Professional Documents
Culture Documents
AHİD SANDIĞI Ayet Ve Hadislerde - Muhyiddin Arabi'de
AHİD SANDIĞI Ayet Ve Hadislerde - Muhyiddin Arabi'de
Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in sancağı, gömleği, kılıcı, işaretleri, nuru ve güzel ifadesiyle
yatsı vaktinde çıkar. (Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi, “Risaletül Meflreb elverdi fi
mezhebil Mehdi") Beytül Mukaddes'in hazinelerini, Tabut-u Sekine'yi, Beni İsrail sofrası ile
levhaların madenlerini, Hz. Adem'in cübbesini, Hz. Süleyman'ın minberinin asasını ve
Allah'ın Beni İsrail'e gönderdiği süt kadar beyaz olan eldivenleri çıkaracaktır. (El-Kavlu'l
Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 33)
Antakya denilen bir yerden Tabut’u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır. (Suyuti,
el- Havi li’l Feteva, II. 82)
O, Tabut-u Sekine’yi Antakya mağarasından çıkarır. (Nuaym bin Hammad, Kitab-ül Fiten)
Abdullah bin Sinan`dan, İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam`ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Musa`nın asası cennet ağaçlarından birinin dalı idi ve o Medyen şehrine doğru gitmek isterken
Cebrail aleyhisselam onu Musa`ya verdi. O ASA, ADEM`İN TABUTU İLE BİRLİKTE
TABERİYYE GÖLÜNDEDİR. NE ÇÜRÜRLER, NE DE DEĞİŞİRLER. SONUNDA KAİM
ALEYHİSSELAM (HZ. MEHDİ (AS)) KIYAM ETTİĞİNDE O İKİSİNİ ORTAYA
ÇIKARACAKTIR." (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 278)
Yer altın plakları gibi ciğer parelerini dışarıya atacak. İnsanların kalpleri zenginleşecek.
Yeryüzü bereketle dolacak. Kabe'nin altından define çıkacak. Bunu Allah yolunda dağıtacak.
Antakya veya Taberiye gölünden 'Tabut es-Sekine' çıkarılacak. Omuzlanıp Beyti Makdis'te
onun önüne konulacak. Yahudiler onu görünce birazı müstesna Müslüman olacaklar.
İsrailoğulları'na deniz ikiye bölündüğü gibi, ona da bölünecek. Arasından rahatlıkla geçip
gidecek. Horasan'dan siyah bayraklarla insanlar gelip ona biat edecekler. Meryem oğlu İsa
(AS) ile buluşacak, İsa onun arkasında namaz kılacak. Üzerinde Peygamber'in alameti
bulunacak. (Kütübü Sitte'de Yer Alan Mehdilik Hakkındaki Bazı Hadisler)
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Muhyiddin Arabî için ise;
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz yağmur yağarken vucud-ı şeriflerini yağmura
tutarlar ve yağmur isabet etmek icin mubarek başlarını acarlar; ve
sebebi kendilerinden istifsar olundukda: “Rabb’ine olan ahdi yenidir” buyururlar
idi.567 Sen bu Hatem-i enbiya (s.a.v.)in şu ma’rifet-i billahına bak
ki, o ma’rifet ne ecell ve ne a’la ve ne evzahdır! Yağmur, Rabb’ine zamanen
karibu’l-ittisal olduğu icin, efdal-i beşer olan Sallallahu aleyhi ve sellemi
teshir eyledi. Binaenaleyh yağmur Cenab-ı Peygamber’e vahy ile nazil olan
resul, ya’ni Cibril (a.s.) gibi idi. Meleğin lisan-ı vahy ile da’veti gibi, yağmur
dahi Cenab-ı Peygamber’i lisan-ı hal ile bizatihi da’vet eyledi. Zira kummel,
havass-i zahir ile idrak ettikleri şeyin kaffesinde, kendilerine hazret-i
ilahiyyeden, suver-i mahsusatta nazil olan ma’naları bulurlar. Hususiyle
“yağmur” hazret-i ilahiyyeden nazil olan [251/10] “ilm”in suretidir. Ve yağmura
“ibraz-ı nefs”, ruh-ı kamilin kendi uzerine ifaza olunan feyzin telakkisine,
ve “keşf-i re’s” dahi zuhur-ı hakāyık ve ulumdan mevaniin ref ’ine ve
maani-i kulliyye ve cuz’iyyenin mahall-i zuhuru dimağ olduğuna işarettir.
