Professional Documents
Culture Documents
TROYA
TROYA’NIN ÖNEMİ
Anadolu’daki diğer ören yerleri ile kıyaslandığında, Troya kalıntıları çok etkileyici
değildir. Troya’da gösterecek çok fazla kalıntı olmasa da, anlatacak çok şey
vardır. Çünkü hakkında ciltler dolusu kitap yazılan Troya, çok ünlü ve önemli bir
kenttir.
Troya’yı ünlü yapan ozan Homeros’un eseri İlyada’dır. Troya’da geçen bir savaşı
anlatan İlyada, Avrupa edebiyatının en eski eseridir ve dünya edebiyatının en
önemli eserleri arasında gösterilir. İlyada Yunan mitolojisinin temel kaynağıdır ve
bu özelliğiyle Rönesans sanatçıları için de temel bir eser olmuştur. Schliemann’ın
1870’lerde kayıp Troya’yı tekrar bularak yaptığı kazı bütün yanlışlarına rağmen
arkeoloji de bir çığır açmıştır ve çok konuşulmuştur.
Troya ören yeri ilk kazılarda çok zarar görmüş olsa bile, tunç devri mimarisini
anlamak için hala çok değerli bir örnektir.
Troya’nın 1998 yılında UNESCO dünya miras listesine alınması, Avrupalı
olmayanların da dikkatini çekmesini sağlamıştır.
Wolfgang Petersen’in yönettiği Troy filmi (2004), Troya’yı daha da ünlü bir ören
yeri yapmıştır. Filmde Brad Pitt Akhileus’u, Eric Bana Hektor’u, Orlando Bloom
Paris’i oynamıştır. Troy filminde kullanılan at yapımcılar tarafından Çanakkale
şehrine hediye edilmiştir ve hala limanda durmaktadır.
Aşağıda Homeros’un İlyada’sı ve Troya’ya etkisi anlatıldıktan sonra Troya
efsanesi özetlenmiştir. Troya kazıları anlatıldıktan sonra da geziye geçilmiştir.
-2-
HOMEROS VE İLYADA
Homeros hakkında bilgilerimiz tartışmalıdır. Aslında antik dönemde Homer
hakkında çok şey yazılmış ve bunların bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Fakat
bu kaynaklar çelişkilerle doludur. Homeros her dönemde tartışma konusu
olmuştur ve hakkında yazılanlar binlerce ciltlik yer tutar.
Çeşitli tartışmalara rağmen kesin olan bir şey varsa o da Homeros’un sadece batı
dünyasının değil, dünyanın en önemli ozanlarından biri olduğudur.
MÖ 800’lü yıllarda yaşadığı kabul edilir. Nereli olduğu belli değildir. Birçok antik
kent Homeros’u sahiplenmek için uğraş vermiştir. Genel olarak İzmir’li (Smyrna)
olduğu kabul edilir. Sakız adasında da (Chios) yaşamış olabilir. İon lehçesinde
yazdığı kesindir, yani Batı Anadolu’ludur. Adının sözcük anlamına dayanarak kör
olduğu şeklinde bir rivayet olsa da, kör olmadığı, hatta yaşadığı yere çok yakın
olan Troya ve civarını iyi bildiği çok daha mantıklıdır.
Fenikeli’lerin MÖ 1200’lü yıllarda geliştirdiği alfabe, MÖ 900’lü yıllarda Batı
Anadolu’da kullanılmaya başlamıştır. Homeros zamanında yazı bilinse de, yaygın
olarak kullanılmadığı kesindir. Homeros’un anlattığı destanları ezbere bildiği
kabul edilir. Kentleri dolaşan Homeros, destanları soylulara sözlü olarak
okumuştur. Destanların ozandan ozana aktarıldığı, daha sonra yazılı hale
getirildiği kabul edilir.
İlyada ve Odysseia Homeros’un iki ünlü eseridir. İlyada Troya’da geçer ve on yıl
süren Troya Savaşının sonuna rastlayan 51 günlük bir dönemi anlatır. İlyada’dan
on yıl sonra yazıldığı düşünülen Odysseia’da, Troya’daki savaştan evine dönerken
fırtınaya yakalanıp yolunu kaybeden Odyseus’un başından geçenler anlatılır.
