yaşayan veya ölmüş bir
insanın ruhuna Müslüman olmayan Yasin-i
Şerif okuyup hediye etmek Kur'an okumak
mümkün değildir efendim çünkü adam
Müslüman değil. Bunlar gönle gelen ilhamlar
mıdır? Bu ilhamların gelmesi anlatacağınızda
eğer gönlünüze bir kafirli Yasin okumak ilhamı
geldiyse bu şeytandan olabilir. Dikkat ediniz.
İnşallah bir mürebbiğiniz varsa ona
danışmanızda fayda var. Kişi arzuların bir
çoğunu bir an için def edebilirken bazen aynı
istek çok daha kuvvetli oluyor. Göğüste oluşan
sıkılma durumu nefsimizin ruhumuzu
baskıladığını mı gösterir? Depresyonla alakalı
olabilir. Depresyon dersimizi dinleyebilirsiniz.
Bir sohbette bir kişi 40 yaşında ya da 80
yaşında iman edip Müslüman olduysa bu olay
Kaliubela'da yaşamış olduğunun göstergesi
beğenilmiştir. Evet öyle beğenilmiştik. Küçük
yağışta namaza başlamış ama daha sonra hayır
ibadetler buna girmez. Komünist ateist olmuş
ve sonradan tarikat ehli olan ehli sünnet olan
yine Kaliubela üzerinden açıklayabiliriz. Ama
bazen de dünyada birisinin doğası da onun
hayatını değiştirmiş olabilir. Kader sayısını
okuyacaksınız inşallah. Efendim Allah sizden
razı olsun. Kaliubela'da iman etmemek
mümkün olduğuna göre nefsimiz Kaliubela'da
bizimle miydi? Evet efendim. Şeytanla
beraberdi. Bizimle de beraberdi. Levh-i Mahfuz
her şeyin yazılı olduğu kitap ve peygamber
Efendimiz bizim gibi gaybı bilmeyen bir beşer.
Yok değil efendim. Gayb dediğiniz şey Levh-i
Mahfuz'un dışıdır. Levh-i Mahfuz gayba girmez.
Hayrın hayrını bilip hayrın peşinde koşan. O ne
demek? 10 dakika daha yaşayacağım
bilmiyorum. Bu hayrı bir an önce yapmaya
çalışmak insan acele etmese de sonuçta. Kader
dergisini okuyunca anlayacaksınız bu
sorunuzun cevabı orada var. İşte kader
dergisine sorusunun cevabı. Vahiy ile gaybi
bilgilerin bir kısmı kendisine bildirilmiş ancak
hepsini bildiğini söylemek Kur'an ile çelişmez
mi? Kimin? Peygamber aleyhissalatü vesselam
ise hiç öyle bir şey yaşanmadı. Efendim yazın
dediniz herkes yazarsa bir karışıklık olmaz mı?
Hayır. İnsan yazmaya başlayınca önce
yazamadığını görür. Yazabilmek için öğrenmesi
gerektiğini anlar. Öğrenmesi gerektiğini
anladığında da önce susmayı öğrenir.
Dolayısıyla önce bir yazın bakalım ne çıkıyor
ortaya. Yazamadığımızı göreceğiz. O zaman
diyeceğiz ki bu nasıl yazılıyor? Haa önce
dinlemek gerekiyormuş. Haa önce susalım o
zaman demek gerekiyormuş diyeceğiz. Yani
ben dersin başında önce susmayı öğrenmek
gerekiyor dersem bana antidemokrat derlerdi.
Bu da futuatın inceliğidir efendim. Efendim
geçtik. Namaz içinde veya namazdan sonraki
tesbihatta içimize kişinin dua etme isteği geldi.
Bu içimize gelen isteği yaratan Allah'a sana dua
etmek istediğimizde o kişi bizim duada vesile
olma imkanı bize tanımış oluyor değil mi? Bu
soru değil. Bu yaşadığın şey öyle değil mi
diyorsunuz? Soru sorarsanız sevinirim. Biz
duayı üşenip etmezsek bu bizim için bir kayıp
mıdır? Soru değil. Örneğin anlamadım.
Aleyküm selam. Evet. Gençlerin çocuk yaştan
itibaren günlük yaşadıkları ve yaşadıkları
olaylar karşısında ne düşündüklerini yazmaları
ileriki yaşamalar için faydası olur mu? Olmaz
mı? Olur tabii ki. Kader dergimizi yakında
inşallah göreceksiniz. Sohbetle alakası yok ama
şu bulma yöntemi, su bulma yöntemi havas var
mıdır? Havaslarla uğraşmayın efendim, erbabı
uğraşsın. Ki Türkiye'de şu anda havas erbabı
bir elin parmaklarını geçmez. Unutkanlık nasıl
giderilir? Hafızı kuvvetlendirilmesi. Önce tespit
yapılması lazım ama baharatçılarda güzel
tozlar var bu konuyla ilgili. Tesli ruhiyede var.
Evet güzel. Oligarşi ve demokrasi birbirinden
ne kadar farklı açıklayabilirsiniz? Açıklayabilir
misiniz? Denmiş. Oligarşi ile demokrasinin
aslında bugün yaşadığımız dünyada çok da
büyük bir farkı kalmadı. Bizler şu anda
oligarkların demokratlaştığı bir süreci
yaşıyoruz. Onlar demokrasiye güzel bir
enjeksiyon yaptılar. Aslında demokrasi
dediğimiz şey şu an içinde komünist, sosyalist,
liberal herkesin kafasına göre takılabilme
imkanını geliştirdiği yeni bir araç haline gelmiş
durumda. Hani yolda çeviren hırsıza sorsan ne
yapıyorsun sen? Ya işte bu ülkede demokrasi
var yürüyorum diyecek. E ben seni arayacağım
diyorsun. Yok canım polisin üzerime arama
hakkı mı varmış? Savcılıktan bir kağıt bana
getir bakayım desene. Demokrasi varsa bu
ülkede arayamıyorsunuz gibi. Gümüş ağır
metal birikimi yapmaz mı? Ben zararlı diye
düşünmüştüm. Siz öyle düşünün. Burası futuat
mekanı efendim. Siz düşüncenizle hareket
edebilirsiniz. Her hastalığın neyse. İslam'da
müşerref olmuş milletlerin mevcut düzende
hangi model üzerinden devletlerini
kurgulamalılar? Yeni bir yönetim modeli. Evet
yeni bir yönetim modeli gelişecek. Kitapta
anlatacağım ve burada uzayacağı için onu ifade
etmedim. Üçlü dörtlü bir senkronizasyon yapısı
geliyor. Yeni dünya düzeninde. Çocukların
dünyası video serisi gelecek mi? Gelecekse ne
zaman gelir? Gelecek ama gelmesi için
ihtiyacımız olan insanlar şu an civarımızda
eksikler efendim. Bir animatöre, animasyon
çizer bir kardeşimize ihtiyacımız var. O olursa
çabucak başlayacağız inşallah. Derslerimize
elbette dergahımızda katılabilirsiniz.
derslerimize elbette dergahımızda
katılabilirsiniz ama şu anda devletimizin almış
olduğu karar çerçevesinde koronavirüs
problemi yüzünden dergahımızda
programlarımıza devam edemiyoruz. İnşallah
normalleşme paketleri açıklandı. Ne zaman o
normalleşme paketlerinde İçişleri Bakanlığı'na
bağlı olarak bu dergahlar, işte şeyler
derneklerin açılışı izni gelirse bir izinle o
günden sonra bekleriz efendim. Dergah kap,
derneklerin açılış izni gelirse. Bir izinle o
günden sonra bekleriz efendim. Dergah
kapıları herkese açık. Sofrası açık, ilmi açık,
feyzi açık. Seyyidimizin ve bütün hakiki
dergahların hiç kapanmasınlar. Kıyamete kadar
da hakiki olanlar kapanmaz. Selamun Aleyküm
çocuk. Evet devam. Peki efendim bitiriyoruz.
