You are on page 1of 441

H Ü R R İYET YAYI NLARI 62

YAŞANTI DİZİSİ 6

ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM


Cemal Gramla - Turhan Gürkan
Yayın hakkı (Copyrlght) Hürriyet Yayınlan
Birinci baskı Kasım, 1 973
Kapak düzeni FiRUZ AŞKIN
Dizgi - baskı Sıralar Matbaası
Cilt Aytaç Kırma ve Cilt Atelyesl
Atatürk:ün
u,agı
-

idim
Anlatan C E M A L G R A N D A
Yazan T U R H A N G Ü R KAN
Y A Ş A N T I D İ Z İ S İ

1) GEÇMİŞTE YOLCULUK
M ebrure Alevok ( Bitmişti r.)

2) GELİBOLU GÜNLÜGÜ
General lan Hamilton

3) 365 GÜN

Dr. Ronald J. Gl asser

4) KANSIZ GİYOTİN
Rene Belbenoit

5) CUMHURİYETE KAN VERENLER


N. \ Ekici D. Bayladı M . Alptekin

6) A T ATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM


Cemal Gra nda

Hazırlanan :

SATILIK İPİM
Mahmut Saim Altındağ
Ö N S Ö Z

Yemyeşil Yalova sırtlannda emekli ikramiyesiyle yap­


tırdığını minicik bahçeli evimde ömrümü tamamlarken, Bü­
yük Atatürk'e ilişkin oniki yıllık hizmet yıllarım da bir si­
nema şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyor. Bu eşsiz insanı
yakından tanıdığım, O'na geceli gündüzlü hizmet. ettiğim
için de kendimi Dünyanın en şanslı insanı sayıyorum. Bir
daha Dünyaya gelmiş olsaydım eğer, yine Atatürk'ün hiz­
metkarı olarak yaşamayı ve kalmayı isterdim. O'nun ya·
kınında, O'nun yanında yeniden yaşamak, yaşayabilmek, ne
yüce bir şey olurdu benim için.
Kamarotluktan, aklımın kenarından bile geçmeyen bir
işe, yani Atatürk'ün hizmetkarlığına gelişimin ilginç bir öy­
küsü vardır: 1910 yılında İzmir'in Salihli ilçesinde Dünyaya
gelmişim. Başkomiser Mustafa Kamil Efendi'nin oğluyum.
Küçük yaşta Bursa'ya gitmiştik. Hoca Ali Zade Mektebi'nde,
Bursa Sultanisi'nde, sonra yine Hoca Ali Zade Mektebi'nde
okudum. Onbeş yaşımdayken ailece Istanbul'a geldik. Kan ­
dilli'de oturuyorduk. O zamanlar Seyrüsefain (Devlet De­
nizyolları) İdaresi'nde kamara şefi olan komşumuz Hüseyin
Kip, beni gemilere yazdırdı. Henüz çocuk denecek yaşta,
kısa pantolonlu, tüysüz bir çırak olarak işe başladım. İlk
görevim, Karadeniz, Akdeniz seferini yapan Reşitpaşa Va­
purunda stajyer kamarotluktu.
12 haziran 1926'da seyyar sergi haline getirilen Kara­
deniz Vapuruyla Avrupa limanlarında uzun bir geziye çık­
lııı:ı. Üç ay beş gün süren bu gezi sırasında; Cezayir, Bon,
Barcelona, Cebelitarık, Tanca, Londra, Hamburg, Elbe ka­
ııalıyla Stockholm'a geçtik. İsveç, Norveç, Hollanda limanla­
rını dolaştıktan sonra Leningrad'a gittim. Rus Çan'nın Sa­
rayını, müzeleri gezdim. O devirde Rusya'da cami ve kili­
seler açıktı. Dönüş; Anvers, Marsilya, Napoli, Cenova, Ça­
nakkale yoluyla oldu. 5 eylül 1926'da Istanbul'a döndüm. Ay­
nı işletmede kamarot olarak çalışmağa başladım.
Karadeniz Vapurunda iki İtalyan metrdotel vardı. Birinin
adı Giovanni, öbürününkü Fontana idi. Çok şık giyinen
metrdoteller o dönemde ayda bin lira para alıyorlardı. Öyle
ki, günde üç kez elbise değiştirdikleri bile oluyordu. İşte bu
İtalyanlar bende önüne geçilmez bir heves uyandırmışlardı.
Onlara imrenerek garsonluğu seçmeğe karar verdim mes­
lek olarak.
Atatürk'ü o zamana kadar hiç görmemiştim. Yalnız bir
keresinde Karadeniz Vapuruyla geziye çıktığımızda bir tel­
siz gelmiş, Atatürk'ü Bandırma'ya götürmemiz istenmişti.
Geri dönüp Mudanya'dan Atatürk'ü aldık ve götürüp Ban­
dırma'ya bıraktık. Gerek Mudanya'da gemiye binerken, Ban­
dırma iskelesine çıkarken filikaların arasından uzaktan kor­
ka korka seyretmiştim. O'nun hizmetkarı olacağım o zaman
aklımın ucundan bile geçmemişti. Biri çıkıp ta o an bunu
bana söylemiş olsaydı, karşımdakine her halde çıldırmış gö­
züyle bakardım.
Soyadımı çok kimse garip bulup, bunun anlamını öğre'.1-
mek istediği için burada değinmeden geçemiyeceğim. Soyadı
Kanunu çıktığı zaman herkes beğendiğini alıyordu. Bunla­
rın içinde çok yerinde olanlar olduğu gibi, çok acayipleri de
vardı. Ben de gemilerde ikinci direk anlamına gelen <<mes­
lekten» bir soyadı seçtim ve (Granda)yı aldım. Gençlik yıl­
larında olduğumuz i çin hepimiz o dönemin bir sinema yıl­
dızına aşıktık. Yıldızları paylaşmıştık adeta. Benim ünlü
yıldız Karmen Miranda'ya aşık olduğumu bilmeyen yok gi-
biyeli. Hiç olmazsa alacağım soyadı, sevgilimin adıyla ka­
fiyeli olur diye düşünmüştüm. Her ay Tayyare Piyangosu
alıyordum. Kazanıp milyoner olacak, gidip Miranda'yı ala­
caktım. Böylece (Granda) soyadı yerleşip kaldı bende.
Büyük Atatürk'ün hizmetine girdiğim 3 temmuz 1927'den,
ölümü olan 10 kasım 1938'e kadar yanında geçen oniki yıllık
dönemde anılarımdan hatırda kalabilmiş olanları 1947 yazın­
da not etmeğe başladım. Bunların bir yapıt haline gelebi­
leceğini doğrusu ya düşünmemiştim. Atatürk'ün hizmetkarı
bulunduğum yıllarda, Falih Rıfkı Atay'ın Hakimiyeti Milli­
ye Gazetesinde çıkan Samsun - Ankara demiryolunu anlatan
«Beş Yıllık Tren Tarihi» adlı bir yazısını okumuştum. Bu
yazarı pek sevmezdim, fakat yazısı hoşuma gitmişti. Akşam
sofraya geldiğinde «Bugünkü yazınız çok güzeldi,» demek­
ten kendimi alamadım. Ruşen Eşref Ünaydın da yanınday­
dı. Hiç beklemiyordum, birden «Sen de yazarsın istesen.�>
dedi. Şaşırmıştım. «Nasıl yazarım?» diye sormuş bulundum.
�Konuşuyorsun mademki yazarsın. Böyle konuştuğun gibi
yaz.» dedi. İşte bu anıların hazırlanmasında, Falih Rıfkı
Atay'ın o günkü sözlerinin verdiği cesaretin de rolü
olmuştur.
Atatürk'ün yakın arkadaşlarından Kılıç Ali'nin de bıı
anıların yazılmasında etkisi olmuştur. Atatürk'ün ölümün­
den sonra Kılıç Ali'yi Nişantaşı'ndaki evinde ziyarete git­
miştim. Yazı yazıyordu. Elindeki yazıları işaret ederek,
«Cemal, bu yazı 1926'daki Büyük Nutku,» dedi. «1926 değil,
1927'dir,» diye düzelttim. Dikkatim hoşuna gitti. <<Sen de
yazsana hatırladıklarını,» demez mi. Sonra elindeki ufak ka­
ğıtları göstererek, «Notlarını böyle ufak kağıtlara yaz, son-_
ra onları genişletirsin,» dedi. İki ufak not defterine aklıma
geldikçe karaladım.
Atatürk'ün ölümünden sonra çok sıkıntıya düşmüş, üzün­
tülü günler yaşamıştım. Sekizyüz lira emekli aylığıyla ay­
rıldığım son işim Denizcilik Bankası'nın Termal Oteli Mü­
bayaa Memurluğu'na gelinceye kadar başımdan hayli şey
geçmişti. Istanbul'da bir işte tutunamıyordum. Sonunda
Atatürk döneminin Cumhurbaşkanlığı Genel Sek.reteıi Ha -
san Rıza Soyak'a gidip, başıma gelenleri anlattım ve bana
bir iş bulmasını istedim. Zonguldak, Etibank Ereğli Kömür
İşletmeleri İdare Amirliği Servisi'ne girmem, i şte Soyak'ın
aracılığıyla olmuştur. Orada Dair.eler Müdürü olan kardeşi
İhsan Soyak'a telefon edip beni Zonguldak'a yolladı. Göre­
vim kırka yakın yapının kontrolu, bekçi ve odacıların giyin­
meleri ve temizliğe uymalarını sağlamaktı. Çok boş zama­
nım oluyordu.
Bir gün aklıma geldi. Oniki yıl Atatürk'ün yanında kal­
dlln . O'na değinen anıları kafamda toparlayıp, şöyle ufak
ufak birer sayfa yazsam hem gecelerim boş geçmemiş olur,
hem de ilerde bir yarar sağlar diye düşündüm. Ve başk. -
dım yazmağa... Eskiyi hatırlamak kolay değildi. Bir sayfa
yazınca külçe gibi oluyordum. Onbir ayda 210 sayfa yazı
yazabildim. Böylece bu kitabın özü olan notlar ortaya çıktı.
1959 yılında Şehir Gazetesi'nin yazıişleri müdürü olan
Kemal Onan (Con Kemal) bu yazıları gördü ve yayınlamayı
istedi. O sıralarda Turhan Gürkan'la tanıştım. Günlerce otu­
rup, bazen gaz.ete idarehanesinde, bazen Nuruosmaniye'de­
ki İkbal K.ıraathanesi'nde notları birer birer elden geçirdik.
Böylece Atatürk'e ilişkin anılarım, Turhan Gürkan'ın kale­
miyle ilk kez 1959 yılında halkın önüne çıktı. Anılann ge­
nişletilmiş ilk hali 4 mart - 31 mayıs 1959 tarihJeri arasında
yayınlandı. Bunların içinde unutulanlar vardı. Sonradan ya­
pılan eklerle 432 sayfalık bir yapıt çıktı ortaya.
Çok zorluk içinde yazdığımı hatırladıkça üzülüyorum
Normal kafayla ve zamanında yazabilseydim, çok daha iyi
sonuç alınabilirdi bu kitaptan. Hayatta çok hırpalandım. Bu
da zekayı etkiliyor. Sonradan hatırlayabildiklerim işte
önünüzde.

CEMAL GAANDA
BAŞLARKEN

Bu kitabın içinde Atatürk'ü <<İnsanüstü bir varlık»mış


gibi değil de, yalın, açık bir dille, yüreklilikle «bizim gibi
bir insam olarak anlatan Cemal Granda'nın anılarını bula­
caksınız. Atatürk'ün tam oniki yıl buyruğunda çalışmış, hiz­
metini görmüş, o dönemin tüm gerçeklerini O'nun ağzından
dinlemiş, sofrasını kurup kaldırmış, yalnızlık anlarında der­
dine ortak olmuş bir adamın kelimesine dek not edilen ta­
rihe geçecek anılan bunlar.
Cemal Granda'yı 1959 yılında tanıdım. Bu yanık yüzW,
yılların yükünü ve acısını üzerinde taşıyan temiz yürekli iç­
tenlik dolu adamla görür görmez kaynaştık. İçtenlikle an­
lattığı anıl8l', içimde büyük yankılar yarattı. Atatürk'ün bi­
linmeyen yönleriyle en iyi şekilde bu anılarla anlatılabile­
ceği inancıma o da katıldı. El büyüklüğündeki bir deftere
kaydettiği notlar, büyüye büyüye bu kitabı oluşturdu. hk
haliyle 4 mart - 31 mayıs 1959 tarihleri arasında Şehir Gaze­
tesinde «Atatürk'ün Sofrasıl> başlığı altında yayınlanan bu
anılan sonradan geliştirip, büyük hacimli bir kitap halinde
oluşturmak geldi aklımıza. Yeni anılar da katılarak hazır­
lanan kitap, yayınevleri tarafından <Uşağın ne sözü olabilir
ki» gerekçesiyle bir türlü ciddiye alınmak istenmedi ve ger­
çek değerini de bulamadı. Oysa uşağın çok sözü vardı bu
konuda söyleyecek.
Atatürk hakkında yerli ve yabancı dilde binlerce kitap,
onbinlerce makale, bir o kadar da anı yazılmıştı. Dış ül­
kelerde bile yüzlerce kitap yayınlanmıştı. UNESCO, birçok
dilde Atatürk'le ilgili yayına yönelmişti. En büyük yazarın­
dan en küçüğüne dek yerli ve yabancı binlerce kalem,
Atatürk'ü anlatmak için sanki yarışa girmişti. Çocukluğun­
dan başlayarak, devrimci yönleriyle Atati,irk çeşitli görüş
ve düşüncelerle kitaplıklan doldurmuştu. Yalnız ölümü üze­
rine yazılanlar bile koskoca bir kitaplık ederdi. Ama O'nun
özel yaşantısına pek az yer verilmişti. Oysa yepyeni bir
Türkiye yaratan, çağ kapatıp çağ açan bu büyük adamı an.
latmak, yeni yetişen kuşaklara duyurabilmek için O'nw.n
nasıl yaşadığını, özelliklerini de en ince noktalanna dek
bilmek gerekiyordu.
Atatürk'ün yakınları, arkadaşları, Zaferi beraber ka­
zandığı, Cumhuriyeti beraber kurduğu, Devleti beraber yö­
nettiği kimseler de zaman zaman O'na ilişkin anılannı ya­
yınladılar. Özel yaşantısını --derinliğine inebildikleri oran-­
da- anlatmağa çalıştılar. Ama bunların çoğu eksik, birbi­
rini bütünlemekten uzak, belirli bir yol izlemeyen parça
parça anılardan ileri gidemedi.
Geçen yıllar Atatürk'ün yaşantısını filme almak isteyerı
yabancı filmciler, seçtikleri yüzlerce kitap arasında O'nun
özel yaşamına ilişkin birşeyler aramışlar, ancak böyle bir
bilgiyle senaryolarının gerçekçi bir hava taşıyabileceğini
söylemişlerdi. Ancak ne yazık ki, onların istedikleri yeter­
likte derli toplu bir yapıt bulunamamıştı.
Atatürk'ü daha iyi tanıyabilmek, anlayabilmek için O'nu
tüm yönleriyle öğrendikten başka, özel yaşamına da eğil­
mek gerekti. Atatürk nasıl bir insandı? Yirmidört saatini
nasıl doldurur, ne yer, ne içerdi? Nasıl çalışır, ne zaman
uyur, hangi arkadaşlarını üstün tutar, sakin ve sinirlilik za­
manlarında ne yapar, kimlerle olmaktan hoşlanır, gezilere
kimlerle çıkardı?
Şakaları, öfkesi, sitemi, kuşkusu, sevgisi, nefreti nasıl
olurdu? Hangi kitabı okur, hangi müziği dinler, hangi renk-
!eri, mevsimi.eri sever, hangi içkiyi kullanırdı? Evlilik yıl­
ları çok kısa süren Atatürk'ün kadınlar karşısında tutumu
neydi? Atatürk'ün, yaşamına girmiş kadınlar var mıydı?
Cumhuriyet'in ilk yıllanndan ölümüne dek Atatürk'ün
değindiği insanlar, Atatürk'ü ziyaret eden yabancı devlet
adamları ve hükümdarlarla yapılan görüşmelerin kitaplara
geçmemiş en gizli yönleri, Atatürk'ün manevi evlatları,
Atatürk'e ilişkin bilinmeyen fıkralar ve birçok saklı kalmış
gerçekler.
Bunları eksiksiz, hiç bir etki altında kalmadan yazabil­
mek için gece ve gündüz her an Atatürk'ün yanında bulun­
mak, yataktan çıkışından yatağa girişine dek bir gölge gibi
peşinden gitmiş olmak gerekti. Atatürk'ün <<(:elebi»si Cemal
Granda, bunları gerçekleştirebildi mi? Bu sorunun karşı­
lığını, kitabı bitirdikten sonra verebileceğiz.
Atatürk'ün görevine ilk girdiğim an, O'na ilişkin anıları
not ederek saklamak, ilerde Türk Tarih i yazacak tarihçile­
rin eline bir belge vermek istediği halde, Dolmabahçe Sa­
rayı'na şvester (hizmetçi) olarak alınan Alman kadını (Ha­
vuzdame)nin tuttuğu notlar yüzünden kovulduğunu görün­
ce, aynı akıbete uğramamak için anılarını herkes uyuduk­
tan sonra gizli metodu ile not eden ve bunları yıllar sonra
yazıya döken Atatürk'ün çok sevdiği ve kendisine en yakın
tuttuğu adamla birlikte koskoca bir çağı yaşayacak, onun1a
birlikte heyecanlanıp, duygulanacaksınız.
Bu kitapta merakla okuyacağınız anılar yüzde yüz doğ­
ru olup, basit bir hizmetkarın görüş açısından içtenlikl.e ka­
leme alınmıştır. Şimdi sözü tam oniki yıl hizmetini görmüş,
Atatürk'ün «Çelebi»si Cemal Granda'ya bırakıyoruz.

TURHAN GÜRKAN
SARAYA ÇAGIRILDIM

1927 y ı l ı n ı n güneş l i bir temmuz günüydü. O zaman


ş i mdiki Dış Hatlar İşletmesi olan Sultan Aziz zamanında
kurulmuş Seyrüsefa in İdares i'nde çal ışıyordum. Henüz on
yed i yaşı nda, ince, zayıf, içi hayat ateş iyle dolu bir genç­
tim. Bu idareye tam üç y ı l önce , henüz çocu k denecek
yaşta, kısa pantolo n l u , tüysüz b i r ç ı rak o larak girmiştim.
O zamanlar ço k çal ı şkandı m . Kendimi i ş e verdim m i , ba­
ş ı m ı zor ka l d ı rırdım . Bu hal amirleri m i n de di kkatini çek­
miş olacak ki , çok geçmeden karş ı l ı.ğ ı n ı görmekte gecik­
med i m . B i r gün müdüriyetten çağırıp:
- « Seni Saraya göndereceğiz, hazır ot, .. dedi ler.
Heyecandan az daha yüreğ i m ağzıma gelecekti . Önce
pek iyi anlayamamıştım ama, bi rkaç dakika sonra Atatürk'
ü n hizmetine gireceğimi sezi nlemişti m . Heyecan ı m bun­
dan i leri geli yordu. Saraya gönderileceği m i hemen arka­
daşlarıma açtım.
Kimi:
- " Çok sert adam . . .
Kimi :
- ·Gece hizmeti çok zor . .. diye maneviyatımı bozu­
yor, beni caydı rmağa çal ışıyor, sonra da:
14 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

- · Sen b i l irs i n , yine de istersen g it, .. d iyorlard ı .


O gece uykum kaçt ı . Kendi kend i m e :
- • Haydi Cemal , • diyordum. · Göster kend ini. Tal i h
kuşu i nsan ın başına b i r kere konarmı ş . B u herkese nas i p
o l maz. Senin şansı n varmış k i , böyle büyük b i r adamın h iz­
metine çağrı ldın. Apta l l ı k etme. Bunlar seni kıskandı kla­
rı için böyle konuşuyorlar,• diyordum .
Ertesi günü sevinçten kabı ma s ığam ıyordum. Aynı za­
manda içimi de heyecanla dolu büyük bir korku kaplamış­
tı. O'nun karşısında i l k anda bi r pot kırarsam, diye düşü­
nüyordum. Ne yapard ı m o zaman ?
Günlerden 3 temmuzdu. O gün yeni görevime başla­
yacaktım. O zaman çok ünlü olan Galatasaray'daki Trink
M ağaza's ından bana güzel bir smok i n , rugan pabuç al­
mışlard ı. Bunaltıcı sıcağın etkisiyle smokinin içinde bu­
ram buram ter döküyordum. Fakat bu k ıyafet içinde o ka­
dar ş ıktı m ki . . .
Atatürk, benden iki gün önce 1 temmuz cuma günü
lstanbul'a gel ip Dolmabahçe Sarayı 'na yerleşmişti . İşte
beni Atatürk'ün hizmetini göreceğim bu saraya götürüyor­
lard ı.
O zaman kamara am irimiz olan, daha sonra da Devlet
Denizyol ları Başmüfettiş l i ğ i'nde bulunan Muzaffer Bey'le
rıhtımda bekleyen Çankaya motoruna bindik. Gözleri mi
kapıyor, Atatürk'ün yanında geçi receği m günlerin hayali­
ni kuruyor, sonra bi rden M uzaffer Bey'in sesiyle daldı ğ ı m
hayal aleminden uyanıyordum. Muzaffer Bey, • Çocuğu m ,
şimdi seni Saraya götürüyorum . Orada çok d i kkatli ol man
laz ı m , • diyerek öğüt veriyordu.
Can kulağı i le M uzaffer Bey'i d i n l iyor görünmeme
rağmen, akl ı m çok daha başka yerlerde idi. Yine onun
öğütl eriyle i rkilerek kurduğum hayal evreninden aşağı i ni­
yordum.
- · Orada her ne görürsen, duyarsan , gördüğünü
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 15

görmemezlikten , işittiğini işitmemez l i kten ge leceks i n .


Senin için çok i y i olur.•
M otorumuz, Boğaz'ın mavi suları n ı yararak Dol ma­
bahçe Sarayı'na yanaştı . R ı htıma ayak bastığ ı m ız zaman
heyecanım son haddini bul muştu. Hayatta çok şaşırtıcı
olaylarla karşı laştım. Atatürk ün hizmeti nde tam on i ki y ı l
boyunca çeşitl i olaylarla karşı karşıya geldim. Fakat h i ç
b i rinde O'nunla i l k karşı l aştı ğ ı m ve bana i l k seslenişi an­
ları n ı unutamadım .
Atatürk, duyduğuma göre padişahların oturduğu sa­
raylarda oturmağa önceleri h i ç niyetl i değ i l miş. Hatta kız­
kardeşi Makbu le Atadan ağabeysini m i safi r etmek i ç i n
Kuruçeşme'dekl evi baştan aşağı s i l ip süpürmüş, O'na
lay ı k bir hale getirmeğe çal ışmış. Kurtuluş Savaşı'ndan
sonra ilk kez geldiğ i lstanbul 'da, ilk gün Dolmabahçe'ye
merasim icabı uğramış. Makbu le Atadan , hem kendisini
karşı layıp, hoş geldin demek, hem de evine götürmek üze­
re Saray'a gittiğinde sevinç içinde gördüğü Atatürk'ün bir­
den keyfi , neşesi kaçıvermiş. O s ı rada kendisine bir mek­
tup getirmişl er. Mektubu yazan ·Sarayda oturmağa hak­
kın yok,• d iyormuş. M ektubu da ·bak , hain ne yazm ış.
imzasını bile atmam ış, .. diye kı zkardeşine uzatmış. Son­
radan M akbule Atada n : · Ağabeyimin Saray'da kal masına
sebep olan bu mektuptur. Çünkü Saray'da kalmağa niyeti
yoktu. i l k gün merasimden sonra bize gelecekti. Bu gibi
tehditleri hiç sevmez, sin i rlenird i ,• demişti .
Atatürk, lstanbul'a, Deri nce'den bi ndiği Ertuğrul ya­
tı i l e gelmiş, görü lmemiş bir karşılama töreni yapı l m ı ştı.
Dolmabahçe Sarayı'na çıkınca da büyük merasi m kapıs ı­
nın arkas ındaki salonda lstanbul'un her sınıf halkının tem­
s i lci lerini kabul etm iş, • Hoş geldiniz , D diyenl ere verdiği
tarih i cevapta : • A rtık bu Saray Tanrı'n ı n yeryüzündeki
gölgelerinin değ i l , gölge o lmayan, gerçek olan m i l l etin
Sarayı 'dır. Ve ben burada m i l letin bir ferd i , bir misafi ri
16 ATATÜRK'ÜN UŞACll iDiM

olarak bulunmakla bahtiyarım , • demişti. Atatürk, bir daha


Dolmabahçe'den ayrı l madı. l stanbu l 'a her gel işinde ora­
da kaldı . Hayata da orada gözlerini yumdu.
Seyrüsefain İdaresi ' nden beni m l e beraber Saray'a
Rüknettin ve Vus 'at ad ı nda i ki arkadaş daha i stemişlerd i .
Fakat onlar Atatürk'ün hizmetçisi olamad ı lar. Saray'da ka­
lıp Yaverlikte ( Kalem-i M ahsus) çal ıştı l ar. Atatürk, An­
kara'ya dönünce iki arkadaş denizyo l larındaki eski işleri­
ne başladılar.
Ne tuhaf! Hayatında hiç saray, hatta m üze bile gez­
memiş olan ben , o gün doğma büyüme bir sarayl ı gibi çev­
reme bakmadan çal ı m la dimdik yürüyordum. Muzaffer Bey
önde, ben arkada, o zaman özel ka lem m üdürü olan, son­
radan umumi katipliğe yükselen Atatürk'ün mahremiyeti­
ne kcıdar girenlerden biri olan H asan R ıza Soyak'ın karşı­
sına çıktık.
Atatürk'ün en güvendiği i nsanların başı nda geldiğ_ i ni
zamanla anlad ı ğ ı m Hasan R ıza Soyak, ad ı m ı .. yaşımı so­
rup, Sal i h l i l i olduğumu öğrendi kten sonra zile bastı, Baş­
sofracı İbrahim ( Ergüven) Efendi 'yi çağ ı rd ı . Beni tesl i m
alan başsofracı da koridorlarda yürürken aynı soruları so­
ruyor, nerel i , kim olduğumu, bundan önce nerelerde ça­
l ıştığ ı m ı öğreniyordu.
Böyl ece Saray'ın H arem kısmına şimdiki adıyla Hu­
susi Da ire'ye geldik. Ben i m de böylece Saray hayatı m
:başlamış oldu.
AÇINIZ PERDELERİ

CUM HURİYET dönemi nde lstanbu l'a ilk kez gelen


Atatürk'le i l k karş ı l aşmamız burada o l d u . Atatürk'ü o za­
mana kadar hiç görm em işti m . Ya l n ı z b i r keresinde, Kara­
·deniz vapuruyla geziye ç ı ktığım ızda b i r te lsiz gelm iş, Ata­
türk'ü, Band ı rma'ya götü rmemiz istenmişti . Geri dönüp
Mudanya 'dan Atatürk'ü a l d ı k ve götü rüp Band ı rma'ya bı­
raktık. Gerek M udanya 'da gem iye b i nerke �. gerekse Ban­
<lırma iskelesine i nerken f i l i kaların aras ı ndan korka korka
·gizl i ce seyretm işti m . O'nun hizmetkarı o l acağım o zaman
a k l ı m ı n ucundan b i l e geçmem işti . B i ri çıkıp ta o zaman bu­
nu bana söylemiş o lsayd ı , karş ı mdakine her halde ç ı l d ır­
mış gözüyle bakard ı m .
Vaktiyle Son Hal ife Abdü l mecid Efend i'n i n yemek sa­
'Jonu olan bu daire gayet güzel döşenmişti . Bütün mobi l ­
-y a la ke i d i . Hereke kumaşından ağı r , çiçekli perdeler yer-·
lere kadar i n iyord u . Ortada çok güzel süsl enm i ş b i r sof­
:ı-a vard ı . İbrahi m , N uri ve ben, Atatürk' ü n salona gel me­
"S i n i bekl iyorduk. Saat 1 4'e doğru kızkardeşi Makbule Ata-
1:1an , manevi kızlarından Rukiye, Sabi ha, Zehra H a n ı m l arl a ,
:üçüncü katip Tevfik Bey ol duğu halde yukarı odayı salona
F: 2
18 ATATÜRK'ÜN UŞA�I İDiM

bağlayan merd iven lerden i nd i . Dimdik ayakta duran Ata­


türk:
- a Açınız perdeleri , • d iye seslendi .
Atatürk'ün· ağzından duyduğum i l k ses işte budur. He­
men koştum ve perdeleri açtım. Salon aydı nlandıktan son­
ra Atatürk sofraya otu rdu . Yan ındaki ler de yerl erini al­
d ı l ar.
O gün büyük bir d i kkatle Atatürk'ün nası l yemek ye­
d i ğ i ne baktığım için yemek l istes i o lduğu gibi akl ı mdadır.
i l k yemek güzel bir ordövr, i ki nci yemek püre li tavuk,
üçüncü kuşkonmaz, meyva olarak ananas kompostosu bu­
lunuyordu.
Boğazına düşkün olmayan Atatürk, çoğu kez yoğurt,
ayran, bir d i l i m ekmek yerd i . Ku rufasulye, p i l av ve gülre­
çel i n ı severd i . Akşam sofrasında rakıyı tuzlu leblebiyle
i çer, konuklar g ittikten sonra mutfağa inip ahçı Recep Us­
tanın ocakta hazır tuttuğ u kurufasulye ve pilavdan iştahl a
yerd i . Sofrada soğan, sarmısak, sucuk, pastırma g i b i ko­
ku lu yiyecekler bul unduru lmamasına dikkat ederd i . Beyaz
peyni ri bile, midede ekşime yapar diye istemezdi .
i l k gün Atatürk'ün bütün hareketlerini d i kkatle izle­
d i m . Yemekten sonra, önce Harem Dairesi ' n i n üstüne çık­
m ı ş , sonra bütün Saray'ı dolaşmış. akşam üstü de Söğüt­
lü yatıyla Boğaz'da gezinti yapmıştı .
Gezintiden sonra sofra fasl ı başl ıyor ve çok geç saat­
l ere dek sürüyordu. içki l i olan akşam yemeklerinde yakı n
arkadaşları, Kabi ne üyel eri de hazır bulunuyor, birçok
memleket meseleleri burada hallediliyordu. Sofrasına be­
l i r l i mes leklerdeki eski- dostları ve s i l a h arkadaşlarından
başka, b i l i m , sanat, ticaret, endüstri dünyas ı n ın tanınmış
kişi lerini top l uca çağırdığı da ol urdu. Bu h a l . 1 938 y ı l ı ha­
ziranına dek, yani hastal ı ğ ı kendi si ne değişik bir yaşayı­
şı zorunlu k ıl ıncaya kadar sürüp gitti.
Saray'a daha doğrusu Atatürk'ün h izmetine g i re l i on
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 19

beş gün olduğu halde Atatürk, o güne kadar bir kez bile
<fönüp yüzüme bakmamış, kim olduğumu da sormak gere­
ğini duymamıştı . Önceleri önemsemed i ğ i m bu hal, yavaş
yavaş bana koymağa başlam ıştı . İçimi tarifsiz bir üzüntü
kaplamıştı. Tam on beş gün O'na bir .. di lsiz· gibi hizmet
etmişti m .
Ü züntüm gittikçe artıyordu . Kendi kend ime: .. sabret
Cemal . el bet bir gün konuşacak. seni tanıyacak , • diyor­
d u m . Ayrıca içimde bir korku da belirmişti : «Ya, diyor­
d u m , benimle konuşmadan bu radaki işimden uzaklaştırıl ı r­
sam ?" Ôyleya, belki h izmetim beğeni l meyebi l i r, hoşa git­
mezd i .
B u hal arkadaşlarım ı n da d ikkatini çekmiş olacak ki ,
alaylı alayl ı ,
- · Cema l , n e adını , n e d e nereden gel diğini henüz
sormad ı . Seni tanımak bile i stemiyor, D diye tak ı l d ı kları bi­
l e ol uyordu.
Onlara ne cevap vereceği m i bilemiyor, fakat gayet
tabii görünmeğe çal ışarak. · Elbet bir gün olur, adam ye­
rine korlar ve sorarlar,• diyordum .
ADiMi DEOiŞTİRİVOR'.

B İ R akşam saat 20 suları nda Saray'ın Marmara'ya ba­


kan bal konunda yirmi kadar tanınmış konuk Atatürk' le ye­
mek yiyordu. Arkamda duran Atatürk:
- .. Efend i , efendi . • diye bana seslend i .
. .

Döndüm. Hiç unutmam, e l i mde kristal rakı sürahisi


vardı .
- • Buyrun efendi m . B i r emri niz m i var Paşa m ? • di­
ye karş ı l ı k verd i m .
Cumhu riyet rej i m i n i n kurulmasına rağmen herkes
Atatürk'e 11 Paşam,• d iye hitab ederd i . Beyl i k , paşalık kalk­
tığı halde bu rıPaşaDlık, Atatürk için kalkmadı. Bu, öl ünce-·
ye dek sürdü.
O akşam ilk kez konuştuğum Atatürk'le aramızda
şunlar geçti :
- • Senin ismi n nedi r ? •
- • Cemal . •
- • Sonu yok m u bunun ? •
- •Var, Cemalettin ...
Bunun üzerine Atatürk bi rden bana doğru ilerleyerek:
- • Haaa,• ded i . c i simler Kemalettin olur, fakat Ce.-
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDİM 21

malettin ol maz. Sen yine Cemal kal . Dinin cemal i miydin.


k i , sana bu ismi koydular ? •
Aradan yarım saat geçmişti . Yemek devam ediyor­
du. Sevinçten kab ıma sı ğ mıyordum. Evet, Atatürk en so­
nunda ben i m l e konuşmuştu. Hem de uzun uzun. Ertesi
gün benim l e alay eden arkadaşlarıma anlatacağ ı m şeyleri
kafamda tasarlıyor, onlardan hıncımı alacağ ı m ı düşünü­
yordum.
Fakat Atatürk; bu.. Cemal adına tutu l muş olacak ki..
yeniden sesl endi :
- · Bu Cemaletti n ismini k i m koydu sana ? ..
Artık adamakıl l ı korkmağa başlamıştım :
- • Babam, .. diye karş ı l ı k verd i m .
- • Öyleyse baban ne adammış sen i n ! » d iye sertçe
çıkıştı . Bunun üzerine:
- • Ben babamı tan ı mıyoru m , • deyince yüzü daha da
sertleşt i :
- • Babamı tanımıyorum ne demek? Sen babasız m ı
doğdun? Baban yok mu seni n ? •
- • Ben dokuz ayl ı kken babam ölmüş ...
Atatürk üzüldüğümü yüzümden okumuş olacak ki,
birden sesini yumuşattı : • Anneni tanıyorsun ya yeter,•
dedi. Ve bi raz durduktan sonra ekled i : • Ben de babamı ta­
n ı mıyorum ya . . ...
O gece yemek sabahın beşine kadar sürmüştü . Çoğu
geceler böyle ol ur. meclisin horozlar öterken dağ ı l d ı ğ ı gö­
rül ürdü . Bu yüzden Atatürk de sabah saat beşten önce ya­
tağına g i remezd i . Saat on bi rden sonra hava serinlediği
için konuklar birer i kişer bal kondan içeri gi rmeğe başla­
d ı lar. M asanın üzerinde boşal m ı ş Di mitrokopulo şişeleri
duruyordu. O devrin en ünlü rakısı olan Di m itrokopu lodan
Atatürk her gece yarım k i lo içerd i . Mezesi de sadece tuz­
lu leblebiyd i . Ara sıra da fava denil en zeytinyağlı , l i mon­
lu bakla ezmesini istediği olurdu. En sevdiği yemekler
22 ATATÜRK'ÜN UŞA(il İDİM

arası nda kurufasu lye ve pi l av geldiğini tekrarlamak iste­


ri m .
Atatürk tekrar beni çağ ı rd ı . Yemek isteyecek sanı­
yordum. Fakat O'nun aklı hep ben i m ismi mde değ i l
m iymiş?
- aUlan, bu ismi sen m i koydun, yoksa baban m ı ?"
diye bar bar bağı rmağa başladı .
Çok korkmağa başlamıştı m . Beni m korktuğumu gö­
rünce daha fazla bağı rıyord u . Artık e l i m ayağım titremeğe
başlamıştı . Ayakta duracak hal i m yoktu. Belki daha fazla
kızar da kovu lurum diye gözünden uzaklaşmağa karar ver­
d i m . Saat üçe doğru sofrayı bı rakarak yatmağa gitt i m .
O gece sabaha dek gözüm ü uyku tutmad ı . Yattığ ı m
yerde dua ediyordum. Kabusla karışık korku l u rüyalar gör­
d ü m . Yavaş yavaş geldi ğ i m e pişman b i le ol mağa başla­
m ıştı m. Bu isim de başıma iş açıyordu galiba. Nereden
bul m uşlardı bu • Cemal ni de, bana takmışlard ı ?
Ertesi g ü n d e ayn ı korku ve heyecan içinde geçti .
Adeta akşam ol masını istemiyordum. Tek avuntum, Ata­
türk'ün akşamki olayı unutmuş olmasıydı .
Akşam yemeği n i hazırlamış, bekl iyordum. Saat yir­
m iye doğru Atatürk, arkasında Afet İnan, Zehra Hanım.
Başyaver Rüsuhi , umumi katip Tevfik Bey olduğu halde
salona gird i . Başyaver aşağı inerek öbür konukları da sof­
raya getird i . Sofraya oturmadan önce Atatürk konuklara
Arapça:
- • Faddal , • dedi ve herkes masadaki yerlerin i aldı.
aOturunuz , • ya da · buyru n , • anlamına gelen bu sözü , çok
keyifli olduğu zamanlar s ı k s ı k duyd.u ğumu h atırl ıyorum .
Sofı:ada i l k söz bana i d i :
- • Cema l , seni d ü n akşam sert sözlerle çok h ırpa-
1amıştım . Fakat Cemal'ler da i ma büyük adamlar olur. Sen
de büyük adam olacaksın.•
Sonra tarihteki ü n l üleri sıra lamağa başladı:
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDİM 23

- • Sen Cemal Paşa'yı tanı r mısın? Şehzade Cema-


lettin Efendi 'yi , Konya Çelebisi Cemalettin'i tan ır m ı s ı n ? ..
- • İs i mleri ni işittim , .. d iye cevap verd i m .
- u Bu kadarı d a yeti ş i r, .. ded i .
Yemek sürüp gidiyordu. H ava yumuşad ı ğ ı halde b i r
g ü n önce i ç i m i kaplayan korkuyu üzeri mden atamamıştım.
Her an yine o konuya döneceğinden ödüm kopuyordu. Sa­
at gece yarıs ı n ı geçiyordu . B i rden ismimle bana seslen­
d i ğ i n i duydum ve yanına koştum .
- • Cema l , senin b u i s m i n i değiştire l i m , ol maz mı?
Sen kend ine göre bir i s i m bul bakal ı m . •
Şaşırmıştı m . Daha karş ı l ı k vermeğe vakit bulamadan:
- •Ben sana isim buldu m , .. ded i . .. seni n ismin Çe­
lebi olsu n . •
Atatürk'ün çok sonral arı yine b i r mec l i ste u B i z sev­
diğimiz insanlara Çelebi deriz, ,, dediğini duymuşymdur.
O anda bütün korkum b i r bulut g i bi dağ ı l ıvermişti.
Yüzümdeki memnunluğu görünce kabul ettiğ i m i anlad ı .
Zaten kabul etmemek i ç i n h i ç b i r sebep d e yoktu. Fakat
b i r kere de iznimi al madan edemedi :
- · Güzel m i ? Çelebi adını beğendin m i ? » diye sordu.
- • Çok güzel efendi m . Siz bulduğunuza göre daha
da güzel , • ded i m .
Bunun üzerine sofradaki konuklara dönd ü :
- · Bu çocuğun i s m i bundan sonra Çelebi'd i r , • diye
herkese tanıtt ı .
Atatürk i ncel i ğ i , zarifl i ğ i kadar gönül a l masını ç o k iyi
b i l i rd i . H izmetçi lerin i n bile böyle gönlünü aldığı olurdu.
O anda Atatürk'ün bu kadar önem verdi ğ i bir adam
olmanın gururu içi ndeyd i m . Koltuklarım kabarm ıştı. O güll
Sarayda k im varsa herkese ve bütün konuklara beni yenr
gelmiş öneml i bir kişiym iş gi bi tanıtıyor:
- · Bu zatı b i l i r m i s i niz, Çelebi 'dir, .. diyordu.
Böylece Atatürk'ün serzenişlerinden , hatta bağ ırma-
24 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İ DiM

!arından kurtul uyor, üste l i k O 'nun sevd i ğ i , çağ ırı rken zevk
duyduğu bir isme de sahip ol uyordum. O günden, yani 20
temmuz 19'1.ı' den itibaren ismim • Çelebi " olarak kal d ı .
Arkadaşlar d a hala b u i s i m l e çağırırlar beni .
Sonradan öğrendi ğ i m e göre Atatürk, h izmetine g i r­
di kten b ir süre sonra, bir yakınının beni methetmesi üze­
rine i l g i lenip, o gece adımı sormuş. Ad ı m ı soruş nedeni
de şöyle: Olay gecesi nden bir gün önce Söğütlü yatıyla
Beylerbeyi Sarayına gitmiştik. Afet İnan'ın mezun olduğu
Dam de Sion ( Fransı z Kız Lisesi) öğrenci l e riyle beraber­
d i k . Kızlar kendi aralarında geti rdikleri yemekleri yiyorlar,
havuzun başı nda g ramofon çal ıyor, eğleniyorlard ı . Her
halde okulu bitirmelerini kutluyorlard ı .
H i zmet etti k diye Sörl erin biri ç ıkarıp bana o n l i ra
bahşiş vermek istedi . On l i ra da o zaman büyük para. Al­
mayı nca ısrar etti . Yine reddett i m . Kad ı n i l l e de parayı
vermek i stiyor, bu yüzden aramızda bir çekişme geçiyor­
du. Tartışmayı uzaktan gören Afet İnan :
- «Al Cemal Efend i . Al mazsan küçük düşerler. Son­
ra ayı p olur,• ded i . Ben de, adeti m olmadı ğ ı halde bahşişi
almak zorunda kaldım.
Meğer o akşam ol ayı Atatürk'e yetişti rmişler. « Kibar
h izmetçin tokgözlülük tasl ad ı . Parayı almak i stemedi . Az
kal s ı n bizi küçük düşürecekti ,• demişler. Bunun üzerine
de o güne kadar yüzüme bile bakmayan Atatürk, ad ı m ı
sormuş. Bahşiş kabul etmek istemeyişi m , anlaşılan ben i
Atatürk'ün gözünde yükseltmişti.
ANKARA YOLUND A

ATAT Ü RK' Ü N Cumhuriyet döneminde i l k kez geldiği


lstanbul 'daki tati l i yavaş yavaş sona eriyor, Ankara'ya yol
görünüyordu. Cumhuriyet Bayramında başkentte ol ması
gerekt i . Beni m niyetim Ankara'ya gitmekti . Gece hayatı
çok zord u . Dayanam ıyacağ ı m ı sanıyordum. G itmesine çok
az kal mışt ı . Bir gece sofrada ansızın sord u :
- .. çelebi Efend i , sen de bizimle Ankara'ya gel iyor­
sun değ i l m i ?»
Gelmek ister m i s i n ? diye sormuyordu. ' G el iyorsun de­
ğ i l m i ' ? d iyordu. Ne diyey i m . Atatürk'ün emirlerine hiç
karş ı durulur mu?
- « Evet Paşam , .. d iye karş ı l ık verd i m .
Fakat Çankaya'ya gitmemeyi b i r kez akl ı ma koymuş­
tum . İstemediğim yere n iye zorla gideyim ? Belki unutu r
d iye umutland ı m . Bu neden le de umumi katip Hasan R ıza
Soyak'a, ablamın ve eniştem i n lstanbul 'da otu rduklarını ,
onları bırakamıyacağı m ı , orada hastalanacak olursam ba­
na bakacak ki msem o l mad ı ğ ı n ı söyleyerek, beni Ankara'ya
götürmemelerini rica ettim.
Atatürk, Ankara'ya, Bursa'ya uğrayarak gittiği için be-
26 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

ni unuttular. Gerçi sofracı arkadaşlardan bazı ları Ankara'


ya gitmişl erdi ama, bana kimse o hengamede ahaydi· de­
mediği için yeri mden kım ıldamamıştı m .
Beni unutacak sanm ı şt ı m ama yan ı l mışım. Atatürk
h iç b i r şeyi ko lay kolay unutmazdı . Korkunç bir zeka ve
h afıza gücüne sah ipti . Orada sofracı arkadaşlara:
- aÇe lebi nerede ? .. di ye sormuş. Onlar da mazere­
tim olduğunu il eri süre rek kendi kend i me bakamıyacağım
için lstanbul'da ablam ı n yanında kal d ı ğ ı m ı söyl emişler.
Dolmabahçe Saray ı n ı n kadrosundan maaşımı aldığım
i ç i n yeri mden kımı ldamak n i yetinde değ i l d i m . Yazı n Ata­
türk geli nce yine O'na h izmet eder diye düşünüyor, kendi
kendime u Ü ç , dört ayl ı k yorgunluktan bir şey çıkmaz ,•
d iyordum.
1 928 yıl ının şeker bayramında gezmek i ç i n Ankara'ya
g itmişti m . Ankara'yı i l k kez görüyordum. « Hazır gelmiş­
ken Çankaya'ya da uğrayay ı m , arkadaşları göreyi m , baka­
l ı m ne yapıyorlar?,. dedi m . Köşke girerken , Atatürk yanın­
da yaveri ve umumi katibi ol duğu halde bayram tebri kle­
rini kabu l etmek üzere M ec l i s'e gid iyord u .
Bereket ben i görmedi . Daha doğrusu h e m s ı kıldığım
için, hem de beni görünce a l ı koyar korku suyle görünme­
den geçtim . Bi rkaç gün sonra da lstanbu l'a döndüm . Oysa
benim yerimde bir başkas ı olsayd ı , haz ı r hatı rlayıp, arka­
daşlarıma ne yaptığ ı m ı sormuşken, hemen koşup ellerini
öper, gözüne girmeğe çal ış ı rd ı .
Aradan iki a y geçmişti . Atatürk, lstanbul 'a geldi . Yi­
ne eskisi gibi Dol mabahçe'de sofrayı kurduk. Konuklar
yanlarında olduğu halde masaya otu rur oturmaz işaretle
beni yan ına çağ ı rd ı . Hemen koştum . Önünde eğildim. Eğ i­
l i nce de ku lağ ı m ı tutup başladi çekmeğe. Büyük b i r kaba­
hat i ş l emiş çocuk gibiydim o an. Atatürk, yarı öfke, yarı
şaka şöyle ded i :
- a Geçen yı l her gece burada 'geli r i m , gel irim' d iye
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDiM 27

söz verırs ı n . Sonra, orada bana bakacak k i m se yok, d iye


cayar. bizi atlatırsın. Orası i nsanl ı ktan nasipsiz bir yer
mi k i , gel mekten kaçıyorsun. Sana bakıl m az mı Köşkte.
Nas ı l söz veriyorsun böyle. H aydi baka l ı m , ş i mdi kendini
nas ı l affetti receksi n ? »
Kend i m i temize çıkarmak i ç i n hemen atı l d ı m :
- « Paşam, ben Ankara'ya geld i m , .. ded i m .
- nÔy leyse niye gel i p beni görmed i n ? ·
- « Gelecektim ama çekindim."
- "Bak Ankara'yı da görmüşsün. Saray mı, yoksa
Köşk mü daha iyi ?»
- u Siz içinde oldukça ikisi de iyi . Köşk bi raz ufak,
ama kullanış l ı . Sarayı n havası daha başka . ..
Atatürk , Köşkü sevd i ğ i m i böylece anladığı i ç i n :
- .. öyleyse b u yıl Ankara'ya beraber gideceğ iz, ..
dedi.
1 928 yı l ı yazının sonunda Ankara'ya, Atatürk' le bera­
ber gitti m . Böylece Ankara hayatım başladı . Artık Atatürk
nerdeyse, ben de ordayd ı m . O'nun h izmetinde geçti yıl­
ları m .
ÇELEBi SARAYDA O TU R U R

B İ R yaz sonu Atatürk, Ankara'ya dönmüş, ben geçıcı


bir süre için Dol mabahçe'de kal m ıştı m . Bedavadan ayl ık
a l ıyor, bütün gün yiyip i çi p yan gelip yatıyor, yalnız sara­
ya gelenleri gezdiriyord u m . Bütün işim bu kadard ı .
Saray başkatibi M ustafa Bey, iş söyl eyi nce kaytarı­
yor, o da Atatürk'e söylerim korkusuyle fazla üstüme var­
.:mıyordu. Bir gün canı na tak demiş olacak k i :
- .. çeleb i , sana b i r i ş buyuruyoruz. Sen Mustafa
·Kema l 'in adam ıyım diye kaytarıyorsu n . Şunu yap desek,
saraya bakıyoru m, vakti m yok , diyorsun . Ayl ı k Ankara'dan
gel iyor. Dünyanın kıçına maymuncuğu uydurmuşsun, ge­
çinip gidiyorsun >• diyord u .
...

Durumumu Ankara'ya duyurmuşlar. B i r punduna get i­


rip Atatürk'e şi kayet etmişler. Bir gece davetl i lere şöyle
demiş:
- u Bizim sofracı Çelebi büyük adam olmu ş. Çelebi
H a n adını alm ış. Bizim gibi Ankara'da oturmaz, Padişah
sül al esinde n , sarayda oturur. İşini b i l i r o ...
»

Bu konuşmaya tan ı k olan sofracı Remzi , bunları bana


ballandıra bal landı ra anlattıktan sonra:
ATATÜRK'ÜN UŞAC'il iDİM 29

- • Sanırım seni şikayet edenl er, utançlarından o an


yerin d ibine batmışlardır. O gece sofrada olayd ı n , da ku­
llaklarmla duyaydm. gözlerinle göreydi n . . . " ded i .
NE YER, NE İÇERDİ?

ATAT Ü RK sabahl arı erken kalkmazd ı . Geceleri çok


geç, çoğunlukla şafak sökerken yattığı için, gündüz saat
on bir, on i kiye doğru kal kar, zile basardı . Hemen bir fin­
can kahveyle o günkü g azeteleri götürürd ü m . Kahveyi or­
ta şekerl i i çerd i . Gayet i nce ketenden yap ı l m ı ş bir enta­
riyle uyuduğu için, uyanı nca da bir süre o kıyafetle kal ı r,
d ivana bağdaş kurarak kahvesini içerd i . Çok yakı n arka­
daşları ndan ve umumi katipten başkası içeriye giremezdi.
Bazen de şezlonga uzanır, uzun uzun gün l ü k gazeteleri
okurdu. Bu okuma bir buçuk saat kadar sürerd i .
Sonra banyosunu yapardı . Tem izl i k konusunda çok
titizd i . Yaz ve kış ayırmaz, mu hakkak her gün banyo ya­
par, her gün çamaş ı r değ iştiri rd i . Giyi mine karşı titizlik
gösterir, traş l ı katiyen gezmezd i . Kışın pencereleri açtı­
rır, soğuk havayı ciğerlerine doldururd u .
Banyodan ç ı ktı ktan sonra soğuk ayranla bir d i l i m fran­
cal a yer, bazen ayranın yerine bir kase yoğurt al ı rd ı . Bi nde
bir davetli bir konuk olacak ki , ayıp o l masın diye yemek
yes i n . Bazen sütlü kahveyle çay isted iği de ol urdu. İkindi
kahvaltısı yapmaz, onun yerine bir bardak ekmeksiz ayran
i çerd i .
ATATÜRK'ÜN UŞACI İDİM 31

Akşam yemekleri n i ise kes i n l i kle arkadaşlarıyle ye­


m e k a l ışkanl ığındayd ı . Çan kaya ve Dol mabahçe Sarayı nda­
ki a kşam yemeklerinde sayısı ondan aşağı düşmeyen b i r
d avetl i top l u l uğu her zaman hazı r bulunurd u . Meml eket
meselelerinin görüşüldüğü bu toplantı l arda herkesin dü··
şünces i n i öğren mek isterd i . Fakat yine de kendi bi ldiğin­
den şaşmazd ı . Meclis'e b i r istek m i geti r i l ecek, bunu ya­
k ı n larıyle tartışmaktan zevk duyard ı .
Atatü rk'ü n sofrada g ü n l ü k o l ayların d ı ş ı nd a harf dev­
rimi , din devri m i gibi yen i ve heyecan l ı kon u l a r da ortaya
attığı o l u rd u . Bazen herkesi şaş ı rtan bu kon u l ardan al aca­
ğı o l u m l u cevaplar da, o l u msuz cevaplar da çok hoşuna
g i derd i . H erkesi kon uşturur, düşüncelerini öğrenir, son
sözü her zaman kendisi söylerd i . Bu işte yan ı l d ı ğ ı n ı hic
hatırlam ıyoru m .
8ofra konuşmalarında konuyu h e p kend i s i açar, baş­
kaları n ı n konu ortaya atmas ı n a meydan vermez, sorduğu
soru ların karşı l ı kları n ı büyü k b i r di kkatle d i n l erdi . Başka­
ları n ı n yaptığı prensipl ere deği l , ancak kend i prens ip leri­
n e uyard ı . Bir gün yurd u muzu gezen bir yabancı gazeteci­
n i n yaptığı görüşmede .. programınız ned i r?u sorusuna
" Progra m ı m ben im hareketi mden çı kar, .. karş ı l ığını ver­
m işti .
Doğru l uğuna inandığı düşünceyi sonuna dek savu nur­
du. H a reket l i ve heyecanl ı yaşantıs ı n ı n tek zevki n i n , ak­
şam sofral a rı ol duğunu söyl eyeb i l i r i m . Akademik tartış­
maların yerini saatl er i l erled i kçe anılar a l ı r , geçmi şten
söz ed i l i r , tarihsel o l aylar s ı ralanır, bazen de hoş h i kaye­
l e r a n l atı l ı rd ı .
Sofras ı , çoğu akşam lar bir edebi sohbet mecl isi ha­
lini a l ı rd ı . En çok tarih, pol itika, sanat konuları görüş ü l ü r,
a n ı l ara deği n i l i rd i . G ü n l ü k o l aylar üzeri nde de d u rulur ve
tartı ş ı l ı rd ı . Sanat ve m u s i ki görüşmeleri de yapı l ı rd ı . Ko­
nuşmacı l a r s ı radan i nsanlar deği l d i, bi l g i l i kişi l erdi . Zaten
32 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

bi lgisizlerin O'nun sofrasında yeri olmazd ı . Konuştular mr.


o i ş i n asl ı n ı bi lerek konuşurlard ı . Hepsi değerli kimsel er­
d i . Bakan lar olsun, m i l l etveki l leri olsun, gerçek sıfatları­
na layık kişi lerd i . Tanınmış edebiyatçı lar, kalem sahiple­
ri , çoğu yabancı d i l bilen b i l i m adamları toplanırdı sofra­
da. Sofraya katılacak olanları Atatürk seçerd i . Öncedefl
kimin gel eceğ i pek bel l i o lmazd ı . Sonradan çağırt ı l ı p , sof­
raya alınanlar da olurdu.
Özel Kalem, önceden seçi len kişilere haber gönderip.
Atatürk'ün çağrısını bildirird i . Özel Ka lem müdürü telefon
edip;
- .. Gazi Hazretleri sizi bu akşam bekl iyorlar, .. derdi.
Sofrası sanki , arkadaşları ve dostları ile tartışma ve
eğlence yerini birleştiren bir köprü görevi görüyordu. Bu
gece l erin hiç birine doyum o l madığını ve her biri n i n için­
d e bir tarih yaprağ ı n ı n yaşadığını zamanla anlad ı m .
Sofrasında her çeşit i nsana yer veriyord u . Hepsi ayn
düzeydeki bu insanlarla tartışırken , sanki yurdun sesini
duyard ı . Güvendikleri ni n ve sevd i kl er i n i n el eştiri lerine sa­
bırla katlan mas ı n ı b i l i rd i .
Şakayı çok severd i . Şakalaşan ları gülümsemeyle iz­
lerdi . Kendis i de ara sıra şakalar yapard ı . Eski arkadaşla­
rı ndan Nuri Conker, Sa l i h Bozok, sık sık şaka yaparlar ve
sofrayı şenlend i ri rlerd i . Sinirl i zamanlarında bunların bir
nüktesi ya da hikayes i , Atatürk' ün bir anda öfkes ini dağıt­
mağa yeterdi . Ama Atatürk, her zaman neşel iydi . Sinirlen­
diği zaman lar çok azd ı . O zaman da arka arkaya sigara ve
kahve içerd i . En güç anlarda b i l e soğukkanl ı l ı ğ ı n ı , neşesi ­
ni y itirmemesin i b i l i r ya da öyle görünürd ü . Çok konuk­
severdi . Sofradakilerin ayrı ayrı gönü l lerini a l ı p , hatırlarını
sormadan yapamazdı .
Açık konuşanları sever ve yan ında her şeyin konuşu l ­
masını isterd i . Bu yüzden s ı k s ı k i l eri geri konuşanlara da
rastlanırdı. Atatürk'ün sofrası ndan kimler geçmemiştir
ATATÜRK'ÜN UŞA�I İDİM 33.

ki . . . Mahalle arkadaşları , s i lah arkadaşları, devrim arka­


daşları , pol iti kacılar, edipler, şai rler, müzisyenler, b i l i m
adamları, öğretmenler, iş adamları, yabancı devlet başkan­
ları, kra l lar . . .
İşten ve yurt gezi !erinden artan bütün ömrü· sofrada
geçmişti r den i lebi lir. Fakat burası hiç bir zaman bir içki
ve cümbüş bayağı l ı ğ ı na i n memiş, bir sohbet ve tart ışma
mec l i s i olrırak ka l m ıştı r. Eğlencen i n yan ı sı ra en zor dev­
let işlerinin karara bağ landığı bir meclis ol muştur. Buna
" Pol itikan ı n , aktüal iteni n ziyafet sofrası .. adı nı takanlar,
yan ı l mamışlard ır.
Resmi görüşmelerinde son derece titiz v e törenci olan
Atatürk'ün özel hayatı ndaki sam i m iyeti , dü nyada pek az
devlet adam ına nasip olmuştur, denilebi l ir. Bu samimiyet
içinde çevresindekilere düşüncelerini aşılardı ama, körü­
körüne di ktaya giden b i r adam değ i ldi hiç bir zaman . Her
şeyi çevresine danışması , bunun en güzel örneği değil
m i ydi?
Danışmaya bazen o kadar büyük değer verirdi ki, ak-
1 ından geçen meseleler hakkında çok zaman hiç olmadık
i nsanların görüşünü b i le aldığı o l urdu . Sonunda yine ken­
di görüşünü uygulayacağını b i ldiği halde -bunu sofrada­
kiler de hep b i l i rlerd i- h i ç kimsenin hor görülmesine kat­
lanamazd ı . Bu yüzden hiç ol madı k kimsel erden bir şeyler
öğrendiğini de saklamaz, açık açık anlat ırd ı .
Bir gün sofrada Sal i h Bozok, Atatürk'ün çok neşel i bir
zama n ını yakalayarak şöyle dedi
- « Paşam , şu danıştıkların ı n içi nde bazen öyl eleri
var ki , şaşıyoru m. Bunların görüşl eri ne nas ı l olsa katı lma­
yacaks ın. Kararı önceden de verdiğin malu m . O halde on­
ları ne diye birer b i rer çağ ı r ı p karşında terletirsin? ..
Atatürk, buna şöyle karş ı l ı k verdi
- « Bazen hiç um ul mad ı k adamdan ben çok şeyler
öğ ren mişimdir. H iç bir kanaati hakir görmemek gerektir.
F: 3
34 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

Sonunda kendi fi kirl erimi uygul ayacak b i l e olsam, herke­


si ayrı ayrı dinlemekten zevk alırım. Bu zevkten beni kim­
se mahrum edemez . •
Atatürk, sofrada ortaya attığı h e r konu üzerinde gö­
rüşme açı l ı nca , karşısındakilerin l iyakat dereces ini de öl ç­
müş o lurdu. Konukların s ı kı şekilde sı navdan geçi rildiği
bu toplantı lardan bi rinde
- "Ben yalnız l iyakat aşığıyım " demişt i .
Atatürk b u al ışkan l ı ğ ı n ı ömrünün sonuna d e k değiş­
tirmedi. Sofrada duyduğum kadarıyle Atatürk, bu a l ışkan-
1 ı ğ ı n ı genç l i k yıl larında a lm ıştı . Daha Selanik'teyken Er­
kan-ı Harbiye Dairesi nde işini bitirir bitirmez mevs i m eğer
yazsa Beyaz Kule bahçes i nde, yok eğer kışsa Vonyo bi ra­
hanesinde arkadaşlarıyle bi r masa başında toplanı r, ara
s ı ra havai bir konu, çoğu kez de ciddi bir bahis açar, hem
içi l i r, hem de uzun uzun konuşul u rmuş. Nas ı l Askeri Mah­
fi lde topluluğa düşünceleri ve eleştiri l eriyle haki m olur­
sa, Vonyo'da, ya da Beyaz Kul e'de de öyl e olur, son sözu
hep kendi söylermiş.
Her gece içtiği halde Atatürk'ün bi r kere bile içki yü­
zünden kendinden geçtiği n i , taşkınl ıklar yaptığını görme­
d i m , duymad ı m . Aksini iddia edenler varsa , bu nların yap­
tıkları düpedüz dedi kodudan başka b i r şey deği ldir. Ölü­
münden sonra çekememez l i k ve kıskanç l ı kl arından Ata­
türk 'ün sofrasını sarhoşluk, ayyaşl ı k ve zevke düşkünlük­
l e kötü lemek isteyenler oldu ama, bu çabalar ne kadar bo­
şunad ı r. O'nun yaşantısı bütün açı kl ığıyla meydandayd ı .
Gizlenecek bir yönü yoktu .ki . . . Halkın sofrasıyd ı .
KEMAL MI, KAMAL MI?

DOG U M U N DAN ölümüne dek çeşitli adlar kullanan Ata ­


türk'ün son kartvizitinde ( Kamal Atatürk) ad ı yazılıdır. Bir
vesile i l e a l ı p sakladığım bu tarihi kartvizit, hala misafir
odamdaki büfenin çekmecesinde özel bir muhafaza için­
d e durur. Atatürk hakkında çıkan birçok kitapta .. Kemal
Atatürk» yazı ldığı halde, O'nun son adı , «Kama! Atatürk"
olarak tarihe geçmiştir. Hatta Ankara 'daki Siyasal Bilgi ler
Fakü ltesi 'nin dış duvarı ndaki bir vecizesi n i n altında da
• Kamal D adı okunmaktadır.
Türk toplumunda öteden beri ün yapmış öneml i kişi­
l ere, yaptıkları işlere göre sonradan adlar, sanlar takılmış,
bunların tutanları, tutmayanları olmuştur. İşte tarihin
ö l ümsüz kişil erinden biri olan ve çağ kapayıp , çağ açan
Atatürk'ün de yaşamında çeşitli adları ol muştur. Çankaya'­
daki kitapl ı kta boş zamanlarımda karıştırdığım kitaplardA,
Atatürk'ün şu adlarına rastlamıştım
Atatürk'ün öz adı , 1 88 1 'de konulan Mustafa 'yd ı . Arap­
ça olan ve ( seçkin ) anlamına gelen Mustafa ad ı n ı , tari hi­
m izde pek çok ünlü kişi taşımıştır. Müslümanların, Türk-
36 ATATÜRK'ÜN UŞA(;ı iDiM

lerin çok kul land ığı ( Mustafa) Peygamberin de tanınmı ş


adlarından biridir.
1 893 yıl ında Selani k Askeri Rüştiyesinde matematik
derslerinde başarı gösteren M ustafa'ya, kendi adı da M us­
tafa olan riyaziye hocası ·İkimizin adı da Mustafa . Bu böy­
le ol mayacak. Aramızda b i r fark bulunma l ı . Bundan sonra
seni n adın Mustafa Kemal olsun , .. demiş. O zamandan
sonra M ustafa Kemal adını alan Atatürk'ün adı da, okul
kütüğüne böyle işlenmiş. nOlgun .. anlamına gelen u Ke­
mal " sözcüğü Arapça olup, ( Namık Kemal vb.) Türk büyük­
l eri tarafından taşınmıştır.
Atatürk, uzun yıl lar taşıdığı Mustafa Kemal adı n ı , yaz­
m ada ve imza etmede güçl ü k doğurduğu için kısaltarak .
M. Kemal olarak ku l lanmıştır. Birçok meti n lerde M . Ke­
mal adına rastlan ır. Yakınları ve çevresi Atatürk'ü uzun
yıllar hep Mustafa Kemal Paşa diye anmış ve çağırmıştır.
1 nisan 1916'da Çanakkale'de gösterdiği başarıdan sonra
rütbesi tuğgenerali iğe yükselen Atatürk'ün •Paşa " sıfatı
ise ölümüne dek sürmüştür.
cıMu stafa Kemal Paşa • adı , Kurtu luş Savaşından son ­
ra Bursa'nın Ki rmasti i l çesine veri lmiştir. Uzun adların
kullanıl ması zorluğu nedeniyle i lçenin adı sonradan M .
l<ema: Paşa olarak anı l mağa başlanmı ştır.
Atatürk, Kurtuluş Savaşı ndan sonra adını uzun bula­
rak Mu stafa'yı kul l anmamı ş , sadece Kemal 'i kullanmıştır.
Soyadı Kanunundan sonra aldığı yeni harflerle yazılmış
n üfus hüviyet cüzdanında adı (Mustafa'sı atı larak) sade­
ce " Kemal · o larak yaz ı l ıdı r.
•Atatürk• soyadı n ı başkalarının al mamasına i l işkin
kanunda da öz adı " Kemal " diye y1.az ı l ı d ı r.
Dumlupı nar Zaferinden sonra· Atatürk • Gazi Mustafa
Kemal Paşa .. olarak anılmıştır. Sakarya Meydan Savaşı n ı
kazanmasından sonra d a T.B . M . M . 1 9 eylü l 1921 'de bir ka­
nunla O'na müşirl i k ve gazi l i k ünvanı vermişti r. Arapç��
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM �7

b i r sözcük olan • Gazi • ü nvanı savaş kazanan büyük komu­


tanlara veri lmekted ir. Tarih im i zde Osman Gaz i , Orhan Ga­
zi , Gazi Osman Paşa g i b i b i rçok da Türk büyükleri vard ı r.
Atatürk kendisine veri len a G azi ,, sanı n ı çok beğen­
m i ş , bi rçok i mzas ın ı n ü stüne, ya da başına • Gazi • diye
yazmıştır. Zamanla « Gazi M . Kemal Paşa .. adı kısaltılarak .
a Gazi Paşa • ve en sonunda · Gazi ,. ol arak a n ılmağa baş­
lanmıştır. Halkın çok tuttuğu · Gazi • sözcüğü, şii rlerde, ki­
taplarda. konuşmalarda tek başına geçerl i ol muştur.
M ustafa Kema l , Cumhuriyet'i kurduktan sonra yaptı­
·ğı devrimlere a Soyadı .. nı da eklemekte geci kmedi . Yurt­
taşları n ı n birer soyadı al ması gereği üzerinde durmuş, bir
ç o k tan ıdıkl arı na soyadların ı kendi vermi ştir. Örneğin İs­
met İnönü'nün, bugünkü Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'­
ü n . Fa l i h R ıfkı Atay'ın. Fahrettin Altay' ın ve daha pek çok
ya kınının soyadım Atatürk vermiştir. Hatta Selan i k l i olan
i ki berberin i n de soyadlarını Atatürk vermişti r: Mehmet
( M ete) ve Rıdvan (Gürarı) . . .
2 tem muz 1 934 tari h i nde 2525 sayı l ı kanunla bütün
yurttaşların soyadı al ması zorunlu k ı l ı nd ı . İşte o zaman
Mustafa Kemal , hangi soyadı m alacağ ın ı düşünüyordu. Bu
konuda sofrada tartışma yapı l ıyor, herkes b ir ad ortaya
atıyordu. H enüz kesin bir karara varmış değ i l d i .
Türk D i l i Tetki k Cemiyeti Başkanı Saffet Arıkan , Dil
Bayramı nedeniyle 2 6 eyl ü l 1 934 tari h i nde · Ulu Önderi miz
Atatürk Mustafa Kemal • diye başlayan bir konuşma hazı;­
lamıştı . M ustafa Kema l , buradaki • Atatürk.. sözünü çok
güzel b i r buluş diye niteled i . Sonunda da bunu kullanma­
·ya başladı. Atatürk soyadım a l ması nda Prof. Afet İnan'ın
rol ü büyüktür.
- • Paşam , bu çok güze l . . . ded i . Alınmas ı n ı isted i .

Fakat «Atatürk .. soyadı öyl e b i r günde, i k i günde al ı nma­


d ı . Ü zerinde çok konuşuldu.
T.B.M . M . 24 kası m 1 934 tarih i nde 2587 say ı l ı kanun-
38 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

la, ulus adına , M ustafa Kem a l 'e • Atatürk• soyadını verd i .


Hatta o zaman Radyo, Soyadı Kanununun kabulünü b i l di­
rirken " Atatürk » ü a Anatürk · ol arak vermi ş . Arap harfle­
rindeki • Ata • i l e • Ana .. arasındaki benzerlikten dolayı . . .
Sonradan durum anlaş ı l m ı ş ve Radyo da i l k haberini dü­
zeltmiş . . .
« Atatürk 11 soyad ı n ı n tek kalması gerekliyd i . 1 7 ara l ı k
1 934'te 2622 sayı l ı kanunl a d a Atatürk soyadını başkala­
rının a l ması önlendi . Soyadı Kanunu i l e ağa, bey, paşa gi­
b i ü nvanlar da kaldırı l m ı ş , bay, bayan sözl eri geçerli ol­
muştu . Artık O'na Gazi M ustafa Kemal Atatürk denil iyor­
du. Fakat bunun söylenmesi ve yaz ı l ması oldukça zordu.
G iderek • Gazi M. Kemal Atatürk .. , ondan sonra bu da kı­
saltı larak " M . Kemal Atatürk · diye a n ı l mağa başlandı . En
sonunda başı ndaki M i m de atı larak sadece .. Kemal Ata­
türk .. den i l d i . Nüfus hüviyet cüzdanı nda da resmi adını
•Kemal Atatürk .. olarak yazd ı . Fakat bunu yazmak güç,
i mza atmak zordu. O zamanlar Atatürk'ün, i mzalarını K.
Atatürk d iye attığını hatırları m . Zamanla baştaki K harfi
de kayboldu. Bütün dünya ve Türklük evreni onu sadece
Atatürk olarak anmağa başladı.
G iderek halk ve yazarlar, i ç l i ve duygusal konular ol­
duğu zaman Atatürk'ü de kısaltarak « Ata .. diye seslenme- ·
ğe başladı l ar. Ozanlar « Atam " deyim i n i çok s ı k kul l an­
maktadırlar. İ stanbu l 'da Bakırköy'ü n bir semti olan Emlak
Kredi Bankas ının altmış bin kişilik modern bir sitesine de
bir yarışmayla Ataköy adı veri lmiştir. Fakat Atatürk, ne­
dense bu • Ata n sözcüğünü beğenmemiş. H el e kendisine
• Ata n deni l mesine iyice tutul muş. Gazetelerde kendisine
Ata deni ldiğini okudukça s i n i rlenmiş. Bir gün Şükrü Ka­
ya 'ya dönüp
- • Beni m adım Ata değ i l , Atatürk'tür. Bazı gazeteler

neden böyle yazarlar? • ded i .


Aradan y ı l lar geçtiği halde ulusal bayramlarda , Ata-
ATATÜ RK'ÜN UŞAc"ll İDiM 39

türk'ün ölüm yıldönümünde hala gazeteler kendisinden


11 Büyük Atam .. diye sözetmekte , okul kitaplarında hala
Atam'la başlayan ş i i rler, m anzumeler yer almaktadır.
Türk d i l i nin sadeleşmesine, özleşmesine, yabancı söz­
l erden arınmas ı na önem veri ldiği günlerdeydi . · Kemal •
in Arapça olduğu ve Türkçede a Kamal .. diye b i r söz bu­
lunduğu i l eri sürül müş. Atatürk de bu görüşü uygun bula­
rak Kemal yerine Kamal diye yazmağa başlamış. Bizim
bundan haberi miz yok. Yine O 'nu Mustafa Kemal diye bi­
l iyoruz . M üstahdem arasında pol i s l i kten emekli ol muş
Kemal ad l ı bir de sofracı vard ı . Askerl iğini Köşkte hizmet
ederek yapıyordu. Bir akşam sofrasında üç kadeh içkiden
sonra Atatürk bize dönerek şaka şekl inde
- «Dünyada ne kadar Kemal varsa hepsi eşektir . . . »
-dedi .
Sofracı Kemal şaşalad ı . Ne di yeceğini bilemed i . To ­
parland ı . D i l i tutu lmuş g i biyd i . Dudakl arı titriyordu. Göz­
lerini Atatürk'ün yüzünden ayıram ıyordu. Hepi miz bunun
al tından ne çı kacak diye merakla beklerken , Atatürk, söz­
lerini şöyle bitirdi
- « Haaa anlad ı m . Sen bana bakıyorsun . Sen de Ke­
malsin demek istiyorsun. Ben artık Kamal oldum. Kemal'
ler başının çaresine baksın . . . .. dedi.
Atatürk'ün son kartvizitinde a Kamal Atatürk· yazıl ıy­
dı ve bu kartvizit, ölümüne dek değişmed i . Fakat ben bu
Kamal adı n ı hiç tutmadı m . Bir türlü ısınamad ı m . Bu adı
niye a lmış? M ustafa Kemal bütün harekat ve devrimlerde
o zamanın insanları üzerinde etki yapmıştı . Cengaver bir
i nsan i d i . Kamal adı n ı nereden ç ı kardı lar bilemiyorum . . .
(

VANINDA ÇALIŞANLAR

EM RİNDE çal ışarak Atatürk'e hizmet edenleri şu şe­


kilde s ı nıflandı rmak yerinde olacaktır
Başyaver Rüsuhi Savaşçı, ikinci yaver Sami Bey,
üçüncü yaver Celal Ü ner. Yine ikinci yaverlerden Naşit,
Şükrii, Cevdet Bey'ler.
Umumi kati p Tevfik Bıyıklıoğlu, Hasan R ıza Soyak.
Öze l Kalem müdürü Sabit Bey, Özel Kalem müdür yard ı m­
cıları ve memurları. Kütüphane memuru Nuri .
Başsofracı İbrahim Ergüven, Cemal Granda (ben) ..
Hüseyi n , A l i Necami , Ali Bebek, Ahmet. Nuri.
Odacı l ar: Ekrem, Suat , iki Tahs in 'ler, Hüsey i n , Mus­
tafa.
Şoför Abdullah, Sait (öldü) , Remzi Birol. Abdullah öl­
dükten sonra Remzi Efendi başşoför oldu ve on yıldan
fazla şoförlüğünü yaptı. Ayrıca Rauf Kızılkaya ve N iyazi
adlı iki şoför daha vard ı . Atatürk' ün emri nde sekiz şoför
görev yapıyordu.
Doktor Kema l , Celal Tahsin, Necm i , Baki Reis.
Berberler: Mehmet ve R ıdvan.
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 41

Pol i sler: Komser Kemal Bey, Yalova G üneyköylü Ha­


l it Bey, Bal ı kçı H ikmet, Faik İ mdat ve Ragıp.
Öbür hizm etkarlar: Bekir Çavuş, Arap Nesip Efendi
(Kapıcıbaş ı ) . sofracı Recep' i n oğlu Küçük Recep.
Kadın hizmetçiler: Famdöşambr Ü lfet Hanım ( i nce,
zayıf nahif Ankara l ı bir kad ı nd ı ) , Ü lkü'nün annesi Sela­
nikli Vasfiye Hanım. Yugos l av göçmeni sarışın Fatma Ha­
n ı m ( Ü tü, çamaşır işleri yapard ı ) .
NEREDE VATARDIK?

ATAT Ü RK'ün hizmeti ve korunmasıyla görevl i bizler.


