You are on page 1of 51

Gel ey Leylâ,

gel ey candan yakın


canan uzaklaşma!
Senin derdinle
canlardan geçen
Mecnun'la uğraşma

Celâl Bayar, İstiklâl


Marşı’nın kabulünü
anlatıyor

'4'uncu ve İstiklâl Marşı'nın


m\ yıldönümünde

¡{jFWmmAsmA
Ahmet Kabaklı, Mehmet
Kaplan, Cemil Meriç, Ayhan
Songar, Erol Güngör,
Necmettin Hacıeminoğlu,
Emin Işık, Ahmet Güner,
Ertuğrul Düzdağ, İhsan
Toksarı, M. ilyas Subaşı, Ayla
Ağabegüm, İsa Kocakaplan _
ve Abdülkadir Hayber’in J
değerlendirmeleriyle...

NECİP FAZIL:
O ERLER Kİ
BU S A Y ID A
Necip Fazıl
Kısakürek:
Değerli okuyucu,
Bu ay sîzlere, bir "özel sayı” itinası içinde ÂKİF'i
O E R L E R K İ.. sunuyoruz. Özel sayılar mesele getiren sayılardır. Dergi­
ler, özel sayılarla, bir sanat olayını bir şahsiyeti, bir
kültür vakıasını afişe ederek, toplumun dikkatlerini
Doğumunun 110’uncu ve onun üzerinde yoğunlaştırırlar. Özel sayı ile getirilen
istiklâl Marşı’nın kabulünün 62' mesele, dergi açısından, ülke ve toplum için hayati bir
nci yıldönümünde... değer taşır. Dergi,özel sayısına konu teşkil eden vakıa
ile toplumun o gününe mesaj sunar. Mevzuu ile birbi­
MEHMET AKİF’İN rine tekabül eden yanlarını vurgular.
Mehmet Âkif de, Türk Edebiyatı nazarında, şahsi­
HATIRASINA yeti, hayatı ve eseri ile 80’ler Türkiyesi'nde değerlendi­
rilmesi gerekli mesajlar sunacak bir İsimdir, Onun için
• Ahmet Kabaklı doğumunun 110’uncu ve İstiklâl Marşı'nın kabulünün
(Kaybolan ümit yahut Leylâ) 62'nci yıldönümlerini vesile ederek, Âkif çevresinde
• Cemil Meriç V bir özel sayı düzenledik.
V Gerçekten de Âkif, koskoca bir İmparatorluğun
(İki düşman kardeş)
gün baiımını görmüş, o koca yurttan bir vatan parçası
• Ayhan Songar MEHMET ÂKİFİN kurtarabilmek için milletçe girişilen mücadeleyi bütün
(İstiklâl Marşının psikanalizi)
ŞAHSİYETİNDEN ÇİZGİLER heyecanıyla yaşamış, yeni düzen arayışlarını inkisarla
• Erol Güngör takip etmiş ve içinde yaşadığı cemiyetin bütün mesele­
(Âkifin yeri neresidir?) • M.Cemal Kuntay’m kaleminden
lerine ma’kes olmuş yaralı bir yürektir.
• Necmettin Hacıeminoğlu T ürk insanı, halen Âkifin hayatından kesitler yaşa­
(Gönlümüzde yaşayan Âkif) AKİF’TEN HATIRALAR makta, O'nun Safahat'ta tartıştığı meselelerle boğuş­
• Eşref Edip’ten maktadır. OsmanlI'nın çözülüşü, Türkiye'nin kendini
• Ertuğrul Düzdağ
(“Umar miydin” şiiri nasıl yazıldı?) arayışları, sosyal bunalışların kökünde yatan sebepleri,
ÂKİF ÜZERİNE GÖRÜŞLER yabancılaşma vakıası, aydın halk kopukluğu, Akif'ten
• Ayla Ağabegüm
(Âkifin manzum hikâyeleri) Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai bu yana hiçbir neslin gündeminden çıkmamış, bugün
Karakoç, Süleyman Naziften... bizim de yorumlamaya çalıştığımız, sebeplerini ve çıkış
• İsa Kocakaplan yollarını tartıştığımız meselelerdir.
(İstiklâl Marşı’nın tahlili) Âkifin Osmanlı göçerken duyduğu azap, bizim
• M.Mehdi Ergüzel AÇIK OTURUM nesillerimize "Büyük Devlet özlemi" olarak yansımış
(Âkifin hayatı, eserleri gibidir. Âkifin büyük bir öfke ve acı tufanı İçinde anlat­
ve bibliyografya) * Prof. Dr. M ehm et Kaplan
tığı “Mülk-i İslâm’ın viraneliği" bugün Hilâlin toparlanı-
(Asım ve Çanakkale
• Dr. Alemdar Yalçın nışının ve yeni çağa söz söyleme iradesinin
şehitleri)
(Meclis’te Âkif) muharrikidir. Sırtındaki küfe ile safahat’a giren çocuk,
* İhsan Toksan bugün sayıları bir hayli kabarmış olarak bu memleketin
• Abdülkadir Hayber (Akif ve Islâm) derdidir. Evden kaçanları, köprü altında sabahlayanları
(ÂkiPte hiciv) * Emin Işık da bir fazlası...
• Muhsin İlyas Subaşı (Akif ve Gençlik) Demek, bugünün hiçbir meselesi Akif'ten kopuk,
(SAFAHAT: Çağımızın * Ahmet Güner Akif'in yabancısı değil, işte bu özel sayı, Akif'te bir ken­
didaktik romanı) (Â kifin Mesajı) dimizi arayıştır, 80’ler Türklyesinin fikir, kültür ve sanat
• Dr. Mecit Bumin meselelerini. Akif'le birlikte tartışmaktır.
(Mehmet Âkifin cenazesi Âkifin hayatını, hatıralarını, düşüncelerini, şahsi­
Celâl Bayar Meslis'te İstiklâl
ile birlikte bir hatıra; yetini, içinde yaşadığı dünyayı veren açık oturum,
Marşı'nın kabulünü anlatıyor. makale, inceleme ve değerlendirmelerde günümüze
ı n iMnuın » » uzayan ışıklar bulacağınızdan eminiz.
Yeni sayılarda buluşmak dileğiyle, sîzleri dergi­
SANAT GÜNLÜĞÜ AKİF'TEN ŞİİRLER nizle başbaşa bırakıyor, saygılar sunuyoruz.
• İstiklâl Marşı
• Bülbül
• Leylâ A h m e t T a ş g e tir e n

S a h ib i: T ü r k E d e b iy a t ı V a k f ı A d ı n a : A hm et KABAKLI
Y a z ı iş le r i M ü d ü r ü : A h m e t T A Ş G E T İR E N

E d e v a tı Y a y ın M ü d ü r ü .
T e k n ik S o r u m lu :
S . S e rv e t K A B A K L I
A buzer DÖKER
• Millî Kültür Vakfı
Dr. Nevzat Atlığ ve Korosuna şeref
Herayınilk id a r e Y e r i: N u r u o s m a n iy e C a d . 1 7/1 C a ğ a lo ğ lu /İS T A N B U L

armağanı verdi. günleri T o l: 2 2 8 4 6 3

• Yugoslavya’da Türk Şiiri İstanbul'da D iz g i-B a s k , İHLÂS MATBAACILIK ve DAĞITIM A.Ş.


İSTANBUL Tel: 20 97 82,
Antolojisi yayınlandı. yayımlanır
• Nezih Demirtepe fotoğraflarını O öndO TİUn ya zıla r, basıl« ın vaya basılm asın lada ad ilm az. Y azışm a A d ra a lm lz: P K .2
sergiledi. S lr k s c l/ İS T A N B U L
HAZIRLAYAN: Sevgi KILIÇ
D a ğ ıtım : G A M E D A
O ERLER Kİ... O erler ki- gönül fezasındalar,
Toprakta sürünme ezasındalar.

Yıldızları teşbih teşbih çeker de,


Namazda arka saf hizasındalar.

İçine nefs sızan ibadetlerin,


Birbiri ardınca kazasındalar.

Günü her dem dolup her dem başlayan,


Ezel senedinin imzasındalar.

Bir ân yabancıya kayşa gözleri,


Bir ömür gözyaşı cezasındalar.

Her rengi silici aşk ötesi renk;


O rengin kavuran beyzasındalar.

Necip Fazıl Ne cennet tasası ve ne cehennem;


Kısakürek Sadece Allahın rızasındalar.
Fotoğraf: Enver KARAKOÇ
Tiirk Edebiyatı İMART

Ahmet Kabaklı

Kaybolan ümit yahut Leylâ


M illî Mücadele’mlzin manevî lideri
Mehmed Akif, bilindiği gibi Çanak­
kale ve istiklâl Savaşı’nın da sesidir.
Bu sözü şunun için söylüyorum:
imânlı olmak dolayısıyle “ istiklâl”e
inanmıştır. Türk’ün istiklâli, Akif'te ve “Mısır’a gitmeden önce yazdığı
o zaman inananların gözünde “islâmın Leylâ, Â kifte beliren karamsarlık
kurtuluşu”dur. yağını haber vermektedir. Leylâ,
Bunun için Mehmed Akif, Kur’ân’ Âkif in, uğrunda nice yorulmalar­
damda aldığı ilhamla, ümitsizlik, yeis dan, çırpınmalardan sonra, nihayet
ve karanlığı kınamaktadır. "Âtiyi karan­ en çok “yaklaştım, vardım” san­
lık görerek azmi bırakmak/Bilmem ki ölüm
dığı bir anda, kendisinden uzaklaş­
var mıdır ondan daha alçak" demektedir.
Dostu Süleyman Nazif’e çok yakın tığını, kaçtığını gördüğü idealine
olan “zafer”e inanmadığı için kızmak­ olan yürek parçalayıcı hasretini
tadır. “istiklâl Marşı”nda: anlatmaktadır.”
"Doğacaktır sana vâ’dettiğl günler Hak’
kın
Kim biiir belki yarın, belki yarından da
yakın."
müjdeleri saçmaktadır.
Kısacası Akif, istiklâl savaşı
boyunca “zafer’’e en fazla inanmış ve Arîza” şiirinde görebiliriz: kadar nasıl gidersin be karınca!
bu inancı milyonlarca vatandaşı ile "Mamûre-i dünyâyı dolaştıysa da yer yer Varamazsın...
dindaşına telkin etmiş adamdır. İstik­ Son son: "Hadi sen kumda biraz oyna..’’ - Varamazsam da hiç olmazsa yolunda
lâl Marşının ana fikri iki kelime ile demişler. ölürüm ya.
söylenebilir. Akif, Mısır’da çalışıyor ve eKmek
“imân ve ümit” parası için ikâmet ediyordu. Türkiye’ A k if'in Mısır’daki inzivası, ıstırabı
Düşman’ın denize dökülüşü ile de kalsa ya karakterinden, fikirlerin­ işte bu sebeptendir. Bir milletle
istiklâl Savaşı kazanılır; fakat İslâm’ın den ve idealinden geçerek küçülmek beraber Kâbe’ye yönelmişken, o
kurtuluşu henüz çok uzaklardadır. veya işsiz kalmak durumunda yolda yalnız kalmanın kendisine
Zafer’den sonra başlayan yeni poli­ olacaktı. "Varam azsın a karınca!’’ denilmesinin
tika tutumları ise, Şair’imize bu Tabiî açlıktan beter acılar da vardı. kederidir. Bu hal, ümit ve azim şai­
“kurtuluş”tan büsbütün uzaklaşıldığı O, Bedir arslanlarına benzettiği rine tüketen ve söndüren karamsar­
korkusu ve acısını verir. 1922’den iti­ Mehmetçik’in kurtardığı Türkiye’nin lığı g e tirm iş tir. “ Hiç olmazsa
baren bu ıstırap onu pençesine alıp güçlü İslâm âlemine öncü olarak “ehli yolunda ölürüm” ya diyerek topar­
eritmeye başlar. LEYLA şiiri o acıların s a lîtfin bütün çılgınlık küstahlık ve lanmaya çalışıyor. Ama o da kolay
lirik tonda ve timsâli (alegorik) tarzda sömürmelerine dur dediği... Ve Kılıç değildir.
ifadesidir. Arslan gibi, Batı’yı yeniden hayran 1932 Nisan’ında, genç arkadaşı
işte bunun için 1923 Ekim’inde bırakacağımız günlere dönük bir M ahir Iz’e M ıs ır’dan yazdığı
Abbas Halîm Paşa’nın davetini kabul yüce hayalin şairi idi. mektupta:
ederek Mısır’a gider. Erişilmez manevî güçler, benzersiz “Zihnim perişan, gönlüm harab,
1923-1936 arasında, bazı aralık­ samimi gayretler ve Türkçenin en elim işe varmıyor, hiçbir inşirah his­
larla, Mısır’da oturmaktan yani nefis mısraları ile kendini adadığı bu setmiyorum, bütün maneviyatım
Türkiye’ye olan hasretinden dolayı dâvada, misilsiz hizmetine rağmen, harab” demektedir.
üzgündür. Mısır’a gidişi elbette key­ kendisini karınca gibi nâçiz ve cılız Ye’s ve kederi bütün “Safâhât”
finden veya “şapka giymemek” gibi bir “ hizmetkâr” sayıyordu. Mısır’dan ında hicveden adam, çekilen bir
çok basit sebeplerden değildir. bir dostuna yazdığı mektuptaki fotoğrafındaki "yere serilm iş gölgesi­
Memleketinin batış sancılarını ve “hacca giden karın ca” fıkrası çök ne” imrenmekte “ o saadetten” yani
kurtuluş ümitlerini ömrü boyunca mânîdardır: toprak olmaktan bile “ mahrumum
terennüm etmiş bir istiklâl Marşı Karıncaya sormuşlar: ben" demektedir:
Şairi için yurdundan uzak olmak ne - Nereye gidiyorsun böyle? "Çöz de artık yüküm ün kör düğüm
demektir! - Hacca gidiyorum demiş. olmuş bağını
Bu öldürücü ruh hâlinin istihzâya - Sen bu cılız gövdenle, bu çöp Bana çok görme İlâhî bir avuç
ve mizaha bürünmüş acısını: “Bir bacaklarınla, İstanbul’dan Hicaz’a toprağını."
Türk Edeblualı MART

Verimliliği ile tanıdığımız Mehmed M ehm ed Akif'teki hayal kırıklığını ÂKİF’TEN


Âkif, Mısır’da bu tedirginlik bu hasret anlatmak için, yukarıda saydığımız
ve “ideal çökertilmesi" yüzünden diğer şiirleri de dikkatle okumak gere­ HATIRALAR
(1923-1936) pek az şiir yazabilmiştir. kir. Bu arada, “gayeden dönme”nin
Hepsini "Gölgeler" (7. Safahat) da top­ aşağılatıcı, küçültücü haysiyetsizli­
ladığı: ğini dile getirişi bakımından "Hüsam
Fir'avnla Yüz yüze (1924) Vahdet Elendi Hoca” şiirini de gözden geçirelim:
(1924), Gece (1925), Hicran (1925) Sec­ Sultan, Hüsam Efendi Hoca adlı
de (1925) Hüsam Efendi Hoca (1925) Bir “mesnevî-hân”ın, saraya yaklaşmaz, MEHMET AKİF TEREKESİ
(Ariza |1929| Ne Eser Ne Semer (1929) v s kaside, övgü söylemez, devletlilerden
adlı bu şiirlerin hepsi de Âkif in o za­ hiçbir şey istemez bir merd insan Ölümünde terekesi muhtasardı: Bir kat
mana kadar yazdığı sosyal muhtevalı, olduğunu işitmiş. Bendelerini gönde­ esvap, yep yeni bir şapka (hayatında tek
ümit ve kavga şiirlerinden ayrı özlerve rerek onu ısrarla saraya çığırmışsa şapkadır.), bir mavzer tüfeği ve bir İstiklâl
madalyası (bu ikisini ilk Büyük Millet Mec­
özellikler taşımaktadır. da, Hüsarn Hoca, aldırmamış, sarayın
lisinde aza iken almıştı.), yastığının altında
Bu şiirler umumiyetle ferdî, lirik, semtine bile uğramamıştır. bir kaç lira, bir fakfon saat.
mutlaka bedbin, pişman, yıkık duygu­ Bir gün, sarayın yakınından geçer­ Çalınmasına, meşin bir kordonun mâni
ları söyler. Hepsi de dolaylı ve ken, kapı kulları, Hoca’yı görüp, “Geti­ olduğu saat.
rumuzlu konuşan, acılı, istihzalı, “tim­ relim mi?” diye sultana haber verirler. Bu saat çok mühimdi. Kendi, verdiği
sali nitelikte" şiirlerdir. O da “çağırın!” deyince koşup önünü sözü bu saatle tutar; sizin beş dakika geç
Bunlardan Mısır’a gitmeden önce keserler: kaldığınızı da bu saatle isbat ederdi; ve bu
yazdığı Leylâ, Akif’te beliren karam­ saatin yanlış olduğunu söyliyemezdiniz:
sarlık çağını haber vermektedir. Leylâ, Yeni cami ayarıydı.
Akif’in uğrunda nice yorulmalardan, Efendimiz bizi gönderdi çok selâm ediyor;
MISIR’DA EV EŞYASI
çırpınmalardan sonra, nihayet en çok "Görüşmek istiyorum, kendi istemez mi”
“yaklaştım, vardım” sandığı bir anda, diyor. Eşya namına odasında birkaç kanape, iki
kendisinden uzaklaştığını, kaçtığını Uzun değil ki saray, işte dört adımlık yer: demir ayak üzerinde konulmuş birkaç tah­
gördüğü idealine olan yürek parala- Hemen dönün gidelim, hiç düşünmeyin bu tadan ibaret karyola vazifesini görür bir
yıcı hasretini anlatmaktadır: sefer! şey, bir hasır seccade, bir çift nalın, bir divit,
Dönün ricâ ederiz. bir de duvarda Hikmet Beyin Efganistandan
Hayır! Şarkın, o hodkâm olmayan - Dinleyin, sabırlı olun; gönderdiği bir seccade. Bu seccade lüks sayı­
Ben, ellibeş senedir teptiğim yegâne lırdı. Fakat o, en kıymettar bir hediye idi.
Mem ûn-ı nâ-kâmın Üstad evden eve taşındığı zaman geceleri
Bütün Dünyada bir Leylâ'sı var; âtisi yolun.
taşındığını söylerdi. Konu komşu eşyasını
Is'âmın. Henüz sonundan uzakken tükendi gitti
görmesin diye.
ömür;
Gel ey leylâ. gel ey candan yakın cânan Tutup da bir geri döndüm mü yandığım
gündür..." NEYZEN İN AKİFİ AĞLATMASI
ı zaklaşma!
Senin derdinle canlardan geçen Mecnutı'-
“Ne Eser ne Semer” adlı şiirinde ise Mütareke zamanında idi. Bir gün Sebilür-
la uğraşma! reşad idarehanesinde üstadla oturuyorduk.
Düşün; biçarenin en kahraman, en gürbüz Mehmed Âkif, “Eşek ölür semeri kalır,
Neyzen Tevfık çıkageldi. Üstbaş perişan,
evlâdı. insan ölür eseri kalır" atasözümüzü ala­ selâm vererek içeri girdi. Şöyle bir tarafa
Kimin uğrunda kurbandır ki doğrandıkça rak, kendisi de eser sahibi bir şair sıfa- yıkıldı. Çok sarhoştu. Biraz geçtikten sonra
doğrandı? tıyle, bu sözün boşluğunu yanlışlığını rakı dolu matradan bir kaç yudum aldı.
dile getirmektedir. Fakat artık işba' haline gelmiş, bir yudum
Şu yüzbinlerce sönmüş yurda yangınlar Üzüntü ve karamsarlığının hangi bile içecek hali kalmamıştı.
veren kimdi? raddelerde olduğunu, bu en açık halk Biraz sonra matradaki rakıdan avucuna
Şu milyonlarca öksüz, dul, kimin boynun- gerçeğini reddetmek tavrından dahi boşalttı.
kolayca anlayabiliriz: Kolonya gibi yüzüne gözüne, başına, saç­
dadır şimdi? larına içirmeğe savaşdı.
Kimin boynundadır serden geçip berdâr Nihayet neyini alarak üstadın oturduğu
olan canlar? “Hadi toprakta silinmez bir izin var, ne koltuğun önünde, üstadın dizi dibinde yere
Kimin uğrundadır Leylâ, o makteller, o çıkar oturdu, üflemeğe başladı. O halde muhrik
zindanlar? Bağlı oldukça telâkkiye hakîki değeri? bir taksim yaptı.
Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen Dün beyinlerde kıyamet koparak "hikmet i Baktık, üstadın gözlerinden sessiz sessiz
ey Leylâ al yaşlar dökülüyordu. Neyzen bunu görünce
Görün bir kerrecik ye s etmeden Mecnûn u Bugünün zevkine sor; beş para etmez Neyi bıraktı. Üstadın boynuna sarıldı. Saka­
ciğeri! lından, yanaklarında öpmeye başladı.
istilâ... Öptü, öptü...
Gündüzün başları üstünde gezen "şahe­
Cemâatler kölendir. Kâbe'ler haclen... Gel serin Biz bu manzara karşısında mebhut kal­
ey Leylâ, Gece, şayet araşan mezbeledir belki yeril dık. Üstad neye ağladı? Neyin hazin sesine
İsteyen almaya baksın boyunun ölçüsünü, mi? Neyzenin bu haline mi? Anık ne bizim
Gel ey candan yakın cânan ki gaiplerde­
Geri dur sen ki. peşîmân, atılanlar ileri. sormamıza lüzum vardı, ne onun
sin hâlâ. söylemesine!
Bu nâzın elverir Leylâ! İn artık in ki Şimdi ne vakıf Neyzeni görsem bu levha
bâlâdan 0 ne çok bilmiş adamdır ki: gider sessizce hatırıma gelir.
Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda Ne esermiş ne semer, kimsenin olmaz
Mevlâ'dan” haberi."
Türk Edebiyatı | MART

Cemil Meriç “ Ölçülerin altüst edildiği bir dünyada yaşıyo-


---------------------------------- - ruz. Fikret, tırnaklarının ucuna kadar aristok­
rattır. Başka deyişle Avrupa’nın ölçülerine göre
halis bir “ sa ğ ” . Âkif ise iliklerine kadar
halktandır. Yani aynı ölçülere göre “ soP'un
kendisi. N e var ki, her iki şâir de Batıdan yanlış
aktarılan “ hödükçe” sıfatların yüzde yüz
dışındadırlar."

ik i d ü ş m a n k a r d e ş
Fikret ile Akif.Türkçenin bu iki büyük şairi eserle­ mut Kemal’in “Son Asır Türk Şairleri’ nde çok sığ üç beş
rine epigraf yaptıkları mısralarla bütün iç dünyalarını satır... Süleyman Nazif'in Akif’i anlatan kitabı dostça ve
dile getirirler. Fikret, benliğini bir küçük burjuva anarşis­ oldukça isabetli. Bununla beraber o da Akif’in gerçek
tine yakışacak bir gururla yüceltir: kişiliğini belirtmekten uzak. Ne garib... Âkif için yazılmış
Kimseden ümmid-i feyz etmem, dilenmem perr-ü- en güzel kitap halâ Kerim Sadi’nin imzasını taşıyor
bâl (1964). Kerim Sadi, Akif’e eğilirken ideolojik saplantılar­
Kendi cevvim, kendi eflâkimde kendim tairim dan kurtulmasını bilmiş. Aynı zat, hayatının büyük bir
İnhina tavk-ı esaretten girandır boynuma kısmını Fikret’i yazmağa adamıştı. Ölünceye kadar eserini
Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şâirim. bastıracak bir yayın evi bulamadı. Türk basınında son
Bu isyânı hangi hayâl kırıklığı zehirleştirmişti? Bile­ aylarda görebildiğim en değerli yazı sol bir dergide
meyiz... Bildiğimiz şu ki, dünya edebiyatında pek az şair yayımlanmış. Ufak tefek yanlışlıklarına rağmen dürüst
bu kadar toplum, hatta insanlık dışı kesilebilmiştir. Sanki ve oldukça isabetli (Bilim ve Sanat, sayı 26, Güngör F.
konuşan içli bir sanatçı değil şeytan’ın kendisi. Tüzün). Yazar, belki bütün peşin hükümlerden sıyrıla­
Şimdi de Akif’i dinleyelim: mamış. Ama çevresindeki bir çok peşin hükümleri de
Bana sor sevgili kaari, sana ben söyleyeyim bombardıman ediyor. Çoktandır hasretini çektiğim
Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım dürüst ve efendice bir yazı.
Bir yığın söz ki samimiyeti ancak hüneri Evet, buhranlar içinde kıvranan toplumumuz Âkif
Netasannu’ bilirim çünkü, ne sanatkârım, den bir çok dersler alabilir ve almalıdır da. Âkif, Cevdet
kendini silen ve gururundan soyunan bir tevazu. Evet, Paşayla başlayan Tunuslu Hayreddin ve Sait Halim
Akif için şiir samimiyettir. Taine’nin dediği gibi “Sanat Paşalarla devam eden bir düşüncenin son büyük temsil­
bir çığlıktır.’’ Çok kerö acı, arada bir ümit dolu bir çığlık, cisidir. Ondan alacağımız derslerin başında çoktandr
ölçülerin altüst edildiği bir dünyada yaşıyoruz. Fikret, kaybettiğimiz bir fazilet var: insaf. Ben, Akif’i Fikret’ten
tırnaklarının ucuna kadar aristokrattır. Başka deyişle çok severim. Ama her iki şair de ülkemizin barındırdığı
Avrupanın ölçülerine göre halis bir “sağ”. Âkif ise ilikle­ milyonlarca “ecsad” arasında ihtişamla parlayan temiz
rine kadar halktandır. Yani aynı ölçülere göre “sofun birer nesildir. Âkif, Fikret aleyhindeki yazılarını “Safahat”-
kendisi. Ne var ki, her iki şair de Batıdan yanlış olarak a almamak efendiliğini göstermiş. Keşke Sultan Hamit’le
aktarılan “hödükçe” sıfatların yüzde yüz dışındadırlar, ilgili hicviyesine de o güzel eserde yer vermemiş olsa idi.
ikisi de bir yıkılış döneminin bütün ızdıraplarını yaşayan “Safahat”, Türk dilinin en mükemmel ve en dolu kitapla­
ve gönülleri kendi ülkelerinin meseleleriyle dolu birer rından biri. Akif ise, mistik hülyâlardan uzak, tam birasr-ı
Osmanlı. Aradaki mizaç farkları daha çok yetişme tarzla­ Saadet müslümanı. Fikret, nasıl sosyalist değilse Âkif’de
rından, aile çevrelerinden gelir. Fikret, politikacıların gerici değildir. Bu iki düşman kardeşi sevgiyle bağrımıza
kaleminde bir sosyalist olarak yüceltilmiş; Âkif ise basmak ve bir yıkılış çağının kaçınılmaz çelişkilerinden
muhafazakârların bayrağı olarak alkışlanmıştır. Fikret’te kurtulamadıkları için suçlamak küstahlığına kapılma­
sosyalizmi ifşa edecek tek mısra bulmak kabil değildir. mak bugünkü nesillerin en esaslı bir görevi. Akif, şairdir.
Âkif sömürgeciliğe bütün gönlü ile düşman, ilerici ve Ama yaşadığı kıtanın tarihini bütün derinlikleri ile bilen
samimi bir sanat adamıdır. İnsanları kaypak klişelere ve dertlerini ömür boyu kendi derdi olarak haykıran ezelî
hapsetmek sadece cehaletimizi ifşa eder. Günümüzün bir düşünce adamıdır da. Batının her kepazeliğini yücel­
Türk aydını gönlünü tutuşturan korkunç ve içinden çıkıl­ ten, kendi insanlarında hiçbir çelişkiye tahammül ede­
maz meselelerin cevabını Âkif’de arayabilir. Şair, tufana meyen gafil bir neslin veballerinden kurtulmağa
yakalanmış bahtsız bir toplumu gemisine çağıran bir çalışmalıyız. Âkif de, Fikret de, Yahya Kemal de, Necib
nevi Nuh Peygamber. Tezad hayatın kanunudur. Herkes Fazıl da bu ülkenin en mümtaz ve en asil kalemleridir.
aldanabilir. Yalnız o büyük vatan evladı hiçbir zaman Allah bizi içine düştüğümüz bu masoşizm girdabından
yalan söylememiş ve kimseyi hataya sürüklemek iste­ bir an önce kurtarsın. Şiir bahçesi muhteşem çiçeklerle
memiştir. Ne garibtir ki “Safahat” dilimizin en çok oku­ donanmış. O çiçeklerin dikenlerine takılmayıp ıtırlarını
nan şiir kitabı olduğu halde Âkif hakkında verilen zevkle koklamak, yapraklarını sevgiyle okşamak ve
hükümler halâ gülünç ve çocukçadır. “ İslâm maziyi değerlendirirken günümüzün politika çamuruna
Ansiklopedisinde Akif’i anlatan bir makale yok. Mah­ bulanmamak hem şuurumuz, hem haysiyetimiz için en
Türk Edebiyatı MART
selametli yoldur. Akif’i bütün buudlarıyla tanımak için demiş. Ama bu beyti söylemek hakkı herkesden çok
kitabını elimizden düşürmemeliyiz. Fakat bir mabede Akif’dedir.
girer gibi saygı ile ve sevgiyle eğilmeliyiz o sayfalara. Evet. Akif’i dertlendiren umumi hüzün yalnız kendi
Akif, her an tazedir. Zekâsı, sezişi ve imanıyla kördüğüm tarihinden yükselen ıstırap sayhaları değil bütün maz­
olmuş bir çok meseleyi aydınlığa kavuşturacak bir vic­ lum milletlerin, bütün İslam dünyasının maruz kaldığı
dandır Akif. Her namuslu insanın yol arkadaşı ve insafsız istismar faciasıdır. Emperyalizm hiçbir zaman
düşünce tarihimizin kilometre taşlarından biridir. Hiçbir Akif kadar müthiş bir düşman tanımamıştır. Akif hem bir
şairimiz sömürgeci Avrupanın kepazeliklerini onun ülkenin sesidir, hem de bütün bir kıtanın... Bu çığlığa
kadar isabetle sergilememiş ve hristiyan medeniyetinin kulaklarımızı ve gönlümüzü açık bulundurmazsak hata­
kangranleşmiş yaralarını gözler önüne sermemiştir. larımızın sonu gelmez. “Safahaf’i okuyun. Hem sonsuz
Namık Kemal: bir zevk duyacaksınız hem de bir çok hakikatlere aşina
olacaksınız. Hem bir edebiyat şöleni hem de bir iman
Bâis-i şekvâ bize hüzn-ü umumidir, Kemal tazelemek. Akitlere belki her zamandan çok bugün ihti­
Kendi derdi gönlümün billah gelmez yâdına. yacımız var.

Nurettin T opcu’dan

AKİF VE ASIM
Safahat’ın yaradılış tarihinde tesir yapan sanat yor. Sanatkâr devrini kurtaracak olan ideal genci
eserleri Yeni camii, Süleymaniye ve Fatih camii sahneye çıkarıyor. Âsım’ın şahane heykelini yapı­
gibi ulu mabedler, bir de Osmanlı musikîsidir. Biri yor. Hakikatte bu hayâl ettiği kendi gençliğidir. Esa­
plâstik, öbürü fonetik mahiyette olan bu iki unsuru sen Asım şairin bulunduğu yaşın olgunluğu ile
çıkarırsanız bir taraftan Akif’in nazmını ebedî kılan birleştirip yaptığı kendi gençlik heykelidir, kendi
muhkem direkleri yıkmış, öbür taraftan şair’in ızdı- idealinin heykelidir.
rabındaki lirizmi öldürmüş olursunuz. Bunlara Sanatkâr Âsım’daki şahsiyet olduğu halde kendi
Mısır’ın Ehramları ve “ Karnak” larıyla Kur’ân’ın dışında bir Asım arıyor. Asımlar arıyor. Acaba ken­
mûsikîsini de ilâve etmek lâzımdır. disinden sonra hayatta Âsım’lar gözüktü mü? İtiraf
edelim ki Asım ruhunun mirasına sahip bir gençlik
s. 78. yetiştiremedik. Âsım’ın nesli başladığı yerde son
buldu. Cemiyetimizde ilim ve irfanıyle inkılâp yapa­
**0 nu n ifadesi üç hârikanın terkibi mahsulüdür: cak olan Âsım'ın yerinde hep siyaset ve muvaffaki­
Bin yıllık tarih, bizzat kendi ruhunun fezâya çekilmiş yet nimetleri kovalayan, dünya varlığına minnetli,
kılıcı andıran Süleymaniye’lere nazire bir beden ve kuvvet karşısında zebun yaşayan çelimsiz iradeli,
bir de Allah kitabı." birbirlerine güvenemeyen bir gençlik görüyoruz.
Âsım’da görülen; üzerinde durulmaya değer
s. 78 hâdise bu kitapta Akif’in sanat için sanat yapma
dâvasının yer almış olmasıdır. Bu eserde Akif
nazımla oynar, şiiri şakrak terennümlerinden zevk
B izim realitemizde başlayan eser, böylece İlâhi alır.
idealizm ile nihayete erdi. Kâh dua, kâh isyan eti, Aşk kendisine yeten sanatın dünyasında dolaşır
kâh ümit ve teselli sundu ve nihayet sonsuzluğun gibidir. Hayattan kaçan sanatkâr sanatına sığına­
kapısını çalarak ruhun selâmetini ondan diledi. cak zannedilir. Sanki hayatı bırakarak sanatı
sevmiştir.
s. 71-73 Başından sonuna kadar nazım tekniğinde maha­
ret ve hüner vesikası olan bu eser, Akif’in “Gülistân”ı
“- Ya Nebî şu halime bak!
veya “ Mesnevf’sidir. Çanakkale destanı, şiir
Aşk ile isyanın, sevda ile duanın birleştiği bu
sanatında aşılmaz zirve olmuş insan ideali Sadî ile
muhteşem sahne ruh ile tabiatın çarpıştığı yerde
islâmın ruhunu sonsuzluktan temâşa edilen bir Mevlâna’dan sonra bir defa daha sanat ve hikmetin
kalemi ile abideleştirmiştir. Bu kitapta en bayağı
âbide haline getirmiştir.
realizim en cesur idealizim ile kucaklaşıyor. En
(.........) kaba tasvir sahneleri, en ulvî hayallerle başbaşa
A sım ” A kifin sanatında bir merhaledir. Onda durmaktadır. Maharetli bir nazım mimarisinin
birinci devrenin idealizmi yeni bir dâvayı doğrulu­ üstünde yer yer hayal saltanatları yükseltilmiştir.
s. 86-88)
Türk Idehiuau MART

Mithat Cemâl Kurıtay-Mehmet Âkit

 kif in şahsiyetinden çizgiler


ÇIĞLIĞIN VİRTUOSE’U lar yüreyerek te gelirdi. Bu karda, tipide ver de ben bu türlü anlam ayım . Benim
yaya yürünülen mesafeye ben şaştıkça verdiğim sözün şiddetli bir lodosa bile
A kifin kuru hayatında m addî tek bir A kif de benim hayretim e şaşıyordu: taham m ülü yoktur!
tad yoktu. K arakterinin katılığile hayatı­ “ Gelmemem için kar, tipi kâfi değil, - Ben böyleyim!
nın kuruluğu birleşti; her hazdan mahru­ vefat etmem lâzımdı. Ç ünkü geleceğim Dedi.
miyeti, bu dünyevî çıplaklık O nu diye söz vermiştim.” - Ben de böyleyim!
mermerleştirdi; heykel adam dininin ve İn san ların birib irlerin e verdikleri dedim.
vatanının huzurunda, donm uş bir dalga­ sözün bu kadar korkunç bir şey olması o Bu vak’adan sonra Ona söz vermekten
nın vecdi içinde, kaskatı yaşadı, öldü: gün beni ürküttü.. korktum . Dediğim gibi O nun gözünde
V atan ve din imanı. - Âkif, dedim; sen eğer verilen sözün ne karayel fırtınası, ne diz boyu kar
Bütün büyük duygular gibi bu iki mânâsını bu türlü anlıyorsan bana izin “ mazereti m eşrua” değildi.
iman cinnetti. Bunda hesap, m antık,
zekâ yoktu. Bu, m akul değildi; güzeldi.
Çünkü imandı.
A kif teren n ü m ü n değil, çığlığın AKİF’TEN HATIRÂLAR...
“ virtuose” udur.
Bayrağı için ölen adam ın yüreğindeki
cemiyet imanı gibi; yabancı bir erkekle ■
bir kadının çifleşmesini nikâh mukavele­
sinin mistik kudreti içinde alenileştiren,
Arkadaş Çocukları
güzelleştiren mâşer imanı gibi A kifin
imanı da izah edilemediği için güzeldir.
Eşref Edip-Mehmed Âkif
Basiretten bile daha güzel bir tek şey sonra mazeretler bularak yemeklerden
vardır: Büyük im anların körlüğü. B a y ta r mektebindeyken, sınıf arka­ sonra gitmeye başladım: Evin ıztırabı o
daşı “Haşan Efendi"yle Akif o kadar derece belliydi.
A K İF İN NAMUSU dosttu ki birbirlerine söz veriyorlardı, Bir cuma Akif'in evinde sekiz çocuk
ileride çoluk çocuk sahibi olurlarsa, öle­ buldum. Teker teker çok sevimli olan
Âkif için kelimelerin mefhumu tek, bu nin çocuklarına kalan bakacaktı. çocuklar bir araya gelince ne manzara
mefhumların rengi tekti. Renkler kalın Bunu bana anlattığı sıralarda Âkif alırlar, malûmdur. Evde sekiz kişilik bir
çizgilerle ayrılmıştı. Birinin nerede başla­ genç ve Haşan Efendi, yaşlı olmakla kıyamet kopuyordu. A kif’in beş çocu­
yıp ötekinin nerede bittiği belli plm ıyan beraber dinçti: Baytar mektebindeki bu ğuna katılan bu üç çocuğun komşudan
ve bir m efhuma girmiş iki renk onun fazilet mukavelesinin tatbikine çok vakit gelmiş ufak misafirlerolduğunu zannet­
dünyasında yoktu. Bir işin “ takriben” vardı. İçimden güldüm. Kendi kendime tim ve ertesi cuma bu çocuk gürültü­
düşünüyordum; “ Mektepteyken insan­ süyle artık karşılaşmam sandım.
liği onun gözünde yalan kadar çirkindi.
lar, umumen, seciye kahramanıdırlar; Fakat her cuma sekiz çocukla sofada
“ K ırm ız ı” ya “ p e m b e ” d iy o rsa n ız
fakat yaş ilerleyip de insan hayata aynı kıyamet kopuyordu. Akif de buna
cürümdü. Ona dörtte gidecek de dördü karışınca...” katlanıyordu: Bu üç çocuğun gelişi,
on gece gitmişseniz geç kaldığınız bu on Akif: Akif'in çocuklarına da fazla hürriyet
dakika kabahatti. Bundan, O kocaman - Ne düşünüyorsun? vermişti.
bir nam us mefhumu çıkarıyordu. Ben de Dedi. Bir cuma, sofada, çocuklardan birinin
bu iriyarı nam usa bazan kızıyor, bazan - Hiç. yanağını, hıncımdan çimdikler gibi sıka­
gülüyordum . T reni k açıram azd ın ız: Dedim. rak, Akif'e sordum:
Nam usa mugayirdi. Aradan yıllar geçti. Meşrutiyette, Bay­ - Kim Bu yavrular?
tar Müdürü Umumîsi,Abdullahı, Ziraat Akif cevap vermedi.
Meşrutiyetin ilk seneleri, bir cuma,
Nazırı, derecesini indirerek, başka yere Odaya girince, bu üç ıztırabını, bu
adam boyu kar yağdı. O gün A k ifin haz
kaldırdı. Akif, onun muaviniydi; öfkele­ misafir çocuklannı Âkifle takılarak tebrik
etmediği şeyler işlemedi; A raba, tram ­ niyordu: “Abdullah Bey Mon Pelyede ettim. A kif’in yüzü değişdi:
vay, şimendifer ve vapur.:. Ç apa’daki ziraat okumuştu. Ona karşı bu haksızlık - Misafir çocukları değil, benim
bizim eve o gün sütçü, ekmekçi gibi reva mıydı?" Bu öfke o kadar şiddetliydi çocuklarım!
adamlar bile gelmediler. Öğle yemeğin­ ki, anlıyordum, kendine ait olmıyan bu Dedi.
den sonra biz hâlâ ekmekçiyi beklerken haksızlıktan Âkif kendi aleyhine bir Üç beş haftada üç çocuğu nasıl
nihayet kapı çalındı; fakat... A kif Bey netice çıkaracaktı. Nasıl ki, ertesi gün, olurdu?
gelmişti! Bıyığının yarısı donm uştu. Ziraat Nezaretindeki memuriyetinden - Haşan Efendi öldü de...
istifa etti. Dedi; ve bu çocuklar, kim evvel ölürse
Şaşırdım. Nasıl geldiğine hayret ettim:
Beylerbeyindeki evinde kendi yağile hayatta olanın bakacağı çocuklardı,
“ Beylerbeyinden nasılsa Beşiktaş’a bir kavruluyordu. O sırada, Ona, her cuma, rahmetli Haşan Efendinin çocukları.
vapur işlemişti” . ‘Bu kadar mı?” dedim. sabahtan gidiyordum: Kitap okuyor­ Fakat Âkif bu çocuklardan daha
Tabiî ki bu kadardı. Ve tabiî ki Beşiktaş’ duk. Sabahtan gittiğim için de öğle güzeldi: Mektepte verdiği sözü hâlâ
tan Ç apa’ya işliyen bir şey yoktu; ancak yem eklerine ondaydım. "istifa"dan unutmıyan bir çocuk.
bunu sorm ağa da lüzum yoktu; çünkü
Beşiktaş’tan Ç apa’ya bu havada insan
Türk Edebiyatı MART

A hm et Kabaklı: Muhterem Efendim bugün


size hem oğlunuzun vefatı üzerine başsağlığı
dilemeye geldik, hem de lütfederseniz İstiklâl
Marşımızın kabulünün 62. ve Akif'in doğumu­
nun 110. yıldönümü münasebetiyle Türk Edebi­
yatı Vakfı olarak hatıralarınızı ve görüşlerinizi
almağa geldik.
İstiklâl Marşı kabul edilirken Ankara’
daydınız nasıl olmuştu anlatır mısınız? Siz o gün­
lerin yaşayan en önemli temsilcisiydiniz...
Celâl Bayar: Hükümet olarak bir İstiklâl Marşı­
mızın olması lüzûmuna karar vermiştik. Bunun
için de müsabaka ilân ettik. Müsabakaya birçok
kimseler iştirak etti. Daha sonra Mehmet A kif in
de müsabakaya iştirak ettiği öğrenilince, bir
çokları yazdıkları şiirleri, verdikleri halde geri
aldılar. Yalınız Bursa Mebusu Muhiddin Baha
Bey o da şairdi aynı zamanda Hukukçuydu, işti­
rakte ısrar etti. İki metin üzerinde yarışma oldu.
Mecliste okundu. Okuyan Hamdullah Suphi
Bey’di.Yani Akif kendi şiirini dahi kürsüye çıkıp
okumadı. Hamdullah Suphi Bey malûm iyi bir
hatipti. Herkes onun okumasını istedi. Bu müsa­
bakayı da o ilân ediyordu. Aynı zamanda da
Maarif Vekiliydi. Fakat neticede hakem meclis
idi. Okudu. Tabi herkes heyecanla dinledi. Mec­
lisin kararıyla reye kondu, ittifakla kabul edildi.
Böyle oldu.
Akif kendisi de orada idi. Fakat böyle, başı
öne eğik, sakin sakin dinledi. Gözümün
önündedir.
Asıl bu şayan-ı dikkat olan meseledir: Müsa­
bakaya dahil olanlar haylice kalabalıktı. Akif’in
de iştirak ettiğini görünce geri aldılar. Yani “biz
onun yanında müsabakaya girem eyiz”
dediler.
A. Kabaklı: Karabekir Paşa’da İstiklâl Marşı
yazmış efendim, o müsabakaya girdi mi?
C. Bayar: O ayrıdır efendim. Meclisle alâkası
yok.
Marş okundu, hepimiz heyecanlandık ve
kabul ettik. Hatırlarım. O vakit dahi Akif'in eski

CELÂL BAYAR halini, o mütevazi halini hiç değiştirmediği


gözümden kaçmamıştır.