Selamun Aleyküm çocuk evet devam amennâ
ve seddeh peki efendim bitiriyoruz Cenab-ı
Hak seyidimizden binlerce kez razı olsun
Cenab-ı Hak kendisi hakiki talebelerden olmayı
nasip müessere eylesin hayırlarının fethi
yerleşin şerlinin defi için ümmeti
Muhammed'in sağlık sıhhat afiyeti için Allah
rızası için El Fatiha.

Altyazı M.K. Şu Eda-i Kerbela'nın ruhlarına,


Ashab-ı Bedir ve Ashab-ı Uhd'un ruhlarına ve
Kâfî-i İman-ı Ervân'ın ruhlarına, Hz. Aminev
aleyhimiz, Hz. Abdullah efendimiz, Hz. Hatice
efendimizin ruhlarına ve Kâfî-i İman-ı Ervân'ın
ruhlarına El Fâtiha. Hz. Ali Kerim, Allah ve
Cevabı Efendimizin ruhlarına, Hz. Fatıma
Hanım'ız, Altyazı M.K. El Fatiha. Seyyidimiz,
Mürşidimiz, Pirimiz Gavs-ı Azam Abdülkadir ve
Ceylan-ı Hazretlerinin ruhlarına, Sadat-ı
Kadiriyye'den ve Sadat-ı Muhammediye'den
gelmiş geçmiş Mürşid, Mürşidan, Mürid,
Müridan'ın ruhlarına ve kafeli iman ervanı
ruhlarına. El Fatiha sevdiğimiz Mürşidimiz
Peygamber Efendimizin İnci Tanrısı Seyyid
Muhammed Ruhi El Kadir Hazretleri ruhlarına
ailesinden hakikate intikal etmiş olanlar
ruhlarına müritlerinden hakikate intikal etmiş
olanlar ruhlarına Şüheday Çanakkale Şüheday
İstanbul Evliya-i İslamlı El Fatiha. El Fatiha
Meded ya Kabsu Asam Abdülkadir Eceylani.
Meded ya Seyyidi Muhammed Ruhi.
Eûzübillahimineşşeytanirracim.
Bismillahirrahmanirrahim. Cenab-ı Hakk'ın izni
inayetiyle seyyidimize ikram edilmiş Fütuhat
kapısından bu salı akşamı Büyük Toplumlar
Sorun Toplumsal Sorunlar serisinde 14.
aşamaya gelmiştik. Ancak hem Ramazan'ın
sonuna geliyoruz Allah'ın izniyle bir dahaki
haftadan itibaren de bayram süreci başlıyor.
İnşallah da yavaş yavaş Haziran'la beraber
belki de daha henüz netleşmiş bir şey yok.
Yeniden dergahlardaki dersler, sohbetler bir
izinle başlamasını diliyoruz. Tabi o esnaya
kadar ki geçen süreçte önümüzde bir 8 hafta
daha koymak yerine bu önümüzdeki 8
konunun da birbirine oldukça yakın ve birbirini
tamamlar mahiyeti olması hoş bir bütün
halinde ilanında gerçeği böyle. bizim
insanımızın özellikle belki kitap okuyucusunun
bu konularda zaten bilinçli bilerek alıyor,
okuyor, inceliyor, irdeliyor. Ama dinleyici
babına geldiğiniz zaman biraz daha günceli
yakalamaya gayret ediyor. Hoş hep
söylediğimiz bir şey var. Bu bir sohbet değil. Bu
bir futuhattır. Bu bir üniversitedir.
Üniversitedeki dersleri takip eden talebeler
gibiyiz. Öyle olabilmeyi Cenab-ı Hak'tan niyaz
ediyoruz. Ancak o durumda işin hakikatini
anlamakla kalmayıp, işin doğrusuna
erdebilmek adına ve işin doğrusunu ortaya
koyabilmek adına bir şeyler yapabiliriz. Çünkü
bir şeyleri dinleyip de dinledikten sonra
normal hayatına devam eden insanlardan
olmamaya niyaz etmişiz. Olmaya niyaz
etmemiş olanlar bu dervişlik yolunda, bu
hakikat yolunda, bu Rabbinin istediği,
emrettiği, bu yolda Allah Resulü'nü takip
edenlerden olabilir ancak ve ancak
diyebiliyoruz. O yüzden bu 8 konuyu birlikte
ele alıyor olacağız ve gençlerimize aynı
zamanda bu dersin ve bu derdin böyle
dinmeyeceğini ve bu derdin ancak ve ancak
nasıl dinlebileceğini de cevaplarını vermiş
olmayı niyaz ediyoruz. Çünkü eğer böyle
devam edersek geriye ne kalır? Çünkü eğer
böyle devam edersek geriye ne kalır? Geriye
görüntü itibariyle hakikaten gittikçe gelişen,
gelişme potansiyeli olan en azından öyle tabir
edelim bir ülkede yaşıyoruz elhamdülillah.
Şuna hiç kimse yatsıyamaz. insan potansiyeli,
bugün inancında birçok yerlerde kırılma
yaşıyor olsa da hala inanan insanların varlığı
filan, böyle pozitif etkileri, pozitif imkanları
ortaya koyduğumuz zaman hakikaten bu
imkanların dünyanın pek çok ülkesinde
görülemeyeceğini, bulunamayacağını
görmekteyiz bu aşikar. Rabbimiz bize ikram
eylemiş bu ülkeyi, Rabbim kıyamete kadar bu
ikramın şükrünü eda edebilenlerden eylesin
bizleri. Ama bu ikramın içinden inanç gidince
veya birazdan sayacağımız son geriye kalan o 8
maddenin 8'i de ortadan kalkınca bizler geriye
kalanlarla ne yapabiliriz orası işte ciddi bir soru
işareti. Çünkü geriye kalan dünyevi olur ve biz
de o dünya ile beraber yaşantımızda devam
edenlerden olmayı talep edersek. Hakikaten ve
gerçekten o zaman neslimize ceddimizden
almış olduğumuz ve Allah'a olan borcumuzu
hakikaten ödeyemez olacağız. Ne yazık ki.