Çankaya'da ve Dolmabahçe Sarayı nda • müstahdem .. için
ayrıl m ış özel yerlerde yatardık.
Çankaya'da, yaverl i k dairesi n i n sol tarafında , müs­
tahdeme ayrı lmış iki katl ı bir köşkte kal ı rdı k .
Ü st kattaki bi rinci odada Mübayaa Memuru Yüzbaşı
R ıza yatard ı . İkinci odada Odacıbaşı Arap Nesip (öldü) ..
Berber M eh met (öldü) ve Berber R ı dvan hep beraber ka­
l ırlard ı . Ü çüncü oda bize ayrı l m ışt ı : Başsofracı lbrahi m
Ergüve n , ben, A li Bebek ve Al i Necati . Bunlar sofra hiz­
meti ni görürlerd i .
Alt katta i s e bahçıvanlar kal ı rd ı . Bunlar: Kami l , H ü­
seyin , Recep, Tahsin ve kapıcı Hüsey in 'di . Görevleri bah­
çeyi düzen lemek, çiçekleri yetişti rmek, tarhları hazırla­
maktı.
Yaverl i k dairesinde yatanlar ise şunlard ı : Sofracr
Tahsi n , Başyaver Celal Beyin berberi Kuş İsma i l .
İstanbul'da kaldığımız zaman b e n Dolmabahçe Sara­
yında Hususi Dairede, tavanı ayna olan çiçekli odada ya­
tard ı m . Önceleri burada yatmaktan tarifsiz gurur duyar.
ATATÜ RK'ÜN UŞAÔI İDİM -13

kendi mi Padişah sayard ı m . Fakat sonraları korkmağa baş­


lad ı m . Yürürken -hele geceleri- tahtalar gıcırd ıyor, müt­
hiş sesler çı karıyordu. Sonra kendi i steğ i m l e aşağıda yat­
mağa başlad ı m . Yattığımız odada oldukça kalaba l ı ktık. Bi rin­
ci kattaki b i r oda adeta koğuş halindeyd i . Ben, İ brahim
Ergüven, Faik Çelen, Ali Bebek, Ali Necami yine b i r ara­
daydık. Berberler R ıdvan, Mehmet i l e Saip ve Beki r Çavuş,
Sarayda Hususi Dai rede başka bir odada kal ı rlard ı . Nesip
Efendi ise kapının yanındaki bir kişi l i k odada yal n ız ya­
tardı . . .
aBIRBIRİMİZDEN AVRILMAVALIM ,,

ATATÜRK, yan ı nda çal ışan bizlerle s ı k s ı k i l g i l en i r ,


uşak olduğumuza bakmadan sofrada, konukların arasında
yaptığ ı şakaların, takı lmaların dışında yal n ı z gördüğü za­
manlar da b i r eksiğimiz, i steğimiz olup ol m ad ı ğ ı n ı israr­
la sorard ı .
- • Sağolun Paşam , hiç bir eksiğimiz yok n karşıl ığı­
n ı a l ı nca da düşüncel i bir halde uzaklaş ı rd ı .
Atatürk'ün e l i n i pek a z öpmüşümdür. İzin l i ol arak g i t ­
tiği m l stanbul 'dan dişlerimi tedavi etti rip Ankara'ya dön­
düğümde Atatürk'ün yan ına çıkıp geldiğimi b i ldirmek is­
ted i m . Köşkün kütüphanesi nde çal ış ıyordu. i çeri g i ri p eli­
n i öpmek için eği ldiğim zama n , ayağa kal karak elini öp­
türmüştü. Karşısındaki uşak bile olsa, i nsanları eşit gö­
rür, saygı göster irdi.
1 928 yıl ında lstanbul'dan Ankara'ya gidi şimde bir
gün Atatürk:
- • Çe l ebi Efendi , yerinden memnun musun ? n d iye
sordu.
Köşkte şoförler ve müstahdem için ayrıl m ış yerler
vardı . Üç, dört kişi bir arada yatardık. Biz de başsofracı
ATATÜRK'ÜN UŞA01 iDiM 45

İbrahim, iki A l i ' ler ve ben dördümüz, aynı yerde kal ıyor­
duk. Pek rahat da sayı l mazd ı k. Böyle olduğu halde:
- • Çok memnunum Paşa m • diye karş ı l ı k verd i m .
Atatürk, b u sözlerimi duymam ış gibi konuşmasına
şöyle devam etti :
- · Burada belki rahat değ i l si niz. Ben de rahat deği­
lim. Ama her şey zamanla düze l i r . •
B e n , yeniden: « Ben rahatım Paşam , • ded i m . Bunun
üzeri ne Atatürk:
- • Kaç para al ıyorsun ? • diye sordu.
- · E l l i l i ra. •
- "' Yarın yüz l i ra a l ı rs ı n . Ama zaman gelecek, ben
relsicumhurluktan çekileceğim. O zaman bel ki bu parayı
alamıyacaksı n . Belki beş l i ra alacaksı n . O zamari da birbi­
rimizi b ı rakmaya l ı m . •
B u sözler Atatürk'ün, hizmetçi lerine b i l e n e kadar bağ­
lı olduğunu ve onlardan ayrı kalmak i stemedi ğ i n i açık se­
ç i k gösteriyordu.
Atatürk beni çok severdi . Sonsuz güveni vard ı . Gezi­
l ere çoğunlukla beni de götürürdü. Bir tren g ezi sinde o
zamanki umumi katip Hasan R ıza Soyak i le aramızda bir
tartışma geçmişti. H asan R ı z a :
- ·Biz M ers in'de trenden inip vapur.a b i neceğiz. Sen
trenl e isted i ğ i n yere git. Artık burada yerin yok senin , •
demişti . B u benim resmen kovul mam demekti .
Çok üzüldüm bu sözl ere ama, gidip Atatürk'e de aça­
mad ı m . Sadece durumumu b i r ara Cevat Abbas'a anlat­
tı m .
Tren M ersin'e gelince yolcu salonunda Atatürk'e bir
ziyaretçi toplu luğu, sepetle l i mon armağan etti .
Benim Cevat Abbas'a söyledi kleri m i , anlaşılan b i r i
duyup Atatürk'e yetiştirm iş olmal ı ki , birden b a n a seslen­
d i ğ i n i duydum. Atatürk, beni kovan H asan R ıza' n ı n gözle­
rinin içine bakarak şöyle d iyordu :
46 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDİM

- « Çe l ebi Efendi , bu l i monları vapura götür. Seni


orada bulur a l ı rı m . ..
Korka korka H asan Rıza 'ya baktım: « Şey, efend i m ,
ama . . . .. diyecek oldum. Derhal sert b i r hareketle sözümü
kesti :
- « Haydi ne diyorsam onu yap, anl ad ı n m ı ? " dedi .
Limon sepetini a l ı p çaresiz vapura götürdüm. Böyle­
ce kovu l maktan kurtu l muş oldum.
BİZİM VİLLAMIZ YOK

C U M H U RBAŞKANLIGI U mumi Katib i , M i l l etveki l i Ru­


şen Eşref Ü nayd ı n , Atatürk'ün sofrası ndan h i ç eksik ol­
m azd ı . B i r gün ölüm konusu açı l m ı ş . Atatürk, Ruşen Eşref
Ü naydın'a :
- • Yahu, Al lah muhafaza, bir g ü n bana b i r şey olur­
sa bu çocu kların hali ne olur? » diye bizi işaret ederek sor­
muş. Ruşen Eşref de şöyle demiş:
- « Paşam , biz varız ya ? »
Bug ün Napoleon'un uşakların ı n torunlar ı n ı n b i l e Pa­
ris'te Seine Nehri kıyısında vi l laları, köşkleri var. Varl ı k
içi nde yüzüyorlar. Bütün meziyetl eri de, Napoleon'a hiz­
m et eden uşakların torunlarının torunu oluşları .
Atatürk, sanki bizim gel eceğim izi okumuş g i b i o so­
ruyu sormuş. Bize değil v i l l a , O'ndan sonra su bile ver­
medi ler. Yal ova kapl ı calarındaki mübayaa memurluğundan
800 l i rayla emekl iye ayrı l d ı m . Gördüğüm servet bundan
i baret. O da yı l l arca verd i ğ i m emeği n , çal ışmamın karşı­
lığı.
Atatürk'ün ölümünden sonra vasiyetnamesi açı klan­
d ı ğ ı zaman b i r i kinci vasiyetnameni n daha bulunduğu, bun-
48 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDİM

da Atatürk'ün çok sevdiği hizmetç i , berber, odacı gibi


ö �e l hayatında beraber olduğu kişil ere i l işkin maddeler
bulunduğu, fakat sonradan bu vasiyetnamenin yok edi l diği
yolunda söylenti ler ç ı km ıştı .
Arkadaşlar araştı rm ı şl ar, fakat bu söylenti leri doğru­
layan bir ize rastlayamamışlard ı . Oysa Atatürk, bizlerle
çeşiti i zamanlarda yaptığı konuşmalarda geleceğimizin
garanti altına alı nacağı yolunda sözler etm işti . Hepimizin
kafasında o kay ıp ( ? ) vasiyetname hala bir soru olarak
kalmıştır.
G eçan yıl İsmet Bozdağ , Tercüman gazetesi ndeki bir
yazısı nda ikinci vasiyetname konusuna değinerek, bu va­
siyetnamenin K ı l ıç Ali'de olduğunu söylemişti . Kılı ç Al i '­
n i n « Ben öl meden açmayın .. dediği vasiyetname -eğer
g erçekten varsa- ne oldu? Kılıç Ali'nin ö l ü münden son­
ra eşine bunu sorduğumuzda şu karş ı l ığı vermişti : .. Qğ l u
Altemur K ı l ıç, evdeki bütün evrakları toplayıp gitti. Vas:­
yetname varsa açıklasın . ..
MASAJ Y APTIRIVOR

ATAT Ü RK'ün vücudu muntazamdı. Boyu 1 .76, kilosu


76 'yd ı . Bakışları kendisini çok daha heybetli gösterirdi .
Çok zaman sabaha karşı yattığ ı ve uykusunu tam olarak
a lamadığ ı halde, zindel i ği nden hiç bir şey yitirmezd i . Ha­
yatın ı n son zamanlarında hastal ığı nedeniyle otuz kilo za­
yıflamış ve kırk altı kiloya kadar düşmüştü .
Temizliği severdi . Her gün banyo a l ı r ve sabahları
masaj yaptırırd ı . Masajı berber Mehmet ve R ıdvan , Vasfi­
ye ve Ü lfet Hanımlar yaparlard ı . İstanbul 'a geldiği zaman­
lar, sabah banyosundan sonra çok tanınmış bir masör olan
Arap Şahver Hanım masaj ı n ı yapard ı .
Her sabah sakal traşı olurdu. Bazı gece ler baloya git­
mesi gerektiği zaman akşaml arı da i kinci kez traş olduğu
olurdu.
Çok temiz adamdı. Her gün çamaş ır ve el bise değiş ­
tirird i . Bizi saka l l ı görürse kızard ; , Bu yüzden giyimimize
di kkat eder, her gün centi l menler g ib i traş olurduk.
Cumhuriyet'ten sonra bıyıklarını kesm i ş ve bir dah:'
da bıyık b ı rakmamışt ı . Bıyığı sevmediğini bazı konuşma­
F: 4
50 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

ları aras ında duymuştu m . Fakat bıyık b ı rakan yakı nlarına


bir şey demezd i .
E n çok lacivert çizgi l i el bisesini severd i . B u elbise
eski d i ğ i halde atm ıyor, ördürüp yine giyiyordu. Gömlekle­
ri n i n hepsi beyaz renkteyd i . Yaka nu marası 4 1 -42'ydi . Öl­
çüsü b i l i nd iğ i için İsviçre'de yap ı l ı r ve haz ı r gel ird i . Elbi­
seleri n i , istanbul 'a gel ince, Beyoğlu 'ndaki Terzi Arman'a
d i ktirird i . Arman' ın atelyesi Galatasaray'daydı . Prova sev­
mez ve yaptı rmazdı . Bir kez ölçü al ındı m ı , tüm elbiseler
o ölçüye göre diki l i r ve yol l an ı rd ı . Şimdi öl müş olan Ar­
man, Atatürk'e y ı l larca elbise dikmiştir.
Atatürk, çizgi l i , renkli çorapları severdi . O devrin en
şık çoraplarıydı bunlar. Bakanlar, isvi çre'den armağan ge­
tirirlerd i . Siyah, ucu s ivri rugan ayakkabı l arı kullanırd ı .
44 numara ayakkabı g iyd iğini san ıyorum . B i r g ü n eski
ayakkabılarından b i rini ayağı ma geçirm işti m de, çok bü­
yük gelmişti . Bir gün artmış göm lek ve ayakkabı l arını ba­
na verm işlerd i . Başyaver:
- « Al Çeleb i , bunlar da sana düştü n demişti . Fakat.
bana büyük geldiği ıçın a lmamıştım . Meğer saklamak l a­
zımmış. O zamanki akıl işte. Şimdi ne büyük bir hazi n e
olurdu benim için.
MASRAFINI CEBİNDEN ÖDERDİ

1 930 yılındaydı . Büyük M i l let Meclisi yaz tatil i ne g i r­


mişti.
Her yaz olduğu gfüi bu yaz da tati l i İstanbul , ya da
:Bursa'da geçirecektik.
Programda önce Bursa yer a l m ıştı . Deri nce'den Er­
tuğru l yatıyla Mudanya'ya g i d i lecek, oradan oti mobil lerle
Bursa'ya geçilecekti . Ben de ayrı olarak Bilecik Karaköy'­
-ü nden otomobi l l e Bursa 'ya gidip, bu tarihı yeşi l şehrin
yaz l ı ğ ı olan Çeki rge'de Bursalı ları n Atatürk'e armağan et­
':t iği köşkün hazırlan ması için çalışacaktı m .
Böyle gezilerde Çankaya Köşkünden ç ı k ı l madan önce
son akşam l ar sofraya hep paşalar çağ ı r ı l ır, çeşitl i yurt s o ­
,:runları görüşülürdü.
Bursa 'ya hareketim izden önce de so n gece yine pa­
-şc:ılar çağrı l ı ydı . Başta Mareşal Fevzi Çakmak olduğu hal-
-de yü ksek rütbeli subaylar toplanmışlard ı . Gece saat yir-
m i dörde doğru sofra dağ ı l d ı . Konuklar birer ikişer gitti ­
�er. Ertesi gün de yola ç ıkı l dı .
Önce otomobi l ler k ı l avuz trene konmuş, daha sonra
;polis ve muhafız kıtası bi ndirilmişti . Tren Deri nce'ye va-
52 ATATÜRK'ÜN UŞA(;I İDiM

rınca , otomobi l ler Ertuğrul yatıyla Mudanya'ya gelen Ata­


türk'ü karşı layıp Bursa'ya götürmek i ç i n harekete geçi ri l­
di.
O s ırada ben Bursa'da Val i v e Beled iye Başkanıyla
köşkün yatak ve sofra takımlarını hazırlıyor, hasırları te­
mizletiyordum.
Burada sıras ı gelmişken şunu da söyleyeyim ki , Ata­
türk h iç b i r yerde belediyelerin konuğu olmamış, her yer­
de masraf ı n ı cebinden ödemiştir. Yal n ı z 1 927 y ı l ında l s­
tanbul'a i l k gel i ş i nde İstanbul Belediyes i n i n konuğu ola­
rak kaldığını hatı rlarım . Öbür y ı l lar İstanbul'a gelişind e
masrafı hep kendi ödemiştir. H iç b i r otelcin i n , gazi nocu­
nun etkisinde kalmamıştır. Onlar her ne kadar para a l mak
i stemezlerse de Atatürk:
- u Bi r daha g elmem sonra » diyerek parası n ı öder
ve başyavere sorard ı :
- n Gazinocu parasını aldı m ı ? •
u Veri ldi .. karş ı l ığını almadan d a gazi nodan ç ı kmazd ı .
OTOMOBİLLERİ

BU RSA'da b i r hafta kaldı ktan sonra otomobi l lerle Ya­


lova'ya gittik. Otomobi l ler deyince sanmayın yüzl erce oto­
mobi l i vard ı . Sadece sekiz tane. Biri açık yazl ık, biri ka­
palı i ki Li ncoln, üç Buick, bir Benz Mercedes.
İkinci Cumhurbaşkanı zamanında bu sayı on sekize
çı km ıştı . Oysa İsmet İnönü, Rusya'ya yaptığı geziden dön­
düğü zaman, Sovyet yöneti minin etkisinde kal arak bakan­
ların a ltından arabaları n ı aldı rmak i stemişti. Tevfik Rüşti.i
Aras'l a Şükrü Kaya, Köşk'e gelerek Atatürk'e durumu an­
l attı lar. Atatürk:
- • Benim otomobi l l eri de kaldırıyor m u ? » deyi nce.
- • Hayır Paşam , s izinkilere dokunmuyor.• Cevabı n ı
a l d ı . Bunun üzerine:
- u Vahu. böyle şey o l u r mu? Bir bakanın altından
otomobil a l ı n ı r m ı ? Bu n e biçim iş, .. diye söyl end i . Şükrü
Kaya :
- u Biz de kabul etmeyiz, .. ded i .
O s ı ralar İsmet İnönü, b i r y ı l kadar resmi arabaya
binmedi . Kendi özel otomobi l iyle M ecl i s e ve Başbakan­
l ığa gidip geldiyd i .
54 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

Atatürk, ulusun malı olan otomobi l l erin hor ku l lanı l ­


masına çok sin irlenird i . Bir gün Köşk'te manevi kızı Ne­
b i l e'nin makam arabasına binerek arkadaşına g ittiğini gö­
rünce çok öfkelenmiş, yaveriyle arabayı geri çevirttikten
sonra Nebi le Hanım'ı paylayarak şöyle demişti :
- u H er aklına esen buradan araba a l ı p gidemez. Bu
a rabalar babanızın mal ı değ i l , m i l l ete aitti r . •
ELBiSELERİMİ YAKIN

YALOVA'DA uzun süre kaldık. Akşamları Atatürk'ün


sofrası yine konuklarla dolup taşıyor, birçok yurt sorunla­
rı bu sofrada görüşülüyordu. Bir akşam yerl i malı kul l a­
n ı l ması üstüne bir konuşma oldu. H erkes düşüncesini
söylüyor, yurtta yerl i endüstrinin gelişmesi için büyük bir
kampanya aç ı lmas ı , herkesin yerli malı yemes i , yerli ma­
lı giyinmesi isteniyordu. Yerli M a l ı Haftası'nın açı klanışı
da bugünlere rastlar.
Atatürk, herkesi n öne sürdüğü düşüncel eri , her za­
manki di kkatiyle d i n l ed i kten sonra:
- • Bundan sonra önder olarak benim de yerli malı
kul lanmam gerek. G ardroptaki elbiseleri m i geti rin. Köş­
kün önü nde yakın, .. buyruğunu verd i . Herkeste bir sessiz­
l i k. O şen, gürültülü sofra sanki bir anda mezar sessizl i ­
ğine bürünmüştü. Herkes bi rbiri n i n yüzüne bakıyord u.
Sessizl iği i l k önce, konuklar arasında bu l unan U l us gaze­
tesi başyazarı Fal i h R ı fkı Atay bozmağa cesaret edebi l d i :
- • Paşacığım, elbisel eri yakmayı n , birer tanesini
bizlere verin. Bi z d e hatıra olarak saklaya l ı m , " deyince
Atatürk hafifçe gülümsedi :
56 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İ DiM

- • Peki , " ded i .


Orada hazır bulunan herkese birer kat el bise veri l d i .
Bunların artık o elbiseleri hatıra olarak m ı sakladıkların ı ,
yoksa giyerek m i eskittikleri n i b i lemem.
Bir gün sonra Beyoğlu'nun tan ınmış terzil erinden Ar­
man, Yalova'ya getiri l d i . Atatürk, Köşkteki l erin gözleri
önünde yerl i kumaştan elbise l eri n i kestirdi ve d i kti rd i . O
olaydan sonra Atatürk, elbiselerini hep yerl i kumaştan se­
çip Arman'a d i ktirmiştir. Bir daha da İsviçre'den kumaş
g e lmedi .
KAFA ÖLÇÜSÜ

ŞAPKA Devriminden sonra fes bir kenara atı l mı ş ,


herkes şapka giymeğe başlamıştı . Şapkayla beraber, bunu
giyecek olanların kafa ölçüleri de ortaya çıkmışt ı . 1 930 yı-
1 ı nda Ankara'dayız. O zamanın M i l li Eğitim Bakanı olan Dr.
Reşit Galip e l indeki bir makineyle herkesin kafatasım öl­
çüyor. Dol i kosefal mi, brakisefal mi? Yani biz hizmetkar­
ların konuşmalarına göre hayvan m ı , yoksa i nsan m ı ? Ha­
tırı mda kaldığına göre 77-79 gelen kafalar Dol ikosefal ,
8 1 'den il eri olanlar da Fordman Brakisefa l .
Atatürk'ün başı ölçüldü v e 8 1 g e l d i . Odadakiler s ı ra­
ya g i rmişler, başlarının ölçülmesini bekl iyorlar. Atatürk,
Reşit Galip'e:
- • Çelebi 'ninkini ölç, ,, dedi.
Öbürlerinden önce başım ölçüldü. 81 çıkt ı . Sevinme­
ğe başlamıştı m . Öyle ya, Atatürk' l e aynı kafa ölçüsü ta­
şıyordum . Fakat sevincim uzun sürmed i . Atatürk:
- .. o ı maz ! O hayvan kafa l ı d ı r . Bir yan l ış l ı k olmas ı n , ..
ded i .
Nerdeyse ağl ayacaktı m. A l ı n d ı ğ ı m ı anlayınca g ü l me­
ğe başladı . Tekrar dal ı ma basarak,
- " Baksana Çelebi'nin kafasın a . O melon kafanı n be­
ni mkiyle ilgisi var m ı ? ,, ded i .
GÖZÜM GÖRÜYOR, AVAGIM D A VERİND E

ATATÜRK, uzun süre Ankara'da kal m ış ve yazın lstan­


bul 'a gelmesi gecikmişti . Bu gecikme birçok dedikodula­
ra yol açm ış, hatta halk arası nda hasta olduğu, felç gel­
diği, gözlerin i n görmed i ğ i , ayağ ı n ı n tutmadığı gibi söylen­
tiler ortaya çıkmıştı. Sonunda l stanbul'a geldik. 10 ağus­
tos 1 929 gecesiyd i . Söğütl ü yatıyla Boğaz'da bir gezinti
yapmayı buyu rdu. Hareket ettik.
Benim içimde bir merak bel irm işti . Ne kadar içki iç­
tiğini anlamak istiyordum. Söğütlü yatında kurulan sofra­
n ı n başından hiç ayrı l madı m . Önce bira i çmek istemi şti :
- u Bira var m ı ? • diye seslendi .
- n Var Paşa m , " dedi m v e hemen bira getird i m . Bir,
b i r daha , bir daha derken üçüncü şişe bitti .
O s ı rada Büyükdere'ye gelmiş bulunuyorduk. Doğru­
ca Erzurum genel müfettişi m i l l etveki l i Tahsin Uzer'i n ya­
l ıs ı na gitti . Çok güzel bir yal ı yd ı burası . Atatürk bu yalıyı
çok sever, sık' sık gelmek isterd i . Tahsi n Uzer, Atatürk'ün
çok sevdiği arkadaşları ndan biriyd i . Ankara'da da onun
evine g ittiğimiz o lurdu.
Yattaki sofra n ı n ikinci yarıs ı hemen yalıda kuruldu.
Sofrada on kadar konuk bulunuyordu. Şükrü Kaya, Tevfik
R üştü Aras, Sal i h Bozok, Hasan Cavit, Ruşen Eşref Ü n ay-
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 59

d m , Fal i h Rıfkı Atay falan vard ı . İçki fas l ı gece yarısına


dek sürdü. Biz yalıda sofrabaşı sefası nd a i ke n Atatürk'ün
Büyükdere'ye geldiğini duyan ve yatı iskelede gören halk,
yal ı n ın önünde toplanmış:
- « Gazi'yi isteriz , Gazi'yi i steriz ... .. d iye bağ ı rışma..
ğa başlam ıştı.
Evdeki ler telaşlandı lar. Atatürk rahatsız olmasın d i ye
kalaba lığı dağıtmanın çarel erini aramağa başladı l ar. H atta
polis çağ ırılması nı öne sürenler de oldu.
Atatürk, gürültüyü duyunca, ev sahibi Tahsin Uzer'e
sordu:
- u Nedi r bu? N e istiyorl ar? •
- .. paşam, sizi bal konda görmek, alkışlamak i stiyor-
lar . ..
Atatürk'ün o günlerde çok hasta olduğ u , yataktan çı ka­
mayacak durumda bulunduğu söyl entil eri , anlaşı lan halkın
içine işlemişti. Dı şardaki gürü ltü giderek artıyordu.
Bunun üzerine Atatürk yavaşça yerinden kal ktı . Bal­
kona doğru yürüdü. Evin caddeye bakan yön ü , mahşeri ka­
laba l ı kt ı . Kapıda görününce çılgınca bir alkış başlad ı . Tra­
fik durmuştu . Arabalar geçemiyor, iskeledeki vapurlar kal­
kamıyordu. Gece yarısından sonra sokaklara dökülen halkı
görmek ve çılgı nca alkışlanmak Atatürk'ü çok duygulan­
d ı rmı ştı . Kalabalığa h itaben dedi ki :
- « Sevg i l i vatandaşlar ı m . Benim için zahmet ediy0i­
sunuz. Mahcup oluyorum . Beni görmek, behemahal yüzümü
görmek değildir. Benim fikirleri m i , duyguları m ı anl ıyorsa­
nız ve hissediyorsanız bu kafidir. Benim için huzurunuzu
bozmayın, gidip yatın. Hepinizi yarın işiniz bekl iyor . ..
Fakat halk evin önünden ayrılmıyor,
- .. vaşa, varo l . biz sen i n için yaşıyoruz,,, di ye bağ ı ­
rıyordu.
Buhun üzeri ne Atatürk:
- « Arkadaşlar, içinizde bazı l stanbul lular bana nüzul
60 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

i n m i ş , e li ayağı tutmuyor, ölmesi m ümkündür, diye bazı


sözler çıkarm ı şlar. ( Bu s ı rada halk coşmuş ' Kahrolsun
düşmanları mız,' diye bağırış ıyordu) . Görüyorsunuz ya ,
karş ı n ızdayı m , s ıhhatim yerinde. El i m de tutuyor, (ayağı ­
n ı bal kon demirine vurarak) ayağım da yerinde, gözüm d e
görüyor. Hiç kimse merak etmesi n .
- cc Siz b u akşam karşı mda m i l l eti n timsal i , gölgesisi­
niz. Size seslenirken , bütün m i l l ete sesi mi iş ittireceği m i
b i l i yorum. İşittiniz, sizin i ç i n sağ l ı ğ ı n ı , ömrünü vazifeye ada­
yan adam sahnededir. Sizin için çal ışacak, sizin için yaşa­
yacaktır. Ben i m kuvvetim , size olan muhabbeti m ve sizin
bana olan muhabbeti nizd i r. Bu m i l l et, bu memleket dünya­
n ı n en makbul bir varl ı ğ ı olacaktır. Bu m i l l eti , öbür m i l ­
l etlerin üstünde görmeden öl meyeceği m , .. di yerek halkın
dağılmasını rica etti. Bunun üzerine o bağrışan , çağrışan
kalabalık hemen dağ ı l d ı , evleri ne g itti . Atatürk de balkon­
dan i çeri gird i .
Atatürk o gece çok neşeliyd i . Hayatında en ç o k içki­
yi de yine o gece içmişti . Boğaz dönüşü Marmara'da yatla
i kinci bir gezi nti daha yap ı l d ı . Atatürk :
- n Bu gezinti miz sabaha kadar sürecek, • ded i .
Saat 1 'de Seyrüsafai n İdaresi genel müdürü Sadul lah
Bey, lstanbul Radyosu M üdürlüğüne şöyle bir telsiz gön­
derd i : .. Gazi Hazretleri Radyo heyetine teşekkür ediyorlar
ve seçecekleri bir iki şarkı ve gazel okutu l acak olursa, çok
memnun olacakların ı söylüyorlar . ..
O gece Radyoda Musiki Heyeti tarafından Atatürk onu­
runa en güzel şarkılar ve seçme parçalar okunmuştu .
O gece sabaha dek içild i . Hepsini hesaplamışt ı m : Ü ç
şişe bira ve yarı m şişe Dim itrokopulo [üç kadeh de faz­
lası vard ı ) .
İşte bütün m i l leti n ve ben i m de merak ettiğ i m içki
miktarı bu kadardı . Atatürk içki o larak bira ve rakıdan
başka şampanyayı da severdi . Öbür içkileri ender içerd i .
ATATÜRK'ÜN UŞACI İDİM 61

Ya lnız b ir gece Kazım Özalp'ın evinde tam yirmi sekiz ka­


deh kokteyl içtiğini hatırlarım. Bunun adı Napoleon Kok­
teyli i d i . Bir m i ktar cin, bir mi ktar vermut, bir m i ktar da
Seribrandi l i körü i l e yap ı l ıyordu. Bunların dışında al ıştığ ı
içkiyi değişti rmemiştir.
Her gece içen Atatürk, gündüzleri alko l kullanmaz,
ya lnız çok sıcak günlerde bir iki bardaktan fazla ol mamak
üzere bira içerd i . Bu yüzden kimse Atatürk'e gündüzleri
içki içmek için israr etmez, en koyu al ışkanlar b i l e akşa­
m ı n olmasını iple çekerd i . Sabaha kadar içki fasl ı pek en­
derd i . Büyükdere gezisi o ender gecelerden birine rastla­
mış ve ha lkın gösterisi karşısında coşan Atatürk, içki fas­
l ı n ı farkı nda o lmayarak sabaha dek sürdürmüştü .
ÇEVRESİNDEKİ ASALAKLAR

ATATÜ RK'ÜN sofracısı olduğum için çok temiz g iyini­


yordum. Elbisem her zaman ütü l ü , beyaz gömleğ i m kola­
l ı , iskarp inlerim rugandı . Davetlilerden birçoğu şıklığımE
kıskanı r ve giyimimi benzetmeğe yelteni rlerd i . O zaman
birçok bakan ve m i l l etveki li bile papyonları n ı bana bağ­
l atırlard ı . Umumi katip Hasan Rıza Soyak, R ize m i l l etvek i l L
Hasan Cavit, özel kalem memuru Lütfi Bey, giyim devrim i ­
ne kendi lerini uydurmağa çal ışanlar arasındaydı .
Cumhuriyet yeni kurulmuştu. Çok kimse giyim devri­
m i ni kavrayamam ış ya da henüz beni mseyememişti . Arala­
rı nda tahsilsiz, cahi l olanlar da vardı . Fakat kısa zaman­
da yaşadı kları ortama uyması n ı b i l iyor, en centi l men d ip­
lomattan daha centi l men kesi liyorlard ı .
Bunların bazı ları okuma yazma b i l e bil medikleri halde
evlerine çok büyük kitap l ı klar yaptırm ışlard ı . Örneği n Ata­
türk, bir atlas ya da kitap arad ığı zaman , kitapl ı ktan biz g i ­
der, bunları ç ı karırdık. Atatürk'e onlar kendi feri bul muş g i · ­
bi götürüp verirlerd i . İçlerinde çok zeki leri de vard ı . Ata­
türk herhangi bir emir verse, onlar bunu i stedi kleri şekle
sokar, kendi lerine o işten pay çıkarırlard ı . Oysa bu işlerj
ATATÜRK'ÜN UŞACI i D İ M 63

zava l l ı memurlarla uşaklar görür, hazıra onlar konar, her


yerde parsayı onlar toplard ı . Her zaman gezi l ere on lar gi­
der, hepsi birer s i lahşör kes i l l rlerd i .
Fakat bütün bunlar Atatürk'ün h i ç gözünden kaçmaz,
onları inceden i nceye a laya a l ı r, bazen karşı l ı k veremeye­
cekleri bir soru yağmuruna tutar, karşısında nası l ecel ter­
l eri döktüklerin i hazla seyrederd i . Dalkavuklara , laf ebeliği
yapanlara çok kızard ı . Çok geçmeden bir punduna getire­
rek, yaptı kların ı n acı s ı n ı onlardan çıkarması n ı b i l i rdi .
H ı rpalayacağı , ya da alaya alacağı ki mseleri s ı k s ı k s ı ­
nava çekişine tan ı k l ı k etmişimdir.
Atatürk'ün şaşırtıcı soruları ve mantık oyunları karş ı ­
s ı nda bun ların dökülüşleri görül ecek şeyd i . Zaten O'nun
sorularına tam cevap verecek adam az bu lu nurdu. Bunlar
b i l i msel açıdan cevapland ı rı lacak sorulardan değ i l d i . Hepsi
birer zeka oyu nuna dayanıyordu . Kimse altından kalkamazd ı .
İÇKİSİNE KARIŞANLAR

ATATÜRK'ÜN içki içmesine karşı olanların başında


umumi katip Yusuf H i kmet Bayur geliyordu. Bayur -her
halde Atatürk'ü hepi mizden çok sevdiğinden ol acak- O'nu
içkisinden caydırmak için türlü bahaneler bulur, fakat hiç
birini başaramazd ı .
Atatürk çok içmezd i . İçtiği zaman d a içmesini b i l i rd i .
Acel e etmezd i , konuşarak, sohbet ederek, yavaş yavaş iç­
meği severdi . Ölçüyü kaçırmazd ı . Sarhoş olduğunu bir kez
bile görmed i m . Taşkı n bir hareketine rastlamadı m .
Böyle olduğu halde H i kmet Bayur'la aralarında s ı k s ı k
tartışmalara tanık olu rdu m . Hemen h e r sabah tekrarlanan
bu tartışmalardan Bayur'un yeni lgiye uğradığını üzül erek
görürdüm .
H i kmet Bayur, erken saatlerde Atatürk'e ge l i r , o gün­
kü ajans bültenlerini geti rir ve kend isinden emir a l ı rd ı .
Atatürk'ün yorgun hal ini gören Bayur dayanamaz:
- « Paşa m , yine renginiz yerinde değ i l , çok yorgun
ve bitki nsiniz. Şu içkiyi bu kadar i çmeseniz daha iyi olur,•
derdi.
ATATüAK'ÜN UŞAÖI iDİM 65

Bu karışmaya Atatürk'ün canı sı kı l ı r ama, hiç bel l i et­


memeğe çal ışarak:
- ·A H i kmet Bey, ben rakıyı şimdi değ i l , daha Har­
biye talebesiyken içerdim. Bugüne kadar da hiç zararını
görmed i m , • diye karş ı l ı k verird i . Bayur bunun da altında
kal mazd ı :
- • Muhterem Paşam , bugün belki zararın ı görmediği­
nizi sanırs ı n ız. fakat yarın göreceksiniz. Siz bu memlekete
lazımsın ız. Kend inize acımıyorsanız bari bu m i l l ete acıyın .
Bu mil let sizin varl ığınızla vardır. Ne olur şu içkiyi az için . ..
Atatürk b u sözl eri hep güİümseyerek karşı lard ı . O d a
H i kmet Bayur'un içinde bir kötü l ü k olmadığ ı n ı , kendisini
herkesten çok sevdiğini bi l iyordu. Fakat onun bu nasihata
benzemeğe başlayan uyarıları Atatürk' ü sinirlendirmeğe
başlamıştı . Gerçi nasi hatlar samimiyettendi ama, Atatürk
böyl e uyarılara muhtaç bir i nsan deği l d i . Atatürk ses çı­
karmadı kça H i kmet Bayu r da yüreklenerek nasi hatlerin
dozunu artırıyordu. Fakat bir gün canına tak demiş olacak
ki, H i kmet Bayur yine i çkiyi kötüleyen konferans ı na başla­
dığı s ı rada b i rdenbire sözü başka bir yana çevi rerek:
- .. Bugünkü işler arası nda neler var bakal ı m ? n diye
sordu.
Atatürk o an yine sin irlendiğini bel l i etmemişti ama,
ka rarını vermişti . Bu içki a leyhtarı konferanslara artık b i r
s o n verecekti . Üç gü n sonra mesele anlaş ı l d ı . Akşam sof­
rada Atatürk. H i kmet Bayur' la beraber hepimizi şaşırtan
şu haberi veriyordu:
- « H i kmet Bey, sen i Kab i l 'e sefir yapa l ı m . Git, ora­
ları gör ; hatta gereki rse H i ndistan'a kadar ,git. Oralar hak­
kında bilgi edi n . Oku , öğren ve i l i m getir. Bize bu yolda
faydal ı ol , • ded i .
Bu suretle H i kmet Bayur'un Kabil büyükelçi liğine atan­
ma emri veri lmiş o luyordu. H i kmet Bayur hareketinden
önce veda için Köşke geldi . Atatürk, onu salonda ayağa
F: 5
66 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

kalkarak karşılad ı . Giderken de kapıya kadar elini omu­


zuna koyarak uğurlad ı . Bayur birkaç gün sonra ayrılarak
Kabil'e g itti .
Bana öyle gel iyor k i , bu atanm a , Bayur'un yurda h iz­
m et kaygusu, yalansız olarak Atatürk'e içki içmemesi öğü­
dü ve içmesine engel o l ma hareketinden i l eri gel iyordu. O
H i kmet Bayur k i, sevgisin i , saygısını hiç eks ik etmediği
Büyük Adama • İçme Paşa m • sözünü ilk söyleyebilmek ce­
saretini göstermi ş , fakat bunu çok sevdiği Atatürk'ün ya­
n ı ndan uzaklaştırıl m ak cezasıyla ödemişti . N iteki m H i kmet
Bayur hakl ı çıkmış, Atatürk de sonunda içki nin fenalığını
anlamış, fakat iş i şten geçmişti .
ARMSTRONG AZ BİLE YAZMIŞ

ARMSTRONG adlı bir yazar, Atatürk hakkında yazd ı ğ ı


b i r kitapta, O'nun i ç k i alem lerine d e değ i nerek olumsuz ve
yakış ı ksız yüklemel erde bul unuyord u . H ükümet o zaman bu
neden le kitabın yurda sokul mas ı n ı yasaklayan bir kara(
b i l e alm ıştı . Bir sabah Çankaya Köşkü'nün salonunda Ata­
türk kahvesini içerken, Hi kmet Bayur, el inde b i r kitapla
geldi. Bayur, o dönemde Cumhurbaşkanlığı umumi katibiy­
di. Atatürk'e H i km et Bayur'un geldiğini haber verdik. Ata­
türk'ün karşısına i l işen H i kmet Bayur'un hali nde bir tuhaf­
l ı k sezinlemişti k. Atatürk'e çok öneml i bir meseleyi söy­
lemekle söylememek arasında duraksadığı anlaş ı l ıyordu .
Atatürk, bakı şlarıyla kitabı işaret ederek:
- · Okuyun baka l ı m H i kmet Bey. Baka l ı m ne yazmış? ..
ded i .
Anlaşılan Atatürk'ü n , H i kmet Bayur'un el i ndeki kita p ­
tan önceden haberi vard ı .
H i kmet Bayur çok güzel lngil izce b i l i rd i . Sadece İngi­
l izce konuşmakla kalmaz, İng i l iz Edebiyatı hakkında da
geniş bir b i l giye sahipti . Hemen İng i l izce kitabı açı p , çe­
viri yapar gibi değ i l de, sanki Türkçe yaz ı l mış bir kitabr
68 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İ Di M

okumanın rahatlığı içinde Türkçe okum ağa başlad ı . Ata­


türk, bazan kaş ları çatı l ara k, bazan hayret belirtisiyle H i k­
met Bayur'u dikkatle d i n l iyordu.
Armstrong, Atatürk'ün içki alemlerini o ldu kça ağır
sözcüklerle anlatıyor, fakat buna i l işkin bölümün sonund a .
" Böyle olduğu halde yurdunu v e ulusunu i l g i l endiren her­
hangi bir olay çıktı m ı , hemen içkiyi ve eğlenceyi bir ya­
na bırakıp, aslan gibi kü kreyerek pençesini o olayın üze­
rine atması n ı bilir, .. demekten de kendini alamıyordu.
Atatürk, kitabın buras ı nda söze karıştı . Biz, kızacak.
u Kapat şu kitab ı , yeter. Haltetmiş bunları yazmakla ! • diye
bağ ı racağı n ı sanıp korkmuştuk. Oysa H i kmet Bayur'a şöy­
le ded i :
- • Bu kitabın yurda sokulmasını yasaklamakla Hükü­
met hataya düşmüştür. Bu zat bizim yaşadığımız safahatı
eks i k b ile yazmış. Bu eksikliği ben tamamlayayım da, ki­
taba ek lensi n , memleket de kitabı tam okusun ...
Sonra H i kmet Bayur, yeniden kitabı kaldığı yerden
okumağa başladı. Atatürk, yine büyük bi r d i kkatle dinliyor­
d u . B i r başka bölüme geçil m işti . H i kmet Bayur'un bi rkaç
sayfa atladığını farkeden Atatürk:
- « Ne var ki o kısımda, sayfaları atlad ı n ız ?" diye sor­
d u . H i kmet Bayur, çekingenl i k içinde: .. Paşa m, izin verir­
seniz burasını okumadan geçeyi m , .. dedi .
Atatürk iyice meraklanmıştı :
- « Nedi r yahu, bu atlamak i stediğiniz? Adam ne söy­
l e m i ş , ne yazmışsa heps ini b i l e l i m . Okumağa devam . •
. .

Atatürk okutmakta ısrar, Bayur okumamakta i nat edi­


yorlar, aralarında sessiz bir çekişme geçiyordu. Atatürk
sonunda biraz sertçe :
- " Ne diyor bu adam bizi m için? Hakaret mi ediyor?
Hayvan mı diyor?» d iye sordu.
H i kmet Bayur bu sözler üzerine iyice şaşırd ı . Cümle-
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 69

l eri kekelemeğe baş l ad ı . Artık kaçamak yol kalmamıştı


onun için. Okumaktan başka çaresi yoktu .
- « Paşa m , ,, ded i . · Sizin Kastamonu'da şapkayı başı.
n ıza i l k giydiğinizi anlatı rken ağı r kel i meler ku l l anmış . ..
Atatürk, Armstrong'un bu sözlerine kızmak şöyle dur·
sun, neşelenmişti b i l e .
- .. insanlara bazen hayvan sıfatları takar, aslan g i b i
deriz. B u d a onun g i b i . C a n ı i stemiş, böyle düşünmüş bizi .
Neyse fena değ i l . Haydi okuyun, daha neler var içinde ha·
kal ı m ? Bayağı eğlencel i kitap, .. ded i .
Atatürk'ün ne büyük hoşgörü sahibi olduğunu o g ü n
bir kez daha anlam ıştı m . Büyük bir olgunluk içinde kitabı
d i n l iyor, yazarın düşünceleri n i , görüşünü, geçmiş olayların
ışığı altında kendi değer ölçülerine vurarak kıyaslıyordu.
UYKU D ÜŞMANI

ATATÜRK uykuyu sevmezdi . Uyanık geçirdiği zaman,


uykuda geçirdiğind�n çok fazladır. Bir i nsan yaşamına s ığ­
d ı rı lamayacak gibi i m kansız görünen büyük işleri başarı s ı .
bu yüzden kolay olmuştur.
Atatürk, yirm i dört saatlik yaşantıs ı n ı hiç bir zaman
b i r programa sığdırmak i stememiş, ani kararlarla o anda
akl ına gelen şeyi yapıvermiştir. Savaştan ve Cumhuriyet'i ıı
kuru l masından sonra da memleket işleri yoluna girdiği dö­
nemde de, s ı nırl ı bir yaşamı n içine girmemiştir. Daima
dinç ve uyanık tutmağa çalıştığı asap ve enerjisi de O'nu
u yutmazd ı .
Atatürk'ün yaradı l ışı da, çerçevel i bir yaşama girme­
sine engel olmuştur. G erek Çankaya'da , gerekse Dolma­
bahçe'de oturduğu sı ralar, gezilerinde, hal k arasına ser­
bestçe girip çıkmasında belirli bir program uygu lamamış­
t ı r. Uykunun dostu değ i l d i , adeta düşmanıydı diyeb i l i rim.
Ü n l ü • Sofra ·sı bu nedenl e sabahlara dek sürer, davetliler
bire r ikişer çekil i p gider, O ise sabah güneşini görmeden
yatağına girmez ve uyumazd ı .
B ir gece sabaha karş ı , sofradakil er dağıldıktan sonra
ATATÜ RK'ÜN UŞAGI İDİM 71

kendi s i ne yatması için adeta yalvaran başyaver Cevat Ab­


bas Gürer'e, uykuda geç i rdiği zamana acıdığını söyleye­
rek şöyle demişti:
- u Hayat pek kı sa . Çocukluk v e mektep hayatı b i r
k ı s m ı n ı alıp götürüyor. Geriye kalanını da uyku yarıya i n­
d i riyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda gerek l i d inlen­
me g ıdasını verecek kompri meler icat olsa ne iyi ol urdu.
Fakat bir gün bu da olacaktır. N iteki m tıp i l m i , kimya, uyut­
mak i çin çok güzel i l açlar yapmağa başlamıştır . ..
Atatürk'ün uykuya karşı bu a l l erj i s i , askerli k dönemi n ­
den ka l mış. Çanakkal e'den beri yaverl i ğ i n i yapan Cevat
Abbas şöyle anlatı rd ı :
- « Atatürk muharebe sahalarında katiyen uyumazd ı .
S i per muharebelerinde d e tetik yatmak kaydıyla seyyar
karyolaya el biseyle uzanır, bir gözü açı k , bir- gözü kapal ı
uyurdu. Tab i) buna uyumak denirse. Kafkas Cephesi nde
Bı.�ğlan G idiği muharebelerine yetişmek için otuz altı saat
hayvan s ırtından i nmeden yürüyüş yapmış ve iki gün h i ç
g özünü k ırpmamıştır. O acı mütareke günlerinde uykusuz­
luğu sürekli olan Atatürk, 19 mayıs 1 9 1 9 'da Samsun'a ayak
bas ışından Lozan Barışı n ı n i mzasına dek gece uykusu gör­
medi d iyebil irim . ..
UYKUSUZLUK REKORU

ATATÜRK ıçın • i çkiyi bırakamaz • d iyenler, acaba b i r


gün g e l i p a ldanacakların ı h i ç düşünmüşler midir? O'na iç­
kiyi bıraktırmak isteyenler, o zaman kimbilir nasıl şaşır ­
m ışlard ı r. Evet, b u kadar içki kul lanan v e ondan ayrı l maz
görünen adam, üç ay hiç rakı içmeden de durabi l iyor.
Atatürk hiç ki msede bu lunmayan büyük bir irade gü­
cüne sahipti. Eğ lenmesini d e, içmesini de, çal ışmas ı n ı da
çok iyi bi l i rd i . Büyük Nutku'nu yazarken ben bunun tanı ğ ı
o l d u m . Akşamları yine sofra kuruluyor, herkes karşısında
yiyor, içiyor; fakat O, ağzına bir damla bile içki koymuyor­
du. Hatta yemek yerken herkesin içişini gülümsemeyi�
seyredişi hala gözü mün önündedir . Oysa ben , içkiye a l ış­
kın i nsanları n bir gün bi le içmeden duramayacakları nı sa­
n ı rd ı m . Atatürk' ün tam üç ay kendi i steğiyle içkiye boyko­
tuna benimle birlikte tüm çevresindeki ler de şaşıp kalmış­
lard ı . Bu da O'nun görev aşkı nı ve soru m l u l uğunu, a l ı şkan­
l ı k larının ve beğenileri n i n de üstünde tuttuğunun en güzel
örneklerinden biridir.
Atatürk'ün sevdiği ve güvendiği insanlardan otuz beş
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 73

y ı l l ı k arkadaşı İzmit m i l letveki l i Süreyya Yiğit, b i r anısı n­


d a şunları anlatmı ştı :
- • Atatürk, büyük işler hazırlarken asla alkole i lgi
göstermezd i . Nitekim Erzurum'da i ken biz içerd ik, O içki
tekl ifimizi kabul etmez, kahve içmekle yetin i rdi. Korkunç
derecede bir i rade gücü vard ı . içkiyi i rade zaafından değ i l ,
d üpedüz sarhoş ol mak i ç i n içerd i . »
Çankaya Köşkünde Büyük Nutku'nu hazı rlarken h i ç
içki içmediği g i b i , kırk sekiz saat hiç gözünü kırpmadan
yazı di kte etti rişini de hatırları m . Öyle k i , yazı yazmaktan
yoru lan değişiyor, fakat O, binlerce belge arasından ayır­
dığı notlarıyla büyük eserin i tamamlamak için uykusunu
b i l e vermekten çekinmiyordu. Böyle zamanlarda , yazd ık­
larını sofrada arkadaşlarına okutur, sonra yine eski köş­
kün çal ışma odasına geçer, kah oturarak, kah ayakta ça­
l ışmalarını sürdürürdü. Nutuk, çal ışman ı n , i nsan gücürtün
nas ı l üstüne çıkışını gösterdiği için, ayrı bir önem de ta­
ş ı maktadır.
Atatürk'ün hiç uyumadan üç gün durabildiğini de, gör­
müş ve gözlerime inanamamışt ı m . Cephede değ i l d i k , sa­
vaş da yoktu. Uykusuzluğu gerektirecek önemli b i r olay­
la da karşı karşıya bulunmuyorduk. Fakat O, bir işe, ama
ci ddi bir işe başladı mı. onun sonunun geldiğini görme­
den asla rahat edemezd i .
Atatürk, çalışmaları sı rasında yer v e zaman ögeleriy­
le i l g i l i değ i l d i . Nerede ve hangi şartl ar a ltında olursa ol­
sun, yurt çıkarları n ı kapsayan bi r görev belirdi m i , onu ye­
rin e getirmeğe çal ış ı rd ı . Gezileri s ı rasında trende, ya da
otomob il içinde evrak açtırarak çalıştığı çoktur. En keyif­
l i eğlence anında sofrada bile karşısında görevlilerden bi­
rini gördü m ü , sohbeti , konuşmayı hemen yarıda keser.
u Beni mi istiyorsunuz ? • diye kal kıp giderd i . Ü lke işleri n i
h e r şeyin üstünde tutard ı . E l i n e aldığı herhangi bir işi de
yarı m bırakmaz, biti rmeden rahat edemezdi . Bazen hiç
74 ATATÜRK'ÜN UŞA�I iDİM

durmadan okuduğ u , kırk sekiz saat ara lıksız çal ıştığı da ol­
muştur. Çankaya Köşkünde e l i ne geçirdiği bir tarih kita­
b ı n ı bitirmek için iki gün, iki gece hiç yatağa girmem i ş ,
şezlongta dinlenmekle yeti nmişti . Yalnız kaldığ ı , y a d a
okuduğu zamanlar masaya p e k i l tifat etmez, koltuğa bağ­
daş kurup oturmayı daha çok severdi .
Tari hle uğraştığı sı ra larda. Atatürk içerde çal ışıyor,
ben kapıda oturmuş bekl iyordum. Ara s ı ra uyumamak için
banyoya girip, yüzüme su vuruyor, sonra anahtar deliğine
gözümü uydurup, bir post üzerinde yüzükoyun uzanıp Nut­
ku hazırlayan Atatürk'ü gözetliyordum . Saat sabahın be­
şine gel iyordu. Uykumu dağıtmak için elime bir kitap a l ­
mı ştım. Adı • lzmir'in İşgal i • i d i . Ç o k merakl ı olan b u ki­
taba kendimi kaptırd ı ğ ı m halde, tüm uğraşı m boşa gitmiş.
şafak sökerken dayanamamış, yorgunluğun etkisiyle uyu­
ya kal m ışım.
Bu sırada Atatürk zile basmış, fakat ben koltukta de·­
rin b i r uykuya daldığım için uyanamamışı m . Zi l l e uyandı­
ramayı nca , kendisi çağı rmak zorunda kal m ı ş . Bir de bak ­
t ı m k i , kapıyı aralamış:
- .. çelebi, Çeleb i . · diye sesleniyor.
Hemen yerimden fırlad ı m :
- • Paşam . Emriniz ... • diyebi ldim.
Ama bendeki korkuyu varın siz h esap ed in. Bağıracak.
parlayacak diye ödüm kopuyordu. E l l erimi önüme kavuş­
turmuş, bekliyordum . Fakat nedense kızmad ı . Gayet saki n
yüzüme bakarak;
- • Bana b i r kahve geti riniz,• ded i .
Hemen koştum. Orta şekerli bi r kahve yapıp getird i m .
Daha kahveyi içmede n : · Senin tahammülün kalmamış.
haydi git yat; arkadaşların gelsin , • dedi.
Söyleyecek hiç bi r şey kalmamıştı . Sadece kekel eye­
rek,
ATATÜAK'ÜN UŞAÖI iDiM 75

- a Paşam, uyumad ı m . Kitap okurken içim geçm i ş , •


d iyebildim.
Gidip arkadaşları kaldırdım. Hizmeti devrettim ve yat­
mağa g itti m.
Akşam nöbet sı rası y in e bana gelmişti . Üçüncü ge­
ced i r k i , Atatürk gözün ü kırpmıyordu. Kütüphanede yere
seri l i bir ayı postunun üstüne uzanıyor ve çalışıyordu. Not­
ların aras ına gömülmüştü. Yerler tarih kitapl arıyla doluy­
du. Sadece duş yapıyor, kurulanıp tekrar odaya kapanıyor­
d u . Yemeği bile kütüphaneye getiriyorduk. Yüzü hafif sü­
zülmüş gibi geldi bana.
Çankaya Köşkünde sofra kuruldu. Bu, on altı kiş i l i k
b i r sofraydı . Konuklar gelerek yerleri n i aldı l ar. Sabahki uy­
ku olayını unutmuştum bile. Tam içki fas l ı başladığı zaman ,
konuklara dönerek:
- u Bu çocuk dün gece sabaha kadar beni bekled i,•
d ed i .
Birden koltuklarım kabard ı , önüme baktım. Konuklar
bana biraz da kıska nç l ıkla bakarken Atatürk:
- • Öyle ama, sabaha karşı uyuyarak beklemiş,• de­
mez m i ?
Sonra a Senin uykusuzluğa tahammülün yok .. diye alay
etmeğe başlad ı . Canım çok sıkıl m ıştı . Önceleri .. çelebi
i ş i n i b i l i r Paşam, ı• d iye beni öven konuklar da hep bi rden
gülmeğe başladıkl arından utanç içinde kıvranıyor;dum.
İçimden kendi kendime nası l da kızıyordu m . Saat sabahın
beşine kadar uyuma da, ondan sonra uyu .
Bu olay bana ders oldu. Atatürk'ün o tarihten sonra
üç gün süren büyük b i r uykusuzluk geçirdiğini hatı rlamıyo­
rum . Fakat geç saatlere dek ka ldığı vakitler de bütün d i k­
katimi kullanarak uykuyu akl ıma b i l e getirmemeğe çal ı ş­
m ı ş ımdır. O bi rkaç dakika l ı k uyku, bende unutu lmaz bir
anı bıraktı. Büyük adama hizmetin zor olduğunu bir kez
daha anlamış oldu m .
SOFRAVI TERK EDİYOR

Dr. Reşit Galip, Atatürk'ü n çok sevdiği ve nazını çek­


tiği arkadaşlarından b iriydi. Sevdiklerinin nazını çekmek,
zaten Atatürk'ün başlıca. iyi huylarından biriyd i . Reşit Ga­
l ip'in zekasın ı , çal ışkanl ı ğ ı n ı , enerjisin i , doğrusözl ülüğünü,
devrimciliğini, yurtseverl iğini , kendisine bag l ı lığını çok be­
ğenird i .
İşte Atatürk' le Reşit G a l i p arası nda geçen oldukça i l ­
ginç bir tartışma vard ı r k i , birçokları tarafından yanlış bi­
l i nmekted ir. Bir akşam sofrası nda geçen bu tartışmay ı , Ya­
kup Kadri Karaosmanoğl u , Cumhuriyet gazetesinde yayın­
lanan bir yazısında yazmış, sonunu da bi lenler tamamla­
s ı n , demişti . Bilen lerden biri olarak üstadın bu makalesi­
n i tamamlamağa çal ı şacağım.
Atatürk asla kin tutmazd ı . Bir kimseye ne kadar kı­
zarsa kızs ın, bir zaman sonra onu affeder, olanları unutur­
du. Bu yüzden çevresinden birçokları zaman zaman gözden
düşer, sonra yeniden affedi"l i r, eski yerlerini a lırlard ı . At<ı­
türk'e karşı gelen ve meydan okuyan Dr. Reşit Gali p de,
işte gözden düşüp , sonra itibara kavuşanlardandr .
Dolmabahçe Sarayının harem kısmında ( hususi dai-
ATATÜRK'ÜN UŞAC'JI iDiM 77

re) akşam sofrasını yeni kurmuştum. Mevsiml erden yaz­


d ı . Konuklar b i rer i kişer geldi l er. Ruşen Eşref Ü nayd ı n , Re­
cep Zühtü, Şü krü Kaya, Tevfi k Rüştü Aras, Dr. Reşit Ga­
lip , Celal Sahir, H asan Cem i l Çambel ve bayanlar vard ı .
Yemek süresince herkes, her konuda konuştu . Gece
yarıs ı na dek süren toplantı nın sonuna doğru , halkın eğiti l­
mesiyle i l g i l i konular tartışılmağa başland ı . M i l li Eğiti m
sorunları eleşti ri l i rken Reşit Galip'in ayağa kalktığını gör­
düm. Doktorun pek tabii sayıl mayan, b i r hali vard ı . Coş­
kuyla konuşuyordu. İçi içine sığm ıyordu.
O tarihte H a l kevleri n i n deneti m i , C.H.P. Parti Mecl i­
s i nde bul unan Reşit Galip'in el i ndeyd i . Reşit Gal i p söze,
o zamanın M i l l Eğiti m Bakanı Esat Hoca'dan yakınmayla
baş ladı. Halkevlerini n tems i l kol larında oynanacak piyes­
l erdeki kadı n rol l eri için Kız lisesinden kendi istekleriy­
l e seçilecek amatör ruhlu kadı n öğretmenlere, Esat Ho­
ca'nın izin vermediğini söyled i . Tiyatronun eski Yunandan
beri insan l ı k için bir sanat ve kültür kaynağı olduğunu,
Hal kevleri tems i l kol l arın ı n da bu amaçla kurulduğunu, ka­
d ı n ı n bu kültür hareketinin dışında bırakı lamayacağ ı n ı ,
böyle bir düşüncenin devri m leri n ruhuna aykırı düşeceği­
n i bel i rttikten sonra sesini perde perde yüksalterek :
- · Yaş l ı insanlara Veki l l i k yaptırmama l ı . Memlekete
fayda yeri ne zarar getiriyor, • diye sert b i r d i l l e konuşma­
ğa başladı.
Atatürk, b i raz şaşkı n l ı k, fakat büyük bir sabır ve dur­
gunlukla din lediği bu sözlerden sonra: · Merak etmeyi n ,
hepsi düzelecek, • diye doktoru yatıştırmağa çal ıştı .
Atatürk'ün o geceki sabrına şaşıyordum doğrusu.
Eyüp Peygamberde bile böyle sabı r yoktu bel ki . Ben im gi­
b i herkeste de aynı şaşkınl ı k vard ı . Atatürk doktoru bir
kez daha sab ı r ve durgunluğa çağ ı rd ı ktan sonra:
- · Siz böyle konuşmakta devam ederseniz, ben si­
ze muhatap olmamakta mazuru m , • dedi.
78 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDİM

Fakat doktor öylesine dolgundu k i , giderek sesinin to­


nunu yükseltiyor, sözlerine gem vuramayarak daha tiz per­
deden saldırılarını artırıyord u :
- · Kabahat hep sizde. H ocadı r d iye cah i l l eri başı­
m ıza koydunuz . ..
Sofrada b i r bomba etkisi yapan b u konuşma üzerine
Atatürk:
- • Memlekette Maarif Veki l i yok mu? ..

- .. var ya. Esat Hoca mükemmeldir, .. deyince Reşit


G a l i p « hayır .. anlamında başını sal layarak,
- • Çok iyi ama, çok da ihtiyar. Art ı k ondan geçmiş­
tir. Bu memleketin Maarif Vekil i o adam değildir. Bu mem­
lekete daha d inç bir Vek i l gerektir, .. ded i .
Bunun üzerine Atatürk'le, Reşit Gali p arası nda şu tar­
tışma geçti :
- · Yahu nas ı l olur? Bu adam beni okutmuştur. Kül­
türü yerinde, i l me vukufu vard ır. Soframda hocam hakkın­
da böyle konuşmanı istemem . Beni okutan adam, nasıl
Maarif Veki li olamazmı ş ? »
- « Deği l seni okutmak, seni n Allahını okutsa yine
bu adam Maarif Veki l i olamaz . •
O devirde dalkavukların yan ı nda böyle medeni cesa­
ret sahi bi , sözü nü sakı nmaz cinsten kimseler de vard ı . Fa­
kat bu derece i l eri gidec eğ i , bir H ü kümet üyes i hakkında.
hem de Atatürk'ün önünde bu derece sert konuşacağı kim­
seni n akl ı ndan bile geçmezdi .
Hep imizin rengi sararmıştı . Korkudan titriyorduk. Ko­
nuklar donup kal m ışlard ı . Hiç beklemediğimiz bu konuşma
herkes i şaşkına çevirm işti . Ortal ı kta çıt çı kmıyordu. Her­
kes hareketsiz, bu patlak veren olayı n nereye varacağını
düşünüyordu. Sinirden titrediğini ve e l l eri ni masaya daya­
d ı ğ ı n ı gördüğüm Atatürk, tarifsiz b i r şekilde kızm ıştı . Fa­
kat duygu ları n ı bel l i etmeden çok sakin şu buyruğu verd i :
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 79

- • Lütfen sofrayı terk ediniz.•


O an biraz ferahladı k. Reşit Galip kal kıp gider, olay
da burada kapanır, ertesi gün unutulur diye umutland ık.
Ne yazık k i, sevincimiz b i r iki saniye sürdü. Reşit Gal i p
coşmuştu b i r kez. N e karş ı l ı k verd i dersiniz?
- · Burası sizin değ i l , m i l letin sofrasıdır. Burada otur­
mağa ben i m de sizin kadar hakkım vardı r. Gerçi biz Saray­
dayız ama, hocanız Hace-i Sultani değildir. Cumhuriyette
tenkit serbesttir ... D diye başlayı nca Atatürk yavaşça ye­
rin�en ka lktı . Kucağ ı ndaki peçeteyi masaya bıraktı ktan
sonra,
- .. öyleyse müsaade ederseniz ben terk edeyi m , ..
dedi ve dünyada eşi , benzeri görül m emiş bir efendi l i k ve
büyüklük örneği göstererek ayağa kalkıp, salondan çıkıp
g i tti .
Hemen arkasından koştum . Doğru harem kısmındaki
yatak odasına gi rmişti . Ben de arkası ndan g i rd i m . Her za­
man olduğu gibi kapı ları kilitled i m . Atatürk soyunana ka­
dar b i r kel ime konuşmad ı . Sin i rleri henüz yatışmamıştı . Yü­
zü sapsarıyd ı . Cumhurbaşkanı olduktan sonra belki de h i ç
kimse O'nunla böyle konuşmamıştı.
- • Çelebi Efend i , desene ki , yılanı koynumuzda bü­
yütüyormuşuz,D ded i .
Ka rş ı l ı k vermeyerek yavaşça kapıyı açıp dışarıya çık­
tım. Oradaki görevi m bitmişti .
O s ı rada yaver, dağ ı lmağa hazırlanan sofradaki lere şu
emri geti rmişti : · Reisicumhur H azretleri kendi l eri varmış
gibi sofranın devamını arzu ediyorlar.•
Yemek salonuna dönünce bir de ne göreyi m . Reşit
G a l i p rakı kadeh i n i dişlerinin arasına almış kem i riyor. Baş­
ucunda da Recep Zühtü ve K ı l ıç Ali duruyorlar. Öbür da­
vetli ler gitmişler. Reşit Gali p baş ı n ı kaldırıp ben i görünce:
- • Çelebi, bana bir kadeh rakı ver , • diye bağırd ı .
Nas ı l verebi l i rd i m bu durumda?
ATATÜRK' ÜN UŞA�I iDİM

· Efendim kilerci uyumuş, .. diye atlatmağa çal ıştım .


- a Demek bana verecek b i r kadeh rakı n bile kalma­
d ı , desene. Öyleyse ka l kı p gidel i m , • diye acı acı söylen­
d i . Sonra Recep Zühtü ile Kılıç Ail'nin koluna girerek sa­
londan çıktı.
Ne yalan söyleyeyi m olaydan ç o k üzü ldüm. Çünkü Re­
şit Galip'i gerçekten çok seviyordum. Araları nın açı l ması­
na gönlüm razı deği ldi. Fazl a içip de daha kötü bir olaya
meydan veril memesini istemiş, bu yüzden de • rakı yok •
demiştim . Rahmetliye bi r kadeh rakıyı esi rgeyişim içimde
ezi k l i k olarak kald ı .
Ertesi gün Reşit Gal i p, Atatürk'e ve l stanbul'a küse­
rek Ankara'n ı n yolunu tuttu . Hatta cebinde on lirası b i l e
o l madığı i ç i n tren paras ı n ı umumi katip Tevfi k Beyden
borç aldığını hatırlarım.
Aradan bir ay geçmişti . Biz yine lstanbul 'daydık. Sa­
at on beş sularında yemek salonuna gelen Atatürk bir ara
bana :
- • Çelebi Efendi , ş i mdi Ankara'da Reşit Galip Bey
bir konferans verecek. Onu dinleye l i m , • dedi.
Daha şaşk ı n l ı ğ ı m geçmeden koşup radyoyu açt ı m . O
zaman önem l i konferanslar radyoda veri l i rdi. Reşit Galip'
i n Türkocağı salonunda verdiği bi r saatten fazla süren kon­
feransı sessizce dinled i . Radyoyu kapattıktan sonra , göz­
l erinde bir sevinç pırıltısı yan ı p söndü .
- « Kendisini affettird i , » ded i .
O n beş g ü n kadar sonra güzel bir sonbahar g ü n ü biz
An kara'ya gitti k. Ertesi akşam Reşit Galip'i sofraya çağ ı ­
r ı l m ı ş gördüm. Sanki aralarında hiç bi r şey geçmemiş gi­
bi hareket ediyorlard ı .
Atatürk b i r ara Reşit Galip'e doğru eği ldi . sadece
onun işitebi leceği bir sesle:
- a Varından itibaren Maarif Veki l i siniz,., ded i . Bir-
ATATÜRK'ÜN UŞA�I iDiM 21

f-.raç gün sonra da Anadolu Ajans ı , Reşit Galip'in M i l li Eği ­


"ti m Bakanı olduğunu haber veriyord u.
O gece sofra oldukça kalaba l ı kt ı . Reşit Galip'in üze­
�- -inden sevinç akıyordu. Toplantın ı n en kıva m l ı anında Ata­
türk, kapıda duran askerlerden i ki si n i çağı rdı ve güreştir­
ı meğe başlad ı . Çoğun l uk böyle yapar, gezi lerinde olsu11 .
'."l<öşkte olsun, yiğit Mehmetçi klerden bi rkaçını yanına çcı­
"-ğ ı rarak güreştirir, Türk gücünün nelere yettiğini gözleriy­
, J e görmek isterd i . Hatta yanı nda bul unan çok sevdiklerini ,
bu Meh metçi klerle -istemeseler b i l e- gü reş tutuşturur,
onların hırpalanışını hazla seyrederdi . Birkaç keres inde
Mehmetçi kleri kendisiyle güreşe davet etmi ş , fakat hiç b i r i
• .. Sen i n sırtını yedi düvel yere geti remed i , biz m i getire­
•ceğ iz , ,, diye güreşe yanaşmamışlard ı .
Güreş çok zevkl iyd i . Hepimiz büyük b i r di kkat v e me­
t rakla sonunun nasıl geleceği n i bekliyorduk. Reşit Galip'in
ise merakı son haddini bulduğu b i r s ı ra, Atatürk askerle­
•·:re işaret ederek yeni bakanı • altı okka ,, yapmalarını em­
i ,,.etti.
Hepimiz şaşırmıştık. Bakan da öyl e . Daha şaşkınl ığı­
r,m ız geçmeden o babayani iki asker, Reşit Galip'i karga tu­
i·l u mba kucaklayıverdiler. Havaya kal kan bakan, önce b i r
i k i çırp ı n mayı dened i ; fakat ne haddine. Dev g i b i muhafız­
"ların bi rer çeli k pençeyi andıran el leri aras ı nda kıpırda­
:. mak ne mümkün.
Toplantıda b u l unanlarda heyecan son haddini bul muş­
··1u . Sonunun ne olacağını merak ediyorlar, adeta nefes bi­
"l e al maktan korkuyorlardı . Atatürk ise soğukkanl ı ve tabii
.-:-görünüyordu.
Askerler, Reşit Galip'i iki üç kez havaya kaldırd ı lar.
" Tam yere vuracakları sırada Atatürk'ün bi r işaretiyle Vll!"­
· maktan vazgeçiyorlar, tekrar var güçleriyle havaya sal l ı ­
·�yorlard ı .
F: 6
82 ATATÜRK'ÜN UŞACI İDiM

B i rkaç kez tekrarlanan bu hoş oyundan sonra ( biz ço -


cukluğumuzda çok oynard ı k) Atatürk , Mehmetçi klere :
- ıcYeter, .. ded i . Sonra sofradaki lere döndü . Gülerek,
- " B iz istersek böyle de hareket edebi l i riz,n ded i .
Acaba Atatürk, b u oyunla, vaktiyle kendisine hakaret
eden Reşit Galip'e centi l mence bir ders m i vermek iste­
m işti ? Ama ben, bunun şaka çerçevesini hiç bir zaman aş­
madığını sanıyorum . Atatürk, Reşit Galip'i sevmeseyd i , o
ol aydan sonra onu ne bakan yapard ı , ne altı okka etti rird i.
Atatürk, vaktiyle ka l k dediği h a ld e sofradan kal kmayan Re­
şit Galip'i isterse böyl e kaldırabi l eceğini mi ima etmişti
acaba ?
Reşit Gal ip'in M i l li Eğitim Bakanı ol uşundan bi rkaç ay
g eçtikten sonra lstanbul Üniversitesinde .. İnkılap Tarihi "
için bir kürsü gerekm işti . Bu kürsüde i l k dersi verecek ve
devrim lerimizin tarihçesini yapacak kişinin kim olabil ece­
ği görüşülüyordu. Yine bir akşam sofrasındayd ık. Atatürk,
hararetle bu görevin kendisine düşmesi gerektiği tezini
savunuyor:
- cı Bu işi ancak ben yapabi l irim. Gerçi inkı l abı bera­
ber yaptık , fakat bu kürsüyü ben işgal edebiliri m , yoksa
bu Maarif Veki l i n i n işi değ i l . Olmazsa benim namıma kı­
z ı m Afet yapar, D diyordu.
Reşit Galip ise itirazı basıyor,
- 11 Paşam, her şeyi siz yAparsanız biz ne iş görece­
ğiz?• diyordu.
Fakat Atatürk de dediği nde ı srar ediyor,
- •Ya ben , ya Afet Han ı m , • d iyor da, başka bir şey
söylem iyordu.
Reşit Galip buna da cevabı yetiştiriyor:
- " Paşam, Afet Hanım kızınızsa, bizler de oğlunuzuz.
Aramızda fark var mı ki. Bu işi M aarif Vekil in in yapması
gerektir. Biz de oğlunuz olarak b u vazifenin kendimize ve­
r i l mesin! istiyoruz, • diye söyleniyordu.
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDİM 83

Bu iş sonuçlanmadan aynı günler içinde bir başka ola­


ya daha değ i nmek isterim . Birkaç gün sonra sofrada , Kı­
l ı ç A l i , Recep Zühtü, Atatürk'ün çevresini çevirmişler, şur­
dan burdan konuşuyorlardı . B i r ara Recep Zühtü, Atatürk'e :
- « Paşam , » ded i . • Reşit Galip'e biri demiş k i : H itler
bugün konuşacak. Bunun üzerine Reşit Gal ip de şu cevabı
vermiş� Bizim H itler her gün konuşur . ..
Atatürk bu lafa kızmak şöyle dursun, kahkahalarla gül ­
m üştü .
Aradan günler geçti. Reşit Galip hala İ nkılap Tarih i
kürsüsü i ç i n çalışıyor, Atatürk'ü uygun bir zamanda kan­
d ı rab i l i r miyim, diye düşünüyord u . Tam o sı rada M i l li Eği­
tim Bakanlığından da affed i l d i . Yerine H i kmet Bayur geld i .
Bakan l ı ktan ayrı lması Reşit Gal i p'e uğurlu gel memiş­
ti . O yaz lstanbu l 'a gitmişti . Bir gün Moda'da ailesiyle bir­
l i kte sandalla gezerken denize düşmüş, zatürreeye yaka­
lanmış. İki ay kadar tedavi oldu. Kış yaklaşmıştı . Reşit Ga­
l i p , Keçiören'deki evi nde yatıyordu . Gari p rastlant ı , H i k ­
met Bayur, İnkilap Kürsüsünde i l k konferans ı n ı verdiği gün,
bu kürsü uğruna Atatürk'le tartışmayı göze alan Reşit Ga­
l ip de hayata gözlerini yummuştu .
KAFESE GİRDİ

ATATÜRK'ün bütün i steği özgür o l mak, halkın arasın�


da onlar g i b i yaşamakt ı . Cumhurbaşkanı olduktan sonra
hep böyle bir yaşam ı n özl emini çekmişti . Resmi kişi l erin
arasında ari stokrat sofrası ndan s ı kı ldığ ı n ı , bazı kereler
kendi ağzından duymuşumdur. Halkın içinde şöyle bir kol­
tuk meyhanesinde, d i l eği nce içebi l mek, O'nun için ne vax,
geçi lmez b i r tutkuydu.
Bir gün yine Atatürk, halkın yaşadığı gi bi yaşamamak-·
tan acı acı yakınarak,
- • Şöyle Karaköy'deki koltuk meyhanelerinde otu:..
rup, halkın arasında içmek. sonra aklına esi nce bastonu­
nu a l ı p Avrupa'ya g itmek ne iyi olurdu. B ı ktım bu resmi
hayattan, törenl i şeki lde yaşamaktan. O meyhaneler şimdi,
duruyor mu acaba? .. d iye hür olma i steği n i ortaya koyuc
yor ve şöyle ekl iyord u :
- .. Tokatl ıyan'da oturuyorsun. B i r sürü i nsan etrafı m·
çevirmiş. Ne rakıyı , ne suyu rahat içeb i Ursi n . Eskiden ne
iyi i d i . Koltuk meyhanelerine g ider. bir tabureye oturur, ra­
hatça yer içerd i m de kimse farkı nda b i l e ol mazdı . Nerde
ATATÜAK'ÜN UŞA<">I İDiM 85

o günler? Şimdi bir yerde oturdum mu, herkes beni sey­


rediyor.n
Atatürk' ün ' s ınır l ı yaşayıştan usanarak Nuri Conker'e
ikide bir:
- • Bu Cumhurreisliğini her seferinde benim üzerime
yıkıyorsunuz. Ben asker adamı m . Tarihte okuduk. Napole­
on'lar da Fransa'ya pek yararl ı olmamışlard ır. Beni m de
böyle ol mayacağım ne malum? Bırakın da serbest geze­
yim. Alayı m elime bastonumu. H i ndi Çini dolaşayım , " der­
di.
Atatürk, Cumhurbaşkan l ı ğ ı n ı istemediğini sık s ı k tek­
rarlard ı . Fakat Türk ulusu onu bı rakabi l i r miyd i ?
Atatürk'ün b u protokol l u yaşayıştan usanarak ara s ı ­
r a kaçtığı da ol urdu. Özgürlük özl eminin kaç ı n ı lmaz bir so­
nucuydu bu kaçışlar. Bir gün Dolmabalıçe Sarayında yalnız
kal ı nca canı çok s ı k ı l m ı ş . B i r baş ı na dolaşıp hava al mak
istemiş. Garaja telefon edip bir araba geti rmelerini emret­
miş. Şoför arabayla kapıya gelince de, çocuk gi bi gizlice
kapıdan çıkıp arabaya atlamış ve ki mseye gör� nmeden
Boğaza kadar gitmiş.
Atatürk'ün yalnız başına, hal ktan bir kişiymiş gibi do­
laşmak istemesine ara s ı ra tanı k ol urduk . Dol mabahçe'de
görevl i bir pol is memuru , şunları anlatmışt ı :
- .. B i r g ü n Atatürk, Sarayın kapısına kadar geldi.
Ü zerinde sade bir g ö m l ek v e pantolon vard ı . Çevresine
baka baka tramvay yo luna kadar yürüdü. G el i p geçen ta­
şıtlara bakacağı n ı sanm ıştı m . Bir aral ık, yoldan geçen bo ş
taks i l e rden birine işaret ederek durdurdu . Arabaya o ka­
dar hızl ı bindi ki, daha kıpırdamağa bile vakit kalmadan
O'nun şoföre yaptığı • Çek • işaretiyle araban ı n gözden
kaybolması b i r oldu. Ne yapacağı m ı şaşırd ı m . Saray birbi­
rine g i rd i . Her yerde Atatürk'ü aradılar. O gün Atatürk,
Haramidere korusuna kadar gitm i ş . Tek başına dolaşıp, öz­
gürlüğün ve yalnız yaşamanı n taci ına bakmış . ..
�6 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

Bir gece yine Dolmabahçe Sarayında herkes yattı ktan


sonra Atatürk yatağ ından çıkıp, bi l inmeyen bir semte git­
miş. Olayı bi raz geç farkeden o devri n Val i s i Muhitti n Ü s­
tündağ, alarm zilini çalarak bütün sarayı ayağa kaldırd ı .
Sarayda Atatürk'ü korumakla görevli n e kadar memur var­
s a , hepsini toplayıp, kendi de daha pijamalarını çı karmağa
vakit bulamadan otomobi l i n e atlayarak Atatürk'ü arcımağa
g itti .
Saatlerce aramad ı k yer bırakmam ışlar. Her tarafa tel­
s izler çeki l m i ş . Sarayda kalanlar heyecan içinde bekl iyoruz.
Sonunda sabaha karş ı Atatürk'ün izine rastlanm ış. Ki reç­
burnu'nda bir gazinoda olduğu tespit edi lerek oraya gidil­
m i ş . Va l i bir de ne görsün ? Deniz kenarındaki bir gazino­
d a cümbüşlü bir eğlence. Sabah olmak üzere. Atatürk, üze­
ri nde g eli şi güzel b i r elbise, başı nda kasket, sabahçı kahve­
lerinden çevresine topladığı bal ı kçılarla omuz omuza ver­
m i ş Kasabiko oynuyor. Bir anda ne yapacağı n ı , Atatürk'Lı
b a l ı kç ı ların aras ından kurtarıp, Saraya nasıl götüreceği n i
düşünen Ü stündağ , memurlarla birl i kte bal ı kçı kıl ığına gi ­
rip, oyun halkasına katı lmış ve bal ı kçı ları b i rer birer ek­
si lterek Atatürk'le omuz omuza kalm ı ş .
Keyfi bozu ldu diye önce Val iyi bir güzel paylayan Ata ­
_
türk,
- " Yahu, felekten şöyle bir gece çal ıp keyfetmeğe,
al elade bir vatandaş gibi kendi baş ımı za eğl enmeğe kalk­
tık. Buna da sen engel oldu n , " demiş.
M eğer Atatürk, özgü rlük isteğine dayanamayarak Sa­
raydaki kafesinden gece yarısı d ı şarı fırlamış. Önce Beşik­
taş'taki sabahçı kahvelerinden birine girip bir sade kahve
söy l ediği sırada ocakçı kendisini tanımış. Kaş göz işare­
tiy l e kahvedeki bal ı kçı lara Atatürk'ü n varl ı ğı n ı duyu rmuş.
Bal ı kçı lar da, bu beklenmeyen yeni müşteriye bir süra
uzaktan korka korka baktıktan sonra yavaş yavaş yanımı
soku lmuş lar. u Hoş geldin Paşam , n diye el lerini öprtıeğe
ATATÜAK'ÜN UŞA(il İDiM 87

kalkışmışlar. Aralarında bir kaynaşma olmuş. Atatürk, on­


lara kahve ısmarlam ış. Karş ı l ı kl ı hoşbeşten sonra ki mse­
ye haber vermemelerini öğütleyip geceyi onlarla birlikte
geçi rmeyi teklif etmiş. Sevinçten ne yapacaklarını şaşıran
bal ıkçı ları , otomobi l i n e aldığı gibi Ki reçburnu gazi nosuna
g i d i l miş. Gazi nocu uykudan uyand ı r ı l ı p , masa lar kuru l muş,
içkiler i ç i l m i ş . Sonra h ep beraber kal kıp, oyuna başla­
mışlar.
Bir gece Atatürk, yine Dolmabahçe Sarayından buna­
larak bir taksiye atladığı gibi kaçmış. Anadolu sahi l i n e
geçm i ş. O s ı rada Maltepe Askeri Lisesi öğrenci lerinden
bir grup, Çubuklu asfaltında Beykoz'a doğru gece yürüyü­
şü yapmaktadır. Birdenbire önlerine çıkan bi r otomob i l i n
i ç i nd e Atatürk'ün tek baş ı na oturduğunu görünce b i r hay­
li şaşırmışlar.
Otomobil i n kapısı açı l ı p Atatürk yere i n i nce öğrenci­
l erin başında bulunan yüzbaşı rütbesi ndeki bir öğretmen,
hemen selam vaziyeti a l ı p , tekmi l haberi n i veri r.
Atatürk , öğrenci lerin gece yürüyüşünü görünce mem­
nun olur. Türk Gençl iği 'nin gece gündüz uyumayarak va­
tan ı n bekçiliğini yaptığ ı n ı söyled i kten sonra :
- • H aydi gelin de, şöyle bir kenara otu ra l ı m , • der.
Atatürk, yere çöker. Öğrenciler çevresini alırlar. Or­
taya askeri bir soru atarak tartı şmağa başlar. O sırada
Atatürk'ün şakağında i ncecik bir kan izi fark edilir. Önce
şakağ ı n ı n kanadığını söylemeğe cesaret edemezler. So­
nunda öğrenci lerden bi ri dayanamayıp şöyle der:
- • Atam , şakağı nızda bir yara var. G aliba kan ıyor
da . ..
Atatürk, sil mek için mend i l i n i ararsa da bulamaz. O
s ı rada öğrenci hemen yerinden fırlayarak cebi nden çıkar­
dığı bir mend i l l e şakaktaki pıhtılaşmış kanı s i ler, o men­
d i l i çok değerli bir hatıra olarak saklamak üzere cebin e
88 ATATÜRK'ÜN UŞAC'il İDiM

koyar. Atatürk , yaralanmasından büyük üzüntü duyan öğ­


renci l ere :
- « Önemsiz bir şey. M erak etmeyin . Farkındayım ,
kaçarken oldu, .. der.
Bunun nedenini kimse sormağa cesaret �demez. Kos­
koca Cumhurbaşkanı , neden, kimden kaçıyor? Bu sorunun
karş ı l ı ğ ı , az sonra anlaş ı l ır. Aradan daha beş daki ka b i l e
geçmeden uzaktan motor gürültü leri , klakson sesleri g e ­
l i r v e Atatürk, sözünü yarıda keserek :
- a Eyvah. geliyorlar, .. der. « Yakalandı m . Bu gece tek
başı ma şöyle bir dolaşayı m dedi m . Fakat beni yine arayıp
buldular. An laşılan yine yal nız kalamayacağım . ..
Az sonra otomobi l ler ve motosikletler Atatürk'ün ge­
lip önünde dur m uşlar. İnen görevli lerin yüzl erinde Atatürk'
ün kaçmas ı ndan ne derece telaşlan ı p , üzül müş oldukları
okunmaktadır.
Atatürk, bir gece de kendisinden izin almadan haber­
sizce Saraydan kaçan K ı l ı ç Ali i l e bir arkadaş ı n ı , konuk
olarak gittiği bir evde içki i çerken arayıp bulmuş. Atatürk'ü
o zamana kadar hiç görmeyen ev sahi bi i l e birlikte bahçe­
de kurulan sofrada yiyip içerlerken , birden Atatürk'ün kö­
peği Foks , içeri dalmış. K ı l ı ç Al i 'de de şafak atm ış tabii.
Atatürk. yarı kızg ı n , yarı şaka Kı l ı ç Ali 'ye şöyle çıkışmış:
- « Bravo size. Beni Dolmabahçe'ye tıktınız, siz bu­
rada eğlenceye daldınız . ..
O d a sofraya oturuyor. Görevl i l er onları arayıp bulana
kadar sofra dörtlü olarak sürüyor.
ENİŞTESİNİN FABRİKASI

ATAT Ü RK'ün kendisi nden önce doğan Fatma, Ahmet,


Ömer, kendisinden sonra doğan Naciye ve Makbule adl ı
beş kardeşi vard ı . Makbule'nin dışı nda b u kardeşlerin hep­
s i de küçük yaşta öl müşlerd i . Makbul e Hanım, Atatürk'ten
dört yaş daha küçüktü . Atatürk'ün annesi Zübeyde Han ı m ,
1 923 Ocak ayında izm ir'de öldükten sonra tek mirasçısı
kızkardeşi Makbu le Han ı m kal mıştı. Makbu l e Han ı m , Mus­
tafa M ecdi Boysan'la evl enmiş, fakat sonradan ayrı l mı ş­
lard ı . Atatürk öldüğü zaman Makbule Han ı m , Mustafa Mec­
d i i l e evl i olduğundan Boysan soyadı m taşıyordu. Eşinden
ayrı l d ı ktan sonra Atadan soyadı m ald ı . Atadan, Atatürk'
ten yadigar kalan anlamına geliyordu. Makbule Atadan,
daha sonra da emekli Al bay Nuri Beyle evlenmiş ayrı l­
m ışt ı .
Atatürk, Vasiyetnamesi 'nde kızkardeşlne ayda b i n l i ·

ra veri l mesi n i , ayrıca yaşadığı sürece Çankaya'da oturdu­


ğu evin emrinde kal masını istemiştir. Sonradan Makbu l e
Atadan ' ı n • mahfuz hisse .. si çı karı lan bi r kanu nla ortadan
kal d ı rı l m ı ş ve ağabeysi n i n miras ından b i r şey alamaz du­
rum a gelmiştir. Makbul e Han ı m , eşinden ayrı l ı p yalnız kal-
90 ATATÜRK'ÜN UŞAÖl İDİM

d ı ğ ı ve geçim darl ığına düştüğü için bir kanunla kendisi ne


ayl ı k bağ lanmıştır. Bununla i l g i l i olarak gazeteler geniş
şekilde yayın yapmışlard ı . Hiç çocuğu olmayan Makbule
Atadan , 1 956 y ı l ı nda. kanser hasta l ı ğ ı na tutul arak Ankara
Gülhane Hastanesi 'nde öl müştür.
Makbule Hanım'ın eşi M ustafa M ecd i , Kurtul uş Sava­
şı s ı rasında lstanbul'la Ankara arası nda gidip gel i p haber­
l eşme sağ lamış, Fransız yazarı ve diplomatı Claude Farrer
i le Atatürk' ün İzmit'te buluşmasını düzenlemiş, kaçak mal­
zeme bulma iş i nde çal ı şmıştı . Cumhuriyet'in i lanından
sonra iş hayatına atı lan M ustafa Mecd i 'n i n durumu için
çevrede söylenti ler dolaşmağa başlamıştı. Bu söylenti ler.
Atatürk'ün de kulağına gitmiş olacak ki , bir akşam sofra­
s ı nda Mal iye Bakanına:
- a Bizim enişteni n fabrikası ne vaziyette? .. diye sor­
d u . Mal iye Bakanı :
- a Mecidiyeköy s ı rtlarında . . . .. diye anlatmağa başla­
m ıştık k i, daha sözl erini biti rmeden Atatürk, içini kem i ren
kuşku lara değinerek:
- « Ne yapıp yap. Bu adama vergiyi koy. Fabri kayı ka­
pamağa mecbur kalsın. Çünkü fabri ka çal ışırsa piyasada
benim adımı kötü ler. Ben i m namıma istediğini yapab i l i r.
Yapmak istemese de öyl e sanırlar . ..
O geceki konuşmadan sonra Atatürk' ün eniştes i n i n
fabri kas ına gerçekten fazla verg i kondu m u , konmadı m ı
b i l m iyoru m . Fakat çok geçmeden M ustafa Mecd i ' n i n ifl as.
ettiğini duyduk. Fabrika kapand ı . kend isi de Romanya'ya
g itti . M ustafa M ecdi bir ara m i l l etvek i l l iği de yapmıştı .
Karıs ı ndan ayrıldıktan sonra zor vaziyette öldü.
FENERBAHÇE'VE BAGIŞI

FENERBAHÇE Klübü için Atatürk'ten uygun bir bağış


i stem işler.
O da beş yüz l i ra bağışta bulunmuştu . Atatürk, Fener­
bahçe'ye özel bir i lgi beslerd i . Bir konuşma s ı ras ında Fe­
nerbahçe'nin halka ait bir takı m olduğunu söyledi ğ i n i duy­
muştum . H al k a ait her şeyi Atatürk tutar ve severd i .
D r . Reşit Gal i p , hemen Fenerbahçe'ye bağ ış haberini
getiri p :
- .. çel ebi . .. Çelebi . . . Gaz i , Fenerbahçe'ye beş yüz
l i ra bağ ışta bu lundu ... d iye m üjdeyi verd i .
O zamanın beş yüz l i ras ı n ı n bugünün o n b i n l i rasına
karş ı l ı k olduğunu söylemeğe bi l mem l üzum var m ı ?
YUNAN MAÇINDAN SONRA

İZİNLİ olarak lstanbul ' a gelm i şti m . O sı rada Yunanl ı la­


rın Apollo takım ı gelmiş, Fenerbahçe ile maçları var. Fe­
nerbahçe maçı 1 -0 kazanıyor. Sağ açık Fikret, kal eye giren
topu çı karmaya ça l ı şan kaleciden bir yumru k yiyor. Bunun
üzerine sahaya atlayan bir subay da kaleciyi dövüyor.
Daha stadyum yok. Baraka gibi eski Taksim kışlasın­
da oynanı yor. Olayl ı maç iki gün sonra yeni l end i . Yunanlı­
ları 2-0 yendik . Çok heyecanl ı bi r maçtı Allah için. Bizim
çocuklar çok güzel oynadı lar. Sağ açık Leblebi M ehmet
topu ortal ıyor, santrfor Necdet sol vurup, topu Yunan ka­
lesine sokuyor, soldan Rebii ortal ıyor, top Yunan ağların­
da. Böylece maç 2-0 bitiyor.
Ankara'ya döndüğümde arkadaşlarla oturmuş, maçı
yüksek sesle tartışırken , Atatürk sesimizi duym uş. Yan ı m • ­
z a g e l i p bana :
- · Maç hadise l i geçm i ş, öyl e m i ? " diye sord u.
Bal landı ra bal landıra anlattım . M i l li hislerim ayağa
kal km ı ş , subayın Yunan kalecisini nasıl dövdüğünü anlatı ­
yordum .
- • Subayı kim b i l i r ne yaptı lar?a ded i .
ATATÜRK' ÜN UŞAÔI İDiM 93

- · Hapsetmişler, • diye karş ı l ı k verdi m .


