You are on page 1of 25

-1-

TROYA

TROYA’NIN ÖNEMİ
Anadolu’daki diğer ören yerleri ile kıyaslandığında, Troya kalıntıları çok etkileyici
değildir. Troya’da gösterecek çok fazla kalıntı olmasa da, anlatacak çok şey
vardır. Çünkü hakkında ciltler dolusu kitap yazılan Troya, çok ünlü ve önemli bir
kenttir.
Troya’yı ünlü yapan ozan Homeros’un eseri İlyada’dır. Troya’da geçen bir savaşı
anlatan İlyada, Avrupa edebiyatının en eski eseridir ve dünya edebiyatının en
önemli eserleri arasında gösterilir. İlyada Yunan mitolojisinin temel kaynağıdır ve
bu özelliğiyle Rönesans sanatçıları için de temel bir eser olmuştur. Schliemann’ın
1870’lerde kayıp Troya’yı tekrar bularak yaptığı kazı bütün yanlışlarına rağmen
arkeoloji de bir çığır açmıştır ve çok konuşulmuştur.
Troya ören yeri ilk kazılarda çok zarar görmüş olsa bile, tunç devri mimarisini
anlamak için hala çok değerli bir örnektir.
Troya’nın 1998 yılında UNESCO dünya miras listesine alınması, Avrupalı
olmayanların da dikkatini çekmesini sağlamıştır.
Wolfgang Petersen’in yönettiği Troy filmi (2004), Troya’yı daha da ünlü bir ören
yeri yapmıştır. Filmde Brad Pitt Akhileus’u, Eric Bana Hektor’u, Orlando Bloom
Paris’i oynamıştır. Troy filminde kullanılan at yapımcılar tarafından Çanakkale
şehrine hediye edilmiştir ve hala limanda durmaktadır.
Aşağıda Homeros’un İlyada’sı ve Troya’ya etkisi anlatıldıktan sonra Troya
efsanesi özetlenmiştir. Troya kazıları anlatıldıktan sonra da geziye geçilmiştir.
-2-

HOMEROS VE İLYADA
Homeros hakkında bilgilerimiz tartışmalıdır. Aslında antik dönemde Homer
hakkında çok şey yazılmış ve bunların bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Fakat
bu kaynaklar çelişkilerle doludur. Homeros her dönemde tartışma konusu
olmuştur ve hakkında yazılanlar binlerce ciltlik yer tutar.
Çeşitli tartışmalara rağmen kesin olan bir şey varsa o da Homeros’un sadece batı
dünyasının değil, dünyanın en önemli ozanlarından biri olduğudur.
MÖ 800’lü yıllarda yaşadığı kabul edilir. Nereli olduğu belli değildir. Birçok antik
kent Homeros’u sahiplenmek için uğraş vermiştir. Genel olarak İzmir’li (Smyrna)
olduğu kabul edilir. Sakız adasında da (Chios) yaşamış olabilir. İon lehçesinde
yazdığı kesindir, yani Batı Anadolu’ludur. Adının sözcük anlamına dayanarak kör
olduğu şeklinde bir rivayet olsa da, kör olmadığı, hatta yaşadığı yere çok yakın
olan Troya ve civarını iyi bildiği çok daha mantıklıdır.
Fenikeli’lerin MÖ 1200’lü yıllarda geliştirdiği alfabe, MÖ 900’lü yıllarda Batı
Anadolu’da kullanılmaya başlamıştır. Homeros zamanında yazı bilinse de, yaygın
olarak kullanılmadığı kesindir. Homeros’un anlattığı destanları ezbere bildiği
kabul edilir. Kentleri dolaşan Homeros, destanları soylulara sözlü olarak
okumuştur. Destanların ozandan ozana aktarıldığı, daha sonra yazılı hale
getirildiği kabul edilir.
İlyada ve Odysseia Homeros’un iki ünlü eseridir. İlyada Troya’da geçer ve on yıl
süren Troya Savaşının sonuna rastlayan 51 günlük bir dönemi anlatır. İlyada’dan
on yıl sonra yazıldığı düşünülen Odysseia’da, Troya’daki savaştan evine dönerken
fırtınaya yakalanıp yolunu kaybeden Odyseus’un başından geçenler anlatılır.
İlyada 24 bölümde yaklaşık 16.000 dizeden oluşan manzum (şiir gibi yazılmış) bir
eserdir. Epik ve lirik bir destandır, yani vatan sevgisi kahramanlık konularını,
duygulara seslenen coşkulu bir dille anlatır. Destanda döneminin savaş araçları,
sosyal yaşamı, gelenekleri ve inançları ile ilgili çok değerli bilgiler vardır. Yunan
tanrıları ilk olarak İlyada’da karşımıza çıkar. Homeros eserlerinde Yunan
mitolojisinin temellerini atmıştır. İlyada “kendi çağının herkes tarafından bilinen
kutsal kitabı” olarak tarif edilebilir. Homeros’un eserleri MÖ 6. yüzyılda Atina’da
kopyalanmış, daha sonra Latin (Roma) Edebiyatına girmiştir. Dolayısıyla İlyada ve
Odyssea Avrupa edebiyatının ilk, yani en eski eserleridirler. Avrupa kültürünün
bugünkü parlak durumuna gelmesini sağlayan Rönesans sanatçıları 15. yüzyılda
Yunan mitolojisinden çok etkilenmişlerdir. Dolayısıyla Troya’da savaşan
kahramanlar ve tanrılar sadece edebiyat değil, heykel, resim ve tiyatro gibi
değişik sanat eserlerinde de sürekli karşımıza çıkıp, ünlü kalmışlardır.
-3-

Herhalde bu iki kitabın, en azından bazı bölümlerini okumamış ve etkilenmemiş


bir Avrupalı yoktur. İlyada destanının geçtiği yer olarak da Troya, batı kültürünü
tanıyan herkesin bildiği ve görmek istediği bir yerdir. Tüm zamanların en ünlü
kentini bulmak için bir anket yapılabilse, muhtemelen Troya birinci çıkardı.
Troya’nın ünü antik çağdan itibaren insanları kendine çekmiştir. MÖ 480 de
Yunanistan’a sefer yapan Pers kralı Serhas (Xerxes) Çanakkale boğazını
geçmeden önce Troya’ya uğrayıp, kurbanlar kesmiştir. MÖ 334 de Asya seferine
çıkan Büyük İskender, boğazı geçer geçmez Troya’yı ziyaret etmiştir. İskender’in
Akhileus’a hayranlığı bilinir. Troya efsanesine dayanarak Romalılar kendilerini
Troya’lı olarak görmüşlerdir. Roma imparatoru Büyük Konstantin MS 300’lü
yıllarda başkentini doğuya taşımak istediğinde, ilk düşündüğü yer Troya
olmuştur. O dönemde yeri daha stratejik olduğu için yeni Roma başkenti
İstanbul’a taşınmış ve Troya tekrar çok güçlü olma şansını yitirmiştir. Fatih Sultan
Mehmet ve Mustafa Kemal’in “Hektor’un öcünü almaktan” söz ettikleri rivayet
edilir. Tarihçi Kritopulos’a dayanarak, Fatih’i de Troya’yı ziyaret eden komutanlar
arasında sayabiliriz.

TROYA EFSANESİ
İlyada destanında Homeros sadece savaşın sonuna denk gelen 51 günlük bir
dönemi anlatmaktadır. Tahta at hilesine de Odysseia’da değinir. Fakat Homeros
dışında birçok antik dönem ozanı, yazarı ve sanatçısı eserlerinde Troya Savaşı ile
ilgili çeşitli olayları işlemişlerdir. Yunan tiyatro eserlerinde de Troya Savaşı ile
ilgili konular sıklıkla kullanılmıştır. Modern dönem yazarlarının derlemesiyle on
yıllık Troya Savaşının şehrin kuruluşundan yıkılışına kadar süren efsanesi ortaya
çıkmıştır.
Ben Troya Savaşı ile ilgili efsaneleri aşağıda özetlemeye çalıştım. Amacım
Homeros’a özenmeden, lafı uzatmadan, sadece efsanenin bir iskeletini ortaya
çıkartmak. Mümkün mertebe basit bir dil kullanıp, konuyla ilgili mitleri sıraladım.
Ama önemli veya önemsiz, aklıma gelen mitlerin hepsini de yazmaya çalıştım.
Yunan mitoljisinde mantık olmadığını hatırlatmak isterim. Buna en güzel örnek,
Eros’un annesi Aphrodit’in doğumunda bulunmuş olmasıdır. Bu nedenle efsane
de geçen mitlerin değişik kaynaklarda birbirinden değişik anlatımları, farklı
yorumları olabilir. Gerekmese de bazı isimleri özellikle yazarak, daha fazla bilgiye
ihtiyaç duyanlara yol göstermeye çalıştım.
Son olarak, aşağıdaki efsane süslenerek anlatılırsa 45 dakikayı geçer. Avrupalı
turistler efsanenin büyük bölümünü bir şekilde duymuştur ve zevkle dinler. “Bu
-4-

