You are on page 1of 10

Allah’a hamd, resullerine selam olsun.

Allah’a sığınırız kovulmuş şeytandan.


Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla;
“Peygamberleri devamla şöyle dedi: 'Onun hükümdarlığının alâmeti, size içinde
Rabbinizden bir sekîne ile Mûsâ ve Harun’un manevi mirasından bir bakiyyenin
bulunduğu ve meleklerce taşınan bir sandığın gelmesidir. Eğer iman etmeye niyetli iseniz
bunda, elbette sizin için delil vardır.'” (Bakara, 2/248)
Tefsir'ul-Kummî'de Kummî babasından, o da Ali b. Hüseyin b. Ha-- lid kanalıyla İmam
Rıza'dan (a.s) şöyle rivayet eder: "Sekîne, cennetten esen bir rüzgardır ve insana benzer bir
yüzü vardır."
Tefsir'ul-Kummî'de, babasından, o da Nadr b. Süveyd'den, o da Yahya el-Halebi'den, o da
Harun b. Harice'den, o da Ebu Basir'den İmam Cafer Sadık'ın (a.s) şöyle dediğini rivayet eder:
"İsrailoğulları Hz. Musa'nın (a.s) ölümünden sonra günah işlemeye başladılar. Allah'ın dinini
değiştirdiler. Rablerinin emrini çiğnediler. Aralarında bir peygamber bulunuyordu ve
kendilerini iyiliği emredip kötülüğü yasaklıyordu. Ama onu dinlemediler. Rivayet edilir ki, bu
peygamberin adı Ermiya (Ona, Resululah'a ve Ehlibeyt'ine selâm olsun) idi. (Bu uyarı
dinlemez tutumlarını sürdürmeleri üzerine) yüce Allah, Kıbtîlerden olan Calut'u üzerlerine
musallat etti. Calut onları aşağılıyor, erkeklerini öldürüp onları yurtlarından ve mallarından
uzaklaştırıyordu. Kadınlarını da köleleştirmişti." "Bunlar peygamberlerinin yanına koştular ve
sızladılar ve 'Allah'tan, bize bir hükümdar göndermesini dile. Allah yolunda savaşalım.'
dediler. Peygamberlik misyonunu, İsrailoğulları içinde bir aile temsil ediyordu. Hükümdarlık
misyonunu da bir başka aile temsil ediyordu. Yüce Allah, peygamberlik ve hükümdarlık
misyonlarını aynı ailede toplamamıştı. Bu yüzden peygamberlerine, 'Bize bir hükümdar
gönder de, Allah yolunda savaşalım.' dediler. Peygamber onlara şu karşılığı verdi: 'Ya
üzerinize savaş yazılınca savaşmayacak olursanız?' Bunun üzerine şöyle dediler: 'Bize ne
oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan çıkarıldık ve çocuklarımızdan
(uzaklaştırıldık)?' Sonra yüce Allah'ın dediği gibi oldu: Onlara savaş yazıldığı zaman, az bir
kısmı hariç yüz çevirdiler, Allah zalimleri bilir." "Onlara peygamberleri dedi ki: 'Allah size
Talut'u hükümdar olarak gönderdi.' Buna çok kızdılar ve şöyle dediler: 'Hükümdarlığı nasıl
olabilir? Biz hükümdarlığa, ondan daha çok layık iken ve ona mal bolluğu da verilmemiş iken
onun bizim üzerimize nasıl hükümdarlığı olabilir.' Peygamberlik misyonunu Lavi sülalesi,
hükümdarlık misyonunu da Yûsuf sülalesi taşıyordu. Talut, Yûsuf'un öz kardeşi Bünyamin'in
soyundan geliyordu. Yani ne peygamberlik, ne de hükümdarlık sülalesinden geliyordu." Bu
itirazları üzerine, peygamberleri onlara şöyle dedi: 'Doğrusu Allah size onun seçti ve onu bilgi
ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve lütfü) geniş
olandır, bilendir.' Talut, beden olarak içlerinde en iri ve en güçlü olanıydı. Ayrıca onlardan
daha bilgiliydi. Ama yoksuldu. Onu yoksul olmakla ayıpladılar. Dediler ki: Ona bir mal
bolluğu verilmemiştir." "Peygamberleri onlara şöyle dedi: 'O'nun krallığının belgesi, size
Tabut'un gelmesi olacaktır ki onda Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile Musa
ailesinin ve Harun ailesinin geriye bıraktığından bir kalıntı var; onu melekler taşır.' Tabutu
yüce Allah Musa (a.s) için indirmişti. Annesi onu içine koyup suya bırakmıştı. İsrailoğulları
bu sandığı kutsal sayıyorlardı. Hz. Musa (a.s) vefat edeceği sırada, levhaları, zırhını ve
peygamberliğinin belgelerini bu sandığın içine koyup vasisi Yuşa'a emanet etti. Sandık
aralarında kaldı. Ta ki, artık önemsemez oldular ve çocuklar yollarda onunla oynamaya
başladılar. Sandık aralarında olduğu sürece, İsrailoğulları onurlu bir hayat sürdürdüler. Günah