İlyada 24 bölümde yaklaşık 16.000 dizeden oluşan manzum (şiir gibi yazılmış) bir
eserdir. Epik ve lirik bir destandır, yani vatan sevgisi kahramanlık konularını,
duygulara seslenen coşkulu bir dille anlatır. Destanda döneminin savaş araçları,
sosyal yaşamı, gelenekleri ve inançları ile ilgili çok değerli bilgiler vardır. Yunan
tanrıları ilk olarak İlyada’da karşımıza çıkar. Homeros eserlerinde Yunan
mitolojisinin temellerini atmıştır. İlyada “kendi çağının herkes tarafından bilinen
kutsal kitabı” olarak tarif edilebilir. Homeros’un eserleri MÖ 6. yüzyılda Atina’da
kopyalanmış, daha sonra Latin (Roma) Edebiyatına girmiştir. Dolayısıyla İlyada ve
Odyssea Avrupa edebiyatının ilk, yani en eski eserleridirler. Avrupa kültürünün
bugünkü parlak durumuna gelmesini sağlayan Rönesans sanatçıları 15. yüzyılda
Yunan mitolojisinden çok etkilenmişlerdir. Dolayısıyla Troya’da savaşan
kahramanlar ve tanrılar sadece edebiyat değil, heykel, resim ve tiyatro gibi
değişik sanat eserlerinde de sürekli karşımıza çıkıp, ünlü kalmışlardır.
-3-
TROYA EFSANESİ
İlyada destanında Homeros sadece savaşın sonuna denk gelen 51 günlük bir
dönemi anlatmaktadır. Tahta at hilesine de Odysseia’da değinir. Fakat Homeros
dışında birçok antik dönem ozanı, yazarı ve sanatçısı eserlerinde Troya Savaşı ile
ilgili çeşitli olayları işlemişlerdir. Yunan tiyatro eserlerinde de Troya Savaşı ile
ilgili konular sıklıkla kullanılmıştır. Modern dönem yazarlarının derlemesiyle on
yıllık Troya Savaşının şehrin kuruluşundan yıkılışına kadar süren efsanesi ortaya
çıkmıştır.
Ben Troya Savaşı ile ilgili efsaneleri aşağıda özetlemeye çalıştım. Amacım
Homeros’a özenmeden, lafı uzatmadan, sadece efsanenin bir iskeletini ortaya
çıkartmak. Mümkün mertebe basit bir dil kullanıp, konuyla ilgili mitleri sıraladım.
Ama önemli veya önemsiz, aklıma gelen mitlerin hepsini de yazmaya çalıştım.
Yunan mitoljisinde mantık olmadığını hatırlatmak isterim. Buna en güzel örnek,
Eros’un annesi Aphrodit’in doğumunda bulunmuş olmasıdır. Bu nedenle efsane
de geçen mitlerin değişik kaynaklarda birbirinden değişik anlatımları, farklı
yorumları olabilir. Gerekmese de bazı isimleri özellikle yazarak, daha fazla bilgiye
ihtiyaç duyanlara yol göstermeye çalıştım.
Son olarak, aşağıdaki efsane süslenerek anlatılırsa 45 dakikayı geçer. Avrupalı
turistler efsanenin büyük bölümünü bir şekilde duymuştur ve zevkle dinler. “Bu
-4-
efsaneyi Uzak doğulu turistler dinler mi?” sorusuna ne yazık ki kesin cevap
veremiyorum. Ama şahsi fikrim akıllıca özetlenmiş, herkesi ilgilendiren bölümleri
seçilmiş bir anlatımı her turistin 10 – 20 dakika kadar sıkılmadan dinleyeceği
şeklindedir. Bir sorun da zor isimlerin çok olması. Efsane bu kadar çok yabancı
isim kullanılmadan da anlatılabilir. Priamos, Hektor, Paris, Helena, Aşil
(Akhileus), Agamemnon gibi bilinen isimler efsaneyi anlatmak için yeter de artar
bile. Şimdi gelelim efsaneye. Kolay takip edilsin diye küçük bölümlere ayırmaya
çalıştım.
Dardanos
Semadirek Adası (Samothrake) günün birinde sular altında kalır. Adanın kralı
Dardanos bir sal ile Çanakkale Boğazı’na kadar gelir. Yerli kral Teuker tarafından
iyi karşılanır ve oraya yerleşir. İşte bu kral Dardanos Çanakkale Boğazı’na batı
dillerindeki adını vermiştir: Dardanel. Dardanos kral Teuker’in kızı Bateia ile
evlenir ve Troya sülalesinin ilk kralı olur. Torununun adı Tros’tur. Tros’un oğlu ise
İlos’tur.
