You are on page 1of 40

Yayın Danışmanı

Dr. Erol Barın


Editör
Dr. Mehmet Yalçın Yılmaz
Dil Uzmanı
Melek Paşalı-Enver Gedik
Tashih
Dr. Murat Elmalı
Resimleyen
Fahriye Faren Çıtaklı
Kapak & Sayfa Tasarımı
Şeref Kocaman

Bu çalışma Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenenler ve anadilini geliştirmek isteyen


yurtdışında yaşayan Türkler için hazırlanmıştır. Bu kitap Avrupa Dilleri Ortak Çerçeve
Programı ölçütlerine göre B1-B2 seviyesinde hazırlanmıştır. Kitapta yer alan metinler,
B1-B2 seviyelerindeki dil becerilerine göre kısaltma, sadeleştirme özetleme ve yeniden
yazma teknikleri kullanılarak eğitim amaçlı yeniden düzenlenmiştir.
5

İçindekiler
Ömer Seyfettin
Rüşvet

10 Haldun Taner
Neden Sonra

18 Refik Halit Karay


Eskici

26 Sabahattin Ali
Bir Aşk Masalı

33 Sait Faik Abasıyanık


İpekli Mendil

38 SÖZLÜKÇE
TÜRK HİKÂYELERİ II

RÜŞVET
Ömer Seyfettin
Çarşı meydanında büyük çınar ağaçları vardı. Kuvvetli bir rüz-
gâr esti. Avukat Hacı Namık Efendi, kâğıtları uçmasın diye, küçük
dükkânının camlarını indirdi. Sonra açık kapıyı iterken heybesi
omuzunda, semerli atının yuları elinde, sarıklı, kısa boylu yuvar-
lak yüzlü bir köylünün yaklaştığını gördü:
- Merhaba Ali Amca, dedi, böyle vakitsiz ne arıyorsun burada?
Daha pazara iki gün var...
Köylü, siyah minik gözlerini daha fazla küçülterek:
- Aleyküm selam, Namık Efendi! Belaya düştüm. Bir dava
için geliyorum...
Diye başını salladı.
- Gel, biraz konuşalım bakalım.
- Konuşalım. dedi Ali Amca.
- Derdini anlat bakayım.
- Senden başka kime anlatacağım zaten?

5
Atının yularını direğe bağla-
dı. Küçük dükkâna girdi. Masa-
nın sağındaki sandalyeye oturdu.
Heybesini yanına koydu. Namık
Efendi’nin uzattığı sigarayı alıp
yaktıktan sonra sıkıntısını an-
lattı. Düşmanı, köyün muhtarı
Huysuzoğlu’ydu. Ona ait bir ar-
sanın üzerine Ali Amca eskiden
bir bina yaptırmıştı. Şimdi o, bu
binayı sahiplenmeye çalışıyordu.
Hâlbuki bina kimin ise, yer de
onun demekti... Namık Efendi
beyaz sakalını kaşıdı. Gözlüğü-
nün üstünden bakarak:
- Sen haksızsın Ali Amca! dedi.
- Haksız mıyım?
- Evet.
- Hayır, ben haklıyım. Neden binayı yaparken sesini çıkarmadı?
- Çıkarmasın.
- Ben haklı olduğumu biliyorum, Namık Efendi. Davadan vaz-
geçmem.
- Kaybedeceksin!..
- Edeyim, zararı yok. Ama davadan vazgeçmem.
Namık Efendi haksız davaları almazdı. Ali Amca’nın vekâlet
teklifini reddetmek istiyordu. Fakat Ali Amcanın köyünün halkı
otuz senelik müşterileriydi. Bütün işleri için kendisine gelirlerdi.
Nihayet:
6
TÜRK HİKÂYELERİ II

- Peki, senin bu işine bakayım. Ama davayı kaybedince bana


darılmayacaksın! dedi.
- Darılmam, ama neden kaybedeceksin?
- Çünkü haksızsın.
- Hâkime güzel bir koç göndersem?..
- Ne?..
- O zaman davayı kazanamaz mıyım?
- O vakit şüphesiz kaybedersin işte!..
- Niçin?
- Yeni hâkim senin bildiğin adamlardan değil...
- ....
Ali Amca avukatının heyecanını anlayamadı. Ondan yeni hâki-
min methini uzun uzun dinledi. Bu kişi rüşvetin, hediyenin düş-
manıymış! En haklı bir davacı kendisine rüşvet vermeye çalışsa, o
an onu haksız çıkarırmış! Ali Amca:
- Allah böyle doğruları dünya yüzünden eksik etmesin! Diye
dua etti.

7
TÜRK HİKÂYELERİ II

Namık Efendi:
- Amin, amin! Dedi.
Davaya, doğruluğa dair bir saat kadar konuştular. Vekâlet için
anlaştılar. Avukat ümitsizdi. Bu işi hatır için alıyordu.
İki hafta sonra, aynı saatte Ali Amca, yeşil boyalı dükkânın ka-
pısında göründü. Namık Efendi bir dilekçe yazıyordu. Gözlüğü-
nün üstünden müşterisini görünce güldü:
- Hoş geldin! Ne dersin, davayı kazandık! dedi.
Böyle haksız bir kararı hâkimin nasıl verdiğine bir haftadır şaşı-
rıyordu. Ali Amca soğukkanlı:
- Benim gönderdiğim koç sayesinde kazandık! cevabını verdi.
- Ne!.. Sen hâkime bir koç mu gönderdin?
- Evet.
- Buna nasıl cesaret ettin?
- Evet, ama sen bana “Rüşvet düşmanıdır, kim hediye verirse
haksız çıkar” dememiş miydin?
- Evet.
- Ben de koçu gönderirken kendi ismimi vermedim.
- Peki, ne yaptın?
- Düşmanım, muhtar Huysuzoğlu’nun ismini verdim.
- !!!...
İhtiyar avukatın kalem elinden düştü. Arkasına yaslandı. Karşı-
sında parlayan minik siyah gözlere baktı. Meydanda yine kuvvetli
bir rüzgâr çıkmıştı. Rüzgâr Ali Amcaya çarparak dükkânın içini
dolduruyordu.

