You are on page 1of 5

SALAMİS ÜSTÜNDE BALONLA SEYAHAT

Zeynel Yeşilay
Yazı ve Fotograflar

Bir akşamüstü Gazimağusa Kültür Müdürlüğünden Arkeolog dostum


Enver Gürsoy bey ile telefonla konuşurken, bana “yarın Salamis üzerinde
balonla uçmak ister misiniz?” sorusunu yöneltti. Hiç tereddüt
göstermeden “Elbette, sevinirim” dedim. Fotograf makinalarımın pillerini
şarja koydum temizledim ve o geceyi heyecanlı bir bekleyiş içinde
geçirdim. Derler ya “Tilki uykusu” gibi yarım bir uykudan sonra sabahın
ilk ışıklarında kalkarak Girne’den yola koyuldum. Girne Lefkoşa yolu
erken saat olmasına rağmen araçlarla doluydu. Gönyeli kavşağından
Mağusa yoluna döndüm ve çift şeritli mükemmel yoldan Mağusa DAÜ yol
ayırımına kadar rengarenk tarlaların arasından geçerek ve fotograf
çekerek antik Salamis kentine vardım.

Henüz baloncular gelmemişti. Müze yetkilileri sabah kahvesi içiyorlardı.


Teklif ettiler hayır demedim. Mağusa’ya özgü sert çifte kavrulmuş sade bir
“oza” kahvesi içtim. Sonra baharın tüm renkleriyle sarmalanmış
Salamis kalıntılarının içine daldım ve daha uçmadan yüze yakın fotograf
çekmiştim bile.

Her adım attığımda bu tarihi alanda kimler yaşadı? Şu bastığım mermer


yolun üzerinden kimler geçti diye düşündüm. Bildiğim kadarıyla Salamis,
bronz çağı sonlarında Anadolu’dan adaya gelen kavimler ile Akalar
tarafından kurulmuştu. Son yıllarda televizyon ve sinemalarda izlediğimiz
Truva filminin antik çağda yaşanan meşhur Savaşının kahramanlarından
ve Salamis adası kralı Telamon’un oğlu Tefkros tarafından kurulduğunu
düşünebiliyor mu sunuz? Truva neresi Kıbrıs neresi.

Akdeniz’in en güzel adalarından birisi olan Kıbrıs’ta deniz kenarında


kurulan Salamis’in, hazır içinde dolaşırken, biraz antik tarihi hakkında
bilgi vermek isterim. M.Ö. 707 yılında Asur’luların, M.Ö. 560 yılında
Salamis kralı Evelthon’un ve M.Ö. 499’ da ise Fenikelilerin idaresine
geçtiğini söyleyebilirim. Bu dönemde ticaret ve diğer konularda bir
gerileme yaşanmıştır bu güzel kentte. M.Ö. 411 yılında Tefkros ailesinden
Evagoros’un, krallığı döneminde ise kent, İran’da yaşayan Perslere vergi
verir. Ta ki Büyük İskender dönemine kadar. Gerek Truva filminde, gerek
İskender filmlerinde gördüğümüz sahneler, milattan önceki dönemlerde
Salamis’te büyük bir şekilde yaşanmıştır.
Bu bilgileri verirken aynı zamanda fotograf çekmeye de devam ettiğimi
bilmelisiniz. Ada baharı erken yaşıyor. Bazı yerlerde Aralık ayında badem
ağaçlarının çiçek açtıklarını gördüm. İlk önceleri ada sarı lapsana
çiçekleriyle sapsarı bir görünüm kazanıyor. Daha sonraları diğer
renklerdeki çiçekler doğayı sarıyor. Zaten ada da yaz ve bahar mevsimi
uzunca yaşanıyor. Kış ise bir yerlere sıkışmış vaziyette varlığı yokluğu belli
olmadan geçip gidiyor. Deniz kenarında kış daha etkin bir şekilde
yaşanıyor. Rüzgar ve dalgaların kıyıda çıkardığı gürültü hele birde
yağmurla birleşince tamam diyorum bu kış. Girne’de tam deniz kenarında
oturduğum evimin içinde Kışı azgın dalgalar da yaşıyordum. Pencereden
içeri rüzgarın etkisi ile süzülen yağmur ve dalgaların kırıntıları benim kışı
yaşamamı sağlıyordu. Lefkoşa’ya doğru yola koyulup beşparmak dağlarını
aştığımda ise o korkunç kış gider yerini sakin bir ılık bir havaya bırakırdı.
Nitekim, böyle bir günde dağların üzerinden geçerken yağan kar yüzünden
yokuşu yavaş ve tedbirli çıkmak durumunda bile kalmıştım.