Troya’nın kuruluşu
İlos bir yarışmada benekli bir inek kazanır. Kahinler (bilici) İlos’a ineği serbest
bırakmasını ve ineğin durduğu yerde bir kent kurmasını tavsiye ederler. Böylece
adını kurucusu veya kurucusunun babasından alan Troya veya İlium kenti
kurulur. Yeri gelmişken belirtelim ki, kahinler bu efsanede önemli bir rol
oynarlar. Sürekli ortaya çıkıp, kehanetlerde bulunarak olayların akışını etkilerler.
Troya’nın surları
İlos’un oğlu Laomedon’dur. Troya’nın ünlü surlarını Laomedon tanrı Poseidon’a
yaptırmıştır. Bir tanrının elinden çıkan surlar geçilmez olmuşlardır. Fakat
Laomedeon surlar yapılınca Poseidon’a söz verdiği ölümsüz atları vermemiş ve
tanrıyı çok kızdırmıştır. Bu da Poseidon’un Troya Savaşı boyunca hep Troya’lılara
karşı olmasının sebebidir.
Priamos ve ailesi
Şimdi savaşın taraflarını tanıyalım. Savaş Laomedon’un oğlu Priamos’un Troya
kralı olduğu dönemde geçer. Efsanenin başında kral Priamos karısı Hekabe
(Hekuba) ve on dokuz çocuğu ile birlikte güvenli Troya surlarının içinde mutlu bir
yaşam sürdürmektedir. Oğullarından en ünlüsü kahramanlığı ile bilinen
Hektor’dur. Bir de kızları Kassandra’dan söz etmek gerekir. Kassandra bir
kahindir, geleceği görür. Aslında herkesin çok hoşuna gidecek bir özellik
olmasına rağmen, geleceği görmek Kassandra’yı mutlu etmez, hatta mutsuz
-5-
eder. Çünkü Kassandra gelecekte olacak her türlü kötü şeyi görür ama
değiştiremez. Bu tanrı Apollon’un ona verdiği bir cezadır, çünkü Kassandra
Apollon’un aşkına karşılık vermemiştir.
Paris’in doğumu
Hekabe yirminci çocuğuna hamile iken bir rüya görür. Rüyada Hekabe’nin
karnından çıkan alevler Troya’yı yakar. Kahinler rüyayı hemen yorumlarlar:
Doğacak çocuk Troya’nın yıkılmasına sebep olacaktır. Kassandra da aynı şeyi
görmektedir. Kahinler ve Kassandra’nın etkisiyle Priamos doğan bebeği
öldürmeye razı olur. Fakat oğlunun gözünün önünde öldürülmesini kabul
edemez. Bebek çoban Agelaos ile öldürülmek üzere Kazdağı’na (İda) gönderilir.
Agelaos da bir babadır, minicik bebeği öldüremez ve nasıl olsa burada ölür diye
düşünerek bir ayının mağarasına bırakır. Ayı da bir annedir ve bebeği öldürmez.
Böylece Priamos’un küçük oğlu Kazdağı’nda büyür ve becerikli bir çoban olur. Hiç
hayvan kaybetmediği için koruyucu anlamına gelen Aleksandros adını alır. Bu
çocuk ilerde Troya Savaşı’na sebep olacak Paris’ten başkası değildir.
Thetis’in düğünü
Şimdi Ege’nin batısına geçip, Troya’lıların düşmanlarını, yani Akha’ları tanıyalım.
Uygun zamanda gidersek, herkesin davetli olduğu müthiş bir düğüne rastlarız.
Damat Peleus, gelin ise Thetis’dir bu düğünde. Yarı tanrıça Thetis aslında Zeus’un
bir sevgilisidir. Kahinler Thetis’in oğlunun babasından daha güçlü olacağını
söyleyince, Zeus Thetis’ten bir oğlu olması ihtimalinden korkarak, Thetis’i hemen
bir başkasıyla evlendirir. Alelacele bulunan damat ise normal bir ölümlü (tanrı
değil) olan kral Peleus’dur. Thetis bir ölümlüyle evlendirilmekten çok hoşnut
olmadığı için, hemen hemen herkesin davetli olduğu dillere destan bir düğün
düzenlenir. Bir sorun çıkarmasın diye fitne fesat (nifak) tanrıçası Eris davet
edilmez. Bu duruma çok kızan Eris davetli olmasa da düğüne gelir ve ortaya bir
elma atar. Eris yapacağını yapmıştır, çünkü elmanın üzerinde “en güzele”
yazmaktadır. Üç tanrıça Hera, Athena ve Aphrodit elmaya sahip olmak isterler.