Dolayısıyla bu büyük toplumsal sorunların son
8 bölümüne girmiş olalım böylece. Efendim 14.
maddede normal şartlarda ki aynen de devam
ediyoruz sadece bir sıkıştırma yapıyoruz ki
hepsi kafada kalabilsin. Sonra aklında
kalmayanlar gönle inkişaf etmeyince ve
yaşanmayınca ne yazık ki eksik kalıyor.
Teokrasi, geçen hafta demokrasiden sonra bu
hafta büyük problem olarak ve gelecekte en
büyük sıkıntılarımızdan biri olarak teokrasiden
bahsedecektik. Yani devleti, milleti, insanları
yaşadıkları coğrafyada her alandaki bilim
adamları, devletin içindeki bilim adamları diye
kabaca tabir ediyoruz teokrasi ekibini. Devletin
içindeki bilim adamları diye kabaca tabir
ediyoruz teokresi ekibini. Mühendislerdir,
doktorlardır. İşte bugün mesela bir bilim
kuruludur. Koronavirüsle mücadelede bir
teokresinin bir parçası oldular. Allah razı olsun
uğraştılar, dilindiler. Rabbimizin izni inayeti,
dualarla vs. Elhamdülillah bugünlere geldik.
Rabbim keşke biraz daha sabredip de daha
böyle feraha, daha ferah bir şekilde
çıkabilmeyi nasip eylesin. Ancak insanoğlu
sabırsız, insanoğlu aceleci ve hemen istiyor her
şeyi. Dolayısıyla o noktada biraz sıkıntıları olsa
da dönelim asli konumuza. Bilim kurulu nasıl ki
bugün bir teokrasi grubudur. Bu teokrasi
gruplarında gelecekteki en büyük sorun bu
teokrasi gruplarının birbirlerinden ayrı çalışıyor
olmasıdır. Ne zamanki bilim adamları bir
masanın etrafında aynı konu için farklı
açılardan bakabilme yeteneğine sahip
olabilecek şekilde bir araya gelecekler. O gün
çok daha başarılı sonuçlar alabileceğiz.
Örneğin bugünkü bilim kurulunda sadece
doktorlar değil, biyologların, mühendislerin,
ekonomiyle alakalı olan ama direkt güncel
ekonomi değil de, ekonominin mantalite
tarafında olan hocalarımızın, sosyologlarımızın,
psikiyatristlerimizin olması biraz daha işi etkin,
daha üstün kılabilirdi. Gerçi var bilim
kurulunda bunun birkaç tane örnekleri elbette.
Ama benim bahsettiğim, bizim bu futuatta
bahsettiğimiz şey ortak akıl diye tabir ettikleri
ortak yönelime döndürülmesi. Çünkü
farklılaşmış bilim yapısı ve kendi içinde kalmış
ve kendi kabuğundan haricindekini kabul
etmeyen bir bilim dünyası teokratik açıdan da
kendi yaşadığı memlekete hakkıyla cevap
veremeyecektir. Sohbet babı olduğu için ve
insanlar dinlemekten sıkılmasınlar diye ne
yazık ki konuları yumuşata yumuşata bu hale
getirebiliyoruz. Halbuki oldukça derin
mevzular. yata yumuşata bu hale
getirebiliyoruz. Halbuki oldukça derin
mevzular. Ama sevgili genç kardeşlerim sizin
için şunu söylemek gerekiyor. Bu geleceğin
problemini ortadan kaldırmak adına sizler
okuduğunuz bölümü mutlak surette bir ya da
iki tane en az yan dalları ekleyebilir ve bu yan
dallarla kendinizi geliştirmeniz gerekiyor.
Çünkü geleceğin dünyası tek başına doktor, tek
başına biyolog, tek başına kimyager, tek baş
geleceğin dünyası tek başına doktor, tek başına
biyolog, tek başına kimyager, tek başına fizikçi,
tek başına matematikçi kabul etmiyor. Bu yeni
dünyanın yenilenen yapısında tekli olarak
uçmaya gayret edenler ne yazık ki
tökezleyecekler veya elbette ki Cenab-ı Hakk'ın
rızkı Teala Allah, herkese rızkını ayırmış Hazreti
Allah, rızıklarını elde ederken birisine bağlı
olarak elde edecekler. Bu yüzden kendinizi
geliştirme manasında geldiğimiz zaman bizler
sizlere verebileceğimiz en büyük özellikli bir
cümle olarak şunu ifade etmek gerekir. Lütfen
ama lütfen tek bir bölüme bağlı kalarak tek bir
işin erbabı olmaya gayret etmeyin. Bir işin
erbabı olun, bir işi iyi bilin, onun hakkındaki
derinlemelerin hepsinden haberdar olun.
Ancak sizi tamamlayan ve bütünleyen bu
bölümü tamamlayacak olan başka bölümlerin
varlığını mutlaka araştırın, inceleyin ve o
bölümlerde okul okumamışsanız dahi okuma
listenizde, çalışma biçiminizizde hayata bakış
açınızda eğlenirken dinlenirken bunları üzerine
koymaya gayret edin. Çünkü bugün Türkiye'nin
ve dünyanın çektiği dertlerin en büyüğü üretim
aşamalarında tek matematikte üretim
biçimidir. Bunun en büyük örneğini Tesla'da
zannedersem dünya görmüştür dünya bugüne
kadar bir araba üretimi için gerekli olanın
mühendisler olduğunu düşünürken bir
bilgisayar yazılımcısı çıktı arabayı kullanan
benim yapan sizsiniz ama kullanan benim ben
bir yazılımcı olarak farklı bir açıdan bakıyorum
olaya dedi hakikaten şu anda dünyada yeni bir
başlangıç yaptı şoförün hiçbir şekilde
direksiyonu eline sürmeden en azından
Amerika için söyleyebiliriz veya Türkiye'de
şurada burada kullanılırken hangi noktalar belli
yerlerde problem çıkartıyor olsa da en azından
fikir başladı çalışıyor Amerika'da ciddi çalışıyor
bu bize şunu gösterdi. Evet artık arabaları
sadece mühendisler yapmayacakmış. Bu aynı
zamanda bizim ülkemizde kesin olarak bazı
ilkelere inanmış olan örneğin Efendim işte
Dışişleri Bakanlığı'nın Teokrasi grubu mutlaka
işte üniversitenin mülkiye sınıfından gelmişti.
Olmalıdır. Mülkiyeli olmadı mülkiyeli bir
başkadır filan düşüncesini yıkmak zamanı geldi
daha doğrusu sistem zaten bunu yıkacak
yıktıktan sonra bu olmaz ise bizler pek çok
şeyin gerisinde kalıyor olacağız yani yarınlarda
bir doktorun ya da bir sosyoloğun dışlarında
görev yapmasından daha doğal bir şey olmaz
diyeceğiz. Çünkü gittiği bölgede hastalık var. O
insanları en iyi anlayabilen o olacak. Anladığı
şekliyle ülkenin politikasını en iyi ifade
edebilecek veya bir din adamından
bahsediyorsak eğer bugün en geri kalmış
bütün meslek grupları arasında yine din
adamlarının da pek çok orada da kendisini
geliştirmekten uzak kaldığını görüyoruz bizler.
