You are on page 1of 265

Manzume-i Tertib-i Ulûm, Tertibu'l Ulûm,

Kaside Fi'l-Kütübi'l Meşhure Fil Ulûm, Keval<ib-i Seb'a ve


Erzurumlu İbrahim Hal<kı'nm Tertib-i Ulûm isimli Eserine Göre,
XVII ve XVIII. Yüzyıllarda

OSMANLI MEDRESELERİNİN
EĞİTİM PROGRAMLARI
T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI YAYINLARI / 2850
Yayımlar Dairesi Başkanlığı
Kültür Eserleri Dizisi/362

* Manzume-i Tertib-i Ulûm,


* Tertibu'l Ulûm,
* Kaside Fi'l-Kütübi'l Meşhure Fi'l Ulûm,
* Kevakib-i Seb'a
Ve Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın Tertib-i Ulûm
İsimli Eserine Göre, XVII ve XVIII. Yüzyıllarda

OSMANLI MEDRESELERİNİN
EĞİTİM PROGRAMLARI

Doç. Dr.ÖmerÖZYILMAZ
T.C. KÜLTÜR BAKANLIĞI, 2002-ANKARA
ISBN 9 7 5 - 17-2978-5
Kapak Düzeni / Yeni Umut

özyılmaz, Ömer
Manzume-i tertib-i ulum tertibu'l ulum ka­
side fi'l-kütübi'l meşhure fi'l ulum kevakib'i
seb'a ve Erzurumlu ibrahim Hakkı'nın tertib-i
ulum isimli eserine göre XVII ve XVIII. yüzyıl­
larda Osmanlı medreselerinin eğitim programları
/Ömer özyılmaz - Ankara:Kültür Bakanlığı,2002.
XVII, 244 s. ; 20 cm. - (Kültür Bakanlığı
yayınları ; 2850. Yayımlar Dairesi Başkanlığı
kültür eserleri dizisi ; 362)
ISBN 975-17-2978-5
1. k.a. II. Osmanlı medreselerinin eğitim
programları III. Seriler:
371.009561015

www.kultur.gov.tr
E-Posta: yayimlar@kutuphanelergm.gov.tr

Birinci Baskı, 5000 Adet

YENİ UMUT MATBAACİLİK & TANITIM HİZMETLERİ


Tel : 0.312. 424 02 90 • Fax : 0.312. 424 12 59
SUNUŞ

Engin bir tarih ve kültür hazinesi olan Osmanlı Devleti


ve onun eğitim sisteminin üzerinde, bugüne kadar çok de­
ğerli çalışmalar yapılmış olmasına rağmen, kapalı pek
çok yönünün bulunduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla
Osmanlı Devleti'nin, araştınlması gereken en önemli yön­
lerinden birisinin, onun eğitim sistemi olduğu kuşkusuz­
dur. Zira Osmanlılann başarıyla uyguladığı o eğitim siste­
mi, hem devleti altı asır ayakta tutmuş olan, hem de çok
değişik etnik, dini ve kültürel kökene mensup ulusları, hiç­
birisinin bu kimliklerini zedelemeden, birini diğerine
ezdirmeden bir arada yaşatan, bununla beraber onlara
"Osmanlı" olmayı bir üst kimlik olarak uzun zaman kabul
ettiren önemli etkenlerden birisidir Onun gerçekleştirdiği
bu olgu, bir bakıma değişik etnik, dini ve kültürel kökene
mensup insanlan bir arada yaşatma projesi olan demok­
rasinin de bugün gerçekleştirmeye çalıştığı hedeflerden­
dir. Bundan dolayı bu eğitim sistemi, bütün olumlu ve
olumsuz yönüyle araştınlıp, ortaya çıkarılmalı ve günü­
müz eğitimcilerinin kullanımına sunulmalıdır Kuşkusuz
bundan alınacak pek çok dersler olduğu inancındayım.

İşte elinizdeki bu çalışma, Osmanlı Devleti'nin, söz ko­


nusu eğitim sistemini ve onun, en önemli bölümü olan eği­
tim programlannı konu almaktadır Bu çalışma, birinci de­
recedeki kaynaklara dayalı olarak yapılmış özgün bir ça­
lışmadır.
Bir eğitim bilimci olarak, Osmanlı Devleii'nin eğitim sis­
temine yönetip, onun en önemli ve bilinmeyen yönlerin­
den birisi olan eğitim programlannı, Osmanlı kaynakları­
na dayanarak ortaya çıkaran değerli bilim adamı Doç. Dr
Ömer ÖZYILMAZ'a teşekkürlerimi sunuyorum.

4-p
Prof. Dr. B. Suat ÇAĞLAYAN
Kültür Bakanı

VI
İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ XI
KISALTMALAR XVII
GİRİŞ 1
A- OSMANLI MEDRESELERİNİN KURULUŞ VE
GELİŞMESİ 3
a- Medreselerin Kuruluş ve İşlevi 3
b- MedreselerinTarihî Gelişimi 7
c- Öğretim Elemanı (Müderris) Yetiştirilmesi ve
İstihdamı 15
d- Eğitim- Öğretimden Yararlanma Hakkı 16
B- OSMANLIU^R DÖNEMİNDE YAZILMIŞ BAZI
EĞİTİM PROGRAMLARI 17
1- EĞİTİM PROGRAMLARININ ÖNEMİ ve
TANIMI 17
2- MANZUME-I TERTİB-I ULÛM 21
3-TERTİBU'L ULÛM 27
4- KASİDE Fİ'L-KÜTÜBİ'L MEŞHURE Fİ'L ULÛM . .30
5- KEVAKİB-I SEB'ADAKİ EĞİTİM PROGRAMI : . . .37
6- PROGRAMIAR HAKKINDA GENEL BİR
DEĞERLENDİRME 42

I. BÖLÜM

TERTİB-I ULÛM VE İBRAHİM HAKKI ERZURUMİ 47


ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI ve TERTİB-I ULÛM 49

Vii
II. BÖLÜM
TERTİB-İ ULUM 59
BİR EĞİTİM PROGRAMI OU^RAK TERTİB-I ULÛM . . . .61
A- TERTİB-I ULÛM'UN TEMEL K O N U ^ R I 64
B- PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK YA DA ÖĞRENCİYİ
EĞİTİM ORTAMINA HAZIRLAMA 68
1- Öğrenciyi İlme Teşvik (Motive) Etme: 68
2- İlim Öğrenmede Niyet: 70
3- Aile Çevresiyle İlişkiler: 72
4- İlim Ehlini Maksada Ulaştıran Metod:
(Okumak, Yazmak, Derinleşmek.) 76
5- Günlük Ders Sayısı: 78
6- Tedris Ve Tatil Günleri:
(Eğitim Öğretim ve Dinlenme Günleri) 80
7- Öğrendiğini Unutmamanın Yolları: 82
8- Dinlenme Ve Eğlence 85
C- ALET İLİMLERİNE GENEL BAKIŞ 88
1-İlim Ve Hilm'in Üstünlüğü: 91
D- KUR'AN VE H A ^ (YAZI) ÖĞRETİMİ 92
E- ISTILAH ÖĞRETİMİ VE İSLÂM HAKKINDA İLK
BİLGİLER 96
1-Istılah Öğretimi 96
2- İslâm Hakkında İlk Bilgiler (llmühal Bilgisi): 102
3- Eğitim-Öğretim Metotları: 103
4- Akaid:(lmam Bilgisi) Öğretmeni 104
5- Peygamberimiz (S.A.V) ve Özellikleri: 104

VIII
F- SARF İLMİ VE ÖĞRETİMİ 107
1 - Osmanlı Medreselerinin Öğretim Dili ve
Sebepleri 107
2- Sarf İlminin Öğretimi 108
3- Farsça Dil Öğretimi: 112
G-NAHİV İLMİ VE ÖĞRETİMİ 117
1- Nahiv İlmi 117
2-Nahiv İlminin Öğretimi 117
H- MANTK İLMİ VE ÖĞRETİMİ 123
1- Mantık İlminin Tanımı 123
2-Mantık İlminin Öğretimi 125
I- ADABÜ'L BAHS VE'L MÜNAZARA
(CEDEL DİYALEKTİK) İLMİ VE ÖĞRETİMİ 130
1- Cedel İlminin Tanımı ve Geçirdiği Safhalar 130
2- Adabu'l Bahs ve'l Münazara İlminin Öğretimi . . .132
3- Abadu'l Bahs ve'l Münazara İlminin Yararları . . .135
J- BELAGAT İLİMLERİ VE ÖĞRETİMİ 137
1- İnsan Psikolojisi ve Edebiyat 137
2- Edebiyat Öğretimi 139
K- HİKMET (FELSEFE) VE ÖĞRETİMİ 143
1- Felsefenin Tanımı 143
2-Felsefenin Öğretimi 145
3- Kelam İlmi ve Öğretimi 146
L- RİYAZİ İLİMLERİ VE ÖĞRETİMİ 152
1- Bu Programın Hedeflediği İnsan Tipi 152
2- Hendese (Geometri) ilmi ve öğretimi: 154
3- llm-i Hisab (Matematik) İlmi ve Öğretimi: 155

IX
4- Im-i Hey'et (Astronomi) İlmi ve Öğretimi; . . . . . .157
5- llm-i Zic ve Öğretimi: .161.
6- Tıp İlmi ve Öğretimi: 163
M- USUL (METODOLOJİ) İLİMLERİ VE ÖĞRETİMİ . . .168
1- Usul Kelimesinin Etimolojik Tahlili: 168
a-Lügat Yönünden: 168
b- Istılah (terim) Yönünden: 169
2- On ikinci Bölüme Usul Denmesinin
Sebepleri: . .170
3- Fıkıh Usulü İlmi Ve Öğretimi: 172
4- Hadis Usulü İlmi Ve Öğretimi: .174
5- Tefsir İlmi ve Öğretimi: .176
N- PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK YA DA TOPLUMSAL
FAALİYETLERE HAZIRL7\MA 180
1- Evliliğe Teşvik etme: 182
2- Halkla İlişkilere Dikkat Çekme: 184
3- Çevre ya d a Dünya ile İlişkiler: .185
4-Allah ile olan irtibat: 190
5- Varlığın Gayesi: . 192
SONUÇ ..197
Ek'ler(Kitab-ı Tertib-i Ulûm) 207
Genel İndeks 233
Bibliyografya 237
ÖNSÖZ

Bilindiği gibi ecdadımız, edebî sanatlann, ilimlerin, edebiya­


tın, tekniğin, ve devlet idaresinin gelişmesi ve yükselmesi yo­
lunda büyük Inizmetler yapmış, bu sahalarda önemli eserler
vermişlerdir. Gayet açıktır ki, eğer onlar eğitim ve öğretime
karşı aşırı derecede bir ilgi duymamış olsalardı, bu ilmî, siyasî
ve (çağlarına göre) teknolojik hedeflere ulaşmaları mümkün
olamazdı. Uzun tarihimiz boyunca, atalarımızın ayırıcı özelliği
olan bu ilgiyi, diğer etkenlerin yanında, onlarda, Kur'an ve Ha-
dis'in sürekli olarak ilme teşvik etmesi uyandırmıştır, denebilir.

Bu yüzden ecdadımızı, bahsedilen o yüce hedeflere ulaştı­


ran eğitim-öğretim müesseselerini, onlarda uygulanan eğitim
programlarını, metodunu ve disiplinini incelemek üzerimize dü­
şen önemli bir görevdir. Zira bunlar bizim mazimizdir ve bizler
kökü mazide (geçmişte) olan atileriz, yani geleceğin kendisiyiz.
Ayrıca geçmişini bilmeyenler, geleceklerini de başarılı bir şekil­
de düzenleyemezler kuralı da bu manada hatırdan çıkarılma­
malıdır.

Bizler, ecdadımızın eğitim-öğretim sistemlerini, bir bütün


halinde incelemekle, aynı zamanda bugün değişik, eğitim sis­
temlerinin ortaya attığı görüşlere yenilerini eklemiş, insanlığın fi­
kir hazinesini zenginleştirmiş, münakaşa, münazara ve muka­
yese imkanlarını artırmış oluruz.

Bu maksatla biz, tarihimizin önemli bir kesiti olan Osmanlı­


lar dönemine yönelip, onların eğitim-öğretim sistemleri üzerine
çalışma yapmayı önemli bir uğraş alanı olarak seçtik, Osmanlı

XI
eğitimi üzerine, gerel< Üll<emizde, gerekse yurt dışında çok de­
ğerli çalışmalar yapılmıştır, yapılması da şarttır. Zira orası bizim
olmakla beraber, insanlığa ait bir kültür hazinesidir. Yapılan bu
çalışmalar büyük ölçüde, tarihçiler başta olmak üzere, değişik
bilim uzmanlarına aittir. Bu çalışmalar çok değerli olmanın ya­
nında, Osmanlı eğitimine yönelik olarak hazırlanmış birer bilgi
arşivi hükmündedirler ve asla yadsınamazlar. Ancak bu çalış­
malar,"eğitim bilimci" mantalitesiyle ve o metotla yapılmış ça­
lışmalarla desteklenmelidir. Zira konu, eğitim bilimlerinin konu­
sudur. Ümit ve temenni ediyorum ki, başta A. Ü. Eğitim Bilim­
leri Fakültesi öğretim elemanları olmak üzere, eğitim bilimleri
üzerine çalışmalar yapan diğer bütün bilim insanları, Osman­
lı eğitimine yönelik çalışmalar yapmaya başlarlar. Bu çalışmalar
aynı zamanda. Ülkemizde gelişmekte olan "Eğitim Bilimleri"
alanının da önemli bir temelini oluşturacaktır.

Biz, çok geniş bir konu olan Osmanlı eğitiminin önem­


li bir bölümünü, "Eğitim Programlarım" inceleme konusu yaptık.
Bu konunun temel verilerini, Osmanlı kütüphanelerinden ara­
mak gerekiyordu, öyle yaptık. Çalışmamızı ilk önce, bir eğitim­
ci gözüyle, tarihimizin yetiştirdiği mümtaz ilim adamlarımızdan
olan İbrahim Hakkı Erzurumi'nin yazma bir eseri olan Tertib-i
Ulûm üzerine yoğunlaştırdık. Araştırmamız, İbrahim Hakkı Er­
zurumi'nin söz konusu eserini tespit etme, bulma, ondaki bilgi­
leri açığa çıkarma ve onu yorumlamayı hedef edinmişti. Bunun­
la birlikte çalışmamız esnasında, çeşitli araştırmalanmız netice­
sinde, Erzurumi'nin eseri seviyesinde ve onun benzeri, yaklaşık
olarak aynı asırda yaşayan müelliflere ait dört eser daha bulduk

XII
ve çalışmamızda onlardan da yararlandık. Bu tür eserlerin ge­
neli ile ilgili olarak söyleyeceğimiz ilk söz, onların birer "tekliften
ziyade, "haber" oluşlarıdır.

Biz bu çalışmanın Giriş kısmında, önce medreselerin ortaya


çıkışları, nasıl birer eğitim kurumu oldukları, fonksiyonlarının ne­
ler olduğu ve bu fonksiyonlarını icra edip edemedikleri, tarihi
gelişimleri ve nasıl sistemleştirildikleri hakkında özet bir bilgi su­
nacağız. Bu, daha çok, bir eğitim kurumu olarak medrese ile ilk
defa karşılaşacak olanlara yönelik olarak hazırlanmış "oryan-
tasyon bilgisi" anlamındadır. Daha sonra söz konusu dört ese­
ri kısaca tanıtacağız, Bunlardan sonra, I. Hakk'nın eserinde,
Osmanlı medreselerinin eğitim programlarının ne olduğunu;
onlardaki öğretim, faaliyet (çalışma) ve rehberlik programlarının
nasıl düzenlendiğini; eğitim durumlarının ne olduğunu, yani
hangi sınıflarda, hangi derslerin; hangi derslerde hangi eserle­
rin, hangi metotlarla okutulduğunu; sınama (değerlendirme)
durumlarının nasıl gerçekleştiğini tespit etme imkanını bulaca­
ğız.

Eser birer eğitim programı olduğu için, tahsil hayatına baş­


layan genç insana, ikna edici bir üslûpla, bazı metodik bilgile­
rin verildiği bölümle başlıyor. Bu kısmı, öğrenciyi eğitim ortamı­
na hazıriama ve onu motive etme bölümü olarak görebiliriz.
Daha sonra sırayla diğer bölümlere (bablara) geçiliyor ki, Ter­
tib-i Ulûm'da bu manada bölüm sayısı on ikidir. Bunları çalış­
mamızda etraflı olarak ele alıyoruz.

Biz, bu çalışmayı, Tertib-i Ulûm sistematiğine göre belirie-


dik. Konular işlenirken Tertib-i Ulûm'dak bilgileri esas olarak

Xill
kabul ettik. Bu maksatla eseri, yani Tertib-i Ulûm'u baştan so­
na beyit beyit yorumladık. Bu beyitlerin orijinallerini verdik, fa­
kat okuyucuya kolaylık olsun diye, bugünküTürkçe ile de yeni­
den yazdık. Bu arada, çok rahat anlaşılacak bazı beyitleri de
açıklama gereği duymadık.

Konu başlıklanna isim olarak verilen ilim dalları hakkında ve


konunun başlangıcında eserin akışını sekteye uğratmamak
kaydıyla özet bir bilgi sunduk. Bu bilgileri o ilim dallarındaki oto­
ritelerden almaya dikkat ettik. Ayrıca her bölümde öğrencinin
okuması istenen ders kitapları hakkında tanıtıcı bilgi vermeyi de
ihmal etmedik. Yaklaşık yüz yirmi civarındaki bu eserlerin bü­
yük bir kısmı hâlâ, bilim dünyasında yararlanılan eserler arasın­
dadır. Çalışmamızda objektif olmaya yani bu programlardaki
dolayısıyla Osmanlı medreselerindeki normallikleri, güzellikleri
ve eksiklik yahut hata diyebileceğimiz hususları rahat bir şekil­
de ortaya koymaya gayret ettik. Ne, olduğundan daha güzel,
ne de kötü göstermeye yönelmedik. Zaman zaman güzellikler
sergilenirken, bir coşkunun olduğu hissedilrse de, bunu yaza-
nn, ait olduğu milletten bahsetmesine vermenin, ona karşı bir
lütuf olacağı açıktır. Bu yapılanların, çalışmamıza ayrı bir özellik
katacağını düşünüyorum. Bunun yanında asıl olarak Erzuru­
mi'nin Osmanlı eğitimine ait görüş ve düşüncelerini, asrını da
göz önüne alarak tenkit ve tahlile tâbi tuttuk.

Çalışmamızın Sonuç kısmında da, bu çalışmadan bizim el­


de ettiğimiz yahut çıkardığımız somut bilgilerin veya derslerin
neler olduğunu okuyucuyla paylaşacağız.

XIV
Araştırma konusunun seçim ve hazırlanışında yardımcı olan
değerli hocam Prof. Dr. Halis Ayhan Beye; çalışmamızı, basımı
esnasında inceleyerek, kendisinden çok yararlındığım değer­
li eleştirileriyle bize ışık tutan ve büyük katkı sağlayan kıymet­
li Hocam Prof. Dr. Beyza Bilgin Hanımefendiye en derin teşek­
kürlerimi sunmak benim için bir borçtur. Ayrıca, U. Ü. İlahiyat
Fakültesinin diğer değerli öğretim üyelerine ve mesai arkadaş­
larıma; başta Süleymaniye Kütüphanesi yönetici ve çalışanları
olmak üzere, İstanbul, Bursa ve Erzurum'dak diğer pek çok
kütüphanelerin çalışan ve yöneticilerine, esirgemeden göster­
dikleri yardımlarından dolayı minnet borçluyum.

Doç. Dr. Ö M E R . Ö Z Y I L M A Z

20/06/2002

Ç/\NKAYA/ ANKARA

XV
KISALTMALAR
a.e. : Aynı eser
a.g.e. : Adı geçen eser
A.Ü.E.B.F. Yay. : Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri
Fakültesi Yayınları
A.Ü.I.F. Yay : Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları
Bkz. : Bakınız
C. : Cilt
Çev. : Çeviren
D. : Doğumu
D.I.B. Yay. : Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
H. : Hicri
Ist.Ü.Yay. : İstanbul Üniversitesi Yayınları
İst. 0.E.F.Yay : İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Yayınları
Krş. : Karşılaştır
Ktp. : Kütüphanesi
Kit. : Kitaplığı
M.EB.Yay. : Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları
Müt. : Mütercim
M.Ö. : Milattan Önce
M.S. : Milattan Sonra
Nşr. : Neşreden
T.T.K.Basımevi : Türk Tarih Kurumu Basımevi
V : Vefatı
Vb. : Ve bunun gibi
Vd. : Ve devamı
Vr. : Varak

XVII
GİRİŞ
A - O S M A N U MEDRESELERİNİN KURULUŞ VE

GELİŞMESİ

Bu çalışmanın asıl amacı, Osmanlı medreselerinin eğitim


programları üzerinde yoğunlaşmaktır. Fakat konuya hem bir
hazırlık, hem de bir giriş olması düşüncesiyle "Medrese" hak­
kında kısa bir tanıtıcı bilgi verilecektir.

a- Medreselerin Kuruluş ve işlevi:

İslâm dünyasında, eğitim-öğretim faaliyetleri. Peygamber


(s.a.v.) döneminden beri, büyük ölçüde mescit (cami) lerde,
küttaplarda, ulema evlerinde, kitapçı dükkanlarında, sarylarda
ve edebiyat salonlarında yapılırdık Özellikle örgün eğitim-öğre­
tim faaliyetlerinin yoğunluk kazandığı mescitler, aslında ibadet
ağırlıklı eğitim kurumları idiler. Zamanla ve çeşitli sebeplerden
dolayı2 mescitler, ibadetin yanında eğitim öğretimin de yükü­
nü kaldıramaz oldular. Örgün eğitim faaliyetleri için yeni bir ku­
rum oluşturma ihtiyacı ortaya çıktı. Bu ihtiyaç, İslâm eğitimcile­
rini böyle bir kurum oluşturmak için çalışmalar başlatmaya yö­
neltti. Söz konusu bu ihtiyacın hissedilmesi ve ardından çeşit­
li araştırma çalışmalarına girişilmesi neticesinde yeni bir kurum
doğmaya başladı. Bu kurumun adı "Medrese" idi. Yaklaşık 10.
yüzyılda ortaya çıkmaya başlayan medreseleri, 1 1 . Asrın son-
lanna doğru, "bir eğitim kurumu" 'modeli olarak projelendirip

1 Geniş bilgi için bkz. Ahmet Çelebi, İslâm'da Eğitim Öğretim Tarihi(çev: Ali
Yardım). 31 vd.
2 Öğretimin mescitlerden medreselere geçişinin sebepleri hal<l<ında geniş
bilgi için bkz. Ahmet Çelebi, a. e, 108 vd.
uygulamaya koyan, ülkesinin her tarafında bunların açılmasını
sağlayan ve finanse ederek asırlarca insanlığa hizmet etmesine
vesile olan insan, Büyük Selçuklu Veziri, Nizamü'l Mülk'tür^.
Dolayısıyla, bir eğitim kurumu olarak Medreselerin Dünya ve İs­
lâm Eğitim Tarihi literatürüne kazandırılmasının bizim milletimi­
ze ait olduğunu söyleyebiliriz,

Eğitimsel bir kurum olarak medrese, fonksiyonları açısından


değerlendirildiğinde onun, özellikle kurumlaşmadan önce ve
Selçuklular döneminde, kendisinden beklenen fonksiyonu yeri­
ne getirdiği söylenebilir. Bilindiği gibi, yüksek öğretim kurumla­
rının üç temel fonksiyonu vardır. Bunlardan birincisi, mevcut
bilgi birikimini özümseme, geliştirme ve yeni değerler ekleye­
rek, yeniden bilgi üretimini gerçekleştirmektir. İkincisi, anılan
bilgi, birikim ve kültürü tanıtmak suretiyle, öğrencilerin uyumu­
nu sağlamak ve onlara, değişmekte olan dünya ve çağ şartla­
rına ayak uydurabilmeleri için rehberiik etmektir'*. Diğer bir de­
ğişle, toplumun ihtiyaç duyduğu memur, sanatkâr, meslek
adamı, bilim adamı, bürokrat vb gibi yetişmiş elemanları toplu­
ma kazandırmaktır. Üçüncüsü ise, mevcut bilgi birikimini toplu­
mun çeşitli katmanlarına yaymaktır.

İşte Selçuklular dönemi medresesinin hem bilim üretme,


hem toplumun yetişmiş eleman ihtiyacını karşılama, hem de bi-

Medreselerin doğuşu ve Nizamü'l Mülk'ün bu kuruma etkileri hakkında


geniş bilgi için bkz. Ahmet Çelebi, a.g.e,, 111 vd; Ayrıca bkz. Keskioğlu,
Osman, Islâmda Eğitim Öğretim, (Ank, 1988), 25
Yükseköğretim kurumlarının fonksiyonları ile il gili olarak geniş bilgi için
bkz. Varış. Fatma, Eğitimde Program Geliştirme, (Ank. 1996). 10 vd: Do­
ğan. Hıfzı, Eğitimde Program Ve Öğretim Tasanmı, (Ank. 1997), 3vd: Fi­
dan. N- Erden. M, Eğitime Giriş (Ank. 1993), 220 vd.
limi yayma görevinde başarırılı olduğunu görmekteyiz. Fakat
Selçuklu Devleti gibi, o da tarihin sayfalarına mâl olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu Selçuk Devleti'nin uzanmasından


ibarettir, diyen Ünver, bu iki devlet ve topluluk arasındaki bağı
şöyle yorumlamaktadır: "Selçuk devletinin dağılmasından son­
ra Anadolu'da kurulan beylikler zamanını, Selçuklardan, ilim ve
sanat bakımından ayırmamak ve Osmanlılara bağlamak icabe-
der. Selçukların nakli ilimleri öğreten medreseleri ve birer tıp
mektebi halinde çalışan darüşşifalan ve ekseriya yanlarında ça­
lışan tıp medreseleriyle zengin ve olgun hayatları vardı. Zengin
vakıflarının şartlarına Osmanlılar da riayet etmişler ve vazifeleri­
ne devam ettirmişlerdir. Osmanlı Türkleri'nin yükselmesinde bu
medreselerin büyük hizmetleri olmuştur. Selçuklarla Osmanlılar
arasında hiçbir fark yoktur"=.

İşte Selçukluların bir uzantısı olan Osmanlı Devleti'nde ise,


medreseler, Ünver'in de işaret ettiği gibi, daha devletin kurulu­
şundan itibaren başlayıp, yirminci asrın ikinci çeyreğine kadar,
inişli çıkışlı bir seyir izlemesine rağmen, ülkenin ilim, kültür, irfan
ve sosyal hayatına doğrudan doğruya büyük hizmetleri geçmiş
bir eğitim kurumudur. Ayrıca yine bu tarihler arasında siyasî,
adlî ve sosyal hayatın gerektirdiği yöneticileri, hakimleri (kadıla­
rı), hekimleri ve diğer uzmanları yetiştirmek suretiyle de dolay­
lı olarak vatana hizmet etmiştir.

5 Bu hususta bkz. Ünver, Süheyl, Fatih Külliyesi ve Zamanı İlim Hayatı, (İst.
1946). 1
Yükseköğretim kurumlarının yukarıda değindiğimiz fonksi­
yonları açısından Osmanlı medreselerine baktığımızda, onların,
Selçuklu medreselerinin seviyesini tutturamadığını baştan ifade
edebiliriz^. Bununla beraber medreselerin, Osmanlı Devleti ve
Toplumunun ihtiyaç duyduğu pek çok alandaki uzmanları ye­
tiştirerek bu görevlerini yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca
Osmanlı medreselerinin, "mevcut bilgi birikimini özümsediğini"
ve "bilgiyi elde ettiği ilk şekliyle yayma ve tanıtma" çalışmalann-
da başarılı olduğunu da görürüz, Birinci fonksiyon yani kısaca
bilgi üretme fonksiyonu diyebileceğimiz fonksiyon her şeyin te­
melidir. Onun olmadığı yerde durağanlık, tekdüzelik, gerileme
ve çöküş olur. O olmadan diğer iki fonksiyonu da bir yüksek­
öğretim kurumunun arzu edilen şekilde yerine getirmesi müm­
kün değildir; ya da pek fazla yarar sağlamaz. Esasen bilgi üret­
me fonksiyonu, bir yüksek öğretim kurumu için temel fonksi­
yondur. O olduğu zaman diğerleri de bir anlam kazanır. Birinci
fonksiyon başta olmak üzere, bir yüksek öğretim kurumu, her
üç fonksiyonu da yerine getirmesi gerekir ki, görevini tam an­
lamıyla yapmış olsun. Dolaysıyla "toplumun ihtiyaç duyduğu
uzmanları yetiştirerek" ve "bilgiyi yayarak" diğer iki fonksiyonu
ifa eden Osmanlı medreseleri, bu alanlardaki güzellikere rağ­
men, birinci fonksiyonu ile ilgili olarak durumunu ileriki sayfalar­
da, özellikle de sonuç kısmında tartışacağız.

Osmanlı medreselerinin, bu fonksiyonlarını icra edemediklerini el- Mar'aşi


de o gün belirtmiştir. Bu hususta geniş bilgi için bkz: Saçaklızade M u -
hammed b. Ebibekr el Mar'aşi, Tertibu'l Ulûm, Süleymaniye Ktp, Esad E
fendi Kit, No:2521, Vr, l a ; Aynca medreselerin bilimsel fonksiyonları hak­
kında geniş bilgi için bkz; Özyılmaz, Ömer. "Medreselerin Bozulma Se­
bepleri", U.Ü. İlahiyat Fak. Dergisi. sayı:5, (Bursa 1995), 133 vd.
Bilimsel karakterlerini kısaca arzetmeye çalıştığımız medre­
selerin fizikî yapısı, külliye halinde yani kampus içerisinde ders­
haneler, öğrenci yurtları, cami, imaret (yemek) hane, kütüpha­
ne ve hamamdan oluşmaktaydılar. Medreseler gerek Selçuk­
lularda, gerekse Osmanlılarda padişahlar, vezirler, hanım-sul-
tanlar, şehzadeler, beyler ve bilim adamları tarafından kurulur,
bunların oluşturduğu vakıflar tarafından da finanse edilirdi''.

b- Medreselerin Tarihî Gelişimi:

Hızlı bir sosyal ve kültürel değişimin başlangıcı olan Tanzi­


mat Dönemine kadar Osmanlı Devleti'ndeki örgün eğitim-öğ­
retim kurumları iki ana grupta ele alınabilir. Bunlar

1- Sübyan Mektepleri ( Bugünkü ilkokullara tekabül eder,


genelde 6 yıldır.),

2- Medreseler ( Bugünkü anlayışla ortaokul, lise ve üniver­


siteyi kapsayan bu eğitim kurumları yaklaşık 12 yıllık bir eğitim
süresini kapsar). Bunlardan Sübyan Mekteplerinde eğitim zo­
runlu ve parasız. Medreselerde ise, isteğe bağlı ve parasızdır.

Gerek Sübyan mekteplerinde, gerekse medreselerde, eği­


tim, dil ve ırk ayırımı gözetilmeksizin herkese açıktır. Hiçbir kişi
veya zümreye ayrıcalık (imtiyaz) tanınmaz. Yukarıda belirtildiği
gibi eğitim-öğretim parasız olup, başta öğrenciler olmak üzere,

7 Bu hususta bkz, Izgi, Cevat, Osmanlı Medreselerinde İlim. (İst. 1997), 1/35.;
Ayrıca Uzunçarşılı'da da benzer bilgileri bulmak mümkündür. Bu konu­
da geniş bilgi için bkz. Uzunçarşılı, I, Hakkı, Osmanlı Devleti'nde İlmiye
Teşkilâtı, (Ank.1984), s. 2.
yöneticiler, öğretmenler, memurlar ve diğer hizmetlilerin her
türiü masrafı çol< büyük ölçüde özel girişimciler (vakıflar) tara­
fından karşılanır; eğitime katılan herkes maddeten ve manen
desteklenirdi.

Osmanlı Devletinde ilk medrese, Orhan Gazi zamanında


730/1331'de İznik'te kurulmuştur^. Bu tarihten başlayp, lağ-
vedildiği tarih olan 1924 yılına gelinceye kadar, bu altı asıriık
dönem içerisinde, medreselerin beş devreden geçtiği, bazı eği­
tim tarihçileri tarafından kabul edilmektedir^. Bu her bir devir,
önemli bazı eğitimsel değişimlerie başlayıp, o devreye damga­
sını vuracak ciddi gelişmelerin yaşandığı devir olarak karşımıza
çıkar. Dolayısıyla her bir devirdeki gelişmeler, hem önceki de­
virlerde olanı içermekte, hem de diğerierinden farklı bazı özel­
likler taşımaktadıriar. Bu devirleri ve taşıdıkları özellikleri şöyle­
ce sıralayabiliriz:

1 - İznik Orhaniye Medresesinin Kuruluşundan, Fetret


Devrine Kadar Osmanlı Medreseleri (1331-1402):

Yaklaşık 70 yıl süren bu devrede Osmanlı medreseleri İznik,


Bursa ve Edirne'de kuruluş ve teşkilatlanmanın ilk örneklerini
göstermiştir. Yukarıda da değinildiği gibi, Orhan Gazi, ilk med­
reseyi, İznik'te İznik Medresesi adıyla kurmuş idi. 726/1326 ta­
rihinde Bursa'yı fethedince, burada Manastır Medresesini

Bk2:U2unçarşılı, a. g. e., 1; Ünver, Süheyl, a. g. e., s. 2; izgi, Cevat, a. g.


e., 35.
Bkz: Özergin, Muammer, Kemal, "Eski Bir Ruznameye Göre İstanbul Ve
Rumeli Medreseleri".Tarih Enstitüsü Dergisi, Sayı: 4-5, (Ağustos, 1973-
74), 263 vd; Ayrıca bkz: İzgi, Cevat, a. g. e,, 35vd
kurdu. 764/1363'de Edirne'nin alınmasından sonra, devlet
merkezi buraya taşınarak, gerek Edirne'de, gerekse fethedilen
diğer şehir ve kasabalarda, cami, medrese mektep, imaret vb.
gibi eserler yapılmaya başlandı. Bu açıdan bakınca, Osman­
lı Padişahı Orhan Gazi'nin devri çok büyük bir önem taşır.

Yıldırım Bayezit devrinde ise, medreselerde daha çok iç iş­


leyiş ve usul yönünden teşkilatlanma çalışmaları yapılmıştır.

2 - Fetret Döneminden, Fatih Sultan Mehmet Döneminin


Sonuna Kadar Osmanlı Medreseleri (1402-1481):

Gelişen Osmanlı Medreselerindeki eğitim-öğretim yöntemi,


Osmanlı'dan önceki İslâm devletlerinde uygulanan yöntemin
bir benzeridir. Ne var ki, Osmanlılarda medrese arttıkça, bun­
lar da derece ve sınıflarına göre yeni bir tertibe yani yeniden ya­
pılandırılmaya tabi tutulmuşlardır. Medreselerin ilk teşkilat ör­
neklerine Yıldırım Bayezit devrinde rastlanılmaktadır"!Fakat
asıl teşkilatlanmanın ise, II. Murat döneminde (1421-1451) de
olduğunu biliyoruz. Çünkü, o dönemde geliştirilen "Tetimme"
ve "Daru'l Hadis" modelleri, Fatih Sultan Mehmet döneminde­
ki teşkilatlanmaya da esas olmuşturi"'.

Fatih devrine gelince, bu dönemin dünyadaki ciddi gelişme­


lerin başlangıcı olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu hususu Balcı-
oğlu şöyle anlatıyor: "Artık fikir ile hayat birleşmiş; insanlar dü­
şündükleri gibi yaşamaya, medeniyetlerini de bu yolda yürüt­
meye koyulmuşlardı. Iskolastik durmuş, sırf nazari ilimcilik ilti-

10 Bkz. Ali, Künhü'l Ahbar, (Es'ad Efendi, nr. 2162), v r . l l S b


11 Bkz. Uzunçarşılı, i. Hakkı, a.g.e., 2
fattan düşmüştü; tecrübe ve yoklama devirlerine doğru çalış­
malar çoğalmıştı. Fatih devri, bu hareketlerin başlangıcı, orta­
çağ nazariyatçılarının da sonuncusu idi. Fatih Külliyesi de bu
yeni maksadı hedef tutarak kurulmuştu" ^2,

Ayrıca Fatih dönemi, bir bütün olarak Osmanlı Devleti'nin de


altın devridir. Devlet, her alandaki gelişim ve teşkilatlanmasını
bu devrede gerçekleştirmiştir. Bu dönemde eğitim de gereken
ilgiyi görmüştüri3. Fatih 1471 Yılında istanbul'da, Sahn-ı Se­
man (Sekiz Medrese) isimli medreseleri yaptırınca, bu medre­
seler hem bir model, hem de bir başlangıç olmuş ve Osman­
lı medreseleri ikinci ve asıl teşkilatlanmasını gerçekleştirmiştiri4.
Bu modele göre şekillenen medreseler, bazı değişikliklere uğ­
ramasına rağmen, kapatılıncaya kadar, asırlarca aynı eğitim
sisteminii5 korumuşlardır. İşte medreseler, bu modele göre
aşağıdan yukarıya doğru şöyle sistemleştirilmiştir:

12 Bkz. Balcıoğlu, Tahir Hariml, "Fatih Devrinin İlmi Önemi Hakkında", s. XI-
11, (Ünver, Süheyl, Fatih Külliyesi içinde önsöz mahiyetinde yazdığı maka­
le)
13 Bkz. Ergin, Osman, Türkiye Maarif Tarihi. 1/100. Ayrıca Semaniye Medre­
selerinin Kuruluşu hakkında geniş bilgi için bkz: Ünver, Süheyl, a.g.e., 18
vd.
14 Bkz: Ali, Künhü'l Ahbar (Çev: Ata Bey), 111/ 2 3 1 .
15 Eğitim Sistemi: Bir memleketteki eğitim modelinin yapısını aksettiren (bir
anlık) görünüşüdür. Modelde eğitimin işleyişi yani okul öncesi eğitim, il­
köğretim, lise ve yüksek öğretimin süreleri, çeşitleri, her çeşidin dersleri
ve ders programları gibi özellikleri söz konusudur( Bkz: Rdan. Nurettin,
Erden. Münire, Eğitime Giriş, (Ank. 1993), 210. Osmanlı Medreelerinde
ise aşağıdaki sitem uygulanmıştır.

10
1- Haşiye-i Tecrid Medreseleri (20'li Medreseler)

2- Miftah Medreseleri (30'lu Medreseler)

3- Kırklı Medreseler

4- Hariç Ellili Medreseler

5- Dahil Ellili Medreseler

6- Sahn-ı Seman

7- Altmışlı Medreselerim.

Burada bazı konuları kısaca açıklamak gerekiyor. Bunlar­


dan birincisi, bu, yedi derecelik sıralamanın her birini bir okul ya
da sınıf olarak düşünmemek gerekir. Zira "sınıf" ya da "okul",
çağımızın bir olgusudur. Osmanlılarda, yaklaşık 12 yıl devam
eden eğitim süresince öğrenci, sınıf ya da okul geçmez, orada
böyle bir olgu yoktur. Bunların yerine öğrenci "kitap" okur ve
onu geçer. Dolayısıyla Haşiye-i Tecrid veya diğerleri birer sınıf
veya okul değildir.

İkincisi, bu isimler daha çok öğretim üyelerinin (Müderrisle­


rin) ücret ve bilimsel derecelerini gösterir. Yani 30'lu ya da 60'lı
Medrese demek, öğretim üyesinin (müderrisinin) günlük 30 ak­
çe veya 60 akçe ücret aldığı ve dolayısıyla o ilmi derecede ol­
duğu medrese demektir. Hatta Ellili medresenin c düzeydeki
müderrisi görevden alınıp da yerine 30'lu medresenin müderri­
si tayin edilse, o medresenin payesi yani bilimsel değeri 30'lu
olarak geçmeğe başlar.

16 Bkz: Uzunçarşılı, I, Hakkı, a.g.e. 1 1 . ; Izgi, Cevat, a.g.e, 36.

11
üçüncü bir husus da, bu çalışmada genişlemesine ve de­
rinlemesine ele alacağımız eğitim programlarının, yukarıda sıra­
ladığımız yedi dereceden sadece herhangi birisi için değil, bü­
tünü için olduğunu unutmamak gerekir.

3 - Fatih Döneminden, Süleymaniye Medreselerinin


Kuruluşuna Kadar Osmanlı Medreseleri(1481-1557):

Yaklaşık 75 yıllık bu devre, medreselerin kendi eğitimsel ku­


ralları içerisinde yükseldiği, değişim ve gelişimi sağlayarak ye­
niden ve üçüncü defa teşkilatlandığı bir devredir. Bu devrenin
modeli ise, Kanuni Sultan Süleyman'ın 1557 de yaptırdığı Sü­
leymaniye Medreseleridir. Süleymaniye Medreseleri hem bir
kurum, hem de bir model olarak ortaya çıkmış ve Osman­
lı Medreseleri bu modele göre yeniden teşkilatlandırılmıştır''''.

4 - Süleymaniye Medreselerinin Kuruluşundan, II.


Meşrutiyete Kadar Osmanlı Medreseleri(1557-1908):

Bu devre, medreselerin, önceki yıllarda elde etmiş olduğu


bilgi - birikim ve teşkilatlanmasını korumaya aldığı, bir bakıma
istikrara kavuştuğu bir devredir. Artık medrese değişim, yeni­
leşme ve atılımı geride bırakmış, "muhafazakar" (concervatıf)
bir yapıya bürünmüştür. Hatta XVIII. Ve XIX. Yüzyıllarda, tabii
olarak (yani ilerleyemeyince) gerilemeye, hatta birçok özelliğini
kaybetmeye başlamıştır. Bunun önüne geçmek ve medreseyi
yeniden eski konumuna kavuşturmak için, Osmanlı Padişahları

17 Geniş bilgi için bkz: Uzunçarşılı. I. Hakkı, a. g. e., 33 vd.

12
pek çok ferman yayınlamışlarsa da arzu edilen hedefe ulasıla-
mamıştıri8.

XIX. Yüzyılın ikinci yansından itibaren bizzat medreselerin


kendi içinden hey'etler oluşturularak yenileşme çabalarına giri­
şilmişim, fakat bunda da pek başarılı olunamamıştır.

5 - II. Meşrutiyetten, Kaldınlışına Kadar Osmanlı


Medreseleri (1908-1924):

Osmanlı toplumundaki hızlı değişme döneminde II. Meşru­


tiyetin önemli bir yeri vardır. 1908'de Meşrutiyet ilân edildikten
sonra, yeniden yapılanma sürecine girilmiş, devlet kuruluşları
büyük ölçüde reorganizasyona (yeniden yapılandırılmaya) tâbi
tutulmuştur. İşte bu süreçte özellikle medrese bilginlerinin de
istek ve arzuları üzerine, bu eğitim kurumlannda da yenileşme
çalışmalarının başlatıldığına şahit o l u y o r u z 2 0 .

18 Bu hususta geniş bilgi için bkz: Atuf. Kansu. Türkiye Maarif Tarihi.(İst.
1931.), 18 vd; Uzunçarşılı, I. Hakkı, a.g.e, 241 vd: Atay, Hüseyin, Osman­
lılarda Yüksek Din Eğitimi (İst. 1983), 176 vd; Baltacı, Cahit, Osman­
lı Medreseleri, (İst. 1976), 70 vd; Özyılmaz, Ömer, a.g.m, 142 vd.
19 Bu çalışmalar hakkında geniş bilgi için bkz: "Tarik-i Tedrisin Bir Vechi Ati
Islah ve Tesviyesine ihtiyacın Sebebi Beyanındadır" Beyanü'l Hakk Dergi­
si, Adet 15.
20 Bu çalışmalar hakkında geniş bilgi için bkz: "Alem-i İslam'a Bir Tebşir" Sı-
rat-ı Müstakim Dergisi, Adet: 76. 7 Safer 1328/ 4 Kanun-i Sani 1325. s:
377-382; Ergin, Osman, a.g.e, 1/121; Atay, Hüseyin, a.g.e, 232.

13
Bu çalışmalar sonunda, 1910 Yılında "Medaris-i İlmiye Ni-
zamnamesi"2i adıyla bir rapor hazırlanıp padişahın imzasına
sunularak medreselerde yeniden yapılanmaya gidilmesine çalı-
şılmıştır22. Söz konusu yeniden yapılanma çalışmalarına, 1914
Yılında da Darü'l Hilafeti'l Aliye Medreseleri projesiyle bir yenisi
eklenmiştir. Bu proje de medreseleri tek çatı altında toplayıp,
yeni bir teşkilatlanmaya gitmeyi hedeflemektedir^s. Medrese­
lerde yeniden yapılanma çalışmalannın önemlilerinden birisi de,
Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'nin yaptığı çalışmadır. 1917
Yılında başlayan bu çalışma da arzu edilen sonucu doğurama-
mıştır24. Bu manada en son çalışma, 1921 'de başlatılan proje­
dir ki o da medreseleri kötü sondan kurtaramamıştır.

Bütün bu çalışmalara rağmen, medreselerin son dönemini


teşkil eden 15 yıllık bu devir, onun kendini yenilemeye çalıştığı,
fakat başarılı olamadığı devir olarak karşımıza çıkmaktadır, Bu
başarısızlığın şüphesiz pek çok sebebi vardır. Ancak bir eğitim­
ci gözüyle konuya baktığımızda, en önemli sebeplerin başında,
kurumsal olarak eğitimin kendine mahsus olan kurallarının ya­
kalanamamış olmasını görürüz. Yani bir eğitim kurumunun.

21 Bu nizamnamenin özet ve yorumu için bkz: Koçer, H. Ali, Türkiye'de Mo­


dern Eğitimin Doğuşu Ve Gelişimi, (İst. 1991), 199 vd.
22 Geniş bilgi için bkz: Sırat-ı Müstakim Dergisi, 111/380; Ergin, Osman, a. g.
e, 1/123; Atay, Hüseyin, a. g. e, 234.
23 Darü'l Hilafeti'l Aliye Medreseleri Projesiyle, medreselerde ne tür yenilikle­
rin hedeflendiği hakkında geniş bilgi için bkz: Ergin, Osman. a. g. e. 1/127;
Özyılmaz, Ömer, a, g. m, 147 vd.
24 Bu çalışma hakkında geniş bilgi bkz; "Medaris-i İlmiye Hakkında Ka­
nun",Ceride-i İlmiye, Adet; 31 Cemaziyelu la,1338, s: 877-880; Atay, Hü­
seyin, a, g. e, 287.

14
oluşup gelişmesinin, yükselmesinin, istikrar bulmasının, yeni­
den yapılanmasının veya duraklayıp yıkılmasının gelişigüzel ol­
madığı, bunların belli kurallara bağlı olduğu, bilimsel olarak tes­
pit edilmiş bir lıusustur. işte Osmanlı medreselerini yenilenme
çalışmalarında bu kurallara ulaşılamadığı içindir ki, başarı sağ-
Ianılamamıştı25. Biz bu konuyu Sonuç kısmında tartışacağız.

Medreseler, 430 Sayılı ve 3 Mart 1340/1924 Tarihli Tevhid-


i Tedrisat (Öğretimin Birliği) Kanunuyla Maarif Vekaletine devre­
dilmiş ve daha sonra da kapatılmışlardır.

c- Medreselerde (Müderris) öğretim Bemanı


Yetiştirilmesi ve İstihdamı:

Birer eğitim- öğretim kurumu olan medreseler, öğretim ele­


manı ihtiyacını kendi imkanlarıyla karşılarlardı. Bir kimsenin
medreselerde öğretim elemanı olabilmesi için, daha önce isim­
lerini verdiğimiz medrese düzeni içerisindeki bütün kitapları
okuduktan sonra kazaskeriiğe müracaat eder ve aday öğret­
men olurdu. Aday öğretmen, eğer Anadolu'ya gitmek isterse,
Anadolu Kazaskerliğine; Rumeli'ye gitmek isterse Rumeli Ka­
zaskerliğine başvurup kaydolurdu.

İlk medresede (Haşiye-i Tecrid Medresesi) göreve başlayan


müderris (öğretim elemanı), sergileyeceği başarılı öğretim ele­
manlığı, hazırlayacağı bilimsel çalışmıalar ve başarılı olacağı

25 Medreselerin bozulma sebepleri hakkında geniş bilgi için bkz. Ergin, Os­
man, a.g.e., 1/82-114; Özyılmaz, Ömer, a.g.m., 133 vd

15
sınavlarla en yüksek medrese müderrisliğine kadar çıkabilirdi.
Göreve başladığı ilk medrese, günlük 20 Osmanlı akçesi ücret
alırken, en yüksek medresede gündelik 100 akçe alırdı. Zira
öğretim elemanlarının ücretleri "günlük" hesaplanırdı^^.

d. Eğitim - Öğretimden Yararlanma Hakkı:

Batı'da eğitim-öğretim hakkı, henüz bir insan hakkı olarak


ele alınmamışken, Osmanlılarda herkese açık, şeffa ve ücretsiz
olarak eğitim-öğretim yapılırdı ve dileyen herkes bu haktan ya­
rarlanırdı. Bununla ilgili olan eğitim kurumları ülkenin her
tarafında açılmıştı. Yukarıda da değinildiği gibi, öğretmen, öğ­
renci, ders araç-gereçleri ve fiziki kapasite giderleri başta ol­
mak üzere, eğitim-öğretimin her türlü masrafı, birer sivil toplum
kuruluşu olan vakıflarca karşılanırdı.

Medreselerin eğitim programlarına gelince, bu çalışmanın


asıl gayesi işte bu konudur. Şimdi eğitim programının tanımın­
dan başlayarak, önce, Osmanlılar döneminde yazılmış bazı
eğitim programlarını inceleyip, sonra, asıl konumuz olan Os­
manlı medreselerinin eğitim programlarını birlikte incelemeğe
geçelim.

26 Medreselerin bozulma sebepleri hakkında geniş bilgi için bkz. Ergin, Os­
man, a.g.e,, 1/82-114; Özyılmaz, Ömer, a.g.m., 133 vd

16
B - O S M A N L I L A R DÖNEMİNDE YAZILMIŞ BAZİ
EĞİTİM PROGRAMLARI

Osmanlı Medreselerinin eğitim programları üzerine yoğun­


laşmayı hedefleyen bu çalışmamıza, "medrese" hakkında özet
bir bilgi verdikten sonra, teme! kaynak olarak kullanacağımız
"eğitim programlannı" da kısaca ve bir bütün halinde tanıtarak
devam etmenin yararlı olacağı açıktır. Dolayısıyla biz bu bölüm­
de, söz konusu programların yazarları, yazılış tarihleri, nerede
ve ne zaman bu belgelere ulaştığımızı ve içeriklerinin neler ol­
duğu hususunda özet bilgiler verip daha sonra bu programla­
rın hem geniş bir analizini yapacağız, hem de eğitim açısından
bunları değerlendireceğiz. Fakat önce, "Eğitim Programı" hak­
kında kısa bir bilgi verip, onun tanımı, önemi ve eğitim olgusu
içerisindeki yeri gibi konulara açıklık getirilmesinin böyle bir ça­
lışmada elzem olacağı da bellidir. Dolayısıyla önce eğitim prog­
ramlarını inceleyelim.

1- EĞİTİM PROGRAMLARININ ÖNEMİ VE TANIMI

Eğitim ve öğretim, pek çok unsurun sistematik bir şekilde


bir araya getirilmesiyle teşekkül edecek bir olgudur. Öğretmen
(eğitici), öğrenci (eğitilen), yönetici, sosyal çevre, fizikî çev-
re(okul çevresi) ve eğitim programları bu unsurların bazıları ve
en önemlilerindendir2''. Bunlar içerisinde de eğitim programla­
rının apayrı bir yeri ve önemi vardır. Zira Eğitim Programları,

27 Bkz. Fidan, Nurettin - Erden, Münire, Eğitime Giriş, (Ank. 1993), s. 72 vd.

17
okul içindeki faaliyetlerin tamamını düzenler. Yani bütün öğre­
tim faaliyetleri, öğretimin yanında ders dışı kol faaliyetleri, özel
günlerin kutlanması, geziler, kısa kurslar, eğitimin üçüncü bo­
yutu olan rehberlik ve benzeri hizmetleri de tanzim eder. Bu
kapsamda hazırlanan eğitim programları, yukarıda belirtilen
eğitimin bütün unsurlarının görev ve sorumluluklarını da belirler.
Bu açıdan bakınca eğitim sistemlerinin, eğitim programlarıyla
işlerlik kazanacağı kolayca görülür. Dolayısıyla eğitim program­
ları, eğitimin unusurlannın en önemlilerindendir, denebilir. Eği­
tim olgusu içerisinde eğitim programlannın, dinlerde kitapların,
devletlerde de anayasaların işlevini üstlendiğini söyleyebiliriz.
Bu yönüyle, eğitime rengini ve desenini verenin, eğitim progra­
mı olduğu da söylenebilir. Onun için eğitimin en zor yanlarından
birisinin, iyi bir eğitim programı hazırlamak olduğu bilinen bir
husustur. Bütün bunları bir uzman kısaca şöyle ifade etmekte­
dir: "Eğitim Programlan, eğitim ve öğretimin süresini, öğret­
men, öğrenci, bina ve diğer araçların daha iyi kullanılmasını
sağladığından öğrenimin verimini artırır"28.