Hera baş tanrı Zeus’un kardeşi ve karısı olmanın verdiği güçle elmayı ister.
Athena güzelliği kadar zekasına da güvenerek elmanın hakkı olduğunu düşünür.
Aphrodit aşk ve güzellik tanrıçası olarak elmanın kendisi için getirildiğini savunur.
Sonuçta çıkan kavgayı ayırmak için bir hakem gerekir ki, bu işe de Zeus’tan
başkası cesaret edemez. Zeus bile böyle tehlikeli bir kavganın içine girmek
istemez ve üç tanrıçayı Hermes ile Kazdağı’na yollayıp, oradaki bir çobanın kimin
en güzel olduğuna karar vereceğini söyler.
-6-
Güzellik yarışması
En güzeli seçecek çoban tabii ki Paris’tir. O ana kadar Kazdağı’nda yaşamış olan
Paris karşısında birbirinden güzel üç tanrıça görünce şaşırır. Muhtemelen dünya
üzerindeki ilk güzellik yarışması yapılmaktadır ve Paris jürinin tek üyesidir.
Paris’in şaşkınlığını ve kararsızlığını fark eden Hera ona Asya krallığını vaat eder.
Athena geri kalmaz ve Paris’i dünyanın en zeki insanı yapacağını söyler.
Aphrodit’in Paris’e hediyesi ise dünyanın en güzel kadını olacaktır. Paris elmayı
Aphrodit’e verir. İşte bu güzellik yarışması Troya Savaşı’nı başlatan olaydır. Hera
ve Athena Paris’e çok kızarlar. Kızgınlık değil, nefretten söz etmek daha doğru
olacaktır. Hera ve Athena’nın nefreti Troya yakılıp yıkılmadan bitmeyecektir.
Paris Troya’da
Paris günlerini Kazdağı’nda geçirmeye devam eder. Bir gün kayıp bir ineğini
ararken Troya’ya kadar gelir. Kassandra küçük kardeşini hemen tanır, hayatta
olduğunu ve derhal öldürülmesi gerektiğini haykırır. Fakat rüyanın üzerinden çok
zaman geçmesine rağmen kehanetler gerçekleşmemiştir ve Priamos oğlunun
öldürülmesini artık kabul etmez. Paris’in hayatı bir anda değişir ve basit bir
çoban iken Troya prensi olur. Yeni hayatının keyfini süren Paris doğal olarak
Aphrodit’in vaat ettiği dünyanın en güzel kadınını düşünmeye başlar.
Güzel Helena
Şimdi de dünyanın en güzel kadınını tanıyalım. Dünyanın en güzel kadını Sparta
kralı Menelaos’un karısı Helena’dır. Helena kocasını çok sayıda aday arasından
kendi seçmişti. Seçimden önce adayların arasındaki kurnaz Odyseus’un teklifi ile
bütün adaylar Helena’nın müstakbel kocasına tehlike anında yardım etme sözü
vermişti. Kısacası Menelaos tehlikeli bir kraldır. Zaten Menelaos’un ağabeyi
Miken kralı Agamemnon Akha krallarının en güçlüsüdür.
Helena’nın kaçırılışı
Paris Troya’lı diplomatların arasına karışıp Isparta’ya kadar gelir. Menelaos’un bir
cenaze töreni için Girit adasına gitmesinden yararlanarak Helenayı kaçırır. Buna
kaçırmak dememek lazım, çünkü Helena kendi rızası ile Troya’ya gider. Aphrodit
sözünü tutmuş ve Helena’yı Paris’e aşık etmiştir.
Akha ordusu
Girit’ten dönen Menelaos karısının kaçırıldığını öğrenince küplere biner. Ağabeyi
Agamemnon ile konuşur ve güçlü bir ordu ile Troya’ya gidip Helena’yı geri
getirmeye karar verirler. Akha ordusu toplanmaya başlar. Şehir devletlerinden
oluşan Akha ülkesinin kralları askerleri ile birlikte Aulis limanında buluşurlar.
-7-
Diomedes, Telamon’un oğlu Aias, kahin Nestor ve Kalchas gibi ünlü isimler
savaşa katılacaktır. Homeros İlyada’da Akha ordusunu tek tek sayar. 1.000 gemi
ve 100.000 askerlik bir ordu oluşur. Savaşa katılmak zorunda kalan iki
kahramandan özellikle bahsetmek gerekir.