8
TÜRK HİKÂYELERİ II

ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdaki cümleler doğru ise “D” yanlış ise “Y” yazalım.
1. Ali Amcanın düşmanı köyün imamıydı. ( )
2. Ali Amca kendi arazisine ev yapmıştı. ( )
3. Avukat, Ali Amcanın davasını, kaybedeceğini
düşündüğü halde almayı kabul etti. ( )
4. Ali Amca hâkime bir koyun gönderdi. ( )
5. Davayı Ali Amca kazandı. ( )

2. Aşağıdaki boşlukları metne göre dolduralım.


1. Ali Amca ve avukat ……………………… için anlaştılar.
2. Hakim …………………. düşmanıdır.
3. Ali Amcanın köylüleri avukatın ……………………… müşterileriydi.
4. Ali Amca avukatın dükkanında oturduktan sonra ………………….. yanına
koydu.

2. 1. vekâlet, 2. rüşvet, 3. otuz senelik, 4. heybesini


5. D 4. Y 3. D 2. Y 1. 1. Y
Cevaplar:
9
TÜRK HİKÂYELERİ II

NEDEN SONRA
Haldun Taner
İki buçuk matinesi için birbirlerine söz vermişlerdi. Aslında
saat üçü çeyrek geçiyordu.
İhsan sigarasını yere atıp ezdi:
“Hiç bu kadar bekletmezdi.” diye söylendi.
Sokağa ince ince yağmur yağıyordu. Berberin köşesine yine o
aynı kestaneci oturmuştu.
Genç adam sinemanın basamaklarını indi. Karşı sokağa girip
caddeye çıktı.
Beyazıt Meydanı yağmurun altında pırıl pırıl parlıyordu. Cadde-
den tramvaylar gelip geçiyor, camları buğulanmış otobüsler müş-
terilerini bırakıp acele acele yollarına gidiyorlardı.

10
TÜRK HİKÂYELERİ II

İhsan ıslak kaldırımın üstünde bir aşağı bir yukarı dolaşmaya


başladı. Her seferinde, “Bir Topkapı arabası daha beklerim. Bun-
dan da çıkmazsa giderim.” diye karar veriyordu . Fakat Melahat
gelen tramvaydan çıkmıyor, İhsan da ayrılıp bir yere gidemiyordu.
Gözleri Aksaray yolunda on beş dakika daha bekledi. Saat üç
buçukta ümidini büsbütün kesti.
Belli ki gelmeyecekti. Kız onu apaçık kandırmıştı... Bunda an-
laşılmayacak bir şey yoktu. Zaten geçen defa muhallebicide sez-
dirmişti. Mantosunun düğmesi ile sinirli sinirli oynayarak, “İhsan
annem duymuş gezdiğimizi. Eniştemin kardeşi bizi görmüştü.
Hatırlıyorsun değil mi? Sanırım anneme söylemiş. Beni sokağa bı-
rakmıyorlar. Bugün de onlara yalan söyleyip geldim.” demişti.
İhsan o gün bu sözlere önem vermemişti. Kadın milleti değil
mi, naz yapıyor diye düşünmüştü. Şimdi o sözlerin altındaki ger-
çek manayı anlıyordu. Zaten arkadaşları ona “Bu iş olmaz” demiş-
lerdi ama o inanmak istememişti. Arkadaşları uzun boylu bir tıp
öğrencisinden bahsetmişlerdi.
O anda gözünün önüne Melahat’in hayali geldi. Kızı kendinden
emin, uzun boylu tıp öğrencisinin kolunda, Beyoğlu sinemala-
rının resimlerine bakarken hayal etti. Hâlbuki o burada, cebinde
loca bileti, rezil gibi bekliyordu. Birden şakaklarının zonkladığını
hissetti.
Yağmur şimdi daha da şiddetlenmişti. Islak bulutlar sanki evle-
rin damlarına sürtünmek ister gibi, alçaktan uçuyorlardı.
İhsan, “Kızı bırakırlar mı sana?...” diye düşündü. “Âlemin
güpgüzel kızını hiç bırakırlar mı sana? Elinde bir lise diploman
bile yok...”
Briyantinli saçlarından ensesine yağmur süzülüyordu. İki kere
arka arkaya hapşırınca aklı başına geldi: “Gitmeliyim, ne duruyo-
11
rum?” diye kendine kızdı. Durakta beş
altı kişi tramvay bekliyordu. Onların
arasına karıştı...
Fakat tam o sırada Melahat’in karşı
kaldırımdan, koşa koşa geldiğini gör-
dü. Kız onu fark etmemişti. Kırmızı
eşarbını başına şemsiye gibi tutarak
caddeyi geçti, sinemanın sokağına gir-
di.
Onu görür görmez İhsan’ın kalbi
küt küt atmaya başlamıştı. Fakat yine de yavaş hareket etti. Heye-
canını bastırmak için bir sigara yaktı. Sonra telaşsız, emin adımlar-
la sinemaya doğru yürüdü.
Melahat holde şaşkın şaşkın dönüyordu. İhsan’ı görünce uçar
gibi geldi:
“Beklettim değil mi? Seni çok beklettim değil mi?” diye sordu.
“Ama başıma ne geldi bilmiyorsun”
İhsan:
“Yoooo... Beklemedim.” dedi. Ve sigarasının dumanını ilgisizce
havaya üfledi.
Kız elini kalbine götürmüştü:
“Ayy! Çok koştum… Tam hazırlandım çıkıyordum, yengem
geldi? Evde kimse yoktu. Bu sebeple ben onunla ilgilendim. Ak-
lım hep sendeydi... O kalktıktan sonra da hemen çıktım.”
İhsan bunları başı önünde, düşünceli düşünceli dinledi. Karşı-
sında kendisini affettirmek için çabalayan bu kızı şimdi sakin ve
biraz da küçümser bakışlarla izliyordu.
Melahat onun bu halinden şüphelendi:
12
TÜRK HİKÂYELERİ II

“Ne var... Niye bana öyle bakıyorsun?” dedi.


