You are on page 1of 164

İslamköy'den Türban Karşıtlığına

SULEYMAN
DEMİREL

Aytekin Gezici

akis kitap
e AKiS KİTAP Tüın yayın haklan yayınevine aittir. Kaynak gösterilerek tanıtım ve
iktibas yapılabilir. Çoğaltılamaz, basılamaz, senaryolaştınlamaz ve farklı biçimlerde
hazırlaıup satışa sunulamaz. Elektronik ortamlarda yayınlanamaz.

lslamköy'den Türban Karşıtlığına

SOLEYMAN DEMiREL
AYTEKiN GEZiCİ

Yayın Y önetmeni : Adem Özbay


Editör : Özlem Kocukeli
Kapak Tasarım : Gökhan Koç
İç Tasarım : Ayda Alaca
Koordinatör : Erkan İşeri
Film : Grafist Film
Baskı-Cilt : Kilim Matbaacılık
Genel Yapım : Endülüjans İçerik Hizmetleri
1. Baskı : Ekim 2006 İstanbul
ISBN : 975-9129-92-2
,.

AKiS KiTAP
Osmanlı Sokak Alara Han No: 27 - A
Kazancı Yokuşu Gümüşsuyuffaksim-İstanbul
Tel: 0212 243 61 82 Fax: 0212 243 62 36
www.akiskitap.com-akis®akiskitap.com
İslamköy'den Türban Karşıtlığına

SOLEYMAN
DEMİREL
Aytekin GEZİCİ
1974 yılında Adana'da dünyaya geldi.
1993'ten bu yana sürdürdüğü gazetecilik mesleği bo­
yunca çeşitli gazete ve televizyonlarda muhabir olarak
çalıştı.
Gezici, bir dönem StarTv'de Teksoy Görevde' ve TGRTcte
'Babacan' haber programlarında muhabirlik yaptı.
Aytekin Gezici'nin ilk kitabı 1997 yılında 'Bir Kısım
Medya Manzaraları-Gazeteci Geyikleri, Öyküleri,
Fıkraları' ismiyle yayınlandı.
1994'te polis adliye haberlerinin oluşum süreçlerini
muhabirlerin penceresinden anlattığı öykülerden olu­
şan, 'Bu Sayfaya Kan Gerek' okurla buluştu.
Gezici'nin 2006 yılında, 'Az Gelişmiş Ülkenin Taze
Soğanı' isimli ikinci öykü kitabı yayınlandı.
Halen Adana'nın merkez Seyhan İlçe Belediyesi'nde
Basın Danışmanı olarak görev yapan yazar, evli ve iki
çocuk babasıdır.
Aytekin Gezici'nin Akis Kitap'tan yayınlanan diğer
kitapları şunlar:
İnıralı Firarisi
Mavi Kazaklı Mesih: Ağca
Derin Devletin Rengi: Yeşil
İkinci Susurluk Vak.ası: Şemdinli
Suçun Kayıp Kızı: Fehriye

www .aytekingezici.com

aytekingezici@gmail.com
''İJUımköy 'den biri çılcacak, milletin
yüzü onunUı ağaracak. ,,
(f(f{f

''Kiti btı.tuıı örtmek İJtiyorJa örtJün. Ona nı"ye


kar11dıyor. Btı.törtiiJünün Uıilclilc.le bir
alaktuı yoktur. ,,

Süleyman Demirel,
M.am, Denwkra.14 L.ai.kliJ.,
Yeni Alya Yayuıl.arı-1991
f)f) f)
"Türban özgürlük falan değildir. Bu gericiliktir. ille
başı bağlı okumak istiyorsan, başı bağlı olarak oku­
nabilen yerler var, oraya git. Arabistan'da falan öyle
yerler vardır, oraya gidin. Orada okuyun."
Süleyman Demirel, Haber Türk Tv, 30 Nisan 2006

"Bu ayaklar senin mi Süleyman?


Bu ayaklar nasıl ayak,
Hadi yorgana sığdı diyelim,
Mezara nasıl sığacak?"

Şair, Ali Akbaş


İÇİNDEKİLER
1. BÖLÜM
İslam köy'den Çankaya'ya bir Süleyman hikAyesi .... ıı
2. BÖLÜM
Çankaya'ya veda etmek zorunda kalan
Demirel'den 'derin inciler' .......................................... 57
3. BÖLÜM
Film kopmadan bir kare önce .................................. 71
4. BÖLÜM
Demirel, 'Türbanlılar Suudi Arabistan'a
�ts�n okusun' dedi ve film koptu .............................. 77
5. BOLUM
Başbakan Erdoğan'dan Demirel'e:
"Madem öyle, sen git Arabistan'a" 93
.
............................

6. BÖLÜM
Demirel'den Erdoğan'a cevap aynı gün geldi.. .......... ı 03
7. BÖLÜM
Demirel'in 'türban karşıtı' açıklamalarına
tepkiler gelmeye devam ediyor .................................. 107
8. BÖLÜM
'Türban karşıtı' açıklamalara yalnızca
Cumhuriyet Gazetesi ve İlhan Selçuk sahip çıktı .... 117
9. BÖLÜM
'Bir zamanlar Demirel'i severdim' diyen Hasan
Celal Güzel 'Beyefendi'nin Halleri'ni yazdı ............ ... . 123
10. BÖLÜM
Yeni Asya, Demirel'e küstü . . . . . . . . . . . . . ........................... 129
il. BÖLÜM
Morrison Süleyman şahsında kime hizmet, kime lasmet! . ı 37 .

12. BÖLÜM
Kırk yıllık Morrison Süleyman'dan

Kuva Milliyeci olur mu?
.
......... ................................. 143
13. BÖLUM
Süleyman Demirel: Türkiye'de hem devlet,
hem de derin devlet var . . .......................................... ı 49
1 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 1

İ.1/amlcüy 'Jen Çan/caya ya hir Süleyman hilcaye.1i


Demirel'in hikayesi aslında anlatıcının dünyada durduğu
yere göre şekil değiştiren elastiki bir özellik taşır. Gerçi bu çıp­
lak gerçeklik herkes için geçerlidir ama burada ana tema Sü­
leyman Demirel. Demirel; ilkokulu bitirdikten sonra hayatının
her anında belli bir siyasi ideolojinin safında yer tuttu. Hayatı
boyunca hep taraf olmuş bir şahsiyet olarak da kendi hikaye­
sinin anlatanın rengine göre yön değiştirmesine de hazırlıklı
olmalıydı elbette.
Bu nedenle kitapta farklı siyasi görüşlere sahip kişilerin ba­
kış açıları ışığında 'altı kere gitmiş, yedi kere gelmiş' ve fırsat
bulsa sekizinci kez gelmeye canı gönülden hazır eski bir Cum­
hurbaşkanı'nın 'Nurlu Süleyman' olarak anıldığı yıllardan, 'tür­
ban muhalifliğinde' ön saflarda yer tutmasına kadar geçen
renkli hayat hikayesinden kesitler anlatmaya çalışacağım. De­
mirel'in hayat hikayesini elbetteki doğup büyüdüğü İslam­
köy'den (bir iddiaya göreyse 'İskanköy'den) anlatarak başla­
mak gerekir elbette.

''SÜLÜMANIM, AYVALAR SARARIP


NARLAR KIZARIRKEN DoGDU"
Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaş�anı Süleyman De­
mirel, ı Kasım ı 924 tarihinde Isparta'nın Ata.bey ilçesine bağlı
islamköy'de dünyaya geldi. Babası, Hacı Yahya Demirel, anne­
si ise Ümmühan Demirel'dir. Demirel, yokluk içinde boğuşan
12 isıamköy'den Türban Karşıtlığına

bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelirken annesi Ümmühan


Hanım, onun doğum tarihiyle ilgili sorulara, "Sülümanım, ay­
valar sararıp, narlar kızarırken doğdu" diye cevap verdi.
Cumhur Erdin, Türkiye Sosyalist işçi Partisi'nin İnternet si­
tesinde, 'Türkiye'de Gericiliğin Tarihsel Gelişimi' başlıklı yazı­
sında Demirel'den bahsederken enteresan bir iddiayı ortaya
atar. Erdin'in iddiasına göre Süleyman Demirel'in asıl adı Süley­
man Sami Dolaksızoğlu'dur. Cumhur Erdin'in aynı başlıklı yazı­
nın 'İllüzyon ya da metriks' başlıklı bölümünde geçen iddia şu
cümlelerle başlıyor ve ilerleyen bölümlerde yeniden döneceği­
miz farklı bakış açısını ve değerlendirmelerini ortaya koyuyor.
"Süleyman Sami Dolaksızoğlu: Siyaset sahnesine çıktığında
insanlar onu Süleyman Demirel olarak tanıdılar. Sami Dolak­
sızoğlu 1 924 yılında Isparta İslamköy'de doğdu . .. "

ALTI YAŞINDA İLKOKULA BAŞLADI


Türk siyasi tarihine damgasını vuran Süleyman Demirel, is­
lamköy'de ilkokula başladığında takvimler ı ı Kasım 1930'u
gösteriyordu. Burada zorluklar içinde geçen bir eğitim dönemi
sonrası Demirel, İslamköy'de ortaokul bulunmaması üzerine
Isparta'ya gönderildi. Demirel'in Isparta'ya gidişinde ise bazı
sıkıntılar yaşandı. Demirel o günleri şöyle anlattı:
"Babam, Isparta'da bir ev tuttu. Bir merkebe babam, bir
merkebe de ben bindim. Isparta'nın yolunu tuttuk. Okula kayıt
için altı adet vesikalık fotoğraf, ı 5 kuruşluk damga pulu, iyi
hal kağıdı ve nüfus hüviyet cüzdanı gerekliydi. Bunların mas­
rafı 55 kuruş tutuyordu. O günlerde 55 kuruş, köylüye servet
gibi geliyordu. Babam, o sıkıntılı döneme rağmen, 55 kuruşu
buldu ve beni, ortaokula kaydettirdi.
Ortaokulda A, B ve C şubeleri diye üç ayrı şube vardı. Bizi (C)
şubesine verdiler. A şubesinde memur çocukları, B şubesinde
esnaf ve orta halli ailelerin çocukları okurdu. Biz köylüler, c
şubesinde okumaya başladık. Köylü çocuklarının hepsinin
Süleyman Demirel 1 3

yüzleri yanmış, ayaklarında, ayaklarından büyük ayakkabılar,


üstleri-başları dökülen, üstlerinde analarının diktiği tişörte
benzer, yakasız gömlek bulunurdu. "
Süleyman Demirel'in ortaokul ve lise eğitimi gurbette geçti.
1 3 yaşında gurbete çıkmak zorunda kalan Demirel, kazandığı
parasız yatılı okulda eğitim görmeye başladı. Daha sonra Af­
yon Lisesi'ne kaydolan Demirel, derslerindeki başarısı ile daha
o günlerde öğretmenlerinin dikkatini çekti. Demirel'in bütün
dersleri (biri hariç) 1 O'du. Sadece bir dersi 7 olan Demirel da­
ha sonraki yıllarda bu dersin beden eğitimi olduğunu açıkladı.
Afyon Lisesi'ni ı 94 ı yılında bitiren Demirel, bu tarihte Naz­
miye Şener ile nişanlandı. Demirel, Nazmiye Hanım'la ancak
1 2 Aralık 1 948 yılında evlenebildi. Şubat 1 949'da İstanbul Tek­
nik üniversitesi inşaat Fakültesi'nden mezun olan Demirel ay­
nı yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi'nde memur olarak göreve baş­
ladı.
Demirel, 'Eisenhower Exchange Fellowship' (EEF) bursuyla
Amerika'ya giden ilk Türk oldu. Süleyman Demirel, 1 949- ı 950
ve ı 954- ı 955 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri'nde
barajlar, sulama ve elektrifikasyon konularında ihtisas yaptı .
Söz burstan açılmışken, ABD burslarının içeriği ve neden veril­
diğiyle ilgili iki. ayrı çalışmadan bir iki anekdot alalım.
CIA Başkanı Stanfield Turner: " Ford, Rockfeller, EEF, ve
Carnegie vakfı yabancılara burs veren kurumlardır ve harca­
dıkları paranın üçte biri CIA tarafından sağlanır" (Şahap Balcı­
oğlu, Görüşler Görüşmeler syf. 390)
"Vakıflar geri kalmış, müttefik, peyk ya da üstü kapalı sö­
mürge ülkelerdeki gençleri elden geçirip değerlendirmek,
Amerikan sevgisini, bağlılığını aşılamak amacıyla kurulmuş­
tur. Egemenlik altındaki ülkelere, kendisin� bağlı geleceğin li­
derlerini kurstan geçirip yetiştirmek üzere. s�yısız genç bunlar
aracılıyla CIA denetiminde kurstan geçirilip eğitiliyordu . . . "
(Ahmet Kahraman, Devr-i Süleyman)
1 4 islamköy'den Türban Karşıtlığına

O yıllarda kendisi gibi burslu öğrencileri Beyaz Saray'da ka­


bul eden dönemin ABD Başkanı ile çektirdiği hatıra fotoğraf
Demirel'e siyasette hiç ummadığı kapıları açacaktı. · Fakat o yıl-
·
lara henüz daha vardı.
1 954 yılında Barajlar Dairesi Başkanı, 1 955 yılında da Dev­
let su işleri Genel Müdürü olan Demirel, ı 960 yılında Ameri­
kan Morrison Kunudsen ine. şirketinin Türkiye temsilcisi oldu.
Süleyman Demirel'in yıllardır kurtulamadığı 'Morrison Süley­
man' lakabı temsilciliğini üstlendiği bu ABD firması nedeniyle
kendisine yakıştırıldı. ı 962- 1 964 yılları arasında serbest mü­
şavir-mühendis olarak çalıştı. Aynı yıllarda Orta Doğu Teknik
üniversitesi'nde su mühendisliği konusunda dersler verdi.

"SİYASETE A'I_'ILMADIM, SÜRÜKLENDİM"


Ortaokul ve lise yıllarında sistem ve dönemindeki siyasi ge­
lişmelere ilişkin yaptığı eleştirilerle o yıllarda arkadaşlarının
'
dikkatini çekmeyi başaran Süleyman Demirel, 1 964'te siyasete
olan merakını hayata geçiriyordu. Türk siyasi tarihi sayfaları­
na o günlerden başlayarak yıllarca adını yazdıracak bir lidere
gülümsüyordu artık. Bundan böyle herkes susacak, Demirel
konuşacaktı.
Demirel için, parti genel başkanlığından başlayıp, bazı dö­
nemlerde yaşanan 'med-cezir'lerden sonra Cumhurbaşkanlı­
ğı'na kadar uzanan 'bir yol öyküsü' başlıyordu artık. Süleyman
Demirel'in siyasete giriş hikayesi de oldukça ilginçti.
Demirel, 1 960 ihtilali sonrası toplumda yaşanan siyasi bö­
lünmüşİüğün üzerine geldi. 1 962 yılında Adalet Partisi'nin (AP)
saflarına katılarak hızla yükselen bir trend içine giren Demirel,
hep 'halkın demokrasiyi sevme ihtimalini' sevdi. Günler, aylar
birbirini kovaladı ve AP'de 'ikinci adamlığa' kadar yükseldi. O
günleri Süleyman Demirel şöyle anlattı:
"Siyasete atılmadım, siyasete sürüklendim. Aslında benim
için siyaset, heves ettiğim bir şey değildir. Bir mücadeleye, bir
emr-i vaki, bir emr-i zaruri olarak girdim. Ben mühendisim,
Süleyman Demirel 1 5

benim işim yapmaktır. Türkiye'nin kalkınması, ilerlemesi, bü­


yümesi, imar ve inşası, Türk insanının medeni nimetlere ka­
vuşması, refah ve saadeti benim başlıca kaygım olmuştur. "
27 Mayıs ihtilali sonrası yaşanan bazı sıkıntılar Demirel'i bir
süreliğine de olsa siyasetten uzaklaştırmıştı. Bu süre zarfında
kendisiyle baş başa kalan Demirel, siyasi arenada başrolün
kendisine geldiğine inandı. AP'nin Genel Başkanı emekli Orge­
neral Ragıp Gümüşpala'nın kalp krizi nedeniyle gerçekleşen
ani vefatı Demirel'in siyasette önünü açtı.
Gümüşpala'nın ölümü Demirel'in siyasette bir adım ileriye
geçmesiyle ilgili belki ilk ölümdü. Ama son olmadı. Yıllar son­
ra Cumhurbaşkanı Turgut özal'ın ani ölümü aynı Süleyman
Demirel'e bu kez kendi çok söylemeyi sevdiği ifadeyle '864 ra­
kımlı' tepenin Çankaya'nın yolunu açacaktı. Fakat o yıllara he­
nüz bir hayli vakit vardı.

BURSLU ÖGRENCİNİN HATIRA


FOTOGRAFI KONGRE KAZANDIRDI
Biz yine ı 964'ün son aylarına geri dönelim. Beklenen büyük
gün gelip çatmıştı. 27 Kasım 1 964'te toplanan AP İkinci Büyük
Kongresi'nde Süleyman Demirel bin 72 oyla parti genel baş­
kanlığına getirildi. Delegelerin iknasında enteresan bir yol kul­
lanıldı. Demirel'in 'burslu öğrenci' sıfatıyla Beyaz Saray'ı ziya­
reti sırasında ABD Başkanı ile çektirdiği fotoğraf delegelerin
ikna edilmesini oldukça kolaylaştırdı. Bundan sonrası artık
gelecekti.
Hayat Dergisi'nin ı O Aralık 1 964 tarihli sayısında yer alan, 'Yeni
muhalefet lideri: SÜLEYMAN DEMİREL' başlıklı yazı bu süreci o
günlerin atmosferini de oldukça iyi tahlil ed�rek gayet iyi anlabyor.
Adalet Partisi'nin kurucusu ve ilk genel başkanı Ragıp Gümüş­
pala'nın 5 Haziran ı 964'te ölümüyle boşalan AP başkanlığına
kongreye kadar Dr. Saadettin Bilgiç vekalet etti. 2 7 Kasım
1 6 islamköy'den Türban Karşıtlığına

l 964'te yapılan kongrede başkan adayları arasında yeni bir si­


yasetçi ismi geçiyordu; AP Genel İdare Kurulu üyesi Süleyman
Demirel.
Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü'nden gelen Demirel,
kongrede ezici bir çoğunlukla başkan seçildi. Demirel bin 72
oy alırken, Saadettin Bilgiç 552 ve Tekin Arıburnu 39 oy almış­
lardı . . .
Bütün rakiplerini büyük oy farklarıyla mağlup eden Adalet
Partisi yeni başkanı ideal bir aile reisi ve mutedil bir siyaset
adamı olarak tanınıyor!
Kasım ayı sonunda Ankara'da ana muhalefet partisi, Adalet
Partisinin büyük kongresi yapıldı ve uzun bir zamandan beri
halk efkarını meşgul eden sorunun cevabı, kongrenin üçüncü
günü yapılan seçimde verildi: 40 yaşında genç ve adı şimdiye
kadar çok duyulmamış bir siyasi şahsiyet, en yakın rakibi ge­
nel başkan vekili Saadettin Bilgiç'i açık farkla geçerek Genel
başkan seçildi! Böylece ilk defa olarak demokrasi tarihimizde
bir partinin başkanı seçim yolu ile değişmiş oldu.
1 965 yılında yapılacak genel seçimlerde Adalet Partisi ikti­
darı aldığı takdirde, Demirel muhtemelen başbakan olarak
memleketin birinci derecede sorumlu mevkiini alacak, A.P.
muhalefette kalırsa, Demirel bu sefer muhalefet lideri olarak
gene politik� hayatımızda mühim bir rol oynayacaktır.

AİLE BABASI
Süleyman Demirel, Isparta İlinin İslamköy nahiyesinde
l 924'te dünyaya gelmiştir. 1 2 yaşına kadar köyde kalmış, orta­
okulu lsparta'da bitirdikten sonra, sırayla Afyon Lisesi'nde ve
İstanbul Teknik üniversitesi'nde tahsilini tamamlamıştır. Demi­
rel'in babası da nahiyenin belediye başkanı olduğu için, seçim ve
siyaset konularını iyi bilmektedir. Bir bakıma oğlunun gidişinden
memnundur. Annesi ise her fırsatta Süleyman'ı desteklediğini
söylemektedir. Demireller birbirlerine gerçekten bağlı olan bir
Süleyman Demirel 1 7

aile! Evli olan yeni'Adalet Partisi Başkanı, mesut ve ideal bir ai­
le reisi olarak tanınıyor. Zaferinden sonra gazetecilerin ve teb­
rikçilerin akınına uğrayan evinde, zarif eşi Bayan Demirel ken­
dinden emin ve rah·at davranışları ile gelenlerin �ütün dikkat­
lerini üzerine çekti.

MUTEDİL LİDER
Başkanlık mücadelesine geç girdiği halde, kesif bir müca­
dele örneği vererek en yakın rakibini bile rahatça yenen Süley­
man Demirel, mutedil tutumuyla tanınmıştır. İktisadi görüşle­
ri ve memleketin genel siyasi durumu nakkındaki düşünceleri
de ayrı derecede ölçülü ve bilgilidir. Böyle bir liderin ana mu­
halefet partisinin başına geçmesi, basında ve diğer siyasi par­
tilerde ve çevrelerde de memnuniyet yaratmıştır. Gerçekten
güç bir vazifeyi omuzlarına yüklenen siyaset dünyamızın yeni
ismi, eşinden bütün mücadelelerinde destek gördüğünü söy­
lerken, ilerde de böyle devam edeceklerini anlatıyordu. Bayan
Demirel ise, kendine has sade tavırlarıyla eşini tasdik ediyor,
"Ona her zaman destek oldum, " diyordu.

GENEL BAŞKANLIK TAMAM,


SIRA DEVLETİ YÖNETMEDE
Parti genel başkanlığından sonra sıra devlet yönetiminde ak­
tif olarak görev almaya gelmişti. Süleyman Demirel, Suat Hayri
Ürgüplü hükümetinde devlet bakanı ve başbakan yardımcısı ola­
rak görev yaptı. Aradan geçen bir yıl sonunda 1 O Ekim 1 965 tari­
hinde bir genel seçim yapıldı. işte bu tarihte hiç kimsenin bekle­
mediği bir sonuç ortaya çıktı ve Demirel'in liderliğindeki Adalet
Partisi inanılması güç bir başarı kazanarak yüzde 53'lük oyla 240
milletvekili çıkardı. Isparta Milletvekili olarak TBMM'ye girdi.
Burada Türkiye siyasi tarihindeki satır aralarında gizli bir nok­
tayı ucundan aralayalım: "1 964 Ağustos ayı sonlarında Ankara'ya
1 8 islamköy'den Türban Karşıtlığına

General Porter diye bir Amerikalı çıkageldi. Porter Türkiye'de


görev yapmış, çok Türk tanımış ve memleketimizi çok iyi bili­
yordu. General Ankara'ya bizzat başkan Johnson tarafından
gönderilmişti. General Porter Genelkurmay Başkanı Cevdet
Sunay ile görüştü. Aynı günle�de CIA ajanları Türkiye'de bir an­
ket yapıyorlardı. Başbakan İnönü istifa ederse Türkiye'de Hü­
kümet başkanı kim olur?" (Metin Toker, İsmet Paşayla 1 O Yıl,
syf. 1 20)
"General Porter Demirel ile görüşmüş, onu beğenmişti. İlk
seçimde iktidara gelmesi kesin olan AP'nin başına geçmesi için
gerekli ortamın hazırlanmasını önermişti Washington'a. Bu
öneri uygun bulunmuş, Demjrel'in hazırlanması için birkaç ay­
lık sabır marjı konmuştur." (Ahmet-Kahraman, Devr-i Süley­
man, syf. 68)
Süleyman Demirel 24 Ekim'de Cumhurbaşkanı Cemal Gür­
sel tarafından görevlendirilmesinden sonra ülke yönetiminde
artık tek söz ve karar sahibiydi. Türkiye'nin l 2'nci başbakanı
olarak hükümeti kurdu. Bu hükümet dört yıl sürdü.
Dört yıllık 'Birinci Süleyman Devri' de böylece başlamış ol­
du. Arkasındaki büyük halk gücü ile iktidara gelen Demirel, bu
yıllarda önemli başarılar kazandı. Yaklaşık 5 yıl iktidarda ka­
lan Demirel, yüzde 5 enflasyon ve yüzde 7'1ik büyüme hızını
yakaladı. Bu başarılı iktidar döneminin sonunda ı o Ekim 1 969
tarihinde yapılan genel seçimleri yine Demirel büyük farkla
kazandı. 3 Kasım ı 969'da 2 . Demirel hükümeti kurulmuş oldu.
Bu dönemde yaşanan parti içi huzursuzluk nedeniyle Demirel,
görevini bırakarak kısa bir süreliğine köşesine çekilerek du­
rum değerlendirmesi yaptı. 6 Mart l 970'te, 1 yıl sonra başına
geleceklerden lıabersiz olan Demirel 3. Demirel hükümetini
aynı isimlerle yeniden kurdu. Süleyman Demirel bu hızlı döne­
mi kendi ağzından şöyle anlattı:
" 1 970'1i yıllarda çeşitli dönemlerde hükümette oldum. 70'in
başından, 7 ı 'in 1 2 Martı'na kadar. 7 5 Mart'ında hükümettim,
Süleyman Demirel 1 9

78 Ocak'ına kadar. 79 Kasım'ında hükümettim, 12 Eylül 80'e


kadar. üç defa hükümette oldum, dört defa hükümet kurdum.
'Lanetli 78' denilen yılı yaşadım. Ve 79'un tablosunu çıkartsam
ondan daha da kanlıdır. 79'un 1 4 Ekim'inde Türkiye seçime
gitti. Bu seçim milletvekili araseçimi ve kısmi Senato seçimiy­
di. Benim başında bulunduğum Adalet Partisi beş milletvekili­
nin beşini, 50 senatörün 33'nü aldı; oyların yüzde SS'i.
Günün hükümet başkanı Bülent Ecevit, 1 6 Ekim günü Çan­
kaya'ya çıkıp istifa etti. 'Türkiye'yi yönetmek AP'nin sorumlulu­
ğunda olmalıdır' dedi ve biz de bundan kaçamadık. Devraldı­
ğımız Türkiye kan çanağı, kuyruklar, yokluklar ülkesi. Isınacak
mazot yok, benzin yok, yağ yok, şeker yok, dışarıdan satın ala­
cak bir kuruş yok, fabrikaların hammaddesi yok ve ilaç yok.
Biz bunu sırtlandık ve aynı zamanda bir azınlık hükümeti kur­
mak zorunda kaldık. 1 1 aydır sıkıyönetim vardı. Sıkıyönetim
bir devletin başvuracağı en son çaredir."

DEMİREL'E KARŞI İLK DARBE AMA SON DEGİL


Takvimler 1 2 Mart 1 9 7 1 'i gösterirken Süleyman Demirel'e
yol gözükmüştü. Demirel, bu tarihte kuwet komutanlarının
verdiği muhtırayı, 'hukuk devleti ile bağdaşmaz' diye değerlen­
dirip biraz da mecburiyetten istifasını vermişti. Demirel bu is­
tifasının ardından ilk yıllarda yakaladığı siyasi istikrarı bir tür­
lü bulamadı. Demirel 1 97 1 - 1 980 yıllarında ( 1 9 75- 1 977- 1 979) 3
defa hükümet kurdu, Kurduğu bu hükümetlerin bazıları ise
koalisyon hükümetleriydi.

DEMİREL'E KARŞI YAPILAN SON DARBE


ı 980 Türkiye'sine gelindiğinde sağ-sol kavgalan ve öğrenci
olaylan tırmanışa geçmişti. işte bu noktada 1 2 Eylül 1 980 darbe­
si kendini gösterdi. Demirel bu tarihte zorunlu olarak görevini bı­
rakarak Çanakkale Haıİızaköy'de bir ay süreyle gözetim altında
tutulu. ı 983 yılında Demirel bu kez Ça11akkale'nin Zincirbozan
20 islamköy'den Türban Karşıtlığına

askeri tesislerine sürgüne gönderildi. Demirel, Zincirbozan'da


bazı AP ve CHP yöneticileri ile birlikte dört ay süre ile tutuklu­
lu kaldı. Bu tarihten sonra Demirel çok sayıda mahkemede
yargılandı ve beraat etti.

"ARALIK 1 979'DA ASIQ::RLERİ TOPLADIM"


Süleyman Demirel yıllar sonra Cumhurbaşkanlığı görevini
devredip 'tavuk yetiştirmemek' üzere döndüğü Güniz Sokak'ta
1 980 darbesi öncesinde, darbe anı ve sonrasında yaşadıklarını
ayrıntılı olarak anlattı:
"4 Aralık 1 979, çok önemli bir tarihtir. Ben Ankara'da sıkı­
yönetim komutanlarını bakanlarımla birlikte topladım Genel­
kurmay.'da, büyük salonda. On saat sürdü. Daha sonra ı 2 Ey­
lül'de yönetime el koyacak bütün ICadro orada. Onlara şunu
söyledim: Rahatsızlığı halk yaratmıyor, devletten maaş alan,
veya devletin himayesinde olanlar yapıyor. Bunun karşısında
devlet '78 sonuna kadar sessizdir ( 1 8-24 Aralık 1 978'de 1 05 ki­
şinin öldüğü Kahramanmaraş olayları ardından 26 Aralık'ta 1 3
ilde sıkıyönetim ilan edilmişti.) Mesele ciddiye alınmamıştır.
Köküne inmemişiz, istihbarat· yok, idare yardımcı olmamış.
Buna birinin bir şey demesi lazım, kamuoyunun bir şey deme­
si lazım. Yani bu noktaya gelinceye kadar kimse bir şey diye­
miyor. Böyle rezalet olmaz. İngiliz Başbakanı Chamberlain,
Norveç olayıyla karşı karşıya kaldıktan sonra İngiliz Parlamen­
tosu'nda, kendi partisinin, Muhafazakar Parti'nin grubunca,
'Please go-Lütfen çekil' diye istifaya zorlandı.
Burada, hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor her şey. Po­
lis birbiriyle dövüşür, afiş asar hale getirilmiştir. Vatandaş şa­
hitlik yapmıyor, adalet çalışmıyor, sivil mahkeme ceza vermi­
yor, cezaevleri yol geçen hanı. Tehdidin beynini bulamamışız.
Vaktimiz yok, yıldınm savaşı şeklinde yapacağız, ne lazımsa onu
bulacağız, mevcut imkan ve yasaları sonuna kadar kullanalım, ida­
ri tedbirleri hemen alıp icra edelim, yasalar çıkartalım, psikolojik
Süleyman Demirel 2 l

savaşa iyi bir kadfoyla girelim. Bunları söylüyorum askerlere,


zabıtlarda var. Ve diyorum ki, demokratik otoriteyi sağlamaya
mecburuz. Silahlı Kuwetlerimizin başarılı olması lazımdır. Si­
lahlı Kuwetlerin başarılı olmaması halinde ne olacağını dü­
şünmek istemiyorum. Memleketimizde her şey kanun ve ni­
zam hakimiyetinin sağlanmasına bağlıdır. Bu sözler, sekiz ay
sonra 1 2 Eylül beyannamesinde yer aldı, iyi mi? İşleyen devlet,
temel hak ve hürriyetleri koruyan devlettir. oysa tablo bir fe­
laket. Devlet boşluğu meydana gelmiş. Biz hükümet olarak,
ekonomik kısmında lazım gelen tedbirleri almışız, 24 Ocak
'

1 980 kararlarından söz ediyorum. Ama kanun, nizam hakimi-


yeti bir türlü sağlanmamış."

DEMİREL: ASLINDA UYARI BANA DEGİL,


BENDEN ÖNCEKİ HÜKÜMETEYDİ
"Uyarı mektubunu anlatayım. 1 980 yılının birinci gunu
Köşk'ten Deniz Yaveri telefon ediyor, 'Sayın Cumhurbaşkanı
sizinle görüşmek istiyor' diyor. Cumhurbaşkanı Fahri Koru­
türk, bana bir mektup çıkarıp veriyor. Muhalefet liderine de
veriyor daha sonra. 'Bu mektup bana bir hafta önce geldi, fa­
kat ben ne yapacağımı bilemedim. Yılbaşı kutlamaları geçsin,
sonra muameleye koyalım dedim' diyor. Ben diyorum ki; 'Sa­
yın cumhurbaşkanı, çok büyük bir sorumluluk yüklenmişsiniz.
Bir hafta süresince bir şey olsaydı, siz ne duruma düşerdiniz?
Siz sorumsuzsunuz. Bu sizin elinize geldiği gün onu bana ver­
meniz lazımdı. Ben Kasım ayının 20'sinde güvenoyu aldım.
Aralık ayının 4'ünde 1 5 gün sonra sıkıyönetim komutanlarını
topladım. 4 Aralık'tan bu yana 27 gün geçmiş. Benim güvenoyu
aldığım günden bu yana 40 gün geçl!'iş. Ben 40 günde uya­
rılmaya muhatap ne yaptım? 'Bu me�tubun muhatabı ben
olamam.' dedim. 'Evet' dedi, 'Bu mektubun muhatabı siz de­
ğilsiniz. Bu kamuoyuna uyarı'. Ben dedim ki, 'Bu mektubu
22 islainköy'den Türban Karşıtlığına

alır giderim, göreve devam edecek miyim, etmeyecek miyim,


düşünürüm.'
İki gün düşündükten sonra gittim kendisine dedim ki, 'Ben
kuwet komutanlarını çağıracağım. Kendilerine n� istiyorsunuz,
diye soracağım.' Çağırdım Genelkurmay Başkanı'nı. Kuwet ko­
mutanlarıyla geldi, Başbakanlık Konutu'nda oturduk. Dedim ki,
'Bu mektubu anladık, bunun hedefi herhalde ben değilim.' 'Ha­
yır, siz değilsiniz' dediler. Orgeneral Kenan Evren bana aynen
şunu söyledi: 'Biz bu sıkıyönetimi başarıya ulaştıramadık.'
Bak bu çok önemli bir şey, çünkü hala kan dökülüyor. 'Ol­
madı' dedi, 'Yapamadık, bunaldık'. Ben de dedim ki, 'Sıkıyöne­
timden başka müessese yok. Sizi bu bunalımdan çıkaracak
olan nedir? Onu söyleyin bana. şu ana kadar benden ne ist�­
diniz de ben yapmadım? Zaten 40 günlük bir mesaimiz var.
Yemek yedik, sonra ertesi gün bir daha toplandık aynı yer­
de. Biraz daha konuştuk ve onların birtakım istekleri ve talep­
leri vardı 'Bunları yaparız' dedim ben. Yetki istiyorlardı, yetki
kanunu istiyorlardı. 'Alırız yetkiyi Meclis'e gideriz' Ama yetki­
nin sınırlarını da söyledim.
Dedim ki hükümet ağlama duvarı değil, görevi devleti işlet­
mek. Görev yapmayanlar gidecek, yapanlar gelecek. Bu da be­
nim işim. Görev yapılmamasına ve bugünkü duruma mazeret
tanımam. Ne isterseniz vereceğim, kanun isteyin kanun vere­
yim. Yalnız şunları istemeyin: Takrir-i sükun, tehcir, istiklal
Mahkemesi ve Dersim Kanunu istemeyin. Ama önce mevcut
yasaları kullanalım. Mevcut yetkileri iyi kullanmadılar. önce
mevcut yetkinizi kullanacaksınız.
Bir gün Amerikan Adalet Bakanı kürsüye çıkıp yeni yetkiler
istiyor. Bir vekil de çıkıp bir fıkrayla itiraz ediyor. Fıkra şu:
Tom, Mary'ye demiş ki, 'Yanında ahtapot olmak istiyorum.'
Mary demiş ki, 'Ne yapacaksın ahtapot olup?' Tom, 'O zaman
sana sekiz kolumla birden sarılırım.' Mary cevap vermiş: 'Sen
önce şu iki kolunla sarıi yeter.'
Süleyman Demirel 23

1 1 EYLÜL 198'o, AKŞAM SAATLERİ ...