Nasıl ki vicdaniyatın mahall-i husulu “kalb”dir. İmdi Rabb’inden Cenab-ı
Peygamber’e getirdiği hayat ve ilim ve feyz-i ilahi kendilerine isabet etmek
icin vucud-ı şeriflerini yağmura ibraz eder idi. Binaenaleyh yağmurdan
(S.a.v.) Efendimiz’e isabet eden feyz-i ilahi sebebiyle, o yağmurdan kendileri
icin faide-i ilahiyye hasıl olmasa idi, vucud-ı şeriflerini yağmura ibraz
etmez idi. Yağmurun bu risaleti suyun risaletidir ki, Allah Teala hazretleri
Kur’an-ı Kerim’de ش ْيء َحي َ ( َو َج َع ْلنَا مِ نَ ْال َماءِ ُك َّلEnbiya, 21/30) ayet-i kerimesinde
beyan buyurduğu uzere, “hayat sahibi olan her şeyi sudan halkeyledi”.
Bu hikmeti iyi anla! (567 Muslim, “İstiskā”, 1; Ebu Davud, “Edeb”, 104; Ahmed b. Hanbel,
Musned, IXX,
s. 364.) Ve onun tabut icine ilkāsının ve deryaya remyinin hikmetine gelince:
“Tabut” onun nasutudur. [251/11] Ve “derya” bu cisim vesatatıyla
kuvve-i nazariyye-i fikriyye ve kuva-yı hissiyye ve hayaliyyenin verdiği
şeyden ki –onlardan ve onların emsalinden bir şey, bu nefs-i insaniyye
icin, ancak bu cism-i unsuri sebebiyle hasıl olur– onun icin ilimden
hasıl olan şeydir. İmdi vaktaki nefs bu cisimde hasıl oldu ve onda tasarruf
ile ve onu tedbir ile me’mur oldu; Allah Teala bu kuvayı onun
icin alat kıldı. Kendisinde sekinet olan bu tabutun tedbirinde, ondan
Allah Teala’nın murad eylediği şeye onunla vasıl olur. Binaenaleyh
bu kuva ile funun-ı ilm uzerine isti’la icin onunla deryaya atıldı. Boyle
olunca ona bununla i’lam etti ki, her ne kadar melik olan ruh, onun
icin mudebbir ise de, onu ancak onunla tedbir eder. Bab-ı işaret ve
hikemde, “tabut” ta’bir olunan bu “nasut”ta kain olan bu kuvayı ona
musahib kıldı. Hak Teala’nın alemi tedbiri de boyledir. Onu ancak
onunla, yahud onun sureti ile tedbir eyledi. İmdi veledin validin icadına
ve musebbebatın kendi esbabına ve meşrutatın kendi şurutuna
ve ma’lulatın kendi illetlerine, medlulatın kendi delillerine ve muhakkakātın
kendi hakāyıkına tevakkufları gibi, onu ancak onunla tedbir
eyledi. Ve bunun kaffesi alemdendir. O da Hakk’ın onda tedbiridir.
Binaenaleyh onu, ancak onunla tedbir eyledi.
