You are on page 1of 35

7- İSLAM DÜNYASINDA BİLİM (II)

FİZİK, KİMYA BİYOLOJİ

1
İSLÂM DÜNYASI’NDA FİZİK
 İslâm Dünyası’nda yoğun çalışılan bilim dallarından birisi de fiziktir.
 Teorik olarak iki fizik dalı gözde çalışma alanı oluşturmuştur: Mekanik ve
optik.
 Mekaniğin öncüsü İbn Sînâ, optiğin modern halini kazanmasını sağlayan ise
İbn el-Heysem olmuştur.
 Buna karşılık optiğin Doğu Dünyası’nda yaygınlık kazanması ise, İbn el-
Heysem’in izleyicisi olan Kemâlüddîn el-Fârîsi’nin çalışmalarıyla
gerçekleşmiştir.
 Mekanik biliminin Antikçağ’daki öncüsü Arkhimedes olmakla birlikte,
İskenderiyeli Heron’un mekanik çalışmaları da göz ardı edilemeyecek kadar
yüksek düzeylidir.
 Ancak İslâm Dünyası’nda mekaniğe ilgi duyulmasını başlatan problemler
Aristoteles’ten devralınmıştır.
 Aristoteles, değişim türü olarak tanımlayıp irdelediği hareket konusunda
oldukça yol kat etmiş olmakla birlikte, bazı ayrıntı noktalarında açmaza
düşmekten kurtulamamıştır.

2
 Aristoteles’e göre iki tür hareket vardı: Doğal ve Zorunlu.
 Bunlardan zorunlu hareket, sorunsuz bir biçimde açıklanabilmekteydi.
 Aristoteles, konuyu “Kuvvet uygulanmazsa cisimler hareket etmezler" ilkesine
dayanarak irdelemiştir.
 Problemi daha da ayrıntılandırmak için bir de “kuvvet uygulayanla uygulanan
arasında fiziksel bağ olmalıdır” gibi ek bir ilke daha benimsemişti.
 Buraya kadar sorunsuz çalışan kuram, fırlatılan nesnelerin hareketinde tam
anlamıyla açmaza düşmektedir.
 Eğer kuvvet uygulayan ile uygulanan arasında fiziksel bağ olacaksa, fırlatılma
durumunda bu bağ ortadan kalktığı halde nesne bir süre daha nasıl yol almaktadır?
 Aristoteles bu problemi çözmek için ek bazı tedbirler getirmişti.
 Buna göre nesne fırlatıldığında, kuvvet ortama aktarılmaktadır.
 Ortama aktarılan bu kuvvet fırlatıcıyla bağı kesildikten sonra da nesneyi bir süre
hareket ettirmektedir.
 Burada ise, nesnelerin neden bir süre sonra durduğu sorusu ortaya çıkmaktadır.
 Aristoteles’e göre bunun nedeni havanın veya ortamın direncidir.
 Eğer bu gerekçe doğruysa o zaman ortam veya hava hem cismi durduran, hem de
hareket ettiren olmaktadır ki, bu açıkça bir çelişkidir.

3
İBN SİNA (980-1037)
 İslâm Dünyası’nda da ana çizgileriyle benimsenen Aristo’nun açıklamaları, İbn
Sînâ’nın dikkatinden kaçmamış ve yukarıda değinilen eksiklik ve yetersizlikleri
giderecek bir şekilde yeniden düzenlenmiştir.
 Ona göre, bir nesne fırlatıldığında, fırlatıcıyla fiziksel bağı ortadan kalktıktan sonra
bir süre daha yol almasının nedeni ortama aktarılan kuvvet değil, nesneye
kazandırılan hareket etme isteğidir.
 Böylece hareket ettirici kuvvetin nesneye kazandırıldığı veya depolandığı yeni bir
anlayış geliştiren İbn Sînâ’ya göre, bu hareket etme isteği veya özgün adıyla kasri
meyil, nesnenin özelliğine göre farklılık göstermektedir.
 Yaptığı gözlemlerden hareketle, İbn Sînâ’ya göre, ağır nesneler daha kasri meyil
kazanmaktadırlar.
 Mantar ve taş parçasını aynı anda fırlatarak ve taşın daha uzağa düştüğü görülerek bu
durumu gözlemek olanaklıdır.
 İbn Sînâ, aynı zamanda kazanılan kasri meyilin süreklilik taşıdığını ve ortamın
dirençsiz olması halinde hareketin tükenmeyeceğini ve adeta sonsuza kadar devam
edeceğini belirterek olağanüstü bir öngörüde bulunmuştur.
 Böylece 18. yüzyıl fiziğinin temellendirebildiği eylemsizlik ilkesinin temelini
atmıştır.