işlemeye ve sandığa saygı göstermemeye başlayınca, Allah sandığı
onların arasından kaldırdı. İşte peygamberden hükümdar istediklerinde, Allah onlara Talut'u
gönderdi. Onlarla birlikte savaştı. Bunun üzerine Allah, onlara Tabut'u geri gönderdi: Nitekim
şöyle buyurmuştur: 'O'nun hükümdarlığının belgesi, size Tabut'un gelmesi olacaktır ki onda
Rabbinizden bir güven duygusu ve huzur ile, Musa ailesinin ve Harun ailesinin geriye
bıraktığından bir kalıntı var; onu melekler taşır.' Ayette geçen kalıntıdan maksat,
peygamberlerin soyudur." el-Kâfi adlı eserde, kendi isnadıyla Ahmed b. Muhammed'den, o
da Hüseyin b.Said'den, o da Fudale b. Eyüp'ten, o da Yahya el-Halebi'den, o da Abdullah b.
Süleyman aracılığı ile İmam Muhammed Bâkır'ın (a.s): "Onun hükümdarlığının belgesi..."
diye başlayan ifade hakkında "Melekler onu sığır suretinde taşıyorlardı." dediğini rivayet
eder. (Ayet Hadisler ile Enam Son)
"Mehdi, Tabut-u Sekine'yi (Kutsal Sandığı) Taberiye gölünden çıkaracak." (Ikdı'd Dürer,
sf.51-a)
(Hadislerde geçen ve "Taberiye gölündedir" şeklinde belirtilen yer İslam alimlerince, bir
benzetmeye işaret kabul edilmektedir. Taberiye, Şam'a yakın bir yerdedir)
"Ona Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya denilen
bir yerden Tabut'u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır." (Suyuti, el- Havi li'l
Feteva, II. 82)
“Antakya mağarasında "Tabut-u Sekine"yi çıkaracaktır. Şam'daki dağdan da gerçek Tevrat'ı
çıkaracak ve bunun üzerine Yahudilerle tartışacak, birçok Yahudi Müslüman olacak."
(Risaletül Huruc ül Mehdi, s.124-125)
"Ona Mehdi denilmesinin nedeni, Şam'da bulunan dağlardan birine yönelmesidir. Oradan
(gerçek) Tevrat kitaplarını çıkaracak, Yahudilere karşı delil getirecektir." (Suyuti, el-Havi li'l
Feteva, II. 81)
Ahit Sandığı veya Sözleşme Sandığı (İbranice: ‫ ֲארֹון הַ בְּ ִרית‬, Modern: ʾărōn
ha'brēt, Tiberyan: ʾārôn habbərîṯ), ya da İslam'da geçen adıyla Tâbutu
َ ‫ٱلتَّابُوتُ فِی ِه‬, romanize: et-Tâbûtu fîhi Sekînetu, "İçinde sukûnet olan
Sekîne (Arapça: ‫سكِینَة‬
tabut"), Çıkış Kitabı'nda sözü geçen On Emir'in yazılı olduğu iki orijinal taş tableti
barındıran, kapaklı ve altın kaplamalı ahşap bir sandıktır. İbraniler'in Yeni Ahit kitabına göre,
sandığın içinde aynı zamanda Harun'un asası ve bir tencere man meyvesi bulunuyordu
(^ Ackerman, Susan (2000). "Ark of the Covenant". Freedman, David Noel; Myers, Allen C.
(Ed.). Eerdmans Dictionary of the Bible. Eerdmans. s. 102. ISBN 9789053565032.) .(En
doğrusunu Allah bilir.)
’Mehdi'nin yardımcılarının sayısı Talut ile nehri geçenler kadardır.’
(Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 57)
Ayette geçen ’tabut’ sözcüğü, sandık anlamına gelmektedir. Bu sandık, Talut'un
hükümdarlığının alameti içerisinde kutsal emanetlerin bulunduğu Ahit Sandığı’dır. Bahsi
geçen Ahit Sandığı yani Tabut'un içinde, üstünde ittifak edilen bir rivayete göre, Hz. Musa'nin
asası ile Tevrat levhaları ve Hz.Harun'un asası ile sarığı gibi kutsal emanetler bulunmaktadır.
Ayete göre Ahit Sandığı Talut'un hükümdarlığının simgesi olduğu gibi, rivayetlere göre
Mehdi'nin de yeryüzünde kuracağı hükümdarlığın simgesi olacaktır.
’Ona Mehdi denilmesinin nedeni, gizli olan bir şeyin yolunu göstermesidir. Antakya
denilen bir yerden Tabut’u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır.’ (Suyuti, el- Havi
li’l Feteva, II. 82)
’O, kimsenin bilmediği bir duruma kılavuzlandığı için kendisine ’Mehdi’ denilmiştir. O,
tabut-u Sekine’yi Antakya mağarasından çıkarır.’ (Naim bin Hammad, Kitab-ül Fiten)
’Mehdi, Rumlarla savaşmak için bir ordu gönderir. Onun fıkıh bilgisi on aliminkine
bedeldir. O, Tabut-u Sekineyi de Antakya mağarasından çıkarır.’ (Naim bin Hammad, Kitab-
ül Fiten)
Hz. Mehdi, Tabutu Sekine'yi Antakya mağarasından çıkaracaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi
Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, 54)

