You are on page 1of 193

A

TERS LALE
İÇİNDEKİLER

Önsöz . . . . ... . . . . . ....... . . .. . . . .. . . . . . . . . .. . . . . ......... . . . . . . . . . . . . . . . . .... . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . ........... 7


Giriş . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . .. . . . . . .... . . . . . . ........ . . . . . . .... . . ............ . . . . . . . . . . ...... 11

Alev ALAT LI Manken ....... . . . . . . . . ................... . . . . . . . .. . . . . . . . . . 17

Attila İLHAN Vatan ve Namus . . . . . . . . . . .......................... 35

İlber ORTAYLI Kimlik Meselesi . . . . . . . ............................... 61

Oktay SİNANOGLU Nerdeyiz? Nasıl Dirileceğiz? .................. 75

Sencer İMER Türkiye'yi Ne Bekliyor? ........................ 87

Taha AK YOL Modernleşme . . . . . . . . . . . . . . . ......................... 115

Özgeçmişler
Alev ALATLI ...... . . . . .............................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....................... 133
Attila iLHAN ..... ....................... . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . .. . . . . . . . . . ........... . . . . ............. 135
İlber ORTAYLI . . . .. . . . ............ . . . . . . ..... . . . . . ........ . . . . . .. . . . . . . .............. . . . . . . . ...... 138
Oktay SİNANOÔLU ...... . . . . . . .. . . . ................... . . . . . . . . ....... ............... ....... . . . 1 40
Sencer İMER .............. . . . . . . .................. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . ............... . . . . . . 144
Taha AKYOL ..................... .................. . . . . ..... . . . . .. . . . . . .. . . . . . ......... . . . . . . . . .. . . . 146

Dipnotlar .................•.................•.......................................................... 149


Kaynaklar ............................................................................................ 204

5
ÖN SÖZ

18. 1 9.20 Mart 2005 günlerini hayatımı renkl endiren küçücük


ama manası büyük bir zaman dilimi olarak hatırlıyorum. Akade­
misyenler Birliği "2 1 . Yüzyılda Türkiye'de Sosyal Bilimler ve Top­
lum Sorunları Sempozyumu" adlı bilimsel toplantıyı o günlerde
gerçekleştirmişti. 1 Türkiye' nin önde gelen bilim insanların bildirile­
rinin tartışıldığı bu toplantıda, ayrıca çok önemli konferansçıları­
mız vardı.
Türkiye 'nin çok yakından tanıdığı konuklarımızdan biri, de­
ğerli romancımız Alev ALATLI idi. Onunla romanlarında tanışmış,
dünü ve bugünü okuyuşundan çok etkilenmiştim. Beni tanıyan, ku­
şatan, cesaretlendiren ve yönlendiren samimi ifadelerinde "Siz
Türkler insanlığını kaybetmekte olan dünyamızın tek ve son ümidi­
siniz" diyordu. "Sakın kendi kimliğinden, seni sen yapan değerle­
rinden vazgeçme; dünya haki miyeti peşinde koşan insanları mo­
dem köleler halinde getirmekte olan güçlerin oyunlarını fark et, an­
la, yılgınlığa düşme, istersen sen başarabi lirsin " derken, beni de­
rinden sarsıyordu. Buna benzer şeyleri başkalarından da duymuş­
tum. Dilimin döndüğünce ben de söylüyordum, fakat Alev ALAT­
LI 'nın anlatımında bir başkalık vardı. Sonra yüz yüze tanıştık Aka­
demisyenler Birliği ' ni şereflendirdi, doğaldı, dikkatliydi, şirindi ve
alçak gönüllüydü. Sempozyum 'da konferans vermesini istediği-

7
mizde bizi iki letmedi. Geldi, konuştu ve gönüllerimiz bir kez daha
fethetti.
O zamanlar, Oktay SİNANOÔLU Amerika'daydı. Programı
yüklü olmasına rağmen, sevgi li Hocamız koştu, geldi . Onun, ulus­
lar arası ölçekte ünlü bir bi lim insanı olduğunu herkes biliyor. Bu
yönü ile eskiden beri kendisi ile iftihar ettiğimiz Oktay SİNANOÔ­
LU, ülkemizin sorunlarının çözümünde elini taşın altına koyanlar­
dan olmasıyla da dikkati çekmiştir. Yazılarında, kitaplarında ve
medyada Türkiye ve Türkçenin düşmanlarına karşı açtığı savaş
unutulmayacaktır. O kendine has üslubu ile ve doğrudan hedefe yö­
nelttiği ifadeleri ile muhataplarını geriletti . Türkçeyi küçümseyen­
lerle de bozmaya çalışanlarla da, "Türkçe bilim dili değildir" diyen­
lerle de en etkili mücadeleyi yaptı . Şahsen kendisine borçlu oldu­
ğumu hissediyorum. Bu kitapta Oktay SİNANOÔLU 'nun "Nerde­
yiz? Nasıl Dirileceğiz?" adlı konferansını zevkle okuyacak ve o ce­
sur, atak bilim insanını bir kez daha saygıyla hatırlayacağız.
Türk tarihinin manası, ağırlığı, onca çalkantılara rağmen sakin­
liği, esrarlı sayfaları, yüklendiği misyonu ve geleceği merak konu­
su olmaya devam ediyor. Tarihe ne yazdık , neyi iyi yaptık, neyi kö­
tü yaptık, ondan ders alabildik mi? Değerli tarihçimiz İlber OR­
TAYLI işin sosyoloj isini de unutmadan bize tarihimizi anlatıyor.
Yavaş yavaş anlayacağımız bir dille ve düşündürerek . . . İlber Bey'e
ihtiyacımız var. Onunla daha çok beraber o lacağız. Ç ünkü Türk
Milleti 'nin geleceğine yönelik projeler üretmede tarihimizden şevk,
güç ve ders almak istiyoruz. Sunulan bu kitapta İlbcr Ortaylı 'nın
çok değerli yorumlarını bulacaksınız.
Ü lkemizde demir-çelik denilince ilk hatırlanacak isim şüphesiz
Sencer İMER 'dir. Onun iyi bir mühendis ve bilim insanı olduğunu
bilmeyen azdır. O, sosyal konularda da iyi bir gözlemci, analizci ve
sentezcidir. Sencer İMER, ülke ve dünya gündemini yakından takip

8
eder. Global süreçlerin ülkemizdeki gelişmeleri nasıl etkileyeceği­
ne dair yorumları ve uyarıları her zaman ilgimi çekmiştir. El inizde­
ki bu kitapta Sencer Bey, uluslararası şirketlerin ulus devletleri na­
sıl etkisiz hale getirmekte olduğunu tartışıyor.
Kitabımızda Türkiye'nin sayılı fikir adamlarından Taha
AKYOL ve rahmetli Attila İLHAN'ın da konuşma metinleri yer al­
maktadır. Taha AKYOL, Osmanlı modernleşmesini ve ardından ge­
len Atatürkçü modernleşmenin sosyoloj ik temellerini ve ikisi ara­
sındaki i lişkinin tarihsel sebep lerini gözler önüne seriyor.
Yakın tarihimizi her türlü kaygıdan uzak bir duruşla; sakinliği,
olgunluğu ve güzel Türkçesiyle bize anlatagelen Attila İLHAN ne
yazık ki artık aramızda yok. Mutlak yolculuğunun hemen öncesin­
de Akademisyenler Birliği 'nin davetine katılmayı çok istedi. Ama
sağlık yönünden buna imkan bulamadı. Her şeye rağmen konuşma
metnini bize ulaştırdı. O şimdi gönüllerimizde müstesna bir yer iş­
gal ediyor.
Değerli okurlar, burada sizlere Türkiye'nin yetiştirdiği altı
önemli şahsiyetten söz etmeye çalıştım. Onları yeterince anlatama­
dığımı düşünüyor ve yorumları i le sizleri baş başa bırakıyorum.

Prof. Dr. Şükrü KOÇ


Akademisyenler Birliği
Genel Başkam
Ankara, Mart-2006

9
GİRİŞ

Değişme, büyüme, gelişme kavramlarının birbirine karıştırıl­


ması, bu kavramlara kasten yüklenen farklı anlamlar ve bunun top­
lumumuza yansıması; bizleri gerçekçi bakış açılarından uzaklaştır­
maktadır.
Günümüzün en belirgin, en önemli özelliği; insan, toplum ve
devlet hayatının, kapsamı ve hızı, her an artan olağanüstü bir deği­
şim etkisinin yönlendirmesidir. Çağımızda değişme hızı, büyük ve
önüne geçilemeyecek bir güç haline geldi. Değişme hızı arttıkça in­
sanın ve toplumların geçmişle bağları zayı flamaktadır. Her şey ve
hayatın bütün olguları geçicilik özelliği taşımaya başlamakta, kök­
lerinden kopan insanoğlunun giderek bir araç haline geldiği görül­
mektedir.
Teknolojik gelişmelerin sınır tanımayan gücü; toplumların de­
ğişim sürecini kontrol etmekte, ülke ve toplum hayatında köklü de­
ğişimlere sebep olmaktadır.
Topl umun ve kişilerin öz değerlerinden kopmuş; uzak görüşlü
hedeflerden yoksun kalmış, dar bir zamana ilişkin, kişisel yakla­
şıınların her defasında bir öncekini reddeden uygulamalarıyla de­
ğişme sağlanır.

11
Değişim hayatın kendisinde vardır. Canlı veya cansız her şey
her an değişmektedir. Her değişme, gelişme anlamına gelmez.
Önemli olan değişmenin gelişme yönünde kontrolüdür.
Halbuki geli şme bir hayat tarzıdır. Başkasından alınamaz,
kopyalanamaz veya yüzlerce yıl önce keşfedilmiş olanları, uygulan­
mış olanları yeni keşfediyormuş gibi ortaya koymakla sağlanamaz.
Gelişme her ferdin, toplumun, milletin kendi özünden meydana
gelen unsurlardan kaynaklanan, bu ana kaynağa dayanan, milleti
devre dışı bırakmayan, geleceğin neler getirebileceğini planlayarak
büyük hedeflere yönelen uygulamalarla gerçekleşebi lir.
Bu uygulamalarda, insan önce kendi varlığı sonra çevresi ve
hedefleriyle ilgili birtakım değerlere sahiptir. Değerler en geniş an­
lamı ile "her türlü amaç ve hedefler, her türlü ilgi ve çıkarlar, ideal­
ler, hırs, sevgi gibi." doğuştan var olan ve sonradan kazanılan duy­
gu ve düşüncelerdir. Kişiler bunlara ait tarzlara sahiptir. Bu tarzlar
insanın ve toplumların yerini belirler ve değerini ortaya koyar.
Bu değerler insana sorumluluk yükler ve davranışlarına anlam
kazandırır.
Toplumlara kişilik veren, onları birbirinden ayıran, bağlı ol­
dukları yüksek değerlerin meydana getirdiği tutum ve davranış bi­
çimleridir. Bunlar toplumların "öz" değerleridir.
Milletleri birbirinden ayıran bu "öz" değerlerdir.
Bu yüksek değerler; inançlar, idealler, sevgi, dürüstlük, dost­
luk, sözünde durma, iyi lik, yardımlaşma, saygı gibi etik değerlerdir.
Bu değerlere güç katan, gözlemlenebilen ancak elle tutulamayan,
yaşanabilen, hissedilebilen, huzur veren ve temelini insanın doğa­
sından ve yaşamın kaynağından alan yapısındadır. Elle tutulamayan
gözle görülemeyen bu değerler sayesinde, zaman,mekan ve şartlar­
dan bağımsız, aklın anlamlandınnakta güçlük çektiği başarılı so­
nuçlar elde edilebi lir. Bu güç yalnızca onlarda vardır.

12
Araç değerler ise, kişisel menfaat, kuralsız ilgi, maddi değer­
ler, tutkular, güç ve iktidar, ün ve kıskanç lık hırsları gibi kısa vade­
li ve dar kapsamlı değerlerdir. Araç değerlerin ve değişimin yönlen­
dirdiği insan, hayatı anlamlandıramaz. Kısa ve dar hedeflerde ana­
liz yeteneğini kaybeder ve yanlış yol larda doğruyu aramaya başlar.
Aslında her çağın kendine özgü değerleri vardır. Bugün de,
toplumları maddi refah alanındaki "araç değerler" yönlendiriyor.
Kontrolsüz değişmelerin hızı da, insanları araç haline getiriyor.
Hareket noktası, araç değerler ise "öz" değerlerden uzaklaşan
bir değişim yaşanır. Hareket noktası "öz" değerlerin sorumluluğu
altındaki değişimler olur ise, bu değişimler gelişme çerçevesinde
kalmak mecburiyetindedir.
Öyleyse düşüncedeki gelişme, eylemlerdeki sınırları da belir­
lemektedir. Bu da fert iradesi haricinde toplumsal irade sınır ve yü­
kümlülüklerini oluşturur.
Bu gücün varlığı, bu olgunun kendisinin varoluşunu tehdit ede­
bilecek bireysel eylemlere karşı uyguladığı yaptırımlarda somut
olarak görülebilir.
Özünde kendi olmayan fert ve toplum, taklit olmaktan ileriye
gidemez. Bu durumda da, egemenlik ve öz değerler, taklit edilenin
altında sınırlanmaya ve bozulmaya mahkumdur. Gelişmeyi ve me­
deniyeti yalnız maddi ve ekonomik bil inen şekliyle "araç değerler­
de" görenler, bu değerlerle uygulamaya çalışanlar, çelişkiden güç
ve kuvvet almak istemekteler. Bu toplumun temel "öz" değerlerini
yıpratmaktadır. Bunlar asıl hedefe giderken kullanılan ara değerler­
dir. Bu sebeple de araçtırlar. Asla hedef veya amaç değildirler. Bun­
ların amaç veya hedef olabilecek bir değeri de etkisi de yoktur.
Araç değerleri amaç olarak görmek kendimizin, zayıf, araçsız
ve hükümsüz olduğumuzu hissettirir. Nasıl insan için zenginlik baş­
lı başına bir gelişme, bir refah ö lçüsü olamıyor ve ancak araç ola-

13
rak kullanılabilecek meta sağlıyorsa, toplumlar için de durum aynı­
dır. Önemli olan bazı araç değerler kul lanılarak öz değerlerin geliş­
tirilmesidir. Bu, hem yeni hareket noktasını daha ileriye taşıyacak
hem de hızlı ve kökten ayrımcı bir değişim oluşturmayacaktır.
Kendimizi iyi tanıyamayıp, konumlandıramadıkça ve dünyada
yaşanan gelişmeler içinde hak ettiğimiz yeri alamadıkça, bu geliş­
melerin yönlendirdiği değişmelerin etkisinden kurtulamıyoruz.
Millet egemenliğine anlamlar vermeye çalışan ve başka toplumlara
benzetme özentileri taşıyan görüşler, düşünceler ve hatta uygula­
malar, biler.ek veya bilmeyerek binlerce yıllık tarihimizi, inanç sis­
temimizi ve özümüzde olan değerlerimizi, Cumhuriyetin yapısını,
ruhunu ve dayanağını hedef almıştır. Bu durum yakın tarihimizi ye­
niden yaşatacak tehlikeleri bünyesinde taşıyan bir tehdittir.
Dünyanın gidişatını doğru anlayan, ona göre vaziyet alan ve
geleceğe dair plan ve programları yapan, yeni bir medeniyetin müj­
decisi, insanlığın öncüsü bir toplum olmak ümidindeyiz. Dünyanın
barış, huzur ve özgürlük içinde yaşanacak bir düzene bizim mede­
niyetimizle kavuşacağına inanıyoruz. Topl1=1mumuz; yalnız kendisi
için değil, tüm insanlık için bu misyonu yüklenecek ve bu sürece
uygun hareket edecek sorumluluğu taşımaktadır.
Bu sürecin başındaki Türkiye, kalkınma, modernleşme ve top­
lumsal değişmelerle ilgili yoğun sosyal sorunlarla yaşayan bir ülke­
dir. Bu sorunların anlaşılıp, aşılması için üretilecek politikalar bi­
limsel bilgi temeline dayanmalıdır. Uygulanabilir politikalar üreti­
lebilmesi ancak bi lim ve teknoloj inin sağladığı imkanlarla daha
güçlü şekilde hayata geçebilir.
Elinizdeki kitap, insanlığı huzura kavuşturacak bir medeniyeti
özleyen, kurulması için çaba sarf eden çok değerli bilim ve fikir in­
sanlarının görüşlerini yansıtmaktadır. Onlar görüşlerini sizlere ulaş­
tırmamız için destek verdiler. Bize gösterilen teveccüh ve güven

14
için kendilerine teşekkür ediyoruz. Ayrıca Attila İLHAN Bey ' i sa­
ygı ve rahmetle anıyoruz. Çok değerli tespit ve çözüm önerilerinin
yer aldığı bu eserin tüm okuyucularımız ve onların etki alanlarına
faydalı olmasını diliyoruz.

levent ÖZMEN
Ankara, Temmuz-2006

15
MANKEN

Ephraim Kischon 'un "tavuk kümesinde tilki" diye bir mizah


kitabı vardır.: (Lütfen bulursa111z okuyun.). Sen bir kümessen, küme­
se bir tilki giriyoı'. Bu tilkinin adı Yahudi mi olur, Japon mu olur,
mason mu olur, moon tarikatından mı olur, iş adamı mı olur? Safti­
rik olursanız şayet, hangi ulustan olursanız olun, birileri gelir ve si­
zin yumurtalarınızı yer. Mesele bundan ibaret. Bugün artık geldiği­
miz noktada Yahudiler şöyle yapıyor, Amerikalılar böyle yapıyor di­
ye bir şey yok. Çünkü bir başka tilkiler ekibi var ki bunların zaten
milliyeti yok.
Sermaye hareketleri h!Z/andığı için insanlar bize bir şey oluyor
dediler. Gazzali 'nin fili gibi oldu. 3 Herkes bir şey tutuyor o mudur,
bu mudur? diye yoruyoruz. Ama yine iyi insanlarız. Ben kendi adı­
ma korkuyorum. Çünkü çocuksu bir tarafımız var. Kötülüğü gör­
mekten korkuyoruz. Sanki biz bakmazsak yok olacak gibi hayra yo­
ruyoruz. Dünya adam gibi bir dünya olsa, hayra yormak gerçekten
iyidir. Trajedilere takıhp kalmazsınız, toparlarsınız. Ama kötülüğün
gözüne bakabilmek lazım. Kötülüğün gözüne bakamazsm11z, işte o
tilkiye kapıları açıyorsunuz.

17
Alev Alatlı

"Ben Size ölmeyi emrediyorum "


1 8 Mart benim için özel bir gün. Asker kızıyım ve babamın hep
söylediği bir 57. Alay• vardır. Tek bir neferin kurtulmadığı 57. Alay.
Sabah uyandım, gazetelerin bir tanesinde şehit olmadan önce çek­
tirdikleri bir fotoğraf vardı, yanlarında da üç-beş tane köpek . . . On­
larda öylesine kulaklarını sarkıtmış. Demin içimden fatihalarımı
okudum. Ama sanki yetmezmiş gibi bir daha, bir daha saygı duru­
şunda bulunmamız gerekir gibi derin bir saygı hissettim. Bunu da
sizlerle paylaşmak istedim.
Bu kolay değil efendim ve insana şunu düşündüriiyor. M.Ke­
mal "Ben size ölmeyi emrediyorum ! " diyor ( Belki rivayet ama ri­
vayetin kabul edilmesi, kabul edilebilir olması dahi başlı başına bir
önemli şey.). "Ben size ölmeyi emrediyorum !" diyor ve insanlar
ölüyor. Şaka gibi değil, 250 bin şehit veriyorsunuz. Sabah bir par­
ça bunu düşündüm. " Ben size ölmeyi emrediyorum !" Bugün olsa
olur muydu? Sen kimsin ki, derler miydi? Niye ölüyoruz ki, derler
miydi?
Bu soruları soruyorum çünkü tuhaf olaylar gördüm .. .
Bir gün uçakla Ankara ' dan İstanbul'a, dönüyorum. Üç kişi yan
yana oturuyoruz. Ben ortadayım, sol tarafımda adını veremeyece­
ğim bir erkek sanatçı, sağ tarafımda da Güney Doğu ' dan döndüğü
belli bir er. Saçlarını kestirmiş. Erzurum' dan dönüyor. Yanımda ta­
nıdığım da olan bey, ona dönerek; "Hadi oğlum hayırlı o lsun bitti
mi?" dedi. Sonra yanımdan atlayarak geçti ve "Söyle bakalım deli­
kanlı, ateş ederek adam öldürdün mü?" dedi. Çocuk durdu. Bizim­
ki yine benzer sorular yöneltti. Çocuk sonunda hafifçe gülerek:
"Ben mi? Ben nerdeee, Ben hala kendi bacağımı vururum" diyor. O
bey de; "Aferin sana koçum" diyor.
Bu konunun altından da hümanizm çıkıyor. İnsancıl ya bunlar!
Çocuğun ateş etmesini bi lmemekle, tüfeğe dokunmamakla ne kadar
iyi ettiği sonucunu çıkarıyor.

18
Manken

Böyle bir şeyi bu çocuğa söylemek demek; sen git detay ol, se­
ni vursunlar demekle aynı. Askerden dönen birine hedefi tutturama­
masını telkinde bulunmak, ne demek!? Bu nasıl bir şey !? (Neden,
şimdi ben hadiseleri üst üste anlatıyorum. Çünkü; ciddi bir dağınık­
lık olduğunda hepimiz hemfikiriz. Zaten böyle olmasa bu sempoz­
yuma da gerek kalmazdı . ) Ne değişti ki, Çanakkale'den bu yana?
Evet ölmem gerekir diye gidiyorsunuz, gerekçelerini istiyorsunuz
ve de tersini konuşuyorsunuz. Bu çok tuhaf bir geri dönüş.
Bugünkü konumuzun bunla ne ilgisi var? Şöyle bir ilgisi var.
Sosyal Bilimler, üniversite, eğitim; eğitmek için eğitilmez. Özellik­
le sosyal bilimlerde niye eğitirsiniz insanları? Bir insan türü yetiş­
tirmek için yaparsınız o işi. Bir cins insan! Yani mah1mat değil.
Yönlendirilmiş, bir hedefe dönük bilgilendirilme ile malumat istif­
çiliği arasında büyük fark vardır.

"bir manken lazım bize"

Şimdi olaya böyle baktığım zaman, Türkiye' de üniversitelerde


ya da daha aşağıdaki kademelerdeki Milli Eğitimin sorunu seneler­
dir çözülememiş hala da çözülemez. Bana sorarsanız bunun esas
nedeni, Türkiye ' nin nasıl bir insan yetiştirmek istediğine karar ve­
rememesidir. Felsefesi yok. Ankara' da on tane üniversite var. Bu
gün Bi lkent 'e gidiyorsunuz, Bi lkent Plaza, Paper Moon Restoran,
Lasvegas mübarek. Asık suratlı olmaları şeklinde, eğitim ciddiye
almalarından bahsetmiyorum. Bunu söylemiyorum. Ne yapmaya
çalışıyoruz bu çocuklara onu anlatmaya çalışıyorum. Nasıl bir de­
ğerler bütünü vermeye çalışıyoruz veya bizim böyle bir değerler
bütünümüz var mı? Üzerinde mutabık olduğumuz bir insan mahlu­
ku, bir manken var mı?
Bu işle uğraşan arkadaşlarımız bileceklerdir. Uluslarla ilgili
olarak toplumsal kimlik denilen, muhayyel bir mankenden bahsedi-

19
Alev Alatft

lir. Buı rn şu vitrinlerde gördüğümüz tam bir elbise mankeni olarak


dü şün4n . Hiç kimseye tam uymaz, ama herkes kendisini bir biçim­
de bu ı nankenle özdeşleştirebili _r. Öyle değil mi? Eğitime girdiğiniz
zaman sizin bir medeniyet mankeninizin olması gerekiyor. Bir
manke n lazım bize. Bu nasıl bir şey olacak? Az önce Şükrü� söyle­
di, geli şmemizde ilerlemek için şunu yaptık, i lerleyemedik vs. Şim­
di bili rnde ilerleyebilmek için bile başlı başına bir manken gerek.
Bu bir manken meselesi. Biz bu mankeni yaptık mı? Yapmak isti­
yor ml\yuz?
B tı bir fe lsefe sorunudur. Bizim bir medeniyet tasavvuru proj e­
miz ol qcak ise, bu medeniyet tasavvurunun bir mankeni olmak zo­
runda. Biz kendimize nasıl bir medeniyet istiyoruz? Batıya karşı ol­
mak , bıatıyı taklit etmek istememek vs., bunlar tali meseleler. Şu
bağl amıda tali meseleler. Senelerdir oryantalistlerden biliriz, batı
meden�yetinin kendisini bizimle aksi kutup olarak tari f ettiği söyle­
nir. Haıtta İlber Hoca "Türkler olmasa dünya tarihi olmazdı" diyor.
Şiımdi bu tuhaf bir şey. Adam, kendisini bizimle tamamlıyor.
Gelin t:ıunun tam tersini yapalım, tam tersine çevirelim. Onlar nasıl
kendile:rirıin tersi olarak bizi görüyorlarsa biz de kendimizin tersi
olarak Batı medeniyetini görmeye çalışalım. Bakın ciddi bir şey
öneriyc)rum. Birincisi, önce itirazlarımızı bir dökelim. Diyelim ki,
biz burııdan dolayı sizle olmak istemiyoruz, bu oyunu oynamayaca­
ğız. İkiincisi ise; bu medeniyet tasavvurunu iyi yerleştirdiğimiz tak­
t irde ih ıraç etmek zorundayız. Beyler, bayanlar ihraçtan bahsediyo­
rum, kc::n di medeniyet tasavvurumuzun ihracatından bahsediyorum.
Bugün bunu birazcık daha açacağım.

"hayat devanı ediyor"

Be mim Türkiye 'nin; Türk İslam toplumunun (Türk-İslam diye


altını Ç;iziyorum) dünyanın emniyet sibobu olabi leceğine dair bir

20
Manken

inancım var. Emniyet sibobu olabilir, gezegenin kurtu luşu olabilir!


Ama bunu önce biz kendimiz dökümleyeceğiz. Bu döküm doğrul­
tusundaki mankeni kuracağız, eğitim sistemimizi i lkokuldan itiba­
ren, bu mankene hizmet edecek şekilde düzenleyeceğiz ve ondan
sonra bunu ihraç edeceğiz. Benim batı medeniyetinde neye itirazım
var bunu biraz açmak istiyorum. Bence bu gün rasyonel itirazımı­
zın ilk nüvelerini taı1ışabi liriz ve bunu görebi liriz.
Fen bilimleri, sosyal bil imlere yol göstermek zorundadır. Ba­
şında tabi fen bilimleri olacak. Hayat fiziktir. Benim bir numaralı
itirazım, içinde yaşadığımız gezegenin kapalı bir biyosfer olmasın­
dan kaynaklanır. Bakın kapalı bir sistem bu gezegen. Yani bu geze­
gen ne bu üretimi kaldırabilir ne de bu tüketimi kaldırabi lir. Ne bu
üretimi kaldıracak, ne bu tüketimi kaldıracak. Adamların kendi ön
görülerine göre bin yıl lık ömrü var. Düşünün Malazgirt Savaşı' ola­
lı daha bin yıl olmadı . Yani kaynaklar tükeniyor, ozonda delik açı­
lıyor, su kirlenmesi hava kirlenmesi vs. Ekoloji, kaybolan türler vs.
yani bin yıl . Bu gezegen kapalı bir sistem. Yani bu kaybolanlar ye­
rine gelmiyor. Benim önerim ve iddiam şu ki; medeniyet tedarik de­
mektir. Medeni insan tedarikli olandır. Buğdayın hepsini yutup, to­
humu bırakmayana medeni denmez. Hiç olmazsa iki koyun bıraka­
caksınız ki kuzulasın. Öyle değil mi? Peki kim yarınını düşünme­
den çevresini perişan eder? Bunu ancak vahşiler yapar. İşin farkın­
da olmayanlar yapar. Şimdi bu nasıl bir batı medeniyetidir ki, ken­
dine hem medeniyet der hem de bir gezegeni yok etmek pahasına
edepsiz bir üretim ve tüketim yürütür. Benim birinci itirazım budur.
Buna "hayır" diyorum. B unun kendi tanımlarında bir medeni tavır
olmadığını söylüyorum. Bunun için birileri avazı çıktığı kadar ba­
ğırılmalı ve haykırmalı diyorum. Buna hakları yok. Fakat şöyle
şeyler de olabi lir. O bin yıl içerisinde, koloni kurmak için biz baş­
ka gezegene gideriz. A llah aşkına kim gider koloniye. Kimin gide­
ceği yine belli değil mi?

21
Alev Alatlı

Hal böyle olunca gelelim ikinci kısma. İnsanları kendi çocuk­


larını dahi düşünmeyecek kadar delirten, üretim ve tüketim iştiyak
ne olabilir? Gelin dostlarım bunu konuşalım. Bu nasıl bir deliliktir?
Kendi çocuğunu dahi düşünmüyor. Nerde kaldı beni düşünecek ya
da karetta karetta kaplumbağalarını. Karetta karetta kaplumbağala­
rı komik görünüyor! Çünkü adam kendi çocuğunu bile düşünmüyor
nerede kaldı beni düşünecek, nerede kaldı karetta karetta kaplum­
bağaları .
Rakamlara bakarsanız bu durum çok iyi anlaşı lıyor. Kanser va­
kalarına bakın, insanoğluna olup bitenlere bakın. Zürih 'te ancak
kokusu komşularını rahatsız ettiği zaman öldüğü anlaşılan, yaşlı in­
sanlara bakın ! Üretim ve tüketim iştiyakı bunlara neden oluyor. De­
lilik bu. Neden? Çünkü siz bu gezegeni yiyorsunuz. Bu adamlar de­
lirdiler mi, diye bakmak liizım. Peki neden? Şu çıkıyor, bakın efen­
dim, trajedi denilen şey ancak birey varsa trajedidir. Yoksa hayat bir
biçimde devam eder. (Dikkat edin, bu söylediğim tuhaf bir şey)
Tsunami9, "280 bin çekik gözlü insan gider, yerine 280 bin başkası
gelir, ne var hayat devam ediyor" der ve devam ederseniz! (Hayat
devam ediyor. Bu sözü son zamanlarda Türkiye 'de ne kadar çok
duyar olduk.) Hayat bir biçimde devam ediyor. Böceklerinki de çi­
menlerinki de hayattır. Trajedi ne zaman trajedi? Trajedi, birey söz
konusu olunca trajedidir. Yani asla yerine yenisi konulamayan, ye­
nilenemeyen, eşi benzeri olmayan birey söz konusu olunca onu
kaybetmek traj edidir.

"böyle medeniyet olmaz"

Böyle baktığınız zaman önerdiğimiz şudur; böyie bir edepsiz


üretim ve tüketime, bu iştiyaka kapılabilmek için yeryüzünü ve di­
ğer bütün canlıları adeta yosun gibi görüyor olmanız lazım. Traje-

22
Manken

dinin farkında hiç olmamanız lazım, görmezden geliyor olınamz la­


zım ki; böyle bir tüketime kendinizi kaptırabilesiniz. Aydınlanma­
dan itibaren maddeci bakış tarzı yerleşir, yani insanoğlunu, Le­
vent 'in masama koyduğu şu çiçeklerin bir tanesi gibi göııneye baş­
larsınız, toplum mühendisliğine doğru girerseniz, şekil vermek üze­
re uğraşırsınız ama getirildikleri yer bu! Bence, bizim kendimizi dı­
şında tanımladığımız en önemli kısım bu olmalı . Bu gezegen bu
üretimi kaldıramıyor. Böyle dediğiniz anda, demek ki ahlakı öne çı­
karıyorsunuz. Bu ahlaki bir sorun. Burada, çoluğumuzun çocuğu­
muzun, insanoğlunun çoluk çocuğunun bekasından bahsediyorsu­
nuz. Demek ki bir ahlaki sorunu ortaya koymamız gerek. O zaman
batı medeniyetine göre bizim konuşlanacağımız ikinci önemli kav­
ram ahlak olmalıdır, yeryüzündeki yaşam olmalıdır. Eğer bunu da
ekleyebilirsek devamı gelir. Hemen bunun arkasından ne yapma­
mız gerekecektir? Üretime bu denli prim vermediğimiz için kendi­
mizi yemememiz gerekecektir. Üretime prim vermiyoruz. Doğru.
Bizden kapitalist çıkmaz, Türklerden kapitalist çıkmaz. B unu hep
söylerim. Eğer bu ahlaki tutarlı lığı devam ettireceksek; bizden ka­
pitalist çıkmıyor olmasının da iyi bir şey olduğunu kendi içimize
sindirmemiz lazım. Neden Türklerden kapitalist çıkmaz? Biz hala,
helal kavramını bilen bir ulusuz. Bu kadar yozlaşmaya rağmen biz
bunu kaybetmedik. Eğer siz i flas eden yan komşunuzun mallarını
yasal hakkınız olduğu halde içiniz burkulmadan satın alamıyorsa­
nız, eğer siz hiila "Ben siftah yaptım, git ondan al, o da siftah yap­
sın" diyen bir ulussanız, siz hala "Kefenin cebi yok" diyen bir ulus­
sanız, siz hala üçüncü kuşak sanayiciyi devam ettiremeyen bir ulus­
sanız, bir şey sizi durduruyor demektir. Bence hem fiili durum bu,
hem de dünyanın geleceği için olması gerekende budur.
Kendi paradigmalarımızı'" ihraç etmekten bahsettim. Böyle bir
ihracattan bahsediyorum. Bunun küçük küçük endikasyonlarını gö-

23
Alev Alatlı

rürüz. Avrupalılar Türkiye 'ye geldiğinde, "Ne cömertmiş Türkler"


derler, "Almanya'da et pişirirken kendi etinden büyük bir parçada
komşusuna verirmiş" derler. Bu hikayeleri biliyoruz. İşte böyleyiz­
dir ve olması gereken budur. Geldiğimiz noktada, bu hasletlerimi­
zin dünya ve gezegen bağlamındaki önemini kendimiz idrak etme­
liyiz ve bunu ihraç etme yoluna gitmeliyiz.
Nedir mesele?
Böyle ilkel lik olamaz diye bağınnalıyız. Oburluk, egoizm, sal­
dırganlık . . . ne oluyor?
Böyle medeniyet olmaz. İki kilo petrol için mi? İki tane sarışın
Amerikan çocuğu üstü açık araba kullanacak diye bu olamaz. Bu
medeniyet olamaz, olamaz. Bu Sodam-Gomoro ' dur. Firavunluktur.

"tarilı bir ideolojidir"

Biz kendi medeniyetimizi tanım ladıktan sonra, sosyal bilimler


vs. bütün bunlar üzerinde konuşma hakkına sahip olacağız ve ancak
o zaman bunları becerebileceğiz. Örneğin ekonomi . Ekonominin
uluslararası kuralları var değil mi? Kim demiş! Ekonomi baştan
aşağı bir totoloji bilimidir. 11 Homo ekonomiskus kabul edersiniz.
Homo???? Yani çıkarcı, her şeyi paray la ölçen kavram üzerine bir
sistem bina edersiniz. Olur bu ekonomik sistem. Bu tek yol mudur,
tek doğrumudur? Hayır! Aynı şekilde vahşi kapitalizm, liberalizm
tek yol mudur? Hayır! Asla tek yol değildir.
Efendim görüyorsunuz işte, "Kalkınan uluslar hep bu şekilde
kalkınmıştır" derler. Yalan ! Güney Kore, kapitalizmle kalkınmadı.
Japonya da öyle yapmadı. Güney Asya ülkeleri de öyle yapmadı.
Bugün Japonya'da hiilii devlet planlama teşkilatı var (Türkiye'deki
şekilde hareket etmiyor daha çok danışma kurulu gibi çalışıyor. )

24
Manken

Söylemeye çalıştığım şu; bu medeniyet tanımını biz yaptıktan


sonra, buna göre tekrar konuşlandırmamız lazım. Ekonomiyi, tüm
sosyal bilimleri, tarihi . . .
Bakınız, Tarih, tarihçilere bırakılmaz! N iye? Çünkü tarih bir
ideoloj idir. B inlerce rivayet edilen şey içinden siz kendi ideolojini­
ze göre olan bir şeyleri seçer, bir çatı kurarsınız. Bu çatıyı kurmak­
ta, az önce söylediğim gibi medeniyet tasavvuruyla birlikte olmalı­
dır. Bu çatı, mankenle birlikte olmalıdır. Bunu yapmazsanız, Şükrü
Bey ' in haklı olarak taklittir dediği, aslında yoksunluktan bir şaşkın­
lıktır. Karşısını koyamadığımız için mecburiyetten yapılan bir şey.
İyi ama o kadar insanız, çok şükür Cumhuriyet gibi büyük devrim­
den gelip oturmuş bir insanız. Bu çok ciddi bir iş. Bunun bize ge­
tirdiği yönetim bilimi var, daha doğrusu metodoloj i kavramı var.
Biz elimizdeki bu bilgilerle, bu meselelerin altından kalkabili­
riz. Mesele, müfredat meselesi değildir. Ancak ve ancak, işin temel
felsefesi manken meselesi çözüldükten sonra, neyi okutup okutma­
yacağımız konusunu çözebiliriz. Bunu yaptıktan sonra tarihi de na­
sıl öğreteceğimizi biliriz. Örnek vermek için gene ekonomiye bir an
için döneyim. Türkiye pekala, orta sınıf bir ülke, orta direk bir ülke
ol mak gibi bir karar alabilir. Varsın Dünya' nın en büyük 500 şirke­
ti arasında bir şirketiniz olmasın, varsın İş Bankası dünyanın ilk
1 O'ununa girmesin ne olacak? Bundan dolayı utanır olmamalıyız.
Büyük büyük olmak zorunda deği liz. Biz, daha az, daha düşük bir
gelir seviyesinde, daha mutlu yaşamasını bilen insanlarız. Daha iyi
bir dünya pekfıla mümkün. Üstelikte bunu tek bilen de biz değiliz.
Bugün artık yeni dünya düzeni hışmı ile esmekte birlikte çok ciddi
muhalifler de var. Şartlanmışlıktan da kurtulmak lazım. Yani, Ame­
rika denildiğinde Bush'un geldiği kadar Al Gore da12 gelmeli. Mu­
halifler var, sivil toplum örgütleri var, yani yalnız da değiliz . . . .

25
Alev Alatlı

İhracat bu noktada başlar. Bunu kim yapar? Akademisyenler


yapmak zorunda, üniversite kımı ldamak zorunda.

"Sputnik 'i üreten bir demirci dükkanıdır"

Arkadaşlar, ne bugün de ne de bundan önceki hükümetler üni­


versiteler sinerjisini arkalarında hissedemediler. Elin gavuru öyle
deği l . Bakın Harvard,13 CIA'nındır.14 Herkes bunu bilir. Harvard 'ı,
CIA finanse eder. Harvard'taki sosyal bilimler araştırmaları CIA
için, devlet için ve onun güdümünde yapılır. Mi llet bilim adamıyla,
sanayicisiyle, siyasetçisiyle bu kadar iç içe çalışırken, bizde bir ko­
pukluk var. Üniversitenin bu sinerjisinden biz yeterince yararlana­
mıyoruz, hükümetler de yararlanamıyor. Bu kadar üniversite hoca­
mıza " Siz ne düşünüyorsunuz?" diyecek bağlar yeterince kurulmuş
değil . Bunun nedenini merak ediyordum. Eminim ortada bir mese­
le var. Araştırdım bir ara, 657 sayı lı devlet personel kanunundan mı
dedim acaba? Boğaziçi'den Özer Ertuna15 müthiş bir kitap yazdı.
"Kapitalizmin Son Direnişi". Özer diyor ki; doçentlik ya da profe­
sörlük gereklerinden biriyle i lgili şartlardan birisi de yurtdışında
daha çok makale yayınlamak gerek. Özer dedi ki: Ne oluyor farkın­
da mısın? B iz senelerdir doçentlikten itibaren arkadaşları yurtdışın­
daki sorunlara yöneltiyoruz. Bu karşı tarafa bedava bir bilgi oluyor.
Bu oranın değişmesi lazım diyorum. Belki 657'nin değişmesi
lazım. Bugün Türkiye' deki hiçbir üniversite dünyanın en iyi 500'ü
arasına girmemiştir. Girmez tabi, çünkü olay politik. Yurtdışında
hocalık yaptığımı biliyorsunuz. Ben biliyorum ki, Türk üniversite­
leri bayağı iyidir. Gazi16 ile George Washington 'u11 bir araya koydu­
ğunuz da, George Washington çok daha iyi bir üniversite denemez.

26
Manken

(Öyle değil mi İlber Hocam? "Evet, örnekleri çoğaltabiliriz ve


bizim üniversitelerimizin birçoğu çok daha da iyidir." Evet bunu
söylemek istiyorum. )
Ama biz kendimizi değerlendirirken, kendi elimizle bu yanlış­
l ığı yapıyoruz.
Efendim disiplinler arası akışkanlığı mutlaka sağlamamız lii­
zım. Paketler halinde, birimler halinde kalıyoruz. Bunların mutlaka
iç içe geçmesi gerekiyor. Mesela İlahiyat Fakültesi. Bing Bang 18 te­
orisini bilmeyen bir hoca olmaz. Bi lecek. B ilmediği taktirde, İsla­
miyet ' i de iyi anlatamazsınız, kurtaramazsınız. Tarihse, Linguistler­
le'9 beraber çalışacak (dil bi limci olarak). Bunu bütün sınıflarda ya­
pamazsınız ama hocalar arası konsorsiyumlarla yapabi l iriz. Dünya
kadar doktora tezinin ziyan olduğunu biliyorum. Bir araştırma yap­
tığınız zaman doktora tezi nedense kimsenin eline geçmiyor. Oysa
yurtdışındaki kütüphanelerde basılsın basılmasın bütün kitaplar
olur. Bütün üniversitelerden çıkan tezlerin olduğu bir İnternet site­
miz bile yok. Çok iyi tezlerin olduğunu biliyorum ama bunları iş­
levsel kılmanın yolunu bulmak durumundayız.
Rusya için çok hoş bir söz var. Bunu her yerde söyler oldum:
"Sputnik'i üreten bir demirci dükkanıdır" derler. (Sputnik: Rus
uzay aracı). Müthiş bir laf. Sebebi de şu; bir grubu alıyorsunuz onu
Sputnik üretecek kadar iyi yetiştiriyorsunuz. Ama bu bilgiyi toplu­
ma nüfuz ettiremediğiniz için bir ütü yapmaktan acizsiniz. Bir ta­
rafta çekiç sallayamayan, öteki tarafta Sputnik. Görüyorsunuz, böy­
le olunca toplum dağılabiliyor, direnç kaybediyor, müthiş bir yara­
tıcı zeka kaybı söz konusu oluyor. Türkiye Allah 'tan böyle değil.
Ortada hala bir kesim var ama uçurum hızla artmaya başladı. Buna
dikkat çekmek istiyorum. Gelir dağılımı her zaman düzelti lebi lir.
Hiç olmadı transfer yaparsınız oradan oraya, işte emekli maaşını

27
Alev Alatlı

toplarsınız falan filan. Ama ülkedeki eğitim uçurumunun bu kadar


büyümüş olması benim ödümü patlatıyor. Bunu da sizinle paylaş­
mak isterim. B ir tarafta "elif'i görse mertek zanneden" birisi, öbür
tarafta yurtdışına kaçırdığımız uzay mühendisiyle bu iş çok zor. Bir
yolunu bulup üniversitedeki sinerjiyi yaymamız lazım. B unu yayar­
ken mutlak suretle siyasi mekanizmanın üniversitelerden yararlan­
masını sağlamak zorundayız. Bunun bir yolunu bulacağız. Aksi tak­
tirde onlar da çok yalnız.
Çok siyasi tanıdığım oldu, hala var. Gün 24 saat. Onlarda bi­
zim gibi belirli saatler de uyumak zorunda olan, iki litre kanı olan
insanlar. Ve bizim yapamadığımız bir şeyi yapıyorlar. Bir bakır tel
gibi hareket etmek zorundalar. Siyasi, kütüphaneyle sokaktaki in­
san arasındaki iletişimi kuran tel . İşleri çok zor. Kendim şahidim.
İstanbul ' da verdiğiniz bir nutku Erzurum' da veremezsiniz. İstan­
bul' da "Cenabı Hak" deyin, gerici olursunuz, suratınıza bakmazlar.
Yani siyasi bu dengeyi kunnakla uğraşır. Nihayetinde bunlar tek bir
insan. Peki, kütüphanede oturanlar kimler? S izsiniz. Ş imdi bu kü­
tüphaneyle bu adamlar arasında bu bağlantıyı mutlaka bir yolunu
bulup kurmamız lazım ki onlarda bu kadar hata yapmasınlar. B unu
halletmemiz lazım. Maalesef bu işlevi gazeteciler devraldı . . . Dikkat
edin! Zaten gazetecinin üniversiteyle alakası yok ki, o ne yapsın?
Gazeteciler de üniversiteden beslenmiyor. Bilmem ne üniversitesi­
nin yemek salonunu kul lanmak vb. dışında bağlantı yok işte. Ma­
gazin programı falan filan gibi şeylerin dışında bu da bir bağlantı
olmuyor. Niye olmuyor? Bunları önemsiyorum çünkü eğer bir me­
deniyet tasavvuruna gidiyorsak bunu hep birlikte yapmak lazım.
Türk Dil Kurumu 'nda20 o kadar çok çalışma var ki . . . Sözcük­
lerde vb. Ama kalmış orada. Problem nüfuz etmemesinde. Aynı şey
üniversiteler için de söz konusu. Tezlerde, yapılan araştırmalarda,

28
Manken

verilen derslerde, bunların yayılabilmesi lazım. Başta politikacılar


ve giderek her türlü yayın organı şeklinde yapmak lazım. Bazen,
belki mesele bir halkla ilişkiler meselesi diye düşünüyorum.

"ay parçası gibi kaya "

Bilgi dağılımını sağlamanın birinci yolunun da eğitimin T ürk­


çe olmasından geçtiğini tekrar etmek isterim. Türkiye' de ne yapıp
yapıp yabancı dilde eğitimi kaldırmak zorundayız. Her şekilde. Çok
iyi dil öğretelim, okulları yaz, kış kullanalım. Yaz okulları açalım,
kurslar açalım İngilizce öğreten okulların İngilizce laboratuarlarını
yaz ayında yoğun şekilde çalıştıralım. Mutlaka iyi yabancı dil öğ­
retelim. Ama Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Bilkent vb. okullarda
yabancı dilde eğitim kalkmak zorunda. Yabancı dilde eğitim ancak
ve ancak muallim yetiştiriyor, asla alim yetiştiııniyor. Bu bir değil,
iki değil bu çok iyi bildiğimiz bir şey. Başta fen bilimleri için ge­
çerli. Fen Bilimleri mutlaka ve mutlaka ana dilde olması gerekiyor.
Bu bir Türklük- Şovenlik21 için söylenmiş bir şey d�ğil. Dil bilim­
cilerin, psikodil bilimcilerin bildiği önemli bir meseledir. Onun için
üstüne gitmek lazım. Bunu bir siyasi' tavır, ideolojik bir tavırdan çı­
kartıp, ilmi gerekçelerini ortaya koyarak, mutlaka kaldınnamız la­
zım. Bunu yapmazsak toplum arasındaki bölünme de devam ede­
cek. Bilkentli olmanın şıklığı, Boğaziçili olmanın güzelliği, İzmirli
kız namına döndü ... Böyle bir şey oldu bu . Bu kadar hak edilme­
miş, bu kadar boşu boşuna bir bölünmeyi nasıl kabul edebiliriz. Bir

de üstüne üstlük bilimsel ilerlemeye de yaramıyor. Kelimeler üze­


rinde ana dilde konuştuğunuz zaman ülgerler uçuşur. Başka kav­

ramlar getirir. O ülgerlerdir ki sizi yaratıcılığa tekrar sevk eder. Ör­


nek mikroskoptan bakıyoruz. İkimiz böyle bir bakteri gördük diye­

lim. "Fidan gibi bir bakteri gördüm" desem. İngilizce söyledim

29
Alev Alatlı

"stick" dedim. Bak şimdi ! Birinciyi söylediğim anda kıvraklığı, in­


celiği, tazeliği, bir tür ve dünyanın bilgisini veriyorum, bunlar oto­
matik olarak veri liyor. "Stick" dediğim zaman bütün bunlar biter.
"Stick" dediğim anda, kiprit çöpünden kopmuş bir nesne olur. Ama
değil. Bakın çok basit bir örnek verdim. Bunun şiiri var,geçmiş şar­
kılardan aldığımız duygusu var, efsaneden getirdiğimiz bir şeyler
var. Levent gibi Jeolog olsam mesela "ay parçası gibi bir kaya" bul­
dum desem. Bakın şimdi; Türk' e bunu böyle söylesem "aman ha
nerde? " diyecek. Çünkü o tanımlamayla beraber bir sürü bilgiyi
çok hızlı veriyorum. Peki, İ ngilizce nasıl yapacağız "pi ece of moon
.. " falan mı diyeceğim? Bu kadar anlamlı olması mümkün değil.
Demek istediğim bu.

"Türkler bu dünyadan silinse ne olur? "

_Böyle kitle öğretiminden kurtulalım artık. Kitle üretimi (büyük


binalar vb.) 1 9-20. yüzyılın başının üretimidir. Gelin bunu böyle
yapmayalım. Daha küçücük küçücük gruplar içerisinde, konuları
sınırlandırarak, dikine ve minicik bir gün, sadece tarih konuşalım.
Tarih bile kocaman bir alandır. Mesela diyelim ki 1 890 'dan
l 920'ye, otuz seneyi konuşalım. Hadi ordan edebiyat konuşacaksak
onu yapalım. Bu eklcktik22 tavırdan kurtulmamız lazım. Çocuklar­
da bu yüzden aptala dönüyorlar. Onu biliyorum.
Batıyı tanımıyoruz. Batının başına ne geldiğini bilmediğimiz
için ilk söylediğimiz laf "Bu sadece Türkiye 'de olur". Ne münase­
bet canım! Ne münasebet efendim!
"İstanbul kara teslim oldu, b u sadece Türkiye 'de olur." diyor­
lar. Ne münasebet! Washington 'da ben kaç defa kara teslim oldum.
Karşıyı tanımadığımız için bu tür değerlendirmeler yapıyoruz . .
Bir şeyi idealize edip, dönüp kendimizi imtihan ediyoruz. Belki çö­
zümün bir yolu, Batı tarihini hakikaten çocuklara iyi öğretebi lmek.

30
Manken

Belki bir yolu da ne olduklarını gösterebilmek için sıkı bir çeviri


yapma sürecine girmek.
Ama hepsi bir mankene dönük olarak planlanacak konulardır.
Ve hiç unutmayalım medeniyet hakikaten bir tasavvurdur.
Vatan sevgisi fıtri değildir. Öğretirseniz olur.
Allah inancı da fıtri değildir. Uzun boylu öğretirseniz olur.
Yoksa kayar.
Her doğan çocuğun bundan bin sene önce yaşayan atasını,
(hatta dinozora daha yakın olduğunu bilerek) yeniden ve yeniden
öğretmek zorunda olduğumuzu bilerek öğretelim.
Ne olur bu mankeni yapalım.
Şu Amerikalıların haline bakın. Adamlar şükran günü gibi bir
günü çizerek bayram yaptılar. Post dergisinde bir adam, nefis hindi
resimleri ve temiz saçlı, sivri burunlu Amerikan çocuklarının res­
mini çize çize onlara bayram yaptırdı . Olmayan bir şükran gününü,
bu şekilde adamlara bayram yaptırdı. Bunlar, Amerikan medeniye­
tini şekillendirmek üzere, bilerek isteyerek yapılmış şeylerdir. Ba­
kın dergileri bu işler için kullandılar hep; National Geographic,
Post, Time . . . Fıtri değildir. Üstüne giderek, üstüne giderek yapılır.
Ne olur? Türkler bu dünyadan silinse ne olur? Düşünelim.
Öncelikle gezegenimize çok yazık olur, gezegen gider. Bunu
önlemek zorundayız. Sadece bizim için değil, dünyanın selameti
için bunu yapmak zorundayız. Bu tasavvuru ne yapıp edip ihraç et­
mek zorundayız. Sosyal bilimler vs. hepsi bu tasavvurun içinde ve
arkadan gelecek.

"doğru düğmeye basmamız lazım"

Ben şunu artık dünyanın anladığını zannediyorum. Zeka, özgür


bırakıldığı zaman şere bükülüyor. Şere bükülmemesi mümkün de­
ğil. Bunu önleyecek tek şey ahlak, etik. 23 Bütün dünya tecrübesi bu-

31
Alev Alatlt

nu gösterdi, insanoğlunun tecrübesi bunu gösterdi . Bakın 1 9. yüz­


yıl sanayi devrimi, aklın, bilimin, rasyonel insanın adam öldürme­
yeceği vs. zanned iliyordu. Hayır, öyle deği l. Yani rasyonalite.24 fela­
keti kurtarmıyor. Etiği ayakta tutmak liizım. Benim de önerdiğim şu
ki Türkiye hfılfı bu etiği yaşatan bir ülke, belki kaybetmesine 1 5 da­
kika kaldı ama henüz biz bunu yaşatıyoruz. Bu bağlamda bir emni­
yet sibobu olabiliriz.
Ama öteki taraftan da bakal ım meseleye. Efendim bilim ne
yaptı? Bana sorarsanız bilimin en hayırlı olanı tıptır.
Peki, şuna kim karar verecek. İnsan ömrü uzamış-uzamamış.
Bundan Ruanda 'daki çocuğa ne. Uzayıp da ne oluyor? 3 mi lyon
T. L . ' lik bir parasetamol25 ile halledebileceğiniz çocuk ölümleri,
Öbür tarafta, 3 milyon dolara bir karaciğer değiştiriyorsanız. Du­
run ! Etikten kastım bu. Bunun farkını görmeyen medeniyet, bana
hiçbir şey söylemiyor. Bakın Türkiye için de geçerlidir. Ülkemizde
bir ölüm haritası yok henüz. Şimdi bu olmayınca, öylede bir ziyan
zebil var ki, ola ki bağırsak kurdundan gidiyor çocuklar. Hal böy­
leyken Hacettepe ' de bilmem ney ameliyatı yapılmış açıkçası umu­
rumda deği l. Gene etik diyorum, gene etik diyorum. Çünkü görü­
yoruz ki insan, insanlık tarihi özgürlük bunu gerektiriyor. İnsanlık
tarihi şunu gösteriyor, özgürlük hayra bükülecek diye bir garanti
yok ve olmamış. Ne duracak bunun yanında "Helal" duracak "etik"
duracak. Belki de gezegeni bu toparlayacak. Aksi taktirde havanda
su dövüyoruz. Durup durup kendimize onlar kadar acımasız, obur
olamadık diye mi, kızacağız. Tembel miyiz? Asla değiliz. Türk in­
sanı tembel değildir. Obur da değiliz.
Türklerin çok ciddi bir savunma iç güdüsü var. B izim yarın ne
yapacağımız bell i olmaz.
Yani şunu diyorum. AB'de26 en olmaz mukaddeslerimizden ta­
viz veren bir toplum, burada da bu işi bal gibi tersine çevirir. Hem

32
Manken

de 24 saatte çevirir de şaşar kalırız. Doğru düğmeye basmamız la­


zım. İşte soru bu, bu doğru düğme ne?
Yani bunun bir düğmesi var. Hakikatten çocuğunu üç yaşında,
İngilizce konuşulan yuvaya götürmeye kalkıyor millet! Demek ki
bir yerden biz bu anne ve babaları döndürmemiz lazım.
Haki katen doğru düğmeye basalım bir anda her şey düzel ir.
Doğru düğmeye basmak gerek. İ şte o kadar basit. 27

33
VATAN ve NAMUS

Ne kadar küçüktüm tam hatırlamıyorum fakat henüz okula git­


miyordum. Belirli bir gün İzmir'e inilir ve Karşıkaya'da panayır zi­
yaret edilirdi. Adet öyleydi, hala öyle mi bilmiyorum? Vapurla İz­
mir' e indik, o zamanki vapurlar, buharlı vapurlar. . . Biz çocuklar va­
purları aramızda paylaşmıştık. Benim vapurum, 9 Eylül vapuruydu.
Onu seçmiştim. O çeşit vapurlardan bir tanesine bindik ve İzmir'e
geldik. Pasaport civarında indiğimizi hatırlıyorum hayal meyal.
Oradan Abide' ye doğru gittik, şimdi çok şaşıracaksınız. Panayır,
Abide'nin arkasında Efes Oteli ' nin olduğu yerdeydi. O zamanlar
oraları yangın yeriydi. Orada güzel, böyle küçük bir çarşı yapmış­
lar, çarşının bankları var; her bankta küçük küçük birtakım dükkan­
lar vardı. İzmir Fuarı böyle kurulurdu. Ve o ilk fuarlardan bir tane­
sine, belki de birincisine ben gittim, gördüm. Fakat fuarın üzerim­
deki etkisi o kadar önemli değildir, asıl üzerimdeki etkisi, oradaki
bir bıçakçı dükkanıdır. Küçük bir bıçakçı dükkanı vardı. Çeşit çeşit
bıçaklar. . . Annemin çok heyecanlandığını hatırlıyorum. Bunlar
Bursa bıçakları dedi, hakikaten Bursa bıçakları imiş. Oradan bıçak
alınırdı. Biraz daha dolaşı lır ve dönülürdü. O zaman fuarın adı fuar
değildi, 9 Eylül Panayırı idi. Sonradan yavaş yavaş fuara doğru gi­
dildi. Türkçe hareketi de o sıralarda geliştirildiği için sanıyorum, ilk
fuarların ismi, Arzı Ulusal İzmir Fuarı idi. Yani, "enternasyonalin"
yerine, "uluslar arası" demiyorlardı, "arz-ı ulusal" diyorlardı. Biz

35
A ttilii İlhan

çocuklar da, bu "arz-ı ulusal"ın ne olduğunu bir türlü anlayamıyor­


duk. Arzı Ul usal neyd i ? Neticede, fuar İzmir için çok önemli bir ha­
le geldi. Çocukluğumuzun en büyük olaylarından biriydi ve hele 9
Eylül ' den sonra bütün İzmir mülhakatı, hatta Ege diyebilirim, akın
halinde fuarı ziyaret ediyordu. Çok kalaba lık olurdu ve çok da gü­
zeldi . O zamanlar biz fuarda Eti bank2H ve Sümcrbank1" gibi, mües­
seselerin pavyonlarını geze geze bitiremezdik ve çok da iftihar
ederdik. Çünkü o pavyonlarda bizim ulusal kalkınmamızın örnek­
leri, işaretleri yaptığımız yeni şeyler görülürdü ve bununla iftihar
etmemek de mümkün değildi. Çünkü, bizim neslimiz Cumhuriyet
neslidir, Cumhuriyet nesli, Cumhuriyet ' Ie övünürdü. Çünkü, yaptı­
ğımız iş kolay bir iş deği ldi. Yeni ler bunun pek farkında değiller.
Bunu, biraz tekrarl ıyorum fakat tekrarlamakta lüzum hissediyorum.
Anlamaları Hızım . .
.