"ı ı E ylül ı 980 akşamı, saat 2 ı .oo sularında, karşımdaki
koltukta Van Milletvekili Kinyas Kartal oturuyordu. İlinin bir
sorununu konuştuk. Sonra, Kahramanmaraş'tan senatör ve
vekil arkadaşlar geldi. 1 4 Eylül pazar günü Menzelet barajının
temelini atacaktık. Onları yolcu ettikten sonra, 22.30'a doğru,
İçişleri Bakanı Orhan Erel geldi. 'Emniyet müdürleri ortada
yok' dedi; 'Öğlen Genelkurmay'dan çağırmışlar. Sonra bir daha
görünmediler. Garip bir şey oluyor.' 23.30'da Milli Savunma
Bakanı İhsan Birincioğlu geldi. 'Evimiq önündeki nöbetçileri
almışlar' dedi. Birincioğlu ile o gün ı 7.00 civarında bir konuş­
mamız olmuştu. Birtakım haberler geliyordu; 'Askerler müda­
hale edecek' diye. Ama MİT, Emniyet filan söylemez bize, bilse
de söylemez. Devletin geleneği böyledir bizde. Ama sızar bu
bilgiler. Mesela bana İstanbul'dan gelmişti. Ben de saat ı 7.00
civarında Birincioğlu'na 'Ne oluyor etrafta?' diye sorunca,
'Müsteşarım rejime bağlı bir arkadaştır, bir konuşayım' demiş,
sonra 'Burada bir şey yok' diye bilgi vermişti.
Ben, gelen haberler üzerine yine saat 1 7 .00 .civarında, cum­
hurbaşkanlığına vekalet eden İhsan Sabri Çağlayangil'i de te­
lefonla aramıştım. 'Birtakım bilgiler var, müdahale konuşulu­
yor. Senin bugün Genelkurmay İkinci Başkanı (Orgeneral Hay­
dar Saltık) ile görüşmen var, sen eski polissin, laf almasını bi­
lirsin, bak bakalım ne çıkıyor' demiştim. İhsan Sabri bir süre
sonra aramış, 'Bir şey sezemedim' demişti. Birincioğlu da 'Bir
şey yok' demişti ama, şimdi nöbetçileri alınıyor, açıklama ya­
pılmıyor. Müsteşarını bir daha aramasını istedim. Müsteşar te­
lefona çıkmıyor, bakanın telefonuna çıkmıyor. Biz durumu tah­
min ettik. Saat O 1 .00 oldu, benim kapının önündeki nöbetçile­
ri de aldılar. Biz bekliyoruz. 03.00'te radyodan bildiri okundu;
ihtilal beyannamesi, yönetime el koyuyorlar. Saat sabah
05.00'e doğru, artık 1 2 Eylül olmuş, Nahit Menteşe geldi. 'Be-
24 islamköy'den Türban Karşıtlığına

ni Genelkurmay'a çağırdılar' dedi. 'Sizi götürecekler. Gelibo­


lu'ya götürecekler.'
Ben orta kata çıktım. o sırada ezan okunuyor, namazımı
kıldım. Nazmiye hanım 'Ben de geleceğim' diyor, ben 'Olmaz'
diyorum. Menteşe, askerlerin eşlerin eşlik etmesine izin vere­
ceğini söyledi. Birlikte hazırlandık. Nihayet saat 7.30'a doğru
geldiler, bizi aldılar, yola koyulduk. Sonra, yıllar sonra, üzeri­
mizdeki yasaklar kalkmış, Kenan Evren'le karşılaştık. 'l 1 Eylül
günü akan kan, 1 3 Eylül günü nasıl durdu? Kanın üzerinde
oturuyorsunuz' dedim. Cevap vermedi."

SİYASİ YASAKLI DEMİREL


YENİDEN MEYDANLARA DÖNDÜ
1 2 Eylül 1 980 darbesi üzerine görevi bıraktı ve yedi yıl ya­
saklı olarak siyaset dışı kaldı. Siyaset yapma yasağı bulundu­
ğu için aktif siyasetten yararla� mıyor; ancak verdiği demeçler­
le Özal hükümetini topa tutuyordu. 6 Eylül 1 987 tarihinde ya­
pılan halk oylamasında Demirel -kıl payı- siyasete yeniden dö­
nüş vizesini aldı. Sonuçta Demirel aktif siyasete 24 Eylül 1 987
tarihinde DYP genel başkanlığı ile yeniden döndü. 29 Kasım
1 98 ?'de yapılan genel seçimlerde Isparta Milletvekili olarak
tekrar TBMM'ne girdi. Demirel'in DYP'si 20 Ekim 1 99 1 yılında
yapılan seçimde birinci parti olmasını bildi. 4 yıllık bir muha­
lefet döneminden sonra Demirel, Sosyal Demokrat Halkçı Par­
ti (SHP) ile yaptığı koalisyon neticesinde 20 Kasım 1 99 1 yılın­
da yeniden hükümete geldi. 49. Cumhuriyet Hükümeti böylece
kuruldu. Demirel Başbakan, SHP Genel Başkanı Erdal İnönü
ise başbakan yardımcısı oldu. Bu tarihten sonra Demirel bir
anlamda, 'Nerede kalmıştık?' diyerek siyaset merdivenlerini
koşar adım tırmanmaya devam etti.
Süleyman Demirel 25

ÖZAL'IN ÖLÜMÜ DEMİREL'E


ÇANKAYA'NIN YOLUNU AÇTI
Demirel, koalisyonun büyük ortağı olarak görev yaptığı süre
içerisinde hiç beklenmedik bir gelişme oldu ve 8. Cumhurbaşka­
nı Turgut Özal, geçirdiği kalp krizi sonrasında hayatını kaybetti.
Bu ölüm tüm hesapları alt üst etmişti. Demirel 1 6 Mayıs 1 993'te
hükümet ortağı SHP'li milletvekillerinin de desteğini alarak 244
oyla Türkiye Cumhuriyeti'nin 9. Cumhurbaşkanı oldu.
Demirel cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturduktan sonra,
DYP'de genel başkanlık tartışmaları 'Qaşladı. Herkes, Demi­
rel'in bir isim bildirmesini bekledi; fakat tecrübeli politikacı
'yıpranma' kaygısıyla buna yanaşmadı. En azından bunu ka­
muoyuna duyurmadı. Duyurmadı çünkü Demirel bu tarihlerde
Çankaya Köşkü'ne çıkan Cindoruk'a, "Demokrat Parti döne­
minden bu yana, ilk defa cumhurbaşkanlığı, Meclis başkanlığı
ve başbakanlık bizim partide toplanıyor. Bu, sevindirici bir du­
rum. Ben, cumhurbaşkanı oldum. Siz, Meclis başkanlığını ba­
şarıyla yürütüyorsunuz. Önümüzdeki günlerde bir üçüncü ar­
kadaşımız başbakan olacak" diyerek gerekli mesajı veriyordu.
Bu mesaj Çiller'e de 'siz önden buyurun' deme anlamına geli­
yordu. Cindoruk'un bu dönemdeki moral bozukluğu ı 7 Ekim
1 995 tarihinde partiden ihracına kadar sürecekti.
DYP genel başkanlığı için adaylar teker teker ortaya çıkma­
ya başladı . İlk olarak Tansu Çiller devlet bakanlığı görevinden
istifa etti ve adaylığını açıkladı. Bunu Milli Eğitim Bakanı Kök­
sal Toptan izledi. ismet Sezgin üçüncü aday olarak ortaya çık­
tı. Kurultay sonunda Tansu Çiller genel başkanlığa seçildi ve
Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olarak yeni bir süreci başlattı.
DYP, genel başkanını bulmasıyla Demirel bir ölçüde rahat
nefes almış Çankaya'daki günlerini rahat geçirmeye başlamıştı.
Artık her şey çok farklıydı. 6 defa gitmiş 've 7'nci kez tam olarak
gelmişti. Artık Türkiye cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanıydı.
26 islamköy'den Türban Karşıtlığına

ÇANKAYA'DAKİ GÜNLER
Cumhurbaşkanı Demirel aktif siyasette yanında taşıdığı bir­
çok polemiği Çankaya Köşkü'nün demir kapısında bıraksa da,
bu tarihten sonra yeni tartışmaların da başlatıcısı oldu. 8.
cumhurbaşkanı Merhum özal'ı her yönü ile eleştiren Demirel
gitmiş, yeni bir Demirel gelmişti; özal'ı 'turist' ilan eden Demi­
rel, cumhurbaşkanlığı döneminde dünyada gitmediği ülke bı­
rakmadı. Çankaya'nın programını yapmakla görevli protokol
görevlileri, önlerine konulan onlarca yurt dışı, yüzlerce yurt
içi, binlerce açılış, temel atma, ziyaret, tanıtım, konferans ve
paneli nasıl sıraya.sokacaklarını şaşırır duruma geldiler.
Bu tarihlerde Çankaya ile hükümet arasındaki ilk huzursuz­
luklar baş gösterdi. Demirel ile dönemin Başbakanı Tansu Çil­
ler arasında soğuk bir savaş yaşanıyordu. Turgut özal'ın kar­
deşi Yusuf Bozkurt Özal'ın, görev süresini tartışmaya açmasın­
dan yeterince rahatsız olan Demirel, seçim kanunu konusun­
da ters düştüğü Çiller'in " Konumunuzu tartışmaya açarım"
tehdidi karşısında sert bir çıkış yaptı.
Demirel daha sonra çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalarda,
Çiller'i odadan kovduğunu ve 'kendini tutmakta zorlandığını'
söyleyecekti. Bu. yaşanan gelişmeler ister istemez DYP ile Çan­
kaya arasındaki ilişkileri de zedelemiş oldu. Bu yaşananlar da
Demirel'i, RP ve ANAP'ın yoğun eleştirileri karşısında yalnız bı­
rakmış oluyordu. Demirel artık tek başına kalmıştı. Tüm eleş­
tirilere yalnız başına göğüs germek ·mecburiyetindeydi. Belki
bu yalnızlığını yenmek, ya da Turgut özal'ın cenazesinde gör­
düğü coşkulu halk topluluğunu kendine kanalize etmek iste­
yen Demirel, dur durak bilmeden Türkiye'yi ve dünyayı karış
karış gezmeye başladı.
Hiç sıkılmadan bir tek açılış için gittiği iller oldu. Demirel'in sı­
kıntıları bitmek bilmiyordu. Atamalarda ve attığı son imzalarda
özellikle muhafazakar kesimin de tepkisini almaya başlamıştı.
Süleyman Demirel 2 7

Cumhurbaşkanlığı'koltuğuna oturalı iki yıl olmuştu ki, Demi­


rel bir erken seçime başkanlık yapma durumunda kaldı: Niha­
yet beklenen seçim gerçekleşti ve seçimlerden kimsenin um­
madığı bir sonuç çıktı. Refah Partisi birinci olurken, Çiller li­
derliğindeki DYP ikinci ve ANAP üçüncü parti durumuna geldi.
İşte bu noktada RP'nin 1 994 yılında yapılan yerel seçimlerde
Büyükşehirleri almasıyla başlayan süreçte RP-TSK arasındaki
gerilim, biraz daha arttı. Gelinen noktada askerler. bu yöndeki
sıkıntılarını Çankaya Köşkü'ne çıkarak Demirel'e aktarma ihti­
yacını 'gelenek' haline getirdiler. Koalisyon görüşmelerinde

Demirel kilit isim oldu. Hemen hemen her gün bir parti genel
başkanı Çankaya Köşkü'nün kapısını çalar hale geldi. Demirel
bu aşamada yaptığı açıklamalarda "276'yi bulana mührü veri­
rim" diyerek krizi aşma yollarını gösterdi.
RP-DYP koalisyon hükümetinin kurulmasıyla Demirel'in sı­
kıntıları daha da arttı. TSK; RP'li milletvekillerinin çıkışların­
dan ve Erbakan'ın açıklamalarından rahatsız olduklarını açık­
ça dile getirdi. Tam bu sırada Demirel sürpriz bir çıkış yaparak,
" Meclis'i gerektirdiğinde seçime götürebilme yetkisi" istedi. Bu
talep " Darbe ihtimali mi var?" sorusunu gündeme getirdi.
Cumhurbaşkanı gittiği her yerde bu konuya değinmeye başla­
dı ve sabır tavsiye etti.
Cumhuriyetin etrafında birleşilmesini istedi ve " Eski günle­
re geri dönmeyelim. Demokrasiden dönüş olmaz" mesajını
vermede bir sakınca görmedi. Ve dananın kuyruğu 28 şubat
1 997'de yapılan MGK'da koptu. Burada askerler Erbakan ve
Çiller'i topa tuttular. işte bu toplantıda 8 yıllık kesintisiz eği­
timden, Kur'an kurslarının daha sıkı kontrolüne kadar birçok
konu ele alındı. Demirel Çankaya Köşkü'ndeki en sıkıntılı gün­
leri bu dönemde geçirdi. Cumhurbaşkaı:ıı yakın çevresine sü­
rekli olarak bu gelişmelerden duyduğu rahatsızlığı aktarır du­
ruma gelmişti.
28 islamköy'den Türban Karşıtlığına

DEMİREL, 28 ŞUBAT ÖNCESİ


OLAYLI MGK'YI ANLATIYOR
"Haftada bir defa cumhurbaşkanları Genelkurmay başka­
nıyla konuşur. Askerler çok dürüst insanlardır. Söylediklerine
dikkat etmek lazım, iki manaya gelecek laf söylemezler, net
konuşurlar. Türkiye'nin o ortamında sivillerin rahatsız olduğu
birtakım şeylerden askerin rahatsız olmaması mümkün değil.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı hafta­
lık görüşmede rahatsızlıklarını ifade etti. 'Rahatsızız, irticadan
endişemiz var, dün bir numaralı tehdit irtica değildi bugün ir­
ticadır' dedi. 'Sizi rahatsız eden hususlar nelerdir?' dedim.
Çünkü ben halkın önüne çıkıp 'Asker huzursuz' diyemem. 'Sizi
rahatsız eden şeyleri anlatın' dedim. Ben nihayet Cumhurbaş­
kanı olarak Başkumandanlığın temsilcisiyim.
Bir hafta içinde davet ettiler. ı 7 Ocak'ta Genelkurmay'a tek
gittim. Genelkurmay Başkanı vardı. İkinci Başkan Orgeneral
Çevik Bir, istihbarat Dairesi Başkanı Korgeneral Fevzi Türkeri
vardı. İki general, iki de albay vardı. Bana rahatsız oldukları 55
konuyu teker teker anlattılar. Dört saat sürdü. Kendilerine de­
dim ki, 'Siz bunları bana verin, ben bunları takip ettireyim.' Bir
bakayım, gözden geçireyim, üzerinde durulması gerekenleri
hükümete intikal ettirir ve takip ederim, adım atıldığında mah­
cubiyet olmasın dedim.
MG.K'dan önce sayın Necmettin Erbakan'ın dikkatini çek­
tim. Sonra askere döndüm dedim ki, bu söylediğiniz şeylerin
30 kadarının üzerinde durulamaz, yani somut değil. Bunların
dışında 25 kadarının üzerinde durulması gerekiyor, ben de
bunları hükümete intikal ettirdim. Sonra bir yazı yazdım Erba­
kan'a:
'Bak kardeşim rahatsızlık var, rahatsızlık şahsından değil. Sen
Başbakansın. Ben sana bir hükümet kurma görevi verirken sen­
den şüphelenerek vermedim. Eşit haklara sahip bir siyasetçisin.
Süleyman Demirel 29

Ama bir yere gelmek başka bir iştir, o görevi iyi götürebilmek
başka bir iştir. Ben sana Cumhurbaşkanı olarak söylemiyo­
rum, tecrübeli bir insan olarak söylüyorum. Bunlar üzerinde
bir dur. Başarı sadece sana tabii bir şey değildir, başkalarını da
hesaba katacaksın. Bunu hesaba kat.'
Sonra 28 Şubat günü geldi. Bunlar 28 şubat toplantısına
hazırlıklı olarak, ı 8 maddelik bir tebliğle geldiler. Benim bir
gün ewelden haberim oldU. MGK Genel Sekreteri Orgeneral İl­
han Kılıç getirdi. Başbakan yardımcısı Tansu Çiller'e dedim ki,
askerlerle konuş, iyi şeyler olmuyor burada. Yazılan şeylerin
sertlik yaratacağını biliyorum. MGK'da sert tartışmalar oldu.
Karadayı yatıştırıcıydı, en sert Deniz Kuwetleri Komutanı Ora­
miral Güven Erkaya'ydı. Ağır şeyler söyledi Erbakan'a. 'Senin
ağzından hiç Türk lafı çıkmadı' gibi laflar söyledi. 'Çok rahatsı­
zız, irtica aldı yürüdü' dedi. Erbakan dedi ki, 'Ben Türk olmak­
la övünürüm, ben Kozanoğlu ahfadından geliyorum' dedi. Ma­
raşlı ya onlar. "

28 ŞUBAT'TA HÜKÜMET DARBESİ


DİYE BİR OIAY YOKTU
Sonra ben müdahale ettim. Beyannamede halkı rencide
edecek ifadeler vardı, onları düzelttirdim. Dindar insanları,
karşıya almanın manası yok. Orada hükümet darbesi diye bir
olay yoktu. Hükümet 1 8 Haziran'da çekilmiştir. Yani, 3.5 ay
sonra. Hiç itiraz olmadı ki hükümet kanadından, hepsi imza­
ladı ve göreve devam etti. Bu bir darbe değildir. Bana sorarsa­
nız, orada tartışılanlar, tartışılmasa da ihtilal beyannamesi ha­
line gelse daha mı iyi idi?
28 Şubat MGK toplantısı olmasaydı, bu işin sonu askerin
yönetime el koymasına gider miydi? Giderdi demek mümkün
değil, gitmezdi demek de mümkün "değil. Herkes burnundan
soluyordu. Ben iki defa bu işe muhatap oldum sonra dedim ki,
'Siz sıkıntılarınızı bize söyleseniz, bizim görevimiz ona çare
30 isıamköy'den Türban Karşıtlığına

bulmak. Bizimle gelip konuşsanız, biz bunların çaresini ararız


sizinle. Nihayet hükümet olarak veya diğer makamlarda bula­
madığımız çareyi Meclis'te gider ararız. Ama siz öyle yapmı­
yorsunuz, bir deklarasyon yayımlıyorsunuz, Meclis'i kapatı­
yorsunuz, hükümeti dağıtıyorsunuz, gelip kendiniz oturuyor­
sunuz. Yani mutlaka kendinizin idaresi şart değil, bunun yapıl­
mış olması şart.' Bunları çeşitli zamanlarda askerlerin hepsine
dedim.
Dönemin TBMM Başkanı Mustafa Kalemli o yılları anlatan
anılarında 'Asker 28 Şubat'ta kışlanın kapısından döndü' diye
yazdı. Doğru. Doğru derken, sıkıntının derecesini göstermek
bakımından doğru bir tespit bu.

ASKERİ MÜDAHALELERİN NEDENİ HEP AYNI


Türkiye'deki da�belerde, çekirdek iddianın ne olduğunu
söyleyeyim: Uçurumun kenarına geldik, 'hufre-i inkıraz' ve
'pençe-i izmihlal', çöküşün pençesindeyiz. ı 9 ı 2 Balkan Harbi
sonrasında yayımlanan Halaskar Zabitan Beyannamesi'nden.
2 7 Mayıs 1 960 beyannamesinin birinci cümlesinde de ı 9 ı 2'de­
ki anlayış var. 1 2 Mart ı 97 ı 'de de var. Devletin buraya gelin­
ceye kadar, yapılan eksiklikleri, düzeltme mekanizmaları yok
mu? Var. Onları işleteceksiniz. 'Ülkemizin hala içinde bulundu­
ğu hayati önemi haiz siyasi ekonomik ve sosyal sorunlar dev­
let ve milletimizi tehdit eden boyutlara ulaşmış ve bu hal dev­
letimizi, Cumhuriyet tarihimizin en ağır buhranına sürükle­
miştir'; bu da 1 2 Eylül beyannamesinden.

DERİN DEVLET ASKERDİR, BU İŞİN KÖKENİ DE


1 91 2 HAIAS KAR ZABİTAN HAREKETİDİR
1 9 ı 2 beyannamesinin işlediği zamanı bilmek lazım. Bir Bal­
kan faciası var karşımızda. 500 sene oturduğunuz Balkan­
lar'da, Osmanlı orduları çetelere mağlup olmuş. Adriyatik'den
Süleyman Demirel 3 1

Meriç'e beş ayda elden çıkmış. Makedonya gitmiş. Ordunun


içine siyaset girmiş ve siyaset orduyu tahrip etmiş. Üsteğmen
kumandanını vurmuş, Şemsi Paşa hadisesi Manastır'da. Res­
neli Niyazi diye birisi dağa çıkmış, dağa çıktı diye kahraman
ilan edilmiş. Osmanlı devletini parçalamak heves haline gel­
miş. Çeşitli etnik unsurlar var. İnfiradı anasır; bu etnik unsur­
ların dağılması hadisesi ile imparatorluk karşı karşıya. Bunun
karşısındaki kaygı da, acaba itilafı anasır yapabilir miyiz, bu
unsurları bir arada tutabilir miyiz?

DERİN DEVLETİN İLK İZLERİ 1 9J..2'DE BAŞLAR


o zaman askerler devlet çöküyor, sahip olan yok, biz sahip
olalım diyor. Çünkü en organize güç askerler. 1 9 1 2, 1 960,
1 9 7 1 ve 1 980 beyannamelerini okuduğun zaman, 'Devlet çö­
küyor, memleket batıyor' hep onu bulacaksın. Bu korkudan
kendimizi kurtarmamız lazım. Devletin, işlemesi, bu korkudan
kendimizi kurtarmamıza bağlıdır. Peki ama böyle bir tehlike
varsa, bu korkudan kendimizi kurtarmamız neye yarar. Kendi­
mizi aldatmak olmaz mı? Olur. Öyleyse bu korkudan kurtulur­
ken, böyle bir tehlikeye karşı da tedbirlerimizi almış olmamız
lazım. Yalnız, devlet kendi güvenliği için aldığı tedbirleri işle­
tirken, halkına karşı zalim olmamalıdır.
32 islamköy'den Türban Karşıtlığına

DARBE MAGDURU DEMİREL ·


DARBEYE REÇETE YAZIYOR
Büyük bunalımlara çok boyutlu bakmak lazım. Türkiye sis­
teminde, ihtiyaç duyulduğu zaman değişikliklere gidilemeyişi
bunalımlara sebep olmuştur: Meclis, Cumhurbaşkanı seçemi­
yor, Anayasa'yı değiştiremiyor, kilitlenmiş. Seçime gidelim di­
yoruz, Meclis Komisyonu'nda iki profesör, Muammer Aksoy ve
Turhan Güneş, seçimin Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia edi­
yor.
Meclis halk tarafından sahiplenilmelidir. Bu halkın siyasi
kompozisyonu ile Meclis'inkinin mutabık olmasına bağlıdır.
Yani halkın siyasi kompozisyonu değişmiş, meclis değişmemiş
duruyorsa, bu bunalım demektir. Ve halk Meclis'ten kopacak­
tır. Meclis her haliyle otorite ve prestij sahibi olmalıdır. Bunu
sağladığımız takdirde, devletin işlemesi kolay olacaktır. Meclis
sadece kanun çıkaran bir yer olmakla yetmemeli, orada ne ko­
nuşulduğu, ne denildiği halk tarafından takip edilmelidir. Kö­
tü yönetim ve hükümet krizi rejim zaafı olarak algılanmalıdır.
Çok kere büyük bunalımlarımızda kötü yönetim veya hükümet
krizi, rejimi zayıflatmıştır. Oysa rejim bunu düzeltecek çareye
sahiptir, bu çare seçimdir.

SEÇİME GİDİŞ İÇİN İNGİLİZ FORMÜLÜ ÖNERİSİ


İngiliz sisteminin gücü saydan Avam Kamarası'nın seçilme
kolaylığı boşuna var değildir. 1 976'da Belçika'da bir NATO top­
lantısında Başbakan Harold Wilson ile yan yana oturuyoruz.
'Ben seçime gideceğim' dedi. 'Seçime nasıl gidersin?' dedim.
'Ben Kraliçe'ye mektup yazıyorum ve bir ay içinde seçime gidi­
yorum' dedi. 'Peki, sormaz mısın kimseye, grubuna, partiye?'
'Hayır' dedi, 'Kimseye sormam, danışırım ama, sormam. Kimse­
den karar almam, parlamentodan da karar almam' dedi. 'Peki,
Kraliçe yazdığın mektuba, şimdi zamanı değil derse?' 'I didn't
Süleyman Demirel 33

understand Sir - Anlamıyorum efendim' dedi. öyle bir şey hiç


olmamış ki...
İşleyen devlette ve işleyen demokraside ve itibarlı parla­
mentoda en önemli unsuru parlamento kararına dayanmadan
seçime gidebilmesinde görüyorum. Türkiye'deki baş krizlerin
sebebi bu. Bu kararı iktidar partisinin başkanı verebilir. Veya
cumhurbaşkanı verebilir. Seçimin yenilenmesindeki zorluk gi­
derilmedikçe, Türkiye Meclisi'ne itibarlı gözle bakmaz. Çünkü
halk kopuyor Meclis'ten. O zaman başlıyor siyaset, siyasetçi
düşmanlığına. Niçin bu düşmanlığı göğüslüyorsunuz? Sahip
odur, gidin halka. �

Halk Meclis'e çok sıcak bakmıyor zaten. Çünkü halkın yüz­


de 36 sı, yüzde 66'yla temsil ediliyor. Halkın geriye kalan yüz­
de 64'ü yüzde 34'1e temsil ediliyor. Türkiye serbest seçimi yap­
mayı öğrenmiştir. Sıra, temsilde adaleti sağlamaya geldi. İşle­
yen demokrasi, işleyen devletin en önemli şartıdır. işleyen de­
mokraside mutlaka halkın katılımı lazım. Dört senede, beş se­
nede bir defa seçim, işleyen devleti sağlıklı götüremez. Ara se­
çimler, yerel seçimler, referandumlar bulup mutlaka halkın
nabzına gitmek lazımdır. Halk bir defa oy verdikten sonra, tekrar
sandık başına gelinceye kadar fikri değişmez diye bir şey söyle­
nemez. Onun için hür ve serbest seçimi zamanında yapmak
önemli, ihtiyaç zamanında yapılan seçimi çok önemsiyorum. Ve
seçilecek adama seçim karan aldırmama yanlışlarını Türkiye
gördü. Türkiye Mart 60'ta seçime gidebilseydi 27 Mayıs olmazdı,
Türkiye Temmuz SO'de seçim karanna gitseydi l 2 Eylül olmazdı."

'OTUR, CAHİL OY ÇOGUNLUGUNUN TEMSİLCİLERİ'


CHP'nin o dönem yöneticilerinden Turan Güneş l 9 73'te bu­
raya, yanıma geldi. Halk Partisi bizden fazla oy aldığı zaman.
Dedi ki, 'Biz şimdi inanıyoruz genel oya, şimdiye kadar inan­
madık.' Türkiye'nin eliti, iktidar kasketlinin, çarıklının, onların
temsilcilerinin eline geçince bunu hazmetmemiştir.
34 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Yassıada yargılamaları sırasında bir milletvekili hakime de­


di ki, 'Sen eğer beni cezalandırırsan, milli idareyi cezalandır­
mış olursun'. Hakim 'Senin tahsilin ne?' diye sordu. 'İlkokul'
dedi. Hakim, 'Belli' dedi, 'Otur, cahil oy çoğunluğunun temsil­
dleri.' Bakın ben ondan sonra nelerle uğraştım? Buradaki .elit
olayı, sadece askerle ilgili değil. Asker elitin parçasıdır. Türki­
ye'deki bunalımlar, ya da bugünkü bunalımlara müdahale et­
mek suretiyle meydana gelen durumlarda tek başına asker
yoktur. Asker kendine mahsus kamuoyundan muhakkak des­
tek alacaktır.

MODERN DEVLET, ASKERİ


SİYASETİN EMRİNE VEREBİLEN DEVLE'ITİR
Bir ülke zorluklarla, bunalımlarla karşılaşabilir. Devletin
bunalımları aşacak tedbirleri düşünmemiş olması mümkün
değildir. Bu tedbirleri uygulayacak olan eli silahlı kişi, sivil ida­
renin emrinde bunu yapmak yerine kendisi yapmak istiyor.
Neden? Gelenek. Gelenek haline gelmiş, bu bir kez olduğu za­
man birden fazla oluyor. Bugün Türkiye'de siyasetin emrinde
mi asker? Evet. şu anda askerin siyasetin emrinde olmadığını
söyleyecek hiçbir emare yok. iç Hizmet Kanunu, koruma-kol­
lamaya geldiği zaman, bana göre koruma-kollama kararını da
siyasi otoritenin vermesi lazım. Bu haliyle olmaz.

SİYASETE GİREN ASKER HEM SİYASETİ,


HEM İDAREYİ, HEM KENDİ KENDİNİ TAHRİP EDİYOR
Bugün Türkiye'de askerin, bütünüyle siyasi otoritenin altı-
na girmesinin koşullan var mıdır? Vardır. Bu şarta bağlı değil,
siyasi otorite meşru ise başka şart aramaz. Siyasi otorite meş­
rudur, seçimle gelmiş bir otorite. Askerin siyasi otoriteye tabi ol­
ması askeri küçültmez. Şanından bir şey eksiltmez. Siyasete gi­
riyor değil, asker bir profesyonel organizasyondur ve tarafsızdır,
Süleyman Demirel 35

iç politika da tarafs)zdır. Asker bunu koruyacaktır. Darbe ya­


pan asker, siyasete girmiş sayılıyor. Siyasete giren asker, hem
siyaseti, hem idareyi hem de kendi kendini tahrip ediyor.
Bir de Genelkurmay Başkanlığı'nın Savunma Bakanlığı'na
bağlanmasıyla ilgili talepler gelir zaman zaman. Ben Mareşal
Fevzi Çakmak'ın Savunma Bakanı'nın arkasından yürüdüğünü
hatırlamıyorum. Cumhuriyet'in kurucuları, Kurtuluş Savaşı'nın
kurucuları, devletin ilk görevlileri olursa gayet tabii ki birtakım
geleneklerimiz böyle teşekkül edecektir, başka da bir yolumuz
yok. Eninde sonunda oraya gelinecektir. Avrupa Birliği'nde de,
NATO'da da tek ülke Türkiye. Eğer bu Avrupa da yanlış bir şey
değilse, burada da yanlış bir şey olmayacaktır. Hiç kimse alın­
masın.

DARBELER DEVLETİ ZAYIFIATTJ


TSK'nın, yeni Türkiye Cumhuriyeti üzerinde, Atatürk'ün as­
ker olması, kurtarıcı olması, Cumhuriyet'i kurması sebebiyle,
kendilerine göre gözetme hakkı vardır. iç Hizmet Kanunu'nun
35. maddesi, 'Silahlı Kuwetlerinin vazifesi Türk yurdunu ve
Anayasa'yla tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyeti'ni korumak ve
kollamaktır' diyor. Yalnız, bu tehdidin ortaya çıktığını ve buna
askeri bir tedbir alınması gerektiğine kim karar verecek? Sıkı­
yönetim, veya olağanüstü hal lüzumlu hale geldiği vakit bunu
hükümet ilan ediyor, TBMM tasdik ediyor. Yani Silahlı Kuv­
vetler, kendilerinden sıkıyönetim ilan etmiyorlar, olağanüstü
hal de ilan etmiyorlar. O zaman niçin kendilerinden devlete el
koyuyorlar? Devlete el koymadan idare etmek veya bu tehdi­
di devlete el koymadan idare edilemeyecek duruma gelmeden
önlemek mümkün değil mi? İşte Türk devletinin yapamadığı
bu. Neden? Her şeyin cevabı yok. Yapamadık bunu. Bunu na­
sıl yapacağını düşünmek lazım. TürkIYC? mutlaka askerinin
.
devlete el koymasına ihtiyaç olmadan idare edebilmelidir.
Türkiye'nin önüne koyduğumuz konu bu. Türkiye, sivil idare,
36 islamköy'den Türban Karşıtlığına

seçilmiş meclis, halkın referandumundan geçmiş anayasalar


ortadan kaldırılmadan yönetilebilmelidir.
TBMM kafi derecede güçlü değil. Bu Meclis'teki kişilerle
alakalı değil, kurumla alakalı. ı 960'ta gel kapat, ı 980'de gel
kapat. 1 9 7 1 'de gel yetkilerini yarıya indir, böyle bir meclisin
hiç dokunulmamış bir meclis kadar güçlü olması mümkün
mü? Müdahaleler devleti güçsüzleştirmiştir. Darbeler Türki­
ye'de seçilmiş idarelerin üstünde Demokles'in kılıcı gibidir.
Halkın meclise itibarını azaltmıştır. Neticede halk siyasetçiye
'bunların başına bir gün bir şey gelebilir' diye bakmaktadır. Bu
darbeler Türkiye'yi siyasi tecrübeden yoksun bırakmıştır. Yal­
nız siyasi değil, idari kadroları da tarumar etmiştir.