Genç adam:
“Hiç...” diye cevap verdi.
Kız aradaki tatsızlığı dağıtmak için:
“Ne bekliyoruz? İçeri girelim haydi. Filmin yarısını seyrederiz.”
dedi ve sinemaya doğru ilerledi. İhsan isteksiz isteksiz arkasından
yürüdü.
İçeri girdiklerinde birinci film çoktan başlamış, hatta sonuna
yaklaşmıştı. Programcı kadının aşağı doğru tuttuğu el lambası bir
an Melahat’ın bacaklarını aydınlattı. Kızın çorapları, çamur olmuş-
tu.
Kadın locanın kapısını kapattıktan sonra onlar paltolarını çıka-
rıp yan yana fakat aralıklı oturdular. Melahat sert bir baş hareketiy-
le saçlarını arkaya attı. İhsan put gibi oturmuş filmi seyrediyordu.
Kız:
“Neyin var bugün? Hasta mısın sen?” diye sordu.
İhsan başını
çevirmeden:
“Hayır.” diye
cevap verdi.
“Bir şeye mi
sıkıldın? Gecikti-
ğime mi kızdın?”
“Yok canım!”
“Söyle rica
ederim. Vallahi
darılırım.”
13
Önlerindeki sıralardan bir
adam başını kaldırıp onların loca-
sına doğru baktı. Melahat sesini
alçalttı:
“Lütfen söyle, ne oldu? Biri
sana benim hakkımda bir şey mi
söyledi?”
İhsan cevap vermedi.
Perdede şimdi yüzü çilli bir ço-
cuk babasına sarılmış, ağlayarak bir şeyler anlatıyordu. Melahat:
“Beni bugün surat asmak için mi çağırdın? Ben gidiyorum.”
dedikten sonra asılı mantosuna baktı.
İhsan, başını çevirmeden:
“Bırak da filmi seyredelim!” diye söylendi.
Melahat:
“Ya öyle mi! Pekâlâ...” dedi ve sinirinden ayak ayak üstüne atıp
sustu.
İhsan onun yüzünü görmüyordu, ama şimdi sinirli sinirli du-
daklarını kemirdiğini iyi biliyordu.
İlk filmin sonuna kadar dargın gibi oturdular.
Işıklar yanınca Melahat her za-
man yaptığı gibi arkasına yaslandı.
İhsan sigara içmek için dışarı çıktı.
Açık kapıdan Melahat’in kendisine
baktığını gördü. Ama ilgilenmeme-
ye çalıştı. Locaya da film başladıktan
beş dakika sonra girdi.

14
TÜRK HİKÂYELERİ II

Kız uzun zaman hiç konuşmadı. Fakat bir ara İhsan’ın kendisi-
ne baktığını hissedince,
“Anlıyorum.” dedi, “Ben sana artık yük olmaya başladım. Beni
nasıl atlatacağını düşünüyorsun. Üzme kendini. Bir daha buluşma-
yız olur biter.”
İhsan başını çevirdi. Bir şey söyleyecekti, vazgeçti.
Perdede ki oyuncu şimdi içli bir şarkıya başlamıştı. Melahat:
“Biliyordum zaten.” dedi. “Biliyordum artık benden usandı-
ğını... Zaten senin için geçici biridir demişlerdi. Kabahat bende.
Sana inandım, sana bağlandım.”
Birden küçük mendilini burnuna tutup ağlamaya başladı. Ön
sıralardan birkaç kişi arkaya dönüp bakmıştı. İhsan:
“Deli olma, herkes bize bakıyor.” dedi.

15
Melahat:
“Bakarlarsa baksınlar, hiçbir
şey umurumda değil.” diye ce-
vap verdi.
İhsan locanın karanlığında
gülümsedi. Yanı başında kendi
için ağlayan bu küçük kız şimdi
ona perdedeki filmi de, salon-

daki seyircileri de, dışarıdaki


dünyayı da bir anda unuttur-
muştu. Kızın saçlarına doku-
nup “Sus artık, hadi sus!” diye
kendine çekti.
Melahat’in yaşlı gözleri ya-
vaş yavaş kurumaya başladı.
Başını İhsan’ın omzuna ko-
yup filmi izlemeye çalıştı.

16
TÜRK HİKÂYELERİ II

ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdakilerden doğru olanı seçelim.
1. İhsan Melahat’i sinemada / kafede / lokantada bekliyordu.
2. İhsan ile Melahat daha önce okulda / muhallebicide / hastanede görüştüler.
3. Melahat evden çıkarken arkadaşı / amcası / yengesi gelmişti.
4. İhsan ile Melahat sinemada yan yana / arka arkaya / karşılıklı oturdular.
5. İhsan locaya ikinci film başladıktan on beş / on / beş dakika sonra girdi.
6. Melahat sinemada uyumaya / ağlamaya / gülmeye başladı.
7. Melahat ağlamaya başlayınca İhsan onunla / konuşmamıştı
/ ilgilenmişti / ağlamıştı.

2. Aşağıdaki boşlukları uygun kelimelerle dolduralım.


1. Melahat ……………….. ………………… başına şemsiye gibi tutar.
2. İhsan ve Melahat sinemadayken …………………… otururlar.
3. O gün hava ………………….. .
4. İhsan ile Melahat saat …………………………. buluşmak
için anlaşmışlardır.
5. İhsan Melahat’i genç ……………………… kolunda hayal eder.