4
 İslâm Dünyası’nda İbn Sînâ’nın bu açıklamalarıyla birlikte, ayrıca İbn
Bacce ve İbn Rüşd’ün yaptığı tartışmalar hareket kuramının Ortaçağ’daki
seyrini belirlemiş ve Batı Dünyası’nı etkileyerek Aristoteles’in hareket
kuramı üzerine değişik yorumların yapılmasına yol açmıştır.
 İbn Sînâ’nın bu kuramı daha sonra Latin Dünyasına girmiştir.
 Arapça “el-meyl el-kasrî" deyimi “inclinatio violenta” (hız eğilimi)
olarak çevrilerek Peter Olivi'nin yazılarında yer almıştır.
 Bu ifade şekli daha sonra John Buridan (ö. 1358) tarafından “impetus
impressus” (etkileyici itim gücü) şekline çevrilerek, modern fiziğin
momentiyle aynı olan kütle ve hızın çarpımı olarak tanımlanmıştır.
 Böylece bu konuda epeyce zaman ve çaba harcadığı sanılan Buridan,
fırlatılan nesneye aktarılan bu impetusun, atılan nesnenin kütlesi ve hızı
ile doğru orantılı olduğunu ileri sürmüştür.
 Buridan’a göre, impetus aynı zamanda yarı-kalıcı bir niteliktir.
 Dolayısıyla nesne bir kez devinime başlayınca, engellenene kadar
devinimini sürdürecektir.
 Buridan’ın tamamen İbn Sînâ’nın etkisinde kaldığı açıkça anlaşılmaktadır.

5
İBN EL-HEYSEM
 Ptolemaios astronomisine hem fiziksel hem de matematiksel yönde
itirazların ilki muhtemelen İbn el-Heysem‘den (965-1039) gelmiştir.
 İbn el-Heysem Makale fî’ş-Şukûk ‘alâ Batlamyus (Ptolemaios Üzerine
Şüpheler) adlı eserinde Ptolemaios’un kullandığı dışmerkezli
çembermerkezli modellerini eleştirmiş ve özellikle de equant noktasının
muntazam hareket noktası olamayacağını söylemiştir.
 Onun bu eleştirisi, Islâm astronomisini bir taraftan Ptolemaios
astronomisinin matematiksel yapısını yeniden kurgulamaya ve diğer
taraftan da bu matematiksel yapıyı fiziksel temele oturtma çabaları
yönünde geliştirmiştir.
 Ptolemaios astronomisine yapılan matematiksel itirazlar Doğu İslâm
Dünyası’nda en yüksek seviyesine erişmiş ve muntazam hareket ilkesine
ve İbn el-Heysem‘in ortaya attığı kurala uyan yeni gezegen modelleri öne
sürülmüştür.

6
 Ünlü bilim tarihçisi George Sarton’ın “bütün zamanların en büyük
optikçisi” olarak nitelediği İbn el-Heysem’in optik konusundaki katkıları
gerçekten olağanüstü olmuş ve bu disiplin gerçek kimliğine onun
katkılarıyla kavuşmuştur.
 Optiği doğa felsefesinin odağına koyan İbn el-Heysem, Kitâb e1-Menâzır
adlı dev yapıtında, doğrudan görme, yansımayla görme ve kırılmayla
görme şeklinde geleneksel olarak yapılanmış optik konularını modern
döneme kadar aşılamayacak şekilde detaylandırıp irdelemiştir.
 O, aynı zamanda renk, gökkuşağının oluşumu, karanlık oda vb. gibi
optik olgularını da bilim topluluklarının gündemine taşımıştır.
 Doğrudan görme konusunun temel tartışması ışığın kaynağı meselesidir.
 Buna göre temel soru şudur: “Görmeye yol açan ışığın kaynağı göz müdür,
yoksa nesne midir”?
 İbn el-Heysem öncesi tartışmalara göre, görmeye neden olan ışığın kaynağı
konusunda iki egemen görüş oluşmuştur.

7
 Birincisi daha çok matematikçilerin savunduğu ve aralarında geometrici
Eukleides ve ünlü filozof Platon’un da yer aldığı bilim ve düşün adamlarının
benimsediği ve ışığın kaynağının göz, hedefinin ise nesne olduğunu savunan
Gözışın Kuramı’dır. Modern dönem Batılı araştırmacıların “extramission”
adını verdikleri bu kurama göre, gözden çıkan ışık ışınları bir koni şeklinde
yayılırlar ve koni nesneye ulaştığında, görme meydana gelir ve göz o nesneyi
algılar.
 İkinci görüş ise başta atomcular olmak üzere Platon’un öğrencisi Aristoteles
ve onun izleyicilerinin savundukları Nesneışın Kuramı’dır. Modern dönem
araştırmacılarının “intromission” diye adlandırdıkları bu kurama göre, ışık
ışınları nesneden çıkmakta ve göze gelerek gözün nesneyi algılamasını
sağlamaktadır.
 Önce İbn Sînâ’nın sert eleştirileriyle karşılaşan Gözışın Kuramı, İslâm
Dünyası’nda taraftar bulamamış, ardından İbn el-Heysem’in matematiksel
kanıtlamaları ve fiziksel gözlem ve ayrıntılı deneyleriyle tamamen etkisiz hale
getirilmiştir.
 İbn el-Heysem’in Gözışın Kuramı’nı geçersiz kılan ve Nesneışın Kuramı’nı
haklı kılan kanıtlamaları üç önemli deney ve gözleme dayanmaktadır:

8
 Birincisi algı öncesi durumla ilgilidir.Eğer ışık gözden çıksaydı, örneğin
yıldızlar gibi uzak nesnelere baktığımızda onları görebilmemiz için belirli
bir zamanın geçmesi gerekirdi. Oysa gözlerimizi açtığımız her an uzaktaki
nesneleri görmekteyiz ve görmenin gerçekleşmesi için zamanın geçmesi
gerekmemektedir. Öyleyse ışıklar gözden değil, nesneden çıkmaktadır.
 İkincisi algı esnasında ortaya çıkan bazı durumlarla ilgili gözlemleridir.
Örneğin karanlık bir odaya tavanında bulunan küçük bir delik aracılığıyla
ışık girdiğini düşünelim, eğer ışıklar gözden çıksaydı, sadece tavandan
sızan ışık huzmesini değil, odanın tamamını görebilmeliydik. Böyle
olmadığına göre ışıklar gözden çıkmamaktadır.
 Üçüncüsü ise algı sonrası durumla ilgili bir gözlemdir. Örneğin bir ışık
kaynağına veya bir renge uzun süre baksak ve daha sonra bakışımızı başka
bir yere yöneltsek, bir süre daha o rengi algılıyormuş gibi oluruz. İbn el-
Heysem’e göre, ışıklar gözden çıksaydı gözümüzün ışık kaynağına baktığı
için kamaşmaması ve renk tarafından etkilenmemesi gerekirdi.
 Böyle olmadığına, yani kamaştığına ve etkilendiğine göre ışıklar gözden
çıkmazlar. Çünkü etkilenme dış bir nedenden kaynaklanır

9
 İbn el-Heysem böylece Gözışın Kuramı’nın geçersizliğini göstermekle,
ışık ve görme konusunda tek geçerli görüşün Nesneışın Kuramı olduğunu
ortaya koymuş olmaktadır.
 Bundan sonra da zaten tekrar Gözışın Kuramı'na dönüş olmayacaktır.
 Diğer optik konularından yansıma konusunu da ayna üzerinde deneysel ve
matematiksel olarak ele alan İbn el-Heysem, Eukleides, Heron ve Ptolemaios’un
görüşlerini daha da geliştirmiştir.
 O, bilim tarihine hızlar dörtgeni (paralelogram) adıyla geçen bir yaklaşım
getirmiştir.
 Bu yaklaşım, kendisinden sonra Galileo ve Newton tarafından bileşke kuvvet adı
altında hareket konusundaki problemlerin çözümünde kullanılmıştır.
 İbn el-Heysem' in bir diğer başarısı da, pencere panjurlarındaki küçük bir delik
boyunca gelen ışık üzerinden yaptığı deneylerle karanlık oda kuralını bulmasıdır.
 İbn el-Heysem, ışığın girdiği deliği daha küçük hale getirdiğinde, görüntünün daha
da netleştiğini görmüştür.
 Onun deneysel sonuçları, fotoğraf makinesindeki karanlık odanın keşfine giden
yolu açmıştır.
 Arapça Beyt el-Mazlum, Latinceye camera obscura (karanlık oda) olarak
çevrildiğinden, bugün de kullanılan kamera kavramı böylece yerleşmiştir

10
KEMÂLÜDDÎN EL-FÂRİSÎ
 İslâm Dünyasında optik konusundaki çalışmaların önemlilerinden birinin de İbn el-
Heysem’in çalışmalarını değerlendirmek ve daha yüksek bir düzeye çıkarmak için
uğraşan Kemâlüddîn el-Fârisî gerçekleştirmiştir.
 1320 yılında öldüğünü bildiğimiz el-Fârisî, Tenkih el-Menâzır adlı hacimli bir eser
kaleme almıştır.
 Bu çalışmasında İbn el-Heysem’in Kitâb el-Menâzır adlı çalışmasında ve diğer irili
ufaklı makalelerinde ortaya koyduğu görüşlerini bir bütün halinde açıklamış ve
yorumlamıştır.
 Doğu’da optiğin yaygın olarak yayılan bir disiplin haline gelmesi daha çok Tenkih
el-Menâzır aracılığıyla olmuştur.
 Ancak yoğun çeviri döneminin gerisinde kalmış olması nedeniyle, Batı'da ancak
XIX. yüzyılın sonlarında tanınmaya başlamıştır.
 Kemâlüddîn el-Fârisî’nin optik tarihine en büyük katkısı, bir optik olgu olarak
uzun yıllar üzerinde çalışılmasına karşın, oluşumu doğru bir biçimde
açıklanamayan gökkuşağının oluşumunu ilk kez doğru şekilde açıklamış olmasıdır.
 Bu açıklama Ortaçağ İslâm bilimin önemli bir başarısıdır ve o dönem biliminin
düzeyini gösteren seçkin bir göstergedir.