Çünkü mesele sadece topluma fetva vermek
değil, toplumun hangi yönelimi içinde
olduğunu iyi bilmek gerekiyor. Örneğin bu
dersi bir din adamının, bir Melle'nin, bir
Molla'nın ciddi anlamda dinlemesi lazım.
Çünkü yarına adım atıldığında yarın yine
insanımızın İslam dininin hakikati hakkındaki
eksiklerini gidermek üzere görev yapacak olan
din alimleridir. Din alimleri tam da bu noktada
daha konunun kendisinden haberi olmaz ise
yenilikler nelerde neler değişiyor neler geliyor
ve insanlar buna karşılık hangi sosyolojik bakış
açısına sahipler bunlardan haberdar
olmazlarsa ne yazık ki bu doğru yönteme
ulaşabilme imkanına sahip olmayacağız. Bir
başka 15. konumuz kurgu bozukluğuydu.
Büyük toplumsal problem. Bundan sonra
toplumlara böyle büyük hareketleri katmak
istiyorsanız hakikaten çok büyük kurgulara
ihtiyacınız olmayacak daha doğrusu kurgunun
ne olduğunu çözmekten insanlar gittikçe
uzaklaşıyorlar Çünkü insanımız gününü
kurtarmak ve günün hevesiyle hayat sürmek
istiyor yani çok basit bir örnek vereceğim ben
şimdi sevdiğimiz ait olan bu fotoğrafın
başlığına eğer biz virüs, bakteri, güncel bir
olaya ilişkin bir başlık atarsak normal izleyici
sayısından çok daha fazlası izliyor, dinliyor,
takip ediyor. Öyle olmazsa yine tabii ki bizim
özümüzdeki genç kardeşlerimiz ve işi bilenler
takibe devam ediyorlar ama eklemeler ve
çıkmalara baktığınız zaman siz ya meselenin
derinini ben ne yapayım ki şimdi yani ben işte
yaşıyorum abi diyenlere diyoruz ki bizde
yaşadığınızı zannediyorsunuz sizler
yaşamıyorsunuz aslında yaşadığınızı
zannediyorsunuz güncelin zevkine varıp
günceli kurtarınca günü kurtaracak hale
düşürdüler bizi anlayışıyla hareket
ediyorsunuz. Ama günü kurtarma haline
başkaları düşürmedi sizi. Siz öyle istediniz.
Bugün yerim bugün doyarım ve bugün her şey
bitmiştir diyenlerdensiniz. Evet bugün
yiyeceğiniz bugün doyacağınız Cenab-ı Hakk'ın
katında kesin ve katidir şüphe yok. Bu söz de
kötü bir söz değil hoş ama hakikati şöyle
bakmak lazım. Yarına bir evlat, bir çocuk, bir
nesil, bir gelecek bırakılıyorsa bu geleceğin
kurgu bozukluğu olmadan etrafında olan
olayları doğru bir şekilde anlayıp kavrayıp
okuduğu kitabın içerisinde dinin hangi
noktasına saldırılmış, insanımızı nereden
sıkıştırıyorlar ve sıkıştıracaklar bunu
bilmezseniz nihayeti bu korku bozukluğu işi
oldukça insanımızı yoracaktır. Bakın bu beni
niye ilgilendirir niye ilgilendirmez diyenlere
ben size şöyle bir cevap vereyim. Bir tarihi
anekdot anlatayım. Hani dinleyenler niye
dinlediklerini anlasınlar. Dinlemeyenler neyi
kaybettiklerini belki tekrar dinleyince
anlasınlar ve kavrasınlar. Çünkü virüs deseydim
ben biliyorum. Bunun üç katı daha fazla insan
dinleyecekti. Hoş dinleyici adediyle işimiz yok.
Ama bir sosyolojik tespit yapıyoruz şu anda.
Bir sosyolojik tespit yapıyoruz şu anda.
Zamanın birinde İngilizler tokat diyarı
üzerinden hareketle Kuvvayi Milliye'yi
sıkıştırmaya niyet ederler. Biliyorsunuz işte
Kurtuluş Savaşı'mızda ülkemizin hepimizin
dedeleri, ataları inşallah bilenler
bilmeyenleriyle bu ülkenin dedelerini savaş
verdiler. Çaba sarf ettiler. Bu ülkenin dedelerini
savaş verdiler. Çaba sarf ettiler. Elin gavuruna
kalmasın diye bu memleket kurtuluş
mücadelesini Çanakkale zaferini elde ettiler.
Elhamdülillah orada bir mücadele verildi.
Kanter gözyaşı akıtıldı bütün ümmet. Kalktılar
gittiler. İngilizler Tokat Valiliğine ve ondan
sonra oradan devam edecekler. Kuvayi Milliye
Hareketini özellikle Karadeniz bölgesinde
tıkamayı düşünüyorlar. Efendim bir bölgeden
geçerlerken tarlada bir bölgede dinlenmeye
niyet ediyorlar. Tarlayı da süren bir adamcağız
var. Aşırıca bir adam. Tabi gelen komutanların
ekseri ise özellikle işin başında olanlar Türkçe
eğitim almış bir şekilde geliyorlar. Zaten çoğu
Orta Doğu coğrafyasında görev yapmışlar ki
Türkiye'ye göndermişler halkla da
konuşabilsinler diye topyekun İngilizce
konuşmuyorlar. Yani yerel dil dedikleri
geldikleri ülkenin diline göre komutanlar tayin
edilmiş. Tabi orada dinlenme esnasında
adamın bir tanesi oturdular.i orada dinlenme
esnasında adamın bir tanesi oturdular. Orada
dinlenirlerken köylüye köylü onlara bir küp su
getirmeye kalktı. Yani bir yerden tuttu.
Soğukça bir suyu aldı, getirdi. Önlerine koydu.
Su içer misiniz? dedi. Onlar da ya valla çok iyi
olurmuş. Teşekkür ederiz. Dediler. Su içmeye
başladılar. Tabi bir yandan da tedirginler çünkü
karşılarında kendilerine suyu veren bir Türk
ama kendileri İngiliz ve nihayetinde bu ülkenin
insanını eziyet etmek üzerine ve ilhak etmek
üzerine gelmişler. Acaba yani bu adam bize
iyilik mi yapmak istiyor kötülük mü yapmak
istiyor derken otururlar ve bir kısa muhabbete
başlarlar. Bu kısa muhabbet esasında adama
derler ki ya sen bir Türksün herhalde Türk
müsün derler. Evet der Türk'üm zaten bu
bölgede genellikle sadece Türkler var
biliyorsun Rum'da var Ermeni'de var. O
dönemde bu köyler Türk köyü. E derler yani
bizimler için nereye gittiğimizi bilmiyorsun
ama ne için gittiğimizi kestiriyorsundur. E bize
niye su verdin? Efendiler biraz oturacaksın.