İşte böylesine bir bahar günü bu antik kentte dolaşarak fotograf


çekmenin keyfini ancak doğayı ve tarihi sevenler bilir. Balonun
gelmesinden önce kendimi çılgınlar gibi kentin antik sanatsal yapılarının
arasında bir o yana bir bu yana savurarak fotograflamaya devam
ediyordum. Peki İskender’in bildiğimiz ölümünden sonra Salamis’e ne
olmuştu? Salamis kenti en huzurlu dönemlerinden birini M.Ö. 294 yılında
Ptoleme krallığı zamanında yaşadığını ve başşehir olduğunu görürüz.

Şu anda bulunduğum sütunlu alan ve buradaki heykeller Roma


egemenliğinde yapılmış sanatsal yapılardan bir kısmıdır. En parlak
dönemini yaşayan kentin günümüze kadar gelen sanatsal yapıları bu
dönemden kalmadır. Tiyatrosunda Hamlet’ten bir oyun sahnelenirken,
milattan sonra 76 ve 77 yıllarında yaşanan depremleri ve arkasında 116
yılında yaşanan Yahudi isyanlarını gören seyircilerin ne kadar
üzüldüklerini içimde hissediyorum. İpek giysiler içinde sağa sola kaçışan
binlerce insanın zelzeleden yıkılan sütunların altında kalarak can
verdiklerini, birbiri üstüne yıkılan heykellerin nasıl kırılıp yok olduklarını,
zamanın acımasız yokedici gücünü ben bu yıkılan kırılan sanatsal yapıları
izlerken çok daha iyi görüyorum.

Romalılar zamanında Antakya vilayetine bağlanan kentin limanlarına


ticaret gemilerinin gelmesiyle ticaret gelişir ve Salamis’de bir canlanma
yaşanır. Ama tarih içinde tekrar deprem görürüz. 232 ve 342’ li yıllarda
yaşanan depremlerin kente büyük zarar vermesi üzerine Bizans
İmparatorunu Kostantinius kenti yeniden inşa ettirmiştir. Salamis o
günden sonra bu imparatorun adıyla anılmaya başlanır. Benim zihnimi
kurcalayan en önemli konulardan biride tarihin tozlu sayfalarında
kaybolan medeniyetler ve onların kurdukları şehirlerdir.
Mesela Bizans’ın üzerinde yaşadığı İstanbul şehri kendisini günümüze
kadar koruyarak ve geliştirerek gelmesine karşın, ne kadar yenilenmiş
olursa olsunlar bir Efes, bir Truva, bir Bergama, bir Salamis, Bir Babil bir
daha üzerinde yaşanmadan terkedilerek günümüzün antik sit alanlarını
oluşturmuşlardır.

647’ li yıllarda ki Arap akınları ve depremler nedeniyle bu kent tarihteki


yok olan antik kentler arasına karışmıştır. Peki ahalisine ne oldu diye
sorarsanız, ahaliside Mağusa kentine göç etmiştir. Salamis, gerek
depremlerle yıkılarak toprak altında kalan sanatsal yapıları ve gerekse
bitkilerin her tarafı kaplamasıyla kazı çalışmalarının yapıldığı zamana
kadar terkedilmişlik hissini doyasıya yaşamıştır. Denizden gelen rüzgarın
taşıdığı kumlar bitkiler, ağaçlar bu kenti daha da çok toprak altına
gömmüştür.