2. 1. kırmızı eşarbını, 2. locada, 3. yağmurludur, 4. iki buçukta, 5. tıbbiyelinin


7. ilgilenmişti
1. 1. sinemada, 2. muhallebicide, 3. yengesi, 4. yan yana, 5. beş, 6. ağlamaya
Cevaplar:

17
TÜRK HİKÂYELERİ II

ESKİCİ
Refik Halit Karay
Vapur rıhtımdan
kalkıp Marmara’ya
doğru uzaklaştı. Yol-
cunun yakınlarının
omuzlarından ağır bir
yük kalktı ve ferahla-
dılar:
-Çocukcağız Ara-
bistan’da rahat eder”
dediler ve sahte bir
sevinçle evlerine dön-
düler.
Küçük Hasan’ın hem babası hem de anası ölmüş, halasının
yanına, Filistin’in ücra bir kasabasına gidiyordu.
Hasan vapurda eğlendi; vinçlere, cankurtaran simitlerine, san-
dallara bakıp çok eğlendi. Beş yaşındaydı; peltek peltek, sevimli
sevimli konuşup güverte yolcularını epeyce eğlendirmişti.
Sonunda vapur, şuraya buraya uğrayıp bir sürü yolcu bıraktı ve
sıcak memleketlere yaklaştı. O zaman Hasan’ı bir durgunluk aldı.
İnsanlar yabancı bir dil konuşuyorlardı ve ona İstanbul’daki gibi:
-Hasan gel!
-Hasan git! demiyorlardı.
İsmi değişip Hassen olmuştu:
-Taal hun ya Hassen,
diyorlar, yanlarına gidiyordu.
18
TÜRK HİKÂYELERİ II

-Ruh ya Hassen...
diyorlar uzaklaşıyordu.
Hayfa’ya çıktılar ve onu bir trene koydular.
Artık anadili büsbütün kaybolmuştu. Hasan, köşeye büzüldü;
bir şeyler soruyorlar ama o susuyordu. Yanakları al al olmuştu.
Portakal bahçelerine dalmıştı. Göğsünde bir katılık, gırtlağında
sert bir düğüm, daima susuyordu.
Fakat o çiçekli, ıslak bahçeler de tükendi; zeytinlikler seyrek-
leşti.
Kuru, yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyorlardı. Bu keçiler
kapkara, beneksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyası gibi cila-
lı, kızgın güneş altında, pırıl pırıl
yanıyordu.
Bunlar da bitti; sonsuz bir
düzlüğe çıktılar. Ne ağaç vardı,
ne dere, ne ev! Yalnız ara sıra ko-
caman kocaman hayvanlara rast-
lıyorlardı. Çok uzun bacaklı, çok
uzun boylu, kambur hayvanlar
trene bakmıyorlardı bile... Ağız-
larında beyaz bir köpük çiğniyor,
dalgın ve küskün arka arkaya,
ağır ağır, iz bırakmadan ve toz
çıkarmadan gidiyorlardı.
Çok sabretti, dayanamadı, so-
nunda yanındaki askere sordu;
asker güldü:
-Gemel! (deve) Gemel! dedi.
19
TÜRK HİKÂYELERİ II

Hasan’ı bir istasyonda indirdiler. Siyah çarşaflı, bir kadın onu


göğsüne bastırdı. Bu göğüs, anasının göğsüne benzemiyordu, tu-
haf kokulu, fazla yumuşak bir göğüstü...
Kadın Arapça:
-Ya habibi! (Ey Sevgilim) Ya ayni (Ey gözüm)!
Diğer kadınlar da sarıldılar, öptüler. Birçok çocuk da gelmişti;
bu çocuklar farklı elbiseler giymişlerdi. Başları takkeli çocuklardı.
Hasan durgundu ve susuyordu.
Öyle haftalarca sustu.
Arapçayı zamanla anladı, fakat inatla konuşmadı, sustu.
Hep sustu.
Şimdi onun da entarisi, ceketi, takkesi vardı. Saçları makine ile

20
TÜRK HİKÂYELERİ II

kesilmişti. Sert fırın ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu rahat-


lıkla yiyebiliyordu.
Bir gün halası sokaktan bir satıcıyı çağırdı.
Evin avlusuna dağınık kıyafetli bir adam girdi. Sırtında bir tor-
ba, elinde ufacık bir iskemle ve demir parçası vardı. Torbasında da
karton gibi bir tomar vardı.
Konuştular, sonra adamın önüne bir sürü eski ayakkabı dizdiler.
Satıcı sandalyeye oturdu. Hasan da merakla karşısına geçti. Bu
dört yanı duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde canı çok sıkılıyor-
du... Şimdi şaşkınlıkla ve neşeyle seyrediyordu: (.) Adam karton
gibi deriyi bıçağıyla kesiyor, ağzına bir avuç çivi dolduruyor, son-
ra bunları birer birer, ayakkabıların altına çabuk çabuk çakıyordu.
Daha sonra deri parçalarını, pis bir suya koyup ıslatıyor, çanağın
içindeki macuna parmağını daldırıp tabanlara sürüyor ve Hasan
bütün bunları seyrediyordu. Susuyor ve bakıyordu.
Bir ara her şeyi unuttu, dalgın dalgın anadiliyle sordu:
-Çiviler ağzına batmaz mı?
Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan’ın yü-
züne baktı:

21
TÜRK HİKÂYELERİ II

-Sen Türk çocuğu musun?


-İstanbul’dan geldim.
-Ben de o taraflardan... İzmit’ten!
Eskicinin saçı sakalı dağınıktı, pantolonu yamalı, dişleri eksik
ve suratı sarı, sapsarıydı. Bu adam Türkçe biliyor ve İstanbul taraf-
larından geliyordu. Hasan, şimdi onun yüzüne de dikkatle baktı.
Dişleri yoktu. Adam peltek bir sesle tekrar sordu:
-Niçin geldin buralara sen?
Hasan kendince anlattı.
Sonra Kanlıca’daki evlerini tarif etti; komşusunun oğlu Mah-
mut’u anlattı. Bir aralık da kendisi sordu?
-Sen niye buradasın?
22
TÜRK HİKÂYELERİ II