BUGÜN HAIA İRTİCA KORKUSU VARDIR


Büyük bir Kurtuluş Savaşı sonrasında kurulan cumhuriyet,
büyük bir siyasi ve sosyal bir transformasyon, bir devrimdir.
Arkasında bıraktığı tamamen bir Doğu toplumu, hedeflediği
Batı toplumudur. Cumhuriyeti deklare edebilirsin ama cumhu­
riyetçiyi nereden bulacaksın? Hiç kimse zannetmesin ki, 600
yıl 'Padişahım çok yaşa' demiş bir Müslüman toplumda bu ko­
laylıkla kabul edilebilir bir nesnedir. Cumhuriyet beşinci nesli..:
ni yetiştirdiği halde bugün irtica korkusu varsa veya üniter
devlet meselesinde birtakım itirazlar varsa, hepsi bu transfor­
masyona özeldir. Milletin bir adı, dayandığı kütlesi, toprağı ol­
malı. Toprak var. Kütle de var ama, homojen değil. Değişik ırk­
lardan, inançlardan gelen bir Türkiye. Bundan bir millet çıka­
racaksınız ve bunun üstüne bir ulus-devlet kuracaksınız. Gün
gelecek insan hakları diye bir olay çıkacak ve insan hakları
tüm insanların kendi dilleriyle konuşmalarını, kültürlerini ko­
rumalarını hatta azınlık sayılıp özel muamele görmelerini ve
hatta bağımsızlıklarını savunacaktır. İşte burada öyle bir yere
geliyorsunuz ki, Türklerin bugün karşılaştığı zorlukların büyük
bir kısmı geçmişinden devraldığı sorunlardır. Türkiye'nin ida­
resi zordur, zor olmuştur diyorum.
Süleyman Demirel 3 7

TÜRKİYE 1 2 ın:z SIKIYÖNETİM İLAN ETMİŞTİR


80 senenin 40 yılında sıkıyönetim ve olağanüstü hal ile yö­
neltilmiş, 29 isyanla karşılaşmış. PKK hareketi büyük bir kal­
kışmadır. 70'li yıllarda anarşi tablosuyla 80-90'lı yıllarda da te­
rör tablosuyla karşı karşıya kalmışız. Yani hiç rahat, huzur
yok. 1 923'ten 2000'e kadar 59 hükümet değişmiş, ortalama
ömrü 1 ,32 sene. Buna istikrar demek mümkün değil . Hüner o
ki, Cumhuriyet yıkılmadan bu bunalımları aşabilmişiz. Bütün
bunlara rağmen Türkiye ı S'inci seçimini yapabilmiş. İğne ipli­
ğini dışarıdan alan Türkiye, bugün her şeyini üretebiliyor, mü­
teşebbisini yetiştirmiş, kişi başına milli gelir 6 bin dolara gel­
miş. Kadını toplum içine iyi sokmuş, ki eğitimin yüzde SO'si,
adli hizmetlerin yüzde 40'ı, üniversite profesörlerinin yüzde
23'ü kadın. Meclis'te noksanlığımız var.
Ama bu ı S'inci seçime gelinceye kadar Türkiye'de üç defa
askeri müdahale var. üç askeri müdahale. 1 960 müdahalesi,
7 ı 'de hükümete müdahale, ı 980'de yine. Türkiye'de bütün dü­
şünürlerin devletin daha istikrarlı hale gelmesi için ne yapıl­
ması gerektiğini düşünmeleri lazım. Bu tabloyla çok gideme­
yiz. Ewela Türkiye'yi yönetilebilir hale getirmemiz lazım. Ken­
dimizi korkulardan kurtarmamız lazım. Bu korkular, Türki­
ye'de devletin işlemesine mani olan hususlardan birisidir. Baş­
ta, 'Devletimiz yıkılıverir' korkusu. Yıkılmama kararlılığı, yıkıl­
ma korkusunu doğurmamalı. Bu vehmi yenmenin bir tek çare­
si vardır; laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin etrafında
kenetlenmek. "
38 islamköy'den Türban Karşıtlığına

BAŞKANLIK SİSTEMİ BULUNAN ÜLKELER


BUNALIMIN AŞILMASINDA DAHA
MARİFETLİ DAVRANABİLİYOR
Başkanlık sistemiyle yönetilen ABD ile İngiltere, bunalımla­
rı aşmada diğer devletlerden çok daha marifetli. Kurtarıcıyı
sistemde değil kişilerde arayan Avrupa devletleri ise ya Naziz­
me, ya komünizme ya da faşizme kaydılar ve yıkıldılar . . . Buna­
lımlar dönem dönem çok ülkede görülüyor. Bizde daha mı sık,
daha mı çok sarsıyor? Bunalımlarla başkaları nasıl başa çıkı­
yor? Devletler bunalıma düşer, sonra ne olur? Ya bunu aşar, ya
çok büyük yalpalar, ya da yıkılır, çöker, dağılır. Son iki yüz se­
ne zarfında, devletler içerisinde iki tanesi bunalımları aşmada
diğerlerinden çok daha marifetlidir: Bunlardan biri Amerika,
diğeri İngiltere'dir. ı 940 ve ı 94 1 'de Hitler'in bütün Avrupa'yı
işgal etmiş olması, İngiliz adalarını işgal kabiliyetine sahip ol­
ması karşında İngiltere'nin gösterdiği direnç mucizedir. Bu di­
rençte İngiliz halkının büyük rolü var.
İngiliz sistemi, işleyen bir sistemdir ve Avam Kamarası'na
dayalıdır. Avam Kamarası bence dünyanın en önemli siyasi ku­
rumudur. Burada halkın sorunları halkla birlikte konuşuluyor
ve her şey konuşuluyor. Hükümet kim olur, diye en ufak bir
endişe yok, işleyen rejim, istikrarın teminatı. İkincisi ABD en­
teresan bir memleket. Böyle büyük bir memleketin yönetimi
ibret dolu. Gerek eyalet sistemini bir arada tutan, gerekse fe­
deral devleti işleten bana göre Kongre'dir. Orada da devletin
ruhu, Amerikan Kongresi'dir. Her büyük sıkıntı, zorluk orada
konuşuluyor karara bağlanıyor ve devletin işlemesinde mües­
sir bir organ da başkanlık sistemidir. İngiltere de aşağı yukarı
başkanlık sistemidir. İngiltere'de başbakan, başkan ruhunda­
dır. Kraliçenin nazari, temsili bir rolü vardır. Başbakan isterse
bir an içinde seçime gidebilir. Kurtarıcıyı sistemde_ değil kişide
arayan Avrupa devletleri ise, Rusya'da komünizme, Alman­
ya'da Nazi idaresine ve italya'da faşizme kaydılar ve yıkıldılar.
Süleyman Demirel 39

ERBAKAN BAŞBAKANUGI ÇİLLER'E


DEVRETMEK İSTEYİNCE GERGİNLİK ARTl'I
Süleyman Demirel'in 28 Şubat'ta yaşanan süreci uzun uzun
anlattığı konuşmasının kuşkusuz o günleri en iyi özetleyen
cümlesi, '28 şubat MGK toplantısı olmasaydı, bu işin sonu as­
kerin yönetime el koymasına gider miydi? Giderdi demek
mümkün değil, gitmezdi demek de mümkün değil. Herkes bur­
nundan soluyordu. Ben iki defa bu işe muhatap oldum . . .'dur.
MGK toplantısı ertesinde siyaset sahnesi yatışmak yerine daha
da kızıştı .
Demirel ile Çiller arasındaki gerginltk Erbakan'ın istifasını
verip görevi DYP liderine devretme istemesi üzeri ne had safha­
ya ulaştı. Erbakan'ın istifasını kabul eden Demirel beklenenin
aksine hükümeti kurma görevini Çiller'e değil Yılmaz'a verdi.
Çiller ise 2 76 milletvekilinin imzasını taşıyan deklarasyonu
Çankaya Köşkü'ne göndermesine rağmen ibreyi kendi yönüne
çeviremedi. İşte bu noktada Demirel ile Çiller arasındaki ipler
tam anlamıyla toptu. Aynı gün akşam canlı yayına çıkan DYP
lideri Demirel'e ağır eleştirilerde bulundu ve kendisini terör es­
tirmekle suçladı. Çiller'in çıkışı o kadar sertti ki Demirel'i de­
mokrasiyi baltalamakla bile suçladı. Demirel de her gittiği ge­
zide ve yaptığı konuşmada kendisini eleştiren Erbakan ve Çil­
ler'e verdi veriştirdi.
Bu dönemdeki diğer bir ilginç gelişme ise Demirel-Yılmaz
yakınlaşması oldu. Demirel sürekli eleştirdiği Yılmaz ile sık sık
birlikte görünmekte bir sakınca görmemeye başladı. Anasol-D
hükümetinin güvenoyu almasından sonra Demirel işi öyle ile­
riye götürdü ki, Yılmaz'ı yanına alarak 'Kırat'ın şahlandığı Is­
parta'ya bile gitti.
40 isıamköy'den Türban Karşıtlığına

YILMAZ'I BİZZAT TAKDİM ETTİ


1 997 yılının sıcak bir Temmuz gününde cumhurbaşkanı
Demirel, Yılmaz'ı yanına alarak Isparta havaalanını açmaya
gittiğinde herkes şaşkındı. Asıl şok Isparta meydanında yaşan­
dı. Mikrofonu alan Demirel, "Sayın Başbakanı yanımda getir­
dim. Sizlere takdim etmek istiyorum. Yaptığı çalışmalardan
dolayı kendilerine teşekkür ederim." diyerek mikrofonu kendi­
sine uzattı. Yılmaz'dan sonra mikrofonu alan Demirel aktif si­
yasette olduğu günlerdeki gibi zehir zemberek bir konuşma
yaptı; ama küçük bir farkla.
Eskiden olduğu gibi bu sefer rakip partilere değil, kurucusu
olduğu partinin genel başkanına yüklendi Demirel. O gün Er­
bakan ve Çiller'e söylenmedik söz kalmamıştı. Demirel'in "Be­
ni bu tartışmalara bulaştırmasınlar. Ben siyasetin daniskasını
bilirim. Eğer tartışmalara girersem herkes bunu nasıl yapaca­
ğımı bilirim." sözleri çok alışık olduğumuz bir ifade değildi.
Cumhurbaşkanı 4 gün süren 'Isparta çıkarması' boyunca aynı
tema üzerinde durdu. Her gördüğü hemşerisine Çiller-Erbakan
ikilisini şikayet etti. özellikle Şarkıkaraağaç'ta yaşanan coşku
Demirel'i oldukça heyecanlandırmıştı.
Cumhurbaşkanı Demirel, Isparta gezisiyle 'savaş çubuğu'nu
yakmış oluyordu. Demirel, içinden geçenleri bu gezide açıkça dile
getirmiş ve kurucusu olduğu parti ile arasındaki ipleri koparmıştı.

KALABALIKl.AR İÇİNDE YAPAYALNIZ BİR DEMİREL


Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, bu tarihi çıkışından
sonra toz-duman Ankara siyaseti içinde yalnız kalmıştı. Demi­
rel ne kurucusu olduğu partisine sıcak bakabiliyor, ne de yıl­
larca eleştirileriyle yıprattığı ANAP'a yakın olabiliyordu. Cum­
hurbaşkanı, kendisini bekleyen zor günlerden habersiz, rutin
kabul ve gezilerini sürdürürken 1 998 yılının son günlerinde ken­
dini krizin ortasında buldu. PKK liderinin Suriye'den kaçtıktan
Süleyman Demirel 4 1

sonra italya'da ortaya çıkması üzerine bu ülkenin Apo'yu hi­


maye etmesinin şokunu yaşayan Türkiye, Türkbank ihalesi
sonrası ortaya çıkan kasetlerin ardından hükümet bunalımı ile
karşılaştı. İşadamı Korkmaz Yiğit'in, gözaltına alınmasından
sonra Yılmaz'la görüştüğünü öne sürmesi ve CH P'nin, hükü­
metten desteğini çektiği.ni açıklaması, bütüri gözleri Demirel'e
çevirdi. Başbakan Mesut Yılmaz, 25 Kasım l 998 tarihinde isti­
fasını Demirel'e sundu.
Şimdi herkes susmuş, Demirel'in konuşması bekleniyordu.
Demirel'in ise ne yapacağı merak ediliyordu. Hiçbir siyasi par­
ti tek başına hükümeti kuracak güçte olmadığı gibi, iki parti­
nin hatta üç partinin birlikteliği de bir işe yaramıyordu. Ayrıca
Demirel'i sıkıntıya sokan diğer bir nokta ise teamüller üzeri­
neydi. Çünkü DYP ile Demirel'in arasını açan da böyle bir hü­
kümet kriziydi. Demirel, "Teamüllerde biz anlaştık, görevi bize
ver olmaz" diyerek DYP'ye rest çekmiş ve 55'inci hükümeti
kurma görevini Yılmaz'a vermişti. Şimdi ne yapacaktı? FP'ye mi
verecekti? Yılmaz istifa verdiğine göre DYP'ye mi vermesi gere­
kiyordu? Yoksa teamülleri kendi belirleyip başka bir lidere mi
verecekti?
işte bu tartışmaların yapıldığı dönemlerde; Demirel çıktığı
yurt gezilerinde basın mensuplarının bu konudaki sorularıyla
karşılaştı. cumhurbaşkanı'nın bu sorulara verdiği cevaplar us­
taca; ama imalıydı. Birincisi Demirel, " Düşünüyorum!" diyor­
du ama ne yapacağını bilmediğini kimseye söylemiyordu. İkin­
cisi ise liderlere verdiği "Seçim tarihini normal zamana bıra­
kın. Bu konuda hassasiyet var. " diyerek üstü kapalı rej im uya­
rısında bulunurken, FP'nin fazla şansı olmadığını hissettiriyor­
du. Peki Demirel ne yapacaktı? DYP'nin kendisini hedef alan
oklarına daha ne kadar dayanabilecekti �
Ve beklenen gün geldi. Demirel, Romanya gezisine hazır­
landığı bir günün akşam saatlerinde DSP Genel Başkanı Bü­
lent Ecevit'i Çankaya Köşkü'ne çağırarak 56. hükümeti kurma
42 islamköy'den Türban Karşıtlığına

görevini verdi. Demirel'in bu kararı FP ve DYP'den sert eleştiri­


ler gelmesine sebep oldu. DYP eleştiri dozunu artırdı ve Çiller,
"Ben yaptım oldu derseniz, bize de bak sen yaptın da ne oldu?
deme hakkı doğar. " eleştirisini yöneltti.
Demirel, niye milletvekili sayısına göre TBMM'de 4. sırada
bulunan bir partiye bu görevi vermişti. Demirel Romanya'ya gi­
dişinde basın mensuplarının bu soruları üzerine, "Teamüllere
aykırı bir şey yok. Hükümet kurmaya en yakın gördüğüm lider
o." karşılığını verdi Demirel aynı gezide "Bundan sonrası Par­
lamento'nun işi . " diyerek bir anlamda topu Meclis'e attı.

SEÇİM GELDİ DAYANDI


Bu çalkantılı dönem sonrasında Demirel, seçim tarihini
beklemeye başladı. Zira 1 8 Nisan'da yapılacak olan seçim bi­
raz olsun Türkiye'yi ve Demirel'i rahatlatacaktı. Seçim tarihi
yaklaştıkça gerilim de arttı. Demirel bu tarihlerde her gittiği
yer, katıldığı toplantı ve hatta yaptığı açılışlarda aynı mesajı
vermeye başladı: "Sandıktan çıkan sonuca saygı duymalıyız.
Sandık son yıllarda istikrar çıkarmıyor; ama istikrar çıkana ka­
dar sandıktan başka yol yok."
Demirel tam bu noktada başka bir tartışmanın da merkezi
oldu. Demirel önce Ecevit'in hükümeti kuramaması durumun­
da 45 günlük yasal süreyi işletmeyeceğini dile getirdi. Kimileri
bu çıkışa çok bir anlam veremezken açıklama yine Demi­
rel'den geldi. Genel seçimlerin ertelenmesi gerektiğini her fır­
satta söyleyen cumhurbaşkanı, bu süreyi işletmeyerek seçim­
lerin ertelenmesi yolundaki kapıyı açık bırakıyordu. Demirel
tüm siyasf parti liderinin 'Seçim ertelenmesin' açıklamalarına
rağmen "Bazı siyasiler seçimlerin ertelenmesini istiyor" deme­
ye devam etti. Demirel'in arzu ettiği diğer bir nokta ise sağ'da
ve sol'da ittifaktı. Bunun yanında yeni bir seçim kanunun ha­
zırlanmadan seçime gidilmesi durumunda istikrar çıkmayaca­
ğını savunan Demirel, kamuoyundan istediği desteği bulama­
yınca sessiz kaldı.
Süleyman Demirel 43

işte bu tartışmalar içinde seçime gidildi ve hiç kimsenin


beklemediği bir sonuç çıktı . DSP, MHP, FP, ANAP, DYP sırala­
ması dışında CHP'nin parlamento dışında kalması dikkat çek­
ti.

"TÜRBAN SİYASİ BİR SEMBOLDÜR"


Aslında bu seçimin en çok konuşulan yani Fazilet Partisi'nin
türbanlı milletvekili Merve Kavakçı'nın durumu oldu. Zira, Ka­
vakçı'nın Meclis'e gelmesi üzerine yer yerinden oynarken, De­
mirel de akşam saatlerinde katıldığı 'Politika'nın Nabzı' prog­
ramında Kurtul Altuğ'un bu konuya iliş�in bir sorusuna ilginç
bir değerlendirmede bulundu. Cumhurbaşkanı, Kavakçı için
"O bir ajan ve pravokatördür. Kendisi hakkında devlette
önemli bilgiler var. Türban bir siyasi semboldür" ifadesini kul­
landı. Televizyon başındaki milyonlarca dinleyici şaşkındı. Zi­
ra Demirel'in aktif siyaset döneminde türbana ilişkin söylediği
sözler hala hafızalardaydı.
Demirel artık daha sert konuşmaya başladı bu tarihten son­
ra. Devletin tek tip insan yetiştireceğini söyledi. Türbanlı genç­
leri 'oyuna alet olmakla' suçladı, çağdaş Türkiye tablosunu
'Mozart'ın 9'uncu Senfonisi' ile özdeşleştirdi. Demirel'deki bu
değişimin sebebini herkes merak ediyordu. Neydi değişimin
sebebi? Bu arada Demirel'in görev süresi için geri sayımın baş­
lamış bulunması, başkanlık ve yarı başkanlık sisteminin ısrar­
la tartışılmasını istemesi ve görev süresinin uzatılması gibi ko­
nuların tartışıldığı bir dönemde, bu çıkış bazı yerlere mesaj
olarak algılansa da Demirel'deki değişim tüm hızıyla sürüyor­
du.
Bu krizin hemen ardından Demirel hükümet kurma çalış­
maları için Ecevit'i görevlendirdi. DSP-MH P-ANAP hükümet
formüllerinin konuşulduğu bir ortamcla Rahşan Ecevit'in açık­
lamalarıyla gerilen ilişkiler sonra Demirel hemen devreye gi­
rip, "Geçmişten husumet çıkarmayalım. 70'li yılların hesabını
44 islamköy'den Türban Karşıtlığına

bugüne taşımanın anlamı yok. Halkın temayülü bu üç partinin


kuracağı bir hükümettir. Üzümün çöpü, armudun sapı diyerek
bütün partileri potansiyel suçlu görmek yanlıştır. O zaman hü­
kümet kuracak parti bulamazsınız" açıklamalarını yaptı . De­
mirel " Benim işim hükümet kurmak değil hükümet kuracak
kişiyi atamak" dese de sözlerinin ne anlama geldiği açıktı.
Cumhurbaşkanı, bu krizi çözerken Ecevit'i oldukça rahat­
latmıştı. Ecevit de buna teşekkür mahiyetinde birkaç gün son­
ra verdiği bir demeçle Demirel'i oldukça memnun etti. Ecevit,
Demirel'in görev süresinin uzatılması için gerekli desteği vere­
ceklerini söyledi. Hatta Ecevit, MHP ve ANAP'ın desteği ile ana­
yasal bir değişiklik yapılabileceğini de dile getirdi. Demirel bu
açıklamadan memnun olsa da bunu hiçbir zaman belli etmedi.
Hatta İstanbul'da yaptığı açıklamada, "Böyle bir talebim oldu­
ğunu ispat etsinler istifaya hazırım" bile dedi.

ÖCAIAN'DAN ÖNCE, ÖCAIAN'DAN SONRA


Takvimler 1 6 Şubat l 999'u gösterdiğinde Türkiye için yeni
bir dönem başlıyordu. Birçok siyasinin seçim meydanlarında
vaat ettiği, "Apo'yu yakalama" sözü gerçek olmuş, bu başarı da
dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in hanesine yazılmıştı. Ken­
ya'da saklanan Abdullah Öcalan, saklandığı Yunanistan Büyü­
kelçiliği'nden CIA tarafından Hollanda'ya götürüleceği iddi­
asıyla havaalanına getirilmiş ve TSK'ya ait 'Bordo Bereliler'e
teslim edilmişti.
Bu gelişmeler sonrası Avrupa'nın çeşitli kentlerinde olaylar
çıktı. Olay öyle bir noktaya geldi ki Yunanistan Dışişleri Baka­
nı Teodoros Pangolos, içişleri Bakanı Alekos Papadobulos ve
Kamu Düzenleme Bakanı Filipos Peçalnikos istifa etmek zo­
runda kaldılar.
Demirel bu süreçte yaptığı açıklamalarında oldukça titiz dav­
randı. Öcalan'ın ismini zikretmeden hassas mesajlar verdi. Şehit
yakınlarının sevinçleri ise bu dönemde fazla uzun sürmedi. 25
Süleyman Demirel 45

Aralık 1 999 tarihinde yıllık basın toplantısında Demirel,


Apo'nun idamına ilişkin bir soru üzerine, "Mantıklı hareket et­
meliyiz" diyerek, öcalan'ın asılmayacağına ilişkin ilk sinyalleri
verdi. Bu sözler üzerine Demirel'e ilk sert tepki ı 2 Ocak
2000'de geldi. Tunceli'de çıkan bir çatışmada şehit düşen bir
binbaşının Kocatepe Camii'nde kılınan cenaze namazı sırasın­
da Demirel beklemediği bir tepkiyle karşılaştı: Şehit yakınları
ve halk, Demirel başta olmak üzere siyasileri yuhaladıktan
sonra ağır sözler sarfettiler. Demirel en çok tepki alan isim ol­
du. Güvenlik güçlerinin yardımıyla Kocatepe'den ayrılan Demi­
rel, olaydan bir gün sonra yaşananların �sorulması üzerine slo­
gan atanları, "provokatör-ajan" olarak değerlendirmekte de bir
sakınca görmedi. Bu tepkinin diğer bir sebebi ise hükümeti
oluşturan siyasi parti liderlerinin yaptıkları zirve ile "Apo'nun
idam dosyasını bekletme" kararı almaları ve Demirel'in bu du­
rumu, "Türkiye'yi rahatlatıcı bir gelişme" olarak değerlendir­
mesiydi.
Demirel'e oldukça öfkelenen şehit yakınları, son çare ola­
rak Çankaya Köşkü'ne çıktılar. Şehit yakınları, Demirel'e nazik
bir dille kendisine güvenmediklerini dile getirdiler. Demirel di­
yalog boyunca, "Dur be kardeşim, önce dinleyin, öyle söyle­
meye hakkınız yok!" gibi ifadeler kullandı. Şehit yakınları artık
protokolü bir tarafa bırakmış Demirel'e "Ya sizin meşhur sözü­
nüz 'Dün dündür, bugün bugündür' denirse ne yapacağız?" di­
ye soruyorlardı. Aynı görüşmede bir şehit annesi ise, "Sizden
istediğimiz desteği bulamadık" diye seslendi Demirel'e. Görev
süresinin dolmasına kısa bir zaman kala halk desteğini arka­
sında görmek isteyen Demirel'in, bu gelişmeler karşısında mo­
ralinin iyiden iyiye bozulduğu belli oluyordu. Geçmişte Öcalan
hakkında yaptığı açıklamalar Demirel'in önüne konuluyor,
" Değişen ne?" diye soruluyordu. Demirel son aylarına sıkıntılı
girmişti; ama asıl sıkıntılı günleri başlamamıştı bile . . . .
46 islamköy'den Türban Karşıtlığına

YENİDEN 864 RAKIMLI TEPE İÇİN


5+5 FORMÜLÜ 253'E TAKILDI
Demirel her ne kadar, " Böyle bir talebim yok" dese de, ka­
muoyu ve milletvekilleri böyle düşünmüyordu. Başbakan Bü­
lent Ecevit'in ısrarcı tutumu sürünce Demirel için düşünülen
5 + 5 formülü için çalışmalara başlandı. Ecevit her ortamda "İl­
le de Demirel" derken, Cumhurbaşkanı ise tartışmaya açık ata­
malarını sürdürüyordu. Uygulamaları ile kamuoyu ve de özel­
likle MHP'nin tepkisini çeken Kemal Gürüz'ün yeniden YÖK'e
atanması, Merve Kavakçı ile ilgili sözleri, 28 şubat sürecinin
devam ettiğini belirtmesi, türbanlı öğrencileri "provokatör"
olarak nitelendirmesi ve şehit yakınlarıyla girdiği polemik, De­
mirel'in muhafazakar milletvekillerinden aldığı desteğin azal­
masına sebep oluyordu.
ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın, "Üç yıl uzatalım" tek­
lifini "şık" bulmayarak itiraz eden Demirel, şahsının itibarının
korunması şartıyla, yeni bir dönem daha istiyordu. DSP ve
M H P'de problem yoktu. Asıl sorun "Milletvekillerinin özgür
iradesine karışmam" diyen Yılmaz'daydı. Zira Mesut Yılmaz'ın
gönlünde cumhurbaşkanlığı aslanının yattığı kulislerde dola­
şırken, Demirel, çıktığı tüm programlarda, "Benim anladığım
kadarıyla bana görev yapmam yönünde talep var. Benim böy­
le bir isteğim yok" mesajını vermeye devam ediyordu. Demirel
bir süre sonra, "Güniz Sokak'a dönersem, ağaç dikip tavuk
beslemem. Boş durmam, kendime bir iş buluruqı." türünde in­
ce mesajlar vermeyi de ihmal etmedi.
Süleyman Demirel, tüm karşı manevralara rağmen dönmek
zorunda olduğu Güniz Sokak'ta taahhüt ettiği gibi 'tavuk bes­
lemedi' Hemen her gün bir açılış ve konferansta görünen De­
mirel neredeyse görevi devrettiği 1 0. cumhurbaşkanı Ahmet
Necdet Sezer'den daha çok gündemde kaldı.
Süleyman Demirel 4 7

28 Şubat sürecii'lde kendisine en ağır eleştirileri yönelten


Çiller'deki ani fikir değişikliği dikkat çekerken, oylama günü
yaklaştıkça gerilim de arttı. Son tablo, DSP, MHP ve DYP'den
tam destek ANAP'tan ise yarı yarıya fire olacağı yönündeydi.
Oylama öncesinde Demirel oldukça neşeli görünüyor ve tüm
programlarını normal seyrinde götürüyordu. Demirel'e yakın
isimler ise milletvekilleriyle bire bir temas kurup, Demirel
merkezli bir istikrar tablosu çiziyorlardı. Ve ilginçtir ki, Demi­
rel'in kurulmasında büyük rol oynadığı hükümet kendisinin
görev süresinin uzatılması tartışmalarından bozulma noktası­
na gelmişti. Ecevit, Yılmaz'ı " Milletveknierine sahip olama­
makla" suçlamış, Yılmaz da, partisinde tam demokrasinin ha­
kim olduğunu, kimsenin bunu eleştirme durumunda olmadığı­
nı söyleyerek karşı atağa geçmişti.
Bu tartışmalar ışığında Meclis 29 Mart'ta anayasa değişikli­
ğin görüşmek üzere toplandı. Gece geç saatlere kadar süren
görüşmeler sonrasında yapılan oylamadan çıkan sonuç Demi­
rel ve Ecevit üzerinde tam bir şok etkisi yaptı. Zira anayasa de­
ğişikliğine 253 milletvekili 'evet' oyu vermişti. Bu rakam yeter­
li olmaktan çok uzak olduğu gibi 'hayır'cı milletvekillerinin sa­
dece ANAP'la sınırlı olmadığını da ortaya koyuyordu. Türkme­
nistan'dan dönen ve konutunda gelişmeleri izleyen Demirel,
ani bir kararla tüm programlarını iptal ettiğini açıkladı. Demi­
rel, Bulgaristan, Kazakistan, Azerbaycan gibi önemli gezileri
ile yurt içi seyahatlerinin tamamını iptal etti. O tarihten sonra
da Çankaya'da büyük bir sessizlik yaşanmaya başladı. Demi­
rel, kendine yakın olan milletvekilleri dışında kimseyle görüş­
medi.
48 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

"O ZAMANA KADAR CUMHURBAŞKANI


ANASINDAN DOGUP BÜYÜYECEK Mİ?"
Demirel'e 'hayır' diyen milletvekillerinin hepsinin kendileri­
ne göre gerekçeleri vardı. Ama bu gerekçeler genelde Demi­
rel'in daha önce söyledikleri ile doğrudan ilgiliydi. .Zira biraz
geçmişe döndüğümüzde somut bazı örneklere rastlıyoruz. Bu­
nun en güzel örneği 1 9 73 yılında Cevdet Sunay'ın görev süre­
sinin uzatılmasıyla ilgili olaydır. Demirel bu konu gündeme
geldiğinde bakın şöyle der:
" Bizim Sunay'ın şahsı ile bir meselemiz yoktur. Mesele ka­
ide ve ilke meselesidir. ( . . . )Sunay'ın süresinin uzatılması müm­
kün değildir. Biz böyle bir şeye karşı çıkarız. Hepimiz bugün
varız, yarın yokuz; ama devlet var. Var olmaya devam edecek
olan biz değil, devlettir. Devlete kötü gelenekler kazandırama­
yız. Bir defa bu yol açıldı mı, oraya oturan kalkmaz. Türkiye bir
cumhurbaşkanı seçemeyecek mi? İki sene sonra seçemeyecek
mi? üç sene sonra seçemeyecek mi? Yani uzattık . . O zamana
.

kadar cumhurbaşkanı anasından doğup büyüyecek mi? Devle­


te baş olmaya layık olan kimse, kim ise onu bugün seçeriz. "
işte Demirel 2 7 sene sonra aynı olayların başına geleceğin­
den habersiz bu sözleri sarf etmişti. Aynı merhum Özal döne­
minde başkanlık sistemine karşı çıkıp sonra savunduğu, cum­
hurbaşkanının yetkilerini by-pass edip sonra yetkilerinin azlı­
ğından yakındığı ve önce emeklilik yaşını düşürüp sonra da bu
yanlış diyerek yükseltilmesini savunduğu gibi. "Demirel kendi
silahıyla vuruldu" sözü ne derece doğru bilinmez; ama şu bir
gerçek ki; her hikaye, bir gün biter. Bu da Demirel'in 50 yıllık
politik hayatının kısa hikayesiydi . . .

ÇALIŞMA TEMPOSU VE SAGLIK DURUMU


Demirel, Çankaya Köşkü'ne çıktıktan sonra sağlığı ile sık sık
gündeme geldi. Çoğu kimse 75 yaşını geçen bir kişinin nasıl olup
da bu kadar yoğun bir gezi ve açılış maratonuna dayanabildiğini
Süleyman Demirel 49

merak eder duruma' gelmişti. Ama Demirel görevde bulundu­


Qu süre zarfında herkesi şaşırtmaya devam etti. Demirel gün­
lerini dolu dolu geçirdi. Hiç boş oturmadı. Sürekli gezdi ve
gezdirdi. Her gittiği ülkeye yüzlerce insan götürdü. Çankaya'da
olduğu günler onlarca heyeti kabul etti, binlerce insanla toka­
laştı. Herkesin derdini sabırla dinledi. Her branştan insanla
konuştu. Sporla pek ilgisi olmamasına ve adına düzenlenen
Cumhurbaşkanlığı Kupası'na hiç gitmemesine rağmen, Çanka­
ya Köşkü'nün kapılarını sporculara da açtı. Kendisine hediye
edilen futbol topu ve formayı gülümseyerek aldı, güreşçilerin
'Ağa'sı oldu. Kırkpınar'ı hiç kaçırmadı. HeJ'. sene kendisine gön­
derilen 'mumlu davetiye'yi büyük bir keyifle odasının bir köşe­
sine koydu. Müzisyenlerin 'Elçi Kabul Salonu'nda verdikleri
mini konserleri büyük bir zevkle dinledi. Ressamların kendisi
için çizdikleri birbirinden ilginç portrelerini tebessüm ederek
kabul etti. Para isteyenlere para, umut isteyenlere umut aşıla­
dı. Bunlar Demirel'in bize yansıyan yönleriydi. Ya bize yansı­
mayan yönleri. Gelin birlikte Demirel'in bir günde neler yaptı­
ğına bakalım:

DEMİREL'İN BİR GÜNÜ


"Her gün saat 06.00'da kalkan Demirel, tıraş olup duş aldık­
tan sonra günlük gazeteleri okuyor ve televizyonda yabancı
haber ajanslarını dinliyor. Saat 08.00'den sonra kahvaltı sofra­
sına geçiyor. Demirel kahvaltısını 4-5 adet siyah zeytin, küçük
bir parça beyaz peynir, bir dilim köy ekmeği, bir fincan şeker­
siz nescafe ve suda eritilmiş bir tablet aspirin ve yarım greyfurt
ile tamamlıyor. Günlük programını kontrol ettikten sonra ça­
lışma makamına geçen Demirel, öğle yemeklerini Nazmiye
Hanım ile birlikte yiyor.· Demirel günlük yaklaşık bir saatlik öğ­
le uykusunu ise hiç ihmal etmiyor. Dah·a sonra makamına ge­
çen Demirel, günlük programını uygulamaya koyuyor. Demi­
rel'in yatış saati ise yaklaşık O l .OO'i buluyor. "
50 islamköy'den Türban Karşıtlığına

SAGLIK DURUMU
Demirel'in sağlık durumundan özel doktoru Prof. Dr. Os­
man Müftüoğlu sorumlu. Kamuoyuna açıklanan bilgilere göre
Demirel, bu yaşına kadar ciddi bir sağlık sorunu geçirmemiş.
Sadece ı 2 Eylül 1 980 İhtilali ile birlikte, strese bağlı olarak kan
şekerinde yükselme baş göstermiş. Demirel'in bünyesi stresi
çok kolay ve iyi tolere edebilen, çok iyi kaybedebilen bir yapı­
ya sahip. Yani, karşılaştığı stresi absorbe edip, .bünyesi içeri­
sinde çok süratle eritebilen bir kişi. Çok yoğun stresli olduğu
zaman daha kapalı bir hale bürünüyor. Stres yaratan sorunla
baş başa kalıp, kısa sürede o konuyu kendi iç dünyasında hal­
letmeye çalışıyor. Stresli olduğu zamanlarda nadiren alnında
kızarıklık oluşuyor. Stres nedeninin üzerine gidildiği zaman
ise yanındakilere "Bırak da biraz vites değiştirelim" diyor. Gü­
ne mutlaka, mutlu başlamak ister. Yaklaşık 5-6 saatlik bir uy­
kudan, çok zinde kalkar. Zamanı çok iyi kullanır, doktorlarının
önerilerine harfiyen uyar. Demirel çifti için de Çankaya Köş­
kü'nde özel bir sağlık birimi oluşturulmuş durumda. Çok sayi­
da doktor 24 saat nöbet tutuyor.