Biraz beni dinleyeceksin. Ve ondan sonra ne
olduğunu ne olmadığını anlayacaksın. Niye sen
su verdin mi anlayacaksın. Çünkü suyu
verdikten sonra bir muhabbet başladı. Bak
burada biraz vakit geçireceksin. Belki benden
bir şeyleri anlayacaksın. Çünkü suyu verdikten
sonra bir muhabbet başladı. Bak burada biraz
vakit geçireceksin. Belki benden bir şeyler
öğrenmeye çalışacaksın. Ama ben de sana bir
şeyler öğretebilirim. Der. Ondan sonra der ki
adama bak adamcağız işte böyle bir anda
şaşırır tabi bir köylüden bu kadar dik bir cümle
duyduğundan ötürü. Der ki ya amca da sen
güzel söyledin de böyle bir fikir sahibi falan
böyle bir incelik nedir ne değildir. Amca da der
ki bak ey asker ayağında giydiğin çizmeler bu
beline taktığın silahla tokatın yerleşkesinden
girmeyi düşünüyorsan bunu unut. Çünkü bu
bölgenin kendine has bir usulü bu var. Gezdiğin
bütün Anadolu coğrafyasının kendine hastır
usulü. Buranın da bir usulü var. Eğer de silahını
örtüyle saklamazsan yani silahın üzerine bir
şey örtmezsen böyle girersen milletler senden
iyice nefret eder. Anlatabiliyor muyum? Yani
bu da işin zorlaştırıcı. Bak mesela sen bir
taburu askersin. Geçiyorsun buradan ama
nihayetinde karşına kimin çıkacağı belli falan
böyle bir uzatır meseleyi. Neyse. Askerler
tamamdır. Şöyledir. Böyle de der. Yola çıkarlar.
Ve askerleri tokat girişinde bir grup karşılar.
Tokat girişinde bir grup karşılar. Bu İngilizleri
geldiklerine Pişman ederler diyebiliriz. Evet
yine gelip geçecekler ama Baya bir zorlanırlar.
Ciddi anlamda birkaç askerini Ölüverirler. Ve
tokatın tekrar dışına doğru Çıkarken de
amcayla Karşılaşırlar. Amca der ki Sana suyu
verdim. Beklettim. Senin ne yapman
Gerektiğini söylettim hafiflettim. Seni böyle
yavaş yavaş pişirdim öyle gönderdim. Şimdi
anladın mı niye suyu verdiğimi? Bir yandan
görevimi yaptım bir yandan işimi yaptım. Tabi
bu sefer İngiliz komutan da amcayı sever.
Tamam sonuçta kötülük yapmış gibi duruyor
kendi açısından ama bir hakikat var adamın bu
kadar bilgi sahibi olması da bir şey açısından
bir çiftçi açısından böyle bir hesap plan
yapması da nasıl olur ondan sonra der ki ona
neden nasıl yapabildin amca sen bu hesabı bu
kitabı bak der herkes ebabil kuşları peygamber
aleyhisselatü vesselam gelmeden önce böyle
böyle bir olay olmuştu ebabil kuşları Kabe'yi
taşlamışlardı. Herkes Kabe'sini kurtarmanın
peşine düşmüşken, herkes kendi malını
kurtarmaya düşmüşken peygamberin dedesi
ve peygamberin ecdadı Kabe-i Muazzama'nın
kurtulması için uğraş verdiler ve onun sahibini
bildiler ve bundan sonra olabilecek güzelliğin
peşine düştüler. Evladım biz yukarıdan bir
damla düşse bir güzellik mi oldu deriz.
Ayağımıza bir taş değse Rabbimiz bizi bir
imtihanıma tabi tutuyor deriz dedi. Sonra bu
İngiliz adamın bu komutanın yıllar sonra
yazmış olduğu kendi üstlerine vermiş olduğu
bir raporda şunu söylüyor. kendi üstlerine
vermiş olduğu bir raporda şunu söylüyor.
Anadolu coğrafyasının insanının düşünce
derinliği benim tarih boyunca hiçbir yerde
görmediğim bir derinlikti. Bu derinliği elde
edebilmek nasıl oldu diye sual ederseniz eğer,
Anadolu'daki en önemli mesele insanların
çocuklarına tecrübeyi geçmişten gelen
felsefesiyle beraber, anlayışıyla beraber,
düşüncesiyle beraber, derinliğiyle beraber
öğretiyor olmalarıdır. Bu tecrübe, bu derinlik,
bu bilgi dağarcığı ciddi anlamda Anadolu'yu
Kurtuluş Savaşı'nda çok yüksek noktalara
gelmesine ya da daha güzel ve daha kolay
savunabilmesine imkan tanınmıştır. Her ne
kadar Cenab-ı Hak hepsine rahmet eylesin.
Atalarımız, dedelerimiz, Türk'ü, Kürd'ü, Arab'ı,
Laz'ı, Çerkezi'yle bu mücadeleyi vermiş ve çok
ciddi manada şehit vermiş olsak da Allah
hepsinden razı olsun. Allah şefaatlerine nail
eylesin. Sonuç itibariyle daha kolay oldu, daha
zor olabilirdi. Daha kolay olmasını istiyorsanız
işte sevgili gençler, konuların içindeki
derinliklere haiz olmanız lazım. Konuda
derinlik olmayınca işin özünü bilmeyince o
özden ne çıkar bilemezsiniz. Onu nerede
kullanacağınızı da çözemezsiniz. Efendim 16.
maddede doğal olarak bir değersizlikle
karşılaşacak bütün toplum. Değerlerin bu
kadar çok birbiriyle değiştirildiği bir yapıda
alınabilme ve satın alabilmenin bu kadar kolay
olmasını istediğimiz yerde değersizlik en üst
safhaya gelmesi bizim için bir problemdir.
Çünkü bir şeyin değerini hali hazırda alınır ve
satınır değerler üzerine konuşlandırdığımız için
kaç para eder bu dediğimiz için artık ne işe
yarar demediğimiz için daha ziyadesiyle
gittikçe daha değersiz bir toplum olmaya doğru
ilerlemekteyiz. Bu ilerleyiş toplumun büyük bir
sorunu olarak karşımıza çıkacak. Değerleri geri
almak istediğimizde ise değerlerin parayla
satın alınamayacağını göreceğiz. Dolayısıyla
değer eğitimi dedikleri veya bir şeyin değerinin
ne olduğunun farkında olabilmek okullarda
verilebilecek bir eğitimle mümkün değil.
Bunun için aile yapısının gerçek ve özüyle
yeniden yerine gelmiş olması gerekiyor.
Dolayısıyla aile yapısının bütünlüğü gelecekte
karşılaşacağımız değersizlik problemiyle hiçbir
şeyin değerinin ve ehemmiyetinin kalmayacağı
bir döneme doğru ilerlerken bizi ayağa
kaldırabilecek en önemli yardımcı ve
destekleyici unsur olarak ifade edilebilir.
