Professional Documents
Culture Documents
R. G. Collingwood - Tarih Tasarımı
R. G. Collingwood - Tarih Tasarımı
Collingwood
Tarih Tasarımı
R. G. Collingwood
Tarih Tasarımı
Çeviren: Kurtuluş Dinçer
DOGUBATI
Robin George Collingwood (1889-1943)
Felsefe ve tarih disiplinlerinin bütünleştirilmesi yönündeki çalışmaların öncüsü sayı
lan Collingwood, 20. yüzyılın en önemli düşünürlerindendir. Felsefi görüşlerinde,
Platon, Vico, Wilson ve Croce'den etkilendi. Yapıtlarında, felsefenin temel konu
sunun, doğadan çok tarihe yakın olduğunu ortaya koyarak felsefenin yönteminin bu
eksende yeniden belirlenmesi gerekliliği üstünde durdu. Düşünsel problemlerin ta
rihsel yaklaşım yöntemiyle nasıl çözümlenebileceğini gösterdi.
Başlıca Yapıtları:
Rdigüm ;ınd Philo.wphie(l916; Din ve Felsefe), Speculum Mentis(l924; Zihnin
Aynası), fa:çayoıı Phılo.mphica/ Method ( 1933; Felsefe Yöntemi Üzerine
Deneme), An Emıyon Metaphysics(l940; Metafizik Üzerine Bir Deneme)
özgün Metin
Thc ldc.ı of Hı:\·tory, Oxford U niversity Press, 1946.
© Türkçe çevirinin tüm yayım hakları Doğu Batı Yayınları'na aittir.
Kaynak göstermeden alıntı yapılamaz, izinsiz hiçbir şekilde çoğaltılamaz.
İngilizceden Çeviren
Kurtuluş Dinçer
Yayına Hazırlayanlar
Şermin Korkusuz
Utku Özmakas
Kapak Tasanmı
Mr. Z& Z
Baskı
Tarcan Matbaacılık
1. Basım: Ara Yayınları
2. Basım: Gündoğan Yayınları
3. Basım: Doğu Batı Yayınları
6. Basım: Doğu Batı Yayınları Şubat 2015
Doğu Batı Yayınları
Yüksel Cad. 36/4 Kızılay- Ankara
Tel: O 312 425 68 64 · 425 68 65
Faks: O 312 425 68 65
1.Giri§ ...................................................................................... 33
1. Tarih Felsefesi .................................................................. 33
2. Tarihin Yapısı, Nesnesi, Yöntemi ve Değeri ......................40
3. 1-IV. Bölümlerin Sorunu ..................................................44
I. Bölüm
Yunan-Roma Tarih Yazımı
1. Teokratik Tarih ve Mitos .......................................................47
2. Herodotos'un Bilimsel Tarihi Yaratı§ı .................................... 51
3. Yunan Dü§üncesinin Tarih Dı§ı Eğilimi ................................. 54
4. Tarihin Yapısı ile Değerine İli§kin Yunan Anlayı§ı.................. 56
5. Yunan Tarihsel Yöntemi ve Sınırları....................................... 59
6. Herodotos ile Thoukydides .................................................... 63
7. Helenistik Dönem.................................................................. 66
8. Polybius ................................................................................. 69
9. Livius ile Tacitus .................................................................... 72
1 O. Yunan-Roma Tarihyazımının Özelliği: (i) İnsancılık ............ 77
11. Yunan-Roma Tarihyazımının Özelliği: (ii) Tözcülük ........... 79
il. Bölüm
Hıristiyanlığın Etkisi
1. Hıristiyan Tasarımlarının Mayası ........................................... 83
2. Hıristiyan Tarihyazımının Ana Özellikleri .............................. 87
3. Orta Çağ Tarihyazımı ............................................................ 90
4. Renaissance Tarihçileri .......................................................... 95
5. Descartes ............................................................................... 97
6. Descartesçı Tarihyazımı....................................................... 100
7. Descartesçılığa Kar§ı: (i) Vico ............................................. 103
8. Descartesçılığa Kar§ı: (ii) Locke, Berkeley ve Hume ............ 1 12
9. Aydınlanma.......................................................................... 117
1O. İnsan Doğasının Bilimi ...................................................... 123
III. Bölüm
Bilimsel Tarihin Eşiği
1. Romantizm .......................................................................... 128
2. Herder ................................................................................. 13 1
3. Kant..................................................................................... 136
4. Schiller ................................................................................ 149
5. Fichte .................................................................................. 150
6. Schelling .............................................................................. 156
7. Hegel ................................................................................... 159
8. Hegel ile Marx ..................................................................... 169
9. Pozitivizm ............................................................................ 174
iV. Bölüm
Bilimsel Tarih
1. İngiltere ............................................................................... 182
(i) Bradley .......................................................................... 182
(ii) Bradley'in İzleyicileri..................................................... 19 1
(iii) On Dokuzuncu Yüzyıl Sonu Tarihyazımı..................... 193
(iv) Bury ............................................................................. 197
(v) Oakeshott ..................................................................... 202
(vi) Toynbee ....................................................................... 2 1 1
2. Almanya............................................................................... 2 17
(i) Windelband ................................................................... 2 17
(ii) Rickert .......................................................................... 221
(iii) Simmel ........................................................................ 223
(iv) Dilthey ......................................................................... 224
(v) Meyer ........................................................................... 230
(vi) Spengler....................................................................... 235
3. Fransa ................................................................................. 238
(i) Ravaisson'un Tinselciliği................................................ 238
(ii) Lachelier'nin İdealizmi.................................................. 240
(iii) Bergson'un Evrimciliği................................................. 242
(iv) Modern Fransız Tarihyazımı ........................................ 244
4. İtalya ................................................................................... 246
(i) Croce'nin 1893'teki Denemesi....................................... 246
(ii) Croce'nin İkinci Tutumu: "Mantık" .............................. 250
(iii) Tarih ile Felsefe ........................................................... 253
(iv) Tarih ile Doğa .............................................................. 254
(v) Croce'nin SonGörüşü: Tarihin Özerkliği ..................... 257
V. Bölüm
Sonsöz
1. İnsanın Doğası ile İnsanın Tarihi ......................................... 262
(i) İnsan Doğasının Bilimi .................................................. 262
(ii) Tarihsel Düşüncenin Alanı ............................................ 268
(iii) Zihin Bilgisi Olarak Tarih ............................................ 276
(iv) Sonuçlar ...................................................................... 288
2. Tarihsel İmgelem ................................................................. 292
3. Tarihsel Kanıt ...................................................................... 3 12
Giriş ........................................................................................ 3 12
(i) Çıkarımsal Olarak Tarih ................................................ 3 15
(ii) Farklı Çıkarım Çeşitleri................................................. 3 16
(iii) Tanıklık ....................................................................... 3 19
(iv) Kes-Yapıştır ................................................................. 32 1
(v) Tarihsel Çıkarım ........................................................... 325
(vi) Çekmeceleme (Pigeon-Holing) .................................... 328
(vii) John Doe'yu Kim Öldürdü? ........................................ 33 l
(viii) Soru..........................................................................."334
(ix) İfade ve Kanıt............................................................... 340
(x) Soru ve Kanıt ................................................................ 344
4. Geçmiş Yaşantının Yeniden Canlandırılması
Olarak Tarih ........................................................................ 349
5. Tarihin Konusu ................................................................... 372
6. Tarih ve Özgürlük ............................................................... 387
7. Tarihsel Düşünmeyle Yaratılan İlerleme............................... 393
1. Disiecta Membra·
1936 yılının ilk altı ayı boyunca, Collingwood Tarih Felsefesi
adlı otuz iki ders yazdı. El yazması metin, Collingwood'un her
birini birer kitap haline getirme niyetinde olduğu iki bölüme
ayrılır. İlki, modern tarih tasarımının Herodotos'tan yirminci
yüzyıla dek nasıl geliştiğine ilişkin tarihsel bir betimlemedir;
ikincisi, tarihin yapısı, konusu ve yöntemi üzerine "metafizik
sonsöz"den ya da felsefi düşüncelerden oluşur.
Tasarlanan iki kitaptan ikincisi 1939 baharında, Cava'daki
kısa ikameti sırasında, Tarihin İlkeleri'ni yazmaya giriştiği za
man biçimlenmeye başladı. Bu yapıtta Collingwood "özel bir
bilim olarak tarihin kendine özgü özelliklerini" tartışmak, ar
dından da onun öteki bilimlerle, özellikle doğa bilimi ve felse
feyle, aynı zamanda pratik yaşamla ilişkilerini ele almak niye
tindeydi.
ğini belirten bir not yazını§. Bu izne kar§ın, a§ağıda Bölüm 111,
8; Bölüm V, 3 ve 6 olarak çıkacak üç seçme parçadan daha
fazlasını basma hakkını kendimde görmedim. Onları bile ku§
kuyla dahil ettim. Bunlar Collingwood'un sonraki üslubuyla ya
zıtını§ ve üslupları ile yapıları kitabın geri kalanıyla kimi kez pek
bağda§mıyor; ama onların kitaba sokulması Collingwood'un
tarih görü§ünü tamamlamaya ve ba§ka yerlerde özetle belirtilen
kimi noktaları daha ayrıntılı olarak açıklamaya yarayacaktır.
Bölüm V, 1 ve 2'ye daha önce yayımlanmı§, tarih üzerine iki
denemeyi dahil ettim: Collingwood'un 28 Ekim 1935'te Wayn
tlete Metafizik Felsefe Profesörü olarak verdiği Tören Dersi
(Clanderon Press tarafından bir kitapçık olarak yayımlanmı§)
ve 20 Mayıs l 936'da British Academy'de verdiği ders (Akade
mi'nin Proceedings'inde, cilt XXIl'de yayımlanmı§, §İmdi de
Akademi'nin izniyle yayımlandı). Tarih üzerine zaman zaman
yayımlamı§ olduğu öteki denemeler, ya sonradan terk ettiği tu
tumları temsil ettikleri ya da özleri bu cildin içinde bulunduğu
için, yeniden basılmaya değer görülmedi. Bu denemelerin ay
rıntıları, Proceedings of the British Academy'nin XXIX. cildin
deki ölüm duyurusuna eklenen felsefi yazılarının listesinde bu
lunabilir. O listeye §U parçalar eklenebilir:
1925 "Economics as a Philosophical Science" (]nt. /ournal
of Ethics, cilt XXXV) .
1926 "Religion, Science, and Philosophy" (Truth and Free
dom, cilt il, no.7) .
1928 Croce'nin Ene. Brit., l 4. baskısındaki "Aesthetic" adlı
makalesinin çevirisi.
1929 "A Philosophy of Progress" (The Realist, no.l).
1940 "Fascism and Nazism" (Philosophy, cilt XV).
English Historical Review'in yayıncıları Longman ve Green
ile ortaklarına, Collingwood'un katkıda bulunmu§ olduğu der
gi-kitaptan bu kitabın Bölüm IV, 1 (IV) 'ünde yararlanmamıza
izin verdikleri için te§ekkür borçluyum.
12 Önsöz
yeri değildir. İman ile aklın, farzetme ile söylemeyi yan yana
getirmenin yadsınışı da bulunur orada. Bu, Felsefenin Yöntemi
Üzerine Deneme'nin öğretisinden Cook Wilson'ın inanç ile bil
gi arasında, bırakın derece farkını, tür farkı olduğu öğretisine
dönmek değil de nedir?
Collingwood'un sonraki yapıtlarında eskiden reddettiği bir
takım öğretiler bulmak, bu öğretilerin yanlışlığını kanıtlamaz.
Ama sonraki yapıtları kendileriyle bile tutarlı kılmak kimi kez
oldukça güçtür. Metafizik Üzerine Deneme yazarın kendi meta
fizik görüşlerini ortaya koyma iddiasında değil, metafiziğin ne
olduğunu, "her zaman ne olmuş olduğunu" açıklama iddiasın
dadır. O zaman, kendi ilkelerine bakılırsa, bir tarih yapıtı olma
sı pek güçtür ve aslında " Farzetme Üzerine" adlı can alıcı bö
lümdeki sav more mathematico • ortaya konmuştur; bu yalnızca
bir biçim sorunu olsa bile, aşağıda Bölüm V, 3 olarak basılan
Tarihin İlkeleri'nden alınmış parçada tarihsel kanıt ve çıkarım
hakkında söyleneni kabul ettiğimiz sürece, sav yine de tarihsel
bir biçime sokulabilir. Felsefe, tarihin içine çekildiği ilan edilir
ken bu çekilişe direnmiş gibi görünüyor. Collingwood bu eleş
tiriye yanlış bir tarih görüşüne dayandığını söyleyerek karşılık
verebilirdi. "Tarih anlayışlarının dengesini doğrultmak için bir
felsefe anlayışı peydahlayıp atlamış oldukları şeyi ekleyerek (ve
yapmış oldukları hataları düzelterek) tarihi düzene sokmayı zo
runlu görenler" bu tür eleştirinin destekçileridir diye yazmıştır.
Buna da Collingwood'un görünüşe bakılırsa kendi tarih anlayı
şını dengeye getirecek dogmacı tipten bir teolojiyi gereksindiği
söylenerek karşılık verilebilirdi ama belki asıl karşılık, doğru ta
rih anlayışı konusunda bizi açıkça aydınlatmadan bırakmış ol
duğudur. Collingwood tarih denecek ve (Bir Özya§amöykü
sü'nde ileri sürdüğü gibi) insanın yapıp etmelerine ilişkin bütün
sorunları çözmenin yolu olacak yeni bir disiplin oluşturmak
için, genel olarak felsefe diye bilinen şeyi genel olarak tarih
3. Amicitiae Sacrum·
Collingwood Doğa Tasarımı'nda bir filozofun büyüklüğünü
ortaya çıkarmak için kendi deneyiminden vazgeçti. Felsefede
büyük üslup, "felsefi malzemesini hakkıyla ele alını§ ve haz
metmi§ bir zihnin i§aretidir. Konusuna bakı§ın geni§liğine ve
sarsılmazlığına dayanır; ( ... ) Güçlüklerin gizlenmediği ve hiçbir
§eyin kötülüğe ya da tutkuya götürülmediği bir ruh dinginliği
ve ifade içtenliğiyle gösterir kendini. Bütün büyük filozoflarda
bu zihin dinginliği bulunur, görü§leri açık olunca her tutku ge
çer gider ve §eyleri bir dağın tepesinden görmܧ gibi yazarlar.
Büyük bir filozofu seçkin kılan nitelik budur; ondan yoksun
olan bir yazar okumaya değer olabilir ya da olmayabilir ama
1 . Tarih Felsefesi
Bu kitap tarih felsefesinde bir denemedir. 'Tarih felsefesi' adı
nı, on sekizinci yüzyılda, onunla eleştirel ya da bilimsel tarih
ten, tarihçinin eski kitaplarda bulduğu öyküleri yinelemek yeri
ne, kendi kafasında kendi kendine kurduğu bir tarihsel düşün
me tipinden başka bir şey kastetmeyen Voltaire buldu. Aynı adı
Hegel ile on dokuzuncu yüzyıl sonundaki başka yazarlar da
kullandı; ama onlar çok farklı bir anlam verdiler ve onu yalnız
ca evrensel tarih ya da dünya tarihi anlamına gelen bir şey ola
rak gördüler. Deyimin üçüncü bir kullanımı çeşitli on doku
zuncu yüzyıl pozitivistlerinde bulunur; onlar için tarih felsefesi,
anlatılması tarihin işi olan olayların akışını yöneten genel yasa
ların keşfiydi.
Pozitivistler tarihi bir felsefe konusu değil, meteoroloji gibi
bir deneysel bilim konusu haline getirmeye çalıştıkları halde,
Voltaire ile Hegel'in tarih "felsefesine" yükledikleri işi ancak
tarih yerine getirebilirdi. Bu durumların her birinde, tarih felse-
34 Giriş
men değilse de) oldukça iyi bir tarih öğretmeni olmak daha da
kolaydır. Aynı zamanda, deneyimin önce, o deneyim üzerine
düşünmenin sonra geldiğini unutmamak önemlidir. En az dü
şünen tarihçi bile ilk niteliği taşır. Ü zerinde düşünecek deneyi
mi vardır; onun üzerine düşünmesi istendiğinde de, düşüncele
rinin yerinde olma şansı yüksektir. Felsefe konusunda hiçbir
zaman fazla çalışmamış bir tarihçi, bizim dört sorumuzu, tarih
konusunda hiçbir zaman fazla çalışmamış bir filozoftan ola ki
daha akıllı, daha değerli bir biçimde yanıtlayacaktır.
Bundan ötürü, dört soruma günümüzdeki herhangi bir ta
rihçinin kabul edeceğini düşündüğüm yanıtlar önereceğim.
Bunlar burada yaklaşık ve hazır yanıtlar olacak ama konumu
zun ön bir tanımı olarak işe yarayacak, tartışma ilerledikçe de
savunulacak ve geliştirilecek.
(a) Tarihin tanımı. Tarihin bir çeşit araştırma ya da soruş
turma olduğunu sanırım her tarihçi kabul edecektir. Ne çeşit
bir soruşturma olduğunu henüz sormuyorum. Şu ki, tarih tür
bakımından bilim dediğimiz şeyler arasına giriyor: Yani saye
lerinde sorular sorduğumuz ve bu soruları yanıtlamaya çalıştı
ğımız düşünce biçimleri. Genel olarak bilim -bunu anlamak
önemlidir- zaten bildiğimiz şeyleri bir araya getirmekten ve
onu şu ya da bu çeşit örüntüler içinde düzenlemekten ibaret
değildir. Bilmediğimiz bir şeye yönelmekten ve onu keşfetmeye
çalışmaktan oluşur. Daha önce bildiğimiz şeylerle oyalanmak
bu amaca götüren yararlı bir yol olabilir ama amacın kendisi bu
değildir. Bu olsa olsa araçtır. Bu ancak, yeni düzenleme bize
zaten sormaya karar vermiş olduğumuz bir sorunun yanıtını
veriyorsa bilimsel olarak değerlidir. Her bilimin kendi bilgisiz
liğimizin bilgisiyle başlamasının nedeni budur: Her şey hakkın
daki bilgisizliğimizle değil, belirli bir şey -parlamentonun kö
keni, kanserin nedeni, Güneş'in kimyasal bileşimi, bir insanın,
bir atın ya da bir başka uysal hayvanın kas gücünü kullanmak
sızın bir pompayı işletmenin yolu- hakkındaki bilgisizliğimizle.
Bilim şeyleri aramadır: Bu anlamda da, tarih bir bilimdir.
R. G. Col/ingwood 43
1
Monsieur Charles F. Jean, Edward Eyre'de, European Civilization
( Londra, 1 935), cilt 1 , s. 259.
R. G. Collingwood 45
1
Jean, Eyre'de, op. cit., s. 2 7 dipnot.