CUMHURBAŞKANI DEMİREL, EVLİYA ÇELEBİ GİBİYDİ


Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, icraatları kadar, gezile­
ri ile de çok konuşuldu. Kişisel dostlukları sayesinde çoğu za­
man hükümetlerin dış politika ve özellikle de Balkanlar'daki
boşluğunu doldurdu. önemli uluslararası toplantılara katıldı
ve birçoğuna da ev sahipliği yaptı. Bitmek tükenmek bilmeyen
enerjisi ile dünyayi ve Anadolu'yu karış karış gezen Demirel
kendi alanında da inanılmaz bir rekora imza attı. Demirel 1 6
Mayis 1 993 yilında Çankaya Köşkü'ne çıktıktan sonra cumhur­
başkanı sıfatı ile yaklaşık ı milyon kilometre yol kat etti. Yine
yaklaşık bir rakamla ı 20 bin kişiyle tokalaştı. Yani farklı bir
yaklaşımla dünyanın çevresinde 22 tur attı. Günde ortalama
Süleyman Demirel 5 1

3 7 5 kilometre yol giderken, gününün bir saati hep uçakta geç­


ti. Yılda ortalama 20 bin, ayda bin 666, günde ise 55 kişi ile to­
kalaştı . Demirel, kat ettiği yol itibarıyla Türkiye'nin bir ucun­
dan diğer ucuna 530 kez gidip-gelmiş oldu. Bu kadar yoğun
bir performans gösteren Demirel'in dünyada görmediği ülke
yok gibi. işte Demirel'in gittiği ülkelerden bazıları:
Romanya, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakis­
tan, Mısır, Kırgızistan, İsviçre, Ukrayna, Moldova, Hırvatistan,
İran, Ürdün, Macaristan; Gürcistan, Fas, Portekiz, Fransa, İs­
rail, Filistin, ABD, İran, Bosna-Hersek, İtalya, Rusya, Almanya,
Pakistan, Bangladeş, Slovenya, Polonya� Hollanda, Estonya,
Letonya, ispanya, Bulgaristan, Kuveyt, Oman, Birleşik Arap
Emirlikleri, Tunus, Azerbaycan, Arnavutluk, KKTC, Makedon­
ya, Avustuıya, Cezayir.
Demirel, gezilerinin sayısı kadar bu gezilerdeki yoğun prog­
ramları ile de dikkat çekiyor. Çünkü Cumhurbaşkanı'nın tüm
gezileri inanılmaz bir tempoda ·geçti. Sabah saatlerinde başla­
yan temel atma, açılış, ziyaret, toplantı, konferanslar, panel ve
kabuller cumhurbaşkanı Demirel'in farklı ve ilginç bir yönünü
daha ortaya çıkarıyor. Bu da yine kendine ait ve yine kırılması
güç bir rekor olan insanlarla bire bir diyalog ve tokalaşma ma­
ratonu. Zira Cumhurbaşkanı Demirel, göreve geldiği tarihten
bugüne kadar gezi ve kabulleri boyunca yuvarlak bir hesapla
tam 1 20 bin kişiyle tokalaşmış durumda. Bunu da basite indi­
recek olursak, Hakkari, Şırnak, Burdur, Tunceli, Muğla, Ağrı,
Artvin, Kırklareli ve Bolu gibi şehirlerimizin merkez nüfusların­
dan daha fazla insanla bire bir diyaloga girmiş ve tokalaşmış
Cumhurbaşkanı. Demirel, yılda ortalama 20 bin, ayda bin 666,
günde ise 55 kişi ile tokalaşmış.
Tabii geziler bununla da sınırlı değil. Bu gezilerin birçoğun­
da Cumhurbaşkanı çok değişik platformlarda birbirinden fark­
lı konuşmalar da yapabiliyor. örneğin, aynı gün içerisinde, At­
lı Spor Kulübü'nün açılışında spor üzerine konuşan Demirel,
52 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

okul açılışında eğitim, Sanayi Odası'nın açılışında ekonomi,


belediye ziyaretinde reform, üniversite açıhşında Cumhuriyet,
hastane açılışında sağlık ve fabrika açılışında kalkınma gibi
birbirinden bağımsız, çok çeşitli konuda konuşma yapma ba­
şarısını gösterebiliyor.
"Yollar yürümekle aşınmaz" sözünün mimarı Cumhurbaş­
kanı Demirel, kendi ifadesi ile "Türkiye eyi yoldadır" mesaj ını
verebilmek için dur durak bilmeden geziyor. Demirel görev sü­
resi boyunaca, "Son 50 yılda yapılan birçok şeyde benim im­
zam vardır" felsefesi ile elde belde belde, ülke ülke gezdi.
Süleyman Demirel 53

CUMHURBAŞKANI DEMİREL'İN
YIL YIL FAALİYET RAPORU

1993

6 bin 308 kişiyle tokalaştı. ı 4'ü üst düzey devlet adamı ol­
mak üzere ı 38 yabancı devlet adamı ile görüştü. Polonya'ya
gitti. Çok sayıda il ve ilçeye ziyarette bulundu. 98 ayrı noktada
konuşma yaptı.

1994

9 bin 562 kişiyi kabul ederek görüştü. Gürcistan, İsrail, Mı­


sır! Azerbaycan, KKTC, Arnavutluk, Türkmenistan, Özbekistan,
Bulgaristan, Polonya, Filistin, Romanya, Pakistan, Kırgızistan,
Kazakistan devlet başkanlarını ağırladı. İsviçre, Romanya, Mı­
sır, Ukrayna, Moldova, Hırvatistan, İran, Ürdün, Macaristan,
Türkmenistan, Gürcistan, Fas ve Portekiz'e ziyarette bulundu.

1995

ı 9 bin 800 vatandaşı kabul etti. 222 bin ı 34 km. yol kat et­
ti. 9 devlet başkanını Türkiye'de ağırladı. 23 ülkeyi ziyaret etti.
38 şehir gezdi.

1996

l 9 bin 860 vatandaşı kabul etti. ı 55 bin 522 km. mesafe kat
etti. Fransa, Portekiz, İsrail, Mısır, Filistin, ABD, 'Romanya, Öz­
bekistan, İran, Türkmenistan, Bosna-Hersek, İtalya, Rusya, Al­
manya ve Kazakistan'a ziyarette bulundu.

1997

2 ı bin 952 kişiyi kabul etti. l 4 7 bin 6 ı 9· km. yol kat etti. 82 il ve
ilçeye gitti. Pakistan, Bangladeş, Slovenya, Polonya, Türkmenis-
54 islamköy'den Türban Karşıtlığına

tan, Fransa, Hollanda, Litvanya, Estonya, Letonya, İspanya, Gür­


cistan, Kırgızistan, Macaristan, Mısır, Hırvatistan, Bulgaristan,
Kuveyt, Romanya, Oman, BAE ve iran'a gitti. 2 7 eğitim tesisi, 23
sağlık tesisi, 44 sanayi tesisi açılışı yaptı. 505 konuşma yaptı.

1998

23 bin 1 4 7 kişiyi kabul etti. 1 55 bin 2 70 kilometre yol kat et­


ti. 73 il ve ilçe ziyareti gerçekleştirdi. Fransa, ispanya, Tunus,
Azerbaycan, Kazakistan, Ukrayna, Moldova, Arnavutluk, KKTC;
Makedonya, Türkmenistan, Kırgızistan, Avustuıya ve Roman­
ya'ya gitti. 32 1 açılış, 96 temel atma törenine katıldı.

1999

ı 7 bin 4 78 kişiyi kabul etti. Yurt içi ve dışında toplam ı 68


bin 9 kilometre yol kat etti. 56 il ve ilçeyi ziyaret etti. Cezayir,
Ürdün, Filipinle�, Bangladeş, Romanya, Özbekistan, Bulgaris­
tan, Katar, Bahreyn, Arnavutluk, Makedonya, ABD, Fransa,
Moldova, İsrail, Fas, Mısır, Bosna-Hersek, Kosova, Azerbay­
can, Ukrayna ve Hırvatistan'a gitti 4 7 eğitim, 1 8 sağlık ve ı 6
sanayi tesisi açtı ve birçoğunun temelini attı.
2 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 5 7

Çan/caya ya 11eoa etmek zorunda kalan


DemireL'Jen ''derin inciler 1

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 25 Aralık ı 999 tarihin­


de Çankaya Köşkü'nde düzenlediği basın toplantısında biten
yılın önemli iç ve dış gelişmelerini değerlendirdi. Cumhurbaş­
kanı Demirel, gazetecilerin sorularını yanıtlarken de, 28 şubat
sürecinden, Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarına, 57. Hü­
kümet'in performansından, idam cezası konusuna kadar pek
çok güncel sorun hakkında önemli açıklamalarda bulundu.

KIYAFET, CUMHURİYET DÜŞMANLIGI


SİMGESİ HALİNE GELİYORSA...
cumhurbaşkanı Demirel, 28 şubat sürecinin son bulmadı­
ğını belirterek, MGK toplantısında alınan ı 8 kararı özetledi ve
bunların geçerliliğini koruduğunu bildirdi. Camiye siyaset so­
kulmamasını isteyen Demir�], "Kıyafet, bir cumhuriyet düş­
manlığı simgesi haline getiriliyorsa, o zaman, o kıyafet olmak­
tan çıkıyor. Cumhuriyet düşmanlarının işareti oluyor. Bu da
devleti rahatsız eder" dedi.

28 ŞUBAT BİTMEDİ
Demirel, "28 Şubat süreci bitti mi?" şeklindeki bir soruyu
yanıtlarken, Türkiye ' nin bazı şeyleri soğlıkkanlılıkla tartışama­
dığını, daha sonra bu konuların sloganlaştlğını ve yanlış verile­
re dayanmaya başladığını söyledi. Pek çok şeyin maksadını
58 islamköy'den Türban Karşıtlığına

aşar hale geldiğini ve bunun sonucunda da tartışmaların kolay


kolay yapılamadığını bildiren Demirel, şöyle devam etti:
28 Şubat süreci son bulmuş mudur? Hayır bulmamıştır. Ne­
den bulsun ki? Ewela 28 Şubat süreci neydi ki? Ona bir baka­
lım. Yani "Son bulmamıştır, neden bulsun ki!"nin cevabına . . .
1 8 tedbir var, tavsiye . . . Hükümet tarafından benimsenmiş. Za­
ten hükümet Milli Güvenlik Kurulu ' nun içinde. Orada hükü­
metin başbakanı, başbakan yardımcısı ve diğer üyeleri de var.
28 Şubat ı 997 tarihindeki hükümet, bu ı 8 maddelik tedbire
imza koymuş. Sonra da Bakanlar Kurulu' na gitmiş ... Bakanlar
Kurulu da imza koymuş. Sonra da imza koyanlar dahil birçok
kişi buna itiraz etmiş. Şimdi neresinden başlayalım bunun?
Şurasından başlayalım . . .
Neymiş b u 28 Şubat? Birinci maddesi; laiklik ilkesi korun­
malı. Yani, buna itiraz eden var mı? Yok.
İkinci maddesi; "tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve
okullar Milli Eğitim Bakanlığı' na devredilmeli." Şikayet şu:
Birtakım Türkiye ' de dini cemaatler, tarikatlar, vakıflar -daha
çok dini ağırlıklı- özel yurtlar açmış. Burada sadece çocuklar
barındırılıyor, dini terbiye veriliyor değil. . . Ama din istismarına
dayalı birtakım zihinler yıkanıyor . . . İddia bu . . . o zaman ne ol­
malı? Bu yurtlar, Milli Eğitim Bakanlığı ' nın şeyine girmeli.
üçüncüsü; (8 yıllık kesintisiz eğitim uygulamaya konulma­
lı) . Konuldu. Ama uygulama devam etmeli.
Dördüncüsü; (din adamı ihtiyaç olduğu kadar yetiştirilmeli) .
Beşincisi; (dini tesisler, yani camiler, mabetler, mescitler is­
tismar konusu yapılmamalı). 30 senedir söylüyorum ben bunu.

"SİYASETİ CAMİYE SOKMAYIN"


Demirel, ülkede insanların yüzde 99, 9 ' unun Müslüman ol­
duğunu belirterek, içinde bulunduğumuz Ramazan ayında ca­
milerin dolup taştığını, teravihlerin kılındığını, 5 vakit ezan
okunduğunu ifade etti. "Buna bir şey diyen var mı?" sorusuna
Süleyman Demirel 59

yine kendisi " Hayır� cevabını veren Demirel, şunları söyledi:


"Yalnız cami hocası hutbeye çıkıp da, eğer gazetelerdeki tartış­
maları, hutbede tartışma haline getirirse, cami cemaatini bö­
lersiniz. Girmeyin bu işlere. Siz orada, Kuran ' a, hadise, İslam
büyüklerinin söyledikleri sözlere, büyük imamlara, mutasav­
vıflara dair bir şey söylediniz de kimse bir şey mi dedi? Hayır.
Rahat rahat ibadetini yapsın herkes. şu siyaseti camiye sok­
mayın. Sokmayın kardeşim. Siyasetin yapılabileceği başka yer­
ler var. Yani bir bütün cami kaldı, insanlar saf saf duruyor. Saf
duruyor insan . . . Sağınızdaki, solunuzdaki insanı bilmezsiniz.
Bu iki adamı birbirine düşman haline getirmenin ne gereği var.
Yani dini tesisler istismar konusu yapılmamalıdır."

"HER HAFTA ASKERLE CUMA NAMAZI KILIYORUM"


Cumhurbaşkanı Demirel, daha sonra, MGK kararlarını
özetlemeyi sürdürdü: "Kanunla men edilmiş tarikatların faali­
yetlerine son verilmesi. Yani, kanun birtakım tarikatları men
etmiş. Eğer bu -doğru ise kanunu kaldırmak lazım. Tarikatlar
.
devam edecekler mesailerine, o zaman kanunu kaldırmak la­
zım. Hem kanunu kaldırmıyorsunuz, hem onlar devam ediyor.
O zaman kanuna olan saygı kalkıyor orta yerden. Neyin kanun
devletisiniz o zaman? Askeri Şura kararlarıyla, Türk Silahlı
Kuwetleri ' nden ilişiği kesilen personel konusu istismar edile­
rek, Türk Silahlı Kuwetleri dine karşıymış gibi gösterilmemeli.
Gösterilsin mi? TSK' nın 1 50 bin personeli var. Ve TSK' nın her
garnizonunda cami var. Ben de burada Cuma namazını -gelin
bir gün görün- buradaki askerlerle beraber kılıyorum. Her Cu­
ma . . . TSK' nın bir yemekhanesine gittiğiniz zaman, Allah'ımı­
za, milletimize şükür demeden yemeğe oturulmaz.
TSK' yı dine karşıymış gibi gösterilmesi, Türkiye Cumhuri­
yeti ' nin omurgası olan bu teşkilatın, her başınız sıkıştıkça -
deprem dahil- (hadi bakalım) dediğiniz insanlar... Bunlar sizin,
milletin ordusu . ..
60 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

Milletin çocukları burada. Askeri de subayı da her şeyi o . . .


Ondan sonra yaptığı işten gurur duyuyorsunuz. "

TSK'DAN ATILANIAR
Daha sonra, TSK' nın Bosna-Hersek' te yaptığı hizmetler­
den ve elde ettiği başarılardan örnekler veren cumhurbaşkanı
Demirel, şöyle konuştu:
"Eksi 7-8 derecede, herkes sıcak sıcak yatağındayken, hu­
dudu bekleyen bu insanlara herkesin sahip çıkması lazım.
Onun için bitmedi 28 şubat... Türk Silahlı Kuwetleri ' nden ili­
şiği kesilenlerin kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamına
gidilmemeli. E, adam ölsün mü diyorsunuz, değil mi? Şimdi
bakın ne oluyor. . . Birtakım insanlar, TSK içine sızıp, birtakım
ideoloj ik şeyler yapmak istiyor. E, Silahlı Kuwetler ideolojiye
müsaade etmez. Hangi istikametten gelirse gelsin. Halkı Müs­
lüman olan bir devletin silahlı kuwetleridir. Ve nihayet, hücu­
ma geçtiği zaman "Allah, Allah" diye giden askerlerin teşkil et­
tiği bir Silahlı Kuwetleridir. Dini duyguları gayet yüksektir.
Yalnız din ile devlet ayrılmış. Acaba din ile devlet ayrılmışken,
devlet tehlikeye mi düşüyor gibi bir intibahı vermemek lazım­
dır. Bu, 3 1 Mart, Volkan gazetesi, Derviş Vahdeti ' den beri ge­
len bir korku. Her sene Kubilay anılıyor. . . Onun için bir endi­
şeye kaptırmamak lazımdır. Silahlı Kuwetler halkın, kuşku
duyan da halktır. . . "
Demirel, bazı özel kuruluşların, TSK' dan atılanları istih­
dam ederek, "biz sizi himaye ederiz" duygusu verdiğine işaret
ederek, bunun işleri zorlaştırdığını kaydetti. Demirel, Türk Si­
lahlı Kuwetleri ' nin bir tek personelini bile feda etmemek için
çok dikkatle çalıştığına işaret etti.
Demirel, 28 Şubat kararlarını özetlemeyi şöyle sürdürdü:
"Burada tabii ki, daha önceleri İran ' dan falan gelmiş cereyan­
lar var. Onlara karşı dikkatli olunması şeklinde, İran ' ı incit­
meyecek biçimde maddeler var. . . (Mezhep ayrılıklarını körük-
Süleyman Demirel 6 1

leyerek, kutuplaşmalara neden olunmamalı) . Olunmasın. Ben


de aynı şeyi söylüyorum. Benim ülkemde Alevi'dir, Sünni'dir
diye bir ayrımın yanlışlığını söylüyorum. Ve ben bunu göster­
mek için her ı 6 Ağustos ' ta Hacıbektaş' a gittim. Oraya gelen
vatandaşlarıma seslendim. Sizin inancınız Allah ile kul arasın­
dadır. Bu ülkenin insanları Alevi'si Sünni'si, asırlar boyu birbi­
riyle yaşamış. Kimsenin kimseye karşı düşmanlığı yok. Onlara
söyledim: Aman birtakım kimselerin karanlık emellerine alet
olmayın ve inançlarınızı istismar ettirmeyin."

TÜRBAN SORUNU
Demirel, cumhuriyet' in kuruluşunda inançların üstüne çık­
tığını ve inanç serbestliği getirdiğini vurguladı. Demirel, şöyle
konuştu:
"Kıyafetle ilgili kurallar uygulanmalıdır. Bildiğiniz meşhur
türban hadisesi bunun içine dahildir. Ama türbanın dışında, İs­
tanbul' da bilhassa . . . Yani Anadolu'da kıyafete falan karışan
yok. Halkın kıyafetine karışıldığı falan yok. Ama bir Cumhuriyet
düşmanlığı simgesi haline kıyafet getiriliyorsa, o zaman, o kı­
yafet olmaktan çıkıyor. Cumhuriyet düşmanlarının işareti olu­
yor. Bu da, gayet tabii ki devleti rahatsız eder. Silah ruhsatla­
rından şikayet var. Buna da kimsenin bir şey diyeceği yok. Kur­
ban derilerinin toplanmasından şikayet var. Çünkü bu kurban
derileri bir yerde lüzumsuz tartışmalara sebep olmuş. (Özel
üniformalar giydirilmiş korumalar) . . . On altıncı madde . . . Bazı
belediyeler, Kayseri Belediyesi yaptı bunu . . .
özel üniforma giydirdi belediye korumalarına. Bu çok rahat­
sız eder devleti. Devleti rahatsız eden şey sadece bu ülkenin as­
kerini mi rahatsız eder? Yani sadece bu ülkenin askerini rahat­
sız eder de başkasını etmez mi? Herkesi etmesi lazım. Herkesi
etmediği yerde, askerini ediyorsa, bunun kınanacak bir yeri
yok. Yani yanlış olan şeyleri yaşatmamak lazım o bakımdan
söylüyorum.
62 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Ve, millet kavramı yerine ümmet kavramına gidilmemeli . . .


Aslında Cumhuriyet ile Cumhuriyet öncesinin farkı o . Türkiye
Cumhuriyeti, bir milli devletin adıdır. Ve Türkiye Cumhuriye­
ti'dir adı. Ve halkı da Türk milletidir. Türk milleti olmak için
mutlaka ırk mecburiyeti yoktur. 'Ben bu milletin ferdiyim, ben
bunun geleceğine beraberce sahip çıkıyorum' dediğin yerde,
ister Kürt kökenli ol, ister başka menşeierden gel. .. "

İÇ BARIŞI KORUMAK
Anadolu halkının çok değişik menşelerden gelen insanlar­
dan meydana geldiğine işaret eden Demirel, "Kafkaslarından,
balkanlarından, kırımından, Orta Doğusundan, her yerinden
gelen insanlar cıvıl cıvıl, herkes birbirine bağlıdır. Bunların
arasına bir şey sokmamak lazım. Yani Türk milletiyiz desek
bunun kime ne zaran var. İşte o bozulmamalı ' ' dedL ° Demirel,
şöyle devam etti: "Ve 1 8'inci madde: ' Atatürk' e yapılan saygı­
sızlıklar önlenmeli. 'Atatürk'e yapılan saygısızlıklar bugünün
eseri değil. Bunlar yıllardır gelen şeyler. Ta o zaman kanun çı­
karılmış. '3 tane kendini bilmeyen adam bunu yapıyor' deyip
geçemezsiniz. Yani, Atatürk' ü korumayacak, bayrağını koru­
mayacak, milli duygularını korumayacak. . . E, o zaman biz na­
sıl koruyacağız burada iç barışı? Millet olmaya nasıl devam
edeceğiz? Ve başkalarını karşısına nasıl çıkacağız? Herkes bi­
zim paçamızdan çeker."

"BARIŞ, REFAH İÇİNDE YAŞAYAN


BİR TÜRKİYE İSTİYORUM"
Cumhurbaşkanı Demirel, bir soru üzerine, Türkiye' nin sağ­
ladığı gelişmeye işaret etti. Anadolu ' nun, tarihinde, 1 999 ' da­
ki kadar mamur ve müreffeh olmadığını belirten Demirel,
Cumhuriyet' in, ülkenin her köşesine medeni hizmetlerin tü­
münü götürdüğünü söyledi. Demirel, şöyle devam etti:
Süleyman Demirel 63

"Ama zenginliği ' aynı şekilde götüremedik. 400-500 dolar


kişi başına gelir olan yerler var. Keşke, onu daha ileriye götü­
rebilseydik. 6000 bin dolar gelir seviyesiyle bunu yapamayız.
20 bin dolar gelire çıktığımız zaman benim içimdeki ukde gi­
decektir. (2000'li yıllarda ne istiyorsunuz) derseniz. Ben barış
adamıyım. Ülkemde iç barış, kardeşlik istiyorum. Vatandaşla­
rımın işbirliği içinde olmasını istiyorum. Barış, refah, dayanış­
ma içinde yaşayan bir Türkiye istiyorum. "
Bir gazetecinin, "AB'nin yolu nereden geçer" tartışmasına
işaret ederek, "Sizce nereden geçiyor" şeklindeki soruya De­
mirel, şu yanıtı verdi: "AB'nin yolunun nereden geçeceği size
bağlı. Nereden geçirecekseniz, oradan geçer. Bana sorarsanız,
saydığım reformlardan geçer, kendimizi Avrupa'ya uydurmak­
tan geçer. Ama siz başka yerden geçirebiliyorsanız, daha ko­
lay. . . Mesele oraya varmak, ben kolayca sizinle beraber olu­
rum ."

CUMHURBAŞKANUGI KONUSU
De n\irel, Anayasa değiştirilerek, ikinci kez seçilme hakkının
tanınma\ı durumunda cumhurbaşkanlığına aday olup olma­
yacağının sorulması üzerine, cumhurbaşkanının Anayasa· ya
göre seçileceğine dikkati çekti. Türkiye · nin kuralsız bir ülke
olmadığını vurgulayan Demirel, "Bence, meraka ve tedirginli­
ğe gerek yok. Bu kurallar işler. Ben, ı 6 Mayıs'a kadar burada­
yım. Bu kuralların işlemesini gözetlerim. Görevim bu . . . " diye
konuştu. ı 6 Mayıs akşamına kadar siyasi hiçbir harekette bu­
lunamayacağını vurgulayan Demirel, şöyle devam .etti:
"Yani ne kulis yaparım, ne şu veya bu şekilde siyasi sayıla­
bilecek bir har�ketin içinde olurum. Neden? Çünkü, benim ye­
minim bu tarihe kadar devam ediyor. Tarafsızlığımı muhafaza
ederim. Onun dışında olacak şeyler benim dışımdadır. Ben, 6
sene 8 aydır devam eden görevimi yüz akıyla tamamlamaya
çalışıyorum." Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesi
64 islamköy'den Türban Karşıtlığına

yönündeki tercihini yineleyen Demirel, "Ama, Parlamento der­


se ki, (biz ona hazır değiliz), mekanizma işler. Parlamento der­
se ki, 2 tane 5 yıl . . . Böyle yaparlarsa ben ne yaparım? Ben, hiç­
bir zaman dereyi görmeden, paçaları sıvamadım. Görelim ba­
kalım, ne yapılacak. öyle yaparlarsa, ne yapacağımızı düşü­
nür, taşınırız. Vakti, saati var."

"HÜKÜMET NASIL ANAYASAL


KURUM İSE, MGK DA ÖYLEDİR"
Cumhurbaşkanı Demirel, AB ' ye girerken, Anayasa ve yasa­
larda yapılması istenilen değişikliklerle ilgili bir soruyu yanıt­
larken, aslında Türkiye ' den bugüne kadar istenen bir şey ol­
madığını, ancak önümüzdeki zaman içinde isteneceğini ifade
etti. Bu istekler gündeme getirilirken, Türkiye ' nin söyleyecek­
lerinin de dikkate alınması gerektiğine işaret eden Demirel, bu
çerçevede, Milli Güvenlik Kurulu ' nun mevcudiyetinin yarata­
bileceği tartışmalara değindi.
MGK' nın 1 96 1 Anayasası ' ndan beri varolduğunu ve kurul
içinde asker üyeler olduğundan hareket ederek, "askeri de­
mokrasi", "asker ne derse hükümetler onu yapıyor" gibi birta­
kım yanlış imajlara maruz kaldığını anlatan Demirel, "MGK
Türk devletinin fevkalade önemli bir kurumudur ve Anayasal
bir müessesedir. Yani hükümet nasıl anayasal kurum ise o da
öyledir"diye konuştu.
Türkiye ' nin MGK' yı sisteminden çıkarması talebiyle bu za­
mana kadar karşılaşılmadığını belirten Demirel, Türkiye hak­
kında bugüne kadar yazılan raporların da Türkiye ' nin yoklu­
ğunda ve muhatap alınmadan hazırlandığını vurguladı. Bun­
dan sonrası için bir program yapılacağını ve eksiklerin tespit
edileceğini bildiren Demirel, "(Şurada eksiğiniz var) derlerse,
ona karşı diyeceğimiz nedir; hakikaten bir eksiğimiz varsa otu­
rup düzelteceğiz" dedi.
Süleyman Demirel 65

Demirel, "Her ihtilalin Türkiye ' ye 1 O yıl geriye götürdüğü


söylenir. Bu görüşe katılıyor musunuz?"sorusuna, "Katılıyo­
rum, onu söyleyenlerden biri benim"karşılığını verdi. "Türki­
ye ' de 3 darbe olmasaydı, şu anda AB ' ye üye olur muyduk?"
sorusunu ise Demirel, "Olurduk" diye yanıtladı.
Helsinki'de Ege sorunuyla ilgili olarak alınan kararın değer­
lendirmesi istenince ise Demirel, Musul sorununda verilen ka­
rar dolayısıyla Türkiye ' nin Lahey Adalet Divanı ' na karşı tarih­
ten kaynaklanan bir çekingenliği olduğuna dikkati çekti. Mu­
sul ' un Türkiye ' ye bağlanamamasının "derin bir yara" oluştur­
duğunu ifade eden Demirel, "Ondan sonra Türkiye ' de bir ür­
küntü olmuştur. Acaba oraya gitsek adil bir karar çıkar mı gi­
bi . . . O yüzden de, o ürküntü açıkça telaffuz edilmemiştir, ama
görünüyor ne olduğu . . . Şimdi bu ürküntüler yavaş yavaş geçe­
cektir" dedi. Türkiye ile Yunanistan arasındaki sorunların bir
kısmının Osmanlı İmparatorluğu ' nun tasfiyesinden geldiğini,
kıta sahanlığı, hava sahanlığı, deniz altı kaynakları gibi sorun­
ların ise zaman içinde ortaya çıktığını anlatan Demirel, şöyle
devam etti:
"Gri alanlar diye bir sorun da başlangıçta yoktu. ı . ı 00-
1 .200 tane ada, adacık ve taş parçası Ege Denizi içinde vardı.
Türkiye çok fazla adaya, taş parçasına hevesli olmamıştır ba­
şında. Bu adalardan sadece iki tanesi Türkiye ' nin elinde kal­
mıştır. Yunanistan bir adalar devleti kurabilmiştir. Sonradan
da bu gri alanlar çıktı. Bu taşlıklar kime aittir sorunu çıktı.
Bunların böyle kolay kolay çözülmesi mümkün değil. Hatta sa­
vaşla bile çözülmesi mümkün değil . Çünkü savaştan sonra yi­
ne masaya oturacaksınız. öyleyse, bunların hepsini barışçı
yollardan çözmek lazım. Helsinki' de alınan karar Türkiye' ye
bir mecburiyet empoze etmiyor. Kararda, 'Üye ülkeler araların­
daki sorunları barışçı yollardan giderek· çözmelidirler' deniyor.
Kim buna hayır diyebilir? Zaten sadece bize ait de değil. . . Yani o
namzet devletlerin hepsine birden söylüyor. . . Barışçı yollardan
66 islamköy'den Türban Karşıtlığına

kendi aranızda çözemiyorsanız, mahkemeye gidin . . . Ve 2004


yılına kadar bunları yapmazsanız, hem çözmezseniz hem
mahkemeye de gitmezseniz, meseleyi o zaman bir defa daha
düşünürüm, ne yapılması gerekiyor, deniyor. Bir şey empoze
edilmiyor. Çok dikkatle yazılmıştır. Bugünden çok telaşlanma­
.
ya gerek yok. Eğer Türkiye ekonomik bakımdan güçlü kalırsa,
düzgün kamu maliyesine sahip olursa, sanayisini geliştirirse,
rejimdeki istikrarını korumaya devam ederse, demokrasinin
birtakım gürültüleri var onlara tahammül edilirse� Türkiye' nin
aleyhine hiçbir mesele çözülmez. Türkiye lehine de çözül­
mez . . . Yalnız her şey makul ölçüler içinde, uluslararası adalet
esas kılınacak biçimde çözülür. Yani insanların adil diye kabul
edebilecekleri bir biçimde çözülür. "

YAŞ KARARIARINA YARGI DENETİMİ


Demirel, Yüksek Askeri şura kararlarının yargı denetimine
tabi olması gerektiğine dair daha önceki yıllarda açıkladığı gö­
rüşünün hatırlatılması üzerine, bu görüşün doğru olduğunu
tekrarladı. Demirel şöyle devam etti:
"Askerlikten ihraç edilmiş kişilerin bu karara karşı çıkılma­
masını hukuki bulmadığımı söylüyorsunuz. Fakat bundan
sonrası var. Bundan sonra; bu gibi kişiler Avrupa insan Hakla­
rı Mahkemesi ' ne gitmiş, orada mahkemeyi kaybetmişlerdir.
Şöyle: Eğer siz bu çeşit faaliyetlerle uğraşmak.istiyorsanız, or­
dunun dışına çıkın demişlerdir. Ordu, bir disiplin müessesedir.
Siz mecbur değilsiniz orduya gelip subay olmaya. Orduya ge­
lip subay oluyorsanız, ordunun koyduğu kurallara uyacaksı­
nız. Bu kurallara uymazsanız, ordu sizi kendi içinde tutmak
mecburiyetinde değildir. Avrupa insan Hakları Mahkemesi ' nin
dediği budur. Ben de onun görüşüne katılıyorum."
Süleyman Demirel 67

'DEMİREL' SOY-ADiNi TAŞIYANLAR


Cumhurbaşkanı Demirel, kendisiyle aynı soyadım taşıyan
kişilerin faaliyetlerinin kamuoyuna yansımasıyla ilgili bir soru
üzerine de " Benim ismimi taşıyanların herhangi bir hareketi
beni ilzam etmez"karşılığını verdi.
Bu konuların ı 970' li yıllarda da gündeme geldiğini hatırla­
tan Demirel, şöyle devam etti:
"Benim ismimi taşıyan, benim yakınlarım sayılan kişiler suç
işlemişlerse; Türkiye cumhuriyeti vatandaşıdırlar, suçun şah­
siliği asıldır ve TC kanunları onların yakalarına yapışır, başka­
larının yakasına yakışmaz. Benim soya dımı taşıyan kişiler
kendilerini sawnacak güçtedir, onu da söyleyeyim. Benim so­
yadımı taşıdıkları için ne bir düşmanlığa ne de bir iltimasa ma­
ruz kalmamalıdırlar. Hiçbir iltimasa maruz kalmamışlardır. Ve
benim soyadımı taşıyan bir kişinin sahibi olduğu bankanın k�­
rarnamesi önüme gelince, baktım, devletin iddiaları var, dev­
letin kararı var. Ben devlet görevi yapıyorum. Eğer o iddialar
mukni (inandırıcı) olmasaydı, ben yalnız benim ismimi taşıdı­
ğı için değil, herhangi bir vatandaşım için de aynı şeyi yapar­
dım, Ama iddialar muknidir. Adamın elinden bankasını alıyor­
sunuz, onun altında da benim imzam var. Bu kişiden dolayı
ben kötüleniyorsam, bunun mantığı yoktur, insafı da yoktur.
Yani daha ne yapayım? işte almışız bankasını elinden. "
Cumhurbaşkanı Demirel, ı 975 yılında başbakan iken Yah­
ya Demirel ' i Zonguldak hapishanesine kendisinin gönderdiği­
ni de kaydetti. Bu ülkede, kendisinin soyadım taşısın taşıma­
sın bütün vatandaşların yaşama hakkı olduğunu ifade eden
Demirel, kendisi Cumhurbaşkanı oldu diye, yakınlarının bu
yaşama hakkından vazgeçmelerinin söz konusu olmayacağını
kaydetti. Demirel, şöyle dedi:
"Ama siyaset bu . . . Adam sizi rahatsız etmek için, incitmek
için elinden gelen fırsatı kullanır. Birtakım lafları söyler. Ne
68 islamköy'den Türban Karşıtlığına

yazdılar, ne çizdiler bilmiyorum. Ben bunlara çok alışığım. Be­


ni rahatsız eden bir durum yoktur. Çünkü herkes anasından
ayrı doğdu. Ben de ayrı doğdum. Ben zaten burada devlet işiy­
le kafi derecede meşgulüm. Başka hiçbir işle de meşgul olma­
dım. Hiç kimsenin ne yaptığını bilmem, yakınlarım olarak söy­
lüyorum. Başarılı olsalar, düzgün olsalar memnun olurum ga­
yet tabii ki. Sıkıntıya düşerlerse, başarısız olurlarsa -kendi ku­
surlarından dolayı veya değil- ondan dolayı da üzülürüm, ben
insanım."
3 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 7 1

Film kopmadan bir lcare önce

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 1 2 Nisan 2006'da


Harp Akademileri Konferansı'nda yaptı&ı konuşma uzun süre­
dir kopması beklenen gerginliğin fitilini ateşledi. Sezer'in, din
ve vicdan özgürlüğü olarak bilinen 'laiklik' ilkesini farklı bir şe­
kilde yorumladığı konuşmasında özetle şu ifadeleri kullandı:
"Dinin, toplumsal yaşamı etkilemesine izin verilemez. Bire­
yin inanç ve ibadetlerine de kamu düzeni, güveni ve çıkarları
gerekçesiyle sınırlama konulabilir. "
Laikliğin 'din ve vicdan hürriyeti'ne indirgenerek 'anlamsız'
kılınmaya çalışıldığını öne süren Sezer, dinin insan yaşamın­
daki yeri olarak da 'bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan
inanç bölümündeki kutsal yer' olarak gösterdi. Sezer, bireyle­
rin ibadetlerinin de kısıtlanabileceğini şu sözlerle aktardı:
"Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı­
nı etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamı­
na, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla
sınırlamalar konulabilir.. . '�

"İRTİCAİ TEHDİT, KAYGI VERİCİ


BOYUTLARA ULAŞMIŞTIR"
. . . irticai tehdit de bölücü terör gibi, duyarlı olduğumuz bir
konu olmaya devam etmektedir. İrticai tehdit, kaygı verici bo­
yutlara ulaşmıştır. Türkiye'nin bu tehdide karşı en büyük güven­
cesi laik düzenidir. İrtica siyasete, eğitime ve devlete sızmaya
72 islamköy'den Türban Karşıtlığına

çalışmakta, Cumhuriyet'in temel niteliklerine yönelik, başta


milliyetçilik ve laiklik gibi toplumun büyük kesimince özüm­
senmiş değerlerin yıpratılmasına yönelik etkinlikleri sistemli
biçimde uygulamaktadır.