"Cumhuriyet, Meşrutiyet ve Saltanatı yıkmak için yapılmıştır. "

Biz, 20. yüzyılın iki büyük devriminden birini yapmış bir dev­
letiz. Öteki, Sovyet Devrimi ve bunların arasında çok kısa bir dö­
nem vardır. Her ikisi 20. yüzyılın başında, öyle bir hareket geliştir­
mişlerdir ki 1 9. yüzyı ldan tam mutlak bir hakimiyetle çıkan Batı,
ciddi bir sarsıntı geçirmiştir. Bu sarsıntı nedense ne bizim tarihçile­
rimiz tarafından anlatılır ne de bizim okul kitaplarımızda yer almış­
tır. Halbuki, önce Sovyet ihtilii!i arkasından, Anadolu ihtilali ki za­
ten üç sene arayla falan olmuştur bunlar ve her ikisinde de Batı 'nın
mağlup edilmesi, biliyor musunuz Dünya tarihinde ilk defa oluyor
ve bunu biz gerçekleştirdik. B ununla övünmemiz liizım gelirken,
nedense bizim tarih k itaplarımızda saf bir Anadolu ihtiliili ve Cum­
huriyet, daha önce Osmanlı zamanında başlamış olan Meşrutiyet
hareketinin bir devamı gibi anlatılır. Aliikası yok. Cumhuriyet,

36
Vata11 ı•e Namus

�eşrutiyeti ve Saltanatı yıkmak için yapılmı ştır. Bunun çok güzel


de bir örneği vardır veya kanıtı vardır demek belki daha doğru ola­
cak. Çünkü bildiğiniz gibi bizim Genç Osmanlılar daha sonra Jön
Türkler, Osmanlıyı adam etmek, Osmanlıyı Batılılaştıımak için,
Dersaadct 'ten yani, İstanbul 'dan kaçar, Pari s'e sığınır, Viyana'ya
sığınır, Berlin'e sığınırlardı ve oralardan i lerlemeye uğraşırlardı !
Batılılar da destek ol urlardı . Böylelikle Meşrutiyet ve Tanzimat ya­
pılmıştır. Tanzimat ve Meşrutiyet, Osmanlının yıkılma operasyonu­
dur. Osmanlıyı modemleştinne operasyonu değildir. Nerden mi çı­
karıyorum? Ondan sonra battı Osmanlı. Halbuki Mustafa Kemal
Paşa, böyle bir şeyi yapmak için Batı 'ya gitmek lüzumu duymamış­
tır, Doğu 'ya gitmiştir. Sadece bunu düşünmek bile, i kisinin arasın­
daki çok büyük farkı hemen anlatır. Onlar Bat ı ' ya güveniyorlardı,
Mustafa Kemal Paşa, halka güveniyordu. Arada çok büyük fark
vardır. Onlar, Batı lılar bizi nası l olsa burada bir saltanata getirir, bir
başbakanlığı getirir hayal i içindelerdi. Ne kadar şimdiye benziyor!
Halbuki, Mustafa Kemal Paşa, Batı ile savaşmamız lazım yoksa bu
iş olmaz, düşüncesindeydi . Bunun için önce Anadolu 'ya geçti , ar­
kasından ne yaptı? Sovyetlerle temasa geçti . Bunun da bilinmesin­
de çok yarar var. Sovyetler Birliği ile Türkiye Cumhuriyeti arasın­
daki ilişkiyi kuran Mustafa Kemal 'dir. Mustafa Kemal Paşa Mcc­
lis'in aç ı ldığının ertesi günü, yanlış hatırlamıyorsam, Vladimir İlyiç
Lenin ' e30 bir mektup yazmış ve bu mektupta hem ittifak hem de
yardım istemiştir. Onlar da buna cevap verdi ler ve böyl el ikle iki
devrim birbiriyle temasa geçti. Bu iki devrim birbiriyle temasa ge­
çince birdenbire Batı Avrupa 'y la onların dünyayı sömüımeleri için
imkan sağlayan Asya, Afrika vesaire arasında b ir set oluşmuş oldu.
Set oluşmakla kalmadı daha da c iddi bir şey oldu. Ondan sonra o
sömürge devletlerin hepsinde bir kurtuluş heyecanı başladı ki, bu
kurtuluş heyecanını sonra, 20. yüzyılın oıialarında ve sonlarına

37
Attila İlhan

doğru çok net bir şekilde iki blok halinde gördük. B ir tanesi Sovyet
B loku ' dur, Varşova Bloku31 dendi. Ötekisi üçüncü dünya hareketi­
dir, o da üçüncü dünya hareketinin mazlumları tarafından yapılan
kurtuluş hareketlerinde oluşmuş bir cephe idi. Bu ikisi Batı 'yı öy­
lesine sıkıştırdı ki 20. yüzyılda bir ara sadece Batı Avrupa ile Ku­
zey Amerika'dan ibaret kalmıştır. Bunları nedense biz saklıyoruz.
Bu bir gerçek. Sonra başardılar, yeniden dünyaya hakim olmanın
kapısını açtılar. Her yerde kendileri için birtakım insanlar buluyor­
lar ve onlarla çalışıyorlar. Şimdi Batı , dünyayı tekrar ele geçiıınek
için küreselleşme diye bir şey ortaya attı, küreselleşmeyi gerçekleş­
tirmek için de demokrasiyi kullanıyor. Demokrasiyi nasıl kullanı­
yor? Çok basit bir şekilde. Çeşitli ülkelere biz demokrasiyi yaparız
diyor. Demokrasiyle herkes yapmak istiyor. Fakat kendi demokra­
sisini yapmak istiyor. Hayır o, başka bir demokrasi istiyor. Onun is­
tediği demokrasi kendi demokrasisidir. Onun kendi demokrasisin­
de, demokrasinin kuruluş döneminde ortaya çıkmış gerçekler ve
müesseseler yok.

"Eski Yunan 'da, Atina 'da doğan erkek vatandaş, vatandaş


sayılır, geri kalanı süprüntüdür. "

B irleşik Amerika'da sendikaların hiçbir hükmü yok, siyasi par­


tilerin hiçbir hükmü yok. Birleşik Amerika'da sadece, büyük ser­
mayenin hükmü var, bir de garibanın perişanlığı var. Halbuki , de­
mokrasi bu deği l, demokrasi, 1 789 ihtilaliyle32 net olarak ortaya
çıkmış bir hareket. Yanlış ve hileli bir manada Eski Yunan'dan iti­
baren geldiği söylenir. Eski Yunan'da uygulanan demokrasinin bi­
zim anladığımız manada demokrasiyle uzaktan yakından bir ilişki­
si yoktur. Eski Yunan ' da, Atina' da doğan erkek vatandaş, vatandaş
sayılır geri kalanı, vatandaş değildir, süprüntüdür. Hele yabancıla-

38
Vatan ve Namus

rın, hiçbir hakkı yoktur. Onun için ona demokrasi falan denmez;
ona, oligarşi33 denir. Orada küçük bir azı nlığın hakimiyeti vardır.
Halbuki demokrasi, bilahare, Avrupa' da isyanla doğdu. O doğan
demokrasiden iki güç karşıl ıklı idi; soylulara karşı, kötü soylular,
dünyaya hakimdiler o zaman. Batı Avrupa' da onların hakimiyeti bi­
zimkilerin hakimiyetine benzemiyordu. Yani , bizde de soylular ya­
ni, ağalar, ayan veyahut padişah ve takımı ·hakimdir diye düşünürüz
ve benzetme yaparız, aynı şey deği l. Derebeylikle, o krallıklarla
Osmanlının yapısı, tımar ve zeamet sistemi34 ve bunların çalışma
şekli aynı değil. Osmanlının girdiği topraklardaki hareket tarzı ile
onlarınki aynı değil. Onlar girdikleri topraklardaki insanların önce
dinini sonra dilini mutlaka değiştiriyorlar ve bunu zorla yapıyorlar.
Onların prensibi . Şimdi diyeceksiniz ki, siz bunu nerden çıkardınız,
çok basit bir yerden çıkardım. Bunu söyleyen, Alphonse de Lamar­
tine.35 Yani, Fransızların çok ünlü bir yazarı , bir devrimcisi ve bir
büyük adamı. Alphonse de Lamartine, bilir misiniz bizim bir dostu­
muzdu. Daha doğrusu, Abdülmecit padişahımız annesi Fransız ol­
duğu için, o da yarı Fransızdır. Fransızlara çok hayrandır, bu yüz­
den aralarında bir temas kurulmuştu. Alphonse de Lamarti ne, Fran­
sa'da eski durumunu kaybedince onu Türkiye 'ye çağırmıştır. Adam
geldi, gelmekle kalmadı Osmanl ı hazinesinden ona 77 kuruş maaş
bağlandı ve bu bizim Ege bölgesinde çiftlik işletti. Uzunca zaman
da kaldı; bilahare, devleti batırdı zaten, çiftliği de batırdı ve tekrar
Fransa'ya döndü. Öl ünceye kadar, Osmanlı Devleti maaşını öde­
miştir. O da bu maaşa mukabil, bir hizmet yapmak amacıyla Os­
manlı Tarihi diye bir kitap yazdı. Osnıanb Tarihi, çok güzel bir ki­
taptır. Türkçeye çevrilmiştir. Tavsiye ederim bulursa,nız mutlaka
okuyun. Bu kitabın içinde uzun uzun Osmanlı saltanatını, gelişme­
sini, sebeplerini ve neticelerini anlatır. Sonlarına doğru bir yerde
neden battığını da anlatır. Diyor ki, siz bu işi bilemediniz. Bakın di-

39
Attila İlhan

yor Roma'da nasıl yaptı lar. Roma'dan daha evvel de yapıldı bu di­
yor. Mısır 'da da var. Mısır saltanatı da böyledir Roma da böyledir.
Milli değerlerden, dini değerlerden o halkı temsil edecek. Onlar bi­
zim adamları mız olacaktı. Halbuki, siz serbest bırakıyorsunuz. Bu
olmaz. Halbuki, biz onları serbest bırakmakla iftihar ediyoruz. Ya­
ni, Osmanlı birçok yere gitti, tamam, O çok büyük bir saltanat oldu
tamam ama tarih meraklıları bi lecek ler. Yani, Ulak Beyinin kızı bi­
zimle savaşta şehit düştüğü için öksüz kalmıştı, yetim kalmıştı fa­
kat hala orada Beyliğin başında bulunuyordu. Evleneceği zaman
padişah ona çeyiz düzüyor ve gidip ona babalık ediyor. Bizim tar­
zımız bu. Yani, biz o insanlarla iktisadi bir i lişki içine giriyoruz, on­
lardan bir para al ıyoruz, bir vergi alıyoruz. Bu doğru ama başka hiç­
bir şeye karışmıyoruz. O yüzden şöyl e bir şey oluyor, şöyle bir ger­
çek ortaya çıkıyor.

"Osmanlı, garpll/aştığı için baltl. "

Osmanlı o topraklardan çekiliyor. Süleyman Demirel ' in hesa­


bına göre Osmanlı' dan otuza yakın devlet çıkmıştır. 36 Otuza yakın
bu devlete gittiğiniz zaman herkes dilini konuşuyor, dinini biliyor,
kültürüne sahip. Hiçbir şeylerini kaybetmemişler. Osmanlı onlara
hiçbir şey kaybettirmemiştir. Buna mukabil, Fransa Cezayir'den
çeki liyor. Halkın dörtte üçü Fransızca konuşuyor, yarısı Hıristiyan.
Bu kadarı bi le yeter. Batı budur. Batı 'nın diğer halklardan anladığı,
"
onun dilini konuşacak, onun dinine sahip olacak, onun her dediği­
ni, evet efendim, sepet efendim deyip yapacak insanlardır. Bunun
aksine hareket ettiğiniz anda seslerini yükseltirler, silahlarını çeker­
ler. Mustafa Kemal Paşa da bunu bi ldiği için, bütün konuşmaların­
da muasır medeniyetten bahsetmiş, asla garplı laşma dememiştir.
Çünkü, garplı laşmanın ne demek olduğunu o çok iyi bi liyordu. Os-

40
Vatan ve Namus

manlı garpl ı laştığı için battı.37 Osmanlı garplı deği ldir. Tanzimat ' la
garplı oldu. Bu işi yapan da maalesef, kendisine Koca dediğimiz
Reşit Paşa' dır. Ama şimdi biliyoruz ki, Reşit Paşa 'nın hazırladığı o
meşhur Tanzimat belgesi, İ ngiliz elçisiyle hazırlanmıştır.38 Oradaki
kuralları koyan İ ngiliz e lçisidir. İngi liz elçisi o kadar yakın dosttu
ki karısına yazdığı bir mektupta diyor ki; Reşit'i diyor, padişah az­
letti. Huzura çıktım, torpil yaptım, yerine getirdim. Durum bu ve
biz bunu bir gelişme aşaması olarak tarihlerimize yazıyoruz.
Ayıp . . ! Bu gelişme aşaması falan değil teslim olmadır. Tanzi­
.

mat'tan itibaren yaşadığımız, devletin batmasıdır. Şimdi bu garip


bir şekilde Rus tarihiyle benzerlik arz ediyor. Bunu da gönneliyiz.
Nasıl göreceğiz? Rusların tarihinde bir adam vardır. Osmanlı ona
Deli Petro39 demiştir. Deli Petro, bütün dünyada Büyük Petro diye
anılır. Batıda özel likle. N iye? Çünkü, Rusları batılı laştırmaya te­
şebbüs etmiştir. O bizimkiler kadar yumuşak da değildi. Rivayet
ederler. Kili senin kapısında durur, kılıcını çekermiş ve sakallı gele­
nin sakalını kesenniş. Böyle bir adam. Peki, Petro ile Rusya büyü­
dü doğru. Sonuç? Rusya dağı ldı . Osmanlı ne olduysa Rusya da o
oldu. Her ikisi de l 900 'lere girildiği sıralarda battılar ve buna ina­
nınız, Batı lı olmaya heves ettikleri i çin battılar. Yani , Batı onları ba­
tırdı. Gazi onun için bunu çok iyi göımüş ve çok güzel ayınnış.

"Çağdaş olmak başka şey, Batılı olmak başka şey "

Çağdaş olmak başka şey, Batılı olmak başka bir şey. Çağdaş ol­
mak, Batılıyı Batı yapan silahlara ve imkanlara sahip ol maktır. Bu
da her şeyden önce bi limsel düşünceye sahip olmak demektir. Yani
önce, rasyonalizm bununla beraber pozitivizm bugünkü Batı 'yı Ba­
tı yaptı. Ondan önce, yani, onlarda ateşli si lahlar )'okkcn ne dünya­
ya hakim olabiliyorlardı ne de güçlü idiler. Neyle hakim oldular?

41
Attila İllıa11

Ateşli si lahlarla. Ateşli si lahlara neyle hakim oldular? Rasyonalist


düşüncey le. Ş imdi, buraya demokrasiden geldik. Demokrasi, o ara­
da kuruldu. Soylular atıldı. Soyluları atarken devrimi yapan kimler?
Sağa bakın sola bakın, bir tarafta işçiler var bir tarafta köylüler var.
Bir tarafta da şehir halkı yani, burjuvazi var. Burjuvazi ticaret ge­
liştiği, çok para kazanıldığı için zengin oldu. Zengin oldu ama dev­
letin hukuku soylulara göre yapıldığı için bir şey yapamıyor. Çün­
kü, hukuk doğrudan doğruya soyluları yani, toprak sahibi derebey­
lerini koruyor. Bunlar zavallı durumunda. Derebeyi izin vermese
hiçbir şey yapamıyor, toprak alamıyor, ev kuramıyor. Bu halde.
Birliğin sebebi budur. Burjuvazi40 arkasına köylüleri ve işçi leri al­
ınış, hep beraber ayağa kalkmış imparatorluğu ve krallığı devinniş­
lerdir. Devirmeden sonra ortaya çıkan rejim ne demokrasidir, yani
nedir? Onlar konvansiyon41 diye bir şey kurdular, onun içerisinde
seçimler yapılıyor, halk temsilcileri geliyor, devleti yönetecek par­
tiyi kuruyor, devleti yönetecek hükümeti kuruyorlar. İşte o zaman
bir denge kuruluyor. Bir tarafta emeğin gücü, emeğin sistemi diye­
bi leceğimiz işçi sınıfı ve halk. Öte taraftan sermayenin gücü, ser­
mayenin sınıfı diyebi leceğimiz, burjuvazi. Bunlar dediler ki, biz
halka soralım seçimden seçime. Halk hangimizin partisini seçerse,
o iktidara gelsin, öbürü muhalefet olsun. B ir dahaki sefere öbürü
gelir, öteki gider. Şimdi yakın tarihinden itibaren Avrupa 'yı, Fran­
sa 'yı, Almanya 'yı hepsini inceleyebilirsiniz. Demokrasi tarihleri
budur. Bir tarafta solcu dediğimiz partiler vardır ve o partiler, işçi
partileri, sosyalist partiler, komünist partiler, Troçkist partiler2 • • •

Böyle gider. Öbür tarafta, sağcı dediğimiz partiler, başta burjuvazi,


liberal partiler, liberal demokrat partiler, onların yanında muhafaza­
karlar ve diğerleri . Bu taraf sermaye gücüdür, bu taraf emek gücü
ve bu ilişki burj uvazi ve işçi sınıfı partileri tarafından temsil edilen
düzende bir seçimle iktidara gelirler alternatif olarak. Biri gelir bi-

42
Vatan ve Namus

ri gider, hala bu böyledir. Bugün de böyledir ve Amerika'dan ve


Avrupa' dan ayrılan yan budur. Çünkü, Avrupa 'da sermaye gücü, iş­
çiyle hep karşılıklı olarak dengede olmak zorundadır. Çünkü işçinin
elinde çok güçlü bir si lah vardır, tıpkı patronun elinde olduğu gibi.
İ şçinin elindeki en güçlü silah, emek gücüdür. Bilmiyorum içinizde
Avrupa'da genel grev yaşayanınız var mı? Ben yaşadım. On beş
günde hükumet düştü. Genel grev öyle bir eylemdir ki, bütün ülke
durur. Yani , metrodan tutun musluktaki suya kadar hiçbirisi çalış­
maz. Çünkü, işçi sınıfı postayı koymuştur. Otobüs işleteceğim diye
askeri cipleri caddelere, yollara koyarlar, Paris gibi bir şehirde re­
zillik paçadan akar, hiç kimse hiçbir yere gidemez. On beş gün di­
renir, on beş gün sonra istifayı basar. Ş imdi siz i şçinin elinden bu
gücü alırsanız o ülkede demokrasi olmaz. Çünkü, karşı taraf canı­
nın i stediğini yapar. Sen de ona böyle bakarsın. Onun için ben bi­
zim işçilerle zaman zaman dalga geçerim. Siz iktidarsız erkekler gi­
bi siniz. Çünkü, durumları nedir? Devlet memuru gibidir bizim sen­
dikalar. Durum budur. Ama Batı ' da halii sendikaları etkisiz hale ge­
tiremedi ler. Hala, öbür partilerle ilişki i çerisindeler. Bu partilerin
arkasında i şçi sınıfı olmazsa, o partiler h içbir işe yaramazlar. Çün­
kü, hiçbir fonksi yonları yoktur, bir şey yapamazlar, güçleri yoktur.
Halkın onlarla beraber olabilmesi için i şçilerin de olması lazım. İ ş­
te bizde neden yıllardan beri sosyalizm hiçbir iş yapamaz? İşte bun­
dan. Çünkü, asla arkasında i şçiler olmamıştır. Olduğu zaman da on­
ları darınadağın etmişlerdir. Hasbelkader ben onların bir tanesinin
içerisinde bulundum bilirim. Ş imdi, bu çerçeve içinden baktığımız
zaman, bizim ülkemizin durumu şu anda, hayli hazin. Çünkü Cum­
huriyet ' i kurarken, o zaman tasarladığımız şeylerle, şimdi yapmaya
çalıştığımız şeyler, taban tabana zıt. Neden böyle oldu? Bunu ayrı­
ca konuşabiliriz.

43
A ttila İllı a11

İ lginç şeyler özellikle tarihe meraklı kişi lerin vesikaları kurca­


lamalarıyla ortaya çıkıyor. Benim "Aynanın İçindekiler" diye bir
dizi romanım var. Bunların altıncısını yayımladım. Bu dizi roman
öyle bir dizi romandır ki, ne tarafından okusanız okunur. Yani, al­
tıncı ci ltten de başlayıp bire dönebilirsininiz. Bu romanları neden
yazmaya heves ettim? 1 960 senesinin Mayıs ayında buna karar ver­
dim. Bu size bir şey hatırlatmış olmalı. 1 960 senesinin Mayıs ayı,
altmış hareketidir. 27 Mayıs 1 960 hareketi oldu. 27 Mayıs hareke­
tinde birdenbire, durum değişti, rej i m değişikliği oldu. B ir demo­
krasi bilinci ortaya çıkar gibi oldu. Çok heyecanlandık fakat o dö­
nem beni en çok etkileyen olay nedir bilir misiniz'? Askerler devre­
ye girmişlerdi. Bizim neslimiz askerleri politikada görmeye al ışkın
değildir. Mustafa Kemal Paşa, askerci deği ldi. Mustafa Kemal Pa­
şa Cumhurbaşkanı olduktan sonra kendisine karşı iki veya üç aske­
ri darbe önlemiştir. Onun için o, demokrasiden yana bir adamdı.

"Mustafa Kemal Paşa, Anadolu hareketi sırasmda ileride


yapacağı her şeyi biliyordu "

Mustafa Kemal Paşa Anadolu'ya geçeceği sırada, hem Kazım


Karabekir Paşa41 ile anlaşmıştı hem Ali Fuat Paşa" ile anlaşmıştı
hem de dolaylı olarak Mareşal Fevzi Çakmak'5 ile anlaşmıştır, hem
Refet Bey 'l e46 hem de Hüseyin Rauf Bey ' le47 anlaşmış durumdaydı.
Bunların alayı asker ve bunların alayı, Osmanlı ordusunun içerisin­
de önemli yerlerdeydiler. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu hareketini
yapmak için Anadolu'ya giderken, halka gitmeyip o Erzurum Kon­
gresi 'nde", Sivas Kongresi 'nde'9 aldığı kararları bir cunta kurup, bu
cunta içerisinde alabilirdi, kimse de bir şey diyemezdi çünkü silah­
lar ellerindeydi . Bunu yapmadı. Kendisini inanılmaz zorluklar içe­
risine atarak. herkese laf anlatmaya çalışarak, Erzurum ' da ve Si-

44
J,·aıan ve J\'amu.�

vas 'ta kan ter içerisinde kalmıştı. Demokrasiyle olsun istiyordu,


herkes fikrini söylesin, çıksın ve bu bir halk hareketi olsun. Yoksa,
(bunu hepiniz biliyorsunuz) daha kongreler sırasında biliyordu ne
yapacağını. Cumhuriyet 'i i lan edecekti, Latin harfleri gelecekti, ka­
dınlar hak ve hün-iyetlerini elde edeceklerdi . Bunların hepsini bili­
yordu. Hepsini yapacaktı. Bunu cunta ile de yapabilirdi ve daha da
kolay olurdu. Çünkü, hayır diyeni alır atarsın, dava biter. Öyle yap­
madı. Teker teker herkesi ikna etmeye çalışarak, her çeşit muhale­
feti kabul ederek yaptı. B inaenaleyh, askerin müdahalesini isteme­
mişti r. Mustafa Kemal Paşa hiçbir zaman darbe gibi bir düşünceye
sahip olmamıştır ve bunu da yapmamıştır. Ama ona karşı darbe dü­
şünülmüştür. Bu doğru. İki defa. Birini hatırlarsın ı z bahsederl er.
Bütün generallere mebus mu yoksa asker mi olacaksınız seçiniz
denmişti. İşte o zaman bir darbe hareketi vardı. Bunu duymuştum.
Şimdi, bu kadar demokrasiden yana bir adam. Demokrasiyi kumıak
istiyor. Demokr asi kurarken söylediklerini alır, okursanız hayretle­
re düşersiniz. Ben o zaman Erzincan'da askerdim ve ilk defa Enver
Ziya Kara! 'ın"' Atatürk 'iin Düşünceleri kitabı elime geçmişti, onu
okumaktaydım. 1 956-57 olabil ir. Orada bir yerde rastlam ıştım.
Halk Fırkası 'nı kuracağı sırada her tarafı gezerek halkla konuşmuş­
tur. Bu konuşmalar saatlerce sürüyor ve herkes istediği soruyu so­
rabiliyor Mustafa Kemal 'e. Bu konuşmaları sonradan yok etmişler.
Yani, bu konuşmalar Türkiye Cumhuriyeti gençlerinin okumasına
arz edilmemi ştir. Sadece Söylev ve Demeçler'e birtakım özetler ve­
ya kısaltmalar alınmıştır. B ir konuşma mesela, o zamanki gazeteler­
de tefrika edilmiş ve kitap haline getirildiğinde epey bir sayfa tutu­
yor. Ama Söylev ve Demeçler'de bu sadece yedi sekiz sayfadır ve
bu seçilmiştir. Halbuki , Mustafa Kemal Paşa partiyi kuracağı sıra­
da Bal ıkesir ' in Zağnos Paşa Camii 'nde5' yapılmış bir konuşması
vardır. Orada "fırka kuracağız" di yor. Fırka52 kurarken bu fırkaların

45
A ttila İlhan

sosyal sınıfları temsil etmesi tabi idir diyor. Bunu Mustafa Kemal
Paşa söylüyor. Bu bakımdan diyor, işçi partisi de olur, burjuva par­
tisi de olur, liberal partisi de olur. Bununla beraber bizim özel bir
durumumuz var diyor. Bizde işçi sınıfı yok. Çünkü biz, yarı sömür­
ge bir ülkeyiz diyor. B izde sanayi yok. Sanayi ecnebinin. Şimdi on­
ları kovduk. Ş imdi çalışmak için kendimiz fabrika kurup i şçiler ye­
tiştiımemiz gerek diyor. Bizim esnafımız yok. Bu bakımdan bizim
zenginimiz de yok. B izim zenginimizin o zamanki sermayesine
baktığın zaman gülersin. Gayet küçük paralar. Bu bakımdan diyor
bizde o manada sınıf partisi kurmak mümkün değil . Onun için ön­
ce biz hepsini bir araya getirip, biz halk diyelim ve bir halk partisi
kural ım. Bu halk fırkası olsun, herkesin fırkası olsun. Hareket no­
ktası budur. Yoksa, birçoğu bilmiyor gençlerin onlar için söylüyo­
rum. Birinci kurulan mecliste ilk kurulan iki paıti ne partisiydi bi­
liyor musunuz? Komünist partisidir. Bunu da saklarlar. TBMM 'de
iki komünist partisi. Şimdi büyük şakayı yapalım ama bir gerçek.
Bir tanesini kuran da Mustafa Kemal Paşa' dır. Şimdi böyle bir ada­
mın işçi sınıfını, sendikaları, partileri yasaklaması, onları yok etme­
si söz konusu olamaz.

"Cumhuriyet, anti-emperyalist bir harekettir. "

Mustafa Kemal Paşa başından beri hep demokrasi yapmaya


uğraşmıştır. Hüseyin Rauf Bey muhalefet olarak karşısına Terakki­
perver Fırkası ' nı53 çıkardığında, hepimiz diyoruz ki, efendim dikta­
törlüğe gidiyordu, eski arkadaşları onu önlemeye çalıştı . Hayır, ka­
zın ayağı öyle değil . Mustafa Kemal Paşa milliyetçi, ekonomisi
sağlam bir demokrasi, bir Cumhuriyet kurmaya gidiyor. Halbuki,
İngilizler bundan hiç memnun değil ler. O zamanki The Economist
dergisini bulun okuyun, bu konuda sayfalarca yazılar var. Terakki-

46
Vatan ve Namus

perverler muvaffak olmalıdır. Çünkü, Mustafa Kemal bir yalnızlık


politikası takip ediyor, doğru değildir diyor. Hüseyin Rauf B ey 'in
hareketi o zaman doğrudan doğruya İngilizlerin gene Anadolu 'da
söz sahibi olmaları için kalkıştıkları bir yol, bir operasyon ve Mus­
tafa Kemal Paşa buna karşı koyuyor. B u onun demokrasiye karşı ol­
masından değil, emperyalizme karşı olmasındandır. Bu laf da bir
türlü telaffuz edilmiyor. Biz laikiz diye bar bar bağırıyorlar, yahu
laiklik bizim anayasamıza 1 93 7 ' de girdi . Mustafa Kemal Paşa öl­
mek üzereydi. Cumhuriyet' in ilk söylediği laf laiklik değildir, kah­
rolsun emperyalizm54 lafıdır. Cumhuriyet anti-emperyalist bir hare­
kettir.

"İsmet Paşa İngiliz ve Fransızlarla ittifak yapıyor"

Şimdi bu kadar yıl sonra bu düşüncenin alkışlarınızla yankılan­


ması çok önemli. Çünkü, Türkiye ' de bir ara bu söylenemez hale
gelmişti. Öyle bir yere getirmişlerdi ki, emperyalizm lafını telaffuz
edemiyordunuz. Türkiye Cumhuriyeti gelişti gelişti, Mustafa Ke­
mal 'in ihtiyarlığına kadar gelemedi. Daha 57 yaşındayken onu kay­
bettik. Mustafa Kemal Paşa ' nın içki sirozundan ölmediği saptan­
mıştır. Mustafa Kemal Paşa bir karaciğer hastalığından vefat etmiş­
tir, fakat içki sirozu değildir. Bunu bilin bir kere. İkincisi, Mustafa
Kemal Paşa'nın beklenmedik diyebilirim, erken ölümü bir başkası­
nın beklenmedik erken ölümüne çok benziyor. Lenin 'in. Şimdi siz
olsanız, merak etmez misiniz? 20. yüzyılın başında, iki büyük As­
ya devleti Batı 'ya karşı ayağa kalkıyorlar. İkisinin de lideri çok kı­
sa bir zaman sonra ölüyor. Tabii ölümle ölüyorlar. Ondan sonra ge­
len liderler, sistemi tamamen değiştiriyor. B atı ile temasa geçiyor­
lar. Şimdi bunu kanıtlamanın yolu, Rusya ' da bu mümkün deği l . Ni­
ye? Stalin5' gibi domuz bir komünist vardı . B u nasıl olur? Siz Sta-

47
Attilli İllıa11

!in ' in 1 92 1 'de İngilizlerle yaptığı anlaşmayı biliyor musunuz? 1 92 1


yı lında İngilizlerle anlaşma yapıyor. Bilmeyenler için onlara hatır­
latacak bir ipucu vereyim. 1 92 1 yılında yapı lan anlaşmadan sonra
Sovyet Rusya birdenbire dünya ihti liili sosyalizmden fikrinden vaz­
geçer, tek ülkede sosyalizm fikrine döner. Böyle bir fikir yoktur. Bu
bir Stalin fikridir. Neden böyledir? Çünkü, dünya ihtilali fikri İngil­
tere 'yi sömürgelerinden mahrum edecek bir fikirdir. Bundan dehşet
biçimde ürküyorlardı. Stalin de Lenin' in yerine gözünü dikm işti.
Bunu ele geçirmek için gerekli tavizi vermeye hazırdı, İngi lizler siz
bizi rahat bırakın, biz de sizin müstemlekelerinizi rahat bırakalım
dediler. Bu anlaşmayı yaptılar ve Lenin vefat etti, Lenin 'in vefatın­
dan önce parti li arkadaşlarına gönderdiği bir belge vardır. Türkçe­
ye çevrildi mi emin değilim, ben Fransızcasından okudum. "Sta­
lin' e dikkat edin korkulacak bir adamdır." diye bir not bırakmış.
Hasta halinde. Mustafa Kemal Paşa böyle bir not veremedi. Ya lnız
Mustafa Kemal Paşa 'nın İsmet Paşa'yı görevinden aldığını hepiniz
hatırl ayacaktır. Bu görevinden alma meselesinin arkasında da, Ha­
tay var. Hatay meselesinde Mustafa Kemal Paşa, İsmet Paşa 'nın ga­
yet yumuşak davrandığını, Batılılardan ürktüğünü, Fransızlar bize
saldıracak diye yan çizmeye çalıştığını, birçok defalar ifade etmiş­
tir. Ama içinizde meraklı lar var. Bulabil irlerse Hasan Rıza Soyak ' ın
Atatürk 'ten Hatıralar diye iki ciltlik kitabı var. Lütfen alın başından
sonuna okuyun. B izim yakın tarihimiz hakkındaki bütün düşünce­
leriniz kökünden değişir. (Çünkü, bakın, Mustafa Kemal Paşa öl­
meden evvel, biz eğitimde çok ulusal bir eğitim içindeydik. Musta­
fa Kemal Paşa, tarih kitaplarının yazı lmasıyla bizzat meşgul oluyor.
Yazılanları gözden geçi riyor, birçoğunun tash ihini kendisi yapıyor­
du. O tarih kitaplarını biz okuduk. İçinizde belki okuyanlar vardır.
Gayet kalın, ciltli kitaplardı ve liselerde okutulurdu.) Mustafa Ke­
mal Paşa Türkiye 'nin ekonomisini ulusal laştırmak için elinden ge-

48
Vatan ve Namus

leni yapıyordu. Bunun için Ruslarla anlaşma yapılmıştır ve bu an­


laşmaların hiçbirisi bizim istiklali mize müdahale imkan ını vermi­
yordu. Ruslar bundan rahatsızdılar; fakat hayır demediler ve bu fu­
arda, bu İzmi r ' de, 1 933 'te Mareşal Voroşirof geldi ve Gazi ile be­
raber bura lardaydı . O zaman İzmir Belediyesi bulvarlarından biri­
sine Voroşirof Bulvarı ismini vermiştir ve Mareşal Voroşirof, İz­
mir 'e Ziss marka bir otobüs hediye etmiştir. Bu otobüs uzun süre
Karşıyaka 'da çalışmıştır. Bostanlı istikametinde. Şimdi bu yak ınlı­
ğın gerisinde anti-emperyalist tavır var. H er ikisi de anti-emperya­
listtiler. Bu esastı. Peki ne oldu? Mustafa Kemal Paşa ' nın hayatı
boyunca, Batılılarla hiçbir anlaşması olmamıştır. Yoktur. Bakın,
arayın, bulamazsınız. İngiltere kralı VIII. Edvard56 ayağına kadar
gelmi ştir. Bir anlaşma yapamamı ştır. Mustafa Kemal Paşa İngiliz­
lerle anlaşmamıştır. Çünkü, İngi lizlerin ne olduğunu çok iyi biliyor­
du. Mustafa Kemal Paşa'nın buna mukabil Batı lı larla en az beş cid­
di ihtilafı vardır. Birisi, Şeyh Sait Olayı.57 Birisi, Kubilay Olayı 'dır.
58 B irisi, Dersim İsyanı ' dır.59 Bir diğeri , Hatay Meselesi ' dir."0 Birisi,
On İki Ada Meselesi 'dir.61 Bunların hepsinde Batı ile karşı karşıya
geldi ve neredeyse savaşılacak hale gelindi. Hatay'da savaşırız di­
ye İsmet Paşa korktuğu için Hasan Rıza Bey'e diyor ki , "Ben çocuk
muyum? Ben durumu görmüyor muyum sanıyorlar" Israrlıyım,
çünkü şundan: Fransa bizimle harp edemez. N iye harp edemez?
Çünkü, bir tarafında Hi tler"c çıkıyor, bir tarafında Franco"3 çıkıyor,
bir tarafında Mussollini"' çı kıyor. Etrafı çevri lmiş durumda. Bize
nasıl gelir bu adam. B izim istememizin tam sırası. İsmet Paşa 'nın
eli ayağı titriyor. Ve ne oldu? Gazi öldükten ya sekiz ay sonra ya on
ay sonra, İsmet Paşa65, İngiliz ve Fransızlarla ittifak yapıyor.

49
A ttilô. İlhan

Bunu biliniz. Bu bizim tarihimiz. Yani, bizde Batıcılık dediği­


miz olay, Batı yandaşlığı İsmet Paşa ile başlamıştır. İ smet Paşa bu­
nu başlatırken ortaya çıkardığı fikir ve sonra yaptığı uygulama deh­
şet vericidir. Şimdi söyleyince siz de takdir edeceksiniz. Bunun ar­
kasından çok önemli olan Tevhid-i Tedrisat Kanunu66 deği ştirildi.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ' nu değiştinnek demek, daha evvel Tanzi­
mat 'ta yapılan yanlışa geri dönmek demek. Yani, Türkiye'de ya­
bancı di lde eğitim öğretim yapabilirlerdi . Yani, Türkiye' de dini eği­
tim-öğretim de yapılabilirdi. Buna kimse engel olamazdı. Cumhu­
riyet bunların hepsine engel olmuştu. Tevhid-i Tedrisat değiştiril­
dikten çok kısa bir süre sonra İmam Hatip okulları açıldı. Bunu İs­
met Paşa yapmıştır. Bu dehşet verici bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Bununla yetini lmemiş, maarif yani eğitim ve öğretim yabancının
kucağına atılmıştır. Aynen Tanzimat'taki gibi. Benim yaşımda olan­
lar bilirler. Lisede Yunanca, Latince okutmuşlardır. Bir sürü kitap
çeviriyorlardı. Gazi zamanında Türklük üzerine, Türklük araştırma­
ları üzerine çalışmalar yapılıyordu. B irdenbire Yunan, Latin 'e dö­
nülmüştür. Ankara'da ve Anadolu'nun bazı yerlerinde Latince öğ­
reten liseler açılmıştır.

"Kemal Paşa, Türklüğü ile övünen bir adanı:


"Türk, çalış, güven, övün " diyor. "

Şimdi bakınız, bir ülkenin ulusal kültürü değiştirilmek isteni­


yor. Bu, Batı 'nın istediğidir! Bizim istediğimiz değil! Kemal Pa­
şa 'nın istediği değildir. Kemal Paşa, Türklüğü ile övünen bir adam :
"Türk, çalış, güven, övün" diyor ve sen onun kültürünü değiştirme
teşebbüsüne geçiyorsun ve ondan sonra birtakım çocuklar yetişiyor
memlekette ve yeniden misyoner mektepleri ön plana çıkıyor. Mus­
tafa Kemal Paşa tarafından kapatılmışlardı. Misyoner mekteplerin­
de çocuk okutmak bir üstünlük vesilesi sayılmaya çalışılıyor. Aynen

50
Vatan ve Namus

Tanzimat 'taki gibi. İş o hale gel iyor ki, Türkiye 'de okumuş yazmış­
ları kendilerinin yeniden bir Tanzimat yaşadığının farkına bile var­
madan hayatlarından memnun yaşıyorlar. İnanılır gibi deği l ve iş o
mertebededir ki, sizinle bunu konuşup size tamam haklısınız diyen
bazıları hayatlarını h.iç değiştirmiyorlar, aynı hayatı sürüyor. Çocu­
ğunu gene Amerikan mektebine gönderiyor. Yahu, bu çocuk yaban­
cı olacak. Benim bir uzun yol kaptanı dostum vardır. Üç tane kızı­
nı Amerika 'da okuttu. Kızlar gelmiyor. Ş imdi "ne yapayım ben" di­
ye, saçını başını yoluyor. Artık gelmiyorlar, artık Türk değiller.
Şimdi, bu vahim bir şeydir. Başka bir vehameti bir arkadaşım anlat­
tı. Siz de onu tanıyorsunuz ismini söylemeyeceğim. Soruyu soran
kişiyi ben tanımıyorum fakat ismini cismini söyledi. Onu da söyle­
meyeceğim. Bir toplulukta, böyle bir toplulukta konuşmasını bitir­
dikten sonra, sual soracak olan var mı diyor. Birisi kalkıyor, yaşl ı
başlı bir zat. Diyor ki : "Efendim ç ok güzel söylediniz. Şimdi biz
çok zor bir yerdeyiz. B ir tarafta Amerika var, bir tarafta Avrupa Bir­
liği var. Şimdi biz bunların hangisini seçmek zorundayız?" Durum
budur. Arkadaşım birden öfkelenip, siz ne sorduğunuzun farkında
m ısınız? Siz İngiliz mandası mı, Amerikan mandası mı, diye soru­
yorsunuz. Biz bunun için harp ettik. Biz bunun için İstiklal Savaşı
yaptık. Durum buradadır. Onun içindir ki, ben uzun zamandır, ısrar­
la ve inatla, aıiık sağcılık, solculuk, İslamcılık vs. şeyleri bir yana
bırakıp, her şeyden Müdafaa-i Hukuk07 zamanındaki gibi aynı safta
toplanmak gerektiğini savunuyorum.

". . . asıl mesele budur. "

Hepimiz bir araya gelmezsek bizi dağıtırlar, diye bir araya gel­
mememiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Bakın ası l mesele bu­
dur. Çünkü şöyle bir baktığınız zaman neyi görüyorsunuz? Müda­
faa-i Hukuk Ankara'sında Mustafa Kemal Paşa buradaydı. Bir tara-

51
Attilii İ/lıan

fında Z iya Gökalp68 var, bir tarafında Yusuf Akçura69 var, arkasında
Mehmet Akif7° duruyor, Mustafa Suphi de geliyor çağrılmış. Hepsi
beraberler. Böyle olmasaydı, kazanamazdık. M ümkün değil . Hepsi
bir araya geldiler. Ondan sonra kozlarınızı paylaşırsınız, o ayrı so­
run. Özgür, tam bağımsız, her şeyine hakim bir Türkiye'de herkes
çıkar fikrini söyler. Hatta işçi sınıfına da hakkını verirsin, burjuva­
ziye de hakkını verirsin. Yabancıyla bu çeşit acayip ilişki lere gir­
men şart değil . Şimdi sen yabancının Türkiye ' deki adamı haline ge­
lirsen scninkisi milll bir iktisat olmuyor, o zaman kötü bir iktisat
o luyor. Bizi oraya doğru götürüyorlar. Götürdüler, götürdüler. O
bakımdan ben yakın tarihimizi çok rahat bir şekilde ikiye ayırıyo­
rum: Cumhuriyet tarihi, Demokrasi tarihi. Demokrasi tarihini alıp
olduğu gibi denize atabilirsiniz. Bizi çok kötü bir yerlere getirmiş­
tir. Cumhuriyet tarihi ile elde ettiğimiz her şeyi kaybediyoruz. Ye­
niden Tanzimat' ın bir başka çeşidini, modemini yaşıyoruz. Ama bi­
zim sorunumuzun benzerini yaşayan başka ülkeler var. Rusya, aynı
şeyi yaşıyor. Bugün, Rusya'daki çözülmeyi kimseye doğru dür:ist
açıklamadı. Rusya niye birdenbire dağıldı? Rusya' nın dağılmasının
sebebi, Soros71 denen adamdır. Soros, orada mi lyonlarca dolar sarf
etmiştir. Ruslara demokrasiyi getirelim, diye yapıldı ve bizde de
şimdi her kaldırım taşının altında gördüğümüz o sivil toplum kuru­
luşları var ya onları kurdurdu. Bu sivil toplum kuruluşlarının hepsi
Soros'tan para alıyordu. Soros 'tan para alan bu kişiler bir müddet
sonra "biz demokrasi isteriz" demeye başladılar. İyi niyetli bir
adam olan Gorbaçov,71 "tamam" dedi, "ben de demokrasi istiyo­
rum." Çünkü sosyalizm aslında demokrasiyi içerir. Doğrudur. O ni­
yetle kalkıştı. Çünkü Stalin demokrasiyi falan sepetlemişti. Bu işe
kalkıştı fakat öyle bir oyuna getirdiler ki adamı, bu işi yapan da
Ycltsin 'dir.73 Onların Özal ' ı . Böylelikle bu işi bir güzel hallettil er.
Şimdi, Ruslar da farkındalar, çıkış yolu arıyorlar. Ruslar bizden
daha tecrübeli sanıyorum. B izim Türk Cumhuriyetleri de ilk heye-

52
Vatan ve Namus

canla Amerika ile, o sivil toplum oyununa geldiler. Şimdi onlar da


uyanıyorlar. Avrasya hareketine doğru gidiyorlar.

"Battlılar biz gelişmeye/im, biz 11iikleer olmayalım diye bir siirii


propaganda yapıyorlar... "

Bi liyorsunuz Türkiye' de büyük skandal olması lazım gelen bir


şey oldu. Bir tek bunu ben televizyondaki programımda söyledim
ve başka bir yerde ne söylendi ne yazı ldı . Burada NAT07� toplanır­
ken, Oıia Asya 'da Avrasya Kongresi toplanıyordu. Yani, dünya ar­
tık tek kutuplu değil . İkineisi oluşmuştu ve on beş gün arayla top­
landılar ikisi. Türkiye ' de hiçbir gazete bundan bahsetmedi. Hatırla­
dığım kadarı yla bir tek ben televizyonda söyledim o kadar. Ş imdi ,
böyle bir ortam içerisindeyiz. B izim Avrasya ile ilişkimizin ihtima­
li olması bir yana zanıreti vardır. Çünkü bizi nükleer yapmadı lar.
Aydınlarımızı kandırdı lar. Nükleer olursak ölürüz, oldu. Yahu dün­
yada hiç kimse nükl eerden ölmedi . İki üç yerde iki üç kaza oldu.
Ş imd i, Avrasya'yı oluşturan ülkelerin hepsi nükleer, İran'da olmak
üzere. Bir tek biz nükleer olamıyoruz. Sen nükleer olduğun zaman
kimse sana el uzatabilir mi sanıyorsun? Hiç kimse el uzatamaz. B u­
nun açıklanmamasına rağmen devletin gerek Rusya i le gerek Çin
ile ilişkileri vardır, bunları da herhalde duymuşsunuzdur. Biliyorsu­
nuz biz karadan karaya füzeler imal ediyoruz. Halbuki Amerika bi­
ze ne füze veriyor ne füzenin iç planını veriyor ne de nası l yapıla­
cağını veriyor. Peki biz bunları nereden yapıyoruz? Biz bunları ya­
pıyoruz. Karadan karaya yaptık. Şile 'de, İstanbul 'da denemelerini
yaptık. Önce 60 km ' den vurdular, sonra 1 00 km ' den vurdular, son­
ra da 200 km ' den vuruyorlar. Çin' den gelmi ştir bu. Pakistan üzerin­
den gelmiştir. Yani, bunlar var. Şimdi Putin7' geliyor. Puti n 'in gel­
mesi önemli. Putin'le beraber Dugin16 geliyor. Dugin' den ben bah-

53
Attila İllıan

sediyorum çok az insan tanıyor onu. Alexandre Dugin şimdi, Rus­


ya 'da Avrasya Birliği 'ni en çok savunan bir fikir adamı. Birçok ki­
tabı var. Bir tanesi Türkçeye çevri ldi . Diğerleri de çevrilecek sanı­
yorum. Dugin ' in savunduğu fikri Rusya 'da savunan pek çok insan
var. Ruslar fikir değiştirdiler. Kendilerinin Slavlarla77 Türklerden
gelen bir kavim olduklarını söyleyen bir anlayışları var. Bunu böy­
le yazmışlar. Bizim ceddimiz Slavlar ve Türklerdir. Meseleyi böyle
koyarlarsa anlaşmak hiç zor olmayacak.
Hindistan biliyorsunuz, büyük bir güç ve gittikçe de büyüyor,
sanayi gelişiyor ve nükleer çalışmalar yapıyorlar. Bunlar nükleer
kirlenme, bunun insanın başına açtığı bela konusunda uluslararası
bir toplantıda bir bilimsel tez ortaya attılar. Bu tez çok i lginç bir ül­
kenin kirlenebilmesi için adam başına düşen gelirin beş bin doların
üstünde olması gerekirmiş. Eğer beş bin doların üstünde adam ba­
şına düşen gelirin yoksa, o ülke kirlenemez. Daha Türkiye tabiat
içinde yaşıyor. Bu kadar akla yakın şeyler varken, Batıl ılar biz ge­
lişmeyelim, biz nükleer olmayalım diye bir sürü propaganda yapı­
yorlar ve saftirik saftirik bunları yutuyoruz. Böyle bir şey yok.
Nükleer tehlike yok mu? Var. İyi de canım elektrik de teh like.
Elektrikle uğraşırken kaç kişi öldü. Bundan dolayı elektrikten vaz­
geçilir mi? Elektrik de kirletir mantığı ile oynuyorlar insanlığın ve
insanlar safçasına buna kanıyorlar.

"Batı, seni önce kültürsüzleştiriyor. Senin kendi kültürüne


inancım yok ediyor. Senin kendi kültürüne inancın olmayınca,
o ne derse, ona inanıyorsun. "

İşte bunun gerisinde Lamartine'in söylediği hikaye var. Batı,


seni önce kültürsüzleştiriyor. Senin kendi kültürüne inancını yok
ediyor. Senin kendi kültürüne inancın olmayınca, o ne derse, ona
inanıyorsun. O da sana yalan söylüyor. Kendi işine yarayanı söylü-

54
Vatan ve Namus

yor, sen de kaz gibi inanıyorsun. Olay bu kadar basit. Türkiye' nin
çoktan nükleer güç olması lazımdı. Bu bizi hiçbir şeki lde kirlet­
mezdi . Biz şimdiden dünya devletleri içinde iktisat yönünden onal­
tıncı devletiz ve i lk on arasında altıncı savunma gücüne sahibiz.
Çocuklar şimdi bir düşünün. Biz çok güçlüyüz ve ısrarla şunu söy­
lüyorum. Bu güce sahip çıkıp kullanan adam yok Türkiye'de. Asıl
somn bu. Ellerinde böyle bir imkan varken avuçlarını ovuşturarak
para dileniyorlar sağdan soldan. Mustafa Kemal Paşa'nın beş para­
sı yokken biz 2 0 ' l i 3 0 ' lu yıllarda yüzde 7 ' lik, 8 ' lik l O ' luk kalkın­
ma hızları yakalıyorduk ve Osmanlı ' nın bütün borçlarını tıkır tıkır
ödedik. Peki bunu n�sı l yapıyorsun 1 5 milyon nüfusla, teknoloj i ol­
madan elinde? Bu millet, çok güçlü bir mi llet. Zaten, B atı ' nın kork­
tuğu da bu. Bu millet biraz güçlenirse, hele Ruslarla anlaşırsa, hele
Avrasya 'ya açılırsa ben ne yaparım, diyorlar.

"Batı, 19. yüzyıldan itibaren bitmiştir"

Çünkü, daha bir iki gün önce konuştum Batı ' da tahsil yapmış,
Batı ile devamlı i lişkisi olan bir arkadaş. Benim bir fikrim var katı­
lacak mı diye sordum. Bence, Batı , 1 9 . yüzyıldan itibaren bitmiştir.
Yeni hiçbir şey getiremiyor ve Batı, tamamen kendi kendini tekrar­
lıyor ve hakimiyetini kaybetmemek için de diğer ülkeleri böyle
uyutmaya çalışıyor. Baskılarla, hilelerle, adam satın almalarla . . .
dedim. O kişi, daha ziyade tıbbi' sahada çalışıyor. Tıbbi alanda hiç­
bir yeni keşif yok, dedi. En son geçen yüzyılda antibiyotiği buldu­
lar. Buna mukabil, Doğu ' da çok büyük bir hareketlenme var. Doğu­
lu ülkeler hepsi birden bir kalkınma içindeler, hepsinde bir hareket­
lenme var. Evet, henüz B atı kadar güçlü değiller. Ama biz zamanın­
da Batı kadar güçlü müydük? Bizim adamlarımızın çok güzel akıl­
larını çelip kullanabiliyorlar. B en bahsettiğim romanları yazarken

55
A ttila İlhan

bunların en sonuncusunda Anadolu isyanları meselesi üzerinde dur­


dum. Dehşet verici bir şey. B izimkiler Ankara'da M eclis'i kunna­
ya karar verdikleri anda, bütün vilayetlerde çeşitli şeriat isyanları
çı kardılar. Bunları çıkaranlar, şeriatçılar değildi. B unların bildirile­
ri uçaklarla atılıyordu. Uçaklar da Yunan uçakları . Yani, yaptıkları
budur. Gene aynı şeyi yapıyorl ar. Şimdi, birdenbire Yunanl ılarla ne
kadar dostmuşuz da bilmiyoımuşuz oluyor. Halbuki, onların ne ol­
duğunu bu ülkede en iyi İzmir bilir. Benim dedem Menemen'de
evinin penceresinden Yunanlılarla müsademeye girmiş bir adam.
Menemen' de ikamet ediyorlardı. B unu niye yaptıklarını biliyorsu­
nuz. İzmir ' i işgal ettikten sonra Menemen' i geçtiler. Bergama'da
onları Türk mukavemet ordusu bekliyordu ve onları perişan ettiler.
Hepsi geri dönüp Menemen' e geldiler kan revan içinde. Bunun öcü­
nü almak için Menemen· de bir sürü insanı astılar, kestiler.

"Türkiye 'de Batılılarca maaşa bağlanmış aydmlar vm: "

Bakın, şimdi de öyle oyunlar oynuyorlar ki Türkiye' de Alevi­


ler bile azınlık haline getirilmeye çalışıl ıyor. İnanır mısınız? İnanı­
lacak şey değil. Geçenlerde bir kitap çıktı Sivil Örümcek Ağında7'
diye. Hepinize tavsiye ederim. Orada isimler, cisimler, tarihler, ki­
me ne kadar para verilmiş. Hepsi yazılmış. Dehşet verici bir kitap,
kalın. Sanırsınız ki, casuslar ele geçirdiler de, uydurdular da, bun­
ları böyle veriyorlar. Hayır hiç öyle bir şey yok. Bu Amerikalılar
inanılmaz adamlar. Yaptıkları yardımların hepsini bilgisayar sitele­
rinde açıklıyorlar. Sen sadece bunu bileceksin. O sitelere girip on­
ları öğreneceksin. Sitelere ginniş, ismini cismini vermiş. Kime ne
kadar para verilmiş, İşte, şu şu kadar bu bu kadar falan almış. O za­
man, dehşete düşüyorsun. Türkiye'dc inandığın, güvendiğin birta­
kım insanların, aydınların aslında maaşa bağlanmış birtakım kişiler
o lduğunu görüyorsun. Sitenin adı kitapta var. Yazan, Mustafa Yıl-

56
Vatan ve Namus

dırım. Mustafa Yı ldırım eski bir asker. İ şte bunlar yayımlanıyor


Türkiye' de. Aydınlar maalesef bunları görmüyorlar. Ama bizde ga­
zeteler; falan hanım ne zaman çocuk doğuracak, filan bey bilmem
nerede ne yaptı, bunları anl atıyor. Aslında bunları size heyecanla ve
birinci sayfadan vermesi gerekirken. Lütfen, çok dolaylı da olsa
bundan memnun olmadığınızı bell i edin. B unu belli etmeniz, ne is­
tediğinizi söylemeniz lazım. Aksi halde hangi duruma düşülüyor
biliyor musunuz? B iraz önce bahsettiğim Avrupa B irliği mi, Ame­
rika mı diyenin durumuna düşülüyor. Çok net bir şeki lde ne o ne de
öbürü diyebilmeniz liizım. Bunu diyemezsek sonunda kendimizi
onlardan biri zannedeceğiz. Bunu devlet halinde göreceğiz. Bir de
şunu söyleyeyim. l 970'li yıl larda Ankara ' da elime geçen bir belge
vardı. Onu yayımlamıştım. Benim Batı 'nzn Deli Göm leği isimli ki­
tabımda vardır. Bu belge, General Tagaris isimli bir Yunan genera­
linin. Bir istihbarat generali. Yunanistan ' da yazmış. İngilizceye
çevrilmiş bir belge. Hasbelkader benim elime geçti. "Türklerde
Türk azdır. Toplasanız otuz milyon etmez" diyor. "Halbuki, onlar
elli mi lyondan filan bahsediyorlar. Orada en az beş devlet kurula­
caktır." Bu beş devleti de sıralıyor. Sevr haritasını da koymuş. Daha
yetmişli yıllarda bunlar vardı . Şimd i bugün yapılanlar onların tatbi­
kata geçirilmişidir. O zaman bunu yazdığımda aynen şunu söyle­
m iştim: "Türk'ü NATO 'ya Tutsak Ettiler." Gerçek budur.