Öteki başını ve elini şöyle salladı, “uzun iş” manasına ve mırıl-


dandı:
-Bir kabahat işledik de kaçtık!
Asıl Hasan konuşuyordu. Durmadan, dinlenmeden, nefes al-
madan, yanakları sevinçten pembe pembe, konuşuyordu. Her şeyi
hatırlıyor ve söylüyordu. Eskici hem çalışıyor, hem de, ara sıra
“Ha! Ya? Öyle mi?” gibi sözlerle onu söyletiyordu. Hem zevkli,
hem yaslı dinliyordu. Geçmiş günleri, eski yerleri düşünüyor, has-
retle dinliyordu.
Daha çok dinlemek istiyor, bunun için işini yavaş yavaş yapı-
yordu.
Fakat nihayet bütün ayakka-
bıları tamir etti ve iş bitti. De-
mirini topraktan çekti, çivi kutu-
sunu kapadı. Bunları hep yavaş
yavaş yaptı.
Hasan, buruk bir sesle sordu:
-Gidiyor musun?
-Gidiyorum ya, işimi bitirdim.
O zaman gördü ki, küçük
çocuk, minimini yavru ağlıyor...
Sessizce, titreye titreye ağlıyor.
Gözyaşları yağmur damlaları
gibi pırıl pırıl akıyor.
-Ağlama be! Ağlama be!
Eskici başka söz bulamamış-
23
tı. Çocuk hıçkıra hıçkıra, katıla
katıla ağlıyordu, çünkü bir daha
Türkçe konuşamayacaktı.
-Ağlama diyorum sana! Ağla-
ma.
Bunları derken katı yüreği
yumuşamış, şişmişti. İstedi ama
yapamadı, kendini tutamadı; göz-
leri doldu, yaşlar sakallarından
aşağıya süzüldü, Arabistan sıcağı
gibi kızgın göğsüne, bir pınar sı-
zıntısı kadar serin bir şekilde döküldü.

24
TÜRK HİKÂYELERİ II

ALIŞTIRMALAR

1. Aşağıdaki boşluklar metne göre dolduralım.


1. Vapurda Hasan’a ……………………………………….. demiyorlardı.
2. Hasan’ı ……………………………………. bir kadın karşılamıştı.
3. Hasan Filistin’in …………………………… bir kasabasına gidiyordu.
4. Hasan’ın yolda gördüğü uzun bacaklı hayvanların ismi ……………….. .
5. Eskici ağzına ……………….. dolduruyor ve sonra bunları ayakkabının altına
………………………….. .

2. Aşağıdaki cümleler doğru ise “D” yanlış ise “Y” yazalım.


1. Hasan’ı yolcu etmeye amcası gelir. ( )
2. Hasan Filistin’e kadar vapurla gider. ( )
3. Eskici Hasan’la Türkçe konuşur. ( )
4. Eskici gideceği zaman Hasan ağlamaya başlar. ( )
5. Eskici evdeki bozuk kapıları tamir etmek için gelir. ( )

5. Y 4. D 3. D 2. Y 2. 1. Y
1. 1. Hasan gel! Hasan git!, 2. siyah çarşaflı, 3. ücra, 4. devedir, 5. çivi çakıyordu
Cevaplar:

25
TÜRK HİKÂYELERİ II

BİR AŞK MASALI


Sabahattin Ali
Bir zamanlar ülkenin birinde kadın bir hükümdar varmış.
Genç ve çok güzelmiş. Halk hükümdardan çok memnunmuş.
Çünkü hükümdarın tek düşüncesi halkını mutlu etmekmiş. Sara-
yına kapanıp oturmazmış. Yaz-kış ülkesinin dört bir yanını gezer
yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım edermiş. Fakir insanlara ha-
zinesinden verir, hastalara çare ararmış. Memleketin her tarafında
görevli özel memurlar varmış. Bunların vazifesi oradaki dertli in-
sanlara yardım etmekmiş. Çok zor bir durumla karşılaştıklarında
hükümdara haber verirlermiş. Hükümdar da hemen gelip o insan-
lara yardım edermiş. Bu sebeple o memlekette herkes mutluymuş.
Bir gün kadın hükümdarın sarayının karşısına genç bir derviş
gelmiş. Kumral, hafif dalgalı sakallı bir adammış. Derviş sabahtan
akşama kadar sarayın karşısında beklermiş. Yüzü çok dokunaklı,
gözleri çok etkileyiciymiş. Yoldan geçip giden insanlar ondan çok
etkilenirlermiş. Bu yüzden dervişin yanına sessizce yaklaşıp bir al-
tın bırakırlarmış. Daha sonra da yine sessizce dervişin yanından
ayrılırlarmış.
Güzel hükümdar ül-
kesini dolaştıktan sonra
sarayına dönmüş. Sa-
rayın önündeki dervişi
görüp yüzüne bakmış.
Genç ve güzel hüküm-
darla derviş göz göze
gelmişler. Hükümdar sa-
raya girdikten sonra yar-
dımcısını çağırmış.
26
TÜRK HİKÂYELERİ II

Yardımcısına: “Bu adamın bir derdi var. Gidip sorun derdi ne-
dir?” demiş.
Yardımcı koşup dervişin yanına gitmiş. O ülkede insanları söz-
le incitmek yasakmış. Bu nedenle hükümdarın yardımcısı tatlı bir
sesle: “Derviş! İyi görünmüyorsun. Bir derdin mi var?” diye sor-
muş.
Derviş gözlerini yere çevirip cevap vermiş: “Hayır.”
Yardımcı: “Peki neden yüzün gülmüyor? Neden bütün gün bu-
rada durup bekliyorsun?” diye sormuş. “Biliyorsun, hükümdarı-
mız ülkesinde dertli insan gördüğü zaman kendisi de dertlenir.
Derdini söyle çaresini arayalım.” demiş.
Derviş: “Hiçbir derdim, hiçbir isteğim yok. Hükümdarımız
üzülmesin.” demiş.
Yardımcı saraya dönüp bunları hükümdara anlatmış.
Hükümdar: “Olmaz.” demiş. “Onun bir derdi var. Her halin-
27
TÜRK HİKÂYELERİ II

den belli. Ben sarayımın pencerelerinden gördüm. Belki derdi çok


büyüktür. Bu sebeple söylemiyor. Ama ben ülkemdeki hiçbir in-
sanın rahatsız olmasını istemem. Bırakın orada kalsın. Fakat bu
akşam onu takip edin. Bakın nereye gidiyor? Bir hastası mı var?”
diye söylemiş.
28
TÜRK HİKÂYELERİ II