"DİN SÖMÜRÜSÜ"
Anayasamızda yer alan iki önemli öge, özgürlük ve eşitlik­
tir. Bunların gerçekleşmesi ancak dinsel zorlamaların olmadı­
ğı laik toplumlarda olanaklıdır. Bu bağlamda, gerici girişimle­
re karşı, Anayasa ve demokratik hukuk düzeni çerçevesinde,
Devlet'in tüm kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruşları
tarafından anayasal düzenimizin temelini oluşturan laikliğin
korunması, dinin siyasal amaçlarla kullanılmasının önlenme­
si, ulusal eğitimin bu tür hareketlerin etkisinden kurtarılması
ve toplumumuzun gericiliğe karşı bilinçlendirilmesi amacıyla
topyekun bir savaşım verilmektedir.

"LAİKLİK ANLAMSIZ KILINMAYA


ÇALIŞILMAKTADIR"
Konuşmamın bu bölümünde, bilinçli olarak gündemden hiç
düşürülmeyen bir konu üzerinde durmak istiyorum. Son gün­
lerde artarak sürdürülen söylemlerde, laiklik, "din ve vicdan
özgürlüğü" olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımla laiklik, din ve
vicdan özgürlüğüne indirgenmekte ve anlamsız kılınmaya ça­
lışılmaktadır. Bu tanımlama aynı zamanda iki önemli sonuç
doğurmaktadır. Bunlardan birincisine göre, tanımlamayla te­
settür amacıyla kullanılan türban bireysel özgürlük kapsamına
alınarak, kamusal alanda da bu uygulamanın kaçınılmaz oldu­
ğu vurgulanmak istenmektedir.
İkincisine göre ise, bu yaklaşım toplumu, 'madem ki laiklik
din ve inanç özgürlüğüdür, laik düzende herkesin kendi isten­
ciyle seçeceği hukuk düzeninde yaşama hakkı vardır' sonucuna
Süleyman Demirel 73

kadar götürecektir. ,Tanımın altında yatan amacı böylece vur­


guladıktan sonra türban üzerinde bir kez daha durmak istiyo­
rum. Çünkü Cumhurbaşkanı'nın bu konuda nasıl davranması
gerektiği sıkça tartışılmaktadır. oysa anayasal kurallar ve Yük­
sek Mahkeme kararları bunun yanıtını vermektedir . . .

"BİREYİN İNANÇ VE İBADETİNE


SINIRIAMALAR KONULABİLİR"
Anayasa Mahkemesi'nin, laiklik ve türbanla ilgili yukarıda
açıklanan kurallara dayalı kesin ve açık yargıları vardır. Yük­
sek Mahkeme'nin kararlarıyla belirginleşen yargısına göre, la­
iklik ilkesi nedeniyle,
- Din kuralları, Devlet işlerini düzenleyemez.
- Din, bireylerin manevi yaşamına ilişkin olan inanç bölü-
mündeki kutsal yerind�. sinırsız bir özgürlük tanınarak anaya­
sal güvenceye alınmıştır.
- Dinin, bireyin manevi yaşamını aşarak, toplumsal yaşamı
etkilemesine izin verilemez; bireyin inanç ve ibadet yaşamına,
kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla sı­
nırlamalar konulabilir; dinin kötüye .kullanılması ve sömürül­
mesi yasaklanabilir.
Anayasa Mahkemesi, türbanla ilgili ilk kararını 1 989 yılında
vermiş; açılan dava üzerine, yükseköğretim kurumlarında 'Di­
ni inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapa­
tılmasını serbest' bırakan yasa kuralını, Anayasa'nın laiklik,
ulusal birlik, demokratiklik, hukuk devleti ve eşitlik ilkelerine
aykırı bularak iptal etmiştir.

"TÜRBANI SAVUNMAK BİR SİYASİ


PARTİ İÇİN KAPATILMA GEREKÇESİDİR"
Yüksek Mahkeme, türban konusundaki ikinci kararında, Ana­
yasa'nın ve devrim yasalarının, yükseköğretim kurumlarında
74 islamköy'den Türban Karşıtlığına

dinsel nitelikli giysiler giyilmesine olur vermediğini belirterek,


başörtüsü konusundaki görüşünü ısrarlı biçimde sürdürmüş­
tür. Anayasa Mahkemesi'nin siyasal parti kapatma kararların­
da da; siyasal partilerin, yükseköğretim kurumları öğrencileri­
nin başörtüsü kullanmalarını destekleyen davranışları ile siya­
sal bir simge olan türbanın, eylemli bir durum yaratılarak
TBMM'ye taşınması girişimi laiklik ilkesine aykırı görülerek
kapatma nedeni sayılmıştır.
4 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 77

Demirel 'Tiirhanlılar SuudiArahiJtan 'a


gitrJin olcu.Jun dedi ve/ilm !coplu
1

9. cumhurbaşkanı Süleyman Demirel,� 30 Nisan 2006 Pazar


günü Haber Türk lV'de katıldığı Basın Kulübü'nde bir önceki
bölümde verilen 1 O. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in
konuşmasının odağında birbirinden ilginç açıklamalar yaptı.
Türban ve rejim merkezli tartışmanın bazı bölümlerini öne çı­
karmak yerine öncelikle tamamına bir göz atmakta fayda var.

Sizden yeni bir siyasi organizasyon bekleyenler artık böyle


bir beklenti içine girmesinler mi? Parti kurmak, m, eydanlara
çıkmak gibi niyetiniz yok diye mi anlasınlar?
Hayır, bunu anlamasınlar. Benim bugünkü konumumu söy­
lüyorum. Ama bu bundan sonra ne yapacağımı tayin etmez.
Bana sorduğunuz sorunun cevabı siyah beyaz, evet veya hayır
diye verilecek bir cevap değil. Şimdi ben günlük siyasetin için­
de değilim. Parti siyasetinin üstündeyim. Ama ülkede bir gün
başka birisinin yapamayacağı, ama mutlaka benim yapmam
gereken bir hizmet çıkarsa orta yere ben bundan kaçamam,
benim kapım açıktır.

Yani milli takım teknik direktörlüğüne çağrılmak gibi, öyle mi?


Bu benzetme yanlış . . . Ama inşallah böyle bir durum çıkmaz.
Ben desem ki, unumu eledim, eleğimi astım, kapımı da kapat­
tım. O zaman vatandaşım diyebilir ki, 40 sene senin peşinden
78 islamköy'den Türban Karşıtlıgına

gittik. Bizim herhangi bir ihtiyacımız olduğunda sana geleme­


yecek miyiz? Bu nedenle kapımı açık bıraktım.
Bakın ben gizli bir şey yapmam. Benim yaptığım, yapmaya
karar verdiğim bir şey olduğu zaman ta Hint'den Çin'den duyu ­
lur. Ve gürültü patırtı olur. Eğer olmazsa gürültü patırtı benim
40 senelik hizmetim o zaman mediork'dur; ortanın altıdır. Be­
nim şu anda yakın bir zaman için bir tasawurum yok.

O zaman siz şu anda gidişattan memnunsunuz?


Hayır, değilim. Bakın ben kendimi fevkalade haller için sak­
lıyor değilim. Fakat ben diyorum ki, ben günlük siyasetle uğ­
raşmıyorum. Umarım ki, bana ihtiyaç olmaz, ama bana ihtiyaç
olduğu vakit de bunun ne zaman hangi şartlar altında olup ol­
mayacağını bilmem. Bana ihtiyaç olduğu zaman ben halkımın
hizmetindeyim . . . Bakın siyasette yarın ne olacağı belli olmaz.
Siyaset bilinmeyenlerle, meçhullerle doludur. Bir takım bek­
lentilerin içine girmeye lüzum yok. Hadiseler gelir sizi bulur,
sizinle kucaklaşır. Ben mutlaka bir parti kuracağım, yeniden
sahaya çıkacağım falan demem lazım değil, bu söylediklerim
de yeterince önemlidir.

Size böyle bir görev düşerse, siz kendinizde çıkıp meydan/a­


n dolaşacak, Anadolu'yu dolaşacak bir enerji görüyor musunuz

kendinizde?
Ben günde ı 2 saat çalışıyorum. ı 2 saat de istirahat ediyo­
rum. şu halimle bir takım şeyleri yapabilecek gücüm hala var.
Zihni gücüm de var, fikri gücüm de var. Bugün Türkiye'de sı­
kıntı içinde kitleler vardır. Bunalım yaşayan kesimler vardır.
Zaman gelir ki, bu hoşnutsuzluk artar, vatandaş buna çare
bulmak için çözüm bulmak için her kapıyı çalar, benim kapı­
ma da gelir. Türkiye'de son zamanlarda sorunlar arttı. Yani 6
ay zarfında sorunlar çok çok arttı. Türkiye'nin içinde bulundu­
ğu durumlardan, yapılan tartışmalardan rahatsız olan çok
Süleyman Demirel 79

kimse var. Acab� nereye gidiyoruz diye insanlar birbirine soru­


yor. Yani nereye gidiyor Türkiye dediğiniz zaman, Türkiye'nin
sıkıntıları da var ama Türkiye'nin iyi tarafları da vardır.

BAŞBAKANLAR ASILMAKTAN KORKUYOR,


CESUR KARAR AIAMIYOR

Asker, bundan sonra siyasete müdahale eder mi?


- Yalnız bir ülkede halkın önemli bir kısmı askerin idareye
müdahalesini istiyorsa ve asker müdahale ettiği zaman alkış­
larsa ve askerin müdahalesini bir çare olarak görüyorsa, o za­
man mesele askerin meselesi değil, halkımızın meselesidir.

Yani halk böyle istiyorsa, asker de müdahale eder o zaman,


diyorsunuz öyle mi?
E öyle olur tabii . . . Ülkenin büyük kısmı itibariyle henüz de­
mokrasiyi hazmetmemişsiniz demektir. Halkın seçtiği parla­
mentonun yerine başkası gelsin bu işi çözsün diyorsanız, de­
mokrasi yerleşmemiş demektir. Ama eğer halk derse ki, birisi
gelsin memleketi düzeltsin, asker yapsın derseniz, o da gelir.

Askerler bugünden sonra, halk bizi istiyor diye müdahale


ederler mi?
Bakın; Silahlı Kuwetler başka ülkelerin askerlerinden fark­
lıdır. Kurtuluş Savaşı'nı askerler yapmıştır. Cumhuriyeti onlar
kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti'nin ı o cumhurbaşkanından
6'sı askerdir. Yani Türkiye yönetiminde askerlerin önemli bir
rolü var. Halbuki bugün uygar dünyada demokrasi askerin si­
vil idarenin emrindedir . . . Asker 2,5 kez Türkiye'de darbe yaptı.
Bundan sonra bu tür şeyler olabilir mi, diye soruyorsunuz,
umarım ki olmaz. Müdahale ihtimali; müdahale korkusu aslın­
da Türkiye'de devletin işlemesini sekteye uğratıyor. Parlamen­
tonun çalışmasını sekteye uğratıyor. Cesur kararlar alınamıyor.
80 isıarnköy'den Türban Karşıtlığına

Bu kararları alacak olanlar, acaba bir gün idareye el konur da,


acaba hepimizi mahkemeye götürürler mi, diye düşünüyor.
Cesur kararlar almak isteyen bir başbakan düşünür "acaba ya­
rın ben bu kararı aldığım için beni asarlar mı" korkusundan
kurtulmuş değildir. Niye? Çünkü Türkiye seçilmiş bir başbaka­
nı asmıştır.

Sizce bu korku hala sürüyor mu?


Evet. Yani bu korkuyu hemen böyle sabunlu suyla yıkaya­
rak silemezsiniz. Ancak kafi zaman geçmesi gerekiyor. Kamu­
oyunun kafasından bu korku giderse, uzun zaman sonra bu
korku atılabilir. Bu öyle kolay atılamaz.

Siz cumhurbaşkanı iken asılma korkusunu yaşadınız mı?


Ben hissetmeyebilirim. Mesele yalnız ben değilim. Sadece
ben yokum ki, benimle birlikte çalışan bir sürü insan var. . . Ya­
ni parlamento seçiyorsunuz, askerle gelip onu kapatıyor. Son­
ra yeni bir parlamento kuruluyor. Yeni insanlar seçiliyor. O
koltuklara oturan insanlara düşünmeyecek mi? Bu sıralarda
daha önce oturanların başına ne geldi diye. Bu korku hemen
atılabilir mi. . . Zaman gerekiyor. . . Bakın askeri müdahalelerin
çoğunda asker kendiliğinden inisiyatif almamıştır. Gidilip on­
lara denilmiştir ki, ne duruyorsunuz. Sıkıntıları görmüyor mu­
sunuz denmiştir. Bugün Türkiye'de sıkıntılar var, hoşnutsuz­
luklar, memnuniyetsizlikler ve bazı tartışmalar var. Bu tartış­
malar ülkenin moralini bozuyor. Bunlar yaygın hale geliyor.
Bu defa ne oluyor, büyük bir karamsarlık meydana geliyor. Ne
olacak bu işin sonu diye bir karamsarlık meydana geliyor. Av­
rupa Birliği, askerin idare üzerindeki vesayeti kabul edilemez
diyor. Tamam, ama bakın 7. cumhurbaşkanı Kenan Paşa ne
diyor Ali Baransel'in kitabında;
'Eğer, üniter devlet tehlikeye girerse, eğer laiklik tehlikeye gi­
rerse, Silahlı Kuwetler ne Avrupa Birliği dinler, ne şunu dinler,
Süleyman Demirel 8 1

n e de bunu dinler, müdahale eder' diyor. Bakın bunu ben söy­


lemiyorum. Bunu 7. Cumhurbaşkanı söylüyor... Ama ben buna
katılıyorum demiyor ama bu sözü de size naklediyorum Eğer
Türkiye'de üniter devlet tehlikeye girerse, bence bunu siviller
çözmeli.

Bugün 28 Şubat önceki gibi bir durum var mı Türkiye'de?


Hayır; bugün 28 Şubat öncesindeki gibi bir durum yok. Ama
ne var? Bugün bir tartışma var Türkiye'de. Devletin başı çıkıyor
Harp Akademileri'nde çok önemli şeyler söylüyor, "Laiklik teh­
likede" diyor, bunlar önemli şeyler. Türmye bir kurumlar dev­
letidir. Bugün kurumlar arasında bir sürtüşme olduğu kesin­
dir. Bu sürtüşmenin daha ileri gitmesi durumunda bu bunalım
demektir. Onun çaresi de seçimdir.

ERDOGAN KÖŞKE ÇIKARSA, TARTIŞILAN BİR


CUMHURBAŞKANI OLUR, ORADA DURAMAZ...

Erdoğan köşke çıkmak ister mi? Bunu deneyecek mi?


Bu göreve kendisini ehil görüp de bunu yapmak istemeye­
cek kimse yoktur. 82 yılda 59 Başbakan oldu Türkiye'de, sade­
ce 1 o cumhurbaşkanı görev yaptı. Kim oraya çıkmaya kanuni
ehilse, o işi götürebilecek ehliyette ise oraya çıkmak ister.

Yani 'Sezerden sonraki cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'


demek mümkün mü?
Hayır, neden hayır, çünkü daha bir sene vakit var. Siyaset­
te bir haftada her şey değişir. Ayrıca bugün büyük bir tartışma
var Türkiye'de. Cumhurbaşkanlığına gelen kişi makamda tartı­
şılmamalıdır. Tartışılırsa devlette ..zaaf olur. Bugün Türkiye'de
4 1 milyon oy var. 4 1 milyon oyun meclisteki temsilcisi 1 6 mil­
yon oydur. Yani bugünkü meclis halkın yüzde 40'nın temsilci­
sidir. Bugünkü meclis halkın sadece yüzde 40'nın temsil ediyor.
82 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

Ayrıca AK Parti Türkiye'de oyların yalnızca Yüzde 26'sını almış­


tır. Bu içe sığacak bir durum değildir. Yüzde 26 ile yüzde 66
mecliste çoğunluk elde edilmiştir. Bu temsil de adalete aykırı­
dır.

Yani Erdoğan'ın başbakanlığı meşru değil mi?


Hayır, hukuken sorun yok. Bu meclisten Cumhurbaşkanı
olarak de seçilebilir. Hukuken sorun yok. Fakat tartışılır. Baş­
bakanlık yapıyor ama şunu da diyor herkes 'Yüzde 26 ile yüz­
de 66 sandalyeye nasıl sahip olabilirsin?' sayın özal'ın da du­
rumu böyleydi. Sayın Özal eğer vefat etmeseydi, orada barına­
bilir miydi? Orada duramazdı. Bir ülke düşünün ki, bir cum­
hurbaşkanı halkın yüzde 26'sı ile seçilmiş. Bu doğru olur mu?
Tayyip Erdoğan bu meclis ile cumhurbaşkanlığına seçilirse, bu
rahatsızlık yaratır, tartışmalı bir cumhurbaşkanı olur. Eğer Er­
doğan, cumhurbaşkanı olmayı kafasına koydu ise, erken seçi­
me gitmeyecektir. Çünkü seçime giderse, Meclis'te yine böyle
bir çoğunluğa sahip olacağını kim söyleyebilir.

Erdoğan'm eşinin türbanı ile köşke çıkması bir sorun çıkarır


mı? Erdoğan türbanlı eşi ile köşke çıkarsa, büyük rahatsızlık çı­
kar mı?
Cumhurbaşkanının eşi sarılı diye ordu harekete geçmez.
Ama cumhurbaşkanının eşi siyasi bir simge olarak sarılı ise,
Türkiye'de de türban tartışması var ise, bana göre kanuni ola­
rak bir engel yoktur. Ama bir şey var ki, Türkiye'de önemli sa­
yılabilecek kurumların bundan hoşnut olmayacağı kesindir. . .
Bir rahatsızlık yaratacaktır. Bu rahatsızlık bugün d e vardır.
Türkiye'de cumhurbaşkanlığı tartışmaları 2 yıl önce başlamaz.
Demek ki ortada bir durum var. iktidar 3,5 yılını doldurdu. Bu­
gün geniş kitleler durumundan hoşnut değildir. Zaten Türki­
ye'de 4 yıldan uzun süre işbaşında duran bir hükümet yoktur.
Gidin bakın Türkiye'ye bu geniş hoşnutsuzluğu görürsünüz. 82
Süleyman Demirel 83

anayasası hükürnete 5 yıl işbaşında kalma imkanı verdi, ama


kimse 5 yıl kalmadı. . . şu anda harmoni içinde, ahenk içinde bu
ülkenin idare edildiğini söyleyebilir misiniz? Bu ahenk yoksa
sonu ne olur, bunalım olur. Bugünkü iktidarın halktan aldığı
destek yüzde 26. Ee, efendim ben bugün seçime gidersem da­
ha fazla oy alırım. Dur bakalım, ne alırsın! Halkın nabzını tu­
tarsanız, göreceksiniz. Bugün köylü fevkalade şikayetçi, küçük
ve orta boy esnaf fevkalade şikayetçi, işsizlik fevkalade büyü­
müş, yoksulluk fevkalade büyümüş. Bu manzaraya baktığınız
zaman, gayet tabii ki, iktidarın oyunun düşmüş olması lazım.

AKP'NİN İÇİNDE AHENKSİZLİK VAR


Bir kurumlar devleti olan Türkiye'de nasıl kurumlar arasın­
da bir ahenksizlik varsa, demek ki AKP'nin içinde de bir ahenk­
sizlik var. Öyle görünüyor. Şimdi onlara sorsanız yok derler.
Bunu itiraf etmez kimse. Ben böyle söyledim diye, yarın çıkar­
lar biz sağlamız derler. Ben böyle şeyleri çok gördüm. Yok de­
meleri olmadığı anlamına gelmez. Bugün Türkiye'de büyük bir
rahatsızlar var. Birincisi Türkiye'nin bütünlüğü, birlikteliği me­
selesi. Ünlter yapı tehlikede endişesi duyuluyor. Bu tartışmalar
büyük rahatsızlık yaratıyor. İkincisi laiklik meselesi.
Türkiye'de bir tane millet var, bunun adı üniter devlettir. İki
tane millet yoktur. Kürtler, Türk milletinin ferdidir.

Kürtler millet değil, peki Kürtler nedir?


Kürtler insandır. Halktır.

Kürtler bir halktır öyle mi?


Evet, Kürtler bir halktır. Bakın Kürtler diye bir halk vardır.
Bunu önce ben söyledim. Bu realite vardır dedi f!l . Türkiye'de
yapılan bu tartışmalar neticesinden ortada bir kaygı var. Bu­
gün sokaktaki vatandaşa sorsanız, birinci meselesi terördür.
Bütünlük Türkiye'nin en önemli meselesidir.
84 islamköy'den Türban Karşıtlığına

AKP'nin alternatifi var mı?


Alternatif yok olur mu? öyle şey olur mu? Bunlar kimin al­
ternatifi idi. Seçime 3 kala gelince kimin alternatifi idi. Bakın,
halkın sırtında yumurta küfesi yoktur. Halk yarın alternatifini
çıkarır.

Yani halk mevcutlar dışında bir alternatif mi çıkaracak?


Bunlardan birini çıkarır, yahut bunları birleştirir alternatif
çıkarır. Daha seçim konuşulmuyor bu ülkede. Yarın seçim ko­
nuşulsun bir bakalım. O zaman alternatifini çıkarır. Şu haliyle
iktidar partisi kendi kendine alternatif mi? Halk çaresiz mi,
mutlaka bir alternatifini bulur.

"CUMHURİYET'LE KUR'AN-I KERİM'DEKİ


DÜNYAYI TANZİM EDEN 230 AYET KALDIRILMIŞTIR"
Bugün Türkiye'de kurumlar arası ahenksizlik var. Bunun
yanı sıra iki mesele daha rahatsızlık yaratıyor. Bunlardan biri
terörün beraberinde gelen bölücülük tehlikesi, diğeri laikliktir.
Bakın Cumhuriyet dünya işleri ile din işlerini ayırmıştır. cum­
huriyet'le Kur'an-ı Kerim'deki ahlak ayetleri denen, dünyayı
tanzim eden 230 ayet kaldırılmış, yerine kanunlar getirilmiştir.
işte bu, Türkiye'yi Müslümanlıktan uzaklaştırdı mı, uzaklaştır­
madı mı tartışması başlamıştır. Bugünkü tartışma da budur.
Türkiye'de Laiklik nedeniyle özgürlüklerin kısıtlandığı gö­
rüşüne katılmıyorum.
Bugün Türkiye'de başörtüsüne karışan var mı? Başörtüsü
ayrı bir olay, türban ayrı bir olay. Anadolu kadınının yüzde 60-
70'i başını yazma ile sarıyor. Buna bir şey diyen var mı? Sokak­
ta, evde ona karışan var mı? Başörtüsüne bir şey diyen yok. Ne
zaman ki siz bunu dini simge olarak sarmak istiyorsunuz, o
zaman sıkıntı yaratır. Türban sorunu icat edilmiş bir sorundur.
Kim sorun var diyorsa, bunu icat etmiştir.
Süleyman Demirel 86

Arınç, 'Laikliği yeniden yorumlayalım' dedi.


Efendim, laikliği tartışalım. Neyini tartışacaksın. Laikliği
tartışalım. Peki, gel tartışalım. Nesini yorumlayacaksın. Bu ül­
ke, Müslümanlığın en rahat yaşandığı ülkedir. Cumhuriyet bir
devrimdir. Devrim diyor ki, bunları yapacaksınız. Ee, efendim,
o zaman yaptık da şimdi yapmıyoruz derseniz, bunu yapamaz­
sınız. Ben şimdi kendimi ortaya koyuyorum, ben hazırım. Kim
benimle laikliği tartışmak istiyorsa, ben hazırım. Ben burada"­
yım.
O zaman biz bu davetinizi buradan Sayın Meclis Başkanı
Bülent Arınç'a iletiyoruz. �

Evet, benimle tartışsın. Neyi beğenmiyorsa, gelsin tartışa­


lım. Ben 40 yıldır bu ülkenin hizmetindeyim. Ben laikliği de sa­
vundum, Müslümanlığı da savundum. Gelsin tartışalım.
AKP türban sorununu çözecek düzenlemeleri yapabilecek
kudrette mi? Bu sorunu AKP çözebilir mi? Buna inanıyor mu­
sunuz?
Hayır, inanmıyorum. Bunu yapamaz. Bunu yapamaz çünkü
Anayasa Mahkemesi'nin kararı var, Danıştay'ın kararı var,
AİHM'nin kararı var. Hadi, aş bakalım bunları da görelim!

Anayasayı değiştirerek yapamazlar mı?


Neyle değiştireceksih! Gel değiştir de görelim bakalım! O
işe kalktığınız zaman bakalım ne kadar destek göreceksiniz.
Yani siz halktan aldığınız yüzde 26 oyla Türkiye'nin her şeyini
mi değiştireceksiniz. Türkiye'de başka güçler de var. Halk da
var Türkiye'de. Siz halktan destek aldığınızı iddia ediyorsanız,
hadi gidin bakalım yüzde 50'nin üzerinde oy alın da gelin gö­
reyim. Mahkemeye kadıya mülk değildir. Sandığa gittiğinizde
saç kesilir, önünüze düşer. Bir ülke düşünün ki 2,5 milyon in­
san işsiz. 1 9 milyon insan hayat şartlarının altında. 25 milyon
köylü perişan. Protestolar geçen yıla nazaran 4 misli artmış.
Anadolu esnafının ağzını bıçak açmıyor. Ve burada siz yüzde
86 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

5 1 oy alacaksınız. Yüzde 4 1 oy alacaksınız. Bu olabilir mi?


Böyle şey olur mu? Yani halk aç kalmaktan, işsiz kalmaktan
memnun mu diyeceksiniz.

Sizin türban sorunu için çözümünüz ne? Türbanı çıkarmala­


rı mı sizin çözümünüz?

BAŞI BAGLI OKUMAK İSTEYEN, ARABİSTAN'A GİTSİN


Orası üniversite, oranın kuralları var. Danıştay, Anayasa
Mahkemesi karar vermiş. ille başı bağlı okumak istiyorsan,
başı bağlı olarak okunabilen yerler var, oraya git. Arabistan'da
falan öyle yerler vardır, oraya gidin. Orada okuyun. Ben bu ül­
kede imamlara müezzinlere maaş bağlayan kişiyim. Eğer bu
ülkede 70 bin camide 5 vakit ezan okunuyorsa, ben bunun
destekçisiyim. Bütün bunlara dayanarak söylüyorum ki, Türki­
ye geriye gitmez! Türkiye laiklikten vazgeçemez. Herkes aklını
başına toplasın. Yani bu ülkenin halkı yüzde 99'u Müslüman
diye, Müslümanlığı istismar ederek, bu milleti arkamıza düşü­
rürüz diye düşünen varsa aldanıyor. Hem de çok aldanmakta­
dır. Cumhuriyet 5. neslini yetiştirmiştir. Ve bu nesil cumhuri­
yete sahip çıkmaktadır. Türban özgürlük falan değildir. Bu ge­
riciliktir.

Başı kapalı başbakan olabilir mi?


Olur, herhalde, ona mani olan bir şey yok. Milli Güvenlik Si­
yaset Belgesi denen belge 60 senedir Türkiye'de var. Bu belge
kanun kudretinde bir belge değildir.

Ne kudretindedir?
Bir belge kudretind�dir.

Bu belge, Anayasa mı, kanun mu, kararname mi, yönetme­


lik mi,tüzük mü, ne?
Süleyman Demirel 8 7

Tamam, bu belge bir kararname. Kararnameye bağlı bir bel­


ge. Bu belgede devletin milli güvenliğine ilişkin siyaset var.
Ama bu belge anayasa ve kanunlara aykırı bir belge değildir.
Zaten aykırı olsa sorumluluk doğurur. Bu belgenin icraatına
geçildiği zaman, kanun istiyorsa, hükümetler kanun çıkarır.
Bu, prensipler manzumesi olan bir belgedir.

Belgenin hilafına bir kanun çıkarabilir mi Hükümet veya


Meclis?
Çıkarabilir. Tabii ki çıkarır ama belge var ama ben buna uy­
muyorum derse, orada sorumluluğu doğar. Eğer hükümet bel­
genin hilafına bir iş yapacaksa, o zaman önce belgeyi değiştir­
melidir. Hükümet'in boğazını sıkan bir şey yok. Türkiye'de iki
tane devlet yok. Eğer zaman zaman iki tane devlet var gibi gö­
rünüyorsa, o zaman kaos olur. Bu belgedeki hµsuslar hiç kim­
seden saklanmış, gizlenmiş, kaçırılmış şeyler değildir. Devletin
gizliliği riayette ne kadar ölçüsü var ise o kadar gizlidir.

Milletvekilleri bu belgeyi görebilmeli mi?


Bir milletvekili isterse, o belgeyi göstermekte bence hiçbir
mahzur yoktur. Bir milletvekili o belgeyi görmek isterse, ona
gösterirler. Ama açık bir belge değildir. Bir milletvekili görmek
isterse, ondan saklayacaklarını sanmıyorum.

Bu belgenin hazırlanması sürecine Bülent Arınç'ın dediği gi-


bi Meclis de katılmalı mı?
Hayır, meclis siyasi bir organdır.

Ama hükümet de siyasi bir organ?


Hükümet icraat yapan bir organ. Bu icraat için lazım olan
bir belge. Kanun değil ki, Meclis yapsın.

Nasıl bir şey bu?


Bu, kırmızı bir kitaptır.
88 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Siz bir değişiklik yaptınız mı hiç bu belgede�


Evet, çok yaptım.

"BÜYÜKANITIN GENELKURMAY BAŞKANI


OLMASI ENGELLENEMEZ"
Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcı yetkilerinin dışına
çıkmıştır.
Bu iddianame ile orada görev yapmış, yarın yapacak güven­
lik güçlerini sindirmeye matuf bir olay olarak ortaya çıkmıştır.
o iddianamede birtakım olayların çok önemli bir kumandana
kadar götürülmesi bir Mustafa Muğlalı psikozunun ortaya çık­
masına neden olmuştur. Bu iddianamenin bu savcıya verilme­
si yanlıştı. Bu iddianamenin o şekilde yazılması da yanlıştı.
· Fakat bu iddianame nedeniyle savcının ihracı da yanlıştı.
Yanlışlıklar silsilesidir.
Madem ki böyle bir iddianame yazıldı, mahkeme bu iddi­
anamede şu hususlar yanlıştır, deyip ayıklamalıydı. Bu yapıl­
saydı, Yargı'ya siyasi müdahale var tartışması olmazdı.

Derin devlet ne peki?


Sorunlar arttığında, ülke uçurumun kenarına geldiğinde
sesler yükselir. Kurtaralım, diye. Bu ses, genelde askerden ge­
lir. Ve asker el koyar. Devlet görev yapamaz hale geldiğinde,
devlete el koyan askerdir. Derin devlet odur. Zaten başka dev­
let kalmaz o zaman. Birini kaldırıp kendisini getirir.

Bu olaylar Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'nı engelle­


mek için mi yapıldı?
Devletin 40 senede yetiştirdiği bir kumandanı hileyle, desi­
se ile, yapacağı bir görevden uzaklaştırmaya kimse teşebbüs
edemez.

Yani Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığı'na kimse engel­


leyemez mi diyorsunuz?
Süleyman Demirel 89

Evet, engelleyemez. isterlerse onu Genelkurmay Başkanı


atamayabilirler, yetkileri var ama böyle hilelerle bunu engelle­
meye kalkmayı fevkalade ahmakça bir şey bulurum. Bu ah­
maklığı da devlet idaresine gelmiş kişilerin yapabileceği kana­
atinde değilim. Yani Genelkurmay Başkanı'nı tayin etmek hü­
kümetin tasarrufudur. Hükümet birisini mutlaka kötüleyerek,
birisinin üzerine bir pislik atarak, attırarak onun önünü yolu­
nu kesmek gibi bir hilenin içine girmek, böyle şey olmaz.
Bütün bu tartışmalardan sonra Hükümet Büyükanıt'ı Ge­
nelkurmay Başkanı yapmayıp başka birini atayabilir mi? Siya-
seten soruyorum. �

Eğer yolunu kesmek için yaptılarsa, yolunu açtılar demek­


tir. . .