İSTİKLÂL A. Kabaklı: Efendim Mehmet Akif Taceddin


Uergahı’nda otururmuş o sırada. Pek çok da ziya­
rete giden olurmuş. Zatıaliniz ziyarete gitmiş
MARŞIMIZIN miydiniz?
C. Bayar: Münasebetlerimiz o kadar ileri
MECLİSTE değildi. Mecliste selâmlaşırdık, bazan da görü­
şürdük. Sıkı bir münasebetimiz yoktu ama birbi­
KABULÜNÜ rimizi tanırdık. Ben bir mesele arz ettiğim zaman
benimle alâkadar olurdu.

ANLATIYOR... A. Kabaklı: Teşekkür ederim..


Türk Edebiyatı MART

Dr. Alemdar Yalçın

MECLİSTE
ÂKİF

ÂKİF BURDUR M EBUSU İKEN...

E d e b iy a t tarihimiz için çok eski sayıl­ E ncüm eni” nin ra p o ru n d a “ İslâm safh asın a isabet eden bu ten ak u z u n
m ayacak k a d ar yakın bir devirde yaşa­ Şâiri M ehm ed A k if (B.) İz m it” kaydı n orm al yan lışlard an o rtay a çıktığını
mış edebiyatçılarım ız h akkın d a verilen b u lu n m ak tad ır. (2) A dı geçen rap o rd a san ıy o ru z. A ncak meclisin 18-7-1336
bilgiler m aalesef eksik veya yanlışlarla m eb’uslukların k ab u lü n ü n k âtip ta ra ­ tarihli 37. içtim a’ında M .A k ifin bir
d o ludur. Bu d urum , M ehm et A kif gibi fından o k u n a ra k oya sunulduğunu te z k ire si o k u n u r ki b u n a göre:
ihm al edilm em esi icab eden şairlerim iz görü y o ru z. A ncak K astam onu m eb’ “ B,M .M eclisi riyâset-i celîlesine
için de aynıdır. usu A b d ü lk âd ir K em ali Bey’in incele­ 14-7-1336 ta rih ve 270 sayılı
Birinci dönem B urdur m eb’usu ola­ melerin titizlikle yapılm ası yolundaki em irnâm e-i riyâsetpenâhîleri cevabı­
rak vazife yapan M ehm et A k if E rsoy’ teklifi üzerine m ü n ak aşalar çıkm ıştır. dır. Evvelce B u rd u r livasından intihap
un meclis zabıtlarına geçmiş k o n u şm a­ Bu m ünakaşalar sırasında şâir mecliste edilmiş ve Liva-i m ezk û ra giderek
ları ve h akkındaki m alûm atla alâkalı değildir. Z ab ıtla ra geçm ediğini san d ı­ m üntehip ve m üvekkillerim le tem asta
çalışm am ızı henüz tam am layam adık. ğım ız bir itiraz sonucu olduğu k an aa­ bulunm uş o ld u ğ u m d an B u rd u r Livâsı
A ncak, gözden geçirebildiğim iz zab ıt­ tini güçlendirecek şu sözler O ’nun azâlığını tercihen Biga azâlığm dan
lard an öğrendiğim iz bilgiler de sa n a t­ meb’us seçimine aittir: “ Mehmed Akif istifa ettiğim i a rz ile teyyid-i hürm et
çının hayatı ve şahsiyeti ile alâkalı Bey b u rad a değil. Bir şey söyleyem eyiz ederim efendim. (14).
aydınlatıcı bilgi verebilecek m ahiyet­ efendim .” (3) 17.7.1336
tedir. Z a b ıtla ra geçen k o n u şm a la rd a n B.M.M. Burdur Livası
Meclis zab ıtların d an elde ettiğim iz İzm it’ten daha önce tesbit edilen meb’us azasın d an M ehm ed A kif
ilk bilgiler, M .A k if in hayatıyla alâkalı sayısının üstünde meb’us için maz­ G ö rü ld ü ğ ü gibi tak rird e Biga âzâlı-
o larak dah a önce tavzih edilmiş bir b ata hazırlandığı o rtay a çıkm ıştır. ğından da sö z edilm ektedir. S anatçının
husûstadır. H ocam ız Prof. D r. K aya Buna rağm en encüm enin teklifi aynen üç ayn yerden meb’us olarak seçildi­
Bilgegi! S afah ât’ta ve diğer k a y n ak ­ kabul edilm iştir. ğini ve meclisin b u n u m u h telif o tu ru m ­
larda A k if in doğum yeri ile ilgili bilgi­ Bu k o n u şm ad an b ir ay önce to p la­ lard a kabul ettiğini tesbit ettik. Aynı
lerin yanlışlığını o rtay a koyuyordu. nan 24. içtim a’da ise y u k arıd a verilen şekilde Fezi ve K âzım K a rab ek ir P aşa’
Buna göre A kif, F atih -S arıg ü zerd e bilginin aksine M .A k ifin B u rd u r’dan ların da birden fazla yerden seçildikle­
değil, Ç an ak k ale’nin Bayram iç kasa­ meb’us seçilmesine dair bir encümen rini g ö rü y o ru z. Bu d u ru m , b ir yanlışlık
b asında d o ğ m u ştu r (1). ra p o ru b u lu n m ak tad ır. sonucu olabileceği gibi m u h telif illerde
Meclis zab ıtların d a A k ifin önce Kütahya meb’usu ve kâtip H aydar isim tesbit eden yetkililerin tesiri ile de
İz m it’ten d ah a sonra ise B iga’dan mil­ Bey, “ İslâm Şâiri M .A k if Bey” in de olabilir. Böylece Şâirin meclise İzm it’i
let vekili seçildiğine dair iki m a z b a ta ile b u lu nduğu ra p o ru n k abulünü teklif saym azsak önce Biga azâsı o la ra k gir­
karşılaştık. Bu bilgiler de yenidir. 3-7- eder. Bu r a p o r d a mecliste k abul edilir. diğini fak a t d ah a so n ra B u rd u r’u tercih
1336 tarihli birinci devre 26. içtim a’ B urada hem en görüleceği gibi b irte n â - ettiğini söyleyebiliriz. Şâirin d ik k ati­
ın d a o k u n a n “ T e tk îk -ı M e z â b ıt kuz göze çarpıyor. Meclisin kuruluş mizi çeken b ir özelliği de B u rd u r’a
Türk Idebiflatı— — MART 10

giderek önce kendisini seçenler ve Etm esin tek vatm ım dan beni dünyada runu müdafaa edememiştir:
halkla g ö rü ştü k ten sonra tem sil vazife­ cüdâ” (İnşaallah sâdâları) — Rakip Bey (Kütahya): Yani siyaâsi-
sini üzerine alm asıdır. M eclis, şiiri bir yemin ve bir ahit yatı mekteplere sokmak mı efendim2
M .A k if in Biga’yı tem silen seçilme­ heyecanı ile dinlemiş, tasdik etm iştir. — Muhiddin Bey (Umum Müdür):
sinde Biga M utasarrıflığına bağlı “ K al’ Dokuzuncu ve onuncu bölümden sonra Hayır efendim, emir buyurursanız onla­
a-i S u ltân î’nin Bayram iç k asab asın d a” da alkışlanan marşın okunuşu tam am ­ rın teferruatını da arz ederim.
doğm uş olm asının rolü d üşünülebilir landıktan sonra Abdülgafur Efendi toplu — Abdulgafur Efendi 5Keresi): Beh­
(5). M ecliste şâirin dosyasını h enüz dua ettirir, yukarda aldığım ız bölüm­ çet Bey buyurdunuz, Kastamonu Sultanî
görem ediğim iz için kesin b ir k an a a t lerde alkışlanan yerler dikkat edilirse Müdürü, bir müsamerede T.Fikret Bey’
z ik r e d e m iy o r u z . A n c a k “ S ic il-i birinci meclis üyeleri istiklal marşındaki in Tarih-i Kadîm’ini okuyan değil mi
U m û m îy e” de zik re d ile n d o ğ u m vatan, m ukaddesat, istiklâl gibi mef­ efendim2
yeriyle ilgili B ayram iç kasabası kaydı­ hum lara büyük bir im an ve heyecanla — Matbuat Müdür-i Umumisi Bey
nın görüşlerim izi kuvvetlendirdiğini bağlıdırlar. (6) (devamla) Bilmiyorum. (O ’dursadaları)
M .A kif in meclis zabıtlarına geçen iti­ Tarih-i Kadîm’i okuduğunu, şusunu,
sanıyoruz.
raz veya m ünakaşa tarzındaki konuşma­ busunu vallahi bilmiyorum.
Meclis zab ıtların d an İstiklâl M arşı’
larına fazla sık raslamıyonuz. Z ab ıtlar­ — M.Akif (Burdur): O ’nu bilmeyen
nm k abûlü ile alâkalı-dolayısıyla şâiri
da bulabildiğim iz bir münakaşa ise kaldı mı? (10)
ilgilendiren-konuşm aları vardır. Bu
sanatçının karakterini meclisteki itiba­ Bu münakaşaların olduğu günlerde
husu stak i ilktoplantı 1.3.1337 tari­
rını gösterm esi bakım ından son derece M.Akif Bey, Kastamonu ya gidip gel­
hinde olm uştur. Meclisin heyecanını ve
enteresandır. Birinci dönemin 159. mektedir. Anadoluda matbuatın ileri
hassasiyet gösterdiği hususları o rtay a
içtim a’ında “ M atbuat ve istihbarat olduğu şehirlerimizden bir de Kastamo­
koym ası bak ım ın d an m ühim olan bu
umum m üdürlüğü” bütçesi üzerine yapı­ nu’dur. Şâir, hem halkın heyecanını hem
o tu ru m u kısaca özetleyelim :
lan konuşm alarda M .A kif in de destek­ Kastamonu’nun payışını ve hem de Mat­
K arasi M eb’usu H aşan Basri Bey,
lediği açıkça hissedilen Abdulgafur buat hayatını gayet iyi bilir. Bunu, şairin
istiklâl m arşı güftesinin kürsüden
Efendi, Umum M üdürlüğün icraatını istiklal marşı henüz mecliste kabul edil­
okunm asını teklif,eder. M eclis, M aarif
alenen tenkit eder. Bu tenkitleri şöyle meden yayınını, Kastamonu’da neşredi­
N ezareti’nin seçtiği yedi güfteden her
sıralayabiliriz: len Açıksöz gazetesine vermesinden
hangi birinin okunm asın ı kabul eder.
M atbuat Umum M üdürlüğüne devle­ anlıyoruz. Açıksöz gazetesinin 21 Şubat
M a arif N azırı H am d u llah Suphi
tin metüvâzi bütçesinden ayrılan 171 bin 1337 tarihli 123. sayısında yayınlanan
Bey, en çok A kif Bey’in şiirini beğendi­
lira tahsisat, m üsrifâna harcanm ıştır. İstiklal Marşı okuyuculara gazete tara­
ğini söyleyerek okum aya başlar. Şiirin
A bdulgafur E fen d i’nin tenkidindeki fından şöyle tanıtılır:
birinci bölüm ünün birinci m ısraı şid­
hareket noktasını kendi sözleriyle şu “ Şâir-i âzam ve muhterem üstadımız
detli alkışlarla kesilm iştir. Bu m ısra
şekilde özetleyebiliriz: M.Akif Beyefendi üstadımız (İstiklâl
bilindiği gibi:
“ Şurasını da arz edeyim ki; bendeniz Marşı) ünvanlı bedâyi-i nefıslelerinin ilk
“ Korka, sönmez bu şafaklarda yüzen
fedâkâr ve ham iyetkâr olan milletimi­ neşir şerefini gazetemize lutuf buyurdu­
al sancak;
zin, fakat gayr-ı münevver halkımızın lar.
şeklindedir. M eb’uslar bir de ikinci
tenvir ve irşadı aleyhinde değilim ...(7) Her mısraında Türk ve İslâm ruhunun
bölü m ü n sonu n d a yani:
“ ....H ülasa: Bugün müdîr-i umûmî-i lâ- ulvî ve mübârek hisleri titreyen bu âbi­
“ H akkıdır, H akk’a tapan, milletimin
bak bizim göbeğinde yaşadığım ız Ana­ deyi sanatı kemâl-i hürmet ve mübâhatla
istiklâl.”
dolu h alkının âm âl ve h issiyâtını dercediyoruz.,”
m ısra ın d a n so n ra a lk ışla m ışla rd ır.
lâyıkıyle takdir etm iyor. O , saçı bitme­ Y azımızın başlangıcında M ehm et
A yrıca m arşın beşinçi kıtasındaki:
dik yetimlerin hakkı verilmeden emâne- A k ifle ilgili m eclisteki çalışm alarım ı­
D oğacaktır sana vadettiği günler
tuliahı suistim âl ediyor. Diyeceklerim zın devam edeceğini belirtm iştik. Şâi­
H akk’m:
bundan ib arettir.” (8) rin meclis arşivindeki şahsî dosyasını
Kim bilir belki yarın, belki yarından
A b d u lg a fu r E fe n d i d a h a so n ra gö rd ü k ten so n ra daha do ğ ru ve geniş
da yakın.”
İstanbul’dan yüksek m aaşla İngiliz bilgi verebileceğim izi u m uyoruz.
m ısralarının so n u n d a alkışlam ışlardır.
G ö rü ld ü ğ ü gibi mecliste istiklâl fikri m em urlar getirilm esini, devletin m atba­ 1— Y akın çağ T ü rk K ü ltü r ve E debi­
kutsal bir heyecan o larak y a şam ak ta­ ası olm asına karşılık bir günlük gezete yatı Ü zerine A raştırm alar II, Prof. D r.
dır. M arşın istiklal fikriyle alakalı çıkarılm asını, halkı tenvir adı verilen M .K aya Bilgegil, A ta tü rk üniversitesi
bölüm lerinin d ah a çok heyecan mey­ faliyetin bir iki ajans haberi ve mektep yayınları E rzu ru m 1980, sh f 406-407.
d an a getirm esinin sebebi b u d u r. N ite­ tem silleri olmasını tenkid eder. Bu otu­ 2— Z ab ıt ceridesi, cilt 3
kim altıncı kıtanın sonundaki: rum da M .Akif Beyin katıldığı münaka­ 3— A.g.y.
“ Verme, dünyaları alsan da, bu cen­ şalardan biri de Kastam onu Sultânîsi 4— M em âlik-i M ahrusa-i Şâhâneye
net vatanı.” müdürü Behçet Bey (9) üzerindedir. M ahsus M ükem m el ve m ufassal A tlas,
m ısraından sonra, yedinci kıtada: Behçet bey, bir temsil sırasında Tevfık B inbaşı M ehm et N asrullah, K olağazı
“ Kim bu cennet vatan uğruna olmaz F ikret’in “ Tarih-i Kadîm” ini okumuş­ M ehm et R ü ştü , M ülazım M ehm et
ki feda?” tur. M em leketin içinde bulunduğu acı E şref, İs ta n b u l-ş irk e ti m ü re ttib iy e
m ısraında H am d u llah Suphi Bey’in durum karşısında yapılacak pek çok m atb aası 1325.
okum ası alkışlarla kesilm iştir. müsbet işi bir kenara bırakıp millî heye­ 6— Z ab ıt C eridesi cilt 2, içitm a 1,1-3-
Y edinci kıtanın m eclisin o and ak i canı söndürecek m ahiyyette şiirler okun­ 1337 shf. 12-13-14.
havasını, sam îm i heyecanını nasıl y ü k ­ ması halk arasında infial uyandırm ıştır. 7— Z ab ıt C eridesi, 28-2-1337, cilt 8,
selttiği gösterm ek için son iki m ısraını Behçet Beyin daha sonra M atbuat sh f 516-533.
b uraya alalım : Umum M üdürlüğü’ne tayinini şairim iz, 8— a.g.y.
“ C am , cânânı, bütün varımı alsın da Abdulgafur Efendi ve bir çok meb’us ten­ 9— Behçet Y azardır.
H üdâ kit ederken Umum M üdür, kendi memu­ 10— Z ab ıt ceridesi c.8.28.1337 sh.533.
Türk FieMuaii MART

Prof.Dr. Ayhan Songar


“Doğacaktır sana vadettiği günler Hakkın
Kimbilir belki yann, belki yarından da yakın”

İstiklâl Marşımızın psikanalizi


H er milletin bir “millî marş”ının olması teamül haline
Millet Meclisinde merkez-i hükümetin Ankara’dan da
gelmiştir. Milletçe saygı duyulan, ayakta dinlenen marş-
nakli müzakere edilmekte.
dan bir kısmı hükümdara övgü mahiyetindedir. Bir kısmı
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.
kahramanlık şarkıları söyler. Şöyle bir bakalım, meselâ
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
ingilizler
0, benim milletimin yıldızıdır, parlayacak.
“God bless the Quinnl" (Tanrı Kraliçeyi korusun)
0. benimdir; o, benim m illetim indir ancak!'
derken Fransızların Merseillaise'i
diyen istiklâl Marşımız, o karanlık günlerde bile ümitsiz­
“Allons les enfants de patrie
liğe kapılmamamızı, al sancağımızın aslâ sönmiyece-
Le jour de gloire est arrivé"
ğini, milletimizin yıldızı olarak daima parlayacağını
(Haydi vatan evlâtları,
haykırmaktadır. Sonra döner, bayrağa, Hilâl’e hitabeden
Zafer günü geldi)
Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl.
demektedir. Bir zamanların Almanyası,
Kahraman ırkıma bir gül!.. Ne bu şiddet, bu celâl?
“Deutschland Deutschland über alles" Hakkıdır, Hakka tapan milletimin istiklâl.
(Almanya, Almanya, sen herşeyin üstündesin) Bizzat Hilâl’in, bayrağın da, bu kara günde çehresini
çatmaya, nevmîdîye hakkı yoktur; bu kahraman millete,
diye èlindekini avucundakini kaçırdı. Şimdi ol saltanatın
kahraman Türk kavmine gülmesi, güvenmesi lâzımdır,
yerinde yeller eser, bu marşın da sadece bestesi kaldı,
öyle yapmazsa onun için dökülen kanlarımızı da helâl
güftesini bilen bile yok.
etmeyiz. Zira, Hakka tapan bu milletin elbette istiklâl
Bizim Millî Marşımız İstiklâl mücadelemizi, o tarih­ hakkıdır.
lere sığmayan destanı terennüm ettiği içindir ki “İstiklâl
Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım.
Marşı” diye adlandırılmıştır. Mehmet Akif'in kaleminden,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım.
ama bu büyük milletin "kollektif alt şuurundan" fışkırmıştır.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım.
Hepimizin, herkesin malıdır. Bu sebeple Mehmet Akif
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.
istiklâl Marşını Safahat'ına almamış, “ Kahraman
Orta Asya’dan demir dağları eritip çıkan, Avrupanın
Ordumuza" ithaf etmiş, verilen mükâfatı da kabul
göbeğine kadar ilerleyip devletler, imparatorluklar
etmemiştir.
kuran, cihana sığmayan bu milletin zincire vurulması
insanların, fertlerin alt şuurları olduğu gibi ailelerin,
gibi gerçekten çılgınca bir fikre kapılan varsa ona sesle­
daha geniş manâda milletlerin, belli bir kavmin, bir ırkın,
nen istiklâl Marşı,
v.s. kollektif alt şuurları vardır. Çok derinlere işlemiş olan
Garb ın âlâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
kollektif, müşterek alt şuur muhtevası o milletin her ferdi
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
için aynı, en azından birbirinin benzeri olan davranış
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
örneklerini, “engramları” ihtiva eder ve zamanı gelince
“Medeniyet'' dediğin tek dişi kalmış canavar?
topyekûn fışkırma halinde kendini gösterir, istiklâl Mar­
mısraları ile asırlardır bu millete şırınga edilmek istenen
şımız böyle bir zamanda Mehmet Akif’in kaleminden
batı hayranlığı ve aşağılık duygusundan sıyrılıp kurtul­
patlayan, fışkıran bir volkan, bir indifadır.
mamız gerektiğini ifade ediyor. Adına “medeniyet”
Sèvre muahedesi ile vatan parçalanmış, yer yer
denen garp teknolojisinin "tek dişi kalmış canavardan
işgale uğramış, güzel İzmir Yunan işgali altında inle­
başka bir şey olmadığını, “iman dolu göğsümüz gibi
mekte, bununla da doymayan müstevli vatanın harîm-i
serhaddimize" çarparak parçalanmaya elbette mahkûm
ismetine uzanmış, Ankaraya doğru yürümekte ve Büyük
bulunduğunu haykırıyor.
Türk Mehiuafı MART

Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın;


Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakkın,
Kimbillr, belki yarın, belki yarından da yakın.
Büyük Millet meclisindeki karamsarlık yerini ümide
terketmektedir. Mustafa Kemâl Paşa, Meclis salâhiyetle­
rini de kendinde toplayarak Başkumandan tayin edil­
miştir. Büyük taarruz başlamaktadır. Mehmetçik
gövdesini bu hayâsız akına siper etmiş, onu sadece dur­
durmakla kalmamış, geldiği yere kadar kovmaya başla­ O MISRALAR
mıştır bile...
Geldiği yer ki, Çanakkale’dir, İzmir’dir, Ege sahilleri­
dir. Her karışı şehit kanı ile sulanmış, her zerresinde şehit Sakarya öncesinde
kemiği yatan mubârek topraklardır... Tâceddin Dergâhı’nın
M escitle bitişik hücresinde
Bastığın yerleri “toprak" diyerek geçme, tanı! Sabaha karşı.
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. Tamamlanır İstiklâl Marşı
Sen şehid oğlusun, incitme yazıktır atanı.
Verme, dünyaları alsan da bu cennet vatanı.
Bin düğüm lü yolların bir ucunda
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? K anatlar kuşanır yaralanm ış m üjdelerden
Şühedâ fışkıracak, toprağı sıksan şühedâ! İstiklâl’i selâm lar alevlerin burcunda
Canı, canânı. bütün varım ı alsın da Hüdâ,
Irm ak kıvrımları ocak dum anları
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüda.
R uhlarla buluşup  kifi’in ufkunda
Ve, sonra Cenâb-ı Mevlâya yakarma;
O kuturlar bulutlardan ezanları

Ruhumun senden İlâhi, şudur ancak emeli: Dönm em iş Â sım ’ın nesli seferden
Değmesin mâbedimin göğsüne nâmahrem eli.
K onuşturup şafaklarla rüzgârların dilini
Ferm an getirir Ç anakkale’deki neferden
Bu ezanlar -ki şehâdetleri dînin temeli-
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
O rdusuna cephe cephe ses veren
Bir mescidin avlusundan yükselmiş
0 zaman vecd ile bin secde eder varsa taşım;
M ısralar bayraklara nefes veren
Her cerihâmdan İlahî boşanıp kanlı yaşım.
F ış k ırır rûh-ı m ücerret gibi yerden naaşım!
0 zaman yükselerek arşa değer belki başım.
Yahya Akengin
Artık M illî Mücahede bitmiş, zafer şarkıları söylenmekte,
vatanın her köşesinde şanlı bayrağımız, nazlı hilâlimiz
tekrar dalgalanmaktadır. Yunanlı İzmir den denize dökül­ Suphi Bey tarafından okunup ayakta dinlenir ve alkışla­
müş. İstanbul’daki müstevliler bayrağımızı selâmlıyarak
geldikleri yere çekip gitmişlerdir. Akif, hayır, Akif değil, nırken Mehmet Akif bu tezâhüratı hiç de üstüne alınma­
millet milletin şuuru, alt şuuru, bedeni, ruhu, hepsi bir­ mış, bir kenarda, başı önüne eğik vaziyette durmuş,
den tekrar hilâle döner ve İstiklâl Marşımızı şöyle noktalar: kalmıştır. Bu sahneyi, o büyük günün tek canlı şahidi
Muhterem Celâl Sayar anlatırken aynı heyecanı ben de
Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı Hilâl!
duydum, sanki o günleri beraberce yaşadık.
Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl!
Akif, son günlerinde, hasta yatağında yatarken ken­
Edebiyyen sana yok. ırkıma yok izmihlâl.
disine İstiklâl Marşı için “Acaba yeniden yazılsa daha iyi
Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet.
olmaz mı?” diye bir sual sorulmuş. Akif’in cevabı, bu
Hakkıdır Hakka tapan miletimin istiklâl.
marşın neyin destanı, neyin mahsûlü olduğunu anlata­
Bu, öylesine milletin malı bir destandır ki, 1 Mart cak bir vecizedir:
1337 (1921) günü Büyük Millet Meclisinde Hamdullah "Allah bir daha bu millete bir istiklâl marşı yazdırmasın!"
Türk Edebiyatı 1____________ MART

Necmettin Hacıeminoğlu
• • • •

GÖNÜLLERDE YAŞAYAN
ÂKİF
in san lık tarihinde asırların üzerinden aşıp bugünlere kadar Ey milleti merhume sakın ye’se kapılma!
gelebilen fikir ve san’at erbabı nâdirdir. Devirler boyu sürekli
olarak gelişen medeniyetlerle beraber zevk ve telakkiler de
, Hissiz mi kalır liicce-i rahmet bize karşı?
değiştiği için, “ Eskimek” ve unutulm ak herkesin kaderidir. mısraları iman dolu ümitle millete mânevi güç veriyordu.
Bizim gibi,tarihi, fırtınalı ve mâceralı “ dolu dizgin” bir milletin Üstadın yaşadığı devirde Türk milletinin dertleri ve mese­
fikir ve san’at adamları ise, “vaktinden önce ölmeye” mahkum leleri bugünkünün tamamiyle aynı idi. Onun için Âkif de hiç
edilmiş sayılırlar. Değil mi ya? Kaç defa devlet kurm uş, kaç olm azsa gelecek nesiller kurtulsun diye çırpınmıştı.
defa vatan, rejim ve alfabe değiştirmiş bir milletin düşünen Bari müstakbeli kurtarmaya bir azm ediniz!
beyinleri ile duyan gönülleri, her değişiklikten sonra mâzinin diye yalvarıyor;
karanlığına gömülmüştür. Hele bizden başka hiç kimsenin Ey dipdiri meyyit iki el bir baş içindir;
başına gelmemiş İçtimaî sarsıntıların harab ettiği değerler de Davransaııa, eller de senin, baş da şenindir...
dikkate alınırsa, kayıplarım ızın büyüklüğü daha iyi His yok, hareket yok, acı yok, leş mi kesildin!
anlaşılacaktır.
Hayret veriyorsun bana sen, böyle değildin!
Bir talihsiz millet düşününüz ki, onun profesör ünvanı hayreti içinde öfkeleniyordu.
kazanm ış evlatları, bırakınız beş-altı asır öncesinin milli edebi­ Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
yatını, dedesinin, hattâ babasının şiir ve rom anlarım anlaya­ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
maz seviyede bulunsun. Meselâ Ahmed H aşim ’in oğlu şimdi Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam,
bir üniversitemizin rektörü olsaydı, acaba, babasının O Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam,
BELDE şiirini, hatasız okuyup, eksiksiz anlayıp ve coşkun bir mısraları, karakterinin heykeliydi.
heyecanla hissedebilir miydi? Böylesine hazin bir m anzaraya, En doğrusu, rahmetliyi anlatm ak değil, tekrar tekrar
Japonya’dan K anada’ya ve Uganda’dan Estonya’ya, herhangi okutm aktır.
bir milletin hayatında rastlam ak m üm kün müdür? Üstelik bu Kimlere mi? Bu millete samimiyetle hizmet etmek isteyen
kopukluğun sebebi, ilk anda akla geleceği üzere, sadece Türk- herkese.
çemizin uğradığı ihanet değildir. Türk milleti son yarım asırda
yalnız dilini mi kaybetti? Hani Bilge Kağan’ın mermerleri delen,
/ ------------------------------------------------------------------------------ —
Y usuf Has H acib’in zihinlere nakşedilen, Yunus’un kalbleri
yum uşatan, Nevaî’nin, Fuzulî’nin Şeyh Gâlibin gönülleri fethe­
den ve  kifin, Yahya Kemal’in, Necip Fazıl’ın ruhları coştu­ ÂKİF’İN RUHUNDAN
ran üslubunu duyarak idrak edebilecek nesil? O iman ve
ÖZÜR DİLEME
kültür zemininden feyz alarak yetişen aydın? Diyeceksiniz ki
İstiklâl Marşı şairi her gün dilimizde, bayrağımızda ve törenle­
rimizde yaşıyor. Milli marşımızı düzgünce okuyan ve onun
Vefatının 47. doğumunun 110. yılı olması­
çıplak mânâsı ile iman dolu muhtevasını anlayan kaç profesör,
kaç müsteşar ve kaç baş yazar bulunur acaba? na rağmen bir âbideni bile dikemedik; adını
Herkese mübalağalı gibi gelen bu karanlık tabloyu A k if bir üniversitemize dahi veremedik...
in, neden nerede yaşadığını göstermek için çizdim. O elbette “ İslâmiyeti anlamadığını, satıhta kaldığını"
yaşıyor ve yaşayacaktır. Ama, maalesef küçük biraydın zümre­ iddia edecek kadar sapıtmışları gördük; ka­
sinin tahakküm ü altında bunalan büyük Türk Milletinin gön­ lemlerini kırmadık; dillerini koparamadık...
lünde. Halbuki merhum üstad bütün şiirlerini halk okuyup da Affet bizi ey büyük Âkif!...
“ah-vah” çeksin diye değil, aklı, ilmi, vazifesi ve iktidarı olanlar
ders alsın, ibret alsın ve uyansın diye yazmıştı. O kunm ak için
değil, anlaşılmak için yazıyordu. Aslında şiir yazmıyordu.
Türk aydınına tokat atıyor, sille vuruyordu. Fakat ne kadar
acıdır ki, kendisi de gayretlerinin boşuna olduğunun farkın­
HORYAT
daydı. Bu hicran içinde:
Haykır, kime lâkin, hani sahipleri yurdun? Ersoydur
Ellerdi yatanlar sağa baktım, sola baktım!., Güreş için er soydur.
mısralanyle hayıflanmaktan başka çaresi yoktu.
Hoşlanmayız Fikret'ten
Ey koca şark, ey ezeli meskenet,
Sen de kalkınmaya bir yol niyyet et!
Sevdiğimiz Ersoy'dur
Korkuyorum Garb’ın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mefanet!..
derken de uzak istikbalden dahi ümitsizdi. Gerçi: Aydil EROL
Turk Eriebluaü MART 14

M.Mehdi Ergüzel

MEHMED ÂKİF
“T ürk şiirinde millî-dinî-ahlâkî yeıu bir çığır açmış olan” eder, am a çok istediği halde Mekke’yi ziyâret imkânı bulamaz.
İstiklâl Marşımızın büyük şâiri Mehmec  kif 1873 (H. 1290)’de 1918 Mütareke yıllarında buhranlı günler yaşar, hele 1919
İstanbul’da doğdu. Fatih müderrislerinden olan babası Mayıs’ında İzm ir’in işgali ile büyük üzüntülerinden silkinir.
(Temiz) T ahir Efendi, Arnavutluğun İpek kasabasının Suşisa Sebilürreşad’ı Türk K urtuluş şuurunun alevli bir organı haline
köyünden gelerek Yozgat’h bir hocadan tahsil etmiş, icazet getirerek “ 25 asırdan beri hiçbir vakit istiklâlsiz yaşamamış olan
almıştır. Annesi Buharalı bir şeyhin torunlarından olan Tokat Türk’ün” esir olmayacağına dâir imamnı cesaretle haykırır.
doğumlu Emine Şerife H anım ’dır. A nadolu’ya geçer. Balıkesir’den başlayarak K astam onu’ya
Çocukluğu Fatih’in Sangüzel Mahallesinde, orta halli, köye, kasabaya adeta yayan denebilecek vasıtalarla gider,
m uhafazakâr ailelerin gelenekleri içinde geçti. D ört yaşında camilerde vaazlar verir, millî mücadele yolunda halkımızın
girdiği Em ir Buhari Mahalle M ektebi’nde iki yıl okuduktan birlik duygusunu maneviyatım canlı tutar. S.Halim Paşa’nın
sonra 1879’da M aarif Nezareti’ne bağlı bir ilkokul’a üç sene Fransızca yazdığı “İslâmlaşm ak” adlı eserini çevirerek, tefrika
devam etti. Edebiyata alâkası Fatih M erkez Rüştiyesi’nde baş­ eder. M eşhur 6. kitabı Asım’ı 1919’d a yayınlar. 1920 Mayı­
lar. H afız Divanı, G ülistan ve Mesnevi okur. Babası için: sında Burdur Mebusu olarak I. Millet Meclisi’ndedir.
“...benim hem babam hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden 1921 M art’ında büyük eseri İstiklâl M arşı’nı Taceddin
öğrendim” diyen Âkif bu yıllar için şöyle söylüyor: D ergâhinda yazar. Meciis’te defalarca ayakta dinlenen bu
“Rüşdiye tahsiline devam ederken babamdan Arapça oku­ muhteşem şiir, edebiyatımızın da zirveleri arasına girer.
yordum, seviyem mektep programından çok yüksekti... Dört 1922’de Şer’iyye Vekâleti Tedkikat ve Te’lifât-ı İslâmiyye
lisanda (Türkçe, Arapça, Farsça, Fransızca) birinci idim ve şiiri H eyeti’ne seçilir, 1923 M ayısında İsta n b u l’a döner.
çok severdim.... Rüştiye’yi bitirince pederim, meslek tercihini Sebilürreşad’ı çıkarmaya devam eder. Aynı yıl kışında A .H a­
bana bıraktı. Ben de o zaman parlak bir mektep olan Mülkiye’yi lim Paşa’nın davetiyle Mısır’a gider. İki yıl yazlan da İstanbul’
tercih ettim...” Sonra; birkaç arkadaşıyla, “bu mektep yenidir, dadır. D aha sonra on yıl boyunca Kahire Cam i’ü ’l-Usriyye
çıkanlara memuriyet verilecektir” diye Baytar M ektebi’ne giri­ D ârülfünûnu’nda Türk Edebiyatı hocalığı yapar. Kahire’ye
yorlar. İki yıl gündüzlü iki yıl da Halkalı’da yatılı okuduktan uzakça bir köy olan H alvan’da oturur.
sonra 1894’de okulu birincilikle bitiriyor. Bu arada Safahat’ Şiir çalışmalan azalır. Kendisini K ur’a.ı tercümesine ver­
ında çocukluk hatıralarının arasında: miştir. Büyük mesuliyet duygusuyla ve bir vasiyet ile tam am la­
“Beyaz sarıklı, temiz yaşça ellibeş ancak, dığı bu çalışması ne yazık ki elimize ulaşamamıştır.
Vücudu zinde, fakat saç sakal ziyade ak” 1926’da Annesi 90 yaşında iken Beylerbeyi’nde vefat eder.
1933’de Mısır’da yazdığı şiirleri 7. kitabı olarak “Gölgeler’
diye anlattığı çok sevdiği babası vefat etmiş, Sangüzel’deki ’ adıyla basılır.
evleri bir yangın felâketine uğramış, ailece geçim sıkıntıları 1935’de hastalanır, 1936 yazında vatan hasretine dayana­
çekilmiştir. maz. İstanbul’a ağır hasta olarak döner. Nişantaşı Sağlık
“İlk memurluğu Ziraat Nezareti’ne bağlı Baytar Dairesi Y urdu’na yatmlır, Mısır apartm anında ayrılan dairede bir süre
müdür yardımcılığıdır. Teftiş için Anadolu ve Rumeli’de uzun oturur. Alemdağında bir çiftliğe hava değişimi için götürülür.
yolculuklar yapar.” 27 Aralık Pazartesi günü Allah’ın rahmetine kavuşur.
Aynı yıl Tophane veznedan Emin Bey’in kızı İsmet Türk gençliğinin omuzları üstünde Edim ekapı Şehitliği’ne
H anım ’la evlenir. 1895 M art’mda ilk şiiri "Kur’ân’a Hitab” götürülen cenazesi en iyi dostlarından B abanzâde Naîm ’in
Mektep Mecmuası’nda yayınlanır. 1898'lerde S .F ünûn’da yanına defnedilir. İstiklâl Marşı ve Fatihalar okunur.
Acem Edebiyatı hakkında serî makaleler yazar. 1908’de İttihat M ithat Cemâl’in deyişiyle:
ve Terakki Cemiyeti’ne girer, D ârülfünûn Edebiyat Müderrisli­ “Fatih’ten beri şehrin toprağına kendi eseri ilk defnedilen ilk
ğine tayin edilir. Bu sıralarda Eşref Edib’in çıkardığı Sırat-ı ölü!” odur.
M ustakim ’de başyazardır, m anzum ve mensur eserlerini neşre­ D ostu T ahir G ökm en vefatına şu mısralarla tarih
der. 1911 ’de Safahat’m ilk bölüm ü, bir yıl sonra ikinci bölüm ü düşürüyor:
“SüleymaniyeKürsüsü’nde” çıkar. l912 so n ların d aM ısıra,o ra- “M um gibi yandı ciğer çünkü vatan türküsünü
Medine’ye geçer. 1913’de m üdürünün haksız yere işinden Hep geçen kapkara günlerde terennüm etti
u. laştınlması üzerine bir fazilet örneği olarak Umûr-i Bayta- Çıktı kırklar, bir ağızdan dediler tarihin
riyye m üdür muavinliğinden istifa eder. Aynı yıl ünlü eserinin İçimizden vatanın şâiri  kif gitti (1355)
3. bölümü “Hakkın Sesleri” yayınlanır. 1914’de Başyazar
olduğu derginin adı Sebilürreşad olur. 4. eseri Fatih Eserleri:
Kürsüsünde” burada tefrika edilir.
Aynı yıl Teşkilât-ı Mahsusa aracılığıyla I. Cihan H arbi’ A k if in şiirleri ve nesirlerinin çoğu Sırât-ı M üstakim sonra
nde müttefikimiz Almanya’nın müslüman esirlere muamele­ da Sebilürreşad dergisinde yayınlanmıştı. Nesirleri edebî ve dinî
sini yerinde görmek üzere davet edilir. Bu seyahat ve makalelerdir. Bazı yabancı ediblerden (Sâdi, İbni Fâriz,
incelemenin intihalarını, düşüncelerini 1917’de yayınladığı 5. Lamartine, Alexandra D um as’dan) tercümeler ve dini konu­
kitabı Hatıralar’da anlatır. Berlin dönüşü Necid’e gönderilir. larda da Şeyh Şıblî, Ferid Vecdî, M uham m ed A bduh gibi
Medine’ye geçen Âkif, Peygamberimizin Ravza’sını da ziyaret İslâmcı düşünürlerden çevirdiği yorum lar bunlar arasındadır.
“ Â k ifin harb arabasını iki at çeker: Biri im an ve İslâm
savaşçısı, öbürü şâir... Esas olan birincisi... D âvâ, A k if i anm a
vesilesiyle, yann arkasından muhteşem bir tulü, birdenbire bir
tepecik üzerinde peydahlanacak şanlı süvari gibi o büyük
adamı ve ardındaki ovalar dolusu yeni gençliği gözlemekten
ibarettir. Ne zaman? “ Kim bilir belki yarın belki yanndan da
yakın...”