- • Yeri n i değiştirmişlerd i r, .. ded i .
Atatürk'ün yan ı nda serbestçe konuştuğumuz ve onun
'iJa bizi m l e sık sık şakalaştığı için ş ı marmıştık. O'nun ke­
'· yifli halini görünce her şeyi o lduğu g.ibi söylerdik. O da
�·bundan hoşlanırd ı . O gün de bir coşkun luğuma gelmiş ol­
: ma l ı ki :
- · Yunanl ı lar öyle perişan oldu ki, kaç para eder se­
� oin Sakarya Harbin , • ded i m .
Atatürk, gerçi bi r şey demedi ama, sonra söylediğime,
!:3öyleyeceğime bin pişman oldu m . İnsan kend i n i böyle
ı.unutuyor bazen .
RUS MİLLİ MAÇINDA

ANKARA'DA Türk-Rus M i l l i M açı oynanıyor. M i l li Ta­


k ı m kalecisi H üsamettin gelen şutları geri çeviriyor. Santr­
for Vahap, Rus kalesine gol l eri s ı ral ıyor. Önce 2-0 d ı k . Son­
ra 2-1 olduk. Maçın biti m i ne on dakika kala, ne olduysa ol­
du. Ruslar, iki g o l atıp 3-2 o ldu lar. Yen i l i nce ç ok üzüldüm .
Y ı l 1 928. O zaman stadyum falan yok. Mu hafız Ala­
y ı n ı n sahas ında oynanıyor. Köşke döndüm. Reng im atm ış .
Atatürk' le karşı laştı m .
- " Ne o Çelebi Efend i ? ,. diye sordu .
- " Yenildik . . . ..
- « Nas ı l yen i ldik? ..
Anlattı m . Can kulağıyla d i n l ed i . Atatürk maça gitmez
ama, yakından i lg ilenir, futbol karşı laşmaların ı gazeteler­
den izlerd i . lstanbul 'daki maçlarla da « Bak, maçta yine ha­
dise çıkm ış, .. diye ilgisini bel i rtti ğini hatırları m . Rus ma­
çıyla da fazla ilgi lenmiş, durmada n :
- " Neden yenildi k ? n diye soruyordu .
- « Bizimkiler onların ayarına gelememiş de ondan , ..
diye karş ı l ı k verd i m .
O da benim kadar üzüldü. Tam kazanm ışken , son da-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM 95

k ikada ,yen i l . Olur iş deği l . Atatürk bir süre düşündükte;ı


sonra :
- .. Gali biyetten mağ l u biyete geçmek çok zoruma git­
ti , dedi .
..
HASTA ÇOBANI ZİYARET

OKUMA kitaplarına kadar geçen Sığırtmaç Mustafa i l e:·


Atatürk'ün karşı laşması çok enteresandır:
1930 y ı l ı nda yaz aylarında Atatürk, bir gün atla Yalovc.
dağlarında bir gezi ntiye ç ı kar. O s ı rada Balaban deresi n­
den çıkıp, s ığı rları otlata otlata i lerleyen bir s ı ğ ı rtmaça
rastlar. Atı nı oraya doğru sürüp yan ına geldikten sonra :
- a Bu yol ç ı kar m ı ? .. diye sorar.
Ü zerine doğru yirmi kadar atl ın ı n geldiğini gören ço-.
ban h i ç ürkmez. El iyle yolu gösterir. Atatürk, yoluna g ide··
cek yerde atını durdurur. Yere atladı ktan sonra k i m olduk­
larını merak b i l e etmeyen çobanla .ara larında şu konuşma
geçer:
- a Adın ne sen i n ? n
- .. M ustafa . ..
- • Ya , benimki de Mustafa. Demek adaşız.•
Çobanı n Atatürk'ü tanımadığı bellidir. Belki de gel'er•
atlı l a rı zengi n çiftlik sahipleri sanmıştır. Atatürk . tanınma-..
m ı ş o lmasından keyiflenerek:
- • Sen Gazi 'yi tanır m ı s ı n ? .. diye sorar.
Çocuk bozuntuya vermez. Bilgiçlik tas l ayarak:
ATATÜRK'ÜN UŞACI iDiM 97

- «Tanırı m , • der.
- •O'nu sever misi n ? •
- n Severim . •
- « N için severs i n ? ..
Sığırtmaç şöyle b i r düşünür gibi yapar:
- .. paşa olduğu i ç i n severim . ..
- « Peki bu koyunlar kimin? ..
- ·Ağan ı n . •
- ... s e n kaç paraya :çalışıyorsun? ..
- · Ü ç l i raya . •
- nAyda ü ç l i ra yı lda kaç para eder? .,
Çoban bunun hesabını yapamaz. Atatürk' ün v e yan ın­
dak i l erin yardımıyla ayda üç l i ranın , yılda otuz altı l i ra yap­
tığını hesaplar.
- · Sana bu otuz altı l i rayı veri rsem , benim çiftliği
me gel i r misin? ..
- «Ağa razı olursa gelirim. Ağanın rızasını a l ı n da
ondan sonra . •
- · Senin anan, baban yok m u ? "
- .. valnız anam ver. •
- « Bakalım razı o l u r m u ? •
- .. onun d a rızasını a l ı rsanız razı o l u r . O zaman ben
de sizin çiftl i kte çal ışır, ona bakarım . ..
Atatürk, b u sırada cebinden b i r sigara çıkarıp çobana
uzatı r. Çoban on bir-on iki yaşlarındadır. Sigarayı a l maz .
- · S i gara içm iyor musun ? ..
- · Daha sı rlaşmadım (al ışmad ı m ) . ..
Bunun üzerine Atatürk, cebinden b i r o n l i ra çıkarıp
vermek ister. Çoban bunu da almaz. Bu güzel hali gören
Atatürk, parayı alması için ı�rar eder:
- • Neden almıyorsun ? ,, diye sorar.
- · Bu çok para. Hem bana nerden aldın diye sorar-
lar. •
- · Aferin oğlum. Böyl e olma l ı . Fakat ben sana bu
F: 7
98 ATATÜRK'ÜN UŞA<'.'il İ D İ M

paray ı , bana yol gösterdiğin için veriyorum . Ki mse bir şey


d emez . ,.
Atatürk, parayı alması için çobana yen iden ısrar
edince :
- n A l ı rı m ama, bir şartla," der. a Sen de benim vere­
ceğ i m cevizleri a l ı rsan paranı a l ı rı m . "
Atatürk. çobanın yemek i ç i n yan ına aldığı yarı m okka
kadar cevizi al ır, parayı verir.
İ ş bu kadarla kapansa iyi. Ertesi gün Sı ğı rtmaç Mus­
tafa , jandarma tarafından apar topar, daha ne olduğunu an­
lamağa vakit bu lamadan Yalova Atatürk Köşküne getiril i r.
Çoban daha Atatürk'ün kim olduğunu b i l memekted ir.
Sığırtmaç Mustafa 'yı işte ben, ilk kez o gün. orada ta­
n ı mıştı m . Salonda bi rçok konuk vard ı . Çoban elinde sopa­
sı o lduğu halde oturuyor, baş ı na geleceği nden habersiz .
ürkek bakışlarla çevresine bakınıyordu. Yanına sokulup:
- • Konuştuğun adam kimdi ? . . d i ye sordum. Çoban:
- " Bi l mem ... di ye karş ı l ı k verd i .
Bunun üzerine çocuğa bu lunduğumuz yeri anlatarak ,
el imden geldiği kadar öğütte bul undu m :
- rı Dik katli ol ve h i ç çeki n m e , • dedi m . « Seni okutu r,
adam olursun. Bu gördüğün Atatürk'tü r . •
Çocuk artık köşke geti r i l i ş nedenini öğrenmiş bulunu­
yordu. Yüzünde memnunluk hali bel i rm i şti.
Derken Atatürk salona g i rd i . Sığırtmaç M ustafa'yı te­
peden tı rnağa süzdükten sonra suratı ası ld ı . Konuklara
dönerek:
- Çocuğa kim olduğumu söylemişler. Baksana, nası l
konuşmas ı , tavrı değ i şti , .. ded i .
Bunu duyar duymaz benim söylediğim m eydana çıka ·
cak d iye korkudan hemen oradan sıvıştı m .
C ı l ız, çeli msiz Sığı rtmaç Mustafa'nın köşke geti rildik­
ten sonra sıtmadan dolayı karnının davul gibi şiş olduğu
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 99

görüldü ve lstanbul'a yol lanarak Şişl i Çocuk Hastanesine


yatırı l ı p tedavi altına alındı.
Yalovadan lstanbu l 'a dönmüştük. B i r gece yarısı Ata­
türk 'ün aklına geldi. Çoban Mustafa'yı sordu. ·Yatıyor,"
dedi k . • Gidip görel i m , " ded i . Saat gecenin ikisinden sonra
Şişli Çocuk Hastanesine yol landık.
Gelişimiz bir a l emdi . Bütün çocuklar uykudan uyandı­
lar. Atarnrk, Çoban M ustafa ile beraber, yatan öbür çocuk­
ların da sı hhatini sordu. Hastanede kaldığımız süre içinde
çocukların hiç biri uyumadı .
A�atürk, Çoban Mustafa'nın yanı ndan ayrıl mak istemi­
yordı ! . Çoban Atatürk'ü görünce yatakta doğrulmak istedi
ama. eliyle ona engel oldu. Onunla özel olarak konuştu .
Hatırını sordu:
- u Sen ayağa kalkmayı bırak da. buradan nası l çıkrt­
cağ ı n ı düşün , • ded i . Sonra çobanın omuzunu okşayarak
şöyle konuştu :
- · Benim çiftliğime çal ışmağa gelmemişti n . Şimdi
ağandan aldığın üç l i ra ayl ıkla öde baka l ı m hastane para­
ları n ı . o
Çobanı önce b ir korku ald ı . Gerçekten dediği doğruy­
sa bu parayı nasıl öderd i . Sonra Atatürk'ün yüzüne d ikkatl i
d i kkatli bakarak şaka yapıp yapmadığını kendi aklınca ölç­
tükten sonra:
- • Sen koskoca Gazi Paşa's ı n . Elbette hastane para­
sını da verirsin , » ded i .
Sabaha karşı Sığırtmaç M ustafa'yı bırakarak hastane­
den ayrı ldık.
Ertesi akşam sofrada konu, yine bu Çoban Mustafa
üzerindeyd i . H erkes onun için bi r1 şey söylüyordu. Lehi nde
ve a l eyh inde . . . Bazı konuklar:
- • Paşam, bu çocuğa boşuna emek vereceksi n . "
- • Niçin ? •
- · Efendim, çoban h i ç okur mu ? Adam olur m u ? •
1 00 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

Bu saçmaları büyük bir d i kkatle din l eyen Atatürk:


- " Yahu, ne uzağa g idiyorsunuz. Ben de bir zaman­
lar tarlada kargaları bekled i m . Dayımın çiftliğinde onun
koyunlarını güttüm. Beni bi raz zeki gören dayım:
'Bu çocuğu okutma l ı , ' ded i . Bundan sonra beni askeri
okula yazdı rd ı lar. Ben okudum, gördüğünüz yere geldim.
Çobanlar okumaz d iye bir nazariye yoktur. Bu çocuk da
okur. Belki büyük bir adam da olur. Onu da zaman göste­
rir,• ded i .
Çoban M ustafa, Kulel i 'de i ken l stanbu l 'a h e r gelişi­
m izde Saraya gelir, Atatürk' l e görüşür ve m übayaa memu­
ru yüzbaşı emekl isi R ıza Köse'den ayl ığın ı , yani harçlığını
a l ı r, bazı defa yemekte a l ı konulurd u.
Çoban M ustafa, Atatürk'ün Dolmabahçe'de mübarek
naşı n ı yaşarmış gözlerle' selamlarken, üzerinde Kul e l i üni­
forması bul unuyordu.
Y ı l lar geçti ve zamanla bu çocuğun okuyup adam ol ­
duğunu gördük. Çoban M u stafa binbaş ı l ığa kadar yüksel ­
m i ş v e emekli o lmuştur. Şimdi Yalova'da oturmaktad ır.
AVAKLARINA KAPANAN KADIN

ATAT Ü RK her yaz dinlenmek için Yal ova'ya gel i r ve


burada üç ay kadar kal ı rd ı . Yal ova'nın i nsana huzur veren
havasına , sessizl iğine aşıktı adeta . Burada tabiatla baş ba­
şa kalmaktan büyük b i r haz duyduğunu , ferahladığını her
h a l i nden bel l i ediyord u . Denizci l i k Bankası n ı n yaptırd ığı
Termal Otel i n i n i l k konuğu d a 22 ocak 1 938 cumartesi gü­
nü Atatürk olmuştu . Termal ' i n üçüncü katında bulunan dai­
resi hala Onun anısına kapalı tutu l ur. Atatürk'ün Termal'de
koru içi ndeki ahşap Atatürk Köşkünü çok sevdiğini , ömrü­
nün s on günlerini burada geçirmek i stedi ği n i bi rçok kez
duymuşumdur. ,
Yine bir yaz, Yalova kapl ıcalarındayız. Tatil ayları ken­
d i n e özgü bir tembel l i kle sıcak ve ağır geçip gitmede . . .
Günlerden bir gün, ansızın köşkün kapısında bir kad ın be­
l ird i . Bu sırada Atatürk, köşkün merdivenlerinden i nmek­
teyd i . Kad ın birden kendini yere atı p, Atatürk'ün ayakları­
na kapandı, öpmek i sted i . Fakat Atatürk, buna hemen en­
g el oldu. · Estağfurul lah . .. d iye geri geri çeki l d i.
Önce mahcup o lmuş gi bi bi r tavır takınmıştı . Fakat az
sonra kızdığını anlad ı m . Sert bir şekilde:
1 02 ATATÜAK'ÜN UŞAGI İDİM

- • Ne istiyorsun ? .. diye sordu.


- • Ü ç çocuğum var, okula vermek i stiyorum . ..
- .. Peki , siz n e i ş yaparsınız?•
Kad ın ezi le büzüle, adeta uta n ı rcasına:
- •Öğretmenim . diyebi l d i .
. . n

Atatürk'ün c a n ı adamak ı l l ı s ı k ı l mağa başlamıştı . Bir


öğretmen, hem de « Yeni nes l i s izler yetişti receks i niz, ye­
ni nes i l sizin eseriniz olacaktır,» dediği b i r öğretmen , gel­
s i n , O 'nun ayaklarına kapans ı n . Olur şey değ i l .
- « Siz böyle yaparsanız, sizin yetiştirdiğiniz çocuk­
lar ne yapar? Böyle b i r hareket fani insanlara yapı l ı r m ı ?
H ayd i istediğin neyse çabuk söyle. Ya lnız şunu iyi bil ki ,
kim olursa olsun, e l i n i ayağı n ı öpmek hiç de doğru de­
ğildir.»
Kadın öğretmenin isteği , iki çocuğunu yatı l ı okula ver­
mek. okutmaktı .
Aynı öğretmen otomobile a l ındı. Yalova isk-elesi nde·
indirildi. Ertuğrul yatındaki sofraya oturtul u p, öğle yemeği
veri l d i . Sabiha Gökçen , Zehra ve Rukiye Hanımlar da ar­
dayd ı . Atatürk, yaveri aracı l ığıyle kadına yüz l i ra verd i . Ço­
cukları da Atatürk'ün emriyle hemen yat ı l ı okula gönde­
rildi .
Kadı ncağ ız o an ne yapacağ ı n ı , nas ı l teşekkür edece­
ğ i n i bi lem iyordu. Ayrı l ı rken gözleri yaşlarla do lu .. Al lah
uzun ömürler vers i n , .. diyebi ldi .
Yalova'da o gün ayaklarına kapanan öğretmen olay ı
Atatürk'ün çok can ın ı s ı km ış ve neşesini kaybetti rmişti .
Öğretmenin davranışına kızm ış, fakat sonuç olarak kadın
o lduğu için de yard ı m ı esirgememişti . Atatürk, her zaman
kadı na toplum içinde gereken önem i n veri l mesini istemiş­
ti . Batı kadını ile Türk kadı n ı arası ndaki farkı kaldırmak en
büyük amacıydı . Türk kad ı n ı bütün aşağ ı l ı k duygulardan
kurtarılmalıyd ı . Ömrünün sonuna dek de bunu savunmuştur_
NİYE KADINI ÖPMEDİN?

SICAK bir yaz günüydü . . . l stanbul 'da bulunuyorduk.


Beylerbeyi Sarayında y i ne sazlı sözlü bir sofra hazırlanmış­
t ı . Saraya hizmete gelen yaşl ı b i r kadı n ı n sebep olduğu b i r
olayı asla unutamam . . . Ad ını b i l e öğrenemedi ğ im bu yaş­
l ı kad ı n sadece b i r gece çalıştı , fakat hizmet ağır gel d i .
Dayanamadı v e ertesi günü çekip gitti . Öyle ya , g ece sa­
baha kadar çalışmak kolay m ı ?
Kadı n sofraya rakı v e çeşitli içki veriyor, arada bir
,de kendi b i r kadeh atıyordu. Belki al ı şkan l ığından, belki
heyecanını yatı ştırmak için . . . Ama arada b i r i çtiğini gözüm­
l e gördüm.
Bir an geldi , kad ı n salonda bir koltuğa yı ğ ı l ıverd i . He­
men koşup kaldı rmak i stedi m . Eğ lenceli bir geceydi . Her-,
kes coşmuş , bambaşka b i r dü nyada yaşıyordu. M aksad ı m
k i mseye sezd i rmeden , Atatürk'ün keyfi n i kaçırmadan kadı­
n ı salondan ç ı karmak. sonra da Saraydan uzaklaştırmaktı .
Kol ları m l a kad ı n ı arkası ndan tutup . ayağa kaldırmağa
ç a l ı ş ırken, korktuğuma uğrad ı m . Atatürk. uzaktan kad ı na
sarı ldığımı görmüş. Böyle şeyler de h i ç gözünden kaçmaz.
Başı mda birden üç gölge görünce sendeled i m . Atatürk.
1 04 ATATÜRK'ÜN UŞACI iDiM

Nuri Conker, Tahsin Uzer . . . Korkudan ne yapacağımı şa­


şırdım.
Atatürk kaşlarını çatarak:
- • Sen kad ı n ı öpüyordun . . . • ded i .
- · Hayır Paşam , öpmüyorum . . . ..
- • Öpüyorsun . . . ..
- • Öpmüyorum . Nas ı l öperi m . Ben kad ı n ı n arkasın-
dayım. Saçları ağzıma geliyor. �
- « Saçları n ı m ı öpüyordun ? »
- « Hayır efendi m , hiç bir yeri ni öpmedim . . . "
Atatürk'ün bu kez sesi n i n yumuşadığını sezd i m :
- • N eden öpmed i n ? .. d iye sord u .
- • Çal ıştığım yerde doğru bulmuyoru m . . . .. ded i m .
- • Neye doğru bul muyorsun? ..
- · Ekmek yedi ği m yerde böyle şeyler düşünmem.
Ama dışarda olsam i stediğim şekilde hareket ederd i m . »
B u sözlerim Atatürk'ün geri lmiş kaşlarını gevşetti .
Tahs i n Uzer de havanın yumuşaması n dan cesaret alarak,
bana dönüp, gözucuyla Atatürk'ü işaret ederek ,
- • Çok iyi yerden ders a l m ışs ı n , • ded i .
Atatürk cevaplarımı beğenmiş ol mal ı k i , yerine dö­
nerken:
- " Bravo . ı• dediğini duydum .
MADAM VERA

BEYOG LU 'ndaki Eden Lokantasına gi tmişti k. Papazla­


rın topl antıs ı vard ı . Yirmi dört kişi l i k bi r masada birbirle­
rine ziyafet çekiyorlard ı .
Mal sahi bi Madam Vera güzel bi r kadınd ı . Aslen Be­
yaz Rustu . Çok titiz ve düze n l i bir servisi vard ı . Atatürk,
yemek s ırasında M adam Vera'yı masaya çağı rtt ı :
- n lokantanız ç o k güze l , .. diye övücü birkaç söz et­
tikten sonra , · Bi r şeye i htiyacınız var m ı , size yardımcı
olabi lir miyiz? ,. diye sordu.
Madam Vera ummadığı anda başına konan bu Devlet
Kuşundan son derece keyiflenmiş, el l erini oğuşturarak,
- " Evet var Paşam, .. diye sıkıntı içinde bulundukla­
rın ı , bir m i ktar krediye i htiyaçları olduğunu söyled i . Bunun
üzerine Atatürk,
- • Ne kadar? .. diye sord u .
- u On bin l i ra kadar. •
- « İş Bankasına söyl eye l i m . Mümkünse bir çaresine
baks ı nlar,• dedikten sonra başyaver Rüsuhi Beye bu konu­
da tal i mat verd i .
Ertesi g ü n ü Eden Lokantası n ı n durumu i nceden i nceye
1 06 ATATÜRK'ÜN UŞACI iDİM

i nceletti ri l d i . Baktı lar ki, borç içinde. Bir süre oyaladı lar.
Bu olayın tan ı klarından Dr. Reşit G a l i p , kredi işine
çok i çerlemişti ,
- · Biz bu kadar tarih yazıp çalışıyoruz. Beş para bi­
l e aldığ ı m ız yok. Rus karısına para veri l iyor, " diye başla­
dı söylenmeğe.
Oysa para falan veri l m iş değ i l d i .
RUM KADINIYLA KAVUNCU

BİR yaz akşam ı Büyükada'ya· g itmiştik. 1 936 yı l ıyd ı . is­


kelede Atatürk'ü büyük b i r kalabal ı k karşı l ad ı . İçten gelen
sevgi gösteri l erinde bulundu. Splandit Oteline gid ilecekti .
Vapur iskelesine bir otomob i l yanaştı rmışlar. Atatürk'ür.
b i nmesi için. Oysa Adal arda tekerlekl i , motorlu araçlarla
gezi lmesi yasak . Atatürk, otomobi l i görünce şöyle sord u:
- u Adada otomob i l le dol aşmak yasak değ i l m i ? n
Sorusunun karş ı l ı ğı n ı daha beklemeden,
- u Kaldırın bu otomobi l i , ı• ded i . Sonra iki dizi halin­
de s ı ralanıp, kendisi ne yol açan kalabalığın aras ında yü­
rüyerek otele geldi . Herkes yolda Atatürk'e çiçek atıyor ,
kalaba lığı yaran lar, eği l i p e l i n i öpüyorlard ı .
Ote l i n alt kat terasında çok güzel b i r sofra hazırlan­
mıştı . Fakat Atatürk, halkın coşkunluğunu görünce bu sof­
raya pek i lgi göstermed i . Bir servis masası üzerindeki ra­
kıyla leblebiden alıp , e l l eri arkasında b i r aşağı , bir yukarı
dolaşmağa başlad ı .
Bal konun ö n ü çepeçevre insanla doluydu. Her çeşit
i nsan Ata'larını görmek için toplanmış, birbirlerinin başları
üzerinden bakmağa ça l ışıyorlard ı . Atatürk, merdivenlere
108 ATATÜAK'ÜN UŞA(il İDİM

doğru yürüyünce kalaba l ı k arasında yeni bir kaynaşma ol­


du. Yukarı s ıçrayıp yeniden başladı lar el öpmeğe. Göz ya­
şartıcı b i r manzaraydı b u .
Kalaba l ı ğ ı n arasında siyah dekolte bir el bise giymiş,
uzun boylu, dolgun vücutlu çok güzel bir Rum kadını , ora­
daki herkes gibi Atatürk'ün de dikkati ni çekti . Kad ı n ı n ko ­
cası ya da yakını olduğunu sand ı ğ ı m b i r e rkek vard ı . Ata­
türk kadını yan ına çağ ı rd ı . İçki içip içmediğini sordu . .. Ha­
yır karşı l ı ğ ı n ı a l ı nca onu dansa kaldırd ı . O s ı rada yukarı
o

salonda orkestra çal ıyordu.


O devirde s ı rtlarındaki küfe l erle mahalle araları nda
dolaşan seyyar kavuncular vard ı . Uzun boyl u . babayani kı­
l ı k l ı , kırç ı l saka l ı göbeğ i n e kadar inen böyle b i r kavuncu
da, s ı rtındaki küfeyle kalaba l ı ğ ı n arasına sokul muş, Ata­
türk'ü görmeğe çalışıyordu.
Rum kad ınıyla dansını bitiren Atatürk, birden gözüne
çarpan saka l l ı kavuncuyu e l iyle i şaret ederek yanına çağır­
d ı . Kavuncu, bir Cumhurbaşkanı tarafından çağrı lacağ ı n ı
aklının ucundan bi le geçirm ediği i ç i n yerinden kıpırdama­
d ı . « Acaba kimi çağı rıyor? • g i bisinden sağına soluna ba­
kındı. Yanı ndaki bir i ki genç • ben m i , ben m i ? o diye orta­
ya fırladılar. Atatürk, baş ıyla • hayı r ,, işareti yaptıkta n son­
ra parmağıyla yeniden kavuncuyu işaret etti .
Kavuncu b i r anda kendini pistin ortasında bul uver� i .
Ne olduğunu anlayamadan çevresine şaşkın şaşkın bakı­
n ıyordu. Atatürk, kavuncunun s ı rtındaki küfeyi ç ı kartt ı rd ı .
Sonra Rum kadınına, kavuncuyla dans etmesini söyledi .
Kadı n çok güzel dans b i l iyor, pistte döndükçe kıvrak hare­
ketleriyle göz. kamaştı rıyordu. Pejmürde kıyafetli kavuncuy­
sa hayatında hiç dans etmemişti. Bu iki ayrı top lum katı­
n ı n insanı n ı n birbirine sarı larak dans edişleri görülecek
şeyd i . Dans bittikten sonra Atatürk, el l erini ç ı rparak:
- « Bravo, bravo, .. ded i . • Çok güzel dans oldu.• Son­
ra Rum kadınıyla gelen erkeğe beraber dans etmeleri n i
ATATÜRK'ÜN UŞA(;I iDİM 1 09

söy l ed i . Bu kez onlar dansa başlad ı l ar. Orkestra h i ç dur­


madan çal ıyor, toplanan halk alkış tutuyordu.
Atatü rk, Büyükada'daki o eğlence akşamı nda zengi n
bir Rum kadı nıyla yoksul b i r kavuncuyu dans ettirmekle
acaba neyi an latmak istemişti ? .. İmtiyazs ız, sı nıfs ız bir
kitl e , • o lduğumuzu göstermeyi m i ? Yoksa o zengin kad ına
.. ben i stersem seni b i r cumhurbaşkanıyla da, bir küfeciyle
de dans ettirmesini b i l i ri m , .. derneğe mi geti rm i şt i . Bunı.•
bir türlü çözemedi m .
SAMİ PAŞANIN SÜSLÜ EŞİ

Y IL 1 93 1 . Dol mabahçe Sarayı nda çok parlak b i r düğün


oluyor, genera l lerden birinin kızı evleniyordu. Yurdun ta ·
nınmış k i ş i l eri düğüne çağ r ı l ıydı l ar. Her yanda ş ı k elbiseli
güzel hanımlar, genç kızlar, yakışıklı erkekler göze çarpı­
yordu. Türkiye'nin Berl i n büyükelçisi o la n Kema l ettin Sam i
Paşa ve eşi de konuklar arasındaydı .
Elçi ve eşi dikkati çekecek kadar ş ı k giyinmişlerd i .
Kemalettin Sami Paşanın eşi Arap dünyasında tan ı n m ı ş b i r
prensesti . Ne kadar m ücevheri varsa heps i n i takmıştı de­
neb i l i r. Yürüdükçe p ı r ı l pı r ı l yan ı p sönen mücevherlerle
herkes in bakışları nı üzerinde topluyordu . Sanki ı ş ıkl ardan
yap ı l ı b i r sütunu andırıyordu .
Prensesin bu aşırı süsü, çok geçmeden Atatürk'ün de
d ikkatini çekti . Canı n ı n sıkı ldığını anlamakta gecikmed i m .
Bütün neşes i b i r anda uçup gitmişti . Dans b iter b itmez Ke­
malettin Sami Paşayı yan ına çağ ı rdı . Ayakta şu şekilde
konuştu :
- .. Lütfen etrafınıza bir bakın. Ne kadar güzel varsa
hepsi tabi i . H iç bu kadar e l maslısına rastl ıyor musunuz?
ATATÜAK'ÜN UŞAÔI İDiM 111

Sizi n hanımefendi bujular içinde. Kendi çirki nl iğini kap3-


mak için kuyumcu dükkanına benzemiş . ..
Kemalettin Sam i Paşa, eşiyle beraber salonda daha
çok kalamad ı . Hemen Saraydan ayrı ldı. Eşinin bu kadar süs­
lenmesine ve hoş olmayan bu durumu yaratmasına o da
çok üzülmüş . ve pişman ol muştu.
Çok şık giyinen Atatürk, süsten, gösterişten tiksi nir,
böyle şeylerden uzak dururdu. Tam bi r salon adamı oldu­
ğu halde, tabii l i kten hiç bi r zaman ayrı l maz, göründüğü gi­
bi ol mayı yeğ tutard ı .
HANIMLARIN�ZI UNUTMAVINIZ

ATATÜ RK 'Ü N her geceki sofralarından biri. Sofrada


Cevat Abbas, Recep Zühtü . Kılıç Al i . Recep P,eker, Tahsin
Uzer g ibi yakın arkadaşları , sofrasının gedik l i konukları
bulunuyordu.
O gün Saraya tan ı mad1 ğ ı m bir hanım gelmişti . Ata­
türk'le görüşmek istedi . Görüştürüldü. Beş on dakika son­
ra da tan ı madığım bu kad ı n gitti . O zaman pek i l g i lenme­
m iştim . Meğer gelen kad ı n , Atatürk'ün yakı n arkadaşı Ce­
vat Abbas ' ı n eşi değ i l miymiş. Kadıncağ ız, son zamanlarda
kocası n ı n kendisini b i r kenara ittiğini söylemiş, ilgisizli. ­
ğ inden yakınmış. Atatürk'ün bu konuda yard ı m ı n ı rica et­
m iş. Tabii bütün bunlardan Cevat Abbas'ı n haberi yok.
Konuklar sofrada yerlerini aldıktan sonra Atatürk ce­
b i nden altı n sigara tabakası n ı ç ı kard ı . İçinden iki sigara
çekti . Bir ini kend i yaktı , öbürünü de Cevat Abbas'a fırlat­
tıktan sonra :
- • Yak baka l ı m bir si gara Cevat Bey, .. ded i .
Atatürk'ün sofrada sigara dururken sadece Cevat Ab­
bas 'a s igara atışını, anlamlı anlam l ı süzüşünü pek hayra
ATATÜRK'ÜN UŞAOI iDiM 1 13

yormad ık. Arkasından .hemen bir fırtınanı n patlak verece­


ğ i n i a n lam ıştık .
Cevat Abbas sigaras ından henüz b i r nefes b i l e çek­
memişti ki, Atatürk ona tam bir ders olan şu konuşmayı
yaptı :
- • Bi r zamanlar genç bir subaydınız. Hanımlarınız da
genç kızlard ı . Sevişip evlend i n iz. O zaman fak i rdiniz. Ş i m­
d i hem zenginsiniz, hem de mebussunuz. O zaman güzel
olan a i leleriniz şimdi size ç i rkin ve kart gel iyor. Parasız
pulsuz bir teğmenken size gönül vermiş, y ı l l arca kahrınızı
çekmiş, çoluk sah ibi etmiş hanımlarınızı unutmayınız. Ak­
l ı n ızı baş ı n ıza a l ınız ve kad ı nlara kötü muamele etmeyiniz.•

F: B
MARiFETMİŞ GİBİ EVLEN MİŞİZ

BİR gün sofrada kadınlar üzerine görüşmeler yapıl ı ­


yor, kad ın konusunda ortaya atı lan düşünceleri Atatürk d i k­
katle dinl iyordu. B i r erkeği n beraber yaşadı ğı b i r kadından
ayrıldıktan sonra onun i ç i n yakışıksız sözler söylemesi­
nin aleyhi ndeydi ve ı srarla bu düşünceyi savunuyordu
Atatürk.
Atatürk'ün evl i l iğ i kısa sürmüş ve Latife Hanım'dan
ayrıldıktan sonra b i l e , yeri geldiği zaman ondan saygıyla
söz etmeği al ışkan l ı k haline geti rmişti .
- · Bizim Latife H a n ım kraliçe g ib i d i r. Lisan b i l i r, se­
fi r ağırlar, sosyeti k m i safi rleri nas ı l kabul edeceğini b i l i r,
kültürlü, ayd ın kadındır . .. Şekl i ndeki övücü sözleri çok ki­
ş i n i n kulağı ndan g itmemiştir.
Bir gün Atatürk'e Armstrong'un kitabını geti rdi ler.
Kitabı okuyunca kaşların ı n çatı ldığını gördüm . Okuduğu
sayfa, O'nun özel hayatıyla i l g i l i bölümdü.
- · Bu İngi liz beni m evi me g i remez. Özel hayatı ma
nüfuz edemez. Bizim Latife Hanım Avrupa'da tahsi l etmi ş­
tir. Ona bunları olsa olsa o yazdırmıştır. İ n gil iz, özel haya­
tımı b i l i r ama, b i r yere kadar b i l i r, • ded i .
ATATÜ RK'ÜN UŞAÔI iDiM 115

Daha sonraları evl enme konusu açı ld ığ ı nda Atatürk'


ü n şöyle konuştuğunu hatı rlarım :
- • Biz d e bir zamanlar marifetm iş g i b i evlenmiştik.
M eras i m l erle evlenmeyi bir marifet sanmıştı k . •
Atatürk'ün Latife Hanım'dan ayrı l ış ı , 1 926'da Medeni
Kanunun çıkışına da yol açmıştır. Eskiden boşanma çok
kolayd ı . Boş ol dedi m i , karı koca ayr ı l ıveri rd i .
EN BÜYÜK SERVET

O zamanlar basit bir kasaba olan Ankara'n ı n sıkıcı


havasına arkadaşları n ı a l ıştırmak için uzun bir süre Baş­
kentten ayrıl mayan Atatürk, devrimleri yerleştirmeğe baş­
ladıktan sonra yaz mevs i mlerini l stanbul da geçi rir olmuş�
'

tu. Ü ç , dört ay sürekli olarak l stanbu l 'da kal ı r, yatla Mar­


mara ve Boğazda geziler yapardı . Bu gezi lerde Sakarya.
Çankaya ve l stan bul motorlarıyla Ertuğrul yatını kul lanırdık.
Şehirdeki gezi nti leri n i n yerlerin i , ömrünün son yıl la­
rında deniz banyoları a l mağa başlamıştı . Selanik gibi bir
k ı y ı şehrinde doğmuş olduğu halde, o zamanki softa l ı k yü­
zünden Atatürk denize hiç g i rmemişti. Yüzmeyi , kendi ese­
ri olan Florya'da öğrendi ve halkın arasında yüzdü. Zaten
halk arasında, kalaba l ı k içi nde yaşamak i steği nde olduğu
için lstanbul'u bu işe daha elverişli bulur ve Ankara'dan
çok lstanbul 'u severd i .
lstanbul 'da bulunduğumuz bir yaz müzeleri dolaştı,
eski yapıtları inceled i . Topkapı Sarayında ne var, ne yok
hepsi n i birer birer gözden geçirdi. Topkapı Sarayı müze­
sinin kurulması da Atatürk'ü n buyruğuyla olmuştur. Mecl­
d iyeköşkü'nü gezerken, M i lli Eğitim Bakanl ı ğ ı n ı n emrlyie
ATATÜRK'ÜN UŞACI iDiM 1 17

Topkapı Sarayında topl anan , fakat ne h i km etse halkın gö­


zünden saklanan hükümdarların portrelerini görmüş ve bun­
ların serg i l enmesi emrini vermişti . Atatürk, ayrıca hal kın.
içeri a l ınmasını da istem i ş , o sı rada Gülhane Parkında bu�
lunan birçok kimse, çevresini kuşatm ış olarak Saraya a l ın­
m ıştı .
Atatürk, daha sonra kapa l ı vaziyetteki H ı rka-i Saadet
daires i n i gezd i . H i l afete bağ l ı olan bu dai reni n kırk kadar
kıdem l i memuru , bunların başında da H ı rka-i Saadet Ser­
hadenıesi ünvanını taşıyan Hoca Rasi m Efendi adı nda bir·
adam vard ı . Atatürk'ün yanı nda Kazı m Özal p da vard ı . Her ·
b i ri birer hazine değeri ndeki eşyaları sand ıklardan çıkar­
tıp teker teker gözden geçird i . Sonra bunların tekrar san­
d ı klara yerleşti rilmesine gözcülük etti. İçlerinde Emanat-ı
M ukaddese'n i n de bulunduğu seksen b i n parçayı aşkın bu;
tar i h ve sanat hazines i n i n çok iyi saklanması ve en kısa.
zamanda halka açı l ması i ç i n emir verd i . Türkiye'nin ert
büyük servetin i n tarih olduğunu bir kez daha hatırlattı .
Atatürk, Topkapı Sarayı nda · Sancağı Şerif· i görmek
isted iği zaman , memurlar, mahfazası n ı açarak Sancağı ŞP.­
rif'i ç ı karmışlar ve önüne koymuşlardı . Atatürk, bunu d i k­
katle gözden geç ird i kten sonra kaşlarını çatarak:
- · Bu Sancağı Şerif deği ldir. Asl ı n ı bu l u n , • ded i.
Topkapı Sarayında yarım yüzy ı l çal ışmış memurlar,
bu sözlerin karşısında şaşkı n l ı k geç i rd i ler. Fakat bir süre·
sonra Topkapı Sarayı tam bir müze şekl i n i a l ı p , arşivi dü­
zenlenirken gerçek meydana çıkıyor. M uhafazasından çı­
karı lan yeşi l renkl i 30 santi m eninde ve 1 1 3 santim boyun­
daki kumaştan yap ılan ve üzerinde ( Nasrun m l nal lah ve
feth-ün karlp) Allah, M uhammed ve Aşere-1 Mübeşş i re
yazıları işlenmiş Sancağı Şerifin sonradan d i kild iği mey­
dana çıktı. Siyah renkte olan Sancağı Şerif çürÜ müş ve
yerin e yeşil renklisi yapı l m ıştı . Mahfazan ı n altındaki b i r
torbanın içinde de s i yah renkte �ürümüş kumaş parçala-
118 ATATÜRK'ÜN UŞA(il iDiM

rı bulunuyordu. Atatürk'ün o gün Sancağı Şerifin haki kisi


o lmadlğını nas ı l anladığını hala merak eder dururu m .
Tarih yapıtlarına karşı Atatürk'ün büyük bir saygı duy­
duğu bel l iydi . Tarihe, öze l l i kle Türk Tarihine büyük değer
verir, tarih yapıtların ı n iyi saklanması n ı bozu lup yıkılma­
masını her zaman tekrarlard ı . Okuldayken O'nun en sev­
diği dersin tarih olduğunu birkaç kez ağzı ndan işitm iştim .
1 2 n i san 1 93 1 'de açı l ı ş ı yapı lan Türk Tarih Kurumu'nu bu
amaçla kurdurmuştu. Bu kurumun çekirdeği 23 nisan 1 930
da Türkocaklarının a ltıncı kurultayında kuru l an • Türk Ta­
rih H eyeti .. idi . Türkocakları , yedinci kuru l tayında kapanma
kararı vermiş, Atatürk'ün buyruğu ile de Türk Tarih Tetki k
Cemiyeti kuru l muştu. B u dernek, 1 935'te Türk Tarih Kuru­
m u ad ını almıştı . Atatürk, kurumun koruyucu başkanıyd ı .
Kuruma çok önem verird i . Ölümünden önce son okuduğu
kitap, bu kurumun üç ayda bir yayınladığı · Belleten • adl ı
b i l i msel derginin son sayısı olmuştu.
MISIRLI MUGANNİYE

SARAYBURNU Parkı n ı n yeni açıldığı günlerdeydi . 10


ağustos 1 928 çarşamba gecesi Cumhuriyet Halk Partisi bu­
rada büyük bir eğlence düzenlemiş ve Atatürk'ü de çağır­
mıştı. İstanbu l motoruyla Dol mabahçe'den Sarayburn u 'na
gittik. Rıhtımdaki Atatürk heyke l i ışıklarla aydınlatı lmış
o larak d i mdik ve heybetli duruyord u. Bu h eyke l i n açı lışı 3
ekim 1 926 pazar günü yap ı lmıştı . Törene ben de katı ldığım
i ç i n hatırlıyoru m . Türkiye'deki ilk Atatürk heykel iyd i. Hey­
kel i n açıl masından bi rkaç gün sonra İzm i r Bölge Zi raat
Oku l u Müdürü Abi d i n , Gazi'nin i l k heyke l i n i n üç ay kadar
önce okulun bahçesine d i ki ldiğini bildiren b i r mektup yol­
lam ıştı ama, onun yazdığı heykel değ i l büst olsa gerekti .
Cumhuriyet'e karşı d i n i yanl ı ş anlayıp anlatanların etki­
siyle heykele karşı gösteri len çekingen l ik, Atatü rk'ün 1 923
y ı l ı nda yaptığı b i r konuşmayla gideril m i ş , yurdumuzda da
artık heykel dikme i ş i n i n bi r uygarl ı k gereği olduğu kanı ­
s ı güç kazanmıştı .
Her gün yeni b i r devrim i müjdeleyen Atatürk , bu ta­
rihi konuşmasında · dü nyada medeniyi m d iyen herhangi
1 20 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDİM

bir m i llet mutlaka h eykel yapacak ve heykeltraş yetişti ­


recektir. Heykel d i ki lmesi n i dine aykırı sayanlar, şeriat
a hkam ını gereği nce i ncelememiş olanlard ı r. M i l l eti miz
h eykeltraşl ı ğı i l erletece k, atalarımızın hatıralarını güzel
heyke l l erle dünyaya yadetti recektir, • demi şti .
Yine o zamanlar duyduğuma göre Atatürk kendi hey­
kel i n i n yap ı l masını i stememiş, fakat yurtta heykel anlayı­
ş ı n ı n yerleşmes i n i n ancak kend i si n i n heykel leriyle o laca­
ğı kan ı s ına vardıktan sonrad ı r k i , sağl ığında heyke l i n i n ya­
pı l masına razı olmuştu. Sarayburnu'ndaki Atatürk heyke­
l i ni İ stanbul Belediyesi Viyana'l ı b i r heykeltraşa işte bu
görüşün ışığı a ltında yaptırmıştı . Atatü rk, Krippel adl ı bu
heykeltraşı kabul ederek uzun uzadıya karş ı s ında oturup
i sted iği kadar poz vermi şti . O zamanki parayla on beş b i n
l i raya çıkan bu heykel i n beğenilmesi üzerine aynı sanat­
çıya Ankara'da ik i Atatürk heykel i daha yaptırılm ıştı . Tak­
s i m'deki Cumhuriyet anıtı i l e Ankara'da Etnografya M üze­
si ve Yenişehir'deki Atatürk heykel l eri ise Canonicav ta­
rafından yap ı lm ıştı .
Sarayburnu o gece ışıklarla pırı l pırıldı. R ıhtıma ya­
naştığımız zaman gecen i n karanlığı içi nden fışkıran ışıkla­
rın arasındaki büyük kalabalığı gördük. Uzaktan tatlı b i r
kad ı n sesi çın çın ötüyordu. Atatü rk'ün geldiğini duyan,
g ören halk, kadın l ı , erkekli coşmuş, sevgi gösterisi yapı­
yordu. Atatürk tam bir halk adamıyd ı . Halkın içinden ç ı k­
m ı ş , halkın malı o lm uştu . Bu yüzden düşündüklerin i h ep
halkın önünde söyler, « yanlışım varsa halk düzelts i n , » der­
d i . Her zaman m i l l etin ferdi olmakla övünür, • yapı l an şey­
l erin şerefi m i l l ete a itti r, her şeyi m i l l et yaptı • derd i . G it­
tiği her yere neşe götüren bi r i nsan olduğu için hemen
halkla haşir neşir oluverd i .
Park ın b i r köşesinde bir caz, sahnede Arapça şark ı ­
lar söyleyen Münire-tül M ehdiye takı m ı vard ı . M ıs ı rl ı mu-
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDİM 1 21

ganniye Cemal iyye'yi i l k kez orada, Park Gazinosunda gö­


rüyorduk. Kadının sesi gerçekten güzeld i . Allah için gü­
zel ses ...
Kad ın Atatürk'ü selamlayarak b i l l u r gibi sesiyle Arap­
ça şarkılar söyledi. Konserinde de büyük bir başarı kaza­
n ı p bol bol alkışland ı .
Atatürk hiç konuşmadan büyük bi r dikkatle d inledi .
Şarkı b itince kad ı n ı yan ı mıza çağ ı rd ı . Batı m üziğ ini de öğ­
renmesi n i öğütl edi kten sonra,
- · Bu sesle seni bütün dünya d i n ler. O zaman işte
şöhreti n i tam yapars ı n , • dedi.
Kad ın da teşekkür ederek ayrı l d ı .
O zaman Atatürk'ün, b u sözleri Arap şarkıcısına n iye
söylediğini anl ıyamad ı m . Biz her a landa büyük bir devri m
yapmış, Arap dünyasından ayrıl ı p Batı 'ya yönelmişti k. Aca­
ba Atatürk, Doğu dünyası n ı n kültür ve sanat alanında bizi
izlemes i n i mi hatırlatmak istemişti ? Yoksa ... Atatürk Tü rk
musi kis i n i sevdiği halde, müzi k devrim imizin ancak Batı
müziği n i benimsemek ve uygulamakla gerçekleşeceğine
i nanıyordu. Evet, yoksa bunu düşünerek m i M ı s ı r l ı hanen­
deye yol göstermek istemişti ? Bunu daha sonraları anla­
dım.
Atatü rk, d i l konusunda olduğu gibi müzi k alanında da
kendi beğeni ve al ışkanl ıklarını çiğnemiş, alaturka m üzi­
ği sevdiği ve sofrası ndan hiç eks i k etmediği halde, Batı
müziğine inanmış, Batı uygarl ı ğı n ı n müziğinin gelecek ku­
şakların müziği o lduğunu söyleyerek Devlet Konservatuva­
r ı n ı n temel lerini attırm ıştı r. 1 924'de kuru l an Musiki Mual­
l i m M ektebi , 6 mayıs 1 936 yı l ı nda Atatürk'ün buyruğuyla
Ankara Devlet Konservatuvarı hal i n i a l m ı ş ve yurtta Batı
1
müziği sanatın ı eğiti m yoluyla yerleşti rmeğe başlamıştı .
Özel hayatında alaturka l ı ktan kurtulamayan Atatürk,
b i r ara Radyoyu yal n ı z al afranga müziğe ayırtacak kadar
1 22 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

i l eri gitmiş ve kulağına kadar gelen yakınmalar üzerinP­


-de, alaturka aşı klarına, devrim yapan kuşakların yoksun·
luk ve fedakarl ıklara katlanmak zorunda olduklarını hatır·
l atm ıştı.
Müzik kültürü çok kuvvetl i olan ve a laturkayı çok sev-
·diği için bazı geceler sevdiği şarkı ları kaides ine uygun
şekilde söyleyen Atatürk'ün müzik devrimini de halka ka­
bu l etti rişi, o g ece Sarayburnu Parkındaki konuşmasın­
· dan belli değ i l m iyd i ?
Atatürk'ün kendi beğeni v e i stekleri n i bile sırası ge­
l i nce devrim l e r uğruna çiğneyerek radyolardan alaturka
müziği kaldırması tepkilere yol açm ış, alaturka sevenler
bu hale çok üzüldükleri n i , Türk müziği duyamamaktan ku­
lakları n ı n paslandığı n ı söylemekten bile çekinmemişlerd i .
Bir gece Dolmabahçe Sarayı nda Yunus Nad i , Atatürk'e b u
konuda yakınmalarını sıralayarak şöyle demişti :
- • Paşam n e olur alaturka şarkı lardan bizi m ahru m
b ı rakmasınlar. Zevk i mize, duguları m ıza e l atı ldığı için çok
üzülüyor ve incin iyoruz.•
Atatürk bu sözlere şöyle karş ı l ı k vermişti :
- · Alaturka şarkılardan ben de hoşlanıyoru m . Fakat
unutmamak gere k i r k i , devrim yapan bu nes i l , bazı feda­
karl ı klara katlanmasını bi l me l idir. Ancak m i lli türkülere
yer veril melidir. •
Radyolarda Klasik Türk Müziği çal ınması yasağı b i r
süre sürdü . B i r g ece sofrada Atatürk, konuklar arasında
bulunan bestekar S ıtkı Beyin ud ve tamburunu, eşi Vasfi­
ye Hanımın sesiyle coşarak d i n ledi kten sonra :
- u S ıtkı Beyefendi . Gidip İstanbul ve Ankara Radyo­
f arında birer konser veriniz, .. ded i .
Bu sözlerle R adyolardan kaldırı lan K lasi k Türk Musi­
kisi, yeniden kon u l muş oluyordu.
Gülhane Parkındaki şenliklerde M ı sı rl ı Muganniyeden
ATATÜAK'ÜN UŞA�I iDiM 123

sonra Eyüpsu ltan Cemiyeti öğrenci lerinden kurulu ve Ke­


mani M ustafa Beyin yönettiği Fası l Heyeti konserine baş­
ladı . Heyetteki sazcı lar, kadı n olsun, erkek olsun rastgele
giyinmişler, böyl e seçkin bi r toplantıya yakı şıksız giysi­
lerle gelmişlerd i . Bu hal Atatürk'ün gözünden kaçmad ı . Ca­
n ı n ı n s ı kı ldığı bel l i ol uyordu. Bunu da, onları dinler gibi
görünürken önündeki gazeteye dal mış ol ması ndan anl ıyor­
dum. Atatürk, b i r ara Fasıl H eyetinden programlarını iste­
d i . Olmadığını öğreni nce üzüntüsü daha da artt ı . Fası l He­
yetini zor durumdan kurtarmak için tutup sevdiği şarkılar­
dan bir l i ste yapı p , sahneye gönderd i . Listenin başında
galiba, Faize Han ı m ı n bestesi olan Şataraban makamında
• Bade-i vuslat i ç i l s i n kase-i fağfurdan .. şarkısı vard ı . Ata­

türk bu şarkıyı çok severdi ve sofrada keyifl i zamanların­


da kendi sesiyle okurd u . Fası l Heyeti bu şarkıyı da iyi ça­
l amayınca Atatürk çok sinirlendi. Konserden sonra ayağa
kalkarak şunları söyledi :
- a Her zaman, her yerde olduğu gibi bu gece d e bu­

rada aziz m i l l eti mizle karşı karşıya geldiğim anda büyük


b i r kuwetin etkisi altında kal d ı ğı m ı duyuyorum . Bu kuwet
nedir? Türk halk ı n ı n , Türk topl umunu meydana getiren yük­
sek insanların h a l k kaynaklarından yükselen hisleri n , ar­
zuların , heyecanların, hazların bir noktada, bir hedefte.
b i r gayede birleşmesidir. Bu kuvvetin bu bu kadar ortak­
laşa olabilmes i , onun çok tem�. çok asil o lduğunu göster­
mektedir. Bu gece burada Doğunun en seçkin iki musiki
heyetini dinled i m . İ l k olarak sahneyi süsleyen M ı s ı r l ı Mu­
ganniye, sanatkar olarak başard ı . Fakat benim Türk duygu­
larım üzerindeki görüşüm şudur k i , a rtık bu basit musiki,
Türklüğün çok g e l işmiş ru h ve duygularını kandı rmağa yet­
mez. Karşıda m edeni dünya n ı n müziğ i de işitildi. Bu ana
kadar şark musikisi karş ı sı nda uyuşuk duran halk, hemen
ayağa ka l ktı. H epsi neşe içinde oynuyor. Tabiatı n icab ı n ı
yapıyor. Türk, yaradılış ol arak şen v e şatırdı r. Eğer Türkün
124 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

<bu güzel huyu ş imdiye kadar farkolunmamışsa, kendisinin


kusuru değ i l , acı felaketlerin sonucudur. Türk mil leti işte
:b unun için gaml ı görünüyordu. Fakat artık hatalar düzel­
ti l m işt i r. Türk m i l leti artık şen olacaktır.•
HARF DEVRİMİ GELİYOR

SARAYBU R N U Parkında 9 ağustos 1 928 gecesi düzen­


l enen şen l i kler s ı rasında çok önem l i b i r olay daha ol­
d u . Müzik devrim inden sonra Atatürk, bir devri mi daha
müjdeledi. Az önce sahnede Müniret-ül Mehdiye takımıy­
l a şakıyan Arap şarkıcı Cemaliyye , bir süre Atatürk'ün ma­
sası nda kal ı p , O'nun müz i k konusunda söylediği i lginç söz­
l eri hayranlık la din ledikten sonra teşekkür edip ayr ı l mış­
tı. Atatürk bundan sonra ayağa kalkarak kadehi n i halka
doğru kaldırıp:
- a Arkadaşlar, hanım lar, beyler. Şu gördüğünüz içkf
rakıdır. Bunu vaktiyle Padişahlar saraylarda, dört duvar ve
kafes arkasında gizli gizli içerlerd i . Bizse, hepimiz şurada
top l u olarak al enen içiyoruz. İşte aziz m i l l etimin önünde
ve onun şerefine içiyoru m , • ded i .
Atatürk'ün bir h a l k adamı olduğunu, bundan daha gü­
zel hangi olay anlatır? H a l kı n içi nden çıkan büyük adam,
halkla beraber kadeh kal d ı rıyordu.
- « H epinizin şerefi ne i çiyorum,,, der demez bütün
9azino bir anda karıştı . Topl u l u k ayağa fırlamış:
- .. vaşa Paşam. Sağal Paşam . Al l ah seni başımızdan
I
1 26 ATATÜRK'ÜN UŞA01 iDiM

eks i k etm esi n ! • bağırışlarıyla kadehlerini kald ı rıyor,


türk'e doğru sal l ıyorlard ı . Bu manzara O'nu çok içlen ir­
m işti . Halkın coşkunluğu sürüp gid iyordu.
Atatürk, birdenbire kararlar ve rird i . Yine öyl e ol
coşan halka, sayısız devriml erinden birin ·. daha m ü ·
yordu. 1 927 y ı l ı nda ne pahas ı na olursa olsun yapmağ ka­
rar verdiği ve 1 928 kış ayları n ı da hazı rl ı klarıyla ge 4 irdiği
Latin h arfle �i n i n Türkçeye a l ı n d ı ğ ı n ı i l an edişi işte o gece­
;
ye rastlar. i leri bir m i l l et olabilmemiz için yeni h�rflerin
kullanıl ması gerektiğini halka anlatan Atatürk şöyle d iyor­
du:
- • Yeni Türk harfleri çabuk öğ reni lmelidi r. Veni Tü rk
harflerin i her vatandaşa, kadı n a , erkeğe, hammala, sandal­
cıya öğretiniz. Bu ödevi yaparken düşününüz ki, bir m i l le­
tin yüzde onu, yüzde yi rmisi okuma-yazma bilir de, yüzde
s ekse n i, doksanı b i l mezse ayıptır. Bu m i l l et utanmalıdır.
Ama Türk M i l leti , utanmak için yaratı l m ış bir m i l l et değil ..
d i r. İftihar etmek için yaratı l m ı ş , şan l ı , şerefli bir m i l l et­
tir. Tari hi baştan başa ifti harla dolu b i r m i l l etti r.
« Okuma-yazma b i l meyenlerin çokluğu, onun hatası de­
ğ i l d i r. H ata , Türk'ün seciyesini anlamayarak, kafasını bir­
takım zincirlerle saranlardad ı r. Artı k geçmişin bu hatala­
rını kökünden tem izlemek zamanı gelmişti r . Hata ları dü­
zelteceğiz. Bu hususta bütün vatandaşların çal ışmasını is­
terim . En nihayet bi r-iki yıl içinde bütün Türk hal k ı , yeni
harfleri öğrenmel idir, öğrenecektir. M i l l eti n , kafasıyla ol­
duğu g i b i , yazısıyla da medeniyet aleminin yanında oldu­
ğunu gösterecektir. •
Bunu duyan halk, O'nu kucaklamak, bağrına basmak
için birbirini çiğnemeğe başlad ı . Görü lmemiş coşkunluk
s ı rasında ağlayanlar da vard ı .
Eğlencelerden sonra Gül hane Parkı ndan Büyükada Yat
Kulübüne g i derken b i r olay oldu. Atatü rk'ü geçiren, çev­
resi n i sarıp O'nu çı lgı nca alkışlayan halkın arası nda sım-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 1 27

s ıl<ı b i r çarşafa sarılmış b i r kad ı n , di kkatini çekmişti . He­


m�n kad ı n ı n yan ına doğru gitti :
- · Hanımefendi, adınız ned i r ? » diye sord u.
- • Hafız Han ı m . •
- « Nerelisiniz?»
- • Eyüplüyü m . »
- u Hafız Han ı m , beni m hatı rım i ç i n başı ndaki ş u si-
yah öntüyü atıp , etrafı daha rahat görmek i stemez m i s i n ? •
K�d ın b u sözlere , sözle değ i l , i k i el iyle sarı ldığı çar­
şafı baş ı ndan çıkarıp atarak karş ı l ı k verd i . Son ra gözleri­
n i Atatürk'ten hiç ayırmayarak diz çöktü . El lerine sarı l ı p
öperken dudaklarından şu cümleler döküldü:
- • Sana ku rban olayım . • ..

Bu olaydan sonra Atatürk, gidişini b i raz daha uzattı.


Saat geceni n ikisi olup, bütün gazino boşalıncaya kadar
o radan ayrı lmad ı . Herkes çekildikten sonra Büyükada'ya
yol landık. Anadolu Yat Kulübünün çağrıl ı s ı olduğu halde,
halkın eğl ences ini seçen Atatürk'ün pırıl pırıl ışıkların al­
tında· frak l ı , smoki ngli erkeklerle, tuvaletl i , süslü kadınla­
rı görünce suratı ası ldı :
- a Hani Saraybu rnu'nda yaptığımız şeyi , burada ya­
pamazdık,• dedi.
Böylece Latin harfleri kabul edi l d i . Hem de halkın için­
de, O'nun oyu a l ınarak ... Atatürk başöğretmen oldu. Ana­
dolu'yu baştan başa dolaştı. Gezi lerinde halka dersler ver­
d i , s ınav yaptı . .. Halk okul l arı açıldı, b i r buçuk mi lyon ca­
h i l insan okuyup yazma öğrend i . Halkın kültür bakı mından
yükselmesine başl ıca engel, Arap harflerini görüyordu.
Kararını daha 1 927'de vermiş, 1 928 kış ayları hazırlıkla
geçmişti . Atatürk, Harf Devrimi için beş y ı l l ı k bir plan ha­
z ı rlayıp geti renlere çıkışmış, · bu iş ya ü ç ayda olur, ya
h i ç o l maz, • dem işti . Olaylar, O'nun haklı olduğunu bir kez
daha gösterdi .
BENi iMTİHAN EDİYOR

YENi harfleri n al ındığı günlerdeyd i . Atatürk çok dü­


şünceli görünüyordu. Üzeri ne. büyük bir işe g i rişeceği za­
manlardaki dalgın hali çökmüştü. Söğütlü yatıyla Boğazda
bir gezi nti yapacaktık. Hareket etti k.
Bu gezide o zaman Başbakan olan İsmet İnönü de var­
d ı . Şükrü Kaya , Nuri Conker, Dr. Reşit Gal i p , Sal i h Bozok,
Recep Zühtü, Fa l i h R ıtkı Atay, R uşen Eşref Ü nayd ı n , baş­
yaver Rüsuhi'nin de bulunduğu bir topl u l u k da çağrıl ı bu­
l unuyordu.
Yat, Kuruçeşme önlerine geld iği zaman Atatürk, yine
dalgın ve düşünce l i haliyle oturduğu yerden ayağa kal ktı .
O sırada ben hizmet görüyordum. Parmağıyla • gel • şek­
l i nde bir işaret yaparak:
- · Sen okumak-yazmak bi l i r misin?• diye sordu.
- • Eski harflerle okur yazarı m . •
- •Yeni harfleri bi l iyor musu n ? •
- • Bi l iyorum, fakat b irleştiremiyoru m . •
- • Öyleyse s e n i i mtihan edeli m . ..
İşte o zaman şaşırıp kalm ıştım . H ayatta e n çok kork­
tuğum şey, imtihan; sonunda başıma gelmişti . Hem de na-
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM 1 29

1 v e k i m tarafından ? Ufacı k b i r pot kı rmam, zaten son


g ' nlerde düşünceli gördüğüm Atatürk'ü bir anda kızd ı r­
m ğa ve bağırtmağa yetebi l i rd i . Benim, o b i r i ki saniye
içi de geçi rdiğim korkuyu hiç fark etmeyerek ismet İnö­
nü' e döndü ve şöyle sord u :
; - • Ne dersin Paşam? •
' smet İnönü başıyla onaylayarak:
+- • Derhal i mtihan edel i m , • ded i . Sonra bana bir ka­
ğıt a l � rak gelmemi emretti .
B rr yandan salondan kamaraya koşuyor, bir yandan da
• İnşal l�h ben dönünceye kadar imtihanı , yeni yazıyı unu­
turlar da, başka şeylere dalarlar,• diye düşünüyordum.
Fakat hiç de umduğum gibi olmadı. Tekrar salona girdi­
ğ i mde bütün bakışları üzerimde duydum. Başta Atatürk
olarak bu kadar seçkin kişinin önünde i mtihan vermek ...
Olur iş değ i l .
Atatürk'ün başı hep ayni düşünceye saplanmış gibiy­
d i . Bunun ne olduğunu biraz sonra çözebi lecektim . Hep o
dalgın haliyle baş ı önüne eğik:
- • Yaz baka l ı m . Bira soğuktur ... • dedi.
Ben de aynen, şimdi olduğu gibi nas ı l yazı l ı rsa, okun­
duğu gibi yazdım. Oysa eski harflerle • Soğuktu r,• diye ya­
z ı l ı r. Şimdi ise aynı söylendiği gibi yaz ı lıyor. Ben a Souk­
tur • d iye yazmıştım.
- • Sen öğrenememişsi n • diye öbür sofracı arkadaş­
l ardan Selahattin'i çağı rd ı . O arkadaş ı n üstünde de aym
bendeki korkuya benzer b i r korku vard ı . Beni m nas ı l yaz­
d ı ğ ı m ı , başıma geleni de gördüğü için ayni hataya düşme­
yeceğ ini sanıyordum. Her halde daha başka bir şey yaza­
caktı.
Nitekim · Souktu r , • diye yazd ı . Ona da ayni hakaret:
- · Sen de öyle . .. Öğrenememişsiniz.•
Bir anda i kimizin de korkusu dağ ı l m ıştı . Atatürk'ün bu
sözlerden sonra artı k bize bağırmayacağını an l am ıştık. Her
F: 9
130 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

.zaman böyle o lur, hakaretin dozu biraz fazla kaçınca, b'a­


·ğ ı rma fas l ı da başlamadan biterdi.
O gün bu konuda herhangi bir karara varamadı . Yal­
n ız b i r ar a içiş leri Bakanı Şükrü Kaya'n ı n benim yazımt' sa­
vunduğunu duydum :
- • Paşam , Çelebi 'nin yazdığı doğrudu r,• diyor" Ata­
türk de gözünü kı rparak gayet memnun :
- .. Biz bil iriz» diye işi kapatıyordu .
Gezi nti Küçüksu Sarayında sona e rd i . Atatürk'Un harf
devrimi üzerinde çok kafa yorduğunu, bunun için l aç ge­
-ces i n i n uykusuz geçtiğini çok iyi hatı rlarım .
İNÖNÜ'NÜN ÇOCUKLARI

ATATÜRK, aralarındaki düşünce çatışmalarına karş ı n .


İsmet İ nönÜ'yü sever v e saygı gösterird i . Bir gece Çanka­
ya Köşkü'nde sazl ı söz l ü bir akşam sofrasında oturmuş,
Celal Bayar, Ruşen Eşref Ü nayd ı n , Tevfik R üştü Aras, Sa­
l i h Bozok, K ı l ı ç A l i , N uri Conker, Afet inan'la sohbet eder­
ken dışardan gelen ismet lnönü'yü ayağa kal karak karşı­
lamıştı . lnönü , o gece sofraya telefonla çağırı lmış ve bi­
raz da geç gelmişti . Ki mseye ayağa kal kmayan Atatürk'ü n
l nönü'yü böyle ayağa kal karak karşılamas ı , ona özel b i r
i lgi gösterdiğini belirtiyord u . l nönü'ye ç o k kızdığı zaman­
larda b i l e y ı l larca Başbakanl ı ğ ı n ı yapm ı ş bu eski silah ar­
kadaşı için olumsuz bir söz söylediğini duymad ım.
Bir gün Çankaya'da ş i m d i adı n ı hatırl ıyamadığım bir
kişi, Atatürk'ün l nö n ü hakkı nda beslediği duygularla ilgili
şu a n ı s ını anlatmıştı :
Serbest Cumhuriyet Fırkası 'n ı n kurulduğu günlerde­
fırka başkanı Fethi Okyar, vapurla istanbul'dan izmir'e gi­
d iyormuş. O zaman İzmi r Val isi olan Kazım Dirik Paşa,
Atatürk'e bir telgraf göndererek, Fethi Okyar'ın bu gezi­
den hemen geri döndürü lm esini istemiş ve şöyle de miş.
1 32 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

telgrafında: • l zmir'l i l er Fethi Bey'e büyük bir anti pati b eS­


l iyorlar. Eğer buraya ayak basarsa, büyük olaylar çı kabi i r. /
H atta hayatı na b i l e kastedi lebi l i r. Bunu ben bile önleıYe-
'
mem . ..
Atatürk yan ı ndaki l ere şöyle demi ş: « Bu telgrafı Fethi
Bey'e gönderiniz. H areketinde serbesttir.•
Tabii Fethi' Okyar, telgrafa aldırmayıp İzm ir'e yÖ ll an.
m ı ş . Vapur lzmir'e geldiğinde Val i ' n i n ded i klerinin tam
tersi olmuş. Görü lmemiş bi r ka laba l ı k Kordonboyu'nda
Serbest Fı rka Başkanı n ı sevgi gösteri l eriyle karşılamış.
Omuzlara almış. Bununla da ka lmamış. Kemeraltı'ndaki kı­
raathanelerde bulunan Atatürk'ün ve İnönü'nün resiml eri ,
bazı kend ini b ilmezlerin kışkırtmalarıyla yı rtı l mış, ayaklar
altına atı l m ış.
Tabii bütün bu olup bitenler Atatürk'e duyuru l muş.
Olaylardan çok üzül en Atatürk'ü yat ı ştırı p , gönlünü almak
için m i l l etveki l l erinden kuru l u bir topluluk Çankaya'ya git­
m i ş . Atatürk onlara şunu söylemiş:
- Benim res i m l eri m i n y ı rtı l ı p çiğnenmesine üzü l m e­
d i m desem doğru söylememiş oluru m . Fakat beni asıl
üzen nokta, o İzmi r'i kurtarmak için can ı n ı dişine takarak
d öğüşen Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa'nı n resimle­
rin i n yı rtı l ı p çiğnenmesidi r. H iç olmazsa onun resiml erine
dokunu i ma malıydı ...
İnön ü 'nün Yunan ista n 'a giderken çocu klarını Atatürk'e
emanet edişi olayı vard ı r k i , oldukça i lginç sayı lır :
Türk-Yunan dostTuğunun kuru lmağa baş ladığı günler­
d eyd i . Yunanistan Başbakanı Venizelos Tü rkiye'ye gelmiş,
bu resmi ziyarete karş ı l ı k ol arak ta Türkiye Başbakanı i s­
met İnönü 'nün Yu nanistan'a gitmesi kararlaşt ırılmışt ı .
H azırl ı klarını bitiren İnönü, akşam üzeri veda etmeğe
Çankaya Köşkü'ne gelm işti. Atatürk'l e beraber kütüpha­
neye geçtiler. Kahvelerini götürdüğümde başbaşa vermi ş­
l er, a lçak sesle görüşüyorlard ı . Atatürk, görüşme bittikten
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 1 33

sonra Başbakanı uğurl amak için antreye kadar geldiğ i nde


İnönü'nün ürkek ve çeki ngen hali gözümden kaçmadı . Vu­
nanistan'a g itmek istemiyordu da, sanki zorla gönderi l iyor
hissi vardı üzeri nde. Sonradan düşündüm . İnönü çok hak­
l ıyd ı gitmek istememekte . Savaştan yeni ç ı ktığ ımız, daha
düne kadar can düşmanı olduğumuz, ordusunu toprakları­
m ı zdan kovup den ize döktüğümüz bir ü l keye gid iyordu. Bu
bir dost ziyareti olduğu halde i nsan ı n başına her şey ge­
lebi l i rd i . Taş lan ı r, hakaret görür, hatta ne kadar güvenl i k
tedbiri a l ı n ı rsa a l ınsın , suikaste b i l e uğrayabi l ird i. İnönü'­
nün konuşmasından -kapalı da geçi ştirse- bu kaygı lar
açı kça bel l i oluyordu . İ nönü bir şey söyl emek istiyor, fa­
kat söyleyemiyord u. Tam ayrı lacakları zaman şöyle ded i :
- · Paşam , ben g idiyorum . Çoluğum, çocuğum sana
emanet.•
Atatürk, İnönü'nün kaygı lanış nedeni n i anlamıştı. Bu
dokunaklı sözler üzeri n e gülümseyerek e l i n i onun omuzu­
n a koyd u . Sonra sırtını sıvazladı ktan sonra şöyle karş ı l ı k
verd i :
- .. Güle g ü l e git. Yolun açı k olsun. Gözün arkanda
kalmas ı n . Çoluk çocuğunu hiç düşünme. Allah korusun,
bir şey olsa bile biz neciyiz burda?•
İnönü, Atatürk'ün bu sözleri üzerine rahat bir nefes
aldı. Yüreğ ine su serp i l d i . Sağ sal i m Yunanistan'a gidip
döndü. H içbir şey de ol madı korkulacak.
Atatürk'ün , Vasiyetnamesi 'nde ismet İ nönü'nün çocuk­
larına yüksek öğreni m lerini tamamlamaları için muhtaç ol­
dukları yardımın yap ı l masını istemes i , bence onun Yuna­
nistan gezis i arifesindeki o konuşma sırasında çocukla­
rına düşkünlüğünü gördüğü için olsa gerektir. inönü'nün
çocuklarına bu derece düşkün olduğunu gören ve çocuk
sevgi si tatmamış olan Atatürk, ölümünden sonra onlar için
de b i r m i ras bırakmak kadirbi l irl iğini göstermiştir. Oysa
1 34 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

o zaman çıkan söylenti ler, Atatürk'ün İ nönü'yü ölmüş san­


d ı ğ ı için çocuklarına m i ras b ı raktığı yol u ndayd ı .
Atatürk'ün ölümünden sonra Vasiyetname'yi d ikte et­
tird i !ij i Hasan Rıza Soyak, bu konuda şöyle demişt i :
- «Atatürk, Vasiyetname'nin beş i nci maddesini bana
d i kte ederken, üzüntül ü b i r şeki lde İsmet İnönü'yü kas­
tederek: • Önun serveti yoktur. Kendisine b i r hal olursa
çocuklarına bakan olmaz , ,, demişt i . İnönü o s ıralar tehl i ­
kel i b i r safra kesesi hasta l ı ğ ı geçi riyordu. Ölümünü b i l e
düşündüğü oluyordu. İnönü o s ı ralar m i l l etveki l i v e emek l i
generaldi. Ai lesine bakamayacak bir durumda deği ldi. Eğer
o s ı ralar İnönü'ye b i r şey olsa, geride sadece çocukları
değ i l , karısı ve annesi de kalacakt ı . Bu bakı mdan Atatürk·
ün Vas iyetnamesi 'nde inönü'nün çocuklarına yüksek tah­

s i l lerini bitirmeleri için m uhtaç olacakları yard ı m yap ı l a­


caktır,B maddesi , olsa olsa O'nun mertli ğ inden, dostluğun­
dan, sevgi ve bağ l ı l ı k duygularından başka bir şey ol masa
gerektir. Atatürk, bence lnönü'nün parasızlığını bahane
ederek, çocuklarını öne sürüp , ona i lerisi i ç i n çok i nce v e
anlam l ı bir mesaj yol lamak istem işti r.
Atatürk'ün öl ümünden sonra ismet lnönü'nün Cumhur­
başkan ı olmas ı n ı , Mareşal Fevzi Çakmak i stem i ş ve bunu
gerçekleştirmek için büyük çaba harcamıştır. Atatürk'ün
öldükten sonra yerine k i m i n geçi rileceği konusunda ne dü­
şündüğünü pek bi lem iyoru m . Fakat şöyle bir olay d i nle­
m işti m :
İzm i r Suikasti 'ni n başarısızlığa uğramasından sonra
izm i r'e g idilmiş. 24 haziran 1 926'ymış gal i ba . Atatürk'ün
evinde toplan ı l ıp bu mesele görüşü lüyor. Yapılan soruş­
turma hakkı nda kendi s i ne b i l gi veri l iyor. Atatürk'e geçm i ş
olsun telgrafları yağıyor. istiklal Mah kemesi birkaç gene­
ral i n tutuklanması n ı istiyor. Fakat İnönü, buna taraftar ol­
mad ı ğ ı n ı b i ldiriyor. l nönü, o zaman Başbakan . Tutuklanma­
sı istenenler Kazım Karabekir, Münir H üsrev Gerede.
ATATÜAK'ÜN UŞAOI iDiM 1 35

Kurban Bayramı'nın i l k günü. Atatürk, İ nönü'yü lzmi r'e


çağı rıyor. Toplantıda İnönü de bulunuyor. Sui kast olayı üze­
rinde görüşüldükten sonra Atatürk, gayet neşeli şöyle
d iyor:
- « Çocuklar, insanın başına her şey gelebi l i r. Ben
ö lürsem İsmet'in etrafında toplanmalısınız haaa . Fevzi Pa­
şa'n ı n da ancak reyinden istifade edersiniz . ..
ŞAİR VE EDİPLER ARASINDA

ATATÜRK, sanatı sever, sanatçıyı sayar, çağı n ı n şai r


ve ediplerine çok değer verird i . Her zaman onları sofra­
s ı na oturtur, düşüncelerini öğrenmek i ster, kendi düşün­
celerini ortaya koyardı . Onların kol larına girdiği n i , arka­
daşça konuştuğunu, yakınları ndan hiç ayı rt etmediğini çok
kez görmüşümdür.
Atatürk devrim lerini yazıl arı ve yapıtlarıyla savunan
Vakup Kadri Karaosmanoğl u , Ruşen Eşref Ünayd ın, Fal i h
Rıfkı Atay g ibi ünlüler, Çankaya'daki eski köşkün hemen
her akşam çağr ı l ı ları arasındaydı l ar. Öbür konuklar ise
her akşam değişird i . Ebedi sohbetler sabaha dek sürerd i .
Bazı edipler d e Atatürk'ü yurdun ayd ı n takımıyla tanıştır­
mak için can atarlard ı . Bu yüzden sofrasında, tanınmış,
ya da tan ı nmamış bi rçok yeni yüzü her zaman görebil i rdik.
1 934 y ı l ı n ı n b i r sonbahar akşamıyd ı . Çankaya'daki ye­
mek sa lonunda her zamanki sofrayı hazırlıyordum . Bu yir­
m i kişilik bir sofraydı . Konuklar arasında çok genç b i ri
d i kkatimi çekti. Sordum. " Behçet Kemal Çağlar. dediler.
O gece zamanı n Bükreş büyükelçisi Hamdullah Suphi
Tanrıöver i l e şair Yahya Kemal Beyat l ı da çağrıl ılar ara-
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM 1 37

s ı ndaydı . Tüm konukları tan ıdığım halde Yahya Kemal i l e


Behçet Kemal'i tan ı mıyordum. Yal n ız adların ı işitmişt i m .
B i r de Yahya Kemal'in b i r iki ş i i ri ezberimdeyd i . Ona kar­
şı uzaktan bir hayra n l ı ğ ı m vard ı . Bu iki şair de bizim sof­
raya i l k kez gel iyorlard ı . Zaten Yahya Kemal , Hamdul lah
Suphi i l e Romanya'dan yeni gelmişti .
O akşam sofra şair ve ediplerle dol uydu . Yahya Ke­
mal Beyatl ı , Hamdul lah Suhpi Tanrıöver, Behçet Kemal
Çağlar'dan başka Yakup Kadri Karaosmanoğ lu, Ruşen Eş­
ref Ünaydın, Fazıl Ahmet Aykaç gibi edebiyat dünyasının
.kalburüstü kişi leri de gelmiş bulunuyorlard ı . Öbür konuk­
lar, her zaman bulunan Tevfik Rüştü Aras, Şükrü Kaya gi­
bi devlet adamlarıyd ı .
Yemek başladı . Atatürk'ün keyifl i geceleri nden biriy­
d i . i l k soruyu Behçet Kemal'e sordu:
- · Yahya Kemal'i tan ıyor musunuz?•
Genç şair henüz bir lise öğrencisiyd i . Türkocağı'nda
( H al kevi) oynayan Faruk Nafiz Çaml ıbel'in . çoba n • piye­
s i nde rol aldığı için oradan görüp tanı m ı ş ve geti rtmişti .
Atatürk'ün sorusu onu bi raz heyecanlandırmıştı :
- • Paşam, eserlerini okudum. Şimdi i l k kez görü­
yoru m . •
Atatürk o zaman Yahya Kemal'i, Behçet Kemal'le ta­
· nı ştı rd ı .
- · Yahya Kem a l , memleketi mizin tanınmış şairlerin­
dendir. Senin de bunun gibi yüksel meni istiyoru m . Sizin
gibi gençlerin yüksel mesine Yahya Kemal yard ı m ets i n , •
dedi kten sonra Yahya Kemal 'e dönerek,
- • Nas ı l Beyfendi ! Yardımınızı esirgememenizi rica
ederi m . •
- · Emredersi niz Paşa m . •
Bunun üzerine Atatürk, Behçet Kemal Çağlar'a dö­
nerek:
- •Şu sofraya bak ve bir şiir yaz,• ded i .
1 38 ATATÜRK'ÜN UŞAOI iDiM

Behçet Kemal derhal cebinden portföyünü ve kalemi­


n i ç ı kard ı . H iç düşünmeden bu ısmarlama ş i i ri bi rkaç da­
k i ka i çi nde bitirdi ve okudu .
Atatürk şiiri can kulağıyla d i n l e d i . Ç o k hoşuna gitmiş­
ti. O kadar sevi ndi k i , yerinden doğruldu. Behçet Kemal'i
a l n ı ndan öptü. Bir l ise öğrencisi için bu ne eriş i l mez bir
onurdu. Atatürk onu sofrasına çağ ı rs ı n , ilk soruyu ona sor­
sun, sofrası için ş i i r yazd ı rs ı n , beğens i n ve kal kıp a l nın­
daııı öpsün .
Behçet Kemal, bu öpüşü de bi r anda ş i i rl eştlrlverd i .
Hatırımda kaldığına göre bu d ize şöyleydi :
.. Alnımdan öpen Atam. B u öpmeyi cehennemler si le­
mez. •
Atatürk bundan sonra çevresine dönerek,
- • Bu genci lngi ltere'ye göndere l i m . Orada İngil iz
edipleriyle tanışsın ve iyi bir şair o larak memlekete dön­
s ü n , • dedi.
Bundan sonra Hamdu l lah Suphi Tanrıöver' i n , l stanbul '
un işgali yıl larına i l işkin bir konuşması başlad ı. Aklı mda
kaldığ ına göre şöyleydi :
lstanbul 'un işgal edildiği gün. Hamdu l l ah Supl , Kan­
l ı ca'daki evinden Şirket-i H ayriye'n in Boğaziçi vapurların­
dan birine biniyor. Köprüye varınca bir d e ne görsün ? ln­
g i l izler, Fransızlar, ltalyan lar. Bütün işgal devletleri n i n as­
kerleri . Köprü üstünden Su ltanahmet'e doğru i l erl iyor. Kan­
l ı Ç ı nara arkasını dayıyarak Çı narın yardı m etmesini bek­
liyor. Oradan Ayasofya'ya gid iyor. Fakat Bizans' ın bu yapıt.
onun sesini duyar mı sanıyorsunuz? Daha i l eriye doğru,
Sinanın Süleymaniye Cami ine doğru yürüyor. Kubbesine
sesleniyor: • Bizi halasa götürecek yol ve adamı n nere­
d e ? D Kubbeden gelen ses : • Korkma sizi Şarktan bir Türk
yiğiti kurtaracak , • d iyor. Hamdullah Suphi de kalp rahat­
l ı ğ ı i çi nde evine dönüyor.
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM 1 39

Bu konuşma Atatürk'ü çok hoşnut etmişti . Mecl is, o


gece sabaha karşı saat beşe kadar sürdü. Dağ ı l ı rken bile
herkes, konuşman ı n etkisi a ltlnda kalmış, gözyaşı dökü­
yordu. Bana gelince hem a·ğ l ıyor; hem rakı sunuyordum.
İLK TÜRK FİLMiNi NASIL GÖRDÜ?