Ebu Ümame dedi ki: Resulallah şöyle buyurdu:


“Sizinle insanlar arasında 4 sulh anlaşması olacak, 4. Sulh, Heraklius’un ailesinden bir
adam vasıtası ile olur ve bu 7 yıl devam eder.” Bir adam:
“Ya Resulallah, o gün insanların imamı kimdir?” dedi. Allah‟ın Resulü buyurdu ki:
“Evladımdan 40 yaşındaki Mehdi‟dir. Yüzü parlayan yıldız gibi, yanağında siyah bir ben
vardır. Üzerinde Kutvâni 2 aba (elbise) bulunur. Tavrı İsrailoğulları adamına benzer.
Hazineleri çıkarır ve şirk beldelerini feth eder. Ebu Naim ve Suyuti rivayet etti

“Taberiye adasındaki Tabut-u Sekine, ortaya çıkarılacaktır. Tabut getirilip Beytül


Mukaddes'te ona teslim edildikten sonra açılacak ve bunu görenlerin çoğu, pek azı haricinde
müslüman olacaktır.” Tabiin veya Tebe-i Tabiin sözü olarak, İbn Hacer el Heytemi rivayet
etti.

Resulullah buyurdu ki:


“Hz. Mehdi, benim evlatlarımdandır. 40 yaşlarındadır ve yüzü sanki yıldız gibi nurludur. Sağ
yanağında siyah bir ben bulunur. Üzerinde pamuktan iki cübbesi vardır. Kıyafeti, sanki Hz.
Musa zamanındaki Ben-i İsrail'in kıyafetine benzer. Yeraltındaki hazineleri çıkaracak ve şirk
beldelerini fethedecektir.” İbn Hacer-i Heytemi rivayet etmiştir.

Huzeyfe diyor ki “Peygamber Efendimizden işittim ki,


“Hz. Mehdi o hazineleri gemilerden geri alıp, tekrar Beytül Mukaddes'e getirecektir.”
Ali bin Ebi Talib ‟den: Hz. Ömer ile birlikte Kabe‟ye girdiğinde Ömer ona:
“Bilmem ki nasıl yapayım; Beyt-i Şerif‟in hazinelerini, içindeki silah ve malları yerinde mi
bırakayım, yoksa Allah yolunda taksim mi edeyim?” deyince, Ali ona şu cevabı verdi:
“Geçiver Ey Mü‟minlerin Emiri, sen bunun sahibi değilsin! Onun sahibi bizden (Ehli
Beyt‟ten), Kureyşten bir gençtir (Mehdidir). Aynı zamanda gelip Allah yolunda onu taksim
edecektir.”
Naim bin Hammad, Berzenci ve İbn Hacer el Heytemi rivayet etti. (El Fiten ve‟l Melahim
ve‟l Eşrat-ı fi‟l Ahir-i Zaman Hadislerle Kıyamet alametleri Müellif: Ahmed Ekrem Orhan
2013)

Mehdi, Peygamberimiz (sav)'in sancağı, gömleği, kılıcı, işaretleri, nuru ve güzel ifadesiyle
yatsı vaktinde çıkar. (Ali b. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi, “Risaletül Meflreb elverdi fi
mezhebil Mehdi") Beytül Mukaddes'in hazinelerini, Tabut-u Sekine'yi, Beni İsrail sofrası ile
levhaların madenlerini, Hz. Adem'in cübbesini, Hz. Süleyman'ın minberinin asasını ve
Allah'ın Beni İsrail'e gönderdiği süt kadar beyaz olan eldivenleri çıkaracaktır. (El-Kavlu'l
Muhtasar Fi Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, sf. 33)

Antakya denilen bir yerden Tabut’u (kutsal emanetler sandığını) ortaya çıkaracaktır. (Suyuti,
el- Havi li’l Feteva, II. 82)
O, Tabut-u Sekine’yi Antakya mağarasından çıkarır. (Nuaym bin Hammad, Kitab-ül Fiten)

Hz. Mehdi, Tabut-u Sekine’yi Antakya mağarasından çıkaracaktır. (El-Kavlu’l Muhtasar Fi


Alamatil Mehdiyy-il Muntazar, 54)

Abdullah bin Sinan`dan, İmam Cafer-i Sadık aleyhisselam`ın şöyle buyurduğunu duydum:
"Musa`nın asası cennet ağaçlarından birinin dalı idi ve o Medyen şehrine doğru gitmek isterken
Cebrail aleyhisselam onu Musa`ya verdi. O ASA, ADEM`İN TABUTU İLE BİRLİKTE
TABERİYYE GÖLÜNDEDİR. NE ÇÜRÜRLER, NE DE DEĞİŞİRLER. SONUNDA KAİM
ALEYHİSSELAM (HZ. MEHDİ (AS)) KIYAM ETTİĞİNDE O İKİSİNİ ORTAYA
ÇIKARACAKTIR." (Şeyh Muhammed b. İbrahim-i Numani, Gaybet-i Numani s. 278)

Yer altın plakları gibi ciğer parelerini dışarıya atacak. İnsanların kalpleri zenginleşecek.
Yeryüzü bereketle dolacak. Kabe'nin altından define çıkacak. Bunu Allah yolunda dağıtacak.
Antakya veya Taberiye gölünden 'Tabut es-Sekine' çıkarılacak. Omuzlanıp Beyti Makdis'te
onun önüne konulacak. Yahudiler onu görünce birazı müstesna Müslüman olacaklar.
İsrailoğulları'na deniz ikiye bölündüğü gibi, ona da bölünecek. Arasından rahatlıkla geçip
gidecek. Horasan'dan siyah bayraklarla insanlar gelip ona biat edecekler. Meryem oğlu İsa
(AS) ile buluşacak, İsa onun arkasında namaz kılacak. Üzerinde Peygamber'in alameti
bulunacak. (Kütübü Sitte'de Yer Alan Mehdilik Hakkındaki Bazı Hadisler)