Derviş o akşam önündeki paraları toplayıp karanlık sokaklara


doğru yürümüş. Şehrin kenar semtlerine geldikten sonra torba-
sındaki altınları çıkarıp fakir insanlara avuç avuç dağıtmış. Sonra
küçük kulübesine girip çorbasını pişirmiş. Daha sonra sırtını du-
vara yaslayıp beklemiş. Hükümdarın yardımcısı sabaha kadar onu
gözetlemiş. Ama derviş uyuyor mu, düşünüyor mu anlayamamış.
Hükümdar bunları duyduktan sonra iyice kederlenmiş. “Mem-
leketimde dertli bir insan var ve ben ona yardım edemiyorum.”
diye düşünmüş. Sarayın önündeki dervişin günden güne sararıp
eridiğini gördükten sonra kendisi de sararıp erimiş. Artık hüküm-
dar da vaktinin çoğunu sarayın penceresinde geçirmeye başlamış.
Dervişi seyredip “Onun içindeki dert nedir acaba?” diye düşün-
müş.
Bir gün yine dervişi seyrediyormuş. Bir an derviş gözlerini
pencereye çevirmiş. Güzel hükümdar dervişin siyah gözlerindeki
hasreti fark etmiş ve dervişin içindeki derdi sezer gibi olmuş. Ye-
rinden fırlayıp yardımcısını çağırmış.
Ona: “Dervişi sarayıma getirin. Derdini kendim soracağım.”
demiş.
Derviş güzel hükümdarın karşısında iyice sararmış. Gözlerini
yerden kaldıramamış. Güzel hükümdar derdini sorduktan sonra
o, alçak bir sesle “ Hiçbir derdim, hiçbir dileğim yoktur.” deyip
susmuş.
Hükümdar yumuşak, tatlı bir dille “Nasıl olur derviş?” demiş.
“Peki, neden yüzün sapsarı ve gözlerin dalgın? Belki derdine çare
bulamam diye konuşmuyorsun. Ama benim tek isteğim halkımı
mutlu etmek. Ne istiyorsan söyle vereyim. Altın, makam…” de-
miş.
Derviş başını kaldırmadan cevap vermiş: “Hayır hükümdarım.
Benim böyle bir derdim, böyle bir dileğim yoktur.” demiş.
29
TÜRK HİKÂYELERİ II

Hükümdar tekrar sormuş: “Bir kadın hükümdarın ülkesinde


yaşamak sana zor mu geliyor? Eğer sebep buysa söyle. Ülkemi
sana vereyim.”
Derviş başını kaldırmış ama gözleri yerde cevap vermiş: “Hayır
hükümdarım. Benim böyle bir derdim, böyle bir dileğim yoktur.”
demiş.
Genç ve güzel hükümdar yerinden kalkıp bir adım atmış: “Peki,
nedir istediğin derviş?” demiş. “Gençsin, yakışıklısın. Kendine
göre bir eş mi bulamadın. İstersen seni evlendireyim.”

30
TÜRK HİKÂYELERİ II

Hükümdar bunları söyledikten sonra derviş gözlerini kaldırıp


hüzünle güzel hükümdara uzun uzun bakmış. Sonra titrek bir ses-
le: “Hayır hükümdarım, hayır…” demiş ve daha fazla konuşama-
mış.
Hükümdar dervişin yüzüne uzun uzun bakmış. Gözlerini bir
ışık sarmış, yüzü kızarmış. Bu sefer genç kadın gözlerini yere çe-
virmiş. Hafif, titrek bir sesle: “Anladım derviş.” demiş. “İçini ya-
kan derdi, yüreğindeki hasreti anladım. Ne istediğini biliyorum.
Söyle, o da senin olacak!” demiş.
Derviş bunları duyduktan sonra yeniden sapsarı olmuş. Sonra
kızarmış. Bir şeyler söylemek istemiş ama söyleyememiş. Dudak-
ları titremiş ve derin bir “Aaah!” dedikten sonra olduğu yere düşüp
kalmış. Hükümdarın yardımcıları koşup dervişin yanına gelmişler.
Eğilip dervişe baktıktan sonra öldüğünü anlamışlar. Dervişin yü-
zünde tarifi imkânsız bir saadet varmış.
Yardımcı üzgün bir şekilde başını sallayıp: “Ne talihsiz adam.
Tam muradına ereceği sırada öldü.” demiş.
Güzel hükümdar gözlerini dervişin yüzünden ayırmadan:
“Sus!” demiş. “Ondan daha talihli insan var mı? Asıl talihli insan
şudur: “Hayatı boyunca bir şeyi çok ister. Ve o şeye yaklaşır. Fakat
ulaşamaz. Çünkü ulaşmadan önce mutluluktan düşüp ölür.”

31
TÜRK HİKÂYELERİ II

ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdaki boşlukları metne göre tamamlayalım.
1. Derviş topladığı altınları …………………….. dağıtmış.
2. Hükümdar dervişe en sonunda ………………. teklif etmiş. Ama derviş kabul
etmemiş.
3. Hükümdar ülkesindeki insanların derdine ………………….. ararmış.
4. Dervişin derdi …………………. .
5. Derviş kulübesinde çorbasını pişirdikten sonra arkasına ………………….
sabaha kadar beklemiş.

2. Aşağıdaki olayları metne göre sıralayalım.


a. ( ) Derviş kulübesine gidip çorbasını pişirmiş.
b. ( ) Yardımcı dervişi takip etmiş.
c. ( ) Derviş sarayın karşısında beklemiş.
d. ( ) İnsanlar dervişin yanına sessizce gelip bir altın bırakmış.
e. ( ) Hükümdar dervişle yüz yüze görüşmüş.