O ZAMANLAR şimdiki gi bi yüzlerce değ i l , yı lda ancak


birkaç tane Türk fi lm i çevri l i r ve bunlar haftalarca sinema­
ların afişlerinde kal ı rd ı . izi n l i bir günümde sinemaya git­
m işti m . Türk fi lmcil i ğ i n i n yeni yeni gelişmeye başlad ığı
gün lerd i . Muhsin Ertuğrul 'un • lstanbul Sokakl arında · fil­
m i oynuyordu. Akşam dönüşte merdivenlerde Atatürk'l e
karş ı laştım :
- • Nereye gittin ? • d iye sordu.
Sinemaya gittiğ i m i söyled i m .
- • Güzel miyd i ? • ded i .
- • Fevkalade,• diye karş ı l ı k verd i m .
Atatürk emir verd i . Hazırl ık yapı l d ı v e o gece • lstan­
bul Sokakları • fi lmine g itti . Saat yirm i üç s ıralarında dön­
düğü zaman :
- • Çelebi Efendi , iyi vakit geçirdik,• ded i .
Atatürk, Latife Han ı m ' l a evl i olduğu y ı l l arda izmir'de
• Ateşten Gömlek• filmini görmüş ve başrol ünde oynayan
Bedia M uvahhit'! çok beğenerek sahneye çıkması için öğüt­
te bulunmuştu. Fakat ondan sonra askeri filmler ve manev­
ra filmlerin i n dışında f i l m görmemişti. Cumhurbaşkanı ol-
ATATÜAK'ÜN UŞACI iDiM 141

duktan sonra Ankara'da ilk gördüğü fi l m cc lstanbul Sokak­


ları • ol uyordu. Ü stel i k bu fi l m i ben i m tavsiyem le görmüş
ve çok hoşuna gitmişti . i steseydi o fi l m i Köşke getirtir,
oturduğu yerden seyredeb i l i rd i . Ama Atatürk, bir halk ço­
cuğuydu. Halkın içi nde yaşamaktan hoşlanıyor, halkın git­
tiği yerlere g itmek için vesi leler arıyord u . Si nemaya gidi­
şi de sadece b i r vesi l eden başka b i r şey deği ldi. Si nema­
da halkla beraber fi l m görmek, halkın beğenisini ölçmek
Onun daha çok hoşuna gitmişti.
Atatürk, kendi hayatı nı bir fi l m hal i nde tespit etmek
için M ü n i r Hayri Egel i 'ye b i r senaryo i mzalamıştı . · Ben
B i r İnkılap Çocuğuyum • adını verdiği bu senaryonun bü­
yük bölümünü kendisi di kte etmiş, iki kez de kendi el ya­
zısıyla üzeri nde düzeltmeler yapm ıştı . Bu iş bitti ği zaman
şöyle demişti :
- «Sinema, gelecekteki Dünyanın b i r dönüm nokta­
s ı d ı r. Şimdi bize basit b i r eğlence gi bi gelen radyo ve si­
nema, bir çeyrek yüzyıla kal madan yeryüzünün çehresini
değişti recekti r. Japonya'daki kad ı n , Ameri ka'n ı n göbeği n­
deki siyah adam, Eskimo'nun dediğini anlayacaktır. Tek
ve bi rleşmiş bir Dünyayı hazırl amak bakımından sinema
ve radyonun keşfi yanında, tari hte devi rler açan matbaa,
barut ve Amerika'nın keşfi gi bi olaylar birer oyuncak ye­
rinde kal acaktır.
· Ben b i r inkılap Çocuğuyum • filmi çekilemed i . N e
Atatürkün sağl ığ ında, ne de ö l üm ünden sonra. 1 947 y ıl ı n­
da Cemal Kutay'ın yayınladığ ı M i l let Dergisi 'n i n öncülük
ettiği • Atatürk Sevgisi • fi l m i n i n çeki m i için yüzlerce üni­
versite l i genç, ro l a lmak üzere baş vurduğu halde, o za­
manki C.H.P. iktidarı · Atatürk'ü küçük düşüreceğ i • gerek­
çes iyle fi l m i n çeki m i ne izin vermemişti. Atatürk Kanunu
çı ktı ktan sonra Atatürk'le i l g i l i film çekimi işlemi de dur­
du. Sadece Kurtuluş Savaşıyla i l g i l i film çeviren yönetmen-
142 ATATÜRK'ÜN UŞA�I iDiM

fer, bazı bölüml erde Atatürk'ü sembol o larak gösterdiler.


Yabancı fi l m yapımcıları n Atatürk'ün yaşamına i l işkin film
çevirme konusundaki gi rişmeleri de devrin hükümetleri ta­
rafından önlendiği için sadece Atatürk 'le i l g i l i film çevril­
mesi bugüne değ i n gerçekleşemedi .
TÜRK TiVATROSU İŞTE ODUR

B İ R I rak heyeti yurdumuza gelmiş, ekonom ik ve kültü­


rel görüşmelerde bulunuyordu. Ankara'da yapı lan toplantı­
larda Atatürk, iki ü l ke arası ndaki kültür i l işkil eri n i n gelişti­
rilmesini istiyor' • l rak'la Türkiye kardeş memleketlerd i r. Y ı l­
larca bir arada yaşamı ştı r. Ne yapı p yapıp, i l işki lerimizi·
arttıra l ı m , • diyordu.
Toplantın ı n sonunda Atatürk, orada bulunan M i l li Eği­
tim bakanı'na:
- • Bağdat'a Türk Tiyatrosunu göndereli m ! • d iye emir·
verdi.
Bakan bir an ne d i yeceğ i n i şaşırdı. Devlet Tiyatrosu,
henüz kurulmam ıştı . Yabancı b i r ü l keye yol lanacak bi r
sahne gücümüz yoktu . Gidip orada mahcup olmak vard ı.
Yavaş b i r sesle:
- • Hangi tiyatroyu göndereceğ iz Paşam ? • diy�
sordu.
- aAnkara'da bi r Hal kevi var m ı ? •
- • Evet var. •
- • Orada b i r tems i l oynanıyor m u ? •
- · Oynanıyor.•
144 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

- • İşte Türk Tiyatrosu odur. Bağdat'a onu gönde­


riniz.•
Bu konuşmadan kısa bi r süre sonra Raşit R ıza Topl u­
fuğu Bağdat'a gitm i ş ve orada tems i l ler verm işti .
HAZIM'I NASIL GÜREŞTİRDİ ?

HAZIM , Atatürk'ün e n sevdiği aktördü. Ankara'dan ls­


tanbul 'a geldiği zamanlar Hazı m ' ı sofrasında görmek ister
ve temsi l sonrası otomobi l i n i göndererek bu büyük sanat­
çıyı Saraya getirtir, karş ı l ı k l ı sanat sohbetleri yapard ı . Ne­
şe, espri havası içinde geçen toplantı s ı ras ında, çeşitli ko­
nular üzerinde görüşülür, tartı ş ı l ı rd ı .
Yine bir yaz gecesi geç saatlerde Haz ı m , Atatürk'ün
sofrasındaydı . Konu spora g e l mişti. Atatürk, sanatçıya şöy­
le sordu :
- « Hazım , hiç spor yaptı n m ı ömründe? »
Haz ı m , Atatürk'ün güreşi sevdiğini ve Çoban Meh­
met'i de koruduğunu b i ldiğinden :
- .. Gençliğimde b i raz gü reş yaptım Paşam , » diye
atmasyon bir karş ı l ı k verd i .
Aradan beş-altı saat geçm i ş , spor konusu unutul muş­
tu . Bu a rada Atatürk'ün , yaveri n in kulağına eği lerek bir
şeyler söyl ediği gözden kaçmad ı .
Yaver hemen uzaklaşt ı . Daha beş dakika b i l e geçme­
den yan ı nda M uhafız Alayından seçme yarı bel i ne kadar
çıplak l eventendam on pehl ivan erle beraber göründü.
F: 10
1 46 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

H erkes şaşkı n l ı k içinde ne olacağ ı n ı merakla bekl i­


yordu. Az öne söyledi klerini u nutan Hazım, başına gele­
cek( erden habersiz, gelen l ere bi raz da şaşkı nlıkla bakı ­
yord u .
Atatürk keyifli keyifli :
- · Kuzum Hazım. şunlarla güreş de, marifeti ni gö­
rel i m . • demez m i ?
Hazı m 'da ans ızın şafak atmışt ı . Hemen kendini topar­
layıp, işin içi nden sıyrılmağa çal ı ştı :
- •Aman Paşam , ben gençliğimde güreştim. Güreşi
falan çoktan unuttum . Bunlar beni m pesti l i m i çıkarırlar.•
Ama Atatürk kararlıyd ı . İ l l e de H azım'ı güreşti recek­
t i . G ü lümseyerek:
- a Sen neşenle kalpleri tuşa getirmiş adamsın. Bun ­
lar sen i n karş ında dayanır m ı ? ,, deyince gözleri yaşaran
Hazı m , Atatürk'ü kıramayacağını anlayarak çaresiz ceke­
t i n i çıkard ı . Kol ları n ı sıvayarak pehl ivanların yan ına soku ·
l u p yavaşça :
- • Bak. ben pehl ivan falan değ i l i m . Şimdi bizim va­
zifem iz Paşa'yı eğlendirmek. Siz kendinizi boş b ı rakı n . Ben
s i zi tutacağı m , " diye onların safl ıklarından yararlanıp, ma­
san ı n önüne kadar geti rd i . Başta duran pehlivanın bir an­
l ı k dalg ı n l ı ğ ı n ı fırsat b i l i p , hemen el-ense yere düşürmeğe
ça l ış ı nca Atatürk:
- « B ravo! Bravo. Yaşa Haz ı m , » diye bağ ırd ı . Salon
kah kahadan kırı lıyordu.
Sabaha karşı sofra dağ ı l ı rken Hazım, çevresi ndekilere:
- « M eğer Paşa'nın önü nde güreşmek n e kadar zor­
muş. Kuyruk soku muna kadar terledim , " diyordu.
KARAGÖZ OYNATALIM

HAZIM , Atatürk'ün eşsiz sofrasına onur veren ender


sanatçılardan biriyd i . Bir zamanlar, yaz ayl arında Beşiktaş'
taki Haşim Bey parkında konaktan bozma bir eski yapının
önünde Karagöz oynattığı nası lsa Atatürk'ün kulağına git­
miş . l stanbul'da bir sohbet s ı rasında , sofrasında bulunan
sanatçıya şöyle bir soru yöneltti :
- « Hazım, sen iyi Karagöz oynatırmışs ı n . o
- « Evet, Paşam ... Çocukluğumdan beri heves etti m .
B u ben i m tiyatro mesleğ i ne gi rmeme bağ langıç oldu . •
Atatürk dikkatle d i n l iyord u :
- « Öyleyse bir g ü n oynat, seyredel i m , " ded i .
Hazım kaytarmak isted i :
- •Aman Paşam . Karagöz'ün çeşitli fas ı l ları vard ı r .
H uzurunuzda belki b i r gaf yaparım, pot kırarım . . . ..
- •Ziyanı yok , çekinme... Perde arkası nda her şey
söylenir. Yeter ki , halka ı ş ı k tutsun . ..
- .. paşam, zaten ı şı kta canlanır hayal oyunu ... Ku­
ru luşundan beri etrafa ı şı k saçar.•
- .. o halde maharetini seyrede l i m . •
1 48 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

- " Beni seyretmen bir şey ifade etmez. Bu ışığı sen


halka tut. ..
B u söz Atatürk'ün çok hoşuna gitti :
- • Bravo... Bravo . • ded i .
..

H azım , daha sonraki günlerde Atatürk'e Karagöz oy­


nattı m ı , oynatmadı m ı , hatırlamıyorum . Ama bir süre son­
ra Raşit Rıza i l e birlikte « Bizim Lokanta • d i ye bir yer aç­
t ı lar. Hazım orada her akşam Karagöz oynatıyordu.
Atatürk, Karagöz'ün bi r halk gösteri sanatı olduğunu
kabul etmi ş , bu sanatın yaşatıl masını i stemişti . Nitekim
a KaragÖZ• gazetesi bi r halk gazetesi o lduğu için C.H.P.
i ktidarı zamanında partiden yardım görmüştür. Son sahibi
de romancı Burhan Cehit Morkaya idi.
Karagöz'ün yaşamas ı , kayırılması için o zamanki ls­
tanbul Belediyesi avukatlarından Rahmi i l e haya l i ve bes­
tekar Kaptanzade A l i R ı za , Hazı m'la birlikte · Karagöz'ü
Yaşatma ve Tanıtma Cemiyeti • adında bi r dernek kur­
muştu.
Hazım , bazı Karagöz oyunlarını kendi sesiyle plağa
doldurmuştu. • Bunların en enteresan ı , harf devri mini des­
tekleyen Karagöz'ün okuma yazma öğren mesi oyunudur.
Bu plaklardan Atatürk'e de yol lamıştı . Hazı m ' ı n çektiği b i r
d e kısa metraj l ı Karagöz fi l m i vardı. • Aynaroz Kadısı • fil­
minin içinde Hazım , Karagöz oynatmı ştı.
ARTİSTLER ARASINDA

1 928 y ı l ı nda Ankara'da Türkocağı binası açı l ıyordu.


Hamdu l l ah Suphi Tanrıöver, Türkocakları davası uğruna her
şeyini vermişti . Dava n ı n gerçekleştiğ i n i görmekle en bü­
yük mutlu luğu tadıyordu. Türkocağı sahnesi nde oynanacak
i l k piyes için lstanbul 'dan Darülbedayi ( Şehi r Tiyatrosu)
getirtil m işti . Aynaroz Kad ısı'nı temsil etti ler. Büyük bir al­
kış toplad ı l ar. Atatürk, piyes bittikten sonra Darülbedayi
artistleri n i Marmarc;ı Köşküne davet etti. Artistler kadın! ı ,
erkekli büyük b i r kalaba l ı k hal i nde geld i l er. O akşamki
toplantıda Atatürk, kadehini artistlere doğru kaldı rarak:
- « Hepiniz günün birinde birer mebus, müsteşar,
veki l , başvekil, hatta rei si cumhur olab i l irsiniz. Fakat ben
bir artist olamam. Çünkü bu A l l ah vergisidir. Ne tesadüf­
le, ne de y ı l larca d i rsek çürütülerek sanatkar olunamaz.
Bu , A l l a h ı n ender ku l l arına verdiği bir n imettir. İşte ara­
m ızdaki fark bundan ibaretti r, • ded i .
Türkocağı 'nda i kinci temsi l i vermek için Comedi e
Française artistleri Türkiye'ye gelmişlerd i . Bunların ara­
s ı nda o devrin en büyük sanatçısı olan Marie Belle de bu­
lunuyordu.
1 50 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDİM

Atatürk konukların gösteri lerini seyrett i . Piyes bitti k­


·ten sonra tam kapıdan çıkacağı zaman , artistlerin hepsi
makyaj l ı hal leriyle kapıya hücum edip, Atatürk'ü görmek
isted i ler. Atatürk, bunl ara kapıda yakın l ı k gösterd i . Elle­
rini s ı ktı , hat ırlarını sordu , kutlad ı . Fakat b i r ziyafete ça­
ğ ı rmad ı .
Türk sanatçı larını temsi lden sonra yemeğe davet e t­
tiği halde, yabancı sanatçı ları çağı rmayış ı , uzun zaman
bende bir soru olarak kal d ı . Düşüne düşüne ancak şu ka­
nıya varabi ld i m :
Atatürk, Türk sanatçısının çağdaşlarından kat kat üs­
tün olduğuna inanan b i r i nsand ı . Türk'ün her işte olduğu
.gibi , sanat alanında her zaman en önde gitmesini isterd i .
:B u ayırım d a , işte b u düşünceden ileri gelmiş olmal ı .
MUHSİN ERTUGRUL'LA SOFRADA

1 93 1 y ı l ı ndaydık. Bir gün Dr. Reşit G a l i p yanına Muh­


s i n Ertuğrul 'u alarak Çankaya'ya gelmişti. Şehi r Tiyatrosu
hal i ne dönüştürülen .. Darü l bedayi on beş kişiyi geçmeyen
n

kadrosuyla çıktığı Anadolu turnesi nde , i l k durak olarak An­


kara 'da bulunuyordu. Sofrada henüz herhangi bir konuda
konuşma aç ı l madan Atatürk, Muhsin Ertuğru l 'a dönerek:
- " Faruk Nafiz Çam i ıbel 'i n yazdığı 'Akın' piyes i n i
nas ı l buldunuz ? ,, diye sordu.
O s ı ra larda devrimi yayacak ve yerleşti recek ulusal
yapıtlara şiddetle ihtiyaç vard ı . Devrimci yazarlar, edebi­
yatç ı lar kol larını s ıvamış lar, gece gündüz uğraşıyor, mo­
dern Türkiye'nin devrim l erini destan l aştırmağa çal ı şıyor­
lard ı . İşte Faruk Nafiz'in Türk tarihini konuşturan a Akın ..
piyesi de, « Kahraman .. piyesi gibi Atatürk'ün emriyl e ya­
z ı l m ı ş , An kara Türkocağı binas ında İ brahim Necmi Di lmen ,
H a l i l Vedat Fıratl ı ve M ü n i r Hayri Egel i ' n i n gözetiminde
İ smetpaşa Kız Enstitüsü ve Gazi Eğitim Enstitüsü öğrenci ­
lerine oynattırılmıştı. « A k ı n » Türklerin Orta Asya'dan Ana­
dolu'ya göçünü, yayıl ı p genişlemeleri n i anlatan bir des­
tandı.
1 52 ATATÜAK'ÜN UŞAÖI İDiM

Sahne yap ıtlarıyla yakından ilgi l enen Atatürk, u l usla­


rı n kendi tarihlerine öne m l i yerler ayırmal arı gerektiğini
söyler v e çok köklü bi r geçmişe sahip o l a n Türk Tari hi­
n i n destanlaştırılmastnı i sterd i . Behçet Kemal Çağlar'ı n
• Çoba n " piyesi d e , bu amaçla yaz ı l mıştır. İşte M i l li Tem ­
s i l Akademisi Kanunu'nun ç ı karı l ı ş ı ve Devlet Tiyatrosu '­
nun kuruluşu bu görüşün ü rünüdür.
Atatürk, Akın piyesi n i n Ankara'daki tems i l i n i görmüş
ve çok beğenmişti . Muhsin Ertuğrul ise henüz görmemiş­
ti . Kendisine yazı l ı meti n veri ldi . Atatürk, Muhsin Ertuğ­
rul 'dan şunu isted i :
- " Biz bu piyesi sizin sahneye koymanızı ve sizin
sahnenizde oynanmas ı n ı i stiyoruz. •
- « Eseri henüz i ncelemed i m , ama baş sayfalarına
.şöyle bir göz gezdird i m . •
- .. öyleyse hemen b u eserde yaz ı l ı olan mısralar­
dan en güç konuşulan ı , bize sahnedeymiş gibi lütfediniz . ..
Muhsin Ertuğru l , sahne dışında kalabal ı k bir mecliste
uzun boyl u konuşmakta n . hatta oturmaktan kaçınacak ka­
dar s ı kı lgan bir insandı . Bunu yakınları da biliyorlard ı .
M es l eğiyle zıt görünen b u huyu yüzünden Atatürk'ün em­
rini yerine geti remiyordu.
Ü zerindeki s ı kılganlığı bir türlü atamayan Muhsin Er­
tuğru l :
- • Paşam, nas ı l bal ı klar sudan çıkı nca yaşayamazsa,
biz de sahneden başka yerde ne konuşabi l i r , ne yaşıyabi ­
f üi z , ,, diye karş ı l ı k verd i .
B u söze Reşit Galip d e katı l ıyor, sözleri ni onaylar g i ­
bi başını sall ıyordu . Muhsin Ertuğru l , Reşit Galip'ten d e
kuvvet a l ı nca :
·- « Bendeniz hiç bir sosyetede konuşmuş insan değ i ­
l i m . Bütün konuşmalarım sahnededir. Evimden ti yatroya,
tiyatrodan evi me gidiyorum . ..
Önce bunu bir artist kaprisi sanan Atatürk, güceni r
ATATÜRK'ÜN UŞA<11 iDİM 1 53

gibi o l uyor, hatta öfkeleniyor, ı srar ve tartışmalar uzadı k­


ça uzuyordu.
Yemek boyunca sahnede en güç söylenen en zor ke­
l i me üzerinde duruldu. Saat gece yarısını çoktan geçmişti .
Herkesi n gözünden uyku akıyordu. Sonunda Ertuğru l , sah­
nede en zor söylenen cümlenin g ı rtlaktan konuşmak oldu­
ğunu söyledi ve buna örnek olarak da piyeste geçen a A l ­
çaklar" kel i mesini gösterdi . B u kelime boğuk bir sesle
söylenm işti . Atatü rk:
- u Oturunuz! .. • ded i .
Muhsin Ertuğrul oturdu. Artık sofra paydos olmuştu.
Giderlerken Atatürk, M uhsi n Ertuğrul 'a dönerek :
- .. sen bu eserde m uvaffak olamayacaksı n , » ded i .
M u h s i n Ertuğrul gülümseyerek:
- a M uvaffak ol mağa çal ışırım Paşam . "
- n Şimdi sen in l e bahse girel i m . Piyesi gel ip seyre-
deceğ i m . Ama di kkat et. Rolünü iyi oynayamazsan seni
bizzat ben tenkit edeceği m , kötü bir aktör olduğuna inana­
cağ ı m . İ yi oynarsan o zaman da gerçek bir sanatçı olduğu­
na i na nacağım . "
M u hsin Ertuğrul b u bahsi kabul etti . Atatü rk'ün emri­
ni memnunlukla yerine geti receğini söyledi . El lerini öptü
ve ayrı l d ı l ar.
Konuklar giti kten sonra Atatürk, salondan yatak odı:ı­
s ı na çı karken İbrah i m ' l e bana döndü. Anlaş ı l an konunun
hala etkisi altındayd ı :
- « Bu eseri size versem daha iyi yaparsınız. B u
ada m , b u işi yapamaz, ,, ded i .
- · Paşam. bu adam bu i ş i yapar , " d iye karş ı l ı k ver­
d i m . Hem bu mil let Muhsin Ertuğru l 'u sever,., deyince ba­
na kızarak sertçe:
- .. Maskaralığını sever, .. dedi ve daha fazla bir şey
konuşmadan yatmağa ç ı kt ı .
1 54 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

Atatürk odasına gi rdi kten sonra arkadaşım İbrahim


bana dönerek:
- « Cemal , işin mi yok. İster muvaffak olsun, ister
o lamas ı n . Sana ne? .. di ye söyle.nmeğe başlad ı . Ama ben
o düşüncede değildim ve çok geçmeden hakl ı olduğumu
a n l ad ı m .
GÖZÜNDEN V AŞ GETİREN PİYES

M U HS İ N Ertuğrul o layının üzerinden üç ay geçm işti .


B i r kış mevsi m i Ankara'dan l stanbul 'a gelmiştik . Tepeba­
şı 'ndaki Şehi r Tiyatrosunda Faruk Nafiz Çaml ı bel 'in .. Akı n »
piyesi tems il edi l iyordu.
M u hsin Ertuğrul ve arkadaşları 1 932 y ı l ı n ı n ilk ayında
a Akın » ı oynamak üzere hazırlığa başl ıyorlar. Dekorlar ya­
p ı l ıyor, kostümler dikil iyor, ro ller dağ ıt ı l ı p ezberleniyor.
Piyeste Türk hakanı istemi H a n' ı Muhsin Ertuğrul canlan..,
d ı rıyordu. Öteki rol l erde i. Gal i p (Arcan) . Emin Bel i ğ (Se­
lönü) , Hüseyin Kemal ( Gürmen) , Talat (Artemel ) , Neyyire
Neyi r, Şaziye ( Mora l ) ve Zehra vard ı .
Provalar i l erlerken Atatürk bi rkaç kez piyesi n haz ı r
o l u p olmadığını sormuştu. Eser oynanacak h a l e geldikten
sonra temsi.l lere başlanabileceği Atatürk'e b i l d i ri l mişti .
Şubat ayı n ı n i l k haftasında « A k ı n ,, oynamağa başlad ı . Baş­
ta M uhsin Ertuğrul olmak üzere piyeste rol alan sanatçı­
lar, büyük bir heyecan içindeyd i l er. İ l k kez tiyatrolarına
g e l ecek Atatürk'ün önünde çok çeti n bir sı nav verm�ğe
haz ı rlanıyorlard ı .
Atatürk'ün h e r işte olduğu gibi sanat işi.eri nde de çok
1 56 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

titiz, i nce eleyip sık dokuyan, ufak tefek başarı larla ken­
d i s i n i memnun etmeğe i m kan olmadığını çok iyi bilen, bir
yıl önce kendisiyle tutuştuğu bahsi akl ı ndan çıkaramayan
M uhsin Ertuğru l , en ufak bir falso bi l e yapmamak için
« Akı n · ı kusursuz oynamağa çalışıyordu .
1 932 yı l ın ı n 1 9 şubat akşam ı Atatürk'ün a Akı n • piye­
s i n i görmek üzere, bi rkaç yı l önce bir yangınla kül olan
Tepebaşı Dram Tiyatrosuna gel işi, başl ı başına bir sanat
o l ay ı , Türk Tiyatrosu için de tarihsel ve u nutu l maz bir g e ­
cedir. Muhsin Ertuğrul , Atatürk'ün onuruna sahnenin tam
karş ı s ına düşen iki locayı birleştirmiş, büyük bir loca mey­
dana getirmiş ve ' süslemişti. İşte bu şeref l ocası nda Ata­
türk'ün tam arkasında 1;> u l u nuyordum. İ stem i Han 'ı konuş­
tura n Muhsin Ertuğrul :
• Kıtl ı k var şehirde , isyan başgöstermek üzere . Bütün
halk Kuru ltay kura l ı m , Kra l ı n huzurunda , .. diyord u .
Orada Kra l ın çok güzel b i r seslenişi vard ı :
.. Tanrı s u vermezse. Hakan n e yapsı n buna ? • deyi nce
Atatürk'ün gözlerinin yaşardığını gördüm.
Gerçekten çok güzel bi r temsi l d i . Atatürk, temsi l i n
başı ndan sonuna dek serapa h i s , büyük b i r haz v e u l usal
g ururu ayağa kal kmış bir halde oyunu seyretti .
Şehi r Tiyatrosunun doğmasında ·ve gel işmesinde çok
emeği geçen lstanbul Va l i s i Muhittin Ü stündağ , Atatürk'
ü n yan ıbaşındaydı. Ama p iyesi seyretmiyoıı. tüm d ikkatiy­
le Atatürk'ün yüzünde her an beli recek memnunluk ya da
öfke çizgi lerini hesapl amağa çal ış ıyord u. Tems i l i l erledik­
çe Atatürk'ün ligisi artıyor, bakışları yumuşuyor ve ilk per­
de kapanmak üzereyken yanaklarından i ki damla gözyaşı
süzü l üyor. Perde kapandıktan sonra en değerli alkışlar,
Atatürk'ün locası ndan yükseliyordu.
Temsi lden sonra Atatürk, Muhsin Ertuğru. l ve üç ar­
kadaşı n ı locaya çağ ı rtıp kutl adı . Muhsin Ertuğ rul 'un yüzü­
nü b i r mutl u luk hales i n i n çevi rdiğini fark etti m . Çok he-
ATATÜRK'ÜN UŞA(il İDİM 1 57

yecanl ıyd ı . Atatürk'ün • muvaffak olamayacaksı n , .. dediği


bir piyesten yüzünün akıyla çıkm ıştı . Nas ı l sevi nmes i n ?
Güzel sözlerle sanatçıların gururunu okşarken Muh­
s i n Ertuğru l 'a şöyle d iyord u :
- • Bahsi kazandın. Sen bizim en değerl i sanatkarı­
m ızsı n . n Atatürk, Muhsin Ertuğrul ve arkadaşları n ı kutlar­
ken bir an a rkasına dönüp ben i m yüzüme baktı . Bu bakış­
larda hak lı ç ı ktığımı doğrulayan bir davranış sezer gibi
oldum.
ÇALLI İBRAHİM'LE ARKADAŞ!

ATATÜRK, Cumhurbaşkanı olduğu halde tam bir halk


adamıyd ı . Halkın içi nden çıkmış olan bu büyük insan, ka­
laba l ı k içinde yaşamakta n , halkın i çi nde dolaşmaktan, hal­
kın g ittiği yerlerde oturmaktan büyük bi r haz duyard ı . Hal­
kın eğlendiğini görmekten hoşlanır, o eğlencenin içine
kendini de sokard ı .
1930 y ı l ındaydı . Beyoğ l u 'nda Tünel i l e Galatasaray
arası nda M adam Vera ad l ı bir Beyaz Rusun işlettiği Eden
adı nda bir l okanta vard ı . Bir gün oraya gitmişti k. Sofrada
yedi-sekiz kadar konuk vard ı . Saat gecenin on biri . Gar­
sonlar çevremizde fırdolayı dönüyorlar. Atatürk'ü hoşnut
etmeğe çal ı şıyorlard ı .
Neşe içinde yen i l i p içi l d i . Vakit hayli geçmişti . Bazı
konuklar izin isteyip ayrı ldı l ar. Biz yal nız kaldık.
Atatürk, bir yere gittiğinde orada ki m varsa, hesap
O'nun tarafından ödenir, orası derhal bir a l l e çevresi ha­
l i ni al ı rd ı . O gece de Eden Lokantasında durum aynı oldu.
Atatürk'ün oturduğu masanı n b i raz i lers i nde iki arka­
daş otu rmuşlar, rakı içiyorlard ı . Kendi alemlerine dalmış-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İ D i M 1 59

lar, bizim varlığımızdan habers iz görünüyorlard ı . Atatürk ,


bana sesl enerek:
- a Hemen git, beyleri çağ ı r , » ded i .
Masalarına gidip kendi lerine emri b i ldirdi m . Onlar da
derhal toparlanıp, bizim masaya geldi ler. Bunlardan biri
tan ı nmış ressam Çal l ı İbrah i m , yan ı ndaki de H üsamettin
Kavalalı ad ında bir arkadaşıydı .
Çal l ı İbrah i m , daha önce kafayı iyice tutmuşa benzi­
yordu:
- a Büyük Başkanı mız, beni huzura kabu l buyurduğu­
nuz için ... • şekl i nde uzun b i r nutka başlayınca Atatürk sö­
zünü kesti :
- · Büyük Başkan ne ben i m , ne şudu r, ne de budur.
As ı l Büyük Başkan, hep i mizin göğsümüzü kabarttığımız o
büyük Türk M i l letidir. Biz onun egemenl i ğ i a ltı ndayız. Onun
a macına hi zmet etmekle, görevi mizi yapmış ol uyoruz . ..
- a Siz ne büyüksünüz ki , söyletiyor ve bizi d inliyor­
s u nuz . ,.
- · Ben sizi elbette dinlerim. Sizin b u ne kadar hak­
k ı n ızsa , ben i m de s ize bütün m i l lete söylemek ve kend i m i
o n a dinletmek hakkımdır. •
- · Büyük Cumhurbaşkan ı ...
- .. H ayır, ben bu akşam sizinle cumhurbaşkanı ola-
rak değ i l , bir vatandaş olarak konuşuyorum . Siz eğer beni
cumhu rbaşkan ı olarak seviyorsanız, değerim yoktur. Bu
meml ekette ve her memlekette cumhurbaşkanları vardır.
Bu rada sizinle sadece b i r vatandaş olarak konuşurken, va­
tandaş sıfatını düşünüyoru m . Başka türl ü uygun luk olamaz.
Şimdi burada M ustafa Kemal yok. Eşit şartlar içi nde sizin­
le konuşab i l i r i m . Benimle konuşurken sizin ve hepi mizin
düşündüğümüz bu olmal ıdır . ..
- « Büyük Paşam ... •
- .. Hayır, o yoktur artık, sıfır olmuştu r . •
Konuşmanın burasında Hasan Cavit kısa b i r nutuk
160 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

çekti ve bu tarihi manzarayı tasvir eden bi r tablo yapma­


s ı n ı Çal l ı 'dan istedi.
Atatürk, bunun üzerine şöyle ded i :
- • Ben devlet başkanıyım. Yanımda devlet büyükleri
ve m i l l etvekil leri var. Sizlerle eşit olarak bulunuyoruz. Bu
güzel sonucu yansıtmak, sanata ait bir işti r.•
- a Paşam, Türk kavmi sana bel bağ l amıştır ...
- .. sen şiir söylüyorsun. Bu rakı i nsan l ara neşe ve-
rir, fakat sanat vermez. Sen bunun la neşe bul uyorsun. Fa­
kat sanatı bunda bulamazsı n . ..
Çal l ı İbrah i m , daha birçok şairane sözler söyled i. Ata­
türk 'le karş ı l ı k l ı söz atışı yapıyorlar, herkes mest olmus
d i n l iyor. Derken Atatürk, bi raz sonra ikisine de şu soruyu
sordu :
- u Siz rakıyı niçin içersiniz? ..
Çallı İ brahim'in arkadaşı Hüsamettin Kavalal ı :
- u Bendeniz rakıyı herkes gi bi midemi doldurmak
için değ i l , kafamı öldürmek için içeri m , • diye karş ı l ı k
verd i .
Atatürk, b u hazır cevapl ı ktan çok hoş lanmıştı :
- · Bravo,• diyerek bu yabancı konuğu kutladı.
Daha sonra konuğa hangi partiden olduğunu sormuş,
Hüsamettin Kava lalı da hiç çeki nmeden Serbest Fırkadan
olduğunu söylemişt i . Atatürk, bundan da memnun oldu.
İkinci bir defa daha:
- .. Bravo, .. ded i kten sonra Çal l ı 'ya dönerek:
- • Ça l l ı İbrah i m , Çal l ı İ brahi m . Avrupa'dan birçok
ressar:n lar. heykeltraşlar gel iyor, benim resi m l eri m i , büst­
l erim i , heykellerimi yapıyor. Siz nerdesiniz? Çal ı l ara m ı
gömüldünüz d e . h i ç görünmüyorsunuz? B u kadar tanınmış
bir ressam ol manıza rağmen sizin hiç sesi niz çıkmıyor.
Onlarsa binlerce l i rayı a l ı p, memleketlerin e gidiyorlar . ..
Bu söz üzerine Çallı İbrahi m , Atatürk'ün adeta bir ih­
tarı a ndıran sözlerine gülümseyerek şu karş ı l ığ ı verd i :
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 161

- • Paşam, Paşam. Fınd ı k l ı Sarayında (Akadem i ) be­


n i m yaptığım bir portreniz vardır. Anlaşılan bunu duyma­
mışsınız. Gidip onu görü n . Atatürk siz değ i lsiniz, ası l
O 'dur. •
Atatürk bu karş ı l ı ktan da çok memnun kalmıştı . Ka­
dehini kaldırarak Fınd ı kl ı Sarayı ndaki portre onuruna içti .
Sonra şöyle dedi :
- · Fındıklı Sarayı da neresi ? Ben Saraylardan hoş­
lanmam ama, lstanbul 'a geldiğimde Dolmabahçe deni l en o
soğuk yerde otu rurum. Fakat rahat edemem sarayda. Evde
oturmak daha iyidir.•
Hüsamettin Kavala l ı da coşmuştu .
- a Ben var olduğumu anladığım zaman, yokl uğumu
anl ıyorum . O zaman bi raz i nsan olduğumun farkına varı­
yoru m . •
Atatürk, b u sözleri de çok beğenerek,
- cc Çok güzel söyledtn arkadaş. Bu sam i mi sözlere
bir şey katmak istemiyoru m . Gerçek vatandaş nerede ve
ne durumda olursa olsun, serbest konuşma l ı , kafasından
geçen , vicdan ı ndan gelen şeyleri söylemel i . Bu çocu k böy­
le yap mıştır. İsterim k i , bütün vatandaşlar böyle serbest
konuşsunlar. Karşısındaki Cumhurbaşkanı bile olsa, dü­
ş üncelerin i açık lamaktan çeki nmesinler, .. ded i .
O gece sabaha dek sofrada sanat sohbetleri yap ı ld ı .
Çal l ı İ brah i m 'den Türk resm i v e sanatı hakkı nda uzun boy­
lu bilgi ald ı . Bunları di kkatle dinledi . Sanatç ı n ı n korunma­
sı ve sanatın gelişmesi için Devletin yard ı mcı olacağına
söz verd i . Atatürk'ün bu konuyla bu kadar i l g i leneceğini
hiç akl ıma geti rmemiştim .
O zamanlar Soyadı Kanunu daha çıkmam ı ştı . Fakat
bazı ad ların başı ndaki sanlarla anı lan kimseler vard ı . İş­
te Çal l ı l brahim de bunlardan biriyd i . Atatürk, bir ara res­
sama, ad ı n ı n başındaki san ı n anlamını sormuş , sonra da
yarı şaka yol l u :
F: 1 1
1 62 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

- • Acayip bir kelime seçm işsiniz. Sizin çal ıya ben­


zer yeri niz yok ki , " diye takı l ı nca ressam şöyle demişti .
- .. çal l ı Paşam, yani iki ( 1 ) i l e . " Atatürk buna da şu
karş ı l ığ ı vermişti :
- .. Farkı ndayım can ı m , bu kadar içtikten sonra elbet
biraz peltek konuşacaksınız . ..
Saat sabahın dördüne gelmişti . Toplantı sona erd i ve
Saraya dönü ldü.
Çal l ı İbrahim'e i l i şkin bir anı daha :
İkinci Dünya Savaşı ndan sonra gazeteci l i ğe başlayan
ve ordudan emek l i İhsan Boran, Bükreş Ataşem i l iterl iği
s ı rasında bir sanatçılar top l u l uğuyla Bükreş'e gelen Çal l ı
İbrahim'le bir görüşme yapmıştı . Sohbet sırasında ataşe­
m i l iter, Çal l ı İbrahi m'e:
- .. Üstat, hatıra olarak l ütfedip bir �ey çizer misi­
n i z ? ,. diye sormuş. Çal l ı İ brah i m de, kendine özgü konuş­
ma d i l i yle :
- • N e gibi b ir şey ? •
- " M esela Atatürk'ü haya l inizden çizeb i l i r misiniz? "
- · Ben onu kalbime resmetmişim . ..
Ve sih irl i kalem darbeleriyle, bi rkaç saniye içinde
Atatürk 'ün eşsiz b i r portresini çizmiştir. Bu res i m şimdi
İ hsan Boran'ın eşi Adviye Boran'da (Şar) bul unmaktadır.
KEMAN SINAVI

ÇAN KAVA'daki eski Köşkte bir gece Atatürk, iki genç


kemancıyı yarıştırd ı . Cumhurbaşkanl ı ğ ı Orkestrası şefi
Zeki B eyin Moskova Konservatuvarı nda öğrenim yapm ı ş
oğl u E krem Zeki i l e Necdet adl ı b i r askeri o kul öğrencisi
Atatürk'ü n huzurunda, Orkestran ı n bir parçası olarak ke­
man çalıyorlard ı . Orkestrada sivil ve asker b i rçok müzis­
yen vardı.
Necdet keman ı n ı pü rüzsüz çal ıyor, gösterişe kaçma­
dan olgun ve vaku r, te l lerin üzerinde yay ı n ı gezd i riyordu.
Ekrem Zeki ise biraz numaracı gibi geldi ban a . O da iyi
çal ıyor ama, jestleri var ... Eğ i l i p doğru luyor, sağa sola
doğru keman ıyla sanki vals yapıyordu. Kemancı ları Edir>
adl ı bir binbaşı yönetiyordu.
Atatürk, Binbaşı'ya:
- .. Kemanların hangisi güzel çal ıyor? .. diye sordu .
- .. zeki Beyin oğlu artisti k, öbürü gösteri şsiz, hare-
ketsi z çalıyor. Müzik kaidesine göre daha makbul olan
bu . . . .. ded i .
N ecdet'in kızkardeşi d e piyanistti . Piyanosuyla ke­
man c ı lara eşl i k ediyord u .
1 64 ATATÜRK'ÜN UŞA(il iDİM

Atatürk, Binbaşının verdiği bilgiyi d i n l edi kten sonra,


kemancılar arasında b i r ayı r ı m yapmadı . İkisini de takdir
ettikten sonra :
- · Bravo ! .. Çok güzel çaldınız. Sizler sanatkar b i r
m i l l etin çocuklarısınız. Sizi n l e ne kadar iftihar etsek az­
.d ı r , • ded i .
aflSKIYEYi KIS ... •

C U M H U R İYET'in Onuncu Yıldönümüydü. On dokuz


M ayıs Stadyomu'nda büyük bir tören yapı l m ı ş , nutuklar
söyl enmiş, hatta Sovyetler Birliği'nden M areşal Veroşilof.
Budioni . birçok da genera l gelmişlerd i . Çankaya'da bir ara
radyoyu açıp, nutukları d i nlemek i stedi m , fakat işim o ka­
dar çoktu k i , dinlemeden kapattı m . Öyl e ya, Cumhu riyet
Bayra mı onuruna gelmiş seçki n davetl i l erin ağırlanacağı
bir sofrayı hazırlamak öyle kolay olmasa gerek ...
Cumhurbaşkanlığı Yeni Köş kte Viyana' l ı m i mar Hors­
mayster tarafından yapılan G şek l indeki ( Gazi 'nin baş
harfi ) masayı hazırl ıyordum . Birden kapıda peleri niyle
Atatürk göründü. Tören dönüşü oldukça yorgundu. Hemen
koştum . antrede e l i n i öptü m . İlk kez e l i n i öpüyordum .
Yağc ı l ı k üzerimdeyd i ...
- u Sesim iyi geldi m i ? .. diye sordu .
Önce anlamad ı m . Fakat hemen toparland ı m . Merasim­
de söylediği nutku soruyordu her halde . ..
- • Çok iyiydi Paşam ..... diye karş ı l ı k verd i m .
Oysa radyoyu kapatmı ş , Onuncu Y ı l N utku 'nu d inle­
memiştim b i le. İ lgisizlik gösteremedi m . O an bal gibi ya-
166 ATATÜRK'Ü N UŞAGI İDİM

lan söyled i m . Bu gereksiz harekete baş vurdum . Ama bun­


lar meşru ya land ı . Başka çarem var m ıydı ki , o an ...
Atatürk'ün hizmetinde geçen on iki yı lda söyl ed iğim
yalan işte bundan ibaret kal d ı .
Atatürk, N utkun hizmetkarı üzerindeki etk isini ölçtük­
ten sonra yukarı çıkt ı . Soyunup tekrar aşağ ı i nd i . Öyle yo­
rulmuştum k i , ayakta duracak hal i m yoktu . H i ç bir tarafım
tutmuyordu. Perişan b i r haldeyd i m .
Masan ı n parçalarını b i r araya getirip, G harfi ni ta­
mamlayamamıştım . Ankara i l e Viyana'nın i k l i m i bir ol ma­
dığından, masanın parçalarının ekleneceği p i m ler kurumuş
olmalı ki, birbirine geçmiyordu. Her tarafımdan ter boşa­
nıyordu. Odunlar iyice bel vermişti.
Ben böyle masayla uğraşı rken
- .. vahu ! . . " d iye seslendi . Sandım ki si gara yakacak_
Hemen koştum k ibrit çaktım ...
- · Değil hayvan ... " ded i .
Ki brit rüzgardan söndüğü i ç i n hemen yenisini çakı .
yordum, yine sönüyor. Atatürk yine aynı söz leri söyl üyor:
- « Değil hayvan . . . ..
Durup yüzüne baktı m . Acaba ne istiyordu ?
- « Koltukları düzelt.. . " emrini verd i .
Beni m yaptığım da bundan başka bir şey m iyd i san­
ki ? Koltukl ardan birini sert bir hareketle itti m . Sanki .. bu
mudur yapacağı m iş .. . g i b i lerden ... Bendeki apta l l ığa, ce­

halete bak. Koskoca Cumhurbaşkanı n ı n karşısında olduğu­


mu u nutmuşum b i l e ...
Yerler yeni cilal ı . .. Koltuk gitti , gitti , hızla bir başka
koltuğa çarptı. Zaten, can ı m burnumdan çıkacak hale gel­
mişim. Fakat Atatürk ne h i kmetse kızmad ı . Bu hal i m i hoş
gördü. Yumuşak bir sesle bu kez:
- « Git fıskiyeyi kıs. çok akıyor. . . .. dedi .
Bahçeye fırlad ı m . Havuzun fıskiyesini kısıp geri gel­
dim.
ATATORK'ÜN UŞAÔI iDİM 167

Tekrar işime başlamıştım ki , Atatürk'ün sesi kulakla­


rımda ç ı nladı :
- « Böyle az a kar. Taşkın olmazsa daha iyi değ i l
m i ? n ded i .
Utancımdan yerin dibine g i recek g i b i oldum. Yüzüm
kıpkırmızı yan ıyordu. Ne yapmıştım ben ? . . Hata ettiğimi
.anlamıştı m . Fakat iş işten çoktan geçmişti. Ve Atatürk ,
yorgunluğun ve s i n i r l i l i ğ i n geti rdiği taşk ı n b i r hareketi mi ,
havuzun fıskiyesi örneğiyle yüzüme vuruvermişti . Bir uşa­
ğa, taşk ın hareketlerden kaçınmas ı n ı , nazik bi r d i l l e hatır­
latıverm işti .
Bu olay bana büyük b i r ders oldu. Altı ay doğru dü­
rüst O'nun yüzüne bakamadı m . Kızg ı n gibiyd i . Asla kin tut­
mazdı ama, be l ki bana öyl e gel iyord u .
RUSLARLA BİR EGLENCE GECESİ

C U MH U R İYET'in Onuncu Yı l dönümü gecesiyd i . Ara­


m ızda iki Moskoval ı konuk da bulunuyordu. Varoşi lof ve
Budiyon i . Bir ara Rusya'nın en yüksek mevki i nde · Sovyet
Yüksek Şurası Presidium Başka n ı .. olarak görev yapan
Mareşal Varoşi lof ve arkadaş ı , o zaman Rus Ordusunda
generaldi ler ve İsmet İ nönü ile Recep Peker'in Moskova'..
ya yaptı kları geziyi iade ediyorlard ı .
Onuncu yıl geçit törenini izleyen konuklar, o akşam
Cumhurbaşkanlığı Köşkünde veri len akşam yemeğinde ha­
zır bulundular. Sofra e l l i dört kişil ikti . Budiyo n i , Atatürk'­
ün solunda, Varoşi lof sağında yer a l mışlard ı .
Varoşi lof v e Bud iyoni 'nin üzerl erinde özenle diki lmiş.
askeri üniformalar vard ı . Yemek masası Viyanalı ünlü m i ­
m a r Hostmayster'e ısmarl anmıştı . Masalar b i rbirine ek­
lenince Gazi'nin baş harfi ( G ) çıkıyordu.
Yemek büyük bir neşe içinde sürüyordu . Varoşi lof.
her konuşmas ının başında:
- · Recep Peker yapar. Recep Peker b i l i r , .. d iye sö ­
z a başl ıyordu.
Recep Peker o zaman .. cumhuriyet Halk Fı rkası U mu-
ATATÜRK'ÜN UŞAOI İDiM 169

mi Kati bi · idi. Rusya'da her işi Fırka Umumi Katibi (Sta­


l i n ) yaptığ ı için, bizde de Umumi Katibi n yaptığı n ı sanı­
yor ve Recep Peker'e özel bir i lgi gösteriyord u.
Kimse işin farkı nda deği l d i . Atatürk hemen durumu
anladı ve Sta l i n düzeni nde bi r yönetimin bizde de varmış
hissini konukların üzeri nden kaldırmak için toplantıyı da­
ğ ıtmak gereğini duydu. Atatürk'ün bi r işareti üzerine ye­
mek sona ermiş olan topl antı dağıtıl d ı . Hep beraber kal­
k ı l ıp, Türkocağı b inasında veri len Onuncu Y ı l balosuna gi­
dildi.
Şahane bir baloydu bu. Bir süre ayakta sohbet edild i,
dansa ka lkı l d ı . Atatürk de konuklara uyup dans etti . Ata­
türk'ün en sevd iği dans, valsti .
Türkocağından Orduevine gidi ldi . As ı l eğl ence bura­
dayd ı . Gelenler asker olduğuna göre, askerce bi r eğlence
daha yakışık a l mıştı . Orduevinde tüm ordu zabitanı , ge­
neral ler de hazır bulunuyordu.
Saat üç sularında, eğlencelerin en haraketli olduğu
bir s ı ra Atatürk emretti . Bir grup genç subay Varoşil of ve
Budiyoni 'yi el ler üzerine a l ı p salonda gezd i rmeğe başla­
d ı lar. Müz i k • M avi Tuna .. valsiyd i . Rus general l eri alkış­
lar arasında omuzlarda taşınıyorlard ı .
Genç subaylardan b i r başka grup coşarak Atatürk'ü
de el ler üzerinde taşımak i sted i . O sırada Atatürk kahve ­
s i n i içiyordu. Gülümseyerek e l iyle İsmet İnönü'yü göster­
d i . Bir san iye içinde İnönü, omuzlara a l ı narak havada gez­
diril meğe başland ı . Omuzlara a l ı na n üç kişinin dolaşması ,
müzik bitene dek sürdü .
Eğlencel erden sonra tüm genera l ler, Atatürk'ün çev­
res inde toplandı lar. Konuklar, O'ndan bazı şeyler öğren ·
mek niyetindeydi l er. Zaten geli şleri n i n asıl nedeni de, bu
amaca dayan ıyordu. Fakat Atatürk, ustaca düzen lenmiş bu
<>yuna düşmed i . Varoşilof'a :
1 70 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

- · Bi z asker i nsanlarız. S iyasete akl ımız ermez. Si­


yaseti sivi ller konuşsun, • d iye kesti rip attı .
Sovyet general leri onuruna veri len o geceki zi yafet­
te , Orduevi ndeki eğlenceler s ı rasında, b i r ara konuklar
arası nda bul unan General İzzettin Çal ışlar'ın gerdan ı n ı n ,
Recep Peker tarafından gıdıkland ı ğ ı , Atatü rk'ün gözünden
kaçmadı. AP.cep Peker bir ara salonda dolaşmış ve pence­
re kenarındaki masada oturan izzettin Çalışlar' ın b i raz şiş­
manca olan gerdanını gıdı klamak istem işti . Recep Peke r
bl!nu yaparken de, samimi b i r şekilde:
- .. Nası ls ın Paşa? . . .. diye sormuştu. G ıd ı klad ı ğı kişi
b i r genera l , Recep Peker'in rütbesi ise yüzbaşıyd ı .
O s ı rada içmekte olduğu kahvesi n i tabağ ıRa döken
Atatürk'ün bu duruma çok canı s ı k ı l m ı ş olacak ki, ertesi
gün, öğleye doğru Köşke gelip, her zamanki a l ı ş ı l m ı ş gö­
rüşmesini yapan Başbakan İsmet İnönü'ye şöyle ded i :
- • Recep Peker'in d ü n akşam yaptığını gördünüz
mü? Bir yüzbaşı efendi si olan Recep Peker, nas ı l olur da
b i r Paşanın yüzünü okşuyor, gıd ı ğı n ı e l l eyerek ona hal ha­
t ı r sorabil iyor. Bir yüzbaşı efendisi hadd in i b i l mel i . Demek
ki, fazla şımarmış.•
Atatü rk sert bir d i l le bunları söyledi kten sonra İnö­
nü 'nün bu İŞİ önlemes i n i ve Recep Bey i n çek i l mesini em­
retti .
İ şte Recep Peker'i n istifası n ı n neden i , bu hareketidir.
Cumhuriyet Halk Partisi , bu tarihten sonra F ı rka U mumi
Katip l i ğ i nden a l ı narak Başbakanl ığa bağlanmıştı r.
Bazı anılarda Recep Peker'in istifası, başka nedenle­
re bağ l ı olarak gösteri l mektedi r. Sözgelİmi Hasan R ıza
Soyak, bu olayı, Trakya Umumi Müfettişi Kaz ı m Dirik i l e
Recep Peker aras ı ndaki an laşmazlığa bağl amaktad ı r. Ata­
türk i le Florya'da geçen b i r görüşmesine göre Soyak'ın
a nlattığı şudur:
Recep Peker, Kazı m Dirikin Trakya'da köylü l eri ezdi -
ATATÜAK'ÜN UŞAC';I iDİM 1 71

g ı n ı , kend ilerinden hizmet ve para yard ı m ı isted i ğ i n i i l e­


ri sürerek, onu oradan uzaklaştı rması için Atatürk'ün em­
rini koparmağa kal kmış. Atatürk de Kaz ı m Paşa'nın Trak­
ya 'da neler yapmak i sted iğini öğrenmek amacıyle ertesi
gün yirmi arkadaşıyla Trakya'da bir geziye çıkar. Muratlı
istasyonunda trenden i nen Atatürk, i stasyonun karşısın­
d a k i bir evin önünde oturan yaşl ı bir karı koca i l e konııı ­
şup dertl erini dinler. Kad ı n , gel i n i n i n hastanede, oğ lunun
askerde o lduğundan , adam , gözleri n i n görmed iği nden ya­
k ı n ı r. Ameliyat için doktorlara emir vermesini ister. istas­
yona dönülürken Atatürk, yanındaki lere : · Artı k burada işi­
m i z ka l mad ı . Doğru İ stanbula. Gördün ya Recep Peker iş ·
te bunlardan şikayet ediyor. H ayret, .. der. istanbul'a, er­
tes i gün de Ankara'ya dönül ür. İki gün sonra Çankaya Köş­
künde Atatürk ile Recep Peker, aynı konuyu tartışırlar. Ka­
zım Paşanın müfettişlikten uzaklaştı rı l ması için emir a l ­
mağa çal ışan Recep Peker'e canı sıkı lan Atatü rk, şunları
söyler:
- uArtı k yeter Recep Bey. Kend ini üzme, beni de boş
yere meşgul etme. Aldığınız bilgi leri ve vesi kaları Vekil
Beye veri rs i n . Gerekirse müfettiş gönderip, Kazım Paşa'­
n ı n yaptı klarını teftiş etti rir. Gerekirse resmi tahkikat ya­
p ı l ı r. Bunun sonucuna göre kanuni işleme geçi l i r , • der.
O laydan iki gün sonra (A.A.) Recep Peker'in Parti
U mumi Katipliğinden çeki ldiğini duyurur.
Fakat Recep Peker'in çekilmes i , asıl Ruslarla i lg i l i
eğlence gecesi nde geçen olay yüzünden olmuştur. Ata­
türk'ün Ordu sayg ı n l ı k ve onuruna ne den l i ilgi ve titizlik
gösterdiğinin seçik bir örneğ idir. Oysa Atatürk, Recep
Peker'i sever ve sofrasından eksik etmezdi . Sık s ı k şaka­
l aştı ğ ı olurdu. H atta bir süre önce Recep Peker çok şiş­
manladı ğ ı , göbek bağladığı için Viyane'ya g idip zayıflama
kürü yaptı rm ış, çıta gibi yurda dönmüştü . Recep Peker'i n
1 72 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

yine sofrada, eski s i n i aratmıyacak şeki lde büyük bir iştah­


la yemek yediğini gören Atatürk:
- .. Bir insanın m idesi çal ışırsa, kafası çalışmaz. O­
nun için az yeyin , .. diye takıl m ı ştı bile.
NIŞANCILICil

ATATÜ RK eski ve tecrübeli b i r askerd i . O'nun iyi bir


n i şancı olduğunu duymuştum. H atta b i r gü n Dolmabahçe
Sarayının bahçesinde yakın larına nişan alma hakkında bil­
g i verdiğini hatırları m .
B i r gece sofradan yeni kal k ı lm ıştı . Söz nişan, atış
üzeri neyd i . Konuklardan Şü krü Kaya, bir ara başıyla tava­
na doğru işa ret ederek:
- · Elektrik ampul lerine nişan a lmak zordur. Hedefe
i sabet o l maz, • diye b i r söz attı ortaya.
Atatürk, bunu garip bulmuş gibi bakarak:
- · Yaaa, öyle m i ? • d iye sordu. Sonra bunun nede­
n i n i anlatmas ı n ı i stedi . Şükrü Kaya da:
- · Ampul ı ş ı k l ı olduğundan göz a l ıyor. Nişan ve vu-
ruş da zor oluyor,• ded i .
Atatürk hemen kapıdaki nöbetçiyi çağı rttı .
- . şu gördüğün ampul ü vurab i l i r m i s i n ? • ded i .
Mehmetçi k hiç düşünmede n :
- • Emret Paşam .. • diyerek hemen si lahına asıldı v e
.

duvarda ası l ı bulunan apl i ktek i üç ampul ü teker teker


tam i sabetle vurdu.
1 74 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

Atatürk, konuklara dönerek:


- " Gördünüz ya, Türk askeri böyle vuru r ..... ded ik­
ten sonra, arka cebindeki toplu tabancasını çekerek tavan­
daki avizenin ampu l l erini başladı teker teker tam 1sabet
vurmağa.
Atış işi bitince Atatürk, Şükrü Kaya'ya dönd ü :
- « Hani yahu, seni n dediğin o l mad ı , • ded i . Şükrü
Kaya'da ses seda yok tabii.
Eski köşk ahşap olduğundan atı lan kurşunlardan ta­
van del ik deşik oldu. Bu kadarla kalsa iyi. Yukardaki ya­
tak odasının gardrohunda ne kadar gömlek, don, fani l a
varsa del ik deşik olmuş. Bereket yatak odası nda o anda
k i mse yoktu .
Ertesi günü bu del ikli gömlekleri geti rip bize dağıt­
tı lar. Önce del ik olduklarını b i l m iyorduk. Ağır ve pahal ı
cinsten olan gömlekleri görünce, hatta alalım m ı , almaya­
l ı m mı gibisinden duraksama bi l e geçirmişti k . Fakat de­
l i k gömlekleri Atatürk'e l ayık görmemişler. Umumi Katip
de geti rip bize verd i . Belki de bundan Atatürk'ün haberi
o l madı.
VALNIZLl{İJ

BiR sonbahar geces i . Çankaya Köşkünde akşam sof­


rasındalar.
Hava bi raz sıcak olduğundan Atatürk, sofrayı dışarı
kurmamı emretti. Onlar sofradayken , i kinci bir sofrayı da
yaverliğin arkasındaki bahçeye hazırlad ı m .
- · Sofra hazı r Paşa m ,• deyi nce önce Atatürk ayağa
kal ktı . Sonra b i rer b i re r tüm konuklar ka lktılar. Kadı n l ı , er­
kekli neşeli bir topl u l u ktu. Gramofonda zeybek havası ça­
l ı yordu. Mecl isin en keyifli zamanıyd ı . Bu bulunmaz ahen­
g i bozmamak için g ramofonu kucakladığım gibi onların
önüne düştüm . Konuklar kucağımda taşıdığım g ramofo­
nun ahengine kend i lerini kaptı rmışlar, oynayarak i l erl iyor­
l a rd ı .
Böylece bahçedeki sofraya vard ı k . Herkes yerleri n i
a l d ı . Yedi ler, içti ler, çalgı çal ı p eğ lendi ler; güldüler oyna­
d ı lar.
Atatürk'ün sofrada uzun süre içti kten sonra hora te­
p i p dans ettiği , zeybek oynadığı görü lü rdü. En sevdiği mü­
z i k parçaları aras ı nda Rumeli türküleri nden sonra , zeybe k
havaları gelird i . O 'n u neşelendi rmek iç i n arkadaşları ve
1 76 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

davetliler de kendisinin pek sevdiği zeybek oyunlarını oy­


narlard ı .
G üzel b i r ay ı ş ı ğ ı vard ı . Sabaha karşı herkese b i r mah ·
zunluk çöktü. Sesler, çal g ı lar yavaş yavaş kes i l d i . Hava
adamak ı l l ı seri nlemişti. Herkes başladı üşümeğe.
Konuklar ellerini öperek ayr ıld ı lar. Afet Han ı m :
- a Paşam, soğuk başladı , gidel i m , • ded i .
Fakat Atatürk, b u insanı i l i klerine d e k ürperten serin
h avadan ayrı lmak istemiyordu. Bunun üzerine kızkardeşi
i le Sabiha Gökçen, Afet İnan, Rukiye, Nebi le, Zehra Ha­
n ı mlar hep beraber izin isteyerek ayrı ldı lar. Bütün gece­
l erini uykusuz geçiren Atatürk, s ıhhatine pek düşkün de­
ğ i ld i . Yerinden b i l e kıpırdamad ı .
Orada benden başka kimse kal mad ı . B i r d e yaverler­
den Ce lal Bey vard ı . Atatürk üşüyecekti . Çok üzü lüyordum.
Fakat vazifem yüzünden .orasını bırakam azdı m .
Gramofonda . güzel valsler çal ıyor, ben O'na h a l a ra­
kı veriyordum. Bir an geldi :
- " Rakı istemez . .. Yeter! .. ded i .
Artık yalnız gramofon dinl iyor v e düşünüyordu. Bi raz
önce burası n ı neşeye boğan konuklar, yeyip içmişler, bi­
rer ikişer başlarını alıp çeki l ip gitmişlerd i . Hepsi n i n evin­
d e bir bekleyeni vardı . Çoluğu, çocuğu, eşi , anası , babası .
Atatürk ise sadece düşünce leriyle baş başaydı . Koca
Köşkte yapayalnızd ı . Bu hal bana çok dokundu. Yal nızl ığı
öylesine hüzün vericiydi ki. .. Bir gece kendisini odasına
çı karacak bir adamı bile olmad ı ğı ndan acı acı yak ı n m ı ş ,
ne kadar bedbaht olduğunu anlatmak i stem i şti .
Sabah ol muştu. Belki üç dört saat öyle kal m ı şt ı . Gü­
nün ilk ı ş ı kları ağaçlardan süzül ünceye dek orada kaldı .
Atatürk hala çenes in i yumruğuna dayam ı ş , olduğu yerdey­
d i . Yavaş yavaş doğrulduğunu, ağır adı m larla Köşke doğ­
ru i lerlediğini gördüm. Ben de arkasından ağır ağır yatak
odasına kadar yürüdüm. Sessizce odaya gird i . Bir anahta-
ATATÜRK'ÜN UŞAOI iDiM 1 77

rın döndüğünü işitti kten sonra geri döndüm . Sofrayı top­


ladıktan sonra yatmağa gitti m . Atatürk belki yapaya l nızdı
ama, bütün benliği Türk m i l letiyle doluydu. Bütün m i l letin
de kalbinde yatıyordu. Aile mutl u l uğunu m i l leti n i n sevgi­
siyle değişm işti.

F: 1 2
CİGERLERİMDEN HASTALANDIM

ATAT Ü RK her gece çok geç, sabaha karşı yattığı için


ben de ayni saatlerde yatmak zorundaydı m . Saraydaki öbür
sofracıl ardan ben i m bu zor mevki im le yerini hemen de­
ğ i şecek olanlar çoktu . Fakat Atatürk'e olan sonsuz bağım.
sevg i m , sayg ı m , bu sık ıntı l ı hayata beni kuvvetli bağlar­
l a bağlam ıştı . O'nun yan ından ayrıl mamak için izinli gün­
l eri m i b i l e feda etmekten çeki nmez. Köşkte kal ır, sofra­
s ı n ı hazırlar, hizmeti n i eks i k etmezdim.
Bi rkaç y ı l sonra bu sevg i n i n armağanını ( ! ) görmek­
te gecikmed i m . Ciğerlerimden hastayd ı m . Doktorlar artık
çal ışam ıyac"!ğ ı m ı söyled i ler. Sanatoryuma yatmamı iste­
d i l er. Den iz havası al mam gerekiyormuş. Bu yüzden 1 936
da hava değ işimi için Ertuğru l yatına veri l d i m . Atatürk,
hem ayl ığım ı , hem el biseleri m i Ankara'dan göndertiyor­
d u . Hiç b i r s ı kı ntım yoktu . Rahattı m . Ankara'nın sert ha­
vasından da kurtu l muştum . Üste l i k mem l eket i mde, a i l e
ocağımdaydı m . Ya l n ı z beni O 'ndan ayrı kalmam üzüyor­
du. Hava değişiminden sonra yeniden Ankara'ya döndüm.
H asta l ı ğ ı m geçmemi şti . Doktorlar gece çal ı şmamı
menettiler. Başka yapacak çare yoktu . Kendimi halsiz his-
ATATÜ RK'ÜN UŞAGI iDiM 1 79

setmesem , her şeye rağmen doktorları dinl emeyecek, yi­


ne çalışmağa devam edecekti m .
Ayrı l ı k gelip çatmıştı . B u seferki büyük ayrı l ığa be11-
2iyordu. Çaresiz boynumu büküp, ayrı lmadan önce Ata­
türk'e veda etmek üzere yan ı na ç ı ktım. Gözlerimdeki yaş­
ları zor tutuyordu. Boğazıma b i r hıçkırık tak ı l ı p kal mıştı .
Konuşamıyordum. Atatürk hal i m i görünce üzüldü. Sonra
tese l l i etmek istercesine:
- • Korkma Çelebi Efendi. Bizim Sabiha ve Rukiye
de aynı şeki ldeydi ler. Doktorlar onlara da ciğerleriniz has­
ta ded iler, hava değişimi yaptırd ı l ar. Ama, hiç bir şey ç ı k­
m ad ı . Sende de bir şey yoktur. l stanbul'da kendini adam­
akı l l ı doktorlara göster. Gerekirse seni lsviçre'ye de gön­
deririz.•
- · Paşam, doktorlar beni m çal ışmamı menediyorlar.
Benimse işim gece sofraya hizmet etmekti r. O sofraya
'hizmet edemedi kten sonra neye yarar ki dünya ! • deyi nce
o hassas adam b ir an duraklad ı . Ayrı l ışımdan O'nun da
üzüntü l ü olduğu bell iyd i . Öyle ya , o güne kadar on y ıl ge­
·celi gündüzlü hizmetini görmüştü m . Dertli zamanlarında,
ya lnızl ı k anlarında beni karşıs ına alıp dertleşmiş, gittiği
her yere beraberinde götürmüştü . O bir Cumhurbaşkanı,
ben b i r hizmetkar da o l sa m , n i hayet birbirimize ı s ı n m ı ş ,
.a l ı şm ıştı k. Elini omuzuma vurarak :
- • Gene o sofraya hizmet edersin, böyle kalmaz . ..
- · H izmet ederim a m a , bundan sonra yapacağı m
h i zmet s ığıntı g i b i ol ur. n
- « Birkaç zaman böyle olsun. Ne ç ıkar bundan ? "
Söyleyecek başka b i r şey kal mamıştı . E l i n i öperek
yanından ayrıldım. İstanbul 'a geldi m . Tam i ki ay kalkma­
m acas ına yatakta yatt ım . On yıl Atatürk'ün hizmeti nde ge­
ce sabahlara dek çal ışmam ı n sonucu işte böyl e o l muştu.
B i r süre sonra Atatürk lstanbul 'a gelmiş, ben de bi-
1 80 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDİM

raz iyi leşti ğ i m için tekrar yan ı na dönmüştüm. Fakat artık


sağ l ı k durumum, geceleri çalışmama elverişli deği l d i . Be­
n i m deği l , Atatürk'ün de sıhhati n i n eskisi gibi o lmadığım
üzülerek gördüm.
SESİM KISILDI

BİR G Ü N nas ı l olmuş b i l miyoru m , ses i m kısılmıştı.


H i zmet s ı rasında Atatürk, bir şey soracak di ye ödüm ko­
puyordu. Cevap veremeyeceğim için kimbi l i r ne kadar be­
n i m l e alay eder, diye düşünüyordum.
Herkes kendi alemindeyd i . Büyük bi r di kkatle serv i s
yapıyor, e n ufa k bir falsoya meydan vermemeğe çalışıyor­
dum. Ah, bu geceyi b i r atlatabi lsem. Kimsen in di kkatini
çekmeden sofra fas l ı n ı kapatabilsem.
Vaktin i l erlemiş bir saatinde, sanki başka konuşacak
konu kalmamış gibi, İçişleri Bakanı Şü krü Kaya , karşıla­
rında elpençe d i k i l ip duran beni i şaret ederek:
- • Paşam , Çelebi dün gece çok içki içmiş, sesi kı­
s ı l m ış ..... demesin m i ?
Bütü n gözler üzerime çevri ldi. Sonunda işte korktu­
ğuma uğramıştım . Bakışların altında ezi l iyor gibiydi m .
Atatürk, bu sözlere ne diyecek diye merakla bekliyordum.
Ya beni uzun uzun konuşturmağa , ya bir nutuk attı rmağa
kal karsa. Ne yapard ı m ? Ses i m çıkmıyor ki konuşayım ...
ı s2 ATATÜRK'ÜN UŞA01 iDİM

Atatü rk yüzüme baktı , baktı. Sonra ne dese beğeni r­


siniz?
- .. Keşki içs e hayvan . S e si kısılmayacaktı. İçmedi-
9i için kısılmıştır . ..
BAMYA KONSERVESİ

ATAT Ü R K boğazına düşkün değ i l d i . Yemek seçmez,


geç saatlere dek süren a kşam sofralarında pek az yemek
yerd i . Vapur ve tren gezi lerinde ise soğuk yemeklerle
yetinird i.
B i r kış günü Ertuğru l Yatıyla l stanbul 'dan Yalova'ya
gidiyorduk. Yemek saati gelince sofrayı hazırlamağa baş­
l ad ı m . Deniz oldukça çalkantı l ıyd ı . Yat dalgaların etkisiy­
le beş i k gibi sal lan ıyordu . Sofraya ali münit yemekler sı­
ralanmıştı. Bir kayık tabakta da, yeni açı l m ış bir bamya:
konserves i vard ı .
Atatürk, daha çok bamya konservesine ilgi gösterd i.
Hemen hemen başka şey yemedi. Tabağ ı boşalttı diyebi­
l irim . Fakat tekneni n sal l antıs ı ndan m ı , yoksa daha önce
yediği b ir yiyecekten midesini bozduğundan m ı , pek an­
layamadı m , yemekten kal kar kal kmaz lavaboya koşup, is­
tifra etmeğe başladı. Anlaşılan aç karnı na yediği bamya
konserves ini midesi kaldırmamışt ı . Kay ederken dönüp:
- • Beni zehirlediniz.» diye bağırmağa baş lad ı .
Hepimiz te laşland ı k. Yatta n e kadar adam varsa, bir
korkudur aldı heps i n i . Tanrı korusun, ya b i r şey olursa? ..
184 ATATÜRK'ÜN UŞACI iDiM

Atatürk, sağa sola çatıyor, arada bir de:


- « Beni zehi rl ediniz,,, sözünü tekrarl ıyord u.
K im zehirleyeb i l i rd i O 'n u ? M idesi kaldırmamıştı o ka­
dar. Yoksa konserve kutusunu e l i m l e açıp , tabağa koy­
m uştum.
Atatürk'ün bu halini gören görevl i ler, hemen hareke­
te geçi p soruşturmağa başladı lar. Neler akla gelmiyordu
ki , o a n. Sui kast söylentisini ortaya atanlar bi le ol muştu .
Böyle şeyler i nsanın fenasına gidiyor. Oysa bamya
konserves ini sofradak i l e r de yemişti . Ama onlara dokun­
mamı ştı . Üstel i k s ui kast yapıldığından şüphe eden lerle.
bamyayı yiyenler aynı kişi lerd i .
Bazı insanların mideleri hassas ol uyor. Bel irli yiye­
cekler karşısında tepki gösteriyor. Böylelerine yedi k­
l eri hemen dokunuyor. Üste l i k Atatürk, o gün içkiyi biraz
fazl a al mıştı. Deniz çok dalga lı yd ı . Hepimizin başı dön­
müştü sal l antıdan.
Nane l imon kaynatıp içirdi kten sonra Atatürk'ün mi­
desi bi raz düzeldi. Bizim korkumuz da yavaş yavaş da­
ğ ıl d ı .
O gün geçirdiğ i m korkuyu kolay kolay u nutamam . B i r
daha sofraya ne bamya konservesi getird i m , ne d e ken­
d i m yedim. Bu ders bana yetti de arttı bile.
BERBER RIDVAN'I KOVUŞU

BER BER Rı dvan, Atatürk'ü her gün traş etmiş adamdır.


