Professional Documents
Culture Documents
İçindekiler
Ömer Seyfettin
Rüşvet
10 Haldun Taner
Neden Sonra
26 Sabahattin Ali
Bir Aşk Masalı
38 SÖZLÜKÇE
TÜRK HİKÂYELERİ II
RÜŞVET
Ömer Seyfettin
Çarşı meydanında büyük çınar ağaçları vardı. Kuvvetli bir rüz-
gâr esti. Avukat Hacı Namık Efendi, kâğıtları uçmasın diye, küçük
dükkânının camlarını indirdi. Sonra açık kapıyı iterken heybesi
omuzunda, semerli atının yuları elinde, sarıklı, kısa boylu yuvar-
lak yüzlü bir köylünün yaklaştığını gördü:
- Merhaba Ali Amca, dedi, böyle vakitsiz ne arıyorsun burada?
Daha pazara iki gün var...
Köylü, siyah minik gözlerini daha fazla küçülterek:
- Aleyküm selam, Namık Efendi! Belaya düştüm. Bir dava
için geliyorum...
Diye başını salladı.
- Gel, biraz konuşalım bakalım.
- Konuşalım. dedi Ali Amca.
- Derdini anlat bakayım.
- Senden başka kime anlatacağım zaten?
5
Atının yularını direğe bağla-
dı. Küçük dükkâna girdi. Masa-
nın sağındaki sandalyeye oturdu.
Heybesini yanına koydu. Namık
Efendi’nin uzattığı sigarayı alıp
yaktıktan sonra sıkıntısını an-
lattı. Düşmanı, köyün muhtarı
Huysuzoğlu’ydu. Ona ait bir ar-
sanın üzerine Ali Amca eskiden
bir bina yaptırmıştı. Şimdi o, bu
binayı sahiplenmeye çalışıyordu.
Hâlbuki bina kimin ise, yer de
onun demekti... Namık Efendi
beyaz sakalını kaşıdı. Gözlüğü-
nün üstünden bakarak:
- Sen haksızsın Ali Amca! dedi.
- Haksız mıyım?
- Evet.
- Hayır, ben haklıyım. Neden binayı yaparken sesini çıkarmadı?
- Çıkarmasın.
- Ben haklı olduğumu biliyorum, Namık Efendi. Davadan vaz-
geçmem.
- Kaybedeceksin!..
- Edeyim, zararı yok. Ama davadan vazgeçmem.
Namık Efendi haksız davaları almazdı. Ali Amca’nın vekâlet
teklifini reddetmek istiyordu. Fakat Ali Amcanın köyünün halkı
otuz senelik müşterileriydi. Bütün işleri için kendisine gelirlerdi.
Nihayet:
6
TÜRK HİKÂYELERİ II
7
TÜRK HİKÂYELERİ II
Namık Efendi:
- Amin, amin! Dedi.
Davaya, doğruluğa dair bir saat kadar konuştular. Vekâlet için
anlaştılar. Avukat ümitsizdi. Bu işi hatır için alıyordu.
İki hafta sonra, aynı saatte Ali Amca, yeşil boyalı dükkânın ka-
pısında göründü. Namık Efendi bir dilekçe yazıyordu. Gözlüğü-
nün üstünden müşterisini görünce güldü:
- Hoş geldin! Ne dersin, davayı kazandık! dedi.
Böyle haksız bir kararı hâkimin nasıl verdiğine bir haftadır şaşı-
rıyordu. Ali Amca soğukkanlı:
- Benim gönderdiğim koç sayesinde kazandık! cevabını verdi.
- Ne!.. Sen hâkime bir koç mu gönderdin?
- Evet.
- Buna nasıl cesaret ettin?
- Evet, ama sen bana “Rüşvet düşmanıdır, kim hediye verirse
haksız çıkar” dememiş miydin?
- Evet.
- Ben de koçu gönderirken kendi ismimi vermedim.
- Peki, ne yaptın?
- Düşmanım, muhtar Huysuzoğlu’nun ismini verdim.
- !!!...
İhtiyar avukatın kalem elinden düştü. Arkasına yaslandı. Karşı-
sında parlayan minik siyah gözlere baktı. Meydanda yine kuvvetli
bir rüzgâr çıkmıştı. Rüzgâr Ali Amcaya çarparak dükkânın içini
dolduruyordu.
8
TÜRK HİKÂYELERİ II
ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdaki cümleler doğru ise “D” yanlış ise “Y” yazalım.