2. a. 4 b. 3 c. 1 d. 2 e. 5
1. 1. fakirlere, 2. ülkesini, 3. çare, 4. aşktır, 5. yaslanıp
Cevaplar:

32
TÜRK HİKÂYELERİ II

İPEKLİ MENDİL
Sait Faik Abasıyanık
İpek fabrikasının geniş cephesi, ayla ışıldadı. Kapının önünden
birkaç kişi, acele acele geçtiler. Ben, isteksiz, yönü meçhul adım-
larla ilerlerken, kapıcı arkamdan seslendi:
— “Nereye?
— “Şöyle bir gezineyim, dedim”.
— “Cambaza gitmiyor musun?”
Cevap vermedim. Bunun üzerine ilâve etti:
— “Herkes gidiyor. Bursa’ya henüz böylesi gelmemiş.”
— “Hiç niyetim yok.” dedim.
Yalvardı, yalvardı, beni, fabrikayı beklemeye razı etti. Biraz
oturdum, bir sigara içtim, bir türkü söyledim. Sonra canım sıkıldı.
“Ne yapsam?” diye düşündüm.
Kalktım, kapıcı odasındaki çi-
vili bastonu aldım, fabrikayı
dolaşmaya çıktım.
Dolaşmaya başladıktan beş
dakika sonra bir pıtırtı işittim.
Orada kızlar çalışır. Cebimdeki
elektrik fenerini yaktım. Etrafı
taradım. Fenerin gür ışığında
kaçmaya çabalayan iki çıplak
ayak göründü. Arkasından ko-
şup, kaçanı yakaladım.
Kapıcı odasına hırsızla bir-
likte girdik. Kapıcının sarı ışıklı
fenerini yaktım.
Bu ne küçük hırsızdı böyle!
33
TÜRK HİKÂYELERİ II

Avucumun içinde elini sertçe


sıktım, eli ufacıktı. Gözleri pırıl
pırıldı.
Neden sonra gülmek için,
hem de katıla katıla gülmek için
ellerini bıraktım.
Bu sefer küçücük bir çakı
ile üzerime hücum etti ve beni
küçük parmağımdan yaraladı.
Sımsıkı yakaladım küçük hırsızı.
Ceplerini aradım. Bir parça tü-
tün, bir iki sigara kâğıdı, temizce
bir mendil buldum. Kanlı par-
mağıma onun kaçak tütününden
bastım; mendili yırttım ve ona
elimi bağlamasını söyledim. Kalan
tütünle de iki kalın sigara sardık,
arkadaşça konuştuk.
On beş yaşındaymış. Böyle şey
âdeti değilmiş ama, gençlik işte.
Birisi ondan ipekli mendil istemiş,
sevdalısı, komşu kızı işte. Para da
yokmuş gidip çarşıdan alsın! Dü-
şünmüş taşınmış; aklına bu çare
gelmiş. Ben:
— “Peki, dedim, imâlâthâne
bu tarafta, sen aksi tarafta ne arı-
yordun?

34
TÜRK HİKÂYELERİ II

Güldü. İmâlâthânenin yerini


o nerden bilecek?
Birer de benim köylü sigara-
sından yaktık, iyice ahbap ol-
duk.
O sırada kapıcının saati on
ikiyi çaldı. Nerede ise cambaz
bitecekti.
— “Kaçayım” dedi.
Onu, ipekli mendilsiz gön-
derdim. Bu duruma üzülüp dü-
şünürken, dışarıda bir gürültü ile
irkildim. Kapıcı, söylene söylene
içeri giriyordu. Arkasından da
hırsız...
Bu sefer ben kulaklarını çektim, kapıcı tabanlarını ince bir sö-
ğüt dalıyla epeyce haşladı. Bereket patron orada yoktu. Yoksa onu
polise verirdi. “Bu yaşta bir çocuk, hırsız! Efendim, hapishânede
yatsın da akıllansın” derdi.
Çok korkuttuk ağlamadı. Gözleri ağlamaya hazır çocukların
gözlerine döndü ama dudaklarında ufacık bir titreme gözükmedi
ve kaşları sâbit, kararlı halini hiç bozmadılar.
Bıraktık onu; azat edilmiş bir kırlangıç gibi fırladı. Ay ışığını
ve esmer tarlasını, keskin bir kanat gibi sıyırarak kaçtı gitti. Ben, o
zamanlar imalâthânenin üstündeki bölmede yatardım. Odam ne
güzeldi. Hele mehtaplı gecelerde ne şirin olurdu.
Tam pencereme yakın bir dut ağacı vardı. Ay ışığı dut yap-
raklarından süzülür, odaya dolardı. Aşağı yukarı yaz kış pencere-
yi açık bırakırdım. Ne serin, ne tuhaf rüzgârlar eserdi. Önceden
35
TÜRK HİKÂYELERİ II

vapurlarda da çalıştım, bu yüzden rüzgârları kokularından lodos,


poyraz, karayel, günbatımı diye ayırır, tanırdım. Ne rüzgârlar
battaniyemin üzerinden acayip birer rüya gibi gelip geçtiler !..
Uykum çok hafiftir. Sabaha yakındı. Dışarıdan bir gürültü geli-
yordu. Sanki dut ağacında birisi vardı. Tam bu sırada da pencerede
bir hayal belirdi.
Oydu, yavaşça pencereden sıyrıldı. Benim önümden geçerken,
gözlerimi kapadım, dolapları karıştırdı. Sesimi çıkarmadım. Doğ-
rusu bu cesarete karşı bütün malı alıp gitseydi, sesimi çıkarmaya-
caktım. Yarın patron:
— “ Üstüne ölü toprağı mı serpildi.” diyecek, beni kovacaktı.
Bunu biliyordum, gene de gık demedim.
Halbuki o, yine bomboş, sessiz sedasız pencereden sıyrılıp gitti.
Bu anda da bir dal çıtırtısı işittim. Düşmüştü. Ben aşağıya inerken
başına kapıcı ile beraber birkaç kişi toplanmıştı.
Ölmek üzereydi. Sımsıkı kapalı yumruğunu kapıcı açtı. Bu avu-
cun içinden bir ipekli mendil su gibi fışkırdı.
Ya... İyi, ipekli mendiller hep böyledir. Avucunun içinde sıkar,
buruşturursun, sonra avuç açıldığında insanın elinden su gibi fış-
kırır.