"Yani, mayası bu ülkenin mayası olan, bu toprağm mayası olan


ve tarihi bu insanlarm tarilıi11e ait olan eserler ortaya koymak "

Şimdi mesele şu, Mustafa Kemal Paşa çağdaş medeniyet sevi­


yesine ulaşalım derken, Batı 'da gördüğü her şeyi Türklerin de ya­
pabileceğini ve Türklerde bu meziyetlerin olduğunu söylüyor ve
buna inanıyordu. Tecıiibesini opera ile yapmıştır. Çünkü, Mustafa
Kemal Paşa müziksever bir adam. B iliyorsunuz, çok iyi alaturkacı-

57
A ttilii İlhan

dır. Bi zzat kendisi fasıl heyetine katılıp şarkı söyleyebi len bir kişi.
Bunları Burhanettin Ökten hatıralarında anlattı, yazdı ve bunu Har­
biye' de öğrenmiş. Fakat Batı müziğiyle de i lgilenmi ş . Operaya
eğilmiş. Daha sonra Ankara merkez olduktan sonra, "biz de opera
yapmalıyız" demiş, fakat Kemal Paşa ' nın uygulama biçimi çok
farklı . Evvela, operadan anlayan bir Türk aramış. Operadan anlayan
Türk'ü bulmuş : Adnan Saygun. Adnan Saygun, hem Türk musiki­
sini çok iyi biliyor hem Batı musikisini çok iyi biliyor. Ondan son­
ra "opera yapalım" demiş. O da demiş ki evvela sözler ve konu la­
zım. Zannediyorum Behçet Kemal Bey, tam emin değilim onu söy­
leyeyim bunu yazıyor. Konu tamamen Türkiye'nin geçmişine ait
bir konu, Özsoy ismini taşıyor. Bunun arkasından meşhur tenor Nu­
rullah Taşkıran, Almanya' dan henüz gelmiş. Onu da çağırmışlar ve
böylelikle operanın kadrosu yavaş yavaş oluşturulmuş. Opera sah­
neye koyulmuş, elçiler de çağrılmış fakat Mustafa Kemal daha bi­
rinci perdede iyi yapamadıklarını düşünmüş ve bırakıp kaçmış. Bu­
nun üzerine operanın geliştirilmesini düşünmüş, edebiyattaki dü­
şüncesi de budur, resimdeki düşüncesi de budur, genel olarak sanat­
taki düşüncesi de budur. Yani, mayası bu ülkenin mayası olan, bu
toprağın mayası olan ve tarihi bu insanların tarihine ait olan eserler
ortaya koymak ve bunları halka ulaştırmak istemiştir. Gazi öldük­
ten sonra onun emekleriyle kurulan devlet konservatuvarı yavaş ya­
vaş gel i ştirildi.
Ona bir müdür bulunmak istendi . İsmet Paşa'nın bulduğu mü­
dür Kari Ebert isminde bir Almandır. Kari Ebert'i onun başına ge­
çirm iştir. Kari Ebcrt'in Türkiye'ye sunduğu ilk opera da Sineta­
na'nın "Satılmış Nişanlı"sıdır79 ve bizim bir Türk operasını seyret­
memiz için yılların ve yılların geçmesi lazım gelmiştir. Aradaki
fark da budur.

58
Vatan ve Namus

"İsmet Paşa, tam bir Tanzimatçıdır. "


İsmet Paşa, tam bir Tanzimatçıdır. Ş imdi bunu ben söylüyo­
rum, sanıyorsunuz. Hayır. B en söylemiyorum. İlk okuyuşum da at­
lamışım. Falih Rıfkı B ey80 söylüyor. Falih Rıfkı Bey'in hatıraların­
da İsmet Paşa' dan bahsederken, ileri bir Tanzimatçı dır, diyor. Ben
çok eski yıllarda okuduğum için o ileri sözünü ilerici anlamında al­
mışım. Halbuki, hızlı, önde gideni anlamında kullanıyor. Zaten İs­
met Paşa' nın yaptıkları da bunu gösterir. Kendisi bilmem kaç ya­
şında iken Cumhurbaşkanı iken viyolonsel öğrenmeye karar ver­
miştir. Bu o zaman çok meşhurdu, aramızda hep söylenirdi. Şimdi,
B atılılığı böyle getirdi ve B atılılık, Batılılaşma birdenbire Cumhu­
riyet Türkiye'sinde yeni baştan Tanzimat' ın yerini aldı. Şimdi biz
tam bir Tanzimatçı o lduk. Elimizdeki her şeyi B atı lılara nasıl vere­
biliriz, diye terkipler buluyoruz. En iyi terkip bulanı da bakan yapı­
yoruz. Sistemimiz böyle çalışıyor. Onun için aklımızı başımıza
devşirmemiz ve e limizden geldiği kadar Türkiyeci olmamız lazım.
Bakın bunu şununla bağlayalım da bitirelim meseleyi. Bunu her
yerde anlatıyorum çünkü bu beni çok etkiliyor. İzmir 'e girerken bi­
l iyorsunuz bir şehitli k vardır. Bilmiyorsanız çok acı . Bu şehitlik,
Hayrettin Paşa süvarisi İzmir'e doğru geliyorken (İzmir'e ilk giren­
ler bunlar) orada bir fabrika yıkıntısının arkasına Yunanl ı l ar saklan­
mışlar. Bunlar birden ateş ediyorlar ve bizim askerlerimizden şehit
olanlar oluyor. Bunun üzerine yapılmış. (Ben o abideyi gazetecilik
yaparken fark ettim. Beni etkiledi.) Karşıyaka'ya geçerken sık sık
_ göıiiyordum. Gittim, üzerinde ne yazıyor onu arıyorum. Eski
harfler vardı. Ben eski harfleri bilmem. Eski harflerle bir şeyler ya­
zıyor. Araştırdım, sordum. Çok büyük bir samimiyetle söylüyorum.
Böyle bir abide için bundan daha mükemmel bir şey bulunamazdı.
İki kelime yazmışlar: VATAN ve NAMUS.81

59
K İ M L İ K M ESELESİ

Muhterem arkadaşlar; konumuz umumiyetle olduğu gibi kim­


lik meselesidir.
Kiml ik, hepinizin bildiği gibi doğrudan doğruya dile isti nad
eder. Çünkü din kiml iği bizim bugünkü an lamamız da tamamlar,
esas değildir. Bununla yanlış anlaşılma olmasın. Ferdin hayatının
rotası, ferdin mutluluğu ve b ireyin sıhhati aslında, din dediğimiz
müessese ve onun toplumdaki şekillenmesiyle çok yakından i lgili­
dir. Yani bazı zevatın, dinsiz toplum olmaz deyişi sadece imanla i l­
gili bir o lay değildir. Eğer, rasyonel düşünüyorsanız (haşa huzurun­
dan) iman tarafı zayıf da ol sa, bunun böyle olduğunun kabul edil­
mesi gerekir. Çünkü din toplu ifa edilen, bazılarının i leri sürdüğü
gibi öyle dedesi öğretecek, yatak odasında dua edecek tarzında de­
ğildir. Din, topluca i fa edilen ve ferdin hayatında belirgin ritüelin
yerine getiri ldiği en önemli müessesedir.
Bununla birlikte din, insanoğlunun tevarüsx2 etmesi yanında,
bir bi linçle kabul ettiği ve bazen ihtida! dediğimiz olayla benimset­
tiği bir kurumken, dil için aynı şey söz konusu deği ldir. Dil, bize
doğrudan doğruya kültürel kimliğimizin ana ekseni olarak verilir.
Bu konuda bir seç imimiz yoktur. Ve insanlar bu konuda bir seçim
yaptıklarını zannetseler bile, bu seçimde bilinç yarı yarıya rol oy­
nar. İnsanların kimliğini tam seçtikleri ya da seçec e' '. � ı ı bır çağda,
yani olgunluk çağında artık dilin tayin dtiği kültürel daireye ginne-

61
İlber Ortaylı

leri mümkün değildir. B unun örnekleri vardır. Mesela 7-8 yaşını ge­
çiyor isen, Hollandalı olamazsın. Yani gidip Hollanda di lini çok iyi
öğrensen de Hollandalı olamazsın. Çünkü en müzikal kulaklar en
kabiliyetli insanların bile aksan hataları vardır. Ve bunlar senin o dil
içinde alaya alınmana neden olur. Hollandaca konuşmaya çal ışan
böyle birtakım Almanlar vardır. Herkes onların Alman olduğunu
anlar ve Alman Hollandalılar bizim gibi konuşamıyor diye, alay
ederler. Bu bi linen birşeydir. Bazı kültürler için bu çok daha bariz­
dir. Mesela, insan o toplumda doğmamışsa ve kulağı ona al ışkın de­
ğilse Çerkez olamaz hele Ibıh dilini hiç öğrenemez. Çünkü seksene
yakın sessiz harften oluşan, sesli harfte yarım, bir veya bir buçuk
bulunan fi lologlar arasında bile münakaşalı olan bu dili, insan do­
ğumdan itibaren orada değil ise öğrenmesi mümkün olmayan bir
dildir.
Dolayısıyla Alcxander Dünezil gibi olsan bile ki , kendisi bugü­
ne kadar gelmiş geçmiş fi lologlarınH3 en muhteşemidir. Türkçe'yi
neredeyse kusursuz bir aksanla konuşuyordu. O bile bu Ibıh dilini
öğrenememiştir. Ibıhçayı kaydedip üzerinde Ibıh 'lar yardımıyla in­
celeme yapıyordu. Oktay S inanoğlu hocamızın çok kesin hatlarla
verdiği gibi, Türkiye'de böyle bir medeniyet değiştirme çabası ko­
miktir. Türkler, belki bazılarına göre telaffuz imkanları daha geniş
bir halktır. Bir İngilizceyi bir Fransızcayı öğrendiklerinde bir Fran­
sız bir Yunanlı bir Arap kadar komik olmazlar. Ama şunu açıkça be­
lirtmek gerekir ki, insanların bugünkü Türkiy e ' de bilhassa bir dili
sonradan öğrenerek kültür değiştinneleri mümkün değildir. Bunun
herkese anlatılması lazımdır. Böyle Anadolu ' nun kasabalarından,
şehirlerinden, İstanbul ' un liselerinden (bunların arasında hemen
hemen hiçbir fark yoktur) gelen insanların birtakım üniversitelere
doldurularak, (bunlara devletin kurduğu Ortadoğu da dahildir, vak­
fın kurduğu başka üniversiteler ve Fethullah Hoca'nın kurduğu Fa-

62
Kimlik Meselesi

tih Üniversitesi de dahildir) ben size İngilizce eğitim veririm, falan


diye İngil izce öğretmeleri hiç mümkün değildir. Çünkü insanlar be­
l irli bir çağdan sonra (o çok erken bir çağdır) ne iyi bir sportmen
olabilirler ne iyi müzisyen olabilirler ne de iyi filolog olabilirler.
Ağaç yaşken eğilir.

"Allalı 'm dediği olur "

O bakımdan Türkiye halkının içine girdiği girdap maalesef fe­


cidir ve insanlar bunun farkında değildir. Çocuk sahibi olan bu
adamlara, yani velilere, yani Türkiye ' de bilhassa çocuğu ve parası
olanlara, bu işin çıkmaz olduğunu anlatamıyorsun. Ben kaç tane
üniversitede hocalık yaptım. B u lisan öğreni lmez diyorum. Yani
bunlar Türkçe öğrenemiyorlar, yabancı dil öğrenemiyorlar. İmti­
handa "Evladım tarzan İngilizcesi yazma Türkçe yaz'', diyorsun yi­
ne tarzan İngilizcesi yazıyor. B öyle İngilizce yazacaksan, Türkçe
yaz, diyorum. Sonra bakıyorsun ki adamın Türkçesi İngilizcesinden
de tarzanca. Yani bu çok feci örnekler veriyor. Ben kimseyi tahkir
etmek için söylemiyorum. Yüksek bilginlerimizin bulunduğu bir
toplantı salonunda, bir takım alt komiteler bir araya gelmişiz, bir ta­
kım şeyleri tartışacağız ben de orada bir komitedeyim. Bunların
hepsi çok zeki, onu belirteyim. Bunların hepsinin IQ denen zeka
testi yüksek, kalitesi çok yüksek, belli. Allah bunları bu dünyaya
zekayla yollamış. Orada eşitlik yok, A llah 'a şükür. Herkesin zekası
farklı. Bazıları çok zeki bazlarının çok daha farklı kabiliyetleri var.
Mühim ölan toplumda onları yerine oturtup, ona göre saygı göster­
mektir. Herkesin kendine göre işi var.
Neyse, şimdi bakı yorum o zeki insanlar boyuna İngilizce kul­
l anıyor. Efendim diyor; "bunun subsidence level ' ini bu yönetmeli­
ğe nasıl feedbackle bi lmem ne yapacağız?", diyor. Ne diyorlar de-

63
İlber Ortaylt

dim! Sonradan düşündüm ki haklılar. Bunlar buradan liseyi yüksek


puanla bitirdi diye, biz bunlara burs verip Yale'e," Princeton 'a'5
göndermişiz. Bunlar, zaten 300 kelime ile gitmişler orada da 500
kelimelik bir İngil izce öğrenmişler. Ne yapacak çocuklar burada
Türkçe 'si 300, İngi lizce 'si 5 00-600- 700 ile 1 000 kelime arasında
gidip gel iyor. İngi lizce konuşacak öldürsen İngilizce konuşur. Yani
bu işi rahmetli Özal gibi Amerika gördüğünü gösteıınek için yapı­
yorlar. Başbakanımız Türk Halkı ' na "Bunun financial mekanizma­
sı" diye demeç veriyordu.
Türkiye k'endi lisanını öğrenemeyen insanların düzeyine düş­
müştür. O bakımdan kiml i ğimizin çok büyük yaraları vardır. Bir ke­
re bunu hal ledeceğiz. Tabi şunu açıkça belirteyim, ben harf devrimi
deni len Harf İnkılabı ' na karşı deği lim, taraftarı m. Çünkü Türk dili
sesl i bir dildir. Sami alfabelerinde sesli yoktur. B inaaleyh bizim or­
tak Türkçemizi hala kuramadık. Ama kuruyoruz inşallah. Allah 'ın
dediği olur.
Yani işte Azerbaycan fi lmleri seyredil iyor. Türk filmleri seyre­
diliyor. Bu konuda, Azerbaycan l ı lar da herkesten hızlı çıktı. İnsan
hayret ediyor. Ne kadar zeki bir mi l let ! Ruslar filmleri senkronize
edemedi, Azeriler fi lmleri senkronize ettiler. Bir kovboy gel iyor:
"Sen ne diyirsen?'' diyor. Neticede kovboy filmi senkronize edilmiş
vaziyettedir. Rusya ' da ecnebi' fi lmi seyredemiyorsun. Kadını, erke­
ği bir kadın tercüme ediyor. Bunu Azeriler fevkalade yaptılar. Ve o
işte biz onu dinl iyoruz, o da bizi dinl iyor. B ir baktım oradaki keli­
melerin hepsi buraya giriyor.
Bakü çarşısına giderseniz, İstanbul Türkçesi konuşulduğunu
göreceksiniz. En inatçı ve ka lın kafalı olanlar yine bizim meslekten,
yani "ulema-i zaman'' Biz hala ısrar ediyoruz. O da çözülecek. Ben
hiç ümitsiz deği lim. Yeter ki birbirimizi görelim, sıcak il işkiler ku­
ralım. Bu çok mühimdir. İşte mesele şudur; bu dille bir gelişme ola-

64
Kimlik Meselesi

cak. Bu çok önemli bir şeydir ve tabi bu dili tespit edebi lmek için
ortak Türkçemiz için bizim ses li bir alfabeye i htiyacımız vardı.
Onun için geçen asırda Azerbaycan'da Türkiye'nin büyük adamla­
rı bu harf devrimini yapmışlardır. Bu kaçınılmazdır.

"hunlar kimliğin sorunlandır"

Ama harf devrimi yaptık diye bir marifetmiş gibi Osmanlıca­


yı öğrenmemek ! İşte o odunluktur. Ben Moskova'da öğretiyorum.
1 5 günde öğreniyor çocuklar. Alınanlar da o kadar zamanda öğre­
niyor, ama daha çok çalışarak başarıyorlar. B izimkiler bir haftada
bırakıyor yahut hiç gelmiyor. B i r de böyle bir ideoloj i gelişmiş.
Efendim, öğrenilir mi diyor! Mesela, ne öğrenilmez? ! Laf her şey
öğreni lir. Varsa, karınca yazısı bile öğreni lir. Çince değil ki bu. Ç in­
ce olsa düşünürüm, çünkü onu öğrenmek ömür a lır. Bu öyle bir şey
değil ki, basit bir şey bu. O kadar metotları var ki, her gün yarım sa­
at; bir sayfa yazıyı şöyle b irkaç kere okusan, okul çocukları gibi en
düşük çalışma temposuyla bir aya kalmadan roman okumaya baş­
larsın. Zaten bir romanı bitirdikten sonra tamamdır. İkinci romanı
da bitirirsen, ciddi bir bunama krizi geçinnezsen unutmazsın artık.
Eğer 1 5 yaşından evvel öğrendiyscn hiç unutmazsın. Bu işl er bu ka­
dar basit şeylerdir. Ne yazık ki Türk halkına anlatılmıyor. İşi güm­
bürtüye getiriyorlar. Efendim bütün liselere koyalım diyorlar, A llah
Al lah öyle konur mu, inkı lap yaptık, diyorl ar. Altı üstü Arap alfabe­
si ne alakası var inkılapla. İnkılabımızı yapmışız zaten. Nenenin,
dedene yazdığı mektubunu okursun. Bunu öğrenirsin, beni rahatsız
etmezsin.
"Yalla dedemin kitaplarına baksan", diyorlar. "Niye bakayım?
benim vaktim yok ki", diyorum. " Ne olur baksan", diyor. Satacak,
içinden ayıp mektup, yazı çıkar mı diye korkuyor, temizlemek için
baktırıyor. Okuma bilmiyor. Okuma - yazması yok.

65
İlber Ortaylı

l 950' 1erdc ben ilkokuldayken Türkiye ' nin %80'i köylüydü.


Ankara' da zavallı bir takım ezik insanlar yanımıza gelir, "Şu yere
giden otobüsü göstersene bana, okur-yazar değilim" derlerdi. Onu
aynen hatırlıyorum. Profesör olmuş okuma yazma bilmiyor. Ya
Rabbim ne büyük cehalet! Okuma yazma bilmiyor. Çok kötü ! Üm­
mi. Bu bir mesele değil, halledersiniz. Yani bunlar kimliğin sorun­
larıdır.
Biz İran kültüıünc bulaşmış talihli milletlerden biriyiz. İran
çok eski bir kültürdür. Edebiyatı ve şiiri mükemmeldir, hiç tartışıl­
maz. Böyle bir medeniyete bulaşmış olmak, ecdadımızın ve bu dili
edebiyatın içine ithal etmiş olması utanılacak bir mesele değildir,
i ftihar edilecek bir meseledir.
Efendim, Arapça'yı mazide öğrenmişiz. Çok iyi etmişiz. Keş­
ke devam etseydik. Çünkü, Arapça hoş kıvrak bir dildir. Ve felsefe
için çok müsaittir. Ve eğer oradan biraz aklımızda bir şey kalırsa,
kendi dilimizin de çok kıvrak olduğunun farkına varırız. Bir insa­
nın kendini anlayabilmesi için başka şeyleri tanıması gerekır. Dola­
yısıyla artık Türkiye ' de bu tek yönlü İngilizce kültür işini bırakma­
mız gerekir.

"Ana kültür Türklük 'tür, Türk dilidir "

Bence batı kültürüne karşı direnebilmemiz için panzehir o larak


seçkin sınıfların çocuklarına iki tane batı dili, iki tane doğu dili "Al­
lah ne verdiyse" öğretmek lazımdır. Böylece Türkçe 'nin ne kadar
muhteşem bir dil ol duğu anlaşılsın ve Türkçe kıvrak bir biçimde
kullanılmaya başlansın. Şunun üzerinde açıkça durmak gerekir; ek­
mek parası kazansınlar diye, Latince gibi bir İngilizce dili yarattık.
Böyle bir şey olamaz. Bundan, kimse ne ekmek kazanır ne dil öğ­
renir ne bir şey yapabilir.

66
Kimlik Meselesi

Ve bazı şeylerin daha da üzerinde durmamız gerekir. Kendi


çocuklarımızı çok iyi yetiştirmek için kesinlikle büyük şehir denen
müesseselerin içinde eğitim kurmamız gerekir. Bu çok açıktır. Ana
kültür Türklük 'tür,Türk dilidir. Bunun için de üniversal o lmamız
gerekir. Bu üniversalite dediğimiz şey, her şeyden evvel o dilin içe­
risindeki mükalemeyi ve mükatebeyi yani söyleşmeyi ve yazışma­
yı ortak hale getirmekle mümkündür. Bunun için Türk Dünya­
sı ' ndaki üniversitelerin hepsinin büyük şehirlerle rabıtası olacaktır
ve bunların birbiri ile bağlantısı olacaktır. Bunu temin edemediği­
niz takdirde bizim kurtuluşumuz mümkün değildir. Çünkü bu kadar
yaygın coğrafyaya giden bir kültürün insanlarının hala kompartı­
manlar halinde yaşamasıyla hiçbir şey ortaya çıkmaz.
İşte, Stalin devrinde 1 93 0 ' 1arda münevver tabakamızı, iki dil,
üç dil bilenleri ve Türkçesini, Farsçasını çok iyi kul lananları temiz­
lediler. Ondan sonra herkesi Moskova'da bir senelik, iki senelik
kurslara tabi tutarak; üniversite hocası, baş redaktör vb. yapıp m il­
letin başına bela ettiler. Böyle her on kelimenin yedisini berbat kul­
lanan, Rusça konuşmaya başladığı zamanda beceremeyen bir top­
luluk oluşturuldu. Halbuki Rusça da kendine göre güzel bir dildir.
Oradaki cumhuriyetlerde, aslında onu da beceremeyen insanlardan
ibaret bir Türk entelijensyası yaratı ldı. Buna Sovyet tipi deniyor. Ve
oradan hiç şikayet etmeyelim. Stalin ' in topla, tüfekle, etitişle yap­
tığı şeyi bu tarafta da biz gönül lü yaptık . Böyle bir takım kasaba
zihniyetli insanlar; Osmanlıca eskimiş, Arapça, Farsça atılması ge­
reken bir dil diyerek, Amerika' ya gideriz ondan sonra geri döndü­
ğümüz zaman, yarı İngilizce yarı Türkçe konuşan bir insan tipi or­
taya çıkıyor.
Bunlar arasında hiçbir fark yoktur. Bunlar bir kere son derece
kültürsüz insanlardır. M illiyetçilik demek içine kapanmak değil,
milliyetçilik dünyaya açılmaktır. Dünyayı bileceksin ki kendine

67
İlber Ortaylı

daha iyi dönesin. Dünyayı bilmek de, tek yönlü olmaz. Atlantik öte­
sine gidene kadar etrafını öğrenirsin, sağına soluna bakarsın gider.
Ben zannediyorum ki insanlar Türkçe düşünemiyor, konuşamı­
yor ve Türkçe okumayı-yazmayı öğrenememiş, onun için Rusça
konuşuyor. Sonra baktık ki bunlar İngilizce öğrendiler süratle, zeki
milletiz. Bu sefer İngil izce konuşmaya başladılar.
Ne kadar üzücü bir tutum. Demek ki biz sadece cahil değil,
başkalarını kendimizden üstün görme duygusu olan insanlarız ve
cehalet oradan beslenir. Hakikaten ne kadar hoş bir şeydir, bir Türk
kurultayında insanların bir araya gelip Türkçe konuşması. Ve mese­
la o konuşurken ordan bir deyim kapacaksın, ondan bir şey ka­
pacaksın "Vay be! B izde yokmuş onlarda varmış ! " diyeceksin.
"Destelemek" diyorsun, "desteklemek" diyor, "kömekleşmek,
kömek etmektir" diyor. Kardeşim o, "yardım", desteklemek başka
bir şey diyorsun; bu da burada muhteşem bir durum, "Görkemli"
dersin. O zaman at Arapçayı ya da ikisini birlikte kullan. Bu imka­
nı, bu zenginliği göremeyecek adamlar yaratmışız. Ne kadar feci
görünümdür bu ! Bunun düzelmesini ümit ediyoruz. Kurumlaşma
tabi ki bunun için kaçınılmazdır.
Eğer, biz böyle gitmeye devam edersek, devletler hiçbir şey
yapmayacak; hükümetler, Asya Cumhuriyetlerimiz, Kafkasya' daki
gruplar ve Türkiye kurum olarak h içbir şey yapmayacak. İnsanlar
ancak sivil toplum kuruluşlarının girişimiyle belki bir araya gele­
cek. Bu olamaz! Bu yeterli değildir! İnsanların çok daha derin kar­
deşlik örgütlerine ihtiyacı vardır.
Şurası açık ki 1 2. asır ortaçağının toplumları, bugünkü Türk
Dünyası 'ndan çok daha derin, çok daha sıcak, çok daha sade fakat
devam lı kuruluşlara sahipti ler. Bu çok önemli bir konudur. Bunu te­
min edemediğiniz ölçüde hiçbir şey yapamazsınız.

68
Kimlik Meselesi

Kimlik insanları toplar, ki ml iksizlik insanları dağıtır. Bugünkü


Türkiyc 'nin içinde olduğu gibi . Politikacı lar kül türel kiml iğin oluş­
madığı yerde etkili olamazlar. Bir kere etkili bir dil kullanamazlar.
Bugün Türkiye 'de retoriği, hitabeti kuvvetli bir pol itikacı var mı?
Yok. Var dediklerimizi kimse din lemez. Bizim memlekette bugün
"Bunun hitabeti kuvvetli, bu genel başkan olur" diyorlar. Bir bakı­
yorsun o, doğru dürüst kahvede bile dinlenmez. Politikacının hita­
beti dediğin zaman; görülmemiş terimlerle, görülmemiş esprilerle,
Çin 'den Maçin'den80 şakalarla, hicivle insanları alıp götünnesi la­
zım. Öyle bir zenginlik yok. Vardı öyle politikacılar bitti, bitiyor.

"kafan çarpıtılmış "

İkincisi; bundan çok daha önemlisi, kimliğin inşa edilmediği


bir yerde insanların insanlarla ilişkisi olması ! Politikacılık tamamen
yalancılık ve hatta politikacının kendisi değil, seçmen açısından da
yalancıl ıktır. Kimliğini inşa edemeyen bir toplumun idare edeni ve
edileni tamamıyla yalan. Sahte problemler ve alış verişler etrafında
birbiri ile temasa gelir. i şler basit menfaatlere, basit vaatlere ve ta­
bi ki demagoj iye iner. Bu en önemli unsurlardan birisidir. Kimliği­
ni inşa etmeyen bir toplumun tarih yapması mümkün değildir, tarih
şuuruna ulaşması mümkün değildir. Çünkü "Tarihimizi nası l değer­
lendireceğiz?, Geçmişe nasıl bakacağız?, Geçmişteki insanları ne­
reye koyacağız?, Ne istiyoruz?, Ne görmek istiyoruz? Ve geleceği
nasıl inşa ediyoruz?" bunu anlamalıyız. Az önce burada Şükrü Bey­
le, Levent' le sözünü ettik; Türkiye toplumunun daha 1 00- 1 50 yıl
evvelki padişahlar üzerindeki söylem biçimi ibretliktir. Değerlen­
dinne biçimi ibretliktir. Ve burada maalesef cehalet en büyük rolü
oynamaktadır. Çünkü yakın tarih için bu gibi saçmalıklar, kimlik
inşasından i leri gelebil ir. Ruslar bizden çok daha b i lgili bir toplum

69
İlber Ortaylı

olmalarına rağmen, onların da bu konuda III. Alexander, i l . Alexan­


der ' ı değerlendirmeleri komik oluyor bazen. O neden ama? Orada
politik bir yalan rüzgarı esmiş. İnsanların beynini bulandırmış, in­
sanlar eğri i le doğruyu göremiyor.
Sulhsever bir hükümdar olan ve aslında Rusya için iyi şeyler
yapmaya çalışan bir III. Alexander ' i bambaşka çizip koymuşlar.
Adam, onu öyle görüyor, anlamıyor. Ama bizim il. Abdülhamit'i 87

görüş biçimine baktığımız zaman, burada sadece ideolojik sapma­


nın söylemi değil büyük ölçüde cehaletin rol oynadığını görüyorsu­
nuz. Bu çok feci bir şeydir. Adam "İptidai bir adam Abdülhamit,
Fransızca bile bilmiyor" diyor. Allah Allah herhalde öyledir, diyor­
sun. Ama niye iptidai olsun. Yani adam padişahlık yapmasa İstan­
bul'un en iyi mobilyacısı olurdu, milyarlar kazanırdı, diyorsun.
Sonra İtalya Kralı Umberto ' nun88 hatıratını okuyorum. Kendisi bu­
raya veliahtken gelmiş, Abdülhamit' le Fransızca konuşmuş. Abdül­
hamit'i çok da sevmiş. Peki o zaman, sen ne diye bana "Fransızca
bilmiyor" diyorsun? ! Bir hükümdar için, senin böyle bir kıstasın
varsa! Bu Fransızca bilmek değil, önce onu öğren. B irinci şey bu
tarih tahrip ediliyor. Burada bilgisizlik var. İkincisi; bir takım olay­
lar yanlış yoruma tabi tutuluyor. Üçüncüsü; zaten kimlik sorunun
olmadığı için bir takım şeyleri sen anlamıyorsun. Yani i l . Abdülha­
mit'in Panislamizim denen politikasının ne olduğunu senin anla­
man mümkün değil. Kafan çarpıtılmış. Yani kimlik sorunun var se­
nin. Bir kere çok önemli bir şeydir bu. Kimlik sorunu olan bir
adam, bir olayı değerlendiremez. Hiçbir şekilde değerlendiremez.
Örneğin opera sanatıyla ilgisi olmayan bir adam, çamaşırcının arya
söylemesi ile Renata Tebaldi 'yi89 dinlediğinde fark edebil ir mi?
Mümkün değil . Her şeyden evvel ikisi mukayese edildiği zaman
böyle bir bilgin ve bir niyetin olacak. Yorum dediğimiz şey sadece
siyasi çarpıtma olmamalıdır. Fakat işin asıl tehlikesi, Yani yorum

70
Kimlik Meselesi

dediğimiz şeyin belirgin bir kültüre ve belirgin eğitime dayatılma­


ması, Türkiye ' de büyük problemler yaratmıştır.
Bundan ne çıkar onu anlatacağım?
Bu toplum, tarihi ve coğrafi hareketliliği dolayısıyla çok zeki
bir toplumdur. Bunu biz yapmamışız. Allah ve tarih böyle tayin et­
miş. İnsanlarımız 1 000 sene gibi kısa bir zaman içinde Altay Dağ­
ları ' ndan, Mavcraünnehir 'den,90 Tuna kıyı larına kadar hareket et­
mişler. Onunla bununla evlenmişler, onunla bununla tanışmışlar,
onu bunu yemişler, onu bunu giymişlerdir. Bu çeşitlilik bu toplum­
da çok büyük bir sıhhat ve zeka yaratmış. Bu çok enteresan bir şey­
dir. Mesela Azerbaycan' a, Kafkas Dağları ' nın dibine Şeki 'ye9' gidi­
yorsun, yüz senedir orada kalmış gibi gördüğün fiziği de çarpuk
çurpuk adamdan, konuşurken zeka fışkırıyor.
Toroslar ' a çıkıyorsun, o cahil Türkmenleri görüyorsun. (Hele
benim gençliğimde okuma-yazma meselesi olan bir yerdi, ama şim­
di açıldı oralar.) İnanılmaz bir yaratıcılık görüyorsun. Bosna 'dan
gelmiş adamlar Kafkasyalı ile karışmış, Kayscri 'nin Pınarbaşı 'na
oturmuş dünya güzeli insanlar. H iç beklemediğin bir yerde, adam
olmadık işlerin altından girip üstünden çıkıyor. Sahtekarlığında bi­
l e ayrı bir estetik olan adamlar.?
İtalyan Senatörü Tuglia Romanioli Hanım, bana bir şey anlattı :
Napoli 'de restoranda bir adam: "Fiş almazsanız, size tenzilat
yapacağım" diyormuş.
Tuglia Romanioli Hanım; "İyi peki yapalım da! Dükkanın
önünde müfettişler bekliyor, fış soruyor?" diyormuş.
Adam "Ben hallederim" diyor. Tuglia Romanioli Hanım böy­
lece fış almıyormuş.
Oradan adı "Signore Compagnatore Fiscale" olan şişman bir
adama "mali refakatçi" diye bir ad koymuşlar. Adamın cebinde iki,
üç, beş kişilik fişler var, onlarla dışarı çıkıyor, hanımların elini de

71
İlber Ortaylı

öpüp refakat ediyor, 200 metre uğurluyor, geliyor. Böyle bir numa­
ra, tabii gülmekten yerlere yattık.
Ben bundan daha iyisini biliyorum. Bizimkiler de Almanya 'da
buzdan Mark kesip makineleri boşalttılar. "Aaa", "Bak buna şapka­
mı çı kartırım", dedi. Böyle, ahlaksızlığında bile yaratıcılık olan bir
kitle çıkıyor. Şimdi bu kitleyi siz durduramazsınız. Bunlar sanayi
kurar, yol yapar, her şeyi yapar.
Sefalet içinde terk ettiğimiz Trab lusgarb 'a 50 sene sonra dö­
nerler, orada öyle vinçler kurarlar, limanda mühendislik harikası
şeyler yaratırlar, çalışırlar. Kaddafi;92 "Ben bu Türkleri size hizmet­
çi yaptım" diye nutuk attığı zaman, "hadi be" diye bu lafları süpür­
geyle süpürür. Çünkü limanda STFA93 firmasının vinçleri var, mü­
hendislik harikası yaratıyor. Böyle nutku dinlemez adam. Bu toplu­
mun müthiş solidaritesi olur, böyle abuk sabuk sınıf kavgalarına da
bir yere kadar gider. B ir yerden sonra da orada "stop" der, uyanır.
Çünkü realite ile ilgisi vardır. Militar, askeri, hareketli, göçebe bir
toplumun insanıdır. (Bilmeden, anlamadan "Göçebe" diyorlar ya,
peki " göçebe" olsun.) Bu çok önemlidir. Bu millet, bir yerden gider,
onu tutamazsınız. Böyle giden, kazanan, yapan bir milletin eğer eği­
timini belirli esaslar üzerinde inşa etmezseniz, ortaya hakikaten kor­
kunç mahluklar çıkar. Yani bu başkasını da yer, kendini de yer. Müt­
hiş dejenere de olur. Ve on ya da yinni senenin içinde, bizim hayatı­
mızın içinde bütün değerlerin altüst olduğunu görürsünüz.
Bu kültürel kırılmalar dolayısıyla da başka türlü çatışma çıkar.
Türkiye 'de bugün öyle İspanya iç harbindeki gibi zenginle fakirin
kavgası, Sovyet devrimindeki gibi bilmem nenin kavgası değil.
Çok komik bir şey, başörtüsü ile ifade edi len, yok tarifi yapılama­
yan mezhepler nedir? Sünni lik, Alevi lik. Oturuyoruz oturuyoruz bir
tarifini yapamıyoruz. Tarifini yapan varsa gelsin anlatsınlar bana,
önce bir kendimizi tarif edelim, sonra kavga edelim.

72
Kimlik Meselesi

Olmayan şeylerle insanlar birbirine girer. Bu toplumda sorun


kıtlık deği ldir, açlık değildir. Bunların hiç birini yaşamadık. Fizik
bakımından, bütün Akdeniz havzasının en müreffeh ve sağlıklı top­
lumuyuz. Antibiyotik keşfedi lmeden önce sıtmanın sorunlarını hal­
lettik. Bu toplumda Frengi diye, sağdan soldan bulaşan bir hastalık
vardı , antibiyotik keşfedi lmeden önce frenginin kalıntıl arını hal let­
tik. Binaal eyh bizi maddiyat h içbir şekilde yıkamamıştır. Bu doğru
değildir. Ve biz dururuz. Öyle geri kalmış toplumlar, herkes İngilte­
re gibi sanayi öncüsü olmayabil ir. Ama sanayi kervanına da katıl­
dık. Hele biz sanayiden hiç anl amazmışız! Yok ya! O zaman kim
yapıyonnuş o gemileri? Türk-Rus Savaşı'ndaki koskoca Frank Dük
N ikolay ordularını durduran o topları tüfekleri kim döküyormuş?.
Bunlar boş laflar. Oktay Sinanoğlu nereden çıkmış, Amerika 'dan
mı çıkmış, buradan çıktı. Aslında buradan çıkıyor, burası yapıyor.
Bunu bilmek Hizım.
Bunlar önemli şeylerdir. Onun için bu toplum durmaz. Bu di­
namik toplumdur. Gider, her zaman gider.
Türkiye maalesef kültürel referanslarını, kimliğini iyi tarif et­
mediği için çatışmaya doğru gidiyor. Bunu engellememiz için su­
ret-i katiyede kültürel değerlerimizi ve referanslarımızı yani demir
alma noktalarını tespit edeceğiz. "Bu iş böyledir arkadaşlar", diye­
ceğiz.
Bizim ilah iyatçımız, ilahiyatçı da değildir; o, yanlış tercüme­
dir. Ona "kelamcı" denir. Bizim kelamcımız üç, beş dille yetişen in­
san olacak, ona göre yetiştireceğiz. Bizim kelamcımız şehirleşen
toplumun problemlerine h itap eden adam olacak. Bu kadar açık bu.
Yoksa Onlar kötü deği l . Bugün sosyal bilimler grubunun içi nde ge­
ne en çok okumayı, yazmayı, dipnot tutmayı doğru dürüst bilen
adamlar onlar ama yetmez! Ve platformu da yanl ış. Çok daha fark­
l ı yerde gidecek. Bizim insanımız tarih bilincine, tari hin demir al-

73
İlber Ortaylı

ma noktalarına sahip insan olacak. Bir kere neyi nasıl tarif ettiğini
bilecek. Bunları yaptıktan sonra müzik kültürün de ona göre gelişir,
fizik kültürün de ona göre bağdaşır. Kavga noktaları kalkar. Çeşit­
lilik o zaman söz konusudur. Yoksa bugün çeşitlilik ortada yok. Ne
çeşitliliği var? Nereden çeşitlilik var? Efendim, "mozaik bir top­
lum" diyor. Ne mozaiği? Nerede o mozaik? Aramaya kalksan bula­
mazsın. Ana dilde eğitim yapacakmış, öğretmenin varsa buyur yap.
Okulu açması benden. Ama ana dilde eğitim yapalım, mozaik der­
ken, o arada bazı numaralar çekiyor. Ortaokulda ders verebilecek
seviyede derinliğin ve bu seviyede bir öğretmenin yoksa sen bana
hangi mozaikten bahsediyorsun. Ondan söz edelim. Bunlar çok
önemli şeylerdir ve Türkiye'de bir takım şeyler yanlış tarif ediliyor.
Yanlış tarif edildiği için de sahte çatışma mihrakları ortaya çıkıyor.
Bunların hiçbirinin temeli yoktur. Temeli yoktur. O zaman görece­
ğiz ki bazı konuları halletmiş olacağız.94

74
NEREDEY İ Z? NASIL D İ Rİ LECEG İ Z?

Arkadaşlar! Gönül lerinizdeki o şevki, o vatan sevgisini gözle­


rinizden okuyorum ve bu bize büyük mutluluk veriyor.
Ülkemiz büyük ve uzun tarihinin en acıklı günlerini yaşamak­
tadır. Tarih dediysek, bizim tarih 1 923 'te başlamaz. Tarihimizin
asırları, bin yılları geriye doğru uzanıp gider. Tarihimiz ne bin sene
önce başlar ne 1 923 'te. Binlerce hatta on binlerce yıllık olan tarihi­
mizden bahsediyorum. İşte o uzun, o görkemli tarihimizin en acık­
lı günlerini yaşıyoruz. Ama sizdeki bu şevk, gözlerinizdeki o vatan
aşkı hissedilir olduktan sonra hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmaya­
cağız. Bu millet (beş yüz senede, bin se!lede bir), bir defa deği l, kaç
kere daha Ergenekon95 çıkarmıştır! Avrasya' nın bir ucundan diğer
ucuna belde belde uzanmış vatan topraklarımızda kaç kere birilefi..
"Tamam, bunların işini bitirdik." demişlerse de, o gafillerin öyle
demelerinden elli, yüz sene geçmesiyle Türkler kendilerini toparla­
yıp yeniden büyük bir dünya devleti kurmuş, ' Batı 'nın barbarlarına
insanlığı ve medeniyeti bir defa daha öğretmiştir. Haberiniz olsun,
şimdi dünyada yine bize ihtiyaç var. Yeter ki gelen nesillerin zihin­
lerinde, gönüllerinde, kimlik, dil, tarih bilinci, tasavvuf terbiyesin­
den gelen insanl ık anlayışı olsun. Ondan sonra bir Ergenekon daha
olacaktır. Ama önce bir ' uyanış ' , bir ' kendine geliş' gerekiyordu; o
olsun diye yıllardır çalışıyorduk, uzun yı llar, 40 yıl, tek başına.

75
Oktay Si11a11oğlu

Ve işte, şükürler olsun, o "Büyük Uyanış" başladı !91' Bu çınarı


kesmekle kalmadı lar, toprağın üzerinde azıcık dibi görünüyordu
onu da yonttular, toprağm altında kaldı, görünmez oldu; ama yine
de ümitsizliğe kapılmadık, gece gündüz uğraştık. Ve işte, şükürler
olsun, son beş yılda "Büyük Uyanış" başladı. Türkiye 'nin her tara­
fında, yerli, yabancı misyoner okullarındaki gençlerde bile "B üyük
Uyanış" başladığını gördük ve dedik ki: "Dibi bile görünmeyen, üs­
tü toprakla örtülmüş, ufalanmı ş çınar çotuğundan, toprağm altından
filizler çıksın umuduyla 40 yıl uğraştık ve nihayet işte çıkmaya baş­
ladıklarını gördük; şimdi de o fi lizleri suluyoruz."
Peki "Büyük Uyanış"tan neyi kastediyoruz? Kıstas ne? Mü­
şahhas (bel irgin) temel meselelere bakmamız, o konularda ne dere­
ce bir bi linçlenme olduğuna, Türkiye ve Türk Milleti ' ne karşı dışar­
dan ve içerden yapılan kötülüklere, ihanetlere toplumumuzun,
gençliğimizin "Dur!" demesine ne kadar yaklaşıldığına bakmamız
lazım. Bu belirgin işaretlere ve duruma aşağıda yer yer göz ataca­
ğız.

"AB uyum yasa/art " adı altmda Türkiye :ve dayatmalar

IMf,97 "şöyle yapın" dedi, "Avrupa Birliği bize uyum yasaları


çıkartın" dedi . . . Onu istiyor, bunu istiyor. Kimse karşısına çıkıp da
"Kardeşim sen bizden nasıl böyle bir uyum yasası istersin? AB ül­
kelerinde böyle bir uyum yasası var mı? " Yok. Ben size söyleye­
yim yok. Kendisinde böyle bir şey yok. Tam tersi var.
Birisi çıkıp da, nazikçe "Sizde böyle bir şey var m ı? Varsa biz
de yapalım" diye kibarca söylese, onlar mahcup olup gezmen (tu­
rıst) gibi döner giderler. Halbuki, yıllardır kendilerine (ve her hükü­
met sırasında) "Affedersiniz efendim, işte biz daha ödevimizi yap­
madık" deniyor. O da "Ödevinizi çabuk yapın, hadi elinizi çabuk

76
Neretleyiz? Nasıl Dirileceğiz

tutun" diyor. Her tarafta böyle bir ' AB ' dir, ama bir yandan da
1 945 'ten beri gelen bir 'ABD 'dir gidiyor. Herkesin zihni karışmış
olmalı: AB 'nin mi kuyruğu olmak istiyoruz, ABD 'nin kuyıuğu ola­
rak mı kalacağız? Daha buna karar verilmemiş sanki. Bu ikisi aynı
şey mi? Yoksa AB ile ABD birbirine zıt, birbirine rakip değil midir?
Böyle bir durum inanılmaz bir şey. Orada Avrupalıların kendi­
lerinin başı dertte. Almanya, (Asya 'da da Japonya) resmen "Ame­
rika'nın işgali altında ülke(ler)" sayı lıyorlar (uluslararası sınıflan­
dırmada).
Almanlar bana diyor ki; "Biz sömürge olduk".
Ne demeli? "Sen sömürge görmemişsin."
Avrupa diye bir şey var zannediyorlar Türkiye 'de. Avrupa ne
ki . . . Ufak tefek birkaç milyon kişilik devletçikler, mil letçiklcr; ço­
ğu Konya ' nın yansı olamaz. Avrupa' dan biri geliyor, bazen diplo­
matik bir sıfatı da yok. "Siz işte şöyle yapın, böyle yapın . . . " diyor.
Onun karşısında hemen "Aman efendim affedersiniz". Eski Fransa
Başkanının Hanımı meclise gelirdi; dikkat kendisi de deği l , resmi
bir sıfatı olmayan hanımı! Bizimkiler kuyruğa giriyor. Bizimkiler
dediysek, o hükümet bu hükümet, o parti bu fırka değil, elli senedir
biliyoruz, her dönemde hep aynı ol ay. Hiç kimse alınmasın. (Bir ke­
resinde böyle bir şey dedim. Oradan ızbandut gibi bir adam çıktı;
dedi ki: "Sen bizi onlarla aynı kefeye nasıl koyuyorsun ? ". Her biri
kendi fırkası için öyle der ya. O zaman hepsi eşit oluyor zaten. Bi­
raz matematik öğretseler kimse böyle abuk sahuk konuşmaz.)

Türkçe ve Matematik ile Dirileceğiz

Herkes matematik öğrensin! Türkçe matematik gibidir. Biz,


naçizane, Türkçe' nin yapısal cebirini kaç sene önce çıkardık. Yüz
otuz yıl sene evvel de Türkçe'nin hendesesini (geometrisini) A l ınan

77
Oktay Sinanoğlu

dilbilimci ler bulmuş. Siyasetçiler seçimlere girmeden önce "Tar­


zanca" (vani İngilizcenin dünya kölelerine reva görülen 250 keli­
melik sulandırılmış şekli) bil iyor mu diye bakmayacaksın. Hayır,
siyaset adaylarında Tarzancaya bakmayacaksın. Başka ne biliyor
ona bak. Onları Tarzanca kursu yerine önce ciddi bir matematik
kursundan geçirmeli. Sahici matematik; ezber değil. Çünkü her dal­
da bu lazım. Böylece açık seçik muhakeme etmesini öğrenenler,
kalkıp da birbirini tutmayan rakamlar, akla izana uymaz laflar söy­
lemezler.
Biliyorsunuz Türkiye'de matematik en rağbette olmayan sa­
haydı. Evrenkentte (üniversitede) matematiğe birkaç kişi ne için gi­
rerdi?
"Aferin matematiğe girmişsin. Demek, çocuktan beri matema­
tiğe meraklıymışsın. Vay canına ! . . . Bu iş öyle olur zaten."
"Yok hocam, ne matematiği; dişçiliğe puan tutturamadım da."
Yani hiçbir dala giremeyen matematiğe girerdi Fizik de öyleydi.
Çok eski deği l, l 990 ' larda, bir evrenkentimizde yanıma gene bir­
kaç öğrenci gelmişti . Fizik son sınıf öğrencileriymişler.
"Demek fiziğe merak sardınız." -"Yok ya hocam . . . " Onlar da
işte filanca dallara girememişler; ancak fiziğe puan tutturabilmişler.
"Peki bitirince ne yapacaksın?" -"Yalla, amcam bana bir video
kasetçi dükkanı açacak".
Evet, on yıl kadar önce durum böyleydi. Derken, yurdun her
yanındaki konuşmalarımızda, bir çok yazılarımızda, Türkçe ' nin,
üstün bir matematiksel yapıya sah ip fevkalade güçlü, sürekli kendi­
ni türetebilen, bilime, tekniğe en uygun dil olduğunu an latırken,
oradan başlayıp gençlere her dal için matematik temelleri edinme­
nin önemi ve matematikten yoksun bir bilim dalının laf salatasın­
dan ibaret kalacağı üstünde durduk. Aradan 5 yıl kadar geçti. B ir
gün bir de baktık ki, bir ulusal hendese kurultayında 500 kadar genç

78
Neredeyiz? Nasıl Dirileceğiz

var. Gözlerinden zeka fışkırıyor, derin ve çetin hendese meselele­


rinde araştırmalarını (tabii Türkçe) tebl iğlerinde sunuyorlar, ispat­
lar, anasavlar sorular, cevaplarla tartışılıyor, vuzuha kavuşuyor. Ve
gençler evrenkentlerde matematiğe girmek için yarışır oldular. İşte
böylece, yıllar önceki "Bil im + Gönül" düsturumuz, "Bili mle ak­
lınızı geliştirınek için matematiğe, gönlünüzü geliştirmek için de
Türkçe'ye sarılınız" nasihatimiz meyvesini verıneğe başladı. Şü­
kürler olsun. Al lah gençlerimizin bilim, millet, ve insanlık için ba­
şarılarını arttırsın.

İşte ilk hakiki 'Türk Dünyası Kurultayı ' ve Türk Dünyası ortak
Türkçe bilim dili

İlk defa bir tarihi olay oldu. Onu anlatmam uzunca sürer ama,
biraz bahsedeyim: 2000 yılında '/. Türk Dünyası Matematik Kurul­
tayı ' yapıldı . Bil iyorsunuz Sovyetlerde (Türk elleri dahil) pek çok
dosdoğru bilim adamı, matematikçi yetişmişti; bizde de popçu, top­
çu. Fark o. Yoksa iki taraftaki egemen güçlerin yaptıkları biri biri­
ne benziyor. İşte o ilk kurultaya Türk Dünyası 'nın her bir yanından
bilim adamları geldi . Bu işin oluşu geçen üçlü hükümet zamanında
Üçlünün birine bakıp ta, matematik kurultayını, o hükümetin elin­
de olan devlet destekledi zannedi lmesin. Türk Dünyası'yla i lgili
kuruluşların vaatleri hep boş çıktı . Her neyse, son dakika devreye
girip özel bir kaynak buldum da çok şükür kurultay kurtuldu; yok­
sa yapılamayacaktı . Elazığ da oldu.
Elazığ'ın ev sahipliği ettiği toplantıya Tatar Türk'ü, Azeri
Türk 'ü, Türkmen, Kırgız, Kazak Türkleri, derya matematikçiler
geldiler. Dedim ki, burada herkes kendi Türkçesiyle tebliğini ver­
sin; öyle İngilizce, Rusça yok. Toplantıyı düzenleyenler de bilinçli
kişilerdi; herkesi kendi Türkçe 'sinden konuşturduk. Bir hafta sonra

79
Oktay Si11a11oğlu

herkes birbirinin ne dediğini gayet iyi anladığı gibi, ilk defa, Türk
Dünyası 'nın çeşitli yerlerinden gelenler birbirleriyle kaynaştılar.
Toplantılar başlayalı iki gün kadar olmuştu ki, bir ara, tebliğler ara­
sı, birkaç kişi bahçede duruyor, Türk lehçelerini alaşıml ayarak soh­
bet ediyorduk. Yaşlı bir Özbek matematik profesörü yanımıza gel­
di, bana İngilizce bir şeyler söylemeye çalışıyor.
Ben de, İngi l izce bilmeyen İtalyanların deyişini taklit ederek
"No spikidi İngi lişi" (İngilizce bilmiyorum)" dedim. Özbek Hoca;
"Nece konuşayım" der gibi baktı. "Türkçe konuş" dedim .
-Özbek Hoca: "Türkçe bilmiyorum, Özbekçe biliyorum".
"Peki Özbekçe konuş" dedim. "Özbekçe" konuştu, ve gayet
güzel anlaştık.
Özbek Hoca bu sefer: "Aa, hayret! Ruslar bize sizler (yani
Türkistan ahalisi) ayrı ayrı milletlersiniz, dilleriniz de ayrı. demiş­
ti. [Tabii Türkiye 'nin ise hiç lafı edilmemiş}. Meğer, Özbek, Kazak,
Kırgız, Azeri, hem de Türkiyelilerin dilleri (dillerimiz yani) aynıy­
mış!" dedi .
Günaydın! [Onlara 'günayd111 · ama, bizde de A tatürk 'ün vefa­
tından sonra Türk Dünyası 'nın diğer Türklerinden, ve de 1 920 '!er­
den sonra dışarıda kalan Osmanlı dış Türklerinden bahsetmek ya­
saklanmamış mıydı ? 1 9 70 'ferde de 'Türk 'ten bahsetmek son derece
zorlaşmamış mıydı ?}
Sovyetler dağıldığından beri hani, özel dallarda değil de, genci
Türk Kurultayları98 yapılıyordu ya ! . [Gerçi bir önceki "üçlü " hükü­
met, sonımcusıına engel olmak istemişti . . . ] . Ama o resmi "Türk Ku­
rultay"larına "Türk" demek zordu: Biri leri kalkıyor, Rusça konuşu­
yor, Türkiye 'dcn katılanlar ise sevgi li Tarzan İngilizcelerini teşhire
uğraşıyorlardı . Buna "Türk Kurultayı" denebilir mi? Unutmayalım
ki, topluınbilirn açısından, Atatürk 'ün de üzerinde durduğu gibi,
"Türk demek Türkçe demektir."

80
Neredeyiz? Nasll Dirileceğiz

İlk defa Türk Dünyası'nda gerçek bir kaynaşma örneği I .Türk


Dünyası Matematik Kurultayı 'nda oldu.

Yüz yll önceki Türk Dünyası. Ya şimdi?

Şimdi geriye dönüp bundan yüz sene evvelki Türk Dünyası 'na
bir bakalım: Bütün Türk dünyasında aynı dergi ler, aynı kitaplar do­
laşıyordu. Hepsi hemen hemen aynı yazıyı hepsi aynı Türkçe 'yi
kul lanıyordu. Ve orada yayınlanan burada okunuyordu. Türkiye 'de­
ki bazı fikriyat hareketleri de Tataristan' dan, Kırım' dan, Azerbay­
can' dan başlamıştı. [Bizim nesil hala biliyor Yeni nesle ise böyle
şeyleri öğretiyorlar mı dersiniz?J
İşte yüz yı l öncesi, hatta 1 92 0' lcre kadar, durum böyleydi.
Türk Dünyasının herhangi bir yerinde biri leri, (örn . Ruslar), birile­
rine katliam, mezalim yapınca, oralardan kaçabilcnleri; şanlı Os­
manlı Sultanı , Büyük Sultan Abdülhamit Han (Allah Rahmet eyle­
sin) Türkiye'ye getirip bir yerlere yerleştiriyordu. Kafkasya'dan,
Kırım' dan, Tataristan 'dan . . . Şimdi Türkiye'nin her tarafında onlar
var. Yoksa kim olacaktı? Türk ler 'in işe yarayanlarının pek çoğu
Balkanlara, (Rumel i 'ye) gitmişti; oralarda hezimetler başlayınca da
(babam dahil) elde kalan Türk topraklarına geldiler.
Demeli, doksan, doksan beş sene evvel dünyanın neresinde bir
Türk 'ün kılına dokunulsa, h.atta herhangi bir Müsl üman'ın kılına
dokunulsa, Büyük Türk Devleti, Devlet-i A liyye-i Osmaniye, Sul­
tan Abdülhamit (ve önceki ve sonraki Han ' larımız) devreye girer
(ne olacağını da önceden haber alırlardı); onlarla meşgul olur, onla­
rı kurtarırdı. Hiç olmazsa alır buraya yerleştirirdi. Atatürk de tüm
dış Türklerle hep meşgul olmuştur. Bir de şimdiki halimize bakın!
Aman ne çağdaşlaştık ne batıl ılaştık ! Şu hale bak !

81
Oktay Sinanoğlu

Balkanlarda neler oldu, neler oluyor! Kosova'da büyük büyük


kayınpederim il. Murat'ın dedesi mi Sultan Murat Hüdavendigar
zamanında Kosova fethedildi. Orada halii bir çok Türk var. Bazıla­
rı geliyordu, görüyordum, konuşuyorduk. Dış basında, iç basında,
Kosova ' da Arnavutlardan bahsedi liyor, Sırplardan bahsediliyor,
Türklerin çoğunlukta olduğu yerlerden bahsediliyor ama "Türk" la­
fı hiç yok! Türk düşmanı Batının basınından herhalde başka bir şey
beklemezsin. Peki ama ya iç basın?
Ondan sonra Irak hadisesi oluyor. Gene aynı durum? Herkesin
liifı ediliyor, ama 5 milyonluk Türkmen (yani bizimle aynı Türkler)
bahsi hiç yok, ne resmi beyanlarda ne iç ne dış basında. ("İç basın"
derken tabii "büyük" basını kast ediyoruz.) Yeni nesillerden kaç ki­
şi lrak' ın, Suriye ' nin bin yıllık Türk yurtları olduğunu biliyor? Sel­
çuklulardan beri buralarının Türk Yurdu olduğunu kim biliyor?
Türk Tarihi artık okutulmuyor anlaşılan. (Öyle ya! AB ye "uyum "
için!)
Türk Dünyası ' nda (bunu da, kulakları çınlasın Prof. Turhan
Yazgan ' ın99 Amerika' da verdiği bir konuşmada duydum ( yani bili­
yorduk da rakam bilmiyorduk)), otuz ayrı alfabe var. Otuz ayrı al­
fabe ! Hangi millet hangi kavim hangi dil var ki dünyada otuz alfa­
besi olsun?
Doksan sene sonra otuz ayrı elifba var. Kimse kimsenin yazı­
sını okuyamıyor. Son yı llarda bazı ları sözüm ona Latin harflerine
geçtiler. Hepimizin yazısı gene aynı olacak diye sevindik. Ama ner­
de? ! Heyhat ! Her birine ayrı harfler, sun'! değişik imliilar verdiler.