1. Ali Amcanın düşmanı köyün imamıydı. ( )
2. Ali Amca kendi arazisine ev yapmıştı. ( )
3. Avukat, Ali Amcanın davasını, kaybedeceğini
düşündüğü halde almayı kabul etti. ( )
4. Ali Amca hâkime bir koyun gönderdi. ( )
5. Davayı Ali Amca kazandı. ( )
NEDEN SONRA
Haldun Taner
İki buçuk matinesi için birbirlerine söz vermişlerdi. Aslında
saat üçü çeyrek geçiyordu.
İhsan sigarasını yere atıp ezdi:
“Hiç bu kadar bekletmezdi.” diye söylendi.
Sokağa ince ince yağmur yağıyordu. Berberin köşesine yine o
aynı kestaneci oturmuştu.
Genç adam sinemanın basamaklarını indi. Karşı sokağa girip
caddeye çıktı.
Beyazıt Meydanı yağmurun altında pırıl pırıl parlıyordu. Cadde-
den tramvaylar gelip geçiyor, camları buğulanmış otobüsler müş-
terilerini bırakıp acele acele yollarına gidiyorlardı.
10
TÜRK HİKÂYELERİ II
14
TÜRK HİKÂYELERİ II
Kız uzun zaman hiç konuşmadı. Fakat bir ara İhsan’ın kendisi-
ne baktığını hissedince,
“Anlıyorum.” dedi, “Ben sana artık yük olmaya başladım. Beni
nasıl atlatacağını düşünüyorsun. Üzme kendini. Bir daha buluşma-
yız olur biter.”
İhsan başını çevirdi. Bir şey söyleyecekti, vazgeçti.
Perdede ki oyuncu şimdi içli bir şarkıya başlamıştı. Melahat:
“Biliyordum zaten.” dedi. “Biliyordum artık benden usandı-
ğını... Zaten senin için geçici biridir demişlerdi. Kabahat bende.
Sana inandım, sana bağlandım.”
Birden küçük mendilini burnuna tutup ağlamaya başladı. Ön
sıralardan birkaç kişi arkaya dönüp bakmıştı. İhsan:
“Deli olma, herkes bize bakıyor.” dedi.
15
Melahat:
“Bakarlarsa baksınlar, hiçbir
şey umurumda değil.” diye ce-
vap verdi.
İhsan locanın karanlığında
gülümsedi. Yanı başında kendi
için ağlayan bu küçük kız şimdi
ona perdedeki filmi de, salon-
16
TÜRK HİKÂYELERİ II
ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdakilerden doğru olanı seçelim.
1. İhsan Melahat’i sinemada / kafede / lokantada bekliyordu.
2. İhsan ile Melahat daha önce okulda / muhallebicide / hastanede görüştüler.
3. Melahat evden çıkarken arkadaşı / amcası / yengesi gelmişti.
4. İhsan ile Melahat sinemada yan yana / arka arkaya / karşılıklı oturdular.
5. İhsan locaya ikinci film başladıktan on beş / on / beş dakika sonra girdi.
6. Melahat sinemada uyumaya / ağlamaya / gülmeye başladı.
7. Melahat ağlamaya başlayınca İhsan onunla / konuşmamıştı
/ ilgilenmişti / ağlamıştı.
17
TÜRK HİKÂYELERİ II
ESKİCİ
Refik Halit Karay
Vapur rıhtımdan
kalkıp Marmara’ya
doğru uzaklaştı. Yol-
cunun yakınlarının
omuzlarından ağır bir
yük kalktı ve ferahla-
dılar:
-Çocukcağız Ara-
bistan’da rahat eder”
dediler ve sahte bir
sevinçle evlerine dön-
düler.
Küçük Hasan’ın hem babası hem de anası ölmüş, halasının
yanına, Filistin’in ücra bir kasabasına gidiyordu.
Hasan vapurda eğlendi; vinçlere, cankurtaran simitlerine, san-
dallara bakıp çok eğlendi. Beş yaşındaydı; peltek peltek, sevimli
sevimli konuşup güverte yolcularını epeyce eğlendirmişti.
Sonunda vapur, şuraya buraya uğrayıp bir sürü yolcu bıraktı ve
sıcak memleketlere yaklaştı. O zaman Hasan’ı bir durgunluk aldı.
İnsanlar yabancı bir dil konuşuyorlardı ve ona İstanbul’daki gibi:
-Hasan gel!