50 Yunan-Roma Tarihyazımı
2
İbid., s. 364.
R. G. Collingwood 5 1
4
Menon, 97 a-b.
58 Yunan-Roma Tarihyazımı
5
Poetika, 1 45 , bS.
60 Yunan-Roma Tarihyazımı
• Kucaklanabilir (çn).
0
Politika, 1 326, b2-26.
64 Yunan-Roma Tarihyazımı
7. Helenistik Dönem
MÖ beşinci yüzyıldan sonra, tarihçinin bakışı zaman bakımın
dan bir genişleme gördü. Yunan düşüncesi kendinin ve kendi
değerinin bilincine varınca, dünyayı fethetmeye girişti ve geliş
mesi tek bir kuşağın görüş alanına sığmayacak ölçüde geniş
olan bir serüvene girdi; görevinin bilinci onda o gelişmeni n
özündeki birliğe ilişkin bir kanı uyandırdı. Bu, Yunanlıların Bü
yük İskender çağından önceki bütün tarih yazımlarını renklen
dirmiş olan tekçiliği aşmalarına yardımcı oldu. Onların gözün-
7
History of Greece (Londra, 1 862) cilt V, s. 95.
• İlk örnekler (çn) .
•• Taklit edilenler (çn).
R. G. Collingwood 67
8
Düşünceler, IV. 23.
R. G. Col/ingwood 69
8. Polybius
Bu yeni tür tarih tasarımı Polybius'un yapıtında tam olgunluğa
erdi. Bütün gerçek tarihçiler gibi, Polybius'un da belirli bir iz
leği vardır; anlatacak bir öyküsü, önemli ve anımsanmaya de
ğer şeylere ilişkin bir öyküsü vardır: Yani Roma'nın dünyayı
fethedişi. Ama Polybius öyküye yazılışından 1 50 yılı da aşkın
70 Yunan-Roma Tarihyazımı
bir süre öncesinden başlar, öyle ki, alanının kapsamı bir kuşak
yerine beş kuşak olur. Bunu yapabilmesi, halkı Yunanlılarınkin
den oldukça farklı bir tür tarihsel bilinç taşıyan Roma'da yapıt
veriyor olmasıyla bağlantılıdır. Onlar için tarih süreklilik de
mekti: Alındıkları biçimde özenle korunan kurumların geçmiş
ten gelen mirası; atalar geleneğinin örüntüsüne göre yaşamı bi
çimlendirme. Geçmişlerinin devamı olduklarının son derece bi
lincinde olan Romalılar geçmişin anıtlarını korumakta dikkat
liydiler; yaşamlarını yönlendiren atalarının sürüp giden ve uya
nık varlığının bir simgesi olarak evlerinde onların büstlerini bu
lundurmakla kalmıyor, kendi ortak tarihlerinin eski rivayetleri
ni, Yunanlıların bilmediği ölçüde koruyorlardı. Bu rivayetler
kuşkusuz geç Roma Cumhuriyetinin özelliklerini ilk günlerinin
tarihine yansıtmaya yönelik kaçınılmaz eğilimden etkileniyor
du; ama Polybius, eleştirel ve felsefi kafasıyla, anlatısına ancak
yetkelerinin kendi gözünde güvenilir hale geldiği yerden başla
yarak, o çarpıtılışın tarihsel tehlikelerine karşı önlem alıyordu:
Bu kaynakları kullanırken de, eleştirme yetisinin uyuklamasına
hiçbir zaman izin vermiyordu. Hem evrensel (oecumenical)
hem ulusal olan bir tarih anlayışını, öykünün kahramanının bir
halkın süregelen ve ortak ruhu olduğu, öykünün planınınsa
dünyanın o halkın önderliğinde tekleştirilmesi olduğu bir tarih
anlayışını, her zamanki gibi, Helenistik ruhun eğitimi altında
eyleyen Romalılara borçluyuz. Burada bile, bizim anladığımız
tarih anlayışına ulaşmış değiliz: Yani, deyim yerindeyse, en ba
şından başlayarak bir halkın tam biyografisi olan ulusal tarih
anlayışına. Polybius için Roma tarihi, tam olarak biçimlenmiş,
erişkin, fetih görevine girişmeye hazır olan Roma'yla başlar.
Ulusal bir ruhun nasıl ortaya çıktığı konusundaki güç sorunun
henüz hakkından gelinmemiştir. Polybius için, verilmiş, hazır
ruh, tarihin hypokeimenon'udur, her değişmenin altında yatan
değişmeyen özdür. Tıpkı Yunanlıların bizim Helen halkının
kökeni sorunu diyeceğimiz sorunu ortaya koymanın olanaklılı
ğını bile düşünememesi gibi, Polybius için de Roma halkının
R. G. Collingwood 7 1
9
insi. ya da X. i. 1 O.
74 Yunan-Roma Tarihyazımı
1
° Furneaux, Cornelii Annalium Libri /-/Vde, okulların kullanımı için
yayımlanmı§ (Oxford, 1 886) , s. 3 -4.
11
Platon, Devlet, 3 6 1 d.
R. G. Collingwood 77
12
The Annals of Tacitus (Oxford, 1 896) , cilt I s. 1 58.
82 Yunan-Roma Tarihyazımı
HIRİSTİYANLIGIN ETKİSİ
her §eyi Tanrı yaratmı§tır. İ nsan ruhu artık ab aeterno· bir geç
mi§ varlık diye görülmez ve o anlamda ölümsüzlüğü yadsınır;
her ruhun yeni bir yaratı olduğuna i nanılır. Aynı §ekilde, toplu
ca bakıldığında, halklar ve uluslar öncesiz-sonrasız tözler de
ğildir, Tanrı yaratmı§tır onları. Ayrıca, Tanrı yarattığı §eyi n ya
pısını yeni hedeflere doğru yeniden yönlendirerek deği§tirebilir:
Böylece, inayetini n i§leyi§iyle, Tanrı daha önce yaratılmı§ bir
ki§inin ya da bir h alkın karakterinde geli§meye neden olabilir.
İlk Hıristiyan dü§üncesi nce henüz h o§ görülen tözler bile Eski
Ç ağ dü§ünürlerinin tasarladığı tözler gibi gerçekten töz değil
dir. İ nsan ruhuna hala töz denir ama artık o, Tanrı'nın belli bir
zamanda yarattığı bir töz olarak tasarlanır ve sürekli varolu§U
için Tanrı'ya bağımlıdır. Doğa dünyasına hala töz denir ama
aynı nitelemeyle. Tanrı'nın kendisine hala töz denir ama artık o
bir töz olarak karakteri bilinemez diye görülür: Yalnızca aciz
insan aklınca ke§fedilemez olmakla kalmaz, açığa vurulmaya
bile yatkın değildir. Tanrı hakkı nda bütün bilebildiğimiz, Onun
etkinlikleridir. Yava§ yava§, Hıristiyanlığın mayası tuttukça, bu
yarı tözler bile yok olmu§tur. St. Thomas Aquinas on üçüncü
yüzyılda tanrısal töz kavramını terk etti ve Tanrı'yı etkinlik ara
cılığıyla, actus purus·· diye tanımladı. On sekizinci yüzyılda
Berkeley maddi töz kavramını, Hume da ruhsal töz kavramını
felsefeden attı. Böylece Avrupa tarihyazımının tarihindeki üçün
cü bunalım içi n ve tarihin, sonunda bir bilim olarak giri§i içi n
sahne hazırlanmı§ oldu.
Hıristiyan tasarımlarının giri§inin tarihin tasarlanı§ına üçlü
bir etkisi olmu§tur:
(a) Tarih kar§ısında yeni bir tutum geli§ti; buna göre tarih
sel süreç insanın muradının değil, Tanrı'nın muradının eseri
dir; Tanrı'nın muradı insan için bir murat, insan ya§amında,
i nsan istencinin etkinliğiyle temsil edilen bir murat olur; bu
men bir şey olarak, insan eylemi dünyasında içkin bir şey ola
rak değil, o dünyayı aşan bir şey olarak tasarlanması demektir.
Burada olup biten, düşünce sarkacının Yunan-Roma tarih
yazımındaki soyut ve tek yanlı olan tanrımerkezli bir görüşe
kaymış olmasıdır. Tarihte kayranın işleri kabul edilir ama in
sana yapacak bir şey bırakmayacak bir biçimde kabul edilir.
Bunun bir sonucu, gördüğümüz gibi, tarihçilerin geleceği ön
ceden söyleyebileceklerini düşünme hatasına düşmeleridir. Bir
başka sonuç, tarihin genel planını ortaya çıkarma kaygısıyla ve
bu planın insanın değil, Tanrı'nın planı olduğu inancıyla, Tan
rı'nın planını ortaya çıkarmak için insanın eylemlerine sırt çevi
rerek, tarihin özünü tarihin dışında aramaya girişmeleridir;
dolayısıyla da, insan eylemlerinin gerçek ayrıntısı onlar için gö
rece önemsizleşmiş, tarihçinin o baş ödevini, gerçekte olup
biteni keşfetmek için sonsuz zahmetler çekme gönüllülüğünü
ihmal etmişlerdir. Orta Çağ tarihyazımının eleştirel yöntemde
pek zayıf olmasının nedeni budur. Bu zayıflık bir rastlantı de
ğildir. Bilginlerin elindeki kaynakların ve malzemelerin sınırlılı
ğından ötürü olmamıştır. Yapabileceklerinin değil, yapmak is
tediklerinin sınırlılığından ötürü olmuştur. Gerçek tarihsel ol
guların sahici ve bilimsel bir incelemesini istemiyorlardı; on
ların istediği, tanrısal niteliklerin tam ve bilimsel bir incelemesi,
iman ile aklın çifte temeli üzerine güvenle kurulmuş, tarihsel
süreçte ne olmuş olması gerektiğini a priori belirlemelerini sağ
layacak bir teolojiydi.
Orta Çağ tarihyazımına salt bilimsel tarihçi açısından, olgu
lardaki tamlık dışında hiçbir şeye önem vermeyen tarihçi türü
açısından bakıldığında, doyurucu olmamakla kalmayıp bile bile
ve itici bir biçimde yanlış düşünceli görünmesi bunun sonucu
dur; genel olarak tarihin yapısına ilişkin salt bilimsel bir görüşü
benimsemiş olan on dokuzuncu yüzyıl tarihçileri de ona son
derece soğuk bakmışlardır. Bugün eleştirel tamlık isteğine daha
az saplanıp olguları yorumlamayla daha çok ilgilendiğimizde,
ona daha dost bir gözle bakabiliyoruz. Orta Çağ tarih görüşüne
R. G. Collingwood 95
2
Methodus ad facilem historiarum cognitionem ( 1 566) , Cap. YI i :
"Confutatio eorum qui quatutor monarchias . . . statuunt."
' Hegel'in Philosophie des Rechts'in sonundaki dünya tarihine ili§kin
parçasında uzun dönemli Dört İmparatorluk §emasını onaylaması, on
sekizinci yüzyıl sonu romantizminin, daha önce Schiller örneğinde
dikkati çektiğim Orta Çağlı eğilimleri bakımından anlamlıdır. He
gel'in her konuyu kendi diyalektik örüntüsüne göre üçlemeler halinde
bölme dü§künlüğüne alı§ml§ olan okurlar, kitabın sonuç sayfasındaki
dünya tarihi taslağının dört bölüm ba§lığıyla bölündüğünü görünce
§a§kına dönerler: " Doğu İmparatorluğu, Yunan İmparatorluğu, Roma
İmparatorluğu, Germen İmparatorluğu." Bu okurlar, her §eyden önce
bu olguların Hegelci diyalektik için fazla sağlam olduğunu dü§ünme
ye eğilimlidirler. Ama diyalektik §emayı delen olgular değildir; Orta
Çağ'ın dönemleyi§inin nüksetmesidir.
R. G. Collingwood 9 7
5. Descartes
On yedinci yüzyılın yaratıcı hareketi kendini doğa bilimi nin
sorunlarına verdi ve tarih sorunlarını bir yana bıraktı. Bacan
gibi Descartes da şiiri, tarihi ve felsefeyi birbirinden ayırıyor ve
buna bir dördüncüsünü, ilahiyatı ekliyordu; ama yeni yöntemi,
bu dört şey arasında üç ana bölümü matematik, fizik ve metafi
zik olan felsefeye uyguladı yalnızca, çünkü yalnız orada güve-
98 Hıristiyanlığın Ekisi
6. Descartesçı Tarihyazımı
Gerçekte, Descartes'ı n kuşkuculuğu tarihçilerin cesaretini ke
sinlikle kırmamıştır. Hatta tarihçiler onu bir meydan okuma,
eleştirel tarihin olanaklı olduğundan emin bir biçimde kendi
R. G. Collingwood 1 O 1
7 . Descartesçılığa Karşı:
(i) Vico
İlki, on sekizinci yüzyılda Napoli'de yapıt veren Vico'nun saldı
rısıydı. Vico'nun yapıtının ilginçliği ilk olarak onun, Bacon'ı n
bilimsel yöntemin ilkelerini dile getirmiş olması gibi, tarihsel
yöntemin ilkelerini dile getirme işine kendi ni vermiş, bilgili ve
parlak bir tarihçi olmasındadır ve bu yaratıcı çalışma sırasında
da kendini kalem kavgasına girilmesi gereken bir şey olarak
Descartesçı felsefeyle karşı karşıya bulmuştur. Matematiksel
bilginin geçerliliğini yalanlamamış ama başka hiçbir bilgi türü
nün olanaklı olmadığını öngören Descartesçı bilgi kuramını ya
lanlamıştır. Bunun için, hakikatin ölçütünün açık ve seçik tasa
rım olduğu yollu Descartesçı ilkeye saldırdı. Bunun aslında an
cak öznel ya da psikolojik bir ölçüt olduğunu belirtti. Benim ta
sarımlarımı açık ve seçik düşünmem, onların doğru olduğunu
değil, ancak benim onlara inandığımı kanıtlar. Vico bunu söy
lerken inancın algılarımızın canlılığından başka bir şey olmadı
ğı konusunda Hume ile uyuşuyordu aslında. Bir tasarım ne
denli yanlış olursa olsun, apaçık görünmesiyle bizi inandırabilir
der Vico ve bunlar gerçekte uyduruk uslamlamayla ulaşılmış
temelsiz kurmacalar olduğunda, inançlarımızı apaçık düşün
mekten daha kolay bir şey yoktur: Yine H ume ile ilgili bir nok
ta. Vico, bize gereken şeyin bilinebileni bili nemeyenden ayıra
cak bir ilke, insan bilgisinin zorunlu sınırlarına ilişkin bir öğreti
olduğunu ileri sürer. Bu, elbette, Vico'yu eleştirel deneyciliği
1 04 Hıristiyanlığın Ekisi
8. Descartesçılığa Karşı:
(ii) Locke, Berkeley ve Hume
Descartesçılığa yönelik ikinci ve tarihsel sonuçlar getirmesi ba
kımından çok daha etkili bir saldırıya Hume'da doruğuna va
ran Locke okulunca girişildi. Descartes'la zaten bilinçli bir kar
şıtlık içinde olmakla birlikte, bu okulun deneyciliğini n başlan
gıçta tarihsel düşünce sorunlarıyla bilinçli bir ilişkisi yoktu.
Ama okul geliştikçe, ortaya koyduğu bakışın tarih yararı na ama
ancak olumsuz bir anlamda, tarihi bilgi haritası ndan kovmuş
olan Descartesçılığı yıkmak için kullanılabileceği yavaş yavaş
açık hale geldi. Locke ile Berkeley, felsefi yazılarında tarihsel
düşüncenin sorunlarıyla ilgili özel bir kaygı göstermezler (Loc
ke'un kendi yöntemini "tarihsel açık yöntem" diye betimlemesi,
Descartesçılığa karşı oluşu ile tarih incelemesi arasındaki iliş
kiden habersiz olmadığını gösterse bile. Locke, Deneme 'sinde,
Giri ş 2'de, bununla, amacının "anlığımızın sahip olduğumuz
bu şeylerin kavramlarına nasıl ulaştığını açıklamak" olduğunu
kastettiğini söyler. "Şeylere ilişkin kavramlarımızı" Locke tam
olarak Vico'nun adetleri ve gelenekleri ele aldığı gibi ele alır;
tasarımlar ile şeyler arasındaki bağa ilişkin Descartesçı sorun,
her durumda ortaya çıkması engellenmiş bir sorundur) . Fran
sa'da, ilgileri kesin olarak tarihe yönelmiş Aydınlanma insanla
rının, Voltaire ile Ansiklopedicilerin Locke felsefesi ni şevkle be
nimsemiş olmaları, bu felsefenin, önce kendini savunurken,
sonra da Descartes geleneğine karşı saldırıya geçerken tarihsel
düşünceye bir silah olarak hizmet etmek üzere bir bakıma özel
olarak düzenlenmiş olduğunu gösterir. Descartesçılığa başkal
dırı aslında on sekizinci yüzyıl Fransız düşüncesinin başlıca
olumsuz özelliğidir: Başlıca olumlu özellikleri ise, ilk olarak ar
tan tarihsel niteliği, ikinci olarak, Locke tipi felsefeyi benimse
mesidir; bu üç özelliğin birbirine karşılıklı olarak bağlı olduğu
da açıktır.
R. G. Collingwood l 1 3
5
Treatise of Human Nature, kit. I, böl. I I I , 4.
1 16 Hıristiyanlığın Ekisi
6
ibid., 1 3.
R. G. Collingwood 111
9. Aydınlanma
Tarihsel yapıtıyla Hume ve onun bir parça daha yaşlı çağdaşı
Voltaire yeni bir tarihsel düşünce okulunun başında bulunu
yorlardı. Onların ve onları izleyenlerin yapıtı Aydınlanma'nın
tarihyazımı diye tanımlanabilir. Aydınlanma'dan, Aufkliirung'
dan, on sekizinci yüzyıl için çok kendine özgü olan, insan yaşa
mı ile düşüncesinin her yanını laikleştirme çabası anlaşılır. Bu
yalnızca kurumsal dinin gücüne karşı değil, dine karşı bir baş
kaldırıydı. Voltaire kendini Ecrasez l'infame· mottosuyla Hıris
tiyanlığa karşı açılan bir savaşın önderi olarak görüyordu. L 'in
fame burada insan yaşamında geri ve barbarca olan şeyin bir
işlevi diye tasarlanan batıl inanç, din demekti. Bu hareketin
altında yatan felsefi kuram, birtakım zihinsel etkinlik biçimleri
nin, zihin olgunluğa erdiği zaman yok olacak ilkel biçimler ol
duğuydu. Vico'ya göre, şiir yaban ya da çocuksu aklın kendini
dile getirdiği doğal biçimdir; en güzel şiir barbarlık ya da kah
ramanlık çağlarının şiiri, Homeros'un ya da Dante'nin şiiridir;
insan geliştikçe, akıl imgeleme ve tutkuya baskın çıkar ve şiirin
yerini düzyazı alır. Vico, kendi yaşantısını kendine sunmanın
şiirsel ya da salt imgeleyici biçimi ile düzyazılı ya da salt ussal
biçimi arasına bir üçüncüsünü, söylensel ya da yarı imgeleyici
düşünmek ona bir tarihçi gibi değil, bir siyasetçi, polemikçi, bir
risale yazarı gibi bakmaktır. Bu bakımdan, Aydınlanma'nın ta
rihsel bakışı sahiden tarihsel değildi; ana dürtüsü bakımından,
polemikçi ve tarih dışıydı.