Bu sefer de "Gelibolu 'muzu "Gallipoli " yapan "Türk "ler

Hulki Cevizoğlu söyledi "Gall ipoli" diye bir fi lm yapılmış. Es­


kiden "Gal lipoli"100 diye bir fi lim vardı; Amerikan- İngiliz filmi.
Ben de ondan bahsediyor sandım. Meğer Türk filmi imiş. Keşke İn-

82
Neredeyiz? Nasıl Dirileceğiz

giliz yapsaydı; daha insaflı olurdu, belki bazı doğru şeyleri söyler­
di. Özal, Türk filmci liğini Amerika için yok ettikten sonra,
1 9 80'ler, ve ' 90 ' larda yapılan tek tük yerli fi limlerin hemen hepsi
Türk düşmanı filimlerdi. Onları da bizim Kültür Bakanlıkları des­
tekler, Avrupa B irliğinden Fransa, Avrupa ' daki Enneniler vb. des­
teklerdi . . . .
Örovizyon'a Türkiye'den İngilizce şarkı ile giriliyor. Hatta gu­
rubun adı da Türk değil . "Küresel Kral iyetçiler"in amaçlarına hiz­
met ettikleri için olmalı, veya o amaçlara doğru teşvi k için bunlara
da ödül vermişler; Türkler dillerini bir an önce unutsunlar da tarih­
ten sil insinlcr diye . .
Dünyanın neresine gidersen git, birisi çıksın başka bir dilden
özenerek bezenerek şarkı söylesin, böyle bir şey olsun! Bütün dün­
ya tahkir edici şekilde bakar.
Şu, dış ardan bizi devamlı düşman etmeğe çalıştıkları İran ' ın
nüfusunun çoğu (%70 kadarı) Türk olup, Kaşkay ' ı , Azeri 'si, Türk­
men ' i vs. 1 9 1 8 ' e kadar en az bin yıl bir Türk devletiydi. 1 9 1 8 'de
İngilizler arabacı bir adamı (Farisi azınlıktan olduğu için) getirip
Şah diye oturttular. . O ve sonra oğlu bugüne kadar Türkçe'yi, Türk­
çe ile eğitimi yasaklattığı gibi Türkleri kestiriyordu ( 1 950 'de 50 bin
Kaşkay Türk'ü)'01 • Şah ' ın devrilmesiyle başlayan devrimde Türk
unsur önemli olduğu halde, kısa sürede Türk önderler devre dışı bı­
rakılıp devrim koyu mutaassıp bir yön almıştı. Böylece Türklere
baskı lar, onların di lini engelleyip Farslaştırma faa liyetleri bu güne
dek devam etti . Her halükarda İran 'a bir bakın: Selçuk- Türk kültü­
rü İran ' da hata yaşıyor. Son yıllarda fi limler yapıyorlar. (Burada
göremezsin ! ) Dört beş tane videosunu Avrupa'da Amerika'da gör­
dük, aldık, İran filmi seyrettik. U luslararası Filim ödü lleri alıyorlar.
Herkes hayran. Dış basında boy boy methediliyorlar. Çok sanatlı,
tam da İran ve Türk kültürünü yansıtan filimler (onun için beğeni-

83
Oktay Sinanoğ/11

liyorlar. Özenti, batı taklitçisi, kişil iksiz, kimliksiz olsalardı bcğe­


ni lmezlerdi ! ) . Filimlere bakıyorum, (o baskı lara rağmen) fi lmin ya­
rısında Türkçe konuşuluyor(Ancak, bir yerinde, bir köy okulunda,
öğrenciler Türkçe konuşurken, okul müdürü geldi, çocukları "Fars­
ça konuşun" diye ikaz etti .). Tam olarak milli kültür var (müzikle­
rinde de öyle); hiçbir özenti yok. Ve işte onun için Batı bile, düş­
man gördüğü İran ' ı methediyor, onun kültürüne bağlılığına hayran.
Ya Türkiye'ye nası l bakıyorlar? Türkiye kendisi ne alemde? Ne di­
yelim, zaten biliyorsunuz.
B ize soruyorlar, "Türkiye dışarıdan nasıl görünüyor?". Cevap:
-"Görünmüyor." Bilhassa birkaç senedir adı silindi Türkiye 'nin,
Türk 'ün adı yok! Adı, sanı silindi ! Amerika'dan herhangi birisine
sor, Türkiye ' nin haritasını Irak savaşı dolayısıyla televizyonda gör­
müştür; yoksa onu da bilmezdi.
Haritayı göster, şurası de. Kimse orada Türklerin yaşadığını
bilmiyor. Tam tersine "başka birilerinin memleketi" sanıyorlar. Irak
için de öyle yaptılar. Her kavmin adı geçiyor, Türk, Türkmen Jafı
hiç yok. (Türkiye'den de ses yok).
Bu çok tehlikeli bir gidiştir. Bir ülke, bir millet tarih sahnesin­
den silineceği zaman önce adını, sanını dünya kamuoyunda silerler.
Sonra canları istediği zaman, işlerine tam geldiği sırada, "bundan
böyle bu ülke yoktur" deyiverirler. Dünya kamuoyu da, "Oradaki
Türkler ne olacak?" diyemez. Çünkü, zaten buralarda Türk diye bir
şey yok sanıyordur. Bu çok tehlikelidir, uyarıyorum. Hani bunu, bi­
zi çok seven ( ! ) Avrupa'da yapar, Amerika da yapar, Rusya'da ya­
par hepsi yapabilir. Peki, hepsi yapar da, sen ne yapıyorsun arka­
daş?
Türkiye ' den kendisi hakkında ses çıkmıyor. Gallipoli filmini,
bizi korumakla görev li büyük zevat beğenmiş, tavsiye etmiş (Onu
da geçenlerde telev izyona, "Ceviz Kabuğu" programına gittiğimde
öğrendim).

84
Neredeyiz? Nasıl Dirileceğiz

AB, "şunu da yapmadınız, ödevinizi yapmadınız." diyor, bi­


zimkiler de (her fırka, her hükümet döneminde aynı), "Evet, biraz
yavaş oldu, affedersiniz." diyorlar.
AB ' nin Belçikalı Avrupa IMF şefini bir toplantıda yanıma
oturttular, tartışırız zannetti ler. Halbuki biz (konuşma yaparken (ki­
barca tabii) IM F'yi eleştirdiğim halde) adamla can ciğer ahbap ol­
duk. Çünkü adam akı llı, bilgili ve kişilikli. Şimdi adam bizim kitap­
ları tercümanlarına tercüme ettirip okuyormuş.
Bütün mesele ne biliyor musunuz? Bunların karşısına kendine
güvenen, haysiyetli, mi lletini seven bir adam çıkması lazım o ka­
dar. Bir tane mi yok? Var elbette, ama ortaya çıkarılmazlar.
Bizi oralara bulaştırmayın, istemiyoruz zaten ama (hiç kimse
çıkmıyorsa) bari hayrımız dokunsun. Ben gideyim, onlarla konuşa­
yım. İki haftada neler olur? "Aman AB ' ye gelin, size çok ihtiyacı­
mız var" derler. B izim onlara ihtiyacımız yok, onların bize çok ih­
tiyaçları var. Avrupa diye bir şey yok, dökülüyor garibanlar. Sene­
de bir orada konuşma yapıyorum. Adamlar çağırıyorlar, ağlaşıyor­
lar "B izi de bombalayacaklar, dünya harbi çıkacak, ne yapacağız?
Gençliğimiz şöyle oldu falan." Biz de "Merak etmeyin, her yerde
bunlar oluyor, hep beraber hallederiz." diyerek onları şevklendiri­
yoruz. AB sana yalvaracak, "Aman ne olur Avrupa B irliğine gir" di­
ye.
Avrupa B irliği, 'Türkiye Müslüman ülkedir' diyerek almıyor
zannettiriliyor. Buranın dosdoğru bir Müslüman Ü lke o lmadığını
onlar bilmiyor mu sanki? Çok iyi anlıyorlardır. Onlar, AB içinde İn­
giltere gibi bir aj an ülke daha istemiyorlar da, onun için alınıyorlar­
dır. Sen kendine sahip olsan, biraz bağımsız olsan, haysiyetini, her
şeyini yitinniş bir ülke o lmasan; adam seni alacak, sana yalvaracak.
Hatta biz "Eksik olmayın, teşekkür ederiz de, hele bir düşünelim"
diyeceğiz.

85
Oktay Sinanoğlu

AB'nin zevat-ı kebircsi Diyarbakır 'ın köyüne gel iyorlarmış.


Mühim insanlarla görüşüyor, sonra beyanat veriyorlarmış. Avru­
pa'da hangi ülkede böyle bir şey var? Zevat Ankara 'ya uğramıyor,
devletin resmi makamlarıyla görüşmüyor! Takip eden, izne tabi tu­
tan da yok. "Başka dillerde eğitim olsun" vs. deyip AB zevatı gidi­
yor. Bu arada Avrupa' ya gidiyoruz. Almanya'da, Hollanda'da ge­
çen sene oradaki Türk çocuklarının Türkçe öğrenmesi, Türkçe ile
eğitim görmesi, hatta okulda, kendi aralarında Türkçe konuşmaları
bile yasaklanıyor. İnsaf! "Siz bizden bunu istiyorsunuz ama Türk­
çe'yi yasaklamışsınız. Şunu düzeltin" dersin. Nazikçe kendine gü­
venerek anlatırsın (Kendine güvenen yumuşak yumuşak anlatabilir;
susup pısıp kalmak da, tersine bağırıp çağırmak da kendine güven­
sizliğin aliimetidir. ).
Bu millet artık, "AB şunu istiyor, IMF bunu istiyor." teranele­
rini yutmayacak; Türk Milleti, Atatürk ve öncesinde olduğu gibi ye­
niden akıl, bilgi, haysiyet ve şahsiyete dayalı bir dış siyaset istiyor.

Ve Yeniden Yönümüz
Türk Dünyası ile usul usul, ne kadar kurabilirsek o kadar kül­
tür, eğitim, bilim, sanayi ve ticaret ilişkilerimizi kurmaya, yeniden
kaynaşmaya devam edeceğiz. İsliim dünyasıyla bağlarımıza da ufak
ufak ses çıkarmadan devam edeceğiz. Bir taraftan Atatürk'ün dedi­
ği gibi Türk kalarak, bilim ve teknikte B atı 'nın önüne geçeceğiz.
Zaten Batı inişte. Her şey, Atatürk 'ün dehasıyla öngördüğü.gibi,
Doğu ' ya geçiyor. Asya ile Avrasya ile bağıntılarımızı güçlendire­
cek, ama Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Amerika, Afrika, hatta
Avustralya ile milletimizin çıkarlarına, Devlet' imizin uzun vadeli
denge siyasetine uygun ilişkiler içinde olacağız. 1112

86
TÜRKİYE'Y İ NE BEKLİYOR?

Dünyada gelir dağılımı gittikçe bozuluyor. 2002 verilerine gö­


re dünyadaki gel ir dağılımı aşağıdaki tabloda veri lmiştir.

Tablo 1: 2002 dünya nüfusunun ve gelirinin ülke gruplarına


göre dağı l ımı .

Ulke Grupları GSMH % Nüfus % Kişi başına milli gelir

(milyar$) (milyon) ($/kişi, yı 1)

Düşük gelirli 1 07 1 ,7 3,4 2495 40,2 430

ülkeler

Orta gelirli 5020,3 1 5. 9 2742 44,2 1 840

ülkeler

alt sınıf 3352,4 1 0,6 24 1 1 38,9 1 390

üst sınıf 1 667,9 5,3 331 5,3 5040

Yüksek gelirli 25387,7 80,7 965 1 5 ,6 263 1 0

ülkeler

Dünya toplam 3 1 483,9 1 00,0 620 1 1 00,0 5080

Kaynak: World Development İndicators database, World Bank, April 2003

Tablo 1 'den görüldüğü gibi dünya nüfusunun yalnızca % 1 6 'sı­


nı teşkil eden yüksek gelirli ülkeler dünya gelirinin %8 1 ' ini al ırken,
dünya nüfusunun %40 ' ını o luşturan düşük gelirli ülkeler dünya ge­
lirinin ancak %3 ' ünü almakta; dünya nüfusunun %44 'ünü meyda-

87
Se11cer İmer

na getiren orta gelirli ülkeler ise dünya gelirinden % 1 6 pay almak­


tadır. Bu tabloda oı1a gelirli ülkelerin alt sınıfı ile düşük gelirli ül­
keler birlikte sayı lırsa, dünya nüfusunun % 79'u dünya gelirinin
% 1 4'ünü almaktadır. Türkiye ' nin de dahil olduğu orta gelirli ülke­
lerin üst sınıfı, dünyanın orta direğini temsil etmekte; dünya geli­
rinde ve dünya nüfusundaki payı %5 olarak görülmektedir. Geçmiş
zamana doğru gittikçe görülmektedir ki, yüksek gelirli ülkelerin
dünya gelirinden aldığı pay günümüze doğru gittikçe artarken, dü­
şük gelirli ülkelerin dünya nüfusundaki payı gittikçe artmakta ve
orta direk tabir edilebi lecek olan Türkiye' nin de içinde yer aldığı
orta gelirli ülkelerin üst sınıfının dünya nüfusundaki payı gittikçe
azalmaktadır. Yani dünyada zengin ülkeler gittikçe zenginleşmekte,
fakir ülkeler gittikçe daha da fakirleşmektedir. Bu dünyanın bozu­
lan gelir dağılımını ortaya koyan ve dünya için büyük bir tehlikeyi
işaret eden bir tablodur.

"pek çok uluslararası şirket satış gelirleri itibari ile birçok ulus
devletin milli geliritıde11 daha fazla gelire sahiptir"

Ülkelerin milll gelirlerini ve dünyanın en büyük şirketlerini


birlikte değerlendirdiğimizde, uluslararası şirketler veya çok uluslu
şirketler (transnational veya multinational) dediğimiz şirketlerin
pek çok ülkenin milli gelirinden fazla satı ş gelirine sahip olduğunu
görüyoruz. Aşağıdaki tabloda 200 1 yılı için dünya milli gelir sıra­
lamasına göre bazı ülkeler ve uluslararası şirketlerin gelirleri veril­
miştir.

88
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

Tablo 2: 200 l yılı için ulus lararası şirketlerin satış gelirleri ve ülkelerin
G S Y İ H değerleri.
Sıra Ulke/Şirkeı GSYİll \'eya Sıra Uıke/Şirkel GS Y I H ''eya
satış geliri satış geliri
( m il�·arS) (milyarS)

1 ABD 1 0.065 22 Exxon


2 Japonya 4. 1 4 1 Mob i l * 1 92
3 Almanya 1 . 846 23 Avusturya 1 89
4 İ ngiltere 1 .424 24 Suudi
5 Fransa 1.310 Arabistan 1 86
6 Çin HC 1 . 1 59 25 General Motors • 1 77
7 İ talya 1 . 089 26 Polonya 1 76
8 Kanada 695 27 BP * 1 74
9 Meksika 618 28 Norveç 1 66
10 İ spanya 582 29 Ford Motor • 1 62
il Brezilya 503 30 Hong Kong, Ç i n 1 62
12 H i ndistan 477 31 Dani marka 161
13 Güney 32 Türkiye 1 48
Kore 422 33 Endonezya 145
14 Hollanda 3 80 34 Enron * 139
15 Avustralya 369 35 Daimler-
16 Rusya 310 Chrysler • 1 37
17 Arjantin 269 36 Royal Dutch/
18 İ sviçre 247 Shell Grup • 135
19 Belçika 230 37 General Electric * 1 26
20 Wal-Mart 38 Venezuela 125
Stores * 220 39 Finlandiya 121
21 İ sveç 210 40 Toyota • 121
I•
Kaynak: World Developınent İ nd icators database, World Bank, April
2003 . Forbes April 2003,
* Uluslararası şirketler.

Tablo 2 'de görüldüğü gibi pek çok uluslararası şirket satış ge­
l irleri itibari ile birçok ulus devletin milli gelirinden daha fazla ge­
l ire sahiptir. Örneğin 200 1 yılı itibari ile Wal-Mart Stores, Exxon
Mobi l, General Motors, BP, Ford Motor'un o yılki satış gelirleri
Türkiye ' nin mi l li gelirinden fazladır. Özellikle dünya milli gel ir sı-

89
Sencer İmer

ralamasındaki 1 9 ülke hariç, diğer ülkelerin Milll gelirleri pek çok


uluslararası şirketin satış gelirinden azdır. Geçmiş senelere geri dö­
nersek zaman içerisinde uluslararası şirketlerin satış gelirlerini artı­
rarak ulus devletlerin mi lll gelirlerini geçtiklerini ve uluslararası
şirketlerin paylarının da geçen zaman içerisinde arttığını görüyo­
ruz. ıııı
Uluslararası şirketler, ulus lararası ekonomik faaliyetlerini ra­
hatça yürütebilmek için dünya üzerinde özellikle gelişmekte olan
ve dar gelirli ulus devletleri etkisiz hiile getirmeye çalışmaktadırlar.
Yani dünya üzerinde bir tekelleşme söz konusudur. Ulus devletlerin
etkisiz hale getirilmeleri, "küreselleşme'', "devletin küçültülmesi'',
"devletin ekonomiden çekilmesi'', "özelleştirme", "merkezi idare­
lerin zayıflatılması'', "yerel yönetimlerin güçlendirilmesi", "yaban­
cı sermayeye her türlü kolaylığın gösterilmesi" vb. başlıklar altında
yürütülmektedir. Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu gibi ku­
rumlarda bu konuda ulus devletlerin etkisizleştirilmesi konusunda
her türlü desteği vermektedir. Uluslararası şirketlerin anavatanları,
ABD, AB ve Japonya'dır, yani yüksek gelirli, sanayileşmiş ülkeler­
dir. Dünya ticaretinin büyük bir kısmı uluslararası şirketler tarafın­
dan gerçekleştirilirken, kendi şirketleri arasında çeşitli ülkelerin
vergi ve teşvik mevzuatına göre gelir kaydırmaları, en az vergi ver­
mek amacı ile yine bu şirketler tarafından yapılmaktadır.
Böyle bakıldığı zamanda küreselleşme, uluslararası şirketlerin
rahat çalışma ortamlarını hazırlayan bir ideoloji olarak, daha doğ­
rusu modem koloniler olarak ortaya çıkmaktadır. Tablo l 'de veri­
len dünyadaki bozuk gelir dağılımı da dünyada gelişen ekonomik
politikaların tabi bir sonucu olarak görülebilir.

90
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

"Gümrük Birliği Antlaşması Türkiye '11in aleyhine ça/Işnııştır"

Türkiye'de doğal olarak dünyadan üzerine gelen bu küreselleş­


me, uluslararası şirketlerin rahatça çalışabileceği ortamı hazırlama
baskısı altında bul unmaktadır. Türkiye üzerindeki bu baskı
1 980 ' den beri ve 1 990'lardan beri şiddeti gittikçe artarak devam et­
mektedir.
Aşağıdaki tabloda Türkiye 'nin AB ile imzaladığı Gümrük Bir­
liği Antlaşması öncesi ve sonrası AB ile yaptığı dış ticaretteki de­
ğişme görülmektedir:

Tablo 3 : Türkiye - AB Dış Ticareti, Türk Ekonom isinin Büyümesi ve


Dış Borç Yükü

Yıl ihracat i t halat Açık GSMH Dış Borç

(milya r $) (milyar $) (milyar $) Büyüme (%) (milyar $)

1 990 6,9 9,3 -2,4 9,4 5 1 ,9 8 1


1 99 1 7,0 9,2 -2,2 0,3 52,990
1 992 7,6 1 0,0 -2,4 6,4 5 8 , 1 05
1 993 7,6 1 3, 9 -6,3 8, 1 70,7 1 6
1 994 8,6 1 0,9 -2,3 -6, 1 68,08 1
1 995 1 1 ,0 1 6,9 -5,8 8,0 76,054

1 996 1 1 ,5 23,1 - 1 1 ,6 7, 1 79,2 1 0


1 997 1 2,2 24,9 - 1 2,6 8,3 84,228
1 998 1 3 ,5 24, 1 - 1 0,6 3,9 96,4 1 8

1 999 1 4, 3 2 1 ,4 -7,0 -6,5 1 02,983

2000 1 4,3 26,4 - 12,1 6, 1 1 1 8,686


200 1 1 6, 1 1 8 ,3 -2,2 -9,5 1 1 3,948
2002 1 8,5 23,3 -4,9 7,8 1 3 1 ,55 1
2003 22, 1 3 1 ,5 -9,4 5,9 1 4 7,264
..
Kaynak: Dış Tıcaret Musteşarlığı verılerı
* DPT

91
Sencer İmer

Etk i l i gümrük indirimleri: l 993 - 1 995 gümrük Birliği: l 996 başı.


1 996-2003 : A B ile dış ticaret açığı (kümülatif) : -70,4 mi lyar$
y ı l l ı k ticaret açığı : -8,8 milyar$

1 990- 1 995: AB i l e dış ticaret açığı (kümülatif) : -2 1 ,4 mi lyar$


y ı l l ı k ticaret açığı -3,5 milyar$
1 996-2003 : -2 ,3 mi lyar$
1 996-2004 : -4.8 mi lyar$
Gümıiik birliği sonrası y ı l l ı k dış ticaret aıtışı : t:::. = -8,8 - (-3 ,5 ) � -5,3 m i l yar$
Büyüme : 1 990- 1 995 %4, 3 5
(GSMH yıllık) t:::. = - 1 4,6 %
1 996-2003 %2,89
Dış borç artışı ( 2003 - 1 995): 1 47,264-76,054 = 7 1 ,2 1 mi lyar$

Tablo 3 'ten görüldüğü gibi AB ile 1 Ocak 1 996 'dan itibaren


yürürlüğe giren Gümrük Birliği Antlaşması, AB ile olan dış ticaret­
te Türkiye' nin aleyhine olan dış ticaret açığını yıllık 5,3 milyar$ ar­
tırmıştır; bu da kümülatif olarak Gümrük Birliği Antlaşması 'nın yü­
rürlüğe girdiği 1 Ocak 1 996'dan 2003 yılı sonuna kadarki 8 yıl içe­
risinde kümülatif olarak 70,4 milyar$ tutar ki, aynı süre içerisinde
Türkiye 'nin dış borcu da bu tutara yakın 7 1 ,2 milyar$ artmıştır. Ya­
ni Türkiye, AB ile verdiği toplam dış ticaret açığı kadar dış borcu­
nu arttırmıştır. Ayrıca Türkiye' nin büyümesi de Gümrük Birliği ön­
cesi yıllık %4, 3 5 'ten Gümrük Birliği sonrası yıllık %2 ,89 düşmüş­
tür. Gümrük Birliği Antlaşması Türkiye ' nin aleyhine çalışmıştır. İt­
halatımız, ihracatımızdan çok daha fazla artmıştır. AB ile yapılan
dış ticarette katma değer AB ülkelerine kaptırı lmıştır. Örneğin ihra­
catta hazır giyimden sonra gelen ikinci kalemimiz olan otomobil
sanayinde, Türkiye 'de üreti len araçlarda yerli yapım payı %40 ' lara
düşmüştür. Bu değer eskiden belki bir çok bakımdan tenkit edilen
yerli otomobi llerde %80 'nin üzerinde idi. Diğer bir çok sektörde
yerli yapım payında düşme vardır. Bu da dış ticarette konu olan ka­
lemlerde yerli yapım payının dış ülkelere, örneğin AB 'ne kaptın!-

92
Tiirkiye 'yi Ne Bekliyor?

dığı anlamına gelmektedir. Rahatlıkla Gümıiik Birliği Antlaşması­


nı erken ve yanlış bir şekilde imzaladığımızı söyleyebi liriz. Sonuç­
lar bunu göstermektedir.
Artan dış ticaret açığı ve cari açı k, bununla ilgili artan dış borç,
faiz ve borç ödeme bütçesi haline dönüşen devlet bütçesi ve artan
iç+dış borç, bütçe açıklarını kapatmak için kamunun elindeki işlet­
melerin özelleştirme adı altında haraç mezat satı lması, hatta toprak
satışları ile gelir elde edilmesine çalışılırken, ülke topraklarının dü­
şüncesizce yabancılara satılması zamanımızda ülke ekonomisinde
cereyan eden olayları karakterize etmektedir.
Gerek özelleştirme suretiyle gerekse satış yolu ile Türk sanayi
yabancıların eline geçmektedir. Türk finans sektöıii yabancıların
eline geçme yolundadır. Yakın bir gelecekte Türk tarım scktöıü,
hatta bunca yıl Güney Doğu B ölgesini kalkındırmak için 1 4 mil­
yar$ ' a yakın yatırım yaptığımız GAP yabancı yatırımcıların eline
geçmek üzeredir. 20 I O'a kadar şu anda takriben l /7 'si sulanabilen
GAP' ta tüm sulama ve baraj projel erini bitirebilmek için 24 mil­
yar$ yatırıma ihtiyaç olup bunun 1 2milyar$ ' ı devlet, diğer 1 2
milyarS ' ı da özel sektör tarafından gerçekleştirilmek üzere planlan­
mıştır.
Fakat öyle anlaşılmaktadır ki devlet mevcut bütçe yapısı içeri­
sinde gelirleri ile ancak borçlarının faizlerini ve bir kısım ana para­
sını öderken, sosyal kurumlara olan ödemelerde (SSK, Emekli San­
dığı ve BAÔ-KUR), devlette çalışanların maaşları ve yatırımları
ancak her yıl yeniden borçlanarak gerçekleştiri lebi lmektedir; yani
GAP'taki bu yatırımları 20 1 0'a kadar finanse edip bitirmesi müm­
kün görünmemektedir. Bu da GAP'ın yabancı yatırımcıların eline
geçmesi demek olup bunda da İsrail öne çıkmaktadır.
Türkiye, Türk Devlet ' i zayıflatılmak hatta ortadan kaldırılmak
i steniyor. Bu Sevr Antlaşması ' nın yeniden ihya edilmesi anlamına
geliyor. Son zamanlarda üzerimize gelen bütün dış ve iç baskıları

93
Sencer İmer

bu yönde yorumlamamız mümkündür. Kıbrıs'ta Türkler önce hak­


sız yöntemlerle azınlık haline düşürülmek istenince, Türkiye'nin
uluslararası antlaşmalardan doğan haklarına dayanarak yaptığı hak­
lı müdahale ve sonucunda kurulan KKTC ekonomik ambargoya ta­
bi tutularak zayıflatılmış, arkasından Türkiye'nin AB 'ye üye olmak
için yaptığı başvurular kullanı larak Kıbrıs Türkleri tekrar azın lık
haline getirilecek şekilde uluslararası girişimler yapılmıştır ve ya­
pılmaya da devam etmektedir. Hatta bizim içimizden veya Kıbrıs
Türkleri içinden bazıları, Kıbrıs Türkleri Rum topluluğu içinde bir
azınlık olsa ne olur, diyecek hale gelmişlerdir. Yani böyle düşünen­
ler kısacası Rum ve Yunanistan' ın taleplerine teslim olmuşlardır. Ta­
mamıyla Rumların, dolayısıyla Yunanistan'ın kontrolüne geçmiş bir
Kıbrıs ile Türkiye'nin strateji k olarak kuşatılmış olacağı gerçeği bu
içimizden teslimiyet bayrağını çekt;mleri ilgilendirmemektedir.
Ege'de, Yunanistan karasularını 6 milden 1 2 mi le çıkararak şu­
anda %44'ünü kontrol ettiği Türkiye 'nin denizlere açılmasının ka­
pısı olan bu iç denizin % 73 ' ünü kontrol eder bir duruma gelmeye
çalışmaktadır. 10• Böylece Türkiye açık denizlere ulaşmaktan alıkon­
makta, kendi sahilleri arasında yapacağı deniz seferlerinde bile Yu­
nanistan 'dan izin almak zorunda bırakılmaktadır.
İstanbul' daki Rum Ortodoks kilisesi Ekümenikliği 105 tanınarak
İstanbul bir dünya Ortodoks ruhani merkez haline getirilmek i sten­
mektedir. Rumların Ege Bölgesinde ve Karadeniz' de Pontus adı al­
tında kendi Megali İdea i deoloj isine göre, tıpkı 1 . Dünya Savaşı
sonrası yaptıkları gibi koloniler kurma ve yerleşme talep ve hedef­
leri vardır. Bu yöndeki hedef ve talepler, şu anda açıkça dile getiril­
meye başlanmıştır.
Ermeni soykırımı gibi bir iddia Türkiye'ye kabul ettirilmek is­
tenmektedir. 1°" Bu iddiaya ABD parlamentosu, Fransa ve Almanya
parlamentoları, AB parlamentosu destek vermektedir.

94
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

Önemli karar tasarısı bu ve bunun gibi parlamentolardan geçi­


rilerek Türkiye bu konuda AB i le yapmaya başlayacağı üyelik gö­
rüşmeleri sırasında sıkıştırılmak istenmektedir. Türkiye' nin tarihi
gerçeklere aykırı olan bu Ermeni soykırımı tezini kabul etmesi ha­
linde, Ermeniler tazminat ödemeleri, toprak talepleri ve sonunda
Doğu ve Güney Doğu Anadolu'nun Türkiye' den kopartı lmaya ça­
lışılması talepleri gelecektir. Maalesef tanınmış edebiyatçılarımız­
dan birisi ve bazı tarihçi lerimiz, dı ş güçlerin bu çalışmasına destek
veımektedir. Herhalde AB'den ve ABD ' den takdir beklemektedir­
ler. Ne kadar acı bir durum!

"hedef: Türk Milleti diye bir millet yoktur; karışık bir


mozaik vardır! "

Kültürel haklar adı altında Güney Doğu Anadolu'da bizimle


asırlarca bir arada yaşayan, Cumhuriyet' i birlikte kurduğumuz Kürt
kardeşlerimize özel haklar verilerek milli birliğimiz ve devletimiz
parçalanıp ortadan kaldırılmak istenmektedir. Türkiye 'ye zarar ve­
ren bölücü örgüt P KK ' ya maalesef bu dış güçler destek vermişler­
dir ve hala vermeye de devam etmektedirler. Bugün yeni telaffuz
edilen yöntem bölücü örgütün siyasallaştırıldığında parlamentoya
sokulmasıdır.
Öz be öz Türk olan bu mi lletin asli unsuru Alevi vatandaşları­
mız AB 'nin tam üyelik görüşme şartlarında azınlık olarak kabul et­
tirilerek dini bütünlük ve milli birliğimiz parçalanmak istenmekte­
dir. Avrupa 'da yaşayan bir Alevi birl iği başkanımız, "Aleviliğin; dı­
şı Müslüm�n, içi Hıristiyan 'dır " diyecek şekilde yoldan çıkarak il­
me, dine ve kendi değerlerine aykırı bir tutuma sokulabi lmektedir.
Bu arada ülkemizde faaliyetleri son zamanlarda çoğalan Hıristiyan
misyonerleri, kendilerine hedef kitle olarak Alevileri ve Kürtleri
seçmekte, bölge olarak da Güney Doğu Anadolu'ya önem vermek-

95
Sencer İmer

tedirler. Herhalde dış güçlerin Türkiye'den en önce koparmak iste­


di kleri Güney Doğu Anadolu bölgesidir.
Başka azınlıklar yaratılarak milll birlik ve devlet zayıflatılmak
isteniyor: hedef "Türk Milleti , diye bir millet yoktur; karı şık bir
mozaik vardır". O halde milleti olmayan Türkiye ortadan kaldırıla­
bilir sonucuna varılmak isteniyor. Bu mozaik kelimesi o kadar çok
yazıldı ç izildi ki, bazılarımız bu lafa inanmaya başladı. Fakat buna
inananlar düşünınüyorlar ki Türkiye'ye göre daha dün kurulan
ABD "Ben Amerikalıyım" i fadesini vatandaşlarına her vesile ile
benimsetmeye çalı şıyor. Aynı şeyi bir Fransız ve bir Alman da ya­
pıyor. Nedense sıra Türkiye 'ye gelince durum değişiyor. Daha ge­
çenlerde Fransız parlamentosu, AB ' nin Fransa'da azınlıklar hakla­
rını kabul etmesi isteğini ü l ke bütünlüğü ve birliğini bozduğu ge­
rekçesi ile geri çevirdi.
Kanımca, yerel yönetimlere oldukça çok hak ve yetki ler veren
ve ilk bakışta "işlerin yerinde ve çabuk hal edilmesini sağlayacak"
bir yöntem gibi masumane görünen bu göıüşme, Türkiye 'de mer­
kezi idarenin yani devletin gücünün zayıflamasına, eyalet sistemi­
ne geçmesine ve Türkiye 'nin bölünmesine kadar gidecek yolu açan
bir dönem olacaktır. Yerel yönetimlerin, tecrübe ve kadro eksik liği,
ayrıca bölgeci liğin zaten kuvvetli olduğu ülkemizde bölgecilik fak­
töıiinün de etkisi ile harcamalarının daha büyük kayıplar doğuraca­
ğı tehlikesi de ortadadır.
Kültürel alanda, yazılı ve elektronik medyada halkın yukarıda
bahsedilen tehdit ve tehlikelerden korunması için gerekli çalışma­
ların yapılmaması bir yana, tam tersine dış güçlerin ortaya koydu­
ğu hedeflere uygun pek çok yayına rastlanmaktadır.
Türk devletinin zayıflatılması, parçalanması ve nihayet ortadan
kaldırılması ABD, AB ve bazı uluslararası şirketler i le yerli işbirlik­
çi leri tarafından şimdiye kadar birlikte götürülmektedir. Bu artık

96
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

Türkiye için iktisadi ve kültürel mesele olmaktan çıkıp "bir var


olup yok olma" yani milli güvenlik meselesi haline gelmiş bulunu­
yor.

"çelik,e11erji,11üf11s "

Ulus devletlerin gücünü ölçebilmek için geliştiri lmiş çeşitli


göstergelere dayalı teoriler vardır. Ülkenin nüfusu, toprak büyüklü­
ğü, doğal kaynakları, okumuş nüfusu, bilim adamı sayısı, askeri gü­
cü, nükleer gücü, sanayileşmesi, teknoloj ik gücü vb. gibi gösterge­
lerin bir kısmını veya tamamını ölçerek dikkate alan teoriler vardır.
W.Fucks, 1 965 yılında bir ulus devletin gücünü çelik üretimi ve
enerj i tüketiminden oluşan üretim ve nüfus etkinini azaltmak için
nüfusun üçüncü kökünün çarpımından oluşan bir değer olarak be­
lirlemiştir.

Ulusal güç = (nüfus) x çelik üretimi x enerj i tüketimi ıo7

Çelik, endüstriyel ürünlerin yapımında kullanılan esas malz­


eme olarak (dünyada kullanılan bütün metaller içinde çeliğin çok
yüksek bir payı vardır; eğer dünyada bir yıl içerisinde kullanılan
bütün metallerin mi ktarına yüz dersek, çeliğin payı doksanın üze­
rinde olur.). Endüstriyel üretimi de içermekte, enerj i tüketimi ise ül­
kenin üretim gücünü ve yaşam seviyesini i fade etmektedir.
Nüfus ise pazarı, insan gücünü ifade ederken i lerlemiş ülkele­
rin, dünya nüfusu içerisinde gel işmekte ve fakir ülkelere göre göre­
celi az olan nüfusunun etkisi, nüfusun üçüncü kökü alınmak sure­
tiyle etkisi göreceli olarak azaltılmaktadır. Gayet tabidir ki ulusal
güç, yalnız bu üç faktöre (çelik üretimi, enerj i tüketimi ve nüfus)
bağlı değildir. Daha doğrusu ulusal güç yalnız göstergeler ile açık­
lanamaz. Bugünlerde idrak ettiğimiz bir Çanakkale zaferi, bir İstik-

97
Sencer İmer

lal savaşımız, kültürün ve inancın, topraklarını savunma iradesinin


bir ulusun maddi gücünün çok üzerinde olduğunu gösterir. Ancak
Fucks, 1 965 'te yaptığı ülkeler arası sıralamada formülü i le o tarih­
teki dünya güçlerini uygun sıralayabi lmişti. Bugün için ise Çin
Halk Cumhuriyet'i, bu formüle göre ABD ' nin önünde birinci sıra­
da görü lmekle birlikte çelik üretiminde ABD'nin takriben üç katı
çelik üreten Ç in, enerji tüketiminde 2000 yılı verilerine göre yı lda
ABD 3 1 24 mi lyon ton taş kömürü eşdeğeri (TKE) enerj i tüketirken
enerj i tüketiminde 1 022 milyon ton TKE değeri ile dünya ikinci sı­
rayı almaktadır. ııı< Enerji tüketimini ağırlıklı olarak kömüre dayan­
dıran Çin'i ABD kuşatarak ve Orta Doğu / Orta Asya-Rusya petrol
ve doğalgaz kaynaklarını kontrol ederek, petrol ve doğal gaza ulaş­
mada baskı altında tutmak istemektedir. B öylece Çin'in büyümesi
ve güçlenmesini yavaşlatılabilir diye düşünüldüğü anlaşılmaktadır.
1 1 Eylül 200 1 sonrası ABD ' nin Orta Doğu'da giriştiği bütün aske­
ri harekatlar ve politik girişimler Büyük Orta Doğu Projesi (BOP)
gibi bir çerçeveye oturtulabi lir.
Dünya çelik üretiminde o dönemde en yüksek paya sahip İngil­
tere 1 9 . yüzyılı bir İngi liz çağma, daha sonra 20. yüzyıl başlarından
iti baren dünya çelik üretiminde en yüksek paya sahip ABD bu yüz­
yılı bir Amerika çağına dönüştürürken 2 1 . yüzyılın başında Çin
Halk Cumhuriyeti dünyada çelik üretiminde birinci sıraya oturur­
ken 200 1 'de 1 5 1 milyon ton, 2002 ' de 1 82 milyon ton, 2003 'te 220
milyon ton ve 2004 'de ise 256 milyon ton çelik üretmiştir. 200 1 yı­
l ından beri Çin Halk Cumhuriyeti her yıl üretimine dünyanın altın­
cı büyük çelik üreticisi Almanya'nın üretimi kadar bir miktarı ekle­
yerek çelik üretimini artırmıştır. 2002 yılı üretim veri !erine göre
dünyanın ikinci büyük çelik üreticisi Japonya' nın o yılki çelik üre­
timi 1 1 1 milyon ton ve üçüncü büyük çelik üreticisi ABD 'nin üre­
timi o lan 9 1 milyon ton toplamına, Çin Halk Cumhuriyeti çelik üre-

98
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

timi ABD+ Japonya' dan 220 milyon ton ile daha fazladır. 100 2003 'te
AB ' nin çelik üretiminin 1 60 milyon ton olduğu düşünülürse, eğer
Çin Halk Cumhuriyeti 200 1 -2003 yılları arasındaki çelik üretimin­
de gösterdiği artışları devam ettirirse, üç yıl içerisinde Çin Halk
Cumhuriyeti, ABD+Japonya+AB 'den daha fazla çelik üreten bir
ülke olur ki, bu Çin'in dünyada mutlak sanayi gücü olması anlamı­
na gelir. Zira çelik, çelik olarak kalmamakta alt yapıya, üst yapıya,
endüstriyel ürünlere tabi bu arada silahlara da dönüşmektedir. Bu
da 2 1 yüzyılın bir Çin çağı olması anlamına gelmektedir. Acaba
Çin'i kuşatmaya çalı şan ABD'nin kaygısı dünya hakimiyetini bu
çağda Çin'e kaybetmek korkusundan mı gelmektedir?
Türkiye 'de çelik üretimi Atatürk döneminde 3 Nisan 1 937 'te
kurulan Karabük Demir-Çelik Fabrikası ile ciddi ölçüde başlamış,
1 965 'te açılan Türkiye 'nin ilk ve tek yassı mamul fabrikası Erde­
mir ve 1 972'de kurulmaya başlanılan, 1 98 0 ' li yıllarda desteklenen
özel şirketlere ait çelik üreten tesisler ile büyümesini sürdürmüştür.
Türkiye, 2003 yı lında 1 8,3 milyon ton sıvı çelik üreterek dünyada
1 3 . sırada yer almıştır. 2004 yılının ilk dokuz aylık verilerine göre
de 20 milyon ton sıvı çelik üreterek dünyada onikinci sırada yer al­
mıştır. 1 98 8 ' de Türkiye 2.8 milyon ton/ yıl sıvı çelik üreterek Bul­
garistan'ın önünde dünya çelik üretiminde 3 3 . sırada yer alan bir ül­
ke idi. Bazı i lke hatalarına rağmen Türkiye, çelik üretim artışını en
çok son 25 yıl içerisinde gerçekleştirmiştir.
Ağustos 1 996 tarihinde AB ile Türkiye arasında imzalanan
Gümrük B irliği Anlaşmasına ek olarak Avrupa Kömür Çelik Toplu­
luğu (AKÇT) ile imzalanan antlaşmaya göre Türkiye' nin bir Al­
manya veya Güney Kore üretim seviyesi olan 45 milyon ton/yıl sı­
vı çelik üretim seviyesine yükselmesi mümkün değildir. Bu antlaş­
maya göre Türkiye, çelik sanayisine verdiği her türlü desteği orta­
dan kaldırmaktadır; üretimini de mevcut kapasitesinde dondurmak-

99
Sencer İmer

tadır. Halbuki Türkiye ' nin mevcut Erdemir, İsdemir tesislerini,


mevcut 3 milyon ton/ yıl ve 2,2 milyon ton/yı l sıvı çelik değerlerin­
den her birini yı lda 7 milyon ton/yıl sıvı çelik üretecek seviyeye ge­
tirmeye ihtiyacı vardır. Ayrıca Türkiye' nin yassı ürün üreten Erde­
mir ve İsdemir gibi yeni entegre tesislere de ihtiyacı vardır. 11 0 Bütün
bu yatırımlar, A KÇT ile imzalanan, çelik üretimini kısıtlayan bu
antlaşma, Türkiye'nin değişen ihtiyaçları dikkate alınarak yeniden
görüşülmelidir.
Erdemir' in özelleştirilmesi bugünlerde gündeme gelmektedir.
Erdemir, zaten, özel bir kuruluştur. Sermayesinin takriben %46 ' sı
kamuya aittir. Erdemir bir tekeldir ve başarılıdır. Başarısının sırrı,
devlet, yabancı sermaye ve küçük tasarruf sahiplerinin iştiraki ile
kurulmasına rağmen özel bir kanunu olmasıdır. Bu kanunda
l 990 'lara kadar devletin %60 civarında olan hisselerine düşen kar­
lar dağıtılmaz ve sürekli Erdemir 'in büyümesi için gerekli yatırım­
larda kullanılır, denilmektedir. Ayrıca kanun, yönetimde "kuvvetler
ayrımı" prensibini getirerek genel müdür ve yönetim kurulunu, ic­
ra ve kararı kişi olarak değiştirmektedir. 1 962'den l 965 ' e kadar ya­
tırımı tamamlanarak, demir cevheri ve kömüre dayalı bir entegre te­
sis olarak 3 yılda tamamlanmış, 5 70 .000 ton/yıl sıvı çelik üretimi
ile Türkiye ' nin yegane yassı ürün üreten tesisi olmuştur. Erde­
mir 'in kurulmasını müteakip Türkiye 'de otomotiv sanayi kurul­
muş, diki şli boru fabrikaları, gemi inşa alanında ilerlemeler olmuş,
dayanıklı tüketim malları üretimi başlamıştır. Bunlar bir tesadüf de­
ğildir. Zira bu sanayilerin hepsi Erdemir 'in ürettiği yassı ürünleri
kullanmaktadır. 1 963 'te Kıbrıs 'ta Rumların adadaki Türklere karşı
giriştiği yok etme hareketine Türkiye uluslararası antlaşmalardan
doğan haklarına dayanarak ancak havadan müdahale edebilmiştir.
Zira Türkiye ' ye gerekli çıkartma gemileri verilmiyordu. Erdemir in
üretime geçmesine müteakip l 965 'ten sonra Türkiye, Erdemir ' in

1 00
Türkiye yi Ne Bekliyor?
'

ürettiği levhalar ile kendi çıkartma gemilerini imal edip 1 964 Kıb­
rıs Barış Harekatını gerçekleştinniştir. Erdemir ve Erdemir gibi te­
sislerin Türkiye ' nin savunma sanayisi için vazgeçi lmez yönleri var­
dır. Türkiye Demir Çelik İ şletmeleri ( TDÇ İ ) bünyesinde faaliyet
gösteren Kardemir' in 1 995 yılın da özelleştirilmesinden sonra İ sde­
mir de 2002 ' de 50 milyon dolar karşılığında Erdemir ' e verilmiş­
tir. İ sdemir ' in yeniden kurulma değeri 2.2 milyon ton/ yıl sıvı çelik
kapasitesine göre 4 milyar dolardır. Erdemir ' in kendi 6 milyar do­
larlık kurulma değeri buna eklenirse, Erdemir ve İ sdemir' in toplam.
yeniden kurulma değeri 1 0 mi lyar dolar olur. Erdemir' e ayrıca Ma­
kine ve Kimya Endüstrisi Kurumu (M KEK) Kırıkkale tesislerine
ait "Dikişsiz Boru Fabrikası" da veri lmiştir. MKEK' in "Dikişsiz
Boru Fabrikası" Türkiye' nin yegane dikişsiz boru üreten tesisid ir.
MKE K ' de ürettiğimiz havan topları bu dikişsiz borulardan üretil­
mektedir. Ayrıca TDÇ İ ' ye ait olan ve bugün görünür rezervi takri­
ben 60 milyon ton olan Divriği ve Hekimhan demir cevheri yatak­
ları da Erdemir'e verilmiştir. Jeologların tahminlerine göre bu hav­
zada başka zengin demir cevheri yatakları da bulunmaktadır. Ayrı­
ca Erdemir' in silisli sac yapan Romanya' da bir tesise iştiraki ve
Gemlik' teki Borçel soğuk sac haddehanesinde de iştiraki bulun­
maktadır. Bütün bu yapısı ile Erdemir, İ MK Borsasında 2 m ilyar
dolar bir değere sahip görünmektedir. Eğer Erdemir, öngörüldüğü
gibi 2005 yılında %46 kamu h isseleri karşılığı bir yabancı deınir­
çelik şirketine veril irse, takriben l mi lyar dolar karşılığı yeniden
kurulma değeri l O mi lyar doların üzerinde olan tekel konumundaki
tesisler, yabancı bir tekele veri lmiş olacaktır. Bu durum Türkiye'
nin sanayileşme, demir-çelik sanayinin ilerleme hedeflerini tama­
mıyla yabancı bir tekelin eline bırakmak anlamına gelecektir ki, ka­
bul edilmesi Türkiye'ye uzun yıllar kaybettirebilir. Şu anda Türki­
ye 'nin önündeki en ciddi sorunlardan biri Erdemir ' in kamu hisse-

101
Sencer İmer

!erinin bir yabancı tekele bırakılması sorunudur. Bu kesinlikle ka­


bul edilmemelidir. Erdemir, 1 965 ' te kurulduğu kapasite olan
5 70 . 000 ton/yıl sıvı çelik üretim seviyesinden, kamu payına düşen
karları yatırıma dönüştürerek 3 milyon ton/ yıl sıvı çelik üreten bir
tesis haline gelmiştir. Erdemir' in yalnız 2004 yılı karı takriben 500
milyon dolardır. Erdemir, kendi gücü ile ulusal düzeyde kendisine
verilen hedeflere doğru büyüyebil ir. Devletin, bu konuda Erdemir'
e yardımcı olması gerekir. Yabancı bir tekele verilen bir Erdemir,
yabancı tekelin ona biçeceği rolü oynar: yerinde sayabilir, belli üre­
timleri yapmayabil ir, hatta küçülebil ir. Erdemir' in yabancı tekel
marifeti ile büyüyeceği ihtimaline göre hareket etmek, dünyadaki
sanayileşme gelişmelerine, sanayileşmiş ülkelerin kendi ülkelerin­
deki sanayi üstünlüğünü korumak ilkesine ve gerçeğine aykırıdır.
Türkiye, Erdemir ' i mevcut yapısı ile geliştirmeli, özel leştirme­
meli, zaten özel ve özerk olan Erdemir ' i mevcut kapasitesinden 7
milyon ton/yıl kapasitesine kavuşturmalı, İsdemir ' in artan sıvı çe­
lik kapasitesini yassı ürün üretebi lecek şekilde 7 milyon ton/yıl ka­
pasitesine çıkarmalı, 2025 yı lına kadar yılda bir Almanya bir Gü­
ney Kore gibi 45 milyon ton/yıl sıvı çelik üretilecek şekilde çelik
sanayini geliştirmeli ve AKÇT ile yapılan antlaşmayı ulusal çıkar­
lar açısından tekrar AB ile müzakere etmelidir. Türkiye ' nin geliş­
miş bir ülke olması için devletin çelik sanayinden tıpkı genel ola­
rak sanayileşmede ve kalkınmada olduğu gibi ulusal çıkarları göze­
ten uzun vadeli politikalar geliştirmesi ve uygulaması şarttır.
Ekonominin büyümesi, ülkenin kalkınması, yaşam kalitesinin
yükselmesi, kişi başına tüketilen toplam enerji miktarı ile doğru
orantılıdır. 2000 yılı verilerine göre Türkiye' de kişi başına tüketi­
len toplam enerj i miktarı yı lda 1 ,8 ton taş kömürü eşdeğeri (TKE)
iken dünyanın en büyük enerji tüketicisi ABD' de 1 1 ,5 ton TKE, Al­
manya' da ise 5,9 ton TKE dir. Türkiye, Enerji Bakanlığı verilerine

1 02
Türkiye :vi Ne Bekliyor?

göre yıllık enerji tüketimini 20 1 0 ' da 3 , 1 5 ton TKE 'ye ve 2020'de


5, 1 ton TKE ' ye yükseltmeyi planlamaktadır. Türkiye, şu andaki du­
rumu ile ortalama yıl lık enerj i tüketimi kişi başına 2 ton TKE olan
dünya ortalaması seviyesinde, yani gelişmiş ülke olmak için yeter­
li olmayan bir seviyede bulunmaktadır. Yeni yatırımların yapılma­
sı, sanayi leşmenin artması, işsizliğin azalması daha fazla enerji tü­
ketilmesi ile mümkün olacak şeylerdir. 1 1 1
Türkiye 1 999' da yıllık tükettiği birincil enerjinin % 62' sini it­
hal ederken, 20 1 0 ' da bu oran %70' e ve 2020' de % 74 ' e yüksele­
cektir. Ayrıca dünyada ve Türki ye' de yıllık tüketilen birincil ener­
j inin % 90' 111ı petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil enerji kaynak­
larından oluştuğu düşünülürse, 2000 yılı verilerine göre kişi başına
yı llık birincil enerji tüketimi düşük olan Türkiye' nin 1 ,9 ton COı
gazı emisyon değerine karşı lık dünyanın kişi başına en fazla enerji
tüketen ülkeleri ABD ' nin 1 9,8 ton C02 gazı emisyonu yaydığını
görüyoruz . 1 12 Sanayilerini kurmuş, yüksek gelir düzeyine kavuşmuş
olan bir ABD, COı gazı emisyonunu mevcut seviyesinde dondurup
zamanla düşürmeyi taahhüt eden, yani fosil enerji tüketimini mev­
cut seviyesinde donduran bir Kyoto Antlaşması 'nı imzalamamakta,
Almanya mevcut gelişmişlik seviyesi ile bu antlaşmayı imzalamak­
ta, Türkiye' den ise Kyoto Antlaşması 'nı113 imzalamasını beklemek­
te ve bunun için Türkiye ' ye baskı yapmaktadırlar. Bu durum hiçbir
şekilde kabul edilemez. Türkiye birincil enerji tüketiminde en az bir
Almanya seviyesine yükselinceye kadar Kyoto Antlaşmasını imza­
lamamalıdır. Bu ulusal çıkarlarımıza terstir. Bugün dünyada tüketi­
len birincil enerjinin % 90' 111ı petrol + kömür + doğal gaz olduğu­
nu, % 7 ' si nükleer, % 3 'ü su + diğer yenilenebilir enerji kaynakla­
rı olduğuna göre, Türkiye'nin mutlaka nükleer enerj iye yönelmesi
ve toplam enerj i tüketimini en az dünya ortalamasına göre % 7- 1 O'
unu nükleer enerjiden sağlaması gerekir. Bu da 2020 yılında 462

1 03
Sencer İmer

mi lyon ton TKE (taşkömürü eşdeğeri) olan Türkiye 'nin toplam bi­
rincil enerj i tüketiminin takriben 3 0 ila 45 milyon ton TKE ' lik kıs­
mının nükleer enerj i ile karşılanması demektir ki 20000 MW, 1 5 5
milyar KWh arasında, yani Türkiye 'nin bugün takriben ürettiği top­
lam elektrik enerj isi kadar bir miktarı nükleer santrallerden karşı­
lanması demek olur; yani bugün için ileri ülkelerde en yüksek bi­
rim kapasite olarak ka�şımıza çıkan 1 400 MW' !ık nükleer santral­
lerden 1 4 tanesine 202 0 ' ye kadar ihtiyaç var demektir. Bu çok cid­
di bir nükleer enerj i programı demektir. Bugün için böyle bir pro­
gram ortada görülmemektedir. Yalnızca iki adet nükleer santral in
kurulacağından bahsedilmektedir. B i lindiği gibi l 970 ' li yılların ba­
şında yapılması için başlanılan nükleer santraller, geçen 30 yıl içe­
risinde kurulamamıştır. Bu süre içerisinde bütün çalışmalar akim
kalmıştır. Yani Türkiye, nükleer enerj iden uzak tutulmuştur. Son
İran örneğinde bazı büyük güçlerin nükleer enerj inin kullanılması
konusunda kısıtlayıcı davrandıklarını apaçık görmekteyiz. Türkiye
enerj ide dışa bağımlıl ığını, COı gazı emisyonunu artırmayan enerj i
üretimini büyük çapta ancak nükleer enerj i kullanarak aşabil ir. Ay­
rıca Türkiye dünyadaki en büyük Thorium rezervlerine sahip ki,
Thorium, nükleer santral atıklarını ciddi boyutta azaltacak ve böy­
lece nükleer santral lerin en büyük problemi olan nükleer atık depo­
lama sorununu da çözmektedir. Fakat maalesef Türkiye, Thorium
reaktörleri konusunda ciddi bir çalışma yürütmemekte ve dünyada
bu konuda yapılan çalı şmalara da katılmamaktadır.
Türkiye 'nin kalkınmasında ve içine düştüğü sıkıntılı dönemi
atlatabilmesi için Atatürk döneminin tekrar hatırlanmasında ve bu­
güne yeni şartlara göre uyarlanmasında büyük yararlar vardır. Özel
sektörün yapamadığını devletin yapması, yani karma ekonomi Ata­
türk döneminin en önemli özelliğidir. Mümkün olduğunca iç kay­
nakları kullanmak, tasarrufa önem vermek, yerli üretimi tüketmeye
özen göstermek, sanayileşmeye önem vermek, Türkiye'de üretilen

1 04
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

sanayi ürünlerinde katmadeğerin Türkiye' de daha çok kalmasını


sağlayacak şekilde bir yol izlemek, teknolojik üstünlük sağlamaya
çalışmak ve kamu iş letmecil iğinde i leri teknoloj i leri ku llanmak,
maliyetleri dünya maliyetleri ile rekabet edebilecek düzeyde tut­
mak ve geniş halk kitlelerini, yani tüketicileri ezmemek, satış fiyat­
larını buna göre düzenlemek Atatürk dönemi kalkınma ve sanayi­
leşme politikalarının esaslarını teşkil etmiştir1 1 4 Türkiye, Atatürk
dönemi kalkınma politikaları ve uygulamaları ile dünyada " eşit
devletler arasında eşit olma "hedefinin, yalnızca ' serbest piyasaya"
bırakılması istenilen sonucu getirmemektedir. Atatürk dönemi en
büyük büyüme değerlerinin ardarda erişildiği, en büyük sanayi bü­
yüme hızlarının da ardarda erişi ldiği dönem olarak Türkiye ' nin
ekonomi tarihinde yerini alınış, ayrıca bu dönemde Türkiye 'nin Os­
manlı devleti zamanından kalan eski borçları da ödenmiştir. Atatürk
döneminde, � 923 - 1 929 yılları arası GSMH ortalama yıllık % 1 0,9,
imalat sanayi büyüme hızı yıllık ortalama %8 ve 1 930- 1 939 yıl ları
ise GSMH ortalama yıllık %6,8 ve imalat sanayi büyüme hızı ise
yıllık oıtalama % 1 2, 1 olmuştur. 1 1 5 Atatürk dönemi, milli birliğin
sağlandığı, ulusal devlet hedeflerine doğru ilerlendiği bir dönemdir.
Bugün içinde buiunduğumuz güç durumu aşabilmek, dünyada
eşitler arasında eşit olabilmek için güçlü bir devlet oluşturmak zo­
rundayız. Türkiye ' nin büyüme ve kalkınmasında, işsizliğin azalma­
sında "birileri gelecek, birileri yapacak" tezinin yanlışlığının anla­
şı lması gerekmektedir. ' Avrupa Birliği 'ne girersek meselelerimiz
hallolacak' , 'yabancı sermaye yatırım yapıp bizi kurtaracak' yak­
laşımları yanl ıştır. Doğrusu, bizim işimizi, bizden başka yapacak
kimse yoktur. Kalkınacaksak, problemlerimizi çözecek isek, bunu
yapacak olan biziz. Bu hususu iyi anlamamız gerekiyor. Dünyada­
ki sömürü düzenine karşı çıkmamız gerekmektedir. Kapitalizmin
dünyada acımasız bir sömürü sistemi ile mazlum milletleri devlet-

1 05
Sencer İmer

sız bırakmaya doğru gittiğin, zaman içerisinde gittikçe bozulan


dünya gelir dağılımından ve ülkelerin kendi içerisinde bozulan ge­
lir dağılımından anlamamız gerekiyor.
Bizleri yöneten politik partiler, mal ' esef bizi sıkıntılardan kur­
taracak ulusal hedeflere göre organize olmuyorlar. Adeta dünyada
kurulmakta olan düzene teslim olmuşlar. Halkı uyarması, bilgilen­
dirmesi gereken medya, genellikle toplumu uyutmaya çalışıyor ve­
ya topluma dünyayı teslim alan ' yeni bir sömürü düzenine' teslim
olma zihniyetini pompalıyor. Bu durumda, insanlar ümitsiz, günlük
yaşıyor, kandırılıyor ve aldatılıyor.
Yurt dışında yaşayan insan potansiyelimizi, maddi ve manevi
.

anlamda, yeterince kullanamıyoruz. Esasen yurt içindeki insan po-


tansiyelimizi de yeterince kullandığımız söylenemez. Bunda parti­
zanca bakış açısı ve dar kalıplar ile değerlendirme büyük rol oynu­
yor. Örneğin bir Çin, kalkınmasında yurtdışındaki insan potansiye­
lini çok iyi değerlendiriyor. Çin' e gelen yabancı sermayede (2002 '
de Çin' e gelen yabancı sermaye 53 milyar $, Türkiye 'nin şimdiye
kadar aldığı toplam yabancı sermaye 20 milyar $ civarında ) yurt­
dışında yaşayan Çinlilerin büyük payı var. Ayrıca yurtdışında yaşa­
yan Çinliler, Çin' e bilgi ve teknoloj i transferinde önemli rol oynu­
yorlar. Küçücük İ rlanda bile yalnız 2002 yılında 1 9 milyar $ yaban­
cı sermaye girişi sağlamıştır. 1 1 6 İrlanda' nın 3.9 milyon nüfusa sahip
olduğu düşünülmelidir. İ rlanda'ya gelen yabancı sermaye ve yatı­
rım larda da yurtdışında, özellikle ABD' de yaşayan İrlandalıların
büyük payı vardır. l 970'li yıllarda yurt dışında, özellikle A lmanya'
da yaşayan ve çalışan vatandaşlarımız, Türkiye' de ' işçi yatırımla­
rı ' denilen, çoğu Türkiye' de kendi geldikleri yörelerde birtakım sa­
nayi yatırımları yaptılar. Mal ' esef bu yatırımlara; yatırım öncesi,
yatırım esnasında ve sonrasında devletimiz tarafından gerekli i lgi
gösterilmediği için bu yatırımların çoğu başarısız oldu; çok azı ba-

1 06
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

şan lı oldu ve bazı başarı lı olanlar da, yatırımı yapanların elinden çı­
karılarak el değiştirdi . Devlet yaptığı hatayı anlayarak daha sonra,
DES İ YAB ' ı (bugünkü adı ile "Türkiye Kalkınma Bankası"nı), kur­
·
du. Fakat başarı sızlığa uğrayan yurtdışındaki vatandaşlarımızın,
güveni sarsıldı ve sanayi yatırımı yapma hevesi kırıldı . Daha sonra
saadet zincirine benzeyen bazı yatırımlar yapı ldı. Bunlar da yuıidı­
şındaki yatırımcılarımızın güvenini sarstı, hevesini kırdı. Bu arada
yurt dışındaki bazı vatandaşlarımızın, inançları gereği faizsiz yatı­
rım yapmak istediği bazı kuruluşlar, ' yeşil sermaye' diye vasıflan­
dırılırken, yatırımcıyı güvence altına alan girişimler geliştirilmeden
bu tip yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın bir sermaye ve bilgi +
teknoloj i kaynağı da ülke kalkınması için usulüne uygun ve akıllı­
ca değerlendirilemedi. Yurt dışında yaşayan Türklerin özellikle Av­
rupa ve Almanya' da bulunan Türklerin birikmiş sermaye, b ilgi ve
teknoloj i potansiyeli,tabi i ABD, Avustralya gibi dünyanın başka
yerlerinde yaşayan Türklerin imkanları da dahil, Türkiye'nin ulus
devlet olarak hızlıca kalkınması ve güçle�esi için kullanılabilir ve
sistemli bir şekilde kullanılmalıdır.
Dünyanın mevcut su kaynakları bakımından en fakir bölgesi
Orta Doğu ve Kuzey Afrika' dır. Bu bölge dünyada en fazla çatış­
maların olduğu bölgelerden biridir. Türkiye, bu bölge içerisinde di­
ğer devletlere göre göreceli olarak en fazla tatlı su kaynaklarına sa­
hip olan ülkedir. Ancak Türkiye ' nin tatlı su kaynakları kendi vatan­
daşlarının bugünkü ve gelecekteki ihtiyacını karşılamaya yetmekte­
dir. Diğer taraftan, bugün nüfusu takriben 300 milyon olan Orta
Doğu ' nun 20 yıl sonraki nüfusu 600 mi lyon olacaktır ki, bu önü­
müzdeki 20 yıl içerisinde Orta Doğu ' da yaşam için hayati olan su­
yun azlığı daha çok hissedilecektir.