Odyseus
İthake kralı Odyseus zekası ve kurnazlığı ile ünlüdür. Yaptığı hileler savaşın
kaderini değiştirecektir. Aslında savaşa katılmak istemez. Bir deli gibi davranarak,
tarlasına tuz ekermiş gibi yapar. Fakat onu Troya’ya götürmekte kararlı olan
Akhalar, Odyseus’un sabanının önüne küçük oğlu Telemachos’u koyunca durur
ve hilesi anlaşılır. Savaşa katılmaktan başka çaresi kalmamıştır. Akhileus’u savaşa
ikna etmek de ona kalır.
Akhileus
Phthia kralı Akhileus savaşın en önemli kahramanıdır. Düğünlerini bildiğimiz
Peleus ile Thetis’in oğludur. Bir ölümlü ile evlendirilmeyi içine sindiremeyen
Thetis doğan çocuklarını topuğundan tutup Styx nehrine daldırarak ölümsüz
yapmayı hayal etmiştir. Her seferinde de çocukları boğulmuştur. Akhileus
boğulmak üzere iken babası tarafından kurtarılınca, ölümsüz olmuştur. Sadece
ırmağa daldırıldığında kuru kalan topuğundan vurularak öldürülebilir.
Akhileus’un topuğu tıp diline Akhileus tandonu (aşil tandonu) olarak girmiştir.
Akhileus da Odyseus gibi savaşa katılmak istemez. Zaten kahinler Akhileus’un
savaşta öleceğini söylemektedirler. Ama kahinler Akhileus olmadan Troya’nın
alınamayacağını da söylemektedirler. Bu sebepten Ahileus Akha ordusunun
olmazsa olmazıdır. Akhileus saklanmak için ilginç bir yol seçer. Kadın kılığına
girerek cariyelerinin arasına karışır. Kurnaz Odyseus cariyelere her kadının
dikkatini çekecek değerli kumaşlar getirir. Kumaşların arasına bir de silah
koymuştur. Cariyeler kumaşlarla ilgilenirken, iriyarı bir cariye silaha uzanır.
Akhileus kendini belli etmiştir. Korkak diye anılmaktansa, Troya’da kahramanca
ölmeyi tercih eder ve orduya katılır.
İphigenia
Savaşa pek etkisi olmasa da İphigenia’dan söz etmek lazım. Agamemnon’un kızı
İphigenia’nın hikayesi Euripides’in çok ünlü bir tiyatro eseridir ve günümüzde
hala sahnelenir. Donanmanın yola çıkması Artemis rüzgarları kestiği için bir türlü
gerçekleşemez. Kahin Kalchas durumu hemen açıklar: Artemis av sırasında kutsal
geyiğini öldüren Agamemnon’dan intikam almaktadır. Rüzgar çıkması için tek
çare İphigenia’nın kurban edilmesidir. İphigenia, Akhileus ile evlendirileceği
-8-
TROYA KAZILARI
Savaştan sonra küçülen, basit bir kutsal alana dönüşen ve sonra da tamamen
kaybolan Troya, Avrupalıların gözünde her zaman merak ettikleri bir masal
şehrine dönüşmüştür. Troya’yı tekrar bulup kazan, aslen bir tüccar olan Alman
Heinrich Schliemann’dır. İlk kazılar ile ilgili bilgilerimiz Schliemann’ın kendi
yazdıklarıdır.
Schliemann çocukken babasının hediye ettiği Troya ile ilgili kitaptan çok
etkilenmişti. En büyük hayali Troya’yı bulmaktı. Yabancı dillere karşı büyük
yeteneği vardı ve sayısız yabancı dilin yanı sıra Eski Yunanca’yı da öğrenerek
Homeros’u aslından okumuştu. Hayata zor şartlarda başlasa da, ticaret yaparak,
şansının da yardımıyla ciddi bir servetin sahibi olduktan sonra Homeros’un
- 11 -
GEZİ
İyi bir tur yapabilmek için öncelikle anlattıklarımızı kendimiz anlamalıyız. “Bu
surlar MÖ 1300, 6. kent” deyip geçersek, anlattıklarımızın hiçbir anlamı olmaz.
Troya’yı anlamak için ilk kurulduğu dönem olan tunç devrinin inşaat tekniğini,
aşağıda anlatılan höyük ve akropol kavramlarını mutlaka bilmeliyiz.