36
TÜRK HİKÂYELERİ II

ALIŞTIRMALAR
1. Aşağıdaki cümleler doğru ise “D” yanlış ise “Y” yazalım.
1. Hırsız on beş yaşındadır. ( )
2. Kapıcı gece yarısı imalathaneye gelmiştir. ( )
3. Hırsız iki defa mendil çalmayı denemiştir. ( )
4. Çocuk çam ağacından düşüp ölmüştür. ( )
5. Hikâyeyi anlatan kişinin uykusu çok hafiftir. ( )
6. Hırsız, ipekli mendili almıştı. ( )

2. Aşağıdaki boşlukları metne göre dolduralım.


1. Arkasından koşup ……………… yakaladım.
2. Sevgilisi hırsızdan …………….. …………… istemiş.
3. Hırsızı bırakınca …………… ………………….. bir kırlangıç gibi fırladı.
4. Patron bana, “ Üstüne …….. ……………. … serpildi ” diyecek.
5. İpekli mendiller avuç açılınca, insanın elinden …… ……… fışkırır.
6. Hırsız, …………. …………… ipekli mendili çalmayı başardı fakat ağaçtan
…….. öldü.

6. ikinci denemede/düşüp
2. 1. kaçanı, 2. ipekli mendil, 3. azat edilmiş, 4. ölü toprağı mı, 5. su gibi,
1. 1. D 2. D 3. Y 4. Y 5. D 6. D
Cevaplar:

37
TÜRK HİKÂYELERİ II

SÖZLÜKÇE

Rüşvet
belaya düşmek (d.): Zor ve sıkıntılı bir durumda olmak.
hakim (i.): Yargıç, mahkemede hüküm verme yetkisi olan kişi.
heybe (i.): Kilim veya halıdan yapılan tek gözlü çanta.
metih (i.): Övgü, iltifat, güzel söz.
rüşvet (i.): Yasadışı iş yaptırmak için görevlilere verilen para ve maddi değeri
olan şeyler.
semerli (s.): Semeri olan(yük hayvanı).
vekâlet (i.): Avukata dava için yetki vermek.
yular (i.): Hayvanın boynuna bağlanan ip.

Neden Sonra
âlem (i.): Dünya.
apaçık (zf.): Çok açık.
briyantinli (s.) Briyantin sürünmüş.
büsbütün (zf.): Tamamen.
çilli (s.): Yüzünde çok küçük lekeler olan.
hol (i.): Giriş boşluğu, sofa.
kestaneci (i.): Kestane satan kimse.metih (a.): övgü, iltifat, güzel söz.
matine (i.): Sinema, tiyatro vb. şeyler için gündüz gösterimi.
önem (i.): bir şeyin değeri olma durumu, ehemmiyet.
tatsızlık (i.): Hoşa gitmeyen durum.
tıp öğrencisi (i.): Tıp fakültesinde okuyan kişi.
usanmak (f.): Uzun sürmesi sebebiyle bir şeyden sıkılmak, bıkmak, yılmak.

Eskici
beneksiz (s.): Üzerinde nokta vb. olmayan.
çanak (i.): Mutfakta kullanılan tabak tencere gibi eşyaların genel adı.
38
TÜRK HİKÂYELERİ II

fırın (i.): İçinde ekmek pişirilen ocak, yer.


kabahat (i.): Suç, hata.
kambur (s.): Sırtta ve göğüste oluşan tümsek, yükseklik.
katı (s.): Sert.
pınar (i.): Bir suyun çıktığı yer, kaynak.
takkeli (s.): Başında takkesi olan.
tomar (i.): Boru biçimi verilmiş deri ve kağıtlar.
ücra (i.): Çok uçta, kenarda, kıyıda köşede olan.
yürek (i.): Kalp.

Bir Aşk Masalı


derviş (i.): Tasavvuf yoluna bağlı kimse, alçak gönüllü kişi.
dilek (i.): İstek, arzu.
hasret (i.): Özlem.
hükümdar (i.): Padişah.
incitmek (f.): Kötü söz ve davranışla birini üzmek.
kenar semtler (i.): Merkezin dışındaki semtler, varoş.
kırlangıç (i.): Göçebe bir kuş türü.
mehtaplı (s.): Mehtabı olan, dolunaylı.
muradına ermek (d.): İsteğine kavuşmak.
saadet (a.): Mutluluk.
sararmak (f.): Korku, üzüntü ve endişenden yüzünün rengi solmak.
talihli (s.): Talihi olan.
tarifi imkansız (s.): Tarif edilemez.

İpekli Mendil
ahbap (i.): Arkadaş, dost.
çakı (i.): Küçük cep bıçağı.
dut ağacı (i.): Genellikle ılıman bölgelerde yetişen, meyvesi mor ve beyaz olan
bir ağaç.
39
TÜRK HİKÂYELERİ II

günbatımı (i.): Batıdan esen rüzgar.


imalathane (i.): Üretim yapılan yer, yapım evi.
ipek (i.): İpekböceği kozalarından elde edilen çok ince esnek ve parlak kumaş.
karayel (i.): Kuzeybatıdan esen soğuk ve sert rüzgar.
kırlangıç (i.): Göçebe bir kuş türü.
lodos (i.): Güneyden ve güneybatıdan esen, yağış getiren rüzgar.
patron (i.): Bir kurumda en üst konumdaki kişi.
poyraz (i.): Kuzeydoğudan esen soğuk rüzgar.
tütün (i.): Sigara.

KISALTMALAR
i.: isim
f.: fiil
d.: deyim
s.: sıfat
zf.: zarf
z.: zamir
e.: edat

40

You might also like