1 07
Se11cer İmer

Türkiye 'nin tatlı su kaynakları, özellikle geçen yıl Güney Do­


ğu Bölgemiz ' den geçen sınır aşan sularımız Dicle ve Fırat nehirle­
ri diğer Orta Doğu ülke lerinin, özellikle de İsrai l ' i n iştahını kabart­
maktadır. Güney Doğu Anadolu Bölgesi 'nde PKK terörün çıkması,
Kuzey Irak'ta ABD' nin Irak' ı işgalinden sonra bir kürt devletinin
kurulması için ABD' nin çalışmaları, Hıristiyan misyonerlerin Gü­
neydoğu Anadolu Bölgesi 'ni hedef olarak seçmesi, A B D ' ni n son
(Büyük Orta Doğu Projesi) BOP'da Güney Doğu ' nun merkezinde
olan Diyarbakır 'a özel önem verilmesi, TBM M 'ce reddedilen 1
Mart 2003 tezkeresinde Güney Doğu Anadolu Bölgesi 'nde Irak'a
hareket düzenleme adı altında 80000 ABD askerinin yerleştirilmek
istenmesi, şimdi de bazı yabancı ların ve bunlar arasında İsrai l ' i n de
Güney Doğu' da GAP bölgesinde toprak alımları gerçekleştirmesi,
bir rastlantı olarak görülemez. Gelecek yirmi yıl içerisindeki Fırat
ve Dicle nehirlerinin sularının kul lanımına kendi ulusları adına mü­
dahale olarak algılanabilir. Orta Doğu ülkelerinin ve özellikle İs­
rai l ' in gıda temini güvenliğinde Türkiye'nin GAP bölgesine özel
i lgi duyması ve kontrol etmek istemesi bu ülkelerin gelecekteki
ulusal çıkarları ile i lgilidir. Türkiye ' ye AB ' ne üyelik görüşmeleri
için 1 7 Aralık 2004' e tarih verilirken Türkiye'den çeşitli talepleri
dile getiren belgelerde Güney Doğu Bölgesi 'ndeki sınır aşan sula­
rımızı yönetmek için bir uluslararası su idaresinin kurulması isten­
mektedir. Böylece, milletimizin gelecekteki su ihtiyacını karşılayan
Güney Doğu' daki tatlı su kaynaklarımız olan Fırat ve Dicle nehir­
lerine, uluslararası idarece el konularak Türkiye'nin bu konudaki
egemenlik hakkına son verilmek istenmektedir. Buradan da görül­
mektedir ki, Türkiye 'nin zayıflatılması, haklarının elinden alınma­
sı konusunda ABD ve AB benzer ve hatta örtüşen girişimlerde bu­
lunmaktadırlar. Türkiye ' nin AB ile üyeli k görüşmelerinde, Güney
Doğu ' da uluslararası su idaresi kurulması talebine kesin ret cevabı

1 08
Türkiye 'yi Ne Bekliyor?

vermesi gerekir. Böyle bir taviz gelecek nesi ller adına verilemez.
Ayrıca AB ile yürütülen bir başka uygulamaya göre de tatlı su kay­
naklarımız özell eştirilecek, su tüketiminin fiyatlandırılması gelir
düzeyi bizden çok yüksek AB 'ye göre düzenlenecek, böylece insa­
nımız suyu az kullanan veya kullanamayan bir hale getirilmiş ola­
caktır. Bu uygulamanın, insan sağlığımız ve zaten sıkıntı içerisinde
olan ve kullanılan tatlı suyun takriben % 70 ini kullanan tarı mımız,
sanayimiz, yani toplam ekonomimiz için ne kadar sıkıntı yaratan
bir durum ortaya koyacağı açıktır. Mal ' esef AB ile her konuda yü­
rütülen sözleşme hızla, hatta bu yıl sonuna kadar uygul anmaya
konmak istenmektedir. Bir çok tüketici ve bürokrat, bu su özelleş­
tiıme ve fiyatlandırma uygulamasının hiç olmazsa 20 1 5 yılına ka­
dar geciktirileceğini umuyordu ama umulan olmadı .Yapılması ge­
reken bu uygulamanın derhal durdurulmasıdır. Kamu, bütçesi faiz
ve borç,ana para ödemesinin bir kısmı ancak karşılayan gelirlere sa­
hip olduğu için yapılması gerekli su yatırımlarını kend isi yapama­
dığı için özel sermayeye daha doğrusu yabancı sermayeye açmak
istemektedir. Yabancı sermaye de yapacağı su yatırımlarından para
kazanabilmek için AB ile imzaladığımız su özelleştirme ve fıyat­
landınna sözleşmesinin bir an önce yürürlüğe girmesini istemektedir.
Sovyetler Birliği 'nin 1 990' da ortadan kalkmasından sonra or­
taya çıkan tek kutuplu dünyada ABD tek süper güç olarak kaldı .
Dünyada eski Roma devrinde Roma' nın güç kullanarak başka mil­
letlere kabul ettirdiği bir Pax Romana = Roma Barışı 1 1 1 diyebilece­
ğimiz bir durum vardı. Bugün de aynı yola ABD, Başkan Bush ' un
liderliğinde yeni tutucular diye çevirebileceğimiz Neoconlar ile bir­
likte Pax Americana = Amerikan B arışı 'nı diğer milletlere kabul et­
tirmek için dünya çapında askeri faal iyetlere girmiş bulunuyor: Af­
ganistan, Irak bakalım bundan sonra hangi ülke sırada?

1 09
Sencer İmer

Almanya ' nın 1 974- 1 982 yılları arasında 1 2 yıl başkanlığını


yapmış sosyal demokrat Hclmut Schmidt, 2004 yılı yaz sonu çıkan
kitabında "DieMachte de Zukunft"ta (Geleceğin Güçleri) şöyle di­
yor:
"Kıta Avrupası milletlerinin çoğunluğu için görünen gelecekte
Amerikan emperyalizmine gönüllü olarak boyun eğmek için, ne
stratej ik bir neden vardır, ne de ahlaki bir neden . . . . Biz, evet deyi­
ciler haline gelerek yozlaşamayız. ABD, gelecek on yıllarda Avru­
pa B irliği 'nden daha işbitirici olacak olsa da, hatta Amerikan Hego­
manyası daha uzun bir geleceği kapsayacak olsa bile, Avrupa mil­
letleri onurlarını korumak zorundadırlar. Onur, kendi vicdanımıza
1 18
karşı duyduğumuz sorumlulukta ısrar etmeye dayanır"
Tek kutuplu dünyada hegoman gücün haksız ve yalnız kendi
çıkarı doğrultusundaki taleplerine karşı durmak ve direnmek gere­
kiyor. Bugünlerde zaferini kutladığımız Çanakkale Savaşı ' nı başa­
rıyla bütün o zamanki dünya güçlerine karşı veren bir mil let olarak,
bunu bugün de başarıyla yapacağımıza hiç şüphe yoktur.
Bağımsızlık ( İ stiklal) olmadan hürriyet (=özgürlük), hürriyet
olmadan demokrasi olmaz. Türkiye, bağımsızlığını ve ülkesindeki
insanların hürriyetini korumak zorundadır. Hürriyeti olan da kendi
verdiği kararın arkasında durarak onurunu korur. Onurunu koruya­
mayan, yani verdiği kararın arkasında duramayan, hür değil, hür
olamayan da bağımsız değildir, köledir yani başkasının iradesini
yerine getiren, tabi insandır. Atatürk, işte bu yüzden İstiklal Savaşı­
mızı başlatırken, bu büyük millet bir başkasının esiri ve kölesi ola­
maz, o halde "Ya istiklal ya ölüm ! " diyerek bağımsızlığımızın Tür­
kiye için ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuştur. Şu anda ser­
bestçe dalgalanan ay yıldızlı bayrağımız, bağımsızlığımızın sembo­
lüdür, yani bazılarının düşündüğü gibi bir bez parçası değildir.

1 10
Tiirkiye 'yi Ne Bekliyor?

ABD, Afganistan ' ı ve Irak ' ı işgal ederken oraya demokrasi ge­
tireceğini söylemişti. Bağımsızlığı olmayan bir . ülke, nasıl hür ola­
bilir? N asıl demokrasi uygulayabilir? Roma da, dünyaya kendi dü­
zenini getirmek için, o ülkeleri işgal ediyordu.
AB ' de kendi yöntemleri ile Türkiye'ye kendi istediklerini yap­
tırmaya çalışıyor. Bunu yapmaz isen, üyelik görüşmelerini başlat­
mam, diyor. Yani milli bağımsızl ı ğımıza ve hürriyetimize engel ko­
yuyor. O da bunu demokrasileşme adına yapıyor. B iri silahlı biri de
silahsız olarak aynı şeyi yapıyor.
Türkiye, bugün adı konmamış gizli bir çatışmanın içerisinde
bulunuyor, bağımsızlığını kaybetmek, başka bir gücün hakimiyeti
altına girmek durumunda kalıyor. İçimizde direnenler, ulusal çıkar­
ları savunarak bağımsızlığımızı korumak için mücadele edenler ve
teslim olanlar var. Atatürk, Türk gençliğine seslenişinde:
"Ey Türk gençliği ! B irinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cum­
huriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir.
Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegane temeli budur. Bu temel
senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden
mahrum etmek isteyecek, dahili ve harici, bedhahların olacaktır. . .
Vazifen Türk İstiklal ve Cumhuriyetini kurtannaktır! Muhtaç
olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" derken 75
yıl önce şu anda içinde bul unduğumuz duruma işaret etmekte idi.
Türkiye'nin bağımsızlığını savunanlar hiç şüphesiz başarılı
olacaktır. Aksi gerçekleşirse Türki ye bir gücün koruması altında bir
devlet protektorat ( =manda) veya koloni olur. Allah bu duruma düş­
mekten korusun ı
İçinde bulunduğumuz gizli çatışma, kriz ve savaş basamakları­
na kadar tırmana bil ir, hep taviz verilerek çatışma kazanılmaz.
Tek kutuplu olan �u andaki dünyada, Türkiye çok kutuplu bir
oluşumu tercih etme li ve bunu desteklemelidir. Türkiye'nin ulusal

1 1 1
Sencer İmer

çıkarları bunu gerektirir. Şu anda orta büyüklükte güçler vardır;


Rusya, Çin, Hindistan, AB içerisinde özellikle Almanya - Fransa
ikili sinin bütünlüğü vardır. Dünyanın ikinci ekonomik gücü olan
Japonya, politik ve askeri bir güç değildir. Çin 1 990 ve 2002 yılla­
rı arasındaki yıllık ortalama büyüme hızı olan % 1 0,2 ve aynı yıl lar
arasında yı llık ortalama %4,8 ile büyüyen ABD 'nin GSYH ile kar­
şılaştırılırsa, 42 yıl sonra ABD ile aynı büyüklüğe ulaşacak demek­
tir. Tabi bu hesapta Çin'in bundan sonra da 1 990-2002 arasında
gösterdiği büyümeyi devam ettireceği ve ABD' nin aynı dönemdeki
büyüme hızında kalacağı kabul edilmiştir. Yani 2 1 . asrın ortasında
ABD ve Çin aynı büyüklükteki ekonomilere sahip olacakmış gibi
gözüküyor. ABD, bu gelişmeyi engellemeye veya geciktirmeye ça­
lışıyor, Çin' in petrol ve doğalgaz kaynaklarına ulaşmasını engelle­
meye çalışıyor.
2 1 . yüzyılın ortası olan 2050' de Türkiye 'nin nüfusu takriben
l 00 milyon olurken, Orta Asya' daki 5 Türk Cumhuriyetinin nüfus­
ları da takriben 1 50 milyon olmakta, yani Türkiye + 5 Türk Cum­
huriyeti 250 milyonluk bir pazar olmaktadır. Aynı tarihte şu anda
nüfusu 1 48 milyon olan Rusya 'nın 1 3 0 milyona inerken Çin' in nü­
fusu l .600 milyon, Hindistan ' ın nüfusu olan 1 .600 milyon olmak­
tadır. 205 0 ' de İran ' ın nüfusu 1 63 milyon, Pakistan 'ın ise 3 82 mil­
yon olmaktadır. 1 19 Avrupa'nın nüfusu ise aynı tarihte mevcut duru­
ma göre azalmış ve yaşlanmış olacaktır. Türkiye'nin bu durumda
bir Avrasya B irliği çalışması başlatması şart olmuştur. Bu Avrasya
Birliği ' nin içinde Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Kafkaslar, Rus­
ya, mümkünse İran ve Pakistan olmalıdır.
Türkiye ' nin hedeflediği bir Avrasya Birliği, çekirdek ülkeler
olarak Türkiye, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Rusya, İran olabi­
lir. Buna Kafkas ülkeleri ve Pakistan da katı labil ir. Bu birlik, Çin ve
Hindistan ile de işbirliği yapabilir. Gayet tabii AB i le, Almanya-

1 12
Tiirkiye 'yi Ne Bekliyor?

Fransa ikilisi ile işbirliği yapabilir. Türkiye çok kutuplu bir dünya­
da rahat eder, dünya da rahat eder. Şu anda Avrupa Birliği diye bir
şey yoktur. Ancak fikir olarak böyle bir proje vardır. Hatta Rus­
ya ' da bu fikri savunan, tabii Rusya nın geleceği açısından Alexan­
der Dugin vardır. 120 A. Dugin, Rusya'daki Avrasya Hareketi ' nin de
başkanıdır. Rusya'nın var olabilmesi için de çok kutuplu bir dünya­
ya ihtiyaç vardır. Bu anlamda Türkiye'nin talebi ile Rusya ' nın tale­
bi örtüşmektedir. Ama bu Rusya'nın Avrasya düşüncesi ile Türki­
ye'nin Avrasya düşüncesinin aynı olması anlamına gelmez. İki ül­
kenin farklı çıkarları sebebiyle, farklı Avrasya modelleri olması do­
ğaldır. Ancak bu farklılık, Türkiye ve Rusya' nın tek kutupluluğu
aşma konusunda Avrasya Projesi 'nde işbirliği yapmasını engelle­
mez. Avrasya proj esi, aynı zamanda Rusya'nın geleceğini güvence
altına alma çabasıdır. Türkiye ' nin bağımsızlığını korumada, Avras­
ya Birliğine yaklaşmak Türkiye'nin çıkarınadır.
Türkiye, komşusu ile iyi olan il işkilerini daha güçlendirmek,
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile ekonomik ve stratejik işbirliğini
kuvvetlendirmek zorundadır. N ATO üyeliği, ABD ile müttefiklik
ve AB üyeliği için çabalar göstermek Türkiye 'ye yetmemelidir.
Türkiye, Ankara-Moskova, Ankara-Brüksel, Ankara-Arap İslam
Ülkeleri, Ankara-Pekin, Ankara-Tahran ilişkilerini mevcut ikili iliş­
kilerinin yanı sıra özel likle güçlendirirse, ihtiyaç duyduğu çok ku­
tuplu dünyanın oluşmasını hızlandırmış olur. Ancak, her şeyden ev­
vel Türkiye'nin içeride güçlü bir devlet olmaya, ulusal bağımsızlı­
ğın ulusal ekonomik bağımsızlıktan geçtiğine inanarak Atatürk dö­
nemindeki hızla, çok çalı!;imaya mil let olarak ihtiyacı vardır. Bütün
dünyadaki Türk potansiyel ini de bu ulusal kalkınma hareketimizde
seferber etmemiz gerekir. 121

1 13
MODERNLEŞME

Rasyonalizasyon konusunu hepimiz vurguluyoruz. Ama ras­


yonalizasyonun herhalde birinci göstergesi insanın saatini, kendisi­
ni iş akışına göre ayarlayabilmesidir. B iraz önce benim çok takdir
ettiğim, çok beğendiğim ve Türkiye'nin gelecekteki Marx. We­
ber' lerinden122 biri olarak gördüğüm Vedat BİLGİN 1 23 Bey köylü­
lükten şehirliliğe, modem topluma geçişin önemini anlattı . Köyde
zaman kavramı sadece mevsimlerle, aylarla, bir de sabahla akşam
arasındaki farktır. Halbuki şehirde yaşayan bir insan için binmesi
gereken trene, uçağa bir kaç dakika gecikmesi çok büyük zararlara
mal olur. İşte bu modem hayatın temposu ister istemez bize zama­
na dikkat etmek gibi kendimizi disipline etmek, dilimizi disipline
etmek ve zamanın hesabını yapmak suretiyle, zihnimizi disipline
etmek gibi bir zorunlul uklar getiriyor, alışkanlıklar kazandırıyor.
O sebeple, gelişmiş bir ülkenin insanıyla az gelişmiş bir ülke­
nin insanını bir araya getirdiğinizde ilk göze çarpan husus, düzenin
akışındaki rasyonell ikle ilgi li farktır. Bu konular, Türkiye 'nin ikisi­
nin arasında bir yerde olduğunu gösterir. Hemen hemen günlük ha­
yatımızdan da alacağımız her bir örnek, Türkiye 'nin gelişmiş ülke­
ler kadar modernleşmediğini; ama Türkiye' ye az gelişmiş ülke de
denilemeyeceğini, ortada, gelişmekte olan bir ülke olduğunu göste­
rıyor.

1 15
Talıa Akyol

Ama Türkiye İran' dan ileride, acaba neden? Türkiye, Arap ül­
kelerinden daha i leride acaba neden? Türkiye, birçok Asya ülkesin­
den ve de Afrika ülkelerinin tamamından çok daha ileride acaba ne­
den? Ve Türkiye 'de acaba Atatürkçü modernleşme modeli tek doğ­
rudur diyebilir miyiz? Hayır Atatürk'ünki yanlıştı, Osmanlı mo­
dernleşmesi daha doğruydu diyebilir miyiz? Hayır, ikisi de yanlış­
tı, liberal modernleşme yahut şu tarz modernleşme daha doğru olur­
du diyebilir miyiz? Bugün bunlar, Türkiye de hem siyasi tercihleri­
miz ve değer yargılarımız açısından tartışılıyor, hem de bizim mo­
dernleşme konusunda dinamik bir anlayışa vaıınamız bakımından
önemli konulardır.
Türkiye 'nin neden daha gelişmiş olduğunu kendi çapımda
araştırırken şunlar benim dikkatimi çekti: Türkiye, 1 850 yılında
Türklerin padişahı, Müslümanların halifesi, Hıristiyan tebaanın da
hükümdarı olan Sultan Abdülmecit12• zamanında, Avrupa'dan Tica­
ret Kanunu almış. 1 85 8 'de Modern Ceza Kanununu çıkarmış. Şer­
i cezalar yürürlükten kaldırılmıştır. 1 86 1 Ceza Muhakemeleri Usu­
lü Kanunu çıkarılmıştır. Bu liste uzayıp gidiyor. Neden Osmanlı
bunları başardı? Mesela bir İran, Fransız yönetimi altındaki bir Fas,
Tunus, bağımsızlığına kavuşmuş sayabileceğimiz Mısır bunları ya­
pamadı da Türkiye bunları neden yaptı?
Önce dikkatimizi çeken, Osmanlı Devleti'nin bürokratik'25 bir
devlet olmasıdır. Bunun için, Türk modernleşmesi, bürokrasi tara­
fından başlatı lmış, bürokratik modernleşme olarak yürümüştür. Os­
manlı ' da yönetenler İlmiye, 126 Seyfıye 121 ve Kalemiye ' den128 oluşu­
yordu.Yani mülki kesim, askerler ve bürokrasi . . . İlmiye dediğimiz
de hukukçulardı. Bugünkü Yargıtaylar, Sayıştaylar, Danıştaylar,
Barolar Birliği, mahkemeler laik cumhuriyetin savunucusu olan bu
kurumlar i lmiye geleneğinden geliyorlar.

116
Modernleşme

Seyfiye, ordu ve mil li savunma, terörle mücadele bakımından


bir de rej imdeki rolü bakımından önem taşır.
Kalemiye, bürokrasi özellikle devletçilikteki rolü bakımından
önemlidir.
Bunların dı şında, yönetim üzerinde hiçbir etkisi olmayan vergi
mükellefi, Tanzimat'tan sonra da askeri hizmet mükellefi olan Rea­
ya' dan 129 oluşuyordu, yani ahali . . . Osmanlı ' da devlete katılacak,
devletin tavırlarını sınırlayacak, devletle gerektiğinde kavga edecek
aristokrasi 130 yoktu. Dolayısıyla Osmanlı, devletin yönettiği, devle­
tin yarattığı bir toplum meydana getirmiştir. Bunun Türklere çok
büyük bir hizmeti olmuştur. Osmanlı, aşiretleri ortadan kaldırmak
suretiyle bu merkeziyetçi bürokratik yönetim sayesinde Türkiye 'yi
bugünkü yerleşik medeniyet düzeyine ve şehirli düzeyine getiıme­
nin zeminini hazırlamıştır. Irak'ta hala falanca aşiret şunu yaptı, fi­
lanca aşiret bunu yaptı, diyoruz. Suriye'de falanca aşiret şuraya git­
ti, diyoruz. İran'da da aynı şeyi söylüyoruz. Türkiye'de aşiret yok,
neden? Türkiye 'de devşirme sistemi de kullanı larak kuvvetli bir
merkezi idare yani yargı (İ lmiye, hukuk), ordu (seyfiye) ve mülki
bürokrasi (Kalemiye) vardır. il. Mahmut131 reformlara bunlardan
başladı. İlmiye sınıfının dayandığı vakıfları ortadan kaldırmak su­
retiyle i lerde Mustafa Kemal ' in getireceği laikliğin bir tür ön hazır­
lığını yaptı. Seyfiyeyi modernize etti, Yeniçeri teşkilatını lağvetmek
suretiyle Asiikir-i Mansure-i Muhammediye132 adıyla modem ordu­
nun çekirdeğini oluşturdu. Merkezi idareyi kurmak suretiyle mo­
dern geleneksel bürokrasiyi modern bürokrasiye dönüştürdü ve bü­
rokrasi açısından çok önem ifade eden protokolü, rütbeyi i fade eden
kıyafet anlayışına uygun olarak II. Mahmut da bir "Kıyafet Devri­
mi" yaptı. Dikkat ederseniz, Türk modernleşmesinin Cumhuriyet
devrinde zirveye çıkacak olan bürokratik karakteri, Osmanlı mo­
dernleşmesi ile ortaya çıkmıştır.

1 17
Talıa Akyol

Tanzimat bunu daha ileriye götürdü. Hukuk reformları (biraz


önce Batıdan aldığımızı saydığım) kanunlar yapıldı. Bürokrasi Şu­
ray-ı Devlet 'i (Danıştay) kurdu, Divan-ı Muhasebat 'ı (Sayıştay)
kurdu . Bürokrasinin geliştirilmesi merkezi idareyi ve vilayet idare­
sini geliştirdi.
Tanzimat, maari fi 133 yani eğitimi de geliştirdi . . Arkasından Ab­
dülhamit dönemi Tanzimat reformlarının daha da hızlandığı bir dö­
nemdir. Halil İnancık'ın134 verdiği rakamlara göre; Kanuni devrin­
de135, Viyana 'dan Hint Okyanusu'na uzanan imparatorlukta beş bin
memur varken Abdülhamit döneminde yüz bin memur olmuştur.
Bu da bürokrasinin modernleşme sürecinde ne kadar geliştiğini bi­
ze gösteriyor. Çünkü artık falanca köyün, falanca kasabanın, falan­
ca şehrin işini, oradaki mahalli subaşı ya da yeniçeri ağası değil,
doğrudan merkezi devlet tarafından tayin edilmiş kaymakam, tarım
müdürü, sici l memuru yönetmeye başlamıştır. İdare cihazının mo­
dernleştirilmesi Abdülhamit döneminde hızlandı. Yargı alanında
bugünkü Asliye Mahkemesi , Sulh Mahkemesi, Ağır Ceza Mahke­
mesi, Ticaret Mahkemesi teşkilatlan Abdülhamit döneminde kurul­
du.
O dönemin modernleşmesini temsil eden düşünürlere bakıyo­
ruz. Ziya Paşa,136 Şinasi137, Namık Kemal (Özellikle Namık Ke­
mal 'in138 çok büyük bir düşünür olduğunu, sadece şair olarak görül­
memesi gerektiğini i fade etmem gerekir). Mizancı Murat139, Recai­
zade Ekrem 140, Tevfik Fikret141, hepsi edip memurlardır. Hariciye142
kaleminde yetişmişlerdir. Yahut Bab-ı Ali 143 kitabetinde yetişmişler­
dir. Ve aklımıza bir soru geliyor. "Bu kadar edebiyatçısı, bürokratı ,
askeri, kahramanı olan Osmanlı modernleşmesinin iktisatçıları
kimdir?" Yoktur!
Bu bizi modernleşme modelimizde iktisat tarafının gölgede
kaldığını gösteriyor. B izde bürokrasi-ağırlıklı bir modernleşme söz

1 18
Modernleşme

konusu olduğu için; sivil bir faaliyet olan tüccarlar ve sanayiciler


tarafından, yani girişimci orta sınıf ya da burjuvazı tarafından ya­
pı lması gereken iktisat tarafının gölgede kaldığını, iktisadın da dev­
letin yönettiği bir idari mesele olarak alındığını görüyorum.
Sultan II. Abdülhamit ' in Darülfünun'da1•• iktisat dersini veren
Sakızlı Ohannes Efendi ' dir1•5 (Bu Sakızlı Ohannes Efendi ' nin bir
Rum olması ve Rumların da ticarete ne kadar yatkın olduklarını bi­
liyoruz. O da i lgi çekicidir). Ve bizden ilk maliye nazırı, bizde mo­
dern maliye teşkilatını kuran Cavit Bey 'dir146•
Burada bürokratik modernizmin bütün unsurlarını görüyoruz.
Devlet kendisini modernleştiriyor, orduyu modernleştiriyor, adliye­
yi modernleştiriyor, eğitimi modernleştiriyor, idari teşkilatı mo­
dernleştiriyor. Ama ekonomiyi, vergi toplamak için biraz da yok­
sulluğu ortadan kaldırmak için yapılması gereken idari bir faaliyet
olarak görülüyor. Bir üretim, istihdam, ticaret, ithalat, ihracat, tek­
noloj i , piyasa meselesi olarak görülmüyor. Osmanlı modernleşme­
sinin iktisatçısı olmadığı gibi tabi Atatürkçü modernleşmenin, Ke­
malist modern leşmenin iktisatç ısı kimdir? Buna da kolay cevap ve­
remeyız.
Buraya kadar gelince, Atatürk döneminden önce İran ile bir
mukayese yapmak istiyorum. İran ile bir mukayese yapmamın se­
bebi, Osmanlı'dan sonra en gelişmiş, devlet geleneğine sahip ülke
İran 'dı. Bugün de Türkiye Cumhuriyeti' nden sonra İslam Dünya­
sında en teşkilatl ı, az çok parlemantosu olan, kanunu, yönetmeliği
olan, hariciyesi olan, aşiret yapılarını belli ölçüde aşmış olan
İran 'dır. Mukayese için ' i leri · bir örnek alıyorum, Suriye 'yi alsam
daha kötü bir tablo çıkar.
1 827 yıl ında Avrupa' daki İran 'lı öğrenci sayısı 29, Osmanlı
öğrenci sayısı l 5 0 'dir. Modern Mühendishane Mektebi Türkiye 'de
1 796 'da; İran 'da ! 85 6 'da, Modern Harbiye Türkiye 'de l 834 'te;

1 19
Taha A kyol

İran'da 1 88 0 ' de, Mülkiye Mektebi yani S iyasi B ilgiler Fakültesi,


kaymakam yetiştirmek üzere, idari personel yetiştirmek üzere kuru­
lan Mülkiye, Türkiye ' de 1 859 'da; İran' da 1 92 1 ' de kurulmuştur. İk­
tisat tarihçisi Mısırlı Hıristiyan Charles Isawi, Orta Doğu ' da Türk­
lerin modernleşmede öncü bir rolünün olduğunu ve Türkiye'yi elli
yıl farkla İran' ın, biraz daha fazla bir farkla Arapların takip ettiğini
söyler. Bugünkü rakamlarla, bugünkü gelişme farkları da aşağı-yu­
karı benzer niteliktedir.
Size Charles Isawi ' den yine bazı rakamlar aktaracağım. Isawi,
bürokrasinin "ilerleyici bir rol oynadığını ama modernleşmemizin
devletin modernleşmesi olarak algı ladığını" söylüyor. Ama bir süre
sonra bu okumuş insanlar Avrupa ' daki fabrikaları gördüler. Sakızlı
Ohannes Efend i ' den İ lm-i Servet yani iktisat dersi okudular. B izde
de bir takım iktisadi teşebbüslerin olması gerektiğini düşündüler.
Bunu II. Mahmut da düşünmüş ve birisi Beykoz' da, birisi de Ha­
l iç 'in kenarında olmak üzere İ stanbul ' da iki tane feshane yaptırmış­
tır. Feshane, askerin ve sivillerin giyeceği fesleri, askeri kıyafetleri
diken bir işletme idi ve ticari bir işletme gibi değil devlet dairesi gi­
bi düşünülmüştü. B aşına bir paşa tayin edilmişti. Altı, yedi sene ça­
l ıştıktan sonra o kadar zarar etti ki, devlet altından kalkamadı. İtha­
lat daha ucuz olduğu için bu işletmeler devlet tarafından kapatıldı.
İttihatçılar' da, Abdülhamit dönemindeki birikimin neticesinde, biz­
den de sanayicinin çıkması gerektiği düşüncesi gelişti. Meşhur Zi­
ya Gökalp 'in öncülüğü ile başlayan Milli İktisat Kampanyası yani
Rum'un fabrikatörü varsa, Ermeni 'nin bankeri varsa, Yahudi 'nin
tüccarı varsa, Müslüman' ın da fabrikatörü, bankeri, tüccarı olmalı­
dır düşüncesi . . . . Bu düşünce doğrultusunda Maliye Bakanlığı Ca­
vit Bey tarafından modernize edi ldi. Tarım Bakanlığı kuruldu ayrı­
ca Maden Bakanlığı kuruldu. İlk bakanlıkların taşrada ekonomi i le
i lgili müdürlükleri kuruldu. İşte Ticaret Odaları, Odalar B irliği,
Borsalar Birliği kuruldu.

1 20
Modernleşme

Böylece Cumhuriyet' in modernleşmesine temel olan devlet


yapısını Osmanlı modernleşmesi sağladığı gibi, İzmjr İktisat Kon­
gresinde147 netleşen bizim içimizden iş adamları çıkarmak suretiyle
eksik tarafımızı tamamlama şeklindeki politikayı da ittihatçılar baş­
latmış oluyordu. Cumhuriyet, modem bürokrasiyi devraldığı için­
dir ki; Cumhuriyet dönemindeki gelişme bütün Arap ülkelerinden
ve kendi değerleri olmayan bütün toplumlardan daha i leri olmuştur.
Şevket Pamuk'un iktisat tarihçisi olarak verdiği rakamlara göre;
1 9 1 4- 1 950 yılları arasında 1. Dünya Savaşı ' nın yıkımına rağmen
Türkiye'de gelir %25 arttığı halde mesela savaşa girmemiş olan
Mısır ' da gelir hiç aı1mamıştır. Bu veriler, Türkiye'nin bu başarısı­
nın temelinde, bir İktisat B akanlığı ' nı n olması, bankanın olması ya­
ni Osmanlı döneminde yapılan devletçi modernleşmenin kurduğu
müesseseler olduğunu gösteriyor. Bunu Prof. Şevket Pamuk148 da
belirtir.
Cumhuriyet ' i kuranlar, İzmir İktisat Kongresi ' nde bir mesaj
verildi. Biz Milli Mücadele'de destek almak için iki dış güce çağrı­
da bulunduk, Mustafa Kemal Paşa'nın o zamanki konuşmalarında
bu çok açıktır: Birincisi İslam dünyası i di . Milli mücadele yılların­
da Atatürk'ün konuşmalarında çok kuvvetli bir İslami doz vardı.
İkinci güç ise Bolşcviklerdi. 14" Atatürk' ün Bolşevikleri öven sözle­
ri de vardı. Hatta Lenin ' e yazdığı bir mektupta Türkiye için Bolş­
evik benzeri bir model düşündüğünü bile söyler, tabii diplomasi ya­
par bulunla. Atatürk 'ün diplomasi amacıyla söylediği Bolşevizmi
öven sözlerinin ardından bazıları "Atatürk komünistti,açıklayamı­
yordu" diye tahrif ettiler.
Merhum Attila İ lhan da Atatürk'ün bu dönemdeki konuşmala­
rından alıntılar yaparak, Sultan Galiyev150 bir "Gazi Paşa" modeli
oluşturur.

121
Taha Akyol

Halbuki, İzmir İktisat kongresi yapılırken orada bir mesaj gö­


rüyoruz . . Atatürk şu mesaj ı veriyor; Lozan 'a151 gitmeden önce "Ben
Bolşevik olmayacağım. Sizin gibi yani Batılı olacağım. Bunu bi lin,
masaya öyle oturalım."
İzmir İktisat Kongresi 'ni, iktisadi bir kongre olmaktan çok dip­
lomatik bir kongre olarak gören Ahmet Demirel ve Mete Tunçay gi­
bi tarihçiler bana göre haklıdırlar.
Aynı zamanda Osmanlı devletinden devralınmış olan bürokra­
tik modernleşme de devam etmektedir. B atı' dan 1 926 'da Medeni
Kanun alınmaktadır. 1 93 2 ' de Ceza Kanunu alınmaktadır. Harf dev­
rimi yapılmaktadır. Laiklik anayasaya yazılmaktadır.
il. Mahmut döneminde, Abdülhamit döneminde, İttihat Terak­
ki 152 döneminde yapılan bürokratik reformlar en ileri düzeyde dev­
rim halinde uygulanmaktadır. Ama 1 93 0 'lara gelindiğinde öyle bir
ekonomik kriz yaşanır ki, artık Curnhuriyet'te de "bizim ekonomi­
ye daha çok bakmamız" bakmamız gerekir kanaati eskisinden daha
fazla güçlenir. Cumhuriyet esas itibariyle bir hukuk ve kültür dev­
rimidir. Bir ekonomik ve toplumsal devrim değildir. Kadro dergi­
sinden örnek vereceğim.
Kadro mutlaka incelenmesi gereken l 930' ların başında çıkmış
olan sol Kemalist bir dergidir. Bu sebeple dünya görüşüne katılma­
dığım ama çok saygı duyduğum bir dergidir. Ankara' da herkesin dil
ve tarih kongreleri ile uğraştığı o korkunç iktisadi kriz ortamında,
ekonominin ne kadar önemli olduğunu anlatmak için çırpınan bir
dergidir. Şevket Süreyya Aydemir 'in İkinci Teşrin yani Kasım 1 933
sayısında ' Makinelerin Muhacereti' diye bir yazısı vardır. Orada di­
yor ki: Bir buçuk sene önce de yazdım. 1 93 0 krizi sebebi ile Avru­
pa'da şirketler iflas etti. Makineler sudan ucuz hale "geldi . Aman
Avrupa 'dan makine ithal edelim, süratle makineleşelim, sanayileşe­
lim diyor. Şevket Süreyya Aydemir'in153 Sovyetlerde çalışmış olma-

1 22
Modernleşme

sından kaynaklanan iktisat tecrübesi vardır. Bunun yanında Anka­


ra ' da da aynı zamanda İktisat Vekaleti 'nde Genel Müdür olarak ça­
lışmaktaydı. Beş yıllık planın hazırlanmasında Şevket Süreyya'nın
büyük rolü vardır. Yani işi tarih ve dil kongrelerinde konuşan ideo­
loglardan çok daha iyi bilen birisidir. Kadro 'da diyor ki; Türkiye
her sene en az yılda 300 milyon liranın üzerinde sanayi malı ithal
ederek fabrikalar kurabilir. Ama üç-üç buçuk yıl önce yazdığım hal­
de sanayi ithalatımız 70-80 milyon liranın üzerine çıkmadı!
Şevket Süreyya ' aman ekonomi, aman ekonomi' diye çırpını­
yor. Kadro dergi si sanayileşme diye çırpınırken ve dünyada da
1 93 0 krizi 154 ile Keynes 'in155 ortaya çıkması gibi bir iktisat devrimi
yaşanırken, bizdeki resmi ideoloj inin uğraştığı konu dil kongresi ve
tarih kongresidir! Dil kongresinde önce dilimizdeki Arapça kelime­
lerin, Osmanlıca kelimelerin tasfiye edilmesi, arkasından Güneş Dil
Teorisi 156 ile dünyadaki bütün dillerin Türkçe 'den çıktığı gibi bugün
hiçbir anlam ifade etmeyen kavramlarla uğraşılırken, Kadro dergi­
si 'aman iktisat aman iktisat' diyor. Kadro dergisi ilgi odağı olunca
kapatılıyor ve yerine Cumhuriyet Halk Fırkası 'nın Katib-i Umumi­
si Recep Peker ' in 157 yönettiği Ü lkü dergisi çıkıyor.
Araştırmacı Tevfik Çavdar, Ülkü dergisinin iki yıllık sayısı
üzerine muhteva analizi ve içerik analizi çalışmalarını yapıyor ve
şu sonuca varıyor: O ağır iktisadi kriz ortamında yani Anadolu 'da
insanların zaman zaman ot yediği, o ağır ekonomik kriz ortamında
ve Atatürk'ün "yanıyorum, nereye gitsem ızdırap dinliyorum." di­
ye üzüntüsünü ifade ettiği bu ortamda Ü lkü dergisinde yayınlanan
makalelerin 147 (yüz kırk yedi) tanesi dil ve tarih konuları ile, ya­
ni "Türklerin unutulmuş, yüksek medeni vasfı", tunç devri, taş dev­
ri, Güneş-Dil teorisi gibi teorilerle ilgiliydi. Ekonomi konusunda
ise sadece 49 (kırk dokuz) makale yayınlanmıştı.

1 23
Taha A kyol

Bu da bize, Cumhuriyet devrimlerinin, bizim modernleşmemi­


zin hakikaten başarılı olan birinci aşamasını teşkil eden, bürokratik
modernleşmenin siyasi ve kültür devrimi safhası içerisinde yer al­
dığını gösteriyor. Eğitim alanında da bu çok açıktır. Ankara Üniver­
sitesi ' nin kuruluşu 1 923 'te Adliye Mektebi yani Hukuk Fakültesi
olarak gerçekleşir. 1 925 'te Hukuk Fakültesi haline getirilmiş­
tir. l 935 'te Dil Tarih Coğrafya Fakültesi kurulmuştur. Tıp Fakülte­
sinin kuruluş tarihi l 945 'tir. Dil ve hukuk ne kadar önemli ki ona
daha fazla öncelik veriliyor. Ama üfüriikçülükle, muskacıhkla mü­
cadele ettiğimiz halde Tıp Fakültesi ' nin açılışı l 945 !
Daha sonra Ziraat ve Veterinerlik Fakültesi 1 948 yılında açıl­
mıştır. Bu da Osmanlı ve Cumhuriyet modernleşmesinde; daha
doğrusu bir bütün teşkil eden Türk modernleşmesinde birinci aşa­
manın iktisat modernleşmesi değil , kültür ve siyaset modernleşme­
si, bürokratik modernleşme olduğunu gösteriyor.
l 950'den itibaren durum değişiyor ve ekonomiye öncelik ve­
rilmeye başlanıyor. Adnan Menderes ' in158 açtığı üniversiteler; 1 95 5
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Ziraat, Tıp, Hemşirelik v e Fen ağır­
lıklı olmak üzere l 955 Ege Üniversitesi, 1 956 Ortadoğu Teknik
Üniversitesi; ziraat, fen ağırlıklı olmak üzere 1 957 Atatürk Ü niver­
sitesi ile ekonomi kendini yavaş yavaş ön plana çıkarmaya başlıyor.
Burada Türkiye 'yi Japonya ile mukayese etmeyeceğim; vaktimin
sınırlı olması sebebiyle. Japonlar ekonomi ile işe başladılar. Onla­
rın yaptığı devrimlerin öncelik sıralaması i le bizim yaptığımız dev­
rimler. Japonya'da Mitsubishi Fermanı ile bizim Tanzimat Ferma­
nı 'nı mukayese edelim, sadece Atatürk devrimleri için söylemiyo­
rum. Mukayese ettiğimizde, Japon modernleşmesi Avrupa'dan tek­
nik bilgi almak, üretim tekniklerini geliştirmek suretiyle ekonomi
öncelikli olduğu halde, bizim modernleşmemizin Tanzimat' tan
1 950'1ere kadar (en yüksek zirvesi Atatürk dönemi olmak üzere)

1 24
Modem/eşme

bürokratik bir kültür modernleşmesi olduğu görülüyor. 1 950 ile bir­


likte ekonominin ön plana geçmesi, Vedat Bilgin Bey ' in çok ehli­
yetli bir şekilde anlattığı sosyal değişmeyi başlattı.
Sosyal değişme, yani toplumun yapısındaki değişme, köylü­
lükten çıkıp şehirli olmak, rızkını yağmurdan ve topraktan almak
yerine kol ve kafa gücünden alan bir toplum haline gelmektir. 1 950
yıl ında Demokrat Parti iktidara geldiğinde Türkiye ' de il ler ve i lçe­
ler arasındaki yol uzunluğu kırk sekiz bin kilometre idi. l 960 'ta yol
uzunluğu %60 artmak sureti ile yetmiş yedi bin beş yüz kilometre­
ye çıkmıştır. Şevket Süreyya Aydemir'in Menderes ' in Dramı 1 59
isimli kitabında da geçen Adnan Menderes 'in bir konuşması vardır;
mealen, "Biz yeni yeni birleşik millet oluyoruz. Türkiye öyle bir ül­
ke ki, şehirlerin şehirlerle, köylerin köylerle irtibatı yoktur. Oğuzlar
zamanında nasılsak, şimdi de öyleyiz. B irbirimizle irtibatımız yok,
biz milli birliğimizi nasıl sağlayacağız?"
Onun içindir ki, Menderes döneminde köyü şehre, şehri köye,
Türkiye'nin bütün bölgelerini birbirine bağlayan yollar yapılmıştır.
1 95 0 'de köy yollarının uzunluğu bin yüz ( 1 1 00) kilometre iken,
1 960 'ta on beş bin dokuz yüz elli üç ( 1 5953) ki lometreye çıkarıl­
mıştır. 1 95 0 ' de kişi başına GSMH yüz altmış altı dolarken, 1 970'te
beş yüz elli dokuz(55 9) dolar, l 990'a geldiğimizde aşağı yukarı üç
bin dolar civarını buluyor. Bu köyün, traktörün gelişmesi, yolun ge­
lişmesi, sanayi ve ticaretin, ekonominin gelişmesi demektir. Köylü­
nün artık sadece kışı geçinnesi biraz da hayvan beslemek üzere üre­
tim yapmakla yetinmeyip şehre inmesi demektir.
Köylü şehre minibüsle gidip orda kurulan pazarda kendi malı­
nı sergileyebi lecek, köylü malını satacak ve köylünün cebi para gö­
recekti. O para ile gübre almaya başlayacaktı, çocuğunu okutacak.
Sosyal değişmenin harekete gerçek leşmesi ile bu şeki lde Türkiye
hızla sosyal değişme sürecine giriyordu.

1 25
Taha A kyol

1 954 yılında Adnan Menderes ile (ikisi de rahmetli oldular) İs­


met Paşa arasında müthiş bir kavga konusu vardır. Adnan Mende­
res Petrol Kanunu çıkartmıştır ve yabancı şirketlere Türkiye'de pet­
rol arama izni vermişti. Mobi l ' ler, Shell'ler o şekilde gelmiştir. .
Menderes bir d e Yabancı Sermaye Teşvik Kanunu çıkarmıştır. (Ay­
nı dönemde bizi şu anda geçmiş olan Güney Kore ' de Yabancı Ser­
maye Teşvik Kanunu'nu çıkarmıştı) İsmet Paşa'nın 1 954 seçim
kampanyasında Uşak'ta yapmış olduğu bir konuşma vardır, diyor
ki: "Afrika kabilelerinin bile kovduğu sömürgeci sermayeyi bu ül­
keye sokmayacağız! B iz bu ülkeyi sokakta bulmadık! İnönü' de ka­
zandık, Sakarya 'da kazandık, Lozan 'da kazandık" diye devam edi­
yor. Ama İnönü 1 960'da ihtilalin başbakanı olarak iktidara geldik­
ten sonra, Yabancı Sermaye Teşvik Kanunu ' nu kaldırmamıştır. Bu­
rada Menderes'in ekonomiye öncelik vermesiyle, ekonomi öncesi
kültür devrimi ve siyasi devrim öncelikleri arasındaki farkı görüyo­
ruz.
Bu öncelik değişmesine bağlı olarak, yapısal değişmeye ait ba­
zı rakamlar vereceğim. 1 950 yılında TOBB 'a160 (Türkiye Odalar ve
Borsalar B irliği'ne) bağlı odalardaki üye sayısı; kişi o larak tüccar,
sanayici sayısı 1 230'dur, Şirket sayısı ise 583 'tür, beş yüz seksen
üçtür. Medeni Kanunu aldık, demir ağlarla yurdu ördük, laikliği
gerçekleştirdik. Modernleşmenin hukuki ve siyasi zemini hazır ama
sosyal modernleşme açısından 1 950 'de geldiğimiz nokta, 1 230 ta­
ne kayıtlı tüccar ve sanayicimiz ile 583 tane şirketimiz vardır.
1 960 yılına geldiğimizde tüccar ve sanayici sayısının 7 1 00'e,
şirket sayısının 5370'e çıktığını gorüyoruz ! 2004 yılında Odalar ve
Borsalar Birliği ' ne kayıtlı üye tüccar ve sanayici birey sayısı
1 . 1 00.000 'dir, bir milyon yüzbin! (Halbuki l 950 'de 1 230 idi) Şir­
ket sayısı da 2004 yı lında 624 l 74'e ulaştı (Halbuki bu sayı
1 950 'dc 583 idi). Bu tespitler Türkiyc 'nin, Tanzimat'tan l 950'ye

1 26
Modernleşme

kadar bürokratik ve siyasi kültür devrimini başardıktan sonra, en


büyük yapısal modernleşme aşamasını yani köylü toplumundan şe­
hirli toplumuna, tarım toplumundan sanayi toplumuna, irrasyonel
toplumdan rasyonel topluma, kapalı toplumdan, açık topluma geçiş
şeklindeki en önemli, en derin, en sancılı modernleşme sürecini ha­
len yaşamakta olduğumuzu gösteriyor.
Artan bu rakamlar, tüccar ve sanayici sayısındaki artışlar, 2004
yılının sonunda Türkiye' yi 60 milyar dolar sanayi ihracatı yapan bir
ülke haline getirdi . İşte "lambanın camını dışardan alıyoruz, toplu
iğneyi dışardan alıyoruz." diye yakındığımız bir ülke, 60 milyar do­
lar ihracat yapar hale geldi. Bu ihracatın %60 ' nı Avrupa'ya yapıyo­
ruz. Bu ne demek? Bu, Avrupalı ların zevkine, Avrupalıların kalite­
sine uygun, onlarla rekabet edecek düzeyde işletmecilik ve iktisat­
çılık yaptığımızın göstergesidir. Bu doğrultuda Türkiye artık 60
milyar dolarlık ihracat yapan bir ülke haline geldi demektir. Artık
Türkiye bir köylü toplumu değildir. Bir sanayi toplumudur. Ancak
sanayileşmesini tamamlamış bir toplum değildir.
Bunlar oluyor da ne oluyor? Bunlar oluyor da şu oluyor; halk
ben de varım diyor artık. 1 950 yılında "Yeter söz milletindir." den­
miş olmas ı . . . 1 950' den sonra da tüccar ve sanayicinin gelişmesi ve
artık "devlet karışmasın" diyecek düzeye gelmesi . . . Özellikle (Ken­
disini rahmetle andığım) Turgut ÖZAL'ın101 yapmış olduğu reform­
lardan sonra, orta sınıfin gelişmesi ile birlikte Türkiye'de insanlar
artık özgürlük istemeye haşlad ı . Anadolu sermayesinin, Anadolu
tüccarı nın gelişim ç izgisini bir düşünün. Ben Anadolu gezilerimde
buna çok rastladım. Baba, ancak okuma-yazma bilirken oğlu çatır
çatır İngilizce konuşuyor. Babasının dünkü terzi dükkanını konfek­
siyoncuya çeviri yor. İ ngi lt cre 'ye, İngi ltere de satış yapan
162
Marks&Spencer'a üretim yapıyor.

1 27
Taha A kyol

Anadolu insanı gelirken Alevil iği de beraberinde getiriyor.