Eğitim Programı, bir eğitim kurumunda, istenilen amaçlara


ulaşmak için gerekli stratejileri içeren bir eylem planı ya da ya­
zılı doküman olarak ele alınır. Veya bir eğitim kurumunun
amaçları doğrultusunda düzenlemniş "planlı" eğitim faaliyetleri
olarak da tanımlanabilir. Nitekim Bachamp'ın tanımı buna çok
yakındır. O, Eğitim Programını "Bir okulda ya da okullarda ne
öğretilmesi greğine ilişkin organize kararları içeren bir dokü­
mandır", diye tanımlarken, Varış, daha geniş kapsamlı olarak
şu şekilde tanımlamaktadır: "Eğitim Programı, bir eğitim kuru-

28 Doğan, Hıfzı, Analiz ve Program Hazırlama, s. 10

18
munun çocuklar, gençler ve yetişkinler için sağladığı. Mil­
li Eğitimin ve kurumun amaçlarının gerçekleştirilmesine dönük
tüm faaliyetleri kapsar. Öğretim, ders dışı faaliyetler, özel gün­
lerin kutlanması, geziler, kurslar, rehberlik, sağlık vb. hizmetler
ve fonksiyonlar bu çerçeve içine girer"29.

Eğitim programları, eğitim olgusu içerisinde bu derece


önemli bir yere sahip olunca, ister-istemez eğitimcilerin yoğun
dikkatlerine sahne olmuştur. Zaten eğitimin en zor taraflarından
birisinin kapsamlı, tutarlı ve dinamik bir eğitim programı hazır­
lamak olduğu çok eskiden beri bilinen bir husustur. Eğitim ta­
rihimiz de, eğitim programlan açısından zengin bir birikime sa­
hiptir. Nitekim mevcut araştırmalara^o baktığımızda gerek okul
öncesi eğitimi için, gerekse okullarda (medreselerde) uygulan­
mak üzere hazırlanmış eğitim programları yönünden İslâm
Dünyasında zengin bir birikimin mevcut olduğunu görmekteyiz.

Osmanlılar dönemine kadar olan zamanı içine alan İslâm ta­


rihi kesiti içerisindeki eğitim öğretim faaliyetleri üzerine genişle­
mesine ve derinlemesine bir inceleme yapan Dr. Ahmet Çele-
bi'nin yukarıda dipnotta zikrettiğimiz eserinde, bilhassa çocuk
eğitimi üzerine yazılmış olan birçok program örneklerini topla­
mış ve ilim alemine takdim etmiştir. Biz bu hususu oraya hava­
le edip bilhassa Osmanlılar dönemine yönelerek o medeniyet­
teki eğitim programlarını incelemek istiyoruz.

Osmanlı medreselerini iki kategoride incelemek mümkün­


dür. Bunlardan birincisi: Devlet-i Aliye'nin (Osmanlı Devleti'nin)
organize ettiği ve merkezi İstanbul'da bulunan bir eğitim-öğre-

29 Varış, Fatma, Eğitimde Program Geliştirme, s. 17


30 Bu araştırmalardan birisi olarak bl<z. Ahmet Çelebi, a. g. e., s. 45 vd.

19
tim teşl<ilatı l<i, bunlara biz "Osmanlı Kamu Medreseleri" diyebi­
liriz. Bu medreselerin Merkezi İstanbul'da olmakla beraber,
eyaletlerin birçoğunda kurum ve kuruluşları mevcuttur^ı. Yine
bu medreselerin hepsinin ortak bir programı vardır ki, o da Fa­
tih döneminde hazırlanmıştır32. Fakat bu eğitim programları
bugün ilim aleminin elinde değildir. Diğer bir ifadeyle Fatih dö­
neminde hazırlanmış olan eğitim programları da, ondan sonra­
ki dönemlerde uygulananlar da bugün tam olarak bilinmemek­
tedir. Halbuki bunların açığa çıkarılması şarttır. İşte biz bu ça­
lışmamızda söz konusu eğitim müesseseleri için hazırlanmış
olan eğitim programlannı, diğer bir tabirle XVII. ve XVIII. asırlar­
da, Osmanlılarda, Tertib-i Ulûm benzerinde yazılmış olan eser­
leri bulup çıkarmayı hedefliyor ve bu hususa yönelmek istiyo­
ruz.

Şunu hemen belirtelim ki, Osmanlı medreseleri üzerine ya­


pılan çalışmalarda, bilhassa Tanzimat öncesi döneme ait eği­
tim programları hakkındaki bilgiler yetersizdir. O döneme ait
eğitim programları hakkında daha çok tahmin yürütülmüş, ba­
zı tarihçi ve ilim adamlarından kısa ksa alıntılarla genellemeye
gidilmeye çalışılmıştır^s. Bu durum ise, o döneme ait, açıklığa

31 Osmanlı Devletinde eğitim müesseselerinin ağı nerelere kadar uzamakta­


dır? Biz, bu konuda geniş çaplı araştırma yapılması gerektiği kanaatında-
yız. Bu hususta bir örnek olması bakımından Taşköprülüzade Ahmet Isa-
müddin (D. 1495 M.)Efendinin tayinle müderris (öğretim üyesi) olarak gö­
rev yaptığı medreseler ilginçtir. Bu konudageniş bilgi için bkz. Uzun çar­
şılı, İsmail hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, s.40 vd.
32 Bu hususta geniş bilgi için Bkz. Ünver, Süheyl, Fatih Külliyesi ve Zamanı
İlim Hayatı, s.99 vd, (İst. 1946); üzün çarşılı, I. Hakkı, İlmiye Teşkilatı. s.19
vd; Atay, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s.77, vd.
33 Bkz. Atay, a.g.e, s.77 vd. Ünver, Süheyl, a.g.e s.99 vd. Baltacı, Cahit,
Osmanlı Medreseleri, s.38 vd. (İst. 1976)

20
kavuşturulması gereken bir çok hususla beraber, bilhassa asır
asır medrese eğitim programlarının araştırılıp incelenmesi ge­
rektiğini ortaya koymaktadır. İşte bizim bu incelememiz, yuka­
rıda da belirtildiği gibi, bu hedefe yöneliktir. Söz konusu çalış­
ma yapılınca dolaylı olarak bütün medrese programlanna ışık
tutulmuş olunacaktır.

Biz bu maksatla İstanbul, Bursa ve Erzurum illerindeki, tari­


hî ve kültürel zenginliklerimizin yattığı değişik kütüphanelerde
yoğun araştırma ve incelemelerde bulunduk. Yaptığımız araş­
tırmalar neticesinde bulabildiğimiz, Osmanlı medrese program­
larıyla ilgili eserleri, müelliflerinin vefat tarihlerini esas alarak,
şöyle sıralamak mümkündür.

2- MANZUME-I TERTİB-I ULÛM :

(1100/1688) tarihinde Tokat'ta vefat eden Is hak b. Hasan


Tokadi'nin Manzume-i Tertib-i Ulûm isimli eseridir. Manzum
olarak kaleme alınan bu eser, matbu olarak yayınlanmıştır^'i.
Osmanlıca olarak yazılan esere, diğer İslam Müelliflerinin kitap-
lannda olduğu gibi; Allah Teala'ya hamd ve sena ile başlanıyor.
Na't35 ile devam eden kitapta, İmam Ebu Hanife ve^^ onun ta­
lebeleri. Müellifin kendi üstadı ve devrinin padişahı hakkında

34 Eserin matbu olanını, Bursa Eski Eserler ve Yazmalar Ktp. Nu:961 de, ay­
rıca eserin yazma bir nüshasını da Atatürk Üniv, (Erzurum) Ktp. Özeğe
Bölümü Nu:70 de bulduk.
35 Na't: Överek anlatma, Hz. Muhammed üzerine yazılmış kaside. Divan
Edebiyatında, Peygamberin özelliklerini anlatmak, şefaat dilemek için. Din
ve Tarikat büyüklerini övmek için yazılan kaside,
36 Yazma nüshada; Hz. Sultan Muhammed Han b. Sultan İbrahim; Matbu
olanında ise, Murad Han b. Sultan Ahmed Han olarak geçmektedir.

21
övgüler yer almaktadır. Bu bölümü, risalenin yazılma sebebini
anlatan bölüm takip etmektedir. Eserin yazılış sebebi şu beyit­
lerde dile getiriliyor:

" Müheyya eylemiştim bir acele -

Terakıb-i Arap üzre risale;

Murassa' la'l-i yakut u dür'den -

Ehadis ü kitab-ı muteberden;

Edüp her ilim halinden tekellüm -

Ne keyfiyettedir talim-ü taallüm;

Gelürdi hatır-ı gamnekıne gahi -

Bu lü'lü-i nesri nazmetsem ilahi;

Müyesser eyledi ol Rabbim Allah -

Hayalimde hitap ettim ilahi sehergah,"

(Daha önce çeşitli eserlerden yararlanarak bir risale hazırla­


mıştım. Bu öyle bir eserdi ki, muteber eser ve sözlerden altın,
gümüş ve inci düzeyindeki alıntılarla süslediğim ve her bilim da­
lının eğitim öğretim program ve öğretim yönteminin nasıl olaca­
ğını anlatmaya çalıştığım Arapça nesir bir eserdi. Fakat zaman
zaman acaba bu inci gibi dizili olan nesri, şiir halinde okuyucu­
ya takdim etsem mi diye üzüntülü gönlümden geçirirdim. Ce-
nab-ı Hakk'a şükürler olsun ki, hayalimdeki bu arzuma kavuş­
mamı nasip etti ve şimdi onu sana takdim ediyorum).

Daha sonra ilim yolcusunu, ilme, ibadet ve güzel ahlâka teş­


vik ederek şöyle diyor:

22
"Edüp tahsil-i ilmi ey nur-i didem
Salat-ı hamseden ayrılma bir dem
Mukarin eylesin ilim salaha
İki dünyada baisdir felaha
Yakın olma sakın bir yad'a guya
Muhasip olma her giz zişt-i huya
Odin tedrise üstad-ı edibi
Fe inne'd derse garsün ya habıbi
Eyu fehmeyle dersin eyle ezber
Mükerrer et mükerrer et mükerrer"

( Ey gözümün nuru (öğrenci), ilim öğrenmeye çok çalış. Bu­


nunla beraber beş vakit namazını kılmayı sakın ihmal etme. İlim
seni iyi halli, faziletli bir insan eylesin. Ve iki dünyada kurtuluş,
selamet ve mutluluğa ulaştırsın. Sakın ilim ehli olmayan (yaban­
cılarla senli benli olma. Hele kötü ahlâk sahipleriyle sohbet ar­
kadaşı hiç olma. Ders hocana ve dersine sarıl ki, bunların ikisi
senin bütün dünyanı kaplasın ey dostum. Dersini çok iyi anla­
maya ve gerekli yerleri de ezberlemeye çalış. Fakat şunu bil ki,
bu ikisinin (anlama ve ezberlemenin) yolu da çok tekrarlama­
dan geçer).

Daha sonraki bölümlerde sırasıyla ilm-i Tecvid, llm-i Kelâm,


llm-i Tasavvuf, llm-i Ahlâk, llm-i Hadis, llm-i Tefsir, llm-i Tıp,
llm-i Lügat ve Tevarih, llm-i Sarf ve Nahiv, llm-i Mantık, llm-i
Adap, llm-i Usuli'l Fıkıh, llm-i Meani, llm-i Hisab, llm-i Hende­
se, llm-i Hikmetli llahiyye ve't-Tabiiy ye, llm-i Hey'et, Usturlap,

23
Rub'u ve't-Takvim ve'z Zic ve'r Remi ve llm-i Kimya, llm-i Aruz,
Muamma, llm-i Hat, llm-i İnşa ve llm-i Eş'ar gibi ilimlerin hem
değerleri, hem de bunların okunup tahsil edileceği ders kitap­
lar hakkında bilgi verilmektedir.

İlimler hakkında söyleyeceklerini tamamlayınca "Beyanü'l


va'z ve't-Tedris" diye bir başlık açıp, tahsil hayatını bitiren öğ­
renciye, ders okutmanın önemini vurguladıktan sonra, "Beya-
nü Hali'l Kadai" başlığı altında da kadılık (hakimlik) yapmak is­
teyenlerin dikkat etmesi gereken hususları dile getirmektedir.

Kendi devrinde Tokat'ta salgın olan "Taun" (veba)dan dola­


yı vefat eden oğlu ve talebesi "Fadlullah" hakkında bir mersiye
(ağıt) ile eseri tamamlamaktadır.

Eser bir eğitim programı olmakla beraber, o günkü teamü­


le aykırı bazı hususları da ihtiva etmektedir. Mesela XVII. Ve
XVIII. asıriarda eğitim-öğretim, Arapça-Türkçe karışımı olduğu
için, tahsil hayatına, Arapçanın öğrenilmesiyle başlanırdı. Hal­
buki bu eserde llm-i Tecvid'den hemen sonra llm-i Kelam ve
llm-i Fıkh'a geçilmektedir. Arapça lisan eğitimi ise daha sonra
gelmektedir. Gerçi uygulama nasıl olmuştur, bilemiyoruz ama,
her şeye rağmen XVII., XVIII. y.y kültür ölçüsünü vermesi bakı­
mından gayet manidardır.

24
Tablo: 1 - Ihsak b. Hasan et-Tokadi'nin Manzume-i
Tertib-i Ulûm İsimli Eserine Göre Osmanlı Medresele-
ri'nin Eğitim Programlan

DERSLhH OKUNAN KİTAPLAR

TECVİD Şatibi, Dürr-i Yetim

KELAM Şavali,Fıkh-ı Ekber.Makasid,


Şerh-i Mevakif

TASAVVUF (Kitap adı zikredilmemiştir).

AHLÂK

USUL-I HADİS Şerlı-i Nulnbe

TEFSİR Tefsir-i Kadi, Hüseyn-i Va'iz,


Medarik

TIP İLMİ

LÜGAT VE TARİH

SARF (Kitap adı zikredilmemiştir)

NAHİV Hind, 'Isam, Cami, Muğni'l-Lebib

MANTIK Teiızibul'l-Mantık ve'l-Kelam

ADAB (Kitap adı zikredilmemiştir)

25
RKIH Kuduri, Kenz, Muhtar, Vikaye,
Eşbah, Hidaye, Mahzen,
Mütteka'l-Ebhur, Kuhistani,
Keydani, Dürer, Şadr-ı Şeria,
Nihaye, 'Inaye, Şerh-i Ekmel,
Mufassal,
Durretu'l-Hakk

ME'ANİ Haşa-i, Mutavvel, Muhtasar

HİSAB Hulasa

HENDESE Eşkatu't-Tesis

İLAHİ VE TABİİ Işarat, Şifa, Hikmetü'l-Ayn


HİKMET HEY'ET,

USTURLAB, ZİC, El-Fethiyye/Risale der 'llm-i


TAKVİM, RUB' Hey'e, Haşiye 'ala
Risaleder 'ilm-i Hey'e; Şerhu'l
Mulahhas fi'l Hey'e;Haşiye 'ala
Şerhi'l Mulahhas fi'l-Hey'e

Müretteb Olmayan Tıp:Tıbb-ı Nebevi; Tasavvuf ve


ahlak; Birgili Risalesi,

Dersler Tarikat-ı Muhammediyye; Lügat


ve tevarih: Kamus, Halimi; Remel;
Kimya; Aruz; Mu'amma; Haşş;
Karzu'ş-Şi'r; İnşa; Eş'ar

26
3- TERTİBU'L ULUM

Saçakhzade Muhammed b. Ebi Bekr el-Mar' aşı (V.


1145/1732-33)37 tarafından, 1128/1715'de yazılmış olan eser,
Arapça olup nesir türünde kaleme alınmıştır. Osmanlılar devrin­
de de meşhur olan Tertibu'l Ulum, Tanzimat Devrinin önde ge­
len isimlerinden Ali Süavi (V. 1294/1877) tarafından Türkçeye
çevrilip yayımlanmıştır. Medreselerdeki eğitim-öğretim faaliyet­
lerini bir eğitimci gözüyle değerlendiren ender eserlerden birisi­
dir, Eser'in el yazma nüshası 61 sayfa olup şimdilik tek nüsha­
sı bilinmektedir^^. Biz bu çalışmalan yaparken Tertibu'l
Ulûm'un Mısır'da yayımlanmış olduğunu gördük,

Derin bir ilmi vukufiyeti olan Saçaklızade, eserini kaleme alır­


ken çok geniş tutmuş ve bir "Eğitim Programı" olmanın yanın­
da, bilimsel anlamda gelişme, ilerleme ve yenileşme üzerinde
durmuş, gelenekçilik ve statükoculuğa karşı cephe almıştır.
Tertibu'l Ulûm yazarı, eserinde ilimlerin değerini, sayılarını, İs­
lâm karşısındaki hükümlerini de belirtmiştir. Ayrıca öğrencinin
bu ilimleri hangi kaide ve kurallar çerçevesinde, hangi usullerle
tahsil edeceğini de ortaya koymuştur.

Bu cümleden olarak O, medreselerdeki mevcut durumu


şöyle tasvir etmektedir: "Yeni başlayan öğrenciye (mübtediye),
anlayışı kadar iman telkin edilir, öğrenci henüz çocuk yaşta ise,
davranışı düzgün bir muallimden, hatmedinceye kadar Kur'an
dersi aldırılır. Sonra ayrıntılı olarak iman, ehl-i sünnet akaidi, ah­
lak ve namazdan farz olan miktar öğretilir. Bunları öğrendikten

37 Müellif hakkında geniş bilgi için bkz. Bursalı Mehmet Tahir, Osman­
lı Müellifleri, c.l s. 325, Matbaa-i Amire Baskısı, (İst. 1333 )
38 Süleymaniye Ktp, Esad Efendi Kit. No: 2521

27
sonra Birgivi'nin er-Risaletü't- Türki'si ezberletilir. Öğrenci
Acem (İranlı) ise, Ibnu Feriştelı sözlüğü ezberletilir. Buluğa er­
miş ise, iman konuları öğretildikten sonra, yine anlayışı kadar
Fatiha ve diğer ksa süreler ezberletilir. Sonra Birgivi'nin anılan
Risalesini okumaya başlar, Sonra Kur'an'ın tamamı okutulur ve
Ibnu Ferişteh sözlüğü belletilir. Öğrenciliğe hazırlık mahiyetin­
deki bu dersler geçilince, sırasıyla Sarf, Nahiv, Ahkâm İlmi,
Mantık İlmi, Münazara İlmi, Kelam İlmi, Meani-Beyan-Bedii İlim­
leri, Fıkıh ve Fıkıh Usulü İlimleri öğretilir. Fıkıh derken, Muhtasa-
ru'l Kuduri'de olduğu gibi delilsiz olarak, mücerred amel-
li ahkâm ilmini kasdetmiyorum. Belki, amelli ahkâmı delilleriyle
ihtiva eden el-Hidaye'yi bilmeyi kastediyorum. Kelam İlmiyle
de, mücerret itikadi meseleleri kasdetmiyorum. Tersine, cevher
ve a'raz bahislerini, muhalifleri red için delilleriyle birlikte, itikadi
meseleleri ihtiva eden el-Makasıd gibi kitapları kasdediyorum.
Bundan sonra Hadis Usulü, rivayet ve dirayet olarak Hadis ve
Tefsir İlimleri öğretilir. Tecvid, Kıraat İlmi ve yazı yazmaya gelin­
ce, öğrenci bunları, daha başlangıçta yani tefsir öğrenmeden
önce öğrenir. Hisap, Hendese, Hey'et gibi Cüz'iyyat İlimleri ile
Aruz ilmini de program çerçevesinde, önceden öğrenmesi ge­
rekir. Fakat Hisap (Matematik) ile Hendese (Geometri) ilimlerini
Ahkâm İlminden, özellikle de Feraiz İlminden önce öğrenmesi
şarttır39.

Çağına karşı tenkitçi bir yaklaşım içinde bulunan Müellif,


eserinde Besmele, Hamdele ve Salvele'den sonra talebelere
şöyle seslenmektedir; "Ey öğrenciler, Allah işinizi asan etsin
(kolaylaştırsın), maddî ve manevî ıslahınızı yaygınlaştırsın; Dini,
bütün özellikleriyle sizin elinizle ihya etsin. Şunu çok iyi biliniz k,

39 Bkz. Saçaklızade. Tertibu'l Ulum, 209-210.

28
bu ümmetin geçmiş asırlardan her bir asırda, çok muazzam
eserler veren, müellif bilginleri ve muhakkik ilim adamları vardı.
Fakat bugün onların yerleri boş kaldı da, aslanlann hedefine
ulaşma yolunda, onlara tavşanlar halef oldu. Bunun böyle ol­
masının sebebinin: 1- Zamanın gereği, 2- Bu ümmetin şu an­
da yaşayanlarının karakterlerine sinen tembellik ve bilhassa, 3-
Eski alimlerin sözlerinden karşılarına ilk çıkanlara yönelip, onla­
rın muteber tenlere (ilim dallarına) ait olarak yazdıkları metinleri
almaları ve kendilerinin bir şey eklememeleri olduğunu biliyor
musunuz^o.

Bu satırlarda ve devam eden diğer kısımlarda o günkü ilim


tahsil etme usullerini tenkit edip, bilhassa medreselerde sade­
ce belli metin, şerh ve haşiyelerin devamlı okutulmasına karşı
çıkmakta ve ders kitaplarının yeniden yazılmasının gereğini or­
taya koymaktadır.

Daha sonra bu eserini yazmasındaki maksadını, yine öğren­


cilere seslenerek şöyle dile getiriyor: "Ey öğrenciler, size hayır­
lı haberler vermek, sizi sonucu itibariyle kurtuluşa götürecek bir
ticarete teşvik etmek ve boşa çalışmış olmaktan korumak için
bu risalemi yazdım. Bu eser, bir Mukaddime, iki Maksat ve bir
Zeyl ile, bir de Hatime' den oluşmaktadır.

Mukaddime'de: ^ - Faydalı ilimlerin sayımı, b)- Bu ilimleri


(şer'i olan ve olmayan diye) taksim etme, o)- Adı geçen ilimler­
le meşgul olmanın hükümlerini beyan etme hususları yer al­
maktadır.

İki Maksattan Birincisi: a)- Faydalı ilimlerin tariflerini, b)- Bu


ilimleri elde etme hususundaki tedbirlerin beyanını ihtiva et­
mektedir.

40 Mara'şi, Tertibu'l-Ulum, vr.2b

29
İkinci Maksat İse: a) Bu ilimleri tahsil edecek olan öğrenci
için, okuması gereken ilimleri sıralamaya, b) İlimlerin mertebe­
lerini, birbirlerine olan üstünlükerini beyan etmeye tahsis edil­
miştir.

Zeyl Kısmında: Kur'an-ı Kerim' in üstünlüklerini ortaya koy­


ma, hedef olarak seçilmiştir.

Hatime Kısmında İse: Felsefe ve onunla ilgili bir bahis mev-


cuttur4i.

Eser bu plan üzere kaleme alınmış durumdadır.

4- KASİDE Fİ'L KÜTÜBİL MEŞHURE Fİ'L ULÛM

Çalışmalarımız esnasında bulabildiğimiz III. "Eğitim Progra­


mı" Uşak Vilayeti Camii Kebir Müderrisi Ali Uşşaki'ye aittir42.
Nebi Efendizade diye de tanınan Ali b. Abdullah el Uşşaki
1200/ 1785- 1786 da vefat etmiştir. Kendisinin derin bir ilmi
vukufiyeti olduğu anlaşılan Ali Uşşaki'nin tespit edilebilen eser­
leri arasında 1174/1761'de yazdığı astronomi ile ilgili. Risale fi
Kavsi Kuzah'ı, aritmetikle ilgili Metalibu'l Ezkiya ve Uli'l Elbab'ı;
1162/1748-49'da fıkıhla ilgili Risaletü'l Ceradiyye'si ve tasav­
vufla ilgili Hablü'l Metin isimli eserleri vardır''^. Ali Uşşak'nin şa­
irlik yönününün de çok güçlü olduğu ve şiirlerinde daha çok

41 Mar'aşi, Tertibu'l Ulum, vr.3a


42 Programın varlığı hakkında ilk bilgimizi Süheyl Ünver'in Fatih Külliyesi
isimli eserinden edindik. Bilahere İst. Köprülü Kütüphanesinde, Asım Bey
kısmı No:720 de bulup bir suretini temin ettik.
43 Bkz, İzgi, Cevat, Osmanlı Medreselerinde İlim, {İst. 1997). 1/93

30
"Deruni" mahlasını kullandığı bilinmektedir. Bütün bu yönleriyle
Uşşaklı Ali b. Abdullah, Erzurumlu İbrahim Hakkı'ya benze­
mektedir. Hatta o da, Osmanlı Medreselerinin eğitim programı­
nı manzum olarak yazmıştır. İşte kaside fi'l- Kütübi'l Meşhure
fi'l- Ulum adını taşıyan bu eser, menzum bir eser olup henüz
yayımlanmamıştır. Şimdilik tek nüshası bilinmektedir. Eserin fi­
ziki hacmi küçük olup dört yapraktır. İsmi, Arapça, "Li Münşi-
ihi'l Hakir Ali Uşşakı" olup, kendisi ise, kolayca anlaşılabilen bir
Osmanlıca ile yazılmıştır. 29 ilmin öğrenim metoduyla birlikte, o
ilimlere ait olan, öğrencinin okuması istenen ders kitaplannın
isimlerini de ihtiva etmektedir. Eserin baş tarafında, henüz tah­
sil hayatına başlayacak olan öğrencinin, bazı hususlara dikka­
tini çekerek şöyle diyor:

Yetmek istersen eğer matlubuna ey bahtiyar

İptida mürşit gerektir, eyle ani ihtiyar

Her ne matlubun ise ede tarikini beyan

01 tanka gidesin görmiyesin asla ziyan.

Ger muradın okuyup kesbeylemek ise kemal,

Gösterem sana tankın çekmeyesin hiç melal

İptida her ilmin ehlini bul, arayup Rum u Şam

Ba'dehu eyle telemmüz cidden ceht et subh u şam

(Ey aziz kardeşim sana, önce ve acilen şunu tavsiye ederim,


eğer belirlemiş olduğun bilimsel hedefe ulaşmak istiyorsan ön­
ce, ilmi derinliği ve eğitim tecrübesi olan iyi bir hoca (öğretim
üyesi) bulman gerekir.

31
"ilmin İnangi alanına yönelmek ve derinleşmek istiyorsan o
alanın fırsat ve sıkıntılarını sana açıklasın ki, sen de o sıkıntılara
ve zorluklara düşmeden rahatça yoluna devam edebilesin."

"İkinci olarak da şuna dikkatini çekmek isterim, eğer ger­


çekten okuyup ilim sahibi olmak ve böylece kemale ermek is­
tiyorsan, ben, yazmış olduğum bu programda sana bunun yol­
larını rahatlıkla anlayabileceğin sekide ifade ediyorum ki, o da
şudur:"

"Önce, belli bir medreseye ve şehre takılıp kalma, Anadolu,


Suriye ve Irak gibi ilim merkezleri başta olmak üzere, tüm İslâm
dünyasını dolaş ve her ilmi en iyi bilen insanları bularak ilim dal­
larını onlardan okuyup öğrenmeye karar ver. Sonra da gece
gündüz demeden derslerine çalışan ciddi bir öğrenci ol.)

Ali Uşşaki öğrenciye, bu metodik bilgileri verdikten sonra;


onu, bu programa akaid bilgisi ve Kur'an'ı yüzüne okumayı öğ­
reterek başlatmak istiyor ve şöyle diyor:

Evvelen acaleyle tahkiki iman eyle gel.


Saniyen vacip budur ta'lim-i Kur'an eyle gel

(Önce İslâm'ın iman konularının ilk bilgilerini alarak okula


başlarsın; bununla beraber Kur'an-ı Kerim'i yüzüne okumayı
da tamamlarsın).

Görüldüğü gibi, öğrenci tahsil hayatına Akaid İlmi ile başla­


maktadır. Hemen onun akabinde ise Kur'an öğrenmek vardır.
Böylece "İslâm eğitimi Kur'an öğretimi ile başlar" kaidesine

32
göre hareket ederek Ali Uşşakı'de diğer "İslâm eğitimcileri" nin
yanındaki yerini almaktadır.

Daha sonra sırayla, llm-i Tecvid, llm-i Kıraat, llm-i Sarf, llm-
i Nahiv, llm-i Meani, llm-i Mantık, llm-i Adap, llm-i Hikmet, llm-
i Hey'et, llm-i Hendese, llm-i Zıc, llm-i Mıkat, llm-i Hisap, llm-i
Feraiz, llm-i Vefk, llm-i Muamma, llm-i Aruz, llm-i Usul-i Fıkh,
llm-i Usul-i Hadis, llm-i Usul-i Tefsir, llm-i Fıkh, llm-i Hadis, llm-
i Tefsir, llm-i Kelam, llm-i Furs (Farsça), llm-i Tasavvuf, llm-i Le-
dün, llm-i Keşf^ sahasındaki öğretim metoduyla birlikte, okun­
ması gerekli ders kitaplarını da vermektedir^s.

Kitabın bu bölümü bittikten sonra, son bölümde tahsil ha­


yatını tamamlayan öğrenciye, hayatta uyması gereken yine ba­
zı metodik bilgiler verilerek ona bir nevi "rehberlik" yapılıyor ki,
ilgili bölümde şu beyitleri buluyoruz.

Siyyema, na ehil ile bunlardan açma hiç kelâm.


Bunlar hakkında varid oldi çok tehdid-i tam
İlme gayet yoktur, anı vasfedebilmez zeban
Ben sana tahsili elzem olanı kıldım beyan

(Sakın ha, ilimden anlamayanlara bu konularda asla söz et­


me. Çünkü bunların değerini bilmeyenler sana kaba davrana­
bilirler. Bilimsel gelişmelerin sonu yoktur, onu hiçbir lisan tam
anlatamaz. Ben sana sadece asrımızda en gerekli olan bilim
dallannı ve öğretim metotlarını anlattım).

44 Bu ilim dallan hakkında geniş bilgi, çalışma içinde, ilgili bölümlerde veril­
mektedir.
45 Uşakki, Ali. Li Münşiihi, vr. 2ab (den özet)

33
Ali Uşşaki devamla şöyle diyor:
Bunları tahsil edersen sana olur feth-i bab
Her ne fende okutursan var okut her ne kitap.
Sana öğrettim tarikini hasbeten lillah içün
Sen de tahsil eyleyesin bunları Allah içün.
Kadı ya müfti, müderris olmak içün okuma
Hem dahi hasma galebe çalmak içün okuma
İlimle amil olup eyle kitaba iktida
Her işine muttasıl ere sana Avn-i Huda
Çün ki tahsilin tariki etti istiksa sana
Şükrede Allah'a, dahi eyle Deruni'ye^e dua

(Eğer bu bahsettiğim bilimleri öğrenirsen sana pek çok ka­


pı açılır. Sen de istediğin bilim dalında istediğin kitabı insanlara
okutabilirsin". "Sana bu bilgileri, ilme hizmet edip Allah'ın rıza­
sını kazanmak için öğrettim. Sen de bunları ilim öğrenip onu
yayarak Allah'ı razı etmek için oku".

"İlim tahsil ederken, sırf kadı, müftü ve müderris olmak he­


defin olmamalı. Ayrıca diğer bilim adamlarına galip gelmek için
de okuma)

"İlim öğrenip, yazmak ve yaymak için çalışır ve kitaplara


uyarsan. Her işinde Allah'ın yardımı sana ulaşır (da hem müftü,
müderris ve kadı olursun, hem de diğer bilim adamları arasın­
da özel ve mümtaz bir yerin olur.)"

"Eğer yazmış olduğum bu program ve metot kitabı sana ye­


ni bir ufuk açıp o ufuklara yönelmeni sana ilham ediyorsa; Hem
Allah'a şükret, hem de Ali Uşşak'ye dua et."

Böylece eser bu beyitlerle sona eriyor,

46 Derunı, Ali Uşşakı'nın mahlasıdır.

34
Tablo: 2- Ali Uşşak'nin eserine göre Osmanlı
Medreselerinin Eğitim Programlan

DERSLER OKUNAN KİTAPLAR

AKA'İD Tahkk-i İman

KUR'AN Ta'lim-i Kur'an

TEGVID Dürr-i Yetim Cızreli merhum tecvidi

LÜGAT Şahidi(Farsça)

KIRA'AT Şatibi, Ibn-i Fasih ve Ca'beri


şerhleri

SARF Maksud, Izzi, Merah, Safiye,


Çarperdi, Safiye

NAHİV Kafiye, Molla Cami, 'Isam

ME'ANİ Havadi, Muhtasar, Mutavvel

MAMTIK Isagoci, Kul Ahmed, Fenari, Kara


Davut, Seyyid, 'Imad, Tezhib-i Mir,
Mirza-can

ADÂB Hüseyniyye, Adab-ı Mir, Şah


Hüseyin, Kara Haşiye, Mes'ud

HİKMET Kadi-mir; Lari, Hikmetü'l-Ayn,


Seyyid, Mirza-can

KELAM Molla Celal, Halhali, Hayali,


Siyelkuti, 'Abdurrahim

35
HEY'ET Şerh-i Çağmini, Bircendi,
Kemalüddin-i Türl<mani, Seyyid
Şerif, Muslihuddin, Zic-i Uluğ Bey,
IVlirim Çelebi, Usturlab(rub'uyla)

HİSAB Lum'a, Bahauddin, Ramazan,


Ibnul' Çulli, 'Abdurrahim,
Necmuddin v.s.

FERAİZ Secavendiyye, Necmuddin, Seyyid


Şerhi

FIKIH USULÜ Metn-i Menar, Ibn-i Melek, Ruhavi,


Telvih, Tavzih, Hasan Çelebi, Ibn-i
Kemal, Şerh-i Muhtasar-ı Seyyid

FIKIH Mülteka, Dürer

HADİS USULÜ Nuhbe Şerhi, Elfiyye-i Ibnü's Salah

HADİS Buhar-i Şerif, Ibn-i Melek, Mesabih

TEFSİR USULÜ Burhan, Itkan

TEFSİR Kadi Beyzavi, Keşşaf

HENDESE Metn-i Eşkal-i Te'sis

Müretteb Vefk-i Mavsili; Mu'amma: Mir


Olmayan Hüseyn; 'Aruz: Kafi,
Dersler Hazreci, Endelüsi; Edebiyat: Pend,
Mantıku't-Tayr,
Divan-ı Hafız; Tasavvuf; llm-i
Ledün, 'llm-i Keşf

36
5- KEVAKİB-I SEB'A'DAKİ EĞİTİM PROGRAMI :

Ulaşabildiğimiz IV. Eğitim Programı, Osmanlı Devletiyle,


Fransa Cumiıuriyeti Devleti arasındaki resmî bir yazışmadan el­
de edilmiştir. Bu yazışma şöyle gelişmiştir: 1728-1741 yılları
arasında Fransa'nın İstanbul Büyükelçisi olarak görev yapan
Marguis de Villeneuve, Devlet-i Aliye'ye yazılı olarak başvurur
ve Osmanlı Medrese sistemi hakknda bilgi ister. Bu başvuru­
dan, daha çok, medreselerin eğitim programlan ve öğretim
yöntemleri hakkında bilgi istendiği anlaşılmaktadır. Konu, dev­
let bürokrasisi içerisinde Reisülküttaplık Makamını ilgilendir­
mektedir. Reisülküttap Mustafa Eefendi, yazışmaya cevap ver­
mek için uzmanlar görevlendirerek çalışmayı başlatır. Neticede
Kevakib-i Seb'a isimli risale hazırlanıp Fransa'nın İstanbul Bü­
yükelçisine takdim edilir. Eser, bir komisyon tarafından hazır­
lanmış olmasına rağmen kimin kaleme aldığı bilinmemekte-
dir47.

Kevakib-i Seb'a, bir önsöz, iki bölüm ve bir de sonsöz'den


oluşmaktadır. Önsözde daha çok, İslâm bilginlerinin, İslâm top­
lumundaki sosyo-kültürel statüleri dile getirilmekte, batılı mes­
lektaşlarının onlar hakkndaki yanlış düşünce ve kanaatleri dü­
zeltilmeye çalışılmaktadır.

Risalenin asıl bizi ilgilendiren ve Osmanlı Medreselerini batı­


lılara tanıtmak maksadıyla yazılan bölümde özetle şu bilgilere
yer verilmektedir: İlme yeni başlayan bir öğrenciye önce, anla­
yacağı ölçüde iman konuları ve Kur'an-ı Kerim'in yüzüne okun­
ması öğretilir ve bazı sureler kendisine ezberlettirilir. Zira artık o

47 Eserin orijnali için bkz. Bibliotheque Nationale (Fransa), Supplemet Türcs.


nr.196, yaprak 5 1 a - 6 4 b

37
delikanlılık çağındadır ve nannaz kılması üzerine vaciptir. Kur'an
okurken aynı zamanda bir mücevvidden yani tecvid [locasın­
dan Türkçe bir tecvid kitabını da ders kitabı olarak okur. Bu
arada Kur'an-ı Kerim'i baştan sona kadar ezberleyenler de olur
ki, bunlara "Hafız" denir.

Sonra alet ilimlerinden sarf ilmine başlanır ve Emsile, Bina,


Maksud, Izzi, Merah ve Safiye okunur. Sarf ilmini tamamlayan
öğrenci, Nahiv İlmine başlar ve Avamil, Misbah, Kafiye, Elfiye-i
Ibn Melek, Molla Cami ve Muğni'l Lebib isimli eserleri okur.
Bunlarla beraber İlk Islâmi bilgileri almak için de, haftada bir ya
da iki gün Fıkıh dersi alır ve bu dersde önce Halebi, sonra da
Kuduri isimli kitapları okur.

Alet ilminden sonra Mantık İlmine başlayan öğrenci Isagoci,


Hüsamkati, Muhyeddin Risalesi, Fenari ve Haşiyesi, Şemsiye
ve şerhi Kutbuddin-i Şirazi, onun haşiyesi Seyyid ve Kara da-
vud, Tehzip, Sadüddin ve en son olarak da Şerh-i Meta­
li okur.

Kevakib-i Seb'a'da, bizim bu çalışmada etraflı olarak ele


alacağımız şekilde, bilim dalları ve bu bilim dallarında öğrenci­
lerin okuyacağı eserler sıralanıyor. Yukarıda belirtildiği gibi
Mantık İlminden sonra Adabu'l Bahs ve'l Münazara İlmi, Be-
yan-Bedii -Beyan İlimleri, Felsefe ve Kelam İlimleri, Hisap, Hen­
dese vb gibi Riyaziyat İlimleri ve en son olarak da usul ilimleri
yani Fıkıh Usulü, Hadis Usulü ve Tefsir okunur. Tablo:3'de gös­
terdiğimiz eserleri okuyan öğrencinin tahsil hayatını tamamla­
yacağını ve yetişmiş bir eleman olarak kendisinden yararlanıla­
cağı belirtilmektedir.

38
Kevakib-i Seb'a'da Osmanlı Medreselerinin eğitim metodla-
rı hakkında da yararlı bilgiler verilmiştir. Örneğin: Medrese eği­
tim programlarında öğrencinin (sınıf değil) ders geçtiği, dersler­
de de ders kitabının esas olduğu, her dersle ilgili olarak en az
dört-beş kitap okunduğu; bu kitapların da kendi içinde kolay­
dan zora doğru, bilinçli olarak sıralandığı, bunun da başlangıç
(Iktisar), orta (iktisad) ve en ileri (istiksa) olmak üzere üç kade­
mede sıralandğı belirtilmektedir. Ayrıca bu eserde, öğrencinin
derse hazırlanmasında takip ettiği yol, sınıf ortamında ders iş­
leme metodu ve hoca-talebe etkileşimi hakkında da etraf­
lı bilgiler verilmektedir^s. Kevakib-i Seb'a'daki bu konular hak­
kında geniş bilgi, çalışmanın ilerleyen safhalarında bulabilirsiniz.

48 Eserin Türkçe tercemesi için bkz. izgi, Cevat, Osmanlı Medreselerinde


İlim. (Ist.1997), 1 / 6 9 vd.

39
Tablo : 3- Kevakib-i Seb'a isimli esere göre Osmanlı
medreselerinin Eğitim Programlan

DERSLER OKUNAN KİTAPLAR

İktisar Iktisad Istiksa


(başlangıç) (orta derece) (İleri
derece)

AKAİD Eser isnni


verilmemiştir

KUR'AN Eser ismi


verilmemiştir.

SARF Emsile, Bina Maksud, Izzi Merah,


Safiye

NAHİV Avamil, Kafiye, Muğni'l-


Misbaiı Elfiye, lebib
Molla Cami

FIKIH (llmuhai) Halebi, Hidaye Kadıhan,


Kuduri Bezzaziye

MANTIK Isagoci, Şemsiye, Şerh-i


Hüsamkati, Tehzib, Metali
Muhyiddin, Kutbuddin,
Fenari Seyyid, Kara
Davud,
Sadüddin

40
ADAP Taşköprü Mes'ud-i
şerhi Rumi,
Mir, Hüseyni,
Kadı Adud,
Şerh-i
Hanefiyye,

MEANİ Telhis Şerh-i Mutavvel


muhtasar

HİKMET-I Hidaye Kadımir, Lari, Kitab-ı


Na2ariyye Hikmetü'l Ayn Şeyhayn

KELÂM Şerh-i Akaid, Şerh-i


Hayali, Şerh-i Mevakıf
Makasıd,
Mevakıf

HENDESE Eşkalü't- Ökidis


(Geometri) Tesis

HİSAP Bahaiyye Ramazan Ibnu Çilli


(Matematik) Efendi

USUL-I FIKIH Tenkih, Tavzih


Tavzih, (haşiyesi
Muhtasar-ı ile),
Münteha, Telvih,
- Şerh-i Adud Fusul-i
Seyyid Bedayi
Haşiyesi

41
FIKIH Hidaye Kadıhan,
Bezzaziye

HEVET Şerh-i Bercendi


(Astronomi) Çağmini

USUL-I HADİS Elfiyye Nuhbetü'l


HADİS (Ezber) Fiker, Şerh-i
Buhari, Kari

HADİS Buhari, Bazı Çok


Müslim Müsnedler Müsned

TEFSİR Vahidi Vahidi Beyzavi


Tefsiri Tefsirinden Tefsirin­
daha büyük den
bir Tefsir

6- PROGRAMLAR HAKKINDA GENEL BİR


DEĞERLENDİRME

Kısaca tanıtmaya çalıştığımız eserlerde geçen ve o gün-


küöğrencinin muhakkak öğrenmesi istenilen ilim dalları ile, bu
ilim dallannın tahsilinde birer eğitim aracı olarak kullanılan ders
kitaplan hakkında tanıtıcı bilgileri, Osmanlı Medreselerinin eği­
tim metodlarını, hoca- talebe ilişkilerini vb. gibi konuları, çalış­
ma mızın ağırlık noktasını teşkil eden, ibrahim Hakkı Erzuru­
mi'nin Tertib-i Ulum isimli eserini tenkit, tahlil ve şerh ederken
vereceğiz.

Şimdi biz iki hususu billurlaştırmak istiyoruz. Bunlardan bi­


rincisi: Şimdiye kadar ilk kaynaktan ve yazma olarak, bulup

42
gün yüzüne çıkardığımız dört değerli eğitim programını özetle
inceledik. Bir beşincisini de etraflıca ele alacağız. Bu program­
ların, Osmanlı Medreselerinin eğitim programları hakknda do­
yurucu bilgi verme kabiliyetleri bize göre çok yüksektir. Bu dü­
şüncemizi şu hususlar destekler mahiyettedir:

a- Her şeyden önce bu programlar Osmanlılar döneminde


yazılmış orijnal eserlerdir. Dolayısıyla o dönemi en güzel şekil­
de yansıtırlar.

b- İkinci olarak bu programlar, İstanbul, Erzurum, Tokat,


Uşşak ve Kahraman Maraş gibi Anadolu'nun dört bir yanında
yazılmış ve uygulanmış birer medrese eğitim programlarıdır.

c- Diğer önemli bir husus ta, bu çalışmada kaynak olarak


kullandığımız beş eserin de X\/\\\. Yüzyılda yazılmış olmasıdır.
Bilindiği gibi XVII. XVIII. Ve XIX. Yüzyıllar, Osmanlı Medreseleri­
nin, kendilerinden önceki asırları özümsediği, istikrara kavuşup
durgunlaştığı, artık muhafazakar bir yapıya bürünüp değişimin
pek fazla yaşanmadığı asırlardır. Dolayısıyla bu asırlar ve bu
asırlarda yazılmış olan ve birbirini destekleyen eserler, hem bu
asırları, hem de kendilerinden önceki yüzyılları temsil edip gös­
terebilirler. İşte bu çalışmanın, bütün Osmanlı dönemini temsil
edebileceğini düşünüyorum.

d- Ayrıca her bir programı yazan müellif de İstanbul ile bağ­


lantılı olarak eserini kaleme almıştır ki, bu da önemli bir husus­
tur.

e- Bu çalışmada incelediğimiz eğitim programlarından birisi


de, devletler arası resmî yazışma belgelerine dayanmaktadır.
Bir bakıma Osmanlı Devletinin, konuya ilişkn resmî görüşünü

43
ortaya koyan bu belge çok büyük bir öneme sahiptir. İşte bü­
tün bunlar göz önüne alınınca, bizim bu çalışma ile ilim alemi­
ne sunacağımız bilgilerin tam geçerli ve dayanıklı olduğu anla­
şılır. Diğer bir ifadeyle, bu çalışma, ilim alemine takdim edildik­
ten sonra, artık, "Osmanlı Medreselerinin eğitim programları ne
idi" demeğe gerek kalmayacağına inanıyorum. Çünkü artık ko­
nu gün yüzüne çıkmış ve ilim alemine mâl olmuş olacaktır.

Aslında, temelde (Eğitim Programı olmaları hasebiyle) birbir­


lerine çok benzeyen bu eserlerin birinin üzerinde çalışmak, di-
ğerieri hakknda da derii toplu bilgi vermek demektir. Aynca bu
eserierin incelenmesiyle, Osmanlı medreselerindeki eğitim öğ­
retim faaliyetleri, özellikle eğitim programları yönünden incelen­
miş olacaktır. Dolayısıyla Ishak b. Hasan et Tokati, Muhammed
b. Ebibekr el Mar'aşi, Ali Uşşaki, ve Erzurumlu İbrahim Hakkı
gibi zatların eserleriyle, Kevakib-i Seb'a gibi bir eseri inceleye­
rek, endüksiyon (parçadan bütüne) metoduyla Osmanlı Med­
reselerinin eğitim programının ne olduğu bilgisine ulaşacağız.
Esasen bu zatlar söz konusu programları yazarken Osman­
lı Medreselerinde okutulan eğitim programlarının "genelinden
habersiz ve bilgisiz değildiler, aksine her biri bu bilgilere derin­
lemesine ve genişlemesine sahiptiler. Özellikle I. Hakkı, bu ese­
rini, İstanbul'da beş y l bilimsel inceleme ve araştırma yaptıktan
sonra yazmıştır.

Billurlaştırmak istediğimiz ikinci husus ise:

a- Bu programlar, Önsöz'de ifade edildiği gibi, birer "tek­


liften ziyade, "haber" oluşlarıyla öne çıkmışlardır. Yani, söz
konusu bu çalışmalar, Osmanlı Medreselerinin eğitim program­
larının geliştirilmesine yönelik olarak hazırianmış alternatif birer

44
eğitim programı değil, aksine, kendi devirlerinde medrese
programlarının nasıl ve niceliğini ortaya koyan ve daha çok ha­
ber niteliği taşıyan eserlerdir. Nitekim Tertib-i Ulûm'u, Kevakib-
i Seb'a'yı ve diğerlerini incelediğimizde bu hususlan görürüz,
(Ancak Saçaklızade Mar'aşi'nin Tertibu'l Ulûm isimli eserinin bi­
raz değişik olduğunu ifade edelim. Yani o, daha "teklif" ağırlık­
lıdır.) Bununla beraber bazı eserlerin müellifleri, kendi dönemle­
rindeki eğitimsel faaliyetlerin daha yararlı olması için dikkat edil­
mesi gereken hususlara da parmak basmışlardır. Ama şunu bir
defa daha vurgulayalım ki, sözkonusu Tertibu'l Ulûm hariç, bu
eserlerin haber olma yönleri, teklif olma yönlerinden çok çok
öndedir ve bizim için önemli olan husus da budur.

b- Yükseköğretim kurumlarının daha önce belirttiğimiz bilgi


üretme, uzman yetiştirme ve bilgiyi yayma fonksiyonları açısın­
dan, bu programlarda sergilenen Osmanlı medreselerine bak­
tığımızda, onların, Selçuklu medreselerinin seviyesini tuttura-
madığını baştan ifade edebiliriz. Bununla beraber medresele­
rin, Osmanlı Devleti ve Toplumunun ihtiyaç duyduğu pek çok
alandaki uzmanları yetiştirerek bu görevlerini belli ölçüde de ol­
sa yerine getirdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca Osmanlı medreseleri­
nin, "mevcut bilgi birikimi özümsediğini" ve "bilgiyi elde ettiği ilk
şekliyle yayma ve tanıtma" çalışmalarında başarılı olduğunu da
görürüz. Bütün bunlara rağmen bu durum, bir yüksek öğretim
kurumu için yeterli değildir. Zira birinci fonksiyon yani kısaca
bilgi üretme fonksiyonu diyebileceğimiz fonksiyon her şeyin te­
melidir. Onun olmadığı yerde durağanlık, tekdüzelik, gerileme
ve çöküş olur. O olmadan diğer iki fonksiyonu da arzu edilen
şekilde yerine getirmesi mümkün değildir; ya da pek fazla ya­
rar sağlamaz, Esasen bilgi üretme fonksiyonu, bir yüksek öğ­
retim kurumu için temel fonksiyondur. O olduğu zaman

45
diğerleri de bir anlam kazanır. Birinci fonksiyon başta olmak
üzere, bir yüksek öğretim kurumu, her üç fonksiyonu da yeri­
ne getirmesi gerekir ki, görevini tam anlamyla yapmış olsun,
Dolayısıyla en temel fonksiyon olan bilgi üretme fonksiyonunu
yerine getiremeyen, fakat "toplumun ihtiyaç duyduğu uzmanla­
rı yetiştirerek" ve "bilgi yayarak" diğer iki fonksiyonu ifa eden
Osmanlı Medreseleri, bu alanlardaki güzelliklere rağmen, bana
göre kendisinden beklenen görevi tam olarak yapamamıştır.

Şimdi beşinci bir eğitim programı olarak, Erzurumlu İbrahim


Hakkı'nın Tertib-i Ulûm isimli eserini incelemeye geçelim.

46
I. B Ö L Ü M

TERTİB-I U L Û M

VE

İBRAHİM HAKKI ERZURUM!


ERZURUMLU İBRAHİM HAKKI ve TERTİB-İ ULÛM

Bu ilmi araştırmamıza temel olan eser, yani Tertib-i Ulûm,


İbrahim Hakkı Erzurumi'nin eseridir. Müellifin diğer bazı eserle­
ri gibi, bu da henüz matbu olarak yayımlanmamıştır. Eser, yaz­
ma bir eser olup, elimizde dört nüshası mevcuttur. Uzun yıllar
çalışılarak yazılmış bir eser olmasına rağmen hacmi itibariyle
küçüktür. Yazı tekniğine göre, bazı nüshalar 5 varak, bazıları
ise 6 varaktır. Müstef'ilatün Müstef'ilatün vezninde yazılmış, bu
gün dahi rahatça anlaşılabilecek, manzum bir eserdir. İbrahim
Hakkı, kendi âdeti üzerine eserini yine aynı eser içinde sigorta
etmişi, 125 beyit2 olduğunu ve (H.1165/M.1752) yılında^ yaz­
dığını belirtmiştir. Eser bir eğitim programıdır.

Bilindiği gibi, hızlı bir sosyal ve kültürel değişmenin başlan­


gıcı olan Tanzimat dönemine kadar, Osmanlı eğitim ve öğretim
kurumları iki bölümde teşkilatlanmıştır^. Bunlardan birincisi
sübyan mektepleridir. Burası yaklaşık 7-13 yaşları arası çocuk­
ları eğitir ve buralara gitmek mecburidir. Bu okullara temel eği­
tim kurumları denebilir.

, 1 İbrahim Hakkı ve eserleri ijzerine çeşitli araştırmalar yapmış olan Şakir Dic-
lehan şu tespitte bulunuyor: İbrahim Hakkı, edebiyatımızda pek denen­
memiş bir metodu uygulayarak münasebet düştükçe ailesi, şeyhi, arka­
daşları, çocukları, yaptığı seyahatler, hac seferleri vb. konular hakkında
şüpheye yer kalmayacak şekilde bilgi verir. (bkz. Diclehan Şakir, Çeşit­
li Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı s. 13)
2 Tertib-i Ulûm, vr.2
3 Tertib-i Ulûm, vr. 2
4 Koçer, H. Ali; Türkiye'de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişmesi, s.6, M.E
Basımevi, (İst. 1974)

49
İkincisi ise, Medreselerdir. Medreseler özellikle Osman­
lı Devletinin kuruluşundan, Tanzimat dönemine kadar. Memle­
ketin irfan ve adalet hayatına doğrudan doğruya; sivil ve asker
bürokratlarla, çeşitli alanlardaki uzmanları yetiştirmek suretiyle
de dolaylı olarak vatana çok yararlı hizmetlerde bulunmuştur.
Medreselerin öğrenim süresi yaklaşık 10-12 yıl civarındadır. İş­
te İbrahim Hakkı'nın yazmış olduğu Tertib-i Ulûm, söz konusu
bu medreselerde uygulanan bir eğitim programıdır. Tarihî de­
ğeri olan bir belge niteliğindeki bu eğitim programı, esasen çok
fazla değişmeye uğramamış olan Osmanlı Medreselerinin bü­
tününe ışık tutacak bir eğitim programıdır. Bugüne kadar ilim
aleminde, medreselerin eğitim programlarını böyle derli toplu
olarak ortaya koyan başka bir belgeye araştırmalarımızda biz
ulaşamadık.