N.F. Kısakürek (Â kifin 101. D oğum Yılında, 1972).

“ Asım, asrımızın gelecek asırlara tahsis edilmiş bir hediyesi,


bir heyecan selâmıdır. Asım, bir ıstırap içinde kıvrana kıvrana
can veren altı yüz senelik bir devrin, Â k ifin dehasının yarattığı
bir kuğu şarkısıdır...”
Süleyman Nazif

“ Hiç kimse o kadar saf ve şeffaf bir anlatış billûru içinde


milliyet m anzaralannı göstermemiştir”
Cenap Şehabettin
“ Türk-İslâm dünyasının asırlar boyu yetiştirdiği âlim,
edip ve sanatkârlar arasında çok yüksek ve husûsî bir mevki
ihraz eden büyük insandır”
Ali Nihat Tarlan

Kurtuluş Savaşı yıllarındaki hutbeleri, dostlarına m ektupları, HAKKINDA YAZILAN BELLİ BAŞLI ESERLER:
kuvvetli nesirleri arasındadır.
Şiirleri, Safahat (Safhalar) adıyla biraraya getirilmiş 7 1- Süleyman Nazif, M.Akif, Şairin zâtı ve asârı hakkında bazı
kitaptan ibarettir. Eseri 12 bin mısradır. Önce ayrı ayrı basılan mâlûmat ve tetkikat, İst. 1924 (Â kif hakkında yazılmış ilk
bu kitaplar Lâtin harfli baskılarda biraraya getirilmiştir. Ken­ eserdir.)
disinin Safahat dışında kalan şiirleri 1975’den itibaren Safahat’ 2- O rhan Cevat, M.Akif, H ayatı, Seçme Şiirleri İst. 1937.
a ek bölüm olarak yayınlanmıştır. 3- E.A. Müstecabioğlu, M.Akif, Ferdi ve İçtimai Karakteri
1. Kitab: (Safahat) 1908-1910 arasında yazılmış sosyal ve İst. 1937.
tarihi m anzum hikâyeleri, manzum tasvirleri istibdâdı kötüle­ 4- A. Nihad Tarlan, Mehmed Akif, İst. 1938.
yen şiirleri içine alır. 5- Eşref Edip, M.Akif, Hayatı Eserleri, İst. 1939
2. Kitab: (Süleymaniye Kürsüsü’nde) Türk bayrağı altında 6- M.C. Kuntay, M.Akif, İst. 1939
İslâm Birliğini telkin amacıyla yazılmış, Rusya Türklerinden 7- F.A. Tansel, Â kif Hayatı ve Eserleri, İst. 1945.
A.İbrahim Efendi’nin Süleymaniye’de verdiği bir vaaz şeklinde 8- C.S. Ongun, M.Akif, H ayatı, Eserleri, Şahsiyeti ve İdeal­
düzenlenmiştir. Güzel tasvirler, m anzum fıkralar, zamanın leri, İst. 1947.
geriliğini anlatan parçalar vardır. 9- Z. Güvemli, M.Akif, H ayatı, Sanatı, Şiirleri İst. 1953.
3. Kitab: (H akkın sesleri) Bazı ayet ve hadislerin manzum 10- Nureddin Topçu, Mehmet Âkif, İst. 1957.
yorumlarıyla Türk Halkı, İslâm Birliği içinde iyimserliğe, kur­ 11- M.F.. Erişirgil, M.Akif, İslâmcı Bir Şâirin Romanı, Ankara,
tuluşa, yükselişe çağrılır, yaralar onarılmaya çalışılır. 1956.
4. kitab: (Fatih Kürsüsünde) İkinci kitapta adı geçen vâiz 12- N.M. Ö ztürkm en-M .A kifde Mekân İst. 1958.
burada da daha olgun ve sistemli olarak “marifet ve fazilet” 13- H.Yücebaş, Bütün Cepheleriyle M.Akif, İst. 1958.
konulannı işler. 14- F.K. Tim urtaş, M .Akif ve Cemiyetimiz, İst. 1962.
5. Kitab: (Hatıralar): Şairin I. Cihan Harbi yıllarında yap­ 15- Cemal Kutay, Necid Çöllerinde, M.Akif, İst. 1963.
tığı Berlin, Mısır ve Necit seyahatlerinin ibretli hatıraları olarak 16- H.Basri Çantay, Akifnâme, İst. 1966.
batıyı ve bizi değerlendirmesi bakım ından önemlidir. 17- Sezai Karakoç, M.Akif, H ayatı, Aksiyonu, Düşünceleri ve
6. Kitab: (Âsim) A ruza ve Türkçeye hakimiyeti bakım ın­ Şiiri, İst. 1968.
dan en güzel eseri sayılan bu kitapta memleketi kurtaracak 18- Ahmet Kabaklı, Mehmet Akif, İst. 1970.
gençliğin sembolü olarak, “ marifet ve faziletle yüklü Âsim ve 19- ıM.E. D üzdağ, Safahat Tetkikleri, İst. 1979.
nesli için sohbet tarzında düşünceler dile getirilir. 20- Edebiyat Tarihleri ve Ansiklopedilerde (N.S. Banarlı,
7. Kitab: (Gölgeler) Kurtuluşu müjdeleyen şiirleri ile Mısır’ M .Kaplan, K.Akyüz, V .M .Kocatürk, A. Kabaklı, M ahir İz ve
da yazdığı dini-lirik karam sar ve bezgin manzumeleri bu Mehmet Doğan’m uzun inceleme ve tahlilleri)... ile gazete ve
eserde yer almıştır. dergilerde yüzlerce makale...
Türk Edebiyatı 1
Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim milletimin yıldızıdır, parlıyacak;
O benimdir, o benim milletimindir ancak!

Çatma, kurban olayım çehreni ey nazlı hilâl,


Kahraman ırkıma bir gül... Ne bu şiddet bu celâl?
Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;
İSTİKLÂL Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşanm.


MARŞI Hangi çılgın, bana zincir vuracakmış? Şaşanm!
Kükremiş sel gibiyim: bendimi çiğner, aşanm;
Yırtarım dağlan, enginlere sığmam taşanm.
— Kahraman Ordumuza —
Garb’ın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar,
Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir îmânı boğar,
“Medeniyyet!” dediğin tek dişi kalmış canavar?

Arkadaş! Yurduma alçaklan uğratma sakın;


Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.
Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın...
Kim bilir, belki yarın... belki yanndan da yakın.
Meclis zabıtlarında İstiklâl Marşı’nm kabulü ile
ilgili oturumun yer aldığı bölüm.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı!
*1» 1. Ljiu... A .r '.
jf H . C M r** ' jü * - " Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
<■ «■* “ t# ,r * . 4
. <İ,l . .... Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
* . ■j - ; •»
( », ... . - J ) V A ■» j ¡ f» . «■> * Verme, dünyâlan alsan da, bu cennet vatanı.
.. . i, < ... .... . .. . » ■ * • t

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?


J * 1 . .•* Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Câm, cânânı, bütün vanmı alsın da Hüdâ,
• •A ı } y jr *• ...........

e'
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.
£ - .... **"»*"v
• ^ 1 ■ ;S > *■
... . . ...' ■/ ' ....- • - ' ..
Ruhumun senden, İlâhî, şudur ancak emeli:
t ..... ,,
Değmesin ma’bedimin göğsüne nâ-mahrem eli;
• - * ■■ f, ' .. « ... .A» - - . -.*• * . .. * # t . « ; ■*> Bu ezanlar'—ki şehâdetleri dînin temeli—
/ w» **•••* Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.
- J- ■« ' .. - jT

O zaman vecd ile bin secde eder — varsa— taşım;


■- ■ f ' •
Her cerihamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır rûh-u mücerred gibi yerden na’şım!
O zaman yükselerek Arş’a değer, belki, başım.
> .* • j ■ y ■ > r- ‘

.. . - -Ç «. Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!


, „ , 1 ğ; w .„ ... » Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl.
. . .... * - ■ - < Edebiyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklâl.
Tiirkldehlıjaiıl MART

İsa Kocakaplan

istiklâl Marsının tahlili


M ^ illi m arşlar milletlerin kahram anlık habercisidir. Bayrak, batm ak üzere olan
destanlarıdır. O nu dikkatle okuyan ve güneşe benzetilir. F akat bu sadece
gönülden söyleyen nesiller, millî şuurla­
görüntüden ibarettir. Bayrak battığı tak­
rını kazanır ve kim olduklarının farkına dirde millet karanlıklara sürüklenecek­
varırlar. tir. G ö rü n tü bu şekildedir, am a gerçek
Bayrağımız ve onun hürriyetini _bedı-
öyle değildir. İkinci mısra millete verilen
leştiren İstiklâl M arşımız milletimizin ümidi taşım akla beraber ona gösterilen
ruhunu, tarihini, ideallerini aksettiren bir yoldur da “Sönmeden yurdumun
ölmez değerlerdir. üstünde tüten en son ocak” demek, aynı
Bayrağımızın rengi ve hilâli sanatkâr­ zam anda “bayrağı indirmemek için, son
larım ıza zarif hayaller ilham etmiştir. fert olarak kalsan bile mücadele
A rif N ihat’ta bu zarafeti şu mısralarla “ İstiklâl Marşı ümid ve cesaret
edeceksin" demektir.
dile gelir: şiiridir desek yanlış olmaz. İlk
Üçüncü mısra Türk istiklâline olan sar­
“Kopardılar ay’ı gökten mısrada başlayan bu özellik, şiirin
sılmaz imânı haykırır: "O benim milleti­
Bir ipek dala astılar.. sonuna kadar dozu artarak devam min yıldızıdır, parlayacak!" Milletimin
Yurt dediler gölgesine eder. Ve nihayet Türk milletini yıldızı, T ü rk ’ün kaderi, talihidir. Talih
Ayaklarını bastılar...” kayıtsız şartsız zafere ulaştırır. ve kader manasına yıldız, deyimlerimize
Kıt’alar arasındaki duygu bağlan­ de girmiştir. "Yıldızı kararmak” ve “yıl­
İstiklâl m arşında da A k ifin dert dızı parlamak” bunlardan ikisidir.
tısı çok kuvvetli ve istikrarlıdır.
ortağı, gönül arkadaşı bayraktır. Bayrak milletin kaderini, talihini tem­
Cephede verilen savaşın stratejisi
âdeta şiirde de uygulanır. Cephe­ sil eder. O parlıyorsa (hür ise) millet de
İstiklâl M arşı’nı anlayabilm ek için, aydınlık günlerini yaşam aktadır. Onun
M ehm et A kif’i iyi bilmek, O ’nun bütün deki askerin zaferden emin psiko­
zevali milletin de sonudur. T ürk övül­
yönleriyle şahsında topladığı ve T ürk lojisi marşın duygu yönünü
müş bir millettir. Âkif üçüncü mısra ile,
milletinin bütünüyle benimsediği “Millî meydana getirir.”
Türk milletinin ve istiklâl sembolü bay­
mücadele ruhu” nu yakından tanım ak, o
rağımızın kati olarak ebediyete kadar
ruhu hakkıyla hissetmek gereklidir.
yaşayacağını ve dalgalanacağını belirtir.
Ç ok yerinde bir kararla okullarım ızda
Bundan zerre kadar şüphesi yoktur.
İstiklâl M arşı’nı ezberlemek mecburi Milli Mücadelenin zafere ulaşması işte
kılınmıştır. Ancak marşın ruhuna nüfuz bu sarsılm az imânın sonucudur.
edemezsek, yazıldığı devrin özelliklerine milletin çaresizliği, ordunun kımıldaya-
gidemezsek bu muhteşem âbide de ale- m az durum a getirilmişliği ve nihayet Şair ikinci kıt’ada bayrağa seslenir.
lâde şiirlerle aynı kategoride mütalaa “ yedi düvele” karşı verilen mücadelenin Bayrak canlıdır. İkinci şahıstır. H attâ
edilecektir. emsalsizliği, heybeti, bu mücadeleyi sevgilidir. Uğruna can verilen bir sevgili.
G enç nesilleri, millî m ücadeleyi yürütenlerin sabrı, tevekkülü, gayreti... O nun kaş çatışı bile âşıkını elemlere
yapanların içinde bulundukları dünyaya T ereddütsüz H ak yoluna fedâ-yı can sürükler. Lirizmin sadece aşk şiirlerine
götürem ezsek, bütün çabalar neticesiz edişleri... hep bunlar genç zihinlere bir has olmadığım A kif'te görürüz. Â kif şii­
kalır. O rta 3. sınıflarda Cahit Sıtkı'nın daha silinmemecesine yazılması gereken rimize vatanî-milli lirizmi getirmiştir.
“Borazanbaşı, borazanbaşı” diye başla­ olay ve hasletlerdir. Bayrak sevgilinin yüzüdür, hilâl ise kaşı.
yan ve şâirin İstiklâl Marşı’nı dinlerkenki M arşım ızın birinci d ö rtlü ğ ü n d e, Ve o bütün milletin -kahram an birırkın-
duygularını işleyen şiirini okum aya baş­ içinde bulunulan karanlık tabloya rağ­ sevgilisidir. Kızgınlık ve öfke bu sevgi­
ladığım ızda “Borazanbaşı" kelimesini men “inananlar ye’se kapılmaz” kavlince liye yakışm az. O nun gülüm sem esi
duyan öğrencilerin gülüşmeleri, o neslin Türk milletine verilen ümit vardır. Bu aşıklarına can verir, kahram anlıklarına,
duygu dünyasına ulaşam am alarından tablo, tabii bir hadise ile izah edilir. Âkif kahram anlık katar. Şairin bayrağı ikinci
olsa gerek. “Vatan, millet, Sakarya” Ç anakkale Şehitleri’nde güneşin batı­ şahıs ve canlı bir varlık olarak kabul
tekerlemesinin doğm asına sebep de, şıyla ay’m parlaması hadisesini esas ala­ ettiğini söylemiştik. H er şahsın m utlaka
zam anın bizi o duygudan uzaklaştırm ış rak “kahraman Mehmetçik” in fonksiyo­ zayıf bir yönü vardır Akif, bayrağın bu
olmasıdır. nunu “Bir hilâl uğruna Yarab ne güneşler yönünü yakalar. K ahram an ırka gülme­
İstiklâl M arşı’nı işlerken tarihle m ut­ batıyor” m ısraında dile getirir. diği takdirde, bu millet onun uğrunda
laka ilgi kurulmalıdır. OsmanlI’nın yük­ I. mısradaki “şafak” kelimesi akşam döktüğü kanları helâl etmeyecektir. Bay­
selme devrini ve Sevr antlaşm asıyla vakti güneşin batış anını ifâde eder. Türk rak rengini bu kanlardan almıştır. D ola­
ülkenin düştüğü hali gösteren iki harita milletinin içinde bulunduğu durumla yısıyla T ürk milletine borçludur. Son
öğrencinin zihnine nakşedilm elidir. akşam vakti arasında benzerlik vardır. mısra hem millet, hem de bayrak için
M ondros mütarekesiyle ilgi kurularak Şafak bu dörtlükte gecenin, karanlığın ümit doludur. Bayrak ve millet ayrılm az
bütünlüğü temsil ederler. Milletin ye’se Bu kıt’anın son iki mısraının açıklanı- değildir. O nun altında binlerce kefensiz
kapılm asına, bayrağın da yüzünü asm a­ şmda yer yer ihtilaflar meydana gelmek­ (şehid) yatm aktadır. Toprağı vatan
te d ir. Ü çü n cü m ısra ın b a şın d a k i yapan o şehidlerin kanlarıdır. Askerlikte
sına sebep yoktur. Ç ünkü H akk’a
“Ulusun!” kelimesi, m ısralann sonraki en yüksek rütbe şehitliktir. Ve bu her­
(A llah’a) tapan bu millet istiklâli “ h ak ”
kısım larından kopuk olarak düşünül­ kese nasip olm az. V atanı uğrunda bizim
etmiştir.
Üçüncü kıtada A kifin diliyle Türk mekte ve yanlış yorum lara varılm akta­ k adar şehid veren millet yoktur. H er
dır. Bu bakım dan son iki mısraın nesre karış to p rak şehitlerle doludur. Öyle ki
tarihi, Türk kahramanlığı ve T ürk’ün yıl­
maz karakteri konuşur. Bu dörtlükten çevrilmiş şeklini vermekte fayda görüyo­ “şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ"
itibaren şiirin sonuna kadar dalga dalga ruz. “ Ulusun! K orkm a! M edeniyet dedi­ mısraında söylenildiği gibi, insan avu­
ğin tek dişi kalmış canavar böyle bir cuna biraz toprak alıp sıksa, ondan bin­
m efahir bütün ruhları doldurur. 1921
Türkiye’sini düşününce bu mısralardaki imânı nasıl boğar?” M ısralardaki mânâ lerce şehid fışkırır.
gayet açıktır; medeniyet canavara benze­ İnancım ıza göre şehidler cennete
lirizmi ve destani hava kendini daha
fazla hissettirir. Ç ıkm azlar ve im kânsız­ tilmiştir ve onun her çeşit silâhıyla çıkar­ giderler. Bağrında bu kadar çok şehid
dığı sesler bir canavarın ulumasını barındıran toprağın cennetten farkı yok­
lıklarla dolu bir devirde böyle haykıra­
hatırlatır. Yani kelimenin kökü “ulu” tur. O bizim dünyadaki cennetimi zdir.
bilm ek A k ife ve T ü rk m illetine
ismi değil, “ ulum ak” fiilidir. Kaldı ki Vatanim izdir.
m ahsustur.
T ürk milleti bu kıtada A k ifle beraber İstiklâl M arşı’nm birçok yerinde rastla­ Akif bu noktada vatanı için canı
“Tok bir ses” olur. Hürriyetini ve karakte­ dığımız tenasüb sanatı bu m ısralarda da dahil herşeyini feda etmeye hazırdır.
rini dünyaya haykırır. Türk milletini esir mevcuttur. "U lum ak, korkm ak, boğ­ A llah’tan dünyada kendisini vatanından
etmek düşüncesi bile korkunçtur, bu mak ve canavar” kelimeleri arasında ayırmam asını diler. Canını, sevdiklerini,
hayale kapılanın başına türlü belâların tenasüb (uygunluk) vardır. herşeyini vatan uğrunda kaybetse bile,
gelmesi mukadderdir. Yine bu hayale Saldırgan medeniyet, can çekişmekte vatan toprağında yatm ak m ükâfatı ona
ancak çılgınlar kapılabilir. Kıtanın son iki olan ve can havliyle son saldırışlarını yeter.
mısraında Türk tarihinin karakterini bulu­ yapan, tek dişi kalmış (ihtiyarlamış, Â kif ve vatanları uğrunda çarpışa­
ruz. Türk tarihi hakikaten “kükremiş set” ölmek üzere) bir canavarı andırır. Şiirin rak hayatlarını veren Mehmetçiklerin,
özelliğini gösterir. Bu sel A daylardan sonuna kadar rastlayacağım ız gibi, h atta milli mücadeleye katılanlann
T una’ya gittikçe coşarak ulaşır. îki uç burada da millete üm it ve cesaret aşıla­ dilekleri, kendileri öldükten sonra bile
nokta arasındaki coğrafi yapı göz önüne nır. O canavar ne kadar ulursa ulusun, aynıdır. V a ta n a yab an cı girm esin,
alınırsa “yırtarım dağları, enginlere sığ­ sen korkm a, cesur ol. Zira onun bu ses­ mabetlerimizin göğsüne onların kirli
mam taşarını” mısraının bahsettiğim iz leri ölmek üzere ve hattâ eceli senin elinle elleri değmesin. Ve en mühimi ezanlar
özelliği dile getirdiği görülür. D urm a­ gelecek olan tek dişi kalmış bir canavarın susmasın. E zan sesleri ebediyyen Türk
m ak, devamlı hareket halinde olm ak feryatlarıdır. Ve bu canavarın gücü, sem âlarında inlesin. Ç ünkü o ezanlar
T ürk’ün karakteridir. Bunu dilimizde senin göğsündeki im ânı boğm aya millî mücadelenin de mihveri olan
fiillere, destanlarım ızda olaylara ve yetmeyecektir kelime-i şehadeti, günde beş vakit mina­
özlemlere katarak söylemek m üm kün­ İstiklâl marşı ümid ve cesaret şiiridir relerden alıp sonsuzluk âlemine götü­
dür. O ğuz Kağanın “Daha deniz, daha desek yanlış olm az. İlk m ısrada başla­ rürler.
müren (ırm ak) Güneş bayrak kurıkan yan bu özellik, şiirin sonuna kadar dozu Bilindiği üzre ezanın A llahüekber’
(çadır)” sözleri, ayrı ruhun, tarihin ilk artarak devam eder. Ve nihayet Türk den sonra gelen “ Eşhedüenlâilâheillâl-
devirlerinden itibaren Türklerde var milletini kayıtsız şartsız zafere ulaştırır. lah (şahitlik ederim ki A llah’tan başka
olduğunun delillerindendir. K ıt’alar arasındaki duygu bağlantısı çok ilâh yoktur.) ve “ Eşhedüennem uham -
D ördüncü kıt’a Batı âlemi ile T ürklü­ kuvvetli ve istikrarlıdır.. Cephede verilen m edenrasûlullah” (şahitlik ederim ki
ğün mukayesesidir. Şâir yine milletiyle savaşın stratejisi adetâ şiirde de uygula­ M uham m ed A llah’ın resulüdür.) kısım­
tek bütün halindedir. Batı çelik zırhlarını nır. Cephedeki askerin zaferden emin ları îslâmiyetin temeli olan Kelime-i
kuşanm ış, âlemin iftihar vesilesi olması psikoloji marşın duygu yönünü meyda­ Şehadet’i ifade eder. Bu bakım dan ezan­
gereken bir milleti, “Medeniyet” adına na getirir. lar günde beş vakit, ülkenin m üslüm an
boğm ak için saldırm aktadır. Yedi düve­ Âkif beşinci kıt’ada askere yapması olduğuna şahitlik yapar. Yahyâ Kemâl’
lin teknik ve sayı üstünlüğü, göğsü imân gerekeni değil, zaten onun yapmakta oldu­ in “ EZA N SIZ SE M T LE R ” başlıklı
dolu M ehm etçik karşısında kırılmağa ğunu hatırlatır. K ıt’anm ilk iki mısraı, yazısında belirttiği gibi, ezanın yeni yeti­
m ahkûm dur. Âkif ikinci mısradaki bu savaşan iki tarafın manevî durum larını şen nesiller üzerindeki tesiri çok m ühim ­
duygusunu Ç an ak k ale Şehitleri nde ve sıfatlarını da içinde taşır. Türk yur­ dir. Çocuk kendini farkında olm adan o
"Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat imân duna saldırganlar “alçak, hayasız ve İlâhi âlemin içinde bulur.
şeklinde söyler. Batının m adde plânın­ zalim” , m üdafaadakiler ise göğüsleri
Bu husus gerçekleştiği takdirde
daki üstünlüğü, manevî kuvveti yen­ imân dolu m azlûm lardır. K ıt’anm son
hayatta kalanlarla birlikte şehitler hatta
meğe yetmemiştir. Â kif bu m ânâdaki iki mısraı sanırız ki im anın karşılığı olan
-şayet varsa- onların m ezar taşları bile
“ M edeniyet” i c a n a v a ra b e n z e tir. “ zafer” müjdesini verir. Allah kitabında
sonsuz sevince kapılıp, şükür secdesine
Ç anakkale’de aynı fonksiyonu icra inananlara zafer va’detmiştir. Zaferin
kapanacaklardır. M ezar taşlan bile can­
etmiş ve yüzbinlerce vatan .evladının yakınlığı müminlerin gayretine ve kahra­
lanacaktır. Â kif burada cansız varlıklara
canına kıymış medeniyet de avnı cana­ manlığına bağlıdır. Şair bir çok kıt
beşerî vasıflar yükler. T o p rak altındaki
vardır. O vakitler “kahbe”dir. "H akikat alarda T ü rk ’ün bu özelliği üzerinde
şehitler âdeta yeniden hayat bulurlar ve
yüzsüz” dür. Â kifin bu hükm ünü ispat­ durmuştu. Artık kesin kanaati teşekkül
yaralarından kanlı, am a sevinç yaşları
lamasına o canavar, arad an daha beş eder ve zaferin yarından daha yakın
boşanır. Sevincin tesiri bu kadarla da
sene geçmeden, bütün korkunçluk ve olduğu hükm üne varır.
kalm az, toprak altındaki şehit n a’şlart
vahşiliğiyle T ürk vatanının üzerine Âkif sonraki üç kıt’ada vatan fikri
da bu sevince kapılarak m ücerred ruhlar
saldırmıştır. üzerinde durur. V atan alelâde toprak
Turk Edehluatı MART 19

haline dönüşürler. Nihayet


Yahya Kemal’in- Akıncı şiirindeki
Mithat Cemâl Kuntay-Mehmet Âkit
mısralarında ıtade edidiğı gibi “Yer­
den yedi kat Arş’a kanatlanırlar."
Şâir incelediğimiz (soyut) kıt’a
boyunca imânını biran olsun kaybet­
meden, bir an bile ümitsizliğe düşme­
den, derece derece zaferi yakalar.
 kif in şahsiyetinden
Artık bayrak hür, millet müstakildir.
Birinci kıt’adaki bayrak tasviri ile, son
kıt’adaki arasında tezat vardır. İlk kıt’
ada bayrak karanlığı haber veren
çizgiler...
şafak ânındaki güneşin allığında yüz­
mektedir. Yüzmek insana suyu tedai MUSTARİP ADAM sevmekti. O nun içindir ki “secde” (1)
ettirir. Bu noktada bayrak, milletin “ leyla” , “ gece” , “hicran” (2) gibi ihtiyar­
gönlündeki istiklâl ateşidir de, düş­ Âkif, ızdırabm dan acı bir tad duyardı. lığında yazdığı tasavvuftu şiirlerinde bile
man denizi içinde sönüverecekmiş
Yaşam ak, yürüm ek, dostluk, edebiyat... “ his mistisizim”i değil, “fikir m istisizm "
gibi görülür. Ama Âkif, şiirinin
dokuz kıt’asında bunun sadece Bunların hepsini işkence haline soku­ i var. Âkif tekke müslümanı değil, cami
görüntüden ibaret bulunduğunu yordu. Iztırap onun “ ikinci dini” idi. müslüm anıdır; onda cezbeden ziyade
empoze etmiş, gerçeğin hiç de görün­ H ayatında k azara işini biraz yoluna secde var.
düğü şekilde olmadığım söylemiştir. koyduğu zam an O na takılırdım: O, A llaha, A bdülhak H âm id gibi.
- Çok müteessirim, yine rahat etmeğe Tuttum seni üstüme yıkıldın
Çeşitli savaşlara girip, zaferle çıkan
başladın Âkif! Demez. İnkâra bürünen bu karanlık
bayrak (istiklâl ateşi) işte nihayet kafi
sonuca ulaşmıştır. Şan kazanmıştır. O n u n her yere “ kendi vasıtai im ân  k if te yoktur.
nakliyesile” yani, ayaklarile gitmesinden
Birinci kafadaki nazlı hilâl, son kıt’ bazan tu h af neticeler çıkıyordu: Âkif, 4N A N E -Y E N İL İK
ada şanlı hilâle dönüşmüştür. Artık M ısır'da Prens A bbas H aiim ’in misafi­
güneşin batma vakti çok gerilerde
riyken, onları bir gün Prens Yusuf  kif “ A nane” ye bağlıdır, “ görenek” e
kalmıştır. Yeni, aydınlık ve hür ufuk­
lar, şanlı hilâlin dalgalanışı ile süslene- Kemâl öğle yemeğine davet eder. F akat değil.
cektir. Son kıt’adaki şafak kelimesi, Âkif, kendi aleyhine çıkm ak şartile D iyordu ki:
sabahleyin güneşin doğuş anındaki bazan kurnaz olur, bazan da rahatını - Bir İngilize sormuşlar: “ Bu kadar
kızıllığı ifade eder. Bu vakit gündü­ sever. O gün de m uztarip olm ak için ananeci olduğunuz halde nasıl terakki
zün, aydınlığın hülasa kesin zaferin  kif evvelâ kurnaz olur, ve ziyafete ettiniz?” İngiliz cevap vermiş: “ Bizde en
müjdecisidir. Sabah vaktinin huzuru, Prens Abbas H alim ’den ayrı gitmek yeni anane altı yüz seneliktir en eski
ümidi, temizliği ve sükûnu bayrağa im kânını ince bir hile ile bulur: Beraber teceddüt altı saatlik.” Ve  kif 14
izafe edilir. Bayrak artık şafaklar gibi gitsinler de Prensin hususî otom obiline
şanlı, dalgalanacaktır. Kahraman asırlık ananeyle 14 saatlik yeniliğin
binsin, rahat mı etsin? F akat Prens beraber yürümesini istedi.
ırka “çehre çatmak” da söz konusu
Y usuf Kemâl’in kasrının kapısını bek­
olmadığına göre, onun uğruna dökü­
len kanlar kendisine helâl edilebilir. leyen “ Berberîğ” ler bu binaya misafirle­ GARP M EDENİYETİ
rin yayan değil, hattâ taksi ile bile
Zira bundan sonra ebediyete kadar
bayrağa ve Türk milletine yok olma, gelmesine alışık olm adıkları için benim  kif için Jap o n lar gibi olacaktık;
yere düşme, yeryüzünden silinme şek­ yayan giden şâirimi prensin misafiri ola­ garbı muayene ederek alacaktık. Mede­
linde bir tehlike yoktur. Bayrak ve rak kabul etmezler. Bu sefer de Âkif niyet güm rükte tetkik edilecek, memle­
millet bu yaşama hakkını tarihleri ve rahatını seven adam olur: Prensin davet­ ketimize sonra girecekti. Jap o n y a öyle
verdikleri son imtihan sonucu hak lisi olduğunu anlatm ağa üşenir. D ö n ­ yapmıştı.
etmişlerdir. Türk bayrağı ezelden beri meğe karar verir. Ve bu otom obilsiz Ve garbı m utlaka alacağız; fakat bu
hür yaşamıştı, bundan sonra da hür misafiri prensin hususî kâtibi içerden
yaşamak hakkıdır. Türk milleti garp medeniyetini millî ruhum uzla
koşup yolundan çevirmeseydi, kendini mübadele etmiyeceğiz.
Allah’a olan imânıyla, bağlılığıyla Prens Y usuf K em al’in misafiri sanan bu
asırlardır istiklâlini korumuş ve bu A ncak bu medeniyeti alacak eller
defa da e 2an seslerini susturmamıştır. “ dalgın adam ”ın arkasından beyaz diş­ çocukların elleri olm ıyacaktır, reşîd eller
Öyleyse istiklâl içinde bulunmak lerde, A frika’lı uşaklar hâlâ güleceklerdi. olacaktır. Ve buradaki “ reşid” kelimesi,
onun da hakkıdır. tabiî ki, kanunu medenînin “ reşîd” i
Kısaca İstiklâl marşı, millî karakte­ DÖRT ÇAMUR değil, ilmin ve hayatın “ reşîd” idir.
rimizi, tarihimizi, imânımızı, milli
mücadele günlerinin heyecanını
içinde taşıyan, o günleri ve o günleri Âkif için dört şey çamur kadar pisti: TEM İZLİKTEN YORULMAK
yaşayanların duygularını nesilden Cimrilik; ikbal şımarıklığı; kibir; bir de
nesile aktaracak olan emsalsiz bir âbi­ m addî pislik. İlk tanıdığım zam an ona inanm adım :
dedir. Çanakkale Savaşını abideleşti­ Bir insan bu kadar temiz olam azdı;
ren Âkif, Millî Mücadele’ye de İstiklâl M ÜSLÜMANLIĞI “ cabotin” di; ve fena ak tö r melek rolünü
Marşı âbidesini hediye etmiştir. İstik­ oynam aktan bir gün yorulacaktı, gayri
lâl marşı sadece duygu yönünden Müslümanlığı Âkif, “güzel” diye tabiî bir faziletten yorulan yüzünü bir
değil, şiir sanatı yönünden de büyük
değil, “doğru” diye sevdi, Bu, dini bir gün görecektim. F akat 35 sene bugün
değere sahiptir. Bu da ayn bir yazı
san’atk âr gibi değil, bir m ütefekkir gibi gelmedi.
konusudur.
M.Ertuğru! Düzdağ

Umarmıydın neden yazıldı?


Merhum üstadımız Mehmet Akif Defter-i Hatıratımdan: Ne kadar âlemi devr etse sipihr
Bey’in “Umar miydin?" başlığını taşı­ Bulmaz İstanbul’a benzer bir şehr
yan şiiri, bugünkü Safahat baskıları­ BAYRAMDA NİÇİN AĞLADIM? Arkadaşlarımdan birisiyle onun
nın 455-456’ncı sayfalarında bulun­ arzu ettiği câmie gidiyoruz. Kalbim
maktadır. Bu şiir. Safahat’m yedinci çok heyecanlı. Hazret-i Halifenin
kitabı “Gölgeler”in 1933’te Mısır’da Bi’t-tab’ hassas gönüllü olan adama diyarında bulunuyorum. Merkez-i
yapılmış olan ilk baskısının 12-14’ İslâm olan İstanbul câmilerine gidi­
her şey tesir eder, o hassasiyet daima
üncü sayfalarıda çıkmıştı. İlk neşri ise yorum. Kimbilir, ne yüksek sözler işi­
onu ağlatır, yahut güldürür.
Sebilürreşad mecmuasının 15’inci cil­ teceğim, ne heyecanlı mevizeler
Daha beşikte iken ebeveynim Müs-
dinin 24 Teşnnievel 1334 (24 Ekim dinleyeceğim, ne münevver İslâm
lümalık hissiyatını kalbime telkin
1918) tarihli 375’inci sayısındadtr. sîmâlan göreceğim!..,
etmeye başladı. Sonra mektebe, med­
Bu hislerle câmie girdim. Bir de ne
Bilindiği gibi Akif Bey, bu şiirinin reseye gidince oradaki üstadlanm,
başına, altıda “Şimal müslümanların- göreyim, bütün câmi askerle dolu.
okuduğum kitaplar, mütalâa ettiğim
dan Atâullalı Behâeddin” imzası Askerden başka kimseler yok. Bilâ
edebiyat, yaşadığım muhit... Hâsılı
bulunan birkaç satır kovmuştu. ihtiyar sordum:
her şey bu hissiyatı takviye etti, İslâm
İmzanın üzerindeki "Sebilürreşad” - Bu ne hal? Bu câmi askerlere mi
muhabbetini kalbime yerleştirdi. Bu
kaydı ise, bu satırların mecmuada çık­ terbiyenin tesiri, bu hissin sâikasıyla- mahsus?
mış olan bir yazıdan alındığını - Hayır efendim!
dır ki, ömrümün beşte bir kısmını
göstermekte idi. - Yoksa hep adamlarınız asker mi?
İslama düşman bir memleket ordu­
Mehmed Âkif, Safahat ve Sıratı- sunda geçirdiğim halde, papaslar - Hayır efendim!
müstakim (Sebilürreşad) ile ilgili ola­ hıristiyan askerleriyle birlikte muzat1 - Ne garip hal. Asker olmayanlan-
rak yıllardır devam eden (ve inşaallah nız câmie gitmiyor mu?
feriyet d u a la rı y ap tık ları bir
devam edecek olan) çalışmalarım zamanda, ben ve benim din ve arka-
sırasında, bu yazıya da rastlamıştım. Her ne ise tekbirler tekrar edildi.
daşlanm “AUâhüamm-ensurü'l-İslâm”
"Bay ramda Niçin Ağladım?” başlığını dualannı tekrar eder dururduk. Nihayet yavaş yavaş hatvelerle min­
taşıyan yazının, Âkif merhumu da bere gelen sanklı bir efendi müslü-
Tarih vukuatın tekerrüründen iba­
ağlattığı muhakkaktır. Bu satırların manlann kim bilir kaçıncı defa olarak
ret olduğu gibi, tâli’ de mukadderatın
kılmakta oldukları bayram namazı­
âciz yazarında da aynı tesiri tebeddülünden ibarettir. İşte tâli’ beni
nın niyetini ve ne suretle kılınacağını
uyandırarak: bugün İstanbul’da bulunduruyor.
“Madem ki böy le duygularım kaldı, tarif etti. Uyumuş olan ahali derhal
Bugün bayram. Müslümanların
çok şükür” diye hamdine sebep olmuş kalktı. Namaz kılındı. Birkaç söz
mukaddes bir günü, Dârülhilâfe’de
hutbe okundu. Âmin dendi, oldu
bulunuyor. bulunuyorum. Çocukluğumdan beri
"Türk Edebiyatı Dergisi”nin nâzik bitti. Sordum:
beslediğim emel bugün tahakkuk edi­
hatırlayışı ve daveti üzerine, ne yaza­ yor. Kaç yıldır ben bu günün iştiya­ - Va’z ü nasihatler, müslümanlan
cağımı kararlaştırmak üzere fişlerimi kıyla mütehassis idim. Üç yüz milyon faaliyet ve saadete dâvetler, müesse-
karıştırırken, bahsi geçen yazıya rast­ müslümanın merkez-i Hilâfeti olan sât-ı hayriyye ve evlâd-ı şühedâya,
ladım. Kısaca bilgi arz ettikten sonra, İstanbul’da bir bayram namazı kıl­ iâne tonlamalar... Biz gelinceye kadar
Âkifimize ilham veren yazıyı ve arka­ mak, benim için en büyük bir emel, bunlar hep olmuş bitmiş mi?...
sından da şiiri nakletmek istiyorum. en mütehassiri bulunduğum bir saa­ - Hayır efendim.
Yazının başlığının üzerinde det idi. Câmiden çıktık. Odama avdet edi­
‘Defter-i Hatıratımdan" kaydı bulu­ Çocukluk zamanlanmda babamla yorum. Zihnim şu suâle cevap ver­
nuyor. Bu zâtın kim olduğuna dair, beraber bayram namazına gidiyor­ mekle meşgul! Acaba hangileri şeriat
şimdilik elimde bir belge yok. Mec­ duk. Şimalin karanlık ormanları hadimi: Her cum’a ve bayram
muada çıkmış başka yazısına da rast­ içinde bulunan köyümüzün câmiine namazlarında minber üzerinde saat­
lamadım. Fakat gözden kaçmış girdiğmız zaman evimizin duvarında lerce Kur’an’m esrânnı tebliğ ve telkin
olması ihtimali de vardır. asılı Ayasofya câmi-i şerifinin resmi eden, dînî nutuklar irâdıyla millete
Yazı, Sebilürreşad’ın 15 inci cildi­ gözümün önüne gelir, onun hayaliyle rehberlik eden, milyonlarca iâneler
nin 3 Teşrinievvel 1334 (3 Ekim 1918) kendimden geçerdim. Bayram toplayarak etfâl-ı müslimîn için mek­
tarihli 372’nci sayısında çıkmış. 148- namazı kimbilir nasıl kılınır? diye tepler, medreseler tesis eden Şimal
149’uncu sayfalarda bulunuyor. tahassürümü babama söylerdim. O millet-i mahkûmesi imamları mı?
Görüleceği gibi çok samimi hislerle da: Yoksa şimdi metbûum olan şu imam
kaleme alınmış kısa bir yazıdır. - Ömrün olursa, yavrum, belki bir efendi hazretleri mi?
Şiir de 24 Ekim’de yayınlandığına zaman gelir de İstanbul’a gider Bu hal beni çok müteessir etti.
göre, Âkif Bey’in onu bu arada nazm görürsün... Odama geldim. Kapıyı kapadım.
ettiği anlaşılıyor. Derdi. Bugün hep o hatıralar can­ Ağlamaya başladım. O gün akşama
Yazıyı ve şiiri beraber okuduğu­ lanıyor, cânâmna kavuşan bir hasret- kadar İslâmm garipliğine, müslüman-
muz zaman, 1908’den sonraki müslü- zede sürûruyla sermest bulunuyorum. ların inhitatına ağladım, ağladım,
man “felâketler nesli’nin ne ızdıraplar Hava ne kadar gü zel! Ne lâtif bir cenup ağladım...
içinde bulunduğunu, galiba daha rüzgân esiyor! Her taraf bayraklarla
derinden hissedebiliyoruz... Şimdi donatılmış, Nâbi’nin dediği gibi: Şimal Müslümanlarından
yazıyı ve şiiri okuyalım: Ataullah Behâeddin
Türk Ideblfiaü MARTI 21
"Odama girdim; kapıyı kapadım; ağlamaya başladım: O gün akşama
kadar İslâm'ın garipliğine, müslümanların inhitatına ağladım, ağladım..."
Sebil-ür-Reşad
Şimal müslümanlarından Atâullah Behâeddin

Görünmez âşinâ bir çehre olsun rehgüzârında;


Ne gurbettir çöken Islâm’a diyârında?
Umar miydin ki: mâbetler, ibâdetler yetim olsun?
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yûsun?
Umar miydin: cemâat bekleyip durdukça minberler,
Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?

