Professional Documents
Culture Documents
Türkiye'yi yöneten kuvvet dengeleri arasında gözle görülmeyen büyük bir mücadele var.
Susurluk tipi yapılanmalara açık ve kendilerini Ulusalcı- Milliyetçi-solcu Kemalist olarak
tanımlayan, AB'ye ve yabancı etkinliğine karşı bir grup ile dış etkenlerin kontrolünü kabullenmiş
benzer özelliklere sahip diğer grup arasında. Esasında birinci grup da içlerine sızmış dış etkenlere
bağlı yönlendirici elemanların tesiri altında ama onlar farkında değilmiş gibi davranıyorlar. Asıl
soru: Türkiye’yi gerçekten kim yönetiyordu?
Güçlü mafya örgütlenmesi, Türkiye’nin bir iddiaya göre 125 milyar dolarını, bir iddiaya göre 60
milyar dolarını yönetiyordu. Dolayısıyla Türkiye’de kimin iktidar olacağına karar veren bu
yolsuzluk ekonomisi, Konsey kurup her alana etki ediyorsa hepimizi yakından ilgilendirmeliydi.
Show Tv'de yayımlanan, son 10 yılın en çok izlenen ve sevilen dizisi ' Kurtlar Vadisi' bu çarpık
düzeni ortaya çıkarıyordu. Nitekim diziye halkmız büyük ilgi gösterdi.
Kurtlar Vadisi’nde simgelenen şahsiyetler, esasen son 20 yıllık derin devlet-mafya geçidiydi.
Ancak sırlar üzerine kurgulu dizide kimse gerçek hayatdaki benzeriyle aynı hayatı paylaşmadı,
sadece sembollerle seyirciye tiyo verildi. Bu kitap, gerçeklerini anlatıyor.
Derin devletin kim olduğunu araştıran bu kitapda, eski Ergenekon- Kontrgerilla-Gladio’nun 28
Şubat süreciyle yeni Ergenekon’a dönüştürülmesi de irdeleniyor. Derin devletle bağlantılı mafya,
gizli örgütler, masonlar ve Türkiye’deki uzantıları masaya yatırılıyor.
Kurtlar Vadisi, derin devlet- mafya-kontragerilla ve derin örgütler ilişkileri çerçevesinde
verilmesi gereken mesajı topluma verdi. Asıl patronları adresiyle birlikte çok güzel gösterdi. Bu
olguyu ilk ortaya çıkaran bir dizi olarak fenomen olmayı hakediyordu. Seyircinin müthiş ilgisi
gözönüne alınırsa , sanırım bu konu sosyolojik olarak master ve doktora tezlerinde işlenmelidir.
Derin devletimizin acaba Kurtlar Vadisi Operasyonu gerçekten var mıydı ? Kimbilir... Belki de
yüzü değiştirilen Yeşil veya Abdullah Çatlı halen yaşıyordu. Derin devletin operasyonuna göre,
mafya diye sembolize edilen, ucu dışarıda gizli örgütlerin ülkemizdeki masonik yapılanmasının
operasyonel ayağını ele geçirmek üzereydi. Ve bu ülkenin Sebataycılara ait olmadığını
ispatlamaya çalışıyordu. Veyahut bu dizi Sebataycıların ne kadar güçlü ve altedilemez olduğunu
göstererek, bu ülkenin gerçek sahiplerini bu diziyle korkutuyor ve sindiriyordu.
Ülkemizin derin masonları kimlerdi? Evren ve Demirel’in var dediği, Ecevit’in Kontrgerilla
olarak tanımladığı derin devlet kimlerden oluşuyordu? Tüm sorularınızın cevabını bulacaksınız.
Dizi biter, yazı kalır; Kurtlar Vadisi fenomeni bu kitapla ölümsüzleşiyor...
FARUK ARSLAN KİMDİR?
Karabağ, Çeçenistan ve Abhazya savaşlarını yakından takip etti. Hazar'ın enerji rezervleri
ile ilgili yazdığı 3 binden fazla haber ve makale Türk ve yabancı basında yayımlandı.
2000 yılında Petrolün Kanı adlı ilk kitabını yazdı.
Kanada Zaman gazetesi temsiliği görevini üstlenirken, Toronto muhabiri olarak çalıştı.
Kanada Türklerinin posta ile dağılan tek ücretsiz haber dergisi Sunrise'ı kurdu ve bir yıl
boyunca editörlüğünü üstlendi.
11 Eylül 2001 faciasının perde arkasını anlatan ‘Matrix’in 11 Eylül Kurgusu’ kitabı Q-
Matris yayınevi tarafından Nisan 2004 de basıldı. Aynı kitabın İngilizce versiyonuda
bulunuyor. Hazar'da petrol savaşını anlatan 'Hazar’ın Kurtlar Vadisi: Petrol
İmparatorluğunda Güç Savaşları’ kitabı Karakutu Yayınları tarafından Nisan 2005 de
yayımlandı.
Evli ve iki çocuk babası olan Arslan, Kanada göçmeni ve Kanada firması Astra Canada
Pulses Inc. şirketinde İhracat müdürlüğü ve Astra Mart managerliği görevini, gazetecilik
yaşamı ile birlikte yürütüyor. Arslan, iyi derecede İngilizce, Almanca ve Azerice biliyor.
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ :
1. BÖLÜM : KURTLAR VADİSİ'NDE KİM KİMDİR?
2. BÖLÜM: DERİN DEVLET KİMDİR?
3. BÖLÜM : BİR BAŞKA ERGENEKON- GLADİO KONTRAGERİLLA KİMDİR?
4. BÖLÜM : DERİN ÖRGÜTLER KİMLERDİR?
KAYNAKLAR
Bu sırada Garih toplantı üzerine toplantı yapıyor, aracı üzerine aracı arıyordu. Ertaç Dinar’dan,
İlhan Kesici’ye kadar bir çok kişiyle üst üste toplantılar yaptı. Yarı-resmi İsrailli temsilciler ile
mülakatlar yaptı. Bu sırada, operasyon ekibi, olay yeriyle ilgili keşiflere başlamışlardı bile. Çok
ayrıntılı bir çalışma ile, işin içine fuhuş yapan kadınlar katıldı. Yermez’in olaydan bir kaç ay
öncesinden bu insanlarla tanıştırılıp ilişkiye girmesi sağlandı. Olay gününü daha sonra
anlatacağım, zira ulaşamadığım karanlık bir iki küçük ayrıntı kaldı. Ama sonrası zaten çok net..
Garih vurulduktan sonra gözcü ve bıçaklayan iki kişi onun üzerinde, kendilerine tarif edilen
şekilde çalışmaya başladılar. Talmud’ta belirtildiği gibi, arkadan kalbine kadar ulaşacak bir darbe
vurdular. Sonra kücük ve sivri bir bıçak ile her iki gözünü deldiler. Eski Ahit buna ‘göz akıtma’
diyordu ve aç gözlülere uygulanan bir cezayldı bu. Ne yazık ki otopsi kayıtlarına geçmeyecekti
bu yaralar. Zaten bütün bunlar ilk etapta görülmesin diye ceset ters çevrildi. Ve sol diz kapağı da
tam altından keskin ve kalın olan bıçakla parçalandı. Bu da ‘Yahudilik davasından dışarı adım
atmanın’ cezasıydı. Bütün bu mesajları alabilecek kişiler vardı.
Nitekim Rigudin, yani Vasili Vasili Siguryev bunlardan biriydi. Balkan
bölgesinin avcunun içi gibi bilen bu ajan, esasen Garih’in öldürüldüğü günkü
Bulgar İş konseyi ile görüşmeyi sağlayan kişilerden biriydi. Ve gündemsiz bu
ölümün peşine düşmüştü. İddiaya göre Dimitar Rigudin Trud gazetesinin 28
Ağustos salı günkü sitesinde şu iddiayı dile getirmişti: "İsrail gizli istihbarat
örgütü MOSSAD, Amerikan Merkezi İstihbarat Örgütü CIA'ya rapor gibi bir
kaset hazırladı." Rigudin'e göre, kasette, "Garih'in başına bir şey gelirse, bizden
uzaklaştığı için gelir" sözleri kayıtlıydı. Rigudin, bu sözlerden hareketle, Garih
cinayetinde MOSSAD parmağı olduğunu açıkça yazmıştı. Ve 4 Eylül gibi
öldürüldü. Bilin bakalım nasıl? Çok yakından ensesine ateşli silahla tek el ateş
edilerek! Eylem aklınıza ilk neyi getiriyor acaba? Bir ayrıntı daha, aslen Rus olan Rigudin,
İbranice’yi ana dili gibi biliyordu. Tabii Eski Ahit’i de… Yapılan ilk planlara gore Yener
Yermez’in ortaya çıkmaması lazımdı. Ancak hesapta olmayan bir aptallık. yani cep telefonun
başka GSM kartıyla kullanılması, MOSSAD ajanlarının Yermez’e
ulaşmalarını sağladı.
O sırada buram buram acemilik kokan bir ‘firar’ senaryosu oynandı. Oysa
Yermez’in birilerinin elinde olduğunu işten anlayan herkes biliyordu.
Senaryonun ilmikleri tıkandıktan sonra Kayseri otobüsüne onu oturtanları
bulup sormak lazım: Bütün Türkiye’nin aradığı katil adayını, hangi geri
zekalı düşünce, kendi köyüne gitmek için, üstelik adım başı arama yapılan
şehirelerası otobüse bindirip yolladı acaba.
Bu aşadaman sonra, ikinci senaryo devreye girdi. Ve hemen fuhuş yapan
cahil küçük kadınlar senaryosu oynanmaya başladı. Türk medyası da buna
çoktan razıydı zaten. Deli Fuat’ın yerine Deli Yener konmuştu o kadar. Bir
de, Türk insanının affetmeyeceği ‘Mezarlıkta zina yapan Ahlaksız sapıklar’
görüntüsü. Olaydan bir kaç gün once Kudus’te yayın yapan Jarusalem Post gazetesi,
Türkiye’deki Yahudi işadamlarınrın adlarını sayarken, Garih’ten pek iyi cümlelerle söz etmezken,
ölümünden sonra bir Yahudi kahramanın öldüğünü duyarması, kendi içlerine ağlamak olarak
ifade edilebilirdi. Garih Cinayeti şeklen çözülmüş gibi gösterilebilirdi. Zira Ergenekon’un
çözülmesi şimdilik mümkün değildi. Mossad ise uzun süredir vergisini aksatan Garih’in
temizlenmesinden memnundu; Alaton aynı akibete uğramaması için görüşmelere hemen başladı.
Garih’in aylar önce geri yolladığı Yahudi korumalar yine Alarko binasının önünde yuvalandılar.
(23)
Kürt Bedo: Kürt İdris Özbir.
Eski kabadayıydı. Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi, 12 Eylülde sonra eroin satmaktan 10 yıl
hapisle cezalandırmıştı. Aralık 2001 ‘de Gökçeada’da kumarhane açtığı iddia edilmişti. Oğlu
Mustafa Özbir, ‘ Babam işlerinin başında değil, cezaevinde. Babamın Gökçeada'yla direkt bir
bağlantısı yok. Ama annem Rum asıllı olduğu için onun sevdiği bu Ada'yı ailece hepimiz
benimsedik. Burada bazı yatırımlar yaptığımız doğru ama bunlar büyük değil. Özel tekneleri de
bizim ya da adamlarımızın işlettiği doğru değil. Sadece Yıldız Koyu'nda restoran açtık. Bir
evimiz ve bir miktar da arazimiz var o kadar.’ diyerek aile sırlarını ifşa etti. Annesi Rum asıllıydı,
Kürtlük babadan geliyordu.
21 aralık 2002’de vefat eden bir zamanların ünlü kabadayısı 'Kürt İdris' lakaplı İdris Özbir'in
cenaze töreni, ünlüler geçidine sahne oldu. İbrahim Tatlıses ve Bülent Ersoy gibi isimlerin bizzat
katıldığı cenazede, polis ekipleri de işbaşındaydı Sarıyer'deki evinde karaciğer yetmezliği sonucu
vefat eden İdris Özbir 'Kürt İdris', son yolculuğuna uğurlandı. 1970'li yıllardan kalan tek kabadayı
olduğu için yeraltı dünyasında 'Son Baba' olarak tanımlanan 'Kürt İdris' lakaplı İdris Özbir'in Şişli
Camii'nden kaldırılan cenazesine, ünlü sanatçılar da katıldı. Bu isimler arasında İbrahim Tatlıses,
Bülent Ersoy, Serdar Gökhan, Adnan Şenses, Ahu Tuğba, Ferhat Güzel, Azer Bülbül ve Gani
Şavata da vardı. Alaattin Çakıcı ile tutuklu bulunan Nuri ve Vedat Ergin kardeşler ise cezavinden
çelenk gönderdi.
İdris Özbir’in oğlu Doğan Özbir, Müslüman olmasına rağmen, boynunda sosyete antikacısı
olarak tanınan karısı Filiz Kansu’nun hediye ettiği haç taşıdığını söylemişti. Araları açık olan
kardeşi Ali Özbir’e de yüklenen Doğan Özbir, “O babamın mirasını taşıyacak kapasitede değil.
Canlı yayınlarda bile babama hürmetlerini arz eden İbrahim Tatlıses gibi birisine kendisini
tokatlattırdı.” iddiasındaydı.
Vefatından sonra Kürt İdris’in oğulları adeta birbirlerine karşı savaş açmıştı. Oğullardan Ali
Özbir, babasının vefatından bir hafta sonra kardeşi Doğan Özbir ve eşi Filiz Kansu hakkında ,
“Sosyete antikacısı Filiz Kansu kardeşimin beynini yıkadı. Onu kandırdı. Kadın biraz okumuş,
kültürlü olduğu için beyin yıkamasını çok iyi biliyor. Benim kardeşim de cahil.” demişti.
Kardeş Doğan Özbir, bu açıklamalara cevap verdi. Ölen ağabeyi Muhammed Murat’ın kahrından
öldüğünü ileri süren Özbir, “O kahrından öldü. Bunu kimse bilmez. İlk defa açıklıyorum bunu.
Trafik kazasında öldü, ama gerçekte onunki bir kaza değil, kendini intihar etmeydi. Bundan kim
sorumlu? Ağabeyim niye kahrından öldü? Babamı çok sevdiğini söyleyenler açıklamalı.”
şeklinde konuştu. Ali Özbir’in babasının mirasını taşıyacak kapasitede olmadığını savunan Doğan
Özbir, kardeşinin alkollü iken rezalet çıkardığını, bunun üzerine İbrahim Tatlıses'in ‘Ali akıllı ol’
diyerek tokatladığını öne sürdü. (24 )
Tilki Andre: Andrei Tikky. CHP İçel Milletvekili Fikri Sağlar'ın sorgu önergesinde Andrei
Tikky'nin ülkemizde olduğunu ortaya attı. Andrei Tikky 33 yaşında ve bütün doğu blok
ülkelerinde Çakal Carlos'un yerini alan bir günümüz Rus mafya lideri.
İstanbul Merkezli Masonik Büyük Klüp:
Bazılarına göre bu derin gizli örgütün adı Ergenekondu. Diğer tanımıyla NATO üyesi ülkelerde
CIA tarafından kurdurulmuş Gladio. Tüm NATO ülkelerinde gizli operasonlar için kurulan ve
önceleri Komünistlere ve Kürt ayrılıkçılara göz açtırmayan Gladio, 28 Şubat ve 11 Eylül
sürecinden sonra dindar müslümanları daha doğrusu İslam'ı hedef alır. Mossad'ın katkılarıyla
Türkiye örgütlenmesinde yönetim zaten 1960'lardan beri Sebataycı eksenli Masonik bir yapının
elindedir. Çıkarları için sağ el veya sol el farketmez. Logosunun yanında 50 yıldır takiyye
yaparak ' Türkiye Türklerindir' diyen gazete medyadaki ana üsleridir; dolayısıyla Koç Grubu'nun
çıkarları Türkiye'nin çıkarlarından önce gelir. Kemalizm ve laiklik oyuncaklarıyla Sebataycı
örgütlenmeye karşı çıkanlar yok edilir veya sindirilir.
Gerçek Kurtlar Vadisi'inde Sebataycıların yönetici, mafya konumundaki altdakilerin günah
keçisi, sıradan işçi olduğunu pek az insan farkedebiliyordu. Soner Yalçın ' Efendi' adlı kitabını
boşyere yazmadı. Bu kitap; çifte dinle ve kimlikle yaşadıkları için su yüzüne bugüne kadar
çıkamayan, hain, dönek damgası yemekten korkan ülkemizin gerçek yöneticileri Sebataycıların,
Türkiye'nin AB'ne bağlanan umutlarıyla paralel su yüzüne çıkma girişimiydi. 'Bu vitrini
hazırlamak', Yalçın'ın deyimiyle ' dincilere' bırakılamazdı. Artık herkes onlardan saygı ve korku
ile bahsetmeliydi; şapka çıkarmalıydı. Yalçın'ın gayretkeşliği bu yüzdendi. '20. yüzyılda
Yahudiler iki devlet kurdu biri Türkiye, diğeri İsrail'dir' diyen Sebataycıların ülkemizde kurduğu
gerçek Kurtlar Vadisi, bu ülkenin gerçek sahiplerine yeni tuzaklar kuracaktı.
Sebataycıların 'bizdendi' diye sahiplendiği Atatürk, oysa mason localarını kapatmıştı ve komunist
yapılanmalarına göz açtırmamıştı. Selanik'ten ülkemize getirdiği çoğunluğu yüksek eğitimli ve
paralı Sebataycıların Türkiye cumhuriyeti ve inkilaplarının çekirdek kadrosu olduğu doğru bile
olsa Atatürk'ün ucu dışarıda olan yapılanmalara soğuk yaklaştığı inkar edilemezdi. Zaten
Türkiye'nin gerçek Kurtlar Vadisi, Atatürk'ün ölümünden sonra TL'ye resmini bastıracak kadar
hoyratlaşan İsmet İnönü'nün hediyesiydi. Eşi Mevhibe Sebataycıydı aynen Bülent Ecevit'in eşi
Rahşan gibi. SebataycıYakup Kadri, Halide Edip, Fatih Rıfkı Atay, Ahmet Emin Yalman, Abdi
İpekçiler den bugüne geldiğimizde bu entellektüel misyonu taşıyan Orhan Pamuk gibi kalemler,
bizi hep bizden uzaklaştırdı. Bir yandan kültürel yozlaşma bir yandan asıl güçlerini barındıran iş
dünyasıyla ortaklaşa ülkemizi sömürdüler. Siyaseti onlar belirledi ve ek olarak medya-mafya-
asker-bürokrat bağlantılarını kullanarak demokrasimizin acı tarihine düşen dört askeri darbeyi
onlar fişekledi.
Bu kitapda öncelikle aysbergin yüzeyinde gözüken, yani Susurlukta belirginleşen mafya-
siyasetçi-iş dünyası ve gizli örgütler şeytan üçgeninin fotoğrafını değişik bir açıdan çekerken,
Baronun öldürüldüğü mekan imdadıma yetişti. Aysbergin görünmeyen dev kütlesinde yer
alanların deşifre edilmesi için masonların deşifresi elzemdi. Derin Devlet-Derin Mafya-Derin
Sebataycılar üçgeni ilişkisi hiç yazılmadı bugüne kadar. Eski İçişleri Bakanı Saadettin Tantan,
eğer zorla istifa ettirilmesiydi ' Gümüşsuyu çetesi!' olarak simgelediği ' Büyük Klüp', yani '
Manevi Cihazlanma Teşkilatı'nı deşifre edecekti. Dünyanın her ülkesinde kendilerine özgü derin
devletcikler bulunuyordu. İtalya, güya temiz eller operasyonu ile kendi derin devletinin derin
mafya yapılanmasını temizledi. Türk derin devleti ve mafya yapılanmasının elbette dış
bağlantıları çok güçlüydü ve süreklilik arz ediyordu.
Bir ahtapot gibi kolları olan bu örgütün ülkemizdeki yasal adı 'CIRCLE D’ORIENT'- 'Büyük
Klüp. İngilizce isminde geçen ' Circle' aynı zamanda Tapınakcıların yurtdışındaki yayın organının
ismidir. Siyonizm, Sabataycılar ve Tapınak Şövelyeleri arasındaki gizli bağlantı Siyonist
Tapınağı Tarikatı'na kadar uzanır. Üstadı azamlarının ünvanı ' Denizci'dir. Güven Erkaya'nın bir
dönem başkanlığını yürütmesi sadece eski Deniz Kuvvetleri Komutanı olmasından
kaynaklanmamaktaydı. Emekli deniz oramiralı ve 12 Eylül sonrası başbakanlık yapan Bülent
Ulusu, uzun süre Büyük Klüp'ün başkanlığını yürüttü, halen üyedir. Onun döneminde üye olan
meşhurlar arasında babasından misyonu devralan Mehmet Ağar ve Beşiktaş'ın efsanevi başkanı
Süleyman Seba sayılabilir. Seba, emekli olmadan önce MİT'in İstanbul Bölge Müdürüdür. Ünlü
mafya babası Aladdin Çakıcı, Ulusu döneminde üye kabul edilir. Çakıcı, ülkenin en büyük
uyuşturucu ve silah taciri Dündar Kılıç'ın damadıdır. Sebataycıların kullandığı mafya kolunu
temsil etmektedir. Kara para onlardan sorulur. Hakkındaki onca delile rağmen beraat ettirilir.
Çakıcı, bu ülkede devletin adamı olarak derin devlete çalışan en derin adamdır. Konuşursa alem
karışır. Bu nedenle devlet eliyle kaçırılır. Sinan Engin sadece talimatı yerine getirmiştir.
İngilizcesiyle "Moral Rearmament-Mr", Türkçesiyle "Manevi Cahazlanma Teşkilatı" nın kökleri
dışardadır. Tapınakcıların, zuhruna vesile oldukları Protestan mezhebinin bağlısı (Lutheryan)
Amerikan Pastor’u Frank Buchman tarafından, 1929’da "Oxford Group" olarak tesis edilir.
Buchman daha sonra, İngilterede Evanjelik olur; yani Bush oğlu Bush’un, "Yeni Dünya
Düzencileri"nin mezhebine duhul eder!.. Bu derneğin Türkiye şubesi Beyoğlu’ndadır. Hatta
oranın bir sokağında, "Asmalı Mescid vardır; aynı sokakta, "B’naı B’rıth-Ahdin Kardeşleri"
teşkilatı, "Fakirleri Koruma Derneği" adı altında faaliyet göstermektedirler. İşte bu sokakta,
"Manevi Cahazlanma Teşkilatı" da faaliyete başlar. "Toplum faydasına dernekler" listesinde olup,
vergiden muaf ve üste "bütçe"den para da alan bu -bu iki- derneğin kurucu başkanu, -mini mini
vali" Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay'dır... 33. dereceden mason olan bu adamın, Göztepe-
İstasyon durağındaki köşkü teşkilatın toplantı yeri idi; bugünlerde kullanılan başka bir toplantı
yeri ise İsmail Ağar’ın, Kadıköy’deki köşkü... Bu adam, 60 ihtilalinde idam edilen F. R.
Zorlu’nun da akrabası ve Ayasofya'nın Ortadoks ibadetine açılmasını istiyordu. Heybeliada'daki
Ruhbani okulunun açılmasıyla istekleri durulmayacaktı.
Bu teşkilatın bir diğer üyesi ise, Hazım Atıf Kuyucak; "Supreme Konsul'de Türkiye Masonlarını
temsil eden iki kişiden biri; diğeri de "Ceza"cı meşhur dönme Sahir Ermandı... Kuyucak, "Nur
Locası"nın da Üstadı olan bir Mason; "Avrupa Birligi"nin "sevdalısı" biriydi.. Celal Bayar, Vehbi
Koç, Sakıp Sabancı, İ. Sabri Çağlayangil, bunun "altında" olan adamlar.dı..Bu "Manevi
Cihazlanma Teşkilatı"nın bütün üyeleri aynı zamanda 'Büyük Klüp'ün üyeleriydiler.
Büyük Külüp’ün ismi, "Susurluk" meselesinde de geçmiş, hatta Başkanı Duran Kalkan gizlice
giderek ifade bile vermişti. Derin devletin iki Yalçın’ını-Yalçın Küçük ve Soner Yalçın’ı -
Sebataycılarla ilgili yazdıkları kitapları "maksatlı" bulmamın sebebi, "Geyik" muhabbeti ile
kulaklarına üflenen malumatları "deve" yapmaları ve bu sayede de Kemalist Oligarşi’nin hayatta
kalması için "saf müslüman avına" çıkmalarından kaynaklanıyor. Bu ülkenin sahibi Sebataycılar
diyerek aba altından sopa gösteriyorlardı. Bu dizide onları ustaca pazarlayan, korkmamızı
sağlayan psıkolojik bir savaş yapıtıydı.
12 Eylül sonrası birçok örgüt yöneticileri yurt dışına kaçtı ancak 29 polisin elinden kaçan ve
Nihat Erim, Gün Sazak, Hiram Abbas, Hulusi Sayın, Kemal Kaycan, Özdemir Sabancı
suikastlarını gerçekleştiren Dursun Karataş’ın durumu farklıydı. Bu eylemleri savunduğu devrim
adına mı, yoksa derin devletimiz Ergenekon adına mı yaptı belli değildi. Dursun Karataş’ın
yakalanması için polislerin harekete geçirilmesi ve polislerin elinden kaçması devlet içersindeki
feodal güçlerin çatışmasındandı. Özdemir Sabancı suikastı da devlet içerisindeki tam olarak
kontrol edilemeyen çekirdek kadro tarafından DHKP-C’ye havale edilmiş haliydi. Sabancının
Kürt sorunu hakkında barış düşündüğünü açıklaması, devlet tarafından sert bir şekilde
uyarılmalarıyla sonuçlandı. Dursun Karataş İnterpol tarafından 174 ülkede 50 ayrı suçtan
aranmasına rağmen bir türlü yakalanmaması 29 polisin baskınından kurtulması belli güçlerin göz
yumması ve yönlendirmesiyle olabilirdi. Bu çekirdek kadronun her kesim içerisinden ideolojik
fark gözetmeksizin kullandığı insanlar vardı; kimi zaman devrim için yanıp tutuşan Dursun
Karataş, Paşa Güven kimi zaman da kalbi vatan sevgisiyle dolu Abdullah Çatlı kullanabiliyordu.
İçlerinde asker, emniyetçi, profesör bulunan, bulunduğu ülkede kontrol edilemeyen ancak belli
güçlerin kontrol edebildiği bir güçtür rivayetlere göre Gladio Konseyi Ergenekon. Kurtlar Vadisi
Konseyi, bu konseyi işaret ediyordu. Baronun öldürüldüğü İstanbul Merkezli Mason Locası,
esasen Büyük Klüp ise daha üst karar merciydi.
Büyük kulübe kimler üye değildi ki... Gündüz Kılıç, Bülent Ulusu, Cevher Özden (Banker
Kastelli) Ali Rıza Çarmıklı, Alp Emin Yalman, (tek dünya fikrini yayma cemiyeti’ni dahi
kurmuştur.), Ömer Çavuşoğlu, -kardeşi- Nazlı Ilıcak ve kocası Kemal Ilıcak, Nejat Eczacıbaşı,
Sabri Ruso, Duran Kalkan, (99’a kadar 13 sene başkanlığını yapmıştı), Çetin Emeç, Ahmet Fevzi
Ellialtıoğlu (devşirme, babalarından biri yeniçeri ocağının "56. ortası"na mensup), Sadettin
Bilgiç, Gazanfer Bilge, Atalay Coşkunoğlu, Yuda Leon Çukran, Mehmet Emin Karamehmetler,
Ümit Aslan Utku, Nejat Tümer (emekli oramiral), Enver Necdet Egeran (muhteşem salamon’a
"mason değildir" belgesi veren TPAO’nun yıllarca başında oturmuştu), Başaran Ulusoy, Selçuk
Maruflu, (ANAP’lı, "Arı grubu", "Finans Klüp" ve "Mülkiyeliler Birliği" üyesi, DPT ve
Eximbank’ta uzun süre çalıştı), Raif Dinçkök, Adem Ceylan (meşhur Ceylan Holdingin "para
işlerine" bakan üyesi), Vehbi Koç, Sakıp Sabancı, Şerif Egeli vesaire... liste uzayıp gidiyor.
Büyük Klüp" idari heyeti Yönetim Kurulu: Başkan: Duran Akbulut sanayici, Gündüz
Kaptanoğlu armatör, Türk armatörler birliği Koop.Bşk., Ercan Targay bankacı, Tevfik Altınok
Hazine ve Dış Ticaret eski müsteşarı, M..Okan Oguz sanayici, ihracatçı (TİM eski başkanı)
Rıdvan Kartal avukat, ekonomist, armatör, Yağız Dağlı hukukçu, Uluslararası Avukatlar Birliği
Yönetim Kurulu üyesi, Ergun Erez İnşaat.müteahhidi, Ferudun Pehlivan 19. ve 20. dönem Bursa
milletvekili, Mehmet Özcan sanayici, Nuri Baylar işadamı. Yedek üyeler: Perviz Zekioğlu
sanayici, O. Taylan Kendirli ekonomist, Çetin Yentur bankacı, İnan Şefkatlioğlu sigortacı, Hande
Yılmaz ihracatçı, Murat Numan Erdem ekonomist, Nevhan Gündüz işletmeci. Balotaj Kurulu:
Ali Rıza Özkan sanayici , Metin Selçuk bankacı, Halkbank Eski genel müdürü yardımcısı, Ahmet
Malaz sanayici, Mehmet Seren Dinçler avukat, Ahmet Bedri İnce armatör, Koptagel İlgün Prof.
Dr. eski başhekim, Selcuk Gökçe ihracatcı, Haşmet Olgaç kimya mühendisi, Melih Tavukcuoğlu
müteahhit, Rıza Dedehayır işadamı, Ahmet Özbilge yönetici, Adem Ceylan sanayici, Misel
Gülçicek sanayici, Burhan Sargın işadamı, Ugurman Yelkencioğlu yönetici, Tofaş eski genel.
Müdürü. Yedek Üyeler: Serpil Bağrıaçık ekonomist, Coşkun Bekar gümrük müşaviri, Emir
Berduk Marsan yönetici, Mehmet Güven endüstri ve kimya mühendisi, Atilla Tacir ekonomist.
Disiplin Kurulu: Yekta Güngör Özden Anayasa Mahkemesi eski başkanı, Necip
Kocayusufpaşaoğlu prof. Dr. (hukuk), Nezih İserı emekli amiral, yuksek muhendis,Nazmi
Akıman emekli büyükelçi, Ahmet Serpil Prof. Dr. Yeditepe Üniversitesi rektörü, Erol Cihan Prof.
Dr. , Sabi Ruso avukat, Sevgi Gümüştekin avukat, THY genel müdür eski muavini, Turgut İçten
yeminli mali müşavir, Ersin Eti Dr. yüksek mühendis, Ertuna Yaşar avukat. Y edek Üyeler:
Besalet Barım işadamı, Oktay Özcan ithalat-ihracat, İismail Yıldız işadamı, Zeki Tanyeri
sanayici, Tekin Akmansoy sanatcı. Denetleme Kurulu: Halil Gümüş yeminli mali müşavir ,
Alper Kuş iİstanbul eski defterdarı , Engin Berker yeminli mali müşavir, Yedek üyeler: Sinan
Kılıç doktor, Yiğit Tavukcuoğlu ekonomist, Orhan Tuncer işadamı. (25)
Mabede Ankara’dan gelen Mesut Yılmaz veya İsmail Cem.
Mesut Yılmaz:
Ahmet Mesut Yılmaz, TBMM ve ANAP kayıtlarına göre; 1947 senesinde İstanbul’da Hasan ve
Güzide’den dünyaya gelmiş. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne girmiş ve 1971 yılında “Maliye ve İktisat Bölümü’nden” mezun
olmuştur. (26) 1972-1974 yılları arasında Almanya’nın Köln Üniversitesi İktisadi ve Sosyal
Bilimler Fakültesi’nde yüksek lisans çalışması yapmıştır. (Yüksek lisansı (Master) tamamlayıp,
tamamlamadığı belli değildir.) Türkçe, Almanca ve İngilizce dillerini bilmektedir. Mesleği
Ekonomist, Maliyeci, Özel Sektör Yöneticisi ve Sanayici'dir.
1975-1983 yılları arasında kimya, tekstil ve ulaştırma sektörlerinde, çeşitli özel şirketlerde
yönetici olarak görev almıştır. Yılmaz’ın hangi özel şirketlerde, ne tip bir yöneticilik yaptığı belli
değildir. Sekiz yıl içinde kimya, tekstil ve ulaştırma sektörlerindeki çeşitli özel şirketlerde
çalıştığına göre en azından 3 iş değiştirdiği anlaşılmaktadır. Buna karşın Yılmaz, Temmuz
1998’de TBMM Malvarlığı Komisyonu'na verdiği beyanda, “hayatının hiçbir döneminde hiçbir
şirkette yönetici olarak çalışmadığını” belirtmiştir. O zaman Yılmaz 1975-1983 yılları arasında ne
yapmıştır? ( 27) ANAP kayıtlarına göre, 1983 yılının Mayıs ayında kurulan Anavatan Partisi’nin
Kurucu Üyesi ve Genel Başkan yardımcısıdır. TBMM Kütüphane Müdürlüğü kayıtlarına göre,
20.5.1983’de Ankara’da kurulan Ana Vatan Partisi kurucuları; Hüsnü Doğan, Erol Aksoy, Yener
Ulusoy, Veysel Atasoy, Adnan Kahveci, Vural Arıkan, Şadi Pehlivanoğlu, Abdullah Tenekeci, ve
Mükerrem Taşçıoğlu’dur. (28)
Mesut Yılmaz, 1983 Kasım ayında yapılan Genel Seçimde Rize Milletvekili seçildikten sonra
1.nci Özal Hükümetinde enformasyondan sorumlu Devlet Bakanlığına atanmış ve Hükümet
sözcülüğü yapmıştı. Bu görevi sırasında kelimeleri uzun aralıklarla seçerek kullanması, onun
düşünerek konuştuğu şeklinde yorumlanıyordu. Yılmaz, zaman içinde hiç düşünmeden
konuşmayı da öğrendi. 1986 yılında Kültür ve Turizm Bakanı olan Yılmaz, bu dönemde
Türkiye-Federal Almanya ve Türkiye-Yugoslavya Ekonomi Karma Komisyonları’nın
Başkanlığını yürütmüş, 29 Kasım 1987 seçimlerinde yeniden Rize Milletvekili seçilerek 2.nci
Özal Hükümetinde Dışişleri Bakanlığına atanmıştı. Mesut Yılmaz, Akbulut Hükümeti sırasında
da yürüttüğü Dışişleri Bakanlığı görevinden 20 Şubat 1990’da istifa etmişti.
Birinci Başbakanlığı Dönemi (3 Ay) : 15 Haziran 1991'de toplanan ANAP Büyük Kongresi'nde
Genel Başkanlığa seçilen Yılmaz'ın kurduğu hükümet, 5 Temmuz 1991'de TBMM Genel
Kurulu'ndan güvenoyu aldı. 20 Ekim 1991 genel seçiminden sonra ana muhalefet lideri olan
Yılmaz, 24 Aralık 1995'deki seçimlerde de yine Rize'den Milletvekili seçildi. İkinci Başbakanlığı
Dönemi (4 Ay) : Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 3 Şubat 1996'da hükümeti
kurmakla görevlendirilen ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, Türkiye Cumhuriyeti'nin 53.
Hükümeti'ni ANAP-DYP koalisyonu olarak kurarak, ikinci kez Başbakan oldu. Yılmaz'ın bu
görevi 28 Haziran 1996'ya kadar sürdü. Üçüncü Başbakanlığı Dönemi (17 Ay) : 20 Haziran
1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilen Mesut
Yılmaz, Türkiye Cumhuriyeti'nin 55. hükümetini kurdu ve üçüncü kez başbakan oldu. 25 Kasım
1998'de Muhalefetin Türkbank'ın ihalesine fesat karıştırıldığı gerekçesiyle Başbakan Yılmaz için
verdiği gensoru önergesi, TBMM'de 314 oyla kabul edilince, 55'inci hükümet düştü. Böylece
Yılmaz, Cumhuriyet tarihinin yolsuzluk suçlamasıyla hükümetten düşen ilk Başbakanı ünvanını
aldı. 18 Nisan 1999 seçiminde yeniden Rize milletvekili olan Yılmaz, bu seçimin ardından
kurulan 57. hükümete, hakkındaki soruşturma dosyalarının sonuçlanmaması nedeniyle girmedi.
TBMM'de soruşturma komisyonları raporlarının görüşülmesinin tamamlanmasının ve Yılmaz'ın
yolsuzluklarının elbirliği ile kapatılmasından sonra, 13 Temmuz 2000 tarihinde 57. Hükümette
Devlet bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev aldı. 17, 18, 19, 20, 21’nci dönemlerde Rize
Milletvekili olan Yılmaz 1983’den beri 3 Kasım 2002 seçimlerine kadar TBMM'nin üyesiydi.
Birader Turgut Yılmaz tarafından, Çayeli Eskipazar Mahallesine babaları Hasan Yılmaz
hatırasına yaptırılan bir ilköğretim okulu vardı. Okul 1988 yılında hizmete girmişti. Mesut
Yılmaz’ın doğduğu köyün eski bir Ermeni yerleşimi olduğuna dair bazı söylentiler vardı. Mesut
Yılmaz'la yolları ayrılan Mafya Şefi Alaattin Çakıcı da Mesut Yılmaz'ın babaannesinin Ermeni
olduğunu iddia etmiş, bu iddia Mesut Yılmaz'ın kulağına kadar gitmişti. Başbakanlık eski
danışmanı Yasin ASlan, Yılmaz ailesinin Kırımdan göç kayıtlarını bulmuş ve babaannesinin
Ermeni olduğunu savunuyordu. ( 29)
Osmanlı belgelerine göre, Harbiye Nazırı (Milli Savunma Bakanı) Enver Paşa, 5 Ocak 1916'da
yayınladığı bir emirle “Osmanlı ülkesinde Rumca, Ermenice ve Bulgarca olan vilayet, sancak,
kasaba, köy, mahalle, nahiye, dağ, nehir gibi” bütün isimlerin Türkçe'ye çevrilmesi için talimat
vermişti. İslam olan ancak Türkçe olmayan isimler bunun dışında tutulacaktı. Bu emir
neticesinde eski adıyla “Mapavri” Çayeli’ne, “Mesahor” Kaptanpaşa’ya, ve “Hohoneç” de
Çataldere’ye çevrilmişti. Hasan Yılmaz İlkokulu’nun yapıldığı Eskipazar’ın eski adı ise
“Holonte”dir. (Osmanlı Belgelerinde Çayeli) Çayeli, Kaptanpaşa, Çataldere ve Eskipazar’ın
1916’da değişen adlarının Rum, Ermeni veya Bulgar adı olması Yılmaz ailesinin kökünü belli
eden bir gösterge değildi. Böyle bir yaklaşım eski adı “Bizans” olan İstanbul doğumluların da
“Rum” olduğunu iddia etmek kadar tutarsız bir yaklaşım olurdu. Zira göçlerle dolu olan
Anadolu’da bu yerlere Türk’lerin göçtüğü bilinmekteydi.
Merkezi Almanya’da bulunan Transsalkım Şirketi ise Almanya, (Stuttgard, Hamburg,
Rhein/Ruhr, Münih) Hollanda Macaristan, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan ve Türkiye'de
(İstanbul, İzmir) kolları bulunan büyük bir taşımacılık şirketi vardı. Şirketin “Mesut Yılmaz’ın
yumruklandığı Budapeşte’de, “Újpest Industrial Park”ta da bir kuruluşu bulunuyordu. Dizide
Mavi Turgut olarak anılan birader Turgut Yılmaz Transalkim için "Almanya'daki Transalkım
Şirketi bizim Türkiye'de nakliye işi yaptığımız Transalkım şirketinden bir yıl önce kurulmuştur.
İki ayrı şirkettir, kayıtlara bakıldığında da sahipleri görülecektir." demekteydi. Turgut Yılmaz, iki
şirket arasında herhangi bir ortaklık yoktur deseed kazın ayağı öyle değildi. İsviçre Basel’de 1984
yılında kurulmuş bulunan Hoco şirketi de aynı şeyi söylemiyordu. Hoco şirketinin geçmişi ile
ilgili sayfada kuruluşundan 5 yıl sonra, yani 1989’da, Stuttgart ve İstanbul Transalkim ile
ortaklığın 5’nci yıl jubilesinin kutlandığını belirtiliyordu. Yani hem Stuttgart’taki, hem de
İstanbul’daki Transalkim en azından Hoco üzerinden 1984’den beri ortaktı. (30)
Yılmaz ailesinin kasası Turgut Yılmaz, 1991’de “Ağabeyim başta olduğu sürece yeni iş alanına
girmeyeceğim” diyordu. Ağabey Mesut da, “1983’de ticaretle ilgisini kestiğini” söylüyordu.
Ama bunun yalan olduğunu iddia eden bir kişi vardı. Kim mi? Bir zamanın Devlet Bakanı Cavit
Çağlar. Çağlar, “Mesut Yılmaz’ın 1987’de kendisine Uludağ’da Transalkim’e ait TIR filosunun
mallarını taşımasını teklif ettiğini, ancak kendisinin bunu kabul etmediğini” söylüyordu. Çağlar,
Mesut Yılmaz’ın iddia ettiği gibi fiyatta anlaşamadıklarının doğru olmadığını, “Yılmaz’ın TIR
filosundan şüphelendiği için bu taşıma işini vermediğini” beyan ediyordu. ( 31)
Mesut Yılmaz’ın kurduğu Transalkim şirketi, o tarihlerde en çok konu edilen mal varlıkları
arasındaydı. Transalkim’in kuruluşu ve gelişmesinin, Mesut Yılmaz’ın ANAP’taki gelişmesi ile
arasında bir paralellik olduğu söyleniyordu. Şirket 4 Haziran 1985’de Karayolları Uluslararası
Taşımacılık konusunda en önemli belge olan “G” belgesini almıştı. Ancak bu belge alınmadan
önce, Şubat 1985’de, şirketin %50’den fazla hissesi “Pürsan Poli Üretim Sanayi AŞ.”ye
devredildi. Yılmaz’a, “Bu şirket kimler adına kayıtlıdır ve paravan kişiler kimlerdir?
Gümrüklerden mal ithali ve ihracında hiç bir zorluk çekmeyen bu şirketle ilişkiniz nedir? Bu
şirket sizin siyasete girmeniz ile nasıl yükselmeye başlamıştır?” soruları soruluyordu. Yılmaz,
1987’de bu şirketin işlerini aktif bir şekilde takip ettiğine ve siyasi kimliğini kullanarak, büyük
mikyasta taşıma işi olan Cavit Çağlar’ın işlerini almaya kalktığına göre, Transalkim’le doğrudan
bir ilişkisi olduğu ve bu ilişkinin hiç kesmediği anlaşılıyordu. Türkiye’de, Yalçın Kores Cad. Ali
Duran Sok. Yenibosna, İstanbul adresinde faaliyet gösterdiği kayıtlı olan Transalkim’in, acentası
olduğu tek Türk isimli TIR şirketi Ömer Sarıalioğlu adına tescilliydi. Sarıalioğlu, bilinen ve
Yılmaz ailesine yakın bir soyadı. Bu soyadı taşıyan, çeşitli kesimlerde tanınmış kişiler vardı.
Tanınmış ve sevilen Sarıalioğlu soyadlılardan biri, Haziran 1998’de Ankara’da 72 yaşında vef at
eden ve 100 seneden beri Trabzon'un Of İlçesi Belediye Başkanlığını elinde tutan Sarıoğlu
ailesinden Süleyman Sarıalioğlu. SODEP'in kurucularından ve SODEP ile Halkçı Parti'nin
birleşmesinde de rol alan bir kişiydi ( 32)
2000 yılında Mesut Yılmaz hakkında “Çetelerle İşbirliği” dahil, açılan yolsuzlukla ilgili Meclis
soruşturmalarının konuları şöyleydi:
1- Kurtköy Havaalanı İnşaatı. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz hakkında Kurtköy Havaalanı
ihalesiyle ilgili kurulan Soruşturma Komisyonu, 25 Mayıs.2000’de "Yüce Divan'a sevke gerek
olmadığı" yönünde karar verdi. Komisyonda FP ve DYP'li üyeler Yılmaz'ın Yüce Divan'a
gönderilmesi, MHP, DSP ve ANAP'lılar da buna gerek olmadığı yönünde oy kullandı. Karar 5'e
karşı 9 oyla alındı. DYP Çanakkale Milletvekili Nevfel Şahin'in önergesiyle geçen dönem
kurulan, bu dönem yeniden oluşturulan komisyonda Yılmaz, "Kurtköy Havaalanı inşaatına ilişkin
İcra Kurulu kararından sonra Savunma Sanayii Müsteşarlığı, Devlet Hava Meydanları İşletmesi,
Demiryolları, Limanlar, Hava Meydanları İnşaat Genel Müdürlüğü tarafından 24 Ekim 1996
protokole karşın, ihalenin DLH'dan alınıp NATO ENF dairesine verilmesiyle devleti zarara
uğratarak görevini kötüye kullanmakla" suçlanıyordu.
2- POAŞ’ın Özelleştirilmesi. Petrol Ofisi AŞ'nin (POAŞ) özelleştirilmesi ihalesinde görevlerini
kötüye kullandıkları iddiasıyla kurulan soruşturma komisyonu, 31 Mayıs.2000’de ANAP Genel
Başkanı Mesut Yılmaz ve eski bakan Işın Çelebi hakkında, 5’e karşı 9 oyla "Yüce Divan'a
göndermeye gerek olmadığına" karar verdi.
3- Türkbank'ın Satışı. Meclis Soruşturma Komisyonu 31 Mayıs 2000’de, Mesut Yılmaz
Hükümetinin düşmesine sebep olan Türkbank'ın satışı ihalesiyle ilgili ortaya atılan yolsuzluk
iddiaları konusunda gerekli önlemleri almayarak görevlerine kötüye kullandıkları" iddiasına
karşın Eski Başbakan ve ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ile eski Devlet Bakanı Güneş
Taner'in Yüce Divan'a sevkine gerek görmedi.
4- İzmit Körfez Geçişi. Mesut Yılmaz’ın, İzmit Körfez Geçişi ihalesinde görevini kötüye
kullanarak devletin zarara uğratılmasına göz yumduğu iddiası üzerine kurulan Meclis Soruşturma
Komisyonu 1 çekimsere karşı 14 oyla 01 Haziran 2000’de Yüce Divan'a sevkine gerek görmedi.
5- SEKA’ya Ait Arazinin Bedelsiz Verilmesi. Mesut Yılmaz, eski Sanayi ve Ticaret Bakanı
Yalım Erez’in İzmit’de SEKA’ya Ait Bir Araziyi Ford Otomotiv A.Ş.’ye Bedelsiz Vermek
Suretiyle Görevlerini Kötüye Kullandıkları iddiası ile Meclis Soruşturma Komisyonu oluşturuldu.
Komisyon 02 Haziran 2000’de 6'ya karşı 9 oyla Yılmaz ve Erez’in Yüce Divan’a sevkine karar
verdi.
6- Çete'lerle İşbirliği. Mesut Yılmaz, Eyüp Aşık ve Yaşar Topçu'nun "Yasadışı örgütlerle ve
mensuplarıyla birlikte hareket ettikleri, devlet ihalelerinde çetelerle işbirliği yaptıkları, hükümetin
çeteler ve mafya ile mücadelede izlediği politikanın başarıya ulaşmasını engelleyerek, görevlerini
kötüye kullandıkları iddiası ile kurulan "Çete Komisyonu" 02 Haziran 2000’de, 5'e karşı 9 oyla
"Yüce Divan'a gerek yok" kararını aldı.
7- Telsim ve Turkcell Sözleşmesi. Meclis Telsim - Turkcell Soruşturma Komisyonu ANAP
Lideri Mesut Yılmaz ile dönemin Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir hakkında Yüce Divan'a
gönderme kararı aldı. Karar 6'ya karşı 7 oyla alındı. Telsim - Turkcell Soruşturma Komisyonu 12
Haziran 2000 tarihinde yaptığı 2.5 saatlik toplantıda, Yılmaz ve Menzir'i "Telsim ve Turkcell
firmalarıyla imzalanan sözleşmelerde Özelleştirme Kanunu hükümlerine aykırı davranmak
suretiyle devleti gelir kaybına uğratarak görevlerini kötüye kullandıkları" gerekçesiyle Yüce
Divan'a gönderme kararı verdi.
8- Turizm Alanlarının Usulsüz İhlali. ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz hakkında İstanbul'da
yeni turizm alanları ilanında partizanlık yaptığı gerekçesiyle kurulan Meclis Soruşturma
Komisyonu, bugüne kadar karar veren 14 komisyon içinde "oybirliğiyle aklama kararı" veren ilk
komisyon oldu. 14 Haziran 2000’de toplanan Komisyon'un 15 üyesi de Yılmaz'ın Yüce Divan'a
sevkine gerek olmadığına karar verdi. Komisyon Başkanı MHP'li Bedri Yaşar, üyelerin
vicdanlarıyla karar verdiğini belirterek raporu en kısa zamanda TBMM Başkanlığı'na
vereceklerini bildirdi.
Mesut Yılmaz'ı dolaylı olarak ilgilendiren bir diğer Meclis Soruşturması ise yol ihaleleri ile
ilgiliydi: Karadeniz Sahil Yolu. Karadeniz Sahil Yolu'nun devamı olan yolların ihalesinde
usulsüzlük yaparak, devleti zarara uğrattığı iddiası ile ilgili olarak Meclis Soruşturma Komisyonu
01 Haziran 2000’de 5'e karşı 8 oyla Bayındırlık ve İskan eski Bakanı Yaşar Topçu'nun Yüce
Divan sevkine karar verdi. “Eğer ben suç işlemişsem, devlet, başbakan olarak beni mahkemeye
çıkarabilmeli, hesap sorabilmeli” gibi hamasi laflarla kamuoyunu kandırıp, halkı aptal yerine
koyan Mesut Yılmaz, başı sıkışınca çeşitli entrikalarla, şantaj ve tehditle, gündemi değiştirerek
veya rakipleriyle uzlaşarak soruşturmalardan kaçıyor, millete hesap vermiyordu.
Sonuç malum, en şaibeli politikacı Mesut Yılmaz’ı, büyük Türk milletini temsil eden TBMM,
bütün soruşturmalarından, akladı ve tertemiz hale getirildi. Soruşturmaların bir faydası olmuş,
gözü Cumhurbaşkanlığı’nda olan Mesut Yılmaz’ın önünü kapatmıştı. Bu şaibeli politikacıya, hem
cumhurbaşkanlığı hem de aklanması ve siyasi geleceği için ölçüsüzce destek veren iki büyük
medya kuruluşu vardı. Doğan ve Sabah grubu. Sabah grubunun başına gelenler, bu desteğin ne
biçim bir menfaatler ağına dayandığını bir parça ortaya çıkardı. Yılmaz’ın yakın temasta olduğu
tanınmış bir “çete reisi” var. Alaattin Çakıcı. Aynı zamanda hemşehrisi de sayılıyordu. Temaslar
çoğunlukla Yılmaz’ın o tarihte sağ kolu olan Eyüp Aşık vasıtası ile yürütülüyordu. Susurluk
olayını kendine puan yapmak için kullanan Yılmaz, Çakıcı ile işbirliği neticesinde, ondan yer altı
dünyası ile ilgili önemli bilgiler aldığını sanıyordu. Bilgi demek kuvvet demekti. O bakımdan bu
ilişkiden çok memnundu. Çakıcı’nın ise dini imanı paraydı. O, menfaat görmediği bir iş için
küçük parmağını bile oynatmayan akıllı bir psikopattı. Polisle, istihbarat teşkilatları ile işbirliği
yapmış, tecrübeli bir kriminaldi. İnsan kullanmasını çok iyi biliyordu. Karşısında amatör bulunca
istediği gibi oynuyor, yönlendiriyordu. Mesut Yılmaz’ı da saf görmeli ki ona “Kemal Sunal”
adını takmıştı. O da bu ilişkiden memnundu. Çakıcı, ortağı Erol Evcil ile Türk Ticaret Bankasını
almayı kafasına sokmuştu. Banka alma modası var ya, o da "banker çete reisi" olacak, haraç
paralarının transferi de kolaylaşacaktı. O tarihte Türk Ticaret Bankası'nın satışı bahis konusu
değildi. Zaten bankanın büyük hisseleri "banka çalışanlarına" aitti.
Çakıcı hemen Yılmaz'ın hoşuna gidecek bir senaryo yazıyordu: "Çillerler ve Yalı Çetesi bize
Türkbank'ı vermeğe söz verdi, ancak sonra vazgeçip 20 milyon dolar rüşvet istediler" diyordu.
Herkesten haraç almakla şöhret kazanmış olan ve vermeyeni bacaklarından vurdurtan Mafya
Şefi'nin, "kendisinden ve ortağından haraç istendiği" şeklindeki tutarsız senaryosuna, Eyüp Aşık
ve Mesut Yılmaz balıklama atlıyorlardı. Çakıcı'ya, "bankayı onlar vermezse biz iktidara gelince
veririz, senin hukuki durumunu da düzeltiriz" sözleri veriliyordu. Ve hazin çöküşün tarihi 3
Kasım 2002 seçimleri. Çarııklı evliya halkımız, ANAP ve Yılmaz ‘ı sandıkta gömerek
mafyalaşmanın, ihale takipçiliğinin cezasını kesti. ( 33)
İsmail Cem:
İstanbul'da doğdu. 1959'da İstanbul Robert Koleji'nden mezun olan Cem, 1963'te Lozan
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Cem, Paris Siyasal Bilgiler Enstitüsü'nde Siyaset
Sosyolojisi dalında yüksek lisans eğitimini tamamladı. 1963 yılından itibaren çeşitli gazetelerde
Yazı İşleri ve Genel Yayın Müdürlüğü yapan Cem, 1971 - 1974 yılları arasında Türkiye
Gazeteciler Sendikası İstanbul Şubesi Başkanlığı görevini yürüttü. 15 Şubat 1974'te TRT Genel
Müdürlüğü'ne atanan Cem, bu görevini 17 Mayıs 1975'e kadar sürdürdü. Özellikle televizyonun
gelişmesine önemli katkılarda bulunan Cem'in Genel Müdürlüğü sırasında, haftada 20 saat olan
yayın 50 saate yükseldi. Buna göre 10 milyon olan televizyon izleyici sayısı 20 milyona çıktı.
12 Nisan 1975 seçimlerinden sonra iktidara gelen Demirel Başkanlığındaki "Milliyetçi Cephe"
Hükümeti'nin yaptığı ilk değişikliklerden biri 16 Mayıs 1975'te İsmail Cem'i görevinden
uzaklaştırarak yerine Nevzat Yalçıntaş'ı atamak oldu. Cem, daha sonra Danıştay tarafından
göreve iade edildi ancak, kendisi gazeteciliğe yapmayı tercih etti..
1987 ve 1991 seçimlerinde İstanbul'dan, 1995 ve 1999 seçimlerinde ise Kayseri'den milletvekili
seçilen Cem, 1987 - 1996 yılları arasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) ve Batı
Avrupa Birliği (BAB) Asamble'si üyeliği yaptı. Cem, daha sonraki yıllarda, AKPM Sosyalist
Grubu Başkanvekilliği ve Başkanlığı, BAB Asamblesi Türk Parlamenter Grubu'nda ise Grup
Başkanlığı'na seçildi. Avrupa Medya Enstitüsü Danışma Kurulu üyeliğini yürüten Cem, 50'nci
Hükümette Kültür Bakanı olarak görevlendirildi. Cem, 30 Haziran 1997 tarihinde kurulan 55'inci
Hükümette ise Dışişleri Bakanlığı görevine atandı. 57'nci Hükümette de bu görevi yürüten Cem'in
kaleme aldığı kitaplar arasında Türkiye'de Geri Kalmışlığın Tarihi, Türkiye Üzerinde Yazılar, 12
Mart, TRT'de 500 gün, Siyaset Yazıları, Geçiş Dönemi Türkiyesi, Sosyal Demokrasi ya da
Demokratik Sosyalizm Nedir, Ne Değildir?, Türkiye'de Sosyal Demokrasi, Engeller ve
Çözümler, Yeni Sol, Sol'daki Arayış, Gelecek için Denemeler, Mevsimler (Fotoğraflar) ve 21.
Yüzyılda Türkiye bulunuyor. Fotoğrafla yakından ilgilenen ve çalışmalarını açtığı sergilerle
kamuoyuna duyuran Cem, İngilizce ve Fransızca biliyor.
12 Eylül döneminde ismi SODEP'in kuruluş çalışmalarında geçen İsmail Cem, Erdal İnönü ile
anlaşamadı. Cem, SODEP Genel Sekreterliği'ni istedi, İnönü kabul etmedi. Halkçı Parti-SODEP
birleşmesi kurultayında Aydın Güven Gürkan'ın listesinden SHP MKYK'sına girdi. Cem, 1987'de
İstanbul'dan milletvekili seçildi. 1989'daki kongrede Erdal İnönü karşısında genel başkanlığa
soyundu, kazanamadı. 1991'deki seçimlerde de SHP'den İstanbul Milletvekili seçilen Cem,
İnönü-Baykal çekişmesinde Baykal'ı destekledi. Baykal, 1992'de CHP'ye geçti. Cem de Baykal'ı
takip etti. Baykal Genel Başkan, Cem Genel Başkan Yardımcısı oldu. Baykal ile birlikte CHP' nin
Değişim Programı'nı hazırladı. Yeni Sol söylemini güncelleştirdi. Baykal ile birlikte Yeni Sol
başlıklı bir kitap da yazdı. Cem 24 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanlı-ğı'na aday oldu, kaybetti.
1995'de SHP-CHP birleşmesi gerçekleşti. Hikmet Çetin geçici genel başkan seçildi. Cem de bu
arada Kültür Bakanlığı'na getirildi. 11 Eylül 1995'deki kurultayda da Baykal CHP Genel
Başkanlığı'na seçildi. Baykal'la Cem'in arası 1995 seçimleri öncesinde açıldı. Baykal, seçim
listelerini oluştururken, Cem'i dışarda tuttu. CHP'de Genel Başkan Yardımcılığı görevini üstlenen
Cem'in Baykal'ın katıldığı kısa ömürlü hükümette Kültür Bakanlığı görevinin Fikri Sağlar'a
verilmesine içerlediği ve bu yüzden Baykal ile yollarını ayırdığı söyleniyor.
İsmail Cem CHP'den ayrılarak DSP'ye geçti. 1995 seçimlerinde Kayseri'den aday gösterildi.
Kayseri milletvekili seçilen Cem, Refah-Yol Hükümeti'nin düşmesinin ardından kurulan ANA-
SOL-D Hükümeti'nde Dışişleri Bakanlığı'na getirildi. 2002 Temmuzu'na kadar görevini sürdürdü.
İç politik tartışmalara girmedi, polemiklerden kaçındı. 28 Şubat sürecinde en az yıpranan Bakan
oldu. Yunanistan Dışişleri Bakanı ile kurduğu yakın diyalog bazı çevrelerin tepkisine yol açtı.
Yunan meslektaşı ile sirtaki oynaması Batı'da olumlu etkiler yaptı, ancak sorun giderici olmadı.
Cem, 11 Eylül'ün ardından bir ilki gerçekleştirdi. Şubat 2002'de İslam Konferansı Örgütü üyesi
devletler ile AB üyesi devletlerin temsilcilerini Çırağan Sarayı'nda buluşturarak göz doldurdu.
Hem iç hem dış çevrelerde DSP'nin müstakbel lideri olarak anılan Cem'in, Rahşan Ecevit ile
yıldızı barışmadı. Ecevit'in sağlık durumu nedeniyle çekilerek, Hüsamettin Özkan'ın Başbakan
yapılmak istenmesi ciddi bir girişimdi. Hükümet ortakları arasında AB konusundaki uyumsuzluk
nedeniyle MHP'siz, hatta Ecevit'siz bir hükümet senaryosu uygulamaya konuldu. Ecevit sonrası
DSP senaryoları da bu senaryoyla içiçeydi. Medyada, iş çevrelerinde ve dışarda Kemal Derviş-
İsmail Cem ikilisinin Türkiye'yi AB'ye taşıyacağı şeklinde bir kampanya sürdürüldü. AK Parti'nin
yükselişini, Cem-Derviş İttifakı'nın önleyebileceği yazılıp çizildi. Evdeki hesaplar çarşıya
uymadı. Devlet Bahçeli erken seçim çağrısı yaptı. Çağrı senaryonun gerçekleşmesini engelledi.
Arkasından DSP, 2002 Temmuzu'nda bir depremle sarsıldı.
Fiili başbakan Hüsamettin Özkan ile partinin fiili lideri Rahşan Ecevit arasındaki ipler çoktan
kopmuştu. Rahşan Ecevit, önce Özkan'ın Ecevit ile bağlantısını kopardı. Bülent Ecevit, Özkan'ı
Başbakan Yardımcılığı'ndan azletti. Bu gelişmelerin ardından DSP, Temmuz'da büyük bir
depremle sarsıldı. Ecevit'in en sadık adamı Hüsamettin Özkan DSP'den koptu. İstifalar DSP'yi
ikiye ayırdı. Bir süre sessizliğini koruyan Cem , Ecevit'in Şükrü Sina Gürel'i Başbakan
Yardımcılığına getirmesinin ardından istifa etti.
DSP'den kopan grup, Yeni Oluşum adı altında parti çalışmalarına başladı. Derviş de Yeni
Oluşum'u desteklediğini, Cem ve Özkan'la birlikte hareket edeceğini açıklaması gelişmeleri
hızlandırdı. Cem ve Özkan, Yeni Türkiye Partisi'ni kurdu. Medya, Kemal Derviş-İsmail Cem-
Hüsamettin Özkan'ın troykasını manşetlere taşıdı. Derviş'in ustalıklı bir manevrayla CHP'ye
geçmesi işi değiştirdi. Cem ve Özkan, Derviş'i sözünde durmamakla suçladılar. Seçimleri
erteletme girişimlerine YTP'nin destek vermesi de Cem'i yıprattı. Medya da YTP'yi terkederek
CHP'ye yöneldi.
Derviş'in CHP'ye geçmesiyle birlikte YTP'nin yıldızı söndü. Cem'in siyasi yaşamında ilk ciddi
girişimi YTP oldu. Her zaman kurulu partilerde yer alarak kariyerini sürdüren Cem, ilk parti
deneyiminde başarısızdı. Daha baştan partiyi Derviş'e endeksledi. Cem, 1 yıl önce istifa ederek
yeni bir parti kursaydı, YTP'den daha iyi durumda olabilirdi. YTP geç kalmış bir hareketti. YTP
sola dahi hitap etme imkanı bulamadı. DTP'li Bayar'la kurulan diyalog sol partilerle kurulamadı.
Öte yandan YTP vitrini de halka güven vermedi. Vitrinde yer alan pek çok isim, 5 yıllık
hükümetin icraatlarından sorumluydular. Aralarında Özkan ve Recep Önal gibi kamu
bankalarından sorumlu bakanlık yapmış isimler vardı. Bu nedenle halk, hükümete duyduğu
tepkiyi doğal olarak YTP'ye de yansıttı. 3 Kasım'da halk, YTP'yi, 364 bin oy vererek devre dışı
bıraktı.
Kendisi ifade etmekten çekinsede bir Sebataycı; İpekçi ailesinden geliyor. İpekçi Ailesi'nin
atalarının da içinde yer aldığı klan, Hıristiyan İspanya'da engizisyondan kurtularak, Osmanlı
İmparatorluğu sınırları içinde kendine yeni bir varlık alanı açıyor. Aile, XVII. yüzyılda din
değiştirmiş kadim bir topluluğun, Türk ve Müslüman toplumu içindeki mahrem macerasına da
ışık tutuyor. İpekçi'lerin yine pekçoğu Selanik kökenli olan Şamlı'lar, Cezzar'lar, Aker'ler,
Birol'lar, Mısırlı'lar, Tokay'lar, Sezerman'lar, Sungu'lar, Balcı'lar, Koyuncu'lar, Dilber'ler,
Gerçel'ler, Öget'ler, Atam'lar gibi güçlü ailelerle akrabalık ve hısımlık bağları bulunuyor. ( 34)
Mabede Heybeliadadan gelen Altemur Kılıç.
1924 yılında Ankara’da doğdu. Atatürk’ün yakın arkadaşı İstiklal Mahkemelerinde baş üstünde
kelle bırakmayan ünlü hakim Kılıç Ali’nin küçük oğlu. Eğitimi’ni İstanbul’da Robert Kolej’de ve
New York’ta New School for Social Research Siyasal Bilgiler Bölümünde tamamladıktan sonra
Tasviri Efkar, Vatan ve Milliyet gazetelerinde muhabirlik, yazarlık ve yazı işleri müdürlüğü
yaptı. Devir adlı haber gazetesinin ve Milliyet Yayınları’nın genel müdürlüğünü yaptı. Devlet
hizmetinde Washington ve Bonn Büyükelçilerinin Basın Müşavirliği görevlerinde bulundu. İki
kez Basın Yayın Genel Müdürlüğü ve bir defa da TRT’nin kurulması sürecinin başında, Turizm
ve Tanıtma Bakanlığı’nın radyo ve televizyonlardan sorumlu danışmanlığını yaptı. Birleşmiş
Milletler Sekreteryasının Basın Bölümü’nde uzmanlıktan sonra da UNICEF’in Avrupa Bürosu
Enformasyon Bölümü müdürlüğünü yaptı.
1980’de devlet hizmetinden emekli olmadan önce Birleşmiş Milletler nezdindeki Türkiye Daimi
Temsilciliği’nde Orta Elçi olarak bulundu. Emekli olduktan sonra TRT Yönetim Kurulu ve
Radyo-TV Yüksek Kurulu üyeliği yaptı. Halen köşe yazarlığının yanında yeni kitap çalışmalarını
sürdüren yazarın “Türkey and The World” adıyla 1957 yılında Amerika’da, Türkiye’nin dış
politikası konusunda yayımlanmış bir kitabı bulunmaktadır. Bir sure Ortadoğu^dad a yazan Kılıç,
Türkiye Gazetesi'nden türbana karşı çıktığı için yazılarına bir süre ara vermesi istenen ve bunun
üzerine işinden ayrıldı. Altemur Kılıç Yeniçağ Gazetesi'nden de benzer bir nedenle ayrılmak
zorunda kaldı. Duayen Gazeteci Altemur Kılınç, Evrim tezini içeren Darwin teorisi ile ilgili bir
yazı yazınca, Yeniçağ Gazetesi yönetimi yazılarına ara vermesini istedi. Sağ Kemalist’ Altemur
Kılıç’a göre: “AB’ciler Atatürk’e ihanet ediyor!”du.
Mito: Mikdat Alpay.
Uzun yıllardır MİT’de yıkıcı faaliyetler ve komünizm Mikdat Alpay'ın mesuliyetindeydi.
Mehmet Eymür’ün iddiasına göre, MİT Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay' karanlık dönemlere
ait MİT'in bazı belgelerini yok etmişti. Alpay’ın Amerika’ya tayin kararnamesini Cumhurbaşkanı
Sezer imzalamamıştı. Ahmet Necdet Sezer ile Mikdat Alpay Hukuk Fakültesi’nden sınıf
arkadaşıydılar. Doğu Perinçek’te Hukuk Fakültesinden idönem arkadaşı. O da Perinçek'in anne
tarafı gibi Malatyalıydı. Alpay Çankaya’ya çıkıp ricada bulundu ve Cumhurbaşkanı imzadan
vazgeçti, dediler. MİT Müsteşarı olması beklenen asıl aday Mikdat Alpay’dı, ama o günün
başbakanı Mesut Yılmaz tercihini Şenkal Atasagun’dan yana kullandı. MİT müsteşarları öteden
beri emekli generaller arasından seçilirdi. Bundan vazgeçildi ve müsteşar "Başbakan’ın teklifi,
MGK’nın onayı ve Cumhurbaşkanı’nın imzasıyla" atanır oldu. Atasagun’un müsteşarlığı bir
şartla onaylandı: Mikdat Alpay başyardımcılıkta kalacaktı! Bir tür örtülü anlaşmaydı bu.
Atasagun bu anlaşmayı bozmayı denedi. Cumhurbaşkanı’nı örtülü anlaşmadan askerler haberdar
ettiler. Sezer’in vetosu "Gereği düşünüldü..." demekten ibaretti. ( 35) Emekli Orgeneral Çevik
Bir ve MİT'in emekli Müsteşar Yardımcısı Mikdat Alpay', 28 Şubat sürecinde yakın bir işbirliği
sergilediler. Halihazırda MİT’in 2. adamı ve yeni Ergenekoncuları yeni derin devlet yapılanması
için örgütlüyor ve yönetiyor.
Şevko: İbrahim Telemen.
Kaçakçı İbrahim Telemen'in ismi Uğur Mumcu tarafından gündeme getirildi. Türkiye'nin terör
batağında yüzdüğü günlerde, 1979 Şubat ayında Mumcu'ya önce birkaç telefon geldi, ardından
bir mektup ulaştı. Kirli ilişkileri nedeniyle öldürülmekten korkan Telemen bildiklerini anlatmak
istedi. Dizide de Şevko bildiklerini anlatmak için gazeteciye başvurunca hastane penceresinden
aşağıya atıldı.
Gerçekre ise dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş ile görüşen Mumcu, Telemen için
randevu aldı. Ne var ki Telemen yerine ölüm haberi geldi. Telemen'in Gümüşsuyu'ndaki bir otelin
odasından atlayarak intihar ettiği ileri sürüldü. ‘‘İntihar mı yoksa cinayet mi?’’ sorusu bugüne
kadar karanlıkta kaldı. İbrahim Telemen'in mektubu ve diğer detaylar Mumcu'nun ‘‘Silah
Kaçakçılığı ve Terör’’ isimli kitabında işlendi. Gümüşsuyu Caddesi'nde kaçırılan kaçakçı İbrahim
Telemen'in öldürülmesi Susurluk’un başlangıç olaylarından sayılır. Bunun dosyası gizli kasalarda
bulunuyor Susurluk skandalının sonuna varılamaması; uygulayıcıların hatasıdır, uygulayıcılardan
kaynaklanmıştı. Siyasi iradeden kaynaklanmıştı. Siyasi irade, Ankara-İstanbul arasındaki
yazışmalarda yapılan değişikliklerden dolayı çıkmaza girmişti. Bazıları yargıda hesap verroyor,
beraat ettiriliyor, siyasetçiler ise serbestçe geziyordu. ( 36)
Topal Akrep Bekir: Ayakları felçli Ürfi Çetinkaya.
İki milyar dolarlık eroin davasından neredeyse sıyırmak üzereydi. Hatta, kendisine uyuşturucu
kaçakçısı diyen Sadettin Tantan’a, “Bana hakaret etti” gerekçesiyle tazminat davası bile açacaktı.
Ama 830 kilo uyuşturucu ile 2003’de yakalanan Urfi Çetinkaya için yolun sonu görünmüştü.
İstanbul polisi, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin 2 milyar dolarlık uyuşturucu davasından tahliye
ettiği Urfi Çetinkaya’yı, mahkemedeki duruşmasına günler kala bu sefer 580 kilo eroin, 150 kilo
bazmorfin (eroin hammaddesi) ve 100 kilo afyon sakızı ile yeniden yakaladı. Çetinkaya’nın
eroinleri Rize’deki çiftlik evinde imal ettiği, İstanbul’da depoladığı ve buradan Avrupa’ya
sevkiyat yaptığı belirlendi.
Üç yıl tutuklu bulunduğu cezaevinden dört buçuk ay önce tahliye edilen Urfi Çetinkaya’nın, bu
kadar kısa süre içinde bu büyüklükte bir uyuşturucu ile yakalanması narkotik dünyasına bomba
gibi düşmüştü. Çetinkaya, üç yıl önceki yakalanışına kadar polisi 10 yıl boyunca peşinden
koşturmuştu. Öte yandan Türkiye ve Avrupa uyuşturucu âleminin en büyük ismi kabul
edilmesine rağmen, bugüne kadar uyuşturucu kaçakçılığı suçundan hiç mahkumiyet almamayı
başarmasıyla tanınıyordu. Bugüne kadarki bütün sorgularında uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasını
kabul etmeyen Çetinkaya, aynı tavrını yine sürdürdü. Görüştüğü avukatına, “Buraya (Emniyete)
niye getirildiğimi bilmiyorum” dedi.
Sadettin Tantan’ın İçişleri Bakanlığı döneminde Emniyet Genel Müdürlüğü Kaçakçılık Dairesi ve
Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin iki yıllık çalışmasına dayanan “Matador operasyonu” ile
yakalanan Urfi Çetinkaya, İber yarımadası olarak bilinen İspanya ve Portekiz’e 10 yıl içinde 12
ton eroin sevk etmekle suçlanıyordu. Dönemin Ankara DGM Savcısı Talat Şalk’ın İspanyol ve
Portekiz makamlarıyla işbirliği halinde yaptığı soruşturma sonucunda Çetinkaya’nın 500 trilyon
liralık malvarlığına da el konuldu. Ancak Çetinkaya, devlete karşı büyük bir hukuk savaşına
başladı. İlk çarpıcı gelişme, Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler Genel Müdürü Cenk Alp Durak’ın bu
görevinden ve hakimlik mesleğinden istifa ederek Urfi Çetinkaya’nın avukatlığını üstlenmesi
oldu. Yaklaşık üç yıl tutuklu kalan Çetinkaya, sonunda 25 Haziran 2003’te günü İstanbul 3 Nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından tahliye edildi. Çetinkaya’nın tahliyesi, narkotik
çevrelerinde şok etkisi yaptı ve Adalet Bakanlığı soruşturma başlattı. Soruşturma sonucunda,
tahliye kararı veren İstanbul 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanı Ahmet Durmaz’a görev
yeri değişikliği cezası istendi.
İstanbul Narkotik polisinin yaptığı Urfi Çetinkaya operasyonunun zamanlamasına dikkat çeken
narkotik uzmanları, “Hem yargıya hem de başka bazı çevrelere önemli bir mesaj verilmiş oldu”
değerlendirmesini yaptı. Çetinkaya’nın üç yıl önceki operasyona göre bu sefer çok daha kuvvetli
teknik delillerle ele geçirildiğini belirten bir diğer narkotik yetkilisi, “Hadi şimdi cezaevinden
çıksın bakalım. Bu sefer kurtulma imkanı yok” sözlerini kullandı. Urfi Çetinkaya, operasyonun
diğer aşamaları tamamlandıktan sonra İstanbul’daki evinden gözaltına alındı. Çetinkaya’nın
narkotik polisteki sorgusuna geçileceği gün sürpriz bir gelişme yaşandı. Çünkü avukatı olarak
müracaat eden kişi Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesi eski Başkanı Zekeriya Dilsizoğlu’ydu.
Uyuşturucu âleminin hem en güçlü, hem de en kıdemli ismi kabul edilen Urfi Çetinkaya, 12 Eylül
1980 askeri müdahalesinden sonra yayınlanan Sıkıyönetim bildirilerinde arandığı belirtilen
isimlerin başında geliyordu. 1988’de, polisten kaçarken açılan ateşle yaralandı ve belden aşağısı
felç oldu. O günlerde hastaneye kendisini ziyarete gelen Abuzer Uğurlu’ya kafasını göstererek,
“Yeter ki buraya bir şey olmasın. Aşağısı önemli değil” dediği söylenir. 2000 yılına gelindiğinde,
serveti 500 trilyon liraydı. Çetinkaya, “Bu uyuşturucu parası değil. 1980’de cezaevine girdiğimde
25 milyon dolarım vardı. Tefeciye verdim. Altı sene sonra çıktığımda param 60 milyon dolar
olmuştu” dedi. ( 37)
Abdulhey Çoban: Ahmet Cem Ersever.
Diziye Polat’ın sağ kolu olarak monte edildi. Harp Okulu mezunu olan Ersever, 1976 yılında
Silopi'de halka ateş açılması nedeniyle hakkında soruşturma başlatıldı. Türkiye'ye sokulan kaçak
63 TIR olayının ortaya çıkmasından sonra olayla ilgili bağlantısı soruşturuldu ancak delil
yetersizliğinden beraat etti. Kısaca JİTEM olarak anılan Jandarma Genel Komutanlığı'nın
Güneydoğu Anadolu'daki İstihbarat Birimi'nin kurucusu olan Ersever, 11 Aralık 1979'da
Jandarma Genel Komutanlığı tarafından Hatay, İçel, Gaziantep, Mardin, Urfa, Edirne, Kırklareli
ve İzmir illerinde TIR kaçakçılığını soruşturmakla görevlendirildi. 80'li yıllarda JİTEM'in
kurucuları arasında yer aldı. Güneydoğu'da çok sayıda faili meçhul cinayete adı karıştı. Adının
karıştığı Eşref Bitlis'in ölümünden sonra Mart 1993'te JİTEM'den ayrıldı. Aydınlık Gazetesi'ne
yaptığı açıklamalarda, Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım ve bazı faili meçhul cinayetlerle ilgili
önemli bilgiler verdi. Bu açıklamalardan sonra 4 Kasım 1993'te Ankara'da ölü bulundu.
Şeyhmus : Şeyhmus Daş.
Uyuşturucu kaçakçısı. Akdeniz'de batırılan Kısmetim - 1 gemisindeki uyuşturucunun
ortaklarından olduğu öne sürüldü. 25 Aralık 1992'de Drej Ali'nin kardeşinin düğününe giderken
öldürüldü. Lucky - S gemisi, 07.01.1993 tarihinde uluslararası sularda deniz kuvvetlerine bağlı
gemilerce yapılan operasyon sonucu yakalanmış; bu operasyona İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne
bağlı bir kısım görevliler de katılmıştı. Ancak gerek daha önce yakalanan Kısmetim - 1 gemisinin
ve gerekse daha sonra yakalanan Lucky - S gemisinin bütün sırlarını çözecek kilit adam
durumundaki Şeyhmus Daş, Lucky - S’in Türkiye’ye doğru hareketinden sonra, 25 Aralık
1992’de ailesi ile bir düğüne giderken öldürülmüş ve failler belirlenememişti. Böylece çok büyük
çaplı bir uyuşturucu kaçakçılığı olayında, Lucky - S’in yakalanmasından iki hafta önce, Daş
öldürülmüş ve olayın ardındaki gerçekler de onunla mezara gönderilmişti.
Özellikle cinayetin işlendiği günlerde, Şeyhmus Daş’ın attığı her adım İstanbul polisi tarafından
çok yakından izlenmekteydi. Bütün telefon konuşmaları dinlenip kayda alınmıştı. Şeyhmus Daş’a
ait Yenikapı’daki Can Can Kafe’ye her girip çıkan, polis tarafından resimlenmekteydi. Yani
polisin bu kadar yakından gözetim altında tuttuğu bir kişiyi öldürenler belirlenemez miydi? Olay
tarihi itibariyle Şeyhmus Daş’ın dostu da, düşmanı da belliydi. Ancak cinayetin aydınlatılması
yolunda hiçbir ciddi çalışma yapılmamıştı. Lucky-S’in dava dosyasındaki bilgilere göre,
PKK’dan kaçan birçok kişi İstanbul’a gelip Şehmus Daş’tan yardım almıştı. Bu davranışları ile
Daş, çevresinde devlet yanlısı olarak tanınmıştı. Ayrıca cezaevi ziyaretlerinde Necat Daş ile
yapılan sohbetinde avukatı Ekrem Marakoğlu’na, babası Şeyhmus Daş’ın yanına bazı özel
timcilerin de gelip gittiğini ısrarla anlatmıştı. Devlete bağlı bir kısım güçlerin, böyle bir
zamanlama ile ömür boyu hapse atılacak bir insanı öldürmesinin izahı mümkün değildi Akla
gelen ihtimal şuydu: Lucky-S gemisinde bulunan 14 ton uyuşturucu maddenin gerçek sahipleri,
geminin yakalanacağını duyunca, Şeyhmus Daş’ın yakalanacağını ve kendi kimliklerinin de
ortaya çıkacağını tahmin etmişlerdi.
Şevkonun ölmeden önce konuşmak istediği gazeteci: Uğur Mumcu.
Aslen, Ankaralı olan Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 yılında, babasının memuriyeti dolayısıyla
Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu. Annesi Nadire Hanım, babası, Tapu Kadastro
memuru Hakkı Şinasi Bey'di. İlk ve orta okulları Ankara’da okuyan Mumcu çok aktif bir
öğrenciydi. Bu hızlı yaşam Hukuk fakültesinde de devam etti. 1961 yılında baş1adığı Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni 1965 yılında tamamladı. Bir süre avukatlık yaptı; yabancı dil
öğrenmek için İngiltere'ye gitti. 1969-1972 yılları arasında Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi'nde İdare Hukuku Profesörü Tahsin Bekir Balta'nın asistanı olarak çalıştı.
Yazmaya, üniversite öğrenciliği yıllarında, Doğan Avcıoğlu'nun yönetimindeki Yön Dergisinde
başlayan Uğur Mumcu, 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı"
sözleriyle, "orduya hakaret etmek", "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü
kurmak" suçunu işlediği iddasıyla gözaltına alındı. Uğur Mumcu bu davadan dolayı 7 yıl hapse
mahkum edildi. Fakat yargıtayca karar bozuldu ve serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra, Mumcu
askerliğini, 1972-74 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade
eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan
beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi. İlk yazıları 1962'den itibaren Yön, Türk
Solu, Devrim, Ant, KIM v.b. dergilerde yer alan Mumcu'nun, 1968-69-70 yıllarında Akşam,
Milliyet, Cumhuriyet gazetelerinde zaman zaman çeşitli konularda inceleme yazıları da
yayımlandı.
Köşe yazarlığına 1974 yılında haftalık Yeni Ortam dergisinde başladı. Daha sonra çalışmaya
başladığı Anka Ajansında 1975 yılından itibaren Cumhuriyet'e de köşe yazıları yazdı. 1977
yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. gözlem başlıklı köşesinde 1991 yılının
Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 6 Kasım 1991'de İlhan Selçuk ve yaklaşık 80
Cumhuriyet çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992
tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesi'ndeki yönetim
değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan
Mumcu 24 Ocak 1993 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldü.
Bombalı saldırı sonucu yaşamını yitiren Cumhuriyet yazarı Ahmet Taner Kışlalı ise, son 20 yılda
Cumhuriyet yazarlarına yönelen saldırılar zincirinin son halkası oldu. Cumhuriyet, Uğur Mumcu,
Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Ümit Kaftancıoğlu, Cavit Orhan Tütengil, Onat Kutlar gibi çok
değerli yazarlarını yitirirken Server Tanilli saldırı sonucu sakat kaldı. Bahriye Üçok, Muammer
Ulusoy, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri güya çözülmeye başlandı...
2000 yılının ilk aylarında polisin yaptığı başarılı "Umut" operasyonu sonucunda katil sanıkları
yakalanarak adalete teslim edildi. 11.07.2000 tarihinde, İran tarafından yönetilip yönlendirilen
Tevhid, Selam ve Kudüs Ordusu örgütlerinin elemanları olan sanıklar Necdet Yüksel, Ferhan
Özmen, Hakkı Selçuk Şanlı, Yusuf Karakuş, Muzaffer Dağdeviren, Abdülhamit Çelik, Fatih
Aydın, Hasan Kılıç, mehmet Şahin, Mehmet Ali tekin, Haluk Özçelik, Mehmet Kasap, Mehmet
Gürova, Adil Aydın, Murat Nazlı, Arif Tarı ve Mahmut Koca yargılanmaya başlandılar.
Eşi ve abisi bulunan katillerin gerçek katil olduğuna asla inanmadılar. Aslında sır perdesi
Öcalanla yakından ilgiliydi. Hürriyet, "Abdullah Öcalan MİT'te ofis boydu" ifşaatını yaparak
olayı açmak istedi. Radikal yazarı Avni Özgürel, 'Fikir Ajans' adlı bir kuruluşta getir-götür
işlerini görürken tanıdığı genci yıllar sonra Bekaa'da Abdullah Öcalan kimliğiyle karşısında
bulunca şaşırmıştı... Meğer, Fikir Ajans, MİT'in bir yan kuruluşu değil miymiş? Hani,
Yeniçeri'nin "Sen bizim İsa Efendimizi öldürmüşsün" diye boğazına sarıldığı Musevi, "İyi ama, o
dediğin olay 1500 yıl önce oldu" deyince aldığı cevabı gel de hatırlama: "Ben yeni duydum..."
Avni Özgürel hakkı teslim etmiş ve "Öcalan sağcı geçmişini hiçbir zaman gizlemedi zaten"
demişti... Hürriyet de, haberine, "Öcalan'ın MİT irtibatına Uğur Mumcu ışık tutmuştu" ayrıntısını
eklemekteydi... Her ikisi de doğruydu. Abdullah Öcalan, Ankara'ya ilk geldiğinde namaz kılan
bir Anadolu çocuğu olduğunu kendisi defalarca anlatmıştı. Mahir Sayın'ın ilk bakışta adı tuhaf
gelen 'Erkeği Öldürmek' kitabı Öcalan'la konuşmalardan oluşur; orada o günlerdeki Öcalan
kimliğine ışık tutan bölümler vardır... Aynı kitapta, eşi Kesire'nin babası Ali Yıldırım'ın ve
Diyarbakır günlerinde yardımını aldığı, PKK'nın kuruluşunda emeği geçen 'Pilot Necati' lâkaplı
Necati Kaya'nın MİT ile ilişkili olduğu da anlatılır... Sizin anlayacağınız, bu iki ayrıntının da
bugün için haber değeri bulunmuyordu. Uğur Mumcu, rahmetli, bu tuhaf ilişkilere ilk ışık tutan
yazardı. Ölümünden hemen önce kaleme aldığı yazılar bu konudaydı. Suikasta uğradığında,
yakınları, "PKK ile ilgili bir kitap hazırlığındaydı, bazı belgelere ulaşmıştı" bilgisini vermişlerdi.
Yazdığı kadarı kitaplaştı, ama ülkeyi ayağa kaldıracak olağanüstülükte bilgiler yoktu kitapta...
İşin ilginç tarafı şudur: Öldürülmeden önce çalıştığı Cumhuriyet gazetesinin o zamanki yayın
müdürü Özgen Acar, suikastın üzerinden tam altı yıl geçtikten sonra, Uğur Mumcu'nun konuya
açıklık getirecek bilgileri nereden sağladığını anlamamıza yarayacak bir ifşaatta bulundu.
Kaynaklardan biri Milli Güvenlik Kuruluydu. Özgen Acar'ın kaleminden okuyalım: "Işık içinde
yatsın Uğur Mumcu, öldürülmeden önce çeteler kadar Apo'ya da takmıştı. PKK bağlantıları
konusunda yoğun bir araştırma yürütüyordu. Ölümünden sonra Milli Güvenlik Kurulu Genel
Sekreterliği'nden yüksek düzeyde bir yetkili bana –o zaman Genel Yayın Yönetmeni olduğum
için– şöyle dedi: Rahmetli Mumcu öldürülmeden 3-5 gün önce Apo hakkında bize bazı sorular
yönetti. Kendisine sınırlı olmak koşulu ile bazı bilgiler derlemeye söz verdim. Araştırmacılığını
bildiğim için onu yönlendirmek amacıyla kısa bir not hazırladım. Pazartesi günü kendisine
verecektim ki o pazar öldürüldü. Bu notu size veriyorum."
Konu, Uğur Mumcu'nun epey önemli yerlere uzanabilmesi bakımından ilginçti. Cumhuriyet
yazarının MGK genel sekreterliğinden bilgi talep edebilecek durumda olduğu anlaşılıyordu.
Suikast sonrası, dönemin Genelkurmay başkanı Org. Doğan Güreş, evini ziyaret ettiğinde,
"Dostumdu, zaman zaman görüşürdük" demişti, Emniyet genel müdürü Yılmaz Ergun da,
"Bizden bilgi isterdi, verirdik; suikastten kısa süre önce yine aramış, bazı belgeler talep etmişti,
hazırlıyorduk" anlamında sözler sarf etmişti. Daha sonra, Emin Çölaşan, gazeteci Celalettin
Çetin'e, bazı başka gazetecilerle birlikte RV Restoran'da oturup Uğur Mumcu'yla son çalışması
üzerine konuştuklarını anlatmıştı. Orada, "Medyadaki 2. Cumhuriyetçiler ve gericilere karşı
mücadele etmeye" söz verdiklerini de söylüyordu Çölaşan; Mumcu'nun belinden çıkarttığı silâhı
ellerine alarak... "Kâtilleri yakalandı" denilmesine, hatta suikastla irtibatlandırılıp birileri
cezalandırılmasına rağmen Mumcu Ailesi tatmin olmuş görünmedi... Yıllar sonra, Mehmet Ağar,
bakanlık koltuğunda otururken, acılı eş Güldal Mumcu'ya, "Bu işin arkasını bırakın" tavsiyesinde
bulunurken, "Devletle ilgili şeyler duvara benzer, alttan bir tuğla çektiğinizde bütünü yıkılır"
benzetmesinde de bulunmuştu...
Abdullah Öcalan'ın 'sağcı' geçmişi ile yakınlarının MİT irtibatını herkese anlatmaya hazır olduğu
günler sonradan geldi. Uğur Mumcu, henüz bu konuları kimse bilmezken ipin ucunu yakalamış
çözmeye başlamıştı. Tapu Kadastro Lisesi mezunu Öcalan'ın Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne
girebilmesini, bir eylem yüzünden gözaltına alındığı halde yurtta kalmaya ve devletten kredi
almaya devam etmesini yadırgatıcı buluyordu Cumhuriyet yazarı... PKK öncesi dönemde MİT'le
irtibatlı Pilot Necati ve Ali Yıldırım'ın Öcalan'a yakınlıklarını da... Buradan çıkartacağı sonuç
yazmakta olduğu kitabın tezi olacaktı besbelli... Olmadı, suikasta uğradı... "Radikal İslâmcı
teröristler öldürdü" denilip bir örgüte mâl edildi cinayet... Oysa, son olarak üzerinde çalıştığı
konular ve araştırmalarını genişletmek için başvurduğu adreslerin de soruşturma kapsamına
sokulması gerekirdi... "Ben, PKK'nın kuruluşundaki esrarengiz irtibatları araştırıyorum" diye
etrafına duyurması, bazılarının kulağına kar suyu kaçırmış olamaz mıydı? (38)
Deve Tuncay ( Tuncay Kantarcı): Tuncay Mataracı.
1980'li yıllardan beri içeride olan Gümrük ve Tekel eski Bakanı Tuncay Mataracı dizide dışarıuda
gösteriliyordu. Asıl maksat kirli işleri olanların gümrüklerde hep eleman bulundurduğu
gerçeğiydi. Onca uyuşturucu ve kaçak mal yakalanmadan başka türkü giriş-çıkış yapamazdı.
Mataracı’nın Yüce Divanda yargılanması ile ilgili tezkerede şunlar yazıyordu: Bakanın suç teşkil
eden fiillerine çeşitli sıfatlarla iştirak etmiş bulunan ve 9/2 Esas Numaralı Komisyon Raporunun
değişik metninde isimleri yazılı Şerafettin Elçi, Suat Sürmen, Salih Zeki Rakıcıoğlu, Köksal
Mataracı, Şahin Balta, Zeki Göktürk, Paşa Ali Alaman, Nuri Akbulut, Nihat Karadereli, Vural
Kazmaz, Rahim Meydan, Harun Gürel, Ali Galip Kayıran, Yusuf Yaman, Uğurcan Elmas, Şaban
Eyüpoğlu, Ali Yıldız, Halil İbrahim Demir, Hakkı Kalkavan, Salih Aydın ve Abuzer Uğurlu’nun,
rüşvet almak, rüşvet vermek, rüşvete aracılık etmek ve memuriyet görevini kötüye kullanmak
suçlarından yargılanarak, haklarında uygulanması istenilen T.C.K.nun 36, 64, 65, 80, 213, 220,
225, 226, 240 ve 6136 Numaralı Kanunun 12 ve 13 üncü maddeleri uyarınca cezalandırılmak
üzere Yüce Divan’a sevkleri Anayasanın 90 ıncı, 2324 Numaralı Anayasa Düzeni Hakkında
Kanunun 2 nci maddeleri gereğince Milli Güvenlik Konseyinin 23 Nisan 1981 tarihli 50 nci
Birleşiminde kararlaştırılmıştır. ( 39)
Elif Eylül: Avukat Şeyda Yıldırım.
Mafya avukatı olarak ün yaptı. Sadece Çakıcı’nın değil Kelebek Operasyonu" kapsamında 'çıkar
amaçlı çete üyesi olmak' suçundan yargılanan Sedat Peker'in ağabeyi Vedat Peker ile Atilla
Yıldırım’ında, Ebru Gündeş’inde avukatıydı.
Fransa’dan getirildikten sonra Çakıcı'nın yattığı Kartal Cezaevi'nde Şeyda Yıldırım haftanın iki
günü, 5-6 saat Çakıcı ile görüşmesi, aralarında ilişki var söylentisine neden olmuştu. Genç ve
güzel avukat Şeyda Yıldırım, 2000 yılbaşından beri her Salı ve Cuma günü avukat görüşü için
Kartal Özel Tip Cezaevi'ne gelip, Çakıcı ile görüşüyordu. Bu görüşmelerin süresi 5-6 saati
buluyordu. Çakıcı'nın, Türkiye'ye iadesinin ardından avukatı Muhittin Yüzüak aracılığıyla, Şeyda
Yıldırım'a ‘‘Bana uğrasın’’ diye haber göndermişti.
Bir iddiaya göre Yıldırım, Çakıcı ile görüşürken 'avukat görüş kabini'nde bulunması gereken
infaz koruma memurunun odadan çıkarılması üzerine jandarma müdahale etmişti. Kuşkulanan
jandarma, görüş sırasında kapının açık olmasını istedi. Ancak bir cezaevi görevlisi görüş
odalarında avukat ile müvekkil arasında banko ve demir parmaklıklar bulunduğunu, avukat ile
mahkumun biraraya gelmesinin mümkün olmadığını belirtiyordu. Cezaevinde uzun süre kalan
avukat Şeyda Yıldırım'a gazeteciler ‘‘Bu kadar uzun süre ne konuştunuz?’’ diye sordular. Güzel
avukat soruya ‘‘Hiç havadan sudan’’ diye cevap verdi. Yıldırım, ‘‘Çok eskiden beri tanıyorum.
Aramızda kesinlikle bir şey yok. Diğer avukatlar gidemediği için ben gidiyorum. Aslında ben de
memnun değilim ama böyle bir görev dağılımı yaptık’’ diye ekledi. Bayan avukat Şeyda
Yıldırım'ın Alaattin Çakıcı'dan önce, eski eşi Uğur Kılıç'ın avukatıydı. Çakıcı ile Uğur Kılıç daha
sonra boşandılar. Uğur Kılıç Uludağ'da öldürüldü. Çakıcı için de onu öldürttüğü iddiasıyla dava
açıldı. Bayan avukat, çiftin boşanma davasında da Uğur Kılıç'ın avukatıydı. (40)
Garip olan dizide Çakır yani Çakıcı’yı oynayan Oktay Kaynarca ile Şeyda, yani Elif Eylül’ü
oynayan bayan sanatçı gerçek hayatda beraber yaşıyan aşıklardı…
Behiç Türkcan: Ermeni aslıllı uyuşturucu taciri Behçet Türkcan.
1950 Lice doğumlu mafya lideri. Ermeni asıllı olan Cantürk, 1975 yılından itibaren bazı
kaçakçıların faaliyetlerine ortak oldu. 1975 yılında İlerici Gençlik Derneği'nin (İGD) tertiplediği
Diyarbakır Lice protesto yürüyüşünün organize etti ve para yardımında bulundu. Aynı yıl askere
gitmemek amacıyla rüşvet vererek Konya Askeri Hastanesi'nden çürük raporu aldı. 1977 yılında
silah kaçakçılığına başladı. 1978 sonlarında Türkiye'nin Doğu Bölgesi ile Irak ve İran'ın bir
parçasında müstakil bir Kürt devleti kurmayı amaçlayan, Celal Talabani'ye bağlı İttihadı Vatani
Kürdistan Partisi ile işbirliği içerisinde bulunan Devrimci Doğu Kültür Dernekleri'ne (DDKD)
üye oldu, Aynı tarihte, DDKD'yi maddi yönden kuvvetlendirmek amacıyla silah, mühimmat,
uyuşturucu madde ve gümrük kaçakçılığına başlamışdı. 1979 yılında Bulgaristan'dan kaçak
olarak PKK'ye silah getirdı. 1981 yılında, illegal olarak Suriye'ye gitmiş ve ASALA üyeleriyle,
ASALA DDKD işbirliği ile uyuşturucu madde kaçakçılığı faaliyetlerini birlikte organize etme
kararı aldı. 1981-1983 yılları arasında Kapalıçarşı'da kuyumcu Ermeni ve Süryanilerle altın ve
pırlanta kaçakçılığı yapmıştır. 1983 tarihinde Dündar Kılıç ve İsmail Hacısüleymanoğlu'nun,
Kapalıçarşı'daki gayrimüslim ve Diyarbakırlılara, altın ve pırlanta kaçakçılığını ele geçirebilmek
amacıyla baskı yapması üzerine, ASALA'nın Kapalıçarşı'ya yaptığı bombalı ve silahlı eylemi
organize etti. 1983'den 1994'e dek Diyarbakır'daki uyuşturucu tekelini elinde tutuyordu. 22
Haziran 1984 tarihinde PKK mensubu olması dolayısıyla Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı'nca
tutuklandı. Mart 1993 ayı itibarıyla Akdeniz'de batırılan Kısmetim I gemisinde bulunan 3 ton
uyuşturucuya Hüseyin Baybaşın ile ortak olduğu, PKK'ye para toplanmasında kaçakçılar ile örgüt
arasında aracılık yaptığı, Nisan 1992 tarihinde İranlı Hüsno adlı şahıs ile birlikte Pakistan'dan
Türkiye'ye 6 ton bazmorfin ve 5 ton esrar getirdiği iddia edild. Yeşil tarafından öldürüldü. Liceli,
ünlü uyuşturucu kaçakçısı. Küçük yaşlardan itibaren çeşitli yasadışı olaylara karıştığı için
defalarca cezaevine girip çıktı. İranlı baz morfin kaçakçıları ve uyuşturucu kaçakçısı Sarı
Avni'yle çeşitli uyuşturucu ve silah işleri yaptı. 1984'teki babalar operasyonunda gözaltına alındı.
14 Ocak 1994 tarihinde kimliği belirsiz kişilerce kaçırılan Cantürk'ün, cesedi, bir gün sonra 15
Ocak 1994'te şoförü Recep Kuzucu'yla birlikte Sapanca'da ölü bulundu.
Çakıcının Gazino Müdürü Korkmaz Yiğit.
Erzincan'da 1943 yılında doğan Korkmaz Yiğit, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık
Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. 1978 yılında iş hayatına atılan Yiğit, kamuoyunda yaptığı lüks
konutlarla tanınıyor. Asıl ününü ise Doğuş Holding'ten Bank Ekspres'i 85 milyon dolara
almasıyla yaptı. Bank Ekspres, Ekspres Yatırım, Ekspres Leasing, Ekspres Factoring ve Ekspres
Danışmanlık'ın da katılımıyla sayıları artan şirketlerini 1997'de holding çatısı altında topladı.
1998'de ise gazete, radyo ve televizyon yayıncılığına yatırım yapmaya başladı. Yeni Yüzyıl
Gazetesi Eylül ayı başında (1998) Sabah Grubu’ndan Yiğit’in grubuna dahil oldu. Yiğit, Ekim
ayında da Milliyet’in çoğunluk hisselerinin sahibi oldu.. Milliyet Gazetecilik A.Ş. ve AD
Yayıncılık A.Ş.’nin toplam 310 milyon dolar değer biçilen hisselerinin çoğunluğu Korkmaz Yiğit
grubuna devredildi. Ülkücü mafya lideri Alaattin Çakıcı ile ilişkileri gündeme gelen Yiğit’in
patronluğu bu gazetelerde bir hareketlenmeye neden oldu. Yeni Yüzyıl gazetesinden köşe
yazarları Ahmet Altan ve Can Dündar istifa ederken, Milliyet gazetesi çalışanları hisselerini geri
alması için Aydın Doğan’a baskı yapmaya başladı. Öte yandan Yiğit, ulusal kablolu yayında yer
alan 3 TV, ulusal yayın yapan 2 radyo ve 1 yerel televizyona ortak oldu. Renk TV ve Virjin
TV'den sonra Kanal E'yi de medya grubuna kattı. Böylece Yiğit, Kanal E ile bölgesel, Genç TV
ile ulusal, Renk TV ve TV 2000 ile de yerel bazda yayın yapan televizyon kanallarına sahip oldu.
Kanal E’nin kurucusu anlatan Hakan Çizem, satış konusunda "Bu, rakamı ortada olmayan bir
satış. Bizim kredi borçlarımızı ve piyasa borçlarımızı üstlendiler, biz de alacaklarımızı düştük"
derken, kulislerde, kanalın 20 milyon dolara satıldığı söylentileri dolaşıyor. Holdingin lokomotif
şirketlerinden Korkmaz Yiğit İnşaat, Abdullah Efendi villaları, Kibele ve Platin konutları gibi
lüks projeleri bitirdi, Nova Platin, Yeşil Vadi, Artemis ve Hermes konutları ile İspartakule
Uydukenti projelerine de devam ediyor. Yiğit'in kurucusu olduğu Korkmaz Yiğit Eğitim Vakfı,
Arnavutköy Lisesi'nden sonra, Etiler'de Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi'nin yapımı için Milli
Eğitim Bakanlığı ile protokol imzaladı. Yiğit, Türkbank skandalında ihaleye fesat karıştırmak ve
çete kurmaktan tutuklandı. Ancak Türkbank davası zaman aşımı nedeniyle 14 Nisan 2005’de
Yargıtay’dan dönünce masum oluverdi.
Barış Buldan: Savaş Buldan.
1964 Hakkari Yüksekova doğumlu Kürt kökenli mafya lideri. PKK'yı desteklediği ve uyuşturucu
ticareti ile uğraştığı iddia edildi. 2 Haziran 1994 tarihinde İstanbul Yeşilyurt Çınar Oteli'nde
yanında bulunan Adnan Yıldırım ve Hacı Karay ile birlikte silahlı şahıslarca kaçırıldı. 4 Haziran
1994 tarihinde ise Bolu Yığılca ilçesi Yukarıkaraş grup köy yolunda Adnan Yıldırım ve Hacı
Karay'la birlikte ölü bulundu. Kardeşi Necdet Buldan yaptığı açıklamada, kardeşinin devletin
içindeki bir gizli örgüt tarafından öldürüldüğünü öne sürdü.
Susurluk aslında bu olayla başlar. Tarih 14 Ocak 1995. Saat 21.30 sularında Ataköy Polat
Rönasans Oteli’ndeki, Ömer Lütfi Topal’a ait Emperyal Gazinosunun kapısından içeri iki paralı
müşteri girer. Asgar Smitko ve Lazım Eamaeili. İranlı uyuşturucu kaçakçıları, otele girerken,
Asgar 0532-215-3774 numaralı cep telefonuyla hararetli bir şekilde 0532-312-7770 numaralı cep
telefonundaki muhatabınla konuşmaktadır. Gazinoya girerken Asgar’ın görüşmesi biter. Bu
Asgar’ın son telefon konuşmasıdır. Asgar ve Lazım, kumar oynamaya başlarlar, bir saat sonra
Lazım’ın kardeşi Ahmet Esmaeili ve arkadaşı Hanefi de onlara katılır. Kumar sabah saat 03.00’e
kadar devam eder. Karınları acıkmıştır. Gazinonun restoran kısmına geçip yemek yerler. Saat
03.45 civarında gazinodan ayrılırlar. Çıkışta kapıda “Kasım” isimli şahsa rastlarlar. Kasım, 1994
yılı Haziran ayında faili meçhul bir şekilde öldürülen Diyarbakır’lı Adnan Yıldırım’ın yeğenidir.
Yıldırım, yine faili meçhul bir şekilde öldürülen Savaş Buldan’ın da yakınıdır. Faili meçhul bir
şekilde öldürülen Yıldırım ve Buldan'ın, garip bir tesadüf eseri, aynı şekilde öldürülen Ömer Lütfi
Topal ve Hacı Han gibi "Yeşilyurt Dilkum Evleri Bloklarında" Mehmet Ağar'ın komşusu olduğu
söylenmektedir.
Kasım, kapıda cep telefonuyla kürtçe konuşmaktadır. Görüştüğü kişiye “burada havalar soğuk”
diyen Kasım, onları görünce izahat vermek ihtiyacını duyar, “gazinonun içinde telefon çekmiyor
da onun için buradan ediyorum” der. Halbuki gazinodan cep telefonları ile gayet rahat
konuşulmaktadır. Lazım ve Asgar, Lazım’ın Mercedes arabasına binerler. Ahmet ve Hanefi de
diğer arabaya. Önde Lazım ve Asgar, arkada da diğerleri peş peşe yola koyulurlar. Gazinodan 1
km kadar uzaklaştıklarında, yolda bekleyen bir sivil polis ekibi öndeki arabayı durdurur ve Lazım
ve Asgar’ı arabadan çıkarıp, üzerlerini aramaya başlarlar. Ahmet ve Hanefi, kendilerine herhangi
bir ikaz yapılmadığı için ekibi geçip 100 metre kadar ileride durup, arama neticesini izlemeye
başlarlar. Polis ekibinin üç arabası vardır. Biri tepe lambalı bir beyaz Renault, iki adet de Şahin.
Ahmet ve Hanefi, o telaşla, arabaların plakalarına bile dikkat etmezler. Hafızalarında sadece
aramayı yapanlardan turuncu montlu, 1,80 boyundaki bıyıklı şahıs kalır. Polis görünümlü sivil
ekip, üst araması yaptıktan sonra, Lazım ve Asgar’ı, Mercedes otomobile, yanlarına alarak diğer
ekip arabaları ile birlikte olay yerinden uzaklaşırlar. Ahmet ve Hanefi onları bir süre uzaktan ve
çekinerek izlemeye çalışırlar, ancak bunda başarılı olamazlar. Sokak aralarını, ana caddeleri
dolaşıp, Lazım ve Asgar’ı bulmaya çalışırlar. Bir süre sonra Lazım’ın Mercedes otomobilini,
Florya semtinde terkedilmiş olarak bulurlar. Ahmet Esmaeili, sabaha doğru, MİT İstanbul Bölge
Başkanlığını arayarak, nöbetci amirine olayı anlatır. Ertesi gün, yani 16 Ocak 1995 akşamı saat
23.00 sularında, Ahmet Esmaeili'nin 0532-214-8005 numaralı cep telefonu çalar. Arayan Ahmet
Demir (Yeşil) isimli, düzgün Türkçe konuşan bir şahısdır.
Ahmet adaşı Ahmet’e “Ağabeyin ve Asgar Smıtko’nun sağlıkları yerinde, merak etme, ancak bir
sınırdışı edilme olayı var. Bana, yarın en geç 10.30’a kadar, Ziraat Bankası, Ankara, Ulus, Heykel
Şubesindeki hesabıma bir 300 bin mark havale ediver. Havaleyi yapınca beni 0542- 211-8582
numaralı cep telefonumdan arayıp bildir” der. Ahmet Esmaeiliİ için 300 bin mark önemli
değildir. Ağabeyi Lazım ile Asgar’ın sağlık haberine sevinmiştir. Üzerinde 200 bin mark kadar
para vardır. Hemen bir arkadaşını arayarak üstünü tamamlar. Ertesi günü, yani 17 ocak 1995
tarihinde, saat 11.00’de, parayı Ziraat Bankası Heykel Şubesideki Ahmet DEMİR hesabına
havale ettirir. Ahmet Esmaeili, havaleyi yaptıktan sonra, kendisine verdiği numaradan Ahmet
Demir’i, yani Yeşil Kod Mahmut Yıldırım’ı arar. Parayı havale ettiğini söyledikten sonra Ahmet
Demir’e, “ağabeylerinin ne zaman serbest kalacağını” sorar. Ahmet Demir, Esmaeili’ye
kendisinden haber beklemesini, ağabeysi ve arkadaşının sağlıklarının yerinde olduğunu, merak
etmemesini bildirir.
Ahmet Demir, 19 Ocak 1995 akşamı, saat 22.00 sularında Ahmet Esmaeili’yi arar. Ahmet ,
ağabeysi ile Asgar’ın serbest bırakıldığı haberini alacağını umduğu için heycanlıdır. Ancak,
Ahmet DemirR, 200 bin marka daha ihtiyaç olduğunu, parayı Ziraat Bankası, Ankara Merkez
Şubesi nezedindeki adına ait 10030/0090397829 numaralı döviz hesabına yatırmasını söyler.
Ahmet Esmaeili, o kadar parasının olmadığını ve ancak, en çok, 50 bin dolar daha bulabileceğini
söyler. Mutabık kalmaları üzerine, 20 Ocak 1995 günü, bahsigeçen hesaba 50 bin dolar havale
ettikten sonra Ahmet Demir’i arar. Parayı gönderdiğini, ağabeylerinin ne zaman serbest
kalacaklarını yeniden sorar. Ahmet Demir, "adıgeçenlerin, Emniyet Yabancılar Şubesinden
sınırdışı edilme durumlarının bulunduğunu, bu konuyu halletmeye uğraştıklarını, Lazım ve
Asgar'ın, İstanbul'da emniyete bulunduklarını ve sağlıklarının iyi olduğunu belirtir” Demir,
adıgeçenlerin 21 Ocak 1995, Cumartesi günü, Emniyet kanalıyla serbest bırakılacaklarını da
söyler. Ahmet Esmaeiliİ, 21 Ocak 1995 gününü, ağabeysi Lazım ve Asgar’ı bekliyerek geçirir.
22 Ocak1995 günü, Ahmet Demir kendisini arar. Lazım ve Asgar’ın kaçırılması ile ilgili olarak
kendi adının gazete haberlerinde yer almasından dolayı son dercede sinirlidir. Ahmet Esmaeili’ye
“sen kimle dans ediyorsun, sen bizim kim olduğumuzu biliyor musun" gibi tehdit edici sözler
söyler ve telefonu yüzüne kapatır. Ahmet Esmaeili, bu konuşmadan sonra, çok kere cep
telefonundan arayarak, Ahmet Demir’le irtibat kurmaya çalışır. Ancak telefon cevap
vermediğinden temas kuramaz. Asgar Smitko ve Lazım Esmaeili’nin polis görünümlü ekip
tarafından alınıp kaybolmalarının üzerinden bir hafta geçmişti. İranlıların akibeti ile ilgili
herhangi bir bilgi yoktur. Oklar, Yeşil Kod Mahmut Yıldırım’ı gösteriyordu. ( 41)
Basına yansıyan haberler, İranlı uyuşturucu kaçakçılarını Yeşil’in kaçırdığına dairdi. Para
trafiğinin de Yeşil’in banka hesabı istikametinde olması, Yeşil Kod’un bu olayın içinde olduğu
fikrini kuvvetlendiriyordu. İstanbul’da şehrin göbeğinde, tepe lambalı, polis görüntülü bir ekiple
iki İranlı uyuşturucu kaçakçısını kaçırdığı söylenen Yeşil Kod Mahmut Yıldırım’ın aç gözlülüğü
Susurluk’a kadar gider ve sonrası bağırsakların temizlenmesi sürecini başlatır.
Testere Necmi: Yaşar Avni Musullulu.
Interpol'ün kaçaklar için çıkardığı "kırmızı bülten"in birinci sırasında yer alan "Sarı Avni" lakaplı
Avni Karadurmuş (Yaşar Avni Musullulu), "Türk Escobar" olarak tanındı. Uyuşturucu
mafyasının önde gelen isimlerinden biri olarak bilinen Sarı Avni'nin, 12 Eylül 1980 ihtilalinden
sonra kaçtığı yurtdışında hemen her olayda adı geçti. Bulgarlarla ortak eroin laboratuvarından
Papa'ya düzenlenen suikasta; kara para aklamadan, İtalya'daki devlet -mafya savaşında "köprü
adam"lığa kadar, her taşın altında Sarı Avni çıktı. Rize'nin Çayeli ilçesinde 1942 yılında doğan
Sarı Avni, 1980 yılından beri uzun süre yurtdışında yaşadı. Interpol'ün kırmızı bülteninde de ön
sıralarda bulunan Sari Avni, Amerikan Narkotik Bürosu'nca hazırlanan raporda, dünyanın önde
gelen eroin şebekelerine en fazla baz morfin sağlayan adam olarak yer aldı. Balgat ve
Bahçelievler katliamları ile Papa'ya suikast olayına karışan ülkücü teröristleri gizleyip parasal
olarak desteklediği öne sürülen Sarı Avni, 1985 yılında Zürih'te "sağ kolum" dediği Paul
Waridel'in yakalanmasıyla güç anlar yaşadı.
İtalya ile Amerika arasındaki kaçakçılık bağlantılarını kurduğu öne sürülen Waridel'den sonra
Sarı Avni, şebekesini yeniden oluşturdu. Yurtdışına kaçtığı 1980 yılından sonra uyuşturucu
madde ve silah kaçakçılığı ile yaklaşık milyarlarca dolar kazandığı belirtilen Sarı Avni, 1987
yılında İngiliz polisinden darbe yedi. Uluslararası üne sahip mafya lideri Sarı Avni'ye ait olduğu
belirlenen 10 milyon sterlin değerindeki eroin, Londra'nın Halley Caddesi'nde ele geçti. Sarı
Avni'nin daha önce mafyanın ölüm listesinde "bir numaralı" kişi olarak bilinen ve İtalya'da devlet
- mafya savaşında ilk kez adalet çarkının çalışmasını sağlayan savcı Giovanni Falcone'ye karşı 21
Haziran 1989 tarihinde hazırlanan bombalı suikasta karıştığı saptandı. Öte yandan, Interpol'ün
Amerikan Uyuşturucuyla Mücadele Örgütü ile birlikte yaptığı araştırmalar sonunda İsviçre'de
özellikle İtalyan ve Lübnan mafyasının gelirini akladığı belirlendi. Ayrıca PKK, KUK ve Rizgari
örgütlerinin sağladığı eroini Avrupa ve ABD'de pazarlayıp karşılığında silah aldığı da iddia
edilmişti. Musullulu, 5 Kasım 1998'de Balıkesir Altınoluk'ta polis tarafından ele geçirildi.
Yakalanmasından kısa bir süre sonra Musullulu'nun Susurluk kazasından iki gün önce
Altınoluk'ta Abdullah Çatlı, Sedat Bucak ve Hüseyin Kocadağ'la buluşarak yemek yediği ortaya
çıktı. Musullulu, poliste verdiği ifadede, 1985'te Türkiye'ye döndükten sonra 14 yıl boyunca Rıza
Ekşioğlu sahte kimliğiyle Altınoluk'ta yaşadığını da itiraf etti.
Kurtlar Vadisi’nin Testere Necmisi 1998’de İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde sorgulandı ve
DGM'ye sevkedildi.. Sorgusunda uluslararası uyuşturucu ve kara para organizatörü olduğu
iddialarını kabul etmemişti. Ancak kendisini dönemin 'en iyisi ve en büyüğü' olarak tanımlayan
Sarı Avni, 12 Eylül öncesinde, yasadışı yollardan Türkiye'ye çok sayıda silah soktuğunu, bir
partide 30 bin silahın yurda girmesini sağladığını itiraf ediyordu. Musullulu, zaman aşımından
faydalanarak ceza almamak için 1980 öncesine ait suçları kabul etmiş, 3 Kasım 1996’da Susurluk
ile başlayan, didik didik edilen konularda ise bilgi vermiyordu. Güya Susurluk’un kahramanları
Abdullah Çatlı, DYP Milletvekili Sedat Bucak ve polis müdürü Hüseyin Kocadağ’ı ilişkisi
ispatlanmasına rağmen tanımadığını savunuyordu. 1980 öncesinde silah ve sigara kaçakçılığı
yaptığını, dolaylı olarak uyuşturucu kaçakçılığına bulaştığını polise anlatan Sarı Avni, 'Ben mafya
degilim, kaçakcıyım. Dönemin de en iyisiydim' demişti.
Dünyanın en büyük uyuşturucu kaçakcılarından sayılan Abuzer Uğurlu'yu ( Hüsrev Ağa)
tanıdığını belirten Sarı Avni, 'Ben bir bakıma Abuzer Uğurlu'nun Türkiye ayağıydım' demek
istiyordu. İnterpol tarafindan da sorgulanan Sarı Avni polise verdiği ifadede, '1969 senesinde
Almanya'dan Türkiye'ye dönüşte uğradığım Sofya'da silah kaçakcısı Abuzer Uğurlu ile tanıştım.
Samimiyetimiz ilerleyince, birlikte silah işine girdik. Uğurlu silah kaçakcılığında Bulgaristan'ın
temsilcisiydi. Ben ise Türkiye temsilcisiydim. Türkiye'ye silah satarken sagcı ve solcu ayrımı
yapmıyorduk. Parayı bastırana silah veriyorduk. Yeter ki, silah almaya müsteri olsun' itiraflarında
bulunmuştu. Avni ayrıca, '1980'li yıllarda ise damadım Korkmaz Gözdağ'ın tanıştırdığı Behçet
Cantürk'ün vasıtasıyla uyuşturucu işine de başladım. Türkiye, İsvicre ve İtalya olmak üzere 3
ülkeden kırmızı bültenle aranıyordum. Behçet Cantürk ve İsviçreli Poll Dackers, 1980 'de
Amerika, İsviçre, İtalya ve Türkiye'nin ortak düzenlediği operasyonla yakalandı. Bu dönemlerde
Türkiye ve Avrupa'lı uyuşturucu kaçakcılarıyla koordinasyonu sağlıyordum' demişti dobra dobra.
'Ben o dönemin en büyük silah kaçakcısıydım. Ortaklarım Behçet Cantürk ve Serdar Seven'di.
Ben milliyetçi bir insanım. PKK örgütüne de herhangi bir para yardımım olmadı' diyen Sarı Avni,
'Silah ve uyuşturucudan kazandığımız paraları ise, Damadımın o dönemlerde Kapalıcarsı'da
bulunan kuyumcusunda aklıyordum. ( Dizide Ermeni kuyumcuTerzioğlu; Polat konuşturup
öldürdü) Daha sonra Taksim'de bulunan Kenndy Oteli'ni, Hayrettin Mimaroğlu'yla birlikte satın
aldım. Hisselerimi damatlarıma dağıttım. Zaten bütün mal varlığımda kızlarım ve damatlarımın
üzerine kayıtlı' dedi.
Arkasında herhangi bir siyasetci ve müdürün olmadığını belirten Sarı Avni, 'İzmir Dikili'de
çiftliği bulunan bir kadınla ilişkim oldu. Bu kadının Dikili'de çiftliği bulunuyor. Ancak bu kadın
çocukla ilgili olarak başka bir adamı 'kendisine saldırdığını iddia ederek' öldürdü. 24 yılla
yargılandı ve sonunda cezası düşerek 4 ay cezaevinde kaldı ve çıktı' diye konuştu. Sarı Avni'nin
İstanbul'da bulunan kızları da Narkotik polisi tarafindan ifadelerine başvurulmak üzere gözaltına
alınmıştı. Sarı Avni'nin kızlarının verdikleri ifadede, 'Biz babamızla ayrı yaşıyorduk. Hiç
birşeyden bilgimiz yok' demişlerdi. (42 )
Halen Ankara Mamak Askeri cezaevinde tutuklu bulunan Osman İmamoğlu’nun Avni
Karadurmuş’tan 220 adet tabanca, 500.000 adet mermi, yine Avni Karadurmuş ile Mehmet
Kapanoğlu’ndan 600.000 adet mermi satın aldığı, 1973 yılının Eylül ayında Avni Karadurmuş ile
Mehmet Kapanoğlu’nun ortaklaşa Bulgaristan’ın Varna limanından getirip, Kastamonu-
Çatalzeytin sahillerinden 450,000 adet 7.65 mm. çapında, 150.000 adet 6.35 mm çapında tabanca
mermisini yurda soktukları, Cemal Çetin ve Rafet Çolak isimli şahısların kullandığı kamyonlarla
anılan mermilerin Elazığ ili Palu ilçesinden Mehmet Karadağ’a teslim edildiği Osman
İmamoğlu’nun ifadesinden anlaşılmıştı.
İsmail Çelik’in 18.5.1982 günü Suluova garnizon Komutanlığı’nda alınan ifadesinde; 2.8.1973
günü Samsun İli Bafra İlçesi Kocu köyünde mukim Orhan Baki Tanyelin evinde jandarmaca
yapılan aramada 2763 adet tabanca, 314.700 adet mermi yakalanmış, tahkikatın derinleştirilmesi
sonucu yapılan operasyonlarda, toplam 3894 adet tabanca, 880.524 adet mermi ele geçirilmişti.
Anılan tabanca ve mermilerin İsmail Çelik, Doğan Dursun Çelik, Tahsin Özkul, Cemal İlkbay,
Sabri Yıldız, fahri bank ve Fikri Bilgin tarafından yurt dışından getirildiği tespit edilmiş, adı
geçen şahıslardan Tahsin Özkul, Sabri Yıldır, Fahri Bank ve Fikri Bilgin yakalanarak adliyeye
sevk edilmişti. Diğer sanıklar İsmail Çelik, Doğan Dursun Çelik, 1974 affına kadar firar
etmişlerdi. Söz konusu mermilerin Avni Karadurmuş tarafından Bulgaristan’dan getirildiği,
İsmail Çelik’in 18.5.1982 gününde alınan ifadesinde belirtilmekteydi.
İsmail Çelik’in aynı tarihli ifadesinin devamında 1974 affından bir müddet sonra 1974 yılının yaz
aylarında Avni Karadurmuş tarafından Bulgaristan’dan Abuzer Uğurlu’dan temin edilen 600-700
adet tabancanın, Avni Karadurmuş’a ait, kaptanlığını üçkağıtçı Mustafa lakabı ile tanınan şahıs
tarafından şahıs tarafından getirilerek, Fatsa Balaman arasında bir yerden yurda sokulduğu ve
anılan malların dağıtımının Avni Karadurmuş tarafından yapıldığı, İsmail Çelik’in de söz konusu
tabancalara ortak olduğu, yine 1975 sonbahar aylarında aynı şahısların 600-700 civarındaki
tabancaları bu defa Rize ili, Gündoğdu nahiyesi sahillerinden yurda soktukları, yine aynı yıl
içersinde Avni Karadurmuş’a ait kaptanlığını Üçkağıtçı Mustafa lakabı ile tanınan şahsın
kullanmış olduğu 700-800 baks sigara yüklü motor Rus hücumbotları tarafından, anılan sigaralara
el konularak motorun serbest bırakılmıştı. 1976 yılında yine aynı şahıslar tarafından Vakfıkebir
Akçaabat arası bir yerden 700-800.000 civarında merminin, pelte Niyazi isimli şahsın motoru ile
çıkarıldığı, kamyonlara yüklenerek Pendik’te Osman İmamoğlu’nun zulasına konulduğu, yine
anılan malların satışının Avni Karadurmuş tarafından yapıldığı anlaşılmıştı.
Bahse konu şebekenin 1976 senesinde dağıldığı, bu defa İsmail Çelik, Tahsin Özkul, Hüseyin
Dönmez, Ali Lermioğlu ve Avni Karadurmuş’un anlaşarak 1977 yılında Bulgaristan’dan temin
etmiş oldukları 500.000 adet mermiyi Bartın’dan yurda soktukları, satışının Ali Lermioğlu
tarafından yapıldığı, aynı yıl aynı ortaklarla aynı yerden 500 baks sigara çıkartıldığı, satışının
yine Ali Lermioğlu tarafından yapıldığı. 1978 yılında yine aynı şahıslar tarafından 500.000 adet
merminin aynı yerden çıkarıldığı, yurda sokulan mermilerin 80 kolinin Tahsin özkul tarafından
Hasan Civelek’e satıldığı ve satılan bu mermilerden bir kısmının yakalandığı, fakat örgüt
elemanlarının ismini vermemesi nedeniyle kendilerinin dahil olduğu şebekenin ortaya çıkmadığı,
geri kalan mermilerin satışının yine Ali Lermioğlu tarafından yapıldığı, belirtilmekteydi.
İzmir Mali Şube ekiplerinin gerçekleştirdikleri operasyonlar sonucunda, 1979 yılı Ramazan ayı
içersinde, Bodrum sahillerinden Avni Karadurmuş ve İbrahim çiftçi tarafından kiralanan 2
motorla ince Mehmet parolası verilerek, bir gemiden çuvallar dolusu silah alındığı, 1 motorun
batma tehlikesi geçirmesi nedeniyle çuvalların bir bölümünün denize atıldığı, ancak silah dolu 28
çuvalın kurtarıldığı, olayla ilgili olarak yakalanan aşağıda isimleri geçen şahıslar İzmir
Sıkıyönetim Komutanlığı 2. Numaralı Askeri Mahkemesince 13659 evrak, 1981/473 esas ve
1982/20 karar sayı ile Aslan Kandemir, Adem Gür, Ayhen Gür, Osman Gür ve Talat Yılmaz 12
yıl 6 ay hapis cezasına, İbrahim Çiftçi ise 15 yıl hapis cezasına çarptırılmışlardı. Avni
Karadurmuş olayı müteakip firar etmişti. Avni Karadurmuş halen firar olduğundan
yakalanmasına çalışılmaktaydı. Toplu silah ve mermi kaçakçılığından Hk. Kırmızı bülten
çıkarıldı. Şu anda İsviçre’nin Appenzan kantonunda ikamet ediyor. İfadesi için güvenlik
çalışmaları sürdürülüyordu.
Sarı Avni’nin ilişkileri 12 Eylül darbesinin kudretli 5 paşasından biri olan eski Hava Kuvvetleri
Komutanu Orgeneral Tahsin Şahinkaya’ya kadar uzanmıştı. Ancak bu ilişki hep sümenaltı edildi.
Selahaddin Delidere adlı mafia itirafçısı MİT’e ilginç bir ihbarda bulunmuştu. İhbarda,
uyuşturucu kaçakçılığında en büyük isimlerden biri olan Sarı Avni'nin (Avni Musullulu veya eski
ismi ile Avni Karadurmuş) ve onun ortağı olan Behçet Cantürk'ün Milli Güvenlik Konseyi Üyesi
Orgeneral Tahsin Şahinkaya'nın himayesinde olduğunu iddia ediyordu. Tahsin Şahinkaya'ya bu
sebeple çanta ile para yollandığını ve Sarı Avni tarafından İsviçre'de bir volla alındığını
belirtiyordu. Bu önemli iddiayı, soruşturmayı yürüten Ankara Sıkıyönetim Mahkemesine ihbarı
MİT göndermek istiyorü ancak nasıl yollayacaklarını bilemiyorlardı. MİT, resmi yazıda bu
hususları belirtse, asker olan amirlerinin yazıyı imzalamayacağını çok iyi biliyordu. Neticede
resmi yazıda Konsey üyesi Tahsin Şahinkaya'dan bahsetmeyip sadece "Selahattin Delidere'nin
Diyarbakır'da alınan ve uyuşturucu kaçakçılığı ile önemli bilgiler ihtiva eden ifadesiyle ilgili bant
ilişiktedir" şeklinde bir yazı hazırlandı ve yazı makamlardan geçerek imzalandı ve ekindeki
bantla birlikte Ankara Sıkıyönetim Mahkemesine gitti. Mehmet Eymür’e göre kendi üzerilerine
düşen görev yapılmıştı. Sonra ne oldu diye soruyorsanız, bir şey olmadı. Olduysa bile duyan
olmadı. Ve hayat devam etti, gitti... Musullulu, 6 ton 214 kilo 773 gram esrarın yurtdışına
çıkarılmasıyla ilgili yargılandığı davanın 5 Mayıs 1999 tarihli duruşmasında, "Size hiç yalan
söylemedim. Eğer ben ceza alırsam, bunun günahı ve vebali Allah katında büyüktür" dedi.
Mahkeme, Musullulu'yu 8 yıl 9 ay ağır hapis ve 388 milyar 423 milyon 312 bin 500 lira ağır para
cezasına çarptırdı.
Laz Ziya'nın yardımcısı Orhan: Kadrosu MİT'de olan ve bir kenarda
ölü bulunan Tarık Ümit.
Dündar Kılıç'ın eski ortağı, MİT ajanı. Ümit, 1947 yılında Düzce'de doğdu. Babasını kaybedince
küçük yaşta Almanya'daki amcası Cemalettin Ümit'in yanına gitti. 1968'de Türkiye'ye
döndüğünde Alman eşinden iki kızı vardı. Yeraltı dünyasıyla da bu tarihlerde tanıştı. Kendisi
gibi Düzceli olan ve adı eroin kaçakçıları arasında geçen Ferda Seven ile ilişki kurdu. Seven'in
tavsiyesiyle Dündar Kılıç'ın yanında çalışmaya başladı. Ancak 1975'te yaşamında yeni bir sayfa
açıldı ve MİT'le ilişkiye geçti. 14 Haziran 1978'te ikinci sınıf uzman olarak teşkilattaki resmi
görevine başladı. Mehmet Eymür ve ekibi tarafından oluşturulan MİT raporunun hazırlanmasına
katkıda bulunanlar arasında yer aldı. Eymür, MİT Güvenlik Dairesi başına geldiğinde, MİT
raporu sonrasında görevinden uzaklaştırılan Ümit'le ilişkisini sürdürdü.
Ümit, 1994 yılında Korkut Eken aracılığıyla Mehmet Ağar'la tanıştı. Ümit'in istihbaratı sonucu
yüklü miktarda eroin imalatında kullanılan asit - anhidrit ele geçirilmesi emniyette dost
kazanmasının yolunu açtı. Ümit, belirsiz kişilerce 2 Mart 1995'te kaçırıldı ve halen kayıp.
Kaybolmasının ardından Mehmet Eymür, kızı Hade Birinci'yi arayıp babasının Korkut Eken
tarafından kaçırıldığını belirtti. Ümit'in, son görüldüğü kişiler özel timci polisler Ayhan Akça ve
Ziya Bandırmalıoğlu oldu. Kaçırılmasından sonra telefon kayıtları üzerindeki incelemede son
gecesinde hem emniyet hem de MİT merkeziyle görüştüğü tespit edildi. Kayıtlarda rastlanan son
numaralar ise, Alaattin Çakıcıı'nın kardeşi Gencay Çakıcı ve özel timciler Ayhan Akça ile Ziya
Bandırmalıoğlu'nun arkadaşı Avşar Kederoğlu oldu. Mehmet Eymür, Susurluk Komisyonu'na
verdiği ifadede, Tarık Ümit'in Dündar Kılıç'a yönelik polis eylemine girmediğini, kaçırılmasından
İbrahim Şahin ve Mehmet Ağar'ın haberdar olduğunu, Abdullah Çatlı tarafından sorgulandığını
öne sürdü. Komisyona ifade veren Tarık Ümit soruşturmasını yürüten Jandarma İstihbarat
Astsubay Ahmet Altıntaş ise Ümit'in ailesinin Orta Asya'daki 4.5 milyon dolarlık uyuşturucu
parasının Kıbrıs'ta First Merchant Bank'ta aklanması sırasında ortaya çıkan anlaşmazlık
olabileceğini söylediğini aktardı.
Bir süre sonra Altıntaş görevinden alındı, Tarık Ümit'in ortadan kayboluşu ise Susurluk
Raporu'nun değinmediği olaylar arasında yer aldı. Resmi soruşturma dosyasına göre ise Tarık
Ümit son olarak Erenköy'deki Divan Pastanesi'nde otururken İbrahim Şahin'in koruması Ayhan
Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu tarafından götürüldü. Daha sonra kendisinden haber alınamadı.
Çatlı'nın, Özel Tim'de görevli polis memuru Ziya Bandırmalıoğlu'nun oğlunun sünnet düğününde
dönemin Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ve polis memuru Ayhan Çarkın'la
oynarken çekilmiş fotoğrafları da basında yer alması, Topal'ı Çarkınla birlikte öldürdükleri
şeklinde yorumlandı. Oysa fotoğraftaki Çatlı'ya çok benzeyen Azerbaycan'ın Tovuz rayonu eski
emniyet müdürü Nazım beydi. Silivri'de otomobili terk halinde bulunan MİT eski görevlisi
işadamı Tarık Ümit'in kaybolmasından da, bazı özel tim mensupları ve polis şefleri sorumlu
tutulmuştu. Ölü bulunan Ümit’le Ağar dosttu. Eymür, 80 kg uyuşturucunun Avrupa’ya
kaçırılması olayını Ağar’a Ümit’in ihbar ettiğini ortaya attı. Ümit, Alman istihbaratınada bu
bilgiyi vererek uyuşturucuyu yakalattı. Ağar, güya bu uyuşturucuyu Avrupa’daki ahtapotun
kollarını bulmak için bilerek gönderilmesine gözyummuştu. Ağar iddiaları reddetti. Ümit’in
susturulmasında Ağar’ın rolü olduğu ileri sürüldü. Bazılarına göre kendini Alman istihbaratına
satmıştı. ( 43)
Cerrahpaşalılar çetesi. Karagümrüklüler çetesi. Nuri Ergin: Çete reisi
Halit. Nuri Ergin
Karagümrük Çetesi olarak bilinen organize suç örgütünün elebaşı Nurü Ergünü dizide Halit
tiplemsiyle karşımıza çıkarıldı. Çok sayıda cinayet ve silahlı yaralama olayına karıştığı iddiasıyla
İstanbul ve Eyüp adliyelerinde yargılanan Nuri ve kardeşi Vedat Ergin, isimlerini ilk kez 12
Ağustos 1998'de Eyüp Adliyesi'ndeki bir duruşmaya getirildikleri sırada cezaevi aracından firar
ettiklerinde duyurdu. 30 Kasım 1998'de kardeşi Vedat ve beş adamıyla birlikte yakalanan Nuri
Ergin, Sibel Can'a seks kasetiyle şantaj yaptığı iddia edilen Can Kuzu'yu dövüp çıplak
fotoğraflarını çektiği yönündeki iddialarla da gündeme geldi. Bu olay üzerine sanatçı, Can,
Kuzu'yu etkisiz hale getirmek için Ergin'e başvurduğu gerekçesiyle emniyette 48 saat gözaltında
kaldı. Amerikan Haber Ajansı Associated Press'in dünyaya "yatak odası çetesi" diye tanıttığı
çetenin elebaşısı Nuri ve kardeşi Vedat Ergin'in şantaj olayından sonra gerçek yüzleri ortaya çıktı.
Fatih ve Karagümrük bölgesini yıllardır kan dökerek haraca bağlayan, 1997'de Metris
Cezaevi'nde çıkan isyanın elebaşısı Ergin kardeşler çetesinin çökertilmesinin, Sibel Can'a şantaj
yapan Kuzu'nun, çete tarafından kaçırılarak işkence yapıldığının ortaya çıkmasıyla gerçekleştiği
belirlendi. Olayla ilgili ifade veren Nuri Ergin, Selçuk Ural'a tehdit, Sibel Can'a hakaret yağdırdı.
Ergin, "Selçuk Ural, bir daha denize kaçamayacak. Onu mermi manyağı yapacağım", kardeşi
Vedat Ergin ise "Sibel Can Balkan kaşarıdır" sözleriyle dikkat çekti. İstanbul DGM'de görülen
duruşmalar sırasında Ergin kardeşlerden yardım almadığını iddia eden Can'la çete üyeleri
arasında gerginlikler yaşandı.
Afyon Cezaevi'ne sevk edilen Ergin kardeşler, 15 Şubat 1999'da Sabancı suikastı sanığı Mustafa
Duyar'ı kurşun yağmuruna tutarak öldürdüler. Olay sırasında Tansu Çiller'in başbakan olduğu
dönemde örtülü ödeneği dolandırmakla suçlanan Selçuk Parsadan'ı da başından vurdular. Bu
olaylardan sonra Ergin kardeşler, Kartal Özel Tip Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Ancak aynı
cezaevinde Alaattin Çakıcı ve Erol Evcil gibi çete davası sanıklarının da bulunması yeni olaylara
sahne oldu. Cezaevine cep telefonu sokulduğu iddiaları üzerine arama yapan cezaevi yönetimi
Nuri Ergin'de bir telefon buldu. Cep telefonu, kavgalı oldukları yönünde basında çıkan haberlerin
aksine iki çete elebaşını da birbirine yakınlaştırdı. Alaattin Çakıcı, avukatı aracılığıyla Ergin'e
yazdığı mektupta temin ettiği telefonunun çok işine yaradığını belirterek, "Kardeşim Gencay
Çakıcı'nın vurulması 16 yaşında bir çocuğun yapacağı iş değil. Doğru bilgiyi senden alacağım"
dedi.
Cep telefonunun içeride rahatlıkla kullanıldığı yönünde basında çıkan haberlerin ardından cezaevi
yönetimi, bir sistem yerleştirerek telefonların çalışmasını engelledi. Bunun üzerine Nuri ve Vedat
Ergin kardeşler, "işlerine yaramadığı" gerekçesiyle cep telefonlarını cezaevi yönetimine teslim
etti. Ancak bir süre sonra Çakıcı'nın "Bu cezaevi ya ona ya bana dar gelecek" yönünde bir
açıklama yaptığının ileri sürülmesi üzerine Nuri Ergin, basına gönderdiği açıklamayla sert tepki
göstererek, "Bana dostane mektuplar yazan biri düşman ise başımız üstünde yeri var. Önümüz
bayram, açıkta kalınır" dedi. Bunun üzerinde Çakıcı bir avukatı aracılığıyla kamuoyuna
gönderdiği başka bir mektupla Ergin kardeşlere meydan okudu. Çakıcı, mektupta; "Nuriş ve
Vedat denen, kişilik ve milliyet erozyonuna uğramış, garip göçebegillere: Biraz adamlığınız
varsa, basına demeç vermeyin, bu cezaevinde siz altı kişi bir arada yatıyorsunuz, ben de tek
yatıyorum. Gereğini yapmazsanız, yapmayıp da basına demeç verirseniz şerefsizsiniz" dedi.
Mektup savaşlarında Nuri Ergin, avukatı aracılığıyla yaptığı açıklamada, Çakıcı hakkında ağır
sözler söyledi. Ergin, "Çakıcı adam mı, madam mı?", "Şerbeti katmerli şambabası", "Voltajı
düşük sihirli lamba", gibi sözlere yer verdi. Ergin, Çakıcı'ya yönelik koruma istediği şeklinde
çıkan haberlere ilişkin de, "Fransa'dan beri tutturmuşsun koridor yok. Bu maltalarda bir de
savcıdan utanmadan koruma istiyorsun. Satanist düşünceli şambabası, bırak bu kurnazlığı. Milleti
ziyaretine bile çıkartmıyorsun. Kolpacı mesajında aman beni koruyun mesajı değil mi? Beni
yorma. Benim seninle uğraşacak vaktim yok, boşuna yalvarma" dedi.
Kartal Cezaevi'ndeki mektup savaşları sonucu Nuri ve kardeşi Vedat Ergin, Uşak Özel E Tipi
Cezaevi'ne sevk edildi. Ergin kardeşler, burada ayrı koğuşlara konuldu. Çakıcı'nın adamlarının
Karagümrükspor lokaline yaptığı baskına karşılık olarak 19 Nisan 2000'de Nuriş'in adamları,
Gültepe ve Zeytinburnu'nda iki kahvehaneyi taradı. Bir kişi öldü, 10 kişi yaralandı. Olaydan
sonra yapılan operasyonlar sonucunda aralarında Ergin'in firari olarak aranan adamı Yavuz
Erdoğan'ın da bulunduğu dört saldırgan silahlarıyla birlikte yakalandı. 20 Nisan 2000'de Nuri ve
Vedat Ergin'in yattığı Uşak E Tipi Cezaevi'ne buzdolabı içinde dört tabanca, 80 mermi ve 2 cep
telefonu sokulurken yakalandı. Olayla ilgili 18 kişi gözaltına alındı. Aynı aileden beş kişi
tutuklandı. 26 Nisan 2000'de bir kişinin ölümü, 10 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan iki
kıraathaneye yönelik silahlı saldırının ardından düzenlenen operasyonlanra, Ergin'in ağabeyi
Nejat Ergin'in de aralarında bulunduğu yedi kişinin yakalandığı açıklandı. Sanatçı Sibel Can'ın
halasının eşi Erol Urguçbay'ın evini kurşunlayan, Selçuk Ural'ın da silahla vurulması için planlar
yapan bu kişiler, İstanbul DGM Cumhuriyet Başsavcılığı'na sevk edildi.
Uşak Cezaevi'ne nakledilmelerinin ardından Nuri Ergin, kardeşi Vedat ve adamları, 3 Aralık
2000'de, Çakıcı'nın kendilerini öldürtmek için yolladığını iddia ettikleri sekiz adamı bulmak için
200 yandaş mahkumla birlikte Uşak Cezaevi'ni kan gölüne çevirdiler. Ellerindeki tabancalarla
yöneticileri rehin alan, beş mahkumu öldürüp, sekiz mahkum ve cezaevi 2. müdürünü yaralı halde
pencereden dışarı atan isyancıların başı Nuri Ergin, daha sonra silahını koğuş penceresinden atıp
"Ben iyi niyetimi gösterdim. Gerisini size bırakıyorum" diyerek teslim oldu. Ergin, kendilerini
öldürmek için gelen kişileri yakalayıp, itiraflarını video bantlara kaydettiklerini de söyledi.
Bu olayın ardından Nuri Ergin'in kardeşi Vedat'la yolları ayrıldı. Cezaevini kan gölüne çeviren
Ergin Kardeşler'den Nuri Ergin Bergama Cezaevi'ne, Vedat Ergin ise Bilecik Cezaevi'ne sevk
edildi. Vedat Ergin, nakledildiği Bilecik Cezaevi'nin dış avlusunda aranmak istendiği sırada,
üzerinde bulundurduğu tabancayı görevlilere göstererek, üç arkadaşıyla birlikte direnişe başladı.
Daha sonra teslim olan Vedat Ergin, Ödemiş Cezaevi'ne gönderildi. Bu olaydan sonra Nuri
Ergin'in cezaevi birinci müdürüyle makam odasında çektirdiği fotoğraflarla, koğuşta "kral hayatı"
yaşadığını belgeleyen fotoğrafların ortaya çıkmasıyla Uşak savcıları görevlerinden oldu.
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Uşak Cezaevi'nde meydana gelen olaylardan sonra
başlatılan soruşturma kapsamında, Uşak Cumhuriyet Başsavcısı Kürşat Kayral ile cezaevi savcısı
Nevzat Engin'i geçici olarak görevlerinden aldı.
Nuri Ergin, 2001'e ailesinin geçirdiği trafik kazası haberiyle girdi. Ödemiş'te hapis yatan Vedat
Ergin'i ziyaret edip, Bergama Cezaevi'nde bulunan Nuri Ergin'i görmeye giden Ergin kardeşlerin
annesi Sevil Ergin, Nuri Ergin'in eşi Alev ve oğlu Anıl Ergin ile otomobili kullanan Levent
Teker, Tire'de bir kamyonetle çarpıştı. Kaza sonucu anne Sevil Ergin komaya girdi, Nuri Ergin'in
eşi hayatını kaybetti. Aile, Alev Ergin'in cenaze töreninden önce Nuri Ergin'in eşini son kez
görmesi için cenazeyi Bergama Cezaevi'ne götürdü, ancak Ergin'in eşinin cenazesini görmesine
cezaevi yönetimi tarafından izin verilmedi.
Hakkındaki bir dava için İstanbul'a getirilen Nuri Ergin, duruşma sırasında eşini görmesine izin
vermediği gerekçesiyle Ceza ve Tefkifevleri Genel Müdürü'ne tehdit savurdu. Ergin, "Bunun
intikamını 20 sene geçse de alacağım. Babamın intikamını da 20 sene sonra aldım. Cezaevinden
çıktığım ilk gün, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü'nü öldüreceğim. Allah şahidimdir. Karımın
intikamını da nasıl alacağımı görecekler" dedi. Ergin'in bu sözleri üzerine soruşturma başlatıldı.
Ergin de aralarında Alaattin Çakıcı'nın da bulunduğu diğer çete elebaşları gibi "F tipi" cezaevine
sevk edildi. İzmir DGM'de bir duruşmaya götürülen Nuri Ergin Tekirdağ kardeşi Vedat Ergin ise
Edirne F Tipi'ne nakledildi. ( 44)
Çakıcı - Ergin Söz Düellosu
Çakıcı ne dedi?
Benimle kimin problemi varsa maltada hesaplaşabilir.
Onlara çok abilik yaptım. Beni bilirler, tanırlar.
Ama adam değiller. Ben onların sadece anneleriyle görüşürüm.
Kişilik ve milliyet erozyonuna uğramış, garip göçebegiller.
Biraz adamsanız, basına açıklama yapacağınıza benimle görüşürsünüz.
Bir daha basına demeç verirseniz şerefsizsiniz.
Ergin ne dedi?
Şerbeti katmerli şambabası.
Voltajı düşük, sihirli lamba.
Adam mısın, madam mısın?
Sana kim dostluk yaptıysa, hep düşmanlık görmüştür.
Sen ancak kantine yarım kilo boya yazdırıp saçını boyarsın.
Havalar soğuk ve yağışlı, boyaların akar. Kınalı kuzu.
Utanmaz adam. Kokuşmuş.
Satanist düşünceli şambabası.
Kaşarlanmış edepsiz. Sen bu alemin de edebini bozdun.
Anafor kolpacı. Paranoyak.
Fiziğin, kimyan değişti. Ben de sanal dünyanı değiştiririm.
Alaatin Çakıcı'nın kardeşi olan Gencay Çakıcı, ailede ülkücülükle ilk ilişki kuran kişi olarak
biliniyor. İbrahim Uğurbaşçı'yı öldürmeye azmettirdiği iddiasıyla Alaattin Çakıcı'yla birlikte
yargılanan Çakıcı, 5 Ekim 1989'da beraat etti. Fransa'da ağabeyi Alaattin Çakıcı'yı yalnız
bırakmayan Gencay Çakıcı, Aralık 1999'da Akmerkez önünde dini nikahlı eşi Gönül Özyürek'le
birlikte silahlı saldırıya uğradı. Olaydan sonra tetiği çeken Adil Cesur ve azmettirici olan Uğur
Çakıcı'nın ikinci eşinden olan 17 yaşındaki Onur Özbizerdik polise teslim oldu. Çakıcı ve Ergin
arasında yaşanan mektuplu kavganın ardından Karagümrük'te bir lokalin basılması nedeniyle
gözler Gencay Çakıcı'nın üzerine çevrildi. Polis 28 Mart 2000'de bu olay kapsamında yaptığı
operasyonlar sonucunda Çakıcı'nın 19 adamıyla birlikte Gencay Çakıcı'yı gözaltına aldı.
DGM Savcıları: Aykut Cengiz Engin ve Engin Baltacı...
İtalya'nın ulusal kahramanı, 'Temiz Eller' operasyonunun mimarı, Milano Savcısı Antonio Di
Pietro gibi, ateşi elleriyle tutan bu iki savcı, soruşturmaları bizzat yürütüyor, binlerce sayfalık
dosyalar hazırlıyorlardı. Düşük bir maaş alan cesur savcılar, üzerine kararlılıkla gittikleri iki
olayı aydınlatmak için korkusuzca gayret ediyorlardı. DGM Savcısı Aykut Cengiz Engin,
Alaattin Çakıcı'nın karıştığı Türkbank ihalesininin gizli kalmış yönlerini ortaya çıkarmaya
çalışıyordu. Bir başka DGM Savcısı Engin Baltacı ise, milyar dolarlık serveti nedeniyle mafya
tarafından öldürülen Nesim Malki cinayetini aydınlatmak için çaba harcıyordu.
Nesim Malki cinayeti ile Alaattin Çakıcı'nın gölgesinin dolaştığı Türkbank ihalesini soruşturan
İstanbul DGM Savcıları Aykut Cengiz Engin ve Engin Baltacı; kirli ilişkiler, yolsuzluk, kara-
para batağına saplanan Türkiye'nin umuduydu. Savcı Aykut Cengiz Engin, mafyanın karıştığı
Türkbank ihalesininin gizli kalmış yönlerini ortaya çıkarmak için çaba harcıyordu. Bir başka
DGM Savcısı Engin Baltacı ise, milyar dolarlık serveti nedeniyle mafya tarafından öldürülen
Nesim Malki cinayetini aydınlatmak için, günlerdir gece-gündüz çaba harcıyordu.
Aykut Cengiz Engin
Türkbank ihalesini soruşturan 25 yıllık DGM savcısı Aykut Cengiz Engin, Türkiye'yi sarsan
Susurluk skandalını soruşturmasıyla biliniyor. Hiçkimseden korkmadan büyük bir cesaretle
Susurluk üçgeninin üzerine kararlılık ve cesaretle giden Engin, İçişleri eski Bakanı DYP
Milletvekili Mehmet Ağar, eski MİT'çi ve İçişleri Bakanlığı eski Danışmanı Korkut Eken, MİT
Kontrterör Dairesi eski Başkanı Mehmet Eymür, DYP Milletvekili ve Bucak Aşireti'nin lideri
Sedat Bucak'ı davetiye çıkararak DGM'ye çağırttı ve ifadelerini bizzat aldı.
Bugüne dek Adana Karataş, Tatvan, Sapanca, Kadıköy Cumhuriyet Savcılılıkları’nda bulunan
Engin, 2.5 yıl önce tayin olduğu İstanbul DGM'de Tevfik Ağansoy cinayetini de soruşturdu.
Ayrıca çok sayıda terör ve uyuşturucu dosyasına baktı. Alaattin Çakıcı'nın peşpeşe patlayan
kasetlerine el koydu. Önce Çakıcı-Eyüp Aşık konuşmasının kasetine baktı. Ardından Çakıcı-
MİT'çi Yavuz Ataç, Çakıcı-Erol Evcil ve Çakıcı-Korkmaz Yiğit konuşmaları geldi. Çakıcı-
Korkmaz Yiğit konuşması, Türkbank skandalına fesat karıştırıldığını ortaya çıkardı. Savcı Aykut
Cengiz Engin, hemen Alaattin Çakıcı'nın tehdit ettiği sanılan işadamlarını peşpeşe DGM'ye
çağırıp, ifadelerine başvurdu.
Savcı sırayla, Transtürk Holding Yönetim Kurulu Başkanı Faruk Süren, Çukurova Holding
temsilcileri Ali İhsan Karacan ve Osman Berkmen, işadamı Ali Balkaner, Vatan Hastaneleri ile
Alman Hastanesi'nin sahibi Azmi Ofluoğlu ve banka satışlarıyla adını duyuran, 'Her taşın altından
çıkan avukat' olarak tanınan Aydoğan Semizer, İktisat Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Gürbüz
Tümay ve Büyük Kulüp Yönetim Kurulu Başkanı Duran Akbulut'u DGM'ye davet ederek
ifadelerini aldı. Savcı Aykut Cengiz Engin, Türkbank ihalesinde şartname alan tüm şirket sahip
ve yöneticilerini sorgulamayı sürdürdü.
Engin Baltacı
Nesim Malki'nin öldürülmesi dosyasını soruşturan DGM'nin diğer cesur savcısı Engin Baltacı da,
Hukuk Fakültesi'ni 1982 yılında bitirdi. Asker kökenli olan Albay Baltacı, Nesim Malki'ye
yakınlığı ile tanınan ve bir süre Sümerbank'ın Genel Müdürlüğü’nü yapan, Etibank Genel
Müdürü Şükrü Karahasanoğlu ile Cankurtaran Holding Yönetim Kurulu Başkanı Emin
Cankurtaran'ın da ifadelerine başvurdu. Emin Cankurtaran'ın yurtdışına çıkışına tahdit koydurdu.
Soruşturma çerçevesinde cinayet sanıklarının tutuklanması ve cinayeti azmettirdiği öne sürülen
Erol Evcil hakkında giyabi tutuklama kararı çıkarılması sağlandı.
Konsey'in Avukatı Nizamettin Güvenç: Aydoğan Semizer.
Avukat Aydoğan Semizer adını kamuoyu, ilk kez Çakıcı-Evcil telefıon konuşmasının yeraldığı
kasetle duydu. Ancak bankacılık sektörü, bu adı çok yakından tanıyor. Malki'ye ait Tuncabank'ın
Ali Balkaner'e satışını gerçekleştirdi. Egebank'ın satışını da Murat Demirel'e o yaptı. Egebank
yönetiminde olmasına rağmen, son Türkbank satışında Korkmaz Yiğit'e danışmanlık yaptı.
Nesim Malki cinayetiyle ilgili gelişmeler, Alaattin Çakıcı kasetleri, zeytinci Erol Evcil'den sonra,
gözler bankacılık sektörünün yakından tanıdığı avukat Aydoğan Semizer'e çevrildi. Semizer'in
adı Alaattin Çakıcı'nın Türk Ticaret Bankası'nın satışıyla ilgili olan kasetlerinden birinde şöyle
geçiyordu: Çakıcı: Ben Aydoğan'ı sıkıştırdım. Egebank işinde de o vardı. Bu işte de benim
dediğim insanla ortak hareket etkezse, ben onu üzerim dedim.
Bankacılık sektöründe önemli satış işlemlerinin hukuki yanını yürütmesiyle tanınan Aydoğan
Semizer'in en son imza attığı olay ise, Nesim Malki'nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki
(KKTC) bankasının Yurtbank'ın sahibi Ali Balkaner'e satışı oldu. Balkaner, Erkohen Ailesi ile
Malki'nin eşi ve çocuklarının hisselerini temsilen avukat Aydoğan Semizer'le görüştü. Altı aydan
beri süren görüşmeler sonunda, Semizer geçen hafta sonuna doğru satış işlemini gerçekleştirdi.
Aydoğan Semizer, çoğunluk hissesi daha önce Hüseyin Bayraktar'a ait olan Egebank'ın
Cumhurbaşkanı'nın yeğeni Murat Demirel'e satılması işleminde de ön planda yer aldı. Semizer,
banka Demirel Ailesi'ne geçtikten sonra, Egebank yönetimine de girdi.
Semizer, Egebank Yönetim Kurulu Üyesi olmasına rağmen, Korkmaz Yiğit Grubu'na da Türk
Ticaret Bankası'nın ihalesine girişi sırasında ve sonrasında ‘‘hukuk danışmanlığı’’ yaptı.
Aydoğan Semizer'in adı kamuoyunda en fazla Türkiye Emlak Bankası'na ‘‘özel anlaşmayla’’
hukuk danışmanlığı yaptığı günlerde duyuldu. Semizer, 1991'de hükümet değişikliğinden sonra
Engin Civan ve ekibi aleyhinde açılan bir dizi davaya banka adına imza attı. ( 45)
Hazine Müsteşarlığı’nın Egebank soruşturması için görevlendirdiği üç murakıp, 27 Haziran 2000
tarihli raporlarında Egebank’tan Goldbis adlı paravan bir firmaya 1 trilyon 662 milyar 900 milyon
lira kredi açıldığını; kredinin gönderildiği Vakıfbank Taksim şubesi yetkililerinin, aynı gün (29
Eylül 1998) bu parayı Goldbis adına Emrullah Nüzhet Altınel’e ödediklerini; Altınel’in sözlü
talimatı doğrultusunda gene aynı gün bu paranın, aynı şubede hesapları bulunan şu üç kişinin
hesabına geçirildiğini belirlediler: “Egebank Anonim Şirketi Yönetim Kurulu Üyesi Aydoğan
Semizer’in aynı bankadaki hesabına 1 trilyon 316 milyar 24 milyon 721 bin 250 lira… Egebank
Anonim Şirketi Genel Müdürü Esat Erkuş’un hesabına 277 milyar 500 milyon 223 bin lira…
Hatice Betül Özbay’ın hesabına 69 milyar 375 milyon 55 bin 750 lira… “
Alaattin Çakıcı kasetleriyle birlikte gündeme gelen para trafiğinde kilit rol oynadığı öne sürülen
Avukat Aydoğan Semizer, Çakıcı'nın kendisine Türkbank konusunda danışmanlık teklif ettiğini
ve ‘‘Türk Ticaret Bankası benim için namus meselesidir. Bunu benim istediğime verecekler’’
dediğini söylüyordu. Ufuk Şanlı ile Hürriyet’de 21 Ekim 1998’de yayımlanan röportada Semizer,
Çakıcı'nın kendisini tehdit ettiğini ileri sürüyordu. Semizer, soruları şöyle yanıtlıyordu:
Egebank anlaşmasını yaptığımız sırada, hatta geceyarısı geç bir saatti, telefonum çaldı ve Çakıcı
beni aradı. Bana ‘Abi ben bu işi Türkiye’de en iyi senin bildiğini öğrendim. Bu Ticaret Bankası
benim için namus meselesidir. Bunu benim istediğim alacaktır veya benim istediğime
vereceklerdir. Ona devretmek zorunda kalacaklardır. Bu konuda senden hukuki yardım istiyorum.
Bu iş, satış bittikten sonra hukuki yardım yapar mısın?' dedi. Ben de ona, ‘Bu bankayı alan
satıştan sonra ihaleden sonra bana müracaat ederse, elimden gelen hukuki yardımı yaparım’
dedim. Teşekkür etti. Murat Demirel'in bu işle ilgilenip ilgilenmediğini sordu. Ben de
ilgilenmediğini, ona Egebank'ı aldığımızı söyledim. Gayet saygılı şekilde konuştu, teşekkür etti.
Telefonu kapattı. 2.5 yıl önce Ticaret Bankası ile ilgili beni aramıştı. Ticaret Bankası hakkında
bilgi sordu. Ben de bilmediğimi söylediğimde, o zaman sert bir çıkış yapmıştı. Kendine özgü
metodlarıyla tehdit etti. Bundan rahatsız olmamak mümkün değil. O zamanlarda benim gibi
birisinin rahatsız olmaması mümkün değil. Telefonda söylediği rahatsızlığım da ondandır.
Korkmaz Yiğit'i tanıyorum. Hatta yaptığı ilk işinden beri tanırım. Abdullah Efendi Villaları işini
ben verdim. Emirgan'da, 10 tane villa var. Abdullah Efendi Lokantası'nın yanında. Abdullah
Efendi mirasçıları benim müvekkillerimdi. Orada dört ortaktılar. Daha sonra başka işlere girdi.
Korkmaz Yiğit'in en büyük işi olan Kibele Konutları'nı da ben verdim. Çünkü o zaman Tekin
Günver'in de vekiliydim. O anlaşmayı da ben yaptım. Orada eski daire almışlarla, yeni daire
alanlar arasındaki o işin organizasyonunu da ben yaptım. Korkmaz Yiğit'i o zamandan beri çok
yakından tanırım. Pek çok işini yaptım. Ama Ticaret Bankası ihalesinde Korkmaz Yiğit'e
danışmanlık yapmadım. Böyle bir şey söz konusu değildir.
Erol Evcil'i Nesim Malki'nin öldürülmesinden 2-3 ay kadar sonra tanıdım. Benimle tanıştıran Erol
Erkohen'dir. Erol Evcil'in İş Bankası, Demirbank ve Interbank'la anlaşmazlıkları vardı. Evcil'e o
bankalarla anlaşmazlıklarını çözmek için ona hukuki danışmanlık yaptım. Nesim'in
öldürülmesinden önce kesinlikle tanımıyordum. Ticaret Bankası olaylarından sonra da
uzaklaştım. Evcil, İş Bankası ve Ticaret bankasından büyük miktarda kredi almıştı. Demirbank
ve Interbank'tan da aldığı krediler vardı. Nakit sıkıntısına düşüp, ödeyemeyince bunların çoğunu
mal vermek suretiyle kapatmak zorunda kaldı. Mal vererek, ya da borçlanarak, tasfiye etti.
Resmen vekaletini almadım. Kaldı ki vekalet edebilirdim de. Ancak adamın falancayı
öldürttüğünü, öldürebileceğini, zan altında olduğunu hiç bir şekilde bilmiyordum. Ben avukatım,
iş geldiğinde, o işi almaktan daha doğal ne olabilir. Bunlar da benim ihtisasım dahilinde olan
işlerdir. Banka anlaşmazlıklarıdır. Şunu söyliyeyim, gidip sorabilirsiniz. Evcil adına gidip
görüşme yaptığım anlaştığım bankaların sahipleri, yöneticileri beni özellikle istemişlerdir.
Nesim Malki ile tanışıklığım, onun alacaklı olduğu kişilerin avukatı olmamla başladı. Nesim
Malki'nin o zaman adı Örtel şirketinde iplik alacağı vardı. Şimdiki adı Genel Tekstil. Ben Genel
Tekstil'in avukatıydım. O Örtel'in borç tasfiyesini ben yaptım. Nesim Malki'yi karşı tarafın
avukatı olarak tanıdım. Ölümünden sonra ise ailesinin avukatı oldum. Malki'nin ortağı Hayim
Erkohen beyi iyi tanırdım. Birşey olursa gelir sorarlardı bana. Mesela bir otel almak istedi, bir ara
onu geldi sordu. Ticari bilgime güvenirdi. Bir banka almak istedi, sordu. Ancak hiçbir zaman
resmen bir avukatı oldu. Musevi cemaatinde iyi bir itibarım vardır. Ailesi Nesim Malki'nin
ölümünden sonra Musevi cemaatinin tavsiyesiyle bana geldiler. Ben miras işlerini organize etmek
için vekalet. Eşi ve çocukları deneyimsizdiler. Halen de avukatlıklarını sürdürmekteyim.
Hayyam Garipoğlu'yla Nesim Bey'in ölümünden sonra tanıştık. Nesim Bey'in Sümerbank'ın
paylarını aldığı ortaya çıktı. Bu payların Hayyam Bey'e geri satışında organizasyonu ve
sözleşmelerini ben yaptım. Hayyam Bey, Nesim Bey'den aldığı paraya karşılık, bankanın
hisselerini vermiş. Nesim Bey'in ölümünden sonra aile, payları devretmek istedi. Rehin
sözleşmesiyle bankaya tevdi ettik. Sonra Hayyam Bey çeklerini aldı. Çeklerin bedeli kredi olarak
ödendi. O sırada Nesim Bey'in, o parayı bankalardan kredi olarak aldığı ortaya çıktı. Bankalar
‘kredileri ödeyin’ diye üzerimize geldi. O sırada şirkette, ailede para yok. Çeklere karşılık
Sümerbank'tan kredi alındı ve o kredilerle alacaklı bankalara borçları ödendi. Nesim Bey'in
Demirbank ve yanlış hatırlamıyorsam Ticaret Bankası'ndan kredi alarak Hayyam Bey'e borç
vermiş. Nesim öldüğünde karşımıza pek çok borç çıktı.
Banka alımlarında adı ‘‘Kilit Avukat’’ olarak geçiyordu. Son dönemde bütün bankaların alım
satım işlemlerinde vardı. Bunun nedeni şöyle izah ediyordu: Bu benim aslında gurur kaynağım.
Bugüne kadar asıl şöhretimi bankalarla sorunu olan şirketlere, onlara yatırımcı bulmakla,
bankalarla anlaşmalarını sağlamakla, bankalararası devirleri organize etmekle sağladım. ‘Mucize
avukat, finans mühendisi’ olarak isimlendirildim. Bu bankalarla olan ilişkimden, bankaların
tutumunu bilmemden kaynaklandı. Hukuk bilgimin yanı sıra, finans bilgimin olmasından
kaynaklandı. Türkiye'de birçok bankanın genel müdürünü, sahibini tanırım, sağolsunlar aradığım
zaman da ulaşabilirim. İstanbul Çorap'da 23 banka ile anlaşma yaptım. Örsa olayında 33 banka
ile anlaşma yaptım. Coca-Cola olayını ben çözümledim. Halil Bezmen'in Yapı Kredi ile
anlaşmasını ben yaptım. Bankekspres'in Doğuş Grubu'na devrini ben yaptım. Yurtbank'ın devrini
ben yaptım, Etibank'ın ihalesine katıldım. Banka devir işlemleri ya da büyük şirketlerin devir
işlemleri benim. Uzel Makina'nın devir işlemlerini ben yaptım. Bunların her biri 200-300 milyon
doların üzerinde işlerdir. Dolayısıyla benim falan bankanın devir işleminde bulunmamdan daha
doğal bir şey olamaz ki. Bunun arkasında başka bir şey aramak o kadar yanlış ki.
Anlayamıyorum. Bir avukat büyük şirketlerin, bankanın devrinde hukuki yardım yapmış ve bu işi
organize etmişse, bunda ayıplanacak, suçlanacak ne var? Bu işin arkasında başka bir şey aranacak
ne olabilir ki? Bunların hepsi yasal, noterde resmi yerlerde yapılan satışlardır. Alan bellidir, satan
bellidir. Bir bankayı başka birine satmak, pazarlamak, ya da anlaşmasını yapmak suç mudur?
‘‘Her taşın altından Aydoğan’’ çıkıyor deniyor. Ben bununla gurur duyarım. ( 46)
Kılıç: Nihat Akgün.
Gerçek hayatda elbetteki baronun sağkolu değildi, ancak oynayan karakterin adresi 26 Kasım
1999 da Ataköy'de silahlı saldırı sonucu öldürülen, yeraltı dünyası ile ilişkileriyle tanınan işadamı
Nihat Akgündü. MHP'li Mafya babası Nihat Akgün, Fatih Camii'nde kılınan cenaze namazının
ardından Edirnekapı Mezarlığı'nda 28 Kasımda toprağa verildi. Vefa Lisesi mezunu, Akgün oteli
sahibi yüzü yarık babacan bir adamdı. Dizide Kılıç’ın da yüzü yarık olduğu için benzetme
yapıldı. Nihat ve Sami adında iki oğlu vardı ve bir restoranda otururken kurşunlanarak
öldürülmüştü.10 yaşında babasını kaybeden ve hayatını uçuş hostesliğiyle kazanan Handan
Ayıral, Nihat Akgün'le tanışınca hayatı değişti. Ama beraberlikleri Akgün'ün kendi lokantasında
silahlı saldırıya uğramasıyla sona erdi. Silahlar patlar patlamaz sevgilisini masanın altına iterek
kurtaran Akgün, bu sırada aldığı kurşun yaraları nedeniyle hayatını yitirdi. Çok güzel bir silah ve
halı koleksiyonu vardı. Halı kaçakçılığı yaptığı gerekçesi ile hapse girip çıkmıştı. Devremülk
işine girmişü ABD'de eğitim gören oğlu Nihat bu işin başına geçmişti. Ataköy'de öldürülmesi
olayına ilişkin açılan davada, olayda tetikçilik yaptığı öne sürülen Şaban Akan'ın hakkında idam
cezası istendi. İddianamede, diğer altı sanık hakkında 3 ile 24 yıl arasında değişen hapis cezaları
talep edildi. Bu dönemde Çakıcı'nın yeğeninin, ardından Çakıcı'ya yakınlığı ile tanınan Nihat
Akgün'ün öldürülmesi ve kardeşi Gencay Çakıcı ile sevgilisinin yaralanmasıyla ortaya çıkan
sonuç peşpeşe yaşanan bu 3 olayı Çakıcı'nın gücünü kırmaya yönelik organize bir hareket
olduğuydu. Polis, asıl amacın ise Çakıcı'nın Türkiye'ye dönmesi ve konuşmasının engellenmesi
olduğunu sanıyordu. Polisin aynı zamanda bu olaylarla bağlantılı olarak "Mafya içinde güç
dengeleri değişebilir" yorumunu yapmıştı.
Doğu Paşa: Mehmet Fuat Paşa.
31 Mayıs 2004 de vefat edene kadar istihbaratçı konumunu emekli olarak sürdürdü.
İstihbaratçılar asla emekli olmazdı. 1914 yılında doğdu.Harp Okulu mezunudur. 1934 yılında
Piyade Asteğmen olarak katıldığı Türk Silahlı Kuvvetleri'nde çeşitli kademelerde görev yaptıktan
sonra, 1954 yılında Milli Emniyet Hizmetleri'ne atanmış, çeşitli birimlerde yöneticilik yapmış,
daha sonra Milli Emniyet Hizmetleri Reis Yardımcılığı , MAH Başkanlığı ve yurt dışı
görevlerinde bulunmuştu. 01.09.1962'de Milli Emniyet Hizmetleri Reisliği'ne atanmış, bu
görevde 25.08.1964 tarihine kadar kalmış, müteakiben Silahlı Kuvvetlere 59. Tümen Komutanı
olarak dönmüştü. Genelkurmay Teftiş Heyeti Üyeliği'nden sonra 02.03.1966 tarihinde MİT
Müsteşarlığı görevine atanmış, bu görevi 13.07.1971 tarihine kadar sürdürmüştü. Türk Silahlı
Kuvvetleri'nden Korgeneral rütbesiyle emekli olmuş ve aynı tarihte Lizbon Büyükelçiliği
görevine atandığı için MİT Müsteşarlığı görevinden ayrılmış ve 1978 yılına kadar 7 yıl süreyle
Lizbon Büyükelçiliği görevinde bulunmuştu.
O, Abdülhamid, Enver Paşa, Süleyman Askerî Bey ve Mareşal Fevzi Çakmak Paşa'dan sonra,
Türkiye'de modern istihbarat hizmetlerinin ve Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT)'nın kurucusuydu.
Fevkalâde cesur, bilgili, vatansever ve demokrat bir idareciydi. Eğer, O'ndan sonra da bu
vasıflarda yöneticiler yetiştirebilseydi, demokratik rejime karşı darbeler zinciri devam etmezdi.
Tabiî, en az O'nun kadar cesur ve dirayetli politikacıların da bulunması şartıyla...
MİT'in asıl görevi, Türkiye'deki demokratik rejimi korumak olmalıydı. Bu itibarla, meşrû
demokratik rejime yöneltilecek her türlü "darbe" hazırlığını takip ederek Başbakan'ı bu
hazırlıklardan haberdar etmek ve "karşı operasyonlarla" darbelere mânî olmak, MİT'in başta
gelen vazifesidir. Ne yazık ki, şimdiye kadar bu görevi sadece MİT Müsteşarı merhum Korg.
Fuat Doğu ifa etmiş; geri kalan yöneticiler ise olan biteni seyretmekle yetinmiş; hattâ bazıları
darbecilerle işbirliği yaparak antidemokratik komplolar içinde yer almışlardı. Dizide Doğu
karakteri, onun farklı mizacını yansıtıyordu.
Fuat Paşa, Temmuz 1971'de MİT Müsteşarlığı görevinden ayrılırken MİT mensuplarına hitaben
yazmış olduğu veda mektubunda şunları vurguluyordu: "İnsan ömrünün oldukça uzun bir
devresini kapsayan yıllar boyunca, ülkemizin en mümtaz bir teşekkülü olan MAH-MİT saflarında
ideal birliği içinde, yurdumuza kasteden şer unsurlarına karşı savaştık, saçlarımızı ağarttık. MİT,
ülkenin güvenlik ve bütünlüğünü korumak için Türkiye'mize kasteden anarşistler ve ihtilalcilere
karşı yaptığı şerefli mücadelede bütün dış dünyada olduğu kadar, Türkiye'de de her namuslu,
vatansever, vicdan sahibi insanın takdirini toplamış, teşkilât itibarlı bir duruma gelmiştir. Sevgili
Arkadaşlarım, Herşeyden evvel Tanrıma karşı kusur yapmamağa, Sonra sevgili ve aziz
Türkiye'me, milletime ve Türk dünyasına olan bağlılığıma gölge düşürmemeye; Daha sonra en
yakın çevrem dahil, siz sevgili meslektaşlarıma, uzun yıllar bana saygı ve sevgiden en ufak bir
inhiraf göstermeyen, benim açtığım yolda benimle birlikte, beni destekleyerek el ele mücadele
eden sizlere karşı vefasızlık etmemeye çalıştım. Değerli Arkadaşlarım, MİT Teşkilâtını sizlere,
sizleri de Tanrı'ma emanet ederek hepinize veda ediyorum.
İşte onu anlatan en güzel bir hikayeyi Hasan Celal Güzel Tercüman’daki köşesinde şöyle
anlatıyordu: Ankara'da Atatürk Orman Çiftliği'nin içindeki MİT'e ait Marmara Köşkü, o gün çok
önemli konukları ağırlıyordu. MİT'in üst düzey toplantılarının yapıldığı köşkün toplantı
salonunda Başbakan Süleyman Demirel, komutanlar ve MİT yetkilileri vardı. MİT Müsteşarı
Fuat Doğu, önündeki dosyanın kapağını aralayarak gergin sessizliği bozdu: "Balon Harekâtı'
adını verdiğimiz çalışma sonucunda, teşkilâtımız, parlamentodaki bazı kişilerle ordu içindeki bazı
kesimlerin, ortaklaşa cunta çalışmaları içinde olduğunu tespit etmiştir. Cuntanın, ordu üst
kademeleri ile ilişkileri, ordu içinde kontak kurduğu komutanlar vardır..." Hava Kuvvetleri
Komutanı Muhsin Batur, bu cümleden sonra dayanamadı: "Ordu içinde kontak kurulan adam
kim?" Kısa bir sessizlik oldu. Ve sessizliği yine Fuat Doğu bozdu: "Sizsiniz..."
Salonu buz gibi bir hava kapladı. Başbakan Süleyman Demirel'in gerginliği yüzünden
okunuyordu. "Cuntacılık"la suçlanan Hava Kuvvetleri Komutanı, "Ben demokrasiye bağlı bir
askerim" dedi. Aslında 12 Mart, hiç bir zaman adı gibi bir "darbe" olmamıştı. Fuat Doğu Paşa,
belki de son derece kanlı şekilde gelişebilecek olan "gerçek darbe"yi deşifre edince, sadece
"Muhtıra" verilerek olay kapatılmıştı. Esasen, Marmara Köşkü'nde cereyan eden konuşmaların
akabinde açığa çıkarılan darbenin unsurlarına karşı, Başbakan Demirel başta olmak üzere,
dönemin yetkilileri müdahale edebilmiş olsalardı; 12 Mart Muhtırası verilmeyecek ve
muhtıracıların da, Muhsin Batur gibi "demokrasiye bağlılıkları"(!) sürecekti. Muhtemelen, 27
Mayıs felâketi de, günümüze kadar meş'um bir zincir gibi devam etmeyecekti. Korg. Fuat Doğu,
bir asker olmasına ve bir alt rütbede bulunmasına rağmen, taşıdığı sorumluluğun gereğini yerine
getirmiş; ülkede kardeş kanının akmaması ve demokrasinin zedelenmemesi için, bir üst rütbedeki
komutanını suçlamak pahasına vazifesini yapmıştı. Sadece bununla da kalmamış, Portekiz'de
büyükelçi olarak bulunduğu sırada, Başbakan Demirel'e 12 Eylül Darbesi'ni de haber vermişti.
(47)
Nesrin’in oğlu Posat: Dündar Kılıç'ın torunu Onur Özbizerdik.
Dündar Kılıç'ın torunu Onur Özbizerdik, annesi Uğur Kılıç'ın izindeydi. Annesi, en iyi
öğretmenler tarafından eğitildi; oğlu da. Annesi eğitimini yarıda bıraktı; oğlu da. Anne Liseyi
birinci sınıftayken bıraktı, oğlu ise Şişli Terakki'yi orta kısmından. Annesi, sevgili babasının
kendisi için aldığı en güzel bebekleri bir kenara itti. Tabancaları sevdi. Çevresindeki erkeklerin
kendine özgü raconlarının kanun olduğu o alemde yer açtı kendine. Oğlu da. Anne, Uğur Kılıç.
Oğul, İsmail Onur Özbizerdik. Oğul, annesinin izinden gidiyor. Kılıç ve Özbizerdik aileleri,
çaresiz bakışlarla izliyor bu gidişatı. Yıl 1965. Son Kabadayı Dündar Kılıç'ın Ankara yılları. İlk
eşinden 12 Eylül günü bir kız çocuğu sahibi oluyor. Adını Uğur koyuyor. Kılıç ailesi için 12
Eylüller'in önemli bir yeri var. Öyle ki Dündar Kılıç'ın 12 Eylül sonrası beş yıl boyunca
cezaevinde kalması, Uğur ve Onur'un kişiliklerini, ruhsal yapılarını ve kaderlerini belirledi.
Adanalı gece kulübü sahiplerinden İhsan Özbizerdik'in oğlu Uğur, henüz 18 yaşında. 16
yaşındaki Uğur Çakıcı, lise birinci sınıf öğrencisi. İlk görüşte aşık oluyorlar birbirlerine. Uğur
okulu bırakıyor. ‘‘Evleneceğiz’’ diyor babasına. Baba Dündar Kılıç, karşı çıkıyor. Erken buluyor.
Sevgili kızı için hayalleri var çünkü. Tahsilli, piyanoda Chopin çalan kızıyla gurur duymak
istiyor. Dündar Kılıç, ölünceye dek dilinden düşürmediği şu nasihati işte o günlerde de veriyor:
‘‘Yalnız tabancan değil, kalemin de olsun.’’ Kızına daha fazla direnemiyor. 20 Mart 1981'de
Çakıl Müzikholü'nde dillere destan bir düğün yapılıyor. Bir yıl sonra da İsmail Onur dünyaya
geliyor. Uğur Özbizerdik, işleri gereği sık sık yurtdışına gidiyor. Evliliği umduğu gibi gitmiyor.
Hele Onur'dan birbuçuk yıl sonra doğan kızları Gülistan'ın spastik oluşu, evliliklerini daha da
mutsuzlaştırıyor. Aile, Gülistan'ın özürlü doğmasından, 12 Eylül'ü sorumlu tutuyor. ‘‘Uğur, evde
arama yapmaya gelen askerlerden korktuğu için karnındaki bebeği oksijensiz kaldı.’’
Uğur, iki çocuğu ve evli oluşuna karşılık, ‘‘Babasının kızı’’ olmak, o alemde ‘‘Erkek gibi’’
yaşamak istiyor. Bu durum, Uğur Özbizerdik'in erkeklik ve kocalık anlayışına hiç uymuyor.
Onur, spastik kardeşi ve bakıcılarıyla hep yalnız kalıyor. Kılıç ailesine göre Onur'un bugünkü
durumunun nedeni o günlerde başlayan anne sevgisinden mahrum kalışı. ‘‘Hiç anne şefkati,
sevgisi görmedi. Onur hep sevilenleri, ilgi görenleri kıskanarak bugünlere geldi. İlgi çekmek için
her zaman kötü olan şeyleri yaptı.’’ Kılıç ailesi, anneyle oğulun ortak bir noktasından daha
sözediyor: ‘‘Dündar Kılıç'ın güçlü kişiliğine, herşeye egemen oluşuna meydan okumak.’’
Dizide olduğu gibi ‘‘Annesi gibi kim olduğunu, nerede durması gerektiğini hiç bilmedi. O da
annesi gibi hep boyundan büyük işlere kalkıştı.’’ Bütün çevresinde sözü geçen Dündar Kılıç,
birbuçuk yılı Diyarbakır Cezaevi olmak üzere tam beş yıl içeride kaldı. Onun yokluğu belki de en
çok kızı ve torununu etkiledi. Kılıç ailesi, ‘‘Ah, o yıllarda Uğur iyice başına buyruk alıştı.
Rahmetli, kendisini cezaevine düşürenlere en çok bu yüzden hayıflandı’’ diyor. Babasıyla ilk
evliliğiyle ters düşen Uğur, ikinci evliliğinde de aykırı düştü. Hatta Dündar Kılıç'ın bu yüzden
Uğur'u hiç bağışlamadığı söyleniyor. 21 Mayıs 1991'de Çakıcı, Kılıç ailesinin resmen damadı
oldu. Onur, annesi gibi güce tapan Çakıcı'yla hemen kaynaştı. Onu model aldı. Zaten sık
görüşmediği babası ve baba tarafından iyice koptu.
Onur, annesinin birden bire manşetlere fırlayan hayatını hep hayranlıkla izledi. Annesi ile Çakıcı
4 Kasım 1994'te tek celsede boşansalar da Onur, Çakıcı'dan hiç umudunu kesmedi. Hatta
Çakıcı'ya doğumgünü armağanı olarak alacağı lüks Mercedes için gizlice para biriktirdi. Yaşıtları
okula gidip, öğrenci harçlığıyla yetinirken, Onur yüzlerce dolarlık günlük harçlıklarını dilediği
gibi harcıyordu. Dündar Kılıç'ın bir çıkmazı da buydu. Ne kadar kızsa da torunundan maddi
olanaklarını esirgeyemiyordu. Uğur Kılıç, ayrılıklarının ilk günlerinde, skandallar peşpeşe
patlamadan önce, Çakıcı'nın çocuklarına ne kadar iyi davrandığını söylemekten sakınmadı.
‘‘Benim çocuklarımı çok sever. Baba gibi davranır onlara.’’
Civangate, Semra ve Zeynep Özal'la ilgili her gün basına yansıyan demeçler, Çakıcı'yla canlı
yayında kapışmalar, ipleri iyice gerdi. Uğur Kılıç için geriye sayım başladı. Çakıcı alenen
meydan okumaya, öldürteceğini söylemeye başladı. 25 Ocak 1995'te Onur, kardeşi Gülistan,
annesi ve Kürt İdris lakaplı İdris Özbir'in kardeşi olan Yusuf Özbir'in eşiyle bir helikoptere bindi.
Nihayet annesiyle başbaşa bir sömestr tatili geçirecekti. Ama annesinin Çakıcı'dan kaçmak için
bu zorunlu tatile çıkması, Onur'u tedirgin ediyordu. Kervansaray Oteli'ndeki odasına koşar adım
çıktı. Kayak giysilerini giydi. Aynı hızla kayak hocasının bulunduğu bölüme gitti. Annesi, Sultan
Bar'da meyve suyu içerek, beklemeye başladı. Tetikçi, Uğur Kılıç'ın eski şoförü Abdurrahman
Keskin yanına geldi. O anda Onur da annesinin yanına geliyordu. Derken üç el ateş edildi. Onur
dondu kaldı. Annesinin yere yığılışını izledi. O görüntü hafızasında, gözlerinde dondu, kaldı.
Çakıcı öldürtmüştü annesini işte... Çakıcı'ya olan sevgisi, nefrete döndü o an.
‘‘Rahmetli Dündar Kılıç, kızı ve torunu yüzünden hastalığını bile doyasıya yaşayamadı. Adını
ağızına almadığı eski damadına olan kini hiç dinmedi. Bir de Onur'un haylazlıkları, aileye
yaraşmayan davranışları onu kahretti.’’ Dündar Kılıç, annesi öldürülen Onur'a bir türlü söz
dinletemedi. Çareyi babasının yanına göndermekte buldu. Onur'un iki halası yüksek öğrenim
görmüş, kendi halinde insanlardı. Bir halası eğitimci, diğeri diş hekimiydi. Onur'la onlar da başa
çıkamadılar, babası da. Onur, eski çevresinden kişilerle birlikte zaman geçiriyordu. Lüks
otomobiller, lüks gece kulüpleri, pahalı giysiler, gözlükler... Örnek aldığı büyüklerin yanında
büyük gibi yaşıyordu. Hem koskoca Dündar Kılıç'ın torunuydu. ‘‘Şunu yap, bana şunu getir. Ben,
Dündar Kılıç'ın torunuyum deyip emretmeyi çok seviyordu.’’ Kılıç ailesi Onur'u bu yönüyle de
eleştirse de, eniştesi Onur'un ruh halini daha anlayışla anlatıyor. ‘‘Onur çok zekiydi. Ama
okumadı. Ortaokulu bile bitirmedi. Çok zor günler geçirdi. Annesini öldürülüşünü hiç
hazmedemedi. Şimdi hayatı mahvoldu’’ diyor.
Onur, Alaattin Çakıcı'nın kardeşi Gencay Çakıcı'yı vurmaya azmettirmekten dolayı tutuklandı.
Aslında Onur, bugün olanların sinyallerini, birkaç yıldır veriyordu. ‘‘Su testisi su yolunda kırılır’’
dedirten vukuatları, arada bir basına yansıyordu.24 Kasım 1998'de, ‘‘Park yeri anlaşmazlığı’’
nedeniyle Önal Acar'ı bacağından yaraladı. Hem de annesinden yadigar kalan tabancayla. Kasım
1999'da da Organize Suçlar ve Silah Kaçakçılık Dairesi'nin yaptığı aramada, Onur ve şoförü Adil
Cesur'un üzerinde birer tabanca buldular. Onur, tabancasının dedesi Dündar Kılıç'a ait olduğunu,
ölmeden önce kendisine verdiğini söyledi. Onur'un karıştığı son olayı, yine şoförü Adil Cesur
üstlendi. Onur için akrabaları endişeli. Onur'un dönülmez bir yolda olduğunu belirtiyorlar.
Dündar Kılıç'ın, kızı için söylediklerinin şimdi de Onur için geçerli olduğunu söylüyorlar:
‘‘Karanlıkta koşanlar bir gün düşer. Uğur, karanlıkta koştu.’’
Ailesi, basında yer alan ‘‘Dündar Kılıç ölmeden önce ağzına tükürerek babalığını devretti’’
haberine ateş püskürüyor. ‘‘Koskoca Dündar Kılıç, babalığı buzibidiye mi devreder?’’
diyorlar.Onur, yüzyılın son kabadayısı Dündar Kılıç'ın misyonunu üstlenecek çapta değil ve Kılıç
ailesini daha çok üzecek. Tıpkı annesi gibi. (48)
Yeraltı dünyasının "halka açık" son hesaplaşması, Alaattin Çakıcı ile Nuri ve Vedat Ergin
kardeşler arasında yaşanmıştı. Sonra ortalık duruldu. Bazı "babalar" öldü, bazıları cezaevinde
girdi. Sakin geçen birkaç yılın ardından, "mafyanın yeni jenerasyonu" 22.03. 2005’de Etiler'de
boy gösterdi. Anlaşılan Polat’ın korumaya aldığı Posu gerçek hayatda babası ve dedesine
özenmişti. Dündar Kılıç'ın torunu Onur Özbizerdik ile uyuşturucu kaçakçısı olduğu iddia edilen
Hacı Muhittin Bektaş'ın oğlu Yılmaz Bektaş; aralarındaki husumeti "barışla noktalamak" için
buluşturulmuştu, ama kan döküldü.
Taraflar arasındaki "sürtüşme" bir süredir devam ediyordu, iddiaya göre, Onur Özbizerdik; 2004
yazı, Bektaş'ın, Eski OHAL Valisi ve Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican'ın oğlu Murat
Bilican'la beraber açtığı Bodrum'daki Cohiba Beach'e gitti, burada birtakım tatsızlıklar çıktı. O
zamandan beri birbirlerine "zıt giden" Özbizerdik ve Bektaş'ın adamları, geçen cuma gecesi
Levent'teki La Scala'da karşılaşınca ipler gerildi. Yanyana masalarda Serdar Ortaç'ı dinleyen iki
grup arasındaki atışmalar kavgaya dönüştü. Yılmaz Bektaş'ın masasından Mehmet Merih, Onur
Özbizerdik'in yakını Nedim Keçeli'yi bacağından bıçakladı. Hafif yaralanan Keçeli, hastaneye
kaldırılırken; Yılmaz Bektaş ve beraberinde sunucu Elif Güvendik olan Mehmet Merih mekanı
terk etti. Olayı duyan Onur, Yılmaz Bektaş'ı aradı ve karşılıklı küfürleşme yaşandı. İki grup
arasındaki gerginlik tırmanınca, devreye Atilla Havar girdi. Tarafları barıştırmak isteyen Havar,
Onur ile Yılmaz Bektaş'ı Etiler Nisbetiye Caddesi'ndeki Royal Motors'a çağırdı. Aytuğ Arsal'a ait
olan otomobil galerisine önce Onur ve adamları 06 AF 1376 Ford Mondeo, 34 AC 8146 ve 34 EA
952 plakalı Mersedes S500 marka araçlarıyla geldi. Ardından "arabulucu" Atilla Havar içeri girdi.
Daha sonra Yılmaz Bektaş, Hayrettin Bayhan, Mehmet Ağaoğlu ile birlikte 3-4 kişi geldi.
İçeride 10-15 kişi toplanınca, Atilla Havar "Önce bir barışın bakalım" dedi. Onur ile Yılmaz
Bektaş'ı öpüştürdü. Onur, Yılmaz Bektaş'a; "Nedim'i ara, yanımda özür dile" dedi. Bektaş kabul
etmedi. Bunun üzerine Onur, Yılmaz Bektaş'a tokat attı ve ortalık karıştı. Silahlar çekildi.
Yaklaşık 8-9 dakika silah sesleri devam etti. Onur Özbizerdik'in 23 yaşındaki şoförü Ömer
Coşkun vücuduna isabet eden 22 kurşunla hayatını kaybetti. Yılmaz Bektaş karnından, Mehmet
Merih de başından yaralandı. Bu sırada, masasının altına saklanan galeri sahibi Aytuğ Arsal, silah
seslerinin kesildiğini duyunca kalkıp polisi aradı. Polis geldiğinde Onur Özbizerdik ve Atilla
Havar olay yerinden ayrılmış; yaralılar da hastaneye götürülmüştü. Kavganın çıkmasına sebep
olduğu belirtilen Nedim Keçeli, gece avukatlarıyla birlikte gelip polise bilgi verdi.
Bu olayda kim kimdir ? Onur çekirdekten mafya Çakıcı. Ünlü baba Dündar Kılıç'ın torunu. 1982
doğumlu. Annesi Uğur Kılıç 1991'de Alaattin Çakıcı ile ikinci evliliğini yaptı. Ancak bu evlilik
uzun sürmedi. Ocak 1995'te Uludağ'da oğlunun gözleri önünde öldürüldü. Ölüm emrini
Çakıcı'nın verdiği öne sürüldü. 12 yaşında annesini kaybeden Onur, Çakıcı'ya intikam duygusuyla
büyüdü. İlk vukuatında 16 yaşındaydı. Park yeri anlaşmazlığı nedeniyle Önal Acar'ı yaraladı. 17
yaşındayken Çakıcı'nın kardeşi Gencay Çakıcı'yı vurmaya azmettirmekten tutuklandı. Son olarak
Çiftkurtlar Otomotiv'in sahibi Mehmet Çelik'in yaralanması davasında yargılandı.
UluslararasıI uyuşturucu kaçakçısı Hacı Muhittin Bektaş'ın oğlu. OHAL Valisi Necati Bilican'ın
oğlu Murat Bilican ile Bodrum'da ortak bar açtı. Bilican, oğlunun barını açarken, "Burası tost
yenilip, ayran içilecek bir kır kahvesi" dedi. Ancak Muğla Cumhuriyet Başsavcılığı, barda tost
değil, uyuşturucu satıldığını tespit ederek dava açtı. 1993 Miss World ikinci güzeli ve Filipinler'in
ünlü aktristi Ruffa Gutierrez'le evli. İtalyan polisinin "Müthiş Türk" adını taktığı, ünlü uyuşturucu
kaçakçısı Halil Havar'rn oğlu. Hollanda'da cezaevinden helikopterle kaçışıyla 19901ı yıllarda
günlerce konuşulan Halil Havar'ın oğlu Atilla son olayda Onur Özbizerdik ile Yılmaz Bektaş'ın
arabuluculuğu görevini üstlendi. 1993'te "Lucky-S" gemisinde Nejat Daş ve Halil Havar'a ait
2800 kg. baz morfin ve 12 ton esrar ele geçirilmişti. Atilla Havar, silahlı tehdit, yaralama gibi
suçlardan birçok kez cezaevine girdi.
1970 İstanbul doğumlu. DYP İstanbul İl başkanı Orhan Keçeli'nin oğlu. Seba İnşaat'ın
ortaklarından. Ali Şen'in kızı Suzan Şen ile evliliği bittikten sonra medyatik isimlerle adı aşk
dedikodularına karıştı. Serdar Ortaç'ı dinlemeye gittiği bir gece Yılmaz Bektaş'ın masasından
Mehmet Merih ile arasında bir tartışma yaşandı. Çıkan kavgada bacağından bıçaklandı. Onur
Özbizerdik bu olay üzerine devreye girdi. (49)
Rus Baron İbrahim Ahıskalı. Şarık Tara.
Rus baron adayı elbette Rusya ile 2 milyar dolara yakın ticari işbirliği olan ENKA patronu Şarık
Tara’dı. Mafya’yla açık ilişkisi olmasada dizide Tara’nın Ruslarla büyüyen imparatorluğu
anlatılmak isteniyordu. 1997’de Türkiye AB’den dışlanınca Enka'nın patronu Şarık Tara, hemen
Türkiye için yeni bir birlik önermişti: 'Rusya'daki enerji, Japonya'daki teknoloji ve Türkiye'deki
genç insan potansiyelini bir araya getirerek yeni bir güç birliği. Patronu olduğu ENKA, başta
Rusya olmak üzere birçok ülkede milyarlarca dolarlık iş hacmine sahipti. Türk - Japon İş Konseyi
Başkanı, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesinde öncüydü. Türkiye, AB'ye
çocuklarımızın torunlarımızın geleceği için mutlaka girilmeliydi, ama bu sırada da yapacak çok
işler vardı. Örneğin, Rusya, Japonya ve Türkiye bir ekonomik işbirliğine gidebilirdi. Bu üç ülke
birbirini tamamlayabilecek unsurlara sahipti. Rusya, enerji açısından ve eğitimli insan açısından
zengin bir ülkeydi. Japonya'da ise teknoloji ve finansman vardı. Türkiye ise genç ve potansiyeli
olan bir memleketti. Bu üçü biraraya geldi mi süper güç yaratılırdı. Hatta, 1 milyar nüfuslu
Hindistan'ı da bu güce ekleyebilirdi. Tara’nın görüşleri ABD karşıtıydı. Zira Mavi Akımla
derinleşen gaz ilişkileri vardı.
Rus Parlamento Binasını bile inşa eden ve Rusya'da toplam 2 milyar dolarlık iş yapan ENKA'nın
patronu Şarık Tara'nın Moskova'da krallar gibi karşılanıyordu. Rahmetli Vehbi Koç'u
Moskova'ya ilk götüren de Şarık Tara olmuştu. 1997’de Mavi Akım anlaşması yapılırken
Başbakan Mesut Yılmaz, Enerji Bakanı Cumhur Ersümer ve Botaş Eski Genel Müdürü Gökhan
Yardım'ın tam desteğini alan Tara, Rus Gazprom imparatorluğunun patronu Rus Başbakan Victor
Çernomirdin’in en güçlü ortağıydı. İnşaat ve gaz ihaleleriyle kazandıkları para Kırgızıstan devlet
bütçesinin 10 katıydı. Tam bir Rus baron görüntüsündeydi. Bir ara Mesut Yılmaz'ı
cumhurbaşkanı yapmak için kafa kafaya verselerde Polat'ı temsil eden güçlerin karşısında
yenildiler.
ABD’nin desteklediği Bakü-Ceyhan ile Rusya’nın desteklediği Mavi Akım, Amerikan ve Rus
yanlısı baronların çarpıştığı bir çıkar çatışmasına dönüşmüştü. Neticede iki baronunda projeleri
gerçekleşti. Ancak bu arada büyük savaşlar yaşandı. Türk halkının bilmek zorunda olduğu bir
durum var ki, o da Türkiye'ye ihtiyacı olmadığı miktarda- yargılanan BOTAŞ eski Başkanı
Gökhan Yardım'ın ifadesine göre 8 milyar metreküp yeterliydi, 16 milyar metreküp Mavi Akım
anlaşması yapıldı- doğalgazı dayattılar. Türkiye'nin aldığı doğalgazın fiyatı ortalama 118
dolarlardaydı, oysa Türkmenistan'dan gaz alınabilseydi bu gazın fiyatı 32 dolardı. Zaten Ruslar
ve Tara, Türkmen gazını alıp Türkiye'ye satıyordu. Olay halen mahkemelik olmuş iş Tahkim'e
sevkedilmişti. Fiyat ayarlaması yeniden yapılacaktı, ancak atılan kazık gerçekten çok büyüktü,
belki uzun vadede milyar dolarları bulacaktı. Gelecek yıllarla yapılan bir hesaplamayla
Türkiye'ye 200 milyar dolara varan hesapsız doğalgaz anlaşmalarını nasıl yapılmıştı? Genel
müdür bile attığı imzanın neyi ifade ettiğini bilmiyordu, siyasetçi zaten mazlumdu. Baronlar
savaşıyor ve Türkiye kaybediyordu.
Mesut Yılmaz'ın resmi bir görevi olmadan dönemin Enerji Bakanı Cumhur Ersümer ile
Moskova'nın Kempski Oteli'ndeki Mavi Akım buluşmasının ikinci ayağı Daça'da (Rusların yazlık
konutları) Enka'nın patronu Şarık Tara'nın gizli konuklarının kimler olduğu asla ortaya çıkmadı.
Washington’a rağmen Mavi Akım’ı yaptırmayı başaran Rus baron adayı Tara, Türkiye’yi
gereğinden fazla gaz alım tahahhütüne sokmuştu. Şimdi sıra bu gazı iç piyasada tükettirmeye
gelmişti. Tüm illerimiz gaz hatları ile sarılmalı, herkes gaz haracına bağlanmalı, gazla çalışan
elektirik üretim santralleri yapılmalıydı.
"Yugoslavya kökenli Enka’cıların üst düzey yöneticileri büyük bir aile ağacı oluşturuyorlardı.
Enka’ya bağlı bir çok kurluşun yönetim kurulu ya da genel müdürlüklerinde hep Tara ve Gülçelik
soyundan gelen akrabalar bulunuyordu." (Mustafa Sönmez, Kırk Haramiler-Türkiye’de
Holdingler, s.244)
Enka, Enişte ve kayınbirader sözcüklerinden oluşturulmuş; çünkü firmanın sahiplerinden olan ve
yıllar önce Ortadoğu’da bir uçak kazasında ölen Sadi Gülçelik, diğer ortak Şarık Tara’nın eniştesi
yani kızkardeşi Vildan Hanım’la evlenmiş. 1948-1949 Mezunu, Fevzi oğlu Şarık Hamza Tara,
Üsküp 1930 doğumlu ve Şişli Terakki mezunu; daha sonra İTÜ’yü bitirmiş.
Enka’yı anlatmaya gerek yok, çok büyük ve büyüklüğü kadar da meşhur bir firma. ENKA;
ANAP’ın kuruluşunda şirketin küçük ortağı Vural Arıkan’ı Özal’a verdi. Enka Pazarlama Genel
Müdürü Şerif Egeli’nin kardeşi Selim Egeli de, Nazlı Semra Yeyinmen’in eşi Halil Turgut Özal
‘ın Propaganda Danışmanı oldu ve Halil Turgut Özal’ın gerçekten en yakınlarından birisiydi.
Emin Çölaşan yıllar önce Selim Egeli’yle röportaj yapmış ve bu röportajlarını "Kırk Kişiyiz
Birbirimizi Biliriz" isimli kitapta toplamış. Bu kitaptan daha doğrusu o röportajdan öğrendiğimize
göre, Selim ve Şerif Egeli’nin babası Reşit Egeli, Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) Genel
Müdürü’ymüş (s.128). Türkiye’de sanayileşmeye dair kim ne araştırma yaparsa bu bankanın
verdiği kredilerle zengin yaratılmasından ve kim yolsuzlukların tarihçesinden bahsedecekse bu
bankadan bahsetmek zorundadır. Ve yine kim kontrgerilaya dair bir şeyi tarihçesiyle yazacaksa
bu bankadan bahsetmek zorundadır. (Geniş bilgi için bkz. Suat Parlar, Türkiye’de Gizli Devlet.)
Enka’nın Sabetaycılarından bir başka meşhur isim daha var : Dışişleri eski Bakanı Vahit
Halefoğlu’nun oğlu Melih Halefoğlu da üst düzey Enka yöneticisi (Kırk Haramiler, s.244)
Dedeleri Üsküp, Yunanistan ve Saraybosna fatihi olan Şarık Tara I. Murad'ın öncü kuvvet
komutanı Paşa Yiğit'in torunudur. Yahya Kemal'le de torun çocukları olan Tara, 2. Dünya Savaşı
ile 600 yıllık yurdunu terk etmek zorunda kalır. Şarık Tara bu sıkıntılı dönemden, 1944'te
ailesinin de İstanbul'a gelmesi ile kurtulur ancak. Aile Üsküp'ten ayrılırken tüm malvarlığını
orada bırakacaktır. Getirilenler ise, ailenin geçimini sağlamaya yönelik yükte hafif şeylerdir
sadece. Onlar da iki yıl yeter ancak: "İki sene boyunca onları satıp yedik." Sonrasında... Babası
önce Çorapçılar Kooperatifi'nde iş bulur, ardından da Manisa Ticaret Odası'nda çalışmaya başlar
ve anne-babası oraya yerleşir.
İlkokula Sırp Mektebi'nde başlayan Tara, Türkiye'ye geldiğinde de Almanca bildiği için önce
Alman Mektebi'ne yazılır. Paralı olduğu ve Seniha Hanım istemediği için birinci yılın sonunda
Kadıköy Birinci Ortaokulu'na geçer. Yedinci sınıfta ise ailesi Üsküp'ten gelip Nişantaşı'nda ev
tutunca, sevdiği Besim Gürmen adındaki hocasının yönlendirmesiyle Şişli Terakki Lisesi'ne girer.
Tara başarılı bir öğrencidir: "Sınıf birincisi idim." Okurken de bir yandan, ailenin paraya olan
ihtiyacını da düşünerek çeşitli işlerde çalışır: "Evvela inşaatlarda çalıştım. 15-16 yaşında bir
fabrikada gece vardiyasında çalıştım. Sonra Beşiktaş'taki mensucat fabrikasındaki Yugoslav
mühendise tercümanlık yaptım. Dayımın oğlu İskender abinin taahhüt işleri vardı, şantiyede
çalıştım." Mahmure-Fevzi çiftinin ilk çocukları doğduktan 5 ay sonra vefat ettiği için Şarık Bey,
Vildan, Yaşar (çok genç yaşta bir kazada hayatını kaybeder) ve İlhan'ın önünde evin ikinci
çocuğu değil en büyüğü olur: "Kendi harçlığım yok ki, eve veriyorduk."
Bu yıllar aile için 'yeniden doğuş' mücadelesinin yılları olacaktır. "O zaman çok kazandıran bir
meslekti. Onu seçtik" dediği İTÜ İnşaat Mühendisliği Fakültesi'ine 1949'da girip mezun olacağı
1954'e kadar bu sıkıntılar devam eder Şarık Tara için. Henüz üniversitenin ikinci sınıfında iken
okulda öğrendiklerini işte uygulama imkanı da bulur Tara. 1955'te Türkiye'nin en genç proje
müdürü olarak Haydarpaşa Soğuk Hava Deposu'nun şantiye şefi olması ona dönemin başbakanı
Adnan Menderes ile tanışma imkanı sağlar: "Kim buranın şantiye şefi dedi. Benim dedim. Baktı,
genç bir adam. Böyle şantiye şefine böyle şantiye dedi. Ben gocundum. Bu niye geç kaldı, ne
zaman bitecek dedi. 45 gün dedim. Kontrole geldiğinde ben gece gündüz çalışarak bitirmiştim.
Çok hoşuna gitti." Tara'nın Menderes'le diyaloğu Menderes'in dramına kadar devam eder. Askere
de onun yardımı ile gider. İskenderun'da teğmendir, 1960 İhtilali olduğunda.
1955'te 4 bin lira maaş almaktadır Tara. Hakkı olan primi alamadığı için kendi işini kurmaya
karar verir. Şarık Tara Şirketi'ni kurar. İstinye Köprüsü'nün temelleri ile Yeşilköy sahil yolundaki
koruma duvarlarını Veziroğlu'na taşeron olarak çalışarak yapar. 1957'de ise İTÜ'den 'can dostu'
Sadi Gülçelik'le birlikte Enişte-Kayınbirader olarak ENKA'yı kurarlar. Bu bağ, Sadi Gülçelik'in,
Tara'nın kızkardeşi Vildan Hanım'la evlenmesinden kaynaklanmaktadır. Sonra yüzde onluk
paylarla Tara'nın babası Fevzi Bey ile Sadi Bey'in abisi de hissedar olurlar Enka'ya. İşlerini
zamanında teslim etmesi Tara'yı devlet kurumları ile biraz daha yakınlaştıracaktır. Ama Enka'nın
asıl sıçraması Uniroyal Lastik Fabrikası işinin alınması ile olacaktır. Enka artık büyümeye
başlamıştır: "Özel sektöre de, devlete de çalıştık. Arçelik'i, Şişecam'ın Çayırova Fabrikası'nı
yaptık." Pimaş'la daha da büyür Enka. Pimaş'ın sponsorluğunda 1969'da Türkiye'de düzenlenen
Avrupa Plastik İmalatçıları Toplantısı Şarık Tara'ya bugün Davos'a en çok katılan işadamı unvanı
kazandırması yolunda ilk adımı attıracağı gibi, Tara'nın uluslararası alanda çok tanınan birisi
olmasına da vesile olacaktır. Çünkü o toplantıda tanıştığı Prof. Klaus Schwap, 1970'lerde kurulan
ve Davos'un ilk hali oarak adlandırılan Management Forum'un başındaki yetkilidir. 1972'den bu
yana Davos toplantılarına katılan Tara, bu toplantılarda Türkiye adına çok önemli işlere de imza
atar. Bugüne kadarki Davos toplantılarının Türkiye açısından en önemlisi olan 1987'deki
toplantıda Özal-Papandreu görüşmesini tertipler. Denebilir ki Davos toplantıları, Şarık Tara'nın
da gayretiyle Türkiye için 'yıldızların parladığı anlar' olur zaman zaman. Tara, burada kurduğu
ilişkiler sayesinde Bush'tan Jivkov'a, Chernomyrdin'den Taha Yasin'e, Margaret Thatcher'a kadar
dünya liderleriyle çok iyi tanışan ve görüşebilen birisi olur. Enka'nın yüze yakın yabancı
ortaklığının da bunda etkisi vardır Tara'ya göre.
Bu arada 1970'lere gelindiğinde 10 bin lira sermaye ile kurdukları Enka artık dış pazarlara da
açılır. Türkiye'ye döviz getirecek yeni pazarları 'ilk' keşfeden müteahhit firmalardan olur Enka.
Libya pazarına ilk giren Enka'dır 1971'de. Ardından Suudi Arabistan, Irak ve Ürdün'de
müteahhitlik işleri üstlenir. Son durak Beyaz Ev'ini de kısa sürede yaptığı Rusya pazarıdır.
Enka'yı ne ekonomik krizler ne de siyasi çalkantılar veya ihtilaller yükseliş trendinden
alıkoyabilir. Enka tarihinde bir tek kötü dönem yaşanır. O da 1985 yılıdır: Çok açıldık, fabrikalar
aldık. Dış ticaret şirketimiz vardı, o da çok kötü gitti." İşin dışında kayınbiraderi Sadi Bey'in bir
uçak kazasında kaybedileceği 1980 yılı da onun için iyi hatırlanmayacak bir yıl olur.
Kızkardeşi Vildan Hanım'ın Notre Dame de Sion'dan okul arkadaşı, Kırımlı bir aile olan Şakir
Ataman'ın kızı Lale Hanım'la 1956'daki evliliğinden Sinan Bey'in dışında Zeynep ve Leyla
adında iki çocuğu daha olan Tara'nın vaktini, Enka'dan çok üyesi bulunduğu ve sorumluluk
üstlendiği kurumlar almaktadır bugünlerde. Biri Japonya Devlet Başkanından aldığı diğeri de
Türk Dışişleri'nin verdiği iki belgenin dışında İTÜ ve Moskova Tıp Akademisi'nden aldığı iki de
Şeref Doktorası ile övünen Tara, 'üyelikleriniz var mı?' sorusuna karşılık açıklama ihtiyacı
hisseder gibi, üyesi olmadığı kurumları şöyle sayıyordu: "Hiç bir şeyle alakam yok. Ne Propeller
Kulüp (Kim Kimdir'e göre üye görünüyor), ne rotary ne masonluk." Bunlar da üyesi oldukları:
TÜSİAD, TEV, İTÜ Vakfı, Olimpiyat Komitesi. (50)
ENKA'nın 1972'de başlayan yurtdışı işlerinde çalıştırdığı Türk sayısı 150 bin 21'e, Türkiye'ye
getirdikleri döviz miktarı da 1.5 milyar dolara çıkmıştı. Dolayısyla para güç demekti. Enka'nın
patronu Şarık Tara, ‘‘Adını bile duymadığım yerlerden iş aldık. İnşaatta Avrupa'dan 20 yıl
öndeyiz’’ diyordu. Böyle bir baronun karşısında kim durabilirdi!
Derin devlet konseyinin patron adayı Mehmet Ağar:
1951'de Elazığ'da doğdu. Babası Zülfikar Ağa gibi polisliği seçti. Emniyet Genel Müdürlüğü
adına Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuyan Ağar, 1972'de mezun olduktan sonra, polisliğe
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı korumalarında görev alarak başladı. İznik,
Selçuk ve Torul Kaymakamlıkları da yapan Ağar, Derince Kaymakamlığı görevinden sonra,
İstanbul Siyasi Şube Müdür Muavinliği'ne getirildi. 5 yıl süren İstanbul Emniyet Müdürlüğü
Personel ve Asayiş Şube Müdürlüğü'nden sonra, Şükrü Balcı-Ahmet Ateşli-Ünal Erkan ve
kendisi ile ilgili MİT raporunu nedeniyle 1988 yılı başında, Ankara Emniyet Müdürlüğü'ne
getirildi. Bu dönemde siyasilerle yakın ilişki kurmaya gayret etti.
Ankara Emniyet Müdürü olduğu dönemde Semra Özal'ın hiçbir programını kaçırmaması, Ankara
dışına çıkışı ve gelişlerinde her zaman havaalanında da hazır bulunması nedeniyle adı zaman
zaman, "Papatya Bürokrat" olarak anıldı. Aynı dönemde Turgut Özal'a karşı düzenlenen
suikastın soruşturulmasını görevini yürüttü ve video kasete alınan Kemal Horzum sorgusunu
yaptı. Korkut Özal bu nedenle Ağar'ın suikastın arkasındaki isimleri bildiğini ileri sürdü. İstanbul
Emniyet Müdürlüğü görevinden sonra, 1992'de de Erzurum Valisi oldu. Bu görevi sırasında 1
Ağustos 1992'de gıyabi tutuklu olarak aranan Bahçelievler katliamı sanığı Haluk Kırcı'nın
nikahında, gelin Vesile Erzincanlı'nın nikah şahitliğini yaptı. 1993 Temmuz ayında Tansu Çller'in
DYP Genel Başkanı ve Başbakan olmasından sonra Emniyet Genel Müdürlüğü'ne getirildi.
Bu göreve gelir gelmez, Milli Güvenlik Kurulu'na 'Özel Tim'in güçlendirilmesi ve PKK'nın
büyük şehirlerdeki finans kaynaklarını kurutmak gibi önlemleri içeren "Terörü 1 yılda yok
edecek" bir plan hazırlayıp sundu. Özel Harekat Timi'nin PKK'yı bir yılda sileceğini ileri sürdü.
"PKK'ya karşı ülkücü ordusu kurulduğu" iddialarını yalanladı. Bu konuşmasından 40 gün sonra
ise "Özel ordu çok yakında hazır" açıklamasını yaptı. Polis örgütüne MHP yanlılarının hakim
olmasına göz yummakla suçlandı. Ağar yönettiği polis örgütü nedeniyle, işkence iddialarına ve
yargısız infaz suçlamalarına da hedef oldu.
Ağar, " Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok ve Cem Ersever" gibi suikastların
hiçbirisi çözülmemesine karşın, faili meçhul cinayetlerden 893'ünün ortaya çıkarıldığını savundu.
MGK'da 26 Nisan 1995'te Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi'nin Türkiye Raporu görüşülürken,
Demirel "İşkence yok" diyen Ağar'ı, "İşkence yok demekle olmuyor" diyerek tersledi. Daha
sonra işkenceyi "münferit olaylar" olarak nitelendiren Ağar, eleştirilerin tırmanması üzerine
"Polis hatasız değil" demek zorunda kaldı. İstanbul'daki mafya iddiaları nedeniyle eleştiri alan
Ağar, yasal düzenlemeler yapıldıktan sonra "Mafyaya karşı katı" olacaklarını söyledi. Bu
dönemde Mülkiye müfettişlerinin incelemesiyle ortaya çıkan bir skandalda kimi sabıkalı mafya
üyelerine yasalara aykırı bir biçimde silah ruhsatı verildiği ve ruhsat dosyalarında eski İçişleri
Bakanı Abdülkadir Aksu'nun imzası bulunduğu ortaya çıktı. Ağar bu soruşturma için kendisi
hakkında yapılmış bir işlem olmadığını belirtti. Ağar kayıp dosya olmadığını söylerken,
müfettişler 400 silahın dosyasının kaybolduğunu ortaya koydu ve mafya üyelerine verilen ruhsat
sayısının 2 binden fazla olduğu belirlendi.
Ağar, Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde artan faili meçhul cinayetler nedeniyle büyük
eleştiri aldı. Çiller'e başbakanlığı döneminde büyük destek veren Ağar, onu yurtiçi, yurtdışı tüm
gezilerinde yalnız bırakmadı. Ağar, bu dönemde İstanbul Emniyet Müdürü olan Necdet Menzir
ile büyük bir çekişmenin de içinde oldu. Aralık 1995 seçimlerinden sonra 28 ay sürdürdüğü
Emniyet Genel Müdürlüğü görevinden ayrıldı ve DYP milletvekili olarak Meclis'e girdi. Çiller'in
A Takımı'nda yer aldı. Adalet Bakanı olduğu ANAYOL Hükümeti döneminde cezaevlerinde 12
siyasi tutuklunun açlık grevlerinde ölmesi büyük tartışma yarattı. REFAHYOL Hükümeti'nin
kurulmasından sonra İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturdu. Ağar, Bakanlar Kurulu toplantısında
Başbakan Necmettin Erbakan'ın Libya gezisine karşı çıkan tek isim oldu. Erbakan'ın
kararnamesini de imzalamayan Ağar görevinden istifa ederek de direnişini sürdürdü ve
azledilmesi gündeme geldi.
Ağar'ın Susurluk olayından hemen sonra polis müdürü Hüseyin Kocadağ'ı savunarak, Abdullah
Çatlı'yı teslim olmaya götürdüğü yolundaki açıklaması herkesi şaşırttı. Bu sözlerinin hemen
ardından Tansu Çiller tarafından istifaya zorlandı ve istifa etti. 1996 Eylül ayında Aydınlık
dergisi tarafından açıklanan ikinci MİT raporunda bizzat Ağar tarafından verilen yeşil pasaportlar
ve silah taşıma belgeleriyle özel bir örgüt kurduğu, bu örgütün adam kaçırma, uyuşturucu
kaçakçılığı gibi işlere bulaştığı iddia edildi. Susurluk kazasından sonra yapılan incelemelerde
Çatlı'nın üzerinde çıkan silah taşıma belgesindeki imzanın Ağar'a ait olduğu Jandarma Kriminal
Laboratuvarı tarafından tespit edildi. İstanbul DGM Başsavcılığı tarafından hazırlanan ve 30
Ocak 1997'de Meclis'e gönderilen fezlekede, Sedat Edip Bucak ile "Cürüm işlemek için çete
kurmak. Hakkında yakalama ve tevfik müzakeresi bulunan kişileri yetkili mercilere haber
vermemek ve görevi kötüye kullanmak" suçlamalarıyla 6'yla 12 yıl arasında ağır hapis cezasına
çarptırılması istendi. 11 Aralık 1997'de dokunulmazlığı kaldırılan Ağar, Anayasa Mahkemesi'nin
itirazını reddetmesinden sonra, DGM'de 10 Ocak 1998'de 3 saat süreyle sanık sıfatıyla ifade
verdi. Hospro silahlarıyla ilgili yaptığı yazılı savunmada, silahları Korkut Eken'e senet karşılığı
verdiğini ve konunun devlet sırrı olduğunu söyledi. Mesut Yılmaz ise bu tür bir devlet sırrının
kayıtlarda yer almadığını ileri sürdü. 15 Haziran 2000 tarihinde "Suç işlemek amacıyla teşekkül
oluşturmak" iddiasiyle hakkında oluşturulan Meclis Soruşturma Komisyonu 8'e karşı 6 oyla
Ağar'ın Yüce Divan'a sevkine gerek olmadığına karar verdi ve eski İçişleri Bakanı böylece
aklandı.
Baronun Söz Bir'de Kaybolan Uçaksavarlarla İlgili Konuştuğu Kişi: Aydın Doğandı. Hürriyette
de benzer bir başlık çıkmıştı "Kaybolan Silahlar Kadek'in Elinde mi?" diye. Kaybolan silahların
sorulacağı adres Ağardı. Devlet sırrı arkasına saklanarak asla konuşmayacaktı.
Ve en güçlü Baron adayı Rahmi Koç :
Vehbi Koç, 1934 yılında İstanbul’da ilk teşebbüsüne başladı. Bu aynı zamanda onun ilk sanayi
teşebbüsüydü. Haliç Sütlüce’de Hovagimyan Biraderler’in kurduğu boru fabrikasına ortak oldu.
Ancak daha işin başında hesaplar iyi yapılmadığı için iş battı. Böyle bir iki tecrübe geçirdikten
sonra, “Başkalarının kurduğu işe ortak olmam, kendi kurduğum işe ortak ararım” kararını verdi.
1937’de İstanbul’da ilk şubesini açtı. Fermenciler’de 100 bin lira sermayeli Vehbi Koç ve
Ortakları Kolektif Şirketi faaliyete geçti. 1938’de de Koç Ticaret Anonim Şirketi’ni kurdu. Artık,
ülkenin sayılı ticaret adamlarından biri haline gelmişti. 1930 yılında oğlu Rahmi Koç, 1938’de
kızı Sevgi Koç (Gönül) ve 1941’de de kızı Suna Koç (Kıraç) doğmuştu. Artık dört çocuk babası
bir ticaret adamıydı. 1944 yılı, yıllar boyunca başarılı bir şekilde sürecek bir işbirliğinin
başlangıcı oldu. Otomobil işinde daha da gelişmek için iyi bir yönetici arıyordu. Sonunda Bernar
Nahum’la tanıştı ve onu transfer etti. 1944 başlarında, Bernar Nahum, Koç Ticaret A.Ş. Otomobil
Şubesi Müdürü oldu. Böylece uzun yıllar sürecek bir işbirliği ve dostluk başladı. Bu arada İkinci
Dünya Savaşı devam ediyordu. 1945’te savaş sonrası ticarette öncelik kazanmak için New
York'ta Ram Commercial Corporation şirketini kurdu. Ama bu şirket istediği sonucu vermedi. Bu
arada lastik firması U.S. Rubber (Uniroyal) firmasının temsilciliğini aldı. Savaş sonrası ilk
Amerika seyahatine çıktı. 52 gün kaldığı bu ülkede, gördüğü herşey onu etkiledi. 102 katlı
Empire State binası, yollar, binalar, fabrikalar, mağazalar, araçlar, herşey ama herşey bambaşka
bir dünyanın görüntüsü gibiydi. Burada işadamlarının zamanı nasıl kullandıklarını, iş
görüşmelerini nasıl yaptıklarını gördü. Bir anlamda “işadamlığı stajı” gibiydi Amerika seyahati.
Bu seyahatte Ford’la ilişkilerini geliştirdi, ama Henry Ford’la görüşmeye muvaffak olamadı.
General Electric’i Türkiye'de ampul fabrikası kurmaya ikna etti. 1947’de kendi sermayesiyle ilk
sanayi teşebbüsüne girişti. Ankara Oksijen Sanayi Şirketi’ni kurdu. Ardından bir yıl sonra da
General Electric Ampul Fabrikası’nı kurdu. Artık ticaretten sanayiye kayıyordu. Bunda, çocukluk
yıllarının etkisi büyüktü. O çok iyi bir gözlemciydi. Ticarete, ticareti çok iyi yapan
gayrimüslimleri izleyerek girmiş, hep en kazançlı işleri seçmişti. Sanayiye girerken de, ülkenin,
insanların ihtiyaçlarını gözledi.
Türkiye’nin en büyük şirketler topluluğu Koç’un Yönetim Kurulu Başkanı Rahmi Koç, 2002 başı
itibariyle, babası Vehbi Koç’tan 54 yaşında devraldığı koltuğunu, 18 yıl sonra 41 yaşındaki oğlu
Mustafa Vehbi Koç’a devretti. Koç Topluluğu’nun bir numaralı profesyonellik kadrosu Chief
Executive Officer (CEO) görevi de, Temel Atay’dan 52 yaşındaki Bülend Özaydınlı’ya geçti.
Holdingin kurucusu olan babasının 83 yaşında emekliye ayrılmasıyla 30 Mart 1984 tarihinde
İdare Meclisi Başkanlığı’nı üstlenen Rahmi Koç, 2002 yılında girdiği 72 yaşında bu görevi büyük
oğlu Mustafa Koç’a bıraktı.
Mustafa Vehbi Koç, 1960 yılında doğdu. İsviçre’de Lyceum Alpinum Zuoz’daki öğreniminin
ardından ABD’deki George Washington Üniversitesi’nde işletme okudu. 1984 yılında Tofaş
Oto’da satış elemanı olarak toplulukta görev alan Koç, Kofisa Ceneve’de Satış Müdürlüğü, Ram
Dış Ticaret’te genel müdür yardımcılığından sonra, Koç Holding’de sanayi-enerji-ticaret
şirketleri başkanına yardımcı pozisyonuna getirildi. Rahmi Koç tartışmasız olarak iş dünyasının
bir imparatoru haline gelmişti. Türkiye'nin en zengini Rahmi Koç 4.9 milyar dolar servetin sahibi
ve bu servetle dünyada 103. sırada. Yabancı sermayeye entegre Koç Grubunda Rahmi Koç
CFR’ye üye olana kadar yalnızca BB üyesiydi. CFR'nin Şubat 2001'de ki toplantısı, dizideki gibi
Masonların İstanbul Merkezli mekanında değil, Koç Holding binasında Rahmi Koç'un ev
sahipliğinde gerçekleşti. Bu toplantı Türk ekonomisinin küresel güç baronları arasında
paylaşıldığı toplantılardan sadece birisidir. Ekonomi bu toplantıdan sonra battı. Elbette baron
öldürülmedi, sadece emekli edildi.
İlginç konuşmalarıyla sık sık gündeme gelen Koç, AB ve ABD yanlısydı ve Washington'u
herzaman savundu. ' En iyisi akıllı diktatörlük, o da bu devirde olmaz.' ' Müslümanların tek dini
lideri olmalı' gibi kelamları unutulmaz. Özellikle, 2001 yılı Ağustos ayında Koç Holding İcra
Kurulu Başkanı Rahmi Koç’un CNN Türk’e yaptığı açıklama ilginçtir. Rahmi Koç, Erdoğan’ın
bir milyar dolarlık bir servete sahip olduğunu belirtmiş ve bu servetin kaynağını sormuştur. Aynı
şekilde Hürriyet Ankara bürosu şefi Sedat Ergin de 2 Ocak 2004 yazdığı yazısında Erdoğan’ın
ortak olduğu üç firmadan söz etmiştir, ki bu firmalar Ülker ürünlerinin dağıtımı ile iştigal
etmektedirler
Koç grubunun servetini yaparken devletin ve yurtdışı merkezlerin icazetini aldığı muhakkak.
Doğu bey, bunu baronla ölmeden önceki görüşmesinde net biçimde söyledi. Gitmesi gereken
yerlere gittiği için yükselmişti Koç imparatorluğu. Perde arkasında durmayı seven azınlıkların
servetlerini baba Koç gibi oğul Koçlarda çok iyi kullandılar. Türkiye'nin en büyük şirketlerinden
olan Arçelik'te ve Arçelik'in dağıtım ağı Atılım Pazarlama'da önemli bir hisse payına sahip olan
Burla Biraderler bundan 500 yıl önce İspanya'dan Osmanlı topraklarına göç eden bir İspanyol
Yahudi ailesidir. Can Kıraç'ın 'Anılarımla Patronum Vehbi Koç' kitabını okurken, kitabın satır
aralarında geçen bir soyisim dikkatleri çekiyor; Burla Biraderler. (51)
Türkiye'deki kökleşmiş isimlerin yer aldığı 'Kim Kimdir?' kitabına bakıyorum. Ama Burla ailesi
ile ilgili hiçbir bilgi kırıntısına rastlayamıyorum. Musevi cemaatine ait aile fertlerine ulaşmak
kolay değil. Yine medyatik bir umut ışığı var: Monik Burla. Burla Biraderler'in torunu, Avni
Benardete ile evlendikten sonra kamuoyu daha doğrusu sosyete dünyası onu Benardete soyadı ile
biliyor. Fakat Avni Benardete daha sonra genç bir hanımla başlattığı ilişki sebebi ile Monik
Benardete'den boşanıyor. Monik ise şu anda bir sebeple Avni Bey'in amcazadesi Ceri Benardete
ile beraber. Karışık bir ilişkiler ağı var anlayacağınız. Monik Burla mübalağasız Burla ailesinin
piyasa tarafından bilinen tek ismi. Gece hayatında, partilerde ve magazin dergilerinde boy
göstermeyi çok seviyor. Saklı yapılar artık illegaliteyi akla getirir oldu. Masonluk bile belli
ölçüde şeffaflaşmaya gitmek zorunda kaldı. Birçok azınlık gibi Burla Biraderler de Türk
milletinin üstünden çok büyük paralar kazanmış, otomotivden tekstile pekçok sektörde faaliyette
bulunmuş bir aile olarak Türkiye'de çok önemli ticari işlere imza atmış ama kendilerini hep perde
arkasında tuttular.
Burla Ailesi İspanya Yahudilerinden ve Osmanlı topraklarına 1492 yılında göç eden bir aile. Bu
sebeble 500. Yıl Vakfı'nın aktif üyeleri arasında Lori Burla da var. Aile şirketleri tekstilden
otomotive, büro, kırtasiye malzemelerinden elektrik malzemelerine, oradan rulman ve fotoğraf
makinesi pazarlamasına kadar birçok alanda faaliyet gösteriyor. Ailenin önemli isimlerinden
Monik Burla ile Rahmi Koç arasında çok sıkı bir dostluk ilişkisi var. Monik hanımın verdiği tüm
davetlere Koç ailesi tam kadro katılıyor. Ayrıca küçük bir grup her ayın ilk perşembesi basından
habersiz bir araya gelerek gurme toplantıları yapıyorlar. Aşağı yukarı 10 ailenin bulunduğu bu
süzme toplantılara öğrenebildiğimiz kadarı ile, Rahmi Koç ve Monik Burla'nın dışında Nuri
Çolakoğlu, Tezcan Yaramancı, Hakko ailesi, Nursen Gündüz ve ailesi ve Ceri Benardete
katılıyor.
Burla Biraderler ile Vehbi Koç arasındaki ilişki sadece ticari alanda olmadı. Vehbi Koç'un
arkasındaki 'gizli kahraman' olarak bilinen Bernar Nahum'un da Koç Grubu'na Burla
Biraderler'den 1944 yılında transfer edildilmesi çok stratejik bir konumlanma örneğiydi. Bernar
Nahum biraz zor verdiği bu kararın arkasından hayatının sonuna kadar Vehbi Koç ile beraber
oluyordu. Şimdi de Nahum'un oğlu Jan Nahum Koç Holding'e ait Tofaş Grubu'nda murahhhas
aza olarak görev yapıyordu. Nahum, Koç'tan sonra Koç Grubu'ndaki en önemli soyadı. Koç'un
özellikle yurtdışı ilişkilerinin arkasında hep Bernar Nahum'un uluslararası seviyede güçlü
bağlantıları yatıyordu. Elektrik ampulü, taşıt lastikleri, buzdolabı, çamaşır makinesi, Anadol
otomobili üretimi gibi başlangıçta çok zor gibi görünen sektörlere girilmesinde Nahum'un hayal
gücünün ve uygulama üstünlüğünün payı büyüktü. Bernar Nahum eğer Burlalarda kalsa idi Koç
bu kadar büyüyebilir miydi bilinmez ama doku uyuşmazlığı olmaması halinde Burla ailesinin
şimdikinden daha büyük bir noktada olacağı muhakkaktı.
1960'lı yılların başlarında Vehbi Koç, beyaz eşya sektöründeki talebi karşılamak amacı ile çelik
dolap işine girmek istiyordu ama Burla Biraderler de aynı şekilde bu işi yapmaya soyunmuşlar ve
bir fabrika arıyorlardı. Bu durum Vehbi Koç'un hiç hoşuna gitmiyordu. Piyasanın iki üreticiyi
besleyecek kadar gelişmediğini düşünüyor ya da rakip istemiyordu. Zaten Burla ailesi ile bazı
sektörlerde kıyasıya bir rekabet yaşıyorlardı. Bu sefer Koç, Burla Biraderler ile ortak olarak
onların piyasa tecrübelerinden yararlanmak istiyordu. Ve Burla Biraderler'e ince ve kurnaz zekası
ile reddedemeyeceği bir teklif götürüyordu. Vehbi Koç, Burla Biraderler ile görüşerek fabrikayı
birlikte kurmayı teklif ediyordu. Bilgi ve sermaye gücü nedeni ile çoğunluk hisselerine Koç grubu
sahip olacaktı. Burla ailesine ise yüzde 20 hisse verildi. Bugün Burla Biraderler'in Arçelik
içindeki payları yüzde 2,98'e inmiş durumda. Ama Arçelik Türkiye'nin en büyük özel şirketi ve
cirosu 1 milyar 200 milyon dolar seviyesinde. Dolayısı ile yüzde 2,8'lik pay bile bir aileye en üst
seviyede yaşam standardı sunacak kadar önemli bir rakama tekabül ediyordu. Bugünkü değerlerle
yaklaşık 100–150 milyon dolarlık bir pay demekti bu. Bir dönem kağıt işinde de Türkiye'de
belirleyici bir rol oynamışlardı. Hürriyet gazetesi ile Burla ailesi arasında da ispatı bir çırpıda
mümkün olmayan bir finans ilişkisi olduğu biliniyordu. 150 milyon doların üstünde ciro yapan ve
bu açıdan Türkiye'nin en büyük gazetesi olarak bilinen Hürriyet gazetesini destekleyen kurucu
kadrolar arasında Burla Ailesi başı çekiyordu.
Cumhuriyet gazetesine gelince... Cumhuriyet'in de, kurucusu Yunus Nadi. Mason olan Yunus
Nadi, Arnavut kökenli yazar Naci Pelister'in "Türk Matbuatı Yahudilerin Kontrolü Altında"
başlıklı bir yazısında bildirdiğine göre, aynı zamanda da bir "Karaim Yahudisi". Karaimler, 8.
yüzyılda kurulmuş bir Yahudi tarikatı. Bu durumda Cumhuriyet'i bir "tarikatçı gazetesi" olarak
tanımlamak mümkün olabilir; tabii İslam değil Yahudi tarikati elbette. Cumhuriyet'in Milli Şef
dönemindeki yükselişi ise, iki Yahudi şirketinden aldığı destek sayesinde oldu. O dönemde
Türkiye'deki gazetelerin ilan işleri, "Yahudi şirketi" olan Hoffer'in, kağıt işleri de Burla
Biraderler'in elindeydi. Onların tutmayacağı bir gazetenin yükselmesi ve hatta yaşaması zordu.
Bu bilgiden hareketle insanın aklına Burla ailesi acaba Karaim tarikatına mı üye diye bir soru
gelebiliyor.
Burla Biraderler'in nasıl büyüdüğüne bakıldı ğında iki şey dikkati çekiyor; dışarıdaki bağlantıları
ve içerideki rakipsizlikleri. Cumhuriyetin başlarında bazı ithal malların satılmasında ve devlet
ihalelerinde Yahudi ailelerin çok büyük avantajları olmuştu. 1954 yılında Galata'da Üzeyir Garih
ile İshak Alaton'un beş bin lira sermaye ile kurdukları Alarko Holding'in bugünkü gücüne
ulaşmasında, 1958'de dönemin başbakanı Adnan Menderes'in kendilerine Ankara'da kurulacak
olan bir para matbaasının havalandırma tertibatının ihalesini vermesinin önemli rolü olduğunu
kimse inkar edemezdi. Elektrifikasyon ve elektrik malzemelerinin satışı ile piyasaya giren Burla
Biraderler'in de gerek devletten aldıkları ihalelerle ve gerekse Türk işadamlarıyla yürüttükleri
ortak çalışmalarla kısa zamanda büyük güce ulaştıkları ortadaydı. Devlete yaslanmadan zengin
olan kimse yoktu bu ülkede.
Burla Birderler'in şirketleri Türkiye'nin en eski ticaret ve sanayi şirketlerinin başında geliyordu.
Burla Biraderler'in en eski şirketi 1928 yılında kurulan Ottaş Otomotiv ve Taşınmaz Mallar
Sanayii. Ottaş bugün Türkiye'nin en eski otomotiv şirketiydi. Ottaş'ın şu anki yönetim kurulunda
şu isimler bulunuyordu: Lori Burla, Leon Hahanel, Sara Bornsten, Emil Franko, Nadya Sonman,
Robert Sonman ve İvet Burla. Yine Burla Biraderler'e ait Burla Makine Ticaret ve Sanayi
şirketinin yönetiminde de aşağı yukarı aynı isimler vardı: Lori Burla, Monik Benardete, Terry
Sonman, Toni Hananel, Nadya Sonman, Sara Bornsten, İvet Burla, Leon Hananel ve Robert
Sonman. 1975 yılında kurulan şirket, tezgah makineleri, yedek parçaları ithalat ve ihracatı
alanlarında faaliyet gösteriyordu. Power dergisinde Burla Biraderler ile çıkan bir haberde şu
bilgiler yer alıyordu: Burla Ailesi Arçelik'in yanı sıra Koç Holding'in beyaz eşya pazarlama
şirketi Atılım'da da hisseye sahip. Lori Burla şirket yönetim kurulunda ve başkan yardımcısı
olarak görev yapıyor. Atılım'daki hisse payı ise bilgiye kapalı yapıdan dolayı bilinemiyor. File
Tül Makine ve File Tekstil Sanayii, Burla ailesinin tekstil sektöründeki şirketleri arasında yer
alıyor. File Tül'ün yönetim kurulunda Yusuf ve Reyna Burla ve Eddi Anter isimleri var. File Tül
Makine her türlü tel örgü, makine ve ipliğiyle mensucat imalatı alanlarında faaliyet gösteriyor.
File Tekstil genel bir ticaret şirketi hüviyetinde. Bir başka tekstil şirketi Şen Triko da Yusuf Burla
yönetiminde. Burla ailesinin şirketi olan Birol File de Birol Burla tarafından kurulmuştu. ( 52)
Aile içi ilişkileri araştırınca sır perdesi çözülüyordü. Vehbi Koç’un eşi Sadberk Hanım, Vehbi
Bey’in teyzesinin kızı. Sadberk Hanım’ın baba tarafindan kuzeni de Hürriyet’i kuran Sedat
Simavi. Sedat Simavi, Hürriyet’i kurarken bütün sermayeyi Eli Burla sağlamış. Eli Burla ile
Vehbi Koç’un ortaklıkları malum. Sadberk Hanım, Sadullah-Nadire Aktar çiftinin ikinci çocuğu.
Birinci çocukları Adile Hanım, İhsan Mermerci’yle evlenmiş. İhsan Mermerci, Akfil’in kurucusu.
İhsan-Adile çiftinin çocuklarından Mehmet Ata Mermerci Ender Mermerci’yle evlenmiş. Üzeyir
Garih’in öldürülmesinden sonra Vehbi Koç’un kızı Sevgi Gönül, Hürriyet’teki Divit isimli
köşesinde, Garih’in ziyaretine gittiği söylenen Nakşibendi Şeyhi’nin müritleri arasında
"teyzezademin eşi Ender Mermerci’nin de olduğunu öğrendim" diyordu. Ender Mermerci, 2000
yılında Ermeni Soykırım Tasarıları gündeme gelince, jet sosyetenin milliyetçi güzeli olarak da
ortaya çıkmış ve "Benim gibi insanlar çoğalsa, yurt dışında lobi yaparız ve bu tasariları önleriz"
diyordu. Bu çiftin çocuklarının isimleri Yosun, Tansa ve Derin. Bu üç kişi de anneleri gibi
paparazzilerin gözdesi. İhsan-dile çiftinin çocuklarından Suha Mermerci, Gudrun Hanım’la
evlenmiş. Çocuklarının ismi Yavuz Mermerci. İhsan-Adile Mermerci çiftinin bir diğer çocuğu S.
Nihal Hanım, Nihat Karaveli’yle evlenmiş. Nihat Karaveli, gazeteci ve Galatasaray Lisesi’nden
Coskun Kırca, İlter Türkmen, Naim Tirali ile sınıf arkadaşı. Sadullah-Nadire Aktar çiftinin ikinci
çocukları Sadberk Hanım’ı sona bırakıp üçüncü çocukları Melahat Hanım’a geçelim. Melahat
Aktar, Prof. Dr. O. Cevdet Çubukçu’yla evlenmiş ve bu evlilikten doğan iki çocuktan Prof. Ender
Berker, Mustafa Berker’le; Aydın I. Çubukçu da Nükhet Hanım’la evlenmiş. Bu soyadını
unutmayınız, aşagıda bu soyadını genişleteceğim.
Sadullah -Nadire Aktar çiftinin dördüncü çocuğu Emin Aktar, Hüsniye Hanım’la evlenmiş ve bu
evlilikten doğan Samih Aktar, Caroline Hanım’la evlenmiş. Diğer çocuğun ismi de Özmen Aktar.
Gelelim ikinci çocuğun yani Sadberk Hanım’ın, Vehbi Koç’la olan evliliğine. En büyük çocuk
Semahat Hanım, Nusret Arsel’le evlenmiş. Üçüncü çocuk Sevgi Hanım, Doğan Gönül’le evli.
Sevgi Hanım, Hürriyet’te Divit isimli köşesinde, başörtüsü takan üniversiteli kızlara hakaretler
yağdırıyor. Dördüncü çocuk Suna Hanım da İnan Kıraç’la evli. GS Yöneticisi Can Kıraç’ın
kardeşi. Suna Kıraç, Bilderberg üyesi. İnan ve Can Kıraç’ın babaları Mustafa Kemal’in
ekibinden, Kıraç soyadı da Mustafa Kemal tarafindan verilmiş zaten. Kuru tarımla ilgili yaptığıi
çalışmalardan dolayı. Gelelim ikinci çocuğa yani Rahmi Koç’a Rahmi Bey, Çiğdem
Meserretçioğlu’yla evleniyor. Bu evlilikten Mustafa, Ömer ve Ali Koç doğuyor. Mustafa Koç,
İzmir’in ünlü zenginlerinden, İzmir Yün Mensucat’in da sahibi olan Giraud’larin kızı Caroline ile
evleniyor. Çiğdem Meseretçioğlu yine İzmir’in eski çok zengin ailelerinden sanayici ve armatör
Avni Meserretçioğlu ile eşi Suat Hanım’ın kızı. Çiğdem Hanım, Rahmi Koç’tan sonra Erol
Simavi’nin oğlu Günaydın’ın da sahibi Haldun Simavi’yle evlendi. Suat Hanım ünlü armatör
Kemal Sadıkoğlu’nun kızkardeşi. Armatör Sadıkoğulları’nın kızlarından Varlık Hanım, Alp
Yalman’la, Berna Hanım bir diğer Bilderbergli Feyyaz Tokar’la, Rabia Hanım ise Bogaziçi Lisesi
Yıllıkları’nın sponsoru (ve çocukları da oradan mezun zaten) Çapamarka’nın oğlu Vecdi
Çapa’yla, Esin Hanım ise Milliyet Gazetesi yazarlarından Yılmaz Çetiner’le evlenmiş.
Meserretçioğlu çiftinin Çiğdem Hanım’ın dışındaki diğer iki çocuğundan biri olan Güldem
Hanım da, İpragaz’ın sahibi Yücel Kurttepeli’yle evlenmiş. Şimdi dönelim yukarıda
döneceğimizi söylediğimiz Çubukçu soyadına. Şişli Terakki Lisesi, 1990-1991 mezunları
listesine bakıyoruz. Merve Sadberk Çubukçu, İbrahim Aydın Çubukçu kızı.
Kim bu İbrahim Aydın Çubukçu ? Beko Genel Müdürü ve Sadberk Koç’un kızkardeşi Melâhat
Aktar’ın Prof. Dr. O. Cevdet Çubukçu’yla evliliğinden doğan çocuğu. İ. A. Çubukçu’nun dedesi
yani babası O. Cevdet Çubukçu’nun babası Tütüncü Mustafa Kazım Efendi. Kazım Efendi
önemli birisi, önemi 1924 Mübadelesi’nden geliyor. O dönemde çok zengin olan bu zat,
Sabetaycılar gemiyle gelirken parası olmayanların da tüm masraflarını karşılamış. Şimdi başa
dönelim. Sadberk Hanım’ın annesi olan Nadire Hanım aynı zamanda Vehbi Koç’un da teyzesidir.
Nadire Hanım’ın kızkardeşi Fatma Hanım Vehbi Koç’un annesidir. Ancak akrabalık bununla
sınırlı değil. Sadberk Hanım’ın erkek kardeşi Emin Aktar’ın evlendiği Hüsniye Hanım da, Vehbi
Koç’un kızkardeşidir. Vehbi Koç’un diğer kızkardeşi Zehra Hanım, Halim Kütükçüoğlu’yla
evlenmiş ve bu evlilikten doğan Gülgen Hanım, Kutlutaş’ın Yönetim Kurulu Başkanı Peyami
Çağlar’la, diğer çocuk Nesteren Hanım ise Fuat Bayramoğlu’yla evlenmiş. En son 500. Yıl Vakfi
Kurucularından da olan meşhur Fuat Bayramoğlu, emekli büyükelçi, şair, araştırıcı, yazar; 1944
Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun Özel Kalem Müdürü olabilmiş bir entellektüel.
Adı geçenlerin kim olduklarını tanıtmaya çalışalım. Vehbi Koç’un karısı Sadberk (Aktar) Hanım
(Vehbi Koç ile Sadberk Hanim teyze çocuklarıdır) Simavi Ailesi’nin yakın akrabasıdır. Aydın
Çubukçu'nun da dedesi olan Kâzım Bey'in oğlunu tüccar olmak için zorlamasının sebebi, ailenin
baştan beri tüccar bir aile olagelmesidir. Babasının, tüccar olmasını istediği Osman Cevdet,
doktor olduğu için ailenin ticari işlerini yürütmek Osman Cevdet'in dört kardeşi içinde tek erkek
kardeşi (kız kardeşleri Zehra, Hatice, Hilmiye) olan Arif Çubukçu'ya kalır. Koç Topluluğu'nda
Çubukçu'yu etkileyen bir kişi daha vardır: "Isak Eskenazi. Koç Holding'in ve Koç ailesinin mali
işlerine bakardı. Bana örnek olacak o kadar çok şeyini benimsemişimdir ki. Dürüst, takipçi,
tutumlu olmayı, yetki vermeyi ama o yetkiyi vereceğiniz kişiyi hiç olmazsa seçerken dikkatli
olmayı." geldiğinde ise, Melahat Hanım'la evlenerek yine Ankaralı bir aile olan Nadire—Sadullah
Aktar çiftine damat olur: "Babam doktor olduktan sonra, Aktar ailesinden bir kızla evlendirilmek
isteniyor. Teyzelerime de gösteriliyor veya ne şekilde gösteriyorlarsa... Fakat kısmet annemle
evlenmesi imiş. Koçzade Hacı Mustafa Efendi ile evlenen Fatma Hanım Vehbi Koç, Hüsniye ve
Zehra Hanım'ın annesidir. Nadire—Sadullah Aktar çiftinin de, Osman Cevdet Çubukçu ile
evlenen Melahat Hanım dışında Adile, Emin ve Sadberk Hanım'lar, dünyaya gelen diğer
çocuklarıdır. Koç Topluluğunun kurucusu Vehbi Koç, Nadire teyzesinin kızı Sadberk Hanım'la
evlenir. Buna karşılık Aktar ailesi de oğulları Emin Aktar'ı, Vehbi Koç'un da kızkardeşi olan
Hüsniye Hanım'la evlendirir. (Aktar ailesinin fertleri kamuoyunda, önde olmak istemediklerinden
olsa gerek, isimleri hiç bir şekilde gündeme gelmez.) Böylece teyze çocukları 'dışarıya' gitmemiş
olur. Bunun dışında Nadire—Sadullah çiftinin büyük kızları olan Adile Hanim, Akfil'in de
kurucusu olan İhsan Mermerci ile evlenir. (Bu evlilikten dünyaya gelen Mehmet Ata, bugün
sosyetede isminden söz ettiren Ender Mermerci ile evli idi. Magazin basınında adları sürekli
gündemde olan Tansa, Derin ve Yosun Mermerci de, Ender—Mehmet Ata Mermerci çiftinin
çocuklarıdır.) Fatma—Koçzade Hacı Mustafa Efendi'nin diğer kızı Zehra Hanım ise Halim
Kütükçüoğlu ile evlenmiştir. (Vehbi Koç'un da yeğeni olan çiftin çocuklarından Gülseren
Kütükçüoğlu dışındaki Nesteren Hanım, emekli Büyükelçi, Cumhurbaşkanlığı eski Genel
Sekreteri Fuat Bayramoğlu ile, Gülgen Hanım da Kutlutas Temel İnşaat ve Sondajcılık Sanayi
Yönetim Kurulu Başkanı Peyami Çağlar ile… "
Aydın Çubukçu, dedesi için Kazım Efendi diyor. Sabetaycıların 1924’te Selanik’ten
gelenlerinden maddi durumu iyi olmayanların gemi paralarını Kazım Efendi diye birisi ödemiş.
Fuat Bayramoğlu da Bektaşi mason ve Sabetaycı. Şimdi bir başka Sabetaycı gazeteci Yilmaz
Çetiner’in anlattıklarından, anlatılanlardan (Aksiyon’da) alıntı yapalım : " Trabzonlu Hocazade
ailesinin bir ferdi olan Çetiner, eşi Esin Hanım vesilesi ile Koç, Tokar, Yalman ve Çapa aileleri
ile de akrabadır. Bugünkü eşi olan Eser (Sadıkoğlu) ile evliliğini ise 8 ay süren uzun bir
mücadeleden onra 1967'de yapan Çetiner'in bu evliliğinden Aslıhan (Tahsin Çifkur'la evlidir.
Leyla çiftin tek çocuklarıdır) adını verdiği bir kızı gelir dünyaya. Eser (Evde diğer bir adı Esin
olan Eser Hanım, armatör Kemal Sadıkoğlu'nun Vuslat Hanım'la evliliğinden doğan yedi
çocuğundan biridir. Kemal—Vuslat Sadıkoğlu'nun çocukları Türkiye'nin tanınmış simaları ile
evlenmiştir. En büyük kızları olan Berna Hanım, gazeteci, yazar ve işadamı Feyyaz Tokar'la
evlenir. Rabia Hanım, Çapamarka'nın kurucusu Nuri Çapa'nın Nafia Çapa ile evliliğinden doğan
Tam Gıda Yönetim Kurulu Başkanı ve Beşiktaş'ın ünlü sagaçığı Vecdi Çapa ile, oğullarından
armatör Celal Sadıkoğlu Hilal Hanım'la, diğeri, yine armatör olan Kahraman Sadıkoğlu da Julide
Hanım'la birleştirir hayatlarını. Çiftin bir diğer kızı ve şimdi hayatta olmayan Varlık Hanım ise
Galatasaray Başkanlığı da yapan Alp Yalman'la evlenir. Yilmaz Çetiner, kayınpederi olan Kemal
Sadıkoğlu'nun kız kardeşi Suat Meserretçioğlu vesilesi ile Simavi ve Koç aileleriyle de hısımlık
kurar. Türkiye'nin ilk armatörlerinden İzmirli Avni Meserretçioğlu ile evlenen Suat Hanım,
Çiğdem Simavi (Rahmi Koç'la evliliğinden Mustafa, Ömer ve Ali Koç adında üç çocuğu olur),
Güldem (İpragaz'ın sahiplerinden Yücel Kurttepeli ile evlenir, Emre ve Merve adında iki çocuğu
vardır) ve Aslan Nuri Meserretçioğlu'nun (Aygen Hanım'la evlenir ve Ömer Nuri adında bir
çocuk sahibidir) annesidir". ( 53)
Baron Koçlar, sebataycılara verdikleri desteklerle yükselmişler ve akrabalık ilişkileri kurarak
ülkenin yönetimii perde arkasından yürütmüşlerdi. Sadece servetiyle, siyasetin, devletin ve
ekonominin asıl patronu olma hususiyetleriyle değil, akraba silsilesininden de anlaşılacağı gibi;
kesinlikle Türkiye'de baronluğa yakışan isim Rahmi Koçtur. Ancak dizide olduğu gibi
öldürülmemiş, 2002 martında kendi isteği veya dış bağlantıları CFR ve BB'nin isteği ile emekliye
ayrılmıştır Dizide baronun illegal mafya örgütlenmesinin başı gibi gösterilmesi yakışıksızdı.
Dedesi, babası ve annesi hacca gitmiş biri olan Rahmi Koç, kimseyi öldürtmeyecek kadar gerçek
bir İstanbul beyefendisi kapitalisttir! Bu nedenle dizinin baron tiplemeside abuk sabuktu.
TEŞEKKÜR SONSÖZÜ!
Kurtlar Vadisi, Türkiye'nin yeraltı dünyasının, hele derin devletin hepsine ışık tutmuyor, sadece
bir fener tutuyordu. Dizide mafya dünyası ile irtibatlı siyasiler ve derin devletle irtibatlı üst düzey
askerler mecburi olarak sansürlenmişti. Hele olması gereken İstanbul dükaları hemen hemen hiç
biri yoktu veya kim oldukları fazla lanse edilmedi. Bu diziyle Sebataycıların ne kadar güçlü
olduğu ve bağlı olduklerı dış güçlerin, gizli örgütlerin başedilemezliği zihinlere, bilinçaltlarına
kazındı. 20 yıldır yaşananları ustaca birleştirerek bugün yaşanıyormuş gibi sunan dizi yazarları,
geçmişte yaşananları ve aktörlerini hatırlamamıza yardımcı oldular. Dizide gerçek hayatda
olmayan karakterlerde vardı. Ömer baba ve eşi, avukat Canan, Güllü Erhan, dayı , Nergiz, Safiye,
Deli Hikmet ve pek çok isim. Senaryoya ilave edilen pek çok isimle bu diziyi Baron Zafer
Ergin’in ifadesiyle 2070 yılına kadar sürdürmek mümkündü. Mehmet Eymür, Türkiye’nin çarpık
yapısını şöyle özetliyordu:
Çıkar ilişkileri, milliyetçilik, işbirlikçiler, satılmışlık, mafya, çete, Avrupa Birliği, Amerika, İsrail,
AB karşıtları, Amerika ve Yahudi düşmanlığı, yabancı hayranlığı, yabancı düşmanlığı, dini
inançlar, din düşmanlığı, dini istismar edenler, din devleti, şeriat, Atatürkçülük, Atatürkçülüğü
istismar edenler, Kuvay'ı-Milliye'ciler, istihbaratçılar, kendini istihbaratçı sananlar, istihbarat
romanları yazanlar, ajanlar, komplo teoricileri, her şeyi bilenler, her şeye inananlar, inandıranlar,
hortumcular, ekmeğini namusu ile kazananlar, başkalarının ekmeğini çalanlar, kredi verenler,
borç alanlar, zenginlik, fakirlik, lüks, zaruret, zengin düşmanlığı, Mersedes'ciler, mobiletçiler,
otobüsçüler, etnik, ideolojik ve dinsel yapılanmalar, Kürtler, PKK'lılar, Ermeniler, Süryaniler,
Pontusçular, Keldaniler, Yezidiler, Milli Görüşçüler, Kaplancılar, Süleymancılar, Nizam-ı
Alemciler, Tikkocular, Hizbullahçılar, DHKP-C, hala çürümüş doktrinleri savunan örgütler,
teröristler, insan hakları, yargısız infazlar, adalet, adaletsizlik, yönetenler, yönettiğini sananlar,
yönetilenler, entelektüeller, entelektüel olduğunu sananlar, ihtilaller, andıçlar, politik, askeri,
bürokratik dokunulmazlıklar, gizlilik dokunulmazlığı, eş dost ve akraba dokunulmazlığı, mafya
ve silah gücü dokunulmazlığı, birbirinden kopuk, birbirinden habersiz resmi kurumlar, halkını
kandırmayı sanat edinmiş gazeteciler, parayla yazı, kitap yazanlar, aptal yerine koyanlar, aptallar,
bir bilenler, her şeyi bilenler, kötüyü iyi, iyiyi kötü gösterenler, vatan kurtaran eşkıyalar,
kurtarılanlar, kaçıp kurtulanlar, omuzlarda taşınanlar, gurur duyulanlar, her biri benim diyen
politikacılar, askerler, paşalar, bürokratlar, şahinler, kargalar, serçeler, haber güvercinleri,
birbirini sevmeyen, birbirini saymayan, kendi insanına düşman, değişik fikirlere tahammülsüz
insanlar, artısı ve eksisi belirsiz etkenlerle yoğrulmuş garip bir hamur, nüansları yok olmuş
renkler, alt-üst olmuş dengeler, doğru ile yanlışın karıştığı kavramlar.
Bu kadar karışık bir yapı düzelmedikçe, her türlü dokunulmazlık kalkmadıkça, Türkiye’de
kuvvetler ayrılığı çağdaş ülkelerdeki gibi çalışmadıkça, siyasi veya provokativ cinayetlerin de,
diğer olumsuzlukların da sonu gelmezdi. ( 54) Artık silkelenip kendimize gelmenin zamanı geldi.
Bu mafya düzeninde istikrarı sağladıkları için teşekkür edilmesi gerekenler vardı; Nethaber yazarı
Erbil Tuşalp'ın listesi oldukça kabarıktı:
Teşekkürü hak edenlerin başında elbette, Süleyman Demirel'den Bülent Ecevit'e, Alpaslan
Türkeş'ten Necmettin Erbakan'a Türkiye'nin son 30 yılına damga vuran, Kenan Evren'li, Bülend
Ulusu'lu, Turgut Özal'lı, Mesut Yılmaz'lı, Erdal İnönü'lü, Tansu Çiller'li, Hikmet Çetin'li, Murat
Karayalçın'lı devleti yönetenler kadrosu yer alıyor. İstikrarın sağlanmasınsa emeği geçen
Çatlı'dan Çakıcı'ya, Mehmet Ali Ağca'dan Oral Çelik'e, Yalçın Özbey'e, Musa Serdar Çelebi'ye,
Mehmet Şener'e uzanan; İsa Armağan, Ömer Ay, İbrahim Çiftçi, Kartal Demirağ, Ercüment
Gedikli, Mahmut Korkmaz, Ömer Özcan, Abdullah Kederoğlu, Avşar Kederoğlu, Celal Adan,
Mustafa Çalık, Ramiz Ongun, Lokman Kondakçı, Mümtazer Türköne, Mehmet Gül, Recep
Öztürk, Ahmet Sefa Kırlı, İzzet Akyazıcı, Cengiz Ayhan, Müfit Sement, Yunus Meral, Mustafa
Kıvılcım, Ahmet Malkan, Üzeyir Çakmaktaş'ı saran istikrar koruyucularını unutmamak
gerekiyor.
Takdiri hak edenlerden Mehmet Ağar, Sedat Edip Bucak, Korkut Eken, İbrahim Şahin, Ayhan
Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz, Enver Ulu, Ziya Bandırmalıoğlu, Mustafa Altunok, Ayhan
Akça, Ömer Kaplan, Bülent Orakoğlu, Hanfi Avcı, Veli Küçük, Orhan Taşanlar, Kemal Yılmaz,
Kemal Yazıcıoğlu, Doğan Güreş, Mehmet Emin Yurdakul, Cengiz Ersever, Coşkun Kıvrak,
İsmail Kuru, Alaattin Kanat, Kahraman Bilgiç, İbrahim Babat, Sami Demirkan, Murat Demir,
Murat İpek, Abdullah Çetin, Ferda Temel, Ahmet Ateşli, Zahit Avcıbaşoğlu, Fehmi Altınbilek,
Ali Cesur, Mehmet Ali Çeviker, Fuat Dinçer, Semih Tufan Günaltay, Cengiz Ersever, Kaşif
Kozinoğlu gibi "vatanı herkesten çok sevenler sınıfı mensuplarını" gücendirmemek şart oluyor.
Yaşamlarını kendi sırlarını gömmekle geçiren Mehmet Eymür, Yavuz Ataç, Erkan Gürvit,Nuri
Gündeş,Necdet Küçüktaşkıner, Metin Günyol, Tolga Atik, Tanju Belen, Fermani Demirkol,
Ertuğrul Güven, Bülent Öztürkmen, Şahin Tolunoğlu, Mehmet Cemal Kulaksızoğlu'nun
emeklerini anımsamak zorunlu gibi görünüyor. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığından, kumardan
çek senet tahsilatına uzanan yeraltının "sanayici ve işadamı sıfatlı" Mehmet Ali Yaprak'tan Yaşar
Öz'e, Sami Hoştan'a, Hurşit Han'a, Ali Fevzi Bir'e, Kemal Horzum'a, Aydın Telli'ye, Hadi
Özcan'a, Hacı Çapan'a Celal Duman'a, Abuzer Uğurlu'ya, Yaşar Aktürk'e, Şehmuz Daş'a,
Selahhattin Delidere'ye, Mikail Göleli'ye uzanan kadronun hakkını yemenin günah olduğunu
hatırlatmak bir yurttaşlık görevi oluyor.
Teşekkür, şükran ve takdir listelerinde Semra, Zeynep, Ahmet sırlamasıyla Özal' ailesinin, Özer
ve Tansu sıralamasıyla Çiller ailesinin, Mehmet Ağar ve 1000 operasyon gerçekleştiren mesai
arkadaşlarının da, elbette yalı komşuları ekürisi de yer alıyor. Nusret Demiral, Ülkü Coşkun, Baki
Tuğ gibi yargıç ve savcılar belli ki heyecanla teşekkür bekliyor. Ve de elbette yüzyılın istikrar
sembolü Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, Mesut Yılmaz'ın yanında Muhsin Yazıcıoğlu, Merve
Kavakçı, Nazlı Ilıcak, Eyüp Aşık, Cevdet Aydın, Mehmet Yılmaz, Mustafa Taşar, Ömer Barutçu,
Yıldırım Aktuna, Necdet Menzir, Sedat Bucak, Ayvaz Gökdemir, Mehmet Perçin, Hayri
Kozakcıoğlu, Ünal Erkan, Bekir Aksoy, Meral Akşener, Saffet Arıkan Bedük, Korkut Özal,
Abdülkadir Aksu, Hasan Celal Güzel, Mahmut Yılbaş, Enis Sülün gibi devlet ve siyaset
adamlarını eklemek gerekiyor.
1. BÖLÜM KAYNAKLAR
KAYNAKLAR
56- Derin devlet tanımlandı, Milliyet, 12 Nisan 2005.
57- Abdurrahman Dilipak, Akit, Devlet Sırrı, 18 Temmuz 2000.
58- Ömer Lütfi Mete. Sabah, Derin devlet, ama kiminki?, 10.04.2005.
59- Yavuz Donat, Derin Devlet yazıdizisi, Sabah, 6 Nisan 2005.
60- Ekrem Dumanlı, Zaman, Derin devlet, 12 Nisan 2005.
61- Tamer Korkmaz, Zaman, Kontragerilla, 12 Nisan 2005.
62- Deniz Zeyrek, Radikal, MGK’nın Gizli Yönetmeliği
63- , Hakan Yılmaz Çebi, Adaleti Savunanlar Derneği İstanbul İl Başkanı, Emekli Albay Tabib
Prof. Dr. Nevzat Tarhan ile röportaj “Devlet İçin Devlete Rağmen” , www.netpano.com
64- Nuh Gönültaş, Tercüman, , Bülent Arınç: Düğmeye Mehmet Aziz Tarman bastı!, 5 Nisan
2005.
65- Halk İçin Ekmek ve Adalet, Tarih: 25 Temmuz 2004, Sayı: 07.
66- Neşe Düzel’in Avni Özgürel ile röportajı, Apo-MİT İlişkileri, Radikal.
67- Mehmet Ali Birand, Milliyet, 8 Nisan 2005, Derin devlet işsiz kalacak (!)
KAYNAKLAR