Eserin İbrahim Hakkı'ya nispetini, ilgili kaynaklardan öğreni­


yoruz. Bu hususta, Bursalı Mehmet Tahir, İbrahim Hakkı'nın
eserlerini sayarken, 22. Sırada Tertib-i Ulûm-u yazıp, kitap hak­
kında şu bilgiyi vermektedir: "İlme delalet, icmal-i alet Kur'an ve
Hat, Fıkıh ve Lügat, Tarih, Nahiv, Nazım, Adap, Meani, Beyan
gibi ilimlerden bahseden, manzum bir eserdir^.

Türk Ansiklopedisinde, Abdülbaki Gölpınarlı'nın kaleme al­


dığı ilgili maddede, Tertib-i Ulûm'dan hiç bahsetmemekle be­
raber diğer bazı eserlerinin isimlerini saymıştır^. Marifetna-
me'de Tasavvuf isimli bir doktora tezi yapan Hayrani Altıntaş,
mezkur eserinde I. Hakkı'nın eserleri arasında Tertib-i Ulûm'u
da sayıp, dipnotta eserin yazma nüshalannın ikisinin yerini bil­
dirmektedir''.

5 Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, c. 1 s. 19


6 Türk Ansil<lopedisi, c. 19 s, 507 - 508
7 Altıntaş, Hayrani. Marifetname'de Tasavvuf s. 40

50
Bu arada hemen şunu açıklığa kavuşturalım ki, Tertib-i
Ulum hakkında birkaç cümleyle kısa bilgi veren Bursalı Mehmet
Tahir'in eseri görüp okumadan bu bilgiyi verdiğini sanıyoruz.
Zira yukarıda naklettiğimiz Bursalı Mehmet Tahir 'in verdiği bil­
gide, Tertib-i Ulum'un, Kur'an ve Hat, Fıkh ve Lügat, Tarih,
Nahiv, Nazım, Adap, Meani gibi ilimlerden bahseden manzum
bir eser olduğu iddia edilmektedir. Halbuki bu eser, Kur'an ve
Hatt, Fıkıh ve Lügat, Tarih vb. ilimlerden bahseden bir kitap de­
ğildir. Gerçi içerisinde o isimler geçiyor ama, Kur'an ve Hat
şöyle yazılır, Fıkh, şu konular la ilgilenen bir ilimdir. Tarih şudur,
llm-i Meani budur diye bir bilgi yoktur. Halbuki nakettiğimiz bö­
lümde bu havayı görüyoruz.

Hayrani Altıntaş'ın verdiği bilgi ise, belli ölçüde doğruya yak­


laşmış olmakla beraber, aşağıya aldığımız^ cümlede Bursa­
lı Mehmet Tahir'in durumuna düşüyor. Halbuki eser, 18. yüz­
yılda İstanbul'da yapılan uzun araştırmalar neticesinde I. Hakkı
Erzurumi tarafından yazılmış, Erzurum ve çevresinde uygulan­
mış bir Medrese Eğitim Programıdır. Bilindiği gibi Osmanlılarda
medrese eğitimi sübyan mektebinden sonra yani yaklaşık 13-
14 yaşından sonra başlardı. Bugünkü anlamda ortaokul, lise ve
Üniversite öğrenimini içine alır ve yaklaşık 12 yıl sürerdi. Bu
program da işte bu dönem için hazırlanmış olup, öğrenciyi
Kur'an ve yazı öğreniminden başlatıp, mütebahhir (o günkü
ilimlerde derinlemesine bilgi sahibi olmuş) bir ilim adamı olun­
caya kadar, hangi ilimleri ne kadar, hangi metotlarla okuyup

8 "Üçüncü bölümden sonuna kadar, dil. Felsefe, Atılak. Din, Matematik,


Coğrafya ve Anatomi hakkında bilgiler verilir.(Bkz. Altıntaş, Hayrani, Ma-
rifetname'de Tasavvuf, s. 40)

51
öğrenmesi ve talebelik hayatında nelere dikkat etmesi gerek­
tiğini veciz bir şekilde açıklayan bir eserdir. Bugün bu tip eser­
lere, eğitim literatüründe "Eğitim Programı" dendiğini daha
önce belirtmiştik.

Bu hususu krsaca açıkladıktan sonra şu meseleye de bir


gözatmak gerekmektedir. İbrahim Hakkı'nın eserleri sayılırken
"Tertib-i Ulum", bazı yerler de anılmakta, bazı yerlerde ise, hiç
bahsedilmemektedir. Ayrıca, eserin elimize geçirdiğimiz 4 nüs­
hasında da, bu kitabın İbrahim Hakkı'ya ait olduğunu gösteren
açık ve net bir ibare yoktur. Gerçi eserin ilk^ ve son^o sayfasın­
da; Hakkı diye bir isim geçiyor amma, bu saydığımız sebepler­
den dolayı, bu kitabın İbrahim Hakkı' ya ait olup olmaması hu­
susunda objektif bir bilim adamı olarak, bizde bir şüphe belir­
di. Nitekim aynı şüpheye Süheyl Ünver'in de düştüğünü araş-
tırmalanmızda gördük. O şöyle demektedir: "Erzurumlu müte­
fekkirimiz İbrahim Hakkı'nın olduğunu tahmin ettiğimiz Tertib-i
Ulûm Risalesi'nde de medreselerin takip ettiği klâsik dersler sı­
ralanmıştır''''. Bilahare, eserin ikinci bölümünde Erzurum'dan
bahsetmiş olması nedeniyle bu kitabın Erzurumlu İbrahim Hak­
kı' ya ait olabileceğini yazmakta ise de, bu bilgi bizim şüphemi­
zi gidermediği için, konuyu araştırmaya başladık.

Neticede aşağıda sıralayacağımız sebeplerden dolayı eserin


İbrahim Hakkı'ya ait olduğu hususu bizde kesinleşmiş oldu.
Araştırmalarımızda şu hususlar dikkatimizi çekti:

9 Der Hakkı yazdım kitabı- Dercettin anda on iki babı


10 Hakkı bu pendin haktır muhakkak- İlim ve amel hem tevfık ede Hak
11 Ünver, Süheyl. Fatih Külliyesi, s. 103

52
1- Araştırmada, objektifliği koruyabilmek için, belli bir za­
man aralığında esere "müellifi belli olmayan eser" gözüyle bak­
tık. Bu durumlarda ise "Müellifi belli olmayan bir eserin müellifi,
eserin ait olduğu devirde yazan müelliflerin birisine ait olup ol­
mayacağı, dil, üslup ve hadiseleri tetkik ve muhakeme tarzı iti­
bariyle o müelliflerden birinin üslup, muhakeme tarzı ve karak­
terine benzemesi gibi şeylerle takriben tayin edilebilir"'2.

Tertib-i Ulûm'daki, "Hakkı"i3, "Erzurum"i4 ve (H. 1165/ M.


1752)"'5 tarihlerini yanyana getirince, ister-istemez bu Hak­
kı'nın, Erzurumlu İbrahim Hakkı olup olmayacağı akla geliyor.
Marifetname'yi ve diğer bazı eserlerini bu soruya cevap bulmak
için baştan sona inceledik. Sonuçta şu gerçeği gördük:

a- İbrahim Hakkı, Marifetname'de, işlediği her konuyu hem


özetlemek, hem de okuyucuyu şiirin akılda kalma gücünden
yararlandırmak için, konuyu birkaç mısraıyla manzum bir hale
sokmuştur. İşte, hemen hemen her konunun sonundaki şiirde
"Hakkı" mahlasını kullanmış olarak bulduk. Öyle ki, şiirde "Hak­
kı", nesirde ise, "İbrahim Hakkı" ismiyle yazmış olduğunu tespit
ettikle. İşte Tertib-i Ulûm'da bir manzum eserdir; dolayısıyla
orada da "Hakkı" denmekle aslında İbrahim Hakkı Erzurumi
kastedilmektedir.

12 Togan, Zeki Velidi, Tarihte Usul, s.83 v d .


1 3 Eserin ilk ve son beyitinde
14 "İkinci bab icmal-i alet" bölümü
15 "Hem on ikinci bab usuldür" bölümü
16 Marifetname'nin ilk sayfasında, "Bu Hakir-i Hakiki İbrahim Hakkı..." ile
başlayan cümle ile, diğer meşhur bir eseri olan "Divan-ı İbrahim Hakkf'da
bu durum görülebilir.

53
b- Marifetname ile Tertib-i Ulûm'da, ya birbirine çok benze­
yen'''' veya aynısı olan^s mısralar mevcuttur. Bununla, bilinen­
den hareketle bilinmeyeni çözme imkanı bulunur. Yani üslup dil
ve anlatım yönünden bir benzerliğin olması ve aynı beyitlerin iki
kitapta da bulunması her ikisinin de aynı müellife ait olduğunu
gösterir.

c- İbrahim Hakk'nın kendine mahsus bir âdeti üzere, yaz­


dığı eserleri yaknlarından birinin adına yazar ve bunu, eserin
uygun bir yerinde dile getirir. Tertib-i Ulûm'u da amcasının oğ­
lu Yusuf Nesimi'nin adına yazmıştır. Şu beyitte lügat ilminin
ehemmiyetini Yusuf'a hitaben dile getirmekte ve dindek yerine
işaret etmektedir;

"Yusuf lügat hoş bil bir külli hem -

Fehmet k oldur din içre elzem"

(Yusuf lügat -kelime bilgini, bir bütün olarak çok iyi bir dü­
zeyde gerçekleştir. Zira şunu çok iyi bil ki, Arapça-Türkçe lügat
bilgisi din ilimleri için çok önemlidir.)

17 "Bu tevhide eğer ermek dilersen-


Seray-ı vahdete girmek dilersen" .(Marifetname, s.561) ile başlayan
mısralarla.
"Ger Erzurum'da kalmak dilersen-
Deryay-ı ilme dalmak istersen" (Tertib-u Ulûm, vr.2a) mısraları ara­
sında bir benzerlik söz konusudur.
18 Mezun olursun okut ulumi-
Neşreyle halka nef'i umumi
Amil olursun Kamil olursun-
Hikmetleri hep sen de bulursun (Bkz. Marifetname, s.539/ Tertib-i Ulûm,
vr.5a

54
2- Eseri görüp inceleyen Süineyl Ünver şöyle demektedir:
"Bu manzumenin sahibinin Erzurumlu İbrahim Hakkı olduğun­
dan şüphe etmemelidir. (Zira) ik yerde de Erzurum'dan bah-
setmektediri9.

3- I. Hakkı üzerine genişlemesine ve derinlemesine incele­


me yapan Şakir Diclehan ise, "İbrahim Hakkı'nın en büyük me­
rak ve tutkusu ilimdir. Dil ve Din Bilgisinden başka Felsefe, Ah­
lak, Matematik, Astronomi ve benzeri ilimlerin öğrenim ve öğ­
retimine (dair) ilk Türkçe risalesi olan Tertib-i Ulûm" da oldukça
fazla yer vermesi sebepsiz değildir"20, diyor.

Görüldüğü gibi her iki müellif de eserin İbrahim Hakk Erzu­


rumi' ye ait olduğunu açıkça ifade etmektedirler.

4- Çalışmamızda, eserin üç nüshasını2"i dikkate alarak Sü­


leymaniye Kütüphanesinde yaptığımız araştırmalarda İbrahim
Hakk'nın birkaç risalesini havi (içeren) bir ktabını Esad Efendi
bölümü, no.1438'de bulduk. İçerisinde a)- Tezkritü'l Ahbab fi
Menakb-ı Kutbi'l Aktab, b)- Hısnu'l Arifin Min Fiteni'z Zaman fi
Külli An. c)-Müntehabat vb. gibi risalelerin bulunduğu kitapta,
Tertib-i Ulûm 12. Sırada yer almaktadır. 13. sırada ise Müellif
in meşhur "Tefvizname"si gelmektedir. Bu nüshaların sonunda
da, bu eserlerin İbrahim Hakkı' ya ait olduğu ayrıca yazılmak­
tadır.

19 ünver, Süheyl, a.g.e, s. 106


20 Diclehan, Şakir, a.g.e, s. 158
21 I, Süleymaniye Ktp, Nafiz Paşa, 1447/2; II. İzmir, 7 4 1 ; III. İst. Ü. Ktp, Ha­
lis Efendi Böl, 3653

55
Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Tertib-i Ulûm Erzurumlu İbra­
him Hakkı' ya aittir 1747-52 yıllan arasında yaklaşık beş yıl İs­
tanbul'da kalıp ilmi incelemeler yaptıktan sonra, Osmanlı Med­
reselerinin genel havasını öğrenip bu programı yazmıştır. Şim­
di biz, söz konusu bu eseri ve dolayısıyla Osmanlı Medresele­
rinin eğitim programını incelemeye başlayabiliriz. Ama önce,
Tertib-i Ulûm'daki ders programlarını tablo halinde görelim.

56
Tablo: 4- Ezummlu İbrahim Hal<kı'nın Tertib-î Ulum isimli
eserine göre Osmanlı Medreselerinin eğitim programı
tablo halinde görülmel<tedir.

DERSLER OKUNAN KİTAPLAR

KUR'AN KIRAAT (Hatim), Tecvid-i Türl<i, Şatibi

HATT Sülüs, Nesih, Ta'lik, Divanı

LÜGAT Şahidi, Halimi, Ni'metullah,


Ferişte, Ta'rifat-ı Seyyid, Ahteri,
Sihah, Vankulu, Kamus

AKA'İD Manzum 'Aka'id Kitabı, Emali,


Fıkh-ı Ekber

AHLÂK Hayriyye, Pend-i 'Attar, Tarikat


Hilye-i Hakani

ŞARF Emsile, Bina, Maksud, Izzi, Merah

NAHİV Avamil, Enmuzec, Hada'ik, İzhar,


Neta'ic, Kafiye, Cami, Safiye,
Çarperdi

MANfTIK Isagoci, Husam-ı Kati, Muhyiddin,


Fenari, Kul ahmed, Velediyye,
Şemsiyye, Kutb, Davud, Seyyid,
Tezhib, Celal, Mir

ADAB Hüseyniyye, Şerh-i 'Adud, Mir,


Zeyn, Takrir-i Kavanin

ME'ANİ Telhis, Mutavvel, Isti'are, Vaz,


Bedi, Şerh-i 'Adud, 'Aruz-ı
Endelüsi, Nabulusi

57
HİKMET Kadimir, Molla Lari, Hikmetü'l
'Ayn, Mirza-Can

KELÂM Şerh-i 'Aka'id, Hayali, Isbat-i


Vacip

FIKIH Mülteka, Eşbah-u Neza'ir,


Mecma'u'l-Bahreyn, Ibn-i Melek,
Munye-i Musalli, Tuhfe, Ta'lim-
Müte'allim, Vikaye, 'llm-i
mezahihib-i Erba'a

HENDESE Şerh-i Eşkal-i Te'sis

HİSAB Hulasa, ibn-i Çulli

HEY'ET Şerh-i Çağmini, Haşiye-i Bircendi,


Bist Bab, Sİ-FasI, Rub'ı
Müceyyeb, Rub-ı Mukantar

İLM-l ZİC Si Fasl-İ Tusi

TEŞRİH
(TIP-ANATOMİ) İLMİ Tıbb-i Nebi

FERA'İZ Siraciyye, Şir'a metni şerhiyle


(MİRAS HUKUKU

FIKIH USULÜ Tavzih, Tasrih, Telvih

HADİS USULÜ Nuhbe

HADİS Meşarik, Mebarik

TEFSİR Beyzavi

58
II. BÖLÜM

TERTİB-f U L Û M
BİR EĞİTİM PRCX3RAMI OLARAK TERTİB-I ULÛM

Klâsik İslâm müelliflerinin, eser yazarlarken uymak duru­


munda oldukları bazı kaide ve kurallar vardır. Bunlar, o kültür
içinde ve zamanla ortaya çıkmışlardır. Mesela, bir eseri daha
yazmaya başlarken "Besmele", "Hamdele" ve "Salvele"i ile işe
başlamak bu kaide ve kurallardandır. İşte, aynı havayı teneffüs
ederek yetişen Müellifimiz İbrahim Hakkı Erzurumi'nin de, ese­
rine aynı usulle başladığını görmekteyiz. Şöyle ki;

"Allah adının avniyle eshel-Ben bu kitaba bed'ettim evvel"

(Allah adını anmanın sağlayacağı yardımın getireceğine


inandığım kolaylığa güvenerek ben bu kitabı yazmaya başla­
dım). Bu mısralarda besmeleye işaret vardır. Ayrıca;

"Elhamdülillah halk etti insanı-


Nefhetti ruhi bahşetti imanı.
Hem verdi ilmi, hem hılmi ve ani-
Hem aklı, fehm ve nutk-ı beyanı"

(İnsanı yaratıp ona ruhunu veren ve "İnanma" duygusuyla


donatan Allah'a hamdolsun. Ayrıca Allah Teala, insana, ilim
elde etmenin öğeleri olan aklı, anlamayı, konuşmayı, ilim elde
etme özelliğini ve güzel ahlâkı da lütfetmiştir (bunlardan dolayı
da O' na hamdolsun), mısralannda "Hamdeleyi" açıkça ifade

1 "Besmele"; Bismillahirrahmanirrahim, Hamdele; Elhamdü üllah, "Salvele"


ise; Salat-ü selam ol<umak demektir.

61
etmiştir. Bu beyitlerle hem Allah'a hamdediyor , hem de Al­
lah'ın insana verdiği ruh, iman, ilim, hılm, al<ıl, anlayş ve [<onuş-
ma gibi temel insani özellikleri dile getiriyor. Hamd bunları ve­
renedir denmek isteniyor.

Ayrıca bu Hamdele kısmında, yazılan eser hangi mevzuda


ise, o konu üç beş cümleyle özetlenir. Mesela, Fıkh-ı Ekber'i
şerh eden Aliyyu'l Kari kitaba şöyle başlıyor: Başlangıçsız her
şeyin evveli, nihayetsiz her şeyin sonu, Kadim, Kerim, Fazilet
ve cömertlik sahibi, varlığı kendinden olan Allah Teala' ya son­
suz hamd ve senalar olsun. Yüce Allah, kemal sıfatlarından
olan Cemal ve Celal sıfatları ile vasıflanmıştır. Allah Teala nok­
san sıfatlardan, yaratılmış olmaktan, zevale uğramaktan beri-
d i r 2 . Fıkh-ı Ekber, llm-i Tevhid (Akaid) kitabıdır. Kitabı şerh eden
zat, daha esere başlarken Tevhid ilminin konusunu burada bir­
kaç cümleyle özetlemiş olduğunu görüyoruz.

Ayrıca, bir "Tarih Sosyolojisi" kitabı olan Mukaddime'ye de


Ibn-i Haldun şöyle başlıyor: "Hamd olsun o Allah'a ki, İzzet ve
Ceberut O'nundur, Mülk ve Melekut (Maddî ve Manevî alemler)
C'nun elindedir. O başlangıçta, bizi arzda, bir zürriyet olarak
yarattı. Nesiller ve milletler halinde bizimle yeryüzünü mamur
e t t i 3 . Birkaç cümlesini verdiğimiz Mukaddime'nin "Hamdele"
bölümünde görüldüğü gibi tarihin konularından olan "Mülk",
"İzzet", "Ceberut", "Nesiller", "Milletler", "Yeryüzünün iman" gi­
bi tabirler kullanılarak hem Allah'a hamd ediliyor, hem de zım­
nen okuyucu bu konulara sanki hazırlandınlıyor.

2 Aliyyu'l Kari, Fıkh-ı Ekber Şerhi (Çev. Y. Vehbi Yavuz), s. 17, (İst. 1979)
3 Ibn Haldun, Mukaddime, s. 1

62
Tertib-i Ulum'da da aynı şeyi görmel< müml<ündür. Bir eği­
tim programı ve ilim tahsilinde metot l<itabı olan bu eserde,
inanma, ilim, akıl, anlayış vb. insanın ilimle ilgili manevî cihazla­
rı sayılarak daha işin başında muhatabı da konuya hazırlama
gayesi güdülüyor. Yine,

" Olsun Salat ol Peygamber'e hem-

Aline her an sohbuna her dem"

(Hz. Muhammed Mustafa'ya, onun kutlu ailesine ve ashabı­


na kıyamet kadar her an ve zamanda salat ve selam olsun),
mısralarıyla Peygamberimize, Aline ve o'nun arkadaşlarıyla üm­
metine her an dua ve istiğfarda bulunuluyor.

63
A - TERTİB-I U L Û M ' U N T E M E L KONULARI

"Ba'de eda-i ma hüve'l vacip"

Bundan sonra, "Ba'de eda-i ma Inüve'l vacip" (Yerine geti­


rilmesi üzerimize vacip olan işi yaptıktan sonra) deyip asıl ko­
nuya başlamaktadır. Yani her Müslüman'ın, hususan her İslâm
aliminin yaptığı gibi biz de, bu kitabı yazmaya başlarken "Bes­
mele", "Hamdele" ve "Salvele" yi okuma vazifesini yaptıktan
sonra,

"Der Hakkı"* yazdım mevzun kitabı-

Derc ettim anda on iki babı"

(İbrahim Hakkı der ki, içerisinde 12 bölüm bulunan ve şiir


üslubuna göre bu kitabı yazdım), ile başlayan bölümde, kitabın
ana başlıklarını vermektedir. Bu, bir nevi şimdiki kitapların "için­
dekiler" bölümünün yerine geçer; ve şu sıraya göre tertib edil­
miştir:

Evvel ki bab ilme delalet


İkinci bab icmal-i alet
Üçüncü bab Kur'an ve Hat'tır
Dördüncü bab Fıkh-u Lugat'tır
Hem bab-ı hamiş tasrifi şamil
Altıncı bab nahv-u avamil

4 Hakkı. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın şiirdeki mahlasıdır.

64
Hem bab-ı sabi' mantıl< değil mi
Hem bab-ı samin Adap İlmi
Hem bab-ı tasi' llm-i Meani
Onuncu babı Hikmet beyanı
Hoş cüziyyata on bir vusuldür
Hem on ikinci bab usuldür.

Bir nevi kitabın içindekiler kısmı olan her bir madde, ilgi­
li bölümlerde açıklanmaktadır. Bu ana başlıkları yazdıktan son­
ra, kitabın tümü hakkında şu beyitlerle bilgi vermektedir:

" Çün bu kitabı kidım mürettep-

Hoş yüz yirmi beş beyt olup hep

Adını dedim hem Tertib-i Ulûm'dur-

Zira funun-i ilme rüsumdur."

(Bu kitabı şiir halinde bölümlere ayırdım ve beyit sayısı ola­


rak da 125 beyit yaptım. Adını Tertib-i Ulûm olarak belirledim,
zira bu kitap ilimleri elde etmenin yol haritasıdır.)

Eser, sayfa olarak kayd altına alınmamış ama beyt sayısı


verilmiştir. Biz, elimizde bulunan, Süleymaniye Ktp, Esad Efen­
di Kit, Nr.1438/12'deki nüshayı esas alarak diğer nüshaları bu
ölçüye vurduğumuzda şu hususlan tespit ettik;

1- Süleymaniye Ktp, İzmir Kit, 741 numaralı nüshada, bir


eksiklik vardır. Zira "Üçüncü bab Kur'an ve Hat'tır" bölümü -ki,
(altı) beyittir - hiç yazılmamış; üçüncü bölümün başlığı var.

65
bölümün kendi yok; dördüncü bölümün de başlığı yok kendisi
var. Öyle ki, "İJçüncü bab Kur'an ve Hat'tır" başlığının hemen
altına "Dördüncü bab Fıkh-u Lugat'tır" bölümü yazılmış bulu­
nuyor. Böylece bu nüsha 119 beyit olarak istinsah edilmiştir.

2- İst. Ü. Ktp, Nr. 3727'deki nüsha, 127 beyt olarak kaleme


alınmış ve dolayısıyla bu nüshada eksiklik değil, fazlalık söz ko­
nusudur.

3- Süleymaniye Ktp, Nafiz Paşa Kit, Nr. 1447'deki nüsha


hem çok eksik hem de çok yanlışlık var. Bu nüsha, bu haliyle
ilmi bir araştırmada me'haz olma niteliğinde değildir.

4- Yine Süleymaniye Ktp, Esad Efendi Kit, Nr. 1438/12'de


kayıtlı nüsha ise, kullanılmaya en elverişli nüsha olarak elimizde
bulunmaktadır. Yalnız bu nüshanın 126 beyt olarak yazılması,
bizi ister istemez şu soruyla karşı karşıya getirmektedir: Acaba
bu fazla olarak yazılan beyt hangisidir? Süleymaniye Ktp, İzmir
Kit, Nr. 741'deki nüshada bulunmayan, "Talim-i Muallimi hoş
fehmedersin- İlmin tankın bulur gidersin" beyti dikkatimizi çeki­
yor. Acaba bu mudur fazla olan,diye düşünüyoruz; fakat diğer
üç nüshada bulunması, bizi böyle bir düşünceye yönelmekten
alıkoyuyor.

Eserin bütün nüshaları, aruz vezninde yazılan şiirler husu­


sunda uzmanlaşmış bir kimseye gösterilmesi ve onun bu hu­
susta yapacağı çalışmalar neticesinde 126. beytin, diğer bir ifa­
deyle, fazla olduğunu zannettiğimiz beytin hangisi olduğu ger­
çeğinin ortaya çıkarılması gerektiği kanaatına vardık.

66
Burada şunu hemen belirtelim ki, elimizde bulunan dört
nüshanın hemen hepsi (bahsedilen eksikliklerin dışında) bazı
küçük harf ve kelime aynlıklannın dışında birbirinin aynısıdır.

Böylece bu bab, eserin adı, beyt sayısı ve vezin nizamı be­


lirtilerek nihayete erdiriliyor k; eserin vezni şu beyitlerle belirtili­
yor:

"Müstef ilatun Müstef ilatun- Vezni'I mureffel huve muzme-


rat"

67
B- P S İ K O L O J İ K D A N I Ş M A N L I K Y A D A EĞİTİM
ORTAMINA HAZIRLAMA

"Evvelki Bab İlme Delalet"

Bu bölümde, ilim tahsil etmeye karar vermiş olanlara, henüz


başlangıç safhasında iken, tüm tahsil hayatları boyunca uyma­
ları gereken bazı hususları açıklamaktadır. Şimdi bunları küçük
başlıklar altında kısaca gözden geçirmeye başlayalım,

1 - Öğrenciyi İlme Teşvik (Motive) Etme:

Bugünkü öğrenme psikoloji sistemlerinde, öğrenmeye ilgi


uyandırma, sistemin bir parçasını oluşturmaktadır. Öğrencide
ilgi uyandırmadan, onu motive etmeden uygulanan bir öğretim
faaliyetinden arzu edilen seviyede bir başarının sağlanması pek
mümkün görülmemektedir^ Dolayısıyla ilgi uyandırmayı mu­
hakkak surette güzel bir şekilde yerine getirilmesi gereken ve
devamlı olarak da canlı tutulması icab eden bir iş olarak gör­
mektedirler.

Osmanlı Medreselerinde bu hususa çok dikkat edilirdi. Zira


ilim esasen bir gönül işidir. Öğrenciyi gönülden yakalayıp ilme
yönlendirmek çok önemlidir. Müellifimiz I. Hakk Erzurumi de
bu durumu 18. asırda sezmiş ve şu mısralarla bunu dile getire­
rek öğrenciyi motive etmeyi ihmal etmemiştir,

1 Bkz: Sorenson, Herbert, Eğitim Psikolojisi (Çev, Gültekin Yazgan), s.


372-392, (İst. 1975); C. I. Sandstrom, Çocuk ve Gençlik Psikolojisi (Çev.
Rafla Uğurel-Şemin), s, 97-110, (İst. 1982).

68
Bu hususta o şöyle diyor:

"Ey ilme talip vey tab'ı eşlem,


Hem zeyrek hem aklı müsellem,
Allah bize iş arzeylemiştir,
llm-u amel hem farz eylemiştir."

(Ey doğası, tabiatı kusursuz sapasağlam, kendisi zeki ve


akıl yönünden de mükemmel olan ilim yolcusu kardeşim: Allah
bize ilim elde etmek ve bütün işlerimizi de bu ilmi esaslara gö­
re yürütme işini farz kılmış, bir görev olarak vermiştir).

Daha sonra:

"Olmak dilersen kamil efendi -

Candan kabul et bu nush u pendi."

(Eğer sen de üstün birtakım özelliklere sahip, efendi bir in­


san olmak istiyorsan, bu eğitim programındaki tavsiye ve yön­
lendirmeleri severek ve isteyerek uygula)

Yukandaki mısralarda bedenen, ruhen ve aklen sapasağ­


lam bir öğrenciye seslenerek; yapacağı İşi2 herhangi bir kimse
değil, bizzat Allah-u Teala'nın emretmiş olduğunu bildirmekte­
dir. Bir Müslüman'ı, herhangi bir iş ve fikir hususunda motive
edecek sözlerin başında, elbette Allah kelamı gelmektedir. Bu

ilim öğrenmeyi İslâm emretmiştir. Bu hususta bir çok ayet. hadis ve ule­
ma' nın sözleri mevcuttur. İlgili eserlere bir göz atmakla bu hususta çok­
ça malzeme toplamak mümkündür. Örneğin: NahI, 16/43; Enbiya, 21/7;
Zümer, 39/9; Mücadele, 5 8 / 1 1 ; Fatır, 35/28; Tevbe, 9/122.

69
husus burada güzel bir şekilde işlenmiştir. Aynca Allah Te-
ala'nın bu emrini yerine getirme hususunda bu kitabın rolünü
de belirtmekle ona nispet etmiş oluyor ki, kitaba uymakla Allah
emri arasında bir bağ kurulmuş bulunuyor. Bu kitaba uyunca
Farzı işlemiş, kemale ermiş bir efendi olunacağı vurgulanıyor.
Aynca bu bölümün ilk beyitinde:

"Ey ilmi talib vey tab-ı eşlem -

Hem fehmi zeyrek aklı müsellem.

(Eğer sen de üstün birtakm özelliklere sahip, efendi bir in­


san olmak istiyorsan, bu eğitim programındaki tavsiye ve yön­
lendirmeleri severek ve isteyerek uygula) diyerek, müellif, insan
tabiatı hakkındaki görüşünü de ortaya koymaktadır. Zira İs­
lâm'a göre insan tabiatı, henüz dünyaya geldiğinde her türlü
psikolojik hastalıklardan beri ve sapasağlamdır. Aksaklık ve kö­
tülükler bilahare aldığı kültürle beraber insana geçer. İşte henüz
genç bir dimağa seslenen I. Hakkı' da bu düşüncesiyle, onu,
tabiatı itibariyle sağlam, aklî yönden mükemmel ve anlayış yö­
nünden de fevkalade olarak nitelemektedir.

2- İlim Öğrenmede Niyet:

İnsan, herhangi bir işe başlarken muhakkak bir niyeti vardır


ve işler bu niyetlere göre değerlendirilirlerS. Eğer niyetler ulvi,
yüce ve ideal hedefler içerirlerse, yapılan işler ve sonuçları ona

Niyet Hadisi. Bu Hadis Buhari'nin 1. Hadisidir ve Müslim taralıdan da ri­


vayet edilmiştir. Ayrıca bkz. Riyazü's Salitıin Tercemesi. C.1 S.2 D.I.B.
Yay.

70
göre değer kazanırlar; aksine kısa vadeli, küçük ve basit hedef­
ler içeren niyetler ise, çoğu zaman o uğurda yapılan işleri de
basite indirgerler. İlim tahsil etmek gibi zor ve meşakkat­
li bir işe başlarken de yapılacak niyet onun değerini ve sonucu­
nu etkileyecektir. Birçok talebe okumak için okullara kaydolur.
Özellikle Islami tahsil yapan okullara kaydolan öğrenci, bu oku­
lu bitirip dünya mevkii, yalnız dünya menfaati ve rütbesi elde et­
me düşüncesinde ve niyetinde olursa yalnız onlara kavuşur. Di­
ğer bir ifade ile, öğrenci sadece belli bilgileri elde edip, sınıf
geçmek, okul bitirip bir iş bulmak için çalışırsa, bu hedefe ula­
şıp ulaşamaması bir yana, başlı başına bu hedef basit ve kü­
çük kalmış olur. Fakat niyet, ilim elde ederek onu yaşamak ve
yaymak suretiyle insanlığa hizmet etmek ve böylece de Allah'ın
rızasını kazanmak olursa, o espri içinde çalıştığı ve yaptığı her
iş bir ibadet hükmüne geçer. Böylece hem Allah'ın hoşnutluğu­
nu kazanmış olur, hem de çeşitli ilimleri elde etmek suretiyle
kendisine dünyada arzu ettiği makam, mevki, para belli ölçüde
verilir ya da onlara kavuşur.

Zira öğrenci ilim tahsilinde niyyet olarak, evvela Allah'ın nza-


sını gözetmeli ve bunun için çalışmalıdır. Bu maksatla çalışırsa
hem en yüce bir gaye için çalışmış, hem de yaratılmışlann en
üstünü olması yönü ile kendinden çok küçük, basit şeylere kul
köle (esir) olmamış olur.

Eğitimde sağlıklı ve dosdoğru bir niyet, bir bütün olarak İs­


lam eğitiminde, özel olarak da Osmanlı eğitim sisteminde göz
önünde bulundurulan bir gerçektir. İşte bu gerçeğe işareten I.
Hakkı :

71
"Kul olma halka azad cansın -

Hikmet yitirmiş hem arayansın" (Mahlukata kul köle ol­


ma, zira sen hikmet yitirmiş arayan hür birisisin),

derken bunu kastediyor olm.alıdır, Zira insan bir şeyi ihtiras de­
recesinde isterse onun bir nevi esiri olmuş olur. Talebe de, Al­
lah rızasının dışında ve mahlukattan herhangi birini elde etmek
için bu yola girerse ona kul ve esir olmuş olur. Aynca burada
"Hikmet mü'minin yitiğidir, nerede bulursa onu alır"*, hadisine
de bir işaret vardır.

3- Aile Çevresiyle İlişkiler:

14 asırlık İslâm eğitim-öğretim tarihinde, ilim tahsil etmek is­


teyenlerin genel olarak uydukları bazı âdetler vardır. Bu âdetler
Osmanlı'da da büyük ölçüde uygulanmıştır. Bunlardan iksi,
tahsil hayatını bitirmeden evlenmemek ile tahsilini kendi mem­
leketinin dışında yapmaktır. Tertib-i Ulûm'da bunu şu mısralar­
la ifade edilmiş olarak buluyoruz:

"Etme teehhül kam olmadıkça,


Bahr-i Uluma bir dalmadıkça." (İlim denizine dalıp on­
dan en üst düzeyde bilgileri elde etmeden sakn evlenmeye
kalkışma)

Tahsil hayatı boyunca evlenmeme hususunu biz imam-ı


Azam'ın tavsiyelen arasında da bulabiliyoruz^, Zira nice

4 Tirmizi, Kitabü'l İlim. Bab. 10. c.5. s. 12 Hadis no:2687 Kahire 1938. Ibn-
i Maca Kitab-üz Zühdi bab. 15. Hadis no:4169 c. 2. S. 1395 Kahire/1954
5 Yavuz. Y. Vehbi, Talimul muteallim, metin, terceme ve şerhi, (İst. 1980),
s. 55

72
kabiliyetler vardır ki talebelik çağında evlendikleri için geçim
derdine düşmüşler, dolayısıyla gereken şekilde ilme önem ve­
remeden kabiliyet ve zekalannı öldürmüşlerdir. İlim yolcusu
tahsilini ve vatani vecibelerini tamamlamadan ve hatta geniş bir
geçinme imkanına kavuşmadan evlenmemeli ve sabretmelidir-
ler.

Kendi memleketinin dışında bir yerde tahsil hususuna ise


şöyle bir teklif getiriyor:

"Göç karyeden geç evden dükkandan -

Gel hücreye kaç havf ve ziyandan."

( Köyden ayni, evden ve iş yerinden ilgini keserek gel med­


rese hücresine gir ki, zarar etme korkusundan kurtulasın.)

İnsanın doğup büyüdüğü yerde birçok tanıdığı, akrabası,


arkadaşı, eşi ve yareni vardır. Her gün bunlarla az ya da çok il­
gilenmek durumunda olabilir. Bu ise, onun ilgi ve dikkatini da­
ğıtır. Hem öğrendiğini unutur, hem de onlarla meşgul olduğu
için yeni bir şey öğrenemez. Konsantrasyonu bozulur. Hele bir
de aile efradıyla ilgilenir; icabında onlara bazı hususlarda yar­
dım etme mecburiyeti hasıl olursa, bütün bunlara ilaveten bir
de sosyal, siyasi ve kültürel faaliyetlere kendisini kaptırırsa, ti­
caretle meşgul olursa, bu insanın ilim hayatı hangi seviyede
seyreder? Bunu bilmek için fazla düşünmeye dahi gerek yok­
tur, Zira bu öğrenci, öğrenci olmaktan artık çıkar. Halbuki İbra­
him Hakkı'nın kurmuş olduğu bu Osmanlı Eğitim Öğretim sis­
teminde, öğrencinin ilimden başka bir şeyle ilgilenmesine ke­
sinlikle rıza gösterilmiyor. Bunu şu mısralarda görmek müm­
kündür:

73
"İlim ile olsun fikr-u hayalin -

Ta düzgün ede Hak cümle halin."

(Fikir ve düşüncende sadece, okuduğun bilimsel konular


yer alsın ki bilimsel kmliğin tam oluşabilsin ve arzu edilen bir bi­
lim adamı olabilesin.)

Burada da görüldüğü gibi öğrencinin ilgi ve dikkatini dağıta­


cak şeylerden uzaklaştırıp, onu devamlı olarak öğrendiği şey­
lerle baş başa tutmak istemektedir. Buna öğrencinin, dersleri­
ne konsantre olmasını istemesi olarak da bakabiliriz. Şu beyt-
lerde ise mesele daha da açıkça ortaya konulmaktadır:

"01 ehli ilme tenha mekandır -


Hısn-ı Haşin dir dar'ül eman dır.
Hücre güzeldir, medrese hoşdur,
01 bir alemdir taşrası boşdur.
Bulmak dilersen emnu selamet.
Gir hücreye kıl sabru kanaat."

(İlim tahsil etmek isteyenler, (bu iş için) en müsait yer tenha­


dır, yani insanlardan uzak bir yerdir. O zaman iç içe yapılmış bir
kalede veya ilim ehlinin ilgi ve dikkatini dağıtmama, zamanını
boşa harcamama hususunda bir kurtuluş yeri de olmuş olur.
İşte bu özellikere sahip olan hücre ve medrese içice güzel ve
hoştur. Başlı başına bir dünyadır k, dışarısı ilim kazancına gö­
re pek karsız anlamında boştur. Eğer ik cihanda kurtuluşa er­
mek istersen, oraya gir ve bazı zorluklarına da sabret.)

74
Yukarıdaki beyitlerde gerçekten medresenin güzel bir tasvi­
riyle karşı karşıyayız, IVledrese külliyesinin bir iç kısmı olan lıüc-
reyi (talebenin kaldığı yeri) iç içe yapılmış bir kaleye ve bir kur­
tuluş ve necat yerine benzetmesi, yukanda baiısettiğimiz teş­
vik mekanizmasının hâlâ ve zaman zaman çalıştığını gösterir.
Ayrıca edebi yönden de bir fevkaladelik arz etmektedir. Bura­
da şunu söyleyelim ki, bir öğrenciyi böyle ailesinden ve çevre­
sinden koparıp tenha bir yerde eğitim-öğretimini sürdürmek,
bugün için bize pek cazip bir iş olarak görünmeyebilir veya en
azından münakaşa mevzuu olabilir. Yalnız şunu vurgulamak
gerekir ki; İbrahim Hakkı, devlete memur yetiştirmiyor. Düşün­
düğü sistemde gerçekten ilim adamı yetiştirmek istiyor, ilim
adamı ise, hiçbir zaman için zevk, safa ve her türlü eğlence
içinde gelişip yetişmez. Bu hususta Burhaneddin Zernuci ( V.
620/1223 ) şöyle bir ata sözünü nakleder. "Maksada ulaşma­
nın hazineleri, sıkıntı servetleri üzerine kurulmuştur"^.

Böylece İbrahim Hakkı Erzurumi, Osmanlı geleneğine uy­


gun olarak hazırladığı eğitim programında, öğrenciyi kendi
evinden, dükkanından ve köyünden ayınp, ayrı bir âleme, ilim
dünyasına götürürdü, Orada acı-tatlı, zorlu-meşakkatli günler
geçirecek olan öğrenciye bundan sonra ne yapması lazım gel­
diğini en ince teferruatına varıncaya kadar açıklayacaktır. Bu
arada yine genel bazı tavsiyelerde bulunuyor. Sırasıyla onlara
da göz atalım.

6 Y. V. Yavuz, Talimu'l Müteallim, terceme ve şerh, 68

75
4 - İlim Ehlini Mal<sada Ulaştıran Metod:
(Okumak, Yazmak, Derinleşmek.)

Medrese bir ilim yuvası olduğu için orada bütün işler okuma
ve yazmaya dayanır. Ancak bu iki vasıta ile talebe ilim elde
eder. Bunların önemi çok büyüktür. Bunun için I. Hakk şöyle
diyor:

"Yaz anda, oku, kesb-ü kemal et -


Her ilmi öğren hem gavrına yet."

(Medresede, okuyup, yazarak kemal sahibi ol, ilimleri hem


genişliğine hem de derinliğine öğren).

Okuyup yazmaktan maksat, kemal sahibi olmak olduğu


vurgulandıktan sonra, mühim bir hususa temas ediliyor. O da
ilimde derinleşmektir. Beytte geçen (Gavr) kelimesi lugatta:
"çukur yer, dip, derinlik"7,,. manalanna gelmektedir. Kelimenin
fiili mazisi olan (gavera) ise "derinliğine incelemek" anlamını ta­
şımaktadır. Şimdi beyitte " Her ilmi öğren hem gavrına yet" de­
nirken ilimleri yüzeysel değil, derinliğine öğrenmeyi ilke olarak
kabul etmek gerektiği daha işin başında vurgulanıyor. Bu ise şu
iki yönden fevkaladelik taşımaktadır.

1- O dönemde Osmanlı medreselerindeki (İstanbul Medre­


seleri) ilmi hayata baktığımızda şu durumu görmekteyiz: İstan­
bul medreselerinden yetişenler tahsil hayatını bitirir bitirmez,
hemen devlet kapısına koşarak devletten iş isterlerdi. Bu du­
rum öyle bir hal aldı ki, medrese, devletin çeşitli kademedeki

7 Topaloğlu, B- Karaman, H. Arapça-Türkçe Yeni Kamus, (İst. 1980)

76
memurlarını yetiştiren bir kurum rolüne girdi. Böyle olunca
medresenin gayesi ilim adamı değil memur yetiştirmek oldu.
Bu hususta Osman Ergin, şöyle bir tespit yapıyor. "İmparator­
luk ülkesi Fatih devrinden sonra gittikçe büyüyerek o nispette
fazla idare memurlarına, hakimlere ve kadılara ihtiyaç göster­
miştir. Bunlar ise ancak uzun bir tahsil devresinden sonra med­
reselerden yetişebiliyordu. Bu yüzden talep çoğaldığı nispette
arz da çoğalmış ise de hakim ve kadı yetiştirmek için sarf edi­
lecek olan zaman (talebi) karşılayamayarak ister istemez oku­
tulan kitapların kısaltılması, tedris devresini tamamlamadan ta­
lebeye şahadet nameleri verilmesi gibi çarpık ve çapraşık yol­
lara gidilmiştir"^.

Osmanlılarda durum böyleyken, I. Hakkı: "Dünyayı alma et­


me riyaset,

Hükkama gitme çekme siyaset" deyip öğrencilerinin memu­


riyetine karşı çıkmaktadır, İlimde derinleşmenin önündeki bir
engel böylece aşılmış olunuyor. Bu ise I. Hakkı yönünden fev­
kalade bir durumdur.

2- Bu program (Tertib-i Ulûm) bir lisans programıdır. Ama


daha öğrencilerini lisansda hatta orta öğretimde iken ilimde de­
rinleştiren, yahut genişliğine ve derinliğine ilim tahsil ettiren İb­
rahim Hakkı, aslında bugün için dahi orjinalitesini korumaktadır.

Zira bugün okullarımızda ancak lisans üstü dönemde ilimde


derinleşme söz konusu olabiliyor. Orta öğretim ve yüksek

Ergin, Osman, "Medreselerde Öğreniş Tarzına Bir Bakış yahut Medrese­


ler Kendinden Beklenen Hizmeti Yapmış mı dır", s. XXIII, bu makaleyi bir
önsöz mahiyetinde nakleden Ünver, Süheyl, Fatih Külliyesi, s. XVIII-
XXXVII

77
öğretim (lisans) döneminde ise genişlemesine (yüzeysel olarak)
bir öğretim yapılmaktadır. Bu durum ise insanın en iyi çağlarını
(yakaşık 25 yaşını) yüzeysel bilgi edinmeke geçirmesine sebep
olmaktadır. Halbuk insanın bilgi elde etme çağı bu çağdır.
Bundan sonraki dönemde ise elde ettiği bilgileri irdeleme, ten­
kit etme devri başlamaktadır^.

Medresede öğrencinin okuma yazma (ders çalışma) ve


okuduğu konularda derinleşmesi böylece tavsiye edildikten
sonra, okulun günlük ders sayısıyla öğretim yaptığı ve dinlendi­
ği tatil günlerinin belirlenmesine sıra gelmektedir

5 - Günlük Ders Sayısı:

Eğitim bilimcileri ve bir bütün olarak ilim tahsil ettiren eği­


timcileri, pedagojik yönden ilgilendiren hususlardan birisi de,
bir günde kaç çeşit dersi hangi vakitte okutmak gerektiği hu­
susudur. Bu hususta İmam Şafii (V.204/819) nin sabah nama­
zından sonra öğleye kadar Kur'an, hadis, kelâm ve lisan okut­
tuğu, Osmanlı medreselerinde ise XV. asırda günde dört ders,
XVI. asırda ise günde beş ders okutulduğumu bilinmektedir.
Tertib-i Ulûm' da ise bu husus şu beyitte dile getirilmektedir:

"Bir günde oku sen iki dersi -

Biri maddi, bir de şer'i ya Farsi".

Görüldüğü gibi bu programda, öğrencinin günlük, biri


maddî, diğeri de şeriat ilimleri yahut Farsçaya dayalı bir ders

9 A. Naslh Ulvan, İslam'da Aile Eğitimi (çev. Celal Yıldırım.) 1/294


10 Baltacı, Cahit. Osmanlı Medreseleri, s. 44 (İst. 1976)

78
okuması istenmektedir. Maddî ders derken neyin kastedildiği
açıklanmamakla beraber, biz bunun matematik, geometri vb.
gibi ilimler olduğunu zannediyoruz. Emsallerine göre günlük
ders sayısı gayet az olan bu programda, ders saati ve ders dı­
şı saatlerin asla boş geçirilmemesi istenmektedir. Zira ders ça­
lışmaksızın geçen gün, bu programa göre, ömürden boşa
geçmiş bir gün olarak değerlendirilmektedir. Bu hususta 1.
Hakkı şöyle demektedir:

"Fevt etme dersi ömretme zayi -

Tut dersi ruusi her şuğle mani.

(Eğitim öğretimin yapıldığı günlerinde ders almamak suretiy­


le ömrünü ziyana sokma, bilakis derse başlama saatini her tür­
lü meşguliyete engel olarak gör.)

Daha önce de belirtildiği gibi öğrencinin ilimden başka bir


şeyle ilgilenmemesi, kendini tamamen dersine vermesi esas
prensiplerdendir, Bu hususu şu beyitte de görmekteyiz:

"İlim ile olsun fikr u hayalin -

Ta düzgün ede Hak cümle halin,"

İnsanın bir hedefe ulaşmak, bir maksada erişmek ve bir


problemi çözmek için onu bütün benliğine işleyecek şekilde
kendisine mâl etmesi gerekir. İşte bu seviyedeki bir insanın ge-
ce-gündüz o hedef ve problem hatırından çıkmaz ve bütün iş­
lerini o hedefe ulaşmaya ve o problemi çözmeye göre ayarlar.
O zaman araya yabancı bir faktör girmezse o hedefe ulaşılır ve

79
problem çözülür. Bu beyitte öğrencinin ilme bu seviyeden bak­
masını ve kendini ona göre ayarlamasını istemektedir.

6 - T e d r i s ve Tatil Günleri:
(Eğitim öğretim ve Dinlenme Günleri)

Osmanlı medreselerinde tatil günleri bazı rivayetlerde hafta­


da bir gün'''', bazı rivayetlerde ik gün''2, bazılannda ise üç
gün^s olduğu görülmektedir. Tertib-i Ulûm'da ise şu beyitte salı
ve cuma günü tatil günü olarak geçmektedir:

"Her hafta beş gün tahsil edersin -


Cuma ve Salı tatil edersin."

Bu tatil günlerinin dışında başka tatiller de var olup olmadı­


ğı açıklanmamakla beraber, Süheyl Ünver, Fatih külliyesindeki
tatil günlerini şöyle sıralamaktadır k, büyük ihtimalle İbrahim
Hakk'nın kurduğu sistemde de aynı günler tatil oluyordu.
"Külliyenin diğer tatil günleri Müslüman dininin kandil ve bay-
ramlanna rastlar. Her ik şeker ve kurban bayramlan, kadir, re­
gaip, mevlit, miraç ve berat gibi kandillerde de ders yapılmaz....
Senelik umumi tatiller Ramazana tesadüf eder. Ramazanda
Anadolu ve Rumelili talebeler doğdukları veya büyüdükleri yer­
lere veya her sene davetli ve davetsiz, ayrı veya belli kasaba
veya köylere giderler... Derslere bayram ertesi başlanırdı''''.

11 Baltacı, Cahit, Osmanlı Medreseleri, s. 44; Süheyl Ünver, Fatih Külliyesi,


s. 97
12 Baltacı, a.g.e s.43, 155. Dip not.
13 a .e., s. 43, 154. dip not.
14 Ünver, Süheyl. Fatih külliyesi, s. 98

80
Bu arada hemen şu soru akla gelebilir. Niye cuma ve sa­
lı günü tatil oluyor. Haydi cuma gününü ayn bir özelliğinden do­
layı tatil olması uygun olabilir. Fakat salı günü niye tatil? Bu hu­
susta Prof. Dr. Süheyl Ünver şöyle bir yorum getiriyor: "Sa­
lı gününün halk aklınca tuhaf bir yeri vardır. Salı sallanır, bir işe
salı günü başlanmaz, salı günü sefere çıkılmaz ve salı uğursuz­
dur gibi sözler böyle yanlış bir inanışa sebep olmuştur. Ve sa­
lı günü de uğursuz sayılmıştır. Bu, bize, İstanbul'un fethinde
şehir içindeki halkın ve çocuklannın düşüncelerinden geliyor. O
anane yoluyla Bizanslıların varisi olduklannı zannedenler bu gü­
nü bir matem günü olarak seçmiştir. O gün matem tuttuklanna
işaret olmak üzere bir işe ellerini sürmezlerim.

Böylece Süheyl Ünver Osmanlı medreselerindeki salı tatilini


Bizanslıların varislerinin tesirine bağlıyor. Tarihte milletler birbir­
lerine az ya da çok tesir etmişlerdir, bu normaldir. Fakat bu hu­
susu oraya bağlamamak gerekir. Çünkü, Hocanın Fatih Külli­
yesi isimli eserinin 97. Sayfasında naklettiği Fatih vakfiyesinde
şu bilgileri buluyoruz. "...Bir müderrisi bari tayin oluna, takı
zümrei şerifei müderrisini fiham beyninde terk ve tatili mutadı
eslafı kiram olan eyyamın gayrinde külle yevmin medresesine
varup..." Buradan da anlaşılıyor ki bu tatil günleri İstanbul'un
fethinden sonra âdet olmamış, bilakis ondan önce de aynı
günlerin tatil olarak geçmekte olduğu bir vakıadır.

Cuma ve salı tedris günlerini ikiye böler. Üç gün ders, bir


gün tatil; iki gün ders, bir gün tatil formülüyle çalışan öğrenci­
ler, bu günlerde gerek geçmiş dersleri hatırlamak için çalışma
yapma, gerek temizlik yapıp diğer ihtiyaçlarını temin etme ve

15 A. e, s. 98

81
gerekse dinlenme imkanını elde ederlerdi. İşte bu kolaylığı sağ­
lamak için salı ve cuma günleri tatil olarak âdet olmuştur.

7 - Öğrendiğini Unutmamanın Yollan:

Herhangi bir kitaptak bilgileri elde etmenin yolu, o ktabı ya


okumak veya dinlemektir, Öğrenci ders çalışırken bu ik yoldan
biriyle dersine çalışacaktır. Fakat Tertib-i Ulûm'da değişik bir
metot görmekteyiz. O da günlük okuduğu dersi eksiksiz olarak
yazmak. Bunu şu beyitte dile getirmektedir:

"Her ne okursan ger çok ger az -


Her bir kitabı sen ders be ders yaz."

Bugün şu bir gerçek k, herhangi bir kmseye en etk-


li ve süratli bir şekilde bir şey öğretmek için onun mümkün ol­
duğu kadar çok duyusuna hitap etmek gerekir. W , 'nin radyo­
ya ve yazılı basına üstünlüğü buradadır. Çünkü TV. hem gör­
seldir, hem de işitseldir. Dolayısıyla televizyon seyircisinin her­
hangi bir şey öğrenmesi daha kolay olmaktadır.

Öğrenci de ilim tahsilini sadece okumakla değil, aynı za­


manda okuduğunu özet halinde yazarak yaparsa daha çok
aza ile iştirak etmiş olur; ve daha çabuk öğrenir. Aynı zaman­
da yazarak okuduğunun akılda kalma gücü daha da kuvvetli­
dir.