Dolayısıyla yeniden değerlerimize dönmek
isterken biz önce o değerlerimize ne kadar
bağlı kalabildiğimizi iyi anlamamız gerekiyor.
Bu nokta 17. meselede ayrışmayı getirmiştir.
Toplumların ve bizim toplumumuzun da büyük
sorunu ayrışmak olarak karşımıza çıkmıştır ve
hali hazırda öyledir. Bizim bu ayrılışmamıza
karşılık birleştirecek unsurumuzun ne
olduğunun sorusu pek çok defa futuatlı ve pek
çok alim tarafından beyan edildiği üzere iman
hakikatidir. Bu noktada Müslüman bir adamın
Müslüman bir gencin yanındaki arkadaşım
inanmıyor. Ateist veya deist veya agnostik.
Seyidimizin yazdığı kitaplarda deist ve ateist
okuduğunuz üzere. Böyle şeylere sahip ve biz
birbirimize saygı duyuyoruz. Aynı yerde
yaşamak değil midir güzel olan diyorsanız eğer
aynı yerde yaşamanın hiçbir emniyeti yok.
Mesele siz birlikten yanlış bir şey anladınız.
Birlik aynı masada yemek yiyebilmek değildir.
Birlik aynı uğurda bir şey yapabildiğiniz yerdir.
Orada anlarsınız birlik olduğunuzu. Sabahtan
akşama kadar yedik, içtik, muhabbet ettik, iş
yaptık, ticaret yaptık, yaptık, yaptık, yaptık.
Müslümandı adı bir tarafın bir tarafı
Müslüman olmaya gayret etmişti. Kız alındı kız
verildi vesaire akrabalık ama nihayet bir gün
memleketlerde düştüğünde bana ne kardeşim
dinden asıl olan benim hayat biçimimdir.
Doyduğum doğduğum yer doğduğum yer değil
de doyduğum yer benim vatanımdır diyen bir
adamla yan yana olduğunuzu gördüğünüz
zaman birlik olmadığınızı anlarsınız. Sevgili
gençler birlik demek aynı uğurda mücadele
edebilmek demektir. Bizi bir ve beraber kılan
şeyler sofralar değildir. O sofralara bizi getiren
düşünceler o sofralarda ağzımızdan çıkan
kelamdır. Bizler o sofralara evet bazen bizimle
aynı düşünceye sahip olmayan insanlarla da
otururuz. Ama oradaki asli hedefimiz ikidir. Bir
karşımızdaki Cenab-ı Hakk'ın yarattığı bir
insandır. İnsanı severiz. Ama ikincisi ona hakkı
söylemek için beraberiz doğruyu söylemek için
beraberiz bir müslümanlı yemek yiyip de
yemeğin esasında söylenen bir cümleden
etkilenip vay arkadaş demek ki namaz kılanlar
da bu fikirlere sahipmiş demek ki Allah diyen
zikreden dervişler de böyle derin düşünceleri
varmış fizik kimya biyoloji bilirlermiş Allah
Allah Allah kim olur ki bunlar demelerine
vesile olduğunuz andan itibaren birlik hasıl
olur. Bundan haricinde bizler aslında ayrıyız.
Zaman zaman işte Cumhuriyet Bayramı'nda
şimdi 19 Mayıs'ta çeşitli resmi tatiller değil
bayramlar var. Veya bayram namazlarında ya
işte bayram namazını beraber kıldık, kutlamayı
beraber yaptık, çocuklar beraberler,
beraberler, beraberler. Ancak aynı ortamın
içerisinde beraber olduğunu söyleyebilmemiz
için birilerinin aynı şeye inanıyor olmaları
lazım. Tabii ki buradaki cümleler şu oluyor
hemen arkasından. inanıyor olmaları lazım.
Tabi ki buradaki cümleler şu oluyor hemen
arkasından. Herkesin aynı şeyi düşünmesini
istediğiniz şey bir diktatörlük, bir zorlayıcılık,
bir mecburiyet değil midir? El cevap biz bu
dünyaya birbirimize sadece saygı duymaya
gelmedik. Biz birbirimize hakkı söylemek için
geldik. Birbirimizi doğruya götürmek için
geldik. Birbirimizi doğruya götürmek için
geldik. Birbirimize destekleyerek hakikate
taşımak için geldik. Yaptığımız her işin içinde
her işin ucunda bir yanında karşımızdaki
insana hakka davet etmek yoksa eğer o
yaşamanın bir anlamı yok. O zaman hakikaten
yaşamak güzel. Yani işte bakıyorsun
Amerika'da binlerce yüzlerce din, inanış,
felsefe, acayip tipoloji bak ne güzel yaşıyorlar.
Savaş olsun da o gün görelim. Bir sıkıntı hasıl
olsun da o gün görelim. Şu anda Amerika
Birleşik Devletleri'nin yarısından fazlası yanlış
yapıyorsunuz açın fabrikalarımızı diyor. Öbür
yarısı açmayın diyor. Kavga başlamış durumda.
Sebep? Çünkü bir tanesi para için yaşıyor. Bir
tanesi canı için yaşıyor. Devlet algoritması da
bizimki kadar kuvvetli ve güçlü değil. Demek ki
çoğulculuk dediğiniz şey zannettiğiniz gibi bir
gelecek beklentisi değil. Sevgili genç
kardeşlerim, bugünlerde çıkmış ve çıkacak pek
çok siyasi görüş, pek çok anlayış size, çoğulcu
demokrasi ve çoğulculuk çoklu düşünme biçimi
diye bir şeyi yedirmeye çalışacaklar.
Üniversitelerde hocalarınız size bunu
ballandıra ballandıra anlatacaklar. Unutulmaz
örnekler verecekler. Keşke şu fotoğraflarla
karşılarına derin detaylı sözlemleriyle
çıkabilecek olsaydık ama şu an sohbet
babındayız kimseyi anlayabileceği kadar beyan
ediyoruz bu insanların size söylemiş oldukları
bu çoğulculuk kelimesinin içerisindeki
değerlerin her birisi bir kaotik yapının
arzusudur. Bir karmaşa ve insan karmaşayı
gördüğü zaman siner, kaçar, içine kapanır.
Toplumdan uzaklaşır, toplum ayrışır. Herkes
istediğini söylesin. Çoğulcu demokrasi diyenler.
O çoğulcu demokrasiyle artık konuşacak insan
mı bıraktınız? Konuşabilme kapasitesine sahip
olan hakkı bilen kimse mi kaldı ki ortada?
Hakkı bildiğini iddia eden insanlar da karşımıza
çıkıp bir defasında dahi Allah-u Zülcelal'in bu
konu hakkındaki hikmet hakikatini beyan
edebildiler mi? Hayır. Çünkü bilim adamı çıkar
ben din adamı değilim der. Ona karışmıyorum.