efsaneyi Uzak doğulu turistler dinler mi?” sorusuna ne yazık ki kesin cevap
veremiyorum. Ama şahsi fikrim akıllıca özetlenmiş, herkesi ilgilendiren bölümleri
seçilmiş bir anlatımı her turistin 10 – 20 dakika kadar sıkılmadan dinleyeceği
şeklindedir. Bir sorun da zor isimlerin çok olması. Efsane bu kadar çok yabancı
isim kullanılmadan da anlatılabilir. Priamos, Hektor, Paris, Helena, Aşil
(Akhileus), Agamemnon gibi bilinen isimler efsaneyi anlatmak için yeter de artar
bile. Şimdi gelelim efsaneye. Kolay takip edilsin diye küçük bölümlere ayırmaya
çalıştım.
Dardanos
Semadirek Adası (Samothrake) günün birinde sular altında kalır. Adanın kralı
Dardanos bir sal ile Çanakkale Boğazı’na kadar gelir. Yerli kral Teuker tarafından
iyi karşılanır ve oraya yerleşir. İşte bu kral Dardanos Çanakkale Boğazı’na batı
dillerindeki adını vermiştir: Dardanel. Dardanos kral Teuker’in kızı Bateia ile
evlenir ve Troya sülalesinin ilk kralı olur. Torununun adı Tros’tur. Tros’un oğlu ise
İlos’tur.
Troya’nın kuruluşu
İlos bir yarışmada benekli bir inek kazanır. Kahinler (bilici) İlos’a ineği serbest
bırakmasını ve ineğin durduğu yerde bir kent kurmasını tavsiye ederler. Böylece
adını kurucusu veya kurucusunun babasından alan Troya veya İlium kenti
kurulur. Yeri gelmişken belirtelim ki, kahinler bu efsanede önemli bir rol
oynarlar. Sürekli ortaya çıkıp, kehanetlerde bulunarak olayların akışını etkilerler.
Troya’nın surları
İlos’un oğlu Laomedon’dur. Troya’nın ünlü surlarını Laomedon tanrı Poseidon’a
yaptırmıştır. Bir tanrının elinden çıkan surlar geçilmez olmuşlardır. Fakat
Laomedeon surlar yapılınca Poseidon’a söz verdiği ölümsüz atları vermemiş ve
tanrıyı çok kızdırmıştır. Bu da Poseidon’un Troya Savaşı boyunca hep Troya’lılara
karşı olmasının sebebidir.
Priamos ve ailesi
Şimdi savaşın taraflarını tanıyalım. Savaş Laomedon’un oğlu Priamos’un Troya
kralı olduğu dönemde geçer. Efsanenin başında kral Priamos karısı Hekabe
(Hekuba) ve on dokuz çocuğu ile birlikte güvenli Troya surlarının içinde mutlu bir
yaşam sürdürmektedir. Oğullarından en ünlüsü kahramanlığı ile bilinen
Hektor’dur. Bir de kızları Kassandra’dan söz etmek gerekir. Kassandra bir
kahindir, geleceği görür. Aslında herkesin çok hoşuna gidecek bir özellik
olmasına rağmen, geleceği görmek Kassandra’yı mutlu etmez, hatta mutsuz
-5-

eder. Çünkü Kassandra gelecekte olacak her türlü kötü şeyi görür ama
değiştiremez. Bu tanrı Apollon’un ona verdiği bir cezadır, çünkü Kassandra
Apollon’un aşkına karşılık vermemiştir.
Paris’in doğumu
Hekabe yirminci çocuğuna hamile iken bir rüya görür. Rüyada Hekabe’nin
karnından çıkan alevler Troya’yı yakar. Kahinler rüyayı hemen yorumlarlar:
Doğacak çocuk Troya’nın yıkılmasına sebep olacaktır. Kassandra da aynı şeyi
görmektedir. Kahinler ve Kassandra’nın etkisiyle Priamos doğan bebeği
öldürmeye razı olur. Fakat oğlunun gözünün önünde öldürülmesini kabul
edemez. Bebek çoban Agelaos ile öldürülmek üzere Kazdağı’na (İda) gönderilir.
Agelaos da bir babadır, minicik bebeği öldüremez ve nasıl olsa burada ölür diye
düşünerek bir ayının mağarasına bırakır. Ayı da bir annedir ve bebeği öldürmez.
Böylece Priamos’un küçük oğlu Kazdağı’nda büyür ve becerikli bir çoban olur. Hiç
hayvan kaybetmediği için koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını alır. Bu
çocuk ilerde Troya Savaşı’na sebep olacak Paris’ten başkası değildir.
Thetis’in düğünü
Şimdi Ege’nin batısına geçip, Troya’lıların düşmanlarını, yani Akha’ları tanıyalım.
Uygun zamanda gidersek, herkesin davetli olduğu müthiş bir düğüne rastlarız.
Damat Peleus, gelin ise Thetis’dir bu düğünde. Yarı tanrıça Thetis aslında Zeus’un
bir sevgilisidir. Kahinler Thetis’in oğlunun babasından daha güçlü olacağını
söyleyince, Zeus Thetis’ten bir oğlu olması ihtimalinden korkarak, Thetis’i hemen
bir başkasıyla evlendirir. Alelacele bulunan damat ise normal bir ölümlü (tanrı
değil) olan kral Peleus’dur. Thetis bir ölümlüyle evlendirilmekten çok hoşnut
olmadığı için, hemen hemen herkesin davetli olduğu dillere destan bir düğün
düzenlenir. Bir sorun çıkarmasın diye fitne fesat (nifak) tanrıçası Eris davet
edilmez. Bu duruma çok kızan Eris davetli olmasa da düğüne gelir ve ortaya bir
elma atar. Eris yapacağını yapmıştır, çünkü elmanın üzerinde “en güzele”
yazmaktadır. Üç tanrıça Hera, Athena ve Aphrodit elmaya sahip olmak isterler.
Hera baş tanrı Zeus’un kardeşi ve karısı olmanın verdiği güçle elmayı ister.
Athena güzelliği kadar zekasına da güvenerek elmanın hakkı olduğunu düşünür.
Aphrodit aşk ve güzellik tanrıçası olarak elmanın kendisi için getirildiğini savunur.
Sonuçta çıkan kavgayı ayırmak için bir hakem gerekir ki, bu işe de Zeus’tan
başkası cesaret edemez. Zeus bile böyle tehlikeli bir kavganın içine girmek
istemez ve üç tanrıçayı Hermes ile Kazdağı’na yollayıp, oradaki bir çobanın kimin
en güzel olduğuna karar vereceğini söyler.
-6-

Güzellik yarışması
En güzeli seçecek çoban tabii ki Paris’tir. O ana kadar Kazdağı’nda yaşamış olan
Paris karşısında birbirinden güzel üç tanrıça görünce şaşırır. Muhtemelen dünya
üzerindeki ilk güzellik yarışması yapılmaktadır ve Paris jürinin tek üyesidir.
Paris’in şaşkınlığını ve kararsızlığını fark eden Hera ona Asya krallığını vaat eder.
Athena geri kalmaz ve Paris’i dünyanın en zeki insanı yapacağını söyler.
Aphrodit’in Paris’e hediyesi ise dünyanın en güzel kadını olacaktır. Paris elmayı
Aphrodit’e verir. İşte bu güzellik yarışması Troya Savaşı’nı başlatan olaydır. Hera
ve Athena Paris’e çok kızarlar. Kızgınlık değil, nefretten söz etmek daha doğru
olacaktır. Hera ve Athena’nın nefreti Troya yakılıp yıkılmadan bitmeyecektir.
Paris Troya’da
Paris günlerini Kazdağı’nda geçirmeye devam eder. Bir gün kayıp bir ineğini
ararken Troya’ya kadar gelir. Kassandra küçük kardeşini hemen tanır, hayatta
olduğunu ve derhal öldürülmesi gerektiğini haykırır. Fakat rüyanın üzerinden çok
zaman geçmesine rağmen kehanetler gerçekleşmemiştir ve Priamos oğlunun
öldürülmesini artık kabul etmez. Paris’in hayatı bir anda değişir ve basit bir
çoban iken Troya prensi olur. Yeni hayatının keyfini süren Paris doğal olarak
Aphrodit’in vaat ettiği dünyanın en güzel kadınını düşünmeye başlar.
Güzel Helena
Şimdi de dünyanın en güzel kadınını tanıyalım. Dünyanın en güzel kadını Sparta
kralı Menelaos’un karısı Helena’dır. Helena kocasını çok sayıda aday arasından
kendi seçmişti. Seçimden önce adayların arasındaki kurnaz Odyseus’un teklifi ile
bütün adaylar Helena’nın müstakbel kocasına tehlike anında yardım etme sözü
vermişti. Kısacası Menelaos tehlikeli bir kraldır. Zaten Menelaos’un ağabeyi
Miken kralı Agamemnon Akha krallarının en güçlüsüdür.
Helena’nın kaçırılışı
Paris Troya’lı diplomatların arasına karışıp Isparta’ya kadar gelir. Menelaos’un bir
cenaze töreni için Girit adasına gitmesinden yararlanarak Helenayı kaçırır. Buna
kaçırmak dememek lazım, çünkü Helena kendi rızası ile Troya’ya gider. Aphrodit
sözünü tutmuş ve Helena’yı Paris’e aşık etmiştir.
Akha ordusu
Girit’ten dönen Menelaos karısının kaçırıldığını öğrenince küplere biner. Ağabeyi
Agamemnon ile konuşur ve güçlü bir ordu ile Troya’ya gidip Helena’yı geri
getirmeye karar verirler. Akha ordusu toplanmaya başlar. Şehir devletlerinden
oluşan Akha ülkesinin kralları askerleri ile birlikte Aulis limanında buluşurlar.
-7-