Yazmanın bir diğer faydası da öğrendiklerini kayıt altına al­


maktır. Bugün yazdığı bilgi aylar ve yıllar sonra dahi onun ken­
di malı olmuştur. İstediği zaman onu kullanabilir. Buna işareten

82
ilk inen ayetleri düşünnnek gerekir. Okumaktan ve yazmaktan
bahsediliyor. Okumayanın (Rabbının adıyla) ve yazmayanın sa­
pıtacağını vurguluyor. Bunlar, yani okuma-yazma, ilim elde et­
mek için birer önemli ve hayati ehemmiyete haiz aletlerdir^s, Bu
hususta Peygamberimiz (S.A.V) de "İlimi yazı ile kayd altına alı­
nız''''" diye buyurmuştur. Yalnız yazının güzel ve doğru olması­
na dikkat etmek gerekir. Ayrıca çok zaman aldığı da bir ger­
çektir. Bu hususta da İbrahim Hakkı şöyle demektedir:

"Sabit, sahih, tok yaz kitabın -


Ölmez oğuldur kalsun sevabın."

Imam-ı Azam Ebu Hanife'nin şu sözü de bu hususa ışık tu­


tar mahiyettedir: "Çok ince yazı yazma. Zira yaşarsan pişman
olursun, ölürsen sövülürsün." (...) İmam Serahsi ise şöyle de­
miştir: "Ne kadar ince yazdıksa pişman olduk, ne kadar kısal­
tarak yazdıksa yine pişman olduk^s. Bu tavsiyeler öğrenilen bil­
giyi hatırda tutmanın yollarından biridir. İbrahim Hakkı buna ek
olarak Osmanlılarda geçerli olan şu metodu da dile getirmek­
tedir: Öğrencinin, kendisinden daha aşağı derslerde okuyan
öğrencilere derslerini daha iyi öğrenmeleri için onlara yardımcı
olmak, yani onları ders çalıştırmak. Bunu şu beyitte ifade et­
miştir.

16 Bu hususta geniş bilgi için bal<. Ayhan, Halis, Eğitime Giriş ve İslamiyet'in
Eğitime Getirdiği Değerler, s. 137-138 ve 139. Damla Yayınevi (ist. 1982)
17 Ibnu Abdi'l Berr. Camiu Beyani'l llm ve Fadlihi, s. 9 1 .
18 Burhaneddin Zernuci, Talimü'l Müteallim, s. 11.

83
"Sen ilmi hiç saklı tutmayasın -

Şakrd okut k m unutmayasın."

İbrahim Hakkı bu metotla öğrenciye bir çok yönden fayda


sağlamaktadır. Şöyle ki:

1- Bir öğrenci kendisinden aşağı sınıflarda okuyan birisini


ders çalıştırmakla, o öğrencinin dersini daha iyi öğrenmesini
sağlamış olur; böylece herkes aynı metotla çalışınca, eğitim-
öğretime bir canlılık ve yepyeni bir ruh gelmiş, aynı zamanda da
eğitimin kalitesi yükselmiş olacaktır.

2- Ders çalıştıran öğrenci eski bilgilerini hatırlamakla bera­


ber yeni yeni bilgiler de elde edecektir. Zira Hz. Ali'ye atfedilen
şu sözde de açıkandığı gibi, İlimden başka ney harcasan aza­
lır; yalnız, ilim harcandıkça çoğalırla.

3- İbrahim .Hakkı bu metotla, daha genç yaşta birini, bir


başkasına yardım etmeye teşvik etmektedir. Böylece bu öğ­
renci karakter yönünden diğergam bir insan olacaktır. Üstelik
en ufak bir karşılık ta beklemeyecektir, Zira kendisi de istifade
etmektedir. Şimdi böyle bir okulda herkesin birbirine yardım et­
mek için yanştığını düşünelim... O okulda eğitim ne kadar canlı
ve insanların karakterleri birbirlerine karşı yardım etmeye ne ka­
dar müsait... bu fevkalade bir metottur.

19 Bu sözün kaynağı bulunamamıştır.

84
8 - Dinlenme ve Eğlenme

İlim tahsiline başlayacak olan öğrenci için daha başlangıçta


ne yapması gerektiğini açıklayan İbrahim Hakkı, onun bir insan
olarak dinlenmeye ve eğlenmeye de ihtiyacı olduğunu bilmek­
tedir. Üstelik dinlenmenin boşa geçmiş bir zaman olarak değil,
aksine yeni bilgileri elde etmek için bir hazırlık dönemi olduğu
da bilimsel bir gerçektir. I. Hakkı eğlence ve dinlenme ile ilgi­
li olarak şöyle demektedir:

"Zeyrek şerik ve salih refiki -


Buldunsa asan hace şefiki.
Anlarla eğlen yarene gitme -
Karışma halka hem sohbet etme."

(Akıllı, anlayışlı, salih bir (veya birkaç) ders arkadaşı ile müş­
fik bir ders hocası buldunsa eğer, başka dost ve arkadaş ara­
mana lüzum yoktur. Bunlarla boş zamanlarını geçir, eğlenmeni
bunlarla yap. Ayrıca halkın arasına girip onlarla malayani bir ta­
kım sohbet toplantılarında bulunma).

Eğlence ve oyunun eğitimde önemli bir yeri vardır. Bununla


çocuğun ruhî ve bedenî gelişmesi bir nizam ve intizam dairesi­
ne alınmak gayesi güdüldüğü gibi, çocuğun sosyal, hissi (he-
yecansal), fikri vb. kuvvetleri ve yetenekleri tahrik edilip gelişti­
rilmek istenir20.
20 Bu hususta geniş bilgi için bkz. Gole, L-Morgan, John J. B. Çocukluk ve
Gençlik Psikolojisi (çev. Belkıs H. Vassaf), 228 vd; C. I. Sandström, a.g.e,
188 vd; Yavuzer, Haluk, Çocuk Psikolojisi, 191 vd; Bilgin Beyza, İslam'da
Çocuk, (Ank. 1987), 146 vd.

85
Hz. Peygamber'in de, gerek çocul<lar için ve gerel<se bü-
yül<ler için, belli prensipler çerçevesinde oyun ve eğlencey tas­
vip ettiği, bilhassa çocukların oyununa daha çok önem verdiği
bilinmektedir. Nitekim "Rivayetler, "çocuğu olan, onunla ço-
cuklaşsın" diyerek bütün babalara çocuklannı bizzat eğlendir­
melerini emreden Hz Peygamber'in, Ashaba karışarak onlarla
şakalaşıp latifeler yaptığı gibi, onların çocuklarıyla da oynadığı­
nı tasrih etmektedirler.(...) Ayrıca,"Kendi terbiyesindeki torunla-
n. Hasan ve Hüseyin ile hizmetinde bulunan Enes'i (r.a), diğer
çocuklarla oynamak üzere sokağa salarak onlan oyuna teşvik
ettiği bilinmektedir2i.

İslâm eğitimcileri genel olarak çocuğun oyununa mani olun­


masını hoş görmemişlerdir. Nitekim Gazali, çocuğa oynamayı
yasakayp devamlı ders çalışmaya zorlamak onun kalbini öldü­
rür, zekasını iptal eder ve hayatının neş'esini kaçırır. Sonunda
çocuk dersten kurtulmak için bir hile düşünmeye başlar22, de­
mektedir. Yalnız oyunda meşruiyyet sınırının aşılmamasına dik­
kat edildiği gibi, oyun arkadaşlarının seçimine de ehemmiyet
verilmiştir. Nitekm Ibn Sina "Çocuk okulda, temiz ve ahlak­
lı ailelerin çocukları ile arkadaş olmalıdır. Zira onlann terbiye ve
edebi güzel, adetleri de beğenilmiştir"23, diyerek bu hususu
açıklamıştır, işte İbrahim Hakkı, oyunu ve eğlenceyi, yukarıda
çok özet olarak verdiğimiz sekide görmüş ve onu eğitim siste­
minin önemli kaide ve kuralları arasına almıştır.

21 Canan, ibrahim. Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, s. 252, (1980-


Ankara)
22 Gazzali. İhya (Çev. Ahmet Serdaroğlu) Bedir Yayınevi s. 168. İst. 1974
23 Ibn Sina. Kitabü's- Siyase (çev. Ö. Özyılmaz) basılmamış nüsha

86
İbrahim \-\akk\, Osmanlı geleneğini de göz önüne alarak
şimdiye kadar ilmi tahsile başlayan bir gencin nelere dikkat et­
mesi gerektiğini genel olarak açıklamış oldu. Bundan sonra da
her ilim dalının öğretim ve öğreniminde takip edilmesi gereken
"özel metotlar" açıklanacaktır. Bu arada Arapça ve Arapçaya
dayalı edebî türler birer ikişer cümleyle sayılıp daha sonraki bö­
lümlerde bunların eğitim ve öğretim usulleri genişçe anlatıla­
caktır.

87
C - A L E T İLİMLERİNE G E N E L B A K I Ş

•İkinci Bab Icmai-ı Alet"

Osmanlı Medreselerinde, ders kitaplarının dili Arapça idi"!.


Eğitim-öğretim büyük ölçüde Arapçayla yapılınca, ister istemez
öğrencinin, ilk önce, alet ilmi olarak bilinen Arapça'yı öğrenme­
si gerekirdi. Bunun için de, Tertib-i Ulûm'da genel kaidelerin
vaz'ından hemen sonra "İkinci Bab İcmal-i Alet" denip, Arap­
çaya ve onun bölümlerine öğrencinin dikkati çekilmektedir. Bu
cümleden olarak şu beyitleri görüyoruz:

"Bil llm-i Alet, llm-i Arap'dır-


On ikidir ol cümle edepdir".

Bu beyitte alet ilminin, yani öğretim lisanının Arapça olduğu


vurgulandıktan sonra, aşağıdaki beyitlerde, alet ilimlerinin bir
geçit resminin verildiğini görüyoruz.

"llm-i Lugat'tır^ bil iştibakı -

Sani ve salis sarf^ iştikakı''

1 Atay, Hüseyin, a. g. e., s. 143


2 Lügat ilmi, müfredlerin (l<elimelerin) gösterdikleri şeylerden (isimlerden) ve
müfredlerin kısımlarının teşkilinden bahseder.
3 Sarf ilmi, Arapça da fiillerin çekimi ilmidir
4 Bu ilim, yani İştikak İlmi Arapça'da bazı kelimelerin, tıazı kelimelerden na­
sıl türediğini gösterir.

88
llm-i Nahiv'dir^ rabi' bil anı -
Oldi beşinci llm-i Meanı^,
Altıncı çün ki llm-i Beyan'dır''-
Vaz'ı Bedii^ andan nişandır
"Sabi ile samin Iş'ar-i Vafi -
llm-i Aruz9, llm-i Kavafiio
Bil ilm-i tasi' Inşa-i nesrin .
Bil ilm-i aşir Inşad-ı şi'rii2
Hadi aşer' dir bil ilm-i Imlai3 -
Sani aşer' dir Adab-ı Ulyai4"

5 Bu ilim, yani Nahiv İlmi her nisbi terkibin vaz' olunduğu mananın aslına
delaletinden bahseder. (Arapça cümle kuruluşu ilmidir.)
6 Meani İlmi kelime terkiplerinin özelliklerini incelemeye, derece ve farklannı
bilmeye yarar. Böylece terkipler yerinde kullanılır.
7 Beyan İlmi delillerin açıklığından, bir manayı çeşitli yollarla bildirmenin usu­
lünden bahseden bir ilimdir.
8 Bedii İlmi sözü güzelleştirmek bakımından Arapça terkiplerden bahseden
bir ilimdir. A m a burada da halin icabına uygunluk ve delillerin açık olma­
sına riayet şarttır.
9 Aruz ilmi, Şiir için önemli olan, muteber tutulan vezinlerin, ölçülerin halle­
rinden bahseden bir İlimdir.
10 Kavafi (kafiyeler) İlmi, Bu ilim (şiirde) beytlerin sonlarının uygun olmasından
bahseder,
11 İnşa İlmi: Bu ilim dalı, şiir ve nesir halindeki sözlerin, ifadelerin belagat ve
fesahata uygun olup olmamasından bahseder.
12 Inşad-ı Şi'ri: Şiir okuma ilmi
13 İlmi lmla:Bir dilin kelimelerini, ibaresini doğru yazma ilmi.
14 Adab-ı Ulya: Bir ilmi münakaşa ve münazarayı, adap ve eri<anına göre yü-
riJtmektir.

89
Bu geçit resminde alet ilimlerini isim olarak verip öğrenciyi
zihnen bunlara hazırlamak maksadı güdülmektedir. Onların öğ­
retim ve öğrenimine dair metot bilgisi ise daha ileride ilgi­
li bölümlerde,- ki, bu ilimlerin her biri, bir bölümde ele alınacak­
tır.- okuyacağı ders kitabına varıncaya kadar açıklanacaktır.

Bu bölümde daha sonra, bu programın, Osmanlı Devleti'nin


önemli bir merkezi olan Erzurum ve Doğu Anadolu Bölgesi'nde
uygulanmakta olduğu ve oraya has bir program olduğu, şu be­
yitlerde ayrıca vurgulanıyor:

"Emma bu yerler kim Erzurum'dur -

Tertib-i Ulûmi başka rüsumdur.

Ger Erzurum'da kalmak dilersen -

Derya yı ilme dalmak dilersen

Adetçe oku tertib-i ilmi -

Tahsil edegör İlim ile Hilm'i

(Bu programın uygulandığı yer Erzurum'dur. Buradaki


program diğer bölgelere nazaran biraz değişiklik arzeder. Eğer
Erzurum'da kalmak ve orada ilim deryasına dalmak dilersen bu
programdaki sisteme göre eğitim yapar ve ilim ile hilmi 'yumu­
şak huyluluğu' öğrenmiş olursun.)

Bu programın Erzurum ve Doğu Anadolu Bölgesi'nde uy­


gulanması, onun, diğer bölgelerden, özellikle de İstanbul'dan
kopuk ve irtibatsız olduğu anlamına gelmez. Aksine, daha ön­
ce de belirtildiği gibi, İbrahim Hakkı bu programı hazırlarken

90
Osmanlı'nın diğer bölgelerini özellikle de İstanbul Medreseleri­
ni çok iyi incelemişti. Belki bölgesinin hassasiyetlerini öne çkar-
mış olabilir, ancak bu program Osmanlı Medreselerinin genel
esprisinin bir uzantısı olduğu gerçeğini yadsımaz.

1 - İlim ve Hilm'in Üstünlüğü:

İlim tahsil etmek, beraberinde birtakım zorluklan da getiren


bir iştir. Bu yolda öğrenciyi nice meşakkatlar ve çileli günler
bekler. Gerçi sonu dünya ve ahiret saadetidir. Fakat herkes, bu
sona varamadan onun kokusunu alamamaktadır. Bunun için
öğrenciye yaptığı işin neticesi şimdiden gösterilerek ilme karşı
motive edilmektedir. Yahut motivasyon güçlendirilmektedir. İş­
te bu çerçevede şu beyitleri görüyoruz, ki bölüm bunlarla biti­
yor.

"İlim ve Hilm hoş Halk-ı Hüda'dır.-


Onu bulan dil gamdan cüdadır.
İki cihanda izzet ilimdir -
Hem can u dilde lezzet ilimdir."

(İlim ve hilm yani, yumuşak huyluluk Cenab-ı Hakk'ın yarat­


tığı en güzel, şeylerdendir. Onları bulup kendisine mâleden k m -
se, dünya üzüntü ve kederinden pek fazla etkilenmez. Çünkü
ik cihanda şeref ve üstünlük ilim ve hilm iledir. Her can ve gö­
nülde lezzet ilim ve hilm iledir).

91
D - K U R ' A N V E H A T T (YAZI) Ö Ğ R E T İ M İ

"Üçüncü Bab Kur'an ve Hat'tır".

Bir öncei<i bölümde ilmin, dünya ve ahirette izzet ve şeref


ölçüsü olduğu vurgulanmıştı. Gerçi mücerret olarak ilim, mün-
tesibine dünyada belli bir şeref ve üstünlük kazandırır, Nitekim
Tabii Bilimler ve Sosyal Bilimlerin her çeşidi ile meşgul olanları
böyle görüyoruz. Fakat hem dünya, hem de ahirette bu şerefi
kazandırmak için, ilim, belli bir sıfatı taşıması gerekir. O da "Al­
lah'ın adıyla" ve o espri içinde okunan ilimdir. Diğer bir ifadey­
le bilimsel çalışmaları da, bilimsel verileri de herhangi bir ideolo­
jinin esiri, militanı yapmaya kalkışmadan onun kendi tabii seyri
içerisinde, kendi konumları çerçevesinde gelişmesini ve insan­
lığa hizmet etmesini sağlamak gerekir. Eğer bilim kendi kanun-
lan dışında bir alana hizmet etmeye zorlanmaz, kendi tabii sey­
rine bırakılırsa, ilim, kainatı yaratanı da, ondaki sosyal ve tabii
kanunları koyanı da hem bilir, hem de öğretir. İşte o ilmi tahsil
edenler, öğrenim hayatına Kur'an okumayı öğrenmekle başlar­
lar. Çünkü, İslâm eğitimi Kur'an eğitimiyle başlar. Nitekim bu
hususta Peygamberimiz (S.A.V); "Çocuklannızı şu üç haslet
üzerine eğitip edeplendirin; Peygamberinizi sevmek, onun aile
halkını ve yakın arkadaşlarını sevmek ve Kur'an okumak.", bu­
yurarak bu çığırı açmış, bilahare gelen İslâm eğitimcileri, hatta
idareciler bu çığırda yürümüşlerdir^.

1 Geniş bilgi için Bkz. , A. Nasıh Ulvan İslâm'da Aile Eğitimi (Çev. Celal Yıl­
dırım) c. 1, s. 314 vd; A. Çelebi, İslâm'da Eğitim-Öğretim Tarih, s. 49 vd.

92
Genel olarak Osmanlı medreselerinin programlan, özel ola­
rak da Tertib-i Ulûm buna göre ayarlanmış ve tahsil hayatına
Kur'an eğitimiyle başlanılması istenmiştir. Şu beyitte bunu gö­
rüyoruz:

"Kur'an'ı evvel hatmeyle andan -


Tecvid-i Türki2 ezberle candan
Tecvidle çün ki hatm indirirsin -
Her dersi otuz üç döndürürsün."

Bu beyitlerde ders olarak ilkönce Kur'an'ın öğrenilmesi ko-


nulmaka kalınmamış, onun öğrenimine dair metot da verilmiş­
tir. Kur'an'ı düzgün okumanın yolu tecvid bilgisinden geçer.
Tecvid bilmeyerek onu okuyana Kur'an'ın lanet ettiğine şu söz
delil olarak getirilir: "Nice Kur'an okuyanlar vardır ki, Kur'an on­
lara lanet eder".

Tecvid ilmi, hem teori hem de pratiği bilmeyi gerektirir. Te­


ori ksmı, öyle güzel bir sekide bilinecek k, çok rahatlıka ve
sür'atle pratiğe uygulanabilsin. İşte bunun için Tecvid'in ezber­
lenmesi istenmiştir. Aynca bir bilgiyi, rahat bir şekilde pratiğe
aktarmanın yolunda, bol bol araştırma yapma vardır. İşte bu
maksatla Kur'an'ın her sayfası 33 defa okunarak baştan sona
bir hatmedilmesi istenmiştir. Böylece öğrenci, Kur'an-ı Kerim'
in bütün sayfalarını 33 er defa okuyarak hem daha ilmi tahsilin
başlangıcında engin bir feyz denizinden kana kana içmiş ola­
cak, hem de tecvid bilgisini pratiğe aktarma hususunda bol bol
alıştırma yapmış olacak.

2 Tecvidi Türki, halk arasında Karabaş Tecvidi diye meşhur olan kitaptır.

93
Kur'an temeli üzerine bina edilecek ilimleri elde etmek için
mühim Dir alet olan yazı öğrenme hususu bu bölümde ele alın­
mış, bu bilginin de öğrenimine dair özel öğretim metodu veril­
miştir. Bu cümleden olarak şu beyitleri görüyoruz:

"Her günde bir ders al bir de al meşk -


Tekrar-ı ders et meşk' e meyil sal-
Hatt-ı sülüste üç ebced eyle -
Dördüncü kere yaz hendeseyle-
Neshi de meşk et ebced'le birkaç -
Ta'liki hoş yaz rızk kapusun aç"-

(Her gün bir (teorik) ders al bir "yazı" dersi al. Aldığın (teorik)
dersi tekrar tekrar okuyarak konuyu iyice anlamaya çalış ve gü­
zel yazı yazmayı öğrenmek için de çok gayret et. Arapça yazı
çeşitlerinden sülüs hattı ile üç ebced (alfabenin bir çeşidi) yaz,
dördüncüsünü hendese (ayrı bir yazı çeşidi) ile yaz. Nesih (yine
bir yazı çeşidi) ile ebcedi birkaç kere yaz. Taliki (o da ayrı bir ya­
zı çeşidi) hoş yaz rızık kapısını aç.

Burada kastedilen yazı, Arap harfleriyle olan yazıdır. Os­


manlılar döneminde bu yazı türü geçerli idi. Hatta Osman­
lı Türkleri, Arapların yazılarını almış, daha da geliştirerek hatt-ı
Sülüs, Nesih ve Talik gibi çeşitleriyle zirveye ulaştırmışlardır. İş­
te bu beyitlerde mezkur yazı çeşitlerinin öğrenimine dair özel
alan bilgisi ve metodu verilmektedirS.

Geniş bilgi için Bkz. Gökbilgin, Tayyib, Osmanlı Paleografya ve Diploma­


tik İlmi, s. 31 vd. (İstanbul 1979)

94
Burada şunu belirtmekte yarar var ki, çalışmamızın gerek
bu kısmına kadar olan bölümlerinde, gerekse bundan sonraki
bölümlerde, Osmanlıdak ders araç ve gereçlerini ya da eğitim
yöntemlerini anlatırken, bir bütün halinde onları bugüne taşı­
mak ya da onları tavsiye etmek gibi bir niyet içerisinde olmadık
ve olmayız da...Zira o bilgilerden sonra, günümüze gelenceye
kadar Psikoloji, Sosyoloji ve Eğitim Bilimlerinde hatta Islâmî
İlimlerde çok büyük gelişmeler olmuş ve günümüz ilim çevresi
o bilgileri çok aşmıştır. Biz bu konuları siz değerli okuyuculan-
mıza ancak "betimleyici" bir üslupla ve sadece o dönemi anlat­
maya çalışıyoruz, bazen de günümüzle kıyısladığımız konular
olmaktadır.

Öğrenci, Kur'an'ı yüzünden düzgün okuma ve Hatt İlmini


güzelce öğrendikten sonra, artık haftada iki gün istirahat ve eğ­
lenme hakknı elde etmiş ve diğer büyük talebeler arasına gir­
miş olur. Bu ik husus (Kur'an ve hatt) sank bu eğitim sistemin­
de bir baraj gibi görülmektedir

Öğrenci medreseye gelir, büyük bir ilim ve irfan elde etme


aşk kesbeder, daha sonra günlerce çalışır. Kur'an ve yazı ilmi­
ni öğrenir; ve bu barajı aşınca öğrencilik rüşdünü ispat etmiş
olur; diğer abileri gibi, o da izin kullanmaya başlar. Bu ha­
li şu beyitlerden öğreniyoruz:

"Kur'an ve hatt'ı çün hatmedersin


Haftada beş gün derse gidersin"

Talebeliğin şimdiye kadar olan bölümüne alıştırma veya ön


hazırlık dönemi dersek, bundan sonraki bölüm asıl ağırlık­
lı bölümdür. Bu bölümde öğrenci Fıkıh ve Lügat bilgisini elde
etmeke işe başlamaktadır.

95
E - I S T I L A H Ö Ğ R E T İ M İ V E İ S L Â M H A K K İ N D A İLK
BİLGİLER

•Dördüncü Bab Fıkh u Lugat'tır"

1 - Istılah Öğretimi:

Herhangi bir ilmi öğrenmeye başlayan insan, evvela o ilmin


terimlerini, ıstılahlannı öğrenmek mecburiyetindedir. Aksi halde
o alana ait özel terim ve tabirleri anlayamayacağı için, o alanla
ilgili okuduğu kitaplardan en asgari derecede istifade etmek
durumuyla karşılaşacaktır. Islâmî ilimleri tahsil eden bir kimse
de evvela bu alana ait bir çok terim ve ıstılahlan öğrenmek
mecburiyetindedir. Bunun içindir ki Tertib-i Ulûm 'da buna bil­
hassa dikkat çekilmiş ve şu mısralar dile getirilmiştir:

"llm-i lugattan başlarsın evvel -

Manzum kitapların hıfzıdır eshel"

(Lügat yani Arapça-Türkçe sözlüğe bakma, ondan yararlan­


mayı öğrenme ve onu ezberlemekle tahsil hayatına başlarsın -
Şunu iyi bil ki, manzum yani şiir halinde yazılmış olan lügatları
ezberlemek daha kolaydır).

Bu beyitte iki mühim husus göze çarpmaktadır: Birincisi il­


mi tahsile terim ve ıstılahlar ilmi ile başlamak gerektiği hususu;
ikincisi ise, bu başlangıç safhasında öğrenmeye ve hatırda tut­
maya en elverişli bir edebî tür olan ve ilimlerin "nazım" ipliğine
dizildiği manzum eserlerin okunması ve ezberlenmesi

96
hususudur. Nitekim bu Bab'da okunması istenen eserler, bu ik
hususa gayet uygun olarak seçilmiş, fıkıh ilminin ilk bilgilerini
veren ilmühal kitapları ile, diğer bazı ilimlere ait yazılmış man­
zum eserler programa konulmuştur,

Bu ik kaidenin burada güzel bir sekide işlenişinden şunu


görüyoruz. Öğrenme iki türlüdür. Bunlar:

1- Mantıkî öğrenme, öğrenme konusunun basitten karma­


şığa yahut, kolaydan zora doğru tertiplenmesinde olduğu üze­
re, mantıkî bir sırayla düzenlenmesini ifade eder,

2- Buna karşılık psikolojik öğrenme; arada, bir uyuşmazlık


bulunmamakla beraber, konuların İşlenişinin mantıkî veya sis­
temli düzenlenmesine önem vermez. Psikolojik öğrenmede
öğrenci, materyali kendi ihtiyaç ve ilgilerine göre inceler ve iş­
leri

Bugün mantıkî öğrenme, hâlâ başvurulan en iyi öğrenim


metodudur. İşte İbrahim Hakkı da bu kaideye binaen öğrenimi
basitten karmaşığa, kolaydan zora sistematik bir hale getirmiş­
tir.

Bu bölümde öğretim metodu alanında göze çarpan diğer


bir husus da, bol bol ezberin olması ve ezberlenecek eserlerin
manzum eserler olmasıdır. Önce şunu belirtelim ki, eğitim-öğ-
retimde "ezber"e bolca yer verilmesi Osmanlı geleneğinin
önemli bir yönüdür. Iknci olarak da, eğer ezberlemek gaye ise;
bu öğretim sakat bir öğretimdir, Fakat ezberlemek, henüz

1 Geniş bilgi için bkz: Sorenson, Herbert, Eğitim Psikolojisi (Çev: Gültekin
Yazgan), s. 368

97
genç yaşta bilgileri elde edip, sonra geçen her zaman ve olay-
lann kazandıracağı tecrübe ile, onları düşünüp yorumlamak,
icabında tenkit ve tahlil süzgecinden geçirmek için ise, bu gü­
zel bir metottur. İbrahim Hakkı'nın müteceddid (yenilikçi) bir ka­
fa yapısına sahip olması, bizi, onun ikinci şıkkı seçmiş olabile­
ceği düşüncesine götürmektedir.

Bu bölümde manzum eserlerin müfredat programına konul­


muş olması o günkü anlayışa uygundur. Zira kendisi de Mari­
fetname'de olsun diğer bazı eserlerinde olsun, işlediği gibi,
herhangi bir bilgiyi şiir halinde ezberlemek, onun hem kolayca
öğrenilmesine, hem de uzun zaman hatırda kalmasına vesile
olur. Nitekim şiirin bu gücüne Paygamberimiz (S.A.V) de şu
sözleri ile işaret etmişlerdir. "Beyan ve ifadeden bir kısmı sihir
etkisi yapar.", "Şiirlerin bir kısmında da hikmetler vardır." Bir
başka hadiste ise, "Çocuklarınıza şiiri öğretiniz. Çünkü şiir zih­
ni açar ve cesaret verir2", buyurulmaktadır.

Daha önce belirtildiği gibi, İbrahim Hakkı'nın kendine mah­


sus bir âdeti üzere, yazdığı eserleri yakınlarından birinin adına
yazar ve bunu, eserin uygun bir yerinde dile getirir. Tertib-i
Ulûm' u da amcasının oğlu Yusuf Nesimi^ nin adına yazmıştır.
Şu beyitte lügat ilminin ehemmiyetini Yusuf'a hitaben dile getir­
mekte ve dindeki yerine işaret etmektedir;

"Yusuf lügat hoş bil bir külli hem -


Fehmet ki oldur din içre elzem"

2 Buhari, Kitabu'l-Edeb, c.7, s.108, bab.90, {lstanbul-1979); Ibnu Mace,


Kitabu'l Edeb,c.2 s. 1235. Hadis No:3755, (Kahire-1954)
3 Diclehan, Şakir.Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı.s.17

98
(Yusuf lügat -kelime bilgini, bir bütün olarak çok iyi bir dü­
zeyde gerçekleştir. Zira şunu çok iyi bil ki, Arapça-Türkçe lügat
bilgisi din ilimleri için çok önemlidir.)

Osmanlı medreselerinde eğitim-öğretim dili, en azından


ders ktapları Arapça idi. Bunun getirişi ve götürüşü ne olmuş­
tur, ileride tartışılacaktır. Ancak şunu belirtelim ki bu bir zorun­
luluktu. Zira Islâmî ilimlerin önemli ve temel bir kaynağı olan
Kur'an, Hadisler ve onlardan ilham alınarak yazılmış olan kitap-
lann büyük çoğunluğu Arapçadır. Arapçay bilmeden de Islâmî
ilimlerde ilerlemek ve derinleşmek mümkün değildir. Bu yüzden
bir bütün olarak Osmanlı medreselerinde, özel olarak da bu
eğitim programında, Arapçayı öğrenmeye ayn ve önemli bir yer
verilmiştir. Bu cümleden olarak daha Arapça gramer ve metin
öğrenmeye başlamadan, kelime haznesi geliştirilmeye çalışılı­
yor k, bunu da diğer konular gibi o günün mantalitesi içinde
değerlendirmek gerekir.

Bu bölümde programa aldığı, bazılarını okutup, bazılarını iyi­


ce anlamasını istediği ve bazılarını da ezberlettiği eserlerden de
şu neticeyi beklemektedir. Henüz Arapça lisan ilmine girme­
den, öğrenciye fıkıh, eğitim-öğretim usulleri, akaid ve Peygam­
berimiz (a.s)'nin güzel ahlâkı ve hayatını konu alan eserler oku­
tulmaktadır. Programın bu bölümünün değişik hedefleri vardır.
Bunlardan birincisi; bu programa başlayan öğrenciler henüz
13-15 yaş civarındadırlar. Bu yaştaki insanlar bir geçiş dönemi
yaşamaktadırlar. Çocukluktan gençliğe yeni yeni adım atmak­
tadırlar. Bu geçiş döneminin kendine özgü bazı sorunlan var­
dır. Bunların başında da, genç insanın çocukluktan getirdiği ki­
şiliğini artık yeterli bulmayıp, kendisine yeni bir kimlik ve kişilik

99
oluşturmaya başlamasıdır. Kalıcı kimlik bu dönemde oluşturu­
lacaktır. Bu kimliği, çocukluktan getirdiği bilgi ve birikimin ya­
nında, o yaşlarda alacağı bilgileri ve yaşayacağı tecrübeleri
esas alarak veya malzeme hıalinde kullanarak oluşturacaktır.
Dolayısıyla genç adam için bu yaşlarda yukarıdaki konuları öğ­
renmesi hayati önem taşımaktadır. Islâmî bir kimlik ve kişilik
oluşturmada bu bölümdeki bilgiler çok büyük bir rol oynaya­
caktır. Programın bunu önemli bir hedef olarak gözettiğini dü­
şünüyoruz. Bu eğitim programının diğer bir hedefi ise, öğrenci­
yi, daha işin başında yüksek ahlâk ve seciyeye ulaştırmak ve
bu üstün kudretli insanı, zor olan ilim yolunda zorlanmadan he­
defe götürmeye çalışmaktır. Zira sağlam karakter sahibi bir in­
san ilim tahsil ederken, nasıl üstün bir işle iştigal ettiğini ve bun­
da niyetin ve hedefin ne olması gerektiğini iyi bilir. Bu şuura er­
miş insanın da, ilimleri rahatça elde etmemesi için hiçbir sebep
yoktur.

Öğrenciye bu özelliği kazandırmadan, hemen birkaç sene­


sini alacak olan kuru lisan ilmine başlatmak, onda birtakım ah­
laki tefessühe (yozlaşmaya) yol açan düşünce ve davranışlar
husule getirebileceği gibi, ayrıca böyle kuru bir lisan bilgisi ile
karşılaşması, belki de onu ilimden soğutacaktır. Bunun misal­
lerini Osmanlı medreselerinde müşahede ediyoruz. O medre­
selerde tahsil yapan öğrencilerin, zaman zaman öğrencilikle
ters düşen hareketlerinin olduğu bir vakıadır. Böyle Islâmî tah­
sil yapan kimselerin nasıl olup da bu tür basit durumlara düşe­
bileceğini bir çok araştırmacının havsalası almamaktadır. Bun­
lardan birisi de Mustafa Akdağ'dır. Hüseyin Atay, bir çalışma­
sında, hem Akdağ ve benzeri düşüncedeki bilim adamlarının
bu konuya ilişkin düşüncelerini gündemine taşımakta, hem de

100
onlara cevap vererek şöyle demektedir: "Medrese öğrencileri­
nin, ahlâk dışı hareketlerinin, yaptıkları tahsil gereği onlara ya­
kışmadığında şüphe yoktur. Ancak Mustafa Akdağ, medrese
derslerinin engel olucu hiç olumlu etki yapmamış olmasına dik­
kat çekyor ve derslerin büyük kısmının günah-sevap üzerinde
olduğu halde, bunun tesir etmemesinin ilgi çekçi olduğunu ifa­
de ediyor.., Halbuk medrese öğretim programını yakndan bi­
len bir kmse böyle bir hükme kolayca varamaz. Çünkü med­
reselerde ilk okutulan dersler Arapça dilbilgisi (Sarf - Nahiv) ve
Edebiyat, Mantık gibi dinle ilgisi olmayan derslerdir. Bu dersler
seneler alır. Dinî dersler bundan sonrak yllarda okunur. Onun
için, medreseye gelip bir ik sene eğlenen kmsenin din bilgisi­
ni yeteri kadar öğrenme imkânı, o zamanki sisteme göre yok-
tur"4.

Bu problem, az da olsa, bu gün için de geçerlidir. Zira Os­


manlı Medreseleri gibi dinî tahsil yapan bugünkü İlahiyat Fakül­
telerinin hazırlık sınıfı haftada yaklaşık 20 saat Arapça dil bilgisi
dersi üzerine kurulmuştur. Bu hazırlık sınıfında öğrenci, henüz
İslâm hakkında fazla bir bilgi sahibi olmadan kuru lisan bilgisiy­
le karılaşmakta, böylece hem eğitim öğretimden soğumakta,
hem de bazen istenmeyen durumlar ortaya çıkmaktadır. Bu
gün için bu problemi aşmak maksadıyla İlahiyat Fakültelerinin
hazırlık sınıfına İslâm'ın ilk bilgilerini veren bir ders, müzik, be­
den ve Türk Dili gibi dersler konulmaktadır.

İşte büyük mütefekkir ve veli;.kurduğu öğretim sisteminde


bu durumlara düşmemek için henüz lisan ilmine girmeden ön­
ce şu ilimlerde öğrenciyi bilgi sahibi yapmaktadır.

4 Atay, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s. 140

101
2- İslâm Hakkında İlk Bilgiler (llmitial Bilgisi):

Eğilim-öğretim için medreseye gelen öğrenci, uzun bir tafı-


sil hayatı yaşayacaktır. Pek çok bilgiyi elde etmek için uğraş­
manın yanında, İslâm'ın renk ve desen verdiği bir kişilik oluştur­
mak da onun önemli hedeflerinden birisidir, Üstelik öğrenci,
medreseye başladığı sıralarda, tabii olarak "yeni" ve "kalıcı" ki­
şiliğini kurmağa başlamış bulunuyor. Bu kişilik oluşturma çalış-
malannda hem ona destek vermek, hem de onunu Islâmî bir
hayat yaşamasını sağlamak, öğrencinin bazı Islami eserleri
okuyup öğrenmesini gerektirir. İşte bundan dolayı Tertib-i
Ulûm bu bölümü açmış ve öğrenciye bu branşta okunacak ki­
taplar, şöyle sıralamıştır;

"Andan okursun Münye-i Musallı^ -

Tuhfe FıkıhtanS bil bul teselli"

Öğrenci bu eserleri okumakla, İslâm'ın ilk bilgilerini elde


edecek ve hayat boyu nasıl yaşayacağını, kendisinin nasıl bir
hayat süreceğini, Müslüman'a nelerin helal ve nelerin haram ol­
duğunu öğrenip, kendini ona göre ayarlayacaktır. Tahsil haya­
tının ilerleyen bölümlerinde ise, konuları hem ana kaynaklar­
dan, hem de daha derinlemesine inceleme imkanı bulacaktır.

5 Münyetü'l Musallı: Sadıdüddin Kaşgari (705/1305) nin, Hanefi fıkıhına da­


ir yazdığı eseridir. I. Halebi bunu şerhetmiştir.
6 Tuhfetü'l Fukaha:Alaaddin Semerkandı'nın Hanefi fıkıhına dair yazdığı
eserdir.

102
3- Eğitim-öğretim Metotları:

Osmanlı medreselerini okuyup bitiren öğrenci için en önemli


istihdam alanlarından birisi de müderris (öğretmen) liktir. Dola­
ysıyla öğrenci, şimdi öğrenci olduğu ve ders çalışma yöntem­
lerini çok iy bilmesi gerektiğ için; ayrıca ileride de öğretmen
olabileceği için eğitim-öğretim metodlarını çok iyi bilmesi şart­
tır. Öğrencisini her iki yönden de geliştirmeği amaçlayan Os­
manlı Medrese (Tertib-i Ulûm) programlan bu sahada okuna­
cak eserleri şöye belirliyor:

'Ta'lim-i Müteallimi'' hoş fehmedersin-

llmin tarikin bulur gidersin.

Bab-ı şurut-ı manzum rumi -

Hem oku bu Tertib-i Ulûmi^"

(Talim-i Muteallim isimli eseri iyce anlayarak oku ve oradan


eğitim-öğretim metotlarını güzelce öğrenip ona göre çalış.)

Öğrenci bunları okumakla dairenin daraldığını görecektir.


Yani bir önceki beyitte okuduğu ile, bir Müslüman'ın neleri ya­
pıp, yapmaması gerektiğini öğrenmişti. Şimdi ise, bir Müslü­
man öğrenci ne yapıp, yapmamakla mükelleftir, onu öğreniyor.
Genel bir öğrenim metodu, ya da yöntemini elde etme ve öğ­
renmeye koyuluyor.

7 Ta'limü'l MüteallimıBurhaneddin Zernuci (620/1223) nin Eğitim Öğretim


usullerine dair yazdığı eserdir.
8 İbrahim Hakkı, kendi eserini tavsiye ediyor.

103
4- Akaid (İman Bilgisi) Öğretimi:

Bu ilim dalında mübtediye (medreseye yeni başlayan öğren­


ciye) imani bilgiler, birtakım kelami ve felsefî izahlara girişmek-
sizin net, açık ve sade bir üslupla verilir. İşte bu maksatla, öğ­
rencinin imanî konularda herhangi bir yanlışlığa ve noksanlığa
düşmemesi için, İslâm aleminde meşhur olan bir eser progra­
ma konuluyor. Onu şu beyitte görüyoruz:

"Bunlarla hıfzet manzum akaid^ -

Şükürname bil bul fevaid".

(Manzum akaid diye bilinen eseri ezberle, ayrıca şükürname


isimli şiiri de ezberlersen çok yararını görürsün)

5- Peygamberimiz (S.A.V) ve Özellikleri:

Genç, henüz kişiliğini oluşturup gençliğini yaşarken kendisi­


ni her konuda özdeşleştireceği, taklid edeceği ve "onun gibi
olabileceği" birini arar. Bu, gencin ruh yapısında vardır. Bu ko­
nu, çağdaş gelişim psikolojisinin önemli tespitlerinden birisidir.
İşte insan psikolojisini iyi bilen (Osmanlı Medreseleri) İbrahim
Hakkı, öğrenciyi daha bir takım çapraşık ilmi meselelere sok­
madan, ona Peygamber ahlâkını, özelliklerini ve sevgisini ver­
meyi düşünmektedir. Bunu alan öğrenci, kendisine zaten
Kur'an'da yegane örnek olarak'^ gösterilen Peygamberimiz'i
(a.s.) örnek alıp, kendisini ona benzetmeye çalışacaktır. Belirti­
len hedefe ulaşmak için öğrencinin şu beyitte geçen eserleri
okumasını istemektedir:

9 Manzum Akaid: Ferganalı Siracüddin Ali b. Osman el-Uşi (V.575/1179)


nin Akaid'e dair yazdığı eserdir.
10 Ahzap, 3 3 / 2 1

104
"Manzum Hilye-i Hakani'yii"i bil -

Hayriye"'2 bil ol her hayra nail" ,

(Manzum Hakani'nin Hilyesi'ni çok iyi öğren, Ayrıca Hayri­


ye isimli eseri de çok iyi okuyup her hayra ulaşmaya gayret et)

Hilye, Peygamberimiz (a.s.)'in ahlâkî güzellikeri ile fizikî du­


rumunu (şemail) anlatan bir edebi türdür. İbrahim Hakkı bura­
da, Peygamberimiz'i tanıtıcı bir kitabı yukarıda anlattığımız
maksatla programa almıştır.

. Şimdiye kadar öğrenciden fıkıh, genel öğretim metodu bil­


gisi, akaid ve Ahlâkî Nebevi dallarında, o çağda kendine yete­
ceği düşünülecek derecede bilgi edinmesi için belli eserleri
okuması istendi. Bundan sonra sık sık karşımıza çıkacak olan,
İbrahim Hakkı'nın güzel bir metoduyla yüz yüze gelmiş bulunu­
yoruz. Esasen bu, Osmanlı Medreselerinin genel bir kuralıdır. O
da şu: Tertib-i Ulûm' da, işlenen bir bilim dalı orada bırakılıp ge­
çilmez. Hemen sonra gelen bab (bölüm) da hem hatırlatma,
hem de o konuda yeni bilgiler elde ettirme maksadıyla, o ilim
dalı araya sokuşturulur. İlim dalıya ilgili bir veya ik eser yeniden
alınır. İşte bir öncek bölümde "Hatt" (yazı) hakknda özel,öğ­
renim metodu verilmiş ve o usulle öğrenci çalıştınlfeıştı.
Yeniden bu babda Hatt (yazı) ilmine dönülüyor ve ona şu ikaz
yapılıyor:

11 Hılye-I Hakanı; Türk şairi. Hakanı Mehmed Bey (V. 1609)'in en meşhur
eseridir.
12 Akaidi Hayriye: Muhammed Vehbi b. Hüseyin el- Hamidi'nin eseridir.

105
"Divan Hattı bil amma yazma -

Dünyaya mail olup da azma"

Bilindiği gibi, daha önce öğrenciye Arapça yazı türlerinden


nesih, sülüs ve talik çeşitleri öğretilmişti, Şimdi ise, "Divan"
çeşidi öğretilmekte ve böylece yazı öğretimi kemale erdirilmek­
tedir.

Divan, Osmanlı Devleti'nde, devlet işlerinin görüldüğü mec­


lis ve meclisin toplandığı yer demektir.

Divan Hattı ise, yine bu devlette, Divandan çıkan ferman ve


beratlarda kullanılan yazı çeşididir. Bu yazıyı yazmak ile, dün­
yaya yönelip azmak arasında ise, şöyle bir ilgi vardır. Öğrenci,
bu yazıyı yazarsa ve bu işe kendisini kaptırırsa, henüz tahsil
hayatının başlangıcında olan genç adam, kısa yoldan para
kazanmak düşüncesi ile o yöne yönelip ilimden uzaklaşabilir.
Bu ise, ilk anda belli bir kazanç getirmesine karşılık, sonu ilim­
le alakayı kestiği için pek makbul görünmemekte ve azmak
diye nitelendirilmektedir.

Bu bölümde öğrenciye itikadı, ahlâkî ve amelî yönden


gerekli olan bilgiler verildikten sonra tam kapasite ile ilmî tahsile
başlanabilir. Genel olarak Osmanlı medreselerinde özel olarak
da Tertib-i Ulûm'da eğitim öğretim Arapça kitaplarla yapıldığı
için bu dilin öğretimine geçiliyor.

106
F - S A R F İLMİ V E Ö Ğ R E T İ M İ

"Hem Bab-ı Hamiş Tasrifi Şamil"

1 - Osmanlı Medreselerinin Öğretim Dili ve Sebepleri

Osmanlı Türklerinin, Türkçe ile değil de, Arapça ile eğitim


öğretim yaptıklarını daha önce belirtmiştik. Bunun sebepleri ve
bu usulün ne getirip, ne götürdüğü hususu, ciddi bir araştır­
mayla ortaya çıkarılmalıdır. Bu görevi ilgili bilim dalındaki araş­
tırmacıların yapacağına inanıyoruz. Ancak biz bunun sebep­
lerinden iki mühim hususu zikretmek istiyoruz:

1- Osmanlılarda ilmi tahsil Islâmî idi. Yanı, Bugünki tabirle


gerek sosyal ilimler, gerekse tabii ilimler, İslâm kültürünün
boyası ile boyanmıştı. İslâm kültürünün temelini ise Kur'an ve
Hadis teşkil eder. Bunlar da Arapça olunca, bu iki temel kay­
nağı ve bunlann büyütüp beslediği diğer ilimleri öğrenmek için,
Arapçanın bilinmesi gereği kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Bu
sebeple tedrisat Arapça yapılıyordu.

2- M.S. X. yüzyılın başlanndan itibaren, Arapça geniş bir


bölgede, daha önce eski Yunancanın bugün de Ingilizcenin,
oynadığı rolü oynayıp bilim ve felsefede klasik dil niteliğini
kazanmışta. Ve bir bakıma dünya ilim dili olmuştu. Her ilimden
çeşitli eserler bu dille yazılmıştı. Bu yüzden, o günkü ilimleri,
bilimsel bir zihniyetle öğrenmek isteyen herkes, Arapçayı öğ­
renmek durumunda idi. Yahut diğer bir ifade ile, o gün

1 Bu hususta bkz. Yıldırım. Cemal, Bilim Tarihi, s. 75

107
Arapçayı bilen, fen, sosyal ve tabii ilimlerden herhangi birini
öğrenmek için kendisine lazım olan en faydalı bir alete yani
lisan bilgisine sahip olmuş olurdu. Geriye o ilimlere yönelmek
hadisesi kalıyordu. İşte medresede ön hazırlıkar tamamlandık­
tan sonra, yoğun anlamda öğretim, Arapça dilbilgisinin öğ­
retimi ile başlardı. Bu dilin öğretimine de "Sarf" kısmının öğ­
retiminden başlamak usuldendir. Şimdi onu görelim.

2- Sarf İlminin Öğretimi

Arap dilinin eğitim öğretimi iki ana bölüm halinde yapılmak­


tadır. Bunların birincisi, Sarf; ikincisi. Nahivdir. Bu bölümlerden
birincisi olan Sarf, kelime manası olarak; masraf etme, kullan­
ma, harcama, çevirme ve döndürme gibi anlamlarda kullanılır.
Dilbilgisi yönünden ise, dildeki fiillerin çekm sekileri, yapımı ve
kullanımı ile ilgili konuları araştırır. Buna morfoloji ve dilin şekil
bilgisi de denebilir.

Yukarıdaki sebeplerden dolayıdır ki, Osmanlı medreselerin­


de eğitim-öğretim dili Arapçadır. Öğrenciye, bu bölüme gelin­
ceye kadar, gerek bir Müslüman genç olarak, gerekse bir öğ­
renci olarak ne yapması, nasıl hareket etmesi ve nasıl bir
karakter yapısına sahip olması gerektiğini, ilgili Türkçe eserler­
den okutup, bunları iyce öğrettikten sonra, Arapça öğretimine
yöneltip şu eserleri, aşağıda belirtilen metotlarla okumasını is­
tiyor:

"Pes llm-i Sarf ve hem İştikaktan -


Emsile hıfzet çok okumakdan
Andan Bina'y hıfzeyle muhkem -
Maksud'u fehmet, maksudunu hem.

108
Izzi'yi hıfzet, i'lalini yap -
Oku Merah'i hem sarfdan sap"

(Sonra sarf ve iştikak ilminden-Emsileyi çok okuyarak ez­


berle sonra bina isimli eseri ezberle-Maksud isimli eserin hem
kendisini hem de göstermiş olduğu gaye ve hedefleri çok iyi
anla. Izzi isimli eseri ezberle ve kelime türetmey öğren. Merah
isimli eseri okuyarak şimdilik sarfı bitir.)

Bu beyitlerde isimleri geçen, Emsile, Bina, Maksud, Izzi ve


Merah2 gibi eserler, Arapçada fiil çekimi ve Jüüerin çeşit­
li durumlarını açıklayan, Arapça gramer kitaplarıdır. Halk
arasında dahi isimleri bilinir. Çünkü yüzyilardan beri Anadolu
ve İstanbul medreselerinde okutula okutula artık halka mâl ol­
muştur.

Bu bölümde sarf ilminin öğretimi yaptırılırken genel olarak


öğretim "ezbere" dayandırılmıştır. Çünkü, lisan öğretimi, husu-

Emsile: Bilindiği gibi bu eser, Sarf cümlesi adı ile basılan mecmua içinde
ilk okunan eserdir. Hz. Ali'ye dayandınlır.
Binaü'l Efal: Seyyid Şerif Cürcanı'nin talebesi Abdullah Seyyid'in
(V.667/1267) eseridir.
Maksud: Müellifi meçhul olup. Sarf Cümlesinde üçüncü sıradadır.
Izzi: A.Vehhap b. İbrahim ez- Zencanı (V.655/1257)nin eseridir.
Merahü'l Ervah: Ahmed b. Ali b. Mes'ud (8/15.asır ricalinden)un eseri
olup Sarf Cümlesinde en son okunan eseridir. Bu eserlerin tamamı, Arap-
çadaki fiil çekimini belli düzey ve anlatımda öğrenciye aktarırlar. Aşağıdan
yukarıya (Emsile...Merahu'l Ervah) çıktıkça, kolaydan zora doğru bir gidiş
olur. Fiil çekiminden başlayan Emsile okunup bina, Maksud, Izzi ve Me-
rah'a gelindikçe kelime türetimi ve çekiminin felsefesine geçilir.

109
san lisanın fiil kısmı tamamen ezbere dayanmak mecburiyetin­
dedir. Nitekim bugün, ilim ve teknik gelişmiş, yeni usullerle
gramer kitapları yazılmış, öğretime yardımcı olması için "teknik"
devreye sokulmuş ama, bu hususlar yine de ezberlenmeden
halledilememiştir. Aksine, teknik yardımıyla daha kolay ezber­
lemenin yollan araştırılmaktadır. İşte bu kaideye binaen Tertib-
i Ulûmda, bilhassa ezber tavsiye edilmektedir. Şu kadar var ki,
lisan öğretiminde bu metot devam etmesine karşılık okutulan
ders kitapları ihtiyaca göre değişebilir. Hatta normalde değiş­
mesi de lazımdır. Vakıa, bugün değişik metotla yazılan eserler
bir hayli yekûn tutmaktadır. Şayet dün de, yukandaki beyitler­
de isimleri geçen eserler değil de, bugün ders kitabı olarak
okunan eserler olsaydı ve faydalı olduğuna inanılsaydı, belki de
L Hakkı ders kitabı olarak onları alacaktı. Yarın belki daha
değişik eserler de çıkabilir. O gün bu eserler ihtiyaca cevap
vermekte olduklan için kendilerinden istifade edilmiştir.

Osmanlı medreselerindeki öğretim süreçlerini, yani kısaca,


bilginin öğrenciye çeşitli yöntemlerle öğretildiği ders ya da sınıf
ortamını, günümüzle karşılaştırmalı olarak incelediğimizde şun­
ları görürüz;

Günümüzde öğretim süreçleri sınıf esasına göre düzenlen­


miştir. Yani öğrenci okulda herhangi bir sınıfın üyesidir.(ortaokul
2, liset, ilkokul 4 gibi). Eğitim öğretimin hedefi, içeriği (muh­
tevası) yöntemleri ve sınavları o sınıfa göre belirlenir. Dersleri
anlatan hocalar o sınıfı esas alarak anlatırlar. Öğrenci de o sınıf­
taki çalışması, konuları öğrenmesi, derse olan katkısı ve sınav-
lardaki durumuna göre, ya başarılı olur bir üst sınıfa geçer, veya
başarısız olur aynı sınıfı tekrarlar.