Atatürk, Selanik li olan Rıdvan' ı çok sever, her zaman ta­
k ı l ı r, şakalaşır, o da Atatürk'ü neşelend i rmek için t ürlü
bahaneler bulur, sabunlu fırçayı �ğzına sokarak şaklaban­
l ı k yapardı .
B i r g ü n kahvede b i lardo oynuyordum k i , Rıdvan geldi:
- • Hadi kal k , beraberce Berber Hami 'ni n evine gi-
deceğiz,D ded i .
- • Ben tan ı madı ğ ı m adamın evi ne gitme m . •
- • Ne çıkar? Hem arda i ç k i de var. B o l b o l içeriz.•
- .. i çki de içm em . •
R ı dvan'la giders i n , g itmezsi n d iye uzun uzun çekiş­
tik. Ama sonunda da kal ktık, gittik.
Evde Fahretti n Paşanın yaveri de varmış. Kendisini ta­
n ı mıyorum. İçki fas l ı başlad ı . H erkes sarhoş . B i r ben i ç­
m iyorum. Yani m ec l i s i n tek ayık adamıyım . Gramofonda
plak çal ıyor. Atatürk şöyle , Şükrü Kaya böyle oynar d iye
takl i t yap ı l ıyor. Derken Berber Mehmet geldi . Selam sa­
bahtan sonra:
1 86 ATATÜRK'ÜN UŞACil İDiM

- a Vasfiye'yi sana yapayım m ı ? • d iye bir soru attı


ortaya.
Vasfiye, Atatürk'ün Kızı diye a n ılan Ü l kü'nün annesiy­
d i . Duldu ve Köşkte Atatürk'ün hizmetine bakıyordu. « BU
da nerden çıktı ? » g i bisinden :
- « Başkasını bulamad ı n m ı yan i ? • diye sordum.
- • Senin evlenmen lazım. Paşa'ya da söyl eri m. H a-
di bu işe « He » de.
Bizim konuşmayı duyan Berber R ıdvan :
- « Bu baba l ı ğ ı bana yap. Ben a l ırım, .. ded i .
Berber Mehmet' i n dediğine göre kad ı n beni paral ı bi­
l iyor, derl i toplu buluyormuş. O günkü konuşma, Vasfiye'
n i n kulağına gitmiş. Söylentiye göre Vasfiye, R ıdvan'ın ken­
d is i ne tal i p olduğunu duyunca, atlatmak için bir fırsat ı n ı
b u l u p u Sizin taklidinizi yaptı , • diye Atatürk'e söyl üyor.
B i r sabah Köşkten ç ıkmağa hazırlanan Atatürk, çok
s i n i r l i b ir halde ayakkabı larını bağl ayan R ıdvan'ın başına
çekecekle vurarak:
- u Oefo l , git buradan , • ded i .
R ıdvan ne olduğunu anlayamad ı . Ağz ı , d i l i tutu ldu.
Biz de taş gibi donup kaldı k . Kovul uşunun neden ini öğre­
nemeden R ıdvan eşyalarını toplad ı . Kendisini istasyona
kadar ben götürdüm. Akşam tren ine bindird i m :
- .. ıstanbu l 'da kimsen var m ı ? • diye sordum.
,
- «Annem var Cema l . •
- • İ nşal lah orada istikba l i n iyi olur, kazancın artar,
anana da bakars ı n , .. ded i m .
O gece Atatürk sofraya inmemiş, yemeğ ini kütüpha­
nede tek başına yemiş, hatta içkiyi de çok az içm işti . Ak­
şam çiftlikten Köşke gelince Rüsuhi Beye sormuş :
- • Rıdvan g i tti m i ? •
- · Gitti Paşam . ..
- · Ki m geçird i ? ..
- « Samimi a rkadaşıdır, Çelebi geçird i . ..
ATATÜRK'ÜN UŞAC';I İDiM 1'87

Bunu öğrendi ya, tam yemeğini önüne koyuyordum.


k i , aynı soruları bu kez bana da sormağa başlad ı :
- • Rıdvan gitti m i ? •
- · Gitti efendim. Kendisini trene bi ndirirken tese l l i
ettim . Çok üzgündü. Orada daha çok para kazanırs ı n ,
ded i m . ..
Atatürk, yüzüme bakarak onu kovuşundan dolayı hak­
l ı olduğunu anlatmak i sterces ine:
- .. cezası n ı çeks i n . Bunu haketmişti . Geçenlerde iç­
k i içerken ben i m takl idimi yapmış ...
- • Paşam, o yemekte ben de vard ı m . Bi rçok ki mse­
nin taklidi yap ı l d ı . Ama sizinkini yapmak kimin haddine?'
R ıdvan sadece sizi en yakından tanıyan biri olarak gülü­
şünüzü benzetmeğe ça l ıştı . Hem bu olayın üzerinden a l tı
ay geçti. Şimdiye kadar neredeydi o adam lar? Bir şey·
değ i l , R ıdvan'ın baktığı bir de anacığı var . ..
Öyle deyi nce gözlerini kapadı , konuşmadı . Üzüldüğüı
bel l iydi. Rıdvan An kara'da olsa, demek ki, geri alacaktı .
R ıdvan'ı tekrar i ş e alması i ç i n araya bi rçok ricalar
g i rd i . Fakat Atatürk'ten , çok sevdiği berberi için af ko­
parmak mümkün olmad ı .
B i r yı l sonra lstanbul 'a geldiğimizde Sal ih Bozok'a
söyletti k. Rıdvan'ı yeniden işe a l ması için ... Atatürk'tenı
bu kcnuda izin almı ş olmal ı ki, hemen bana:
- • Paşa affetti. G i t Rıdvan 'ı bu l , » ded i .
Araba tutup R rdvan'ı berber dükkanları nda arad ı m , bu­
lamadım. Saraya döndüğümde bir de baktım k i , R ıdvan
orada. Atatürk, başıyla R ıdvan'ı işaret edi p , bir yıl önce
kendisine söylediğim sözleri unutmadığ ı n ı bel i rterek şöy­
le konuştu :
- cc Çelebi Efend i , Rıdvan d ı şarda çok kazanm ış ama.
yine de bizi tercih etti . »
Böylece R ıdvan yeniden işe a l ı nd ı . Ölünceye kadar
Atatürk'ün h izmetinde çal ı ştı .
BEKİR ÇAVUŞ'UN HİZMETİ

BEKİ R ÇAVUŞ, Atatürk'e çok hizmet etmi ş b i r asker­


di. Cumhuriyet devrinde de uzun süre Atatürk'ün yanı nda
kaldı. Çok sevdiği hizmetkarlarından biriyd i . Beki r Çavuşu
çok seven Atatürk'ün, onu bi rçok kez a l n ı ndan öptüğünü
görmüşümdür. Özel hizmetlerinde kullandığı Beki r Çavuşu
daha çok Yozgat ayaklanmasını bastı rmas ı ndaki yararl ı k­
l arından dolayı çok takdir etmişti .
Beki r Çavuş, ta Birinci Dünya Savaşı nda, Çanakkale'
de Atatürk'ün yan ı nda bulunmuş. M ütareke yıl ları içi nde
o da her asker gibi terhi s olmuş. Baba ocağ ı Çankırı'ya
dönmüş ... Aradan uzun bi r zaman geçtiği halde Beki r Ça­
vuş annesinin yanından ayrı l maz . .. B i r gün Gazi Mustafa
Kemal Paşa'nın Ankara'ya geçtiğini duyan annesi hemen
oğ luna:
- u Haydi çocuğum, eşyaları n ı topla. Senin kumanda­
n ı n Ankara'ya gitti. Orada asker topl uyormuş. Ordu kura­
cakmış. Senin de orda olman l azım . Derhal hazı rlan ki ,
yarın sabah yola ç ı kası n . •
Bekir Çavuş bu i ş e pek i stekl i değ i ld i r. Barut kokusu,
ateş v e şarapnel yağmuru, yoksun l u k onu yıldırm ıştı r.
ATATÜRK'ÜN UŞACil iDiM 1 89

- •Anne, daha kaç gün oldu' askerden gelel i , 11 de­


yince annesi :
- · Eğer gitmek i stemezsen sütümü sana helal et­
mem. Derhal g ideceks i n , anlad ı n m ı , • der. Annesinin bu
sözünü emir sayan Bekir Çavuş:
- · Derhal anneciğim , • diyerek e rtesi sabah Ankara'
n ı n yolunu tutar.
O zaman tren falan yok . Dağ tepe demez, Çankırı - An­
kara arasını yaya olarak a l ı r. Atatürk'ün oturduğu Çanka­
ya'ya (o zamanki adıyla) Papazın Köşkü'ne gel i r.
Atatürk, eski askeri n i görünce:
- • Bekir Çavuş, nas ı l oldu da sen buraya geldin ? 11
d i ye sorar.
- • Paşam, sizin Ankara'ya geldiğinizi duyunca he­
men heybemi omuzlayıp koştu m . •
Fakat Atatürk, Bekir Çavuşu çok yakı ndan tanı mak­
tadı r:
- · Sen kendi l iğ i nden gelmemişsindir. Seni annen
gönderm iştir. Yoksa sana kalsa zor gel i rdi n . •
Atatürk, Bekir Çavuşun bu sözlerden gücendiğini an­
.J ayınca şöyle ,konuşmuş:
- u Çok iyi etmişsin de gelmişs i n . Aferin sana. •
Atatürk bundan sonra Beki r Çavuşu gözlerinden öper.
Geldiğinden dolayı hem teşekkür eder, hem de Birinci Dün­
ya Savaşında olduğu gi bi Çavuş olara k yanı nda kalmas ı n ı
i ster.
- • Fakat bu sefer yeni lme yok ha ... Ona göre , " der.
Ertesi gün Eskişehir'e hareket edip orada karargah kurar­
lar. B i r zaman orada kal ırlar.
Yunanl ı lar, Eskişehi r'e yaklaşmaktadır. Bu sırada ters
b i r rastlantı , Sakarya'da cepheyi teftiş ederken, yanı nda­
k i lerden birisi Atatürk'ün sigarası n ı yakmak için ki brit ça­
kar. Bundan hayvan ü rker ve Atatürk attan düşerek kabur­
g a kem i kleri k ı rı l ı r. i l k tedavisi yap ı l d ı ktan sonra röntgeni
1 90 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İDiM

alınsın diye Ankara'ya döner. Kırılan kaburga kemiklerin­


den birinin ucu, ciğerini zedelediği i ç i n Atatürk çok açı
d uymakta, nefes b i l e almakta güçlük çekmektedir. Kırık
kemi k p lasterle tutturu lduktan sonra b i raz rahata kavuşan
Atatürk, doktorların d i n lenme öğüdünü h i çe sayarak he­
men otomobi l ine atlar ve cepheye koşup, Sakarya Sava­
ş ı n ı yöneti r. Orduya so�uncu taarruz emrini verdiği gün
Atatürk'ün kırık kaburgaları da iyileşmiştir.
Atatürk'ün h izmetinde bulunduğum ilk günl erde Köşk­
te görevli bulunan Bekir Çavuş bu olayı hem anlatır, hem
gözleri yaşarırdı. Ben de bu h i kaye leri ona tekrarlatmak­
tan haz duyar, • Haydi anlat! .. diye is rar ederd im. Çavuş
da dayanamaz, başla rdı anlatmağa. Atatü rk'le i l g i l i b i l m e ­
d i ğ i m bi rçok şeyleri Bekir Çavuş'tan öğren mişimdir.
- «Atatürk hasta olduğu zaman nas ı l bakardı n Ça­
vuş ? »
- " H iç u nutmam Çelebi. Atatürk attan düştükten son­
ra çok hastalanm ıştı . Yatakta yatıyordu . Oysa her sabah
banyo yapmadan duramazd ı . Fakat b u banyoyu b i ld ikle­
rimizden sanma. O zaman duş falan ne arar? Bir kova
soğuk suyu başı ndan aşağı dökerd i m . İ şte banyo dedi ğ i m
budur. Ama attan düşüp kaburgaları çatlad ığı i ç i n artık s u
dökünem iyordu. Sabunlu s u v e süng erle vücud unu ovar­
d ı m . Gün lerce Atatürk'ü bu şeki lde banyo yaptırd ı m .
« B i r d e keçinin boynundan ç ı kard ı ğ ı m b i r çıngırağ ı n
ucuna ip bağlayarak sofaya uzatm ıştı m . Ç ıngırağı n altın­
da oturur, nöbet beklerd i m . Hasta olduğu halde bir şez­
longa uzanır, önünde b i r Sakarya haritas ı , hep onunla uğ­
raş ı r dururdu. Bir şey isteyeceği zaman da i pi çeker, beni
çağ ı rırd ı .
· Derken Yunan kuvvetleri ağ ı r basmağa başlad ı l ar. B i z
d e Eskişehir'i b ı rakmak zorunda kaldı k. Atatü rk'ün önce­
leri düşüncesi Ankara'yı da b ı rakıp daha içerl ere gitmek
ve düşmanı tam yoketmekti . Fakat sonra bu düşüncesi n i
ATATÜRK'ÜN UŞACil i D İ M 191

değiştirdi. 'Ankara 'yı terkedersem Türk M i l leti nin manevi­


yatı bozulmaz m ı ? ' diye düşünüyordu. Bu yüzden Ankara'
yı sonuna kadar boşaltmad ı . ..
Beki r Çavuş bir kez coştu m u , ağzını kapayamazsı n .
Bir sor, o n cevap a l ondan.
- aAtatürk cumhurbaşkanı olduktan sonra bir deği­
ş i k l i k oldu mu onda? .. diye sordum.
- " Tabii .. dedi . a Eskiden kahvaltısı zeytin peynird i .
Ş imdi i s e ince kahvaltı istiyor ( kavun , g ü l reçe l i v e beyaz
peynir) . Eski halini galiba unuttu . ..
Atatürk çok zaman, gece sofradan konuklar ayrıld ık­
tan sonra Bekir Çavuşu çağırır ve şu kahvaltıyı isterd i :
- • Peynirl i s u l u om let, b i r d i l i m kavun v e g ü l reçe l i . ..
Beki r Çavuş, Atatürk'ün istediği e n iyi omleti yap­
makla ün salmıştı . Zaten kendisi Latife Hanım tarafından
gayet iyi yetiştiri l mişti . Bütün elbiselerini , gömleklerini o
h azı rlar, papyonları n ı -kaba olduğu halde- çok iyi bağ­
l a rd ı .
Atatürk, neşelendiği zaman l a r Bekir Çavuşu sofraya
çağ ı rı r ve matemati kten i mtihan ederd i . Karşısında hazır
ol vaziyetinde tıpkı kıtadaymış gibi d i mdi k duran Beki r
Çavuşa:
- a Beş kere beş kaç eder? .. diye sorard ı .

Bekir Çavuş, büyük b i r bi lgiçlikle, kendinden e m i n


bir tavı rla gayet ciddi : n On beş eder, Paşam,ı• derd i .
Atatürk. bu karş ı l ı ğ ı a l ı nca çok keyiflenir, sofradaki­
l ere dönüp:
- .. şu bizim Bekir Çavuşun hesabın ı görüyor musu­
nuz? Ne kadar kuvvetli deği l mi ? » diye sorardı .
Atatürk, b u s ınavı s ı k s ı k tekrarlatır v e her seferin­
de ayn ı karş ı l ığı a l ı rd ı . Acaba Bekir Çavuş bunu cah i l l i ­
ğ i nden m i , yoksa Atatürk'ü b i r nebze olsun güldürüp, ağır
d evlet iş lerinden uzaklaştırarak m utlu etmek için m i böy­
le söylerdi? Bunu o zaman b i r türlü çözemedim.
1 92 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDİM

Bek i r Çavuşun ayr ı l ışı da hayli i l ginç olmuştur.


Çavuş b i r gün Tepebaşı gazinosunda içkisini içmek­
ted i r. İ l erdeki masada iki arkadaş kavgaya tutuşmuşlar.
Kavgacılardan b i ri Galatasarayl ı boksörlerden . Çavuş on­
ları ayırmak istiyor. Dinletemeyince de fors ( ! ) koyuyor.
- • Sen benim kim olduğumu bi l iyor musu n ? Bana
Beki r ! .. derler.• deyince boksör bunu Avrupa'dan gelen
futbolcu Bekir sanarak hemen elini s ıkıyor ve yanakların ı
öpüyor.
Bu olayı o devrin içişleri bakanı Şükrü Kaya ile baş­
yaver Rüsuhi Savaşçı , Atatürk'e bildirip şi kayette bulunu­
yorlar. Bundan sonra Bekir Çavuş pol islikten komiser ola­
rak emekl iye ayırtı l ıp , yan ına da bir m i ktar para veri le­
rek köyüne gönderi l iyor. Çavuş sonradan kemik veremine
yakalanmış, on beş y ı l kadar önce Çankırı'n ı n Dikenl i kö ­
yünde ö ldüğünü öğrendik.
KÖPEGİ FOKS'UN ÖLDÜRÜLÜŞÜ

ATATÜRK'ü n en sevdiği hayvanın at o lduğunu bil iyo­


ru m . Fakat köpeği de çok severd i . Bu vefakar i ki hayvana
ayrı ayrı sevgi besler, onlara çok acırd ı .
Bi rinci Dünya Savaşı s ı ras ı nda A l p .ad ı nda çok sevdiği
i ri bir köpeği varmış. Atatürk'ün kapı s ı nda nöbet bekl er.
hiç kimseyi içeriye b ı rakmazmış. Kurtu luş Savaş ı s ı rasın­
da Yunan l ı lardan a l ı n m ı ş beyaz-sarı karış ı m ı bir av köpeğ i
vard ı . Yunan komutanları ndan birinin köpeğiydi bu. A lber
adındaki bu köpeği de çok severdi . Ö lümüne de çok üzül­
müştü.
Atatürk' ün bunlardan başka Foks adında bir köpeği da­
h a vard ı . Yalova'da hala banyolarda seyyar fotoğrafçı l ı k
yapan Hasan Efendiden 5 0 l i raya satın a l m ıştı . O zaman
50 l i ra o ldukça önemli bir paraydı . Atatürk bir sabah ge­
z i ntisinde seyyar fotoğrafçının sehpas ı n ı n ayakları arası n ­
da yatan köpeği görünce sordu:
- · Bu köpek senin mi?»
Fotoğrafçı b i rden ne yapacağı n ı şaşı rd ı . Hemen to­
parlanarak:
- 11 Evet Paşam , • diye karşı l ı k verdi .
F: 1 3.
1 94 ATATÜ RK'ÜN UŞAÔI İDiM

- a Çok güzel bir şey .. •


.

Atatürk'ün köpeğiyle i lg i l enmesi üzeri ne fotoğrafçı


Hasan Efendiye cesaret gel d i :
- • Çok beğendiyseniz size hediye edeyim Paşam , •
ded i .
Köpek o zaman yavruydu. Asi l fal an değ i l , bayağı bir
sokak köpeğ iydi. A m a tüyleri çok güzeldi . Atatürk b i r da­
ha hayvana di kkatle baktı ktan sonra yanındaki lere:
- · Bu adam ı memnun ed iniz, .. ded i .
Böylece fotoğrafçı n ı n köpeğ i Faks, Atatürk'ün köpeği
oldu. Faks aşağ ı , Faks yukarı derken hayvan büyüdü. Adı­
nın nereden geld iğ i n i , kimin taktığ ı n ı pek hatı rlayamı­
yoru m .
Foks'un i l k sahibi Hasan Efendi , Atatürk'ün ç o k fo­
toğraflarını çekmişti . Bu fotoğrafların cam larını ve arapl a­
rı n ı , bir sandı k içinde sakl ıyordu . Atatürk'ün ö l ümünden
üç - dört yıl sonra ç ı kan bir yang ı n sonunda ahşap eviyle
birl i kte bu sandık da kül oldu. Böyl ece bugün bir tarih ha­
zinesi olacak Atatürk'ün en güzel fotoğraflarını da yiti r­
miş olduk.
Faks , uzun süre Köşkte kal d ı . Bir cumhurbaşkan ı kö­
peği olarak hayatta kendi cinsleri n i n hiç birine sahip ol­
mayan rahat ve mutlu bir yaşantı sürdü.
Faks , Atatü rk'ün yatak odası nda yatard ı . Karyolasının
ayak ucunda onun için diktirilmiş özel bir m inder d ururdu.
Atatürk sabaha karş ı yatağına girenene kadar Faks da uyu­
maz, O'nu bekler, ancak sahibi yatt ı ktan sonra m i ndere
kıvrı l ı rd ı . Çok sad ık, çok duygul u b i r hayvand ı .
Atatürk'ün Foks'a düşkünlüğünü bilen bazı kimseler
sofrada çok zaman onun bahsi n i açarlar, sadakatinden , bü­
yüklüğünden dem vurup, nesl i n i ü reterek memlekete yay­
mayı tekl if ederlerd i . Dal kavukluğuyla di kkati çekenler,
Foks 'un asi l kandan geldiğin i , kaynağ ı n ı n Avrupa olduğunu
-söyleyecek kadar i l eri gidip · Köpek değ i l adeta insan. İn-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 195

sandan da akı l l ı , • derlerd i . Atatürk, bu konuşmaları belli


belirsiz bir gülümsemeyle d i nler, Foks'a bakıp başını sal­
l ardı .
Atatürk, Faks'la yakından i l gilenird i . Bi r g ü n Ankara'
da, Köşkün bahçesinde dolaş ı rken , köpeğ i n i n hareketleri­
ni di kkatle izliyordu. Foks'un tembe l l iği mi üzerindeydi ,
neyd i ? Bir köşeye çeki lm i ş , boş gözlerle sah ibine bakı­
yordu. Atatürk hayvana uzun uzun baktıktan sonra bana
döndü :
- · Bu hayvan aç, .. ded i .
- • Yemeğ i n i a z önce yed i , " d iye karş ı l ı k verd i m .
- • Yese böyle olur m u ? ..
- · Bi r tencere pi lavı e l i m l e verd i m . Hem öyle bir
pi lav k i, fukara evinde dört kişi doyar.»
Atatürk bu sözüme güldü . Faks genel l i kle benim avu­
cumdan yerdi. Bir şey söylemedi ama, akşam aklına Faks
gelmiş olacak k i , yemekten sonra sözü yine ona getird i :
- « Bu köpek çiftleşti m i ? ,, d iye sordu. .
Anlaşı lan Foks'un keyifsiz hal i n i , bu kez de cinsel bo­
zukluğuna yoruyordu. Oysa i ki ay önceki Konya gezisinde
ona b i r hanım bulmuştuk. Bunu hatırlatarak:
- « Konya'da iki ay önce çiftleşmişti , .. ded i m .
- • İyi a m a , o orada kal d ı . Konya başka, Ankara baş-
ka. Ben burada bir şey oldu mu, d iye soruyoru m . •
- .. Henüz o lmadı Paşam . ..
O zaman Atatürk şöyle konuştu :
- 11 H ayvanlar bel irli zamanlarda çiftleşi rler. Onların
asaletini görüyor musun? H i ç değ ilse arzuları n ı n mevsi ­
m i var. Onlar kadar olamıyoruz. •
Atatü rk'ün bu sözlerine için için ne kadar gülmü­
şümdür.
Afet İnan, Darül aceze'den dört beş yaşl arında b i r ev-·
l atl ı k a l m ıştı . Gal iba ad ı İnci'yd i . Ortada dolaşır, Köşkteki ­
l e r i n sigaraları n ı yakard ı . B i r g ü n muz i p l i k olsun diye Foks·
1 96 ATATÜRK'ÜN UŞACI iDİM

tın ağzına da bir sigara tutuşturmuş. Hayvan bunu önce


taş ı ması için ağzına veri len bir çubuk sanmış. Ard ı ndan
evlatl ı k kibriti çakm ış. Kibri t alevinden fena halde ürken
Faks, bir an ne yapacağı n ı şaşırd ı . Evlatl ı k kız kibritleri
peşpeşe çakıp hayvana doğru tutuyordu. Foks gözlerini ora­
da bul unanların üzerinde gezdi rd i . Kıza bi r şey yapmadı .
N e dişlerini gösterd i , ne de h ı rl ad ı . Boynunu büküp bir
kenara çeki ldi . Sessizce beklemeğe başl ad ı .
Atatürk bu ol aydan duygulanm ıştı :
- · Gördünüz m ü , şu köpek b i l e i nsan denen mah­
luktan çok daha temiz, çok daha asi ldir,• ded i .
Faks aslında hı rçın bi r köpekti . Bi rkaç yıl Atatürk'ün
yanında ka l m ıştı . Zaman zaman h ı rçınlaştığı ol urdu . B i r
gün Atatürk'ün elini sarı l ı gördük. Faks ı sırdı ded i l er. O l ay
gece olmuş . Atatürk, ne ol muşsa o l muş, Foks'a kızmış.
Kamçıyla başlamış dövmeğe. Vurdukça hayvan geri geri
gitmiş. Fakat kamçının dozu artınca da saldırıp e l i n i ı s ı r­
m ı ş . El inden kan akmağa başlayınca zile basmış. Hemen
koşup kanları oksijenli suyla yıkamışlar. Tendürdiyot sür­
m üşler. O gün elini sar ı l ı görünce hepimiz meraklanmıştık.
Demek k i, meselenin asl ı buymuş.
Bunun üzerine köpeği Köşkten uzaklaştırd ı l ar, çiftl iğe
·götürdüler. Yakı n ları ndan bi rkaç kişi · Sahibini ı s ı ran kö­
pekten hayır gelmez , • diye öldürül mesi için Atatürk'e is­
rar etti ler. İzin verdi mi, vermedi m i b i l m iyorum ama, Foks
o günlerde öldürüldü. Baytarlar Atatürk'e yaranmak için
özenle köpeğ i n derisini yüzmüşler. İçini samanla doldurup
göz yerlerine cam göz takmışlar. Bir camekan içine oturt­
muşlar. Tabii bunlardan Atatürk'ün haberi yok.
Bir gün gezinti s ı ras ı nda ç i ftl iğe de uğradığı zaman ,
camekanda Foks'u görünce duraklar. içi acıyla burkul ur.
Üzgün bir halde:
- · Sevdiğim mahl uku böyle görmek i stemem , kaldı­
r ı n onu ! " der.
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM 1 9T

Atatürk'ün elini ı s ı ran köpekten • sevdiğim mah l u k •


d iye sözetmesi , oradakileri şaşırtır. Bunu yüzleri nden oku­
yan Atatü rk, şunları söyler:
- • Her ı s ı rana kızıl maz. Faks can acıtmak, fenal ı k
yapmak için ı s ı rmamıştı r.•
Ertesi gün Foks'un dolduru lmuş derisi camekandan
kaldırılmış ve bahçeni n bir köşesi n e gömülmüştü.
KUŞLARA ÇOK ACIRDI

AITAN ve köpekten başka Atatürk, kuşl arı da çok


severd i . Köşkte kuşçu Nuri Ustanı n baktığı birçok güver­
cini ve güvercin l i ğ i vard ı . Onların uçuş ları n ı , tak l a atış­
larını hazla gözlerd i .
Atatürk'e, Ş i l e'ye yaptığı b i r gezide b ı l d ırcın hediye
etmişlerd i . Hayvanlara, öze l l ikle kuşlara çok acıyan Ata­
türk, pencereleri kapatt ı rdı , sonra b ı l dı rcınları saldırttı .
Şaşkın l ı k içi ndeki kuşlardan b i ri dönüp dolaşıp sağa sola
çarptıktan sonra yorgun düştü. G e l i p Atatürk'ün önüne
kondu , boynunu büktü . B ı ld ı rcını i nce parmaklarıyla okşa­
yan Atatürk, bir kafese konu larak Köşkte beslenmes i n i is­
ted i . Bu bıld ırcın Ankara'ya götürüldü m ü , yoksa arda ye­
nisi bulunup da kafese mi konuldu bi l emiyoru m . Biz l s­
tanbul 'dan Ankara'ya döndükten sonra b i r gün Köşkün bah­
çes inde dolaşırken Atatürk b ı l d ı rc ı n ı hatırlad ı . Görmek is­
ted i . Kafesin önüne gitti . Fakat içi boştu . Atatürk'ün ye­
meğe kıyamadığ ı kuş , konulduktan bi rkaç gün sonra bir
kedi tarafından afiyetle yenmişti . O'nu üzmemek için b ı l ­
d ı rcı n ın_ kafesi n , açı k kalan kapısından kaçtığı yolu nda bir
yalan uydurdu lar. İ nandı m ı , i nanmadı m ı b i l miyorum . Yal-
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDiM 1 99

n ı z uzun boylu boş kafese dal g ı n dalgın baktı . Kafeste b ı l ­


d ı rcının tüyleri n i kal d ı rmayı unutmuşlard ı .
lstanbul'da bulunduğumuz b i r yaz mevs i m i nde Florya
deniz köşkünde b ir akşam sofrası hazı rlamıştık. Oldukça
kalaba l ı k vard ı . Sofraya büyük b i r porselen tabağ ın i çi nde
b ı ld ırcın kebabı geti ri l d i . Sofranın ortasına konuldu. M ev­
s i m i n en seçk i n , hem de en paha l ı yemeğiydi bu. Atatü rk'
ün hoşuna gider umuduyl a özenle haz ırlanmışt ı . Başta Ata­
türk o l mak üzere herkes birer tane a l ı p , keyifle tabağına
koyd u . B ı l d ı rcınlar da öyl e güzel kızarmışlardı k i . .. Nar gi­
bi, m idelere sesleniyorlard ı .
O s ı rada hiç beklenmed i k b i r şey oldu. Sofranın öbür
ucunda oturan Sa l i h Bozok, eğlence olsun diye, önceden
cebine koyduğu bir can l ı b ı l dı rc ı n ı ç ı karıp, sofranın kena­
rına koyu_verdi .
Kalaba l ı ktan v e ışıklardan ürken zava l l ı kuşcağız, cep­
te mahpus kalmanın da serseml i ğ i i ç i nde uçamad ı . Tabak­
ların üstünden atlaya atlaya g itti , sanki b i l i yormuş gibi
Atatürk'ün kucağ ına düştü. Baş ı n ı O'nun kucağ ına doğru
saklad ı . Sank i .. beni koru , " der g i b i b i r hal i vard ı .
B u kuş, a z önce mutfakta kesi len hemci nslerin i n ara­
s ı ndan her nası l sa can ı n ı kurtarabi l m i ş tek b ı ldırcınd ı . Sa­
l i h Bozok tarafından sofrada Atatürk'ü neşelendirmek, bir
nükte kaynağı o lması için geti ri l m i ş olmal ıyd ı . Fakat tam
tersi oldu. Atatü rk'ü neşelend i receği yerde Cızüntüye
boğdu .
Kuşun b u dokunakl ı hal i , bir anda sofra n ı n neşe l i ha­
vası n ı b ir bıçak gibi kesti . Dudakl ardaki gülümsemeler
<fondu, konuşmalar kesi ldi , fısı ltı l ar söndü . Çatal bıçaklar
sessizce sofraya bırak ı l d ı . Herkes büyü k bir kabahat işle­
m i ş çocuklara benzemişt i. Orta l ı ğ ı b i r ölüm sess izliği kap­
ladı sanki. Hepim i z n e o lacak d iye merak ve heyecanl a
bek l i yorduk .
Atatürk, beklediğ i m i z gi bi Sal i h Bozok'a k ızmad ı . Kuşu
200 ATATÜRK'ÜN UŞACI iDiM

özenle eline ald ı . Öbür el iyle tüylerini uzun uzun okşadı .


Ceketin i n yan cebine koydu. Sonra hizmeti yapan sofracı
a rkadaşa kebap tabağı n ı göstererek şu buyruğu verd i :
- · Bu tabağı kaldırınız v e bi r daha soframa b u ku­
şun yemeğini geti rmeyiniz.•
Herkes in önündeki bıldırc ı n sanki taş kesi l m işti . Her­
kes in iştahı kursağında kal mıştı. Ne b i l s i n Sal i h Bozok
yaptığı oyunun böyle keyif kaçı racağı n ı . O iyi l i k olsun di­
ye yapmıştı bunu. Ama Atatü rk'ün ne kadar merhametl i
olduğu da, bir kez daha ortaya çıkmıştı .
Çok iyi nişancı olan Atatürk, ava merakl ı olduğu hal­
de kuşlara acıdığı için avlanmazd ı . Pek ender olarak gü­
vercin atışı yapar, sonra da üzü lürdü .
Tren le lzmir'e gidiyorduk. Yan ı nda yakın arkadaşları
vardı. Cellat Gölünün kenarından geçerken birden sürüy·
le yabanördekleri havalandı. Eşsiz b i r görüntüydü bu. He­
men çifteler getirildi. Av ayağımıza ge l mişti. Önce Ata..t
türk'e uzattı lar. Fakat O atmadı . Tüfeği yol arkadaşl arına
uzattı. Onlar attı larsa da pek bir şey vuramadı lar. Anlaşı·
lan yürüyen trenden ördek vurmağa al ışkın değ i l lerd i .
Atıştan sonra tüfekl erini v e başları n ı ö n e eğiyorlard ı . Bun­
l ardan tanımadığım biri ateş etti ve uçan ördekl erden biri­
n i ilk atışta düşürdü. Arkadaşları : · O l madı · deyince bir
daha attı. Garip değ i l mi, yine vurd u . Yine •Olmad ı , • de­
d i l er.
Adam dipçiği sinirli bi r halde yeniden omuzlayıp da,
üçüncü ördeğ i de tepetaklak edince Atatürk tüfeği e l i n·
den aldı. El iyle şöyle bi r tartt ı ktan sonra atıcısına uzatıp :
- · Bu tüfek sana yakışır. H ediye ediyoru m , " ded i .
Avcı diye geçin i p d e ördek vuramayanların yüzü görüle­
cek manzaraydı o zaman.
ÖNÜNDE NASIL GÜREŞTiM ?

ATATÜRK'ün Edirne gezi lerinden birindeydik. Sofra­


·CI Hamdi , sofracı Yusuf ve ben şehri gezmek için araba
i sted i k . Belediye tarafından emrimize b i r araba veri ldi .
Maksad ı m şehri gezmek değ i l , çok merak ettiğim Türk -
Yunan s ınırını görmekti .
Sınıra kadar g itti k. Orada Tatavlalı ( Kurtuluş) oldu­
· ğunu öğrendiğim güzel yüzlü bir asker:
- u N e istiyorsunuz? .. diye sordu.
- « B iz Gazi 'nin adamlarıyız. Hududu görmek istiyo-
ruz, .. dedim.
Sağ e l i ndeki tüfeği sol eline aldı. Sağ eliyle otomobi­
·l i n kapıs ını aç ıp:
- · Buyrun . . . .. ded i .
Hep beraber bindik. Bize b i r hayli itibarda bulundu. Sı­
nır kapısını açtı. Bir Yunan askerin i çağ ı rd ı . Biz de sınır
"kapısından dışarı çıktık. Karşı köyde kızlar vard ı . Uzaktan
"bizleri, görünce koşup yanı m ıza geldiler. Büyük bir merak­
la teker teker hepimizi i ncelemeğe başlad ı l ar. Köyl ü kız­
"lar, ş ı k kıyafetli bizleri merak etmişler. Yunan askeri ne,
kızların niye bize böyle baktıkları n ı sord u m :
202 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

- « Sivilsiniz . . . Kızlar tabii size bakar, bize bakacak


değ i l ya. Biz askeriz. H ınzır Venizelos kızlarla eğleniyor.
Biz burda nöbet bekl iyoruz, .. ded i .
l stanbu l 'a döndüğümüzde bunu Atatürk'e söylemişler.
Kızmadı ama, hemen orada b i r güreş hazırlatt ı . Kapıda
nöbet tutan Şakir adl ı bir posta eriyle beni güreşe tutuş­
turdu.
Şakir kapı gibi i ri kıyım bir erd i . Yavaşça yanına so­
kuldum. İ stese, beni b i r tutuşta pesti l i m i çıkarırd ı . Hafif
bir sesle:
- « Sen yüz, bense e l l i ki loyum. İdare e t de, b i raz
oynaşal ı m , .. dedim.
Sonra onu palaskasından tutup çekti m . Ü stüme üs­
tüme geliyor. Bir yakalasa, pesti l i m çıktı demekti r. Nas ı l
o l d u bi l m iyoru m , posta eri yere yuvarland ı . Her halde par­
kede postal ları kayd ı . Yere kapaklanı nca Atatürk'ün arka­
s ında bu oyunu merakla izl eyen Reşit Gal i p :
- • Paşam , yendi Çelebi . . . • ded i .
Atatürk bunu kabul etmed i :
- a Böyle yenme ol maz . . . d iye d i retti .
- • Efendi m , ben e l l i , o yüz kilo . . . • ded iysem de ka-
bul ettirem ed im.
Atatürk, sonunda benim güçsüz olduğumu kabul etti .
Fakat güreşi bıraktırmad ı . Yanıma bir kişi daha kattı. Böy­
l ece iki tarafı ayn ı kiloya eşit geti rmiş oluyordu.
Şimdi Yusuf la b i r l i kte posta erine karşı iki kişi gü­
reşiyorduk. Maraş l ı Yusuf da sofracıyd ı . Askerl iğini ya­
p ıyordu, fakat sivi ld i . O da ben im l e Yunan sınırını ge­
zenlerdend i .
Asker, a z önceki yen i l g i n l n d e verdiği b i r h ı nçla be­
ni tuttu . Tutmasıyla yere vurması bir oldu. Sonra beni bı­
rak ı p Yusuf'u kavradı. Bir saniyede onu da yere yatırd ı.
Diziyle göğsüne bastırd ı . Ağzından köpükler geliyordu.
Ada m n.e rdeyse ölecek . . .
ATATÜRK' ÜN UŞAl:11 iDiM 203

Atatürk, keyifl i keyifl i :


- • Bunu da tut, bunu da . . . .. diye beni gösterdi
Zaten yerdeydim. S ı rt üstü uzandı m . Yeniden hırpa-
lanmayayı m diye:
- · Ben yeni ldim Paşam • dedim.
...

Fakat kabul etmed i :


- .. sırtın yere gelmedi , • ded i .
Hemen s ırtımı s ı msıkı yere yapı ştırd ı m .
Yusuf kendinden geçmiş, yerde yatıyordu. O sırada
Tevfik Rüştü Aras'Ja Reşit Galip gel meselerdi, benim so­
n u m da ondan farkl ı olmayacaktı.
Masaj yaptık. Kol l arın ı , ayaklarını hareket ettirdik.
Su vermed ik. Genç, kuwetl i , sağlam çocuktu ama, i ki
g ü n kendine gelemedi.
Böylece Atatürk'ten izinsiz, Yunan sınırını geçmenin
cezasını böyle acı bir şeki lde ödemiş olduk.
SELANiK'TEN NE ÇIKAR?

ATATÜ R K uysal bir i nsan deği l d i . H atta haşin oldu­


ğu dahi söyleneb i l i r. Böyle olduğu halde çok terbiyel i , çok
olgun, çok merhametl i , çok hoşgörürlü bi r i nsand ı. Temiz
kal p l iydi , a lçak gönü l l üydü. Gösterişten uzaktı. Vazife ba­
şında Lauba l i l iğe yer vermez, fakat özel yaşantısında sev­
d i kleri nin nazını çekerd i . Dostlarına, arkadaşlarına vefa­
l ıydı . Zaten Atatürk'ün en büyük üstün halleri nden biri d e
kin ve garaz gibi insani duygu ların üzerine çıkabi l miş o l­
mas ı d ı r. Bağışlam ıyacağı su ç y ok gi biyd i . B i rçok hataları
gördüğü halde görmemez l i kten gelird i . Kendisine sofrada
kafa tutan Dr. Reşit Gal i p olayında da ona karşı kin tut­
mamış ve sonunda affederek M i l l i Eğitim bakanı bile yap­
m ıştı . En büyük meziyetlerinden b i ri de çabuk affetmesiy­
d i . Kim leri, ne zaman affedeceğini de çok iyi b i l i rd i. H ı r­
s ı çok çabuk geçerd i .
B i r g ü n Çankaya'da eski Köşkte Selan i kl i Berber Meh­
met ve Berber R ıdvan'la antrede oturmuş konuşuyorduk.
Berberleri n i kisi de Atatü rk'ün hemşerisi olduklarından
kendi lerini i mtiyaz l ı sayarlar, yüksekten konuşurlard ı . Bu
şekilde şaka da olsa böbürlenerek dolaşmalarına, kend i l e-
ATATÜAK'ÜN UŞAGI iDiM 205

rine poz vermelerine çok tutu lur, fakat yine renk verme­
meğe çal ış ı rdım . Fakat bütün dikkati m e rağmen aramızda
yine de tartışmalar eks i k ol mazdı .
O g ü n yine o n l a r zayıf tarafımı bulmuşlar, bana şa­
kadan tak ı l ıyorlar:
- .. aiz Selanikl i l er ol masayd ı k siz kurtul amazdınız,n
di yorlar, ben de cevap olarak: · Biz kendi kendimizi kur­
tard ı k . Selani kli lere i htiyac ı m ı z yok. Hem Selanik'ten ç ı k­
sa ç ı ksa Yahudi çıkar, • diyordum .
O s ı rada merdivenleri yavaş yavaş i n e n Atatürk'ü gör­
memiştik. Konuşmalarımı za istemeyerek kulak misafiri ol­
muş ki, o akşam sofrada bir Selanikli olan Nuri Conker'e
damdan düşer gibi sordu.
- • N uri Bey, Selanik'ten ne ç ı kar? n
O anda beyn i m i n karıncalandığını duyar gibi oldum.
Demek korktuğum başıma gelmiş, Atatürk antrede konuş­
tukları m ızın hepsini duymuştu ... Nuri Conker, Atatürk'ün
naz ı n ı çektiği, kaprislerine katlandığı eski bir çocukluk ar­
kadaşı olduğu için akl ı na eseni söylemekten çekinmeyen
bi riyd i . Elde ettiği aşı rı i mtiyazlar yüzünden ciddi ciddt
· Sen çekil de, bi raz da biz cumhurbaşka n l ı ğ ı yapal ı m , D di­
yecek kadar i leri gittiğ i zamanlarda b i l e Atatürk gülüp
geçer, işi şakaya boğard ı . Fakat bu seferkin i n şakaya ge­
l i r yan ı yoktu.
Nuri Conker, sanki bütün konuştuklarımızı b i l iyormuş
da, beni korumak kararını vermişcesine:
- • Bol Yahudi çıkar Paşam , D demesin m i ?
Bunun üzerine Atatürk, yüzünde a lay l ı b i r gül ümse­
m eyle daha önce kulağına çal ınmış ded i kodu ların tümü­
n e karş ı l ı k verd i :
- • Benim i ç i n de bazı kimseler -Selanik'te doğdu­
ğumdan- Yahudi olduğumu söylemek i stiyorlar. Şunu
u nutmam a k lazımd ı r ki , Napoleon da Korsi ka l ı bir ltalyan­
d ı . Ama Fransız olarak öldü ve tarihe Fransız ol arak geç-
206 ATATÜRK'ÜN UŞA01 iDiM

ti. İnsanların i çi nde bulundukları cemiyete çal ışmaları la­


zımdır.•
O günkü kadar utandı ğı m ı ve Atatürk'ün karş ı s ı nda
küçüldüğümü on i ki yı l l ı k h izmetim süresince hiç hatı rla­
m ıyorum. Belki de ömrüm boyunca benim için en büyük
utanç da bu olmuştur. O günden sonra Selanik kel i mesi­
ni bir daha ağzıma a l madım.
FALİH RIFKI VE ALMAN KIZI

AN KARA' N I N yeni yeni kurulduğu y ı l lard ı . Batı dün­


yasına bir kapı aralanmış, Avrupa'nın eğlence yaşam ı da
yavaş yavaş yeni Türkiye Cumhuriyeti ' n i n başkentine sız­
mağa başlamıştı. Ulus alanında •Tabarin Bar• ad l ı bir pav­
yon açı l m ı ştı. Çıplak varyete kızları n ı n c i rit attığı bu eğ­
l ence yerine bizim Köşktekiler de dadanmışlar, kaçamak
yap ı p , gönü l lerince eğlenmeğe bakıyorlard ı .
O çağ ın ünlü kişileri K ı l ı ç Al i , Recep Zühtü , Vasıf
Ç ı nar, Fal ih Rıfkı Atay, bu eğl encel eri hiç kaçı rmayan ki­
şi lerd i . Akşam sofrası ndan sonra bir kol ayını bulup Köşk­
ten kaç ıyorl ar, soluğu bu pavyonl arda a l ı p , fe lekten gece
çal mağa bakıyorlard ı . Bun lara çoğunlukla Vasıf Çınar ele­
baş ı l ı k ediyordu. Tabii böyle yerlere para yetiştirmek çok
zord u . Fakat bunun da kolayını bulmuşlard ı . O zamanki
M ecl i s Başkanı Kaz ı m Özal p'ı tavlamışlar, eşref saati n i
bulunca bir köşede kı stırıp hemen :
- • Paşam, bize para ver de şöyle sayende b i r eğ­
lenel i m . Gözümüz, gönl ümüz açı l s ı n , • d iyorlard ı .
Kazım Paşa onları atlatabi l i rse ne a t a . Atlatamazsa
da adamına göre bol keseden e l l i l i ra, altmış l i ra dağıtır-
:208 ATATÜRK'ÜN UŞA<1l iDiM

dı. Bir gece dayanamayıp, kaçamak ben de o pavyona git­


ti m . Serde genç l i k var. Başı mızda kavak yel l�rinin estiği
günler. Fakat parasızlıktan içki yerine maden sodası iç­
mek zorunda kal ı ş ı m ı h i ç u nutamam. Orada gördüklerim
hala hatırımdan çıkmaz.
O s ı ralarda Fal i h R ıfkı Atay, Tabarin Bar'daki yıldız­
l ardan b i ri ne tutu l muş diye bir söylenti çıktıyd ı . Keti adlı
bir Alman kızıydı bu. Güzeldi, sarışındı, gürbüzdü ; bak­
maya doyamazdı insan. Fal i h R ıfkı da o zamanlar genç, ya­
kışıklı ve de ünlü b i r yazar. Ü ste l i k Atatürk'ün sofrasını n
baş kişi lerinden biri. Fakat aralarındaki i l işkinin derecesi­
n i b i lm iyoru m . Be l ki de sadece platoni k ve toylukla tu­
tunul muş, tek tarafl ı b i r aşktı bu. Her erkeği n başından
g e l i p geçen cinsten b i r şey. Her neyse ...
B i r gün bu söylenti leri Atatürk'e de duyurdu lar. Çan­
kaya Köşkündeki akşam sofra la rı ndan birindeyd i . Yaban­
c ı pek kimse yoktu sofrada. Sal i h Bozok, Recep Zühtü,
K ı l ıç Al i , Nuri Conker, H asan Cavit gi bi b i l i nen her za­
manki kişiler ..•

Günün olayları üzerindeki görüşmeler sona erdikten


sonra hafif konula ra geçi ldi . Son günlerin dedi kodu ları
· özen l e ele a l ınıyor, sofrada bulunmayanların kirli çama­
ş ı rları b i r b i r ortaya dökülüyordu. Sofrada Fal ih Rıfkı Atay'
ın bulunmadığı di kkatim i çekmişti . Derken söz dönüp do­
laşıp Tabarin Bar'daki Alman kızı Keti'ye geti rildi. Bunun
ünlü yazarla olan i l işkisi ortaya atı l d ı . Bir ara bu söylenti­
yi al l ayıp pul layıp R ecep Zühtü şöyle ded i :
- • Paşam, bu gazeteci nin gidişatı hiç d e iyi değ i l .
Bence sizin yak ı n ı n ı z o lması dolayısıyle yaşantısına biraz
d i kkat etmesi gerek.•
Atatürk hayretle sordu :
- • N e varmış onun hayatında sanki ? •
Recep Zühtü'nün d e istediği zaten bundan başka bir
:şey değildi. O geceki sohbeti b i l e b i l e , çevire çevire bu
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM 209

·hale o geti rmi ş değ i l miyd i ? Maksat, Fal i h R ıfkı 'nın Al­
man kızıyla i l işkisini Atatürk'e duyurmaktı . Kend inden
•em i n bir tavırla başladı anlatmağa :
- • Paşam, bu zat geceleri pavyona gidiyor, mevkiiy­
ae bağdaşmayan davranışlarda bulunuyormuş . »
Atatürk. kaşlarını çatarak sordu:
- • Ne var bunda garip olan? Ne ol muş gidiyorsa ?
:Pavyona gittiyse kıyamet kopmadı ya . ..
- · Pavyona gitmekle kalsa iyi . Orada bi r de dostu
'larmış. Ü ste l i k kadı n Türk de değ i l . Ad ı da Keti m idir
;ned ir? İşte bu yabancı kadınla mercimeği fırına atm ışlar
m ı . yoksa atmak üzereler m i ? Her neyse. Sizin bu kada.­
·yakınınız olan b i r kişin i n bir A l man'la dost hayatı yaşa­
mıası doğru mu b i l mem k i ? ..•

Atatürk. bütün bu sözleri hayretle dl nl iyordu :


- · Gözünle gördün mü k i , böyle tafsi l atl ı anlatıyor­
sun ? " diye sordu .
- · Bunu duymayan ka l madı Ankara'da Paşam . isteı-­
·sen iz Meclis Başkanı Kaz ı m Paşa'ya sorun. Ara s ı ra pav­
yon parasını bile Paşa'dan i stiyorlarm ı ş . •
Recep Zühtü , b u sözleriyle h e m Fal i h R ıfkı'yı küçük
·-düşürüyor, hem de Meclis Başkanı n ı zor durumda bırak­
.m ış oluyordu . Atatürk, Recep Zühtü 'nün konuşması bitin­
•>Ce gayet sakin bir halde şöyle sord u:
- • Bütün bunları söyl emekte maksadı n ned i r? ..
- • Kötü b i r maksadım yok Paşam. Sadece çevreniz-
�eki bir adamın özel hayatına b i raz di kkat etmesi gerek­
tiğine işaret etmek isted i m . B i r insanın dostu da olabi l i r
:ama, neden Türk kadı n ı du rurken , bir yabancı kad ı n ı seç­
· mişti r. Bazı çevrelerde hiç de hoş karş ı lanmayan bu du­
'.rumdan türl ü çeşit anlam çıka ranlar olur. "
Atatü rk. dedikodudan nefret eder, ded i kodu yapanı da
Jıiç sevmezd i . Atatürk'ün bu huyunu çok iyi bilen Recep
F: 1 4
210 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

Zühtü'nün hangi amaçla bu olay üzerinde bu derece ısrarla


durduğuna bir türlü a k ı l erdiremiyordum.
Atatürk, konuşmanın bittiğini anlayınca sertçe şu söz­
l eri söyled i :
- • Bana bak Recep Bey. Deminden beri sözünü et­
tiğiniz o gazetecinin bana kafasıyla kalemi laz ı m . Geri ka­
lanı kendisine aittir. Ne seni i l g i l endirir, ne .b eni . Anla­
dın mı?·
«PROFESÖR DEGILSİNIZ•

ÇANKAYA'DAKİ Köşkte bi r akşam sofrasında Hukuk


Fakültesi profesörü Sadri Maksudi de konuk olarak bulu­
nuyordu. Çeşitli konular üzerinde görüşüldükten sonra
söz s ı rası Denizyollarına geldi. Türk D i l Kuru munun de­
yimleri üzerinde duruluyordu. Ad ı nın Denizci l i k Bankası
m ı , yoksa Deniz Bank mı olara k kalması tartı ş ı l d ı .
Sofrada şarap i ç e n Sadri Maksudi, Deniz Bankın gra­
mer kura l larına aykırı olduğunu savunuyor ve bu düşün­
cesi nden bir ad ı m b i l e geri g itmiyordu. O konu orada ka­
pandı. Aradan bir iki saat kadar geçmişti . Atatürk bir ara.
b i r şeye s i n i rlenmiş olacak k i , hala kendi tezinde israr
eden Sadri M aksudi'nin sözünü kesip:
- · Siz profesör değ i l s iniz, ,. dedi.
Bu beklenmedik sesleniş, herkesi şaşırtmış, profesö­
rü de can evinden vurmuştu. Hepimiz put gibi yerimizde
dona kalmı ş, neye uğradığımız ı şaşırmıştık.
Atatürk nazik adamd ı . Kızsa bi l e pek bel l i etmezdi .
Acaba profesör büyük bi r pot m u kırmıştı ?
Bir a n süren şaşkınlığı ndan kurtul an Sadri M aksudi'
212 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDIM

n i n titreyen eliyle kadehini masaya koyup , kendini topar­


l ayarak Atatürk'e şu karş ı l ı ğ ı verdiği duyuldu :
- .. Haşa, ben profesörüm . Hem de Türkiye'de değil.
İsviçre'de de bana kürsü verm işl er. Olmazsa gider orada
ders i m i veri rim. Şimdi ben kalkıp burada b i r kumandana
.. siz kumandan değ i lsiniz,., dersem ne olur? KumandanlığL'
e l i nden a l ı n ı r m ı ? Yal n ız böyle bir söz o kumandanın na­
s ı l gücüne giderse, bu söz de beni m gücüme gider. Ama
kumandanlara kürsü vermediler daha . ..
Sadri M aksudi'nin e l i nde şarap kadehiyle söylediği b u ·
söz lere Atatürk karş ı l ı k vermed i . Az sonra d a sofra da-­
ğ ı l d ı . Sadri Maksudi'yi de b i r daha sofrada görmedim. Bir­
süre sonra da Sadri Maksudi' n in m i l l etveki l l iğinden ay­
rı ldığını duydum.
ÇALINAN PIRLANTALAR

ÇAN KAYA'DA eski Köşkün mi safir salonunda came­


kan l ı bir büfe vard ı . H er zaman kil itl i tutu lan büfenin için­
de padişahlara ait madalya ve Atatürk'e att nişanlar bu­
l u nuyordu . Vitrin camı n ı n üzerinde çaprazlama asıl ı , kab­
zaları pırl anta l ı iki k ı l ı ç dururd u . Bir sabah bakt ı m ki , Ata­
türk, bu vitrin camı n ı n önünde durmuş , inceden inceye
bakıyor. Bunlar kendisine veri lmiş armağanlard ı . Beni gö­
rünce sesl endi :
- • Çelebi Efendi. B u k ı l ı çların kabza larındaki p ırlan­
talar çı karı lm ış."
Hayretle büfeye yaklaştım. Atatürk'ün dedikleri doğ­
ruyd u . Gerçekten de kıl ıçların üzeri ndeki pırlantalar al ı n­
m ıştı .
- " N e oldu pı rlantal ar? • diye sord u .
- " B i l miyorum efendi m , .. dedi m .
Ded i m ama, içim de rahat değ i l d i . Orda bizden baş­
ka kimse yoktu . Kim çalacak? Çalsa çalsa hizmetkarlar ça­
lard ı .
Atatürk hem üzül müş, hem sinirlenmişti .
Bir yandan da kafamı çal ıştırıyor, el masları kimin çal-
214 ATATÜRK'ÜN UŞACI iDiM

d ı ğ ı n ı çözmeğe uğraşıyordum. Bütün tanı d ı klarım gözümün


önünden bir şerit gibi geçip gid iyordu.
İki üç hafta kadar önce bizde çal ışan Şamlı H üseyin
adlı bir çocuğun kıl ıçlara di kkatle baktığ ı n ı görmüştüm.
H üseyi n , üstelik kumara da düşkündü. Kumar oynar, kaza­
n ırd ı . Bir seferinde kumardan altı n kordon geti rmişti .
Atatürk, di kkatle yüzüme bakarak:
- • Ki mden şüpheleniyorsun?• d iye sordu.
Şüphelerimi söyled i m :
- • Paşam, günahı n ı almayay ı m ama, b e n Şamlı Hü­
seyin'den şüpheleniyoru m . Biraz kumarcıd ı r. Altınla, gü­
müşle oynamayı sever. Ondan başka böyle bir şey yapa­
cak karakterde bir kimse tan ı mıyorum ara mızda. Emreder­
seniz bir soruşturma yapsı n lar. •
Yaverler de aynı şeyi düşünmüşler. Soruşturma baş­
l ad ı . Atatürk pırlantayı alanın en kısa zamanda bulunması
için yaverlere emir vermişti . Şamlı Hüseyin s ı kı bir şekil­
de sorguya çeki ldi. Bir süre sonra Köşkten ayrı l d ı . Lekel i
olarak gitti .
Birkaç ay sonraydı . Karacaoğlan Caddesinde Hüseyin'e
rastlad ı m . Ayak üstü konuştuk. O gün izi n l i olduğumu öğ­
renince:
- u Bize gidel i m , • ded i .
E sk i arkadaş. Hayır m ı diyeceksi n ? Kal kt ı k gitti k. Ye­
mek çıkard ı . Bu arada evl enmiş. Karısıyla tanıştırd ı . Hoş
beş ettik. Akşam ayrı l ı p Köşke döndüm.
İçi mde bir ezik li k vard ı . Hüseyi n'in kovul masında ken­
d i m i suçlu görüyordum.
Atatürk'ün yanında çal ı şanlar, yani bizler dışarı ç ı ktı­
ğ ı mızda nereye gidiyoruz, k i m l erle görüşüyoruz, takip edil­
diğimizi biliyordum . O gün Hüseyi n'l ere gittiğim haberi ,
anlaş ı lan po lis tarafından veri l m i ş olacak k i , sofrada Ata­
türk b i rden bire bana:
- · Sen Hüseyin'i görüyor musun ? • d iye sordu .
ATATÜAK'ÜN UŞAGI İDiM 215

- • Evet, evine gitti m , • dedim.


- • Konuş, konuş, çekinme.•
- • Çekinmiyorum efend i m . •
Nas ı l rastlad ı ğ ı m ı , evine nası l gittiğimi başından so-
nuna dek anlattı m .
- · Bu arada bi r tas da çorbas ı n ı içti m , • ded i m .
Bunun üzeri ne Atatü rk:
- • Onun bu işte kabahati yok. Bir oyuna gelmiş. Kı­
l ıçların üstündeki pırlantaları bizim kızlardan biri almış,
H üseyin'e veri p sattırmış. Hüseyi n'le görüşmende bir
mahzur yok . •
Altından ne çı kacak d iye bekl iyordum. Rahat bir ne­
fes a l d ı m . O s ı rada yan ı mızda bul unan Cevat Abbas:
- • Çelebi, mademki, o seni evine çağı rd ı. Sen de
onu Marmara Köşküne davet et, ağırla, .. deyince şaş ı rd ı m :
- • A m a n efendi m . Burası ben i m evim deği l ki. Hem
Hüseyin gelse b i l e e l i n n i kah l ı karısı gelir m i ? • dedim.
cc REİSİCUMHURLUK YAPAMAZSINa

N U R İ Conker, Atatürk'ün nazını çektiğ i , şakalarına


katlandığı bir çocukluk arkadaşıyd ı . Onun aşırı giden ha­
reketlerine kızmaz. patavatsızca kırdığı potları hoş görür.
e n koyu tenkitlerine b i l e katlanırd ı . Nuri Conker, Atatürk'e
takı l ı r, kızdığı zaman damarına basar. O da punduna ge­
t i r i p , bu çocukluk arkadaşına yapmadı ğ ı n ı bırakmaz, ade­
ta onu deli ederdi. Nuri Conker arada bir:
- « Paşam, çeki lsen de, o koltukta bi raz da biz otur­
sak, » diye takı l ı rdı .
Bir akşam yemeği sı rasında sofranın e n neşel i anın-
da Atatürk, yine bu şeki lde şakalaşan Nuri Conker'e dönüp :
- .. sen reisicumhur olab i l i r m i si n ? D diye sordu.
- «O lurum. Hem senden daha iyi idare ederim . ..
- .. öyleyse prova ede l i m . Geç otur bakalım koltuğa.
Ş i md i sen reisicumhursun . Söyle baka l ı m önce ne yapa­
caks ı n ? ..
Nuri Conker hiç i stifi ni bozmadan keyifle Atatürk'ün
koltuğuna oturdu. Çevresi n i şöy l e bir tepeden bakışla süz­
d ü kten sonra bana dönüp:
- « Hayvan l ar, yemek getirin , .. ded i .
ATATÜRK'ÜN UŞAC'il iDiM 21 7

H erkesin yüzünde bir gülümseme. Atatürk de gülü­


yor. Bana dönüp:
- • Çelebi Efendi . Ben böyl e mi söylüyorum ? ,, diye
sord u .
Hayı r, d iye cevap versem, bu biraz d a dalkavukluk
olacaktı . Kend i m i toparladı m . Fırsat bu fı rsat deyi p , hemen
taşı gediğine yerleştird i m :
- · Aşağı yukarı böyle ol uyor paşa m . •
- « Anlaş ı l dı . S e n rei sicumhurluk yapamayacaksın.
Dur ben yine yerime geleyim . .. ded i .
RECEP ZÜHTÜ M ETRESiNİ NASIL VURDU?

RECEP Zühtü, Atatürk'ün sofrasından ve yanından hiç


eksik etmediği yakı n arkadaşlarından biriyd i . Çankaya Köş­
künde olsun, Dolmabahçe Sarayında olsun Atatürk'ün her
zaman yanıbaşında görmeğe a l ı ştığımız Recep Zühtü'nün
kıska nç l ı k yüzünden metresini tabancayla vurma o l ayı var­
d ı r k i , kolay kolay aklı mdan ç ıkmamıştır.
Recep Zühtü'nün Çengelköy'de oturan genç ve güzel
b i r kadınla i l işkisi vard ı . Bunı.ı hepim iz bi liyord uk. Kad ı n
ş u h bir sosyete di lberiyd i . Öyl e tek erkeğe bağlanacak,
evinde oturacak cinsten değ i l d i . Recep Zühtü'nün l stan­
bul 'da o l madığı günlerde gayrimüs l i m bir gençle sevişme­
ğe başlamış. Aralarındaki aşk i l işkisi giderek gelişmiş,
d a l budak sarm ış. Recep Zühtü l stanbul'a geldiği nde bir
ves i leyle o layı duyduğunda beyni nden vurul muşa dönmüş.
Akşam içki sofrasından sonra yatağa gi rmeğe haz ı r­
lanırken Recep Zühtü , alkolün de etkisiyle kadına başla­
m ı ş çıkışmağa:
- " Madem ki yapacaktın bu işi . bir Türk bulamad ı n
m ı d a , kefereyle i ş i pişirmeğe kal ktın ? •
ATATÜRK'ÜN UŞA(il iDİM 219

Kadın hem suçlu, hem güçl ü . Alttan a l ı p, kızg ı n dos­


tunu yatıştıracağı yerde, üstüne üstüne gitmiş :
- • Ne olmuş sanki. Kefere mefere ama, güzel ço­
cuk. Hoşuma g i tti . Ömrümün sonuna kadar senin kahrın ı
çekecek deği l i m ya. G i t aynada su ratı na bak. Hoşafın çık­
m ış. Çi ngeneden farkı n yok . •
B u sözleri söylerken kad ı n yatağa uzan mış, Recep
Zühtü ise ayakta ...
Recep Zühtü bunu duyar duymaz ç ı lgına dönmüş. Za­
ten sinirli huyu var. Atatürk'ün yakı n ı olmanı n verd iği bir
ş ı marı k l ı l ıkla yerinden fırladığı gi bi :
- · Seni namussuz orospu. Şimdi sen in can ı n ı ce­
henneme .. • diye asılmış tabancas ına. Korkudan yataktan
.

fırlayıp kaçmağa başlayan kadı n ı kurşun yağmuruna tut­


muş. Kurşunlar kad ı n ı n vücuduna değ i l de, ayağına rast­
lamış. Ö ldürmemek için bi lerek mi böyle yap m ı ş , yoksa
sarhoşlukla mı hedefin i şaşırmış bilmiyoruz. Kadın hemen
o a nda ölmemiş. Varası tedavi edi l miş. Fakat yara sonra­
dan kangrene çevirmiş. B i r süre sonra da kad ı n ı n öldüğü­
n ü duyduk. Korkudan k i mseye b i r şey söyleyemedik. Re­
cep Zühtü bu. Ağzı mızdan bir söz kaçacak diye ödümüz
kopuyordu. Hepimiz duman olurduk sonra ...
Recep Zühtü S i nop m i l letvekil iydi o zaman. Dokunul­
maz l ı ğ ı vardı . Adl i makamlar da, Atatürk'ün yak ı n ı d iye
Recep Zühtü hakkında kovuşturma yapmaktan çekiniyor­
lard ı . Fakat umumi katip Hasan R ıza Soyak, cesaretini top­
layıp , ertesi sabah Dolmabahçe Sarayında sabah gazete­
lerini okuyan Atatürk'e olayı b i r bir anlattı . Bunu anlatmak
zorundaydı . Ekmeğinden, mevkl i nden atab i l i rd i .
Atatürk, büyük b i r dikkatle Recep Zühtü hakkında an­
latı !anları d i n ledi. Arada bir:
- • Vaaa, öyle mi? . • diye hayretini bel i rten sözler
.

m ı r ı l dan ıyordu. Kad ı n ı n öldüğü haberini duyunca Atatürk'


220 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI i D I M

ü n kaşları iyice çatı l m ı ştı . Derin derin düşündükten sonra


başını i k i tarafa sallayarak:
- .. Yahu , kad ın da vuru l u r mu h i ç ? • ded i .
B u olay, kadın lara karşı büyük b i r saygı besleyen Ata­
türk'ün duygu( arını çok incitmişti . Hele bunun yakınların­
dan ve koruyucu larından bi ri tarafı ndan yapı lmış olmas ı ,
o n u canevinden vurmuşa benziyordu. O f ayın Atatürk üze­
r i ndeki tepkisi ne olacaktı. Merak ve heyecanla işfn so­
nunu bekl iyorduk. Hasan R ıza Soyak dimdik ayakta duru­
yor, bu üzücü olayın Atatürk'teki etki lerini ölçmeğe ça­
l ışıyordu :
- a Ne emredersiniz Paşa m ? .. diye sorunca , Atatürk
şu karş ı l ığı verd i :
- · Kanuni işlem n eyse onu yapsınlar. H i ç müsama­
ha gözetmeden • ...

Atatürk, en yakını, hatta fedaisi bile olsa bu şekilde


yüzkızartıcı ve kanunsuz bir olay yaratan kişiyi affetmiye­
ceğini göstermiş oluyordu. Zaten Atatürk'ün değişmez
prens i p lerinden biri de, yurtta ne pahasına olursa olsun
sosyal adaleti yerleşti rmek, yasalara aykırı hiç bir işleme
yer verdirtmemekti .
Atatürk'ün « Kanuni işlem neyse onu yapsınlar• buy­
ruğundan sonra Recep Zühtü hakkında kovuşturmaya baş­
land ı . Olay Atatürk'ü çok üzmüştü ama, bel l i etmemeğe
çal ı şıyordu. Bir daha bu konuya hiç değ i n i l med i .
Sonradan duyduğumuza göre Recep Zühtü'nün yakı n­
ları , onu kurtarmak için dünyaca tan ınmış akıl ve sini r
hasta l ı kları uzmanı Prof. Mazhar Osman Uzman'dan d eli
raporu al mağa kal ktı l arsa da, red cevabı aldılar. Sonradan
başka bir doktordan rapor almak zorunda kal m ışlar. Recep
Zühtü , s i n i r hastası olduğu gerekçesiyle üç-dört ay Orta­
köy Şifa Yurdunda tedavi gördü . Bir daha da onu Atatürk'
ü n sofrasında görmedik.
ATATÜRK'Ü N UŞAGI İDİM 221

Atatürk'ün ölümünden sonra cenazenin götürüldüğü


.trene Recep Zühtü de binmiş. İ zmi r'den Ankara'ya g idi­
·y ormuş. Fakat yeni cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü, bu­
'.nu haber a l ı r a lmaz hemen Recep Zühtü'yü Eskişehir'de
·t renden indirtm iş. Buna gücenen Recep Zühtü de bir daha
..4nkara,'ya gitmemiş.
«İŞLER LAÇKA OLUR>»

ATATÜRK, maiyetindeki lere fazla güven gösterir g i b i


olmasına rağmen her zaman tetikte v e uyan ı k kal mas ı n ı
b i l m iştir. Ankara v e lstanbul içindeki gezileri nde olsun,
yurt içi gez i leri nde olsun, kend ini korumak i ç i n al ı nan
tedbi rlere güvenmeyip , her zaman di kkatli davranmıştır.
B i r gün Dışişleri Bakan ı Tevfik Rüştü Aras'la görü­
şürken şöyle dediğini hatı rları m :
- · Ben kendimi kendi m korurum. içişleri Bakan ı , Em­
niyet Genel M üdürü , Val i , daha ne kadar varsa i l g i l i ki­
ş i ler benim korunmam için bir takım tedbirler a l ı rl ar. Bun­
lar onların görevid i r. Bu işlere hiç karışmam. Kanuni gö­
revlerini yapmalarına da karş ı gelmem. Fakat kendi ko­
runma,m ı , onların aldıkları bu tedbirlere bı rakmış değ i l i m .
Kendi m i koruma i ş i m i kendi m yaparı m v e yapmaktayım.
Gelip geçtiğ i m yerlerde neler olup bittiğine d i kkat ede­
rim. Gezi saatl erin i , günleri n i gerektikçe kend i m değiş­
tiririm . Benim d i kkatimden hiçbir şey · kaçmaz . . •
.

Atatürk'ün gezilerinde arkas ı nda her zaman yaverleri


olduğunu b i ldiği halde, tabancasını eks i k etmediği ve üze­
rine a lmadan d ışarı adım atmadı ğ ı n ı çok iyi hatı rlarım . As­
ker adam ne de olsa.
ATATÜRK'ÜN UŞAcil iDİM 223

Bir gece yine sofra kurul muş, her zaman görmeğe


a l ıştığımız kiş i l erle derin bir sohbete dal ı nmıştı. Dr. Re­
şit Galip, bir konu attı ortaya. Atatürk'e bakarak şunları
:söyled i :
- • Paşam b i liyor musunuz, bugünlerde Fransa Tari­
hi i l e i l g i l i bir kitap okuyorum . Bir Fransız pol iti kacısının
.an ı l arının da yer ald ı ğı bu kitapta anlatı ldığına göre Na­
poleon , maiyetinde bulunan yönetici lere, Devlet adamla­
rına, poi lti kacılara hiç itimat etmezmiş. Daima kuşku için­
de yaşarmış. En yakınlarından bile şüphelenirm iş . •
Atatü rk, Reşit Galip'i d i kkatle dinl iyordu. Ne demek
istediğini pekala anlamıştı. Reşit Galip, hiç sevmediği Ata­
türk'ün bazı arkadaşl arı n ı kastetmek istiyordu anlaşılan,
Atatürk anlamamazl ı ktan gel erek şöyle sordu:
- • Takı ldığınız bir hysus m u var bu konuda? Adam
apaçık yazmış gerçekleri . •
Reşit Galip, bir a n duraklad ı . Sözleri n i n bel irli bir he­
defe dayandığı bell iydi ama, bunu açıkça ortaya koymak­
tan çekiniyordu. Sofra büyük bir sessizliğe bürünmüş, Re­
şit Galip'in vereceği karş ı l ı ğ ı bekliyordu. Reşit Gal i p bir
iki saniye duraksadı ktan sonra şöyle ded i :
- • Hayır Paşam. Kitapta takıldığım hiç bi r husus yok.
Her halde yazı lanlar doğrudur. Yalnız kafama şöyle bir'
soru takı l d ı . Acaba d iye düşündü m , siz de bir Devlet baş­
kanı o lduğunuza göre , Napoleon'un bu düşünceleri n i na­
s ı l karş ı l ıyorsu nuz ? .,
O anda Atatürk'ün vereceği ters bir karş ı l ı kla sofra
a l lak bullak olabi l i rd i . Fakat o soğukkanl ı l ı kla ve Reşit
Gal ip'in dolay l ı biçi mde kastettiği kişi lerin üzeri nde şöy­
le bir gözlerini gezdirdikten sonra dedi ki :
- • Napoleon'un yaptığı doğru galiba. Ma iyetine faz.
fa itimat edince işler l açka hale gelir. Maiyete fazla iti­
mat edi l memel i . Sonra çok çabuk suistimal edil iyor . ..
SALONDAKi ATLAR.

ÇOK kuwetl i bir iradeye sahip olan Atatürk'ün duy­


gu yanı da çok zengindi. Son derece merhametliyd i . Za­
yıflara acı r ve yardıma koşardı . Hayvanları çok severdL
Kurban sevdi rmezdi . At ve köpek en sevd iği hayvanlar
arasındayd ı . Çiftlik hayvan larından ruam hasta l ığına ya­
kalanan bir tayı öldüreceklerini duyunca çocuk gibi ağla­
mış ve e l l erine lastik eld iven giyerek birkaç kez okşama­
dan ö l dürmelerine izin vermemişti .
Zava l l ı hayvanı okşarken gözyaşlarını tutamadığımı
söyl eyen Atatürk, şöyle demişti :
- .. çocuğum olmad ı ğ ı nda h i kmet ve isabet varmış.
Eğer b ir evlat kaybetmek fel aketine uğrasayd ı m , kalbim
bu elem ve kedere dayanamazdı . •
B i r gece sofrada otururlarken Atatürk , yaverlerden bi­
rini çağı rdı ve şu emri verd i :
- · İ ki g ü n önce bizim atların biri doğurmuştu . A lıı>
onları buraya geti riniz.•
Hayvanların getiril mesinin istendiği yer Çankaya, em­
ri veren de bir cumhurbaşkanı idi.
ATATÜRK' Ü N UŞAÔI İDİM 225

Yaverler ve konuklar duraksadı lar. Sofradaki lerin şaş­


k ı n l ı ğ ı henüz geçmeden yine Atatürk'ün sesiyle irki ldik:
- · Sevelim, görel i m , okşayal ı m . ..
Köşke, hem d e şeref salonuna hiç hayvan girer miy­
d i ? Fakat emir emirdi işte. Yeni doğan tay ve annesi Y ı l ­
dız, hemen Köşke getirildi. Ama hayvanlar b i r türlü sa­
londa yürüyemiyorlar, c i l a l ı yerlerde ayakları kayıyordu .
Hemen yerimden fırlad ı m . Akl ıma bir çare gel mişti .
Yerlere seri l i seccadeleri topl ad ı m . Tay ve annesinin ge­
çeceğ i yere serd i m . Hayvanlar, bakıcıları seyis Keri m'in
yedeğ i nde rahatça sal ona gi rd i ler. Fakat ş u n u da söyl iye­
yim k i, hayvanlar salona daha çok yakışıyorlard ı .
• Jokey " diye anılan seyis Kerim , sonradan Ankara'da
büyü k b i r oyun salonu açmıştır. Atatürk'ün hayatta kalan
hizmetindeki insan lardan Dr. Kemal (şoför) , Niyazi (şo­
för) . İbrah i m (sofracı ) . İsmai l ( berber) . Ali Necami bu­
nun kahvesi nde toplanıp, eski anıları tazel erler.
Atatürk, o gece Çankaya'daki şeref salonuna alınan
hayvanların yanında ka l d ı . E l iyle anne ile yavrusuna kes­
me şeker yedirdi. Ayrı ayrı sevd i , okşad ı . Bundan sonra
hayvanlar salonu terketti ler. Herkes memnundu. Kimin ak­
lına salona hayvan sokmak gelir. Belki de bir atla yeni
doğmuş yavrusunun cumhurbaşkanı salonuna girişi, yer­
yüzünde ilk kez olmuştur. Atatürk, 'kimsenin yapmadığı ,
yapmağa kalkamıyacağı i•leri yapan çok yürekli bir kişiy­
di. Böyle olmasaydı bu kadar kısa sürede yepyeni bir ül­
ke ve uygarlık kuramazdı.

F: 1 5
SİZ SENVÖRSÜNÜZ

ÇANKAYA Köşkünde ara s ı ra da poker parti si veri l i r


ve Atatü rk oyun sonunda çok zaman kazanırdı. B i r akşam
yine Köşkte yeşil çuha masa n ı n çevresinde on-on beş kişi
kadar top�anmışlar, poker oynuyorlar. Derken para bitiyor.
O zamanlar üzerlerinde kurt resmi olan yeşi l b i r l i ral ı klar
vard ı . Meclis dağ ı l ı rken bakanlar, m i l l etveki l l eri Atatürk'
ün elini öpüyor, çıkıp g idiyorlard ı . Atatürk e l i ndeki para­
ları , antrede ç ı kanlara kendi eliyle dağ ıttı. Ama para bit­
memişti. Kalan demeti bana uzatarak:
- « Kalanları say, .. ded i .
Hemen sayd ı m :
- « O n ik i efend i m . •
Paral arı bize verecek sanmışt ı m . Orada İbrah im'le i ki­
miz kalmıştı k. Fakat öyle yapm ad ı :
- • Ver .... diye geri a l d ı . Sonra İbrah i m'e uzattı.
Ona da:
- « Say, • diye buyruk verd i .
O s ı rada İ brahim sevin m i ş , paraları ona vereceg ı n ı
sanmıştı . O zaman d a o n i ki l i ra az buz şey değ i l d i . Para­
ları sayd ıktan sonra:
ATATÜRK'ÜN UŞA(il iDiM 227

- •On ik i efendim,• dedi.


Para demetin i çekip ondan da geri a lmasın m ı ? Sonra
b ize dönerek:
- · Ben bu pata ları size verebi l i r i m , ama vermem.
O n l a r birer l i rayı aldı lar. Hepsi bakan, m i l l etveki l i . ihtiyaç
içindeler. Fakat sizin durumunuz iyi onlardan. Siz senyör­
sünüz. Gazi 'nin sofrası ndan yeyip içiyorsunuz. N e ai l e ge­
çindiriyorsunuz, ne de masrafınız var,• ded i .
As l ına bakarsanız Atatürk'ün e l i biraz sı kı i d i . Çok cö­
mert i nsandı diyemeyeceği m . Kendi malını m i l letin malı·
olarak kabul ettiğ i nden m i d i r nedi r, oldukça tutumlu dav­
ran ı rd ı . Sonunda da tüm mal ı n ı yine m i l l ete b ı rakıp göçtü ..
Kendisinden sadece on i ki y ı l da bir kez lstanbul'a gider­
ken yüz l i ra harçlık a l m ışımdır. Bunu kend isi vermişti .
Öbür aldıklarım küçük bayram harçlıklarıyd ı . Burada sözü­
b i l e edil mez.
Atatürk yatmağa gittikten sonra İbrahim'e dönüp :
- • Meğer biz senyörmüşüz de haberi m iz yokmuş.
Keşk i senyör olmasaydı k da, o paralar bizd e kalsayd ı,• di­
ye takıldım.
KÖYLÜNÜN EŞEGI

G ÜZEL bir sonbahar günü Eti m esut Çiftli ğ ine g itmiş­


tik. Atatürk otomobi lden i n i p, b i raz yürümek istedi. Biz
de arkas ından gidiyorduk. Yaver leri ve köşk polisl eriyle
arkası ndaydık . O s ı rada karş ı patikadan eşeğ iyle bir köy­
lü bel ird i . Ben Foks'la oynaştığ ı m için biraz geri l erde kal­
mı ştı m. Atatürk'ün köpeği Foks, yabancıyı gorur görmez
her zaman yaptığı gibi havlayarak üzerine sald ı rd ı . Hay­
vanı tutmak istedimse de başaramadım.
Bir anda ne olduğunu anlayamayan köylü , e l i ndeki so­
payı o lanca hızıyla Foks'a doğru sal lad ı . Bereket sopa hay­
vana gelmed i . Hemen köyl ünün yanına koştum :
- • Se11 ç ı l d ı rdı n m ı b e ada m ? » diye çıkıştım . • Şu so-
pa fı rlattığ ı n köpek kimin bi l iyor musu n ? »
Köylü d i kleşerek sord u : • Ne olmuş sanki ? ..

- .. o köpek Gazi ' n in köpeğ i . . . ..


