You are on page 1of 11

İçindekiler:

Giriş
GOTİK MİMARI
a. Kavramın etimolojik kökeni
b. Gotik’in İçine Doğduğu Toplumsal Yapı ve Hakim Felsefi Görüş
c. Genel Özellikleri
i. Uçan Payanda
ii. Sivri kemer
iii. Kaburgalı Tonoz
iv. Gül Pencere
v. Vitray
d. Dönemler
i. Erken Gotik: 1150-1250
ii. Yüksek Gotik: 1250 – 1375
iii. Geç Gotik:1375- 1450

Sonuç
Giriş:
Günümüzde daha ziyade müzik, dekorasyon ve giyim kuşam tarzı alanlarında kullanılan Gotik,
her dönem belirli bir tarzı anlatmak için kullanılmıştır. Gotik sanat 12. yüzyılın ortalarında,
Fransa’da Romaneskin içinden doğmuş, yerini Rönesans’a devreden bir Ortaçağ Sanatıdır.
Başlangıcı ve ana damarı mimaridir. Fransa’da doğmuş, farklı yüzyıllarda Avrupa’nın çeşitli
ülkelerine yayılmış, dönemsel olarak farklılıklar göstermiş, aynı zamanda farklı ülkelerin yerel
özellikleri ile bütünleşmiştir. Gotik, kendisini ağırlıklı olarak mimaride, sonrasında heykelde ve
resimde göstermiştir. Bu çalışmanın amacı Gotik Sanatını doğduğu alan olan mimari odaklı
olarak açıklamaya çalışmaktır, diğer sanatlara yer verilmemiştir.. Yine belirtildiği gibi
Avrupa’nın birçok coğrafyasına dokunmuş olan bu sanat akımı, daha ziyade Fransa ve İngiltere
odaklı incelenecektir. Aynı zamanda, metinde adı geçen yapıların fotoğrafları ekte sunulacaktır.

GOTİK
a. Kavramın etimolojik kökeni

Gozzoli’ye (1982:3) göre, gotik kelimesinin nereden geldiğini anlama güçtür, kimi kaynaklara
göre Gotik kelimesinin kökeni Got2’lardan gelir. Lakin “Got’lar göçebedir, dolayısıyla belirli bir
mimari geleneği yoktur. Aynı zamanda Gotik doğduğu zaman, Got’lar ortadan kalkalı 600 yıl
olmuştu. (Turani; 1983:212) Bu sözcüğü ilk kez kullanan Rönesans dönemi İtalyan sanatçıları
için Gotik terimi oldukça değişik bir anlam taşımış ve klâsik biçimlere karşı çıkan Kuzeyli
barbarların, özellikle Cermen kökenli halkların kültürünü simgeleyen bir sözcük olarak geçerlik
bulmuştur. Gotik kelimesi bilindiği kadarıyla ilk olarak 1530larda İtalyan ressam ve mimar
Giorgio Vasari tarafından, kabalığa ve barbarlığa gönderme yapılarak kullanılmıştır. Buradan da,
skolâstik dönemin ardılı olan Rönesans aydınları tarafından, skolastiği ve dönemin mimari

1
“Yıldızlar büyük Gotik kiliseler gibidir; sarmal hareketler, nefler, incelikli uçan payandalar, geleneksel ağır
payandalar, vitray ve ihtişam, ihtişam ihtişam”

2
Gotlar, Güney İskandinavya'nın Gotland bölgesinde oturan bir Cermen kavmi. Gotlar 2. yüzyıldan itibaren
Scythia, Dacia ve Pannonia'da yaşamışlar 3. ve 4. yüzyıllarda Bizans'ı yağma etmişler ve Aryanizmi
benimsemişlerdir. 5. ve 6. yüzyıllarda Vizigotlar ve Ostrogotlar şeklinde ikiye bölünmüşler ve İberya ve İtalya'da
Roma İmparatorluğunu yıkmışlardır. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Gotlar)
tarzını olumsuz bir yerden kurmuş ve barbar olarak nitelendirdikleri Got’larla ilişkilendirdikleri
öne sürülebilir. Bir diğer deyişle, “modern kültürün uçlarını ve modellerini üreten Aydınlanma,
Gotik’i de yaratmıştır.” (Botting’den aktaran Enki:2008:3). Dolayısıyla hakim olduğu dönemde
muhtemelen bu yeni tarza Gotik denmemekteydi.