Diomedes, Telamon’un oğlu Aias, kahin Nestor ve Kalchas gibi ünlü isimler
savaşa katılacaktır. Homeros İlyada’da Akha ordusunu tek tek sayar. 1.000 gemi
ve 100.000 askerlik bir ordu oluşur. Savaşa katılmak zorunda kalan iki
kahramandan özellikle bahsetmek gerekir.
Odyseus
İthake kralı Odyseus zekası ve kurnazlığı ile ünlüdür. Yaptığı hileler savaşın
kaderini değiştirecektir. Aslında savaşa katılmak istemez. Bir deli gibi davranarak,
tarlasına tuz ekermiş gibi yapar. Fakat onu Troya’ya götürmekte kararlı olan
Akhalar, Odyseus’un sabanının önüne küçük oğlu Telemachos’u koyunca durur
ve hilesi anlaşılır. Savaşa katılmaktan başka çaresi kalmamıştır. Akhileus’u savaşa
ikna etmek de ona kalır.
Akhileus
Phthia kralı Akhileus savaşın en önemli kahramanıdır. Düğünlerini bildiğimiz
Peleus ile Thetis’in oğludur. Bir ölümlü ile evlendirilmeyi içine sindiremeyen
Thetis doğan çocuklarını topuğundan tutup Styx nehrine daldırarak ölümsüz
yapmayı hayal etmiştir. Her seferinde de çocukları boğulmuştur. Akhileus
boğulmak üzere iken babası tarafından kurtarılınca, ölümsüz olmuştur. Sadece
ırmağa daldırıldığında kuru kalan topuğundan vurularak öldürülebilir.
Akhileus’un topuğu tıp diline Akhileus tandonu (aşil tandonu) olarak girmiştir.
Akhileus da Odyseus gibi savaşa katılmak istemez. Zaten kahinler Akhileus’un
savaşta öleceğini söylemektedirler. Ama kahinler Akhileus olmadan Troya’nın
alınamayacağını da söylemektedirler. Bu sebepten Ahileus Akha ordusunun
olmazsa olmazıdır. Akhileus saklanmak için ilginç bir yol seçer. Kadın kılığına
girerek cariyelerinin arasına karışır. Kurnaz Odyseus cariyelere her kadının
dikkatini çekecek değerli kumaşlar getirir. Kumaşların arasına bir de silah
koymuştur. Cariyeler kumaşlarla ilgilenirken, iriyarı bir cariye silaha uzanır.
Akhileus kendini belli etmiştir. Korkak diye anılmaktansa, Troya’da kahramanca
ölmeyi tercih eder ve orduya katılır.
İphigenia
Savaşa pek etkisi olmasa da İphigenia’dan söz etmek lazım. Agamemnon’un kızı
İphigenia’nın hikayesi Euripides’in çok ünlü bir tiyatro eseridir ve günümüzde
hala sahnelenir. Donanmanın yola çıkması Artemis rüzgarları kestiği için bir türlü
gerçekleşemez. Kahin Kalchas durumu hemen açıklar: Artemis av sırasında kutsal
geyiğini öldüren Agamemnon’dan intikam almaktadır. Rüzgar çıkması için tek
çare İphigenia’nın kurban edilmesidir. İphigenia, Akhileus ile evlendirileceği
-8-

bahanesiyle Aulis’e çağrılır. Bir takım olaylardan sonra İphigenia gerçekten


kurban edilir. Ama İphigenia ölmez ve Artemis’in yanına yükselir.
Savaş
Aulis’ten yola çıkan dev Akha donanması Anadolu kıyılarını yağmalayarak
Troya’ya kadar gelir ve Ege sahiline ordugahını kurar. Savaş bu ordugah ile Troya
arasındaki Küçük Menderes (Skamander) ovasında geçer. Birçok Anadolu’lu
komutan da destek olmak için askerleriyle Troya’ya gelmiştir. On yıl süren savaşa
tanrılar da katılır, savaş neredeyse tanrıların arasında geçer. Hera, Athena,
Poseidon, Hermes, Hephaistos ve Thetis Akhalar'ı desteklerken, Troya tarafında
Aphrodit’in yanı sıra sevgilisi Ares ve Anadolu’lu iki tanrı Apollon ile Artemis
vardır. Akhalar’ın üstün gücü ve tanrıların yardımı Troya’nın muhteşem surlarını
geçmeye yetmez. Akhalar ancak onuncu yılın sonunda ünlü savaş hilesi “Troya
Atı” sayesinde Troya’yı alabilirler.
İlyada
Savaşın son bölümlerini İlyada’da okuruz. Agamemnon bir Apollon tapınağını
yağmalayıp, rahibinin kızı Kriseis’i cariye olarak almıştır. Buna öfkelenen Apollon
Akha ordusunu veba salgını ile cezalandırır. Agamemnon Apollon’u yatıştırmak
için kızı babasına geri verip, Akhileus’un cariyesi Briseis’i alır. Bu sefer de
Akhileus öfkelenip savaşmaktan vazgeçer. Oğlunun durumuna üzülen Thetis
Zeus’tan yardım ister. Zeus Akhileus olmadan Akha’ların savaşı kazanamayacağı
sözünü verir ve tanrıların Akha’ları desteklemesini engeller. Bu Akhalar için
büyük bir kayıptır ve Akha ordusu yok olma tehlikesi atlatacaktır.
Paris savaşı bitirmek için Menelaos’a teke tek dövüşmeyi teklif eder. Kaybeden
Helena’dan vazgeçecektir. Yapılan teke tek dövüşü Menelaos kazanmak
üzereyken Aphrodit kendisine elmayı verdiği için çok sevdiği Paris’i kurtarır ve
savaşın sona ermesini önler.
İlyada’da savaş değişik kahramanlık öyküleri ile sürüp gider. Akha tarafında
Diomedes, Aias, Agamemnon, Odyseus; karşı tarafta da Hektor ve Aeneas
isimleri öne çıkar.
Zeus Kazdağı’ndan savaşı seyredip, tanrıların taraflara yardım etmesini
engelleyince Akha’ların işleri kötü gider. Hektor komutasında Troya ordusu Akha
ordugahını çevreleyen hendek ve duvarı geçip, gemilere yaklaşır. Gemilerinin
yakılması, Akha’ların yok olması demektir. Akhalar bu zor durumdan tanrı
Poseidon’un yardımı ile kurtulurlar. Hera Kazdağı’na gelip Zeus’u baştan
çıkarınca, Zeus Poseidon’un Akha’lara yardım ettiğini fark edememiştir.
-9-

Akhalar’ı zor durumdan Akhileus’un yakın dostu Patroklos kurtarır. Patroklos


Akhileus’u savaşa katılmaya ikna edemeyince, hiç olmazsa silahlarını vermesini
ister. Akhalar Akhileus’un silahlarını kuşanan Patroklos’u Akhileus zannedince
cesaretlenip, Troya’lıları geri püskürtürler. Patroklos Zeus’un oğlu ünlü Likya kralı
Sarpedon’u öldürüp, Hektor’u Troya’ya kadar sürer. Fakat Hektor Patroklos’u
batı kapısı önünde öldürüp, silahlarını alır. Dostunun öldürülmesi Akhileus’u
çılgına çevirir. İntikam almak için tekrar savaşa katılır. Annesi Thetis’in getirdiği
yeni silahlarını tanrı Hephaistos yapmıştır.
Troya’lıları çılgınca kovalayan Akhileus sonunda Hektor ile karşı karşıya kalır.
Zeus’un kader terazisinde Hektor’un ölümü belli olur. Tanrılar artık Hektor’u
desteklemez. Önce kaçan Hektor sonunda batı kapısı önünde Akhileus’un
karşısına dikilir. Athena Hektor’a kardeşi Deiphobos kılığında görünüp, yardım
sözü vererek Hektor’u dövüşmeye ikna eder. Önce mızraklar savrulur. Hektor
eğilerek kurtulur. Akhileus’u Hephaistos’un yaptığı kalkan kurtarır. Hektor kılıcı
ile Akhileus’a saldırır ama Athena Akhileus’a mızrağını geri getirmiştir. Akhileus
Hektor’u mızrak ile boynundan vurarak öldürür ve cesedini surların önünde yedi
kere sürükleyip Akha ordugahına götürür.
İlyada’nın sonunda Patroklos için yapılan cenaze töreni, Priamos’un oğlunun
cesedini almak için Akha ordugahına gitmesi, Akhileus’un Hektor’un cesedini
Priamos’a vermesi ve Hektor’un cenaze töreni anlatılır.
Kahramanların sonu
Troya’nın yardımına gelenler arasında savaşçı kadın grubu Amazonlar ve
Etiyopyalılar dahi vardır. Amazon kraliçesi Penthesilea Hektor’un ölümünden
sonra Troya ordusuna komuta eder. Akhileus tarafından öldürülür. Akhileus
Etiyopya kralı Memnon’u da öldürür.
Akhileus’un ölümü ise Paris’in attığı bir okla olur. Bildiğimiz gibi Akhileus sadece
topuğundan vurulabilirdi. Apollon Paris’in attığı oku doğru yere yönlendirmişti.
Akhileus’un silahlarını kurnazlığı sayesinde Odyseus kazanır. Silahlara sahip
olamayan Aias sinirlenip, intihar eder.
Paris ise okçu Philoktet’in attığı bir okla vurularak ölür.
Tahta at
Savaşı ancak Odyseus’un aklına gelen bir hile bitirir: Troya Atı. Akhalar tahtadan
büyük bir at yaparlar. Menelaos, Odyseus, Diomedes, Akhileus’un oğlu
Neoptolemos, okçu Philoktet ve Epeios (atı yapan) gibi kahramanlar atın içine
saklanır. Akhalar gemilerini denize indirip, giderler. Atın başında bırakılan Sinon,
- 10 -