110
Osmanlı medreselerinde ise öğretim süreçleri "sınıf esasına
göre" değil, "kitap esasına göre" düzenlenmiştir. Yani öğrenci
(şimdiye kadar isimlerini verdiğimiz ve bundan sonrada
vereceğimiz) kitaplardan birini okumaya başlar. Aynı kitabı
okuyan başka öğrenciler onun sınıf veya kitap arkadaşıdırlar.
Genellikle günün en erken saatlerinde, müderris (öğretmen,
öğretim üyesi) in başkanlığında öğrenciler "O" veya "U" şeklin­
de "halakalar" oluşturarak derse başlarlar. Tabii ki öğrenciler, o
gün okunacak konuları önceden iıazırlanmışlardır. Ders mater­
yali olarak (özellikle teorik derslerde) kitap vardır ve o dersin en
belli başlı ders materyalidir. Aynı zamanda o konunun da
otoritesi olan o kitap da Arapçadır. Derste öğrencilerden birisi
veya ikisi ya da üçü, kitabı orijinalinden yani Arapça metninden
okur. Öğretim üyesi önce öğrencinin veya öğrencilerin bu met­
ni anlayıp anlamadığını kontrol eder. Sonra da mefhumun yani
metnin içeriğinin anlaşılmasına geçilir. En başarılı öğrenci, o
metindeki mana ve mefhumu en iyi anlamış olan öğrencidir. O
oturumda, o kitabın o günkü konusu en iyi şekilde anlaşılana
kadar üzerinde çalışmalar yapılır. Muğlak (kapalı) yerler varsa,
daha iyi anlaşılması için kitabın şerh ve/veya haşiyesine baş­
vurulur, Derste öğretim üyesi de öğrenciler de aktiftirler. Çün­
kü genelde halakalardaki öğrencilerin sayısı az olur. Böylece
sıkı bir çalışma ile o kitabın konuları baştan sona birlikte okunur
ve anlaşılmasına çalışılır. Gerek kitabın okunduğu esnada
gerekse kitabın okunması bittikten sonra yapılacak bir sınavla
öğrencinin o kitabı iyi öğrendiği kanaatına varılırsa, hocası onun
bir sonraki kitabı okuyabileceğini belirtir. Öğrenci de bir üst

111
kitaba geçer. Dersler çoğu zaman, o kitaptaki bilgileri öğren­
ciye aktarmay, öğrencinin de o bilgiler çerçevesinde eşya ve
olaylara bakmasını sağlamayı kendisine hedef edinir^.

Sarf öğretimi ile beraber yürütülen bir başka lisan öğretimi


daha var ki, biz bunu Tertib-i Ulûmda bir başlangıç olarak
buluyoruz. O lisan da, Farsça'dır. Daha sonar açıklanacağı gibi
o güne kadar Osmanlı medreselerinde böyle bir ders yoktu.

3- Farsça Dil Öğretimi:

1- Tarih boyunca yazılan Islâmî eserlerde kullanılan dil şüp­


hesiz çoğunlukla Arapça olmuştur. Bunun sebebini daha önce
açıklamıştık. Fakat İslam kültür havzasında kullanılan tek dil
Arapça değil, aksine ondan sonra pek çok dil vardır k, bunlar­
dan birisi de Farsçadır. Farsça ile Mevlâna gibi zatlar başta
olmak üzere, bir çok İslâm alimi büyük ve faydalı eserler vücu­
da getirmişlerdir. Yani her devirde Farsça olarak yazılmış bir
çok eser var ki, hiçbir ilim adamı (Islâmî ilimlerle meşgul olan­
lar) onları görmemezlikten gelemez.

2- Lisanlar, çeşitli ilim ve kültür dünyalarına açılan birer kapı


mesabesindedir. İlim ehli, ilim dünyasına kaç kapıdan
girebiliyorsa, şüphesiz o dünyadan kendi ilim dağarcığına o
kadar çok malzeme toplayp onlardan yararlanacaktır.

3- Osmanlı Türkerinin kullandığı ve bugün "Osmanlıca"


dediğimiz karma lisanın içinde de bolca Farsça.kelimeler yer al­
mış olmasına rağmen... Evet, bütün bu sebeplere rağmen şöy­
le bir gerçekle karşı karşıya bulunmaktayız: Fatih döneminde

3 Krş. Kevakib-i Seb'a {Osmanlı Medreselerinde İlim isimli eser içinde ), s.76

112
teşkilatlanıp yurdun büyük bir bölümünde icra-i faaliyette bulu­
nan Osmanlı resmi medreselerinde bir lisan olarak Farsça an­
cak XIX. yüzyılda öğrenilmeye başlanmıştır. Ondan önce med­
rese programında böyle bir ders yoktur''. Bunun sebebini biz
yine ilgili araştırmacılara havale edip bir gerçeği dile getirmek
istiyoruz:

Sebebi ne olursa olsun, İslâm Kültür tarihinde önem­


li bin yeri olan lisan dışlanmamalı ve Ehl-i Sünnet itikadına uzun
yıllar hizmet edememesini doğuran böyle bir yola gidilmemeliy­
di. İşte bunu sezen ve kanaatimizce medreselere XIX. asırda
Farsçanın bir ders olarak girmesine de tesir eden İbrahim Hak­
kı, daha 1752 tarihinde hazırladığı bu eğitim programında Fars-
çaya da yer vermiş, böylece eğitimde bir yenilik vücuda getir­
erek, öğrencilerine yeni bir dünya armağan etmiştir.(Keşke I.
Hakkı batı dillerinden birini de programına alsaydı.) Bunu şu
beyitlerde görmekteyiz:

"Sarf ile oku Fars-ı Lügati


Bil şahidi^ iç ab-ı hayatı
Andan nisab-ı sıbyan bulursun -
Genc-i lügata malik olursun."
Bu hususta bkz. Atay, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s. 79
vd.; Baltacı, Cahit, Osmanlı medreseleri, s. 35 vd.; Uzunçarşılı .İlmiye
Teşkilatı, s. 20 vd.
Şahid: a- Farsça bir sözlük adıdır, b- Bir bilim adamı herhangi bir konuda
makale, kitap vb. yazarken, o alanda tanınmış eserlerden yararlanır. Ge­
rek konuyu gerekse fikirlerini kuvvetlendirmek için eserine diğer yazarlar­
dan alıntılar yapar. İşte bu alıntılara "Şahid" denir, Burada birinci mana
kasdedilir.

113
(Sarf ile beraber Farsçayı da öğren, böylece Farsça şahit­
lerin anlamını öğrenerek sanki ab-ı hayat -can suyu- içmiş olur­
sun.)

Yukarıda, İslâm aleminde, Farsça yazılmış birçok eser ol­


duğunu belirtmiştik. Buna bir de şunu ilave etmek gerekir;
Arapça veya Türkçe ile eser yazan bir çok İslâm müellifi, eser­
lerinde fikir ve görüşlerini kuvvetlendirmek için, Farsça yazılmış
bir çok nesir ve şiir örneklerini kullanmışlardır. Nitekim bu usûl
yaygındır. Böylece Farsçayı öğrenmekle, gerek Farsça yazılmış
eserlerden, gerekse Arapça ve Türkçe eserler arasına serpiş­
tirilmiş Farsça metinlerden istifade edilmiş olunur. İşte İbrahim
Hakk buna "şahit" diyor ve onu bilmeyi ab-ı hayat (can suyu )
içmek olarak niteliyor. Ayrıca Farsçanın öğrenilmesini ilmin
yarısı olarak niteliyor k, bu konu Osmanlı Türkerinde şöyle bir
tekerleme ile dile getirilin "Kim k bilir Farisi, gider deyn'in (bor­
cun) yarısı". Böylece bu program, bünyesine Farsçayı almak­
la, onun Islâmî ilimler yönünden zenginliğine ve vazgeçilmez­
liğine işaret etmek istiyor.

Program, gerek öğrencilerin lisan bilgisini kuvvetlendirmek,


gerekse o kapıdan öğrencilerini yeni bir dünyaya götürmek
için, Farsça yazılmış ve manzum olması sebebiyle de ezberlen­
meye daha müsait olan, aynca İslâm aleminde çok iyi tanınan,
büyük alim ve mutasavvıf Feridüddin Attar'ın "Pendname"
isimli eserini ezberletiyor. Pendname bir nasihat ve ahlâk
kitabıdır ve çok faydalı bilgiler ihtiva etmektedir. Programın bu
bölümünde şöyle denmektedir

114
"Attar-ı Pendin lııfzeyle candan -

Atılâl< ilmin hoş öğren ondan".

Böyle faydalı bir eseri ders kitabı olarak koymakla öğren­


cinin :

1- Farsça dilbilgisini kuvvetlendiriyor,

2- Onun ahlâkî yönden üstün bir seviyeye ulaşmasına


zemin hazırlıyor.

3- Daha önce belirttiğimiz gibi, bir önceki bölümle öğren­


cinin irtibatını canlı tutup ayrıca bilgilerini tazeliyor. Bir önceki
bölümde şöyle bir kaidenin varlığından söz etmiştik: İbrahim
Hakkı bir bölümde öğrettiği bilgileri orada tamamen bırakıp
başka ilim dallanna geçmiyor. Bir sonraki bölümün müsait bir
yerinde eski bölümü hatırlatacak, o bilgileri yenileyecek bir
eserle karşımıza çıkıyor. Burada da aynı durumu görüyoruz. Bir
önceki bölüm "Ahlâk" ağırlıklı idi. Bu bölümde öğrenciyi hem
kuru lisan bilgileriyle sıkmamak, hem eski bilgilerini hatırlatmak,
hem de yeni bilgiler edinmesini sağlamak, ayrıca öğrenciye
yeni bir lisan öğrenmiş olmanın hazzını tattırmak için, okunması
gerçekten çok zevkli olan bir eserin okunmasını ve ezberlen­
mesini istiyor.

Bu metot sadece I. Hakkı'ya ait bir metot değildir. Osman­


lı Medreselerinin genel bir uygulamasıdır. Konu Kevakib-i
Seb'a'da şöyle anlatılır; "Eski bilginlerin her ilimde üç mertebe
itiban vardır. Bunlar, "iktisar", "Iktisad" ve "istiksa" mer­
tebeleridir İktisar, fennin (o ilim dalının) en meşhur meselelerini
ihata etmeye derler. Iktisad, meşhurlarını da zikretmeye derler.

115
Istiksa ise, nadirlerini de zikir ve ihata etmektir. (Başka bir
deyişle, kısa metinlere iktisar, orta metinlere Iktisad, uzun
metinlere de istiksa derler. Başka bir deyişle hiç delil zikrolun-
mayan metne iktisar, meseleyi oldukça bazı delillerle ispat
ederse iktisad, meseleyi bütün yönleriyle ele alıp, tahkik
ederek delil getirmek suretiyle muhalifleri red ve temhik ederse
istiksa derler). Her fende olan kitapların biri birine nispetle ik­
tisar, iktisad ve istiksası vardır. Ama pek çoğa gittiğinden
hemen her fende üç rütbe itibar olunarak iktisara yakın olan ik-
tisara, iktisada yakın olanı iktisada, geri kalanını istiksaya dere
ile yukarı ve aşağı rütbeleri irad olunarak açıklanır. Bu mukad­
dimeyi zikirden maksat, her ilimde kitapların sonu yoktur. Ama
öğrenciye kolaylık olsun diye zikr olunan üç rütbeden her fen­
de üç rütbe kitap ayınp okuturlar. O üç rütbe ile öğrenciye o
fende isti'dad (meleke) hasıl olur. Zira öğrenci pek zeki ise
yukarı rütbe ile yetinmek mümkündür. Daha aşağı ise, iktisad
yani ikinci rütbe, oradan da aşağı ise, üçüncü rütbe ile yetinir.
İlimlerde fenler çok, insanların ömrü ise az olduğundan müm­
kün mertebe her fenden kısa kitaplar ürendülenip (seçilip) ter­
tiple okunur. Bundan sonra olgunluk kazanmak için vakit vakit
uzun kitaplar da incelenir. Külli kaideleri tahsilden önce ,uzun
kitaplara bakmak, zihni dağıtır. Bundan dolayı her fende zikr
olunan üç rütbeye belki her rütbede aşağı, orta ve yukan olmak
üzere dokuz rütbe olur. Bazı kerre dokuzuna bazı kerre de
dokuzun bir kısmına riayet ederek maddeleri tamamlar (tekmil-
i mevadd eder)^".

Böylece bu bölümde Farsça ve Arapçanın büyük bir


bölümü öğrenilmiş oldu. Şimdi diğer yarısı olan "Nahv"e
geçiliyor.

6 bkz. Izgi, Cevat, a.g.e. 76

116
G - N A H İ V İLMİ V E Ö Ğ R E T İ M İ

"Altıncı Bab Nahv u Avamü"

1-Nahiv İlmi:

Nahiv, lügatta: 1-Yön, taraf, cihet. 2- Yol, 3- gibi, benzer.


Söz dizimi. Sentaks manalanna kullanılıra Bilim dünyasında
ise, tedricen gramer ve bilhassa gramerin cümle yapısı kısmına
ad olarak kullanıldı. Nahiv kelimesinin bu ilim dalına isim olması
hakkında bir çok rivayetler vardır. Bunlardan biri de şu:
"Rivayete göre 4. Halife Hz. Ali (r.a), nahvin kurucusu olduğu
söylenen Abu'l-Asvad al-Duali'ye gramerde yapılması uygun
olacak metod hakkında bilgi verir ve "Unhu", "bu yolda yürü"
diye ilave eder. Yeni ilim Nahv adını bu sebepten alır2. Buna
benzer rivayetleri, 2. dipnotta gösterilen eserde bolca bulmak
mümkündür. Nahiv kelimesi ile bu ilim arasındak ilgiyi bulma
işini filologlara havale edip Osmanlı Medreselerinde (İbrahim
Hakk'da) nahiv öğretimine geçelim.

2- Nahiv İlminin öğretimi:

Nahiv öğretiminde de, yine kolaydan zora doğru tedrici bir


yöneliş olduğunu görüyoruz. Nitekim bu bölümde ilk önce oku­
tulan "Avamil" isimli nahiv kitabı, Arapça cümle yapısını ana
hatlarıyla ve sade bir dil ve üslûpla anlatan bir eserdir. Aynı

1 Develioğiu. Ferit. Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s. 956


2 İslam Ansiklopedisi, c. 9, s. 35, Nahiv maddesi.

117
zamanda hacimce de l<üçül< olduğu için onu okuyan öğrenci
gramerin bu yönüyle global (külli) bir şekilde karşılaşır. Henüz
ana hatlarıyla ve bir bütün olarak tanıdığı nahvi, bundan sonra
takip edeceği eserlerle, inceliklerine varıncaya kadar öğrenme
fırsatı bulacaktır. Aşağıdaki beyitlerde bu hususta öğrencinin
takip edeceği eserler sıralanmaktadır.

"llm-i Nahiv' de hıfzet AvamiP -


Terkibini hem zapteyle kamil,
Küçük Avamil bil gel muvafık -
Enmuzec'' oku dinle Hadayık^,
İzhar'|6 oku işit Netayic^-
Kafiye^ hıfzet, Cami^ işit geç."

(Nahiv ilminde Avamil'i ezberle, cümle tahlillerini de titizlikle


yaz. Avamil küçüktür ama onu çok iyi öğren, Enmuzeç ile
Hadayık'ı da güzelce oku ve iyi öğren. Izhar'ı oku, Netayici iyi
dinle-Kafiyeyi ezberle Camiyi iyi dinle.)

Bu listede adı geçen eserler, gerek Osmanlılar döneminde,


gerekse daha önceki zamanlarda, ilim hayatına hizmet etmiş

3 Avamil: İmam Birgivi (V.951/1544) diye meşhur olan Birgivi M u h a m m e d


Efendinin eseridir.
4 Enmuzeç: Carullah Zemahşeri (\/.538/1143)'nin Nahivle ilgili eseridir.
5 Hadail<ü'l Üns: Ebu Amr b. Ebi Hubab'ın (V.401/1010) eseridir.
6 İzhar: İmam Birgivi'nin nahivle ilgili eseridir.
7 Netayic: Kuşadalı Mustafa Efendi'nin (V. 1085/1674) İzhar üzerine yazdı­
ğı şerhdir.
8 Kafiye: Ibn-i Hacip (V.570/1174) İn nahiv üzerine yazdığı eseridir.
9 Cami: Kafiye üzerine Molla Cami (V. 8 9 8 / 1493) nin yazdığı şerh dir.

118
olan eserlerdir. Önemine binaen bazılarını ezberletme yoluna
gidildiğini görüyoruz (Avamil, Kafiye). Bunlar, biri özet olarak
diğeri de mufassal bir tarzda Arap dilinin nahvini açıklamak­
tadır. Fakat bunlarla yetinilmeyip ikisi arasına yine onlan des­
tekler mahiyette ve "Okunacak" yahut "İşitilecek" eserler konul­
muştur ki, bu durum da öğrenilenin te'kidi açısından gayet
güzeldir.

Usan öğretiminde iki mülıim husus vardır:

1- Herhangi bir lisanı, ancak o lisanla yazılmış olan gramer


kitaplanndan mükemmel olarak öğrenmek mümkün olur. Ger­
çi başka dille yazılmış olan gramer kitabıyla da bazı şeyler öğ­
renilebilir. Hatta belli bir seviyeye çıkılabilinir. Fakat lisanı güzel
bir şekilde öğrenmek isteyen, muhakkak o dilde yazılmış olan
bir gramer kitabını takip etmelidir.

2- Lisan dersini muhakkak surette yetkili bir hocadan almak


gerekir. Zaten öğretimin temel taşı hoca (öğretmen) dır. Fakat
hocaya en çok ihtiyaç duyulan sahalardan biri de, lisan öğ­
retimi sahasıdır. Zira gerçek öğretim sadece satırların değil,
sadırların da (göğüs, kalp) katılarak yapılanıdır. İşte Tertib-i
Ulûmda bu iki mühim hususa gayet itinalı bir şekilde dikkat
gösterilmiştir.

Önceki sayfalarda şu hususu kayd altına almıştık; İbrahim


Hakkı bu eğitim programında, herhangi bir ilim dalında öğren­
ciye bir veya birkaç eser okutur; daha sonra başka ilim dalın­
daki eserleri okutmak, yani öğretim yaptırmak üzere başka bir
konuya geçer ve böylece mevcut ilimlerin hepsinde öğren­
cisinin nasibini almasını ve hadiselere çok yönlü bir bakış açısı

119
geliştirmesini sağlar. İşte bu bölümde de aynı hususu
müşahede ediyoruz. Nahiv öğretimi bölümünde, nahvi tamam­
layan öğrencinin dikkati, yeniden önceki konulara çekiliyor.
Aşağıdaki beyitlerde bu husus şöyle geçiyor;

"Gel yine Sarf'ı kendine iş et -

Safiye 10 hıfzet Çarperdi ^ ye yet"

(Gel tekrar sarf bilgisini ele al-Şafiye'y ezberle, Çarperdi'y


öğren.)

Bu beyitte, öğrenci yeniden sarfa dönüp daha önce oku­


madığı meşhur bir eseri, hem eski bilgilerini yenilemek, hem de
orijinal ve ileri bilgilerle daha da mücehhez dururna gelmek için
şerhi ile beraber okuyor. Ayrıca:

"Hem ilm-i Hat'tın hıfzın tamam et -

Çün llm-i İmla' dır ihtimam et"

(Hem hat- yazı sanatını öğrenmeyi tamamla, hem de imlâ ile


ilgli ayrıntılar dahil bütün kurallara dikkat etmey öğren),

denmektedir. Bu beyitte, daha önce geçmiş olan yazı ilmini


daha dikkatli bir şekilde gözden geçirip ve bu hususa gerek­
li ehemmiyeti göstermesi isteniyor. Zira, yazıda yapılacak bir
hata, maksadın kâğıt üzerine değişik bir şekilde tecelli etmesini
doğurur. Nihayet:

10 Şafiye:lbn-i Hacip'in Sarf' a ati olarak yazdığı eserdir.


11 Çarperdiilmam Çarperdi diye meşhur.Ahmed b. Hasan Şeyfı Fahred-
din'in, Ibn-i Hacip' in eseri Şafiye'ye yazdığı şerh dir.

120
"Nahv ile oku Fars-ı Ferişte -
Seyret Gülistan hem Bostani2 işte".
Divan-ı Hafız bil anla razı -
Oldur hakiki, oldur mecazi".

(Nahiv ilmiyle beraber yeniden Farsça dilbilgisi oku. Gülistan


ve Bostan isimli eseri oku, hem de seyret. Hafızın divanını hem
dil yönünden, hem de onu, hakiki (ilk) ve mecazi (derin) anlam­
ları yönünden çok iyi öğren),

beyitleriyle altıncı bölüm sona ermektedir. Burada, önceden


öğretilen Farsça lisan bilgisini daha da kuvvetlendirmek için, bir
gramer kitabı ile üç tane de Farsça klâsik metin kitabı okutu­
luyor. Böylece hem Farsça kuvvetlendirilmiş, hem de o dille
yazılmış olan ahlak kitaplan okutulmuş oluyor.

Aynca bu beyitlerde öyle güzel bir edebî üslupla kitaplar


takdim ediliyor ki, "Seyret Gülistan hem Bostan işte" mısrasını
okuyan insan; sanki karşısında okunması gereken iki kitaptan
değil de, gerçekten güllerle, çiçeklerle bezenmiş, fevkalade bir
görünüme sahip olan bir manzaradan bahsediliyor ve orayı
seyretmesi isteniyormuş gibi bir havaya giriyor.

Böylece Arapça ve Farsça lisan bilgileri ikmal edilmiş


olunuyor. Bundan sonra öğrenimini Arapça ve Farsça yapacak
olan öğrenci, alet ilimlerini tamamlamış olmanın verdiği haz ve
lezzetle diğer ilimlere yönelecektir. Bu programda lisan bilgisin-

12 Gülistan ve Bostan:Sa'di-i Şırazı diye şöhret bulmuş, Muslihiddin b. Abdil-


lah'ın (V.691/1290) Farsça olarak yazdığı manzum iki esendir.

121
den sonra yönelinen ilk ilim, Mantık ilimi oluyor. Dolayısıyla
gelecek bölüm Mantık ilminin öğretimiine ayrılmış bulunuyor.

Mantık ilmine geçmeden önce şunu vurgulayalım ki,Tertib-î


Ulûm'un buraya kadar olan bölümünü kısaca hatırlayacak olur­
sak, ilk önce eğitim öğretim hayatına başlayan öğrencinin uy­
ması gereken kuralları anlatmaya başlamıştı. Onu ilim tahsil et­
meye teşvik ederek sürdürülen bölümlerde, daha sonra ilim
yolcusunun hangi niyet ve hedefle bu yola girmesi ve yürüme­
si gerektiğini veciz bir şekilde belirtmişti. Öğrenciyi köyünden,
evinden ve dükkanından ayırıp başka bir memlekette tahsil
yapmayı ısrarla tavsiye eden Tertib-i Ulûm yazarı I. Hakk, ilim
yolcusunu hedefine ulaştıracak olan metodu da öğretmişti.
Öğrencinin günlük ders sayısından tatil günlerine kadar her
şeyi açıklayan bu program, ona öğrendiğini unutmamasının
yollannı tavsiye ediyor, hatta eğlenme ve dinlenme hususunu
dahi program içine alıyordu ki, bir eğitim programı bunu dahi
içermelidir. Yine bu programda alet ilimlerinin neler olduğu
tanıtılıyor. İlim ve hilmin üstünlüğü sürekli vurgulanıyordu.

Eğitim öğretime Kur'an ve güzel yazı öğrenerek başlan­


masını vurgulayan bu program, öğrenciye İslâm hakkında ilk
bilgiler ve lügat'tan yararlanmayı da öğretiyordu. Arapça sarf-
nahiv ve Farsça lisanlarını da öğreterek öğrenciye iki dünyanın
da penceresini açıyordu.

İşte buraya kadar yapılan eğitim öğretim faaliyetleri


sonucunda elde edilen bilgilerie asıl hedef bundan sonrak bilim
dallarını ve onların içerikerini öğrenmey başarmaktır.

122
H - M A N T I K İLMİ V E Ö Ğ R E T İ M İ

"Hoş Bab-ı Sabi' Mantık Değil mi"

1- Mantık İlminin Tanımı:

Bu bölümde mantık kelimesinin sözlük ve ıstılah manalarını


verip, bir ilim dalı olarak hangi meselelerle uğraştığını tespit et­
tikten sonra, Osmanlı Medreselerinin bir modeli olarak, İbrahim
Hakkı'nın, bu branşın öğretimine nasıl yaklaştığını ortaya koy­
maya çalışalım.

Mantık: Kelime olarak Yunanca "Logike" kelimesinin Arap­


ça tercümesidir. Logikos, logos'a yani söze (parol), akıla (rai-
son) veya akıl yürütmeye (raison nement) ait demektir.
Görülüyor ki, kelime anlamıyla logike hem söz, hem de akılla il­
gilidir. Mantık kelimesi de tıpkı böyledir. Farabi, kelimenin açık­
lamasını şöyle yapıyor: Bu sanatın adı "nutk" kelimesinden
türemiştir. Bu kelime eskilere göre üç şeye delalet eder;
a- İnsanın makulleri idrak edebileceği kuvvete, yani insanın,
anlaşılabilecek şeyleri anlama gücüne,
b- İnsanın nefsinde anlayış yoluyla hasıl olan makullere; yani
düşünmeye delalet eder ki, bunlara içten (sessiz) konuşma da
denilir.
o- İçeride bulunan şeyi dil ile söylemeye, ona da nutk yani
dıştan konuşma denilir"',

1 öner, Necati. Klâsil< Mantık, s . 1 , A,Ü. İlahiyat Fakültesi yayınları. No: 155,
Ankara

123
Kısaca, mantık, kelime anlamıyla hem anlama ve düşünme,
hem de bunun ifadesi olan konuşma ile ilgilidir.

Istılahı (ilmi) manasına gelince. Mantıkçılar bunu tıpkı Kelam-


cılar gibi, konusuna ve amacına göre tarif ederler.

Mantığı konusuna göre tarif ederken, "bilinenden bilin­


meyenin elde edilmesine vasıta olan ilimdir" dedikleri gibi,
amacına göre tanımlarken de Mantık; zihni, hatadan koruyan
bir fen, bir alettir, veya mantık; şeylerin bilgisinde aklını iyi kul­
lanma sanatıdır, derler.

Bu tanımlardan anlaşıldığı gibi, mantığın bir teorik yönü, bir


de pratik yönü vardır. Birincisi mantıklı düşünme dediğimiz bir
düşünme tarzının tespitidir. Bu tutumu ile mantık bilim olarak
adlandmlır. İkinci yönü ise kurulan bu bilimin tatbik edilmesidir,
bu tutum ile de bir sanat ve teknik olarak adlandırılır2.

Kurucusu Aristo olan bu ilim, İslâm dünyasına tercümeler


yoluyla H. III. asırda girmeye başlamıştır. İlk önce geniş bir
alana yayılma istidadı göstermekle beraber, çetin bir tepki ile
karşılaşmıştır. Öyle ki, mantık okuyanın, hatta onunla uğraş­
manın zındık olarak sayıldığı yıllar olmuştur. Bu durum Gaz-
zali'ye kadar devam etmiş, bu büyük alimin o ilme sahip çık­
ması ve onu, öğrenilmesi gereken bir ilim dalı olarak görmesi
neticesinde, hakkındaki düşmanlık kısa zamanda sempatiye
dönüşmüştür^. Artık bundan sonra bazı mevzii karşı çıkışlara

2 öner, Necati, a.g.e, s. 3 - 4'den özet.


3 Bu hususta geniş bilgi için bkz. Keklik, Nihat. İslâm Mantık Tarihi ve
Farabi Mantığı, s. 11-16arası. Öner, Necati, Klâsik Mantık, s, 5-12, arası;

124
(Endülüs'te olduğu gibi) rağmen, islâm dünyasında kabul gör-
meke kalmamış, İslâm mantıkçıları Aristo mantığını çok geliş­
tirmişlerdir. Neticede yüksek öğrenim gören herkes bu ilmi öğ­
renmek mecburiyeti, mühim görevler arasında saymıştır. Altı
asırlık Osmanlı eğitim tarihinde de mantık, en önemli dersler­
den birisi olarak eğitim programlanndak yerini korumuştur.

2- Mantık İlminin Öğretimi:

Osmanlı medreselerinde (Tertib-i Ulûm'da) Arapça lisan öğ­


retiminden hemen sonra mantık öğretiminin yer alması, ya da
ilim dallannın öğretimine mantık ilmiye başlanması, o devirler­
de ve o eğitim kurumlannda bu ilmin faydasının ve lüzumunun
ne kadar da çok olduğunu göstermektedir. I. Hakk bu husus­
ta şöyle diyor:

"llm-i Hikem'den bil Mantık akdem,

Isagoci'i bul hıfzet mukaddem"

(Felsefe grubu derslerinden ilk önce mantık ilmini oku. Onu


en iyi anlatan eser olarak Isagoci'yi ezberlercesine öğren.)

Görüldüğü gibi, bu beyitte hikmet ilimlerinden, öncelikle


Mantığın okunması gerektiği üzerinde duruluyor. İyice okunup
anlaşılması kaydıyla, bu programdaki mantıkla ilgili eserler şöy­
le sıralanıyor:

Isagoci: Esirüddin Mufaddal b. Ömer el-Ebheri'nin (V.700/1300) Mantı­


ğa dair eseridir ki; eserin aslı Yunan filozoflarından Ferforyus'undur. Fa­
kat Ebheri onu daha da geliştirmiştir.

125
"Andan HüsamkatiS görürsün -

Anınla Muhyiddin'deS yürürsün,

Oku Fenari'' Kul Ahmet^ işit -

Bil Velediye^ adap ile git,

ŞenTisiye^o oku hem kutb-u mantıklı -

Davut Seyyid bil 12 ol müdekkik,

Tehzibii3 hıfzet oku Celalii'i -

Mir ile bulsun mantık kemali".

5 Hüsamkati: Hüsameddin Hasan el-Kati (V.760/1358)'nin Isagoci üzerine


yazdığı şerhdir.
6 Muhyiddin Telaşi'nin Hüsamkati şerhine yazdığı haşiyedir.
7 Fenari; Şemseddin Muhammed b. Hamza el- Fenari (V.834/1430)'nin
Isagoci üzerine yazdığı şerhin adıdır.
8 Kul (Kavl-i)Ahmed; Kul Ahmed b. Muhammed b. Hıdır'ın Fenari üzerine
yazdığı şerhin adıdır.
9 Velediye: Saçaklızade Muhammed b. Ebi Bekr el-Mar'aşi
(\/.1145/1732)'nin Mantıka dair yazdığı eserdir.
10 Şemsiye;Necmüddin Ömer b. Ali el-Kazvini'nin, hocası Şemsüddin Mu-
hammed'e ithafen yazıp, ismini de ona nispeten "Şemsiye" diye adlan­
dırdığı Mantık ilmine ait bir eserdir.
11 Kutup;Kutubuddin Muhammed b. Muhammed el-Taftani (V.766/1364)
nin Şemsiye' ye yazdığı ciddi ve tutartı bir şerhdir. Asıl ismi Tahrirü'l - K a -
vaidi'l-Mantıkıyye fi Şerhi'ş- Şemsiyeye
12 Davud:Kutup üzerine. Saadettin Taftazani'nin talebelerinden Kara Da­
vud'un yazdığı haşiyedir.
13 Seyyid:Seyyid Şerif Cürcani (V.816/1413)nin Kutup üzerine yazdığı haşi­
yedir.
14 Tehzib;Saadettin Taftazani'nin (V.793/1390)Mantık ile ilgili olarak yazdığı
meşhur eseridir. Asıl adı: Tehzibü'l-Mantık ve'l-Kelam'dır.

126
(Isagociden sonra Hüsamkati isimli eseri, onunla beraber
de Muhyeddin isimli eseri okursun, Fenari' nin eserini Kul Ah­
met'le oku, onlara Velediye isimli eseri kat. Mantık ilminin en
ufuk eseri olan Şemsiye' yi oku. Bu alanın en mudekkik (ince­
leyen, araştıran) eseri olan Davut Seyyidi öğren.)

I. Hakkı, hazırlamış olduğu bu programda, tıpkı Gaza­


li gibi Mantık ilminin önemini bilen bir mütefekkir olarak ona ge­
reken önemi vermiştir. Bu ilim dalı üzerine on eser okutan I.
Hakkı, öğrencide tutarlı bir mantık silsilesi oluşturmaya gayret
etmektedir. Okunan eserler, çağının bu alandaki en önem­
li metin, şerh ve haşiyesidir. Bunları okuyan öğrencinin o hede­
fe ulaşmaması mümkün değildir.

Öte yandan tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi temel Islam'i Bi-
limler'den önce, bu bilim dalını okutmasının da ayn bir yeri var­
dır. Çünkü tutarlı bir mantık mantalitesi oluşmadan, ne Kur'an
ve Hadis, ne de diğer Islami bilimlerin anlaşılması mümkün de­
ğildir.

Ayrıca Osmanlı eğitim sisteminde, bugün bazı çevrelerin


anladığı dar manada "Dinf bir eğitim yapılmıyor, aksine çağın
sosyo-kültürel ve entellektüel birikimi bir bütün olarak öğrenil­
meye çalışılıyordu. Temel Islâmî bilimleri ise, eğitim öğretimin
merkezinde bulunuyordu.

Böylece bu eseri okuyup, mantık ilmini kemale erdiren öğ­


rencinin, alışılmış kaideye uyarak daha önce eğitim ve öğreti­
mini yaptığı ilim dallarından birini veya ikisini hem hatırlamak,
hem de daha ileri seviyede bilgileri elde etmek için yeniden ele
alması isteniyor. İşte ele aldığı ilim dallanndan ilki, llm-i Tec-
vit'tir. Daha önce eğitimini gördüğü bu ilim dalında, önceki gibi

127
artık ilk bilgileri elde etmek için değil de, aksine daha ileri sevi-
yedek bilgilere ulaşmak kastıyla, ilim alemine yüzyilarca hizmet
etmiş olan iki mühim ve veciz eseri mütalaaya başlıyor. İbrahim
Hakk bu hususu şöy\e dile getiriyor;

"Mantıkla oku Tecvid-i Manzum

Bil Şatıbiis hem beriyye malum"

Bu beyitte okunmak üzere verilen eserler, Kur'an'ın okunu­


şunu teknik yönden destekeyen, Arapça eserlerdir. Burada
belirtilen eserlerin okunmasının bir çok yönden önemi vardır.
Bunlar:

1- İlgili bölümde, tecvidi, Türkçe kitaplardan öğrenmeye ça­


lışan öğrenci, şimdi ise, bunu Arapça bir eserden okuyor.
Arapça lisan öğrenimini tamamlayan öğrenci, artık yeni bir
dünyanın kapısından içeri girip, oradaki bilgileri alacak duruma
gelmiiştir. Aynca bu eserleri okumakla, teorik olarak öğrendiği
Arapçayı pratikte de desteklemiş ve kuvvetlendirmiş olmakta­
dır. Yani bu kitaplar onun açısından, lisan öğreniminde, bol bol
yapması gereken "metin üzerinde çalışma" veya "alıştırma yap­
ma" için aynı zamanda bir fırsattır.

2- Tecvid ve kraat ilmi ile meşgul olanlann çok iyi bildiği Ib-
nü'l-Cezeri ve Şatibi gibi eserlerin okunması isteniyor. Bu eser­
lerin birincisi tecvid, diğeri ise usul-ü aşere sahasında birer kay­
nak eser mesabesindedirler. Bunlar, bu sahalardaki en ileri

15 Ebu Muhammed Kasım eş-Şalibi (V. 590/1194) nin, "Şatıbiyye" diye


meşhur. Tecvid ve Kıraat-ı Sab'a İlmine dair, yazdığı eserinin adıdır. Eser,
manzumdur.

128
(istiksa) seviyede ve en doğru bilgileri ihtiva ederler. Öğrenciye
bu nadide eserleri okutmakla, daha önce ön bilgileri alan tale­
benin bu sahada da kemale ermesini temin etmiş oluyor.

Bu bölüm, fıkıhla ilgili iki mühim eserin okunması ile sona


eriyor. İbrahim Hakkı bölümün son beytinde şöyle diyor:

"Şerh-i Halebi^e bil, bul mesail -

Oku Vikaye"!'' ol ana mail"

(Halebi'nin şerhini okuyarak öğren, onunla beraber Vika-


ye'yi de iyi tetkik et.)

Yukarıda isimleri verilen eserlerin hem Arapça olmaları, hem


de fıkıhta belli bir seviyedeki kimselerin okuyabileceği derece­
de eserler olmaları, az önce anlatmaya çalıştığımız faydaları öğ­
rencinin yakalayabilmesine yardımcı olacak mahiyettedir.

16 İbrahim b. Muhammed el-Halebi (V. 956/1549) nin, Furu-u Fıkha dair


yazdığı eserdir.
17 Vikafetü'r-Rivaye fi Mesaili'l Hidaye: Burhanü'ş -Şena Mahmud b. Sad-
rü'ş- Şena Ubeyduilah'ın eseridir.

129
I- ADABÜ'L BAHS VE'L MÜNAZARA (CEDEL-
DİYALEKJİK) İLMİ VE ÖĞRETİMİ

"Hem Bab-ı Samin Adap İlmi"

1 - Cedel İlminin Tanımı ve Geçirdiği Safhalar

Düşünmek ve tartışmak, insan olmanın en belirgin özellikle­


rinden birisidir. Her insan, almış olduğu kültür ve elde ettiği bil­
gi çerçevesi içinde problemlerini çözmek, mükemmele doğru
yükselmek, dünyaya geliş ve gidişinin gayesini öğrenmek,
özellikle inanç bakımından huzurlu olabilmek için düşünme ve
tartışmaya kendini mecbur hisseder.

Bu durumda insan, düşünmeye nereden ve nasıl başlama­


lı? Tartışırken hangi sistem ve kurallara uymalı? Kimlere karşı
nasıl delil getirmeli ve hangi delilleri seçmeli? Düşünme ve tar­
tışmada gerçekçi bir yaklaşımla en kısa yoldan sonuca nasıl
varılır? Şüphesiz ki, bu gibi sorular, düşünen ve tartışan insan­
ları her zaman meşgul etmiş ve bunlara gerçekçi cevaplar bul­
maya zorlamıştır. Bulunan cevaplar yahut hal çareleri, münfe-
rid birer reçete durumunda kalmamış, aksine ilmi bir disiplin
olarak ortaya çıkmış ve zamanla gelişmiştir. İşte bu ilme, ilk ön­
ce "Diyalektik". "Cedel", daha sonra da "Ada bü'l Bahs ve'l
Münazara" ilmi denmiştir.

"Antik Yunan filozoflarının eseri olarak bilinen Diyalektik (di-


alectica), Latincede: Dil, nutuk, iki kişi arasında karşılıklı konuş­
ma anlamlanna geldiği gibi; istidlal (akıl yürütme) sanatı anlamı­
na da kullanılmıştır. Diyalektikteki konuşma, karşılıklı olup, iki

130
kişi arasında cereyan eder. Konuşanlardan biri soran, diğeri de
cevaplayan durumunda bulunur; ve geneüike çelişkiye düşüre­
rek muhatabını reddetme yolu izlenir" 1.
Cedel ise: Arapça, ce-de-le- kökünden türeyen ve birçok
manalarının yanında, "delile, delille karşılık vermek, bir fikri aşın
ölçüde ve kavga yaparcasına savunmak2, gibi manalara da
kullanılan bu kavram, istilahi yönden şöyle tarif edilmektedir:
"Cedel, verilen bir cevaba veya kabul edilen bir düşünceye zıt
olan başka bir düşüncey benimsetmeye gayret gösterme sa-
natıdır"3. Farabi'nin bu tarifi yanında Ibn Sina da şöyle diyor:
"Âlimlerin çoğunca övülen ve kabul gören yollardan biriyle,
hasmı ilzam etmek için yapılan karşı çıkış (muhalefet)tır." Cür­
cani ise: "Tarifat" ında, savunulan ekolü galip getirmek ve ka­
bul ettirmek için tartışmadan ibarettir," diyor4.
Kısaca tanıtmaya çalıştığımız Diyalektik ve Cedel ilmi, bir
konuda gerçeği araştırıp ortaya koymaktan çok, bir düşünce­
nin, bir iddianın veya doğruluğu kabul edilen herhangi bir fikrin
savunulmasında kullanılır.
Münazaraya gelince: Arapça na-za-ra- kökünden türemiş
olan bu kelime, kök manası itibariye, bakmak, düşünmek, mü­
talaa etmek, yardım etmek, korumak, gözetmek.... gibi mana­
lara kullanılır^. Münazara da, beraber bakma, beraber düşün­
me anlamlarına gelmektedir. Münazara ilminin adı ve tanımı bu
anlama dayanılarak çıkarılmıştır. Şöye ki:

1 Yavuz. Yusuf Şevki. Kur'an-ı Kerim' de Tefekkür ve Tartışma Metodu, s.


3, (1983 Bursa)
2 Yavuz, a,g.e., s. 3, Zahir b. Avvad el-Elmai, Kur'an'da Tartışma Metot­
ları (Çev. Eıcan Elbinsoy), s. 25, (İst. 1984 )
3 Yavuz a.g.e. s. 4
4 el Elmai a.g.e. s. 26-27
5 Topaloğlu, Bekir- Karaman, Hayrettin; Arapça Türkçe Yeni Kamus s.44
6 Yavuz a.g.e. s. 5

131
Münazara İlmi: "Karşılıklı olarak konuşan iki kişinin gerçeği
ortaya koymak amacıyla, iki düşünce arasındaki nispet hükmü­
nün doğruluk veya yanlışlığını anlamak için, düşünme güçlerini
istenen konulara yöneltmelerinden bahseden bir ilimdir^. Kısa­
ca özetlersek. Münazara: Gerçeği ortaya koymak için yapılan
bir ekip araştırmasıdır.

Hicri III. Asırda tercümeler yoluyla İslâm Dünyasına Aristo


mantığıyla birlikte giren diyalektik, burada Cedel İlmi adını al­
mıştır.

Cedel İlmi, bazı faydalarının yanında, yeni kültüre tam ma­


nasıyla ayak uyduramadığı için, ona yeni veçhe kazandıran İs­
lam müellifleri artık cedel yerine "Adabu'l Bahs ve'l Münazara"
veya "llmü'l Münazara" adını kullanmışlardır. Böylece İslâm
dünyasında bir ilim dalı olarak okutulan Münazara İlminin, Ce­
del (Diyalektik) den çok faydalı ve insanlar arası ilişkileri kesme
yerine, kuvvetlendirme yönünde büyük bir katkısının olduğu bir
gerçektir. Zira Cedel, inter-personel ilişkileri sekteye uğratan,
düşmanlık ve tuussuba götüren bir özelliğe sahipken'', Ada­
bu'l Bahs ve'l Münazara ilmi onu koruyup, besleyip geliştirme­
yi hedeflemiştir.

2- Adabu'l Bahs ve'l Münazara ilminin Öğretimi

Mantık İlminin bir alt disiplini olan Münazara İlmini, İbrahim


Hakkı, hemen mantık ilmini öğrenen öğrenciye okutmakla,
Mantığın ona kazandıracağı gücü, nasıl ve nerelerde sarf ede­
ceğine dair bir ölçü vermiş oluyor, Bu gücü, en faydalı ve yararlı

7 Bu hususta geniş bilgi için Bkz. Yavuz. Y. Şevki, a.g.e., 1. Bölüm; el Ei-
mai, Zahir b. Avvad a.g.e 1, Bölüm.

132
alanlara kanalize etmenin yollannı gösteriyor. Bu cümleden ola­
rak şöyle diyor:

Adabı öğren oku Hüseyni^ -

Şerh-ı Adud^ la bil, Mir Zeyni

Merhum saçaklı öğretmiş ayin -

Adabdan eyle takrir-ı Kavanin^o

Hısnü'l Hasiniiı kıl Adaba rehber -

Hıfzet Emalii2 hem Fıkh-ı Ekber^a

(Adap ilmini, Hüseyniy okuyarak öğren, Şerh-i Adud ile Mir


Zeyn isimli eserleri de iyi oku.

8 Hiıssvnivp- H IX Asırda Niksar'da doğan (918/1512) de Edirne ye göç


ettiği bilinen Hüseyin Efendi "Hüseyin Şah Çelebi /Vnasyavı"nin Münaza­
ra ilmiyle ilgili olarak yazdığı eserdir.
9 Şerh-ı Adud: Abdurrahman b. Ahmet el Ici'nin (V.756/1355 ) Münazara
İlmiyle ilgili olarak yazdığı eser, birçok müellif tarafından şerh edilmiştir.
Bunların en meşhuru Mevlana Muhammed et Tebrizi (V.900/1494)nin
yazdığı şerhdir. Burada o kastediliyor. Bu şerhe de bir çok alim haşiye
yazmıştır. Bunlann en meşhuru Mir Ebi'l Feth Muhammed'in yazdığı ha­
şiyedir. "Şerh-ı A b u d la Bil Mir Zeyni" derken bu haşiyeye işaret ediliyor.
10 Takrir-i Kavanin: Saçaklı Zade Muhammed b. Ebibekr el Mar'aşi' nin
Adapla ilgili olarak yazdığı eserin adıdır.
11 Hısnü'l Haşin: Şemseddin Muhammed b. Muhammed el Cezeri'nin (V.
833/1429) Hadislerden çıkardığı dua, vird, zikir, adap vb. gibi konulan ih­
tiva eden bir eserdir. Bir çok şerhleri vardır. Asıl adı "Hısnü'l Haşin min
Kelamı Seyyidi'l Mürselin" dir.
12 Emali: Türk Kelamcılarından Ferganali Osman el-Uşi 'nin (V.575/1197)
tertib eltiği Akaidle ilgili bir eseridir.
13 Fıkh-ı Ekber: Ebu Hanifenin (V. 150/767) Akaid'le ilgili olarak yazdığı bir
eserdir.

133
Merhum Saçaklı Zade' nin Kavanin isimli eserini anlayarak
oku.

Hısnu'l Haşin isimli eseri Adap ilmine kılavuz eyle, Ema­


li ve Fıkh-ı Ekber isimli eserleri de ezberle).

İbrahim Hakkı, sadece kendinden öncekileri nakleden değil,


bir takım yeniliklere açık bir ilim adamıdır. Nitekim daha önce
onu Farsçaya karşı böyle bir tutum içerisinde görmüştük. Ayrı­
ca Hikmet'e (felsefeye) karşı da aynı tavrı ortaya koyacağını ile-
riki sayfalarda göreceğiz. Ona gelinceye kadar, Farsça dersi
medreselerde okunmamasına ve felsefeye de gereken önem
verilmemesine karşılık, o, faydalı gördüğü için bazı tedbirler
muvacehesinde, hazırladığı programda onlara da münasip yer­
ler verdi.

Şimdi ise, yine başlı başına bir "Adabu'l bahs ve'l Münaza­
ra" bölümü açmış ve bunun muhtemel zararlarının önüne geç­
mek için de gereken tedbirleri almıştır. Bu tedbirleri şöylece
özetleye biliriz:

Bu bölümde, "Cedel" ile değil de, "Adabu'l bahs ve'l Mü­


nazara" ile ilgili eserleri programa alması, münazara adabı ile il­
gili eserleri, dolaylı yoldan destekleyip, yol gösteren Hadis, Fı­
kıh, Kelam ilimlerine ait kitapları okutması, bu tedbirli davranı­
şın bir neticesidir. Zira insanları bu hususta öyle eğitmek lazım
ki, münazara anında, hissiyatına (duygulanna) esir olmadan
kendisine öğretilen kaideler doğrultusunda hareket edebilsin.
Bunun için de o mesele hakkında geniş bir bilgiye ve tecrübe­
ye sahip olmak mecburiyeti vardır.

134
3- Adabu'l Bahs ve'l Münazara İlminin Yararlan

Adabu'l Bahs ve'l Münazara İlmi, İslâm kültürüne bir çok


faydalar sağladığı gibi, bilhassa ilim erbabını, herhangi bir ko­
nuyu tartışırken, nefsi ve hissi saikle hareket etmemesi gerek­
tiği gerçeğine ulaştırmıştır. İlim ehli, olanlar meseleleri mütalaa
ederek, görüşerek, tartışarak, münazara ve münakaşa yaparak
belli bir sonuca ulaşırlar. Onların zemini hareketli zemindir. Dur­
gunluk, atalet ve "ölü toprağı serpilmişlik" bu zeminde asla yer
bulamamalıdır. Bunun için Peygamberimiz (S.A.'V/.), ümmetin
(alimlerinin) ihtilafını bir rahmet olarak'''' nitelendirmiştir. Bunun­
la beraber her ihtilafın da rahmet ve hayır getireceği düşünüle­
mez. İşte, ilmi bir mevzuda ortaya çıkan ihtilafın hayırla netice­
lenmesi için, muhakkak uyulması gereken birtakım kaide ve
kurallardan meydana gelen bir sisteme ihtiyaç vardır. Belirtilen
ihtiyaç bu dersle giderilmiş olacaktır.

Adabu'l Bahs ve'l Münazara İlmini, demokrasiyi bir yaşama


biçimi olarak seçen toplumların öğrenmesi ise, üzerinde dur-
malan gereken konular içerisinde en ağırlıklı olanlarından birisi­
dir. Zira, Demokrasi, her fikrin ve düşüncenin, her görüşün ra­
hatça tartışılabildiği bir ortam olarak bilinmektedir. Her düşün­
ceyi tartışan insanlar elbette bu hususta dikkat etmeleri gere­
ken bazı kurallar olduğunu bilmeleri gerekir. İşte bu ilim da­
lı insanlara o kuralları öğreten bir bilgi hazinesidir. İşte bu se­
beplerden dolayı, şu anda Türkiye'de en yüksek seviyede din
eğitimi yapan İlahiyat Fakültelerimizde başta olmak üzere, özel­
likle "Sosyal Bilimler" in eğitiminin yapıldığı diğer fakülte ve yük­
sek okullarda, böyle bir dersin okunmasının çok faydalı olaca­
ğı kanaatındayız. Bu bölüm, lügat ilmiyle, Farsçaya tekrar

14 Aciuni, Keşfü'l Hafa, c . l s.64 Hadis No:153 (Beyrut 1351)

135
dikkat çekilmek suretiyle bitiriliyor. Bu usul, genelde Osman­
lı Medreselerinin, özelde ise,Tertib-i Ulûm'un genel âdeti oldu­
ğu daha önce vurgulanmıştı. Bölüm şöyle sona eriyor:

"Tarif-i Seyyid^s bil istilahi -


Hem Ehteri^s den zabtet sıhahı
Van kuluni bil Kamusa bul reh -

Fars-ı Halimi bil nimetullah"

(Kavramlan açıklayan Tarif-i Seyyid isimli eseri iyi öğren. Ay­


rıca Ehteri isimli eseri kendine mâl et

Vankuli isimli eseri öğren ve ciddi lügatlara ulaş. Ayrıca Ha­


limi isimli Farsça Lügati da bir nimet olarak bil ve onu öğren.)

Dokuzuncu bölüm. Belagat ilimlerine tahsis edilmiştir.

15 Tarifat-ı Seyyid: Vefatı (816/1413)de olan Seyyid Şerif Cürcani'nin ıstıla­


ha dair yazdığı eseridir.
16 Ehteri: Kütahyalı Mustafa b. Şemseddin'in (V.952/1545) yazdığı eserdir.
Kendisi Arapça Türkçe sözlüktür.

136
J - B E L A G A T İLİMLERİ V E Ö Ğ R E T İ M İ

Hem Bab-ı Tasi' llm-i Meani"

1 - İnsan Psikolojisi ve Edebiyat

İnsanın psikolojik yapısı birtakım mütekabil çizgilerden (Ma­


nevî organlardan) meydana gelmiştir. Bunlar korku ve ümit,
sevgi ve nefret, ferdilik ve toplumculuk, bağımlılık ve hürriyet gi­
bi çizgilerdir. Gerçek ve hayal de insan ruhunda bulunan mü­
tekabil çizgilerden iki çizgidir.

İnsan bir çocuk olarak dünyaya geldiğinde, bu çizgiler ile


donanmış olarak gelir, bilahare psikolojik yapı geliştikçe bu or­
ganlar vazifelerini ifa etmeye başlarlar. İşte, diğer organlar gibi
gerçek ve hayal çizgisi de gelişmeye başlayıp, bazen gerçek,
bazen de hayal öne çıkarak, insana "gerçekçi" veya "hayalci"
görünümünü kazandınr. Bu hususu Psikolog Muhammed Ku­
tup şöyle anlatıyor: "Doğuşu itibariyle en erken ortaya çıkan
güç, tabiatı ile realiteninkidir. Ama hayal gücü, çok çabuk geli­
şir. Ve bir müddet sonra çocuğun ruhunda, realitenin gücü üs­
tünde bir ağ gibi oluşumlar meydana gelir.

İlk çocukluk yıllarında, çocukta, gerçekten genç bir hayal


dünyası vardır. Her şeyi ve her çeşit eşyayı tahayyül edebilir ko­
layca... Hayal dünyasında yaşarken, gerçek hayatta yaşıyor gi­
bidir... Bu çağlarda hayal kurmanın,'çocuğun üzerinde önem­
li fonksiyonları vardır. Hayal yoluyla gelişir çocuğun zihni kabili­
yetleri. Daha sonra gelecek gerçeklerin temeli, sanki bu hayal­
ler üzerine kurulmaktadır. Zihninde dolaşan her hayal, gelecek­
te üzerine kurulacak yapının yerini belirtir.

137
Yavaş yavaş pratik gerçekler, hayal denizlerine atılır ve kay­
bolur. Bir müddet sonra da okyanusların derinliklerinde kaybol­
muş gerçekler kupkuru adacıklar şeklinde beliriverir. Çocuğun
sürekli olarak karşılaştığı ve faaliyet yaptığı dış dünyadan atılır
hayaller. Duyu ve düşünceler aleminde, fikrier dünyasında, bu
kuru gerçeklerin tesiri gittikçe artar. Ayrıca, büyükler tarafından
yapılan telkin ve talimler ile de, hayaller bir bir atılmaya başlar.