Bunu duyunca köylünün korkudan sıvışacağ ı m san­
mıştı m . İstifini b ile bozmad ı . Sonra şu beklenmedik karşı­
lığı verd i :
- " O Gazi 'nin köpeğiyse , bu d a ben i m eşeğ i m . Gazi
bir köpek daha bulur ama . ben b i r eşek daha alamam . •
ATATÜRK'ÜN UŞA�I i DiM 229

O s ı rada, geçenlerden habersiz, yürüyüş yapan Ata­


türk, uzaktan köylüyle tartıştığı m ızı duym u ş :
- " Ne oluyor orda? • d iye seslend i .
- « Eşeğin kendisine a i t olduğunu söyl üyor b u köy-
l ü , .. ded i m .
Yanına gelince d e olayı başından sonuna d e k anlat­
tım. Atatürk söyled i kleri m i di kkatle d i n led i . Kızacağını
sanmıştım . Başını sall ayarak:
- · Köylü doğru söyle m i ş , • ded i . « Gerçekten de öy­
l e . Bir daha nerden eşek bulaca k ? ·
TAYYARE PiYANGOSU

Bİ R akşam sofrada içki üzerine konuşuluyordu. Kadeh­


ler havaya kal ktıkça çeşitl i görüşler ortaya atı l ıyor, içk�
yapan yerli fabrikaların kurul ması düşüncesi savunuluyor­
du. Önce b i r bira fabrikası n ı n ku ru l ması tartışıl mağa baş­
land ı . Bira fab ri kası yapı l s ı n , güzel. Ama gerekli yatırımt
nereden bu lacağız?
Atatürk, sermaye konusunda i leri sürülen istekleri gü­
lümseyerek dinl iyordu. Sonunda hiç b i rini gözü tutmamış
olacak k i, son umut olara k bir .. Tayyare Piyangosu • bi leti
a l ınmas ına karar veri ldi. Yaverler, sofracı lar, ahçı lar onar
l iral ı k bi let aldı lar. Bütün b i l etlerin parası n ı da Atatürk
verd i :
- .. K i m i n şansına çıkarsa, bununla bira fabrikası ku­
racağız,., dedi.
O gece otuz-kırk kadar b i let a lı n m ıştı . Bi rkaç gün son­
ra piyango çekildi. Fakat -Atatürk' ün aldığı da içinde­
hiç birine b i r şey çıkmad ı . Yal n ız ben i m bi l etime amorti
ç ı kmıştı . Atatürk, yine bir gece sofrada bi letl erin ne oldu­
ğunu sordu. Sonucu öğrendi kten sonra da:
- · En şansl ı adam Çelebi'ym i ş , • ded i . · Bu yarışta.
hepimizi geride bıraktı.•
EDVAR BIY ANGO ORKESTRASI

1 929 y ı l ı nda Ankara'ya Arjantin'den bir müzik toplu­


fuğu gelmişti. Edvar Biyango Orkestrası adını taşıyan bu
topl u l u kta iki erkek, bir kız vard ı . Sıcakka n l ı , cana yakı n
insanlardı. Ç ikolata reng i kız şarkı söylüyor, çocuk larsa
keman ve g itar çal ıyorlard ı .
B i r gece Edvar Biyango Orkestrası Marmara Köşküne
gelmiş, Atatürk'ün önünde bir konser veriyordu. Birçok
güzel melod iler çal ındı. O s ı rada Vasıf Çınar, Latin Ame­
r i ka l ı m üzisyenlere :
- • Bizim İsti klal Marş ım ız ı çalab i l i r m i s i n i z ? • diye
sordu.
- · Deneyel i m , • dediler.
Keman çalan genç üç kez d i n ledikten sonra isti klal
Marş ı n ı kemanıyle çalmağa başladı . Hem ne çal ış. Herkes
d i k kat kesi lmiş, kema n ı n ç ı kardığı sihirli nağmeleri d i n l i­
yor. İsti klal Marş ı n ı hiç de kemandan dinlememiştim. Ne
de güzel ol uyormuş, Gözüm Atatürk'te idi. Onun qa çok
hoşuna g itti ğini uzaktan hareketleri nden seziyordum.
A rjantin Tangoları o zaman çok modayd ı . Karşımızda
ise bir Arjantin Orkestrası vard ı . Tangoların biri bitiyor,
232 ATATÜRK'Ü N UŞA01 İDİM

öbürü başl ıyordu. Coşkunluk son hadd ine varmıştı . Şi mdi


adı hatırımda kal madı . Çok ahenkli bir tangoyu d i nleyen
Atatürk:
- a Çok güzel , çok güze l , ı• ded i . • Bi r daha çalsınlar.
söyle . n
Hemen koşup Atatürk'ün emrini i l ett i m . Yen i baştan
başladılar çal mağa. Ne güze l , ne eşsiz günl erdi onl ar. Bir
daha geri gelir mi hiç? Ne gezer.
VIVANA'DAN GELEN KOLTUK

VİYANALI mimar Horsmayster'in yaptığı mobilyalar


Viyana'dan Ankara'ya gelmiş, Çankaya'da yeni yapılan
köşke konmuştu. Hepsi b i rbirinden güzel şeylerd i. Pembe
Köşkte o kadar güzel d u ruyorlardı k i . Ne yaz ı k ki, Viyana'
n ı n havasıyla Ankara'n ı n havası birbirine uymadığı için
gelen mobi lyalar bozul muş. Kuru hava, geçme mobi lyala­
rın eklerini açmış ... Masalar kullanı lamad ı . Testereyle pim­
lerini kestilerse de, sonunda b i r işe yaramadığı görüldü.
Viyana'dan gelen eşya lar arasında Atatürk'ün oturma­
sı için özen le yapıld ı ğ ı bel l i olan b i r de koltuk vard ı . Bu
büyük koltuğu kapıya koyduk. Atatürk uyuyordu . Uyan ınca
O'na sürpriz yapacaktık.
Atatürk'ün uyumasını fı rsat bilip hemen koltuğa ku­
ruldum. Ne güzel , ne rahat koltuktu öyl e. Sanki kemikle­
rim d i nlendi . Kalkmak bi l e i stemiyordum.
Atatürk uyanınca koşup , yeni koltuğunun geldiğini
söyled i m . Gelip koltuğa oturdu. Ama otu rmasıyla kalkma­
sı bir oldu. Yüzünü ekşite rek:
- u Hiç de rahat d eğ i l , • ded i .
234 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

- • Paşam, b i raz önce tecrübe etmek için oturmuş­


tum. Bana rahat g i bi geldi , • ded i m .
- • Bizim eski koltu klar daha rahattı. Ne vardı bunu
uzak yerl erden getirtecek,• ded i . Koltuğu kaldırdık. B i r
daha da o koltuğa oturmadı .
RÜŞVET VERDiôiMİ DUYUNCA

D IŞARDA Atatürk'ün yanı nda çal ıştığ ı m ı çok zaman


saklar, k i m l i ğ i m i bel l i etmemeğe çal ış ı rd ı m . Trende, va­
purda yarenl i k edip de kim olduğumu soran çı karsa, tica­
rethanel erde çalıştığ ı m ı söyl erd i m . Çünkü Atatürk adı n ı
duyanlar, benim l e serbestçe konuşmağa çekiniyorlar, o r­
talıkta resmi b i r hava esmeğe başlıyordu. B i r gün eniştem­
l e Ankara'dan lstanbul 'a izinli olara k Beşiktaş'ta b i r ev al­
mağa gidiyordum. Trende kibar giyim l i b i r adam , nereden
nereye gittiği m i , kim olduğumu sordu. N akl iye işi yaptığı­
m ı söyledim . İnanmayan gözlerle bana baktı . Sonra:
- .. öyle ama ben sizi Gazi Çiftl i ğ i nde, Atatürk' ün
arkası nda gördüm ,• ded i .
- .. Evet, bazı kereler Ç i ftliğe giderd i m . •
- • Hayır, h e r zaman O'nun arkası ndas ınız.»
M ecbur oldum sonunda:
- · Gazi 'n i n hizmetkarıyı m , • ded i m .
l stanbul'a gel ince Beşi ktaş'taki evle i l g i l i tapu işini
yaptırmak için Tapu Dairesinde beş l ira i sted i ler. M ecbur
-0ldum vermeğe. Oysa, Atatürk'ün hizmetinde olduğumu
söyleseyd i m , bunu alamazlardı".
236 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

An kara'ya gel ince bir konuşma s ı rasında bunu Berber


R ıdva n 'a anlattım . O da sabah traşında Atatürk'e anlatmış.
Akşam sofrasında Atatürk, Ma l iye bakanına damdan
d üşer gibi şöyle sordu :
- • Çelebi 'den rüşvet a l m ışlar. Bu ne bi ç im iş? n
Bakan b i r anda ne diyeceğini şaşırmış:
- · Yan l ı ş l ı k olacak Paşam , • diye kapatmağa çal ış­
m ıştı.
Atatürk durumu benden öğrenmek i sted i . Hepsini bir
bir anlattım . Trendeki konuşmayı da nakl etmeyi unutma­
dım.
Bunun üzeri ne Atatürk, b i r a n ısın ı anlattı : B i r g ü n İtti­
hatç ı l ar zamanında Selanik'ten Fransa'ya kaçıyor. Bindiği
vapurda yabancı bir kadınla karşı laşıyor. Kad ı n, Atatürk'e
soruyor:
- • Ne iş yapars ı n ı z ? n
- · Gazeteciyi m . •
- • Hangi gazetede çalışıyorsunuz ? n
B i r gazete adı uyduruveriyor o anda. Kadı n i nanmayan
gözlerle Atatürk'ü süzüyor:
- a Sende sivil davranış yok, askersin . •
- • Neden ? •
- · Elbisenin a ltında padufl a. Bu· sivil adam i ş i değ i l
askers i n . •
Bunun üzerine Atatürk, kadı n ı kamaraya götürüyor.
asker elbisesini gösteriyor.
Atatürk bu anısını anlattıktan sonra bana seslendi :
- • Çelebi Efendi, seni n de sivil o lmadığ ı n ı anlamış­
lar,• ded i . • Fransız kad ın ın benim siv i l o lmad ı ğ ı m ı anla­
dığı gibi.n
Atatürk, İmparatorluktan b u yana sürüp giden topl u­
mu muzun müzm inleşmiş yarası olan rüşvet meselesine
çok kızar ve bunun önlenmesini i sterd i . B i r gün yabancı
bir firma Ankara mümess i l l i ği el iyle on tane altın sigara
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM 237

tabakası yol lamıştı. Atatürk. bu tabakal arı sofradakil ere


göstererek:
- 0 Bunu a l mamız doğru deği l ama a l ıyoruz. Nezaket
icab ı . Almasak ayıp olur. Peygamber bile ' Bi rbiri nizle ah­
papl ı k etmek için hediyeleşin,' .. demiş.
HALiCiN EKME�iYLE OYNAMA

ATATÜRK, savaştan yorgun çı kan Türk halkı n ı n bir an


ance kalkınarak yoksulluktan kurtu l masını, bolluğa kavuş­
m as ı n ı , i nsanca yaşamas ı n ı i sterd i . Yaptığı d evrimler, al­
dığı ekonomi k tedbi rler hep bu amaca dayanıyordu. Türk
ha lkının çağdaş düzeye erişmeden gözlerini kapamak i ste­
m iyordu. Yapı lan her işin halkın yararına ve halk için ol­
mas ı na çal ışır, tüm prensiplerini bu görüşün ışığı altında
ortaya koyup , uygulanmasına çal ı ş ı rd ı .
B i r yaz mevs im i lstanbul 'a gelmiştik. Gece Dolma­
bahçe Sarayında bizimle beraber kalan l stanbul val i s i Mu­
h ittin Üstündağ, sabah sabah Başbakan İsmet lnönü'ye ya­
p ı lan günlük işl eri a nlattıktan sonra şu haberi uçurd u :
- • Paşam , haberiniz olsun. Ekmek fiatını artt ı rd ı k . •
İsmet İnönü, val iye ekmeğe ne kadar zam yap ı l d ı ğ ı n ı
sordu. O d a beş kuruştan yedi kuruşa çıkarıldığını söyled i .
İnönü, b u i ki kuruşluk zamma pek sesini ı;,ıkarmadı . Olay
kapandı sanıyorduk. M eğer f ı rtına daha başlamamış.
O gece sofrada gü n l ü k konuşmaların görüşü l mesin­
den sonra Vali M uhittin Üstündağ, yeniden ekmek zam­
m ı n ı ortaya atıp, buna neden gerek d uyulduğunu bir bir
ATATÜRK'ÜN UŞAOI iDiM 239·

s ı ra layarak kendini haklı göstermeğe çal ışıyordu k i , b ir­


den Atatürk'ü n kaşlarının çatıldığını gördüm. Val i , sabah
İnönü'ye anlattığı ve hiç bir tepki görmediği ekmek zam­
mı işinde Atatürk'ün de pasif kalacağ ı n ı sanmıştı anlaşı­
lan. Bu konuda daha ayrıntı l ı bi lgi verm·eğe kalkınca Ata­
türk birdenbire ciddi leşti :
- • Ne yaptınız Val i Bey. Bu fakir m i l letin zaten ye­
mek için sadece bir ekmeğl ' var. Ona da mı göz di kti'nlz?
Onu da m ı elinden a l mağa kalktı nız? Bula bula fakirin ek­
meğini mi buldunuz arttıracak ? •
Val i kıpkırmızı kesi l di . Doğrusu y a böyle b i r tepki pek
beklemiyordu.
- • Şey efendim • d iye kem küm etmeğe başlamıştı
...

ki, Atatürk sesini daha da yükselterek şöyle konuştu:


- • Bizim m i l l et başka m i l l etlere benzemez. Bizim
m i llet ekmekle beslenir. Ekmeği kara somuna katık eder.
Fakir köylünün yiyeceği bir baş soğanla, bir somun ek­
mektir. Ekmekten n e istediniz? Ekmek flatını arttı racağı­
nıza, eli nizden geliyorsa yüz paraya i ndirin • ...
ERTUGRUL YATINI BATIRIRIM

ATATÜRK lstanbul 'da bulunduğu s ı ralar Boğazda ve


Marmarada yatla gezmeğe bay ı l ır, yorgunluğunu ancak
bu şekilde çıkarırd ı . Bir yaz günü akşam üstü yine Boğaza
doğru bir gezi düzenlettirm i şti . Atatürk önem l i bir şeye
kızmış o lacak k i , yanına girdiğimde:
- « Ertuğrul yatın ı batırırı m , • d iye sertçe konuşu­
yordu .
O s ı rada Kavakların ö n ü n e gelmiştik. Akıntın ı n etki-'
siyle yat başladı beş i k gibi sallanmağa. Herkes:
- « Paşam, hava fena, dönel i m , .. diyor, Atatürk :
- a Hayır ol maz, Boğazdan ç ı kal ı m , .. d iye di retiyord u .

Boğazdan çıkarak Zongu ldak'a g i d i l mesi i steniyord u . Tam


o s ı rada yatın güvertesi nde Seyrüsefain İdaresinin müdü­
rü Sadullah Beye rastladım :
- u Beyi m , hava çok kötü. B u şartlar a ltında gideme­
yiz , ,, deyince bana güldü:
- « B iz Atatü rk'e söyled ik, kızd ı . Sen söyle. Belki se­
n i d i n l er, .. ded i .
B i r a n duraklad ı m . Atatürk, dediği dedik b i r adamdı .
'Bi r şeye karar verdi m i , onun üzerinde d i retmek boştu .
ATATÜRK'ÜN UŞACI İDİM 241

Fakat bir huyu da vardı ki , akla yakın d i lekleri yerine ge­


ti rmekten çekinmezd i . Cesaretim i topl ayıp , hemen salo­
nun kapısı önüne geld i m . Atatü rk'e damdan düşer g i bi :
- a Paşam, i l erki burundan dönelim m i ? · deyince:
- • Peki döne l i m , .. ded i .
Doğrusu b u kadar kolay l ı kl a Atatürk'ü razı edebi l ece­
ğ i m i aklıma getirmemiştim bile. Onun için birden b i re şa­
ş ı rı p ka ld ım. B i r yandan da seviniyordum. Hemen merdi­
veni n d i b i nde heyecanla benden cevap bekleyen Sadul lah
Beyin yan ına koştum :
- a Paşa H azretleri i lerki burundan dönmemizi emret­
ti , .. deyince Sadu l lah Beyin sevi nçten gözleri yaşard ı . Ba­
na ödül olarak b i r maaş i kramiye veri l mesi için kamara
müdürü M uzaffer Beye emir verd i . O zaman almış olduğum
ayl ı k 27 l i rayd ı . Ömrümde aldığım tek ödül de i şte bu pa­
radır.

F: 1 6
BEN DE SiZİN GİBi iN&ANIMı

MODA koyundayız. Sıcak b i r yaz akşa m ı . Sakarya mo­


toruyla bir deniz gezisine çıkm ıştık. Mehtabın i l k günl eriy­
d i . Koyun manzarası Atatürk'ün çok hoşuna gitmişti . Fe-­
nerbahçe'deki Belvü Gazinosunun açıklarınd a motorun:
demirlenmesi n i emretti . Motorda Atatürk'ün bi rkaç yakın
arkadaş ı vard ı . Yabancı kimseyi al mamıştı. Maksat şöyle.
b i r başı n ı d i nlemekti . Atatürk bize:
- .. Buraya geldiğimizi kimse görmesin. Elektri kleri'­
de söndürüp kendi kend i mize rahat bi r şekilde yiyip içe­
l i m . Mehtap da hazır,» dedi .
Güvertede karanl ı kta yen i l i p içilmeğe başlandı. Eşsiz·
b i r geceydi . Fakat daha on beş dakika b i l e geçmemişti k i .
çevrem izin sessiz sedasız sandallarla çevrilmekte olduğu­
nu gördük. Güya kimseni n haberi olmayacaktı . Oysa hal­
kın baskı n ı na uğram ıştık. Atatürk sarıl dığı m ızı görünce:
- « Karanl ığın anlamı kal madı . Elektri kleri yakın , "'·
ded i .
Ortal ı k ışıyınca beyaz yazl ı k elbiseleriyle gecenin
içinde Atatürk'ün heybetli vücudu , bir heykel parlakl ığıy­
la ortaya ç ı ktı . O an denizin ortası nda bi r alkış sesi yük-
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İDİM 243

·· .seldi. I şıkların yanışıyla bizi m orada olduğumuzu öğrenen


.başka sandal lar da kafi leye katıldılar. Öyl eki, yarı m saat
.s onra Sakarya motorundan sandaldan sandala basmak su­
.retiyle karaya geçilebil i rd i .
Atatürk, sevgi gösterisinde bulunan kalabal ığa, sanki
'kendi konuklarıym ış gibi sormağa başlad ı :
- .. sıze n e ikram edeyim, n e i stersiniz?.,
Sandal lardaki kalaba l ı k arasından sesler yüksel meğe
baş l ad ı :
- .. paşam, seni isteriz . ..
- • Saz isteriz . . •
.

Bunun üzerine Atatürk emir verd i . Hemen güzel bi r


-: ·saz geldi. Halka sunulmak üzere bolca içki , yemiş getirti l­
....:d i . Sandal l ardaki davetsiz konuklara dağıtı l mağa başlandı .
Halk Atatürk'ü yakından görebilmek için toplanmış.
"'oi rbiri n i n üstüne çıkıyordu. Görülecek manzaraydı bu. Ata­
· :·türk b i r ara el iyle beni çağırdı:
- · Rakı , şarap ne varsa hepsini halka dağıt. Bana da
�·oir şişe b ı rak, • dedi .
Ben de ne kadar içki varsa, orada bulunan herkese
....-dağ ıttım. Yarı m bardak kadar rakı kald ı . O sırada futbolcu
Fazı l gelmişti . Kalanını da ona verd i m . Çok sevi nd i :
- " Gazi bize rakı verd i . Yaşası n be . . . .. diye bağırma­
··'Qa başlad ı .
Kalaba l ı ğ ı n çemberi gittikçe daral ıyordu. Atatürk hal­
.,�a dönüp:
- •Alaturka m ı , alafranga m ı i stersiniz? ., d iye sordu.
Deniz kızı Eftalya gelene kadar müzik çalacaktı . Her­
"kes ayrı bir şey istedi . Bağ ırış, çağ ırış g ırla gidiyor. O za­
·man Atatürk, karşısında coşan, sevgi gösterisi yapan hal­
. 'ka doğru kadehini kaldırarak şöyle konuştu :
- .. vatandaşlarım ... Buna rakı derler. Vaktiyle padi­
şahlar gizli içerletd i . B e n a ç ı k içiyoru m . Siz d e benimle
beraber içiyorsunuz. Karş ı l ı k l ı içiyoruz. Hepimiz eşitiz.
244 ATATÜRK'ÜN UŞA�I İDiM

Benim i ç i n rakı içer, şunu bunu yapar d iyorlar. Ben bunla­


rın hepsini yaparım. Hepsi doğrudur. Neticede unutmayı n
k i , ben de sizin gibi insanı m . Sizinkinden bi r fazl a değ i l­
d i r yaptı klarım . D
KAFANI KULLAN

DOLMABAHÇE Sarayında Balkan Devletleri heyetleri


için müke l l ef bir büfe hazırlamıştı k. Sofrada bir kuş sütü
eksikti . Her şey yerli yerinde. Böyle sofraya i nsan otur­
mağa kıyamaz. Sofraya geri geri çekilerek uzaktan bakı­
yor, bir yandan da keyifle e l lerimi oğuşturuyordum. Öyle
ya , bu da bizim eseri miz, ne de olsa. Tam o sırada Ata­
türk ç ıka gel d i . Sofraya şöyle bir göz attıktan sonra bir
şeyler atıştı rmağa hazır vaziyette:
- " B ize bir şey yok mu?" d iye sordu.
Az sonra konuklar gelecekti . Sofra bozu l mas ı n diye
hemen Atatürk'ün önünde eği l d i m :
- · Ba l kona buyrun, oraya getirsin ler, ,, ded i m .
Oysa sofrada h e r şey vard ı . H e m d e hazır, yen i l ecek
ci nsten. Atatürk' ün birden yüzü değişti :
- .. va ... Demek öyle . Bizim burada yiyecek, içeceği­
miz yokmuş,• diye söylendi . • Ba l kona gidel i m , oraya g '3-
ti ri lecekmiş ... ..
Atatürk, bu sözleri yanında bulunan Fethi Okyar, M ec­
l i s Başkanı Kaz ı m Özal p, başyaver Celal'e dönerek söyl e-
246 ATATÜRK' ÜN UŞA�I İDiM

m işti . Onlar balkona yönelirlerken , başyaver bana dönüp


yavaşça :
- .. çeleb i , ne yaptı n , böyle konuşulur m u ? .. diye
söylendi .
- " N e yapa l ı m . Sofranın kenarı güllerle işlenmiş.
Şimdi oturdular m ı , işin zevki . kal mayacak. Bozuldu mu ayıp
olacak. Kockoca Balkan Devletl eri temsi lci leri . Ne derler
sonra arkam ızdan.»
Atatürk'e o an b i r şey ikram edemed i ğ i m için üzü l ­
d ü m . Ama sonra:
- a Boş ver Cemal. Yemediği iyi oldu. Sonra iştahı
kapanır, sofrada bir şey yiyemezd i , • diye kendi kend i m i
avuttum .
Saat yirmiye doğru davetli ler geldiler. Sal ondaki kol­
tu kların hepsini dışarıya taş ı m ıştım . Fakat koltuklar yet­
memiştL En son Rukiye Hanı m geld i . Koltuklar biti nce ay­
n ı ren kte olsun diye kırmızı Hereke kumaşından bir san­
d a lye getird i m . Böylece takı m bozulmamış o luyord u . Ata­
türk bunu görünce sordu :
- • Niye koltuk vermiyorsun? ..
- · Koltuk bitti. Ayn ı desenden sandalyesi n i verd i m . •
Atatürk sinirlenmişti :
- • Hayvan kafanı kul la n , koltuk ver,• dedi
- ·Aynı renk olsun d iye sandalye geti rmiştim efen-
d i m . ..
Tekrar: • Hayvan kafanı kul l a n , • ded i .
Bu sözlere çok canı m s ı kı ldı . Gerçi arada sırada alış­
kanlıkla bu hitabı işitm iyor deği ldim. Fakat nedense bu kez
bana dokunmuştu . Koşa koşa yukarı ç ı ktım. Kendimi tu­
tamayıp başladım koca adam hüngür hüngür ağlamağa.
Az sonra eski başyaver Cevat Abbas'la, ikinci yaver
N aşit yan ı ma geld i l er:
- • N iye ağl ıyorsun ? •
- • Hayvan ded i . ..
ATATÜRK'ÜN UŞACI İDİM 247

- • Bize her gün eşşoğlu eşek diyor. Darıl ıyor mu­


yuz? Ne var dediyse. H ayvan mı o ldun hemen. Nazi k, ter­
biyeli adam. Hepinizi de çok seviyor. Sevmese bunca yıl
yan ı nda tutar m ı ? Ama arada bir böyle konuşuyor. Ne var
a l ı nacak. Koskoca reisicumhur. Her şeyi söyler. n
Onlar gitti ler. Ben de aşağı i n i p yatmağa gittim. Er­
tes i gün kaçı p gitmek en iyisi d iye düşünüyordum.
Biraz kestirdi kten sonra sabaha karşı saat üçte tek­
rar uyand ı m . Atatürk'ü soymağa mecburdum. Oda hizmet­
karı kovu l muş , yerine ben bakıyordum. Sai p , sabah kal k ı p
i ş e gelemediği i ç i n bir geci kme yüzünden kovul muştu.
Çok güzel , paşazade gi bi kibar bi r çocuktu. Fakat on beş
gün sonra tekrar işe aldılar. işte o gece kendi işim yetmi ­
yormuş g i b i , onun i ş i n i d e ben görüyordum . Gerçi hizmet
gören Vasfiye, Ülfet, Göçmen Fatma gi bi han ı m l ar vardı
ama, ben i m işim O'nu yatağa kadar götürmekti.
Yavaşça sofraya yaklaştım. Konukları n hepsi g itmiş­
ler, beş kişi yandaki masada poker oynuyorlardı : Atatürk,
Recep Peker, Nuri C�nker, Ada l ı Ayşe H a n ı m , R ize Mebu­
su H asan Cavit, Tahsi n Uzer. Bugün gibi hepsi akl ı mda .
Hangi sinin nerede oturduğu gözleri m i n önünde ... B i r ke­
narda durup, oyunlarına bakıyordum ki , beni görd ü:
- • Beni bırakıp kaçarsı n d e ği l m i ? Hem d e en çok
lazım o lduğun zaman. •
B i rkaç saat önce e l i m i s moki nimin yeleğine takmış,
hem ağlıyor, hem gidiyordum . M eğer görmüş benim gitti­
ğ i m i . Oysa ben farkında bile değ i l sanıyordum.
- • Paşam ... Şey ... " diyecek oldum.
- • Hayvansın, nereye gitsen yine hayvans ı n , • ded i.
Oyun b i tti. Peşinden yürüdüm. Odas ı na giri p yattı .
Yatarken zile bastı. Famdöşambr geldi. Bizim işimiz bit­
m işti. Dönüp yatmağa g itti m . Büyük adama h izmet ne zor­
du Yarabbi. ..
ARMUT DİLİMİ

B İ R yaz yine lstanbu l ' dayd ı k . Büyükada Yat Ku l übünde


bir balo veril iyordu. Sofra haz ırlanmış, konuklar yerlerini
a l m ı şlard ı . Neşeli bir hava içinde geçen yemeğin sonuna
doğru Atatürk meyva isted i . Yemek pek yemezd i , çerezle
idare ederd i . M eyvaya ise dönüp bakmazdı bile. Başı boş
d eğ i ldi meyvayla. Bu yüzden meyva isteyi şini biraz garip
karşı ladım . .. Hangi dağda kurt öldü acaba? .. diye akl ı m ı
yorarak, hemen meyva tabağ ından b i r armut ald ı m . Sürat­
l e soyup üç-dört d i l i me ayı rd ı m . Önüne koydum. İştahla
yed i . Konuşmaya dald ı . Ne kadar zaman geçti , bilemiyo­
rum. Yeniden seslend i :
- .. çelebi Efendi , meyva getir .»
Yediğini unuttu sand ığımdan m ı n e, « Yed iniz efen­
dim . . . .. deyince kıyamet koptu.
- u Hayva n , yed iğimi sana mı sordum. Gene istiyo­
rum . . .
"

Ben hayretler içinde yeni b i r armudu soyarken, çev­


res indekilere döndü :
- « Ben böyle söyl üyorum ama, siz aldırmayın. Bu
ATATÜAK'Ü N UŞAc11 İDiM 249

Konya Çelebis i'dir. Bakmayın böyle söylediğime . Biz as­


kerl i kten gelen alışkan l ıkla bazen böyle sözler sarfediyo­
ruz. Bunlar benim askerlerim . . .
DAVULLU OPERA

DOLMABAHÇE Sarayında Hususi Dairede bir akşam


sofrasındayd ık . . . Davetli l er yerleri n i a l m ışlar, henüz her�
hangi bir konu üzerinde tartışma açı lmamıştı. Radyo açı k ..
Sözüm ona şarkılar çal ı nıyor ama, i kide bir « dom dom , •
diye parazit yapıyor.
Başsofracı İ brahi m :
- « Ne o Cemal , ne oluyor? .. d iye sordu.
- u Ne olacak. Radyo değ i l , 'davu l l u opera' ..... dedi m .
Bu sözü m üzerine i kimiz de gül üştü k . Atatürk'ün gö­
zünden kaçmamış gülüşümüz. Meğer gözucuy la hizmet­
karlarını izl iyorm uş. Gülüşmemizden huyl anmış olacak k i .
beni yanına çağ ı rd ı :
- 11 Ne gül üşüyorsunuz? .. d iye sord u .
B e n d e anlattı m . Radyodaki parazite a d taktığı m ı , da­
vu l l u opera dediğim i , falan fi lan . . .
Benim sözlerime i nanmamış o l m a l ı ki , b u kez İbra­
h i m'i çağ ı rd ı . Aynı soruyu ona da sord u : u N e gülüşüyor­
sunuz? ,,
O d a aynı şeyleri anlatı nca yalan söylemed iğimizi an­
lad ı . Kimbi l i r, belki de sofradakilerle alay etti ğimizi , içki-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM 251

lerine gül üştüğümüzü sanmıştı . Öyle olsaydı hapı yutard ı k .


Atatürk blzleri ya lan söylemediğimiz, dalkavu kluk yapma­
dığ ımız. her ş'e yi açık açık önünde konuştuğumuz için se­
ve rd i . Yoksa onun hizmeti nde on i ki yıl barınabi l i r miyd i k ?
Davu l l u Opera sözü hoşuna gitmiş. O gece :
- .. Aç ın şu davu l l u operay ı , dinleye l i m , • deyip durdu.
KİMSE ONUN KADAR GÜZEL ALLAH DiYEMEZ

DİN konusunda Atatürk'ün tam anlamıyla laik olduğu


söyleneb i l i r. Kimsen i n i nancına karışmaz, d i ndar k i ş i l ere
saygı gösteri r, yobazlara , softalara çok kızar, din kavramı­
n ı n sömürülmesine izin vermezd i . Al lah ve Peygamber ko­
nuları, Atatürk'ün yan ında tartışma konusu yap ılamazd ı .
Onun için di ndar b i r adam denemez . Bi r gece sofrada Pey­
gamber üzeri ne bir konu açı lmıştı . Atatürk'ün di ndar ol­
mad ı ğ ı nı b i l enler, O'na yaranmak için Peygamberi küçültür
şeki lde konuşmalar yapıyorlardı . Atatürk, bu konuşmalar­
dan şıkıldığını bel l i etti . E l i n i masaya i nd i rerek:
- .. su bahsi kapatın . . . Peygamberleri küçü ltmek is­
terseniz, kend iniz küçülürsünüz, ., dedi .
Konuşmaları nda d i n sorununa değ i n d i kçe cidd i leşir,
adeta kendine çekidüzen veri rd i . Bu konuda düşünces i n i
açmazd ı .
Atatürk, Harbiye'de okurken , abdestsiz ol arak toptan
namaza giderlermiş. Orduya katı l d ı ktan sonra da cephe­
den cepheye koşmaktan namaz kı l mağa vakit bulamam ış.
Anlattıklarına göre i l . Abdül hamit'e genç subaylar el öp­
meğe gel irmiş. Padişah el �ermez , bir paçavra sal l ar, ge-
ATATÜ RK'ÜN UŞAGI İDiM 253

l e nl e r onu öperlermiş. Bi r gün huzura genç bir subay ç ı k­


mış. Paçavra falan öpmemiş. Bir selam çakıp , soldan geç­
m i ş . Padişah:
- · Ki m bu ada m ? • d iye sormuş.
- · Mustafa Kemal , u demişler.
- .. sürün bu adamı . ..
Abdü lhamid O'nu sürünce bir cuma namaza gider.
Hem de alayla. Su ltan Hamid'in Y ı l d ız Sarayına gidişi g i b i . .
Cumhuriyet'in ila n ı ndan sonra di n v e devlet işlerini
b i rbirinden ayırı nca rahat b i r nefes al mıştı . Laikl iği çevre­
s i ndeki lere aşılamağı başarmıştı . Ben i m , yanı nda bulun­
duğum süre içinde h i ç namaz k ı l madı . Oruç da tutmadı .
Ramazanlarda içki içer, fakat Kad ir Gecesi ağzına katresi­
ni koymazd ı . Kadir gece leri sofra bi le kurdurmazdı . Sayg ı­
sı büyüktü . Bazen mevl it d i n lediği de olurdu. Sofrada Ha­
fız Yaşar Beyin M evlidini saygıyla d i n l erd i . M evl idin Mi­
raç böl ümünde " Göklere çıktı Mustafa , ,. deni nce gözleri
yaşarırd ı . O zaman hemen kolonya götürürdük. İnanışı sa­
m i m i yd i . Bence Al lah'a i nan ıyordu.
Öyle · A l l a h D derdi ki yal n ı z kal ınca, O'nun gibi kim­
se diyemez. Herkes çekil i p yapayalnız kal ı nca gökyüzüne
bakar, kendi kendine « A l l a h u derd i . Böyle güzel · A l l a h "
d iyen adam yoktur.
Atatürk'e geri kafa l ı softalar, yobazlar · di nsiz· de­
m iş lerd i . Oysa kasıtl ı olarak yapı lan bu yakıştırma, düpe­
düz b i r iftiradan başka bi r şey o lmamıştı .
Bir gün sofrada çevresi ndeki l ere :
- " Bana Allahın büyüklüğünü anl<ıtı r mısınız?,, d iye
sordu.
Konuklar birer bi rer, Al lah'ı nas ı l anlayabi ldiklerini
an lattı lar. Çoğu ipe sapa gel mez şeylerd i . Hepsini di kkat­
le d i n l eyen Atatürk:
- • Hepiniz Tanrı 'yı ayrı ayrı görüyor ve büyütüyor-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

sunuz. Anlaşı lan Allah, herkesin kafası kadar büyüktür,"


ded i .
B i r yaz akşamı Dol mabahçe Sarayında kad ı n l ı erkek­
li otuz kadar çağrı l ı vard ı . Protokol Şefi Safetti Ziya Beyin.
yemek masasındaki yerlerin şeması n ı önceden hazı rladığı!
şeki lde konuklar yerlerine oturdular. Fakat Atatürk, bu
resm i l i ğ i n çabucak farkına vard ı ve herkesle eşit şeki lde
i l g i l enerek ki msenin hatır ve gönülü kalmamasına çal ıştı .
Sekiz dokuz saat süren yemek sona ererken muayede
salonunun büyük kapısının parmakl ı kları arasından güneş
doğuyordu . Eşine çok az rastlanan muhteşem bir manza­
rayd ı bu . Atatü rk 'ün bir işaretiyle manevi kı zları ndan Ne­
b i l e Hanım. sandalyesi n in üzerine çıkt ı . İ nce endamıyla bit·
heykeli andırıyordu. Başladı sabah ezan ı okumağa. Ahenk l i
b i r s e s g e n i ş salonda yankılandı.
Atatürk başını yukarı doğru kaldırmış, kendinden geç·­
miş b i r halde ezan ı d i n l iyordu. B i r an geldi, yanaklarından
yaşlar süzülmeğe başladı .
İÇKİYE ALIŞAN HOCA

ATATÜ RK. bazı ki mselerin sandığı gibi içki için hiç


kimseyi zorlamazdı . Bu yüzden sofrasında içki içmeyen d i n
adamları, bi lginler de bul unurd u . Kendisi içtiği halde kim­
senin gönlünün kırılmasına razı o lmaz, i stemeyerek hırpa­
ladığı i nsanı n da sonradan gönlünü a l ırd ı . İçkiyi içtikten
sonra sanki vahiy geliyordu. içmediği zamanlar sakin , say­
g ı l ı , çekingen, kibar bi r salon adamıyd ı . İltifat etmesini de
çok iyi biliyordu. Yalana ve ·r iyaya katlanamıyordu. Özel
yaşamında da çok sakin olan Atatürk, üç kadeh içtikten
sonra vahiy geliyordu. Peygamberler g i b i . Bütün kararları
o zaman veriyordu. Hepsi de i sabetli şeylerd i . Devrimle ­
ırin çoğunu ayık kafayl a yapmağa kalksayd ı , be lki de başa­
:ramazd ı . Yaptıkları del ice, cesaret i steyen şeylerd i . Tutu­
cu u l ustan fes i , çarşafı çıkarıp at, alfabeyi değiştir, yüz­
·yı l lard ır a l ışı lagelmiş gelenekleri ortadan kaldır. Bunlar
-del ice cesaretin örnekleriyd i . Kararları önceden veriyor.
sonra .. Yapın .. diyordu. Yapacağı m ded ik l erinin hepsini bu
yüzden yapmıştır. Bunun için her akşam kurulan içki sof­
:ras ı . bence sayg ı duyulması gereken bir yerdir.
;·13 ir gece sofrada konuklar arasında Amasya Tarihi ya-
256 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

zarı H üseyin Hüsamettin Efendi d e bulunuyordu. Hocanı r,I


bir şey a l madığını gören Atatürk: !
- " Hoca Efendi , bir şey a l m ıyor musunuz ? ., de .
H üsamettin Efend i , bunun üzeri ne bana bir l i monata gef -
t
memi söyled i . Bunun üzerine Atatürk:

mu? Rakı , bira içmez misiniz?,. diye sordu.


Hoca ezi ldi , büzüldü. Sonra kararı nda ısrar etti :
1
- .. Al lah, Al lah. Burası içki sofrası . Hiç li monata ur

- « Hayır efendi m , l i monata içeceği m , .. deyince ta­


türk :
- • Hay hay, siz b i l i rsiniz, ,. dei::l i ve tekrar konuşulan
konuya döndü .
Hüsamettin Hoca , getird i ğ i m l imonatayı içtikten so n­
ra gözleri masadaki mezel ere tak ı l d ı . Anlaşılan l i monataya
g idecek bir şeyler arıyordu. Bu durum Atatürk'ün gözür;ı­
den kaçmadı . Öyle hassas, öyle zekiydi k i , bu gibi şeyler
zaten gözünden hiç kaçmazdı . Hemen bana seslendi :
- 11 Şu zata l i m onatasıyla yiyeb i l eceği bir şeyler ge-
tir. Baksana aç kal ıyor. n
Bunun üzerine Hocanın önüne b i r tabak bisküvi , be­
tonsa le gibi şeyler getird i m . Bunlar Hocanın çok hoşuna
g itti . Heps ini b irden yedi . Anlaş ı lan karnı çok açtı . Bir ta­
bak daha getirdim arkası ndan.
O gece Atatürk'ün içkisini reddeden Hüsametti n
Efendi'nin bir süre sonra yine bir başka sofrada bira yu­
dumladığını görünce gözlerime i nanamad.ı m . Kendi kendi­
me " H er halde Hoca Efendi içki n i n haram olmadığını en
sonunda anlad ı , " ded i m . Hüsamettin Efendi , Atatürk'ün o
eşsiz sofrasının etkisinde kal m ı ş , burada içkisiz oturula­
mıyacağı n ı ve sohbet ed i lemiyeceğ ini kavramış ve sonun­
da hacıl ığ ı , hocal ı ğ ı bir yana b ı rakıp, perhizi bozuverm işt i .
Ne m utlu ona . . .
YÜŞA HAZRETLERİNİN DERGAH!

ATATÜ RK, Harbiyede öğrenciyken hafta tati l l erini


Beykoz'da Yüşa Efendi Dergah ı n ı n şeyhine konuk g ider,
Şeyh de O'na ve beraber gelen öbür gençlere oku l u b ı ­
rakmamaları n ı , okuyup büyü k adam ol malarını öğütlermiş.
Atatürk, bunu hiç unutmamış. Boğazdan her geçişimiz­
de başını Beykoz'un üstündeki Dergaha doğru çevirerek
eski anıları tazeler ve bize :
- " Eğer bize Şeyh Hazr.etleri okuma aşkı vermesey­
d i , halimiz nice olur?,, der dururdu .

F: 1 7
RİFAT HOCA'NIN BA(ilŞI

M İ LLi M ücadeleye katı lmış Atatürk'ün yakınlarından


b i ri n i n ağzından d i nlemişti m : 1 9 Mayıs 1 9 1 9 . . . Atatürk
K u rtul uş Savaşına başlamak üzere Samsun'a ayak basmış­
t ı . B i r yandan iç ve dış düşmanlarla savaşırken , bir yandan
da hasta l ı klarla uğraşmaktad ır.
Böbrekl erinden hasta olan Atatürk, Bafra yakı nlarında
ı l ıcada v e Havza'da tedavi altına a l ı nmıştır. Sıvas ve Er­
zurum Kongreleri nden sonra Ankara'ya dönüyor. Bu s ı ra­
da A l i Fuat Cebesoy, bazı yard ımlarda bulunmuştur. Vah i ­
dettin'in kendisine vermiş olduğu yol l u kların d a sonu gel­
mişti . Elde avuçta beş para kal mam ışt ı .
Nereden para bulunacağı düşünülürken Diyanet İşleri
Başkanı R ıfat Hoca ç ıkageliyor. Hemen cebinden bin l i ra
ç ı karıyor ve Atatürk'e:
- • Paşam, şimdi sizi n paraya i htiyacı n ız vardır. Bu­
gün l ü k bu kadar temi n edebi ldirn. Kusura bakmayı n , .. diye
parayı uzatıyor.
- .. su parayı hiç u nutmam , » der ve Rifat Hocadan
s ı rası geldikçe övünerek sözederd i .
FELAH YERİNDE KALSIN

YEPYEN İ bir Türkiye kurul muştu. Bir yandan savaşı n


yaraları sarıl ıyor, bir yandan devrim ler b i rbirini koval ıyor­
du. Şapka devrim i , harf devrim i derken, d i l i n sadeleştiril ·

mesi ve yabancı sözcüklerin Türk d i l i nden arınması işine


sıra gel m işti . Bu arada ezanın da Türkçe okunması üzeri n­
de duruluyordu. Bu devrim de başarı l mıştı sonunda. Artık
müezzinler m i narede • Al lah-ü Ekbe r • yerine .. Tanrı uludur ..
diye sesleniyorlard ı .
Ezanın Türkçe okunması n ı n kararlaştırılışı s ı ras ında d i n
adam larıyla, hafızlarla çeşitli görüşmeler yap ı l mış, onların
da düşünceleri al ınmıştı.
Ezandaki bütün Arapça sözcükler atı l dı ğı halde « Fe­
lah •a bir karş ı l ı k bulunamamıştı. " Haydi fela h • ı n nas ı l de­
ğiştiri leceği tartışılıyor, fakat kimse bunun karş ı l ığ ı n ı bu­
lamıyordu. Felah, kurtuluş anlam ı na geliyordu. " Haydi kur­
tu luş• dense, bu deyim çok garip kaçacak, d i n i n kutsa l l ı­
ğıyla da bağdaşamayacaktı. Kurtuluş denince akla hemen
lstanbul'da Rumların çoğunlukta bulunduğu eski Tatavla
semti ge liyord u .
Son çare olarak Atatürk'e başvurdular. Bu konuda
260 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDİM

i leri sürülen düşünceleri teker teker d i n l eyen Atatürk de


· Felah•a bir karş ı l ı k bulamamış o lacak ki :
- " Bu da Felah kal s ı n , • d iye bu i çi nden çıkılmaz gi­
bi görünen işi sonuca bağlad ı .
SON HALİFE'NİN GÖZYAŞLAR!

C U M H U R İYETİN kuruluşundan sonra Hal ife lik de kal­


d ı r ı l m ı ş , son Halife Abdül mecit bin-i Abdü l aziz Efendi
yurttan kovu l muştu. 1 924 y ı l ı mart ayında Abdülmecit
Efendiyi bir gece birden bi re yurtta n ayrıl mağa zorlamışlar,
onun i k i gün hazırl ı k yapmak için i stediği izni bile, Büyük
M i l let Meclisi nden çıkan kanunu kend isine gösterip, .. da­
kika teh iri mucibi idamdı r, .. gerekçesiyle vermem işlerd i .
Abdülmecit Efendiyi Çorlu i stasyonuna kadar otomo­
b i l le götüren şoförü Mustafa, o olayı sonradan bana anlat­
m ıştı . Ben burada yazı larla i lgisi bulunduğundan anlatma­
dan geçemeyeceğ i m :
Abdül mecit Efendi , emri üzüntüyle dinledi kten sonra
« M i l li irade uye boyun eğerek dört karısı, bi r oda l ı ğ ı , ço­
cukları Dürrüşehvar ve Ömer Faruk'la perdeleri i n i k üç ay­
rı kapa l ı otomobi le bindiri l i p Çorlu'ya götürü lüyor. Herhan­
gi bir olayın çıkmaması için de Si rkeci 'den trene bindiri l ­
m iyor. Yolda Abdülmecit Efendi şoförüne:
- • Mustafa, sen de ben i m l e gel i r misin ? • diye so­
ruyor.
M ustafa, efendisinin gidişinden çok üzüntül üdür. Fa-
262 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDİM

kat onu kırmak da i stemiyor. Öyle ya birbirleri ni bir daha


hiç göremeyecekler.
- · Gelmeyi çok isterd im ama, burada doğdum , ço­
luk çocuğum burada. Bunlardan ayrı lamam , ,, di ye karş ı l ı k
veriyor.
Mecit Efendi bu sözlerden çok duygulanmıştır. Ü zün­
tüsünü be l l i etmemeğe çal ı ş ıyor, ama boş:
- a Ah , ne olurdu , beni de bu vatanın bir köşesinde
gözaltı nda bı raksa lardı , • diyebiliyor. O anda Mecit Efendi­
nin gözlerinden bir dizi yaşı n süzü l düğünü görüyor.
Aradan çok zaman geçtiği halde şoför M ustafa, hiç
bir zaman bu konuşmayı aklından ç ıkaramadığını söyle­
mekted ir.
Hal ife Türkiye'den ayrı ldıktan sonra İsviçre sını rında
büyük güçlüklerle karşı laşmı ş . Dört karısı olduğu için ora­
n ı n kanunlarına göre içeri soku l mak i stenmemiş. Ancak
devlet başkanının özel izniyle l sviçre'ye girebi l m i ştir.
ATATÜRK'ÜN VAVERLIGİ

BİR gün Atatürk'ün Vahidettin'in yaveri olduğuna i l iş­


kin bir yazı okumuştum . Atatürk, 1 . Dünya Savaşı sırasın­
da Vahidettin'le birl i kte b i r Almanya gezisine ç ıkmış, ateş
hatlarında dolaşmış. yapılan harekatı gözleriyle görüp i n­
celemiş, fakat hiç b i r zaman onun yaveri olmamıştır. Ate}
hattında dolaşı rken, Vahidetti n'in Alman İmparatoru tara­
fı ndan yanına mi hmandar ol arak verilen Al man Kolordu
Komuta n ı , Atatü rk'ün savaş karşısındaki bilgisini hayran­
l ı kla izled i kten son ra ona şöyle sormuş: n Siz Veliaht' ı n ya­
veri misiniz ? ,. Atatürk şöyle karş ı l ı k verm i ş : .. Hayı r, de­
ğ i l i m ve o l mam da . . . .. Bu kez Alman genera l i şöyle demiş
Atatürk'e: o halde ne münasebetl e yanında bulunuyorsu­
..

nuz? .. Atatürk'ün karş ı l ı ğ ı da şöyle: · Böyle bi r vazife aldı­


.
ğ ı m için .
..

Atatü rk'ün Vah idetti n'in yaveri olduğuna i l işkin daha


önce de söyl enti ler kulağı m a çal ındığı için bu işi kurcal a­
yıp esası n ı öğrenmeğe karar verdi m . Bir gün Çankaya Köş­
künde böyle bir konu açı l m ış , görüşülüyordu. Prof. Afet
i nan, yaverliği kabul etmiyor, .. Atatürk, Vel i ahdın yaveri
değ i l . müşahitti .. diyordu. Karşısında konuşanlar ise Ata-
264 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İ Di M

türk'ün yaver olduğu tezinde ısrar ediyorlard ı . Bu duruma


s i n i rlenen Afet İnan ise • Hayır, Atatürk A l manya'ya yaver
olarak değ i l , müşahit olarak gitti , » d iye ı srar ed iyordu.
Afet Hanım bu konuşmadan çok sıkılm ıştı . Kendi gö­
rüşünü öylesine hararetle savunuyordu k i : • Hayı r Atatürk'­
ümüz hiçbir zaman Padişah yaveri olmamıştır, .. diye di re­
tiyordu.
Baktım o anda herkes bi r şey söylüyor. Hazır ortada
Atatürk de yok . Ben de söze karıştım :
- • Ne ol muş yaver olduysa . İşte şimdi d e Cumhu;-­
başkanı oldu. İnsan Padişah yaveri olduysa küçü lür m ü ? •
B u sözl erim Afet Hanım'ı çileden çıkarmağa yetti . Si­
n i rlenip yan ı mızdan uzaklaşt ı . Doğrusu ya benden böy l e
b i r şey beklemiyordu. O uzaklaşırken içimden k ı s kıs gü­
l üyordum .
SAMSUN'A NiÇİN ÇIKMIŞ?

PROFESÖR Afet Hanım, bir gün tarih ders inde bir öğ­
renciyi derse kald ırıyor. Konu M i l li M ücadele Tari hidir ve
Atatürk'ün kurtu luş hareketine başlamak üzere Samsun 'a
ayak bas ışına i l işkin böl ümüdür. Çocuğa soruyorlar:
- · Atatürk Samsun'a n iye çıktı ? ..
H erkes • Vatanı kurtarmak, bizi hürriyete kavuştur ­
mak o g i b i bir şeyler beklerken , çocuk n e des i n :
- · M enfaat icabı . Eğer Samsun'a ç ı kmamış olsaydı
O'nu öldüreceklerd i . »
Afet İnan'ın tepesi nden sanki kaynar s u boşanmış.
Çocuğu azarlamakla ka l mamış, bir de sıfır numara ver­
m i ş . Fakat çocuk inandığı düşünceden dönecek cinsten de­
ğ i l . Özür bile d i lememiş.
Afet İnan, o kadar s i n i rlenmiş ki , tarif edi lmez. Ya­
nakları kızarmış. H iddetl e salonda dolaşır buldum. B iraz
sonra Atatürk geld i . Onu bu halde görünce b i r olayın geç­
tiğini anladı ve sord u . Afet İnan da o gün tarih dersinde
geçen olayı Atatürk'e anlattı . Anl atı rken h ı rsı ndan tı rnak­
larını koparıyordu.
266 ATATÜRK'ÜN UŞA�I İDİM

Atatürk gülümseyerek bütün söylenenleri dinledikten


sonra :
- • H akl ı çocuk,• ded i . • Sen o n a sı f ı r değ i l , tam nu­
mara vermeliydin.•
Bu da Atatürk'ün tenkitl er karşısında ne kadar ho·ş gö­
rü sah ibi o lduğunu göstermektedir.
KAFANI TARİHE YORMA

TÜRK Tarih Kurumunun çal ı şmalarıyla AtatQrk yakın ­


dan i l g i l eniyor, her fı rsatta Türk Tarih i n i n en geniş şekil ­
de yaz ı l ması için çevresine uyarıda bulunuyordu . Boş za­
man larında Atatürk'ün el i nden , tari h l e i l g i l i kitapların düş­
m ediğini hatırlarım .
B i r gün yine Atatürk, tari hle i l g i l i kalı n b i r kitap oku­
yord u . Öylesine dalmıştı k i , çevresi n i görecek hal i yoktu.
Bir sürü yurt sorunu dururken, devlet başkanının kendin i
tari he vermesi , Vasıf Çınar'ın biraz can ı n ı s ı kmış olacak
ki , Atatürk'e şöyle ded i ğ i n i duydum :
- cc Paşam! Tari h l e uğraşıp kafanı yorma. 1 9 Mayıs­
ta kitap okuyarak mı Samsun'a çıktı n ? •
Atatürk, Vasıf Çınar'ın b u çok sam i m i yakınmasına
gülümseyerek şöyl e karş ı l ı k verdi :
- • Ben çocukken fakirdi m . İki kuruş e l ime geç i nce
bunun bir kuruşunu kitaba verird i m . Eğer böyle olmasay­
d ı , bu yaptıkları m ı n hiç birini yapamazdı m . •
iNSANLAR ŞAHTADI R

TRAKYA gezilerinden birinde Atatürk, K ı rklareli ' nde­


ki b i r i l kokula uğramış, sınıfları geziyordu. Öğrenci lerden
b i ri n in önündeki kitapta şaha kalkmış at resi m l eri vardı .
Atatürk, çocuğun önünde durduktan sonra şöyle b i r soru
sordu :
- " Bunlar ned i r ? ..
- .. şaha ka lkmış atlard ı r . •
- •Atlar şaha kal kar, peki güze l . i nsanlar d a ka l kar
mı?•
Gözü pek b i r çocuktu bu. Atatürk'ü şöyle b i r süzdü.
Soma hiç ürkmeden şu umulmadık karş ı l ığı verd i :
- · Zaten i nsanlar şahtadır , kal kmaz . ,,,
Çocuğun bu zekice cevabı Atatürk'ün çok hoşuna git­
m işti . Gülümseyerek:
- «Aferi n ; .. dedikten sonra, ki m i n çocuğu olduğunu
sordu. Çocuk:
- • Meyhanecin i n . • deyince Atatürk daha çok keyif­
lend i :
- a Tevekkel i meyhaneci çocuğu böyle zeki olur, •
ded i .
ANKARA LİSESİNDE

Bir gün Çankaya Köşkünden otomob i l e binip yola ko­


yulduk.
G i deceğimiz yer b i l i n m iyordu. Çoğun luk öyle olur, yo­
la çıktıktan sonra karar veri l i rd i . Atatürk, şoför Remzi
Efendiye:
- aAnkara Lisesi n e, D d iye seslendi .
- a Başüstüne Paşa m , D diye karş ı l ı k verd i . Ankara
Lisesine gitti k.
Atatürk, çeşitl i s ı n ı flara g i rd i . Dersleri izled i . Sıralar­
"
da öğ renci lerle yanyana oturdu. Öğretmenlerin ders an la­
tışlarını yakı ndan gördü. Kitapları karıştı rd ı . Tahtaya kal­
d ı rı l an öğrenci lere baş ladı çeşitli soru lar sormaya . . . Ço­
cukların hepsi heyecan içindeyd il er. B i r pot kı rmamağa .
çalışıyorlard ı . Öyle ya, i ki sınav birden vermek kolay de­
ğ i ld i . Atatürk'ün soru la rı n ı cevaplandırmak da, başl ıbaşı­
na bir s ı nav gibiyd i .
Atatürk, çocu kların kendi çapları nda verdi kleri cevap­
lardan çok memnundu. Tam oku ldan ç ı kacağı m ız sırada
genç. b i r öğretmen :
270 ATATÜRK'ÜN UŞACI İDİM

- n Paşarn , sizden bir ricam var, .. d i ye yaklaştı . Ata­


türk:
- « Peki anlatı n ı z , ., deyince şunları söyled i :
- « Burada pek çok zengin v e veki l çocukları var.
Öğ ! e zamanı bunları , hususi otomobi l leri gel i p al ıyor, ye­
meğe götürüyor. Ya da sefertasları içinde gayet güzel çe­
şit çeşit' yemekler geliyor. Bunları öbür çocukların yan ı n­
da yiyorlar. Oysa öbür çocu kların yiyecek ekmekleri b i l e
yok. B u durumdan biz hocalar p e k çok üzü lüyoruz. Ama
e l im izden hiç bir şey gelmiyor . ..
Çok kritik bir konuydu bu. Atatürk'ün yüzü düşünce­
li b i r hal a l d ı . Ne di yeceğ i n i o da şaşırmışt ı . B ir an dü­
şündükten sonra :
- · Bunlar zamanla düze l i r . Şimdi memleket fakir­
d i r , " diye karş ı l ı k verd i .
KONTESi ŞAŞKINA ÇEViRDİM

Atatürk doğru söze bayı l ı r, dobra dobra konuşanları


severdi .
Kibirli değ i l d i , guru rl uydu. H izmetkar ol mamıza rağ­
men bizlerl e , neferleriyle arkadaşça konuşur, sorular so­
rar, şakalaşır, dertlerimizle ayrı ayrı i l g i lenir, her fırsatta
bize konuşma özgürlüğü tan ı rd ı .
- • Çelebi, ne ders i n b u işe? • di ye sık sık ben i m
d üşüncem i aldığını hatırlarım. O'nun bu huyunu bildiği m
için, sorduğu her şeyi hiç çekin meden , ucu zülfi yare de
dokunsa, cesaretle karş ı l ı k vermeğe gayret ederd i m . Bu­
nun ödü lünü de, ö lünceye dek hizmetinde kal mak suretiy­
le gördüm. Atatürk ben i , her şeyi açı kça konuştuğum , ya­
lanc ı l ığa ve dalkavukluğa kaçmad ı ğ ı m için tutmuş olmal ı .
B i r gün yurdumuza Fransa'dan konuk b i r madam gel­
di. Ad ı n ı hatırlayamad ı ğ ı m bu madamı Kontes diye çağ ı­
rıyorlard ı . Yaş l ı , temiz giyi ml i , asil görünüşlü bir kad ı n d ı .
Atatürk Dolmabahçe Sarayın ı , madama kendisi gezdi­
riyordu. Gezintide Fetih Okyar, Kazım Özalp da vard ı . Ar­
kalarından, üzerimde smoklng olduğu halde ben -de b i r
centi l men gibi yürüyordum.
272 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

Sarayın kabul salonunda Napoleon 'un Damdonörleri ,


a nnes i , ve kızkardeş i n i n adları yazı l ıyd ı . Boş zamanlarım­
da Sarayı gezmeğe ç ı kı nca her zaman bu masalara bakar,
üstündeki yazıları okumağa dalard ı m . Okuya okuya farkın­
da o lmayarak ezberlem i ş i m . Oraya gelince fı rsatı kaçır­
mad ı m . Hemen atı l d ı m . Napoleon'un a i l e kişi leri n i n adla­
rını s ı ral amağa başlad ı m .
Kontes şaşırmışt ı . Hem Napoleon'un sülales i n i bir hiz­
metkarın ezbere b i l mesinden, hem de koskoca bir devlet
başkanının karşısı nda hizmetkarın ı n ortaya atı larak ser­
bestçe konuşmasından . ..
Kontes Atatürk'e dönerek:
- · Sizin için di ktatör diyorlar. Oysa bu adam lar siz­
den h iç çekinmeden , korkmadan konuşabil iyorlar. •
Atatürk, şu karş ı l ığı verd i :
- u Benim için d i ktatör diyorlar. Evet, ben diktatö­
rüm ama, kal pleri kazanarak di ktatör oldu m . Bunlar ben i m
verd i ğ i m emirl eri yaparlar. Benden n e d iye korksunlar? •
B i r tonlantıda b i r genç, yine bu konuya deği nerek
Atatürk'e buna benzer bi r soru sormuş:
- « Paşam. sana di ktatör di yorlar, .. dedi kten sonra
şu karş ı l ı ğ ı alm ıştı r:
- .. sen diktatör . olsayd ı m , sen şimdi bana bu soru­
yu soramazd ı n . •
B i r gün sonra . . . İzi n l i olduğum i ç i n o gece sofrada
h i zmet edememişt i m . Atatürk, şefi miz İbrahim'e beni sor­
muş. İzi n l i olduğumu söylemiş. Bunun üzerine Fethi Ok­
yar'a dönerek:
- • Napoleon'un annes i n i , kızkardeşini ne sen b i l i r­
s i n , ne de ben . Bizim Çelebi zeki çocuktu r. Hele bugün
çok hoşuma gitti . Türklerin hizmetkarları bile Napoleon'.
un fam i lyası ile alaka l ı . Beni d iktatör tanıyan insanlardan
b i r tanesi bu vaziyeti görmüş oldu. Onun için memnu­
n um . " demiş.
ATATÜRK'ÜN UŞAl'İI iDiM 273

Ertesi gün, bu sözleri lbrah i m'in ağzından duyduğum


zaman kab ıma s ı ğamıyordum .
Atatürk'ün d i ktatör olduğuna d a i r yabancı yazarlar
pek çok şey yazm ışla rdı r. O'nunla konuşmak ve röportaj
yapmak için birçok ünlü yabancı yazar ve gazeteci gelmiş­
tir. 1 935 yı l ı nda gelen Ameri ka'nın tan ınmış gazeteci l e­
rinden Gladys Baker, yaptığı konuşrr;ıada, Atatürk'ü kıska­
nan ve dargın olanların yayd ı ğ ı d i ktatör sözcüğünü sormuş,
O da şu karşı l ı ğ ı vermişti r.
- · D i ktatör değ i l i m . Kuvvetl i olduğumu söylüyorlar,
bu doğrudur. Arzu edi p de yapamıyacağı m iş yoktur. Ben
zoraki ve i nsafsızca hareket bilmem. Bence diktatör, di­
ğerleri n i i radesine ramedendir. Ben kal pleri kırarak değ i l ,
kalpleri kazanarak hükmetmek isterim . •
Bir başka zamanda da yine aynı konu üzerinde konı:iş­
ma açı ldığı zaman şunları söylemişti :
- · Ben i steseyd i m , hemen askeri b i r d i ktatörlük ku­
rar ve memleketi öyle yönetmeğe ka l kışırd ı m . Fakat ben
isted i m ki, m i l letim i ç i n modern bir devlet kurayım ve bu­
nu yaptım . •
B i r gün Şükrü Kaya, Atatürk'ün diktatör olup olmadı­
ğ ı n ı soran bir yabancı d i plomata şöyle demişti :
- · Son dört yı l içinde dışişleri , adalet ve i çişleri ba­
kanl ı klarında bul undum . Bütün bu zaman içinde Atatürk ,
b i r kez b i l e kesin em i r vermedi . Sadece bazı tavsiyelerde
bulunmuştur ki, bunları da kend isiyle b i r l i kte oturup tar�
tışmışızd ı r. Fakat hiç b i r zaman bana şunu bunu yapma
buyruğunu vermemiştir. Bakanl ı k işime de karı şmamıştır.
Bakan lar kurulundaki öbür arkadaşlar da aynı şeyleri söy­
l üyorlar. Böyle b i r kimse diktatör olabi l i rse, Atatürk de
d i ktatördür. •

F: 1 8
NESİP EFENDl'NIN VANGINI

HABEŞİ Nesip Efend i , Atatürk'ün en çok sevdiği h iz­


m etkarlarından biriyd i . Uzun yıl lar Babıal i 'de •vükela• ya
hizm et etr.ıiş, dürüstlüğü·. iyi ahlakı, namusuyla herkesi n
güvenini kazanmıştı . Abdül hamid' i n seyislerinden olduğu
halde, Cumhuriyetin i lanından sonra da Sarayda kalmış,
oradan Ankara'ya alınıp Çankaya' da kapı hizmetinde kul­
l a n ı l m ıştı .
Biz Nesip Efendiyi tanıdı ğı m ızdan altmış beş-yetmiş
yaşl arında vardı ama, Arap olduğundan yaşını pek bel l i et­
m iyordu. Atatürk, köşkün kapıcı l ı ğ ı n ı yapan Nesip Efendi­
ye aşırı bir sevgi gösterird i . Bazı bayramlarda elini öpen
Nesip Efendi nin yanaklarından öptüğünü bi l e görmüşüm­
d ür. Atatürk'ün, Nesip Efendiyi Şü krü Kaya'n ı n tavsiyesiyle
yan ı n a aldığını sanıyorum . Bu babacan , melek gibi temiz
kalpli i htiyar, kısa zamanda Atatürk' ün güven ve sevgisini
kazandığı için de kimseye mete l i k vermez, başına buyruk
yaşayıp dururdu. Nesip Efendin i n kendi gibi siyahi bir de
oğlu vardı ki . yard ı mcısı durumundayd ı .
Atatürk, manevi kızlarından si nemaya, y a d a a l ışveri­
şe g idecek olanların yan ı na çoğunlukla Nesip Efendiyi de
ATATÜRK'ÜN UŞA<'.'il iDİM 275

katar, onları yalnız göndermezd i . Bu temiz ve saf ihtiyarın ,


yaverlerce hoş karşı lanmayan b i r a l ışkanl ı ğ ı vardı ki , Ata­
türk bunu bildiği halde görmemez l ikten gelir, belki de hoş
karş ı lard ı . Ağzına sebzeden gayri yiyecek koymayan Ne­
sip Efendi , eski bir akşamcıyd ı . İşi biti nce, eski bir alış­
kan l ı kl a çilingir sofrasını kurar, başlardı demlenmeğe.
B i r gece Köşkün büyük salonunda kuru lan sofra n ı n
sonlarına doğru Şükrü Kaya' n ı n yavaşça yerinden kal karak
d ı şarı doğru süzüldüğünü görünce peşi nden gittim. Ne
o l u r, ne ol maz. Öyle ya devrin içişleri bakanı . Hani Şükrü
Kaya da hatırı say ı l ı r içkici l erdendi .
Şükrü Kaya koridora çık ınca kendi n i hemen b i r koltu­
� att ı . Sızacağı ndan korktuğum için hemen yan ı na koş­
tum . B i raz sonra Atatürk, Şükrü Kaya'n ı n yokluğunu fark­
edip, bana nereye g ittiğini sorunca, onu nası l kaldıracak­
t ı m sonra? O s ı rada akşamdan beri i çen Nesip Efendiyi
karş ı s ı nda gören Şükrü Kaya, b i r an dertleşmek i htiyac ı n ı
duymuş o lacak ki, onun sarhoşluğunu farketmeyerek şöy­
le ded i :
- • Nesip Efendi , Nesip Efendi. Ş u halimi görüyor
musun? Böyle içki içip sarhoş olan adamdan dah i l iye ve­
ki l i o l u rsa, bu m i l l ete hayrı dokunur m u ? ..
Nes i p Efendi , belki Şükrü Kaya'n ı n ne demek istedi­
ğ i n i anlamad ı . Dili dolaşarak şöyle karş ı l ı k verd i :
- • Dokunmaz efendim, dokunmaz . . . ,,

Bu sözlere Şükrü Kaya cevap verecek halde deği ldi .


Sadece güldü.
Bir gün Nesip Efend i , bu içki yüzünden bekçi kul übe­
s i n i yaktı. Kendi de yanmaktan güç kurtuldu. Fakat bu olay
işten kovu l masına neden oldu.
Köşkün kapıs ında içkiyi çok kaçırdığı bir gece sızın­
ca , ağzındaki yanar s igara yere düşmüş. Oturduğu koltu­
ğu tutuşturmuş. Ku lübe alev a l m ış . Yan ı k kokusunu duyan
276 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

kapıdaki görevli polis memuru yetişip, yang ı n ı n yay ı l ması­


nı, Nesip Efendinin de canl ı canl ı yan mas ı n ı önlemiş.
Ol ayı duyan Başyaver Rüsu h i , hemen Nesip Efendiyi
kovmuş.
- · Defolsun, gözüm görmesin onu. Bunamış artık. Az
daha köşkü yakacaktı , • demiş.
Nes i p Efendi hemen kapıcı kulübesi nden atı ld ı . Ata­
türk, ertesi gün kapıdan ç ı karken i htiyarı göremeyince sor­
du:
- • Nerede bizim Nesip Efendi ? ..
Başyaver Rüsuhi, Atatürk' ün Nes i p Efendiyi çok sev­
diğini bi ldiği için, onu kovduğunu doğrudan doğruya söy­
l eyemed i . Dolambaç l ı yoldan köşkün kapıcı kulübesini ya­
k ı ş ı n ı anlatmağa başladı . Hiç durmadan onun sarhoşluğu­
n u öne sürerek, suçlu göstermeğe çal ışt ı. Atatürk, sert
b i r şek ilde:
- «Anlaş ı l d ı , anlaş ı l d ı . Ş i m di Ne si p Efendi nerde.
onu söyl e ? " dedi .
Başyaver için doğruyu söyl emekten başka çare kal­
mamışt ı :
- • Kovdum efend i m , " deyi nce Atatürk çok sin irl en-
di :
- .. su adam ı kovarken hiç mi düşünmed iniz? Zava l l ı
nereye g ider b u yaşta? Bakacak ne evladı , ne kimsesi var.
Nerde yatıp kalkar bu ada m . Çabuk bulup geti rin onu bu­
raya. o
Başyaver bi raz daha d i rendi . Kend i n i h a k l ı çıkarmak
isterces ine:
- a Paşam , Köşkü yakacaktı ama ... Bunamış art ı k , •
dediyse de Atatürk' e d i n l etemed i :
- " Yanmad ı k ya birader. Yand ı ktan sonra düşünü­
rüz,• dedi.
Az sonra Nes i p Efendi bulunup getiri l di . Ölünceye ka-
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM 277

dar da Atatürk' ün hizmetinde kal d ı . Atatürk, son günlerin­


de b i le hasta haliyle emirl e ri n i , yattan , Nesip Efendi el iy-.
le yol l uyordu.
AMERİKALI GAZETECi

AN KARA Palas Otel i sal onl arı s ı k s ı k büyük balolara


sahne olur ve bunların bazı larında, şeref misafiri ol arak
Atatürk de çağrl l ı bu l u nurdu. B i r gece yine böyle büyük
balolardan biri veri l i yordu. Kızı l ay e l iyle düzenlenen balo­
da Atatürk dans ederken e l i nde viski kadehiyle dolaşan
uzun boylu b ir adama yaklaştı . Duruşundan bir yabancı ol­
duğu anlaş ı l ıyordu.
Atatürk, yanı nda b u l u nan Dışişl eri Bakanı Tevfi k Rüş­
tü Aras'a:
- u Bu mösyö k i m d i r ? • d iye sordu. Tevfik R üştü Aras
da:
- u Paşam, Ameri kan gazetecisidir,., deyince tan ıştı ­
r ı l ma::; ı n ı isted i . Tan ı ştırıld ı lar. Atatürk' l e yabancı gazete­
ci arasında Fransızca o larak şu konuşma geçti.
- · Hangi ı rktansınız?• d iye sordu.
- • Amerikalıyım . "
- 0 H ayı r, siz A merika l ı deği l , Türksünüz , " diye kar-
ş ı l ı kta bulundu.
Amerikalı önce şaşırm ıştı. Aralarında bir anlaşmaz­
l ı k o lduğunu sanarak yine i l k sözünde d iretince Atatürk:
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 279

- • Kristof Kolom b'tan e l l i yıl önce Türkler Amerika'­


yı keşfetmişler, n diye başladı anlatmağa . Ameri kal ı can
kulağıyla d i n l iyordu.
Atatürk, buna örnek ol arak m üzelerim izde ceyl an de­
risinden yap ı l m ı ş haritalıar bulunduğunu, Ameri ka'ya gider­
ken �astlanan Karaib denizindeki Kayık Adalarının Türkçe
olduğunu, bunlardan en büyük olan ın ın • Büyük Türk - adı­
nı taşıdı ğ ı n ı , buradaki ahaliye Türk den i ldiğin i , Kayık kel i­
mesinin onlarda da, bizde de sandal anlamına geldiğini,
Kanarya Adalarının adının • Kanari ,, ol arak yazıldığ ı n ı . Ka­
nari'n i n bizim Türkçede Kanarya kuşu olduğunu anlattık­
tan sonra Ameri ka l ıya:
- .. siz Amerika lı lar Orta Asya'dan hicret etti niz. Ol­
sanız olsanız Türk olabi l i rsi niz,• d iye sözlerini bitird i .
Amerikal ı Atatürk'ü gittikçe artan b i r heyecan v e şaş­
kınl ıkla d i n l iyordu. Bunca y ı l l ı k meslek hayatında ü'l'kesi
hakkında bu denU ilginç b i l g i l eri olan kimseye hiç rastla­
mamıştı. Atatürk' ün çekici l iği nden b i r türlü kendini kurta­
ram ıyor, daha çok konuşması için türlü bahaneler buluyor­
du. Görüşme saatlerce sürdü . Bi r ara Ameri k a l ı gazeteci­
n i n , çevresindekilere:
- · Hayatımda tan ıdığı m en hari kulade adamla şim­
di karş ı karş ıyayı m , .. ded i ğ i n i hatırl ıyoru m .
Amerikal ı gazeteci Atatürk' ü n i lgisini gördükten son­
ra bi rkaç günlüğüne geldiği Türkiye'deki ka l ı ş ı n ı uzatt ı .
Günlerce müzel eri mizde i ncelemeler yapt ı , çal ıştı , notlar
a l d ı . Amerika 'ya gidince de:
- · B iz Amerika l ı lar Türkten başka b i r şey değil iz, ..
d iye yazı lar yazmış. Bizim Türk gazeteıeri de Ameri kal ı­
n ı n yazılarını çevirmişford i .
SİLİNDiRLi ÇOBAN

AMERİKAN büyükelçisi , Atatürk' l e beraber Gazi Or­


man Çiftl iğ inde ... Y ı l 1 932 . Fox Movitan' la Atatü rk' ün ha­
.

tıra fi l m i çekilecek. Çiftl i kte koyun, kuzu, keçiler var. Sü­


rünün arası nda s i l indir şapka l ı , ceketatayl ı i ki adam . B i r i
d evri n Cumhurbaşka n ı , öbürü Amerikan büyüke �i&i . Ço­
ban onları görünce korkudan sürüsünü bı rakmış, orl;adan
kaybol muş.
Böyiece fi l m çekil iyor. Atatürk' l e Amerikan elçisin i n
sürünün arasındaki hareketleri filmde y e r al ıyor.
Bir süre sonra Çankaya Köşkünde Ameri kal ı ların çek­
tiği bu filmi Atatürk' e gösterdi ler. Biz de arka tarafta ne
oynayacak diye merakla bekliyorduk. Işıklar söndü. Fi l m
baştadı . B i r d e n e göre l i m ? Koca sürünün ortasında iki si­
l i n d i r şapkalı adam, yürüyor, eği l iyor, doğrul uyor. Öyl esi­
n e garibime gitti ki . H erkes, Atatürk' ün n e diyeceğini me­
rakf a bekl iyor. lşı ktar yandı ktan sonra Atatürk :
- « Aman bu fi l m i göstermeyi n ! » emrini verd i . .. Ben
n e yapm ışsam sefir de aynısını yapmış. Sürünün içinde
şapkal ı çoba.nfara benzem i şiz. Dünyanı n hiç bir yerinde si­
Hndir şapkal ı çoban yoktur. Ki mse görmesi n . Biz burada
gördük yeter,• ded i .
İKİ KADIN GAZETECİ

1 933 yı l ında Park Ote•de orta yaş l ı , fakat çok güzet:


i ki kadı n Atatürk' ün d i kkatini çekti . Mavi göz lü, sarışın bu
kadı n �ar bir köşeye çeki l mişler, sessiz sedasız oturuyor-­
lard ı . Özel Kalem M üdürü Süreyya Beye:
- • Kimdir bu kad ı n l a r ? • diye sotdu.
Süreyya Bey, Metrdotet Karabet Efendiye kadınların
kim olduklarını sordu ve Amerikan gazeteci leri oldukfarım
öğrene rek Atatü rk'e b i l.d i rd i . Bunu duyan Atatü rk:
- · Acaba masamıza davet etsek gelmezler m i ? • de.
di.
M etrdotel , Amerika Lı l ar ı n yanına g iderek Atatürk' ün
ç�ğrıs ı n ı bildird i . Kadınlar • memnuniyetle .. d iyerek hemen
yerlerinden kalkıp Atatürk' ün yanına geld i ler.
O gece geç vakte kadar Atatürk, konuk gazetecilerle
i lgi lendi . Gezdi kleri yerleri sordu. Çalışma programlarım
d i n l ed i . Tercümanlığı Süreyya Bey yapıyo rdu. Atatürk, da­
ha sonra konul�'l'ara şunu sord u :
- · Siz Türkiye'de n ereleri gördünüz ?
Gazeteciler şu karş ı l ı ğ ı verd iler:
- · lstanbul'u gördük, müzeleri gezdi k , tari hi yerleri
dolaştık.•
282 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

"Türkiye yal nız İ stanbul değ i ldi r. Sizi on beş gün


mem leketimde m isafir etmek i stiyorum . Bu zaman içinde
i sted iğiniz yerleri görmekte serbestsiniz, böylece Türkiye'­
yi daha yakından tanı mak fırsatı n ı elde etm iş ol ursunuz.
Kabu l eder misiniz?•
- n Teşekkür ederiz. Memnuniyetle kabu l ediyoruz.•
Bunun üzerine Süreyya Bey , onlara eşl i k etmek üzere
Amerikal ı gazetecilerin yanına veri l iyor. İzm i r, Efes, An­
talya , Belkıs yı kı ntı larını dolaştıktan sonra Ankara'ya gidi­
yorlar. Bi rkaç gün de orada kal dıktan sonra istanbul'a dö­
nüyorlar.
Amerikalı gazeteciler İstanbul'a dönüşl erinde Dolma­
bahçe Sarayında yen iden Atatürk tarafından kabul ed i l i p ,
yemeğe a l ı konuldular. Sofra gece saat yirmi dörde kadar
sürdü. Konuklar gezd ikleri yerLeri anlattı lar. Atatürk bü­
yük bir di kkatle bunları d i nl ed i . Eksik edindik leri bilgileri
tamamladı .
B i r g ün sonra konuklar, bir manevraya götürü ldüler.
Askeri manevraları hayranl ıkla seyretti ter. Bir ara, manev­
ra alanına bağlanan bir telefon hattıyla Amerikan Başkon­
solosuyla da bir görüşme yaptı l ar.
Birkaç gün sonra Amerikalı gazeteci l er memleketle­
rine döndü ler. Bu iki kadı n yüz altmış beş gazeteye birden
gittikl eri yerden yazı yazarlarmış. Türkiye izlenimleri gün­
lerce Ameri kan bas ı n ı nda yer a l dı . Bunları bizim gazete­
lerden bazıları çevirtip yayı n lad ı l ar.
Amerika l ı gazeteci l er yazı l arında Atatü rk'ten hayran­
l ı kla söz etmekte, çok nazik ve centi l men bi r devlet baş­
kanı o lduğunu söylemekte, Dolmabahçe Sarayının çiçekler
içindeki güzel liğini övmekteydi ler. Atatürk' ü n , konuklaırın
bulunduğu sofraya smoking giyerek geldiğini yazıyorlardı .
Oysa Atatürk'ün o gece düz lacivert b i r e l bi se vardı üze­
rinde.
KURBAGALI ZİL

Y İ N E lstanbu l 'dayız. Dolmabahçe Sarayında büyük ha­


zırlı klar göze çarpıyor. Fransız Meclis Başkan ı M. Herriot,.
yurdumuzu ziyaret etmekted ir. M i safir gel meden önce Ata,.
türk bana dönerek:
- • Çelebi , dikkatli bulun. Fransız Meclis Reisi gele­
cek,• diye tenbihte bulundu.
Oysa şimdiye kadar böy l e bir şey söyl ememişti . De­
mek gelenler çok önem li kiş i lerd i . Hizmeti miz de gelenle­
re 9öre değişmeliydi.
- •Tabii. Emredersiniz,• diye karş ı l ı k verd i m .
Akşam saat on a ltıya doğru M . Herriot, Saraydan içe­
ri g iriyordu. Ben de, çok ş ı k bir mösyö gelecek diye ken­
d i m e oldukça çeki düzen vermiş, smokingimi aynanın kar­
ş ı s ı nd a b irkaç kez düzeltmiştim . Heyecandan e l i m , ayağım
tutmaz b i r halde beklerken , babayani tav ırl ı bir adam çıka­
gelmesin m i ? M . Herriot ... Sandığım gibi çok önem l i bir
devlet adamıyd ı . Çok sayı l ıp , değer veri l iyordu .
Konuklara kahve buyuruldu. Kahvel eri getirdik, içi ldi .
Konuşmalar çok sami m i bi r hava içi nde geçiyordu. Ata­
türk'ü n önünde kurbağa şekl i nde bir z i l vard ı . Bu zi l i çala-
'284 ATATÜAK'ÜN UŞA�I iDiM

rak beni çağırd ı . Büyük bir konuk geldiği zaman beni ça­
ğ ı rm a k için bu z i l i kullanırd ı . Hemen koştum . Kendisinin
yazdı ğ ı Büyük Nutuk ve dökümanları i stedi . Bunları Fran­
sız M eclis Başkanına armağan edecekti. O zaman Özel. Ka­
l e m Müdürü olan Hasan R ıza Soyak'a gidip Atatürk'ün,
Nutkunu i stediğini söyled i m . Derhal Nutuk bulundu, fakat
·dökümanl arı yoktu. Atatürk'e durumu anlatt ı m .
- • Zararı yok, Nutuk v a r y a , kafi , • dedi.
Derken zil bir daha çal ındı. Bu kez kurbağal ı zilin se­
si değ i l d i . M . Herriot benden Frans ızca b i r şekersiz kah­
ve daha istiyor:
- • Sans sucre cafee (yani şekersiz kahve) • diyordu.
Anlaşıtan Türk kahvesinin tadı hoşun a gitmiş olacaktı .
- • Emredersini z , • diye karş ı l ı k verd i m . Ve hemen
·sade kahveyi yine özen e bezene pişirerek konuğumuza gö­
türd ü m . Sans sucre kahve d iye her halde tek şekerl i kah­
veyi kasdetmiş o lacaktı.
- · Mersi . • diye karş ı l ı kta bulundu. Döndüm, gidiyor­
d u m k i , tekrar zile basarak beni çağ ırd ı . Aşağ ıda çantası­
nın o lduğunu ve alıp gel memi rica etti . Çantayı getirdim .
Tekrardan teşekkür etti . Bu babayani k ı l ı k l ı devlet adamı
üzerimde çok hoş bi r etki b ı rakmıştı .
Konuk devlet ada m ı Sarayda bi r buçuk saat kadar kal­
·dı . Görüşmelerden çok memnun olarak ayrı l d ı . Yurduna gi­
d ince duyduğumuza göre Atatürk'ü çok övmüş. Bu arada
biz h izmetkarlara da b i r i l g i köşeciği ayırmayı unutmamış:
• Önünde kurbağa şeklindeki zi l i çalıyor. Hemen çok zeki
bir h izmetkar geliyor. Derhal veri len em irleri harfi harfi­
ne yerine getiriyor,• demiş.
«GiT MEKTUBU GETİR>•

ATATÜRK'ün yanında çal ıştığım on i ki y ı l içinde ba­


ş ı mdan çok i l g inç olaylar geçmiştir. Fakat onlardan hiç bi­
ri , ad ı ma gelen bir mektup nedeniyle tarafından sorguya
çeki l mem kadar beni heyecan land ı rmamış, korkutmamış­
tır. Hala hatırl'adı kça b i r ürperti geçiriri m .
Atatürk'ün manevi evlatları ndan Nebi le Hanımın Da­
rüşşafaka Lisesi orta bölümü a ltıncı sınıfında okuyan Mu­
vaffak Reslan adında bir kardeşi vard ı . Nebi l e, Beylerbey­
li kimsesiz bir kızken , Cevat Abbas tarafı ndan bulunup
Atatürk'e götürü lmüş, h i mayesi rica ed i l m iş. Bu suretl e
evlatl ı k o l muş. Uzun boy l u , sarışı n , zarif bi r kız olan Ne­
bile'yi Atatürk, Arnavutköy Amerikan Kız Kolej inde okut­
tuktan sonra bi r hariciyeciyle evlendirmiş, düğünlerini de
Ankara Palasta parlak bir törenle yapm ıştı . Eşiy� Viyana'­
ya giden Nebi le, yakalandı ğ ı bir göz hastal ı ğı ndan sonre
yapı l;an bütün tedavi l ere rağmen iyi leşememiş ve kocasın­
dan ayrı l mıştı. Atatürk' ü n ö l ümünden sonra Nebile, l nö'­
nün h imayesine a l ı n m ışsa da, çok geçmeden hayata veda
etmişti .
işte Nebile' n i n kardeşi bir gün Saraya ablasını gör-
286 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

m eğe geldi . Akşam yemeğini ablası n ı n yan ında beraberce


yedil er. Yemekten sonra çocuk benden gizl ice bir bira is­
ted i . Buzluktan b i rayı alarak getird i m . Ablasından gizli ola­
rak bi rayı içti , teşekkür etti . Bir gün sonra çocuk oku la,
biz de Ankara'ya gitti k.
Bir süre geçince çocuk bana bir mektup göndermiş.
M ektubu Atatürk armal ı bi r kağıda yazıp, Atatürk armal ı
b i r' zarfa koymuş. Posta i daresi de bu mektubu bana gönder­
m eyip, Özel Kalem Müdürü Hasan R ıza Soyak'a ulaştı rmış.
Ben i m tabii bunların hiçbi ri nden haberi m yok. Hasan R ıza
Soyak mektubu doğruca Atatü rk'e götürür. Zarfı bel l i et­
m eden açıp, içindeki leri Atatü rk'e oku r, Sonra özenle ka­
patarak masanın üzerine koyar. O s ırada odaya giren ar­
kadaşı m sofracı Tahsin Efendi , beni m adıma yazı l m ı ş mek­
tubu görünce a l ı r , fakat Atatürk armas ı n ı zarfın üstünde
görünce vermez, saklar. Mektup masa n ı n üstünden yok
olunca tabii herkes beni m a l d ı ğ ı m ı sanı r. O akşam sofra­
da h i ç b i r şeyden haberim olmadığı halde m ektubu benim
aldığımı sanan Atatürk, konu kları n önünde bana dönerek:
- .. çel ebi Efendi , dün gece seni rüyamda gördüm.
Ben i m armamla sana bi r mektup g elm i ş . Bu mektup ne­
rede? .. deyince birden şaşırd ı m . Kafamı yordum. Nere­
den gelebi l i rdi ki. ..
Fakat Atatürk'ün söylediği, alt tarafı rüya i d i . Önce
önem vermedi m . M ektubu Atatürk de koymuş olab i l i rd i .
- « Bana mektup gel memişt i r efendim. H e m tuhaf
değ i l m i ? Bendeniz de sizi dün gece rüyamda gördüm , •
d eyince, « N ası l gördün ? » diye sordu .
- • Sizin elbisenizi bana g iydi riyorlard ı . B en de g iy-
medim. Bir köpek gel i p , üstümdeki elbiseyi yı rttı , ,, dedim .
- « Yaaa ! • dedi . Sonra yeniden :
- 11 G it mektubu geti r, .. diye tutturdu .
M ektuptan haberi m olmadığına Atatürk'ü b i r tür l ü
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İDİM 287

i nandıram ıyordum. Sonunda sofradaki konuklar, işe karış­


tılar:
- .. çocuğ um, git odana. Bavuluna bakıver, .. deyi nce :
- .. Efendi m , yok böyle bir şey , • diyebi ldi m .
Heyecan ve üzüntüden bitkin b i r hale gelmişti m . N e
söylese m , n e yapsam karşı mdaki leri inandı ramıyacağ ı m ı
anlamıştım. Atatürk, bocalad ı ğ ı m ı görünce :
- • Çağır bana Hasan Rıza Bey'i , ,, dedi.
Hemen yaverl iğe telefon edildi. Hasan R ıza Soyak'ı n
Sovyet Büyükelçil iğinde kordiplomatiğe veri len ziyafette
olduğunu söyl edi ler. Ben de Atatürk'e durumu anlattım .
- « Rus Sefaretine telefon ed i l s i n . Hemen gelsin , •
d ed i .
Telefon edildi v e b i raz sonra Hasan R ıza Soyak geldi.
Ben i ve sofracıları dışarı çıkardı lar. Konuklar içerde kal­
d ı . B irkaç dakika sonra da Hasan Rıza Soyak salondan ay­
rıldı. Hemen arkasından koşup:
- « Kuzum, mektup k i mde n ? • diye sordum. Sertçe bir
dille:
- « Nebi le Han ı m ı n kardeşi Muvaffak Reslan'dan , .. de­
yince rahatlad ı m . Salona gird i ğ i m zaman Atatürk bana :
- .. çelebi Efend i . Sen namuslu bir çocuksun. B i l iyo­
rum , .. dedi.
- u Paşam, sizin rüyanız haki kat. Fakat bana mektup
falan gelmed i , .. diye i l k ifademde ısrar ettim .
Ertesi günü sabahleyin Hasan R ıza Soyak'ın şoförü
Necmi Efendi , daha ben yataktayken mektubu getirdi . O
gün öğle yemeğinde mektubu Atatürk'e verd i m . Mektupta
selamdan başka şey yo k g i biyd i . Anneanneye -selam, Afet
Han ı m a selam, Ru kiye'ye selam. Fakat yine de Atatürk:
- " Mektubu ver Hasan Rıza Bey'e. Tahkikat yaptır­
s ı n , " d ed i . Ben de mektubu Hasan R ıza Soyak'a verdim.
Sonra okulda çocuğu sorguya çektiklerini öğrendim. B en
de böylece tem ize ç ı ktım .
NAZIM HİKMET'İN PLAGI

KÖŞKTE çok sayıda plak vard ı . Bunların çoğu alaturka


şarkılard ı . Atatürk emredi nce bunları n arası ndan seçtikle­
'
rim i gramofona koyar çalard ı m . Yalnız kal dığı zamanlar
d a gramofon d i nlemeyi severdi . Plak dönerken, sofraya
parmaklarıyla vurarak m akam tutar, böyl e anlarda gözl e­
rini kapatarak uzun uzun düşünürdü. Sevdiği parça olursa
g ramofonda , hafif m ırı ltı l arla şarkıya katı l ı rdı .
B i r k ı ş gecesi yine sofrada hem yen i l i p içil iyor, hem
plak d i n l eniyordu. O dönemin en gözde şarkı larını s ı ra l a­
m ı ştı m . Biri bitiyor, öbürü başl ıyordu . Herkes neşe için­
d eyd i . Plakların arası nda -nereden gelmişse gelmiş- bir
d e N az ı m H i kmet'i n a İniyor kayı k, ç ık ıyor kayık , .. diye tek­
rarlanan « Salk ımsöğüt• ş i i ri vard ı . Plağ ı n öbür yüzü d e
• Atl ı l ar atl ı lar kızıl atl ı lar . .. diye başlayan · Bahr-1 Hazer .. d i .
O s ı rada g ramofonun sustuğunu gören Atatürk:
- • Çelebi Efend i , plak koy ,• diye e mretti.
Sofraya rakı yetiştirmeğe çal ı ştığım için Atatürk'ün
emrini a l ı r almaz hemen aradan bir plak çekip, gramofona
koyd u m. M eğer bakmadan aldığım plak, N azım Hi kmet' i n
ş i i ri d e ğ i l miymiş?
ATATÜRK'ÜN UŞA�I iDiM 289

Plak, Nazım'ın o tok sesiyle dönmeğe başlayınca sof­


rada derin bir sessizli k oldu. Konuşmalar kesi ldi. Gözler
Atatürk'e çevri ldi. Acaba b i lmeyerek bir yakışıksızl ı k m ı
yapm ı ştım ?
Sofrada Tevfi k R üştü Aras, Şükrü Kaya, Hasan Saka.
Yakup Kadri Karaosmanoğl u , Sabiha Gökçen , Zehra Hanım
vard ı . Gramofonun borusundan durmadan • İniyor kayık.
çıkıyor kayık - avazesi yüksel iyordu. Atatürk, bunu duyun­
ca birdenbire bana sord u :
- · Bu nedir Çelebi Efendi? ·
- • Nazım H i kmet'in şiiri Paşa m . •
Atatürk bu kez sofradaki lere dönüp sordu :
- • Şimdi nerede bu adam ? •
Bu soruya sanırım Şükrü Kaya karş ı l ı k verd i :
- • Bursa Hap ishanesinde Paşa m . •
Atatürk bunun üzerine şunları söyledi :
- •Şimdi b u adamı dışarı çı karsak. Gel bizi mle ça­
l ış , desek gel mez. Halk F ı rkasına sokmağa kal ksak girmez.
Girdiği zaman küçüleceğ i n i san ı r. Kend i s i nde büyüklük
duygusu var. •
Atatürk'ün bu konuşmas ından yüreklenen Tevfik Rüş­
tü Aras şöyle ded i :
- · Paşa m , şimdi bütün Avrupa b u plağı dinl iyor. Ar­
monize olduğunu söylüyorl ar. Öbür plaklarımıza pek itibar
etmiyorlar. •
Atatürk, bu konuşmadan sonra başka konulara geçti
Fakat üzeri nden atamadığı düşünceli bir hal vard ı . Akl ını.
b i r şeye taktığ ı belliyd i . Belki de biraz önceki şiiri ve p l a­
ğ ı düşünüyordu.