Bu nedenle, Voltaire ile Hume gibi yazarlar tarihsel araş
tırma yöntemlerini geliştirmek için pek az şey yaptılar. Önceki
kuşakta Mabillon, Tillemont ve Bollandistler gibi adamlarca
bulunan yöntemleri devraldılar ve bu yöntemleri bile gerçek bir
bilimsel ruhla kullanmadılar. Tarih ile tarih adına, karanlık ve
uzak dönemlerin tarihini yeniden kurma işini ısrarla sürdürme
adına yeterince ilgilenmiyorlardı. Voltaire on beşinci yüzyılın
kapanışından önceki olaylar hakkında güvenle temellendirilmiş
hiçbir tarihsel bilgiye ulaşılamayacağını açıkça ilan ediyordu;
Hume'un İngiltere Tarihi 'ni aynı döneme, Tudorlar Çağı'na
gelesiye çok küçük, taslak bir çalışmaydı. İlginin modern dö
nemle sınırlanmasının gerçek nedeni, akla ilişkin dar anlayış
larıyla, kendi gözlerinde insanlık tarihinin ussal olmayan dö
nemlerinde olanlara hiçbir yakınlık duymamaları, bundan ötü
rü deonların iç yüzünü kavrayamamalarıydı; tarihle ilgilenmeye
ancak tarihin kendilerininkine benzer bir modern ruhun, bilim
sel bir ruhun tarihi olmaya başladığı noktada başladılar. İkti
sadi terimlerle, aydınlanmış despotluk ruhu demekti bu. Ku
rumların, kendi tarihsel gelişmesi içinde bir halkın ruhunca ya
ratılmış olduğu konusunda hiçbir kavramları yoktu; o kurum
ları, zeki düşünürlerin bulduğu ve böylece insan kitlelerini al
dattığı ilginçlikler, ustalıklar diye tasarlıyorlardı. Rahiplik sana
tından gelen din tasarımları, anladıkları tek ve aynı ilkenin, uy
gun olmadığı bir tarih aşamasına uygulanmasıydı yalnızca.
Dar anlamıyla Aydınlanma, temelde dine karşı polemikçi ve
olumsuz bir hareket, bir savaş olarak, hiçbir zaman kaynağın
dan daha yukarı çıkmadı ve Voltaire onun en iyi, en tipik anla
tımı olarak kaldı. Ama özgün yapısını yitirmeden çeşitli yönler
de gelişti. İnsan yaşamının aslında kör, usdışı bir iş olduğu ve
hep de öyle olmuş olduğu düşüncesine dayalı olduğu halde,
120 Hıristiyanlığın Ekisi
7
"Voltaire . . . est comme les moines, qui n'ecrivent pas pour le sujet
qu'ils traitent, mais pour la gloire de leur ordre. Voltaire ecrit pour
son couvent" (Pensee diverses in Oeuvres, Paris, cilt il. s. 427 ) .
(" . . . Voltaire ele aldıkları konu uğruna değil, tarikatlarına §an olsun
diye yazan rahipler gibidir. Voltaire manastırının üyeleri için yazar")
(çn) .
124 Hıristiyanlığın Ekisi
1. Romantizm
Tarihsel düşüncede daha fazla bir ilerleme gösterilmeden önce,
iki şey gerekliydi: İlkin, Aydınlanma'nın aydınlanmamış ya da
barbar diye gördüğü ve karanlıkta bıraktığı geçmiş çağların
daha duygudaş bir biçimde soruşturulmasıyla, tarihçinin ufku
nun genişletilmesi gerekiyordu; ikinci olarak, tekbiçimli ve de
ğişmez bir şey olarak insan doğası anlayışına saldırılması ge
rekiyordu. Bu iki yöndeki ilk önemli ilerlemeyi getiren Herder
oldu ama bunların ilkiyle ilgili olması bakımından, Rousseau'
nun yapıtı da ona katıldı.
Rousseau bir Aydınlanma çocuğuydu ama onun ilkelerini
yorumlayışı bakımından, Romantik hareketin babası oldu. Yö
neticilerin halklarına onların kabul etmeye hazır oldukları dı
şında hiçbir şey veremeyeceklerini anlamıştı; dolayısıyla Voltai
re'in anlayışındaki aydınlanmış despotun, aydınlanmış bir halk
olmadıkça güçsüz olduğunu ileri sürüyordu. Edilgin bir halka
R. G. Collingwood 129
despotun onun için iyi olduğunu bildiği bir şeyi zorla benimse
ten despotça bir istenç tasarımı yerine, Rousseau halkın kendi
sinden gelen genel bir istenç, bir bütün olarak halktan bir bü
tün olarak kendi çı karını gözetmek için gelen bir istenç tasarı
mı koydu.
Pratik siyaset alanında, farklı bir biçimde temellendirilse de,
Condorcet gibi insanları nkinden pek farklı olmayan bir iyim
serlik ya da Ütopyacılık içeriyordu bu: Aydı nlanma Ü topyacı
beklentilerini aydınlanmış yöneticiler edinme umuduna dayan
dırırken, Romantikler halk eğitimi yoluyla aydınlanmış bir halk
elde etme umuduna dayanıyorlardı. Ama tarih alanında s onuç
lar çok farklı ve gerçekte devrim niteliğindeydi. Rousseau'nun
tasarladığı genel istenç, ister az ister çok aydınlanmış olsun,
her zaman varolmuş, her zaman işlemiştir. Aydınlanma kura
mındaki aklın tersine, görece yakın bir tarihte dünyaya gelme
miştir. Rousseau' nun tarihi açıkladığı ilke, bundan ötürü yalnız
uygar dünyanın yakın tarihine değil, bütün ırkları n ve bütün
çağların tarihine uygulanabilir bir ilkeydi. Barbarlık ve batıl
inanç çağları en azından il kece anlaşılır hale gelmişti ve insan
lık tarihinin tümünü, insan aklının tarihi olarak değilse de, en
azı ndan insan istencinin tarihi olarak görmek olanaklıydı.
Dahası, Rousseau'nun eğitim anlayışı çocuğun, gelişmemiş
olsa bile, kendi ülküleri ve kavramlarıyla, kendine özgü bir ya
şamı olduğu ve öğretmenin bu yaşamı anlayıp duygudaşlık kur
ması, ona saygı göstermesi ve kendine özgü, doğal bir biçimde
gelişmesine yardımcı olması gerektiği öğretisine dayanır. Bu
anlayış tarihe uygulandığında, tarihçinin Aydı nlanma tarihçile
rinin hep yaptığı şeyi hiçbir zaman yapmaması, yani geçmiş
çağlara aşağılama ve tiksinti ile bakmaması gerektiği, duygudaş
olarak bakması ve onlarda gerçek ve değerli insan başarıları nın
ifadesini bulması gerektiği anlamına gelir. Rousseau bu tasa
rımdan öyle etkilenmişti ki, ilkel yabanlığın uygar yaşamdan
üstün olduğunu ileri sürüyordu (Sanatlar ve Bilimler Üzerine
1 ·w /liliı/1.\d forilıiıı /:"�iği
1
Örneğin, Contrat Social'deki imayla, 1 . YIi.
2
Bu nedenle, Renaissance üzerine yapıtına Winckelmann üzerine bir
bölüm koyması Walter Pater açısından bir gaftı. Winckelmann'ın Yu
nan sanatına ilişkin incelemesi hiç de Renaissance bilim adamlarınınki
R. G. Collingwood 1 3 1
2. Herder
Geçmiş karşısındaki bu yeni tutumun ilk ve bir bakıma en
önemli ifadesi Herder'in dört cilt olarak yazılmış ve 1 784 ile
1791 arasında yayımlanmış Jdeen zur Philosophie der Mens
chengeschichte'siydi. Herder insan yaşamını onun doğa dünya-
3. Kant
Herder'in ilk cildi kırk yaşındayken, 1 784 baharında yayımlan
dı. Öğrencisi olan Kant kitabı elbette çıkar çıkmaz okudu ve bir
yıl sonraki oldukça sert eleştirisinin göstereceği gibi, öğretileri
nin çoğunu kabul etmese de, kitap onu ortaya koyduğu sorun
lar hakkında düşü nmeye ve tarih felsefesi üzerine başlıca yapı
tını oluşturan kendi denemesini yazmaya itti. Onu n öğrencisi
olmaktan etkilenmişti ama Kant Jdeen 'in ilk bölü münü okudu
ğunda altmış yaşını bulmuş ve kafası Büyük Frederick'in ve
onun Prusya mahkemesine getirdiği Voltaire'in himayesi altın
da Almanya'da kök salan Aydınlanma'yla biçimlendirilmişti. Bu
bakımdan Kant, Herder'le karşılaştırıldığında, sıkı bir Roman
tizme tepki eğilimi gösterir. Tam bir Aydı nlanma üslubuyla,
geçmiş tarihi insan ussallığının bir gösterisi sayar ve bir ussal
yaşam ütopyasını bekler. Onda gerçekten dikkat çekici olan,
R. G. Collingwood 1 37
sanın tarihine aynı şekilde bir yasaya göre bel irlenen bir sü
reçmiş gibi bakabilir. Öyleyse, ne tür bir yasa olur bu? Kesin
likle insan bilgeliğinden gelmeyecektir bu yasa; çünkü tarihi
gözden geçirirsek, genellikle insan bilgel iğinin bir kaydı olma
dığını, daha çok insan çılgınlığının, kibirliliğinin, günahkarlığı
nın kaydı olduğunu görürüz. Kant, filozofların bile, bilge ol
duklarına inanılsa da, kendi yaşamlarını planlamak, kendileri
için koydukları kurallara göre yaşamak için yeterince bilge ol
madıklarını belirtir. Dolayısıyla, insanlığın yaşamında genel bir
ilerleme varsa, o ilerleme kesinlikle insanın kendi kılavuzluğuna
göre yaptığı bir plandan gelmez. Ama öyle bir plan, yani insa
nın anlamadan yerine getirdiği bir doğa planı olabilirdi. İnsan
lık tarihinde böyle bir planı ortaya çıkarmak yeni bir Kepler'in
işi olur, onun zorunluluğunu açıklamaksa başka bir Newton
gerektirirdi. Kant doğa planıyla ne kastettiğini söylemez. İfade
yi yorumlamak için, Yargı Gücünün Ele§tirisi'nin doğadaki
ereksellik anlayışının açıklandığı ikinci yarısına dönmemiz ge
rekir. Burada, Kant'a göre, doğanın amaçları olduğu tasarımı
nın gerçekte bilimsel araştırmayla kanıtlanamayan ya da çürü
tülemeyen bir tasarım; ama onsuz doğayı hiç anlayamadığımız
bir tasarım olduğunu görüyoruz. Gerçekte ona bilimsel bir ya
saya inandığımız gibi inanmıyoruz ama bir bakış açısı olarak,
itiraf edildiği gibi doğa olgularına bakmanın yalnız olanaklı de
ğil, yararlı, yalnız yararlı değil, gerekli olduğu öznel bir bakış
açısı olarak benimsiyoruz. Bir bitki ya da hayvan türü, bireysel
olarak beslenme ve kendini savunma bakımından, ortaklaşa
olarak yeniden üreme bakımından, kendini sürdürmek üzere
ustaca tasarlanmış gibi gelir bize. Örneğin, bir kirpinin korktu
ğu zaman dikenl i bir yumak halinde kıvrıldığını görürüz. Bu
nun o belirli kirpinin bireysel zekasından ileri geldiğini düşün-
meyiz; bütün kirpiler bunu yapar ve doğası gereği yapar; sanki
doğa kirpiye etobur düşmanlarına karşı kendini korusun diye
bir savunma düzeneği bağışlamıştır. Ona savunma düzeneği
derken, eğretileme dili kullanıyoruz; çünkü bir düzenek bir alet
R. G. Collingwood 1 39
maz; ancak ona ahlaklı bir eylemci olma gücünü vermek olabi
lir" diye yanıtlar. Öyleyse doğanın insanı yaratmaktaki amacı
ahlaki özgürlüğün gelişmesidir; bunun için, insanlık tarihinin
akışı bu gelişmenin işleyişi olarak tasarlanabilir. Kant'ın özün
de ahlaki doğa ya da özgürlük olarak insan doğasına iliş kin çö
zümlemesi, ona tarih anlayışı için son anahtarı verir.
Ş imdi Kant'ın düşüncesinin özetine geri dönebiliriz. Doğa
nın, yaratıklarından herhangi birini yaratmaktaki amacı, elbette
o yaratığın varolması, özünün gerçekleşmesidir. Doğanın erek
selliği dışsal bir ereksellik değil, içsel bir erekselliktir: Otları
inekleri beslemek için, inekleri insanları beslemek için yapmaz;
otları ot olsun diye ... yapar. İnsanın özü aklıdır; bunun için,
insanları ussal olsunlar diye yapar. İmdi bu, aklın tek bir bire
yin ömrü içinde gerçekleştirilemeyecek bir özelliğidir. Örneğin
hiç kimse tüm matematiği kendi kafasından icat edemez. Daha
önce başkalarının yaptığı çalışmalardan yararlanması gerekir.
İnsan başkalarının deneyiminden yararlanmak için özel yetisi
olan bir hayvandır; ussal olduğu için bu yetisi vardır, çünkü
akıl bunu n olanaklı olduğu bir çeşit yaşantıdır. İstediğimiz yi
yecekse, bir başka ineğin belli bir ot demetini yemiş olması,
sizin ancak o demeti yemenizi engeller; ama istediğiniz bilgiy
se, Pythagoras'ın hipotenüsün karesi hakkındaki teoremi keş
fetmiş olması, size o bilgiyi kendi kendinize edinebileceğiniz
den daha kolayca verir. Dolayısıyla, doğanı n insan aklını geliş
tirme amacı, tek bir yaşamda değil, ancak insan ırkının tarihin
de tam olarak gerçekleştirilebilir bir amaçtır.
Kant burada neden tarih diye bir şeyin olması gerektiğini
göstermekte dikkat çekici bir başarı elde etmiştir; insan ussal
bir varlık olduğu ve dolayısıyla onun gücüllüklerinin tam geliş
mesi bir tarihsel süreç gerektirdiği içindir. Bu, Platon'un Dev
let'in ikinci kitabında neden bir topluluk olması gerektiğini
gösterdiği uslamlamaya koşut bir uslamlamadır. Devlet'in ya
pay olduğu nu savunan Sofistlere karşı, Platon doğal olduğunu,
çünkü tek insanı n bağımsız olmamasına dayandığını gösteri-
R. G. Collingwood 1 43
4
Of Civil Government, kit. 11, böl. 2.
' Kant's Theory of Ethics, çev. T. K. Abbott (Londra, 1923), s. 40- 1.
0
Leviathan, böl. 1. kıs. 13.
7
Loc. cit.
R. G. Collingwood 1 45
8
Idee an einer a. Gesch., vierter Satz.
1 46 Bilimsel Tarihin Eşiği
almak için, elbette her zaman başarılı olmasa da, ciddi ve sü
rekli bir çaba gösterildi.
Kant'ın "tasarım" dediği şey dört noktada özetlenebilir: (i)
Evrensel tarih gerçekleştirilebilir bir ülküdür; ama tarihsel ve
felsefi düşüncenin birliğini ister: Olgular anlatıldığı kadar anla
şılmalıdır da, yalnız dışından değil, içinden de görülmelidir. (ii)
Bir planı varsayar, yani bir ilerlemeyi sergiler ya da ilerleyen bir
biçimde olup biten bir şeyi gösterir. (iii) Böylece ortaya çıkan,
insan ussallığıdır, yani zeka ve ahlaki özgürlük. (iv) Meydana
gelme aracı insanın usdı§ılığıdır, yani tutku, bilgisizlik ve ben
cillik.
Kant hakkındaki eleştirimi bu noktalara birkaç kısa deği
niyle özetleyeceğim. Bu değinilerin özü, Kant'ın felsefi yapıtla
rının başka yanlarında olduğu gibi, bütününde karşıtlıklarını
çok katı bir biçimde çizdiğidir.
i (a) Evrensel tarih ile tikel tarih. Karşıtlık çok katıdır. Ev
rensel tarih olup bitmiş her şeyin tarihi demekse, bu olanaksız
dır. Tikel tarih bir bütün olarak tarihin yapısına ve anlamına
ilişkin belirli bir anlayış içermeyen tek bir çalışma ise, bu da
olanaksızdır. Tikel tarih yalnızca ayrıntısı içinde tarihin kendi
sinin bir adıdır; evrensel tarih yalnızca tarihçinin tarihe ilişkin
anlayışının bir adıdır.
i (b) Tarihsel düşünce ile felsefi düşünce. Karşıtlık yine çok
katı. İkisinin Kant tarafından arzulanan birliği, betimlediği
olayları salt gözlenmiş fenomenler olarak değil, içinden gören
tarihsel düşüncenin ta kendisidir.
ii (a) Her tarih kesinlikle ilerleme gösterir, yani bir şeyin ge
lişmesidir; bu ilerlemeye Kant'ın yaptığı gibi doğanın bir planı
demek, mitoloji dilini kullanmak demektir.
ii (b) Bu ilerlemenin hedefi, Kant'ın düşündüğü gibi gele
cekte değildir. Tarih gelecekte değil, şimdide sona erer. Tarih
çinin işi şimdinin nasıl meydana geldiğini göstermektir; tarihçi
geleceğin nasıl meydana geleceğini gösteremez, çünkü gelece
ğin ne olacağını bilmez.
R. G. Collingwood 149
4. Sebiller
Sanat kuramında olduğu gibi tarih kuramında da Kant'ın en
doğrudan izleyicisi şair Schiller'di. Akıllı ve yetenekli bir düşü
nürdü Schiller; felsefedeyse Kant gibi azimli bir işçi olmaktan
çok, parlak bir amatördü; ama seçkin bir şair olması ve Jena'da
tarih kürsüsünde bulunduğu bir süre meslekten bir tarihçi ol
ması bakımından Kant'a üstünlüğü vardı. Kant'ın sanat felsefe
sini iş başındaki bir şairin deneyimini katarak yeniden yorum
ladığı gibi, Kant'ın tarih felsefesini de iş başındaki bir tarihçinin
deneyimini katarak yeniden yorumlar. 1789'da Jena'da verdiği
tören dersinde, bu deneyimin Kant'ın kuramındaki birtakım
hataları aşmasını nasıl sağladığını görmek ilginçtir.