.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
Muhyiddin Arabî için ise;
Resulullah (s.a.v.) Efendimiz yağmur yağarken vucud-ı şeriflerini yağmura
tutarlar ve yağmur isabet etmek icin mubarek başlarını acarlar; ve
sebebi kendilerinden istifsar olundukda: “Rabb’ine olan ahdi yenidir” buyururlar
idi.567 Sen bu Hatem-i enbiya (s.a.v.)in şu ma’rifet-i billahına bak
ki, o ma’rifet ne ecell ve ne a’la ve ne evzahdır! Yağmur, Rabb’ine zamanen
karibu’l-ittisal olduğu icin, efdal-i beşer olan Sallallahu aleyhi ve sellemi
teshir eyledi. Binaenaleyh yağmur Cenab-ı Peygamber’e vahy ile nazil olan
resul, ya’ni Cibril (a.s.) gibi idi. Meleğin lisan-ı vahy ile da’veti gibi, yağmur
dahi Cenab-ı Peygamber’i lisan-ı hal ile bizatihi da’vet eyledi. Zira kummel,
havass-i zahir ile idrak ettikleri şeyin kaffesinde, kendilerine hazret-i
ilahiyyeden, suver-i mahsusatta nazil olan ma’naları bulurlar. Hususiyle
“yağmur” hazret-i ilahiyyeden nazil olan [251/10] “ilm”in suretidir. Ve yağmura
“ibraz-ı nefs”, ruh-ı kamilin kendi uzerine ifaza olunan feyzin telakkisine,
ve “keşf-i re’s” dahi zuhur-ı hakāyık ve ulumdan mevaniin ref ’ine ve
maani-i kulliyye ve cuz’iyyenin mahall-i zuhuru dimağ olduğuna işarettir.
Nasıl ki vicdaniyatın mahall-i husulu “kalb”dir. İmdi Rabb’inden Cenab-ı
Peygamber’e getirdiği hayat ve ilim ve feyz-i ilahi kendilerine isabet etmek
icin vucud-ı şeriflerini yağmura ibraz eder idi. Binaenaleyh yağmurdan
(S.a.v.) Efendimiz’e isabet eden feyz-i ilahi sebebiyle, o yağmurdan kendileri
icin faide-i ilahiyye hasıl olmasa idi, vucud-ı şeriflerini yağmura ibraz
etmez idi. Yağmurun bu risaleti suyun risaletidir ki, Allah Teala hazretleri
Kur’an-ı Kerim’de ‫ش ْيء َحي‬ َ ‫( َو َج َع ْلنَا مِ نَ ْال َماءِ ُك َّل‬Enbiya, 21/30) ayet-i kerimesinde
beyan buyurduğu uzere, “hayat sahibi olan her şeyi sudan halkeyledi”.
Bu hikmeti iyi anla! (567 Muslim, “İstiskā”, 1; Ebu Davud, “Edeb”, 104; Ahmed b. Hanbel,
Musned, IXX,
s. 364.) Ve onun tabut icine ilkāsının ve deryaya remyinin hikmetine gelince:
“Tabut” onun nasutudur. [251/11] Ve “derya” bu cisim vesatatıyla
kuvve-i nazariyye-i fikriyye ve kuva-yı hissiyye ve hayaliyyenin verdiği
şeyden ki –onlardan ve onların emsalinden bir şey, bu nefs-i insaniyye
icin, ancak bu cism-i unsuri sebebiyle hasıl olur– onun icin ilimden
hasıl olan şeydir. İmdi vaktaki nefs bu cisimde hasıl oldu ve onda tasarruf
ile ve onu tedbir ile me’mur oldu; Allah Teala bu kuvayı onun
icin alat kıldı. Kendisinde sekinet olan bu tabutun tedbirinde, ondan
Allah Teala’nın murad eylediği şeye onunla vasıl olur. Binaenaleyh
bu kuva ile funun-ı ilm uzerine isti’la icin onunla deryaya atıldı. Boyle
olunca ona bununla i’lam etti ki, her ne kadar melik olan ruh, onun
icin mudebbir ise de, onu ancak onunla tedbir eder. Bab-ı işaret ve
hikemde, “tabut” ta’bir olunan bu “nasut”ta kain olan bu kuvayı ona
musahib kıldı. Hak Teala’nın alemi tedbiri de boyledir. Onu ancak
onunla, yahud onun sureti ile tedbir eyledi. İmdi veledin validin icadına
ve musebbebatın kendi esbabına ve meşrutatın kendi şurutuna
ve ma’lulatın kendi illetlerine, medlulatın kendi delillerine ve muhakkakātın
kendi hakāyıkına tevakkufları gibi, onu ancak onunla tedbir
eyledi. Ve bunun kaffesi alemdendir. O da Hakk’ın onda tedbiridir.
Binaenaleyh onu, ancak onunla tedbir eyledi.
Hz. Musa’nın validesi tarafından bir sandık icine vaz’edilip deryaya