-Hasan git! demiyorlardı.
İsmi değişip Hassen olmuştu:
-Taal hun ya Hassen,
diyorlar, yanlarına gidiyordu.
18
TÜRK HİKÂYELERİ II
-Ruh ya Hassen...
diyorlar uzaklaşıyordu.
Hayfa’ya çıktılar ve onu bir trene koydular.
Artık anadili büsbütün kaybolmuştu. Hasan, köşeye büzüldü;
bir şeyler soruyorlar ama o susuyordu. Yanakları al al olmuştu.
Portakal bahçelerine dalmıştı. Göğsünde bir katılık, gırtlağında
sert bir düğüm, daima susuyordu.
Fakat o çiçekli, ıslak bahçeler de tükendi; zeytinlikler seyrek-
leşti.
Kuru, yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyorlardı. Bu keçiler
kapkara, beneksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyası gibi cila-
lı, kızgın güneş altında, pırıl pırıl
yanıyordu.
Bunlar da bitti; sonsuz bir
düzlüğe çıktılar. Ne ağaç vardı,
ne dere, ne ev! Yalnız ara sıra ko-
caman kocaman hayvanlara rast-
lıyorlardı. Çok uzun bacaklı, çok
uzun boylu, kambur hayvanlar
trene bakmıyorlardı bile... Ağız-
larında beyaz bir köpük çiğniyor,
dalgın ve küskün arka arkaya,
ağır ağır, iz bırakmadan ve toz
çıkarmadan gidiyorlardı.
Çok sabretti, dayanamadı, so-
nunda yanındaki askere sordu;
asker güldü:
-Gemel! (deve) Gemel! dedi.
19
TÜRK HİKÂYELERİ II
20
TÜRK HİKÂYELERİ II
21
TÜRK HİKÂYELERİ II
24
TÜRK HİKÂYELERİ II
ALIŞTIRMALAR
5. Y 4. D 3. D 2. Y 2. 1. Y
1. 1. Hasan gel! Hasan git!, 2. siyah çarşaflı, 3. ücra, 4. devedir, 5. çivi çakıyordu
Cevaplar:
25
TÜRK HİKÂYELERİ II
Yardımcısına: “Bu adamın bir derdi var. Gidip sorun derdi ne-
dir?” demiş.
Yardımcı koşup dervişin yanına gitmiş. O ülkede insanları söz-
le incitmek yasakmış. Bu nedenle hükümdarın yardımcısı tatlı bir
sesle: “Derviş! İyi görünmüyorsun. Bir derdin mi var?” diye sor-
muş.
Derviş gözlerini yere çevirip cevap vermiş: “Hayır.”
Yardımcı: “Peki neden yüzün gülmüyor? Neden bütün gün bu-
rada durup bekliyorsun?” diye sormuş. “Biliyorsun, hükümdarı-
mız ülkesinde dertli insan gördüğü zaman kendisi de dertlenir.
Derdini söyle çaresini arayalım.” demiş.
Derviş: “Hiçbir derdim, hiçbir isteğim yok. Hükümdarımız
üzülmesin.” demiş.
Yardımcı saraya dönüp bunları hükümdara anlatmış.
Hükümdar: “Olmaz.” demiş. “Onun bir derdi var. Her halin-
27
TÜRK HİKÂYELERİ II
30
TÜRK HİKÂYELERİ II
31
TÜRK HİKÂYELERİ II
ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdaki boşlukları metne göre tamamlayalım.
1. Derviş topladığı altınları …………………….. dağıtmış.
2. Hükümdar dervişe en sonunda ………………. teklif etmiş. Ama derviş kabul
etmemiş.
3. Hükümdar ülkesindeki insanların derdine ………………….. ararmış.
4. Dervişin derdi …………………. .
5. Derviş kulübesinde çorbasını pişirdikten sonra arkasına ………………….
sabaha kadar beklemiş.
2. a. 4 b. 3 c. 1 d. 2 e. 5
1. 1. fakirlere, 2. ülkesini, 3. çare, 4. aşktır, 5. yaslanıp
Cevaplar:
32
TÜRK HİKÂYELERİ II
İPEKLİ MENDİL
Sait Faik Abasıyanık
İpek fabrikasının geniş cephesi, ayla ışıldadı. Kapının önünden
birkaç kişi, acele acele geçtiler. Ben, isteksiz, yönü meçhul adım-
larla ilerlerken, kapıcı arkamdan seslendi:
— “Nereye?