11
 Kemâlüddîn el-Fârisî, gözlem ve deney aracılığıyla ve geometrik yoldan
gökkuşağının oluşumunu açıklamayı başarmıştır.
 Kemâlüddîn el-Fârisî,deneyden elde ettiği bilgilerin yardımıyla damlaya giren her
bir ışının kaç yansımaya ve kaç kırılmaya uğradığını belirlemiştir.
 Buna göre tamamıyla doğru bir şekilde ışınlar, sırasıyla yalnızca iki kırılmaya, iki
kırılma ve bir yansımaya, iki kırılma ve iki yansımaya vb. uğramaktadırlar.
 Bu doğrultuda birincil gökkuşağı, Güneş ışınlarının yağmur damlalarında iki
kırılma ve bir yansımaya uğraması sonucu meydana gelmektedir.
 İkincil gökkuşağı ise, ise iki kırılma ve iki yansıma sonucu meydana gelmektedir.
 Böylece Kemâlüddîn el-Fârisî’nin gökkuşağının oluşumunu bütünüyle doğru bir
biçimde ve bugünkü anlamda açıklayabildiği anlaşılmaktadır.
 O, ikincil gökkuşağının renklerinin neden daha solgun olduğunu da belirlemiştir.
 Daha önce Aristoteles, ikincil gökkuşağının ilkinden daha soluk görünmesinin
nedeninin daha uzakta ortaya çıkması olduğunu belirtmişti.
 Onun bütünüyle yanlış olan bu açıklamasına karşın, Kemâlüddîn el-Fârisî, bu
durumun ışık ışınlarının uğradığı kırılma ve yansıma sayısıyla ilgili olduğunu
doğru bir biçimde belirlemiş olmaktadır: Işık ışınları çoklu yansıma ve kırılma
sonucu zayıflar ve görünmez olurlar.

12
 Ortaçağ İslâm Optiği’nin bu parlak başarısı, aynı dönemde şaşırtıcı bir
benzerlikle Batı’da da yinelenmiştir.
 Bu başarıyı gösteren bilim adamı Freibergli Theodoric’tir (1250-1311).
 Her iki kitabın (Tenkih el-Menâzır ve De iride) yazılış tarihleri yaklaşık
1304 ve 1310 yılları arasındadır.
 Şu halde birbirlerinden etkilenmiş olamazlar.
 O zaman bu eşzamanlı başarının altında yatan neden nedir?
 XIII. yüzyılın sonuna kadar gökkuşağının oluşumu doğru olarak
açıklanmamıştır.
 Ancak özellikle İbn el-Heysem‘in geometrik optikte sağlamış olduğu
başarıya bağlı olarak, konuya ilişkin bilgi birikimi oldukça artmış ve
problemin geometrik olarak ele alınabilmesi ve dolayısıyla da
açıklanabilmesi olanak dahiline girmiştir.
 Eşzamanlı başarının nedeni de her iki bilim adamının çalışmalarını İbn el-
Heysem’den edindikleri bilgilere dayandırmasıdır.

13
İSLÂM DÜNYASI’NDA KİMYA
 İslâm Dünyası’nda kimya çalışmaları Grek simyacılarının çalışmalarından yoğun
bir şekilde etkilenmiştir.
 Grek’te ortaya çıkan Yapısal Dönüşüm Kuramı İslâm Dünyası’nda da kabul
edilmiştir.
 Buna göre doğadaki bütün metaller, kükürt-cıva bileşiminden oluşmuştur.
 Öyleyse altın ve gümüş gibi değerli metaller daha az kıymetli metallerden elde
edilebilir.
 Yine aynı düşünce içerisinde el-İksir, yani mükemmel maddeyi bulmak da
Müslüman simyacıların amaçlarından biri haline gelmiştir.
 Kimya biliminin ilk tohumları da İslâm Dünyası'nda atılmıştır.
 İslâm Dünyası’nın ilk simyacısı Hâlid ibn Yezid’dir (ölümü 720).
 Halid’den sonra İslâm Dünyası’nda simya çalışmalarına yön veren iki önemli isim
olmuştur:
 Cafer Sadık (ölümü 765) ve onun öğrencisi Câbir ibn Hayyân (721-815).
 Cafer Sadık, hem kimyasal uygulamalarla kimyanın teknik kısmının gelişimine
katkıda bulunmuş hem de simya çalışmalarının gelişmesinde etkili olmuştur. Fakat
İslâm Dünyası’nda simyanın doruk noktası Câbir ibn Hayyân’dır.

14
CÂBİR İBN HAYYÂN
 Câbir İbn Hayyân (721-815) kuramsal ve deneysel araştırmalarla kimyanın
gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Câbir, Horasan’ın Tus şehrinde bir
eczacının oğlu olarak dünyaya geldi. Destekçisi olan Bermekî ailesinin 803
yılında saraydan uzaklaştırılmasından sonra Kûfe’ye taşındı ve orada öldü.
 Câbir, efsanevi bir kişilik olarak simyanın zirve noktasını temsil eder.
 Aynı zamanda pek çok kimyasal bileşiğin, kimya aletinin ve sürecinin
uygulayıcısı olarak modern kimyanın kurucusudur.
 Câbir, Doğu ve Batı’nın simya görüşlerini çok başarılı bir biçimde
sentezlemiştir.
 Aristoteles’i izleyerek dört unsur (toprak, su, hava ve ateş) kuramını ve bu
unsurların nitelikleri (kuru, ıslak, soğuk ve sıcak) olduğu görüşünü
benimsemiştir.
 Tüm simyacılar gibi Câbir’in önemli ilgi alanlarından biri de insana ölümsüz
yaşam sağlayabilen, değersiz tüm metallerden altın elde edilmesinde
kullanılabilen “el-iksir”dir.
 İksir elde etme ilkeleri ile altın elde etme ilkeleri aynıdır.