Yani Artık Büyükanıt'ın Genelkurmay Başkanlığını kimse


engelleyemez diyorsunuz, öyle mi?
Engellemeye kalkarlarsa şeyin altında kalırlar. Biraz ewel­
ki iddianın, "Şemdinli Büyükanıt'ı engellemek için yapıldı" id­
diasının altında kalırlar.

MEYDANLARI ÖZLÜYORUM, BİR MEYDANlARA


ÇIKSAM, BİR MİKROFON ELİME GEÇSE!

En çok neyi özlediniz?


Halkı, kalabalıkları, meydanları özlüyorum. Enine boyuna
meydanları . . . Bir meydanlara çıksam, bir mikrofon elime geç­
se! Ve sallana ·sallana ülkenin durumunu anlatsam, bir de yol
gösteriversem.

AİLEMLE ORTAKLIGIM YOK


TMSPnin Gö/taş'a el koymasını soruyorum. Siz daha önce
"Bizim ailede herkesin kazandığı bir kasede toplanır, orada bi­
rikenden ihtiyacı olan alır" demiştiniz. Şimdi o kasede ne var?
90 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Ben öyle bir söz söylemedim, kimin söylediğini de bilmiyo­


rum. Yani bizim hepimizin hesabı ayrıdır. Benim hesabım ben
devlette hizmet yolunda çalıştım. Ailem dahil, hiç kimseye
muhtaç olmadım. Ailemin diğer fertleri de kendi başlarınadır.
Malum hadiseden dolayı Şevket Demirel'in mallarına el kon­
ması gasptır. Hukuken tutulur hiç bir tarafı yoktur. Oğlun bor­
cunu babadan tahsil etmek gasptır. Şevket Demirel'in hiç kim­
seye, hiçbir bankaya bir kuruş borcu yoktur. Herhangi bir gay­
ri meşru işi yoktur. Kardeşim olduğu için söylemiyorum. Keş­
ke kardeşim olmasaydı, çok daha başka türlü olurdu, büyük
haksızlık vardır orta yerde.

Siz Süleyman Demirel olarak zengin misiniz?


Hayır, değilim. Kendimi götürecek kadar. Benim bir zengin­
liğim falan yok. Kendimi götürecek kadar varlık sahibiyim ben.
Yalnız ben sizin "Bizim ailede herkesin kazandığı bir yerde
toplanır, ihtiyacı olan oradan alır. " dediğinizi hatırlıyorum.
Hayır, öyle bir beyanım yok, bulur getirirseniz, mahcubiye­
ti kabul ederim.

Erdoğan, sizin için 'Emekli Cumhurbaşkanı' dedi, ne diyor­


sunuz?
Biraz yanlış kullanmış tabiri. Yani eski Cumhurbaşkanı de­
se olurdu. Yalnız ben size şunu söyleyeyim. Ben devletin tril­
yonlarını sarf ettim. Bir kör kuruşun hesabını kimse bana sor­
madı, soramaz da. İhtilaller yaşadım. Ben Devlet Su İşleri'ni
yönettim. Devletin en büyük sarflarını ben yaptım. Ben her şe­
yin hesabını verdim. Ben meydan okuyarak gelen bir adamım.
5 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 93

'

Btlııhakan Erdoğan ''dan Denıirel'e:


"Madem öyle, .Jen git ArahiJtan 'a "

Demirel'in açıklamalarına en ağır tepkiyi kuşkusuz Başba­


kan Recep Tayyip Erdoğan verdi. Erdoğan, partisinin 2 Mayıs
2006 tarihli grup toplantısında yaptığı ve belki de siyasi haya­
tının en dikkatle dinlenen konuşmasında "Bu ülkenin evlatla­
rına kimse adres vermeye kalkmasın. O adresi verenler önce
kendileri oralara gitsinler" dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdo­
ğan'ın 'derin mesajlar içeren konuşmasını' gelecekte· bu döne­
min tarihini yazacaklara kaynaklık etmesi bakımından aynen
aktarmakta fayda var.
"Bu toprakların içinde yaşayanlara sen nereden hak alarak
'Suudi Arabistan'a git' diyorsun? Bu yetkiyi kim veriyor sana?
Bu adresi nasıl veriyorsun?"
AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
bu ülkenin evlatlarına kimsenin adres vermeye kalkmamasını
isteyerek, "O adresi verenler önce kendileri oralara gitsinler.
Bu toprakların içinde yaşayanlara sen nereden hak alarak 'Su­
udi Arabistan'a git' diyorsun? Bu yetkiyi kim veriyor sana?
Bu adresi nasıl veriyorsun?" dedi.
Erdoğan, partisinin TBMM grup toplantısında yaptığı ko­
nuşmada, 9. cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in bir televiz­
yon kanalında söylediği sözlere cevap verdi. Başbakan Erdo­
ğan, şöyle konuştu:
" Hiç kimse kendi din ve vicdan özgürlüğünü yerine getir-
94 lslamköy'den Tiirban Karşıtlığına

meye çalışanlara farklı adres çıkarmasın. Bunlann geçmişini


incelediğinizde akşam başka sabah başka siyaset yapmakla te­
mayüz etmişlerdir. Bu ülkenin evlatlanna kimse adres verme­
ye 1<alkmasın. o adresi verenler önce kendileri oralara gitsin­
ler. Bu ülkenin evlatlarının adresi bellidir; 780 bin kilometre­
karelik Türkiye topraktandır. Bu topraklann içinde sen nere­
den hak alarak 'Suudi Arabistan'a git' diyorsun? Bu yetkiyi kim
veriyor sana? Bu adresi nasıl veriyorsun? Birilerinin teşvikiyle
bir şey yapma gayretindeysen, çıkarsın meydanlara ...
Meydana çıkınca bu milletin, bu düşüncelere nasıl teveccüh
ettiğini görürsün. Bu mesele bir yeğen-kardeş meselesiyse
onun yeri de yargıdır zaten. Eğer buralardan kaynaklanan bir
rahatsızlık varsa, bizim dışımızdadır. Bu konuda iktidara,
mağdur ve mazlum vatandaşlara bu tür sataşma yapma hakkı­
nı kendinizde bulamazsınız."

"BU ÜLKENİN EVIATIARININ ADRESİ BELLİDİR;


780 BİN KİLOMETREKAREI.iK TÜRICİYE 'IOPRAKIARIDIR"

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, kimsenin, bu ülkede nor-


mal olarak kendi din ve vicdan özgürlüğünün gereğini yerine
getirenlere karşı farklı adresler çıkarmaya çalışmamasını iste­
yerek, "Bu ülkenin evlatlarına kimse başka coğrafyada adres
vermeye kalkmasın. O adresi vermek isteyenler önce kendileri
oralara gitsin" dedi.
Erdoğan, Türkiye'nin güzel yarınlara doğru çıktığı yolculu­
ğun bütün engelleme gayretlerine rağmen hızla devam ettiğini
bildirerek, "Böyle bir dönemde milletimizin yüreğinde taşıdığı
gelecek heyecanını, aynıyla yüreklerimizde taşıyor, hayalleri­
mizi genişletiyor, umutlarımızı her dem taze tutuyoruz" diye
konuştu. Türkiye'nin ağaran ufkunu içlerine sindiremeyenlere,
karanlığı özleyenlere, siyasetin zeminini kavga ve çatışma ile dol­
durma çabalarına karşı ülkenin gelecek heyecanını, insanların
hayallerini, umutlarını korumanın kendilerinin görevi olduğunu
kaydeden Erdoğan, şunları söyledi:
Süleyman Demirel 95

"Türk.iye'nin büyüklüğüne inanan her insanlmız şunu bilsin


ki bu ülkenin iyiliğe, güzelliğe, adalete, demokrasiye, kalkın­
maya, doğru attığı adımlardan bir adım bile geri gidilmesine
müsaade etmeyeceğiz. Türk.iye'yi yeniden geçmişin girdapları­
na sürüklemek isteyen anlayış, bu milletin doğrulan karşısında
kesinlik mahkum olacaklardır. Şimdi söyleyeceklerimin 73 mil­
yon vatandaşıma ulaşmasını özellikle arzu ediyorum: Herkes
ama herkes şunu bilmelidir ki biz AK Parti iktidarı, AK Parti
kadroları olarak 73 milyon vatandaşımızın hukukunu korumak
için siyaset yapıyoruz. Ne yapıyorsak bunun için yapıyoruz.

"DEMOKRASİDEN NASİBİNİ AIAMAYANIAR"


Birilerinin geçmişte alıştıkları gibi onların sultalarına hiz­
met etmek için görevde olan bir iktidar değiliz. Birilerinin çı­
karlarını korumak için veya onları daha da artırmak yönelik bir
aracı kurum da değiliz. Bizler hem şahıslarımız hem partimiz
adına ülkemizin mutluluğu ve huzuru için bugüne kadar atıl­
ması gereken adımlar nelerse bu adımlan attık ve atmaya da
devam ediyoruz. Buralara AK Parti iktidarı rasgele gelmedi.
Halkımızın taleplerine cevap teşkil ettiği için geldi. Halkımız,
kendi taleplerine cevap teşkil etmeyecek olanları herhalde ik­
tidara getirecek değildi. Fakat ne yazık ki bugün hala bunun
farkında olmayan, olamayan, olmak istemeyenler var. Onları
da kusura bakmayın, demokrasiden nasibini almayanlar ola­
rak nitelendiriyorum. Kaos içinde devraldığımız ülkemize, bü­
yümenin, kalkınmanın, kavgasız siyasetin hazzını yaşattık.
Geldiğimiz noktada ülkemizi geriye götürecek hiçbir çaba kar­
şısında meydanı boş bırakma niyetinde değiliz."

DEMİREL'E CEVAP
Başbakan Erdoğan, "Birileri, hukuku n işletilmesi veya yü­
rütme olarak bağımsız kurumların yerine getirdiği görevler
96 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

sebebiyle rahatsız oluyorsa, o, bir görevin yerine gelmesi se­


bebiyle sadece alkışlanır" diye konuştu. Bundan rahatsız olan­
ların, Türkiye'de normal olarak kendi din ve vicdan özgürlüğü­
nün gereğini yerine getirenlere karşı farklı adresler çıkarmaya
çalışmamasını isteyen Erdoğan, şöyle devam etti:
"Onların geçmişini şöyle bir incelediğiniz zaman akşam
başka, sabah başka konuşma özelliğine sahip siyaseti yap­
makla temayüz etmişlerdir. Bu ülkenin evlatlarına kimse baş­
ka coğrafyada adres vermeye kalkmasın. O adresi vermek iste­
yenler önce kendileri oralara gitsin . . . Bu ülkenin evlatlarının
adresi bellidir; 780 bin kilometrekarelik Türkiye topraklarıdır.
Bu toprakların içerisinden hangi tasarrufla sen kalkıp da 'Su­
udi Arabistan'a git' diyebiliyorsun? Bu yetkiyi nereden aldın?
Kim sana bu yetkiyi veriyor? Bu adresi nasıl gösterebiliyorsun?
·
Eğer bu noktada hala birilerinin teşvikiyle yeniden bir şey­
ler yapma gayreti içindeysen olabilir, bu da hakkınızdır. o za­
man çıkarsın meydanlara . . . Meydanlara çıktığın zaman, bu ül­
kenin, bu düşüncelerine nasıl teveccüh gösterdiğini görürsün.
Eğer yok mesele tarihte olduğu gibi bir yeğen-kardeş mesele­
siyse onun yeri de yargıdır zaten. Eğer buralardan kaynakla­
nan bir rahatsızlık varsa, bu rahatsızlık zaten bizim dışımızda
olan bir gelişmedir ki bu konuyla ilgili olarak da bu ülkede ik­
tidara ve bizim o mağdur ve mazlum vatandaşlarımıza bu tür
sataşma yapma hakkını kendinizde bulamazsınız."

"MİLLETİ, KENDİ DEVR-İ İKTİDARIARINI


UNUITU SANIYORIAR"
Konuşmasında, Türkiye'nin zaafa düştüğü zamanların göz
önüne getirilmesini isteyen Erdoğan, o günlerin çok uzak günler
olmadığını söyledi. Erdoğan, o günleri geride bırakarak, bu­
gün Türkiye'nin işlerini işler hale getirdiklerini kaydetti. Bu du­
rumdan bugün rahatsızlık duyanların da o günlerin aktörleri
Süleyman Demirel 97

olduğunu ifade eden Erdoğan, "Biz hala onların faturalarını


ödüyoruz. Hala onlardan kalan faturaları . . O faturalar var ya
.

onları ödüyoruz" dedi. Başbakan Erdoğan, " Millet, kendi devr­


i iktidarlarını unuttu zannediyorlar. Millet bunları iyi biliyor.
Buradan söylüyorum; yanılıyorlar, yanlış hesap yapıyorlar.
'Dün her şey çok iyiydi, bugün her şey çok kötü' diye yeni ma­
sallar anlatıyorlar" diye konuştu. Rakamların iddiaları doğru­
lamadığını kaydeden Erdoğan, "Hala eskisi gibi affedersin, fi­
lanca şehrin fılan·ca ilçesinin ·filanca köyünden örnekler ver­
mekle 780 bin kilometrekarelik Türkiye'yi anlatamazsınız. Tür­
kiye artık o Türkiye değil. Kimse bunu yutmuyor" dedi.

"ŞİMDİ KONUŞAN BEYEFENDİ"


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, katıldığı bir açılış töreni­
ni hatırlatıp 1 3 yıllık yatırımı kendilerinin bitirdiğini söyledi ve
" Hem de üç yılda bitirdik. Bunlar hep onlardan kalma ... Şimdi
konuşan Beyefendiden kalma. Ta o zamanlardan kalma" diye
konuştu.

"EL ÇABUKLUGUYLA GÖZ BOYAMA DEVRİ ÇOKTAN


GEÇTİ. BUNLARIN Kİ OLSA OLSA, 'CİNGÖZ RECAİ
SİYASETİ' OLABİLİR"
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 9. Cumhurbaşkanı Süley­
man Demirel'in eleştirilerine, "Siyaset yapacaklarsa toplumun
karşısına çıkıp eteklerinde ne varsa dökmek zorundalar. Ama
maalesef bunu yapamıyorlar. Çünkü eteklerinde içi geçmiş, mi­
adı dolmuş ilaçlar var" dedi. Her zaman 'Bugün dünden daha
iyi midir, değil midir?' diye sorduğunu ifade eden Erdoğan, mil­
letvekillerinden 'çok daha iyidir' yanıtını alırken, "Bu soruyu
kendinize sorun, halka da sorun. Rakamlarla tüm gerçekler
ortadadır. Yarın bugünden daha iyi olacak. Bundan kimsenin
endişe duymaması gerekir" diye konuştu . .
98 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Siyasetin asli aktörü olan milletin her şeyin farkında oldu­


ğunu kaydeden Erdoğan, "Allah'a şükür milletin hafızası da
sapasağlam yerinde duruyor. Bunu gittiğimiz her yerde görü­
yor, yaşıyoruz" dedi. Türkiye Cumhuriyeti toprak.lan içerisin­
de, adım adım her yeri dolaştıklarını ve nakış nakış işledikle­
rini, işlemeye de devam edeceklerini belirten Erdoğan, "Dur­
mak yok. İnsanımızın bütün sıkıntılarına derman olmanın
gayreti içerisinde bunu sürdürüyoruz. Bundan hiç kimsenin
endişesi olmasın" dedi.
İsim vermeden Demirel'i kast eden ve 'bazılarının' bunu bir
türlü kavrayamadığını belirten Erdoğan, "Hala tuluat gösteri­
leriyle bu milletin gözünü boyadıklarını zannediyorlar. El ça­
bukluğuyla göz boyama devri çoktan geçti. Bunların ki olsa ol­
sa 'Cingöz Recai siyaseti' olabilir. Başka bir şey olmaz. Bunlar
hala, Cingöz Recai'nin o seri kitaplarından başka bir şey tanı­
mıyorlar. Hala oradalar" dedi.

"HAYATlARINDA HİÇ HAYAL KURMAYANIAR " ...

Hayatlarında hiç hayal kurmayanların kendilerinin Türkiye


hayalini anlamalarının beklemediklerini, ancak milletin kendi­
lerinin hissiyatını, büyük, güçlü, mutlu ve müreffeh Türkiye
hayalini iyi bildiğini ve anladığını kaydeden Erdoğan, şöyle de­
vam etti:
"İnanıyorum ki bu ülkenin batısını da doğusunu da kuzeyi­
ni de güneyini de aynı gelecek heyecanı sarmıştır. Bu gönül ve
duygu birliği, bizim için çok önemlidir. Bu ülkenin bölgeleri
arasında gelir farklılıkları var, şehirleri arasında gelişme fark­
lılık.lan var. Bunlar doğru. Bazı bölgelerimizde daha çok işsiz
insanımız var. Bazı bölgelerimizin milli gelirden aldığı pay di­
ğerinden daha fazla. Bazı bölgelerimizin ihtiyaçlarına, gelmiş
geçmiş yönetimler uzun süre sağır kalmıştır. Köyler yolsuz,
okulsuz, ilçeler hastanesiz, şehirler umutsuz bırakılmıştır.
Süleyman Demirel 99

Bütün bunlar doğru. Bu, hepimizin uzun uzun düşünmesi,


çare aramamız, proje ve fikir üretmemiz gereken acı gerçekler­
dir. Türk.iye'de bütün alanlarda büyük bir değişim yaşanırken
bu ülkenin şehirlerini mahzun bırakan bu dertlerin üstesinden
gelmemin yollarını da bulmalıdır, bulacaknr. Bu ülkenin Hükü­
meti olarak, bu milletin değişim umudu olarak, gönlü kmkların
gönlünü almak bu ülkenin zenginliklerini hakkaniyet ölçüsü
içerisinde kardeşçe paylaşılması için gereken her şeyi yapmak
bizim görevimizdir. Şimdi biz bunu yapıyoruz. Yılmadan, yorul­
madan çalışıyoruz. Proje üstüne proje geliştiriyoruz. Sonuç ala­
mazsak başka bir hal çaresi arıyoruz ve ltemen uygulamaya ko­
yuyoruz. Ama mutlaka başarıyoruz ve başaracağız."
6 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 03

'

Denıirel'Jen Erdoğan 'a cevap aynı gün gelJi


"Türk evlatlarının okuyacağı adres Türkiye'dir diyorsunuz,
Buyurun okutun, iktidarsınız."
Demirel, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2 Mayıs
2006'da partisinin grup toplantısında kendisinin 30 Nisan'da
Haber Türk'te yaptığı açıklamalarına yaptığı eleştirileri aynı
gün cevaplandırdı.
Süleyman Demirel'in bu erken tepkiiinin odağında kendisi­
nin türbanlı öğrencileri kast ederek, 'Arabistan'a gitsinler' sözü
üzerine, 'Türk evlatlarının okuyacağı adres Türkiye'dir diyen
Erdoğan'a verdiği cevap vardı. Demirel, Recep Tayyip Erdo­
ğan'ın eleştirilerine verdiği cevapta "Buyurun okutun. İktidar­
sınız" diyerek adeta meydan okuyordu.
9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, başörtülü, türbanlı
kızların Türk üniversitelerinde okuyabilmelerinin bugün müm­
kün olmadığını belirterek, "Sayın Başbakan bugün diyor ki,
'Türk evlatlarının okuyacağı adres Türkiye'dir', buyurun oku­
tun, iktidarsınız" dedi.
Demirel, özel bir anaokulunun açılış töreninden önce gaze­
tecilerin gündemdeki konulara ilişkin sorularını yanıtladı. Sü­
leyman Demirel bir gazetecinin, "2002 yılında bir grup başör­
tülü hanımı kabul ettiğinizde 'başörtüsünün islam'ın emri ol­
duğunu' söylemişsiniz, ancak geçtiğimiz günlerde yaptığınız
açıklamada başörtülü kadınların Arabistan'a gitmesi gerektiği­
ni söylediniz" şeklindeki sözleri üzerine, şunları kaydetti:
"Sorun yanlış. Bir defa benim, senin söylediğin gibi beya­
nım yoktur. İkincisi, 'Başörtülüler Arabistan'a gitsinler' beya­
nında benim dediğim laf şu: Başörtülü: daha doğrusu türbanlı
kızların Türk üniversitelerinde okuyabilmeleri bugün mümkün
değil. Mümkün mü? Mümkün değil. Peki, 'türban meselesini
1 04 islamköy'den Türban Karşıtlığına

halledeceğiz' diyen bugünkü hükümet mi? Evet. Eğer Türk ço­


cuklarının Türkiye'de okuması ve okuyacakları ülke hedef ola­
rak Türkiye ise buyurun başı sarılı yani türbanlı genç kızları
Türkiye'de okutun. Okutun, buyurun iktidarsınız. "

"BIRAK ŞİMDİ AVRUPA YAKASINI... "

Demirel, soruyu yönelten gazetecinin, "Avrupa'da okuyorlar


efendim şu anda" sözleri üzerine Demirel, şöyle konuştu: "Bı­
rak şimdi Avrupa yakasını. İktidarsınız, Türkiye'de okutun. Sa­
yın Başbakan bugün diyor ki, 'Türk evlatlarının okuyacağı ad­
res Türkiye'dir.' Buyurun okutun. Niye okutamıyorsunuz? En­
geller var. Kaldırın bu engelleri. . . Niye kaldıramıyorsunuz, gü­
cünüz yetmiyor, acizsiniz. Hem vaat ediyorsunuz, hem gücü­
nüz yetmiyor. Ondan sonra da öfkelenip sağa sola bağırmaya
çalışıyorsunuz. Sağa sola laf atmakla işin içinden çıkılmaz. Öf­
ke, aczin ilacı değildir. Ewela siyasi iktidar olarak, iktidarınız
varsa gücünüz kuwetiniz varsa bu ülkenin başı sarılı kız ço­
cuklarının Türk üniversitesinde okumasını sağlayın. Buna kar­
şı çıkan yok ki."

"AYIPSA, KENDİNİZ TÜRKİYE'DE OKUTUN"


Aynı gazetecinin " Bunu destekliyor musunuz?" sorusu üze­
rine de Demirel, şunları söyledi: "Bırak desteklemeyi, yoksa
bugün ortada bir polemik var. Benim destekleyip destekleme­
diğim sorun değil. Bugün orta yerdeki polemik şu; kızlar, başı
bağlı kızlar üniversitede okuyamıyor. Okuyamıyorsa bu engeli
kaldırın. Bu engeli kaldırmak kime düşer? Bugünkü hükümete
düşer. Vaatleri de odur. üç buçuk senedir neredesiniz? Kaldı­
rın bu engeli. Sonra, bu ülkenin çocuklarının dış ülkelerde
okuması o kadar da ayıp bir şey değil. Eğer ayıp bir şeyse ken­
di çocuklarınızı ewela Türkiye'de okutun." Demirel, gazeteci­
lerin diğer sorularını " Burada bitti" diyerek yanıtlamadı.
7 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 07

Denıire/'in 'tiirban lcar�ıtı ' açılclamalaruza


tepiciler gelmeye devam ediyor

"SAYIN DEMİREL ÇOK İSTİYORSA


ŞAPKASINI ALIP BAŞKA YERE GİDEBİLİR"
Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğ­
lu 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demir�l'in türban takan öğ­
rencilerle ilgili açıklamalarını değerlendirirken, "Maalesef Tür­
kiye Cumhuriyeti Devleti'ne Cumhurbaşkanlığı yapmış bir kişi­
nin söyleyebileceği sözler değil. Demirel'in sözleri Türk mille­
tinin vicdanını yaralamıştır. 'Verdiğimiz emekler haram olsun'
dedirtmiştir" diye konuştu.
Bu milletin evlatlarının bu toprakları vatan yaptığını ifade
eden Yazıcıoğlu, şöyle devam etti: "Onlar bu bayrağın altında
insanca yaşabilmek için şehit oldular. O şehitlerin anaları da
başörtülüydü. Demirel hangi hakla bu insanlara başka bir yurt
gösteriyor. Kimse kimseyi Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nden
başka bir yere gönderemez. Çok istiyorsa Sayın Demirel şap­
kasını alıp başka yere gidebilir. Onun gidecek yeri var ama bi­
zim Türkiye'den başka gidecek yerimiz yok. Demirel niçin
özellikle Arabistan'ı gösteriyor. Bu insanlar istese Fransızların
egemenliğini kabul ederlerdi. Fransızları Kahramanmaraş'tan
çıkaran ruh, bacılarımızın başörtülerine uzanan ellere engel
olmaktı."

"İKİ ESKİ CUMHURBAŞKANIMIZDAN BİRİ HİÇ


KONUŞMUYOR, DİGERİ SÜREKLİ KONUŞUYOR"
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin,
yaşayan iki eski cumhurbaşkanından Kenan Evren'in hiç
1 08 islamköy'den Türban Karşıtlığına

konuşmadığını, Süleyman Demirel'in ise sürekli konuştuğunu


belirterek, "Niçin konuştuğunu, konuşmak zorunda olduğunu
benden daha iyi bilirsiniz" dedi.
Şahin, "Bizim hayata iki eski cumhurbaşkanımız var. Biri
hiç konuşmuyor.
sayın Evren gerekli olduğunda, bir şey sorulduğunda fikir
beyan ediyor. Ama diğeri (Süleyman Demirel), sürekli konuşu­
yor. Niçin konuştuğunu, niçin konuşmak zorunda olduğunu
siz basın mensupları olarak benden daha iyi bilirsiniz. Onu
tespit edecek bilgi birikimine sahipsiniz. Tespit edemezsiniz,
bana sonra sorun söylerim . "

"BAŞI ÖRTÜLÜ OLAN İLE OLMAYANIN


TOPLUMDA SIKINTISI YOK"
Sağlık Bakanı Recep Akdağ kendisine konuyu soran gaze­
teciye, "Siz tepki duymuyor musunuz? Doğrusu ülke vatandaş­
ları gibi ben de çok garipsedim. Bu ülkede cumhurbaşkanlığı
yapmış ve siyaset tecrübesi uzun yıllara dayanan bir kişinin
böyle bir ifadesi kullanmasını hayretle karşıladım" dedi.
Ülkenin insanlarının, başı örtülü olan veya olmayanın yıl­
lardır kardeşçe yaşadığını, bundan sonra da yaşamaya devam
edeceğini ifade eden Ak.dağ, Demirel'in sözlerini, "kastı aşmış,
talihsiz ifadeler" olarak tanımladı. " Bu ülkeye, bunu reva gör­
memeliyiz" diyen Akdağ, insanların huzur içinde birbiriyle
komşuluk, arkadaşlık yaptığını, birlikte oturup kalktığını,
okulda beraber olduğunu söyledi.
Üniversitede yıllarca öğretim üyeliği yaptığını hatırlatan Ak.­
dağ, " Başı örtülü olan ile olmayanın toplumda sıkıntısı oldu­
ğuna şahit olmadım. Niçin böyle zorlama bir ayrılığı zaman za­
man toplumda yeşertmeye çalışıyoruz? Bu ülkenin geldiği
noktaya bunları uygun görmüyorum. Bu ülkenin güzel insan­
ları buna layık değil. Bu tartışmaları artık bir kenara bırakma­
lıyız. Yapacak o kadar çok işimiz var ki. . . " dedi.
Süleyman Demirel 1 09

"BİR KOYUNDAN KAÇ POST ÇIKAR?"


Demirel'in başlattığı türban tartışmasında en ilginç tepki
kuşkusuz Anavatan Partisi Genel başkanı Erkan Mumcu'nun
verdiğiydi. Mumcu partisinin grup toplantısında yaptığı ko­
nuşmada değerlendirme yaparken, Türkiye'nin işsizlik, yok­
sulluk, ihracatın ithalatı karşılama oranlarının konuşulması
gerekirken, 30 yıldır sürdürülen konuşmalarla gündemin de­
ğiştirildiğini kaydetti.
"Bir koyundan kaç post çıkar?" diye soran Mumcu, "Başör­
tüsü meselesini bu kadar soran insanlara sormak istiyorum,

derdiniz nedir? Derdiniz hakikaten bu ülkede insan haklarına
dayalı sağlam bir hukuk devletine yaraşır bir standardın haya­
ta geçmesi, herkesin, devletin adaletinden emin olduğu bir ül­
kede yaşama arzusu ·mudur? Yoksa bu meselenin üzerinden
çıkarabildiğimiz kadar post çıkaralım, sömürebildiğimiz kadar
sömürelim meselesi midir?"
Tartışmaların bu hale getirilmesinin ülkeye zarar getirdiği­
ne dikkati çeken Mumcu, Başbakan Erdoğan'ın 9. Cumhurbaş­
kanı Demirel'e hitaben söylediği sözlere atfen, şunları söyledi:
"Başbakan, mal bulmuş mağribi gibi lafın üstüne atladı 'Sen
git' dedi . . . Kimse gitmese olmaz mı? Yani bu meseleleri çözsek,
kardeş kardeşe yaşasak olmaz mı? Cevap da geldi 'peki karde­
şim getir kızlarını' . . . Getir, her ne kadar Arabistan değil, Ame­
rika'da iseler de getir. Ülkeyi herkes için yaşanabilir bir ülke
hale getirmek değil mi bir başbakanın, bir iktidarın görevi?
Meseleyi sömürebilmek adına ne varsa yapıyorlar. Yazıktır,
günahtır. ı 0-20-30 yıl sonra bu ülke başka bir ülke olacakmış.
Nasıl bir ülke olacağını kimse tarif etmiyor. Herkese karşı açık
ve samimi olun. Bu ülkeyi bir tahterevallinin iki yanında, bir
tarafında din, bir tarafında laiklik ol�n bir kamplaşmayla alt
üst etmekten vazgeçin, yok böyle bir şey. . . "
1 1 0 islamköy'den Türban Karşıtlığına

"O GİTSİN, ZEKERİYA BEYAZ'LA TARTIŞSIN"


TBMM Başkanı Bülent Arınç, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel'in kendisini de laiklik konusunu tartışmaya davet etti­
ği açıklamalarına 4 Mayıs 2006'da giderek kızışan polemiği da­
ha da kızdıracak bir üslupla cevap verdi. Meclis Başkanı Arınç,
'Başörtülüler Arabistan'a gitsin' diyen Demirel'in tartışma tek­
lifine, "O gitsin Zekeriya Beyaz ile tartışsın" cevabını verdi.
Meclis Başkanı Bülent Arınç, son günlerde yaşanan laiklik tar­
tışmalarıyla ilgili Anayasa'nın 2'nci maddesinin gerekçesine
bakılması gerektiğini belirterek, "Gerekçede laikliğin dinsizlik
anlamına gelmediği yazılıdır" dedi.