Hz. Musa’nın validesi tarafından bir sandık icine vaz’edilip deryaya
atılmasındaki hikmete gelince: “Sandık” Musa (a.s.)ın cisminden ibaret
olan “nasut”tur. “Derya” dahi bu cisim vasıtasıyla Cenab-ı Musa’ya varid
1282│ KELİME-İ MUSEVİYYE’DE MUNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
olan ilmin suretidir. Zira “ilim” dediğimiz şey, nazar-ı fikri kuvvetinin ve
havass-i zahire ve batınenin verdiği bir şeydir; ve bu kuvvetler dahi ancak
bu cism-i unsurinin vucudu sebebiyle hasıl olur. Bilfarz bu cism-i kesif
olmasa kuvve-i samia, kuvve-i basıra, kuvve-i şamme, kuvve-i zaika ve
kuvve-i lamise dediğimiz kuvvetler zahir olmaz idi. İşte mesela bir şeyin
acı veya tatlı olduğunu bilmemiz icin bu kuvvetlerden zaikamızı isti’mal
ederiz. Bu kuvve-i zaika sayesinde bize bir ilim hasıl olur. Diğer kuvvetler
de buna makıystir. İmdi Fass-ı Yusufi’de dahi izah olunduğu uzere (S.a.v.) Efendimiz اس ُ َّاَلن
ْ ُ َ
ف إِ ذا َماتوا اِنتَبَ ُهوا َ نِیَامya’ni “Nas uykudadırlar; oldukleri vakit uyanırlar” ve الدُّنیَا ْ َ
َك ُح ْل ِم النَّائ ِِمya’ni “Dunya uyuyan kimsenin ru’yası gibidir” [251/12a] hadis-i
şeriflerinde “dunya”yı alem-i hayale ilhak buyururlar. Ve alem-i hayalden
ibaret olan ru’yada gorulen suretler, nasıl ma’na-yı munasibe intikāl suretiyle
ta’bire muhtac bulunurlarsa, ehl-i hakikat indinde dahi, keza alem-i
hayalden ibaret bulunan bu dunyada gorulen suretler dahi, ma’na-yı
munasibine bi’l-intikāl oylece ta’bire muhtac gorulur. Musa (a.s.)ın sandık
icine vaz’ı ve deryaya atılması dahi, bu alemin suretlerinden bir suret idi.
Cenab-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimiz burada bu suretleri ta’bir ve hikmetlerini
beyan buyururlar.
İmdi nefs-i insaniyye, ya’ni insanın mevcudiyyet-i zatiyyesi, bu cism-i
kesif-i unsuride hasıl ve bu cisimde tasarrufa ve onu tedbire me’mur olunca,
Allah Teala bu kuva-yı zahire ve batıneyi nefs-i insaniyye icin alat olmak
uzere halk buyurdu. Ve nefs-i insaniyye Allah Teala’nın murad eylediği
şeylere bu kuvvetler vasıtasıyla vasıl olur. Ve Allah Teala’nın murad
eylediği şeyler, vucud-ı Hakk’ı ve halkı ve beynlerindeki irtibatı bilmek ve
eşyayı hakikati vech ile gormek ve idrak eylemektir. Zira hilkat-i eşyadan
ve alem ve Adem’den maksud ma’rifettir. Nitekim hadis-i kudside كن ُْْتُ كنَ ْْ ز ا
ف فَ َخلَ ْقتُ ْالخ َْلقَ ِل َ ف � أع َْر َ أن أع َْر َ َم ْخ ِفیًّاya’ni “Ben bir kenz-i mahfi idim,
ْ ُف أ ْحبَبْت
bilinmeme muhabbet ettim, halkı bilinmem icin yarattım” buyurulur. Bu
ma’rifet Adem icin ayn-ı kemaldir. Ve bu kemal nefs-i insanide ancak bu
kuva-yı zahire ve batıne sayesinde hasıl olur; ve nefs-i insaniyye murad-ı
ilahi olan bu ma’rifete, ancak bu kuvvetler ile vasıl olur; ve bu sanduk-i
cismin nefis tarafından tedbirinde Rab icin sekinet vardır.
Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi │1283
“Sekinet”, hem “sukun” ve hem de “mesken”den muştakk olmak caizdir.