15
 Câbir’in modern kimyanın babası olarak değerlendirilmesine sebep olan çalışmaları ilk
kez kullanılan veya geliştirilen kimyasal işlemler, bu işlemlerin uygulanması sırasında
kullanılan aletler ve süreçler sonucunda elde edilen kimyasal bileşiklerdir.
 Söz konusu işlemler ve araçların kullanımıyla Câbir, “Su” genel başlığında çözücü
sular olarak adlandırılan nitrik, sülfürik ve hidroklorik asit gibi mineral asitleri
keşfetmiştir.
 Câbir aynı zamanda metallerin işlenmesi, çelik yapımı, kumaş ve deri boyaması,
dayanıklı kumaş yapımı, demiri korumak için vernik yapımı, altın üzerine yazı yazmak
için altın pirit kullanımı ve asetik asidin yoğunlaştırılması için sirke damıtılması, cam
yapımı tekniklerinin geliştirilmesi gibi kimya sanayi ile ilgili önemli çalışmalar
yapmıştır.

16
 Câbir tarafından kullanılan işlemlerin en önemlileri, buharlaştırma,
damıtma ve kireçleştirmedir.
 Buharlaştırma maddedeki farklılıkları ayrışabilir hale getirmektir.
 Damıtma, çözünebilir maddelerin özel bir düzenek ve özel araçlar
yardımıyla saflaştırılması ya da temizlenmesidir.
 Kireçleştirme ise, maddeleri yüksek dereceli ısı ile yakarak ve toz haline
getirerek bir metalde bulunan ve çözünmeyen maddeleri ayırmaktır.
 Câbir, yapmış olduğu araştırmalar sonucunda kimyada element görüşünün
oluşmasına yardımcı olmuştur.
 Ölçü ve tartı işlemleri üzerinde önemle durarak nicelik anlayışının
güçlenmesini sağlamıştır.
 Ayrıca geliştirdiği yeni aletlerle kimya teknolojisinin gelişmesinde önemli
rol oynamıştır.

17
İslâm Dünyası’nda Biyoloji ve Tıp Çalışmaları
 Ortaçağ İslâm Dünyası’nda biyoloji ve tıp çalışmaları, Aristoteles ve Galen
gibi Grek yazarlarının eserlerine dayanmakla birlikte, bu birikime
Müslüman araştırmacıların önemli katkılar yaptıklarını söyleyebiliriz.
 İslâm Dünyası’nda erken tarihli biyoloji çalışmaları ansiklopedik tarzda
eserlere dayanır.
 Bu eserlerde çeşitli hikâyeler ve hadisler de yer almaktadır.
 Bitkiler de tıbbi bakımdan ele alınmıştır.
 Daha çok at, deve, koyun gibi hayvanlar ele alınmıştır.
 Grek tıp eserlerinin çevrilmesinden önce İslam Dünyası’nda tıp bilgisi
geleneksel uygulamalar düzeyindeydi.
 Peygamberin önerileri önem taşıyordu (Peygamber Tıbbı).
 Çevirilerden sonra özellikle Galen’in görüşlerinin etkin olduğunu
görmekteyiz.
 Bu dönemde Câhiz, Zehrâvî, İbn Baytar, Demirî ve İbn Nefis gibi bilim
adamları yetişmiştir. Bunlardan sadece bazıları örnek olarak verilecektir.

18
ZEHRÂVÎ
 Endülüslü olan Zehrâvî (?-1013), İslâm Dünyası’nın en ünlü cerrahıdır.
 Bu konuda yazılmış özgün eserlerden birisi olan Tasrifle dönemin
cerrahi bilgileri verilmiş ve yeni yöntemler tanıtılmıştır.
 Bunlar arasında yaraların dağlanması, tecrübe edinmek için
canlı hayvanlar üzerinde ameliyatlar yapılması, kadavra teşrihi yer
almaktadır.
 Ayrıca ameliyatlarda kullanılan aletlerin resimlerinin de verildiği eserin
cerrahi ve son bölümleri Cremonalı Gerard tarafından Latinceye
çevrilmiş, daha sonra bu çeviri XV., XVI. Ve XVIII. yüzyıllarda
defalarca çoğaltılmış ve yaygılaşmıştır.
 Bu yönüyle Batı’da cerrahi sanatının gelişmesinde Zehrâvî’nin büyük
rolü olmuştur.

19
Abdullah bin Ahmed el-BAYTAR
 XIII. yüzyılın en önemli bitkibilimcilerinden olan İbn Baytâr (ölümü
1248) Endülüslüdür.
 Öğretmeni Nebâtî ile gezilere çıkmış ve bitki örtüleri üzerinde
incelemeler yapmıştır.
 Eyyubî hükümdarlarından Sâlih’e sunduğu iki önemli eseri vardır.
 Bunlardan ilki Kitâb el-Muğnî fi el-Edviye’dir (Basit İlaçlara İlişkin
Doyurucu Bilgiler).
 Burada hastalıklar harf sırasına göre düzenlenmiş ve her hastalıkta
kullanılacak olan ilaca ilişkin ayrıntılı bilgiler verilmiştir.
 Diğer eseri Kitâb el-Câmi’ li-Müfrede el-Edviye ve el-Ağdiye (Basit
İlaçlara ve Gıdalara ilişkin Bütün Bilgiler) adını taşır.
 Burada minerallerden, bitkilerden ve hayvanlardan yapılan ilaçlar
tanıtılmıştır.
 300’ü özgün olan 1400 ilacı içerir.