Ders, Evrensel Tarih Nedir ve Hangi Amaçla İncelenir?
(Was heij3t und an welchem Ende studiert man Universalges
chichte ?) başlığını taşır. Schiller evrensel tarih incelemesini sa
vunurken ve onun tarih bilginliği kadar felsefi bir kafa da ge
rektirdiğini kabul ederken Kant'ı izler. Brotgelehrte ya da ek
mek parası bilgini (tarihin kuru kemikleri olan yalın olgular
karşısındaki sıkıcı tutumuyla meslekten araştırmacı, bütün hırsı
bir uzmanın olabileceği kadar sınırlı olmak, gittikçe daha az şey
hakkında gittikçe daha çok şey bilmek olan bir adam) ile bütün
tarihi kendi alanına alan, olgular arasındaki bağlantıları görme
yi, tarihsel sürecin uzun vadeli düzenliliklerini ortaya çıkarmayı
iş edinen felsefi tarihçi arasındaki karşıtlığın canlı bir resmini
çizer. Felsefi tarihçi bu sonuçlara betimlediği olayların içine
1 50 Bilimsel Tarihin Eşiği
5. Fichte
Kant'ın tarih görü§lerini verimli bir biçimde geli§tirmi§ olan bir
ba§ka öğrencisi 1806'da Ş imdiki Çağın Temel Özellikleri
(Grundzüge des gegenwiirtigen Zeitalters) adlı Berlin derslerini
yayımlayan Fichte'ydi. Fichte §imdiyi tarihsel geli§me çizgileri
nin birle§tiği odak noktası olarak tasarlamakta Schiller'le uyu
§Ur, Kant'la uyu§maz: dolayısıyla, ona göre tarihçinin ba§lıca
i§i içinde ya§adığı tarih dönemini anlamaktır. Her tarih döne
minin ya§amının her ayrıntısına sızan kendine özgü bir özelliği
R. G. Collingwood 151
gördüğü ama gerçekte yok olmadığı, yeni ve daha iyi bir biçim
de özgür olmak, yani Rousseau'nun doğal özgürlükten farklı
olarak sivil özgürlük dediği şey olmak için kendi karşıtını ya
rattığı (Hobbes'un gösterdiği gibi, yönetici isteyerek onun uy
ruğu olan insanların ortak eylemiyle yaratı lır) yeni bir aşamaya
dönüştüğü otoriter yönetim dönemidir. Ama Hobbes özgürlü
ğün gelişme sürecinin burada sona erdiğini düşünmekte hak
sızdı. Karşıtlığın üçüncü bir aşamayla, yetkenin, yetkeyi kötüye
kullandığı için değil, sırf yetke olduğu için reddedildiği ve yok
edildiği devrimci bir aşamayla giderilmesi gerekir; uyruk yetke
siz yapabileceğini ve hem hükümdar hem uyruk olmak için yö
netim işini kendi eline alabileceğini hissetmiştir. Dolayısıyla,
yıkılan yetke değildir; yıkılan yalnızca yetke ile yetkenin üzerin
de uygulandığı insan arasındaki dış ilişkidir. Devrim anarşi de
ğildir, yönetime uyruklarca el konmasıdır. Yönetme ile yönetil
me arasındaki ayrım bundan sonra da gerçek bir ayrım olarak
vardır ama bir farklılığın olmadığı bir ayrımdır: Aynı insanlar
yönetir ve yönetilir.
Ama Fichte burada durmaz. Kendi çağını devrim çağıyla
özdeşleştirmez. Çağdaşlarının onun ötesine geçtiklerini düşü
nür. Kendinde kendi üzerinde bir yetke barındıran birey anla
yışı, ilk ve en ham biçimiyle devrimci tasarımdır. Ama bu kav
ramın da kendi karşıtını, yani nesnel bir gerçeklik tasarımını,
düşüncenin ölçütü ve davranışın kılavuzu olan, kendi başına
varolan bir hakikat bütününü doğurması gerekir. Bu gelişme
aşaması, nesnel hakikatin düşüncenin karşısında duran hakikat
olduğu, eylemesininse haklı olarak bilimsel bilgiye uygun eyle
me anlamına geldiği bilimdir. Bilimsel tin alanı (sanki) bir karşı
devrimdir: İnsan tiranları yok edebiliriz ama olguları yok ede
meyiz; şeyler neyse odur ve onların sonuçları ne olacaksa o
olur; insanın yasalarına karşı koysak bile, doğanın yasalarına
karşı koyamayız. Ama yine, tin ile doğa arasında karşıtlık ola
bilir ve bunun aşılması gerekir; onun aşılması yeni bir tür ussal
özgürlüğün, tin ile doğanın yeniden birleştiği, tinin doğada
R. G. Col/ingwood 1 53
diye daha açık bir tasarımımız olsaydı onu daha iyi yapacak bir
durumda olurduk ve bu daha iyi yapma işi olmuş bitmiş olur
du. Ş i mdi, bizim kendi etkinliklerimizdir; bu etkinliklerin nasıl
olduğunu bildiğimiz gibi, onları gerçekleştiriyoruz da; dolayı
sıyla, şimdinin açısından, olan ile olması gereken, gerçek ile ül
küsel arasında her zaman bir çakışma olması gerekir. Yunanlı
lar Yunanlı olmaya çalışıyorlardı; Orta Çağ Orta Çağlı olmaya
çalışıyordu; her çağın amacı kendi olmaktır; bu bakımdan,
şimdi, olmaya çalıştığı şey olmayı her zaman başarması anla
mında yetki ndir. Bu, tarihsel sürecin yapacak daha fazla bir şe
yi yok demek deği ldir; yalnızca, şi mdiye dek yapmak istediğini
yapmış olması ve yakında ne yapacağını bizim söyleyemememiz
demektir.
(2) Tarihi a priori kurma düşüncesi bize çok budalaca gelir;
ama Fichte burada Kant'ın ne çeşit olursa olsun her bilgide a
priori öğeler bulunduğu biçimi ndeki keşfini izliyordu. Her bilgi
alanında, o tip bilgini n biçimine ya da yapısı na ait olan ve (Kant
felsefesine göre) deneysel malzemeden değil, bilenin bakış açı
sından türetilen birtakım temel kavramlar ya da kategoriler ile
onlara karşılık gelen birtakım ilkeler ya da aksiyomlar vardır.
İ mdi, tarihte bilginin genel koşulları, bilenin şi mdide bulundu
ğu ve geçmişe şimdini n açısından baktığı biçimindeki temel
ilkeden türetilir. (Kant'ın terminolojisini benimsersek) görünün
tarih için ilk aksiyomu her tarihsel olayı n geçmiş zamanda bir
yerlerde bulunduğudur. Bu, tarihçinin soruşturmasının akışı
içinde deneysel olarak keşfettiği bir genelleme değildir, tarihsel
bilginin a priori bir koşuludur. Ama Kant'ın kategorilerin şe
matizmi öğretisine göre, zaman ilişkileri kavramsal ilişkilerin
şemaları ya da olgudaki temsilcileridir: Örneği n önce ile sonra
nın zaman ilişkisi mantıksal öncül ile mantıksal sonucun kav
ramsal iliş kisinin bir şemasıdır. Zamandaki tüm olaylar dünyası
böylece mantıksal ya da kavramsal ilişkiler dünyasının şemalaş
tırılmış bir karşılığıdır. Dolayısıyla Fichte' nin tarihsel dönemle
rin zamansal art ardalığının temelinde yatan bir kavramsal şe-
R. G. Collingwood 1 55
7. Hegel
1 784'te Herder'le başlayan tarihsel hareket doruk noktasına,
tarih felsefesi üzerine ilk derslerini 1822-23'te veren Hegel ile
geldi. Hegel'in Tarih Felsefesi'ni kendi kendine okuyan her
hangi biri, onun, tarihi felsefi düşünce aşamasına ilk kez tam
olarak eriştiren, tamamen özgün ve devrim niteliğinde bir yapıt
olduğunu düşünür ancak. Ama öncellerinin yapıtları gözden
geçirilince, onun kitabı çok daha az ürkütücü, çok daha az öz
gün hale gelir.
Hegel tarih felsefesi denebilecek (öneri ve terminoloji Vol
taire'indir) yeni bir tür tarih önerir; ama tarih felsefesi onun
için tarih üzerine felsefi olarak düşünme değil, daha büyük bir
güçle ortaya çıkan tarihin kendisidir ve salt deneysel tarihten
farklı olarak felsefi tarih, yani yalnızca olgu olarak saptanmakla
kalmayıp, olguların niye oldukları gibi olup bittiğinin nedenleri
kavranarak anlaşılan tarih haline gelir. Bu felsefi tarih insanlı
ğın evrensel bir tarihi olacak (Hegel burada Herder'i izler) ve
ilkel çağlardan bugünkü uygarlığa doğru bir ilerlemeyi sergile
yecektir. Bu öykünün konusu, gerçek bir toplumsal ilişkiler
dizgesi içinde sergilenen ahlaki insan aklıyla özdeş olan özgür
lüğün gelişmesidir; öyle ki, felsefi tarihin yanıtlaması gereken
soru Devletin nasıl ortaya çıktığı sorusudur (bütün bunlar
Kant'tan alınmıştır). Ama tarihçi geleceğe ilişkin hiçbir şey bil
mez; tarih gelecekteki bir ütopyada değil, gerçek olan şimdide
sona erer (Schiller). İnsanın özgürlüğü özgürlüğünün bilinciyle
aynı şeydir, yani özgürlüğün gelişmesi bilinçliliğin gelişmesidir,
kavramın çeşitli zorunlu aşamalarının ya da anlarının birbiri ar
dından tamamlandığı bir düşünce ya da mantıksal gelişme sü
recidir (Fichte). Son olarak, felsefi tarih yalnızca insan sürecini
değil, kozmik bir süreci, dünyanın kendinin bilinci içinde tin
olarak kendini gerçekleştirdiği bir süreci de sergiler (Schel
ling). Demek ki, Hegel, tarih felsefesinin ana çizgilerinin her
birini öncellerinden almıştır ama onların görüşlerini, olağanüs
tü bir ustalıkla, bir bütün olarak bağımsızca ele alınmayı hak
1 60 Bilimsel Tarihin E§iği
eden pek tutarlı, pek birlikli bir kuram içinde bir araya getir
miştir. Ben de, bundan ötürü, onun kimi ayırıcı çizgilerine dik
kati çekmek istiyorum.
İlk olarak, Hegel tarihe doğadan yaklaşmayı reddeder. Do
ğa ile tarihin farklı şeyler olduğunu vurgular. Her biri bir sü
reçtir ya da süreçler kümesidir; ama doğa süreçleri tarihsel de
ğildir: Doğanın tarihi yoktur. Doğa süreçleri döngüseldir; doğa
döner durur ve böyle dönüşlerin yinelenmesiyle hiçbir şey oluş
turulmaz ya da kurulmaz. Her gündoğumu, her bahar, her gel
git bir önceki gibidir; döngü kendini yinelediğinden, döngüyü
yöneten yasa da değişmez. Doğa daha yüksek ve daha aşağı
organizmalar dizgesidir, yüksek olan aşağı olana bağlıdır; man
tıksal olarak, yüksek organizmalar aşağı olanlardan önce gelir
ama zamansal olarak öyle değildir; Hegel yüksek organizmayı
zamanca aşağı organizmadan önce geliştiren evrim kuramını,
buna inanan insanların mantıksal bir ardıllığı zamansal bir
ardıllıkla karıştırdıklarını ileri sürerek, peşin peşin reddeder.
Tarih, tersine, hiçbir zaman kendini yinelemez; onun hareket
leri daireler üzerinden değil, sarmallar üzerinden geçer ve gö
rünüşteki yinelenmeler hep yeni bir şey edinmiş olmakla farklı
laşmıştır. Örneğin, savaşlar tarihte zaman zaman yeniden orta
ya çıkar ama her yeni savaş, insan ların son savaştan öğrendik
leri derslerden ötürü, bir bakıma yeni bir çeşit savaştır.
Önemli bir ayrımı dile getirmiş olduğu için Hcgcl'in hakkını
vermek gerek; ama bunu yanlış dile getirmiştir. Doğanın tarih
sel olmayan süreçlerini insan yaşamının tarihsel süreçlerinden
ayırmakta haklıdır; ama evrim öğretisini reddederek bu ayrımı
güçlendirmekte haksızdır. Darwin'den bu yana, bu öğretiyi ka
bul etmek zorunda gördük kendimizi ve doğa sürecini Hegel'in
benzemediğini düşündüğü bir biçimde tarih sürecine benzer
diye tasarlamak, yani sürüp giderken kendini artıran bir şey
olarak. Ama doğa sürecinin tarih sürecinden farklı olduğu -
örneğin, jeolojik dönemlerin art ardalığının gerçek bir tarihsel
art ardalık olmadığı- yine de doğrudur, çünkü tarihin özelliği
R. G. Collingwood 161
gel'in bütün tarih felsefesinin iki çok farklı şeyi, yani karşıtlık
ile farklılığı birbirine karıştırmaktan doğmuş koca bir gaf oldu
ğunu ileri sürer. Kavramlar, der Croce, karşıtlıkla birbirine
bağlıdır: İyi ile kötü, doğru ile yanlış, özgürlük ile zorunluluk
vb.; Hegel'in kavramların ilişkilerine değgin kuramını diyalek
tik kuramında pek iyi açıkladığını kabul eder Croce. Diyalektik
kuramı, herhangi bir kavramın önce türetip sonra yadsıdığı
kendi karşıtıyla zorunlu bir ilişki içinde bulunuşunu betimler;
öyle ki, kavramın yaşayışı karşıtlarını yaratma ve aşmayla olur.
Ama kavramların durumları olan tek tek şeyler hiçbir zaman
birbiriyle karşıtlık bakımından ilişkili değildir, farklılık bakımın
dan ilişkilidir: Bunun için aralarındaki ilişkiler diyalektik değil
dir ve tek tek eylemlerin, kişilerin ve uygarlıkların tarihi olan
tarihte de dolayısıyla diyalektik yoktur; oysa Hegel'in bütün
tarih felsefesi her tarihsel sürecin diyalektik bir süreç olduğu
ilkesine bağlıdır; bu süreçte bir yaşam biçimi --örneğin Yuna
nistan- kendi karşıtını -bu durumda Roma'yı- türetir ve bu
tez ile antitezden bir sentez -bu durumda Hıristiyan dünyası
doğar.
Croce'nin görüşü inandırıcıysa da, gerçekte sorunun can
damarına dokunmaz. Tarih hakkında konuşurken karşıtlık ya
da antagonizm ve sentez ya da uzlaşma gibi sözcükleri hiçbir
zaman kullanmamamız gerektiğini öngörür; örneğin despotluk
ile liberalliğin karşıt siyasal öğretiler olduğunu söylememeliyiz,
yalnızca farklı olduklarını söylemeliyiz: Whigler [bağımsızlık
yanlıları (çn) ] ile Toryler [tutucular (çn) ] arasında ya da Kato
likler ile Protestanlar arasında bir karşıtlıktan değil, bir farklı
lıktan söz etmeliyiz. İmdi, tarihin yalnızca dışsal olaylarından
söz ederken karşıtlık gibi terimleri (bunlara diyalektik terimler
dememe izin verin) kullanmamıza gerek olmadığı doğrudur;
ama bu olayların altında yatan içsel düşüncelerden söz eder
ken, bana öyle geliyor ki, bunlardan kaçamayız. Örneğin, Yeni
İngiltcre'nin sömürgeciliğinin salt dışsal olaylarını herhangi bir
diyalektik dil kullanmadan betimleyebiliriz; ama bu olayları bir
1 66 Bilimsel Tarihin Eşiği
iktisadi, siyasal, sanatsal, dinsel vb. tarihler değil, tek bir tarih
olduğunu vurguluyordu. Ama yine Hegel gibi, bu birliği, geliş
me sürecinin her çizgisinin, hem kendi sürekliliğini hem öteki
lerle yakın bağını koruduğu bir organik birlik olarak değil, için
de tek bir sürekli çizginin (Hegel'de siyasal tarih çizgisinin,
Marx'ta iktisadi tarih çizgisinin) bulunduğu bir birlik olarak
tasarlıyordu; varlığı olan ama kendine özgü hiçbir sürekliliği
bulunmayan öteki etkenler, Marx'a göre, gelişmelerinin her
noktasında yalnızca temel iktisadi olgunu n yansımalarıydı. Bu
da Marx'ı, birtakım insanlar, örneğin, birtakım felsefi görüşleri
kabul ediyorlarsa da, onları kabul etmelerinin hiçbir felsefi ge
rekçesinin bulunmadığı, yalnızca iktisadi gerekçelerinin bulun
duğu biçimindeki aykırılığa götürdü. Bu ilke üzerine kurulmuş
tarihsel siyaset, sanat, din, felsefe incelemelerinin hiçbir gerçek
tarihsel değeri olamaz; bunlar salt yaratıcılık denemeleridir ve
bu denemelerde, örneğin, Quakerizm ile bankacılık arasındaki
bağlantıyı keşfetme soru nu gibi gerçek ve önemli soru n, Oua
kerizmin eninde sonunda bankacıların bankacılık hakkındaki
düşünüş biçimlerinden başka bir şey olmadığı söylenerek geçiş
tirilir. Bununla birlikte, Marxçı aykırılık, düşüncesinin çoğu ya
nına bulaşan ve Hegel'in diyalektiği karşısındaki tutumu na ba
karak en iyi biçimde tanımlanabilen, tarihselciliğe karşı bir do
ğalcılığın belirtilerini gösterir ancak.
Marx'ı n Hegel'in diyalektiğini alıp onu tepetaklak ettiği yol
lu ünlü bir övünüsü vardı; ama söylediği şeyi kastetmiyordu
tam olarak. Hegel'in diyalektiği düşünceyle başlar, doğayla de
vam eder ve tinle biter. Marx bu düzeni tersine çevirmiyordu.
Birinci ve ikinci terime değiniyordu yalnızca, üçüncüye değil;
Hegel'in diyalektiği düşünceyle başlayıp doğayla devam eder
ken, kendi diyalektiğinin doğayla başlayıp düşünceyle devam
ettiğini söylemek istiyordu.