Ormanla deniz arasında kurulu olan kentin, hemen plajdan başlayarak


denizin altına doğru uzanan kalıntılarını dalıp görmek, sessiz derinlik
içerisinde gizemli hayellerle başbaşa bırakır sizleri. Bir güne sığdırılması
zor inceleme gezisini ben birkaç saatin içine sığdırmaya çalışınca epeyi
zorlandım. Saat 10.00 ‘da Doğu Akdeniz Üniversitesinde toplantım var ona
yetişmek durumundayım. Bu nedenle hızlı dolaşmam gerekiyor. Üstelik
henüz daha balona binmedim. Fotograf çekmeye hiç uygun olmayan
takım elbise kravat var üstümde. Koşuşturmaktan terledim. Ama bu kısa
süreli gezimde sizlere, Kıbrıs adasının en büyük antik tiyatrosunu, sur ve
limanını, spor alanını, hamamlarını, Agorayı (pazar yeri) , Roma villasını,
su sarnıcı ve deposunu, Kompanapetra ve Aya Epiphanios Bazilikalarını,
Zeus Tapınağını, Nikokreon anıtını gösterebilmek için bol fotograf
çekmemin gerektiğine inandığım için hızlı dolaşmak zorunda hissediyorum
kendimi. Maalesef bu saydığım yapıları sizlere, hayellerinizde tahayyül
ederek görmenizi tavsiye ediyorum. O zengin yapıların bugün sadece yıkık
dökük kalıntıları var ve bende sizlere ancak bunları sunabiliyorum.

Fotograflarını gördüğünüz bu yapıların gün ışığına çıkmasını sağlayan


kazıları gerçekleştiren Ankara Üniversitesi Kazı ekibi, her yıl yaz aylarında
bütçe imkanlarına göre Prof.Dr Coşkun Özgünel başkanlığında adaya gelip
kazı misafirhanesine yerleşince beni bir tatlı telaş alırdı. Çünkü mutlaka
gider dostlar arasında kalır onlarla birlikte kazı alanının fotograflarını
çeker, akşamda bir araya gelerak sohbet eder yer, içerdik. Aramızda
bulunan Şair İlter Yeşilay’ın okuduğu özellikle Kıbrıs’ta yazdığı Verigo
şiirini hayranlıkla dinlerdik. Ateş ve Volkan’ın yaptığı müzik eşliğinde geç
vakitlere kadar sohbet edip durur sonrada tertemiz misafirhanedeki
odalarımıza çekilir uyurduk.
İşte Mağusa Kültür Müdürlüğünden dostumuz Enver beyle böyle bir
günde güneş mozayığının bulunduğu yere yakın bir alanda denize girdik.
Salamis’in sessiz derinlerde kalan bölümünün sadece kıyıya yakın
kısımlarında fotograf çektim. Bir taş duvar gayet biçimli bir şekilde kıyıya
dik bir şekilde denizin derinliklerine doğru gidiyordu. Elimdeki kamera çok
uygun bir kamera değildi. Bu nedenle çok başarılı görüntü alamadım ama
bir tane örnek olsun diye koymak istedim. Bir gün gidip denizde ki
uzantısında Salamis’i incelemek ve fotograflamak isterim.

Bir gün hava sıcak belki 50 derece civarlarında. Türkiye Cumhuriyeti


Lefkoşa Büyükelçisi Sayın Aydan Karahan ile kazı alanında inceleme
yapmaya gittik. Sayın Özgünel hoca ve ekibi çalışmaktaydılar. Bizleri de
aldılar kazı alanını birlikte dolaştık. Yeni açılan yerleri, büyük bir
duygusal heyacanla uzmanları anlatıp duruyorlardı. Büyükelçi, Hoca,
DAÜ Rektörü ve diğer misafirler hayranlıkla bu anlatılanları dinliyorlardı.
Ben ise birşey kaçırmamaya çalışıyor ama bu arada da fotograf çekip bu
durumu tesbit ediyordum. Kanter içinde kalmıştım. Ama hem anlatılanları
kaçırmamıştım, hemde çok güzel fotograflar çekmiştim.