Devamlı olarak bilgiye teşvik edilmesinden dolay, durma­


dan okyanusun dibindek adacıkar belirmeye başlar. Bu belirti
gittikçe büyür, gelişir ve birbirine bağlı geniş kıtalar haline dö­
ner. Buluğ çağına doğru çocuk, tekrar hayal dalgalarına kapı­
lır. Halbuki buluğdan birkaç sene önce hayal perest olmaktan
çok, realisttir. Ama buluğ çağı hayali, yepyeni bir hayal çeşidi­
dir. Artık hayalinde yer eden, cinler, devler, ejderhalar, konuşan
kuşlar, yırtıcı canavarlar yoktur. Şimdi kurduğu hayaller, daha
çok duygusaldır, iç derinliğinin ifadesi olan şairane düşünceler­
dir.

Delikanlılık çağında, bir müddet sonra yeni bir realizm dal­


gası başlar gelişmeye. Pratik hayatın gerçeklerine ve çıplak ha­
kikatlerine karşı koymak için realist olmanın gereği anlaşılır.

Tekrar yavaş yavaş hayal denizi kurumaya ve durgun sula­


rın altındaki sarp kayalar belirmeye başlar. Evet, problemlerin,
engellerin, sorumluluklann ve vazifelerin sarp kayaları... Bu su,
kuruduğu zaman artık insanın ruhu da ölür ve bir daha kolay
kolay hayal ile ilişk kuramaz.

Bazı kmselerde hayal, aynen eskden olduğu gibi canlı, ha­


reketli ve yaratıcı güce sahip olarak kalır. Biz bunlara sanatkar­
lar diyoruz. Diğer kmseler ise hayal deryalan kurumuş

138
olduğundan, onlar sanat eserleri ile avunarak geriye kalan güç­
lerini tatmin etmeye çalışırlar"!.

Böylece insanın gerçekçi yönünü tatmin etmek üzere deği­


şik ilim dalları vazifeli olduğu gibi, hayal ve sanat yönünü de do­
yurmak üzere llm-i Beyan, llm-i Bedii ve llm-i Meani vazifelen-
dirilmişlerdir sanki.

2- Edebiyat Öğretimi

İşte Osmanlı medreselerinde (Tertib-i Ulûmda), öğrencinin


bu yönü için ayrı bir bölüm açılmış ve onun sanat yönüne de
hitap edilmiştir. İbrahim Hakkı bu bölümde şöyle diyor;

"llm-i Meani oku mıükemmel -

Telhis'i2 hıfzet fehmet mütavveP.

(Meani ilmini mükemmel bir şekilde oku, Telhis'i ezberle


onun şerhi olan Mutavvel isimli eseri de çok iyi anlamaya çalış).

Meani ilmi, kelime tertiplerinin özelliklerini incelemeye, dere­


ce ve farklarını bilmeye yarar. Böylece söz ve tertipleri yerinde
kullanarak, birinci sözü, ikinciden önce söyleyip hata ve yanıl­
madan kurtulmak mümkün olur. Çünkü tertiplerin, cümlecikle­
rin her birinin kendisine uygun olarak birçok özellikleri vardır.
Bunları belagatla uğraşanlar anlarlar. Yahut yaratılışları sebe­
biyle san'atkar olanlar anlarlar, Araplar gibi. Yahut belagat

1 Muhammed Kutup. İslam'a Göre insan Psikolojisi (Çev. A, Nuri)


s; 150,151,152 den özet, (İst, 1973)
2 Telhisü'l Miftah: Ibnu Hacip'in (V. 570/1174) Belagatla ilgili eseridir.
3 Mutavvel: Taftazani'nin Telhis üzerine yazdığı Şerhin adıdır.

139
ilmine meleke kesbetmiş diğer belagat erbabı anlar. Bu husu­
siyetlerin bir kısmı zevki olup, bunları anlamak için zevk-i selim
sahibi olmak gerekr. Bazıları beğenmek sekinde olur. Belagat
ve fesahat erbabının beğenmeleri bu türdür^.

Bu meani ilmini anlatan satırlar Taşköprülüzade'ye aittir.


Burada bahsi geçen "belağatçılar", yukarıda değindiğimiz "ha­
yal denizlerinin suyu kurumayanlardır" ki, her iki müellif de sa­
nat ruhunu yaşatanları anlatmaktadırlar. Bu iki müellifin anlattık­
larından şu sonuca ulaşıyoruz: Her ilim okunarak elde edilir;
Fakat belagat (edebiyat) ilmi için muhakkak surette yaşayan
(sanatkar) bir ruha da ihtiyaç vardır.

Daha sonra İbrahim Hakkı şöyle devam ediyor:

"ilm-i Beyan dan bil istiare-

Vaz'ı ve Bedii hem anda ara"

(Beyan ilminden özellike istiare, vaz'ı ve bedii (kelime ve


cümlecikleri yerli yerinde ve güzelce kullanmay) çok iyi öğren)

Böylece Belagat ilmi denilen Meani, Beyan, Beddi, Vaz'ı


ilimleri sayesinde öğrenciye "Edebî" bir formasyon kazandırıl­
mak hedeflenmiş olunuyor. Bu sayede öğrenci, hem zevk-i se­
lim sahibi olup bir incelik ve sadelik kazanmış olacak, hem de
bu inceliğini ve zevkini bütün eserlerine işlemesini bilecektir.

Bölüm, öğrencinin dikkatini şiire yöneltip, ondan da nasibi­


ni almasını isteyerek son buluyor. Bu hususta şöyle deniyor:

4 Bkz: Taşköprülü Zade. Mevzuatu'l Ulum. c . 1 , s. 182

140
Bunlarla bile hem bil aruzi-

Şerh-ı Adud' u^ bil vaz'ın furuzi

( Bunlarla beraber aruz veznini öğrenmek için Şerh-i Abud


isimli eseri ciddi bir şekilde oku)

"llm-i Aruz' dan bil EndulüsiG -

llm-i Kavafı bil nablusi''

(Ayrıca aruz bilgini daha üst bir seviyeye yükseltmen için En­
dülüs! isimli eseri ve Kafiye bilgini geliştirmen için de Nablusi
isimli eseri oku)

Bu bölümde belagat ilminin yanında, şiir ve onunla ilgi­


li ilimlere de yer verilmesinin bazı sebepleri vardır. Bunları şöy­
lece sıralamak mümkündür.

1- Şiirde olan ses ahengi ve ölçüsü. Bedii llmi'nde bulunan


dış güzellik mertebesindeki gibi olmasındandır. Onlar gibi bu
da dinleyenlere zevk ve neşe verir, insanın içini açar. Meani İl­
mi, Arapça veya Türkçe tertipleri incelemek ve araştırmaya
bağlı olduğundan, aynca, tertipler de manzum ve nesir diye iki­
ye ayrıldığından, manzum olanlan bilmek aruz ilmine bağlıdır.

5 Bir önceki bölümde eser hakkında bilgi verildi.


6 Endelisi; Asıl adı Ebu Abdillah Muhammed olan Ebu Ceyş-i Ensari Ende-
lisi'nin "Aruz-ı Manzum" isimli eserine işaret ediliyor ki, eseri Davud-u
Kayseri (V. 751/1351) şerh etmiştir.
7 Nablusi; Hakkında bilgi bulunamamıştır.

141
2- Şiir, vezinli veya vezinsiz olsun, hükemaya (filozoflara) gö­
re muhayyel sözlerdir. Şiirin esasını hayal olunan şeyler teşki
eder. Yani insana elem veya neşe veren aruzlardan, böyle
aruzların tahayyülünden doğarS.

Görüldüğü gibi, gerek belagat ilimleri (Meani, Beyan, Bedii),


gerekse şiir (llm-i Aruz, llm-i Ka vafi) daha önce bahsettiğimiz,
insanda var olan "Mütekabil Çizgilerden" hayal çizgisiye ilgi­
li olup onu doyurmak kastını gütmektedirler.

8 Taşköprülüzade, a.g.e. c.1 s.181,182'den özet.

142
K- H İ K M E T (FELSEFE) V E Ö Ğ R E T İ M İ

"Onuncu Bab Hikmet Beyanı"

1- Felsefenin Tanımı

Bu bölümde, Hikmet (Felsefe) ve onun öğretimi ile ilgi­


li hususlar üzerinde durulacaktır. Felsefe ile ilgili, okunması ge­
reken kitaplar ve onu destekler mahiyette diğer ilim dallarından
istifade edilmesi gereken hususlar ele alınacaktır. Önce felsefe
ve hikmet kelimelerinin etimolojik ve tarihi gelişimlerini gözden
geçirelim.
Felsefe kelimesinin aslı, filo-sofia şeklinde yazılan bir deyim­
dir. Bu söz İlk Çağ/Yunan düşüncesinden alınmıştır. Ondan
Arapçaya ve sonra da Türkçeye geçmiştir. Dikkat edilirse Filo-
Sofia deyiminde iki kelime vardır. Birincisi olan "Filo" sözü sev­
gi manasındadır. "Sofla" kelimesi de Hikmet anlamına geliyor.
Şu halde Filo- Sofia'nın lügat manası, "Hikmet Sevgisi"dir''.
İslâm dünyasında ve hatta Avrupa'da, Felsefe ve Hikmet
deyimleri, çoğu zaman eş anlamda kullanılmıştır. Ne var ki Hik­
met (ve dolayısıyla hekim) ismi. Felsefe (ve dolayısıyla Filozof)
isminden daha geniş bir mana ifade etmektedir. Yani her he­
kim, mutlak bir Filozofdur; ama her Filozof, bir hekim değildir2.
Böyle ince bir fark olmasına rağmen, aynı anlama kullanılan
Hikmet ve Felsefenin ilmi tarifi, hemen her filozof ve hakim ta­
rafından yapılmıştır. Biz burada, İslâm dünyasından bu husus­
taki birkaç misalle yetineceğiz.

1 Bu hususta bkz. Keklik, Nihat, Felsefe, s. 3, (İst. 1978)


2 Bu hususta bkz. Keklik, a.g.e. s.4

143
İlk İslâm Filozoflarından olan el Kindi (V.260/873) şöylece
tanımlıyor. "Felsefe, insanın kendisini tanımasıdır." Felsefe, in­
sanın gücü yettiği ölçüde, Külli-ebedî şeylerin hakkatlerini, ma­
hiyetlerini ve sebeplerini bilmektir."

Müslüman Türk Filozofu Farabi (\/.339/950) çok ksa bir ta­


rif halinde diyor ki: "Felsefenin tarif ve mahiyeti, var olmaları ba­
kımından varlıkların bilinmesidir."^

Daha sonra Farabi ekolünden yetişen büyük filozofumuz


Ibn Sina (V.429/1037) şöyle diyordu: "Felsefenin gayesi, nes­
nelerin hakkatlerine, bir insanın-vakıf olabileceği kadar-vakıf ol­
masıdır"^.

Felsefe, bir ilim dalı olarak, İslâm dünyâsına, Süryanilerin


öncülük ettiği, Grekçeden Arapçaya tercümeler yoluyla. Miladi
IX. asırda girmeye başlamıştır. Başka bir kültürün izleriyle birlik­
te geldiği için, ilk önce bir direnme ile karşılaşmış, bilahare güç­
lü temsilcileri vasıtasıyla tutunma imkanı bulmuştur. Fakat "İs­
lâm filozofları hiçbir zaman ilk çağ filozoflarının tekrarcısı duru­
munda değildir. Onlar ilk çağ filozoflarını sadece metot ve
problemler bakımından göz önünde tutmuşlar ve bu yönlerden
de orijinal, (hiç değilse değişik) sonuçlara ulaşmışlardır^.

Felsefenin, İslâm alemine girmesiyle birlikte, fikir yönünden


zaten dinamik bir yapıya sahip olan bu kültür dünyası.

3 Bu hususta bkz Keklik, a.g.e. s.4


4 Bu hususta bkz Keklik, a.g.e., s. 4; Ayrıca bu hususta geniş bilgi için
Bkz: Gökberk Macit. Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi. S.12 vd; Ülken, H.
Ziya, Felsefeye Giriş. {Birinci Kısım) s.1 vd, (Ankara 1963)
5 Bu hususta bkz. Keklik, a.g.e.. s. 9

144
dinamizm yönünden dalıa da güçlenmiş, M. IX. X. XI. XII. hat­
ta XIII. asırlarda güçlü fikir cereyanlan ortaya çıkmıştır. Müslü-
manlann güçlü fikir cereyanlarına sahne olan bu dönemlerinde,
Grek (Yunan) medeniyetinin Avrupa'ya taşınmasında bir köprü
vazifesi gördüklerine de şahit oluyoruz.

Fakat bilahare, İslâm dünyasında çeşitli sebeplerden


dolayı bir donukluk, bir hareketsizlik kabusunun hakim olduğu
bir vakiadır Öyle ki, XV. asırda, yanına İslâm aleminin güçlü
alimlerini alıp, bu donukluğu ve hareketsizliği yenmek için olan­
ca gücüyle çalışan Fatih Sultan Mehmet (V. 886/1481), bunun
için eğitim alanında bir çok yeniliklere girişti, ilk önce, eğitim-
öğretimi canlandırmak için bir çok medreseler açıldı. Bu med­
reseler için hazırlattığı eğitim programlannda, bilhassa, düşün­
ceyi tahrik etmek maksadıyla, aklî ilimlere çok önem verdi. Fa­
kat yaklaşık bir asır sonra bu ilim yuvalarında da bir bozulma ve
bir inhitat (çökme) döneminin başladığını görüyoruz. Böylece,
Osmanlılar döneminin, duraklama ve gerileme devirlerinde, bil­
hassa XVII, ve XVIII. yüzyıllarda ilim yuvalannda Felsefe ve Hik­
met okumaya gereken önemin verilmediğini görüyoruz. Hatta
bu ilim dalında okumak ve yazmak, çoğu zaman tehlike­
li sonuçlara dahi insanı götürebiliyordu^.

2- Felsefenin öğretimi

İşte, bu dönemde ( M. 1752 yılında) yazdığı eğitim progra­


mında Felsefe ve Hikmet dersine de yer vermesi İbrahim

Bu hususta geniş bilgi için Bkz: Uzunçarşılı, ilmiye Teşkilatı, s. 67; Atay,
Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s. 159 vd.

145
Hakkı'nın donukluğa ve hareketsizliğe başkaldırmasıdır. Ayrıca,
o güne kadar ki eksikliği giderme hususunda bir çığır açması
olarak da yorumlanabilir. Daha önce, Farsça lisan öğretimi hu­
susunda da aynı çıkışı yaptığını görmüştük.

İbrahim Hakkı, bu bölümü hikmet (felsefe) bölümü olarak


ayırmış, fakat yanına kelam, mantık, fıkıh gibi ilimlerin tedrisini
koymuştur. Bu, aslında çok önemli bir husustur. Söz konusu
bölüme şöyle başlanıyor.

"Bil ilm-i hikmet bul Kadı Miri^ -

Hem mollalann düştüğü yeri"

(Felsefe öğrenmek için Kadı Mir'i oku, bir çok mollanın (fel­
sefe hakkında) düştüğü yanlışı da gör.)

Öğrenci, düşünceyi tahrik eden bir özelliğe sahip olan Fel­


sefe dersini görünce, yine aynı özelliğe sahip olan bir başka
derse geçiyor. O da Kelam dersidir ki, şimdi onu inceleyelim:

3 - Kelam İlmi ve Öğretimi:

Felsefenin hemen ardından kelam ilminin öğretimine geçili­


yor ki, bunun bizce mühim bir husus olduğunu daha önce vur­
gulamıştık. Şimdi bu hususu açıklamadan önce, tutageldiğimiz

7 Kadı Mir: Herat' ta (904/1498) de vefat eden Kadı Mir Hasan tarafından
felsefeye dair yazılan bir eseridir. Müellif, eseri "Cam Giti Numa" adıyla
Farsça olarak yazmış, bilahare. "Muhtasaru Makasıdı Hikmeti Felasifeti'l
Arap" adıyla Arapçaya tercüme etmiştir. Aynca eser Latinceye de tercü­
me edilmiştir.

146
usule uygun olarak kelam ilmini tarif edip, ondan sonra bölüm­
deki diğer açıklamalara geçmek istiyoruz.

Kelam: Söz manasına gelen "Kelam" lafzının iştirakiyle te­


şekkül eden "Kelam İlmi", konusu ve gayesi itibariye olmak
üzere iki türlü tarif edilmektedir.

a- Mevzuuna göre tarifi: "llm-i Kelam, Allah Teâla'nın zatın­


dan ve sıfatlarından, nübüvvet ve risalete (Peygamberliğe) dair
meselelerden, mebde ve mead (Kainatın başlangıcı ve sonu)
itibariyle yaratılmışların hallerinden İslâm kanunlanna göre bah­
seden bir ilimdir^.

b- Gayesine göre tarifi: "llm-i Kelam, kesin deliller kullanmak


ve vaki olacak şüpheleri izale etmek suretiye dini akideleri is­
pata kudret kazandıran bir ilimdir^.

Lügat ve istilahi manasını kısaca arz ettiğimiz Kelam İlmi "bi­


lindiği gibi ilk defa mutezilenin elinde zuhur etmiştir, ortaya çık­
mıştır. Hasan-i Bash'nin (V.110/728) meclisini ferk ederek ayrı
bir ilim halkası teşkil eden Vasıl b. Ata (V. 131/748), mutezile fır­
kasının kurucusu kabul edilmiştir. Mutezilenin, akaid sahasında
takp ettiği izah tarzına "Kelam Metodu" denmiş ve bu ilim de
Kelam adını almıştır. Bu ehl-i bid'at kelamının zuhurundan iki
asır sora, Eş'ari (V.324/936) ve Matüridi (V.333 /944) ile ehl-i
sünnet llm-i Kelamı kurulmuştur. Ehl-i sünnet ilm-i kelamı gide­
rek iki koldan da inkişaf etmiş gelişmiş ve değişen kültür akım-
lan karşısında muharrik bir metot takp etmiştir^o.

8 Topaloğlu, Bekir. Kelam İlmi s, 47, (İst. 1981)


9 Topaloğlu, Bekir a.g.e., s. 47
10 Uzunçarşılı, a.g.e., s. 26

147
Kelam ilmi kuruluş ve gelişme dönemlerinde olduğu gibi
Osmanlılar döneminde de en mühim dersler arasında yerini al­
mıştır. Hatta "Fatih Sultan Mehmet, medresenin programları
arasında fikir münakaşası yapan Kelam ilmini ilk sıralara koy­
durtmuş ve alimlere şerh ve haşiyeler yazdırmak suretiyle bu
husustaki fikir hareketlerini teşvik etmiştir"! 1.
İşte bu bölümde, hikmet ilmiyle beraber, llm-i Kelamdan da
aşağıdaki beyitte geçen eserlerin okunması isteniyor. Zira ke­
lamla felsefenin, hususiyle İslâm Felsefesinin konulan bir birine
çok yakınlık arz ettiğinden, hem birinin diğerine destek olması,
hem de birbirlerini tamamlama durumu ortaya çıkmaktadır. İş­
te yukanda bahsettiğimiz önem buradan kaynaklanmıştır İlgi­
li beyitlerde şöyle deniyor:

"llm-i Kelamdan hem kalma hali


Şerh-i Akaidi2 bil hem Hayali^a
Bil Hikmetü'l Ayn^^ ve Mirza Caniis -
Isbat-ı Vacipis lazım bil anı".

(Kelam ilminden sakın uzak kalma, Akaid şerhi ile (onun ha­
şiyesi olan) Hayaliyi çok iyi oku. Ayrıca Hükmetü'l Ayn, Mirza
Can ve Isbat-ı Vacip isimli eserleri de çok iyi incele).

11 Topaloğlu, Bekir, a.g.e., s. 47


12 Şerlı-i Akaid: Ömer Nesefi'nin (V.634/1142) yazdığı akaide S. Taftaza­
ni'nin kaleme aldığı şerhin adıdır.
13 Hayali: Ahmed b. Musa'nın, Taftazani'nin (V.791/1389) akaid şerhine
yazdığı haşiyenin adıdır.
14 Hikmetü'l Ayn:N. Tusi'nin talebelerinden Kazvini (V.675/1276) nın eseri­
dir.
15 Mirzacan: Hikmetü'l Ayn'e, Şemseddin Muhammed b. Mübarek el Bu-
hari'nin yazdığı şerhe, Mirzacan Habibullah'ın (V.994/1585) kaleme aldı­
ğı haşiyenin adıdır.
16 Isbat-ı Vacip: Celaleddin Devvani'nin (V. 908/1502) kelama dair yazdığı

148
Böylece bu eserlerle, öğrenci, inanç ve yaratılışla ilgi­
li meselelere geniş bir perspektiften bakacak şekilde bir hazır­
lığa tâbi tutuluyor.

Kelam ve felsefe öğretimi, metin, şerh ve haşiyelerle ikmal


ettirildikten (tamamlandıktan) sonra, Tertib-i Ulûm'daki adet
veçhile, geçmiş konulara tekrar dönülüp, Meani ve Fıkıhtan bir­
kaç eserle bilgilerin tazelenmesi ve yeni bilgilerin ilavesi hedef­
leniyor.

Şurası bir gerçek ki, bir ilimde birkaç eser okunduktan son­
ra, insanda belli oranda yorulma ve usanma meydana gelebili­
yor. Bu gibi durumlarda yapılacak en iyi iş, değişik bir ilim da­
lında, değişik eserler okumaktır, Böyle yapmakla hem dinlen­
miş olunur, hem de aşın ihtisaslaşma ortadan kalkmış olur. İş­
te, bu faydaları göz önünde tutarak, İbrahim Hakkı, Meani ve
Fıkha dair okunmasını istediği eserleri şöyle sıralıyor:

"Bil muhtasardan'''' kavi müntehasın -

Bul külliyatın bu intihasın".

Hikmetle bile ol Fıkha nazır -

Bil Mülteka^s hem Eşbah Nezair^s,

17 Muhtasar: S. Taftazani'nin kendi eseri Mutavvele yazdığı şerhdir.


18 Mülteka: İbrahim b. Muhammed el Halebi'nin (V.956/1549) Hanefi Fıkhı­
na dair yazdığı eserin adıdır.
19 El Eşbah ve'n Nezair: Zeynüddin b. İbrahim (V.970/1562) in, hanefi fık­
hına dair yazdığı eserdir. Ayrıca bu isimde, Sadreddin Muhammed b.
Ömer {V.716/1316)in, şafii fıkhına göre bir eseri de vardır.

149
Bil Mecmau'l Bahreyn20 |bni Melek'den -

Dört mezhebi bil kam al felekten,

(Hikmet-felsefe ile beraber fıkıh ilmine yönel, böylece Mülte­


ka, Eşbah ve Nezair ve Mecmau'l Bahreyn isimli eserleri oku­
yarak, dört mezhebin fıkıh konusundaki düşüncelerini öğren).

Daha önce Kelam ile felsefe arasında kurulan ilgi bu beyit­


lerde, fıkıh ile felsefe arasındaki ilgiye dönüşüyor. Aslında bu
ilimlerin birbirlerine olan ihtiyacı, her hangi bir ilmin diğerine olan
ihtiyacından çok daha fazladır. Zira, düşünce temelinden yok­
sun olan fıkıh ilmi, donuk bir takım kaideler yığını haline gelir.
Bunun aksi de variddir, belli kaide ve kurallardan yoksun olan
düşünce ise, yolunu şaşırıp sarp kayalıklara çarpma tehlikesiy­
le her zaman karşılaşabilir. Bütün bu aksiliklerin olmaması için
belli ölçüde bir yardımlaşma ve dayanışma içinde hareket et­
mek mecburiyetini hissetmelidirler anılan bu ilimler.

Ayrıca bu beyitlerde görüldüğü gibi, fıkhın furuuna dair


okunması istenen eserler bir yekûn teşkil etmektedirler-ki, da­
ha öncek bölümlerde de bu ilme dair bir hayi eser okundu.
Hatta denebilir k, bu eğitim programında en çok üzerinde du­
rulan ilim dalı fıkıhtır. Bunun sebebi ise, anılan ilim dalı, daha
çok ibadet ve muamelat, yani Müslüman şahıs ve toplumun
pratik hayatını düzenleyen kaide ve kurallardan bahseden bir
hüviyet arz eder. Böyle olunca da, pratik hayatta devam­
lı olarak hem şahsın, hem de toplumun karşılaşacağı problem­
leri inceleyen bir ilim dalı görünümünde olmaktadır. Bu
problemleri çözecek olan da ehli ilim olan öğrencilerle

20 Mecmau'l Bahreyn ve Mülteka'n-Nehrayn: Ibnü's Sati diye meşhur, Ah­


met b. Ali b. Salebi (V.694/1294) nin eseridir. Bu esere Ibni Melek' in
yazdığı şerh en önemli şerhlerdendir. İşte beyitte bu şerhin okunması is­
teniyor.

150
müderrislerdir. İşte öğrenci bu meseleleri öyle mükemmel bir
şekilde bilecek ki, her hangi bir tereddüde meydan vermeden
onu çözebilsin. Bu ise bol bol fıkhı eserleri okumayı gerektirir.
Tertib-i Ulum da, bu maksatla öğrenciye, fıkha dair çok eser
okutup, onun bu yönünü kuvvetlendirmektedir.

Burada bir husus daha dikkat çekicidir. Az önce naklettiği­


miz beyitte "Dört mezhebi bil kam al felekten" diye bir ibare
geçti. Hemen ondan önceki beyitte de okunması istenen eser­
lerden birisi de "el Eşbah ve'n Nezair Fi'l Furu" isimli eserdir. Bu
isimde hem hanefi, hem de şafi fıkhına göre eserler yazılmıştır.
Nitekim isimlerini dipnotta zikrettik.

Şimdi, Osmanlı medreselerinde hidaye, mülteka vb. Hanefi


Fıkhı'na ait eserlerden başka, herhangi bir mezhebe ait bir ese­
rin okunduğu kaydını, araştırmalanmıza rağmen bulamadık.
Çünkü Osmanlılarda resmi mezhep, Hanefi IVlezhebiydi ve yal­
nızca da onun tedrisatı yapılırdı. Acaba İbrahim Hakkı, dört
mezhebi öğrenmeyi tavsiye ederken, "Eşbah ve'n Nezair"i de
Şafii Mezhebine göre yazılmış olanını mı kastediyordu? Aynca
Osmanlılardaki bir mezhebe sanlıp diğerieriyle ilgilenmeme hu­
susuna bir tepki mi göstermek istiyordu? Yoksa en azından bir
malumat kabilinden mi onları okutmak gayesi güdüyordu? Ve­
ya ömrünün büyük bir bölümünü geçirdiği. Güney Doğu illerin­
deki halkın genel olarak şafii fıkhına göre hareket etmelerinden
mütevellid bir tesir altında kalma mı söz konusudur?

Bütün bunlann, İbrahim Hakkı ile ilgili yapılacak olan geniş


çaplı bir araştırma neticesinde ancak açıklanabilecek konular
olduğu kanaatındayız.

151
L - RİYAZİ İLİMLER V E Ö Ğ R E T İ M İ

"Hoş Cüz'iyyata Onbir Vusuldür"

1 - Bu Programın Hedeflediği İnsan Tipi

Ibraiıim Hakkı Erzurumi, Osmanlı Medreselerinin bu eğitim


programıyla, yetiştirmeyi hedeflediği ilim adamı tipini bilhassa
eserinin sonunda açıklamaktadır. O, ne bir matematikçi, ne bir
filozof, ne bir tabip, ne bir müfessir ve ne de bir fakihdir. Fakat
devrinin bütün ilimlerinden belli ölçülerde nasibini almış ve ken­
dini eğitim-öğretim faaliyetine vakfetmiş bir müderris ve bir halk
mürşididir. Müderris olması yönüyle daha önce öğrendiği ilim­
lere kendi gücü nispetinde bir şeyler ekleyip, doğru yolu bul­
maları için, yeni nesle aktaran bir öğretim üyesi; halk mürşidi ol­
ması yönüyle de, medreseden arta kalan zamanını, belli ölçü­
ler çerçevesinde halkla beraber geçiren, onlann her türlü me­
sele ve müşkillerine bir çare bulmaya çalışan, onlan ikaz ve in­
tibaha (gafletten uyanmaya) davet eden, bütün işlerinde Allah'a
kul olmalannın şuuruyla hareket etmelerini tavsiye eden, onları
her türlü kötülükten men eden bir halk eğitimcisidir. Böylece
yetiştirilecek bu ilim adamı, hayatını örgün ve yaygın eğitime
adamıştır. Gerçi bunlar arasında, eğitim öğretim faaliyetlerini
asgaride tutup, bilhassa kendini daha iyi yetiştirmek maksadıy­
la hareket edenler olabilir. Fakat genel espri bu değil; bilakis
devamlı kendini yenilemek kaydıyla eğitim-öğretimin merkezin­
de vazife yapmaktır. Kısaca Tertib-i Ulûm' da ki genel espri,
"İlim, İlim içindir" değil de "İlim, Allah içindir" veya "pratik hayat
içindir" şeklinde özetlenebilir. Tabii bununla hiçbir zaman sathı
(yüzeysel) bir eğitim de kast olunmamaktadır. Aksine,

152
Bulmak dilersen emn ü selamet

Gir Inücreye kıl sabr u kanaat

Oku yaz anda kesb u kemal et

Her ilmi öğren, hem "gavrına" yet"

beyitlerinde geçen ve bizim "evvel k bab ilme delalet" başlığı ile


daha önce açıkladığımız gibi derinliğine bir eğitim-öğretim he­
deflenmektedir. Bununla beraber bu eğitim sisteminde hiçbir
zaman bugünkü manada, herhangi bir ilim dalında ihtisaslaş­
ma da yoktur. Yani, yukarda da belirtildiği gibi hedef, bir hadis-
çi, tefsirci, tabip veya matematikçi yetiştirmek değildir. Aksine
bunlann hepsinde belli ölçüler içerisinde mahir bir eğitimci ga­
ye edinilmiiştir.

İşte bu maksatla öğrencilerine-müstakbel eğitimcilere- hem


ufuklannı genişletmek, hem de çıkabilecek problemlere değişik
açılardan bakmalarını sağlamak maksadıyla şu ilimlere yönel­
melerini isteyerek şöyle diyor:

"Hikmetten oku hem cüz' iyyatı -

Seyret cihanı, fehmet cihanı"

(Hikmet -felsefeden sonra cüz'iyyat ilimlerini oku. Bu ilimler


sayesinde hem kainatı seyret, hem de onu iyi anla).

Bundan önceki bölüm, "Hikmet (Felsefe) ve öğretimi" bölü­


mü idi. Orada öğrenciye hikmet ve ilgili ilimler tahsil ettirildikten
sonra, bu bölümde onun dikkati kainatı seyretmeye ve ondan

153
bir çol< dersler almaya yöneltiliyor. Kainattan bilhassa eğitim-
öğretim için faydalanma hususu, sık sık Kur'an ve Hadiste de
vurgulanmıştır. Bunun için, yani kainatı tanımak için, onu yo­
rumlamak için. Hendese İlminden başlanarak riyazi ilimlerin
tahsiline geçiliyor,

2- Hendese (Geometri) İlmi ve Öğretimi:*

İbrahim Hakkı, Hendese ilmine aşağıda sıralayacağımız fay-


dalanndan dolayı öncelik vererek şöyle diyor:

Hendese ilmini okursun evvel

Eşkal-i Te'sis şerhin bil esheP

(Cüz'iyyat ilimlerinde, önce hendese (geometri) ilmini okur­


sun. Bu ilimde temel kitap olarak Eşkal-i Tesis şerhini okursun
ki, o çok da kolay okunur ve anlaşılır.)

Hendese ilmini şöyle tarif edebiliriz: Bu ilim, ölçülerin ve on­


lara ait diğer bilgilerin durumlannı, birinin diğerine oranını, özel­
lik ve şekillerini bildirir. Mevzuu: Mutlak miktarlar yani çizgi, yü­
zey ve cisim hakkındaki bilgilerdir. Bunlara bağlı diğer bilgiler
ise açı, nokta ve şekildir^. Bu ilimle öğrenciye şu anlayışlar ka­
zandırılmak istenir:

Hendese ve bu bölümde öğretimi yapılan diğer disiplinlerin bir i<ısmı, b u ­


gün dev adımlarla gelişmiş, ağırlıklı birer ilim dalı olmuşlardır. Dolayısıyla,
vereceğimiz tarifleri bugüne göre değil de o güne göre değerlendirmek
gerekir,
Eşkalü't Te'sis; Şemseddin Muhammed Semerkandı (V.600/1299) nin,
Geometriye dair yazdığı eserdir. Bunu Kadı-zade-l Rumi şerhetmiştir.
Bahsedilen şerh budur.
Bu hususta bkz. Taşköprülüzade, Mevzuatu'l Ulum, C. 1, s. 302

154
a- Varlıkların geometrik hallerini öğretmek.

b- Görüşü keskinleştirmek, zihni açmak, düşünceyi kuvvet­


lendirmek, cahillik hastalıl<lanndan korumak.

o- Vehmin karışmadığı, ilimlerin delil ve ispat bakımından en


kuvvetlisi bu ilim olduğu hususunda söz birliği vardır. Buna gö­
re, zihni etkisi altına alıp, vehmi kendisine bağlı kılar. Halbuki
cahilliğin menşei, vehmin akla galip olmasıdır. Vehim mağlup
olunca cahillik de kalmaz^.

Hendese ilminden sonra Hisab (Matematik) İlmine geçili­


yor.

3- Hisab (Matematil^ İlmi ve Öğretimi:

Diğer bir adı da "Adet İlmi" olan Hisap İlmi, bugün aritmetik
ve matematik diye de isimlendirilmiştir. Hemen herkesin ve her
meslek erbabının muhtaç olduğu bu ilmi öğrenmesi için talebe­
sine şöyle diyor:

"ilm-i nisaptan oku hülasa -

Ibni Çilli^ bul eriş havassa"

(Hesap ilmi (matematik) nin özünü aslını oku. Bu hususta Ib­


nu Çilli diye meşhur olan kitabı bularak okursan özüne erişmiş
olursun).

Bu ilmin konusu, saylarla yapılan işlemlerin kural ve kanun-


lan ile bu işlemlerin yapılması ve harfle yapılan hesaplann
incelenmesidir. Sayılarla yapılan hesaplarda esas itibariyle üç

3 Bu hususta bkz Taşköprülüzade, a. e., c . 1 , s. 302


4 Ibni Çilli: Matematikle ilgili olan bu eser hakkında bilgi bulunamamıştır.

155
tarz işlem vardır: Toplama ve onun tersinden ibaret olan çıkar­
ma, çarpma ve onun aksi olan bölme, bir kuvvete yükseltme
ve onun tersi demek olan kök alma ve bu ikisi arasındaki mü­
nasebet yardımıyla tarif edilen logaritma ilmidir^.

Bugün, hesap (matematik) ilmiyle, nefsi terbiye arasında bir


bağın olduğunu biz göremiyoruz; ve bu ilmi, gerek mücerret bir
ilim dalı olarak, gerekse bazı meselelerimizi halletmeye çalıştığı
yönüyle, okuyup geçiyoruz. Ama, nefsi terbiye hususunda on­
dan istifadeyi belki de hiç düşünmüyoruz. Fakat Osman­
lı eğitiminde, bu ilimden o gün için aldıklan bir çok hedefin ya­
nında mühim bir gaye olarak da şunu hedef aldıklannı görüyo­
ruz: "Maddeden arınmış olan şeylere ve aralarındaki bağlılıkla­
ra nazar ile nefse riyazet vermektir. Bu sebeptendir ki, eskiler
bu ilmi diğer ilimlerden, hatta mantık ilminden de önce okutur-
Iardı6. İnsan varlıklann en üstünüdür. Yeryüzünde Allah'ın hali-
fesidir''. Böyle olmakla beraber kendisinin gerçekleştirmesi için
gönderildiği birtakım yüce değerleri unutup, tamamen madde­
ye dalar ise; benliğine yerleştirilmiş olan yüce hedeflere ulaşma
hadisesini ihmal ettiği için, maddî ve manevî bir buhran içine
düşer. Maddeye aşın meyil, insanı maddenin esiri haline getire­
bilir. Bu ise hayatı, çekilmez bir badireye sürükler. Fakat mad­
deden tamamen ayrılıp her türlü bağı kesmek de hem çok yan­
lış hem de mümkün olmayan bir iştir. Bu da hayatı olumsuz
yönde etkilemesi yönüyle, maddeye aşın bir istekle dalmak gi­
bidir. Biri ifrat ise diğeri tefrittir. Ve her ikisi de reddedilmiştir.
Doğru olan ise, kalben maddeden arınmak, fakat onunla olan
irtibatı asla koparmamaktır. Kendisi maddeyi hedef edinmeme-
li, fakat maddeyi kendisi için çalıştırmalıdır.

5 Bu hususta bkz. Taşköprülü zade, a.e., c. 1 , s. 317


6 Bu hususta bkz. Taşköprülü zade, a.g.e., c. 1, s. 303
7 Bakara, 2/30

156
İşte özetlemeye çalıştığımız bu mühim espriyi matematil<
dersinden çı(<anyorlardı. Veya o dönemin matematiğe ba[<ışı
böyleydi. Fal<at şurası da bir gerçek ki, böyle bir dersi çıkarıp,
pratik hayatta bundan yararlanmaya çalışmak bir seviye işidir,
Tümüyle, İslâm'ın madde ve manaya ait siyasetini bilmeye ve
onu uygulayacak seviyede olmaya bağlıdır.

Hesap ilminin öğretiminden sonra llm-i Hey'ete geçiliyor.

4- Hey'et (Astronomi) ilmi ve öğretimi:

Hey'et İlmi, yıldızların hal, durum, şekil, öiçü ve uzaklıkların­


dan bahseder. Mevzuu; yıldızlar ve onlarla ilgili şeylerdir. Bazen
geometri, teorem, delil ve ispatlarla bildirilir^.

İslâm aleminde, Kur'an ve Sünnet'in de yönlendirmesiyle


gökyüzünü inceleme hadisesi güçlü bir potansiyel halini almış­
tır. Fakat genel olarak nefsi terbiye yönünde gelişiyordu. Lakin
daha sonra çeşitli kültürlerin de tesiriyle daha da gelişmiş ve
Abbasi Halifesi Me'mun (813/833) devrinde en parlak dönemi­
ni yaşamıştır. Bilahare el-Bettani (V. 877 /918), el- Biruni
(V:440/1048), Ibn Heysem (V. 430 /1039)... gibi büyük ilim
adamlannın çalışmalanyla geniş inkişaflar vücuda gelmiştir. Bu
ilmin teori ve pratiğinin bir arada yürütüldüğü dönem, büyük
astronomi alimlerinden Uluğ Bey (V.853/1449) ile neticelen­
miştir. Uluğ Bey, Semerkant'ta bir rasathane tesis ederek, za­
manının, Kadızade-i Rumi, Ali Kuşçu gibi, en ileri gelen
Astronomi alimlerini yanına toplamış, senelerce rasatlara bizzat
başkanlık etmiş ve böylece ilme şanlı bir hizmette bulunmuş­
tur.

Bu hususta bkz. İslam Ansiklopedisi, c.1, s. 686; Taşköprülüzade, a.g.e.


c. 1, s. 302.

157
Bundan sonra, belirtilen çapta bir ulema topluluğu tarafın­
dan yürütülen astronomi çalışması pel< göze çarpmamakla be­
raber, tamamen ortadan kalktığı da söylenemez. Aslında ast­
ronomi, bir ders olarak gerek resmi, gerekse özel medreseler­
de sürekli okutulmuştur, İşte, astronomi çalışmalarında kullan­
mış olduğu ilmi aletleri, halen muhafaza edilmekte olan ve bu­
gün dahi ziyaretçilere açık bulunan (ilmi çalışmalarını yaptığı yer
olan Siirt' in Tillo -Aydınlar- bucağında ziyaret edilebilir.) eşya­
ların sahibi İbrahim Hakkı'nın ayrt edici yönlerinden birisi de iyi
bir astronomi âlimi oluşudur.

llm-i Hey'eti yalnız teorik olarak okumak ve okutmaka kal­


mamış, bunu bizzat uygulamış olduğuna, yukanda bahsettiği­
miz eşyaları da şahitlik etmektedir. En bariz özelliklerinden biri­
nin astronomi âlimi olduğunu söyediğimiz Erzurumi, kurduğu
eğitim sisteminde elbette öğrencilerini bu ilimden mahrum ede­
cek değildir. Tertib-i Ulûm'da şöyle diyor:

"Bil llm-i Hey'et bul Şerh-i Ç a k m i n S

Bercendi^o y, hem kıl ana t a y n "

(Hey'et- astronomi ilmini, şerh-i Çakmin isimli eserden oku


Ayrıca onun şerhi olan Bercendi isimli eseri de iyice öğren).
Böylece Hey'et İlminden metin olarak "Çakmini"y, şerh
olarak "Kadızade-ı Rumi"y ve haşiye olarak da "Bercendi" y
okutup, bu ilme vukufiyet kazandırdıktan sonra, öğrencinin bu

9 Şerhi Çakmin: Heyetle ilgili olarak Muhammed b.Ömer el Çağmini


(V.618/1221) meşhur bir eser yazmıştır, ismi el-Mülehhas'dır. Bu eseri
Kadızade-i Rumi şerh etmiştir. İşte bu şerhe işaret ediliyor.
10 Bercendi: Kadızade-i Rumi'nin, Çağminiye yazdığı şerhe, Bercendi isimli
zatın kaleme aldığı haşiye' nin ismidir.

158
hususta sadece teorik bilgilerle yetinmemesini ve öğrendikleri­
ni pratiğe aktarmasını istemektedir. Aşağıdaki beyitlerde bunu
görüyoruz:

"llm-i amelden bil usturlabı

Aç beyt-i babı seyret dolabı ,

Rub'u Müceyyep"i2 doğru ameldir -

Oku amel et kim bi bedeldir,

Rub'u Mukantari3 bil eyle seyran -

Coğrafya bil takvimi buldan"

(Uygulamalı astronomi ilminden usturlab'ı kullanmayı iyi öğ­


ren. Onun uygulamasını öğrenince, kainatı öyle seyredersin ki,
sanki herhangi bir evin kapısını açmış, onun dolaplarını seyre­
der gibi olursun.

Rub'u Müceyyep doğru bir uygulamadır. Onu oku, uygula­


masını öğren, çünkü o her şeye bedeldir.
Rub-u Mukantar öğren, onunla da alemi seyret. Aynca coğ­
rafya öğren, kıtaların, ülkelerin ve illerin iklim ve coğrafik bilgile­
rini elde et.)

11 Usturlap: Rumcadan Arapçalaştırılmıştır.^ Güneşin yüksekliğini anlamaya


yarayan bir alettir.
12 Rub'u Müceyyeb: Usturlap gibi, o devirde astronomi çalışmalarında kul­
lanılan aletlerdir. Yıldızlann arza olan uzaklığını ölçmeye yararlar.
13 Rub'u Mukantar: Usturlap gibi, o devirde astronomi çalışmalannda kul­
lanılan aletlerdir. Yıldızların arza olan uzaklığını ölçmeye yararlar.

159
Görüldüğü gibi, Tertib-i Ulûm'da teori ile pratik yan yana git­
mektedir. Bu ise Erzurumi açısından takdire şayan bir husus­
tur. Şöyle k: Eğitimciler, eğitim programı hazırlarken bir ksmı
teoriye, bir kısmı da pratiğe meyledip, bazen pratiği, bazen te­
oriyi ihmal ettikeri bir vakıadır. Halbuki eğitimde aslolan her ik-
sini beraber götürmektir. Burada bunu görüyoruz. Nitekim Er­
zurumi şöyle diyor: "Oku amel et, kim bi bedeldir." (öğren ve
öğrendiklerini uygula, işte bu emsalsiz, güzel bir iştir.) Zaten
eserin genel esprisi de bu havadadır. Mesela dil olarak Arap­
çay öğretir; hemen Arapça bir eser okutur. Farsçay öğretir;
hemen Farsça klâsiklerinden birinin okunmasını ister. Mantığı
okutur, hemen Adab-ı Münazara ilmine geçer. Yani teori ile
pratik iç içe girmiş bir durumdadır.

Daha önce, Osmanlı Medreselerindeki (Tertib-i Ulûm'dak)


genel esprinin "İlim pratik hayat içindir, "kaidesi çerçevesinde
olduğunu söylemiştik. Burada yine onu görüyoruz. Astronomi
ile Müslüman toplumun hayatını, gerek vaktleri ayarlayarak,
gerekse semadaki alınabilecek terbiyevi (eğitimsel) dersleri on­
lara anlatarak belli bir sisteme sokmaya çalışıyor. Bu ise ilmin
pratiğe aktarılmasıdır.

Burada "Coğrafya bil takymi buldan" diyerek öğrencinin


coğrafyadan da nasibini almay unutmamasını tembih etmek­
tedir. Fakat bu hususta herhangi bir kitap ismi ve metot veril­
mediğini görüyoruz.

Böyece Hendese, hesap, hey'et ve coğrafya ilimlerini öğre­


nen öğrenci, şimdi bunların da yardımıyla yeni bir ilme başlıyor.

160
5- llm-i Zic ve Öğretimi:

Bu ilim, Hey'et (astronomi) ilminin bir alt disiplinidir. Mevzuu;


Yıldızlann hareketlerinin özellikle seyyarelerin ölçülerini, her biri­
nin hareketlerini takvim ve tespit etmek, burçlara giriş ve çıkış­
ları bilmeye çalışmaktır''''. Maksadı iki şeydir: 1- Saat. Takvim,
mevsimler, yıl, kıble tarifi ve namaz vakitlerini bilmek. 2- Unsur­
lar aleminde o durumlar sebebiyle meydana gelen iş ve olayla­
rı tespite çalışmaktır^^. Kısaca bu ilim, yapılan astronomi çalış­
malarında yıldızların, özellikle gezegenlerin hareketlerini göste­
ren cetveller hazırlama işini yapar.

Görüldüğü gibi, vakti tayin etme hususunda, son derece


önemli olan bu ilim, tarihte, Hey'et ilmiyle aynı çizgiyi takip et­
miş, onun altın devrini yaşadığı dönemlerde, Zic ilmi de aynı
dönemi yaşamıştır. Astronomi, teori ve pratikte en parlak dev­
rini yaşadığı dönemlerde, o gün için fevkalade diyebileceğimiz
Zic (cedvel) ler hazırlanmıştır. Bunlardan en faydalısı, güçlüsü,
şümullüsü: Zıc-i llhani olup, bunda Nesirüddin Tusi çalışmıştır.

İşte, Tertib-i Ulûm' da buna dikkat çekilerek şöyle deniyor:

"Bil, llm-i Zicden si fasl-ı Tusi -

Takvimin oldur zıba arusi"

(llm-i Zic'den Nasirüddin Tusi'nin hazırladığı cetvelleri bil, zi­


ra o, bu hususta yazılan eserlerin tacıdır.)

14 Bu hususta bkz. Taşköprülü zade, a. g. e., c. 1 s. 309


15 Bu hususta bkz. Taşköprülü zade, a. g. e., c. 1 s. 309

161
Bu arada, İbrahim Hal<kı özellikle bu çalışmaların kötüye
kullanılmaması hususunda öğrencinin dikkatini çekerek şöyle
diyor:

"llm-i Nücum'dan ahkamı bulma -


Olacak olur sen boşa yorulma,
Ahkam-ı Necmi bulmak batardır -
Ahkam-ı Şer'i bil muteberdir."

(Yıldızlar yani zic ilminden sakın hüküm çıkarma. Olacak


olur sen (şu şöyle olacak, bu iş böyle olacak diyerek) boşa yo­
rulma

Yıldızlara bakıp hüküm çıkarmak (fala bakar gibi) hatadır. Bu


hususta İslâm'ın hükümlerine uy, zira o geçerlidir, )

Gökyüzünü inceleme, nefsi terbiye ve sosyal hayatın işleyi­


şini kolaylaştırma yönünde araştırmalar yapma işi, Kur'an ve
Hadis tarafından devamlı teşvik edilmiştir. Bilahare bu teşvik
unsurunun yanında, diğer bazı sebeplerin de yardımıyla Hey'et
İmlinin meydana çıktığı ve gelişerek güzel ve faydalı meyveler
verdiği bir gerçektir. Yalnız bu faydalı çalışmalann yanında, yıl­
dızlara bakıp onlardan birtakım hükümler çıkarma, bu hüküm­
ler vasıtasıyla geleceğe ait haber vermeye kalkışma, böylece
bir huzursuzluk ve kargaşa ortamı oluşturup, bundan çeşit­
li şekillerde istifade etme, yahut insanları etki altına alma gibi,
türlü türlü işlerin vukuu az da olsa inkar edilemez. Halbuki İs­
lâm'a göre, gaybı ancak Allah bilir. Geleceğe ait bazı haberler
Kur'an ve Hadiste zikredilmiştir. Bunun dışında hiç kimse gele­
ceği bilemez.

162
Bu arada şunu hemen belirtelim ki, tasavvuf ehli, kendi yol­
larında belli bir merhale kat ettikten sonra, öyle herkesin bile­
meyeceği birtakım sırlara vakıf olabilirler. Bu, tamamen Allah'ın
bir lütfudur, ihsanıdır. Bunlar inkar edilemez. Çünkü evliyanın
kerameti haktır. Fakat bunlar, o işleri yıldızlarla uğraşarak değil,
nefis terbiyesi yoluyla elde ederler ve hiçbir zaman da onları her
hangi bir şahsi menfaat yönünde kullanmazlar. İşte, İbrahim
Hakkı, öğrencilerini böyle durumlara düşmekten muhafaza et­
mek için onları uyarmay da ihmal etmiyor.

Tertib-i Ulûm'da "Cüz'iyyat" olarak adlandırılan riyazi ilimle­


rin eğitim-öğretiminden sonra tıp ilmine geçiliyor.

6- Tıp İlmi ve Öğretimi:

Tıp ilmi, bugün bir çok dallara ve alt disiplinlere aynimış du­
rumdadır. İki buçuk asır önce yazılmış olan programda ise bil­
hassa "llm-i Teşrih-i Ebdan" (Anatomi) dan bahsederek onun
öğrenilmesi gereğini dile getirmektedir.

(Anatomi) llm-i Teşrih-i Ebdan: "Vücudun kısımlannın nasıl


olduklarını ve tertibini bildirir. Mesela, damarlar, sinirler, kıkır­
dak, kemik ve et gibi... Bunlardan başka her uzvun halini anla­
tırla. Bu ilmi okuyan öğrenci, genel olarak insan vücudunu ve
gelişimini tanıyacaktır. İnsan vücudunun tanınması ona birçok
faydalar sağlayacaktır. Şöyle ki:

1- Vücudun, gelişimi anında, ihtiyaç duyacağı besinler ve


hastalandığında kullanılması gereken ilaçlar hakkında bilgi sa­
hibi olur.

16 Bu hususta bkz. Taşköprülü Zade, a. g. e. c. 1. s, 279

163
2- Eserden müessire geçiş yapmak suretiyle bu fevkalade
dakik ve ince ölçülerle yaratılmış olan insanın, yaratıcısını o
eserde (Vücutta) görmeye çalışmaktır. Zaten İbrahim Hakkı da
özellikle bunu isteyerek şöyle diyor:
"Okut ulum-i cüz'iyyeyle bile -

Teşrih ilmin Tıbb-ı Nebi ile

Teşrihi seyret gör sen de san'at -

Tıp ilmini bil, bul tende sıhhat".

(Cüziyyat ilimlerinin yanında teşrih (Anatomi) ilmini. Nebevi


tıp ile beraber oku. Teşrihi seyret, insan vücuduna yerleştirilmiş
olan san'at! sen de gör).

(Aynca tıp ilmini öğren, böylece insan bedenindeki koruyu­


cu ve tedavi edici bilgilere ulaş).

Yukarıda, anatomi ilminden iki maksadın he deflendiğini


söylemiştik. Tabiatıyla diğer ilimler okutulurken de birtakım he­
defler tespit edildiği açıktır. Fakat, İslâm aleminde, ilimlerin hep­
sinin eğitim öğretiminde, diğer gayelerin yanında, ortak bir ga­
yenin olduğunu görüyoruz: O da nefsi terbiye etme...İslâm mü­
ellifleri ve eğitimcileri bilhassa bu hususa çok önem vermişler­
dir. Hatta, sanki onlara göre mahlukattan hiçbir şey yoktur ki,
nefsi terbiye yönünde, ondan istifade edilecek olan bir takım
dersler çıkanimasın. Hemen her şeye bu maksatla bakmışlar,
her şeyi bu maksatla okumuşlar, bu maksatla yazmışlardır.
Bundan istisna edilecek pek az kimse vardır. Elbette ki, bu çok
güzel bir şeydir. Fakat hatırımıza şu husus gelmiyor da değil:

164
İslâm eğitimcileri, ilimlerden çok yönlü olarak istifade etmek ye­
rine, nefsi terbiye meselesini ilk ve en mühim hedef olarak al­
mışlar, ondan sonra bir takım hedefler tespit etmişler amma,
bu ilk hedefe ulaşmakta o kadar ısrarlı davranmışlar ki, diğer
hedefleri unutacak duruma gelmişler. Nihayet diğer hedeflere
ulaşmakta geri kalmışlar. Gerçi ilk hedefe tam olarak ulaştıkla­
rı da münakaşa edilebilecek bir durumdadır. Fakat İslâm âlemi­
nin 5-6 asırdır geri kalmasının, ilim ve fende ilerleyememiş ol­
masının sebeplerinden birini de burada aramak gerekmektedir.

Biz burada, "niçin ilimler vasıtasıyla nefsi terbiye ettiler" de­


mek gibi bir duruma düşmek istemeyiz. Yalnız, ilimlerden sa­
dece nefis terbiyesi için istifade etmek yerine, bununla beraber,
ilim ve fende ilerlemek için de, teknolojide gelişmek için de ay­
nı paralel ve güçle çalışılsaydı, daha faydalı olurdu demek isti­
yoruz. Zira o zaman, nefsini her türlü kötülüklerden arındırmış,
ilim, fen ve teknikte ilerlemiş bir toplum ortaya çıkardı. Halbuki
bugün bunu göremiyoruz.