Cem evleri bu nedenle ortaya çıkıyor. Anadolu insanı gelirken din­
darlığını beraber getiriyor, türban sorunu bundan dolayı ortaya çı­
kıyor. Türban dahil, bunların hepsi modernleşme işaretidir. Anado­
lu insanı kendi değerlerini getirirken, bu değerler aynı zamanda dö­
nüşüme uğruyor. Vedat Bey ' in belirttiği gibi Türkiye 'de İslam 'ı an­
lama biçiminin yeniden yorumlandığını görüyoruz. İslam ' ın 1 400
yıllık tarihinde ilk defa kadınlar, Türkiye'de "Ben de kocamın ce­
naze namazını kı lacağım. Bana engel olamazsınız!" dediler. Ne­
den? Okudu da ondan! Neden? Sokağa çıktı da ondan. Neden? Ka­
dınımız iş sahibi oldu da ondan. Neden? B izim kadınımız da mo-
.

dernleşme sürecinde benlik duygusunu kazandı da ondan ! . B izim


kadınımız da camide, üniversitede, siyasette de, iş hayatında eşitlik
mücadelesi yapıyor. Bütün bunlar Türkiye'nin modernleşme süre­
cinde en büyük, aynı zamanda en tehlikeli bir aşamaya geldiğinin
göstergesidir. Bu aşama mezhep kavgalarının, değerler arası çatış­
maların çıkabileceği bir aşamadır. Çünkü bastırılmış duygular su
yüzüne çıkarken çatışabi lirler de . . . Buna dikkat etmek gerekir. Ama
bakın Cem evleri giderek Türkiye'de çatışma ve gerginlik konusu
olmaktan çıkıyor. Çok şükür Maraş 163 vb. olaylar çok geride kalıyor.
Zaman zaman Sünnilerin de cem evlerine gittiği görülüyor. Cem
evlerinde de i lahiler söyleniyor, Kuran okunuyor. B ir şeyler iyiye
doğru gidiyor. Bundan emin olalım. Yüz yıllık bürokratik kültür
devrim niteliğindeki modernleşmeyi başardı ktan sonra, (inşallah
bir kazaya uğramazsak) iktisadi ve sosyal modernleşmeyi de başa­
racağız. Bu bastırı lmış kimliklerin şehirleşmesi "kenar"daki insan­
lara ve değerleri "merkez"e getiriyor yeni bir sentezleşme, harman­
lanma süreci yaşanıyor.
Artık Kürt dediğimiz insan dağdaki aşiret adamı deği l; doktor,
hakim, avukat, yazar, çizer oluyor, olacak. Onlar da kendi kimlik-

1 28
Modernleşme

!erini ifade ediyorlar. Ama bunun yanında bir şeyler daha var. 1 950
yılında Diyarbakır'da 2 1 1 olan, kamyon sayısı, 1 960'da 587 'ye,
200 1 yılında 4500'e çıktı . 1 950-200 1 yılları arasında Diyarba­
kır' daki otobüs sayısı 1 1 'den 5 78 ' e, toplam motorlu kara taşıt araç­
larının sayısı ise 260 'tan 34.000 ' e çıktı. Diyarbakır Havaalanı 'ndan
Türkiye 'nin muhtelif illerine giden yolcu sayısı 1 980'de 30 bin
iken, 2000 yılında bu sayı 1 3 7 bine ulaştı. Bu gün pek çok Diyar­
bakırlının, Vanlının, Siirtlinin; İstanbul 'da Antalya 'da, Ankara'da,
şurada burada evleri var, i şyerleri var. Bunların bir kısmı Vehbi
Koç 'un bayii yahut da onların bir kısmının açtığı şirketler İstan­
bul ' da şube açıyorlar. Dikkat ederseniz Kürt kimliği ve mezhep
kimlikleri bir taraftan ortaya çıkarken, imtiyazsız, sınıfsız, kaynaş­
mış milletiz amacının altındaki bu farklılıklar ortaya çıkarken; beri
yanda şehirleşme, ticarileşme orta sınıf teşekkülü gibi süreçler in­
sanlarımızı ve değerleri birbirine bağlıyor, kopamaz bir hale getiri­
yor.
O sebeple, Mısırlı iktisat tarihçisi Charles Isawi 'nin söylediği
gibi; Türkler Ortadoğu 'da modernleşmenin öncüsüdür. Şimdi mo­
dernleşme tarihimizin en önemli aşaması olan ekonomik ve sosyal
modernleşmeyi başarma sürecindeyiz, ' uzun ince bir yol 'dur bu.
Bir de Azerbaycan ' dan petrol fışkırtıp da el ele verip beraber şirket­
ler kurduğumuzda, A ze rba yc a n ın bir Kuveyt kadar zengin olduğu­
'

nu, bizimkilerin orda, onların burada kız alıp verdiklerini, hem de


beraber şirket kurduklarını düşünün. Tercüman gazetesindeki slo­
gan doğruydu. Kırım 'da Gaspıralı İsmail Bey ' in164 dilde birlik, fi­
kirde birlik. Modern leşme Türk iyc 'yi oraya götürüyor, ülke içinde
de Kafkasya'da da.
Modernleşme yoluna devam, doğru yol bu yoldur. 165

1 29
ÖZGEÇMİŞLER
ALEV ALATLI

1 944 İzmir doğumlu olan Alev Alatlı, liseyi, Japonya'nın baş­


kenti Tokyo 'da okudu. Ekonomi & İstatistik lisansını ODTÜ 'den,
Ekonomi & Ekonometri dalında; Yüksek Lisansını Fulbright bursu ·
i le gittiği ABD Vanderbilt Üniversitesi ' nden (Nashvi lle, Tennessee)
aldı . Bilahare felsefe öğrenimine başlayan Alatlı, doktora çalışma­
larını New Hampshire Dartmouth College 'de sürdürdü. İlahiyat,
düşünce ve medeniyet tarihi üzerinde yoğunlaştı. 1 97 4 'te Türki­
ye 'ye döndü, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğretim gö­
revlisi, Ankara Devlet Planlama Teşkilatı'nda kıdemli ekonomist
olarak çalıştı. California Üniversitesi ( Berkcley) ile ortak psiko-dil­
bilim çalışmaları yürüttü. Cumhuriyet Gazetesi ile birlikte "Bizim
English" adında bir dergi ç ı karan Alatlı, daha sonra Türk Yazarlar
Kooperatifinde ( YAZ K O ) başkan yardımcısı olarak görev aldı.
Eserleri : 1 985 ve 1 986 yıllarında Edward Said ' i n "Haberlerin
Ağında İslam" (Coveri ng İ slam) ve " F i l istin'in Sorunu" (The Ques­
tion of Palestine) adlı çev i ri leri yayınlandı. Filistin davasını duyur­
mak üzere yaptığı çalışmalar dolayısıyla, Tunus'ta sürgün olan Ya­
ser Arafat tarafıııdaıı <°>ıgli r l li k Madal yası ile onurlandırıldı. Yayın­
lanmış ilk tel i f eseri, "Ayd ı ıı Despotizmi" dir (Despotism of the In­
tellectuals). B ıı ı ı ı ı, l 1>H 5 ' t c " Yasemin ler Tüter mi Hala?" (Jasmines
Smoke No M ore ! ) iıkılı Ya ıarl ar Birliği'nin "Yılın En İyi Roma­
nı" ödülünü alan " İ ş k l·ııcl·c i " ( Tlıe Torturer) 1 987 'de geldi . "İşken-

ı _n
ceci" kendisini izleyen "Or 'da Ki�se Var mı?" (Is there anybody
out there?) dörtlüsünün öncüsüydü. 1 992 ' de yayınlanan "Viva la
Muerte" yi, 1 993 'te " Nuke Türkiye " (Nuke Turkey!), "Yalla Kur­
da Yedirdin Beni" ( You Sure Made Me a Prey to the Wolves ) ve
"OK Musti, Türkiye Tamamdır! " (OK Mustafa, Turkey is Dealt
With !) izledi. "Kadere Karsı Koy A.S." (Resist Your Fate, Incorpo­
rated) l 995 'te yayınlandı. l 999'da "Eylül 1 998" (September 1 998)
isimli küçük bir nesir-nazım denemesini, 2000 yılında " Schrödin­
gerin Kedisi, Kabus ", 200 1 yılında " Schrödingerin Kedisi, Rüya "
izledi.
Alatlı halen " Gogol'un İzinde " (On the Footsteps of Gogol)
baslıklı bir nehir roman üzerinde çalışmaktadır. 2004 Haziran ayı
sonunda dörtlünün i lk cildi olan "Aydınlanma Değil, Merhamet!"
okurlarla buluştu. 2004 sonbaharında d a "Dünya Nöbeti" isimli
ikinci cilt yayımlandı. " Suya Yazılı" ( Written on the water ), "Ak­
ma Volga'm" ( Flow no more, Volga of mine!) adlı kitaplarla dört­
lü nehir roman serisi tamamlanmış olacak.
Alev Alatlı 'nın ayrıca gazete makalelerinin derlendigi "Şimdi
Degilse, Ne Zaman?" 2002 (If not now, when?) ve röportajlarından
oluşan "Alev Alatlı ile Türkiye ve Dünya" 2003 (Turkey and the
World with Alev Alatlı), "Hayır Diyebilmeli İnsan" isimli üç kitabı
daha bulunmaktadır.
Kapadokya Üniversitesi kurucusu, İlke Eğitim ve. Sağlık Vak­
fı 'nın Mütevelli Heyet Yönetim Kurulu Başkan Vekili'dir.

1 34
ATTİLA İLHAN

1 5 Haziran 1 925 'te Menemen' de doğdu. İlk ve orta eğitiminin


büyük bir bölümünü İzmir 'de ve babasının işi dolayısıyla gittikleri
farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi birinci sınıfınday­
ken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yaka­
lanmasıyla 1 94 1 Şubat' ında, 1 6 yaşındayken tutuklandı ve okuldan
uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetim altında kaldı. İki ay hapiste yattı .
Türkiye 'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilin­
ce, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla,
1 944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lise­
si'ne yazıldı . Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz
müraca�t CHP Şiir Armağanı 'nda "Cebbaroğlu Mehemmed" şiiriy­
le ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı . Lise­
den l 946'ta mezun oldu . İstanbul Hukuk Fakültesi 'ne kaydoldu.
Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi
dergilerde ilk şiirleri yayınlanmaya başladı. 1 948'de ilk şiir kitabı
Duvar ' ı kendi imkanlarıyla yayınladı.
1 949 yılında, ün iversite ikinci sınıftayken Nazım Hikmet'i
kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu hareket­
te aktif rol oynadı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye
ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter
ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde sıklıkla
başı polisle derde girdi. Sansaryan Han' daki sorgu lamalar; ölüm,

1 35
tehlike, geri lim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oyna­
mış. Bir kaç kez gözaltına alınmıştır.
1 95 1 yılında Gerçek gazetesindeki bir yazısından dolayı ko­
vuşturınaya uğrayınca Paris ' e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem
Attila İlhan 'ın Fransızca'yı ve Marksizm ' i öğrendiği yıllardır.
1 95 0 ' li yılları İstanbul,İzmir, Paris üçgeni içerisinde geçiren Attila
İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyunnaya
başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi 'ne devam etti.
Ancak son sınıfta gazeteciliğ� başlamasıyla beraber öğrenimini ya­
rıda bıraktı. Sinemayla olan i lişkisi, yine bu dönemde, 1 953 'te Va­
tan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlar.
1 95 7 ' de gittiği Erzincan' da askerliğini yaptıktan sonra, tekrar
İstanbul'a dönüş yapan Attilii İ lhan sinema çalışmalarına ağırlık
verdi. On beşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı . S i­
nemada aradığını bulamayınca, 1 960'ta Paris'e geri döndü. Sosya­
l izmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem,
babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz
yıl İzmir ' de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başya­
zarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir
kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler serisinden Bı­
çağın Ucu ' nu yayınladı. 1 968'te evlendi, 1 5 yıl evli kaldı.
1 973 'te B i lgi Yayınevi ' nin danışmanlığını üstlenerek Anka­
ra' ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak 'ı Ankara' da yaz­
dı. 8 1 'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena Halde Leman adlı roma­
nını tamamladıktan sonra İstanbul ' a yerleşti . İstanbul ' da gazeteci­
lik serüveni Milliyet ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre
Güneş gazetesinde yazan Attilii İ lhan, 1 993- 1 996 yılları arasında
Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1 996 yılından itibaren
köşe yazılarını Cumhuriyet Gazetes i' nde sürdürdü. l 970' lerde Tür­
kiye 'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlele_re ulaş-

1 36
masıyla beraber Attila İ lhan da senaryo yazmaya geri dönüş yaptı.
Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugün­
dür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.
Bütün çalışmalarında, Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk halkıy­
la gerçekleştirdiği Anadolu İhti lali ve arkasından gelen Cumhuriyet
Mücadelesini l 950'den beri inceleyen Attila İlhan Kurtuluş Savaşı
ve Cumhuriyetimiz i le ilgili pek çok bilmediklerimizi belgelerle
bizlere yıllarca anlattı. Gerek gazete yazıları gerek romanları gerek
TRT ' deki konuşmaları buna vesile oldu.
Son yıllarında "Bir Millet Uyanıyor" ile Cumhuriyetimiz için
ulusal bir cephenin nasıl oluşturulması gerektiğini b izlere gösterdi .
Kurtuluş savaşı sırasında Mustafa Kemal Paşa'nın yanında bulunan
mücadeleci aydınların oluşturduğu ulusal cephenin şimdi de sağ sol
ayrımı olmaksızın yapılması gerektiğini savundu. Dip dalgası dedi­
ği, Türk halkının doğru tepkisi; söylediklerinin haklı olduğunu gös­
terdi.

1 37
Prof. Dr. İ LBER ORTAYLI

1 947 yılında doğdu. Siyasal Bilgiler Fakültesi ( 1 968) ile Dil


Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih bölümünü bitirdi. Master çalışması­
nı Chicago Üniversitesi'nde Prof. Dr. Halil İnalcık ile yaptı. "Tan­
zimat Sonrası Mahalli İdareler" adlı tezi ile doktor ( 1 978), "Osman­
lı İmparatorluğu'nda Alman Nüfuzu" adlı çalışmasıyla da doçent
oldu. Viyana, Berlin, Paris, Princeton, Moskova, Roma, Münib,
Strasbourg, Yanya, Sofya, Kiev, Cambridge, Oxford ve Tunus üni­
versitelerinde misafir öğretim üyeliği yaptı, seminerler ve konfe­
ranslar verdi. Yerli ve yabancı bilimsel dergilerde Osmanlı tarihinin
1 6.- 1 9. yüzyılı ve Rusya tarihi ile ilgili makaleler yayınladı. 1 989
yılından 2002 'ye kadar Siyasal Bilgiler Fakültesi 'nde İdare Tarihi
B ilim Dalı Başkanı olarak görev yapmıştır. Halen B ilkent Üniver­
sitesi öğretim üyesi ve Topkapı Sarayı müdürüdür. İlber Ortaylı,
Uluslararası Osmanlı Etütleri Komitesi yönetim kurulu üyesi ve
Avrupa Iran Tetkikleri Cemiyeti üyesidir. Yayımlanmış Kitapları:
Türkiye İdare Tarihi ( l 979), Hukuk ve İdare Adamı Olarak Kadı
( l 994), İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı ( l 983), İstanbul'dan Say­
falar ( 1 986), Studies On Otoman Transformation ( 1 994), Türki­
ye'de Belediyeciliğin Evrimi (İlhan Tekeli ile birlikte, 1 978), Tan­
zimat'tan Sonra Mahalli İdareler ( 1 974), Türkiye İdare Tarihine Gi­
riş ( 1 996), Alman Nüfuzunda Osmanlı İmparatorluğu ( 1 980), Gele­
nekten Geleceğe ( 1 982), Osmanlı Aile Yapısı (2000), Osmanlı Ba-

1 38
rısı (2003), Osmanlı İmparatorluğu İktisadi ve Sosyal Değişim:
Makaleler 1 (200 1 , Gelenekten Geleceğe (200 1 ), İlber Ortaylı ile
Tarihin Sınırlarına Yolculuk (2002), Osmanlı Mirasından Cumhuri­
yet Türkiyesi ' ne (Taha Akyol ile birlikte 2002)

1 39
Prof. Dr. OKTAY S İNANOGLU

Dünyanın en genç yaşta profesör olmuş ve iki kez çeşitli ülke­


lerden Nobel'e aday gösterilmiştir. 1 953 yılında Ankara'da TED ' in
Yenişehir Lisesini birinci likle bitirdi (O zaman lisenin eğitim dili
tamamen Türkçe 'ydi. Takviyeli yabancı dil dersleri vardı, bitirdik­
ten hemen sonra kolej oldu.) TED tarafından Amerika'ya burslu
Kimya Mühendisliği için gönderildi. 1 956 yılında Amerika B irleşik
Devletleri Kali forniya Üniversitesi, Berkeley'de Kimya Mühendis­
liğini birincilikle bitirdi. 1 957' de Amerika B irleşik Devletlerinde
MIT'den birincilikle Yüksek Kimya Mühendisi oldu. "Alfred S lo­
an Ödülünü" aldı . l 959 'da Kali fomiya Üniversitesi, Berkeley 'de;
Kuramsal/Fiziksel Kimya Doktorasını yaptı. Doktorasını yaparken
iki ödül kazandı. 1 959- 1 960 yıllarında Amerika Birleşik Devletleri
Atom Enerj isi Merkezi 'nde araştırmalar yaptı. 1 96 1 'de hem Har­
vard hem de Yale' de kendisinin yeni Nicem ("Kuvantum") Kimya­
sı ve Fiziği üzerine kuramları hakkında üst düzey derslerde yeni bu­
luşlarını anlattı. 1 962 yılında Batının 300 yıldaki en genç profesö­
rü oldu (26 yaşında Yale Üniversitesinde). 1 962 yılında Ortadoğu
Teknik Üniversitesi mütevelli heyeti yalnız Oktay Sinanoğlu 'na
mahsus olmak üzere kendisine Danışman Profesör ünvanını verdi .
Türkiye 'de de kuramsal kimya bölümünü kurdu. Ortadoğu Teknik
Üniversitesinde eğitimin Türkçe olması için uğraş verdi. 1 966'da
Yale Üniversitesinde Moleküler Biyoloj i konusunda ikinci kürsüsü-

1 40
ne atandı . l 973 'te Almanya'nın en yüksek bilim ödülü olan "Alek­
sander von Humboldt Bilim Ödülü"nü ilk kazanan kişi oldu.
1 975 'te Japonya'nın "Uluslararası Seçkin B ilimci Ödülünü" kazan­
dı . 1 975 yılında özel kanunla Oktay S inanoğlu 'na ilk ve tek "Tür­
kiye Cumhuriyeti Profesörü" unvanı verildi. 1 976'da Japonya 'ya
Türkiye Cumhuriyeti Özel Elçisi olarak gönderildi . Bu görevi sıra­
sında, Türk-Japon kültür, bilim ve eğitim ilişki lerinin temellerini at­
tı. Amerika Bilim ve Sanat Akademisinin ilk ve tek Türk üyesidir.
Hindistan 'ın Devlet Misafiri olarak, Hintli Bakanlarla ve Cumhur­
başkanıyla görüşmüştür. Meksika 'da aynı seviyede, Üçüncü Dünya
Ülkelerinin Bağımsızlığı için çalışmıştır. Meksika hükümeti tara­
fından yüksek Bilim Ödülü "Elena Moshinsky" ile ödüllendirilmiş­
tir.
Bu sırada Türkiye'deki faaliyetlerini daha da yoğunlaştırdı.
1 994-200 1 yılları arasında Yıldız Teknik Evrenkenti, Fen-Edebiyat
Bölümünde profesör olarak gençlere, fizik kimya, mastır, doktora
araştınnaları, bitirme tezleri yaptırdı; "Fizik ve Kimyanın Yeni Ma­
tematik Temelleri" konulu üst düzey seminer derslerinde yeni çalış­
malarını anlattı [Elbette ki, "Doğal olarak Türklerle Türkçe konu­
.

şulur; başka türlü bir garabet düşünülebilir mi? " diyen Prof O. Si­
nanoğlu 'nun Türkiye 'deki 43 yıl boyunca istisnasız her konuşması
Türkçe olmuştw:] Bu dönemde, Türkiye 'den çeşitli ülkelere bilim­
sel faaliyetler için gidip gelmeğe devam etti.
Sovyetler Birliği Bilim ve Sanat Akademisi davetlisi olarak
Rusya'da kuramlarını anlattı . M oskova ve Leningrad evrenkentle­
rinde bilim kitapları Rusçaya çevirtilerek okutuldu. Çekoslovak B i­
l im ve Sanat Akademisinin defalarca özel misafiri oldu ve kuram­
ları üzerinde ça lışan ekoller kuruldu. Kore, Japonya, Hindistan,
Hong Kong, Kanada, Romanya, Fransa, Hollanda, İsviçre, Alman­
ya ve daha birçok ül kede bilim konuşmaları yaptı. Genç yaşta bi-

141
limde gösterdiği başarılarıyla milyonlarca gencin bilime heveslen­
mesine vesile oldu. Miami evrenkentinde "Kuramsal B ilimler Mer­
kezini" kurdu. Türkiye ' de ilk yaz okulları düzenleyerek sahalarının
en ünlü bilim adamlarını Türkiye'ye davet etti .
Halen, bir yandan bilimsel araştırmalarına dış ülkelerde devam
ederken, bir yandan da Türkiye' de yazılar yazıyor. Çeşitli evren­
kentlerde, tıp ve bilim kurultaylarında bilimsel, ayrıca Türkiye'nin
her köşesinde yıllardır halka genel konuşmalar yapmaktadır. [Ma­
nisa, Malatya (2 kez), Gaziantep (2 kez), Tekirdağ (2 kez), Amasya,
Sivas, Tokat, Trabzon, Samsun, Mersin, Kastamonu (2 kez), Antal­
ya, Kayseri, Elazığ, Çorum, İzmir, Van, Bodrum, Edirne, Kaş, Kü­
tahya, Konya (2 kez), Çanakkale, Şanlıurfa, Kahramanmaraş, Di­
yarbakır, Ankara, İstanbul, Kozan, Sakarya, Kocaeli}.
1 962' den günümüze dek i lk TÜBİTAK B ilim Ödülünü, i lk Se­
dat S imavi Fen ödülünü, 1 992 ' de B i lgi Çağı, 1 995 'te İLESAM Üs­
tün Hizmet Ödülünü, ayrıca Yılın Fikir Adamı, Yılın B ilim Adamı
ödüllerini aldı. Kazakistan Ahmet Yesevi Üniversitesi ve benzeri
bir çok kuruluşta profesör, mütevelli heyeti üyesi, Atatürk Kültür
Kurumu asl i üyesi oldu. 200 1 'de Yerel TV' ler Birliğinin yurt çapın­
da yaptığı halk oylaması sonucunda "Halk Kahramanı" seçildi.
2002 yılında Antalya' da Uğur Mumcu B ilim Ödülü, TÜRKSAV
Türk Dünyası 'na Hizmet Ödülü veri ldi. 250 kadar uluslararası bi­
limsel yayını, bilim kuramları, çeşitli dillere çevrilmiş kitapları var­
dır. Türkiye' de de Türkçe pek çok yayın yapmıştır.
2005 yılında tüm Y.T.Ü. öğrencilerinin oylamasıyla "Yılın Yıl­
dızları En Beğenilen Bilim Adamı Ödülüne" layık görüldü.
2005-2006'da O.D.T.Ü, İ.T.Ü., Yıldız Teknik, B ilkent Evren­
kentlerinde Moleküler B iyoloji, Kimya, Matematik dallarında ken­
di kuramlarını anlatan bilimsel konuşmalar yaptı. Eylül 200 1 Kalp
Uzmanları Kurultayı, Mart 2005 İstanbul 'da Avrupa B irliği Bevli-

142
yeciler Kurultayı, Eylül 2005 Çocuk Cerrahisi Kurultayı, 2005 ve
2006 D iyabetik Kurultaylarında hekimlere bilimsel konuşmalar
yaptı. 2006 Mart ANSİAD Antalya İşadamları Derneği 'ne, Antalya
Barosuna ve 2006 'nın ilk yarısında daha birçok konuşmalar yaptı.
Mayıs 2006 ' da kendisine Karaman Valisi ve Karaman Belediye
Başkanınca "Karamanoğlu Mehmet Bey- Türk D iline Üstün Hiz­
met Onur ödülü, Türk Dil Kurumu'nda verildi.
Mayıs 2002 ' de Hollanda'da, Mart 2004 Ft. Lauderdale, Flori­
da, 2004 Haziran Köln Türk Üniversiteliler Derneği, 2005 Kasım
Tampa, FL, 2006 Ocak Viyana' da Türk Akademisyenler Derneğin­
de, 2006 Şubat Voralberg-Avusturya'da yaşayan yurttaşlarımıza ve
öğrencilerimize; bilimsel konularda, Türkçe konusunda, Türkiye ve
dünya konularında konuşmalar yaptı. Ayrıca Avrupalılara "Dünya­
nın Gidişatı ve Avrupa Birliği" hakkında da konuşmalar yapmıştır.
Eğitim-Bilim dergisinde ve Bilim Ütopya dergisinde bilimsel
konulu makaleleri yayınlanmaktadır. l 978 'de eski TDK'dan Fizik­
sel Kimya Terimleri sözlüğü yayınlanmıştı. Şimdi de Açıklamalı
Fizik-Kimya- Matematik Seçme Ana Terimleri Sözlüğü yayına ha­
zırlanmaktadır. (Oktay Sinanoğlu 'nun ayrıntılı yaşam öyküsü için
Emine Çaykara 'nın söyleşisiyle hazırlanmış Alfa yayınlarından ya­
yınlanan "Türk Aynştaynı Oktay Sinanoğlu Kitabına " başvurunuz.)

1 43
Doç. Dr. C. SENCER İMER

1 l Ağustos 1 942 Ankara doğumludur. Ankara İltekin İ lkokulu,


Ankara Kurtuluş Lisesi Fen Bölümü mezunudur. 1 960 Eylül ayın­
da, Ortadoğu Teknik Üniversitesi E lektronik Mühendis liği bölü­
münde okurken; aynı yılın Kasım ayında M.K.E.K. tarafından sağ­
lanan Devlet Bursu ile Üniversite eğitimini Batı Almanya'da, Ber­
l in Teknik Üniversitesinde 1 968 yılında Metalurj i Yüksek Mühen­
disi olarak tamamladı . 1 96 1 - 1 968 yılları arasında Batı Berlin Tek­
nik Üniversitesinde felsefe öğrenimi ve 1 969- 1 974 yıl ları arasında
da matematik öğrenimi de yaptı. 1 974- 1 982 yıllan arasında Batı
Berlin Teknik Üniversitesi Metalurj i ve Malzeme B ilimleri Fakül­
te'sinde Öğretim Üyeliği ve Araştırmacı olarak görev yaptı . 1 969-
1 982 yılları arasında Alman Demir Çelik Endüstrisi B irliğinin,
Yüksek Fırınlar, Çelikhaneler, Yeni Teknoloj iler ve Gerilim - Çat­
lak - Korozyonu Komisyonları Üyesi ve Mannesman gibi bazı Ba­
tı Alman Çelik üreticilerine danışmanlık yaparken 1 976 - 1 982 ara­
sında Türkiye Demir Çelik İşletmeleri (TDÇİ) danışmanlığını ve
Dünya Bankası tarafından da desteklenen Karabük Yüksek Fırın
sobaları modernizasyon projesi danışmanlığını yürüttü. 1 982 - 1 983
tarihleri arasında B irleşmiş Milletler UNIDO uzmanı olarak DPT
Müsteşar Danışmanlığı yaptı. Mayıs 1 9 82, Aralık 1 988 arasında çe­
şitli Bakanlıklara danışmanlıklar ile DPT Danışmanlığı ve 1 997-
200 1 yılları arasında Türk Cumhuriyetlerinden sorumlu Devlet Ba-

1 44
kanlıklarına danışmanlık görevini yürüttü. 1 996 'da KİGEM (Kamu
İktisadi Kuruluşlarını Geliştirme Merkezi) isimli vakfın kurucuları
arasında yer aldı . Batı Berlin Demir Çelik Fabrikası Kurucusu ve
Yönetim Kurulu Başkanlığı, T. C. Demir Çelik İşletmeleri Genel
Müdürlüğü, Erdemir ve Asil Çelik Yönetim Kumlu Başkan Vekil­
l iği, Sivas Demir Çelik İ şletmeleri Yönetim Kurulu üyeliği görev­
lerini yürüttü. Bu sırada OECD Çelik Komitesinde Türkiye Temsil­
cisi görevini yürüttü. Karabük Demir Çelik Fabrikalarını kapatıl­
maktan kurtarma çalışmalarında bulunduğu Karabük Demir Çelik
Fabrikaları Kurucuları arasında yer aldı ve KARDEMİ R Karabük
Demir Çelik Sanayi ve Ticaret A . Ş . ile KARDÖKMAK (Kardemir
Döküm ve Makine Fabrikaları A.Ş.), KARÇEL (Kardemir Çelik
Konstrüksiyon A.Ş.), KARLİMAN (Kardemir Liman A.Ş.), Karde­
mir Çalışanları Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptı. MEKSA
(Mesleki Eğitim ve Küçük ve Orta Boy Sanayi Destekleme Vakfı)
Vakfı kurucusu ve yönetim kurulu başkanı, TİSAV (Türk Dünyası
İktisadi ve Sosyal Kalkınma Vakfı ) yönetim kurulu üyesi, Türk
Devletleri ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İ şbirliği Kurultayı
Vakfı kurucusu ve yönetim kurulu üyeliği yaptı. Zonguldak Kömür
Maden Ocaklarının analizini ve yeniden yapılandırılmasını gerçek­
leştirmek üzere Türk l l ükümeti tarafından oluşturulan Zonguldak
Taşkömürü Kurumu İnceleme Komisyonu Başkanlığını yürüttü.
Ankara Üni versitesi Fen Fakültesi ve Siyasal B i lgiler Fakültesinde
öğretim üyeliği yapt ı. Farklı alanlarda, çeşitli ülkelerde yayımlan­
mış birçok bi limsel makalesi bulunmaktadır. Halen Hacettepe Üni­
versitesi Uluslararası İl i�ki lcr Bölümünde öğretim üyeliliği yap­
maktadır. Evli ve 3 çocuk babasıdır.

1 45
TAHA AKYOL

1 946 yılında Yozgat'ta doğdu. İ lk, orta ve lise öğrenimini Yoz­


gat'ta tamamladıktan sonra İstanbul Hukuk Fakültesi 'ni bitirdi.
Bir süre Yozgat'ta serbest avukat olarak çalıştıktan sonra An­
kara ' ya taşınarak Hergün Gazetesi'nde köşe yazarlığına başladı.
Daha sonra haftalık siyasi haber dergisi Yankı ' da yönetici ve araş­
tırmacı olarak çalıştı. 1 987 yılında Tercüman Gazetesi 'nin Genel
Yayın Müdürü oldu. Aynı gazetede köşe yazarlığı yaptı.
Akyol 1 992 yılından beri Milliyet Gazetesi 'nde köşe yazıları­
nı sürdürüyor. CNN Türk Televizyonunda siyasi ve kültürel konu­
larda "Eğrisi Doğrusu" programını yapıyor.
İngilizce bilen Akyol evli ve iki çocuk babasıdır.
Yaymlanmış Kitapları:
1 - Sovyet Rus Stratej isi ve Türkiye (2 cilt)
2- Politikada Şiddet
3- Leninsiz Komünizm
4- l 980' lerde Türkiye
5- Tarihten Geleceğe
6- Haricilik ve Şia
7- Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi
8- Medine'den Lozan' a
9- Bilim ve Yanı lgı
l O- Hayat Yolunda

1 46
1 1 - Osmanlı' da ve İran ' da Mezhep ve Dev Jet
1 2- Hariciler ve Hizbullah
1 3 - Kitaplar Arasında
1 4- Politikada Ş iddet (düzenlenmiş haliyle yeniden basım)

147
DİPNOTLAR
1- "2 1 . Yüzyılda Türkiye'de Sosyal B ilimler ve Toplum Sorun­
ları Sempozyumu" Bi ldiriler Kitabı, Ankara Mart 2006, Editör: Le­
vent ÖZMEN-M.Akif SÖZER, ISBN 975-00888-0-8
2- Tavuk Kümesinde Tilki: Ephraim Kischon; Çeviren: Moşe
Beraze, B ilgi Yayınevi; Ankara, 1 982, 1 1 x 1 9 cm., 256 sayfa, Türk­
çe.
3- İmam-ı Gazzali: Ebu Hamid Muhammed Ahmed ( 1 058-
1 1 1 1 ) Tus şehrinde doğdu. Yasadığı yüzyıl siyasi bakımdan çalkan­
tılı, fakat ilmi ve dini hayat bakımından İslam dünyasının ve tüm
dünyanın en parlak dönemini teşkil eder. Ayrıca Gazzali, yalnız dö­
neminin değil , bütün İslam düşüncesi tarihinin en önde gelen düşü­
nürlerindendir. Ehl-i sünnet inancına yaptığı hizmet, kendisine
Huccetü 'l-Islam lakabının verilmesine sebep oldu. Fıkıhta Safi!,
kelamda Es 'ariyye ekolünü benimsemiş olan Gazziill ömrünün son­
larını tasavvufi bir hayat içinde geçirmiştir.
Gazzali; Kelamcılar, süfiyye, batinller ve özellikle yunan kay­
naklı felsefe dahil, devrinin bütün düşünce şekillerini olabildiğince
tahlil ve tenkitten geçirdi (De Boer, Islam'da Felsefe tarihi, Çev,
Yasar Kutlay s. 1 09).
4- 57. ALAY: Çanakkale'yi denizden geçemeyen İtilaf Devlet­
leri 'nin 25 Nisan 1 9 1 5 günü Gelibolu Yarımadası ' na ve Kumka­
le'ye asker çıkarmalarıyla Çanakkale kara savaşları başlamıştı. 25-
26 Nisan 1 9 1 5 tarihlerinde Arıbumu 'nda karaya çıkıp Conkbayı­
rı ' nda i lerleyen çıkarma kuvvetleri Türk birliklerince durduruldu.
Bu birliklerden biri de Yb. Hüseyin Avni Bey ' in komutasındaki 57.
Alay 'dı. 57. Alay ' ın komutanları da dahi l olmak üzere 628 kişilik
mevcudunun tamamı 25-28 Nisan 1 9 1 5 tarihleri arasında şehit düş-

1 49
müştür. 57 . Alay adına yaptırılan şehitlik, Gel ibolu Yarımadası'nda
Kanlısırt 'tadır.
5- "Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum."
1 9.Tümen K.Kur.Yb.Mustafa Kemal 25.Nisan. 1 9 1 5 ,Conkbayırı
6- Şükrü Koç (Konya 1 952): Prof. Dr. Ankara Üniversitesi
Mühendislik Fakültesi Öğretim Üyesi. Akademisyenler B irliği Ge­
nel Başkanı.
7- Malazgirt Meydan Muharebesi: Türklere Anadolu'yu yurt
yapan Selçuklu-Bizans Savaşıdır. Büyük Selçuklu Devleti Sultanı
A lparslan ile Bizans İmparatoru Romen Diyojen kuvvetleri arasın­
da, 26 Ağustos 1 07 1 tarihinde, Doğu Anadolu' da Malazgirt Ovasın­
da meydana geldi. Bu muharebe, dini, mi lll, siyasi, askeri neticele­
ri ve Türk-İslam tarihinin en büyük zaferlerinden biri olması bakı­
mından önemlidir.
8- Zürih: İsviçre 'nin en büyük kentidir. Ticaret başkentidir.
Nüfusu 366,809 ' dır ve alanı: 9 1 . 8 8 km2 . Zürih adının kökeni Kelt
kelimesi Turus 'tan gelmektedir. 2. yüzyıldaki Roma işgalinde şehir
Turicum diye adlandırılmıştır. FIFA merkezi Zürih 'te bulunur.
9- Tsunami: Tsunami kelimesinin kökeni Japonca'dır. Etimo­
loj i k olarak incelendiğinde "tsu" liman, "nami" dalga anlamlarına
gelmektedir. Deprem, toprak kayması, meteor düşmesi, volkanik
patlamalar gibi nedenlerle oluşan uzun periyotlu ve güçlü deniz
dalgalarıdır.
1 0- Paradigma: 1 - Belirli bir alanda çalışan bilim adamlarının
paylaştığı ortak değerler ve anlayışlar dizisi . 2- Aynı söz dizimsel
bağlam içinde birbirinin yerini alabilecek olan ve güçlü bir karşıt­
lık bağlantısı kuran ögelerin oluşturduğu bütün, dizi.
1 1 -Totoloji : Anlamdaş kelimelerin ardarda söylenmesiyle olu­
şan pekiştirme sanatıdır. Aynı düşüncenin farklı sözcüklerle tekrarı
şeklinde ifade edilir.

1 50
1 2- Al Gore: 2000 Yılı ABD Demokrat Parti Başkan Adayı .
Ülke genelinde rakibi Cumhuriyetçi Parti Başkan adayı George W.
Bush 'tan 500.000 ci varında fazla oy almasına rağmen seçiciler ku­
rulunda 266-27 1 'e karşı başkanlık seçimlerini kaybetmiştir.
1 3- Harvard Üniversitesi: Massachusetts, Amerika Birleşik
Devletleri 'nde bulunan özel bir üniversitedir. 8 Eylül 1 636 'da ku­
rulmuştur. Amerika 'nın en eski ve en prestij li okullarından biridir.
1 4- CIA (Central lntelligence Agency): Amerikan Merkezi Ha­
beralma Teşkilatı. 1 947 'de ABD başkanlarından Truman tarafından
kurulmuştur. ABD dışı ülkelerden, Amerikan devleti için gereken
istihbaratı toplayan kurumdur. Merkezi Virginia eyaletinde Lang­
ley' de bulunmaktadır.
1 5- Prof. Dr. Özer ERTUNA: Boğaziçi Üniversitesi İ.İ.B .F.
İşletme Bölümü Öğretim Üyesidir. 1 963 Robert Kolej ve 1 965 Cor­
nell Üniversitesi mezunudur. Uzmanl ık alanları Ekonomi Yönetimi
ve Finans' dır.
1 6- Gazi Üniversitesi: Ankara 'da kurulmuş olan bir devlet
üniversitesidir. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra Mustafa Ke­
mal Atatürk ve arkadaşlarının giri şimiyle 1 926 yıl ında "Orta Mual­
lim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü" kurulmuş, 1 929 yılında "Gazi
Orta Mual lim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü", 1 976 yılında ise Ga­
zi Eğitim Enstitüsü adını alan bu kurum, 1 982 yılında Ankara İkti­
sadi ve Ticari İlimler Akademisi'nin de katıl ımı ile Gazi Üniversi­
tesi 'ne dönüştürülmüştür.
1 7- George Washington Üniversitesi: ABD eski başkanının
adını taşıyan Washington Eyaletine ait en büyük yüksek öğrenim
kurumu Seattle' deki Üniversitedir.
18- Bing Bang Teorisi: Tel eskop ile bakıldığında yı ldızların
dünyadan gitti kçe uzakla�tığım ilk defa keşfeden Amerikalı astro­
nom Edwin 1 hıbhle o l d u . Y ı ldızların, uzaklı klarına bağlı olarak kı­
zıl renge doğru kayan bir ı � ık yaydıkları m saptadı.

151
Bilinen fizik kura lına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru
hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yap ıldığı no­
ktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kaymaktaydı.
Bu bulgular Einstein'ın genel görecelik kuramının işaret ettiği ge­
nişleyen kainat modeli ile ilgili tahminlerinin doğru olduğunun ilk
delilleridir.
Buna göre, evren sürekli genişliyorsa ve bunu tersten ele alır­
sak, geçmiş bir zamanda kainattaki bütün madde çok küçük bir ye­
re sıkıştırılmıştı. Basit bir mantıkla anlaşılan bu gerçeği ilk olarak
bir roket bilimcisi gündeme getirdi. Bu "Bing Bang" teorisinin baş­
langıcıydı. Buna göre kainat sonsuz yoğunluktaki bir noktanın bir­
denbire büyük bir patlama ile genişleyip yayılması sonucu oluştu.
Başka bir ifade ile tüm evren hiçbirşey yok iken (içinde bulunduğu­
muz dünya dahil olmak üzere) bir anda yoktan varoldu.
1 9- Linguist: Dilbilim Uzmanı
20- Türk Dil Kurumu: Türk Dili Tetkik Cemiyeti adıyla 1 2
Temmuz l 932'de Mustafa Kemal Atatürk 'ün talimatıyla kurulmuş­
tur. Cemiyetin kurucuları, hepsi de milletvekili ve dönemin tanın­
mış edebiyatçıları olan Samih Rif'at, Ruşen Eşref, Celal Sahir ve
Yakup Kadri ' dir. Kurumun ilk başkanı Samih Rif'at'tır. Türk Dili
Tetkik Cemiyetinin amacı; "Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginli­
ğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine ya­
raşır yüksekliğe eriştirmek" olarak tespit edilmiştir. Atatürk'ün sağ­
lığında, 1 932, 1 934 ve 1 936 yıllarında yapılan üç kurultayda hem
Kurumun yönetim organlan seçilmiş hem dil politikası belirlenmiş,
hem de bilimsel bildiriler sunulup tartışılmıştır 1 934 'te yapılan ku­
rultayda cemiyetin adı, Türk Dili Araştırma Kurumu; l 936'daki ku­
rultayda ise Türk Dil Kurumu olmuştur.
2 1 - Şovenizm : Etnik bir zümrenin üstünlüğünü öne çıkaran
akımların genel adı. Fransız bir politikacı olan Shoven ' in genel po­
litik yaklaşımından türeti lmiş terimdir.

1 52
22- Eklektik: (yazıda kullanıldığı anlam): Tüm konularda
uzun bir dönemi kapsayacak yaklaşım tarzı.
23- Etik: İnsanlar arasındaki ilişkilerin temelinde yer alan de­
ğerleri ahlaki, geleneksel, kültürel bakımdan iyi ya da kötü, doğru
ya da yanlış olanın niteliğini ve temellerini araştıran felsefe dalı, üs­
tün değerler bilimi.
24- Rasyonalist: Akılcı, usçu.
25- Parasetamol: Ağrı kesici ve ateş düşürücü olarak etki gös­
teren 1 00 yılı aşkın süredir tüm dünyada güvenle kullanılan bir
üründür. 2-3 aylık çocuktan itibaren her yaş grubunda kullanılır.
26- Avrupa Birliği (AB): 1 95 2 ' de Avrupa Kömür ve Çelik
Topluluğu (AKÇT) kuruldu. AKÇT'yi Avrupa Atom Enerjisi Top­
luluğu izledi . 1 95 7 ' de Roma Anlaşması i le Avrupa Ekonomik Top­
luluğu kuruldu. Kurucu altı Avrupa ülkesi Batı Almanya, Fransa,
Belçika, Hollanda, İtalya ve Lüksemburg 'tan oluşuyordu. Aynı ül­
keler 1 952 tarihli AKÇT'nin de kurucusuydu. Avrupa Topluluğu'na
üye 1 2 devlet tarafından l 992 ' de imzalanan Maastricht Anlaşması,
Avrupa B irliği biçimlendirildi. 1 Mayıs 2004 'te AB 1 0 yeni ülkeyi
üyeliğe kabul etti. AB tarihinin bu en büyük genişleme hamlesinin
ardından birliğin üye sayısı 25 'e yükseldi.
27- Alev Alath: 1 8 Mart 2005, Ankara.
28- Etibank: Madencilik,Metalurji ,kimyasal ürünler ve ban­
kacılık alanlarında faaliyet göstermek üzere 1 4. 06. 1 935 tarihinde
2805 sayılı Kanunla kurulmuş Kamu İktisadi Teşebbüsüdür. 1 998
yılının başında yeniden yapılandırılarak Eti Holding A . Ş . , Ocak
2004 yı lında tekrar yeniden yapılandırılarak Eti Maden İşletmeleri
Genel Müdürlüğü adını almıştır. Dünyanın en büyük Bor Madenle­
ri işleticisi ve Bor Rafine Ü ıünlerinde dünya lideridir.
29- Sümerbank: Sümerbank tarihi, Türkiye'de sanayileşme­
nin tarihidir.

1 53
1 925 yılında 633 sayılı Yasayla Sanayi ve Maadin Bankası ku­
ruldu. Devletin elindeki sanayi kuruluşları bu bankaya devredildi.
Sanayi ve Maadin Bankası 1 93 2 yılında Devlet Sanayi Ofisi ve
Türkiye Sanayi Kredi Bankası o larak ikiye ayrıldı. Bu iki kuruluş,
3 . 6. 1 933 gün ve 2262 sayılı Yasa ile birleştirilerek Sümerbank ku­
ruldu. Sümerbank (Sümer Holding) ve bütün fabrikaları 30. l 0. 1 987
tarihinde özelleştirme kapsamına alındı.
Sümerbank'ın pamuklu sektöründe 20, yünlü ve halı sektörün­
de 1 O, deri ve kundura sektöründe 4, kimya sektöründe 6, toprak ve
seramik sektöründe 6, ticaret sektöründe 4, çimento sektöründe 1 ,
kağıt sektöründe 3, demir - çelik sektöründe 1 işletmesi ve araştır­
ma ve geliştirme yapan 1 kuruluşuyla toplam 56 tesisi mevcuttu.
Ayrıca 49 şubeli bir bankası vardı.
30- Vladimir İliç Lenin: Politik teoriysen, aktivits ve devlet
adamı. 1 870 Simbirsk'te doğdu ve kentinde doğdu 1 924 'te Gorki
kentinde öldü. Orta halli bir öğretmen ailesinin altı çocuğundan
ikincisidir. Ağabeyi Alexander Ulyanov, Çar III. Alexander 'a karşı
suikast girişimine katı ldığı için kurşuna dizilmiştir. Kazan Üniver­
sitesi Hukuk Fakültesi ' ne girdi ve üç ay sonra devrimci öğrenci ha­
reketi içinde yeraldığı için üniversiteden atı ldı. 1 89 1 'de St. Peters­
burg Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni dışarıdan birincilikle bitir­
miştir. Nisan 1 895 'te Avrupa 'ya gitmiş ve orada Çalışan Sını fın Öz­
gürlüğü Grubuna başkanlık eden P lekhanov ile görüşmüş ve onun
devrimci fikirlerinden yararlanmıştır. Aynı yıl Rusya'ya geri dön­
müş fakat tutuklanıp 1 5 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. Devrimci
fikirlerinden vazgeçmeyip hapishanedeki mahkumları örgütlediği
için 1 897 yılında Sibirya'ya sürgüne gönderi lmiştir. 1 899 yılında
ilk makalesini "Lenin" takma adıyla yazmıştır. Daha sonra Ulyanov
soyadım kullanmadı ve Vladimir Lenin olarak tanındı. Gençliğinin
büyük kesri sürgünde geçen Lenin, 1 9 1 7' de, İsviçre' de sürgünde

1 54
iken gizlice ülkesi Rusya'ya döndü ve meşhur Ekim İhtilaline ön­
cülük etti.
31- Varşova Paktı: 14 Mayıs 1 95 5 ' ten 1 99 1 yı lına kadar,
S SCB önderliğinde Doğu Bloku ülkelerini savunmada ittifak için
oluşturduğu birlik. Varşova Paktına üye ülkeler; Arnavutluk
( 1 968 'de çıktı), Bulgaristan, Doğu Almanya (Almanya 'nın Birleş­
mesiyle 1 990'da çıktı), Polonya, Romanya, Macaristan, Çekoslo­
vakya ve SSCB 'dir. 3 1 Mart 1 99 1 ' de askeri yapılanması sonlandı­
rılmış ve 1 Haziran 1 99 1 'de Varşova Anlaşması feshedilmiştir.
32- Fransız İhtilali: 1 787'den başlayarak Fransa'yı sarsan, ilk
doruk noktasına 1 789 'da ulaşan ve değişik aşamalardan geçerek
l 799'a değin süren devrimci hareket. Fransa'da eski rejime son
vermiş ve Avrupa tarihinde yeni bir dönem açmıştır. Fransız ihtila­
li, Fransız Devrimi ve 1 789 Devrimi olarak da bilinir.
33- Oligarşi: Siyasal gücün birkaç kişilik bir grubun elinde
toplandığı yönetim, aristokrasinin daralmış biçimi .
34- Tımar ve zeamet teşkilatı: 1 . Murat zamanında 1 3 76 yı­
lında Anadolu 'da, kurulan toprak kullanım ve yönetim sistemi.
Osmanlı Devletinin; geçimlerine ve hizmetlerine ait masrafla­
rı karşılamak üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölge­
lerde, kendi nam ve hesaplarına tahsil selahiyetiyle birlikte tahsis
etmiş mülk ve vergi kaynaklarına verilen umumi isim Tımar ve
Zeamet'dir. İkta ve dirlik diye de anılır. Bu sistemde arazi, tımar ve­
rilen kimsenin mülkü değildir. Tımar sahibi (siihib-i arz), araziyi,
reayaya (vergi vermekle mükellef o lan vatandaşa) i şletmek üzere
verir, mahsfılden ve reayanın şahsından devletin alacağı vergileri
toplar.
35- Alphonse Maric Louise Prat de Lamartine: ( 1 790 -
1 869) Fransız yazar, şair ve politikacı . Osmanlı zamanında İzmir 'in
Tire ilçesine gelmiş ve bir süre burada yaşamıştır.

1 55
36- Süleyman Demirel: 2 1 . Yüzyılın Yol Haritası : Demokrasi
ve Kalkınma, ABC Basım Aj ansı 2003, syf 3 1 4.
37- Garp : Batı
38-Tanzimat Fermanı: 3 Kasım 1 83 9 ' da Sultan Abdülme­
cid'in sadrazamı Mustafa Reşid tarafından Gülhane P arkı 'nda ya­
bancı devletlerin elçileri ve büyük bir halk topluluğunun huzurun­
da okunan, kişi lerle devlet arasındaki ilişkilere hukuki yönden ye­
nilikler getiren, eski yasaları tamamen değiştirmeyi öngören, Tan­
zimat-ı Hayriye adı verilen ıslahat hareketini siyasal ve hukuki yön­
den teminat altına alan belge.
39- Deli Petro ( 1 672 - 1 725): Rusya' nın modernleşmesine bü­
yük katkıları olmuş Büyük Petro adıyla maruf çar. 1 672 yılında
Moskova'da doğdu ve kendi kurduğu Saint-Petesburg (Leningrad)
da 1 725 yılında öldü. Rusya'yı Avrupalılaştırmak için çalışmalar
yaptı. Petro ' nun ilk işi bir ordu ve donanma meydana getirmek ol­
muştur. İngiliz gemilerinin nasıl yapıldığını öğrenmek için iki defa
Arkanjel'e seyahat etmiş, mühendisler getirterek Voronej ve Don
nehirleri üzerinde ilk Rus donanmasını yaptırmıştır.
Rusya'nın sahili olmadığı,Karadenize inmek üzere Petro,
1 696 'da Azak kalesine hücum ederek Osmanlının elinden aldı .
1 709'da da İsveç kralı XII. Charles'e karşı Poltava zaferini kazana­
rak onu Osmanlıya sığınmaya mecbur etti. Petro İsveç kralının ken­
disine teslim edilmesini istemişti. Osmanlı bunu kabul etmeyerek
kralı beş sene muhafaza etmiş ve sonra memleketine dönmesine
imkan vermiştir. Osmanlıyla bu sebepten dolayı muharebeye giriş­
ti fakat Baltacı Mehmed Paşa'nın kumandası altında bulunan Os­
manlı ordusu tarafından Prut'ta 1 7 1 1 ' de mağlup edilmiştir.
40- Burj uvazi: XVII-XIX. asırlarda ticaret ve endüstri yoluy­
la zengin olmuş, asil olmadıkları halde soylulardan daha nüfuzlu
hale gelmiş ailelerin topluluğu.

1 56
4 1- Konvansiyon : Anlaşma. Bir anayasa yapmak veya bir ana­
yasayı değiştirmek için toplanan olağanüstü geçici meclis.
42- Lev Davidoviç Troçki: ( 1 879 - 1 940 ) Rusyalı kominist
aktivist ve devlet adamı . 1 9 1 7 Ekim Devrimi önde gelen isimlerin­
dendir. Sovyetler Birliği 'nin kurulmasında, ihtilal sonrası iç isyan­
ların ve ayaklanmaların bastırı lmasında birinci derecede rol oyna­
mıştır. Kızılordu' nun kurucusu olarak kabul edilmektedir. Özellik­
le iç karışıklıklarda baş vurduğu sert ve acımasız tedbirleriyle dik­
katleri üzerine çekmiştir. Lenin' den sonra Sovyetlerin en güçlü
ikinci adamı olmuştur. Lenin 'in ölümünden sonra Stalin ile girişti­
ği iktidar mücadelesini kaybetmiş ve ülkeyi terk etmek zorunda
kalmıştır. Troçki 'nin asıl adı Leon Davidoviç Bronştayn'dır. Troç­
ki, takma adı olup 1 902 yılından itibaren kullanmaya başlamıştır.
43- Kazım Karabekir ( 1882 - 1 948): Kurtuluş Savaşı komu­
tanlarından Kazım Karabekir İstanbul ' da doğdu. Mehmed Emin
Paşa'nın oğludur. İlköğrenimini İstanbul, Van, Harput ve Mekke 'de
tamamladıktan sonra, l 896 ' da İstanbul Fatih Askeri Rüştiyesi ' ni,
1 899 'da Kuleli Askeri İdadisi 'ni, 1 902 'de Harbiye Mektebi'ni ve
1 905 'te de Erkiin-ı Harbiye Mektebi 'ni bitirerek yüzbaşı rütbesiyle
orduya katıldı. İttihat ve Terakki İstanbul örgütünün kurulmasında,
3 1 Mart 1 909 ayaklanmasında Hareket Ordusu ' nda, Balkan ve Ça­
nakkale Savaşlarında görev aldı. 1 9 1 8 'de Erzincan ve Erzurum 'u,
Ermenilcr'den ve Ruslar 'dan geri aldı. Ardından Sarıkamış, Kars
ve Güınrü kalelerini ve Ağrı 'yı kurtardı . 1 5 Kasım 1 920 'de Erme­
ni ordusunu kesin olarak yendi. Erzurum Kongresi'nin toplanma­
sında önemli rol oyn ad ı Kurtuluş Savaşı 'nda Edime milletvekilli­
.

ği ve Doğu cephesi koııı ı ıtaııl ığı yaptı. Terakkiperver Cumhuriyet


Fırkası 'na k u rucu o l ara k k a t ı l d ı . Parti 3 Haziran l 925 'te Şeyh Sait
ayaklanması nede n i y l e k apa t ı ld ı . Karabckir, Mustafa Kemal Pa­
şa'ya karşı yap ı l a n l lllı ı ı s ı ı ı k a s ı i i k i l g i l i görülerek bazı partili ler-

l 'i 7
le birlikte yargılandıysa da beraat etti. Siyasi yaşamına on iki yıllık
aradan sonra, 6 Ocak l 93 9'da İstanbul milletvekili olarak devam
etti. 1 946 ' da TBM M başkanlığına seçildi ve bu görevde iken 26
Ocak 1 948 ' de öldü.
44- Ali Fuat Paşa ( 1 882-1 968): Kurtuluş Savaşı 'nda görev al­
mış asker ve devlet adamı. 1 882 yılında İstanbul ' da doğdu. Cebe­
soy'un Beyrut'ta başlayan kıta hizmetleri, l 908 'de Roma Askeri
Ateşeliği yaptı. Tarblusgarp, Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşın­
da çarpıştı . Sivas Kongresi sonrasında Cebesoy, Umum Kuvayı
Milliye komutanı olarak görevlendirildi. Müdafaa-i Hukuk Cemi­
yeti başkanlığını yaptı. 1 92 5 'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası­
nın kurucuları arasında yer aldı. Ertesi yıl ( 1 926) İzmir Suikasti do­
layısıyla Kazım Karabekir i le birli kte tutuklandı, yargılandı ve be­
raat etti. Cebesoy'un ikinci dönem siyasi hayatı İnönü'nün Cum­
hurbaşkanlığı yıllarında başladı. Milletveki li olarak tekrar Meclise
girdikten sonra Bayındırlık Bakanlığı ( 1 939- 1 943) ve bir ara
TBMM Başkanlığı da yaptı. 1 968 yılında öldü.
45- Fevzi Çakmak: XX. Yüzyılın ilk yarısında hizmet vermiş
asker, devlet adamı. 1 876'da İstanbul ' da doğdu. 28 Ocak 1 896'da
Harp Okulundan Piyade Teğmen rütbesiyle mezun olarak kurmay
sınıfına ayrıldı. 25 Aralık 1 898 ' de Harp Akademisini bitirdi. Met­
roviçe,Taşlıca,Kosova ve İşkodra'da görev yaptı. Balkan Savaşı 'na
katıldı. Birinci Dünya Savaşında; 2 'nci Kafkas Kolordusu Komuta­
nı, Diyarbakır 2 'nci Ordu Komutanı, Filistin Cephesinde 7'nci Or­
du Komutanı olarak görev yaptı. 24 Aralık 1 9 1 8 ' de Genelkurmay
Başkanlığına getirildi. 3 Şubat 1 920'de Ali Rıza Paşa Kabinesinde
Harbiye Nazırı oldu. 3 Eylül 1 922'de Mareşalliğe yükseltildi. 27
Ekim 1 922 'de Genelkurmay Veki lliğini koruyarak B atı Cephesi
Komutanlığına atandı . 1 923 ve l 92 7' de İstanbul ' dan 2 kez Millet­
vekili seçi ldi. 3 0 Ekim 1 924 'te milletvekilliğinden çekildi. 23 yıl

158
Genelkurmay Başkanlığı görevinde bulunduktan sonra 1 2 Ocak
1 944 'te emekliye ayrıldı. 1 946 seçimlerinde Demokrat Parti liste­
sinden Bağımsız İstanbul Milletvekili seçilerek Meclise girdi.
1 94 8'de Millet Partisini kurdu. 1 0 Nisan 1 95 0 'de vefat etti .
46- İ brahim Refet Bele: Kurtuluş Savaşına katı lmış asker.
1 8 8 1 'de Selanik'tc doğdu. 26 Aralık 1 898 'de Harp Okulundan Pi­
yade Teğmen rütbesiyle mezun olarak 3 'üncü Ordu emrine verildi.
29 Aralık 1 903 'te Üsteğmenliğe yükseltilerek Redif 1 07 ' nci A laya
atandı. 1 2 Ocak 1 904 'te Selanik Merkez Jandarma Taburunun Va­
dine Bölüğüne nakledi ldi . 1 0 Şubat 1 906 ' da Yüzbaşı oldu. Ekim
1 909 'da Harp Akademisine başladı. 1 9 1 2 Haziranında Trablusgarp,
1 6 Eylülde de Balkan Savaşı 'na katıldı. B irinci Dünya Savaşı sefer­
berliğinde 4 ' üncü Ordu Haber Alma Şubesi Müdürü oldu. 1 9 1 7 ' de
2 2 ' nci Kolordu Komutanı oldu. 1 7 Ekim 1 9 1 8 ' de Jandarma Genel
Komutanlığına getirildi. Mustafa Kemal Paşa ile birlikte l 9 Ma­
yıs 'ta Samsun'a geldi. 1 0 Aralık 1 9 1 9 ' da Nazilli 'de Aydın Kuvayı
Mil liye Komutanlığını üstlendi . l 8 Ağustos'ta Ankara 'ya geldi ve
İzmir Mil letvekili olarak TBM M ' nin Genel Kuruluna takdim edil­
di. 6 Eylül l 920'de Dahiliye Vekilliğine seçildi. III,VI ve VII. Dö­
nemlerde İstanbul Milletvekili seçildi. 9 Kasım 1 924 'te Halk Fırka­
sından istifa etti. 1_ 7 Kasım'da kurulan Terakkiperver Cumhuriyet
Fırkasının kurucuları arasında yer aldı. 8 Nisan 1 950 'de Beyrut'ta­
ki Birleşmiş Milletler Ortadoğu Filistin Mültecilerine Yardım ve
Bayındırlık Ajansı Türkiye Delegeliğine atandı. 22 Şubat 1 96 1 'de
bu görevden ayrıldı. 2 Ekim 1 963 'te İstanbul 'da vefat etti.
47- RaufOrbay ( 1 881 - 1 964): Osmanlının son döneminde ve
cumhuriyetin kuruluşunda hizmet vermiş bahriyeli ve devlet adamı.
Rauf Orbay 1 8 8 1 yılında İstanbul ' da doğdu. Milli Mücadele ' ye ka­
tı lmak üzere Anadolu 'ya geçtiğinde imparatorluğun hemen her ya­
nına ün salmış mil l i kahramanlardan biriydi . Bahriye Mektebi'ni

1 59
bitiımiş, Balkan Savaşı sırasındaki deniz savaşlarında büyük başa­
rılar göstermiş ve bu nedenle "Hamidiye Kahramanı" ünvanını ka­
zanmıştı. İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nazırlığı yaptı, bütün bu
parlak başarıların sonunda Osmanlı İ mparatorluğu 'nun çöküş bel­
gesi olan Mondros Mütarekesi 'ni imzalamak zorunda kaldı.
Malta sürgününden dönen Rauf Orbay 1 92 1 'de Ankara 'ya git­
tiğinde kendisine Nafia veki lliği verildi. Bakanlıktan ayrı ldığı yıl
Meclis ikinci başkanlığına seçi ldi. l 922- 1 923 arasında bir kaç ay
Başbakanlık yaptı . l 924 'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ku­
rulduğunda Rauf Orbay, daha önce İkinci Grupta başlattığı muhale­
fetini bu toplulukta sürdürmeyi daha uygun buldu. l 942- 1 944 yılla­
rı arasında Türkiye ' nin Londra büyükelçisi oldu. 1 964 yılında öldü.
48- Equrum Kongresi (23 Temmuz 1 9 1 9 - 7 Ağustos 1 9 1 9)
Yaklaşık 50 yıldır süregelen zulme karşı 1 2 Mart 1 9 1 8 'de Er­
zurum 'da kurtuluş mücadelesini veren Erzurum Halkı 'nın, Anado­
lu 'da başlattığı Kurtuluş Hareketinin temsilcilerinin toplandığı
kongredir. Böylelikle, Anadolu'da milli mücadele birliğinin kurul­
masının adımı Erzurum Kongresi ile atılmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu 'nun i mzalamak zorunda kaldığı
Mondros Mütarekesi'nin 24. Maddesi: Erzurum, Elazığ,Van, Bitlis,
Diyarbakır ve Sivas vilayetlerini "Ermeni Vilayetleri" olarak ifade
edilmiştir.
23 Temmuz'da 54 delege ile çalışmalarına başladı. Mustafa
Kemal'in davetli o larak katıldığı bu kongreye asil üye olabilmesi
için, Erzurum delegesi Cevat Dursunoğlu istifa ederek, kendi yeri­
ne Mustafa Kemal 'in seçilmesini sağladı . İlk gün, Mustafa Kemal
kongre başkanlığına seçildi. Erzurum Kongresi, l 7 çi ftçi ve tüccar,
5 emekli subay, 4 emekli memur, 5 öğretmen, 4 gazeteci , 5 hukuk­
çu, 2 mühendis, 1 doktor, 6 din adamı, 3 eski milletvekili, l gene­
ral ve l eski bakan olmak üzere 54 delegeden oluşmuştur.