Hani Allah-u Zülcelal isterse diyen duymadık
daha hiçbir doktorumuzun ağzından. Hani
daha henüz bir televizyonda olmuşsa da
kimsenin hakkını yemeyelim ama genel
itibariyle gördüğümüz kadarıyla %90'ından
fazlası şunu yaptık bunu yaptık böyle olacak
şöyle olacak. Ya arkadaş bir tanesi de demez
mi? Allah izin verirse olacak inşallah iyi olacak
dua edelim daha iyi olsun. Biz çalışıyoruz ama
dua edelim daha iyi olsun. Bunu sen söyleyince
doktora doktor diyor ki ya ben din adamı
değilim. E Müslüman da mı değilsin? Ha diyor
orada dinime söyletmem. Yok diyor dur ben
dinime dinime söyletmem. Yok diyor dur. Ben
dinime laf söyletmem. Ben inanan bir adamım.
İnanan bir adamın inancı evinin içine
hapsolduysa eğer o adam inançlı filan değildir.
İnanan bir adamın inancı kendi evinin içine hiç
sızmıyorsa o adam dindar değildir. Çünkü din
hayatın içindedir. Sen hayata dini adapte
etmeye çalışıyorsun. Hayatını dine
adayacakken, dini hayatın içinde bir yere, bir
odaya, bir mekana mecbur ediyorsun. Ya öyle
deme canım ben de işte şimdi önümüzdeki
günlerde Kadir Gecesi gelecek. O gün ben de
dua edeceğim yani merak etme. Yani ben o
günde şimdi camiler kapalı ama açık olsa
giderdim bak yani. İnançlı insanım ben.
Dolayısıyla bunlar bizim karşımıza geldiğinde
şu değerleri unutmamız lazım. Hakikati ve
hikmetiyle bir olan, beraber olan bu birlik ve
ayrışma konusunu iyi anlayacaktır. beraber
olan bu birlik ve ayrışma konusunu iyi
anlayacaktır. Elbette ki bu 18. maddede
karşımıza bir eğitimsizlik sürecini getiriyor.
Ama eğitim dediğimiz şey daha önce
futuatlarda beyan ettiğimiz gibi topluma
sürekli bir bilginin pompalanmasıyla elde
edilebilecek bir sonuç değil. Eğitim 4 yaşında
başlayan hakikati imaniye eğitimiyle
başlayabilir. Aksi durum ve davranışta yani
Rabbini tanımadan bir yerlere vardırdığınız her
çocuk kaybolmuş bir çocuktur. Ya ama öyle
deme canım Nobel aldı. Nobel'i kendine aldı.
Benim ülkeme alabileceği hiçbir şey yok. Zaten
benim ülkemin adına alınabilmiş bugüne kadar
böyle bir değer yok. Kaldı ki Nobel'in de zaten
dünya çapında böyle bir değeri de artık
kalmayacak seviyeye geldiği de apayrı bir
mevzuat. Efendim hakikat 19. maddede
menfaat perestliğin toplumların en büyük
problemlerinden biri olarak karşımıza
geçebileceğini yine bu futuatta beyan
ediyoruz. Toplumlar gittikçe daha çok
menfaatlerini ve kendilerini düşünecekler
zaten şu anda öyleder. Peki insanı
menfaatperestlikten başkasına hizmetten
alıkoyan unsurlardan uzaklaştıran şey nedir
diye sual etseniz el cevap o da insanın
kendisinin üzerinde bir yaratıcının kendi
üzerindeki istek ve taleplerini bilmesiyle
alakalıdır. Çünkü insan kendinden üstün olanı
tanımayınca kendisini kurtarmanın peşine
düşer. Kendini kurtarma peşine düşen her kişi
içinse kendisi birinci plandadır. İnsanın
kendisinin birinci planda olduğu yerde
menfaatler öndedir. Menfaatlerin önde olduğu
yerde adam kayırmacılığı hiçbir şekilde ayırt
edemezsiniz. Bir ülkede rüşvet ve adam
kayırmanın önünü ancak ve ancak inançlar
alabilir. Dünyadaki en büyük rüşvetlerin
görüldüğü yer neresidir sorusuna el cevap.
Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, Çin,
İngiltere, İtalya, Fransa, Yunanistan. Böyle bir
sıralama yapılsa Türkiye'nin 25-26. sırada
gelebileceğini şimdiden söyleyebilirim. Hem de
hemen şimdiden. Bu işin dünya çapında bir
numarası İngiltere, İtalya, Fransaası İngiltere,
İtalya, Amerika, Japonya birbirleri arasında
sıralaması değişir yani. En üst makamdan
kanun çıkarmak için dönen paralar, rüşvetler,
vakıflar akıl almaz ve sistematikleşmiş boyuta
ulaştığı için rüşvet ve menfaat perestlik olarak
adlandırılmayanlar aklınıza, ayağınıza gelmez.
Ama bizim ülkemizde bir takım şeyleri hemen
haber yapabilme onsuru söz konusu olduğu
için bu daha çok ön plana geliyor. Yani size
şöyle söyleyeyim. Amerika Birleşik
Devletleri'ne cebinizde sağlam bir parayla
gidin. Şer'i hukuktan bir kanunu eğer
Amerikanın da çok canını yakmıyorsa
geçirebilirsiniz. Çünkü kansere sebep olan
ürünler bu yasalarla geçiyor. Japonya'da
olmadık iş yok ama dünyanın her tarafında
tatlı lezzette gülümseyen efendim herkese
saygısı olan adamlar olarak anlatılıyor
elhamdülillah bir yakın dönemde bir araç
araba şirketinin CEO'su ile görülünce bu
mesele Allah Allah Japonlarla mı
yapıyorlarmış? Japonlar ne yapmıyorlar ki? Ne
yapmıyorlar? Çünkü unuttuğunuz bir şey var.
Bu futuatın söylediği şeylerin her birisi bir bir
karşınıza çıkana kadar ne olur beklemeyin. Bu
futuat hep şunu söylüyor. İman yoksa orayı
toparlayamazsın. İnanç yoksa insanları
menfaat perestlikten alıkoyamazsın. Birlik ve
beraberlik istiyorsan namaz ve cemaati
mecbur edeceksin. O mecburiyetin sevgisini
insanlara aşılayacaksın. Mecburiyeti yanlış
anlamasınlar şimdi. Bedenen, ruhen mecbur
olduğumuzu görmedikçe ya bize ancak burası
paklar kardeşim demedikçe olmuyor ve
olmayacak. 20. madde doğal bir başka sonucu
doğuruyor. İşte bu akşam o yüzden 8 maddeyi
bir araya getirmiş olduk. O da sorumsuzluk
insanoğlu. Büyük toplumlar büyük sorunlardan
biri sorumsuzluk olacak. Büyük toplumlar
büyük sorunlardan biri sorumsuzluk olacak ve
oldu da kimse kimsenin ölmesine, dirilmesine,
yaşamasına, inanmasına karışmayacağı bir
alanı talep ediyor. Çünkü sistem bu talep
çerçevesinde daha ayakta, daha sıkı, daha
becerikli olabileceği inanmış durumda. Bu
inançta kendi hayat biçimine ayak tutabilmek
için en değerli hükümleri beyan edebileceğini
zannedenlerle dolmuş durumda. Tabi bu
manayı biz sürekli gençlerin üzerine
atfediyoruz ve gençler sorumsuz diyoruz.