Bugünün eğitimcisi, Osmanlı dönemine ait bir inceleme ya­


pıp, o dönemdeki ilmi duraklama ve gerilemenin sebeplerini
araştıracağı zaman bu mesele bütün açıklığıyla ortaya çıkacak­
tır. Yalnız şu bir gerçek ki, Osmanlı dönemi ilmî hayatı ve bil­
hassa inhitat (düşme, gerileme) sebepleri, iyice araştırılması
gereken konularımız arasındadır. Çünkü orada, biz kendimizi
de bulacağız.

Yine, Tertib-i Ulûm'un adeti üzere 11. bölümde, asıl bölümü


oluşturan derslerin öğretimi bittikten sonra. Fıkıh ve Ahlâk ilmi­
ne geçiliyor.

165
Fıkhın füruundan, şimdiye kadar görmediğimiz bir konuya
geçiyoruz ki, bu konu bir yönüyle de hesap ve hendese ilimle­
rini ilgilendirmektedir. O konu (yahut ilim) de, Şer'i miras taksi­
mini ya da İslâm miras hukukunu konu edinen bir ilim da­
lı olan Feraiz bahsidir. Bu hususta şöyle deniyor:
"Okut Siracı''' farzet feraizi-

Ruznameler say keşfet gavamidi"

(Sıraciyeyi oku, feraiz ilmini öğrenmeyi önemli bir görev ola­


rak bil. Miras bölüşümü ile ilgili "günlükleri" okuyarak o alanda­
ki birtakım gizlilikleri öğren).

Böylece fıkıhta mühim bir yeri olan bu konu işlenmiş olunu­


yor. Ayrıca öğrenci, daha önce öğrenmiş olduğu hesap ilmi için
de bir uygulama alanı bulmuş oluyor. Yine burada da tıpkı lisan
öğretiminde olduğu gibi, öğrencinin öğrendiği bilgileri pratiğe
aktarması söz konusudur.

Bölümün "ek dersleri" diyebileceğimiz bu kısımda, ikinci


olarak ahlâk İlminin tedrisine geçiliyor. Bu da öğrencinin ahlâki
şahsiyetinin kurulması sürecinin hâlâ devam ettiğini göster­
mektedir. İlgili beyitlerde şöyle deniyor:

17 Sıraciye: Sıraceddin Mahmut Secavendi'nin Feraizle ilgili olarak yazdığı


eserdir.

166
"Şer'a metnin şerh ile okut -

Adetin işle sünnetlerin tut

Ahlâk ilmin bil gel tarikat-

Hem tut hem okut oldur hakikat."

Bu beyitlerde görüldüğü gibi ahlâk ilmine dikkatlerin çekil­


mesiyle beraber mevcut eğitim-öğretim geleneğini muhafaza
eder bir tavır sergileniyor.

Böylece bu bölüm de sona ererken, kitabın "usul" ve son


bölümüne geçilmiş olunuyor.

167
M - USUL (METODOLOJİ) lÜMLERl VE ÖĞRETİMİ

"Hem On İkinci Bab Usuldür."

Tertib-i Ulûm'a göre Osmanlı eğitim sistemi, daha önce de


belirtildiği gibi, 12 bölüm hıalinde tasnif edilmiştir. Her bölümün
özel bir adı vardır. Genellikle bu adlar o bölümde ağırlık­
lı olarak eğitim-öğretimi yapılan ilim dalının adına göre verilir.
Mesela; "Hem bab-ı hamiş tasrifi şamil", "Hoş bab-ı sabi Man­
tık değil mi" gibi... Bununla, beşinci babda Sarf İlmi ağırlık­
lı bir eğitim-öğretim yapıldığını ve bu yüzden de beşinci bölü­
mün bu ismi aldığını gösteriyor. Yedinci bab ve diğerleri de bu­
nun gibidir.
Fakat bu son bölümde hadis, tefsir ve fıkıh ilimlerinin "Usul"
a ait kısımları okutulduğu halde, bölüme ne hadis, ne fıkıh ve
ne de tefsir ismi verilmeyip, sadece "usul" adı konmuştur. Bu
kelimenin, bu bölüme isim olarak kullanılmasının birçok mana
taşıdığı kanaatındayız. Onun için evvela kelimeyi lügat ve istila-
hi yönden inceleyip, daha sonra konumuzla olan irtibatını açık­
lamak istiyoruz.

1 - Usul Kelimesinin Etimolojik Tahlili:

a- Lügat Yönünden:

Usul, Arapça bir kelime olup, "Asi" kelimesinin çoğuludur.


Kelime manasıyla, her şeyin alt kısmına delalet eder ki, buna
kök ve dip denir. Asi bir şeyin aslına, esasına, müstenid oldu­
ğu (dayandığı) şeye, temele, kanun ve kaideye, hasep ve

168
nesebe, kendisine ihtiyaç duyulan şeye, evla ve daha uygun
olana ıtlak olunur, isim olarak verilir"!.

b- Istılah (terim) Yönünden:

Lügat yönünden belirtilen manaya gelen usul (asıl) kelimesi


ıstılahı yönden şu manalarda kullanılmaktadır:

1- Kendisi üzerine gayrisi mübteni olan (bina edilen) şeydir.


Ibtina da (Bina etme de), gerek ibtina-i hissi olsun: Binanın te­
meli ve sakf (tavan) ın duvar üzerine ibtinası gibi. Ve gerekse ib­
tina-i aklı olsun: Ma'lülün, illete, medlulün (kendisi hakkında de­
lil getirilen şeyin) delile ibtinası gibi2.

2- Delil manasına kullanılır. Bazen, "Bu meselenin as­


lı icmadır." denilir. Yani bu meselenin delili lamadır, demektir.

3- Kaide manasına kullanılır. Arapça da "failin merîu olması


asıldır", denilir. Yani failin ref olması nahiv ilminin kaidelerinden-
dir, demektir,

4- Er-Racih manasına kullanılır. Mesela: "Kitap, kıyasa nis­


petle asıldır", denilir. Yani tercihe layık olan, kitap (Kur' an-ı Ke­
rim) dir, demektir^.

1 Bu hususta bkz. Tahir, Ahmet Zavi, Kamusu'l Muhit, c . 1 , s.154-155;


Büyük Haydar Efendi, Usul-ü Fıkıh Dersleri, s. 8; Abdulkerim Zeydan, Fı­
kıh Usulü (çev.Ruhi Özcan). s. 27; Önkal, Ahmet, Rasulullah'ın İslâm'a
Davet Metodu, s. 26
2 Bu hususta bkz. Büyük Haydar Efendi, a.g.e s.8
3 Bu hususta bkz. Büyük Haydar Efendi, a.g.e, s. 9; A. Kerim Zeydan,
a.g.e, s, 27

169
Asi kelimesi, terim olarak daiıa başka manalara da kullanı­
lır. Fakat biz bu kadarla yetinip, bu bölüme niçin "usul" den­
miştir. Onu açıklamaya çalışalım.

2- On İkinci Bölüme Usul Denmesinin Sebepleri:

Usul kelimesi yukarıda kullanılan manaların hangisi ile ele


alınırsa alınsın, görülecektir ki, başkasının kendisine dayandığı,
kendi üzerine başkasının bina olduğu şey esprisini korumakta­
dır.

Tertib-i Ulûm'da da bu bölüme usul denmesinin sebebi, 12.


Babda tefsir, hadis, fıkıh ilimlerinin usule ait olan kısımlarının
öğretiminin yapılacağını göstermek için olduğu gibi, kanaatı-
mızca en mühim sebebi, öğrenilen ilimler içerisinde en temel,
en mühim ve en tercih edilenlerin bunlar olduğunu belirtmek
içindir. Zira bu ilimler:

Şimdiye kadar okuduğu ilimlerin her birindeki, "hükümlerin


kaynaklarını, kaynakların şer'i delil oluşlannı (hüccetliklerini) ve
kendilerinin istidlaldeki mertebelerini, bu istidlalin şartlarını ince­
leyip hüküm çıkarma metotlarını açıklayarak, tafsili delillerden
hükümleri istinbad ederken (çıkarırken), müçtehidin bağlı kaldı­
ğı muayyen kaideleri ortaya koyarlar.

Şer'i hükümleri, dinen muteber kaynaklanndan çıkarmak,


rastgele ve insanın canının istediği gibi olmaz. Bunun için müç­
tehidin takip edeceği yollar, faydalanacağı kaideler ve icabına
bağlı kalacağı ölçülerin bulunması zaruridir"*. İşte bütün bunlan
da açıklariar.

4 Bu hususta bkz. A. Kerim Zeydan, a.g.e. s. 26;

170
Islâmî İlimlerin temel kaynaklanndan birisi şüphesiz Kur'an
ve Hadis'tir. Kur'an-ı Kerim, Allah Kelamı olduğu için ve onu yi­
ne kendisinin koruyacağını va'd ettiğinden^ dolayı bugüne ka­
dar aynı safiyetini koruyarak gelmiştir. Fakat hadisler böyle de­
ğildir. O, bir beşer sözü olduğu için zaman zaman eklemeler,
çıkarmalar, uydurmalar, gizlemeler vb. gibi durumlar ortaya çı­
kabilmiştir. Bu gibi durumlann varlığı, hadis hakkında çok dik­
katli davranılması gerektiğini, arı olanla sonradan karışanı ayır­
mak için gayret edilmesi icabettiğini ortaya koymaktadır. İşte
öğrenilen ilimlerin içinde geçen hadislerin, raviler yönünden ve
hadis metni açısından ne derece delil olabilecekleri hususu da
bu ilimler tarafından açıklanmaktadır^.

Bu bölümde okutulan ilimler, fer'i meselelerie değil, bilakis o


meselelerin vaz'ediliş hil<metleriyle ilgilenip, onları açıklayan, o
meselelerin felsefesini yapan birer külli görüş getiririer. Ve bunu
insana kazandınriar. Usul ilimlerini hazmederek okuyan öğren­
ci, artık herhangi bir meseleye mücerret bir mesele olarak bak­
maz, aksine birçok fer'i meseleden mürekkep bir bütünün par­
çası olarak görür. Böylece bütüncü bir görüşe sahip olup,
problemlere daha geniş açıdan bakma, daha gerçekçi olma,
diğer bir tabirie objektif olabilme seviyesine ulaşır.

Bu ilimler, usul ve metot ilmidir. "Metot ise her ilmin temeli­


dir. Metotsuz ilim, faydasız bir sermayedir. Filozof Descartes
şöyle der: Metotsuz olarak bir hakikate varmaktansa, hiç var­
mamak daha iyidir. Metotsuz kimse, yolunu kaybeden kap-

5 Hicr, 15/9
6 Bu hususta bkz. Serdaroğlu, Ahmet. Usul-ü Hadis ve Mevzuattı Aliyyill
Kari. s. 7-8

171
tandır; ayağının altındaki hazineyi görmeden, diyar diyar dola­
şıp hazine arayan kimse gibidir'',

Öğrenci şimdiye kadar okuduklarını, öğrendiklerini, irdele­


mek, tenkide tâbi tutmak, içlerinde, varsa yanlış ve asılsız olan-
lannı bulup ayırmak durumuna ancak bu ilimleri okuduktan
sonra yükselebilir.

Nihayet bu ilimleri anlama ve öğrenme bir seviye işidir. Ter­


tib-i Ulûm'da, tedricen kolaydan zora doğru bir gidiş olduğunu
biliyoruz. İşte şimdiye kadar okunan ilimler, bu usul ilimlerini an­
lamak ve anladığını önceki öğrendiklerine uygulamak için bir
vesiledir. Dolayısıyla aslolan "Usul İlimleri" dir.

Bütün bunlardan anlıyoruz ki, Tertib-i Ulûm'da, başkasının


kendisine dayandığı veya kendi üzerine başkasının bina edildi­
ği ilimler, usul ilimleridir. Dolayısıyla bunlara bu ad verilmiştir.

Öğrenciye kazandıracağı faydalan kısaca belirtmeğe çalıştı­


ğımız "Usul İlimleri" nin tahsiline, Tertib-i Ulûm'da, "Usul-ü Fı­
kıh" ilmiyle başlanıyor.

3- Fıkıh Usulü İlmi ve Öğretimi:

Büyük alim Ibn Haldun'un "Şer'i İlimlerin kıymeti en yüce, en


büyük ve faydası en çok olanıdır"^, dediği Usul-ü Fıkıhın konu­
su: "delillerden hüküm çıkarma metodunu, delillerin hüccet ol­
ma bakımından derece ve durumlannı inceler. Kur'an'ın hüccet
oluşunu, sünnetten önce geldiğini ve İslâm'ın aslını teşkil

7 Bu hususta bkz. Önkal, Ahmet, a. g. e, s. 26


8 Bu hususta bkz. Ibnu Haldun, Mukaddime{Çev.Süleyman Uludağ), c. 2,
s. 1063.

172
ettiğini, zanni ve l<at'i delili, nassların zahirleri arasında bir çatış­
ma olduğu zaman gidilecek yolu gösteren metodu, çeşit­
li ibarelerin delalet derecelerini, Hass ve Amm'ın mertebelerini
açıklar. Daha sonra mükelleflere (şahıslara) geçer; vacipleri ye­
rine getirmesi, haramlardan saknması, emir ve nehiyere riayet
derecesinde karşılık görmesi bakmından, şer'i • hükümlerin
kmleri içine aldığını bildirir. Bundan sonra da, Şeriatı bilmeme,
yanılma, unutma gibi şahsiyete arız olan hallerin etkisini, şahsın
sorumluluğunu azaltan veya ortadan kaldıran kurumları tespit
eder9*
İşte bu derece önemli konuları ihtiva eden Usul-ü Fıkıhı öğ-
remesi için, iyi okuyup anlaması kaydıyla, şu kitaplar ders kita­
bı olarak konuyor:

"llm-i Usul-i Fıkh içre Tavdih^o -


Oku ve fehmet Telvihu Tasrih" 11
(Usulü Fıkh ilminden Tavdih ve onun şerhi olan Telvih isimli
eserleri çok iyi anlayarak oku.)

Burada, yine diğer ilim dallannın öğretiminde olduğu gibi,


metin, şerh ve haşiye okutuluyor k, adı geçen metin (Tavdih),

9 Bu Hususta bkz. Muhammed Ebu Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi


(Çev. A. Kadir Şener), s. 19-20
Bu hususta geniş bilgi için Bkz. Büyük Haydar Efendi, Usul-u Fıkıh Ders­
leri, (İst. 1966); Muhammed Ebu Zerha, Isâm Hukuku Metodolojisi; A,
Kerim Zeydan, Fıkıh Usulü (Çev. Ruhi Özcan)
10 Tavdih; Sadru'ş Şeria (V. 747/1346)'nın Usul-ü Fıkha dair yazdığı eserin
adıdır.
11 Telvih; Taftazani (V.791/1389) nin, sadru'ş Şeria'nın Tavdih isimli eseri­
ne yazdığı şerhin adıdır.

173
Isiâm âleminde meşlnur olmuş, gerek Osmanlılar döneminde,
gerekse daha önceleri üzerine çok sayıda şerh ve haşiyeler ya­
zılmış bir eserdir'^,

Usul ilimlerinden ikinci sırada Usul-u Hadis öğretimi gelmek­


tedir.

4- Hadis Usulü İlmi ve Öğretimi:

Usul-ü Hadisin meşgul olduğu konular, Usul-ü Fıkha göre


daha dar bir çerçeveye inhisar ettirilmiştir. Zira yukanda da
geçtiği gibi, Usul-ü Fıkıh, kitap, sünnet, icma ve kıyas gibi edil-
le-i şer'iye'nin hepsiyle ilgilenip, onlann delil olma nitelik ve ni­
celiklerini araştırdığı halde, Usul-i Hadis, isminden de anlaşıla­
cağı üzere, yalnız "Sünnet" le meşgul olup, onu metin ve senet
zinciri yönüyle inceler. Bu inceleme neticesinde de, o hadisin
herhangi bir şer-i hükme ne dercede delil olabileceğini açıklar.
Nitekim bu ilim şöyle tarif edilir: "Red ve kabule salahiyet­
li olmaları bakımından ravi ile hadise arız olan halleri bildiren bir
ilimdir. Yani rivayetin şart, nev'i ve hükümlerinden, ravilerin hal­
leriyle, kendilerinde aranacak şartlardan, rivayet edilen hadisle­
rin nev'ileri ve bunlardan hüküm çıkarma keyfiyetinden, senet
ve metne nazaran sahih, hasen, zayıf ve bunun gibi ravilerin va-
sıflannı, senet ve metinlerin hükümlerini bildiren bir ilimdir'^.

12 Tenkih ve Tavdih üzerine yazılan şerhler için Bkz. Katip Çelebi. Keşfü'z
Zunun, c.1,3.496
13 Bu hususta bkz. Serdaroğlu, Ahmet, a.g.e. s. 5
Bu hususta geniş bilgi için Bkz. Tecrid-i Sarih Terceme ve Şerhi c . l . s.
5 vd: Serdaroğlu Ahmet, a.g.e., s. 7 vd

174
Usul-ü Hadis öğretiminde İbrahim Hakkı şöyle bir yol takip
edilmesini istiyor:

"Usul-i Hadis'den Nuhbe''' görürsün -

İlmi Hadise"!5 doğru yürürsün

Bunlarla okut Metn-i Meşarıki6-

Ibnü Melek'den seyret Mebarik"''''

(Usul-i Hadis ilminde Nuhbe ve Ulumu'l Hadis isimli eserleri


çok iyi oku ve anla,

Bunlarla beraber hadis metinleri olarak da Meşarik'i ve Ibnu


Meleğin Mebarik'ini oku)

Yukarıdaki beyitlerde de görüldüğü üzere. Hadis İlminin öğ­


reniminde çok önemli iki eser okuttuğu gibi, metin ve şerh ol­
mak üzere Hadisin bizzat kendisini de okutmaktadır. Meşarık
gibi Osmanlı Medreselerinde uzun zaman ders kitabı olarak
kullanılmış olan bir metin kitabını, ders kitabı olarak seçmekle,
güzel bir seçim yapmıştır.

14 Nuhbe: Ibnu Hacer el-Askalani (V.852/1448)nin, Hadis usulüne dair yaz­


dığı eserdir.
15 Ulumü'l Hadis: Ibnu Salah (V.743/1342)ın hadis usulüne dair yazdığı
eseridir. Çok şerhleri vardır. İmam Nevevi onu ihtisar edip (özetleyip),
adını "irşad", onu da özetleyip "Takrip" demiştir.
16 Meşarik: İmam Sağani (V.650/1253)nin deriediği hadis kitabıdır. 2246
sahih hadisi ihtiva eder.
17 Mebarik: Ibnu Melek, İmam Sağani'nin Meşarik isimli eserini şerhetmiş­
tir. Bu şerhin ismi "Mebarikü'l Ezhar fi Şerhi Meşarikü'l Envar"dır. Ibnü
Melek, ayrıca Meşarik'de geçen hadisleri "Şeyhayn" den yalnız birinin al­
dığı hadislerle, ittifak ettikleri hadisleri de tespit etmiştir.

175
Bu programda bir iıusus di[<l<atimizi çekmel<tedir; Osman­
lı Medreselerinin eğitim programını yansıtan Tertib-i Ulûm'da,
hadis metni öğretimi yönünden bir zayıflık, bir yetersizlik göze
çarpmaktadır. Halbuki, fıkıh metinleri, bu programın hemen her
bölümünde okutulmuştu. Ama 12, bölüme gelinceye kadar
başlı başına bir hadis kitabını, öğrenci okumadı da, görmedi
de. Öğrenci bu bölümü bitirince, devrinin bütün ilimlerinde söz
sahibi olmaya adaydır. Fakat kanaatımızca onun en zayıf tara­
fı. Peygamberimiz (S.A.\J) in hadislerini yeteri kadar okuyama-
ma ve tanıyamama olacaktır.

Hadis öğretimi böylece usul ve metin olarak ikmal edilince


öğrencinin tefsir ilmine başlaması isteniyor.

5- Tefsir İlmi ve Öğretimi:

Tefsir kelimesi, Arapça fe-se-re kökünden türemiş, tef'il öl­


çüsünde (vezninde) bir masdardır. Fesr, örtülü bir şeyi açmak
ve beyan etmektir's. Istilahi (ilmi) tabir olarak ise, şöyle tarif
edilir: Tesfir, "Kur'an-ı Azim'deki kelimelerin manalannı, ayetle­
rin mazmunlannı, hükümlerini, kıssalarını, muhkem ve müteşa-
bih olanlarını, nasih ve mensuh olanlannı ve nüzullerindeki se­
bepleri kendilerine açıkça delalet eden lafızlar ile, tabirler ile
izah etmektedir." Daha kısa bir tarif de şöyle yapılmıştır: "Tefsir
İlmi, beşeri takat mikdarınca (insan gücü ölçüsünde) Allah'ın
muradına delalet etmesi yönünden, Kur'an'ı inceleyen bir ilim-
dir"i9.

18 Bu hususta bkz. Kamusu'l Muhit, c. 3, s. 490; Sofuoğlu, Mehmet. Tef­


sire Giriş s. 239, (İstanbul 1981),
19 Bu hususta bkz. Bilmen. Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, c. 1, s. 97.
(İst. 1983); Sofuoğlu, Mehmet, a. g. e. s. 249

176
Tedvin edilmiş bir ilim dalı olarak Tefsirin konusu, Kur'an
ayetleridir. Yukarıda geçen ilmî tariflerde, tayin edilen kaide ve
kurallar çerçevesinde Kur'an'ın bütün kelime ve ayetlerini eie
alıp inceler.

Gayesi; iki cihanda selamete ve mutluluğa ulaşmak için, Al­


lah Teâla'nın kitabını, O'nun muradına uygun tarzda anlamak,
anlatmak ve yararlı hükümler istinbatına kudret kazanmaktır20.
İşte bu gayeye ulaşmak maksadıyla, Tertib-i Ulûm'da, Tefsir
dersleri konmuş , öğrencilerin bahsedilen özellikte yetişmeleri­
nin temini yoluna gidilmiştir. Bu konuda İbrahim Hakkı şöyle di­
yor;

"Tefsir ilmin bil, bul hidayet -

Beyzavi olsun derse nihayet"

(Tefsir ilmini öğren, dosdoğru yolu bul, bu derste Beyzavi


isimli tefsir kitabı son ders kitabı olsun.)

Tertib-i Ulûm'da, tefsir öğretimi ile ilgili olan bu beyitte de


görüldüğü gibi, derste okunacak en son kitabın ismi veriliyor ki,
o da Osmanlı medreselerinde "Beyzavi" diye meşhur olan "En-
varü't-Tenzil ve Esrarü't Te'vil" isimli tefsir kitabıdır. Bu eser,
Müfessiri olan Kadı Beyzavi'nin (V.685/1286) ismine izafeten
anılmakla şöhret bulmuştur.

Yukarıdaki beyitte geçen "Beyzavf olsun derse nihayet" sö­


zünün ihtiva ettiği bir çok mana vardır. Bazılarını şöyle sıralaya­
biliriz:

20 Bu hususta bkz. Sofuoğlu, Mehmet, a.g.e., s. 249

177
1- Bizzat tefsir ilmine ait bir çol< eser ol<unacak, bunlar, bel­
ki de kolaydan zora doğru bir seyr t a k p edecekler; ve bu oku­
nan bir çok tefsir ktabının sonunda da Beyzavi Tefsiri okuna­
cak. Zira bu tefsir, hem metni, hem de muhtevası bakmından
biraz daha zor sayılan bir tefsirdir.

2- Tefsir, Allah'ın Kelamını anlamak olması bakımından bü­


tün Islâmî ilimlerin amacıdır. İşte bütün Islâmî ilimlerin gayesi,
Kur'anı tefsir etmek, anlamak ve ondan hüküm çıkarmak, onu
hayata tatbik etmek olmasından ötürü, yüksek ilimlerden son­
ra okunması en yüksek bir amaçtır.

3- Bütün ilimler önce öğrenilir, sonra Kur'an'a tatbik edilir.


Onun için tefsir ilmi denince, bütün ilimleri anlamak gerekr2i.
İşte bu anlayıştan hareket edince, bütün tahsil hayatı boyunca
okuduğu her ilim dalı, aslında Kur'anı anlamaya yönelik olduğu
için, sanki tefsirden bir bölüm, bir bahis okumuş oluyor da,
bunların sonunda Beyzavi Tefsir'i okunuyor.

4- Nihayet, tahsil hayatı Beyzavi ile noktalanmış ve artık öğ­


renci için yepyeni bir hayatın başlaması söz konusu olmuş olu­
yor.

İşte bütün bu manaları da içinde topladığına inandığımız ca­


mi bir beyitle ders programı bitmiş ve gerçekten öğrenci yep­
yeni bir hayata başlama noktasına gelmiş oluyor.

Belirtilen bu ilimleri tahsil eden öğrenci, artık kendi işini ken­


disi ayarlayabilecek seviyeye ulaşmasına rağmen, yine de İbra­
him H a k k ' y ona rehberlik ederken görmekteyz. Diğer bir ifade

21 Bu hususta bkz: Atay, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, s. 193

178
ile şefkat ve merhamet kanatlarını öğrencisini koruma ve yol
gösterme maksadıyla çırptığını görüyoruz. Zira henüz öğrenci,
"tecrübi akl" yönünden çok zayıf denecek bir durumdadır.

Tertib-i Ulûm'da bundan sonrak bölüm, öğrencinin tecrübe


eksikliğini de göz önüne alarak, onu bu yönde desteklemey,
ona rehberlik etmeyi ve onu hayata hazırlamayı hedef olarak
benimsemiştir.

179
N - PSİKOLOJİK DANIŞMANLIK YA DA
TOPLUMSAL FMLİYETLERE HAZIRLAMA

Her eğitim sisteminin yetiştirmeyi hedeflediği bir insan tipi


vardır. Kâğıt üzerinde bir defa o tipi çizince, (onun programını
tespit edince) artık bütün gücü ve imkanıyla, teoride hazırlana­
nı pratiğe aktarmak için çalışır. Bu tip iyi bir asker olur, iyi bir ilim
adamı olur, iyi bir hatip olur, vs... Bu, eğitimin hedefine göre
değişir.
Yine eğitim sistemlerini hazırlayanlar, yetiştirmeyi hedefle­
dikleri insan tipini tespit ederlerken, elbette toplumun felsefi,
sosyal, psikolojik ve ekonomik durumunu gözönüne alarak, bu
ihtiyaçlar çerçevesinde onu tespit etmeye çalışırlar, Böylece de
o yetişmiş elemanı, eğitimini tamamladığı andan itibaren, istih­
dam edecekleri sahayı da belirlemiş olurlar. Mesela Osman­
lı medreselerinde bir medrese talebesi, Haşiye-i Tecrid med­
resesinden başlayarak, değişik hocalardan ders görüp, nihayet
Hariç ve Dahil Medreselerin derslerini gördükten sonra, arzu
eden Sahn-ı Seman veya Sahn-ı Süleymaniye Medreselerine
devam eder ve burayı tamamladıktan sonra icazet alır, yani
kendisine müderrislik edeceğine dair diploma verilirdi.
Bundan sonra müderris namzedi (adayı - mülazım) nevbet
denilen müderrislik veya kadılık almak için sıra bekler. Eğer
Anadolu'da müderris veya kadı olmak istiyorsa, Anadolu Ka-
zaskeri'nin ve Rumeli'de müderris veya kadı olmak istiyorsa,
Rumeli Kazaskeri'nin meclisine devam edip (matlap) denilen
deftere (ruznameye) ismini kaydettirirdi 1. Böylece, o listeye

1 Bu hususta bkz. Uzunçarşılı, İlmiye Teşkilatı, s. 45

180
göre sırası gelenler, uygun yerlere yetişmiş eleman sıfatıyla ata­
nırlardı.

Tertib-i Ulûm'da ise, özelliklerini daiıa önce verdiğimiz2 ye­


tişmiş insan tipi, bu on iki bölümlük ders programıyla gerçek-
leştirilince, geriye, yetiştirilen elemanın istihdam sahasının-tes-
biti ve o sahada hizmet ederken uyması gereken esasların ne­
ler olduğu hususunun anahatlanyla ortaya konması meselesi
kalıyor. İşte bu bölümde ibrahim Hakkı belirtilen hususlarda
şöyle diyor;

"Çün bu ulumi tahsil edersin -


Hep nüshayı bil tekmil edersin
Me'zun olursun okut ulumi -
Neşreyle halka nef'i umumi
Amil olursun kamil olursun -
Hikmetleri hep sende bulursun"

( Ne zaman ki bu ilimlerin tamamını tahsil edersin ve ismi


geçen bütün kitapları okur öğrenirsin, O zaman bu ilimleri an­
latıp öğretmeye yetkili olursun. İşte o vakit halka bu genel fay­
dayı yaymaya başla. Hem öğrenip, hem de öğrendiklerini hal­
ka anlatmaya başlayınca ilmiyle hareket eden kamil bir insan
olursun, bütün güzellik ve üstünlüklerin sende olduğunu görür­
sün.)

Bu programdaki eğitim-öğretimden gaye bu beyitlerde vur­


gulanan vasıflarda bir ilim adamı yetiştirmektir. Yıllarca bunun
için çalışıldı... Yıllarca bunun için herkese serbest olan birçok

Bu hususta bkz. Bu çalışmanın "Riyazi ilimler ve Öğretimi" bahsi.

181
tutum ve davranışlar öğrenciye yasal< edildi... Fal<at neticede
bu hedefe ulaşıldıktan sonra, artık önceden kendisine yasakla­
nan birçok şeyler serbest oldu. IVlesela, toplumla kaynaşmak...
Mesela, evlenmek... Şimdi kaldınlan yasaklann neler olduğunu,
diğer bir tabirle müderris adayının bundan sonra neler yapma­
sı gerektiğini görelim:

1 - Evliliğe Teşvik Etme:

Tertib-i Ulûm'da, öğrenciyi, öğrencilik döneminde yapmak­


tan sakındınp3, bilahare tavsiye edilen etkinliklerin ilki evliliktir.
Bu hususta İbrahim Hakkı şöyle diyor:

"Çık hücreden gel eyle tenezzül -

Hem et teehhül kesbet tevekkül".

(Medrese hücresinden çıkıp halkın içine katıl, ayrıca hemen


evlen ve geçimin hususunda da Allah'a tevekkül et).

Yukarıdaki beyitte geçen hücre (öğrenci çalışma odası),


toplumdan soyutlanmış, herhangi bir kuytu yer değildir. O, ora­
da, büyük ilim adamlannın, halk mürşidlerinin yetiştirildiği bir
"Rahm-i Mader" dir. Orada öğrenci, her türlü dedikodudan,
toplumda var olan sosyal, psikolojik ve ekonomik problem ve
hastalıklardan, olabildiğince uzak bir hava içerisinde, zorlu ve
yorucu bir çalışma neticesinde, halkına nuru, ilmin aydınlığını
taşımanın gayreti içerisindedir. İşte bu dönemi tamamlayan öğ­
renci, artık asıl vazifesi olan eğitim-öğretim işine başlayınca,
yapması gerekenlerin başında, evlenmek geldiğini bu beyt sa­
rahaten belirtiyor. Böyle, toplum hayatına atılan öğrenciye, ilk iş

Bkz. bu çalışmanın, "1. Bab İlme Delalet" bahsi

182
olarak evliliği tavsiye etmesi İbrahim Hakkı'nın fert ve toplum
psikolojisini çok iyi bildiğini ve bu hususlara ne derece önem
verdiğini gösterir. Zira, evlilik bir çok yönden ihmal edilmemesi
gereken bir husustur. Şöye ki:

1- Evlilik insanda, fıtrî bir duygudur. İslâm ise, fıtrat dinidir.


O, hiçbir zaman fıtratla çatışmamış, çatışmaz da. Halbuki bu­
nun aksi olan ruhbaniyet, insan fıtratıyla hiçbir zaman bağdaş­
maz. Evlilik sosyal bir maslahattır. Bununla; İnsan türünü, nes­
lini korumak, fert ve toplumu ahlâkî çözülme ve çöküntüden
kurtarmak, ve birtakım hastalıklardan korumak hedeflenir.

2- Ayrıca kişinin olgunlaşmasını sağlamak da bu hedefler


arasındadır.

3- Evlilik insanı ruhsal ve deruni sükunete kavuşturur"".

Kanaatimiz itibariyle, bilhassa üçüncü madde daha değişik


bir önem arzetmektedir. Zira erkeke kadın arasında ciddi sev­
gi ve rahmet, samimi ülfet, ancak evlilik ile meşruiyet kazanıp,
neşv ü nema bulur. Koca, akşamleyn işini bitirip eyne dönün­
ce, eşi ve çocukarıyla bir araya gelince, gündüzün üzerine çö­
ken sıkntı ve üzüntüleri bir ölçüde unutur, yorgunluğu azalır.
Kadının durumu da böyledir, Bu hususu K, Kerim'de şöyle di­
le getirilmiş olarak buluyoruz: "O'nun açık belgelerinden biri de,
size kendinizden eşler yaratmasıdır k, onlarla sükunet bulup
huzura kavuşursunuz. Aranızda sevgi ve rahmet meydana ge­
tiren de 0'dur"5.

4 Bu hususta bkz. A. Nasıh Ulvan, Terbiyetü'l Evlad fi'l İslam, c. 1, s. 29


vd. (özet)
5 Rum,30/21

183
İşte, yetiştirdiği öğrencisini, halkla ve öğrencileriye aktif bir
sosyal münasebetler ağı içine atan Osmanlı Medreseleri (İbra­
him Hakk), onun evlenmesini istemeke, hem öğrencisinin fıtri
ve toplumsal yönüne hitap etmiş olur, hem de onun olgunlaş­
ma sürecinin başanyla tamamlanmasına katkıda bulunur.

2- Halkla İlişkilere Dikkat Çekme:

Öğrencilik hayatının sona ermesiyle, kaldırılan yasaklardan


birisi de, halkla ilişkilerdir. Bu serbestlik içerisinde, buraya ka­
dar ilmen ve ruhen olgunlaştırdığı öğrencisinin, bundan sonra
halkla ve öğrencilerle ilgilenip, onlara aydınlık muştusunu tak­
dim ettiği sırada dikkat etmesi gereken hususları ortaya koyar­
ken görüyoruz I. Hakk'y.-.Öğrencinin dikkat etmesi gereken
hususların başında da, halkla olan ilişklerin özünü teşki ede­
cek bir konu geliyor ki, o da halka karşı rıfk ve hilm (yumuşak­
lık ve kolaylık ) ile muamele etme konusudur. Bu hususta İb­
rahim Hakkı şöyle diyor:

"Sen cümle halka rıfk et halim ol -

Hüsn ü mudarat eyle selim ol"

(Sen, bütün insanlarla iylik ve yumuşaklığa dayalı ilişkler


kur. Onları hep güzellik ve doğruluğa (İslâm'a) yönelt, ama
ak-ı selim ile hareket et).

Engin bir halk sevgisiye dolu olan İbrahim Hakk, bilhassa,


bugün muhtaç olduğumuz Aydın-Halk ilişkilerindeki ölçülü sa­
mimiyete; sevgi, hoşgörü esasına dayalı muameleye, o gün
dikkat çekiyor. Halkn, bir takın faziletli davranışlarının yanında.

184
bir ilim adamına hoş gelmeyecek olan bazı hareketlerinin de
olabileceği düşünülmelidir. İşte onları eğitmekle görevli olanlar,
bu durumlara sabretmek mecburiyetindedirler. Aksi halde,
kendi bildikleriyle başbaşa kalıriar. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de,
bu konuyla ilgili olarak Peygamberimiz'e (s.a.v.) şöyle buyurul-
muştur: "Ey Muhammed, Allah'ın rahmeti sebebiyedir k, sen
onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın,
çevrenden dağılır giderierdi. Öyleyse onlar (ın kusuriann) dan
geç, onlar için mağfiret dile. (Yapacağın) işler hakkında onlaria
müşavere et, bir kere de azmettin mi, artık Allah'a dayan. Çün­
kü Allah kendine dayanıp güvenenleri sever"^.

Yukarıdaki ayette ve ondan ilham alınarak yazılan üstteki


beyitte halk eğitiminin metotları, özlü bir sekide açıklanmakta­
dır ki, bugün halk eğitimi, müstakil bir ilim dalı olma yolunda bir
hayli mesafe katetmiş durumdadır''. O gün ise, halk eğitimi belli
başlı konulardan biri olup, değişik ilim dallan içerisinde muhte­
lif yönleriyle işlenirdi. Yani başlı başına bir ilim dalı değildi.

Tertib-i Ulûm'da, bu husus dile getirildikten sonra, bir baş­


ka konuya geçiliyor ki, bu konu, İslâm eğitim tanhinde üzenn-
de en çok durulan konulardan biridir. Bahsedilen konu, öğren­
cinin, öğrenim süresini bitirdikten sonra "Dünya" ile olan ilişki­
lerinin ayarlanması konusudur.

3- Çevre ya da Dünya ile İlişkiler:

İslâm'a göre, bu alemi Allah Jelâla, sırf insan için yaratmış,


insana da bu kadar nimetin karşılığında, ulu bir görev vermiştir.

6 Al-i Imran.S/159
7 Geniş bilgi için Bkz. Geray, Cevat; Halk Eğitimi, (Ankara 1978)

185
Bu hususu İbrahim Hakkı şöyle dile getiriyor: "Ey Aziz! Malum
olsun ki, ehl-i irfan demişlerdir ki, Hak Teâla iki cihanı ve onlar­
da olanı, bil cümle, insan için icat ve mevcut eylemiştir. Ta ki,
âlemde olan san'atlara nazar kılıp, eşyada bulunan hikmetleri
ve hepsinin benzerini kendi vücudunda bulduğu zaman da,
marifet-i nefse erip, ondan Marifetü'llah'a kolayıklayol bulsun.
Zira Allah Telâla, "Ben insanlan ve cinleri sırf bana ibadet etsin­
ler diye yarattım"8, buyurmuştur. Hadis-i Kutsi'de de "Ey insan,
nefsini bil ki beni bilesin"^, emr-i şerifiyle, marifet-i nefsin, Mari­
fet-i Rabbe vesile olacağını duyurmuştur^o.

İnsanın hem yaşamasına zemin hazırlamak, hem de tabiat­


taki gizlilikleri bulup, birer ilmi hazine olarak ortaya çıkarıp, böy­
lece ilim ve irfanın artmasına fırsat vermek maksadıyla, bu ev­
ren, baştan başa insanın önüne serilmiş bir imtihan dünyası ve
bir laboratuardır. İnsan bu maksatla dünyay istediği gibi kulla­
nır. Yukanda da buna işaret edildi. Yani insan öyle bir konum­
da yaratılmıştır k, bu alemde hem varlıklan, hem kendini, hem
de Rabb'ini çok iyi tanıyacak ve bu tanıma neticesinde kendi­
ne, varlıklara ve Rabbine karşı olan bütün davranış ve ilişkileri­
ni bu tanıma esprisinden çıkaracak veya Rabb'inin kendisine
bildirdiği şekilde hareket edecektir.

Şimdi, varlıklann hepsine üstün bir konumda yaratılan insan,


eğer onlara, kısaca yukanda anlatmaya çalıştığımız tarzda ta­
sarruf ederse, bu kendisinden istenendir. Dolaysıyla herhangi
bir yasak söz konusu değildir. Bu manada dünya ile her türlü

8 Zariyat,51/56
9 I. Hakkı'nın Hadis-I Kutsi dediği bu söz hakkında geniş bilgi için Bkz: Ac-
luni, Keşfü'l Hafa, c. 2, s. 262. (Beyrut 1352 H.)
10 Bu hususta bkz. I. Hakkı, Marifetname, s. 216

186
ilişki kurabilir. Fakat varlıklarda, hem kendinin hem de diğer
varlıklann konumlannı, dolayısıyla Allah'ı ve O'nun hükümlerini
unutturacak şekilde tasarruf ederse, bu tavır onun dünya ve
ahiretini çekilmez bir hale sokar.

İşte, İslâm eğitimcileri, öğrencilerini bu hususta uyararak,


onlann belirtilen hataya düşmemelerini temin maksadıyla, var­
lıklann bu yönüne "Dünya" demiş ve onlan "Dünya"dan sakın-
dırmışlardır. Nitekim, İbrahim Hakkı bu hususta şöyle de­
mektedir:

"Şimdi yekinen anladın ki, mezmun olan (kötülenen, sakın-


dınlan) dünya, seni ahiret işlerinden alıkoyup, Allah'a huzur-i
kalp ile yaklaşmanı engelleyen her şeydir. Fakat herhangi bir iş
veya bir şey ki, Hak Teala'ya yönelme ve O'na ibadette sana
yardımcı oluyor; o, zemmedilen (kötülenen) "Dünya" dan değil,
aksine o ahiret işlerindendir... Nitekim bir kamil şöyle demiştir:
Seni Rabb'inden alıkoyan, O'na yönelmekten meşgul eden her
şey senin dünyandır"iı.

Burada şunu vurgulayalım ki, gerek dinler, gerekese ideolo­


jiler, karşı olduklan, hoş görmedikleri birtakım hareket ve dav­
ranışların, müntesipleri tarafından yapılmasını uygun bulmazlar.
Bu uygun bulmadıkları hususları, bazen tafsilatlı bir şekilde an­
latır, halkı, o hususta muteyekkız bir duruma getirirler. Bu, bi­
raz daha zor.olanıdır. Bazen de, bu kötülüklerin hepsini anlat­
mak için, bir kelimeyi, biraz da zorlayarak, o manaların hepsini
onun içine sığdınrlar. O kelimeyi kullana kullana artık herkesin
kafasına bu nakşedilir ki, kelime aslından biraz değişik ve daha
geniş bir mana taşımaya başlar.

11 Bu hususta bkz. I. Hakkı, Marifetname, s. 274

187
İşte, Islâmî terminolojide "Dünya" tabiri bu espri içerisinde
kullanılmal<tadır. Yoksa inakiki manasıyla dünya elbette kötü
değildir.

Tertib-i Ulûm'da, müderris adayının bu hususta dikkati çe­


kilerek şöyle deniyor;

"Dünyayı sevme alma riyaset -

Hükkama gitme çekme siyaset"

Burada, "dünyayı sevme" derken yukanda anlatılan mana


kastedilmektedir.

İdarecilik almama ve idarecilerle fazla içli dışlı olmama husu­


suna gelince; İbrahim Hakkı, kurmayı planladığı bu öğretim sis­
teminde, nasıl bir ilim adamı yetiştirmek istediğini biz daha ön­
ce açıklamıştık'2. Gerek oradaki açıklamalarda, gerekse bu
eserin genel havasında, bu program kendisine tatbik edilen
öğrenci, öğrenimi bitirince, kendisine istihdam sahası olarak iki
alan gösterilmektedir; 1 - Müderrislik, 2- Halk Mürşidliği. İbra­
him Hakkı, böyle yapmakla sistemine dinamik bir yapı kazan­
dırmak istiyor. Şöyle ki, öğrenciye bu program bir defa tatbik
edildi mi, ondan sonra mezun olanlar yetişmiş eleman olarak
başka bir sahaya kaymadan, aynı programı tatbik etmek üze­
re kendilerine müsait bir zemin arama durumunda oluyorlar. Bu
müsait zemin de, ya var olan medreselerden biri veya herhan­
gi bir yerleşim merkezinde kurulacak olan bir medresedir. Bu
yapı, tekrar ederek uzayıp gidecektir. Böylece, sistem kendi
kendine yeten, dinamik bir sistem hüviyeti arz edecektir. Bu

12 Bkz. bu çalışmanın "Riyazi İlimler ve Öğretimi" bölümü.

188
tutumuna "katı" deyip, O'nu tenkit etmek belki mümkündür
ama, İbrahim Hakkı'yı bu yola sevkeden ciddi birtakım sebep­
ler vardır. Şöyle ki;

1- İbrahim Hakkı'nın asıl hedefi, milletini ilmin nuruyla aydın­


latmak, her yönden onları daha üstün bir düzeye çıkarmaktır.
Bu iş ise, millet fertleriyle bütünleşen, "onlardan biri" olarak ça­
lışan, onlar gibi yaşayan kimse tarafından ancak yapılabilir iş­
lerdendir.

2- Hedefi ilme hizmet olan herhangi bir ilim müessesesi, ye­


tiştirdiği elemanına, istihdam sahası olarak devamlı surette bü­
rokrasiyi gösterirse, bu durum o müessesenin evvela durakla­
masına, sonra donuklaşmasına ve nihayette de inhitatına (çö­
küşüne) yol açar. Nitekim, Osmanlı medreselerinin bozulma
sebeplerinden biri olarak da, onlann devamlı surette, yetiştir­
dikleri elemanlarını bürokrasinin içine atmalan gösterilmekte-
diri3.

Yukanda bahsettiğimiz gibi, programını dinamik bir yapıya


kavuşturmak için bu yola başvurmak durumunda kalmıştır.

Öğrencisinin genel olarak, öğrenme-yaşama-öğretme faali­


yeti çerçevesinde kalmasını isteyen İbrahim Hakkı, onun bu
sosyal faaliyetler esnasında, Allah ile olan ilgi ve münasebetle­
rini de, belli bir temele oturtmaktadır ki, gelecek bahiste bu ko­
nu üzerinde durulacaktır.

13 Bu hususta bkz. Ergin, Osman, a.g.m.. s. XXIII

189
4 - Allah İle Olan İrtibat:

Bu programın tatbik edilmesi için öğrenciler ve müderrisler,


yıllarca süren yorucu bir çalışmaya tâbi tutuldular. Öyle ki, öğ­
renci, ana-babasından, aile fertlerinden, köyünden ve kentin­
den ayrı yaşamak durumunda kaldı. Geceli-gündüzlü, bıkma­
dan, usanmadan ilimle meşgul oldu, Herkese serbest olan
şeylerin ve işlerin bir çoğu ona yasak edildi. O, bütün toplum­
dan soyutlanarak bir hücrede yaşamayı ve yalnız ders arkadaş­
ları ile müşfik hocalarından müteşekki bir topluluka uzun yllar
ilim için çalışmay yeğledi.,. Yazdı.., Okudu,,. Ezberledi,,, Kısa­
ca devrinin en doğru ve müspet bilgileriyle mücehhez bir duru­
ma gelmek için ne lazımsa yaptı. Sanki, herkes dünya hayatını
yaşarken, o, rahm-i maderde yaşayan bir cenin gibi yeni bir
dünyaya geçiş hazırlığı yapıyordu. Gıdası ise, dünyaya yeni gel­
miş bir süt çocuğu gibi, ik çeşmeden... Kitapları ve müşfik ho­
casının ağzından dökülen inci taneleri...

Evet, bütün bunlar ve çekilen bunca zahmıetler, hep ilmin


nuruyla karanlığı boğmak, genciyle-ihtiyarıyla, hem yaşayan
nesli belli bir doğrultuda eğitmek, hem de yeni nesle mevcut
bilgi birikmini aktararak onların daha müreffeh bir hayat yaşa-
malannı temin etmek içindir. Fakat bu iş, hiçbir zaman kolay ol­
mamıştır. Böyle bir vazifey üstlenenler, bir çok zahmetleri da­
ha peşinen sinelerine çekmek zorundadırlar. İşte peygamber­
ler tarihi bunun en açık şahididir. İslâm kültür tarihi yne bunun­
la ilgili çokça misallerle doludur.

Belirtilen vazifey yerine getirmede bilhassa şuna dikkat çe­


kilerek deniyor ki;

190
"Her halde Hakk'a sen itimad et -
Her işte Anı canınla yad et
Hem emri tefviz et eyle rahat -
Teslim ve razı ol bul saadet"

(Her durumda ve her zaman Allah'a dayan, her işte'O'nu iç­


tenlikle an, (sebeplere başvurduktan sonra) bütün işlerin sonu­
cunu Allah'a havale et ve rahatla; Allah'ın takdir ettiği bu so­
nuçlara da tam teslim ve razı ol ki, saadet ve selamet bulasın)

Çünkü halkı, Hakk'a, Hakk namına çağırmak, çok üstün ve


şerefli bir iş olduğu gibi, aynen o oranda da, zorlu bir iştir. Öy­
le ki, bu zorlu iş bazen insan boyutunu aşan bir seviyeye de
ulaşır. İşte o zaman bilhassa Allah'ın yardımı olmadan bu işi
başarmak mümkün olmayabilir. Bu, işin bir yönü...

Bir diğer yönden meseleye bakınca da, elbette, bir işi bir
merkez, merci ve makam adına yapanlar, o işle meşgul olduk­
lan müddetçe, ilgili makam yahut merci ile irtibat halinde olmak
durumundadırlar. Bu irtibat, o işin her yönden selameti için ge­
reklidir. Bu kaideye binaen Allah adına, halkı Hakk'a çağıran İb­
rahim Hakkı'nın talebeliri de, Allah ile daim irtibat halinde olmak
mecburiyetindedirler.

Üçüncü bir husus ta, bu çağn ve irşat vazifesini yapanlar


da, nihayet birer insan olmaları hasebiyle, onlar da, Allah'ı an­
mak ve O'na kulluk yapmakla vazifelidirler Her işlerinin planla­
nış ve yapılış anlannda, Allah'ın dinine uygun olup olmadığını
araştırıp incelemek ve ona göre hareket etmek mecburiyetin­
dedirler.

191
5 - Varlığın Yaratılış Gayesi:

İslâm'a göre yaratılmışların Inepsinin bir yaratılış hikmeti var­


dır. Hiçbir şey, hiçbir varlık boş ve abes olarak yaratılmış değil­
dir, Bu kaide tüm varlıklar için geçerli olduğu gibi, insanı da
kapsamaktadır. İnsan yaratılırken en üstün şekilde yaratıldığı
gibi'''', vazifesi itibariyle de, hem en şerefli, hem de en zor bir
konumda bulunmaktadır. Zira bu vazife, insandan başkasına
tekif edildiğinde, onların bunu üstlenmekten çekindikerini
Kur'an bize haber vermektedir''s.

Bahsedilen vazifenin ilk imandır, marifettir, Kur'an'da Allah,


insanın yaratılış gayesini açıklarken şöye der: Ben insanları ve
cinleri sırf bana kulluk etsinler diye yarattım^s. Bu ayette geçen
(ya'büdun) tabirini bazı müfessirler (ya'rifun) şeklinde yorumla-
mışlardıri'' ki. her ikisi de Allah'ı bilmenin gerekliliğini ortaya
koymaktadır.

Diğer yönden iman, ibadet etmeyi gerektirir. Bu, hem aklen,


hem de naklen bu neticeyi vermektedir. Allah Teâla'nın, Kur'an
da imandan hemen sonra, salih amelin gereğinden bahsetme­
si bundandır. Belirtilen husus Kur'an da o kadar çok yerde vur­
gulanmıştır ki, kaynak vermek dahi güç bir iş olmuştur. Yani,
Kur'an da imandan hemen sonra amel gelmektedir.

Bu ikisinin de, istenilen sekide ve sistematik bir halde, yeri­


ne getirilmesi hususu ise, tamamen ilme bağlıdır. İlim bu ikisinin

14 Isra, 1 7 / 7 0
15 Ahzap,33/72
16 Zariyat, 5 1 / 5 6
17 Bu hususta bkz. Bursevi, I. Hakkı, Huhu'l Beyan, c. 1, s. 178; Yazır,
Hamdi, Hak Dini Kur'an Dili, c. 6. s. 4546

192
imamıdır. İşte bu ihtiyaçtan dolayı da, Islâmî ilimler bir bir doğ­
muş ve gelişmişlerdir. Biz, Müslüman kişi ve toplumun hayatı­
nı "iman etmek ve amal-i salihada bulunmaktır", şeklinde for­
müle edersek, Islâmî ilimler bu formülü çözmek için neş'et et­
miş ve birer ilim dalı haline gelmişlerdir, diyebiliriz.

Böylece, şu gerçek bütün açıklığıyla ortaya çıkıyor: Islâmda


iman-amel-ilim üçlüsü, bir bütünün aynimaz parçalarıdır İnsan
ve hayat bunu pratiğe aktarmak için var edilmişlerdir Fakat te­
orideki bu anlayışın uygulamaya ne kadar aktarıldığı hususu
hem araştınimaya, hem de tartışılmaya muhtaçtır.

İşte, yukandaki uygulamayı hedefleyen İbrahim Hakkı, öğ­


rencilerine bu hususu şöyle dile getiriyor:

"İlim ve ameldir maksut cihanda -

Hem marifettir matlup candan"

(Kainatın (evrenin) yaratılışının gayesi, orada İlim ve amel


(öğrenme ve yaşama)'nın gerçekleşmesi; insanın yaratılış ga­
yesi ise, marifet (kendini ve Allah'ı tanımak)tır.

Yukandaki beyitlerde, medreseyi bitirip, onunla organik ba­


ğını kesen öğrencisine, son söz olarak ilim, amel ve iman for­
mülünü hatıriatıp, onu hâlâ ilme ve amele teşvik ettiğini görüyo­
ruz, Nitekim biz I. Hakkı'yı, öğrenci,medreseye başlarken de,
mukni (doyurucu) ifadelerie onu ilme teşvik ederken görmüş­
tük. Ayrıca bu teşvik mekanizmasının zaman zaman çalıştığına
da, bu eserde şahit olmuştuk. Şu kadar farkla ki, medreseye
yeni gelen öğrenciye şöyle diyerek;

193
"Ey ilme talip vey tab'ı eslem-
Hem fehmi zeyrek akli müsellem.
Allah bize iş arzeylemiştir-
llim ve amel hem farz eylemişdir-
Olmak dilersen Kamil, Efendi-
Candan kabul et bu nush u pendi".