Höyük
Anadolu mimarisinin Tunç devrinde (MÖ 3000 - 1200) kullanılan en önemli
malzemesi “kerpiç” tir. Anadolu turlarında hala kerpiçten yapılmış evler
görebiliriz. Kerpiç üretilmesi en kolay inşaat malzemesidir. İçine saman katılmış
killi toprağın su katılarak çamur haline getirilmesiyle yapılır. Çamur sıkıştırılır,
tuğla şekline getirilir ve güneşte kurutulur. Güneşte kurutmak büyük bir
avantajdır, çünkü fırın gerektirmez. Kurutma sırasında büzüşen tuğlanın
çatlamasını içine konan saman önler. Kerpiçin ömrü uzun olmasa da, çok kolay
imal edilebildiği için ideal bir malzemedir. Ayrıca ısıyı iyi iletmediği için yazın
serin, kışın ılık bir mekan sağlar. Temelleri taştan yapılmış bir evin duvarları
kerpiçle kolayca örülebilir. Çatı ise ahşap ve çamurdan yapılmış sıva ile kapatılır.
Dolayısıyla Anadolu’da tunç devri kentleri genellikle kerpiç binalardan oluşur.
Bazı felaketler böyle bir kenti kısa sürede yerle bir edebilir. Su baskını, deprem,
yangın veya düşman saldırısı sıklıkla rastlanan felaketlerdendir. Böyle bir
felakette kerpiç tuğlalar dağılır ve tekrar kullanılamayacak hale gelir. Eğer kent
sakinleri felaketin ardından aynı yerde yaşamaya devam etmek isterlerse,
evlerini yeniden yapmaktan başka şansları yoktur. Yıkılan kerpiç evlerin
enkazında işe yarar fazla bir şey kalmaz. En çok kullanılan eşya olan çanak
çömlek muhtemelen kırılmıştır. Varsa metal eşya biraz uğraşıp kurtarılabilir
belki, ama enkazı kaldırmanın bir faydası yoktur. Yapılacak en iyi şey enkazın
üzerine çıkıp tepinerek zemini düzleştirmek ve sağlamlaştırmaktır. Bu zeminin
üzerinde de yeni kent oluşur. Yeniden kurulacak kenti biraz büyütmek akıllıca bir
iştir. Zaten kent zaman içinde büyümüş, insanlara yaşadıkları mekan zaman
içinde dar gelmiştir. Böylece enkazın üzerine, eski kentin sınırlarının dışına taşan,
biraz daha gelişmiş bir kent inşa edilir. Enkazın yüksekliği yıkılan evlerin
büyüklüğüne bağlı olarak 1 - 2 metreye kadar çıkabilir. Yeni kentin daha yüksek
bir zeminde olması istenen bir şeydir, düşman saldırısı veya su baskını gibi
durumlarda faydalıdır. Eski kent bir enkaz katmanı olarak altta kalır. Kırık çömlek
parçaları, yemek artıkları, gözden kaçmış metal malzeme veya evin içinde
- 13 -
bulunan mezarlar gibi şeyler de bu katmanın içinde kalır. Yeni kent de bir
felaketle karşılaşıp, enkaz haline gelecek ve enkazın üzerinde başka bir yerleşim
oluşacaktır. Bu böyle sürüp gider ve ortaya bir tepe çıkar. İçinde yerleşim
katmanları (enkazları) olan böyle tepelere “höyük” denir. Anadolu’da kazılmış ya
da kazılmamış binlerce höyük vardır. Ortasından boylamasına ikiye bölüp
masaya koyduğumuz bir soğan, höyüğü anlamak için iyi bir örnektir. Soğanın
kabukları yerleşim katmanı ya da enkazıdır.
Troya’da MÖ 3000 - 1000 yılları arasında üst üste yedi ayrı kent var olmuştur. Bu
kentler alttan yukarı doğru Troya I, II, III, IV, V, VI, VII diye adlandırılır. Yedi ayrı
kentin içinde toplam 50’den fazla yerleşim katmanı vardır. Bu katmanlar höyüğü
15 metre kadar yükseltmiştir. Kaba bir hesapla 40 yılda bir, ortalama 30 cm
yüksekliğinde bir enkaz veya yerleşim katmanı oluştuğunu bulabiliriz. Bu
katmanlar kerpiçin ana inşaat malzemesi olduğu dönemler için geçerlidir. Taştan
yapılan şehir surları yangın veya su baskını gibi felaketlerde kolayca yıkılmaz ve
kullanılmaya devam edilir. Taşın yaygın olarak kullanıldığı Yunan yerleşiminde
katmanlaşma olmamıştır. Taş binalar yıkılsa bile enkaz temizlenip, taş malzeme
tekrar kullanılmıştır. Troya’da Yunan dönemi (VIII), Roma dönemi (IX) ve Bizans
dönemi (X) höyüğün üzerinde yer alırlar.