20
IBN NEFİS
 İbn Nefis XIII. yüzyılın ünlü hekimlerindendir.
 Şam’da Nurettin Zengî Hastanesi’nde ve Kahire’de Kalavun Hastanesi’nde
doktor olarak çalışmıştır.
 Galen’in kan dolaşımına ilişkin görüşlerine itiraz etmiş ve düzeltmiştir.
 Galen küçük kan dolaşımını verirken kanın kalbin sağ tarafından sol
tarafına kalpte bulunan bir delikten geçerek ulaştığını söyler.
 İbn Nefis ise yaptığı incelemelerde böyle bir deliği gözlemlemediğini belirtir.
 Onun belirlemelerine göre kalbin sağ karıncığına gelen kan akciğerlere gidip
temizlendikten sonra kalbin sol karıncığına gelmektedir
(Küçük Kan Dolaşımı).
 Onun bu buluşu, XVI. yüzyılda Michael Servetus (1511-1553) ve Realdo
Colombus (1516-1559) tarafından yeniden keşfedilmiştir.
 İbn Nefis’in eseri o dönemde Latinceye çevrilmiş ve 1547’de İtalya’da
basılmıştır.
 Servetus Arapça biliyordu ve olasılıkla bu eseri edinmişti.
 Colombus ise Padua’da tıp dersleri veriyordu.

21
İslâm Dünyası’nda Coğrafya Çalışmaları
 İslâm Dünyası’ndaki coğrafya araştırmaları da diğer bilimlerde olduğu
gibi, başlangıçta Hint ve İran etkisi altında gelişmiştir.
 Yapılan ilk çeviri İran tarihi coğrafyasına aittir.
 Daha sonra Mansur zamanında Sidhanta adlı eser Sanskritçeden Arapçaya
çevrilmiştir.
 Muhtemelen İslâm coğrafyasında çok kullanılan Yeryüzü’nün yedi iklime
bölümlenmesi de bu eserle birlikte ortaya çıkmıştır.
 Buna karşılık Memûn devrinde hiçbiri günümüze ulaşmamakla birlikte,
Ptolemaios’un Coğrafya'sının birkaç kez çevrilmesiyle Grek etkisi
başlamıştır.
 Coğrafya'nın elimize ulaşan tek Arapça çevirisi, Fatih Sultan Mehmet
tarafından Trabzonlu Amirutzes’e yaptırılan çeviridir.
 Bu çeviri Ayasofya Kütüphanesinde mevcuttur.
 Müslümanların coğrafya çalışmalarında Ptolemaios’un yanı sıra Strabon’un
Coğrafya'sı etkin olmuştur.
 Çalışmaların büyük kısmı betimsel ve fiziksel coğrafyaya ilişkindir.

22
 Bu tür eserlerin rağbet görmesinin bazı temel nedenleri vardır.
 Bunlardan birisi yönetime ilişkin kaygılardır.
 İslâm toplulukları hâkimiyetleri altına aldıkları ülkelerin sakinlerini,
dinlerini, sayılarını, vb. bilmek ihtiyacı hissetmişlerdir.
 İkinci önemli neden, eyalet yöneticileri ile merkez arasındaki hızlı
haberleşme gereğidir.
 Bu tür haberleşme örgütlenmeleri, Emeviler devrinde başlamış Abbasiler
döneminde başarıyla tamamlanmıştır.
 Böylece postacılar yolculukları sırasında mesafeleri, menzillerin konumları
gibi konuları kaleme alarak betimsel coğrafyanın temellerini atmışlardır.
 Diplomatik ve ticari raporlarla da betimsel coğrafya gelişmiştir.
 Yabancı ülkelere giden diplomatlar ticari amaçla görevli olanlar çeşitli
raporlar tutmuşladır.
 Bunlara seyyahların seyahatlerini kaleme almaları da eklenmelidir.
 Son olarak denizcilerin hikâyeleri de bu tür coğrafya eserlerinin ortaya
çıkmasında etkin olmuştur.

23
İDRİSÎ (1100-1166
 İdrisî (1100-1166) Sebte’de doğmuş ve öğrenimini Kurtuba’da tamamlamıştır.
 İspanya, Portekiz, Fransa, Güney İngiltere, Kuzey Afrika ve Anadolu’yu gezmiştir.
 1145’te Sicilya’daki Norman Kralı II. Roger’ın (1130-1154) hizmetine girmiştir.
 Böylece coğrafi bilgilerin Batı’ya aktarılmasında etkin bir rol oynamıştır.
 Burada Nüzhet el- Müştâk fi İhtirâk el-Alâk adında bir coğrafya kitabı kaleme
almıştır (1154).
 Roger’ın Kitabı olarak tanınan bu eser, aynı zamanda 70 paftalık bir Dünya haritası
da içermektedir.
 Roger'ın Kitabı, Ortaçağ İslâm Dünyası’nda genel ve sistematik coğrafya üzerine
yazılmış en kapsamlı eserdir.
 Eserde yer alan Dünya haritası, o dönemde bilinen dünyaya ilişkin en mükemmel
betimlemedir ve haritacılık tarihinde önemli bir yere sahiptir.
 Bu haritada Yeryüzü, ekvatordan kuzeye yedi iklim kuşağına ve bunları dik olarak
kesen on boylam çizgisiyle 70 parçaya bölümlenmiştir.
 Her bir parçada ülkelerin coğrafi özelikleri, madenleri, bitkileri, hayvanları, yolları
vs. ayrıntılı bir şekilde tanıtılmıştır.