atılmasındaki hikmete gelince: “Sandık” Musa (a.s.)ın cisminden ibaret
olan “nasut”tur. “Derya” dahi bu cisim vasıtasıyla Cenab-ı Musa’ya varid
1282│ KELİME-İ MUSEVİYYE’DE MUNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
olan ilmin suretidir. Zira “ilim” dediğimiz şey, nazar-ı fikri kuvvetinin ve
havass-i zahire ve batınenin verdiği bir şeydir; ve bu kuvvetler dahi ancak
bu cism-i unsurinin vucudu sebebiyle hasıl olur. Bilfarz bu cism-i kesif
olmasa kuvve-i samia, kuvve-i basıra, kuvve-i şamme, kuvve-i zaika ve
kuvve-i lamise dediğimiz kuvvetler zahir olmaz idi. İşte mesela bir şeyin
acı veya tatlı olduğunu bilmemiz icin bu kuvvetlerden zaikamızı isti’mal
ederiz. Bu kuvve-i zaika sayesinde bize bir ilim hasıl olur. Diğer kuvvetler
de buna makıystir. İmdi Fass-ı Yusufi’de dahi izah olunduğu uzere (S.a.v.) Efendimiz ‫اس‬ ُ َّ‫اَلن‬
ْ ُ َ
‫ف إِ 􀇇 ذا َماتوا اِنتَبَ ُهوا‬ َ ‫ نِیَام‬ya’ni “Nas uykudadırlar; oldukleri vakit uyanırlar” ve ‫الدُّنیَا‬ ْ َ
‫ َك ُح ْل ِم النَّائ ِِم‬ya’ni “Dunya uyuyan kimsenin ru’yası gibidir” [251/12a] hadis-i
şeriflerinde “dunya”yı alem-i hayale ilhak buyururlar. Ve alem-i hayalden
ibaret olan ru’yada gorulen suretler, nasıl ma’na-yı munasibe intikāl suretiyle
ta’bire muhtac bulunurlarsa, ehl-i hakikat indinde dahi, keza alem-i
hayalden ibaret bulunan bu dunyada gorulen suretler dahi, ma’na-yı
munasibine bi’l-intikāl oylece ta’bire muhtac gorulur. Musa (a.s.)ın sandık
icine vaz’ı ve deryaya atılması dahi, bu alemin suretlerinden bir suret idi.
Cenab-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimiz burada bu suretleri ta’bir ve hikmetlerini
beyan buyururlar.
İmdi nefs-i insaniyye, ya’ni insanın mevcudiyyet-i zatiyyesi, bu cism-i
kesif-i unsuride hasıl ve bu cisimde tasarrufa ve onu tedbire me’mur olunca,
Allah Teala bu kuva-yı zahire ve batıneyi nefs-i insaniyye icin alat olmak
uzere halk buyurdu. Ve nefs-i insaniyye Allah Teala’nın murad eylediği
şeylere bu kuvvetler vasıtasıyla vasıl olur. Ve Allah Teala’nın murad
eylediği şeyler, vucud-ı Hakk’ı ve halkı ve beynlerindeki irtibatı bilmek ve
eşyayı hakikati vech ile gormek ve idrak eylemektir. Zira hilkat-i eşyadan
ve alem ve Adem’den maksud ma’rifettir. Nitekim hadis-i kudside ‫كن ُْْتُ كنَ ْْ ز ا‬
‫ف فَ َخلَ ْقتُ ْالخ َْلقَ ِل‬ َ ‫ف � أع َْر‬ َ ‫أن 􀇇 أع َْر‬ َ ‫ َم ْخ ِفیًّا‬ya’ni “Ben bir kenz-i mahfi idim,
ْ 􀇇 ُ‫ف 􀇇 أ ْحبَبْت‬
bilinmeme muhabbet ettim, halkı bilinmem icin yarattım” buyurulur. Bu
ma’rifet Adem icin ayn-ı kemaldir. Ve bu kemal nefs-i insanide ancak bu
kuva-yı zahire ve batıne sayesinde hasıl olur; ve nefs-i insaniyye murad-ı
ilahi olan bu ma’rifete, ancak bu kuvvetler ile vasıl olur; ve bu sanduk-i
cismin nefis tarafından tedbirinde Rab icin sekinet vardır.
Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi │1283
“Sekinet”, hem “sukun” ve hem de “mesken”den muştakk olmak caizdir.
Zira hilkat-i eşyadan maksud, zat-ı mutlakta mundemic olup, kuvvede
bulunan esma ve sıfat-ı namutenahinin fiilen zuhur ve izharından
ibarettir. Ve zuhur ve izharda kemal husule gelmedikce, zuhur-ı kulliye
olan meşiyyette sukun hasıl olmaz. Binaenaleyh insan-ı kamil olan enbiya
(aleyhimu’s-selam) ve onların varislerinin cisimlerinin, nefisleri tarafından
tedbirinde, onların Rab’leri olan “Allah” ism-i camii icin sukun hasıl olur.
Cunku vucud-ı mutlakın kemal-i cela ve isticlası onların vucuduyla husule