1 60
Alınan önemli kararlar:
Milli sınırlar içinde vatan bölünmez bir bütündür; parçalana-
maz.
Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı millet top yekün
kendisini savunacak ve direnecektir.
Kuva-yı Mi lliye'yi tek kuvvet tanımak ve milli iradeyi hakim
kılmak temel esastır.
Manda ve himaye kabul edilemez.
Milli Meclisin derhal toplanmasını ve hükümet işlerinin Mec­
lis tarafından kontrol edilmesini sağlamak için çalışılacaktır.
49- Sivas Kongresi ( 1 1 Eylül 1 9 1 9): Mustafa Kemal'in yaptı­
ğı çağrı üzerine, 1 . Dünya Savaşı 'ndan sonra işgale uğrayan Türk
topraklarını kurtarmak ve Türk mil letinin bağımsızlığını sağlamak
için çareler aramak amacıyla seçilmi ş mil let temsilcilerinin Sivas'­
ta biraraya gelmesiyle, 4 Eylül 1 9 1 9 - 1 1 Eylül 1 9 1 9 tarihleri ara­
sında gerçekleşen milli kongredir.
S ivas Kongresi ' nde alınan kararlar, daha önce gerçekleştirilen
Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek yeni bir Türk Devle­
ti'nin kuruluşuna temel olmuştur; bu nedenle Sivas Kongresi 'nin
Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki önemi büyüktür.
50- Enver Ziya KARAL (Ord. Prof.) Tarihçi.
5 1 - Zağanos Paşa (veya Zağnos Paşa), Fatih Sultan Mehmet
devrinde önemli rol oynamış, Gelibolu sancak beyliği ve kaptan-ı
deryalık görevlerinde bulunmuş, 1 467- 1 469 yılları arasında i se
Trabzon Sancak Beyliği yapmış bir Osmanlı Paşasıdır. Babası Ab­
dullah ' ın bir esir olduğu bilinen Paşa, İstanbul'un fethi öncesinde
Rumeli Hisarı ' nı yaptırmış, Osmanlı donanmasının kara yolu ile
Kasımpaşa 'ya indirilmesinde de emeği geçmiştir.

161
Fatih Sultan Mehmet 'lc yakınlık derecesi ve mevkisine rağ­
men, bugünkü adı ' Zağnos Paşa Camii' olan ve Balıkesir Merkezin­
de bulunan caminin inşaatıııda, ustalarla birlikte çalı şacak derecede
alçak gönüll üdür.
52- Fırka: 1 . İnsan topluluğu. 2 . Siyasal topluluk, parti
53- Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Ali Fuat Ccbesoy,
Kazım Karabckir, Refet Bele, Rauf Orbay ve Adnan Adıvar 'ın ön­
cülüğünde 1 7 Kasım 1 924 'tc kurulan Türkiye Cumhuriyeti 'nin 2.
siyasi partisidir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası 5 Haziran
l 925 'te kapatılmıştır.
54- Emperyalizm: Bir milletin sömürü temeline dayanarak
başka bir milleti siyasi ve ekonomik egemenliği altına alıp yayılma­
yı isterı:esidir.
55- Josef Stalin ( 1 879-1 953): Gürcistan asıllı Rus devlet ada­
mı. l 922 ' den, 1 953 'te ölene kadar Sovyet Rusya'nın liderliğini ve
Sovyetler Birliği Komünist Partisi 'nin liderliği anlamına gelen Ge­
nci Sekreterliğini yapmıştır. Lakabı olan ' Stal in' Rusçada "çelik"
anlamına gelir.
2 1 Aralık 1 879 'da Gürcistan 'da doğdu. Babası kunduracıydı.
Papaz okulundan devrimci militanlara katılmak üzere ayrıldı ve
Rusya Sosyal Demokrat İşçi Parti si ' nin "bolşevik" kanadı safların­
da yer aldı. Uzun yıllar Sibirya'da sürgünde kaldı. Lenin'lc birlikte
çalıştı. Lenin'in ölümünden az önce Komünist Partisi genel sekreteri
oldu.
Planlı ekonomi, kollektivizasyon ve endüstrileşme uygulamala­
rı ile 1 928- 1 936 yıl ları arasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Bir­
liği 'nde köklü dönüşümlerin gerçekleştirilmesini sağladı. Özellikle
Ukrayna'da zorunlu kollektivizasyon kıtlık ve ölümlere yol açtı.
İkinci Dünya Savaşı sırasında parti liderliği, hükümet başkanlı­
ğı ve Sovyet orduları başkomutanlığı görevlerini bir arada yürüttü.

1 62
l 939 'da Molotov-Ribbentrop paktı diye de bilinen bir saldırmazlık
anlaşmasını Hitler 'in Nazi Almanyası ile imzaladı. Bu anlaşma et­
kili olmadı. Stalin, İngiltere ve Fransa' nın yanında il. Dünya Sava­
şı' na girme kararı almak zorunda kaldı . Savaştan sonra SSCB için­
de çok sert bir iç siyaset izledi. M i lyonlarca azınlığı sürgün etti . Dü­
rüst bir kominist, zalim bir idareci idi. Öldükten sonra da kısa za­
manda unutuldu.
56- Kral VIII. Edward: l 936'da İngiltere Kralı 5 .George 'nin
ölümü üzerine, varisi olarak 42 yaşında tahta çıktı.Ekim l 936 'da
Atatürk'ü de ziyaret eden İngiltere Kralı, l l .Aralık. 1 936 tarihinde
325 gündür oturduğu tahtı kardeşine bıraktı. 3 Haziran 1 937 'de
Fransa'da Conte Şatosu'nda Amerikalı Wallis Simpson ile evlendi.
1 972'de öldü.
57- Şeyh Sait İ syanı: Kürt Teali Cemiyeti, İ ngiltere 'nin man­
dası altında bağımsız bir Kürt Devleti kurmayı öngörüyordu. 1 3
Şubat 1 925 'te Ergani ilçesine bağlı Eğil bucağının Piran köyünde
i l k defa isyana başlamıştır. Önce Genç il inin merkezi Darhani 'yi ele
geçirmiş, daha sonra, Elazığ'ı almıştır. İsyan hızla yayılarak; Diyar­
bakır, Elazığ ve Genç vi layetlerini içine almıştır. Bunun üzerine
bölgede sıkıyönetim i lan etmiştir.
Suçluların, İ stiklal Mahkemesinde yapılan muhakemeleri
esnasında, memleketi parçalayıp bir Kürt devleti kurmak amacıyla
harekete geçtikleri bel irlenmiştir. Sonuç olarak, Şeyh Sait ve Sey­
yit Abdülkadi r de dahil olmak üzere bütün elebaşılar idam edilmiş­
tir.
Suçl u l ar ı n , İ s t i k l a l Mahkemesi huzurunda yaptıkları itirafları
dikkate alan ( 'umh ııriyct hiikiime t i , Takrir-i Sükun Kanununa daya­
narak, Tcrakk i pcrvcr < 'u ıııhııriycı Fı rkası 'ıı ın bütün şube ve mer­
kezlerinin k apa t ı l ıııası ııa 1 l l a z i ra ı ı 1 92 5 t a ri h i nde karar vermiştir.

1h\
58- Kubilay Olayı: Mustafa Fehmi Kubilay. Baba adı Hüse­
yin, ana adı Zeynep. Giritli bir ailenin çocuğu. 1 906 doğumlu bir
öğretmen. 1 93 0 yılında İzmir ' in Menemen İlçesi ' nde askerlik göre­
vını yapıyor.
Derviş Mehmet ve altı silahlı arkadaşı 23 Aralık 1 930 günü
Menemen' e gelmişler ve camiye girerek üzerinde dini ibareler ya­
zılı bir bayrakla, camide bulunanları ve merakla cami önüne topla­
nanları, kendi leriyle birlik olmaya davet etmişlerdir. Göstericiler
Hükümet Konağı önündeki meydanda toplanmışlardır. Toplanan
halkı dağıtıp, ayaklanma çıkaranları yakalamaya, mesleği öğret­
menlik olan Yedek Asteğmen Kubilay Bey'in askeri müfrezesi gö­
revlendirilmiştir. Kubilay B ey kendisini korumak için tabancasını
çekmiş ise de, bir kurşunla yaralanarak yere düşmüş, yaralı Kubi­
lay Bey 'in boğazı kesilmiştir. Bu arada iki mahalle bekçisini de şe­
hit etmişlerdir. Olay yerine yetişen askeri birlik ve jandarmalar
ayaklanma çıkaranları çatışma sonucu ele geçirmişler, 3 Şubat
1 93 1 'de asmışlardır.
59- Dersim İ syanr: Fransızların Suriye'den çekilmesi süreci
içinde Hatay ' ın akıbetinin tartışıldığı zamanlara denk gelen bir dö­
nemde ( 1 93 8), ülke içinde sivil rahatsızlıklardan yararlanmak iste­
yen mihrakların tertip ve tahrikleri sonucu bugünkü Tunceli sınırla­
rı içinde başlamış ve Türk Ordusunca bastırılmış bölücü kalkışma
hareketidir.
60- H atay Meselesi: Hatay Mondros Mütarekesinden sonra
Fransızlar tarafından işgal edildi . Yunanlılara karşı kazanılan Sa­
karya Meydan Muharebesinden sonra, TBMM ile Fransa arasında
20 Ekim 1 92 1 ' de imzalanan Ankara Antlaşmasına göre Hatay, Su­
riye içinde kalarak Fransız yönetiminde kaldı. Fakat Suriye'den
ayrı bir yönetime sahip olarak, buradaki Türklere kültürel haklar
veri ldi.

1 64
1 93 6 ' da Fransa Suriye'den çekilmek isteyince, Hatay'ın da
Suriye içinde kalma tehlikesi ortaya çıktı. Türk Hükümeti, Fransa
Suriye'den çekilecekse Hatay da Suriye gibi bağımsız olması ge­
rektiği tezini savunuyordu. Atatürk, Fransa'ya Türkiye'nin kararlı­
lığını göstermek için, !}asta olmasına rağmen Hatay sınırındaki bir­
liklerimizi denetlemeye gitti. Yaklaşan yeni savaş tehlikesini de
dikkate alan Fransa, en sonunda Hatay 'ın bağımsızlığını kabul etti.
2 Eylül 1 93 8 'de kurulan Hatay Devletinin parlamento başkanlığına
Abdülgani Türkmen, devlet başkanlığına ise Tayfur Sökmen seçil­
di. 1 0 ay kadar yaşayan bu devlet 23 Haziran 1 93 9 'da Türkiye ye
katı ldı. 7 Teınrriuz 1 93 9 ' da 3 7 1 1 sayılı kanun ile de Hatay, Türki­
ye'nin bir ili oldu.
61- Oniki Ada Meselesi: Oniki Ada" ismini, Osmanlı 'nın im­
paratorluğun belli bölgelerinde uyguladığı yönetim şeklinden al­
mıştır. 1 2 ' 1i denen bu sisteme göre her "on hane" birer temsi lci çı­
karır, bu temsilcilerde aralarından bölgeyi yönetecek " 1 2 kişilik bir
ihtiyar heyeti" seçerdi . Türkçe "Oniki Ada" ismi ilk önce Yunan­
ca'ya daha sonra birebir çevrilerek diğer batı dillerine girmiş­
tir.Oniki Ada kelimesi, sadece on iki adet adayı hatırlatmasına rağ­
men; bu ad, güney Ege'de ada görünümündeki �ok sayıda adalar
grubunu işaret etmekte ve güney Ege kıyı larındaki iri li ufaklı
20'den fazla adayı i fade etmektedir.
1 9 1 2 'de Trablusgarp 'ta İtalyanlara karşı büyük başarılar kaza­
nan Osmanlı ' nı ıı barışa zorlanabilmesi için İtalyanlar oniki adayı
işgal etti. Ardından, Uşi Antlaşması i le İtalyanlar işgal ettikleri yer­
leri muhafaza etti ler. 1 . Dünya Savaşı sonrasında Sevr Antlaşmasıy­
la Oniki Ada ve Meis İtalyan' lara bırakıldı. Lozan Antlaşması 'nda
da Oniki Ada 'ııın İtalyan yönetiminde kalması onaylandı. 2.Dünya
Savaşında i tal ya 'nı n 1 94 1 'tc teslim olmasından sonra İngi lizlerin
adaları alımı giri�imi ha�ansızlığa uğradı . Denetimi ele geçiren Al-

1 65
man birlikleri Mayıs 1 945 'te adalardan çıkarıldı. Adalar Paris Ant­
laşmasıyla, 1 947 ' de resmen Yunanistan 'ın yönetimine veri ldi.
Paris Barış Anlaşması 'nın 1 4 . maddesi gereğince, söz konusu
1 4 Yunan adası üzerinde ancak asayişi sağlayacak kadar kuvvet bu­
lundurulabilecektir. Anlaşma hükümlerine rağmen Yunanistan,
1 960 yılından başlayarak, anılan adaları si lahlandırmı ştır.
Türkiye, anlaşma hükümlerine uymayan Yunanistan'a ilk notayı 29
Haziran 1 964 tarihinde venniştir. Bu konudaki notalar ve inkar ce­
vapları, 1 974 'e kadar sürdükten sonra, bu tarihten itibaren Yunanis­
tan silahlanmayı açık şekilde yaparak, haklı olduğunu uluslararası
kamuoyunda savunmaya çalışmaktadır.
62- Bitler: Nazizmin kurucusu, Alman politikacı ve devlet
adamı. 20 Nisan 1 8 89 günü Avusturya' nın Alman sınırındaki küçük
Braunau kasabasında dünyaya geldi. 1 9 1 2 'de Viyana'dan Münih'e
geldi. 1 9 1 4 ' de 1 . Dünya Savaşı çıkınca Hitler, Bavyera ordusuna
gönüllü olarak girdi. Alman mağlubiyetinden sonra Hitler, arkada­
şı mühendis Feder ve altı kişi tarafından kurulmuş olan Alman işçi
Partisi isimli gizli bir fırkaya katıldı ve kısa sürede bu fırkanın baş­
kanı oldu. Fırkanın adını NSDAP (Nationa/sozialistische Deutsche
Arbeiter Partei, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) olarak de­
ğiştirdi ve nüfuzunu arttırdı. Taraftarlarına kısaca "Nazi", kendisi­
ne de rehber anlamına gelen "Führer" lakabını verdiler. Parti 25
maddelik bir program hazırladı. Bu programın ilk maddesi Alman­
ya 'yı Versay'ın zilletinden kurtarmak idi. Alman vatandaşlığının
yalnız Alman kanını taşıyanlara hasredilmesi lazım geleceği pro­
gramın temel maddelerindendi. Aynı zamanda büyük sennayeyi
devleştirmek de yine programın esaslarından birini teşki l eder.
1 924'de Münih'ten hükümeti devirmek için teşebbüslerde bulundu
fakat başarılı olamadı . Bunun üzerine 1 O ay hapse mahkum edildi
ve bu zaman içinde "Mein Kampf' (Kavgam) isimli bir kitapta fi-

1 66
kirlerini yazdı. 1 929 Dünya Ekonomik Krizinden sonra partisi 1 930
seçimlerinde yüzde 1 8 o y ile SPD'den sonra ikinci büyük parti ol­
du. Daha sonra tek başına iktidar olan Adolf Hitler, il. Dünya Sava­
şını başlatmış ve ardından kaybedince Ni san 1 945 'te intihar etmiş­
tir.
63- Faranco: (Francisco Paulino Hermenegildo Te6dulo
Franco y Bahamonde) İspanyol General ve Devlet adamı ( 1 892 -
1 975). 1 947 de "Katolik ve Sosyalist bir devlet" olarak tanımlanan
İspanyayı yeniden bir krallığa dönüştüren veraset yasasını kabul et­
tirdi ve kendisini devletin ömür boyu koruyucusu ve kral naibi
atadı. 1 969 da tahtının varisi olarak Alfonso XIII ün torunu Juan
Carlos u gösterdi. İkinci Dünya Savaşı çıkınca İspanyanın tarafsız­
l ığını i lan ettiyse de 1 940'ta Hendaye de Hitlerle görüştü ve Tan­
ca'yı işgal etti. 1 942 de Doğu Cephesine Sovyetlere karşı "Mavi
Tümen"i yolladı, Almanlar gerilemeye başlayınca Müttefiklere
yaklaşmak için Tancayı boşalttıysa da müttefiklerin kendisine düş­
manca davranmaları İspanya'nın BM e girmesini önledi. 1 953 'te
ABD ile İspanyanın 1 955 'te BM ye 1 95 8 de Avrupa Ekonomik İş­
birliği Teşkilatına girmesini kolaylaştıran iktisadi ve askeri anlaş­
malar imzalayarak ABD ye askeri üsler verdi .
64- Benito Mussolini ( 1 8 83 - 1 945) : Faşist ideoloj isinin öncü­
sü, İtalyan politikacı ve devlet adamı. Avrupa'nın ilk faşist lideri
olan Benito Mussolini Forli 'de doğdu. Gençliğinde öğretmenl ik
yaptı . l 902 'de askerlik yapmamak için İsviçre'ye gitti. l 904'te ge­
ri dönerek 1 O sene boyunca gazeteci lik yapar. B irinci Dünya Sava­
şı ' nın başlaması üzerine orduya yazıldı. Savaşta yaralanan Musso­
lini Mi lano'ya döndü ve burada aşırı sağ görüşlü ve Faşizm tarafta­
rı "il Popolo d' Italia" gazetesinin editörü oldu. Birinci Dünya Sa­
vaşı sonrasında İtalya 'da çıkan kaosu kendi lehinde değerlendirdi.
Mussolini Ekim 1 922 'de, 26.000 taraftarı ile Roma 'ya yürüyeceği-

1 (ı7
ni söyl eyerek Kral Viktor Emmanuel III ' ü yönetimi kendisine dev­
retmeye zorladı. Ülkedeki Komünist hareketin de önüne geçmek is­
teyen. Kral bu teklifi kabul etti ve İtalya'da Duçe dönemi başladı.
Mussolini 1 93 5 'te Habeşistan ' ı n işgaline başladı. 1 936 'da Habeşis­
tan'ın işgalini tamamladı ve aynı yıl Adolf Hitler 'le Roma-Berlin
mihverini kurdu. Bu tarihten sonra devamlı Hitler ' le ittifak yapan
Mussolini, 1 O Temmuz 1 940 ' da savaş ilan etti . 1 943 'te İtalya işga­
le uğrayınca Emmanuel III Mussolini 'yi görevden aldı. İtalya'da
kendine bağlı birliklerle mücadeleyi sürdüren Mussolini Nisan
1 945 ' de yani savaşın son günlerinde kaçmaya çalışırken İtalyan
Mukavemet' ine mensup savaşçılar tarafından öldürüldü.
65- İ smet İ nönü: Asker, siyasetçi ve Türkiye Cumhuriyeti 'nin
ikinci Cumhurbaşkanı . 24 Eylül 1 8 84'te İzmir'de doğdu, 25 Aralık
1 973 'te Ankara'da öldü. İnönü Lozan Antlaşması ' nı imzalamış,
birçok kez de başbakanlık görevini yapmıştır
Ortaöğretimini S ivas Askeri Rüşdiyesi ' nde 1 895 yılında ta­
mamlayan İnönü, Mühendishane-i Berri-i Hümayun 'u 1 903 yılında
topçu teğmeni olarak birincilikle bitirdi. 1 906 ' da Erkan-ı Harbiye
Mektebi 'ni gene birincilikle bitirerek kurmay yüzbaşı rütbesiyle
Edime'deki 2. Ordu' nun 8. A lay ' ında bölük komutanlığına atandı.
Bu görevi sırasında, Makedonya'daki örgütlenmesinden etkilene­
rek İttihat ve Terakki Cemiyeti ' ne üye oldu. 1 908 'de kolağası (ön­
yüzbaşı) oldu ve 3 1 Mart Olayı ( 1 3 Nisan 1 909) olarak bilinen
ayaklanmayı Selanik'ten gelerek bastıran Hareket Ordusu ' nda gö­
rev aldı.
66- Tevhid-i Tedrisat Kanunu: M i l li Eğitimin temel kanunu.
3 Mart 1 924 'te Eğitim ve öğretimin birliğini sağlamak amacıyla çı­
k arılmıştır.
_
. Madde 1 - Türkiye dahilindeki bütün müessesatı i lmiye ve ted­
risi ye Maarif Vekaletine merbuttur.

1 68
67- Müdafaa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti: 1 1 Eylül 1 9 1 9
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti 'nin resmen kurulu­
şu. İsminden de anlaşılacağı üzere, vatani müdafaa etmek için ku­
rulan derneklerden birisidir.
68- Ziya Gökalp ( 1 876- 1 924) Özellikle milliyetçilik ve Türk­
çülük üzerine kaleme aldığı eserleri ile ün kazanmıştır. Milli edebi­
yatın kurulması ve gelişmesinde önemli rol oynadı.
23 M art l 876'da Diyarbakır ' da doğdu. 25 Ekim l 924'te İstan­
bul' da vefat etti . Asıl ismi Mehmet Ziya. Eğitimine Diyarbakır 'da
başladı . Amcasından geleneksel İslam ilimlerini öğrendi . 1 895 'te İs­
tanbul'a gitti . Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. İttihat ve Terakki
Cemiyeti ' ne katıldı. Muhalif eylemleri nedeniyle l 898 'de tutuklan­
dı. B ir yıl cezaevinde kaldı. Serbest bırakıldıktan sonra 1 900'de Di­
yarbakır ' a sürgüne gönderildi. l 908 ' e kadar Diyarbakır 'da küçük
memuriyetlerde bulundu. II. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terak­
ki 'nin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" ga­
zetesini çıkardı. 1 909 ' da Selanik 'te toplanan İttihat ve Terakki
Kongresi'ne Diyarbakır delegesi olarak katıldı. B ir yıl sonra, örgü­
tün Selanik'teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. 1 9 1 O'da ku­
rulmasında öncülük yaptığı İttihat Terakki İdadisi 'nde sosyoloj i
dersleri verdi. Bir yandan d a "Genç Kalemler" dergisini çıkardı.
1 9 1 2 'de Ergani Maden'den Meclis-i Mebusan ' a seçildi, İstanbul'a
taşındı. Türk Ocağı'nın kurucuları arasında yer aldı. Derneğin ya­
yın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere "Halka Doğru, İslam
Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçti­
maiyat Mecmuası, Yeni Mecmua"da yazılar yazdı. B ir yandan da
Darülfünun-u Osmani 'de (İstanbul Üniversitesi) soş_yoloji dersleri
verdi. Birinci Dünya Savaşı 'nda Osmanlı Devleti 'nin yenilmesin­
den sonra tüm görevlerinden alınd ı . 1 9 1 9 ' da İngilizler tarafından
Malta Adası 'ııa sürgüne gönderi ldi . 2 yıllık sürgün döneminden

1 (ı!J
sonra Diyarbakır'a döndü. Küçük Mecmua 'yı çıkardı. 1 923 'te
Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığı 'na atandı, An­
kara 'ya gitti . Aynı yıl İkinci Dönem Türkiye Büyük Mi llet Mecli­
si 'ne Diyarbakır mebusu olarak girdi. 1 924 'te kısa süren bir hasta­
lığın ardından vefat etti.
69- Yusuf Akçura ( 1 8 76- 1 93 5 ) Türkçülük akımının öncülerin­
den tarihçi ve siyaset adamı.
1 876'da Rusya' nın Kazan ' a bağlı Simbirsk kentinde doğdu.
Babasının ölümü üzerine ailesiyle birlikte 1 8 83 'de İ stanbul 'a göç
etti. Harbiye ' deki öğrenimini bitirdi ve kurmay sınıfına ayrıldı. Bu
sırada Jön Türklerle ilişkisi olduğu gerekçesiyle tutuklandı ve
1 897' de Fi zan' a sürülmek üzere Trablusgarp' a gönderildi; daha
sonra serbest bırakıldı ve rütbesi iade edildi. Bir süre Trablusgarp '­
ta çalıştıktan sonra 1 899'da Tunus üzerinden gittiği Paris 'te "Ecole
Libre des Sciences Politiques"i bitirdi. Jön Türklerin çıkardığı Şu­
rayı Ümmet ve Fransızca yayınlanan Meşveret'te makal eler yayım­
ladı.
1 903 'te Kazan ' a gitti, Rusya' daki Türklerin düzenlediği siya­
sal ve kültürel etkinlikler içinde yer aldı; Rusya Müslümanları Ha­
reketi 'ne katıldı ( 1 905). Kazan Muhbiri adlı gazeteyi, Ulum ve Ta­
rih adlı kitabını yayımladı. ( 1 906)
il. Meşrutiyet' in ilanından sonra İstanbul ' a döndü ( l 908). İs­
tanbul' da kurulan Türkçülük ile ilgili derneklerin tümünde kurucu­
lar arasındaydı. 1 9 1 l - 1 9 1 7 yılları arasında Türk Yurdu Cemiye­
ti ' nin yayın organı olan Türk Yurdu dergisini yönetti, Türk Ocakla­
rı 'nın kurucuları arasında yer aldı. İstanbul Üniversitesi 'nde ve
Harp Okulu 'nda tarih dersleri verdi; Müslüman Türk-Tatar Halkla­
rı Koruma Komitesi üyesi olarak İsviçre ' deki Milletler Konferansı­
na katıldı. 1. Dünya Savaşı ' ndan sonra 1 9 1 7- 1 9 1 9 yıl ları arasında
Türk esirlerin değişimi için, Kızı lay tarafından çeşitli Batı ülkeleri­
ne ve Rusya 'ya gönderildi.

1 70
İstanbu l ' a döndükten sonra Milli Mücadele 'ye katılmak üzere
Anadolu 'ya geçti ( 1 920). Milli Eğitim bakanlığında ve Doğu Cep­
hesi komutanı Kazım Karabekir Paşa'nın karagahında çalıştı .
1 924 'te İstanbul mil letvek ili olarak girdiği meclisteki yerini ve
1 932 'de seçi ldiği Türk Tarih Kurumu başkanlığı görevini ölümüne
değin sürdürdü. l 934 'te İ stanbul Üniversitesi 'nin yeniden yapılan­
ması sırasında Yakınçağ Tarihi profesörü olarak görevlendirildi.
Siyasi tarihe ilişkin birçok yapıtı vardır. Osmanl ılık fikrinin
sağlam bir dayanaktan yoksun olduğunu halk içindeki ırk ve toplu­
luklarla uzlaşma olanağı bulunmadığını, Türk milliyetçiliği dışında
hiçbir kurtarıcı fikrin olamayacağını savundu. Kitaplarındaki gö­
rüşleriyle Türkçülük akımını benimseyenlerce "Pantürkizmin baba­
sı" olarak nitelendi .
Yusuf Akçura 1 1 Mart 1 93 5 ' de İ stanbul ' da vefat etti.
70- Mehmet Akif Ersoy ( 1 873 - 1 936): Türk şair. İstiklal Mar­
şı 'nı yazmış, günlük konuşma dilinin şiirle kaynaşmasını sağlaya­
rak halkçı bir nazmın doğuşuna ön ayak olmuştur. İstanbul 'da doğ­
du, 27 Aralık 1 936' da aynı kentte öldü. Bir medrese hocası olan ba­
bası doğumuna ebced hesabıyla tarih düşerek ona "Rağıyf' adını
vermiş, ancak bu yapma ke lime anlaşılmadığı için çevresi onu
"Akif' diye çağırmıştır. l 889'da girdiği Mülkiye Baytar Mekte­
bi 'ni 1 893 'te birincilikle bitirdi. Teşkiliit-ı Mahsusa'nın bir görevli­
si olarak çöl yoluyla Nccid'e ve savaşın son yılında profesör İsmail
Hakkı İzmirli 'yle birlikte Lübnan'a gitti . Mehmed Akif bu vilayet­
te halkın kurtuluş hareketine katkısını hızlandıran çalışmalarını sür­
dürdü. Nasrullah Cami i ' nde verdiği hutbelerden biri Diyarbakır 'da
çoğal tılarak hütiin ülkeye dağı t ı l d ı . 1 7 Ş ubat 1 92 1 'dc yazdığı İstik­
lal Marşı, 1 2 Mart ' t a h ı r i n c i T B M M tara fından k a b u l edildi . Sakar­
ya zaferinden sonra k ış l a rı M ı s ı r 'da geçiren Melııııed Akif, Türki­
ye Cumhuriyeı i ' n in k ı ı n ı l ı ı ı a s ı ı ıdaıı sonra M ıs ı r 'da siirek li olarak

171
yaşamaya karar verdi. 1 926 'dan başl ayarak Camiü' l-Mısriyye 'de
Türk dili ve edebiyatı müderrisliği yaptı. Hastalığa yakalandı ve ha­
va değişimi için l 935 'te Lübnan ' a, l 936'da Antakya'ya birer gezi
yaptı. "Yurdunda ölmek isteği ile Türkiye 'ye döndü ve İstanbu l' da
öldü.
7 1 - George Soros: 1 930 yıl ında Macaristan ' ın Budapeşte ken­
tinde doğan George Soros 1 947'de İngi ltere 'ye göç etti ve London
School of Economics'ten mezun oldu. Öğrencilik yıl larında düşü­
nür Kari Popper'ın çalışmalarını tanıyan Soros'un düşünce gelişi­
minde ve toplumsal çal ışmalarında Popper' ın önem li bir etkisi ol­
du. Soros, 1 956 yılında ABD ' ye taşındı ve kurduğu uluslararası ya­
tırım fonundan büyük bir gelir e lde etti. George Soros, 1 979 yılın­
da ilk vakfı olan Açık Tofllum Fonu'nu New York'ta, Doğu Avru-.
pa'daki ilk vakfı olan Avrupa Vakfı ' nı 1 984'te Macaristan 'da kur­
du. Bugün 60 kadar ü lkede açık toplumların gelişimini ve devamlı­
lığını sağlayacak kurumların örgütlenmesi ve güçlendirilmesi gö­
rüntüsü ile (Orta ve Doğu Avrupa, eski S SCB ülkeleri Guatemala,
Haiti, Moğo listan, Güney Afrika, ABD, Türkiye' de bulunan) vakıf­
lar ağını fon lamaktadır. Soros, Orta Avrupa Üniversitesi ve Ulusla­
rarası B ilim Vakfı ' nın da kurucusudur. 1 994 yı lında ağ kapsamın­
daki vakıflara 300 milyon dolar destek vermiştir. 1 995 yıl ında bu
miktar 3 5 0 milyon, 1 99 7 yı lında 428 mi lyon, 2000 yılında 494 mil­
yon dolara çıkm ıştır. Doğu Avrupa ve eski SSCB ülkelerindeki si­
yasi ve ekonomik değişimler ile ilgili birçok makalesi bulunan So­
ros aynı zamanda şu kitapların yazarıdır: Simon Schulter tarafından
1 9 87 yılında ilk basımı yapılan ve 1 994 yılında John Wiley & Sons
tarafından tekrar basılan 'Finansın Simyas ı ' ; Weidenfeld & Nichol­
son tarafınd�n 1 990 yılında basıian ' Sovyet Sistem ini Açmak'; Free
Press tarafından 1 99 1 yıl ında basılan ' Demokrasiyi Sağlamlaştır­
mak' ; John Wi ley & Sons tarafından 1 995 yılı Eylül ayında basılan

1 72
' Soros, Soros üzerine yazıyor' ve 1 998 yılında Public A ffairs tara­
fından basılan ' Evrensel Kapitalizm Krizde ' . Soros 'un ·Açık Top­
lum: Küresel Kapitalizmin Reforme Edi lmesi', başlıklı kitabı Per­
seus tarafından 2000 yıl ında basılm ıştır.
72- Mihail Sergeyeviç Gorbaçov ( 1 93 1 - ): 1 9 8 5 ' ten
. . .

1 99 1 'e kadar Sovyetler Birliği'ni yöneten lider. Gorbaçov 'un "pe­


restroika" (yeniden yapı lanma) ve "glasnost" (açıklık) adını verdi­
ği reform çalışmaları Soğuk Savaş ' ı bitirdi ancak bu reformlar Sov­
yetler Birliği Komünist Parti s i ' nin ülkede po litik üstünlüğünü kay­
betmesine ve sonrasında da Sovyetler Birliğinin dağılmasına neden
oldu. Gorbaçov, 1 990' da Nobe l Barış Ödülünü kazand ı . SSCB 'yi
lağveden anlaşmaya attığı imzayla dünyanın siyasi coğrafyasını de­
ğiştiren Gorbaçov, bugün başkanı olduğu Gorbaçov Vakfı arac ılı­
ğıyla bağımsız siyaset yapmayı sürdürüyor.
73- Boris Nikolayeviç Yeltsin ( 1 93 1 - 2007): Rus.devlet ve si­
yaset adamı. Rus kökenli bir çiftç inin oğludur. İnşaat mühend isliği
öğren imi gördükten sonra 1 86 1 yı lında Sovyetler Birliği Komünist
Partisine girdi. Parti içinde hızla yükselerek Sovyetler Birliği dev­
let başkanı oldu. l 98 5'te Komünist Partisi Merkez Komitesine seçil­
di. Moskova Parti Teşkilatı Şefi ve Politbüro üyesi oldu. 1 9 87 yıl ın­
da Gorbaçov tarafından görevden uzaklaşt ırıldı. Moskova'da halkın
isteklerini dile getiren bir siyasetçi olarak sivri ldi. 1 989 yılında
S SCB Halk Temsilci leri Kongresine seç ildi. l 990'da Gorbaçov'un
i steğine aykırı olarak Rusya Federasyonu Komünist Partisi başkan­
lığına getirild i. Haziran 1 99 1 'de Rusya Federasyonu başkan lığına
seçildi. 1 9 Ağustos 1 99 1 de sertlik yanlıları tarafından, SSCB Baş­
kanı Gorbaçov'a kar�ı düzenlenen darbeyi şiddetle protesto etti.
Darbec ilere kar�ı halkı dircıı i�e çağırdı. Darbec ileri suçlu ve hain
ilan ederek, siyasi ustalığını göst ererek Gorbaçov'un devlet başka­
nı olarak yen idl'll gi l rc w ılllıııııcsiııi sağlad ı . Böyleli kle konumunu

1 71
güçlendirdi. Bağımsız uygulamalara girişti Komünist partiyi yasak­
ladı ve bütün parti mallarına el koydu .
Yeltsin, SSCB Başkanı olan Gorbaçov ile birl ikte Bağımsız
Devletler Topluluğu'nun (BDT) yıl sonunda Sovyetler B irliğinin
yerini alacağını açıkladı. 8 Aralık 1 99 1 'de Ukrayna ve Beyaz Rus­
ya cumhuriyetlerinin devlet başkanları BDT'nin kuruluşunu i lan et­
tiler. 2 1 Aralıkta geri kalan 1 2 Cumhuriyetin 1 1 'i de BDT'ye katıl­
dı. Devlet Baş�anlığı görevinden 3 1 Aralık 1 999'da istifa etmesinin
ardından, başkanlık seçim lerinde %50'nin üzerinde oy toplayan Pu­
tin devlet başkanı seçildi. 23 Nisan 2007 tarihinde kalp yetmezliğin­
den vefat etmiştir
74- NATO: Kuzey At lantik İttifakı' nın (NATO) kuruluşuna
ilişkin antlaşma, 1 2 ülkenin katı l ımıyla 4 N isan 1 949 'da Washing­
ton 'da imzalandı. "Washington Antlaşması" olarak da anı lan antlaş­
ma, bütün imzacı devletlerin onayları veri ld ikten sonra 24 Ağustos
l 949 'da yürürlüğe girdi.
Antlaşmayı imzalayan 12 ülke şunlar: ABD, Kanada, Norveç,
Dani marka, Hollanda, Belç ika, Lüksemburg, İngiltere, Fransa, Por­
tekiz, İzlanda, İtalya. Türkiye ve Yunan istan ' ın NATO'ya katılımı­
na il işkin Kuzey Atlantik Antlaşması Protokolü, 22 Ekim 1 95 1 'de
Londra'da imzalandı. Türkiye, Kuzey Atlantik Antlaşması 'nı 1 8
Şubat 1 952 'de onaylayarak NATO 'ya üye oldu.
75- Vladimir Potin (1 952 - ... ): Rusya Devlet Başkanı 7
Ekim 1 952 tarihinde, SSCB döneminde adı Leningrad olan St. Pe­
tersburg Kenti'nde doğdu. Leningrad Devlet Üniversitesi Hukuk
Bölümü' nden l 975'te mezun olan Putin, yüksek lisansın ı ekonomi
alanında yaptı. Mezuniyetinin ardından, 1 975 ' ten itibaren KGB'de
çal ışmaya başlayan Putin, bir süre Almanya' da görev yaptı, Lenin­
grad ' a dönmesinin ardından da üniversite yönetiminde görev aldı.
1 996- 1 997 yıl larında St. Petersburg ve Kremlin Sarayı'nda çeşitl i
görevlerde bulundu.

1 74
Putin. 1 998- 1 999 yıllarında, Rusya İ ç İstihbarat Servisi
FSB'nin başkan lığını yaparken. aynı zamanda, yen i Rusya 'nın "po­
litbürosu" olarak da adlandırılan Rusya Güvenlik Konseyi'nin sek­
reterliği görevini yürüttü. Putin, 9- 1 6 Ağustos 1 999 tari hleri arasın­
da başbakan yardımcısı ve başbakan veki l l iği, 1 6 Ağustos'tan iti ba­
ren de başbakan olarak görev yapmaya başladı. Devlet Başkanı Bo­
ris Yeltsin ' in 3 1 Aralık 1 999'da istifa etmesinin ard ından, başkanlık
seçimlerinde %50'nin üzerinde oy toplayarak, birinci turda devlet
başkanı seç ildi. 7 Mayıs 2008'de görev süresi dolarak yerini yeni
devlet başkanı Dmitri Medvedev'e bıraktı ve Rusya 'nın başbakanı
oldu.
76- Aleksandr Dugin (Aleksandr Gelyeviç Dugin 1962- . . . )
Rus siyaset bilimci ve teolog. Moskova 'da doğdu. Ev li iki çocuk sa­
hibidir. . F i loloj i Fakültesi mezunudur. İngilizce, A lmanca ve Fran­
sızca bilmektedir. 1 99 1 yıl ından beri "Aziz Melek" Ortodoks Al­
manağı ve Elementler dergi lerinin başyazarı ve Arktogey Ortodoks
( D ini) Araştırmaları Derneği Başkanı 1 996- 1 997 arasında Mosko­
va'da yayın yapan FM 1 O 1 Radyosu 'nda "Fin us Mundi" program ı­
nın yapımc ısı ve sunucusudur. Ayrıca; 1 997- 1 999 tari hleri arasında,
Özgür Rusya Radyosunda Jeopolitik Yorum program ının yapımcı­
sı ve sunucusudur. 1 998 yıl ından beri Rusya Parlementosu'nun Alt
Kanadı Duma Başkan Danışmanı ve özel Yeni Rusya Üniversitesi
Rektörü. 1 999' dan beri Rusya Parlemantosunun Alt Kanadı Duma
nezdindeki Milli Güven lik Konseyi Jeopol itik Ekspertiz Merkezi
Başkanl ığını yapmaktadır. 200 1 yıl ından beri Tüm Rusya Avrasya
Toplumsa l Siyasi Hareketi liderid ir. 2002 yıl ından beri Avrasya
coğrafyasında eski ve yeni tüm Rus Ortodoks mezhebi gelenekle­
riy le barışık Rus hcgoınonyasına dayalı bir emperyal devleti savu­
nan "Neo-avrasya" hareketini n siyasi yapı lanması konumundaki
"Avrasya Partisi" ( icncl Başkanıdır.
Yayımlanmış Başlıca Eserleri; Mııtlak iyet Yo lları ( 1 990),
Konspiroloj i ( l 99 3 ), 1 1 iıll·rborey Teorisi ( 1 994 ), Muhafazakar Dev-

1 75
rim ( 1 994 ), Proletaryanın Tapınakları ( 1 996), Avrasya 'nın Dinsel
Dramı ( 1 996), Kilise Çanının Metafiziği ( 1 996), Jeopolitiğin Esas­
ları ( 1 997), Mutlak Anavatan ( 1 999), Yolumuz ( 1 999).
77- Slav: Rus, Beyaz Rus, Ukraynalı, Leh, S ırp, Hırvat, S lo­
ven, Bulgar, S lovak ve Çek halklarına dillerindeki yakınlık dolayı­
sıyla verilen ortak ad.
78- Sivil Ö rümceğin Ağında: Mustafa Yı ldırım, UDY Ulus
Dağı Yayınları.
·

79- SMETANA, Bcdrich ( 1 824- 1 8 84) : Besteci. Bohcmya'da


Leitmcritz' de doğmuştur. Modern Çek müziğinin kurucusudur.
Genç Smctana ilk müzik derslerini Prag ' da Proksch'ten aldı. Franz
Liszt ile tanıştı ve onun yardımı ile bir müzik okulu açtı . 1 856'da
yurt dışına çıktı, İsveç ' e giderek Göteberg şehrinde müzik öğret­
menliği ve filarmoni topluluğu orkestrası şefliğini yaptı. Burada
Liszt etkisinde i lk senfonik şi irlerini yazdı : "Richard III." ( 1 858),
"Wallenstein' in Meskeni" ( 1 859), "Hakan Jarl" ( 1 86 1 ). Ülkesine
dönüşte bir Prag gazetesine müzik eleştirileri yazmaya başladı. Ay­
rıca Prag Tiyatrosu orkestrası şefliğini yaptı . Bu yıllarda "Branden­
burglular Bohemya' da", "Satılmış N işanlı" operalarını yazdı . 1 874
yı lında ani olarak sağır oldu. "Ma Vlast - Vatanım" adlı senfonik şi­
irler serisi sağır olduğu döneme rastlar. Besteci bu olaydan sonra on
yıl daha yaşadı. Sınetana, İ sveç ' ten döndükten sonra ulusal bir Çek
müziği yaratmak için yazdığı başlıca operaları şunlardır: "Branden­
burglular Bohem ya· da", "Dalibor", "Libussa'', "Satı lmış Nişanlı'',
"İki Dul", "Öpücük". "B lanik'', "Tabor" ve "Moldau" adlı senfonik
şiirleri tanınmış eserlerdirler. Oda müziğine ait eserlerinden biri
"Aus Meinem Leben -Hayatımdan" adını taşıyan kuartetidir. Sme­
tana "Milli Çek Müzik" okulunu kurmuş ve ülkesinin müziğini bü­
tün dünya opera konser salonlarına sokmuştur.
"Satılmış Nişanlı", Bedrich Smetana ' nın başyapıtı olarak nite­
lendirilir.

1 76
80- Falih Rıfkı Atay: Gazeteci ve yazar. Darülfünunun Edebi­
yat bölümünü bitirdi. 1 894 yılında İstanbul ' da doğdu. Fıkra, maka­
le, gezi türlerindeki gazete yazılarıy la ve özellikle Atatürk'ü yakın­
dan tanıtan anılarıyla ün kazandı .
Kurtuluş Savaşı sona erdiği sırada İzmir 'de Atatürk ile görüş­
meğe gelen gazeteciler arasındaydı. Atatürk 'ün isteği üzerine İkin­
ci Büyük Millet Meclisi ' ne Bolu 'dan milletvekili seçildi ( 1 922).
Daha sonra uzun yıllar Ankara Milletvekili olarak T.B .M . M. 'de bu­
lundu. Hakimiyeti Milliye, Milliyet ve Ulus gazetelerinin başyazar­
lığını yaptı .
Yeni Türk Alfabesinin hazırlanması ve uygulanması sırasında
Dil Encümeninde görev aldı. Serbest Cumhuriyet Fırkası ' nın tutu­
muna şiddetle karşı çıktı .
l 946 ' da çok partili döneme geçildikten sonra Ulus gazetesinde
CHP ' nin savunuculuğunu sürdürdü. Demokrat Parti 'nin 1 950'de
iktidara geçmesinden sonra Dünya Gazetesini kurarak ( 1 952) mu­
halefete geçti; yeni iktidara karşı Atatürk devrimlerini savundu.
81- Sayın Attila İ LHAN, Sempozyumuza sağlık sorunları se­
bebiyle bizzat katılamadığı için, 3 0.Ağustos 2004 tarihli İzmir Fu­
arı 'nda yaptığı halka açık konuşması, sempozyum gündemine alın­
ması dileğiyle bizlere ileti lmiştir.
82- Tevarüs: 1 .Bir kimseden miras kalma, mirasa konma. 2.
Kalıtım yoluyla birinden diğerine geçme.
83- Filôlog: Filoloj i ile uğraşan bilgin.
84- Yale Ü niversitesi: New Haven ' de kurulmuş ABD 'nin,
dünya çapında isim yapmış üniversitelerinden birisidir.
85- Princeton Üniversitesi: New Jersey 'de kuru lmuş, Ameri­
kanın ön<le gelen üniversitelerinden biri sidir.
86- Çin 'den M açin'e (Deyim): "Dünyanın her köşesinden ve
her kültüriindcn" anlamına gelen.Osmanlı'dan günümüze gel-

1 77
miş,tüm Osmanlı coğrafya ve kültür özelliklerini bi lmek,insanları­
nı tanımak anlamına gelen deyim.
a) Çin: Güney Doğu Asya 'da yerleşik Çin Halk Cumhuriyeti
devleti.
b) Maçin (Macin, Romanya)
Kuzey Dobruca bölgesinin Romanya 'da kalan kısmında Baba­
dağ olarak anılan 9 bin nüfüslu küçük bir kasabadır
87- il Abdülhamid Han ( 1 842- 1 9 1 8): Osmanl ı padişahlarının
otuz dördüncüsü ve İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu. 1 876
i le 1 909 arasında Osmanlı Padişahlığı yapmıştır. Batıya karşı du­
yarlı,doğuya karşı İslamcı politika izlemiştir. Ülke içindeki mutla­
kiyet yönetimini güçlendirmiştir. l 876'da !.Meşrutiyet ve l 908 'de
il. Meşrutiyet onun zamanında i lan edilmiştir.
Sultan Abdülmecid'in ikinci oğlu olup 1 842'de doğdu. İyi bir
eğitime tabi tutuldu. Arapçayı, Ferid ve Şerif efendilerden, Fars­
ça'yı kazasker Ali Mahvi Efendi ve Sadrazam Safvet Paşadan; tef­
sir, hadis, fıkıh i limlerini Gümüşhaneli Ömer Hulusi Efendiden;
Fransızca 'yı Gardet, Edhem ve Kemal paşalardan ve diğer din ve
fen i limlerini de sahasının en iyisi olan hocalardan öğrendi. Dünya­
daki politik gelişmeleri yakından takip etmek üzere sarayda merkez
kurdu .
İslam dünyasındaki itibarı yüksekti. Doğu Türkistan ve Orta
Afrika' daki Sultanlıklar bile onun adına hutbe okutup, para bastırı­
yor ve ona tabi oluyorlardı. Yanya ve Girit vilayetlerine göz diken
ve Osmanlı hududunda tecavüzkar faaliyetlerde bulunan Yunanis­
tan' a 1 8 Nisan 1 897 ' de harp ilan edildi. Başkumandan Edhem Pa­
şa komutasında, Tırhala-Çatalca hattını bir kaç günde aşan Osman­
lı birlikleri, Dömcke önlerinde Yunan ordusunu büyük bir bozguna
uğrattılar. Artık Atina'ya 1 50 km kalmış ve yol açılmıştı. Ancak
Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri, Sultan Abdülha-

1 78
mid ' den harbin durdurulmasını rica etti ler. Mütareke sırasında işe
karışan Avrupa devletleri, tazminatın 4 m i lyon altına indirilmesini
ve Türkiye 'nin küçük bazı toprak parçaları ile yetinmesini sağladılar.
Arabistan Yarımadasında bedevi kabi lelerini ve Doğu Anado­
l u ' da Ermeni ler, Osmanlı Devletine karşı ayaklanmaya teşvik edil­
di. Anadolu ' yu Ermenistan olarak görmek isteyen Fransız yazar Al­
bert Vandal, bu Türk Hakanı 'na "Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan"
d iyerek i ftiralar yağdırdı .
İttihcıt ve Terakki Partisi 'ne mensup bazı Türk subayları, Ka­
nun-i Esasi 'yi i lan etmeye zorladılar. Abdülhamid Han da 23 Tem­
muz 1 908 ' de anayasayı tekrar yürürlüğe koyduğunu ilan etti. İkin­
c i Meşrutiyet adı verilen bu olay, beklenenin aksine Osmanlı Dev­
leti ' nin dağılmasını hızlandırdı.
27 N isan 1 909 günü Ayan ve Mebuslar meclisi toplandı . Ayan
Meclisi üyesi Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Padişah ' ın hal ' edilmesini
teklif etmiş ve hal ' fetvasının ilk müsveddesini mebuslardan E lma­
l ı Hamdi Yazır Hoca yazmıştır.
Abdülhamid Han, I . Dünya Savaşı ' nın sonuna yaklaşı ldığı 1 0
Şubat 1 9 1 8 günü Yetmiş yedi yaşında vefat etti . Çemberli taş 'taki
Sultan Mahmud türbesine defnedilmiştir.
Sultan Abdülhamid zamanında; her vilayette mektepler, hasta­
neler, yollar, çeşmeler, yapı ldı. Askeri Tıbbiye Mekteb-i Şahanesi
ve Beyoğlu Kadın Hastanesini yaptırdı. Mekteb-i Mülkiye, Hukuk
Mektebi, Yüksek Ticaret Mektebi , Yüksek Mühendis Mektebi, Gü­
zel Sanatlar Akademisi, Bursa' da İpekçilik Mektebi, Halkalı Ziraat
Mektebi ve Yatılı Kız Lisesi onun zamanında açıldı. D ivan-ı Muha­
sebatı (Sayı ştay ) kurdu. Hamidiye H icaz, Beyrut-Şam, Bursa, Şam­
Horan, İstanbu l-Eskişehir-Ankara, Eskişehir-Adana-Bağdat, Ada­
na- Şam-Medine Dcmiryollarını yaptırdı. Üstün evsaflı kruvazör­
ler, zırhlılar ile donanmayı kuvvetlendirdi. Barajlar ve su yolları i le

1 79
havagazı fabrikası yaptırdı. Ereğli kömür ocakları çalıştırıldı. Me­
dine-i Münevvere 'ye kadar telgraf hattı yaptırdı
88- Umberto 1 ( 1 844- 1 900): İtalyan kral. 1 878 'de tahta çıktı.
Milano ' da bir terörist tarafından öldürüldü.
Umberto il ( 1 904- 1 983 ) : İtalyan kraliyet hanedanının son hü­
kümdarı . U mberto I ' in kardeşidir. l 946 ' da İtalya kralı oldu. İtal­
ya'da referandumda İtalyan halkı cumhuriyet lehinde oy kullandı .
Bunun üzerine varisleriyle birlikte İtalya' dan uzaklaştırı ldı.
89- Renata Tebaldi: ( 1 922-2004) İtalyan opera sanatçısı. 2.
Dünya Savaşı sonrasının en büyük opera sanatçılarından sayılan
İtalyan sopranodur. İtalyan Lirik Soprano Renata Ersilia Clotilde
Tebaldi 1 Şubat l 922 ' de Pesaro 'da doğdu.Tebaldi dünyanın en bü­
yük sesleri arasında yer aldı. Maria Callas ' la olan rekabeti ile de il­
gi odağı oldu. Tebaldi devasa bir diskografiye de sahiptir. Dünya­
nın en önemli operalarında başrolleri yorumladığı plaklarının yanı
sıra, seçme eserlerin yer aldığı sayısız kayda da imza atmıştır.
90- Maveraünnehir (MAVERA): Art, geri, bir şeyin ötesinde
bulunan.) 447 bin kilometrekareyi bulan topraklarının önemli bir
bölümü Orta Asya 'nın iki büyük akarsuyu Ceyhun (Amuderya) ve
Seyhun (Sirderya) nehirlerinin arasında bulunan yer. Burada Özbe­
kistan' da Özbek çoğunluğun yanı sıra Kazaklar, Kırgızlar, Türk­
menler, Tacikler, Karakalpaklar, Ukraynalılar ve Koreliler de yaşı­
yor. İki nehir arasında bulunan bu topraklara tarihte "Maveraünrıe­
hir" denmiştir.Burası, Tian Şan 'dan yani Tanrı Dağlan 'nda doğan
Seyhun Nehri 2 bin 1 3 7 kilometre boyunca, H indikuş dağlarından
doğan Ceyhun Nehri de 1 437 kilometre boyunca akarak, yolları
üzerinde verimlilik ve hayat saçarak bir iç deniz olan Aral Deni­
zi 'ne ulaşan bölgedir.

91- Şeki: Azerbaycan ' da Bakü'ye 300 km mesafede tarihi ipek


yolu üzerinde bulunan bir şehirdir. Dağıstan sınırına yakın Kafkas

1 80
dağlarının eteğinde kurulmuştur. Şeki Han Sarayı Türk sanatının ih­
tişamını yansıtır. Şeki Azerbaycan ' ın dokuz hanlığından birisi ve en
öneml isidir. Ünlü Azerbaycanlı Şair Bahtiyar Vahapzade 'nin mem­
leketidir. Şeyh Şamil 'in naibi olan Hacı Murat, Şeki yakınlarındaki
Ruh bölgesinde şehit olmuştur.
92- Kaddafı ( 1 942- . . . ) : l 970'den bu yana Libya devlet başka­
nı. Sirte yakınlarında bir çölde doğdu. Dedesi İtalyan işgalci ler ta­
rafında 1 9 1 1 'de öldürülmüştür. Babası ve amcası da işgalcilere kar­
şı mücadeleden uzun yıllar hapiste kalmışlardır. Eğitimini, Libya
Üniversitesi ve Libya Askeri Akademisinde tamamladı . Eylül
1 969 'da Kral İdri s ' in tahtan indiri lmesinde etkin rol oynadı . İslam
i lkelerine dayalı ve sola dönük bir yönetim biçimi benimsedi.
93- STFA İnşaat A.Ş. (Sezai Türkeş Fevzi Akkaya ) 1 93 8 yı­
lında kurulan ve ismini kurucu ortaklarının isim ve soyisim baş­
harflerinden alan, merkezi Üsküdar/İstanbul 'da bulunan Türk Mü­
teaahitlik şirketidir.
Sezai Türkeş: İnş. Yük. Müh. 1 908 yılında Kıbrıs 'da doğmuş­
tur. 1 932 yılında İ .T.Ü . İnşaat Fakültesinden mezun olmuştur
Fevzi A kkaya: 23 Aralık 1 907 'de İstanbul ' da doğdu. Osmanlı
Paşalarından Tatar Osman Paşa' nın torunudur. İstanbul Yüksek
Mühendis Mektebi ' nden (İstanbul Teknik Üniversitesi) 1 932 'de
İnşaat Yüksek Mühendisi olarak birincilikle mezun oldu.
Özellikle, 1 943- 1 973 döneminde Türkiye'de yabancı firmala­
rın tekelinde bulunan "Ağır İnşaat Sektörü" nün Türk müteahhitle­
rine açı lmasına öncülük etmiştir. 1 943- 1 973 döneminde, yurtiçinde
çeşitl i köprü, iskele, liman, baraj , tünel ve yüksek gerilim hatları
STFA tara fından inşa ed i ldi. Bunlar arasında Sivas-Erzurum demir­
yolu köprüleri , K uşadası , Baı1 ın ve Ereğli limanları ve Kadıncık
Hidroelektrik Santralı yer alıyor.
94- Prof. l >r. l ıtu·r Ort ııy lı, 20 Marı 2005, A n k ara

IXI
95- Ergenekon Destanı: Göktürkler ' in türeyişini anlatan bir
Türk destanıdır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye
uğratı lan Türklerin, Ergenekon Ovası'nda yeniden türeyip tekrar
eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını anlatır.
Destan özetle şöyledir:
Türk il lerinde Göktürk oku ötmeyen, Göktürk kolu yetmeyen
bir yer yoktu. Bütün kavimler birleşerek Göktürklerden öç almaya
yürüdüler. Türkler çadırlarını, sürülerinin bir yere topladı lar. Çevre­
sine hendek kazdılar, beklediler. Düşman geld i. Cank başlad ı. On
gün vuruştu lar, Göktürkler üstün geld i . Düşman, Türkleri er mey­
danında yenemeyeceklerini anladığından hi leye başvurur ve Gök­
türkleri gafi l avlayıp, çadırlarını basar. Büyük bir katliam gerçekle­
ş ir. İl Han'ın küçük oğlu Kayan (Kıyan) ve ye�eni Tukuz (Negüz)
kadınlarıyla birl ikte düşmanın el inden kaçar ve onların bulamaya­
cağı bir yere ' Ergenekon' a (Sarp Dağ Beli) gelirler. Burası geçit
vermez, sarp dağlarla çevrili orta yeri düz, verimli bir ovadır. Bura­
da bir müddet sonra nüfusları gittikçe çoğaldığında, birbirine akra­
ba, ayrı ayrı 'oba' lar oluşturdular. N ihayet dört yüz yıl sonra kendi­
leri ve sürüleri Ergenekon ' a sığamaz oldu. Kurultay toplayıp, Erge­
nekon'dan çıkma kararına vardılar. Çıkış için tek bir geçit vardı fa­
kat burası da demirdendi. Bir demirci ustasının fikriyle dem ir dağ
büyük bir ateş yakıl ıp, devasa körüklerle harlandırı larak eritildi. N i­
hayet, Börteçene (Bozkurt) ad lı bir başbuğun liderliğinde, Türkler
Ergenekon'dan çıkıp bütün dünyaya yayıldılar.
96- Bkz.O.Sinanoğlu, "Büyük Uyanış". Yenilenm iş Alfa Ya­
y ınları, İstanbul Haziran 2006 (2 1 ' den fazla eski baskısı: Otopsi
Yayınları, İstanbul 2002-0cak 2006)
97- IMF: ( lnternational Monetary Fund): U luslararası Para Fo-
nu.