24
25
İSLÂM DÜNYASI’NDA MEKANİK
 İslâm Dünyası’nda yapılan mekanik çalışmalar, geleneksel örneklerinde olduğu
gibi hava, boşluk ve denge ilkelerine dayanarak yapılmış otomatlardan
oluşmaktadır.
 Bu konuda kuramsal ve uygulamalı çalışmalar yapıldığı görülmektedir.
 Hava, boşluk ve denge konularında uygulamalı çalışanların başında, Benu
Musâ kardeşler gelmektedir.
 Buna karşılık boşluk konusunu kuramsal boyutuyla irdeleyen ise ünlü siyaset
bilimcisi Farabi olmuştur.
 Musâ Kardeşler, IX. yüzyılda Bağdat’da yaşamış Muhammed, Ahmed ve
Hasan adlı üç kardeştirler.
 Bunların üçü de Abbasi halifelerinden Memûn (813-833) döneminin en
tanınmış matematikçi, astronom ve fizikçilerindendirler.
 Gençliğinde yol kesen bir soyguncu olan Musâ İbn Şakir’in oğulları olan üç
kardeş, edindikleri servetlerini eski eserlerin araştırılmasında sarf etmişler ve
Grekçe yazmaların çevirilerinin hazırlanmasına yardımcı olmuşlardır.

26
 Bunlardan Ahmed, Kitâb el-Hiyel adlı eseriyle
Yunan çağında Ctesibios, Philon ve Heron‘un
başlattıkları çalışmaları sürdürmüştür.
 Kitâb el-Hiyel, hava, boşluk ve denge ilkelerini
temele alan yüz aracın ayrıntılı açıklamasını
içerir.
 Bu araçların yapımında sifonlar (düz, çift,
kıvrık), şamandıra yardımıyla valfın kontrolü,
hava kontrol mekanizması kullanılmıştır.
 Bu araçların yetmiş üçünü sihirli ibrikler, on
beşini suyun seviyesinin sabit tutulmasını
temele alan araçlar, yedisini fıskiyeler, üçünü
lambalar, birini kaldıraç, birini körük oluşturur.
 Bunlar Philon ve Heron’dan esinlenerek
kaleme alınmış olmakla beraber, çok daha
kapsamlı hale getirilmiş ve yeni düzenlemeler
eklenmiştir.
Bazı fıskiye örnekleri

27
EBÛ’L FETH ‘ABDURRAHMÂN EL-MANSÛR EL-
HÂZÎNÎ (1100’LER)
 İslâm Dünyası’nda denge üzerindeki çalışmalar, Benû Musâ bir tarafa
bırakılacak olursa, daha çok madenlerin, kıymetli taşların, suların saflık
derecelerini bulmaya yarayan Mizân el-mâ (Su Terazisi) adı verilen,
Arkhimedes‘in hidrostatik prensiplerine dayanılarak inşa edilmiş teraziler
üzerinde yoğunlaşmıştır.
 Bilindiği kadarıyla bu teraziler üzerine Sultan Sencer zamanında çalışmalar
yapılmış, fakat ilerleme kaydedilmemiştir.
 El-Hâzînî Sultan Sencer‘in himayesinde yaşamış ve Kitâb Mizân el­-Hikme
(Bilgelik Ölçüsü) adlı eserinde, su terazisini olağanüstü bir ölçü aracı haline
getirmiştir.
 “El-Mizân el-Câmî” (Toplayan Terazi) adını verdiği bu araç iki metre
uzunluğunda, iki santimetre kalınlığında bir tahta parçasından oluşmaktaydı.
 Hazinî’nin anlattığına göre bu terazi son derece dakik olup 4,5 kiloda 0,75
gramlık farkı gösterebilmektedir.

28
29
Cezerî
 Cezerî XIII. yüzyılda Anadolu’da yaşamıştır.
 Kitabından öğrendiğimize göre, Hicrî 577 (Miladî 1181)’den başlamak
üzere yirmi beş yıl, Diyarbekir Sultanı Sukmân bin Artuk‘un (1200-1222),
daha önce de babasının ve kardeşinin hizmetinde bulunmuştur.
 Cezerî, Sukmân bin Artuk‘un isteği üzerine Makine Yapımında Yararlı
Bilgiler ve Uygulamalar) adlı bir yapıt kaleme almıştır.
 6 kitaptan oluşan bu eser, eşit saatlerin ve Güneş saatleri, ibriklerin, kan
alma tekneleri ve abdest alma leğenleri, şekillerini değiştiren fıskiyeler,
suyu yukarı çıkarma gibi aletlerin yapımıyla ilgili bilgiler vermektedir.
 Cezerî’nin bu eseri incelendiğinde Antik Yunan’dan beri bilinen
hava,boşluk ve denge prensipleri kullanmak ve geliştirmek suretiyle çeşitli
araçlar yaptığı görülmektedir.
 Cezerî, hava ve boşluğa ilişkin kuramsal bilgi vermez, ancak araç
yapımındaki ustalığı konuyu ne kadar ayrıntılı bildiğini göstermektedir.