Marx bir felsefe cahili değildi, Hegel'de düşüncenin doğa
dan önce oluşunun Hegel'in doğayı tinin bir ürünü olarak gör
düğü anlamına geldiğini bir an bile düşünmemişti. Biliyordu ki
R. G. Collingwood 1 7 1
Hegel, kendisi gibi, tini doğanın bir ürünü (diyalektik bir ürü
nü) olarak görüyordu. Biliyordu ki, 'dü şünce' sözcüğü, He
gel'in mantığa "düşüncenin bilimi" dediği anlamda, düşünen
şey değil, düşünenin düşündüğü şey demektir. Mantık, H egel'e
göre, "nasıl düşündüğümüzün" bir bilimidir. Platonik biçimle
rin, soyut varlıkların, "tasarımların" bir bilimidir -Hegel'in
uyarısını ciddiye almayı unutmazsak, tasarımların ancak insan
ların kafalarında varolduğunu düşünmememiz gerek. Bu "öz
nel idealizm" olurdu ki, Hegel'in nefret ettiği bir şeydir. Ona
göre, tasarımlar insanlar onları düşünebildikleri için insanların
kafasına girmiştir yalnızca; "tasarımlar" onları düşünen insan
lardan bağımsız olmasaydı, insanlar ya da, aslında, herhangi bir
doğa dünyası olmazdı; çünkü bu "tasarımlar" bir doğa ve in
sanlar dünyasının, düşünmeyen varlıklarla düşünen varlıklar
dünyasının ancak içinde olanaklı olduğu bir mantıksal çerçe
veydi.
Bu "tasarımlar" doğa için bir çerçeve oluşturmakla kalmı
yor, tarih için de bir çerçeve oluşturuyordu. İ nsanın içinde dü
şüncelerini dile getirdiği eylemler olarak tarih, düşünme etkin
liğinin, tinin varolabilmesini sağlayan koşullarca kendisine ön
ceden verilmiş olan yapısının genel çizgilerini taşıyordu. Bu ko
şullardan ikisi şudur: Birincisi, tinin bir doğa dünyası içinde
doğup orada yaşamayı sürdürmesi; ikincisi, doğanın ardında
yatan zorunlulukları kavrayarak işlemesi. Buna göre, insanın
tarihsel etkinlikleri, olup biten ya da sürüp giden etkinlikler
olarak, bir doğal ortam içinde olup biter ya da sürüp gider,
başka türlü sürüp gidemez; ama "içerikleri", yani insanların tek
tek düşü ndükleri ve insanların tek tek bu düşünceyi dile getire
rek yaptıkları, doğayla değil, "tasarımla", mantığın incelediği
zorunluluklarla belirlenir. Demek ki mantık tarihin anahtarıdır;
şu anlamda ki, insanların tarihçe incelenen düşünceleri ile ey
lemleri, mantığın daha önce siyah beyaz olarak çizdiği örüntü
nün renkli biçimi olan bir örüntüyü izler.
1 72 lli/iııısel Tarihin Eşiği
9. Pozitivizm
Marx'ın ve meslektaşlarının tarihsel maddeciliği, on dokuzuncu
yüzyılda, temelsiz kurgulamalar oldukları için bütün tarih felse
felerinden gittikçe daha çok kuşkulanmaya başlayan tarihsel
uygulama üzerinde pek az doğrudan etki yarattı. Bu, aynı yüz
yıldaki pozitivizme gösterilen genel bir eğilimle bağlantılıydı.
Pozitivizm, Orta Çağ'da felsefenin teolojinin hizmetinde bulun
ması gibi, doğa biliminin hizmetinde bulunan felsefe diye ta
nımlanabilir. Ama pozitivistlerin doğa biliminin ne olduğuna
ilişkin kendi kavrayışları (oldukça yüzeysel bir kavrayışları)
vardı. Doğa biliminin iki şeyden oluştuğunu düşünüyorlardı:
İlki, olguları belirleme, ikincisi yasaları biçimleme. Olgular
doğrudan doğruya duyu algılarıyla belirleniyordu. Yasalar bu
olgulardan tümevarım yoluyla genelleme yaparak biçimleniyor
du. Bu etki altında pozitivist tarihyazımı denebilecek yeni bir
tarihyazımı ortaya çıktı.
Tarihçiler, kendilerini coşkuyla pozitivist izlencenin ilk bö
lümü içine atarak, belirleyebilecekleri bütün olguları belirlemek
için çalışmaya giriştiler. Sonuç, kanıtların daha önce görülme
miş bir derecede tam ve eleştirel incelenmesine dayalı ayrıntılı
tarihsel bilginin engin artışıydı. Bu, gizli ve açık kayıtların dö
kümleri gibi, Latin kayıtları külliyatı gibi, tarihsel metinlerin ve
her türden kaynağın yeniden yayımlanmaları gibi, arkeolojik
araştırmanın bütün malzemesi gibi, dikkatle elenmiş büyük
malzeme yığınlarının derlenmesiyle tarihi zenginleştiren çağdı.
En iyi tarihçi, Mommsen ya da Maitland gibi, en büyük ayrıntı
uzmanı olmuştu. Tarihsel bilinç her bir ayrı olgu sorununda
kendini sonsuz bir dakiklik içinde gösterdi. Evrensel tarih ül
küsü boş bir düş diye süpürülüp atıldı ve tarihsel yazın ülküsü
monografi haline geldi.
Ama bütün bu dönem boyunca, bu ayrıntılı araştırmanın
son amacı konusunda belli bir rahatsızlık vardı. Olguları belir
lemeyi, ikinci aşaması yasaların keşfi olan bir sürecin ilk aşa
ması diye düşünen pozitivizmin ruhuna uymakla yükümlenil-
R. G. Collingwood 1 75
şünce arası ndaki, yani tarih hakkındaki düşünce ile doğa hak
kındaki düşünce arasındaki ilişki bir karşıtlık ilişkisi olmuştu.
Tarih kendine özü bakımından ilerleyici, bilimse özü bakımın
dan durağan bir konu istiyordu. Darwin' le birlikte bilimsel ba
kış açısı tarihsel bakış açısına teslim oluyor, şimdi ikisi de ko
nularını ilerleyici diye tasarlamakta uyuşuyorlardı. Ş imdi evrim
hem tarihsel ilerlemeyi hem doğal ilerlemeyi kapsayan bir genel
terim olarak kullanılabilirdi. Evrimin bilim çevrelerindeki zafe
ri, tarihin pozitivistlerce doğaya indirgenişinin doğanın kısmen
tarihe indirgenmesiyle sınırlandırılması anlamına geliyordu.
Bu rapprochment'ın tehlikeleri vardı. Doğal evrimin gittikçe
daha iyi yaşam biçimlerine doğru kendi yasasıyla ilerleyici ve
yaratıcı olduğu sayıltısına götürerek doğa bilimine zarar verme
ye eğilimliydi; tarihsel sürecin aynı sözde doğa yasasına bağlı
olduğu ve yeni evrimci biçimi içinde doğa biliminin yöntemleri
nin tarihsel süreçlerin incelenmesine uygun olduğu sayıltısıyla,
tarihe de zarar verebilirdi. Tarihin uğrayacağı bu zararı önleyen
şey, tarihsel yöntemin şimdi kendini bulmuş ve yarım yüzyıl
öncesinden çok daha belirli, dizgeli ve bilinçli bir şey oluşuydu.
On dokuzuncu yüzyıl başlarını n ve ortalarının tarihçileri
kaynakları ele almanın yeni bir yöntemini, filolojik eleştiri yön
temini bulmuşlardı . Bu, temelde iki işlemden oluşuyordu: İlki,
(hala yazınsal kaynaklar ya da anlatı kaynakları demek olan)
kaynakları oluşturucu parçaları na ayıran çözü mleme, yani içe
rilerindeki öğeleri ayırarak tarihçinin daha az ya da daha çok
güvenilir parçalar arasında ayrım yapmasını olanaklı kılan çö
zümleme; ikincisi, daha güvenilir parçaların da, yazarı n bakış
açısının olgulara ilişkin yargısını nasıl etkilediğini gösteren ve
böylece tarihçinin bu yolla ortaya çıkmış çarpıklıkları hesaba
katmasını sağlayan iç eleştirisi. Bu yöntemin klasik örneği Nie
buhr'un Livius'u ele alışıdır; Niebuhr burada genellikle erken
Roma tarihi diye görülen şeyin büyük bir parçasının, çok daha
sonraki bir dönemin yurtsever bir kurmacası olduğunu, en eski
tabakanı n bile ciddi bir tarihsel olgu olmayıp türkü yazınına,
1 78 Bilimsel Tarihin Eşiği
11
Geschichten der romanischen und germanischen Völker, 1 . baskıya
önsöz (Werke, Leipzig. 1 874. cilt XXXI II-:XXXIV, s. VII ) .
• Aslında olduğu gibi, nasılsa öyle (çn) .
R. G. Collingwood 1 79
BİLİMSEL TARİH
1. İ ngiltere
(i) Bradley
On dokuzuncu yüzyılın sonuna doğru, Avrupa felsefesinde,
Hegel'in ölümüyle başlayan kıştan sonraki yeni gelişmenin bir
çeşit baharı yaşandı. Olumsuz yanıyla, bu yeni düşünce akımı
kendini esasen pozitivizme bir başkaldırı olarak gösterdi. Ama
pozitivizm, gerçekte bir felsefi dizge olmakla birlikte, bu unvanı
reddediyordu. Yalnızca bilimsel olduğunu ileri sürüyordu. As
lında evrensel bir metodoloji düzeyine yükselmiş doğa bilimi
nin, kendini bilgiyle özdeşleştiren doğa biliminin metodoloji
sinden başka bir şey değildi. Dolayısıyla pozitivizme bir saldırı
aynı zamanda bilime bir başkaldırı olarak ve bu şekildeki akla
bir başkaldırı olarak görünmek zorundaydı. Doğru anlaşıldı
ğında, bu şeylerin hiçbiri değildi. Bilime başkaldırı değil, bili
min varolmuş ya da varolabilecek tek bilgi türü olduğunu ileri
süren felsefeye başkaldırıydı. Akla başkaldırı değil, aklı doğa
R. G. Collingwood 1 83
1
Op. cit., ikinci baskı, Oxford 1 922, cilt I, s. 1 88.
1 90 Bilimsel Tarih
2
Space, Time, and Deity (Londra, t 920), cilt I, s. 1 1 - 1 5.
1 92 Bilimsel Tarih
1
The Principle of lndividuality and Value (Londra, 1 9 1 2) , s. 79.
R. G. Collingwood 1 93
4
lbid., s. 78-9.
' God and the Astronomers (Londra , 1 933), böl. ili ve iV.
· 1 94 Bilimsel Tarih
(iv) Bury
O dönemin bir tarihçisi, tamamen alışılmadık bir felsefe eğiti
miyle donanmış olması bakımından, ötekilerden ayrılır. J. B.
Bury'nin güçlü bir felsefe zekası yoktu ama epeyce bir felsefe
okumuş, tarihsel araştırmayla ilgili felsefi sorunlar bulundu
ğunu fark etmişti. Bunun için, yapıtının bilinçli bir havası vardı.
Yunanistan Tarihi'nin önsözünde, alışılmadık bir biçimde,
kitabın kendi bakış açısıyla yazıldığını kabul eder; Gibbon 'u
yayımlarken yazdığı önsözde, onu hangi ilkelere dayanarak ya
yımladığını açıklar; birkaç dağınık yazıda da tarih kuramına
ilişkin noktaları tartışır. Ayrıca İlerleme Tasarımı adlı tarihe
ilişkin bir kitap ile Dü§ünce Özgürlüğü Tarihi adlı daha kısa bir
kitap gibi yarı felsefi çalışmaları da üstlenmiştir.
Bu yazılar Bury'yi tarih kuramında bir pozitivist olarak gös
terir ama şaşkın ve tutarsız bir pozitivist. Ona göre tarih, tama
men pozitivist bir biçimde, her biri ötekilere başvurmadan be
lirlenebilen ya da soruşturulabilen ayrı ayrı olguların bir araya
getirilmesiyle oluşur. Böylece, Bury, Gibbon'un sayfalarında
bulunan bilgiler kümesine, o arada belirlenmiş sayısız olguyu -
bu olguların keşfedilişinin bile Gibbon'unkinden çok farklı bir
tarihsel zihniyetin sonucu olduğunu hiç aklına getirmeden
dipnotlar yoluyla ekleyerek onu çağdaşlaştırma becerisini gös
termişti; öyle ki, sonuç bir Elizabeth çağı madrigaline bir sak
sofon "obbligato" eklemekten farksızdı. Eski bir olgular küme
sine yeni bir olgu eklemenin eski kümeyi baştan aşağı değiştir
mek demek olduğunu hiçbir zaman anlamamıştı. Tarihin ayrı
ayrı parçalardan oluştuğu görüşü, İngiliz halkı için klasik anla-
198 Bilimsel Tarih
6
Burada, yazarın ölümünden sonra H. W. V. Temporley'in yayımla
dığı Selected Essays'e (Cambridge, 1 930) ilişkin eleştirime dikkati çe
kiyorum: English Historical Review, 1 93 1 , s. 46 1 .
R. G. Collingwood 199
' Rastlantıyla bir araya gelen birçok neden etki dizisinin birbirinden
bağımsızlığı (çn) .
7
London, 1 920, s. 368.
8
Selected Essays, s. 37.
R. G. Collingwood 20 1
acı söz etmiştir. Eleştiri haklı. Bury en iyi yapıtını tarihsel dü
şüncenin özerkliği ile değerliliğine duyduğu inancın esiniyle
vermişti; ama düşünüşüne biçim veren pozitivist ortam bu
inancın altını kazıyor, tarihsel bilginin kendine özgü nesnesini,
kesinlikle bilimsel düşüncenin bir nesnesi olmadığı için, anlaşıl
maz bir şey düzeyine indiriyordu.
(v) Oakeshott
Bununla birlikte, Bury tarihçiler için kendi yapıtlarının felsefi
içermeleri hakkında düşünme girişimine bir örnek oluşturdu ve
bu örnek ziyan olmadı. Cambridge'de hiç değilse sonraki ku
şaktan bir tarihçi, felsefi çalışmalarda Bury'ninkinden çok çok
daha üstün bir hazırlıkla donanmış bir tarihçi bu örneği izledi.
Yaşantı ve Çeşitleri (Cambridge, 1933) adlı, uzun uzun ve uz
manca bir biçimde tarihe ilişkin felsefe sorunuyla uğraşan bir
kitap yayımlayan Michael B. Oakeshott'u kastediyorum. Kita
bın genel savı, yaşantının "çözümleme sonucu yaşama ve yaşa
nan şey diye bölünmüş olan somut bir bütün" olduğudur; ya
şantı (Bradley için olduğu gibi) dolaysız bilinç, duyumların ve
duyguların salt akışı değildir, aynı zamanda ve her zaman dü
şüncedir, yargıdır, gerçekliğe ilişkin savdır. Aynı zamanda dü
şünce olmayan hiçbir duyum, aynı zamanda yargı olmayan hiç
bir sezgi, aynı zamanda bilme olmayan hiçbir isteme yoktur.
Bu ayrımlar, özne ile nesne arasındaki ayrım gibi, kesinlikle
keyfi ya da gerçek dışı değildir; yaşantıya ilişkin yanlış bir çö
zümlemeyi temsil etmezler, onun bütünleyici öğeleridirler; ama
bunlar ayrımdır, bölme değil; ve her şeyden önce, yaşantı ile
ona yabancı bir şeyin öğeleri arasındaki ayrımlar değil, yaşantı
içindeki ayrımlardır. Bu bakımdan, bu anlamda düşünce, Brad
ley'deki gibi, yaşantının dolaysızlığını bozan, yaşantıyı yan
lışlayan bir şey değildir; düşünce yaşantının kendisidir; "çe
kintisiz ya da duraklamasız, önsayıltısız ya da koyutsuz, sınır
lamasız ya da kategorisiz" yaşantı olarak düşünce ise felsefedir.
R. G. Collingwood 203
Ayrıca, tarih her yaşantı biçimi gibi, belli bir kavramlar dün
yasıyla başlar ve o dünyayı tutarlı hale getirerek bitirir. Tarih
çinin kendileriyle başladığı veriler ya da malzemeler onun ya
şantısından bağımsız değildir, ilk biçimiyle tarihçinin tarihsel
yaşantısıdır bunlar: Onun kendi tarihsel koyutları ışığında za
ten tasarlanmış kavramlardır ve tarihsel bilginin eleştirisi en
başta o zamana dek bilinmeyen malzemelerin keşfedilmesine
değil, bu başlangıç koyutlarının gözden geçirilmesine dayanır.
Dolayısıyla, tarihsel bilginin çoğalması daha önce bilinenlere
yeni olgular eklemekle değil, eski kavramları yenilerinin ışığın
da dönüştürmekle olur. "Tarihsel düşünmedeki bu süreç kesin
likle bir bir araya getirme süreci değildir; her zaman belli bir
kavramlar dünyasının bir kat fazla bir dünyaya dönüştürülmesi
sürecidir" (s. 99) .
Genellikler konusunda bu kadarı yeter. Peki, ama genel ola
rak ya da başka bir özel biçimiyle yaşantının değil de tarihsel
yaşantının tarihsel olmasını sağlayan koyutlar hangi koyutlar
dır? İlki, geçmiş kavramıdır. Ama tarih yalnızca geçmiş değil
dir. Tarihsel geçmiş özel bir geçmiştir: Ne yalnızca anımsanan
geçmiş ne de yalnızca düşlenen geçmiştir; yalnızca olmuş ola
bilecek ya da olmuş olması gereken bir geçmiş değildir, çünkü
tarihsel olan ile tarihsel olmayan arasındaki ayrım çoğu kez
yanlış ve keyfi bir biçimde yapılmış olsa da, ayrım gerçek bir
ayrımdır; pratik geçmiş, yani ülkemizin geçmiş başarıları konu
sundaki yurt sevgisinde ya da inançlarımızın içinde doğduğu
koşullara bağladığımız dinsel değerde olduğu gibi kişisel olarak
bağlandığımız geçmiş değildir. Tarihsel geçmiş "sırf kendi adı
na geçmiştir" (s. 1 06), geçmiş olması bakımından geçmiştir,
şimdiden farklıdır ve ondan bağımsızdır: Değişmez ve bitmiş
bir geçmiştir, ölü bir geçmiştir. Dahası, geçmiş, tarihçinin dü
şündüğü gibidir. Değişmez ve bitmiş bir geçmiş, şu anki yaşan
tıyla ilgisiz bir geçmiştir; dolayısıyla kanıtla ilgisi yoktur (çünkü
kanıt her zaman şu andadır), bunun için de bilinemez. "Ger
çekten olup bitmiş olan", yalnızca "kanıtın bizi inanmaya zor-
206 Bilimsel Tarih
(vi) Toynbee
Tarihsel dü§Üncenin pozitivist bir a§amadan onun ilkelerinin
içeriden felsefi olarak ele§tirilmesiyle belki de idealist diyebile
ceğim yeni bir a§amaya geçi§ini temsil eden Oakeshott'un ya
pıtına bir kar§ıtlık olarak, burada Profesör Arnold Toynbee'nin
pozitivist görü§ün yeniden dile getirili§ini temsil eden büyük
Study of History'sini9 anabilirim. Toynbee bize çok daha geni§
tasarlanmı§ bir yapıtın ilk üç cildini sunmu§, daha sonraki cilt
lerde neler olabilir bilmem ama bu üçü ku§kusuz yönteminin
yeterli bir örneğini ve amaçlarının belirtilerini veriyor. Ayrıntı
ları bakımından yapıtı, içerdiği neredeyse inanılmaz geni§likteki
bilgiden ötürü, son derece etkileyici; ama ben burada ayrıntı
larla değil, ilkelerle ilgileniyorum. Ana ilke galiba §U: Tarihin
konusu insan türünün Toynbee'nin toplum dediği birtakım
birimsel bölümlerinin ya§amlarıdır. Bunlardan biri onun Batı
Hıristiyan Dünyası dediği bizim toplumumuz. Bir ba§kası Do
ğu ya da Bizans Hıristiyan Dünyası. Ü çüncüsü İslam toplumu,
dördüncüsü Hint toplumu, be§İncisi U zak Doğu toplumu.