Zira hilkat-i eşyadan maksud, zat-ı mutlakta mundemic olup, kuvvede
bulunan esma ve sıfat-ı namutenahinin fiilen zuhur ve izharından
ibarettir. Ve zuhur ve izharda kemal husule gelmedikce, zuhur-ı kulliye
olan meşiyyette sukun hasıl olmaz. Binaenaleyh insan-ı kamil olan enbiya
(aleyhimu’s-selam) ve onların varislerinin cisimlerinin, nefisleri tarafından
tedbirinde, onların Rab’leri olan “Allah” ism-i camii icin sukun hasıl olur.
Cunku vucud-ı mutlakın kemal-i cela ve isticlası onların vucuduyla husule
gelmiştir. Ve “mesken”den muştakk oldukda, insan-ı kamilin cisminde
olan “kalb”e işaret buyurulur. Nitekim hadis-i kudside buyurulur: َما َو ِس َعنِي
ع ْبدِي ْال ُمؤْ مِ ِن َ ُس َمائِي َولَك ِْن َو ِسعَنِي قَ ْلب
َ ضي َو َل
ِ أرْ [Ben yerime ve goğume sığmadım.
Fakat mu’min olan kulumun kalbine sığdım.] Ve kalb-i insan-ı kamilin
şerhi ve izahı Fass-ı Şuaybi’de murur etti.
İşte Musa (a.s.) [251/12b] bu kuva-yı zahire ve batınesi ile enva’-ı ilim
uzerine isti’la icin, “sandık” mesabesinde olan cismi ile “ilim” mesabesinde
olan “derya”ya ilkā olundu. Ya’ni Cenab-ı Musa’nın sandık ile deryaya
ilkā olunmasının sureti, ruhunun cismine vaz’olunup, sandık mesabesinde
olan cisminin dahi derya-yı uluma atılmasının suretidir.
Boyle olunca, Allah Teala, sandık ile deryaya atılması ile Cenab-ı
Musa’ya şunu i’lam etti ki: Her ne kadar melik olan ruh cismin mudebbiri
ise de, cismi yine cisim ile tedbir eder. Zira kuva-yı zahire ve batıne cisimdendir.
Cisim olmasa bu kuvanın zuhuru ihtimali yoktur. Halbuki cismin
mudebbiri, melik mahiyetinde olan ruhdur. Velakin asar-ı tedbir zahir olmaz.
Binaenaleyh muessir olan ruh, muesserun-fih olan cismi, ancak cisim
vasıtasıyla tedbir edebilir. Binaenaleyh Allah Teala hazretleri bab-ı işarette
ve hikemde “tabut” ta’bir olunan bu nasutta, ya’ni cisimde, kain olan bu
kuva-yı zahire ve batıneyi o cisme musahib kıldı. İşte Hak Teala’nın alemi
tedbir buyurması dahi bunun gibidir. Ya’ni ruh nasıl cism-i insaninin kayyumu
olup onu cisimden olan kuva-yı zahire ve batıne ile tedbir ederse,
Kayyum-i alem olan Hak Teala dahi cism-i alemi, alemden olan şeylerle
ve suretler ile tedbir eyler. Nitekim evladın vucudu, pederin icadına; ve
musebbebatın husulu kendi sebeblerine; ve meşrutatın vucudu dahi kendi
şartlarına; ve ma’lulatın zuhuru dahi kendi illetlerine; ve medlulat kendi
1284│ KELİME-İ MUSEVİYYE’DE MUNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
delillerine; ve muhakkakāt da kendi hakāyıkına mutevakkıftır. Ve evlad ile
peder ve musebbebat ile esbab ve meşrutat ile şurut ve ma’lulat ile ilel ve
medlulat ile delail ve muhakkakāt ile hakāyık hep alemdendir. Ve umur-i
alem bu kāide dairesinde tedbir olunmaktadır. Binaenaleyh Hak Teala alemi
ancak alem ile, ya’ni alemden olan şeyler ile tedbir buyurur. İşte bu tedbir,
alemde Hakk’ın tedbiridir; ve alemi ancak yine alem vasıtasıyla tedbir
eyler. Bu hakikatten gāfil olan ehl-i hicab, alemin yine alem ile mudebber
olduğuna bakıp, mucid-i alemin, alemi icadından sonra, umur-i alemi
vaz’ettiği kānun dairesine terkederek, tasarruf etmediğini zannederler. Ne
cehl-i azim!