Bu olayın üzerinden üç dört ay geçmişti . Ankara'dan


l stanbul 'a gelmişti k. Sofrada bir ara Atatürk, Cevat
Abbas'a :
- •Tiyatrolarda ne oyun l ar oynuyor? • d iye sordu.
F: 19
290 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

Anlaşı lan Cevat Abbas'ın tiyatrolardan pek habe r i


yoktu . Bu sorunun karş ı l ığ ı n ı araştırırken , hemen ö n e atıl�
d ı m . B ir gün önce izinl iyd i m v e tiyatroya gitm işti m .
- · Unutulan Adam oynuyor Paşam , • dedi m .
- · Kimin oyu nu bu ? • d iye yeni den Cevat Abbas'a
sordu.
- .. Nazım H i kmet'i n Paşa m . •
- .. Hala bu adama fırsat veri l i yor mu ? •
Ertesi gün piyes sah neden kaldı r ı ld ı , afi şleri incliri l d i .
Atatürk'ün, Nazım Hi kmet'in ş i i rleri n i m ı rıldanarak:
- « Bu adamı asma l ı , altında ağlama l ı . .. • Şekli nde bir
söylentiyi çok yerde duymuştum . Araştı rdı m , fakat doğru­
luk derecesi n i bir türlü öğrenemed i m .
Atatürk'ün ölümünden sonra Fali h R ıfkı Atay, Gazete­
sinde yazdığı b i r makalede Nazım H i kmet'in · Sakarya " ad­
tı ş ii rindeki • Aslan yel e l i M ustafa Kemal . � deyi mine değ i ­
nerek .. Q 'na a i t şiiri n e Yahya Kema l , ne Abdü l hak Hamit,
ne Fazıl Ahmet Aykaç kimse yazamad ı , • demişti .
DEMOKRASİ VE KOMÜNiZM

BİR akşam Çankaya'da Yeni Köşkte yazarlar, ediplerle


dolup taşan bir sofra . . . Hararet li bir tartışmaya g i riş i l m iş . . .
Davetl i ler arasında Ruşen Eşref Ünayd ı n , Fal i h R ıfkı Atay
başta ol arak birçok ünlü kişi bulunuyordu. Konumuz siya­
setti . . Demokrasiyle Komünizmin karş ı l aştırması yapıl ı­
yordu .
Herkes konuşuyor, h e r zamanki gibi Atatürk d i n l iyordu.
Herkes in düşüncesini öğrendikten sonra kendi sözünü
söyleyeceğ ini bil iyor ve toplantı n ı n sonunu merakla bek­
l i yorduk.
Herkes akl ı n ı n yettiğ i , d i l i n i n döndüğü kadar Demok­
rasi i l e Komünizmi tarif etmeğe çal ışıyor, tarihten örnek­
ler geti rerek kendi tezlerini hak l ı göstermeğe gayret edi­
yordu.
K i m i Demokras i n i n en iyi idare tarzı olduğunu, iyi ya­
şantın ı n ölçüsü sayılacağ ı n ı , kimi Komünizmin eşitl i k sağ­
lamakla beraber, özgürl ükleri kıs ıtladığını i l eri sürüyor,
fakat hiç biri Atatürk'ü hoşnut bı rakacak tarifi bir türlü
bulamıyordu.
Herkes konuştuktan ve konuşanların hepsini büyük bir
292 ATATÜAK'ÜN UŞAc'.il iDiM

d ikkatle d i n l ed i kten sonra, son sözün kendisine geldiğini


gören Atatürk, sofradaki lerin ağzını açık bırakan şu olağan­
üstü karş ı l aştı rmayı yaptı:
- • Demokrasi i l e Komünizm arası ndaki fark şudur:
Mermer, tem i z bir salon ... içinde çırılçıplak uzanmış keh­
ribar gibi sarışın, güzel bir kad ı n ... Kadı n ı n üstüne bir tül
ö rtül müş. Üstündeki bu tül Demokrasidi r. Tül ü çekip kal­
d ı rdığınız zaman altından Komünizm çı kar. Aradaki fark
bundan ibaret • ...
MASONLUK

G Ü LCEMAL vapuruyla Mers i n gezis i nden sonra İz­


m i r'e gelm iştik. Orada Naim Palas Oteline konuk olduk.
Yemek, Atatürk'ün oteldeki dairesinde yen i l d i . Sofrada Re­
cep Zühtü , Sal i h Bozok, K ı l ı ç Al i , Tahsin Uzer vard ı . Daha
yemek başlamadan Sali h Bozok:
- • Paşam, dün gece Adl iye Veki l i Mahmut Esat
(Bozkurt) Karşıyaka'daki M ason Cemiyeti n i n cam larını
tabancayla tuzla buz etti rmiş. Galiba iki el ateş edilmiş.
Cemiyet üyeleri korku içindeler.•
Bu ha �eri duyunca Atatü rk'ün kaşları çatı l d ı . Çok cid­
di b i r şeki lde:
- • Hoppala ... Bu ne biçim i ş yah u ? Dağ başında mı
yaş ıyoruz ? Geceni n yarısı nda bi r cemiyete tabancayla kur­
şun s ı kmak o lur m u ? Eğer bu cemiyet meml ekete zarar­
l ıysa kanuni yollar var. Bu yola baş vurulur, kapatıl ı r. ..
Atatürk bunları söylerken deri n bi r düşünce içindey..
d i . Sofrada M ason'luk üzeri ne çeşitl i konuşmalar yapı l ı­
yordu. Atatürk, bu konuşmalara pek az katıl ı yor, daha
doğrusu dinler görünüyordu. Başka şeyler düşündüğü mu­
-
hakkaktı, Sofradakiler, Atatürk'ün susuşundan da cesaret
294 ATATÜRK' ÜN UŞAÖI iDiM

alarak hiç durmadan Mahmut Esat'a atıp tutuyorlar, kos­


koca Adalet bakanın ı n kendi ada m l arın ı s i lahlandırarak ka­
nun h imayesinde çal ışan bir cem iyeti kanun dışı yol lardan
ateş yağmuruna tutmasını k ı nıyorlard ı . S i lah atmakla ce­
m iyet kapatılamıyacağı n ı bel irt i p , kanunların ne güne dur­
duğunu soruyorlard ı . Mason Cemiyetine tabancayı Torba­
l ı l ı Emin Bey s ı ktırmışt ı . Emin Bey İstiklal Mahkemesinde
beraat etmişti . Oysa tabancayı Mahmut Esat'ın s ı ktığı söy­
leniyordu.
Konuşmalar daha da kötü l eyici bir hal al ı nca Atatürk
e l i n i masaya vurarak konuşmacı ları susturdu. Sonra h i ç
ki msen i n beklemediği , herkesi şaşkı n l ı k içinde b ırakan ş u
konuşmayı yaptı :
- « Bi r zamanlar ben de Mason ol muştu m . B i r gün
bir arkadaşı m beni a l ı p , Beyoğ lu'ndaki Mason Cemiyetine
götürdü. Daha ne olduğumu bile anlayamadan kend imi ce­
miyeti n içinde buldum. Mermer merdivenlerden büyük b i r
salona i n d i k . Orada yüzlerini görmediğim birtakım kişiler
vard ı . Bizi buyur edip, oturttul ar, kahveler sundular, hal
hatır sordu lar. Orada fazla kalmad ı k, tekrar merd iven lerle
daha da aşağıya indik. Bir öncekinden daha geniş bir sa­
londa bulduk kendi m izi . Sal onda büyük b i r kalaba l ı k top­
lanmış, k ı l ı ç l ı bir tören yap ı l ıyordu. Bu işleri daha önce­
den b i ld iğini anlad ı ğ ı m arkadaşım beni kolumdan tutmuş,
durmadan ne yapmam gerektiğ i n i anlatıyord u . K ı l ı ç ların
arası ndan, geçip , kutsal bir kitaba el bastı k. Bütün bunlar
olup bittikten sonra dışarı ç ı ktık. İçerde çok s ı k ı lm ıştım .
B u olaydan sonra b i r daha ne o bi naya g itti m , ne d e or­
daki lerle karş ı l aştı m . Şimdi gitsem, arasam , o bi nayı bel­
ki de bulamam . İşte benim M ason luğum bundan i baret . . . . ..
Böylece Atatürk, kendisine Mason, di nsiz diyenlere
bu anlattıklarıyla topyekün cevap vermiş ol uyord u .
Aradan zaman geçti. B i r akşam gece sofrada b i l i msel
konular tartış ı l ıyordu. Konuş macı ların arasında Fuat Köp-
ATAT0AK'ÜN UŞAC'il İDiM 295

rül ü , Ahmet Ağaoğl u , İsmai l H akkı Tekçe , Hi kmet Bayur


ve M i m Kemal Öke vard ı .
A k lımda kaldığına göre okul v e bası n yoluyla kamu­
oyunun deği ştiri l mesi konusu görüşülüyordu. Atatürk, öne
sürülen düşünceleri beğenmemi ş olmalı k i , konuşmaları
yarıda kesiyordu. O s ı rada H i kmet Bayu r, konuşması n ı n
içine M ason luğu d a katınca i ş l e r değ i şti. Atatü rk, Mason
olarak bil inen M i m Kemal'e dönerek:
- a Kemal Bey, şimdi s ı ra sizin . Bize Masonluğu an-
1atacaksınız. Önce söyleyiniz , Masonluğun prensi p leri ne­
lerdir?» diye sordu.
M i m Kem a l , d i l i n i n döndüğü kadar Mason luğu anlat­
mağa, bu arada övmeğe çal ıştı . Masonluk m i l l iyetç i , halk­
çı, cumhuriyetçi gibi sözler söyleyince, toplantıda bulu­
nanlardan b i ri :
- a Mademki Masonluk böyle, bizim Ha lk Partis i n i n
prensi p leri de bun lardan başka bir şey değ i ldir. O halde
Mason luğun h ikmeti vücudu kal maz ... ded i .
Atatürk tekrar M i m Kemal 'den buna karş ı ne diyece­
ğini sordu. O da şu karş ı l ı ğ ı verdi :
- .. H a l k Partisin in prensipleri memleket s ı n ı rları
içinde geçerli d i r. Masonluk, bu idealin memleket s ı n ı rları
dışına yayı l masına aracı olan rasyonel bir kurul uştur. D i k­
tatörlüğün egemen olduğu ül kel erde Mason locaları yıkı­
l ır, Masonlar yok edi l i rken , Türk m i l li Masonları huzur ve
güvenl i k i ç i nde yaşamaktad ır. Dünyanı n en mutlu M ason­
l arı Türkiye'de barınmaktadır. Yabancı Masonlar, yerl i Ma­
sonlara kıskanarak uzaktan bakmaktadı rlar. •
M asonluğu böylesine hararetle öven M i m Kemal 'i
di kkatle d i n l eyen Atatürk, onun sözü daha faz la uzatması­
n ı önlemek i ç i n :
- « Peki , anlaş ı l d ı . R e i s i n i z k i m ? .. diye sordu.
Mim Kem a l , hiç kimsen i n u m mad ı ğ ı , söylemeğe cesa­
ret edemediği şu sözleri söyl ed i :
296 ATATÜRK'Ü N UŞAGI iDİM

- • Memlekette barış ve huzur isteyen ve bütün Dün­


yaya seslenerek bu idea l i n gerçekleştiril mesine çalışan
Zatı Devletlerid i r.•
Atatürk'ün bir anda kaşları çatı l d ı . Sesin i n tonunu
sertleşti rerek:
- • Ben Mason C.e m iyetine g i rmem. Başka l arın ı n yap­
tığı prensiplere değ i l , a ncak kendi prensiplerime uyarı m . •
B u sözleri duyan M i m Kema l , biraz i rkilir g i b i olduy­
sa da, sözlerin i şöyle bitirmek i sted i :
- • Masonluğun temsi l ettiği yüksek idea lin kolayca
yerine getiri leceğ i n i kabul etmek i stem iyoru m . Fakat b u
h e r ü l kede insan l ı k ü l küsünün gerçekleşmesi ne çalışan
ayd ı n l arın b ir araya gelmesine yard ı mcı olab i l i r •
...

- • Hayır Kemal Bey. Sen bunu söylemeğe mezun


değ i l s i n . Günün birinde insanl ık i deal i n i n gerçekleşmeye­
ceğ i n i kabul etmek doğru deği l di r. İnsan l ı ğ ı n günün biri nde
bu mutlu sonuca erişmesi çok m ümkündür. •
Ü n l ü b i r Masona yanl ış düşündüğünü söyleyen Ata­
türk, gelecekteki mutlu i nsan l ı k için her zaman insanüstü
gördüğümüz ülküsünün gerçekleşeceği ne i nanan asi l bir
i nsandı. U l usun kalkınması i ç i n sosyal reformları her şe­
y i n üstünde tutmuştu. Başkaları n ı n deği l , kendi prensiple­
rini uygulamıştı .
KAVSERi'DEKi SÜRÜ SAHiBi

ATATÜRK s ı k s ı k halkı ve memleketi görmedikçe ra­


hat etmez, bu yüzden ansızın gezil ere çıkard ı . Balolara ,
eğlencelere, davetlere de gidişi ansızın olur, oku l l ara ha­
ber vermeden baskın yapar, derslere katı l ı rd ı . Bu yüzden
b i rçok kimse gafi l avlanır , hazı rl ı ksız olduklarından şaşkı­
na dönerlerd i .
Yurt gezi lerinde de çoğunlukla böyl e olurdu. Önceden
hazırlanmış b i r gezi programı yoktu. Gece sofrada, ertesi
gün falanca yere gid i l mesi i stenir, sabah olur olmaz ha­
reket edi l i rd i . Çok zaman gidilen yerin i l g i l i leri bizi yüz­
l eri traşl ı ya da düzgün ol mayan kıyafetlerle karş ı l amağa
daradar yetiştikleri için Atatürk, bunların telaşlarıyla i n­
ceden inceye alay ederd i .
1 93 1 y ı l ındaydık . Y i n e böy l e ansızın çıkılmış yurt ge­
zilerinden b i rinde bulunuyorduk. Trenimiz Kayseri istasyo­
nundan kal kmak üzereydi . B i r de baktı m , çoban kıyafetli
bir adam , kalaba l ı ğ ı yararak bulunduğumuz vagona yaklaş­
mağa çal ış ıyor.
B i r olay geçtiğini anlam ıştım . Vagonun kap ı s ı n ı ara­
lad ı m . Beni kapıda gören çoban kıyafetli ada m:
298 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

- « Atatürk'ü görmek istiyorum , nerededi r ? • ded i .


- .. vaverlerden izin a lmadan Atatürk'ü göremezsi-
n i z , • d iye karş ı l ı k verdi m .
Ama adam ısrar ediyor, ben b ı rakmıyordum . Aramız­
daki tartışma gitti kçe kızışıyordu. Adam da i natçı m ı
i natç ı .
Biz böyle çekişe dural ı m , Atatürk bi z i m konuşmaları­
m ızı b ulunduğu vagonun penceresinden duymuş. Başım
uzatarak:
- • Çe l ebi , ne istiyor bu adam? .. diye sord u .
- • Efendi mizi görmek i stiyor, Paşam , » ded i m .
- · A l g e l efendiyi öyleyse.•
Adam önüme düştü, ben arkada, beraberce vagondan
içeri g i rd i k .
Benim çoban sandığım adam m eğer davar sahibiymiş.
Başladı Atatürk'e serencamını a nl atmağa:
Beş yüz koyunu i l e davarı varmı ş . Bunları satmağa
Ankara 'ya götürürken baytar yolunu kesmiş. • Kayseri' de
hasta l ı k var, hayvanları götüremezsi n , .. dem i ş . B unun üze­
rine adamcağız baytara yalvarmağa başlamış:
- n Efend i m , Kayseri 'n i n her yerinde mi hasta l ı k var?
Her yeri n d e ol maz. Bu şehri n garbı var, şarkı var. H i ç
ol mazsa buralardan bana b i r yol versinler. Hasta l ı k ol ma­
yan b i r yol dan geçireyi m , .. demiş. Ama b i r türlü bu hay­
vanlara yo l ver i l memiş. Davar sah i b i , hayvanlarıyl a e l i
böğrü nde k a l m ı ş . Ne yaps ı n , neylesi n , derdini k i m e açsın.
Val i d e n umudunu kesince, b i rden Atatürk'ün Kayseri'ye
geldiğ i n i d uymuş.
- .. varı p gideyim , Atatü rk'e derd i m i i l etey i m . Belki
O'nun sayesir:ıde feraha ç ıkarı m , .. di ye düşünmüş. H ayvan­
ları otl uğa b ı raktığı gibi soluk soluğa istasyona yetişmis.
Davar sahibini büyük b i r d ikkatle d i n l eyen Atatürk,
trenin hareketi n i geciktird i . Vali i l e Baytarı çağı rtt ı. İ kisi
ATATÜRK'ÜN UŞAaı İDiM 299

de zaten istasyonda bu l unuyorlard ı . İkisine b i rden dö­


nerek:
- • Bu arkadaşın sürüsüne neden engel oldunuz ? ,. di­
ye sordu.
Baytar kekelemeğe başlad ı . Ne karş ı l ı k vereceğ i n i şa­
ş ı rm ı ştı :
- .. şey, efendim, bu m ıntakada hasta l ı k var da, on-
dan müsaade· etmed i k , D deyi nce bu kez de val iye döndü :
- n Siz ne dersiniz vali bey ? » d iye sordu.
Val i ezi l e büzüle:
- a Efendi m , doktor hakl ıdır," deyi nce Atatürk kızd ı ­
ğ ı n ı be l l i ederek:
- " Demek bu sürü sahibi burada hayvanl arıyle bera­
ber ölsün. Siz de seyi rci kal ı n . Sizin maksadı n ı z malum,
anlaş ı l d ı , .. ded i . Sonra da daha fazla öfkel enerek:
- .. şu köylü kadar da olamadınız. Bu adamın şarka,
garba aklı eriyor da, sizin neye ermiyor a mübarek adam­
lar? • ded i .
Val i i l e baytarda şafak atmıştı . Önlerin e bakıyorlard ı .
Hemen sürü sahibine dönerek:
- " Baba, şimd i sürünü topla. Şehrin tam göbeğ i nden
Ankara'nın yolunu tut. Eğer sana engel olmak i sterlerse,
hiç çeki nmeden bana telgraf çek. Ben sen i n olduğun yere
yeti ş i r i m , .. ded i .
Adam teşekkür ed i p , Atatürk'ün el lerine sarı ldıktan
sonra yan ı m ızdan ayrı l d ı . Atatürk tekrar vali ye dönerek şu
soruyu sord u :
- a N e d U- b u hal ? B u saçma h a l i görmediniz m i ? »

- • Paşam , farketmed i k . "


- «Tabii s e n farketmezsin, o farketmez. M emleketi n
serveti de böylece harcanıp gider.•
Val i i le baytarı n önlerine bakarak öyle bir gidişl eri
vardı ki...
SAKARYA KÖPRÜSÜNDE.

BiR gece saat iki suları ndayd ı . Sakarya köprüsünün ·


üzerinden trenl e geçerken ben ve trende çal ışan R ıza
adındaki arkadaşla Atatürk'ün yemek yemesini bekliyor­
duk. Trenin tekerlekleri n i n çıka rd ı ğ ı tiktaklardan başka
hiç bir şey duyul muyordu. İkimizin de gözünden uyku akı­
yordu. Uzakta s iyah, s i msiyah bir gece boşlukta uzanıyor,
ara s ı ra b i r ağacın gölges i , b i r saniyenin onda biri kadar
bir zaman için penceremize düşüp kayboluyordu. Atatürk,
'il
yemekten başını kal dı rıp bize:
- • Nereden geçiyoruz, ,. d iye sordu.
- • Paşam , Sakarya köprüsünün üstünden , • diye kar-
ş ı l ı k verd i m .
- • Peki .n
Konuşmanın dah a uzayacağını sanıyordum. Yan ı lma­
m ı ş ı m . Aradan kısa bir süre geçince Atatürk, yaş ı m ı n kaç.
o lduğunu sordu. Yirmi olduğunu söyledim. Başını sal lad ı .
Sonra trende çal ışan arkadaşa da yaşını sordu. O n u n yaşı
da yirmi değ i l miymiş? Atatürk, yaşlar ı m ızı öğreni nce:
- · Siz çocuksunuz. Yunan l ı ların burasını i şgal etti­
ğini b i lmezsiniz,» d eyince i ki miz de b i r ağızda n:
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM 30t

- • Paşam, b i li riz. Siz olmasaydı n ız Yunanl ıl arı bura­


dan k i m ç ıkaracaktı ? Siz kurtard ı nız. Siz yaptınız,• d i�e
başladık konuşmağa.
Biz gerçi içimizden geldiği g ibi çok samimi bi r şeki l­
de konuşuyorduk. Fakat yaptı ğ ım ız , dal kavukluktan başka
b i r şey değ i l d i . Atatürk'ün de dalkavukluğa ne kadar kız­
d ı ğ ı n ı çok yakından bil iyorduk. Fakat bizim sami miyetimi­
ze inand ığı için sözlerimize kızmad ı . Ve şu olağanüstü kar­
ş ı l ı ğ ı verdi:
- · Ben hiç bir şeyi kurtarmış değ i l i m . Yal nız bu·
toprağı Yunan kumandanlarından daha iyi tan ıyordum.
Onun için onlar yenildi ler.•
ÇUBUKABAT ÇAMLl�INDA

B İ R gece sofrada otururken Atatürk yine birdenbire


b i r gezi istedi. Bu da önceden kararlaştırı l mamış, hazır­
l ı ksız, sürprizli gezi lerden bi riyd i . Daha sofra fas l ı bitme­
<len konuklara dönerek:
- · Hazı r m ısınız? Seyahate çıkıyoruz,• deyince her­
.kes şaşırd ı . Sonra :
- a Hazırız ... • diye karş ı l ı k verd i l er.
Otomobi l l ere hazırlanma emri veril d i . Ankara yakınla­
rında Çubukabat denilen çaml ı k, güzel bir yayla vardır. Ta­
bii manzarası çok güzel olan bu yaylanın yolu oldukça teh­
l i kel i d i r. Daracık yolun altı, göz karartan uçuru m l arla kap­
l ıd ı r. Öyle b ir yol ki, otomobi l geçer ama, en küçük bir
-dikkatsizli kte hemen uçuruma uçab i l i r.
İçişleri bakanı tarafından hemen haber gönderil ip yol­
lar temizleti ldi. Arabalar yol a koyuldu. Uçurumlu araziye
g e l i nce sars ı l a sars ı l a i l erlemeğe başladık. Şoförler bütün
d i kkatlerin i , önlerinde uzanan daracık bozuk şeride ver­
m i şlerd i . Titrek farların yetişemedi ği si msiyah, ölüm saçan
b i r uçurum b i r yan ı m ızda; öbür yan ı mızda sivri , granit tepe­
dklerle yükselen bir dağ parçası .
ATATÜRK' Ü N UŞAÔI iDİM 303

Ben vaziyeti görünce yokuşun başında otomobi lden


indim. Daracı k yoldan uçurumu seyretmeğe başlad ı m . Bu­
l u nduğum arabada oturan m i l l etveki l l eri nden Hacı Meh­
met Bey'le, Nuri Conker'e yol un buradan i l erisinin daha
tehl i keli olduğunu söyled i m . Çünkü gündüz birkaç kez bu.
tehl i kel i yolu geçmiştim . Nuri Conker:
- • Yani ne yapa l ı m Çelebi. Öl ümden m i korkuyor­
sun ? • ded i .
- • Herkes başın ı n çaresine baks ı n . Ben i niyorum ,
sonra yayladan dönüşte beni a l ı rsınız,• diye karş ı l ı k ver­
dim.
Fakat m i l letveki l leri otomobi lden inmediler. Benim
aşağı indiğimi gören Kı l ıç Al i i l e M uhafız Alay komutanı
İsmail Hakkı Tekçe, kızarak şöyle dediler:
- • N için indin otomobi lden, n iye korktun ? Bizim ca­
n ı m ız yok mu? Atatürk'ün can ı yok m u ? •
- · Sizin de can ı n ız var ama, hepinizin kafasında bi­
rer şişe Dimitrokopula var. Bende i se h i ç bir şey yok.
Onun için ben i n mede, siz i nmemede haklısınız.•
Sabaha karşı saat dörde doğru Çubu kabat'a vardık.
Bi rkaç çad ı r kuru l muştu. Hepimiz çad ı rl ara gi rerek yorgun­
luktan ve uykusuzluktan battan iyelerin üstüne kıvrıl ıver­
d i k ... Ertesi gün Atatürk uyandıktan sonra hareket emrin i
verd i . Gece geçtiğimiz yoldan dönerken Atatü rk'ün şaş­
k ı n l ı ğ ı n ı bir görmel iydi n iz : "Yahu dün gece biz buradan,
mı geçti k ? · diyor, şaşkı n l ığı iyiden i yiye artıyordu.
Önce bana kızanlar, gece geçtikleri s ı rat köprüsünü·
and ı ran yolu gözleriyle görünce hak verdi ler
ÇELENGi NEREYE KOYARSANIZ KOVUN

1 8 Mart Çanakkal e Zaferinin y ı l dönümü nedeniyle


Gelibolu yarımadası'ndaki şehitli kl eri n bulunduğu yerde
d üzenl enen anma törenine Atatü rk de çağrı l ı bul unuyordu.
Törene, Çanakkale'de dövüşen ve o n binl erce kurban ve­
ren devletlerin temsi lci l eri de gelmiş. Orta l ı k çelenkten
.geçi l miyordu. Frans ı z ve İngil i z M eçhul Asker Anıtlarına
çelenkler konulmuş, u l usal marşlar çalın m ı ş , fakat henüz
bir Türk anıtı o l madığından Mehmetç i k çeleng i n i n konaca­
ğı yer konusunda b i r duraksama olmuştu.
Çanakkal e Savaşları s ı ras ı nda düşmana atı lan mermi­
l erden meydana getir i lmiş pi ramit şekli nde bir de Türk
anıtı vard ı ki , zamanl a bozu l muş, kal ı ntıları da kaybolmuş­
tu. Atatürk'ün o zamanlar bu anıta çelenk koyarken çeki l­
m i ş bir fotoğrafı da Harbi U mumi M ecmuası n ın kapağ ında
yayınlanmıştı.
O günkü törende çelengi koyacak bir yer bulamayı nca
hemen Atatürk'e koştular:
- « Paşam, bizim çelengi nereye koya l ı m ? .. d iye sor­
dular.
Tarihin en korkunç savunma ve hücumunun geçtiği
ATATÜRK'ÜN UŞA(if iDiM 305

alanda, o günleri yaşar gibi dalgın gözlerle ufka bakan Ana­


farta lar Kumanda n ı , kendisinden cevap bekleyen val i , ko­
mutan ve beraberi ndeki lere dönüp:
- .. Türk kan ıyla sulanmış bu toprakların her köşes i ,
b i r Türk abidesidir. Çelengi nereye isterseniz oraya koyun ,
fark etmez, ., ded i .
1 935 yıl ında Türk Tarih Kurumu üyeleri , Atatü rk'ün
buyruğuyle tari hi bir geziye ç ı karıldı lar. Programın i l k uğ­
rak yeri Anafartalar ve Conkbay ı rı oldu. Ü yeler, bu top­
raklar için canlarını veren binlerce şehit Mehmetçiğin anı­
sına sayg ı duruşunda bulundular. Orada pek çok yabancı
anıt vard ı , Mehmetç i k anıtı ise yoktu .
Döndükten sonra kurul üye leri arasında bu l unan Prof.
Afet İnan, Atatü rk'e gezi anı larını anlatı rken , Mehmetçi k
anıtına da değindi . Orada neden bir M ehmetçik anıtı ya­
p ı l madığını sordu. Atatürk şu karşılığı verdi :
- a Çok doğru söyledi n . Biz de Mehmetçiğ i mizi an­
mak için çok büyük anıtlar yapmal ıyız. Fakat bu, bir zaman
ve imkan işidir. Ancak şunu da söyl eyeyim ki, bu toprak­
ların s ı n ırları içinde kalmasıyla Mehmetçik en büyü k an ıtı
zaten kendi kurmuştur.•
İçişleri bakanı Şü krü Kaya , Çanakkale bölgesini tefti­
şe giderken, Atatürk ona şöyle demişti :
- .. çanakkale'ye gitti ğinde aziz şehitleri mizi de ziya­
ret etmeyi unutma. Bu görevi yapacağına şüphem yok.
Yalnız orada nas ı l bir nutuk söyleyeceks i n ? ..
Atatürk, Şükrü Kaya'nın, söyleyeceği nutku düşü nme­
ğe başladığ ını görünce şöyle ded i :
- a Dur ben söyleyeyim nas ı l konuşacağ ı n ı . Orada
diyeceks in ki : 'Ey burada yatan sevg i l i şehitlerimiz, sizi
saygıyla anıyoruz . ' Sonra Mehmetçik anıtı n ı n başı nda ya­
pacağın konuşmada: ' Burada rahat ve huzur i çi nde yatınız.
Siz olmasaydınız, düşman bu kutsal topraklarımıza yayı­
l acaktı .'·
F: 20
306 ATATÜ RK'ÜN UŞA01 iDiM

Şükrü Kaya, Atatürk'e tıpkı bu şekilde konuşacağını


söyleyince Atatürk iti raz etti :
- " Hayır böyle konuşmayacaksı n . Bundan daha güzel
konuşacaks ı n . Çanakkale'de yal n ı z bizim şehitleri mizi de­
ğ i l , bu topraklar üzerinde kanlarını döken yabancı muharip­
l e ri de sayg ıyla anacaksı n . Diyeceks in ki : ' Bu ü l keni n top­
ra klarında kan larını döken kahramanlar. Burada bir dost
vatan toprağındas ı n ız. Huzur ve sükun içinde uyuyun.
Mehmetçik'le koyun koyunasınız.'.,
Şükrü Kaya buna karşı çıktı :
- « Paşı;ı m, ben bunu yapamam , ,. deyi nce Atatürk
kızd ı :
- « Söyleyeceksin. Cihana karşı böyle konuşacaks ı n .
Diyeceksin k i : ' Uzak diyarlardan evlatlarını savaşa gönde­
ren analar. Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağ­
rım ızdad ır. Huzur içinde rahat uyumaktad ı r. Onlar bu top­
raklarda canlarını verdi kten sonra artık bizim evlatlarımız
o l muşlardır.' ..
Atatürk'ün bu sözl eri n i , tüylerimiz diken diken ol muş
d i n ledik. Yarabbi, bu ne büyük insan, yüce d üşüncelere
sahip bir büyük adamd ı . Böyle bir sözü tari hte hangi bü­
yük devlet adamı söylemişti bugüne kadar.
Şükrü Kaya'nın Çanakkale'de Mehmetçik anıtını n ba­
ş ı nda söyl ediği Atatürk'ün yendiği ulus lara karşı göster­
d i ğ i yüksek i nsanl ı k duygu larını yansıtan bu nutuk, orada
bulunan yabancı gazeteci ler tarafı ndan dünyaya yay ı l m ış.
Daha b ir hafta geçmeden Şü krü Kaya'ya Avustralya'dan,
Yeni Zelanda'dan ve daha bi rçok yerden telgraflar yağ­
maya başlad ı .
MANEVi EVl.ATLARININ SONU

ATATÜ RK, gençliğinden beri kı z , erkek dokuz çocuğu


evl atl ı k edinmiştir. H iç çocuğu ol mayan Atatürk'ün bu ko­
ruyuculuk huyu, daha çok yaşamı boyunca evlatsız kal ıp,
annes i nin ölümünden sonra kızkardeşinden başka bi r ya­
k ı n ı bulunmayışından i l eri gelmekted i r . Koruyucu luğuna
aldığı bu kimseleri n her haliyle i lgi lenir, iyi yetişmeleri
için elinden geleni yapard ı . Hesab ı n ı , kitab ın ı çok iyi b i l ­
mekle tan ınan Atatürk, b u evlat saydıkl arı ndan hiçbi r şey
esirgemez, çevresindeki lerin de onları sevip saymalarını
i sterd i . Ö l ümünden sonra vasiyetnamesiyle bunlara ayl ı k
bağlanması d a , onlara düşkünlüğünün seçi k bel i rtisidir.
Atatü rk, sofrası nda her zaman manevi evlatları nı da
bulundurur, her isteklerini yeri ne geti rird i . Çankaya Köş­
künde manevi evlatlarının heps i n i n bi r arada bulunduğu
zamanlarda aralarına kı skanç l ı k g i rmesin 'diye iş bölümü
yapard ı . M anevi evlatl arının harcamalarını Umumi Katip
H asan Rıza Soyak'a gördurür, harçl ı klarını da onun el iyle
verdiri rd i .
Atatürk'ün i l k manevi evl ad ı , 1 . D ünya Savaşında Van'
da bulunurken, ki msesiz ve muhtaç o lduğunu görerek ya-
308 ATATÜRK'ÜN UŞACil iDiM

n ı n a a l ı p lstanbu l 'a getirdiği sekiz yaş ındaki Abdürra h i m


adındaki çocuktur. Beşiktaş Akaretler'deki evlerinde anne­
s i Zübeyde H anım 'ın yan ına b ı rakmış, zaferden sonra An­
kara'ya göndererek .. sanayi Mektebi u nde okutup b i r mes­
lek sahibi o l masını sağlamıştı r. İkinc i s i , yine 1. Dünya Sa­
vaşında Bitl is çekil mesi s ı rası nda kendisine sığınan altı
yaş ındaki Afife adlı yetim bir kız çocuğ udur. Karargahına
aldığı bu çocuğu cephe gerisine getirmiş, sonra l stanbul '
daki evlerine yol l ayıp büyütmüş, eğiti m i n i yaptırm ış, so­
nunda evl end i rerek lzmir'e yol l amıştır.
Lfıtifo Uşakhgi l 'l e evl i l ığinden sonra Kağıthane Darül­
eytam'ı ndan aldığ ı Zehra adlı kı z ı da Arnavutköy Ameri­
kan Koleji nde, sonra Londra'da okutmuş, bu tali hsiz kız
geçird i ğ i ruhsal b i r bunal ım sonunda Fransa'dan geçerken
kendi n i trenden atıp i ntihar �tm işti .
l<onya gezis i s ı ras ında Atatürk, çok acı l ı bir yaşam ı
o l a n Rukiye a d l ı bir kızcağızı Ankara'ya getiri p okutmuş,
sonra bir jandarma yüzbaşısı i le evlendirip, düğününü An­
kara Palasta kendi yaptırm ı ştı . Atatürk, düğünde i l k dan­
sı Rukiye ile yaparak ona onur verm i şti . Rukiye'nin koca­
sı Yüzbaşı Hüsnü, sonra Yalova kaymakaml ı ğına atanm ı ş .
emekli olduktan sonra d a ö lmüştür.
Atatürk'ün manevi evlatl ığa aldığı insanlardan b i ri de
Nebile Han ı m d ı r. 1 927 Temmuzunda Çapa Öğretmen Oku­
l undan üç öğrenci hizmet için Dol mabahçe Sarayına geti­
rilmişti . Bu kızlardan ikisi geri gitti . Nebi le ise ka l d ı . N e­
bile on sekizinci baharı n ı sürüyordu. O rta boylu, mavi göz­
lü, beyaz ten l i , sarışın oldukça güzel bir kızd ı .
O zaman Atatürk, Nebile'yi de Ankara'ya götürmek
i stemişti . Nebi l e duraksıyordu. Gidip gitmemek konusun­
d a bir karar veremiyordu. O sı rada ben de Ankara'ya gö­
türülecektim. Bir gün yan ıma soku l u p :
- « Cemal Efend i , beni Ankara'ya götürmek istiyor-
ATATÜRK'ON UŞAOI iDİM 309

lar. Korkuyorum gitmeğe. Ne yapayı m dersin ? • diye sor­


du.
- · Beni de götürmek istiyorlar. Bak ben korkuyor
muyu m ? " ded im .
- . öyle am a s e n erkeks in. C a n ı n sıkıl ı nca kahveye
g i ders i n . Ben kızı m . Orada tek başına ne yaparım ? ·
- • Sen de Köşkte oturu rsun . Orada Rukiye, Sabiha,
Zehra Hanımlar var. Sen de orada hanı m olursun . ..
B i z böyle dertleşe dural ı m , Nebi le Ankara'nın yolunu
tuttu. Ben daha sonra g itti m . Çankaya'da bir de ne göre­
y i m ? Nebi le, • hanım • o l muş . Biz • bey " olamadık. Hizmet­
kar olarak kaldık.
Nebi le, Atatürk'ün arac ı l ığıyla Viyana Büyükelçiliği
Başkatibi (Çerkes) Tahsin Beyle evl endiri ldi. Düğününü·
d e R u kiye'ninki g i b i , Atatürk, Ankara Palasta yaptı rdı . Baş­
katip, beraberinde Viyana'ya götürdüğü Nebile'yi hor kul­
lanmış. Bu adamla oturamıyacağını anlayan Nebile bir sü­
re sonra ayrıl ı p yurda döndü. Sonradan da İzmit Kağıt
Fabrikas ı nda görevli Sabahattin İ rdelp adlı bi r mühendis­
le evlend i .
Nebi le de, Fi kriye, Zehra gibi ta l i hsiz bir kad ı n d ı .
Hasta landı , bir çiçek gibi sol mağa başladı . Atatürk'ün ölü­
münden birkaç gün önce Nebi le, hasta haliyle Dolmabah­
çeye gelmişti . O'nu ağır hasta ve ölüme yaklaşmış görün­
ce dayanamayıp başlamış ağlamağa. Atatürk kendi hasta­
l ı ğ ı n ı bir an için unutup, karşısı nda gözyaşı döken Nebi­
le'ye « Ben im için ağlam ıyacaksı n , anlad ı n mı? .. demiş. Fa­
kat h ı çkırıkların dozu artınca .. sana emrediyorum , ağla­
mak yasak! • d iye eklemiş. Bunun üzerine Nebi le'yi kol la­
rı ndan tutarak dışarı çı karmışlar.
Atatü rk'ün ölüm haberini duyduktan sonra Nebile Ha­
n ı m iyice hastaland ı . i l k i n gözleri görmez oldu. Arkasın­
d a n k ol u uyuşmağa başlad ı . Derken i n m e indiğini duyduk.
Daha sonra bütün bunlar yetmiyormuş gi bi zatürreeye ya-
'3 1 0 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

kaland ı . Bir süre Yakacı k Sanatoryumunda yattıysa da,


kurtarı lamıyarak hayata gözleri n i yumdu.
Atatürk'ün m anevi evlatların ı n en öne mlil erinden
.biri de Sabiha Gökçen'di. 1 924'te Bursa gezisi s ı rasında
H ünkar Köşkünde tanıdığı Sabiha'yı manevi evl �t olara k al­
mış, 1 925'te de Ankara'ya getirmiş. Ben, Sabiha Gökçen'i
Çankaya'da tanı m ıştım . Sabiha i l kokulu bitird i kten sonra
Amerikan Kız Kolejine yol l anmış, fakat hastalandığı için
:burasını biti remeyip Üsküdar Kolej i ne geçmişti . Hasta l ı k
-artınca Atatürk, Sabiha'nın evde oturmasını uygun bul­
muştu. Daha sonra H eybel i Sanatoryumuna yol l anan Sabi­
'.ha, buradan kaçınca Atatürk, bu kez onu Viyana'ya gönder­
·d i . Viyana dönüşü beş yıl dinlenen Sabiha Gökçen Atatürk
tarafı ndan Fransa 'ya yol lanmış ve orada da sekiz ay ka­
dar kal m ıştı . 1 935 yıl ı nda açı lan Sivil Havac ı l ı k Okuluna
yazı lan Sab iha Gökçen, buras ını bitirip ilk Türk kad ın pi­
lotu san ını a l m ı ştı . A ve B brövelerine sahip olan Sabiha
Gökçen, C brövesini almak için R usya'ya da gitm i ş , dö­
nüşte de H ava Harp Okuluna yaz ı l mıştı . Ders i m ayakl an­
ması sıras ı nda Sabiha Gökçen de bir havacı olarak hare­
kata katı lm ıştı . Atatürk'ün çok sevdiği ve onur duyduğunu
söylediği Sabiha Gökçen , Atatürk'ün sağlığında kendisini
i steyen, fakat reddettiği hava yüzbaşısı Ali Kemal Esiner
ile Atatürk 'ün ölümünden sonra evlen mişti . Yüzbaşı da,
sonradan soyad ım değiştirm i ş, eşine Atatürk tarafından
veri len Gökçen soyadım almıştı r. Sabiha Gökçen yirmi yıl­
lık hizmet s üresini doldurarak Türkkuşu başöğretmen l i­
ğ i nden 1 955 y ı l ı nda emekliye ayrı l m ı ştır.
Atatürk'ün manevi evlatlarından en öne mlisi Afet
İnan'd ı . Asaf İ l bay ve eşi n i n tavsiyesiyle Dame de Sion'­
da okuyan Afet Hanım, kısa zamanda Çankaya Köşkünün
yönetimini üzeri ne almış, Atatürk'ün düşüncelerini benim­
seyip uygulamış, adeta bi r eşin alabi leceği yeri doldurma­
ğa baş lamıştı . Zamanl a Atatürk'ün en yakın larından ve
ATATÜlilK'ÜN UŞAGI İDiM 311

sofrasından eks ik etmediği b i r kişi haline gelen Afet İnan,


öğrenim yapması için İsviçre 'ye gönderilmiş, Türk Tarih
Kurumuna da başkan o lmuştu . Türk Tari h Kurumu ve Türk
D i l Kurumu görüşmelerinde Atatürk, Afet İnan'a geniş yet­
k i ler vermi şti . 1 907 doğumlu olan Afet İ nan, bir ara An­
kara Kız lisesinde tarih ve yurtbi l g isi dersleri okutmuş .
1 935 yı l ı nda Yugoslavya, İtalya, Fransa , İsviçre, İngi ltere,
Belçika, Hol landa, Al manya, Avusturya, Romanya 'da üni­
vers i te ve müzelerde incelemelerde bul unduktan sonra
yurda dönmüştü. Atatürk, yeni kuru l an D i l ve Tari h Coğ­
rafya Fakültes inde Afet Han ı m ı n da öğretim üyesi olarak
görevde bulunmas ı n ı i stiyordu. Fakat burada ça l ışabi lmek
b i r Batı üniversites i nde öğreni m yapmayı zorunlu kıl ıyor­
du. Bu nedenle Afet Hanı m , Cenevre Üniversitesi Sosyal
ve Ekonomik Bi l i m l er Fakü ltesi Modern ve Yakı n Çağlar
Bölümüne yazıldı. Burayı biti rmeden i lk sömestr sonunda
Ankara'ya dönünce bu fakültede Atatürk'ün emriyle pro­
fesör olarak i l k ders i n i verd i . Afet İ nan, bi r üniversitenin
bi rinci sömestrinde okurken, bir başka ün iversitede ders
veren belki de i l k öğretim üyesiyd i . Bundan sonra da pro­
fesör ünvanını günümüze dek taş ı d ı . Daha sonra İsviçre'­
ye yeniden dönen Afet İnan'a Atatürk, birçok mektup yaz­
m ıştır. Afet inan yurda döndüğü zaman Atatürk ölmüş bu­
l unuyordu. Ondan sonra da Ankara'da profesörlük görevi­
n i sürdürdü.
Atatü r�. Afet l nan'ı Avrupa'ya öğrenime yol ladığı sı­
ralarda manevi evlat o larak Sabriye adl ı bir genç kızı da­
h a koruyucu luğuna almış ve hukuk öğre n im i yaptırıp, yar­
g ı ç ç ı kmasını sağlam ıştı .
Ertuğru l yatı n ı n kaptanlarından Kemal Kaptan'ın kız­
kardeşi Bülent Hanım da Atatürk'ün manevi evlatları ara­
s ında bir süre yer a l mıştı . Arnavutköy Amerikan Kız Ko­
l ej inde okuyan Bülent Hanım, yirmi yaşları nda, güze l , a l ı m­
l ı b i r . kadındı . Çok güzel giyi n i r, çevresinde hemen bir
312 ATATÜ RK' ÜN UŞAÖI iDiM

hayra n lık halkası yaratı rd ı . Selanik'li olduğu ıçın Atatü rk,


hemşerisi bu genç ve güzel kıza ayrı bir ilgi gösteri rdi .
Biz Bülent Hanımı manevi evlat bi l iyorduk, ama bir
gün ansızı n Köşkten uzaklaştır ı l d ı ğ ı n ı duyduk. M eğer Bü­
l ent Han ı m , b ir H ı ristiyanl a sevişmiş. Bunu Atatü rk'e du­
yurmuş lar. Köşke gelmedi ğ i n i görünce meraklandık. So­
ruşturunca da artık gel memek üzere gitti ğ i n i anlad ı k . Ata­
türk 'ün çevresindeki kadınlar gerçi okumuş, kültürlü , gör­
gülü, sözü sohbeti yerinde kimselerd i . Fakat Bülent Ha­
nım g ibi güzel olanı yoktu . Bu yüzden onun uzakl aştırı l ı ­
ş ı na oldukça üzüldüm. İnsan uzaktan. b i l e olsa güzel kad ı­
na dayanamayıp bakıyor.
Sonradan Bül ent Hanım sevdiği gençle evlend i . Fakat
bu evl i l i k ona uğur getirmedi . B i r zaman sonra hastalan­
d ı ve öldü. Rumel ihi sarı Mezarl ığ ına gömü ldü . Kemal Kap­
tan ise İsveç' l i bir kadınla evl endi . Arkasından İ sveç'l i de
öldü. Kaptan boş durmad ı , sonradan Al manya'da bir evli­
lik daha yaptı ...
ZEHRA'NIN AMIENS GÖLÜNDE İNTİHAR!

ATATÜRK'ün manevi kızlarından biri de Zehra i d i . B u ·


genç kızın acı l-; l ı ölümü, beni o zamanlar çok sarsmış, duy­
gulandırmış. haya l i yıl larca gözümün önünden gitmemişti.
Zehra, öğrenim yapması için Atatü rk tarafından gönderi l­
d iğ i İngi ltere'den dönerken, Fransa topraklarında kend i ni·
tre n i n penceresi nden gö le atarak canına kıym ıştı . Bu acık-
1 ı olayın dedi kodusu ayl arca sürmüş , bütün ü lkede çal kan­
tı ları olduğu g ibi, Çankaya Köşkünde hizmet gören bizleri
d e uzun süre oyalamış, etkisine a l m ı ştı .
Atatürk, adı Zehra Mehmet olan bu Amasya ' l ı genç
kızı, Kağıthane'deki Darüleyta m ' ı ( Yeti mler Yurdu) gezer­
ken görmüş ve manevi evlat o larak a l ı p, Çankaya'ya gö­
türmüştü . Henüz çocuk yaşta olan Zehra, büyüdükten son­
ra Arnavutköy Ameri kan Kız Kolej i ne veri lmişti .
Atatü rk, öbür manevi kızları gibi Zehra'yı da kültür­
l ü , ideal Türk kadı n ına örnek olarak yetişti rmek istiyordu.
Zehra da tıpkı Sabiha Gökçen gibi havacı l ığa başlamış, fa­
kat morali bozulduğu için -hasta bir mizaca da sahip ol­
duğundan- bu heyecanl ı ve teh l i ke l i mesleğe dayanama­
yıp ayrı l mıştı . Atatürk, bu alanda başarısızlığa uğrayan
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

Zehra'ya bir şans daha tanı m ı ş ve öğreni m yapması için


onu Londra'ya yol l amıştı.
Londra 'da isten i ldiği gibi okuyamayan ve memleket
özlemine dayanamıyacağı n ı anladığı için geri dönmek is­
teyen Zehra , Atatürk'e söz verdiği nden mahcup ol mamak
için oradaki otu rma süresini uzatıyordu. Sonunda durum­
·dan haberdar olan Atatürk, Zehra 'ya i sterse dönebi leceğ i­
ni bi ldirmişti . İşte tal i hsiz Zehra , 1 936 y ı l ı nda Londra'dan
dönerken Amiens yakınlarında henüz yirmi yaş ında Paris
ekspresi nden kendi n i atarak canına kıymıştı.
Yanında, Atatürk'ün si l ah arkadaşlarında n, o zamanki
Londra büyükelçisi Fethi Okyar o lduğu halde yola çıkan
Zeh ra . mides inin bulandığını ve başı n ı n döndüğünü öne
sürerek biraz hava al mak için çıktığı kompartımanın kori­
{jor penceresinden , gölün kıyısından yüz yirmi ki lometre"
h ızla giden trenden kendini boşluğa bı rakıvermişti .
Atatürk, Zehra'n ı n ölümünü, Paris Büyükelçiliğinden
yol l anan bir telsiz haberinden öğren i nce çok üzü lmüştü .
O gün hemen Umumi Katip Hasan R ıza Soyak'a, Zehra'nın
adının bildiri l memesi için emir verd i . Fakat olay çoktan
duyulmuştu . Yalan yan l ı ş gazete sütunlarını doldurmuştu
b i le.
Sonradan öğrendiği mize göre Paris Büyükelçisinin
kızları, ertesi gün Paris garına Zehra'yı karşılamaya git­
tiklerinde genç kızın trenden i nmediğini görünce tel aş­
lanmışlar, kolay bulab i l me u muduyla gar müdürüne başvu­
rup .. Trende Atatürk'ün kızı olacaktı. Çıkmayınca kaygı l an­
d ı k · demişler. Olay, bundan sonra Fransız gazetelerinde
sansanyon için hemen paha biçilmez bir konu olmuş. a Ata­
türk'ün kızı i ntihar etti " başl ığı altında çıkan yazı l arla olay
tüm dünyaya yayılmış.
Amiens istasyonuna g iden Başkonsolos, Zehra'nın ce­
sed ini bir k i l isede bulmuş. Meğer Türkleri n Müslü man ol­
duğunu ve cenazenin camide y ı kanması gerektiğini bil me-
ATATÜRK'ÜN UŞA�I iDİM 315.

yen Fransızlar, Zehra'nın ölüsünü k i l i seye götürüp , üzeri­


ni h açlar v e çelenkl erle örtmüşler. Böylece d i ni ödevl eri­
ni yerine getird i klerini sanmışlar. Başkonsolos da, dilinin
döndüğü kadar du rumu anlatıp, öl ünün üzerindeki haçl arı
kaldırtmış.
O zamank i Fransa hükümeti , Zehra'ya (Atatürk'ün kı­
zı) diye parlak bir cenaze töreni yapmayı kararlaştırmış.
Fakat 'Başkonsolos buna engel ol muş. Buna rağmen, Pari s
Belediye Başkan ı y i n e de cenaze kaldırı l ı rken saygı duru­
şunda bu1unmuş. MarsHya'ya geti ri len ö l ü , orada da aynı
tören tekrarfanarak Piyer Loti vapuruna konulup istanbu l 'a
getiri ldi . Maçka M ezarlığına gömü ldü. Zehra'n ı n ölümüne
bütün hizmetkarlar acı m ı ş , gözyaşı dökmüştük.
Ü LKÜ'NÜN ÖYKÜSÜ

EVLİLİK dönem i kısa süren ve çocuğu ol mayan Ata­


türk'ün yaşamında Ü l kü , öneml i yeri olan tal i h l i bir çocuk­
tur. Ü l kü, Atatürk'le birl i kte yı l larca Alfabe kitaplarına ka­
pak o lmuştur. Türkiye Cumhuriyeti n i n en popüler çocuğu
h a l i n e ge lmiştir. Atatürk için çıkarılan fotoğraf a l bümleri­
n i n b i rçok sayfas ı n ı , Ü l kü 'yle beraber çektirdiği fotoğraf­
l ar süslemektedir. Ü l kü , y ı l larca halk arasında hep • Ata­
türk'ün kızı .. ol arak a n ı l mıştır. Ü l kü , kimi zaman bana · Ce­
mal Efendi • , kimi zaman · Cemal Ağabey • diyerek istedi­
ği şeyleri yaptırmıştır, bir dediğini i ki etti rmemiştir.
Ü l kü'nün annesi Selani kli Vasfiye Hanım, Atatürk'ü n
a nnesi Zübeyde H a n ı m tarafından daha kimsesiz küçük bir
kızcağızken yan ına a l ı nı p büyütül müş. Selanik'te Zübeyde
Hanımın yan ına geldiği zaman henüz beş altı yaşları nday­
m ı ş . Köşkte s ı k s ı k anlatırlardı : Evin kızı gibi işler gören
Vasfiye , Zübeyde H an ı m ı n büyük sevg i sini kazanmış. Ye­
tişkin bir kız haline gelen Vasfiye, Zübeyde Hanımla be­
raber Selani k'ten İstanbul 'a , oradan da Ankara'ya gelmiş.
Atatürk'ün annesi ölünce Vasfiye de, kızkardeşi Makbul e
Atadan 'ın ( Boysan) yanında kal m ış. Vasfiye g e l i n l i k çağa
ATATÜRK'ÜN UŞACJ İDiM 317

gelince Makbule Hanımın i z n i n i al madan evlenmiş. Vasfi­


ye'den Atatürk ai lesi yı l larca haber alamamış. Oysa Vas­
fiye, bu evl i l i kte aradığını bulamam ış, mutsuz olmuştu.
1 930 yı l ı nda Vasfiye bir gün, yan ı nda komşusu olan
bir h an ı m la Dolmabahçe Sarayına gel ip, başyaver Cevat
Abbas (Gürer) i gördü. Utancından susuyordu. Komşu ha­
n ı m ı n yardımıyla ona durumunu anlattı . Ortak üzeri ne ev­
l enmişti. Kendisine iyi davranı l mamıştı. Evl i l i k hayatı çok
ağırd ı , dayanı l ı r gibi değ i l d i . Gözlerinden yaşlar süzül erek
uzun y ı l lar çeşitli evlerde ağır işler görerek hayatını ka­
zand ı ğ ı n ı , yuvası yıkı l masın, namusuna l eke sürülmesin
diye bu yaşama göğüs gerdiğ i n i , o ağ ı r işl ere karşı kazan­
d ı ğ ı üç-beş kuruşu da el inden aldıkların ı anlattı . Atatürk'··
ün yan ına sığ ınmak istedi .
Genç kad ı n ı n anlattıkları ndan büyük b i r üzüntü duyan
Cevat Abbas , bunları aynen Atatürk'e i l etti . Vasfiye'nin
acı l ı hayatından üzüntü duyan ve duygu lanan Atatürk, çok
sevd iği annesinin yad igarı olan bu kimsesiz zava l l ı kad ı n ı
e rtes i günü himayesi n e a l d ı . Vasfiye Han ı m , Ü l fet Hanım­
l a birlikte uzun süre Atatürk'ün özel hizmetinde çal ıştırıl­
dı. Famdöşambr olarak oda h izmeti gördü. Hatta Atatürk'e
masaj yaptı.
Vasfiye Han ı m daha sonra Atatürk' ü n izniyle Ankara'.
d a , Devlet Demiryol l arı İdaresinden, Gazi Orman Çiftliği
i stasyon memuru Mehmet Tahsin Çukuroğlu ile evl e11diri l ­
d i . B u evl i l iğ i n i l k y ı l ı nda d a Ü l kü dünyaya geld i . Atatürk,
daha yüzünü görmeden adını koymuş, doğumu haber a l ı n­
ca • Vasfiye'n i n çocuğunun adı Ü l kü olsun, .. demişti .
Ül kü, Gazi İstasyonunda kasvetli , küçücük bir evde
doğmuştu . Annes i , Ü l kü 'yü i ki ayl ıkken Çankaya Köşküne
götürdü. Atatürk, adını koyduğu bebeği annesinin kuca­
ğ ı nda görünce kal ktı , kucağ ı na a l d ı . Bir baba şefkatiyle se­
vip okşadı. Sonra .. çocuk ne güzel şey. Demek biz de böy­
le i mişiz, büyümüşüz, ,, ded i . . O akşam Sabiha Gökçen'e
318 ATATÜRK'ÜN UŞA<'.'il iDİM

Ü l kü'yü soran Atatürk, eve döndükleri n i ogrenince mama


parası olarak çiftl i kteki evi ne yüz l i ra yol lad ı .
Atatürk, İstanbu l gezisinden dönerken Gazi istasyo­
nunda O'nu karşı layanlar arasında altı ayl ı k Ül kü de var­
d ı . O kalabalığın içinde çocuğu görünce dayanamayıp an­
nes i n i n kucağ ından a l m ı ş , An kara istasyonuna gel i nceye
dek kompartımanda sevip okşamışt ı . Ü l kü de O'na çok
ı s ı nmıştı . Boynuna sarı l ı p öpüyor, mend i l cebinden sarkan
saati kulağına götürerek tiktakları n ı d i nl iyor, sonra kordo­
nuyla oynuyordu.
Atatü rk, o kadar a l ı şm ı ştı ki, bir gün görmese « Geti­
rin bana Ü l kü'yü , • diye arayıp sorard ı . Ü l kü, bir buçuk ya­
ş ı n a gel mişti . Atatürk İstanbul'da bulu nuyordu. Bir gün :
- • Babası ndan izin a l sı n , Vasfiye Ü l kü'yü getirs i n , •
diye haber saldı .
Vasfiye Han ı m da Ü l kü 'yü istanbul 'a götürdü. Atatürk,
Ü l kü'yü görünce kendi çocuğuymuş gibi ona sarı l d ı . O
günden sonra da yanından ayı rmaz oldu. Hatta Ege vapu­
ruyla yapı lan Antalya gezisine Ü l kü'yü de beraberinde g ö ­
türdü . Ü l kü'nün yarı m yamalak sözcü klerle konuşması Ata­
tü rk'ün çok hoşuna g iderd i . Onun tüm hareketlerinden
hoşlanırd ı . Küçü k çocuk sevmeyen Atatürk'ün ilk sevdiği
çocuk Ü lkü'dür diyebi l i ri m .
Atatürk kucakta çocu kları sevmez, anlamı ol mayan
şeyleri n kendisini i l g i l endi rmeyeceği n i söylerdi . Ü l kü dört
yaş ına gel ince anlam taşıyan sevim l i b i r yara1ık olmuştu .
Atatürk: • B ir kız çocuğu acaba benim terbiyem altında na­
s ı l yetişebilir? Bu çocukla i l g i l en i rsem , Türk u lusuna ya­
raşı r modern , fazi letli bi r Türk kad ı n tipin i yaratabilir mi­
y i m ? n d iye düşünüyordu.
Atatürk' ün Ü l kü'den başka çocuklarla da i lgilendiği
o l u rdu. Afet İnan'ın kardeşi Ayla, biraz daha büyükçe ya­
şıyla Atatürk'ün kızı işlemini görürdü. Ayla'nın durumuyla
yakından ilgilenir, ödevlerini düzelttirird i .
ATATORK'ÜN UŞAÖI iDiM 319

B i r gün İsmetpaşa K ı z Enstitüsünde çocuk bahçesi n i


gezerke n: cı Biz çocukları n i ç i n severi z ? ,, diye b i r soru sor­
muş, herkes bir şey söyled i kten sonra da kendi düşünce­
s i n i şöyle açıklamıştı : • Çocukları severiz. Çünkü çocuk
bizim devam ım ızdır. Her çocukta biz ebediyete doğru u za­
n ı p gitme isteğ i m izi buluruz.,,
İ şte Atatürk'ün büyük bir zeka bulduğunu söylediği
Ü lkü sevg i s i , bu düşünceye bağlanabi l i r. Zaman zaman .. bu
çocuğu kendi e l i m l e yetişti rmek isterim , • demesi bunu
doğrulamaktadı r.
Küçük Ü l kü, Dol mabahçe'de bulunduğu zamanlar ya­
n ı ndan hiç ayrı lmaz, « Atatürk'üm, seni özled i m , gel yanı­
ma,• ded i ğ i zaman her işini bırakıp, Ü l kü 'nün yan ına ko­
şard ı . Onun yan ında adeta çocuklaşırd ı . Öyle serbest bir
e ğ i t i m s istemi uygu lanıyordu k i , çocuğun h er istediği ye­
rine geti ri l iyordu. Bu yüzden Ü l kü oldukça şı marm ıştı . B i r
gece. Dolmabahçe'de yemek salonunun solundaki korido­
run yan ında duran Ü l kü , bağırarak:
- a Atatü rk'ü m , gel çabuk gel. Gelmezsen tepin i r i m ,
yerlere yatarım , • demişt i . Atatürk de sofradan kal kıp, ÜI�
kü'nün e l i nden tutarak getirip yan ı na oturtmuştu.
Ü l kü büyüdükçe ve konu$mağa baş ladı ktan sonra Ata­
türk'ün daha çok i l g i s i n i çekmiş, onunl a oyalanmağa baş­
l a mıştı . Gazi Orman Çiftl iğ in e her gel işinde Ü l kü'yü ya­
n ı na geti rtir, onun çocuksu sözlerin i hazla d i n l er, b i r bü­
yük adammış gibi ona önem verir, bazen otomob i l i ne a l ı p
yanına oturtur, arkadaşıymış g ibi konuşurdı.ı.
Beş buçuk yaşına dek çocukluğu Atatürk'ün dizleri di­
b i nde geçen Ü lkü güzel bir çocuk sayı l mazd ı . El macık ke­
m i kleri çıkık geniş b i r yüzü, önü perçe m l i kısa, düz siyah
saçl arı vardı . Fakat Atatürk'ün kalbinde kimsen i n alamıya­
cağı b i r yer elde etmi şti . Bir gün bahçede Atatürk'ün çi­
menler üzerinde oturduğunu gören Ü l kü koşa koşa gelm i ş :
• Ka l k Atatürkçüğüm , çimenlere otu rma , hasta olacaks ı n , •
320 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

demişti . Bu içten söyleyiş Atatürk'ün çok hoşuna gitmiş


« n e hassas çocuk , kim olduğumu bil meden beni nas ı l d a
düşünüyor, ., demişti .
Atatürk'ün uyku saati geçti ği zaman Ü l kü yatak oda­
s ı n ı n kapısı önüne g ider, gürü ltü patırtı yaparak uyandı­
r ı rd ı . Erken kalkması gerektiği sabahlar, uyandı rmaktan
çekind i kleri zaman Ü l kü 'yü i l eri sürerler, ona kızmayaca­
ğ ı n ı bildikleri nden « haydi g it kald ı r , " derlerd i . O da g ider
.. çok uyudun Atatürkçüğüm, hayd i ka l k , bak güneş çı ktı , »
diye uyand ı rırd ı . Atatürk, çocuğun b u masum isteğine kız­
maz, hoşgörüyle karşılard ı . Atatürk'ü uyand ırm ak yürek l i ­
l i ğ i n i -görevl i lerin d ı ş ı nda- yalnız Ü l kü gösterebi l m işti r .
Ü l kü, Atatürk'ün h e r şeyiyle i l g i l en i r, kravatı nı düze l ­
tir, yakas ı na çiçek takar, terl i klerini taşır , ayakkabılarını n
tozunu al ırdı. Hatta bir g ü n o zaman çok moda olan sarı
ayakkabı larını aşağıda bulduğu boya ile siyaha boyayıve�·­
m i ş . Herkesi bir telaş ve korku aldığı b i r s ı rada Ü l kü 'nün
e llerini simsiyah gören Atatürk'ün • ne oldu böyle ? » so­
rusuna « Atatürkçüğ ü m , sarı ayakkabıl arı siyah elb isene
yakıştı ramad ım da s iyaha boyad ı m , .. d iye karş ı l ı k veri p,
O'nu bir hayl i güldürmüştü.
Ü l kü dansa çok merakl ıyd ı . Atatürk'ün dansı sevdiği­
ni b i l diğ i için yanında eteklerini yana açarak öğrendiği
dansları yapar, büyük adamı eğlendi rmeğe çalışırdı . Tan ı n­
m ı ş b i r sanatçıyı takl it etmek Ü l kü'nün başl ı ca hüneriyd i .
Atatürk, e n çok Zeybek v e Kazaska oyunlarını sever, Ü l ­
kü 'ye de bunları oynatı rd ı . Ü l kü bazen coşar, gösterd i ğ i
hünerleriyle Atatü rk'ü adeta mestederd i . Nereden ezber­
l em işse ezberl emiş, Ü l kü hiç du rmadan .. anas ını istemem,
kızını da ver bana," şarkısını söylüyor, Atatürk de keyifli
zamanlarında ona bu şarkıyı tekrarlatıyordu . Ü l kü'nün her
istediğini yerine getirmek i steyen Atatürk, onun artist ol­
mak isteyişini, · daha ç o k küçüksün;,. d iye geri çevi rmiş-
ATATÜRK'Ü N UŞAÔI iDiM 321'

t i . Eğer Ül kü biraz büyük olsayd ı , onu tiyatro okuluna ver­


m esi işten b ile değildi.
1 937 yaşında Ülkü hastalanmış, Dolmabahçe Sarayın­
da paratifodan yatıyordu. Florya Köşkünde kalan Atatürk,
her gün Dol mabahçe'ye gidiyor, doktorların geçici hasta­
l ı kl a te mas ı n ı istemed ikle ri halde, tavsiyelerine aldırmaya­
rak yan ı na g i riyor, sağ l ı k durumuyla yakından i l g i leniyor­
du. H asta l ı k neden iyle ona düşkünlüğü iyice artmıştı . Ba­
şına topladı ğ ı doktorlara a bu çocuğa b i r şey olursa ben
yaşayamam, ne yaparsanız yap ın, bunu kurtarı n , .. diyord u .
Ü l kü'nün yanına önce Atatürk g i rer, onun moral i n i yükselt­
ti kten sonra yan ı ndaki ler de peşinden Ü l kü 'yü ziyaret
ederlerdi.
Son zamanlarında gezd iği birçok Y!=lre Ü lkü 'sünü d e
beraber götüren Atatürk, o n u h a l k arası nda söyletmekten
büyük haz duyuyord� .
Atatürk, hasta l ı ğ ı s ı rası nda da Ü l kü 'yü yan ından ayı r­
mamıştı . İ l k komadan dört gün sonra Ü l kü 'yü istem iş, ya­
tağı na oturtup, yanağı n ı okşadı ktan sonra :
- a Cumhuriyet Bayra m ı yaklaşt ı . Ankara'ya g i d i n .
Ü l kü Bayramı görsün , » demi şti.
Ü l kü bir türl ü ayr ı l mak istememiş, Ankara'ya gitmek
istemediğini söyleyerek:
- · Atatürkçüğ ü m , sen dP. gel , Bayramı beraber gö: .
rel i m » demiş, boynuna sarıl arak ağlamıştı. Atatürk, Ü l kü'­
nün ağ layışına çok üzül müş ve gözleri dolu dolu olarak:
- • Ben de a rkanızdan gel eceğ i m , .. demişti . Fakat
hiç bir zaman gidem iyeceğin i bi l iyordu. Bunu sırf çocu k
üzülmesin d iye söyl emiş ol acaktı . Ü l kü Ankara'ya döndük­
ten sonra Atatürk her gün Nesip Efendiye telefon etti rip
· Ü l kü nas ı l ? .. diye sordurmuş, annesi n i n çocuğa iyi . bak­
mas ını tenbihlemişti .
Bir gün Savarona yatı nda üzerimde resmi elbisem ol­
duğu halde trabzan lardan kayarak eğl en iyordum. Yanlış
F: 2 1'
ATAT0RK'0N UŞAÖI iDiM

anlaş ı l ması n , yirm i altı yaş ı ndaki koca adam, çocuklar gi­
b i trabzandan aşağı kayıyor, kendi kendi m e oyun oynuyor­
d u m . Saat yirm i bir sularındaydı . Gecenin bu saati nde be­
n i m trabzandan kayı ş ı m ı , bir kenara gizlenmiş olan Ü l kü ,
büyük b i r merakla seyrediyormuş. El leri arkasında geldi ,
karşıma dikildi. H areketimi anlaşılan çok garipsemi ş ol a­
-cak ki:
- • Cemal Efendi , sen hem şef, hem de (el iyle kaç ı k
�şareti yaparak) biraz böylesi n , » ded i .
Benim d e çocukluğum tuttu . Çocukla b i r oldu m ; elim-
le ben de ona ( kaçık) işareti yaparak:
- a Ôyleyi m ama, ben çok büyük adamı m , .. dedim .
- a Atatürk'ten d e m i ? •
- "Tabii, o benden sonra gelir.•
Karşımdaki alt tarafı beş yaşı nda çocuk. Şakadan an­
lar m ı ?
Ayakları n ı yerlere vurup, ter ter tepinerek:
- • Söyl i i iicem, işte söyl i i icem ... • diye bağırı p çağır­
mağa başlad ı . Sonra koşa koşa salona doğru gitti. Arka­
s ı ndan seğirttiysem de yetişemedi m .
Gidip aramızda geçen konuşmayı bir bir Atatürk'e ye­
tiştirmiş. Atatürk de:
- .. çağırın baka l ı m şu büyük adamı , görel i m , • de-
miş.
Ben hemen baştarafa koştu m . Ki mseni n bulamıyaca­
ğı bir köşeye s i nd i m . Ası l korkum , a büyük adam D l ı k tas­
layışımdan değ i l d i . Ü zerimde resmi kamara memuru üni­
formam vard ı . Kayarken elbisemin sarı madeni düğmele­
ri, yeni al ınan Savarona'nı n o can ı m maun trabzanını boy­
dan boya çizmi ş . Olay meydana çı karsa ne cevap verece ­
·ğim, diye düşünüyordum. Bereket üzeri nde duran o l madı.
B i r gün sonra Kemal Gedeleç, maun üzerindeki çizikleri n
yaptırılması için mefruşatçı Psal ti 'ye baş vurdu . • Yapıl-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 323.

maz» dend i . Sonra anlamayan bi r adam geld i . Güze l i m ma­


un ları berbat etti.
Atatürk öldüğü zaman Ü lkü beş buçuk yaş ı ndayd ı . O
zamanlar Gazi Çiftl iğinde okula yakın olsun d iye Atatü rk'­
ün yaptı rmış olduğu evde oturuyorlard ı . Ü l kü kayıts ız ola­
rak okula gidiyordu. Zaten i l kokulu da çiftl i kte okudu. Ata­
türk, vasiyetnamesinde öbür .. manevi evlatları ., na ol duğu·
gibi Ü l kü'ye de ayl ı k bağlamıştı. O zama n ı n parasıyla ay­
da 200 l i ra olan bu para, sonradan günün hayat koşu l l arı­
na uyu l arak 1 Ocak 1 957 yıl ında 400 l i raya çıkarı l d ı .
Erenköy K ı z Lisesinde okuyan Ü l kü , sonradan Kasta­
monu Senatörü olan üsteğmen Fethi Doğançay'la evlendi.
Ahmet adlı bir oğlu oldu. Geçimsizl i k nedeniyle ilk eşin­
den ayrılan Ü lkü, i kinci kez Musevi a s ı l l ı biriyle ha­
yatın ı bi rleştirdi ve bu olay bas ında o zaman sert
e l eştiri l ere yol açtı . Ü l kü , bu evl i l iği de yürütemedi ve
üçüncü kez çiftçi Nejat Ôzenek'le yuva kurdu. İ l k eşinden­
olan oğlu Ahmet, Aleksi adl ı bir İngi liz kızıyla evlend i . Vas­
fiye Hanımla kocası şimdi İstanbul'da Karta l , Cevizl i'de
otu rmaktad ır.
ÇAMAŞIRLARINI DAGITIVOR

ATAT Ü RK'ün son yı lbaşıs ı . 1 937'yi 1 938'e bağlayan yıl­


başı gecesi n i , nedense içine kapanarak geçirmek istemiş­
ti. Belki de son yı lbaşını yaşadı ğ ı içine doğmuştu. O za­
manki Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Köşkte bulunu­
yordu . Kütüphaneye çağ ı rttı :
- · Doktor, ben bu gece bi r tarafa ç ıkmayacağ ı m . Sen
d e her halde suare görmekten bıkmışsındır. Yı lbaşını bu­
rada geçi ririz , • ded i .
Tevfik Rüştü Aras'ın yüzünde b i r sevi nç halesi dalga­
land ı . Böyle bir şeyi aklı ndan geçiriyordu :
- « Sevinç duyarım Paşam ... diye karşı l ı k verd i .
O gece herkes eğlenirken , Cumhurbaşkanıyla Dışişle­
ri Bakanı baş başa vermişler, y ı l ı n o l aylarını ve gelecek
yılda yapı l acak işleri görüşüyorlard ı . Bu a ğ ı r çal ı şma bel­
k i daha da sü recekti. Ö sırada yan l arına Kavalalı İsmail
Hakkı gelince konuyu değişti rip, günün olaylarına sözü ge­
t i rd iler. Havadan sudan konuşmağa baş lad ı lar.
Gecenin yarıs ı na doğru yatak odasına geç i l d i . Başka
yapacak iş kal mamış g i bi Atatürk'ün e l bise ve çamaşı r do­
lapları n ı birlikte gözden geçirmeğe başladılar.
ATATÜRK'ÜN UŞA�I iDiM 325

Atatürk, elbiselerini, çamaş ı rlarını ara sıra çok sev­


diği kimselere dağıtırd ı . O gece de öyle yaptı . Elbiselerin­
den, gömlekleri nden, kravatlarından -yı l başı hediyesi ola­
rak- dağ ıttı .
Tevfik Rüştü Aras, teşekkür ettikten sonra şunları
söyled i :
- • Paşam , mend i lden ayakkabıya kadar giyecekleri­
n izi bize vermekten hoşlan ıyorsunuz. Keşki bir ay önce
a k l ı m ıza geleydi de, bütün giyeceklerinizi yeniden ısmar­
l asayd ık . Bu gece başka arkadaşları da çağırıp sevi ndir­
seyd i k . Elbiseleri nizi, gömleklerinizi aramızda kapışsay­
d ı k . Bu güzel yılbaşı gecesinin anısı olarak sizden bir şey­
ler taşısayd ı k ne iyi o lurdu, .. ded i .
Atatürk de bakanın b u sözlerine katı l d ı :
- «A doktor, bunu niçin daha önce düşünüp s ?yle­
med i n ? .. d iye iç geçird i .
Tevfik Rüştü Aras, bu sözlerinden dolayı -üzü ldüğünü
gördüğü Atatürk'ü tese l l i etmek i stercesine şöyle karş ı l ı k
verd i :
- ·Zararı yok Paşam. Gelecek y ı l böyle yaparız.,,
Atatürk bu söz üzerine uzun düşündü. Arada derin bir
sess izl ik oldu. Ne söyleyeceği n i m erak ediyorduk. Sonra
hepi mizi taş gibi donduran şu sözl eri yavaşça fısı ldad ı :
- cı Baka l ı m gelecek yıla yaşayacak mıyı m ? •
Ortalığı deri n b i r hüzün kaplad ı . Kimse ağzını açıp b i r
s ö z edemed i . Atatürk de istemeyerek çevresini üzdüğünü
anlamış ol mal ı ki , hemen kasvetl i havayı şu sözlerle da­
ğ ıttı :
- «Yılbaşı gecesi böyle kederl i şeyl er düşünmeye­
l i m ve konuşmaya l ı m . »
Atatürk b u sözleri ni perçinlemek i stercesine yaz l ı k
gömleklerinden Tevf i k Rüştü Aras'a uzatarak: « Bu n l ardan
da a l . Yazın Yalova'da beraber giyeriz,,. diyordu.
326 ATATÜAK'ÜN UŞAC'il iDIM

Atatürk'ün cömertliği üzerindeydi . O gece gömlekten


başka pijama bile verd i .
Atatü rk, acaba • gelecek y ı l a baka l ı m yaşayacak m ı ­
y ı m ? .. derken , ölümün yaklaştığ ı n ı içinde duymuş muyd u ?
Öyle ol masayd ı , o sevinçli yılbaşı geces i , içim izi karar­
tan o kötü düşünceyi o rtaya atar m ıydı ?
Bir başka gece yine An kara'da eski köşkte Atatürk' -
ün elbiselerini yakınlarına dağıttığı n ı hatırlarım. Anı larla
dolu bir geceydi . İsmet İnönü, Cevat Abbas, Topçu İhsan
fa lan vardı sofrada. Atatürk' ün neşesine d iyecek yoktu.
G ü l üyor, şakalaşıyor, çevresine mutluluk saçıyord u :
- a Ki mseyi çağırmaya l ı m d a bu gece baş başa kala­

l ı m . Baş ımızı d i n leyel i m . Biz bize olal ı m , • diyordu.