"ARABİSTAN'A GİTSİNLER SÖZÜ


KIZLARIMIZI AŞAGILAMAKTIR"
"Bu kızlar Türkiye'de okuyamaz Suudi Arabistan'a gitsinler,
demek hem bizim için hem kızlarımızın için aşağılayıcı bir ke­
limedir. Niçin Arabistan'a gitsinler? Başı örtülü olanlar sadece
Arabistan'da mı tahsillerini görüyor? Dünyadan habersiz.
Avusturya'dan Güney Kore'ye, Avustralya'dan ABD'ye kadar bü­
tün ülkelerdeki üniversitelerin hepsinde çocuklar başörtülü
okuyabiliyor. Niçin o ülkeleri örnek vermiyorsunuz, Suudi Ara­
bistan'a gidin diyorsunuz? Bunun içerisinde bir aşağılama se­
ziyorum. Bu söz bence bir aşağılamadır.
Benim Demirel'den net olarak istediğim şey şudur: Hangi
taraftasın? Yani, siz kesinlikle Türkiye'de başörtülü kızlar oku­
yamazlar diyen bir düşüncede misiniz, okusalar çok iyi olur
ama bunun şartlarını hazırlamak gerekir diyenlerden misiniz?
Bu sözünüzden anlaşılıyor ki siz Arabistan'ı hedef gösterdiği­
nize göre Türkiye'de böyle bir imkan olmamasını istiyorsunuz.
Bu bizim geçmişte tanıdığımız Demirel'den çok farklı bir dü­
şüncedir. Ben böyle olmasını isterim derseniz, bu ayrı bir ka­
buldür. Halk bunu değerlendirecektir."
Süleyman Demirel 1 1 1

"DEMİREL'İN IAİKLİK KONUSUNDAKİ


GEÇMİŞİ İNİŞLİ ÇIKIŞLIDIR"
"Sayın Demirel benimle tartışmak istediğini söylemiş ama
bir davet gelmedi. Yazılı bir davet gelirse düşünürüm. sayın
Cumhurbaşkanı ile benim karşı karşıya gelerek, iki tartışmacı
olarak bulunmam nezaketli olmaz. Olsa olsa Zekeriya Beyaz
ile tartışması uygun olur. Sayın Demirel'i 65 yılından beri tanı­
yan bir insanım. Geçmişteki siyasi hayatından, bugünkü ko­
nuşmasına kadar çizgisini biliyorum. Bu çizgide mesela laiklik
konusu daima inişli çıkışlıdır. �

Mesela Atatürkçü Düşünce Derneği kendisini ziyarete gelse


laiklikle ilgili o kadar güzel şeyler söyler ki hepsi alkışlar.
Diyelim ki bir cemaat kendisini ziyarete gelse, o cemaatin
kim olduğunu çok iyi bilir. Masasının üstüne o cemaatle ilgili
kitapları koyar ve onlara o kadar güzel şeyler anlatır ki hepsi
gözü yaşlı ayrılır. Bu en azından Köprü Dergisi'nde yazdıkları
ile doğrudur, imam-hatiplerin haklarını sawnurken doğrudur,
o okulları açarken söyledikleri vardır. Ama her zaman ve ze­
minde kendisini dinletecek ve kendisini anlatacak ve kendisi­
nin hoşuna gidecek şeyler söyleyebilir. Bu benim çizgim değil.
Benimki düz bir çizgidir. "

AUNTIIADIGI YAZIDA 'NAMUSSUZ, ŞEREFSİ7., İT


oGW İ'l1.ER' GEÇİNCE 13 + UYARISI KONUIDU
Süleyman Demirel'in tartışmalı televizyon programında 28
Şubat dönemiyle ilgili bir yazıdan alıntı yaparken, yazının içe­
riğinde geçen bazı küfürlü ifadeler nedeniyle Habertürk Tele­
vizyonu'nun ekrana ı 3+ uyarısı koydu. Haber Türk'ün bu uya­
rısını Vatan Gazetesi'ndeki köşesinde 4 Mayıs 2006'da değer­
lendiren TV yazan Yüksel Aytuğ bu uygulamanın bir ilk oldu­
ğuna wrgu yaptı. Aytuğ'un yazısının ahengini bozmamak için
aynen alıntılamakta fayda var.
1 1 2 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Demirel'e 13 + Uyansı
Yanılmıyorsam tarihimizde ilk kez bir eski cumhurbaşkanı­
nın sözleri ekranda ' ı 3 yaşın altındaki çocukların zihinsel ve
fiziksel gelişimi için sakıncalıdır' anlamına gelen 1 3 + uyarı lo­
gosuyla ekrana geldi.
Olay, Pazar akşamı Habertürk'te yayınlanan 'Basın Kulübü'
programında yaşandı . Melih Meriç'in sunduğu ve çeşitli gaze­
te ve televizyonlardan politika yazarlarının katıldığı programın
konuğu 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'di.
Ankara'da çekilen program, banttan yayınlanıyordu, izle­
mek üzere ekranın karşısına geçtiğimde gördüklerime inan­
mak için gözlerimi ovuşturmak zorunda kaldım. Zira ekranda
1 3 + uyarı işareti vardı. İçimden "Allah Allah, bir cumhurbaş­
kanının konuşmasında çocuklar için sakıncalı ne olabilir ki?"
diye geçirdim. Ama · programın ilerleyen dakikalarında soru­
mun yanıtını buldum. Demirel, 28 Şubat öncesinde radikal İs­
lamcı söyleme sahip, bazı sorumlu mevkilerdeki kişilerin ga­
zetelere yansıyan inanılmaz demeçlerini, elindeki notlardan
okuyordu. Adını vermediği bir kişinin şu sözlerini okumakta
ise hiçbir sakınca görmedi: "Namussuz, şerefsiz, i. oğlu i.ler . . . "
(Köpek soyu anlamında)
Bu kelimeler, Demirel'e ait olmamasına rağmen, 'sakıncalı'
sözcükleri ekranda telaffuz etmekte hiç sakınca görmemişti .
İlk ayılan, yapımcı ve sunucu Melil:ı Meriç oldu: "Aman efen­
dim, RTÜK bizi kapattı, böyle devam edersek. . . "
Sanırım bu olay yeni bir polemiği başlatacak. Siz olsaydınız
ne yapardınız?
1 . Cumhurbaşkanlığı makamına erişmiş bir kişinin dolaylı
yoldan bile olsa ekranda "i. oğlu i." demesi "haber"dir.
Yayınlardım.
2. Ekran başındaki çocukları düşünür, yayınlamazdım.
Çünkü bir küfrün, değerli bir cumhurbaşkanının ağzın-
Süleyman Demirel 1 1 3

dan söylenvıesi, minicik beyinleri, küfrün "meşru oldu­


ğu" kanaatine vardırır ki, bu, olumsuz etkilenmeyi tetik­
ler.
3. Cumhurbaşkanı'nın bu sözlerini yayınlamaz, "bip" sesiy­
le geçerdim.
4. Orta yolu bulurdum. Cumhurbaşkanı'nın sözlerini "bip"le
sansürler, ama habercilik adına altyazıda sansürlü ola­
rak ne söylediğini büyüklerin kulağına fısıldardım.
"İ. oğ.u i." gibi . . .
Buyurun, kararı siz verin. �

Akşam Gazetesi söz konusu gelişmeyi 'Çocuklar Demirel'i


ilk defa izleyemedi' başlığıyla haberleştirdi. Akşam'ın haberin­
de Demirel'in alıntı yaptığı küfürlü sözlerin sahibi de açıklanı­
yor.
Demirel, Habertürk'te 28 Şubat sürecine ilişkin soruları ya­
nıtlarken, gazete kupürlerinden Sultanbeyli Mezarlıklar Müdü­
rü İmdat Kaya'nın sözlerini okudu . Bu sözlerde geçen 'it oğlu
it' tabiri, kanal yöneticilerinin dikkatinden kaçmadı. Progra­
mın başında ve reklam aralarında RTÜK sembollerinden ' 1 3
yaş üzeri ( 1 3+)' kullanıldı . Habertürk Genel Yayın Yönetmeni
Melih Meriç, "TV tarihinde bir Cumhurbaşkanı'nın konuşması­
nın önüne konulan ilk 'çocuklar izleyemez' uyarısıdır" dedi.
8 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 1 7

'

'Türban kar1ıtı ' açıklamalara yalnızca


Cumhuriyet Gazetui 11e İlhan Selçuk .1ahip çıktı ·
"Bir darbe daha olsa solcu olur" denilen Süleyman Demi­
rel'e türban karşıtı açıklamalarıyla ilgili pek çok eleştiri geldi.
Demirel'in geçmişte söylediklerine atıfta bulunarak yapılan
eleştiriler bir yana, ilginç bir yerden destek mahiyetindeki yazı
herkesin dikkatini çekti.
Cumhuriyet Gazetesi'nden İlhan Selçuk 3 Mayıs 2006 tarih­
li Pencere isimli köşesinden " Dindar: Süleyman Demirel. . .
Dinci: RTE . . . " başlığıyla kaleme aldığı yazısında desteğini
açıkça ortaya koymakla birlikte okuyanları şaşırtan bir öneri­
de de bulundu. Selçuk'un söz konusu yazısı aynen şöyle:
"9'uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel laik Türkiye'nin
varoluşu açısından paha biçilmez bir iş yaptı; kendisini ortaya
koyarak laikliğin tanıı:nını yurttaşın gözünde somutlaştırdı. . .
Demirel bugün hiçbir partinin başında değildir, hiçbir dev­
let görevi yoktur. Süleyman Bey'in bu bakımdan inancını dile
getirmesi din sömürüsüne girmez, laikliğe ters düşmez. . .
Tersine bugün eski Cumhurbaşkanı'nın zaten müsellem
Müslümanlığını ortaya koyarken kimi gerçekleri de sergileme­
sinde saymakla bitmez yararlar vardır. . .
Yinelemek gerek:
Demirel Müslüman'dır. .
RTE İslamcıdır. .
Demirel dindardır. .
RTE dincidir. .
1 1 8 islamköy'den Türban Karşıtlığına
**

Cumhuriyet gazetesi Süleyman Bey'in son konuşmalarını


duyarlılıkla izliyordu; arkadaşımız Leyla Tavşanoğlu 'nun 9'un­
cu Cumhurbaşkanı ile konuşmasını pazar-pazartesi günleri
yayımladık; ardından Haber-Türk 1V'de Süleyman Bey fikirle­
rini dile getirdi, bu konuşma da medyaya yansıdı. . .
Demirel ne diyordu:
"Ben bugün siyasetçi değilim; ama bildiğim her doğruyu
söylüyorum."
**

Süleyman Bey'in Cumhuriyet'te yayımlanan 'doğrularından'


birkaç tutam:
"Bugün Meclis 4 ı milyon oyun sadece ı 6 milyonunu, yani
yüzde 40'ını temsil ediyor; dışarıda yüzde 60 oy var... "
" . . . Uygar dünya içinde Batı ülkelerinin hakim olduğu bir
dünya bulunuyor; ben 'bu bir Hıristiyan dünyasıdır' diyemiyo­
rum. Çünkü Aydınlanma döneminden beri dinle devlet ayrıldı­
ğına göre bugün uygar dünyadır."
" Laik devlet dinsiz devlet değildir."
" Türkiye anayasaya, çağdaşlığa, ülkenin birlik ve bütünlü­
ğüne sahiptir; Atatürk Türkiye'nin birleştiricisidir."
" Bu ülkenin asgari müşterekleri vardır; bunlar Cumhuriyet,
Anayasa ve Atatürk'tür . . . "
**

Demirel dincilerin karşısında dengeli ve sağduyulu ortak


mantığı temsil ediyor; düşmanlık duygularından çok uzakta,
sıcak ve kucaklayıcı bir söylemi var. . .
Peki, n e yapmak istiyor. . .
Parti liderliği, cumhurbaşkanlığı, başbakanlık yapmış; ama
bugün için diyor ki:
" . . . Ben o hizmetleri bitirdim, ancak bugün yapacağım şe­
yin ne olduğunu ben de bilmiyorum; fakat başka birisinin ya­
pamayacağı bir hizmet şayet olursa o zaman ben varım."
Süleyman Demirel l l 9

"Başka birisinin yapamayacağı hizmet" nedir?


**

Erken gelen seçimden söz açılıyor; vaktinde yapılacak bir


seçimin bile eli kulağında sayılır. Bir mucize ya da beklenme­
dik bir şey olmazsa partiler sandığa bugünkü halleriyle darma­
dağınık gidecekler . . .
Anketler açık seçik gösteriyor ki hiçbirinde tek başına ikti­
dar umudu yok. . .
N e yapmalı?
Yapılacak ilk iş, halkı "din istismarcıları"nın iktidarından
kurtarmak, laik Cumhuriyeti güvence. altına almaktır. . .
Bunun için de iki elli, iki ayaklı, canlı, ağırlıklı, somut bir ta­
nığa gerek var..
'Dinci'nin karşısına bir 'dindar'ın dikilmesi gerek...
İkinci iş, her biri bağımsız olan partilerin, bağımsızlıklarını
koruyarak ortak bir hedefte iktidara karşı birleşmelerini sağla­
maktır...
Süleyman Bey hiçbir partiye girmeden, hiçbir talepte bulun­
madan bu toparlanma işlevini yerine getiremez mi?
Sanırım hiçbir parti, partisiz Demirel'in bu yoldaki işlevine
karşı çıkmaz . . .
9 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 23
'

'Bir za.manlar Demirel'i JeverJim ' Jiyen Htı.Jan


Cefa{ Güzel 'Beye/en'Ji'nin Halleri'ni ya.zdı
Türk siyasi hayatının renkli simalanndan Hasan Celal Gü­
zel, siyasete ara verdikten sonra artıR görüş ve düşüncelerini
meydanlarda değil, gazete sütunları aracılığıyla dile getiriyor.
Süleyman Demirel'in 'türban' merkezli tartışmalarına bir cep­
heden katılan Güzel'in Radikal Gazetesi'nde 4 Mayıs 2006'da
yayınlanan 'Beyefendi'nin Halleri' isimli köşe yazısı elbette pek
çok yeni tartışmayı beraberinde getirecek iddiaları ortaya koy­
du. Ancak ne hikmet ki arşive dayalı bu yazıya ne bir yalanla­
ma, ne de cevap geldi.
"Bir zamanlar Demirel'i severdim. DP'nin devamı olan
AP'nin Genel Başkanlığı, islamköy'lü Ümmühan Ana'nın oğlu
olması ve CHP'nin her dönemdeki jakoben saldırılarına karşı­
lık, 'k'ları 'g' yaparak bir halk adamı edasıyla verdiği cevaplar,
milletin çoğunluğu gibi beni de 'Beyefendi'nin taraftarı h&line
getirmişti. Masonluğunu, takiyyeciliğini, oportünist ve popü­
list politikasını görmezden gelirdim. Değil mi ki, iki defa baş­
bakanlık koltuğundan darbeciler tarafından zorla gönderil­
mişti; bu durum, bana göre onu sevmek ve savunmak için ye­
terli gerekçeydi.
Onu 'demokrat' sanmış ve 12 Eylül Dönemi'nde çok sevdi­
ğim rahmetli özal'ın bana ikinci ad�mlık teklifini reddederek
onunla beraber antimilitarist demokratik mücadele vermeyi
seçmiştim. ikazlara rağmen onu ziyarete gitmeyi sürdürdü­
ğüm için görevimden alınmamı hiç umursamamıştım.
1 24 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Hakkındaki hüsnüzanım 28 Şubat'a kadar devam etti. Hey­


hat! Ne kadar saf ve aptalmışım . . . Meğerse Beyefendi hiç bir
zaman demokrat olmamış; hiç bir zaman halkın değerlerine
önem vermemiş . . . Ne yazık ki, büyük düşünen bir devlet ada­
mı değil, sadece kendi menfaatlerini hesap eden benmerkezli
bir basit politikacı imiş . . . Bendenizin bu hakikatı fehmedebil­
mem için, Beyefendi'nin 28 Şubat'ta meşhur şapkasını çıkarıp
yerine haki renkli bir şapka giymesi gerekiyormuş.
***

Beyefendi, 'horoz ölür gözü çöplükte kalır' misali, 82 yaşın­


da hala hırsıyla kıvranıyor ve birilerinin 'Kurtar bizi baba!' diye
bağırmasını bekliyor. Bir yandan Cumhurbaşkanlığına seçile­
cek kişinin eşinin başörtüsünden dem vuruyor; diğer yandan
iktidara askerle ihtilafını MGK'da çöz tavsiyesiyle yeni bir 28
Şubat modelinden bahsediyor. Bu arada erken seçim olursa
darbe olmaz demeye getiriyor. Neden mi? Çünkü 'darbeli' ya da
'darbesiz' bir daha köşke çıkma peşinde. İşte bu kadar basit. . .
Başörtülü kızlara 'Arabistan'a gitsinler' lafını e n çok alkışla­
yanların CHP 'liler olduğunu görünce, Beyefendi 40 yılda nere­
den nereye geldiğini düşünmüş müdür dersiniz?
Ll.kin beni en fazla üzen Arabistan'a gönderme vandalizmi
değil, Erdoğan'a 'Gücün yeterse türban yasağını kaldır' diye
meydan okuması oldu. Yıllarca millet iradesini -sureti haktan
görünerek de olsa- savunan bir politikacının, bir darbe sözcü­
sü gibi, Türkiye'deki vesayet altındaki demokrasiyi seçilmiş bir
başbakana karşı kullanması utanılacak bir durum değil midir?
***

Elimde, Süleyman Demirel'in 'İslam, Demokrasi, Laiklik'


adlı kitabı var. Yeni Asya Yayınları arasında 1 99 1 'de neşredil­
miş. Yani Beyefendi 67 yaşındayken yayınlanmış ve kitapta ya­
zılanlar konusunda herhangi bir tekzipte bulunmamış.
İçinde neler neler var bir bilseniz . . . Şimdi bu sözlerden her­
hangi birini Tayyip Bey söylese, 'irtica vaveylası' ayyuka çıkar,
Süleyman Demirel 1 25

zinde güçler ayaklanmaya kalkardı. Beyefendi, 'Atatürk'ün kur­


duğu laik devlet değil İslam devletidir' s. 85) diyor. 'Devlet ha­
yatımızda da, devletimizi idare edenlere Kur'an'daki hakikatler
yol göstermiş, yön vermiştir' (s. 1 93); 'Temelinde ahlak, teme­
linde manevi değerler manzumesi olmayan memleketlerin bü­
yük sıkıntılara düştüğünü tarih göstermiştir' (s. 1 07).
'Bu memleketin her vatandaşı göğsünü gere gere 'Ben Müs­
lümanım' diyemezse, Türkiye'de huzur olmaz' (s. 65 ve diğer
sayfalar); 'İslam'ın getirdiği ana kaidelerle, hukukun üstünlü­
ğüne dayanan anayasa devletinin kaideleri arasında çelişki
yoktur' (s. 36) Nur ol Beyefendi! . . . "
Şimdi Arabistan'a. göndermeye kalktığı başörtülü kızlar
içinse bakınız Beyefendi neler buyurmuş: 'Kişi başını örtmek
istiyorsa örtsün. Ona niye karışılıyor. Başörtüsünün laiklikle
bir alakası yoktur( . . . ) Anadolu kadınının yüzde sekseninin ba­
şı örtülüdür (s. 94) ; 'Benim söylediğim şu : Serbest bırakalım.
isteyen bağlasın, isteyen açsın' (s. 1 1 6)
şu sözüyle de sanki Sezer'in son konuşmasına cevap veri­
yor gibidir:
'İrtica dendiği zaman, bu iddialar mesne_dden yoksun; za­
man, makam ve kişi hayatına bağlı değilse, ciddi telakki olu­
namaz' (s. 1 0 1 ) .
Beyefendi, böylece devam edip gidiyor. Kitabı okudukça, bu
mazlum milletin yıllarca ona nasıl aldandığını bir defa daha
anlıyoruz.
***

2 8 Şubat Dönemi'nde, bütün Türkiye'yi şu şiiri okuyarak


gezmiştim. Bence Beyefendi'ye verilecek en iyi cevap budur:
"Bu ayaklar senin mi Süleyman
Bu ayaklar nasıl ayak
Hadi yorgana sığdı diyelim
Mezara nasıl sığacak?"
1 0 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 29

'

Yeni Alya, Demirel'e kü.Jtü


Adalet Partisi'nden bu yana Nur cemaatinin Yeni Asya kolu
Demirel'e destek veriyordu. 40 yıllık bu destek 'İslami' camiada
tartışılıyordu. Demirel'in 'türban' konusundaki olumsuz çıkışı

Yeni Asya Gurubu'nda büyük üzüntüye neden oldu. Yeni Asya
Gazetesi'nde Abdulkadir Hacıüzeyiroğlu'nun 'Görüş' bölümün­
deki yazısı Demirel'in açıklamalarına cevap niteliği taşıyor. . .
Türkiye, 1 950 yılı öncesinde bir istibdat ve zulüm dönemi
yaşamıştı.
Gerçekten asil milletimiz, kendisine yapılan dehşetli zulüm
ve baskılara büyük bir sabır ve tahammül ile karşı koymuş,
menfi hiçbir harekete girişmeden, kendi dünyasında büyük bir
azim ve kararlılıkla dinini yaşamaya devam etmişti. Ta ki 1 950
yılı 1 4 Mayıs şafağına kadar. O gün eline geçen demokratik fır­
satı büyük bir ustalık ve maharetle kullanmış, inancına ve hür­
riyetine saygı gösteren Demokrat Parti kadrolarına büyük bir
destek vermiş ve tek başına iktidara getirmişti. Bu kadrolar da
milleti pişman etmemiş ve aldığı oyların hakkını büyük oran­
da vermişti. Bu samimi gayretlere millet her seçimde sahip
çıkmış, ancak bu kıymetli insanlar ihtilal ile uzaklaştırılmış ve
maalesef darağacına gönderilmişlerdi.
Milletimiz bu samimi, demokrat ve inançlı insanları hiçbir
zaman unutmadı. Kalbinin ve vicdanının bir köşesinde mu­
habbetlerini devam ettirdi ve dualarını eksik etmedi. Adalet
Partisi'ne bu duygularla sahip çıktı ve iki sefer tek baŞına ikti­
dara getirdi. Ta ki onlar da bir muhtıraya muhatap oldular ve
1 30 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Türkiye büyük bir istikrarsızlık dönemi yaşamaya başladı.


Adalet Partisi tek başına iktidar olduğu dönemlerde çok bü­
yük hizmetler etti. Milletin inancına büyük bir saygı ile icraat­
larını sürdürdü. Sayın Demirel, halkın inançlarına hizmet için,
gerçekten büyük fedakarlıklar gösterdi ve büyük bir sevgiye
muhatap oldu. Bu büyük hizmetler, tarihteki yerini büyük bir
şerefle aldı ve milletin de gönlünü kazandı. Bu hizmetleri bu.:.
rada teker teker saymaya gerek yok. Bu milletin dinini öğren­
mesi ve inancını yaşama noktasında yapılan hizmetler, bugü­
ne kadar hiçbir cumhuriyet hükümetine nasip olmadı.
30 Mayıs akşamı Habertürk Tv kanalında Basın Kulübü
programını seyrederken, bu hatıralar ve hizmetler gözümün
önünden geçti . Gerçekten büyük bir üzüntüye ve hayal kırıklı­
ğına uğradığımı burada ifade etmeliyim. Sayın Demirel, soru­
lan sorulara büyük bir vukufıyetle cevap veriyor ve hala canlı
olan hafızasının bütün hünerlerini gösteriyordu. Bu yaşta böy­
le bir hafıza ve ikna kabiliyeti gerçekten çok hayret vericidir.
Yalnız burada, üzüntü ve hayal kırıklığımın altını kalın çiz­
gilerle çizmek zorundayım. Bu hem bir sorumluluk, bir vicda­
nf görev ve haddim olmayarak bir ikaz ve temenninin de bir
ifadesi olacaktır. Başörtüsü ile ilgili olarak sorulan sorulara
Sayın Demirel'in verdiği cevaplar, bizim için büyük bir hüsran,
bir hayal kırıklığı ve aynı zamanda 28 Şubat sonrası girilen
yolda bir ısrarın ve maalesef bir inadın sürdüğünü göstermesi
açısından da çok üzücü bir tespit oldu.
Yıllarını din ve inanç hürriyeti mücadelesi ile geçiren böyle­
sine önemli bir şahsiyetin, başörtüsü konusunu, çok dar bir
özgürlük anlayışı içerisinde ifade etmesi ve yasakları savun­
ması gerçekten anlaşılması çok zor bir durumdur. Üniversite­
lerdeki başörtüsü sorunu ile ilgili olarak sorulan soruya "Ana­
dolu kadınının başörtüsüne karışan var mı," diye mukabil bir
soruyla cevap veren Sayın Demirel, "Ya bu Anadolu kadınları
üniversitede okumak isterse?" sorusuna "Türban ile okumak
Süleyman Demirel 1 3 1

isteyenler Arabistan'a gitsinler" şeklinde verdiği cevap, kendi­


sinin demokrat geçmişine büyük bir darbe wrdu.
Başörtüsü konusunda bu anlaşılmaz ve katı tutum, maale­
sef ülkemizin önünde büyük bir engel olarak durmaya, devam
etmektedir. Sayın Demirel gibi, yıllarca millet ve devlet arasın­
da bir köprü olmuş ve milletin duygularının devlet katında bir
tercümanı olmuş bir devlet ve millet adamının halkı rencide
eden böyle bir yasağın suhı1letle aşılması için büyük bir gö�ev
ifa etmesi gerekirken, meseleyi bir türban sorunu ve devlete
karşı bir tavır olarak ifade etmesi çok hazindir.
Bizim beklentimiz ve temennimiz,� büyük ve demokrat bir
geçmişin, böyle bir mesele ile haleldar edilmemesidir. Milletin
içinde bulunduğu bu küskünlük ve hayal kırıklığı halini, mille­
tin içinden çıkmış siyaset duayenleri tamir edebilir. Bu anlaşıl­
maz tavır ve yasakçılık inadı, bu tür yasaklardan rant elde et­
mek isteyen siyasetçilerin ekmeğine yağ sürer ve onların de­
ğirmenine su taşır. Sayın Demirel'in ifa etmesi gereken görev,
Habertürk'te sergilediği ve milleti üzen bu tutumdan vazgeçip,
hayatının finalinde yeniden millet ile devletin barışmasına ve­
sile olarak, ismini hep hayırla yad ettirmek için gayret göster­
mektir.
1 32 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Necip Fazıl Kısakürek'ten Demirel'in özetle


hikayesi: "Süleymanname"

Süleyman Demirel'i anlatmayı hedeflemiş her kitabın sayfa­


larında bulunmazsa o çalışmayı eksik kılacak olan üstad Ne­
cip Fazıl Kısakürek imzalı ı 9 7 1 yılında kaleme alınmış 'Süley­
manname' başlıklı taşlamayı burada vermekte fayda var.

SÜLEYMANNAME
Sen gül diyarının yapma gülüsün!
Aynı yapmacıkla Çoban Sülü'sün!
Yoktur izlediğin bir dava yolu;
Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün!

Türk'e zıt sermaye merkezlerinden,


Bir zikzaklı yolda hep, güdülüsün!
Milli yekparelik gelmez işine;
Bu yüzden parçalı, bölüntülüsün!

Ve devlete mason biraderlerin


Tam da maslahata denk ödülüsün!
Ne sır sendeki bedava oluş!
Problemler içinde en müşkülüsün!

Fikir dağlar boyu kocaman kitap;


Sen de o kocaman kitabın bir virgülüsün!
Böyleyken ustasın gözbağcılıkta;
Cüceler sirkinin baş Herkülüsün!

Gözyaşı ve çığlık vatanında sen,


Hüzün bahçesinin şen bülbülüsün!
Büzülmüş susarken mahzun hakikat,
Süleyman Demirel 1 33

Davuldan zi�ade gümbürtülüsün!


Teokratik rej im olmaz deyip de,
Peşinden Müslüman görüntülüsün!
Kolera, vergiler, zamlar, enflasyon;
Bir felaketsin ki, bin bir türlüsün!

Gelirsiz giderli bütçelerinle,


Her yıl, milyar milyar köpürtülüsün!
Okka okka vicdan satıl alırsın;
Topuzu altından oy baskülüsün!

Bir gökdelen sanır seni gören göz;


Bilmez ki, temelden çöküntülüsün!
Büyük Kongre, dikiş tutturduğun yer;
Meclise gelince söküntülüsün!

Bağlısın hak bilmez yeminlilere;


Hakkı bilenlerden çözüntülüsün!
üç buçuk mebusa kaldı diye fark,
Kim bilir, ne kadar üzüntülüsün!

Millet gökten adam dilensin, dursun!


ümit fakirinin keşkülüsün!
.
Kuzum, senin neren Anadolludur?
Türk'e Amerikan püskürtülüsün!

Farkın şu ki, eski Başbakanlardan,


Sen o belaların son püskülüsün!
1 1 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 3 7

MorrİJon Süleyman 1ah.w1Ja kime hizmet, lcime lcumetI


Süleyman Demirel'i anlatmak için tek bir kaynaktan yarar­
lanmak kuşkusuz çalışmanın objektifliğine 'halel' getirirdi. Bu
nedenle Yeni Mesaj Gazetesi'nin 23 Nisan 2005 tarihli sayısın­
da Mehmet Emin Koç imzasıyla yayınlanan " Morrison Süley­
man'ın şahsında kime hizmet, kime kısmet!" başlıklı bolca dip­
notlu makaleyi aktaralım.
il. Dünya Savaşı süreciyle Osmanlı hinterlandında inisiyati­
fi İngilizlerden devralan Amerika Birleşik Devletleri, tarihi Os­
manlı coğrafyanın kalbi ve mirasçısı durumundaki Türkiye
üzerinde özellikle yoğunlaştı.
Anadolu topraklarına dair ilk Kürdistan haritalarını hazırla­
tan ABD Başkanı Truman'ın "meşhur Türkiye'yi çevreleme
doktrini"nin, Marshall Planı'nın, Nixon ve Johnson şoklarının
Ankara'yı kuşattığı İnönü, Menderes dönemlerinde Said Nursf,
bir yandan konjonktüre uygun olarak Amerikancı iç siyasetin
destekçiliğini sürdürürken, öte yandan "siyasetten Allah'a sı­
ğınmaya" devam etti.
1 960'ların sonunda Amerika ile Türkiye arasında Nixon'un
" Haşhaş üretimini yasaklayın " talimatının şoku, 1 964'te ise
" 1 94 ?'de benim verdiğim silahlarla Kıbrıs'ta savaşamazsın" di­
yen 'Johnson Mektubu' şoku yaşanırken; şapkalarını önlerine
koyması gerekenler, üç-beş Milli Savunma sanayi temeli atma­
'
nın ötesinde "milli bir duruş" ve "milli bfr çıkış" yolu oluşturma­
dılar. Türk siyaseti, Amerikan menşeli "düşük yoğunluklu geri­
limler"in kıskacında Amerikancı rotada tutulmaya devam etti.
1 38 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

Nursi'nin " İslamköy'den biri çıkacak, milletin yüzü onunla


ağaracak" şeklinde kulaktan kulağa fısıldanan söylemleri, is­
lamköylü Süleyman Demirel'in Amerikancı- IM F'ci politikasına
"özel alan" hazırladı. Halbuki Demirel,. daha o zamanlar Mor­
rison Süleyman olarak yad edilmektedir.
" Demirel, "Morrison Süleyman" olarak anılacaktır. Bu la­
kab da, onun l 960'lı yılların başında ABD şirketi Morrison
Knudson'un temsilciliğini yapmasından dolayı, Amerikancı ve
mason suçlamalarına maruz kaldığı döneme denk düşmekte­
dir. Demirel'in temsiİcisi olduğu bu firma, Türkiye'de " Bahriye
Kışlası" adı altında gizli işkence merkezlerinin yapılması, Orta
Doğu Teknik üniversitesi'nde ek bina yapımında sözleşmede
yazılanlardan daha fazla para alması gibi bir takım olaylara adı
karışan bir firmadır. Bu dönemde Demirel adı, Morrison adı ile
çok fazla anılır olduğu için Demirel, " Morrison Süleyman" la­
kabı ile anılmaya başlamıştır. (Bkz. Dr. Gülseren Şendur Ata­
bek, Siyasal iletişim Metaforu Olarak "Baba", Akdeniz üniver­
sitesi iletişim Fakültesi, Dergi, s. ı )
Belki de Nursi'nin " İslamköy işareti" Hafız Ali'ye dairdi; ama
Said Nursi'nin politik nabzını çok iyi bilen toplum mühendis­
leri, işareti "Demirel'e politik payanda"ya dönüştürdüler.
Nitekim "Din, cemaat ve siyaset ilişkisini çok iyi gören Ada­
let Partisi yetkilileri özellikle Süleyman Demirel, Isparta'nın İs­
lamköy'den olmasını da değerlendirerek, nurcuların önemli bir
kesiminin siyasal desteğini almıştır. Halbuki, meselenin aslı
şudur. Sai� Nursi'nin, İslamköy'den çıkacak, islam'a hizmet
edecek dediği şahıs Demirel değildir, Büyük Hafız Ali namıyla
bilinen ve Denizli hapishanesinde vefat eden şahıstır. Bu hu­
sus, siyasi hedefler için dinin nasıl kullanıldığının bir göster­
gesidir. " (Bkz. Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 70, ı 03- 1 04; Bar­
la Lahikası, Tenvir Neşriyat. İstanbul. t.y. s. ı ı ı ; Doç. Dr. Mev­
lüt Uyanık. Gazi üniversitesi Çorum ilahiyat Fakültesi, Demok­
ratik Bir Hukuk Devleti Anlayışının Oluşumunda Sivil itaatsiz­
lik Kavramının Yeri -Said Nursi Örneği-)
Süleyman Demirel 1 39

Mustafa Kaplan kardeşimiz gibiler, Said-i Nursf'nin "İslam­


köy'den çıkacağına işaret buyurduğu kurtarıcı " diye yıllarca
yapıştıkları Demirel'den 20-30 sene sonra kopabildiler. İş işten
geçtikten, atı alan Üsküdar'ı aştıktan sonra nasuh tövbesi vur­
dular. Ama o yolun yolcularının büyük kısmı, AB'ci-Amerikan­
cı ve I MF'ci politikaların payandası olmaya devam ediyorlar.
Bu bağlamda Mehmet Kutlular'ın açıklamaları dikkat çekicidir:
"Genç bir grup ayrılıp AK Parti'yi kurarak, bizim düşüncele­
rimize geldi. Böylece iktidar da oldular. Ayrıca o zamana kadar
Demirel'in alternatifi yoktu. Kime oy vereceksin? MH P'ye mi,
Ecevit'e mi, M SP'ye mi? Bunların demokrasiyle ilgisi yok. Biz
ehven-i şer olarak gidip Demirel veya Çiller'e oyumuzu verdik.
Benim üstadım Demirel'den ewel demokrat. Hiçbir zaman alt
seviyede bir siyaset yapmadık. . . Oyumuzu veriyoruz, savunu­
yoruz. . . Hiçbir hükümet döneminde bir kuruş dahi teşvik iste­
medik. Halbuki Demirel'den en fazla istifade edebilecek insan­
larız biz. 28 Şubat'a kadar Demirel aynı Demirel'di. 28 Şubat
sürecinden sonra değişti. Demirel'in bizi kullandığı doğru de­
ğil. Bizi nerede kullandı? Oylarımızı alarak mı kullandı? . . De­
mirel'e oyumuzu verdik, ama istediğimizi yapmadı diye parti
değiştirecek bir kitle değiliz . . . Demirel, Bediüzzaman ve tale­
belerinin samimi bir dostudur" (Bkz. Mehmet Kutlular ile Rö­
portaj, Hocaefendi Yanlış Yaptı, ı O Nisan 2005, Vakit; ayrıca
bkz. Euronur, Avrupa Nur Cemaati, http://WWW . saidnur­
si.de/tr/detay.php?index_id= 1 2 7)
Demirel'in nurcularla olan politik temaslarının en çarpıcı
anekdotlarından birini, nurcuların ağabeylerinden Hamdi Sağ­
lamer'in şu hatırasıyla toparlayalım:
"Demirel, Bekir Berk ağabeyi çağırmış ve demişti ki: 'Biz sağ cep­
heyi Adalet Partisinde toplayacağız. Size de 1 5 tane milletvekilliği
kontenjanı ayırdık. istediğiniz kişileri listeye koyabilirsiniz.'
Bekir ağabey, 'Biz bir cemaatiz. Ben tek başıma karar verecek
değilim. Gidip danışmam ve size ondan sonra bir şey söyle-
1 40 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

mem lazım' demiş. Bekir ağabey, teklifi Zübeyir ağabeye getir­


miş. Zübeyir ağabey: 'Üstadımızın Mend.eres Hükümeti'nden
istediklerini biz de Demirel'den isteriz" (Bkz. Hamdi Sağlamer
Anlatıyor, Nur Penceresi, http://WWW. nurpenceresi.com/mo­
duller.php?modul= makale&op= I &id= 1 1 89) . .
Nihayet destek karan çıkartıhp Demirel işbaşına geldiğinde,
ortalığa yayılan karşılık şu olmuştur: "Siz, vekil kontenjanını
ne yapacaksınız, sizden biri olarak burada ben varım ya... Va
mı başka bir ihtiyaç!"
Bu destek, iç siyasete dair politik manevralar gibi görünse
de, hakikatte ABD, AB ve IMF politikalarının Türkiye'yi her
alanda kuşatması demekti.
Nurcuların Demirel'i yıllarca omuzlarında taşımaları, şimdi
de AB'ci, IMF'ci ve ABD'nin stratejik ortakçısı AKP'nin payanda­
sı olmaya devam etmelerini algılamak için, öncelikle coğrafya­
mız üzerindeki irigiliz inisiyatifinden Amerika'nın işgal ve ihti­
rasına uzanan çizgide Said Nursi'nin duruşunu kestirmek ge­
rekmektedir. Aksi halde Mustafa İslamoğlu gibilerinin "Demi­
rel'e destek politikasını böylesine sawnan Nur Şakirdi okurum
gücenmesin ama ya Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sığınan
üstatlarını anlamamışlar, ya da yolunu terk etmişler... " (Mus­
tafa islamoğlu, 'Bizim mahalle'nin 'cemaat sokağı', Akit, 29
Mayıs 2000) şeklinde düştüğü paradoksa düşeriz.
Gerçek şu ki, nurcular, Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sı­
ğınan üstatlarını çok iyi anlamışlar ve de yolunu terk etmemiş­
lerdir. Bugün sergiledikler.i AB'ci, IMF'ci ve· Amerika'nın strate­
jik ortakçısı politikaların payandası olma misyonu, Said Nur­
si'den tevarüs ettikleri misyondur.
1 2 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 43