Bunların hepsi bugün uygarlık olarak var ama biz §İmdi yok ol-
9
1 - I I I . ciltler, Londra 1 934 [ (Collingwood bu bölümü 1 936'da yaz
ını§ ve daha sonra gözden geçirmemi§) A Study of History'nin IV. -VI.
ciltleri 1 939'da yayımlandı] .
2 1 2 Bilimsel Tarih
yaşayan geçmiş yerine, doğada olduğu gibi ölü bir geçmiş ola
rak kavranmasına. Ama aynı zamanda şunu da eklemeliyim ki,
bu eleştiri yalnızca temel ilkelere değinmektedir. Toynbee yapı
tının ayrıntısında çok ince bir tarihsel duyuş gösterir ve kendi
tarihsel yargılarının ilkelerindeki hatalarla yanlışlanmasına pek
seyrek olarak izin verir. Bunun böyle olduğu bir yer Heleniz
min çöküşünde yalnızca bir aşama diye gördüğü Roma İmpa
ratorluğuna ilişkin yargısıdır. Yani Roma'nın Yunanistan'la iliş
kisi ayrı bir uygarlık sayılmasına izin vermeyecek ölçüde sıkı
olduğundan ve kendisinin sahiden ortaya çıkmasını sağlayabi
len tek koşul bu olduğundan, bu ikilem Toynbee'yi Roma'nın
bütün başardıklarını görmezden gelmeye ve onu salt bir çürü
me olgusu saymaya zorlar. Ama gerçekte olup bittiği haliyle ta
rihte salt çürüme olguları yoktur: Her çöküş aynı zamanda bir
doğuştur ve tarihçinin ne olursa olsun her tarihsel sürecin kah
yaratıcı kah yıkıcı olan bu çifte özelliğini görmesini engelleyen,
onun bilgi ya da duygudaşlıktaki -kısmen bilgisizlikten, kısmen
kendi günlük yaşamındaki zihin meşguliyetinden gelen- kişisel
başarısızlığıdır.
2 . Almanya
(i) Windelband
Tarihsel eleştirinin vatanı Almanya'da on dokuzuncu yüzyılın
sonuna doğru ve daha sonra da artan biçimde, tarih kuramına
ve özellikle tarih ile doğa arasındaki farkın yapısına çok büyük
bir ilgi gösterildi. Almanya'nın kendi büyük felsefe dönemlerin
den, Kant ve Hegel çağından miras olarak aldıkları arasında,
Doğa ile Tarihin bir anlamda her biri kendine özgü yapıları
olan iki farklı dünya olduğu düşüncesi bulunuyordu. On doku
zuncu yüzyıl filozofları bu ayrımı ayağa düşmüş beylik bir söz
olarak öyle çok kullanıyorlardı ki, giderek anlamı iyice aşın
mıştı. Örneğin Lotze, 1856'da yayımlanan Microcosmus'unda
Doğanın zorunluluk alanı, Tarihinse özgürlük alanı olduğunu
2 1 8 Bilimsel Tarih
11
Die Welt als Wille und Vorstellung (3. bas., 1 859) cilt 11, s. 499-
509 Über Geschichte.
R. G. Collingwood 221
(ii) Rickert
Windelband'ınkine sıkı sıkıya bağlı ama çok daha dizgeli bir
düşü nce, bu konudaki yapıtı 1896'da Freiburg'da yayımlanan
Rickert'in düşüncesidir. Rickert aslında Windelband' ın bilim ile
tarih arasında bir yerine iki ayrımdan söz ettiğini ileri sürer.
İlki genelleyici düşünce ile tekleştirici düşünce arasındaki ay
rımdır: İkincisi, değerlendiren düşünce ile değerlendirmeyen
düşünce arası ndaki ayrım. Rickert ikisini birleştirerek dört bi
lim tipi elde eder: ( 1) Değer biçmeyen, genelleştirici ya da saf
doğa bilimi; (2) değer biçmeyen, tekleştirici ya da jeoloji, ev
rimsel biyoloji vb. gibi, tarihsi doğa bilimleri; (3) değer biçen,
genelleştirici ya da sosyoloji, iktisat, kuramsal hukuk vb. gibi,
bilimsi tarih bilimleri; (4) değer biçen, tekleştirici ya da s af ta-
(iii) Simmel
Aynı dönem boyunca biçimlenen, tarih felsefesine yönelik
üçüncü bir girişim, bu konudaki ilk denemesi1 2 1892 ile tarih
lenen Simmel'in girişimiydi. Simmel' in kafası Tanrı'nın epeyce
bir özgünlük ve kavrayışla donattığı canlı ve çok yönlü ama
sağlam düşünce bakımından kusurlu bir kafaydı. Simmel, ta
rihçi için 'bilmek' sözcüğünün deneyci anlamıyla olguları bil
mek gibi bir sorun olamayacağını çok açık bir biçimde görmüş
tü: Tarihçi, sırf nesnesi geçmiş olduğu için, nesnesini hiçbir za
man tanıyamaz: Olup bitmiş olaylardan oluşur nesnesi ve bu
olaylar artık yoktur, gözlenemez. Dolayısıyla Windelband ile
Rickert'in dile getirdiği tarihi bilimden ayırma sorunu ortaya
çıkmaz. Doğa olguları ile tarih olguları aynı anlamda olgu de
ğildirler. Doğa olguları bilim adamının algılayabileceği ya da
laboratuarda kendi gözleri önünde üretebileceği şeylerdir; tarih
olguları "burada" değildir: Tarihçinin önünde bulunan tüm
şey, kendilerine dayanarak olguları bir biçimde yeniden kurma
sı gereken belgeler, kalıntılardır. Dahası, Simmel tarihin tinin
işi, kişioğlunun işi olduğunu, tarihçinin yeniden kurmasını sağ
layacak tek şeyin, kendisinin de bir tin ve bir kişi olması oldu
ğunu görür. Bütün bunlar pekiyi. Ş imdiyse Simmel'in sorunu
geliyor. Tarihçi, belgelerinden yola çıkarak, geçmişin bir resmi
12
Die Probleme der Geschichtsphilosophie (Leipzig) .
224 Bilimsel Tarih
(iv) Dilthey
Bu dönem boyunca bu konuda verilmiş en iyi yapıt, ilk ve tek
kitabı ta 1883'te yayımlanan ve Tin Bilimlerine Giri§ (Einlei
tung in die Geisteswissenschaften) adını alan, yüzüstü bırakıl
mış, kimsesiz dahi Dilthey'ın yapıtıydı. Ama Dilthey 191 O'a
R. G. Collingwood 225
11
Gesammelte Schriften, cilt VII.
226 Bilimsel Tarih
14
Das Wesen der Philosophie (Gesammelte Schriften, cilt V) .
R. G. Collingwood 227
1
; Einführung in das Studium der Geschichte (Tübingen, 1 92 1 ) .
R. G. Collingwood 229
(v) Meyer
Bu doğalcılığın uç biçimi, yirminci yüzyılın yakınlarında K.
Lamprecht, P. Barth, E. Bernheim, tarihsel yöntem üzerine çok
tanınan bir el kitabının 1 6 yazarı K. Breysig ve öteki yazarlar
gibi, tarihin asıl ya da en büyük işinin tarihsel görüngünün bir
takım değişmez tiplerini birbirine bağlayan nedensel yasaları
keşfetmek olduğunu düşünen pozitivist tarihçilerde görülebilir.
Tarihin bu yollara saptırılışı hep ortak bir özelliği, yani iki çeşit
tarih arasındaki ayrımı paylaşır: Yalnızca olguları belirlemeyi,
bu alçakgönüllü işi üstlenen deneysel tarih ve olguları birbirine
bağlayan yasaları keşfetmek gibi daha soylu bir işi olan felsefi
ya da bilimsel tarih. Bu ayrımın bulunduğu her yerde, doğalcılı
ğın pençesi kendini göstermiştir. Deneysel tarih diye bir şey
yoktur, çünkü olgular tarihçinin zihnine deneysel olarak sunul
muş değildir: Olgular deneysel olarak değil, ussal ilkelere göre,
bu ilkelerin ışığında belirlenmiş ya da daha iyisi, keşfedilmiş ve
rilerden yola çıkan bir çıkarım süreciyle kavranacak geçmiş
olaylardır; olguların nedenlerini ya da yasalarını keşfeden ya da
genel olarak onları açıklayan, sözde daha ileri bir aşama olan
felsefi ya da bilimsel tarih diye bir şey de yoktur; çünkü bir ta
rihsel olgu eylemcinin düşüncesinin tarihçinin zihninde yeni
den canlandırılmasıyla bir kez sahiden belirlenip kavrandı mı,
zaten açıklanmıştır. Tarihçi için, ne olduğunu keşfetmekle ne
den olduğunu keşfetmek arasında hiçbir fark yoktur.
Her yerdeki iyi tarihçiler kendi gerçek yapıtlarında bunun
bilincindedirler; Almanya'da da bunların birçoğu, kısmen kendi
araştırma deneyimleriyle, kısmen daha önce tartıştığımız filo
zofların etkisiyle, an azından aşırı biçimleriyle pozitivizmin sav
larına karşı koymak için bunun farkına yeterince vardılar. Ne
ki, o zamandan bu yana bunu genellikle bir parça gerçekleştir
diler, dolayısıyla pozitivizmin en sıkı hasımları bile ondan epey-
10
Lehrbuch der historischen Methode (Leipzig, 1 889) , 6. baskı, 1 908.
R. G. Collingwood 231
17
Kleine Schriften (Halle, 1 920) , s. 3 - 6 7.
18
Zukunft'ta, 2 Ekim 1 897.
ı g Deutsche Geschichte (Berlin, 1 892) .
232 Bilimsel Tarih
20
Der Stufenbau und die Gesetze der Weltgeschichte (Berlin, 1 905) .
R. G. Collingwood 233
(vi) Spengler
Oswald Spengler'in yapıtı, Meyer'in ve daha iyi yirminci yüzyıl
Alman tarihçilerinin yapıtına keskin bir kar§ıtlık içinde, yeniden
pozitivist doğalcılığa sapmadır. Der Untergang des Abendlan
des 2 1 bu ülkede, Amerika'da ve aynı §ekilde Almanya'da öyle
moda oldu ki, onu temelinden çürük saymamın nedenlerini bu
rada da belirtme zahmetine değer.
Spengler'e göre, tarih onun kültürler dediği kendi kendine
yeten bireysel birimlerinin art arda geli§idir. Her kültürün ken
dine özgü bir yapısı vardır; her biri bu özelliği ya§amının ve ge
li§mesinin her ayrıntısında dile getirmek için vardır. Ama hep
sinin bir organizmanınkiyle tıpatıp aynı olan bir ya§am-döngü-
21
İng. çev.: The Decline of the West, 2 cilt, Londra, 1 926-8. Kitabın
daha tam bir irdeleni§i için, Antiquity'deki makaleme bkz., cilt 1, 1 927,
s. 3 1 1 -25.
236 Bilimsel Tarih
dir. Bir kültür ile bir başkası arasında hiçbir dolaysız ilişki yok
tur. Böylece, doğalcılığın Toynbee'de yalnız genel ilkeleri etki
leyen egemenliği, Spengler'de her ayrıntıya işlemiştir.
3. Fransa
22
Rapport sur la philosophie en France an XIX' siecle, (Paris, 1 86 7 ) .
240 Bilimsel Tarih
Öznel ile nesnel içten içe ili§kili olmakla birlikte, özleri bakı
mından ayrı türden iki farklı §ey diye görülür. Bu anlayı§, bi
limsel dü§ünce sürecinin doğal bir sureci nesne edinen tinsel ya
da tarihsel süreç olduğu doğa bilimi durumunda doğrudur;
ama tarihsel dü§ünce sürecinin tarihin kendi süreciyle türde§
olduğu -ikisi de dü§Ünce sürecidir- tarih durumunda yanlı§tır.
Tarihsel dü§üncenin bu özelliğini sahiden kavrayan ve onu
dizgeli bir ilke olarak kavrayan tek hareket Croce'nin İ talya'da
ba§lattığı harekettir.
4. İtalya
(i) Croce'nin 1 893'teki Denemesi
Modern İtalyan felsefesi, i§inin ehli yazarlar ve görü§ çe§itliliği
bakımından, Fransız ve Alman felsefesine göre çok daha yok
suldur; özellikle de tarih kuramı üzerine literatürü, Fransızla
rınkinden daha hatırı sayılır ölçüde olmakla birlikte, Almanla
rınkiyle kar§ıla§tırıldığında pek küçü k kalır. Ama Fransız felse
fesiyle kaqıla§tırıldığında, tarih konusu için daha önemlidir,
çünkü konuya doğrudan yakla§ır ve onu sorunun merkezine
yerle§tirir; ayrıca, Almanya' da on sekizinci yüzyılın ötesine pek
geçmeyen tarihsel çalı§ma geleneğinin İtalya'da Macchiavelli'
ye, hatta Petrarca'ya dek gitmesi bakımından, Almanlara göre
bir ,i.istünlükle i§e ba§lar. On dokuzuncu yüzyıldan beri İtalyan
dü§üncesini� öncüleri, durmadan ciddi ve sürekli bir tarihsel
ara§tırma geleneği olu§turmaktaydı; bu geleneğin uzunluğu,
çe§itliliği ve zenginliği, modern İtalyanların uygarlıklarının ka
burgasına i§lemi§ bir konu olarak, bu konuda söylediklerine
özel bir ağırlık kazandırır.
Benedetto Croce 1893'te yirmi yedi ya§ındayken tarih ku
ramı üzerine ilk denemesini yazdığında ki§isel olarak seçkin bir
tarihçi olmakla kalmıyor, son zamanların İ talyan felsefi dü§Ün
cesinin aynı konudaki belli bir birikimini pe§i sıra getiriyordu.
R. G. Collingwood 24 7
24
La Storia Ridotta sotto il concetto generale dell'Arte. Primi Saggi'de
yeniden basıldı (Bari, 1 9 1 9) .
248 Bilimsel Tarih
Bu, felsefe ile tarih arasındaki bağla ilgili pek dikkate değer,
pek özgü n bir görüş içerir. Şimdiye dek genellikle felsefenin
bilimlerin kraliçesi olduğu, tarihinse felsefenin konuları arasın
da bir yerde ya da alanı nın kıyısında köşesinde alçakgönüllü bir
yer tuttuğu varsayılmıştı. Ama düşüncesinin bu en yüksek aşa
masında, Croce için felsefenin işi, düşüncenin gerçek işlevleri
olarak ancak tarihsel yargıların yüklemleriyle varolan kavramla
rın anlamını düşünmeyle sınırlıdır. Yalnız bir tür yargı vardır,
tekil tarih yargısı. Başka deyişle, her gerçeklik tarihtir ve her
bilgi tarihsel bilgidir. Felsefe tarih içinde yalnızca bir oluşturu
cu öğedir; somut varlığı tekil olan bir düşüncedeki tümel öğedir.
Bu, örneğin Rickert'te bulunan, bütün gerçekliğin tarihsel
olduğu yollu Alman görüşüyle karşılaştırılabilir. Ama Rickert,
öğretisine bütü n kavramları n yalnızca zihnin kurguları olduğu
yollu, "XI. Louis suç işledi" yargısının salt bir yüklem önermesi
olduğunu ve "suç sözcüğü benim XI. Louis'nin eylemlerine
yüklediğim bir sözcüktür" anlamına geldiğini içeren kavramcı
ilkeden geçerek ulaşmı§tı, Croce için ' suç' bir sözcük değil, bir
kavramdır, bundan ötürü de XI. Louis' nin suç işlediği önerme
si tarihçinin sözcükleri keyfi bir biçimde kullanımına değil, XI.
Louis'nin eylemlerine ili§kin bir önermedir. Rickert ile Croce
tarihsel olgunu n tek gerçeklik olduğunda uyu§abilirlerdi; ama
bu sözcüklere yükledikleri anlamlar bütünüyle farklıdır. Rickert
gerçekliğin ayrı ayrı tek olaylardan, örneğin Mill'in tikelleri ta
sarladığı gibi tasarlanan yalı n tikellerden, içlerinde hiçbir tü
mellik öğesi ta§ımayan tikellerden olu§tuğunu söyleyecektir: Bu
görü§te tümel, keyfi zihin edimiyle tikele eklenen §eydir. Croce
gerçekliğin tikel olgularla cisimle§miş kavramlardan ya da tü
mellerden oluştuğunu söyleyecektir: Tikel tümelin cisimle§me
sinden ba§ka bir şey değildir.
254 Bilimsel Tarih
27
Teoria e Storia della Storiografıa (Bari, 19 17) , s. 1 19; İng. çev.:
Theory and History of Historiography (Londra, 192 1) , s. 134-5.
R. G. Collingwood 257
28
Bunlar 1 9 1 7'de Bari'de Teoria e Storia della Storiografıa adıyla ya
yımlanan Zur Theorie und Geschichte der Historiographie'yi (Tübin
gen, 1 9 1 5) oluşturan denemelerin tarihleridir.
R. G. Collingwood 259
rihsel olgular anl amın a gelen bir ifade- bilim bakımından zo
runluluğunun.