— “Şöyle bir gezineyim, dedim”.
— “Cambaza gitmiyor musun?”
Cevap vermedim. Bunun üzerine ilâve etti:
— “Herkes gidiyor. Bursa’ya henüz böylesi gelmemiş.”
— “Hiç niyetim yok.” dedim.
Yalvardı, yalvardı, beni, fabrikayı beklemeye razı etti. Biraz
oturdum, bir sigara içtim, bir türkü söyledim. Sonra canım sıkıldı.
“Ne yapsam?” diye düşündüm.
Kalktım, kapıcı odasındaki çi-
vili bastonu aldım, fabrikayı
dolaşmaya çıktım.
Dolaşmaya başladıktan beş
dakika sonra bir pıtırtı işittim.
Orada kızlar çalışır. Cebimdeki
elektrik fenerini yaktım. Etrafı
taradım. Fenerin gür ışığında
kaçmaya çabalayan iki çıplak
ayak göründü. Arkasından ko-
şup, kaçanı yakaladım.
Kapıcı odasına hırsızla bir-
likte girdik. Kapıcının sarı ışıklı
fenerini yaktım.
Bu ne küçük hırsızdı böyle!
33
TÜRK HİKÂYELERİ II
34
TÜRK HİKÂYELERİ II
36
TÜRK HİKÂYELERİ II
ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdaki cümleler doğru ise “D” yanlış ise “Y” yazalım.
1. Hırsız on beş yaşındadır. ( )
2. Kapıcı gece yarısı imalathaneye gelmiştir. ( )
3. Hırsız iki defa mendil çalmayı denemiştir. ( )
4. Çocuk çam ağacından düşüp ölmüştür. ( )
5. Hikâyeyi anlatan kişinin uykusu çok hafiftir. ( )
6. Hırsız, ipekli mendili almıştı. ( )
6. ikinci denemede/düşüp
2. 1. kaçanı, 2. ipekli mendil, 3. azat edilmiş, 4. ölü toprağı mı, 5. su gibi,
1. 1. D 2. D 3. Y 4. Y 5. D 6. D
Cevaplar:
37
TÜRK HİKÂYELERİ II
SÖZLÜKÇE
Rüşvet
belaya düşmek (d.): Zor ve sıkıntılı bir durumda olmak.
hakim (i.): Yargıç, mahkemede hüküm verme yetkisi olan kişi.
heybe (i.): Kilim veya halıdan yapılan tek gözlü çanta.
metih (i.): Övgü, iltifat, güzel söz.
rüşvet (i.): Yasadışı iş yaptırmak için görevlilere verilen para ve maddi değeri
olan şeyler.
semerli (s.): Semeri olan(yük hayvanı).
vekâlet (i.): Avukata dava için yetki vermek.
yular (i.): Hayvanın boynuna bağlanan ip.
Neden Sonra
âlem (i.): Dünya.
apaçık (zf.): Çok açık.
briyantinli (s.) Briyantin sürünmüş.
büsbütün (zf.): Tamamen.
çilli (s.): Yüzünde çok küçük lekeler olan.
hol (i.): Giriş boşluğu, sofa.
kestaneci (i.): Kestane satan kimse.metih (a.): övgü, iltifat, güzel söz.
matine (i.): Sinema, tiyatro vb. şeyler için gündüz gösterimi.
önem (i.): bir şeyin değeri olma durumu, ehemmiyet.
tatsızlık (i.): Hoşa gitmeyen durum.
tıp öğrencisi (i.): Tıp fakültesinde okuyan kişi.
usanmak (f.): Uzun sürmesi sebebiyle bir şeyden sıkılmak, bıkmak, yılmak.
Eskici
beneksiz (s.): Üzerinde nokta vb. olmayan.
çanak (i.): Mutfakta kullanılan tabak tencere gibi eşyaların genel adı.
38
TÜRK HİKÂYELERİ II
İpekli Mendil
ahbap (i.): Arkadaş, dost.
çakı (i.): Küçük cep bıçağı.
dut ağacı (i.): Genellikle ılıman bölgelerde yetişen, meyvesi mor ve beyaz olan
bir ağaç.
39
TÜRK HİKÂYELERİ II
KISALTMALAR
i.: isim
f.: fiil
d.: deyim
s.: sıfat
zf.: zarf
z.: zamir
e.: edat
40