gelmiştir. Ve “mesken”den muştakk oldukda, insan-ı kamilin cisminde
olan “kalb”e işaret buyurulur. Nitekim hadis-i kudside buyurulur: ‫َما َو ِس َعنِي‬
‫ع ْبدِي ْال ُمؤْ مِ ِن‬ َ ُ‫س َمائِي َولَك ِْن َو ِسعَنِي قَ ْلب‬
َ ‫ضي َو َل‬
ِ ‫أر‬ْ 􀇇 [Ben yerime ve goğume sığmadım.
Fakat mu’min olan kulumun kalbine sığdım.] Ve kalb-i insan-ı kamilin
şerhi ve izahı Fass-ı Şuaybi’de murur etti.
İşte Musa (a.s.) [251/12b] bu kuva-yı zahire ve batınesi ile enva’-ı ilim
uzerine isti’la icin, “sandık” mesabesinde olan cismi ile “ilim” mesabesinde
olan “derya”ya ilkā olundu. Ya’ni Cenab-ı Musa’nın sandık ile deryaya
ilkā olunmasının sureti, ruhunun cismine vaz’olunup, sandık mesabesinde
olan cisminin dahi derya-yı uluma atılmasının suretidir.
Boyle olunca, Allah Teala, sandık ile deryaya atılması ile Cenab-ı
Musa’ya şunu i’lam etti ki: Her ne kadar melik olan ruh cismin mudebbiri
ise de, cismi yine cisim ile tedbir eder. Zira kuva-yı zahire ve batıne cisimdendir.
Cisim olmasa bu kuvanın zuhuru ihtimali yoktur. Halbuki cismin
mudebbiri, melik mahiyetinde olan ruhdur. Velakin asar-ı tedbir zahir olmaz.
Binaenaleyh muessir olan ruh, muesserun-fih olan cismi, ancak cisim
vasıtasıyla tedbir edebilir. Binaenaleyh Allah Teala hazretleri bab-ı işarette
ve hikemde “tabut” ta’bir olunan bu nasutta, ya’ni cisimde, kain olan bu
kuva-yı zahire ve batıneyi o cisme musahib kıldı. İşte Hak Teala’nın alemi
tedbir buyurması dahi bunun gibidir. Ya’ni ruh nasıl cism-i insaninin kayyumu
olup onu cisimden olan kuva-yı zahire ve batıne ile tedbir ederse,
Kayyum-i alem olan Hak Teala dahi cism-i alemi, alemden olan şeylerle
ve suretler ile tedbir eyler. Nitekim evladın vucudu, pederin icadına; ve
musebbebatın husulu kendi sebeblerine; ve meşrutatın vucudu dahi kendi
şartlarına; ve ma’lulatın zuhuru dahi kendi illetlerine; ve medlulat kendi
1284│ KELİME-İ MUSEVİYYE’DE MUNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
delillerine; ve muhakkakāt da kendi hakāyıkına mutevakkıftır. Ve evlad ile
peder ve musebbebat ile esbab ve meşrutat ile şurut ve ma’lulat ile ilel ve
medlulat ile delail ve muhakkakāt ile hakāyık hep alemdendir. Ve umur-i
alem bu kāide dairesinde tedbir olunmaktadır. Binaenaleyh Hak Teala alemi
ancak alem ile, ya’ni alemden olan şeyler ile tedbir buyurur. İşte bu tedbir,
alemde Hakk’ın tedbiridir; ve alemi ancak yine alem vasıtasıyla tedbir
eyler. Bu hakikatten gāfil olan ehl-i hicab, alemin yine alem ile mudebber
olduğuna bakıp, mucid-i alemin, alemi icadından sonra, umur-i alemi
vaz’ettiği kānun dairesine terkederek, tasarruf etmediğini zannederler. Ne
cehl-i azim!
[252/14] İmdi bu kuvvetler ile funun-i ilim uzerine isti’la icin onunla
bahre atıldı. Ona bunu bildirdi ki, her ne kadar onu mudebbir olan
ruh melek ise de, o onu ancak onunla tedbir eder. Binaenaleyh bab-ı
işarat ve hikemde “tabut” ta’bir olunan bu nasutta kain olan kuvayı
ona musahib etti. Hakk’ın alemi tedbiri de boyledir. Onu ancak
onunla veya onun sureti ile tedbir eder. Boyle olunca veledin validin
icadına ve musebbebatın kendi esbabına ve meşrutatın kendi şurutuna
ve ma’lulatın kendi illetlerine ve medlulatın kendi delillerine ve
muhakkakātın kendi hakikatlerine tevakkufu gibi, onu ancak onun
kendisi ile tedbir eder; ve bunun cumlesi alemdendir; ve o, Hakk’ın
onda tedbiridir. Binaenaleyh onu ancak onun kendisiyle tedbir eder.