[252/14] İmdi bu kuvvetler ile funun-i ilim uzerine isti’la icin onunla
bahre atıldı. Ona bunu bildirdi ki, her ne kadar onu mudebbir olan
ruh melek ise de, o onu ancak onunla tedbir eder. Binaenaleyh bab-ı
işarat ve hikemde “tabut” ta’bir olunan bu nasutta kain olan kuvayı
ona musahib etti. Hakk’ın alemi tedbiri de boyledir. Onu ancak
onunla veya onun sureti ile tedbir eder. Boyle olunca veledin validin
icadına ve musebbebatın kendi esbabına ve meşrutatın kendi şurutuna
ve ma’lulatın kendi illetlerine ve medlulatın kendi delillerine ve
muhakkakātın kendi hakikatlerine tevakkufu gibi, onu ancak onun
kendisi ile tedbir eder; ve bunun cumlesi alemdendir; ve o, Hakk’ın
onda tedbiridir. Binaenaleyh onu ancak onun kendisiyle tedbir eder.
Ya’ni nefs-i natıkanın alatı olan fikri, hissi ve hayali olan kuvvetler
ile muhtelif ilim uzerine isti’la icin, cisim sandığı ile bahr-i ilme atıldı.
Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi │1389
Ya’ni “sandık” cism-i Musa’ya, “bahr-i cismani” dahi bahr-i ilim ve ma’naya
mukābildir. İmdi Musa’nın sandık ile denize atılmasıyla Allah Teala
Musa’ya şunu bildirdi ki: Her ne kadar cismi mudebbir olan ruh melek,
ya’ni kuvvet, ise de o kuvvet o cismi ancak yine cisim vasıtasıyla tedbir
eder. Mesela bir insanın bir tarafı kaşınsa, ruh onu kaşıyamaz. Ele emredip
onu tahrik eder ve o noktayı el kaşıyabilir. Şu halde ruh cismi, cisim vasıtasıyla
tedbir eder. Binaenaleyh işarat ve hikem babında, “tabut ve sandık”
ta’bir olunan bu nasutta, ya’ni suret-i beşeriyyede, kain olan kuvvetleri Allah
Teala o suret-i beşeriyyeye musahib kıldı. Hak Teala hazretlerinin alemi
tedbir etmesi de boyledir. Alemi ancak alem ile veya alemin sureti ile tedbir
eder. Boyle olunca veled, validin icadına tevakkuf eder; ya’ni peder veledini
icad etmedikce veledin vucudu husule gelmez. Ve musebbebatın vucudu
dahi kendi sebeblerine bağlıdır; ve meşrutat kendi şartlarına ve ma’lulat
kendi illetlerine ve medlulat kendi delillerine ve muhakkakāt kendi hakikatlerine
tevakkuf eder. Binaenaleyh cihanın canı olan Hak, o cihanı ancak
o cihanın kendisi ile tedbir eder. Ve bu saydıklarımızın cumlesi alemdendir.
Pederin veledini icad etmesi [252/15] Hakk’ın icad-ı veledde tedbiridir.
Şu halde Hak Teala alemi ancak o alemin kendisiyle tedbir eder. Beyit:
Hak kulundan intikāmın yine abdiyle alır
Bilmeyen ilm-i ledunnu anı abd etti sanır
Faili oldur her işin abd elinden işlenir
Berr u ya bahr icre onsuz sanma bir cop deprenir610 610 Yusuf Bahri Efendi’ye atfedilen bu
beyitler Adil Bey nushasında şoyle kayıtlıdır
(s. 20):
Hak kulundan intikāmın yine abdiyle alır
İlm-i ledun bilmeyenler anı abd etti sanır
Her şeyin faili oldur abd elinden işlenir
Berr u bahr icre onsuz sanma bir cop deprenir.