Yukarda anlatılanlar ideal şartlar içindir. Bir felaket kentin tamamını değil, belli
bir bölümünü yıkabilir. Taştan yapılmış surlar arka arkaya gelen çok sayıda
yerleşim tarafından kullanılmış olabilir. Bunun sonucunda her şey iç içe girer.
Troya böyle bir örnektir. En modern yöntemlerle bile böyle bir yerleşimi kazmak
mümkün değildir. Belli bir katmana ulaşmak için üstündeki katmanları
kaldırmaktan başka çare yoktur. Tabii ki kaldırılan katmanlar belgelenir ve
kayıtlara girer. Troya kazısı başladığında bu bilgiler olmadığı ve amaç sadece
Priamos’un şehrini bulmak olduğu için üst katmanların büyük kısmı
belgelenmeden yok olmuştur.
Akropol
Troya da en eski yerleşimin çapı 90 metre kadardır. Onun üstüne kurulan ikinci
kentin çapı 110 metre kadardır. En güçlü kent olan Troya VI ilk yerleşimin 3 katı
kadar bir alan kaplar: 20.000 m² ( 20 dönüm veya 2 hektar). Kısacası gezdiğimiz
yer çok küçüktür. Çünkü bizim gezdiğimiz yerler Troya kentlerinin sadece
akropolüdür. Akropolün ne anlama geldiğini bilmek lazım. Eski Yunanca’dan
alınan kelime “yukarı kent” diye tercüme edilebilir. Yukarı kent yöneticilerin veya
soyluların yaşadığı, daha yüksekte kurulmuş, surlarla korunan yerdir. Her kentin
- 14 -
siyasal bir yöneticisi yani kralı vardır. Siyasal yöneticinin yanı sıra askerlerin
komutanı da önemli bir kişidir. Diğer bir önemli kişi de dini lider veya rahiptir.
Bazen kral aynı zamanda askerlerin de komutanlığını üzerine almış olabilir. Hatta
bazen kral siyasi, askeri ve dini liderdir, yani rahip kraldır. Kentin yönetiminde
siyasi, askeri ve dini konularda söz sahibi olan veya olanlar aileleri ile birlikte
yukarı kentte yaşarlar. Bu yönetici sınıfının yardımcıları, hizmetçileri ve benzeri
kişiler de kendilerine akropolde yer bulabilirler. Normal vatandaşların yani halkın
yaşadığı yer “aşağı kent” tir. Soyluların yaşadığı akropol en iyi malzemelerle inşa
edilir. Aşağı kent ise çok daha basit binalardan, basit barınaklardan oluşur. Bu
sebeple aşağı kentten günümüze çok az iz kalmış olması normaldir. Troya kazıları
arkeolojik buluntuların olduğu akropol üzerinde yoğunlaşmıştır. Biz Troya’da
sadece akropolü gezeriz. Troya’nın aşağı kenti uzun süre tartışma konusu
olmuştur. Son dönemde Korfmann’ın yönettiği kazılarda Troya’nın aşağı kenti
modern yöntemlerle araştırılmış ve kesin olarak ispatlanmıştır. Troya’nın aşağı
kenti otobüsle parka girerken solumuzdaki, veya başka bir tarifle odeonun
karşısındaki Roma hamamının arkasındaki alandır.
Kesit
Plan
- 16 -
GEZi
akropolünün kapladığı alan, son kazıları koruyan branda ve Troya VI’nın surları
gösterilebilir.
Biz sağdaki merdivenleri inip, (1b)’den (3)’e doğru giden yolun üstünde (2)’nin
tam altında duralım. Şu anda Troya VI’nın doğusunda, surlarının dibinde
duruyoruz. Bu surlar Troya VII döneminde de kullanmıştır. Efsaneye göre bu
surları kral Laomedon tanrı Poseidon’a yaptırmıştır. Surların kalınlığı 4 - 5 metre
arasında değişmektedir. Kireçtaşından büyük bloklarla yapılmışlardır. Taşların ne
kadar iyi işlendiği dikkati çeker. Özellikle surlara bakarken tam solumuzda kalan
doğu kulesi, taş işçiliğinin kalitesini en iyi gördüğümüz bölümdür. Bu kule surlara
sonradan eklenmiştir. Surlar yukarı doğru bir eğim yaparlar. Alt kısımları daha
kalın, yani sağlam yapılmıştır. Surların yüksekliği 6 metre kadardır. Surlar kerpiç
tuğlalar ile yükseltilmişlerdir. Surların gerçek yüksekliğinin 10 metreye ulaştığı
tahmin edilmektedir. Tabii ki bu kerpiç bölümden hiçbir iz kalmamıştır. Yaklaşık
550 metrelik bu surların 330 metre kadarı günümüze ulaşabilmiştir. Surların
üzerinde yukarıdan aşağıya doğru inen, çok iyi işlenmiş düşey çıkıntılar vardır.