… İmdi nefs-i insaniyye bu cism-i unsuride hasıl olunca, cesedde tasarrufa


ve cismi tedbire me’mur oldu; ve nefs-i natıkanın cisimde tasarrufu ve tedbiri
icin Allah Teala, fikri ve hissi ve hayali olan bu kuvvetleri, o nefse alat
yaptı. Binaenaleyh bu nefs-i natıka, bu cisim sandığının tedbirinde, Allah
Teala’nın kendisinden zuhurunu murad eylediği şuunata bu kuvvetler sebebiyle
vasıl olur. Bu cisim sandığı oyle bir sandıktır ki, kendisinde Rab
icin sekine vardır.

Ya’ni nefs-i natıkanın alatı olan fikri, hissi ve hayali olan kuvvetler
ile muhtelif ilim uzerine isti’la icin, cisim sandığı ile bahr-i ilme atıldı.
Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi │1389
Ya’ni “sandık” cism-i Musa’ya, “bahr-i cismani” dahi bahr-i ilim ve ma’naya
mukābildir. İmdi Musa’nın sandık ile denize atılmasıyla Allah Teala
Musa’ya şunu bildirdi ki: Her ne kadar cismi mudebbir olan ruh melek,
ya’ni kuvvet, ise de o kuvvet o cismi ancak yine cisim vasıtasıyla tedbir
eder. Mesela bir insanın bir tarafı kaşınsa, ruh onu kaşıyamaz. Ele emredip
onu tahrik eder ve o noktayı el kaşıyabilir. Şu halde ruh cismi, cisim vasıtasıyla
tedbir eder. Binaenaleyh işarat ve hikem babında, “tabut ve sandık”
ta’bir olunan bu nasutta, ya’ni suret-i beşeriyyede, kain olan kuvvetleri Allah
Teala o suret-i beşeriyyeye musahib kıldı. Hak Teala hazretlerinin alemi
tedbir etmesi de boyledir. Alemi ancak alem ile veya alemin sureti ile tedbir
eder. Boyle olunca veled, validin icadına tevakkuf eder; ya’ni peder veledini
icad etmedikce veledin vucudu husule gelmez. Ve musebbebatın vucudu
dahi kendi sebeblerine bağlıdır; ve meşrutat kendi şartlarına ve ma’lulat
kendi illetlerine ve medlulat kendi delillerine ve muhakkakāt kendi hakikatlerine
tevakkuf eder. Binaenaleyh cihanın canı olan Hak, o cihanı ancak
o cihanın kendisi ile tedbir eder. Ve bu saydıklarımızın cumlesi alemdendir.
Pederin veledini icad etmesi [252/15] Hakk’ın icad-ı veledde tedbiridir.
Şu halde Hak Teala alemi ancak o alemin kendisiyle tedbir eder. Beyit:
Hak kulundan intikāmın yine abdiyle alır
Bilmeyen ilm-i ledunnu anı abd etti sanır
Faili oldur her işin abd elinden işlenir
Berr u ya bahr icre onsuz sanma bir cop deprenir610 610 Yusuf Bahri Efendi’ye atfedilen bu
beyitler Adil Bey nushasında şoyle kayıtlıdır
(s. 20):
Hak kulundan intikāmın yine abdiyle alır
İlm-i ledun bilmeyenler anı abd etti sanır
Her şeyin faili oldur abd elinden işlenir
Berr u bahr icre onsuz sanma bir cop deprenir.
Ve Allah Teala onu gamm-ı tabuttan halas etti. Binaenaleyh her ne
kadar ondan cıkmadı ise de, ilm-i ilahiden, Allah Teala’nın ona i’ta
eylediği şey sebebiyle, tabiat zulmetini yırttı.

… Ya’ni Fir’avn’ın havâssı, Mûsâ (a.s.)ı deniz kenârında bir ağaç altında
bulup da Fir’avn’a haber verdikleri vakit, Fir’avn o hazrete “Mûsâ” ismini
576 Hadîs-i şerîf için bk. Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXIX, s. 349; Beyhakî, Sünenü’l-
Kübrâ, IX, s. 206.
1296│ KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
verdi. Ve bu isim Mısır Kıbtîleri lisânında “su” ma’nâsına olan “mû’” ile
“ağaç” ma’nâsına olan “sâ” kelimelerinden mürekkebdir. Mûsâ (a.s.)ı hâmil
olan sandık deniz kenârında bir ağaç altında tevakkuf ettiği için Fir’avn,
o hazreti indinde bulunduğu “mû’” ve “sâ”, ya’ni “su ve ağaç” isimleriyle
tesmiye etti. Fir’avn zevâl-i mülkü havfiyle, etfâl-i Benî İsrâîl’i katletmekte
[251/25] olduğundan, bunun dahi etfâl-i Benî İsrâîl’den olması ihtimâline
binâen, katlini murâd etti. Velâkin Fir’avn’ın zevcesi Âsiye (r.a.) intâk-ı
Hak kabîlinden olarak “Bunu öldürmeyiniz; zîrâ benim ve senin için kurretü’l-
ayndir. An-karîb bize menfaati olur” (Kasas, 28/9) dedi. Zîrâ Allah
Teâlâ Cenâb-ı Âsiye’yi kemâl-i insânî için halketmiş idi. Nitekim (S.a.v.)
Efendimiz şu: ُ ‫ َو 􀇇 آ ِس َیةُ ْام َر 􀇇أة‬، َ‫ساءِ 􀇇 ِإ َّل َم ْر َي ُم ا ْبنَةُ ِع ْم َران‬
َ ِ‫ َو َما َك ُم َل مِ نَ الن‬،‫الر َجا ِل َكثِیر‬
ِ َ‫َك ُم َل مِ ن‬
‫ َو َخدِي َجةُ ِب ْنتُ ُخ َو ْيلِد‬،‫ َوفَاطِ َمةُ ِب ْنتُ ُم َح َّمد صلى هللا علیه وسلم‬، َ‫ع ْون‬
َ ‫ ف ِْر‬ya’ni “Erkeklerden birçokları
kâmil oldu. Ve kadınlardan ancak İmrân’ın kızı Meryem; ve Fir’avn’ın zevcesi
Âsiye; ve Muhammed (s.a.v.)in kerîmeleri Fâtıma; ve Hüveylid’in kerîmesi
Hadîce (radıyallâhu anhünne)dir.”577 hadîs-i şerîfinde onun hakkında
erkeklere mahsûs olan kemâl ile şehâdet buyurdu. İşte erkeklere mahsûs
olan kemâl için halkolunduğu cihetle Cenâb-ı Âsiye Mûsâ (a.s.) hakkında
Fir’avn’a “O, benim ve senin için göz nûrudur” dedi. Mûsâ (a.s.) Cenâb-ı
Âsiye’nin hakîkaten kurretü’l-aynı oldu.