Bu bakıştan çıkan tarih anlayışına biraz ayrıntılı olarak ba
kalım.29 Her tarih çağdaş tarihtir: Bir bakıma yakın geçmişin
tarihi demek olan sıradan anlamıyla değil, tam anlamıyla çağ
daş tarih: İnsanın gerçekte yaptığı biçimiyle kendi etkinliğine
ilişkin bilinci. O zaman tarih yaşayan zihnin kendine ilişkin bil
gisidir. Çünkü tarihçinin incelediği olaylar uzak geçmişte olup
bitmiş olaylar olduğunda bile, tarihsel olarak bilinmelerinin ko
şulu "tarihçinin zihninde titreşmeleri" , yani onlara ilişkin kanı
tın tarihçinin önünde şimdi ve burada olması, tarihçi için kav
ranabilir olmasıdır. Çünkü tarih kitaplarda ya da belgelerde bu
lunmaz: Tarihçi bu belgeleri eleştirip yorumladığı ve böylece
içerilerine girip soruşturduğu zihin durumlarını kendisi için
yeniden canlandırdığı sırada, şimdiki bir ilgi ve uğraşı olarak
onun zihninde yaşar ancak.
Bundan da tarihin konusunun bu anlamda geçmiş olmadığı,
elimizde tarihsel kanıtı bulunan geçmiş olduğu çıkar. Geçmişin
çoğu, onu yeniden kurmak için belgelerimiz olmaması anla
mında, yok olmuştur. Örneğin salt tanıklığa güvenip eski Yu
n anlılar arasında büyük ressamlar bulunduğuna inanırız; ne ki,
bu inanç tarihsel bilgi değildir, çünkü, yapıtları yok olduğun
dan, bu ressamların sanatsal yaşantılarını kendi zihnimizde
canlandırmanın hiçbir yolu yoktur. Büyük yontucular da vardı;
ama buna inanmakla kalmıyoruz, biliyoruz; çünkü elimizde ya
pıtları var ve onları şimdiki estetik yaşamımızın parçası haline
getirebiliyoruz. Yunan yontuculuğu hakkındaki tarihimiz bizim
bu yapıtlara ilişkin şimdiki estetik yaşantımızdır. Bu ayrım çok
farklı iki şeyi birbirinden ayırmaya yarar: Tarih ile kroniği. Ge
lenek yoluyla elden ele bize ulaşmış büyük Yunan ressamlarının
29
[Croce hakkındaki bölüm 1936'da yazılmış ve daha sonra onun La
Storia come Pensiero e come Azione (Bari, 1938, İng. çev.: History as
the Story of Liberty (Londra, 194 1 ) ) adlı kitabı hesaba katılarak ge
nişletilmemiştir].
260 Bilimsel Tarih
SONSÖZ
1
"Tarihsel eleştiri on yedinci yüzyılda Descartes felsefesiyle aynı dü
şünsel akımdan doğmuştur." E. Brehier, Philosophy and History: Es
says presented to Emst Cassirer (Oxford, 1 936) , s. 1 60.
268 Sonsöz
2
Bu kısımdaki tartı§mada Bay Alexandre'ın daha önce anılan Philo
sophy and History cildindeki "The Historicity of Things" adlı hayran
lık verici denemesine çok şey borçluyum. Onun ana savını yalanlıyor
mu§ gibi görünüyorsam, bu, onun uslamlamasıyla ya da bir parçasıyla
uyu§madığımdan değil, sırf 'tarihsellik' sözcüğüyle onun söylemek
istediğinden daha fazlasını söylemek istediğim için. Ona göre, dünya
nın "bir olaylar dünyası" olduğunu söylemek, dünyanın ve onun için
deki her §eyin tarihsel olduğunu söylemektir. Benim içinse, ikisi hiç
aynı §ey değil.
R. G. Collingwood 269
(iv) Sonuçlar
Savunmaya çalıştığım savlardan birkaç sonuç çıkarmak kalıyor
geriye.
Önce tarihin kendisi hakkında. Modern tarihsel soruşturma
yöntemleri ağabeylerinin, doğa bilimi yönteminin gölgesi altın
da olgunlaşmıştır; bir bakıma ondan yardım görmüş, bir bakı
ma onun tarafından engellenmişlerdir. Bütün bu deneme bo
yunca, tarihi ölü bir geçmişte yatan art arda olayların, bilim
adamının doğal olayları anladığı gibi, sınıflayarak ve böylece ta
nımlanan sınıflar arasındaki ilişkileri ortaya koyarak anlaşılacak
olayların incelenmesi diye gören bir anlayışla, pozitivist tarih
anlayışı, daha doğrusu yanlış anlayışı denebilecek anlayışla sü
rekli bir kavgaya girmek gerekti. Bu yanlış anlayış modern fel
sefi düşüncede tarihe ilişkin geçici bir hata değildir yalnızca,
R. G. Collingwood 289
2. Tarihsel İmgelem
Tarihsel düşünmenin yapısı içinde bir soruşturma, felsefenin
meşru olarak üstlenebileceği işler arasındadır; bugün de
[ 1935) , bana öyle geliyor ki, böyle bir araştırmayı yalnızca
meşru değil, zorunlu diye düşünmek için nedenler var. Çünkü,
bir anlamda, tarihin belli dönemlerinde, belli felsefe sorunları
moda gibidir ve çağına hizmet etme kaygısındaki bir filozofu n
özel dikkatini isterler. Felsefenin sorunları, kısmen değişmez,
kısmen de, insan ya§amının kendine özgü özelliklerine ve za
manın düşüncesine göre, çağdan çağa çeşitlilik gösterirler; her
çağın en iyi filozoflarında bu iki durum öylesine birbirine ka
rışmıştır ki, kalıcı sorunlar sub specie saecult diye, çağın özel
• Öncesiz-sonrasız (çn).
• • Bir bilimin güvenli yürüyü§Ü (çn).
294 Sonsöz
· Duyum (çn).
•• Düşünceyle kavrama (çn).
296 Sonsöz
3 . Tarihsel Kanıt
Giriş
"Tarih" , diyordu Bury, "bir bilimdir, ne daha az ne daha fazla."
Daha az değil belki; bu, bilimden ne kastettiğine bağlı.
'Hall'ün 'music-hall' ya da 'pictures'ın 'moving pictures' anla
mına gelmesi gibi, 'bilim' in de doğa bilimi anlamına geldiği bir
argo kullanım vardır. Bununla birlikte, tarihin sözcüğün o an
lamında bir bilim olup olmadığını sormaya gerek yok; çünkü,
Latince konuşanların Yunanca episteme sözcüğünü kendi söz
cükleri scientia ile çevirdikleri zamana dek geri giden ve hiç
kesilmeden günümüze dek süren Avrupa söylem geleneğinde,
'bilim' sözcüğü herhangi bir düzenli bilgi bütünü anlamına ge
lir. Sözcüğün söylemek istediği buysa, Bury, tarihin bir bilim
olduğu ve daha az bir şey olmadığı nda, buraya kadar karşı çı
kılmaz bir biçimde haklıdır.
Ama daha az değilse de, kesinlikle daha fazla bir şeydir.
Çünkü, bilim olan herhangi bir şeyin yalnızca bir bilimden da
ha fazla bir şey olması gerekir, özel türden bir bilim olması ge
rekir. B ir bilgi bütünü hiçbir zaman düzenli olmakla kalmaz,
hep belli bir biçimde düzenlenmiştir. Meteoroloji gibi kimi bilgi
bütünleri, bilim adamı nın, isteyerek yaratamasa da, olup bitme
lerini seyredebildiği belli türden olaylarla ilgili gözlemleri topla
yarak düzenlenir. Kimya gibi kimileri, yalnızca olup biten olay
ları gözleyerek değil, sıkı bir biçimde denetlenen koşullar al
tında onların olup bitmesini sağlayarak düzenlenir. Kimileri ise,
olguları gözlemleyerek değil, birtakım sayıltılarda bulunarak ve
R. G. Collingwood 3 l 3
özel bilgisi olmasa da, salt biçimine bakarak bir çıkarımın ge
çerliğini yargılayabileceği öğretisi, Aristoteles'in öğretisidir.
Ama yalnızca Aristoteles mantığında ve baş öğretileri olarak
ona dayanan mantıklarda yetiştirilmiş bir sürü çok yetkili kişi
hala inanıyor olsa da, bu bir kuruntudur. 4
Eski Yunanlıların ana bilimsel başarısı matematikte bulunur;
dolayısıyla çıkarım mantığı üzerine ana çalışmaları doğal olarak
sağın bilimde bulunan çıkarım biçimine adanmıştır. Orta Çağ'
ın sonunda modern doğal gözlem ve deney bilimleri oluşmaya
başladığında, Aristoteles mantığına başkaldırı kaçınılmazdı;
özellikle yeni bilimlerin halihazırda kullandıkları tekniği asla
kapsamayan Aristotelesçi tanıtlama kuramına başkaldırı. Böyle
ce, yavaş yavaş, yeni doğa bilimlerinde kullanılan işlemin çö
zümlemesine dayalı yeni bir çıkarım mantığı ortaya çıktı. Bu
gün kullanılan mantık el kitapları, iki çeşit çıkarım, "tümden
gelimli" ve "tümevarımlı" çıkarım arasında yaptıkları ayrım ba
kımından, hala bu başkaldırının damgasını taşır. Tarihsel dü
şünce, on dokuzuncu yüzyılın sonuna dek, doğa biliminin on
yedinci yüzyılın başlarında ulaştığı gelişmeyle karşılaştırılabilir
bir gelişme aşamasına ulaşmamıştı; ama bu olay henüz mantık
el kitapları yazan filozofları ilgilendirmeye başlamamıştı.
Sağın bilimlerdeki çıkarımın baş özelliği, Yunan mantıkçı
larının tasımın kurallarını dile getirdikleri zaman kuramsal bir
4
Okur burada ki§isel bir anıyı anlatmamı herhalde bağı§lar. Çok seç
kin bir ziyaretçi benim özel ara§tırma alanıma giren bir arkeoloji ko
nusu üzerine akademik bir topluluğa konu§ma yaptığında daha deli
kanlıydım. Vurguladığı nokta yeni ve devrim niteliğinde bir noktaydı
ve onu tamamen kanıtladığını görmek benim için kolaydı. Oldukça
saçma bir biçimde, böylesine berrak ve inandırıcı bir uslamlamanın
herhangi bir dinleyiciyi, uslamlamanın konusu hakkında önceden hiç
bir §ey bilmeyen birini bile inandırması gerektiğini dü§ündüm. Ba§
langıçta çok kafam karı§mış, sonra sonra, tanıtlamanın dinleyici (çok
bilgili ve keskin) mantıkçıları inandırmakta tamamen ba§arısız oldu
ğunu görerek çok §ey öğrenmi§tim.
3 1 8 Sonsöz
(iii) Tanıklık
Tarihsel çıkarımın kendine özgü özelliklerini pozitif olarak be
timlemeye çalışmadan önce, onları negatif olarak betimlemeyi,
320 Sonsöz
(iv) Kes-Yapı§tır
Tamamen yetkelerin tanıklığına dayanan bir çeşit tarih vardır.
Daha önce söylediğim gibi, bu, gerçekte hiç de tarih değildir
ama onun için eli mizde başka ad yok. Bu çeşit tarihin izlediği
yöntem, önce ne hakkında bilmek istediğine karar vermek,
sonra da söz konusu olaylardaki eylemcilerce, olayların görgü
tanıklarınca ya da eylemcilerin veya tanıkların onlara anlattığı
yahut onlara bilgi verenlere anlattığı ya da onlara bilgi verenlere
bilgi verenlere anlattığı..... şeyleri yineleyen kişilerce verildiği
belli olan, onunla ilgili sözlü ya da yazılı ifadeleri araştırmaya
girişmektir. Böyle bir ifadede amacına uygun bir şey bulunca,
tarihçi onu seçip kendi tarihine alır, dahil eder, gerekirse, uy
gun bulduğu bir üsluba sokar, ona yeni bir biçi m verir. Kural
olarak, elinde düzeltilecek birçok ifade bulunduğu zaman, bun
lardan birinin kendine bir başkasının anlatmadığı bir şeyi anlat
tığını görecek, böylece ikisi de ya da hepsi birden tarihe soku
lacaktır. Kimi kez bunlardan birinin bir başkasıyla çeliştiğini
görecektir; o zaman, tarihçi onları bağdaştırmanın bir yolunu
bulamadığı sürece, birinden vazgeçmeye karar vermesi gerekir;
bu da, dürüst bir adam ise, onu çelişik yetkelerin göreli güveni
lirlik derecelerinin eleştirel bir irdelemesine götürecektir. Kimi
kez de, bunlardan biri ya da ola ki hepsi, ona kolay kolay ina
namayacağı bir öykü, belki de yazarın içinde yaşadığı çağın ya
322 Sonsöz
(viii) Soru
Hukukçu ve filozof Francis Bacon, unutulmaz tümcelerinin bi
rinde, doğa bilimcisinin "Doğayı sorguya çekmesi" gerektiğini
söylüyordu. Bunu yazarken reddettiği şey, bilim adamının doğa
karşısındaki tutumunun, onun söyleyeceklerini bekleyen ve ku
ramlarını onun kendisine lütfettikleri üzerine kuran saygılı ve
dikkatli bir dinleyici tutumu olmasıydı. Bacon iki şey birden ile
ri sürüyordu: İlki, bilim adamının neyi bilmek istediğine kendi
si karar verip bunu kendi kafasında soru haline getirerek önce
liği alması gerektiği; ikincisi, doğayı yanıt vermeye zorlamanın,
artık dilini tutmasına olanak vermeyen işkenceler geliştirmenin
yollarını bulması gerektiği. Bacon burada, küçücük bir nüktey
le, gerçek deneysel bilim kuramını bir çırpıda, olduğu gibi dile
getiriyordu.
Bu aynı zamanda, Bacon bilmese de, gerçek tarihsel yöntem
kuramıdır. Kes-yapıştır tarihinde, tarihçi Bacon öncesi bir ko
numda bulunur. Tarihçinin yetkeleri karşısındaki tutumu, söz
cüğün kendisinin de gösterdiği gibi, saygılı ve dikkatli bir din
leyici tutumudur. Onların kendisine anlatmayı yeğleyeceği şeyi
işitmeyi bekler ve onu kendi bildikleri gibi, kendi çağlarında
R. G. Collingwood 3 3 5
zaman, bir edim ve bir nesne vardır; ve iki farklı edimin n esnesi
aynı olabilir. Eukleides'i okuyor ve orada bir ikizkenar üçgenin
taban açılarının eşit olduğu ifadesini buluyorsam ve ne demek
olduğunu anlıyor, doğru olduğunu kabul ediyorsam, kabul etti
ğim hakikat ya da ileri sürdüğüm önerme, Eu kleides'in kabul
ettiği aynı hakikat, Eukleides'in ileri sürdüğü aynı önermedir.
Ama benim onu ileri sürme edimim onunkiyle aynı edim değil
dir; farklı kişilerce yapılmış ve farklı zamanlarda yapılmı ş olma
sı olgularının her biriyle yeterince kanıtlanmıştır bu. Benim açı
ların eşitliğini kavrama edimim, bundan ötürü, onun edimine
yeniden bir can vermedir; ama aynı türden bir başka edimin
gerçekleştirilmesidir; o edimi gerçekleştirmekle bildiğim şey,
Eukleides'in bir ikizkenar üçgenin taban açılarının eşit olduğu
nu bildiği değil, bunların eşit olduğudur. Eukleides'in onların
eşit olduğunu bildiği biçimindeki tarihsel olguyu bilmek için
kopya etmem (yani onun gibi bir edim gerçekleştirmem) ge
rekmeyecektir; çok farklı bir edim gerçekleştirmem, Euklei
des'in onların eşit olduğunu bildiğini düşünme edimini gerçek
leştirmem gerekecektir. Bu edimi gerçekleştirmenin yolunu na
sıl bulduğum sorusu, Eu kleides'in bilme edimini kendi zihnim
de yinelediğimi söylemekle hiç de aydınlığa kavu şmuş olmaz;
çünkü onun edimini yineleme onun kavradığı aynı hakikati
kavrama, onun ileri sürdüğü aynı önermeyi ileri sürme demek
tir; ifade doğru değil, çünkü Eu klcides'in ' açılar eşittir' öner
mesi ile benim ' Eukleides açıların eşit olduğunu biliyordu'
önermem farklıdır; onun edimini yinelemek, aynı edimi tekrar
tekrar gerçekleştirmek demekse, anlamsızdır, çünkü bir edim
yinelenemez.
Bu görüşe göre, benim ' açılar eşittir'i şimdi düşünme edi
mim ile onu beş dakika önce düşünme edimim arasındaki ilişki
bir sayısal farklılık ve özgül aynılık ilişkisidir. İki edim farklı
edimlerdir ama aynı türden edimlerdir. Dolayısıyla birbirine
benzer ve bu edimlerin her biri aynı şekilde Eukleides'in edimi-
R. G. Collingwood 3 53
lizce sözcüktür: Dolaysız duygudan çok uzak bir şey. Ama 'far
kında olma' terimi başka iki biçimde daha kullanılır. Bir kişinin
öfkelendiğinin farkında olduğu söylendiğinde bilincinde olma
nın bir adı olarak kullanılır; burada söylenmek istenen, bir olgu
olarak artan bir öfke duygusunu dolaysızca yaşadığı değildir
yalnızca, bu duygunun kendi duygusu olduğunu ve artan bir
duygu olduğunu bildiğidir. Bu, örneğin, kişinin duyguyu yaşa
dığı ama onu, insanların sık sık yaptıkları gibi, çevresindekilere
yüklediği durumdan farklıdır. Ü çüncü olarak, bir kişinin bir
masanı n farkında olduğu söylendiğinde olduğu gibi, algı için
kullanılır; özellikle de algı bulanık ve belirsiz olduğu zaman.
Sözcüğün nasıl kullanılacağını kesinleştirerek bu belirsizliği ay
dınlığa kavuşturmak iyi olur; en iyi İ ngilizce kullanım, ilkini
duyguya, üçüncüyü algıya ayırarak sözcüğü ikinci anlamıyla sı
nırlayan kullanım olacaktır.
Bu, savın yeniden ele alınmasını gerektiriyor. Benim yal nız
ca dolaysız yaşantı akışı içinde bir öğe olarak sürüp giden edi
mi hissettiğimi mi söylüyor bu sav? Yoksa onu zihinsel yaşa
mım içi nde belirli bir yeri olan edimi m olarak kabul ettiğimi
mi? Açıktır ki ikincisi ama bu, ilkini dışlamıyor. Ben yalnızca
bir yaşantı olarak değil, kendi yaşantım olarak, belirli türden
bir yaşantı, bir edim olarak, belirli bir biçimde ortaya çıkan ve
belirli bir bilgisel özelliği olan bir düşünce edimi vb. olarak far
kı ndayı m edimimin.