b. Gotik’in İçine Doğduğu Toplumsal Yapı ve Hakim Felsefi Görüş


Gozzoli’ye (1982) göre, katedrallerin ve kiliselerin yapıldığı ortamın yaratılmasında üç ana etken
yardımcı olmuştur. “Bunlardan ilki tanrıyı yüceltmek ve Hıristiyan inancını yaymak için duyulan
samimi arzuydu. İkinci olarak kuvvetli şehirlerdeki piskoposların ve zengin tüccarların bütün
öteki yapıların üzerinde yükselen ve uzak bir mesafeden kolaylıkla görülebilen büyük
katedralleri ile dünyayı büyülemek ve hayrete düşürmekten duydukları haklı gururu
gösterebiliriz. Bu dünyevi kaygılardan ayrı olarak, ortaçağ felsefesi tanrıya yalnızca inanç
aracılığıyla değil aynı zamanda mantık aracılığıyla da ulaşılabileceğini belirtiyordu. Buna göre
Tanrıya karışık ama temiz, katı bir biçimsel fakat ince bir düşünce çabası ile varılabilirdi.” Bu
bağlamda, Gotik sanat akımının içerisine doğduğu toplumsal koşullardan bahsetmek elzemdir.

Skolastik felsefe, Patristik felsefenin sürdürülmesi ve orada bir öğretiye dönüştürülmüş olan
Hıristiyan inancının felsefi anlamda temellendirilip sistematize edilmesi yönündeki çabalardan
meydana gelmiştir. Orta Çağın belirli bir döneminden itibaren tüm felsefe etkinliği skolastik
zemininde gerçekleştiği için, ortaçağ felsefesi denildiğinde akla gelen genellikle skolastik
felsefedir.

12. ve 13. yüzyıllarda Skolastik eğitim üzerinde gerçek bir tekele sahipti. Ortaçağ insanına okul
eğitimi, vaazlar, felsefi tartışmalar gibi birçok sosyal etkinlikte Skolastik bakış açısı empoze
ediliyordu. (Panowski; 1991:23). Sanatçı günün düşüncesinin uygulayıcısından çok, onu
özümsemiş bir taşıyıcı olmuştur.

Dönemin felsefesi ve sanatı arasında, belki de tarihin başka bir döneminde görülmeyecek bu
ilişkiyi sanat tarihçiler karşılaştırmaya ve benzerliklerini ortaya koymaya çalışmışlardır.
Gottfried Semper: “Gotik Sanat, Skolastik felsefenin taşa dönüşmesidir” diyecek kadar yakın
bağlantı kurar. Bu konuda önemli bir çalışması bulunan Erwin Panowski: “salt bir paralelliğin
dışında, benim düşündüğüm bu ilişki gerçek bir neden sonuç ilişkisidir, ama bireysel bir etkinin
dışında, bu neden sonuç ilişkisi dolaysız bir etki olmaktan çok yayılma yoluyla olmaktadır”
(Panowski: 1991: 23) diyerek etkileşimi neden-sonuç ilişkisine vardırır. Engin Akyürek ise bu
etkileşimin varlığını kesin olarak kabul ederken, bu etkilemenin felsefenin sanatın oluşumundaki
tek etkenmiş gibi “neden-sonuç ilişkisi” olarak adlandırılmasına karşı çıkar. Çünkü sanatın
biçimlenmesinde payı olan feodal sosyo-ekonomik yapı, kentlerin ve kent soylu sınıfların
doğması, Kilise’nin politik niteliği, teknoloji vb. bir çok etkenin göz ardı edilmesi tehlikesi doğar
(Akyürek; 1994:50) Akyürek bu iki dalın ilişkisini benzerlikler ve paralellikler olarak ele alır.

c. Genel Özellikleri
Gotik biçemin doğduğu ve gelişimini tamamladığı yer, Fransa’nın kuzeyinde, Paris ve çevresini
içine alan Ile de France’dır. “Gotik mimarlığın 1122’de Fransız tarihçi ve mimar Abbot3 Suger
tarafından tasarımlanan, Paris yakınındaki St. Denis Manastır Kilisesi ile başladığı kabul edilir.
Abbot Suger, doğuya gerçekleştirdiği seyahatlerinde gördüğü sivri kemer, süslemelerde
kullanılan detaylı desenlerden ilham aldığı söylenir. Öte yandan Focillion (1963:3), Gotik
mimarinin ilk olarak 12. yüzyılın ilk yıllarında Loire’nin kuzeyindeki Anjou’da, bilinçli olarak
kullanılmış, o güne kadar görülmeyen bir üslup kullanılan Capetyanların “Domaine Royal”da
ortaya çıktığını öne sürer. Bu uslup da, kaburgalı tonozun bilinçli olarak kullanılmasıdır. Genel
kabul gören görüş ise ilk belirtilendir. En yetkin klasik örnekler Fransa’nın Ile de France
bölgesinde, yapımlarına 13. yüzyılda başlanan Laon, Chartes, Reims, Amiens ile Paris Notre-
Dame Katedralleri’dir”4.

Daha önce Romanesk mimarlıkta dağınık olarak, tek tek kullanılan; sivri kemer kaburgalı çapraz
tonoz, uçan payandalar, bütünün ve koro yerinin planları, portal düzenlemesi, gül pencere vb.
gibi elemanlar, yeni bir anlatım biçimi için bilinçli olarak bir araya getirilmiştir. Bu mimari
unsurlar, kabaca aşağıdaki gibi tanımlanabilir:

Uçan Payanda: 1170lerde görülmeye başlamış dış destek yapısı olarak kullanılır. Bu dizayn
Ortaçağ’da açık alanlı ve ışıkla dolu katedrallerin ve binaların yaratılmasını sağlamış ve
duvarları destekleyen ince ve uzun genişleyen buluşlar olmuştur. Serbest bir şekilde duran tuğla
veya taşlar dış duvarlara kemerler veyahut yarı-kemerler olarak tutturulur. Uçan payandalar
çatının ve duvarların ağırlığını doğrudan zemine dağıtır. Duvarların ağırlığı ve çok geniş çatı
alanını bu dış yapılara aktarılır. Kısa bir dönem kullanıldıktan sonra mimarlar uçan payandaları
binanın dışında dekoratif unsurlar olarak kullanmaya başlamışlardır.

3
Abbot Başrahip demektir.
4
http://www.istanbul.edu.tr/Bolumler/guzelsanat/ortacag.htm
Sivri Kemer: Gotik mimaride tonoz çatının ağırlığına destek olması için kullanılmıştır. Daha
önce kullanılan yuvarlar kemerler artan yüksekliği, derinliği ve ağırlığı desteklemiyordu. Sivri
kemer, aynı birbirine yaslanan iki obje gibi çalışır. Sivri kemerin her iki yanı bir diğerine destek
için yaslanır ve artan yük, çatıdan zemin tarafından desteklenen uçan payandaya aktarılır. Artan
destek, bina duvarlarının daha ince olmasına olanak tanıyan sivri kemerler tarafından sağlanır.
Gotik mimariden önce İslam öncesi ve İslam mimarisinde de kullanılmış olan sivri kemer, stil
olarak Romanesk olan Autun Katedrali’nde kullanılmış ve buradan ilham alındığı tahmin
edilmektedir.

Kaburgalı Tonoz: Kaburgalı tonoz gotik mimaride binalara çatı ve duvarlarda esneklik
kazandırmak için kullanılmıştır. Bu kemerler, beşik kemerlerle kıyaslandığında daha kolay inşa
edilir, hem daha güçlü hem de daha esnektir. Ayrıca, kemer daha hafif, inşa etmesi kolay,
ekonomik ve daha dayanıklıdır. Kaburgalı tonozlar kemerleri birleştirerek yapılır. Bir köşeden
öteki köşeye uzanan iki çapraz kemeri birleştirir, diğer kemerlerle birlikte tonozun kenarlarını ve
uzunluğu üzerine yayılır. Kaburgaların yerleştirilmesi ve aralarındaki mesafe ağırlığı çatıdan
payandalara aktaracak biçimde tasarlanır.