UMAR Umar miydin: tavanlar yerde yatsın rahneden bîtâp?


Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrâp?
Umar miydin: o, taş taş devrilen, bünyân-ı marsûsun,
MİYDİN? Şu viran kubbelerden böyle son feryâdı dem tutsun?
\
İşit: on dört asırlık bir cihânın inhidâmından,
Kopan ra’din, ufuklar inliyor, hâlâ devâmından!
Civânn, man zarın, cevvin, muhitin, her yerin mâtem;
Kulak ver: çarpıyor bir mâtemin kalbinde bin âlem!
Ne hüsrandır ki: doldursun bugün tevhidin enkaazı,
O, hâkinden nebiler fışkıran, iklîm-i feyyâzı!
Gezerken tavr-ı istilâ alıp meydanda bin münker,
Şu milyonlarca îman “nehye kalkışsam” demez, ürker!
Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyâdından,
Silinmiş emr-i bil’m a’rûfun artık ismi yâdından.
Elayâ sıyrılmış, inmiş: öyle yüzsüzlük ki her yerde...
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!

Vefâ yok, ahde hürmet hiç, emânet lâfz-ı bî-medlûl;


Yalan râic, hıyânet mültezem her yerde, hak meçhûl.
Yürekler merhametsiz, duygular süfli, emeller hâr;
Nazarlardan taşan mânâ ibâdullâhı istihkaar.
Beyinler ürperir, yâ Rab, ne korkunç inkılâb olmuş:
Ne din kalmış, ne îman, din harap, îman türâb olmuş!
Mefâhir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lâl...
Bu izmihlâl-i ahlâkî yürürken, durm az istiklâl!

Sen ey bîçare dindaş, sanki, bizden hayr ümîd ettin;


Nihayet, ye’se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
Samimî yaşlarından coşkun rûhum, hercümerc oldu;
Fakat, mâtem halâs etmez cehennemler saran yurdu.
Cemâat intibâh ister, uyanmaz gizli yaşlarla!
Çalışmak!... Başka yol yok, hem nasıl? Canlarla başlarla.

Alınlar terlesin, derhal iner mev’ûd olan rahmet,


Nasıl hâsir kalır “tevfîki hak ettim” diyen millet?
İlâhî! Bir müeyyed, bir kerîm el yok mu, tutsun da,
Çıkarsın Şark’ı zulmetten, götürsün fecr-i maksûda?
Turk Edebiyatı I MART 122
- Acayip!
Mithat Cemâl Kuntay-Mehmet Âkit Dedim.
- Bundan daha acayibi var! dedi; yine
U m um î H arpte Viyanada idim; bir gece
Viyana kiliselerinin çanlan çalm aya baş­
ladı; otelin penceresinden baktım ; cad­
A kif in şahsiyetinden çizgiler... dede her elde b ir m um , herkes
haykırıyordu. Kendi kendime: “ M üttefi­
kimiz Viyanalılar galiba cephede bir
m u z a ffe riy e t k a z a n d ıla r .” d e d im .
Sokağa fırladım. Bir dükkâncıya:
M AHVİYETİND EK İ A K İF ’İN İSTANBUL’U - “ Bir zafer haberi mi var?”
GÜZELLİK G alata ve Beyoğlu... İşte  k ifin
Dedim. Adam:
” - Zafer de söz mü?” dedi. İngilizler
35 sene, onun yanından her çıkışımda, İstanbul’una dahil olmıyan iki yer.
Müslümanlardan Kudüs’ü aldılar. İngi­
kendim e hep bu sualleri sordum : Bu  k ifin İstanbul’u Halicin sırtındaki
liz ordusu Allenby’nin kum andasında
tevazu kendi kendini inkâr etmek dere­ Sultan Selim camiinden başlar, M arm a-
Kudüs’e girdi. Mukaddes şehir aydan
cesine nasıl çıkıyordu? M ahrum iyetler­ ranın yanındaki (1) kadıasker Feyzullah
kurtuldu, haça kavuştu.”
den yılmıyan seciyesile kendisini nasıl Efendi cam iinde biter.
Ve  kif bunu anlattıktan sonra gözle­
kahram an sanm ıyordu? O nu yakından K öprüden Saııgüzeldeki evine gider­
rime dik dik baktı:
tanıyanlar için her geçen gün nasıl onun ken  kif beş camiin maneviyatında
- “ Milletim nev’i beşer, vatanım ruyi
lehine geçen bir gün oluyordu? O nun yürürdü: Yenicamiin kudsiyetine dala­
zemin!” Öyle mi? Dedi. Sonra ilâve etti:
temizliği yanında insan kendi günahla­ rak M ercan yokuşunu çıkar, Bayezit ve
- Biz bu yalana inanırsak, ne milleti­
rından m uztarıp olurken, o, kendisinin Süleymaniye camiilerinin iki kanadına
miz kalır, ne ruyi zeminimiz! A vrupanm
sizden başka olduğunu nasıl görm ü­ bürünür. Şehzade camiinin nurunda
nev’î beşerinde ben yoksam benim nev’i
yordu? Ve bir san’at kadar güzel olan bu uçar, Fatih camiinin şüm ulünde evine
beşerimde de o yoktur.
mahviyet, bir taraftan da, bir san ’at inerdi: Zaten Fatih camii ve  k ifin evi
kadar nasıl çirkin değildi? birb irin in m üştem ilâtı idi; b abası,
SÜKÛTLARI
nam azdan sonra, ahbaplarile, camiin
DOSTLUĞU m aksurelerinde görünürdü. Cam i evin Altı, yedi türlü sükûtu vardı Â kifin.
selâmlık dairesiydi, ev de camiin harem 1) Bitmiyen sükût (kendisine takdim
O nda "bütünlük” vardı; hystérie
tarafı. edilen adam dan haz etmemişse.)
haline gelen kininde de; evlâtlık, babalık,
Asrın dem irinden ve dum anından 2) H akaret olan sükût (inandığı şey­
kardeşlik kuvvetini alan dostluğunda da
kaçan Âkif, minarelerin dibinde cücelik­ lere uymıyan bir sözün karşısında.)
“ bütünlük” . 3) Sevimli sükût (bir eserinizi okudu­
leri artan dükkânlara ve evlere bakmaya­
D ostunu, sevmek kelimesinin noksan­
rak bankasız, borsasız manevî bir ğunuz zaman.)
sız mefhumile, seviyordu: Öldüğü za­
İstanbul’da yürür, caddelerde kendi ken­ 4) î badetli sükût (bir mûsiki parçasını
man; düştüğü zaman; dünya aleyhine
dinden ibaret kalarak program lı bir dal­ dinlerken.)
döndüğü zaman; yamnda olmadığı va­
g ın lık la s o k a k la rd a n g eçerd i; bu 5) Zeki sükût (bir şey anlattığınız
kit; ve sevmiyenlerin yanında bulunsa
dalgınlık yalnız bir minareler hıyabanın- vakit.)
bile. dan geçtiğini zannetm ek içindi: O kadar 6) İs tis k a l eden s ü k û t (b irin i
D ostunun aleyhinde bulunana karşı, dalgın olacaktı ki bunlardan başka bir çekiştiriyorsanız.)
bazan, onu m üdafaa etmek faziletinden şey görmiyecekti. 7) U tanan sükût (bilen bir tavırla bil­
bile m ahrum görünm eye katlanıyordu: Sinirlerine dokunan bir mısra vardı: mediğimiz şeyleri anlatıyorsak.)
M üdafaa edip de karşısındakini fazla Milletim nev’i beşerdir, vatanım ruyî
zemin!
aleyhtarlığa sevketmesin diye. SADE ADAM
M e n fa a tin iz i, a ile n iz i, s ırrın ız ı, Bu mısraı okuduğum gün acı acı
m ukaddesatınızı ona emanet edebilirdi­ gülerek:
D ünyaya gelmekte geç kalmış gibi
niz. - Sen de bu yalana inanıyor musun?
Bir Avrupalınm nev’i beşerinde, ruyî ze­ muztarip bir yüzü vardı. Fakat bu ıztıra-
bını hiç bir lütfün ve idbarın önünde
mininde T ürkler ve M üslüm anlar dahil­
ŞEHİR M ÜNA FIKTI gizlemedi. Bu mazi hicranını bir imanın
dir sanıyor musun? Cartesien A vrupa
sayhasındaki çıplaklıkla yüzünde taşıdı.
y alan ıd ır, an cak T h o m iste A vrupa
C addelerden, nutuklardan, düğünler­ Ancak bu, ne bir menfaatin vasıtası, ne
doğrudur.
den, bir kelime ile, şehirden kaçan de bir gururun davasıdır; M ehm et Âkif,
Dedi. Sonra tu h af bir şey anlattı:
adamdı. Bir nevi tenhalığı vardı ki, bu M ehm et  kif olduğunu bilmiyecek
- U m um î H arpte biz üç kişi Berlin’e
inziva, bilmem nasıl anlatayım , kendi kadar sade adam dı.
gittiğimiz zam an A lm an hüküm eti bize
ta h te la rz ın ın k aran lığ ın d a yaşam ası
ne dedi bilir misin? “ Türklerle ittifak
demekti. Sokak hilekârdı, izdiham PARA
ettik diye R ayiştakda K atolik m ebuslar
yalancıydı, şehir münafıktı. O nun arzu
bağırıyorlar, M üslüm anlar ve Türkler
ettiği kadar temiz şehir ancak çöl “ P ara’yı bilmiyordu. (Bu mefhumu,
gibi vahşilerle medenî Alm an milleti
olabilirdi. sade, U m um î H arpte biraz heceledi;
nasıl birleşir?” diyorlar. “Makaleler yazı­
nız da Türklerin ve M üslüm anların da fakat sökemedi.) İnsanların, ekseriya çir­
Sokakta bedbahttı, her insanda şah­
insan olduklarını bu adam lara karşı kin oldukları p ara meselelerinde  kif
sından bir parçasını bırakacakm ış gibi
isbat edelim.” dedi. çok güzeldi.
evine kaçışı vardı.
Türk fİe b lu a iıB H M B H H O B H I MART 23

Sezâî Karakoç’tan

ÂKİF VE *
YAHYA 1
. I
KEMÂL ~ \

ÂKİF H A STA LIĞ IN D A ...

B e lk i de Akif’in şiirini anlayabilmenin en iyi yolu Mehmed A kif’se genç nesillere, içinde bulunulan
onu Yahya Kemâl’le bir arada düşünmektir. İmpa­ durumu çizerek, bir yön ve yol gösteriyor ve açık bir
ratorluğun batışında gelen ve şiir türlerinde tek ödeve çağırıyor, ödeve çağırılışla hayal meyal
kalan bu şairler, aynı medeniyetin ve ülkünün şairi hatırlatma arasındaki, çıplak ışıkla alacakaranlık
olarak yanyana durdukları halde, ilk bakışta, şiirle­ arasındaki fark. Bir savaşta askerleri heyecanlandır­
rinin özü ve biçimi bakımından doğu ve batı kadar mak için komutanın yaptığı bir konuşmadır, Akif’in
ayrılıyorlar. Teferruatlıca, bu ayrılığın ilk noktası, şiiri. Ama savaş bittikten sonra, şehit olanlar için
çıkış ağzı, birinde estetiğin, öbüründe ülkünün dikilen anıt ve kitabedir, o kahramanlığın destanıdır.
hedef tutuluşudur. Biri estetikten çıkarak ülküye Y. Kemâl’inki. Yahya Kemâl hep medeniyete, mede­
de varıyor, öbürü ülküden başlıyarak hemen esteti­
niyetten kalana bakıyor. Medeniyetin, İslâm-
ğini kuruyor ve sonra ikisini birlikte yürütüyor. Biri
Türk m edeniyetinin bıraktıklarının u n u tu l­
şimdiki zaman şairidir demiştik; öbürü, estetik için
daha elverişli olan masallaşmış bir geçmiş zama­ maması, bilinmesi ve ebedîleşmesi, O’nun tasası­
dır. O’nu şiirinde ebedileştirebildiği ölçüde şiirinin
nın peşindedir. Muhteşem bir gün batışı karşısında
huzursuz olan bu iki şairden biri, geçmekte ve bit­ de ebedileşeceğini bilir. Mehmed Akif ise, o mede­
niyetin çağdaki gücünün artışı için, o geçmişi
mekte olan günün doğuş vakitlerini hatırlayarak
büyüten fikirler, ülküler ve gelecekte yaşaması
teselli aramakta, öbürüyse mümkün olduğu kadar
güneşin batışını geciktirmek için ışık işçilerini uğruna hayat harcar. Denilebilirse, biri medeniye­
tin anatomisine bakıyor, heykelleşen vücuduna,
vazife başına davet etmekte, hiç olmazsa gelecek
öbürüyse fizyonomisine ve fizyolojisine.
günün doğuşuna hazırlamakta çevreyi. Tarihin
geniş açısı içinden, akışa bakan Yahya Kemâl, Yahya Kemâl esere, hep esere bakıyor; impa­
ratorluk idealine sıkı sıkıya bağlıdır. Akif’se, eser­
eski, mükemmel vakitlere kayıyor ve o vakitlerin
den m üessire, yani im p a ra to rlu kta n çok,
mermerden anıtını yapıyor. Böylece o üstün mede­
medeniyetin tarihe serpili eser ve kuruluşlar zinci­
niyetin, tarihte olsun kurtulmasını sağlamaya çalı­
rinden çok, bütün o serpili eser ve kuruluşlarzinci-
şıyor. Mehmed Akif’se, “aktüel” in içinden bakarak,
rinden çok, bütün o esreleri doğuran İslâmın
siperler kazıyor. Biri medeniyeti arka hatlarda,
kendisine bağlıdır. Bundandır ki, O’nu yeni kuru­
öbürü ön hatlarda koruyor. Biri yaşayanın ölmeme­
lan Devletin istiklâl Marşı’nı yazmış olarak da göre­
sine, öbürüyse ölenin sanatta yaşamasına emek ve
biliyoruz. Millî Marşın şairi ise bundandır ki, Yahya
yürek sarfediyor. Bütün bir Türk-islâm Medeni­
Kemâl değildir ve Mehmed Akif’tir.
yeti, geride bir mermer kayası halinde duruyor.
Biri geçmiş zamanını, diğeri son zamanını ve
Şair, ona dönüp içinden şanlı geçmişi sembolleşti­
geleceğini şiirde yaşatan im paratorluğun bu iki
ren anıtlar çıkarıyor. Öbürüyse günlük medeniyet
şairini bir arada düşünürsek, aynı dünyanın
yaşantısını realist çizgilerle tesbit ediyor. Biri,
tamamlanmış iki cephesini birden yakalamış olu­
geçmişin destanını, öbürü günün destanını, yazıyor.
ruz. ikisi birden, bir im paratorluğu bütün halinde
anlatıyorlar ve ifade ediyorlar. OsmanlI devleti,
Burdan giderek, sanat stillerine ulaşabiliriz. geçm işiyle ve batış görünüşüyle şiire g iri­
Birinin, günlük dil ve halkın konuşmasına, inişi, yor ve sanat içi bir gerçeklik kazanıyor. İki şair böy­
öbürünün sade bir şekilde de olsa, Divan gelene­ lece birbirini tamamlıyor, biri realizmi ve öbürü
ğini yürütmesi, birinin kelime ve mısra tasarrufuna yeni divan tarzıyla, eskiyi ve yeniyi, klâsiği ve çağ­
karşılık, öbürünün bütüncü ve hikâye edici oluşu daşı, antik olanı ve moderni birbirine bağlıyarak,
hep bu temel özelliklerden ileri gelir. İslâm -Türk m edeniyetinin bu büyük vak’ası için,
Yahya Kemâl, çizdiği dünyayı gelecekler için bir bütün halinde sanatının mesajını getirmiş
yapıyor ve yakın bir aksiyonu hedef tutmuyor. oluyorlar.
Türk Edebluan M B — MART

Prof.Dr. Erol Güngör

 kif in yeri neresidir?


S o n kırk yılın fikir cereyanlarına bir sıyle memleketin başına gelen parça­
göz attığımızda, A kifin bunlar arasın­ lanm a felaketinde kavmiyetçilik fikrinin
daki yeri ile ilgili pekçok tartışm alara önemli bir rol oynadığına inanıyordu.
rastlarız. Bir sanatkâr veya mütefekkirin F ak at kendisini ister-istemez millî bir
m utlaka ideolojik bir plana oturtulm ası hareketin içinde buldu ve adı konm am ış
gerekmediğini henüz anlam ış değiliz, bir milliyetçiliğin en önde gelen simala­
çünkü bizdeki fikir cereyanları kesin rından biri oldu. O nun Millî Mücadele
hatlarla ayrılmış birer ideolojik hareket yıllarında halkı mücadeleye katılm ak
karakteri kazanm ış bulunm aktadır. Mil­ üzere ikna etmeye çalışırken kullandığı
liyetçilik, solculuk, İslamcılık ilh. sanki
aynı memleket içinde tartışan insanların
'k tem alar hep İslâmî idi; halkın din duygu­
larına hitap ediyor, tarihin İslâmî unsur­
larına dayanıyor ve bütün bunlar için
değil de birbirine komşu ve hasım ülkele­
rin halklarının görüşleri gibidir. camilerin hutbe ve vaaz kürsülerini kulla­
A kif bu çapraşık m anzaranın içine nıyordu. Fakat bir insan bütün bu sözleri
oturtulduğu zam an önce İslamcıların •ancak Türk câmilerinde, Türk halkına an­
bayrağı yapılm ak istendi. F ak at bu
“Türk milliyetçileri bir lattığı takdirde, onlarda bir hareket uyan­
İslamcılık onun İm paratorluk zam a­ yandan kendi kültür ve dırabilirdi. Sahnenin insan ve tekmil deko­
nında bayraktarlığını yaptığı bir cereyan ru Türktü. Konuşan hatip gibi, dinleyen
medeniyetlerinin şuuruna
değildi; C um huriyet devrinde milliyetçi­ halk da belki Türk kelimesini pek kullan­
daha çok vardıkça, bir mıyor, hatta kullanana bazan tuhaf nazar­
liği “fıkr-i kavmiyyet” sayan ve o n a fikrî
olm aktan ziyade şahsî sebeplerle m uha­ yandan İslâm dünyasının larla bakabiliyordu. Ama ortada kaüksız
lif olan bir zümrenin İslâm anlayışı idi. meselelerini jjeniş çapta bir milliyetçilik olayı vardı. Bizim milli­
Bir yanda milliyetçilere İstiklâl Marşı ve yetimizde İslâmın işgal ettiği yeri bilenler
kavradıkça Akif e kendi benim bu olay için kullandığım milliyetçilik
Ç anakkale şiiriyle büyük heyecan veren
“millî şâir” , öte yanda dışanya kapıla­ aralarında daha büyük bir tabirini hiç yadırgamayacaklardtr.
rını kapatm ış bir savunmacı ideolojinin yer vereceklerdir.” İşte  kif bu çehresiyle milliyetçiler
mütefekkiri oldu. F akat bu arada ciddî için her zam an ilham kaynağı olm uştur.
ve sam im î bir İslamcı düşünce mensup­ Onuti T ürk milliyetçiliğinin çeşitli çizgi­
larının başlıca dayanağının da yine  kif leri içindeki yeri her zam an birbirinin
olduğunu unutm amalıyız. Diğer cere­ aynı olmuştur denemez, fakat milliyetçi­
yanlar arasında İslamcılık C um huriyet liğin esasını kavmiyete dayandıranlar
devrinde siyasî ve sosyal hüviyetinden bile  kife saygılarını hiç eksiltmemiş-
tam amıyle sıyrılmak ^zorunda kaldığı lerdir. O herşeyden önce T ürk dilinin
için bu cereyan içinde A kif ve arkadaşla­ büyük bir sanatkârı olarak birinci dere­
rının başlattığı çığırda yenilerin yetiş­ cede bu millete aittir; fikirleri ve dünyaya
mesi veya o rtay a çıkm ası ad eta bakış tarzı ise yine T ürk tarihi içinde
imkânsızdı. Nitekim C um huriyet devri­ Özellikle îslâmcılığın siyasî bir karakter şekillenmiş, bu tarihin gerçeklerinden
nin İslamcı dergilerine ve kitaplarına kazanarak dışarıdaki siyasî-ideolojik doğm uştur.
bakıldığında bunların İkinci M eşrutiyet hareketlerle yakınlık kurm ası üzerine T ürk milliyetçileri bir yandan kendi
dönem inin basitleştirilmiş birer kopyesi A kif artık sahneden tam am en kaybol­ kültür ve medeniyetlerinin şuuruna daha
olduğu görülür. Sebebi daha çok^ siyasî m uştur. Z ira yeni îslâmcılığın en belirgin çok vardıkça, bir yandan İslâm dünyası­
olan bu fikir kısırlığı karşısında A k ifin tarafı beynelmilel siyasî İslamcılığın bir nın meselelerini geniş çapta kavradıkça
temsil ettiği ileri ve aydınlık İslâm anla­ kanadı oluşudur ve burada A k ifin ideal­ Â kife kendi aralarında daha büyük bir
yışı yavaş yavaş sönm üş, h atta  k ifi lerinden daha başka şeyler vardır. yer vereceklerdir. Milliyetçilerin din
çağdaşlaşm a konusundaki görüşlerin­ Bu nokta bizi  k ifin milliyetçilerle anlayışı gibi modernleşm e konusundaki
den dolayı suçlayan bir zihniyet ortaya münasebetine getiriyor. O nun Birinci fikirleri de diğer İslamcılara nisbetle
çıkmıştır. D ünya H arbine kadar milliyetçi cere­ Â k ife çok yakındır. O nun kadar millete
1950-1980 arasın d ak i o tu z yıllık yana m uhalif olduğunu hepim iz biliyo­ malolmuş bir kimse çok azdır, son elli-
dönem de  k ifin İslâmcı denen gruplar ruz. A kif değişik kavimlerin idare altmış yıl içinde  k ifin Safahatı kadar
arasındaki eski mevkii gitgide gerilerde e d ild iğ i b ir im p a ra to rlu k için d e her eve girmiş ve okunm uş kitap buluna­
kalmış bulunuyor. Bu dönem de yetişen “ T ürkçülük” fikrinin işlenmesini, hele maz. Bu da gösteriyor ki  kif bu milletin
gençlerin önlerindeki mürşid ve müte­ bu fikrin iktidardaki zümrenin ideolojisi duygularını ve özlemlerini dile getiren
fekkir tipi artık Akif değildir; onun haline gelmesini hiç doğru bulm uyordu. yüksek bir şahsiyet olarak T ürk milliyet­
verini reaksiyoner İslâmeılar alm ışlardır. İttihatçıların başarısızlıkları ve dolayı- çiliğinin liderlerinden biri olm uştur.
Ttirk Edebluanl
Mithat Cemâl Kuntay-Mehmet Âkit

Din ve ahlâk üzerine


ÂKİF’LE TARTIŞMAK 9

sun. Lamenais’nin kefaret kanununu - İnsanın, dedi, kendisinden Allah


K en d in d en memnun değildi. İnsanların kabul ediyor gibisin. Tıpkı onun gibi kadar korkması için Allah kadar büyük
kendi kıymetleri hakkındaki tereddütleri “ kefaret maneviyatın mihveridir; insan­ bir insan olması lâzım. Bu kadar büyük
güzel şeydir ve Âkif bu türlü güzeldi. ların kaderi bu mihverin üstünde döner.” insan var mı?
Fakat kanaatlerinde o kadar kat’î idi ki diyor gibi bir yakış tarzın var. Dinin bir - Birleştik, dedim; demek ki kitap
kanaatine itimadı nefsine itimada benzi­ ceza kanunü olması sevimsizdir; kor­ ahlâkı yoktur; etin, toprağın, havanın
yor, sükûtuna doluyor, gözlerinde duru­ kunç din güzel değildir. Dini münhasıran ahlâkı vardır.
yordu. Akif, o zaman güzel değildi. Ve o bir “emirler ve nehiyler” kitabı haline - Çok derinleştin.
zaman  kif in yanındaysanız Onun fik­ koyarsak o zaman din bir gökyüzü vak’ Dedi ve alayla güldü.
rinde olduğunuzu unutmıyacaktmız; bu, ası olmaktan çıkmaz mı? - Hayır, dedim, hiç de derin değilim ve
teneffüsü güçleştiren bir havaydı. Hava Güldü, sonra her zamanki samimî biliyorum ki satıhtan ibaretim. Ancak
değil, taş. Bu taşın içine bir dostluk gire­ yüzüyle: protestanm ve katoliğin ahlâkı yoktur;
mezdi. Zaten böyle bir dostluk bir insan - Beni yanlış anlıyorsun, dedi; ben, şimalin ve cenubun ahlâkı vardır.
için bir nevi hakaretti. Halbuki Onun okuduğum şeyler arasında en güzeli ola­ Meselâ müslüman iştahı ve hıristiyan şeh­
dostlan vardı ve Onun yanında hepsi rak Spinoza’nm bir sözünü sevdim: veti diye bir taksim olamıyacağı için bu
muazzezdiler. Bunun izahı vardır: Â kif “Saadet, faziletin mükâfatı değildir, fazi­ taksime tâbi bir ahlâk ta yoktur. Fakat
in sevdikleri o kadar az, ve sevgisi o letin bizzat kendisidir.” şimal ve cenubun şehvet ve iştahı ayrı
kadar çoktu ki bu muhabbetin birkaç Ve bu sözün muhalif mefhumundan olduğu gibi ahlâkı da ayrıdır.
kişiye inhisar etmesinden dostlarının da “ felâket cürmün cezası değildir, cür- - Bu sefer büsbütün derinleştin!
aldığı gurur, Onun, kendi kanaatini dos­ m ün b izza t k e n d isid ir” neticesini Dedi.
tunun paylaşmak istemesinden çıkan çıkarıyordu. - Sen de, dedim, “ maneviyat” diye hay­
sevimsiz mecburiyetin tatsızlığını azaltı­ Gene bir gün Ona şimdi ismini hatırla­ kırdığın zaman derinleşiyorsun. Hangi
yordu. Sonra dostlarına karşı, daima, madığım bir garp şâirinin bir sözünü “ maneviyatım ız? 20 yaşındaki manevi­
onlardan fazla dosttu. Haksızlık etmek­ benimsiyerek dedim ki: yatımız mı, 60 yaşındaki mi? İlkbahar­
tense edilmeği seviyordu; bu mazlûmiyet - Bir san'at adamı ahlâksızlığa bir tena- daki maneviyatımız mı, yoksa kış
Onun feragatinin hududunu genişleti­ süpsüzlük, bir biçimsizlik diye bakmalı­ ortasındaki mi? “Maneviyat” kelimesi
yordu; bu genişleyen feragatin içinde dır. Yani ahlâksızlık, bir şâir için, “ m addiyatım ızın edebiyatıdır. İnsanlar
dostlan rahatlık duyuyorlardı. Sonra kâinatın, hilkatine âhengine bir tecavüz; maddiyatla yaşar. Hiçbir ahlâk kaidesi
Onun kanaatlerini kabul etmemek bir mûsikfsizlik, bir ses pürüzü, bir nağ­ bir enflüenza kadar kuvvetli değildir.
imkânı da vardı: yalnız tarzını bilmek meler tenafürü olmalıdır. Hilkatin cihan­ Diyorsun ki:
şartile. şümul bir vezni, bir âhengi, âdeta bir
Bir gün Ona dedim ki: aruzu vardır: kâinat kanunlarının akışın­ Bu hissizlikle cemiyet yaşar derlerse pek
- Hıristiyanlığın büyük münkirleri daki bir aruz... Ahlâksızlık bunu bozan yanlış:
katolik medreselerden yetiştiği gibi sen şeydir; san’atkâr bu türlü düşünmeli. Bir ümmet göster, ölmüş maneviyatile
de bu şark kültürünle müslümanlığın - Memleketimin maneviyatı yıkılırken sağ kalmış?
kuvvetli bir reybîsi olabilirdin. Büyük bu kadar ince bir adam olamam,
nazmınla şüphe şairi olsaydın bugünkü dedi, acı acı gülerek ilâve etti: Bir millet yalnız bir tek şeyle yaşar
nesil seni başında taşırdı. - Kulunuzu mazur görün. demek yanlıştır. Sen bir millet maneviya­
Acı acı güldü. Bunun üzerine: tile yaşar dersin. Ben de çıkar, bir millet
- Hayır, değiştim sanma, dedim, bili­ Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne büyük sanayide yaşar, derim. Bir başkası
yorsun ki ben mutekidim. Ancak sana vicdandır, da çıkar, bir millet şarap ticaretile yaşar
bazı şeyler soracağım: Hayatı dinle ayar Fazilet hissi insanlarda Allah korkusun- der. Meselâ bir kıt’a var ki kolay kadınla,
etmek doğru mu? Her hâdiseye dini bir dandır. hırsız hâkimle, alkolik halkla dolu.
kulp diye takarak vak’aları onunla kımıl­ Öyleyken bu kıt’a ayaktadır. Hem beş
datmağa çalışmak doğru mu? Hâdiseler - Demek ki Allahsız ahlâk yok? bin radyatörlü binalarile öyle ayakta ki
bin bir âmilin ucundan darmadağınık Demek ki ahlâklı olmak için Allahtan çatılarının beton başı bir din parçası gibi
akarken bizim çizdiğimiz cedvelden korkmak lâzım mutlaka? gökyüzünde kayboluyor.
akmıyor diye bu tufana öfkelenmek Dedim. - Bilmem, dedi, acaba bu zevahirin
doğru mu? Bir feZeyânı din denen tek - Mutlaka! şaha kalkması altında bir çöküntü yok
mihverin üstünde döndürmek doğru mu? Dedi ve ilâve etti: mu?
- O halde, dedi, hayatın hâdiseleri dedi­ - Ben dindar olmasaydım, gençliğimde Âkifii yakından bilmiyenler, Onu, din
ğimiz tufanı dinsizlik denen tek mihverin feci bir adam olurdum. üzerinde konuşmağa katlanmaz sanıyor­
üstünde döndürmeğe kalkışmak mı - Faziletine iftira ediyorsun, dedim; lar ve bunu bana bile o kadar çok söylü­
doğru? insanda iştahın ve şehvetin cürümlerine yorlardı ki bu itirazlanmı Âkife karşı,
Bir çoklarının, Âkif tahammül etmez, galebe edecek olan fazilet mutlaka Allah sırf, Onun münakaşaya tahammülünü
sandıkları bu münakaşalar Onunla ara­ mefhumundan çıkan fazilet değildir; görmenin zevkile yapıyordum.
mızda çok oluyordu. insanda Allahlaşan fazilettir ki seni Taharri vc tetkik eden bir sesle Onun
Gene bir gün Ona dedim ki: mümtaz bir temizlikle başkalarından ayı­ en esaslı kanaatlerine bile itiraz edebilirdi­
- Sen şiirlerinde, ferdin ve cemiyetin ran da odur. İnsan kendi kendisinden niz. Yalnız, bu sesi bulamıyanlarla, ara­
felâketini bir nevi kefaret haline sokuyor­ Allah kadar korkmalı. sında, kavga çıkıyordu.
Türk Edebiyatı Vakfında düzenlediğimiz açık oturumda Prof.Dr. Mehmet Kaplan, İhsan Toksan,
Ahmet Güner ve Emin Işık...

AKİF AÇIK OTURUMU


SUNAN: AHMET GÜNER
Hayatı, mücadeleleri ve bağlı olduğu değerler bakımından almak saatlerce konuşmayı icab ettirir. Ben burada Asım
her zaman yeni olan Mehmet Akifle ilgili Sayın Mehmet üzerinde ve Asım kitabının içinde bulunan Çanakkale
Kaplan Asım ve Çanakkale Şehitleri şiiri üzerine, Sayın Ihsan şiiri üzerinde biraz durmak istiyorum. Akif’in eserlerini okurken
Toksan Akif’in dini hayatı üzerine, Sayın Emin Işık, Akif ve tabiî büyük bir heyecan duyuyoruz. Aynı zamanda Akif
Gençlik konularında konuşacaklar; biz de A kifle ilgili bazı bize bir takım fikirler de telkin ediyor. Bunlar başlı başına
hatırlatmalar yapmaya çalışacağız. bir insanın kültür edinmesi için faydalı ve güzel bir şey,
fakat bir de biz üniversitede metinler üzerinde düşünüyoruz.
Onları ilmi olarak incelemeğe çalışıyoruz. Ben bilhassa
Asım’ı ve Çanakkale savaşını tasvir eden meşhur şiirini kendi
Prof.Dr. içerisinde hangi temele dayandığı bakımından ele alaca­
ğım. Akif'in hemen hemen bütün şiirlerinde değişik bir şekilde
gördüğümüz bazı temel unsurlar var. Ve bu unsurlar Akif'in
Mehmet Kaplan yaşadığı devirle, şahsiyetiyle, kültürüyle, aile terbiyesiyle yakın­
dan ilgili. Biz çeşitli kategorilere başvuruyoruz. Edebi eserleri
tahlil ederken mümkün olduğu kadar yazara sadık kalmak
için... Bunlardan birisi yaşadığı devirle olan ilgisi; zaman kate­
gorisi... Akif şiirlerini ikinci Meşrutiyetten sonra yazmıştır...
ÂSİM VE Cumhuriyete kadar gelen devir Akif'in içinde yaşadığı bir devir­
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ dir. Akif bu gün de heyecan aldığımız ve ilerde de heyecan
verecek ebedi değerleri eserine koymuş olmakla beraber dev­
“Âsim, Â kifin özlediği insan tipidir. Fikret’in Halûk'u, riyle yakından ilgilidir. Çağıyla yakından ilgilidir.
Fikret’in ideal insan tipi; Kızılelma’daki Ayhanım Ziya İkinci Meşrutiyet devri Türkiye’de çok mühim bir devirdir.
Gökalp’in özlediği hanım tipi.. Âkif geleceği düşünür. Bu devrin özelliği altı asır sürmüş olan OsmanlI imparatorluğu­
Yeni bir nesil yetiştirmek lâzımdır. Âsım’a bu kurtuluşu nun ve Islâm Aleminin çöküş devridir. Batı ile Türkiye, OsmanlI
Devleti ve İslâm Alemi arasındaki müthiş savaşların geçtiği bir
temin edecek neslin sembolü olarak bakar. Fizikî ve
devirdir. Arka arkaya savaşlar olur, tam bir yıkılış... muazzam bir
fikri yapısıyla Âsim, “ marifet ve fazilet’’ le donatılmış yapı bu devirde yıkılıyor. Ve bu yıkılış kendisini savaşlarla gösteri­
olarak Türkiye’nin geleceğini kurtaracaktır.” yor. Tabiî bu savaşların da toplumda büyük tesiri var. Bilhassa
Balkan Savaşı, Birinci Dünya Savaşı, daha sonra A k if in de aktif
MEHMET KAPLAN: Efendim ben başta, üniversite dışında olarak iştirak ettiği İstiklâl Savaşı... Akif bir çöküş devri şairidir.
bizi böyle seçkin bir dinleyici kitlesiyle karşılaştırdığı ve konuşma Osmanlı Devleti daha önceden çökmeğe başlamıştır. Safha
imkânı verdiği için Edebiyat Vakfına teşekkür ederim. Mehmet safha bu çöküş gelmiştir. Fakat ikinci Meşrutiyet dönemi artık
Akif üzerinde belki bir sene konuşmak mümkündür. Gerçekten tam bir inkıraz devridir. A kif’in eserlerini okurken bu çöküşü
büyük bir şair... Çok çeşitli yönleri olan şair. Kendisi, kitaplarına hemen her yandan ele aldığını görürüz. Akif'in şiirinde hem
toplu olarak Safahat adını vermiş. Sadece bu başlık bile Akif’in Osmanlı devletinin hem de İslâm aleminin çöküşü çok canlı bir
dünyasının genişliği hakkında bir fikir verebilir. Safahat safha şekilde tasvir edilmiştir. Çağını en iyi hisseden ve idrak eden bir
kelimesinin çoğulu. Gerçekten de A kif’in eserlerini okumaya şairdir. Ve eserlerinde bu çağ çok geniş bir şekilde kendisini
başladığımız zaman, çok çeşitli sahneleri, çok çeşitli safhaları gösterir. Bu bir meziyettir. Eski şairlerimizdenfarkıDivan şairle­
içine aldığını görüyoruz. Akif’in şiir dünyası Türk Edebiyatında rinden farkı, yahut da başka şcirlerden farkı; yaşadığı
en geniş olanlardan birisidir. Gerçekten Akif’in şiir dünyası devri çok iyi, derinden hisseden ve idrak eden bir şair olması-,
Safahat kelimesinin ifade ettiği gibi çok geniş... Bu dünyayı ele dır. Zaman duygusu önemlidir Çünkü biz zamanın içinde
Türk Edehluaiı MART
yaşıyoruz. İkincisi Akif cemiyet içinde, cemaat içinde yaşayan çıkmıştır. Tanzimat sonrası Türkiye’deki çatışmanın medrese­
bir şairdir. Akif toplumun bütün meselelerini duyan bir insandır. den çıkanlarla mektepten çıkanlar arasında olduğu söylenebi­
Fakat şu noktaya ehemmiyet vermek lâzım... Devir yazara tesir lir. Asım'ın içinde işte bu iki müessese çok önemli bir rol oynar.
eder ama devir tek başına bir yazarın şahsiyetini vücuda getiren Köse imam çatar Akife. “Baban gibi olamazsın'' Akif de alınır. “Niye
âmil değildir. Şahsiyete de biz önem veririz. Çünkü aynı devirde benim noksanım ne, der?” Köse Tmam, Akif’e mesleğinin ne oldu­
yaşayan çeşitli yazarlar vardır. Bugün de görüyoruz devri idrak ğunu sorar, "şairim" der. Köse imam şairlerden nefret eder.
ediş şahsa göre değişir. Devrin durumunu idrak eden insanlar Çünkü şair denince Divan Şairlerini anlar. Böylece aralarında
farklıdırlar. A kif in şahsiyeti diğer şairlerden farklıdır. Hepinizin de kırılmayan, sürekli bir diyalog vardır. Zaten bu diyalog son
bildiği gibi; diğer arkadaşlar anlatacaklar, Akif dindar bir ailenin derece canlıdır, iki zihniyet, iki nesil çarpışır.
içinde büyümüştür. Mizaç itibariyle psikolojik olarak dışa dönük Nesil neselesi Asım'da önemli bir rol oynar. Anahtar kelime
bir insandır. Daima dışarıda dolaşan, şehir içinde dolaşan, "nesil" kelimesidir. İmparatorluk yıkılmış, yıkılıyor. İslâm alemi
gören bir insandır. Mizaç bakımından A kifin hayata bakış yıkılıyor. Kim kurtaracak onu? Eserde üç zaman bahis konusu­
tarzını İslâmiyet tayin eder. Temel unsurlardan birisi... dur. Geçmiş zaman ihtişamlı satırlarla anlatılır. Bir de hal-i hazır
Fakat Akif, islamiyetin aslına hiç halel vermeden yeni bir vardır. Yer yer eser bu gözle incelenince geçmiş zamanla hali­
gözle bakar. Hatta kanaati şudur ki İslamiyet de o devirde çöküş hazır arasında mukayeseler yapılır. Geçmiş yüceltilir. Halihazırın
safhasına girmiştir Akif'in arzuladığı şeylerden birisi, islamiyeti fecî tarafı verilir. Böylece tekrar zaman şuuruna varıyoruz. Peki
temel kıymetleriyle yeniden ortaya koymaktır. Fakat Akif'i gelecek ne olacak? Kim bizi kurtaracak? işte orada Köse İmam
sadece İslamiyetle izah etmek mümkün değildir, islamiyetin kendi oğlundan da pek hoşnut değildir. Sever ama eksik bir
eski kültüründen almış olduğu bir şekil var ki Akif bunu tenkid tarafı vardır. "Zıpır" der oğlu için... Oğlu, Akif'in ideal insanının
eder. İçe kapanık katılaşma diyebileceğimiz birşey vardır. Gele­ iki vasfını kendisinde taşır. Bir defa pehlivan yapılı bir insandır.
neklerin içinde hapsolma, islamiyeti öldüren katılaşma, yeni­ Asım'da bir çok pehlivan sahneleri var. Eski pehlivanlar, yeni
den düşünmeme, düşüncesizlik.. Gelenek-görenek aslında iyi pehlivanlar. Asımın vücut yapısı çok güzel bir şekilde tasvir
olan bir şey, fakat insanlar düşünmezse herşey bozulur. Akif edilir. Yani önüne geleni yıkan bir delikanlı; nitekim yıkar da...
yeni bir şey getiriyor. İslamiyeti ve milli-manevi değerleri yeni bir İkincisi yani kaba kuvvet var, Asım'da... Fakat bu kaba kuvveti
şekilde ele almak istiyor Basma kalıp değil. A k if bir felaketin harekete getiren bir de iman var. Devir sükût devri. Tek başına
içinde yetişmiş insandır. Hayat ona yeniden düşünmeyi adeta kavga çıkarır. Bir Ramazan günü meselâ, vapurda giderken
zaruri kılmıştır. Akif'in ıstırabı vardır Dinin bir tarafı var ki, çeki­ birisi sigara tüttürür. Köse imamın burnuna üfler. Tepesi atar
lirsiniz bir tarafa, dünyadan el-etek çekersiniz ve rahata kavu­ Asım'ın; kalkar adamı pataklar. O devir savaş yıllarıdır. Zen­
şursunuz. Akif böyle bir müslüman değil... Hayatın içinde, ginler gösteriş olması için perdeleri açarlar, içerler. Kızar! Her­
ıstırap çeken, mücadeleci bir insan. Hoşlanıyor mücadeleden... kes. bütün evler karanlık, petrol yok, gaz yok... Fakat onlar işret
İslamiyeti bilhassa ilk devirlerinde olduğu gibi hayata yeniden peşindedir. Evleri basar. Alır, onların gazlarını fukara halka dağı­
şekil veren bir güç olarak kullanmaya çalışıyor. Bunlar, o devir­ tır. Babası "oğlum" diyor. "Bu senin gittiğin yol doğru değil, birgün
deki başka yazarlarda da var. Sebil-ür-Resâd'daki A kifin bir çev­ başın belâya girecek". Ve Akif'le konuşması'nın sebebi "Sen de şuna
resi vardır. O mecmuada yazan insanlar da aşağı yukarı bu biraz nasihat ver de. adam olsun. Bu yol. yani tek başına böyle kahramanlık­
kanaatdadırlar. Akifin onlardan başka bir tarafı var; Akif’i Akif lar. zıpırlıklar yapmakla iyi niyetli de olsa bir milleti kurtarmak mümkün
yapan... A kif sanatkârdır. Daha başka bir tabirle söyleyeyim; değildir." demesini sağlamaktır. Akif'in bizzat kendisi Almanya'
zanaatkârdır. Zanatkâr kelimesini ben küçümsemem. Zanaat- ya gitmiştir. Biliyorsunuz Safahat'ta "Berlin Hatıraları” diye çok
kârdan maksadım şudur. Kullandığı aletleri çok iyi kullanmasını enteresan bir kitap vardır. Batı medeniyetini, ilim ve tekniği
bilen bir insana zanaatkâr denir. Şiir yazmasını bilmeyen bir yakından görmüştür. Ve hayran olmuştur.
insan istediği kadar müslüman olsun, istediği kadar ıstırap çek­ Akif batının canavarlığına düşmandır. Yoksa batı medeni­
sin şair olamaz. Pekçok ıstırap çeken insan vardır. Fakat san' yetine değil, ilmine değil... Asım’ın ve arkadaşlarının da
atkâr olmak zor bir iştir. Akif'i bu gün yaşatan elbette fikirleri ve Almanya'ya giderek orada ilim öğrenmesini ister. Dikkat ederse- ■
duyguları, ama bilhassa san'atkâr ve zanaatkâr oluşudur. Bjr niz, İkinci Meşrutiyet devrinde üç büyük Türk Şairi, aynı ıstırap
insanın mûsikîşinas olması için kullandığı aleti iyi kullanması içerisinde devleti, islâmiyeti kurtaracak insan tipleri arar.
lâzımdır. Piyano çalmasını bilmeyen bir insan müzisyen ola­ Tevfik Fikret, Akif'in çekiştirdiği şair. 1911'de neşretmiş
maz. Kemah çalmasını bilmeyen bir insan müzisyen olamaz. olduğu Halûk'un Defteri kitabında kendi oğlunu bir model ola­
Aruz veznini çok iyi biliyor. Yani kemanı çok iyi kullanıyor. Dili rak gösterir. Halûk'u bir elektrikçi olarak tasavvur eder. Fikret'in
çok iyi biliyor, cümle yapmasını çok iyi biliyor. Şiirin kompozis­ imanı ve Servet-i Fünun neslinin imanı şöyle özetlenmiştir:
yonunu çok iyi biliyor. Zengin bir kelime hâzinesi var. imaj
zengin, anlatım kabiliyeti var. Şu halde Akif'i ele alırken sadece “Bir gün yapacak fen
imanı bakımından, hayata bakış tarzı bakımından değil. Bu Şu siyah toprağı altın.
zanaatkârlığı bakımından da ele almak lâzımdır. Her şey olacak kudretli
Akif bıktırmaz Baştan sona kadar eseri bir roman gibi oku­ İrfanlı, imanlı...
nur. Zengindir Çeşit çeşittir. Bütün bunlar, bu söylediğim vasıf­ Servet-i Fünuncular fenne inanmışlardır. Serveti Fünun ke-
lar: A k ifin hemen her kitabında vardır Şimdi kısaca zamandan limesi de bunu gösterir. Serveti Fünun mecmuası daha kuru­
tasarruf etmek için Asım üzerinde duracağım: Neden Akif bu luşundan itibaren hep tenlerden bahseder. Fen nerede var?
eserine Asım adını vermiştir? Batıda var. Akif fenni reddetmez. Fakat tek başına fen yeterli
Biliyorsunuz Asım, Köse imam'ın oğludur. Köse İmam ise d e ğ ild ir N itekim Fikret, oğ lu nu ü m itle rle Avrupa'ya
A kifin babasının talebesidir. Asım Kitabı, Akif'le bu Köse imam gönderiyor. "Git orada bilgi namına ne varsa getir" diyor.
arasında geçer. Köse İmam son derece enteresan bir insandır. Oğlu gidiyor, orada papaz oluyor. Amerika'da. Şu halde tek
A kif’in şiirinde bir de çatışma fikri vardır. Zıt kuvvetleri, zıt başına fen yeterli değil. Fenci bir nesil var. Bunun temsilcisi
düşünceleri çok iyi karşılaştırmasını bilir. Köse imam muhafaza­ Fikret ile Rıza Tevfik. ikinci bir şahsiyet Ziya Gökalp. Ziya
kârdır. Eski tipin biraz çağdaşlaşmış bir devamıdır. Medreseden G ökalpde yıkılışın şuuru içindedir. O devrin bütün yazarları
yetişmedir. Kendisi "mürteci" kelimesini kullanırken, evet der, yıkılışın şuuru içindedirler. Namık Kemal'den itibaren Ziya
ben mülteciyim. Söyleyin, der. Ne yaparlarsa yapsınlar. Bu G ökalpde bir model yaratır. Onun yarattığı insan tipi de çok
tipte bir insan! Eserde medrese, mektep çatışması vardır. enteresan. Kızılelma adlı çok güzel masalında bir genç kız
Medrese asırlar boyunca Osmanlı imparatorluğuna ve tipi anlatır. Daha sonra Halide Edib'in ve Cumhuriyet devrinde
İslâm alemine şekil vermiştir. Fakat sonra kalıplaşmıştır. Daha birçok genç kızların temsil ettiği bir örnek yaratır. Bu genç kız
sonra mektep ortaya çıkmıştır. Ve Tanzimattan itibaren hatta bütün Türklük âlemini kurtaracak olan gençlerin yetişmesi için
Tanzimattan önce biliyorsunuz 1826'da Nizam-ı Cedid tesis edi­ bir okul kurar. Türkiye'de değil de Lozan’da... Çünkü Türkiye'de
lirken batı modelinde yeni mektepler tesis edilmiştir Harbiye,
Tıbbiye, mühendishane... Bu yeni mekteplerden yeni insanlar
Türk Idehluau MART
A Ç IK O T U R U M
hürriyet yok! Ziya Gökalp Fikret’ten ayrı, tabiî daha geniş düşü­ Ahmet Güner: Efendim, Sayın İhsan Toksan, Akif’in dini hayatı
nen bir şair. Fakat İslâmiyet ağır basmaz Ziya Gökalp’de... Akif üzerine konuşacaklar. Bundan önce ben, müsaade ederseniz,
imana büyük ehemmiyet verir. Asım, A kif’in özlediği insan tipi­ Mehmet Kaplan Bey'in konuşmasında geçen “ İslâmiyet çöküş
dir. Fikret’in Halûk'u, Fikret'in ideal insan tipi, Ayhanım Kızılel- safhasına girm iştir" sözü ile ilgili düşüncemi açıklamak istiyo­
madaki Ziya Gökalp’in özlediği hanım tipi... Niye hanım rum. Zannediyorum bu sözden, o çağdaki müslümanlarla İslâ­
seçildiği ayrıca konuşulacak bir meseledir. Asım da Mehmet m iyet arasındaki manevi bağların zayıflaması, belki
Akif'in insan tipidir. Çanakkale şiiri Asım kitabındadır. Oradan müslümanların çoğunlukta olduğu devletlerin ve toplulukların
koparıp alıyoruz. Çanakkale şiiri tek başına da güzel bir şiirdir. teknolojik bakımdan biraz geri oldukları kastedilmiştir.
Fakat Asım kitabı içinde ele alındığı ve parçayla bütün arasında Mehmet Kaplan: Biraz değil efendim. Müslümanların, artık müslü-
münasebet kurulduğu zaman Çanakkale şiiri mânâ kazanıyor. man olmadığı kanaatinde Akif açıkça Hakiki İslâmiyet Japon-
Bu şiirde biliyorsunuz iki taraf çarpışır. Birtarafta Avrupa vardır. larda diyor. Adamlar Müslüman değil ama İslâmî yaşıyorlar.
Şiirin baş kısmında Avrupa’nın yedi iklimi cihanı toplayıp gel­ Yani İslâmiyet’in Akif'e göre bir şekli var. İslamiyet’in , diyor,
diği anlatılır. Avrupa yok etmek için bütün tekniği ile gelir. Onun ruhu, özü gitmiş kalıbı kalmış diyor. Bütün İslâm Âlemini dolaşı­
karşısında ise Mehmetçik vardır. Bir tarafta fen ve teknik, bir. yor, biliyorsunuz. Süleymaniye Kürsüsü’nde nereye gitsem,
tarafta iman vardır. Bu teknik ve iman İkilisi Akif'in bütün eserle­ nerede bir müslüman varsa, orada meskenet var, diyor.
rinde önemli bir rol oynar. Akif haklı olarak imanı daha üstün Ahmet Güner: Teşekkür ederim efendim. Buyrun Sayın Toksan.
bulur. Çünkü teknik maddenin insan tarafından sokil almooıdrr.
önem li olan insandır. Bir de Akif’in ilk kitabında çok mühim bir
şey var. Ben derslerde bunun üzerinde dururum, insan diye bir İhsan Toksan
şiiri var. Bu insan şiiri son derece enteresandır. Zaten yeni insan
tipi deyince onu gözönünde bulundurmak lâzım. Köse İmam
ümitsizliğe kapılır. Cemiyet içinde, mahallenin içerisinde hiitün
AKİF VE İSLAM
acılar, ıstıraplar gelir onu bulur. Çok güzel bir tasviri vardır. Köse
“Âkif başta İslâm, imân der.
imam’ın beklediğini aniatan, ümitsizliğini anlatan... Akif ise ümit­
sizliğin aleyhindedir. Mutlak şekilde aleyhindedir. Gelecek diye Bunun arkasından insanlık der,
bir şey vardır. A kif geleceği düşünür. Mazi geçmiştir. Hali hazır ilim der. İlimle sadece İslâmî
çok fecidir. Yapılacak şeyler vardır. Yeni bir nesil yetiştirmek ilimleri kastetmez. Avrupa’nın
lâzımdır. Acaba Türkiye kurtulabilecek mi? Akif Türkiye’nin kur­ ilmini, fennini, tekniğini almamızı
tulacağını söyler. Asım’a da bu kurtuluşu temin edecek neslin
sembolü olarak bakar. Fizikî ve fikrî yapısıyla Asım, “ marifet ve ister. Ama alilken kendi mahiyeti­
fazilefle donatılmış olarak Türkiye’nin geleceğini kuracak­ mizi, ruhumuzu, dinimizi, örfü­
tır. İslâm âlemini batıran, ilme gereken değerin verilmeyişidir. müzü, âdetlerimizi terketmemezi
Asım, bu eksikliği de giderecektir. Akif; bu nesle bağladığı ümit­ kaydeder.”
lerini şu mısralarda dile getirir:
-- Şimdi, oğlum, kızacaksın ya, fakat, boş ne desen: Ihsan Toksan: Efendim, üstadımız Prof.Mehmet Kaplandan
Bu rezâlet beni meyus ediyor âtîden. sonra konuşmak benim için bir talihsizliktir. Hocamız hakikaten
Hâle baktıkça adam kahroluyor, elde değil; Akif’in edebiyatının, hayatının bir otoritesidir. Ben, sadece A k if
Bizi kim kurtaracak, var mı ki bir başka nesil? in dini hayatında bazı noktaları ele alacağım. Mehmet Akif,
—Âstm'ın nesli, Hocam, Fatih’te dünyaya gelmiş, müderris (Bugünkü tabirle Profesör)
—Nerde! bir babanın evlâdıdır. Ailesi tamamen islâmi hayata bağlı. Akif
--Hayır, haksızsın! babasından küçük yaştan itibaren devamlı Arapça dersi almak­
Galiba oğlan'a bügünler pek fazla hırsın? tadır. Rüştiyeye giderken de Fatih Camiinde ders veren müder­
--Asım ın nesli.,, diyorsun. Ne uzun boylu hayâl! rislerin derslerine devam eder. Arapçaya ve Arap edebiyatına o
-Â s ım ’ın nesli münkaad olacak istikbâl. kadar vâkıftır ki Muallakat-ı Seb’a (Kâbe’ye Asılmış Yedi Şiir) yi,
Sana vicdânımı açtım okudum, dinlesene; rahatçaokuyabiliyor. Muallakat-ı Seb'a’nın dili son derece ağır
Söyleten başkasıdır, bakma, Hocam, söyleyene. Arapçadır. A kif bunu rahatça anlıyorve mânâsını üniversitedeki
--Ne kehânet bu? talebelerine izah ediyordu. Ancak Arapçayı bu kadar bilmesine
—Bilirsin ki değil mûtâdım. rağmen İslâmi ilimlerin bazı kollarında meselâ, fıkıhta, hadiste,
-G ü ze l amma, ne faziletleri var evlâdım? tefsirde, kelâmda bir otorite değildi. Çünkü buna vakit bula­
Cepheden cepheye arslan gibi hiç durmayarak. madı. Fakat hadiste gerçekten büyük otorite sayılan Buharî
Yine vardır bir ölüm korkusu arslanda bile; mütercimi Ahmet Naim Efendi ve dokuz ciltlik KuFan Tefsirini
Yüzgöz olmuş bu çocuklar ölümün şahsiyle! yazan Elmalı Hamdi Yazır gibi o devrin büyük ilim adamları ile
Cephenin her biri kıt'ada, etrafı deniz; yakın arkadaşlığı var. Onlardan devamlı istifade ediyor. Biraz
Kara dersen daha dehşetli: Ne yol var, ne de iz. önce üstadımızın da dediği gibi Akif öyle bir devirde aelmiş ki
Harekâtın görüyorsun ya, Hocam, en kolayı, imparatorluk hatta bir noktada Islâm Âlemi çöküş halinde. Bu
Yalnayak Kafkas’ı tutmak, baş açık Sînâ'yı! arada bir takım cereyanlar çıkmış: Bir yanda “ İslâmî toptan
Yapılır zannediyorsan, bakalım, sen de soyun... kaldıralım, hayat hakkı tanımayalım" diyenler, "islâmın ana
Kıt'a kapmak köşe kapmak değil artık bu oyun. esaslarını değiştirelim” diyenler. Öte yanda İslâmî olduğu gibi
kabul edenler, ümidsiz olanlar, kabul edip müdafaa edenler...
Akif, Asım’dan beklediklerini de şu mısralarla belirtir: Akif, İslâmın gerçekten yaşanmadığı bu çağda şu şekilde feryad
Sade Garb ın, yalınız ilmine dönsün yüzünüz. eder:
0 çocuklarla beraber, gece gündüz, didinin:
Giden üç yüz senelik ilmi sık elden edininl Müslümanlık nerde? Bizden geçmiş insanlık bile
Fen diyârmdan sızan nâ-mütenâhî pınarı. Alem aldatmaksa maksat, aldanan yok nafile
Hem için, hem getirin yurda o nâfi' suları.
Aynı menbâiarı itıyâ için artık burada. Kaç hakiki müslüman gördümse hep makbtrdedir
Kafanız işlesin, oğlum, kanal olsun arada. Müslümanlık bilmem amma galiba göklerdedir.

Kısacası fazla konuştum, özür dilerim. Üç temel unsur istiyor Ve bu arada “ ne yapalım?" diye çeşitli çareler, tedbirler
Akif. Sıhhat ve zindelik, iman ve ilim. Teşekkür ederim. Beni düşünülür. Akif, Islâm’ın ilk devrine dönülmesini, Peygamber
dinlediğiniz için sağolun... devrine, ashab devrine dönülmesini teklif eder:
Türk Edehiııaiı I MART

Eşref Edip-Mehmed Akif DOĞDUĞU EV Edirne’den İstanbul’a dönünce de


 k ifin ufak evi, “ Bursalı”yı gece gün­
Sarıgüzelde Sarı N asuh mahallesi. 12 düz misafir edecek k adar büyüktür.
num aralı ev.
“ B ursalı” da, Â kif istiyor, diye her gece
60 yıl evvel, sarıklı bir adam her sabah bitmeyen bir sesle şarkıya başlıyor,
bu evin kapısını açar, bir oğlanla bir kızı sabaha kadar uykusu gelmiyor.
elele tutuşturarak sokağa emanet eder. Bu lûtufları A kif kendi tarzında ödü­
Erkek çocuk Akiftir, kız da Akifin y o rd u . M e v lü d ie rd e o k u s u n diye
hemşiresi Nuriye. “ Bursalı”ya “ N ait” ler yazıyordu.
Bu evde selâmlık kapı aralığından iba­ (İleride “ Bursalı" ile tanışınca:
ret. Bütün ev harem. - Bu şiirleri görsem... Siz de yok mu?
ÂKİFİN İçindekilerin beş vakit nam azlarım
k azay a b ırak m a d ık la rı ra h a t ev...
Dedim. Yoktu: “Âkif", bu “Nait”leri
her mevlüdden sonra yırtıyordu; şiiri
ŞAHSİYETİNDEN Tavanları secdeyle kubbeleşen odalar... peygambere yetişemezdi; M uham m ed’e
na’at yazılam azdı; hattâ, Â kif peygam­
ÇİZGİLER... BURSALI HAFIZ bere hörm etinden “ m akta’ ” beyitlerine
adını koym uyordu.)
45 yıl evvel, bir sabah, bir adam Âkif, bu sesi nasıl seveceğini bilmi­
Edirne'de Selimiye camiinin minare­ yordu; ve Keçecizade İzzet M olla’nm
sinde ezan okuyor, bu ezanı Â kif K araa­ bir nüktesi ile:
ğaçta duyuyor. Bu sesin sahibi Bursalı - Bursahyla ben, diyordu, birbirimizi
H afız Eminle o sabahtan sonra Âkif, tam am larız; o, okur, ben yazarım , iki­
artık dosttur; ve onun adı artık “ bizim miz ok u r yazar bir adanı oluruz; Keçeci­
B ursalf’dır. zade ile Yesari»zade gibi.

Eğer çiğnenmemek isterlerse seylâb-ı eyyâma;


ederim" diye üzülüyor. Hamdi Efendi.
Rflcû' etsinler artık Müslümanlar Sadr ı Islâm'a
Akif sonra bundan da vaz geçti. O sırada doğrudan doğ­
ruya Türkçe Kuhan okutmak, tamamen Kufan’ın aslını kal­
Biraz önce kıymetli hocamızın buyurdukları gibi Akif "başta
dırma, Türkçe ile onu ifade e'me temayülü ve uygulamaları var.
Islâm. İman” der. Bunun arkasından "insanlık" der. “İlim" der...
Akif ki Türkçe tercümesi bile olmaz derken, kendi mealini alıp da
ilimle sadece İslâmî ilimleri kastetmez. Avrupa’nın ilmini, fen­
bunu Kuran yerine koyacaklar şeklinde haberleri duyar duy­
nini, tekniğini almamızı ister. Ama alırken kendi mahiyetimizi,
maz derhal vazgeçiyor. Ve hatta o kadar enterasan ki o zaman
ruhumuzu, dinimizi, örfümüzü, adetlerimizi terketmememizi
yine Haşan Basri Çantay hocamdan duydum. 1000 lira almıştı,
kaydeder.
bu meali yapmak için, 1000 lira bugün sarı liraya vurduğumuz
(Sayın İhsan Toksan konuşmasının bundan sonraki bölü­
zaman 25 milyon eden bir para. Ama bunu A kif avans olarak
münde A kif’in Muhammed Abduh ve Cemalettin Efgani ile olan
almış, Eşref Edip merhuma vermiş. Sebil ür-Reşad’ın çıkması
münasebetlerini zikretti. Çanakkale Şehitleri şiirindeki "Bedrin
Arslanları" ifadesini de izah eden Toksarı, konuşmasının son ıçm, ama harcanmış... Tekrar iade etmek icabettiği zaman
bölümünde Akifin Kufan Tercümesi'nin serencamını anlattı) Elmalı Hamdi Efendi tefsir için aldığını tamamen A kif’in yerine
yatırıyor. İşte bu şekilde Akif dinîne son derece bağlı, islâmi
Bir de A kifin Tercüme meselesi üzerinde kısaca durmak iste­
rim. Şimdi bazı kimseler anlıyorlar ki Akif tercümeden son meselelerde son derece hassas, onu yaşayan ve yaşatmak için
çalışan bir kimsedir. Çok teşekkür ederim.
derece ağır olduğu için çekindi. A k ifin tercümeden çekinmesi­
nin iki sebebi var önce bir kere temelde ıvuran tercümesi fikrine
katılmıyor. Ona Akif inanmış. Peki neden razı olur? Akif tercü­
meye razı olmadı. Me'âle razı oldu. Yani ne demek istiyorum?
Emin Işık
Biliyorsunuz tercüme o metnin Türkçe anlaşılır şekilde izahı...
Bu Kuran için mümkün değil... Çünkü Kur’an'da öyle ayetler var ÂKİF VE GENÇLİK
ki Müteşabih ayetlerdir Meselâ Elif, Lâm, Lim, Ha, Him, Yâ, Sin
Bunun mânâsı verilmemiştir. Bu, ancak Allah ile Peygamber “Âkif, devrinden şikâyet­
arasında bir şifredir. Bazı kelimeler vardır ki Kuran’da zıt
mânâya gelir. çiydi. Fakat söyledikleri
Şimdi bütün bunlar varken sırf tercüme mümkün değil... sadece kendi devrinin olayları
Ancak Kuran’ının tefsiri olabilir. Bu sebeple kabul etmiyor.
Elmalı Hamdi Efendi diyor ki siz msâlini yapınız", “Ben onun tefsirini ve gerçekleri değildi. Bütün
yaparım.” diyor, "tamam, diyor, o zaman oldu." Senin tefsirin içeri­ devirler için olan şeylerdi.”
sinde meali kabul ederim. Yoksa bugün olduğu gibi bir tarafta
Kuran'ı Kerim, yanında sadece meali olan şekli de Akif İTİ illi kültür, milli edebiyat millet demektir. Milli şahsiyeti yoğu­
kabul etmiyor. Ancak Elmalı Hamdi Efendi tefsir ederse, onun ran,halkı millet yapan manevi kuvvet milli edebiyattır. Milli kültü­
tefsirinde mealini yapmayı kabul ediyor. Fakat merhum Haşan rün milli edebiyatın zayıflaması, fakirleşmesi doğrudan
Basri Çantay hocam anlatmıştı: Biliyorsunuz Bülbül şiirini doğruya milli şahsiyetin zayıflaması, deienere olması sonucunu
"Basri Bey oğlumuza" der. Eski Balıkesir milletvekillerinden müfes- doğurur. Milli Edebiyat millet ruhuna bağlı milli karakteri
sir Haşan Basri Çantay ileTacettin Dergâhında beraber kalırlar. sağlam nesiller yetiştirmeğe yarar. Kültürünü kaybeden, milli
O anlatmıştı, Akif bu meali oradan gönderdiği zaman Elmalı edebiyatını kaybeden bir cemiyet, kendi insanını kendi öz evlat­
Hamdı Efenoı nop oturdu hop kalktı... “Akif ne yaptın, ben larını kaybediyor demektir, özellikle bu girişi yapıyorum.
yapamam bunu... Şimdi Akif’in yaptığı şu: A kif beş-altı ayeti Çünkü milli edebiyat, hatta bütünüyle edebiyat bizzat milli eğiti­
alıyor. Hepsine birden mânâ veriyor, hepsini birbirine bağlıyor." min kendi bünyesi içerisinde horlanır bir durum almıştır. Ve
Bu irtibatları ben tefsirinde nasıl gösteririm, tekrar nasıl izah böylece Türkçeyi bilmeyen hatta yazdığı rapor dahi okunma-
Tlirk Edebiyatı— MART
A Ç IK OTURUM
yan Koca Koca adamlar yetişmiştir. Böylece ne dili, ne ifadesi rulmamalıdır. Bütün ideolojiler gençliğe can simidi gibi sarılmak­
olmayan bir zat hatta vekil olmuştur. Milli edebiyatın gayesi tadır. Kendi gençlerine milli ruh ve milli ideoloji veremeyenlerin
inançları, milli ve ahlâki değerleri yaşatmaKtır. Milli telâkkileri, gençlerini yabancı ideolojilerin kucağına nasıl kendi elleriyle
milli zevkleri ayakta tutmak ve bunu gelecek nesillere aktarmak­ teslim ettiklerini ve bu duruma düştüklerini en acı örnekleri ile
tır. Edebiyat insana, insanın eğitilmesine yönelir. Ve böylece bizzat günümüzde görmekte ve yaşamaktayız. Yağmur dinmiş
insanları yönlendirmeğe çalışır. Edebiyat zaten edeb kökünden gibi görünüyor amma henüz bulutlar memleketimizin ve gençli­
gelir. Terbiyevi özelliği vardır. Edebiyat, sinema v.s... her tür ğimizin üstünden dağılmış değildir. Sadece yağmur dinmiş gibi
sanat faaliyetinin terbiyevi karakterini bizden başka kavrama­ görünüyor, ilk şimşek çaktığı zaman da bu fırtına kopacaktır.
mış hiçbir toplum yoktur zannediyorum. Komünist dünya Akif’in zamanında millet ruhuna yabancılaşma henüz züppelik
olsun, batı dünyası olsun, kendi insanına edebiyat yoluyla millî seviyesindeydi. Zamanımız da olduğu gibi tehlike boyutlarını
karakterini vermeğe ve onunla kazanmağa çalışıyor. Bu özellik­ bulmamıştı. Mahalle kahvesinde ortaya serdiği küstah ve saygı­
leriyle Akif, bizim yüzde yüz milli şairimizdir. Nesli kurtarmak sız tipler ile Üsküdar iskelesinde açıkça oruç yiyen züppelere
için önce ona ruh ve yön verecek edebiyatı kurtarmak gerekir. ders verecek, haddini bildirecek Asım lar vardır o devirde.
Şehvet, sefalet ve kin dolu, sözüm ona ‘‘yapıt’îarla yüksek ideal­ Çanakkaleyi ve istiklâl savaşını yapan, vatan sevgisinin iman­
ler vermek mümkün değildir. Milletin en büyük milli serveti dan olduğuna inanan Asımlar. Bunun yanında, çocuk denecek
bizzat insan unsurudur. Onun da en güçlü, en taze kuvveti genç­ yaşta çalışmak zorunda olan ve pazardan pazara dolaşan fakir
liktir. Gençliğin önemi çok eski devirlede biliniyordu. Atları için çocukların sayısı da şimdiki kadar değildi. Şimdi büyük şehirle­
pahalı bakıcılar tutan ve çocukların eğitimine fazla önem verme­ rin simitçi, işportacı, tombalacı adı altında nasıl küçük çocuklar
yen AtinalIlara Sokrates şöyle diyordu: tarafından işgal edildiğini, hatta Vatan Caddesinden geçerken,
“Çocuklarınız allarınız kadar da mı önemli değildir" Kur'an-ı Kerim o miniminiler, ellerinde silecek bezlerle, yağmur altında ve
bir din kitabıdır. Ancak onun iki büyük özelliği ilk olarak göze hatta can pahasına, koşuşup bir sefalet seli halinde bütün mem­
çarpmaktadır. Birinci özelliği din kitabı olduğu halde bir edebi leketi bütün şehri istila etmiş değildi, tek tük münferit vakalardı.
mucize olarak gelmiştir. Edebiyat açısından mucize olma özel­ Fakat bu münferit vakaları bile bir milli vecd içerisinde Akif,
liği son derece manidardır. Allah kendi katından indirdiği gözler önüne sermektedir. Eğer şimdi olsaydı ve bu manzaraları
kelâma sanat-estetik katıyor. Erişilmez özelliği kazandırıyor. Ve görseydi, gençliğin içine düştüğü sefaleti, çocukların bu halle­
Allah örnek oluyor. Bizzat kendi kelâmıyla... Bir şairimiz "Allah rini her halde daha büyük ölçülerde anlatırdı. Yani sefalet eksil­
katında sözden daha kıymetli bir şey olsaydı söz yerine o inerdi" diyor. miş değil. Akifler yok, onu demek istiyorum... Daha fazlasıyla
Rahman suresinde “ beyan" ilminin, yani edebiyatın tıpkı insanın mevcut şimdi sefalet, tehlike, perişanlık; ama bunu dile getire­
yaradılışı gibi ilahi rahmetin bir eseri olduğu açıklanıyor. Bizzat cek, gerçekçi bir dille vatan aşkıyla, din, iman millet adına,
hilkat kadar önemli bir hadisedir. istismar etmeden, doğru ifade edip, tesbit edip yerine getirecek
ikinci özelliği, Kuran doğrudan doğruya insanı ele alıyor. maalesef Akif’lerimiz yok. Aile ve mektep, mabed ve pek çok
Bildiğiniz gibi Tevrat kainatın yaratılışıyla söze girer. İncil Hz. müessese henüz A kifin devrinde nezaketini korumaktaydı.
İsa’nın soy kütüğüyle başlar. Kur'an-ı Kerim ilk ayetle, insanın Temizdi. Rüşvet böyle bütün müesseselere girmiş değildi. Belki
kendi yaratılışını bizzat kendi varlığını tanımasını, onu anlama­ tektük yine münferit vak’alar halindeydi. Buna rağmen gördüğü
sını ister. Fatiha’dan sonra gelen ilk surede söze mümin kafir ve tektük sefalet olayı, Akif’i çügına döndürmeye ve feryat ettir­
münafık diye insanı din açısından tasnif ederek girer ve hemen meğe yetiyordu. Hasta, Küfe, Hasır, Mahalle Kahvesi ve Köse
arkasından, daha sayfalar bitmeden insanın yaratılışında melek­ imam’la işte bu münferit denilebilecek olaylar dile getiriliyor.
lerin ona secde ettiğini, bu secdenin de mazharı esm a: olmasın­ Ama gerçek,bir milli aşk içinde dile getiriliyor. Milli bir ızdırap
dan dolayı yapıldığını, yani kültür özelliğinden insanın değeri içerisinde dile getiriliyor. Akif, devrinden şikâyetçiydi. Fakat
olduğunu, kültür özelliği kazanmamış, mazhar-ı esma olmamış söyledikleri sadece kendi devrinin olayları ve gerçekleri değildi.
insanın hayvandan aşağı durumlara düşebileceğini belirtir. Bu Bütün devirler için geçerli olan şeylerdi.
husus Kuran-ı Kerim’de başka yerlerde de gösterilmiştir. Bütün Safahat'ta belirtilen bunca ıstıraplı olaylara ve çöken impa­
söylediğim şeylerde insan ve edebiyat bütünleşmesi, insan ve ratorluğa rağmen Asım gibi güçlü ve imanlı bir nesil yetişmiştir
kültür bütünleşmesi, cemiyet, millet ve milli şahsiyet bütünleş­ Ve Âsım’ın nesli büyük imtihandan alnının akıyla çıkmıştır. 300
mesi vardır. Bütün bunlar, terbiye ve edebiyatın terbiye edici bine yakını Çanakkalede şehit olm uştur. Sakarya’da,
özelliği sayesinde gerçekleşmektedir, insanının değeri ve yük­ Dumlupınar’da da vatanı kurtaran yine o nesildir. Ve şimdi onlar
selmesi kültür sayesinde olduğu gibi alçalması bundandır. Nesli "Peygamberin ağuşunda" A k ifin ifadesiyle huzur içerisinde uyu­
yok etmek, helâk etmek isteyenlerin kültürü yıkmak ve yok maktadırlar. Peygamberin kucağına kavuşmuş bulunuyorlar. O
etmekle işe başlayacaklarına dikkat çeker, Kuran-ı Kerim’de ■ devirde yalnız vatan tehlikedeydi. Bir de devlet yıkılıyordu.
müslümanların bu konuda uyanık olmaları gereği üzerinde Fakat şimdi dini inançları, manevi ve ahlâki değerleriyle dili ve
durulur. Aynen Bakara suresinin 204 ve 205. ayetlerini okuyo­ edebiyatı ile topyekün kültürümüz ve topyekün milli değerleri­
rum. Sanki bugün milletimiz ve gençliğimiz üzerinde oynamak miz tehlike içindedir. Tehlike ve sefalet son haddine ulaşmıştır.
istenen oyunu bizzat tarif ediyor: Hani memleketin A kif’leri, hani milli ruh ve milli edebiyatın
"İnsanlar içinde öyleleri de vardır ki dünya hayatı hakkında boş şeyler sahipleri ve bekçileri? Saygı ve hürmetlerimle...
söyler ve seni hayran bırakır. Üstelik sözlerinde samimi olduğuna Allah’ı
da şahit tutarak konuşur. İşte bu. düşmanların en azılısıdır. Böylesl. bir iş
başına geçtimi artık var gücüyle yeryüzünde lesat çıkarmağa çalışır.
Kültürü bozun, nesil helâk etmeğe uğraşır. Aynen bu ifadedir:
"U yühlikel harsa ven nesle"
ÂKİF’İN ŞAHSİYETİNDEN
Önce harsı, sonrâ nesli. Hars dediğimiz bizzat kültürdür.
Allah fesadı sevmez. Kuran-ı Kerim gençliğe ayrı bir önem verir. CEVDET Cevdet Paşa K ur’an nâsiridir. Âkif
Putları kıran İbrahim'den söz ederken Cenabı Hak mealen: K ur’an şâiri.
"Bir genç var ki kendisine İbrahim derlerdi" buyurur. Genç­ PAŞA
Ancak ikisinin arasında fark var; K ur'
lik özelliğini kendi isminden önce zikreder. Yine Hz.Musa'nın
yanında çalışan Yûşa peygamberden, Kuran-ı Kerim’de ismi hiç -Â K İF an, Cevdet P aşa’nın yalnız kültürünü,
geçmediği halde "genç" diye bahsediliyor. A k ifin kültürile beraber seciyesini de
Peygamber efendimizin etrafına toplanan ilk müslümanla- yaptı.
rın büyük çoğunluğuyla gençlerden meydana geldiğini unut­
mamak gerekir. Anadolu'nun İslâmlaşması harekâtında Ahilik
ve fütüvvet teşkilâtlarının önemli rolü de gözden uzak bulundu­
Türk Edebiyatı MART 1

dığını yazan bir sanatkârdır. Onda hiçbir şey nazari değildir.


Akif ancak çok kötümser olduğu, çok ümitsiz olduğu ender
anlarda hislerine uymuş, o anlarda şairaneliğine sığınmıştır. Bu
geçicidir. O hayali bilerek şiirden uzakiaştırmıştır. Yoksa "Tülle­
nen mağribi akşamları sarsam yarana" gibi bir mısra söyleyebilen bir
sanatkârın hayalle alışverişi olmaması mümkün mü? Zaten iti­
raf ediyor.
Ahmet Güner Hayır hayal ile yoktur benim alış verişim
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.
Mehmet  kif dini ve milli öfkemizin şairidir. Muhteşem bir
AKİF’İN MESAJI mazinin, en son ve en mütekamil dinin faziletle yoğrulmuş ve
tarihi imtihanlardan geçmiş bir milletin içine düştüğü durum
onu coşkun bir öfkeye sürüklemiştir. Bu öfkenin, bu şiddet ve
“Mehmet Âkif sırça köşküne çekilmiş, şairane bir celâlin temelinde millete, İslâmiyet’e, tarihe, milli ve manevi
şekilde hayalhanesinde bulabildiklerini edebiyat ve değerlere, medeniyetin ortak miraslarına, ilme ve fenne inancın
ve bunların iyi olduğu gerçeği yatmaktadır. Onun İslami coş­
san'at âleminde his mahsulleri olarak verenlerden kunluğu gerçeğin ve geleceğin farkına varmaktan, bunun
değildir. O , cemiyetin, milletin, yaşayan diri organiz­ gecikmesinden doğan bir ruh coşkunluğudur. Ve bu yüzden
manın bir parçasıdır.” Mehmet Akif bu gecikme yüzünden her şeye hücum eder.
Ahmaklık, budalalık, riyakârlık, tembellik, zalimlik onun baş
Efendim çok kısa bir iki hatırlatma da ben yapmak istiyo­ düşmanlarıdır.
rum. Mehmet A kif’in öfkesi yaşayan bir öfkedir. Biz bunun yakın
Efendim, Mehmet Akif'i anma toplantılarının, hakkında yazı­ misallerini gördük, yaşadık. Asım'ın nesli meselesi Mehmet
lan kitap ve makalelerin, başta hatırlatma ve hatıralarını anma Akif'in öfkesi zevkle devam ettikçe, kavgasının manâsı hergün
gibi yanı vardır. Mehmet Akif için konuşulup yazılırken, milli ve daha iyi anlaşıldıkça, insan yönü, şahsiyeti pırıl pırıl ortaya
dini hayatın, cemiyet meselelerinin günümüzdeki görünüşleri çıktıkça yenileşmesi de devam edecektir. Edebi şahsiyetini milli
hakkında da konuşulmuş olur. Çünkü Mehmet Akif’in misyonu ve dinî rütbelerini bir yana ayırınız. Ortada sadece fert olarak,
bitmemiştir. Çünkü onun kavgası sadece yaşadığı yılların değil, sade vatandaş olarak kalsın, Mehmet Akif, bu haliyle de ideal bir
bu günün de ve gelecek günlerin de meselelerini ihtiva eder. İnsandır. Kitaplarımız temizlik, doğruluk, şeref ve vekar duy­
Onu anmak, onun için konuşmak, kim olursa olsun günün gusu, yardımseverlik mertlik ve yiğitlik için ne idealler koyduysa
meseleleri hakkında, temel meselelerimiz hakkında fikirler söy­ hayat, hürriyet, merhamet ve adalet duygusu için ne tarifler
lemek demektir. Bu toplantı bile bunun çok güzel, veciz ifadesi yaptıysa, Mehmet Akif bunları hayatın her dakikasında yaşa­
oldu. Arkadaşlarımız Akif’den bahsederken dolaylı olarak günü­ mış, yaşatmış ve yaymıştır. O bir insanı kamildir. Mehmet Akif
müzün meselelerine temas etmek zorunda kaldılar. Mehmet adeta bütün belâları sırtlamış gibidir. Bir yandan dışarıya, "yenil­
Akif sırça köşküne çekilmiş, şâirâne bir şekilde, hayalhane­ meyiz biz" diye haykırırken, içeriye dönük “oy elleri böğründe yatan
sinde bulabildiklerini, edebiyat ve sanat aleminde, nıs mansuı- şaşkın adam kalk" diye bağırır. Milli mücadele merkezine, Ankara’
leri olarak veren yüzlerce örnekten biri değildir. O cemiyetin, ya, herkesten önce o koşmuştur. Kurtuluştan sonraki mücade­
milletin, yaşayan, diri organizmanın bir parçasıdır. O cemiyet lesi ise fen, terakki, tahsil, ticaret, sanayi ve ilim içindir.
milli ve manevi değerleri istikametinde yürüdükçe, değişmeyen Gayretinin kaynağı, aziz dini ve sevgili milleti olan bir kimsenin,
iç ve dış dertleri süregeldikçe, Mehmet Akif'te yaşayacak, konu­ Türk ve İslâm dünyasının birbiri ardına gelen felaketlerle ençok
şulacak ve hatırlanacaktır. Mehmet A kifin şairanelikten kaç­ yanıp yıkıldığı bir dönemi görüp yaşaması fikir ve sanat hayatı­
tığı kesindir. Koca şark, ebedi bir meskenet içinde iken, mızın trajik anılarındandır. Bir yandan aksiyonun içinde ve en
yapılacak bunca iş varken, Mehmet Akif gibi bir hayat adamı, önünde, öte yandan felsefe ve fikri noktalardan hezimetin sebeb-
cemiyet adamı, şairanelikle hayal ve fantazi ile vakit öldüre- lerini araştırıyor. Felâketlerini bedeni ile göğüslüyor. Beyniyle
mezdi. Nitekim Mithat Cemal şöyle diyor: sebepleri ve çareleri bulup gözler önüne seriyor.
"Mehmet Akif'e göre sanat sanat için değildir. Sanat hayat içindir. Bu Mehmet Akif doğumundan ölümüne kadar ideal bir vatan­
yüzden Mehmet Akifin hayalle işi yoktur” Çünkü İslâm gerçektir, daş mücadelesi vermiştir. Kjhraman değildir. Olmaya da niyeti
yaşayandır, gelecektir. Millet ise canlı bir organizmadır Meh­ yoktur. O zamanlar cemiyetin nasıl kavram kargaşası nasıl bir
met Akif'in yaşadığı günler, bu milletin binbir dertle, haksızlıkla cehalet anlayışsızlık ve vurdumduymazlık içinde olduğu şun­
cehalet ve hamakatle içiçe olduğu bir devirdir. Millet içerden ve dan anlaşılıyor ki, makulu doğruyu ve iyiyi tesbite çalışan bu
dışardan hançerlenmektedir. Milli ve dini gayret içinde olan bir insan çağında ancak bir kahramanın ifade edeceği bir misyonu
insanın bu gerçekler karşısında, hayalhanesine çekilip şiirler yerine getirmiştir. Eğer Mehmet Akif yine ise -ki öyledir- bu
yazması mümkün değildir. Mehmet Akif misyonunun farkında­ Mehmet Akif'in misyonunun bitmediğini gösterir. Çünkü onun
dır. Ve bütün hayatı boyunca sadakatle, feragatle bu misyonu teşhisleri devam etmektedir. Istırapları, isyanları, öfkesinin
yerine getirmeğe çalışmıştır. Zaten o, yazdığını yaşayan, yaşa- sebebleri devam etmektedir. A k ifin anıtı ancak bu kavga mesut
sonla bittiğinde dikilmiş olacaktır. O hâlâ aramızda, yanımızda
kalmayı tasarlamaktadır. Tevfik Fikret'in defteri kapanmıştır.
Çünkü o bir batışın temsilcisiydi. Mehmet Akif ise yeniden
ÇİZGÎLER • • • doğuşu müjdeleyendi. Zulmet günlerinin bu coşkun öfkesi,
ümidini hiçbir zaman kaybetmemiştir. "Müebbet bir bahar" diye
üç kelime geçiyor Safahatta: Şu iki beyit bütün hayatının ve
Kalabalıkta “yok” denecek kadar ses­ mücadelesinin özeti ve belki de bize mirasıdır.
SESSİZ VE Doğrudan doğruya Kuran dan alıp ilhamı
sizdi. O, kendisinle iki kişi olduğunuz
KONUŞKAN zaman “var”dı. Muhaverelerin sevimsiz Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmî...
Bunun mânâsı gayet açıktır. Büyük bir tez vardır beytin
gayesi olan “kendini göstermek” zaafına
içinde... İkinci beyit de şudur:
kaymıyarak konuşur, içiniz onun ufak Malikin nâmütenâhi adı var. enbaşı Hak
cümlelerde dolardı. Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak.
Bize kalan bunlar ve bu orensİD. heo veni her zaman yeni­
dir, her zaman geçerlidir. Mehmet  kif bunun için bizim en
yenimiz, en ilerimizdir. Teşekkür ederim...
Türk Hehlııalıl

TÂCEDDİN
DERGAHI
VE
YAZARLAR
BİRLİĞİ

Hacettepe Üniversitesi taralından müze haline getirilen Taeeddin Dergâhı Yanındaki "Âkif Evi"

Akif Enstitüsüne doğru


Y a z a r l a r Birliği 1978 A ğ u sto s’uııda o yüzden, to p lan tı için m üsait b u lu n ­ M üsteşar Prof. Em in Bilgiç ve M üste­
k u rulduğunda, kurucu üyelerin ilk m adığını, an cak belirtilen günde ziya­ şar m uavini Y avuz B ülend B âkiler de
planladığı faaliyetler a ra sın d a Meh- rete açık tutulacağını bildirdi. katıldılar.
med Akif’ in anılm ası d a yer alıyordu. A n k a ra ’d a b u lu n an Y a m te r Birliği
m ensupları 27 A ralık 1978 sabahı T o p la n tıy ı a ç ış k o n u ş m a s ın d a
Bu anm anın büyük İslâm şairinin
T âceddin D erg âh ı’na giderek M ehm ed Y azarlar Birliği B aşkanı D .M ehm et
h âtırasın a en uygun ta rz d a gerçekleşti­
 k ifi an d ılar, ru h u n a F a tih a o k u d u ­ D oğan, T ürkiye’de tak ip edilen yanlış
rilmesi ve gelenekleştirilm esi k a ra rla ş­
lar. Y azarlar Birliği B aşkanı kısa bir eğitim ve k ü ltü r siyaseti neticesinde
tırıldı. A nm alar merhumun vefat tarihi
ko n u şm a y ap arak K ü ltü r B akanlığı nesillerin millî değerlerim ize y abancı­
olan 27 A ralık’ta ve M illî M ücadele
yetkililerinin millî k ü ltü rü m ü zü n bu laştığını, b u yüzden b azı çevrelerin
y ılla r ın d a A n k a r a 'd a b u lu n d u ğ u
büyük şahsiyetini u n u ttu rm a k için İstiklâl M arşı’na karşı d av ran ışlar
sırada ikam et ettiği T âceddin D erg âh ı’
h u su sî b ir g a y ret g ö ste rd ik le rin i, içine girdiklerini söyledi. D oğan, İstik­
nda yapılacaktı. İlm î b ir sem iner o la­
Y azarlar Birliği’nin M .Akif’ i anm a lâl M arşı’na karşı tav ır tak ın an ların ,
rak düşünülen ilk to p lan tı için hem en
h ususundaki teşebbüslerinin bakanlık onda terennüm edilen kuvvetli îman,
harekete geçildi.
tarafın d an engellendiğini, b una rağ ­ her tü rlü em peryalizm i reddeden fikir
İlk elde, K ültür Bakanlığı ve H acet­
tepe Üniversitesi Rektörliiğü’ne müra­ m en  k if in düşüncesinin ve m ücade­ ve hürriyet aşk ın d an tedirgin bölücü ve
lesinin yaşatılacağını ifade etti. kom ü n ist m ih rak lar o ld uğunu belirtti.
caat edildi. K ü ltü r B akanlığı, bu
Böylece, bir gelenek için m ütevazi ve D o ğ a n , k o n u şm a sın ın d e v a m ın d a
k o n u d a b ir Çalışması olm adığım , yapı­
sessiz bir adım atılm ış oluyordu. resmî k u ruluşların M . k ife karşı gös­
lacak b ir to p lan tı için de salon tahsis
edilem eyeceğini bildirdi. H acettepe Ertesi yıl (1979) yapılan to p lan tı terdikleri ilgisizlikten y akındı ve K ül­
daha geniş y an k ılar buldu. Bu to p la n ­ tü r B akanlığı’nın yeni idarecilerinin bu
Ü niversitesi ise. T âceddin D erg âh ı’nın
sürekli açık olm adığını, ışınlam adığını tıya K ü ltü r B akanı Tevfık K o raltan , d u ru m u düzelterek büyük şairim izin
eserlerinin güzel, tem iz ve ucuz b ask ı­
larını y ap arak bü tü n v atan d a şlarau laş-
tıracak faaliyetler içinde b u lu n m ala­
rını tem enni etti.
D a h a so n ra k o n u şan K ü ltü r B akanı
Tevfık K o raltan , M ehm ed  k ifin
büyük sa n a tk â r ve insan şahsiyeti üze­
rinde d u rd u . K ü ltü r B ak an h ğ ı’nm O ’.
n a ve e s e rin e g e re k e n sa y g ıy ı
göstereceğini ifade etti. K ü ltü r B akan­
lığı M üsteşarı Emin Bilgiç de M ehm ed
 k ifin eserlerinin B akanlıkça yayını
ko n u su n d a başlattık ları çalışm aları
Vtehmed Âkifin Ankara’da iken ikamet ettiği ve şimdi müze haline getirilen ev d e v a m e ttir e c e k le r in i ve y a k ın
Müzede Âkifin özel eşyaları ve bir de maskı bulunuyor. zam a n d a neticelendireceklerini, T âcet-
tin D erg âh ı’m n da devam lı açık tu tu la ­
bilmesi için B akanlıkça devralınm ası-
na çalışıldığını söyledi.
12 E yül’den so n ra bir süre b ü tü n
dernek faaliyetleri men edildiğinden
1980, 27 Aralık’ında toplantı yapıla­
madı. 1981, 27 Aralık’ı merhumun vefa­
tının 45. yıldönüm üne rastlıyordu.
Y azarlar, üniversite m ensu p lan , seç­
kin b ir aydın topluluğu y an ın d a sem t
sâkinlerinin de katıldığı çok canlı bir
to p lan tı yapıldı. “ M ehm ed  k ifd e
şahsiyet ve şahsiyetçi tu tu m ” k o n u ­
sunda Süleym an H ayri Bolay (D oç.
D r.), “ M ehm et A kif'in Millî M ücadele
sırasındaki çalışm aları” ko n u su n d a
A yvaz G ök d em ir ve Y ahya Y alçıntürk
birer konuşm a yaptılar. D ah a sonra
D anışm a Meclisi üyesi M ehm et P am ak
kısa bir konuşm a yaptı. T âceddin
C am ii vazifelilerinden Ali G ürgenci Müzenin içinden bir görünüş
D erg âh ’a layık olduğu ilginin gösteril­
mesini istedi. B aşında ve sonunda
Süleym an arab u lan tarafın d an K u r’
an-ı K erim o kunan to p lan tı sırasında
Rıdvan Çongur M. Akif'in Tâceddin
D ergâhınd a yazdığı şiirleri o k u d u ,
İsm ail C o şar da “ Ç anakkale Şehidleri’
şiirini seslendirdi.
1982 de yapılan to p lan tı, T âceddin
C am iî m üezzininin K u r’an-ı Kerim
okum ası ile başladı. D aha sonra Birlik
B aşk an ı D , M ehm et D o ğ a n b ir
konuşm a yaptı. D oğan, M ehm ed Âİcif
in yaşayışı ve eserleriyle tam b ir örnek
şahsiyet olduğunu belirterek, eserleri­
nin ve örnek kişiliğinin genç nesillere
yansıtılması gerektiğini söyledi.
Y azarlar Birliği’nin bu m aksatla, M eh­
med A kif'in doğum unun 110. yıldö­
nüm ü olan 1983’te İlmî bir to p lan tı Akif Enstitüsü
yapacağını belirten D oğan, “ M ehm ed teşekkül ettir­
mek için gayret
A kif E n stitü sü ” kurm a çalışm alarının
gösteren Ya­
da devam ettiğini belirtti. D aha sonra
zarlar Birliği
Y ahya A kengin “ M ehm ed  k ifd e sos­ yöneticileri
yal gerçekçilik” konusunu işleyen bir Âkif Müzesi
konuşm a yaptı. R ıdvan Ç on g u r, M uh­ önünde
sin D em irel ve İsm ail C o şa r’m o k u ­
duğu şiirlerden sonra, Tâceddin Camiî bulunuyordu. 1970 lerde H acettepe Ü niversitesi
m üezzininin K u r’an-ı K erim okum ası T âceddin D ergâhı, C um h u riy etten sem tin b ir kısm ını istim lâk ederken
ile to p lan tı sona erdi. so n ra bütün benzeri m üesseselerin a k ı­ T âceddin D erg âh ı’nı da “ M ehm et  kif
Tâceddin Dergâhı, eski A n k a ra ’nın betine uğradı. U zun süre ihm al edildi. Ersoy M üzesi” hâline getirm ek üzere
b ü y ü k se m tle rin d e n H a c e tte p e ’nin M ehm ed  k if 1936 yılında vefat etti. restore ettirdi. Şairin bazı zâtî eşyası ile
sınırları içerisindedir, bu sem tte iki Olay resm î b asında bir kaç satırla devrinin d ekoru birleştirilerek bir
tarih î yapı bilhassa dikkati çeker. F atih geçiştirildi. Resmî m erasim yapılm adı. m üze m eydana getirildi. A ncak, m üze­
devri A nadolu B eylerbeyilerinden A ncak millet, şairini lâyık olduğu nin sürekliliği sağlanamadı.
K aracabey tarafın d an yaptırılan cami ilgiyi göstererek uğurladı. A rad an on N itekim 1978 yılında ilk defa ziya­
ve T âceddin S ultan C am iî. T âceddin yıldan fazla zam an geçtikten sonra rete giden Y a zarlar Birliği m ensupları
D ergâhı bu cam iin m ütem m im cüzü. A n k ara Belediyesi M ehm ed  k ifi T âceddin D erg âh ı’nı çok bakım sız
Millî M ücadele sırasında A n k a ra ’ya hatırlad ı. Millî M ücadele yıllarında b uldular. M üze eşyaları sadece bu to p ­
gelen bazı kim seler b u rad a m isafir ikâm et ettiği T âceddin D erg âh ı’nın lantı için alelacele yerlerine konul-
edilm iş. M ehm ed  k ifle H aşan Basri b u lu nduğu sokağa millî şairin adım
(Ç a n ta y ) de b u n la r a ra s ın d a verdi.
Türk Idtblıtaiı _________ MART— — —
m uştu. Birlik m ensuplan D erg âh ’dan
ayrılırken m üze eşyalarının depoya
Eşref Edip-Mehmed Âkif
taşındığını gördüler.
M ehm ed A kif'in m üdafii olduğu
fikirlere ve bağlı bulunduğu dünya
görüşüne olduğu k ad ar h âtırasın a da
sahip çıkm ak isteyen Y azarlar Birliği
ÂKİFİN SANAT VE
bir araştırm a m erkezi, enstitüsü ku ru l­
ması için çalışm alara girişti.
Böyle bir kuruluşun m ekânı,içinde
EDEBİYAT ÜZERİNE
İstiklâl M arşı'nın da yazıldığı T âced-
din D ergâhı olabilirdi. H a tta o rad an
başka bir yer olam azdı. Böylece, D er­
DÜŞÜNCELERİ
gâh sürekli açık tutulabilir, dolayısıyla işte Asım’ın ikinci kitabının plânı! Çok
“ M ehm ed  kif Ersoy M üzesi’’ isteyen U stad öyle derdi: Şiirin ilhamı azdır. Şiir yazık ki, üstadın sıhhati bu eseri yazmağa
h e rk e s ta r a fın d a n g e z ile b ilir , çalışmakla, uğraşmakla olur. Zanneder­ müsaid olmadı.
görülebilir. l e r i şair tabiat karşısında oturur, ilhamla­
Y azarlar Birliği, m addî engelleri rını toplar, hemen kalemi eline alarak
aştığı an d a bu teşebbüsü kuvveden fiile şiirini yazar. Hiç de öyle değil. Odaya kapa­
nıp ter dökecek, düşünecek, yorulacak, E d e b iy a t kısmına gelince, üstad burada
çıkaracak bütün çalışm aları ta m a m la ­
uğraşacak. Yüz ter dökerek bir beyit mey­ edebiyatı nasıl telâkki ettiğini gayet açık
mış d urum da. B ütün millî kuruluşları gösterdi:
dana gelir. Ben manzaraları odama geti­
bu k o nuda işbirliğine, dayanışm aya ve rir, orada kafa yorarım. Ter döker, dört 1 - Şiir için, edbiyat için süs, çerez
o rtak harekete dâvet ediyoruz: duvar arasında şiirimi yazarım. diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere
“ M ehm ed  kif Ersoy A raştırm a Ben şiir yazmadan evvel çok düşünü­ göre bu söz belki doğrudur. Libas hizme­
M erkezi" veya “ E n stitü sü n ü ” nü rüm. Tam bir mühendis gibi, bir mimar tini, gıda vazifesini görmeyen edebiyat
m u h akkak kurm alıyız! gibi. Bir bina başlayacağı zaman nasıl ki bize hiç söylemez.
Yazarlar B irliği. Mehm ed Akif'in 110. mimar evvelâ düşünür. Şurada oda, 2 - Hele "San at san’at iç in d ir" gibi yük­
şurada merdiven, şurada salon, şurada sek nazariyeler bizim idrakimizin pek
yıldönümü münasebetiyle Ankara'da İlm î
mutfak, şurada banyo... Plânını yapar, fevkindedir.
bir sem iner yapacak, istiklâl M arşının 3 - Biz edebiyatın vatanı olduğuna iman
krokisini çizer, en sonra binaya başlar..
kabul edildiği 12 M art günü Ticaret ve edenlerdeniz. O sebepten hiç bir milletin
Tıpkı ben de böyleyim.
Sanayi Odaları Konferans Salonunda yapı­ Ben bir eser yazmadan evvel bütün ed eb iyatını kendim ize mal etm ek
lacak toplantıya katılacak kişiler ve tebliğ mukaddimatı hazırlarım. Eserlerime nasıl istemeyiz.
konuları şöyle: gireceğim, ne neticeye varacağım... Şarklılar her şeyde olduğu gibi edebi­
Taba AKYOL Bütün bunları hayalimde kurarım. Ondan yatta da pek geri, garplılar her şeyde
D oğu ve Batı karsısında M ehm ed Âkil sonra yazmaya başlarım, istediğim neti­ olduğu gibi edebiyatta da pek ileri. Biz
Melîm ed AYDIN (D o ç.D r.) ceye varırım. onların edebiyatından yalnız sanat cihe-
Buna bir misal isterseiz (Pertevsuz)e tile istifade etmek isteriz. Yoksa ecnebi
M . kif ve İslâmiyet
teşbih edebiliriz. Güneşin dağınık hüzme- emtiasını yerli meta yerine satmak iste­
S.Hayrİ BOLAY (D o ç.D r.) A ydınların meyiz. Eserlerimiz kaba sabadır. Lâkin
leri yakmaz. Fakat bu hüzmeler mihrak
yabancılaşması karşısında M .Âkif yerli malıdır.
noktasına gelir de orada teraküm ederse
M .A kif'in basın hayatı ve Sebilürreşad yakar. İş o noktayı bulmaktır. Bütün 4 - Biz edebiyattan ahlâki, İçtimaî bir
0. M ehm et DOĞAN M. Cemâl mukaddimat bir nokta da tecemmu faide bekleriz. Bizim içtihadımıza göre
M ehm ed  kif ve Millî M ücadele ederse şiir ancak o zaman müessir olur. edebsizlik başladığı yerde edebiyat biter.
Ahmed KABAKLI 5 - İçtimaî derdlertmtzi dökmek, yarala­
Mehmed Akif’in Mısır Dünleri. rımızı açup göstermekten çekinmeyiz.
Meramımız kendimizi değil, maskaralıkla­
Çinuçen TANRIKORUR A s ım için 'Asım bu asrın neslidir" rımızı maskara etmektir. El birliğile insan­
İstiklâl M arşım ızın besteleri d olayı­ der. Ondan ümit beklerdi. (Asım)a çok lığa doğru yürümek isteriz.
sıyla m arş bestelerinde p rozodi ehemmiyet verirdi. 6 - Bizim için halka söyleyecek eserler
Fevziye A.TANSEL Asım'ın ikinci kısmı için çok düşün­ lâzım. Altı yüz bu kadar seneden beri yal­
M . kif h akkında ele alınm ası ve ince­ müştü. Eserin bütün plânın hayâlinde nız havassı düşüne düşüne avam olmuş
lenmesi gereken meseleler hazırlamıştı. İstanbul'a döner dönmez, gitmişiz.
Alem dar YALÇIN (Or.) bunu yazmağa başlayacaktı. 7 - Sadece yazmak bizim için asildir. Ne
Plânı çok mükemmel çok yüksek: Asım zaman bu asıldan ayrı düşmüşsek, mut­
1. TBM M , zabıtlarında M ehm ed Âkif.
Avrupa’dan dönüyor. İstiklâl Harbine ¡şti- laka muztar kalmışız.
râk ediyor. Asım'ın bu muharebedeki 8 - Hele dilimizin şivesini hiç bir ecnebi
yararlıkları... istiklâl Harbinin büyük­ ayağa çiğnetmiyeceğiz. Zira şu hakikata
Uzun Vuran Gölge lüğü... Harbin bütün safahatı... Milletin
gösterdiği fedakârlık, kahramanlık... Teh­
iyice inanmışız dilsiz millet gibi şivesiz
dil de yaşayamaz. Her dil kendi fıtrî şivesi
likeli zamanlar, acı tatlı günler... İnönü. dairesinde terakki eder. Lisanın şivesine
Sakarya muharebeleri... Nihayet Büyük uymayan eserler mahdut bir halk arasında
Gültekin Sâmanoğlu zafer... Bütün bunları tasvir ediyor. Asım, bir müddet yaşar. Lâkin sonradan ölür
bir timsal. Faziletli, imân ve irfanlı kahra­ g id e r"
1970’den beri yazdığı şiirlerini topladı man Türk neslinin timsali! Asım, yükseli­
yor, bütün Şark m illetlerine örnek
YAKINDA ÇIKIYOR oluyor... Matemli, felâketli sahifeler kapa­
nıyor, şanlı bir refah, saadet devri O mer Rıza yazıyor: "Üstad. İslâm-Türk
başlıyor. tarihinden alınma bir vak’anın ilhamile bir
Turk Edebiyatı MARTI
piyes de yazmak istediğini söylüyordu.
Vak'a Ehlisalib harplerj devrinden alına­
Muhsin ilyas Subaşı
cak. Eyüpoğlu Salâhaddin’ln kahraman­
lıklarını anlatacaktı."
Safahat: Çağımızın
5 ir gün lisanın sadeleşmesinden bah-
solunuyordu. Ben dedim:
didaktik manzum romam
- Şimdi Türk edebiyatından arabî, farisî S a fa h a t, çağın bunalımlarına isyan eden rin didaktik üslupla getirilen şarklı ruhu,
kelimeleri kaldırıyorlar. Bu hususta siz ne bir ruhun manzum tiradıdır: Bülbül olur; bize gösterdiği mefkurede arınmış bir
dersiniz? bir kafese sığmayan gönlü, harim-i isme­ insan tipini ortaya koyar. Ümitlerini bu
- Biz bunu zaten yapıyorduk. Ancak, timize kadar sokulan düşmanın çılgınlık­ tipin karakterinde verirken imajlarla süslü
bu, birden olmaz. Yavaş yavaş olmak ları karşısında sızlanır. Dua olur; Rabbına orijinalliğini de unutmaz.
lâzım, benim safahatlarım sırasıyla tetkik açılan iki el, bir yürek, iki mahzun ve dal­ Hayatın dur ve durak tanımayan ayrıntı­
olunursa görülür. Meselâ Asım diğerle­ gın gözle bize muvaffakiyet, muzafferiyet ları içerisinde, kendi dünyasına çıkış
rine nisbetle daha çok sâde veTürkçedir. ister. Marş olur; ezelden beri hür yaşamış kapısı arayan Akif, çok farlı üç dünyayı bir
bir millete zincir vurma çılgınlığının tut­ ömre sığdırmıştır: Bunların ilki; gençliği­
mayacağını haykırır. Destan olur; bir ima­ nin geçtiği ve Batının ağır tazyiki altında
nın Bedrin Arslanlarıyla yarışan kahra­ bunalan OsmanlI İmparatorluğu, İkincisi;
manları için haykırır, Ümit olur, aşk olur, savaşı alın yazımız haline getiren bir millî
U s t a d Arab şuarasından mütenneb-
hüzün olur. Sesten renge, renkten sebile mücadele. Üçüncüsü ise, kazanılmış
biyi çok severdi. Çünkü onun şiirleri
koşan bir heyecan sağnağıdır. Kürsüden savaşın arkasından yeni bir devletin ve
ahlâki ve hamasî idi. Üstada göre,
cepheye açılan iman mücadelesinin her yeni bir toplumun oluşturulması çalışma­
“mütennebinin kasideleri insana ahlâk
veçhesi dilim dilim, tutam tutam gelir önü­ ları...
dersi verir. En hissiz yüreklerde maâliye
müze. Necit Çöllerine gider, çölün sera­ Akif ilkinde, suskun ve kadere rıza için­
meyi uyandırır. En yüreksiz mahlûklara
bında vatan hasretine uzanır, gönlünde dedir. İkincide, isyan'a kapılmış ve kanını
hayatı istihkar edecek kadar celâdet
gurbet duyguları kaynar. Berlin'e koşar, akıtan kendi insanıyla acılannı bütünleşti­
bahşeder." (1)
Batının pragmatik teşkilâtçılığından, Şar­ rip, haykırmıştır. Üçüncü dönemde ise
kın kaderci yapısına kadar bir beşerin küskün ve sükûtu hayâle uğramıştır. Bun­
detaylanmış alın çizgilerini yakalar... ların derin izlerini Safahatın her satırında,
Safahat, Akif'in ıstırabını lirizmin plastik ayrı ayrı görmek mümkündür. Safahat,
A r a b şuarasından bahsederken kafi­ ve fonetik batlarıyla karşınıza getiren bu bakımdan manzum bir sosyal psikoloji
yenin ne belâ şey olduğu, Arab şiirinin islâmi Türk edebiyatının şaheseridir. tarihidir. O satırların içinde sadece şairin
terekkesine bunun çok mâni olduğunu Türk fonetiğini şiirde karşımıza ilk getiren kendi kalbi atmaz: Milletinin de her
söylerdi: bir eser olması yanında, sâde lisanın aruz devirde farklı boyutlar kazanan umutları,
- Zaten Arab şiirinde bir mevzu’ yok. ölçüleri içerisinde birbiriyle kucaklaşması­ acıları, korkuları, heyecanları vardır.
Şair m u h te lif şeylerden bahseder: nın da çok ender örneğidir. Onun için de milletinin duyup söyleyeme­
Deveden, çölden, kabilesinden, gör­ Bu kitaba mukaddesatımızın, hayatı­ diğini, Akif ona tercüman olarak söyle­
düğü şeylerden... Ondan öteye geçemi­ mızda şekil alma arzusunun şiire dahice meye çalışm ıştır. E serini in san lığa
yor. Yalnız bir kafiye var ki öyle müselsel sindirilmiş örneğini buluruz. armağan ederde, okunmasını istemiş
gidiyor. Arab şiirinin belini büken bu Safahat, zamanla ebedin kesiştiği nok­ ve kitabın ilk takdim şiirinde de şunları
kafiyedir. tada hayata tedirgince bakmaz. Geçmişin söylemiştir:
Şair evvelâ kafiyeleri sıralar, sonra da haldeki varlığını anlatır ve modern insa­
bu kafiyelerle mukayyed olur. Bu keli­ nın çıkmazlarına ışık tutar. Ondaki insan­ Bana sor sevgili kaari, sana ben söyliyeyim.
m elerdeki kafiye le re göre b e yitle r lık sevgisi, ifadesini “ Eşrefi Mahlukat” da Ne hüviyette şu karşında duran eş’arım:
uydurmaya çalışır. Kafiye hatırı için ne bulan bir ölçüyle gelir karşımıza. Farklı Bir yığın söz ki, samimiyetti ancak hüneri;
mevzu' tanır, ne de beyitler arasında medeniyetlerin, farklı kültürlerin farklı Ne tcsannu! bilirim, çünkü ne san’atkânm.
münasebet düşünür. sosyal vakıaların ortaya koyduğu zaruret­ Şi'r için “göz yaşı” derler, onu bilmem yalnız.
Kafiye ise böyle belâ şeydir. On beyit­ leri bilir ve insanın kendi muhiti içerisinde Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
ten sonra en büyük şairi bile çok yorar. kenetlendikten sonra insanlığı kucakla­ Ağlarım, aglatamarn; hissederim, söyliyemem;
Onun için Türk edebiyatı o kafiyeyi masını ister, insanı vasıtasız tatmin eden Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
kırdı. Eğer öyle müselsel kafiyeye ittiba din, sanat, ahlâk gibi değerlerin korun­ Oku, şayed sana bir hisli yürek lâzımsa;
edileydi bu günkü eserler yazılmazdı... ması için işaret taşları sıralar. Tek çizgili Oku, zira onu yazdım, iki söz yazdımsa.
Üstad kafiyeden bahsederken meş­ tekamüle karşıdır Safahat, ilm in deneyci­
hur Fransız şairi (Korneyl) in şiir yazar­ liği ile dinin emrediciliği, kucaklayıcı bir Dünyamızın pratik faydalarla, bizi tat­
ken nasıl kafiye aradığını hikâye eder. sentez ile insanlığın kurtuluşuna reçete min eden ucuz tarafı bu eserde hedef ola­
getirir. Buhranların emzirdiği çağımızın rak alınmamıştır; onun yerine orada,
insanına umudu, ye'isin üzerinden aşıra­ milletle birlikte büyük bir arayışı çok sah-
rak telkin eden bu eser için gerçek boyut­ neli ve zengin ifadeli büyük Yalnız’ın has­
larıyla hazırlanmış bir araştırma bugüne retini yaşarız.
B i r gün sordum: - Üstad. hiç gazelleri­ kadar olmamıştır. Bunda, Akif'in vicdanın­ işte bunun için de, Safahat bizim son
niz yok mu? Güldü: - Gençlik devrinde daki acıyı duyanlar ile onun ideallerine asrımızın didaktik manzum romanıdır.
idi, gazeliyata ait çok şiirler yazdım. Müte­ ortak olanların vebâli büyük olmalıdır. Değişen sahnelerinde, hayatın bütün
addit defterler doldurdum. Bir aralık bun­ Şiirle düşünmeyi bize ilk defa bir edebi teferruatı, Islâma ayarlanmış bir objekti­
lardan birini kaybettim. Buna çok yandım, meslek plarak getiren büyük sanatkârın fin hassasiyeti ile yakalanır ve yorumlanır.
yakıldım. Fakat bilâhare şiirimi hayatî, bu büyük eserinde, felsefi bir disiplin Sonuçta ise, kötüden kaçış iyiye varış
İçtimaî mevzulara tahsis edince o defterin içinde daha çok metafizik acı ile mistik çilesi... Eser, bunu başardığı için de,
kaybolmasına hiç acımadım. Diğer def­ heyecan kucak kucağadır. Onun ufku, başucu kitabimizdir. Olnu her okudukça
terlerimi ne de kendi elimle imha ettim. insanlığımızın temiz, berrak ve aydınlık yenilenmiş bir ruhun keşfiyle huzur duy­
Neşretmediğim şiirler pek çoktur. coğrafyasında kucaklaşır: Trajik hikâyele­ mamak mümkün değildir!..
Tttrk Erieblyaiı MART 6

Aylâ Ağabegüm

 kif in manzum hikâyeleri


Mehmet Âkif yaşadığını yazan şâir, ilhâm kaynağı, Üç buçuk yıl katlandı bu mektep, üç gün
yüksek hayaller değil, realite. “Ben şiirde hayâle dal­ Katlansa kıyamet mi kopar? Hem ne içün?
mam, her şeyi olduğu gibi görür, göründüğü gibi tasvir
ederim.” diyor. Manzum hikâyeleri onun bu söyledikle­ O kadar sa’y-i beliğin bu sefalet mi sona?
rini doğrulamaktadır. Bir beyitinde: Biri, evvelce söylemiş olsaydı bana,
Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim, Çalışıp ömrümü çılgınca heba etmezdim,
İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim, Ben bu müstakbele mâzimi feda etmezdim!
diyen Akif, görüp de duymaktan yanadır. Onu böyle Merhamet bilmeyen insanlara bak, yârabbi,
düşündüren belki de yaşadığı çevredir. Fatih'in Sarıgü- (Sa’y-i beliğ: Canlı ve kudretli çalışma)
zel semtinde yaşayan orta halli bir ailenin çocuğudur. KÜFE: Âkif, çocuk meselesi üzerine eğilen ilk şairi­
Çocukluğu ve gençliği sıkıntılar içinde geçmiş, Türk- mizdir. Çocuk konusunda gerçekçi olduğu kadar, yapı­
müslüman muhitinde, ezan sesleri arasında, gelenekle­ cıdır, onarıcıdır, teklifler söylemektedir. Bunun en canlı
rine bağlı olarak yetişmiştir. örneğini "Küfe’de” görürüz. Okuma hasreti içinde
Manzum hikâyelerinin kahramanları, onun çevresi­ bulunduğu halde okuyamıyan, fakirlik dolayısıyle küfe
nin insanlarıdır. "Bakacak kimseciğim yok” diyen Seyfi taşımak zorunda kalan bir çocuğun hali, varlıklı kimsele­
babalar, analar, rengi soluk yetimler, meyhanede koca­ rin bu durum karşısındaki kaygısızlığı dile getirilir.
sını arayan kadınlar, hasta öğrenciler, basık evler, insan­
ları çürüten kahvehane ve meyhaneler onun için üzüntü O sâlharda, harab evlerin saçaklarına
kaynağıdır. Bu yönüyle Âkif, edebiyatımızın ilk sosyal- Sığınmış öyle giderken, hemen ayaklarıma
gerçekçi şâiridir. Belki de o günden beri bu konuları aynı Delilimin koca bir ey takıldı... Baktım ki:
samimiyetle dile getiren bir başka şâirimiz olmamıştır. Genişçe bir küfe yatmakta hem epey eski.
Servet-i fünûncular, devrin modasına uyarak, rea­ Bu bir hamal küfesiymiş... Acep kimin? Derken:
list, acıklı manzum hikayeler yazmışlardır, Tevfik Fikret, On üç yaşında bir çocuk gelip öteden,
Boğazın tepelerinde İstanbul’a romantik bir gözle baka­ Gerildi tekmeyi indirdi öyle bir küfeye:
rak Balıkçılar, Hasta çocuk ve Hasan’ın Gazası’nı
yazıyordu. Zararlı sen çıkacaksın bütün bu hiddetle,
Âkif ise, manzum hikayelerinin konularının bir kıs­ Benim de yandı içim anlayınca derdinizi...
mını kendi hayatından (Hasta Seyfi Baba, Köse İmam),, Fakat, baban sana ısmarlayıp da gitti sizi.
bazılarını şehir hayatının acıklı aksayan taraflarından O, bunca yıl çalışıp alnın teriyle seni
(Küfe, Meyhane, Mahalle Kahvesi) almıştır.Kocakarı ile Nasıl büyüttü? Bugün, sen de kendini, kardeşini,
Ömer, Dirvâs, İslâm dünyasının eski ve celâdetli çağla­ Yetim bırakmayarak besleyip, büyütmelisin.
rını anarak, halkı o değerlere yöneltmek isteyen --Küfeyle öyle mi?
hikayelerdir.
HASTA: Veremli bir öğrencinin, idare ve doktorlar Söz anladım ki uzun, hem de pek uzun sürecek;
tarafından nasıl ihmal edildiği, veremin son noktasına Benimse vardı o gün bir çok işlerim görecek.
kadar getirildiği, bir şevkat kucağı bulamadan okuldan Bıraktım onları, saptım yokuşlu bir yoldan,
çıkarılıp yoksul bir köşede ölüme terkedildiği anlatıl­ Ne oldu şimdi acep, kim bilir, zavallı Haşan?
maktadır. Olay Halkalı Ziraat Mektebinde geçer. Duy­
gulu seçkin bir öğretmen olarak çocuklarına olan SELMA: Bu hikayede, yanlış tedavi sonunda ölen ve bir
sevgisini, tutkunluğunu dile getirir. Aynı zamanda toplu­ yakını olan çocuğun halini, anne ve babasının ızdırabını
mun kanayan bir yarasına da parmak basar. Yatılı okul­ dile getirmektedir.
lar, kimsesiz çocukların yurtlan, azaldığını varsaysak —Görme, Akif’im, çocuğu!
bile, yine de buna benzer hadiseleri üzüntüyle Senin değil, yedi kat ellerin yanar ciğeri
görmekteyiz. ölüm döşekleri üzerinde görse yavrucağı.
-- Bence, doktor, onu siz bir soyarak dinleyiniz; “Şükür bugün azıcık farklıdır diyorduk dün...
Hastalık çünkü değil öyle ehemmiyetsiz. O penbe penbe yanaklar kireç kesildi bugün!’’
Filân hekim dediler, geldi, baktı, anlamadı

Uyku yokmuş; gece hep öksürüyormuş; ateşin Ne çare hükm-ü kader âkıbet zuhura gelir,
Olmuyormuş azıcık dindiği... Cenaze şekline girmekte böyle faide ne?
- Ben zaten işin, Senin bu yaptığın Allah'a karşı isyandır
Bir ay evvel biliyordum ne vahim olduğunu... Asıl, felakete sabreyleyenler insandır...

BAYRAM: Akif’in çocuğa bakışı çok yönlüdür, ve çocuk


Ttirk Edebiyatı MART 37

ruhundan iyi anladığı dikkati çekmektedir. Kendi çocuk­ Aşşağıya tamamını alacağımız "Bebek” adlı hikâye­
luk günlerini çok güzel tasvir eder. Fatih'deki "Bayram sinde, Akif’in çocuk ruhunu çok iyi tanıdığı, kardeşler
yeri” küçük bir çocuğun hayranlığı, hayreti, neşesi ve arasındaki küçük kıskançlıkları ve onların oyuncakla içli
tecessüsüyle canlı olarak anlatılır. Bayram yerini dola­ dışlı oluşlarını göreceğiz. Bebeğin, çocukların, kırılmış
şan çocuğa çekici gelen unsurları şiirde bulabiliriz. bebeğin tasviri İstanbul Türkçesinin en güzel ifadesi ile
Adım başında kurulmuş beşik salıncaklar, yapılmaktadır.
ikinde darbuka, deflerle zilli şakşaklar,
Biraz gidin: kocaman bir çadır... önünde bütün, BEBEK
Çoluk çocuk birer onluk verip de girmek içûn
Nöbetle bekleşiyorlar. Aceb içinde ne var? Bizim Cemîle Ferîde’yle bir sabah gelerek
“Caponya’dan gelen, insan suratlı bir canavar!” “Unutma beybaba, akşam birer hotozlu bebek,
Getir, kuzum...” dediler. Ben de kızların keyfi
--Muhallebim ne de kaymak! Kırılmasın diye reddetmedim şu teklifi,
-Şifalıdır mâcun!. Kiraz dudaklı, üzüm gözlü, inci dişli, iki
t- Simid mi istediğin ağa?
Edâlı yosma getirdim. Aman o akşam ki
— Yokmuş onluğum, dursun. Sevinme hâlini bir görmeliydi yavruların!
O başta: kuskunu kopmuş eğerli düldüller Durup oturmadılar hiç; dedim: "Yatın da yarın
Bu başta: paldım düşmüş semerli bülbüller! Bütün gün oynayınız...” Nerde! Kim yatar? O gece,
Baloncular, hacı yatmazlar, fırıldaklar, - Yemekte sızmaya me’lûf olan -Feride’mce,
Horoz şekerleri, civciv öten oyuncaklar; Kabul olunmıyacak söz olursa, yatmaktı.
Yatar mı hiç? O nasıl hisli bir yumurcaktı.
Ferîde’nin yaşı beş yok; Cemîle’ninki yedi;
$u var ki, abla hanım pek hanım tavırlı idi.
Büyük kız oynadı bir parça, sonradan yattı;
Peşin Fiyatına Küçük sabaha kadar hep bebeğini hoplattı.
* Ne ninniden alıyormuş, ne öyle hoppaladan...
"Işıl ışıl bakıyor â! Bebek değil, afacan!”

TAKSİTLE Sabaha karşı tükenmiş mecâli yavrucuğun;


Mışıl mışıl uyuyor... Değmeyin aman uyusun.
Benim bulunmadığım bir zamanda kız uyanır;
Bebeği uyutmak için evde üç saat kapanır.
KİTAP - Aman da pek yaramaz, uyku sıçramış başına.
Bakın beşik de getirdim, bakın yatar mı şuna?
Yatar mısın seni maymun? Kapar mısın gözünü!
* •* *
Acık da dinlesen olmaz mı annenin sözünü;
ANDAnın Kapandı işte gözün... Oh, şimdi artık yat!
Bebek ne yaptı bilinmez ki, sonradan, pat pat,
Kültür Hizmeti Dayak sadâları akseylemiş öbür odaya.
Güzel güzel uyumuş olsa kız da dövmez ya.
Gelince akşama, baktım, Feride pek düşkün.
Hayat Pahalılığında Kitap Alamıyorsunuz, Okuma Durur mu ablası? Ben sormadan atıldı:
Alışkanlığınızı Kaybediyorsunuz! — Bugün
BÜTÜN KİTAPLARI PEŞİN FİATINA TAKSİTLE Ne yaptı, beybaba, bilsen... Zavallıcık bebeğe?
VERİYORUZ! - Ne yaptı?
İSTER BİR KİTAP, İSTER BİN KİTAP! HEPSİ - Dövdü bir âlâ, sonunda kırdı.
TAKSİTLE! - Neye?
Büro Merkezlerimize Uğrayınız, Taksitle Alışverişe - Bilir miyim, ona sor... Kız, getir bebeğini hadi!
Başlayınız! Feride kaçtı yanımdan, getirmek istemedi.
ANDA Ana Neşriyat ve Dağıtım A.Ş. Çiçek çıkarmışa dönmüş, getidiler ki, yüzü;
Birer kafes gibi kalmış o kuş bakışlı gözü.
IS T A N B U L 'd a A N K A R A 'fla Başında saçtan eser yok, ayak topal, kollar
A N D A M e rk e z B u ro s u A N D A i ç A n a d o l u Bürosu Omuzdan oynamıyor, kim bilir ne illeti var?
A nkara Cad. Nu: 4 6 Z i y a G o k a lp C ad . N u : 3 7 / B
S İR K E C İ K IZ IL A Y
O kanlı canlı bebek şimdi işte bir kötürüm...
- Bu ölmüş artık ayol, göm götür de, hem ne ölüm?
İZ M İR 'd e A D A N A 'd a Feride kaldı bebeksiz, Cemile’ninki fakat,
A N D A Ege Burosu A N D A A k d e n i z ve Güzel güzel duruyor; olmuyor ne kör, ne sakat.
Kestelli C ad . B aş d u ra k Gü ne y D o ğ u A n a d o l u Günün birinde beraberce oynuyorlarken,
Han N o: 7 /1 2 9 Burosu A d l i y e Arka sı Eski Sigorta
KEMERALTI Hastahanesi N u : 6 9
Alıp Feride hazin bir niyâz tavrı hemen:
- Bebeğini ver, acıcık oynayayım, kuzum abla!. .
S A M S U N 'da E R Z U R U M 'd a Demez mi? Kız ne diyor?... Gâliba:
A N D A K ar a de ni z Burosu A N D A Doğu Anadolu - inâyet ola!
19 M a y ı s M a h . T a li m h a n e Burosu Y u k a r ı M u m c u
C a d .N o :2 3 M a h. Tabakhane Sok. N u: 6 Verir miyim sana ben hiç bebeğmi, yağma mı var?
- Hasislik etme, kızım ver!
- Alırsa sonra kırar.
Türk Itfehlyaiı MART

- Nasıl kırar a canım? Etme oynasın, veriver! Damarlarında şehâmet yüzerdi kan yerine;
- Olur mu beybaba? Yüreklerinde ölüm şevki vardı can yerine.
- Elbet olur. Fakat biz onlara âit ne varsa elde, yazık,
- Kırarsa eğer? Birer birer yıkarak kahvehâneler yaptık!
Yarın sabah sana ben başka bir behek alırım.
Bizim müdâhaleden sonra, "oyna al bakalım!...”
Deyip Ferîde'ye kerhen uzattı kız bebeği. — Nedir elindeki yâhu?
Ferîde’nin yüzü gülmüştü, baktım, iyden iyi.
Sevindi, oynadı, lâkin bir müsteâr sürür -- Ceride.
Süreksiz oldu. -- At şu pisi.
- Ver artık!
- Acık daha ne olur? -- Neden?
-- Yalan yazıyor, oğlum, onların hepsi.
- Bakındı bey baba?
- Kız, ver de sonradan yine al, Tavanın pervazı atfındaki toprak yuvadan
Mal olmaz insana, âdet değil, emânet mal. Bakıyor bunlara, yan yan, iki çift ince nazar:
Tekerrür etti birazdan şu yolda aynı niyaz: “Ya sizin bir yuvanız yok mu?" diyor anlaşılan,
- Bebeğni ver yine olmaz mı? Oynayım. Dişi erkek çalışan yavrulu kırlangıçlar...
- Olmaz!.. I
Ben iltiması diriğ etmedim ikinci sefer. MEYHANE: Âkif her meselede köklü çözümden, kalıcı­
- Çok oldu bey baba, ya! Sonra her zaman ister! dan yanadır. Milleti kurtaracak Âsım'ın neslidir, ilmi ile
- Demin de aldı, hemen verdi, içlenir, yapma! irfanı ile mükemmel dünya görüşü ile kurtarıcıdır.
Sen ablasın ne kadar olsa... Meyhaneler-kahvehaneler, miskinlik yuvasıdır. Tembel­
- Başka vermem ama, liğe karşıdır. "Nedir üç dört alın, bir yurdu alnından
Çabuk verirsen eğer al da oyna, kız, haydi... boşansın ter” derken, meyhanelerin ve kahvehanelerin
Ferîde’nin bu sefer keyfi pek yolundaydı. kapısına kilit vurulmasını ister, insanlık ruhunun şarap
Epeyce dandiniler yaptı, hayli hoplattı; dalgalan ve sigara dumanları arasında mahvolmasına
Bebek kolunda, hasırlarda bir zaman yattı. dayanamaz.
Fakat ne çâre! Gelip çattı vakt-i istirdât.
Kızın nazarları beyhûde etti istimdât. -- Sar be yoldaşım cigara...
Cemile istedi ısrâr edip emânetini, — Aman bizim Baba Arif susuz muşuz içiyor!
Çocuk da verdi, fakat görmeliydi hiddetini! — Onun bi dalgası olmak gerek: tünel geçiyor.
Büyük kızın eziyordu gurûr-u ma’sûmu, — Moruk, kaçıncı kadeh? Şimdicik sızarsın ha!
Bebek elinde gezerken, şu tıfl-ı mahrûmu. -- Sızarsın mis gibi yer, yapmamış adem değil a.
Ağır gelir ona elbette karşıdan bakmak.
Sokuldu bak yine, hiç şüphe yok ki: yalvaracak, Fener elinde bir erkek, yanında bir de kadın.
“Bebeğni ver” diye, lâkin ben eylemem ibrâm. -- Demek taşınmalı artık çoluk çocuk buraya!
Hayır, değil bu edâ, bir edâ-yı istirhâm: Ayol nedir bu senin yaptığın? Utan azıcık...
“Bebeğmi ver!’’ demesin mi üçüncüsünde kıza? Anan da, ben de, yumurcakların da aç kaldık...
Meğer hukuk da bilirmiş bakın şu saygısıza!..
-- Cehennem ol seni hınzır orospu, git: Boşsun!
MAHALLE KAHVESİ: İnsan ruhunu çökerten toplumun —Ben anladım işi: sen komşu, iyice serhoşsun:
kanayan yarası kahveler.. Yüz yıllardır kanayan bu Ayıltınız şunu yahu!
yaraya köklü bir çözüm bulunamadı. Kiriyle- — ilişmeyin!
dedikodusuyla, küfürüyle, tembel insanlarıyla hâlâ yaşı­ — Bırakın!
yor. Bugün yargılanan teröristlerin çoğunu barındıran Herif ayıldı mı bilmem, düşüp bayıldı kadın!
kahveler hâlâ açık. Kimbilir, terörle yok edemedikleri
gençliği uyuşturucu ile yok etmeye çalışıyorlar. Belki KÖSE İMÂM: Çocuk meselesinde olduğu gibi, kadın
isimleri değişti. Diskotek dendi, meselesinde de gerçekleri dile getirmeye çalışır. Mey­
hane hikâyesinde ki aile faciası da aynı temâ üzerinedir.
“Mahalle kahvesi’’ hâlâ niçin kapanmamalı? Kocasından haksız yere müthiş bir dayak yiyen kadın,
Kapansın elverir bu perde pek kanlı! soluğu Köse İmâm'da alır. Olanları anlatır. Kadının
Hayır, bu yerde, bu şarkın bakılmayan yarası; kusuru; kocasına "üstüme evlenme" demesidir.
Bu, çehresindeki levsiyle yurda yüz karası; Size halt etme düşer.. Döğmüş isem kendi karım.
Keyfim ister döverim, sen diyemezsin: “ Dövme!"
Bu, tecavüz sayılır doğrusu haysiyyetime...
Mahalle kahvesi Şarkin harîm-i kaatilidir; - Hangi haysiyyetin, oğlum? O da varmış desene.
Tamam o esk i batakhaneler mukabbilidir. Sıktı akşam “edemem, üstüme evlenme!” diye.
Zavallı ümmet-i merhume ölmeden gömülür; “Ne demek! Dörde kadar evlenir erkek” demeye
Söner bu hufrede idrâki, sonra kendi ölür. Kalmadan başladı şirretliğe.. Kızmaz mı kafam?

Ya şeriat ne için
Kış uykusunda mı geçmişti ecdâdın? Bize evlenmeyi ta dörde kadar emretsin?
Hayır, o nesl-i necibin, o şanlı evlâdın, iki akşam ne çıkar saye-i hürriyette
Turk Mehilimi MARTI 9
Boşamışsam canım ister boşarım elbette Gözümde iç yüzü derhin; yığın yığın zulümât!
işte meydanda kitab, hem alırız hem boşarız. Bulunduğum o mukkassi mahalden ayrıldım.
-- Dara geldin mi şeriat! Sus ulan izansız! Bu perde bitti mi? Heyhât! Atmadım bir adım,
Ne zaman camiye girdin? Hani tek bir hayrın! Kı ruhu eylemesin böyle bin facia harâb!
Hâyat namına, Yârab, nedir bu devr-i azâb?
Tek kadın çok sana emsal olan erkekler için.
Hani servet? Hani sıhhat? Ne ararsan mefkûd; SEYFİ BABA: Seyfi Baba yaşlıdır, kimsesizdir. Geçi­
Tamtakır bir kese var ortada, bir sıska vücûd! mini sağlamak için çalışmak zorundadır. Soğuk bir
günde kiremitleri aktarmak için çağıırlar. Dam aktarılır
Dinledin, gördün a oğlum. Ne bozuk terbiyemiz ama Seyfi Baba da üşütür. Akif, o geceyi Seyfi Baba’nın
Ne yapıp yapmalı, insanlığı öğretmeliyiz. yanında geçirir. Hastanın içtiği ıhlamurlarla biraz rengi
yerine gelmiştir.
Ne kadınlar, ne sefalet doğuranlar görürüz
işte binlerce çocuk, hem baba sağ, hem öksüz! Ne işin var kiremitlerde a sersem desene!
Üç sınıf halka içim parçalanır hem ne kadar! ihtiyarlık mı nedir, şaşkınım oğlum bu sene,
İhtiyarlar, karılar, bir de küçükler bunlar Hadi aktarmıyayım... Kim getirir ekmeğimi?
Merhamet görmeli, yüz görmeli insanlardan. Oturup kör gibi, nâmerde el açmak iyi mi?
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası:
Bu cehâlet yürümez; asra bakan: asr-ı ulûm Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!
Başlasın terbiyemiz ailelerden oğlum.
Sade hürriyeti i’lân ile bir şey çıkmaz Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,
Fikr-i hürriyeti hazmettiriniz halka biraz. önce amma şu Fakir âdemi memnun edeyim.
Bir de baktım ki: tek onluk bile yokmuş kesede;
SAİD PAŞA İMAMI: Akif bu şiiri 1931’de Hilvan’da yaz­ Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!
mıştır. Şiirin altında şu not vardır: “Ahlâkı da sesi gibi O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:
İlâhi olan bu adamı çocukluğumda bir kere dinlemiştim.” Ya hamiyetsiz olaydım, ya param olsa idi!
Sultan yalısında büyük bir meviıd toplantısı vardır.
Fakat meşhur mevlidhan istenilen vakitte gelmez. Valide Yaşadığı süre içinde kendi için paranın yokluğunu
sultan kızar. Mevlide onsuz başlanır. Mevlid bitince üzüntüsünü duymamıştır. Bir pardesü alacak parası
imam, bir köhne kayıkla gelir. Valide sultan sitem eder. yoktur. Ne çıkar? Yağmurlu havada sokağa çıkmaz. Ya
Seyfi babalar? Onlara yardım etmek gerektiğinde çare­
Henüz akşamdı ki gelsem diye düştüm de yola siz kalır. Parası olan insanlar, hamiyetli olsaydı, belki de
Yürüdüm haylice... derken, hele sen kısmete bak: Akif bu kadar üzülmezdi.
öteden karşıma bir yaşlıca hâtûn çıkarak:
"Göğsün imanlıya benzer, sana bir hizmet var, DİRVAS: Emevî hükümdarı Hişam devrinde, üç yıl
Ama red deme ki zâten beni mahvetmiş ölüm, karanlıktan ekin olmaz. Çölde Bedevilerin çoğu açlıktan
Bir pişman anayım dağ gibi evlâd gömdüm! ölür. Kabile şehleri Hişam’dan yardım istemeye karar
Kızımın cânı için, barî bu kırkıncı gece, /erirler, öyle ya, mademki halife, öyleyse çare bulmalı
Şöyle bir mevlid okutsam diyorum kendimce halkın derdine. Huzura kabul edilirler. Dirvas bir çocuk­
Nasıl etsem? Okuyan çok ya... benim yufka elim tur, ama büyüklerle oda içeri girer. Heyecanla söze baş­
Hocasının elbet okursun: hadi oğlum gidelim. lar. Hişam çocuğu azarlar.
Ne olur bir yorulursam, hadi bekletme, günah!
Sen benim yavrumu şâd et ki rızâ-en li-llah, Der: Sus a çocuk, büyük dururken,
iki dünyâda aziz eylesin Allah da seni...” Söz sâdir olur mu hiç küçükten?
Hâtunun sözleri divaneye döndürdü beni; Dirvâs o zaman kelâmı tekrar
Ne saray kaldı hâyalimde ne sultan ne filân... Teshir ile der: “ Nedir bu âzâr?
“Çile dolsun yürü öyleyse dedim, oldu olan!" Mikyası mıdır zekâvetinsin?
Size yüzlerce adam mevlid okur benden iyi, Dirvâs’ı çocuk mu zannedersin?
Ama biçareye kızın bağrı yanık anneciği, Bir dinle de sor gör çocuk mu?
Yoklasın merdini nâmerdini insan diyerek, insâf nedir o sizde yok mu?
Eli yüzlerce heyülâya değip boş dönecek,
Fukâranın seneler belki siler göz yaşını, Yok şendeki ihtişâma pâyân
Hangi taş pekse hemen vurmaya baksın başını, Bizlerse alay alay sefîlân!
Elin evlâdın yanmaz parasız bir kimse... Bir yanda demekki fazla var, çok;
Çâresizdim sizi bekletmede... beklettimse. Hayfâ ki öbür tarafta hiç yok.
- Hoca! der, Valide Sultan, beni ağlatma, yeter öyleyse biraz tevâzün ister.
Yeniden mevlid okursan dâ’va da biter. Evvel beni dinle, sonra hak ver:
Nerden buldun bu ihtişâmı?
HASIR: Hikâyede bir aktar dükkânı canlı olarak Halkın mı, senin mi, Hâlıkın’mı?
anlatılır. Zencefil, çöroğtu okunmuş tiryak, ne ararsan Allahın ise eğer bu servet,
bulunur. O arada gelen biri, hasır ister. Beş aydır hasta Bizlerde onun kuluyken, elbet
yatan kimsesiz bir kadın ölmüştür. Hasırı onu sarmak Bir pay talebinde hakkımız var...
için alırlar. Fakirlik -yalnızlık neme lâzımcı insanlar... Bir
anda Akif, için ölüm belki de kurtuluştur. Konuşma devam eder. Hişam cevap veremez.
Türk JCdebiyafF MART
Çocuğun dehasına hayret eder ve “istediği verilsin" der.
Yediden yetmişe hepimiz bu hikâyeyi ibretle okuyalım
ve kendi kendimize soralım” Kimin bunlar? Halkın mı?
Benim mi? Halkın mı?” Boğaziçi Yayınları
KOCAKARI İLE ÖMER: Hikâye bize İslâm dünyası­
nın eski ve âdeletli devirlerini düşündürür. O günden bu
Fakülte ve yüksek okullardaki Türkçe dersleri için
yana geçen zaman bazı değerlerin nasıl yok olduğunu temel kitap:
göstermektedir. Karanlık ve soğuk bir gecede Ömer
dolaşmaktadır. Her evin önüde durur. İçerdekiier, olan­ TÜRK DİL BİLGİSİ
lardan habersiz. Son uğrağı bir çadır olur. “Açız açız"
Prcf. Dr. Muharrem Ergin
diyen çocukları susturmak için boş bir tencereyi
( i . Ü . E d e b iy a t f a k G ö r e lim Ü y e s i)
karıştırıp durmaktadır bir kadın, içeri dalarlar Abbas’la:
-- Senin midir bu küçükler? Yeni baskı • 600 TL.
-- Torunlarım.
-- Ne de çok!
Adam, emîre gidip söylemez mi hâlini? OSMANLICA DERSLERİ
- Ah! Prof. Dr. Muharrem Ergin
Yeni baskı • 650 TL.
Emîre, öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!
Siyası ve Kültürel
Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez!
Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez. İSLAM TARİHİ
Niçin hilâfeti vaktiyle eğlemişti kabûl?
Yazan: Prof. Dr. Philip K .H itti
Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?
Çeviren: Prof. Dr. Salih Tuğ
Zavallının işi çokmuş!.. Nedir, muharebe mi?
4 C iltlik lakım ı 1400 TL..
işitme sen de civârında iniiyen alemi,
Medine halkını üryan bırak, Mısır’da dolaş...
101 Soru — 101 Cevap
Bölgeler Açısından
Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;
Ömer koğulmada her mâtemin civarından!
AZ GELİŞMİŞLİK
Ömer Halife iken başka kim çıkar mes'ul? Doç. Dr. Mustafa Erkal • 300 TL.

Bir un çuvalını kadını evine taşırlar. Ömer, çalı, çırpı Başarının Sırları
toplayıp ocağı yakmaya çalışır. Ocak tutuşur, yemek
pişer, çocukların yüzü güler. Kadın hayatından mem­ OKUL VE MESLEK SEÇİMİ
nundur. Ömer o günden sonra imârete gidip nafakasını M. A fif Ergunalp • 250 TL.
almasını söylemiştir.
Kadın Ömer’i affederken “Böyle göster adaletini"
der ve hikaye biter DEDE KORKUT KİTABI
Ağlarım, ağlatamam; hissederim söyliyemem;
Prof. Dr. Muharrem Ergin • 250 TL.
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım!
Oku, şayed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku zira ona yazdım, iki söz yazdımsa. EGE'NİN TÜRK KALMA
Safahat yukardaki beyitlerle başlar. Okuyup da SAVAŞI
ağlamamak, okuyup da ibret almamak mümkün mü?
Dileğimiz bütün çocukların ve gençlerin elinden Cemal Kutay • 450 lira
düşürmeyeceği bir kitab “Safahat" olsun. Okullarda
ders kitabı olarak okutulsun. En kısa zamanda Asım'ın EGE'NİN KURTULUŞU
neslinin yetiştiğini görmek dileğiyle... Cemal Kutay • 300 lira

AZERBAYCAN
A nadolu insanının kendi sıcak ve ihlaslı Kerim Öder • 200 lira
havasını taşıyan bir A nadolu dergisi:
ORHUN ABİDELERİ
KÜLTÜR VE SANAT Prof. Dr. Muharrem Ergin • 200 lira
Abone olarak milli kültürümüze yaptığımız hizmette
KÜLTÜR VE SANAT'ı güçlendiriniz. (Ayda bir çıkar, T o p lu s ip a r iş le r iç in : B o ü a /iç i Y a y ı n la r ı

32 sayfadır) Yıllık abonesi 750 Lira. P r o f . k . İ . G ü r k a n C a d . 12. 4 , K a l


C a ö a lo f ilu is ia n b ı ı l
• P .K . 1 3 9 7 • T e l: 22 27 23
Haberleşme Adresi: P.K.57 / KAYSERİ
Pota Çeki No: 131598 Genel Dağıtım : A N D A
Ttirk Edebiyatı!
Büyük Vatan ve Millet Şairi; istiklâl den birine aittir. Bu kişi, uzun yıllar
Marşı’mızın sahibi Mehmed Akif Er- doktorluk yapmış, 10 yıl kadar me­ birinci sınıf talebelerini öğretmenle
soy’un cenaze merasimi ile ilgili çok buslukta bulunmuş ve halen Bursa’ birlikte gördük. Daha sonra cemaat
önemli bir hâtırayı yayınlıyoruz. Bu da bir klinikte röntgen mütehassısı çoğaldı. Namazdan sonra tabut omuz­
hâtıra, merhum Akif’in cenaze mera­ olarak hizmet vermektedir. Aşağıda lara alınarak Beyazıt meydanına çıkıl­
simini tertipleyen iki tıb talebesin­ bu hâtırayı okuyacaksınız: dı. Cenaze alayı İlerledikçe kalabalık
artıyordu. Edebiyat Fakültesi önünde
5 dakika duruldu, saygı duruşunda
A bulunuldu.
Artık cenaze alayı büyümüştü. Ta­
Mehmed Akif’in cenazesi but gençlerin ve halkımızın omuzla­
rında, bayrağımıza sarılı vaziyette iler­
liyordu.
Edirnekapı’ya kadar böylece gelin­
ile ilgili bir hatıra di. Tabut mezara indirildikten sonra
görmek isteyenler için merhumun yü­
zü son bir kere açıldı.
Tam bu sırada Güzet Sanatlar Aka­
Dr. Mecit BUMİN demisinden bir genç mezara atladı
ve alçılı bir bezle merhumun o nazik
yüzünün mülajını aldı. Ona müdahale
Büyük vatan şairimizin âhirete irti- “Bunlar da benden olsun” diye­ edenler olduysa da genç heyecanlı
halinde, onun azameti karşısında na­ rek parasım almadı. Siyah kurdeleyi tavrıyla:
çiz sayılacak hizmetimizi sırf duydu­ münasip büyüklükte parçalara böldük. “İlerde bir gürı belki heykeli yapı­
ğum hürmet ve sevai hisleriyie kaleme Toplu iğnelerle tabettiğimiz fotoğraf- lırsa lazım olur” dedi.
almaktayım; kusura bakılmasın. raftara kordeleleri iledik. Oradan doğ­ Mezar usul-ü veçhile kapandı.
Muhterem Mehmed Akif’in son ruca talebe yurtlarına koştuk. Kur’an-ı Kerîm okundu, dualar edildi
günlerini anavatanda geçirmek arzusu Kısa bir zaman parçası İçerisinde ve büyük kaybın verdiği iç buruklu­
ile İstanbul’a geldiğini ve Mısır Ote- tıp talebe yurdunu dolaştık. Rastla­ ğuyla cemaat oradan ayrıldı.
li’nde kaldığını duymuştum. Otelinde dığımız herkese büyük şairimizin ce­ Şunu söylemek isterim, ki, büyük
ziyaretine gidemeyişim, bende büyük nazesinin Beyazıt Camii’nde olduğu­ şairimiz Mehmed Akif’i milletimiz
bir eksikliktir. O zamanlar ben, tıp fa­ nu, öğlen namazından sonra kaldırıla­ ebediyete kadar unutmayacaktır.
kültesinin ilk sınıflarındaydım ve sağ­ cağını haber veriyorduk. Bu arada Ka­ Merhuma, naçiz hizmefimîzoımuş ola­
lık vekâleti yurtlarının birinde kalıyor­ dırga Yurdu’na da indik. Yollarda rast­ bilir. Fakat bizim gördüğümüzü, o
dum. Boş zamanlarımızı kütüphaneye ladığımız kimselere sadece haberi günkü gençlerden kim görseydi, mut­
gidip okumakla geçirdik. Bir Pazar gü­ vermekle kalmıyor, yakalarına merhu­ laka bizim yaptığımızı yapacaktı. Bu
nüydü. Arkadaşım Mtihat Müdüroğlu mun fotoğrafını da iliştiriyor, naaşın naçiz hizmet bize nasip oldu.
ile birlikte Beyazıt Kütüphanesine gi­ Edirnekapı’da toprağa verileceğini Bu naçiz hizmetimizi açıklamaktan
diyorduk. Vakit erkendi. Kütüphane­ söylüyorduk. dolayı kusurumun bağışlanmasını Yü­
nin açılma saatini, tam karşısında bu­ Öğle namazına yakındı, Beyazıt Ca­ ce Mevla’dan diliyorum.
lunan ve “Küllük” denilen kahvelerin miine geldik. Cenazenin yanında, res­ Allah büyük şairimize gani gani rah­
birinde oturarak bekliyorduk. Sulu kar mî kıyafetleri ile Darüşşafaka ilkokul met eylesin.
yağıyordu. Tam bu sırada caddeden
tek atlı bir araba geçiyordu. Araba­
cının yanında fesli bir genç oturu­
yordu. Yükü, örtüsüz bir tabut olan
araba, cami kapısına yöneldi. Tam bu
sırada ikimiz birden kalkıp önlerine
koştuk. Fesli genci sorduk: ÂKİF İÇİN 2 DÖRTLÜK
-Bu tabut kime ait?
Delikanlı bize şöyle bir baktı ve:
- Bu tabut Mehmed Akif Bey’e aittir.
Ben de kâtib i hususuyum, dedi. Vatanseverliğinle başın arş-ı âlâya erer,
Hemen tabutu arabadan aldık ve Ahlâk ve faziletin her tür medtı ü senâya değer;
hürmetle musalla taşının üzerine
usul-ü veçhile yerleştirdik. Arkada­ Bu vatana hiç bir hizmetin olmasa dahi
şımla görebildiğimiz birtakım eksik­ İstiklâl marşımızın şâiri olman bile yeter.
likleri tamamlamak vazifesini üstlen­
dik. Katipten merhumun kartvizit bü­
yüklüğünde iki fotoğrafını istedik. Bi­
rini tabutun başına dayadık, birini de
yanımıza alarak heyecan ve telaşla ka­ Rahat mısın, bilmem, ulu kabrin “sana dar” oldukça,
tibin adını bile sormadan, fatihamızı
okuyup Kapalıçarşı’ya daldık. Bir bü­ Bazı densizler bu kutsal vatana ağyar oldukça;
yük bayrak ve raptiye alarak döndük. Emin ol, adın hiç bir zaman unutulmayacaktır
Bayrağı büyük naaşın üzerine örttük.
Kâtipten tekrar izin alarak Cağaloğlu Bu topraklar üstünde bu büyük millet var oldukça.
yolunu tuttuk.
Gözümüze takılan ilk matbaaya gir­
dik. Matbaacıya durumu anlattık. Fo­
toğraftan parası karşılığında vesika­
lıktan birai büyük boyda bol miktarda
tabettirdik. Bir miktar toplu iğne ve si­ 7 Şubat, 1983
yah kordela da almak istedik. Mat­
baacı: Prof.Dr. Halil Yüksel
Tiirk Edebiyatı MART

O “Mehmet Akif, toplumcu bir sanat O “Ziya Gökalp’in Hars ve Medeniyet


anlayışına bağlıdır. Sanatta güzellik­ ayırımı gibi, Âkif de çağdaş millet
ten çok düşünceye, ülküye önem verir. görüşünü iki sütun üstüne kurmuştur.
Safahat’m her yanı, kudretli nazım Marifet ve Fazilet. Marifet aşağı
diliyle, belirli görüşler savunmaktadır. yukan Gökalp’in Medeniyet ve tezhip
Ancak, bazı sayfalarda millî ve İlâhî düşüncesine benziyen bir kavramdır.
coşkunluğa ulaşarak benzersiz şiirler Fazilet aşağı yukarı Ziya Gökalp’in
yazdığını görürüz.” Hars fikrini karşılar. Türklüğün öz
benliği, dini, ahlâkı, cevheri demektir.

 kif in fikriyatı
Türk Edebiyatı
M e h m e t A kif, toplum cu bir san at anlayışına bağlıdır. m ille tle rin in , sö m ü rü c ü d e v le tle rd e n k u rtu la c a ğ ın ı
S an atta güzellikten çok düşünceye, ülküye önem verir. um m ak tad ır. M edenî ve güçlü bir H ıristiyan dünyası nasıl
S a fa h a t’ın her yanı, kudretli nazım diliyle, belirli g örüşler varsa, onun gibi bağım sız ve ileri bir İslâm âlem inin
sav u n m ak tad ır. A ncak, bazı sayfalarda millî ve İlâhî coş­ Türkiye’nin liderliğinde doğacağına inanmaktadır.
kunluğa ulaşarak benzersiz şiirler yazdığını g ö rü rü z. Millet ülküsü:
G ö k alp gibi A kif’in de tem el görüşü iki esas n o k tay a A k if te millet ve İslâm lık ülkülerinin kaynaşan n o k ta ­
dayanır:
larını böylece g ö rd ü k ten so n ra bu fikirlerin ayrı ayrı te tk i­
1 — Millet ülküsü, kine geçebiliriz. A k ifin anlayışiyle Millet:
2 — İslâmlık ülküsü. “ Var olmayı hak sayan, çalışmayı vazife telâkki eden,
Bu iki düşünce S a fa h a t'ta iç içe o larak birbirini var olmayı çalışma ile elde eden varlıktır.”
tam am lar. Ç ünkü Akif, T ü rk m illetinin İslâm lığın öncü ve Millî hayatın temel felsefesi çalışm ak’tır. A ncak çalı­
kurtarıcısı olduğuna inanır. Türklük yıkılırsa İslâmlık da şan to p lu m lar v ar olm ayı hakederler. A k ifin en çok sevdiği
sönecektir.
kelimeler:
A k if e bugün birbirine çok k arıştırılan terim lerle:
üm m etçi diyenler vardır, am a bu terim onu an latam az. Çalışma, gayret, azim ve umut’tur. Sevmediği kavram­
Akif, d in ’e bağlı bir milliyetçilik fikrini sav u n arak sadece lar ise:
Irkçılığa karşı olm uştur. Ç ünkü İm p ara to rlu ğ u n nazik Tenbellik, azimsizlik ve karamsarlıktır:
şartları içinde bir de T ü rk -A rap -A rn av u t gibi unsurların Ey dipdiri meyyit, iki el bir baş içindir
“ K avm iyet” güdüsüne kap ılarak birbirlerine düşm an edil­ Davransana! bak el de senin, baş de şenindir!
meleri ihtim alini devleti m ahvedecek büyük felâket gibi F a k a t, öyle üç beş kişinin çalışm ası ile millet k u rtu l­
görntüş: m az. C ihan a rtık değişm iştir. Tek tek b aşarın ın im kânı
"Fikr-i kamiyeti tefin ediyor Peygamber" diye b ö lü cü ­ y o k tu r, o n u n için:
lüğün üstüne yürümüştür. Yoksa Türk töresi; Batıya bakış “ Nedir üç dört alın, bir yurdun alnından boşansın ter!”
k ü ltü r m illiyetçiliği k o n u la rın d a k i d ü şü n c e le ri Z iya diyor.
G ö k a lp ’tan pek farklı sayılm az. M illet fikrinin tem eli olan çalışm a’yı A k if aynı
A kif’in O sm anlı Devleti içindeki İslâm u n surları aynı zam a n d a bir felsefe haline getirm iştir, der ki: “şu âlamde
gözle görm ek istem esi, vicdanlı b ir aydının devleti koru­ bakarsanız, canlı ve cansız bütün varlıkların âdeta isteyerek
mak için harcadığı çabalardan ibarettir. O vakitki Türkçü­ Çalışma Kanununa bağlı olduklarını görürsünüz. Kainattaki
lerle esas tartışm ası da bu n o k tad ad ır. B unun için G ö k alp olayların hepsi çalışmanın bir başka görünüşüdür. Çalışma­
ve ark ad aşların a Türkçü-milliyetçi diyorsak, A k if ve a rk a ­ nın bittiği ve olmadığı yerdedir ki yokluk başlar. Şu türlü
daşları için de Islâmî-milliyetçi deyim ini kullan m am ız biçimlere giren madde yok mu, onun da aslı birikmiş ve
yerinde olur. yoğunlaşmış çalışmadır”
Ne var ki, B alkan ve Büyük H arb y ıkım larından K u r­ Ziya G ö k a lp ’ın Hars ve Medeniyet ayrım ı gibi, A k if de
tuluş S avaşı’na geçerken onu Türk-Arap-Arnavut birliği fik­ çağdaş millet g ö rüşünü iki sü tu n üstüne k u rm u ştu r: Marifet
rinden ister istem ez uzaklaşm ış g ö rü y o ru z. İstiklâl ve Fazilet:
M arşı’nda “ Irkım ” kelimesini k u llan arak sadece İslâm
Tükk-’ü anıyor. M iitareke’den sonra tek ve büyük amacı: Çünkü milletlerin ikbali için evlâdım,
İslâm ın son kalesi olan A n a d o lu ’nun k urtulm asıdır. B un­ M a’rifet bir de fazilet, iki kudret lâzım.
dan sonra T iirklerin m anevî öncülüğünde uyanacak İslâm Marifet aşağı y ukarı G ö k a ip ’ın Medeniyet ve Tezhip
Turk Edebiyatı MART

AKİF’TEN HATIRALAR

Akif Nasrullah Camii kürsüsünde


Ü s t a d Kastam onuya gelince burada (Nasrullah) camiinin Ya İlâhî biza tevfıkını gönder!
kürsüsüne çıkarak halkı tenvire lüzum gördü. Sevr muahe­ — Amin!
desinin öldürücü maddelerini herkesin anlayabileceği bir
tarzda anlattı. Vatanın geçirdiği tehlikeleri halkın gözü D oğru yol hangisidir, Millete göster!
önüne koydu. Vahdete davet etti. Tefrikayı yerlerin dibine — Amin!
batırdı. D üşm anların muahedei sulhiye ile takib ettikleri
zulüm ve im ha plânını bütün açıklığıyle meydana koydu. Ruh-i İslâmî şedait sıkıyor, öldürecek,
Sebilürreşadın bütün sahifeierini dolduran bu mühim Zulm-i tedip ise maksud-i mehibin gerçek,
hutbeler halkı heyecan içinde bıraktı. Şimdiye kadar halk Nare yansın mı beraber bu kadar mazlûmîn!
bu zalim muahedenin mahiyetini bu kadar vazıh anlayama­ Bi günahız çoğum uz yakm a İlâhî!
mıştı. Herkes dehşet içinde kaldı. — Amin!
C em aate hitaben üstad avazı çıktığı k ad ar A m an Allahım, cemaatin halini görmeliydiniz. G ale­
bağırıyordu: yan içinde, binlerce sineden (Amin) sadaları yükseliyordu.
“ Milletler topla, tüfekle, zırhlı ile, ordularla, tayyare­ Herkes ağlıyordu.
lerle yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki rabıtalar çözüle­
rek herkes kendi başının derdine, kendi havasına, kendi Boğuyor âlemi islâmı bir azgın fitne;
menfaatine, kendi menfaatini temin etmek kaygusuna düş­ Kıt’alar kaynayarak gitti o girdab içine.
tüğü zam an yıkılır... (1) M ahvolan aileler bir sürü masum undur;
Bizi mahviçin tertip edilen muahedei sulhiye paçavra­
sını mücahitlerimiz şark tarafından yırtmaya başladılar. Kalan âvârelerin hali de malum undur.
Şimdi beri taraftaki dindaşlarımıza düşen vazife Anadolu- Nasıl olm azki tezelzül veriyor arşa enin;
muzun diğer cihetlerindeki düşm anlan denize dökerek o Dinsin artık bu hazin velvele yarab! ;
m urdar paçavrayı büsbütün parçalamaktır. Zira o parça­ — Amin!
lanm adıkça İslâm için bu diyarde bekâ imkânı yoktur... (2)
“Ey cemaati müslimin! Düşm anlarım ızın bu gün biz­ M üslüman yurdunu her yerde felâket urdu,
den istedikleri ne filân vilâyet, ne filân sancaktır; doğrudan Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu.
doğruya başımızdır, boynum uzdur, hayatımızdır... (3) O da çiynendimi, çiynendi demek şer'i mübin.
“ Ey cemaati müslimin! ağyar eline geçen müslüman H akisar eyleme ya yab onu olsun!
yurtlannın hali bizim için en müessir bir levhai ibrettir, — Amin!
tslâmm son mültecası olan bu güzel toprakları düşm an
istilâsı altında bırakmayalım. Ye’si, meskeneti, ihtirası, tef­ Ü stad duayı bitirdi, kürsüden indi. C em aat Üstadın
rikayı büsbütün atarak azme, mücahedeye, vahdete sarıla­ etrafından ayrılmıyordu. Bir m üddet istirahatten sonra
lım. Cenabı kibriya hak yolunda mücahede için meydana üstad camiden çıktı. Büyük bir cemaat de beraber, Kasta­
atılan azim ve im an sahihleri ile beraberdir. (4) m onu caddelerini doldurdu. O heyecan bütün şehre yayıldı.
Cem aat ağlıyordu, ortalığı müthiş bir heyecan kapla­
mıştı. Üstad da kendinden geçecek derecelere gelmişti.
O nun o kadar heyecanlı bir zamamnı görmemiştim. Artık (1) Sebilürreşad, adet 464 sahife 135, 25 Teşrinisani 336.
sesi kesiliyordu. Çok yorulmuştu. Heyecanından kalbi (2) Sebilürreşad, adet 464, sahife 259, 25 Teşrinisani 336.
duracak diye korkuyordum . Bir ayet okuduktan sonra (3) Sebilürreşad, adet 464, sahife 256, 25 Teşrinisani 336.
biraz durdu. Ellerini kaldırdı, duaya başladı: (4) Sebilürreşad, adet 464, sahife 259, 25 Teşrinisani 336.

düşüncesine benziyen bir kavram dır. İlim, fen, metot, teknik Ç ü n k ü ilim ad am ı olan M ehm et A kif, o zam an, Batı
ve hüner terim lerini içine alm ak tad ır. A kif, bun ların (am a bilginlerinin ne k a d ar ileri old u k ların ı bilm ektedir. H a ttâ
yalnız b u n ların ) A v ru p a’d an alınm asını ister. Marifet, onların Atom çekirdeğini b u lm ak üzere o ld u k ların ı, b u n d an
h alka refah ve saadet yolunu açacaktır. Ç ünkü D o ğ u ’nun 70 yıl önce h a b er verm ektedir:
eski ve feyizli ilim yuvaları olan Medreseler: “ Üç yüz yıldan
Yarının ilmi nedir halbuki? Gayret müthiş:
beri” bu m arifetten uzak k alarak çağın yürüyen ilm ine ayak
Maddenin kudret-i zerriyesi, uğraştığı iş.
u y du ram am ışlard ır. “Bab-ı fetva denilen daire, ümmî
O yaman kudrete hâkim olabilsem diyerek,
koğuşu” na dön m ü ştü r. Bize “ Kafası gâvur, kalbi müslüman'
Sarfedip durmada birçok kafa, binlerce emek.
’ nesiller lâzım dır. Tevfik Fik ret, oğlu H a lû k ’u nasıl “ İskoç
Ona yükseldi mi artık değişir rûy-i zemin:
ülkeleri”ne yollamışsa, Â kif de kahram anı Asım’ı A vrupa’­ Çünkü bir damla kömürden edecektir temin,
ya gönderm ektedir: Öyle milyonla değil, namütenahi kudret,
O çocuklarla beraber, gece gündüz didinin. ibret al kendi özünden aman oğlum, gayret!
Giden üç yüz senelik ilmi tez elden edinin! (Asım’dan)
Türk Mebiuatı MART
Ne var ki, Batı’nm körü körüne taklit edilmesine de m üthiş m esafeler, yabancılıklar girm iştir. H alk, aydın
hiç razı değildir. Ç ünkü milletin "ru h i m ahiyeti" ni bozun evlâtlarından şeytandan k o rk a r gibi k o rk m ak ta, ay d ın lar
taklitten hiçbir hayır beklenem ez. B uradan M ehm et A k if
da halkı küçüm seyip h o r görm ektedir. A ydın, halkın değer
in Fazilet görüşüne geçilecektir:
yargılarını, inançlarını ve mizacını tanımadığı için ona reh­
Fazilet: A şağı yukarı Ziya G ö k a lp ’m Hars fikrini k a r­ ber olm ak gücünü yitirm iş b u lu n m ak ta, halk da onların
şılar... T ü rk lü ğ ü n öz benliği dini, ahlâkı, cevheri dem ektir. hiçbir dediğine in an m am ak tad ır. Bunun sebebi, o k u lları­
H er m illetin öz benliği ayrı olduğu için gelişmesi (te k â ­ mızın yabancı eğitim sistem lerini benim seyerek, k ö k ünden
m ülü) de ayrı, biçim de olacaktır. Bugüne k a d a r ki k ö tü lü k ­ kopm uş, yalancı çıkarcı acaip ay d ın lar yetiştirm esidir.
ler, aydınların halka uzaklığı, devletin zulm ü, cahillerin N itekim 300 yıldan beri m edrese ve m ektepler “bir alay
dinim izi hurâfeye bulayışları ve şairlerin bayağı sözleri, bu cahil” ç ık arm ak tad ır.
m illetin cevherini çok şü k ü r hâlâ bozam am ıştır. Bu cevhe­ O halde, m em leketi k u rta rm a işine ilk o k u l’dan başla­
rin T ü rk ’teki varlığını,Ç an ak k ale zaferi ve A n adolu sava­ mak icap eder. Bu milleti, halkın öz değerlerini k av ray arak
şında d estan lar m eydana getiren M ehm etçik’le im anlı yetişen ve onları b ozm aksızın nasıl yetiştireceğini bilen
ay d ın lar isbat etm işlerdir. İşte, milleti yükseltm ek için bu M uallim ordusu k u rtarab ilir, bu kalkınm a işi u zu n bir
Fazileti de bularak Marifet dediğim iz çağdaş ilim ve sabırla olacaktır: N itekim :
m etotla k aynaştırm ak gerektir. Bir m illette fazilet o lu r d a
“Bab-ıâBleri basmak, adam asmak” suretiyle, yani
m a’rifet olm azsa, o millet yükselm ez. Ç ünkü sinirlere, ilkel
İttlhatçdar’m yaptıkları şekilde bir inkılâp olmayacağı artık
insanlara m ahsus avarelik çöker. G eri b ir hayatı fazilet anlaşılm ıştır. K alkınm a ve gelişme ancak tam yetkili fen ve
zannederler. M arifet olur da fazilet olm azsa, bu ö tekinden h ü n er sahibi a y d ın ların (u zm an ların ) halkın ö nüne geçmesi
daha büyük felâkettir. Ç ü n k ü , ahlâksız ilim , bizi hayvan­ suretiyle başarılır. Ne v ar ki, bu bilginler, sa n a tk â rla r ve din
laştırır. Z aten bilgisizlikle ahlâksızlık ve ah lâksızlıkla bilgi­ ad am ları hem T ü rk -Îslâm ru h u n a (yani Fazilete) hem de
sizlik hem en aynı şeylerdir. Bir milletin Batı tekniğini çağın ilim ve irfanına (yani Marifete) m alik olm alıdır.
alm akla beraber kendi özüne bağlı kalarak gelişm esine A ncak bu nitelikte o lan lar, h alkça sevilir ve o n u yüceltebi­
Ja p o n y a , en güzel örnektir.
lirler. Bu vasfı taşım ay an lar m illetin başına belâ kesilir.
Asıl Batı m edeniyetine hayran olan ve gençliğe m arifet Akif, bu k o n u d a u m u tlu d u r. Ç ünkü Ç an ak k ale zafe­
diye orayı gösteren A kif’in söm ürgeci A v ru p a ’ya ve m az- rini k azan an ve K u rtuluş S avaşında halkın öncüsü olan
lûm milletleri ezmek için kullanılan saldırgan “Medeniyet!”e “ A sım ’m nesli” bu işi başarabilecek b ir nesildir. İm an ve
İse çok sert hücumlar yaptığı görülmektedir. irfan sahibi olan bu aydın gençler, d üşm anları nasıl yendi-
Ulusun, korma, nasıl böyle bir imanı boğar lerse, u fk u m u zu k a ra rta n gerilik ve k ötülüğü de öyle
Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar! yeneceklerdir.
Medeniyet denilen maskara mahlûku görün, S afa h a t’d a bu niteliği taşıyan ay d ın lar övülür, kendi
Tükürün maskeli vicdanına asrın tükürün! ideal d ünyasına sığm ayan kim seler ise şiddetle yerilir.
Bazı kişiler, bu gibi m ısraiara b a k a ra k A k if in m edeni­ A m acı, y u rd u n u seven ve sırasında o n u n için ölebilen yük­
yet düşm anı olduğunu söylem ek garipliğine düşm üşlerdir. sek k arak terler yatişm esidir. Y oksa hiç kim seyi şahsî k ır­
Fakat onun bu mısralarda medeniyeti değil “Medeniyet gınlığından ö tü tü hicvettiği görülm em iştir. A kif, bütün
denilen” ve bizi kahretm eğe gelen silâhlı, zulüm lü em perya­ z a m a n la rın T ü rk ç o c u k la rın a şu güzel m ısra la rla
lizmi yerdiği ve A v ru p alı’ya yakışm ayan vahşi d avranışları seslenm ektedir:
lânetlediği kolayca anlaşılm ak tad ır. Sahipsiz olan memleketin batması haktır
Zaten Akif, m edeniyet karşısında olm ak şöyle dursun, Sen sahib olursan bu vatan batmayacaktır.
geriliğin am ansız düşm anıdır. G öreneği ve cahilliği onun İslâmlık Ülküsü:
k ad ar şiddetle hicveden bir şairim iz d a h a y o k tu r, denebilir: İslam cılık akım ının M eşrutiyet’ten önce ve sonra,
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun. çöken İm p arato rlu ğ u m u z u k u rtarm a ğ a bir tek lif o larak
Onun hesabına birçok hûrâfe uydurdun nasıl ve niçin d o ğ d u ğ u n u bizde ve ö b ü r ülkelerde yetişen
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya tem silcilerini bu k itab ın b aşında görm üştük.
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya. A k if ve b aşy azarı olduğu S ebilürreşad dergisinde
Görenek neyse onun hükmüne münkad olarak y azan lar, p o litik ad a, k ü ltü rd e ve sa n a tta aydın İslâmcılık’ı
Grab’ın efkârını, âsârını düşman tanımak savunurlar. Efganlı Şeyh Cemaleddin ve Mısırlı Şeyh Abduh
Yenilik nâmına vahy inse kabul eylememek... gibi o n la r da Islâm m illetlerinin ma’rifet ve fazilet yolunda
Hurafeler, üfürükler, düğüm düğüm bağlar, yükselerek bağım sızlığa k avuşm alarını, so n ra da manevi
Mezar mezar dolaşıp hasta baktıran sağlar... yolla birbirlerini desteklem elerini dü şü n ü rler. G ü n ü n
Bir baksana, gökler uyanık, yer uyanıktır; birinde b ir İslâm Devletleri Konfederasyonu kurulm ası da
m üm kün olabilir.
Dünya uyanıkken uyumak maskaralıktır...
A k ifin istediği, milletin cevherine uygun bir m adeni- (Not: İslâm milletlerinin bağımsızlığı ve birliği fikri,
yettir. Bu mutlu sentezin olabilmesi için fertler, teker teker I.Dünya Savaşı so n u n d a iyice sönm üş, im kânsız gibi g ö rü n ­
ahlâklı ve faziletli o lm alıd ırlar ki, millet de faziletli ve ileri m üştür. A ncak, II.D ü n y a savaşı’nı izleyen y ıllarda sö m ü r­
olabilsin. B unun için önce yolsuzluğun, cahilliğin, riyanın, gecilik iflâs edince, Pakistan, Mısır, Fas, Cezayir, Irak,
yanlış tevekkül anlayışının, nifakçılık ve v u rd u m d u y m azlı­ E n d o n ezy a ve siyah A fika m üslüm anları yeni devletler
ğın kısacası Türk-Îslâm ahlâkına sığmayan kötülüklerin k u ra ra k b irer b irer bağım sızlığa kavuşm uşlardır. B ugün,
yok olm ası gerekir. Bu k o n u d a b üyük yük ay d ın lara d ü ş­ İslâm ülkeleri a rasın d a m addî-m anevî dayanışm ayı sağla­
m ektedir. Ç ünkü halk gövde ise ay d ın lar onun beyni m ak isteyen K ongreler yapılm ak ta, k ü ltü r, san at, ticaret
dem ektir. ilişkileri k u ru lm ak tad ır. D ü n y ad a o tu zu aşkın bağım sız
N e var ki, birbirlerine kafa ve kalb k a d a r y akın ve İslâm ülkesi vardır. B ütün bu m ü slü m an lara ve b aşk a esir
o n lar k a d ar ilgili olm ası gereken bu iki züm renin arasın a milletlere öncülük şerefi Türkiyemizindir. O nlann hürriyet
Tilrk Edebiyatı MART
ve istiklâl aşkını, birleşme ruhunu imanlı şiirle terennüm
eden büyük şairler ise: P ak istan 'lı M uhammed İkbâl ile T ürk
şairi M ehm et A k iftir.)
M ehm et A kif, siyasi an lam d a b ir İslâm cı değildir.
(Z aten dünya m üslüm anlarını tek b ir davlet halinde to p la ­
mak hiçbir zaman düşünülmemiştir.) A kif için insanlığa AKİF'TEN
hizm et dem ek, o zam an için en perişan düşkün ve istiklâlsiz
bırakılan İslâm m illetlerini u y a n m a k dem ektir. İslâm ülke­ ŞİİRLER
leri, gerçi geridir ve cahillikle h a ra p tır fakat bunun güna­
hını İslâm dinine yüklem eğe kalkm ak büyük haksızlık ve
kasıtlı bir davranıştır, bu tenbfellik g ü n ah ı, olsa olsa Kıır’ân’
ı yanlış anlayan ve yanlış uygulayanların b o y nunadır. K u r’ Bir yığın kundakçıdan yangın görenler milleti,
an iyi anlaşıldığı zam anlard a İbni Sina, F arab î, G azali gibi Şimdi inmiş zanneder mutlak şu müthiş âyeti!
eşsiz bilginler, filozoflar, h u k u k ç u la r yetişm iştir. M üslü- Ey vatansız derbederler, ey denî kundakçılar!
m anlar, asrın ilmi ile harek et ettikleri çağlarda üç kıta Milletin, az çok, duran bir dîni, bir nâmûsu var.
üzerine hükmetmişler, büyük icatlarda bulunm uşlar, sos­ Şimdi nevbet onların... Yansın da onlar, öyle mi?
yal adalet hissini bütün insanlığa yaym ışlardır. Târumâr olsun bütün bir Müslümanlık âlemi...
Bugün ise her yerde hurâfe, pislik ve tenbellik yuvala­ Ey, hayâ namında bir hissin vücûdundan bile,
nıyor, Ç ünkü son asırlarda gelen İslâm bilginleri yaşad ık ­
Pek haberdâr olmayan, yüzsüz, hayâsız! Bak hele!
ları çağın idrakiyle değil eski çağların idraki ile düşündüler.
Arkasından taklak attın en denî bir şöhretin;
Oysa:
Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı Düştü takken, çıktı cascavlak o kel mâhiyyetin!
Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı. Bir külâh kapmaksa şâyet bunca hırsın gâyesi,
İlim ve k ültür geriledikçe K u r’a n 'ın bü tü n çağlara reh­ Kendi nâmûsun olur, ergeç onun sermâyesi.
ber olan özünü kavrayanlar azalmış ve dondurucu taassup Yoksa, nâmûsuyla, vicdanıyla halkın oynama...
ü stüm üze yayılm ıştır. G üzel dinim izi yalanlar, hurafeler, Sonra kat kat nâsiyenden sarkacak birçok yama!
göz bağcılıklar sanyordu. “Biz dededen böyle gördük” Bir kızarmaz çehre bulmuşsun ya, ey cânî, bürün;
diyenler, bizi yok olm aya sü rü klüyorlardı. Hem bütün dünyâyı ifsâd eyle,hem muslih görün!
A k if in bakışiyle, bu hurafeci, görenekçi kişiler, müs-
Kendi ırzından cömert olmaksa mu’tâdm eğer;
lüm an o lm ak tan çok u zak tırlar. Ç ünkü bu din: “ Ölüler dini
Kendi mâlindir senin, hakkın tasarruf, kim ne der?
değildir. Dünya durdukça dipdiri kalacaktır. Müslümanlık,
hayat dini, insanlık dinidir. İnsanın vicdanı Allah'a dost olmak
Milletin, lâkin henüz mâsûm olan evlâdına
için, insanlıkla birlikte yürümek şanı taşımalıdır. Eğer yürü­ Verme bir mel’un temâyül mübtezei mu’tâdına!
yemez, dersen İslâm’ın ruhu elden gider, o zaman sen ne
olursun, Allah bilir.” : Biz ki her mevcudu yıktık, gâyesiz bir iîkr ile;
Çünkü biz bilmiyoruz dini, evet bilseydik Yıkmadık bir şey bıraktık... Sâde bir şey; aile.
Çare yok, gösteremezdik bu kadar sersemlik. Hangi bir bünyânı mahvettik de ıslâh eyledik?
Ya açar Nazm-ı Celîl’in bakarız yaprağına
İşte vîran memleket! Her yer delik, her yer deşik!
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına
Bunların ta’mîri kaabil... Olsa ciddiyyet, sebat;
İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkiyİe bilin
Lâkin, Allah etmesin, bir düşse şâyet, âilât,
Ne mezarlıkta okumak, ne de fal bakmak için.
Bazıları da tevekkül denen şeyi ters anlamışlar, En kavî kollarla hattâ kalkamaz imkânı yok.
boyuna m iskinlik, tem bellik ediyorlar. Ç alışm adıkları Kim ki kalkar der, onun hayvan kadar iz’ ânı yok!
halde “Allah kısmetimi verir” diyenler var. O ysa A llah, bu “ Ailî bir inkılâb olsun!” diyen me’yûs olur,
gibilerin “kısmeti” ni değil ancak “belâsını” verir. Böyleleri Başka hiçbir şey kazanmaz, sâde bir deyyus olur.
Allah'ı kendilerine “kul” yapmak isteyenlerdir. Akşama Çünkü “çıplak” inkılâbâtın rezâlettir sonu...
k a d a r kahvede o tu ru r, çoluk çocuğun sürünm esine ald ır­ Ey denî kundakçılar, biz sizde çok gördük onu!
maz so n ra d a her şeyi A llah’dan beklerler:
Bir de halkın dîni var, sık sık taarruzlar gören.
Silâhı kullanan Allah, hududu bekliyen O.
Levâzımın bitivermiş değil mi, ekliyen O! Hâle bak: Millette hissiyatı oym uş öldüren!
Başın sıkıldı mı, kâfi! senin o nazlı sesin: Dîni kurban etmeliymiş, mülkü kurtarmak için!...
"Yetiş!” de, Kendisi gelsin, ya Hızr'ı göndersin! Tut da hey sersem, bu idrâkinle sen âlim geçin!
Evinde hastalanan varsa, borcudur, bakacak; Her cemâatten beş on dinsiz zuhûr eyler, bu hal
Şifa hâzinesi derhal oluk oluk akacak.
Demek ki her şeyin Allah... yanaşman, ırgadın O. Pek tabiidir. Fakat ilhâdı bir kavmin muhal.
Çoluk çocuk ona âit. lalan, bacın, dadın O... Hangi millettir ki elrâdında yoktur hiss-i din?
Ya sen nesin? mütevekkil yutulmaz artık bu! En büyük akvâma bir bak: dîni her şeyden metin.
G örülüyor ki Mehmet A k ifin lslâmiyete bakışı çağdaş Düşm e ey âvâre millet bunların hızlanma;
ilmin istediği ve asla yadırgamadığı bakıştır. O, gerçek dindar­ Vâkıfız biz hepsinin pek muhtasar irfânına:
lara ve susan dinsizlere kızm ak. Yalnız dini geriye götüren­ Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi;
lere, bir de T ürk halkının inançlarına küfür edenlere kızar. Bu Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermâyesi!...
yüzden geri kimseler onu zındık, cahil dinsizler ise yobaz diye
kınamışlardır.
16 Cemaziyelâhir 1331
A k ifin İslâmlıkta bütün isteği Peygamber ve dört arka­
9 Mayıs 1329
daşı zam anındaki müslüm anlığa yani hurafesiz, gerçek, Kur’
an ruhuna dönm ektir. (1913)
Türk Edebiyatı MART

r --------------------------------------------------------------------------------------------\

Basri Bey oğlumuza

Bütün dünyaya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;


Nihâyet bir zaman kırlarda gezm iş, köyde kalmıştım.
Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı;
Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdîyi sarmıştı..
Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...
Bu istiğrakı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl.
Muhitin hâli “ insâniyyet”in timsâlidir, sandım;
D önüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neler andım!
Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,
Zalâmın sinesinden fışkıran m em dûd bir feryâd,
O müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu:
Ki vâdiden bütün, yer yer, eninler çağlayıp durdu.
N e muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi:
Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûyâ Sûr-u Mahşerdi!

— Eşin var, âşiyânın var, bahârın var, ki beklerdin;


Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin?
O zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;
Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenm ez senin yurdun.
Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,
Gezersin, hânümânın şen, için şen, kâinatın şen.

BÜLBÜL
H azansız bir zemin isterse, şâyed rûh-u ser-bâzın,
Ufuklar, bu’d-u mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.
D eğil bir kayda, sığm azsın — kanadlandın mı— eb’âda;
Hayâtın en muhayyel gâyedir ahrâra dünyâda.
Neden öyleyse matemlerle eyyâmın perişandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?
Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilm ez âfâkım!
Teselliden nasibim yok, hazan ağlar bahârımda;
Bugün bir hânüm ansız serseriyim ö z diyârımda!
N e hüsrandır ki: Şark’m ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpa Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdadı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Selâhaddîn-i Eyyûbî’lerin Fâtih’lerin yurdu.
N e zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde O sm ân’ın;
Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ’nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzî serâb olsun; o kudretler,
harâb olsun, türâb olsun!
Çökük bir kubbe kalsın mâbedinden Yıldırım H ân’ın;
Şenâatlerle çiğnensin m uazzam kabri Orhan’ın!
Ne haybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca m e’vâsız kalan dindaş!
Yıkılmış hânümânlar yerde işkenceyle kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüzbinlerce doğransın!
D olaşsın, sonra, İslâm ’ın harem-gâhında nâ-mahrem...
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem! (*)

Ankara, Tâceddin Dergâhı, 9 Mayıs 1337 (1921)

(*) Bu manzume yazılırken Yunan istilâsı altındaki topraklarımıza, husu­


siyle Bursa’ya dair, elim haberler geliyordu; tetkikine de imkân yoktu.
V___________________ ___ _________________________ /
r

“Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak?” derim, “yer pek”,


Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, “gök yüksek”.(*)
Bunaldım kendi kendimden, zaman ıssız, mekân ıssız;
N e vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!
Cihet yok: sermedi bir şeddi var karşında yeldânm;
Düşer, husrâna, kalkar, ye’se çarpar serseri alnın!
Ocaksız vâhalar, çöller; sağır vâdiler, enginler; -
Aran: beynin döner boşlukta, haykır; ses veren cinler!
Şu viran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr;
İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?
N e bitm ez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark’ı istilâ?
Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten; bunun, hâlâ,
Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı;
Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı!
Asırlardır ki, İslâm’ın bu her gün çiğnenen yurdu,
Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev’ûdu!
O ferdâ, istemem, hiç doğmasın “ferdâ-yı mahşer” se...
Hayır, kudretli bir varlıkla mü’minler mübeşşerse;1
Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık?
Niçin serpilmesin, hâlâ ufuklardan bir aydınlık?
0 “aydınlık” ki sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı,2
“Vücûdundan peşîman, ölmek ister” sandığın Şark’ı,
Füsünkâr iltimââtiyle döndürmüş de şeydâya;3
Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.

LEYLÂ Hayır! Şark’ın o hodkâm olmayan Mecnûn-u nâ-kâmın,


Bütün dünyâda bir Leylâ’sı var: âtisi İslâm’ın.
Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânisidir ancak;
Bugün, yâdiyle müstağrak, yarın, yâdında müstağrak!
Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma!
Senin derdinle canlardan geçen Mecnun’la uğraşma!
Düşün: bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı,
Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?
Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?
Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?
Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar?
Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar?
Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,
Görün bir kerrecik, ye’s etmeden M ecnûn’u istilâ.

Niçin hilkat zemininden henüz yüksekte pervâzın?


Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i’zâzın,
Şafakatlar ferş-ı râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır;
Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır;
Ezanlar nevbetindir, inletir eb’âdı haşyetten;
Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyetten;
Cemâatler kölendir. Kâbe’ler haclen... Gel ey Leylâ,
Gel ey candan yakın cânan ki gâiplerdesin, hâlâ!
Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık ın ki bâlâdan,
Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ’dan.

A n ka ra , N is a n 1 338 (1 9 2 2 )
Türk Edebiyan MART

Abdülkadir Hayber

MEHMED ÂKİF VE HİCİV


T ürk Edebiyatında Şâir Eşref ve Neyzen Tevfik’e kadar birinci dere­ konulan “hürriyet” ile açıklamağa kalkışır. Âkifin; “İki kan alsam ne
cede hicve yöneien ve hicvi gaye edinen şair hemen hemen yoktur. çıkar saye-i hürriyette” dedirtmesi, İhsan Beyin cahilliğine dikkati
Divan Edebiyatında Şeyhî, Fuzulî, Nefi ve Sûrûrî hicivle ilgilenmişler­ çekmek içindir.
dir. Ancak, bu yönleri esas kişiliklerini teşkil etmez. Nefi, mizacının da “Emr-i İlâhî” olarak görülen birden fazla evlenme isteği, Âsim’
etkisiyle biraz daha fazla hicve yer vermekle birlikte, sanat bakımından da, bir kere daha karşımıza çıkar. Ancak bu sefer, İhsan Beyin yerini
kasideciliğinin yanında, bu yönü gölgede kalmaktadır. Kendini ölüme “aydın” biri alır. Altmış beş yaşlannda saçını sakalını boyayan biri,
götüren hicivüği, sanatından çok mizacını ortaya koymaktadır. Şâir çoluğunu, çocuğunu düşünmeden hizmetçisi “Eleni” ile evlenmek
Eşref ve Neyzen Tevfık’te ise, hiciv biricik gaye olmuştur. Hatta Ney­ ister. Bu konuyla ilgili gerekli “ilm ü haber”i yazması için, Köse
İmam’a gelir. İmam, olayı daha önce bildiğinden; yapılmak istenilen
zen Tevfik, "sövmek, müsekkin-i asabdır” diyerek, hicivden ne anladı­
evliliğin çirkinliğini, adamı müşkül duruma düşürerek gösterir.
ğını ortaya koymuştur. Oysa hiciv, sövmek değildir. İnce sözlerle hedef
alman kimseyi zor durumda bırakarak, tenkit etmektir. Sanat inceliği
- İzinname mi? Hay hay, lâzım...
taşımayan hiciv, kaba söz yığını olur. Bağdatlı Ruhî, Fuzulî ve Ziyâ Evlenen hangisi? Beyler mi? Kerimen mi, paşa?
Paşa hicivlerinde daha çok sosyal konulara yer vermişlerdir. Devrin - Onların vakti değil.
sosyal bozukluklarına dikkati çekmek için, hicivden faydalanmışlar­ - Kim ya?
dır. Edebiyatımızda hicviyeden bahsedilirken, şimdiye kadar Mehmed - Benim!
Âkif üzerinde çok durulmamıştır. Oysa, Safahat’ı incelediğimizde - Sen mi? Yaşa!
Âkifin hicviyeye hayli yer verdiğini görürüz. Ancak Âkifte hiciv, hiç Tam da vaktin, hani gün geçmeye gelmez, davran!
bir zaman gaye değil, esas gayeye ulaşmayı kolaylaştıran bir söyleyiş
tarzıdır. Onun için, hicviyelerinde şahıslardan çok, şahısların içine - Hiç adam haline bakmaz mı be? İnsaf azıcık!
düştükleri durumları ve saplandıkları çıkmazları ele alır. Onların şahsi­ - Çok şükür halime... Nem var? Yüzüm ak, alnım açık.
yetleri fazla önemli değildir. Şahsiyetlerinden çok, toplum içinde kötü İyi bak sen bana bir kerre.
örnek oldukları için hicvedilirler. Bunların yanında bütün olarak top­ - Hayır, kendin bak!
lumu etkiliyen ve hastalık durumuna gelen çöküntüler üzerinde durur. Bence bir kellen açık, bir de sakal diplerin ak...
Kendi şahsıyla asla ilgili olmayan olaylar ve davranışlar üzerinde dur­ - Ama sen halt ediyorsun! sakalımdan sana ne?
ması, sanatını bütün olarak toplumun hizmetine vermesinden ileri - Ne mî? Ondan beleş eğlence mi var seyredene?
gelmektedir. Bu yönüyle de kendinden öncekilerden ayrılır. Fuzûlî’nin Gülüyor kahvede el, çarşıda bakkal, çakkal,
(Safahat, sayfa: 373)
“Şikâyetnâme” adıyla meşhur olan mektubunun yazılış sebebi, şahsî­
dir. Bağdat evkafının gelirinin arta kalanından verilmesi gereken
Böyle bir evlenme isteğine Köse İmam “rezalet” der, adam
parayı alamadığı için, şikâyette bulunmuştur. Gördüğü aksaklıkları
"sünnet” der. Cahillikle dinin kötüye kullanılmasına kızan İmam,
zarif üslubuyla dile getirmiş olmakla birlikte, çıkış noktası Âkiften adama yaşını hatırlatarak, “o kaşarlanmış Rum” ile evlenmesine engel
çok, Şeyhî’ye benzemektedir. Âkifin hareket noktası kendi şahsî çıka­ olmak için “ilm ü haber” yazmayacağını söyleyip, “yıkıl ordan”
rıyla ilgili değildir. diyerek kovar.
Âkifte küçük olaylar giderek büyür ve bütün toplumu sarsan
Safahat’ın hemen her kitabında, özellikle manzum hikâyelerde problemler halini alırlar. Özellikle İkinci Meşrutiyetin ilanından
hicve geniş olarak yer verilir. Sanatının ilk devresinin ürünü olan küçük sonra, kötülükler bütün toplumu sarar. Yapılan hareketler “hürriyef’e
günlük olayların ağır bastığı manzum hikâlerde; dînî, inşânı, ve ailevî dayandırıldığı için, kimse bir şey demez. 1908 meşrutiyetinden önceki
meseleler üzerine eğilir. Köse İmam’da; evini ve kendini idareden aciz ve sonraki durumu çok iyi bilen Âkif, yer yer karşılaştırarak verir. O
olan İhsan Bey, eşinin üzerine evlenmek ister. Kadın razı olmayınca, bakımdan 1908, Âkifte çok kalın bir çizgidir. Bu tarihten önce kişi­
erkeğin dörde kadar evlenmeye hakkı olduğunu hatırlatarak döver. lerde görülen kötü özellikler ve münferit olaylar, zaten büyük bir
Kadın, komşusu olan Köse İmam’a şikâyete gelir. İmam’m ikinci sarsıntı içerisinde bulunan devleti çökertecek duruma gelir. Mehmet
haberi göndermesinden sonra gelen İhsan Bey’in yaptığı hareketler şu Âkif bu devrin korkunç olaylarını ânî idraki, keskin zekâsı ve sanatçı
sözlerle hicvedilir: gücünün etkisiyle tenkit eder. Acı olayları gülünç yönleriyle ele alarak,
kötü gösterir. Bu, Âkifin hicivde başarısını gösterdiği gibi, hicivde
gayesini de açıkça ortaya koyar. Karşısında artık ne İhsan Bey, ne de
altmış beşlik birisi vardır. Bunların yerini; filozof geçinenler, şairler,
- Ne kibarlık bu beyim? Bir davet,
yazarlar, nutuk atanlar, eli bayraklı koşuşanlar, dalkavuklar, ne yaptı­
Yetmiyor öyle mi? ğını bilmeyenler ve ne idiği belirsizler alırlar. Böyle şuursuz insan
- Yorgundum efendim de... yığınları karşısında, Âkifin üslubu da değişir. Alayın yerini öfke ve
- F.vet, hiddet alır. Şair sesini yükselterek haykırır:
Haber aldık... O, fakat sizce büyük bir şey mi? Eli bayraklı alaylar yürüyor dört köşeli;
On kadın dövse yorulmaz, benim İhsan Beyimi En ağır başlısının bir zili eksik, belli!
Bilirim ben ne tosundur. Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük.
(Safahat, sayfa 127) Dinliyor etrafını kaplamış yüzlerce hödük!
Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlanacak...
Ihsan Bey, îmam’m sözleri karşısında kızar. “Kafamı kızdırıyor­ - Yaşasın!
sun, sana halt etmek düşer. Dövüyorsam kendi karım.” diyecek kadar - Kim yaşasın?
ileri gider. İhsan Bey, yaptığı ve yapacağı bütün hareketlerde 1908 - Ömrü olan.
meşrutiyetinden faydalanır. "Sâye-i hürriyete” sık'sık baş vurur. Dînî - Şak! şak! şak! (Safahat, sayfa: 177)
Türk Edebiyalı | MARTI

ÂKİF’İN VATANA HAYRAN BAKAN surat eder: Bir istihzanın karşısında


gülünç olm aktan korkuyor gibi.
AVRUPALI KARŞISINDA
ŞAHSİYETİNDEN
Evi bir seciye pehlivanı kadar çıplaktı.
ÇİZGİLER... V atanı o derece kendinindi ve o kadar
DÜŞMANLIĞI
güzeldi ki Çamlıca gibi yüksek bir nok­ Evvelâ insanlara, sonra ahlâklarına
tadan memleketine bakınca gurur duyu­ düşman olmuyordu; insanların evvelâ
yordu. Bu gururda hüküm dar azam eti ahlâklarını sevmiyordu, sonra kendi­
ve milyoner hotkâm lığı vardı: Dekoville­ lerini.
rini, fabrikalarını seyreden zenginin
hotkâmlığı. BENZEMEK
(Fatin Efendiye misafir gelen bir
AvrupalI, İcadiye tepesinden İstanbul’a “Kendi olmıyan”lara kızardı. “Benze­
bakarak hayran olduğu gün orada olan mek” sinirlendiği şeydi; H ayatının bir
 kif sapsarı oluyordu.) kısmı da bu öfkeden ibarettir.
M A Zİ İLE ÜNSİYETİ
İKİ YÜZLÜLERE
Mazide oturur, mazide yatar kalkar, TEZADLARI
bir kelimeyle ve kendi tabirile mazide İki yüzlülere garazdı. F akat yaşı
yaşar: “ Ben zaten m azide yaşar bir Tezadları var: H em yeise düşm andır, ilerledikçe:
adam olduğum için eski aşinaları hem de bedbin meyus olm am ayı O na - İki yüzlüleri artık sever oldum;
anmağa vesile ihtiyacından varesteyim.” din söyler (1), fakat hayat O nu bedbin çünkü yaşadıkça yirmi yüzlü insanlar
G ençken m azim iz yoktur. F ak at yaş­ eder. Ve dinle hayat onda mücadele görmeye başladım.
landıkça arkam ızda bir mazi birikir ve halindedir. Çalışırken yeise düşmez; D iyordu. Ve yaşlandıkça herkesten
bunu severiz. Âkif, yaşı arttıkça, bu fakat yaşarken fütur içindedir. O kadar kaçıyordu. Daha yaşasaydı yalnız k a la -.
•şahsî maziyi cemiyetin mazisile karıştı­ ki talii kazara gülse bunu bir istihzâ çaktı; cemiyetle karşı karşıya tek bir
rarak sevdi. tebessümü gibi karşılar ve saadetine adam .

Burada hicvedilenler; 1908 meşrutiyetinin getirdikleriyle kendile­ Ya heriften de mi eşek sanıyordun İmam’ı?
rini sokaklarda bulan insan yığınlandır. Böyle bir boşluk içine yuvarla­ - Birden eşşek deme, biçare henüz müsvedde...
nan insan yığınlarını; ne söylediğini bilmeyen “dilli düdük” denilen (Safahat, sayfa: 391)
hatipler, çevrelerinde her şeyi alkışlamaya hazır "hödükler” ve “bir
zili eksik” olan en ağır başlı görünenler meydana getirirler. Sürüden Vali olarak bulunan bu deli, önemli mevkilerde bulunan kimsele­
farkı olmayan böyle topluluklar içinde bulunan “edibler” birbirine rin durumunu ortaya koyması bakımından, çok önemlidir. Akif 1908’
“ana avrat” söverler. Toplumu sefalete sürükleyerek devletin çökü­ den sonra hemen her meslekte görülen ehliyetsiz kimseleri alay ve
şünü hızlandırmak için çalışan fırsatçılar vardır. Memleketin çöküşü, şiddetle tenkit eder. Eli bayraklı, hürriyetin zevkini çıkaran kimseler
toplumun düşüşüne bağlı olduğundan; fırsatçılar önce ahlâkî çöküşü yer yer köpek kılığında gösterilir. Köse İmam Kuzguncuk yakınla­
sağlamaya çalışırlar, gördükleri karşısında hiddetlenen Âkif: rında bulunan Moîla’nm köşküne gideceği sırada, dışarıdan kırk elli
“İt yetiştirmek için toprağı gayet münbit “köpek" le içeriden “Karabaş” denilen köpek karşılıklı “ürüşürler”.
Bularak, fuhş ekiyor salma gezen bir sürü it!” Hemen anlaşarak, bahçeye dolarlar. “Karabaş” öyle bir oyun döktü­
(Safahat, 177) rür ki, şaşmamak mümkün değil. Köse İmam, bunların hareketlerini
ve kim olduklarını şu mısralarla anlatır:
Ben şaşırmış bakıyordum ki şadalar dindi:
diyerek şiddetle hicveder. Karabaş salta dururken dönerek silkindi,
Hürriyet nârâları atarak sokakları dolduran bu kalabalıkların Oldu bir zilli köçek, oynadı hop hop göbeği;
memlekete ve millete yabancılıklarını gördüğü için, şiddetle karşı çıkar.
Hani varmış gibi kamında beş aylık bebeği!
“Millet evladının bangır bangır ağladığı” sırada, hürriyeti aldık diye
Karabaş sonra Zuhuriye de çıksın mı sana?
türkü çağıranlara” asla katılamaz. Kökü cahilliğe dayanan bu şuur- Hem nasıl, taş çıkarır, belki, Burunsuz Hasan’a.
suzluklann önüne, ancak eğitimle geçilir. Oysa alkışlanan hürriyet , ca­
Ne Arab kaldı, ne ¡.âz kaldı, ne Çerkeş, ne Pomak
hilliği kökünden kazıması gereken okulları da kapatmıştır. Öyle bir kesti ki taklitleri bittim...
— Hele bak!
"Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı.” Çok köpoğluymuş!
Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı! - Evet, pek de utanmaz şeydi...
(Safahat, sayfa: 176)
- Parsa çok muydu?
- Bırak, toplasın, oğlum, değdi....
Kaçıranlar bile olmuş, o kadar gülmüştük.
“Hürriyet”ten sonra “medreselerin ıslahı” üzerinde çok durulur.
İşte yavrum, bu omuzlarda gezen dilli düdük.
Sık sık, “asrın icabına’ uymadığı söylenebilir. Hükümet son zaman­
Havhyan, zil takınan, sonra Zuhuriye dalan.
larda “şımarık bir deliyi götürür bir yere vali diye bağlar” . Vali, bütün
O bizim soytarının kendi değil miydi?
hocaları toplayarak, “yirminci asrın ilim ve fenni”nden bahseder: - Yalan!
- Karabaş gel! diyecektim...
İlim adamıdır, atacaktır bunu elbette ilim;
- Dememiştin ya, sakın?
Parprensip, gelin, ıslâh-ı medâris diyelim."
- Parprensip mi? Bayıldım be!
Fransızca mı?
Türk Edelılnatı MART
- Ne dedim, bilmiyorum tâ öteden bir çapkın, laklığıyla hicvedilerek verilmesinin en büyük sebebi, Âkifin idealidir.
Galiba sezdi ki, yekten dedi: “Halt etme sofu! Âkifin ideali; bir devleti ve milleti de aşarak, bütün bir dinin mensup­
Gördüğün fesli senin milletinin feylesofu. larını içine alacak kadar geniştir. Gayesine ulaşabilmesi için, önce
Bu ve emsali dehalar tutuyor memleketi.” mensubu olduğu devletin kurtulması gerekir.
(Safahat, sayfa: 406) Âkifin yaşadığı devir, ard arda büyük felâketlerin koptuğu bir
devirdir. Mehmed Âkifin idealist ve mücadele adamı olmasında,
karakterinin yanında biraz da devrin sosyal, siyasî ve tarihî olayları­
Köpeklerle filozof geçinenler, siyasîler, maliyeciler, liyakatsiz nın etkisi olmuştur. Âkifin hicvettiği devri, bu olaylar ve felâketler
kimseler, anlatılır. Elbette bunlardan ibaret değildir Âkif in düşmanı hazırlamıştır. Birbirinden kesin olarak ayıramadığımız sosyal, tarihî
oldukları. Dünyanın, yer altındaki denizde bulunan balığın üzerin­ ve siyâsî olaylar; devletin çöküşüyle birlikte, bir milletin ve bir dinin
deki öküzün üzerinde durduğunu söyleyen “maskara vaizler” den tutu­ mensuplarının da çöküşünü ve çözülüşünü getirmektedir. İşte Âkif,
nuz, küçük bir çıkarı için her şeyi feda eden hemen herkes payını alır. böyle bir ortamda çözülüp çöken ve kaybolmak üzere olan bazı temel
Memleket ve millet kaygusu taşımayan insanlann kendi çıkarları unsurların ayakta kalabilmesi için sanatını toplumun hizmetine ver­
uğrunda birleşmelerni şöyle tenkit eder: miştir. Gördüğü eksiklikleri ve aksaklıkları tenkid ederken hicivden
Kırpın aylıkları biraz, yahut geciksin vermeyin; faydalanması, sanatının gayesinden ileri gelmektedir. Gaye hiciv
Fodla (+) çiy kalsın, "pilav bitmiş" deyin, göstermeyin; değil, hiciv yoluyla giderilmesi gereken aksaklıklardır. Dînî, ahlâkî ve
Fes, külah, kalpak, sarık vermiş bakarsın el ele; insânî davranışlar adına; dinin kötüye kullanılmasını, ahlâksızlığı ve
Mi'delerden fışkırır tâ Arşa aç bir velvele! insanlığa yakışmayacak davranışları hiciv yoluyla tenkit etmektedir.
(Safahat, sayfa: 2 2 2 ) Âkifin, bu kötülükleri tenkit ederken hiddetlenmesi, kızması, hatta
kötü sözler söylemesi, gülünç göstermesi, güç durumlarda bırakması,
Verilen ilk örneklerden sonra, Mehmed Âkifin çizdiği geniş küçük görmesi, alay etmesi, gülünecek yönlerini vermesi; sanat ve
tablo, Prof.Dr. Mehmet Kaplan’ın deyişiyle, bir “sosyal satir” dir. edebiyat anlayışının yanında; daha çok hiciv sanatının özelliğinden
Ferdî olaylann yanında, daha çok içtimâi aksaklıklarının bütün çıp­ ileri gelmektedir.

E M IA K K R E D İ
“H İZ M E T Y A R A TIR ”

Bizim temel görevimiz “hizmet” yaratmaktır.


Yarattığımız bu hizmetlerden
yararlanmak isteyenler yararlanırlar.
Ama bir görevimiz de yararlananların sayısını
artırmaya çalışmaktır.
Bu nedenle ürettiğimiz hizmetlerin
kalitesini ve yarar sağlayıcılığmı en yüksek
düzeyde tutmak zorundayız.
Türkiye Emlak Kredi Bankası çok yönlü,
modem bankacılık hizmetleri yaratır
ve bu hizmetleri en üst düzeyde uygular.

TÜRKİYE EMLAK KREDİ BANKASI


ATÖLYE
TEKBANK

T a h a T o ro s A rş iv i

You might also like