Gençleri sorumlu hale getirebilmek için önce
kendilerine bir sorumluluk alanı oluşturmamız
gerekiyor. Görev vermemiz gerekiyor, motive
etmemiz gerekiyor, onları bu değerler uğrunda
mücadele etmelerini talep etmemiz gerekiyor
görev vermemiz gerekiyor motive etmemiz
gerekiyor onları bu değerler uğrunda mücadele
etmelerini talep etmemiz gerekiyor Ancak
bunlar olduktan sonra da sevgili gençler bu
sorumluluğu Ben nasıl alırım da bunun
altından nasıl kalkarım da diye düşünürken
Sizler geçen giden yılları bir ardınıza bakıp
görmenizde fayda var. Çünkü her yapmış
olduğunuz işin içerisinde geçmişinizden gelen
değil, bugün öğrendiğiniz ve tecrübe
sahiplerinden elde ettiğiniz veriler var. O
verilerle sizler sorumluluk sahibi olduğunuz
gün, hem kendinize hem ailenize hem ülkenize
hakikaten hizmet edecek olacaksınız. Sizi
sorumsuzluğa getiren şey ise, çok enteresan
gelebilir size ama, insan sevmiyor oluşunuz.
İnsan sevmeyenler sorumluluk sahibi
değillerdir. Ben hep söylüyorum. Eğer bir
insanın insandan çok hayvan sevdiğini
görüyorsan, bil ki o insan insanlıktan çıkmıştır.
Çünkü insan en çok insanı sever. Her şey
insana bağlı olarak sever. Mesela bazen
görüyorsunuz çok çocuk sevmeyiz biz. Öyle
diyor adam. Ben fazla çocuk sevmem.
Anlıyorum ki vahşet var içinde. Bir problem
çıksa vahşet hiç canını acıtmayacak bu adamın.
Vahşi. Çünkü bir insanın yavrusu, herhangi bir
varlığın yavrusu o kadar insanın cezbeden bir
merhametini tabiri caizse merhametini ayağa
kaldıran bir unsuru var. Anlıyorsun ki bunda
merhamet eksikliği var. Çünkü bunda inanç
eksikliği var. Çünkü bu henüz Rabbinin nasıl bir
şey, nasıl bir varlık olduğunu fark edem bu
henüz Rabbinin nasıl bir şey nasıl bir varlık
olduğunu fark edememiş. Dinin nasıl bir şey
olduğunu anlamamış. Allah Resulü'nün
yaptıklarının nasıl bir şey için yapıldığını haberi
olmamış. Duyduğu gibi inanacak olmuş. Ona
da kendi fikirlerini katmış. Kendisi üzerine bir
şeyler koyunca kendi aklınca kendi aklına göre
bir inanç biçimi tasvir etmiş Elbette ki La İlahe
İllallah Muhammedur Resulullah sözüne tabi
Ancak menfaatleri kadar beraber Menfaatleri
kadar içinde kalmış Efendim büyük toplumsal
sorunlarda 21. maddeyle konumuzun sonuna
geliyoruz Ki bundan sonraki haftalarda diğer
konulara geçebilelim. O da düzensizlik ve
kişisel düşünce düzleminin oluşturulması
konusunda yaşanacak problemlerdir. Bütün
bunlar üst üste gelince 21. maddede insanların
artık bu düzensiz yapıda kendi düzenlerini
oluşturabilmek için bir yapıya kavuşma
gerekliliklerini hissedecekler. Bu da hep
söylediğimiz küçük devletçiklerin kanton
devletlerin Avrupa'da Amerika'da yeniden filiz
vereceği Avrupa'nın yeniden derebeylik
dönemine geçeceğini hep söylüyoruz
söylemeye devam edeceğiz. Bizim ülkemizde
aynı problemle karşılaşmak istemiyor ve bu
düzeni düzensizlik karşısında ayakta kılabilmek
istiyorsak eğer, bugünlerde söylentileri oldukça
artan geçmişte birebir yaşanan olaylarla bir kez
daha karşılaşmak istemiyorsak eğer, düzenin
yapısal özelliğinin insanı hizmetle mükellef
olduğunu bilmemiz gerekiyor. İnsanı hizmet
edebilmenin mükellefiyeti ise iman ve inanç
hakikatiyle beraber hasıl oluyor. İman ve
inancın olmadığı yerde, insanların imani ve
inanç noktalarından uzaklaştığı yerde ise
düzensizlik olmasından daha tabii ve daha
gayet ve daha doğal bir şey yoktur. Bugün
sanat dünyası bu düzensiz yaşamın, kişisel
özgürlüğün, onlarda bir sanat ortaya çıkması
için bir gereklilik olduğunu ifade ediyorlar.
Ancak hiç kusura bakmasınlar. Türkiye
Cumhuriyeti'nin son 50 yılındaki modernist
hiçbir sanatkarı dünya çapında henüz hiçbir
şey yapamadı. Ondan önce gelenlere bir bakın.
Ondan önceki bestekarlara bakın. Bir de son 50
yıla bakın. Son 50 yılda dünya çapında şu
adamın resmi, şu adamın yazısı, şu adamın
müziği dünya çapında bir adam diyebileceğiniz
yok. Ondan önce nice bestekarlarımız var,
hattatlarımız var, tesip ustaları var. Çok da iyi
ressamlarımız var bu arada. Ama bunların
hepsi geçmişte kaldı. Sebeb şimdiki sanatkar
toplumun dışında ve toplumu dışlayan kafada.
Hakikaten de böyleler. Hiç toplumculuk oyunu
oynamaya gerek yok. Hakikat böyle. Sizlerse
sevgili gençler toplumun içinde inancınız ve
değerlerinizle varlığınızı gösterebilirseniz eğer
sizin varlığınızda bu saydığımız sorunlar
inşallah en az şekilde yaşanarak atlatılabilir.
Yoksa sizden sonraki nesiller sizlere baba
demeyecekler, anne demeyecekler ve size
ismen hitap edecekler. Bu sözünü de futahatın
yazın bir yere. Böyle olmasını istemiyorsanız
Rabbinizle, Rabbiniz için, Rabbiniz adına bir
şey daha yapmanın derdine düşün. Derde
düşmek her kişinin işi değil, her kişinin işi. Bu
zamanlarda her kişi bulmak zor ama bütün
cenazeler her kişinin niyetine kalkıyor. Efendim
hayırların, fetih şerlerin defi ümmeti
Muhammed'in sağlık, sıhhat afiyeti için, Allah
rızası için, seyyidimizin, ailesinin, evlatlarının
ve bütün ümmeti Muhammed'in birlik, dirliği
için en kısa zamanda buluşup Seyyidimizin
zikrine, ilmine, muhabbetine erebilmek
niyetiyle Allah rızası için El Fatiha

You might also like