30
31
 Cezerî çeşitli otomatlar da yapmıştır.
 Grekçe kendi kendine hareket eden anlamındaki auto matos’dan gelen
otomat, kendiliğinden harekete başlayıp düzenli bir biçimde bir işi
gördükten sonra, yine kendiliğinden duran ve tekrar harekete geçebilen
araç demektir.
 Otomat tarihi çok eskilere uzanır, hatta insanla başlar denilebilir.
 Çünkü bu çalışmalar insanda, gezegen, Ay, Güneş ve yeryüzündeki
canlıların hareketini yapımsal olarak taklit etme tutkusuna dayanır.
 Başka bir deyişle bu, insandaki yaratıcı olma tutkusunun bir görüntüsüdür.
 İnsan çok eski dönemlerden başlayarak doğanın canlı olduğuna inanıyor,
sihir, büyü veya doğaüstü güçler yardımıyla onu harekete geçirebileceğini
sanıyordu.
 Mağaralardaki boyanmış taşlar, tuhaf figürler ve idoller bu isteğin en eski
işaretleridir.
 Nitekim Greklerden önce eski Mısır mezarlarında bulunan, kolları hareket
eden bebekler bu alandaki ön çalışmalar olarak kabul edilebilir.
 Daha karmaşık olanlarına ise, eski Mısır’da rastlanmaktadır.

32
 Grekler daha karmaşık otomatlar yapmışlardır.
 Daedalus’un uçan bir kuş ve bir labirenti koruyan, onun gerisinde aşağı
yukarı gidip gelen bir heykel yaptığı ve yine Tarentumlu Archytas’ın
(M.Ö. IV. yüzyıl) tahtadan bir kuş yaptığı, mekanik prensiplere uygun
olarak inşa edilen bu kuşun uçtuğu söylenmektedir.
 Roma döneminde de en önemli otomasyon, Sezar’ın ölümü sırasında
düzenlenmiştir.
 Sezar öldüğünde Roma halkı çok şaşkın ve çok huzursuzdu.
 Antonius (M.Ö. 83-30) cenaze merasimi konuşmasını yapmakla
görevlendirilmişti ve suikastçılara karşı halkı ayaklandırmak istiyordu.
 Sezar’ın 23 yerinden kan akan mumyasını hazırlattı ve geçit
töreninde gizli bir mekanizmayla onu yerinden kaldırıp bir tarafından
diğerine döndürttü.
 Bu tip çalışmalar İslâm Dünyası’nda da sürdürülmüştür.
 Ancak otomat çalışmaları Cezerî ile doruk noktasına ulaşmıştır.

33
 Mesela su saatleri, teknoloji tarihi açısından önemlidir. Cezerî bu tür saatleri oldukça
ayrıntılı bir biçimde, hassas yapmış ve betimlemiştir. Ayrıca ayrıntılı olarak
mekanizmaların yapımını vermiştir.
 Fil su saati Cezerî’nin en ünlü aracıdır. Sırtında kare biçiminde bir kürsü, kürsünün
köşelerindeki sütunlar üzerinde bir hisar, hisarın üzerinde küçük bir kubbe, kubbenin
üstünde de bir kuş bulunan bir fil şeklindedir. Hisarın filin başı yönündeki tarafında bir
balkon, balkonda oturan bir adam, adamın sağında ve solunda iki şahin, balkonun
sütunları arasında uzanan ve üzerine iki yılan sarılmış bir mil, kürsünün orta kısmında
bir yarım küre ve üzerinde elinde kalem tutan bir kâtibin oturduğu platform, platform
üzerinde 7 1/2 dereceye bölünmüş bir yay, filin boynuna oturmuş, sağ elinde halta sol
elinde sopa tutan bir bakıcı ve filin boynunun iki yanında iki vazo bulunmaktadır.
 Kâtibin kalemi, yarım saatte 7 1/2 dereceye gelince, kuş öter, deliklerden birinin yarısı
beyaza döner, balkonda oturan adam sağ tarafındaki şahinin gagasından elini kaldırır, sol
elini sol tarafındaki şahinin gagası üstüne koyar. Sağındaki şahinin gagasından, sağdaki
yılanın ağzına bir top düşer, yılan topu filin sağ omzundaki vazoya bırakır, filin seyisi
balta ile filin başına hamlede bulunur, sopalı sol elini kaldırır ve filin başına vurur. Top
filin göğsünden çıkar, karnında asılı bir çan üzerine düşerek ses çıkarır, böylece yarım
saatin geçtiği bildirilir. Kâtibin kalemi, derece işaretlerinin dışına gelir.
Bundan sonra aynı işlemler sol taraftaki şahin ve yılan için tekrarlanır. Bir delik
tamamen beyazla örtülür. Bu anda bir saat geçmiştir.

34
35

You might also like