… Ya’ni Hızır (a.s.), Musa (a.s.)a ikinci bir tenbih ve işaret olmak uzere
1316│ KELİME-İ MUSEVİYYE’DE MUNDEMİC HİKMET-İ ULVİYYE
rakib oldukları gemiyi deldiğini gosterdi ki, bu gemiyi delip ayıplı ve noksan
kılma keyfiyetinin zahiri tahrib ve helaktir; ic yuzu ve batını ise sağlam
gemileri gasbeden melik-i zalimin elinden bu gemiyi kurtarmaktır. Hızır
(a.s.) bu hark-ı sefineyi Cenab-ı Musa icin sandık mukābilinde yaptı ki, o
sandık deryada Cenab-ı Musa uzerine mutbak idi. Binaenaleyh Cenab-ı
Musa’nın mevzu’ olduğu sandığın zahiri helak ve batını ve ic yuzu necattır.
Zira bir tıfl-ı nevzadı bir sandık icine koyup denize atarak kendi haline
terketmek suret-i helaktir. Ve Cenab-ı Musa’nın validesi bu deryaya ilkā
keyfiyetini, gozunun onunde Cenab-ı Musa’yı bağlayarak boğazlar mulahazasıyla,
gāsıb-ı vucud-ı etfal olan Fir’avn’ın yed-i zulmunden havfen
yaptı. Ve bu fiili ile Allah Teala’nın kendisine ilham eylediği vahy ile icra
etti, halbuki bu işi ilham-ı ilahi ile yaptığını bilmez idi. Zira havatır-ı kalbiyyenin
rahmani mi, meleki mi, şeytani mi ve yoksa nefsani mi olduğunu
idrak muşkildir. Maahaza Musa (a.s.)ın validesi bu nur-i ilham ile kendi
nefsinde [251/46] oğlunu emzirir buldu. Ya’ni akıbet oğlunun deryadan bir
vech ile halas olarak bizzat ırza’ edeceği hakkında kendisinde zann-ı gālib
hasıl oldu. Fakat bir taraftan Fir’avn’ın onu, gozunun onunde katletmesi
havfi galebe ettiği icin Cenab-ı Musa’yı deryaya ilkā eyledi. Zira “goz gormezse
gonul katlanır” darb-ı meseli meşhurdur. Onu deryaya ilkā edince
onun gozunun onunde katlolması havfi ve ru’yet-i basar huznu ile mahzun
olması keyfiyeti zail oldu. Zira oğlunun helakini artık gozu gormeyecekti.
Velakin bir taraftan dahi Rabb’ine husn-i zannı sebebiyle, muhakkak Allah
Teala’nın oğlunu kendisine akıbet reddedeceği zannı onda gālib idi. Binaenaleyh
valide-i Musa, kendi nefsinde bu zan ile yaşadı. Bu, reca tarafı idi;
oğlunun helaki de havf ve ye’s tarafı idi; ve reca havf ile ye’se mukābildir.
Ve işte sandıkta deryaya ilkāsıyla ilham olunduğu vakit, bu reca ve husn-i
zandan dolayı dedi ki: “Belki bu benim oğlum o resuldur ki, Fir’avn ile
Kıbti’nin helaki onun eliyle vaki’ olacaktır.” Binaenaleyh kendi lehine bakarak
yaşadı; ve bu tevehhum ve husn-i zan ile mesrur oldu. Halbuki bu
tevehhum ve zan nefs-i emrde bir ilimdir.
…. Ya’ni Fir’avn’ın etfal-i Beni İsrail’i katlettirdiği esnada katilden sıyanet
kasdıyla, Cenab-ı Musa’nın validesi tarafından bir sandığa vaz’edilip, bu
Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi │1387
sandığın dahi deryaya atılmasının hikmetine gelince: Bu “sandık” Hz.
Musa’nın nasutu ve suret-i beşeriyyesidir; “onun sandığa ilkāsı”, ruhunun
sandık gibi olan cismine ta’likinin naziridir; ve “sandığın denize atılması”
dahi cism-i Musa’nın bahr-i ilme dalmasının misalidir. Zira nefs-i natıka-i
insaniyyeye ilmi veren şey nazar-ı fikri kuvveti ve havass-i hamse-i zahire
ve batıne kuvvetleridir. Bu kuvvetlerden ve bunların emsali olan kuvvetlerden,
bu nefs-i insaniyye icin hasıl olan şeyler hep bu cism-i unsurinin
vucudu sebebiyledir. (Fusûsu’l-Hikem Tercüme ve Şerhi)

You might also like