Ve Allah Teala onu gamm-ı tabuttan halas etti. Binaenaleyh her ne
kadar ondan cıkmadı ise de, ilm-i ilahiden, Allah Teala’nın ona i’ta
eylediği şey sebebiyle, tabiat zulmetini yırttı.
… Ya’ni Fir’avn’ın havâssı, Mûsâ (a.s.)ı deniz kenârında bir ağaç altında
bulup da Fir’avn’a haber verdikleri vakit, Fir’avn o hazrete “Mûsâ” ismini
576 Hadîs-i şerîf için bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXIX, s. 349; Beyhakî, Sünenü’l-
Kübrâ, IX, s. 206.
1296│ KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
verdi. Ve bu isim Mısır Kıbtîleri lisânında “su” ma’nâsına olan “mû’” ile
“ağaç” ma’nâsına olan “sâ” kelimelerinden mürekkebdir. Mûsâ (a.s.)ı hâmil
olan sandık deniz kenârında bir ağaç altında tevakkuf ettiği için Fir’avn,
o hazreti indinde bulunduğu “mû’” ve “sâ”, ya’ni “su ve ağaç” isimleriyle
tesmiye etti. Fir’avn zevâl-i mülkü havfiyle, etfâl-i Benî İsrâîl’i katletmekte
[251/25] olduğundan, bunun dahi etfâl-i Benî İsrâîl’den olması ihtimâline
binâen, katlini murâd etti. Velâkin Fir’avn’ın zevcesi Âsiye (r.a.) intâk-ı
Hak kabîlinden olarak “Bunu öldürmeyiniz; zîrâ benim ve senin için kurretü’l-
ayndir. An-karîb bize menfaati olur” (Kasas, 28/9) dedi. Zîrâ Allah
Teâlâ Cenâb-ı Âsiye’yi kemâl-i insânî için halketmiş idi. Nitekim (S.a.v.)
Efendimiz şu: ُ َو آ ِس َیةُ ْام َر أة، َساءِ ِإ َّل َم ْر َي ُم ا ْبنَةُ ِع ْم َران
َ ِ َو َما َك ُم َل مِ نَ الن،الر َجا ِل َكثِیر
ِ ََك ُم َل مِ ن
َو َخدِي َجةُ ِب ْنتُ ُخ َو ْيلِد، َوفَاطِ َمةُ ِب ْنتُ ُم َح َّمد صلى هللا علیه وسلم، َع ْون
َ ف ِْرya’ni “Erkeklerden birçokları
kâmil oldu. Ve kadınlardan ancak İmrân’ın kızı Meryem; ve Fir’avn’ın zevcesi
Âsiye; ve Muhammed (s.a.v.)in kerîmeleri Fâtıma; ve Hüveylid’in kerîmesi
Hadîce (radıyallâhu anhünne)dir.”577 hadîs-i şerîfinde onun hakkında
erkeklere mahsûs olan kemâl ile şehâdet buyurdu. İşte erkeklere mahsûs
olan kemâl için halkolunduğu cihetle Cenâb-ı Âsiye Mûsâ (a.s.) hakkında
Fir’avn’a “O, benim ve senin için göz nûrudur” dedi. Mûsâ (a.s.) Cenâb-ı
Âsiye’nin hakîkaten kurretü’l-aynı oldu.
… Ya’ni Hızır (a.s.), Musa (a.s.)a ikinci bir tenbih ve işaret olmak uzere
1316│ KELİME-İ MUSEVİYYE’DE MUNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
rakib oldukları gemiyi deldiğini gosterdi ki, bu gemiyi delip ayıplı ve noksan
kılma keyfiyetinin zahiri tahrib ve helaktir; ic yuzu ve batını ise sağlam
gemileri gasbeden melik-i zalimin elinden bu gemiyi kurtarmaktır. Hızır
(a.s.) bu hark-ı sefineyi Cenab-ı Musa icin sandık mukābilinde yaptı ki, o
sandık deryada Cenab-ı Musa uzerine mutbak idi. Binaenaleyh Cenab-ı
Musa’nın mevzu’ olduğu sandığın zahiri helak ve batını ve ic yuzu necattır.