Gül Pencere: Catherine Pencere de denilen gül pencere, yuvarlak olan pencerelerin genel adıdır,
ancak Gotik mimaride özellikle kullanılmış, taş tiriz ve yaprak motifleriyle bölümlere ayrılmıştır.
Romanesk mimaride kullanılan “oculus” (duvarlardaki yuvarlak oyuklar) gül pencerenin atasıdır,
her ikisi de katedrallerin-kiliselerin batı cephesi duvarında kullanılıyordu. Gotik mimari ile
birlikte duvarların taşıyıcı özelliğinin azalması ve dekorasyon için kullanılması ile, “oculus”un
boyutu büyüyebilmiş ve gül pencere halini almıştır. Adlandırma, 17 yüzyılla birlikte
kullanılmaya başlanmıştır. Gül pencere, verdiği hissiyattan ötürü tam da dini yapılara uygundur.
Örneğin en dıştaki çember her şeyin birliğini sembolize eder.

Vitray: Romanesk mimaride taşıyıcı olarak kullanılan kalın duvarlar, uçan payandalarla birlikte
incelince, Gotik mimaride duvarların dekoratif amaçlı olarak süslenmesi devreye girmiştir.
Gozzoli (1982)’nin de belirttiği gibi, katedrallerde en çok rastlanan dekoratif öğe olan
vitraylarda, çoğu zaman İncil’de geçen hikayeler anlatılıyor, bu anlamda gelen kişinin bu sanat
eserlerinden aynı zamanda da bir şeyler öğrenmesi sağlanıyordu. Vitray aynı zamanda gotik
kiliselerdeki yüksek pencerelerden ışığın az gelmesi için bulunmuş olan bir formüldür. Böylece
dini atmosfere uygun olarak ışık problemi de halledilmiştir. (Turani, 1983: 210)
Tonoz kaburgaları taş tonozun daha ince örülebilmesini sağladığı için yapının örtüsü hafifler.
Çapraz tonoz ağırlığı dört noktaya odakladığı için sürekli taşıyıcılar yerine, tek taşıyıcılar (paye)
kullanılır, duvarlar da taşıyıcı işlevini yitirir. Taşıyıcı işlevi kalmayan duvarın yerine iç mekânın
daha çok aydınlanmasını sağlayan pencereler gelir. Uçan payandalar da örtü yükünün kademeli
olarak yere inmesini sağlar. Ancak, mimar için tüm bu unsurlar yeni bir anlatım biçimi ile
kompoze edilirken, göze hitap etmesi ve zarif olması da çok önemliydi. (Pevsner; 1990:35-39)

1144’de tamamlanan Suger’in St Denis Katedrali ile başlayan erken gotik, Chartes Katedrali’nin
1194-1120 arasında yeniden inşası ile klasik evreye ya da Yüksek Gotik dönemine geçer. 13.
yüzyıl boyunca devam eden yüksek Gotik, Paris Notra-Dame, Amiens, Reims, Sens katedralleri
gibi en önemlilerini yine Fransa’da vermiştir. Yükseklik ve düşey hareketlilik mimarinin ana
amacı olur, konstrüksiyon son sınırlarına kadar rafine edilir, duvarlar tamamen pencere haline
gelir, portallar dışa doğru çıkar, timpanum yerine sivri kemerli bir pencere içine bir gül pencere
yerleştirilir, sütunsu taşıyıcılara sütünceler eklenerek demet sütun oluşur ve nef kemerleri daha
dar ve daha yüksek tutulur.(Pevsner 1990:45–46)

Klasik evrede Gotik biçem mantıksal sonuçlarına ulaşmış, olgun ürünlerinde “Gotik ideal”e en
fazla yakınlaşmıştır. Ancak, Fransa dışında İngiltere’de İtalya, İspanya ve Almanya’da yerel
özelliklerle karışmıştır. İngiltere’de Salisbury (1120-70), İtalya’da Fassanova (1208), Santa
Croce (1295) Almanya’da St Elizabeth Kirche (1236) önemli örneklerdir.

13. yüzyılın sonlarından itibaren Gotik mimarinin yayıldığı geniş coğrafyada yerel özelliklerle
birleşmesi, hem de klasikleşmiş ilkelerin dışında yeni anlatım arayışları sonucu önemli
değişimler olmaya başlar. Anıtsal anlatımdan çok, ayrıntılarda incelmişliğe yönelme, planın
basitleşmesi, triforyumun kalkması, uçan payandaların inceltilmesi, yapının bir cam kafes haline
gelmesi, ince ve karmaşık taş işçiliği geç Gotik’in ya da “Flamboyant”ın haberini verir.
İspanya’da Sevile (15. yy’ın ilk yarısı), İtalya’da Milan ( 1386’da yapımına başlanmış,1965’te
tamamlanmıştır ), İngiltere’de Exeter (1330lar) Katedralleri ve birçok örnek zengin bir biçim
çeşitliliği gösterir. “Heykel, resim, renkli cam yapımı, kuyumculuk, duvar halıcılığı ve resimli el
yazmalarında da farklılıklar görülür.” (Gozzoli, 1982:4)
d. Dönemler
i. Erken Gotik: 1150-1250
Erken Gotik döneminde, yukarıda belirtildiği gibi, önceki akımlardan devralınan bir takım
unsurlar bilinçli bir dizaynla yan yana getirilmeye başlanmışlardır. Daha öncesinde kullanılan
yuvarlar kemerler, daha önce İslam mimarisinde kullanılan sivri kemerlere dönüşmekte, beşik
tonozların yerini çapraz tonozlar almaktadır. (Turani; 1983: 212) Yukarıdaki da belirtildiği gibi,
şu anda bilinen ilk gotik yapı örneği St Denis Katedrali’dir.İlk olarak burada ortaya çıkmasının
St Denis Katedrali’nin bulunduğu Ile de France’nin Romanesk’i yaşamaması, (Fletcher,
1987:389) ya da kendi Romanesk tarzına sahip olmamasından (Focillon, 1963: 3) kaynaklandığı
ileri sürülür. Sonrasında inşa edilen Notre Dame, Chartes Katedralleri yine bu döneme denk
düşer. Yapıların boyutları büyüyünce kapılarının da bir sütun ya da orta ayakla iki parçaya
ayrıldığı görülür.
Bu dönemde yine uçan payandan kullanımına başlanmış, gitgide daha yüksek yapıların inşa
edilmesine yol açmış, aynı zamanda duvarların destekleyici rolünü azaltarak büyük pencereler
yapılmasına olanak tanımıştır.

ii. Yüksek Gotik: 1250 – 1375

Gotik Mimari ortaya çıktıktan sonra yıldızının parladığı döneme Yüksek Gotik (High Gothic) adı
verilir. Tanrıya daha fazla yakınlaşabilmeyi sembolize eden yüksek binalardan ziyade, mimari
olarak olanaklı, fakat daha özenli, iç ve dış dekorasyonu daha gösterişli kiliseler, katedraller
yapılmaya başlandı. Yüksek Gotik olarak adlandırılan bu dönem Fransa’da başlamış ve
sonrasında İngiltere’ye sıçramıştır. Fransa’da “Rayonnant”5 adı verilen bu dönem İngiltere’de
“Decorated”6 sıfatıyla adlandırılmıştır.

Rayonnant: Fransa’da Yüksek Gotik Dönemi


Erken gotik döneminde git gide artan daha yüksek yapılar inşa etme kaygısı, 1230larda, düşüşe
geçmiştir. Bu devasa yapıların sonuncusu olan Beauvais Katedrali’nin koro kısmının çökmesi,
dönem için çok erken olan mühendislik tekniklerinin uygulanmaya çalışılması bu sonucu
doğurmuş ve bundan sonra erken gotikte var olan yükseklik kaygısı, yerini daha zarif bir

5
Rayonnant ışıltılı demektir. Metnin geri kalan kısmında da Rayonnant ifadesi kullanılacaktır.
6
Decorated, bezeli demektir. Metnin geri kalanında da bu Decorated ifadesi kullanılacaktır.
dekorasyon çabasına bırakmıştır. Sonuç da Fransa’da Rayonnant tarz denilen Yüksek Gotik
dönemidir. Bu dekoratif unsurların en önemlisi daha ziyade Fransız katedrallerinin batı
cephesinde yer alan gül penceredir. Mimarlar daha ihtişamlı gül pencereler ve vitraylar için daha
geniş duvar alanı açmaya gayret etmişlerdir. Aynı zamanda de Yüksek gotik’in en güzel
örnekleri arasında Amiens, Strasbourg, Metz Katedralleri verilebilir. Triforyumun (üçüz kemer)
ve clerestorey’in tek bir camlı alanda birleşmesi de görkemi daha da arttırmıştır.

13. yüzyıl boyunca kiliselerin sahipliklerinde bir değişiklik görüldü. Yüksek gotik döneminde,
ekonomik durgunluk dolayısıyla ve kısmen de en zengin şehirlerin artık muhteşem katedrallere
sahip olması yüzünden Gotik’in Rayonnant dönemindeki yapıların birçoğu ya IX. Louis’in St.
Chapel gibi, St Germain gibi saray şapelleri idi. (Fletcher, 1987: 390) Bunlar arasında özellikle
ilki üzerinde durulmaya değerdir. Oldukça şaşaalı olan bu yapıda, çok farklı renkler kullanılmış
oldukça detaylı süslemeler yapılmıştır. 13. yüzyılda kullanılan camlar hafiflemiş, dekoratif
resimler azalmıştır. Rayonnant, bir bakıma mühendislik teknik olarak daha az efor gerektiren bir
tarzdır. Mimari olarak yapıların daha büyük olmasından ziyade, iç süslemelerdeki geometrik
şekiller daha çok önem kazanıyordu.

Decorated: İngiltere’de Yüksek Gotik Dönemi


Fransa’da Rayonnant olarak adlandırılan Yüksek Gotik dönemine tarzına, İngiltere’de yerelin
özellikleri ile kaynaşarak “Decorated” denmiştir. İngiliz mimarlar, yapının içindense, dışını
oymalarla, heykellerle süslemeyi tercih ettiler. 1280–1380 arasında denk düşen yaklaşık bu 100
yıllık periyoda daha iyi ışıklandırma için daha büyük camlar, çok renkli zengin motifli vitraylar,
daha çok tuğla kullanımı, süslemelerde daha natüralist desenler damgasını vurmuştur.
Başlangıçta tracery, üç veyahut dört yapraklı yoncaya dayanırken sivri kemerler de ağ benzeri
yapılarla süslenmiştir. Sonra tracery “S” biçimine dönüştü. Decorated tarzın en önemli örnekleri
Westminster Manastırı (1245-69), veyahut Lincoln Katedrali’nin koro bölümüdür ve Exeter
Katedrali’dir.

Geç Gotik:

1380 – 1540 yılları arasında Avrupa gotik üslubu, yeni bir evrim daha geçirerek “alevli gotik”
adını aldı. Yüksek gotiğin ortaya çıkışından itibaren Fransa’yı salgın hastalıklar, iç savaşlar ve
İngiliz Kralı III. Edward’in Fransa tahtında hak iddia etmesi ile başlayan 100 Yıl Savaşları çok
etkilemişti. Bu kötü durum ortadan kalkıp tekrar inşaat yapılmaya başlanınca mevcut katedral
tipi yeniden ele alındı. Artık süs öğeleri mimariyi geride bırakmak ön plana geçmişti. Kısa süre
sonra, kendilerini taştan danteller gibi saran çok sayıda heykel ve süslerin altında, yapılar
neredeyse gözden silindi. Yani alevli denilen üslupta süsleme en önemli hale geldi ve tonozların
üstü karmaşık ağlarla örtüldü. Aynı zamanda her kesişme noktası bir gül ya da yıldız bezekle
bezendi. Alevli gotiğe geçişte yaşanan evrim özellikle İngiltere’de daha da belirginleşti. Bu
dönemde daha öncekine nazaran daha az eser verilmiştir.

Fransa’da Geç Gotik: Flamboyant

Fransa’da Rayonnant tarz, 1280’lerde evrilmiş ve 16. yüzyılın başlarına kadar devam eden
Flamboyant7’a dönmüştür. Alev şekline benzer süslemelerden adını almıştır. Duvar alanı
minimuma indirilmiş ve vitray kullanımı artmıştır. Duvarlar neredeyse hiç boşluk kalmayacak
biçimde heykeller veyahut vitraylarla donatılmıştır. Ama pencere tracery’lerinin gelişimi sürmüş
ve saha detaylı cepheler hazırlanmıştır. Kuzey Fransa’da en önemli örnekleri Rouen’deki St
Maclou (1500-1514), Alençon’daki Notre Dame’dir.

Geç Gotik döneminde, kiliselerdense sivil mimariye daha çok önem verilmiştir. Böylece
Flamboyant gotik özelliklere belediye binalarında, loncaların yapılarında ve hatta konutlarda
rastlanabiliniyordu. Flamboyant gotik, en nihayetinde rafine, süslü ve karmaşık bir hale gelerek,
16. yüzyılın Rönesans formlarına yol vermiştir.

İngiltere: Perpendicular

Yüksek gotik, İngiltere’de “Perpendicular”8 denilen döneme denk düşer. 1375-1500 yılları
arasında İngiltere’de Decorated’den Perpendicular’a geçiş, Fransa’nın geçişinden daha
belirgindir.

Bu dönemde İngiltere’deki katedrallerde sivri kemerler, kaburgalı tonozlar gibi yapıyı


hafifletmek için kullanılan öğeler aynı zamanda dekoratif özellikler kazanmıştır. Erken gotik
döneminde görülen küçük, pencerelerin yerini daha büyük, ihtişamlı pencereler almıştır. Duvar
alanı olabildiğince daraltılarak daha büyük pencerelere yer verildi. Başlangıçta bu yaprak

7
Flamboyant alevli, ateşli, yanar döner demektir. Metnin genelinde yine yabancı dildeki sözcük kullanılacaktır.
8
Perpendicular dikey demektir. Metnin genelinde yine yabancı dildeki sözcük kullanılacaktır.
damarları ağına benzeyen desen (tracery) pencereler ve vitraylarda görülen dikeyliktir. Çekiç
başlığı biçiminde çatı da bu dönemin başlıca öğelerindendir. Gotiğin tipik özelliği olan sivri
tonozlar yelpaze tonozlarla (fan vault) yer değiştirdi. Düşey üslubun en iyi örnekleri Gloucester
Katedrali King's College Şapeli’dir. 1379lerde yapımına başlanmış, ancak stili evrim geçirmiş
olan Canterbury Katedrali de diğer bir iyi örnektir. Neflerinde kullanılan yelpaze tonozlarda saha
sık tracery’ler görülmektedir. Uçan payandalarda topuzlar ve çıkıntılı yerlere süs olarak konulan
oyma yapraklar da gelişti. Ortaya çıkan sonuç azametli, ve içerisinin olabildiğine ışıklı bir
yapıydı.

SONUÇ
Gotik Kadetral, evreni temsil eder ve yapının yüceliği ve büyüklüğü dahil her mimari konsept
dini bir mesajı içerir. Tanrının azameti, büyüklüğü, yüceliği bu mesajın ta kendisidir. Yapı iki
şekilde evreni temsil eder: matematiksel ve geometrik doğası, evrenin düzenini, mantığını ortaya
kolayken aynı zamanda heykeller, vitraylar, duvar resimlerinin konularının İncil’den seçilmiştir.

Romanesk’ten Gotik’e geçiş süreci ile karşılaştırıldığında, Geç Gotik’ten kendisinin ardılı
Rönesans sanatına geçiş daha belirsiz olmuştur. Mimari olarak İtalya’da doğan erken Rönesans
eserlerini, geç Gotik eserlerinden ayırmak biraz güçtür. Metnin başında da belirtildiği gibi,
Rönesans’ın önemli sanat tarihçisi ve ressamı Vasari, Gotik’i kavramsal olarak kullanan ilk
kişidir. Her sanat akımı bir öncekinin içinden, eleştirel bir biçimde doğar. Gotik’ten görece daha
az etkilenen İtalya’nın Rönesans’ın ülkesi olması doğaldır. 18. yüzyılda Viktoryen Gotik de
Neo-Gotik olarak yeniden canlanan bu sanat akımı günümüzde mimaride olmasa bile daha çok
gündelik hayatta yerini almış, giyim tarzından müziğe, edebiyatta uzaman bir alanda etkisini
göstermektedir.
Kaynakça:
Enki Y (2008) “The Modern and the Types of Ambivalence: The Theory of the Gothic from the
Modern to the Postmodern” Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Bilgi Üniversitesi

Focillon H (1963) “The Art of the West”, Londra: Phaidon Pres

Fletcher Sir B (1987) “A History of Archtitecture”, Londra: Butterworths

Gombrich (2010) “ The Story of Art” 16. baskı, Londra: Phaidon Press

Gozzoli M(1982) “Gotik Sanatını Tanıyalım”, çev. İstanbul: İnkılap ve Aka

Panowsky E (1991) “Gotik Mimarlık ve Skolastik Felsefe” çev. Engin Akyürek İstanbul: Ara
Yayıncılık

Turani A (1983) “Dünya Sanat Tarihi”, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

You might also like