Kırk yıllık Morri.Jon Siileynıan 'ôan


Kul'ayi Mil!iyeci olur mu?
Verdiği beyanatlar ve takındığı üslup farklılıkları nedeniyle
'Bir darbe daha görse kesin solcu olur' esprilerine maruz kalan
Süleyman Demirel 2005 yılında işçi Partisi'nin öncülüğünde
düzenlenen 'Lozan 2005' toplantılarına 'himayeci' oldu. Demi­
rel'in himayeciliği kendisini 'Türk Solu' olarak isimlendiren ya-

yın organında 'inceden' eleştirildi.
Bir nev'i sol'un Demirel'e bakış açısını da özetleyen 'Kırk yıl­
lık Morrison Süleyman'dan Kuvayi Milliyeci olur mu?' başlıklı
yazı Türksolu'nun ı 8 Temmuz 2005 tarihli 86. sayısında yayın­
landı. işte yazı :
Atatürk'ün ve Kurtuluş Savaşı'nın temel sloganı, 'Manda ve
himaye kabul edilemez' Lozan 2005 etkinliğinde kenara atıldı:
Demirel'in himayesinde Lozan anması düzenlendi ana fikrin­
den yola çıkan yazıda, kahramanımızın hayat hikayesinden
detaylar verilmeye devam ediliyor:
1'Çırk yıllık Morrison Süleyman'dan Kuvayı Milliyeci olur mu?
Kahvaltı dahil ı .ooo YfL'ye Kuvayı Milliye Turizmi! 'Manda
ve himaye kabul edilemez.' Herhalde Mustafa Kemal'in ve Kur­
tuluş Savaşı'nın temel felsefesini en iyi bu slogan anlatmakta­
dır. Lozan da bu sloganın hayata geçirildiği ve tüm dünyaya
kabul ettirildiği anlaşmadır. o yüzden mandacılığı ve himaye­
ciliği tam anlamıyla mahkum etmeden ne Lozan anlaşılabilir,
ne de anılabilir. Lozan, Türk Milleti'ne emperyalizme ve man­
dacılığa karşı dik durmayı ve sadece kendi gücüne güvenip
kimsenin himayeciliğini kabul etmemeyi öğretmişti. Bu ne­
.
denle, Türk milletinin emperyalizme karşı direnme gücünü ve
mücadele azmini ortadan kaldırmak için Lozan yıkılması gere­
ken bir kale olarak emperyalizmin önünde duruyor.
1 44 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Lozan'a saldırı son dönemde yeni bir boyut da kazandı. Ar­


tık Lozan'ın içi boşaltılmaya çalışılıyor. Bu yıl Lozan'ın yıldö­
nümünde İsviçre'de Lozan Anlaşması'nın imzalandığı yerde
yapılması planlanan Lozan 2005 etkinliği bu içi boşaltma et­
kinliğinin son örneği . Etkinlik, bir nebze hafta sonu tatilini
anımsatıyor. Zürih ve Lozan'da paneller düzenlenmiş, ancak
anlaşılan şehir turu gibi turistik etkinlikler de ihmal edilme­
miş. Hangi eylemde şu ibareyi görebilirsiniz: 'Konaklama ve
ulaşım dahil 1 .ooo YTL' insanın 'Kahvaltı da içinde mi?' diye
sorası geliyor.
Anlayacağınız, Kuvayı Milliyeci olmanın kıstasları da değiş­
miş . . .
1 .ooo YTL'yi bastirdınız mı, Kuvayı Milliye'nin esaslı bir ne­
feri haline geliveriyorsunuz.
Lozan 2005'te esas mesele başka. Lozan'ın tüm anlamını
bir anda değiştiren bir sloganla karşı karşıyayız: 'Demirel'in hi­
mayesinde Lozan 2005'
Bu sloganı eleştirmeye nereden başlasak ki? öncelikle, Lo­
zan ile 'himaye' kelimesinin nasıl yan yana geleceğini sormak
gerekiyor. Lozan zaten bağımsızlığın ve manda ve himayenin
kabul edilemeyeceğinin tüm dünyaya kabul ettirildiği anlaşma
değil miydi? Üstelik Lozan, Osmanlı döneminden kalma tüm hi­
mayeci anlaşmaları ve kapitülasyonları ortadan kaldırmadı mı?
40 yıllık 'Morrison' nasıl Kuvayı Milliyeci oldu?
Peki, 'Demirel' ve 'Lozan' nasıl yan yana gelebiliyor? Bugü­
ne kadar, ne komediler sergilendi Kuvayı Milliye diye. Bu ko­
medinin yeni bir perdesi sahneye konuyor: Süleyman Demirel
de Kuvayı Milliye saflarında. . .
Halbuki bırakın Kuvayı Milliyeci ilan etmeyi, Demirel'den
Kuvayı Milliye adına hesap sormak gerekir. Demirel'in sağcı­
işbirlikçi karakterini unutanlara sanırız hatırlatmak gerekiyor:
Demirel değil miydi 40 yıl önce AP'ye genel başkan olmak
için ABD'nin desteğini aldığı propagandası yapan?
Süleyman Demirel 1 45

Yıllarca ünlü A-BD'li inşaat firması 'Morrison'un Türkiye


temsilciliğini kim yaptı?
Kimin masonluğu açıkça belgelendi?
Kimin iktidarı boyunca Türkiye'yi adeta ABD yönetti?
Faşist katilleri kim devlet bürokrasisinde memur yapıp ade-
ta korudu?
6 1 2 İmam Hatip lisesinin 324'ü kimin zamanında açıldı?
Türkiye kimin başbakanlığı döneminde adeta tarikatların
kontrolüne girdi?
Şeriatçı Erbakan'la faşist Türkeş'i 'Milliyetçi' cephe hükü-
metlerinde kim iktidara getirdi? �

Denizler'in idam kararını veren Ali Elverdi'yi kim 'Hayırlı bir


iş yaptı' diyerek milletvekili seçtirdi?
Denizler'in idamı Meclis'te kabul edilince kim Menderesler'i
kastederek '3-3 berabere' dedi?
Kim 'Bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz' diye­
rek 80 öncesindeki faşist katliamları adeta savundu?
Sivas katliamını 8 saat eli kolu bağlı seyreden Başbakan,
Demirel değil miydi?
Çorum katliamı sırasında, 'Çorum'u bırakın Fatsa'ya bakın'
diyerek hiçbir önlem almayan Başbakan kimdi?
Yabancı sermaye kimin iktidarı döneminde en yüksek oranda
Türkiye'ye girdi? Hükümet programına 'müttefik ülke kuruluşla­
rının yatının yapmaya özendirilmesi' maddesini kim koydu?
Milli egemenliğimizi tüm dünyaya kabul ettirdiğimiz Lo­
zan'ı, bu milli egemenliği emperyalizme teslim eden birisinin
� imayesine nasıl bırakılabilir, anlamak mümkün değil.
Sağcı sağcılığını bırakmadıkça Kuvayı Milliyeci olamaz.
Lozan etkinliğinde Demirel'i katmaya çalışmak, hatta De­
mirel'i n himayesini ön plana çıkarmak tam da o yanlış Kuvayı
Milliyeci anlayışın bir ürünü. Halbuki i<uvayı Milliye, sağcıyla
solcunun birleşmesi değil, sağcılığa ve iŞbirlikçiliğe karşı Ata­
türkçülüğü savunmaktır. Bugün kendini sağcı hissedenler de
1 46 lslamköy'den Türban KarşıtlıSına

tabii ki Kuvayı Milliye saflanna katılabilirler, ancak bu onlann


sağcılıklannı bırakmalarıyla mümkün olacaktır. Yoksa Kuvayı
Milliye'yi güçlendirmek uğruna sağcılıklanyla uzlaşmak zo­
runda değiliz.
Ancak, Demirel'in çok daha özel bir durumu var. Demirel,
klasik bir sağcı değil. Türkiye'nin bu noktaya gelmesinde so­
rumlu olanlardandır. Bu ülkeyi 55 yıldır hep sağ partiler yönet­
ti. 40 yıldır da Demirel gerek Başbakan, gerekse Cumhurbaş­
kanı olarak en sorumlu mevkilerde bulundu. 40 yılda ülkeyi bu
noktaya getirenlerin, 2005 yılında Türkiye'yi tekrar kurtara­
caklannı beklemek hayalcilik değil de nedir?

'HİMAYECİ' ATATÜRKÇÜLÜK
Lozan 2005, anlaşılan hem sahte Kuvayı Milliyeçiliğin, hem
de "himayeci Atatürkçülüğün" yeni bir örneği olarak devrim
tarihimize geçecek. Halbuki Lozan, emperyalizme her koşulda
karşı çıkmanın ve kendi gücüne güvenip emperyalizme rest
çekmenin belgesidir. Bugün AKP'ye rest çekemeyenler, yıllarca
'Morrison'culuk yapanlar, Rum'a rest çekemeyenler, dün yedi
düvele başkaldırmış Türk Milleti'nin Lozan'ını koruyamaz. Lo­
zan'ı onlara emanet edenlerin Türkiye'yi getireceği nokta da
Kıbrıs'ın sonundan farksız olacaktır: Silahla egemenliğini ka­
zanmış ve bağımsız olmuş, ancak masa başında emperyalizme
teslim olmuş bir ülke . . .
2005'te Lozan'ın anlamı, emperyalizmle hiçbir şekilde uz­
laşmamak, mandacılığa her koşulda karşı çıkmak ve Atatürk­
çü olup yeniden Kuvayı Milliyecilik yapmaktır. Bu da devletsiz
kalanlarla değil devletini korumak isteyenlerle yapılır. Tabii
kimsenin himayesi altına girmeden...
1 3 . BÖLÜM
Süleyman Demirel 1 49

Süleyman Demirel: Tiirlcı"ye 'de hem devi.et,


hem de derin devi.et var
Türkiye'de iki devletin olduğunu söyleyen 9. Cumhurbaşka­
nı Demirel, "Ufak bir zorlukla karşılaşınca sivil devlet devre­
den çıkıyor, derin devlet devreye giriyor" dedi. 1 6 Kasım
2005'de NTV'de yayınlanan Basın Odası programında Murat
Birsel ile gazeteci Yavuz Donat'ın sorularını yanıtlayan 9. Sü­
leyman Demirel, "Devletin tekliği esastır, iki devlet olmaz. Bi­
zim ülkemizde iki devlet var. Bir derin devlet var, bir devlet var.
Asıl olması gereken devlet yedek, yedek olması gereken devlet
asıldır" dedi.
Demirel ülkede ufak bir zorlukla karşılaşıldığında sivil dev­
letin devreden çıktığını jeneratör gibi diğer devletin devreye
girdiğini söyledi. 35. maddenin kaldırılması gerektiğini yinele­
yen Demirel, "Gelin 35. madde gibi iç hizmet kanuna istinaden
devlete el koymayı bırakın gelin anayasayı işletelim. Anaya­
sa'da devletin güvenliği düşünülmüştür. Devletin güvenliğini
yasal yollardan sağlayacaksınız" dedi.
Dünyanın hiçbir uygar ülkesinde devlete el konulmayacağını
söyleyen Süleyman Demirel, "Bu ülkede 1 0-20 senede bir devlet
kalafattan geçiyor, ama devlet zaafa uğruyor. Devlet bu nedenle
ruhunu kaybetmiştir. Ortalık biraz toz duman olunca bakalım ar­
kasından ne gelecek diye şüpheler geliyor" diye konuştu.
9. Cumhurbaşkanı devleti işlemez hale getirenin devleti
kurtarma faaliyeti olduğunu söyledi ve . "Ben kendi halkı silah­
lı gücünden korkan bir ülke düşünemiyorum" dedi.
1 50 lslamköy'den Türban Karşıtlığına

'SİYASETE GİRSEM SİLKELERİM'


Demirel, siyasete dönüp dönmeyeceğine yönelik bir sorunu
ise şöyle yanıtladı: "Ben bunları siyaset için yapmıyorum. Si­
yaset için yapsam meselinin önemi azalır. Siyasete girme niye­
tinde olsam bu başka türlü olur. Ortalığı silkelerim. Silkeleme­
sem siyasete girmem. Silkeleme ihtiyacı varsa ben burada dur­
mam, burada oturmam. şu anda oturuyorum ve düşünceleri­
,,
mi söylüyorum. Türkiye'deki yüzde 35 oy almış bir partinin
parlamentonun yüzde 66'sına hakim olduğunu hatırlatan De­
mirel, "Bu tablo çarpıktır" dedi.

EVREN'DEN DERİN DEVLET AÇIKIAMASI


Demirel derin devletle ilgili görüşlerini anlatırken gazeteci
Yavuz Donat, Kenan Evren'le ilgili bir anekdotu anlattı. Donat,
Evren'e Demirel'in derin devletle ilgili söylediklerini aktardığı­
nı, Evren'in de "Sayın Demirel doğru söylüyor. Derin devlet bi­
ziz. Devlet zaafa uğradığında el koyarız. ı 980'de Demirel'in su­
çu yoktu. Daha yeni gelmişti, ne yapalım onun dönemine rast­
lamıştı" dediğini aktardı.

Türkiye ile ABD arasındaki gerginlikten başlayalım. Nasıl


görüyorsunuz ilişkileri?
Bir gerilim vardır. Bunu herkes kabul ediyor zaten. Büyük
devletlerle dostluk kolay değildir. Dostluğu yapmak da ewela
zordur. Sonra muhafaza etmek zordur. Bu dostluk mutlaka
karşılıklı menfaatlere dayanır. Karşılıklı menfaat yoksa o za­
man büyük devlet karşısı ndakini istismar ediyordur. Bu bir
ver-al oyunudur. Sadece al ya da sadece ver oyunu değildir.
Türk-Amerikan münasebetleri 1 945 sonrasında o günün Sov­
yet imparatorluğu'nun genişleme arzularına maruz kalan Tür­
kiye'nin ve Yunanistan'ın ABD tarafından korunmaya alınması
ile başlar. Türkiye'ye vaki Sovyet taleplerinin karşısında yalnız
kalan Türkiye'nin arkasında olduğunu 1 947'de bize bildiren
Süleyman Demirel 1 5 1

Truman idaresidir. Ondan sonraki yıllarda ilişkilerde iniş çıkış­


lar olmuştur. Bunların en önemlisi Kıbrıs'tır. Bu sorunda Türk­
Amerikan münasebetleri zedelenmiştir. Yani öyle bir kriz ol­
muştur ki, ambargo gelmiştir. Ben o zaman hükümet başkanı­
yım. Bu münasebetleri karşılıklı anlayış içinde devam ettirme­
ye çalıştık ve netice itibarıyla da sorunları çözdük. Ondan son­
raki yılarda bu münasebetler olumlu seyretmiştir. Türkiye'nin
ABD nezdindeki önemi yanında, ABD'nin de bize pek çok alan­
da desteği olmuştur. Bunlardan en önemlisi Avrupa Birliği'ne
Türkiye'nin dahil olması hususundadır. İkincisi Tür!-:iye l 980'le
2000 yılları arasında tarihinin en büyüle- kalkışmasına muhatap
olmuş ve bir PKK hareketi karşısında en büyük desteği
ABD'den görmüştür. Neticede Öcalan'ı Türkiye'ye Amerika tes­
lim etmiştir. O günün hükümet başkanı neden teslim ettikleri­
ni anlamadık diyor.

ABD'nin bundaki çıkan neydi?


Bütün bunlar sanıyorum dostluğun emareleridir. Burada
şuna çok dikkat çekeceğim. Dostlukları değerlendirirken, bu­
nun emarelerini sayarken . bir komplekse girmeye, aşağılık
duygusuna kapılmaya da gerek yok. Türkiye büyük bir devlet­
tir, bunun için ABD tarafından destekleniyor. Bulunduğu böl­
gede Türkiye'nin yerine ikame edebilecek başka bir dostu yok
ABD'nin. Her zaman için karamsar ve kötümser insanlar ol.a­
caktır. Türk-Amerikan münasebetleri geçen 50 yıldır mevcut ve
Türkiye Amerika'nın peyki filan da değil, olmamıştır. Ben Tür­
kiye'de 1 2 sene başbakanlık yaptım. Türkiye ile ABD arasında
anlaşmalara dayalı olarak var olan pek çok askeri tesisi ben
kapattım Kıbrıs ambargosu nedeniyle. Bu münasebet böyle
devam ederken Irak olayına gelindi. .Irak konusunda ABD Tür­
kiye'ye çok güvenmiştir. Yalnız ABD'je şu söylenebilirdi: Biz
lrak'a komşuyuz. Irak halkı Kürtçe konuşan, Arapça konuşan,
Türkmence konuşan bir halktır. Yani bu halk bizim halkımızdır.
1 52 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Yani sınırın bu tarafında oturan insanlarla akrabadır, kardeş­


tir. Biz bunlarla savaşamayız, bir savaşa da vesile olamayız.
Onun için bizi anlayışla karşılayın denebilirdi. ister anlayışla
karşılardı, ister karşılamazdı, Türkiye'nin menfaati bunu icap
ettiriyordu ve Türkiye'nin bu menfaati terk edilemeyecek bir
menfaatti. Böyle söylenebilirdi.

"WASHINGTON'DA GEVŞEK SÖZLER EDİLDİ"


Galiba başka sözler verildi ABDye.
Bizim Başbakan, daha başbakan olmadan, milletvekili ol­
madan White Office'e gitti. Çok yanlıştı, onların yaptığı da yan­
lıştı. Onlar da mal bulmuş mağribi gibi davrandılar. Anlaşılan
orada birtakım gevşek sözler oldu . Daha sonra Irak'ın kuze­
yinde bir cephe açılması gündeme geldiği vakit, ewela liman­
ların, havaalanlarının, yolların düzenlenmesi için bir karar çı­
karıldı. Bu, bundan sonrasının geleceğini imasıydı. Bundan
sonra müsaade etmeyeceksiniz, bunu çıkarmamanız lazımdı.
Çünkü Amerikalılar geldiler, limanları, hava meydanlarını dü­
zeltmeye giriştiler. Kendileri- kullanmayacaksa, niye düzeltme­
ye başladılar?
Ardından 1 Mart tezkeresi geldi.
Evet, sonra da ı Mart tarihinde tezkerenin reddi Arnerika'da
büyük şok uyandırmıştır. Türkiye'ye karşı bir güvensizliğe se­
bep olmuştur. Devletlerarasında bu manada küslük olmaz,
ama güvensizlik bu gün de devam etmektedir. Her ne kadar
yok denilse de, bu güvensizlik Türkiye'de de anti-amerikaniz­
mi doğurmuştur.
Hükümet, ABDye ifade ettiğiniz çerçeveyi söyleseydi, ben
IraKla komşuyum, kardeşim deseydi. ABD ikna olur muydu ve­
ya ne değişirdi?
Sizi zorlamazlardı. Bunu anlayışla karşılayacaktı. Velev ki
karşılamadı, o zaman herkes kendi menfaatinin gereğini ya­
pardı. Bir şeyi yaparım deyip yapamamak, yapmamaktan daha
Süleyman Demirel 1 53

kötüdür. Parlamentoda iktidarın 367 milletvekili vardı. Hükü­


metin bunu çıkaracak kadar oyu vardı. Tek parti iktidarı, mü­
him bir meselede grubuna hakim değilse o zaman tek parti ik­
tidarı söz konusu olamaz. İ ktidarların yapamıyorum diye bir
mazereti olamaz.

"ABD PKKYI ÇÖZEMEZ"


Türkiye'nin bir Irak politikası olmadığı tartışması vardı. Ka­
ra Kuwetleri Komutanı Yaşar Büyükanıt'ın böyle bir açıklama­
sı oldu. Türkiye'nin bir Irak politikası var mıdırya da sizce na-
sıl olmalıdır? "
Türkiye'nin Irak politikası yoktur demek, biraz maksadını
aşan bir beyandır. Irak politikası vardır da, bu politika Türki­
ye'nin menfaatlerini koruyan bir politika değildir. Belki böyle
söylense daha doğru olur.
Aynı sonucu ifade etmez mi?
Sonuç itibarıyla daha gerçekçi olurdu. Türkiye'nin şöyle ve­
ya bir politikası vardır. Meseleleri askıda tutmak da bir politi­
kadır. Zamana bırakmak da bir politikadır. Şimdi ne yapmak
istiyorsunuz. Efendim, Irak'ta söz sahibi olmak istiyoruz. Ola­
mazsınız. Amerika oraya gelmiş, Kuzey Irak'ta Kürt aşiretlerin­
den yardım görmüş, bunlarla çok iç içe girmiştir. Onları inci­
tecek bir şey yapamazsınız.
PKK da bu kapsamda mıdır?
Şimdi Kuzey I rak'taki Kürt aşiretleri PKK'ya taraftar olmaya­
bilirler. Ama neticede Kürdü kürde kırdırdı dedirtmek de iste­
mezler. Ne olursa olsun· o da Kürt'tür, bu da Kürt'tür. Siz isti­
yorsunuz ki bu PKK'yı Amerika halletsin. Amerika PKK'yı hal­
letmez değil, halledemez. Sizin çözemediğiniz bir işi onlar na­
sıl çözecek. Kaldı ki ABD oradaki ittifak ettiği aşiretleri incite­
cek bir işin içinde olmaz. Bugün Kerkük bir Türkmen şehridir,
Türkmen şehri kalmalıdır demenizin de bir mantığı yok, çün­
kü burada bir ağırlık sahibi değilsiniz.
1 64 tslamköy'den Türban Karşıtlığına

"TÜRKİYE KERKÜK'TE TARAF OIAMAZ"


Kerkük'te muhtemel bir çatışmanın zemini hazır gibi görü-
nüyor.
Bu iyi bir şey değil elbette.
Türkiye ne yapabilir bu konuda?
Türkiye bu çatışmada taraf olamaz. Türkiye'nin Irak politi­
kasında Türkmenlerle Kürtleri birbiriyle çatıştırmamak lazım.
Düşünün, Kürtlerle Türkmenler çatışıyor. Türkiye Türkmenler­
den yana oluyor. Peki oradaki Kürtlere verilecek zarara Türki­
ye'deki Kürtler razı olabilir mi? Olmaz. Türkiye Cumhuriyeti
eğer, Türkiye'de yaşayan herkesin devleti ise, hükümeti ise,
doğuda batıda, Türküyle Kürdüyle yaşayan hiç kimseyi incit­
memek durumundadır. Öyleyse ne Türkmenler ve Kürtler ezil­
meli, ne de hatta bunlar kendi aralarında ve ayrıca Araplarla da
kavgaya girmelidir. Nitekim Saddam Kürtleri, sıkıştırdığı za­
man 500 bin kişi Türkiye'ye geldi ve Türkiye onları kabul etti.
Ha balkanlardan Müslüman Türkler gelmiş, ha Irak'tan Müslü­
man Kürtler gelmiş, aynı şeydir. Çünkü Türkiye devletinin ya­
pısı bunu icap ettiriyor. Onun için biz Kerkük'te dengeyi ararız.
Kürtler, Araplar ve Türkler bir ahenk içinde olmalı ve Kerkük
Irak şehri olarak kalmalı. Kerkük Kudüs'e dönmemelidir.
Fakat şöyle bir algı hakim değil mi?: Türkiye'nin Irak politi­
kası Türkmenler . üzerine kuruludur. Böyle midir, böyle ise bu
yanlış mıydı?
Hayır, öyle bir politika yok. öyle bir politika olsa Türkiye açık­
tan gider, orada Türkmenleri destekler. Türkiye Türkmenlerin ezil­
mesine razı olmaz, ama Kürtlerle kavga etmelerine de razı olmaz.
Türkiye'nin Kürt aşiretleriyle münasebetinin mantığı da budur.
Sanki şöyle bir durum var. Kendi içimizdeki bazı çatışmaıa..:
rı ilgilendiğimiz alanlara ve sorunlara da taşıyoruz. Mesela
Türkiye'nin Irak politikasına, ülke içindeki kurumların çatış­
ması yansıyor.
Süleyman Demirel 1 55

Türkiye Cumhtıriyeti'nin kuruluşundan bu yana olup biten­


lere baktığınız takdirde, Türk milliyetçiliğinin bir miktar ırkçı
anlaşıldığı zamanlar olmuştur. Ama bugün Türk milliyetçiliği
anayasal vatandaşlık esasına dayalıdır. Bu ülkenin vatandaşı
iseniz geçmişine ve geleceğine beraber sahip çıkacaksınız.
Hemen yam başımızdaki diğer iki komşumuz Suriye ve İran
konusunda ABD'nin verdiği saldırı sinyalleri var. Böyle bir ihti­
mal görüyor musunuz?
İhtimal vermiyorum. Çünkü Irak hadisesinde herkes kafi
dersi aldı. Amerika da çok şey öğrendi. Ama ABD, bu şer ekse­
ni dediği ve nükleer gücü kullanma ihtimali olan ülkelere kar­
şı son derece hassas. Amerika hala ı 1 Eylül'ün etkisi altında.
Yani Amerika kendine göre, Suriye, İran ve Kore tehdit olunca­
ya kadar beklemek istemiyor. Önceden tehlike doğmadan vur
stratejisi. Bunu nereye kadar götürecek, bilmiyoruz.
Karamsar olmayalım dediniz. Fakat Irak, Suriye, İran diye
bu iş devam ederse sıra Türkiye'ye gelebilir mi? Bu çok mu ak­
la uzak bir ihtimal?
Kimin gücü yeter buna. Tek başına Türkiye bile olsa, kim
buna kalkışabilir. Kim Türkiye'den ne isteyebilir. Türkiye bir
dünya devletidir. 50 senedir kendisi demokrasi için bir takım
fedakarlıklar yapmış ve barışçı bir ülke. Ekonomik gücü, aske­
ri gücü devam ettiği sürece Türkiye'nin dostluğu aranır, düş­
manlığı değil.
Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan'da peş peşe gelen ayak­
lanmalar oldu. Hükümetler değişti, bunlara devrimler denildi.
Ardından Özbekistan'da olaylar yaşandı. Bu olaylar nereye gi­
diyor?
Bence bu ülkelerin hepsine ayrı ayrı bakmak lazım. Bunlar
aynı merkezli aynı hedefli olaylar değildir. Ukrayna'da seçim
vardı. Seçimi dürüst yapamadılar. Kavga buradan çıktı, sokak
buna itiraz etti. Sokağı da bugünkü cumhurbaşkanı çok iyi kul­
landı. Kendisi devlet başkanı oldu. Burada mesele bir idareyi
1 56 islamköy'den Türban Karşıtlığına

devirip yerine bir devrim idaresi getirmek filan değil. Dürüstçe


yapılmamış bir seçimden sonra halkın galeyamndan doğan bir
olaydır. Yalnız elbette burada bir hoşnutsuzluk vardır. Henüz
Ukrayna kendi bünyesinde Ortodoks-Katolik ve Rus, Ukrayna
kökenli gruplarla olan harmoniyi de sağlayabilmiş değildir.
Gürcistan'a gelince. Burası Sovyet idaresinden daha geriye git­
ti. Gürcistan halkı enteresandır. İyi okumuş, sanata müptela
bir halk. Fukaralaştılar, iç çatışmalarla sıkıntılara düştü. Ora­
da yine sokak Şevardnadze'yi uzaklaştırdı. Ancak bu idarenin
beş sene öncesinden pek bir farkı yoktur. Söylemler değişmiş­
tir. Kırgızistan'da güney ve kuzey diye birtakım ayrımlar ve
olaylar vardır. Fakirlik burada da hakim olmuştur. Bu devrim­
ler olunca sorunların ortadan kalktığını kimse zannetmesin.
Bunlar sadece yönetim değişikliğidir.
Bunlar bir zincir oluşturmuyor mu? Mesela Soros'un deste-
ği ile birlikte. . .
Bunların birbiriyle alakası yok.
Peki bunlara dışarıdan müdahale yok mu?
Dışarıdan müdahale her zaman vardır. Ama her zaman ba­
şarılı olamaz.
Olanlar sadece kendi iç dinamiklerinden mi kaynaklanıyor?
Bunları Amerika yaptırıyor demek de mümkün değil, Rusya
yapıyor demek de . . . Bir yer karıştığı zaman birçok el olur ora­
da. Kimlerin ne kadar karıştığını bilemezsiniz.
Özbekistan'a gelirsek...
Özbekistan'da yönetim serttir. Benim aziz kardeşim İslam
Kerimov'un idare tarzı serttir. Çağı da anlamış değildir. Böyle bir
rüzgarın estiğinin farkında değildir. Özbekistan zengin memle­
kettir, bunun halka intikali olmamıştır. Fakat imar ve inşa oldu.
Ama imar ve inşa karın doyurmuyor. Halk dün birçok şeyi beda­
va tedarik ediyordu . Elektrik, su ve ev kirası yoktu. _Şimdi çalışın
kazanın deniliyor. Bu transformasyon özbekistan'da, Ukray­
na'da, Kırgızistan'da ve diğerlerinde yapılamamıştır.
Süleyman Demirel 1 57

Son olaylarda ôzbekistan'da İslami hareketlerden bahsedil-


di. Bunun yanı sıra farklı yorumlar da yapıldı. Siz nasıl değer­
lendiriyorsunuz?
Ekonomi düzgün ve idare iyiyse radikal hareketler çoğu za­
man başarıya ulaşamaz. Bu ülkelerin hepsinde bir olay var.
Marksizm dini kaldırmaya çalıştı. Aslına bakarsanız, ibadeti
kaldırdı, ama bir Ahmet Yesevi orada, Nakşibendi orada, Tir­
mizi orada, Buhari orada. Ben bunların idarecilerine dedim ki,
bakın yeni nesil size soracaktır bunlar kim diye .. Bunlar is­
lam'ın dev adamları. Onlara dedim ki, bu işe dikkat edin. Çün-

kü dinsiz millet olmaz. Nitekim Rusya kısmında kiliseler hare-
kete geçmiş. Ama buralarda bu işi yapacak adam kalmamış.
Taşkent Müftüsü okumuş gelmiş, ama Libya'da okumuş. Aslın­
da İslam'ın asıl merkezi Fergana Vadisi'dir. Fergana Vadisi, Af­
ganistan'da Taliban'dan çok etkilendi. ABD'nin Rusya'ya karşı
dini kullanması ters tepmiştir. Özbekistan diğer merkezlerden
daha hassastır. Çünkü İslain'ın önemli merkezleri Buhara, Se­
merkant vesaire Özbekistan dahilindedir.
Fakat bizim bu coğrafya ile irtibatımız giderek zayıflıyor.
Milletlerin hayatında 1 0- 1 5 sene çok önemli değildir. Bizim
bu ülkelerle 1 00 senedir irtibatımız kesilmiş. Ama örtü kalkın­
ca bu ülkeler geldiler birbirine sarıldılar. Bu muhabbet devam
edecektir. Kerimov, bizim onlara yönelik desteğimiz hususun­
da çok yanlış hareket etmiştir. Türkiye'den kuşkulanmıştır.
Şimdi elindeki güçlerle bu olayları bastırıp bastıramayacağı
belli değildir. Çok kan dökülmüştür ve bu kadar kanın dökül­
düğü hallerde o idarelerin iş başında kalması güçtür. Bir yerin­
den bastırsa, diğerinden patlak verir. Fakat Kerimov sonrasın­
da burada ne olacağı belli değildir. Bu diğer ülkeleri de etkile­
yecektir. Ortaasya'da sükunet devam etmemiştir. Onun için
önümüzdeki günleri iyi görmüyorum.
Putin'in . Rusya'sı son derece sessiz görünüyor.
1 58 islamköy'den Türban Karşıtlığına

Rus milliyetçiliği ne Kafkasya'dan, ne de Ortaasya'dan elini


çekebilir. Bu ülkeler ayakta duramazsa müdahale edecektir.
Onun içindir ki, biz çırpındık ayakta dursunlar diye. Bugün
açılan Bakü-Ceyhan boru hattı da bunun sonucudur. Burada
bir taraftan Rusya, öte yandan Çin ve bir de Batı var. Onun için
bir güç oyunu olacaktır. Yani dengeyi buluncaya kadar.

DERİN DEVLETİ KENDİMİZ YARATMIŞIZ


Bir önemli tartışma başlattınız. Derin devlet konusu. Sayın
Cumhurbaşkanı uyarı mı yapıyor diyenler oldu. Genelkurmay
Başkanı, konuşma metninde sizin derin devlet tarijinizi eleştir-
di. Niye derin devlet tartışması başlattınız?
Bu söylediklerimin gelecekle alakası yok. Geçmişle alakası
var. Benim sözlerimin hepsi geçmişe ait. Türkiye'de bir gerçek
var. Ülke yönetilemez hale gelince üç defa müdahaleye maruz
kalmış. Bunlar haklıdır haksızdır tartışması yapmadım. Kimse
iç tüzüğün 35. maddesini tartışmaya yanaşmıyor. Asker müda­
hale edince alkışlıyor. Böyle bir yerde demokrasiyi yaşatmak
kolay değil. Ben bunları tartıştım geçmişte. Gelecekte demok­
rasi istiyorsanız sahip çıkın diyoruz.
Bir tehlike mi görüyorsunuz?
Türkiye'yi böyle yıkılacakmış gibi, göçecekmiş gibi neredey­
se uçurumun kenarındaymış gibi görmeye hiç razı olmadım,
bugün de değilim. Ama bu trafik kazası her zaman sizden do­
layı olmaz. Karşı tarafın hatasından dolayı da olur. Bende ne
hata vardı l 980'de. Geldi adam elimden aldı, elimi kolumu kır­
dı. Trafik kazasının sebebi oydu. Buradan söyleyeceğimiz şey
şudur. Demokrasiye sahip çıkın. Ortalık biraz bulanınca asker
gelsin diye başlıyorsunuz konuşmaya. Derin devleti biz kendi­
miz yaratmışız.
· Süleyman Demirel 1 59

YARARIANilAN KAYNAKLAR
Zaman Gazetesi, 27 Ağustos 2000, Edip Ali Yawz, Son İmparator
www . tsip l 9 74.com, Cumhur Erdin, Türkiye'de Gericiliğin
Tarihsel Gelişimi

Radikal Gazetesi, l 1 - 1 2- 1 3 Eylül 2005, Murat Yetkin, 1 2 Eylül'ü


Demirel Anlatıyor
Hayat Dergisi, l O Aralık l 964, Sayı: 52 'Yeni Muhalefet Lideri:
Süleyman Demirel'
www . cankaya.gov.tr

Cumhuriyet Gazetesi, 3 Mayıs 2006, İlhan Selçuk, Dindar:


Demirel, Dinci: RTE
Radikal Gazetesi, 4 Mayıs 2006, Hasan Celal Güzel, 'Beye­
fendi'nin Halleri'
NTV, l 6 Kasım 2005, Basın Odası, Süleyman Demirel: İki
Devlet Var
www .yenimesaj .com.tr, Mehmet Emin Koç, Morrison Sü­
leyman'ın Şahsında Kime Hizmet, Kime Kısmet!
Türksolu, l 8 Temmuz 2005, Sayı: 86, 'Kırk Yıllık Morison
Süleyman, Kuvayi Milliyeci olur mu?
F A r k l ı -� ı r A d l � I le t ::11 n LA r_

A k i s K i t a p w w w . a k i s k i t a p . c o m

You might also like