Troya’lıları atın kentdeki Athena tapınağı için yapıldığına ve içeri almazlarsa


başlarına kötü şeyler geleceğine inandırır. Kassandra gerçeği görür ama kimseyi
ikna edemez. Aynı şekilde kahin Laakoon atın tehlikesini anlasa da, dev bir yılan
tarafından boğularak öldürülür ve Troya’lılara tehlikenin varlığını kabul
ettiremez. Troya’lılar atı şehre alırlar. Gece sessizce attan inen Akhalar, şehrin
kapılarını açıp, ateş yakarak donanmaya işaret verirler. Bozcaada’nın (Tenedos)
arkasına saklanarak işareti bekleyen Akha donanması geri döner ve Troya düşer.
Savaştan sonra
Savaşın çok kanlı bittiğin söylemeye gerek yok herhalde. Akhalar Troya’yı yakıp
yıkarlar. Bütün erkekleri öldürüp, kadınları savaş ganimeti olarak alırlar. Kurtulan
çok az erkekten biri olan Aeneas ailesiyle birlikte kaçarak İtalya’ya ulaşır.
Aeneas’ın soyundan gelen Romus ve Romulus tarihe Roma şehrinin kurucusu
olarak geçerler. Yani efsaneye göre Romalılar da Troya kökenlidir.
Akhaların geri dönüşü kolay olmaz. Birçoğu çıkan fırtınada hayatını kaybeder.
Odyseus çıkan fırtınada yolunu kaybeder ve kenti İthaka ve karısı Penelope’ye
ulaşması on yıl daha sürer. Odyseus’un fırtınadan sonra başından geçenleri
Homeros Odysseia destanında anlatır.
Agamemnon evine ulaşabilse de, karısı Klytaimestra ve karısının sevgilisi
tarafından öldürülür.
Savaşın baş sorumlularından olan Menelaos’un ve karısı Helena’nın Sparta’ya
ulaşıp, eski hayatlarını sürdürmeleri de ilginç bir sondur.

TROYA KAZILARI
Savaştan sonra küçülen, basit bir kutsal alana dönüşen ve sonra da tamamen
kaybolan Troya, Avrupalıların gözünde her zaman merak ettikleri bir masal
şehrine dönüşmüştür. Troya’yı tekrar bulup kazan, aslen bir tüccar olan Alman
Heinrich Schliemann’dır. İlk kazılar ile ilgili bilgilerimiz Schliemann’ın kendi
yazdıklarıdır.
Schliemann çocukken babasının hediye ettiği Troya ile ilgili kitaptan çok
etkilenmişti. En büyük hayali Troya’yı bulmaktı. Yabancı dillere karşı büyük
yeteneği vardı ve sayısız yabancı dilin yanı sıra Eski Yunanca’yı da öğrenerek
Homeros’u aslından okumuştu. Hayata zor şartlarda başlasa da, ticaret yaparak,
şansının da yardımıyla ciddi bir servetin sahibi olduktan sonra Homeros’un
- 11 -

peşine düştü. Önce antik kahramanların peşinden Yunanistan’ı gezip, sonra da


1870 yılında Troya’yı bulmak amacıyla Çanakkale’ye geldi. Troya olduğu iddia
edilen Pınarbaşı onu tatmin etmemişti, çünkü Homeros’un anlattıklarına tam
uymuyordu. O Homeros’un tariflerinin tamamen gerçek olduğunu kabul edip,
Homeros’a sağdık kalmayı tercih ediyordu. İlk kazısına Amerikalı konsolos Frank
Calvert’in çok sayıda antik kalıntı olduğu için satın aldığı ve Homeros’un
anlattıklarına çok uyan Hisarlık tepesinde başladı ve Troya’yı tekrar bulup, ilk
kazan kişi olarak tarihe geçti. Buraya kadar Schliemann’dan övgü ile
bahsedilebilir, ama yaptığı kazılar için aynı şeyi söylemek mümkün değildir.
Zaten konunun uzmanı olmayan Schliemann yaptığı kazılarda sadece Troya’nın
varlığını ispat edecek buluntuların peşinden koşmuş ve bir şeyler bulmak
umuduyla kazdığı ören yerini harap etmiştir. 1873’de bulduğu ve “Priamos’un
hazinesi” adını verdiği çoğunluğu altından oluşan buluntulara ulaşana kadar
yaklaşık 15 metre yüksekliğinde arkeolojik katmanı yok etmiştir. Ayrıca Priamos
hazinesini gizlice Atina’ya kaçırmıştır. Yunan karısı Sophia’nın hazineyi oluşturan
ziynet eşyası ile çekilmiş fotoğrafları çok ünlüdür. 2. Dünya Savaşına kadar
Berlin’de sergilenen Priamos hazinesi, savaştan sonra kaybolmuş ve 1994 yılında
Moskova’da tekrar ortaya çıkmıştır. Şu anda Moskaova’da Puşkin Müzesinde
sergilenmektedir. Osmanlı hükümetinin verdiği cezayı fazlasıyla ödeyen
Schliemann yardımcısı mimar Wilhelm Dörpfeld ile kazılara devam etmiştir.
Schliemann ölmeden önce, Priamos hazinesini Priamos’un şehrinin altındaki
daha eski yerleşim katlarında bulduğunu ve hazineye ulaşmak için Priamos’un
şehrini tahrip ettiğini anlamıştır. Kazı çok kötü ve beceriksizce yapılmış olabilir,
ama antik efsanelerin doğru olabileceğini göstererek, arkeoloji ve onun sağ kolu
arkeolojik kazılarda bir çığır açmıştır. Troya’dan sonra Agamemnon’un şehri
Miken ve devamında Girit Adası’nda yapılan kazılar arkeolojide bir devrimdir.
Dörpfeld’den sonra Carl Blegen 1932-1938 yılları arasında kazıları sürdürmüştür.
50 yıllık aradan sonra Tübingen Üniversitesi’nden Prof. Manfred Korfmann
başkanlığında enternasyonal bir ekip çok modern yöntemlerle kazılara tekrar
başlamıştır. Manfred Korfmann yöre halkı ile çok iyi anlaşıp, bölgede “Osman”
lakabıyla anılmıştır ve belki de Schliemann’ın bıraktığı kötü ismi silmiştir.
2013’ten beri Prof. Rüstem Aslan başkanlığında bir Türk ekip kazıları
sürdürmektedir.
İyi veya kötü, Schliemann’ın Troya’da yaptığı kazı arkeolojinin gelişmesinde
önemli bir olaydır ve ünlü Troya kentini daha da ilginç bir hale getirmiştir.
- 12 -

GEZİ
İyi bir tur yapabilmek için öncelikle anlattıklarımızı kendimiz anlamalıyız. “Bu
surlar MÖ 1300, 6. kent” deyip geçersek, anlattıklarımızın hiçbir anlamı olmaz.
Troya’yı anlamak için ilk kurulduğu dönem olan tunç devrinin inşaat tekniğini,
aşağıda anlatılan höyük ve akropol kavramlarını mutlaka bilmeliyiz.

Höyük
Anadolu mimarisinin Tunç devrinde (MÖ 3000 - 1200) kullanılan en önemli
malzemesi “kerpiç” tir. Anadolu turlarında hala kerpiçten yapılmış evler
görebiliriz. Kerpiç üretilmesi en kolay inşaat malzemesidir. İçine saman katılmış
killi toprağın su katılarak çamur haline getirilmesiyle yapılır. Çamur sıkıştırılır,
tuğla şekline getirilir ve güneşte kurutulur. Güneşte kurutmak büyük bir
avantajdır, çünkü fırın gerektirmez. Kurutma sırasında büzüşen tuğlanın
çatlamasını içine konan saman önler. Kerpiçin ömrü uzun olmasa da, çok kolay
imal edilebildiği için ideal bir malzemedir. Ayrıca ısıyı iyi iletmediği için yazın
serin, kışın ılık bir mekan sağlar. Temelleri taştan yapılmış bir evin duvarları
kerpiçle kolayca örülebilir. Çatı ise ahşap ve çamurdan yapılmış sıva ile kapatılır.
Dolayısıyla Anadolu’da tunç devri kentleri genellikle kerpiç binalardan oluşur.
Bazı felaketler böyle bir kenti kısa sürede yerle bir edebilir. Su baskını, deprem,
yangın veya düşman saldırısı sıklıkla rastlanan felaketlerdendir. Böyle bir
felakette kerpiç tuğlalar dağılır ve tekrar kullanılamayacak hale gelir. Eğer kent
sakinleri felaketin ardından aynı yerde yaşamaya devam etmek isterlerse,
evlerini yeniden yapmaktan başka şansları yoktur. Yıkılan kerpiç evlerin
enkazında işe yarar fazla bir şey kalmaz. En çok kullanılan eşya olan çanak
çömlek muhtemelen kırılmıştır. Varsa metal eşya biraz uğraşıp kurtarılabilir
belki, ama enkazı kaldırmanın bir faydası yoktur. Yapılacak en iyi şey enkazın
üzerine çıkıp tepinerek zemini düzleştirmek ve sağlamlaştırmaktır. Bu zeminin
üzerinde de yeni kent oluşur. Yeniden kurulacak kenti biraz büyütmek akıllıca bir
iştir. Zaten kent zaman içinde büyümüş, insanlara yaşadıkları mekan zaman
içinde dar gelmiştir. Böylece enkazın üzerine, eski kentin sınırlarının dışına taşan,
biraz daha gelişmiş bir kent inşa edilir. Enkazın yüksekliği yıkılan evlerin
büyüklüğüne bağlı olarak 1 - 2 metreye kadar çıkabilir. Yeni kentin daha yüksek
bir zeminde olması istenen bir şeydir, düşman saldırısı veya su baskını gibi
durumlarda faydalıdır. Eski kent bir enkaz katmanı olarak altta kalır. Kırık çömlek
parçaları, yemek artıkları, gözden kaçmış metal malzeme veya evin içinde
- 13 -

bulunan mezarlar gibi şeyler de bu katmanın içinde kalır. Yeni kent de bir
felaketle karşılaşıp, enkaz haline gelecek ve enkazın üzerinde başka bir yerleşim
oluşacaktır. Bu böyle sürüp gider ve ortaya bir tepe çıkar. İçinde yerleşim
katmanları (enkazları) olan böyle tepelere “höyük” denir. Anadolu’da kazılmış ya
da kazılmamış binlerce höyük vardır. Ortasından boylamasına ikiye bölüp
masaya koyduğumuz bir soğan, höyüğü anlamak için iyi bir örnektir. Soğanın
kabukları yerleşim katmanı ya da enkazıdır.
Troya’da MÖ 3000 - 1000 yılları arasında üst üste yedi ayrı kent var olmuştur. Bu
kentler alttan yukarı doğru Troya I, II, III, IV, V, VI, VII diye adlandırılır. Yedi ayrı
kentin içinde toplam 50’den fazla yerleşim katmanı vardır. Bu katmanlar höyüğü
15 metre kadar yükseltmiştir. Kaba bir hesapla 40 yılda bir, ortalama 30 cm
yüksekliğinde bir enkaz veya yerleşim katmanı oluştuğunu bulabiliriz. Bu
katmanlar kerpiçin ana inşaat malzemesi olduğu dönemler için geçerlidir. Taştan
yapılan şehir surları yangın veya su baskını gibi felaketlerde kolayca yıkılmaz ve
kullanılmaya devam edilir. Taşın yaygın olarak kullanıldığı Yunan yerleşiminde
katmanlaşma olmamıştır. Taş binalar yıkılsa bile enkaz temizlenip, taş malzeme
tekrar kullanılmıştır. Troya’da Yunan dönemi (VIII), Roma dönemi (IX) ve Bizans
dönemi (X) höyüğün üzerinde yer alırlar.
Yukarda anlatılanlar ideal şartlar içindir. Bir felaket kentin tamamını değil, belli
bir bölümünü yıkabilir. Taştan yapılmış surlar arka arkaya gelen çok sayıda
yerleşim tarafından kullanılmış olabilir. Bunun sonucunda her şey iç içe girer.
Troya böyle bir örnektir. En modern yöntemlerle bile böyle bir yerleşimi kazmak
mümkün değildir. Belli bir katmana ulaşmak için üstündeki katmanları
kaldırmaktan başka çare yoktur. Tabii ki kaldırılan katmanlar belgelenir ve
kayıtlara girer. Troya kazısı başladığında bu bilgiler olmadığı ve amaç sadece
Priamos’un şehrini bulmak olduğu için üst katmanların büyük kısmı
belgelenmeden yok olmuştur.

Akropol
Troya da en eski yerleşimin çapı 90 metre kadardır. Onun üstüne kurulan ikinci
kentin çapı 110 metre kadardır. En güçlü kent olan Troya VI ilk yerleşimin 3 katı
kadar bir alan kaplar: 20.000 m² ( 20 dönüm veya 2 hektar). Kısacası gezdiğimiz
yer çok küçüktür. Çünkü bizim gezdiğimiz yerler Troya kentlerinin sadece
akropolüdür. Akropolün ne anlama geldiğini bilmek lazım. Eski Yunanca’dan
alınan kelime “yukarı kent” diye tercüme edilebilir. Yukarı kent yöneticilerin veya
soyluların yaşadığı, daha yüksekte kurulmuş, surlarla korunan yerdir. Her kentin
- 14 -

siyasal bir yöneticisi yani kralı vardır. Siyasal yöneticinin yanı sıra askerlerin
komutanı da önemli bir kişidir. Diğer bir önemli kişi de dini lider veya rahiptir.
Bazen kral aynı zamanda askerlerin de komutanlığını üzerine almış olabilir. Hatta
bazen kral siyasi, askeri ve dini liderdir, yani rahip kraldır. Kentin yönetiminde
siyasi, askeri ve dini konularda söz sahibi olan veya olanlar aileleri ile birlikte
yukarı kentte yaşarlar. Bu yönetici sınıfının yardımcıları, hizmetçileri ve benzeri
kişiler de kendilerine akropolde yer bulabilirler. Normal vatandaşların yani halkın
yaşadığı yer “aşağı kent” tir. Soyluların yaşadığı akropol en iyi malzemelerle inşa
edilir. Aşağı kent ise çok daha basit binalardan, basit barınaklardan oluşur. Bu
sebeple aşağı kentten günümüze çok az iz kalmış olması normaldir. Troya kazıları
arkeolojik buluntuların olduğu akropol üzerinde yoğunlaşmıştır. Biz Troya’da
sadece akropolü gezeriz. Troya’nın aşağı kenti uzun süre tartışma konusu
olmuştur. Son dönemde Korfmann’ın yönettiği kazılarda Troya’nın aşağı kenti
modern yöntemlerle araştırılmış ve kesin olarak ispatlanmıştır. Troya’nın aşağı
kenti otobüsle parka girerken solumuzdaki, veya başka bir tarifle odeonun
karşısındaki Roma hamamının arkasındaki alandır.

Aşağıdaki Troya zaman çizelgesi, Troya kesiti ve planı Korfmann’ın kitaplarından


aldım.

Troya I MÖ 3000 - MÖ 2500


Troya II MÖ 2500 - MÖ 2300
Troya III MÖ 2300 - MÖ 2200
Troya IV MÖ 2200 - MÖ 1900
Troya V MÖ 1900 - MÖ 1750
Troya VI MÖ 1750 - MÖ 1200
Troya VII MÖ 1200 - MÖ 1000
Troya VIII Yunan MÖ 800 - MÖ 100
Troya IX Roma MÖ 100 - MS 500
Troya X Bizans MS 400 - MS 1000
- 15 -

Kesit

Plan
- 16 -

GEZi

Troya’yı gezerken kullanacağımız planı inceleyince ören yerinin çok da karışık


olmadığını görürüz. Göstereceklerimiz genellikle Troya II (sarı) ve Troya VI’dan
(kırmızı) kalmıştır. Kente doğu tarafından girip, Troya VI ile başlarız. Batıya doğru
ilerleyince biraz alçalarak Troya II seviyesine kadar geliriz. Gezinin ortasında
Troya I’i de (bej) gördükten sonra da ören yerinin batı ucunda tekrar Troya VI ya
ulaşıp surların dışına çıkarız. Güney surlarının dışından Troya VIII (mavi, Yunan)
ve Troya IX (mor, Roma) dan geçerek turu bitiririz.

Planda tur yolu ve üzerindeki tabelalar gösterilmektedir. 2019’da yapılan ahşap


gezi yolu plana tamamen uyar. Ben bu plana sağdık kalıp, her bir noktada neler
anlatacağımızı sıralamak istiyorum. Troya’yı anlatabilmek için mutlaka
Schliemann’ın kazısından da söz etmek gerekir. Ayrıca gösterilen yerlerin efsane
ile olan bağlantısı da ilginçtir. Gezide hem Troya efsanesi, hem de kazılara
değinip, bulunduğumuz yerleşim katının özelliklerini anlattım.

(A) Troya Atı


Troya Atı ören yerine girer girmez karşımıza çıkar. 1975 yılında müze müdürü
İlhan Akşit tarafından yaptırılmıştır. Birkaç kere tamir edilmesine rağmen ilk
yapıldığı gibidir. Ören yerine giren turistleri hemen etkiler.
Ben Alman gruplarla Troya’ya gelince, geziden sonra çok vakit vereceğimi, atın
fotoğrafını da gezinin sonunda çekmelerini söyler, hemen tura başlardım. Fakat
Uzakdoğulu grupların fotoğraf çekme merakı düşünülürse, belki de önce fotoğraf
molası verip sonra geziye başlamak daha uygun olur. Karar sizin.
(1a) İnfo tabelası
İlk tabeleda yukardaki kesit ve plan yer alır. Duruma göre (zaman darlığı veya
bolluğu, kalabalık) bu tabelanın önünde genel bilgi verilebilir. Bence zaten tura
başlamadan evvel Troya’da neden üst üste birçok yerleşim katı olduğu ve nasıl
oluştuğu mutlaka anlatılmalıdır. Bunu henüz yapmayan rehber için bu tabela iyi
bir fırsattır. Bu tabelanın önünde her zaman gruplar olduğunu ve tabela ihtiyaç
duymadan anlatma becerisi edinmeyi tavsiye ederim. Troya’daki diğer info
tabelaları rehberin işini çok kolaylaştırır. Tabelalarda durduğumuz yerin hangi
- 17 -

yerleşim katı olduğu, tarihi ve kentin neresine denk geldiği gösterilmiştir. Bu


tabelaları tanırsak, göz ucuyla baktığımız da bile ne anlatacağımızı hatırlarız.
(B) Pithos bahçesi
Tabeladan sonra ören yerine doğru ilerlerken sağımızda Korfmann’ın Pithos
bahçesi dediği alandaki dev pithosları görürüz. Hepsi Troya’da bulunmuştur ve
orijinaldir. Pithos büyük küplere arkeolojide verilen isimdir. Neolitik dönemden
beri zeytinyağı, şarap gibi sıvılar veya buğday gibi besin maddeleri koymak için
yapılmışlardır. Genellikle yarısı toprağa gömülmüş şekilde kullanıldıkları için
birçoğunun dibi düz değil oval veya sivridir. Ölü gömmek için de kullanılmışlardır.
Alanda sergilenen künkler ise Roma dönemindendir.
Burada durup pithos anlatan bir rehbere şimdiye kadar hiç rastlamadım.
(1b) Kazı infosu
Kazı yerine gelince 1b tabelasının önünde dururuz. Bu tabelada Troya kazıları
anlatılmaktadır. Tura başlamadan evvel Schliemann’ın kazıları hakkında bilgi
vermek gerekir. Ben tura başlamadan evvel Homeros, İlyada, Troya efsanesi,
kerpiç evlerin enkazlarının katmanlaşması ve Schliemann’ın kazılarını mutlaka
anlatırım. Bunu genellikle otobüste yaparım. Eğer grup zaten çok ilgili değil,
benim anlatacak malzemem bitmesin diye hiçbir şey anlatmadan Troya’ya kadar
gelmişseniz, atın önünde efsaneyi, (1a)’nın önünde yerleşim katmanlarını ve
burada (1b)’nin önünde kazıları anlatmak mantıklı olabilir.
Dikkat edilirse daha “Troya I şöyleymiş, Troya II böyleymiş, Troya III ise…”
şeklinde hiçbir şey anlatmadım, gezerken anlatacağım. Bol vaktiniz varsa
yerleşim katlarını önceden anlatmak yanlış değildir, amma velakin bu sıkıcı bir
konudur, tarihlerden ve tekrarlanan bilgilerden oluşur ve ilgiyi azaltabilir. Önce
genel konularla başlayıp, sonra da gezi sırasında Troya kentlerinin özelliklerini
anlatmak bana her zaman daha mantıklı gelmiştir.
(1b) tabelasının önünde durunca artık Troya’yı görürüz. Durduğumuz yer kentin
güneydoğusudur. Troya VI’nın muhteşem surları karşımızdadır. Hemen
solumuzda Yunan dönemi bouleterionu (meclis binası) vardır.
(2) Genel bakış ve Troya VI (MÖ 1750 -1200)
Hemen sağımızdaki merdivenleri çıkarak Troya’ya tepeden bakabiliriz. Ben
buraya genellikle çıkmam, çünkü fazla yüksek olmadığı için çok fazla bir şey
kazandırmadığı halde, aynı yolu çıkıp tekrar inmek gerektirir. Ama anlatılan yere
tepeden bakmanın iyi bir tarz olduğunu kabul etmek gerekir. Vaktiniz varsa veya
vakit geçirmek istiyorsanız çıkmanızı tavsiye ederim. Bu noktadan Troya
- 18 -

akropolünün kapladığı alan, son kazıları koruyan branda ve Troya VI’nın surları
gösterilebilir.
Biz sağdaki merdivenleri inip, (1b)’den (3)’e doğru giden yolun üstünde (2)’nin
tam altında duralım. Şu anda Troya VI’nın doğusunda, surlarının dibinde
duruyoruz. Bu surlar Troya VII döneminde de kullanmıştır. Efsaneye göre bu
surları kral Laomedon tanrı Poseidon’a yaptırmıştır. Surların kalınlığı 4 - 5 metre
arasında değişmektedir. Kireçtaşından büyük bloklarla yapılmışlardır. Taşların ne
kadar iyi işlendiği dikkati çeker. Özellikle surlara bakarken tam solumuzda kalan
doğu kulesi, taş işçiliğinin kalitesini en iyi gördüğümüz bölümdür. Bu kule surlara
sonradan eklenmiştir. Surlar yukarı doğru bir eğim yaparlar. Alt kısımları daha
kalın, yani sağlam yapılmıştır. Surların yüksekliği 6 metre kadardır. Surlar kerpiç
tuğlalar ile yükseltilmişlerdir. Surların gerçek yüksekliğinin 10 metreye ulaştığı
tahmin edilmektedir. Tabii ki bu kerpiç bölümden hiçbir iz kalmamıştır. Yaklaşık
550 metrelik bu surların 330 metre kadarı günümüze ulaşabilmiştir. Surların
üzerinde yukarıdan aşağıya doğru inen, çok iyi işlenmiş düşey çıkıntılar vardır.
Surların yatay kesiti sanki testere dişi gibidir. Bu testere dişinin mantıklı bir
açıklamasına şimdiye kadar rastlamadım. Estetikten, statiğe çok açıklama olsa
da, bence testere dişi hala sırrını korumaktadır. Kesin olan, surların düz
kenarlardan oluşan bir çokgen olduğudur. Şöyle de tarif edebiliriz: Troya VI’nın
surlarının daire veya elips şeklinde olduğu planda görülmektedir. Fakat sur
duvarları hep düz kenarlardan oluşur. Surların yuvarlak plana uyduğu yerlerde
düz kısa sur parçaları birbirine geniş açı ile birleştirilerek yuvarlaklık sağlanmıştır.
Tam bu bitişme kenarlarında da testere dişleri vardır.
Akha ordusu Troya’yı kuşattığında bu surlarla karşılaşmıştı. Bu surları aşmak için
o zamanki silahların işe yaramayacağı, tahta at gibi bir hilenin gerekli olduğu
hemen anlaşılır. Savaşın ne zaman olduğu uzun uzun tartışılmıştır. Korfmann’ın
da kabul ettiği genel kanı şudur: Bir deprem Troya VI’nın surlarına ve evlerine
hasar vermiştir. Surlar hemen onarılmış, surların iç kısmında bazı yeni binalar
oluşmuş ve Troya VII’nin ilk katmanı olan Troya VIIa kurulmuştur. İşte bu Troya
VIIa depremden 10 yıl sonra Troya Savaşını yaşayan kenttir. Arkeologların Troya
VIIa’da tespit ettiği yangın izleri de savaşın bir kanıtı olabilir. Kısaca söylemek
gerekirse “Priamos Troya VI’nın sonunda, Troya VII’nin başında bu surların
içinde” yaşamıştır. Savaş için mutlaka bir tarih vermek gerekirse yaklaşık olarak
MÖ 1190 denilebilir.
Savaştan sonra Troya VII bu surları kullanmaya devam etmiştir. Troya VII savaşın
zararlarından kurtulamaz küçülerek yok olur. Onun üzerinde hellenistik yerleşim
ve bir kutsal alan oluşmuştur (Troya VIII).
- 19 -

Doğu girişinde durduğumuz Troya VI (MÖ 1750 – 1200) Anadolu’nun önemli


tunç devri yerleşimlerinden biridir. Kent dört teras üzerine kurulmuştur. Hitit
İmparatorluğunun çağdaşıdır. Hititler’in Troya’ya “Wilusa” dedikleri kabul
edilmiştir. Coğrafi konumu Troya’yı çok önemli bir liman ve ticaret merkezi
yapmıştır. Kazılarda bulunanlar Troya’nın antik dünyanın her köşesiyle ticari
ilişkisi olduğunu göstermektedir.
Devam etmeden önce çevremizi inceleyelim. Aslında iki duvarın arasında
duruyoruz. Birkaç metre arkamızda başka bir duvar var. Bu duvar (2)’nin tam
altındadır. Dikkat edersek bu duvarın standart taşlardan yapıldığını ve çok daha
iyi bir işçiliğe sahip olduğunu açıkça görürüz. Bu duvar hellenistik dönemde
(Troya VIII) yapılmıştır ve Troya VII’nin üzerinde oluşan Athena tapınağının kutsal
alanının (temenos) dış duvarıdır. Her şeyin ne kadar iç içe girdiğinin güzel bir
örneğidir bu. Hellenistik duvarı yapanlar Priamos’un surlarından
yararlanmamışlardır. Belki de hemen yakında enkazın altında bir duvar
olduğunun farkında bile değillerdir.
(3)’e doğru yürürsek doğu kapısından kente gireriz. Troya’nın batı ve güney
surlarındakilerle birlikte üç kapısı vardır. Kapılar surların en zayıf noktasıdır.
Genellikle ahşaptan yapılmışlardır. Savaşta düşmanın şehre girmek için yapacağı
tek şey kapılardan birini koç boynuzu gibi araçlarla kırmak veya yakmaktır. Bu
nedenle kapıların çevresi çok tahkim edilmiştir. Plana bakılırsa kapının tam
önünde surların bir çıkıntı yaptığı ve kapıyı ön taraftan koruduğu anlaşılır.
Doğu kapıdan şehre girince bir merdivenle karşılaşırız. Merdivenleri çıkarken
solumuzda Troya VI’nın megaronlarının temellerini görürüz. Megaron dikdörtgen
planlı, genellikle tek bölümden oluşan evlere verilen addır. Yaşam megaronların
içinde olmuştur. Evin ocağı da megaronların içinde bulunmaktadır. Artık
akropole girdik, dolayısıyla bu megaronların soyluların belki de Priamos’un evi
olduğunu tahmin edebiliriz. Bu akropolün büyüklüğü yaklaşık 20.000 m² dir.
(C) Flora fauna
(3)’e gelmeden önce Troya’nın flora ve faunasını anlatan bir tabelayı görürüz.
Genellikle önünde durmadan geçerim. Hemen hemen her Troya turunda sincap
görebileceğinizi ve ağaçların çoğunun meşe olduğunu hatırlatırım.
(3) Kuzeydoğu burcu terası
Gezinin en yüksek noktasına çıktık ve buradan çevreyi inceleyebiliriz. Karşımızda
Çanakkale boğazının girişini ve Avrupa yakasında Çanakkale Şehitleri Abide’sini
görebiliriz. Aşağıda Homeros’un Skamander dediği Küçük Menderes nehrinin
- 20 -

delta ovası uzanır. Aslında bu ova nehrin taşıdığı alüvyonlarla, gemilerin


barınmasına elverişli bir koyu doldurarak oluşmuştur. Bu koy İstanbul’daki
Haliç’e benzetilebilir. Korfmann Troya’nın zenginliğini bu liman ve rüzgarlara
bağlamıştır. Bölgede sürekli esen poyraz (kuzeydoğu rüzgarı) eski dönemlerin
basit gemilerinin boğazı geçmesini zorlaştırmıştır. Uygun hava şartlarını bekleyen
gemilerin sığındığı bu liman, onu kontrol eden Troya’nın gelişmesinin temel
sebebi idi. Durduğumuz terasın altında Troya VI surlarının kuzeydoğu burcu
(bastion) vardır. Ama burcu göremeyiz.
(4) Athena tapınağı (MÖ 300 – MS 400)
Bu tabelanın numarasının planda biraz fazla sola kaydığı, aslında hemen (3)’ün
yakınında olduğunu hatırlatırım.
Bulunduğumuz terasın üzerinde İskender’den sonra MÖ 300’lü yıllarda Roma
dönemine kadar kullanılacak bir Athena tapınağı yapılmıştı. O dönemin yerleşimi
küçük olmasına rağmen, tapınak sayesinde geçimini sağlamıştı. Çünkü çok sayıda
gezgin antik çağda da Hektor ve Akhileus’un savaştığı yeri görmek için Troya’ya
gelip, tapınağa adaklar bırakıyordu. Tapınak Troya surlarının üstüne yapılmıştır.
Tapınaktan çok az şey kalmıştır. Zaten Schliemann 1871 de kazıya başladığında
Hellenistik ve Roma döneminden kalan malzeme başka binalarda kullanılmak
üzere (devşirme malzeme) çoktan götürülmüştü. Geziye devam edip
merdivenleri inerken yolda gördüğümüz mermer bloklar tapınaktan son
kalanlardır.
(5a) Troya II surları (MÖ 2500 - 2300)
Terastan aşağı inince Troya II’nin seviyesine geliriz. Yola devam edince sağımızda
Troya II’nin surlarını görürüz. Bu bölüm Korfmann tarafından kazılmıştır. Alt
kısmı taşlardan oluşan sur duvarı kerpiç tuğlalarla yükseltilmiştir. Duvarın kerpiç
kısmından kalan bölümü kazılar sırasında aynı malzeme ile, yani kerpiçle koruma
amaçlı kaplanmıştır. Troya II’nin yangınla sona erdiği tespit edilmiştir. Bu
nedenle koruyucu tabakaya kırmızımtırak bir renk verilmiştir. Surlar Troya III
tarafından da kısmen kullanılmıştır.
(5b) Megaron (MÖ 2300 - 2200)
Duvarın arkasında ve duvara bitişik durumdaki bir megaron da aynı dönemde
kazılmıştır. (5b) tabelasının önünde durunca megaronun içine doğru bakmak
mümkün olsa da fazla bir şey görülmez. Yine de şunları bilmekte yarar var:
Megaron 1998/99 yıllarında kazılmış, radyokarbon metodu ile MÖ 2290 - 2200
tarihleri arasına tarihlenmiştir. Buluntulara dayanarak megaronun Troya II ve
- 21 -

Troya III döneminde kısmen dini amaçlarla kullanıldığı düşünülmektedir.


Ortasında bir ocak bulunmuştur. Duvarları sıvalıdır ve zeminde sazlardan
yapılmış örtülerin izi vardır. Megaron bir yangınla yıkılmıştır. Uzaktan dikkati
çeken branda, koruma amaçlı olarak bu megaronun üstüne gerilmiştir. Branda
tepenin Schliemann kazıya başladığındaki yüksekliğine denk gelir.
(5) Troya I surları (MÖ 3000 - 2500)
Kerpiç duvarı geçince, zeminin altında kalan bir sur parçası ve kule kalıntısı
görürüz. Bu sur en eski yerleşime aittir. Bu surları hemen ilk başta gördüğümüz
surlarla kıyaslayalım. Geziye başladığımız doğu surları birbirine uyan iyi işlenmiş
büyük taş bloklardan yapılmıştı. Burada ise küçük taş parçaları üst üste koyularak
bir duvar oluşturulmuştur. Bu duvar Priamos şehrinin surlarına kıyasla
gecekondu gibi durmaktadır.
(6) Troya II (MÖ 2500 - 2300)
Üç tane suru geçerek, bütün yerleşimlerin içine girmiş durumdayız. Troya II’nin
seviyesindeyiz. Bulunduğumuz yeri kazacak olsak, altımızda Troya I’in
kalıntılarına ulaşırız. Buna karşılık üzerimizde yer alan diğer kentlerden hiç iz
kalmamıştır. Üzerimizde 10 - 15 metre yüksekliğinde yerleşim katları olmalıdır,
ama bunlar Schliemann’ın kazılarının sonucunda yok olmuştur. Bütün toprak
taşıma işinin üç yılın yaz aylarında kazma kürekle yapıldığını ve arada dev taş
blokların olduğunu düşünürsek, Schliemann’ın hızını ve hırsını çok iyi anlarız.
İnfo tabelasının arkasında Troya II’de bulunan birkaç megarondan birinin
temelleri görülür. Burası da yönetici sınıfın ve soyluların yaşadığı akropoldür.
Çapı 110 metre kadar bir alanı kaplamıştır. Son kazılarda aşağı kentinin varlığı
kanıtlanmıştır. Troya II önemli bir yerleşimdir. Buluntular metal ve keramik
işçiliğinin üst düzeyde olduğunu göstermektedir.
Yeri gelmişken hiç söz etmediğimiz Troya III, IV ve V ten bahsedelim. Bu yerleşim
katları buluntulara ve enkaz kalınlıklarına bakılırsa daha az önemlidirler. Zaten
kazılar sırasında büyük ölçüde yok olmuşlardır. Bu yerleşimlerden turistlere
gösterebilecek bir şey kalmamıştır. Aslında dikkat edilirse Troya VI’da çok zarar
görmüştür. Troya VI’dan kurtulanlar, Troya II’nin çevresinde yer alan megaronlar
ve şehir surlarıdır.
(7) Troya I (MÖ 3000 - 2500)
Hemen yanımızdaki incir ağacının öbür tarafında kanal gibi uzanan bir çukur
görürüz. Bu Schliemann’ın bir şeyler bulmak için açtığı yarmadır. Yarmanın içinde
ilk yerleşimin izlerini görürüz. Troya I’in akropolünün çapı yaklaşık 90 metre idi.
- 22 -

Aşağıda gördüklerimiz megaronların temelleridir. Yan yana dizilerek, yan


duvarları ortak kullanmışlardır. Buradaki temeller yapılırken taşlar yatay değil,
çapraz şekilde üst üste dizilmişlerdir. Bu tekniğe “balık sırtı” denir. Herhalde
burada turistlere söylenebilecek tek şey de budur. Zaten Troya I çok
araştırılmamıştır.
(D) katmanlar
Yürümeye devam edince karşımızda tepe gibi bir toprak bloğu görürüz. Bu
kısımda üst üste yığılmış kerpiç enkazları vardır. Dikkatlice baktığımızda bile
aslında pek bir şey anlamayız. Başından beri konuştuğumuz katmanların
çözülmesi kolay bir iş değildir. Şu ana kadar anlattıklarımızın binlerce insanın
yüzyılı geçen bir sürede verdiği emeğin sonucu olduğunu unutmamalıyız.
Katmanlara baktığımız bu noktada aslında Troya II’nin surlarının üzerinde
durmaktayız. Bulunduğumuz ahşap yoldan aşağıya doğru bakarsak surları
görebiliriz.
(8) Rampa
Doğudan girip, merkezine kadar gittiğimiz Troya yerleşimlerinin batı tarafından
dışarı çıkmaya başlıyoruz. Yolu takip edince Troya II’nin rampalı kapısına geliriz.
Bu rampa bulunduğu gibidir, ama ciddi bir onarım görmüştür. Taş plakalarla
kaplıdır. Kapıların kent surlarındaki en zayıf nokta olduğunu daha önce
konuşmuştuk. Kapı aşağı kentin zemininden yüksekte yapılarak herhangi bir
saldırı zorlaştırılmıştır. Rampanın iki yanında surların taş temelleri görülebilir.
Bunların taş işçiliği de Priamos’un duvarlarına kıyasla daha basittir. Surların üst
kısmı daha evvel (5a)’da gördüğümüz gibi kerpiç tuğlalardan yapılmıştır. Bu
etkileyici rampa bize Troya II’nin önemini çok iyi göstermektedir. Troya II bir
yangınla yok olmuştur ve yaklaşık 2 metre kalınlığında bir yangın enkazı
bırakmıştır. Bu rampanın hemen sağında Schliemann ünlü hazineyi bulmuştur.
Yangın izi, Homeros’ da adı geçen batı kapısı ve hazinenin bulunması
Schliemann’ın Priamos’un şehrine ulaştığına inanmasına sebep olmuştur.
Dolayısıyla hazineye de “Priamos’un hazinesi” denmiştir. Schliemann aslında
yarmaları ile Priamos’un şehrini harap ettiğinin ve hazinenin Priamos’dan 1000
yıl kadar önce var olduğunun farkında değildir. Yanlışını Dörpfeld’in
çalışmalarından sonra, ölmeden önce anlamıştır.
(9) Saraylar
Rampadan sonra yukarı doğru çıkarız. Burada solumuzda bazı duvarlar görürüz
ve tekrar Troya VI’nın kalıntılarına ulaşırız. Bu duvarların inşaat tekniği açısından
gezinin başında gördüğümüz sur duvarlarına benzediğini hemen fark ederiz.
- 23 -

Gördüklerimiz sur duvarları değildir, ama aynı ustalıkla yapılmıştır. Bu duvarlar


megaronların duvarlarıdır. Üst katların kerpiç tuğlalarla yapıldığını tekrarlayalım.
Megaron yerine saray demek belki de daha doğrudur, çünkü soylular bu
binalarda yaşamıştır. Megaronların hemen yanında Priamos’un surlarının batı
kısmının temelleri kalmıştır. Homeros’da anlatılan birçok sahne belki de bu
civarda geçmiştir. Helena’nın surların üzerinde kayınpederi Priamos’a tek tek
Akha’lıları tanıtması veya Priamos’un savaşı seyretmesi eğer gerçekse, surların
bu kısmından olmuştur. Bu noktadan Küçük Menderes ovasına ve çevremize de
bakarız. Uzaklarda görülen bir tepe Bozcaada’dır (Tenedos). Akhalar Troya’lıları
yanıltmak için gemilerini bu adanın arkasına saklamışlardır.
(10) Sunaklar ve aşağı kent
Troya VI’nın dışına çıkınca Troya yerleşimlerini doğudan batıya geçmiş oluruz.
Sağımızda bir kutsal alan görürüz. Burada geç dönemlerde yapılmış sunaklar yer
alır. Troya VII sona erdikten sonra Homeros’un etkisinde kalan ziyaretçiler
Troya’yı ziyaret etmeye devam etmiş ve kutsal alanlara adaklar adamıştır.
Dolayısıyla Troya hep ünlü bir yer olmaya devam etmiştir.
Bu sunaklar Troya VI ve VII’nin aşağı kentinin üzerine yapılmışlardır. Sunakların
arkasında görülen temeller aşağı kentlerin izleridirler.
(11) Odeon
Priamos’un surlarını solumuza alıp otoparka giderken, solumuzda odeonu
görürüz. Odeon hellenistik dönemden itibaren konserler için kullanılmış küçük
tiyatrodur. İlginç olan Priamos ‘un surlarının tam üzerine yapılmış olmasıdır.
Tabii ki yapımında eski taşlardan yararlanılmıştır. Tam karşısında Roma
hamamının kalıntıları vardır. Priamos döneminin aşağı kenti hamamın arkasında
uzanmaktadır ve alanı ait olduğu akropolün yaklaşık 15 katıdır.
Ben yaptığım turlarda Homeros, Schliemann ve tunç çağı yerleşimine ağırlık
verdiğim için daha geç dönem eserlerini fazla anlatmam, Homeros’un büyüsünü
bozmam. Zaten programda Efes, Hierapolis gibi ören yerleri varsa, Hellenistik ve
Roma dönemlerini anlatmak için Troya doğru yer değildir. Bunu da gruba
söylerim.
(12) Güney kapısı (MÖ 1750 -1200)
Son durağımız önemlidir. Priamos’un surlarının güney kapısı buradadır. İyi
durumda kalmıştır. Batı (sol taraf) kenarında bir kule vardır. Kapıdan kentin içine
doğru giden bir cadde görülür. Taş plakalarla kaplanmıştır. Bu caddenin
üzerindeki bir kanal çok ilginçtir. Kanalın üzerini kapatan taş plakalar kısmen
- 24 -

görülmektedir. Kanalizasyon olduğu açıkça bellidir. Kapının yanında duran stel


hala görülebilir. Stel dik duran boyu eninden büyük anıt demektir ve Anadolu
uygarlıklarında çok sık görülür. Az ilerde kapının sağ tarafında bouleterionun
oturma sırası görülebilir. Bouleterion da odeon gibi tam surların üzerine denk
gelir.
Troya Savaşı gerçek mi?
Geziyi bitirirken aklımıza bir soru takılabilir. Troya Savaşı gerçekten oldu mu?
Troya’nın Orta Anadolu’daki Hitit başkenti Hattuşaş’ın ve Yunanistan’daki Miken
şehrinin güçlü bir çağdaşı olduğu kesindir. Troya’nın doğudan batıya, kuzeyden
güneye çok önemli bir kavşaktaki stratejik konumu düşünülürse, burada çok
savaşlar olduğu inandırıcı gelir. Zaten 1915 yılında da boğazın karşı yakasında çok
büyük bir savaş olmuştur.
Troya Savaşı’na inansak da, bazı ayrıntılarını kabullenmek kolay değildir. İçinde
en az on askerin olduğu atın gördüğümüz kapılardan içeri nasıl girdiği, kapının
söküldüğünü anlatan bir mitle açıklansa da pek mantıklı değildir. Korfmann
Priamos’un aşağı kentinin 2 km kadar çevresi olduğunu açıklayınca, Akhileus’un
Hektoru sürükleyerek surların çevresinde yedi kere dolaştığını anlatmak
imkansızlaşmıştır. Çoluğu çocuğu evde bekleyen 100.000 askerin, çok güzel de
olsa sadece Helena’yı geri götürmek için 10 yıl savaştığına inanmak kolay
değildir. Olsa olsa zengin kenti yağmalamak için uğraşmışlardır.
Belki de sorulması gereken soru Homeros’un ne kadar abarttığıdır ?
Kolay gelsin
Süha Alıncak
Şubat 2019, İstanbul
- 25 -

KAYNAKLAR
Çok fazla kaynak var. Zaten internete girince şaşırdım. Magazin sitelerinde bile
Troya Savaşı anlatılıyor. Ben bu yazıyı Troya’yı gezdirecek tecrübesiz rehber
meslektaşlarım için yazdım sadece. Benim en çok faydalandığım kaynaklar
şunlar:
Mitoloji
-- İlhan Akşit, Batı Anadolu Mitolojisi ve Troya Efsanesi, 1979: eski bir kitap
olmasına rağmen hala internette satıldığını gördüm. Benim 1980’li yılların
başında mitoloji öğrenmeye çalışırken, o dönemin yokluğunda kullandığım ilk
kitaptır. Yunan tanrılarını ve aşağıdaki efsaneyi kolay anlaşılır basit bir dille
anlatır,
-- Manfred Wöhlcke, Troja savaşı, 2004: Rehber arkadaşımız Ali Erbak’ın
tercümesini yaptığı kitap, akıcı ve esprili bir dille, hiç sıkmadan, günümüzle
kıyaslayarak Troya Savaşı’na ait bütün mitlere değinir. Grubuna Troya efsanesini
uzun uzun anlatmak isteyen rehberin el kitabıdır diye düşünüyorum.

Kazı
-- Hulki Demirel, Kahramanlar Çağının İzinde, 2017: sonunda bir rehber
arkadaşımız Schliemann’ın yaptığı kazı ile ilgili yazdıklarını Türkçe’ye kazandırdı.

Gezi
-- Prof. Manfred Korfmann’ın değişik dillerde ve formatlarda yayınlanan Troya
Gezi Rehberleri.

You might also like