Bu böyleyse, artık bir edimin öznel olduğu için nesnel ola
mayacağı söylenemez. Aslında bunu söylemek kendiyle çeliş
mek olurdu. Bir düşünce ediminin nesnel olamayacağını söyle
mek bili nemeyeceğini söylemektir; ama bunu söyleyen biri, bu
nunla bu edime ilişkin bilgisini dile getirdiğini iddia ediyor ola
caktır. Dolayısıyla savında değişiklik yapması gerekir ve belki
de bir düşünme ediminin bir başka edime nesne olabileceğini
ama kendine nesne olamayacağını söyleyecektir. Ama bu da
değişiklik gerektirir çünkü bir nesne aslında bir edimin değil,
bir eylemci nin, o edimi gerçekleştiren zihnin nesnesidir. Doğ-
R. G. Collingwood 36 1
yani bir edim olarak; ama bu, ikinciyi dışlamaz. Daha önce
görmüştük ki, salt yaşantı art arda durumların akışı olarak ta
sarlanırsa, dü şüncenin de bu akışın yapısını ve onun gösterdiği
art ardalık biçimlerini kavrayabilen bir şey olarak tasarlanması
gerekir: Yani dü şünce şimdiyi olduğu gibi geçmişi de düşüne
bilir. Dolayısıyla, düşünce kendini düşünme etkinliğini ince
lediği yerde, aynı şekilde geçmiş düşünce edimlerini de incele
yebilir, onları şimdiki edimle karşılaştırabilir. Ama iki durum
arasında bir fark var. Ben şimdi geçmişte yaşadığım bir duygu
yu düşünüyorsam, onun hakkında düşünmenin o duygunun
şimdideki bir yansısına neden olduğu ya da belki bunun ola
naklılığının o duygunun şimdideki yansısından bağımsız oluşu
na dayandığı; örneğin, demin duyduğum öfkeyi o öfkenin zayıf
bir titreşimini şimdi zihnimde yaşamıyorsam düşünemediğim
doğru olabilir. Ama bu doğru olsun yanlış olsun, düşünmekte
olduğum gerçek geçmiş öfke geçip gitmiştir; geri gelmez, do
laysız yaşantının akıntısı onu bir daha gelmemek üzere sürük
leyip götürmüştür; olsa olsa ona benzer bir şey geri gelir. Be
nim şimdiki düşüncem ile onun geçmişteki nesnesi arasındaki
zaman aralığına nesnenin yaşamasıyla ya da canlanmasıyla
değil, yalnızca düşüncenin o aralığı aşma gücüyle köprü kuru
lur; bunu yapan düşünce de anıdır.
Tersine, hakkında düşündüğüm şey geçmiş bir düşünce et
kinliği, örneğin, kendime ait geçmiş bir felsefi soruşturma ise,
aralığa iki yandan köprü kurulur. O geçmiş düşünce etkinliği
hakkında düşünebilmek için, onu kendi zihnimde canlandır
mam gerekir çünkü düşünce edimi ancak bir edim olarak in
celenebilir. Ama böyle canlandırılan şey, eski etkinliğin salt bir
yansısı, aynı türden bir başkası değildir; belki eleştirel yokla
marnla tekrar tekrar yaparsam içinde bulunan, eleştirmenlerin
beni suçladığı yanlış adımları ortaya çıkarabilirim diye yenile
nen, yeniden canlandırılan aynı etkinliktir. Geçmiş düşüncemi
böyle yeniden canlandırırken onu anımsamakla kalmıyorum.
Yaşamımın belli bir döneminin tarihini kuruyorum: Anı ile tarih
R. G. Collingwood 363
arasındaki fark şu ki, anıda geçmiş salt bir gösteri iken, tarihte
şimdiki düşünce içinde onu yeniden canlandırıyorum. Bu dü
şünce salt düşünce ise, geçmiş yalnızca yeniden canlandırılıyor
demektir; düşünce hakkında düşünce ise, geçmiş, yeniden
canlandırılana ilişkin düşüncedir, benim kendime ilişkin bilgim
de tarihsel bilgidir.
Kendimin tarihi öyleyse bu anlamda anı değil, anının ken
dine özgü bir durumudur. Elbette, anımsayamayan bir zihnin
tarihsel bilgisi olamazdı. Ama bu anlamda anı, ancak bu anlam
daki geçmiş yaşantıya ilişkin şimdiki düşüncedir, o yaşantı ne
olursa olsun; tarihsel bilgi, şimdiki düşüncenin nesnesinin geç
miş düşünce olduğu, şimdi ile geçmiş arasındaki aralığa yalnız
şimdiki düşüncenin geçmişi düşünme gücüyle değil, aynı za
manda geçmiş düşüncenin şimdide yeniden uyanma gücüyle
köprü kurulduğu, anının özel bir durumudur.
Sözde itirazcımıza dönelim. Niye düşünce ediminin öznel
hale gelmekle nesnel olmaktan çıktığını düşündü? Yanıt şimdi
den açık olsa gerek. Öznellikten düşünce edimini değil, sırf do
laysız durumların bir akışı olarak bilinci anladığı için. Ona göre
öznellik düşüncenin öznelliği değil, duygunun ya da dolaysız
yaşantının öznelliğidir. Dolaysız yaşantının bile bir nesnesi var
dır, çünkü her duyguda duyulan bir şey, her duyumda duyum
lanan bir şey vardır; ama bir rengi görmede gördüğümüz şey
renktir, rengi görme edimimiz değil; soğuğu hissetmede soğu
ğu (soğuk tam olarak ne demekse) hissederiz, onu hissetme
edimini değil. Dolaysız yaşantı nın öznelliği demek ki saf ve salt
bir öznelliktir; hiçbir zaman kendi kendinin nesnesi değildir:
Yaşama kendini hiçbir zaman yaşama olarak yaşamaz. Demek
ki, bütün düşüncelerin kendisinden dışlandığı bir yaşantı olsay
dı (böyle bir yaşantının gerçekte varolup olmadığı soruşturma
konusunun dışındadır) o yaşantıdaki etkin ya da öznel öğe hiç
bir zaman kendi kendinin nesnesi olamazdı ve her yaşantı aynı
türden olsaydı hiçbir zaman nesne bile olamazdı. Öyleyse, iti
razcının yaptığı, her yaşantının dolaysız, salt bilinç olduğunu,
364 Sonsöz
5. Tarihin Konusu
"Neyin tarihsel bilgisi olabilir? " sorusunu sorarsak, yanıt "Ta
rihçinin zihninde yeniden canlandırılabilenin"dir. Bu ilk olarak
yaşantı olmalıdır. Yaşantı olmayıp salt yaşantı nesnesi olanın
tarihi olamaz. O zaman, bilim adamınca ister algılanmı ş ister
düşünülmüş olsun, doğanın tarihi yoktur. Kuşkusuz doğa sü
reçler içerir, taşır, hatta süreçlerden ibarettir; zamandaki de
ğişmeleri onun özüdür, (kimilerinin düşündüğü gibi) değişme
ler onun olduğu ya da sahip olduğu her şey olabilir; bu değiş
meler de sahiden yaratıcı olabilir, değişmez döngüsel dönemle
rin yinelenmesinden ibaret olmayıp doğal varlığın yeni dü zenle
rinin gelişmesi olabilir. Ama bütün bunlar doğa yaşamının ta
rihsel bir yaşam olduğunu ya da bizim ona ilişkin bilgimizin
tarihsel bilgi olduğunu kanıtlamaya kesinlikle götürmez. Bir
doğa tarihinin olmasının tek koşulu, doğa olaylarının bir düşü-
R. G. Collingwood 3 73
deniz suyu gibi birbirini keserek akar durur. Çoğu insan duy
gusu değişme içindeki bu bedensel yaşamın yaptıklarına bağlı
dır ve bir yazın biçimi olarak biyografi bu duyguları besler, on
lara yararlı besinler verebilir; ama bu tarih değildir. Yine, bir
günlükte güvenle korunmuş ya da bir anıda anımsanmış dolay
sız yaşantının kaydı -duygu ve duyum akışıyla birlikte- tarih
değildir. En iyisinden şiirdir; en kötüsünden istenmeyen bir
övünmedir; ama hiçbir zaman tarih olamaz.
Ne ki, bir şeyin onsuz tarihsel bilgi nesnesi haline geleme
diği bir başka koşul vardır. Tarihçi ile nesnesi arasındaki za
man aralığına, söylediğim gibi, iki yanından köprü kurulması
gerekir. Nesne tarihçinin zihninde yeniden canlanabilecek tür
den olmalıdır; tarihçinin zihni o canlanmaya bir yer gösterecek
biçimde olmalıdır. Bu, tarihçinin zihninin belli bir türden ol
ması, tarihsel bir doğası olması gerektiği anlamına gelmez; özel
tarihsel teknik kuralları konusunda eğitilmiş olması gerektiği
anlamına da gelmez. O nesneyi inceleyecek doğru kişi olması
gerektiği anlamına gelir. İncelediği şey belli bir düşüncedir;
onu incelemek kendinde yeniden canlandırmayı gerektirir; ta
rihçinin kendi düşüncesinin dolaysızlığında yerini alabilmesi
için de, o düşüncenin sanki onun ev sahibi olmaya önceden
ayarlanmış olması gerekir. Bu, deyimin teknik anlamıyla, tarih
çinin zihni ile nesnesi arasında önceden kurulmuş bir uyum
demek değildir; örneğin, Coleridge'in " İnsanlar Platoncu ya da
Aristotelesçi doğarlar" deyişinin onaylanması değildir bu; çün
kü Coleridge Platoncu ya da Aristotelesçi mi doğulur, Platoncu
ya da Aristotelesçi mi olunur sorusu hakkında önceden yargıda
bulunmamıştır. Yaşamının bir döneminde, hakkında düşündü
ğü insanların düşüncesi içinde kendi kendine giremediği için
birtakım tarihsel incelemeleri yararsız bulan bir adam, bir baş
ka dönemde, belki de kendini eğitmeye çalışmanın bir sonucu
olarak, bunu yapabilecek bir duruma geldiğini görecektir. Ama
yaşamının tarihçi olarak bulunduğu belli bir aşamasında, ne
nedenle olursa olsun, kimi düşünme biçimleriyle duygudaşlık
3 76 Sonsöz
6. Tarih ve Özgürlü k
Tarihi kendimizin bilgisine ulaşmak için inceleriz demiştim. Bu
savı açıklayarak, insan etkinliğinin özgür olduğu yollu bilgimize
sırf tarihi keşfetmemiz sayesinde nasıl ulaşıldığını göstermeye
çalışacağım.
Tarih tasarımına ilişkin tarihsel taslağımda tarihin doğa bili
minin vesayeti altında olmaktan sonunda nasıl kurtulduğunu
göstermeye çalı şmıştım. Bununla birlikte, tarihsel doğalcılığı n
yok oluşu, insanın sürekli olarak değişen tarihsel dünyasını
kurma etkinliğinin özgür bir etkinlik olduğu sonucunu da bir
likte getirir. Onu denetleyen, değiştiren, şu ya da bu biçimde
davranmaya, şu tür değil de bu tür bir dünya kurmaya zorlayan
hiçbir güç yoktur bu etkinlikten başka.
Bu demek değil ki, bir insan her zaman istediğini yapmakta
özgürdür. Bütün insanlar yaşamlarının kimi anlarında istedik
lerini yapmakta özgürdür. Ama bunun benim sözünü ettiğim
sorunla hiçbir ilgisi yok. Yemek yeme ve uyuma hayvansal işta-
388 Sonsöz
A B
Akdeniz, 47, 1 39 Babil, 5 1 , 2 1 3
Alexandre, 1 9 1 , 268, 2 70 Babilliler, 49
Alfred, Kral, 9 1 , 1 09 Bach, Johann Sebastian, 403
Almanya, 1 1 1 , 1 3 5 , 1 3 6, 1 78, Bacon, Francis, 39, 97, 1 0 1 ,
2 1 2, 2 1 7, 228, 230, 235, 1 03 , 1 08, 1 09, 1 1 3 , 1 26,
238, 246, 247, 294, 324 299, 305, 3 1 6, 329, 334,
Amasis, 58 339, 393
Amerika, 1 3 3 , 1 3 5, 1 44, 2 3 5 Baker, W., 228
And, 2 1 3 Barbarlar, 67
Antonine, 1 2 1 Barth, K., 23
antropoloji, 1 20, 1 3 5 Barth, P., 230
Apsu, 49 Becket, T., 3 66
Aristoteles, 1 2, 59, 62, 64, 79, Beethoven, Ludwig van, 403,
82, 269, 2 70, 290, 30 1 , 404
3 1 7, 3 1 8, 403 , 407 Benedictus tarikati, 1 O 1
arkeoloji, 3 1 7 Bergson, Henri, 240, 242, 243,
Arkhimedes, 3 5 5 , 366, 368 244, 254, 2 70, 3 7 7
Arnold, T., 1 84, 2 1 1 , 329 Berkeley, George, 8 5 , 1 1 2, 1 1 3,
Asya, 46 1 26
Atina, 2 1 2, 403 Bernheim, 230
Attika, 53, 306 1 688 Devrimi, 3 1 3
Augustinus, 1 7, 1 9, 84, 89 Bishop Percy, 1 3 1
Augustus, 237, 2 7 7 biyografi, 3 74, 3 75
Avrupa, 3 7 , 46, 47, 5 6 , 8 3 , 8 5 , Bodin, J., 96
9 5 , 1 07, 1 22, 1 33 , 1 34, Bollandist, 1 00
1 82, 2 1 3 , 220, 237, 3 1 2 Bollandistler, 1 0 1 , 1 1 9
Avusturya, 1 95 Bosanquet, 1 92, 1 93 , 207
Tarih Tasarımı 4 1 1
L N
Lachelier, 240, 24 1 Napoleon, Bonaparte, 226, 282
Lady Godiva, 9 1 Nesturiler, 2 1 2
Lamprecht, 230, 23 1 Newton, Isaac, 1 38, 290, 29 1 ,
Latince, 1 1 O, 3 1 2 385, 406, 408
Locke, John, 1 04, 1 1 2, 1 1 3 , Niebuhr, 1 77, 1 78
1 1 4, 1 23 , 1 24, 1 43, 1 9 1 , Ninova, 50
263, 264, 265, 267, 279
Lord Acton, 1 98, 348 o
Lotze, 2 1 7
Louis XI., 252, 253 Oakeshoıı, M . B., 202, 203,
204, 206, 207, 208, 209,
2 1 0, 2 1 1 , 234, 3 5 7
M
Olimpiyatlar, 89
Mabillon, 1 1 9 Omri, 50
Macchiavelli, 96, 1 08, 246 otobiyografi, 364
Mackenzie, R., 1 95 Oxford, 1 5, 1 6, 1 7, 4 1 , 53, 76,
Maitland, 1 74, 1 9 7 8 1 , 1 84, 1 89, 1 9 1 , 267,
Malborough, 294 309, 333
Marcus Aurelius, 68
Marduk, 49 p
Marx, Kari, 1 69, 1 70, 1 72,
1 73, 1 74, 329 Pater, W., 1 30
matematik, 38, 97, 1 00, 1 1 3 , Perikles, 7 1
1 1 4, 1 24, 277, 285, 3 1 7, Persler, 67
328 Petrie, F., 329
Maya, 2 1 3 Platon, 1 2, 1 3 , 1 5, 1 7, 55, 56,
Meksika, 2 1 3 5 7, 60, 64, 7 1 , 76, 79, 84,
Meyer, E., 230, 23 1 , 232, 233, 1 04, 1 08, 1 42, 1 55, 268,
234, 235 273, 2 74, 289, 290, 340,
Mezopotamya, 47, 48, 50 3 70, 3 7 1 , 3 72, 385, 403,
Miletos, 269 407
Mili, J. S . , 3 5 , 1 88, 226, 227, Polybius, 69, 70, 7 1 , 72, 73,
251 80, 1 08
Minos, 2 1 3 Polycraıes, 58, 59
Mommsen, 1 8, 1 74, 1 79 pozitivistler, 33, 1 74, 1 75, 1 78
Monofızitler, 2 1 2 Pozitivizm, 1 74, 238
Montesquieu, 1 20, 1 2 1 , 1 22, proletarya, 2 1 3
1 24, 1 4 1 , 257 Prusya, 1 36, 1 95
4 1 4 Dizin
psikoloji, 20, 29, 34, 35, 65, Schillcr, Fricdrich, 9 1 , 96, 1 49,
1 67, 226, 227, 228, 24 1 , 1 50, 1 59
266, 280, 283, 29 1 , 292, Schopenhauer, Arthur, 220
354, 355, 3 73, 3 76 Scipion, 72
Sofistler, 1 42
o Sokrates, 63, 76, 7 7, 3 39, 340,
385
Ouakerizm, 1 70 Spengler, O, 235, 236, 237,
Quintilianus, 73 285, 329
St. Augustinus, 1 7, 1 9
R Stebbing, L. S., 1 93
Stoa, 74
Ranke, 1 69, 1 78, 1 80
Stubbs, 1 97
Ravaisson, 239
Suetonius, 307
Reid, 264
Sümer, 45, 2 1 3
Renaissance, 90, 95, 97, 99,
Sümerler, 44, 46
1 08, 1 2 1 , 1 22, 1 30, 1 36,
Süryani, 2 1 3
1 44, 225
Sybaris, 269
Rickert, 22 1 , 222, 223, 225,
253
Roma, 1 O, 1 7, 1 9, 30, 46, 69, T
70, 72, 73, 7� 75, 77, 78, Tacitus, 72, 75, 76, 77, 8 1 , 82,
79, 80, 8 1 , 82, 83, 84, 86, 307, 3 3 5
87, 89, 90, 94, 96, 99, 1 0 1 , teoloji, 20, 2 1 , 3 7 , 3 8 , 40, 95,
1 08, 1 09, 1 1 O, 1 23, 1 30, 293, 3 1 9
1 39, 1 44, 1 6 1 , 1 65, 1 66, Thoukydides, 5 1 , 52, 53, 60,
1 72, 1 77, 1 78, 1 79, 1 80, 6 1 , 62, 63, 64, 65, 66, 69,
1 85, 20 1 , 2 1 7, 2 1 9, 237, 7 1 , 80, 9 1 , 306, 325, 335,
277, 302, 303, 322, 328, 366
38 1 , 403 Tiamat, 49
Roma Cumhuriyeti, 70 Tillemont, 1 8, 1 00, 1 0 1 , 1 1 9
Rousseau, Jean-Jacques, 1 28, Tiziano, 404
1 29, 1 3 7, 1 52 Toryler, 1 65
Ruggiero, G. da, 27 Toynbee, A., 2 1 1 , 2 1 3, 2 1 4,
Rusya, 1 95 2 1 5, 2 1 6, 2 1 7, 237, 3 29
Türkiye, 1 95
s
Santayana, 285, 286 u
Schelling, Friedrich, 1 56, 1 5 7, Umma, 44, 45
1 58, 1 59
Tarih Tasarımı 4 1 5
V Wolf, F. A., 3 24