Yeni kazılan toprağın mis gibi kokusunu hissederek yüzyıllardan beri


toprak altında kalan eserlerin gün ışığı ile buluşmasını ilk defa bu heyetle
birlikte hissetmek inanılmaz keyif vericiydi benim için. Gerçi Türkiye’de
geçmişte kazı çalışmalarında bulunmuş ve fotograflar çekmiştim. Ama bu
sefer dolaştığım yer çok farklıydı. Bir adaydı sonuçta ve ada üzerinde
yaşayan insanların bıraktıkları yok olmaya yüz tutan eserlerini görüyor ve
fotograflıyordum. Özgünel Hoca, Büyükelçiye yapılan kazı hakkında
verdiği bilgileri hepimiz dikkatle dinliyorduk. Türkiye Cumhuriyeti
yıllardan beri bu arkeolojik kazıyı madden destekliyordu. Benim Kıbrıs’ta
çalıştığım 4 yıllık dönemde Salamis kazısı bütçesi benim projelerimin
arasındaydı. Bundan bir fotograf sanatçısı olarak büyük bir zevk duymuş
ve her yıl imkanlar ölçüsünde bütçesini arttırarak çalışmalara destek
olmaya çalışmıştım

Her gittiğimde kendimi o tarihi sit alanının görkemine kaptırıp o günlerde


yaşamayı hayal ederim. Benim, üzerinde gittiğim taş yollardan kimbilir
kimler gelip geçti. Antik tiyatrosunda hangi toplantılar yapıldı, hangi
oyunlar sergilendi? Acaba tarihten bildiğimiz isimler Heredot, İskender,
Sezar, Klopetra, Lala Mustafa Paşa burada bulunmuşlar ve yaşamışlar
mıydı? Şu heykeli sanatçısına kim ilham oldu, Poz verdi? Güneş mozayığı
kim yaptı ? neden bu ismi aldı. Limana hangi gemiler yanaştı? Ne yükler
indirildi, yüklenildi. Bu soruları ben hep kendime sorar ve hayalimde de
cevabını o günleri yaşayarak vermeye çalışırım. Bilmem sizlerde bu
duyguları yaşar mı sınız?
Tiyatronun basamaklarına tırmanıp üst seviyeye çıktığımda balonun sarı
çiçekler arasında yere açılmış bir vaziyette durduğunu ve ekibin şişirme
çalışmasına başladığını gördüm.Tarihin gizemli sayfasının yaprakları
arasında dolaşmam bitmiş birazdan bu ölümsüz eserleri kuş bakışı görme
aşamasına gelmiştim.

Tiyatronun üzerinde dolaşarak uygun açılardan balonun şişirilme


aşamalarını tek tek kareledim. Her açıdan ve her yönden bu olayı
fotoğraflamak arzusu bana büyük bir zevk veriyordu. Hele lapsana
çiçeğinin sarı renkleri arasında balonun konumu görülmeye değer
güzellikteydi. Enver bey balonla bir iki uçuş denemesi yapılacağını ne
zaman istersem hazır olduğunu söylemesi üzerine ben biraz sonra binmek
istediğimi, balonun havada olduğu zamanda yerden birkaç kare almak
istediğimi söyledim. Ve balona ilk önce bir iki kişi bindi bende onları
yerden çeşitli açılardan çektim. Binme sırası bana gelmişti. Oldukça
yüksek olan sepete pilotların yardımıyla bindim. 1970’li yıllarda
Kapadokya’da “Gabriella” isimli bir balona binmiştim. Yıllar sonra ilk defa
bu heyecanı yeniden yaşıyordum.

Balon Antik kentin üzerinde yükseldikçe heyecanım daha da arttı. Çünkü


daha önce birçok defa geldiğim bu eşsiz kentin, hep insan boyu
seviyesinde gördüğüm eserlerini, bu defa daha yukarılardan görüyordum.
Tiyotroyu, gökyüzüne doğru yükselen pırıl pırıl sütunları, yolları ve
gördüğüm her kalıntının durmaksızın fotoğrafını çekiyor, çekiyordum.
Kah tiyatronun üstünden, kah yol üzerinden, kah sütunlarla birlikte
derken sürem doldu. Yavaşça kalktığımız yere indik. DAÜ’deki toplantıya
yetişecek kadar bir süre kalmıştı.

Size bu görüntüleri yansıtmamı sağlayan balon ekibinden pilot Derya


hanıma, Argun beye, Salih beye, Mustafa beye, Beyzade beye , bana bu
imkanı haber veren, balonla uçmama ve bu güzel görüntüleri çekmeme
vesile olan Enver beye ve bir fincan kahvelerini içtiğim Salamis müzesi
yetkililerine özellikle Fatma Midem Hanıma teşekkür ederek, gökyüzünden
fotografladığım tarihin içinden ayrıldım.

You might also like