Zira bir tıfl-ı nevzadı bir sandık icine koyup denize atarak kendi haline
terketmek suret-i helaktir. Ve Cenab-ı Musa’nın validesi bu deryaya ilkā
keyfiyetini, gozunun onunde Cenab-ı Musa’yı bağlayarak boğazlar mulahazasıyla,
gāsıb-ı vucud-ı etfal olan Fir’avn’ın yed-i zulmunden havfen
yaptı. Ve bu fiili ile Allah Teala’nın kendisine ilham eylediği vahy ile icra
etti, halbuki bu işi ilham-ı ilahi ile yaptığını bilmez idi. Zira havatır-ı kalbiyyenin
rahmani mi, meleki mi, şeytani mi ve yoksa nefsani mi olduğunu
idrak muşkildir. Maahaza Musa (a.s.)ın validesi bu nur-i ilham ile kendi
nefsinde [251/46] oğlunu emzirir buldu. Ya’ni akıbet oğlunun deryadan bir
vech ile halas olarak bizzat ırza’ edeceği hakkında kendisinde zann-ı gālib
hasıl oldu. Fakat bir taraftan Fir’avn’ın onu, gozunun onunde katletmesi
havfi galebe ettiği icin Cenab-ı Musa’yı deryaya ilkā eyledi. Zira “goz gormezse
gonul katlanır” darb-ı meseli meşhurdur. Onu deryaya ilkā edince
onun gozunun onunde katlolması havfi ve ru’yet-i basar huznu ile mahzun
olması keyfiyeti zail oldu. Zira oğlunun helakini artık gozu gormeyecekti.
Velakin bir taraftan dahi Rabb’ine husn-i zannı sebebiyle, muhakkak Allah
Teala’nın oğlunu kendisine akıbet reddedeceği zannı onda gālib idi. Binaenaleyh
valide-i Musa, kendi nefsinde bu zan ile yaşadı. Bu, reca tarafı idi;
oğlunun helaki de havf ve ye’s tarafı idi; ve reca havf ile ye’se mukābildir.
Ve işte sandıkta deryaya ilkāsıyla ilham olunduğu vakit, bu reca ve husn-i
zandan dolayı dedi ki: “Belki bu benim oğlum o resuldur ki, Fir’avn ile
Kıbti’nin helaki onun eliyle vaki’ olacaktır.” Binaenaleyh kendi lehine bakarak
yaşadı; ve bu tevehhum ve husn-i zan ile mesrur oldu. Halbuki bu
tevehhum ve zan nefs-i emrde bir ilimdir.
…. Ya’ni Fir’avn’ın etfal-i Beni İsrail’i katlettirdiği esnada katilden sıyanet
kasdıyla, Cenab-ı Musa’nın validesi tarafından bir sandığa vaz’edilip, bu
Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi │1387
sandığın dahi deryaya atılmasının hikmetine gelince: Bu “sandık” Hz.
Musa’nın nasutu ve suret-i beşeriyyesidir; “onun sandığa ilkāsı”, ruhunun
sandık gibi olan cismine ta’likinin naziridir; ve “sandığın denize atılması”
dahi cism-i Musa’nın bahr-i ilme dalmasının misalidir. Zira nefs-i natıka-i
insaniyyeye ilmi veren şey nazar-ı fikri kuvveti ve havass-i hamse-i zahire
ve batıne kuvvetleridir. Bu kuvvetlerden ve bunların emsali olan kuvvetlerden,
bu nefs-i insaniyye icin hasıl olan şeyler hep bu cism-i unsurinin
vucudu sebebiyledir. (Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi)