You are on page 1of 320

jt/ lj.

ı I

B enim ad ım C o lto n C'allovvay. H ik â yem in b ittiğ in i


san ıyord u m am a y a n ılm ışım . D ah a fa zla sı var...
Küçük k ızım K ylie b ü y ü d ü . O n y e d i y a şın d a, güzel
ve yeten ekli, tıp k ı a n n esi N ell g ib i. O d a b ir k ö tü
çocuğa, b ir sü rü sırrı o la n , k a ra n lık ta yaşayan
b ir k ö tü ç o c u ğ a â ş ık old u .

* * *

Benim a d ım O z H yd e. B en d e C o lto n ’ın


hikâyesinin b ir p a rça sıy ım . İşte o k ö tü ç o c u k b e n im .
B en im d e a n la ta c a ğ ım b ir h ik â y em var.

K em e rlerin izi b a ğ la y ın ç ü n k ü b u o ld u k ç a
sa rsın tılı b ir y o lc u lu k o la ca k .

Y A Z A R IN D İĞ E R K İT A P L A R I:
Sensiz
ÖZGÜN ADI: Falling Under
KİTABIN ADI: Sensiz
YAZAR: Jasinda Wilder
ÇEVÎREN: Fatma Zeynep öztürk
EDİTÖR: Zeynep Küçük
KAPAK TASARIM: Karen Yardımlı
BASKI VE CÎLT: Kitap Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
Merk. Efendi Mah. Davutpaşa Cad. No: 123 Kat: 1
Topkapı/Zeytinburnu/İstanbul
Sertifika No: 16053

© Jasinda Wilder, 2014


© PENA YAYINLARI A.Ş., İstanbul 2015
Kapak fotoğrafı © Trevillion Images

1. Baskı: Eylül 2015

ISBN: 978-605-9126-36-6

© B u eser ü z e rin d e k i tü m h ak lar 5846 sayılı F ik ir v e Sanat E serleri K an un u çerçevesinde


y a y ım c ıy a aittir. Y a yım cın ın iz n i o lm ak sızın , eserin tü m ü n ü n v e y a b ir k ısm ın ın veyah u t içeriğin
h erh a n g i b ir b ö lü m ü n ü n , h erh an gi b ir form atta -elek tron ik , m ek an ik v e sair form atlar da dahil-

k o p ya la n m a sı, ço ğ a ltılm ası, dağıtılm ası, ya yım la n m ası, değiştirilm esi, tercüm e edilm esi v eya sair
şek illerd e işlen m esi, h e r tü rlü ticari k u lla n ım a k o n u edilm esi; k ayn a k b elirtilerek eğitim veya
ta n ıtm a a m a çlı a lın tılam a d ışın d a , eserden h erh a n g i b ir surette alın tılam a y apılm ası v e eserin her
n e ad altın d a olu rsa o lsu n k u lla n ım a k o n u ed ilm esi 5846 sayılı ilgili kan u n çerçevesinde yasak

o lu p h u k u k i v e cezai m esu liyet doğu rm ak tad ır.

P E N A Y A Y IN L A R I A Ş .
H alaskargazi C addesi N o : 51 Şişli-İstanbul

Tel: +90 2 1 2 368 8300


Faks: +90 2 1 2 3 8 1 76 48

e-posta: info@ penayayinlari.com

w w w .penayayinlari.com

Yayıncı Sertifika N o : 2748 1


Jasinda VVilder

Sensiz

İngilizceden Çeviren:
Fatma Zeynep Öztürk

P
P EN A
A lıntısı yapılan tü m şarkılar, şarkı isim leri ve şarkı sözleri ilgili telif
sah ip lerin in m ülkiyetin dedir. Bu eser b ir k u rg u d an ibarettir. Burada geçen
İsimler, karakterler, ye r isim leri ve olaylar tam am en h ayal ürünüdür.
G e rçe k kişi ve olaylarla ilgisi yoktur.
Sevgili okuyucular; bu kitap sizin için.
Bu serinin hepimizi çıkardığı yoğun, zahmetli
ve değerli yolculukta bana eşlik eden sizler için.
Siz Nell ve Colt'u, Becca ve Jasonı kalplerinize
aldınız. Onları benim kadar sevdiniz. Onları
gerçek kılmama yardım ettiniz. Bu kitap, kendini
bu karakterlerle, onların mücadeleleri ve karşı
karşıya geldikleri sorunlarla özdeşleştiren herkes için.
Teşekkürler, sîzleri seviyorum.
1

MASMAVİ

Oz

E ylül

Yeni çocuk olmaktan nefret ediyordum. Bu iğrenç bir şeydi.


Şimdiye kadar alışmam gerektiğini düşünebilirsiniz ama alış-
mamıştım işte. Annem yüzünden sürekli, neredeyse her sene
taşınıyorduk. Yeni bir okul, yeni bir şehir... Keşke ne aradığını,
kimden kaçtığını bilseydim. Kimden saklandığını. Sanırım
kendinden saklanıyordu. Nereye gidersek gidelim bir şeyler onu
ürkütüyordu. Yedinci sınıftan beri her sene farklı bir okula gidi­
yordum. Yedinci sınıfta St. Louis, sekizinci sınıfta Denver, doku­
zuncu sınıfta Biloxi, onuncu sınıfta Atlantic City, on birinci
sınıfta Rochester, New York. Son sınıfta Atlanta.
Yani yeni çocuk olmak konusunda her şeyi biliyordum. Ama
neyseki üniversite, özellikle de yüksekokul herkesin yeni olduğu
anlamına geliyordu. Birbirini tanıyan çok az insan vardı. Birbi­
rini anaokulundan beri tanıyan bir yığın insan yoktu. Burada
arka planda kaybolabiliyordum ve bu çok iyi bir şeydi. Güzel bir
değişiklikti. Hoşuma gitmişti.
Atlanta’da yüksekokuldaki derslere girmeye başlamış, bir
seneyi tamamlayıp iki dönemi bitirmeyi başarmıştım kı annem
10 Jasituia Wilder

yine taşınmaya karar verdi. Bir süre dolaştıktan sonra Nashville’e


yerleştik. Başka seçeneğim olmadığı için buradaki okula nakil
olmak zorunda kaldım. Nakil edilemeyen birkaç dersi tekrar
almak zorunda kaldım. Diğerlerine yetişmeye çalışıyordum ama
çoktan geride kalmıştım. Yirmi bir yaşımdaydım. Şimdiye kadar
mezun olmuş olmam gerekiyordu ama ben okulu yarılayama-
mıştım bile. Saçmalığın daniskasıydı bu. Anneme en azından
okulu bitirene kadar taşınmayalım demiştim. Bana en azından
bu kadar zaman vermesi gerekiyordu.
Kendi başıma yaşayabileceğimi, Atlanta’da kalıp okulumu
bitirebileceğimi, annemin de canı nereye isterse oraya gidebi­
leceğini düşünmüş olabilirsiniz. Bunu ben de düşünmüştüm.
Gerçekten düşünmüştüm. Uzun süre ve ciddi ciddi düşün­
müştüm. Ama en sonunda onunla birlikte gitmiştim. Birbiri­
mizden başka kimsemiz yoktu. Ay sonunu getirebilmek için çok
uğraşıyordu. Bu da benim yardımımla, ne kadar olursa katkı
sağlamamla mümkün oluyordu. Annemin bana ihtiyacı vardı.
Kısaca... Merhaba Nashville.
îlk dersim olan matematikte arka sıraya oturdum. Bu ders
benim için düzenleyici bir nitelik taşıyordu. Daha ileri düzey­
deki dersleri alabilmem için bir ön koşul olarak bu derse girmek
zorundaydım. Keşke lise matematiğinden biraz daha ileri
düzeyde olsaydı. Dokuzuncu sınıfta bu konuları öğrenmiştim
zaten. Matematik benim açımdan yatıştırıcı bir dersti. Saçma
gelebilir ama oturup denklem çözmeye çalışmak kafamdaki
karmaşayı sakinleştiriyor, daimi ruh değişimlerimle baş etmeme
yardım ediyordu.
Sınıftaki diğer herkes tahmin edebileceğiniz tipteydi. Sessiz,
dik oturan, defterlerini çıkarmış ve not alan insanlar. Cep koru­
yucuları hariç her şey tamamdı. Tamam, belki biraz abartmış
olabilirim. Çoğu benim gibiydi, bir önkoşulu yerine getirmek
Sensiz 11

için buradaydılar. Sonra bir de o vardı. Vay arkadaş. Sınıfın


uzak bir köşesinde, ön sırada oturuyordu. Yüzünü hafifçe yana
çevirmişti. Kızıl-sarı saçlarını ve şimdiye kadar gördüğüm en
heyecan verici mavi gözlerini yandan fark edebilmiştim. Tanrım.
Nabzım hızlandı. Üstelik kız bana bakmıyordu bile. O da
benim kadar sıkılmış gibiydi. Sandalyesinde geriye yaslanmıştı.
Upuzun saçlarından bir tutamı parmağına dolamış çeviriyordu.
Bir dirseğini sıraya dayamış sakız çiğniyor, bir yandan da defte­
rine bir şeyler karalıyordu. Dersi pek dinlemiyordu. Sanki Dr.
Çirkinpantolon un söylediği her şeyi biliyor gibiydi. Bakışlarımı
ondan ayıramıyordum. Büyülenmiştim.
Sandalyemde iyice küçüldüm. Tanımadığım bir kıza böyle
saçma tepkiler vermem beni utandırmıştı. Herkes kızların serseri
tipli erkekleri sevdiğini bilirdi. Ben de onlardan biriydim. Bu
yüzden kız tavlama konusunda hiç sorunum yoktu. Ama daha
önce nabzımın hızlandığı, kulaklarımın uğuldadığı, avuçlarımın
terlediği olmamıştı hiç. Kalkıp yanma gitmek, adını, numara­
sını almak veya kendisiyle baş başa beş dakika geçirmek için
yalvarmak istediğim de olmamıştı.
Cebimden kulaklıklarımı çıkardım, bir tanesini kulağıma
taktım. Kimse görmesin diye arkamı döndüm. “Oynat” tuşuna
bastım ve sesi sonuna kadar açtım. Stone Sourdan “Monolith”
çalmaya başladı. Öğretmenin monoton, mırıltılı sesini bastırdı.
Nashville Halk Kütüphanesi’nden aldığım ve sicim teorisiyle
ilgili olan eski bir kitabı açtım.
Ders çok ağır geçti. Neleri işlediklerini kaçırmamak için
arada sırada kafamı kaldırıp tahtaya bakıyordum. Şimdiye kadar
gözüm kapalı yapabileceğim şeyler dışında bir şey yoktu. En
sonunda ders bitti ve öğrenciler çene çalarak, gülerek vc kuu
bakarak dışarı çıktı. Kızıl-sarı saçları olan kız benim sırtın'ti
yanında durdu.
Jasinda Wilder

Dik dik bakmak hiç kibar bir davranış değil.” Gür kızıl-sarı
saçlarını omzunun üstüne attı. “Adın ne?”
Onıu/ silktim. “Ben de kibar biri değilim zaten. Adım Oz.”
Kaşlarını çattı. “Oz mu? Kimliğinde böyle mi yazıyor?”
“Fark eder mi?”
“ Hayır, ama...”
Profesör sözünü kesti. “Siz ikiniz acele edin. Başka bir dersim
daha var.”
Ders on dakika sonra başlayacak olsa da öğrenciler içeri girip
yerlerine oturmaya başlamışlardı. İkimiz de sınıftan çıktık. İsim
konusunda ısrar etmemesi için yavaşça sıvıştım. O öylesine bir
kızdı işte, canımı sıkacak bir şey yoktu. Diğer sınıfa, dünya tarihi
dersime doğru yürüdüm. Ders kötü değildi ama sıkıcıydı. Tam
içeri girecektim ki kızın arkadaşlarıyla konuştuğunu gördüm.
Döndüm ve ona doğru ilerledim. Kendime, az önce gösterdiğim
aşırı tepkinin önemsiz olduğunu kanıtlamaya çalışıyordum.
“Ben senin ismini öğrenemedim.” Diğer kızların ikisi de
güzeldi ama onlar umurumda değildi.
Yani onları görüyordum ama... sadece orada duruyorlardı işte.
Güzellerdi. Ama seksilikte bu kızla aynı galakside bile değillerdi.
Bana bakıyorlardı ama ben onları görmezden geliyordum. Ben
dikkatimi insanı hipnotize eden mavi gözleri olan kızılkafaya
vermiştim.
“Ben de şeninkini öğrenemedim.” Bir kaşını kaldırdı.
Gözlerimi devirdim. “Adım Oz. Üçüncü sınıftan beri bunu
kullanıyorum. Annem bile bana kimlikteki ismimle hitap
etmez.’'
“Ve bu isim?..”
Rahatsız olarak ve duyduklarıma inanamayarak kafamı
salladım. “Neden ilgilendin ki?”
Omuz silkti. “Merak ettim.”
13

“ Ee senin adın ne?”


Kafasını salladı. “Sen bana adını söyleyene kadar ben sana
adımı söylemeyeceğim.” Gözlerindeki ışıltı, gülümsemesindeki
neşe göğsümde bir şeylerin fazla hızlı atmasına sebep oluyordu.
Omzumun üstünden sırıtarak baktım ve sınıfa doğru
yürüdüm. “Sen bilirsin o zaman.”
Bir dersim daha vardı. Amerikan edebiyatına giriş. Vurun
beni. Bana Hemingway veya Faulkner ya da onun gibileri verin,
sorun olmazdı ama bu Püriten saçmalıkları mı? Sağolun, ben
almayayım.
Okuldan çıkarken onu yine gördüm. Kafasında Vanderbilt
Commodores armalı bir şapka olan, devasa, kaslı bir çocuğa
sarılıyordu. Çocuk esmerdi, kısa siyah saçları vardı. “Ben futbol­
cuyum” diye bağıran bir vücut yapısına sahipti. Kahretsin.
Üstelik onu çok eskiden beri tanıyormuş gibiydi. Aptal bir
kıskançlığın vücudumu sardığını hissettim. Onunla daha yeni
tanışmıştım, adını bile bilmiyordum. Kıskanmaya ne hakkım
vardı? Kızın parlak, siyah bir Silverado’nun kapısını açışına
ve çantasını sanki kendi arabasıymış gibi içeri atışına bakılırsa
çocuk buraya kızı almaya gelmişti.
Onunla tanıştığımı unutup kendi işime bakmam gerektiğini
biliyordum. Ama sporcu çocuk kamyonetini motosikletimin
yanına park etmişti. Onları görmezden geldim. Deri ceketimin
fermuarını çektim, sırt çantamın askılarını düzelttim, Broncos
şapkamı çıkarıp kaskımı taktım ve askılarını çenemin altından
geçirdim. Beni gördüğünü biliyordum. Kamyonete yaslanarak
arkadaşı/erkek arkadaşı/artık her kimse o çocukla konuşurken
bakışlarını bana odakladığını biliyordum.
Motosiklete bindim, ayaklığı indirdim ve anahtarı çevirerek
motoru hayata döndürdüm. Motorum, 2003 Indian Spiril
Roadmaster Cruiser’dı. Benim bebeğimdi. Lise son sınıfta birik­
14
Jasinda Wilder

tirdiğim paralarla almıştım. On iki yaşımdan beri çim biçmiş, kar


küremiş, gazete dağıtmış, bulaşık yıkamış, yani bunu alabilmek
için her türlü işi yapmıştım. Gereken parayı biriktirmek altı
yılımı almıştı. Motor almak istediğim ilk şeydi. Annem bu
fikirden nefret etmişti ama para biriktirme konusunda ne kadar
kararlı olduğumu görünce hayır diyememişti. Hatta birkaç yüz
dolar da o koymuştu. Sonra yolun kenarında üstünde “satılık”
tabelası olan bir motor görmüştüm. Çalıştığım Meksika resto­
ranına giderken yolda yanından geçip duruyordum. Sanki beni
kızdırmak için orada duruyor gibiydi. Sahibi 8500 dolar iste­
mişti, bende 8100 dolar vardı. Annem de bana yaşadığımız
eyaletin kaskla ilgili kanunları ne derse desin daima kask takma
sözü verdirdikten sonra yardım etmişti. Eh, kolay olmuştu.
Motorun gürültüsü çok seksiydi. Bir motorcu grubunda
gerçek bir motorcu olan eski sahibi motoru güçlendirmiş,
daha gürültülü ve daha hızlı olmasını sağlamıştı. Heybe bile
koymuştu. Hatta bana kendi kaskını bile satmıştı. Bu, Birinci
Dünya Savaşı’ndan kalma Alman kasklarına benzeyen, üstünde
çiviler olan bir kasktı. Kusura bakmayın ama çok havalıydı.
Üstelik Louisville’de ikinci el eşyalar satan bir dükkânda üstünde
yamalar olan deri bir ceket bulmuştum. Bununla her şey tam
olmuştu. Kendim de biraz yama, metal logo filan eklemiştim.
Motorun biraz gürültü çıkarmasına izin verdim ve geri geri
çıkmaya başladım. Motoru çevirdim ve ön tarafı otoparkın çıkı­
şına doğru getirdim. Sonra motora gaz verdim. Kulakları sağır
eden bir ses çıktı. Kızın bana baktığını, bir şey söyleyip söyle­
meyeceğimi merak ettiğini biliyordum. Öylece çekip gitmeyi,
aramızdaki bu flörtleşmeyi sonlandırmayı düşündüm.
Ama sonra boş verdim ve Mavi Gözlü ye kendimi beğenmiş
bir şekilde sırıttım. “Geliyor musun?” Arkaya doğru uzandım ve
koltuğun arkasında duran yedek kaskı aldım.
Sensiz 15

Kız bana bakıyordu. Gelmek istediğini biliyordum. Merak


etmişti. Yüz ifademi rahat ve kibirli tutmaya devam ettim.
Halbuki kalbim gümbür gümbürdü.
Çocuk, “Ky, olmaz,” dedi. Kız onu duymazdan geldi ve bana
doğru yürüdü. Adam kızın kolunu tuttu. “Kylie, hayır, dedim.”
Ayaklığı indirdim. “Sana sormadım. Ona sordum. Kızı rahat
bırak.”
Çocuk bana doğru geldi. Ben konuşurken iyice sinirlenmiş
gibiydi. “Yoksa ne olur?”
Bu çocukla dalaşmak istemiyordum. İriydi, çevik birine
benziyordu. Canım yanacaktı ve bu kızla şansım kalmayacaktı.
Ama neden olmasın ki? Yine de... kavga etmek istemiyordum.
Kızla birlikte motorla gezmek istiyordum.
Sporcunun meydan okumasını görmezden geldim ve kıza
baktım. “Adın Kylie demek? Sana uyuyor.” Göz kırptım. “Ee.
Geliyor musun, tatlım?”
Kafasını çevirerek çocuğa baktı. Sonra yine bana döndü.
Başıyla onayladı. “Evet, geliyorum. Ama bana tatlım deme.”
“Bana uyar.”
“Lanet olsun, Kylie. Bu adamı tanımıyorsun bile. Bir yere
gitme.” Sporcu, kızın koluna uzandı ama Kylie ondan kaçtı ve
motora, arkama bindi.
Çocuğa baktı. “Bir şey olmaz, merak etme, Ben.” Saçlarının
bozulup bozulmayacağına bakmadan kaskı kafasına geçirdi. Bu
bana seksi gelmişti.
“Ben seni almak için ta buraya kadar geleyim, sen de beni
ek?” Çocuk kızmıştı. Açıkçası sebebi de vardı. Ama benim
umurumda değildi.
Beklemedim. Kylie arkama biner binmez motoru vitese
geçirdim ve gaza bastım. Yola çıktık. Çıkan lastik sesini duyunca
sırıttım. Kylie ellerini belime dolamış sıkı sıkı tutunuyordu.
16 Jasinda Wilder

Kahretsin. Vücudunu hissedebiliyordum. Her bir parçasını.


Memelerini sırtıma bastırmıştı, kolları belime dolanmıştı.
Bacakları kalçamı sarıyordu. Otoparktan çıktık. Sonra asfalta
çıkınca gaza bastım ve bizi uçurdum. Bundan sonra sessiz kaldı
ama heyecanını hissedebiliyordum. Ben de bu heyecanı paylaşı­
yordum. Motorla dolaşmanın keyfî hiçbir zaman eskimiyordu.
Yüzüme vuran rüzgâr, özgürlük, altımdaki yol, hız. Bu, bağım­
lılık yapıyordu. Şimdi bu kız bana böyle sarılırken bu bağımlılık
artıyordu. Tabii ki motora başka kızları bindirdiğim olmuştu
ama hiçbir zaman böyle hissetmemiştim. Üstelik sadece üç kez
konuşmuştuk, hepsi de bir dakikadan kısa sürmüştü. Ama bu
kızda bir şeyler vardı.
Dün keşfettiğim yere doğru ilerledim. Burası Vanderbilt
kampüsünden çok uzakta olmayan küçük bir kafeydi. Kahvesi
güzeldi, peynir soslu patates kızartmaları harikaydı. Otoparkta
durdum, motoru durdurdum ve elimi uzattım. Kylie elimi tuttu.
Bir ürperti hissettim. Motosikletten inmesine yardım ederken
şaşkın bir şekilde gülümsedi. Sanki benim gibi birinin görgü
kurallarıyla ilgili bir şey bilemeyeceğini düşünüyor gibiydi.
Ama beni annem büyütmüştü. Böyle şeyleri yapmamı beklerdi
benden. Onun için de, herkes için de. Benim babam yoktu. Bu
yüzden bir erkeğin bilmesi gerektiğini düşündüğü şeyleri de
öğretmişti bana. Mesela beyefendi gibi davranmayı. Kylie kaskı
motorun koluna taktı. Ben de ceketimle kaskımı aynı yere astım.
Saçlarını parmaklarıyla düzeltip bileğindeki tokayla atkuyruğu
yaparken bakışlarımı gizlemeye zahmet etmedim. Tanrım, kız
harikaydı. Narin ama mükemmel kıvrımları vardı. Ya saçları?
Kızıl-sarı saçları daha çok kızıla çalıyordu, süt beyazı bir teni ve
burnunun üstünde çilleri vardı. Bakışları benimkilerle buluştu
ve onu izlediğimi anladı. Kafamı çevirmedim, gözlerimle özür
dilemeye çalışmadım. Vücudunun tamamına dikkatle bakı-
Sensiz 17

yordum, sadece kalçasına veya memelerine değil. Güzel bir


kadına baktığım için özür dileyecek değildim, özellikle de
memelerini filan dikizlemiyorsam. Aslında onlara kapsamlı bir
şekilde bakabilmiştim. Mükemmeldiler. Kızda, şık kasaba kızı
görüntüsü vardı. Kadınsı kovboy çizmeleri, soluk ve dapdar bir
kot pantolon, dar, kolları kıvrık, soluk pembe bir gömlek, büyük
tokalı gösterişli bir kemer. Gömleği gerdanın küçük bir kısmını
gösterecek şekilde iliklenmişti ama bu uğruna ölünecek meme­
lere sahip olduğunu anlamak için yeterliydi. Büyük, yuvarlak,
sıkı ve diktiler. Çok büyük değildiler ama muhtemelen yumuşak
ve lezzetliydiler, ele avuca gelirlerdi. Bakışlarımı tekrar yüzüne,
nefes kesici mavi gözlerine çevirdim.
Beni şöyle bir süzdü. Uzundum, 1.90’dan fazlaydım. Nere­
deyse 1.95’tim. Atlet değildim, vücut da çalışmıyordum ama
formdaydım, zayıftım. Omuzlarıma gelen kahverengi saçlarımı
ensemde toplamıştım. Esmer, yanık ten, uzun kemerli bir burun,
grimsi kahverengi gözler. Dövmelerim vardı. Sol kolumda çift
şeritli bir yol, ortada iki çizgi, her iki tarafta da yol çizgileri vardı.
Grinin tonlarındaydı, bileğimden dirseğime kadar uzanıyordu.
Sol kolumun üst kısmında kabile desenleri vardı. Sağ kolumda
Metallica’mn “Wherever I May Roam” şarkısının sözlerinden
birkaç dize vardı. Sözcükler yatay olarak ve sanki biraz önce el
yazısıyla yazılmış gibi işlenmişti. Mürekkep parlak siyahtı ve
neredeyse ıslak gibi görünüyordu. Buna eski, soluk, yırtık kot
pantolonu ve postalları ekleyin. Her şeyimle bir motorcuya
benziyordum.
Karşılıklı süzmeler bittikten sonra kapıyı açtım ve geçmesi
için tuttum. Bir kez daha şaşkın bir şekilde gülümsedi ve
“teşekkür ederim” dedi.
Köşedeki masaya oturduk. Coca Cola ısmarladı. Ben de kahve
ve peynir soslu patates kızartması istedim. Bir şeyler yemek istet
18 Jasinda Wilder

misin?” diye sordum. Motorun heybesinden şapkamı almıştım.


Şapkayı tekrar kafama geçirdim ve saçlarımı örttüm.
“Senin istediğinden olabilir,” dedi.
“O zaman paylaşırız,” dedim. Başıyla onayladı. Durumu
öğrenmeye karar verdim. “Ee, o çocuk, Ben. Erkek arkadaşın
mıydı?”
“Hayır!” diye itiraz etti. Biraz fazla hızlı konuşmuştu. Kendi
de fark etti ve hemen sakinleşti. “Hayır. Biz birlikte büyüdük.
Ailelerimiz birbirinin en yakın arkadaşı. Anaokulundan beri
aynı mahallede yaşıyoruz.”
“Sana karşı çok korumacı davranıyor. Bir arkadaşa göre biraz
aşırı geldi bana.”
Diliyle pipetine hafifçe vurdu. Bu seksi ve dikkat dağıtıcı
bir hareketti. Yüzünden çok diline bakıyordum. O dille neler
yapabildiğini merak ettim. Az daha söylediklerini kaçırıyordum.
“... her zaman korumacıydı. Bana göz kulak olmaya çalışıyor, o
kadar.”
Kahvemi karıştırdım. Bunun sebebi, daha çok dudaklarını
ve dilini izlememe engel olmaktı. “Sana göz koymuş gibi daha
çok. Sen motora bindiğinde beni öldürmek istedi. Seni ondan
çaldım.”
Bakışları karardı ve kaşlarını çattı. “Evet, bu konu daha sonra
karşıma çıkacak muhtemelen.”
“Umarım başını çok belaya sokmamışımdır,” dedim.
Omuz silkti. “Yoo. Kızmıştır sadece. Neyse neden Benden
konuşuyoruz ki? Eee, kullanacağın böyle özel tavlama sözlerin
filan yok mu?”
Sırıttım. “O sözleri zaten kullandım, tatlım.”
Gözlerini kısarak baktı. “Bana tatlım deme.”
“Neden?”
“Hoşuma gitmiyor.”
Sensiz 19

“Evet, gidiyor,” dedim.


İtiraz etmek için ağzım açtı ama tam o sırada garson patates
kızartmamı getirdi. Kylie uzanıp bir tane alınca patatesler
ikimizin oldu. Kafasını geriye attı ve bir ısırık aldı. Peynirli sos
çenesine damladı. Yemek yiyişi bile seksiydi. Bu gerçek değildi
sanki. Çenesindeki sos çok sıcak olmalıydı. Peçeteyi almaya çalı­
şıyor ama poşetini açamıyordu. Hiç düşünmedim bile. Uzandım
ve sosu başparmağımla sildim. Aptal. Ama teni çok yumuşaktı.
Sonra bilerek başparmağımı yaladım. Bu ikimiz için de aptal,
sorumsuz ve kötü bir hareketti.
Bakışları bana odaklanmıştı. Sanki olanlara inanamıyor
gibiydi. Ben de inanamıyordum. Bana neler olduğunu bilmi­
yordum. Ben böyle beyaz atlı prens tarzında biri değildim.
Bir kız benimle takılıyorsa neler olacağını da biliyor demekti.
Annem ve ben göçebeydik. Hiçbir yerde uzun süre kalmamıştık.
Bu yüzden benim sahip olacağım her ilişki doğal olarak kısa
süreli olacaktı. Böyle şeylere zaman harcamak saçmaydı. Bir kıza
onu sevdiğimi düşündürmek gibi şeylere.
O zaman bunu neden yapmıştım, ona başparmağımla neden
dokunmuştum? Tabii ki seksi bir kızdı ama ben Nashville’de
uzun süre kalmayacaktım. Birkaç dönem daha kalacak ve okulu
bitirecektim. O kadar. Ee... O zaman ne yapmaya çalışıyordum?
Havamı almıştım.
Bu tuhaf duruma son vermek için, “Nerelisin, Oz?” diye
sordu.
Bu sorudan nefret ediyordum. “Her yerliyim.”
“Baban askeriyede filan mı çalışıyor?” Bunu o kadar masum
bir şekilde söylemişti ki. Babalar konusunda ne kadar hassas
olduğumu bilmesine imkân yoktu.
Omuz silktim. Sesimdeki o hep var olan kızgınlığı bastır­
maya çalıştım. Kızın suçu yoktu. “Hayır. Sadece annem ve ben
Jasinda Wilder

varız. Çok sık taşınıyoruz da. Çeşitli sebeplerle.” Doğru cevap


sebebini bilmiyorum olacaktı ama bunu söyleyecek değildim.
“ Babanı hiç tanımadın mı yani?” Bana baktı, peçetesiyle
yanağını sildi. Bakışları beni değerlendiriyor, okuyor, delip geçi­
yordu.
Kafamı salladım. Bundan başka bir şey öğrenemezdi. “Senin
annen de baban da var mı?”
Başıyla onayladı. “Evet.”
“Ne iş yapıyorlar?” Onu konudan uzaklaştırmak için sorma­
mıştım bunu. Gerçekten ilgilendiğim için sormuştum. Bu da
kötüye işaretti.
Bakışları parladı. Bu heyecanına imrendim. “Müzisyenler.
Nell ve Colt. Bir süre için Columbiaya bağlıydılar ama şimdi
bağımsızlar. Kendi plak şirketlerini kurdular. İlk sanatçılarıyla da
daha yeni sözleşme imzaladılar.”
Etkilenmiştim. Nell ve Colt’u tanıyordum. Ben metalciydim
ve ölene kadar da böyle kalacaktım ama kendi bestesini yapıp
kendi şarkısını söyleyenlere karşı gizli bir zaafım vardı. Çoğun­
lukla da annem sayesinde. Böylece beraber dinleyebileceğimiz
bir şeyler olmuştu. O hiphop, pop ve country müzikle katlana­
madığını birkaç tarz daha severdi. Orta yolu bulmak zorunda
kalmıştım. Taşınmalarımız sırasında oradan oraya gezerken
arabada bir şeyler dinleyebiliyorduk. Nell ve Colt kendi bestesini
yapıp kendi şarkisini söyleyenlerin dünyasında oldukça önemli
bir yerdeydi. Ben bunlara kafe müziği adını veriyordum. Latte
köpüğüyle sanat yapan mekânlarda duyduğunuz müziklerden.
“Adlarını duydum,” dedim. “Onları severim.”
Şaşkınlık içinde gözlerini kırptı. “Duydun mu?” Bakışları
tişörtüme kaydı. Tişörtün önünde içinde gül olan bir kafatası,
kafatasının üstündeyse bir kuzgun vardı.
O na göz kırptım. “Ben sürprizlerle doluyumdur, tatlım.”
Sensiz 21

îç geçirdi. “G öz kırpmayı kes. Ayrıca bana ‘tatlım’ da deme.”


“ Bunun daha çok söylememe sebep olacağını biliyorsun,
değil mi?” Abartılı bir şekilde göz kırptım. “Tatlım.”
Gülerek kafasını salladı. “ Zaten kim göz kırpar ki? Cidden
soruyorum. G öz kırpmak ne ya? Bunu tuhaf amcalar yapmaz
mır
G üldüm . “ Ben tuhaf amca filan değilim ama haklı olabi­
lirsin.”
“ H aklı olduğum u biliyorum. Bu yüzden söyledim zaten.”
Ağzına bir patates daha attı. Yine ağzının köşesine sos bulaştı.
Kendim i tutamadım. Elim kendi kendine hareket ediyordu.
Parmağım yanağına dokundu ama bu kez parmaklarını bileğime
doladı. Bakışlarımız kilitlendi. Benim grimsi kahve gözlerime
karşı onun masmavi, heyecan verici, delici gözleri.
“Yapma,” diye fısıldadı.
“N eden?” Ben de fısıldıyordum. Nedenini bilmiyordum.
“ H oşum a gitmiyor.”
“Yalan söylüyorsun, tatlım. Hem neden fısıldıyoruz ki?”
Bunu da alçak sesle söylemiştim. O na böyle cümleler kurmanın
saçm a olduğunu biliyordum ama ağzımdan kendiliğinden çıkı­
yorlardı.
Bunu yapm am am gerekiyordu. Bu kız bana bir şeyler
ifade edecekm iş ya da ben ona bir şeyler ilade edecekmişim
gibi düşünm em eliydim . O nun zengin, ünlü bir ailesi vardı.
O tür müziği dinliyorsanız onların adını duyuyordunuz.
Birkaç country radyo istasyonunda yayına katılmışlardı. \an i
ben serseri bir annesi olan serseri bir çocuktum. Kvlie mi? O
buraya, Nashville’e kök salmıştı. Arkadaşları, ailesi, burada
işleri vardı.
Benden uzaklaştı, peçeteyle yüzünü sildi. Masadan kalktı.

“Tuvalete gitmem lazım.”


22 Jasirıda Wilder

O yokken hesabı ödedim ve patates tabağını silip süpürdüm.


Kızın bir sürü patates yemesi beni şaşırtmıştı. Benim tanı­
dığım kızlar, peynir soslu patates kızartması yemek için kafeye
gitmezdi. Bu yüzden mutlu ve zevkle yemek yiyişini izlemek
ilginç olmuştu. Tabii seksi de. Evet, burada bir şeyleri fark
etmeye başlıyordum. Yaptığı her şey seksiydi. Masadan kalkışı
mesela. Zarif, şık, nazik bir hareket. Hiçbir sarsılma, hoplama,
tuhaf hareket yoktu. Nazik bir hareketle ayağa kalkmış ve kalça­
sını sallayarak yürümüştü.
Geri döndüğünde ayağa kalktım ve onu karşıladım. “Hazır
mısın?” diye sordum.
Masaya, bahşiş olarak bıraktığım bozukluklara baktı. “Hesabı
ödedin mi?”
“Tabii ki.”
Üçüncü kez şaşkın bir şekilde gülümsedi. “Hiç beklediğim
gibi değilsin, Oz.”
“Ne bekliyordun ki?”
Kızardı ve omuz silkti. “Bilmiyorum. Dövmelerin, uzun
saçların, motosikletin var. Bilemiyorum... Kibar birisin. Seni
yanlış değerlendirmişim, özü r dilerim.”
Dışarı çıktık ve motosikletimin yanında durduk. İşaretpar-
mağımın eklemiyle çenesine dokundum. “Görgü kurallarına
dikkat ederim ama kibar biri değilim.”
“Değil misin?”
Kafamı salladım. “Hayır. Bunu sen de göreceksin.” Motora
bindim, ona yer açmak için öne doğru hareket ettim.
Off. Arkama binip de kollarını bana doladığında, göğsünü
sırtıma dayadığında, biraz fazla sıkı sıkı sarıldığında fermuarımın
gerilişi... kötüydü. Hiç iyi değildi. Uyarı işaretleriydi bunlar.
Kylie geleceği olan bir kızdı. Bense geleceği olmayan biriydim.
Bu uyarılara hiç dikkat etmeyen bir aptal olmam çok kötüydü.
Sensiz 23

Beni el işaretleriyle yönlendirdi. Kısa bir süre sonra


Nashville’in dışındaki kapalı bir siteye girdik. Burada evler,
kocamandı. Tuğlalı, camlı. Geniş bahçeler, üç arabalık garajlar.
Lincoln, Beemer, Mercedes marka arabalar, birkaç pikap, Rover
ve Hummer. Düzgün kesilmiş çimler, her şey yerli yerinde.
Gözüm korkmuştu. Benim tek bildiğim iki odalı apartman
daireleriydi. Böyle bir yerde nasıl yaşardı insan? Bu nasıl bir
şeydi? Böyle bir servete alışmak mümkün müydü? Bütün
hayatın boyunca tek bir şehirde yaşamak nasıl bir şeydi? Hayal
edemiyordum.
Yolun sol tarafındaki bir evi gösterdi. Sitedeki en büyük ev
değildi ama sevimliydi. Güzeldi. Ön tarafta geniş bir veranda,
arkada büyük bir bahçe. Açık garaj kapısından kocaman teker­
lekleri olan devasa bir kamyonet, küçük, şık, siyah bir BMW
ve klasik bir Triumph motosiklet görünüyordu. Çevresindeki
aletlere ve koltuğundaki yağ lekesine bakılırsa birisi motorun
üstünde çalışıyordu.
Bu çalışmayı yapan da kapının önünde dikilen, dövmeli
kollarını sert, kaslı göğsünde kavuşturmuş devasa bir adamdı.
Şarkılarım dinlemiştim, hatta Nell’le birlikte canlı performans­
larının Youtube videolarını izlemiştim ama adam yüz yüze çok
korkutucu görünüyordu. Ben kolay kolay korkmazdım ama
bu adam bunu başarabilirdi. Gerginliğimi bastırdım, normal
davranmaya çalıştım. Kapının önüne doğru gittim ve motosik­
leti Kylie’nin babasının yanında durdurdum, motoru kapattım.
Ayaklığı indirdim ve motordan indim. Adam bana bakıyordu.
Deri ceketime, çivili kaskıma, uzun saçlarıma. Beni süzüyordu.
Gergin değilim dersem yalan söylemiş olurdum. Korkmuş
değildim ama gergindim. Aynen öyle.
Kylie motosikletten indi, kaskı motorun arkasına btraku
ve gidip babasını kucakladı. Babası da ona tek koluyla sarıldı.
Jasinda Wilder

Diğer elini cebine sokmuştu. “ Babacığım!” Uzandı ve yana­


ğından öptii. “ Dönmüşsün!”
Colt başıyla onayladı. “Evet, bu öğleden sonra geldim.”
Konuşurken gözlerini benden ayırmıyordu. “Kim bu?”
Öne çıktım. “ Ben Oz Hyde, efendim.”
“Colt.” Eli eziciydi ama bunu bilerek yapmıyordu. Elleri çok
kuvvetliydi, o kadar. “Oz mu? Oz nasıl bir isim böyle?”
“ Benim ismim.” Bakışlarıyla buluştum. Kylie’nin safir gözle­
rini nereden aldığını anlamıştım.
Yüz ifadesinde bir şeyler vardı. Şüphe mi? Farkındalık mı?
Emin değildim. Kızına baktı. “Ben, senin çocuğun biriyle gitti­
ğini söyledi.”
“ ‘Ben mi söyledi?’” Kylie biraz kızgın bir şekilde konuş­
muştu. “ Gerçekten mi? Ben benim arkadaşım, baba, erkek arka­
daşım veya annem babam değil. O öyle söylüyor diye onunla
kalacak değilim.”
Colt buna söyleyecek bir şey bulamadı. Tekrar bana baktı.
“Buraya yeni mi geldin, Oz?”
Başımla onayladım. “Evet, efendim.” Colt’a saygılı davran­
madan edemiyordum. O tehlikeli biriydi. Bunu seziyordum.
İçimdeki savaşçı, ondaki sertliği seziyordu. O da bir şeyler yaşa­
mıştı. Şimdi rahat bir hayatı olabilirdi ama en baştan beri böyle
değildi. Yumruklar her şeyi hatırlardı.
“Buraya nereden taşındınız?”
“Atlanta’dan ”
Motosikletime baktı, başıyla onayladı. “Güzel motosik­
letmiş.”
Sırıttım ve Triumph’ına işaret ettim. “Teşekkürler. Ben de
sizinkini sevdim. Kaç model?”
“Kırk sekiz. “
“Kahretsin. Harika.”
Sensiz 25

“Evet.” Bana gözlerini kırptı. Değerlendiriyor, düşünü­


yordu. “Bak. Kızım kendi arkadaşlarını seçecek yaşta. Ama
beni iyi dinle, delikanlı. Kızımı motorla gezmeye götürürken
dikkatli kullanacaksın. Anladın mı? Ona zarar verirsen benimle
uğraşmak zorunda kalırsın.”
Kylie kızardı, utandı. Colt’la benim aramda kıpırdanıp
durdu. “Off, baba. Birazdan da av tüfeğini mi çıkaracaksın?”
Colt gözünü bile kırpmadı. “Av tüfeğine kimin ihtiyacı var
ki?”
Colt’un ihtiyacı yoktu, orası kesindi.
Bakışlarıyla buluştum. “Anladım, efendim. Ona bir zarar
gelmeyecek.”
Colt’un omzumun üstünden baktığını gördüm. Arkamı
döndüm ve Kylie’nin arkadaşı Ben’in yanında bir adamla bize
doğru yaklaştığını gördüm. Sanırım babasıydı. Bu adamı bir
yerden tanıyordum ama tam çıkaramıyordum. Kısa, kaslı bir
adamdı. Çok formda görünüyordu, özellikle de genç bir oğlu
olduğu düşünülürse. Ben’le işler güzel bir noktada sonlanma­
mıştı. Bu gerilimi yeniden alevlendirmek istemiyordum. Hele
de babası, Kylie ve Coltun önünde. Sayıca azdım. Kahretsin.
Gitme zamanım gelmişti.
Ama ben bir şey yapamadan onlar gelmişlerdi bile. Ben, beni
açık bir düşmanlıkla izliyordu. Babası bunu fark etti, bana ve
Kylie’ye baktı. Uzandı ve Colt’un elini sıkıp ona sarıldı. “Colt!
Seni gördüğüme sevindim. Çok oldu mu geleli?”
“Jay. Ben de seni gördüğüme sevindim. Hayır, daha birkaç
saat oldu.”
Birden onun kim olduğunu anladım: Jason Dorsev.
T e n n e s se e Titanları’nın top tutucusu. Kariyerinin başında u/utı
süre Saint’ler için top koşturmuştu. Üç Süper Kupa /a ferİt­
rinde de onlarla birlikteydi. Aslında onların bu kadar iyi olma
26 Jasinda Wilder

sının büyük bir sebebi de kendisiydi. Oyun kurucuları çok


da inanılmaz biri değildi ama sahanın neresinde olursa olsun
Dorsey’ye ulaşabiliyordu. Dorsey topu alırsa sayı yapacağı kesin­
leşmiş oluyordu. On iki yıl önce temsilcisiz olarak Titanlara
geçmişti ve o zamandan beri oradaydı. Onu Şeref Kürsüsü’ne
taşıyacak sayıları toplamaya devam ediyordu.
Ve Ben de onun oğluydu.
Sinirlerime hâkim oldum. “Bay Dorsey.” Elini sıktım.
Kendimi oğluna karşı da doğal, nötr ve nazik olmaya zorladım.
“Ben.”
“Bana Jason de.” Adam tekrar oğluna baktı ama bir şey
demedi. En azından benim önümde.
Ben elimi sıktı ama gözlerindeki düşmanlık kafatasımda
delik açacak gibiydi. “Oz.” Dişlerini sıkarak homurdandı.
Buradan gitmem gerekiyordu. Colt öylece dikiliyordu.
Sadece varlığı bile bir tehditti. Jason Dorsey, Ben’le aramız­
daki gerilimin kaynağını anlamaya çalışıyordu. Kylie’nin de
içeri girmek istediği belliydi. Ona sırıttım. “Sonra görüşürüz,
Calloway.” Tuhaf bir şekilde el salladım. Diğerlerini başımla
selamladım. “Colt, Jason. Tanıştığımıza memnun oldum.” Ben’e
veda etmeye zahmet etmedim.
O ve ben bir noktada birbirimize girecektik ve sert bir müca­
dele olacaktı.
Motoruma binerken Kylie bana el salladı. Motosikleti yola
çıkardım. Ben de el salladım ve motoru çalıştırdım. Gaz kele­
beğini çevirdim, motor ileri atıldı. Mahalleden çıkıp eve giden
yola çıktığımda gazı kökledim ve motosiklet gürültüyle homur­
dandı. Eve giden yolda kızıl-sarı saçları, büyük yuvarlak meme­
leri ve uğruna ölünecek bir gülümsemesi olan uzun boylu kızı
düşündüm.
Kahretsin. Belki bu sefer taşınma önerisini ben yapardım.
2
G ece d ilek ler i
Colt

Kylie masada oturuyor, kim bilir kime bir mesaj daha atıyordu.
Buzdolabına yaslandım, peynirden bir parça kestim ve bıçağın
üstünden ağzıma attım. Kylie bu akşam çok sessizdi. Sanırım
sebebini biliyordum.
Peynirin ağzını kapatarak, “Ondan hoşlanıyor musun?” diye
sordum.
Telefonu çok dikkatli bir şekilde masaya bıraktı. “Kimden,
baba?”
“Şu yeni çocuktan. Oz. Motosikletli çocuk.”
Kızardı ve kafasını çevirdi. “Çok... şaşırtıcı bir çocuk.”
Bu sıradan bir cevap değildi. îlgimi çekti. “Şaşırtıcı mı? Nasıl
yani?”
Omuz silkti. “Yani... beklediğim gibi değil. Onu dış görü­
nüşüyle yargıladım diyebilirim. Motosikleti, yamalı deri ceketi,
dövmesi filan var. Ben de... Ne bileyim. Düşündüğüm gibi
değilmiş.”
Jasinda Wilder

“Nasılmış?” Neden ısrar ettiğimi bilmiyordum. Bu çocukta


bir şeyler görmüştüm, fark etmiştim. Onunla ilgilenmesi beni
korkutuyordu.
“Akıllı. Nazik. Konuşması kolay biri.” Telefonun ekranındaki
lekeye tırnağıyla vurdu. “Kafede kapıyı benim için tuttu, ayrıca
bana söylemeden hesabı da ödemiş.”
“Bir dakika, kafe mi?”
Dudağını ısırdı ve omuz silkti. “Biraz patates kızartması
yedik de. Konu bu değildi, baba.”
“Bir yere giderken bize haber verme işine ne oldu?”
“Özür dilerim. Son dakikada çıktı da.” Bana baktı. “Ayrıca
üniversitede okuyorum, baba. Artık izin almamam lazım.”
Bir kaşımı kaldırdım. “Üniversitede okumuyorsun, Kylie.
Lisedeyken üniversite dersleri alıyorsun. Arada fark var.”
“Off. Sen imkânsızsın, baba. Hâlâ çocukmuşum gibi davra­
nıyorsun. Nerdeyse on sekiz yaşıma geldim. Bana biraz güven.”
İç geçirdim. “Peki. Ama en azından annene veya bana mesaj
at da nerede olduğunu bilelim. Bu izin almak değil, sadece
sorumlu davranmak.”
“Bir dahaki sefere öyle yaparım. Söz veriyorum. Konudan
uzaklaşıyorsun, baba. ”
Onu rahat bıraktım. Kylie omuzlarının üstünde iyi bir kafa
taşıyan iyi bir çocuktu. “Yani çocuk akıllı, terbiyeli de. Ben’in
onunla ne derdi var ki? Bakışlar öldürebilseydi, bizim oğlan
Ozzy çoktan ölmüş olurdu.”
Kylie tekrar omuz silkti. Yeni bir hareket öğrenmesi gereki­
yordu. “Ben de bilmiyorum. Ozla gitmemi istemedi sanırım.”
Ben’in ona âşık olduğunu biliyor mu merak ettim. Üstelik
dördüncü sınıftan beri. Sanırım bilmiyordu. Biliyorsa da inkâr
evresindeydi herhalde. “Galiba. Ben, senin en eski dostun,
Ky. Onu yeni ve parlak bir şey için ekmeyi alışkanlık haline
Sensiz 29

getirme.” Ben’in ona âşık olduğunu söylemek bana düşmezdi.


Kendisi anlardı veya anlamazdı. Bu işe burnumu sokarak ona
iyilik etmiş olmayacaktım. Onu kimse incitmediği sürece aşk
hayatı ona kalmıştı.
Nell buna katılmayabilirdi. Ama ben genç kızların aşk hayatı
ve sosyal hayatları hakkında ne bilirdim ki zaten? Hiçbir şey.
Nell’den söz etmişken, tam üstüne gelmişti. Bodrumdaki
stüdyodan geliyordu. On sekiz yıldan uzun bir süredir birlik­
teydik ve yemin ederim New York’ta karşılaştığımız günden daha
bile büyüleyiciydi. Doğruca yanıma geldi, bana sarıldı. Yüzünü
bana doğru kaldırarak, “Bebeğim,” diye soludu.
“Hey.” Başparmağımı dudaklarında gezdirdikten sonra onu
öptüm. “Şarkıyı hallettin mi?”
Gözlerini devirdi. “Evet, sonunda. O notayı doğru çalmam
için on beş tekrar filan gerekti. Sürekli detone olup durdum.”
“Sen mi detone oldun?” Güldüm. “Mümkün değil.”
Göğsümü dürttü. “Gıcık. Tiz notalarla sorun yaşadığımı bili­
yorsun.”
“O zaman neden şarkılarda o notayı kullanıyorsun?”
“En uygun oydu.” Nell yanımdan çekildi ve Kylie’nin arka­
sına giderek kollarını ona doladı. Kylienin kafasının üstünden
öperek, “Benim bebeğim nasıl bakalım?” diye sordu.
Kylie ofladı ve Nell’den uzaklaştı. “Anne! Çok yapışkansın!"
Ama bunu söylerken gülüyordu. “İyiyim. Aynı boktan şeyler
işte.”
“Sözlerine dikkat et, Kylie Olivia Callovvay.”
“Pardon, anne. Aynı tas aynı hamam.”
Araya girdim ve olay çıkmasını izlemek için, “Evet, aynı
boktan şeyler. Tabii kızımızın motosikletli bir çocukla çıkıp
gelmesi dışında,” dedim.
Kylie bana dehşete düşmüş gibi baktı. “Baba! Hainsin!"
30 Jasinda Wiîder

Güldüm.
Nell önce kime konuşacağını bilemeyerek arada kalmış
gibiydi. “Colton. Az önce sözlerine dikkat et diyerek kızımızı
uyardım. Senin ona örnek olman lazım.” Kylie’ye döndü. “Ve
sen, genç hanım. Motosikletli çocuk mu?” Nell beni görmezden
geldi. “Dökül bakalım, Ky.”
Kylie bana baktı, ağzıyla seni öldüreceğim dedi. Güldüm.
“Önemli bir şey değil. Adı Oz. Onu pek tanımıyorum. Moto­
sikleti olduğunu, tatlı ve nazik biri olduğunu biliyorum.”
Güldüm. “Sana nazik davranmış olabilir ama nazik biri
olduğundan gerçekten şüpheliyim.”
Kylie kaşlarını çattı. “O da buna benzer bir şey söyledi.”
“Akıllı, terbiyeli ve hoşsohbet olmak nazik olmakla aynı
şey değildir,” dedim. “Ben mesela. Birçok şeyim. Ama nazik
değilim.”
Kylie kaşlarını daha çok çattı. “Evet, naziksin.”
Güldüm. “Ben senin babanım, Kylie. Baban olarak sana
nazik olmak zorundayım zaten.”
Kylie annesine baktı. “Babam nazik biri mi?”
Nell güldü. “Yoo. Bana karşı genellikle nazik. Sana karşı da
her zaman öyle. Onun dışında diğerlerine?.. Karşısındakini ne
kadar sevdiğine bağlı olarak değişir.”
Kylie, “Oz beni bıraktığında ona da pek nazik davranmadın,”
diye belirtti.
Parmaklarımı kütlettim. “Kızım, tek çocuğum, dövmeli,
uzun saçlı bir çocukla, motosikletle çıkıp geliyor. Onu biraz
korkutmak benim görevim.”
“Bu Oz kaç yaşında?” Nell’in sesi sakindi ama Kylie de ben
de onun sakin olmadığını biliyorduk.
Kylie annesine bir kaşını kaldırarak baktı. “Anne. Gerçekten
Sensiz 31

Nell’in kendini toparlamaya çalışmasını izledim. Gözle­


rini kapattı, derin bir nefes aldı. Gözlerini açtığında çok daha
sakindi. “Kaç yaşında, Kylie?”
Kylie omuz silkti. “Ne bileyim. Benden birkaç yaş büyüktür
herhalde.”
“Bilmiyorsun yani.” Nell iç geçirdi. “Muhakeme gücünü
kullan, bebeğim. Aptalca bir şey yapma. Yanlış kişilerle arka­
daşlık etme, tamam mı?”
Kylie’nin bu konuyla işi bitmişti. Gözlerini devirdi ve yürü­
meye başladı. “Anladım, anne.” Sessizce, “Herkesin biraz rahat­
laması lazım ya,” dediğini duydum.
Kıkırdadım. Annesinin onu bu söyledikleri yüzünden ceza­
landıracağını biliyordum. Israr etmedim. Kylie gidince beni
rahatsız eden bir düşünceyi dile getirdim. “O çocukla ilgili bir
şeyler... Tanıdık geliyor. Bilemiyorum. Tam anlayamadım.”
Nell akşam yemeğini hazırlamak için buzdolabından bir
şeyler çıkarırken bana bakmadı. “Çocuğu ben görmedim, o
yüzden bir şey diyemem.” Tezgâhın üstüne buzu çözülmüş bir
parça biftek koyarken soru sorar gibi baktı. “Gerçekten çocuğun
iyi biri olduğunu mu düşündün? Kızımıza itiraz etmekte zorla­
nıyorsun. Hemen yargılamak istemiyorum ama serseri çocuk
stereotipleri boşuna ortaya çıkmıyor.”
Bir kaşımı kaldırdım. “Öyle mi?”
Bir elini bana doğru salladı. “Sen bir istisnaydın. Belki bu
Oz da öyledir? Ama Kylie nin incindiğini görmek istemiyorum.
Ayrıca Ben ne olacak?”
Her iki omzumu da kaldırdım. “Ne bileyim, bebeğim.
Kendi başına anlaması lazım. Sanırım zor yoldan olacak. Canın
yanmadan aşkı öğrenemezsin. Ben e gelince, ben de aynı şeyi
merak ediyorum. Kylie ayrıntılarla boğuşup büyük resmi göre­
miyor gibi sanki.”
32 Jasinda Wilder

Nell başını salladı. “Evet, sanırım haklısın.” Eti baharatla-


mayı bitirdi ve tavaya attı. O etleri kavururken ben de tezgâhı
temizledim. “ Keşke onu koruyabilseydim. Şenle benim yaşadı­
ğımız şeyleri yaşamasını istemiyorum.”
“ Bu konuda yapabileceğimiz pek bir şey yok gibi.”
İç geçirdi. “Biliyorum biliyorum. Sadece bundan nefret
ediyorum.”
“Ben de öyle.”
O gece ilerleyen saatlerde ağır ve kusursuz bir sevişmeden
sonra yatakta uzanırken Nell düşüncelerinde kaybolmuş gibi
görünüyordu. Derin, özel düşünceler. Onu çekip çıkarmam
gereken düşünceler.
Kolumu başının altından çektim ve ona döndüm. Yanağımı
avucuma koydum. “Kafanı kurcalayan şey ne, Nelly?”
Hemen cevap vermedi. “ Bazen keşke diyorum... Tanrım.
Çok saçma.”
“Keşke ne diyorsun?”
“Bir çocuğumuz daha olsaydı diyorum.”
Geri çekildim ve yastığa yattım. “Tanrım, Nell. Biliyorum
ama on yıl boyunca denedik.”
Omuz silkti. Gözlerinde bir parıltı gördüm. “Neden, Colt?
Kylie’nin doğumunda sorun olmadı. Doktorlar hiçbir şey bula­
madı. Düşük olmadı. O bir tanesi dışında. Ama... on yıl boyunca
hiçbir şey olmadı. Neden?”
Kalkıp odadan çıkmak, bütün evliliğimiz boyunca ara
sıra ortaya çıkan bu konudan kaçmak istiyordum. “Keşke bir
cevabım olsaydı, bebeğim. Sanırım böyle olması gerekiyordu.
Bu çok saçma bir cevap. Cevap bile değil. Ama bilmiyorum işte.
Başka bir cevabım olsaydı verirdim.”
“ Evlat edinebilirdik.”
İnledim. “OfF, Nell. Bu konuşmaları daha önce yaptık.”
Sensiz 33

“Biliyorum, Colt. Biliyorum.” Yüzünü ovaladı. “Ben sadece


istiyorum kİ...”
“Ben de istiyorum, Nelly. Bir oğlum veya bir kızım daha
olmasını en az senin kadar istedim. Evlat edinmememizin sebep­
leri vardı, biliyorsun. Ya paramız ya zamanımız yoktu. Kylie
bebek arabasındayken turnelere gittik, annen bizi şehir şehir
takip etti. Bakıcılar tuttuk. Buraya yerleştiğimizde de... olmadı
işte. Bilemiyorum.”
“Şimdi hiçbir zaman gerçekleşmeyecek.”
Derin bir nefes verdim. Daha fazla yatakta kalamazdım.
“Ben... biz... bilemiyorum, Nell. Kylie bu sene mezun oluyor.
Gerçekten hayatımıza bir çocuk daha alma konusunu şimdi mi
konuşacağız?” Şort giydim. “Seni seviyorum, Nell. Sadece bu
konuşmayı tekrarlayıp duramayacağım.”
“Evet.” Sesinde acı bir ton vardı ama bu konuda ne yapaca­
ğımı bilmiyordum.
Garaja indim ve bir iki saat Triumph’la uğraştım. Tek
bildiğim şey buydu. Çözümü olmayan bir konuşmadan kaçmak
için garajda zaman geçirdiğim çok olmuştu. Nell çoğu zaman
normaldi. Ama arada bir benim anlayamadığım bir sebepten
bu konuyu dert edip duruyordu. Benimse yapabileceğim bir şey
yoktu. Denemiştik. Ben de denemiştim. İkimiz de test yaptır­
mıştık. Bir sorunumuz yoktu. Ama bir daha hamile kalanıa-
mıştı. Evlat edinme, tüp bebek ve taşıyıcı anneliği düşünmüştük.
Hiçbiri mümkün, olası veya doğru gelmemişti. İstemediği­
mizden değildi. Arada bir ve hiç uyarı vermeden, Nell duygusal­
laşıyor, ağlamaya başlıyor ve nedenini soruyordu. Buna verecek
cevabım yoktu. Bende hiçbir zaman cevap yoktu.
Bir İngiliz anahtarını olması gerekenden daha isteksiz bir
şekilde alet çantasına koydum ve içeri girdim. Arka tarafta dık'ı
lerek bir bira içtim, Nashvillein ışıklarım izledim, u/aktaki anıba
Jasinda Wtlder

seslerini dinledim . Bu konuyu tamamen kapatabilmek için ona


verecek bir cevabım olsaydı keşke. Ama her zamanki gibi elimde
hiçbir şey yoktu.
3
YANIK İZLERİ VE GİTARLAR
Oz

Evde yalnızdım. Annem çalışıyordu. Zaten o her zaman çalışı­


yordu. Bir elimde ot, diğerinde çakmak vardı. Odamdaydım,
duman dışarı çıksın diye pencereyi açmıştım. iPod’umda Black
Veil Brides’tan “We Stitch These Wounds” şarkısını açtım ve
düşüncelerimi bastırana kadar sesi iyice açtım. Aklımı gitar
ve davullara, beni anlayan bir başkasının öfkesine, başkasının
kızgınlığına verdim.
Kafamı duvara yasladım ve çevreme bakındım. Yatağın çerçe­
vesi veya başlığı yoktu. Sadece çift kişilik bir yatak ve yerde bir
kutu vardı. Çarşaf da kullanmıyordum. Yatağın üstüne ince bir
battaniye seriyordum. Üşürsem örtünmek için başka bir batta­
niyem daha vardı. Dolap da yoktu. Temiz kıyafetlerim büyük
bir çamaşır sepetinin içinde katlanmış olarak duruyordu. İki
büyük siyah çöp poşeti kirlilerle doluydu. Çoğunlukla bilim
kurgu ve kurgu kitaplarıyla, matematik testleriyle dolu bir raf
vardı. Bazıları Amazondan ucuza aldığım test kitapları, lise ve
üniversite cebiri, fizik ve matematik kitaplarıydı. Diğerleri daha
özeldi. Kuantum fiziği, sicim teorisiyle ilgili kitaplar, rakamların
lasinda Wilder

tarihi, kabala, Sııdoku , ınaııtık, istatistik, satrançla m atem atiğin


ilişkisini, m atem atikle m üziğin ilişkisini anlatan kitaplar. Sahip
o ld u ğu m diğer şeyler de, üçüncü el bir Fender Stratocaster gitar,
yirm i yıllık bir am fi ve m arkası olm ayan kulaklıklardı.
Bunlar bir göçebenin eşyalarıydı. Hepsi annemin eski Dodge
Ram’ine ve Hiloxi'dc satın aldığı küçük treylere sığıyordu.
Annemin odası da hemen hemen aynı görünüyordu. Tek fark
onun yatağının bir çerçevesi ve Colorado Springs’te Kurtuluş
Ordusundan aldığı küçük bir komodini vardı.
Çakmağı çaktım, turuncu-sarı alevin beyaz kâğıda deği­
şini izledim. Dumanı içime çektim. Derin bir nefes aldım ve
içimde tuttum. Etkisini hemen göstermedi. Bu biraz dandik
bir maddeydi ama iyisinden almaya fırsat bulamamıştım. Etki­
sini gösterecekti tabii. Kaliteli değildi ama idare ederdi. Uzun
bir fırttan sonra hissetmeye başladım. Sersemledim, ağırlaştım,
uçmaya başladım. Kaygılar gitmişti.
Elimin çakmağı kaldırışını izledim. Çakmağa baktım. Bu
en sevdiğim çakmaktı. Kırmızı, ince ve şeffaftı, içindeki sıvı alt
kısmında sallanıyordu. Çabuk yanıyordu, alevi güzel, kuvvet­
liydi. Ayarlamak için bir düğmesi vardı. İstersem alevi kuvvet-
lendirebiliyordum. Küçük, siyah plastik parçasını yana çektim
ve alevi kuvvetlendirdim. Parmağımı çakmağın topuzunda
gezdirdim ve bunu neden yapmamam gerektiğini hatırlamaya
çalıştım. Ama yine de yaptım. Çakmağı yaktım. Alev neredeyse
üç santime ulaşıyordu. Avucumu çevirdim ve çakmağı kaldırdım.
Sıcaklığı hissettim. İlk başta hafif bir ısıdaydı. Sonra alevi tenime
yaklaştırdıkça yanmaya başladı. Acımaya başladı.
İşte bu.
Başka bir nefes daha çektim. Sersemliğin beni sardığını,
beni uçurup buradan uzaklaştırdığını, dumanlı bir umursa­
mazlık dünyasına götürdüğünü hissettim. Acı beni sardı. Uçup
Sensiz 37

gitmeyeyim diye beni aşağı çekti ve olduğum yere demirledi.


İlk başta sadece avucumdaydı. Isı tenimi yakıyordu. Sonra alevi
avucumun çizgilerinde gezdirdim. Ama bu yeterli değildi. Alevi
işaretparmağımın ucuna doğru tuttum. İşte o zaman acı gerçek
oldu. Bu gerçek bir yanıktı. Sert ve hiddetli, derin ve can yakan
bir yanık. Yanık beni kavurdu. Tadını çıkardım. Parmağımın
ucu kızardı. Sıcaklık görmezden gelemeyeceğim bir düzeye ulaş­
tığında alevin sönmesine izin verdim. Parmağımı kaldırdım ve
inceledim. Su toplayacaktı.
Şarkı sona erdi ve Bring Me the Horizondan “Home Sweet
Hole” başladı. Başımı onaylarcasına salladım. Bu şarkıyı sevi­
yordum. Gerçi benim zevkime göre biraz fazla çığlık vardı ama
yine de ezgisi güzeldi. Başka bir fırttan sonra dumanı üfledim
ve sineklikten geçip esintiyle birlikte uzaklaşmasını izledim.
Artık gökyüzündeydim. Sigara neredeyse bitmişti, azcık bir şey
kalmıştı sadece. Ucunu başparmağımla işaretparmağımın arasına
aldım ve sıktım. Oluşan hafif ısıyı hissetmemiştim bile. Yara
bandı kutusunun kapağını açtım ve izmaritle çakmağı kutunun
içine, ot poşetinin üstüne koydum. Kutuyu sırt çantamın ön
gözüne, kalemlerin, gitar penalarının ve ezilmiş granola parça­
larının altına koydum.
Yatakta yattım, gözlerimi kapattım ve şarkıyı dinledim.
Avucumdaki ve parmağımdaki yanık acısını hissettim. It Dies
Todayden “Life of Uncertainty” başladı. Kendimi müziğe
kaptırdım, dalıp gittim. Sürüklendim, sürüklendim.
Bu geçici bir tatildi.
Tatsız bir netlik sisi dağıtmaya başlayınca yataktan kalktım
ve gitarla amfiyi aldım. Akordu ayarladım, sesi biraz daha açtım
ve parmaklarımı esnetmek için biraz alıştırma yaptım. Işaretpar-
mağım acıyordu. Bu, telden tele geçmemi zorlaştırıyordu ama
sorun değildi. Bunlara alışkındım. Yanıklar benim sırrını, rahat­
38 Jasinda Wilder

lama yöntemimdi. Ot içmemin sebebi, içimdeki öfke kıskacım


gevşetmesi ve babasız, göçebe hayatımın acısını hafıfletmesiydi.
Yanıklarınsa... ne olduğunu bile bilmiyordum. Öfke beni tüke­
tiyordu, acı tüketiyordu. Yanıklarsa başka bir şey hissetmem,
bunu hafifletmem için bir yoldu. Şu hayatta bir şeyler hissede­
bilmek için bir yoldu.
Bullet for My Valentine’dan “Breaking Out, Breaking Up”
çıktı. Bu şarkıya çalışıp öğrenmiştim. Ben de çalmaya başladım.
Şarkı bittiğinde yerdeki küçük kumandayı aldım ve iPod’u
kapattım. Kendi şarkılarımdan birini çaldım. Şarkı söyleme­
diğim ve şiir yazma yeteneğim olmadığı için enstrümantal bir
şarkıydı bu. Hareketli, sert ve teknik bir şarkıydı. Sayılar konu­
sunda becerikli olmamın da yardımı dokunuyordu. Bu konuda
bilimsel bir teorim yoktu ama sayılarla gitar çalmak arasında bir
ilgi olduğunu düşünüyordum. Her akort bir denklemdi, her tel
bir sayıydı. Parmaklarım hızlıydı. Biraz da bundan kaynaklanı­
yordu ama gerçek performans kafamın içinde gerçekleşiyordu.
Denklemlere benzeyen notaları, birbirine ekli olarak görebili­
yordum. Ta ki altı telden sayısız nota çıkana kadar.
Çalarken kendimi kaybettim. Acıyı kafamda taze tutabilmek
için yanık işaretparmağımı sert bir şekilde bastırdım.
Annem gelip de amfiyi kapatana kadar hiçbir şeyin farkına
varmadım. Kulaklıkları çıkardım ve kafamı kaldırıp baktım.
“N ’oluyo, anne ya?”
“Ot içmişsin.”
Omuz silktim ve ona bakmadan açma tuşuna basarak amfiyi
hayata döndürdüm. “Ee. N ’olmuş?”
Ot içtiğimi biliyordu. Hatta bazen kendi de benimle birlikte
içiyordu. Gerçekten kötü olduğu, onu rahatsız eden şey her
neyse dayanılmaz hale geldiği zaman. Ot içtiğinde melankolik­
leşiyordu. Sanki bir şeyleri anımsıyordu.
Sensiz 39

Bileklerimi tuttu ve kaldırdı. OfF. Direndim ama zor kullan­


maya çalışınca bileğimi elinden çektim. “Ellerine bakayım, Oz.”
Ellerimi bıraktı ama önümde diz çöktü. Gri gözlerinde endişe
vardı.
Ona çok uzun süre bakamadım. Ellerimi dizlerimden
çekmedim. “Önemli bir şey yok. Bir şey yok. Büyütülecek bir
şey değil.”
“Göster... ellerini. "Sözcükler ağzından zorla çıkıyordu.
Gözlerimi devirdim ve avuçlarımı açtım. Sol elimdeki yanığı,
avucumdaki kızarıklığı ve işaretparmağımdaki kabarcığı hemen
fark etti.
“Ben iyiyim, anne. Gerçekten önemli bir şey değil.”
“Yine yakmışsın. Artık yapmıyorum demiştin.” Önüme,
yere bağdaş kurarak oturdu. Üstünde hâlâ önlük vardı. Sipariş
defteri, paralarla birlikte ön cebindeydi. Benim yanımda hiçbir
zaman kapalı giyinmezdi. Şimdi de istisna söz konusu değildi.
Bir gece kulübünde garson olarak çalışıyordu. Bu da kısa etekler,
dekolteli gömlekler anlamına geliyordu. Duvara, pencereden
dışarı baktım.
Omuz silktim. “Oldu işte ya. Ben iyiyim.”
“Kendini yakmak iyi olmak olmuyor, Oz.” Defteri önlü­
ğünden çıkardı, içindeki paraları saydı, birlik, beşlik, onluk ve
yirmilik olarak ayırdı.
Paraları ağır ağır sayışını izledim. “Anne, off. İyiyim.
Gerçekten. Küçük bir yanık sadece. Eskisi gibi... sürekli yakmı­
yorum. Yemin ederim.”
Kafasını kaldırıp baktı ve beni inceledi. Paralar elindeydi.
“Bunu neden yapıyorsun, Oz? Anlayamıyorum.”
Tekrar omuz silktim. “Of, anne. Ne bileyim. Böyle soru-
yorsun, ben de cevap veremiyorum. Keşke cevabı bilseydim ama
bilmiyorum. Sadece... faydası oluyor işte.”
40 Jasinda Wi\der

Annem kafasını geriye attı ve iç geçirdi. Önlüğünden bir


paket Pall Mail çıkardı ve çakmak aradı. Bulamadı. Sırt çantam­
daki kutuyu çıkardım, çakmağı buldum ve sigarasını yaktım.
Kendi paketimden bir tane aldım, yaktım ve çakmağı tekrar
kutuya koydum. Sessizce sigaralarımızı içtik. Annem düşünüyor,
bense düşünmemeye çalışıyordum.
En sonunda sessizliği bozdu. “Oz, benden nefret ediyor
musun?”
Şoke olmuş, afallamıştım. “Senden nefret etmek mi? Ne
alaka, anne ya? Niye böyle bir soru soruyorsun bana? Tabii ki
etmiyorum. Seni seviyorum. Sen benim annemsin.”
Odanın içinde küllük aradı. Yatağın ucundaki siyah plastik
küllüğü aldım ve anneme uzattım. Sigarasının külünü silkti ve
ucundaki turunculuğa baktı. “Ama ben iyi bir anne değilim.”
“Sen elinden geleni yaptın.” Bu anlamsız bir yanıttı. Bunu
ikimiz de biliyorduk.
Kaşlarını çatarak baktı. “Yani bu iyi bir anne olmadığım
anlamına geliyor.”
Kafamı salladım. “Of, anne ya. Böyle saçma bir soruya nasıl
cevap verebilirim ki? ‘Evet, anne sen boktan bir annesin mi
demem lazım? Ya da Anne, her şey harikaydı. Sen inanılmaz
birisin, benim gibi nankör bir evlat yetiştiriyorsun nasıl?”
Kafasını kaldırdı. Bakışlarında incinme, kızgınlık vardı.
“Gerçekten mi, Oz?”
Soluk verdim. “Pardon. Ne söyleyecektim ki? Bilmiyorum.
Sen sahip olduğum tek annesin, tek ebeveynimsin. Sıradan bir
yaşamımız yok. Biz sıradan bir aile değiliz ama biz buyuz. Öyle
işte.”
Kafasını salladı. İncecik bir duman tabakasını havaya üfledi.
“Anladım. Daha iyisini yapamadığım için özür dilerim.”
“Bunlar nereden çıktı?”
Sensiz 41

Bir omzunu kaldırdı, sigarayı dışarı attı. “Yine kendini


yakmaya başladın. Yapmaman lazım... Bunun olmaması lazım.
Ama oldu işte ve bu benim hatam.”
Ona ne diyeceğimi bilemedim. Keşke onu suçlamadığımı
söyleyebilseydim ama suçluyordum. Bu çok kötüydü ama
doğruydu da. Sigaramı elimin arkasında söndürme dürtüme
direndim. Annem beni izliyordu. Sanki ne düşündüğümü
biliyor gibiydi.
Bana babamdan bahset. Dudaklarım bu cümleyle sızladı
ama kendimi tuttum. Bunu milyonlarca kez sormuştum, o da
cevap vermeyi reddetmişti. Bir keresinde sarhoş olduğunda
sormuştum. Alkolün dilini çözeceğini düşünmüştüm. Ama
dilini değil de elini çözmüştü ve annem bana sert bir tokat
atmıştı. Yaptığı şey yüzünden hemen kendini kötü hissetmiş ve
ağlamaya, bana onu affetmem için yalvarmaya başlamıştı. Yine
de hiçbir şey anlatmamıştı. Ondan önce bana hiç vurmamıştı.
Ondan sonra da. Babam hakkında da hiçbir şey anlatmadı. Bu
yakma olayı babamla ilgili bir şeydi sanırım. Bir deli doktoru
benimle bayağı bir eğlenirdi. Tabii durumu doktora gidecek
kadar önemsersem.
Annem odadan çıktı. Ben de sesimi çıkarmadım. Onu üzen
şeyin iyi bir anne olmasıyla ilgili güvenceler verememem oldu­
ğundan emin değildim. İyi bir anne değildi. Bu doğruydu. Ama
yine de annemdi ve sahip olduğum tek şey oydu.

Sonraki birkaç ayda bir düzen oluştu. Jiffy Lube’da düzgün bir
iş buldum. Arabaların yağını değiştiriyordum. Pek iyi bir şey
değildi ama işti işte. Cebime para giriyordu ve anneme faturaları
ödemede yardım edebiliyordum.
Kylie ve ben kampüsteki küçük kafede takılıyorduk. Evet,
ondan hoşlanıyordum ama şansımı zorlayacak değildim. Hatta
hısimhı WiUer

onun çevresinde dolandığım için kendimi kötü hissediyordum.


O iyi, masum bir kızdı, lemizdi. Saftı. Bakire olduğundan da
emindim. Benden birkaç yaş küçük olduğunu biliyordum ama
kaç yaşında olduğunu sormamıştım. İçki içmiyordu, sigara
içmiyordu. Hatta küfür bile etmiyordu. İyiydi işte. Benimle
zaman geçirmeye devam ederse lekelenecekti. Kollarım­
daki yaraları görecek, ellerimdeki düzgün yanık izlerini fark
edecekti. İğrenç hayatımın kanıtlarını. Onunla geçirdiğim
zamanları, ne istediği konusunda, kiminle takılmak konu­
sunda kendi kararlarını verebileceğini söyleyerek haklı çıka­
rıyordum. “Varoşlarda yaşayan” bir çocuk olduğumu hiçbir
zaman gizlememiştim. Çok düşününce bu konuda kendimi
suçlu hissediyordum. Ondan hoşlandığımı, onu öpmeyi, onu
yatağa sokmayı ve onunla sevişmeyi düşündüğümü biliyordum.
Ama o iyiydi, bense değildim. Ben, onun için doğru erkekti.
Zengindi, atletikti, iyi bir aileye sahipti. Nazikti. Gerçekten
nazik bir erkekti.
Sonra, kasım ayının ortalarında, içeceklerin olduğu
tezgâhın yanındaki mantar panoya bir ilan asıldı. İlanda
şubatın onunda bir amatörler gecesi yapılacağı yazıyordu.
Kylie ilanı gördü, donup kaldı. Kolumu tuttu ve sallamaya
başladı. “Amatörler gecesi!” Yüz yüze bakmamız için beni
kendine doğru çevirdi ve tekrar sarstı. “Bunu yapmam lazım!
Fırsat ayağıma geldi!”
Şaşırdım. “Ne fırsatı?”
“Performans sergileme fırsatı! Beste yapıyorum ve şarkı söylü­
yorum. Ama kendi başıma amatör gecesine katılamayacak kadar
korkaktım. Küçük bir ölçekte de olsa sahneye çıkmayı denemem
için fırsat bu.”
Şaşkınlığım artmıştı. “Kylie. Sen dünyadaki en ünlü İkili­
lerden birinin kızısın.”
Sensiz 43

Başıyla onayladı. “Evet, doğru. Bunu ben de biliyorum. Ama


bu onlar.; Oz. Ben bunu onlar olmadan, kendi başıma yapmak
istiyorum.”
Omuz silktim. “Tamam, yap o zaman.”
Tereddüt etti. “Piyanoda fena değilim ama istediğim şarkıları
söylemek için bir gitariste de ihtiyacım olacak.”
“Burası Nashville, Kylie. Şu anda gökten bir kasnak düşse
gitar çalabilen en az on kişiye denk geleceğinden eminim.”
Kylie gözlerini devirdi. “Evet, onu da biliyorum. Gitar çalan
erkekler, hatta müzisyenler var. Ama ben ciddi bir şeyler isti­
yorum. Bu gece güzel geçerse Broadway’deki bir barda çalmayı
denemek istiyorum. Ama bunlar için gerçekten iyi birine ihti­
yacım var.” Tekrar yürümeye başladık. Beni durdurdu, yüzünde
umutlu bir ifade vardı. “Sen gitar çalabiliyor musun? Lütfen
çalıyorum de.”
Güldüm. “Evet, çalıyorum ama senin istediğin şeyleri
çalamam.” Üstünde Spineshank grubunun resmi olan tişörtümü
gösterdim. “Ben bunu çalıyorum, Kylie. Metal müzik. Sen
country tarzında birini arıyorsun. Bu bana gelmez, tatlım.”
Söylediklerim cesaretini kırmamış gibiydi. “İyi çalabiliyor
musun?”
Omuz silktim. “Galiba. Bilmiyorum ki. Kendimden başkası
için çalmadım. Hoşuma gittiği için çalıyorum. Bu bir gevşeme
yöntemi. Kendi kendime öğrendim. Nota filan okuyamıyorum.
Kulaktan çalıyorum. Matematik gibi. Öyle işte.”
“Seni dinlemek istiyorum.”
Kafamı salladım. “Asla olmaz. Kimse için çalmadım hiç.
Ayrıca sen metal müzik seviyor musun ki?”
Nereden bileyim der gibi bir ifadeyle baktı. “Hiç dinle­
medim ki.”
“Burnunun kanamasına neden olur, bebeğim.”
Jasinda Wilder

“Nasıl çalıyorsun görmek istiyorum. Ben senin için şarkı


söylerim, sen de benim için gitar çalarsın. Müzik alışverişi
yaparız.”
Ona hayır demek istiyordum ama demedim. O kadar umutlu
görünüyordu ki. Sert ve kötü bir şeyler çalacaktım. O da beğen­
meyecekti. îşte bu kadar. Little Broadway’de bir gece kulübünde
tabureye oturup Ron Pope şarkılarından çaldığımı düşünmek...
komik geliyordu. Kylie ne tarz müzikler dinlediğimi fark edince
muhtemelen bayılırdı.
“Tamam. Ama beğenmezsin, baştan söyleyeyim.”
“Bırak da ona ben karar vereyim.” Kafasını kaldırıp gülüm­
sedi. Kolumu tekrar salladı. Bu onun için alışkanlık gibi bir
şeydi. Bunu hem seviyor hem de nefret ediyordum. “Tamam,
hadi bize gidelim. Bodrumumuzda bir stüdyo var.”
Otoparktaydık, motosikletime doğru gidiyorduk. Gidip
kahve almayı düşünmüştük ama Kylie durdu, otoparkın uzak
bir köşesine doğru baktı ve söylenmeye başladı. “Ben gelmiş.
Ona bugün gelip beni almasına gerek olmadığını söylemiştim.
Burada bekle, hemen geliyorum.” Kamyonete doğru yürüdü,
açık pencereye doğru eğildi. Dönüp bana baktı ve bir parmağını
kaldırarak bir dakika dedi.
Omuz silktim ve motosikletime doğru ilerlemeye devam
ettim. Dakikalar geçti. Kylie geri dönmedi. Beklemeye, kamyo­
nete bakmaya devam ettim. En sonunda Kylie dışarı çıktı ve
bana doğru yürümeye başladı. Kızgın olduğu belliydi. Ben
onu durdurdu, kolunu tuttu ve onu kendine doğru çevirdi. Bu
hoşuma gitmemişti. Motordan indim ve onlara doğru yürü­
meye başladım. Kavgalarına kulak misafiri olmadan edemi­
yordum.
Kylie, “Sen onu tanımıyorsun bile, Ben!” dedi.
Kahretsin, benim hakkımda tartışıyorlardı.
Sensiz 45

“Tanımama gerek yok ki! Ona güvenmiyorum!” Ben sakin


bir şekilde, bağırmadan konuşuyordu ama söylediği her sözcüğü
tek parmağıyla vurguluyordu.
“Bana nedenini söyle, Ben. Bana tek bir neden söyle. Tek bir
iyi neden.”
“Onda kötü bir şeyler olduğunu hissediyorum, Ky. Ben seni
korumaya çalışıyorum. Bu çocukla ilgili bir şeyler... normal
değil. Ayrıca o senden yaşça da büyük. Bunu biliyorum.”
Kylie, “Öyle mi? Sen de benden büyüksün! Arada ne fark var?
Ben küçük bir kız değilim, Ben! Kendi kendimi koruyabilirim,”
diye kükredi. Sonra arkasını döndü. “Bu konuşma bitmiştir.
Kimle istersem onunla arkadaş olabilirim, Benji.”
Ben onun kolunu tuttu ve kendine doğru çekti. “O güvenilir
biri değil. Ayrıca bana Benji deme.”
“Bırak beni! O çok güvenilir biri. Onu sevmek zorunda
değilsin. Onunla arkadaş olmak zorunda da değilsin. Ama bu
benim de onunla arkadaş olamayacağım anlamına gelmez.”
Ben onu bırakmadı. Bu noktada devreye girdim. “Sana
bırak dedi, aptal.” Sırt çantamı yere bıraktım ve onlara doğru
yürüdüm.
“Oz!” Kylie kolunu kurtardı ve Benden uzaklaştı. “Geciktim,
kusura bakma. Ben şey yapıyordum...”
“Benisavunuyordun. Duydum.” Onu Ben’inyanından uzak­
laştırmak istiyordum ama yapmadım. “İyi misin?”
Kafası karışık bir halde kaşlarını çattı. “İyiyim.”
“Beni savunmak zorunda değilsin, Kylie. Ben’in benimle
bir derdi varsa kendi söyleyebilir.” Kylie’nin yanından geçtim.
“Buradaki anahtar sözcük ‘söyleyebilir.” Çenemi kaldırdım ve
ona baktım.
“öyle mi? Söyleyeyim yani?” Ben bana doğru büyük,
agresif bir adım attı. “Tamam. Senden hoşlanmıyorum, Oz.
4t Jasinda Wilder

Sana güvenmiyorum. Onun yakınlarında olmanı istemi­


yorum.M
“Ama bu sana kalmış bir şey değil, değil mi?” dedim. Ama
derinlerde bir yerlerde ben de Ben le aynı fikirdeydim. Ben güve­
nilir değildim. Kylie için iyi değildim. Ama tabii bunları söyle­
medim. Kylie’ye, “Ben gidiyorum,” dedim. “Bu gorille tartışmak
için ne zamanım ne enerjim var. Geliyor musun?” Bilerek Ben’e
sırtımı döndüm. Bu bir kafa tutma, meydan okuma, küçüm­
seme gösterisiydi.
O anda beni çevirdi, sert bir şekilde geriye doğru itti. Sende­
ledim, dengemi sağlamaya çalıştım. Erkeklerin kavgada meydan
okuma olarak neden birbirlerini ittiklerini hiçbir zaman anlaya­
mamıştım. Bu aptalca, acınası ve tehlikeli bir hareketti. Ben de
bunu anlamak üzereydi.
Dengemi sağlayınca öne doğru atıldım. Nazik veya adil bir
şekilde dövüşmüyordum. Yumruğum karnına indi. İki büklüm
oldu. Geri çekildim, yumruğumu hazırladım. Savurup burnunu
bir yumurta gibi kırmaya hazırlanmıştım. Ama o oradaydı, bizi
izliyor, ağlıyordu. Önüme geçiyor, beni geriye doğru çekmeye
çalışıyordu.
Elimi indirdim ve geri çekildim. “Özür dilerim, Kylie. Ben
haklı.” İyice geriledim, çantamı yerden aldım ve omzuma attım.
“Benimle ilgili konularda yani. Ben güvenilir biri değilim. Bu da
bir örnek oldu işte..." İki büklüm olan ve kıpkırmızı bir yüzle
soluk soluğa kalan Ben’i gösterdim.
Kylie, Bene baktı. Kafası karışmış gibiydi. “Ben onunla
gidiyorum. Lütfen anlamaya çalış. O benim arkadaşım. Sen de
öyle.” Kylie eğildi ve ona sarıldı. “İyi misin?”
Ben doğruldu, Kylie’den uzaklaştı. “İyiyim.” Bakışlarını bana
kilitledi. “Onunla mı gitmek istiyorsun? Tamam öyleyse. Git
hadi. Bak bakalım umurumda mı?”
Sensiz 47

Kylie’yle motosikletime bindik. Sıcak ve güçlü kollarını


belime dolamıştı. Bacaklarının kalçalarıma dolanışının ne kadar
güzel bir his olduğunu düşündüm.
Kafamı çevirdim ve ona baktım. “Kaskı tak, Kylie.”
Döndü, yedek kaskı aldı ve kafasını geçirip kilidini taktı.
“Oz, Ben konusunda...”
“O sadece seni korumaya çalışıyor.” Motorun mideleri altüst
eden sesiyle konuşmayı kısa kestim.
Evlerine gelene kadar konuşmadık. Evin önünde bir sürü
araba vardı.
Kylie, “Off,” dedi. “Sanırım stüdyo dolu.” Arabaları gösterdi.
“Bunlar The Harris Mountain Boys’a benziyor. Anne ve babamın
yeni projesi. Burada bekle.” Motordan indi, kaskı bana attı ve
eve girdi.
Birkaç dakika sonra geldi. “Onlarmış. Gece yarısına kadar
kayıt yapacaklar. Anneme senin yanında olduğumu söyledim.
Gidebiliriz.”
Arkama oturunca, “Nereye gidiyoruz?” diye sordum.
“Senin evine?”
Birkaç kez gözlerimi kırpıştırdım. “Benim evime mi? Oraya
gitmek istemezsin.”
“Niye ki?”
“Çünkü berbat bir yer.”
“Umurumda değil. Zaten sadece gitar çalıp şarkı söyleye­
ceğiz.”
Buna nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Aslında alakasızdı.
Gitar çalıp şarkı söylemenin, annemle benim şehrin pek de gii/.el
olmayan bir kısmında yaşamamızla bir ilgisi yoktu. Kvlie’nin
daha önce böyle bir yerde zaman geçirdiğinden şüpheliydin».
Ama her nasılsa yine ona hayır diyemedim. Motosikletle* ^hir
içinde ilerledim, trafikten, sarı ışıklardan geçtim. Yolun keru
Jasinda Wilder

rından ilerledim. Ellerinin belimi sıkı sıkı kavrayışının ve bacak­


larının verdiği hissin tadını çıkardım.
Binalar gitgide eskidi, kötüleşti, sokaklar pis bir hale geldi.
Arabalar eskidi. İçki dükkânlarını ve yetişkin videoları satan
dükkânları, terk edilmiş kapı önlerini, duman çıkan sanayi bina­
larını, araba garajlarını, apartman bloklarını geçtik. Kylie’nin
çevremizdekilerden duyduğu huzursuzluğu fark ediyor, korku­
sunu, rahatsızlığını hissedebiliyordum. Mahalleme girdik,
salıncaklarından üç tanesi eksik olan parkı, eski sarı atlıkarın­
cayı, grafitiyle süslenmiş tırmanma zımbırtısını geçtik. Araba­
ların hepsi yirmi yaşındaydı. Bizim binanın girişinde durunca
otoparktan önümüze bir naylon poşet uçtu.
M otoru durdurmadım. “ Seni eve götüreyim, Kylie. Sen
buraya ait değilsin.”
Bol pantolonlar, bol beyaz tişörtler ve çuval gibi eşofman
üstleri giymiş üç siyahi adam binaların Önündeki kaldırımdan
yürüyerek ağır ağır yanımızdan geçti. Bakışları benimkilerle
buluştu. Kafamı çevirmedim. Motosikletimin arkasındaki kız
hariç benim de onlar gibi olduğumu fark etmiş gibiydiler. Yürü­
meye devam ettiler. Bir tanesi uysal bir şekilde başını salladı.
Adamlar gidince Kylie bir rahatlamayla iç geçirdi.
“Onları tanıyor musun?” diye sordu.
Omuz silktim. “Yoo.”
“E niye bize baktılar?”
Bunu korkutmadan nasıl anlatırım bilmiyordum. “Biz
beyazız.” Durdum, sonra konuşmaya devam ettim. “Meydan
okuma filan değildi de... meraktı sadece. Bilemiyorum.” Kafamı
çevirmeye veya korkumu belli etmeye cesaret edemediğimi
söylemedim.
Ona her şeyi söylemediğimi anlamış gibi görünüyordu.
“Burası güvenli bir yer mi?”
Sensiz 49

Tekrar omuz silktim. “Benim yanımda olduğun sürece


evet.” Kafamı çevirerek ona baktım. “Hadi gidelim, Kylie. Seni
eve götüreyim. İstediğin şeyleri başka zaman da yaparız. Sizin
evde.”
Kaskatı kesildiğini, doğrulduğunu hissettim. “Hayır, sorun
değil. Hadi içeri girelim. Yaşadığın yeri görmek istiyorum.”
İç geçirdim. “Tamam. Ama uyarmadı deme. Çok kötü bir
yer.”
Elimi beline koyarak önden gitmesine izin verdim. Onu
emniyetsiz kapıya doğru yönlendirdim. Kapıda bir klavye ve
bir sürü tuş vardı ama muhtemelen çok uzun süredir çalışmı­
yordu. Kapı sıkıştı. Açmak için iyice ittirmek zorunda kaldım.
Binanın küçük bir girişi vardı, yere eski bir mavi halı serilmişti.
İçerisi bayat bira ve sidik kokuyordu. Kylie’yi dört basamak
yukarı çıkardım. Sol tarafımıza doğru uzanan bir koridor vardı.
Duvarlar çizilmiş ve pütür pütürdü. Duvarlara sıralanan soluk
mavi kapılar, paslı siyah sayılarla numaralandırılmıştı. Yukarı
çıkan bir merdiven vardı. Apartman beş katlıktı ve asansör
bozuktu. Basamaklarda destek yoktu. Aralarından aşağıyı göre­
biliyordunuz. Merdivenler de yerdeki ince mavi halıyla kaplan­
mıştı.
“Üçüncü kat.” Yukarıyı gösterdim. Önümden ilerledi.
Yuvarlak kalçasının hareket edişini izledim. Dönüp bana
baktığında bakmıyormuş gibi yapmaya bile çalışmadım. Omuz
silktim ve sırıttım. Kızardı ve yürümeye devam etti. Hatta daha
zarif bir şekilde yürümeye başladı. Güzel.
Üçüncü kata ulaştık. Bana ot bulan Dion un kapısını kilit­
lemeye çalıştığını görünce sessizce küfrettim. Bizim karşı daire­
mizde oturuyordu. Beni gördü, çenesini kaldırarak selam verdi.
“N ’aber, Oz?” Dion tehlikeli yanını gizleyen ağır, tembel bir
görünüşü olan kısa, şişman bir siyahiydi. Havalı bir tipi t anu
50 Jasinda Wilder

ona borcum olsun istemezdim. Avuçlarımızı birbirine vurduk,


omuzlarımızı birbirine dokundurduk.
“Selam, D.” İçimden hiçbir şey söylememesini diledim ama
o, mesajı almamış gibiydi.
Başparmağıyla kendi dairesini gösterdi. “Bir ‘Parça’ aldım.
Bayağı iyi bir ot, dostum. Veriyim mi bir 3.5 gram? Sana altmışa
olur.”
Dudaklarımı yaladım. Bunu gerçekten istiyordum. Odamda
para da vardı. Üstelik zulam da bitmek üzereydi. Ama Kylie
buradayken olmazdı. “İstemem, dostum. Ben böyle iyiyim. Ayır,
sonra alırım.”
Dion başıyla onayladı. “Tamam. Ama uzun süre kalacağına
söz veremem. Mal iyi çünkü.”
“Teşekkürler.” Kapıyı açtım ve muhabbeti çözmeye çalışan
Kylie’yi içeri aldım.
Kapıyı kapattım ve kapıya doğru yaslandım. Soruları
bekledim.
“Oz?” Oturma odasına girdi, çevresine bakındı. Sonra bana
döndü. “ O muhabbetin neyle ilgili olduğunu bilmek ister
miyim?”
Bir kaşımı kaldırdım. “Dinlerken anlamadıysan o zaman
hayır, bilmek istemezsin.”
Kaşlarını çattı. “O adam... uyuşturucu satıcısı mı?”
Güldüm . Öyle bir söylüyordu ki sanki mistik bir yara­
tıktan, boynuzlu at ran veya ejderhadan bahsediyor gibiydi. Çok
komikti. “Galiba öyle. Yani biraz ot bulunduruyor. Üç buçuk­
luklar, on dolarlıklar filan. Ciddi bir şey değil.”
Kafası karışmıştı. “O t mu? Üç buçukluk mu?”
Gülerek kafamı salladım. “Bilmek istemediğini sanıyordum?”
Kylie gözlerini kırpıştırdı. “Evet, istemiyorum.” Bana sırtını
döndü ve oturma odasıyla salona baktı.
Sensiz 51

Duvarın önünde buraya ilk taşındığımızda Kurtuluş


Ordusundan aldığımız bir kanepe vardı. Annem kanepeleri
yanımızda götürtmüyordu. Gideceğimiz yere vardığımızda
Kurtuluş Ordusundan yeni bir kanepe almak daha kolaydı.
Rent-A-Center dükkanından aldığımız 127 ekran televizyo­
numuz vardı. Eskiydi ama çalışıyordu. Çizik bir zemini olan
alçak, meşe bir sehpa, yarısı dolu bir küllük, O K dergisi, boş
bir Coors kutusu. Eski laminant tezgâhlı mutfak küçüktü. Kirli
beyaz dolaplar, eski bir buzdolabı, uyumsuz bir mikrodalga ve
setüstü ocak vardı. Lavabo kirli kâselerle, anık bir tabak peynirli
makarna kalıntılarıyla doluydu. Bu durum çok utanç vericiydi.
Ben Kylie’nin nereden geldiğini görmüştüm. Yani içeri girme­
miştim ama hayal edebiliyordum. Temiz bir mutfak, bulaşıklar
her zaman temiz. Mermer bir zemin. Granit tezgâh. Geniş
alanlar ve son teknoloji ürünler. Yani bizim evin tam tersi.
Yaklaşık iki metrelik koridor benzeri alanı gösterdim. İki
tarafında da birer yatak odası ve aralarında da bir banyo vardı.
Tuvalet kirliydi, duşta su lekeleri vardı. Banyo tezgâhıysa
annemin eşyalarıyla doluydu: makyaj malzemeleri, maşa, saç
fırçaları, saç tokaları, bir kutu tampon.
“Odam sağ tarafta.” Kapıyı açık bırakarak odaya girdim.
Bunu daha çok Kylie için yapmıştım. Annem sabah üçe kadar
gelmezdi. Gelse bile umurunda olmazdı.
Oda dağınıktı tabii ki. Kirli kıyafetler yerde yığın olarak
duruyordu. Temiz kıyafeder sepetteydi. Pencerenin kenarında
bir küllük ve içinde bir sürü izmaritle ot kalıntısı vardı. Onu
buraya getirdiğime inanamıyordum. Aklımdan neler geçiyordu
ki?
Geri çekildim. “Bu çok saçma oldu. Seni buraya getirmemem
lazımdı. İğrenç bir yer burası. Hadi gidelim.” Kolundan ııa/ikçe
tuttum ve onu çektim.
lasiıula Wildcr

İtenden uzaklaştı ve yatağa oturdu. Oturulmak tek yer olan


yacağa. “ Sorun değil, Oz. Sıratları bir yatak odası işte. Benim ki
de dağınık.”

G ü ld ü m . “ ’labii, cam ın."

G ü ld ü . " ( irrçekten öyle! Aynen böyle görünüyor!” Küllüğe


haklı. “ Yani evet biraz daha büyük ve biraz daha güzel kokuyor
ama onun dışında aynen böyle.”

Küllüğü aldım, mutfağa götürdüm. Çöpe boşalttım.


Geverken banyodan Febreze’i aldım. Bolca sıktım. Ta ki ikimiz
de öksürmeye başlayana kadar.
“ Bence bu kadar yeter, Oz.” Güldü, elini yüzünün önünde
salladı ve yüzünde meraklı bir ifadeyle baktı. “Sigara içtiğini
bilmiyordum." Omuz silktim. Kaşlarını çattı. “Orada sigaradan
başka şeyler de vardı, değil mi?”
“ Hani bilmek istemiyordun?”
Kylie kaşlarım çattı. “ Belki de istiyorumdur. Belki de merak
etmişimdir.”
İnledim ve yanma, yatağın üstüne oturdum. Çok yakın otur-
mamaya, ona dokunmamaya dikkat ettim. “ Kesinlikle olmaz,
Kylie. Bu konuşmayı yapmayacağız. Başka birini merak et.
Arkadaşın Ben zaten benden nefret ediyor.”
“ Ben, benim koruyucum değil.”
Buna cevap vermedim. Aklımdan, belki de koruyucun olsa
Mıha iyi olur; geçiyordu ama söylemedim. Kylie kadar iyi ve
masum birinden uzak durmanı gerektiğini zaten biliyordum
ama bu mı yapmayacağımı bilecek kadar da serseriydim. Ama bu
onun ışığını kendi karanlığımla lekelemek için kendi yolumdan
ayrılacağım anlamına da gelmiyordu.
Cevap vermek yerine uzanıp gitarımı aldım, kulaklıkları
çıkardım ve amfinin sesini kıstım. Duvara yaslandım, ayaklarımı
yataktan aşağı sarkıttım. Kylie’ye bakıp sırıttım. ‘ Hazır mısın?
Sensiz 53

Kafasını salladı. “Evet, duyalım bakalım.”


Sesi kontrol etmek için bir tele vurdum. Butonu çevirdim,
tele tekrar vurdum. Bu sefer ses şikâyet almama yetecek ama
başıma önemli bir bela açmayacak kadar yüksek çıkmıştı.
Yani onu şoke etmeye yetecek kadar. Parmağımı tele taktım,
penayla vurdum ve parmağımı gitarın boynuna, köprüye doğru
götürdüm. Sesi gittikçe artan, akortsuz bir nota havayı doldurdu.
Köprünün yarısına geldiğimde parmaklarım tuşeye doğru dans
etmeye başladı. Tellere elimden geldiği kadar hızlı bir şekilde
basıyordum. însanı etkileyen tiz bir ezgi ortaya çıktı. Devam
ettim. Bunu hafif bir ezgiye dönüştürdüm, gözlerimi kapattım
ve köprüyü yükselttim. Tellere vurdum, bastım. İnleyen, ağlayan
notalar geçtiğim her perdede yükseliyor ve hızlanıyordu. Bu, bir
süredir üstünde çalıştığım, son birkaç haftadır orasına burasına
notalar ve akortlar, parmak çalışmaları eklediğim bir soloydu.
Gözlerim kapalıydı. Gözkapaklarımda, gümüş ışıklar gibi
sayılar görüyordum. Her notayla birlikte büyüyor, büyüyordum.
Çalman her bir akortla kesir üstüne kesir görüyordum. O anda
kendimi kaybettim. Müziğin beni esir almasına, beni sarmasına
ve Ben le gerçekleşmek üzere olan kavgamı, hüznümü, üzün­
tümü, yalnızlığımı, Kylie’ye karşı filizlenmeye başlayan talihsiz
ilgimi uzaklaştırdım. Gözlerim kapalı ve ellerim gitarımda
olduğu sürece başka hiçbir şeyin önemi yoktu. Gitarı çalarken
kendimi yakmak bile istemiyordum. Bu sadece bana özeldi.
Soloyu bıraktım, doğaçlamaya geçtim. Yarım notalara, kısa ve
keskin akortlara bastım. Metal tarz solodan metalcore tarzında
ezgilere geçtim.
En sonunda Kylie’nin yanımda olduğunu hatırladım ve
bir notada durdum, gözlerimi açtım ve Kylie’nin bana baktı­
ğını gördüm. Yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı. Dehşete mi
düşmüştü? Şaşkın mıydı? Sanırım ikisinden de biraz vardı. Emin
54 Jasinda Wilder

olamadım. Oturdum, bir şey söylemesini bekledim ve penayla


oynadım.
Kylie, “Tanrım, Oz!” diye soludu. “Bu harikaydı. Bu kadar
yetenekli olduğunu hiç bilmiyordum!”
Gözlerimi devirdim. “Değilim zaten. Benimki hobi sadece.”
“Hobi mi?” Kafasını salladı ve bana doğru eğildi. “Oz, bu
inanılmazdı. Daha önce hiç böyle bir şey duymamıştım. Böyle
bir yetenekle kesinlikle profesyonel müzisyen olabilirsin.”
Huzursuz olmuştum. Gitarımı yere yatağın yanına koydum
ve amfiyi kapattım. Bu olay geri tepmiş gibi görünüyordu. Sırt
çantamın ön cebini karıştırdım ve sigara paketimi çıkardım. Şu
anda ot içmeyi istesem de zulamın bulunduğu kutuyu görmezden
geldim. Bir sigara yaktım, pencereyi açtım ve yanında durdum.
Belki de sigara içişim onu o kadar iğrendirirdi ki beni rahat
bırakırdı. Aslında beni tamamen yalnız bırakmasını da istemi­
yordum. Sadece onunla birlikte country müzik yapmamı iste­
meyi unutmasını istiyordum.
“Asla olmaz, tatlım. Ben bunu eğlenmek için yapıyorum.
Kendim için. Sen gitar çalışımı dinleyen tek kişisin. Annem bile
bilmiyor. Aslında senin önünde neden çaldığımı da bilmiyorum.
Yani diyorum ki ben böyle şeyler çalıyorum. Öyle burundan
söylenen country saçmalıklarını değil yani. Ben senin aradığın kişi
değilim. Kusura bakma.” Dumanı burun deliklerimden üfledim.
Kylie duman bulutundan uzaklaştı, elini dumana doğru salladı.
Beni seyrederek yataktan kalktı. “Neden sigara içiyorsun?”
Omuz silktim. “Ne bileyim. İçiyorum işte. Hoşuma gidiyor.”
“Tadı mı güzel? Kafanı mı güzelleştiriyor? İnsanların neden
sigara içtiğini hiçbir zaman anlamamışımdır.”
Güldüm. “Belli. Tanıdığın kimse sigara içmiyor sanırım?”
“Galiba babam eskiden içermiş ama uzun süre önce bırakmış.
Arada bir garajdayken içiyor ama benim yanımdayken hiç
Sensiz 55

içmez.” Havayı kokladı, merakıyla mücadele etmeye çalıştığını


anlamıştım. “Ben de deneyeceğim.” Sigaraya uzandı.
Elimi ondan uzaklaştırdım. “Olmaz. Asla olmaz, Kylie.”
“Neden?”
“Çünkü sigara kötü bir şey. Sense iyisin.”
“Senin için kötü değil mi?”
Kafamı salladım. Söylediğini reddetmek için değil, duyduk­
larıma inanamadığım için yapmıştım bunu. “Benim için de
kötü. Ama benim için kötü olup olmamasının bir önemi yok.”
Bu cevabın onu şaşırttığı belliydi. “Bu da ne demek şimdi?
Tabii ki önemi var. Ya akciğer kanseri olursan?”
“Olursam olurum. Bir tek annemin umurunda olur.”
Kylie’nin gözlerini hüzün sardı. “Ya ben?”
Mavi gözlerindeki acıyı görmezden geldim ve zorlamaya
devam ettim. “Atlatırsın. Beni daha doğru dürüst tanımıyorsun.
Burada olan şey yeni bir oyuncak alman çocuk sendromu o
kadar,” dedim. Bu sırada elimle ikimizi işaret ediyordum. Ona
doğru eğildim, dumanı yüzüne üfledim. “Beni gerçekten tanı-
saydın şu anda burada olmazdın.”
Geri çekilmedi. Sözcüklerimi ciddiye almadı. Sadece yavaş
yavaş uzandı, elimdeki sigarayı başparmağıyla işaretparmağının
arasında tuttu ve elimden aldı. Ses çıkarmadım. Ezik filtreyi
dudaklarına götürdü, tereddüt etti. Gergindi. Bunu yapmak
istediğinden emin değildi, yapmaması gerektiğini biliyordu.
Ama yine de yaptı. Derin bir nefes çekti. Muhtemelen kusana
kadar öksürecekti.
Aynen öyle oldu. Öksürmeye başladı, sigarayı bana uzattı. İki
büklüm oldu. O kadar şiddetli öksürüyordu ki neredeyse kusa­
caktı. Saçlarını tuttum ve yüzünden çektim.
“Nefes al, tatlım. Bir dakika sonra geçecek. Sadece nefes
almaya çalış. Şimdi geçecek.” Kahretsin, saçları yumuşacıktı.
56 Jasinda Wilder

Parmaklarımın arasından kayan ipek gibiydi. Nefes nefeseydi,


yüzü solgundu. Gözleri sulanmıştı. Telaşlıydı. “Nefes al, Kylie.
Vücuduna oksijen almaya çalış.”
Ağzını açtı ve derin bir nefes aldı. Birkaç kez daha öksürerek
nefes verdi. Rengi düzelmeye başlamıştı. “Kahretsin., bunu nasıl
içebiliyorsun?”
Omuz silktim. “îlk seferinde herkes aynı olur. Ben ilk
denediğimde küsmüştüm. Aynen senin yaptığın gibi büyük
bir nefes almıştım ve içime çekmiştim. Atlıkarıncanın üstüne
küsmüştüm. Öleceğimi sanmıştım. Ama tabii on yaşın­
daydım.”
“On mu? Sen sigaraya on yaşında mı başladın?”
• Güldüm. “Hayır! O ilk kez denediğim zamandı. Annem de
sigara içer. Onun sigarasından denemiştim. O zamanlar Reds
içiyordu. O da çok sert bir sigaradır. Ben... on beş yaşıma kadar
filan içmedim. Yoksa on altı mıydı? Daha birkaç sene önce
başladım yani.”
“Reds?”
“Marlboro Reds. Onlar en filtresiz olanlarıdır. Dumanı
bundan çok daha serttir.” Sigaranın izmaritini gösterdim, sonra
dışarı attım. “Bunlar Parliament Light. En hafif sigaralardan
biri.”
“Bu hafif miydi yani?”
“Evet, bebeğim. Reds e kıyasla normal hava soluyormuşsun
gibi oluyor.”
“Iyy. îğrenç.” Titredi. “Neyse, sigara konusunu kapatalım.
Müziğe dönelim.”
“Kylie...”
“Bir dakika beni dinle. Sen country tarzı müziği hiç dinledin
mi? Nefretini unutmaya çalışarak, gerçekten dinledin mi?
Omuz silktim. “Hayır, ama...”
Sensiz 57

“O zaman dene.” Pantolonunun arka cebinden telefonunu


çıkardı, şifresini girdi ve müzik uygulamasını açtı. Özel bir şarkı
aramaya başladı. Sanırım bulmuştu. Hoparlör yuvasını buldu,
telefonunu oraya yerleştirdi. “Dinle. Çalmanı istediğim şarkı
bu değil. Sadece sana bir şey kanıtlamaya çalışıyorum.” “Play”
tuşuna bastı. Müzik kutusu benzeri, zil gibi bir ses duyuldu.
Sonra buna akustik bir gitar eklendi.
“Bu ne?”
Beni susturdu. “Brad Paisley den Tm Stili a Guy’. Komik bir
şarkı. Dinle.”
Dinledim. Onun hatırı için nefretimi uzaklaştırmaya çalışıp
gerçekten dinledim. Sahiden komik bir şarkıydı. İstemsiz olarak
kafamı sallamaya başladım. Tabii ki hafif bir şarkıydı, metal gibi
sert değildi ama şarkıda öyle bir şey vardı ki bunlar umurumda
olmadı. Sözler, alet çantasını kremli, kaygan ellerle tutamadı­
ğından bahsetmeye başlayınca yüksek sesle güldüm. “Tamam,
bu çok da kötü değildi. Başka nelerin var?”
Tekrar şarkılar arasında dolaştı ve bir tane daha seçti. “Bu
Lady Antebellum’dan ‘Goodbye Town\ Bu çalmak istediğim
parçalara daha çok benziyor.”
Dinledim. Uyum gerçekten güzeldi. Melodi insanı ele geçi­
riyordu. Yine de çok iyi değildi. Kendi başıma olsam açıp da
dinlemezdim ama beklediğim gibi kendi kusmuğumun içinde
de boğulmuyordum.
Ben bir şey söyleyemeden o başka bir şarkı daha açtı. “Bence
bunu sevebilirsin. Lee Brice’tan ‘Four on the Floor.”
Şarkı biraz karışıktı ama rock bir tarafı da vardı. Beğen­
miştim. “Bu olabilir bak. Hiç de country gibi durmuyor.”
Başıyla onayladı. Bu konuda azimli olduğu belliydi. “Bence
country müzikten nefret ettiğini söyleyen çoğu insan Vince
Gill’le Randy Travis’i filan düşünüyor. Modası geçmiş, gele-
58 Jasinda Wilder

ncksel tarzda country. SLide g ita r, öyle tıngırtılar filan. Modern


country böyle değil. Hiç değil. Tabii ki Easton Corbin ve Joe
Nichols gibi geleneksele yakın isimler var ama Jason Aldean veya
Luke Bryan ya da Lee Briçe’ı dinlersen onların böyle olmadığını
görürsün. Daha ana akım bir tarz, altta rock müzik var. Çoğu
zaman yine country özelliklerini taşıyor ama senin düşündüğün
kalıplaşmış tarzda country değil.”
“Bu senin için önemli bir konu, değil mi?”
“Evet, öyle. Ben bütün tarz müzikleri seviyorum, Oz. Senin
çaldığını da sevdim. Gerçekten. Genellikle dinlediğim şeylerden
farklı ama fark ettiysen...” Burnunu ovuşturdu. İmalı bir şekilde
sırıttı. “Burnum filan kanamadı.”
Güldüm. “Öyle olsun. Seni yanlış değerlendirmişim. Özür
dilerim.”
Kaşlarını çattı ve kafasını salladı. “İkimiz de sürekli birbiri­
mizi yanlış değerlendirip duruyoruz.” Şarkı bitti. Başka bir şarkı
daha açtı. “Bu adamı gerçekten seviyorum. Brantley Gilbert.
Bence sen de seversin. Bu şarkının adı ‘Hell on Wheels’.”
Bu şarkıda sert bir taraf vardı. Üstünde çalışacağım gitar
kısımları vardı. Kulağıma rock-n-roll riffleri de çalınmıştı. Şarkı
bitince ona başımı salladım. “Evet, işte bunu gerçekten sevdim.”
Çığlık attı ve ellerini çırptı. Muduluktan uçuyordu. “Yaşasın!
Seni ikna edebileceğimi biliyordum.” Telefonunu yuvadan
çıkardı ve bana işaret etti. “Sıra sende. Neler dinlediğini göster
bakalım.”
Gerçekten sert bir şeyler açmayı düşündüm. Spineshank
gibi. Ama yapmadım. Bring Me the Horizon’dan “The Sadness
Will Never End”i açtım. Ağır, melodik giriş başlarken ona
şarkının vc grubun adını söyledim. Gitar ve davullar çalmaya

* Sol el parmaklarından birine geçirilen metal bir borunun gitarın perdeleri


üzerinde kaydırılarak çalınması tekniğidir, (ç.n.)
Sensiz 59

başlayınca yüz ifadesinin şaşkınlığa dönüştüğünü gördüm,


iyice odaklanmıştı, dinliyordu. Çığlık ve korkunun hüküm
sürdüğü beş dakikalık görkem sona erdi. Bu şarkıyı sevi­
yordum. Başka bir şarkı daha açtım. Bu biraz daha sertti. Stili
Remains’ten “In Place of Hope”. Yine odaklanarak dikkatli bir
şekilde dinledi.
Şarkı bitince birkaç dakika sessiz kaldı. Oturup duyduklarını
hazmetmesine izin verdim. “Bunlarda çok öfke var. Çok... acı.”
“Evet. İşin özü o.”
“Neden?”
İç geçirdim. “Bilmiyorum... Daha önce hiç açıklamaya
çalışmamıştım. Hımm. Sanırım anlamakla ilgili. Birileri nasıl
hissettiğini anlıyor. Öfkenin... nasıl kanına işlediğini anlıyor. Bir
parçan olduğunu. Acı, öfke, üzüntü. Bunların insanı nasıl tüket­
tiğini. Anlıyorlar. Bunu ifade ediyorlar. Teselli gibi bir şey.”
Başıyla onayladı. “Evet, anladım.”
“Bu tarz müzik o kadar da ağır değil üstelik. Daha sert de
olabilir. Daha melodili, çeşitli duygu, ses ve stilde olanlar var.
Death metal veya black metal olanlar da var. Onlar... sadece
öfkeden ibaret. Saf nefretin müziğe dökülmüş hali.”
Kaşlarını çattı. “Göster bakalım.”
“Cidden mi? Neden? Bunlar çok...”
Kylie’nin cevabı neredeyse öfke doluydu. “Bana neden hoşla­
nacağımı veya benim için neyin iyi olduğunu söyleyebileceğini
düşünmekten vazgeç artık. Bu Ben’in benim kimle takılacağımı
söylemeye çalışması kadar kötü bir şey.”
“Ben’in niyeti kötü değil.”
Bana boş boş baktı. “Sen neden onu koruyorsun?”
Keşke bilseydim. “Korumuyorum,” dedim. “Doğruyu söylü­
yorum. Gerçekten sert ve kasvetli bir şeyler dinlemek istiyorsan
al o zaman.” Şarkıları inceledim ve bir tanesini açum. “Bu Arnon
Jasinda Wilder

Amarth. Şarkının adı ‘A Beast Anı I’. Diğer death metal grupla­
rına göre bunlar biraz daha melodik.”
Dinledi. Bakışları iri, ağzı sımsıkı kapalıydı. Bunu sevme-
mişti. Diğerleri bu kadar kasvetli değildi ve hiddet yaymıyordu.
Bu şarkıda hiç ışık, iyi bir taraf yoktu. Sürekli karanlık, sert ve
aşırıydı.
Şarkı bitince gözle görülür bir şekilde rahatladı. “Tanrım,
Oz. Vay canına.”
Güldüm. “Evet. Sana söylemiştim.”
Kafasını yana doğru eğdi. “Ama buradaki yeteneği görebi­
liyorum. Bu kadar sert, bu kadar hızlı ve bu kadar uzun süre
çalmak? Her şarkıyı? Bu şekilde çalmak için gereken enerji...
gerçekten sarsıcı.”
îlk başta verdiği içgüdüsel tepkiyi aşabilmesi beni etkilemişti.
“Bu tarz müziğin canlı performanslarını bir izlemen lazım.
İnsanlar kan revan İçinde dönüyorlar eve. Ciddiyim. Kırık
kemiklerle filan. Gerçekten çok vahşi. Ama haklısın, bu şekilde
çalmak için hız ve teknik hassasiyet lazım.”
Yüzünü buruşturarak titredi. “Canlı performansı pas geçmek
istiyorum. Tahmin edebiliyorum.”
Güldüm . “Hayır, tahmin edebileceğini sanmıyorum.”
Tişörtüm ün kolunu kaldırdım ve sol pazımdaki kalın bir yara
izini gösterdim. “ Bu yarayı bir death metal gösterisinde aldım.
Kim in çaldığını bile hatırlamıyorum. Sanırım biraz... kendimi
kaybetmişim. Denver’ın arka sokaklarındaki köhne bir barda
çalan yerel bir grup. Aslında içeri bile alınmamam gerekiyordu.
Daha on yedime girmemiştim ama güvenlik biraz... gevşekti.
Neyse... adamlardan birinin bileklerinde çivili bilekliklerden
vardı. Çiviler çok keskindi ve beş santim filandı. Adam sağa
sola sallanıp tekmeler savuruyor, çırpınıp duruyordu. Bir sürü
insanı yaralamıştı. Grup da onu iyice gaza getiriyordu. Adam
Sensiz 61

daha çok çırpındıkça grup da daha sert çalıyordu. Korumalar


adamı dışarı atmak zorunda kaldılar. Death metal gösterisine
göre bile fazla psikopatlaşmaya başlamıştı. Neyse, adama
biraz fazla yaklaşmışım. Beni kolumdan yakaladı. Çivi tenime
takıldı. Beni bırakması için adamı tekmelemek zorunda
kaldım. Çok kötüydü. Annem çok kızmıştı. On üç dikiş atıl­
ması gerekmişti. Paramız da yoktu. Benim yüzümden kirayı
geciktirmişti.”
Kylie dehşete düşmüş gibiydi. “Ne kadar kötü.” Kafasını
salladı. “Çaldığın diğer şeyler, o ilk şarkılar fena değil. Ama bu
gerçekten hiç benlik değil.”
“Tahmin etmiştim zaten. Sana ne yapman gerektiğini söyle­
meye çalışmıyordum. Gerçekten seveceğini düşünmemiştim
sadece o kadar.” Durup düşündüm. “Ama müziği sevmen gerek­
miyor. Hissetmen gerekiyor. Yaşaman.”
Kylie başıyla onayladı. “Evet, anlıyorum. Neyse şu amatörler
gecesi işine gelelim.”
îç geçirdim. “Sahiden mi, Kylie? Bunu yapmamı hâlâ istiyor
musun?” Kaşlarımı çattım. “Bunları çalabileceğimden bile emin
değilim. Daha önce akustik gitar çalmadım hiç. Nota filan da
okuyamam. Kulaktan çalarım.”
“Sadece denesen? Lütfen?”
Bunu yapmayı gerçekten istemiyordum. Gerçekten ama
gerçekten. İnsanların benim hakkımda ne düşüneceğini zerre
kadar önemsemiyordum. Ama bu saçmaydı çünkü herkes
akranlarının kendisi hakkında ne düşüneceğini önemserdi.
Bunu umursamıyorsan, yani gerçekten umursamıyorsan,
bakmaya cesaret edemediğin derinlerinde bile umursamı­
yorsan, o zaman gerçekten psikolojik bir sorunun var demekti
Ya onların onayını alıp içlerine girmeye ve havalı olmaya s alı -
şıyordun ya da zaten kalabalıktan biri oluyordun. Ya d.ı benim
62 Jasinda Wiider

gibi aslında içten içe onlar gibi olmayı dilerken sert ve soğuk
gibi görünerek dışarıda kalıyordun. Uyum sağlayamıyordun,
asla da sağlayamayacaktın.
Bu amatörler gecesini başarabilir miydim? Evet, muhte­
melen. YouTube videolarından, kütüphane kitaplarından saat­
lerce çalışarak öğrenebildiysem basit akustik gitar akortlarını da
öğrenebilirdim, değil mi?
inledim. “Tamam. Peki, deneyeceğim. Ama söz vermiyorum.”
Çığlık atıp ellerini çırptığı şu hareketten yaptı ve odanın
karşısından koşarak bana sarıldı. Donup kaldım. Daha önce
kimse bana sarılmamıştı. Annem bana sarılmazdı. Tek gecelik
ilişkilerde bana sarılan olmazdı. Böyle bir kucaklamayla ne yapa­
cağımı bilmiyordum. Kollarını boynuma dolamıştı. Vücudunu
bana doğru bastırmıştı. Yüzü göğsümdeydi. Bana uzanmak için
parmakuçlarında duruyordu. Ben uzundum. Kylie’yse 1.67 cm
filandı. Beni bırakmadı ama ayaklarının üstünde normal bir
şekilde durdu ve geriye çekilerek bana baktı. Elleri omuzlarım-
daydı. Yüzünde suçlayıcı bir bakış vardı.
“Sarılma işini hiç beceremiyorsun.”
Güldüm. “Pek tecrübem yok.”
“İşte sana şans. Senin de bana sarılman lazım. Hadi bir
daha deneyelim.” Tekrar parmakuçlarında yükseldi, kollarını
boynuma doladı ve beni kendine çekti.
O istediği için elimden geleni yaptım. Kollarımı beline,
sutyen askısının olduğu yerin hemen altına koydum. Bu
platonik, tehditkâr olmayan bir hareketti. Bu kız tek gecelik
bir kız değildi. Onunla hiçbir yere varamazdım. Bu yüzden ona
sarıldım. Yani en azından ben sarıldığımı sanıyordum. Onu
tuttum, vücudunun aldığı her nefesle yükseldiğini hissettim.
Yumuşaklığını, birbirimize çok uyduğumuzu ve kıvrımlarını bir
ayartma gibi hissettiğim gerçeğini görmezden geldim. Bu sadece
Sensiz 63

bir kucaklamaydı. Soluk aldım ve beline tutundum. Ellerim


kürek kemiklerine doğru yayılmıştı.
Basit bir kucaklama için çok uzun gelen bir süreden sonra
Kylie geri çekildi ve ciddi bir şekilde başını salladı. “Bu daha iyi
oldu. Seni en kısa zamanda güncelleyeceğiz.”
“Güncellemek mi?”
“Evet. Vasatın da altındaki kucaklama yeteneklerinin üstünde
çalışacağız.”
“Neyin üstünde...” Durdum.
“Vasatın altındaki kucaklama yeteneklerinin,” dedi.
Başımla onayladım. “Tamam. Sen öyle diyorsan öyle olsun.”
Başıyla onayladı.
“Tamam o zaman. Annemlerin stüdyolarını kullanabil­
memiz için bir çalışma programı hazırlayacağım. Birlikte çala­
bileceğimiz şarkıların bir listesini yapacağım. Birlikte bir tane
seçeriz. Bir aydan uzun bir süremiz var. Hazırlanmamız için
bunun yeterli olması lazım.”
Her şey üstüme yığılmış gibi hissettim. “Hımm. Tamam.
Aptalca bir şey olmasın ama.”
Güldü. “Bana güven, Oz.”
Tabii ya, işte tam bu nokta pek benim olayım değildi, insanlar
bunu sürekli söyleyip duruyordu. Bana güven. Sanki çok kolay
bir şeymiş gibi. Koskoca dünyada güvendiğim tek bir kişi vardı.
O da annemdi. O bile tam güvenimi kazanamamıştı çünkü
babam konusunda bana yalan söylüyor ve gerçeği gizliyordu.
Ama onun dışında her zaman benim yanımda olmuştu. Hiçbir
zaman aç veya evsiz kalmamıştım. Tabii bir kiranın bitip diğe­
rinin başladığı o iki haftalık zaman hariç. Bu iki hafta boyunca
kamyonette yaşamıştık. Ama sorun değildi. Mississippi’de yaz
mevsimiydi. Annem benim tek ailemdi, tek arkadaşımdı ve
ailemin tek kalıcı üyesiydi.
64 Jasinda Wilder

Şimdi Kylie gelmiş bana, bana güven, diyordu. Sanki hiç


önemi yokmuş gibi. Neredeyse sesli gülecektim.
Sanırım yüz ifademden bir şeyler anlamıştı. “Şarkıyı kast
ettim, Oz. Şarkı konusunda bana güven.”
Bir kaşımı kaldırdım. “Göreceğiz bakalım.”
4
UYARI İŞARETLERİ
Colt

The Harris Mountain Boys grubu iyiydi. Çok iyiydi. Bunlar


folk-bluegrass tarzında bir üçlüydü. Grupları bir kontrbas, bir
banjo* ve bir kemandan oluşuyordu. Banjo çalgıcısı Gareth
Fink inanılmazdı. Kabinde oturuyor ve onun insani olmayan
bir hızda çalışını izliyordum. Bastaki Buddy Helms varlığını
belli ediyordu. Ritmi çalarken kafasını sallıyor, parmakları
tellerin üstünde hızla hareket ediyordu. Bir de kemancı Amy
Irons vardı. Kız çok becerikliydi, capcanlı bir enerjisi vardı.
Grubun ismiyse komikti. Bir folk üçlüsü hakkındaki yerleşmiş
fikirlere tezat oluşturuyordu. Çünkü The Harris Mountain
Boys grubunun üyelerinden biri kadındı, hem de inanılmaz
bir kadın. Ama bu işi beceriyorlardı. Şarkıların sözleri genelde
komik, alaylıydı. Bu durum üçünün de sahip olduğu inanılmaz
yetenekle çelişiyordu. Bu grubu Broadwayde canlı müzik
yaptıkları esnada keşfetmiş ve stüdyomda demo kaydı yapmak
isteyip istemediklerini sormuştum.

* Afrika kökenli telli bir çalgı, (ç.n.)


Jasinda Wilder

Sokakta gitarımla oturup sadece sevdiğim için müzik


yaptığım veya köhne bir barda çaldığım ama kimsenin beni
umursamadığı zamanları hatırladım. Bir demo kaydım olsaydı
daha çabuk ilerleyebilirdim. Aslında bu önemli bir konuydu.
Gerçi bu gerçekleşmediği için memnundum çünkü o zaman
o gün sokakta Nell’e rastlamazdım. Dayanamamış ve bu yete­
nekli çocukların kaydını ücretsiz olarak yapmıştım. Arada bir
herkesin böyle nazik bir harekete ihtiyaç duyduğunu düşünü­
yordum.
Demo kayıtları yapıldıktan sonra para biriktirmişler ve bunu
yüz elli diske bastırmayı başarmışlardı. Birkaç gösteriden sonra
bunların hepsi satılmıştı. Ben de Nell’e genel hatlı bir sözleşme
hazırlatmıştım.
Bu sözleşmede gerçek bir plak şirketiyle bir anlaşma yapmak
istiyorlarsa bize önceden bildirmeleri gerektiği yazıyordu.
Üstünde de Calloway Music LLC bandrolü olacaktı. Onları
Doğu Yakası’nda bir turneye çıkarmak için Nashville ve daha
başka yerlerdeki bağlantılarımızı kullandık. Nell’le benim
çalmaya başladığımız, yirmi yıl sonra bile hâlâ düzenli olarak
çaldığımız bar ve kafeleri seçtik. The Harris Mountain Boys’un
turnesi ocakta, yeni yıldan hemen sonra başlıyordu. Bu da
turneden önce onlara tam bir albüm yapmak için bize birkaç ay
zaman veriyordu.
Bodrum merdivenlerindeki kapının açıldığını duydum.
Olduğum yerde dönünce Kylie’nin içeri girdiğini gördüm. Bir
ergenin tembelliğiyle yanımdaki sandalyeye oturdu.
Birkaç dakika grubu izledi. Sonra bana döndü. “Stüdyonuzu
kullanabilir miyim?”
Omuz silktim. “Tabii ki, işimiz bittiğinde kullanırsın. Bu son
şarkıda bırakmak istiyorum. Ondan sonra şenindir.” Dikkatimi
camın arkasındaki üçlüye verdim. “Güzel! Bir kez daha dene-
Sensiz 67

yelim. Ama bu sefer Amy ve Gareth sizin biraz daha yavaşla­


manız lazım.” Tekrar kızıma döndüm. “İşin mi var?”
Mix aletindeki bir tuşla oynadı. “Çalışacağım.”
“Ne için?”
“Üniversitenin kafesindeki amatörler gecesi için.”
Başımla onayladım. “Çok güzel. Olur tabii. Çoğu zaman saat
altıya kadar burada oluruz sanırım. İşimizin bitmesini bekleye­
bilirsen stüdyoda çalışabilirsin.” Ona içeriyi işaret ettim. “Sadece
işin bitince her şeyi kapattığından emin ol yeter.”
Sanırım söyleyecekleri bitmemişti. “Şey... Oz da benimle
birlikte gitar çalacak. Ben gitar çalamadığım için. O da benimle
çalışacak.” Bana baktı, gergindi. “Sizin için sorun olmazsa tabii.
Lütfen.”
Biraz şaşırmıştım. “Oz mu? Oz gitar mı çalıyor?”
Başıyla onayladı. “Evet. Gerçekten çok iyi çalıyor.”
“Vay be. Hiç beklemezdim. Giydiği tişörte bakarak onun
hard rock tarzı bir çocuk olduğunu düşünmüştüm.”
Omuz silkti. “Öyle zaten. Ama benim için birkaç şarkı
çalmaya çalışacak.” Tereddüt eder gibi baktı. “Ona ödünç vere­
bileceğim akustik gitarın var mı?”
tç geçirdim. “Var. Ama... ona güvenmediğimden değil de
yine de dikkat edin, olur mu? Böyle şeyler pahalı.”
Kylie bana kötü bir bakış fırlattı. “Gerçekten mi, baba? Ne
yapacak sence, mix aletini pantolonunun içine sokup çalacak
mı? Tanrım ” Ayağa kalktı. “Keşke hepiniz bu kadar önyargılı
olmasanız.”
“Önyargılı davranmıyorum, tatlım. Sadece söylüyorum. Bir
insanı asla gerçekten tanıyamazsın.” Burada yalnız kalmaları
konusunda da bir şeyler söylesem mi diye düşündüm. Onun
babası olduğum için söylemeye karar verdim. Sonuçta kızımın
etrafında dolaşan çocuklardan şüphelenmek benim görevimdi.
fasinda Wilder

Bir şey daha var, Ky. Buraya müzik çalışmak için geleceksiniz.
Hepsi bu, tamam mı? Beni anladın değil mi?”
Kızardı. “Baba. Off. Utandırıyorsun beni. Evet, anladım.
Arkadaşız zaten, tamam mı?”
Yüzündeki kızarıklık aksini düşündüğünü gösterse de olayı
göründüğü gibi kabul ettim. Sırtını sıvazladım. “Ben baban
olarak görevimi yapıyorum sadece.”
“Biliyorum, biliyorum.” Ben başka bir şey söylemeye fırsat
bulamadan kapıdan çıktı ve merdivenlere yöneldi.
İki provadan sonra parçanın son halini beğendim. Grup
toparlandı ve merdivenlerden çıkmaya başladı. Nell, Kylie ve Oz
mutfakta humusla ekmek yiyordu. Bu, Beccanın tarifiydi. Bol
sarımsaklı özel bir humus. Bu yemek insanda bağımlılık yapı­
yordu. Çok yediğimiz için Becca kocaman Tuppenvare saklama
kaplarına koyup getirirdi. Oz da onlarla birlikte yiyor ve Nell’in
söylediği bir şeye gülüyordu. Bodrumun kapısında durdum ve
onu izledim. İri bir çocuktu. 1.90’dan fazlaydı. Fit ve yapılıydı.
Atkuyruğu yaptığı uzun kahverengi saçları ters taktığı Broncos
şapkasının altına gizlenmişti. Oldukça cafcaflı görünen bir tişört
giymişti. Üstünde bir metal grubunun logosu vardı. Ayağında
eski bir kot pantolonla postal vardı. Sandalyelerden birinin arka­
sında bir motorcu ceketi asılıydı. Ceketin her yerinde yamalar
vardı. Çocuğun kollarına baktım. Midem kasıldı. Kollarında
yaralar vardı. Kesik izleri değildi ama yine de korkutucu yara­
lardı bunlar. Kazara olmuşa benzemiyordu. Bu yaralar yuvarlak
şeklindeydi ve dirseğinin yakınlarındaydı. Kasti yapılmış sigara
yanıkları olabilirdi belki. Uzaktan bakınca anlayamamıştım.
Başka izler de vardı. Düz, parlak bir tenle buruşuk ve kırışık
kenarlar.
Oz beni gördü, bakışlarımı takip etti ve hemen uzun beyaz
gömleğinin kollarını indirip ellerini cebine soktu. Yüz ifadesi
69

değişmedi, kafasını çevirmedi ve suçlu suçlu bakmadı ama yine


de kollarını kapattı. Nell’in deneyimleri bir yana, kendi dene­
yimlerim şüphelenmeme, endişelenmeme sebep oluyordu.
The Harris Mountain Boys’un üyeleri gidince mutfakta
dördümüz kaldık. Ona bir şey söylese miydim? Bir şey söyle­
meyecektim, ona bir şans verdim. Belki de bunlar kendine zarar
vermesiyle oluşan yaralar değildi. Kylie için bu yaraların öyle
yaralar olmadığını umuyordum. Bu iş şakaya gelmezdi ve bu,
kızımın bulaşmasını isteyeceğim bir şey değildi. Kendi kararla­
rını kendisinin vermesi gerekiyordu. Ben de ona bu izni vermek
zorundaydım. Ama insanın kendini kesmesi veya yakması gibi
çirkin bir şeye bulaşırsa bundan hoşlanmak zorunda da değildim.
Ben bu yollardan geçmiştim. Nell de geçmişti. Bu çok kötü bir
durumdu ve neredeyse on sekiz yaşma gelen kızım hâlâ hassastı.
Bunları yaşamasını istemiyordum.
Aşırı tepki de gösteremezdim. O kadarını biliyordum.
Ben o tarz bir baba değildim. Kylie iyi bir evlattı ve ben onun
muhakeme gücüne güveniyordum. Ancak onun yaşında
olmanın nasıl bir şey olduğunu da biliyordum. En sonunda
birlikte aşağı inmelerine izin verdim ve endişelerimi kendime
sakladım. Bir noktada bu çocukla yüzleşmem gerekecekti. Bu
Kylie’yi kızdıracaktı ama bazen bir ebeveyn olarak çocuğunu
koruma görevi onu kızdırmak anlamına gelebilirdi. Bunlar acı
gerçeklerdi.
Onlar gittiğinde Nell’in yüzünde endişeli bir ifadeyle bodrum
kapısına baktığını gördüm. Bana bakmadan, “Kollarını gördün
mü?” diye sordu.
Tezgâha yaslandım. “Evet, gördüm.”
Nell, “Oz gerçekten çok iyi bir çocuk,” dedi. “‘Evet, elendim',
‘hayır, efendim’ deyip duruyor. Ama o yaralar beni korkutuyor,
Colt.”
Jasinda Wilder

İç geçirdim. “Sanki ben bilmiyor mııyum? Ama şu var,


bebeğim, şenle ben Kylie’den çok o çocuğa benziyoruz. İkimizin
de kendimizin sebep olduğu yaraları var.”
Nell'in avucu kollarında, krema teninin üstüne kazınan beyaz
yaralarda geziniyordu. “Evet, öyle. Beni korkutan da bu. İkimiz
de insanın o noktaya gelmesinin ne demek olduğunu biliyoruz.”
Kafasını kaldırıp bana yalvaran gözlerle baktı. “Ondan uzak
durmasını söylemek istiyorum. Hem de çok. Çocuğun kolla­
rını görünce resmen delirdim, Colt. Delirdim. Ama ona bir şey
söyleyemem, değil mi? Beni dinlemez.”
“Evet, söyleyemeyiz. Evet, bizi dinlemez.” Kollarımı omuz­
larına doladım ve onu kendime çektim. “O akıllı bir kız, Nell.
Ona güvenmeye çalışmamız lazım.”
“Ama uyarı işaretlerini de görmezden gelemeyiz.” Nell’in
elleri yaralarında gezinmeye devam ediyordu. Bunu neredeyse
hiç yapmazdı, özellikle de Kylie’nin yanında.
“Doğru, haklısın. Beni dinle, bebeğim. Oz’un yara izlerinin
olması bunu hâlâ yapıyor olduğu anlamına gelmez. Kylie de
böyle bir şey yapmaz.” Nell’in bileklerini tuttum.
“Biliyorum. Ben sadece... Öyle yaraların ne anlama geldiğini
bilmesini bile istemiyorum, Colt. Onu ikimizin de yaşadığı her
şeyden korumak istiyorum.” Bana döndü ve yüzünü göğsüme
gömdü.
“Onu hayattan koruyamayız, Nell. Bunu sen de biliyorsun.
Bir gün incinecek. Tek yapabileceğimiz onu sevmek ve bunlar
olduğunda ona destek olmak.” Bunlar akıllıca, söylemesi kolay
sözlerdi. Ama yapması o kadar kolay değildi.
5
A K U S T İ K M E L O D İ L E R VE ESKİ ACI
Oz

Çıldırmak üzereydim, hem de ne çıldırmak. Kendimi kaybe­


decek gibiydim. Kylie’nin evi çok acayipti. Kocamandı. Cafcaflı
veya şatafatlı hiçbir şey yoktu. Eşyalar zevkli ve zarif bir biçimde
pahalıydı.
Gerçekten çok iyi iş başarmışlardı, hem de çok. Üstelik bunu
kendi başlarına, bağımsız bir plak şirketi olarak yapmışlardı.
Bunlar gerçekten etkileyiciydi. Stüdyoları? Tanrım. Mükem­
meldi. En iyi ekipmanlar, bir sürü gitar, köşede bir piyano, bir
sürü kaliteli kayıt mikrofonu.
Tabii bir de Nell’le Colt’un kolumdaki yaraları gördüğü ve
bunların ne olduğunu bildiği gerçeği vardı. Bu konuda ne yapa­
cağımı bilmiyordum.
Kayıt odasının ortasında durdum. Sudan çıkmış balık gibi
alık alık bakıyordum. Kylie arkamdan geldi. Sırtıma dokununca
irkildim.
“Oz?” önüme doğru geldi. “İyi misin?”
Kendimi topladım. “Evet. Eviniz çok güzelmiş de. Bu lud.u
büyük bir eve girmemiştim hiç.”
Jasinda Wilder

Kaşlarını çattı. “ Bu mu büyük? Burası hiç de o kadar büyük


değil. Bir arkadaşım büyük bir plak şirketinin yöneticisinin kızı,
îşte onun evi kocaman. Bir keresinde kayboldum. Yirmi dakika
filan salak salak dolandım. Sonra Lin’i aradım. Nerede oldu­
ğumu anlayabilmek için çok uğraştı. Çok saçmaydı.”
Bunu anlamam mümkün değildi. “İnsan o kadar büyük bir
eve neden ihtiyaç duyar anlamıyorum.”
Kylie omuz silkti. “Öyle bir eve kimse ihtiyaç duymaz ki.
Çok gereksiz. Lin de nefret ediyordu. Yatak odasından mutfağa
kadar onca yolu yürümekten yorulduğunu söylüyordu. O kadar
büyiik bir eve gerçekten hiç gerek yok.” Kendi evlerini gösterdi.
“ Bizim ev 370 metrekare filan. Birçok arkadaşımın evine kıyasla
minicik.”
Kahkaha attım. “Annemle ben de 75 metrekare bir dairede
yaşıyoruz. Mutfağınıza sığar herhalde.”
Üzülmüş gibiydi. “Oz, ben...”
Kolunu şakacı bir şekilde dürttüm. “Ky, önemli bir şey yok.
Durum bu işte. Farklı hayatlardan geliyoruz o kadar.”
Kylie, “O kadar da farklı değil,” dedi.
“Evet, o kadar farklı. Tamamen farklı. Benzer hiçbir tarafı
yok.” Gitarları hayranlıkla inceledim. “Bu da beni meraklan­
dırıyor. Neden yüksekokula gidiyorsun? Neden Ben veya diğer
arkadaşların gibi Vanderbilt’e filan gitmiyorsun?”
Kylie kızardı. “Aslında teknik olarak hâlâ lisede okuyorum,”
dedi.
“Nerede okuyorsun nerede? ” diye sordum. Olduğum yerde
döndüm. Çok şaşırmıştım. “Kaç yaşındasın, Kylie?”
“On yedi, on sekize girmek üzereyim,” dedi. “Sen kaç yaşın­
dasın?”
Kahretsin. En azından on sekiz yaşındadır diye düşün­
müştüm. Off. Bu iyi değildi. Hiç iyi değildi. “Ben yirmi bir
73

yaşındayım,” dedim. “Teknik olarak hâlâ lisedeysen iki yıllık


üniversiteye nasıl gidebiliyorsun?”
Klavyenin koruyucusuyla oynadı. “Son sınıftaki derslerimin
çoğunu verdim. Üniversite kredisi toplayabilmek için iki yıllık
üniversite derslerine katılmama olanak sağlayan bir programa
katıldım. Liseden yirmiden fazla üniversite kredisiyle mezun
olacağım.”
“Vay be,” dedim. Etkilenmiştim. “Demek o kadar akıllısın?”
Omuz silkti. “Galiba.”
“On sekizine ne zaman giriyorsun?”
“İki ay sonra,” diye mırıldandı. “Ne önemi var?”
Çünkü on sekiz kabul edilebilirlik sınırıydı. Ama on yedi?
Hiç iyi değildi. Ben yirmi bir göstermiyordum. Zaten ailesi de
muhtemelen bu yüzden onunla zaman geçirmeme izin veri­
yordu. Hem gerçek anlamda da çıkmıyorduk. Öylesine takılı­
yorduk. Arkadaştık. Sadece arkadaştık.
Ona ne söyleyeceğimi bilemedim. “Önemi yok. Sadece daha
büyük olduğunu düşünmüştüm o kadar.”
Bana dikkatli bir biçimde baktı. “Beni bırakıp gitmeye kalk­
mayacaksın, değil mi? Kısa bir süre sonra on sekizime gireceğim
zaten. Bu konuyu dert etmeyi bırak.”
“Dert etmiyorum.” Yalanlar yalanlar. Hem de nasıl dert
ediyordum. Kylie’den hoşlanıyordum. Ona müstehcen şeyler
yapmak istiyordum. Ama o daha on sekiz yaşında bile değildi,
liseden mezun bile olmamıştı. Lanet olsun, ben iğrenç bir
insandım.
Kylie konuyu kapatarak, “Ee, hadi başlayalım,” dedi.
“Tamam,” dedim. Gitarlardan birini seçtim. En güzel olanı,
klasik Martini almamıştım. O gitar muhtemelen çok çok paha­
lıydı. Daha eski olanı aldım. Klasik akustik bir Taylor. Eskivdi
ama çok güzeldi. Kylie yanlış nota bastı ve birden çalmayı bıraktı.
fasinda IVilder

‘ Hayır! O olmaz. O annemin en sevdiği gitardır. Başka bir


tane seç."
Siyah bir Yamaha vardı. “Bu olur mu?”
Müziğin akışında kaybolmuş bir halde başını salladı. “Olur.”
Sırıtarak baktı. “Martini çalsana.”
Yüzümde bir dehşet ifadesi oluştu. “Dalga mı geçiyorsun? O
gitar kaç para eder haberin var mı?”
Kylie kaşlarını çattı. “Evet, var. Ama kıracak filan değilsin
sonuçta, değil mi?”
İç geçirdim. “Ky. Babanın Martinini çalacak değilim. Onlar
binlerce dolar değerinde. Üstelik bu Martin bir klasik, hem de
yepyeni. İyi bir arabadan bile daha pahalıdır.”
“Akustik gitar çalmıyorum dememiş miydin? Martinlerin
değerini nereden biliyorsun o zaman?”
Homurdandım. “Akustik çalmıyorum. Ama araştırdım.
Düşündüm. Yeni bir gitar alamadım sadece o kadar.” Bir tabure
buldum ve üstüne oturdum. Yamaha’yı dizime yerleştirdim. “Bu
daha iyi. Benim hızıma daha uygun.”
Do notasını denedim. Biraz pratikle tuşedeki aralığa alış­
maya çalıştım. Birkaç nota daha denedim, melodiyi düşün­
meden notaları arka arkaya dizdim. Sadece tellerin verdiği farklı
hisse, farklı melodiye alışmaya çalışıyordum. Nell’le Colt’un eski
şarkılarından birini hatırladım, melodiyi anımsamaya çalıştım.
Ezgiyi yakalamayı denedim, doğru notaları araştırdım. En
sonunda başardım
Kafamdaki şarkıyı dinledim ve bunu gitar telleri aracılı­
ğıyla aktarmaya çalışıım. Odaklanmak için gözlerimi kapatmak
zorunda kaldım. En sonunda alıştım ve ritmi tutturdum. Bu
şekilde çalmak tuhaftı ama güzeldi de. Hafifti, yumuşaktı.
Müzikal ruhumun başka dokunulmamış bir kısmını keşfediyor
gibiydim.
Sensiz 75

Şarkıyı bitirip de gözlerimi açtığımda Kylie’nin piyanoda


donup kaldığını, NelPle Colt’unsa kabinde beni dinlediğini
görünce utandım.
“özür dilerim ben... öylesine çalışıyordum.” Kutsal bir
alanı kötüye kullanıyor veya oraya izinsiz girmeye çalışıyor
gibiydim. Kendi evlerinde Nell'le Colt’un şarkısını çalmaya
çalışıyor, harta muhtemelen şarkıyı katlediyordum. Aklımdan
ne geçiyordu ki?
Gitarı bıraktım. Nell’in sesi duyuluyordu. “Niye özür dili­
yorsun ki? Harika çaldın!”
Kafamı salladım. “Yoo. öylesine çaldım işte. Daha önce hiç
akustik gitar çalmamıştım...”
“Hayır, bu gerçekten iyiydi. Oz.” Kylie piyanonun başından
konuşmuştu. “Bu şarkıyı annemle babamdan canlı olarak dinle­
miştim. İlk denemede başardın. Gerçekten çok yeteneklisin.”
Omuz silktim. Penayla bir tele vurdum. “Teşekkürler.”
Huzursuz olmuştum, utanmıştım. İçimden kaçmak geliyordu.
Gitarı fırlatmak ve kaçmak, motoruma atlayıp evime geri
dönmek. Ama yapmadım. Kendimi olduğum yerde kalmaya
ve bu incelemeye dayanmaya zorladım. Kylie’ye baktım. “Hadi
benim için bir şeyler çal.”
Düşünerek piyano tuşlarını okşadı. Kabindeki ailesine
bakması gergin olduğunu gösteriyordu. Derin bir netes aldı ve
başını salladı. “Tamam... Şuna ne dersin? Bir süredir bu şarkı
üstünde çalışıyordum. Iron & Wine’dan ‘Freedom Hangs Like
Heaven’.”
Girişi çaldıktan sonra şarkı söylemeye başladı. Kendimi
kaybettim. Nefesim kesildi. Nell ve C o ltu dinlemiş bin olarak
kjzlarının da yetenekli olmasına şaşırmamam gerekirdi am j
sesinin güzelliği beni tamamen yerle bir etmişti. So»ıı<k Adete
gibi duygusal bir taraf vardı. Tabii ki harika bir şckıUU sovlu
76 Jasinda Wilder

yordu. Anne babasına kaçamak bir bakış attım. Onların da en az


benim kadar şaşkın olduğu belliydi. Ağızları hafif açık bir halde
geriye yaslanmış, kızlarını izliyorlardı.
Notalar susarken piyano vızıldadı. Kylie tepkimi görmek için
bana baktı.
“Vay canına, Kylie. Vay canına.”
Güldü. “Sanırım fena değildi?”
Colt kabinden konuştu. “Fena değildi mi? Kylie, nasıl oluyor
da ben bu kadar iyi olduğunu yeni öğreniyorum?”
Omuz silkti. “Siz yokken çalışıyorum.”
Colt, “Bir ara sana kayıt yapalım,” dedi.
Kylie kafasını salladı. “Hayır, daha değil. Birkaç kez kendi
başıma sahneye çıktıktan sonra olabilir ancak.”
Nell kayıt odasına geldi.
“Sahneye çıkmak mı istiyorsun?”
Kylie bir omzunu kaldırdı. Diğer eliyle piyano tuşlarıyla
oynuyordu. “Evet. Ama sizin yardımınızı istemiyorum. Bana
bir sözleşme ve çalacak yerler ayarlarsınız, biliyorum. Ama ben
bunları kendim yapmak istiyorum. Sizin kızınız olduğum için
değil”
Nell bana baktı. “Onunla sahneye mi çıkmak istiyorsun?”
Boğazımı sıkıyorlar gibi hissettim. “Iıı. Ben sadece amatörler
gecesine katdacağız sanıyordum. Bilmiyorum ki.”
Kylie bana kaşlarını çatarak baktı. “Sana planımın amatörler
gecesiyle başlamak olduğunu söylemiştim. İlk deneyim olarak.
Ama şimdi senin ne kadar güzel çaldığım bildiğime göre
perşembe veya cuma gecesi Broadwayde bir yerde çıkabileceği­
mizi de biliyorum ”
“Yok artık. Kylie, ciddi misin? Bilmiyorum ya.” Gitarın
teline vurdum. “Ben kendimi her zaman bir metal grubunda
görürdüm, indie folk çalan biri olarak değil.”
Sensiz 77

“İkisini de yapabilirsin. Sen sadece benimle amatörler gece­


sine katıl yeter. Lütfen?”
Şapkayı kafamdan çıkardım, birkaç tel saçı yüzümün önünden
çektim. Şapkayı tekrar taktım. “Tamam. Sana amatörler gecesine
katılacağımı söylemiştim, sözümde duracağım. Ama sahneye
çıkma konusunda emin değilim. Daha önce kimsenin önünde
çalmadım. Sen ve ailen benim gitar çalışımı duyan tek insanlar­
sınız. Aslında ölmek üzereyim diyebilirim.”
Nell koluma hafifçe vurdu. “Bir şey olmaz, merak etme.
İnsanları görmezden gel. Ben sahneye çıkmaya başladığımda
böyle yapmıştım. O kadar korkuyordum ki. Colt’a sorun. İlk
performanslarımda o da vardı. Bayılacağım sanmıştım. O kadar
gergindim ki. Ama alışıyorsun. Eninde sonunda eğlenceli bir
hale geliyor. Ama sahneye ilk adım attığın an var ya, o anın heye­
canı ve gerilimi hiçbir zaman bitmiyor.”
“Bu dediklerinizin yardımı dokunur mu bilmiyorum ama
teşekkürler, Bayan Calloway.”
“Benim adım Nell.” Koluma tekrar vurdu. “Amatörler gece­
sine katılın ve nasıl bir hismiş görün.”
Başımla onayladım. Nell’le Colt merdivenlerde kaybol­
dular. Paniğimi serbest bıraktım. “Kylie! Neden orada oldukla­
rını söylemedin? Onların evlerinde onların müziğini katlettim
resmen.”
Güldü. “Hiçbir şeyi katletmedin. Çok güzel çaldın. Ben bile
şaşırdım.” Birkaç nota daha çaldı, sonra kafasını kaldırıp bana
baktı.
“Şarkı söyleyemediğinden emin misin? Hiç denedin mi?”
Kafamı salladım. “Hayır. Asla denemem. Hatırın için gitar
çaldım ama şarkı söylememin imkânı yok.”
Piyanonun başından kalktı ve yanıma gelerek önümde
durdu. “Hadi ama. Lütfen. Sadece bir dene.” Ellerini omuzla­
78 Jasinda Wilder

rıma koydu, bana sarıldı. Sarılma konusunda gitgide daha iyi


olduğumu söyledi. Kulağıma fısıldıyordu. Nefesi sıcaktı, tenimi
gıdıklıyordu. Dayanması güçtü. Geri çekildim ve homurdandım.
“Dene sadece. Lütfen. Hatırım için?” Bana doğru yaslanıyordu.
Bu sarılma filan değildi. Ondan daha samimi bir şeydi.
Sarılmasına izin verdim. Çünkü onu kendimden uzaklaştır­
mamın tek yolu belinden tutmaktı. Bu da tehlikeli sulara girmek
demekti. Onun açısından tehlikeli.
“Ne söyleyeyim?” dedim. Bu kıza hayır diyemediğim gerçe­
ğini kabullenmiştim artık. Ucunda kendimi rezil etmek olsa bile.
“Ne olursa. Bildiğin herhangi bir şarkı olabilir. Ben de sana
eşlik ederim. Genel bir şeylere ne dersin?” Biraz geri çekildi
ama tamamen değil. Elleri omuzlarımdaydı, bir kol boyu mesa­
fede duruyordu. Kalçasını hafifçe salladı. Bir yandan da düşü­
nüyordu. “Hımm. Bilmiyorum ki ya. Benim de bilebileceğim
hangi şarkıları biliyorsun?”
OfF. Bu işi gerçekten çok zorluyordu. Ben şarkı söylemek
istemiyordum. Sahneye çıkmayıysa hiç istemiyordum. Kork­
tuğumdan değildi ama işte... Bir şey söyleyeyim mi? Evet,
korkuyordum. Ben de diğer herkes gibiydim; rezil olmaktan
ve reddedilmekten korkuyordum. Beni oraya tek başıma çıkıp
metal tarzda bir şeyler çalmaya, Joe Satriani gibi filan davran­
maya zorlaşa belki olurdu ama bu? Bir kafe çocuğu gibi akustik
gitar çalıp şarkı söylemek? Sağolun, ben almayayım.
Ama şu haline baksanıza. Masmavi gözleri bana yalvarıyordu.
Sanki hiçbir şey yokmuş gibi ellerini omuzlarıma koymuştu.
Sanki dokunuşu nabzımı hızlandırmıyormuş gibi. Sanki hayır
demek seçenekler arasında yokmuş gibi.
Ama sorun şuydu: Gerçekten de şarkı söylemeye yetecek
kadar şarkı bilgim yoktu. En azından onun bildiği şarkıları
bilmiyordum. Biri hariç. Ama onu da söylemek istemiyordum.
Sensiz 79

Bu annemin şarkisiydi. En sevdiği şarkıydı. Sarhoş olduğunda


ve sakladığı trajedi her neyse ortaya çıktığında söylediği şarkıydı.
Bu söyleyebilecek kadar bildiğim tek şarkıydı.
İç geçirdim. “Bir şarkı var. ‘Come on Get Higher’.”
Çığlık attı, ellerini çırptı, zıplamaya başladı. Gözleri parlı­
yordu. “Matt Nathanson!” Off, bu kız harikaydı. “O şarkıyı çok
severim!”
Telefonunu çıkardı. Bir şeyler aradı. Sonra şarkı duyuldu.
Sesi hafifti, uzaktan geliyordu. Telefonunun hoparlöründen
çıkıyordu. Gitar devreye girdi. Dikkatli bir şekilde dinlemeye
başladım. Ritmi ve notaları takip etmeye çalıştım. Kolay gibi
görünüyordu. Evet, bu şarkıyı çalabilirdim.
Gözlerimi kapattım, şarkıya daldım, kendimi kapattım.
Annemin sesini duydum. Düzgün bir sesi vardı. Çok güzel
değildi ama uyum yakalayabiliyordu. Ona odaklandım. Yüksek
sesle söyleyebilmemin tek yolu buydu. Şarkı söylüyordum ama
odamda yalnızken ve müzik sesimi bastıracak kadar yüksekken
yapıyordum bunu. Kendimi duymamaya çalıştım. Şarkıyla
birlikte söyledim sadece. Kylie’yi duydum. Nasıl duymazdım ki?
Melek gibiydi resmen. İkimizi duydum. Gerçekten de kulağa
hoş geliyorduk. Bu da bunu bütün okulun önünde yapmak
zorunda kalacağım anlamına geliyordu. Çok iyi değildim ama
boğulan bir mors gibi de çıkmıyordu sesim.
Şarkı bitti. Kylie orada duruyor, bana sanki bir cüce cinmişim
gibi bakıyordu. “Ne oldu?” diye sordum.
"Sen düşündüğünden çok daha yeteneklisin.”
Gözlerimi devirdim. “Yetenekli değilim, tatlım. Çok berbat
değilim o kadar.”
Kaşlarını çattı. “Hiç berbat değilsin, Oz. Hiçbir şeyde hem
de. Neden kendine karşı bu kadar acımasızsın?”
NO
Jasinda Wilder

İn led im . I layat yüzünden ? Bunu burada bırakalım , olur


m u ?"

k geçird i. B iliyor nııısıın, seni sürekli hafife alıyorum . H er


/a m a n beni şaşırtm ak gibi bir alışkanlığın var. Sesin güzel, O z.
( •ç iç e k te n . Ben m üzikten ve yetenekten anlıyorum , tam am mı?
C .ifar çalm ak senin için çok kolay ve güzel bir sesin var. Sen ve
ben b irlik te çok deli bir uyum yakaladık. Ü stelik çalışm adan,
ö y lesin e söy lerken .”

Y ararsız o ld u ğ u belliydi, o n u n la tartışm adım . “ Bana niye


ih tiyacın var ki? P iyano yeteneklerin inanılm az. H er şeyi kendi
b a şın a y ap ab ilirsin .”
O m uz silkti. “O kadar iyi değilim. Ortalama diyelim.
Üstelik o şarkıya bir süredir çalışmama rağmen yine de hata
yaptım. Üç yanlış nota filan bastım. Ben sadece... her zaman
annem ve babam gibi olmak istedim. Onların performanslarını
izlemeye bayılıyorum. Çok eğleniyorlar... Ben de her zaman
bir düetin parçası olmak istedim. Ama tanıdığım erkekler
benden sadece tek bir şey istediler. Benimle birlikte çaldılar,
alıştırma yaptılar. Ama onlarla yatmayı kabul etmeyince beni
ektiler. Denedim, tamam mı? Geçen sene Billy Nicholson’dan
benimle çalmasını istedim. Heveslendi. O da gerçekten yete­
nekli biri. Ama odada yalnız kalır kalmaz beni öpmeye çalıştı.
Ben de lyyyy dedim. Billy Nicholson önüne gelenle yatan
biridir. Lisedeki kızların yarısıyla yatmıştı. Ben öyle bir kız
değilim. Bunu ona söyledim. Tek istediğimin birlikte müzik
yapmak olduğunu söyledim. Ama o beni ekti. Aynen böyle
oldu.” Elimde tuttuğum gitarda bir tele dokundu. “Sonra Trey
Ulrich’le denedim. Bir hafta kadar filan birlikte çalıştık. Sonra
o da beni öpmeye çalıştı. Aynı şey oldu. Müzik dışında başka
bir şeyin olmadığını açıklayınca ‘işim olmaz o zaman’ dedi ve
g itti”
Sensiz 81

“Bir sürü azgın delikanlı tamyormuşsun desene.”


Güldü. “Evet, böyle de diyebiliriz.” Bana kaçamak bir
bakış attı. Sonra kafasını çevirdi. “Ondan sonra da pes ettim.
Seninle tanışana kadar. Bir süre takılınca sana güvenebileceğimi
hissettim.”
Kötü plan, tatlım. Bunu demedim ama aklımdan geçmişti.
Çünkü bunca zamandır öpme mesafesinde duruyordu ve ben
onun dudaklarına bakmamaya, hangi parlatıcıyı sürdüğünü ve
dudaklarının göründüğü kadar yumuşak olup olmadığını merak
etmemeye çalışıyordum. En sonunda, “Bana da güvenmemen
gerek,” dedim. “Hiçbir erkeğe güvenme.”
Kaşlarını çattı. Kafası karışmıştı. “Neden?”
“Çünkü sen inanılmaz birisin ve şenle beş saniyeden uzun
süre zaman geçiren her erkek seni ister. Garanti veriyorum.”
Yaptığım ima onu durdurmadı. “Her erkek mi?”
Başımı salladım. “Evet.”
“Sen bile mi?”
Güldüm. “Özellikle de ben.” Bakışlarımız buluştu. Gözle­
rinde bir parıltı görmekten nefret etmiştim.
“Ama hiçbir şey yapmaya çalışmadın.”
Kafamı salladım.
“Evet, çalışmadım. Sen benim arkadaşımsın, Kylie. Çok fazla
arkadaşım olmadığını fark etmişsindir belki. Koca Nashville’de
sahip olduğum tek arkadaşlığımı da bozacak değilim. Ayrıca
daha on sekiz yaşında bile değilsin.”
Bu konuda ciddi ciddi düşündü. Ağır ve tereddütlü bir
şekilde konuşmaya başladı. “Peki ya ben istersem...”
İki parmağımı dudaklarının üstüne koydum. Ama bu da
kışkırtıcı bir şeydi. “Hayır. İstemiyorsun. Beni ben yapan
şeylerin yarısını bile bilmiyorsun.”
“öğrenmek istiyorum.”
82 Jasinda Wilder

“Hayır, Kylie. Dertlerimi kendime saklamamın bir sebebi


var, tamam mı? Bunun sır saklamakla veya utanmamla bir ilgisi
yok. Senin gibi biri benim yaptığım şeyleri bilmemeli. Benim
hayatım hiç güzel değil, tatlım. Seni bu İğrenç hayata çekerek
sana iyilik etmiş olmam. Kirlenirsin. Bu şekilde lekelemek iste­
meyeceğim kadar temiz, mükemmel ve masumsun. O yüzden
olmaz. Senin iyiliğin için olmaz. Sadece arkadaşız ve hep böyle
kalacağız.”
Topuklarının üstünde döndü ve yürümeye başladı. Omuzları
çökmüştü, başı eğikti. Reddettiğim için incinmiş miydi, yoksa
kızmış mıydı emin değildim. Belki de her ikisi birden. Ama en
iyisi buydu. Ayağa kalktım ve gitarı yerine bıraktım.
“Sende kalsın,” dedi.
“Ne?”
“O benim gitarım. Sende kalsın. Başka gitarlar da var burada,
onları kullanırız.” Bodrumda başka bir kapıdan geçti. Sert
kenarlı bir gitar kılıfıyla döndü. Kılıfı ayağımın yanına koydu.
“Al bunu.”
Geri çekildim. “Senin gitarını almayacağım.”
Kafasını kaldırdı. Gözleri alev alevdi. “Al şunu, kahrolası.
Ucuz bir gitar bu. Arkadaşlar böyle yapar.”
“Neden?”
Omuz silkti. Bu küçük, yenilgiye uğramış bir hareketti.
“Dediğim gibi arkadaşlar birbirine hediye verirler. Bu bir
hediye. Hayır işi filan da değil, bir sonraki bahanenin bu olaca­
ğını biliyorum.” Bakışları benimkilerle buluştu. Gözlerinde
kırgınlık, karmaşa ve üzüntü gördüm. “Sonuçta amatörler gece­
sinde benimle çalacaksın. İsmimizi yazdırdım bile. Bu yüzden
çalışmak için bir gitara ihtiyacın olacak.”
“Ne çalacağız?” Kılıfı yere bıraktım ve Yamaha yı içine koyup
kapattım.
Sensiz 83

“Eğer sen de istersen yazdığım birkaç şarkıyı denemek isti­


yorum.” Bana sırtını döndü. Eli piyanonun üstündeydi. Cilalı
ahşabı okşuyordu.
“Tamam. Ben varım.”
“Güzel. Şarkıları yarın gösteririm.”
“Neden şimdi değil?”
“Çünkü ağlamak üzereyim ve gitmeni istiyorum.”
Bu dürüstlük de neydi böyle? Ona doğru ilerledim ama
dokunmadım.
“Seni üzmek istemiyorum, Kylie.”
“Üzdün zaten.”
İnledim. “Gerçekten ne istediğini bilmiyorsun, benim gibi
bir adam...”
“Bu kararı benim vermem gerekmiyor mu?”
“Evet belki de ama benim de seçim hakkım var,” dedim.
“Ve sen beni reddetmeyi seçtin.”
Gözlerimi kapattım. Acının, suçluluğun, pişmanlığın beni
sardığını hissettim. Kızın hayatına kederi sokmaktan nefret
ediyordum ama başka bir yol göremiyordum. Ailesi yaralarımı
görmüştü. Bunların ne olduğunu biliyorlardı. Tek çocuklarının
benim gibi bir serseriyle çıkmasına izin vermelerine imkan
yoktu. Haklılardı da.
“Reddetme değil koruma.”
Bana döndü. Çok yakınımdaydı. Vücutlarımız neredeyse
birbirine değiyordu. Memelerinin yuvarlak uçları göğsümden
milim uzaklıktaydı. Kafasını kaldırıp bana baktı. “Bence sen
korkuyorsun.”
Başımla onayladım. “Evet, senin adına korkuyorum.”
“Ben korkmuyorum.”
“Korkman lazım ama.”
“Neden?”
84
Jasinda Wilder

Çünkü benden iyisini bulabilirsin, Kylie. En başta bir karşı


sokağa bak. Ben lerin evini gösterdim. “Oğlan sana fena abayı
yakmış.”
Bana doğru geldi, beni itti. “O benim en iyi arkadaşım. Abim
gibi. O da beni öyle görüyor. Aksini söylemek için çok zamanı
oldu ama bunu yapmadı.”
Omuz silktim. “Belki bir sebebi vardır.” Yüzümü ovuşturdum.
“OfF. Kylie, bak. Seni kırdığım için özür dilerim. Benim sebep­
lerimi anlayamadığın için de özür dilerim. Ama benden daha
fazlasını alman mümkün değil.”
O başka bir şey söyleyemeden merdivenlerden çıktım. Nell
ve Colt’a el sallayıp kibarca “sonra görüşürüz” derken sakin
ve soğukkanlı olmaya çalıştım. Buradan çıkmam gerekiyordu.
Nashville’den. Kylie Calloway gibi bir cazibeden uzaklaşmam
gerekiyordu.
Motorun gürültüsü kulaklarımı doldurdu. Köşelerden
döndüm, trafiğe çıktım. Işıkları beklemedim. Kötü kulla­
nıyordum ama ondan uzaklaşmam gerekiyordu. Sırlarımı
ağzımdan alıyor ve beni düzeltmeye çalışıyor, bunları umursa­
madığını söylüyordu. Ama umursuyordu, umursaması lazımdı.
Ben kimsenin projesi filan değildim. Kylie kadar temiz birinin
masumluğunu da riske atacak değildim. Kız bakireydi. Bunu
garanti edebilirdim. Birbirimize yakın olduğumuz anlarda bana
bakışları, gözlerinin kocaman ve biraz korku dolu halde oluşu
bunu gösteriyordu. Sanki yaklaşıp onu öpmemi istiyor ama
bir yandan da korkuyor gibi. Burun deliklerinin genişlemesi,
göğsünün gergin nefeslerle yükselişi... Tanrım, bu kızda baştan
çıkarıcı bir masumluk vardı.
Farkına bile varmadan daireye varmıştım. Kapıyı çarparak
kapattım ve pencereyi açtım. Sırt çantamı yere attım ve kutuyu
çıkardım. Titreyen parmaklarımla otu her yere dökerek sardım.
Sensiz 85

Dökülen yeşillikleri topladım, çantaya koydum ve sigarayı


yaktım. Telefonumu hoparlör yuvasına taktım ve müzik listem­
deki en sert, en kasvetli metal şarkıyı açtım. Ne olduğunu, kim
olduğunu bile bilmiyordum. Sadece çalıyordu, sertti ve ihti­
yacım olan şeydi. Nefes üstüne nefes çektim, dumanı içimde
tuttum ve ağır ağır üfledim.
Doğru şeyi yapmıştım, değil mi?
Şüphe, öldürücü bir şeydi. Kararlılığımı yavaş yavaş kesen
bir bıçak gibi, nehir yatağını yavaş yavaş oyan su gibi. Geriye
yaslandım ve yükseklerde süzüldüm.
Hafif bir ses duydum. “Hayır, lütfen...” Doğruldum. Ses
tanıdık geliyordu.
Akşam saatiydi. Saat yedi filandı. Ama aralık ayında oldu­
ğumuz için dışarısı karanlıktı. Müziği durdurdum ve dinledim.
“HAYIR! Beni rahat bırak! Bırak beni! Lütfen!” Kahretsin, bu
Kylieydi.
Hemen doğruldum ve ayağa kalktım. Kapıyı sert bir şekilde
açtım. Alçı paneli kırmıştım. Ön kapıyı yerinden sökercesine
açtım ve merdivenlerden indim. Kylie’yi gördüm. BMW’nin
sürücü tarafındaki kapısına çivilenmişti. Off, beni takip etmişti.
Geçen sefer onu buraya getirdiğimde gördüğümüz üç adamdı
bunlar. Biri elleriyle Kylie’nin kolundan tutuyor, ona doğru
yaslanıyordu. Onunla dalga geçiyor, gülüyordu. Sonra onu tuttu
ve en yakın kapıya doğru çekiştirmeye başladı. Diğer ikisi öylece
durup onları izliyor, gülüyor ve arkadaşlarını tahrik ediyordu.
Düşünmek veya saldırımı planlamak için durmadım. Kaldı­
rımdan geçtim. Sol ayağımın üstünde döndüm, yumruğumu
bütün ağırlık ve gücümle adamın böbreğine geçirdim. Beni
fark etmemişlerdi bile. Adam geriye doğru sendeledi. Aynı yere
tekrar vurdum. Böbreğine tanı üç şiddetli yumruk. Hiçbir şey
olmasa bile kan işemek zorunda kalacaktı. Ama işim bitmemişti.
Jasinda Wilder

Adamı çenesinden tutup kaldırdım, dizimi karnına geçirdim.


Avucumu ensesine sardım ve yüzünü dizime vurdum. Kanı ve
dişleri boğazını tıkadı. Geriye doğru düştü.
Yan tarafıma bir darbe aldığımı hissettim. Homurdanarak
döndüm. Et ve kemik birbirine geçmişti sanki. Geriye doğru
sendeledim, saldıran kişiyi buldum. Bir yumruktan kaçmaya
çalıştım ve yumruğu yanağımda yakaladım. Tenim yarılmıştı.
Kanın akmaya başladığını, dudaklarıma sıcak ve tuzlu bir şekilde
vurduğunu hissettim. Kafatasıma, kulağımın hemen yanına bir
darbe daha aldım. Başım döndü. Yıldızları görür gibi oldum.
Kafamı salladım, bir hedef bulmak için döndüm. İşte oradaydı.
Kafamın güzelliği gitmişti, yerini adrenalin ve acı almıştı. Tekme
attım, dizine bir darbe vurdum. Yalpaladı. Adama doğru uçtum
ve kafa attım. Burnu kırıldı. Kanın alnıma bulaştığını hissettim.
Şak-şak. “Geri çekil, şerefsiz.” Alnıma soğuk bir metalin
değdiğini hissettim.
“Kaç, Ky.” Ona bakmadım ama soluk alıp verişinin hızlan­
dığını duyabiliyordum. “Kaç!” Kaçtı. Akıllı kız. Kapının açıldı­
ğını, sonra da lastiklerin gıcırdadığını duydum. Güzel bir Alman
motorunun çıkardığı gürültüyü duydum. Kylie gitmişti.
Adamın kahverengi, soğuk gözlerine baktım. “Çek tetiği.”
Hepsi blöftü. Çok korkuyordum, dizlerim titriyordu ve altıma
işemek üzereydim.
Gözlerini kıstı. Tabanca çapraz bir şekilde dursun diye
bileğini çevirdi. Ölmek mi istiyon, beyaz çocuk? Canına mı
susadın?”
“Hayır ama beni hemen şimdi vurmazsan buna çok pişman
olacaksın.” Gergindim, hazırdım.
Düşünerek dudaklarını yaladı. Tereddüt ediyordu. Tereddüt
ölümcüldü. Namlunun kaydığını, aşağı indiğini hissettim.
Hemen harekete geçtim. Ellerim hareketlendi, namluyu kenara
87

ve aşağı doğru ittirdi. Yumruğumu savurdum ve adamın boğa­


zına sarıldım.
Silahın patladığını duydum. Bacağımın acıyla yandığını
hissettim. Sıcaklık, basınç ve acı kendini gösterdi ama bunlar
beni durdurmaya yetmedi. Adamın bileğini tuttum, çevirdim ve
kolunu kolumun altına sıkıştırdım. Kolu eğilsin ve iyice ezilsin
diye olduğum yerde döndüm. İnledi ve nefes almaya çalıştı.
Ama burda merhamet diye bir şey yoktu. Hızlı ve sert bir şekilde
eğildim. Dirseği kırıldı. Silah elinden düştü. Silahın üstüne
bastım ve adamı ittim. Adam devrildi ve suratı yere yapıştı.
Yüzümden ve bacağımdan kan damlıyordu. Bileklerim
acıyor, kanıyordu. Eklemlerim yarılmıştı.
Gelen arabanın sesini veya kapının açılışını duymadım bile.
Silah sahibinin tepesinde dikiliyordum. “Kız benim. Tamam mı?
Bir daha ona bulaşırsan ölürsün.”
Kabul eder gibi inledi. Eğildim ve silahı yerden aldım. Şarjörü
ve haznedeki mermileri çıkardım. Otoparktaki çöp bidonuna
doğru yürüdüm ve elimdekileri çöpe attım. Olduğum yerde
dönünce Kylie’nin arabasının açık kapısının önünde durup bana
baktığını gördüm.
On metre mesafeden, “İyi misin?” diye sordum.
Bana doğru yürüdü. “İyi miyim,? Kan kaybediyorsun. Ben...
silah sesi duydum. Senin... öldüğünü sandım.’’
Bir inleme duydum. Kylie’yi binaya doğru çektim. “Hadi
içeri girelim. Ben iyiyim.”
Kolumu tuttu ve beni arabaya doğru çekti. “Hayır, doktora
görünmen lazım.”
Geri çekildim. “İyiyim, dedim.”
“Vuruldun. Bacağın...”
Bacağım acıyordu. Şöyle bir inceledim. Kurşun bacağıma
girmemişti. Sıyırıp geçmişti sadece. Onu beklemeden binanın
88 Jasinda Wilder

kapısına doğru yürüdüm. “O kadar kötü değil. Ben içeri giri­


yorum. Senin de eve gitmen lazım.”
Arabasının kapısını kapattı, kilitledi ve beni takip etti.
Giderken arabayı el değmemiş olarak bulması mucize olacaktı
ama şimdi bunun için endişelenemeyecektim. Her şey bitmiş
olmasına rağmen adrenalin, acı ve korkuyla titriyordum.
Dairenin ön kapısını kapattım, kilitledim ve mutfağa geçtim.
Havlu peçete rulosundan uzun bir parça koparttım ve bacağıma
bastırdım. Basıncın verdiği acıyla inledim. Sersem gibiydim.
Başım da acıyordu. Yanağım sızlıyordu. O darbe düşündü­
ğümden de kötüydü demek. Mikrodalganın camında kendime
baktım. Yüzüm kandan bir maske gibiydi. Kylie buzdolabının
yanındaki duvara yaslanmıştı. Titriyor, dehşete düşmüş bir
şekilde bana bakıyordu. Yere yığılmak üzereydi.
Fırının kapağındaki havluyu gösterdim. “Şunu versene.”
Havluyu uzattı. Kanla ıslanan kâğıt havlunun yerine bunu
koydum. Kanlı kâğıt havluları lavaboya attım. “Kylie, sakin ol.
Ben iyiyim. Daha kötülerini yaşamıştım. Önemli bir şey yok.”
Kafasını salladı. “Onlar... Üç kişiydi. Sana ateş ettiler. Seni
öldürebilirlerdi. Benim yüzümden.” Titredi, kollarını vücuduna
doladı. “Kan revan içindesin. Canın yanıyor.”
“Yanıma gel.” Kolumu uzattım. Hemen yanıma geldi.
Vücudu yan tarafıma değdiğinde ortaya çıkan acıya bakılırsa
kaburgalarımdan biri zedelenmişti. Umursamadım ve nefes
almaya çalıştım. Ona sarıldım. “Sen iyi olduğun sürece buna
değer. Sana zarar vermediler, değil mi?”
Kafasını salladı. “Hayır. Sadece korkuttular. Bana... ne
yapmak istediğini anlatıyordu. Çok kötüydü. Yapacaktı da.
Kaçamadım. Onun bana...”
“Ama bir şey yapamadı.” Sırtını sıvazladım. “Nefes al, tatlım.
Sadece nefes al. Artık her şey yolunda.”
Sensiz 89

Geri çekildi. “Hayır, değil. Canın yanıyor.”


Kolumla çenemi sildim ve damlayan kanları ondan uzak­
laştırmaya çalıştım. “Kafada kesikler, yüzde kanama. Yanağım
yarılmış o kadar. İyileşeceğim, merak etme. Dediğim gibi daha
kötülerini yaşamıştım.”
Beni elimden tutarak çekti. Gönülsüz bir şekilde ve topal­
layarak peşinden gittim. Beni kanepeye doğru çekti, otur­
mama yardım etti. Kâğıt havludan birkaç parçayı nemlendirdi.
Dikkatli bir şekilde yüzümü temizledi. Peçeteleri kıpkırmızı hale
gelene kadar tekrar tekrar katlayarak kullanıyordu. Bu dakika­
larca devam etti. Ta ki kan en sonunda durana kadar. Yanağıma,
sonra alnıma dokundu. Buraların acıdığını fark ettim.
“İki yerinde kesik var.” Kesiklerin yanlarına dokundu. “Burası
ve burası. Ama derin görünmüyorlar.”
“Dedim ya, iyiyim.” Ama sersemlemiştim, başım dönüyordu.
Canım yanıyordu. Canım gerçekten yanıyordu.
Kylie eğildi ve bacağımdaki sıyrığa dikkatli bir şekilde baktı.
“Bu sıyrık çok kötü. Dikiş atılması gerek.”
“Öyle bir şey olmayacak.”
Kafası karışmış bir halde baktı. “Neden?”
“Param yok, ayrıca istemiyorum. Kendi kendine iyileşir.”
Banyoyu gösterdim. “İlaç kutusunda bandaj ve Neosporin
var. Gidip getirir misin?” Başını salladı ve ayağa kalktı. O geri
dönene kadar üstümde kot pantolon varken bandaj yapama­
yacağımızı fark ettim. Ayağa kalkmaya çalıştım. “Şort giymem
lazım. Hemen dönerim.”
“Oz, acile gitmen lazım. Ben öderim.”
“Tabii canım, ödersin.” Bu kadar sert olmak istememiştim
ama canım yanıyordu, kızgındım ve kafam karışmıştı. Niye
buraya gelmişti ki? Bu her şeyi karıştırmıştı. Şimdi bana borçlu
olduğunu hissediyor gibiydi.
90 Jasinda Wilder

“O zaman bırak da sana yardım edeyim. Lütfen. Yürüyemi-


yorsun baksana.” Arkamdan geliyordu, odama kadar ağır ağır
yürüdük. Kemiğimdeki derin zonklama ve acı yüzünden baca­
ğımı zorla hareket ettiriyordum.
Ama yürümeyi başardım ve yatağımın üstüne çöktüm. “Ne
yapacaksın pantolonumu mu çıkaracaksın?”
Kızardı ama odaya girdi ve yanımda diz çöktü. “Evet.” Botla­
rımın bağcıklarını çözdü. Ayakkabıları ayağımdan çıkardı.
Direnmek boşunaydı. İşte, ben de Uzay Yolu filminden bir
şaka yapmıştım. Kylie’yi nasıl durduracağımı gerçekten bilmi­
yordum.
Canım yanıyordu ve daha önce kimse benimle böyle ilgi­
lenmemişti. Annem bana sarılan, sevgi gösterilerinde bulunan
tarzda bir anne değildi. Daha çok arkadaş gibiydi. Bu yeni bir
şeydi ve bununla nasıl baş edeceğimi bilemiyordum. Bir iki
saat önce Kylie’yi reddetmek o kadar zor gelmişti ki. İstediğim
şeyin tam tersini yapmak zorunda kalmıştım. Ayakkabılarımı ve
çoraplarımı çıkarmasına izin verdim. Yaralı bacağımdaki çorap
kandan ıslanmıştı. Bunu çıkarırken yüzünü buruşturdu. Kanlı
çorabı koyacak bir yer aradı.
“Mutfaktaki çöpe atabilirsin,” dedim.
Mutfağa gitti. Kot pantolonumun düğme ve fermuarıyla
uğraştım. Ama çok canım yanıyordu; pantolon tenime ve
açık yaraya yapışmıştı. Kan pıhtılaşmaya başlamıştı. Kylie geri
döndüğünde daha pantolonu bacaklarımın yarısına ancak geti­
rebilmiştim.
“Off, Oz. Amma da inatçısın.”
“En sonunda bir şeyi anladın,” dedim. Gururu bir kenara
bıraktım ve pantolonumu çıkarmasına izin verdim.
Neyseki içimde baksır vardı. Bazen temiz çamaşır olmadığı
zaman pantolonun altına hiçbir şey giymediğim de oluyordu.
Sensiz 91

Vücudumun yan tarafı acıyor, ağrıyordu. Kaburgam en iyi


ihtimalle zedelenmişti. Hatta büyük olasılıkla çatlamıştı. Adam
iyi bir yumruk sallamıştı anlaşılan. Kafamsa aldığım iki yumruk
ve attığım kafa yüzünden zonkluyordu. Çocuklar için kamu
spotu: Birine kafa atınca sizin de canınız yanıyor. Filmlerde
gördüklerinize inanmayın.
“Offf, Oz bu gerçekten çok kötü. Lütfen, lütfen bırak da seni
hastaneye götüreyim.” Neredeyse ağlayacaktı, solgun görünü­
yordu. Kusacak gibiydi.
Öne doğru eğildim ve bacağımı dikkatli bir biçimde ince­
ledim. Yara oldukça derindi. Kemiğe gelmemişti ama bacağımın
dış tarafı oldukça kötü görünüyordu. Yine de kendi kendine
iyileşirdi. Tecrübelerimden biliyordum. Silah yarası değil ama
buna benzer yaralanmalardan. Kafamı salladım. “Göründüğü
kadar kötü değil, Kylie. Sıyrık sadece. Sargı bezini ver bana.”
Yutkundu ve gözlerini kırpıştırdı. Bana sargı bezini,
Neosporin’i, bir şişe oksijenli suyu, yara bandını ve makası
uzattı. Neosporin in pek bir işe yaramayacağını fark edip onu
bir kenara koydum. Kanı temizlemek için kullandığım havluyu
aldım ve bacağımın altına doğru tuttum.
“Oksijenli sudan dök,” dedim. “Bol bol.”
Beti benzi attı. “Bu canını yakmayacak mı?”
“Hem de ne biçim yakacak. Ama enfeksiyon kapmaktan
iyidir. Hemen yap.” Dişlerimi sıktım ve onu izledim. Kahverengi
şişenin kapağını açtı, bana baktı. Başımla onayladım. Oksi­
jenli suyu yaranın üstüne döktü. Kendimi tutamayıp inledim.
“Hassiktir, çok acıttı.” Cesaretimi toplamak için derin bir nefes
aldım. “Tamam, tekrar yap.”
Ağlamak üzereydi ama dediğimi yaptı. Kahretsin, bu acı
neredeyse dayanılmazdı. Yara iyice köpürdü. Havlunun kenar­
larıyla yaraya hafifçe dokundum.
92
Jasinda Wilder

“ Bir kez daha.”


Bu sefer izlemeye dayanamadım. Bunun yerine Kylie’ye
baktım. Kızıl-sarı saçlarının gevşek dalgalar halinde omuzla­
rına dökülüşüne, bacaklarıma bakan gözlerine. Tişörtü dar ve
griydi. Memeleri, ellerimle, ağzımla ve gözlerimle keşfetmek
istediğim iki büyük dağ gibiydi. Bu düşüncenin de yardımı
dokunm adı tabii. Üstümde sadece baksır vardı. Sertleşirsem
anlayacaktı. Tekrar saçlarına bakmaya devam ettim. Gür,
parlak, bakır gibi. Dalga dalgaydı. Uçlarında hafif lüleler
vardı.
“Beni süzüyorsun.” Oksijenli suyun kapağını kapattı, sonra
bana baktı.
Omuz silktim. “Evet.”
“Sadece arkadaş olduğumuzu sanıyordum.”
Sargı bezinden uzun bir parça kestim, birkaç kez katladım ve
yaranın üstüne koydum. “Sar.” Sargı bezini bir elinden diğerine
geçirerek yaraya dolayışını izledim. “Öyleyiz zaten.”
“O zaman bana neden beni yiyecekmiş gibi bakıyorsun?”
Sargı bezinin ucunu kesti ve yapıştırdı. Sonra bağdaş kurarak
oturdu.
“Çünkü doğru olan şeyle istediğim şey aynı olmak zorunda
değil.” Bol kesimli bir şortu gösterdim. “Şunu verir misin?” Eski
şortu bana uzattı. Şortu giydim ve kalçalarımdan geçirdim.
Kylie verdiğim cevap yüzünden kaşlarını çattı. “Ya benim
istediklerim?”
Şortun düğmesini kapattım ve fermuarını çektim. Sonra
geriye yaslandım ve sırt çantamdan sigaramla çakmağımı aldım.
“Aynı cevap geçerli.” Sigarayı yaktım ve derin bir nefes çektim.
Nikotin akını beni sararken gözlerimi kapattım. “İstediğin şeyle
senin için iyi olan şeyler aynı değil. Nedenini de gördün. Benim
hayatım güvenli değil. Ben güvenli değilim.”
Sensiz 93

Yatağın üstüne çıktı ve yanıma oturdu. Sigara içişimi izledi.


Parmakları avucuma ulaştı, sigarayı elimden aldı. Dudak­
larına götürdü ve küçük bir nefes çekti, ağzında tuttu. Sonra
içine çekti. Biraz öksürdü ama ilk seferdeki kadar kötü değildi.
Sersemlik onu sararken gözlerinin irileşmesini, kafasının geriye
düşmesini izledim.
“Ovvv. Vay be. Şimdi anladım.” Gözlerini kırpıştırdı ve siga­
rayı geri verdi.
Kıkırdadım. “Evet, ama sen daha fazla içemezsin.”
“Her zaman böyle midir?” Sigaraya uzandı ama almasına
engel oldum. “Hadi ama, bir daha denemek istiyorum. Lütfen?”
Tanrım, onu bağımlı yapacaktım. Ama yine de sigarayı ona
uzattım. “Hayır. Bir kez alıştın mı o hissi son sigaranın üstünden
on iki saat filan geçtiği zaman alabiliyorsun.” Sigarayı geri aldım
ve bir nefes çektim. “Bağımlısı olursan benim canıma okumak
isteyenler kapımda kuyruk olacaklar.”
“Hayır, bağımlı olursam bu senin değil, benim hatam
olacak.” Yerde, yatağımın yanında ağzı açık yara bandı kutusunu
gördü ve içine baktı. Poşeti çıkardı, açtı, içindekileri kokladı.
“Ot mu bu?”
Başımla onayladım. “Evet. Ot.”
“İçecek misin?”
“Senin yanında içmeyeceğim.”
Poşeti tekrar kutunun içine koydu. Kutuyu da aramıza yerleş­
tirdi. “Neden?”
“Çünkü bu seninle benim neden arkadaştan daha öte bir
şey olamayacağımızı gösteren başka bir neden daha. Uyuşturu­
cunun senin hayatında yeri yok.”
“Ama senin hayatında var mı?”
İç geçirdim. “Evet, var. Bir baltaya sap olursam, bu bir müzik
grubunun parçası olarak olacak. O kadar. Eski püskü barlarda,
94
Jasinda Wilder

kötü kulüplerde çalacağım. Ara sokaklarda kafayı bulacağım,


tuvaletlerde esrar İçeceğim. En sonunda aşırı dozdan Öleceğim.
Bu kadar.” Ona baktım, “istediğin hayat bu mu?”
Ellerini saçlarında gezdirdi. “Hayır. Sen bundan daha fazlası
olabilirsin, Oz. İstersen olabilirsin. Matematikteki yeteneğinle
bir sürü şey yapabilirsin. Eski barların tuvaletlerinde esrar içen
bir serseriden daha fazlası olabilecek kadar iyi bir müzisyensin.
Kendin için bundan daha fazlasını istemen lazım, Oz. Ben senin
için bundan daha fazlasını istiyorum.”
Omuz silktim. “Ama ben istemiyorum.” Palavra. Bu çok
büyük bir yalandı. Daha fazlasını istiyordum. Belki çitli bir
bahçe veya sarkık kulaklı bir köpek ve pantolonuma burunlarını
silen iki çocuk değil ama şu ankinden daha iyi bir şeyler.
Bana doğru geldi. Gözleri yakınımda, nefesi yanağımda, elleri
göğsümdeydi. “Buna sen de inanmıyorsun. Yalanını sesinden,
gözlerinden anlayabiliyorum.”
Gözlerimi kapattım. “Olabilir. Ama bu, gerçekleri değiş­
tirmez.”
“Evet, değiştirir. Gerçek diye bir şey yok. Geleceğin konu­
sunda gerçek diye bir şey yok. Geleceğini sen belirlersin. Sen
yeteneklisin. Yakışıklısın. Kendine inanırsan bir sürü şey başa­
rabilirsin.”
Güldüm. “Bu ne böyle, ünlülerin katıldığı kamu spotlu
reklamlardan filan mı?”
“Evet, ben de Sandra Bullock’um. O yüzden söylediklerimin
doğru olduğuna inan.”
Gülmeden edemedim. “Sen Sandra Bullock’tan çok daha
seksisin.” Etkili olsun diye durdum. Daha sonradan bunu söyle­
diğime pişman olacağımı biliyordum. “Ve Sandra Bullock çok
seksi.”
“Anne babamızdan bile yaşlı o be!” Güldü.
Sensiz 95

“Yaşlı bir kadına göre seksi. Ayrıca benim için sadece anne
söz konusu.” Bunu düşünmeden söylemiştim, ağzımdan çıkıver-
mişti.
Bu, konunun hızlı bir şekilde değişmesine sebep oldu.
“Babanı hiç tanımadın mı?”
Kafamı salladım. “Hayır. Fotoğrafını bile görmedim. Onunla
ilgili hiçbir şey bilmiyorum.”
Kylie soru sormak için ölüyordu. “Annen bir şey anlatmıyor
mu?
Omuz silktim. “Hayır. Bu onun için... hassas bir konu.
Konuyu açınca kızıyor. Adam ortadan kaybolmuş. Bilmem
gereken tek şey bu.” İç geçirdim. “Sanırım onun adını almışım
ama bundan da tam olarak emin değilim.”
“Demek onun adını almışsın. Onun adı neymiş peki?”
Güldüm.
“İyi denemeydi, tatlım. Ama sana gerçek adımı söylemeye­
ceğim.”
“Kahretsin. Bu işe yarar sanmıştım.” Yan tarafına döndü,
kafasını eline dayadı. Bana çok yakından bakıyordu. “Niye
söylemiyorsun?”
“Çünkü adım ona aitmiş. Ben onunla ilgili hiçbir şey bilmi­
yorum. Bu yüzden üçüncü sınıfta eğer ondan yardım almadan
kendim olmak istiyorsam kendime ait bir ismim olmasına karar
verdim. Ben de Oz’u seçtim.”
“Niye Oz?”
Omuz silktim. “Uydurma bir şey işte. Ayrıca bana yakıştı.
Oz Büyücüsünü ilk izleyişimde büyücünün çok havalı olduğunu
düşünmüştüm. Yani zaten öyle olması gerekiyordu ama aslında
gerçekte, içinde tamamen farklı bir insanken kendine kocaman
bir imaj oluşturmuştu. Ben de böyle düşündüm. Bu dünyada
hayatta kalmak için içinde hissettiğin şeylerden, olmak istediğim
96 Jasinda Wilder

şeyden tamamen farklı olmak zorunda olduğumu düşündüm.


Zor bir ortamda büyüdüm, Ky. Gerçekten öyle. Ama ne oldu?
Olağandışı bir şey olmadı. Ben mücadeleci bir insanım, tamam
mı? Islahevine girdim. Oradayken her gün kavga etmek zorunda
kaldım. Okulda kavga etmek zorunda kaldım. Oyun parkında
kavga etmek zorunda kaldım. Yaşadığımız mahallelerde kavga
etmek zorunda kaldım. Çocukların kanıtlayacak bir şeyleri oldu­
ğunda işler sertleşiyordu. Mahalledeyse herkesin kanıtlayacak bir
şeyleri vardı. Ama içten içe kavga etmekten nefret ediyordum.
Ben sadece yalnız kalmak istiyordum. Babamın kim olduğunu,
nereden geldiğimi bilmek istiyordum. Annemin neden yalnız
olduğunu bilmek istiyordum. Bizim neden yalnız olduğumuzu.
Neden bu kadar çok taşındığımızı.”
“Çok mu taşındınız?”
Başımla onayladım. “Evet, aynen öyle. Çoğu zaman her sene
filan. En uzun süre Dallas’ta kalmıştık. On bir yaşımdan ortao­
kula kadar filan. Yedinci sınıftan hemen önce annem Dallas’tan
St. Louis’e taşınmamıza karar verdi. Dallas’tan önce her sene
veya her yarım senede bir taşınıyorduk. St. Louis’ten sonra da
aynısı oldu. Yeni bir okul, yeni ev, yeni şehir, yeni arkadaşlar.
En sonunda arkadaş olayıyla hiç uğraşmamaya karar verdim.
Sonuçta birkaç ay sonra hepsini bırakıp gidiyordum. Şimdiyse
bir sonraki taşınmaya kadar zaman öldürüyorum. İçime kapa­
nıyorum, kendi bildiğim gibi yaşıyorum. Sana bunları neden
anlattığımı da bilmiyorum. Sanki her zaman kayıp gibiydim.
Annemle birlikte bu dünyada sürükleniyor gibiyiz. Annemin
bana anlatmadığı trajik bir hikâye olduğunu biliyorum. Aslında
ben kimse değilim. Sen kim olduğunu, nereden geldiğini bili­
yorsun. Sen Nell’le Colt’un kızısın. Sen bir müzisyensin. Ebeveyn­
lerini tanıyorsun, her ikisini de. Evet, tabii ki senin bilmediğin
hikâyeleri veya sırları var. Ama ikisi d t yanında. Bunun ne kadar
Sensiz 97

büyük bir şey olduğunun farkında bile değilsin. Benim annem...


kendini kapatıyor sanki. Bunu nasıl açıklayacağımı bilmiyorum.
O... benim hayatımda ve beni elinden geldiği kadar yetiştirmeye
çalıştı. Bunun için ona minnettarım. Ama onun bir parçası...
yok sanki. En azından benim için öyle. Bunu sorduğumdaysa
çok kızıyor.” Bir süre durup dişlerimi gıcırdatarak bacağımla yan
tarafımdaki yeni zonklamayı umursamamaya çalıştım.
Kylie sırtüstü yatıyor, tavana bakıyordu. “Tanrım, Oz.
Bilmek istediğim, söylemek istediğim çok şey var. Nereden
başlayacağımı bile bilmiyorum.”
“Söyleyecek bir şey yok. Durum bu işte.” Dişlerimi sımsıkı
kapatmıştım. Acıyan yer şimdi ani bir şiddetle yanıyordu.
Bana bakmadan, tereddütlü bir şekilde, “Islahevine mi
girdin?” diye sordu.
Omuz silktim. “Evet. Onuncu sınıftaydım. New Jerseyde.”
“Neden? Yani ne oldu da ıslahevine girdin?”
İç geçirdim. “Çok heyecanlı bir olay değil. Bir gün okuldan
sonra birkaç serseriden dayak yedim. Canıma okudular. Ben de
intikam aldım. Tabii biraz fazla intikam almışım. Dördünü de
teker teker dövdüm ve hastanelik ettim. Belli ki intikam ağır
ceza gerektiren eylemler için bir bahane değilmiş.”
“Ha-hastanelik mi ettin?”
“Evet, tatlım. Çocuklardan birinin kafasına tuğlayla vurdum.
Bayağı bir dikiş atmışlardı.”
“Yok artık, Oz.”
Güldüm ama sesim acı çıkmıştı. “Aynen. Sanırım senin için
neden iyi olmadığımı anlamaya başladın. Ama hak etmişlerdi,
orası kesin. Haftalarca uğraştılar benimle. Önümü kesiyorlar,
koridorda rahatsız ediyorlardı. Sonra ben intikam alınca başım
derde girdi. Bunlar havalı çocuklardı. Hem annesi hem babası
olan çocuklar. Annesi okul aile birliğinde, babası okul yönetim
Jasinda Wilder

kurulunda olan çocuklar. Toplumun saygıdeğer üyeleri falan


filan. Bense şehrin boktan tarafında yaşayan yeni çocuktum.”
“Onlar sana kabadayılık ediyordu ama ıslahevine seni mi
gönderdiler? Yani onlar seni dövdükten sonra onlara ne oldu?”
Güldüm. “Hiçbir şey olmadı, tatlım. En ufak bir şey olmadı.
Acınacak haldeki gövdemi eve sürükledim ve ertesi gün okula
gitmedim.”
“Kimseye bir şey söylemedin mi?”
“Hayır, tabii ki. Hiç faydası olmazdı. Başları belaya girse bile
en fazla birkaç günlüğüne uzaklaştırılırlardı. Ne gerek var.”
“Bundan daha kötü şekilde yaralandığını söylemiştin.
Bundan mı bahsediyordun?”
“Tanrım, sorular sorular. Hayır, Kylİe. O birkaç kırık
kaburga ve morarmış gözden ibaretti. Bir de kesikler, bereler
filan. Bu daha önce onlarca kez yaşadığım bir şeydi.” Ona
bunları anlatmaktan nefret ediyordum. Yüzündeki acımayı
görmekten nefret ediyordum. “Gerçek anlamda kötü olduğum,
sadece dayak yemek değil, yaralandığım olayda lise üçteydim.
Okulun ilk haftasıydı. Greg Makowski diye bir çocuk vardı.
İriydi, kocamandı. Çok aptaldı ama devasa bir cüssesi vardı.
Kabadayıydı tabii. Olay şu. Islahevine düştüğünde, yeni çocuk
taze et demektir. Kapılar kapanır kapanmaz dayak yersin, özel­
likle de benim girdiğim ıslahevinde. Bu dayakları savmak için
bir şeyleri kanıtlamak zorunda olduğumu çabuk kavramıştım.
Yani benim bulaşılmaması gereken bir insan olduğumu kanıt­
lamam lazımdı. Bu yüzden ben de bizim bloktaki en büyük,
en kötü çocuğu seçtim ve suratına tekme attım. Ondan sonra,
yeni olup da aynı şeyi bana yapmak isteyenler hariç benimle
dalaşan olmadı. Neyse, okuldaki şu çocuk. Onunla da kavga
ettim. Üstelik kazandım da. Ama arkadaşları vardı. Hem de çok.
Üstelik irilerdi. Beni bir çıkmaz sokakta kıstırdılar. Bir tarafında
Sensiz 99

anayol olan yüksek bir duvar. Diğer tarafında da boş araziler.


Kaçacak bir yer yoktu. Sanırım sekiz kişiydiler. Dört kaburgamı
ve bileğimi kırdılar, elmacık kemiğimi çatlattılar, burnumu
kırdılar, birkaç dişimi gevşettiler. Neredeyse kendi kanımda
boğulacaktım. Bir haftadan uzun bir süre hastanede kaldım.
Ondan sonra da iki hafta yerimden kımıldayamadım. Annem
hastane faturasının birazını bari olsun ödeyebilmek için araba­
sını ve mücevherlerinden bir kısmını satmak zorunda kaldı.
Hâlâ daha da beş bin dolar filan borçluyduk. Annem her gün işe
giderken beş kilometre yürümek zorunda kalmasın diye başka
bir araba alacak parayı bulmak için bir ay boyunca çift vardiya
çalışmak zorunda kaldı. Az kalsın evden de atılacaktık. En
sonunda başardık. Hastaneden çıktıktan sonra tekrar taşındık ve
okuldan nakil oldum.” Kaburgalarımdaki acıyı rahatlatmak için
kıpırdanmaya çalıştım ama canım daha çok yandı. “Evet, iğrenç
hikâyemiz bu. Sorduğuna memnun oldun, değil mi?”
Kylie sessiz kaldı. Kafamı kaldırıp baktım. Ağlıyordu.
Yanına gittim. Doğrulmaya çalıştım. “Hey. Ne oldu ya?”
Burnunu çekti, gözlerini sildi. “Ne mi oldu? Tanrım... Bir
sürü şey yaşamışsın ve çok normal şeylermiş gibi anlatıyorsun.”
“İyi de sen neden ağlıyorsun?” Gerçekten anlamamıştım.
“Senin acımana ihtiyacım yok, Kylie.”
Doğruldu. Gözleri alev alev yanıyordu. “Bu acıma filan
değil, Oz! Buna merhamet diyorlar! Bu dünyada seni önemseyen
insanlar var. Herkes seni dövecek, sana ihanet edecek veya seni
terk edecek değil.”
“Evet, öyle de, benim tecrübelerim bu yönde işte. Bira/
bezmişsem de kusuruma bakma olur mu?” Daha fazla dayana­
madım.
Kutuyu açtım ve bir tutam otu küçük cam piponun içine
attım. Genelde bu şekilde içmezdim ama >u anda sigauva
Jasinda Wilder

sarmayı bekleyemeyecek kadar sabırsızdım. Çakmağı yaktım.


Otlar tutuştu ve bir kırmızılık oluştu. Duman ciğerlerimi
doldurdu.
Bunu Kylie'nin önünde yaptığım için kendimden nefret
ediyordum.
Dumanı ciğerlerim isyan edene kadar içimde tuttum. Sonra
yattım ve tavana doğru üfledim. Kylie beni dikkatli bir şekilde
izliyordu.
“Hayır. Sormaya kalkışma bile.” Büyük bir nefes daha çektim.
Çakmakla pipoyu göğsüme koydum.
“Sormayacaktım zaten. Komik kokuyormuş.” Yatak odamın
açık kapısına baktı. “Annen kokuyu almaz mı?”
“ Biliyor.” Artık iyice uçmuştum. Bakışlarım bulanıklaşmıştı.
Acı gitmişti. “Beni ilk kez bu halde yakaladığında delirmişti.
Krize girmiş gibiydi. Histeri krizine. Sonra haftalarca kavga
ettik. Ben bırakmadım, o beni cezalandırmaya devam etti.
Umursamadım. Canım ne zaman istese dışarı çıkıyordum. Ne
yapacaktı ki kapımı mı kilitleyecekti? Beni odama mı sürükleye­
cekti? Yeniden ceza mı verecekti? En sonunda pes etti. Kendini
uyuşturucularla mahvetmek istiyorsan hiç durma, dedi. Bazen
gerçekten çok üzgün olduğunda o da benimle birlikte içiyor.
Sanırım o zaman... onu hatırlıyor.”
Çakmağı elime aldım ve yaktım. Çakmağı çaktım. Alev
kısa ve sarıydı. Titriyordu, parlaktı, sıcaktı ve davetkârdı. Bu,
düşünülecek bir şey değildi. Tıpkı bir pervane gibi aleve çeki­
liyordum. Elim alçaldı. Avucum alevin bir iki santim üstün­
deydi. ilk başta sıcaktı. Tenimdeki sıcaklık. Güzeldi. Basit, ağır
ve sıcak. Sonra daha da ısındı. Hissetmeye başladım. Annemin
bana doğruyu söylemeyeceğini ve buna artık dayanamadı­
ğını! düşünmekten daha iyiydi. Sırları, cevapları vardı ama
onları benimle paylaşmıyordu. Kızdım, canım yandı, öfkeyle
Sensiz 101

doldum. Bizi terk mi etmişti? Suçlu muydu? öldürülmüş


müydü? Yoksa annemi hamile bıraktığını anlar anlamaz kaçan
şerefsizin biri miydi? Yoksa o baba olmak isteyen iyi bir adamdı
da kaçan taraf annem miydi? Bu yüzden mi bu kadar çok taşı­
nıyorduk? Ondan mı kaçıyorduk? Yoksa onu mu arıyordu?
Onu mu takip ediyordu? Bilmiyordum, asla da öğrenemeye­
cektim. Bazen kendimi yakma arzumun vücudumun dışındaki
şeyleri bilme ihtiyacından olduğunu düşünüyordum. Soruları
yok etme isteği. Ama tabii bu saçmaydı. Tek bildiğim ateşin
beni çağırdığıydı. Buna ihtiyacım vardı. Beni esir aldığında
kurtulamıyordum.
Isı arttı. Çakmağı elime daha çok yaklaştırınca acıya dönüştü.
Alevin tenime dokunmasını ve ıstıraba dönüşmesini izledim.
“ Oz!” Kylie çakmağı elimden attı. Çığlık atıyordu.
“N ’APIYOSUN SEN!”
Kendime geldim ve elimi yumruk yaptım. Avucumdaki
acının kaburgalarımdaki ve bacağımdaki acıyı alıp götürdüğünü
hissettim. Böylesi daha iyiydi. Daha tanıdıktı.
Elimi tuttu ve avucumu açtı. Yarayı inceledi. “Elini çok fena
yaktın, Oz. O neydi öyle?”
Elimi çekmeye çalıştım ama bırakmadı, “önemli değil,
Kylie. Gerçekten.”
Sonra gördü. Elimi. Kolumu. Parmaklarımı. “Oz?” Sesi
kısık, tereddütlü ve yaralıydı. Sanki parlak, yanık tenimin her
bir parçası ona acı veriyordu. Parmakları gezindi ve kolumdaki
her bir yanık noktaya dokundu. Gözlerimi kapattım ve dokun­
masına izin verdim. Bu yaraların kazara olmadığını anlamıştı,
“Neden?”
Kolumu çektim, el yordamıyla çakmağı buldum ve bir nefes
daha çektim. “Sen de annemle aynı ses tonuyla sordun. Ben de
ona söylediğim şeyi söyleyeceğim sana. Bilmiyorum. I\ıyd.t.u
Jasinda Wilder

dokunuyor işte. Ona açıklayamıyorum, bu yüzden sana da açık­


layamayacağım. Kendime bile açıklayamıyorum.”
“ Bu önemli bir şey.” Hâlâ yaralarıma dokunuyordu. Kolla­
rımdaki, ellerimdeki yaralara. Parmaklarımdaki yaralara.
Tanrım, dokunuşundaki şefkat dayanılmazdı. “Bununla nasıl
başa çıkacağımı bilemiyorum.”
Kendimi ona bakmaya zorladım. “Kylie. Bana bak, bebeğim.”
Mavi, masmavi gözleri benimkilere kilitlendi. Gözleri dolu
doluydu. Ona buruk bir şekilde gülümsedim. “Şimdi anlıyor
musun? İkimizin arasında neden bir şey olamayacağını? Sen beni
anlayamazsın. Anlamıyorsun. Sadece evime gelerek bile teca­
vüze uğrayabilirdin. Sana saldıranları nasıl darmadağın ettiğimi
gördün. Ben...” Yutkundum ve kendimi gerçekleri söylemeye
zorladım. “Ben seni lekeliyorum, Kylie. Sadece yanında olarak
bile seni lekeliyorum. Bu senin yeterince iyi olmamanla alakalı
değil. Değil... Bu benim yeterince iyi olmamamla da alakalı
değil. Bu benim dünyamla, hayatımla ilgili. Neden senin haya­
tına, kim olduğuna uyum sağlayamayacağımla ilgili. Ya da kim
olabileceğine. Uyum sağlamak doğru kelime değil. Ben berbat
bir haldeyim. Bir sürü derdim var. Bu yakma olayı kısa bir süre
sonra bitecek bir şey değil. Yakmamaya çalışıyorum. Çünkü
bu annemi çok kızdırıyor. Zaten uğraştığı bir sürü dert var.
Ama bugün gibi, şimdiki gibi olabiliyor. Hiç düşünmüyorum
bile. Oluveriyor. Senin önünde olmaması gerekirdi. Karanlık
ve kirli dünyamın seni lekelemesine izin verdim ve bu yüzden
kendimden nefret ediyorum.”
Kylie uzun bir süre cevap vermedi. Ben de ona söylediklerimi
sindirmesi, düşünmesi için zaman verdim. Öylece baktı. Elle­
rime, kollarıma, yüzüme, yatağa, göğsümdeki pipoyla çakmağa.
Çakmakla pipoyu kutuya koydum, kutuyu çantaya attım ve
oturma pozisyonuna geçtim. Kylie dizlerinin üstüne oturmuş,
Sensiz 103

başını öne eğmiş ağlıyordu. Neden ağladığını bilmiyordum.


Hiçbir fikrim yoktu. Kötü biri olduğum için mi? Daha önce
olanlar yüzünden mi? Saldırıya uğramıştı, tecavüzlc tehdit edil­
mişti ve bir kavgaya tanık olmuştu. Sarsıntıya uğramaya, şok
geçirmeye hakkı vardı. Ama bu öyle bir şey değildi. Ağlamasının
sebebi bendim.
Benim yüzümden ağlamasını istemiyordum.
Parmaklarımla çenesini kaldırdım. Gözlerini kapattı ve kafa­
sını çevirdi. Yanağına bir damla yaş düştü. Kendimi tutamayıp
gözyaşını sildim. Dokunuşumun çok sert olduğunu düşünü­
yordum ama nazik hareket etmeye çalıştım.
“Ağlama, tatlım. Lütfen?”
“Elimde değil kİ. Her şeyi düzeltmek istiyorum. Seni düzel-
temeyeceğimi biliyorum. Kast ettiğim bu değil. Ben sadece...
yardım etmek istiyorum. Acını almak değil de acıyla başa
çıkmana yardım etmek istiyorum. Bilmiyorum, Oz. Çok karıştı
her şey. Sürekli beni lekelemek istemediğini söyleyip duruyorsun
ama ben beni lekelediğini düşünmüyorum. Ben... hayatının bir
parçası olmak istiyorum. Karmaşık, karanlık, kirli ve vahşi olsa
bile.” Kafasını kaldırıp baktı. “O kadar korkmuştum ki. Sonra
birden sen ortaya çıktın. Güvende olduğumu anladım. Sonra
senin için çok korktum ama sen... kazandın. Çok korkunçtu
ama... senden korkmak zorunda olmadığımı biliyordum.”
Ne diyeceğimi bilemedim. Bana yardım etmeyi istememesi
gerektiğini mi söyleseydim? Yardım edemeyeceğini? Ama beni
önemsediğini bilmek güzel bir duyguydu. Annemin beni önem­
sediğini biliyordum ama o buna mecburdu. Kylie değildi. Başım
çılgın düşüncelerle dönüyordu. Kalbim anlamadığım, adlan -
dıramadığım, ne yapacağımı bilmediğim duygularla gümbür
gümbür atıyordu. Vücudum acıyordu. Kafanı bir milyondu.
Kylie o kadar güzel, o kadar nazik, tatlı, kibar, iyiydi ki. Beııitu
Jasinda Wilder

için fazla iyiydi. Sürekli onu kendimden uzaklaştırmaya çalışı­


yordum aıııa kahretsin, bunu yapmak istemiyordum ve yapabi­
leceğimden emin değildim.
Sonra bana doğru uzandı. Donup kaldım. Şapkamı çıkardı.
Şapkam olmadan kendimi çıplak hissettim. Ben her zaman
şapka takardım. Sanki bu yetmezmiş gibi bir de saçlarımdaki
siyah lastik tokayı çözdü. Annem bile beni saçlarım açıkken
görmemişti. Ama anlayamadığım sebeplerle saçımı çözmesine
izin verdim. Kıpırdamadan durmak zorunda kaldım, yoksa
kaçıp gidecektim. Saçlarım omuzlarımın hemen altına kadar
geliyordu. Tıpkı anneminki gibi gür ve kahverengiydi. Kylie
parmaklarını nazikçe saçlarımda gezdirdi. Elleri kulaklarımın
yanından geçti ve saçlarımı ensemden çekti.
“Oz, senden korkmuyorum. Senin hayatından korkmu­
yorum. Ya da kirlenmekten. Ru yüzden beni korumayı bırak ve
kendi seçimlerimi yapmama izin ver...”
Onu öptüm. Sözünü kestim. Dudaklarımı onunkilere yapış­
tırdım, sözlerini yuttum. Elim yanağını kavradı. Dizlerinin
üstünde hareket etti ve bana doğru geldi, üstüme doğru eğildi.
Bunu bilerek yapıyordum. Kendimi kontrol edebiliyordum.
Onu istediğim için öpüyordum. Onu öpmeyi onu ilk gördü­
ğümden beri istiyordum. Bu yüzden onu öptüm ve bunu güzel
bir şekilde yapmaya çalıştım. Elleri saçlarımda gezindi, omuz­
larımda durdu. Sonra ensemi kavradı. Bir avucunu yanağıma
koydu. Artık neredeyse kucağımdaydı. Çok yakınımdaydı, bana
doğru eğiliyordu
Tanrım... Tadı ç°k güzeldi. Hafif bir sigara ve limonlu bir
şeylerin tadı geliyordu. Sprite gibi. Bir de vişneli ruj. Ağzı sıcaktı,
dudakları yumuşak, nemli ve açtı. Dudaklarının kenarıyla
oynadım. Ağzını açtı. Dili ağzımdaydı. Saldırıyor, esir alıyor,
araştırıyordu. Çok istekliydi. Bunu istiyordu. Doğru hissettiri­
Sensiz

yordu, sanki bir anlamı varmış gibi. Öylesine bir şey değildi. Bu
bir alışverişti, kabullenmeydi. Bir insana bu kadar bağlanmak
bana yabancı bir şeydi. Anneme bile böyle bağlı değildim ve
daha önce de kimseye bağlanmamıştım. Sadece birkaç saat takıl­
dığım kızlar vardı işte. Kylie mi? O ise beni sanki sonsuza kadar
öpüşebilirmişiz gibi öpüyordu. Sanki dünyada, hayatında bu
öpüşme kadar mükemmel başka bir şey yokmuş gibi öpüyordu.
Dudaklarımız ayrıldı. Azıcık bir mesafeden bana bakıyor,
beni inceliyordu. Ellerimi yüzünden, saçlarından çekmedim.
Bir elimi uzun kızıl-sarı buklelerine dolamıştım. Diğeri hâlâ
dünyada başka kimseye göstermediğim bir nezaket ve şefkatle
yüzünü kavrıyordu.
“Oz.” Belki de sadece söylemiş olmak için söylüyordu
ismimi. Bilemiyordum. Ama sonra başparmağıyla ağzınım kena­
rını okşadı. Kalbim sıkıştı, durdu. “Aynı şekilde hissetmediğini
söyleme. Sanki...”
“Gerçek bir şeymiş gibi mi?” Ona doğruları borçluydum.
“Evet!” dedi. Nefesi yumuşak ve heyecanlıydı. Bir bacağını
üstüme attı. Yüz yüzeydik. Kucağımda oturuyordu. “Sanki
gerçek bir şeymiş gibi. Aynen böyle bir histi.”
“Bu senin ilk öpüşmen miydi?”
Kafasını salladı. “Hayır. Daha önce birkaç kişiyi öpmüştüm.
Yani ben de karşılık verdim. O anlattığım beni öptü dediğim
çocukları kastetmiyorum. Bu dediklerim istediğim için öptüğüm
çocuklardı. Ama hiçbiri böyle hissettirmedi. Fena değildi ama
bu kadar yoğun değildi.”
Avuçlarımı sırtında gezdirip kalçalarına indiın. Dokunu­
şumla titredi. “Eğer bir önemi varsa ben de daha önce böyle bir
öpüşme yaşamamıştım. Dediğin gibi yoğundu.”
“Niye ‘eğer bir önemi varsa’ dedin?”
Gözlerim i devirdim ve omuz silktim. “Ne bileyim
106 Jasinda Wilder

"Sen benim için bir şeyler ifade ediyorsun, Oz. Seninle ilgili her
şey benim için bir şeyler ifade ediyor. Sen benim için farklısın.”
“Neden?” Saçındaki bir bukleyle oynadım. Ucunu parmakla­
rımın arasında çevirdim. “Anlamıyorum.”
“Sen farklısın.” Bacaklarımın üstüne oturdu. Avuçlarını
göğsüme getirdi, okşadı. “Çok farklısın. Bu hoşuma gidiyor.
Sende... gerçek bir şeyler var. Diğer herkes sanki rol yapıyormuş
gibi.”
Gözlerimi kırpıştırdım. “Ben benim işte.”
Gülümsedi. “Aynen öyle. Bu çok özel bir şey. En azından
benim için.”
Tişörtünün arka tarafı yukarı toplanmıştı. Ellerim omuz­
larından omurgasına doğru inerken sıcak, yumuşak tenini
hissettim. Parmaklarımı kumaşın altına sokup tenini araştırmak,
omurlarını okşamak, sutyeninin alt sınırını bulmak bir zorun­
luluktu sanki. Ne daha aşağısı ne yukarısı. Dikkatliydim, karar­
sızdım. Ama bu güçlü bir şeydi ve Kylie için bununla mücadele
etmem gerekiyordu. Ellerimi ondan çektim. Tenini avuçlarımla,
parmakuçlarımla ve dudaklarımla araştırmama engel olmak için
parmaklarımı yumruk yaptım. Daha önce böyle bir ihtiyacı hiç
hissetmemiş, bununla bu kadar mücadele etmemiş ve kız gönül­
lüyse ona dokunma lüksünü reddetmemiştim.
Ama bu kız farklıydı, daha iyisini hak ediyordu.
Ama Kylie’nin farklı düşünceleri vardı. “Bu hoşuma gitti.
Sevdim.” Sırtını eğdi. “Tekrar yap.”
“Yapmasam daha iyi olur.”
“Neden?”
îç geçirdim. Sıcak, aç gözleri benimkilere kilitlenmesin diye
gözlerimi kapattım. “Yapmasam daha iyi olur çünkü sırtına
dokunmakla yetinemeyeceğim. Durmak istemeyeceğim, dura­
mayacağım.”
Semiz 107

“O zaman durma.”
“Ciddi değilsin.”
Parmaklarını saçlarıma doladı ve eğildi. “Ben bakireyim, Oz.”
Güldüm. “Evet, tatlım. Biliyorum. Nedeni de bu zaten.”
“Fırsatım oldu. Seçeneklerim. Ama yapmamaya karar
verdim. Bekledim.” Öne doğru eğildi, kalçalarını bana doğru
yaklaştırdı. “Ama beklemiş olmam istememiş olduğum anla­
mına gelmez. İstedim. İstiyorum. Uzun zamandır istiyorum.
Ama doğru erkekle olsun istedim. Bir şeyler ifade etsin istedim.
İlk seferde gerçek aşkla olmayabileceğini biliyorum. O kadar saf
değilim. Canımın yanacağını biliyorum. Hayal ettiğimden farklı
olacağını da biliyorum. Ama istiyorum. Oz?” Eğildi ve beni
öptü. O kadar seksi, o kadar sıcak, o kadar açtı ki. Beni kendine
doğru çekti ve vücutlarımızı birleştirdi. Beni öyle bir çılgınlık ve
umutsuzlukla öptü ki sertleştiğimi hissettim. Onun da hissetti­
ğini biliyordum. “Seninle olmasını istiyorum.”
6
G Ö STER İLER , M İM İKLER
ve Hayaletler

C olt

Amatörler gecesi sıkıcıydı diyebilirim. Çocukların çoğu yete­


nekli değildi. Kötü bir karaoke performansı izlemek gibi bir
şeydi. Tek fark, buradakiler sarhoş değildi. Kylie ve Oz dışında
yetenekli çok az insan vardı.
Bir çocuk Jack Johnson’dan bir parçayı yeniden yorumla­
mıştı ve fena olmamıştı. Diğerleri berbattı. Saçma şarkıların
saçma yorumlan. Oz ve Kylie bitime çok az kala sahneye
çıktığında yerimde duramıyordum, bıkmıştım ve eve gitmeye
hazırdım. Kafe doluydu. Sandalyelerle masalar çekilmiş ve
barmenlerin içki hazırladığı, espresso karıştırıcılarını kullan­
dığı, sütü kaynattığı tezgâhın bir tarafında küçük boş bir alan
oluşturulmuştu.
Sondan ikinci çocuk U2’yu katletmeyi bitirince Kylie’yle
Oz alanın ortasında yerlerini aldı. Oz bir elinde Kylie’nin siyah
Yamahasını tutuyordu. Eski bir siyah-bej Stratocaster’ı sırtına
asmıştı. Köşede küçük siyah bir piyano vardı. Kylie piyanonun
başına geçti.
Sensiz 109

Son birkaç haftadır bodrumda çalıştıklarını duymuştum.


İçimden bir his ortalığı yıkacaklarını söylüyordu.
Kylie piyanonun üstündeki mikrofonu aldı. Hem çalıp hem
söyleyebilmek için mikrofonun sapını ayarladı. Bu sırada Oz
da bir tabure çekti, mikrofon ayağını aldı ve Kylie’nin yakınına
yüzü hem Kylie’ye hem seyircilere dönük olacak şekilde oturdu.
Elektro gitarını sırtından almadı. Akustik gitarı dizine yerleştirdi
ve biraz akort çalıştı.
Kylie, Oz’a baktı, ona hafifçe gülümsedi ve derin bir nefes
aldı. Oz bağlantıları yaptıktan sonra Kylie’ye başını salladı.
Dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Bu küçük hareket gergin
görünen kızıma güven vermiş gibiydi. Kylie, “Hey, millet,” dedi.
“Ben Kylie Calloway. Bu da Oz Hyde. Umarım sizin için hazır­
ladığımız şarkıları seversiniz. Aslında sizin için iki şarkı söyleye­
ceğiz. Tabii önce siz bizi sahneden atmazsanız.”
Oz’a başım salladı. Oz derin bir nefes aldı ve çalmaya başladı.
Bu ağır, inişli çıkışlı bir melodiydi. Okyanusun dalgalarını andı­
rıyordu. Biraz sonra Kylie piyanoyla ona katıldı. Aynı melodiyi
piyano süslemeleriyle çalıyor, Oz’un gitarının altından giriyor
üstünden çıkıyordu. Kalabalık sessizleşti. İyi bir şeyler dinleye­
ceklerini fark etmiş gibiydiler. Kafedeki çalışanlar bile işlerini
bırakmış, dinliyorlardı. Bunu sezebiliyordun, kokusunu alabi­
liyordun, hissedebiliyordun. Oz’un akustik gitarı çocuk oyun­
cağıymış gibi çalışında, Kylie’nin piyanosunun yükselen sesinde
görebiliyordun.
Sonra Kylie şarkıya girdi:
“Bunun ortaya çıkmasını izlemek,
Saatlerin dakikalara dönüşmesini
Haftaların günlere,
Hepsi bir oyuny bir hile, istememe rağmen umutsuz
Seni izliyorum, güzelliğinde kayboluyorum
110 Jasinda Wilder

Elimde bir haritan yok, yolumu bulamıyorum


Deniyorum, dalıyorum, acına kapılıyorum
Kayboldum, seni arıyorum ama sırların bir zulüm,
Hislerime gölge eden,
Sırların ve gizli yaraların
Tenindeki delikler ama yıldızlar kadar parlak ışık
Süzülüyor aralarından. ”

Piyano sessizleşti, sustu. Oz’un melodisi karanlık, derin ve ağır


bir şekilde çalmaya devam etti. Sonra Oz şarkıya girdi ve ben
uçup gittim. Sesi... güzel değildi ama pürüzlüydü, büyüleyiciydi.
Ham ve etkileyiciydi.

*Keşke beni tanısaydın


Keşke beni görseydin
Belki birkaç güzel sözün
Beni rahatlatacağını düşünüyorsun
Ama sevgilim, olmaz
Sevgilim, olmaz
Gözlerin korkuna ihanet ediyor
Yaklaşıyorsun, yanıma geliyorsun
Korkuyorsun, merak ediyorsun
Belki de beni kurtarabileceğini sanıyorsun
Ama sevgilim, yapamazsın
Sevgilim, yapamazsın
Senin dünyanla benimki
Birbirinden çok uzak
Bebeğim, mesafeyi kapatırım sanıyorsun
Ama sei'gitim, başaramazsın
Sevgilim, başaramazsın. "
Sensiz 111

Oz melodiyi bir kez daha çaldı. Sonra üç kuvvetli, yumuşak bir


akort, arkasından bir ritim daha, bir-iki-üç, sonra ani bir yükse­
lişle birlikte çalmaya başladılar. Melodileri birbirine bağlanıyor,
karışıyor, bir oluyordu. Sonra birlikte söylemeye başladılar. İkisi
de kendi nakaratını söylüyor, bunlar» birleştiriyor, yarıştırıyor ve
harmanlıyordu:

“Seni tanımak istiyorum... ”


“Bebeğim, olmaz...”
“Çok koyu karanlıklar, çok derin yaralar yoktur..."
“Beni kurtaramazsın, yapamazsın sevgilimyapamazsın... ”
“Senden korkmuyorum, yeterince güçlüyüm, denememe izin
verirsen... ”
“Sevgilim izin veremem, veremem... ”
"Bırak seni seveyim, bırak seni seveyim, bırak bırak bırak seni
seveyim... ”
“Olmaz olmaz olmaz sevgilim, sevgilim olmaz... ”
“Bırak seni... ”
“Sevgilim olmaz... ”
“Bırak seni... ”
“Sevgilim olmaz..."

Bu, bu şekilde müzikal bir tartışma olarak devam etti. Bir


Kylie, bir Oz söyledi. Sesleri yoğunlaşıyor, yükseliyordu. Ta ki
ikisi de bağırana, yalvarana, farklı sözcükleri bir ağızdan söyle­
yene kadar.
Bu inanılmaz bir performanstı. Şarkıda folk tarzında bir
basitlik vardı. Notalar, akortlar ve dizilişler karmaşık değil ama
etkileyici ve ilginçti.
Oz’un gitarı son bir akort bastı ve aniden, nakaratın oru
sıııda bitirdiler.
112 Jasinda \Vi\der

Rahatsız edici bir sessizlik oldu. Sonra dinleyiciler kendilerini


kaybettiler. Şoke olmuş ve dehşete düşmüş bir halde bağırmaya,
çığlık atmaya başladılar.
Kylie’yle Oz çığlıkları ve alkışları susturmadılar. Sadece
beklediler. Sonra Kylie, Oz’a başını salladı. Oz, Yamahayı yere
ayağının yanına koydu ve Fender’ı çıkardı, bağlantısını vaptı.
Tabureden kalktı, askıyı daha düzgün bir pozisyona getirdi.
Tellere dokundu. Elektro gitar çaldığını daha önce duyma­
mıştım. Meraklanmıştım. Çalmaya başlamadan önce tuşedeki
tellere dokunuşu, içine kapanmış gibi görünüşü bana bu perfor­
mansın gerçekten çok iyi olacağını düşündürmüştü.
Bir akort bastı. Hafif, uyumsuz bir dokunuş. Sonra başını
salladı, başparmağını onay verir gibi kaldırdı. Küçük mix
aletinin başındaki adam mesajı aldı, bir düğmeyi çevirdi
ve sessiz vuruşlar gümbürdemeye dönüştü. Kylie piyanoda
oturuyor, Oz’u izliyordu. Oz akordu yeniledi. Müzik odayı
doldurdu. Başka kimsenin duyamadığı bir ritimle kafasını
sallıyor gibiydi. Sonra hepimiz gitarın boynundaki, köprüye
yakın tiz notalarla çalman ani nota akınıyla şaşırdık, dehşete
düştük. Aralıksız devam eden bir dolu fırtınası gibiydi ama
içinde bir ritim barındırıyordu ya da içinden bir ritim çıkı­
yordu. Notaların yavaşlayışıyla bir melodiye dönüşüyordu.
Sanki kaosun ortasından melodiyi söküp alıyor gibiydi. Sonra
Kylie’nin piyanosu her nasılsa bir melodiye, güzel bir ritme
dönüşen bu çılgın seslerin arasına karıştı. Çok hızlı çalıyordu.
Bunlar da tiz notalardı ve Oz’un uçacak kadar hızlı hareket
eden parmaklarına uyuyordu. Kimsenin bu duyduklarına
inandığını sanmıyordum. Oz bir sihirbazdı, bir sanatçıydı.
Müziğin içinde kaybolmuş müziğe karışmıştı. Kylie? O da
kendini kaybetmişti. Ama sanki müzik kendisiymiş gibi Oz’da
kaybetmişti kendini.
113

Sonra Kylie şarkıya girdi. Mükemmeldi. Kızımın bu kadar


yetenekli olduğuna, sözlerinin güzelliğine ve sesinin pürüzsüzlü­
ğüne bir kez daha inanamadım.

“Kusurlar bir ruhun kumaşıdır,


Senin kusurların derin,
Benliğinin derinliklerine kazınmışlar
Ama ben kusurların gerisindekileri görebiliyorum
Kör değilim, kör değilim, kör değilim
Bu aşk olmayabilir,
Aşk olabilir
Ya da başka bir şey
Aşkla tersi arasında bir şey
Bilmiyorum, bilseydim
Bunları yazıyor olmazdım.
Bilseydim, gecenin üçünde
Perişan, kayıp bir halde
Bunları yazmazdım
Kusurların, sırların, günahların, yaraların
Birbirine giren bir ağ
İşte buradasın, burada
Seni görüyorum
Seni görüyorum
Seni görüyorum
Yaralarının sert vegeçit vermez zırhına saklanmışsın
Seni insan yapan şeylerin arkasına saklanmışsın,
Tek istediğim bu,
İçeriden ı>e dışarıdan, nisan olan, iyi ve kötü
Tüm istediğim bu.
Her şey
Güzel ile çirkin ve aralarındaki griler
Jasinda Wilder

Hepsi bir çamur gibi birbirine karışmış


Bana bakışlarını fark ediyorum.
Taktığın maskenin arkasında gördüğüm şüphe,
Bir maske olarak kullandığtn gerçekler;
Yumrukların ve dövmelerinin mürekkebi,
İşte buradasın, burada, burada,
Ama tamamen değil, her şeyinle değil,
Bilmiyor musun
Görmüyor musun
Anlamıyor musun
Tek istediğim
istediğim her şey
İstediğim her şey
istediğim her şey
Şensin. ”

Kylie şarkıyı söylerken Oz da sözcükleri hissettiğini, her bir


sözcüğü duyduğunu gösteren bir umutsuzluk ve coşkuyla,
inançsızlığını devam ettirmek için çalıyordu. Oz’un gitar çalışını
ve bunları yalanlamasını izledim. Aralarında samimi bir an oldu.
Sahnede bu kadar bariz bir şeyi çalmak, bu kadar belirgin bir
şekilde söylemek için gereken cesaret beni şaşırtmıştı. Oz açısın-
dansa bu sözcüklerin onunla ilgili, onun için, ona yazılmış oldu­
ğunu bilerek çalmak cesaret gerektiriyordu.
Kylie’nin sesi alçaldı. Oz’un gitarı da sessizleşti. Sadece
Kylie’nin piyanosu kaldı. Tekrar eden kısa ve tiz bir melodiydi.
Efkâr ve özlemi yansıtıyordu.
Alkışlar kulakları sağır ediyordu. Boşluk olan her yerde
büyük bir kalabalık vardı. İnsanlar koridorlardan onları dinle­
meye gelmişlerdi. Gürültü hemen geçmeyince Kylie sırıtarak
mikrofona konuştu. “Millet, Oz’dan bir solo dinlemek istersiniz,
Sensiz 115

değil mi?” Onaylayan bir gürültü olunca Kylie’nin sırıtışı geniş­


ledi. “Evet, ben de istiyorum. Oz, ne diyorsun? Geçen gece bana
çaldığın parçaya ne dersin?”
İki senelik üniversitenin amatörler gecesi her nasılsa konsere
dönüşmüştü.
Oz şoke olmuştu, şaşırmıştı ve huzursuzdu. Kylie’ye baktı.
Kylie ona başını salladı ve gülümsedi. Oz gergin bir şekilde soluk
verdi, sonra tabureye oturdu. Gözlerini kapattı. Tellere neredeyse
farkında olmadan dokundu, düşündü ve başladı.
Daha önce şoke olduysam bile şimdikinin yanında hiç kalırdı.
Çaldığı gitar solosunun eşliğe ihtiyacı yoktu. Kendi söylüyor,
kendi ritmini çalıyordu. Bu böyle devam etti. Ritmin yoğunlu­
ğundan, ağlayan, parçalanan alçak ve yüksek notalardan, alçak
ve ağır, tutkulu ve kızgın notalardan nefes akmıyordun. Kendini
kaptırmıştı, gitarı hafifçe çapraz bir şekilde bacağına dayamıştı.
Gözleri kapalıydı. Yüzünde bir maske vardı sanki. Gitarisderin
çoğunda görebileceğiniz yüz ifadelerinden hiçbiri Oz’da yoktu.
Hafifçe kaşlarını çatması ve çenesini sıkı sıkı kapatması dışında
yüzü ifadesizdi. Sanki sahip olduğu bütün duygular gitara
akıyordu.
En sonunda parmakları tuşenin en üstünden en altına kadar
gitti. En yüksek notaya ulaştığında orada kaldı, notanın uğul­
damasına, yankı yapmasına, inlemesine izin verdi. Nota titredi,
yankı yaptı ve matemli bir şeye dönüştü.
Yavaş yavaş notayı bıraktı. Derin bir sessizlik oldu.
Sessizlik bir, sonra iki alkışa, ondan sonra da kulakları sağır
eden bir gürültüye dönüştü. Ben de onlardan biriydim. Hayran
kalmıştım.
Bu son gösteriydi. Kalın camlı gözlükleri, düzensiz bir kes i
sakalı olan sunucu geldi, herkese katıldığı için teşekkür etti ve
gösteri bitti. Sadece amatörler gecesi için gelen insanlar birer
Jasinda Wilder

ikişer gittiler. Geri kalanlar da ders çalışmaya ve kahvelerini


yudumlamaya devam ettiler. Oz’la Kylie’nin toparlanmasını
beklerken Nell’le kendime kahve aldım.
Masamıza geldiler. Ayağa kalktım ve Kylie’yi kucakladım.
“Seninle gurur duyuyorum, bebeğim!” dedim. “İnanılmaz bir
gösteriydi.”
Kızardı. “Teşekkürler, baba. O kadar heyecanlıydım ki kusa­
cağım sandım.”
“Hiç fark edilmedi.”
Nell de bize katıldı.
“Gerçekten inanılmazdınız, tadım. Bu şimdiye kadar izle­
diğim en güzel performanslardan biriydi. Bunu sadece annen
olduğum için de söylemiyorum.”
Kafamı kaldırıp Oz’a baktım. “Sen yetenekli bir gençsin,
Oz. Senin kalibrende çalabilen belki otuz kişi filan vardır. Dalga
geçmiyorum.”
Başını salladı ve utangaç bir şekilde gülümsedi. “Teşekkürler,
Colt.” Arkadaşlarına sarılan ve onlarla heyecanlı bir şekilde çene
çalan Kylie’yi gösterdi. “Asıl yetenek Kylie. Bütün müzikler ona
aitti. Benim elektro kısmım hariç tabii. Akustik müziğin hepsi
onundu. Sözler, düzenlemeler her şey ona aitti. Oraya çıkmamın
tek sebebi de Kylie’ydi.”
“Sana istek yaptılar, dostum. Amatörler gecesinde. Sana."
Bunun önemini vurgulamadan, onu övmeden edememiştim.
Onda bir şeyler görüyordum. Bu beni hem korkutuyor hem de
ona yardım etmek istememe sebep oluyordu. Bana yardım eden
olmamıştı.
“Evet. Beni birkaç kez daha sahneye çıkmaya ikna etme­
sine izin verebilirim belki. Oldukça eğlenceli bir geceydi. Bok
gibi korkutucuydu ama çok eğlenceliydi.” Suratım buruşturdu.
“Pardon. Küfür etmesem iyi olurdu sanırım.”
Sensiz 117

Güldüm. “Bunun için seni azadayacak değilim, Oz. Nell


olsaydı yapardı ama ben yapmam.”
Birkaç dakika daha konuştuk. Sonra Kylieyle Oz el ele çıkışa
doğru yürüdüler.
Oz’la, ikisiyle ilgili bir sürü sorum vardı. Kızımın güvende
olup olmadığı, onunlayken kalbinin kırılıp kırılmadığı, bu
çocukla yatıp yatmadığı gibi sorular. Sanki bilmek istiyor-
muşum gibi. Yatıyorlarsa bir şey yapabilecekmişim gibi. Yatıyor­
larsa onları durdurmalı mıydım? Giderlerken Oz döndü ve bana
başını salladı. Bu bir teşekkür ifadesiydi. Ben de başımı salladım
ama sol kolunu kaşıdığını da kaçırmadım.
Bu, NelPin yaptığına benzer bir hareketti. Kendine aktif
olarak zarar verdiği zamanlarda deli gibi kollarını kaşırdı. Şimdi,
yani yirmi yıl sonra bile çok üzgün olduğu zamanlarda ya da o
günleri, o hisleri anımsatan bir şeyler olduğunda kollarını kaşı­
yordu.
Bu hareketi Oz’da, kızımın ilgilendiği çocukta görmek beni
deli gibi korkutuyordu. Beni daha çok korkutansa bu konuda ne
yapacağımı bilemememdi.
7
CENNET DOĞUYOR
Oz

“Aman Tanrım, Oz!” Kylie dışarı çıkar çıkmaz çığlık atmaya


başladı. “Bu inanılmazdır
Eşyalarımızı bagajın yanında yere bıraktım ve Kylie’yi
belinden tutarak kaldırdım, havada döndürdüm. “Harikaydık,
değil mi?”
“Aynen öyle. Harikaydık.” Onu yere indirirken Kylie bana
doğru yaslandı. “Bunu yapabileceğimizi biliyordum. Harika bir
histi. Sahneye çıkmaya bayılıyorum. Her zaman yapmak isti­
yorum. Sahne işi ayarlamamız lazım, Oz!”
“Ayarlayacağız, tatlım. Bundan eminim.”
“ Ben emin değildim ama artık eminim.” Mutlu bir şekilde
iç geçirdi.
Kylie’nin arabasının bagajım açtım. Araba annesinindi ama
çoğu zaman, Colt ve Nell bir yere ayrı ayrı gitmek zorunda
kalmadıkça, Kylie’nin kullanmasına izin veriyorlardı. Gitarla­
rımızı, daha doğrusu Kylie akustik gitarın bende kalmasında
ısrar ettiği için gitarlarımı koyduktan sonra beni tanıştığımızdan
Sensiz 119

beri rahatsız eden bir soruyu dile getirdim. “Kylie, neden kendi
araban yok senin?”
Direksiyonun başına geçti ve motoru çalıştırdı. Motor
pürüzsüz bir hırıltıyla canlandı. “On altı yaşıma girdiğimde
annemlerle bir anlaşma yaptık. İki seçeneğim olduğunu söyle­
diler. Birinci seçenekte on altı yaşıma girdiğimde bana araba
alacaklardı ama nereden bakarsan bak kötü bir araba olacaktı.
Eski, kullanılmış, ucuz bir araba. Harçlığımın büyük çoğun­
luğu da benzin ve sigorta masraflarına gidecekti. İkinci seçenek,
mezun olup da kendi arabamı alana kadar beklememdi. Bura­
daki güzellik harçlığımı bir kenara biriktirecek olmam, annemin
güzel arabasını kullanabilecek olmam ve mezun olduğumda
araba almama yardım edecek olmalarıydı. 4.0’ya yakın bir orta­
lamam olduğu için araba konusunda daha çok yardım edecekler.
Özellikle de ceza yemezsem veya kaza filan yapmazsam. Tabii ki
ikinci seçeneği seçtim. Aylık harçlığımın üçte birini bir birikim
hesabına koyuyorum. Ne alacak olursam olayım zaten param
olacak. Bu iyi bir anlaşma oldu. Annemin arabasını alamadığım
zamanlar nadir. O zaman da ya babam beni gideceğim yere bıra­
kıyor ya da bir başkası gelip alıyor.”
Etkilenmiştim. “Çoğu insanın bu gecikmeli sevinci seçece­
ğini sanmıyorum.”
Omuz silkti. “Hayır, muhtemelen seçmezler ama annem ve
babam arabam için en fazla beş bin dolar harcayacaklarını söyle­
diklerinde bu paraya neler alabileceğimi internetten araştırdım
ve beklemeye karar verdim.”
Nashville’in merkezine doğru gidiyorduk. Tam olarak
nereye gittiğimizi bilmiyordum ama sürpriz olmasına izin vere­
cektim.
“Beş bin dolarla güzel bir araba alınabilir, Ky ” Bira/ önyargılı
konuşmuş gibiydim.
120 Jasinda Wilder

Bunu kaçırmadı. “Evet, öyle. Bak... Ben ayrıcalıklıyım,


tamam mı? Bunun farkındayım. Bütün arkadaşlarımın çok
güzel arabaları var. Aileleri onlara ne koşulda olursa olsun her
istediklerini alıyor. Sana bahsettiğim şu kız var ya, hani evinde
kayboldum dediğim? Onun arabası Mercedes-Benz. G serisi.
Birçok insanın evinden daha pahalı o arabalar. Bir kere kaza
yaptı bile. Yani diyorum ki bir seviyeye kadar lükse alışkın oldu­
ğumu biliyorum. Ben böyle büyüdüm. Ailem hâlâ bana bazı
değerleri öğretmeye çalışıyor ve bu güzel bir şey. Ama bazen
rahatsız oluyorum. İsteseler bana bir BMW alabilirler ama bu
onların arabası olur. Benim değil. Ben kendim kazanıp almadım
ki. Sahip oldukları şeyler için kendileri çalıştılar. Sanırım bir
ergen olarak annemlerin bana neden güzel bir araba almadığını
anlayabilmem beni biraz garip gösteriyor.”
“Bence harika bir şey,” dedim. “Gerçekten diyorum. Çoğu
insan hiçbir şeyin kıymetini bilmiyor. Yaşadıkları ev, kullandık­
ları araba. Ne kadar çok şeye sahip olduklarını bilmiyorlar. Sen
biliyorsun ve bu... çok güzel bir şey.”
Bana kaçamak bir bakış attı. “Aslında seninle tanışana kadar
ben de pek kıymetlerini bilmiyordum diyebilirim.”
Güldüm. Bu acı bir gülüş değildi. “Benim nasıl yaşadığımı
görene kadar desene?” Hemen cevap vermedi. Haklı olduğumu
anladım. “Dediğin gibi, ben de böyle büyüdüm. Zenginlikten
fakirliğe düşmüş değilim. O yüzden sen, Ben veya diğerlerinin
yaşadığı gibi yaşamasam da ne kaçırdığımı bilmiyorum zaten.
Ben her zaman meteliksizdim.”
“Kızgın mısın?”
Bunu düşünmek zorunda kaldım. “Bilemiyorum. Kızgın
mıyım? Hayır. Annem sahip olduklarımızı kazanabilmek için
eşek gibi çalıştı. Ay sonunu getirebilmek için her zaman çok
çalıştık. On dört yaşımdan beri kendi paramı kazanıyorum.
Sensiz 121

Onun yanında kalıp kiraya ve diğer masraflara yardım etmem


gerekiyor. Bu yüzden hâlâ onunla yaşıyorum. Çalışa çalışa perişan
oldu, Kylie. Kötü bir döngüye saplanıp kaldı. Bildiğim kadarıyla
üniversiteye filan gidemedi. Beni doğurduğu için gidemedi. Bana
bakabilmek için çalışıp didinip durdu. Sürekli çalıştı ve üniver­
siteye gidecek ne zamanı ne parası oldu. Kendimi bildim bileli
garsonluk yapıyor. Benim için. Kızgın mıyım? Hayır, değilim.
Sahip olduğumuz bu kadar az şey için bile şükrediyorum. Ama
daha fazlasını ister miyim? Evet. Onun için ve kendim için daha
iyisini ister miyim? Tabii ki. Annemin eve yiyecek getirmek ve
başımızın üstündeki çatıyı kaybetmemek için ne kadar çok çalış­
tığını gördüm. Tabii ki kıt kanaat geçinmekten, ucu ucuna yaşa­
maktan daha iyisini istiyorum.”
Kylie Nashville’in merkezindeki ana caddenin oradaki
bir otoparka park ederken muhabbet başka konulara kaydı.
Otoparkın parasını ödedim. Kylie elimi tuttu. Beni Broadway’e,
yani barların ve dükkânların olduğu, Nashville’in ünlü sokağına
doğru çekti. Mevsim kış ve hava soğuk olmasına rağmen kala­
balık bir geceydi. Çiftler ele ele yürüyordu. Aileler, erkekli kızlı
gruplar gülüyor, bardan bara dükkândan dükkâna geziyorlardı.
Beni bir yere götürmeye çalıştığını anladım ve onu takip ettim.
Aradığı kapıyı bulunca durdum.
“Hayır, Kylie. Olmaz.”
Bana sırıttı. “Hadi, Oz. Lütfen. Sadece bir bakalım?” Ceva­
bımı beklemedi. Beni elimden tutarak bot ve şapka satan
dükkâna doğru çekiştirdi.
Dükkânın kapısı eskiydi. Biz kapıyı açınca eski kapı zili
sallandı. Yerler, gıcırdayan ve sallanan tahta plakalarla kaplıydı.
Neredeyse ayağımız ahşabın içinden geçecek gibiydi. İçerisi
deri kokuyordu. Duvarda baş döndürücü sayıda kovboy botu
asılıydı. Mağazanın ortasında sıralar vardı. Sıraların aralarına
122 Jasinda Wilder

kutular, üstlerineyse botlar koyulmuştu. Mağazada kovboy


şapkaları, fötr şapkalar, büyük kemerler vardı. Cam bir dolapta
mahmuzlar, boyun bağları, pahalı altın ve gümüş kemer toka-
ları sergileniyordu. Hayatımda kendimi hiç bu kadar yersiz
hissetmemiştim. Üstümde eski postallarım, bol siyah kot
pantolonum, siyah November’s Doom tişörtüm, üstünde de gri
uzun kollu gömleğim vardı. Saçlarımı ensemde toplamıştım.
Kylie’nin ısrarı üzerine şapka takmamıştım. Metalci olduğum
her halimden belliydi. Tezgâhın arkasındaki adamın kafasının
karıştığını fark etmiştim. Bu pala bıyıklı adam, kocaman beyaz
bir kovboy şapkası, dar bir kot pantolon, kalın bir deri kemerle
parlak oval bir kemer tokasının içine sokulmuş oduncu gömleği
giymişti.
Kapıya doğru gitmeye çalışarak, “Kylie, burada ne arıyoruz?”
diye sordum.
Güldü. “Muhallebi çocuğu gibi davranma, Oz. Sana kovboy
çizmesi alacağız.”
Güldüm. “Tabii, canım. îlk olarak çizme filan alacak param
yok. İkincisi de yok artık. Ben kovboy çizmesi filan giymem.
Ya ben hayatta böyle bir şey giymeyeceğimi söylersem?” Çizme­
lerden birini gösterdim. “Ya da şöyle bir tane?” Gri, gerçek yılan
derisi, parmak ve topuk kısmında metal süsleri olan bir çizmeydi.
Kylie beni geçiştirdi. “Tabii ki onu giymeyeceksin. Sana uyan
bir şey bulmamız lazım.”
“Flaş haber, tatlım: Öyle bir botu burada bulamazsın.” Elle­
rimi ceplerime soktum ve peşinden gitmeyi reddederek olduğum
yerde durdum.
O yürümeye devam etti, çizmeleri inceliyordu. Dükkânın en
sonunda bir şey bulmuş gibiydi. Elinde bir kutuyla yanıma geldi.
“Otur.” Sıralardan birini dizime değene kadar ittirdi. Mecburen
oturdum. “Ayakkabılarını çıkar.”
Sensiz 123

Kollarımı göğsümde kavuşturdum. “Hayır.”


Bir kaşını kaldırdı. “İnat et bakalım. Bana hayır diyemediğini
sen de biliyorsun.”
“Hayır. Hayır. Hayır.” Yalancıktan sert sert baktım. “Gördün
mu?
“Bu gerçekten hayır diyeceğin anlamına gelmiyor. Şimdi
botlarını çıkar, yoksa ben çıkaracağım.”
“Ne bu böyle ya, üç yaşında filan mıyım?”
Her iki omzunu da kaldırdı. “Evet, öyle gibi. Üç yaşındaki
çocuklar gibi davranıyorsun.” Kötü kötü baktım. Huzursuz bir
şekilde ofladı. “En azından bir bak lütfen?” Kutunun kapağını
açtı ve botlardan birini bana uzattı.
Aslında ayakkabı oldukça güzeldi. Daha çok motorcu botuna
benziyordu. Siyahtı, önü kareydi, üst ve topuk tarafında deri bir
kayış vardı ve her iki tarafta kısa birer metal tokayia bağlanı­
yordu.
“Yok artık, Kylie.” Üstünde 300 dolar yazan küçük, beyaz
etikete baktım. “Olmaz. Buna param yetmez. Kötü değiller ama
olmaz.”
Kylie önümde durdu, ayağımı kaldırdı ve bağcıkları çözdü.
“Parayı senin ödemene izin vereceğimi kim söyledi?” Postalımı
çıkardı. Ben de sesimi çıkarmadım. “Oz, lütfen. Şu botları dener
misin?”
İç geçirdim. “Tamam. Ama sen ödemeyeceksin.”
“Evet, ödeyeceğim. Harikaydık, Oz. Seninle gurur duyu­
yorum.”
Ayağımı ayakkabının içine yarı yarıya sokmuştum ki durdum.
“Benimle gurur mu duyuyorsun?” Bu lütufkârlık imasına kızsam
mı, sevinsem mi bilemedim. Sanırım her ikisinden de biraz vardı.
Kylie kafasını kaldırıp baktı. Karmaşık tepkim yüzüme
yansımış gibiydi, “öyle değil... Sanki küçümsüyor gibi oldu,
124 Jasinda Wilder

değil mi? Ben sadece çok sevindim. Çok eğlendim. Senin de


benim kadar gergin olduğunu biliyordum ama yine de yaptın.”
Ayağımı bota soktum. Sonra diğerini de giydim. Giydiğim
en rahat bodar olmalarından nefret etmiştim. “Ne demek istedi­
ğini anladım. Teşekkürler.”
“Nasıl oldular?”
Bir kaşımı kaldırdım. “Pahalı oldular. Hem de çok pahalı.”
“Ama güzel oldu, değil mi?”
îç geçirdim. “Evet. Çok rahadar. Ama sen bunları...” Kylie
kutuyu aldı ve tezgâha götürdü. Ben gözümü bile kırpamadan
banka kartını çıkardı.
O üç yüz dolarlık alışverişi yaparken ben öylece onu izledim.
Yanıma geldi, eski bodarımı kutuya koydu ve bana sırıttı.
Nispet yaparcasına sırıtarak, “Aldım bile,” dedi.
“Kylie...”
Elimden tuttu. Beni mağazadan çıkarmasına izin verdim.
Botlar gerçekten çok, çok rahattı. Çok da güzel görünüyordu.
Sokağa çıktığımızda beni dükkânla barın arasındaki duvara
doğru ittirdi ve bana doğru yaslandı. “Sadece teşekkür et, Oz.
Bu bir hediye. Bana hayatımın en güzel gecesini yaşattığın için
teşekkür niyetine. Seninle sahneye çıkmak büyülü bir şeydi.
Hayır işi de değil, sen kendin alamıyorsun diye yapmadım bunu.
Bunu seni ayağında harika bir motorcu botuyla görmek iste­
diğim için yaptım. Sadece istediğim için. Bunu yapabileceğim
için. Bu bir teşekkür hediyesi. Bu bir ‘lütfen, lütfen benimle
yeniden sahneye çık’ rüşveti.”
Dayanamadım ve ellerimi sırtına götürdüm, kalçalarının
hemen üstüne koydum. “Kylie.” Alnımı alnına değdirdim. “Sen
imkansız birisin.”
Bana gülümsedi. Dudakları benimkilere yaklaşıyordu. “Bili­
yorum. Bu bir yetenek.”
Sensiz 125

“Birçok yeteneğinden sadece biri.” Onu öptüm. Kalabalık


bir caddede bile kararlılığımın gittikçe azaldığını hissedebili-

Bu zamana kadar onunla yatmayı reddetmiştim. Bunu isti­


yordum. O da istiyordu ama... yapmıyordum işte. Bekliyordu.
On sekizinci doğum gününe daha birkaç hafta vardı. O bir
bakireydi. Ben... değildim. Kesinlikle değildim. Hem de hiç
değildim. îlk seferinin benimle olmasını istediğini sanıyordu
ama o daha iyisini hak ediyordu. Romantizmi hak ediyordu. Aşkı
hak ediyordu. Ona bunları verebileceğimden emin değildim.
Ondan hoşlanıyordum. Yaptığı şeyleri takdir ediyordum. Yete­
neklerini. Güzelliğini. Masumiyetini. Bu sebeplerle tek yapmak
istediğim kendimi ona gömmek, onu öpmek ve hiç durmamak,
onu soymak, onu hamur haline getirmek, nefessiz bırakmak,
kendime ayırmakken onu reddediyor, ona hayır deyip duruyor,
kendimi ondan uzaklaştırıyordum.
Ama bunları yapamazdım. Ben o erkek değildim. Ona göre
değildim.
O yine de direniyor, hayırı cevap olarak kabul etmiyor, beni
yenebileceğini düşünüyordu. Beni baştan çıkarabileceğini düşü­
nüyordu. Bu konuda haklı olabilirdi.
Öpücük sona erdi. Kylie kafasını kaldırdı ve nefes nefese,
kızarmış bir halde bana baktı. Aldığı her derin nefes, mor kaza­
ğının içindeki inanılmaz güzel ve iri memelerini şişiriyordu.
Bana takılıyor, beni kızdırıyor ve baştan çıkartıyordu. Bu dekol­
teli bir kazaktı. Hatlarına yapışıyordu ve göğüs çatalının ağzımı
sulandıracak kadar geniş bir kısmını gözler önüne seriyordu.
“Oz. Beni size götür. Lütfen. "Sesi bir fısıltı, yalvarıştı.
“Hayır.”
Suratını astı. “Niye? Benim ne sorunum var?”
İnledim. “Yapma, Kylie. Bu konuyu binlerce kez konuştuk.”
Jasinda Wilder

Kollarım boynuma doladı, kulağıma doğru nefes alıp verdi.


Dayanamıyor, kendimi tutamıyordum. Nefesinin sıcaklığı,
teninin kokusu baş döndürücüydü. Neden ona göre olmadı­
ğımı unutmama sebep oluyordu. “Benim imkânsız olduğumu
söyledin ama sana sunulan şeyi almayarak aptallık eden sensin.
Sana ait olan şeyi.”
"Bu bana ait... Sen bana ait değilsin. Tanrım... Niye sürekli
bu konuyu konuşuyoruz?”
“Çünkü seni istiyorum.” Kulak mememi ısırdı. “Sense beni
hayal kırıklığına uğratıyorsun. Beni deli ediyorsun.”
“Güzel. Deli ol. Fırtına gibi es. Arkana bakmadan git. Ben
senin için en iyi olan şeyi yapıyorum.”
Benden uzaklaştı. Artık gerçekten kızmıştı. Onu takip
ettim. Beni görmezden geldi. Bir ara sokağa girdik. Aniden
durdu. Beni neredeyse sert bir hareketle itti. Sendeledim,
dengemi kazandım.
Sonra üstüme adadı. Kollarını ipekten bir kerpeten gibi
boynuma dolamıştı. Bacaklarını yerden kaldırmış bacaklarıma
dolamıştı. Pantolonumun içinde taş gibi serttim. Onu kalça­
sından tutuyor, dar pantolonunun sardığı yumuşak kasları
elimde, dudaklarını dudaklarımda hissediyordum. Onunla
sarhoş olmuştum. Ben aziz filan değildim. İyi bir insan değildim.
Zaten olay da buydu. Ben iyi, kibar biri değildim ve o tamamen
üstüme çıkmıştı. Böyle kararlı bir saldırıya direnemiyordum.
Ona sarıldım ve onu duvara doğru bastırdım, öpücüğüne
karşılık verdim. Onu kalçalarımla olduğu yere sabitledim
ve avuçlarımın kalçasını, belini, bacaklarını okşamasına izin
verdim. Onu içime çekiyordum, nefesini ciğerlerime çekiyor,
dilini yalayıp yutuyor, vahşi masumiyetini, günahın tadını almış
bir bakirenin açlığını tadıyordum. Ben, Kylie’nin istediğini
Sensiz 127

sandığı bir zehirdim ve onu kendinden, kendimden kurtarmak


için iyiliği kullanmaya çalışıyordum.
Geri çekildim, onu yere bıraktım. Titriyor, ayakta zor duru­
yordu. Benim de dizlerim tutmuyordu ama yine de ondan uzak­
laştım.
“ Bana benim için en iyi olanı söylemeye nasıl cüret edersin?”
Kızmıştı, öpüşme de öfkeyle gerçekleşmişti zaten. Parmak­
larını dudaklarına koydu. Sanki ağzımın onun ağzındayken
verdiği hissi kaydetmek ister gibiydi. “Sen kendi kararlarını
kendin verdin, Oz. Sen sensin. Başka kimse sana ne yapman
gerektiğini söylemiyor. Ya ben de aynı özgürlüğe sahip olmak
istersem? Ben her zaman annemlerin istediği şeyi yaptım. İyi,
güvenli ve doğru olduğuna inandığım şeyleri. Onları sevdiğim
ve benimle gurur duymalarını istediğim için iyi bir kız oldum.
Bunlar doğru tabii. Ama bir şey söyleyeyim mi? Ben onlar
için bakire kalmadım. Bekâretimi onlar için korumadım.
Beklemem için kendi sebeplerim vardı. Benim için doğru
erkeği bekledim. Çünkü bazı şeyler duydum. Arkadaşlarımın
birini bulup o kişiyle yattığını da gördüm. Bazıları pişman
oldu, bazıları olmadı. Bazıları kendilerini baskı altında hissetti,
bazıları hissetmedi. Bense kendi istediğim zamanda, önem
verdiğim biriyle yapmak istediğimi biliyordum. Bana önem
veren biriyle. Bunun aşk olması gerekmiyor. Daha gencim.
İki hafta içinde on sekizime gireceğim. Annem ve babamın
ya da Jason ve Becca’nınki gibi bir aşkı bulmak için önümde
uzun bir hayat var. Bunu beklemiyorum ki senden. Sen de
aynı şekilde hissedersen mutlu olurum. Çok mutlu olurum.
Bence sen harika birisin ve ben buna birlikte sahip olabile­
ceğimizi görebiliyorum. Gerçekten görüyorum, Oz. Ama bu
şekilde olmak zorunda değil. Hemen veya hiçbir zaman olmak
zorunda değil. Senin kendi planların olduğunu biliyorum
128 Jasinda Wilder

Nashvilleden eninde sonunda taşınacağınızı biliyorum. Ne


olursa olsun seni burada tutmaya çalışmayacağım. Ama yine
de ilk seferimin seninle olmasını istiyorum. Berıim istediğim
bu. Bir şey söyleyeyim mi? ' Kollarını beline doladı ve yaklaşık
bir metre mesafeden bana baktı. İnsanlar kaldırımda yürüyor,
arabalar korna çalıyorlardı. Her yerden müzik ve çeşitli grup­
lardan ahenksiz sesler geliyordu. “Bence sen korkuyorsun.
Benden. Kendine beni kendinden koruduğunu söylüyorsun
ama bence sen korkuyorsun çünkü ben senin anlamadığın
şeyler hissetmene sebep oluyorum.”
"Kylie...”
"HAYIR! Daha bitirmedim.” Bana doğru geldi. Gözleri o
kadar ateşli ve alev alevdi ki kafamı çeviremedim. Kızdığı zaman
büyüleyici oluyordu. “İkimizin arasındaki şey? Kötü bir şekilde
de bitebilir. İncinebilirim de. Ama bak ne diyeceğim! Umurumda
değil! Daha önce hiç kalbim kırılmadı ki. Belki bu riski almak
istiyorum çünkü bu, korkup sıkıcı bir hayat yaşamaktan daha
iyi. Arkadaşlarım var. Ben var. Ailem var. Ama hiçbiri yeni bir
şeyler yapmam için meydan okumadı bana. Hayatta hiçbir şeyi
riske atmak zorunda kalmadım. Kalbimin kırılması riskini de
almadım. Seninle bu riski alıyorum. Senin sözlerine göre, senin
benim için kötü olduğunu bilerek bu riski alıyorum. Evet, Oz
anladım, sen kötü çocuksun. Serserisin. Kavgalar ediyorsun,
kara listeler oluşturuyorsun, motorun var. Bütün o stereotip
şeyleri var sende. Anladım. Ben seni değiştirmeye çalışmıyorum.
Sadece senden bir parça istiyorum.”
Arkamdaki duvara yaslandım ve ne söyleyeceğimi düşündüm.
Ben bir stereotip miydim? Bu kısım beni biraz rahatsız etmişti.
Ama yine de gerçekler değişmiyordu. Onu incitmek iste­
miyordum. Kalp kırıklığını bilmediği belliydi, yoksa bu kadar
rahat konuşamazdı.
Sensiz 129

“Tamam, anladım. Bir şey diyeyim mi?” Ona doğru bir


adım attım. “Bunları burada konuşmak istemiyorum. Bunları
konuşmak mı istiyorsun? O zaman gidelim. Bize gidelim.”
Hiçbir şey söylemedi. Topuklarının üstünde döndü ve
arabaya doğru yürüdü. Onu takip ettim. Kalçasının kot panto­
lonunun içinde salınışını, omuzlarındaki gerilimi izledim ve eve
gidince ne halt söyleyeceğimi merak ettim. Hiçbir fikrim yoktu.
Kız haklıydı. Çok haklıydı. Bu onun seçimi olmalıydı. Üstelik
ben korkuyordum.
Bizim eve giderken yol boyu sessiz kaldık. Radyo kapalıydı.
Kylie yanağının içini ısırıyordu. Kızgın ve gergindi. Ne yapa­
cağımı bilmiyordum. Kafam karışıktı, gergindim. Neler düşün­
düğümü, gerçekten ne istediğimi, nelerden korktuğumu, bana
neden daha önce hissetmediğim şeyler hissettirdiğini ve bu
konuda ne yapacağımı düşündüm.
İçeri girerken onu yanımda tuttum. Yatak odamın kapısını
kilidedim ve oturdum. Bir sigara çıkardım ve yaktım. Kylie’nin
yatağımdaki kirli pantolonları ve tişörderi bir kenara çekerek
oturacak bir yer bulmasını bekledim. İçerisi karman çormandı
ama onun umurunda değil gibiydi.
Dumanı üfledim. Elimi dumanın içinden geçirdim. “Ky,
bak. Birçok konuda haklısın. Benimle ilgili konularda. Bana
hissettirdiğin şeylerden korkmam konusunda. Evet, korku­
yorum. Belki de çok korkuyorum ama bundan fazlası var. Senin
için hissettiğim şeylerin çok ve yoğun olmasından korkuyorum.
Daha önce kimseye sana yakın olduğum kadar yakın olmadım.
Bundan da fazlası var? Gerçekleri duymak ister misin? Söyle­
yeyim.” Zalim olacaktım. “Ben bakire değilim, tamam mı?
Sanırım bunu biliyorsun. İlk kez seks yaptığımda dokuzuncu
sınıftaydım. Biloxi, Mississippi’de. Nina adında Kübalı bir kızla.
Kız benden iki yaş büyüktü ve... tecrübeliydi. Beni istiyordu,
130 Jasinda Wilder

beııim de onu istememi sağlamıştı. Çok bir şey olmadı. Kafayı


bulduk. Beni öptü, bana dokunmaya başladı ve oldu işte. İlk
seferim böyleydi ama son olmadı. Ondan sonra seks... sadece
neler olacağını bilen kızlarla oldu. Birlikte ot içiyorduk, sevişi­
yorduk ve ayrı yollara gidiyorduk. Dahası yoktu.”
Kylie sarardı. “Neler olacağını bilen kızlar mı?” Acı bir sesle
konuşuyordu. Kırılmış gibiydi. “Bu ne demek?”
“Bundan fazlasının olmayacağını bilmek demek. Orada
oturup hislerden bahsedilmeyecek demek. Karmaşa olmayacak
demek. Sadece seks.”
Sözlerimle irkildi. Bakışlarını indirdi. “Daha önce seksin
senin için bir anlamı yok muydu?”
“Hayır.”
“Hiç... âşık oldun mu?”
Güldüm. “Evet, oldum. Bir kere. Atlanta’da lise sondaydım.
Kızın adı Amy Peretti’ycU- Üst sınıftan, beyaz bir kız. Popüler
değil, yalnız da değil. Güzel ama mükemmel değil. Ama...
iyi biri. Gerçekten iyi biri. Kimyada laboratuvar partne­
riydik. Orada burada takılmaya başladık. Öğlenleri birlikte
oturmadık ya da arkadaşlarıyla takılmadık ama koridor­
larda konuşuyorduk. Bir kez alışveriş merkezinde karşılaş­
mıştık. Öyle dolaşıp çene çalmıştık. O... beni olduğum gibi
gören ilk insandı. Yeni çocuk olmam dışında başka şeyler
gören, her zaman ceza alan, kavgalar yüzünden uzaklaştırılan
çocuk olmam dışında başka şeyler gören biri. Ondan hoşla­
nıyordum. Sene sonunda ona âşık olduğuma ikna olmuştum.
Onu görmek için bahaneler yaratmaya başladım. En sonunda
cesaretimi topladım ve ona çıkma teklifi etmeye karar verdim.
Güller filan aldım.” Yutkundum, hikâyeyi yeniden yaşamadan
anlatmaya çalışıyordum. “Okuldan sonra onu koridorda,
dolabının yanında yalnız yakaladım. Gülleri verdim, benimle
Sensiz 131

çıkar mısın diye sordum. Bana boş boş baktı. Şaşırmıştı, hatta
panik olmuştu. Şimdi bile onu duyabiliyorum, söylediği her
sözcüğü hatırlıyorum. ‘Ah, Oz. Kusura bakma. Sadece arkadaş
olduğumuzu bildiğini düşünmüştüm. Sen çoğu insanın bildi­
ğinden çok daha iyisin ama... seninle çıkamam. Özür dilerim.’
Sonra dönüp gitti. O kadar. Sene sonuna iki hafta vardı. Kalan
derslere gitmedim. Yazın ders almak zorunda kaldım ama
oraya gidip onunla yüz yüze gelmemin imkânı yoktu. Canım
gerçekten yandı, Kylie. Gözlerindeki o bakış. O şaşkınlık. O
acıma. Benim gibi birisi nasıl olur da onun gibi birisi için
yeterli olacağını düşünebilirdi ki? En kötüsü de... hiç kötü
davranmamasıydı. Gülmedi, benimle dalga geçmedi. Benim
ona çıkma teklifi ettiğimi kimseye söylediğini de sanmıyorum.
Ama... bunu düşünmüş olmama bile o kadar şaşırmış gibiydi
ki. Her zaman arkadaş kalacağımız kesinmiş gibi. Gülleri de
geri vermişti.” Tekrar güldüm. Bu kızgın, acı bir gülümse­
meydi. “Otuz dolar boşa gitmişti. Gülleri okulun sekreterine
vermiştim.”
Kylie, konuşurken öylece elimde tuttuğum sigarayı elimden
aldı. Kül uzundu, sigaranın ucundan sarkıyordu. Küllüğün
üstüne tuttu, filtre kısmına hafifçe vurdu. İkimiz de gri külün
dökülüp şeklini kaybetmesini izledik. “Bu çok kötü olmuş.
Ve üzücü.” Filtreyi dudaklarına koydu ve içine çekti. Dumanı
içine çekince öksürmemesinden, biraz içinde tutup burnundan
vermesinden nefret ettim. Yanında ben yokken sigara içmi­
yordu. Daha bütün bir sigarayı bitirdiği de olmamıştı. Bir iki
fırt alıyordu ama bu kadarı da yeterliydi. O ilk seferden sonra
yanında ot filan içmemiştim. Böyle kalmasına da kararlıydım.
“Oz, ben o değilim. Ben onun gibi değilim,”
Kafamı salladım ve sigarayı elinden aldım. “Biliyorum,
tatlım. Konu bu değil.”
Jasinda Wilder

O zaman konu ne?” Kalçasının üstünde döndü ve bağdaş


kurarak yüzü bana dönük olacak şekilde oturdu. “Gerçekten
anlayamıyorum. Benim için yeterince iyi olmadığını mı düşü­
nüyorsun?”
îç geçirdim. “Tanrım. Güven sorunlarım varmış gibi konu­
şuyorsun. Öyle bir şey değil. Ben kim olduğumu biliyorum ve
bundan memnunum.” Odamı gösterdim. “Benim hayatım bu,
Kylie. Bundan sonra sahip olabileceğim şeyler de bu kadar işte.
Şehrin boktan tarafında boktan apartman daireleri. Sana bundan
fazlasını veremem. Hiçbir zaman değilse de çok uzun süre.
Oraya ulaşmak, fark edilmek yıllarca çalışmak demek. Bu arada
hayatım savaş bölgelerinden fırlama gibi görünen mahallelerdeki
tek göz odalarda, fasulye, pirinç, makarna yemekle geçecek. Belki
hayatta bir yerlere geleceğim. Bundan daha fazlasını istiyorum,
Kylie. Gerçekten istiyorum ama bundan fazlasını veremem. Ben
aptal biri değilim, tamam mı? Birini arzulamak, hatta birine âşık
olmak bile ona bakabilmen için yeterli değil. Bunlar faturaları
ödemez. Sana yiyecek ve kira parası vermez. Hele senin alışkın
olduğun, hak ettiğin hayatı hiç yaşatamaz.” Gözlerimi sımsıkı
kapattım ve sigaranın ucundaki ateşin parmakuçlanma değdi­
ğini hissettim. Sıcaklığı hoş karşıladım. “O yüzden olmaz, Ky.
Bu benim yeterli olmamamla ilgili değil. Konu sensin. Senin
daha iyisine layık olman.”
Sigaranın tenimi yaktığını hissettim ve sesimi çıkarmadım.
Bu sayılmazdı, sonuçta kasten yapmıyordum. Bu, dikkatsizliğin
bir sonucu olacaktı.
“Of, Oz n Sigaranın elimden alındığını hissettim. Gözle­
rimi açmadım. Bakışlarını üzerimde hissediyordum. Masmavi,
sıcacık, karmaşayla dolu, kızgın ve aç. “Benim neye layık oldu­
ğumu belirlemek sana kalmadı. Geleceğime karar vermek sana
kalmadı. Ben bunların hiçbirini umursamıyorum ki. Ya sana
Sensiz

tek göz odalarda yaşamak istiyorum desem? Savaş bölgelerinden


fırlama mahallelerde yaşamayı, makarna filan yemeyi öğrenirim
desem? Seninle olmak için bunlar gerekiyorsa bu şekilde yaşa­
maya gönüllüyüm desem? Ve hepsine değer desem? Bunlar
kulağa eğlenceli geliyor mu? Hayır. Bunları istiyor muyum?
Hayır. Ama seni istiyorum. ”
Bir elini bacağıma koyduğunu hissettim. Bacağımdaki daha
tam iyileşmemiş yara acıyınca yüzümü buruşturdum. Kylie
öne doğru eğilip bir bacağını üstüme atınca yatağın çöktü­
ğünü hissettim. Kucağıma oturmuştu. Ağırlığının bacağımda
yarattığı hafif acı onu üstümden kaldırmaya yetmezdi. Yanak­
larımı avuçladı. Nazik dokunuşunu bu kadar çok sevmekten,
bunun bu kadar doğru gelmesinden nefret ediyordum. Nefret
ediyordum çünkü bu onu istemiyormuşum gibi hareket etmemi
zorlaştırıyordu. Ona ihtiyacım yokmuş gibi. Onu arzulamıyor-
muşum gibi. Onu hayatıma her gün her şekilde sokabilmek için
her şeyimi vermeyecekmişim gibi. Ona bütün sırlarımı söyle­
meyecek, bütün yaralarımı, bütün günah ve gölgelerimi göster­
meyecekmişim gibi. Şimdiden beni herkesten iyi tanıyordu.
Kendimi yaktığımı, ot içtiğimi biliyordu. Kemiklerimin kırıl­
dığını görmüştü. Bilmediği tek sır, babamın kim olduğunu, ona
ne olduğunu, benim de ona benzeyip benzemediğimi, iyi mi,
yoksa kötü mü, ezik mi, yoksa serseri mi, zengin piçi mi, yoksa
ortalama biri miydi bilmeye ne kadar çok ihtiyaç duyduğumdu.
Beni neden terk ettiğini. Neden onu tanıyabileceğim kadar uzun
süre kalmadığını. Neden bana babalık yapmadığını ve annemin
onunla ilgili konularda neden bu kadar tuhaf davrandığını. Hiç
kimse bu ihtiyacın ruhuma ve psikolojime nasıl işlediğini bilmi
yordu.
Kylie kucağımda oturuyor, yüzümü tutuyordu. Bekliyordu
Gözlerimi açtım. Masmavi gözlerindeki savunmasızlık ben»
Jasinda Wilder

yakıp kavurdu. Sessiz ama jilet kadar keskin bir kararlılıkla


bana yalvarıyordu. Dizleri kalçamdaydı. Dar kot pantolonunun
içindeki bacakları güçlü ve sıkıydı. Nefes alıp verişi pürüzlü ve
kabaydı. Tenimdeki elleri titriyordu. Saçları bakır rengi dalga­
lardan ve gevşek kıvrımlardan oluşuyordu. Teni porselen gibiydi
ve burnuyla boynunda çiller vardı. Her bir çili öpmek, tenin­
deki her bir çili tek tek saymak istiyordum. O an seksin bir
anlamı olabileceğini anladım. Bundan önce sadece güzel bir
histi o kadar. Hayatımdan, acımdan, fakirliğimden ve sorunla­
rımdan bir kaçış sunuyordu o kadar. Kızlar seksi ve istekliydi
ama birlikte geçirdiğimiz zamanlar anlıktı, geçiciydi. Çıplaklığa
rağmen savunmasızlık yoktu. Birbirimizi bir daha hiç görme­
yeceğimizi biliyorduk. Bu yüzden kusurlar görmezden gelinebi­
liyor, hatalar kapatılıyordu. Bir saat içinde gitmiş olacaktım. O
da öyle. Ama Kylie’yle böyle olmayacaktı. Böyle olamazdı. Çok
şey paylaşmıştık. Birbirimizin yumuşak, kolay incinen taraflarını
görmüştük. Ona metalci tişörtlerin, dövmelerin, küfürlerin ve
şiddetin altında nasıl biri olduğumu göstermiştim.
Kylie benim hiçbir özelliği olmayan bir adam olduğumu
görmüştü.
Yine de buradaydı, beni istiyor ve onu kendimden korumama
engel olmaya çalışıyordu. Özel biriymişim gibi davranıyordu.
Kylie’nin bakışları benimkilere kilitlendi. Aklım, kalbim
ve ruhum pes etti. Onun haklı olduğunu biliyordum. Onun
için doğru ve yanlı* olan şeyleri nasıl ben belirlerdim ki? Beni
olduğum gibi istiyorsa onu neden reddediyordum? Dudaklarımı
yaladım ve bunları söylemeye hazırlandım ama o önce davrandı.
“Oz, kendimi senin önüne atıyorum. Seni istiyorum. Seni
önemsiyorum* Senin için güçlü, kafa karıştırıcı ve korkutucu
şeyler hissediyorum ve bunları içimde tutmaya çalışmıyorum.
Buradayım, sana seni istediğimi söylüyorum. Olduğun gibi,
135

bu halinle. Ama sen beni reddedip duruyorsun. Bir kez daha


kendimi ileri sürüyorum.” Gözlerinde korku vardı. Uzun, derin
nefesler aldı. Elleri titriyordu. Bakışları beni incelerken tered­
dütlüydü. “Beni yine reddetme, Oz. Bana yaşımın küçük oldu­
ğunu veya benim için yeterince iyi olmadığını söyleyip durma.
Çünkü... beni istemezsen gideceğim. Benimle olmaya korku­
yorsan, benimle gerçekten olmaya korkuyorsan, ne olursa olsun,
kim ne düşünürse düşünsün, seni rahat bırakacağım. Artık
seninle arkadaş olamam. Bundan çok daha fazlasını istiyorum.
Şimdi bana ne istediğini söyle, Oz.”
Ellerini yüzümden çekti. Geriye çekildi ve bacaklarımın
üstüne oturdu. Saçlarını geriye attı. Donmuştum, büyülen­
miştim, konuşamıyordum. Güzelliği bana fazla geliyordu.
Heykel gibi oyulmuş hatları, kişiliğine ve beyaz, pürüzsüz,
mükemmel, yumuşak tenine uyan ateşli saçları, ölünecek bir
vücut. Dünyayı yönetecek tutkulu bir yetenek. Burada, benimle.
Benimle birlikte. Beni istiyor. Tanrım, her şeyimi istiyordu. Onu
nasıl reddedeceğimi bilemiyordum.
Bir gün, nasıl olursa olsun, onu incitecektim. Bunu bili­
yordum. Ama yine de onu reddedemiyordum.
Ellerini bacaklarına sildi. Sonra kollarını karnına doğru
çaprazladı. Kazağının ucunu tuttu. “Bana gitmemi söyle, Oz.
Bana bunu istemediğini söyle. Bana bunu hak etmediğini söyle.”
Sonra yavaş yavaş kazağını kaldırmaya başladı. Beyaz teninden bir
parça, göbek deliği göründü. Tanrım, bu kadarcık teni görünce
bile kalbim gümbür gümbür atmaya başlamıştı. “Beni durdur,
Oz. Gerçekten bu işte benimle birlikte değilsen beni durdur.
Benimle sonuna kadar gitmeyeceksen bunu sana vermeyeceğim.
Ama seni istiyorum. Senin de beni istediğine inanıyorum. Sen
kendinden korkuyorsun ama ben korkmuyorum. Bu son ^ııiMn,
Oz. Ellerimi tut ve beni durdur. Çünkü durdurmazsan arrık
136 Jasinda Wilder

benimsin demektir. Ben de şeninim. Ne olursa olsun, güzel ve


mükemmel bir şeyimiz olacak. Devam ettiği sürece, bir anlam
ifade edecek.”
Konuşabilme yeteneğim gitmişti, bitmişti. Kazağını yavaş
yavaş kaldırıyordu. Şimdi sutyeninin altına kadar gelmişti. Her
derin nefesinde kaburgaları görünüyordu. Konuşamıyordum
ama onu reddedemiyordum da. Dur diyemiyordum. Onu
gönderemiyordum. Çünkü ben de bir şeyler hissediyordum.
Evet, kendimden korkuyordum. Boktan dairelerden kurtu-
lamamaktan, annem gibi olmaktan, ucu ucuna yaşamaktan,
hiçbir baltaya sap olamamaktan, binlerce kilometre yol alıp
hiçbir yere varamamaktan korkuyordum. Aptal bir şey yapıp
hapse girmekten veya ölmekten korkuyordum. Bir sürü kötü
mahallede büyüyünce bunlardan korkmayı öğreniyordu insan.
Ambulansların gelip gidişini, polis arabalarını, insanların
sistemin içinde veya morglarda kayboluşunu izliyor ve kendinin
de aynı noktaya gelip gelmeyeceğini merak ediyordun. Ben
böyle olmak istemiyordum. Bu bana göre değildi. Tabii ki
Kylie’ye göre de değildi. Daha fazlası olabilir miydim? Belki.
Umarım.
Ama şimdi bunların hiçbiri önemli değildi. Tek önemli olan
şu anda bir kızın kucağımda oturduğu, istekli bir striptizle kaza­
ğını yavaş yavaş kaldırdığı ve bana onu yeniden reddetmem için
meydan okuduğuydu.
Onu reddedemeyeceğimi biliyordu.
Boğazım kurumuştu, kasılmıştı. Kalbim göğsümde iki kat
hızlı atıyordu. Ellerimi bacaklarına doladım, sonra beline, solgun
tenine ulaştım. Gözleri irileşti. Burun delikleri genişledi. Gözle­
rindeki korku, paniğe benzer bir şeye dönüştü ama durmadı.
Avuçlarım tenini okşuyordu. Başparmaklarım siyah sutyeninin
ucunu ve kaburgalarını takip ediyordu.
Sensiz 137

“Oz?” İşte şimdi durdu. Kazak göğüs kısmında, altındaki


sutyenin kenarında kalmıştı. “Ne istiyorsun?”
Konuşmam lazımdı. Bunu duymayı hak ediyordu. “Seni isti­
yorum.” Sesim pürüzlü bir fısıltı olarak çıkmıştı ama yine de
beni duymuştu.
Kolları kalktı, sırtını dikleştirdi. Mor kazak kalktı ve saçları
boşluktan geçip sırtına döküldü. Gözlerimi kırpıştırıyor, nere­
deyse hiç nefes alamıyordum. Ellerim vücudunun yan taraflarına
ulaştı, omurgasını takip etti. Kafasını indirmişti, gözleri kapa­
lıydı. Gergindi. Titriyordu. Ona güven vermemi bekliyordu.
“Çok güzelsin, Kylie.” Sözcükler dudaklarımdan zorlukla
çıkıyordu ama dediklerimi duyunca omuzları çöktü. “Çok çok
güzelsin. Anlatmaya sözcüklerin yetmeyeceği kadar güzelsin.”
Gözlerini açtı. Gözlerinin dolduğunu gördüm. “Korku­
yorum, Oz. Üstümü çıkardım ama korkuyorum.”
“O zaman üstünü giy, tatlım. Acelemiz yok. Bir yere kaçtığım
yok.”
Burnunu çekti, kafasını salladı. Gözlerinin altını iki parma­
ğıyla sildi. “Hayır. Üstümü çıkardığım için korkmuyorum.
Korkuyorum çünkü... Ya bunu yaparsak ama düşündüğüm gibi
olmazsa? Ya sen... benimle oynuyorsan? Ya istediğini alıp beni
bırakırsan? O kadar çok ihtimal var ki, Oz. Hiçbirine inanmı­
yorum ama yine de orada durup beni korkutuyorlar.”
“Senden istediğimi alıp gidecek olsaydım bunu çok uzun
zaman önce yapardım.”
“Biliyorum,” dedi. “Sana inanıyorum. Sadece... şimdi seninle
olmak gerçeğe dönüşünce hepsi kafama üşüştüler.”
“Kafanda başka neler var?”
Bir omzunu kaldırdı ve küçük, güvensiz bir hareketle omuz
silkti. “Çok şey var. Ya iyi değilsem? Ya ne yapacağımı bile­
mezsem? Ya sonuna kadar gidemeyecek kadar korkarsam? Ya
Jasinda Wilder

Ivııimsin demektir. Ben de şeninim. Ne olursa olsun, güzel ve


mükemmel bir şeyimiz olacak. Devam ettiği sürece, bir anlam
ifade edecek.”
Konuşabilme yeteneğim gitmişti, bitmişti. Kazağını yavaş
yavaş kaldırıyordu. Şimdi sutyeninin altına kadar gelmişti. Her
derin nefesinde kaburgaları görünüyordu. Konuşamıyordum
ama onu reddedemiyordum da. Dur diyemiyordum. Onu
gönderemiyordum. Çünkü ben de bir şeyler hissediyordum.
Evet, kendimden korkuyordum. Boktan dairelerden kurtu-
lanıamaktan, annem gibi olmaktan, ucu ucuna yaşamaktan,
hiçbir baltaya sap olamamaktan, binlerce kilometre yol alıp
hiçbir yere varamamaktan korkuyordum. Aptal bir şey yapıp
hapse girmekten veya ölmekten korkuyordum. Bir sürü kötü
mahallede büyüyünce bunlardan korkmayı öğreniyordu insan.
Ambulansların gelip gidişini, polis arabalarını, insanların
sistemin içinde veya morglarda kayboluşunu izliyor ve kendinin
de aynı noktaya gelip gelmeyeceğini merak ediyordun. Ben
böyle olmak istemiyordum. Bu bana göre değildi. Tabii ki
Kylie’ye göre de değildi. Daha fazlası olabilir miydim? Belki.
Umarım.
Ama şimdi bunların hiçbiri önemli değildi. Tek önemli olan
şu anda bir kızın kucağımda oturduğu, istekli bir striptizle kaza­
ğını yavaş yavaş kaldırdığı ve bana onu yeniden reddetmem için
meydan okuduğuydu.
Onu reddedemeyeceğimi biliyordu.
Boğazım kurumuştu, kasılmıştı. Kalbim göğsümde iki kat
hızlı atıyordu. Ellerimi bacaklarına doladım, sonra beline, solgun
tenine ulaştım. Gözleri irileşti. Burun delikleri genişledi. Gözle­
rindeki korku, paniğe benzer bir şeye dönüştü ama durmadı.
Avuçlarım tenini okşuyordu. Başparmaklarım siyah sutyeninin
ucunu vc kaburgalarını takip ediyordu.
137

“Oz?” işte şimdi durdu. Kazak göğüs kısmında, altındaki


sutyenin kenarında kalmıştı. “Ne istiyorsun?”
Konuşmam lazımdı. Bunu duymayı hak ediyordu. “Seni isti­
yorum.” Sesim pürüzlü bir fısıltı olarak çıkmıştı ama yine de
beni duymuştu.
Kolları kalktı, sırtını dikleştirdi. Mor kazak kalktı ve saçları
boşluktan geçip sırtına döküldü. Gözlerimi kırpıştırıyor, nere­
deyse hiç nefes alamıyordum. Ellerim vücudunun yan taraflarına
ulaştı, omurgasını takip etti. Kafasını indirmişti, gözleri kapa­
lıydı. Gergindi. Titriyordu. Ona güven vermemi bekliyordu.
“Çok güzelsin, Kylie.” Sözcükler dudaklarımdan zorlukla
çıkıyordu ama dediklerimi duyunca omuzları çöktü. “Çok çok
güzelsin. Anlatmaya sözcüklerin yetmeyeceği kadar güzelsin.”
Gözlerini açtı. Gözlerinin dolduğunu gördüm. “Korku­
yorum, Oz. Üstümü çıkardım ama korkuyorum.”
“O zaman üstünü giy, tatlım. Acelemiz yok. Bir yere kaçtığım
yok.”
Burnunu çekti, kafasını salladı. Gözlerinin altını iki parma­
ğıyla sildi. “Hayır. Üstümü çıkardığım için korkmuyorum.
Korkuyorum çünkü... Ya bunu yaparsak ama düşündüğüm gibi
olmazsa? Ya sen... benimle oynuyorsan? Ya istediğini alıp beni
bırakırsan? O kadar çok ihtimal var ki, Oz. Hiçbirine inanmı­
yorum ama yine de orada durup beni korkutuyorlar.”
“Senden istediğimi alıp gidecek olsaydım bunu çok uzun
zaman önce yapardım.”
“Biliyorum ” dedi. “Sana inanıyorum. Sadece... şimdi seninle
olmak gerçeğe dönüşünce hepsi kafama üşüştüler.”
“Kafanda başka neler var?”
Bir omzunu kaldırdı ve küçük, güvensiz bir hareketle omuz
silkti. “Çok şey var. Ya iyi değilsem? Ya ne yapacağımı bile­
mezsem? Ya sonuna kadar gidemeyecek kadar korkarsam? Ya
1 '' Jasinda Wilder

hoııinıle hoşuna gitmezse? Beıı bunu daha önce hiç yapmadım.


Sen yaptın. Ne yapacağını bilen kızlarla yaptın. Ben bilmi­
yorum. Onlar muhtemelen korkudan titremiyorlardı ama ben
titriyorum.''
“O kadar korkuyorsan bekleyelim, Kylie... Bekleyelim.” En
azından on sekizine girene kadar bekleyelim, diye düşündüm ama
söylemedim.
“Hayır. Beklemek istemiyorum. Sadece seni hayal kırıklığına
uğratmaktan korkuyorum o kadar.”
Buna gülmeden edemedim. “Tanrım, Kylie. Öyle bir şey
olamaz. Ayrıca biz ne yapıyoruz ki? Bu daha önce yaptığım hiçbir
şeye benzemiyor. Seni önemsiyorum ve olduğumu düşündüğün
her şey olmak istiyorum. Bunu yapacaksak, olmasını umduğun
her şey olmasını istiyorum ve sana bunu verebileceğimden emin
değilim. Yani ben de en az senin kadar gerginim.”
“Sen nasıl gergin olabiliyorsun ki? Sen sırada neler olduğunu
biliyorsun.”
Kafamı salladım. “Hayır, bilmiyorum. Seni önemsiyorum,
hislerini önemsiyorum. Bunlar benim için çok yeni. Ben her
zaman... bencildim. Birlikte olduğum kişiler de öyle. Ben
sadece... alıyordum. Ama şimdi sana bir şey vermek istiyorum.
Sana her şeyi vermek istiyorum.” Gözlerimi kırpıştırdım ve derin
bir nefes alarak doğruyu söyledim. “Verecek pek bir şeyim yok
ama neyim varsa vermek istiyorum.”
Bu gözlerinde ve dudaklarında bir gülümseme oluşturdu.
“Tek ihtiyacım olan bu, Oz." Bana doğru eğildi ve tişörtümün
ucunu tuttu. “Bir de daha çok yerini görmek.”
wO kadarını yapabilirim sanırım.” Kollarımı kaldırdım,
tişörtüm odanın karşı tarafına uçtu.
Bakışları beni inceliyordu. Sanki gördüklerini seyretmeye
doyamıyormuş gibiydi. Bu hissi biliyordum. Ellerimi omurga-
139

sında gezdirdim, sutyen kopçasına geldim. Orada durdum ve


bakışlarımla sordum. Çenesini kaldırdı, dudaklarının kenarı
bir gülümsemeyle kıvrıldı. Pantolonumun düğmesini tuttu,
açtı ve fermuarımı başparmağıyla işaretparmağının araşma aldı.
Bekledi. Bu oyunu biliyordum. Kopçaları ittirdim, kancalar
gevşedi. Kylie fermuarımı açtı. Erkekliğimin sertleştiğini ve iç
çamaşırıma baskı yaptığını hissettim. Bakışları iç çamaşırımın
bariz bir şekilde gerilen kumaşına odaklandı. Yutkundum ve
sutyeninin ilk kopçasını açtım. Çektim ve İkinciyi de açtım.
Bakışlarıyla buluştum, üçüncü ve son kopçayı da açtım. Askılar
yana düştü, omuzlarından sarktı. Uzandım, sutyeni kollarından
çıkardım. O da sutyeni çekti ve bir kenara koydu. Kollarını
göğsünde kavuşturma dürtüsüyle mücadele ettiğini görebili­
yordum ama yapmadı. Erkekliğim kaya gibi sert halinden can
yakıcı bir sertliğe ulaştı.
Yutkunmak, nefes almak zordu. Çok güzeldi, harikaydı.
Yuvarlak, dik ve sıkı, büyük, Tanrım çok büyüklerdi. Koyu
pembe, iri meme uçları dokunulmak için yalvarıyordu. Daya­
namadım ve uzanıp bir memesini nazikçe kavradım. Başpar­
mağımı meme ucuna sürttüm. Başparmağım hassas tenini
okşarken Kylie’nin kıpırdandığını hissettim. Gözlerini kırpış­
tırdı, dudağını ısırdı ve sırtını eğdi. Dokunuşuma doğru hareket
etti. Daha fazlasını istiyordu. Duvara yaslanıyordum. Arkamda
bir yastık vardı. Kylie de kucağımda oturuyordu. Uzun ve
gergindi. Şimdiye kadar gördüğüm en seksi şeydi. Elimi diyaf­
ramında, memelerinden birinin ağır kütlesi altında gezdirdim.
Onu kaldırdım. Bu mükemmel ve yumuşak yuvarlağı avucumda
tuttum ve meme ucunu nazikçe sıktım.
“Tanrım, Oz. Bunu gerçekten çok sevdim.” Doğru dürüst
nefes almıyordu, gözlerini kapatmıştı ve dudağını ısırıyordu.
“Benim sevdiğim kadar sevemezsin, emin ol,” dedim.
140
Jasinda Wilder

ö n e doğru eğildim. Artık tamamen pes etmiştim ve onu


bu geceyi hayatı boyunca unutmayacağı, onda ne kadar güzel
hisler yarattığımı asla unutmayacağı kadar güzel, özgür ve
mükemmel hissettirmeye yemin etmiştim. Bundan hiçbir şey
elde edememem, bana dokunmadan doyup gevşemesi ve uyuya­
kalması umurumda değildi. Dudaklarım memesinin üst kıvrı­
mına dokundu. Sıcak, ipeksi tenine minik, sıcak öpücükler
kondurdum. Eli omzumda duruyordu. Dudaklarım meme­
sinin zirvesine doğru yaklaşırken tırnakları kaslarıma batıyordu.
Artık hiç nefes almıyordu. Dilimi çıkardım ve meme ucuna
dokundum. Kendimi daha fazla tutamadım. Meme ucunu
ağzıma aldım ve onu tattım. Kylie nefes nefese kalmıştı, bana
tutunuyordu.
“Of, Oz. O fff”
Diğer meme ucuna geçtim ve aynı şeyleri uyguladım. Dilimi
çıkardım ve zirveye doğru sıcak, ıslak öpücükler kondurdum.
Sonra sertleşmiş meme ucunu ağzıma aldım ve mükemmelliğini
tattım.
Birden elleri olduğunu anımsamış gibiydi. Ben hâlâ giyi­
niktim. Parmakları karın bölgeme ulaştı. Yarısı açık fermuarı
buldu ve geri kalanını da indirdi. Botlarımla uğraştım ve
onları çıkardım. O da memelerini yüzüme doğru tutarken bir
yandan da pantolonumu indirmeye çalışıyordu. Aynı anda
birçok yerde olmak istiyordu. Ben de aynı durumdaydım.
Pantolonunu çıkarmak ve geri kalanını görmek, kalçasının
mükemmelliğini okşamak istiyordum. Ama işim daha bitme­
mişti. Hâlâ memelerinin mükemmelliğiyle ilgileniyordum.
Onları öpüyor, kavrıyor, kaldırıyor, dilimi her tarafında gezdi­
riyordum.
Her nasılsa pantolonumu kalçalarımdan geçirmeyi başardık.
Pantolonu tekmeleyerek çıkardım. Kylie hafifçe inliyordu.
Sensiz 141

Bacaklarımı kavradı ve kafasını kaldırıp bana baktı. Avucunu


karnımda gezdirdi, yavaş yavaş aşağılara iniyordu. Bu iş çok
hızlı gidiyordu. Yavaşlatmak, tadını çıkarmasını, her şeyi hisset­
mesini sağlamak, ona verebildiğim kadar çok zevk vermek isti­
yordum.
“Kylie... Tadın çok güzel.” Memelerinin ikisini de kavra­
yarak aralarındaki boşluğa doğru fısıldamıştım. “Burada sadece
bunları öperek saatler geçirebilirim.”
“Hiç şikâyet etmem.”
“Ama daha fazlası var. Daha fazlasını görmek istiyorum.
Daha fazlasını öpmek istiyorum.” Ona doğru eğildim, kollarımı
beline doladım ve onu çevirerek yatağın üstüne yatırdım. “Her
yerini öpmek ve hiç durmamak istiyorum.” Kendimi tanıyamı-
yordum. Böyle şeyleri söyleyen kim bilemiyordum.
Bunlar onun duymayı hak ettiği, benim söyleyeceğimi hiç
tahmin etmediğim şeylerdi ama yine de sözcükler dudakla­
rımdan kendiliğinden çıkıyordu. Bu odada Kylie’yle birlikte
kime dönüştüğümü merak ediyordum. İçimden çıkardığı bu
yeni beni sevmiştim. Tadı, çıplak teninin bende ortaya çıkar­
dığı bu şefkati seviyordum. Daha önce hiç böyle olmamış, hiç
böyle yoğun şeyler hissetmemiştim. Bu hislerin bitmesini iste­
miyordum.
Şimdi altımda uzanıyordu. Saçları yastığımın üstünde
bir alev halesiydi sanki. Masmavi yıldızlara benzeyen gözleri,
masum bir güvenle, çok masum olmayan bir açlık ve baştan
çıkarıcı bir arzuyla yanıyor, parlıyordu. Pantolonunun düğmele­
rini açtım. Bakışlarımı ondan ayırmadım. En ufak bir tereddüt
veya reddediş işareti var mı diye bakıyordum. Ama yoktu. Sadece
yardım etme isteği vardı. Kalçalarını kaldırdı ve dar pantolo­
nunu kalçalarından indirmeme yardım etti. Dilini dudaklarında
gezdirdi. Pantolonu yatağımın yanındaki kıyafet yığınına katı­
" Jasinda Wilder

lınca bakışları irileşti. Tanrım, harikadan da öteydi. Sutyenine


uygun siyah bir külot giymişti. Küçük bir dantel ve ipek parçası.
Tanrım, Kylie. Sen bu kadar güzelken ben nasıl nefes
alabilirim ki?” Ellerimi vücudunun yan taraflarında, belinde
gezdirdim. Avuçlarımın altındaki cömert kıvrımlar yumuşacıktı.
“Nefes... nefes almana gerek yok,” diye soludu. “Ben ikimizin
yerine de nefes alırım.”
Boynumdan tuttu ve beni aşağı çekti. Dudaklarımız birbi­
rine mühürlendi. Dişlerimiz ve dillerimiz birbirine girdi. Elleri
gergin omuzlarımda, sırtımda gezindi. Kendimi kaybettim,
kendimi dokunuşlarına teslim ettim. Daha önce kimse bana
böyle dokunmamıştı. Avuçları sert kalçalarımda gezindi.
Parmaklarını iç çamaşırımın lastiğine geçirdi. Her yerime
dokunmasını istiyordum. Nefeslerimiz yitti, kesildi, bocaladı.
Geri çekildim. Gözlerini açtığını gördüm. Göğsümden aşağıya
doğru baktı. Bakışlarını kısa bir an bana çevirdikten sonra
tekrar karnıma baktı. Göbek deliğimin iki üç santim yan tara­
fında, lastiğin üstünde duran parmaklarına baktı. Parmakları
tenime değiyordu. Her yanım sızlıyordu, acıyordu. Bakışlarımız
buluştu. Neyi sorduğunu bilerek başımla onayladım. Alt duda­
ğını dişledi. O kadar sert ısırdı ki rengi beyaza döndü. Olduğum
yerde heykel gibi duruyor, onu bekliyordum. Derin bir nefes
aldı. Göğsü yükseldi. Lastiğin hareket ettiğini hissettim. İç
çamaşırlarımı aşağı doğru çekmeye başladı. Kalbim gümbürdü­
yordu. Sanki ilk seferimmiş gibi gergindim, korkuyordum.
Kahretsin. Şimdi her peyini ortadaydı. Serttim, kalınlaş­
mıştım, canım yanıyordu. Gözünün önünde çıplaktım. Bakış­
larının benimkilere çevrildiğini, sonra tekrar aşağı İndiğini
gördüm. Hareket etmedim, nefes almadım. Ne düşündüğünü
bilmek istiyordum ama sözcükler olanaksızdı. İç çamaşırım
dizlerimdeydi. Kalktım ve çamaşırı bacaklarımdan çıkardım.
Sensiz 143

Artık tamamen çıplaktım. Çıplaklık daha önce hiç bu kadar


savunmasız hissettirmemişti. Gerçek beni, ruhuma kadar her
şeyimi görmüştü. Kusurlarımın ortaya çıktığını hissettim. Yüz
ifadesinde merak, şaşkınlık ve biraz da gerginlik vardı.
“Kahretsin.” Gözlerime baktı. NTe söyleyeceğini bilemediğini
hissettim. “Sen... gerçekten çok güzelsin, Oz." Kızardı. Bakışları
tekrar erkekliğime indi. “Çok çok güzelsin.”
“Bir şey söyle, Kylie. Herhangi bir şey. Saçma, delice, tuhaf
olsun ama bir şey söyle.” Aklında daha çok şey olduğunu, söyleyip
söylememeye emin olamadığı şeyler olduğunu biliyordum.
“Beklediğimden daha büyük. Yani fotoğraflarda görmüştüm...
Videolarda da. Ama sen... gerçek hali., farklıymış.” Bakışları bana
kaydı. “Dokunacağım.”
“Tamam.”
Üstünde, ağırlığımı ellerime ve dizlerime vermiş bir halde
duruyor ve elini göbeğimdeki tüylerden aşağı doğru gezdirme­
sini izliyordum. Sonra erkekliğimi eline aldı. Bakışları iriydi,
dudakları hafifçe aralıktı. Eli tenimde küçük, yumuşak ve solgun
görünüyordu. Sadece elinde tutuyor, bakışları yüzümden erkek­
liğime kayıyordu. Sonra elini aşağı yukarı hareket ettirdi. Titre­
meye başladım.
“Tanrım, Kylie. Bunun ne kadar güzel bir his olduğunu bile­
mezsin.”
Gülümsedi. “Elimdeyken verdiğin hissi seviyorum. Hem
yumuşak hem sert. Tenin çok sıcak... Ateş gibi. Her şeyinle
seksisin.”
Nefes almayı hatırlamak zorunda kaldım. “Dursan iyi olur
yoksa her şey çok çabuk bitecek.”
Sırıttı. “Umurumda değil. Sadece sana dokunmak istiyorum.
Bana dokunduğunu hissetmek istiyorum. Beni öptüğünü, hana
sarıldığını.”
144
Jasinda Wilder

Ama ben kendimi bu şekilde utandırmaya hazır değildim.


Bu yüzden dişlerimi sıktım ve hiitün gücümü kullanarak geri
Vekildim. Sonra yüzümü tenine yaklaştırdım, kaburgalarını,
yan taraflarını öperek iç çamaşırına doğru indim. Parmak­
larımı külotunun beline doladım ve göbeğini öptüm. Nefes
netesevdi. Boğazından minik sesler çıkıyordu. Bu küçük
sesleri daha yüksek bir şekilde duymak istiyordum. Külotunu
hafitçe indirdim ve kasığının bir kısmını ortaya çıkardım.
Ona dokunurken saçlarıma uzandı, tokamı çıkardı ve saçla­
rımı çözdü. Nedense saçlarım çözülünce kendimi daha da
çıplak hissettim. Parmaklarını saçlarımda gezdirdi. Dokunu­
şunun gücü beni bir kez daha kendimden geçirdi. Yüzümü
eline doğru götürdüm ve avucunu öptüm. Sonra dikkatimi
tekrar vücuduna verdim. Külotu yarı yarıya çıkmıştı. Dizle­
rine doğru çektim. Bacaklarını birbirine bastırdı. Gözleri
kapalıydı. Vücudundaki her bir gergin hat ve kıvrımındaki
sinirler ayaklanmıştı.
“Kylie.” Ellerimi karnından göğsüne çıkardım, memelerini
kavradım. Sonra yanaklarını okşadım. “Sorun değil. İstersen
durabiliriz...”
Kafasını salladı. “Hayır! Hayır. Gerginim biraz.”
“Ben de,” dedim.
Gözlerini açtı. Bana baktı, yutkundu. “Hepsini çıkar.”
Geri çekildim, siyah kumaşı dizlerinden, ayaklarından
geçirdim ve bir kenara attım. Gözlerini kırpıştırdı, derin bir
nefes aldı ve kendini zorlayarak bacaklarını gevşetmeye çalıştı.
“ Her yerin çok güzel, Kylie.”
Ellerimi bacaklarına, dizlerinin hemen üstüne koydum.
Avuçlarımı yukarı doğru, bacaklarının pürüzsüz kıvrımlarında
gezdirdim. Diğer yerleri gibi tatlı ve mükemmel olan zirveye
doğru yaklaşıyordum. Soluk teni sıkı ve gergindi. Dolgun
Sensiz 145

dudaklar arzudan ıslanmıştı. Kafasındaki saçlarla aynı renk


tüyler vardı. Beni izliyordu. Bir eli kalçasının yanında çarşafı
kavramış, yumruk halini almıştı. Tekrar bacaklarını okşadım.
Dokunuşumun merkeze doğru ilerlemesine izin verdim. Gerildi
ama bacaklarını sıkmadı. Geçmeme, bakmama, dokunmama
izin veriyordu. Bunu istiyordu. Bunu gözlerinde görebiliyordum
ama gergindi. Ortaparmağımı içine doğru kaydırdım. Derin bir
nefes aldı.
“Tanrım, Oz. Bunu tekrar yap.” Gözlerini kırpıştırdı. Bakış­
ları bana kilitlendi. “Tekrar dokun.”
Parmağımı kıvrımlarında gezdirdim, ıslaklığın parmağımı
kapladığını hissettim. Yanma, sol tarafına yattım. Kylie duvarla
benim aramda kalmıştı. Bana bakıyordu. Yüzüme ulaştı ve
beni öptü. Dillerimiz birbirine karışırken parmağını kıvrım­
larında gezdirdim, şaşkınlık ve zevkle çıkardığı sesleri yuttum.
Erkekliğim kalçasına değiyordu. Aramıza ulaştı ve beni eline
alıp okşadı. Avucu erkekliğimin ucunda gezinirken iç geçirme
ve inleme sırası bendeydi. Titredim ve eline doğru hareket
ettim. Parmağımı kıvrımlarında ıslattım ve klitorisini orta-
parmağımın ucuyla okşadım. Ben bunu yaparken kıvrandı ve
ağzıma doğru soludu. Erkekliğimi daha sıkı tuttu. Bu defa ben
inleyince elini gevşetti. Klitorisinde ağır ağır daireler çizdikten
sonra parmağımı kanalına soktum, iç duvarlarını keşfettim.
Dokunuşumu tekrar klitorisine götürdüm ve daireler çizmeye
başladım. Bu sefer kalçası parmağımın hareketine uygun bir
ritimle yükselmeye başladı. Biraz daha hızlı bir şekilde hareket
ettim. Ağzı açık kaldı. İnliyor, kalçaları yükseliyor, kıvrılı­
yordu.
“Oz... Oz... Çok güzel oluyor. Sanki... Evet, aynen öyle.
Sanki delirecek gibiyim. Patlayacak. İkiye ayrılacak gibiyim.”
Mırıldanıp duruyordu. Çok seksiydi.
Jasinda Wilder

“Konuşmaya devam er, Kylie. Bana ne istediğini söyle. Neyin


hoşuna gittiğini söyle."
Bir elini kaldırdı ve memesini tuttu. Parmakları tenine
batmıştı. “Buradan öp beni/’
Ona doğru eğildim, dilimi ve dişimi meme ucunda gezdirdim.
Soluk soluğa kaldı, kıvrandı. Ucunu ağzıma aldım. Parmaklarım
içinde hareket ediyor, daireler çiziyordu. Kalçaları kıvrılmaya,
hızlanmaya, yavaşlamaya devam ediyordu. Nefes nefeseydi, inli­
yordu. Ama daha zirveye ulaşmamıştı ve hissetmesini istediğim
bir şey daha vardı. Onu delirtmek ve kontrolünü kaybetmesini
sağlamak için bir yol daha vardı.
Kaburgalarını, yan taraflarını, belini, göbeğinin altını öptüm.
“Oz? Ne... yapıyorsun?” Paniklemiş gibiydi.
“Her yerini öpeceğimi söylediğimi hatırlıyor musun?”
“Evet?” diye soludu.
“Heryerini. "Bacağının iç tarafını öptüm. Tenine doğru soluk
verdim. Sonra kasığının sıcak, ıslak tenini öptüm, inledi.
“Tanrım, Oz. Oradan mı? Aman Tanrım.” Ellerini saçla­
rıma doladı. Buna razı olduğunu biliyordum. Her şeye, her şeye
gönüllüydü. Saçlarımı yüzümden çekti.
Dudaklarının arasını yaladım, tadını aldım. Sonra tekrar
yaladım, dilimi yavaşça içeri soktum. Kylie inledi. Bu hafif
ama derin bir sesti. Elleri saçlarımı daha sıkı kavradı. Girişini
tekrar tekrar yaladım. Her seferinde inledi, nefes nefese kaldı.
Sonra dilimin ucuyla klitorisinde daireler çizdim. Şiddetli bir
şekilde titredi. Çok yakındı, çok çok yakın. Tek elimle uzandım
ve meme ucunu buldum. Parmaklarımın arasında döndürdüm,
îşte o anda her yeri titremeye başladı. Karnı kasılmıştı. Soluk
alıp verişi pürüzlenmişti.
“Ben... dayanamıyorum, Oz. Bu çok fazla! Patlayacak
gibiyim. Kahretsin, Oz! Durma. Lütfen...”
Sensiz 147

Kafamı kaldırdım. Bir eli kendi saçındaydı, çekiştiriyordu.


Diğeriyle ensemi tutmuş, beni bacaklarının arasına çeki­
yordu. Sanki durmaya kalkacakmışım gibi. Yaladım, daireler
çizdim, okşadım, sevdim. Bütün vücudunun titrediğini hisse­
diyordum. Evet, işte şimdi bütün vücudu yataktan uçmuştu
sanki. Dişlerini sıkarak yüksek sesle çığlık atıyordu. Tanrım,
zirveye ulaştığında gerçekten seksi oluyordu. Işıl ışıl parlıyordu.
Kızarıyordu. Tanrım, tadı çok güzeldi. Dilimin her hareketiyle
titredi ve sarsıldı. En sonunda beni ittirdi ve kaldırdı. Yanına
uzandım ve titreyişlerini izledim. Saçları dağılmış ve yüzünü
kaplamıştı.
Buklelerinden birini kenara çektim ve gülümsedim. “Selam.”
Gözlerini kırpıştırarak baktı. Ağzı açık kalmıştı. Bakışları
beni inceliyordu. “Az önce bana ne yaptın ve bunu ömrümün
geri kalanında her gün her dakika yapabilir misin?”
Bu kızarmış, gevşemiş ve şoke olmuş hali kendimle müthiş bir
şekilde gurur duymamı sağlamıştı. Sahipleniciydim, muhtaçtım.
Çok derine batmıştım. Hem de çok. “Seni boşalttım, tatlım.
Evet, tabii ki yapabilirim.”
Sözcüklerim beni bile şaşırtmıştı. Afallatmak daha doğru
olurdu. Gerçekten de hayatlarımızın her anını Kylie’ye bu
duyguları yaşatmaya harcayacağımı mı söylemiştim? Çünkü
bu bir ömrün birlikte geçirilmesi anlamına geliyordu. Bu sözde
imalar saklıydı.
Bakışları yüzümden göğsüme, oradan da canımı acıtacak
kadar sertleşen erkekliğime kaydı. “Ben de sana aynı şeyleri
yaşatmak istiyorum.” Bana doğru döndü, saçları yüzünün çevre­
sine dökülmüştü. Omzumdan itti. “Yemin ederim yıldızları
gördüm, Oz. Sanki ruhumu açıp cenneti vücuduma sokmuş
gibiydin.”
“Bunu bir şarkıya koy,” dedim.
148 Jasinda Wilder

“Koyacağım.” Omzumu öptü. Vücudunu benimkine doğru


bastırdı. Avuçlarını göğsümden karnıma indirdi. Elini erkekli­
ğimin altındaki kısma koydu. “Daha sonra.”
Parmaklarını erkekliğime doladı ve yavaşça yukarı doğru
kaydırdı. Ucunu sıktı, tekrar aşağı doğru indi. Dişlerimin
arasından inledim ve elinin hareketlerini izledim. İkimiz de bana
dokunuşunu izliyorduk. Yüzünde heyecanlı bir ifade vardı. Sanki
gerçekten burada olduğuna, benimle bunu yaptığına inana­
mıyor gibiydi. Bu hissi biliyordum. Aslında ben de bu şaşkın­
lıkta kaybolmuştum. Ama sonra erkekliğimi ağır ve nazik bir
şekilde okşamaya başlayınca kendimi inlerken buldum. Hiçbir
şey bunun verdiği hissi vermemişti. Sadece eli, parmakları, avucu
bir aşağı bir yukarı hareket ediyor, tutuyor, okşuyor, kavrıyordu.
Tenimin üstündeki yumuşak teni, omuzlarıma dokunan dudak­
ları, dokunuşuna doğru hareket etmeye başlayınca dudaklarında
oluşan minik, özel gülümseme.
“Kylie, dursan iyi olur, yoksa kendimi kaybedeceğim.”
“Eee, ne olur kaybedersen?”
“Tanrım, Kylie. Bana dokunuşun... resmen sihirli.” Dudak­
larımı yaladım ve bekleyen rahatlamayı uzaklaştırmaya çalıştım.
“Ben zannettim ki... Aman Tanrım...” Daha fazla konuşamıyor,
hayalarımdaki ağrıyı, hareket etme ve kendimi rahatlatma ihti­
yacımı kontrol edemiyordum.
“Acelem yok, Oz. Bunu istiyorum. Boşalmanı seyretmek
istiyorum. Bunların hepsi benim için yeni şeyler. Sana böyle
dokunmanın tadını çıkarıyorum.” Dalgın bir şekilde ve mırıl­
danarak konuşuyordu. Daha çok bana ve erkekliğime doladığı
parmaklarına odaklanmıştı.
Fokurduyordum sanki. Hayalarım ağırlaşmıştı, dolmuştu.
Gözlerim açık durmuyordu. Nefes alıp verişim kesiliyor,
vücudum yataktan kalkıyor kalçalarım hareket ediyordu. Bana
Sensiz 149

ağır ağır dokunuyordu, beni keşfediyordu. Amacı boşalmamı


sağlamak değildi. Sadece dokunuyor, erkekliğimin verdiği hissi,
verdiğim tepkileri öğrenmeye çalışıyordu. Bu mükemmel bir
işkenceydi. Kylie erkekliğimin başını avucuna aldı, hafifçe sıktı.
Sonra elini tekrar aşağı doğru hareket ettirdi. Zirveye yakındım,
çok yakındım.
Saçlarının göğsüme değdiğini, yüzünün karnıma doğru indi­
ğini hissettim. “Ben de seni oradan öpmek istiyorum. Senin
yaptığın gibi ben de seni tatmak istiyorum.”
Onu durdurmam lazımdı. “Ky, ben yaptım diye yapmak
zorunda değilsin.”
Cevap vermedi. Dudaklarının erkekliğimin ucunu öptü­
ğünü hissettim. Gergindim, kendimi tutuyordum. Kaslarım
demir gibi sertti, dişlerimi birbirine bastırıyordum. Dilinin
bana dokunduğunu, dudaklarının erkekliğimin başını, çizginin
hemen üstünü kavradığını hissettim. Dilinin ucu küçük girişte
gezindi ve gelen sıvıyı tattı. Kendimi daha fazla tutamıyordum
ama ağzına da boşalmak istemiyordum. Ama bu... mükem­
melden de öteydi. Yaptığı her şey, her dokunuş, dudaklarının
kondurduğu her öpücük beni daha büyük bir mutluluğa sürük-
lüyordu. Durmasını istemiyordum, hem de hiç. Titriyordum.
Kendimi tutmaya, özgürlüğü geciktirmeye çalışırken kaslarım
titriyordu. Erkekliğimin kökünden tuttu. Erkekliğimin başın­
daki ağzı sıcak ve ıslaktı. Bir tür ziyafetmişim gibi öpüyor,
tadıyor, yalıyordu. Dondurmaymışım gibi yalıyor, öpüyor ve
dudaklarını gezdiriyordu.
“Kahretsin. Kendimi tutamıyorum, Ky.” Gürleyerek
konuştum. Sözcükler boğazımdan ve dişlerimin arasından zor
çıkıyordu. “Boşalmak üzereyim, Ky.”
Ağzı beni terk etti. Bencil olan tarafım ağzının geri gelme­
sini, bu sıcak ıslaklığa boşalmayı istiyordu. Ama yapmadım. En
Jasinda Wilder

azından hazır olana kadar yapamazdım. Hazır olmadığını da


biliyordum. Bu daha çok keşfetme, tanımayla ilgili bir şeydi.
Omurgamın yataktan kalktığını hissettim. Ellerim yanlarda
çarşafı kavramıştı. Kendimi tutmaya çalışıyordum. Yumuşak,
küçük, sıcak ellerinin ikisi de erkekliğimi kavradı ve yavaş, nazik
bir şekilde okşamaya başladı. Daha hızlı ve sert hareket etmesini
istiyordum ama bunu yapmıyordu. Kökünden ucuna kadar ağır
ve tembel bir hareketle okşamaya devam ediyordu. Bu beni deli
ediyor, çıldırtıyordu. Yanağını leğen kemiğime dayamıştı. Nefe­
sini hissedebiliyordum. İnlememi, kendimi tutmaya çalışmamı
seyrediyordu. Şimdi daha hızlı bir ritimle hareket ediyordu.
Gözlerimi açtım. Tanrım, mükemmeldi. Kızıl-sarı, neredeyse
tamamen kızıl saçları esmer tenimde ve beyaz çarşafta canlı bir
şekilde duruyordu. Masmavi gözleri ellerindeki erkekliğime
kilitlenmişti. Patlayacağım anı bekliyordu.
“Kylie!” Volkanik patlama serbest kalırken söyleyebildiğim
tek şey bu oldu.
Hayalarımdaki sıcaklık, iyice sertleşen erkekliğim, t>eni
saran ve okşayan elleri, bacağımdaki yüzü, saçları, gözleri... Ben
tükenmiştim. Her şey sıcak bir mutluluk akınına dönüştü. Sıcak
ve yumuşak elleri durmadı. O benim hayatımda daha önce hiç
boşalmadığım kadar çok boşalışımı izlerken, ben de bulanık­
laşmış gözlerle onu izledim.
Sıvının karnıma değdiğini hissettim. Kylie bana dokunmaya
devam ediyordu. İnliyor, kıvranıyordum. Başka bir akın daha
geldi. Sonra son ve daha küçük bir dalga daha. Kalçalarımı
dokunuşuna doğru hareket ettiriyordum. Bu anın bitmesini
istemiyordum.
Geri çekildi ve yanıma yattı. Bakışları beni inceledi. “Aman
Tannm, Oz!* Yüzünü elleriyle kapattı ve boynuma saklandı.
Kıkırdadı. “Bu muhteşemdi!”
Sensiz

“Ky, ben... kımıldayamıyorum. Ayak parmaklarımı hisse­


demiyorum. Vay be. Tükettin beni.” Kolumu uzatarak ona
sarıldım.
“İyi miydi?” Kendinden emin değil gibiydi.
“İyi mi?” Ellerini yüzünden çektim. “Bebeğim, az önce bana
ne yaptığını görmedin mi? Bu... inanılmazdı.”
Gülümsedi. “Güzel. Sevindim. Bana hissettirdiğin güzel
şeyleri sana da hissettirmek istedim. Seni izlemek... çok hoşuma
gitti. Sana bunu yapanın ben olduğumu bilmek çok güzeldi.
Sanki... sorumlu benmişim gibi.” Utanarak kızardı. “Tanrım, bu
çok saçma.”
Güldüm. “Hayır, tatlım. Saçma değil. Hem de hiç. Sorumlu
şendin. Üstümde inanılmaz bir kontrol yeteneğin var.”
“Gerçekten mi?”
Başımla onayladım. “Kesinlikle.”
Düşündü. “Evet, anlıyorum. Ağzın ordayken ben de böyle
hissetmiştim. Aşağıdayken yani.”
Sırıttım. “Hadi ama, Ky. Bundan daha iyisini yapabilirsin.
Utanma. Hele de benden. Hele de birlikte yaptığımız şeylerden
sonra.”
“Ne?” Anlamazlıktan geliyordu.
“Terbiyesiz bir şey söyle. Sana neler yaptığımı anlat. Aklına
gelen en terbiyesiz sözcükleri söyle.”
Alt dudağını ısırdı. Bakışları bana kayıp duruyordu. “Ne
duymak istiyorsun, Oz? Müstehcen bir şeyler mi duymak isti­
yorsun?”
Başımla onayladım. “Evet. Seksi olur.”
Kafasını salladı. “O zaman sen başla. Ben utanıyorum."
Güldüm. “Utanıyor musun? Az önce erkekliğimi dine aldın,
Kylie. Ağzına soktun. Beni boşalttın. Daha tfncc böyle hu
yaşamamıştım. Kontrolümü bu kadar kaybetmemiştim.
152

Kızardı, bakışları karnımdaki sıvıya kaydı. “Erkekliğini


sevdim, Oz.” Kıkırdadı ama sonra ciddileşti. “Gerçekten sevdim.
Ellerimdeyken verdiği hissi sevdim. Hatta tadını ve ağzımdayken
verdiği hissi de sevdim. Bu tuhaf bir şey mi?”
Omuz silktim. “Hiçbir şey tuhaf değil. Neyse o. Herkes fark­
lıdır. Ben de senin tadını beğendim, bebeğim. Vajinanın tadını
sevdim.”
Daha çok kızardı ve yüzünü boynuma gömdü. “Tanrım, Oz.
O kadar çok kızarıyorum ki her an alev alabilirim.” Kafasını
kaldırdı ve parmaklarının arasından baktı. “Gerçekten sevdin
mı?
Başımla onayladım. “Evet, sevdim. Hem de çok.”
“Nasıl ki tadı?”
Kaşlarımı çattım. “Nasıl tanımlayacağımı bilemiyorum.
Biraz... kekremsi sanki? Biraz tatlı, biraz ekşi. Bilmiyorum.
Doğru söylemedim galiba.” Parmağımı kasıklarına doğru
indirdim ve dudaklarının arasına soktum. Hâlâ ıslaktı. Parma­
ğımı kıvrımlarının arasında daha derine soktum ve ıslaklığının
ortaparmağımı sarmasına izin verdim. Sonra o beni iri ve gergin
gözlerle izlerken parmağımı ağzıma soktum. “Mmmm. Evet.
Enfes. Ama tadını tarif edemeyeceğim.”
“Oz, sen delirmişsin.” Sırıtarak bana bakıyordu.
Parmağımı tekrar kıvrımlarına daldırdım ve bu sefer parma­
ğımı onun dudaklarına götürdüm. “Tat, hadi. Kendi tadını al.”
Bakışlarını bana kilitledi. Kısa bir tereddütten sonra ağzını
açtı ve parmağımı ağzına soktu. Ağzını erotik bir şekilde parma­
ğımdan kaydırınca, beni kızdırmaya, baştan çıkarmaya çalışınca
erkekliğimin hareketlendiğini hissettim. Kendi kendini tadarken
gözleri irileşti. Sonra dudaklarında bir gülümseme belirdi. İki
parmağını karnımdaki sıvıya daldırdı. Ben tepki bile veremeden
parmaklarından beni tattı.
Sensiz 153

“Mımmm. Senin tadın da çok güzel.” Dudaklarını yaladı.


Sonra erkekliğime baktı. “Tekrar boşalman için ne kadar süre
lazım?”
Omuz silktim. “Çok sürmez. Dokunursan daha çabuk olur.”
Güldü. “O zaman...”
“Bir dakika bekle. Temizleneyim.” Kirli bir tişörtü yerden
alınca Kylie tişörtü elimden aldı.
“Dur ben yapayım.” Bana gülümsedi. Bu nazik, tereddütlü
ve tatlı bir gülümsemeydi.
Karnımı sildi, kumaşı ikiye katladı ve tekrar sildi. Artık
temizlenmiştim. Tişört odanın karşı tarafına atılmıştı. Bana
dokunmaya başladı. Hâlâ yumuşak haldeki erkekliğime iki
parmağıyla dokunuyordu. Vücudumun dokunuşuna tepki
verdiğini, içimdeki sertleşmeyi hissettim. Bana dokunuşunu
izledim.
Ellerim tenindeydi, saçlarını omuzlarından çekiyor, kenara
atıyor, kolunu okşuyordum. Memelerinden birini kavradım,
meme ucuna dokundum ve kabardığını hissettim. Bana sırıttı
ve sertleşen organımı okşamaya devam etti. Sessizdik, birbiri­
mize dokunuyor hiç acele etmiyorduk. Teninin verdiği hissi,
yumuşak soluk tenini hatırlamak istiyordum. Her bir noktasına
dokunmak ve her yerini öpmek istiyordum. Bana bakıyordu.
Eğildim, dudaklarımız buluştu. İkimiz de kendimizi kaybet­
miştik. Öpüşme bizi çok uzaklara götürdü. Neredeyse tamamen
sertleşen erkekliğimdeki eli sımsıkıydı. Ellerim kaburgalarını
ve meme uçlarını okşuyor, kalçasını kavrıyordu. Onu kendime
doğru çektim, en sonunda kalçasını tamamen kavrayabilmişim.
Tanrım, kalçası mükemmeldi. Sıkı, büyük, yumuşak ve asla
doyamayacağım bir diyardı.
Öpüşmeyi kesti ve göğsüme sığındı. Tanrım, Oz. Bana
dokunuşunu çok seviyorum.”
154 Jasinda Wilder

Ikimi/iıı cic scviyorunVlıı sö/.lcri kolayca söylememiz beni


korkutmalıydı ama korkutmadı. Nedenini araştırmaya cesaret
edemedim ama korkmuyordum.
“Kylie, sana kalçanı nc kadar çok sevdiğimi söylemiş
miydim?” Onu kendime doğru çektim. Karnının üstüne doğru
yattı. Omurgasını öptüm. Muhteşem yuvarlak kalçasını uzun
uzun seyrettim. Kalçasını iki elime aldım, yoğurdum, tuttum,
okşadım. “Gerçekten çok seviyorum.”
İç geçirdi. “Gerçekten mi? Çok büyük, değil mi?”
Gülmeden edemedim. “Hayır, tabii ki. Aynı memelerin gibi.
Büyiik, yuvarlak ve mükemmel. O kadar harika ki dayanamı­
yorum. Birlikte zaman geçirdiğimiz zamanlarda, kalçalarına
bakmamak büyük bir çaba gerektiriyordu.”
Yüzünü koluna sakladı.
“Oz, bakmamak konusunda pek başarılı olduğunu söyle­
yemem. Kusura bakma ama.” Saçlarının arasından baktı. “Kaç
kez yakaladım seni bana bakarken. Bir şey diyeyim mi? Hiç
umursamadım. Hoşuma gidiyordu. Bana bakmadan edememen
hoşuma gidiyordu.”
“Şimdi seni çıplak gördüm, her bir harika noktanı keşfettim
ya bakmadan duramam. Ya da dokunmadan.”
“Durmana gerek yok.” Yana kaydı. Saçları yüzünün önünde
karmaşık bir perde gibiydi. “Bana istediğin gibi dokunabilirsin.
İstediğini yapabilirsin. Sana güveniyorum, Oz.”
Saçlarını gözlerinin önünden çektim. “Bunun akıllıca oldu­
ğundan emin misin?”
Kaşlarını çattı. “Tabii ki. Beni asla incitmezsin.”
“Bilerek incitmem.”
Ellerini sırtıma koydu ve beni kendine, üstüne doğru çekti.
“Hayır, bilerek incitmezsin. Bir şey diyeyim mi, Oz? Beni bir gün
inciteceğini biliyorum. Bu beni korkutmuyor. Herkes inciniyor.
Sensiz 155

Ama ben güçlüyüm, Oz. Kaldırabilirim. Sen dürüst ve gerçek


olduğun, bana söylemeden benden kaçmadığın, beni ekmediğin
sürece, hiçbir şey beni senden uzak tutamaz. Sadece bana sakın
yalan söyleme. Beni terk etme. Gitmek zorunda olduğunda,
bizden veya benden bıktığına karar verdiğinde bana söyle. Olur
mu? Tek istediğim buna söz vermen.”
İşler birden ciddileşmişti. Ona bu sözü verebilir miydim?
Kahretsin, evet.
“Söz veriyorum. Yalan yok. Kaçmayacağım da. Söz veri­
yorum.”
Gözleri yumuşacıktı, derindi, nazikti. Aşkın tohumlarına
benzeyen bir şeylerle doluydu. “Bu bizi resmen bir çift mi
yapıyor?”
“Çift olmamızı istiyor musun?”
Başıyla onayladı. “Evet. Sen?”
Bunu düşünmem gerekti. En sonunda başımı salladım. “Evet,
istiyorum. Ama Kylie, daha önce hiç kız arkadaşımın olmadığını
bilmen lazım. Gerçek veya ciddi bir kız arkadaşım olmadı.”
Bu onu inanılmaz derecede mutlu etmişti. “Ben senin gerçek
anlamda ilk kız arkadaşın mıyım?”
“îlk gerçek arkadaşım. İlk gerçek kız arkadaşım. Sen benim
gerçek olan ilk şeyimsin, tatlım.” Elimin tersiyle elmacık kemi­
ğini okşadım. “Sen hayatımdaki tek gerçek şeysin.”
“Tanrım, Oz.” Ağlamanın eşiğinde gibiydi ama ağlamadı.
Beni öptü. Kendine doğru çekti. Bacaklarının arasında diz
çökmüştüm. “Ben seninle olmak istiyorum. Seninle seks yapmak
istiyorum. Sevişmek istiyorum. Buna ne isim vereceğimi bilmi­
yorum ama bunları istiyorum. Tam şu anda.”
Bir şeyi hatırladım. “Kylie. Prezervatif yok. Sen de doğum
kontrolüne başlamadın, değil mi?”
Kafasını salladı. “Hayır.”
156 Jasinda Wılder

Kafamı memelerinin arasına koydum. “O zaman bekle­


memiz lazım. Bu işi şansa bırakamam, bırakmayacağım. ” Belki
bu bir kurtuluş yolu olabilirdi. En azından on sekiz yaşma kadar
seks işini bekletmek.
Yanağıma dokundu. “Sorun değil, Oz. Bunu düşünmene
sevindim. Benim aklıma gelmemişti. Tek düşündüğüm ne kadar
iyi hissettirdiğindi.”
“Yarın okuldan sonra alırız. Benimle olmayı gerçekten isti­
yorsan doğum kontrolüne başlamayı düşünebilirsin. Sana ne
yapman gerektiğini söylüyormuşum gibi olmaktan hoşlanmı­
yorum. Hevesini öldürüyormuşum gibi oluyor ama dikkatli
olmak istiyorum.” Kylie’nin yanma sırtüstü yattım.
Bir an durdu ve kendini toparladı. Sonra yan tarafına döndü.
“Doğru söylüyorsun. Sen de benimle gelir misin? Doğum
kontrol hapı almaya?”
Başımla onayladım. “Evet. Tabii ki.”
Göğsüme dokundu. Elini kaslarımda ve karnımda gezdirdi.
“Ama diğer şeyleri yapabiliriz, değil mi?” Bir parmağıyla sert
erkekliğimin ucuna dokundu.
Ona sırıttım. “Evet, tatlım. Ne istersen yapabiliriz.”
“Ne istersem mi?” diye sordu. Başımı salladım. “O zaman...
Tanrım, öleceğim. Şu şeyi tekrar yapar mısın? Ağzınla yaptığını?”
“Ne yapacağımı söyle yapayım.”
Dudağını ısırdı. “Vajinamı yalar mısın, Oz? Lütfen?”
Gürledim. Erotik sözcükleriyle erkekliğim inanılmaz
boyutlara ulaşmıştı. “Kahretsin, Kylie. Bu çok seksi oldu.
Tekrar söyle.”
Yüzümü ellerinin arasına aldı ve beni aşağı doğru çekti. Ben
bacaklarının arasına yerleşirken iç geçirdi. “Beni ağzınla boşalt­
manı istiyorum. Vajinamı patlayana kadar yalamanı istiyorum.”
“Sonra ne olacak?” Girişini dilimle okşadım.
Sensiz
157

Klitorisini dilimle okşarken, “Sonra mı?” diye soludu. “Sonra


erkekliğini ağzıma alacağım ve ağzıma boşalmanı sağlayacağım.
Sonra her bir damlayı yutacağım.”
“Kahretsin...” Nefes almayı hatırlamak zorunda kaldım.
“Tanrım, Kylie. Böyle konuşman beni deli ediyor.”
Ondan sonra sözcüklere, nefese yer yoktu. Onu yiyip biti­
riyor, ağzımda deli ediyordum. Bir parmağımı içine soktum ve
kıvrandığını hissettim. Vajinası sıcaktı, nemliydi, benim için
hazırdı. Onu orgazmın kıyısına getirip yavaşladığımda hare­
ketleri yitik ve çaresizdi. Sonra iki parmağımı içine sokarak ve
dilimle klitorisini okşayarak onu zirveye taşıdım. Boşalırken
bacakları kafamı sıkıyordu.Sıvıları yoğun, ıslak ve kaygandı.
Boşaldıktan bir dakika kadar sonra Kylie beni sırtüstü yatırdı,
erkekliğimi ağzına aldı ve elleriyle üstümde çalışmaya başladı.
Onun kontrolünde kendimi kaybetmiştim, dokunuşuna açtım.
Kendimi tamamen bıraktım, hiç tutmadım. Acele etmedi,
okşadı, yaladı, emdi. Delirmiştim, çıldırmıştım. İnliyor, kıvra­
nıyordum. O ise her saniyenin tadını çıkarıyor, arada bir bana
bakıyordu. Çaresiz tepkilerimi seyrederken yüzünde neşe, gurur
ve heyecan ifadesi vardı.
Serbest kalışımın yaklaştığını hissedince onu uyardım. Kalın,
acıyan erkekliğimi iki eline aldı, dudaklarını erkekliğimin başına
doladı ve vakum yapar gibi emdi. Şiddedi bir şekilde patladım.
Şaşırmıştı ama hepsini aldı. Elleri beni kavramıştı, ağzı ve boğazı
çalışıyordu.
Sonunda, battaniyeyi alıp üstümüzü örttü ve omzuma yattı.
Sessizce bir şeyler mırıldandı. İkimiz de sürüklendik, savrulduk.
Uykumuz gelmişti, doyuma ulaşmıştık, mutluyduk.
Kylie Calloway’le yaşadığım bu an, hayatımın en güzel
anıydı.
8
K A Y B E D İ L E N Ş ANS L A R
VE Z O R S E Ç İ M L E R
Colt

Saat gece yarısını geçmişti ve Kylie evde değildi. Amatörler gecesi


saatler önce bitmişti. Endişelenme, kızma dürtümle mücadele
etmeye çalışıyordum. Eve gelmesi için belli bir saati yoktu. Buna
hiçbir zaman ihtiyaç olmamıştı. Genellikle sorumluluk sahibi
bir çocuktu. Beynim dönüyor, beni olası senaryolarla endişeye
sürüklüyordu. Kaza geçirdiler. Uyuşturucu kullanıyorlar. Seks
yapıyorlar. Şu anda ne yaptığını bilmemek beni deli ediyordu.
Geri döndüğünde ne yapacağımı bilemememse daha da beterdi.
Kızıma güvenmeli miydim? Onu sorguya çekmeli miydim?
Doğruları söylemesini istemeli miydim? Onu cezalandırıp Oz’u
görmesini yasaklamalı mıydım?
Bunların hiçbirinin işe yaramayacağını biliyordum. On sekiz
yaşına girmek üzereydi. Kylie’ye her zaman mümkün olduğu
kadar çok özgürlük vermey e çalışmıştık. O da her zaman sorumlu
davranmıştı. Hiçbir zaman ciddi bir erkek arkadaşı olmamıştı.
Birkaç kez birileriylc çıkmıştı o kadar. Şimdi bu Oz denen çocuk
birdenbire ortaya çıkmıştı ve Kylie sürekli onunlaydı. Oz, bir
Sensiz 159

babanın kızı için istemeyeceği türden her şeye sahipti. Pek çok
bakımdan bana benziyordu. Gençken flört ettiğim kızların
babası olmak istemezdim. Umursamazdım, vahşiydim, sorum­
suzdum.
Tek başıma yaşıyordum, kimseye hesap vermiyor, hiçbir
kurala bağlı kalmıyordum. NelI’le bir araya gelene kadar da
hiçbir şeyi umursamamıştım.
Ama Kylie’yi ondan uzak tutamıyordum. Çocuk bana ona
güvenmem için hiçbir sebep vermemişti. Ama ben onu dövmele­
rine, piercing yaptırmış olmasına, motosiklet kullanmasına veya
vahşi bir geçmişten gelmesine, şiddeti bilmesine, yumruklarında
kan olmasına bakarak yargılamamam gerektiğini iyi biliyordum.
Onda kendi türümü görüyordum ve bu beni çok korkutuyordu.
Ama işte buradaydım, bir baba, başarılı bir müzisyen ve yapımcı,
son on dokuz yıldır da kocaydım.
Ona olumlu yaklaşmak zorundaydım ama bu durumu
sevmek zorunda değildim.
Sevmiyordum.
Kapının önündeydim, sigara içiyordum. Aslında sigarayı
uzun süre önce bırakmıştım ama arada bir içiyordum. Çok
gergin olduğumda veya Nell’le yoğun bir sevişme sonrasında.
O da arada bir içtiğimi biliyor ve alışkanlık haline getirmediğim
sürece sorun etmiyordu. Sokağın karşısına Jasonla Becca'larm
evine baktım. Verandada bir telefon ışığının Ben’in yüzünü
aydınlattığını gördüm.
Tam o anda ayağa kalktı. Kızgın, canlı adımlarla kapının
önünde dolaşmaya başladı. Ellerini kısa kesilmiş saçlarında
gezdirdi. Tedirgindi, kızgındı. Karşıya geçtim, izmariti bir su
kanalına attım.
“Hey, Ben. N ’aber?” Birkaç adım uzakta durdum. Kızgından
da öte öfkeli, zıvanadan çıkmış haldeydi.
160
Jasinda Wilder

“Kylienin nerede olduğunu biliyor musun?” Soruyu dişlerini


sıkarak sormuştu.
Tereddüt ettim. “Hımm. Evde değil.” Onu yiyip bitiren
şeyin ne olduğunu bildiğimden emindim ama buna dahil olmak
isteyip istemediğimi bilmiyordum.
“Evet, biliyorum. Ama nerede olduğunu biliyor musun?”
Boğazımı temizledim, gözlerimi kırpıştırdım ve iyi bir cevap
düşündüm.
“ Onunla birlikte, değil mi?”
Ona yalan söyleyemezdim. “Evet, öyle.”
“Kahretsin. Biliyordum.” Her iki eliyle yüzünü ovuşturdu,
kafasını geriye yatırdı, olduğu yerde döndü ve inledi. “Anlaya­
mıyorum. O serseride ne buluyor?”
“Ben, bu konuşmayı yapacağın kişi ben değilim.” Keşke
ne söyleyeceğimi, onu bu kızgınlıktan nasıl kurtarabileceğimi
bilseydim. Ama bilmiyordum.
“Mesajlarıma cevap vermiyor. Telefonlarımı açmıyor. Bu
geceki gösteride bana doğru dürüst selam bile vermedi. O...
şerefsiz geldi geleli benimle bir saniye bile geçirmedi.” Öfkeden
köpürüyordu. “On sekiz yıldır birbirimizin en iyi arkadaşıydık.
Ama sonra... püf... Uçtu gitti. Birden adamdan sayılmamaya
başladım...”
“Ben, bak...” diye başladım ama beni hiç dinlemiyordu.
Soluk alıp verişleri hızlanmıştı. Volta atıp duruyor, neredeyse
bağırarak konuşuyordu.
“O benim olmalıydı. Mezun olana kadar bekleyecektim. Para
biriktiriyor, plan yapıyordum. İkimizin birlikte olması gereki­
yordu. Başka kimseyle uzaktan yakından ilgilenmemişti bile.
Çünkü benimdi. Benim en iyi arkadaşım. Benim kızım. Onun
değil. Ama şimdi uçup gitti. Onunla birlikte. Muhtemelen şu
anda onunla yatıyordur... ”
Sensiz 161

Omzundan sarsarak, “BEN!” diye bağırdım. En sonunda


kiminle konuştuğunu fark etmiş gibiydi. “Kızımdan bahsedi­
yorsun, delikanlı.”
“Kahretsin...” Gözleri irileşti. Geri çekildi. “Özür dilerim,
efendim... Kahretsin.” Döndü. Ellerini başının arkasında
yumruk yapmıştı.
“Ben.” îsmini niyetlendiğimden biraz daha sert bir şekilde
söylemiştim.
Olduğu yerde durdu ve döndü. “Colt, Bay Calloway, çok
özür dilerim, ben öyle demek...”
“Kylieye bunlardan bahsettin mi?” Bu çocuğu gerçekten sevi­
yordum. Jason ve Beccanın bütün iyi huylarını almıştı. Atle­
tikti, akıllıydı, sevgi doluydu, genellikle de dengeli biriydi. Onu
daha önce hiç bu kadar kızgın görmemiştim. Ona bir şekilde
yardım etmem gerektiğini hissettim. “Senin neler düşündüğünü
bilmiyorsa, neler hissettiğini bilmiyorsa bu konuda nasıl bir şey
yapsın ki? Bunun bir şeyi değiştireceğini söylemiyorum. Hiçbir
şey değişmeyebilir ama konuşmaktan da bir zarar gelmez.”
“Haklısın. Tanrım, haklısın.” Ellerini tekrar saçlarında
gezdirdi. Tavırları ve duruşu Jason a o kadar çok benziyordu ki.
“Bak, Colt. Bu şekilde kendimi kaybettiğim için özür dilerim.
Onların hiçbirini söylememem gerekiyordu. Özellikle de size,
efendim. Çok... özür dilerim.”
Sırtına hafifçe vurdum, “önemli değil, delikanlı. Kadınlar
kafamızı karıştırabiliyor. Anlıyorum.” Ensesini gerekenden biraz
daha sert bir biçimde sıktım. “Sadece... bir daha kızım hakkında
o şekilde konuşma, tamam mı?”
Suratını buruşturdu ve geri çekildi. “Tamam, efendim.
Konuşmam, söz veriyorum.”
Onu bıraktım. İçeri girmesini bekledim. Bu iş iyice karışı­
yordu. Ben’in durumuna imrendiğim söylenemezdi. Kylie’nin
162 Jasinda Wilder

Oz a bakışlarını görmüştüm. Konuşmaların bu konudaki fikrini


değiştireceğini sanmıyordum. Tabii Oz saçma sapan bir şey
söylemediği sürece. Açıkçası ne düşüneceğimi bilemiyordum.
O eve girince ben de odama giden merdivenleri çıkmaya
başladım. İşte o anda jetonum düştü. Bu iki çocuğu bir kere­
sinde aynı yerde görmüştüm ama kafam daha şimdi çalışmaya
başlamış ve ikisi arasında bir benzerlik olduğunu saptamıştı.
Kişilikleri değil de... fiziksel olarak benzerlik. Bu tam olarak
adını koyamadığım bir şeydi ama Oz’la ilgili tamdık bir şeyler
vardı ve bu Ben i de kapsıyordu. Bu düşünce hiç mantıklı değildi
ama yine de aklıma gelivermişti işte.
Nell yatakta oturuyordu. Çarşafları göğsüne çekmişti ve
onlarca kez okuduğu eski bir kitabı tutuyordu. “Bağırış sesleri
duydum. Ben miydi o?” Bana baktı, kitabı kucağına koydu
ve komodinin üstündeki saate baktı. “Saat gece yarısını geçti.
Kızımız nerede?”
“Nerede olduğundan emin değilim. Sanırım Oz’la birlikte.”
İç çamaşırım hariç bütün kıyafetlerimi çıkardım ve yatağa
girdim. “Evet, o Bendi. Biraz öfkelenmiş de.”
“Hangi konuda?”
“Kylie ve Oz. Ya da daha açıkçası, ikisinin birlikte olması.”
“ Kendini dışlanmış gibi mi hissediyor?” Nell sayfaya bir
kitap ayracı koydu ve kitabı komodinin üstüne bırakarak bana
döndü.
Kafamı salladım. “Hayır, daha çok Oz’un Kylie’yi ondan
çaldığını düşünüyor. Bunu... biraz renkli bir şekilde ifade etti.”
“Yaa.” Nell’in gözleri irileşti. “Hadi ya. Kylie’den mi hoşla­
nıyormuş?”
“Bence bundan da fazlası var. Uzun süredir ona karşı bir
şeyler hissediyormuş gibi geldi bana. Ama hiç söylememiş.
Şimdi Kylie, Oz’la birlikte olunca onu elinden kaçırmış gibi
Sensiz 163

hissediyor.” Suratımı buruşturdum. “Tanrım, Nelly. Kızımız


ne yapacak? Bene gidip onunla konuşmasını söyledim ama
yapmasa mıydım acaba?”
Nell başını salladı. “Evet. Kızımızın gönlü Oz’da.” îç geçirdi.
“Bu iş kimse için iyi sonuçlanmayacak.”
“Evet. Ben de böyle düşünüyorum.” Ona doğru uzandım. O
da bana doğru yaklaştı. “Ne yapacağız?”
Battaniyeyi üstünden attı. Örtülerin altında çıplak bir şekilde
beni beklediğini fark ettim. “Ne yapabiliriz? O artık küçük bir
kız değil. Birkaç ay içinde liseden mezun olacak, Colt. Üniver­
siteye gidecek. Sanırım bu işi kendi başına halletmesine izin
vermemiz lazım.”
“Birileri incinecek.”
“Evet. Onu her şeyden koruyamayız.”
“Biliyorum.”
“Yine de berbat bir his.” Sırtüstü döndüm. Nell üstüme çıktı
ve beni girişine doğru yönlendirdi. Beni içine alırken dişlerimin
arasından inledim. “Tanrım, Nell.” Kaburgalarını, memele­
rini, kalçalarını, bacaklarını okşadım. Ulaşabildiğim her yerini
öptüm.
Avuçlarını göğsüme koydu ve yavaş yavaş hareket ederken
beni öptü. Öpüşme bitti ama dudaklarımız birbirinden ayrıl­
madı. Birlikte hareket ederken nefeslerimizi, fısıltılarımızı, iç
geçirmelerimizi paylaştık. Nell inlemeye başladı. Alınlarımız
birbirine değiyordu.
“Colt...” Ritmini kaybetmeye başladı. Gittikçe artan bir
umutsuzlukla hareket ediyordu. “Tanrım... Aman Tanrım...
Aman Tanrım, Colt...”
“Siktir... Nell...”
Zirveye aynı anda çıktık, aynı anda patladık. Neredeyse
yirmi yıl sonra bile New York’taki o apartman dairesinde yattı­
164 Jasinda Wilder

ğımız o ilk seferki kadar şiddetli bir şekilde boşaltıyordu beni.


Hatta daha bile şiddetli. Vücudunun her yerini, gizli arzularını
öğrenmiştim.
Onu dakikalar içinde zirveye nasıl taşıyacağımı, her bir kıvrı­
mını öğrenmiştim. Her bir iç geçirmeyi, homurdanmayı ve
küfrü nasıl ortaya çıkaracağımı öğrenmiştim. Yoğunluğu hiçbir
zaman azalmıyordu. Ne kadar uzun süre birlikte olursak o kadar
iyiye gidiyordu. Daha fazla güzelleşemeyeceğini düşündüğümde
daha da güzelleşiyordu.
Kafasını göğsüme dayadı ve üstümde uyuyakaldı. Vücut­
larımız kaygandı, yapış yapış ve pisti ama umursamadım. En
sonunda hareket ettim. Ona arkadan sarılabilmem için döndü
ve birlikte uykuya daldık.

Saat biri geçmişti. Bir gözüm açık uyuyordum. Garaj kapısının


açıldığını duyunca hemen yataktan çıktım. Üstüme bir şortla
tişört geçirdim. Kylie’yi karşılamak için aşağı inmeden Ben’le
ikisinin sesini duydum.
“Of, Ben. Çok yorgunum. İçeri girmek istiyorum. Zaten
başım büyük beladadır. Bu konuşma için şu anda hiç gücüm
yok.” Garajdan eve açılan kapının diğer tarafındaydı.
Elim kapı kolundaydı. Muhtemelen Kylie’nin de öyle. Onu
rahat bırakmayı altı saniye kadar düşündüm. Ama sonra babası
olarak görevimin ne olursa olsun yanında olmak ve onun için
en iyisini yapmak olduğunu anımsadım. Birkaç dakika içinde
bana ihtiyacı olacağını hissediyordum. Bu yüzden kapıya doğru
yaslandım ve konuşmalarını dinledim.
Ben, “Bana cevap ver, Kylie,” dedi.
“Ne var, Ben? Ne bilmek istiyorsun?” Sesi yorgundu, tedbir­
liydi.
“Onunla miydin?”
Sensiz 165

“Evet, Ben. Onunlaydım. Oz’un yanındaydım.” Kapı kolu


döndü. “Bu kadar mı?”
“Hayır. Bu kadar değil.” Ben kızgındı. Tecrübelerimden,
Kylie’nin çenesini kapatmanın en hızlı yolunun bu olduğunu
biliyordum. “Onunla ne yapıyordun?”
“Bu seni ilgilendirmez, Ben.”
“İlgilendirmez tabii!” Ben eve biraz daha yaklaşmış gibiydi.
“Sen... Sen benim en iyi arkadaşımsın. Peki o kim? Yeni bir
çocuk. Uyuşturucu kullandığından eminim. Sigara da içiyor.
Üstüne sigara kokusu sinmiş, Ky. Ne yapıyordunuz?”
“Sana hiçbir açıklama yapmak zorunda değilim, Ben!”
Kapının kolunu bıraktı. Sesi uzaklaşmaya başladı. Sanki Ben’e
doğru yaklaşmış gibiydi.
“EVET! ZORUNDASIN!” Ben’in sesi yüksek ve çok çok
kızgın çıkıyordu. Ona, Benim aklımdaki konuşma pek buna
benzemiyordu, Ben, demek istedim.
“Neden?” Bunu çok sessiz, sakin bir şekilde sormuştu. Aynı
benim gibi sessiz bir öfkesi vardı. “Sana neden kiminle ne
yaptığımı açıklamak zorundayım? Söyle, Ben. Sen benim arka-
daşımsın. Babam değilsin. Annem değilsin. Erkek arkadaşım
değilsin.”
“Olmalıydım. O kişi ben olmalıydım.” Sesi kederli, yenik
çıkmıştı.
“Ne?” Kylie’nin kafası karışmış gibiydi.
“O kişi ben olmalıydım. Seninle olan. Olması gereken
buydu. Ama benim yerimde o var ve ben bunu anlamıyorum.”
“Bütün bunlar nereden çıktı, Ben? Biz her zaman için sadece
arkadaştık. Sen... benimle arkadaştan öte bir şekilde ilgilendi­
ğine dair en ufak bir ipucu bile vermedin. Madem onun yerinde
senin olman gerekiyordu o zaman neden hiçbir şey söylemedin?
Sesi alçaktı, yaralıydı. Trajik bir umutsuzlukla yüklüydü.
Jasituia Wilder

“Çünkü ben... kahretsin. Zamanım olduğunu düşündüm.


Mezun olana kadar, on sekiz yaşına gelene kadar beklemek
istedim. Başka kimseyle uzaktan yakından ilgilenmemiştin.
Bunca yıl. Bizse... her zaman birlikteydik. Tabii ki öpüşme-
miştik ama sen... her zaman benimdin. Mezun olunca yaz tatilini
birlikte geçiririz diye düşündüm. Birlikte yolculuğa çıkarız. Her
şevi planladım. Batıya gidecektik, yol bizi nereye götürürse artık.
İlk başta her zamanki gibi arkadaş olurduk ama zaman içinde
birbirimize ne kadar uygun olduğumuzu görecektin.” Ben uzun
bir iç çekti. “Sonra o geldi ve her şeyi mahvetti.”
"İnanamıyorum. Benji, neden hiçbir şey söylemedin? Neden?
Bir sene önce? Hatta altı ay önce? Kesin olurdu demiyorum ama
söyleseydin... bir şans olabilirdi.” İnledi. Sonra sesini yükseltti.
"‘Ayrıca herkes on sekiz yaşına girmem konusunu neden bu kadar
büyütüyor ki? On yedi değil de on sekiz olunca sihirli bir şey mi
oluyor? Sanki iki haftada değişeceğim de! KAH RETSİN!”
“Bana Benji deme. Ben senin Benji’n filan değilim.” Sesi sert­
leşti. “Onunla yattın mı?”
Kylie, “İşte bu seni hiç ilgilendirmez,” dedi. Sesi nefret
doluydu.
“Yatmışsın.” Bu bir soru değil, suçlamaydı.
“Bu konuşma bitti.” Ayak seslerinin kapıya doğru yaklaştı­
ğını, kapı kolunun çevrildiğini duydum.
“On dört yaşımdan beri âşığım sana, Ky. Altı y ıl boyunca
doğru anı bekledim/
Kapı kolu tekrar eski halini aldı. “ Of, Ben.” İç geçirdi. “Çok
uzun süre beklemişsin.”
“O senin hayatını mahvedecek. Onu bana tercih ediyorsun.
Ama senin kalbini kıracak.”
“Bu benim seçimim, Ben.” Burnunu çekti. Sesindeki kırgın­
lığı hissetmiştim.
Sensiz

“Evet, bu seçimin yanlış olduğunu düşündüğüm için kusu­


ruma bakma.”
“Söylemek istediğin başka bir şey var mı? Bana sürtük filan
diyeceksen şimdi tam zamanı.”
“Sürtük filan değilsin. Sadece yanlış bir yola girdin. Bir şey
diyeyim mi? Seni her zaman seveceğim.” Son bir çabayla atağa
geçtiğini anlamıştım. “Bekleyeceğim. Bu saçmalıklardan sıkıldı­
ğında bana döneceksin. Seni bekliyor olacağım.”
“Bu iyi bir şey mi, yoksa saçma mı bilemiyorum. Sana dönme­
yeceğim. Ben hiçbir zaman sana ait olmadım. Bir şansın vardı ve
sen çok uzun süre bekledin. Sen benim en iyi, en eski, en gerçek
arkadaşımdın, Ben. Bunu söylememem gerek belki ama söyle­
yeceğim. Bazı zamanlar keşke arkadaşım olmayı bırakıp beni
öpse diyordum. Birkaç kez yapacaksın sandım ama yapmadın.
Ben de her şeyi uydurduğumu düşündüm. Sahip olduğumuz
bu arkadaşlığı bozmak istemedim. Bana âşık olmanın mümkün
olmadığını düşündüm. Hiçbir zaman belli etmedin. Bir sürü
kızla çıktın... Lindsay, Alissa, Grace. Şu kızıl kafalının adı neydi?
Breanna. A bir de Hattie vardı. O nasıl isim bir kere? Hattie?
Onda ne bulduğunu anlamamıştım. Delinin tekiydi. Bana bu
kadar âşıksan bütün bu kızlar neyin nesiydi?”
“Beni başka kızlarla görünce kıskanırsın sandım. Çok uzun
süredir beklediğim için eskiden hissettiğim şeylere bağlı kaldığımı
düşünmeye başladım. Diğer kızlarla çıkarsam her şey netleşir
diye düşündüm. Böyle de oldu. Sadece seni istediğimi gösterdi
bana. O kızlar... Eğlencelilerdi, iyilerdi. Ama hiçbiri sen değildi.
Hattie... biraz tuhaftı evet. Zaten sadece iki hafta sürmüştü."
“O kızlarla yattın mı, Ben?” Sesi keskin ve suçlayıcıydı.
Ben in sessizliği kulakları sağır ediyordu sanki.
“ Yatmışsın! ” Kylie kulaklarına inanamıyor gibiydi. k‘I\et.
Ben. Gerçekten nasıl da âşıkmışsın bana, Beııi bekliyordun
Jasinda Wilder

elemek? Gerçeği duymak ister misin? Hayır, Oz’la yatmadım.


Ama yatacağım. Biz birbirimize değer veriyoruz. Bütün hayatım
boyunca doğru insanı bekledim. Bu sen olabilirdin. Ama şu
anda? Hayır, olmaz. Sadece Oz'la olduğum için de değil. Bu
durum... Bu anlattığın şeyler... ön ce kalkıp ‘sana deliler gibi
âşığım’ diyorsun. Sonra da, aaa şaka yapıyordum, şu becerdiğim
kızlara bir baksana' der gibisin.”
“Bu hiç adil değil! Hepsiyle yatmadım. Sadece...”
‘‘BİLMEK İSTEMİYORUM!” Kylie bağırıyordu. “Umurumda
değil. O senin bileceğin iş. Biz sadece arkadaşız, Ben. Hep
böyleydik, yine böyleyiz ve hep böyle kalacağız.”
“Hiç şansım yok mu?”
“Hayır, yok.”
“İyi. Defol o zaman.” Ayak seslerinin yavaş adımlarla uzak­
laştığını duydum.
“Ben! Bu... kahretsin. "Uzun bir sessizlik oldu. Ben’in gidişini
izlediğini hayal edebiliyordum. “Hoşça kal, Ben.”
Birkaç dakika sonra kapı açıldı. Kylie içeri girdi ve kapıyı
arkasından kapattı. Başı öne eğikti. Ağladığı belliydi. Tezgâha
yaslanarak dikildiğimi görmedi. Az daha bana çarpıyordu.
Çığlık attı ve anahtarlarını düşürdü. “Aman Tanrım, baba!
Ödümü kopardın.” Anahtarlarını aldı. Gözlerini kırpıştırıyor,
ağladığını belli etmemeye çalışıyordu. “Neden burada tek başına
duruyorsun? Gecenin birinde? Kahretsin, saat bir olmuş. Başım
belada, değil mi?”
“Seni bekliyordum
Nerede durduğumu fark etti. Kapıya baktı. “Ne kadarını
duydun?”
“ Neredeyse hepsini.”
“özel konuşmalarımı gizlice dinleyemezsin.” Gözlerini
parmaklarıyla sildi.
169

“Ever, dinlerim. Baban olarak hayatında neler olduğunu


bilmek benim görevim.” Kylie’yi omuzlarından tuttum ve
kendime çektim. “Ben konusunda çok üzgünüm, tatlım.”
“Benimle ilgili hislerini biliyor muydun?” Sesi tişörtüm
yüzünden boğuk çıkıyordu.
“Yakın zamana kadar haberim yoktu. Oz ortaya çıkıp da Ben
tuhaf davranmaya başlayana kadar.”
“Hiçbir şey söylemedin.”
“Söylemeli miydim? Bu bir şeyi değiştirir miydi? Hayatına
karıştığım için bana teşekkür mü edecektin? Sanmıyorum.”
Burnunu çekti. “Evet, haklısın.” Geri çekildi ve anahtarlarını
tezgâhın üstüne koydu. Dolaptan bir kutu Sprite aradı. “Her
şeyi duyduysan o zaman Oz ve benle ilgili şeyleri de duymuş-
sundur.”
“Evet, duydum.”
İçeceğinden bir yudum aldı. Hiçbir şey söylemeyeceğimi
anlayınca üfledi ve kaşlarını çattı. “Ee?”
“Kylie. Ne demem gerekiyor ki? Bir aydan kısa bir süre
İçinde on sekiz yaşına gireceksin. Bir noktada zaten yaşa­
nacak bunlar. Bu kadar süre beklediğin için memnunum.
Bu konuyla nasıl başa çıkacağımı gerçekten bilmiyorum,
Kylie. Bilmiyorum. Dürüst oluyorum. Bu hayat boyu hiçbir
babanın kendini hazırlayamayacağı veya başa çıkamayacağı
o anlardan biri. Henüz yetişkin olmadın ama ona yakınsın.
Seni cezalandırır veya onunla görüşmeni engellemeye çalı­
şırsam bundan hoşlanmayacağını biliyorum. Sen benim küçük
kızmışın. Tek çocuğumsun. Sonsuza kadar masum kalmanı
istiyorum. Ama öyle olmayacak ve ben de öyle varsayaımm.
Ne yapayım? Keşke ne yapacağımı bilsem. Oz la ilişkine devam
etmene izin verirsem bu bildiğim şeyleri görmezden geldiğim
için kötü bir baba olduğum anlamına mı gelecek?'’ Giuloimi
170 Jasinda Wilder

ovuşturdum. “Oz konusunda kafam karışık. İncinmeni iste­


miyorum. Maalesef Ben haklı olabilir. Seni herkes incitebilir.
Bir ilişki yaşıyorsan, bir noktada zaten incineceksin. Ama Oz
konusunda... bazı işaretler var, Kylie. Bunların çok kötü şeyler
veya Oz’un kötü bir insan olduğunu söylemeye çalışmıyorum.
Ama...”
“Biliyorum, baba. Ama onda herkesin gördüğünden çok
daha fazla şey var.”
“Biliyorum, Kylie. Dediğin gibi, bunu en çok benim
anlamam gerek zaten.” Uzun bir iç çektim. Bu konuyu açmak
istemiyordum ama mecburdum. “Kollarını gördün mü?”
Gözlerini kapattı ve uzun süre cevap vermedi. Yüzünde
gördüğüm acı, sözcüklerden çok daha fazla şey ifade ediyordu.
“Evet. Gördüm.”
“O yaraların nasıl oluştuğunu biliyor musun?”
“Evet. Biliyorum.”
Bu zor bir durumdu. “Bu... devam eden bir olay mı?”
Kafasını salladı. “Sanmıyorum.”
“Ama kesin olarak da bilmiyorsun.”
İçeceğinden bir yudum aldı. Kutuyu tezgâhın üstüne bıraktı
ve çevirmeye başladı. Kutunun logosu dönüp duruyordu. “Yüzde
yüz olarak mı? Hayır. Ama... bu konuda konuştuk.”
“Kylie, bak.” Bu konuda dikkatli, tedbirli olmam gereki­
yordu. “İnsanlar... kendilerini incitmek için bir şeyler yaparlar.
Bu daha derinlerinde bir sorun olduğunu gösteren bir işarettir.
Bu insanlar düzelmeye veya iyileşmeye hazır olmadığı sürece
onlara hiç kimse veya hiçbir şey yardım edemez.”
“Konu annem, değil mi?”
“Konu Oz, Kylie.”
“Annemin yaralarını gördüm, baba. Ne olduklarını bili­
yorum.”
Sensiz 171

“Biliyorum, tatlım. Bunlar çok, çok uzun zamandan kalma.


Annen çok zor zamanlar geçirdi. Bu onun hikâyesi, ben anla­
tamam. Ama evet, annen de yaşadığı için biliyorum bunları.
Senin de bunları yaşamanı istemiyorum. O tarafta olmanı iste­
miyorum. Kendine zarar vermek büyük bir mesele. Bu Oz için
bir sorun yaratıyorsa yardım alması gerek. Senin edemeyeceğin
bir yardım. Üzgünüm ama ben gerçekleri söylüyorum.”
Kylie’nin bakışları keskin ve uyanıktı. “Sen de biliyorsun,
değil mi? Kendi tecrübelerinden.”
îç geçirdim ve kendimi, yaralarımın dövmelerimin altında
saklı olduğu yerleri kaşırken buldum. “Evet, öyle. Her iki tarafta
da bulundum ben.”
Bakışları elime kilitlenince elimi çektim. Tekrar bana döndü.
“O zaman... sen bunu yapmasına sebep olan... dürtüyü anlaya­
biliyorsun.”
İnledim. “Evet, öyle.” Kendi geçmişime girmek istemi­
yordum. Özellikle de kızımla. Geçmişimi esir alan karanlığı ve
hayaletleri bilmesine hiç gerek yoktu. “İçinde bir acı hissedi­
yorsan, çok çok acı verici bir şeyler yaşamışsan bazen başka bir
şey hissetmek istiyorsun. Başka bir şey. Kendine zarar vermenin
yanlış olduğunu bilsen bile. Sana değer veren insanlar sana ulaş­
makta zorlanıyor. İçindeki acı çok büyük ve kötüyse umursa­
mıyorsun. Sadece bir rahatlama, kaçış hissetmek istiyorsun. Ne
kadar geçici olursa olsun. Sürekli sarhoş veya kafası güzel halde
gezmek de aynı şey. O hayat tarzı çok kötü, Kylie. Onun yakı­
nından bile geçmeni istemiyorum. Karanlık, tehlikeli. Seni çok
çabuk içine çekebilir. Çok çabuk.”
“O öyle biri değil.”
“Değil mi?”
Kafasını eğdi. “Onu tanımıyorsun, baba. Neler yaşadığım
bilmiyorsun.”
Jasinda Wilder

“ Ben onu yargılamıyorum, Kylie. Gerçekten yargılamı­


yorum. Detayları bilmiyor olabilirim ama onu tahmin etti­
ğinden de iyi anlıyorum.” Ona doğru yaklaştım, başının üstünü
öptüm. “Ama sen benim kızmışın. Benim önceliğim sensin. Oz
gibi birinin potansiyeli olan cehenneme, istemeden de olsa,
çekilmene dayanamam. Kendi hayatını yaşamana ve kendi hata­
larını yapmana izin vermem gerektiğini biliyorum ama bunun
da bir sının olmalı.”
“Yani?”
“Sen akıllı, sorumluluk sahibi bir kızsın, Kylie. Sana güve­
niyorum. Senin muhakeme gücüne güveniyorum. Sana
güvenmemem için bir sebep vermedin bana. Bir yanım bunu
yapmamamı söylese de sana elimden geldiği kadar özgürlük
vermeye çalışacağım. Ama dikkatli ol. Oz konusunda. Oz’un
yanındayken. Kendini kaptırma. Kendini incitmesine izin
verme. Kendini durduramıyorsa o zaman yapabileceğin tek şey
geri çekilmek ve ona bunu yapmaya devam ederse onunla olama­
yacağını, ona kendine zarar vermesini izleyemeyecek kadar çok
değer verdiğini söylemen olabilir. İhanet gibi geliyor ama değil.”
Başıyla onayladı. “Mantıklı bir öneri. Sorun olacağını sanmı­
yorum.”
Gözlerimi kıstım. “Sigara ve uyuşturucu konusuna gelince...
Kokusunu alabiliyorum. Bir de alkol tabii. Aptallık etme, Kylie.
Yapma. Bunların hiçbirine değmez. Sadece onun yanındayken
yapacağını düşünmen de kendine yalan söylemek demek. Bu
konuya dikkat edeceğim. Seni sigara içerken, sarhoş veya kafası
güzel bir halde yakalarsam başın belada demektir. Senden daha
iyisini bekliyorum. Bu sana ilk uyarım.” Bunları sindirmesi için
biraz zaman verdim. “Seks konusuna gelince...”
“Kapat konuyu, baba. Bu konuşmayı seninle yapmayacağım.”
Bana bakmadı. Sprite kutusunun açma yeriyle oynuyordu.
Sensiz 17 3

“Ben yine de söyleyeceğim. Hoşuma gitmiyor, rahatsız


oluyorum ama yine de söyleyeceğim. İçimden bunu yasaklamak
filan geliyor. Ama ne yazık ki bunu yapmamam gerektiğini
biliyorum. Bu seni durdurmaya yetmez. Bu yüzden tek söyle­
yeceğim şey tedbirli olman. Dikkatli olman. Oz başka biriyle
olmuşsa bir şeyler yaşamadan önce test yaptırması gerek.” İtiraz
etmeye kalktı ama ben önce davrandım. “Sus ve dinle, Kylie.
Durum benim için de tuhaf. Seni durduramıyorsam en azından
güvenli olduğundan emin olmam lazım. Ben’e Oz’la henüz...
birlikte olmadığını söyledin. Önden tedbirini al. Birden fazla
açıdan önlem alın, tamam mı?” Derin bir nefes aldım ve
kendimi gerçeği söylemeye zorladım. “Bu, doğum kontrolü artı
prezervatif demek. Tanrım. Bu konuşmayı yapmaktan nefret
ediyorum. İkisinden biri değil, aynı anda her ikisi. Bahane yok,
istisna yok. Çok uzun bir süre dede olmak istemiyorum. Anla­
şıldı mı?”
Kafasını salladı. Hâlâ bana bakmıyordu.
“Evet. Anlaşıldı.”
Çenesine dokundum. “Kylie. Bana bak.” Bana baktı. Bürün
korkumu, endişemi görmesine izin verdim. “Seni seviyorum,
Kylie. Lütfen, lütfen dikkatli ol. Tedbirli ol. Sadece vücudun için
değil, aynı zamanda kalbin ve ruhun için de geçerli bu. Ayrıca
Oz seni incitecek bir şey yaparsa bana hesap verecek. Bundan
emin ol.”
Kafasını kaldırdı. Gözleri alev alevdi. “Hayır, baba, öyle bir
şey yapmayacak. Eğer incinirsem bu benim hatam olacak. Ben
bu işe onun... farklı olduğunu bilerek giriyorum. O... yumuşak
başlı biri değil, baba. Ama sen dc öyle değilsin, değil mi? Ben
seni biliyorum. Sen istisnamsın benim. Bazı açılardan yumuşak
başlı veya güvenilir değilsin. Kibar da olmayabilirsin ama i\i
birisin. O da öyle.”
174 Jasinda Wilder

Başımı salladım. “Anladım. Buna saygı duyuyorum. Ama


baban olarak ayrıcalığım seni üzen kim olursa olsun suratını
dağıtmak. Ve bunu yaparım da. Hoşuna gitse de gitmese de. Bu
yüzden Oz yüzünün tek parça halinde kalmasını istiyorsa sana
kıymetli bir şeymişsin gibi davranmalı.”
Yüzü yumuşadı. “Öyle yapıyor, baba. Gerçekten öyle davra­
nıyor.”
Ona sarıldım. “Güzel.” Başına bir öpücük daha kondurdum.
“Bir dahaki sefere saat birden önce gelmeye çalış, olur mu?”
Başını salladı. Yukarı çıkmasına izin verdim. Nell merdiven­
lerin başında üstünde bir sabahlıkla dikiliyor, boşluğa bakıyordu.
Peşimden odaya geldi. Kapıyı kapattım.
Nell, “Kocaman kız oldu,” dedi.
“Biliyorum.”
“Ne ara oldu bu?”
Omuz silktim, kafamı salladım. “Bilmiyorum. Göz açıp
kapayana kadar.”
Şefkatli bir şekilde gülümsedi. “Sen iyi bir babasın, Colt.”
îç geçirdim. “Doğru şeyi mi yapıyorum? Oz’la bir şeyler
yaşamasına izin vererek? Doğru değil gibi geliyor ama mantıken
başka bir seçeneğim yok.”
Sabahlığını çıkardı ve çıplak bir şekilde yatağa girdi.
“Haklısın. Çok hoşuma gitmese de ne yaptığım bilmeyi ona
yasaklar koyup evden kaçmasına sebep olmaya tercih ederim.”
“Ya da daha kötüsü evden temelli kaçmasına.” Kendimi
düşündüm. On yedi yaşında ve New York’ta tek başına. Kendi
başımın çaresine bakamayacağım kadar küçüktüm. Bu yüzden
Kylie küçükken kendi ailemin yaptığı hataları yapmayacağıma
yemin etmiştim. Ama acaba en az onlar kadar kötü hatalar
mı yapıyordum? Bunu bilmenin ve bir ebeveyn olarak hata
yapmaktan kaçmanın bir yolu yoktu.
Sensiz 175

Tişörtümü çıkardım ve Nell’in yanına yattım. Sıcaklığını


hissettim. Saçları yanağıma değiyordu.
Çocuğunuz ne kadar iyi olursa olsun bazen hayat onu
kimsenin öngöremeyeceği veya koruyamayacağı bir yere götürü­
yordu. Bu Kylie’ye olursa ona yardım etmek için yanında olmak
zorundaydım.
9
Fi t i z 11: n ı : n T o h u m l a r

Oz

Kylie test yaptırmamı istemişti. Ben de yaptırdım ve temiz


çıktım. O doğum kontrol hapı alırken, ben de doktorunun
muayenehanesinde bekleme odasında oturdum. Sonra birlikte
koruyucu almaya gittik. Bütün bunları birlikte yapmak tuhaf
ama yine de garip bir biçimde rahatlatıcıydı. Sanki birlikte karar
alıyormuşuz, sadece bu anı değil geleceği de düşünüyormuşuz
gibiydi. Sanki birlikte bir gelecek planlıyormuşuz gibi. Bu fikir
bana umut veriyordu.
Artık on sekiz yaşındaydı. Doğum gününü ailesinin evinde
pasta yiyerek, gülüp eğlenerek geçirmiştim. Bunlar kendi doğum
günlerimde hiçbir zaman yapmadığım şeylerdi. Ona popüler
country tarzı şarkıların notalarını gösteren bir kitap hediye
etmiştim. Çok beğenmişti.
Artık on sekiz yaşına girmişti. İkimiz de testten geçmiştik,
korunuyorduk. Geriye doğru anı beklemek dışında bir şey
kalmamıştı. Ben ilk seferimizde pis odamdaki yataktan başka
bir yerde olmayı hak ettiğini düşünüyordum. Hiçbir zaman
romantik hareketler yapmamıştım ama bir şeyler yapmak isti-
Sensiz 177

yordum. Tek sorun romantik şeyler için para gerektiğiydi. Bende


olmayan para.
Bunların hepsi birkaç gün Önce olmuştu. O zamandan
beri günler gergin ve zor geçiyordu. Doktor, ilaçların bünye­
sine girmesini bekleyene kadar hiçbir şey yapmamamız konu­
sunda oldukça açık konuşmuştu. Ondan sonra beklemek çok
zor, imkânsız hale gelmişti. Kendimizi en uçtan geriye doğru
çekmek, ateşli ihtiyacımızı bastırmak, aklımız başımızdan
gitmeden, kendimizi birbirimizde kaybedip neden beklemek
zorunda olduğumuzu unutmadan öpücüklerle idare etmeye
çalışıyorduk. Sınavlara çalışarak, ödevler hazırlayarak kendimizi
meşgul etmeye çalışıyorduk ama yine de zorlanıyorduk. Deli bir
arzuda, odamın sessizliğinde, sakin bir otoparktaki arabasında
veya motosikletimdeki çalıntı öpüşmelerde kendimizi kaybe­
diyorduk. Aç bakışlar, yırtıcı eller, titreyen vücutlarla dolu bir
haftaydı.
Dikkatimizi dağıtmak için birlikte ders çalışmış, müzik
yapmıştık. Şarkılar yazdık, yeni cover’lar öğrendik. Birlikte
çalmayı, birbirimizi müzikal olarak okumayı, neleri güzel yapıp
neleri yapamadığımızı öğrendik. Bana nota okumayı öğreti­
yordu. Bu düşündüğümden de kolay bir işti. Artık ne yapmak
istediğimiz konusunda nettik.
Kylie’nin arabasındaydık. Cuma günü öğleden sonrasının
trafiğinde şehir merkezine gitmeye çalışıyorduk. Kylie sahneye
çıkmamızı istediği bar ve gece kulüplerinin listesini yapmıştı.
Son birkaç günü bazı yeni ezgileri ve birkaç yeni düzenlemeyi
çalışarak geçirmiştik. Gideceğimiz ilk yer bir sporcu barıydı.
Kylie görüşmeyi geçen hafta ayarlamıştı. Yönetici bizi bekli­
yordu. El sıkıştık. Adam kendini Dan olarak tanıttı ve sahneyi
gösterdi. Burası, barın köşesinde, bir basamak yukarıda olan bir
platformdu. Sırtımız, sokağa bakan pencerelere dönük olacaktı.
Jasinda Wilder

Kölede yıpranmış, somon rcııgi bir piyano, birkaç tabure ve


mikrofon ayağı vardı. Gitarlardan ve amfiden başka bir şey getir­
memiştik. Amhyi taktım ve ayarladım, elektro gitarımın bağlan­
tısını kurdum ve tabureye oturdum. Bu sırada Kylie piyano
tuşlarını tıngırdatıp akordu ve sesi kontrol ediyordu.
Dan, “Bu piyano çok eski,” dedi. Askeri tarzda kesilmiş
saçları, kaslı bir yapısı ve keçi sakalı olan bir adamdı. “Akort
edilmesi lazım. Ama seçmeler için işe yarar sanırım. Hazır oldu­
ğunuzda başlayabilirsiniz.”
Kylie bana başını salladı. Çalmaya başladım. Ritmi saymak
için bir yandan da kafamı sallıyordum. Amatörler gecesi için
yaptığımız ikinci şarkının girişindeydim. Bu çok güzel bir solo
girişti. Kylie piyanoya başlayıp şarkıya girdiğinde muhteşem bir
şeye dönüştü. Yöneticinin etkilendiği belliydi. Bu şarkıyı bitirdik.
Elektro gitarımı akustikle değiştirdim. Kylie sanki siyah ve beyaz
tuşlardaki tozu süpürmek ister gibi ellerini tuşların üstünde
gezdirdi. Sanki yeni şarkıya başlamak için eskinin izlerini siliyor
gibiydi. Bunun alışkanlık gibi bir şey olduğunu fark etmiştim.
Çok tatlı bir hareketti. Üç kez akort bastım, ritimleri saydım.
Sonra Kylie, Ed Sheerandan “Kiss Me”nin sade bir versiyonunu
çalmaya başladı. En çok bu şarkıda tedirgindim. Bizim versiyo­
numuz daha çok ikimizin uyumuna dayanıyordu. Gitar kısmını
yeterince kolay bir şekilde çalabiliyordum. Şarkının gerçek
temeli Kylie’nin piyano kısmıydı. Ama doğru zamanda doğru
notalara birlikle basmak zordu. Zaten şarkı söyleme konusunda
da kendime çok güvenmiyordum. Kylie piyanoda “ortalama”
olduğunu söylediğinde aslında çok çok iyi demek istediğini
çabuk fark etmiştim. Ama gitar konusunda çok kötüydü. Bu
konuda gerçekten abartmıyordu.
Bir yerde sözleri karıştırmama rağmen şarkıyı güzel bir
şekilde noktaladık.
179

Daıı, “İyi bir performanstı. Gerçekten iyiydi,” dedi. “Bu


şarkı bizim seyircilerimiz için pek doğru bir karar olmayabilir
ama mekânı doldurabilirsiniz, orası kesin. Daha country tarzında
bir şeyler var mı?”
Başımla onayladım. “Tabii. Green River Ordinanceten
‘Cannery River’ olur mu?”
Dan onay verdi. Tekrar gitarları değiştirdim. Bu bir düet
olarak düzenlenecek en zor şarkıydı. İkimiz de keman çak­
mıyorduk ama keman için yazılan melodiyi elektro gitarımla
çalmanın bir yolunu bulmuştum. Gerisini Kylie karışık bir
piyano düzenlemesiyle halletmişti. Bence güzel olmuştu ama bu
bize değil Dan e kalmıştı.
Kendimizi kaptırdık. Uzun, kederli, iniltili notalar çalı­
yordum. Kylie piyanosunun üstüne eğilmişti. Parmakları
uçuyordu. Vokallerin çoğu bendeydi. Bu beni çok korkutu­
yordu. Sesimin ortalara doğru titremeye başladığını fark ettim.
Sinirlerim her şeyi berbat ediyordu. Gözlerimi kapatıp gitara,
sözcüklere odaklandım ve çalmaya devam ettim.
Dan’den alkış aldık. “Bu harika bir performanstı. İşe alın­
dınız.” Bana sırıttı. “Bir an için kendini kaybediyordun, değil
mi?”
Başımla onayladım. “Evet, neredeyse.”
Bacağına vurdu ve bar taburesinden kalktı. “Başardınız.
Bunlardan ve özgün parçalardan biraz daha istiyorum. Bugünden
itibaren üç hafta sonra diyelim mi? Ayın yirmi birinde, perşembe
günü. Akşam sekiz. Yirmi bir yaşından küçükseniz akşam dokuz
buçuktan sonra çalmanıza izin veremem. Bana iyi bir perfor­
mans verin. Nasıl gideceğine bakalım.” Kylieye baktı. “Scıı
tanıdık geliyorsun. Adın neydi?”
“Kylie.”
“Kylie ne?”
Jasinda Wilder

Belli ki soyadını söylemek istemiyordu ama yine de söyledi.


“C;ıllow<ıy."
l^alloway mi? Sen Nell’le Colt’un kızısın, değil mi?”
Kylie iç geçirdi. “Evet, ama...”
Dan sözünü kesti. “Bunu bilmeden önce almıştım zaten sizi.
Yani sizi bu yüzden aldığımı sanmayın. Baban sahneye çıkmak
istediğinizi biliyor mu?”
Kylie omuz silkti. “Evet.”
Dan başıyla onayladı. “Güzel. Colt’u arayıp bir konuşayım.
Onun için de sorun değilse biraz daha uzun süre ve kalabalık
saatlerde çalmanıza izin verebilirim. Aslında bunu yapmamam
lazım ama sen Colt’un kızı olduğun için bir şeyler yapabilirim.”
“Sırf bu yüzden ayrıcalık istemiyorum...”
Dan araya girdi. “Bak, kızım. Bu sektör çok zordur. Sahneye
çıkmak zordur. Ben senin yerinde olsam bütün imkânları
kullanırdım. Kendi başına bir şeyler yapmak istemene saygı
duyuyorum ama evet evettir. Üstelik inan bana sadece ailenin
ismiyle bile girerdin bu işe. Sizi istedikleri kulübe veya bara
sokabilirler ama kalabalığa etkileri olmaz. Dinleyiciler sizin
kim olduğunuzu umursamazlar. Onlar sadece iyi müzik
dinlemek isterler.”
Kylie iç geçirdi ve başıyla onayladı. “Mantıklı.”
Dan omuz silkti. “Tamam o zaman. Ayın yirmi birinde görü­
şürüz.” Kylie’ye bir kartvizit uzattı. “Bunu babana ver.”
Gitarlarımı topladım. Amfiyle birlikte dışarı çıkardım ve
arabaya koydum. Kylie arabayı çalıştırdı. Sonra bana döndü.
“İNANAMIYORUM!" Kollarımı tuttu ve beni sarstı. “İlk
sahnemizi kaptık, Oz!”
Gülümsedim. “Başardık, tatlım ”
“Şimdi geriye sahneye çıkmak kalıyor!” Kylie trafiğe çıktı ve
evlerine doğru ilerledi.
Sensiz 181

Hangi cover’ları yapacağımızı konuştuk. Birkaç tane daha


yeni parça yapmaktan bahsettik. Evlerine vardığımızda olası­
lıklar konusunda ikimiz de heyecanlıydık ve yeni bir şarkının ilk
kıtasını çıkarmıştık. Biz arabadan inerken Ben’in de kamyonete
bindiğini görünce heyecanımız söndü. Kylie onu görür görmez
üzüldü. Bunu hissetmiştim. Ben, bana açık bir nefretle bakı­
yordu. Bu hem şoke edici hem de beklenmedikti.
Kapısını çarparak kapattı, geri geri gelirken lastikleri gıcır­
dıyordu. Gözü kara bir hızla caddeye doğru ilerledi. Ön kapı
açıldı, annesi dışarı çıktı ve verandada durarak Ben’in arkasından
baktı.
Kylie’ye baktım. “Derdi ne?”
İç geçirdi. “Derdi çok.” Kafasını salladı ve bana baktı. uBana
kızgın.”
“Kylie.”
“Sizin evden geç geldiğim gün, ilk amatörler gecemizden
sonra kavga ettik. Beni bekliyormuş.”
“Kıskanıyor mu?”
“Evet. Sanırım haklıymışsın. Bana on dört yaşından beri âşık
olduğunu söyledi.”
İnledim. “Kahretsin. Sana söylemiştim.” Ondan uzaklaştım.
Endişelenmeye başlamıştım.
Peşimden geldi. “Oz, sorun yok.”
Olduğum yerde döndüm. “Yok mu? Nasıl yok? O senin en
iyi arkadaşın. Aranıza girmek istemezdim.”
“Bana bir şey söylemek için önünde çok uzun bir zaman vardı.
Ama hiçbir şey söylemedi. Bir kez bile. Neler hissettiğini his
göstermedi.” Sokağa, Benin kamyonetinin ilerleyip kaybolduğu
yere doğru baktı. Sanki onu hâlâ görebiliyor gibiydi. “Aslında
göstermesini istiyordum. U/.un süre önce. Doku/uncu s.mtu,
onuncu sınıfta. Ben harika biriydi. Seksiydi, havalıydı, cğLna
182 Jasinda Wilder

liydi, atletikti, popülerdi. Bir kızın istediği her şeydi. Birlikte bir
peri masalı tarzı bir şeye sahip olacağımızı düşünürdüm. Uzun
süre aşkını itiraf etmesini bekledim ama yapmadı. Ben de arka­
daşlığımızı bozma riskini almak istemedim. Sonra geçen sene
birden kızlarla flört etmeye başladı. Ben de pes ettim. Bu yıl da
sen geldin, aramızda bir şeyler oldu. Şimdi kalkmış, artık her şey
için çok geçken hislerini söylüyor.”
Mahvolmuştum. Ben’le ilgili söylediği şeylerde haklıydı.
Bunu kaçıracak kadar kör değildim. Çocuğun benden nefret
etmesi için bir sürü sebebi vardı. Bir yanım Kylie için yanlış
adam olduğumu biliyor ve bana Kylie’yi Ben’e itmemi söylü­
yordu. Ama bencil tarafım bunun olmasına izin vermeyecekti.
Kylie belli ki beni çok iyi tanıyordu. Bana doğru döndü ve,
“ Bunu aklından bile geçirme, Oz. O şansını kaçırdı artık. Ben
şenleyim,” dedi.
Güldüm. “Hiçbir şey söylemedim ki.”
Gözlerini kısarak baktı. “Ama düşünüyordun.”
Başımla onayladım. “Evet.”
“Düşünme işte. Düşünme.” Beni ön kapıya doğru çekti.
Kendisi de içeri girdi ve Colt’a seslendi. “Baba! Neredesiniz?”
Colt bodrumdan çıktı. “Ne oldu, tatlım?”
Kollarını babasının beline doladı.
“Sahne işi aldık!”
Colt, Kylie’ye sarıldı.
“Süper! Nerede?”
Ona kartı uzattı. “Burada. Yöneticinin adı Dan. Senin için
sorun olmazsa çalmamıza izin vereceğini söyledi. Yaşım küçük
olduğu için en kalabalık saatlerde çalmamın zor olduğunu
söyledi.”
Colt başıyla onayladı. “Evet, doğru söylüyor. Özellikle de
konu Music Row bölgesindeki bar ve kulüplerse. Ama katıla-
Sensiz 183

bileceğiniz bir sürü amatörler gecesi var. Bu kendinize bir isim


yapmak için iyi bir yol. Şarkıcı ve bestecilerin bu geceleri küçük
bir dünya, özellikle de konu gerçek yetenek olduğunda.”
Sırtıma hafifçe vurdu. Bir kolu hâlâ Kylie’deydi. “İkiniz iyi iş
çıkardınız.” Kylie’ye baktı. “Annenle ben gelip Oz’la seni izlesek
sorun olur mu?”
Kafasını salladı. “Sorun değil, gelip izleyebilirsiniz.”
“Ne zaman?”
“Ayın yirmi birinde, perşembe günü.”
“Güzel. Orada olacağız.” Colt tekrar bodruma indi. Biz de
Kylie’yle odasına çıktık.
Kylie kapısını açık bıraktı. Ben masasına oturdum. O da
yatağına geçti. Sonraki birkaç saati kalkülüs sınavına çalışarak ve
yeni bir şarkı üstünde düşünerek geçirdik.
Yedi buçukta Nell geldi. “Akşam yemeği hazır.” Bana baktı.
“Yemeğe kalıyor musun?”
Kylie benim yerime cevap verdi. “Evet. Kalıyor.”
Güldüm. “Sanırım kalıyorum.”
Birkaç dakika sonra mutfağın hemen dışındaki yuvarlak
masada oturuyorduk. Bir tarafımda Kylie diğer tarafımda Nell
vardı. Colt karşımdaydı. Masada koca bir kâse makarna, kıymalı
sos, sarımsaklı ekmek ve salata vardı. Her tabağı birbirlerine
uzatmalarını izledim ve bekledim. Sıra bana gelince yardımcı
oldular. Bu tuhaf bir durumdu. Daha önce hiç bu şekilde gerçek
bir akşam yemeği masasında oturmamıştım. Her zaman annem
ve ben vardık. Bazı nadir akşamlar her ikimiz de yemekte evde
oluyorduk. Kanepede oturuyor ve televizyon izlerken hızlıca
bir şeyler atıştırıyorduk. Ne yapacağımı bilmiyordum. Onların
başlamasını mı beklemeliydim? Yoksa önce dua mı ediyorlardı?
Bana pek dindar insanlar gibi gelmemişlerdi ama benim aptal
bir düşüncem vardı. Güzel, büyük ailelerin yemek yemeye başla­
Jasinda Wilder

madan önce dua ettiklerini düşünürdüm. Gözlerimi kapasa


mıydım? Bilmem gereken başka bir görgü veya terbiye kuralı
var mıydı? Ellerimi yıkamamıştım. Kafamda hâlâ şapkam vardı.
Çıkarsa mıydım? Kafamdan binlerce düşünce geçti. Yemek
yemiyor, Kylie ve ailesini izliyordum. Nefes almadan yiyorlar,
cana yakın bir şekilde sohbet ediyorlar, birbirlerine o günle ilgili
sorular soruyorlar, hikâyeler anlatıyorlardı. Hepsinin ağzı da
yemekle doluydu.
Nell yemediğimi fark etti. “Beğenmedin mi, Oz? Yemi­
yorsun.”
Gözlerimi kırpıştırdım. “Hayır... güzel. Güzel kokuyor.”
Colt imdadıma yetişti. “Akşam yemeği yiyoruz, Oz. Rahatla
biraz. Ye.”
Kylie sarımsaklı ekmeğini masaya bıraktı ve bana baktı, “iyi
misin?”
Huzursuz bir şekilde güldüm ve makarnadan bir parça aldım.
“Güzelmiş. Çok güzelmiş. Elinize sağlık.” Israr etmeyeceğini
umuyordum.
Israr etmedi. En azından şimdilik. Yavaş yavaş gevşemeye
başladım. Birkaç soruya cevap verdim. Nerelerde yaşadığımla,
hangi şehirleri sevdiğimle, hangilerini sevmediğimle, favori
müzik gruplarımla ilgili zararsız sorulardı bunlar. Colt ve ben
motosikletlerle ilgili bir sohbete dalmıştık. İşte o zaman Kylie’nin
beni mutlu, meraklı ve hevesli bir biçimde izlediğini fark ettim.
Sanki burada, evinde olduğum ve babasıyla konuştuğum için
çok mutluydu.
Banaysa tuhaf gelmişti. Hiçbir kızın beni evine götürüp
ailesiyle tanıştırmak isteyeceğini düşünmemiştim ama işte bura­
daydım.
Makarna yiyor ve Colt Calloway’le Triumph motorlar
hakkında sohbet ediyordum. Hiçbir sorun da yoktu.
Sensiz 185

Akşam yemeği bittiğinde masayı temizlemeye yardım ettim.


Kylie’yle birlikte bulaşıkları makineye doldurduk. Bu da tuhaf
ama güzel bir biçimde evcil bir şeydi.
Colt bana bakarak onu takip etmemi söyledi. “Erkek arkada­
şını çalıyorum, Kylie. Motora bakacağız.”
Kylie sesinde bir uyarı tonuyla, “Kibar olun,” dedi.
Ne bekleyeceğimi bilmiyordum ama onunla birlikte garaja
gittim. Garajın kapısını açtı, Triumph’un üstündeki örtüyü
kaldırdı. Çömeldim ve motoru inceledim. Çekmecede bir şeyler
karıştırdığını duydum. Sonra bir çakmak çakıldı. Sigara kokusu
aldım. Bana bir paket Camel uzattı. Bir tane aldım ve yaktım.
Birkaç dakika geçti. Colt tezgâha doğru yaslandı. “Kızımı bu
illete alıştırırsan canına okurum.” Sigarayı gösterdi.
“Ben de ona aynen bunu söylüyorum. Sigara içmesine izin
vermiyorum. Onun yanında ben de içmemeye çalışıyorum.”
Başıyla onayladı. “Güzel.” Gözlerini kısarak baktı. “Bak, sana
büyük bir konuşma yapmayacağım veya korkutmaya çalışmaya­
cağım. Sanırım gerek de yok.”
Kafamı salladım. “Evet, efendim, gerek yok.”
“Ama yine de bahsetmek istediğim birkaç şey var. Birincisi,
kollarındaki o yaralar sorun yaratacak mı?”
Kolumu çevirdim ve yaralara baktım. “Hayır, efendim.”
Yutkundum. “Yalan söyleyecek değilim. Eskiden önemli bir
sorundu. Bazen hâlâ o dürtüyü hissediyorum ama artık yakmı­
yorum. Bırakmamın sebebi kızınız demiyorum çünkü değil.
Ama yine de yardımı dokunuyor. Ben öyle biri olmak istemi­
yorum. O... bundan daha iyisini hak ediyor.”
“Aynen öyle.” Colt’un bakışları tecrübeliydi. “Kendin mi
bıraktın? Yoksa biriyle mi görüştün?”
Ne söyleyeceğimi düşündüm. En sonunda doğruyu söyle­
meye karar verdim. “Bir ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde
186 Jasimla Wilder

iki ay kaldım. Liseden mezun olmadan hemen önce. Kendimi


yakmak... alışkanlığa dönüşmüştü. İyice kötüleşmişti. Durumum
gerçekten kötüydü. Okulda başını sürekli belaya giriyordu.
Kabadayı çocuklar vardı. Kimse onları durdurmuyor ve durdur­
maya çalışmıyordu. Okulu onlar yönetiyordu. Onların saçma­
lıklarına katlanamadım. Birkaç tanesinin canına okuduğum
için neredeyse okuldan atılacaktım. Durum kötüleşmeye devam
etti. Fiziksel bir şey yoktu. Psikolojik kabadayılıktı. Sosyal ve
ekonomik olarak dışlanmış bir okulda okuyordum. Grupların
hiçbirine uymuyordum. Derslerim kötü gidiyordu, annem kızıp
duruyordu. Okul yönetimi beni okuldan atmak üzereydi. İyi bir
çözüm yolum yoktu. îşte o zaman yakmaya başladım. Annem
fark etti. Çok kızdı. Ben yakmaya devam ettim. Sene bittiğinde
annem bu konu yüzünden sinir krizi geçirecek hale geldi. Beni
bir psikiyatriste götürdü. Konuşmadım, işbirliği yapmadım.” Bu
kısmı anlatmak istemeyerek tereddüt ettim. “Yakma olayı iyice
kötüleşti. Çok kötüleşti. Annem başa çıkamadı, kendimi öldür­
meye çalıştığımı filan düşündü. Bu yüzden beni istemeyerek de
olsa ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırdı. İlk başta her şeyi
yaptım. Onları dinlemedim. Ama sonra kendimi yakma dürtüm
konusunda bana yardım edebileceklerini düşündüm. Kendimi
yakmak istemiyordum aslında. Bu bir... zorunluluktu sanki.
Durduramıyordum. Ellerim kendiliğinden hareket ediyordu.
Bu size mantıklı gelecek mi bilmiyorum ama durum böyleydi.
Hastaneden nefret ediyordum ama yine de anlamama yardımcı
oldular.”
“İntiharı düşündün mii hiç?”
Kafamı salladım. “Hayır, efendim. Bu hayatıma son vermek
veya ölmek istememle ilgili bir şey değildi. Sadece... yakmak,
hissettiğim diğer şeyleri bastırmama yardım ediyordu. Nasıl başa
çıkacağımı bilmediğim hisleri.”
Sensiz 187

“Peki ağır uyuşturucular?”


Kafamı salladım. “İşim olmaz. O şeyin insanları öldürdü­
ğünü gördüm. Bulaşmam.”
Colt iç geçirdi. “Diyorlar ki ot içiyormuşsun.”
‘“ Diyorlar ki’ derken?” Bir kaşımı kaldırdım. “Kim diyor?”
“Ben diyor.”
Suratımı buruşturdum.
“Ben mi? O benden nefret ediyor.”
“Biliyorum. Ama soruma cevap ver. İçiyor musun?”
Başımla onayladım. “Bazen. Çok sık değil.” Kalbim gümbür­
düyordu.
“Ya Kylie?”
“Benim yanımda hiç içmedi.”
“O pisliği bırak, Oz. Sana hiçbir faydası olmaz. Ben bu
yollardan geçtim. Bu kadar sakin olmamın sebebi de bu. Böyle
şeylerin kızımın yakınında olmasını istemiyorum. Kızımın
üstünde sadece kokusunu bile duysam kötü şeyler olur.” Sigara­
sıyla beni gösterdi. “Kızım senden hoşlanıyor. Şenle benim ortak
noktamız çok Oz ve bu beni korkutuyor. Ama ben adattım. Bu
yüzden sana Kylie’nin etrafında olmana izin vererek bir şans
tanıyorum.”
Başımla onayladım. “Anladım. Teşekkürler.”
“Sizi ayırmaya çalıştığım için seninle kaçmasındansa birlikte
olmanıza izin verip nerede olduğunuzu bilmeyi tercih ederim.”
Sesinde acı bir ton vardı.
“Kylie için iyi şeyler istiyorum, efendim. Siz ve Nell’in onun
için önemli olduğunu biliyorum ve onu sizden bu şekilde almaya
çalışmam mümkün değilim.”
“Güzel.” Beni şüpheli bir şekilde süzdü. “Motorlarla tecrüben
var mı?”
Kafamı ileri geri salladım. “Biraz. Öğrenmek isterim.”
188
Jasinda Wilder

Colt tezgâhın üstündeki bir kutuyu karıştırdı ve elinde


küçük bir kartvizitle geldi. “Bu benim bir arkadaşım. Garajında
yardıma ihtiyacı var. Yarın git bir görüş. Ben haber vereceğim
ona. Çok çalışırsan iyi para öder.”
Kartı aldım. “Çok iyi olur, Colt. Teşekkürler.”
“Yağ değiştirmekten daha iyi şeyler yapabilirsin.” Kafasıyla
evi işaret etti. “Hadi git. Seni bekliyor.” Kapıya yöneldim. Tekrar
seslendi. “Oz? Son bir şey daha var. Kızımı hamile bırakırsan
seninle sorunumuz var demektir. Çok ciddi sorunlar.”
Elim kapı kolundayken donup kaldım. “Böyle bir şey olma­
yacak, efendim. Söz veriyorum.”
“Olmasa iyi olur.”
Kylie beni bekliyordu. Garajdan çıkar çıkmaz beni kolumdan
tuttu ve arabasına sürükledi. Annesine el salladım ve yemek için
teşekkür ettim. Sonra Kylie’yle birlikte benim evime doğru yola
çıktık.
Kylie, “Babam ne söyledi?” dedi.
Omuz silktim. “Kendimi yakmamın bir sorun olup olmadı­
ğını öğrenmek istedi. Ben in ot içmemle ilgili söylediği şeyleri
sordu. Seni hamile bırakmayacağımdan emin olmak istedi.”
“Ben ne demiş?” Kylie’nin kafası karışmış gibiydi.
“Sanırım Ben ona ot içtiğimi söylemiş. Tam bilmiyorum.”
Kylie kaşlarını çattı. Sonra yüz ifadesi normale döndü. “Haa.
Babam Ben le tartıştığımı duymuştu. Ben senin ot içtiğini bildi­
ğini söylemişti. Ondan bahsediyordu herhalde.”
“Her şey düşünüldüğünde bence oldukça iyi bir konuşma
oldu.”
Kylie bana baktı. “Yakma konusunda ne cevap verdin?”
“Doğruyu söyledim. Eskiden bir problem olduğunu yani.
Ruh ve sinir hastalıkları hastanesiyle ilgili her şeyi anlattım.”
“Ne hastanesi ne?”
Sensiz 189

Kahretsin. Ona bundan bahsetmediğimi unutmuştum. Bu


yüzden Colt’a anlattığım şeylerin aynısını ona da anlattım.
Elimi tuttu ve sıktı.
“Çok kötü olmuş, Oz. İnsanlar neden sürekli seninle uğra-
şıyorr
“Bilmiyorum. Ben farklıyım. Sanırım biraz da annemin
beni yazdırdığı okullardan kaynaklanıyor. Şehirdeki en iyi okula
gitmem için elinden geleni yaptı hep. En iyi okula gidebilmeme
olanak sağlayacak bir yer buluyordu. Bu güzel bir düşünce.
Daha güvenli okullar filan tabii ama kötü okullara daha iyi
uyum sağlardım. Orada kimse bana dikkat bile etmezdi. Beni
yazdırdığı okullarda böyle olmuyordu. Oralara uyum sağlaya-
madım. Hiçbir zaman.”
Bizim eve vardık. Onu içeri, odama soktum. Kendi evin­
deymiş gibi hareket ediyordu. Kirli çamaşırları bir kenara attı ve
yatağıma oturdu. Onu seyrettim. Sonra beni gün boyu rahatsız
eden konuyu açmaya karar verdim.
“Kylie, ben biraz düşündüm de...”
Güldü. “Oovv.”
“Hayır ya, kötü bir şey yok. Sadece yalnız kalabildiğimiz tek
yerin bu kötü daire olmasından nefret ediyorum. Keşke birlikte
gidebileceğimiz daha güzel bir yer olsa. İlk seferimiz için yani.”
Kaşlarını çattı. “Nerede olduğumuz hiç önemli değil, Oz.
Birlikte olduğumuz sürece bunun hiç önemi yok. Burası senin
odan. Senin mekânın. Ayrıca en güzel anılarımdan bazıları
bu odada gerçekleşti. Seni tanımam.” Kızararak sırıttı. “Seni
öpmem. Sana dokunmam. Birlikte yaptığımız şeyler. Hepsi
burada oldu. Ritz-Carlton’a veya milyon dolarlık çatı katma
ihtiyacım yok. Olduğun kişiden başka kimseye veya hiçbir şeye
ihtiyacım yok.”
Bana elini uzattı.
Jasinda Wilder

\atakta yanına oturdum. Bileklerimden tuttu ve beni


kendine doğru çekti. Yatağa uzandı, beni de çekiştirdi. Gülerek
üstüne düştüm.
“İşte. Bak şimdi güzel bir yerdeyim.” Sırıttı.
“Of, Kylie. Sen fazla mükemmelsin. Benim gibi biri için fazla
iyisin.” Yumruklarımı omuzlarının yanına koydum ve ağırlığımı
üstünden kaldırdım. “Ama yine de bunu kabul edeceğim.”
“Evet, edeceksin.” Avucunu yanağımda gezdirdi. Şapkamı
çıkardı ve bir kenara attı. Saçlarımı çözdü. “Seni evimde, ailemle
konuşurken görmek hoşuma gitti. Hayatımda olman hoşuma
gitti.”
“Benim de. İlk başta biraz tuhaf geldi ama sonradan hoşuma
gitti.”
Kafası karışmış gibiydi. Kafasını yana eğdi. “Neydi tuhaf
olan? Akşam yemeği mi? Bir olay vardı sanki orada?”
Omuz silktim. “ Daha önce hiç böyle bir yemek yemedim.
Bir masada, bütün bir aile. Tuhaf geldi. Ne yapacağımı bile­
medim.”
Güldü. “Ne yapacaktın ki? Akşam yemeği bu yahu! Yemek
yiyeceksin!”
Kahkaha attım. “Evet, o kısmı anladım. Ama yine de biraz
gerildim. Kız arkadaşının ailesiyle yenen resmi bir akşam yemeği
önemli bir şeydir.”
“Aa.” Kylie ciddileşmişti. “Hiç o açıdan bakmamıştım.”
“Sorun değil. Güzel zaman geçirdim.”
“Ve işte buradayız," dedi. Parmaklarım tişörtümün altına
kaydırdı.
“İşte buradayız/’ Tırnakları omurgamda ilerliyor, bir yandan
da tişörtümü çekiştiriyordu. Sonra tişörtümü tamamen çıkardı.
Avuçlarını vücudumun yan tarafında gezdirdi, kalçamı kavradı
ve beni kendine çekti.
Sensiz 191

“Beni soy,” diye fısıldadı. “Artık durmamız için bir sebep


yok.”
“İçinde küçük, açgözlü bir canavarı uyandırdım, değil mi?”
Üstünde beyaz bir gömlek ve diz hizasında gri, pamuklu bir
ete k vardı. Dizlerimin üstünde geriye çekildim ve gömleğinin ilk
düğmesini açtım. Sonra İkincisine geçtim.
Ellerini kafasının üstüne koydu. Bakışlarını bana kilitlemişti.
“Aynen öyle, bebeğim. Çok aç bir canavar. Açgözlü, doyumsuz
bir canavar.”
Geri kalan düğmeleri de açtım ve derin bir nefes aldım.
Küçücük, kırmızı, destekli bir sutyen giymişti. Birden sertleştim.
Bakışları kasıklarıma kaydı. “Önden kopçalı,” dedi.
Sutyenini çözerken bakışlarımı ondan ayırmadım. Sonra
bana doğru eğildi, gömleğinin ve sutyeninin kollarından düşme­
sine izin verdi. Tanrım, bu memeler. İnanılmazdı. Avuçlarımı
üstlerinde gezdirdim. Meme uçlarının dokunuşumla sertleşti­
ğini hissettim. Hepsini avuçladım. Bir zevk iniltisiyle iç geçirdi.
Sonra pantolonumu açmaya başladı. Beni geriye doğru yatırdı
ve pantolonumu indirdi. Ben de eteğinin beliyle uğraşıyordum.
Eteği kalçalarına doğru çektim. Bir tarafı belinde kaldı. Diğer
taraf kırmızı tangasının ipini gösterecek kadar açıldı. Bacakla­
rımın arasında durdu ve eteği aşağı çekmeme izin verdi. Sonra
kumaşı tekmeleyip çıkardı. Üstümde duruyordu. Kızıl-sarı saçları
yüzünün çevresinde perde oluşturuyordu. Masmavi gözleri gözle­
rime hevesli ve ateşli bir şekilde bakıyordu. Neredeyse çıplaktı.
Üstünde sadece bir tanga, sutyeniyle uyumlu minik kırmızı ipek
bir kumaş vardı. Ellerimi sırtında, kalçalarında gezdirdim. Sıkı,
yumuşak ve mükemmel kalçasını ellerimde hissedince daha çok
sertleştim. Onun yumuşaklığını üstümde, her yerimde hissetme,
ona dokunma, onu öpme, yalama, emme, onunla sevişme, onu
sevme ihtiyacıyla patlayacak gibiydim. Parmaklarımı kalçasının
1^ : İnsimin \Yilder

kaslarına geçirirken gürledim. Onıı tuttum ve kendime doğru


çektim. Yanakları arasındaki ipi çıkardım ve tangasını indirdim.
Arzusunu sezebiliyor, kasıklarını ıslatan sıvıları hissedebili­
yordum.
Ben bunu yaparken o da boş durmuyordu. İç çamaşırımı
çekti. Kumaş sertleşen erkekliğimin başına takılıp kaldı. Kylie
kumaşı çekip çıkardı. Artık ikimiz de çıplaktık, özgürdük.
Sessizce nefes alıyor, birbirimizin nefeslerini soluyorduk. Tenle­
rimiz, gözlerimiz karşı karşıyaydı. Maviye karşı kahverengiye
çalan bir gri.
Dudaklarımız delice bir öpüşmede buluştu. Kollarımız ateş
gibi tenlerimizde kayıyor, ellerimiz kıvrımlarımızda ve kasları­
mızda dolaşıyor, her şeyi keşfetmeye çalışıyor, her şeyi arzulu-
yordu. Parmaklarım kaygan ve sıcak kasığını bulup içeri girdi.
Dudakları benimkilerin üzerinde hareket ederken ağzından bir
inilti çıktı. Elleri aramıza girdi ve erkekliğimi buldu, okşadı,
sıktı. İkimiz de nefes nefeseydik.
“Artık... artık dayanamıyorum, Oz. Lütfen?” Kylie’nin
benden birkaç santim uzaklıktaki yüzü yalvarıyordu.
Çantasını yerden aldı. Küçük, gri prezervatif kutusunu
bulmaya çalışırken vücudunu mümkün olduğu kadar yakı­
nımda tutmaya çalışıyordu. Kutuyu bulup açtı, folyoyu çıkardı,
bir tanesini açtı. Poşeti yırttı ve incelemeye başladı. Hangi tarafa
döndüğünü anladı ve doğrulup bacaklarını açarak kucağıma
oturdu.
Kıpırdamıyor ve bunu onun yapmasına izin veriyordum.
Bunun gerçekleştiğine inanamayarak, nefesim kesilerek izledim
güzelliğini. Bu harika, inanılmaz kızın benimle birlikte çıplak
olması, beni istemesi, bana ihtiyaç duyması, ona dokunmama,
onu öpmeme izin vermesi inanılmazdı. Bu kişi ben olmama­
lıydım ama bendim işte. Ben bir serseri, metalci bir çocuk, ot
193

içen bir savaşçıydım. Islahevine, ruh ve .sinir hastalıkları hasta­


nesine giren, okuldan sayamayacağım kadar çok uzaklaştırılan,
bir kez atılan, sayısız kez dövülen, vurulan, bir keresinde nere­
deyse bıçaklanan, bir otoparkta ölüme terk edilen, babasız, arka­
daşsız, evsiz, köksüz bir insandım. Bu İnanılmaz, soluk tenli,
alev saçlı, mavi gözlü tanrıçayı hak edecek ne yapmıştım? Ama
işte burada, odamda benimle birlikteydi. Hevesli, nazik, minik
parmaklarını acıyan erkekliğime dolamış, prezervatifi takmaya
çalışıyordu. Bunu o kadar erotik ve nazik bir biçimde yapıyordu
ki nefes almaya, kımıldamaya veya kaslarımı hareket ettirmeye
cesaret edemiyordum. Beni izliyor ve belki de kafamdaki bütün
düşünceleri görüyordu. Her zaman yaptığı gibi beni olduğum
gibi görüyordu.
“Oz?” diye fısıldadı. “Burda mısın?”
Ellerimi bacaklarından kaydırdım ve beline sarıldım. “Evet,
bebeğim. Buradayım. Dalıp gitmişim.”
“Nereye?” Bacaklarımda oturuyordu. Dengesini kolayca
bulmuştu. Bakır saçları iri memelerini tam gizleyemiyordu.
Bacakları bana kasığını, benim için ne kadar ıslak olduğunu
göstermeye yetecek kadar aralıktı.
“Sana.” Yutkundum ve gözlerimi kırpıştırdım. Nasıl başa
çıkacağımı veya açıklayacağımı bilmediğim bir şekilde duygu­
lanmıştım. “Burada benimle olduğuna inanamıyorum. Sana
sahip olduğuma, seninle bunları yapacak olduğuma. Doğru
erkek için, doğru zaman için çok uzun süre beklemişsin. Ve
anlayamadığım sebeplerle beni seçtin. Berbat, perişan haldeki
beni. Sen... harikasın, Kylie. İnanılmazsın. Vücudunun her bir
noktası mükemmel. Ruhun... çok güzel. Aklın, kalbin, kişiliğin.
Sen karanlıkta bir güneş gibi parlıyorsun, Kylie. Hayatımdaki
karanlığı aydınlattın. Ben ihtiyaç duyduğun ve hak ettiğin türde
bir adam nasıl olurum bilmiyorum ama denemek istiyorum.
* Jasinda Wilder

Senin için, kendim için, bizim için. İkimizin şansı için.” Bütün
bunları, bu pek alışık olmadığım şeyleri dürüstçe, açıkça söyle­
miştim. “Bana bakar mısın duygusal bir şapşal gibi konuşup
duruyorum.”
Kylie ağlıyordu. Of, daha başlamadan her şeyi mahvetmiştim.
“Oz. Tanrım, Oz.” Eğildi. Büyük, yumuşak memeleri göğsüme
doğru sarsılıyor, ağzı benim ağzımın karşısında titriyordu.
Saçları yüzümün bir tarafına doğru dağıldı. Yüzümü kavrarken
gözyaşlarını, kalp atışlarını, ellerindeki titremeyi hissettim. “Ne
söyleyeceğimi bile bilmiyorum. İstediğim, ihtiyaç duyduğum
ve hak ettiğim kişi sensin. Ben mükemmel değilim ama böyle
düşünmen beni mutlu ediyor. Çünkü ben de senin mükemmel
olduğunu düşünüyorum. Berbat, perişan, güzel, sert, güçlü, tatlı
ve seksi.”
Üstümden kalktı. Beni kendine doğru çekti. Üstüne çıktım,
kalçalarımı dizlerinin arasına soktum.
Beni bacaklarıyla sardı, omuzlarımdan tuttu ve kafasını
kaldırıp bana baktı. Bekliyor, hiçbir şey söylemeden yalvarı­
yordu.
“Kylie, istediğin bu mu? Benimle ve şimdi mi? Emin misin?”
Sormak zorundaydım, emin olmak zorundaydım.
Güldü. “Evet, Oz. Çok eminim. Hazırım. Lütfen, lütfen.
Canım acıyor. İçimde bir yerler acıyor. Kasıklarım alev alacak.
Sana ihtiyacım var. Dokun bana. Zirveye çıkar beni.”
Kahretsin. Buna nasıl direnebilirdim ki? Direnemezdim,
buna gerek de yoktu. Ona iki parmağımla dokundum. Islak
ve sıkıydı. Parmaklarımı içine kaydırdım, onu okşadım,
sevdim. Islaklığını klitorisinin her tarafına yaydım ve o küçük
tomurcuğu okşadım, sevdim. Ta ki nefesi kesilene, altımda
inleyene ve hareket edene kadar. Parmağımla daireler çizdim,
okşadım. Daha derine daldım, içine dokundum. Parmakla-
195

rımı kıvırdım ve onu inleten, boğazından sesler çıkarmasını


sağlayan o noktayı buldum. Klitorisini okşadım. Ta ki olduğu
yerde kıvrılmaya başlayana kadar. Zirveye çıkışını izlemek
beni daha da sertleştirdi. Erkekliğim içinde olmak için kıvra­
nıyordu.
“Oz... of, Oz.” Gözleri açıldı. Kalçalarını yukarı doğru
hareket ettirdi. Dokunuşuma doğru yaklaşırken omurgası kıvrı­
lıyor, memeleri sallanıyordu.
“Hazır mısın?” Girişine geldim.
Nefesi kesilmişti. Kafasının küçük bir hareketiyle beni onay­
ladı. Aramıza uzandı, erkekliğimi tuttu ve başını vajinasının ıslak
dudakları arasına yerleştirdi. “Evet, bebeğim. Hazırım. Hem de
çok hazırım.”
Yavaşça, nazik bir biçimde içine girdim. Kendimi zor tutu­
yordum. Bütün iyi, güzel ve mükemmel kavramları onun ıslak,
sıkı sıcaklığıyla bir hiçe dönüşmüştü. Nefes alamıyordum, kendi
ağırlığımı bile zor taşıyordum. İçindeki direnişi hissettim. Bu
kısmın canını yakacağını biliyordum. O da bunu hissetti. Yüzü
gergin, kaşları çatıktı.
Durdum. “İyi misin?”
Başıyla onayladı. “Evet. Bana bir dakika ver.”
“Canın yanıyor mu?”
Başını salladı. “Evet, acıyor. Çok kötü değil ama acıyor.”
Baştan ayağa titriyordum. Hareket etmek için ölüyordum
ama yapamazdım, yapmayacaktım. “Bana neye ihtiyacın oldu­
ğunu, ne istediğini söyle.”
Beni omuzlarımdan tuttu. Parmaklan tenime batıyordu.
“Yap gitsin. Del ve geç.” Derin bir nefes aldım ve tereddüt ettim
Alnını! onunkine değdirdim ve erkekliğimi derinlerine ittirdim.
Direnişin kırıldığını hissettim. Nefesi kesildi. “Off, kahretsin. Bu
acıttı.”
Jasinda Wilder

Özür dilerim, Ky çok özür...” Yüzündeki acıdan nefret


ediyordum. Ama ben onu izlerken, içinde kıpırdamadan
dururken yüzündeki ifadenin değiştiğini fark ettim.
Kafasını salladı. Sol elinin parmaklan dudaklarıma kapa­
narak beni susturdu, “özür dileme. Artık acımıyor. İyiyim ben.”
Gözleri irileşti. Kalçalarımı hafifçe kıpırdatmadan edemedim,
içimde büyüyen baskıyı, zonklayan erkekliğimin acısını hafif­
letmeye çalışıyordum. O kadar mükemmel hissettiriyordu ki
hareket etmem gerekiyordu ama o hazır olana kadar hareket
edemezdim. Yine de kalçalarımı hafifçe oynatmadan edemedim.
Nefesi kesildi.
“OfFf. Ojfflfbunu bir daha yap, Oz.” Sesi titriyordu ama aynı
derecede zevk ve hayranlık da barındırıyordu. Mümkün olduğu
kadar yavaş ve tedbirli bir biçimde geri çekildim. Omuzlarım­
daki elleri belime, sonra kalçama kaydı. İki elini kalçama koydu.
Ben tereddüt edince o kalçalarımdan tutup beni hafifçe kendine
çekti. “Aaamantanrım. Çok güzel oluyor, Oz. Tekrar, tekrar yap,
bebeğim.”
Bana bebeğim demesine bayılıyordum. Bu içimdeki saçma,
duygusal tarafın aşırı romantikleşmesine sebep oluyordu. Geri
çekildim ve bu sefer tek hamlede derinlerine daldım. Nefesi
kesildi. Hareket etmem için beni kalçamdan tutup çekiyordu.
Omurgası yataktan kalkıyordu.
“Kahretsin, Kylie. Çok, çok harika bir his bu.” Dudaklarımı
kulaklarına bastırarak fısıldıyordum. Sözcükler boğuk bir şekilde
çıkıyordu. “Verdiğin hissi seviyorum. Çok sıkısın.”
“Oz, kahretsin. Oz, bilmiyordum... Bilmiyordum...” Sesi
hayranlık, mutluluk ve anlayamadığım diğer şeylerle kalınlaş­
mıştı. “Böyle olacağını bilmiyordum. Kendimi çok... dolu hisse­
diyorum. Seninle doluyum. Böyle olacağını bilmiyordum. İyi ki
beklemişim. İyi ki şenle yapmışım.”
Sensiz 197

Bakışlarımız buluştu. Kylie ağlıyordu. Yaşlar yanaklarından


kulaklarına doğru akıyordu. Ağırlığımı tek elime verdim ve
gözyaşlarını sildim. Bunların mutluluk gözyaşları olduğunu
biliyordum. Kollarını boynuma doladı ve bana sarıldı. Birlikte
hareket ediyorduk. Kalçalarını kaldırıyor ve benim kalçalarımla
buluşuyordu. Sadece Kylie ve birleşen vücutlarımız vardı. Daha
önce hiç kimse veya hiçbir şey yoktu sanki. Bundan Önce hisset­
tiğim veya yaptığım şeyler alakasızdı, şu an yaşadığım şeyden
tamamen başkaydı. O diğer anlamsız anlar, boş bir odanın köşe­
sinde zayıf bir şekilde yanan küçük bir mum aleviydi. Bu ise...
bir güneşti. Kylie, kulağımdaki nefesi, beni saran kolları, adımı
yalvarırcasına fısıldayan dudakları, beni kendine çekmek için
belime dolanan bacakları. Bunlar güneş değil, bir galaksiydi.
Mükemmel bir şekilde parlayan sayısız yıldızla dolu bir galaksi.
“Of, Oz. Oz. Benim Oz’um.” Karşımda inliyor, sadece adımı
fısıldamak için soluk alıp veriyordu.
“Evet, Kylie. Şeninim.” Bu, o kadar doğruydu ki. Ben
gerçekten de Kylie’nindim. Daha önce hiç kimseye veya hiçbir
yere ait olmamıştım ama şimdi Kylie’ye aittim.
Erkekliğimin çevresinde sıkılaştığını hissettim. Kontrolümü
kaybetmeye başlıyor, sınıra yaklaşıyordum. Kylie’nin kalçala­
rının hareketi de iyice hızlanmıştı. Leğen kemiklerimiz birbirine
çarpıyordu. Kolları boynuma kuvvetli bir şekilde sarılmıştı. Tek
kolumdan destek alıyordum. Diğer elim Kylie’nin elindeydi.
Parmaklarımız birbirine dolanmıştı. İnlediğimi, gürlediğimi
duydum.
“Tanrım, Tanrım, Tanrım,” diye soludu. “Amantanrım,
Amantanrım, Oz. Sakındurma, sakındurma.”
Güldüm. “Hangi akla hizmet durayım ki?”
Benimle birlikte güldii. “Bilmiyorum ama lütfen dmrvu. O
kadar şiddetli boşalacağım ki."
Jasinda SVilder

“ Ben de öyle, tatlım. Tam şu anda. Tanrım, tam şu anda geli­


yorum, Kylie.”
“ Evet, evet!” Tırnakları sırtıma, kalçama battı. Kalçaları
benimkilere vuruyor, vuruyordu. Kylie sözsüz bir iniltiyle çığlık
atıyordu.
Sonra birlikte zirveye çıktık. Bu nükleer bir patlamaydı.
Vücudumdaki her bir hücrede yıldırımlar çakıyor, alevler fışkırı­
yordu. Kendimi tekrar tekrar derinlerine dalmaktan alıkoyamı-
yordum. Ama o bu hamlelerimi kendi hamleleriyle karşılıyordu.
Dudaklarından dökülen tek şey ismimdi, tekrar tekrar söylü­
yordu. En sonunda yavaşladık ve gevşedik.
Bir an için ağırlığımı daha fazla tutamayarak kendimi
Kylie’nin üstüne bıraktım. Kolları omuzlarıma dolandı. Elleri
sırtımı ve ensemi okşuyordu. Dudakları kulaklarıma değiyordu.
Nefes nefeseydi. Topukları dizlerimin arkasında birbirine dolan­
mıştı. Hareket etmeye çalıştım ama beni olduğum yerde tuttu.
“Hayır, kıpırdama. Bunu çok seviyorum. Ağırlığını üstüme
vermeni çok seviyorum.”
“Seni eziyorum.”
Kollarını bana daha sıkı doladı. “Ne güzel. Ez beni.”
“ Delisin sen.” Güldüm.
Başıyla onayladı. “Aynen.”
Ölçmek istemediğim bir süre boyunca böyle kaldık. En
sonunda üstünden kalktım, içinden çıktım. Banyoya gittim ve
prezervatifi çıkararak çöpe attım. Geri döndüğümde Kylie yata­
ğıma yüzüstü yatmıştı. Örtü kalçasını hafifçe örtüyordu. Saçları
yastığıma dağılmıştı. Pencereyi açtım ve bir sigara yaktım. Ağır
ağır içerken Kylie’nin yatağımda uyuyuşunu izledim. Benim de
uykum gelmişti. Sigarayı söndürdüm ve yanına yattım. Sırtımı
duvara dayayarak ona geniş bir alan bırakmaya, onu rahatsız
etmemeye çalıştım. Anlayamadığım bir şeyler mırıldandı.
Sensiz 199

Gözleri açıldı, beni gördü ve bana doğru hareketlendi. Kafasını


göğsüme çektim ve örtüleri üstümüze örttüm. Bu ikimiz için de
başka bir ilkti. Ona sarılarak, onunla birlikte, hayatım boyunca
hiç uyumadığım kadar güzel bir şekilde uyudum.

“Kahretsin!” Kylie’nin telaşlı sözleriyle uyandım.


Doğruldum. “Ne oldu, tatlım?”
“Saat neredeyse bir olmuş, Oz. Eve gitmem lazım.”
“Ne zaman dönmüş olman gerekiyor?”
Omuz silkti. “Belli bir saatim yok.”
“O zaman babana mesaj at?”
Mesaj yazdı. Mesajı omzunun üstünden okudum: Hâlâ Ozla
birlikteyim. Haber vereyim dedim.
Birkaç saniye sonra babasının cevabı geldi: Haber verdiğin
için teşekkürler. İkide evde ol. Seni seviyorum.
Tamam. Tşkler ve ben de seni seviyorum. Mesajı gönderdi, tele­
fonu bıraktı ve yataktan kalktı.
Çarşaflardaki kanı aynı anda gördük. İkimiz de nasıl tepki
vereceğimizi bilemedik. Kylie’ye baktım. “İyi misin?”
Başıyla onayladı. “Evet. Biraz... hassasım. Ama çok, çok
iyiyim. Çarşaflar için kusura bakma?” Soru sorar gibi söylemişti.
Omuz silktim. “Önemli değil. Alt tarafı bir çarşaf. Ben
icabına bakarım.”
“Güzel. Benim tuvalete gitmem lazım.” Ayağa kalktı. Hâlâ
çıplaktı. Gözlerimi ondan alamıyordum. “Annen yakın zamanda
gelir mi? Tuvalete gitmek için üstümü giyineyim mi?”
Elimi salladım. “Yok ya. İkiden üçten önce gelmez. Keyfine
bak.”
Kylie banyodayken ben de çarşaflan çıkardım ve top haline
getirdim. Mutfağa götürdüm ve çöpe attım. Sonra çöpün
ağzını bağladım ve kapının önüne koydum. Kalan tek temi/
Jasinda Wilder

çarşafımı da yatağa serdim ve oturdum. Şu anda ot içmek


için hiçbir istek duymamamın ne kadar tuhaf olduğunu
düşündüm. Geçmişte diğer kızlarla olduğumda seksten önce ve
sonra savunmasızlık hissini hafifletmek için ot içerdik. Bunun
hiçbir anlama gelmediğini farz etmek, ilişkilerimizin geçici, tek
seferlik olması kafamız yerinde değilken daha normal gibiydi.
Kylie’yleyse ayıktım. Tamamen kendimdeydim, paylaştığımız
şeyin ne kadar önemli olduğunun tamamen farkındaydım.
Bunun tadını çıkardım. Bunun bu kadar gerçek, bu kadar
anlamlı ve derin olmasının durumu daha da güzelleştirdiğini
kabul ettim. Bu eylem öncekilerle aynı bile değildi. Uzaktan
yakından alakası yoktu.
Kapım açıldı. Kylie içeri girdi. Kapıyı arkasından kapattı.
Sonra ağırlığını bir bacağına vererek öylece dikildi. Dudakla­
rında utangaç bir gülümseme vardı. Gözleri ışıl ışıl ve muduydu.
Bana bakıyordu. Ta ki ben gerilmeye başlayana kadar.
“Ne oldu?” diye sordum.
Omuz silkti. “Hiç. Sadece bakıyorum. Harikasın. Özellikle
de böyle. Çıplak ve saçların açıkken. Tam benlik.”
En sonunda aramızdaki mesafeyi kapattı, yatağa oturdu.
Saçlarını taradığını fark ettim. Sabun kokusu aldım. “Ben mi
harikayım? Hayır, değilim ama teşekkürler, bebeğim. Harika
olan sensin.”
“Harikasın diyorsam harikasındır. Bana göre öylesin. Sen
öyle düşünmek zorunda değilsin. Ben böyle düşünüyorum.”
Güldü. “Bu, sonu olmayan bir konuşma, değil mi?”
Omuz silktim. “Evet, biraz. Kendime pek güvenmemem seni
rahatsız ediyor mu?”
Kafasını salladı. “Hayır, hiç de değil. Ama bu konuyu düşün­
mediğinde aslında kendine güveniyorsun. Sadece iltifata nasıl
cevap vereceğini bilmiyorsun. Kendin olduğun zaman kendine
Sensiz 201

güveniyorsun. Kim olduğunu biliyorsun ve bu yüzden baha­


neler veya özürler uydurmuyorsun. Bu gerçekten seksi. Beni
sana çeken şey biraz da buydu. O kadar farklısın ki. Üstelik bu
hiç umurunda da değil. Sende buna bayılıyorum. Sadece içten
ve dıştan harika bir insan olduğunu kabul etmen lazım. Tabii ki
kusurların var. Zor bir hayatın var. Bu kadar sert olmana rağmen
bana bu kadar tatlı davranman da inanılmaz.”
“Teşekkür ederim.”
Omuz silkti. “Doğruyu söyledim.” Ağır ağır sırıttı. “Hâlâ bir
saatim var. Bu zamanı nasıl dolduracağız?”
Salağa yattım. “Hımm. Hiçbir fikrim yok. Televizyon mu
izlesek? Kelime oyunu da oynayabiliriz?”
Güldü. Bu hafif, keyifli bir gülüştü. “Çok sıkıcı. Bence sen
yat, ben de seni sertleştirmek ne kadar sürecek bir bakayım.”
Sırtüstü yattım. Bacaklarını iki yana açarak kucağıma
oturdu. “Bu oyun hoşuma gitti,” dedim. Parmakları beni bulup
okşamaya başlayınca gözlerimi kapattım. “Çok uzun sürmeye­
ceğinden eminim.”
Parmaklarını erkekliğimde gezdirdi. Sonra ucunu parmakla­
rıyla sıktı. Kanın erkekliğime akın edip doldurduğunu hissettim.
Kylie, “Sanırım hiç uzun sürmeyecek,” diye mırıldandı. “Ya
böyle yaparsam?” Ağzını erkekliğime doğru indirdi. Beni diliyle
okşadı, sevdi. Erkekliğim büyümeye başlayınca ellerini kullan­
maya devam etti. “Tanrım, Oz. Bunu çok seviyorum. Sertleş­
meni izlemek, sana dokunmak ve bu şekilde tepki vereceğini
bilmek... Kendimi güçlü hissettiriyor.”
“Sadece kendin olarak bile erkekliğimi sertleştiriyorsun ”
dedim.
Beni okşadı. Ellerini uzun, ağır, tembel hamlelerle artık
tamamen büyümüş erkekliğimde gezdirdi. “Sanırım artık
hazırsın.”
JNişınv.a onıy^ıcum. “Fence de Ba.r.a ne istediğini sovle.
a tlın ı."
Bir prezervatif açtı ve erkekliğime geçirdi. “Hıram. Göstersenı
nasıl oiurr*
inledim. “Tanrım, şunu takmana bayıhyorum.v Üstüme
çıkarken kalçalarım tuttum. ' Ne istiyorsan yap, bebeğim.*
"Ben de öyle planlıyorum."
Tan rım , beni öyie bir esir alm ıştı ki. Kontrolü ele geçirişiyle,
istediğini alışıyla, benim le yapacağı her şeyde bu kadar hevesli,
tutkulu ve her şeye hazır oluşuyla esir alm ıştı beni.
Erkekliğim i eline aldı. D iğer elini yüzüm ün yanına
ko}'m uşru, ağırlığını dengeliyordu. Bacaklarım iki yana açarak
ku cağım da duruyordu. Kalçası havadaydı. Erkekliğim i girişine
d o ğ ru yönlendiriyordu. Bakışlarını kısmıştı. Ağzı açıktı. Bir an
bile tereddüt etm edi. Sıkı ve ıslak sıcaklığıyla beni sardı. Ben
içini doldururken ağzı açıldı.
"O z ... kahretsin. O kadar... büyüksün ki... Erkekliğin içime
uyum sağlam ası m üm kün değilm iş gibi görünüyor.'’ Eğilince
kalçalarım ız buluştu. D erindeydim , çok derindeydim . ‘‘Am a
uyuyor. B u harika bir şey. Sanki içim e böyle uym ak için yara­
tılm ışsın gibi.”
O m u rgası kıvrdm ıştı. Başını eğdi ve boğazım a bir öpücük
k o n du rdu . Ellerim vücudunu okşuyor, kalçalarından yanlarına
uzanıyor, m em elerini kavrıyor, yüzünü okşuyordu. Bütün bunları
yaparken Kylie hâlâ tisrümdeydi. kım ıldam ıyorduk. İkimiz de
birbirim ize ne kadar uygun olduğum uzun, üstüm de oluşunun,
sanki tenim e doyam ıyorm uş gibi her yanım ı öpüşünün güzelli­
ğin in tadım çıkarıyorduk.
Ben de on u aynı şekilde öpüyordum . D udaklarım ın uzana­
bildiği noktaya kadar süt beyazı tenini, ipek tenini, alev kadar
sıcak tenini öpüyordum .
Diklerimin arasındaki meme uçlan, ellerimdeki memeler,
parmaklarımın arasındaki kalçası, alev gibi, vıkimm gîK,
elektrik gibi, okyanus gibi goller. Nefesim kesiliyordu, Bana
doğru vaslandı. başı göğsümdevdi. Omunşası kîvnlmışa. Erkek­
liğim neredevse içinden çıkana kadar geri çekildi. Sert ve derin
bir hainle yapma ihtiyacıyla titriyordum ama vapmadun. Bizi
onun yönlendirmesine, içindeki boşluğu hissetmesine irin
verdim, inledi ve beni kendine doğru çekti. Difterinin üstünde
kalktı, dengede durdu. Gözlerini kapatmıştı, sın» ktvnlmışu,
başı geriye yaslanmıştı. Parmaklan saçlarında gerinirken meme­
leri sallanıyordu.
"Hazır mısın?" diye sordu.
“Hem de nasıl." Kalçalarını rııttum ve ona baktım. Gölle­
rimi, ruhumu ve aklımı bu baştan çıkana, erotik güzelliğin
görüntüsüyle doldurdum.
Kalçalarını döndürerek eğildi, alt dudağını ısırdı ve tekrar
çöktü. Kalktı, eğildi. İsmimi sayıkladı. Kalktı, s'öktü, ismimi
sayıkladı. Ağır bir ritim oluşturdu, önce boşluğun, hamlesinin
tadını çıkarıyordu. Sonra da derin, ezici bütünlüğün keyfîne
varıyordu. Her bir hareketi istekliydi. Hızlandı. Ayağa kalkarken
kalın, güçlü bacakları titriyor, inanılmaz güzellikteki memeleri
sallanıyor, sarsılıyordu. O aşağı inerken, ben de onunla bulu­
şuyor, ona uyum sağlıyordum.
“Memelerimi yala, Oz." Bana baktı. Ritmini yavaşlatmı­
yordu. 'Meme uçlarımı vala*
Ben doğruldum, o eğildi. Sol meme ucunu ağzıma aldım,
emdim, okşadım, hafifçe ısırdım, yaladım. Menıe ucunu ve
çevresindeki yumuşak teni öptüm. İnledi, kafimi göğsüne
doğru bastırdı. Sağ memesine geçtim. Bira/ tazla sert bir şekilde
ısırdım. Çığlık attı ama katanvı kaldırıp baktığımda yüzünde bit
gülümseme görünce canını yakmadığımı anladım.
204 Jasinda Wilder

Şimdi üstümde daha sert, hızlı bir ritimle hareket ediyordu.


Geriye doğru eğiliyor, dengesini sağlıyor, benden ihtiyaç duyduğu
her şeyi alıyor ve böyle yaparak bana çok ihtiyaç duyduğum
şeyi veriyordu. Bu bizdik, kaynaşan bir biz. İki kişinin birleş­
mesi ve bir olması. Seksin bir adamla bir kadının bir olması
olduğundan bahseden dizeler duymuştum ama bunu hiçbir
zaman anlamamış, buna dudak bükmüş, dalga geçmiştim. Ama
Tanrım, şimdi anlıyordum. Bu yoğun, çok yoğundu. Korkutucu
derecede yoğundu. Ruhunun her bir parçasını benimle birlikte
hissedişim, bütün varlığımı tükettiğini bilmem ve kendimi
geriye çekmek istemeyişim. Hiçbir zaman hiçbir şeye, hiçbir
yere ait olmamıştım, hiçbir şeyin parçası olmamıştım. Ama
şimdi Kylieyle birlikte bir “biz”in parçasıydım ve bundan çok
memnundum.
O boşalırken onu izledim. Hayatımda gördüğüm en güzel
şeydi. Pek çığlık atmıyordu ama gürültülü, umutsuz, hırıl­
tılı sesler çıkarıyordu. Kalçaları benimkinin üstünde çılgınca
hareket ediyordu. Derinlerindeki erkekliğimle birlikte hareket
ediyordu. Sanki içinde bir ateş kaynağı varmış ve bunu bir
şekilde dışarı çıkarması gerekiyormuş gibi kendi vücuduyla
oynuyordu. Elleri kendi memelerini kavrıyor, meme uçlarını
sıkıyordu. Bir yandan üstümde hareket ediyor, inliyor çığlık
atıyordu. Tek yapabildiğim ona uyum sağlamaktı. Kendi
rahatlamamın geldiğini hissettim. Kalçalarını tuttum ve onu
kendime doğru çektim. Benden çıkan iniltilerde, tıpkı onun
yaptığı gibi adını sayıklıyordum.
Gözleri açıldı ve beni izledi. Boşalırken gözlerimi kapatmak
gibi bir içgüdüm olsa da bakışlarımı ondan ayıramıyordum.
Gözlerimi açık tuttum ve ben rahatlarken her şeyimi görme­
sine izin verdim. Kalçalarımız ağır bir ritimde buluştu. Sonra
hareketsiz kaldık. Kylie soluk soluğa bir halde üstüme yığıldı.
Sensiz
205

Üstümdeki ağırlığı hiçbir şey değildi. Ona sarıldım, saçlarını


geriye yatırdım. Sırtını sıvazladım, kalçasını okşadım.
“Bu defaki ilk seferden daha bile iyiydi,” diye mırıldandı.
“Bir dahaki sefere ne kadar güzelleşeceğini merak ediyorum.”
“Ben de.”
“Burada uyuyabilir miyim?” Üstüme yattı. Onu sıkı sıkı
tuttum.
“Evet, bebeğim.” İçinden çıktığımı hissettim ve suratımı
buruşturdum. “Dur şundan kurtulayım.” Geri çekildim. O da
kıpırdandı. Prezervatifi çıkardım, gevşek ama etkili bir düğüm
attım ve yatakla duvar arasındaki çatlağa bıraktım. Daha sonra
çöpe atacaktım.
Kulağıma, “Hiç kımıldamak istemiyorum. Burada bu şekilde
sonsuza kadar kalmak istiyorum,” diye mırıldandı.
“Ben de.”
Aramızda huzurlu ve sakin bir sessizlik oldu. Uykuya daldı­
ğını hissettim. Onun eve varacağı zamanın geçmediğinden
emin olmak için uyanık kalmak zorundaydım. Ama bu zordu.
Kylie üstümde sıcak, rahatlatıcı bir ağırlıktı. Saçları beni gıdık­
lıyor, nefesi boynuma vuruyordu. Elleri saçlarımda sevecen ve
nazik bir şekilde duruyordu. Hiçbir şey bu kadar mükemmel
olamazdı. Hiçbir şey.
Üstümüzü hafifçe örttüm. Gevşediğimi hissettim. Uyanık
kalmaya çalıştım ama bu nafile bir çabaydı.
Ön kapının açılıp kapanma sesiyle uyandım. Annem eve
erken gelmiş gibiydi. Eşyalarını bıraktı, bir sigara yaktı. Saate
baktım. 01.39’du. Kylie’nin gitmesi gerekiyordu.
Odamın kapısının açıldığını duydum. Annem üstümde
uyuyan çıplak kızı görünce şaşkınlıkla çığlık attı. “Kapıyı
kapat, anne.” Sakin bir şekilde konuşmuştum ama hiç de sakin
değildim.
Jasinda \Vilder

Kylie sesimle uyandı, kafasını çevirdi. Gerildiğini hissettim.


“Kahretsin."
Üstümden kalktı ve çarşafa sarındı. “Bayan Hyde...” Ama
annem kapıyı kapattı. Tekrar yalnız kaldık. “Aman Tanrım, Oz.
Bizi gördü. Çok utandım!”
“Sorun değil, bebeğim. Bir şey olmaz. Büyütülecek bir şey
yok.” Bir tutam saçını gözlerinin önünden çektim. “Ama zaman­
laması güzel. Saat geç oluyor.”
Kylie saate baktı. “OfF, gitmem lazım.”
inledim. “Evet, ama gitmeni istemiyorum.”
“Ben de.”
Kalktım ve ellerimi ona uzattım. Ayağa kalkmasına yardım
ettim. İkimiz de giyindik ve odamın sığınağından çıktık.
Annem kanepede oturuyor, sigara ve bira içiyordu. Televiz­
yonda bir reality shoıv’un tekrarı açıktı. Bir sürü zengin kadın
birbirine bağırıyordu. Odadan çıktığımızı görünce bize baktı.
Odadaki ortam birden çok tuhaf bir hal aldı. “Merhaba. Iıı.
Oz... Bu kız kim?”
“Anne, bu kız arkadaşım Kylie Calloway.”
“Merhaba. Nasıl gidiyor?” Kylie ne söyleyeceğini, nasıl
hareket edeceğini, az önce olanlardan bahsedip bahsetmemesi
gerektiğini bilemiyor gibiydi.
Olayı ben devralmaya karar verdim. “Anne, az önce olanlar...”
Annem elini kaldırdı ve beni durdurdu. “Oz, sen bir yetiş­
kinsin. Bu konuda konuşmak zorunda değiliz. Ben bundan
sonra kapıyı çalarım. Sen de kapını kapalı tutarsın.”
“Teşekkürler, anne.”
“Siz... önlem alıyorsunuz, değil mi?” Annem bir duman
bulutunun arasından konuşuyordu.
“Evet, anne. Söz. Artık bu konuda konuşmayalım ” Elimi
Kylie nin sırtına koydum ve onu kapıya doğru yönlendirdim.
207

Kylie, “Hoşça kalın, Bayan Hyde,” dedi.


“Bana Kate de. Görüşürüz, tatlım.”
Kylie’ye arabasına kadar eşlik ettim. Arabaya bindi. Açık
camına doğru eğildim. “Kapılarını kilitle. Çevrede birileri varsa
kırmızı ışıkta durma.”
“Oz.” Ellerini saçlarımda gezdirdi. “Keşke kalabilsem.
Keşke bunu yapmak zorunda olmasam... Veda etmek zorunda
kalmasam.”
“Biliyorum. Ben de aynı şekilde hissediyorum.”
Yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı ve dudaklarını büzdü.
“Annen beklediğimden daha iyi karşıladı.”
“Zaten oda arkadaşı sayılırız. Onunla buraya taşınmamın ve
onunla birlikte yaşamamın tek sebebi ona kirayla fatura konu­
sunda yardımcı olmam. Ben kendi hayatımı yaşıyorum, o kendi
hayatını yaşıyor.”
Kylie, “Gerçekten de... sadece arkadaşın mı?” diye sordu.
Uzun bir süre cevap vermedim. “Şu anda bunu konuşmak
zorunda mıyız?”
Kylie omuz silkti. “Hayır. Ama merak ettim.”
“Sanırım arkadaşız diyebilirim. Ama bana anlatmayı reddet­
tiği bir sürü şey var. Babam konusunda hiçbir şey bilmiyorum.
Hiçbir şey anlatmıyor. Bundan daha önce bahsetmiştim.
Annemi de pek tanımıyorum. Ben de ona hayatımla ilgili pek
bir şey anlatmıyorum. Arkadaş mı? Bana göre arkadaşlar birbir
leriyle bir şeyler paylaşırlar. Birbirlerine bir şeyler anlatırlar.
Annem ve ben bunu yapmıyoruz. Arkadaş mıyız? Bilemiyorum.
Benim pek arkadaşım var diyemem. Bu yüzden arkadaşın ne
olduğunu da çok iyi bilmiyorum. O benim annem, ailemin
tek ferdi. Hayatım boyunca sahip olduğum tek kalıcı şev. O da
kendi açısından güvenilir biri. Başımın üstünde bir çat», önümde
yemek, üstümde kıyafet oldu her zaman. Beni istismar etmedi.
:0 8 fasittda Wilder

Övle çok erkek arkadaşı da olmadı. Hatta hiç erkek arkadaşı


oldu mu onu bile bilmiyorum. Varsa da benim hiç haberim
olmadı.” Bunu daha söylerken farkına varmıştım. Bu konuda
ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi bilemedim. “O yüzden
anne olarak bütün sorumluluklarını yerine getirdi. Okula gitti­
ğimden, yanıma öğle yemeği koyduğundan emin olurdu. Küçük
bir çocukken canım yandığında beni öperdi. Ama ...yakın mıyız?
Hayır, değiliz bence. Senin annenlerle olduğun gibi değiliz.
Annemle ben... kaderin bir araya getirdiği iki kişiyiz.”
Kylie kafasını salladı. “Bu çok üzücü, Oz.”
Omuz silktim. Pek de hissetmediğim bir umursamazlık
takındım. “Öyle olabilir. Bilemiyorum. Durum bu işte.”
Kylie kaşlarını çattı. “Bu cümleden nefret ediyorum. Kabul
edilebilir olmayan bir şeyi kabul etmek için bir bahane sadece.”
“Ne yapabilirim, Ky? Annemi değiştiremem. Geçmişi
değiştiremem. Bazen kabul edilemez olan bir şeyi kabul etmek
zorunda kalıyorsun.” Sesimdeki acı ton, bezgin hissizlik beni bile
iğrendirdi.
Hâlâ açık olan saçlarımı okşadı. “Ben... sadece o cümleden
bahsediyordum. Senden veya senin hayatından bahsetmi­
yordum, Oz.”
İç geçirdim. “Biliyorum. Annemden bahsetmek beni bazen
deli ediyor.” Pencereye eğildim. Dudaklarımla buluşmak için
çenesini kaldırdı. “Hadi git. Dikkatli ol.”
“Eve varınca mesaj atarım.”
Başımla onayladım ve geri çekildim. Geri geri çıkarken arkaya
bakmak için koltukta dönmesini izledim. Sonra içeri odama
döndüm. Hayatıma, neye dönüştüğüne hayret ediyordum.
Hayatımda ilk kez potansiyele benzer bir şey görüyordum. Sanki
hayat sadece başa çıkacağın bir şey değildi. Bazen... eğlenceli de
olabilirdi.
Sensiz 209

G öğsüm de büyüyen umut beni korkuttu. Bu o kadar


küçük, nazik, yeşil ve tazeydi ki. En ufak bir meltem bunu
öldürebilirdi. Karanlık geçmişimdeki pek çok sır, yaklaşan
fırtınayı bekliyordu.
10
İÇİNDEKİ GERİLİM
Colt

Bazen insanın içinde bir gerilim olur. Aylarca veya haftalarca bir
sızı, bir boşluk, bir şeylerin yaklaşmakta olduğunu söyleyen bir
his olur. Bu histen nefret ediyordum. Bir şey unuttuğunu bilip
neyi unuttuğunu hatırlayamamak gibi bir şeydi. Dikiz ayna­
sından baktığında arkadaki arabanın çok hızlı geldiğini gördü­
ğünde ama durduğundan kazayı engellemek için yapacak hiçbir
şeyinin olmadığını bildiğin o an gibi.
Sorun Nell değildi. Nell iyiydi. Her zamanki haliyle işini
yapıyordu. Sorun biz de değildik. Biz harikaydık. Aşıktık. Her
hafta birçok kez hissizleşene kadar sevişiyor ve hiç bıkmıyorduk.
Sorun ben de değildim. Her zamanki gibiydim. Triumph moto­
rumla uğraşıyordum. Bitirmek üzereydim. The Harris Moun­
tain Boys’la çalışıyor ve turneye çıkabilmek için albümlerini
tamamlamaya çalışıyordum.
O zaman... sorun neydi?
Kylie, Oz ve Bendi. Mantıklı gelen tek şey buydu. Kylie’yle
Ben in garajımda kötü bir tartışma yaşadıklarını biliyordum.
O zamandan beri Ben’Ie konuşmamıştım. Derslerine, futbol
Sensiz 211

antrenmanlarına, spora gidiyordu. Ama bence kendini meşgul


etmeye çalışıyordu. Onu ön verandada görmüştüm. Sigara ve
bira içiyor gibi gelmişti. Oturup kara kara düşünüyordu. Kara
kara düşünmenin kimseye faydası olmadığını benden iyi kimse
bilemezdi.
Kylie’yse havalara uçuyordu. Oz’un yanından geldiği zaman­
larda ışıl ışıl parlıyordu. Bu çocuktan gerçekten hoşlanıyordu. Oz
da onun için iyi şeyler yapıyor gibiydi. Bu Oz için iyi bir şeydi.
İkisi için de öyle. Kızımı mutlu görmek hoşuma gidiyordu.
Onun haricindeki her an bodrumdaydı ve sahneye çıkacak­
ları gece için çalışıyordu. Oz’u da getiriyor, uzun saatler birlikte
çalışıyorlardı. Sonra onunla birlikte gidiyordu ve çok geç saatlere
kadar dönmüyordu. Ben aptal değildim tabii ki ama ne yapabi­
lirdim ki? Birkaç ay içinde mezun olacaktı. Kısa zaman içinde
üniversiteye gidecekti ve bu benim verebileceğim günlük nasihat
veya yapacağım etkilerin sonu olacaktı. En azından şu anda ne
zaman geldiğini, ne zaman gittiğini, kiminle görüştüğünü bili­
yordum. Yanımdan geçerken kıyafetlerini kokluyor, nefesine
dikkat ediyor, kıyafetlerini inceliyordum. Konuşmasında bir
bozukluk var mı diye bakıyordum. Şimdiye kadar hiçbir ize rast­
lamamıştım.
Her zamanki haliydi ve Oz’la mutluydu.
Ama Ben, kara kara düşünüyordu.
Bir şeylerin yaklaştığına dair bir his vardı içimde. Ne oldu­
ğunu bilmiyordum, ne zaman olacağını bilmiyordum.
En kötüsü de... Bu konuda hiçbir şey yapabileceğimi sanmı ­
yordum.
11

SÜRÜKLENMEK

Oz

Perşembe günü saat 19.58 eli. Bar kalabalık ve hareketliydi.


Yoğundu. Çok aşırı bir yoğunluk yoktu ama çeşitli derecelerde
sarhoş olan birçok insan vardı. Hepsi de Kylie’yle beni boş bir
merakla izliyordu. Nell’le Colt alçak sahneden on, on beş adım
mesafedeki yuvarlak bir masada oturmuş, fıçı bira içiyorlardı.
Kylie’yle benim başlamamızı beklerlerken sessizce sohbet ediyor­
lardı.
Bağlantılarımızı yaptık, akortları yaptık, nota kâğıtlarımızı
düzenledik, çalacağımız şarkıların listesini son bir kez gözden
geçirdik. Mikrofonlarımızın çalışıp çalışmadığını kontrol ettik.
Yani gösteri öncesi yapılan bütün hazırlıkları tamamladık. Artık
gösteriye başlama zamanıydı. Burası amatörler gecesi değildi.
Buradakiler, Kylieden, benden veya yapacağımız müzikten
hiçbir menfaati olmayan yabancılardı sadece. Gerçek profes­
yonel müzisyenler gibi para için müzik yapmak üzereydik.
Kahretsin, kusacak gibiydim.
Ama kusamazdım. Derin bir nefes aldım, penamı parmak­
larımın arasında çevirdim ve mikrofona doğru eğildim. “Hey,
Sensiz 213

millet. N ’aber?” Kalabalığa baktım. Birkaç kişi bize doğru baktı.


Birkaç kişi alkışladı ama çoğunluğu beni duymazdan geldi.
“Pekâlâ. Ben Oz, bu da Kylie. Ama sizin umurunuzda değil,
değil mi? En azından şimdilik. O zaman başlayalım artık, ne
dersiniz?”
Baş ve ortaparmağımı gitara, eşiğin hemen altına hafifçe
vurdum ve hızlıca üçe kadar saydım. Hemen yanımdaki piya­
noda, hem bana hem dinleyicilere dönük şekilde oturan Kylie’ye
baktım. Kylie bana sırıttı. Jason Walker’dan “Down” adlı şarkıyı
çalmaya başladık. Dinleyiciler anlamışlar, ne veriyorsak almış­
lardı. Şarkıyı bitirdiğimizde çok da kötü olmadığımızı fark
etmişlerdi. Kendi tarzımızda düzenlediğimiz birkaç country şarkı
daha çaldık. Ondan sonra bizi gerçekten sevdiler. Bağırarak
istek yapıyorlar, ıslık çalıyorlar, kafalarını sallıyorlardı. İkimiz de
gaza gelmiştik. Birbirimize sırıtıp duruyorduk. Sahneye çıkmak
eğlenceli, heyecan verici ve harika bir şeydi. Kendimi canlı hisse­
diyordum. Sanki damarlarımdan elektrik akımı geçiyor, sanki
bütün varlığım uçuyor, kalabalıktan yükselen hayat, enerji ve
heyecan ruhuma geçiyordu. Gerginlik, korku, kısıtlanma yoktu.
Sadece kendine güven vardı. Kendi şarkılarımızdan birine,
amatörler gecesinde çaldığımız ilk şarkıya geçtik. Kalabalık önce
ne yapacağını bilemedi ama şarkının sonunda çılgınca bağır­
maya başladı.
Şarkılar sona erdi. Taburemde kıpırdandım, boğazımı temiz­
ledim ve mikrofona eğildim. “Bu son çaldığımız parça kendi
yazdığımız parçalardan bir tanesi. Umarım beğenmişsinizdir.
Sizin için başka birkaç şarkımızı daha çalacağız. Ama önce Snow
Patrol adlı bir gruptan çok güzel bir parça geliyor. Adı ‘Set Fire
to theThird Bar.”
Grubun ve şarkının adını söyleyince ıslıklar, alkışlar duyuldu.
Kylie’nin efekt yaratan pedallara para dökmesine izin vcrmişrim.
214 Jasinda Wilder

Son haftayı bunlarla uğraşarak geçirmiştim ve en sonunda bu


şarkıya uygun bozulma efektini nasıl vereceğimi bulmuştum.
Bu şarkıdan sonra birkaç meşhur country şarkısı söyledik.
Bunlar sıkıcı ama kalabalığın hoşuna gidecek, bilecekleri ve eşlik
edebilecekleri, şerefine içebilecekleri şarkılardı. En sonunda ara
zamanı geldi. Kylie’yle mutfağın arkasındaki yere geçtik. Kapıyı
kapatır kapatmaz Kylie zıplamaya, ellerini çırpmaya ve çığlık
atmaya başladı.
“Bizi sevdiler, Oz!” Kendini kollarıma atu, yüzünü boynuma
gömdü ve ben onu kucaklayıp kaldırırken ayaklarını havaya
kaldırdı. “İnanabiliyor musun? Bizi gerçekten sevdiler! Sanırım
cidden başardık biz bu işi.”
Onu yere bıraktım. Kalçasından tuttum ve kendime çektim.
“Çok saçma ama ben de çok sevdim. Böyle olacağını hiç sanmı­
yordum ama sahneye çıkmayı çok sevdim.”
Parmak uçlarında yükseldi ve kollarını boynuma doladı.
“Senden hiçbir zaman şüphe etmedim, Oz. Müthiş bir yete­
neğin var.”
Kendimi tutamadım ve onu öptüm. “Hepsi senin sayende,
Kylie. Sen bana inandın, beni cesaretlendirdin. Sen olmasaydın
bu işte iyi olduğumu hiçbir zaman keşfedemeyecektim.”
Gülümsedi. Dudakları benimkilerin karşısında kıvrılmıştı.
“Bu konuda kendime pay çıkarabilirim. Ama bu yetenek
tamamen sana ait.”
Gülümseyiş ve kahkahalar arzuya, öpüşmeye dönüştü. Elleri
enseme uzandı, beni kendine doğru bastırdı, sanki geri çekilmek
isteyecekmişim gibi. Kapı açıldı. İkimiz de geri çekildik. Sadece
ellerimiz temas halindeydi.
Colt bir kaşım kaldırarak, “Beş dakika içinde başlıyorsunuz,”
dedi.
“Tamamdır,” dedim.
Sensiz 215

Bana elini uzattı. El sıkıştık. “İkiniz gerçekten de müthiş­


siniz. Sizinle gurur duyuyorum.”
Bu kulağa küçümseyici gelmeliydi. Bunu söyleyiş biçimi
beni kızdırmalı, sinirlendirmeliydi ama bunların hiçbiri olmadı.
Aksine bu övgüsü beni çok mutlu etmiş, havalara uçurmuştu.
Colt Calloway gibi bir profesyonelden övgü almamız büyük bir
şeydi.
“Teşekkürler, baba. Geldiğiniz için de sağolun. Burada
olmanız olayı daha da güzelleştiriyor.” Kylie babasına sarıldı.
Colt da ona şefkatli bir şekilde gülümsedi.
“Bunu dünyada kaçıramazdık, Ky.” Kızının başının üstünü
öptü. Sonra onu kapıya yönlendirdi. “Hadi gidin artık. Hayran­
larınız sizi bekliyor. Sanırım RCA’dan Anderson Mayer’ı da
gördüm içeride.”
“Beni iyice gereceksin, baba. Teşekkürler.” Kylie, Colt’un
omzuna hafifçe vurdu.
“Yok ya, iyi adamdır. Yetenekten anlar.”
Kylie’nin gözleri kısıldı. “Ona sen mi haber verdin?”
Colt en iyi masum ifadesini takındı. “Haber vermek mi?
Yoo.”
“Baba. ”
Colt iç geçirdi ve elini şöyle bir salladı. “Gerçekten de haber
vermedim. Onunla konuşurken bu gece kızımın ilk kez sahneye
çıkışını izlemeye gideceğimi söyledim, o kadar. Yemin ederim
başka bir şey demedim. Kendisi gelmiş.”
Kylie inledi. “Ama bu haber vermek oluyor işte. Sonuçta
geleceğini biliyordun.”
“Bilmiyordum. Gelmesini umdum o kadar.” Kylie’yi
omzundan tuttu. “Bak, Ky. Andy sizde potansiyel görmezse
gösteriden sonra sizinle konuşmaz bile. Bunun benimle hiçbir
alakası yok. Satmayacağını düşünürse benim kızım olsa bile
fasinda Wilder

kimseyle sözleşme yapmaz. Bana hiçbir borcu yok. Burada olaca­


ğınızın ipucunu vermem ve Andy’nin de geleceğini ummam
sadece bahisleri sizin lehinize biraz yükseltmek içindi o kadar.
Gerisi size kalmış. Bu işi tek başına, annenle benim yardımım
olmadan yapmak istediğini biliyorum. Ama birazcık da olsa
yardım etmek istediğim için beni suçlayamazsın.”
Kylie onu yanağından öptü. “Biliyorum, baba. Teşekkürler.”
Colt başını salladı ve Kylie’yi kapıya doğru itti. “Hadi gidin
artık.” Kylie’yi takip ettim ama Colt elini koluma koyunca
durdum. “Kısaca bir şey söylemek istiyorum. Kızım seninle
mutlu. İyi iş çıkarıyorsun. Sen iyi bir adamsın, Oz.”
Duyguların boğazımı sıktığını hissettim. “Teşekkürler, Colt.
Bu söylediğin benim için çok önemliydi.” Derin bir nefes aldım
ve duygularımı bastırdım. “Gitmem lazım. Gösteriden sonra
görüşürüz.”
Gösterinin geri kalanı ilk bölümden bile daha iyi geçti. Nell
ve Colt’un masasında yaşlı bir adam oturuyordu. Adam zayıftı,
derli topluydu. Koyu renk kot pantolon, beyaz bir gömlek,
siyah bir kemer ve siyah bot giymişti. Kırlaşmış saçları geriye
doğru yatırılmıştı ve parlıyordu. Keskin, koyu renk gözleri,
ince dudakları vardı. Bize, bana odaklanmıştı. Gitarı çalarken
ellerime bakıyordu. Düşündüğünü, değerlendirdiğini, her bir
notayı dikkatli bir şekilde dinlediğini anlamıştım. Bu adam
Anderson Mayer olmalıydı, plak şirketinden gelen adam. Ama
kimdi bu adam? Yönetici miydi? Yetenek avcısı mıydı? Bilmi­
yordum. Müzik sektörüyle ilgili, sahnelerin arkasında neler
olduğuyla ilgili hiçbir şey bilmiyordum. Bunu aklımdan çıkarıp
gitara, şarkı söyleyişime, nefes alışıma, ses tellerimi germemeye
odaklandım. Kylie’lerin bodrumundaki birkaç çalışmamız sıra­
sında Nell de bizimle oturmuş ve şarkı söyleyişimi geliştirmem
için birkaç ipucu vermişti. Onun tavsiyelerini uygulamaya
21 7

başlayınca sesimin tonunda hemen bir değişiklik fark etmiştim.


Özellikle nefes alıp verişe dikkat etmek çok fark yaratıyordu. Ne
zaman nefes alacağını, nefesi notalarla birlikte ne zaman verece­
ğini bilmek çok fark yaratıyordu. Andy Mayer’ın neler düşüne­
ceğini merak etmek yerine nefes alıp verişime odaldandım. Her
bir akorda, parmaklarımın her bir hareketine odaklandım.
Kendi şarkılarımızdan iki tane daha söyledik ve Parachute’ten
“She Is Love”la bitirdik. Bu şarkıyı temel bir dizi akorda indir­
gemiş ve uyumumuzu parçanın özü haline getirmiştik. Bunun
muhtemelen en iyi yorumumuz olduğunu bilerek şarkıyı
yüzlerce kez çalışmıştık. Calloway Ierle oturan adama bir göz
atmadan edemedim. Adam bizi izliyor, ayağıyla ritim tutuyordu.
Başını onaylarcasına salladı, sonra eğilerek Colt’un kulağına bir
şeyler fısıldadı. Bakışları Kylie’yle bendeydi.
Dinleyicilere iyi geceler dediğimizde jetonum düştü. Bu işi
gerçekten yaptığımıza inanamıyordum. Vay be. Bir avdan kısa
sürede günde iki buçuk saat çalışarak bir sürü şey öğrenmiştim.
Birkaç kez hata yapmıştım, bir sözcüğü unutmuş ve bir dizeyi
atlamıştım ama büyük bir hata yoktu. Aslında bu amatörler
gecesinden önce sahneye çıkmayı hiçbir zaman düşünme­
diğim dikkate alınırsa bana göre harika bir başarıydı. Aslında
her zaman bir metal grubunda olmayı filan hayal etmiştim ama
bunlar sadece hayaller, gerçeğe dönüştürmeyi hiçbir zaman
denemediğim boş düşüncelerdi.
Çok fazla eşyamız yoktu. Toplanmamız uzun sürmedi. Gitar
kılıflarını bu gece için annemden ödünç aldığım pikaba yerleş­
tirirken birinin omzuma dokunduğunu hissettim. Dönünce
plak şirketindeki adamla karşılaştım. Kylie kamyonete y a sla n m ış
telefonunu kurcalıyordu. Onu dürttükten sonra adamın elini
sıktım.
“Oz Hyde,” dedim.
Jasinda Wilder

“Anderson Mayer, RCA Records’tan.” Tutuşu sıkıydı ama can


yakıcı değildi. Doğal bir gülümsemesi vardı. “İkinizin bu geceki
performansınızdan gerçekten etkilendiğimi söylemem gerek.
Bayan Callovvay, ebeveynlerinizin yeteneklerinden almışsınız.
Şaşırmadım. Ama siz, Bay Hyde. Kabul etmek zorundayım ki
sizi ilk gördüğümde görünüşünüz beni yanılttı, farklı bir müzik
beklememe sebep oldu. İlk başta umduğumdan çok daha yete­
neklisiniz.”
Bunun iltifat olup olmadığı belli değildi ama yine de omuz
silktim. ‘‘Görünüş yanıltıcı olabiliyor. Müziğimizi beğendiğinize
sevindim, Bay Mayer.”
“Bugün çalmadığınız başka şarkılarınız da var mı? Cover’la-
rınız tabii ki mükemmeldi ama kendi şarkılarınızı da çok
beğendim. Tarzlarının neredeyse dışındalar ama doğru prodük­
törle müziğinizi hem rock dinleyicilerine hem de country
dinleyicilerine beğendirecek hale getirebiliriz.” Anderson heye­
canlanmış gibiydi. “Aslında aklımda bir prodüktör var bile. Bu
işte yeni ama şimdiye kadar çok iyi işler yaptı. Bir toplantı ilgi­
nizi çeker mi?”
Kylie’yle bakıştık. Kylie ikimizin yerine, “Çok hoşumuza
gider,” dedi. “Önce anne babamla konuşmam gerek ama...”
“Tabii ki. Müzik piyasasının tehlikeli sularında ilerlerken
onların yardımına ihtiyaç duyacağınızı biliyorum.” Arka cebin­
deki metal kutudan bir kartvizit çıkardı. “Sabah ilk iş beni arayın.
Asistanımla programımı yeniden düzenlemem gerekecek ama
sizinle önümüzdeki hafta bir toplantı yapmak isterim. Jerry’ye
de ulaşır bizimle ne zaman irtibata geçeceğini sorarım.”
“ İyi olur,” dedim. İkimiz de Anderson’ın elini sıktık.
Sonra gitti. Elinde telefonuyla caddede uzaklaştı. Çoktan
birini aramıştı bile. İşitme mesafemizden çıkınca Kylie bana
döndü. Bakışları kocaman olmuştu, her yanını saran heye-
Sensiz 219

canla mutluluktan uçuyordu. Çığlık atmak üzere olduğundan


emindim.
“Aman Tanrım, Oz! İnanamıyoruminanamıyoruminanamı-
yorum! Anderson Mayer’la konuştuk. Anderson Mayer’la bir
toplantımız var. Bir de Jerry? Acaba Jerry Gross’tan mı bahse­
diyor? Babam bilir. Eğer adam Jerry Gross ise bu oldukça büyük
bir şey.”
“Neden?”
Kylie’nin beyninin saniyede milyonlarca kilometre uzağa
gittiğini anlamıştım. “Son üç yılda Nashville'den çıkan en iyi
müziklerin arkasında bu adam var. Brent Hovvell’ın yeni albü­
münü o çıkardı. Bu albüm çok çok iyi. Eric Church’ün daha sert
parçalarına benziyor. ‘The Outsiders gibi.”
“Bu sektörle ilgili gerçekten çok şey biliyorsun, değil mi?”
diye sordum. Etkilenmiştim.
Omuz silktim. “Yani, evet. Küçükken annemlerin konuşma­
larını dinlerdim. Onlar bağımsız, kendi plak şirketleri var ama
bu şehirdeki herkesi tanırlar ve ben de biraz kulak kabarttım.
Bildiğim tek şey müzik diyebilirim. Annemle babamın canlı
performanslarını ilk izlediğim günden beri istiyorum bunu. O
zaman resmen dehşete düşmüştüm. Daha o zaman onlar gibi
olmak istediğimi anlamıştım.”
“Şimdi sen kendi yolunu çizdin.”
Bana sırıttı. “Biz kendi yolumuzu çizdik,” Uzandı ve beni
öptü. “Hadi. Gidip kutlayalım!”
Dan’den paramızı aldık, Nell'le Colt’a Anderson'la yaptı­
ğımız sohbeti anlattık ve onlara veda ederek çıktık. Tabii ki
benim evime gittik. Eşyaları odama bıraktıktan sonra Kylie beni
tekrar dışarı çekti.
“İçeride oturmak istemiyorum. Çok heyecanlıyım. Moto
runla gezelim biraz! I.ürfen?”
Jasinda Wilder

“Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordum.


Omuz silkti. Gülümsedi. “Fark etmez, illa bir yere gitmek
zorunda değiliz. Dolaşalım sadece.”
“ Bana uyar.”
Dolaştık. Kylie’ye yolda giymesi için deri ceket aldık.
Motorun sesi kulaklarımızdaydı, yol tekerleklerimizin altında
akıp gidiyordu. Kylie kollarını belime sıkıca dolamıştı. Yana­
ğını omzuma dayamıştı. Memelerini sırtıma bastırıyordu. Her
şey mükemmeldi. Ilık bir bahar gecesiydi. Gökyüzü açıktı,
ay çıkmıştı. Şehrin ışıkları arasında birkaç yıldız parlıyordu.
Şehirden, evlerden, şehrin ışıklarından uzaklaştım. Hava iyice
kararana kadar dolaştık. Tarlaların arasında çift şeritli bir yol
buldum.
Otoyoldan çıktım ve çitle çevrili bir otlağın yanındaki dar
toprak yola girdim. Otlağın bir tarafında ağaçlar vardı. Bir
elektrik direğinden çekilen tek bir turuncu ışık yolu aydınla­
tıyordu. Motoru ışığın altında yolun kenarında durdurdum,
park ettim. Kaskımı çıkardım ve direksiyona astım. Kylie de
aynısını yaptı. Kaskı asarken üstüme doğru eğildi. Geri çekil­
medi. Burnunu boynuma gömdü. Nefesi tenime sıcak sıcak
vuruyordu. Elleri tişörtümün altına kaymış göğsümü ve
karnımı okşuyordu.
Cırcır böcekleri ötüyordu. Uzakta bir yerlerde bir kurbağa
vırakladı. Bir baykuş tüyler ürpertici bir şekilde öttü. Burada,
şehrin ışıklarından uzakta, yıldızlar simsiyah gökyüzünde, ayın
hilalinde bir elmas gibi parlıyordu.
Kylie motosikletin ayaklığında ayağa kalktı. Ayaklarını
benzin deposunun üstüne doğru salladı. Benimle yüz yüze
gelecek şekilde oturdu. Beni öpmeye başladı. Elleri yanaklarım-
daydı, benim nefesimi soluyordu, istekliydi. Bana ihtiyacı vardı.
Parmağımı elmacık kemiğinde gezdirdim. Öpücüğü derinleş­
Sensiz 221

tirdim. Tişörtünün kenarını arayıp buldum. Elimi sırtına doğru


uzattım.
Kulağıma, “Seni istiyorum, Oz,” diye fısıldadı.
“Motorun üstünde mi?”
“Neden olmasın?”
“Borulara dikkat etmemiz lazım. Hâlâ çok sıcaklar.”
Kylie motordan indi, deri ceketini çıkardı. Benimle yüz
yüze olacak şekilde oturdu. Uzun kollu orman yeşili bluzunu
ve sutyenini çıkardı. Dar siyah pantolonunu ve babetlerini
çıkardı. Kıyafetlerini motorun koluna astı. Önümde sadece
siyah-beyaz bir külotla dikildi. Arkasını döndü, külotunun
kalçasının iki tarafını da nasıl ortaya çıkardığını gösterdi.
Eğildi, kalçasının mükemmel yuvarlaklığını göstererek beni
kızdırdı. Sonra iç çamaşırını çıkardı. Doğruldu, döndü, bana
yaklaştı. Dantel parçasını cebime soktu. Ceketimi çıkardı.
Kemerimi çözdü. Fermuarı indirdi. Düğmeyi açtı. Erkekli­
ğimi iç çamaşırımdan çıkardı ve parmaklarını erkekliğime
doladı.
“Bu çok seksi, Oz.” Ayaklarını botlarımın üstüne koydu ve
motora bindi. “Seninle dışarıda bu şekilde çıplak olmak? Hem
de motorun üstünde? Tanrım, sadece bunun verdiği heyecanla
bile zirveye çıkabiliriz. Kendimi edepsiz hissediyorum.”
“Bu yaptığımız edepsiz bir şey zaten. Yakalanabiliriz.”
“Bu, işi daha da eğlenceli kılıyor.” Tişörtümü kaldırdı ve
çıkardı. Erkekliğimin daha çoğunu serbest bırakabilmek için
pantolonumu çekiştirdi.
Kalktım ve pantolonumu kalçalarımın altına doğru indirdim.
Onu kalçalarından tutarak kaldırdım, sertleşen meme ucunu
ağzıma aldım, inledi, kafasını geriye doğru yatırdı. Ağ/mu
doğru inledi. Islak vajinasını acıyan erkekliğime doğru hareket
ettirdi.
222 Jasinda Wilder

Tam içine girecektim ki durdum ve inledim. “Prezervatif


yok. Yanımda getirmedim. Evde çantanın içinde kaldı.”
Kylie parmaklarını tenime geçirerek omuzlarımdan tuttu.
Yükseldi ve kucağıma doğru eğildi. “Sorun değil. Hap kullanı­
yorum. Bekleyecek durumda değilim. Buna ihtiyacım var, Oz.
Buna ne kadar ihtiyacım olduğunu bilemezsin.”
Gürleyerek omzunu ısırdım. “Kahretsin, Kylie. Biliyorum.
Benim de çok ihtiyacım var. Sadece hata yapmak istemiyorum
o kadar.”
Kucağıma doğru çöktü. Şimdi aynı hizadaydık. “Bizimle
ilgili hiçbir şey hata olamaz. Hiçbir şey. Tanrım. Aman Tanrım.
Aynen öyle, Oz.”
Kalçalarımı kaldırdım ve içine girdim. Hareketleri sertti,
vajinasını derin ve hızlı hareketlerle daldırıyordu. İncelik,
nezaket yoktu. Sadece memelerindeki ağzım, tenimde
kırmızı izler bırakan tırnakları, yüksek sesli ve ölçüsüz inilti­
leri, birleşen vücutlarımız vardı. Aramızda hiçbir şey yoktu.
Sadece benim tenim, onun teni, erkekliğimi saran ıslak
sıcaklığı, beni kavrayışı, hareket ederken mükemmel şekilde
sallanan memeleri. Böyle aramızda hiçbir şey olmadan seviş­
memizden daha güzeli olmamıştı hiç. Bundan daha büyük
bir yakınlık yoktu.
Kalçasını kavradım, parmaklarımı kıvrımlarında gezdirdim.
Sıkı, sıcak yuvarlakları kavradım ve onu kaldırdım. Sonra eğil­
mesine izin verdim. Hareket etti, inledi, alnını benimkine
dayadı. Omuzlarımdan tutunarak kalktı. Ortaparmağım yanlış­
lıkla biraz fazla ileri gitti ve sıkı anüsüne dokundu. Kaslarının
gerildiğini, vücudunun donup kaldığını hissettim. Keskin ve
şaşkın bir şekilde nefes aldı.
“Oz... Ne yapıyorsun?” Bakışlarımla buluşabilmek için biraz
geri çekildi.
Semiz 223

Ellerimi geri çekmeye başladım, “özür dilerim, bebeğim...


İstemeden oldu...”
Eğildi, ellerimi kalçasıyla bacaklarımın arasına yerleştirdi.
“Bekle... Beni hazırlıksız yakaladın o kadar.” Bakışlarını bana
kilitlemişti. “Tekrar dene, Oz. Birazcık.”
“Bir dakika, nasıl yani? Oraya dokunmamı mı?..”
“Dokun oraya. Birazcık.” Nefes nefeseydi. Tereddüt ettim.
Sonra ortaparmağımı birazcık kıpırdattım. Küçük, hafif bir
baskı. Gerildi, kıpırdandı. Sırtını geriye doğru yatırdı. Gevşedi­
ğini hissettim. Hafif baskı uyguladım. Sıkı sıcaklığı parmağımın
uçundaydı. “Evet... Evet, öyle. Kahretsin, Oz. Güzel oluyor.
Aynen böyle, güzel oluyor.”
Kalktı, indi. Ellerim kalçasında durmaya devam etti. Üstüme
doğru inledi, kıvrandı. İniltileri çığlıklara dönüştü. Hareket­
leri iyice hızlandı. Ben sadece onunla birlikte hareket edebi­
liyor, ikimizi dengede tutuyor ve her şeyi onun yapmasına izin
veriyordum. Nefes bile alamıyordum. Bunu yaptığına, ona bu
şekilde dokunmama izin verdiğine ve bunu sevdiğine inana-
mıyordum. Çığlıklar atarken hızlı ve sert bir şekilde hareket
ediyordu. Sessizlik, onun sesiyle, benim hırıltılarım, iniltilerim,
küfürlerimle, ismini sayıklayışlarımla bölünüyordu. Parma­
ğımın ucundaki sıkı sıcaklığının gerilip rahatladığını, nabız gibi
attığını hissedebiliyordum. Çılgın, ritimsiz bir coşkuyla kalkıp
inmeye başladı.
Tepemdeki yıldızlar parladı. Ay büyüdü. Dünya yerinden
oynadı. Kylie kulakları sağır eden bir şekilde çığlık atarken ben
de onun içine boşaldım. Vücudunun kasılışı parmağımın ucunu
neredeyse ezmişti. Hareket etmeye devam ediyorduk. Gökyüzü
parçalandı ve gezegenler yerlerinden oynadı.
Kylie ağzını omzuma dayadı. Soluk soluğaydı. “Aman
Tanrım, Oz. O kadar şiddetli boşaldım ki cidden canını yandı.
224 Jasinda Wilder

Nefes... nefes almakta zorlanıyorum. Yerimden kımıldayamı-


yorunı. Tanrım. Beni bitirdin, bebeğim.”
Yıldızların ışığı soluk tenine vuruyordu. Ben sadece hayret
ediyor, şaşırıyor, ona sarılıyor ve beni istemekten hiçbir zaman
vazgeçmemesini umuyordum. Sözcükler kafamda dönüp duru­
yordu. Duygular dönüyor, birbiriyle çatışıyordu. Kafamda bir
düşünce belirdi. Serbest kalmak istiyordu. Ama bu düşüncenin
anlamının, onu söylemenin, bunun gerçek olmasının verdiği
korku çok fazlaydı.
“Bir şey söyle, Oz.” Kylie geri çekildi. “Bir şeyler düşündü­
ğünü hissedebiliyorum.” Masmavi gözleri beni delip geçiyor,
doğruyu söylememi bekliyordu.
Tereddüt ettim. Nefes aldım ve cesaret diledim. “Seni sevi­
yorum, Kylie.”
Kahretsin. Söylemiştim işte.
Afallayarak sessiz kaldı. Gözleri doldu. Bir damla yaş düştü.
Yutkundu. “Öyle mi?”
Güldüm. “Evet, öyle. Sanırım bir süredir seviyordum. Ama
ne kadar çok sevdiğimi yeni fark ediyorum.”
“Ne kadar çokmuş?” Çekinmeden ağlıyor, gülümsüyor, bana
sarılıyordu.
Gözlerimi kırpıştırdım ve yutkundum. “Çok. O kadar çok
ki beni korkutuyor. Eğer sen... Eğer biz... Of, korkutucu geliyor
işte. Daha önce kimseye ihtiyaç duymamıştım. Ama şimdi sana
ihtiyacım var. Bu kendimi çok zayıf ve savunmasız hissetmeme
sebep oluyor. Sanki bir parçamı almışsın ve istersen onu param­
parça edebilirmişsin gibi.”
Bana sarıldı, vücutlarımızı birbirine bastırdı. Yumuşayan
erkekliğim içinden çıkmaya başladı. “Böyle bir şey yapma­
yacağım, Oz. Sana söz veriyorum, hayatım, ruhum, sahip
olduğum her şey üzerine yemin ediyorum. Seni... hiçbir zaman
Sensiz 225

incitmeyeceğim. Terk etmeyeceğim.” Gözlerindeki gerçekleri


görebilmem için geri çekildi. “Ben de seni seviyorum, Oz.
Senden başka kimseyi veya hiçbir şeyi istemeyeceğim. Hiçbir
zaman.”
“Ben de öyle, tatlım.” Ona sıkı sıkı sarıldım. “Ben de öyle.”
Bir dakika sonra Kylie kıpırdanmaya başladı. Dikkatli bir
şekilde motorun üstünden indi. Yüzünü buruşturdu. “Üstüm
başım kirlendi.”
Geri çekildim ve heybelerden yedek bir tişört çıkardım.
Eski bir tişörttü, pek de güzel değildi ama temizdi. Tişörtü ona
uzattım. Kendini temizlemesini izledim. Sonra tişörtü katladı
ve bana geri verdi. Tişörtü tekrar heybeye tıktım ve Kylie’nin
giyinmesini izledim.
ikimiz de giyindiğimizde yolun kenarındaki çimlere yattık,
yıldızlara bakarak sohbet ettik. Sahneye çıkmaktan, cover yapı­
lacak şarkılardan, bu kadar çabuk bir sözleşme imzalama şansını
yakalayışımızdan bahsettik. Bunların hepsinden konuştuk. Her
şeyde “biz” vardı. Birlikte bir gelecek planlıyorduk. Muhtemelen
bir tura çıkacaktık. Bütün ihtimaller söz konusuydu. Planladı­
ğımız gelecek parlak, harika ve umutluydu.
Saat biri geçtiğinde geri dönmeye karar verdik. Benzin
almak ve McDonalds’da bir şeyler atıştırmak için durduk.
Biraz yorgundum. Büyük bir şişe Coca Cola aldım ve hepsini
içtim. Tekrar yola çıktık. Ne kadar uzağa gittiğimizi yeni fark
ediyordum. Nashville’in dışında iki, iki buçuk saat kadar dolan­
mıştık. Dönüş daha uzun sürecek gibiydi ama buna değerdi.
Kylie bana sıkı sıkı tutunuyor, göğsümü ve karnımı okşuyordu.
Her şey çok hızlı oldu. Çok çok hızlı. Otoyoldaydım, bir
üst geçidin altından geçiyor, çevre yoluna giriş şeridine yaklaşı­
yordum. Bir tır yanımda gümbürdedi, sol tarafa doğru yolumu
kapattı. Adam beni görmüştü, o kadarını anlamıştım. Ama beni
Jasinda Wilder

endişelendiren o değildi. Beni endişelendiren, giriş şeridinden


otoyola doğru yaklaşan şık kırmızı Corvette’ti. O beni görme­
mişti. Kalbim gümbürdemeye başladı. Sert bir şekilde fren
yaptım ama yeterli değildi. Öniimdeydi, kör noktasmdaydım.
Bana doğru bakmıyordu bile. Tek eliyle mesaj yazmaya çalış­
tığını görebiliyordum. Bu detay paniklemiş beynime kazın­
mıştı. Ekranın ışığının yüzüne yansıdığını, kırmızılı siyahlı
deri koltuğun bir kısmını, adamın yüzünün profilini, gösterge
panelini, direksiyondaki tek elini, diğer elindeki telefonu,
bana dikkat etmediğini, beni görmediğini görebiliyordum.
Bizi görmüyordu. Kylie beni kasılan parmaklarıyla daha sıkı
tutmaya başladı. Onun da tehlikenin farkına vardığını bili­
yordum.
Saniyeler bölündü, parçalandı. Dakikalara, kalp atışlarıma
dönüştü. Nefes al-nefes al-nefes al. Ne yapacağım? Gazı kökleşe
miydim? İkisinin arasından geçmeyi denese miydim? Yeterince
yer yoktu. Paniklememeye çalıştım ama panikliyordum. Frene
bastım ve buna hiç de inanmayan kalbimle dengede kalabilmek
için dua ettim. Tır yanımdan geçip gitti. Corvette önümdeydi
artık. Düze çıktım diye düşündüm. Rahatlayarak iç geçirdim.
Sorun yoktu. Bir şey yoktu.
Ama arkamda başka bir tır daha vardı. Gürültülüydü, koca­
mandı. Kornalar çalıyor, tekerlekler gıcırdıyordu. Sol tarafıma
geçmek ister gibiydi ama orada araba vardı. Geçemedi. Ben
zaten fren yapıyordum. Kontrolü kaybetmek üzereydim. Yon
değiştirmekten başka, şarampolden başka seçeneğim yoktu.
Kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi. Adrenalin gök gürültüsü
gibiydi. Korku davul gibi gümbürdüyordu.
Kylie çığlık atıyordu. Arka tekerim kayıyor, titriyordu. Kont­
rolü kaybediyordum. Kaybedecektim. Düşecektik. Neyseki
motorun hızını kırktan aşağı düşürmüştüm, yine de kötü
Sensiz 227

olacaktı. Derslerdeki eğitimleri hatırladım: Gevşe. Gerilme.


Ama Kylie. Kylie. Kahretsin, hayır, Kylie...
Arka tekerin altımızdan gittiğini hissettim. Motor yana doğru
kayıyordu. Düşmesine, altımızdan kaymasına, yana kaymasına
izin verdim. Başka hiçbir şey için zaman yoktu, başka seçenek
yoktu. Her şey ağır çekimde ama durduramayacağım kadar hızlı
bir şekilde oluyordu.
Kahretsin.
Dakikalar parçalandı, sonra zaman durdu.
Yere vurduğumuzu hissettim. Kendimi serbest, gevşek bir
şekilde durmaya zorladım. Kalçamın üstündeydim, kayıyordum.
Motor kayıyordu. Kylie’yi hissettim, çığlık attığını duydum,
dönmeye başladım. Dönerken Kylie’yi gördüm. Seçimden
ziyade bir içgüdü beni onu yakalamaya zorladı. Onu elimden
geldiği kadar kuvvetli bir şekilde göğsüme bastırdım. Kollarımı
vücuduna doladım ve narin bedeninin çevresine parmaklık gibi
sardım.
Yuvarlanıyordum. Acı. Parçalanan zaman. Yuvarlanma,
dönme, kayma, düşme. Zıpladım ve Kylie kollarımdan kaydı.
Onun kayıp benden uzaklaşmasını izledim. Sonra görüşüm
yer-gökyüzü-yer-gökyüzü serisine dönüştü. Acı her yanımı sardı.
En sonunda durdum. Yüzümün üstündeydim.
Nefes alamıyordum, hareket edemiyordum ama ona ulaşmak
zorundaydım.
Birisi çığlık atıyordu: “KYLİE! KYLİE!" Bu bendim. Ben
çığlık atıyordum. Sesim ham, umutsuz, çatallı çıkıyordu.
“Oz...” Onu duydum. Sesi çok kısıktı. Nefes nefeseydi. Ama
duydum.
Emekledim. Bacaklarım çalışmıyordu, kollarım da bana
yardımcı olmuyordu. Her şey acı sebebiydi. Sıcak ve keskin
bir şey dirseğimi, kolumun üstünü, dizlerimi kesti. Ama ona
Jasinda Wilder

ulanmak zorundaydım. Emeklemeye devam ettim. Vücuduma


bakmayı, hasarı kabul etmeyi reddettim. Ağzımdaki kumlar
acıydı.
1 ukürdiim, kan tadı aldım. Tuzlu, keskin, kaygan ve sıcak.
Soluk soluğaydım. Kumla toprak ağzımdan, burnumdan çıkıyor,
dilimde ve burun deliklerimde kalıyordu. Asfaltın üstünde debe­
lendim. Tırnaklarımın söküldüğünü, yırtıldığını, ayak parmak­
larımın mücadele ettiğini, dizlerimin kaydığını hissettim. Bir
ayak. îki. Dört.
İşte buradaydı. Neyse ki deri ceketi giydirmiştim. înce
bir ceketti. Pahalı, yumuşak deriden yapılmıştı ama yine de
tenini korumuştu. Kot pantolonu parçalanmıştı, kırmızıydı.
Kylie kıvranıyordu. Bacaklarının kırıldığını pek sanmıyordum.
“Kylie... Kylie. Buradayım.” Ona uzandım. Ter yüzünden gözle­
rimi kırpıştırdım. Belki de gözlerimdeki kandı. Bilmiyordum.
Kylie nefes nefeseydi, titrek nefesler alıyordu. “Kylie. Nefes al.
Lütfen nefes al.”
Kaskı hâlâ başındaydı. Bu da ucuz ama tam koruma sağlayan
siyah bir kasktı. Kaskla uğraştım. Kylie de çıkarmama yardım
etti. Elleri kanıyordu. Eklemleri çizilmişti, kırmızıydı. “Oz?”
Kask çıktı ve yoldaki çakıl taşlarının üstüne yuvarlandı. Ter
saçlarını yüzüne yapıştırmıştı. Bakışları çılgına dönmüş gibiydi.
Bana baktı. “Oz?"
Uzandım ve saçlarını okşadım. Karnımın üstüne yatmıştım.
Dirseğimin biri karnımın altındaydı. Yüzüne dokunurken
parmaklarımdan kan sızıyordu. Tırnaklarım sökülmüştü.
“Neren acıyor, Kylie? Konuş benimle, konuş, bebeğim.”
“ Ellerin... kanıyor.”
“Umurumda değil. Ben iyiyim.” Bakışlarımı vücudunda
gezdirdim, kırık bir yer, kanayan bir yer var mı diye baktım.
“Sen iyi misin? Yaralandın mı?”
Sensiz 229

“Nefes... nefes... nefes alamıyorum.” Ağzını açtı. Kısa, kesik


nefesler alıyordu. “Göğsüm. Acıyor. Kaburgalar.”
“Kıpırdama, tamam mı? Sadece nefes almaya çalış. Küçük
nefesler al.” Sırtüstü döndüm. Bu, vücuduma acı dalgası gönde­
rince inledim. Arka cebime uzandım ve telefonumu çıkardım.
Paramparça olmuştu. “Telefonun... yanında mı?”
“Ceket... iç cepte.” Titriyordu, gözlerini kırpıştırıyor, nefes
almaya çalışıyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum.
Nazik bir şekilde montunun fermuarını açtım. İç cepteki
telefonu buldum. Sağlamdı. Tişörtünü kaldırdım, kaburgala­
rındaki bereleri gördüm. Bir şeyler yerinden oynamış gibiydi.
Belki de kırılmıştı. Kahretsin. Lütfen ciğerlerine gelmiş olmasın.
Lütfen. Lütfen. Lütfen iyi olsun. Kime yalvardığımı bile bilmi­
yordum ama düşünceler kafamda durdurulamaz bir şekilde
dönüyordu. Hepsi lütfenlütfenlütfen şeklinde yalvarmalara
dönüşmüştü.
91 l ’i aradım.
“911, acil durumunuz nedir?” Sakin bir erkek sesi.
“Motor kazası. 1-40 yolunda.” Arkama baktım. Yoldaki çıkış
numarasını zor da olsa seçtim. Adama söyledim.
“Yaralanan var mı?”
“Evet. Kız arkadaşım. Sanırım... kaburgaları kırıldı. Bilemi­
yorum. Nefes almakta zorlanıyor.”
“Siz, efendim? Siz iyi misiniz?”
“Bil-bilmiyorum. Umurumda da değil. Buraya birini
gönderin. Kız arkadaşıma yardım edin. Lütfen. Bize yardım
edin.”
“Birimler yolda, efendim. Bana adınızı söyleyebilir misiniz?'*
“Oz. Adım Oz.”
“Oz ne?”
“Oz Hyde.”
230 Jasinda Wilder

Kylie ye baktım. Hâlâ kesik kesik nefes alıyor, bakışları beni


arıyordu. Telefonu bıraktım, elini tuttum ve sıktım. Uzaktan
bir sesin beni çağırdığını duydum. Telefonu tekrar kulağıma
tuttum.
“Efendim? Orada mısın, Oz?”
“Buradayım.”
Adam bana bir sürü soru sordu. Hepsini cevapladım. Ama
dikkatimi Kylie’ye vermiştim. Yüzünü, maviye çalan dudakla­
rını, her küçük nefesle yükselen göğsünü izliyordum. Bakışla­
rımız birbirinden ayrılmıyordu. Eli elimi zayıf da olsa sıkıyordu.
“Kylie? Elimi sıkmaya devam et. Buradayım. İyileşeceksin.
İyileşeceğiz.” Gözlerimi kırpıştırdım. Bu sefer yüzümden akan
tuzlu ıslaklık kan değil, gözyaşıydı. Umursamadım. Kylie’nin
iyileşmesinden başka bir düşüncem yoktu.
Uzakta siren sesleri duydum. Gittikçe yakınlaşıyorlardı.
Işıklar yanıp sönüyordu, lastikler kayıyor, gıcırdıyordu. Kapılar
açıldı. Sakin tonlardaki sesler duyuldu. Mavi üniformalı insan­
ların Kylie’nin yanında diz çöktüğünü, gözlerine ışık tuttuğunu,
kaburgalarını incelediğini, yüzüne oksijen maskesi taktığını
gördüm. Genç, yeni tıraş edilmiş, sivilce lekeli bir yüz, sakin
kahverengi gözler görüş alanıma girdi. “Efendim? Oz, siz
misiniz?”
Başımla onayladım. “Evet. Kylie... iyi mi? İyileşecek mi?”
Gözlerime bir ışık tuttu. “Evet, efendim. Size söz veriyorum,
iyileşecek.”
Döndüm ve Kylie’yi bir sedyeye yüklemelerini, ambulansa
bindirmelerini izledim. Artık kendi acımı hissedebiliyordum.
Birden beyazlık, sıcaklık, acı beni sardı. Sanki bir kenarda
durup Kylie’nin iyi olacağını, ona müdahale edildiğini bilmemi
beklemişti. Şimdi her yanımı sarmıştı. Başım dönüyordu, bir
şey göremiyordum, nefes alamıyordum, hareket edemiyordum.
Sensiz 231

Gözlerimi kırpıştırdım, nefes nefeseydim. Yıldızları gördüm.


Yıldızların yerine bir çatı, ışıklar, duvarlar, ambulans geçmişti.
Sert bir şey burnuma, ağzıma dokundu. Oksijenin burnuma
dolduğunu hissettim. Neredeyse görebiliyor, neredeyse nefes
alabiliyordum. Eller bana bir şeyler yaptı. Dokundu, panto­
lonumu çıkardı. Gömleğimi. Elimde hâlâ Kylie’nin telefonu
vardı.
Bir hareket hissi oldu. Kylie’ye ihtiyacım vardı. Onu görmem
lazımdı. Onunla konuşmam, iyi olduğunu bilmem lazımdı.
Ailesini aramam, kızlarını az daha öldürdüğümü, yaralanmasına
sebep olduğumu, onu koruyamadığımı, ona iyi bakamadığımı
söylemem lazımdı.
Olanları kafamda yeniden yaşadım. Kazanın her bir anını, ne
yaptığımı ve başka neler yapabileceğimi görebiliyordum. Ama
yapabileceğim bir şey yoktu. Durum buydu. Daha başka bir şey
yapmam mümkün değildi. Kylie o motorda benimle olmasaydı
bunlar olmayacaktı.
Suçluluk, korku ve acı bir araya geldi. Göğsümde dikenli
telden bir yumak oluşturdu. Ambulansın yerine hastane giri­
şinin, sonra bir koridorun beyaz duvarlarının geldiğini doğru
dürüst fark etmedim bile. Neler olduğunu, neremden yaralandı­
ğımı bilmiyordum ama umurumda değildi. Tek bildiğim Kylie
yaralanmıştı ve onu bulmak zorundaydım.
Tepemde bir yüz gördüm. Yaşlıca bir kadın yüzüydü bu.
Keskin, zeki, kırışıklı gri gözleri vardı. “Kylie nerede?”
“Onunla ilgileniyorlar, Bay Hyde. Lütfen kıpırdamayın.
Sizinle ilgilenmemize izin verin.”
“Benim... onu görmem lazım. İyi olduğunu bilmem lazım.
İyileşecek mi?” Yalvarıyor, yataktan kalkmak için mücadele
ediyordum ama eller beni olduğum yerde tuttu. “Bana iyileşecek
mi onu söyleyin.”
- Jasinda Wilder

“Bayan OaUovvay iyileşecek. Yaşıyor. Ona elimizden geldiği


kadar iyi bakıyoruz. Mümkün olan en kısa sürede onu görme­
nize izin vereceğiz. Sizinle ilgilenmemize izin vermeniz gerek,
Bay Hyde.”
Ama ben sakinleşemiyordum. Panik ve umutsuzluk beni
sarmıştı. Beni hareket etmeye, kalkmaya zorluyordu ama izin
vermiyorlardı. Kolumda bir şey hissettim. Sonra karanlık beni
yuttu.

Uyandım. Kolum alçıdaydı, göğsümün üstünde duruyordu.


Diğer kolumda, ellerimde, bacaklarımda bandajlar vardı. Alnım
gergindi, yanıyordu. Acı bir mengeneydi, beni gevşemeyen bir
kıskaca almıştı.
Nefes almaya çalıştım ve çevreme bakındım. Annem bir
sandalyede uyuyordu. Uzun bacaklarını uzatmıştı, kafası omzun-
daydı. Hafif, kadınsı bir sesle horluyordu. Gözlerinin altındaki
halkaları, uyurken bile yüzünden silinmeyen endişe ifadesini
görebiliyordum.
Ağzım kuruydu, sertti. Boğazım yanıyordu. Gözlerim kaşı­
nıyordu. Kıpırdandım ve yatakta döndüm. Çağrı düğmesini
buldum ve bastım.
Dakikalar içinde bir hemşire geldi. Bu, kahverengi saçlarını
topuz yapmış kısa bir kadındı.
“ Bay Hyde. Kendinizi nasıl hissediyorsunuz?” Sesi mırıltıdan
ibaretti.
“Çok kötü. Canını yanıyor. Çok susadım.”
“Ağrılarınız için bir şeyler getireyim. Biraz da su.” Dönüp
uzaklaşmaya başladı.
Kolundan tuttum. “Kylie. Benim... Kylie’yi görmem lazım.”
“Size bir ağrı kesici getireyim. Sonra sizi onun yanına götürüp
götüremeyeceğimize bakalım.”
233

Tartışmamam gerektiğini biliyordum. En iyisi dediklerini


yapmak ve beni ona götürmelerine izin vermekti. Geri yaslandım,
gözlerimi kırpıştırdım ve annemin uyuyuşunu izledim.
Bana bir saat gibi gelen bir süre sonra hemşire döndü. Doktor
önlüğünün cebine iliştirilen yaka kartında adını gördüm. Marie
King, Hemşire. Fotoğrafı ona hiç benzemiyordu. Ama zaten
bunun gibi fotoğraflar genelde böyle olurdu. Bana içinde iki
büyük beyaz ilaç olan kâğıt bir bardak ve su uzattı. İlaçlan içtim,
suyun hepsini bitirdim. Bardağı kenara koydum ve yatakta
doğruldum.
“Kız arkadaşınız da yeni uyandı. Sizi ona götüreceğim.”
Marie odada ilerledi, bir tekerlekli sandalyeyi açtı ve yanıma
getirdi. “Erkeklik etmeye çalışmayın. Size yardım etmeme izin
verin, olur mu?” Gülümsedi. Bacaklarımı yatağın kenarından
sarkıttım. Omzunu kolumun altına koymasına izin verdim.
Küçük vücudunun gösterdiğinden çok daha güçlüydü. Beni
neredeyse hiç yardımım olmadan tek başına yataktan kaldırdı,
doğrulttu. Dönüp sandalyeye otururken dengemi sağlamama
yardım etti. Kylie’nin odasına yürüyerek gitme düşüncelerim
bu küçücük çabayla yok olmuştu. Her şey canımı yakıyordu.
Terliyordum, nefes nefese kalıyordum. Göğsüm acıyordu,
kaburgalarım geriliyordu. Hareket ederken vücuduma acıdan
mızraklar batıyordu sanki. Ama ilaçlar işe yaradı. Acı hissi
azalmaya başladı. Daha hafiftim. Biraz da sersemlemiştim. Bu
güzel bir histi.
Annem uyandı, gerindi, esnedi ve beni gördü. uOZ!” Hemen
ayağa kalktı, tekerlekli sandalyemin yanında diz çöktü. “Tanrım,
bebeğim. Senin için çok endişelendim.”
Bana sarılmasına izin verdim. Ben de ona sarıldım. On yıldır
aramızdaki tuhaf olmayan tek kucaklamaydı bu. “Ben iyiyim,
anne.”
Jasinda Wilder

“Ne oLiu, Oz?” Saçlarımı yüzümden çekti. Saçlarım açıktı ve


omuzlarıma dökülüyordu. Bundan nefret ediyordum.
Saçlaıımı tek elimle arkaya çektim. Bu hareket ilaçlara
rağmen ağrıya sebep olunca yüzümü buruşturdum. “1-40’da
yolum kesildi. Corvette'deki herif. Otoyola çıkarken önüne bile
bakmıyordu. Telefonda mesaj yazıyordu. Beni görmedi. Diğer
tarafımda bir tır vardı. Onu görmezden gelemedim. Arkamda
başka bir tır daha vardı. Şarampole yuvarlandık, tekerlekler
altımızdan gitti. Benim... fren yapmaktan başka çarem yoktu.”
Kazayı hatırlarken boğazımdaki gerginlikle gözlerimi kırpış­
tırdım.
Anılar bana birer yıldırım gibi çarpıyordu. Corvette’in sürü­
cüsü, telefonunun ışığıyla aydınlanan yüzü. Arkamdaki tır. O
kadar yakındı ki. Korna çalıyor ve direksiyonu kırmaya çalışı­
yordu. Birileri bize yardım etmek için, iyi olduğumuza bakmak
için durdu mu bilmiyordum. Kimseyi hatırlamıyordum, zihnim
bulanıktı. Tek hatırladığım acıydı. Kylie’nin kan kaybedişi, nefes
almaya çalışması, uzaktaki motosikletim, tekerleklerin dönüşü.
Tekrar gözlerimi kırptım ve görüntüleri uzaklaştırmaya
çalıştım.
Kahretsin.
“Hiçbir şey yapamadım, anne. Kaza oldu. Ben... böyle olsun
istemedim. Durdurmaya çalıştım, ona bir şey olmaması için
uğraştım.” Boğazım acıyor, yanıyordu. Gözlerim sıcaktı, dolu
doluydu.
Annem kollarını bana doladı. “Biliyorum, tatlım. Kaza oldu.
Biliyorum. Çok şükür ikiniz de iyisiniz.”
uOnu görmem lazım.” Kafamı kaldırıp Marie’ye baktım.
uOnu görmem lazım. Lütfen.”
Tabii ki.” Marie beni kapıdan geçirdi, koridorlarda ilerledik.
Köşelerden döndük.
Sensiz 2 35

Annem sol tarafı mızdaydı, arkamızdan geliyordu. Spor ayak­


kabıları yerde gıcırdıyordu. Koridorda, biri bir başkasını telsizle
çağırıyordu. Diğer hemşireler ters istikamette ilerliyordu. Kapı­
lardan elinde dosyalarla çıkıyor, masaların arkasında duruyor,
klavyeleri tıkırdatıyorlardı.
Bir kapıdan, benimkine çok benzeyen loş ışıklı bir odaya
girdik. Bir yatak, bir sandalye vardı. Monitör kapalıydı,
kablolar bağlı değildi. Kylie yatakta oturuyor ve yatağın yanına
çekilmiş bir sandalyede oturan Colt’la konuşuyordu. İkisi de
bana doğru baktı. Colt doğruldu, ayağa kalktı ve bana doğru
yürüdü.
Korkuyordum. Keşke ayağa kalkabilseydim ama başım
dönüyordu. Sersemlemiştim. Canım yanıyordu. “Colt... Bay
Calloway.” Kylie’ye baktım. Tek istediğini onun yanına gitmekti.
Ama Colt önümde dikiliyor, bana doğru eğiliyordu.
Kylie’ninkilere çok benzeyen mavi gözleri kısılmıştı, endişeliydi.
“Oz. İyi misin?”
Omuz silktim. “Evet. İyileşeceğim.” Gözlerimi kırpıştı­
rarak baktım, “özür dilerim. Çok... çok özür dilerim. Her şey
çok hızlı oldu. Çok hızlı. Denedim ama yapabileceğim hiçbir
şey...”
Ağır bir el omzuma dokundu ve orada kaldı. “Biliyorum,
Oz. Kaza oldu işte. Kylie bana olanları anlattı. Sen yapabileceğin
her şeyi yapmışsın. Kimse seni suçlamıyor.” Omzumu sıktı ve
bıraktı. “İkiniz de hayattasınız, önemli olan bu.”
Ben kendimi suçluyorum, dedim içimden.
“Oz.” Kylie’nin sesi gergin sessizliği bozdu. “Buraya gel, Oz.”
Babasına, hemşireye, anneme baktı. “Bize birkaç dakika verir
misiniz?”
Marie beni Kylie’nin yatağına mümkün olduğu kadar yakın*
götürdü. Sonra hepsi çıktılar ve kapıyı kapattılar.
- 'f* Jasimia WiLler

Boş elimle uzandım ve elini tuttum. “Kylie. Tanrım,


bebeğim. Çok özür dilerim. Bunu hiçbir zaman... Seni az daha
öldürecektim.'’ Ona baktım. Gözlerim yanmaya başladı. “Çok
ö/ür dilerim, Kylie. Çok özür dilerim.”
Her iki elivle uzandı ve parmaklarını dudaklarıma koydu.
“Senin hatan değildi, Oz. Senin hatan değildi. Sen yapabileceğin
her şeyi yaptın.” Yutkundu. “Çok korktum, Oz. Sen... Her yerde
kan vardı, öleceksin sandım. Kan kaybından öleceksin sandım.
O kadar çok kan vardı ki... Ben nefes...” Durdu, gözlerini kırpış­
tırdı ve gözyaşlarını sildi. “Ama iyisin. Ben de iyiyim. İkimiz de
iyiyiz, değil mi? Her şey yolunda.”
Gözyaşlarımı tutmak için çok uğraştım ama acıyı hafifleten
ilaç bana bir şeyler yapmıştı. Canım artık o kadar çok yanmasa
da boğazımdaki sıcaklıkla gerginlik, sevecen mavi gözlerin­
deki korku, gergin, kaskatı ve acı içinde oluşu beni etkilemişti.
Gözyaşlarımı tutamıyordum. Kendimi tutamıyor ve bir bebek
gibi ağlıyordum. Kylie’nin eli yüzüme gitti.
“ Hayır, Oz. Ağlama. Geçti artık.” Gözlerini kırpıştırdı ve
yüzümü tekrar sildi. Başparmağını dudaklarımda gezdirdi.
“Kazalar olabilir. Artık iyiyiz.”
“Evet, iyiyiz.” Nefes aldım, içime çektim ve kendimi
durdurdum. Gözlerimi kırpıştırdım, kırpıştırdım, kırpıştırdım.
Gözlerimi sımsıkı kapattım, yumruyu yuttum, derin bir nefes
aldım ve kendimi kontrol ettim. “Ölümüne sebep oldum diye
çok korktum. Seni aldılar ve ben sana neler olduğunu bilmi­
yordum.”
“ İki kaburgam kırık. Birkaç tanesi de berelenmiş. Kesikler,
çizikler var. Sol bacağıma birkaç dikiş attılar. Birkaç hafta içinde
iyi olacağım.” Bana baktı. Gözlerinde endişe vardı. “O sandalye...
Sen... Sen şey değilsin... Oz lütfen bana öyle olmadığım söyle...”
Söyleyemiyordu bile.
Sensiz

Kafamı salladım, önünde iki bacağımı da hareket ettirdim,


ayak parmaklarımı oynattım.
“Hayır, hayır. Ben iyiyim. Sadece... ağrım var. İlaç verdiler.
Kafamı biraz güzelleştirdi. İyiyim ben.”
Marie içeri girdi. “İkinizin de dinlenmesi lazım.”
“Bir dakika daha,” dedim. Marie başıyla onayladı ve kapıyı
kapattı. Eğildim ve Kylie’yi dudaklarından öptüm. Bu o kadar
yumuşak, ağır ve tatlı bir öpücüktü ki. Onda kaybolmak isti­
yordum ama yapamazdım.
Tısladı ve doğrulmak zorunda kaldı. “Kahretsin... Off.
Tanrım, acıyor.” Kıpırdamaya, daha rahat bir pozisyona geçmeye
çalıştı. “Yalan söyleyecek değilim, Oz. Gerçekten çok acıyor. Her
nefes alıp veriş, her bir hareket can yakıyor.”
“Çok üzgünüm, Ky. Elimden gelse acını senden alırdım.”
Gülümsedi. Bu bitkin, yorgun, gergin bir gülümsemeydi.
“Biliyorum, Oz. Biliyorum.” Elimi tuttu ve parmaklarımızı
birbirine geçirdi. Parlak ve samimi bakışları vardı. “Seni sevi­
yorum.”
Bu ses, bana bu sözcükleri söyleyişi geri kalan her şeyi sildi.
Eğildim, yanağımı nazikçe koluna yasladım. “Ben de seni sevi­
yorum, Kylie. Çok seviyorum.”
Sessizce oturduk. En sonunda Marie, Colt ve annem geldi.
Beni odama götürdüler. Uyuyakaldım. Rüyamda kazayı gördüm.
Ondan önceki mükemmel cenneti, seni seviyorum, diye hsılda-
yışı, ayıştğındaki teni, yoldaki Corvette’i, telefonun aydınlattığı
çok yakınımızdaki yüzü, karanlığı ezip geçişimiz, motosiklette
birbirimize tutunuşumuz. Her şey bulanıktı, hepsi bir aradaydı.
Hiçbir şey doğru değildi, aynı değildi.
Terli bir halde uyandım. Ağrı yıkıcıydı. Kolum ağrıyordu.
Kolumun kırık olup olmadığını bile bilmediğimi fark eıtim.
Ertesi gün ikimiz de eve gittik.
238 Jasinda Wilder

İkimiz de okulu biraz aksattık. İkimiz de iyileşip kaskatı bir


halde gezerken haftalar ağır ağır geçti. Kolum kırıktı. Alçının
çıkması uzun sürecekti. Onun haricinde iyiydim. Kaburgalarım
berelenmişti ama çabuk iyileştiler. Bacaklarımda çeşitli kesikler
ve çizikler vardı. Kafamdaki dikişler de iyileşmişti. Kylie’yle
birlikte zaman geçiriyor, pek bir şey yapmıyorduk. Televizyon
izliyorduk, birlikte ödev yapıyorduk. Kylie’nin kaburgaları
iyileşene kadar cinsellikle ilgili şeyler yasaktı. İlk hafta hareket
edemedi, zor nefes aldı.
Colt’un arkadaşının garajına gitme şansım olmamıştı hiç.
Aslında bu çok kötüydü. Güzel bir işim olabilirdi. Ama daha
arabalar üstünde çalışacak duruma gelmemiştim. Neredeyse
bir ay olmuştu, ikimiz de normale dönmüş sayılırdık. Kolum
hâlâ askıdaydı ama alçı yakında çıkacaktı. Kylie’yle ön veran­
dada oturuyor, bilgisayarından Netflix’te bir program izliyorduk.
Gece yavaş yavaş çöküyordu. El ele tutuşuyorduk, dizüstü bilgi­
sayar ikimizin de kucağındaydı. İki kişilik sallanan sandalyede
hafif hafif sallanıyorduk. Burası son zamanlarda en sevdiğimiz
yer olmuştu. Zaten oturmaktan başka yapacak pek bir şeyimiz
de yoktu.
Siyah bir Silverado’nun sokağın karşısına park edildiğini
görünce gerildim. Kylie de aynı durumdaydı. Benden uzun
süredir hiç bahsetmemişti ama içimden bir his kazadan sonra
aralarında bir tartışma geçtiğini söylüyordu.
Ben bizi gördü. Bilgisayarı Kylie’nin kucağına bıraktım ve
ayağa kalktım. Ben ellerini yumruk yapmış bize doğru geli­
yordu.
“Oz.” Sesi sakin ama kılıç gibi keskindi.
“Ben.” Bunun medeni bir konuşma olmasını umarak elimi
uzattım.
Sensiz 239

Arkamda bilgisayarın kapandığını duydum. Kylie ayağa


kalkarken sandalye gıcırdadı. Adımlarını duydum. Hareket
ederken hâlâ zorlanıyordu. Kaburgaları ona acı veriyordu.
Kylie’nin yanıma gelişini izlerken Ben’in bakışları kısıldı ve sert­
leşti.
Uzun süre sessizlik oldu ama Ben’in gözleri duygulardan
oluşan bir girdaptı sanki.
“Bir şey söylemeye mi geldin, Ben?” diye sordum. “Söyle
gitsin.”
"Evet. Söyleyecek bir şeyler var aslında.” İyice öfkeyle dolmuş
gibiydi. “Onu az daha öldürüyordun, Hyde. Sen ve senin aptal
motosikletin. Doğru dürüst yürüyemiyor bile. Sıradaki ne
olacak? Bambaşka bir şey olacak biliyorum. Sen yürüyen tehli­
kesin, Hyde. Daha ilk günden onu inciteceğini biliyordum.
İncittin de.”
Kylie, “Ben iyiyim, Ben,” diye başladı.
Ama Ben onu duymazdan geldi ve konuşmaya devam etti.
“O kaburgalar az daha ciğerlerini deliyormuş, biliyor musun?
Santim kalmış. Kalbine bile gelebilirdi. Saniyeler içinde ölürdü.
Ve bu senin suçun olurdu. Sen o aptal motosiklete binen havalı
biri olmak zorunda olduğun için.”
“Saçmalama, Ben. Olanlar kazaydı. Onun hatası değildi.”
Kylie aramıza girdi, Ben’e kötü kötü baktı.
“Hadi eve git.”
“Hayır, Ky. Olanlar kaza olabilir ama bu sadece bir
başlangıç. Size ne olacak? Gidip müzik filan mı yapacaksınız?
Müzisyencilik mi oynayacaksınız? Onu motorunun arkasında
her yere sürükleyeceksin ve eninde sonunda ölümüne sebep
olacaksın.”
“Sus artık, Ben! Saçmalıyorsun. Kazaydı diyorum. Ne yapa­
cağımız seni hiç ilgilendirmez.” Kylie kaşlarını çattı, kafasını
Jasinda Wiider

salladı. “Sana neler oldu, Ben? Kimsin sen? Bunun gerçek sebebi
ne?"
Ben olduğu yerde döndü. Elini saçlarında gezdirdi. “Gerçek
sebep mi ne?” Bir parmağını bana doğru uzattı. Kendimi tepki
vermemeye zorladım. “Sebep bu şerefsiz. O senin için doğru
erkek değil, Kylie. Hiçbir zaman olmadı, asla da olmayacak. O
yeri yurdu olmayan birisi işte. Hiçbir zaman senin için yeterince
iyi olmayacak! Üstelik sen onun ne kadar yanlış olduğunu göre­
meyecek kadar körsün!”
“Bu benim seçimim, Ben!” Sesi iyice yükselmişti. Onu
ittirdi. Bu o kadar çok çaba gerektirmişti ki geriye doğru sende­
ledi. Ellerini dizlerine koydu, inledi. Nefes nefeseydi.
“Uzaklaş, Ben. Onu üzüyorsun.” Ben in önünde durdum ve
Kylie’ye ulaşmasını engelledim.
“Yolumdan çekil, Oz. Sen onu hak etmiyorsun. Bunu sen
de biliyorsun.” Sesi demir kadar, çelik kadar sert, bıçak gibi
keskindi.
“Bir şey söyleyeyim mi? Evet, haklısın. Hak etmiyorum.”
Ona yaklaştım. “Hiçbir zaman hak etmedim ve hiçbir zaman
da hak etmeyeceğim. Ama bil bakalım ne oldu? O beni seçti,
dostum. Seni değil. Şansın vardı ama elinden kaçırdın. Şimdi
de kıskanıyorsun. Anlıyorum. O inanılmaz biri. Ben olsaydım
ben de kıskanırdım. Ama hiç gereği yokken sorun yarat­
maya kalkma.” Beni geçmeden bir yere gidemeyeceği şekilde
durmuştum.
“Yolumdan çekil, Oz.” Yanımdan geçerek ona doğru gitmeye
çalıştı. Kylie bir elini kaburgalarına koymuş nefes almaya çalışı­
yordu. Gözleri ıslaktı, korku doluydu. Bize ulaşmaya çalışıyordu.
İkisinin arasında durdum. “Hayır. Eve git. Kylie senden
eve gitmeni istedi. Git. Bizi yalnız bırak.” Daha çok yaklaştım.
Neredeyse dokunacaktım.
Sensiz 241

“Gözümün önünden çekil.”


“Oz... Ben... Lütfen yapmayın...” Kylie nefes nefeseydi.
“Dedim ki. Gözümün, önünden. Çekil.” Ben her bir sözcüğü
üstüne basa basa söylemişti. Yumrukları sıkılıydı. Göğsü şişmişti.
Deli gibi bakıyordu.
Kolumu askıdan çıkardım. Acıyı görmezden geldim. “Git,
Ben.” Gururumu yuttum ve şansımı kibar bir şekilde denedim.
“Lütfen. Sadece git.”
“Yoksa ne olur?” Bana sırıttı. “Beni tekrar yumruklayacak
mısın yoksa?”
Gürledim. “Onu sen başlatmıştın, Ben. Tıpkı bunu da başlat­
tığın gibi.”
“Bitiriyorum işte.” Beni ittirdi. “Siktir git. Defol buradan.
Sen buraya ait değilsin.”
Geriye doğru sendeledim. Alışkanlık devreye girdi. İçgüdü.
Kavga refleksleri olaya dahil oldu. Öne atıldım, sağlam olan
yumruğumu kullandım. Sert bir şekilde vurdum. Benin kafası
geriye doğru gitti. Kylie’nin çığlık attığını, durmamız için yalvar­
dığını görebiliyordum. Ama artık çok geçti. Ben üstüme geli­
yordu. Yolundan çekildim. Yumruğu beni ıskaladı. Döndüm,
geri çekildim. O da peşimden geldi. Yüzü öfkeden ibaretti.
Yumrukları kocamandı. Hızlı ve sert bir şekilde geliyordu. Tam
burnuma geldi, beni geriye savurdu. Acı yüzümü kapladı. Kan
her yere dağıldı. Hâlâ geliyordu. Kylie yanıma gelmeye çalışıyor,
ağlıyor, yalvarıyordu. Gözlerindeki dehşeti görebiliyordum.
Geriye çekildim ve ellerimi kaldırdım.
“Ben, dur...” Onunla kavga etmek istemiyordum. Kylie’nin
gözlerindeki acıyı görmek istemiyordum.
Ama artık çok geçti. Çok geçti. Bana doğru geldiğini
gördüm. Hareket etmeye, onu engellemeye çalıştım ama
yapamadım. Çok hızlı hareket ediyordu. Benimse dengeni
242 Jasinda Wilder

bozulmuştu. Ayağım kaldırıma çarptı. Geriye doğru, caddeye


doğru sendeledim. Trafik ışıkları beni sarıya boyadı. Bir korna
kulağımda bangır bangır bağırdı. Tek ayağımın üstündeydim.
Dönüyor, dengemi sağlamaya çalışıyordum ama düşeceğimi
biliyordum.
Yerdeki ızgarayı, Land Rover’ı gördüm. Sembolleri gördüm,
yeşil ve gri sembolleri. Ayağımın kırıldığını, kaputun sırtıma ve
yan tarafıma değdiğini hissettim. Kafatasım ön cama vurdu. Bu
acıyı sadece bir an hissettim. Sonra karanlık içimde yükseldi.
Çığlıklar, sesler duydum. Neredeyse tükenmiştim, sessizliğin
karanlık soğuk sularında kalabilmek için mücadele ediyordum.
Kylie’yi gördüm. Tepemdeydi, ağlıyordu, dudakları hareket
ediyordu.
Ben arkasındaydı. Niye ağlıyordu? Canı yanan o değildi
ama haykırıyordu. Kafasını sallıyor, geri çekiliyordu. Gözlerimi
kırptım. Ama gözlerimdeki karanlık silinmedi. Tekrar Kylie’ye
odaklandım.
Seni seviyorum. Seni seviyorum. Yüksek sesle söylüyor
muydum? Bilmiyordum. Deniyordum.
Sözcükler çıkıyor muydu ağzımdan? Kylie biliyor muydu?
Duyuyor muydu?
Karanlık. Soğuk. Hafiflik. Bu ışık benim için mi geliyordu?
Tünelin sonundaki ışık derken kast ettikleri bu muydu? Ben
bunu istemiyordum. İşıktan uzak durmak istiyordum.
Kylie’nin yüzüne tutundum. Ay ışığının aydınlattığı solgun
tenini, Karayip mavisi gözlerini, bana beni sevdiğini söylerken
hareket eden dudaklarını, yüzünün inanılmaz güzelliğini, beni
sevmesinin imkânsız güzelliğini hayal ettim.
Ona, sıcaklığına, gerçeğe, hayata tutunmaya çalıştım.
“Lütfen beni bırakma... Oz... benimle kal... Benimle kal...”
Sesi kırgındı. O kadar tatlıydı ki ona güvence vermek istedim.
Sensiz 243

“Seviyorum... seni...” Sanırım bu benim sesimdi ama


gerçekten yüksek çıkıyor muydu? Bu kesik kesik çıkan pürüzlü
ses benim sesim miydi?
Karanlıkla daha fazla mücadele edemedim. Soğuk, amansız
eller beni sürükledi.
“Hayır!” Kylie yalvarıyordu. “HAYIR!”
Düşüyordum.
Sessizlik.
12
DÜŞÜŞ
Colt

Kahretsin. Olay gözlerimin önünde gerçekleşmişti. Göğsünün


kalkıp indiğini görmüştüm. Kylie çığlık atıyordu. Nell onu
tutmaya çalışıyordu. Bense sessizdim. Komşularımız Jasonla
Beccayı gördüm. Land Rover’ın sürücüsü çimlere kusuyordu.
Ben çocuk gibi hıçkırıyor, istemeden oldu, istemeden oldu, özür
dilerim deyip duruyordu.
Jason onu omuzlarından tutmuştu. Becca 911’le konuşu­
yordu. Çocuğu yerinden kımıldatmamamızı, yardımın yolda
olduğunu söylemişlerdi.
Oz’un nefes alıp verişinin sığlaşmasını izleyen Kylie’nin
yanında diz çöktüm. Kafatasının altından kan sızıyordu.
Kylie aniden kalktı ve çığlıklar atarak koşmaya başladı.
Bunlar acı değil, nefret, öfke çığlıklarıydı. Ben’i yakalamasına
fırsat kalmadan onu tuttum. Sallanan kollarını ve titreyen
yumruklarını Ben’e ulaşmadan yakaladım.
“O N U Ö LD Ü R D Ü N !” Çığlık atıyordu. “Onu öldürdün,
şerefsiz! Senden nefret ediyorum, nefret ediyorum nefret
ediyorum!”
Sensiz 245

Ben babasının ellerinden kurtularak ayağa kalktı, “iste­


yerek yapmadım...” Kylie’ye doğru yürüdü. Gözleri kırmızıydı.
Hareketlerinden suçluluk ve acı akıyordu. “Özür dilerim, özür
dilerim, isteyerek...”
“Sana aylar önce onu seçtiğimi söyledim ama sen kabulle­
nemedin!” Kollarımda debeleniyordu ama onu bırakamazdım,
bırakmayacaktım. “Ben onu seçtim! Onu sevdim! Sen benim en
iyi arkadaşımdın, Ben.” Birden gevşedi. “Sen benim en iyi arka-
daşımdın. Bunu bana nasıl yapabildin? Bunu bana nasıl yapa­
bildin?” Sonra tamamen gevşedi.
Onu kollarımda kaldırdım. “Ölmedi, bebeğim. Oz ölmedi.
İyileşecek. Bilinci yerinde değil sadece. Kendini kaybetme,
tatlım.” Kulağına fısıldıyordum. “Kendini kaybetme, bebeğim.
Oz’a bak. Göğsünün hareket ettiğini görüyor musun? O yaşıyor,
tamam mı? Ambulans geliyor, onu iyileştirecekler. Onu iyileşti­
recekler.”
Kollarımda debelendi, ayağa kalktı. İlkyardımdaki adamlar
işlerini yaparken, mavi eldivenli elleri kırmızıya dönerken Kylie
her şeyi ani bir enerjiyle izlemeye başladı. Adamlar sakin bir sesle
ama çabuk çabuk konuşuyorlardı.
Kylie, “O... yaşayacak mı?” diye sordu. Sesi gürültüleri
bölmüştü.
Aralarından bir tanesi Kylie’ye baktı. Bakışları sakindi,
güvence veriyordu.
“Tam zamanında gelmişiz. Şansı var.”
Şansı var. Çok iyi bir haber değildi ama yine de, bu da bir
şeydi. Ölmüş olmasından iyiydi.
Oz’u kaldırıp ambulansa götürürlerken Kylie de onların
peşinden gitti. Ambulansa binip bir köşeye otururken kimse
onu durdurmaya cesaret edememişti. Adamlara engel olrna-
nıaya çalışırken bir yandan da Oz’un elini tutmaya çalışıyordu.
Jasinda Wilder

Kapılar kapandı. Sirenler çalmaya başladı ve ambulans uzaklaştı.


Nell kamyoneti çalıştırmıştı. Ambulansı takip ettik.
Sonraki birkaç saat bulanık bir ağır çekimde geçti. Oz’un
ameliyatı dokuz saat sürdü. Kylie en sonunda bekleme odasında
iki sandalyeye uzanarak, başı annesinin kucağında uyuyakaldı.
Biz de sessizce oturduk. Televizyonun sesini tamamen kısarak
haberleri izledik. Brian Williams’ın yüzü sessiz bir şekilde
hareket ediyordu. Görüntüler, kimsenin dikkatini çekmeyen bir
anlamsızlıkla geçip gidiyordu.
Kate Hyde da odadaydı, karşımızda oturuyordu. Gözleri
kıpkırmızıydı. Elinde bir peçete vardı. Boşluğa bakıyordu.
Şafak söktüğünde bir ara, yeşil önlüklü bir cerrah yanımıza
geldi. Yüz maskesini çenesine indirmişti, kafasında yeşil bir
şapka vardı. Antiseptikle ellerini temizliyordu. Odaya baktı,
açık mavi gözleri odada bir şeyler arıyordu. Cerrah, orta yaşlı,
geniş omuzlu ve zinde bir adamdı. Sanırım benden biraz daha
yaşlıydı.
Kylie bir şeyler hissetti, uyandı, cerrahı gördü. Ayağa kalktı.
“Oz iyi mi?”
Cerrah, “Savaş veriyor,” dedi. “Ciddi bir travma geçirdi ama
yine de yaşıyor.”
Kate, “O... iyi olacak mı?” diye sordu. “Uyandığında yani?”
Cerrah kafasını iki yana salladı. “Uyanana kadar bundan
yüzde yüz emin olmak mümkün değil. Bu durumdan kalıcı
yan etki olmadan tamamen iyileşme şansı oldukça yüksek ama
şimdiden kesin biı şey söyleyemem. Şimdilik elimizden gelen
her şeyi yaptık.” İç geçirdi. “Uyandığında önünde uzun bir yol
olacak. Kafa travması en büyük endişemizdi ama başka önemli
yaralanmaları da var. Bacağını üç yerden kırmış. Ayrıca kolu
tekrar kırılmış. Bunların iyileşmesi de zaman alacak tabii ki ama
şu an en büyük dikkati kafa travmasına vermek zorundayız.”
Sensiz 247

Kylie, “Onu görebilir miyiz?” diye sordu.


“Şu anda bilinci yerinde değil. Komada değil, sadece
operasyon sonrası doğal bir uykuda. Muhtemelen birkaç saat
içinde görebilirsiniz. Günün ilerleyen saatlerinde diyelim.
Hepiniz uzun zamandır buradasınız. Neden eve gidip biraz
uyumuyorsunuz?”
Kylie kafasını salladı. “Hayır, olmaz. Onu görmem lazım.
Göremez miyim?”
Cerrah kafasını salladı.
“Üzgünüm ama şu anda rahatsız edilmemesi onun için daha
iyi olur diye düşünüyorum.” Yüz ifadesi yumuşadı. “Yorgun
olursanız ona hiçbir faydanız olmaz. Dinlenmeniz gerek. Hasta­
nedeki bekleme odalarında uyunan uykunun dinlenmeyle
bir alakası olmadığını tecrübelerimden biliyorum. Eve gidin.
Uyuyun. Bu akşam tekrar gelin. O zaman onu görebilirsiniz,
belki de konuşursunuz.”
Kollarımı Kylie’nin omuzlarına doladım. “Hadi, Ky. Doktor
doğru söylüyor. Hepimiz çok yorulduk. Artık iyi olduğunu da
biliyoruz. Oz iyileşecek. Hadi seni eve götürelim. Sadece birkaç
saat için.”
Kylie başını salladı. Kollarımdan kurtuldu, Kate’e uzandı.
“O iyi, Kate. İyileşecek.” Kylie’yle Kate sarıldılar. Kate in gözle
görülür şekilde titrediğini ve kendini bırakmamaya çalıştığını
görebiliyordum.
“Seni gerçekten seviyor. Bunu anlayıp anlamayacağını bile­
memiştim.” Kate geri çekildi. Kylie’yi omuzlarından ruttu.
“Anladığına çok memnunum. Sen onu hayata döndürdün.
Kylie. Bunun için sana ne kadar teşekkür etsem az.”
Kylie, “O harika biri,” dedi.
“Evet, öyle. Ben hiçbir şey yapmadım.” Kate görlerim k<»p.uı»
ve arkasını döndü.
‘ Jasinda Wilder

“Bir dakika.' Kylie, Kate'nin kolunu salladı. “Hayır. Sen her


-iman onun yatımdaydın. Sen ona... çok şey veıdiıı. Her şeyi
verdin. O da bunu biliyor. Bana anlattı.”
“Öyle mi?”
Kylie başıyla onayladı. “Seni seviyor, Kate. Gerçekten.
Bundan hiç şüphe etme.”
Kate gülümsedi. “Teşekkürler, Kylie.” Kafasını salladı, gözle­
rini sildi. “Kusura bakma. Biraz duygusalım da. Eve git, biraz
dinlen. Hepimiz sonra gelir onu görürüz.” Kylie’ye son bir kez
sarıldı ve gitti.
Kate koridorda asansöre doğru yürürken Jason ve Becca
kafeteryadan ellerinde birer bardak kahveyle döndüler. Ben de
arkalanndaydı, suratı asık ve canı sıkkındı. Becca kapıda durdu,
Kate’in arkasından baktı.
Becca, “O... kimdi o?” diye sordu. Bu bir kekeleme değildi
ama Becca’nın ne kadar gergin olduğunu gösteriyordu. Kylie’ye
döndü.
“Kimdi o?”
“O mu?” Kylie’nin kafası karışmıştı. “Oz’un annesiydi. Ne
oldu ki?”
Becca hemen cevap vermedi. “Hiçbir şey olmadı. Tanıdık
geldi de ondan. Herhalde hayal görüyorum.” Kafasını sallayarak
düşüncelerini uzaklaştırmaya çalıştı. “Bir an sandım ki... Neyse.
Oz nasıl?”
“Oz ameliyattan çıktı. Şu anda uyuyor ama iyileşeceğini
söylediler.” Kylie hıçkırdı. Dayanıklı konuşma çabası böylece
dağıldı. “Bacağım kırmış, kolu tekrar kırılmış. Başı... Herhangi
bir kalıcı hasar olmaması gerektiğini ama uyanana kadar emin
olamayacaklarını söylediler.”
Becca, Kylie’yi kendine çekti. “İyileşecek, tatlım. Göre­
ceksin.”
249

Kylie başıyla onayladı ve geri çekildi. “Ever, biliyorum. O


güçlü biri.”
Hepimiz eve gittik, İçeri girdiğimizde Kylie ayakta uyuyordu.
Onu yukarı çıkardım, küçük bir kızken yaptığım gibi yatağına
yatırdım.
“Baba?” Sesi kısıktı, uykuluydu.
“Efendim, bebeğim?”
“Ben’e çok kızgınım. O kadar kızgınım ki bu beni korku­
tuyor.” Burnunu çekti. “Beni aramaya gelirse içeri girmesine izin
verme. Onu görmek istemiyorum. Hemen olmaz. Belki de hiç
olmaz.”
İç geçirdim. “Ah, tatlım. Kazara oldu. Asla olmaması gereken
aptal bir kaza. Onun hatası değildi, tatlım. O da böyle olsun
istemezdi.”
“Kavga çıkarmaya çalışıyordu!” Kylie kızgındı ama bunu
anlatamayacak kadar yorgundu. “Oz’un kolu kırıktı, mantıklı
davranmaya çalışıyordu. Ama Ben... resmen kavga arıyordu.
Ona Oz’la birlikte olduğumu söyledim. Ona söyledim, baba.
Aylar önce. Ama o bunu kabullenemedi.”
“O bütün hayatın boyunca senin arkadaşındı, Kylie. Birazcık
onun bakış açısından bakmaya çalış. O çok, çok uzun süredir
sana âşık. Sonra birden sen başka biriyle oluyorsun. O da hayal
kırıklığına uğruyor.”
“Bana söylemedi. Hiçbir zaman söylemedi. Nereden bile­
cektim ki?” Sırtını döndü ve gözlerini kapattı. “Bana Oz’la
tanışmadan önce söyleseydi... O zaman bir şans olabilirdi. Oz’a
çok kötü şeyler söyledi, baba. Bunları söyleyen benim Benim
değildi. Sanki... başka birine dönüşmüştü. Çok korkutucuydu.”
“Ben onun davranışını haklı çıkarmaya çalışmıyorum, Kylie.
Gerçekten. Ben sadece... ona zaman ver diyorum.
“Deneyeceğim.”
-5 0 Jasinda Wilder

“Benim söylemek istediğim de bu.” Omzuna hafifçe vurdum.


“Hadi uyu. Sonra Oz’un yanına gideceğiz.”
Cevap vermedi. Çoktan uyumuştu.
13
SIRLAR A Ç IĞ A ÇIK IYO R

Oz

Uyanmak iğrenç bir şeydi. Özellikle de o ilk aşamada.


Uyanmak üzere olduğunu bildiğin ama uyanmak istemediğin
zamanlarda. Tekrar yüzeye çıkmak istemiyordu insan. Suyun
altında kalmak istiyordu.
Ama kalamıyordu. Yukarı doğru, uyanışın kaçınılmazlığına
doğru çekiliyordu.
Acı içinde uyanmak? Daha da kötüydü.
Ağır ağır, acı verici bir biçimde uyandım. Daha önce de
acı hissettiğim olmuştu. Bir sürü kötü şeye katlanmıştım. Ama
bu hissettiğim en kötü şeydi. Binlerce, binlerce acı noktacığt,
bütün vücuduma İğne gibi batıyordu. Kafama, bacağıma ve
koluma odaklanmışlar, bir örümcek ağı gibi yayılmışlardı.
Bir monitörden ses geldiğini duydum. Yine hastanedeydim.
Kahretsin.
ölmemiştim. ölmek üzere olduğumu fark ettiğimi hayal
meyal hatırlıyordum. Ama belli ki ölmemiştim.
Gözlerimi kırpıştırdım. Tepemdeki tavanı, duvarları, moni­
törleri, burnumdaki boruyu ve vücuduma bağlanan kablo
252 Jasinda Wilder

iarı gördüm. Kendimi bitkin hissediyordum. Bacağım bel


kısmımdan ayak ucuma kadar alçıya alınmıştı. Kolum yine
alçıdaydı. Kafam sanki birisi çekiçle vuruyormuş gibi ağrı­
yordu.
Kapım açıldı ve Kylie içeri girerek yanıma geldi. Şoke
olmuş, afallamış gibiydi. “Oz.” Tuhaf bir şekilde konuşuyordu.
“Selam, bebeğim.”
Hiçbir şeyi anlamlandırmıyordum. Bir şeyler oluyordu.
Kylie tuhaf davranıyordu. “Selam, tatlım.” Sağlam olan elimi
ona doğru uzattım. “Yanıma gel.”
Yatağımın kenarına oturdu. Alnını benimkine değdirdi.
“ Uyandın. Ha-hayattasın.” Hıçkırdı. “Ben senin öldüğünü
sandım. Doğru dürüst nefes bile almıyordun. Seni kaybetti­
ğimi sandım. Yine.”
“Ben iyiyim, Ky. Yani şu anda berbat durumdayım ama
iyileşeceğim.” Başıyla onayladı ama hiçbir şey söylemedi. “Ne
oldu, Kylie? Bir sorun var sanki.”
“Ö n büro... Bana oda numaranı söylemediler.”
“Nasıl ya? Neden?”
“Gerçek adını bilmediğim için.”
Burnunu çekti, anlam landırm adığım tuhaf bir ses çıkardı.
“Evet. Seni sordum. Oz’u sordum. Erkek arkadaşımı görmek
istedim. Biraz kendimde değildim. Onlar bana nerede oldu­
ğunu söylemediler. Dedim ki: Adı Oz Hyde.’ Bana ne söyle­
diler bilmek ister misin? Bana ne dediler?”
“Ne dediler?” Neredeyse bilmek istemiyorum diyecektim.
Sadece bir isimdi işte. Neden bu kadar önemli olduğunu anla­
mamıştım. Çok tuhaf davranıyordu.
“Bana senin adını söylediler. Tam adını, gerçek adını.”
Durdu, derin bir nefes aldı. “Benjamin Aziz Hyde.” İsmimi
ağır ağır söylemişti. Her bir hece net ve belirgindi.
Sensiz 253

“Evet. Ne olmuş?”
Odamın kapısı açıldı ve Ben içeri girdi. Ellerini ceplerine
sokmuştu. Bana doğru yaklaştı. Daha önce kimsenin gözle­
rinde bu kadar ıstırap görmemiştim.
“Ben. Burada ne halt ediyorsun?” diye sordum.
Bir an öylece baktı. Sonra sanki kuvvetli duygularını
bastırmak ister gibi gözlerini sımsıkı kapadı. “Özür dilerim...
Oz. Çok özür dilerim. Öyle davranmamam gerekirdi.”
Gözlerimi kırpıştırdım. Ben, bu odaya girmesini bekle­
diğim son insandı. Ondan özür filan da beklemiyordum. “Ne
söylememi istiyorsun gerçekten bilmiyorum.”
“Hiçbir şey. Hiçbir şey söylemek zorunda değilsin. Ben...
yoldan çıkmıştım. Özür dilerim. Sadece bunları söylemek
istedim.” Derin bir nefes aldı ve bıraktı. Kylie’ye baktı.
“Bence özür dilemen gereken kişi ben değilim... Kylie.”
Yüzündeki acı ondan nefret etmemi imkânsızlaştırıyordu. “Bir
kaza oldu, Ben. Kavga kavgadır ama benim gibi bir araba çarp­
ması senin de başına gelebilirdi.”
Ben sadece başını salladı. Başka bir şey daha söylemek
istiyor ama söyleyemiyor gibiydi.
Tuhaf bir sessizlik oldu.
Artık daha fazla dayanamadım. Kylie’ye baktım. “İsmim
neden bu kadar önemli?”
“Adın Benjamin. Onunki de öyle.”
Kafamı salladım. “Ee ne olmuş? Bu çok yaygın bir isim.
Tesadüf işte.”
Kylie öne doğru eğildi. “Ama ikiniz birbirinize çok benzi­
yorsunuz. İkinizin de ten rengi aynı, nerdeyse tonu bile birebir
tutuyor. Burunlarınız da neredeyse tamamen aynı. Bu tııha»
değil mi? Daha önce de fark etmiştim ama... tsimicrim/in dc
aynı olması tuhaf bir tesadüf.”
254 Jasinda Wilder

“Eee yani? Yıllar sonra kavuşan iki kareleş filan mıyız


yoksa?”
Kylie kafasını salladı. “Bilemiyorum. Tuhaf geldi sadece.”
Ben odada gezinmeye başladı. “Kardeş filan olmamıza imkân
yok. Ailemin böyle bir sırrı benden saklamış olması mümkün
değil. Ayrıca annemle babamın birbirlerinden başka kimseyle
olmadıklarını biliyorum. Ama yine de tuhaf tabii.” Homurdandı
ve kapıya doğru yürüdü. “Biraz hava alayım.”
Ben gitti. Kylie yanıma yatağa uzandı ve bana sarıldı. “Çok
saçma ama önemi de yok.” Başını dikkatli bir biçimde göğsüme
yasladı. Yaralı bacağıma ve koluma değmemeye çalışıyordu.
“Seni seviyorum. Hayattasın. Önemli olan tek şey bu.”
“Ben de seni seviyorum.” Kafamı çevirerek şakağını öptüm.
Başını çevirdi ve dudaklarımla buluştu. Çabucak öpüştük.
Önce ben geri çekildim. “Ama gerçekten... Neler oluyor? Anla­
yamıyorum.”
Kylie iç geçirdi. “Annenle konuştum. Yolda, buraya geliyor.”
Çenemden öptü.
Sağlam kolumu kaldırdım. Kylie başını omzuma koydu.
Monitörlerin çıkardığı ses ve hastanenin gürültüsü dışında
sessizliğin bizi sarmasına izin verdik. Neredeyse uyuyacaktım.
Ama sonra ayak sesleri duydum. Biraz sonra kapım açıldı.
Annem içeri girdi. Peşinden Ben geliyordu. Kylie yanımdan
kalkmadı ama uyandığını, izlediğini ve beklediğini bili­
yordum.
Annem eğildi ve alnımı öptü. Annemin beni en son ne
zaman öptüğünü hatırlamıyordum bile. “Oz, bebeğim. Uyan­
dığına çok sevindim. Kendini nasıl hissediyorsun?”
“Canım yanıyor. Kafam karışık. Çok kötüyüm.” önce
Ben’e sonra anneme baktım. “Ben ismimi nereden aldım?”
diye sordum.
Sensiz 255

Yüzü soldu. “Ne? Bunu niye şimdi soruyorsun?” Geri çekildi


ve kafasını salladı. “Bunu şimdi tartışmayacağız. Kendini daha
iyi hissettiğin zaman konuşuruz.”
“TAM ŞU ANDA konuşacağız!” diye bağırdım. Kylie
irkildi ama hareket etmedi veya konuşmadı.
Ben, “Bekle, Oz. Ailem gelene kadar bekle,” dedi.
Annem, Ben e sanki hayalet görmüş gibi bakıyordu. “Sen
de kimsin?”
“Ben Dorsey.” Ben annemin elini sıktı. Yüzü ifadesizdi.
Sanki bütün duygularını ruhunun derinliklerindeki bir kutuya
saklamış gibiydi.
Annem, “Ben Dorsey,” diye tekrarladı. “Sen... ona benzi­
yorsun...”
Ama cümlesini tamamlayamadı çünkü kapı bir kez daha
açıldı.
İçeri Jason girdi. Hemen arkasında da Becca vardı. Jason
kenara çekildi. Becca onun yanından geçerek bana doğru geldi.
Annemin yatağımın yanında, Kylie’nin tam karşısında durdu­
ğunu gördü.
Becca, “Hayır...” diye soludu. “Bu... mümkün değil, değil...”
Yüzü bembeyazdı, elini ağzına koymuştu. “Kate?” Jason’a
doğru yaslandı. Anneme acı dolu bir ifadeyle bakıyordu.
Annem geri çekildi, yatağımın karyolasına tutundu. Sanki
bayılacak gibiydi. “Becca. Tanrım.”
Bakışlarımı annemden Becca’ya çevirdim.
“Bir dakika... Siz birbirinizi tanıyor musunuz?” Yumruk­
larımı sıkmıştım. “Neler oluyor? Birileri bana cevap vermeye
başlasa iyi olur.”
Kylie elini yanağıma koydu. “Oz, bebeğim. Sorun yok.
Hepimiz buradayız. Konuşup halledeceğiz. Ben buradayım.
Sorun yok.”
256 Jasinda Wilder

Derin bir nefes aldım. “Anne, Becca Dorsey’yi nereden


ranıyorsun?”
Annem gözlerini kapattı, yataktan uzaklaştı, birkaç adım
attı ve dizlerinin üstüne çöktü. Omuzlan titriyordu. Yataktan
kalkıp ona yardım edememekten nefret ediyordum. “Oz.
Bebeğim... Bir sürü sorun olduğunu biliyorum.”
“Bir sürü soru mu?” Bunu öyle acı bir tonla söylemiştim ki.
“Bütün hayatım boyunca sorulardan başka bir şeyim olmadı,
anne.”
Becca bir adım attı. Annemin omzuna dokundu, onun
yanında diz çöktü. “Kate, sen olduğuna inanamıyorum. Bunca
yıl sana ne olduğunu merak edip durdum. Öylece ortadan
kaydoldun. Be-ben seni bulamadım.” Neredeyse kızmış gibiydi.
Çok üzgündü, geçmişte kaybolmuştu. “Aradım. Yıllarca seni
aradım.”
“Aradın mı?” Annemin sesinde şüphe vardı.
“Tabii ki aradım!” Becca gözlerini kapattı. Titrek bir
şekilde nefes aldım. “Sana söyledim, sana destek olacağı­
mızı sö-söyledim. Sana yardım edecektik. Ama sen... ortadan
kayboldun.”
“Ç ok zordu. Çok korkuyordum.” Annemin sesi kısıktı,
belirsizdi. “Başa çıkamadım, onu hatırlatan şeylere bu kadar
yakın olmaya dayanamadım.”
Onu mu? Kimi diye sormak istiyordum ama biliyordum.
Sessiz kaldım ve her şeyi öğrenmeyi bekledim.
“Benim için zor olmadığını mı dü-düşünüyorsun? O
benim abimdi, Kate. Sen... se-sen o-onun çocuğunu ta-ta-
taşıyordun.” Becca’nın bakışları bana çevrildi. “ Yeğenimi taşı­
yordun karnında.”
Dünya çevremde dönmeye başladı. “Ne?” Nefes almaya
çalıştım. “Neler oluyor?”
Sensiz 257

Annem tıkanıp kalmış gibiydi. Yerde oturuyor, kafasını


sallayıp duruyordu. Becca ona baktı, derin bir nefes aldı,
içinden saydığını, kendini sakinleştirmeye çalıştığını görebili­
yordum. Ayağa kalktı, yanıma geldi.
“Baban... benim abimdi. Adı Benjamin Aziz de Rosa.” Sesi
titredi. “Ben oğluma onun adını verdim. Görünüşe göre Kate
de aynısını yapmış.”
Nefes alamıyordum ama beynimde milyonlarca soru dola­
şıyor, dudaklarımı yiyordu. Birini sordum. “Ona... ne oldu?
Şimdi nerede?”
Becca, “Annen onun hakkında hiçbir şey söylemedi mi?”
diye sordu.
Sadece kafamı salladım.
“Söyleyemedim!” Annem bağırıyordu. Histerikti, delirmiş
gibiydi. Birden hıçkırmaya başladı. “Çok, çok zordu! O... O...
Tanrım. Söylemedim, yapamadım. Özür dilerim, Oz. Söyleye­
medim işte, çok zordu. Hâlâ da zor.”
Becca gözlerini kırpıştırdı, derin bir nefes aldı.
“Abim çok sorunlu biriydi, Oz. Bütün hayatı boyunca
bipolar bozuklukla mücadele etti, ilaç kullanıyordu. Kate’le
tanıştığında... biraz daha düzelir gibi olmuştu. Ama bu yeterli
olmadı sanırım. İlaçlarını almadı çü-çü-çünkü...”
Durdu, konuşmak için mücadele veriyordu. Bir an durdu,
derin bir nefes aldı.
“Tanrım, yıllardır böyle kekelememiştim. İlaçlarını almı­
yordu. İlaçların kendini bomboş hissetmesine sebep olduğunu
söylüyordu. Yan-ölü gibi. Kafası buludanmış gibi. Kendi gibi
olamıyordu. Bu yüzden ilaçlardan nefret ediyordu. Sanırım
ilaçlar durumu daha da kötü hale getirdi. Annen onu seviyordu,
o anneni seviyordu. Ama... yeterli olmadı. İçinde çok... karanlık
vardı. Şüphe vardı.”
258 Jasinda Wilder

Tekrar durdu. Belli ki şimdi söyleyeceği şeyler daha


zorluydu. Sözünü kesmedim. Annem yüzünü ellerinin arasına
almış sessizce hıçkırıyordu.
Becca devam etti. “Hepsi ona ağır geldi. Abim intihar etti.
Dokuz nisanda. Kendini astı. Onu ben buldum.” Durdu, gözle­
rinde yaşlar olduğunu gördüm. Tekrar konuşmaya başladı.
“Annen hamile olduğunu yeni öğrenmişti.”
Ne söyleyeceğimi bilemiyordum. “Yani... Baba olmayı mı
kaldıramadı? O yüzden mi kendini öldürdü?”
Becca kaba sözcüklerimi duyunca irkildi. “Bilemiyorum.
Ne düşündüğünü bilmeye imkân yok.”
“O... korkuyordu. Benim hayatımı, kendi hayatını mahvet­
tiğini düşünüyordu.” Annem hayatım boyunca ilk kez sorula­
rıma cevap veriyordu. “Böyle düşünüyordu. Hastalığını sana
da geçireceğini düşünüyordu. Bipolarlığını böyle görüyordu.
Bir hastalık. Bir illet. Bense... onun farklı biri olduğunu düşü­
nüyordum. Ben böyleydi işte. Ama normal şekilde yaşamak
için çok çaba sarf etmesi gerekiyordu. Ona hamile olduğumu
söylediğimde kaldıramadı. Kendini suçlu hissetti. Kendine
bakmak için çok mücadele verdiği için çocuğunun daha da
kötü olacağını düşündü. Ama benden kaçamadı. Sanırım...
başka bir çıkış yolu göremedi.”
Ben’e baktım. “Yani Ben benim kuzenim.” Bu retorik bir
soruydu. Kimse cevap vermedi. Anneme baktım. “Neden,
anne? Neden hiçbir şey söylemedin? Neden hayatım boyunca
bunu sır olarak sakladın benden? Neden? Tek istediğim...
ismini olsun bilmekti! Onunla ilgili tek bir şey olsun bilmekti.”
Annem titrek bir nefes aldı. “Çok canım yanıyordu. Babanı
sevmiştim. Beni sevdim. Hem de çok. Onun mutlu olmasını
istedim. Bipolar olup olmaması umurumda değildi. Onu her
şekilde kabul ederdim. Uyuşturucu kullanmadığı sürece sorun
Sensiz 259

yoktu. En azından benim için. Gelgitleri oluyordu. Biraz


zorluydu ama idare edilebilirdi. Ama sonra... kendini astı. Bu
beni perişan etti. Hiçbir zaman iyi olamadım. O... öldüğünden
beri iyi değilim. Kaldıramadım. Sen ona çok benziyorsun,
Oz. Çok. Bu beni korkutuyor, bana onu hatırlatıyor. Bazen...
çok zor geliyor.” Kafasını kaldırıp baktı, gözleri ıslaktı. Yaşlar
gözlerinden akıyordu. “Özür dilerim, Oz. Çok özür dilerim.
Sen gerçeği bilmeyi hak ediyordun ama ben bununla yüzle­
şemedim. Küçükken bana onu sorduğunda, altı yaşındaki bir
çocuğa babasının kendini astığını nasıl söyleyebilirdim ki? Sen
büyüdükçe, seni gerçeğin kötülüğünden korumaya çalıştığımı
düşünmek kolaylaştı. Onun kaçtığını veya bizi terk ettiğini
düşünmene izin vermek daha kolaydı. Denemeye bile çalış­
madan kendini öldürdüğünü söylemek bana göre çok daha
kötüydü. Ben kendini öldüreli yirmi yıldan uzun bir süre
oldu ama ben ona hâlâ çok kızgınım. Onu özlüyorum. Onu
seviyordum, Oz. Onu çok seviyordum. Onun için her şeyi
yapardım. Ama bu yeterli olmadı. Yeterli olamadım.”
Yine ağlamak üzereydim. Beni duygusallaştıran bütün bu
saçmalıklardan bıkmıştım. Ama hepsi mantıklıydı. Birçok
soruma cevap olmuştu. “Ben de onun gibi miyim? Bipolar
mıyım?” Bipolar bozukluğu duymuştum ama detaylı bilgim
yoktu.
Annem kafasını salladı. “Hayır, tatlım. Yıllardır seni
gözlemliyorum. Hiçbir belirtisine rastlamadım. Hayatını
karman çorman bir şeye dönüştürdüm. Duygusal problemlerin
varsa bunlar benim hatam. Ama bipolar olduğunu düşünmü­
yorum.”
Şişman, orta yaşlı siyahi bir hemşire içeri girdi. Kıvırcık
siyah saçlarına aklar düşmüştü. Etiketinde adının Shawna
olduğu yazıyordu. “Pekâlâ, millet. Hastamın uyuması gere­
Jasinda Wilder

kiyor. Size onu rahatsız etmeniz için yeterince süre verdim.


Şimdi çıkın bakalım. Çocuğun uyumasına izin verdin.” Kadın
sevecen ve kibar ancak katı biriydi. Herkesi dışarı çıkardı.
Yerinden kımıldamayan ve bana sarılmaya devam eden Kylie
hariç.
Herkesle vedalaştım, anneme sarıldım. Sonra hepsi sessizce
çıktılar.
Shawna kapıyı kapattı. Sonra odanın ortasında durdu ve
Kylie’yle bana baktı. “Pekâlâ, tatlım. Benjamin’in uyumasına
izin vereceğine söz verirsen birkaç dakika daha kalmana izin
veririm.'’
“Oz. Benim adım Oz.”
Alışkanlıktan böyle söylemiştim.
Kylie, Shawna’ya, “Söz veriyorum,” dedi. Sonra bana
döndü. “Hâlâ Oz’u kullanmak mı istiyorsun?”
Z ayıf bir omuz hareketiyle omuz silktim. “Ben buyum.
Uzun zaman önce kendim için seçtiğim isim bu. Ben, Ben veya
Benjamin değilim. Ben Oz’um.”
Shawna kabloları, monitörü kontrol etti, bir şeylerle uğraştı.
“Ağrı kesici bir şeyler ister misin, tatlım?”
Kafam da ve kalbimde öyle çok öfke vardı ki ağrılarımı
tamamen unutmuştum.
“ Evet. Canım yanmaya başladı.” Yalan değildi. Acı her
yanımı sarmaya başlamıştı. Başım zonkluyordu. Koluma ve
bacağıma binlerce ıgne batıyordu.
Kadın odadan çıktı. O gider gitmez Kylie doğruldu,
yüzümü yumuşak ve titreyen ellerinin arasına aldı ve beni
öptü. Bu şiddetli, derin ve umutsuz bir öpücüktü. Beni, tek
gerçek aşkını kaybedeceğini sanan birinin şiddetli ihtiya­
cıyla öpüyordu. Sağlam elimle tişörtünün arkasından tutarak
öpücüğüne karşılık verdim.
261

“Tanrım, Oz. Seni kaybedeceğimi sandım. Yine. Çok canım


yandı. Çok korktum. Seni kaybetseydim yaşayamazdım. Seni
tekrar kaybedemem. Lütfen, Oz. Bana söz ver. Beni terk etme­
yeceğine söz ver. Öldüğünü düşünmek, iyileşip iyileşemeye­
ceğini, uyanıp uyanamayacağını bilmemek cehennem gibiydi.
Cehennemin ta kendisiydi. Seni çok, çok, çok seviyorum. Beni
hiçbir zaman bırakma. Bana söz ver, Oz. Söz ver.”
Kolumu boynuna doladım, onu kendime doğru çektim.
İkimiz de titriyorduk. O ağlıyordu. Bense ağlamamak için
kendimi tutuyordum. Söz veriyorum, bebeğim. Ben şeninim.
Hiçbir yere gitmiyorum. Şişş. Ben iyiyim. İyiyim.” Onu ritmik
ve anlamsız şekillerde rahatlatmaya çalışıyordum. En sonunda
sakinleşti, nefes aldı.
“Sana nasıl bu kadar çabuk ve hızlı bir şekilde âşık oldum?”
Kylie gözlerime bakmak için geri çekildi. “Çok saçma. Bazen
anlayamıyorum. Nasıl oldu bilmiyorum. Olay sadece seks de
değil. Şensin işte.”
Sadece kafamı sallayabildim. “Bilmiyorum, Ky. Ben de aynı
şeyi merak ediyorum.” Kendimi yastığa bıraktım ve gözlerimi
kapattım. “Her şeyi hatırlıyorum, ölmek üzere olduğumu
bildiğimi hatırlıyorum. Son düşündüğüm şey şendin. Seni
sevdiğimdi. Benim için üzülmeni istemediğimdi. Ne kadar
üşüdüğümü hatırlıyorum. Bir ışık gördüğümü hatırlıyorum.
Ona gitmek istemediğimi de. Bilmiyorum. Belki de hayaldi
ama böyle hatırlıyorum. Işık gördüm ve bunun ölüm anlamına
geldiğini biliyordum. Ölüyor olduğum anlamına geldiğini. Pes
etmek, seni bırakmak anlamına geldiğini. Yapamadım. Hayata
tutunmak, geri dönmek istedim. Onunla mücadele etrım,
Kylie. Çok mücadele ettim ama başaramadım, Kvlie. Ben» dibe
çekti. Uyanmam benim için de sürpriz oldu.”
“Teşekkürler.”
262
Jasinda Wilder

Cevabı düşünmek zorunda kaldım. “Ne için?”


“Mücadele ettiğin, bana döndüğün için.”
Cevap verecek enerjiyi bulamadım. Onu duyduğumu
anlasın diye elini sıkmaya çalıştım. Kapı açıldı. Bana doğru
yaklaşan ayak sesleri duydum. Gözlerimi açtım, Shawna’mn
ilaçları içmeme yardım etmesine izin verdim. Sonra Kylie’ye
sıkıca tutunarak uykuya daldım.

Hastanede bir hafta kaldım. Testler, taramalar, başka testler,


başka taramalar. Hepsi de kafama aldığım darbenin beynime
hasar vermediğinden emin olmak içindi. Görünüşe göre bir
zarar vermemişti.
Artık eve gidebilirdim. Arabayı annem kullanmıştı. Kylie de
kamyonetin arka koltuğunda oturuyordu. Uyanık olduğu her
dakikayı benim yanımda geçirmeye çalışıyordu. Okuldan sonra,
okuldan önce, öğle arasında yanıma geliyordu. Bazı dersleri
ekiyor, beni görmeye geliyordu. Yatağa giriyor, yanımda yatıyor,
benimle konuşuyor bana sarılıyor, kimse görmediği zamanlarda
beni öpüyordu.
Eve gitmek tekerlekli sandalye anlamına geliyordu. Ne de
olsa bacağım iş görmüyordu. Neyse ki apartmandaki asansör
tamir edilmişti. Bacağımdaki alçı kalçamdan ayak parmakla­
rıma kadardı.
Belden aşağımı tamamen hareketsiz kılıyordu. Kolum
yeniden kırıldığı için koltuk değneği kullanamıyordum. Zaten
alçımın boyutuna da uymazdı sanırım. Her yere tekerlekli
sandalyeyle gitmek zorundaydım. Yataktan kalkıp sandalyeye
oturabilmem için de yardım gerekiyordu. Banyoya gitmek için
de yardıma ihtiyacım olacaktı. Banyo yapabilmek için. Her şey
için.
Bu çok kötü bir şeydi.
Sensiz 263

Ama günler geçti. Kylie benimle birlikte kalıyordu, nere­


deyse benimle birlikte yaşıyordu. Okuldaki çalışmalarının
çoğunu burada yapabilmek için bazı düzenlemeler yapmıştı.
Neredeyse hiç yanımdan ayrılmıyordu. Onu arada bir dışarı
çıkmaya zorluyordum. Arkadaşlarını görmeye gitmesini söylü­
yordum. Ama benim için her şeyi o yapıyordu. İlk başta çok
tuhaf gelmişti ama eninde sonunda Kylie de ben de onun bana
hemşirelik yapmasına alışmıştık.
Kaza ve ameliyat olayıyla ilgili en sinir bozucu şeylerden
biri kafamın arkasını, ensemin hemen üstünü tıraş etmek
zorunda kalmalarıydı. Saçlarım vardı ama bağlarsam tuhaf
görünüyordu. Bu yüzden sürekli açık duruyordu ve gözlerime
giriyordu. Kylie gözlerime girmemesi için ön tarafı nasıl topla­
yacağımı göstermişti ama o zaman da elf gibi görünüyordum.
Neyse. Bu konuda yapılacak bir şey yoktu.
Ben, hastaneden taburcu olduktan birkaç hafta sonra
cumartesi günü yanıma uğramıştı. Çok tuhaf ve gergin dakika­
lardı. İkimiz de ne söyleyeceğimizi bilemiyorduk. Aile olmamız
aramızdaki gerginliği silemiyordu.
Bir ailem vardı. Halam ve eniştem vardı. Kuzenim vardı.
Benimle aynı isme sahip bir kuzenimin olması tuhaftı. Ben o
ismi kullanmıyordum ama yine de tuhaf geliyordu. Bir aileye
sahip olmak tuhaftı. Bu konuda ne yapacağımı bilmiyordum.
Kuzenim olduğu için Ben’in davranışlarını unutmam mı
lazımdı? Zaten kuzen neydi ki? Arkadaş olmamız mı gereki­
yordu? Kuzen kardeş gibi bir şey miydi? Bilmiyordum. Benim
yerimde olmadığınız için saçma gelebilirdi ama bu aile konu­
sunda ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum. Benim hiç ailem
olmamıştı ki. Ben geldiğinde öylece oturduk ve konuştuk.
Müzik dinledik. Ben de benim gibi rock ve ağır metal müzik
seviyordu. En azından konuşacak bir konumuz vardı.
jasinda Wilder

Bakışları hâlâ Kylie’yi çok yakından, çok dikkatli bir


şekilde inceliyordu. Onun her hareketini inceliyordu. Onu
süzüyordu. Evet, kız mükemmeldi. Hangi erkek siizmezdi ki?
Ama bu konuyla nasıl başa çıkacağımı bilmiyordum. Beni deli
ediyordu. O benimdi. Ama onu bakmaktan, izlemekten alıko­
yabilir miydim? Hâlâ Kylie’yi istediğini biliyordum. Ona hâlâ
âşıktı. Böyle bir şeyi aniden atlatamazdı ki insan. Ben ne yapa­
bilirdim? Akışına bırakıp bir gün bunu aşmasını mı umma-
lıydım? Bilemiyordum. Bu konuda cevabım yoktu. Bunları
Kylie’ye söylemeye de çekiniyordum. Ben hâlâ onun en iyi
arkadaşıydı. Birbirlerini doğduklarından beri tanıyorlardı. Bu
konuyu ona bıraksam daha İyi olurmuş gibi geliyordu. Canı
istiyorsa bakmasına izin verecektim. İstiyorsa Kylie’ye gizliden
duygular beslemesine izin verecektim. Sonuçta Kylie benim-
leydi ve bu değişmeyecekti.
Geleceğin neler getireceğinden emin değildim. Yaralanmak
ikimiz açısından da müzik konusundaki hırslarımızda belirsiz
bir duraklamaya neden olmuştu. Anderson bunu anlayışla
karşılamış ve kendimizi hazır hissettiğimizde teklifinin hâlâ
geçerli olacağını söylemişti. Bu Nashville’de kalacağım anla­
mına mı geliyordu? Muhtemelen. Belki de hayatımda ilk kez
kalmak için bir sebebim vardı. Beni bir yerde tutan bir aile.
Annem ve Becca birlikte zaman geçiriyorlardı. Aslında bu iyi
bir şeydi. Eve sanki ağlamış gibi kıpkırmızı gözlerle geliyordu
ama hayatımda ilk kez sorularımdan kaçmıyordu. Aslında bir
sürü sorum vardı. Sanırım babam konusunda Becca’yla konu­
şuyorlardı. Nasıl biri olduğunu hatırlıyorlardı. Bana onunla
ilgili hikâyeler anlatıyordu. İyi hikâyeler, kötü hikâyeler.
Bana ruh halindeki değişimlerden bahsediyordu. Sonbahar ve
kış mevsimlerinde daha uzun süre ve daha kolay bir şekilde
depresifleşdğini, ilkbahar ve yazda daha manik oluşunu anla-
265

uyordu. Mini değişimleri de oluyordu, ruh değişimi içinde


başka bir ruh değişimi. K jş depresyonlarında yaşadığı manik
günler veya tam tersi. İsterse ne kadar tatlı ve yetenekli oldu­
ğundan bahsediyordu. Müzik yeteneğimi ondan almıştım. Bu
Becca halamın bile bilmediği bir şeydi. Babamın -onu nasıl
düşüneceğimi hâlâ bilemiyordum, baba mı desem, yoksa Ben
mi?- her zaman müzisyen olma arzusu taşıdığını söyledi. Gitar
çalmayı kendi kendine öğrenmişti, şarkılar yazmıştı. Bunlar
hiçbir yere varmamıştı, bir şeyler yapmayı deneyecek kadar
güvenmemişti, inanmamıştı kendine. Matematik konusundaki
yeteneğim annemden geliyordu. Üniversiteye gidip fizik bölü­
münde okumayı düşünmüştü ama buna hayat mani olmuştu.
Üniversiteye gitmemişti, hiçbir zaman yeterince parası olma­
mıştı. Sonra babamla tanışmıştı ve bu hiçbir zaman gerçekleş­
memişti.
İki kez hastanede yattığım için eve bir fatura gelmişti.
Annem bizi Medicaid’e sokmamıştı, yani sağlık sigortamız
yoktu. Mutfak masasına oturmuş, elini ağzına kapatmış,
kâğıda bakıyordu. Onunla konuşmaya çalışmıştım ama beni
duymazdan gelmişti. Titreyerek elindeki altı haneli astronomik
tutara bakıyordu.
Bir hafta sonra onu elinde cep telefonuyla hıçkırarak
ağlarken buldum. Mutfakta yere oturmuştu.
“Anne? Ne oldu?” Artık iyice küçülen alçımı da peşimden
sürükleyerek ona doğru ilerledim.
Onu kaldırmama izin verdi, telefonunu tezgâhın üstüne
koydu. Kylie okula ödevlerimizi teslim etmeye gitmişti. Annem
derin bir nefes aldı. “Hastane faturası. Ödenmiş. Birisi ödemiş.
Hem de hepsini.”
Dünyamın dönmeye başladığını hissettim. “Nasıl yani?
Kim ödemiş?”
266 Jasinda Wilder

Annem kafasını salladı. “Söylemediler. Ama Jason ve


Becca’dan başka kim olabilir ki?”
Olduğum yerde döndüm ve kapıya doğru ilerledim. “Hadi,
gidip onlarla konuşmamız lazım.”
Annem bizi Becca’lara götürdü. Kylie’ye bizle orada buluş­
masını söyledim. Becca ön verandada oturuyor, buzlu çay
içiyordu. Yanında Kylie vardı. Elinde bir bardak buzlu çayla
oturuyor bir şeylere gülüyordu. Yavaş yavaş ilerledim, veran­
danın iki basamağını çıktım ve Kylie’nin yanında duvara
yaslandım. Annem alt basamakta durdu ve Becca’ya baktı.
Duyguları gözlerinden belliydi.
Uzun süre kimse konuşmadı.
Becca, “Bir şeyi netleştirelim,” dedi. “Yardımı kabul
etmemek veya bize geri ödeme yapmak gibi şeyler konuşul­
mayacak. Siz bizim ailemizsiniz. Oz benim yeğenim. Sahip
olacağım tek yeğen. O yüzden ‘teşekkürler’ deyin ve konuyu
kapatalım.”
Annem burnunu çekti, gözlerini sildi. Başı öne eğikti.
“‘Teşekkürler’ minnettarlığımızı anlatmaya yetmez, Becca. Hiç
yetmez.”
“Kate. Siz bizim ailemizsiniz. Sizin için yapamayacağımız
hiçbir şey yok.” Becca basamakları indi, annemi omuzlarından
tuttu ve gözlerine baktı. “Kaçmaman gerekirdi, Kate. Bunca
zaman ikimiz kız kardeş gibi olabilirdik. Oz konusunda yardım
ederdik.”
“Çok korkuyordum. Her şeyden. Ne yapacağımı bilmi­
yordum. Hiçbir zaman ailem olmadı benim. On yedi yaşında
evden kaçtım.” Annem arkasını döndü. Kollarını karnına dola­
mıştı. Mavi gökyüzüne bakıyordu. Sesi uzaktan geliyor gibiydi.
“On yedinci doğum günümde, babam öldüğü gün kaçtım
evden. Aşırı dozda kokain kullanmıştı. Bunu yaparken onu
Sertsiz 267

izlemiştim, önümde bir fırt çekmesini, kendini kaybetmesini


izledim. Burnu kanamaya başladı. O kadar korkmuştum ki
hiçbir şey yapamamıştım. Annem evde yoktu. Gece geç saatte
geldi. Beni yerde babamın cesedine bakarken buldu. Bana
vurmaya, küfretmeye başladı. Babamı benim öldürdüğümü
söyledi. Kendini kaybetmişti. Ben de kaçtım. Buzdolabının
üstündeki kahve kutusundan yüz elli dolar çaldım ve ilk otobüse
bindim. Kendimi Kansas City’de bir evsizler barınağında
buldum. Bir Çin restoranında bulaşık yıkama işine girdim.
Sabun, su, sünger ve lavabo. Geceleri mutfakta uyumama izin
veriyorlardı. Temizlenebilmek için lavaboyu kullanırdım. İki
ay para biriktirdim ve Kansas City’den ayrıldım. Topekada bir
adamla tanıştım. Bir süre onunla kalmama İzin verdi. Bedava
değil tabii. Benden bir şeyler bekliyordu. Kokain kullanıyordu.
Ben de merak etmiştim. Bunu neden yaptığını, babamın neden
kullandığını. Babam bir kokain bağımlısıydı ama bana destek
oluyordu. Annem gibi değildi. Annem her zaman dışarıdaydı,
ne yapmak zorundaysa onu yapıyordu. Evde olduğu zamanlar
korkunçtu. Çok kötüydü. Babam beni ve Kaylee’yi onun deli­
liklerinden koruyabilecek tek kişiydi. Kaylee benden dört yaş
büyüktü. Ben on iki yaşındayken evden kaçtı.”
Şok, şaşkınlık... Annemin sırlarının beni ne kadar şaşırt­
tığını anlatacak sözcük yoktu. Bunları bilmiyordum. Hiçbir
fikrim yoktu. En ufak bir fikrim yoktu. “Ablana ne oldu?”
Omuz silkti. “Bilmiyorum. Yaşıyorsa bir yerlerdedir işte.
Genç yaşta kaçanlar çoğu zaman başaramıyorlar. Uyuşturu­
cuya, fuhuşa bulaşıyorlar. Seks kölesi oluyorlar. Gözümle
gördüm. Neredeyse benim başıma da gelecekti. Bir keresinde
beni de aldılar. Missouri, Fisk’te. Güpegündüz sokaktan
kaçırdılar. Beni kamyonetten çıkarmalarını bekledim,
baygınmış gibi yaptım. Sonra onları tekmelemeye, ısırmaya,
268

onlara vurmaya başladım. Kaçmayı başardım. Ertesi sabaha


kadar bir çöp bidonunun içinde saklandım. Kaylee’yi bile­
miyorum. Onu aramayı düşündüm ama...” Annem omuz
silkti. “ Hiçbir zaman yapmadım. Yapamadım. İsmini birkaç
kez Google’da arattım ama hiçbir sonuç çıkmadı.” Döndü ve
bana baktı. “ Keşke bu kadar sık taşındığımız için iyi bir sebep
sunabilsem sana. Hiçbir yer evim değildi. Hiçbir yer doğru
gelmiyordu. Hiçbir yerde kalmak için bir sebebim yoktu.
Detroit’e taşınıp Ben’le tanışana kadar. Michigan’da hiçbir
yerde yaşamadığım kadar uzun süre yaşadım. Sebebi Ben’di.
Onunla birlikte bir yuva, bir aile bulduğumu düşündüm.
Beni sevecek, beni önemseyecek birini. Dört yıl. Bu hayatım
boyunca tek bir yerde yaşadığım en uzun süreydi. O ve
Dallas. Artık alışkanlık oldu. Kalmak için bir sebep yok.
Eee, o zaman ne gerek var?”
“ Of, anne.”
Döndü ve gülümsedi.
“Aynı tas aynı hamam, tatlım. Ben sadece benim gibi bir
anneyle doğmuş olmana üzülüyorum. Sen daha iyi bir hayatı
hak ediyorsun. Ben sana bunu veremedim.” Bakışları Becca’ya
kaydı. “Sana nasıl güveneceğimi bilemiyorum. İstiyorum ama
daha önce kimseye güvenmedim. Çocukluğumu Ben e bile
anlatmamıştım.”
Becca, “Belki deneme zamanı gelmiştir,” dedi. “Burada
Nashville’de kalın. Biraz kök salmak iyidir.”
Annem hafif acı bir sesle güldü. “İnsanlar sürekli böyle
söylüyor. ‘Kök salmak’. Bunun ne anlama geldiğini bile bilmi­
yorum.”
Becca annemin yanında durdu. “ Bırak da aile olalım anla­
mına geliyor. Öğle yemeği yiyelim. Birlikte bir şeyler içelim.
Kaçmayın. Burada kalın.”
269

Annem uzun süre cevap vermedi. Cevap verdiği zaman


da sesi tereddütlüydü. “Aile. Gerçekten ailem olmak mı isti­
yorsun?”
Becca güldü, anneme sarıldı. “Biz zaten aileyiz, Kate.”
“Ya.” Annem kafasını kaldırıp baktı. “Oz?”
Kylie’ye doğru yaslandım. O da kolunu belime doladı.
“Benim bir yere gittiğim yok. Burada kalmak için en azından
bir sebebim var.”
Becca döndü ve kaşlarını çattı. “Sadece bir mi?”
“En azından bir sebep dedim. Ayrıca aile fikrini sevdim
açıkçası.”

Altı hafta sonra alçılarım çıkmıştı, normale dönmüştüm. Çok


gergindim. Bir berber sandalyesinde oturuyordum. Omuz­
larıma bir önlük bağlanmıştı. Güzel, sevecen bir kadının
parmaklan saçlarımdaydı. Ona başlama sinyalini vermemi
bekliyordu. Aynadaki yansımama baktım. Uzun kahverengi
saçlarıma baktım. Ortaokuldan beri kesilmemiş». İki sene
önce annemin uçlardan biraz almasına izin vermiştim, o kadar.
Kylie bunu yaptığımı bilmiyordu. Efekt veren pedal­
lara baktığımı sanıyordu. Bakmıştım da. Hatta yeni bir
pedal almıştım. Anderson Mayer m ofisinde işe başlamıştım.
Mayer’ın asistanına asistanlık yapıyordum. Ayrıca Colt’un
arkadaşının garajında çalışıyordum. Bu iyi bir işti, parası
da iyiydi. Ayrıca faydalı şeyler de öğreniyordum. Bir şeyler
yapmak, üniversiteyi bitirmek güzeldi. İki yıllık üniversiteden
pek bir şey çıkmayacağını biliyordum. Ama yine de bu kendi
başıma kazandığım bir şeydi. Bunu dörde tamamlamaya çalı-
şabilirdim. Kylie liseden aşırı iyi bir dereceyle mezun olmuştu
ve Nashville’deki iki senelik okulu bitirdikten sonra ne yapmak
istediğini düşünüyordu.
270 Jasinda Wilder

Kylie ve ben müzik yapmak istiyorduk ama bunu aceleye


getirmek istemiyorduk. Bunu akışına bırakmak istiyorduk. Bu
arada çok çalışıyor, gitarda pratik yapıyor ve yeni şarkılar öğre­
niyordum. Hatta yazma konusunda bile çalışıyordum. Aylardır
kendimi yakmamıştım. En son kazadan önce ot içmiştim.
O zamandan beri almamıştım bile. Onları atarken, pipoyla
kâğıtları Dion’a verirken Kylie de yanımdaydı.
Berber, “Saçların çok güzel, Oz,” dedi. “Bağışlamak ister
misin?”
“Bağışlamak mı?”
“Evet. Aşk Bukleleri diye bir kurum var, kesildikten sonra
saçları alıyor ve peruğa dönüştürüyor.”
Omuz silktim. “İyiymiş. Olabilir.”
Gülümsedi. “Tamam.” Parmaklarını bir kez daha saçla­
rımda gezdirdi. “Ee? Hazır mısın?”
Derin bir nefes aldım ve bıraktım. “Aynen. Kes gitsin.”
Makasların saçlarımda şıkırdamasını, büyük bir saç yığı­
nının yere dökülmesini izledim. Kahretsin. Kafam birdenbire
hafiflemişti. Ama kadının işi bitmemişti. Kesti, kesti, kesti. Ta
ki ben kel kalana kadar. Gözlerimi kapalı tuttum. İşi tamamen
bitene kadar bakmayı reddettim.
En sonunda ensemdeki ve kulaklarımın kenarındaki saçları
da kesince geri çekildi. Tenimi saç kurutma makinesiyle
temizledi. Jöle tarzı bir şeyle şekillendirdi. Kıvırdı, döndürdü,
kuruttu. En sonunda önlüğü çözdü ve beni döndürdü.
“Ee ne düşünüyorsun, Oz?” O bile gergindi.
Gözlerimi açtım. Afallamıştım. Ciddi ciddi kısaydı.
Kenarlarda neredeyse hiçbir şey yoktu. Kafatasım meydan­
daydı. Kafamın tepesinde karmaşık, değişik bir şekil
verilmiş kahverengi ve dik saç tutamları vardı. Yeni saçımı
çok sevmiştim. Ellerimi kulaklarımın yanlarında, ensemde,
Sensiz 271

kafamın arkasında gezdirdim. Yumuşak saç tutamlarını


avucumda hissettim.
“Kafam on kilo hafifledi sanki.” Başımı yan tarafa çevirdim.
Bir tutam saçı elime aldım, oynadım. “Harika olmuş. Kendimi
bambaşka biriymiş gibi hissediyorum.”
“Çok saçın var.” Neredeyse hüzünlü bir şekilde konuş­
muştu. “Saçların harika. Gür ve hiç kırığın yok. Ama söylemem
lazım, inanılmaz görünüyorsun. Tamamen farklısın.” Kafasını
eğdi, omzuma dokundu. “Sadece biraz daha düzgün bir tişört
giymen lazım.”
Üstümde bir metalci tişörtü vardı tabii ki. Başka bir şeyim
yoktu ki. Bu tişörtün önünde bir kuş sürüsüne dönüşen kan
damlaları vardı. Grubun adı dikenli tellerle yazılmıştı. Oldukça
çarpıcı bir şeydi.
“Evet, sanırım haklısın. Düzgün görüneceksem her şeyi
tam yapayım, değil mi?”
“Aynen öyle. Birkaç dükkân aşağıda güzel şeyler satan bir
mağaza var. Bence gidip bir bak.” Beni tezgâha götürdü ve
ücreti aldı.
Kadına teşekkür ettim, bahşiş bıraktım ve ilkbahar havasına
çıktım. Bahsettiği mağazaya baktım. Kısa kollu, düz bir gömlek
buldum. Şık ve çok çirkindi ama üstüme olmuştu ve çok da
kötü görünmemişti, özellikle de soluk, aşınmış, bolluğu da iyi
olan pantolonu bulduktan sonra. Buna düz, deri bir kemerle
Doc Martens botları ekleyince bu sabah evden çıkan metalci
çocuktan tamamen farklı birine dönüşmüştüm. Eski kıyafet­
lerimi kamyonetimin arka koltuğuna attım ve Kylie’ye mesaj
attıktan sonra arabayı çalıştırdım.
Evet, motosikletim hurdaya çıkmıştı. Sigortanın verdiği
parayla eski, siyah bir F-150 kamyonet almıştım. Colt bunu
onarmama, motorunu yenilememe ve güçlendirmeme yardım
2 72 Jasinda Wilder

etmişti. Egzozunu güçlendirmiş ve şanzımanı değiştirmiştik.


Kamyonet benimle yaşıt sayılırdı ama sağlam ve güçlüydü. Bir
canavar gibi kükrüyordu.
Kylie’ye, Parkta buluşalım, dedim. Sana bir sürprizim
var.
Yola çıktım. Birkaç dakika sonra telefonum çaldı. Kırmızı
ışıkta durana kadar bekledim, sonra mesajı okudum. Tabii ki.
Ok kib bye.
Kylie’nin mesaj dilini kullanması beni deli ediyordu. Tabii
ki bunu beni kızdırmak için yapıyordu.
Otoparkta bir park yeri buldum. Kolumun altına bir örtü
sıkıştırdım ve çimleri uzamış futbol sahasında ilerlemeye
başladım. Bu parkı birkaç hafta önce keşfetmiştik. Bir mahal­
lenin arka kısırımdaydı. Birkaç salıncak, bir atlı karınca, birkaç
bank, bir oyun alanı, üstüne küfürler yazılmış, harfler kazınmış
birkaç piknik masası vardı. Buraya kimse gelmiyordu. Biz de
buraya gelip yerde uzanmayı, konuşmayı, şarkılar yazmayı ve
öpüşmeyi seviyorduk. Gece geç saatlerde öpüşmeden fazlası da
olabiliyordu.
Battaniyeyi serdim ve üstüne uzandım. Sıcak gün ışığında
pinekledim. Ta ki Kylie’nin arabasının sesini duyana kadar.
Kapısının kapandığını duydum, ayak seslerini dinledim.
Kafamı çevirdim, yaklaştığını duydum. Ayağa kalktım ve
onunla yüzleştim.
“Aman Tanrım, Oz!” Elini ağzına kapatmıştı. Şaşkın sırı­
tışını gizlemeye çalışıyordu. “Vay be, inanamıyorum! Bu sen
misin?”
Ellerimi saçlarımda gezdirdim. Verdiği his beni hâlâ şaşırtı­
yordu. “Beğendin mi?”
Bana yaklaştı. Kıkırdayarak avucunu kafamın arkasındaki
kısa saçlarda gezdirdi. “Beğenmek mi? Bayıldım. Daha önceki
Sensiz 273

halini de çok seviyordum ama şu anda dayanamayacağım kadar


seksi görünüyorsun.” Geri çekildi ve kıyafetlerime baktı. “Bir
de kıyafetlerin var tabii. Oz içine ne kaçtı senin?”
Omuz silktim. “Bilmiyorum. Değişiklik zamanı gelmişti
sanki. Saçları kestirdim. Sonra yapmışken tam olsun dedim.
İşte buradayım. Tuhaf hissediyorum ama. Çok değişik geliyor.”
Güldü ve elini boynumda gezdirdi, “öyledir. Bir kere saçla­
rımı gerçekten çok kısa kestirmiştim. Ortaokuldaydım galiba.
On beş santim filan kestirmiştim. Sanki kafam uçacakmış gibi
geliyordu.”
Başımla onayladım. “Evet, bana da öyle geliyor.”
“Bunu benim için yapmadın, değil mi? Sanki ben senin
değişmeni istemişim gibi olmadı, değil mi? Bu yüzden değil?”
Kaşlarımı çattım. “Hayır, hiç alakası yok. Bu kendimi
değiştirmekle ilgili bir şey değil. Ben hâlâ benim. Sadece ben
olabilmek için metalci tişörtlerine, siyah kot pantolonlara veya
uzun saça ihtiyacım yok. Görünüşüm olmadan da ben benim.”
Kylie, “Yaşı küçük ama aklı değil,” diye kızdırdı.
“Hop hop, ben senden büyüğüm.”
“Pek de değil.”
“Yine de büyüğüm.”
Bana sırıttı. Sonra elini gömleğimin kenarından içeri soktu
ve tenime dokundu. “Neden ayakta dikiliyoruz?”
Birlikte battaniyenin üstüne oturduk. Dirseklerinin üstüne
dayandı. Ben onu öpmek için yaklaşırken dudaklarını beklen­
tiyle araladı ve gözlerini kapattı. Bol beyaz bir gömlek ve dar
mavi bir kot pantolon giymişti. Elimi kalçasına koydum,
dudaklarına dudaklarımla dokundum, vanilyalı rujunu tattım.
Elini sırtımdan uzattı ve ensemi tuttu. Öpüşme derinleşti.
Dayanamadım ve gömleğinin üst düğmesini açtım. Sonra İkin­
ciyi de açtım. Dakikalar içinde ikimizin de önü açıktı. Onun
274 Jasinda Wilder

elleri vücudumun yan taraflarında geziniyor, benim avuçlarım


onun memelerini kavrıyordu.
Kendimizi öpüşmede, sıcaklık ve tutku alışverişinde
kaybettik. Öpüşmeden ileri gitmeyecektik ama yine de yoğun
ve eziciydi.
Geri çekildi, alt dudağımı ısırdı. “Tanrım, şimdi durmazsak
burada güpegündüz üstüne atlayacağım.”
“Çok kötü olur, değil mi?”
“Aynen. Çocuklar duyar.” Gülümsedi. “Hadi eve gidelim.”
“Ev mi?” diye sordum. “Bizim evimiz neresi?”
“Şimdilik mi diyorsun? Nerede yalnız kalabilirsek orası.
Sen neredeysen evim orası.”
14
Ya n d a n ç a r k l i b î l g e l İk
C olt

Triumph’la uğraşıyor, son dokunuşları yapıyordum. Frenlerin


biraz ayarlanması ve motorun baştan aşağı cilalanması gere­
kiyordu o kadar. Sonra bitecekti. Bir sonraki projemi planla­
mıştım bile. Bu sefer farklı bir şey denemek istiyordum. 1935
Studebaker President Eight’e göz dikmiştim. İskeletten biraz
daha fazlasıydı ama Studebaker için parça bulabilecek bir adam
tanıyordum.
Karşı caddede Beni gördüm. Kamyonetini yıkıyordu. Elin­
deki yuvarlak sarı süngeri biraz fazla sert bir şekilde ovuştu­
ruyordu. Arada bir kafasını çeviriyor ve bu tarafa bakıyordu.
Gözlerindeki acı ve öfke, canlı ve sıcaktı. Oz ve Kylie’nin ön
verandada oturduğunu ve Netflix’ten bir şeyler izlediğini fark
ettim.
Tanrım, Ben gerçekten kötüleşmişti. Kazadan sonra biraz
geri çekileceğini sanmıştım ama hiç de öyle görünmüyordu.
Aylar geçmişti ama Ben hâlâ yas tutuyordu. Hâlâ umut ediyor,
izliyor, bekliyordu. İç geçirdim ve ağırlığımı topuklanma
verdim. Bu artık sona ermeliydi. Jasonın bu konuda onunla
276 Jasinda Wilder

konuştuğunu biliyordum ama Ben’in yaşındaki hangi çocuk


babasının dediklerini dinlemek isterdi ki? Özellikle de böyle
konularda.
Ben onu izlerken elindeki süngeri yere attı. Her yere su
sıçradı. Hortumu alıp kamyonetine su tutarken ettiği küfür­
leri duyar gibiydim. Aletleri tekrar kutuya koydum ve Ben’in
yanma doğru ilerledim. Arkama baktım. Oz’la Kylie’nin
öpüşecek kadar yakınlaşıp fısıldaştıklarını gördüm. Ateşe
körükle gidiyorlardı.
Verandanın alt basamağında durdum. “Hey, siz ikiniz. Benim
sizinle bir sorunum yok,” dedim ikisini işaret ederek. “Sürekli
Ben’in duygularını düşünerek hareket edemeyeceğinizi bili­
yorum ama zalimlik de etmeyin, tamam mı? En azından biraz
daha düşünceli olmayı deneyin.”
Kylie iç geçirdi. “Off. Haklısın. Bundan nefret ediyorum
ama haklısın. Bu durumdan nefret ediyorum, baba. Ne yapa­
cağımı bilmiyorum. Sanki hayatına devam etmeye çalışmıyor
gibi.” Karşıya baktı ve Ben’in bakışlarıyla buluştu. “Gidip onunla
konuşacağım.”
Oz, “Ne diyeceksin?” diye sordu.
Kylie omuz silkti ve ayağa kalktı. “Bilmiyorum. Bir şeyler
işte.”
Onu oturttum. “Senin söyleyebileceğin bir şey yok bence,
Ky. Ben onunla konuşurum. Söyleyeceğim hiçbir şey bir fark
yaratmaz belki ama yine de denemeye değer.”
İçeri girdim, Nell’e nereye gittiğimi söyledim. Anahtarlarımı
aldım ve sokağa çıktım. Ben bir fırçayla kamyonetini kurutu­
yordu. İşini bitirene kadar bekledim. O da son kısmı kurutana
kadar beni görmezden geldi.
“Evet?” Fırçayla süngeri boş kovanın içine attı. Kovayı da
garaja koydu.
Sensiz 277

“Hadi gel,” dedim. “Konuşmamız lazım, oğlum.” Caddeye


çıktım. Beni takip edip etmediğine bakmadım. Kendi iyiliğini
düşünüyorsa takip ederdi.
Kamyonetime bindim, kapıyı kapattım ve arabayı çalıştırıp
beklemeye başladım. Bir dakika sonra Ben kamyonete bindi,
kapıyı çarparak kapattı. Geri geri çıktım. Ben’in Oz’la Kylie’ye
görüş açısından çıkana kadar baktığını gözden kaçırmamıştım.
Ondan sonra da elini çenesine alarak pencereden dışarı bakmaya
başladı. Kaşları çatılmıştı, kafasında bir şeyler kurduğu belliydi.
Radyo kapalıydı. Ben de sessizdim. Bir marketin önünde
durdum.
“Hİç kımıldama,” dedim ve içeri girdim.
Altılı bira aldım ve tekrar yola düştüm. Mahallelerden uzak­
laşıp kırsal kesime doğru ilerledim. Ara bir sokağa girdim ve
toz toprağın içinde ilerledim. Yolun dönüşlerini ve kıvrımlarını
takip edince çok sevdiğim yerlerden birine geldik. Burası bir
dereye bakan çimenli bir tepecikti. Dere yatağında yıkık bir ağaç
vardı. Burası oturmak ve derenin akışını izlemek için harika bir
yerdi. Arka koltuktan altılı birayı aldım, kamyonetten çıktım ve
ağaca doğru ilerledim.
Ben de peşimden geldi. Dala oturdum, iki birayı açtım.
Birini Ben’e uzattım.
Uzun bir yudum aldım. Sonra Ben’e baktım. “Ben başla­
madan önce söylemek istediğin bir şey var mı?”
Ben bir yudum aldı, kafasını salladı.
“Hayır.”
Omuz silktim. “Tamam. Senden dinlemeni istiyorum, Ben.
Sadece duymak değil, aktif olarak dinlemekten bahsediyorum,
tamam mı?” Başıyla onayladı. “Kumda çukur kazmaya çalışı­
yorsun, Ben. Bu yaptığınla hiçbir yere varamazsın.”
Ben kaşlarını çattı. “Bu ne demek oluyor şimdi?”
278 Jasinda Wilder

“Şu elemek oluyor. Muhtemelen hiçbir zaman gerçekleş­


meyecek bir şeyi bekliyorsun.” Durdum, bir yudum aldım
ve tekrar devam ettim. “Bak. Bir dakikalığına burada benim
kızımdan bahsettiğimizi unutalım, tamam mı? Ben Colt’um,
sen de Ben’sin. Sen benim en iyi arkadaşımın oğlusun. Benim de
oğlum sayılırsın. Gözümün önünde büyüdün. îyi bir atlete, iyi
bir adama dönüşmeni gözlerimle gördüm.”
Ben, “Ama?” diye ısrar etti.
“Ama bu işin peşini bırakman lazım.”
“Bırakamıyorum. Denedim. Gerçekten denedim. Deliler
gibi antrenman yaptım. Kondisyon, antrenman, dersler.
Elimden geldiği kadar uzak durmaya çalıştım. Onu düşünme-
meye çalıştım. Ama olmuyor, Colt. Onu aklımdan çıkaramı­
yorum. Umut etmekten, istemekten, fikrini değiştirmesi için dua
etmekten vazgeçemiyorum. Rüyamda onu görüyorum. Sürekli
aynı rüyayı görüyorum. Antrenmandan sonra beni beklediğini,
bana ne kadar hatalı olduğunu, yanlış seçimi yaptığını, aslında
beni istediğini söylediğini görüyorum. Beni sevdiğini söylüyor.
İşkence gibi. Tam beni öpmeden önce uyanıyorum. Tam
dudakları benimkilere değecekken. Bunların hepsinin bir rüya
olduğunu fark edince kalbim parçalanıyor. Ama tabii o çoktan
parçaladı kalbimi.”
Sesindeki acıyla kalbim sızladı. Biramı bitirdim ve şişeyle
oynadım. Üstündeki etiketi soydum, aşağı indirdim. “İsteyerek
yapmadı, Ben.”
“Evet, biliyorum. Bunun bana kendimi daha iyi hissettirmesi
mi gerekiyor?” Sesinde alaycı bir ton vardı. “‘Bak, Ben, bütün
ömür boyunca sevdiğin kız kalbini isteyerek parçalamadı. O
yüzden sorun yok. Kızı unutabilirsin.’”
İç geçirdim. “Haklısın. Bunun bir teselli olmayacağını bili­
yorum. Ama sana hayatın bir gerçeğini söyleyeyim, Ben: Bazen
Sensiz 279

kalbin paramparça olur ve bunun bir tesellisi de olmaz. Bazen


incinirsin ve kendini daha iyi hissetmeni sağlayacak bir şey
olmaz. Acını azaltacak, gerçekleri değiştirecek bir şey yoktur.
Sadece canın yanar ve bu çok kötü bir şeydir.” Bir bira daha
açtım. Birini Ben’e birini kendime aldım. “Bana doğruyu söyle.
Onu seviyor musun? Gerçekten seviyor musun?”
“Evet, seviyorum.”
“Bu senin için ne anlama geliyor?”
Hemen cevap vermedi. Şişedeki kehribar rengi sıvıyı
döndürdü, ona bakarak düşündü. “Sürekli onunla olmak isti­
yorum anlamına geliyor. Onunla konuşmak istiyorum. Onunla
fiziksel bir ilişki kurmak istiyorum. O çok yetenekli, güzel ve
harika demek oluyor. Hayatım onsuz eskisi gibi değil. Onu özlü­
yorum.”
Başımla onayladım. “Evet, doğru gibi. Ama... Bu aşk değil.
Bunlar senin duyguların. Nasıl hissettiğin. Onun için ne isti­
yorsun? Eski bir John Mayer şarkısı vardır, duydun mu hiç?
Adı Aşk Bir Eylemdir’.” Ben kafasını salladı. “Bir ara bak. Ne
anlama geldiğini anlıyor musun? Aşk sadece hissettiğin bir şey
değil, Ben. Konfüçyüs veya Yoda gibi konuşmak istemiyorum
ama bunlar gerçek. Kylie’nin kişiliğinden hoşlanıyorsun ve
onu istiyorsun. Tamam, bunların hepsi iyi hoş ama ne olacak?
Bu konuda ne yapacaksın? Açık söylemek gerekirse, sen çok
uzun süre beklemişsin. Bekleme sebeplerin takdire şayan ve
saygın. Senin gibi bir adamdan da bu beklenirdi. Ama sen
şansını kaybettin. Kylie bir başkasına âşık ve ben bunun deği­
şeceğini sanmıyorum. Hadi diyelim ki Kylie ve Oz arasın­
daki ilişki yürümedi. Oturup bu ihtimalin gerçekleşmesini
mi bekleyeceksin? Bu olursa bile sen kızı bu şekilde mi elde
etmek istiyorsun? Kalbi kırık olarak? Acıdan toparlanmaya
çalışırken? Reddedilme hissinin çok zor olduğunu biliyorum,
280 Jasinda Wilder

Ben. Gerçekten biliyorum. Bana inan. Ama bir ilişki bitti­


ğinde kalbinin kırılması daha da kötü. Neye sahip olduğunu
biliyorsun ve bu elinden alınıyor. Hiç sevmemektense sevip de
kaybetmek daha iyi. Söz böyle değil miydi?”
Ben kafasını salladı. Aldığı yudumu yuttu. “Eh sayılır.” Derin
bir nefes aldı ve kafasını kaldırarak gökyüzüne baktı. “‘Başıma
kötü ne gelirse gelsin doğru buluyorum. Bunu en çok acı çekti­
ğimde hissediyorum. Hiç sevmemektense sevip de kaybetmek
daha iyidir.’ Tennyson’ın A.H.H. nin Anısına adlı kitabından bir
dize.”
Etkilenmiştim. “Vay be. Sen şiirlerden alıntı da mı yapı­
yorsun?”
Gülerek omuz silkti. “Evet. Şiiri seviyorum. Sanırım bu
yönümü annemden almışım.”
Başımla onayladım. “Etkileyici.” Durdum ve bir yudum
aldım. “Bazen bu sözün tamamen saçmalık olduğunu düşü­
nüyorum. Aşkı kaybetmek çok kötü bir şey. Tamam, o kişiyle
geçirdiğin zamanların anısı var ama onu kaybetmenin acısını da
taşıyorsun. Bu pek adil bir durum değil gibi.”
“Aynen, bana da öyle gelmişti.” Ben’in sesinde acı bir ton
vardı.
Duymazdan geldim ve devam ettim. “Esas noktama dönecek
olursak. Aşk yaptığın bir şeydir. Aktif bir şeydir. Aşkı göste­
rirsin. Bunca zaman Nell’e olan duygularıma güvenmeseydim
uzun zaman önce ayrılırdık. Yıllar boyu çok kötü tartışma­
larımız oldu. Birbirimizin yüzüne bakamadığımız kadar çok
öfkelendiğimiz tartışmalar. Bu durumlarda aşkla ilgili hislerim
bir şeye yaramıyor çünkü o sırada tek hissettiğim şey hayal
kırıklığı, kızgınlık, dönüp gitmeye hazır oluş. Ama beni aptal
bir şey yapmaktan alıkoyan şey ne, biliyor musun? Aşkı eyleme
dönüştürmeyi seçmem.” Sözcüğü vurgulamak için parmağımla
Sensiz 281

kolunu dürttüm. “Duygularımı görmezden gelip o durumda


mutlu, heyecanlı veya eğlenceli duygular hissetmesem de Nell’i
sevdiğim ve onun için her şeyi yapacağım gerçeğine odaklan­
maya karar verişim. Buna hatalı olduğumu düşünmediğim bir
konu yüzünden özür dilemek veya yeniden huzur bulabilmek
için saçma bir tartışmayı kazanmasına izin vermek de dahil.
Şimdi burada olsa bu söylediğime kızardı. Onun kazanmasına
‘izin verdiğime’ yani. Bunu küçümsemek için söylemiyorum,
Ben. Ben haklı veya haksız olsam da o haklı veya haksız olsa da
tartışmayı bırak ve özür dile. Ya da iyi bir şeyler ortaya çıkaracak
duygulara geri dönmek için ne gerekiyorsa yap. Senin duru­
munda, sen Kylie’yi seviyorsun ama bu konuda ne yapacaksın?
Ortada dolanıp ona bakıp, onu süzüp onu Oz’la birlikte gördü­
ğünde delirmeye devam mı edeceksin? Yoksa onun için en iyi
olan kararı mı vereceksin?”
“Nedir bu karar?” Ben birasını bitirdi ve boş şişeyi kare altılı
kutusuna koydu. Ben de aynısını yaptım ve ona üçüncü biraya
uzattım.
Son birayı ellemedim. Ben için doğru sözcükleri bulmaya
çalıştım. “Onu peşini bırakmaya yetecek kadar çok sevip sevme­
diğine karar vermen gerek.”
“Peşini bırakmaya çalışıyorum, Colt! Sadece nasıl yapacağımı
bilmiyorum!”
“Hayır, Ben. Sen onu unutmaya çalışıyorsun. İkisi aynı şey
değil.”
Ben ayağa kalktı, dereye doğru yürüdü. Sessizdi, düşünü­
yordu. “Ona aşkımı göstermek için ne gerekiyorsa yapacağım,
öyle mi?”
Bana bakmasa da b a şım la onayladım. “Aynen öyle. Ne gere­
kiyorsa.”
“Yani başını alıp git diyorsun?”
282 Jasinda Wilder

“Gereken buysa. Kimse senin bir yere gitmeni istemiyor. Ama


hayatına devam etmenin ve onun peşini bırakmanın, mutlu
olmasına izin vermenin tek yolu başını alıp gitmekse öyle olsun.
Açıkçası bazen acıdan kurtulmanın, gerçekten hayata kaldığın
yerden devam etmenin tek yolu olayla arana zaman ve mesafe
koymak oluyor.” Ayağa kalktım ve arkasında durdum. Omzuna
hafifçe vurdum. “Kızım sana değer veriyor. Sana acı çektirmek
istemiyor. Mutlu olmanı istiyor. Çok uzun zamandır onun en
iyi arkadaşıydın. Bunu kaybettiği için çok üzgün. Bu kadarını
söyleyebilirim.”
Ben sadece başını salladı. Düşüncelerinde kaybolmuş gibiydi.
Geri çekildim, kamyonetime yaslandım ve uzaktaki sığırcık
sürüsünün havada dönüşlerini izledim.
Ben, “Ne berbat bir durum,” dedi.
“Evet.”
“Bu durumdan gerçek anlamda uzaklaşmanın tek yolu
Nashville’den ayrılmakmış gibi geliyor. Burada ondan,
onlardan yeterince uzaklaşabileceğim bir yer yok. Ama nereye
gideceğim?”
“Ben, bazen nereye yoktur sadece gitmek vardır.”
Ben güldü. “îşte şimdi Yoda ya benzedin.”
“Deniyorum.”
Tekrar güldü, derin bir nefes verdi ve ensesini ovuşturdu.
“Sağol, Colt.”
Omuz silktim. “Arada bir bilgeliğini başkalarına aktarmaya-
caksan yaşlanmanın ve bir sürü tecrübe kazanmanın ne anlamı
var:
Birkaç dakika daha konuştuk, sonra eve döndük. Ben yol
boyu sessizdi ama bu farklı bir sessizlikti. Daha az somurtkan,
daha az kızgın bir sessizlikti. Geri dönüp de arabayı garaja
park ettiğimizde Ben bana tekrar teşekkür etti ve evine
Sensiz 283

yöneldi. Kylie’yle Oz’un hâlâ verandada olup olmadıklarını


görmek için dönüp bakmadı. Bunun bir gelişme olduğunu
düşündüm.
Nell benimle mutfakta buluştu. “Ona ne söyledin?” Beni
öpmek için uzandı, sonra parmak uçlarında durarak boynuma
sarıldı.
“Ona aşkın bir eylem olduğunu ve onu gerçekten seviyorsa
peşini bırakması gerektiğini söyledim.”
“John Mayer. Güzel seçim.”
Tam olarak hangi şarkıdan alıntı yaptığımı bilince güldüm.
“Evet. Dokundurmalar bir işe yaramadı ama denemeye
değerdi.”
Ayaklarının üstünde durdu ve başını göğsüme yasladı. “Sence
seni dinleyecek mi?”
Başımla onayladım. “Evet, bence dinleyecek.”
“Güzel.” Çenemi öptü. “Onunla konuşmana sevindim.
Birinin konuşması gerekiyordu.”
“Oz ve Kylie nereye gittiler?”
“Oz’un evine.”
Kaşlarımı çattım. “Keşke biraz daha güvenli bir mahallede
yaşasalar.”
“Bence de. Ama ya birlikte eve çıkmalarına izin vereceğiz, bu
konuyu konuştuklarını biliyorum, ya da durumu olduğu gibi
kabulleneceğiz. Burada kapalı kapılar arkasında zaman geçirme­
leri beni huzursuz ediyor.”
“Beni de.”
Nell omuz silkti. “İçimden bir his Oz yakında kendine ev
tutacak diyor. Umarım daha güvenli bir yerde olur.”
“Evet, Kylie de biz izin verdiğimiz müddetçe oraya gidecek."
îç geçirdim. “Kırk katır mı, kırk satır mı hesabı.”
Nell, “Aynen, buna anne babalık’ yapmak da diyorlar,” dedi.
284 Jasinda Wilder

Güldüm. “Çok doğru.”


Kafasını kaldırıp gülümsedi. “Ama, madem ki ev boş...” Elle­
rini tişörtümden içeri soktu. Ona sırıttım ve tişörtümü çıkarma­
sına izin verdim.
“Boş evin faydaları,” dedim.
SON
Sa d e c e G İ t m e k V a r
Ben

Sınav kâğıdımı teslim ettim ve sınav salonundan ayrılıp günı-


şığına çıktım. Güneş gözlüklerimi takarken gözlerimi kırpış­
tırdım. Bu, bu dönemki son fınalimdi. Hatta muhtemelen
Vanderbilt’teki son fınalimdi. Emin değildim. Hiçbir şeyden
emin değildim.
Gerçi bu tam olarak doğru sayılmazdı. Kalbimin, yapmak
zorunda olduğum şeyin ağırlığıyla ezildiğini ve parçalandığını
biliyordum. Eşyalarımı kamyonetime yüklediğimi biliyordum.
Üç çanta eşya, nakit beş bin dolar. Bunun iki katı kadar da
banka hesabımda vardı. Bir depo benzin. Belli bir varış yerim
yoktu. Rotam yoktu. Batıya gittiğimi biliyordum, o kadar.
Önce üç yere uğramam gerekiyordu. İlk durağım evimdi.
Anneme sarılacak, veda edecek ve endişelenmemesini söyleye­
cektim. Sonra stada gidecek ve babama veda edecektim. İkisi de
buradan ayrıldığımı ve bunu neden yaptığımı biliyorlardı. Tabii
ki sevinmemişlerdi ama onları yapmam gereken şeyin bu oldu­
ğuna ikna etmiştim. Her fırsatta arayacağıma söz vermiştim. Son
durağım Oz ve Kylie’nin kayıt yaptıkları stüdyoydu. Colt bana
286
Jasinda Wilder

orada olacaklarını söylemişti. Ona veda etmem gerekiyordu.


Öylece bırakıp gidemezdim.
Kamyoneti park edecek bir yer buldum ve stüdyoya kadar
yürüdüm. Resepsiyondaki kıza gülümseyip biraz flört ettikten
sonra Kylie’lerin bulunduğu yere gittim. Kabine girdim ve
yapımcıyla selamlaştım. Sanırım adı Jerry’ydi. Sessiz olmam
için elini kaldırdı, ben de uygun zamanı bekledim. Bir düğmeye
bastı ve kabine Kylie’yle Oz’un sesi doldu. Jerry kulaklıklarını
boynuna indirdi.
Birkaç sözden sonra şarkı bitti. Kylie ve Oz daha beni görme­
mişti.
Sonra gördüler. Kylie bakışlarını kıstı. Bekledim. Onunla
konuşmak istediğimi bildiğini biliyordum.
Kylie bakışlarım benden ayırmadan, “Bir şarkı daha alalım,
Jerry,” dedi.
Jerry, “Tamam. Ne var elinizde?” diye sordu.
Kylie, “Bunu daha yeni yazdım,” dedi. “Adı ‘Senin Benin
Değilim’.”
Kylie taburesinde kıpırdandı, tuşlara dokundu. Oz bir bana
bir Kylie’ye baktı. O da şaşırmıştı. Sanki bu olanlar planlı değil
gibiydi. Sonra Kylie şarkıya girdi. Bakışlarını benden ayırmı­
yordu. Gözleri kederliydi. Sesi duygu yüklüydü. Aynı kendisi
gibi tatlı, şaşırtıcı ve harika bir sesi vardı:

“Sen ve ben, bir ömür


Bir ömür buradaydık
Her bir gün
öylesine konuştuk
Havadan sudan ve ağır ağır
Ama her zaman
îhtimal anlan vardı
Sensiz

Yapacak mı olacak mı
Yapabilir miyiz olabilir miyiz anlan
Bıraktık, görmezden geldik, rolyaptık
Benim böyle düşüncelerim yoktu
isteklerime bir son vermiştim
Yaşadım, nefes aldım, hayatıma devam ettim
Yepyeni bir yol çizdim
Devam ettim ve
Sen ve ben oldum
Her bir gün
Sen ve ben
Sonra ani bir sel gibi
Ani bir baskın gibi
Başkasına âşık oldum
Sen ve ben artık
Sen ve ben değiliz
Sen serisin
Ben başka biriyim
Sen sen değilsin
Ben hâlâ benim
Biz kimiz
Kimiz biz
Nerdeyiz biz
Eskiden neydik
Anladı değil mi?
O her zaman öyleydi
Ben anlayamadım
Zaman çok az
Vakit çok geç
Zaman geçti
Çok çok uzun zaman
Kalbim bir başkasıyla dolu
Ama sen hâlâ semin
Ben halâ benim
Biz diye bir şey yok
Senin kalbin hâla benle dolu
Ama ben o ben değilim
Senin benin değilim
Onun beniyim
Seme olmayacak bir şey istiyorsun
Ama bana bakıyorsun
Sanki şenle biz
Sanki biz her zaman
Sanki eski bİ2der
Yeni bir sen ve bene
Eklenebilirmiş gibi
Bu suçluluğu istemiyorum
İstemeye devam etmeni
Beklemeye devam etmeni
Bağlanmaya, tutunmaya
Devam etmeni istemiyorum
Kendine başka birini bulmanı istiyorum
Yepyeni sen ve ben
Senin yepyeni hayatın
Her bir gün
Öylesine konuştuk
Havadan sudan ve ağır ağır
Keşke biben sem
Ne çok özlediğimi
Eski hallerimizi
Ne çok özlediğimi
A ma göremiyorsun
Semiz 289

Ben eski ben değilim


Ben senin benin değilim
Ben senin benin değilim

Kalbimdeki sızıyı inkâr edemedim. Artık kabullenmiştim. Her


zamanki şeylerdi işte. İçimi, kırgınlığımı ve teslimiyetimi görme­
sine izin verdim.
Jerry bana baktı, bir düğmeye bastı. Tekrar bana baktı.
“Kylie, seninle beş dakika konuşabilir miyim?” diye sordum.
Başını salladı, tabureden kalktı. Oz’un yanında durdu, kula­
ğına bir şeyler fısıldadı ve onu kısaca öptü. Oz başını salladı ve
bana baktı. Sanırım biliyordu. Bilmesini istiyordum. Bunu Oz
için de yapıyordum. Onu neredeyse öldürecek olmanın verdiği
suçluluk her şeyi daha da kötü yapıyordu.
Kylie kayıt kabininden çıktı. Peşinden dışarı, gün ışığına
çıktım. Ara sokakta durdum, iki tarafımızda da çöp bidonları
vardı. Sırtımı duvara dayadım ve yürümeyi bırakıp bana dönme­
sini bekledim.
“Ben, ne söyleyeceğimi...”
“Hiçbir şey söylemek zorunda değilsin,” diye sözünü kestim.
“Sadece dinle. Seni çok, çok uzun zamandır seviyorum. Hayır,
Kylie, lütfen dinle. Sen Oz’la birliktesin. Şansımı kaybettim.
Bunu anlıyorum. Bundan nefret ediyorum. Canım yanıyor.
Her gün, her saniye beni paramparça ediyor.” Duygularımı
gizlemeye çalışmadım. “Bu beni deli ediyor. Şenle ben birlikte
olmalıydık, onla sen değil. Ama bunu değiştiremem. Bunu bili­
yorum. Gerçekten biliyorum. Seni gerçekten seviyorsam, bunu
değiştirmeyi de istememem lazım. Senin Oz’la mutlu oldu­
ğunu görmeme, bilmeme rağmen seni kendime isteyecek kadar
güçsüzüm. Senin adına seviniyorum. Mutlu ol.”
“Ben...” Sesi çatladı.
Jasinda Wilder

Hayır, daha bitirmedim. Kendimi hareket etmemeye


zorladım. Nefes bile almıyordum. Konuşmaya devam etmezsem
fikrini değiştirmesi için Kylie’yi öpmeye çalışmak gibi saçma bir
şey yapabilirdim. “ Daha bitirmedim. Senin mutlu olmanı isti­
yorum. Mutlu kalmanı istiyorum. Eğer sana bunu Oz veriyorsa
öyle olsun. Hiçbir seçeneğim olmadığı için durumu kabulleni­
yorum. Ama her şey yolundaymış gibi davranamam çünkü değil.
Seni onunla görmek canımı acıtıyor. Beni kızdırıyor, delirtiyor,
kıskandırıyor. Bunu nasıl durduracağımı bilmiyorum. İçim­
deki bu şeyi nasıl değiştireceğimi bilmiyorum. Yapamıyorum.
Denedim. Aylarca denedim. Fikrini değiştirmeni umduğumdan
değil. Fikrini değiştirmeyeceğini biliyorum. Ama istemekten
vazgeçemiyorum. Dilemekten. Sanırım ne kadar zaman geçerse
geçsin bu değişmeyecek. En azından burada, senin yakınlarında
olduğum sürece. Onun yakınlarında olduğum sürece.”
“Lafı nereye getirmek istiyorsun, Ben?” Sesi fısıltıdan ibaretti.
Geri çekildim, elimi yeni kesilmiş saçlarımda gezdirdim.
Neredeyse sıfıra vurdurmuştum. önüm de uzanan uzun
yolculuk günlerinde bu saçların bakımı kolay olacaktı. Tekrar
ona döndüm ve yüzünü aklıma kazıdım. Harika kızıl-sarı saçla­
rını, soluk tenini, mavi gözlerini, vücudunu. Tanrım. Onu o
kadar çok seviyordum ki. Üstelik daha elini bile tutmamıştım.
“ Diyorum ki... Sana hem âşık olup hem arkadaş kalmayı nasıl
yapacağımı bilemiyorum. Bilemiyorum. Bunun mümkün oldu­
ğunu da düşünmüyorum. Ben de sana seni sevdiğimi geri kalan
tek yolla göstermeyi seçiyorum.” Burnumun kemerini sıktım,
derin bir nefes aldım ve kafamı kaldırıp gözlerine baktım. Son
bir kez. “Ben gidiyorum, Kylie.”
“Gidiyor musun? Nereye? Ne kadar süreliğine?”
Omuz silktim, kafamı salladım. “Bilemiyorum. Bilmi­
yorum. Burası dışında herhangi bir yer ve muhtemelen sonsuza
Sensiz 291

kadar. Seni unutmam ne kadar sürerse. Ya da başka birini


bulmam.”
Burnunu çekti. “Gitmeni istemiyorum.” Gözleri ıslaktı ama
yaşları silmedi. “Sen benim en iyi arkadaşımsın, Ben.”
Tekrar kafamı salladım. “Hayır, değilim. Ben senin en eski
arkadaşınım.” Stüdyoyu işaret ettim. “Senin en iyi arkadaşın
orada”
Başını salladı. “O zaman... Öylece kaçıp gidiyorsun.”
Homurdandım. “Kahretsin, Kylie. Bunu daha da zorlaş­
tırma.” Duvara yumruk atmak, çöp kutusuna vurmak, onu
soluksuz kalana kadar öpmek istiyordum. Ama bunların hiçbi­
rini yapmadım. Onu isteyip hiçbir şey yapmamaya alışmıştım.
Bu konuda iyiydim. Neredeyse on yıllık tecrübem vardı.
“Kaçmıyorum. Senin peşini bırakıyorum.”
“Ama seni bir daha hiçbir zaman göremeyebilirim.”
Başımı salladım. “Evet. Noel’e gelmeye çalışacağım ama
nerede olurum bilemiyorum.”
“Okul ne olacak? Vanderbilt’i bırakıyor musun?”
Başımla onayladım. “Bu dönemi bitirdim. Daha resmi
olarak ayrılmadım ama güz döneminde burada olacağımı
sanmıyorum. Başka bir yere transfer olabilirim. Ya da yan dal
filan düşünebilirim. Bilmiyorum. Umursamıyorum da. Sadece
gidiyorum. Senden uzaklaşmak zorundayım, Kylie. Sen... içim­
desin sanki. Kafamda, kalbimde, hayatımda. Ama beni seni
istediğim şekilde istemeyeceksin ve bu şehir yeterince büyük
değil. Bu yüzden...”
Kylie iç geçirdi ve gözlerini kuruladı. “Anladım.” Kafasını
kaldırıp bana baktı. “Ne zaman gidiyorsun?”
“Hemen şimdi. Diğerlerine veda ettim bile.”
Bana doğru yaklaştı. Şampuanının kokusunu alınca
kalbim çılgın bir ritimle atmaya başladı, önce tereddin etti
29 2 Jasinda Wilder

ama sonra kollarını karnıma doladı. Hiç kıpırdamadım, ona


sarılmadım. Buna cesaret edememiştim. Sadece bana sarılma­
sına izin verdim ve nefes alıp vermeye başladım. En sonunda
beni bıraktı ve kafasını kaldırıp bana fazla yakın bir mesafeden
baktı.
Elim iznim olmadan kalktı ve yanağına dokundu. “Keşke...”
Sesim kırılma noktasındaydı. “Keşke seni en azından öpebil-
seydim. Sadece bir kere.” Gözleri irileşti, nefesi kesildi. Sonra
aptalca bir şey yapmadan geri çekildim. “Ama olmadı, hiçbir
zaman da olmayacak.” Geriye doğru bir adım daha attım.
“Hoşça kal, Kylie.”
Arkamı döndüm. Bunu yapabilmek için bütün irademi
kullanmam gerekmişti.
“Ben?” Sesi beni durdurdu. “İyi olacak mısın?”
Durdum ama dönmedim. Ağır ağır başımı salladım. “Evet.
Eninde sonunda iyi olacağım.”
Uzun, gergin bir sessizlik oldu. Başka bir şey söyleyecek
gibiydi. Bunu hissettim ve bekledim. Ama sonra iç geçirdi ve,
“Hoşça kal, Ben, seni özleyeceğim,” dedi.
Dönüp bakmak istiyordum ama bakmadım. Boğazımdaki,
göğsümdeki, gözlerimdeki acıyla gözlerimi kırptım. “Evet, ben
de.” Onu mu özleyeceğim, yoksa kendimi mi özleyeceğim bunu
ben bile bilmiyordum.
Belki her ikisi de olacaktı.
Dönüp bakmadım. Ne Kylie’ye ne de yanından geçerken
Nashvillee.
Sınırları fark edemeyeceğim kadar uzağa gidince teybi açtım
ve yolda dinlemek için yüklediğim şarkılara baktım. Bu ana
uyan bir şey seçtim. Bu bir Kylie şarkisiydi, onun için dinle­
diğim şarkılardan biriydi.
Passenger’dan “Let Her Go”.
293

Şarkıya eşlik etmekten boğazım acıyana kadar dinledim bu


şarkıyı. Sonra teyp beni başka şarkılara götürdü. Yol beni başka
yerlere götürdü.
Colt’un o gün söylediği şeyi hatırladım: Bazen nereye yoktur,
sadece gitmek vardır.
Ve ben sadece gidiyorum.
EK

Kylie

B ir y ıl sonra
Sahneye çıkmak hiçbir zaman eskimiyordu. Benim açımdan
heyecanını hiçbir zaman kaybetmiyordu. Oz’la her sahneye
çıkışımızda kendimi zinde hissediyordum. Sanki damarlarım­
daki kanın yerini ham enerji alıyordu. Hayat daha büyük, daha
renkli, daha mükemmelmiş gibi geliyordu. Annem, babam
ve The Harris Mountain Boys’la turneye çıkmıştık. Bu turne
gerçekten ama gerçekten hayatımdaki en inanılmaz tecrübeydi.
Ülkeyi tur otobüsüyle dolaşıyor, her gün yeni eğlenceler, heye­
canlı şeyler görüyor, hissediyor, duyuyor ve yapıyorduk.
Oz ve ben her birlikte çalışımızda daha iyiye gidiyorduk. Oz
verimli ve durmak bilmeyen bir şarkı sözü makinesine dönüş­
müştü. Kullanabileceği sınırsız duygu ve hayat tecrübesi vardı.
Onu söz yazmayı denemeye ikna ettiğimde sözcüklerin dökü­
lüşüne engel olamadığını fark etmişti. Daha çok beste yapmayı
tercih ettiğim için bu durum benim de işime gelmişti.
Yaz turnemizin son ayağındaydık. Ülkenin kuzey sınırındaki
yayı tamamlayıp anne babamın memleketi olan Michigan’dan
sonra Nashville’e dönecektik. Turun son konseri Nashville’de
Sensiz 295

olacaktı. Bu konserden çok korkuyordum. Duyurusu, konsere


bir ay kala yapılmıştı ve biletler bir saatten kısa süre içinde
tükenmişti. Ryman konser salonundaki bütün biletlerimiz satıl­
mıştı. Bir saat içinde.
Bütün bunlarda Andersonın etkisi olmuştu. Yaz boyu ilgiyi
üstümüze çekmiş ve ünümüzü hiç beklediğimiz şekilde artır­
mıştı. Turneyi düzenleyen annemle babamdı ama Anderson fark
edilmemiz, insanların bizden bahsetmesi için sektördeki bağlan­
tılarım kullanmıştı.
Oz ve ben mi? Tanrım, o adamı seviyordum. Turne boyu
anne ve babamla aynı otobüste olduğumuz için pek yalnız kala-
mamıştık. Birlikte yatmamıza izin vermiyorlardı. Ama sorun
değildi. Gösterilerden sonra veya yolda öğle yemeklerinde
gizlice sıvışıyorduk. Anne babamdan çok bizim yaşımıza yakın
olan Gareth, Amy ve Buddy durumumuzu anlayışla karşılıyor ve
mümkün olan her fırsatta otobüslerinde yalnız kalmamızı sağla­
yacak yollar buluyordu.
Oz da yaratıcıydı. Bir keresinde, sanırım Maine, Portland’da
beni sahne arkasında köşeye sıkıştırmış ve ekipman kasalarının
arasına sürüklemişti. Beni duvara yaslamış, bizi kutuların ve ne
taşıdığını bilmediğim boş bir sandığın arasına gizlemişti. Burada
bizi kimse göremezdi.
Oz bundan faydalanmıştı. Kalçası beni duvara çivilemişti,
parmakları dizlerimi geçen eteğimi kalçama doğru kaldırıyordu.
Bacaklarımı onunkilere doladım. Altıma bir şey giymediğimi
fark edince boynuna doğru sırıttım. Şaşkınlığına kıkırdayışım
kısa bir süre sonra iniltilere dönüştü. Oz içime girerken çığlı­
ğımı bastırdım. Beni öpücüğüyle susturdu. Ağzını ağzımda
tuttu ve çığlıklarımı, iniltilerimi yuttu, nefeslerimi içine çekti,
bana kendi nefesini verdi. Kalçamı kavrayan güçlü elleriyle beni
dengede tutuyordu.
Jasitufa Wildcr

Kısa bir süre sonra ikim i/ de titremeye ve inlemeye başladık.

Akort için uğraşan bir ses teknisyenini gördüğümüzde üstümüzü

başımızı yeni düzeltmiştik. Adam bize sırıttı. Sanki az önce ne

yaptığım ızı biliyor gibiydi. Butıun beni rahatsız etmesi gereki­

yordu belki ama hiç rahatsız olm am ıştım .

Okula devam ediyordum. Belmont’ta müzik yönetimi


okuyordum. Sahneye çıkmayı seviyordum, ölene kadar da
sevecektim ama bu işin teknik kısmını, sektörel yanını da
seviyordum. Andersonla doğru sesi bulmaya çalışmayı, şarkı
mükemmelleşene kadar ince ayar yapmayı seviyordum. Oz da
sahneye çıkmaktan memnundu. O ve babam yakınlaşmışlardı,
birlikte klasik araba restorasyonu yapacakları bir işyeri açmayı
düşünüyorlardı. Babam eskiden bu şekilde para kazandığını
söylemişti. Oz, bir restorasyonu otantik gösteren detaylar konu­
sunda becerikliydi. Bunlar babamın sözleriydi ve ben ne anlama
geldiklerini hiç bilmiyordum.
Geleceğimizin nasıl olacağım merak ediyordum. Birbirimize
âşık olduğumuzu ve ikimiz için de bir başkasının olmayacağını
biliyordum. Ama hâlâ ailemle yaşıyordum. Oz ayrı eve çıkmıştı.
Nashv illetleyken çoğu zaman onunla kalıyordum ama aynı şey
değildi tabii. Ne zaman onun yanma taşınmaktan söz etsem
konuyu bir şekilde geçiştiriyor, değiştiriyor ve sanki bunları
düşünmek için dünya dolusu zamanımız varmış gibi davranı­
yordu. Tabii ki /.imanımız vardı ama ben her zaman onunla
olmak istivordum ve bunu şimdi istiyordum. Üstümü değiş­
tirmek için annemlere gitmek istemiyordum. Ailemin eviyle
Oz'un evi arasında gidip gelmek istemiyordum. Ben artık Oz a
aittim. Benim evim onun yanıydı.
Ama o işleri aceleye getirmek istemiyordu. En büyük baha­
nesi buydu: Aceleye gelsin istemiyorum. Bu ne demek oluyordu ki?
Biz sevişmeden Önce de aylar boyu birbirimizi tanımıştık ve kısa
Sertsiz 297

bir süre içinde birbirimizi sevdiğimizi fark etmiştik. Bir seneden


daha kısa süre içinde işler ciddileşmişti ve birbirimize bağlan­
mıştık. Daha ne acelesinden bahsediyordu ki? Benim zamana
ihtiyacım yoktu. Onu bana evlenme teklif etmesi için zorluyor
filan değildim. Ondan bu seviyede bir bağlılık beklentim yoktu.
Yanlış anlamayın, evlenme teklif etmeye kalksa daha o soru­
sunu tamamlayamadan evet derdim ama bunun büyük bir şey
olduğunu biliyordum. Benim için de öyleydi ama bu erkekler
için daha büyük bir mesele, özellikle de Oz gibi göçebe büyü­
yenler için. Seyahat etme, taşınma dürtüsü hâlâ vardı ama öylece
bırakıp gideceğini düşünmüyordum. Beni de yanında isterdi ve
benim okula devam ettiğimi biliyordu.
Bütün bunlar, genel anlamda ne kadar mutlu olsam da içimde
küçük bir sabırsızlığın beklediğini gösteriyordu. Bu, ayakkabıya
kaçan küçük bir çakıl taşı gibiydi. Acı vermiyordu ama rahatsız
ediyordu. Oz’la her şeyi istiyordum ve hemen istiyordum.
Turnemiz Nashville’e yaklaştıkça daha çok sabırsızlanı­
yordum. Nedenini de bilmiyordum. Oz da tuhaf davranıyordu.
Babamla tuhaf tuhaf zamanlarda dışarı çıkıyor, fisıldaşıp duru­
yorlardı. Bir şarkı yazıyorlardı, o kadarını biliyordum. Şarkı
yazmanın nasıl bir şey olduğunu biliyordum, onların yaptığı da
buydu. Ama bu gizliliğin sebebi neydi? Ben yanlarına gittiğimde
susuyorlardı ve bu artık beni rahatsız etmeye başlamıştı. Ayrıca
Oz telefonda kim olduğunu bilmediğim kişilerle konuşup duru­
yordu. Nedenini bilmiyordum.
Bir şeyler dönüyordu ve ben ne olduğunu bilmek istiyordum.
Nashville’den önceki son durağımız Decroitri. The Fox
Theater dolmuştu. Oz gergindi, dikkati dağınık gibiydi.
Annemle babam kendi kısımlarını bitirmek üzereydiler. Bi? de
sahneye çıkmaya hazırlanıyorduk. Oz un elini tuttum, karşısına
geçtim ve kahverengi gözlerine baktım.
298

“Oz... Benden bir şey sakladığını biliyorum. Endişelenmem


gereken bir şey varsa söyle bana. Kötü bir şey varsa söyle. Benimle
veya bizimle ilgili bir şey.” Kendime güvensiz gibi görünmekten
nefret ediyordum ama ondan güvence almam gerekiyordu.
Oz alnını alnıma dayadı ve iç geçirdi. “Endişelenecek bir
şey yok. Son zamanlarda tuhaf davrandığımı biliyorum, özür
dilerim. Kötü bir şey yok. Söz veriyorum. Seni, sadece seni sevi­
yorum ve bir yere gittiğim de yok.”
“O zaman ne var?”
Bana sırıttı. “Sana bir sürprizim var. Bundan başka bir şey de
söyleyemem.”
Kaşlarımı çattım. “İpucu filan veremez misin?”
Oz kafasını salladı. “Hayır. İpucu veremem.”
Sonra sahneye çıktık ve konuşmaya zamanımız olmadı. Mera­
kımı ve kafamdaki soruları bir kenara itmek zorunda kaldım.
Konser inanılmazdı ama Detroit’ten Nashville’e giderken Oz
gergin, sinirli ve tuhaftı. Babam bir bana bir Oz’a bakıp duruyor
ve sırıtıyordu.
Sürprizlerden nefret ediyor filan değildim. Sürprizleri sevi­
yordum. Ama bu sürpriz büyük bir şeye benziyordu ve ne bekle­
yeceğimi bilmiyordum. Sanırım beklemem gerekiyordu.
En sonunda Nashville’e vardık ve bir geceyi evlerimizde,
kendi yataklarımızda geçirdik. Cuma akşamı turne sonu
kutlama yemeğimiz vardı. Annem, babam, Oz’la ben, ayrıca
Amy, Gareth, Buddy ve nisandan beri bizimle birlikte olan
teknik ekibin çoğu katılmıştı yemeğe. Artık hepsiyle aile
gibiydik. Oz’un gitar teknisyenlerinden birkaçıyla arkadaşlık
ettiğini biliyordum. Bu çok güzel bir şeydi. Oz’un kolayca
arkadaş edinemeyeceğini biliyordum. Bu yüzden onun ben,
annem ve babam dışındaki insanlara biraz da olsa açıldığını
görmek güzeldi.
Sensiz 299

Cumartesi gününün tamamını Ryman’de prova yaparak, şarkı


listelerimizi belirleyerek, enstrümanları akort ederek geçirdik.
Sonra tam Oz’la baş başa kalacağımızı düşünürken babamla
ortadan kayboldular. Oflayarak anneme döndüm.
“Bu ikisi ne çeviriyorlar, anne?”
Annem omuz silkti ve kafasını salladı. “Bilemiyorum, tatlım.
Büyük bir sırmış. Baban bana bile söylemiyor. Sürprizi bozmak
istemiyormuş.” Kolunu bana doladı. “Sana küçük bir tavsiye
vereyim canım. Erkekler kendi başına böyle şeyler yapmaya kalk­
tığında ve biz kadınları işe karıştırmadığında bunun romantik
bir şey olduğunu anlamak lazım. Bir adam bir şeyleri saklamak
için bu kadar ileri gidiyorsa büyük, tatlı ve seksi bir işe bulaşmış
demektir. Endişelenmen gerektiğini gerçekten ama gerçekten
düşünmüyorum. Sadece her şeye hazırlıklı ol.”
Ona yaslandım. “Sır saklamaz hiç. Bana kafayı yedirtecek.”
Annem güldü. “Biliyorum, canım. Sakin olmaya çalış. Oz
seni seviyor. Önemli olan bu, değil mi?”
Başımla onayladım ve endişelerimi bir kenara itmeye çalıştım.
“Tamam.”
En sonunda babamla Oz geldi ve dördümüz yemeğe çıktık.
İkisi de her şey normalmiş gibi davranıyordu. Ben de öyle
davranmaya çalıştım. Gece ilerleyen saatlerde Oz’un evine gittik.
Biraz baştan çıkarmalı sorgulama yapmaya karar verdim.
Kapıyı kilitler kilitlemez Oz’u kapının arkasına dayadım ve
anahtarları elinden aldım, nereye düştüklerine bakmadan bir
kenara attım. Oz’un gözleri kısıldı. Sanki ne planladığımı bili­
yormuş gibiydi. Üstünde sade beyaz bir gömlek vardı. Gömleği
hemen çıkardım. Kot pantolonu ve bodarıyla çok seksi görü­
nüyordu. Kendim de soyundum. Tişörtümü, sutyenimi, kot
pantolonumu ve iç çamaşırımı rekor sürede çıkardım. Artık
çıplaktım. Çenesinden göğsüne, kaburgalarından kasıklarına
Jasinda Wilder

kadar öpücükler kondurarak ilerledim. Kemerini açtım, kot


pantolonunun düğmesini açtım ve pantolonunu çıkardım.
Pantolonu kalçalarından aşağı indirmeye çalışırken iç çamaşırı
da biraz indi ve erkekliğinin ucu göründü. Sırıttım.
Dudaklarını yaladı ve derin bir nefes aldı. “Kylie, bebeğim.
Orada ne yapmayı planlıyorsun?”
Bakışlarımı ondan ayırmadan iç çamaşırını çıkardım.
“Burada ne yapmayı planladığımı düşünüyorsun?”
“Bence benden bilgi sızdırmaya çalışıyorsun.”
Dudaklarımı erkekliğinin etrafına doladım ve onu emdim.
Teninin tadına baktım ve ucundan sızan sıvıyı tattım. İnlemeye
başlayınca ağzımı çektim. “İşe yarıyor mu?”
“Hayır.” Ellerini saçlarıma doladı. “Sanırım tekrar denemen
gerekecek.”
Güldüm ama dediğini yaptım. Bu sefer kökünden tuttum.
Dudaklarım ve dilimi erkekliğinin başında gezdirirken parmak­
larımı da erkekliğine doladım. Ağzıma doğru hareket etmeye
başladı. Sınıra yaklaştığında ağzımı çektim. “Ya şimdi? Bana
neler olduğunu anlat, ben de ağzıma boşalmana izin vereyim.
Bunu ne kadar çok sevdiğini biliyorum, üstelik bir süredir de
yapmadık. Montanadan beri, değil mi? Bunu istediğini sen de
biliyorsun.”
İnledi. “Kahretsin, Ky. Çok acımasızsın. Bu zalim ve alışıl­
madık bir ceza.”
Güldüm ve erkekliğinin ucuna dilimle vurdum. “Ama etkili,
değil mi?”
Titredi ve kalçalarını kıpırdattı. Ağzıma yaklaşmaya, rahatla­
maya çalışıyordu. Ama buna izin vermedim. “Olmaz, bebeğim.
Söylemeyeceğim. Sürpriz olacak. Çok güzel bir sürpriz. Sen de
böyle olmasını isterdin. Bu konuda bana güvenebilir misin?”
Gürledi. “Delireceğim, bebeğim.”
Sensiz 301

“En azından ipucu versen?” diye yalvardım.


Parmaklarımı erkekliğinde gezdirince inledi. “Kahretsin.
Kahretsin. îpucu verirsem boşaltacak mısın beni?”
“Hem de nasıl, bebeğim. Söz veriyorum.”
Güldü ve başını duvara yasladı. Ellerimin hareketlerini yavaş­
lattım. Dokunuşuma doğru hareket etti. Onu ele geçirdiğimi
biliyordum.
Sonra bir yılan gibi sinsi bir şekilde hareket etti. Hiçbir
uyarı, direnme ihtimali yoktu. Bir an her şey kontrolümdeydi,
önünde dizlerimin üstüne çökmüştüm. Kalın erkekliği elle-
rimdeydi ve dudaklarım onu rahatlatmaya çalışıyordu. Sonra
bir anda ellerimin ve dizlerimin üstündeydim, Oz ise arkam-
daydı.
İtiraz etmek için ağzımı açtım ama sadece küçük bir çığlık
atabildim. İçime girmişti, derinlerimde hızlı ve sert bir şekilde
hareket ediyordu. İnlemekten başka bir şey yapamadım.
“Oz... Aman Tanrım. Tanrım.” Bütün istek ve planlarım
mahvolmuştu. Artık kontrol ondaydı, elleri kalçalarımı kavrıyor,
beni kendine çekiyor ve inlememe sebep oluyordu.
Bana doğru eğildi ve kulak mememi ısırdı. “İpucu mu isti­
yorsun? Sana bir ipucu vereceğim. Sana sürpriz yapacağım. Çok,
çok büyük bir sürpriz.” Sözcüklerini, beni öne doğru iten sert
hamlelerle vurguluyordu.
Kendimi tutamayıp ona doğru hareket ettim. Verdiği şeve
ihtiyacım vardı. “Bana neden söylemiyorsun?”
“Çünkü yarına kadar beklemen gerek.” Kulağıma doğru
soluk verdi, nefesi sıcaktı. “Bana güvenmiyor musun, bebeğim? ’
“Evet, sana güveniyorum,” diye soludum.
“O zaman bırak da sürpriz olsun!'
Sınırdaydım, zirveye ulaşmak üzereydim. “ lamam, O/.
Tamam. Sana güveniyorum.”
Jasinda Wilder

Oz geri çekildi. Çığlık attım. “HAYIR! Oz, lütfen koy şunu


yerine. Tam boşalmak üzereydim!”
Kıkırdadı. Ucunu tekrar içime soktuğunu hissettim ama bu
yeterli değildi. “Bana güveniyor musun, bebeğim?”
Başımla onayladım. Az önceki bütünlük hissini geri almak
için hareket ettim. “Evet, sana güveniyorum, Oz.”
Kalçalarını kımıldattı ve küçük, sığ, yetersiz, alaycı hamleler
yaptı. “Sürprizimi bozmayacaksın, değil mi?”
“Hayır... Hayır.” Rahatlamaya çalışıyor, hiç utanmadan
yalvarıyordum. “Lütfen... Lütfen...”
Oz inliyor, gürlüyordu. “Çok sinsisin, Kylie. Bu gerçekten
çok sinsi ve uyanık bir hareketti.”
“Özür dilerim... Meraktan ölecektim, ne yapayım.”
Geri çekilince inledim. Ama beni sırtüstü yatırdı ve topukla­
rımı kaldırarak omuzlarına dayadı. Sonra ani, sert ve mükemmel
bir hamleyle içime girdi. “Korktun, olan bu.”
“Evet, benden sır saklamazdın hiç.”
“Biliyorum ama bu güzel bir sır.”
“Güzel bir sır mı?”
Geri çekildi, sonra tekrar içime girdi. Sefil bir şekilde inledim.
“Evet, tatlım. Çok güzel bir sır. Daha fazla ipucu yok.”
“Ama neredeyse işe yarıyordu, değil mi?” diye sordum.
Bacaklarımın arasından onu izliyordum.
Başıyla onayladı. Kirpiklerini kırpıştırdı ve gözlerini kapattı.
“Çok, çok az kalmıştı. Neden yerdeyiz sanıyorsun? Birkaç saniye
daha devam etseydi n söyleyecektim.”
Sert ve hızlı hamlelerle hareket etmeye başlayınca hem hayal
kırıklığı hem de zevkle inledim. “Of, Oz. Demek az daha başa­
rıyordum?”
tnledi. “Evet, bebeğim. O tatlı ağzınla... Kahretsin. Çok az
kaldı...”
Sensiz 303

“Durmasan iyi olur, Oz. Durmasan iyi olur...”


“Asla...”
Sonra birlikte patladık. Topuklarımı boynuna dolamıştım.
Üstüme doğru eğildi.
Bacaklarım sırtına mengene gibi dolandı. Birlikte hareket
ediyor, nefes alıyor, titriyorduk.
Birkaç dakika ağırlığını üstüme verdi. Sonra ayağa kalktı,
beni kollarına aldı ve yatağına taşıdı. “Bunu denediğine inana­
mıyorum.”
Güldüm ve kollarında kıvrıldım. “Neyi, seni baştan çıkararak
doğruyu öğrenmeye çalışmayı mı?”
“Evet. Bana güvenmek bu kadar mı zor?”
Parmaklarımı erkekliğine doladım. Daha fazlasını istemeye
başlamıştım bile. “Evet. Son zamanlarda çok tuhaf davranı­
yordun, bebeğim.”
Güldü, sonra erkekliği ellerimde serdeşmeye başlayınca
inledi. “Kylie. Çok açgözlüsün, değil mi?”
“Başka türlü olsun ister miydin?”
“Kesinlikle hayır! Ben gezegendeki en şanslı adamım, tatlım,
bunu biliyorum. Ama gerçekten seni incitecek bir şey yapabile­
ceğimi mi düşündün?”
“Hayır,” dedim. Bacaklarımı ayırarak kucağına oturdum.
“Sanırım seni ne kadar çok sevdiğime, beni ne kadar mutlu
ettiğine kendim bile inanamıyorum. Bunun değişmesini istemi­
yorum.”
“Bunu hiçbir şey değiştiremez, Kylie. Dünyada hiçbir şey
bunu değiştiremez.”
Bu seferki sevişmemiz ağır, nazik ve yumuşaktı. Bakışları
benimkilerden ayrılmadı. Birlikte zirveye ulaşırken dudakları
benimkilerle buluştu ve nefeslerimiz birbirine karıştı. Zaman
durdu ve cennet üstümüze çöktü, ruhlarımız birleşti.
Jasitıda Wilder

Pazar günü, konser günü gelip çatmıştı. Konser öncesi yapılan


işler hepimizi germişti. Bu hepimizin, annemle babamın bile
çıkacağı en büyük konserdi.
Önce The Harris Mountain Boys, ardından annemle babam
çıktı. En son Oz’la ben çıktık. Normal program bitince annem
ve babam da geldi, dördümüz birkaç şarkı söyledik. Sonra Amy,
Gareth ve Buddy de geldi. Neredeyse bir saattir sahnedeydik ve
kalabalık çıldırmıştı.
En sonunda konser bitti. Hepimiz teşekkür ettik, kalabalığın
çılgın enerjisinin tadını çıkardık.
Işıklar kapandı ve hepimiz sahneden indik.
Sonra ışıklar tekrar açıldı ve Oz’la babam yeniden sahneye
çıktılar, gitarlarının bağlantılarını yaptılar.
Babam mikrofona, “Küçük bir şarkı daha söylesek sorun
olmaz, değil mi?” diye sordu.
“EV ET!” diye hevesli bir cevap duyuldu.
Annemle birbirimize baktık. Programımızda böyle bir şey
yoktu. Sürprizin vakti gelmişti.
“Güzel, çünkü Oz’la küçük bir sürprizimiz var size.” Oz’un
omzuna vurdu.
Oz çok gergin görünüyordu. Bunu omuzlarının duruşundan,
botunun ucunu yere sürüşünden anlıyordum. “Bu sürpriz sizin
için millet,” dedi. “ Bunları yapabümemizi sağlayanlar sizler-
siniz. Sizi bu yüzden seviyoruz. Ama bu sürpriz aynı zamanda
bizim kızlar için. Özellikle de Kylie için.” Döndü ve beni çağırdı.
“Hadi gel, bebeğim.”
Babam anneme baktı. “Sen de gel, Nelly.”
Herkesin kafası karışmıştı. Annemle tekrar sahneye çıktık.
İki görevli bize tabure getirdi. Hem sahneye hem de erkeklere
bakacak şekilde oturduk.
305

“Burada, Nell’le ben müziğe yeni banladığımızdan beri bizi


takip edenler varsa New Orleans’taki o unutulmaz geceyi hatır­
layacaklardır.” Babam anneme aşklarını, yirmi yıllık evliliğin
sırlarını anlatan bakışlarla bakıyordu. “O akşam bir şarkı söyle­
miştim. Çok özel bir şarkı. On yıldır filan canlı olarak söyle­
mediğim bir şarkı. O geceyi hatırlayan var mı? Hangi şarkıyı
söylemiştim?”
Oz akustik gitarının akorduyla uğraşıyor, tellere kapo takı­
yordu. Onu seyrettim. Bakışlarımız buluştu. Gözlerinden ne
kadar gergin olduğu belliydi. Gülümsedim ve onu rahatlatmaya
çalıştım.
Kalabalık hareketlendi, mırıltılar duyuldu. Arkalardan bir
yerden bir sesin “‘Seninle Aşka Düşmek!’” diye bağırdığını
duydum.
Babam başıyla onayladı. “Aynen öyle. Şimdi bu şarkının
çok özel bir versiyonunu dinleyeceğiz. Şarkıyı Oz’la biraz değiş­
tirdik bu gece için. Bu versiyonuna ‘Seninle Sürüklenmek’ adını
verdik.”
Babam gitarına hafifçe vurarak ritim tuttu. Sonra Ozla
birlikte şarkıya girdiler. Annem elini ağzına kapatmış onları
izliyordu. Sonra dönüp baktı. Gözleri dolmuştu. Parmağındaki
elmas yüzüğüyle oynuyordu. Aa. Aa. Babamla Oz ilk kıtayı
söylerken jetonum düştü.

“Ömrüm boyunca
Başımı suyun üstünde
Zorlukla tutuyordum
Sonra bir gün
Seni gördüm
Gözlerimde gizlenen acının
Ağırlığım gördün
306 Jasinda Wilder

Ve acılarımı
Alıp götürmek istedin

Ama sana söyleyecek kelimelerimyoktu


Çünkü dibe dalıyorum

Seninle dibe dalıyor, dalıyorum


Sana karşı koyamıyorum, bebeğim
Seninle dibe dalıyor, dalıyorum
Aşkın beni iyileştiriyor

Şimdi kader araya girdi


Bir araya getirmek için plan yaptı
Bizi ve hayatlarımızı
Sesinin siren şarkısı
Kalbinin ritmi
Beni çağırıyor
Adımı fısıldıyor

Artık sana söyleyeceğim kelimelerimyok


Çünkü seninle dibe dalıyorum

Seninle dibe dalıyor, dalıyorum


Sana karşı koyamıyorum, bebeğim
Seninle dibe dalıyor, dalıyorum
Hâlâ dalıyor, dalıyorum

Şimdi kader araya girdi


Ve bizi bir araya getirdi
Gözlerimizin ardındaki
Korkularımız ve acılarımız
Sensiz 307

izim izi süren hayaletlere rağmen


Musallat ruhların sisi gibi
Sen hâlâ acımı almaya ve senin yapmaya
Beni iyileştirmeye çalışıyorsun
Güzel gözlerin gülümsüyor gözlerime
Seninle dibe dalıyor, dalıyorum
Sana karşı koyamıyorum, bebeğim
Seninle dibe dalıyor, dalıyorum
H âlâ dalıyor, dalıyorum
H âlâ dalıyor, dalıyorum
Seninle dibe dalıyor, dalıyorum. ”

Babam çalmaya devam etti ama ses teknisyenleri sesi kıstılar. Bu


yüzden melodi az duyuluyordu. Sanki gerçekleşmek üzere olan
şeyin arka planı gibiydi. Oz gitarını sırtına astı, bana döndü ve
mikrofonu eline aldı.
“Kylie... işte buradayız. Hazır mısın?” Bana sırıttı ve önümde
durdu. Başımı salladım ve nefes almaya çalıştım. “Yirmi yıl
önce baban bu şarkıyı annen için söylemiş. Bunu özel bir
şekilde yapmak istedim ve baban bunun çok güzel olabileceğini
düşündü. O teklifin videosunu bile izledim ve babanın mükem­
melliğini kıskandığımı kabul ediyorum. Fikrini çalmamı önem­
semediği, hatta bunu daha da mükemmelleştirmeme yardım
ettiği için babana müteşekkirim.”
Derin bir nefes aldı, arka cebine uzandı. “Seni sevi­
yorum, Kylie. Sen benim için o kadınsın. Sen beni kurtardın.
Hayat beni yakalamıştı. Boğazımdan tutmuştu. Gerçekten
umudumu kaybetmiştim, dibe batıyordum. Sonra seninle
tanıştım. Sen bana kafamı suyun üstünde tutmak için bir
sebep verdin. Sen bana yüzmeyi öğrettin. Bana yaşamayı
Öğrettin. Ben de pes etmek yerine âşık oldum. Senin büyüne
308
Jasinda Wilder

kapıldım, Kylie. O günden beri her gün daha çok, daha çok
âşık oluyorum sana.”
Hiç utanmadan ağlıyordum ve kimin gördüğünü umursa­
mıyordum. Ayağa kalktım ve Oz’un yanına gittim. Ama o bir
dizinin üstüne çöktü ve yüzüğü kaldırdı. Bu küçük, sade bir
yüzüktü. İnce beyaz, altın bir şerit ve prenses kesim bir pırlan­
tadan oluşuyordu; o anda benim için dünyada gördüğüm en
güzel şeydi. Oz’un yüzü ve gözlerindeki aşk hariç en güzel şeydi.
Oz kafasını kaldırıp bana baktı. Kendi duygularını kontrol
etmeye çalıştığı belliydi. “Kylie Calloway, benimle...”
Bitirmesine izin vermedim. Dizlerimin üstüne çöktüm ve
ona sarıldım, dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Sahnede
geriye düştük. Kalabalık çıldırdı, alkışlamaya, tezahürat etmeye
başladı. Oz mikrofonla yüzüğü tutmaya devam etti. Bense
göğsünde yatıyordum. Mikrofonu dudaklarına götürdü.
“Bunu evet olarak alıyorum?”
Sol elimi kaldırdım ve yüzüğü parmağıma taktı. Mikrofonu
aldım. “Evet, Oz! Tabii ki, evet. Bütün kalbimle evet.”
Bizi izleyen binlerce insanı umursamadan öpüşmeye başladık.
Babamın konuştuğunu duydum. “Sana tekrar evlenme
teklif edemem, Nelly, bebeğim ama son yirmi yılın ne kadar
mükemmel geçtiğini söyleyebilirim. Seni o zamankinden bile
daha çok sevdiğimi söyleyebilirim. Önümüzdeki yirmi yılın
her saniyesini seni daha çok sevmekle geçireceğimi söyleyebi­
lirim.”
Kalabalık bunu kaldıramadı. Çıldırmışlar, sevinçten delir­
mişlerdi. En sonunda ortam fazla ısınmadan Oz’la birbirimizden
ayrıldık.
Annem de ağlıyordu. Mikrofonu Oz’un elinden aldı. “Biliyor
musunuz, ben de Colt’un cümlesini tamamlamasına izin verme­
miştim. Anasına bak kızını al oldu, değil mi?”
Sensiz 309

Oz’a baktı. “Oz, soyadın CalIoway değil ama kocama o kadar


çok benziyorsun ki bu bazen beni korkutuyor. Kızımla evlen­
mesi için senden daha iyi birini düşünemiyorum.”
Colt’a döndü. “Bebeğim... O kadar mükemmelsin ki bazen
başımı döndürüyorsun. Seni o kadar çok seviyorum ki bunu
nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum, hiçbir zaman da bilemedim.
Bütün hayatımı seni ne kadar çok sevdiğimi göstermeye çalışarak
geçirdim ama hiçbir zaman hakkıyla başaramadım. Neyseki
ömrümüzün geri kalanında denemeye devam edebileceğim.”
Mikrofonu annemden aldım. “Sıra bende. Hepiniz o kadar
romantiksiniz ki. Ama sizi seviyorum. Oz, tek söyleyebileceğim
şey ben de senin büyüne kapıldım ve seni baştan çıkartarak
sırrı öğrenmeme izin vermediğin için minnettarım.” Annem ve
babam aynı anda gözlerini devirdiler ama ben konuşmaya devam
ettim. “Anne ve baba... Size teşekkür etmek istiyorum. Her şey
için. Ve size, hayranlarımıza. Bütün bunları sonuna kadar izledi­
ğiniz için teşekkürler. Bizi bu turnede desteklediğiniz, bu konseri
yapmamızı istediğiniz için teşekkürler.”
Kalabalık tezahüratı kesmedi. Sesler, kulakları sağır edecek
duruma geldi. Dördümüz ayağa kalktık, el ele tutuştuk ve seyir­
cilere dönerek onları selamladık. Hayranların gitmemize izin
vermesi tam on dakika sürdü.
Sahneden inerken hepimiz çok mutlu ve adrenalinle
doluyduk. Seyircilerden uzaklaşınca döndüm ve Oz’un kollarına
atıldım.
“Sana inanamıyorum!” Yüzümü boynuna gömdüm. “Bu
harikaydı. Çok harikaydı.”
Güldü. “Beğeneceğinden emin olamadım. Ama baban böyle
bir teklifi beğenecek kadar annene benzediğini söyledi. Ben de
akşam yemeğinde yapacağım bir teklifin bu kadar özel olmaya­
cağını düşündüm.”
310
Jasinda Wilder

Teklifine bayıldım.”
Sırıttı, sonra beni yere indirdi. “Sana bir sürprizim daha var.”
“Öyle mi? Neymiş?” Daha ne sürprizi olabilir tahmin edemi­
yordum.
Arka cebine uzandı ve bir anahtar çıkardı. “Şu gördüğümüz
küçük evi hatırlıyor musun?”
Turne başlamadan önce Oz ve ben birlikte dolaşıyorduk.
Sokaklarda kaybolmuştuk ve satılık küçük, çok tatlı bir evle
karşılaşmıştık. Ben arabadan inmiş ve pencerelerden içeri
bakmıştım. Evi çok beğenmiştim ve almak istemiştim. Hatta
Oz’u ikna etmeye çalışmıştım. Ama o konuyu geçiştirmiş, buna
hazır olmadığımızı söylemişti. Ben de ısrar etmemiştim. Sayılır.
Geçtiğimiz birkaç ayda internetten bakmaya devam etmiş, hâlâ
satılık mı diye araştırmıştım.
“Evet?” diye sordum. Heyecan her yanımı sarmıştı.
Anahtarları elime bıraktı. “O ev artık bizim.”
“ Gerçekten mi?” Sesim heyecandan titriyordu, kendimi
kontrol etmek zorunda kaldım. “Yani... Gerçekten mi? Aldın
mır
Omuz silkti. “Evet. Ama tabii yardım aldım.”
Babam geldi. “Tebrik ederim, bebeğim.”
Oz’un bana ev alırken babamdan yardım alması inanılmazdı.
Önce kime sarılacağımı bilemedim. Bu yüzden ikisine aynı anda
sarıldım. “İkinizi de çok seviyorum.”
Oz’la babam aynı anda, “Ben de seni seviyorum, bebeğim,”
dedi.
Güldüm. Son yirmi dakikadır üçüncü kez ağlamamak için
kendimi zor tuttum. “Ne zaman taşınıyoruz?”
Oz, “Yarın eşyalarımızı almak için bir kamyon gelecek,” dedi.
Kate yanıma geldi ve bana sarıldı. “İkiniz adına çok
mutluyum. Oz, sensiz ev çok sessiz olacak.”
Sensiz 311

Oz gözlerini devirdi ve annesini kendisine doğru çekti.


“Yanma geleceğiz, anne. Bizim eve de bekleriz. Çok sık gelme,
yeter.”
Kate burnunu çekti ve Oz’un sırtına hafifçe vurdu. “Bili­
yorum, bebeğim.”
Ekip bizi tebrik ettikten, Anderson herkesin elini aynı anda
sıktıktan sonra, reklam müdürümüz imza için uzun bir kuyruk
olduğunu söyledi. Bütün bunların arasında, parmağımdaki
yüzüğe bakmadan ve sürekli Oz’la yaşamanın nasıl olacağını
düşünmeden edemedim.
Mükemmel olacaktı.
En sonunda arabada yalnız kaldığımızda, Oz’u durdurdum.
“Sen hayatımı mükemmel bir hale getirdin, Oz. Seni kurtardı­
ğımı söylemiştin ya. Aslında sen beni kurtardın. Şimdi seninle
birlikte yaşayacağım. Hayatım daha ne kadar iyi olabilir ki?”
Oz, “Sanırım olamaz,” dedi. Sonra beni öptü. “Belki de olur.
Hadi eve gidelim ve göstereyim.”
A d i G e ç e n Şa r k i l a r i n
Ç a l m a Lİ s t e s î

Stone Sour’dan “Monolith”


Black Veil Brides’tan “We Stitch These Wounds”
Bring Me the Horizon’dan “Home Sweet Hole”
It Dies Today’den “Life of Uncertainty”
Bullet for My Valentine’dan “Breaking Out, Breaking Up”
Brad Paisley’den “I’m Stili a Guy”
Lady Antebellum’dan “Goodbye Town”
Lee Brice’tan “Four on the Floor”
Brantley Gilbert’tan “Hell on Wheels”
Bring Me the Horizon’dan “The Sadness Will Never End”
Stili Remains’ten “In Place of Hope”
Amon Amarth’tan “A Beast Am I”
Iron & Wine’dan “Freedom Hangs Like Heaven”
Matt Nathansondan “Come On Get Higher”
Ed Sheerandan “Kiss Me”
Green River Ordinance’tan “Cannery River”
Sensiz 313

Jason Walker’dan “ Down”


Snow Patrol’dan (ft. Martha Wainwright) “Set Fire to the Third
Bar”
Parachute’den “She Is Love”
John Mayer’dan “Love Is a Verb”
Passenger’dan “Let Her Go”
Ya z a r notu

Bu kitabı yazmak bir bakıma zordu. Olaylar; Nell, Colt ve Jason,


Becca’nın çocukları büyüdüğünde gerçekleşiyor. Bu yüzden
geleceklerini kurmak için Seninle ve Benimle'nin olaylarının
üstünden on sekiz sene geçmesi gerekti. Ancak ilk iki kitabın
düzenini takip etmek için bu kitaba da müzik eklemem gereki­
yordu. Müzik, ilk iki kitabın hikâyesinin özünü oluşturuyordu.
Karakterlerin özünü yakalayacak, hikâyenin temelini oluştu­
racak, ritmine uyacak müzikler kullanmak zorundaydım. Bu
yüzden bu hikâyedeki müzikler, bizim zamanımızdan, bugü­
nümüzden. “Gelecekten” bir pop ve indie kültürü oluşturmak
aynı etkiyi yaratmayacaktı. Bunlar YouTube’dan, iTunes’tan,
Grooveshark’tan veya Spotify’dan bakabileceğiniz şarkılar
olmalıydı. Bu ne kadar çağdışı görünse de Oz ve Kylie’nin
aşina olacağı şarkılara gönderme yapmaları gerekiyordu.
Oz’un müziğine gelince... Herkese uygun olmayabilir. Bu
benim kitaplarımda kullandığım müzik tarzlarından çok farklı.
Çoğu olmasa da okuyucularımdan bazılarının bundan hoşlan­
mayacağını veya bunu anlamayacağını biliyorum. Şarkılar ağır
metal ve bunun çeşitli alt türlerinden. Ama bu Oz’un müziği,
onun için önemli ve onun kitabın çoğunda yansıttığı hisle­
rinin temelini oluşturuyor. Ayrıca, yazar olarak Oz’un kafasına,
ruhuna girmem gerekiyordu. Grup önerileri için kayınbirade­
rime teşekkür etmek istiyorum. Bu kitabı veya bu notu muhte­
melen hiç okumayacağını bilsem de, yine de teşekkürler.
Serinin diğer kitapları
Nell Hawthorne çocukluk arkadaşı Kyle Calloway e
âşıktır. Aşkları hiç bitmeyecek gibidir. Ancak bir gece Kyle
trajik bir kaza sonucu hayatını kaybeder ve bu kaza Nell’i
tamamen değiştirir. Kyle’ın cenazesinde Nell, ilk defa
Kyle’ın kardeşi Coltonla karşılaşır ve her ikisi de Kyle’ın
yokluğunda hayatlarına yeni bir yön çizer. Yıllar sonra
bu ikili tekrar karşılaşır; bu sefer bu karşılaşma onları hiç
tahmin edemeyecekleri tadı bir çıkmaza götürecektir.
B ecca de R osa N ell’in en yakın arkadaşıdır. Erkek arkadaşı
K yle hayatını kaybettiğinde Nell kendini dünyaya o kadar
k ap atm ıştır ki en yakın arkadaşı Becca bile ona ulaşamaz.
N e ll’e acısını hafifletm ede yardım etmeye çalışsa da
B ecca’nın kendi hayatı da alt üst olm aktadır. Bildiği her
şey değişiyordur. Kyle’ın en yakın arkadaşı Jason Dorsey,
N e ll’e çıkm a tek lif eder am a bu randevu gerçekleşmez.
O n u n yerine N e ll’in en yakın arkadaşı Becca ile buluşur.
N e ll’in isteğiy le... B u buluşm a onlar için uzun tatlı bir
birlikteliğin başlangıcı olur...
----------------- -
i
Değerli Okuyucumuz, j
Pena Yayınları’nı seçtiğiniz için teşekkür ederiz. Okuduğunuz bu
kitabın beklentinizi karşıladığını umarız. Pena’da, bir kitap kapanır, yeni
bir iletişim başlar.
Bize www.penayayinlari.com ve www.facebook.com/penayayinlari
sayfalarımızdan ulaşarak bu iletişimi daha da zengınleştirebilirsiniz:
• Kendiniz ve arkadaşlarınız için kitap önerilerine göz gezdirebılir,
• Kitap videolarını izleyebilir,
• Kitaplanmızın ilk bölümlerini okuyabilir ve kendiniz için en uygun
olanı seçebilir,
• En sevdiğiniz yazarların imzalı kitaplarına ulaşabilir,
• Yarışmalarımıza katılabilir ve hediyeler kazanabilir,
• Yazarlarla iletişime geçebilir,
• Görüşlerinizi paylaşabilirsiniz.

Aşağıdaki bilgilerinizi okuyucu@penayayinlari.com adresine


gönderdiğiniz takdirde bu fırsatlardan her zaman yararlanabilirsiniz.

Ad:
Soyad:
E-posta:
Doğum tarihi:
Cinsiyet:
Adres (Kataloğumuzun adresinize gelmesini istiyorsanız):

* Yeni! İletişim bilgilerinizi doldurduktan sonra bu sayfanın fotoğrafını


çekip yukarıdaki e-posta adresimize gönderin, bu fırsatları kaçırmayın.

Sevgilerimize,
PENA YAYINLARI

You might also like