Surların yatay kesiti sanki testere dişi gibidir. Bu testere dişinin mantıklı bir
açıklamasına şimdiye kadar rastlamadım. Estetikten, statiğe çok açıklama olsa
da, bence testere dişi hala sırrını korumaktadır. Kesin olan, surların düz
kenarlardan oluşan bir çokgen olduğudur. Şöyle de tarif edebiliriz: Troya VI’nın
surlarının daire veya elips şeklinde olduğu planda görülmektedir. Fakat sur
duvarları hep düz kenarlardan oluşur. Surların yuvarlak plana uyduğu yerlerde
düz kısa sur parçaları birbirine geniş açı ile birleştirilerek yuvarlaklık sağlanmıştır.
Tam bu bitişme kenarlarında da testere dişleri vardır.
Akha ordusu Troya’yı kuşattığında bu surlarla karşılaşmıştı. Bu surları aşmak için
o zamanki silahların işe yaramayacağı, tahta at gibi bir hilenin gerekli olduğu
hemen anlaşılır. Savaşın ne zaman olduğu uzun uzun tartışılmıştır. Korfmann’ın
da kabul ettiği genel kanı şudur: Bir deprem Troya VI’nın surlarına ve evlerine
hasar vermiştir. Surlar hemen onarılmış, surların iç kısmında bazı yeni binalar
oluşmuş ve Troya VII’nin ilk katmanı olan Troya VIIa kurulmuştur. İşte bu Troya
VIIa depremden 10 yıl sonra Troya Savaşını yaşayan kenttir. Arkeologların Troya
VIIa’da tespit ettiği yangın izleri de savaşın bir kanıtı olabilir. Kısaca söylemek
gerekirse “Priamos Troya VI’nın sonunda, Troya VII’nin başında bu surların
içinde” yaşamıştır. Savaş için mutlaka bir tarih vermek gerekirse yaklaşık olarak
MÖ 1190 denilebilir.
Savaştan sonra Troya VII bu surları kullanmaya devam etmiştir. Troya VII savaşın
zararlarından kurtulamaz küçülerek yok olur. Onun üzerinde hellenistik yerleşim
ve bir kutsal alan oluşmuştur (Troya VIII).
- 19 -
KAYNAKLAR
Çok fazla kaynak var. Zaten internete girince şaşırdım. Magazin sitelerinde bile
Troya Savaşı anlatılıyor. Ben bu yazıyı Troya’yı gezdirecek tecrübesiz rehber
meslektaşlarım için yazdım sadece. Benim en çok faydalandığım kaynaklar
şunlar:
Mitoloji
-- İlhan Akşit, Batı Anadolu Mitolojisi ve Troya Efsanesi, 1979: eski bir kitap
olmasına rağmen hala internette satıldığını gördüm. Benim 1980’li yılların
başında mitoloji öğrenmeye çalışırken, o dönemin yokluğunda kullandığım ilk
kitaptır. Yunan tanrılarını ve aşağıdaki efsaneyi kolay anlaşılır basit bir dille
anlatır,
-- Manfred Wöhlcke, Troja savaşı, 2004: Rehber arkadaşımız Ali Erbak’ın
tercümesini yaptığı kitap, akıcı ve esprili bir dille, hiç sıkmadan, günümüzle
kıyaslayarak Troya Savaşı’na ait bütün mitlere değinir. Grubuna Troya efsanesini
uzun uzun anlatmak isteyen rehberin el kitabıdır diye düşünüyorum.
Kazı
-- Hulki Demirel, Kahramanlar Çağının İzinde, 2017: sonunda bir rehber
arkadaşımız Schliemann’ın yaptığı kazı ile ilgili yazdıklarını Türkçe’ye kazandırdı.
Gezi
-- Prof. Manfred Korfmann’ın değişik dillerde ve formatlarda yayınlanan Troya
Gezi Rehberleri.