1 82
98- Türk Ku rultayı: Tüm dünyadan gelen üst düzey temsilci­
lerle 1 993 Yıl ından itibaren birincisi Antalya' da ve en son L iarak
1 1 .si 2007 yıl ında Azerbaycan 'da Bakü 'de, Türk Devlet ve Toplu­
lukları İşbirliği ve Kalkınma Vakfı (TÜDEV) tarafından düzenle­
nen kurultaylardır.
99- Prof. Dr. Turan YAZGAN: Türk Dünyası Araştırmaları
Vakfı Başkanı.
1 00- Gallipoli: Çanakkale Savaşlarını konu alan belgesel film.
Gösterim Tarihi 1 8 Mart 2005, Yönetmen Tolga Örnek. Senaryo Tol­
ga Örnek. Yapım 2005 Türkiye. Süre 90 dk. Anlatıcı Jeremy Irons.
1 0 1- "Bu yazıyı düzeltirken dün gördüğüm habere göre Azeri
Türklerine yeni yapılan aşağılamalar, hakaretlere karşı dün Tebriz'de
Türkler büyük nümayişler yapm ışlar, çatışmalar bile olmuş." Prof.
Dr. Oktay Sinanoğlu, 24 Mayıs 2006
1 02- Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, 20 Mart 2005, Ankara. Son
düzeltme Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, 24 Mayıs 2006, Ankara. (Prof.
Dr. Oktay S inanoğlu'nun bu konferans metni, Ekim 2007 tarihinde
yayımlanan "İ lerisi İçin" adlı kitabında da dipnot verilerek 1 . ma­
kale olarak yer alm ıştır.)
1 03- Gareth Morgan, Images of Organization, Sage Publ,
Thousand Oaks, 1 997, s, 3 26-344.
104- Şükrü S. Gürel, Tarihsel Boyut İçinde Türk Yunan İliş­
ki leri, Ümit Yayıncıl ık, Ankara, 1 993, s, 74
105- Ekümenik: Sıfatta aynı şey demektir. Ekümenik sıfat,
patriklere verilen, siyasi bir kariyerdir. Ekümen ikliğin en önemli
özelliği, Ekümenik sıfatı, hangi kilisedeki patriğe veri lmişse, o ki­
lisenin ?u lunduğu şehir Hıristiyanlarındır anlamına gelir ve o patri­
ğe bağlı olan Hıristiyan taba, Ekümenik sıfata haiz olan patrikten
daha etkin ve yetkin hukuk tanımaz. (Geniş bilgi için bakınız: Çe­
lik, Doç. Dr. Mehmet, Fener Patrikhanesi 'nin Ökümenikhk İddiası
Tarihi Seyri, sh. I ?. Akademi Kitabevi).

1 83
Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı,yayın nu:49-5 0,
Ankara 200 l . ISBN 975- 1 9-2655-6, 975- 1 9-2657-2
b) Osmanlı Belgelerinde Ermeni-İngiliz İlişkileri Cilt I-II, T. C.
Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, yayın nu:68, An­
kara 2004. ISBN 975 - 1 9-3625-X, 975- 1 9-3674-8
1 07 F.R. Pfetsch, Intemationale Politik, Verlag Kohlhammer,
s. 5 6
1 08- Der Fischer Weltalmanach 2005, Fischcr Verlag Frankfurt
a.M.,2004 s,642
1 09- World Stecl in Figures, IISI, 2004 Edition, http ://world­
steel.org ; Demir-Çelik Üreticileri Derneği Bülteni, No: 37, No:38,
2004, Ankara
1 1 0- S. İ mer, " Türkiye' nin Demir- Çelik Sanayii Nereye Gi­
diyor? ", Metalurji, Haziran l 997/ 1 08, s.52-59
1 1 1 - S. İmer, Strategic lmplications of Energy, Economic
Committee of 48th ATA General Assembly, Conrad Hotel, l 1 Octo­
ber 2002 .
l l 2- Fischer weltalmanach, 2005, s . 5 09,5 1 2,64 1
1 13- Kyoto Protokolü : Sera etkisi yaratan gazların salınımını
sınırlamayı ve azaltmayı hedefleyen uluslararası bir anlaşmadır. Bu
Protokol, 1 1 Aralık 1 997 tarihinde Japonya'nın Kyoto kentinde dü­
zenlenen bir zirvede oluşturulmuştur.
Protokol, 9 Mayıs l 992 'de N ew York 'da kabul edilen, İklim
Değişikliğine Yönelik Birleşm iş M illetler Çerçeve Sözleşmesi ' nin
belirlediği i lkelere dayanmaktadır. Protokol, ancak 2005 yılı Şubat
ayında 55 ülkenin protokole onay vermesi ile yürürlüğe girebilmiş­
tir. Ancak, atmosfere en fazla sera gazı salan Amerika Bi rleşik Dev­
letleri protokolü imzalamıştır.
1 1 4- Uğur Korum, l 923 - 1 93 9 Döneminde Türkiye ' de İmalat
Sanayi ve Sanayi politikası, Atatürk Dönemi Ekonomi Politikası ve

1 84
Türkiye' nin Ekonomik Gelişmesi, Türkiye Ekonomik Kurumu,
Ankara, 1 982, s.63-78
1 1 5- Uğur Korum, 1 923- 1 939 Atatürk Dönemi Ekonomi
Politikası ve Türkiye'nin Ekonomik Gelişmesi, Türkiye Ekonomi
Kurumu, Ankara 1 982, s. 76.
1 1 6- Der Fischer Weltalmanach, 2005, s.595
1 1 7- Augustus,Caesar,OCTAVIANUS (M.Ö. 27'ye kadar) :
Roma İmparatoru Ası l adı Goius Octavius. Roma İmparatoru. Gö­
rünüşte cumhuriyetçi kurumlara dayalı otokratik bir rejim kura­
rak,Roma düzenini baştan sona onarmış, Yunan-Roma dünyasına
kalıcı barış (Pax Romana) ve refah getirmiştir. Annesi Atia, Julius
Caesar 'ın kız kardeşi Iulia'nın kızıydı . Caesar vasiyetinde kendisi­
ni evlat edinmiş ve baş varis i lan etmiştir.
1 1 8- Helmut Schmidt, "Die Machte de Zukunft, S iedler Verlag,
München, 2004, s.238-239
1 1 9 Sencer İmer, 2 1 . Yüzyılda Dünya ve Türkiye' de muhtemel
gelişmeler, Yinninci yüzyıldan Yirmi birinci Yüzyıla Türkiye ve
Dünya, İlke Emek Yayınları, Ankara, 2004, s. 1 89-207.
1 20 A. Dugin, Türkiye 'nin Avrasyacılık Stratej isi, Teori, İstan­
bul, Aralık 2004, s.44-62 .
1 2 1 - Doç. Dr. C. Sencer İmer, 1 9 . Mart.2005 Ankara. Son dü­
zeltmeler Doç. Dr. C. Sencer İmer 1 6 Mayıs 2006, Ankara.
1 22- Marx WEBER:Alman düşünür ve sosyolog.( 1 864 -
1 920) Marx 'tan sonra en zengin ve tarihsel sosyoloji sentezini oluş­
tunnası, bu çerçevede, kapitalizmin gelişimini "Protestan ahlakına"
bağlayan tezi ve bürokrasi üzerine görüşleri ile tanınır. Kalve­
nizmden önce kapitalist girişimlerin hep egemen dinsel düzenin
doğrudan ya da dolaylı baskısıyla karşılaştığını savundu.

1 85
Emile Durkheim ' la birlikte ayrı ve bağımsız bir disiplin olarak
modern sosyoloj inin kurucusudur. Weber, bir bilim olarak sosyolo­
j inin genel kavramsal çerçevesini en iyi bir biçimde ortaya koyan
düşünürdür.
Sosyoloj inin konusunun sosyal eylem olduğunu öne süren We-
ber, sosyal eylemi dört başlık altında sınıflamıştır.
Geleneksel eylem,
Duygulara dayalı eylem,
N ihai ve en yüksek değerlere yönelmiş değer temelli rasyonel
eylem,
Araçsal eylem.
Rasyonalizasyonun her alanda izlerini süren bu ünlü düşünür,
söz konusu rasyonalizasyonun bir kaynağının Protestan ahlakının
yol açtığı kültürel değişmelerde bulunduğunu savunmuştur. Buna
göre, Protestan ahliikı, kapitalizmin ilk ve temel nedeni olmasa da,
b ireyci liğin, sıkı çalışma ve disiplinin, rasyonel davranış ve özgü­
venin önemini vurgulayan bir kültür doğurduğu için, kapitalizmin
doğuşunda ve gelişiminde önemli bir rol oynamıştır.
1 23- Vedat Bilgin: Doç . Dr. ,Gazi Ü niversitesi İkitisadi ve İda­
ri B ilimler Fakültesi Öğretim Üyesi. Haccttepe Üniversitesi Sosyal
ve İdari Bilimler Fakültesi mezunudur. İktisat doktorası yapmıştır.
Başbakanlık baş danışmanlığı ve TCDD Genel Müdürlüğü görevle­
rinde bulundu. Modernleşme ve sanayileşme sorunları üzerinde ça­
lışmaları bulunmaktadır.
124- Sultan Abdülmecid Han: Osmanlı sultanlarının otuz bi­
rincisi ve İslam halifelerinin doksan altıncısı. Sultan İkinci Mah­
mud Han ' ın oğlu olup, 25 Ni san 1 823 tarihinde doğdu. Şehzadeli­
ğinde iyi bir tahsil gördü. Fransızca öğrendi . Yenilik taraftarıydı .
Babasının 1 Temmuz 1 8 39 'da vefatı üzerine on yedi yaşında tahta
çıktı.

186
Sultan Abdülmecid Han, devleti içinde bulunduğu zor durum­
dan kurtarmak için çareler aradı. Bu sırada Avrupa'dan yeni dönen
Mustafa Reşid Paşa, Sultan ' a Avrupa'nın yardımını sağlamak gibi
bir bahaneyle "Gülhane Hatt-ı Hümayunu" adı ile meşhur olan Tan­
zimat Fermanı 'nı yayınlatmıştır.
Abdülmecid Han devrinde başarılı işler de yapı ldı . l 840 'ta ilk
olarak kağıt para çıkarıldı. 1 844 'te Mecidiye (Galata) Köprüsü ya­
pıldı. l 848'de Beşiktaş' la Ortaköy arasında Küçük Mecidiye Cami­
ini, Ortaköy iskelesi yanında Büyük Mecidiye Camiini yaptırdı.
1 85 1 'de Şirket-i Hayriyye denilen Boğaziçi vapurları işletilmeye
başlandı . 1 853 'te başlayan Kırım Harbi sırasında ilk telgraf hattı İs­
tanbul-Yama-Kırım hattı olarak döşendi. 1 854 'te Beykoz Kasrı,
l 856 'da Küçüksu Kasrı ile Dolmabahçe Sarayı yaptırı ldı. Ayrıca İs­
tanbul'un pek çok yerinde çeşmeler yaptırıp, eski eserleri tamir et­
tirdi.
1 25- B ü rokrasi: Devletle i lgili işlerin yürütülmesinde görev li
atanmış, maaşlı, üst düzey sivil görevliler topluluğu. Bürokrasi te­
rimi, gereksiz şekilci ve baştan savmacı yönetim anlayışı anlamın­
da da kul lanıl ır.
J 26- İlmiyye (Akademisyenler): Şeyhülislam, kadıasker, def­
terdar, nişancı, kadı lar, müftüler, müderrisler, cami görevlileri bu teş­
kilata mensuptu ve bunların tamamı medreseden mezun oluyordu.
1 27- Seyfiyye: Osmanlı 'da asker sınıfı
1 28- Kalemiyye: Osmanlı ' da bürokrat sınıfı
1 29- Reaya: Osmanlı toprak düzeninde emekçilerin genci adı.
Arazi-i emiriyye veya arz-ı memleket denilen yerler devlete ait top­
raklar olup bunlar öşür ve hizmete göre büyük, orta ve küçük par­
çalara bölünmüştü; bu araziyi ekip biçen halka da reaya denilirdi;
fethedilen bir memleketin yerleri (şehir ve kasabalardaki bağ ve
bahçe ve mer 'alar hariç) arazi-i emiriyye sayı larak kayda alınmış

1 87
ve o topraklar, ekilmek ve boş bırakı lmamak şaıtiyle yine eski sa­
hipleri üzerinde bırakılmıştı . Bunlar şeraite riayet ederek o toprağı
ekip, biçerler ve öldükleri zaman yerleri evlatlarına da intikal eder­
di. Arazi; has, zeamet ve tımar olarak üç kısma ayrılmıştı . Miri ara­
ziyi bu suretle ekip biçenler, tarlalarının öşür ve resmi olarak her se­
ne devlet hazinesine verecekleri zahire veya bedelini bizzat hazine­
ye vermeyip hükümet o öşür ve resmi hizmet mukabili olarak kime
ve neye tahsis etmişse reaya onu oraya verirdi .
1 30- Aristokrasi: Soylular sını fı .
1 3 1 - i l . Mahmut (20 Temmuz 1 785 - 2 Temmuz 1 83 9 ) : 3 0 .
Osmanlı Padişahıdır. .
20 Temmuz 1 785 tarihinde İstanbul ' da doğdu. Öğrenimi ile
Sultan III. Selim padişahlığı sırasında bizzat meşgul olmuştur.
Sultan II. Mahmut 28 Temmuz 1 808 tarihinde tahta çıktığında
23 yaşındaydı . Avrupa'daki yenileşme hareketlerini benimsemişti.
Adalet işlerine gereken önemi verdi, yeni kanun ve tüzükler hazır­
lattı ve bu sebeple kendisine "Adli" sanı verildi. Hükümet teşkilatı
usulleri ve kıyafet nizamında yenilikler yaptı. Mekteb-i Bahriye
açıldı. 1 826 'da Yeniçeri Ocağı ' nı kapatarak ( Bu olaya Osmanlı ta­
rihinde "Yakayı Hayriye" denir. ) . Yeniçeri ocağının yerine ASA­
KİR-İ MANSURE-İ MUHAMMEDİYE adında yeni bir ordu kur­
du.
Sultan II. Mahmut yakalandığı verem hastalığından kurtulama­
yarak . 1 Temmuz 1 83 9 günü 54 yaşında vefat etti. Divan Yolu'nda­
ki türbesine defnedildi.
1 32- Asakir-i Mansure-i M uhammediye (7 Temmuz 1 826):
Yeniçeri Ocağı 'nın yerine kurulan Osmanlı Askeri Örgütü. i l . Mah­
mud, Vaka-i Hayriye' den üç gün sonra, 1 8 Haziran. 1 826 'da bir fer­
manla bu ordunun kurulacağını duyurdu. Hüseyin Paşa 'yı serasker
atadı. Beyazıt'taki eski saray seraskerlik oldu. 1 834 'te açılan Mek-

1 88
teb-İ Harbiye, Asakir-i Mansure Ordusuna subay yetiştirdi. Son dö­
nemlerde adı Asakir-i Nizamiye olarak değiştiri ldi.
1 33- Maarif: 1 . Bi lgi ve kültür 2. Öğretim ve eğitim sistemi
1 34- Halil İnalcık ( 1 9 1 6,-), ( Prof.Dr. ) Türk tarihçi. 26 Mayıs
1 9 1 6 'da İstanbul ' da doğan İnalcık, aslen Kırımlıdır. Ankara Üni­
versitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi Yeni Çağ Tarihi bölümü
mezunudur. 1 972 yılında Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü'ne
"Osmanlı Tarihi Üniversite Profesörü" olarak davet edildi. 1 973 yı­
lında meşhur kitabı "The Ottoman Empire The Classical Age 1 300-
1 600" yayımlandı. 1 993 yılında Bilkent Üniversitesi 'ne davet edil­
di ve tarih bölümünü kurdu. Halil İnalcık halen Bilkent Üniversite­
si Osmanlı Tarihi Bölümü'nde yüksek lisans ve doktora ögrencile­
rine seminer dersi vermektedir.
1 35- Kanuni Sultan Süleyman (Süleyman 1): (Trabzon 1 494-
Zigetvar 1 566) 1 5 20- 1 566 yılları arasında, en uzun süre saltanat sü­
ren Osmanlı Padişahıdır. Onun zamanında, Osmanlı İmparatorluğu
dönemin en güçlü imparatorluğu oldu. İmparatorluk tarihinin en
geniş hakimiyet alanına ulaşıldı. Yönetim ve maliye alanlarında ye­
ni yasalar koyarak önemli düzenlemeler yapıldı.
1 36- Ziya Paşa ( 1 825- 1 880): Osmanlı devlet adamı, şair ve
yazar. Batılı laşma yolundaki Türk Edebiyatının kurucuları arasın­
dadır. İ stanbul ' da doğdu, 1 7 Mayıs 1 8 80'de Adana Valisi iken öldü.
Asıl adı Abdülhamid Ziyaeddinadir. Ziya Paşa, Namık Kemal ve
Ş inasi 'y le birlikte, Tanzimat' la başlayan Batılılaşma hareketinin et­
kisinde gelişen ve çağdaş Türk edebiyatının ilk aşamasını oluşturan
üç yazardan biridir.
1 37- Şinasi ( 1 826-1871): Şair, yazar. Tanzimatla başlayan Ba­
tılılaşma hareketinin öncülüğünü yapmıştır. İbrahim Şinasi 5 Ağus­
tos 1 826 'da İstanbul 'da doğdu, 1 3 Eylül 1 87 1 'de İstanbul 'da öldü.

1 89
1 9. yüzyıl başları, Osmanlı İmparatorluğu ' nun bir çöküşün eşi­
ğine geldiği yıl lardı. Batı 'ya yönelerek ve Batı 'nın desteğiyle çökü­
şün önlenebileceğine inanmıştı. Batı lılaşma sorununa yaklaşımında
savunduğu düşünceleri, gazeteci liği aracılığıyla halka i letmiştir.
İmparatorluğun iktisadi ve toplumsal yapısının gelişimine ilişkin
sorunlara değinerek, halkın yönetiminde söz sahibi olması düşün­
cesini savunmuş, "ulus", "özgürlük", "kamuoyu", "yasal haklar",
"basın özgürlüğü gibi", o günün düşün yaşamına henüz girmemiş
birtakım yeni kavramları tartışma gündemine getirmiştir.
1 38- Namık Kemal (1 840-1 888): Şair ve yazar. Batı edebiya­
tının yazın türlerini ilk kez Türk toplumsal yaşamına sokmuştur. 2 1
Aralık 1 840'ta Tekirdağ ' da doğdu, 2 Aral ık 1 8 8 8'de Sakız Ada­
sı'nda öldü. Asıl adı Mehmed Kemal ' dir. Namık adını ona şair Eş­
ref Paşa vermiştir.
Tiyatro türüne özellikle önem veren Namık Kemal, altı oyun
yazmıştır. Bir yurtseverlik ve kahramanlık oyunu olan "Vatan Ya­
hut Silistire" beş dile çevrilmiştir. İlk romanı olan "İntibah"
1 876 'da yayımlanmış ve tam anlamıyla Avrupa romantizmi'nin et­
kisinde kaleme alınmıştır. Namık Kemal ' in, gazeteci olarak da tari­
himizde önemli bir yeri vardır.
1 39- Mizancı Murat: Romancı,gazeteci,tarihçi yazar.
1 40-Recaizade Mahmud Ekrem: Şair ve yazar. ( 1 Mart 1 847,
İ stanbul - 3 1 Ocak 1 9 1 4) 1 9. yüzyıl. Osmanlı edebiyatının önde ge­
len isimlerindendir.
1 4 1 - Tevfık Fikret ( 1 867-1 9 1 5): Şair. Servet-i Fünun edebiya­
tının önde gelen şairi olarak başladığı sanat yaşamını, çağının so­
runlarına yönelen toplumsal içerikli şiirlerle sürdürmüştür.
24 Aralık 1 867' de İ stanbul ' da doğdu, 1 9 Ağustos 1 9 1 5 'te aynı
kentte öldü. Asıl adı Mehmet Tevfik'tir.

1 90
1 42- Hariciye (Dışişleri): 1 9 . yüzyıla kadar Osmanlı İmpara­
torluğu 'nun dışişleri, Reis-ül Küttap 'ın yönetiminde idare edi lmek­
teydi. Ancak Reis-ül Küttap aynı zamanda devlet yazışmalarını
yapmak ve devletin ana kayıtlarını tutmak gibi başka görev ler de
üstlenmişti. 1 793 'te III. Selim döneminde ilk sürekli büyükelçilik
Londra 'da açılmış ve Yusuf Agah Efendi ilk sürekli Osmanlı Büyü­
kelçisi olarak atanmıştır. Reis-üt Küttaplık sisteminin günün diplo­
matik ihtiyaçlarına ve koşullarına uygun olarak yapılandırılması
çerçevesinde II. Mahmut döneminde önce Tercüme Odası kurul­
muştur. 1 835 yıl ında ise Padişah, harici işlerin çok artmış ve önem
kazanmış olması sebebiyle, Reis-ül Küttaplık makamını nezaret se­
viyesine yükseltmiştir. Son Reis-üt Küttap Yozgatlı Akif Efendi,
müşirlik rütbesiyle ilk Umur-ı Hariciye Nazırı yapılmıştır.
Cumhuriyet dönemi dış politikamızın temelleri Mi lli Mücade­
le yıllarında atılmıştır. 23 Nisan 1 920 ' de Türkiye Büyük Mi llet
Meclisi'nin açı lışının hemen ardından oluşturulan ilk Milli Hükü­
metle birlikte "Hariciye Vekaleti" de 2 Mayıs 1 920 tari hinde res­
men kurulmuş ve başına Bekir Sami Bey getirilmiştir. 1 927 yılında
Hariciye Vekaleti teşkilatına dair ilk kapsamlı hukuki düzenleme
yapılmış ve 1 1 54 sayılı Kanun 'la Dış İşleri Bakanlığının günümüz­
deki yapısının temeli atılmı ştır.
143- Babıali: Osmanlı Devletinin son döneminde sadrazamlık
makamına ve hükümete verilen isimdir .. Babıali "yüce kapı" mana­
sına gelmektedir. Osmanlılarda "kapı" kelimesinin yanısıra aynı
anlama gelen Farsça "der" ve Arapça "bab" kelimeleri "padişah ve
sadrazam sarayı, devlet ve hükümet dairesi" manasında kullanıl­
mıştır. İ slam ve Türk tarihinde birliğin ve kuvvetin temsi lcisi ola­
rak kabul edilen devletin ve hükümetin merkezleri yüksek ve yüce
olarak bilinmiş, dolayısıyla buralara aynı manada olmak üzere Der­
gah, Bab-ı Saray, El-Bab-üs-Sultaniye, Bab-ı Hümayun, Bab-ı Ali,
Bab-ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiştir.

191
Padişahın başkanlığında devletin ve halkın işlerine "divan" de­
ni len bir mecliste bakılırdı . Divan Osmanlıların ilk kuruluşundan
beri vardı. Fatih Sultan Mehmed, çıkardığı Kanunname'yle bunu
esaslara bağladı. Önceleri padişahlar divana başkan lık ederken bu
görev sadrazamlara geçti . Ancak mühim kararlar alınacağı zaman
yine padişah divana katı lır ve başkanlık yapardı. Bu durum 1 7. yüz­
yılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir.
Sadrazam başkanlığındaki teşki lata önceleri Vezir Kapısı, Bab­
ı Asafi ve Paşa Kapısı gibi isimler verilmiş ve 1 8 . yüzyılın sonla­
rında ise Babıall denilmeye başlanmıştır.
1 44- Darülfünun: Türkiye' de, üniversiteye, 1 93 3 senesine ka­
dar verilen isim. 1 845'te toplanan Maarif Komisyonunun kararıyla
devlet dairelerine memur yetiştirmek gayesiyle, 1 4 Ocak 1 863 'te
Darülfünun öğretimi başladı. Laboratuarı ve çok geniş bir kütüpha­
nesi olan Darülfünı1nun ' da, devrin kıymetli ilim adamları ders ve­
riyorlardı.
1 865 'te, Çemberlitaş semtinde Nuri Paşa Konağına tcı.şınan
Diiıiilfüı;ıun, 1 87 1 'de karışıklıkların merkezi olması sebebiyle ka­
patı ldı.
1 896 'da Sadrazam Said Paşanın Sultan İkinci Abdülhamid Ha­
na sunduğu bir liiyiha ile Darülfünun'un tekrar tesisine başlanmış,
fakat Osmanlı-Yunan savaşının çıkmasıyla, iş yine tehir edilmişti. 1
Eylül 1 900'de Sultan İkinci Abdülhamid Han ' ın isteği ile Darülfü­
nı1n-ı Şahane adıyla tekrar tesis edildi. Edebiyat, Fünı1n, Mülkiye,
Hukuk, Tıbbiye mekteplerinin yanına U lı1m-ı Aliyye-i Diniyye,
Edebiyat, U lum-i Riyaziye ve Tabiiye kolları ile Türkçe, Arapça,
Farsça'dan başka Fransız, A lman, İngi liz ve Rus filoloji lerini top­
layan bir bölüm i lave edildi. Yeniden kurulan okulda, yerli hocalar­
dan başka Avrupalı hocalar da ders veriyordu.

1 92
Cumhuriyetin ilanından sonra Darülfünı1n'a, eski Harbiye Ne­
zareti binası (İstanbul Üniversitesi merkez binası) öğretim için ve­
rildi ve ilk rektör İsmail Hakkı Baltacıoğlu oldu. 1 924 'tc çıkan ka­
nunla, Darülfünı1n'a hükmi şahsiyet (tüzel kişilik) verildi. 3 1 Mart
1 93 3 tarihli ve 2252 sayılı Üniversite Kanunu ile Darülfünun kapa­
tılmış ve yeni üniversite kurma görevi, Maarif Vekaletine (Milli
Eğitim Bakanlığı) verilmiştir.
1 45- Sakızlı Ohannes Efendi (Paşa) ( 1 836- 1 9 1 2) : 1 8 8 1 ba­
sıın tarihli "Mebadi-i Ilm-i Sen'et-i Milef '(Mihran Matbaası,İstan­
bul) ismini taşıyan ve Türk tarihindeki ilk klasik ekonomi kitabının
yazarı ve ekonomik liberalizmin Osmanlı ' daki öncülerindendir.
Osmanlıda Mekteb-i Hukuk'ta i lk defa Abdülhamit döneminde
ekonomi dersi konulmuştur. Hocası Sakızlı Ohannes Efendi 'dir.
Okutulan İlm-i Servet kitabı da batıda halk için yazılmış popüler ik­
tisat kitaplarındandır. İmparatorluğun kalkınması için serbest reka­
beti gerekli gören Paşa, himayecilik,devletçilik, tekel usulüne ve
devletin fiyatları belirlemesi ilkesine karşıdır.
146- Cavit Bey: İttihat ve Terakki liderlerinden olup, II. Meş­
rutiyet döneminde Maliye Nazırlığı yapmış bir Türk siyasetçidir.
Selanik doğumludur. 1 925 'de İzmir Suikasti hadisesi sonrasında İs­
tiklal Mahkemesi tarafından yargılanarak idam edilmiştir.
Tarihçi Murat BARDAKÇI konu ile ilgili olarak 2 Temmuz
2006 tarihli Hürriyet Gazetesindeki köşesinde şun/an yazdı.
"Suçları, "fzmir Suikasti " denilen komploya kanşmak, yani
Reis-i cumhur Gazi Mustafa Kemal 'e karşı suikast hazırlığı yap­
maktı. idam edilenler arasında ittihad ve Terakki Partisi 'nin lider
kadrosundan olan Maliye Nazın Cavid, Dahiliye Nazırı ismail
Canbolat ve partinin perde arkasındaki gücü Doktor Nazım Beyler
de vardı. Savcı, her üçünün de daha önceleri hiç durmadan mektup­
laştıklarım iddia etmiş ama bu mektuplar bir türlü bulunamamıştı.

1 93
Mektupları bulrnak, hadisenin üzerinden 70 küsur sene geçmesin­
den sonra, kapı kapı dolaşıp aramam sayesinde bana nasip oldu!
Şimdi arşivimde bulunuyor ve ileri bir tarihte yayınlanmayı bekli­
yorlar. Ama, bu mektuplar okunduğunda, ortaya başka bir görüntü
çıkıyor: Mustafa Kemal Paşa ya karşı izmir 'de hakikaten bir sui­
kast hazırlrğında bulunulduğu fakat ittihad ve Terakkı 'nin lider
kadrosunun bu işle pek bir alakasının olmadığı ve suikast bahane­
siyle ortadan kaldırıldıkları. . .
"

147- İzmir İktisat Kongresi : ( 1 7 Şubat - 4 Mart 1 923): Tür­


kiye ekonomisine yön veren üretici, devlet ve tüketici birimlerini
biraraya getirerek, ülkenin ekonomik alanda neler yaptığı ve yap­
ması gerektiğinin tartışıldığı kongredir. 23 N isan 1 92 0 ' de Anka­
ra 'da toplanan Türkiye Büyük Mi llet Meclisi (TBMM), 2 Mayıs
1 920 'de onbir bakandan oluşacak hükümetin kurulması ile ilgili üç
numaralı kanunu kabul etmişti . Bu hükümette bir de İktisat Bakan­
lığı bulunmaktaydı .
Tasarlanmasında ve örgütlenmesinde İktisat Vekili Mahmut
Esat'ın (Bozkurt) belirleyici rolü olan İzmir İktisat Kongresi, Mus­
tafa Kemal 'in açış konuşmasıyla başladı, çalışmaları daha sonra
Kazım Karabekir yürüttü. Hükümetin programında mali ve ekono­
mik meseleler üzerinde önemle durulacağı da belirtilmişti. Ancak
1 920- 1 922 yıllarında Türkiye, Kurtuluş Savaşı içinde bulunduğun­
dan, hükümet o sıralarda üretim ve endüstriye yatırım yapacak du­
rumda değildi . Ancak yönetici kadro zaferden sonra ilke olarak si­
yasi ve ekonomi k bağımsızlığı öngörmüştü.
Lozan Konferansı ' na ara verildiği sırada, İzmir İktisat Kongre­
si 1 1 3 5 delege ile 1 7 Şubat-4 Mart 1 923 tarihleri arasında toplandı.
İzmir İktisat Kongresi 'nde yeni Türkiye'nin ekonomik sorunları
tartışıldı . Ayrıca, Lozan 'da devamı i stenen kapitülasyonlar ve diğer
imtiyazların kabu l edilmeyeceği i fade edildi .Kongre Ekonomik ol-

1 94
maktan çok Stratej ik bir kongre olmuştur. Kongrenin önemli eksi­
ği, küçük çiftçilerin, ortakçı ve yarıcıların, tanın işçilerinin temsi l
edilmemesiydi.
Ahnan kararlann başhcalan şunlardır:
Hamrnaddesi yurt içinde olan endüstri kollarının kurulması.
Özel girişimcilerin desteklenmesi.
Yatırımcı lara kredi sağlayacak bankaların kurulması.
Günlük tüketim mallarına öncelik verilmesi .
Önemli kuruluşların ulusallaştırılması.
Sanayiyi özendirici yasaların çıkarılması, özellikle gümrük ta­
rifelerinin ulusal sanayinin kalkınma gereksinimlerine göre değişti­
rilmesi .
Yerli malların karada ve denizde ucuz tari fe ile taşınması.
1 48- Şevket Pamuk: İktisatçı akademisyen, 1 947'de İstan­
bul 'da doğdu. Liseyi İstanbul ' da okuduktan sonra Yale Üniversite­
si ' ni bitiren ( 1 972) Pamuk, iktisat dalındaki doktorasını Kali fomi­
ya Berkeley Üniversitesi ' nden aldı. Ankara, Orta Doğu, Pennsylva­
nia, Villanova, Princeton, Michigan ve B en Gurion üniversitelerin­
de öğretim üyesi olarak görev yaptı . Osmanlı-Türkiye iktisat tarihi
üzerine uluslararası dergilerde yayımlanan çok sayıda makalesinin
yanı sıra çok sayıda yayımlanmış eseri de olan Şevket Pamuk, Ta­
rih Vakfı ve U luslararası İktisat Ta�ihi Derneği yönetim kurulu üye­
sidir. Prof. Dr. Şevket Pamuk, romancı Orhan Pamuk'un ağabeyisi­
dir.
149- Bolşevik: Çoğunluktan yana anlamına gelen Rusça keli­
me. Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi 'nin (RSDIP) 1 902'de yapılan
2. Kongrcsi ' ndeki ayrı lıkta Lenin ile aynı görüşü savunanlar kon­
grede çoğunluğu sağlamışlar ve bu tarihten sonra Leninist görüşle­
ri savunmanın diğer adı Bolşevizm olmuştur.

1 95
150- Sultan Galiyev ( 1 882- 1 94?) : 1 9 1 7 Bolşevik devriminin
dört büyüklerinden biri olan Sultan Galiyev (diğerleri Lenin-Stalin­
Troçki) Kazanlı bir Tatar Türk 'ü ve Müslüman kökenli bir mark­
sisttir.
Galiyev 1 3 Temmuz 1 8 82 yılında bugünkü özerk Başkırdistan
dünyaya geldi. İlk eğitimini öğretmen olan babasından aldıktan
sonra Kazan ' daki Tatar Pedagoji Enstitüsü 'ne girdi. Sultan Galiyev
bu okulu bitirdikten sonra bir süre öğretmenlik yaptı ve daha sonra
Ufa Belediye Kütüphanesi 'nde çalışmaya başladı. B uradan ayrılan
Galiyev çeşitli gazetelerde çalıştıktan sonra 1 9 1 5 'te öğretmenlik
mesleğine geri döndü. Bu sırada Bakü'de bulunan Galiyev Azer­
baycan Ulusal Hareketine katıldı.
1 9 1 7 Şubat Devrimi esnasında B akü 'de bulunan Galiyev, Müs­
lüman Kongresi Yürütme Komitesi Sekreterliği için çağrılmış oldu­
ğu Moskova'ya gitti ve kongrenin bitiminden sonra Kazan 'a geçti.
Böylece aktif olarak siyasi hayatı başlamış oldu. Sultan Galiyev
Kazan' da Müslüman Sosyalist Komitesi 'ne katıldı (Muskam). Bu
komitenin lideri Molla Nur Vahitov, ileriki günlerde Galiyev 'e reh­
berlik etmiştir.
Lenin'in hastalanmasından sonra, Rus liderler arasında ege­
menlik mücadelesi başladı. Stalin bu mücadeleyi kazandı . Stalin,
bu mücadele sırasında S ultan Galiyev ' i de kendisine rakip olarak
görüyordu . Karşı-devrimci, burjuva milliyetçisi suçlamalarına ma­
ruz kalarak 1 940'lı yıllarda kurşuna dizilip öldürüldü. Ölüm tarihi
net olarak bilinmemektedir. Galiyev ' in uğruna mücadele ettiği ve
uğrunda hayatını yitirdiği ve ideoloji olarak ortaya koyduğu siyase­
tin özünde Avrasya vardır.
1 51- Lozan Antlaşması: 24 Temmuz 1 923 'te İsviçre, Lo­
zan 'da Ouchy Şatosunda imzalandı . Antlaşma 1 920 'de imzalanmış
olan Sevr Antlaşması ' nı geçersiz kıldı ve yerini aldı. Bu antlaşma
ile bugünkü Türkiye ve Yunanistan 'ın sınırları belirlendi.

1 96
Türkiye Cumhuriyeti ' nin temel nitelikleri, Lozan Antlaşma­
sı'nda da yer almıştır. Buna göre, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir
bütün oluşturan Türkiye 'de yaşayan ve Türk devletine vatandaşlık
bağıyla bağlı olan herkes eşit ve aynı haklara sahip Türk ulusunu
oluşturmaktadır. Antlaşmada Türkiye ' de yaşayan Hıristiyan köken­
li Rum ve Ermeniler ile Museviler azınlık olarak tanımlanmış ve
mal, mülk ve ibadet hakları güvence altına alınmıştır.
Antlaşma ile Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadele­
si yapılmasına karar veri lmiş, bunun sonucunda 1 924 yılında yak­
laşık 1 milyon H ıristiyan-Rum Yunanistan'a, 500 bin Müslüman­
Türk de Türkiye'ye göçetmiştir.
1 52- İ ttihat ve Terakki: "Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiye­
ti'', 1 889 yılının Mayıs ayında, İ stanbul Askeri Tıbbiye Mektebi öğ­
rencilerinden Arnavut İbrahim Tema Bey tarafından kurulmuştur.
Bu cemiyetin amacı, Osmanlı Devleti'ni kurtarmak için, çökmesi­
ne neden olan il. Abdülhamid'in istibdadını kaldırmak idi. Fakat bu
cemiyetin dışında kalanlar da istibdada karşı harekete geçiyorlardı.
Bunun için cemiyetin mensubu olmasa da istibdadı protesto eden­
lere "Jön Türkler" adı verilmekteydi . Onların düşüncesi, istibdadı
kaldırdıktan sonra, 1 8 78'den beri tatil edilen Kanun-ı Esasi 'yi tek­
rar canlandırmak idi.
Bu cemiyetin ilk kurucuları, başta İ brahim Tema Bey olmak
üzere, onun Tıbbiyeli arkadaşlarından İ shak Sükilti, Abdullah Cev­
det ve Mehmet Reşit Beyler idi.
1 53- Şevket Süreyya Aydemir ( 1 897-1 974): Yazar ve İktisat­
çı. 1 897 yı lında Edime 'de doğdu. Edime Muallim Mekteb i 'ni bitir­
di. Azerbaycan, Dağıstan ve Gürcistan 'da öğretmenlik yaptı. Mos­
kova İktisadi ve Sosyal Bilimler Okulu'nu bitirdi. Kafkas cephesin­
de şavaştı, Sarıkamış 'ta yaralandı . Ağabeyi, I . Dünya Savaşında öl­
dü. 1 924 yılında Türkiye ' ye döndükten sonra, siyasal faaliyetlerin-

1 97
den dolayı Ankara İstiklal Mahkemesi ' nce 1 O yıl hapse mahkum
edildi ve 1 925 'de 1 8 ay sonra aftan yararlandı. Kadro dergisinin ya­
zı kurulunda yer alan Şevket Süreyya, bu dönemdeki siyasal ve
ekonomik görüşlerini İnkılap ve Kadro adlı kitabında dile getirdi.
1 924 yayınlanan Lenin ve Leninizm, 1 93 0 yayınlanan Cihan İktisa­
di yatında Türkiye, kendi hayat hikayesini de 1 95 9 'da yayımladığı
Suyu Arayan Adam adlı kitabın da anlattı. Tek Adam Mustafa Ke­
mal İkinci Adam, İsmet İnönü ' nün hayat hikayesi Menderes 'in dra­
mı ( 1 969), Makedonya' dan, Orta Asya ya Enver Paşa adlı biyograf­
ya eserleri, kahramanlarının ayrıntılı hayat hikayeleriyle birlikte
Birinci Meşrutiyetten günümüze kadar Türk toplumunun geçirdiği
değişmeleri ve yaşanan olayları dile getirir. Cumhuriyet gazetesin­
de makaleleri düzenli olarak yayımlanan Aydemir, ihtilallerin man­
tığı adlı eserinde, toplumda yapı değişikliklerini, Türkiye 'dcki dev­
rim ve ihtilal hareketlerini incelemiştir.
1 54- Büyük Buhran: K. Amerika, Avrupa ve dünyanın sana­
yileşmiş bölgelerini l 929 ' da saran ve tüm dünyayı etkileyerek
l 939'a kadar süren ekonomik çöküntüdür. Batı dünyasının günü­
müze değin yaşadığı en uzun ve en ağır ekonomik bunal ımdır.
A.B.D. ! . Dünya Savaşından, Avrupa'nın en büyük alacaklısı
ve finans kaynağı olarak çıkmıştır. Ekim 1 929 'da New York Borsa­
sı 'nda hisse senedi fiyatlarının sarsıcı biçimde düşmesiyle başla­
mıştır. Almanya' da bayındırlık proj eleri ve hızlı silahlanma ile
l 936 'da sona ermiştir. ABD'de ise 1 94 1 ' de il. Dünya Savaşı'na gi­
rilmesi ile kriz sona ermiştir.
1 55- John Maynard Keynes ( 1 883 - 1 946): Ekonomide ken­
dine özgü radikal düşünceleriyle tanınan İngi liz iktisatçıdır. Ekono­
mik d.urgunlukla mücadelede müdaheleci para ve maliye politikala­
rını savunmasıyla tanınır. Bu düşünceleri özellikle 1 929 Büyük
Ekonomik Buhran sırasında Keynesci ekonomi akımı içinde biçim­
lendirdi.

1 98
Keynes'in en ünlü eseri 1 936 yılında yayımlanmış olan, İstih­
damın, Paranın ve Faizin Genel Teorisi (The General Theory of
Employment, Interest and Money) ya da kısa adıyla Genel Teori di­
ye bilinen kitaptır. Klasik istihdam teorisine karşı çıkmıştır. I. Dün­
ya Savaşı sonunda toplanan Paris B arış Konferansı 'na İngiltere Ha­
zinesi ' ni temsilen katılmıştır.
Savaş sonrasında danışmanlık ve gazeteci lik yapan Keynes, II.
Dünya Savaşı yıllarından sonra 1 944 yılında toplanan Bretton Wo­
ods Konferansı 'nda İngiliz Heyeti ' ne başkanlık yapmıştır. Keynes,
ABD tezlerine karşı İngiliz tezlerinin savunucusu olmuş ve konfe­
ransta kendi adı ile anılan, Keynes Planı nı sunmuştur.
Liberal, sınırlı devlet anlayışından vazgeçilerek devletin eko­
nomiye müdahale etmesi gerektiğini söylemiştir. Görüşleri uzun
yıllar ekonomiyi etkilemiştir. Nobel Ekonomi ödülü almıştır.
1 56- Güneş Dil Teorisi: Güneş-Dil Teorisi Atatürk 'ün dil teo­
risidir. Bu teorinin kaynağı Atatürk tarafından not olarak hazırlan­
mış olan Etimoloji, Morfoloji ve Fonetik Bakımdan Türk Dili isim­
li kitabın 7. sayfasında da söylenildiği üzere Dr. Phil. Hermann F.
Kvergitsch 'in La Psychologie de Quelques Elements des Langııes
Tıırques (Türk Dillerindeki Bazı Unsurların Psikolojisi) isimli,
Fransızca yazılan 41 sayfalık basılmamış eseridir. Bu tez, yazarı ta­
rafından 1 93 5 yılında Viyana 'dan Atatürk 'e gönderi lmiştir. Teori­
deki esas fikir bizzat Atatürk tarafından geliştirilmiş ve teori, yeni
şekli ile (24 Ağustos 1 936 Pazartesi günü toplanan ve 3 1 Ağustos
1 93 6 Pazartesi gününe kadar süren) 3 . dil kurultayında iliin edilmiş­
tir. (Bu kurultayda kurumun adı değiştirilerek Türk Dil Kurumu ha­
l ini almıştır. ) Hermann Kvergitsch ' in teorisinin ana fikri "Türk di­
linin dünyada esas bir dil olduğu ve dünya dillerindeki birçok keli­
menin de Türkçe 'den türediği" şeklindedir. Atatürk iyi Fransızca bi­
l iyor. Bu teoriyi okuduğu zaman 'tamam ' diyor. ' aradığımı bul­
dum ' . Madem ki Türk dili dünyanın temel dillerinden birisidir, ki

1 99
gerçek de budur. Dünya dillerindeki birçok kelime bu teoriye göre
Türkçe ' den çıkmıştır. O halde bizim dilimizin içerisinde kullanılan
ve yabancı asıllı olduğu iddia edilen kelimeleri atmamıza gerek var
mı? Yok. Onlar da dilde kullanılsın' .
Güneş-Dil Teorisi'nin özü, Türkçe'nin eskiliği ve başka dillere
kaynaklık ettiğinin bazı ses gelişme ve değişmeleri ile açıklanmasıdır.
1 57- Mehmet Recep Peker: Cumhuriyet dönemi l .nesil siyaset
adamı. 5 Şubat 1 8 89 İstanbul 'da doğdu. Orta öğrenimini Kocamus­
tafa Paşa Askeri Rüştiyesi İdadisi 'nde yaptıktan sonra 1 907 yılında
Harbiye Mektebi 'ni bitirdi. 1 9 1 1 - 1 9 1 2 yıllarında Yemen'de Trab­
lusgarp ve 1 9 1 2- 1 9 1 3 yıllarında da Balkan Savaşlarında çarpıştı.
23 Nisan l 920'de açılan TBMM 'nin Genel Sekreterliğine ge­
tirildi. 1 923 'te Kütahya Mebusu seçilerek iki dönem TBMM 'ye
girdi. Aynı yıl Halk Fıkrası Katibi Umumisi seçildi. Bir süre Haki­
miyet-i Milliye gazetesinin baş yazarlığı yaptı.
1 924 - 1 925 yıllarında dahiliye vekilliğine getirildi. Ayrıca mü­
badele İmar ve İskan Bakanlıklarına vekalet etti. 3. ve 4. İsmet Pa­
şa (İnönü) hükümetlerinde 1 925- 1 92 7 yılları arasında Müdafaa-i
Milliye vekilliği ve 1 928- 1 93 0 yıllarında Nafıya Vekilliği yaptı .
l 927 ' de ikinci kez Cumhuriyet Halk Fırkası genel sekreterliğine
seçildi.
1 92 8 ' de Cumhuriyet Halk Fırkası Meclis grubu başkan vekil­
liğine getirildi. Ağustos l 946 'da çok partili dönemin ilk hükümeti­
ni kurdu. Recep Peker ' in Halk Evleri ' nin yayın organı Ülkü Dergi­
sinde çıkan İnkılap Tarihi ders notları, 1 93 5 ' de İnkılap dersleri adı
ile kitap olarak yayımlandı. 1 Nisan 1 95 0 ' de İstanbul' da öldü.
1 58- Adnan Menderes ( 1 899- 1 96 1 ): 1 95 0- 1 960 yılları arasın­
da Türkiye Cumhuriyeti başbakanlığı görevinde bulunmuştur. Kur­
tuluş Savaşı 'nda savaştı İstiklal Madalyası aldı.
1 899 ' da, Aydınlı zengin bir çiftçinin oğlu olarak doğdu. Büyük
babası Hacı Ali Paşa Kırım Tatarlarından olup Eskişehir çevresin-

200
den Tire taraflarına göç etmiştir. İlkokuldan sonra, Kızılçulu Ame­
rikan Koleji ' nden mezun oldu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakülte­
si 'nden 1 93 5 yılında mezun oldu.
Aydın'da 1 93 0 ' da, kısa süreli "Serbest Fırka"nın bir kolunu or­
ganize etti . Bu partinin kapatılmasından sonra 1 93 1 ' de Cumhuriyet
Halk Partisi ' ne (CHP) katıldı. 1 945 yılında parti içi muhalefetten
dolayı ihraç edildi.
Türkiye 'deki ilk yasal muhalefet partisi olan Demokrat Parti 'yi
7 Haziran 1 946 'da kurdu. 1 946 seçimlerinde Celal Bayar ' dan son­
ra partideki ikinci önemli adam haline geldi.
1 O yıllık başbakanlık döneminde Türk iç ve dış politikasında
büyük değişimler meydana geldi. 27 Mayıs 1 960'da General Cemal
Gürsel yönetimindeki askerler, yönetime el koydu ve DP üyeleri çe­
şitli suçlardan Yassıada'da yargılandılar Anayasa'yı ihlal suçundan
Celal Bayar, Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zor­
lu idama mahkum edildiler. Celal Bayar ' ın cezası yaş haddi nede­
niyle mühebbed hapse çevrildi. Adnan Menderes ise 1 7 Eylül
1 96 1 'de İrnralı Adas ı ' nda asılarak idam edildi. Mezarı ölümünden
29 sene sonra 1 7 Eylül 1 990 'da İmralı 'dan alınarak İstanbul ' daki
Anıtmezara taşındı. .
1 59- Menderes'in Dramı? Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Ki­
tabevi, 2. Baskı, 1 976, Syf 234
1 60- Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB): Türkiye
Ticaret, Sanayi, Deniz Ticaret Odaları ve Ticaret Borsalarının bir­
leşmesiyl� , özel kanunla kurulmuş, tüzel kişiliğe sahip, kamu kuru­
mu niteliğinde mesleki üst kuruluş.
Mart 1 950 tarih ve 5 5 90 sayı lı kanunda belirtilen esaslara gö­
re, o tarihte mevcut olan oda ve borsaların yetkilileri Şubat 1 95 2 ' de
bir araya gelerek teşkil ettikleri genel kurulla Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği resmen kurulmuştur.

20 1
1 6 1- Turgut Özal: Türk devlet adamı ve siyasetçi. ( 1 3 Ekim
1 927 - 1 7 Nisan 1 993): Türkiye Cumhuriyeti 'nin 45. ve 46. dönem
hükümetlerinde Başbakanlık yapmış ve ardından 8. Cumhurbaşka­
nı seçilmiştir. Görevi başında hayatını kaybetmiş siyasetçi ve dev­
let adamıdır.
1 927 yılında Malatya' da doğdu. Babası Mehmed Sıddık banka
memuru, annesi Hafize Hanım ilkokul öğretmeniydi. Öğrenim ha­
yatına Bilecik 'in Söğüt i lçesinde başladı.
Babasının görevi nedeniyle sık sık il değiştiren Özal, Kayseri
Liscsi ' nde lise eğitimini ve İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik
Mühendisliğini bitirdi. Amerika' da ekonomi alanında ihtisas yap­
tı.Geri döndüğünde EİEİ, Planlama Komisyonu, Devlet P lanlama
Teşkilatında çeşitli görevlerde bulundu . 1 965 seçimlerinden sonra
Başbakan Süleyman Demirci 'in danışmanı olarak görev yaptı.
1 967 yılında DPT Müsteşarı olan Özal, 1 2 Mart 1 97 1 darbesinden
sonra 1 973 yılına kadar Dünya Bankası Sanayi Daire si 'nde danış­
man görevini yürüttü. 1 2 Eylül 1 980 askeri darbesinden sonra, Bü­
lend Ulusu Hükümeti 'nde ekonomiden sorumlu Başbakan yardım­
cılığı görevine getirildi. Bu görevinden ayrılarak, 20 Mayıs
1 983 'de Anavatan Partisi 'ni kurdu. 2 dönem başbakanlık yaptı ve 9
Kasım 1 989 tarihinde 8. Cumhurbaşkanı olarak göreve başladı . 1 7
N isan 1 993 tarihinde kalp krizi geçiren Turgut Özal, Adnan Men­
deres anıtının karşısında İstanbul ' da özel bir anıtta toprağa veril­
miştir.
1 62- Marks & Spencer plc.: 1 8 82 y ı l ında İngiltere 'de temel­
leri atılan dünyaca ünlü gıda-giyim-aksesuar ve ev eşyaları alanın­
da perakende mağazacıl ı k markasıdır.
1 63-Maraş Olaylan: 1 9 Aralık 1 978 günü Maraş 'ta bir sine­
manın bombalanması ile başlayan, Türkiye' nin dirlik ve düzenine
karşıt güçlerin tertip ve tahrik ettiği anlaşılan, giderek bir mezhep

202
çatışmasına dönüşmüş ancak güvenlik güçlerince kontrol altına
alınmış çok sayıda üzücü can ve mal kaybı i le sonuçlanmış mües­
sif olay.
164- Gasp ıralı İsmail Bey: ( 1 85 1 -?) Gazeteci, yazar ve siya­
set adamı. Kırım' da, Bahçesaray ' ın Gaspıra köyünde doğdu. İlk
tahsilini Bahçesaray'da yaptı ; ortaokulu, Akmescit'teki Rus ortao­
kulunda okudu ve daha sonra Veronej ' deki Rus askeri okuluna de­
vam etti . Bu okuldan Moskova askeri okuluna nakledildi. Burada
Türkçülük fikrine yöneldi. Okuldan da ayrıldı. Bir sene Bahçesaray
ve Yalta 'da öğretmenl ik yaptı. 1 872'de Paris'e gitti. 1 874 'te İstan­
bul ' a geldi. Subay olmak istedi. Bu mümkün olmayınca, 1 875 'te
tekrar Kırım'a döndü. Kırım'da yazı hayatına başladı. 1 878 'de
Bahçesaray Belediye Reisliğine seçildi . Eğitim meseleleriyle de il­
gilenen İsmiiil Bey, Rusya'daki Türklerin kolay okuyup yazmaları­
nı sağlamak için "usı11-i cedid" denilen bir usı11 geliştirdi.
Dilde ve fikirde birlik, İsmiiil Bey ' in temel görüşüydü. Rusya
Türklerinin, varlıklarını korumaları için, ortak bir yazı diline sahip
o lmaları tezini, ortak hareketin ancak bu birlik sağlandıktan sonra
gerçekleşebileceği fikrini, hayatı boyunca savunmuş ve bunun için
çalışmıştır.
Eserleri; Rusya Müslümanları (Rusça, 1 88 1 ), Mir 'at-ı Cedid
( 1 882), Avrupa Medeniyetinde Bir Nazar-ı Muvazene ( 1 885), Ha­
ce-i Sıbyan ( 1 893), Atlaslı Cihannüma ( 1 894), Mekteb ve Usı11-i
Cedid Nedir ( 1 894).
1 65- Taha Akyol, 1 8 Mart 2005, Ankara. Son düzeltmeler
Taha Akyol, 2 Ağustos 2006, İstanbul .

203
"8erı Turkiye'nın. Türk İslam toplumunun dünyanın emniyet sibobti olabileceginı dair bir
var ·
"Şimdi biJ nasıl bir batı medeniyetidir ki, kencine hem medeniyet der, hem de bir gz nl yOk
etmek pahasına, ede� bir üretim ve tOkebm yürütOr." (Alev ALATU)

''Şimdi. blrdenbıre Yunarllııarta ne kadar dostmuşuz da bilmiyormuşuz...•


"TOrkiye'nln çoktan nükleer güç olması lazımdı• (Att116 iLHAN)

•MWyetçdik demek içine kapanmak değıl, mılllyetçi!lk dünyaya açılmaktır."


• .kimliğin inşa ed�mediO s yerde İillanların insanlarla ıli§kisi olması, politikacılık tımı n
yalancılık ve hatta poliilactnın kendisi �. seçmerı açısıodmı da yalancılıktır. Kıml'° 1
edemeyen bır t�un idare edeni ve eCllenı tlrnamtyta yalan. • (hber ORTAYU)
••

"8ılirn + Göi'lül" düsturumuz, "Bilimle aklınızı gelıştimıek için matematije gc)ılünöıO


ıçın de Türkçe'ye sarılınız•
Ve işte, şükürler olsun, o "Siiyük Uyanış' �ı 1 (Oktay siNANoGLU)

"Bizleri yooeten po1ti1 partilef', mal' esef bizi sıkıntılardan kurtaracak ulusal hedell8fe g0tv
olmuyorlar."
"Mılli birlik ve devlet zayıflatılmak ısteniyor: hedef 'Türx Mılleli diye bır mıllet yoktur, ı

mozaik vardır'" (Sencer llER)

"Osmanlının geri kalmasının asıl sebebi, dünya ticaretinin Alıdeniz'den ol<yanllfQTI


olmasıdır.•
"Tiitt modemleşmesınin Cumhunyet Devrinde zırveye çıkacak olan bürcıktatıl\ km
�llııri
môdemleşmesı ııle ortaya çıkmıştır.. (Taha AKYOL)

ıa Kültür Sanat

Yayıncılık toplumu
"Bilgı ışıQında aydınlanmaya•
çağınyor

O K Ü l T Ü R S A N A T y A
www.ıqkultursanat.com
��

You might also like