Onu ilim öğrenmeye teşvik ediyordu, bu bölümde ise, ilim-


amel ve iman ölçüsü çerçevesinde hem öğrenmeyi ziyadeleş-
tirmesini, kendisini yenilemesini zımnen söylerken, hem de bil­
hassa, ilim öğretmeyi ihmal etmemesi hususunda onu uyardı­
ğını görüyoruz. İbrahim Hakkı bu uyarıyı şöylece nazma aktarı­
yor:

"Ta'lim-i dindir çün lübb-i taat-


Din ilmin okut saat be saat"

(İnsanlara Allah'ın dinini öğretmek, O'na ibadetin özüdür,


aslıdır; Dolayısıyla sen din ilimlerini insanlara günün her saatin­
de okut)

Gerçekten de ilim, amel ve iman formülüyle bakılırsa, Al­


lah'a itaatin özünü, insanlara Allah'ın dinini öğretmenin teşkil
ettiği rahatça görülebilir, Nitekim bu hususta, bir çok ayet ve
hadis zikredilebilir.

Böylece, İbrahim Hakkı, Osmanlı Medreselerindeki ilm-i


tahsilin yolunu, yöntemini belirleyip, öğrencinin gerek öğrenci­
lik yıllarında, gerekse fiili olarak hizmet esnasında uyması gere­
ken hususları açıkladıktan sonra, aşağıya alacağımız üç beyit­
le eserini tamamlamaktadır.

194
"Tahsil-i ilmin budur tanki-

Ehven ve akrep yoldur hakiki

Taliplere bu manzume iştir-

Tarihi bin yüz altmış'a beştir

Hakkı, bu pendin hakdır muhakkak -

İlim ve amel hem tevfik ede Hak

(İlim öğrenmenin metodu, yolu bu eğitim programıyla orta­


ya koymaya çalıştığımız yoldur. Aynı zamanda bu yol en kolay
ve hedefe en yakın mesafeden götüren yoldur,

İlim öğrenmek isteyenlere bu eğitim programı, hayat boyu


uğraşacaklan bir iştir. Bunun yazılış tarihi (Hicri) bin yüz altmış
beştir.

Ey İbrahim Hakkı (Erzurumi) hazırlamış olduğun bu progra­


mın gerçekten dosdoğru bir programdır. Cenab-ı Hak bu
programa göre ilim ve amel elde etmeye gayret edenlere yar­
dım ve inayetini ulaştıra.)

Görüldüğü gibi bu beyitlerin birincisinde, Tertib-i Ulûm'un


"ehven ve akrep" (en kolay ve hedefe olan uzaklığı itibariyle en
yakın) bir program olduğu belirtilmektedir. Bu, İbrahim Hak­
kı'ya ait bir tesbittir. Bugün biz buna katılabiliriz veya katılma­
yabiliriz. Ama o günkü şartlar çerçevesinde incelediğimiz za­
man, gerçekten bu programın bir çok yönleriyle fevkalade ol­
duğu görülür, Biz bu çalışmamızda eserin o yönüne, zaman
zaman işaret ettik.

195
Burada şunu hemen vurgulayalım ki, elimizdeki diğer prog­
ramlarla karşılaştırdığımız zaman, Tertib-i Ulûm'un diğerlerine
nazaran daha derli toplu, tahsil hayatını daha çok kuşatıcı,
programlann zetetiği bakımından da daha mükemmel olduğu
görülür"i8. Aynca XVIII. yüzyıl Osmanlı resmî medreseleriyle de
bir mukayese ettiğimiz zaman gerek muhteva yönünden, ge­
rekse hedef tesbiti ve bu hedefe götüren vasıtaları devreye
sokma yönünden daha verimli olduğu kolayca anlaşılabilirim.
Fakat bunun böyle olması o programın aynıyla bu gün tatbiki­
nin faydalı olduğu şeklindeki bir düşüncenin açığa vurulması
anlamına gelmez. Belki, bugün bundan büyük ölçüde istifade
edilebileceği vurgulanabilir.

Son iki beyitte ise, eserin .yazılış tarihi ve Tertib-i Ulûm'un


kendine ait olduğu belirtiliyor, ki son beyt şöylece bitiyor:

"Hakkı bu pendin hakdır muhakkak -

İlim ve amel hem tevfik ede Hak"

Biz ve herkes bu duaya "Amin" deriz.

18 Krş. Mar'aşı, Tertibu'l Ulûm; Uşşakı. Li Münşiihi Ali Uşşaki; Ishak b. Ha­
san Tokadı, Manzume-i Tertib-i Ulum
19 Krş. Uzunçarşılı, llmile Teşkilatı, s. 6 7 vd. ; Atay, Osmanlılarda Yüksek
Din Eğitimi, s. 157 vd.

196
SONUÇ

Osmanlı Medreselerinin eğitim programlarını tanıtmak için


yazılmış olan Tertib-i Ulûm ve diğer eserler üzerine yaptığımız
çalışma, bize şu hususları tespit etme imkanını vermiştir;

1- Başta tarihçiler olmak üzere, pek çok bilim adamı Os­


manlı medreselerinin eğitim sistemi ile ilgili olarak pek çok eser
yazmışlardır. Büyük bir çoğunluğu "Eğitim Bilimci" olmayan bu
değerli bilim adamları, eserlerini yazarlarken, Osmanlı eğitimiy­
le ilgili her konudaki bilgiyi eserlerine almış ve âdeta onu bir ar­
şiv belgesi haline getirmişlerdir. Böyle ansiklopedik türdeki ça­
lışmaların çok yararlı olmaları ve her konuya el atmalarının ya­
nında, taşıdıkarı bir risk var k, o da, hiçbir konuda "erbabım"
tam olarak tatmin edememeleridir.

Bizim çalışmamız ise, Osmanlı medreselerindeki eğitim sis­


teminin her alanıyla ilgili değil, sadece Eğitim Programlarıyla il­
gilidir. Çalışma tamamen "birinci" kaynaklara dayalı olup. Bir
eğitimci gözüye yapılmaya çalışılmıştır. Bu yönüyle çalışmamız,
türünün ilki olacaktır.

2- Bugüne kadar Osmanlı Medreselerinin eğitim program­


lan hakkında derli toplu, bilimsel ve güvenilir bir kaynak yoktu.
Bu konuya ilgili çalışma yapanlar, değişik kaynakardan alıntı­
lar yaparak bir senteze varmaya ve böylece medrese program-
lanna ulaşmaya çalışırlardı. Bu ise, bilimsel anlamda sağlık­
lı bir yol değildi. Tarihte VI asır yaşamış olan, uzun ömürlü ve

197
geniş l<apsannlı bir eğitim l<urumunun eğitim programının açıl<
ve net olaral< bilinememesi, elbette hem üzücü, hem de dü­
şündürücü idi. İşte bu çalışmayla, söz konusu bu problem çö­
züme ulaştırılmış olunuyor.

3- Tertib-i Ulûm ve diğer eserler, giriş bölümünde verdiğimiz


ve Eğitim Bilimleri çerçevesinde, teknik bir terim olarak bilinen,
bir "Eğitim Programı" dır. Bugün, mükemmel bir eğitim progra­
mında, bilhassa şu hususlann yer alması şart olarak görülmek­
tedir:

a- Geniş olarak insan tecrübelerine dayanan, dünü, bugü­


nü ve yannı konu edinen "Öğretim Programlan",

b- Öğrencinin bugünkü tecrübelerine dayanan "Faaliyet


Programlan",

c- Öğrenciyi üç zaman boyutu içinde inceleyen ve danışma


hizmeti sağlayan "Rehberlik Programları"''.

Bundan yaklaşık iki buçuk asır önce yazılmış olan Tertib-i


Ulûm ve diğer eserlerde, bahsedilen bu hususların çok büyük
bir kısmını bulmak mümkündür. Özellikle Tertib-i Ulûm'da, öğ­
retim programı, faaliyet programı ve rehberlik programı mü­
kemmel bir şekilde yerli yerine konmuştur. İşte bu eser ve di­
ğerleri, bu yönüyle takdire şayandır.

4- Osmanlı Devleti bir "ulus devlet" değildi. Dolayısıyla, ulus


devlete özgü olan "yerelleri ortadan kaldırarak her konuda tek
tipleştirme" anlayışı Osmanlı'da yoktu. Yaklaşık 23 milyon km^
lik bir alana sahip olan topraklannda yaşayan insanlann, genel-

1 Bu hususta bkz. Varış, Fatma, Eğitimde Program Geliştirme, s. 18

198
de Osmanlı Devleti'nin ilkelerine bağlı olmakla berabar, özel
olarak kendi bölgesel ve yöresel inanç, kültür ve yaşam farklı-
lıklan vardı ve bunlar korunurdu, Buradan şu gerçeğe ulaşırız;
Osmanlı medreselerinin eğitim programları da makro planda
aynı olmakla beraber, bölgesel ve yöresel farklılıklar vardı ve
bunlar birer "aynlık" sebebi de sayılmazdı. Dolayısıyla biz, her
programın ayn bir birim olarak ele alınmasının doğru olacağına
inanmaktayız. Yani dört ya da beş program varsa bunlann
hepsini birbirine giydirip bir tek program oluşturup, "İşte Os­
manlı medreselerinin bir tek programı vardır, o da budur" de­
menin, Osmanlı gerçeğiyle pek bağdaşmayacağını düşünüyo­
rum. Bununla beraber hedeflerde, muhtevada (içerikte), eğitim
ve sınama (değerlendirme) durumlarında genelde konsensüs;
özelde farklılıklann korunmasının esas alındığını söyleyebiliriz.

5- Şimdiye kadar mutasavvıf, riyaziyatçı, edebiyatçı, ahlâk­


çı.,., olarak tanınan İbrahim Hakkı Erzurumi'yi, artık yeni ve
önemli bir yönüyle daha tanımış oluyoruz. O da: İbrahim Hak­
kı, güçlü bir eğitimci ve eğitim programcısıdır. Bu çerçevede
Muhammed b. Ebibekr el Mar'aşi, Ishak b. Hasan et Tokati ve
Ali Uşşaki için de aynı bilgiye ulaşıyoruz. Onlar da yazdıklan
eserleriyle, Osmanlı medreselerindeki eğitim sistemi hakkında
hem bizi bilgilendirmişler, hem de o sistemin daha iyi çalışma­
sı için yoğun çaba harcamış birer eğitimci ve eğitim program-
cısıdırlar. Hazırlamış oldukları eğitim programları bunu çok açık
bir şekilde göstermektedir. Aynca bu çalışmayla, Osman­
lı Devleti'nin resmî ve uluslararası bir belgesi ile onun eğitim
programları hakkında bilgi sahibi de olduk.

199
6- Tertib-i Ulûm'da ve incelediğimiz diğer programlarda be­
lirtilen eğitim programı, Osmanlı medrese programlannın yansı­
ması özelliğine sahiptir. Yani bu programlar bize, Osman­
lı medreselerindeki eğitim hedeflerini, muhtevayı, eğitim ve de­
ğerlendirme durumlannı bildirirler Diğer bir deyişle hangi sıray­
la ve hangi usulle hangi eserlerin okutulduğunu öğrenci, öğret­
men ve eğitimin diğer unsurlannın durumlannın ne olduğunu
açıkça göstermektedir.
7- Bir düşünürün dediği gibi, "olayların tarih içinde aldıklan
biçim, kazandıklan anlam bugünün davranışlanna da açıklık
getireceği için görüşlerimizin berraklaşmasında önemli rol oy-
nayacaktır"2. Bu cümleden olarak, geçmiş dönemlerde tahsil
hayatının programlannın nasıl ve niceliği, bu programlann
eğitimi, dolayısıyla toplumu nasıl etkilediği, ilerleme ve gerileme
yaşanmışsa bunlann sebeplerinin ne olduğu, bir de ulaştığı so­
nuç, bugün bizim için, üzerinde dikkatle durulması gereken bir
husustur. İşte Tertib-i Ulûm ve diğer programlar bu açıdan da
büyük bir önemi haizdir.
8- Osmanlı medreselerinde yürütülen eğitim öğretim
faaliyetleri, pek çok ilke ve prensip çerçevesinde yapılırdı.
Bunlardan bazılarını şöylece sıralayabiliriz:
a- Öğrenci kendi ilinde değil, başka illerde eğitim öğretimini
sürdürürdü.
b- Eğitimde ilerleme, ders, sınıf ya da okul geçme değil,
kitap geçme esasına dayanırdı.
c- Eğitim durumu olarak aktif metod uygulanırdı. Yani
öğrenciler derslere hazırlanıp ders halakasına öyle gelirler ve
dersleri onlar işlerler. Konuyu anlatma, soru sorma, konuya

2 Bu hususta bkz. Özel, İsmet, Üç Mesele, s. 13 (İst. 1978)

200
çeşitli yönlerden bakabilme gibi hususlar öğrencilerin yapacağı
işlerdendi. Müderris (öğretim üyesi) ise, öğrencilere ve konuya
nezaret eder, gerektiğinde yardım ve destek verirdi.

9- Tertib-i Ulûm ve diğer eserlerde belirtilen Osmanlı med­


reselerindeki eğitim programı, bugün anlaşılan dar manasıyla,
bir "Din" eğitimi olmayıp; içinde felsefeden tefsire, fıkıhtan
tıbba, geometriden edebiyata, mantıktan hadise, matema­
tikten kelama kadar uzanan boyutlanyla, çağına göre bu ilimler
birlikte ve bütüncü bir anlayışla programa alınmış ve uygulan­
mıştır. Buradan hareketle, Osmanlı medreselerinde ve dolayı­
sıyla İslâm tarihinde "Din"-"llim" çatışması olmamıştır, denebi­
lir. Esasen bu durum, hem din, hem de bilim adına çok güzel
bir durumdur. Ancak iyi olmayan bir yönü var ki, o da, hem di­
ni ilimler, hem de müsbet bilimler geliştirilmemiş, statik ve du­
rağan bir yapıda bırakılmışlardır. Dolayısıyla din ve bilim, gerek­
tiği gibi fonksiyon icra edememişlerdir. Bu iki önemli kurum ge­
rektiği gibi görev yapamayınca da gerileme, duraklama ve yıkı­
lış kaçınılmaz olmuştur

10- Eğitim bilimleri alanında, ülkemizde ciddi gelişmeler


kaydedilmiş ve değerli eserler üretilmiştir, üretilecektir de... An­
cak bu alanda çalışma yapan bilim insanlar, bizdeki eğitim fel­
sefesinin de, eğitim bilimlerinin de çok büyük ölçüde "Batr'ya
bağımlı olduğunu bilmekte ve bunu zaman zaman da dile ge-
tirmektedirler^. Kültürlerarası iletişim ve karşılıklı yardımlaşma
elbette olacaktır ve olması da gerekir. Fakat bir kültür havzası
sadece alıcı olur ve hep başkalarının ürettiğini tüketerek yaşa­
mını sürdürmeğe çalışırsa, orada sağlıklı bir gelişmenin oldu­
ğundan söz edilemez. İşte bu durumun ortadan kaldınimasının

3 Geniş bilgi için Bkz. Başaran, I. Ethem, Eğitime Giriş, (Ank.1987), s. 81


vd.

201
ve kuramdan uygulamaya eğitim çalışmalarımızın ulusal boyu­
tunun oluşturulmasının "yerli ve bize ait" ürünlerle gerçekleşe­
ceği bilinmektedir. Ümit ve temenni ediyorum k, bu çalışma­
mız, böye bir fonksiyon da icra edecektir.

11- Türkiye'de, İlahiyat Fakültelerinde okutulmakta olan


"Din Eğitimi" Ana Bilim Dalı, henüz inşa edilmekte olan bir bilim
dalıdır. Bu sahada çalışma yapan bilim adamları, bir yandan
toplumun (Din Eğitimi hususundaki) meselelerine çözüm arar­
ken, bir yandan da, mensubu bulundukarı ilim dalının metot,
gaye ve uğraş alanlarını tespit edip, onun gelişmesini tamam­
lamaya çalışmaktadırlar. İşte bu çalışmanın, henüz inşa edil­
mekte olan bu bilim dalı için, önemli bir malzeme olacağı kana­
atim taşımaktayız.

12- Eğitim kurumları, özellikle de yükseköğretim kurumlan,


değişik alanlarda bilgi üretme ve geliştirme yanında, ürettikleri
veya üretilen bilgileri topluma aktarmak ve uygulamaka yü­
kümlü aydınlar kesimini yetiştirmeke göreyidirler. Bunlar, yük­
sek öğretim kurumlarının üç temel fonksiyonudur. İslâm tarihin­
de, miladi 14. asra kadar, yani Osmanlılann kuruluşuna kadar,
eğitim müesseselerinin, bu işlevlerini büyük ölçüde yerine ge­
tirdiklerini görüyoruz. Fakat daha sonra, Osmanlıların genel ka­
rakteri içerisinde "Bilgi Üretme ve Geliştirme" hadisesinin asga­
riden seyrettiği bir vaka olarak önümüzdedir. Yani bu fonksi­
yon yerine getirilememiştir.

Aynı medeniyette yetişen İbrahim Hakk, hem kendisi te­


ceddüt (yenilik) taraftan olmasına, hem de düzenlemiş olduğu
eğitim programında bir çok yenilik getirmiş olmasına rağmen,
Osmanlılardaki bu genel anlayışı kıramamış ve yaptığı yenilikler
de onun eğitim programının " bilgi üreten ve onu geliştiren " bir

202
düzeye ulaşmasına yetmemiştir. Dolayısıyla bugün, gerek Ter­
tib-i Ulûm ve gerekse elimizdeki diğer programlar vasıtasıyla,
Osmanlı medreselerinde uygulanan programlann geneli hak­
kında şu hükmü vermek durumunda kalıyoruz; Her şeye rağ­
men, görünüşte vazifesinin üçte ikisini yerine getiren, yani ge­
nelde "bilgiyi öğreten ve onu, yetiştirdiği aydınlar vasıtasıyla
topluma yayan" bir anlayışa sahip olup, "bilgi üretme ve onu
geliştirme " yönündeki gayretlerinde! yeterince başarılı olama­
yan bir eğitim programı kimliği taşımaktadırlar. Aslında ise, de­
ğerlendirme kısmında da belirttiğimiz gibi, Osmanlı medresele­
ri, bir yüksek öğretim kurumunun en temel fonksiyonu olan
"bilgi üretme fonksiyonunu" yerine getiremediği için, diğer iki
fonksiyonu yerine getirmesi çok fazla bir mana ifade edeme­
miştir. Dolayısıyla altı asır yaşamış olmasına rağmen hem ken­
disi gelişememiş, hem de toplumunu geliştirememiştir. Yukan­
da belirttiğimiz fonksiyonlan açısından yüksek öğretim kurumu-
lannın durumu akıntıya karşı yüzmeğe benzer. Eğer yüzemez-
lerse, ilerleyemezler. Ilerleyemedikleri takdirde de yerlerinde
duramazlar, bilakis geri giderler. İşte Osmanlı medreseleri bu
duruma düşerek hem kendilerini, hem de toplumlannı gerilet­
miş ve yıkılmalanna sebep olmuşlardır.

13- Çalışmamız içerisinde yüz yirmi'ye yakın kitap tanıtılmış­


tır. Bu kitaplar altı asır boyunca Osmanlı medreselerinde oku­
tulan ders kitaplandır. Bunlar bir zenginlik unsuru olmakla be­
raber, orada da görüleceği gibi, Osmanlı medreselerinde oku­
tulan ders kitaplannın büyük bir çoğunluğu Selçuklular döne­
minde, az bir kısmı da Osmanlılann ilk dönemlerinde yazılmış­
tır. Bu, şunu gösteriyor: Yukanda da belirtildiği gibi, Osman­
lı medreselerinde ilmi gelişme, Selçuklular dönemi ile, Osman­
lıların ilk devirlerinde donup kalmıştır. Asırlarca yeni bilgi üretil-

203
memiş, hep kendilerinden önceki nesillerin ürettiklerini tüket­
mişlerdir. Buna karşılık Batı Avrupa'da, tam da Osmanlıların bi­
limsel manada donup kaldığı zamandan itibaren, ilmî gelişme­
ler dev adımlarla ilerlemiş, ciddi ve özgün üretimler gerçekleş­
tirilmiş, bilimsel ve teknolojik devrimler yapa yapa onlar da XX.
yüzyla girmiş, Osmanlılar da girmişler. Fakat ik kültür havzası­
nın XX. Yüzyıl ve sonrasında sergilemiş olduğu durum ortada­
dır. İşte Osmanlı Devleti'nin yklışının ve bugün İslâm Dünyası­
nın geri kalış sebeplerinin kökenlerini sanırım biraz da buralar­
da aramak gerekecektir''.

14- Bütün bunların sonunda ve konunun can alıcı noktası


olarak şunu diyebiliriz: İncelemekte olduğumuz Osmanlı med­
rese programları, bir program olarak, ilk defa XVIII. yüzyılda or­
taya konmuş programlar değildir. Daha önce de belirtildiği gi­
bi, Osmanlı medreselerinin programlan ilk defa ve ciddi anlam­
da Fatih Sultan Mehmet döneminde, uzun çalışmalar sonu­
cunda hazırlanmıştır. Elimizdeki programlar ise, bazı eksiklikle­
rine rağmen, bir programda olması gereken bütün unsurlarıyla
muhafaza edilerek XVIII. yüzyla taşınmış sekidir.

İşte bu noktada problemi şöyle tespit edebiliriz: XV. yüzyıl­


da hazırlanmış olan bir program, XVIII. yüzyida da, öğretim
programıyla, faaliyet ve rehberlik programlarıyla aynı durumda
olmamalıydı. Ülkede ve dünyada gelişen bilim, teknoloji ve
olaylar gözönüne alınarak programın bütün unsurlan, bir süreç
halinde yeniden gözden geçirilmeli, her çağdak yeniliker bütün
unsurlanya programa yedirilmeli, çıkaniması gereken unsurlar

Osmanlı Medreselerinin Eğitim Durumlarıyla ilgili geniş bilgi için bkz: Öz­
yılmaz. Ömer, "Osmanlı Medreselerinin Bozulma Sebepleri", U. Ü. İlahi­
yat Fak. Dergisi, Sayı: 5, Yıl: 1993, s: 133 vd.

204
da program dışına itilmeliydi. Çünkü, her eğitim programının
uygulandığı insan ve insan toplumu dinamiktir, her an ve her
gün değişir, yeni ilişkilere ve oluşumlara girer. Değişim, insanın
en önemli özelliğidir. İnsanla ilgili olarak planlanan ve yapılan
bütün çalışmalar bu hususu göz önünde tutmak durumunda­
dır. Esasen bir eğitim programı değişimin önünde gitme­
li ve onun yönünü hep müspete doğru çevirmelidir, Bunun için
eğitim programının da dinamik olması şarttır. Aksi halde, eğitim
programı statik (durağan), toplum dinamik olur ki, bu eğitim
programının topluma bir şey vermesi şöyle dursun, toplumun
ya enerjisinin boşa harcanmasına veya yanlış zeminlerde enerji
tüketmesine vesile olur. Her iki halde de birey ve toplum kay­
beder; çağın gerisine düşerler. Bundan kurtuluşun yolu ise, bi­
rey ve toplum gibi, eğitimi ve eğitim programlannı da dinamik
hale getirmektir. Bu çalışmalann gelişmiş şekline bugün "Eği­
timde Program Geliştirme" denmektedir^.

Bana göre Osmanlı Devleti'nin ve onun önemli bir kurumu


olan Medreselerin çöküşündeki en önemli sebeplerden birisi­
nin, belki de birincisinin, ülke ve dünya insanının dinamizmine
paralel bir eğitim ve eğitim programının oluşturulamamış olma­
sıdır. Diğer bir deyişle. Eğitimde Program Geliştirme çalışmala-
nnın olmaması, aksine muhafazakar bir anlayışla, ilk hazırlanan
programın aynen uygulanmasına çalışılmasıdır. Ne yazık ki, ilk
hazırlandığı günki anlayış, heyecan ve vizyon, daha sonraki za­
manlarda git gide azalmıştır. Yani o dahi korunamamıştır.

5) Eğitimde Program Geliştirme hakkında geniş bilgi için bkz: Varış, Fatma,
Eğitimde Progrem Geliştirme {Ank 1978); Erden, Münire, Eğitimde Prog­
ram değerlendirme, (Ank. 1993)

205
15- Biz bu çalışmayı yaparken olabildiğince objektif davran­
mak hedefini güttük. Ne birileri gibi, ideolojik bir saplantıyla Os-
manlılan ve Osmanlı medreselerini karalamaya çalıştık; ne de
onları ve eğitim kurumlarını kutsayarak göklere çıkarmaya gay­
ret ettik. Aksine her iki sübjektif davranıştan da kaçınarak bilim­
sel objektifliği asas aldık. Çalışmada da görüleceği gibi, konu­
ya bir "eğitimci" gözüyle ve hassasiyetiyle yaklaşarak, Osman­
lılar dönemindeki eğitim öğretim faaliyetlerinin hem iyi ve mü­
kemmel tarflannı, hem de sıkıntılannı ve eksikliklerini ortaya
koymaya gayret ettik. Zaman zaman öyle mükemmelliklerle
karşılaştık ki, "buna rağmen bu müessese nasıl yıkılmış" deme
noktasına geldik; zaman zaman da "duraklamanın", "gerileme­
nin" ve "yıkılışın" asıl sebeplerini, eğitimsel açıdan açıkça gör­
dük. Bu çalışma, eğer hedefine ulaşmışsa, bu yönüyle de bir il­
ki gerçekleştireceğini düşünüyorum.

Burada sonsöz olarak şunu söyleyebiliriz; Medresenin yıkılı­


şının sebeplerini, dışındaki amillerden ziyade, kendi içinde ara­
mak gerekir, Zira hiçbir sosyal kurum kendi içinde çürümedik-
çe onu dışarıdan kimse yıkamaz. Maalesef Osmanlı medrese­
leri böyle bir duruma düşmüşlerdi ki, ufak bir darbe ile yıkılıp
gitti.

206
EK'LER

Bu kısımda, çalışmamızın ana unsurlarından olan, Erzurum­


lu İbrahim Hakkı'nın Tertib-i Ulûm isimli eserini, günümüz Türk­
çe harfleriyle yazılmış sekini ve orijinal metnini bulacaksınız.

KİTAB-I THTTİB-I ULÛM

Rahman Ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla

Allah adın avniyle eshel -

Ben bu kitaba bed'ettim evvel.

Elhamdülillah halk etti insanı -

Nefhetti ruhu bahşetti imanı

Hem verdi ilmi hem hilm u anı -

Hem akl u fehm u nutk u beyanı

Olsun salat ol peygambere -

Aline her ah ashabına her dem

207
Ba'de Eda-i Ma Hüve'l Vacip

Der Hakl<ı yazdım mevzun kitabı -

Dercettim anda on iki babı

Evvelk babı ilme delalet -

İkinci babı icmal-i alet

Üçüncü babı Kur'an ve hat'tır -

Dördüncü babı fıkh u lügattir

Hem bab-ı hamiş tasrifi şamil -

Altıncı babı nahv u avamil

Hoş bab-ı sabi' mantık değil mi -

Hem bab-ı samin adap değil mi

Bil bab-ı tasi' ilm-i meani -

Onuncu babı hikmet beyanı

Hoş cüz'iyyata on bir vusuldür -

Hem on ikinci babı usuldür

Çün bu kitabı kıldım mürettep -

Hem yüz yirmi beş beyt olup hep

Adın dedim Tertib-i Ulum'dur -

Zira fünun-i ilme rüsumdur

Müstef'ilatün müstef'ilatün -

Veznü'l müraffel hüve müzmerat

208
Evvelki Bab İlme Delalet

Ey ilme talip vey tab'ı eşlem -

Hem fehmi zeyrek aklı müsellem

Allah bize iş arzeylemiştir -

llm u amel hem farzeylemiştir

Olmak dilersen kamil efendi -

Candan kabul et bu nush u pendi

Kul olma halka azad cansın-

Hikmet yitirmiş hem arayansın

İtme teehhül kam almadıkça-

Bahr-i uluma bir dalmadıkça

Göç karyeden geç evden dükkandan-

Gel hücreye kaç havf u ziyandan

Ol ehl-i ilme tenha mekandır-

Hısn u metindir daru'l emandır

Hücre güzeldir medrese hoştur-

01 yer-i ilimdir taşrası boştur

Bulmak dilersen emn-ü selamet-

Gir hücreye kıl sabr-u kanaat

Oku yaz anda kesb ü kemal et-

Her ilmi öğren hem gavnna yet

209
Bir günde oku sen iki dersi-

Bir madde bir de Şer'i ya Farsi

Fevt etme dersi ömr etme zayi'-

Tut ders u devri her işe mani'

llm ile olsun fikr u hayalin-

Ta düzgün ede Hak cümle halin

Her hafta beş gün tahsil edersin-

Cuma ve Salı tatil edersin

Her ne okursan ger çok ger az

Her bir kitabı sen ders be ders yaz

Sabit, sahih ve tok yaz kitabın

Ölmez oğuldur kalsun sevabın

Sen ilmi hiç saklı tutmayasın

Şakird okut kim unutmayasın

Zeyrek şerik ve salih refiki

Buldunsa asan hace şefiki

Bunlarla eğlen yarane gitme

Karışma halka hem sohbet etme

210
İkinci Bab Icmal-i Alet

Bil ilm-i alet ilm-i Arabîdir

On ikdir ol cümle edepdir

llm-i lügattir bil iştiyak

Sani ve salis sarf u iştikakı

llm-i nahivdir rabi' bil ani

Oldi beşinci ilm-i meani

Altıncı çün k ilm-i beyandır

Vaz' u bedi'i de andan nişandır

Sabi' ve Samin eşa'ri vafi

llm-i aruz ve ilm-i kavafi

Bil ilm-i tasi' inşa-i nesri

Bil ilm-i a'şir inşad-ı şi'ri

Hadi a'şerdir bil ilm-i imla

Sani a'şerdir adab-ı ulya

Emma bu yerler kim Erzurum'dur

Tertib-i ilmi başka rüsumdur

211
üçüncü Bab Kur'an Ve Hat'tır

Ger Erzurum'da kalmak dilersen

Bahr-i ulûma dalmak dilersen

Adetçe oku tertib-i ilmi

Tahsil edegör ilm ile hilmi

llm ü hilm çün Hulk-i Hudadır

Anı bulan dil gamdan cüdadır

İk cihanda izzet ilimdir

Hem can u dilde lezzet ilimdir

Kur'an'ı evvel hatmeyle andan

Tecvid-i Türki ezberle candan

Tecvidle çün ki hatm indirirsin

Her dersi otuz üç döndürürsün

Her günde bir ders al bir de al meşk

Tekrar-ı ders et meşke meyi sal

Hatt-ı sülüsden üç ebced eyle

Dördüncü kerre yaz hendeseyle

Neshi de meşk et ebcedle birkaç

Ta'likı hoş yaz rızık kapusun aç

Kur'an hattı çün hatmedersin

Haftada beş gün derse gidersin

212
Dördüncü Bab Fıkh u Lugat'tr

llm-i lugattan başlarsın evvel

Manzum kitaplar hıfzıdır eshel

Yusuf lügat hoş bil bir külli hem

Fehmet ki oldur din içre elzem

Andan okursun Münye-i Musalli

Tuhfe fıkıhdan bil bul teselli

Talimi Muallim hoş fehmedersin

İlmin tarikin bulur gidersin

Bunlarla hıfzet Manzum Akaid

Hem şükürname bil bul fevaid

Bab-ı şurut manzum-i Rumi

Hem oku bu Tertib-i Ulûmi

Manzum Hılye-i Hakani'yi bil

Hayriye bil ol her hayre nail

Divan-ı hattın bil amma yazma

Dünyaya mail olup da azma

213
Hem bab-ı Hamiş Tasrifi Şamil

Pes ilm-i sari" ve hıem iştikakdan

Emsile hıfz et çok okumakdan

Andan Bina'yı hıfz eyle muhkem

Maksud'u fehm et maksudunu hem

'İZZİ7İ hıfz et i'lalini yap

Oku Merah'1 hem sarftan sap

Sarf ile oku Fursi lügati

Bil Şahidi iç ab-ı hayatı

Andan nisab-ı sibyan bulursun

Genc-i lügate malik olursun

Attar Pend'in hıfz eyle candan

Ahlâk ilmin hoş öğren andan

214
Altmcı Bab Nahv u 'avamil

llm-i nahivden hıfz et' Avamil

Terkibini hem zabt eyle kamil

Küçük 'Avamil bil gel muvafık

Enmuzec oku dinle Hadayk

Izhar'ı oku işit Netayic

Kafiye hıfz et Cami işit geç

Gel y n e sarfı kendüne iş et

Safiye hıfz et Çarpendi'ye yet

Hem ilm-i hattın hıfzın tamam et

Çün ilm-i imladır ihtimam et

Nahvile oku Fürs ü Ferişte

Seyr et Gülistan hem Bustan işte

Divan-ı hafız bil anla razı

Oldur hakiki oldur mecazi

215
Hoş Bab-ı Sabi' Mantıl< Değil mi?

llm-i hikemden bil mantık akdem

Isagoci bul hıfz et mukaddem

Andan Husam-ı Kati görürsün

Anınla Muhyiddin'de yürürsün

Oku Fenari, Kul Ahmed işit

Bil Velediye abad ile git

Şemsiyye oku hem Kutb-ı mantık

Davud u Seyyid bil ol müdekkik

Tezhib'i hıfz et oku Celali

Mir ile bulsun mantık kemali

Mantıkla oku tecvid-i manzum

Bil Şatıbı hem bürlye malum

Şerh-i Celin bil bul mesail

Oku Vikaye ol ana mail

216
Hem Bab-ı Samin Adap İlmi

Adabı öğren oku Hüseyni

Şerh-i Adud'la bil Mir ü Zeyn'i

Merhum Saçaklı öğretmiş ayn

Adabdan eyle takrir-i Kavanin

Hısnu'l-Hasini kıl adaba rehber

Hıfz et Emali hem Fıkh-ı Ekber

Ta'rif-i Seyyid bil ıstaiahı

Hem Ahteri'den zabtet Sıhah'ı

Vankulu'nu bil Kamus'a bul reh

Fürs-i Halimi bil Ni'metullah

Hem Bab-ı Tasi' 'llm-i Mea'ni

llm-i me'ani oku mükemmel

Telhis'i hıfz et fehm et Mutavvel

İlm-i beyandan bil isti'are

Vaz' u bedi'i hem anda ara

Bunlarla bile hem bil aruzu

Şerh-i Adud bil vaz'ına furuzi

llm-i aruzdan bil Endelüsi

llm-i kavafı bil Nabulusi

217
Onuncu Bab Hikmet Beyanı

Bil ilm-i hikmet bul Kadı Mir'i

Hem Molla Lari düştüğü yeri

llm-i kelamdan hem kalma hali

Şerh-i Akayid bil hem Hayali

Bil Hikmetü'l-'Ayn ve Mirzacani

Isbat-ı vacip lazım bil anı

Bil Muhtasar'dan kavi Münteha'sın

Bul külliyat'ın bu Intiha'sın

Hikmetle bile ol fıkha nazır

Bil Mülteka hem Eşbah ve Naza'ir

Bil Mecma'u'l-Bahr Ibn-i Melek'den

Dört mezhebi bil kam al felekden

218
Hoş Cüz'iyyata Onbir Vusuldür

Hikmetten oku hem cüz'iyyatı

Seyr et cilianı felım et cilnanı

Hendese ilmin okursun evvel

Eşkal-i Te'sis Şerhin bil eshel

llm-i hisabdan oku hulasa

Ibn-i Çulli bul iriş havassa

Bil ilm-i hey'et bul Şerh-i Çakmin

Bircendi'yi hem kıl ana ta'yin

llm-i amelden bil usturlabı

Aç beyt-i babı seyret dolabı

Rub'-ı müceyyeb doğru ameldir

Oku amel et kim bi-bedeldir

Rub'-ı muntakar bil eyle seyran

Coğrafya bil Takvim-i Buldan

Bil ilm-i zicden Si Fasl-ı Tusi

Takvimün oldur ziba 'arusi

llm-i nücumdan ahkamı bulma

Olacak olur sen boşa yorulma

Ahkam-ı necmi bilmek hatardır

Ahkam-ı şer'i bil mu'teberdir

219
Okut ulumu cüz'iyle bile
Teşrih ilmin tıbb-ı Nebi'yle
Teşrihi seyr et gör sen de san'at

Tıbb ilmini bil bul tende sıhhat


Okut Sirac'ı farz et ferayiz

Ruznameler say keşf et gavamız


Hem Şir'a metnin şerhiye okut
Adatın işle sünnetlenn tut
Ahlâk ilmin bil gel Tarikat
Hem tut hem okut oldur hakikat

Hem Onikinci Bab Usuldür

llm-i Usul-i Fıkh içre Tavzih

Oku ve fehm et Tasrih u Telvih

Asl-ı Hadis'ten Nuhbe görürsün

llm-i Hadise doğru yürürsün

Bunlarla okut metni meşarik

Ibn-i Melek'den seyret Mebarik

Tefsir ilmin bil bul hidayet

Beyzavi olsun derse nihayet

Çün bu ulumu tahsil edersin

Hep nüshayı bil tekmil idersin

220
Mezun olursun okut ulumu
Neşr et fünun-ı nef-i umumi
Amil olursun kamil olursun
Hikmetleri hep sende bulursun
Çık hücreden gel eyle tenezzül

Hem et teehhül kesb et tevekkül


Sen cümle halka rıfk et halim ol
Hüsn-i müdarat ile selim ol
Dünyayı sevme alma riyaset
Hükkama gitme çekme siyaset
Her halde Hakk'a sen itimad et
Her işde anı canınla yad et
Her emr-i tefviz et eyle rahat
Teslim ve razı ol bul saadet
llm ü ameldir maksad cihandan
Hem ma'rifettir metlub candan
Ta'lim-i dindir çün lübb-i ta'at
Din ilmin okut saat be saat
Tahsil-i İlmin budur tariki
Ehven ve akreb yoldur hakiki
Talebelere bu manzume işidir
Tarihi bin yüz altmışla beştir
Hakkı bu pendin haktır muhakkak
llm ü amele hem tevfik ide Hakk

221
....
''w

.•• • < ^ '*


•'•-'•jt.'—' "' -* ^ ^

->4)İ- ^^İL.

-o ^ <^ < yy- ^"^^


«
GENEL İNDEKS

D
Abdülbaki Gölpınarlı,- 50 Demokrasi - 135

Ahmet Çelebi, -19 Descartes - 171


Din Eğitimi - 202
Hz, Ali, - 117
Dünya - 186, 187, 188
Ali Uşşaki, -30
E
Ali Kuşci, - 157
Eğitim Programı - 17, 52
Aliyyu'l Kari, - 62 Emsile - 109
Anadolu, - 180 Endülüs -125
Antik Yunan Flozofları, -130 Erzurum - 2 1 , 5 1 , 53
Aristo, - 125, 132 Eş'ari - 147

Asvad el-Duali, - 117 Eşbah ven Nezair - 149


F
B
Farabi - 131, 144
El-Biruni, - 157
Farsça - 112, 113
El-Bettani, - 157 F. Sultan Mehmet-145,148
Besmele, - 28, 6 1 , 64 Fazlullah - 24
Bursa, - 21 Filozof - 143

Bursalı Mehmet Tahir, Fıkh-ı Ekber - 62


- 50, 51 G
C
Gavr - 76
Ceberut - 62
Cürcani - 131 Gazzali - 124
Cuma ve Salı - 81 Grekçe - 144

233
H K

Hakkı - 52, 53 Kadı Beyzavi - 177

Halk Mürşitliği - 188 Kadı Zade-i Rumi - 157

Hamdele - 28, 6 1 , 64 Kazasker - 180

Hasan-ı Basrı - 147 Keşfü'z Zünun Zeyli - 27

Hatime - 29, 30 el-Kindi - 144

Hayrani Altıntaş - 51 M

Hikmet - 143, 146 Mantıki Öğrenme - 97

Hılye - 105 Maksad - 29, 30

Hijseyin Atay - 100 Marifetname - 98, 53, 54

I Marifetname'de Tasavvuf

Ibnü'l Gezeri - 128 - 50

Ibn Haldun - 62 Maturidi - 147

Ibn Heysem - 157 Medrese Eğitim Programı

Ibn Sina - 131, 144 - 51

İlgi - 68 Me'mun - 157

İlahiyat Fakülteleri-100, 101 Metodik - 33

"İslâm Eğitimi Kur'an Muhammed Kutup - 137

Eğitimi ile Başlar" - 32, 92 Mukaddime - 62

İstanbul - 21 Mustafa Akdağ - 100, 101

İst.Ün. Kütüphanesi - 66 Müderrislik - 188

Mütebahhir - 51

234
N

Nasirüddin Tusi - 161 Şakir Diclehan - 49

Na't - 21 Şatibi - 128

O Şenat - 173

Osmanlıca - 21 Şiir - 98
T
Osmanlı Medreseleri - 17,
19, 68 Tabii Bilimler - 135
Tanzimat Öncesi Dönem
P
-20
Psikoloji - 68
Tarih Sosyolojisi - 62
Psikolojik Öğrenme - 97 Taşköprülüzade - 140

R Taun - 24
Tefvizname - 55
Rumeli - 180
Tokat - 2 1 , 24
S Türk Ansiklopedisi - 50
Saçaklızade Muhammed b. U
Uluğ Bey - 157
Ebi Bekr el Mar'aşi - 28, 6 1 ,
64 Uşak - 30, 31
Ü
Salvele - 28, 6 1 , 64
Ümmet - 29
Semerkant - 157 V

Siirt (Aydınlar Bucağı) - 157 Vasıl b. Ata - 147


Y
Sosyal Bilimler - 135
Yunanca - 143
Süheyl Ünver - 55 Yusuf Nesimi - 54

Süleymaniye Kütüphanesi Z
-66 Zeyl - 29, 30

235
BİBLİYOGRAFYA
-A-

Abdulbaki. M u h a m m e d Fuad. e l - M u ' c e m u ' l Mufehres II Elfazi'l


Kur'am'l-Kerim, Kahire, 1387

El- Aciuni, İsmail b . M u h a m m e d el-Cerrahi, K e ş f ü l Hafa ve Muzilu'l-ll-


bas a m m e ' ş - t a h a r a Mine'l Eha dis Ala Elsineti'n Nas,l-II.Beyrut,1352

Ali, K ü n h ü l Ahbar, Basılmış Beş cilt.

Aliyyu1-kari. Fıkh-i Ekber Şerhi (çev.Yunus Vehbi Yavuz). Çağrı Yayın­


ları.Ist.1979

Altıntaş, Hayrani. Marifetname'de Tasavvuf, Hasankale İbrahim Hak­


kı Hz.'nin C a m i Ve Külliyesini Yaptırma ve Yaşatma Derneği Yayınları,
Nu. 7. i s t , 1981

Atay, Hüseyin, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi. Dergah Yayınları,


i s t , 1983.

Atuf, Nafi. Türkiye Maarif Tarihi, (İst. 1931)

Ayhan, Halis, Eğitime Giriş ve Islâmiyetin Eğitime Getirdiği Değerler,


Damla Yayınevi, İst.,1982.

-B-

Balcıoğlu, Tahir Herimi, "Fatih Devrinin ilmi Ö n e m i Hakkında", s. XIII,


(Ünver, Süheyl, Fatih Külliyesi içinde ö n s ö z mahiyetinde yazdığı makale)

Baltacı, Cahit, X V - X V I , Asırlarda Osmanlı Medreseleri. İrfan M a t b a -


ası,lst.,1976.
Başaran. I. Ethem, Eğitime Giriş, (Ank.1987)

Beyanü I Hak Dergisi. (İst. 1908), sayı: 15

Bilgin. Beyza, İslâm'da Ç o c u k . D. I. B. Yay., (Ank. 1987)

Bilmen, Ömer Nasuhi, Büyük Tefsir Tarihi, Bilmen Yayınevi. İ s t . 1973.

Büyük Haydar Efendi, Usul-u Fıkıh Dersleri. (İst 1966);

239
Buhari, E b u Abdillah Muhammed b. İsmail. el-Camiu's-Sahlh,
İst., 1 9 7 9 .

Bursevi, ismil Hakkı, Ruhu'l Beyan, İslâm Kitabevi, İst.,1926,

-C-

C a n a n , İbrahim. Hz.Peygamberin Sünnetinde Terbiye, D. I. B. Yayın­


ları, N Ü : 1 9 2 , Ankara 1980.

Cole, L - M o r g a n , J o h n J. B,. Çocukluk ve Gençlik Psikolojisi (çev.


Belkıs H. Vassaf), M, E. B. Yay., (İst. 1968)

0 . I, S a n d s t r ö m , Ç o c u k ve Gençlik Psikolojisi. (Çev. Rafia Uğurel Se­


min). Ist.Ü.E.F.Yayınlan, N u : 1 6 1 4 , İst,.1982.

-ç-
Çelebi. Ahımet, İslâm'da Eğitim Öğretim Tarihi (Çev.AII Yardım), D a m ­
la Yayınevi, İst,,1976,

Çelebi. Katip, Keşfü'z-Zünun an Esmai'l kütüp ve'l Fünun, M.E.B. Ya­


yını, İst.. 1 9 7 2 .

Çelebi. Katip, İslâm'da Tenkit ve Tartışma Usulü (Sadeleştiren: M u s ­


tafa Kara), Marifet Yayınevi, İst,,1981.

-D-
Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara
1962,
Diclehan, Şakir, Çeşitli Yönleriyle Erzurumlu İbrahim Hakkı. Hasanka-
le İbrahim Hakkı Hz.nin C a m i Ve Külliyesini Yaptırma ve Yaşatma Derne­
ği Yay.. İst.. 1980.
D o ğ a n , Hıfzi, Analiz ve Program Hazırlama, A.Ü.E.B.F. Yayınları, A n ­
kara 1982.
D o ğ a n , Hıfzı, Eğitimde Program Ve Öğretim Tasarımı, (Ank. 1997)

240
-E-
Ebu Zehra, M u h a m m e d , İslâm H u k u k u Metodolojisi (Çev: Abdülkadir
Şener), A.Ü,İ,F, Yayınları, Ankara 1973.
El- Elmai, Zahir b. Avvad, K u r ' a n ' d a Tartışma Metodlan (Çev:Ercan
Elbinsoy), Pınar Yayınları, İst.1984,
Erden, Münire, Eğitimde Program Değerlendirme, Ank. 1993, Pe-
g e m Yayınları
Ergin, O s m a n , Türkye Maarif Tarihi, III cilt.
Ergin, O s m a n , "Medreselerde Öğreniş Tarzına Bir Bakış yahut M e d ­
reseler Kendinden Beklenen Hizmeti Yapmış mıdır", s. XXIII, bu makaleyi
bir önsöz mahiyetinde nakleden Ünver, Süheyl, Fatih Külliyesi, s. XVIII-
XXXVII
Erzurumi, İbrahim Hakkı, llahiname-Divan, İst. 1334.
Erzurumi, ibrahim Hakkı, Marifetname, Matbaa-i Ahmet Kamil,
İst.,1330.
Erzurumi, İbrahim Hakkı, Tertib-i Ulûm, Yazma, Süleymaniye K ü t ü p ­
hanesi, Esad Efendi Bö lümü, N u : 1 4 3 8 .

-F-
Fidan, Nurettin - Erden, Münire. Eğitime Giriş, (Ank. 1993)

-G-
Gazzali. Ebu H a m i d M u h a m m e d b. M u h a m m e d , Ihyau U l u m i ' d - Din
(Çev : A h m e t Serdaroğlu), Bedir Yayınevi, İst,,1974.
Geray, Cevat, Halk Eğitimi, A.Ü.E.F, Yayınlan, Ankra 1978.
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kita bevi, lst,1978.
Gökbilgin.Tayyip, Osmanlı Paleografya ve Diplomatik İlmi,
Ist.Ü.E.F.Yayınlan, N u : 2 6 0 8 , İst. 1979, -

-H-
Hançerlioğlu, Orhan, Felsefe Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İst.1982.

241
-I-
İbnu Abdi'l Berr, C a m i u Beyani'l llm ve Fadlihi, Kahire.1975
Ibnü Haldun, M u k a d d i m e (Çev.S.Uludağ), l-ll, Dergah Yayınları,
İst, 1 9 8 3 .
Ibnü M a c e , Ebu Abdillah M u h a m m e d b,Yezid, es-Sünen, Nşr.; M.F.
A b d ü l b a k i , Kahire, 1373.
Ibn Sina, Kitabu's-Siyase, Nşr.Levis Maluf (Çev. Ömer Özyılmaz),
Basılmamış nüsha.
İslâm Ansiklopedisi, İst. 1 9 5 0
İzgi, Cevat, Osmanlı Medreselerinde İlim, l-ll, (İst, 1997)

-K-
Karaalioğlu, S. Kemal, Ansiklopedik Edebiyat Sözlüğü, İst,1983.
Keklik, Nihat, Felsefe, Çağrı Yayınları, İst, 1978,
Keklik, Nihat, İslâm Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı, lst,Ü,E,F, Yayın­
lan, İst. 1969.

Koçer, H, Ali, Türkiye'de M o d e r n Eğitimin Doğuşu Ve Gelişimi, İst,


1991

Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü, İlmi Yayınlan, Ank, 1978.

Kutup, M u h a m m e d , İslâm'a G ö r e İnsan Psikolojisi (Çev.AkIf Nuri),


Hicret Yayınları, İst. 1973.

-L-
Le B o n , Gustav, Kitleler Psikolojisi (Çev, Selahaddin Demirkıran),
Y a ğ m u r Yayınevi, İst. 1974.

-Ö-
Öner, Necati, Klâsik Mantık, A.Ü.I.F.Yayını, A n k . 1 9 7 4 .

Önkal, Ahmet. Resulüllahın İslâm'a Davet M e t o d u , Konya. 1983.

Özel, İsmet. Üç Mesele: Teknik, Medeniyet, Yabancılaşma, D ü ş ü n c e


Yayınları. İst. 1978.

242
ö z e r g i n , M. Kemal, "Eski Bir R u z n a m e y e G ö r e İstanbul Ve R u m e ­
li Medreseleri", Tarih Dergisi, Sayı:4-5 ( A ğ u s t o s l 9 7 3 - 7 4 )

Özyılmaz, Ömer, "Medreselerin B o z u l m a Sebepleri", U. Ü, I, Fak, Der­


gisi, Sayı 5,

-P-
Poczter, Jeri, Programlı Öğretim (Çev,Alişan Hızal), A.Ü,E.F.Yayınları,
Ankara, 1977,

-S-
Serdaroğlu, Ahmet, Usul-ü Hadis ve M e v z u a t u Aliyyi'lkari Tercemesi,
Ankara, 1966,
Sofuoğlu, Mehmet, Tefsire Giriş, Çağrı Yayınları, İst. 1981
S o r e n s o n , Herbert, Eğitim Psikolojisi (Çev. Gülten Yazgan), M. E. B.
Yayınlan, nu.92,lst.1975.

-ş-
Ş a h Veliyyullah ed-Dehlevi, el-Fevzü'l Kebir fi Usuli't -Tefsir (çev. M.
Sofuoğlu), Çağrı Yay. İst. 1980.

-T-
Tahir, Bursalı Mehmet, Osmanlı Müellifleri, l-lll,Matbaa-l Amire Baskı­
sı, İst. 1333.
Taşköprüzade, E b u l - H a y r A h m e d Efendi b. Mustafa b. Halil, Isamüd-
din, M e v z u a t ü l Ulum (Sadeleştiren: M ü m i n Çevik), l-ll, Üçdal Neşriyat,
İst, 1975,
Tirmizi, Ebu İsa M u h a m m e d b, İsa b, Sevra, Sünenü't-Tirmizi, l-V, Ka­
hire 1938,
T o g a n , Zeki Velidi, Tarihte Usul, 3, B a s ı m , l s t . 1 9 8 1 .
Topaloğlu, Bekir-Karaman, Hayreddin, A r a p ç a Türkçe Yeni Kamus,
İst. 1980,

Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi Giriş, Damla Yayınevi, l s t . 1 9 8 1 .

Türk Ansiklopedisi, İst. 1965.

243
-u.ü-
Ulvan, Abdullah Nasıh, İslâm'da Aile Eğitimi (Çev.Celal Yıldırım), I-
II,Uysal Kitabevi Yay, Konya 1 9 8 4 ,

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilatı, T.T,


K u r u m u Basımevi, Ankara 1 9 8 4 ,

Ülken, Hilmi Ziya, Felsefeye Giriş, Ankara 1 9 8 4 .

Ünver, Süheyl, Fatih Külliyesi Ve Zamanı İlmi Hayatı, Ist.Ü.Yayınları,


Sayı:287, İst. 1946.

-V.Y.-
Vanş. Fatma, Eğitimde Program Geliştirme, A.Ü.E.F. Yayınları, N o : 7 5 ,
A n k a r a 1978.
Yavuz. Yusuf Şevki, Kur'an-ı K e r i m ' d e Tefekkür Ve Tartışma M e t o d u ,
İlim Ve Kültür Yay. Bursa 1983.
Yavuzer, Haluk, Ç o c u k Psikolojisi, (İst. 1982)
Yazır, M, H a m d i , Hak Dini Kur'an Dili, I- IX, D,1,B. Yayınları, İst, 1936.
Yıldınm, C e m a l , Bilim Tarihi, Remzi Kitabevi, İst. 1975.

-Z-
Zavi, Tahir A h m e t , Kamusü'l Muhit,
Zebidi, Z e y n ü d d i n A h m e t b. A h m e t b. Abdüllatif, Sahih-i Buhari M u h ­
tasarı Tecrid-Sarih (Mütercim ve Sarih: Kamil Miras), l-XII, D,I,B. Yayınları,
Ankara 1976.
Zernuci, Burhaneddin, Talimu'l Muteallim (Çev:Yunüs Vehbi Yavuz),
Çağrı Yayınları, İst. 1980.

Zeydan, Abdulkerim, Fıkıh Usulü (Çev.Ruhi Özcan), İst. 1976,

244

You might also like