Atatü rk'ün bu neşeli halinden yararlanmak isteyip, fır­
sat bu fırsattır diyen Cevat Abbas:
- « Paşam, senin İstanbul 'dan geti rdiğin gıcır gıcır
e lbiseler gardropta güvelenip gidecek. Şunları ver de, ço­
l u k çocuğa dağıtayı m . Elbise elb ise di ye kaç gündür ba­
ş ı m ı n eti ni yiyorlar, • ded i .
Atatürk b u sözleri duyunca gül meğe başlad ı :
- .. çoluk çocuk anlaşılan sözün gelişi . Beni m i kan ­
· d ı rıyorsun. Elbiseleri ya kendi n giyeceksi n , ya satacak­
s ı n , • ded i .
Sonra gardroptaki elbiseleri geti rtti . Hepsini Cevat
Abbas'ın önüne sürerek:
- • Beğen , beğen al. Her zaman böyle olmam. Bu ge­
ce cömertl iğim tuttu , ı• ded i .
Cevat Abbas da elbiselerin içi nden alabi l diği kadar al­
d ı . Ertesi g ünü bunları çoluk çocuk dediği kişi lere dağ ıttı
m ı , dağıtmad ı m ı . pek bilem iyoru m . Fakat bu şık ve paha­
l ı el biseler Cevat Abbas'ın üzerinden pek eks i k olmad ı .
Atatürk, 1 929 y ı l ı nda Yüksek Askeri Şura üyelerine
verdiği bir akşam yemeğinden sonra konuşurken:
- • Beni m artık askerl iğim kal madı . .. diyerek askeri
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDİM 327

e l bise ve teçhizatını getirtmiş, her birini Şura üyeleri ne


hatı ra olarak dağıtmıştı. Yakası nda mareşal arması olan
peleri niyle, süvari kolordusunu l l g ı n 'da teftiş ederken tak­
tığı işlemeli gümüş k ıl ıcı ve altın işlemeli hançeri de Or­
general Fahrettin Altay'a vermişti.
AFGAN KRALININ GELİŞİ

ATATÜRK siyasi dostluklara büyük önem verird i . Bu


yüzden yurdumuza gelen yabancı devlet büyükleri n i n ağı r­
l anması için hiç bir şeyden kaç ı n ı lmamas ı n ı i sterd i .
Eski Afganistan Kra l ı Emanul lah H a n 2 0 M ayıs 1 928
tarihinde Kraliçe Süreyya Hanımla beraber yurdumuza
gel d i . Kra l ı n gel işinden önce Atatürk, günlerce Afgan ta­
rih ve coğrafyasını incelemiş, o zamanki Umumi Katip
H i kmet Bayur'u da bu konuda bir etüt hazırlamakla görev­
lendirmişti. Öteden beri adetiyd i . Yabancı bi r devlet ada­
mı m ı gelecek? Hemen o ü l kenin tari h i , coğ rafyas ı , sosyal
hayatı , hakkı nda b i l g i toplar, onların b i l e bilmeyeceği şey­
l eri öğrenir, konuklarını şaşkı na çev iri r, hayran bırakırd ı .
Emanul lah Han , Ankara'ya gelen i l k hükümdar oldu­
ğu için bu ziyarete büyük önem veri l iyordu. Han, Türkiye'­
ye Rusya'dan gelecekti. Atatürk, Orgeneral Fahrettin Al­
tay' ı Kra l ı n . eşini de Kral içen in m i hmandarl ığına atamış­
tı. Korgeneral Naci Eldeniz ile eşi d e i kinci mihmandar­
lard ı .
Bizim m i hmandarlar Kra l ı karş ı lamak üzere Sivasto­
pol'a g iderken Başbakan ismet İnönü Fahrettin Paşaya
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 329

şöyle diyordu: .. Afgan Kra l ı n ı n hali elveriş li görül ürse


Atatürk seni Afganistan 'a genel kurmay başkanı ve başku­
mandan yapmak istiyor ... Fakat Fahrettin Altay, kendi du­
rumunun elverişli olmadığını i leri sürerek bu işi kabul
'
edem iyeceği n i bi ldird i . Etmedi ama 1 934 y ı l ında İ ran-Af­
gan s ı n ı r anlaşmazl ığı nda hakem ol arak Musaabad'a gön­
deri ldi . Sonunda Altay'ın hazırladığı rapor uygun görüldü
ve iki hükümet de Türkiye'ye sı n ı r anlaşmazl ığını hallet­
tiği için teşekkürlerini bi l di rdiyd i .
Kra l ı al mağa Sivastopol 'a giden İzm i r vapuru mi hman­
darlar takı m ı , protokol memurları , yaverler, tercümanlar,
gazete muhabi r ve fotoğrafçı l arıyla doluydu . Peyki Satvet
ve Peyki Şevket torpidoları da vapura eşl i k ed iyorlard ı .
Ruslar, Sivastopol'a gelen Türkleri büyük b i r törenle
karşı lad ı l ar. Hatta karşılayıcı lar arasında Rusya 'n ı n Anka­
ra büyüke lçisi Karahan da bizim büyükelçi Tevfik Bıyıkoğ­
lu bile bulunuyordu . Gece Orduevinde de büyük b i r ziya­
fet verild i . Ertesi gün Kral ve Kraliçe Süreyya'yı alarak
Sivastopol 'dan ayrı ldık. Ruslar savaş gemileri ve 38 uçak­
la İzmi r vapurunu geçird i . Kral asker o lduğu halde sivil
giyiniyordu. Kara bıyıkl ı , kara gözlü, esmer, yakışı kl ı bir
adamd ı . Avrupal ı lar g i bi açık giyinen Kraliçe ise nazi k ve
güzeldi. Annesi Şam l ı olan Kral içe Türkçe bildiği ve me­
ram ı n ı anlatabildiği halde Farsça konuşmayı tercih ediyor­
du. Yo lculuk boyunca Kral ve Kra l i çe sam i m i bir şekilde
gazetecilerle görüşüyor, bol bol fotoğrafları çeki l iyordu.
Kra l , Kra l içeye karşı çok nazikti . Tercüman l ı k yapıyordu.
Eğ lence l i bir şeki lde geçen yolcu luktan sonra Boğaz'a
yaklaştığımız zaman bizim donanma ve uçaklar karşı layı­
cı ç ı ktı lar. İstanbul Val isi M u hittin Ü stündağ , donanma ko­
m utan ı ve amiraller vapuru çıkarak Kral ve Kraliçeyi se­
lamladılar. Boğaz'ın kıyısına dizilen halk, konukları men­
dil sal layarak karş ı l ıyordu. Vapur Haydarpaşa önünde de­
m i rl ed i . Özel trene bini lerek An kara'ya hareket ed i l d i .
330 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

Emanul lah Han Ankara'ya gel işinde eşi görü l memiş


b i r törenle karşı land ı . Her taraf donanmış, yer yerinden
oynuyor. Atatürk'le Kra l ı n kı rk y ı l l ı k dost gibi sarmaş do­
laş olması herkes i heyecanlandırm ıştı . Pek az devlet ada­
mına yap ı lan bu içten gelen sevgi gösterisi karşısında
Emanul lah Han çok duygulanm ıştı . Tören ve askeri n tefti­
ş i , halkın selamlanması ndan sonra Çankaya'da , Krala ay­
rılan Köşke g i d i l d i .
Kral v e Kraliçe b i r hafta kadar Ankara'da kal d ı l ar . 27
M ayı sta yine karşı lanışında olduğu gibi çok tantanalı b i r
törenle Kral v e Kral içe İstanbu l 'a uğurlandı . Kra l ı n Ata­
türk'e çok bağ l ı ve hayran olduğunu görmüştü m . Atatürk'­
ü n öl ümünde artık Kral ol madığı halde I Stanbu l 'a gelmiş,
Dolmabahçe'den Si rkeci'ye kadar gözleri yaş l ı cenazenin
a rkasından yürümüştü. Sonradan kendisi de İtalya'da ha­
yata gözlerini yumdu.
Kral ve Kral içenin İstanbul g ez i si de yine törenlerle
geçti. G üzel Sanatlar Akademisini gezisi s ı rasında b i r atel­
yede öğrenci ler çırılçıplak b i r kad ı n mode l i n resmini ya­
pıyorlard ı . Kraliçe bu ziyarete katı l madı . Kral ise çıplak
kad ına başı n ı bile çevi rip bakmad ı .
Afgan Kra l ı Kurban Bayramını da istanbul 'da geçirmiş­
ti . Kendisine Tarabya Konak Otel i nde bi r öğle yemeği ve­
ri i d i . H ürriyet-i Ebediye Tepesi nde yap ı lan b i r geçit töre­
n i nden sonra yine lzm i r vapuruyla ve kendisini almağa g i ­
den mihmandarlarla birlikte Batu m'a yolcu ed i ld i .
Kra l gitti kten sonra b i r gece sofrada Atatürk, Fah ret­
tin Altay'a, yolculuk sırasındaki izlenimlerini sordu ve
• Kra l ı nas ı l buldun ? D diye sordu. O da a iyi b i r adama ben­
ziyor. Fakat idari tecrübesi bi raz az gal iba. Kendisine d e
fazla güveniyor. Polatlı yakınlarında kendisine Sakarya Sa­
vaşımız hakkında bilgi vermek isted i m , fakat beni d i n l e­
meyip , kendi istiklal Savaşlarını övmeğe başlad ı . Yaptık-
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI i Di M 331

!arıyla övünen bir adam gibi geldi bana , • ded i . Atatürk,


bunun üzeri ne başını sal layarak:
- · Öyledirler, öyled i rler,• diye karş ı l ı k verd i .

,.

/
A�LAYAN KRALDAN NASIL KAÇTIK

TÜ R KİYE'yi ziyaretinden altı ay sonra , Emanullah Han


kra l l ı ktan düşmüş, eşi Süreyya'yı da yan ı na a l arak tekrar
yurdumuza gelmişti. Fakat değerbili r Atatürk, Kra l ı yine
aynı yerde, Gazi İ stasyonunda karşılamış, otomobi l i n e·
bindirerek Ankara Palas Oteline konuk etm işti . Emanul lah
Han'a kra l ken ne yapı l mışsa, o zaman da aynı şey yap ı l­
m ıştı . Türkiye'ye gelişinin iki nci gecesi Emanullah Han
onuruna Köşkte yirmi dört kişilik bir yemek veri l d i . Eski
Çankaya Köşkünde sofradaki görüşmeler uzadı kça uzadı .
Hoşbeşten sonra nihayet Atatürk Krala sord u :
- .. Nas ı l oldu s i z i n bu işiniz? Sizi düşürdüler ve
memleketi nizi terk etmek zorunda kaldınız? . . ..
Emanullah Han'ın üzüntü içinde anlattığına göre, ken­
disi Türkiye'deyken Peçe Saki adı ndaki amcazadesi, birta­
k ı m dedikodu lar çıkarmış ... Afgan Kra l ı , ülkesine döndüğü­
zaman bir de bakıyor k i , amcazadesi i ktidarı ele geçirmiş.
O n u n çevresi Kra l ı tehditle Afgani stan'dan çı karmağa zor­
l uyor. Zaten çok nazik olan Kra l , savaşmadan kaçınarak
bir uçakla yurdundan ayrıl ı p italya'ya gidiyor.
Afgan Kra l ı , hem ağl ıyor hem de Atatürk'e bakarak
ATATÜRK'ÜN UŞAC'il İDiM 333

üzüntüsünü açığa vuruyordu . Vaziyet çok nazikti . Bu yaslı


havayı dağıtmak gerekti . Ç o k zeki v e kurnaz olan Atatürk,.
bu ağlamakl ı durumu önlemek için olmal ı , hemen bir ge­
zi ortaya att ı . Kra l ı n bu kadar gözü yaş l ı olduğunu b i lsey­
d i , hiç sorar m ıyd ı ?
- • Yarın biz yurtta b i r i nceleme gezi s ine çıkıyoruz,•
dedi.
Emanul lah Han, geziye katı l mak ricasında bulundu ..
Fakat Atatürk:
- a Memnuniyetle. Fakat bizim iç Anado l u 'da yol ları­
m ız çok bozuktur. Zatı a l i n iz rahatsız ol ursunuz. Siz Anka­
ra, ya da İstanbul'da ist i rahat ediniz, daha iyi olur,• dedi .
Fakat Kra l , Atatürk'ün b u jestin i anlamaz lıktan gel i­
yor, geziye çıkma isteğini tazeleyip duruyor, g itmekte is­
rar ediyor, her şeye katlanmağa razı o lduğunu söylüyordu . .
Atatürk'ü razı edemiyeceği n i a nladı ktan sonra:
- • Her türlü sıkıntıya dayanırım, .. deyince, Atatürk:
- • Bizim memlekette her yere tren yoktur. B i rçok
yerlerim ize otomob i l b i l e işlemez. Dağlara ya eşek, ya da.
katı rlarla seyahat etmek mecburiyeti vardır. Hayvan üs­
tünde hasta olursunuz ,• ded i .
Artık Kralda israr edecek hal kal mamıştı . Sofra geç
vakte dek sürdü. Saat üçe doğru Kral ve konuklar ayrıl­
mak üzere kal ktılar. Kra l , Atatürk'le öpüşerek vedalaştı.
Ertesi gün gerçekten böyle bir gezi oldu. -bizim o ·
güne d e k haberimiz yoktu- h e r zaman gezi olacağı bel l i
ol mazd ı . Ama böyle gece yarısı nda veri len gezi kararın ı
h i ç hatırlamam .
Ertes i sabah herkes eşyası n ı a l ı p i stasyona g itmişti .
Köşkte bir ben, b i r Afet Hanımdan bir de ahçı M ehmet
Ustadan başkası kal mamışt ı . Atatürk'e yemeği n i verirken
şöyle bir soruyla karş ıl aştı m :
- .. Çelebi Efend i . D ü n akşam sofrada Krala karşı
aykırı b i r hal oldu mu? Yan l ı ş bi r şey yapmadı k ya? • ded i ..
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

Bu soruyu bana n iye sorduğunu bir türlü anlayama­


d ı m . Karş ı l ı k o larak:
- • Çok güzeldi Paşam. Kırıcı hiç bir şey olmadı , ..
<led i m .
Sonra nereden a k l ı m a geldi b i l m e m , durduk yere bi_r
soru da ben O 'na sordum :
- « Paşam, Kral ı n ağlaması ben i m çok gücüme gitti
ve çok üzüldüm. Büyük adamların düşmesi çok zor olu­
yor, değ i l mi? ·
Kısa bir duraklamadan sonra Atatürk:
- · Kral lar ... ancak kral lar öyle o l ur, • diye cevap
verd i .
B u cüm lenin anlamını çok sonra, düşüne düşüne an­
l ad ı m . Bugün daha iyi anl ıyorum ya. Fakat o zaman bu ge­
reksiz soruyu neden sorduğuma sonradan pişman oldum
ve üzü ldüm. Ben i m neme gerekti ?
Bu konuşmadan sonra Köşkten en son biz çıktık. Tre­
ne b i n i p Konya'nın yol unu tuttuk. Afgan Kra l ı Emanul lah
Han da aynı gün l stanbul 'a hareket etti . Orada bi rkaç gün
kal d ı .
KONVA'DA BiR OLAY

DÜŞÜK Afgan Kralı Amanu l lah Han'dan kurtu l mak için


gece yarısı karar verilen ani yurt gezisinde ilk durak Kon­
ya idi. Konya'da Atatürk'ün evi vard ı . Akşam sofrasını ha­
z ı rladık. Başsofracı İbrahi m 'l e ben h izmet ediyorduk. On
kişi l i k bir sofraydı bu. Tam sofraya oturul muştu ki, Recep
Zühtü ve orada bulunan m i l letvekil leri telaşla geldi ler:
- •Aman Paşam çok fena,• dediler.
- • Hayrola, yoksa bas ı l d ı k m ı ? Neymiş fena olan ? ,.
Onlar yine ayn ı heyecanla:
- · Gidiş çok fena, berbat Paşam . •
- • Fena olan nedir ? •
- a Burada Komünizm a l m ı ş yürümüş . Bütün Konya
Lisesi öğrenci l eri ve başları ndaki öğretmenleri , hatta mü­
dürü de beraberlerine al arak baştan başa Komünist ol muş.
Eğiti m i de o yolda. Bu hal ne olacak ? •
Bu konuşmayı ayakta d i n l eyen Atatürk, Recep Zühtü'­
nün sözlerinin bittiğini anl ayı nca gülerek sofraya oturduk­
tan sonra :
- • Canım Padişah l ı ğ ı i stemiyorlar ya. İşin öteki ta­
rafı düze l ir. Bunun korkul acak nesi var!? O da bir çeşit
.336 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

Cumhuriyettir,• diye onları yatıştırmağa çal ı ştı .


Konya'da bir i ki gün ka l ı p i ncelemelerde bu l unduktan
sonra Adana'ya , oradan Gaziantep'e uğrad ı k . Daha sonra da
Yalova'ya geldik.
Bu arada bir süre Türkiye'den ayrılan Amanul l ah Han,
tekrar l stanbu l 'a gelmiş ve Atatürk'ü ziyaret etmek iste­
m i şti . O gün Dolmabahçe Sarayında yapı l acak buluşma­
da hazır bulunmak için torpidoyla Yalova'dan hareket edi p
lstanbul 'a geldik. Bu görüşme i ki saat kada r sürdü. Konuk
Amanullah Han, kalması için ayrıl an yere g i tti . Biz de tek­
rar Yalova'ya döndük. Bu gezi sırasında i l g i nç bir olay ol­
d u : lstanbu l'a gel i rken , kı rk m i l sürat yapıyorduk. Bu s ü­
ratin m eydana getirdiği dalgaların şiddetiyle Ada kıyıl arın­
da bulunan bazı sanda l l ar parçalanmışlard ı . Bunu Atatürk'e
duyurunca a biz randevuya yetiş mek için süratl i geldik. On­
ların ne kabahati var. Derhal aratıp buldurun. Tazminat
vermek suretiyle zararlarını karşı l ayı n . Bizim yüzümüzden
zarara uğramas ı n lar,• buyruğunu verd i .
JAPON VELİAHTINA VERİLEN DERS

JAPON veliahtı Ankara'ya geldiği gün kendisini garda


l<arş ı lamak için Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras, Cum­
hurbaşkanlığ ı Umumi katibi Tevfik Bıyıkoğ l u , başyazar Rü­
suhi Savaşçı ve askeri, m ü l ki erkan i stasyona gitmişlerd i .
Japon Vel i ahtı trenden i n i nce yal n ı z Mareşal Fevzi
Çakmak'la Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras' ı n el leri n i sık­
m ı ş , öbürlerine pek i l gi göstermemiş. Bu hal Tevfik ve Rü­
suhi Beylerin çok can ı n ı s ı k m ı ş . Çankaya Köşküne geldik­
leri zaman Atatürk, başyaveri ve Tevfi k Beyi holde karşı ­
l ad ı . Tevf i k Beye:
- • Japon vel i ahtını nas ı l buldunuz ? ,, d iye sorunca
Tevfik Bey birden boşandı . istasyonda uğradı kları muame­
leyi aynen anlattı :
- · Paşam , veliaht bizi adam yerine koyup elleri mizi
bile s ı kmad ı , .. ded i .
Bunun üzerine Atatürk:
- « Çok mağrur olmas ı n lar. Gurur iyi bi r şey değil­
dir," diye hem kanaatini bel irtti , hem de i l eri görüşl ü l üğü­
nün bir örneğini daha verd i . N ite ki m , aradan y ı l lar geçtik-
F: 22
338 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDIM

ten sonra o gururlu, kibirli veliahtın koskoca Japon İmpa­


ratorluğu, müttefikleri yok edeceği düşüncesiyle savaşa
girmiş, fakat sonunda büyük bir yen i l g iye uğramıştı.
Vel i ahtın gelişinden bir saat sonra Marmara Köşkün­
de bir öğlen yemeği veri l d i . Vel iahta Gazi Orman Çiftliği
gezd i ri l d i . Atatü rk, Vel iahta çok nazik davranıyordu. Bu hal
beni epeyce üzmüştü. Öyle ya, kendisini karşılamağa gi­
den i lg i l i devlet adamlarım ızı hiçe sayarak e l lerini b i l e s ı k­
mak inceliğini göstermeyen bir i nsana, ister vel iaht olsun,
bu i ltifatlar niyeydi ? Hala bu nezakete b i r anlam veremi­
yordum.
Atatürk, Japon vel i ahtın ı n kabal ığına iyiden iyiye içer­
lemişti. Öyle ya , dünyan ı n öbür ucundan kal k , dost bir ül­
keye gel de, seni karş ı l ayanların elini s ı kma. Bu kabal ığa
ince l i kl e karş ı l ı k vermek ve onu utandı rmak gerekti. Bu
yüzden Atatürk, vel iahta çok nazi k davranıyor, i ltifat edi­
yord u . H atta ziyafet sofras ı n ı n özenle hazı rlanmasıyla ken­
di uğraşm ıştı .
Yeme k arası nda Atatürk, Japon tarih inden söz açm ı ş­
tı . Vel iahta çeşitl i soru la r soruyor, daha onun karş ı l ı k ver­
mesine meydan bırakmadan sorusunun karş ı l ığını yine
kend i s i vererek vel iahtı hayretten hayrete düşürüyordu.
Atatürk, tarihte ünlü Japon savaşları n ı sı ra l ıyor, Japon m i ­
toloj i s i nden söz ediyor, bi r Japon kadar Japonya'n ı n coğ­
rafyasından örnekler veriyordu. Vel i aht, adamakı l l ı şaş ı r­
m ıştı . Oysa Japonlar zeki olurlar derler. Bizim konuğun ağ­
zı açık, Atatürk'ün ezbere okuduğu Japon şairlerinin ş i i r­
lerini d i n liyordu. Atatürk • Japon ş i i ri n i n dünya edebiyatın­
da çok büyük yeri vard ı r , • d iye ş i i r dizeleri ni arka arkaya
s ı raladıkça, vel i ahtın şaşk ı n l ı ğ ı artıyordu. Vel iaht .. bunları
nereden öğrendiniz?,. d iye de soramad ı . Atatürk'ün b i l g i
v e hafızasına hayran kaldı, adeta O'nun esiri oldu. Öyle
sanıyorum ki, vel iaht, kendi ü l kesine ve m i l l etine i l işkin
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM 339

bi rçok şeyleri , o gece yabancı bir ü l kede , o ü l kenin dev­


let başkanının ağzından öğrenmi şti.
Japon veliahtını şaşırtan olay şöyle ol muştu : Atatürk
herkesi kendine hayran b ı rakmasını bilen insand ı . Japon
ve l inhtının gelişinden birkaç gün önce Japonya'ya i l işkin
bir hayl i kitap karıştırm ış, bilgi edi nmişti . Vel i ahta bunla­
rı söylemeyi düşünürken , istasyondaki o can s ı kıcı olay
meydana gelmiş. Atatürk de Japon konuğumuza yukarda
anlattı ğ ı m ız şekilde i l gi gösterip , ülkesine i l işkin birçok
soru sormuş ve karş ı l ığı n ı yine kend isi vererek, ona hak­
ettiğ i dersi incelikle anlatm ıştı .
I RAK KRALI FAYSAL'IN GELiŞi

IRAK Kra l ı 1. Faysa l ' ı n Ankara'ya gel işi nde yine hare­
ketli günler geçirmiştik. Üç gün kadar yurd umuzda konuk
kalan Kral, Atatürk tarafından i lgiyle karş ı lanmıştı.
Kra l onuruna Ma rmara Köşkünde bir ziyafet veri l d i .
B u ziyafette Meclis Başkanı Kazim Öza lp, başbakan İsmet
İnönü, Umumi katip Tevfi k Bıyıkoğl u , başyaver ve bakan­
lar hazır bu lunuyorlard ı . Ziyafet çok sam i m i bir hava için­
de geçti . Yemekten sonra , Kra l , Gazi Orman Çiftl iğinde
gezdiri l d i . Üç günlük resmi ziyaretten son ra Kral, trenle
lstanbul'a hareket etti . Irak Kra l ı hiç d e İran Şahına benze­
miyord u . Akşamları birkaç kadeh viski ya da kokteyl iç­
meyi unutmuyordu. Özel hayatı çok sakindi. Kendi hal i n­
de görünüyordu. Kibar tavırlıyd ı . Boğazına düşkün deği ldi.
Örneğ i n Afgan Kral ı gibi pi l ava merakı yoktu .
VENIZELOS'UN GELiŞi

YUNANİSTAN başbakanı Venizelos'un lstanbu l 'a gelişi


oldukça enteresan oldu. Daha bi rkaç y ı l önce Türkiye'yi
a l mak, Ankara'yı kendi ü l kesine katmak isteyen bu ada­
m ı , Tanrı, Ankara'ya gelmeyi nasip etmişti . Fakat yen i l ­
d i kten sonra, askerleri denize döküldükten sonra, konuk
olarak, acı duyarak.
Venizelos'un geldiği gün Atatürk, kendisini eski Köşk­
te kabu l etti. Bu ziyaret dolayısıyle arkadaşlarıyla herhan­
g i bir fikir yürüttüğünü hatı rlamıyorum. Yal n ı z sabah g iyi­
n i rken berber Mehmet'e takı l d ı :
- u Mehmet, bugün Venizelos'un ayağı na gideceğiz.
Kendisiyle görüşeceğiz. Buna ne dersi n ? •
Atatürk, berberiyle s ı k s ı k şakalaşırd ı . M ehmet b i r an
düşündükten sonra:
- a Paşam, ben sizin yeri nizde olsam n e g ider, ne de
görüşürüm. Çünkü o m i l l et, bizim Selani ği mlzi (berber Se­
lanikliyd i ) , toprağ ımızı, yerimizi aldı. Bu yetmiyormuş gi­
b i , b i r d e Ankaramızı almaya kal ktı. Bütün bunlardan son­
ra siz onlarla dost g i bi konuşacaksınız. Ben olsam yap­
mam.•
342 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

Atatürk, berberinin safça sözlerini d i n l erken hiç kız­


mad ı . Hatta onun samimiyeti nden memnun b i l e kald ı .
- « Bu memleket işidir. B u yüzden dost ol mağa, dost
görün meye mecburuz. Hem bunu yapmazsak, tari h bizi
affetmez . ..
Atatürk, işte i l k Türk - Yunan dostluğunun temellerini
o gün atmıştı . Venizelos'la Köşkteki görüşme i ki saat ka­
dar sürdü . Ertesi gün Gazi Orman Çiftl iğinde konuk onu­
runa otuz k işilik bir yemek veri l d i . Yemek çok samimi bir
hava içinde geçti . Yunan Başbakan ı , Ati nadan geli rken b i r
sand ı k şarap hediye getirmişti . Atatürk d e konuğa Anka­
ra'dan ayrı l ı rken bir kafes içi nde beyaz renkl i çok güzel
bir Ankara Ked isi hediye ett i .
Yunan istan başbakanı Venizelos'un ziyareti n e , bir süre
sonra o devrin başbakan ı İsmet İ nönü , Ati na'ya gi derek
karşı l ı k vermişti r.
YUGOSLAV KRALININ GELİŞİ

YU GOSLAV Kra l ı Al eksandra, 4 Ekim 1 933 Çarşamba


günü b i r torpidoyla lstanbu l 'a g e l mişti. Kral geldiği gün
Dol mabahçe Sarayında Atatürk'ü ziyaret etti. Atatürk, Sa­
rayın ünlü salonları ndan biri olan Somaki Salonunda Kral ı
kabul etti. Görüşmede o zaman Dışişleri bakanı olan Tev­
fi k Rüştü Aras'la umumi katip Hasan R ı za Soyak da bulu­
nuyordu.
Krala önce bir alaturka kahve sundum. Bi raz sonra da
l i monata ve bisküvi geti rd i m . Kral çok memnun kalmıştı .
Teşekkür ederek ayrı l d ı , torpidosuna döndü. Yarım saat
sonra Atatürk, Sakarya motoruyl a torpidoya giderek Kra l ı n
ziyaretine karş ı l ı kta bul undu. B i z de torpidoya beraber git­
m işti k. Onlar yarım saat kadar kamarada görüşürlerken,
biz de dışarda bekl iyorduk. İçerde Atatürk'e şampanya
sundular. Bizlere de dışarda b i rer kadeh şampanya, biskü­
vi, l i körlü çikol ata ve havyar l ı kanapeler verdi ler. Atatürk
görüşmeden memnun olarak ç ıktı . Tekrar motora bi nerek
Saraya döndük. O gece Sarayda k ı rk kişilik kadar bir zi­
yafet verildi . Kra l ı n ziyaretine büyük önem veri ldiğinden
m i d i r nedir, Tokatlıyan Otel inden garsonlar ve yemekler
ATATÜ RK'ÜN UŞACI İDİM

·g elmişti . Yen i ld i , içildi. B i l i nen nutuklar çeki l d i . Hatırlarım


çok hoş bir geceydi . Herkesin yüzünden neşe akıyord u .
Saat i kiye doğru Kra l , bir motora binerek Saraydan ayrı l d ı .
Konuk gitti kten sonra arkadaşları Atatürk' e : " Kral ı
nas ı l buldunuz ? • diye sordu lar.
- • Çok nazik, çok zeki bir ada m . Memleketi için ça­
l ışmış, çal ı şıyor. Makul görüşlü. Kendisini çok beğen­
d i m , .. diye hoşnutluğunu gösterdi .
Atatürk'e i l işkin anıl a r arasında yer alan Kralla i l g i l i
bir tanesi vardı r ki , çok hoşuma gider. O gece konuşulup
konuşulmadığını duymadı m a m a , yine de yazmadan geçe­
meyeceğim.
Kral A leksandra, Atatürk'e :
- ·Size bir s ı rrımı söyleyeceği m , • demiş. Koltuğa
oturduktan sonra da şunu eklemiş: • Eğer bazı Avrupa dev­
l etlerinin vaadlerine inansaydık, Yunanl ı ların yerine Ana­
dolu'ya biz çı kacaktık. •
Atatürk, gül erek Kra l ı n e l i n i sıkmış :
- u Ôyleyse geçmiş olsun di yeyim Ekselan s , .. demiş.
Yugoslav kralı bir süre sonra Fransa'ya gittiği sırada
Marsi lya l imanında suikastçılar tarafı ndan öldürül müştü!'.
ccÖZSQV,, OPERASI NASIL V AZILDI

ATATÜRK, Türk - İran dostluğunun gelişmesine büyük


önem verird i . Bunu , İ ra n Şah ı n ı n Türkiye'ye yaptığı ziyaret
sırasında daha iyi anladım. Şah ı n geleceği kesi n l eştiğ i sı­
ralarda Türklerle İranl ı ların soy ve kültür bakı mından kar­
deş olduğunu, s ırf bi r mezhep savaşı yüzünden ayrı ldık­
larını bel i rten bir p iyes yazı l ıp , bunun opera olarak oynan­
mas ı n ı isted i . Bunun için Münir Hayri Ege l i 'yi çağ ırıp ge­
rekl i emri verd i .
Ankara'da bütün müzi syen ler seferber edi l d i . lstan­
bul 'dan Nimet Vahit Han ım ve tüm orkestra, Ankar.a'dan
Musiki Mual i m M ektebi elemanları bulduruldu. İzmir'e
gitmekte olan bestekar Ahmet Adnan Saygun trenden in­
diri l ip Ankara'ya getirildi. Dördüncü gün operanın i l k bes­
tel eri provaya konuldu. Yirmi gün içinde - özsoy .. operası
bitirildi. Atatürk proval ara geldi .
Ankara Halkevi binas ı n ı n bir bölümü değişti rilerek
özel bir daire hel i ne getirildi. Her eşyanın yeri n i Atatürk
kendi seçti . Bahçeye büyük ağaçlar getiri ldi ve dikildi. İş­
te .. özsoy• operas ı böyle meydana gel d i . Hem de ne ge-
346 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

liş ... Yirmi günde yazı l ı p . bestel enerek, oynanması şartıy­


la. Ü ste l i k başarıyla da oynan dı .
Aradan uzun bir zaman geçmişti . Atatürk, kısa bir
zamanda yap ı l masını isted iği bir işi bir bakandan istiyor.
- .. Efend i , sen ne söylüyorsun. Biz yirmi günde ope­
ra yazm ış, bestelemiş, oynatmış bir m i l l eti niz. Elverir ki ,
elebaşı davasına i nansı n , • diye çıkışıyor.
İRAN ŞAHiNi CİN ÇARPTI

İ RAN Şahı Türkiye'yi ziyaret edecek. Bu haber duyu lur


duyul maz Şah onuruna hepimize yeşil fraklar yaptırd ı lar.
Kadife yaka l ı , sarı düğmel i , o zaman ın modası olan frak­
lar ...
1 934 y ı l ı n ı n haziran baş l arıyd ı . İran Şahına m i hmandar
olarak atanan Orgeneral Fahrettin Altay , Şahı Trabzon'da
karşı lamağa g itti . Şahı Trabzon 'dan Yavuz zırhl ısına bindi­
rip Samsun'a getiriyorlar. Karade niz'de i l erl erken Şah,
Yavuz'un 28' 1 i k koca toplarının bulunduğu tarete (zı rh l ı
ku l eye) g i rmek i stemiş. Daracık g i riş yerinden elbiseleri­
nin kirlenmesi pahas ı na , bir top e rinin yukarı çekmesiyle
geç i p , yukarı ç ı kmış ve Türk kıyılarını ku leden seyretmiş.
Samsun'da büyük bir karş ı lama tören i olmuş. Atatürk'
ü n 1 9 Mayıs 1 9 1 9'da vatanı kurtarmak için Samsun'da
ayak bastı ğ ı iskeleye döşenen hal ı lar üzerinde yürüyerek
trene binip An kara'ya gelmişti .
Şah, Ankara'ya gel meden i ki akşam önce Atatürk.
Dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras'a sordu:
- • Şah Hazretleri içki vesaire kullanıyor mu acaba ?
Ma lumatı nız var m ı ? ·
ATATÜRK'ÜN UŞAOI iDiM

a Zannedersem akşa m l ar ı i k i üç kadeh konyak içer­


m iş . "
Atatü rk. Şahı istasyonda karş ı lad ı . O sahneyi hiç
unutamam. Kalaba l ı ğ ı n arasında parmaklar ı m ı n ucuna ba­
sarak görmüştüm . Şah trenden i ner i nmez öpüştü l er. Şah ı ,
Ankara Palas Oteline kadar geçi rdi .
Akşam saat on yed i sularında Şah Hazretleri Köşke
geldi . Resmi kabul yap ı l d ı . Musiki Mual l i m Mektebi öğ­
renci leri daha önce Köşke geUp, yerl erini a l m ı ş l ard ı . Ön­
ce lrtan M i l li Marşı çal ı nd ı . Bunu bizim isti klal M arşı iz­
l ed i .
B i r gün önce Tevfi k Rüştü Aras , Şah ı n konyak i çti ğini
söyled iği için kokteylde İ ra n hükümdarına konyak sunma­
ğa karar verm işti m . Tören biter b itmez İ brah i m ' l e ben Şa­
ha sunulmak üzere e l i m izde vermut, l i kör, konyak tepsisi
olduğu halde salondan içeri g i rdik. İ brah i m teps iyi tutu­
yordu. Tepsiden bir kadeh konyak a l ı p , Şaha doğru götür­
rneğe hazı rlanırken , konukların içki içmed i ğ i n i daha önce
öğrenmiş olan Atatürk, bana kaş göz işaretiyle .. dur .. işa­
reti yapt ı . Tam yüzgeri etmeğe hazırlan ıyordum ki , Şah bu
vaziyeti gördü ve el iyle beni çağ ı rd ı . Yüzüme bakarak eli­
n i uzattı , kadehi a ld ı . Arkas ından b i r kadeh, b i r , b i r daha . . .
Derken u şe refe , • d iye diye kadeh leri yuvarlad ı .
Atatürk, ömründe h i ç içki içmeyen Şah ı n kadehl eri
dikişine hayretle bakıyord u . Şah , Türkiye'de gördüğü bü­
yük konukseverli kten m i , yoksa i l k içkinin rehaveti nden
mi ned i r, gayet memnundu . Keyiflenm i ş , neşelenmişti .
Atatürk de, Şah içtiğ i için memnun. D ışarda öğrenciler
« Yurdun tanyeri aştı ü l kümü n " marş ı n ı söyl üyorlard ı .
Saat gecenin yirm i i ki s i n e doğru yemek salonuna inil­
d i . Herkes sofradaki yerine oturdu. Atatürk tam sofranın
ortasındayd ı . Sağ ında Şah vard ı . Serviste ilk yemek çorba,
av eti , sebze ve şaraptı. Şah , hayatında i l k kez ol arak bu­
rada şarap da i çti. Ondan sonra protokol nutkunu yaz ı l ı
ATATÜRK'ÜN UŞAC'll İDİM 349

olarak okudu. Yemek çok sam i m i bir hava içinde geçmiş­


ti. Yalnız sofrada hiç kad ı n konuk yoktu .
Yemeğin sonuna doğru Atatü rk ve Şah , candan b i r şe­
ki lde sarı l ı p öpüştü ler. Bundan sonra aldığt içkil erin etki ·
si fazl a laştı ve Şah fenalaşınca kendisini teras merdiven­
leri nden güçlükle indirip, Ankara Palasa uğurl adı k.
Ertesi sabah Prof. Afet inan:
- • Nas ı l , güzel oldu mu ? • d iye sord u .
- • Üçüncü yemekten sonra paydos oldu, .. d eyince,
Afet Hanı m :
- n Ne demek bu ? " di ye tekrar sordu.
Ben de akşamki vaziyeti başından sonuna kadar an­
lattım. Kahkahalarla güldü.
Ertesi akşam sofrada Atatürk, bir gece önceki ziyafe ti
hatı rlayarak sert bir şeki lde bana şöyle çı kıştı :
- .. Beğendin m i yaptığ ı n ı ? Ben işaret etti ğ i m halde
dinl emeyip verd i n adama konyağ ı , cin çarpm ışa döndür­
dün . •
- " Paşa m , Şah zaten içiyormuş. Tevfi k Rüştü Bey
söyled i . Herhalde bizi m konyaklar sert geld i , midesi kal­
d ı rmad ı , ded i m .
..
İKİ ARSLAN BİR POSTA SIGMAZ

İRAN Şah ı R ıza Peh l evi , Türkiye'yi zi yareti s ı rası nda


Atatürk ' l e beraber İzmi r'e, oradan Babaeski yoluyla Çanak­
kal e'ye b i r gezi yap m ı ştı . Bu geziye katı lan H asan Rıza
Soyak' ı n dönüşte anlattığı bir olay, Atatürk'ün ne kadar
merhametl i b i r i nsan olduğunu gösterdi ğ i i ç i n hiç akl ım­
dan çıkmam ıştı r.
Çanakka l e ya kınlarındaki Kirazlı bö lgesi nde kuru l ­
makta olan garn izonun temel atma törenini de i ki devlet
adam ı n ı n gel iş gününe rastlatm ışlar. Atatürk o böl geye
gel ince kıtaları i kiye ayırıp küçük b i r manevra yaptı rmı ş .
Şah'la b i rl i kte bindiği açık otomob i l l e tatbikatı izleyerek te­
mel atma töre n i n i n yap ı lacağı yere kadar g e l m i ş . Temele
b i r kutu içinde i ki d evlet başkanı tarafından i mzalanmış
iki kağıt konulmuş. Atatürk, Şah'a manevran ı n sonucunu
e l i y l e işaret ederke n , bir koyunun teme l e yatı r ı l ı p boğazı­
n ı n kes i l mek üzere olduğunu görünce « du runuz o diye ba­
ğ ı rm ı ş . Sözlerini bitird i kten sonra da başı n ı öbür tarafa
çevi rerek, • $i md i kurban ı kes i n , .. dem i ş . Şah bundan duy­
duğu h ayreti açığa vurunca Atatü rk:
ATATÜAK'ÜN UŞAÔI İDİM 351

- a Evet, ben kana bakamam. Bir tavuğun boğaz lan­


masına b i l e tahammü l edemem . o
Şah dayanamamış :
- " Fakat bu kadar bulunduğunuz savaş meydanları . ,.
d iyecek olmuş.
- .. H a o başka mesele. Savaş meydanları nda ceset­
lerin üzerinden atlayarak gideri m . O bambaşka bir iştir, ..
demiş.
İ ran Şah ı n ı n gel i ş i n i n ertesi günü beni Ankara'dan
lstanbu l 'a gönderd i l er. Görevim Sarayı hazırlamakt ı . Ata­
türk, Şahla beraber Bal ı kesir, Uşak, İzmir; ve Çanakkale'ye
g ittikten sonra l stanbul'a geldi . Konuklar beklene dursun ,
Saray mensuplarını bir düşünced i r alm ıştı : Acaba i k i dev­
l et adamı da Dolmabahçe'de mi oturacaklar, yoksa Atatürk
Beylerbeyi'ne mi gidecek?
lstanb u l val is i Muhittin Ü stündağ ile Saraylar müdü­
rü Sezai Sel ek baş başa verm i ş l er, görüşüyor, takat bi r
çözüm yolu bulamıyorlard ı .
- a Bunda düşünecek ne var? İki arslan b i r posta
s ı ğmaz , ., ded im. u Şah misafi rd i r, Dolmabahçe'de oturur,
Atatürk de Beylerbeyi'nde, .. deyince :
- • Aferin Çelebi , » ded i l e r . Ben im ded i ğ i m i yaptı lar.
Şahın gönlünü hoş etmek için Atatürk'ün yattığı oda
veri l m işti . Fakat Şah. karyolada yatmağı sevmed i ğ i için
h izmetkarına kendi yer yatağ ı n ı getirtti . Şah , maşal l ah
boylu bos l uydu . Yatağa zor sığıyordu.: Bu yatak hallaca
att ı rı l d ı , yere yayıldı. Üzerine de Tahran'dan geti rd i kleri
bir cibin l i k kondu . Fakat Şah' ı b i r türlü uyku tutmuyordu.
Yavuz'la i ki torpido, Dol mabahçe önüne demirlemişlerdi .
Donanma ı ş ı klarla donat ı l mıştı. Halk, Şah onuruna denizde
donanma şenli kleri yapıyor, vapur gürültü leri . havai fi şek­
ler uyumasına engel o luyordu.
Şahın h izmetini gören bir M ahmut Han vardı . Han ne
352 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İ DİM

derse Şah onu yapıyordu. M ah mut Han h izmetkardı ama,


sonradan Şah' ı n akrabası olduğunu duydum.
Şah ı n ka ldığı dai ren i n banyo bölümünü, İ ran l ı lar çaya
merak l ı oldukları ndan çay ocağ ına çevirmişlerd i . Semaver­
ler kaynıyor, çaylar demleniyordu. Banyo daires i n i çayha­
ne yapmak kimin akl ı na gel i r ?
Şah ı n hizmetçisi Mahmut H a n yan ıma gel erek, deniz­
deki donanma şenl i k lerinden başlad ı yakı nmağa:
- · Bu sesin kes i l mesi için ne yapa l ı m Cemal Han ? ..
diye sorunca, yaver Cevdet Beye tel efon ederek durumu
anlattı m .
Hemen donanmaya bir motor gönderi ldi. Bütün elek­
trikler söndürüldü. Fakat eğlencelerin ardı arkas ı kesile­
ceğe benzemiyordu. Şahın yattığı odan ı n önünde stop
eden b i r araba vapurunun içinde halk davul zurna çalara!<
çılgı nca eğleniyordu. Şah çok fazla yorg u nd u ve d i nlen­
meğe i htiyacı vardı . Şah ı n hizmetkarı tekrar yanıma ge­
lerek :
- .. Bunları da durduramaz mısınız? .. dediği zaman:
- • Biz bu eğlenceyi Atatürk'e bile yapmad ık. Şah
Hazretleri için yapı l ı yor. Bu halkın eğlencesidir, sevgisi­
dir. Buna engel olamayız, • d iyerek karş ı l ı k verd i m . Ve ge­
ce saat y i rm i dörde kadar halk davulunu, zurnasını çald ı .
Ç ı lgı nca eğ lend i . Sonunda d a vapur demi r alarak gitti .
Ben Şah ın bu sevgi gösterisine engel ol mak i steye­
ceğ i n i hiç sanm ıyordum. N itekim, ertesi g ü n , bunun hiz­
metç i s i n i n bir işgüzarl ığı olduğunu anladım.
Şahın çamaşırlarını yıkanması i ç i n hizmetçi kad ı na
verd i k . Şah, geleneklere sadık b i r i nsand ı . Örneğ i n giyd i ­
ğ i d o n uzun paçalıyd ı . Şah onuruna en kusursuz b i r sofra
hazırlamayı üzerime a l m ıştı m . Saraya Tokatlıyan'dan ye­
mekler getirtip, Pera Palastan büfe düzenl ettirmiştik. Fa­
kat Şah, bunların hiç birine i lg i göstermedi . Yatak odasın-
ATATÜRK'ÜN UŞA<11 İDİM 353

da yemeği n i yed i . Bu ağır, özenli sofrada sadece yaverler


ve konuklar ağırland ı .
Şaha göstermek i ç i n b i r d e f i l m geti rmişlerd i . Fakat
bunu b i l e görmek i stemed i . l stanbu l 'da kald ığı günler, ak­
şamları saat yirmi birde yatmak a l ışkan l ı ğ ı n ı değ işti rmed i .

F : 23
" BANA CEMAL HAN DEYİNİZ»

İ RAN Şah ı n ı n yan ı ndaki lerini lstanbul 'da gezdirmek gö­


revi bana veri lmişti. Önce İ ran parası Riya l ı Tü rk parasıy­
la değ işti rd i m . Sonra konukları alıp dolaştı rmağa başla­
d ı m . Konuklar lstanbul'dakl İ ranl ı l arı görmek i stediler. On­
ları a l d ı ğ ı m gibi çaycıların yan ı ı'ıa götürdü m . Çaycılar çok
ya k ı n l ı k gösterdi ler. Taze çay demleyip üst üste konukla­
ra sundular. Yan larından çok samimi bir şeki lde ayrıldık.
İ ranlı konuklar:
- .. Bizim buradaki hal k çok faki r. Baksana çayc ı l ı k
yapıyor . .. deyince onları bu beğenmedi kleri fakir çaycıla­
r ı n yanı ndan a l ı p, zeng in halıcı ların yan ına götürdüm . Bun­
lar da özbeöz İranl ıyd ı . Fakat memleketlerinden kalkıp,
buraya kada r gelmiş olan yurttaşlarının yüzl eri ne dönüp
bakmad ı la r b i l e .
Konuk İ ranlı ları Tünel'e götü rdüm. Çok kısa buldular.
M üzeleri gezdi kten sonra otomobi l l e Emi rgan'a , gitti k .
Çay sundum · semavere. Orada nargile içenleri gördüler:
- a Bu nedir? .. diye sordular.
Onlara bunun bir çeşit sigara olduğunu ve bizim mem­
lekette ti ryakilerinin çok butı-ınduğunu söyled i m .
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM 355

- · Biz bunları i çmeyiz. Şampanya , Fi nkonyak i çiyo­


ruz , ., dedi ler. Ben de:
- « Biz narg i l e içiyoruz. Tömbekisi de İsfahan'dan
gel iyor,.. deyince şaşı rd ı lar.
Şah ı n gelişinin i k i nci günü Atatü rk, Beylerbeyi 'nde
sofracılara kızmış . .. çelebi'yi geti rti n , • demiş. Emri alır
almaz Tevfik Rüştü Aras'la beraber motora binip, Beyler­
beyi Sarayına gitti k. Sarayda Sabiha Gökçen :
- .. şah ne yapıyor? .. diye sordu.
Ben de Şahın rahatının çok yeri nde olduğunu söyle­
d i kten sonra:
- " Ya l n ız art ı k beni ' Efend i ' diye çağırmayın. Ben
' Han' oldum. Bütün İ ran l ı lar beni ' H an' diye çağı rıyor. Siz
de öyle yap ı n , " ded i m .
Bunu hemen Atatürk'e yetiştirmişler. Beni çağ ı rttı :
- .. çelebi , duyduğuma göre Han ol muşsun. Şalı
Hazretl eri yine konyak içiyor m u ? D
- « B ir şişe şampanya, finkonyak veriyoru m . Acaba
hepsi n i m i , yoksa yarısını mı içiyor, b i l miyorum. Yalnız
b i l d i ğ i m gece şişeleri do l u veriyorum , sabahları boş bu­
luyorum . ..
Şah. i l k i çkiyi bizde içti ama. yanında ki lerin h i ç b i ri
perhizi bozmad ı lar. Ne kadar uğraştımsa. ağızlarına bir
katre içki deği rtemedim. Yal n ız Nuri Conker b i r ara Ata­
türk'e , ağzından şu sözleri kaçırd ı :
- · Efend i m , h izmetkarlar dolu şişel eri hatıra olarak
sakl ıyorlar . ..
Atatürk bu sözlere kahkahalarla gülmüştü.
ŞAHIN İSViÇRE'YLE KONUŞMASI

DOLMABAHÇE Sarayı nda yine bir akşam yemeği s ı ra­


s ındayd ı . Atatürk, konuklarını neşelendirmek için uğraşı­
yor, fakat Şah, tüm konukların içtiği sofrada içki içmemek­
te d i reniyor, mazur görü l mesini i stiyordu. Şah ı n dalgınlı­
ğı ve düşüncel i hali Atatü rk'ün gözünden kaçmamış ola­
cak k i , bir şeye üzü l ü p üzü l m ed iğini sordu. Şah da hiç bir
üzüntüsü o l mad ığını, hayatı nın en güzel dakikalarını yaşa­
d ı ğ ı n ı , yalnız İsviçre'de öğreni m i n i yapmakta olan ve çok­
tand ı r görüşemed iği oğ lu şimdiki Şah aklına geldiği için
bir ara daldığını söyled i .
Bunun üzerine Atatürk, yaverine işaret etti . B i rkaç
dakika sonra İsviçre i l e telefon hattı bağlanmış ve Şah ,
Atatü rk'ün bu ince l iğine hayran kal m ıştı. Oğlu R ıza Pehle­
vi i l e yaptığı görüşme s ı rasında telefon santra l ı ndaki kız­
lar, Şahın genç ve yakışıklı oğlunun ses i n i duyabi l mek
için a raya g i rdiklerinden, bir türlü konuşma yapı, a mıyor­
du. Şah durmadan:
- Duymuyorum . duymuyorum . Aradaki matmazel i er
u

çeki lsin , >• diye bağı rıyordu.


ATATÜRK'ÜN UŞACil iDiM 3i7

Sonunda yaver Cevdet Bey emi r verdi de, santraldaki


kızlar aradan çıktı lar. Şah oğluyla konuşabi ldi.
Te lefon konuşması s ı rasında Şah ın arkası nda bulunu­
yordum. Belki b i r emri olur d iye. Oğ luna, okulunu, dersle­
ri n i , bir şeye ihtiyacı olup olmadığını sord u . Seyahati nin
iyi geçtiğini söyledi . Oğluyla görüşen Şah ı n masaya dön­
düğü zaman üzerindeki dalgın halin kaybolduğunu ve ne­
şelendiğini gördük. Önce i çmek i stemediği kadeh e l i ndey­
d i ve şerefe kaldırıyordu.
l stanbul 'da kald ı ğ ı süre içinde İ ran Şahına şehrin gö­
rülmeğe değer güzel yerleri gezdiri ld i . Kızku lesi'nin önün­
den geçerken l stanbu l 'un olağanüstü güzel l i kteki panora­
ması karşısında:
- « Bunun hemmisi ( heps i ) l stanbuldur ? w diye hay­
retle sordu . Heps i n i n l stanbul olduğunu öğrend i kten son­
ra da şöyle ekled i :
- .. Allah sah ibine bağ ışlasın. Gerçekten de çok gü­
zel ve çok büyük bir şeh i r . İ şitmiştim ama, bu derece gü­
zel ve büyük olaca.ğını sanmamıştı m . »
Şah 'a ayrıca Pend i k v e Yakac ı k'a kadar otomobi l l e b i r
gezinti yaptı r ı l d ı . Şah , Marmara'ya bakan sayfiye semtle­
rine hayran kalmıştı . Atatürk'e buraların çok güzel oldu­
ğunu ve ayr ı l mak i stemed i ğ i n i söyl edi . Atatürk:
- u U fak ufak köyle r , » d iye karş ı l ı k verince Şah da­
yanamad ı :
- a Bunun neresi köy, hepsi birer büyük şeh i r hal ine
gelmiş, .. ded i .
Bu gezinti s ı rası nda Suadiye plajına da uğranı l d ı . plaj
yeni yap ı l m ıştı . Deniz kenarında üzerinde mayosuyla boy­
l u bosl u genç ve güzel bir kad ın dal ışa hazırlanıyordu. Şa­
h ı görünce güzel bir atlayışla denize dal ı p yüzmeğe baş­
l ad ı . Bunun yabancı değ i l de bir Türk kızı olduğunu öğre­
n i nce Şah çok şaşı rdı . H e l e kad ı nların erkeklerle beraber
358 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

aynı yerde denize girmelerinin serbest olduğunu duyunca


hayreti büsbütün artt ı . Sonra Atatürk'e şöyle ded i :
- " Maşallah, han ı m larınız yeni l iği çok çabuk kabul­
lenmiş görünüyor, • d iye gördüğü yen i l i klerden duyduğu
hayra n l ığ ı belirtip, devri m lerimizi hararetle övdü .
ŞAHA BİN BİR GECE MASALLAR!

İ RAN Şah ı n ı n lstanbu l 'a gelişi sırasında Beylerbeyi Sa­


rayı nda özel b i r ziyafet veri l miş, güzel sesl i hafızlar,
Şah 'a unutu l maz bir gece yaşatm ışlard ı . Öyl e sanıyorum
ki Şah, Türkiye'de kaldığı süre içinde en çok Beylerbeyi
Sarayı ndaki eğlencel eri beğenmiştir.
Beyl erbeyi Sarayındaki eğlencelere d ı şardan kimse
a l ı nmad ı . Şah , kendi m i hmandarı Fahrettin Altay'dan baş­
kas ı n ı i stememiş. Kendisi de sadece bir nedimini geti rdi .
Şahla beraber gelenl er, mihmandarlar ve dışişl eri memur­
l a rı o gece Park Otelde, ayrı b i r sofrada ağ ı rl and ı lar. Şah ,
Beyl erbeyi 'ndeki eğlencel erin dışarıya sızmamas ı nı ısrar­
la i sted i .
Beylerbeyi Sarayında Başbakan İsmet İ nönü i l e Mec-
1 is Başkanı da vard ı . Dolmabahçe'den motorla Beyl erbeyi ' -
ne gelen Şah ı , kapıda ş ı k giyi m l i on beş kadar genç ve gü­
zel kad ı n karşı l ad ı . Bunlar o zamanki l stanbul 'un saz şarkı
ve 'dans artistleriydi ler Şaha takd im ed i len kad ı nlar, önün­
de diz çökerek hükü mdarı selamladı lar. O da gül erek ken­
d i l e ri n e i ltifatta bulundu.
Şaha önce Saray gezd i ri ld i . Gece orada kalması i hti-
360 ATATÜRl<' Ü N UŞAGI İDiM

mali düşünülerek bir yatak odası haz ı rlanmıştı . Sarayı n


ortas ı ndaki mermer havuzun kenarına yerleştirilen kol­
tuklara oturuldu. Arkada güzel bir büfe ve orkestra vard ı .
Şah, önüne geti rilen içki teps i s i nden b i r kadeh şarap aldı.
Derken artistler şarkılar okumağa ve çeşitl i gösteriler
yapmağa başladı lar. Genç kad ı nlar havuza atlayarak yüzü­
yor, sularla oynaşıyor, müziğ i n ahengi ne uyarak dans edi ­
yorlard ı . Şah , B i n B i r Gece Masallarını and ı ran b u şahane
dekorun önünde keyiflenmiş, bir yandan şarap yudum lu­
yor, b i r yandan da gülümseyerek:
- • Çok güzel, çok güze l , " diyordu.
Bu s ı rada uzun boylu, çıplak, güze l b i r artist, havuzun
kenarına kadar gelip Şah ı n önünde durdu . Kad ı n sayg ı l ı
b i r şeki lde önüne bakıyordu. Şah, kad ın ı n saçlarını okşa­
yarak:
- • Allah bağ ışlas ı n . Çok g üzel ve maharetl i s i n iz .
Haydi içeri girin d e g iy i n i n . Sonra üşürsünüz, ,, dedi .
Şah, önünde rakseden çıplak kad ı nlar karşısında h i ç
bir hafifl i k göstermed i . c i d d i ve ağırbaşl ıyd ı . B u hal i , ora­
daki herkesi n takdirini çekmişt i .
Şah , eğlencelerden sonra Beyl erbeyi 'nde yatmak i s ­
temed i . Gece yarısına doğru motorlara b i n i lerek Dolma­
bahçe'ye dönüldü.
Bu olaydan yirmi iki yıl sonra 1 956 'da lstanbu l'a ge­
len Şahın oğl u şimdiki Şah Rıza Pehlevi de, Beyl erbeyi
Sarayında, aynı havuzun başında. babas ı n ı n oturduğu yer­
de, o zamanki eşi Kraliçe Süreyya i l e oturarak Türk Mu­
siki sanatçı larının çaldığı parça ları d i nlemişti . Ne garip
rastlantı . . .
İNGİLTERE KRALI NAHLİN YATINDA

İ N G İ LTERE Kra l ı 8. Edward ' ı n yurdumuza gelişi 4 Eyl ü l


1 936 tari h i ne rastl ar. Kra l , Nah l i n yatıyla gel mişti . Ziyaret
özel nite l i kte olduğu için Wi ndsor Dükü ü nvan ı n ı taşıyor­
du. Böyl e olduğu halde kendisine çok büyük karş ı l ama tö­
reni yap ı l m ı ştır.
Kra l , l stanbu l 'a gel meden önce Çanakkal e Savaşı ala­
n ı n ı gezmişti . Kra l ı n mi hmandarl ığına, Çanakkal e Savaş­
l arı nda Arıburnu Cephesi Kolordu Kurmay Başkanı olan
Orgeneral Fahrettin Altay veri l m i şti. Kırk i ki yaşl arı ndaki
orta boylu , s ı rma saçl ı , sivi l giyi m l i Kra l , Türk denizci l e­
rinin denize çelenk atarak İngi l i z den izci l eri n i n ruhlarını
taziz ettiği bir deniz töreninde bulunmuş, Seddülbahi r'de­
ki İngi l iz m ezar ve anıtları n ı g ezmiş, kumandan gibi hari­
ta üzerinde savaşın g eçtiği yerleri b i r bir gözden geçir­
dikten sonra izin a l ıp burada fotoğraflar da çekmi şti . Ça­
nakkale'de halk, Krala sevgi gösteri l erinde bulunmuştu .
Bu arada Kra l , Atatürk'e Ameri ka'da özel olara k yap ı l m ı ş
kapal ı otomobi l e binerek o ra l arı karış karış dolaşmı ş ,
Mehmet Çavuş Anıtı önünde Fahrettin Altay'a:
382 ATATÜAK'ÜN UŞAÔI İDİM

- u Genera l , şunun önünde durun da sizin bir fotoğ­


rafı nızı çekey i m , .. dem işti .
Atatürk, konuk Kra l ı Tophane rıhtı m ı nda karşılad ı .
Kra l ı n motorü yaklaştı ğ ı zaman Atatü rk, deniz kena rından
e l i n i uzatm ı ş , Kral da den izden e l i n i uzatarak, denizle ka­
ran ı n b i rl eşti ğ i yerde i ki hükümdarı n büyük e l i birleşmişti .
O anda garip bir şey o l muş, Kra l ı n motoru, Boğaz ' ı n h i ç
dinmeyen dalgalarıyla b i r i n i p b i r çı kıyord u . Kra l , t a m rıh­
tıma atlamak üzereydi ki, e l i b i rden yere değdi ve tozlan­
dı. O s ı rada Atatürk, Kra l ı rı htıma al mak üzere e l i n i uzat­
mış bulunuyordu. Kra l , bir mend i l le e l i n i s i l i p , öyl e uzat­
mak isted i . Fakat Atatürk buna m eydan vermed i :
- • Vata n ı m ı n toprağı temizdir Ekselans. e l i nizi kir­
l etmez , ,. diye e l i nden tutup çıkarıverd i .
Atatürk, Tophane rıhtımından aldığı Kra l ı , Tepeba­
şı 'ndaki İngiliz Sarayına kadar kendi üstü açık otomob i l iy­
le götürmüştü. Caddelerde b i ri ken mahşeri kalabal ı k . sev­
gi gösteri l e rinde bulunuyord u . Türkiye Cumhurbaşkanı i l e .
Anafa rtalar'da dize geti rdiği İ ng i l iz devleti nin a l ı nyazı­
sını e l i nde tutan hükümdarı n yanyana otomobi lde görünü­
şü ayrı bir anlam, ayrı bir önem taşıyor, halk taraf ı ndan
görü lmemiş gösteri l e r yapı l ıyord u .
Atatü rk, büyük konuğu saat on a l t ı suları nda Dolma­
bahçe Sarayı n ı n Somaki Salonunda kabul etti . Görüşme sı­
rasında İngiliz büyükelçisi, Dışişl e ri Bakanı Tevfik Rüştü
Aras da hazı r bulunmuştu. O akşam Dolmabahçe'de veri­
len ziyafet çok parlak ol muş, Atatürk'ün İngiliz Saray ında
veri len ziyafetleri yakından bilen b i risine hazı rlattı ğ ı sof­
ra , Kra l ı sanki büyülemiş, Atatürk'ün zekasına ve incel i­
ğine hayran ka l m ıştı . Öyl e ki, b i r punduna geti rip Kra l .
tebrik v e teşekkürleri n i sunarak, kend isini İngi ltere'de
sandığını b i l e söyl em işti .
Yemek s ı rasında hoş m u , yoksa nahoş demek m i ge­
rek, kesti remiyeceği m bir olay geçti . Garsonlardan biri,
ATATUAK' Ü N UŞAGI iDİM

fazla heyecanlandığı için m i ned i r, e l i ndeki büyük porse­


len tabakla yere yuvarland ı . Sofradaki lerin utanç içinde
önlerine baktı kları anda Atatürk, sanki hiç bir şey ol ma­
mış gibi Kra la doğru eğ i l erek Kbu m i l l ete her şeyi öğret­
tim, fakat uşaklığı öğretemed i m , .. diye hem m eseleyi ka­
pattı , hem de orta l ı ğ ı neşeye boğdu. Garsona da • Vazife­
ne devam et .. emrini verd i .
Kra l , değişik ad la, D u c de Lancstre ol arak geldiğin­
den tören de ona göre olmuştu. Dolmabahçe Sarayında
ağırlandıktan sonra bir seyyah g i bi gezmeğe başlad ı . Kra­
l ı n yan ında gezd i rd i ğ i , gazetel eri n yol arkadaşları diye söz
ettiği kad ı nlar di kkati çekiyordu. Bunlar Nah l i n yatı n ı n
gizl i konuklarıyd ı l ar . lstanbu l lu lar arasında, bu kad ı n lar­
dan gencine Kra l ı n aşı k olduğu söyleniyordu. Kral gecele­
ri Park Otel e bu kad ı n konuklarla beraber gitmekten çe­
kinm iyor, yaverl erinin bu kad ınlarla dansedişlerini seyre­
d i yordu.
İngi ltere Kral ı , İstanbu l 'a gel işinde Barbaros Hayret­
tin Paşanın Beşi ktaş'taki türbes ine çelenk koymak i ste m i ş .
Bugünkü Beşiktaş Parkındaki Barbaros Anıtın ı n bulundu­
ğ u yerde Abd ü l hamid'in Beşiktaş M uhafızı 7-B Hasan Pa­
şan ı n tü rbesi var. Atatürk, Beşi ktaş'a gidip, türbeyi gör­
mek i stiyor.
- « Barbaros'un Türbesi bu mu? .. diye soruyor.
- « Hayı r Paşam. Bu 7-8 H asan Paşanın Türbes i , .. di-
yorlar.
- .. Burada ne işi var 7-8 H asan Paşanın. Barbaros'­
un kanatları a ltına girmiş . ..
Türben i n onarı l masını ve çevresinin park haline geti­
rilmesini emred iyor ... Hasan Paşa Karakolu i l e Türbe kal­
d ı r ı l ı p , duvar yıkı l ı yor. Barbaros'un Türbesi meydana çıkı­
yor. Meydan onarı l ıyor, oduncular iskelesi kald ı r ı l ıyor. Ha­
midiye Çeşmesi de Spor ve Sergi Sarayı alanına nakledi-
384 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI iDiM

l i yor. Bütün bun l ar üç gün içinde o l uyor. Kral da geti rip


çelengi koyuyor.
Yurdumuzda üç gün kalan İngi ltere Kra l ı , birçok ge­
zi nti ler yapmış, konuklar onuruna b i r de deniz gezisi dü­
zen lenmişti . Konuk hükümdardan, Moda'ya yapı lan bir de­
niz yarışını görmesi rica ed i l m i ş , sporsever İ ng i l i zler de
bu i steği seve seve kabul etmi şl erd i .
Ertesi g ü n , Kral v e yan ı ndaki ler Nah l i n yatıyla Moda
yarış alanına geldi. Biz de Atatürk' ü n bul unduğu Ertuğru l
yatıyla aynı yere vardık. Takvi mler 6 eylü l ü gösteriyord u .
Nahl i n yatıyla Ertuğrul yatı yanyana bağ landılar. Kral yal­
n ız olarak Moda Deniz Ku lübüne çıktı. Bi raz sonra da ya­
tına döndü . B i r ara lng i l iz büyükelçisi Ertuğru l ' a gele­
rek Atatürk'e Kralın gelmek i sted iğini bildird i . Az sonra
Kra l , yanında lngi l iz büyü kelçisi ve üç kad ı n olduğu halde
Ertuğrul yatına çı kıyordu. Atatü rk, konukları merdiven ba­
ş ı nda. karş ı lad ı . G üvertede oturup b i r süre konuştular. Bu
konuşma larda Atatürk'ün yanında H ükümet üye l eri de bu­
lunuyord u : O zamanın Başbakanı Celal Bayar, İsmet İ nö­
nü, Fethi Okyar ve başkaları ...
MADAM SIMPSON'A SUNDUGU KAHVE

İNGILTERE Kralı 8. Edward ve öbür konuklar Ertuğrul


yatındayken kendi l erine Türk kahvesi veri ldi. Servis, usu.
len konuklardan değ i l , ev sahibi nden başlıyordu. Bu yüz­
den önce iki kahve getird i m . Atatürk'ün yüzüne baktım .
Böyle zaman larda O'ndan m i m i k l e em i r al mayı a l ışkan l ı k
haline geti rmişti m . Baş ı n ı n değ i l , gözünün e n küçük b i r
hareketiyle ne demek i sted iğini hemen anlar, o n a göre ha­
reket ederd i m ... Atatürk hemen gözüyle Kra l ı işaret etti .
Götürüp kahveyi Krala sundum. İkinci kahveyi de Atatürk'e
götürd ü m . Fakat nedense kahveyi içmed i . Ayaaa kal karak
Madam S i m pson'a kendi e l i yle sundu. Atatü rk, kadı n lara
karşı her zaman nazi k ve sayg ı l ıydı . Toplum içinde kad ı ­
n ı n rol ünün önem i n i , fı rsat buldukça savunurdu. Kahveyi
m isafire verdikten sonra da bana dönerek:
- • Bana da bir sade kahve getir,• diye emir buyurdu.
işte Atatü rk'ün eliyle kahve sunduğu kad ı n ı n • M adam
Si mpson • olduğunu o zaman öğrendi m . Kral da Madamla
çok fazla i l g i l eniyordu. Fakat nedense çok düşüncel iyd i .
P e k keyifl i o l a n Atatürk'ün neşesine i stemeyerek katıl ı r
366 ATATÜ RK'ÜN UŞAGI İDİM

gibi bir hali vard ı . Onu neşelendirmek ve kederini dağ ı t ­


mak i ç i n Atatürk t ü m zekas ı n ı kul lan ıyordu deneb i l i r .
M adam Si mpson, b i r a r a el i ndeki dürbünle yerinden
kalkınca, Kra l da başıyla Atatürk'ten izin i steyerek yerin­
den ka l kı p , Madamın arkas ından g itti . Bu ayrı l ış bi raz uza­
yınca , Atatü rk fısı ltı halinde
- " Kral ı n M adama karşı zaafı olduğunu görüyoru m .
Korkarım ki , tahtı n ı bu kad ı n yüzünden kaybedecek,,, ded i .
N itekim zaman, İngiltere tahtının akı beti n i daha ön­
ceden gören Atatü rk'ü hakl ı çıkaracak, kısa b i r süre son­
ra Yirminci Yüzy ı l ı n en büyük aşklar ı ndan b i ri o rtaya ç ı k­
mış ol acaktı . D i l l ere destan olan bu macera, İ ng i l i z Kra l ı
8. Edward ' ı n taht v e tac ından çeki lmesiyle mutlu b i r so­
nuca erişecek, M adam Si mpson, Wi ndsor Dükünün eşi ola­
caktı .
O gün yattaki görüşme çok sami m i b i r hava içinde
geçmiş, Kra l Atatürk'ün gönderd i ğ i iki sandık si gara için
teş ekkür ederek
- .. içimi çok güze l . A l ı şmaktan korkuyorum . İ ng i lte­
re 'ye gitti kten sonra bunlardan b i r m i ktar daha g ö nderme­
·n izi rica edeceğ i m , .. dem i ş . Atatürk ise
- « Em reders i niz, ,, d i ye karş ı l ı kta bu lun muştu .
Kral da Atatürk'e iki san d ı k viski göndermişti . Ata­
türk, bu viskil erden çok hoşland ı ğ ı n ı , içerken dai ma onu
hatırlayacağ ı n ı söylüyordu.
Yatta Kra l ı n sevg i l i si büyük ve sayg ı l ı b i r çevrede bu­
·ıunmanın da verd iği bir serbestl i k içinde gül erek konuşu­
yor ve kend i siyle konuşanları hayran bırakıyordu . Bu po­
zu b i r fotoğraf tespit etmişti o zaman .
Moda'da yelken yarışları başlamıştı . Kral çok sevdiği
bu deniz sporunu zevkle seyretti .
Moda'dan Florya'ya doğru hareket etti k. M armara kı­
yı ları boyunca lstanbul cami s i l uetlerinden Kral bir türlü
ATATÜ RK'ÜN UŞA<'.';I İDİM 367

gözlerini ayıramıyordu. Konuşulan konu da m i nare ve Aya­


sofya'ydı . Onları Florya'ya bırakıp döndük.
Kra l onuruna sonra Florya 'da bir kokteyl parti veri l d i .
Güzel b i r büfe hazı rlanmıştı. Ç a y i ç i l d i , pasta yen i l d i .
Kral v e kad ı n lar, deniz köşkünü v e süslemes i n i çok
beğenm iş lerd i . Madam S i mpson , glayöl çiçeklerine hay­
ran kal m ıştı . Kral deniz kenarı ndan bir avuç kum alarak
« ne ince, ne güzel kum , • diye gösteri rken , Atatürk , Ma­
dam Simpson'a dönerek
- a Kra l Hazretlerini yazın tekrar buraya getirmeyi
sizden bekl eri m , .. diyordu. Kral da Atatü rk'ü İngiltere'ye
davet ed i yor ve kendisi g i b i değişik i s i m l e gel i rse , daha
rahat edebi leceğini söyl üyordu.
Çok tatl ı ve samimi geçen konuşmalardan sonra ha­
reket hazı r l ı ğ ı görmek üzere oradan ayrı l d ı . Kral Nah l i n
yatını istanbu l 'da terk edecek v e trenle gece saat yirmi
üçte Avrupa'ya . gidecekti . Kral ı n hareketinden önce Sirke­
ci istasyonu h ı nca h ı nç dolmuştu. B i r cem i le o l mak üze­
re Atatürk, kendi trenini hazırlatm ış ve Kra l ı n emrine ver­
m işti . Konukları bekl iyordu.
Kral tam vaktinde i stasyona geldi . Görü l ecek bir man­
zaraydı Kra l ı n uğurl anışı. Samimi şekilde vedal aştı lar. Kra­
l ı n yan ı ndaki hanım lara , Atatürk tarafından Florya Köşkün­
de beğendi kl eri o Glayöl çiçeklerinden buketl er veri l miş­
ti . Kadınl ar, bu buketleri göğ üsl erine dayayarak vagonun
arka balkonuna çıkıp, uğurlay ı c ı l arı gül ümseyerek sel am­
lad ı lar ... Atatürk, bunun l a da kalmamış, konuk hanımların
çok beğend ikleri o çiçeklerle kalacakları kompartımanın
içini donatmıştı . Bu ince l i k karş ı s ı nda han ı m l ar, şaşk ı n l ı k­
larını saklayamad ı lar.
Madam Si mpson çi rki n , fakat kültürlü bir kadınd ı .
Atatü rk'ün bindiği beyaz tre n l e Viyana'ya seyahat eder­
ken, oradaki hizmetkarlar, hakları nda b i rçok i l ginç şeyler
anlattı lar sonra . Madam S impson'a zenci bir metrdotel ge-
368 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İDiM

l i p , emir al ıyor, bir famdöşambr da pijamaların ı giydirip çı­


karıyor, kordelasını bağ l ı yor, hazırl ıyormuş. Gezi boyunca
M adam Simpson'la Kral oturdukları yerde viski içip kitap
okumuşlar. M adamın, bütün vücudunu saran yeşil kırmızı
rengarenk pijaması , hizmetkarların akl ından çıkmamış. Her
halde ş i mdiye kadar böyle bi r şey görmedikleri nden ola­
cak. Kad ı n yalnız başına yatıyor, gece gündüz kitap oku­
yorlarm ış. Sonunda duyduk k i , asil olmayan bu madam yü­
zünden Kral tahtı b ı rakmış. Çok isabet etmiş. Devlet
adaml ı ğı ne kadar zor. Protokol var, nefes al amaz insan.
Ad ı m atışı bile kontrol altında. Di l ediği gi bi yaşadı ve öldü .
EMİR ABDULLAH'IN VATLA GEZİSİ

Ü RD Ü N Emiri Abdul lah 1 937 yı l ı n ı n hazi ran başlarında


yurdumuzu ziyaret ediyord u . E m i r Abdul lah, gençliğinin en
güzel dönemini lstanbul'da Em i rgan, Çam l ıca ya l ı ve köşk­
lerinde safa sürerek geçi rmiş, Bi rinci Dünya Savaşı başın­
da babası H icaz Emiri Şerif H üseyi n ' i n , Osmanl ı İ mpara­
torluğuna karşı açtığı ayaklanma bayrağı altı nda önem l i
bir rol oynamak üzere buradan ayrı l ı p gitmişti . İ stanbul '­
dan H i caz'a ağlaya ağlaya giden Emir Abdullah, daha son­
ra m i l letveki l i olarak b i rkaç kez gelip gittikten sonra yir­
mi y ı l önce ayrı ldığı İstanbu l 'a bir h ükümdar olarak gel­
miş bulunuyordu. Pol itika değişmiş, geçmiş unutulmuş ve
Emir, sam i m i bir şeki lde tantanayla karşılanmış ve ağır­
lanm ıştı . Emir önce Ankara'ya gelmiş, sonra da Atatürk'
le b i rl i kte özel trenle İstanbu l 'a hareket etmişlerd i .
Emiri karşı lamak i ç i n İstanbul 'da büyük bir hazırlık
göze çarpıyordu. Taklar kuru l muş, caddeler Ü rdü n ve Türk
bayraklarıyle donatı l mıştı. Ertuğrul yatı hazırlanmış, Hav­
darpaşa rıhtım ında bekl iyordu.
İ ki büyük devlet ada m ı H aydarpaşa garında parlak b i r
törenl e karşılandı . Val i M uhittin Ü stündağ , karşı lama ha­
F : 24
370 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

zırlıklarıyle kendisi uğraşmışt ı . Bu tür karşılamalarda al ı­


ş ı l m ış . he r şey yerine getiri l m işti .
Emir Abdul l ah, Ertuğrul yatıyla Dolmabahçe rıhtımına
çıktı. Dol mabahçe Sarayı nda Özel Dai rede konuk ed i l d i . O
s ı rada Ertuğrul yatına bi r emir geldi
- · Florya Köşküne gidiniz,• deniliyordu.
Yatta gerekl i hazırl ı kları biti rdikten sonra Florya Köş­
küne gittik. Burada Emir onuruna bi r müzik ziyafeti de çe­
kildi. Hatırımda kaldığına göre Mü n i r Nurettin Selçuk, M e­
sut Cem i l Tel , kemani Reşat Erer, Refik Fersan, Fahire Fer­
san , Vecihe Daryal , Cevdet Kozanoğl u , öğle yemeğ ini yi­
yen Emire, Türk Sanat M üziğinden seçme parçalar dinlet­
t i l er. Musiki fas l ı n ın daha başı nda Emirin yüzündeki anlam
birdenbire değişmiş, e l i ndeki çata l ı tabağı n ı n kenarına bı­
raktıktan sonra masadaki öbür konuklara e l iy l e • SU S • işa­
reti yaparak şöyle demişti:
- .. Böyle bir musikiyi d i n lerken yemek yeni lmez.
Önce dinleyel i m , sonra yeriz. Yemeği m iz soğursa da zi­
yanı yok . •
Saz takım ı , yemek soğumasın d iye fas l ı kısalttı ama,
Emirin yanakları ndan kır sakalına doğru süzül e n yaşlara
yine de engel olamad ı .
Emir Abdu l lah Florya'ya gitti ğinde Atatürk O'na 0 1 -
kü'yü de tanıtmıştı. Ü l kü , ömrü nde i l k kez böyle sarıkl ı .
cübbe l i b i r adam gördüğü için merakla gidip kucağına otur­
du ve onu soru yağmuruna tuttu
- " N iye böyle bembeyaz uzun entari giyiyorsunuz?
N için başı nıza bu bezleri sarıyorsunuz? Atatürkçüğümün
saka l ı yok, sizin neden var ? •
Emir, çok sevdiği çocuğa şu karş ı l ı ğ ı vermişti
- .. Bizim memleket çok s ı cak olduğu için böyle giyi­
n i riz. Sakal da bizde adettir küçük hanım.•
Emir Abdul lah, gittikten sonra Ü lkü'ye güzel bir hedi­
ye göndereceğini vadetmiş ve hediyesini de yol lamıştı .
ATATÜAK'ÜN UŞA�I iDiM 371

Emir Abdul l ah Türkiye'yi ziyaretinde Atatürk'e hayran


ka lmış ve bu hayranl ı ğ ı n ı şu cümlelerle bel irtmişti
- a Atatürk'ü Ankara'da i l k kez gördüm. Ondan önce
yalnız res imlerini görmüştüm . Bu res i mler b i l e , O'nun yor­
gun bir ü l keyi birdenbi re diri ltecek kudretli bir yarad ı l ış­
ta olduğunu anlatıyordu. l stanbu l'daki görüşmemde ise
Atatürk'ü daha başka türlü gördüm. Akl ı n ı , düşünces i n i ,
sevgisini ol anca gücüyle u lusuna ayırmış çok büyük b i r
adam . Kendisini gören her halde O 'na kayıtsız şartsız i na­
n ı r. Gözlerinin ışın larında, muradını karşısındakine kabul
ettirecek şaşı l acak bir güç var. •
Ü rdün Emirinin Yalova gezisi ise unutu l maz anılarla
doluydu. Ertuğrul yatına Emir Abdul lah , mi hmandarı , yave­
ri i l e geldi . Yalova'ya doğru yola çıktık. Emir' i n yatla ya­
p ı lan bu Marmara gezisi çok hoşuna gitmişti . Uzun süre
yatın den izde bıraktığı köpükten izlere dal d ı . Yapayalnız
yemeğini yedikten sonra b i raz yatmak üzere kamaraya in­
di. Bana da ·Ada önüne gelince beni kaldırın, .. diye emir
verd i .
Yat ada önlerine gel mi şti . Emiri uyandırmak üzere
kamaraya inince bir de ne göreyim ? Emir H azretleri so­
yunmadan yatmış. Ayağında reye pantolon, başı ndan key­
fiyesini çıkarmış ... Kırç ı l sakal l ı Emir, asl ı nda çok güzel
bir yüze sahipti . Fakat onu güzel ve heybet l i gösteren, ba­
şındaki keyfiyesi i m iş . Onu çıkarınca , saçsız başı cascav­
lak meydana çıkmış.
B i r süre onu bu haliyle seyrettim . Uyandı rıp uyandır­
mamak arası nda kısa bir duraklama geçi rdi kten sonra em­
rini yerine getird i m . Emir keyfiyesini hemen başına koy­
duktan sonra Adaları seyretmek üzere güverteye çıkt ı .
Saat o n altı s ı ra larında Yalova'ya geldik. Bütün Yalo­
va Emiri karşı lamağa çıktı . Başta Şeh i r Bandosu olduğu
halde e l l erinde bayrak sallayan öğrenci ler ve kalaba l ı k b i r
h a l k topluluğu, büyük şenliklerde bul undu . Al kışlar ar1-
372 ATATÜRK'ÜN UŞACI iDiM

s ı nda otomob i l ine bindi ve banyoların bulunduğu yere ha­


reket ettik.
Burada Atatürk'ün kend isine ait köşkünde kon u k ed i l­
d i . E m i r onuruna bir gün önce saz ve mus i ki heyeti olarak
F lorya Köşküna gönderi len Münir Nurettin yönet i m i ndeki
kemani Reşat Erer, Refi k ve Fahi re Fersan, Veci h e Dar­
yal , Cevdet Kozanoğlu Mesut Cem i l Tel ve iki h anende
•.

Emi ri n isteği üzeri ne, Yalova'ya geti rti l m i şti . Emir, müzik
fas l ı ndan o kadar memnun kalm ıştı k i , Ü rdü n'e döndükten
sonra Atatürk'e yazd ığı mektuplarda Türk Musikisi hakkın­
daki beğeni lerini b i l d i rmeden yapamamışt ı .
Hatta Emirin gidişi nden b eş a y sonra Atatürk, ald ığı
mektupların da etkisiyle aynı saz v e m u si ki h eyeti n i Dol­
mabahçe Sarayına çağı rmış • Ü rdün Emiri her mektubun­
da ısrarla sizden d i n lediği musikiden söz ediyor ve bana
teşekkürlerini b i l d i riyor, • dedi kten sonra E m i re çalınan
parçaları tekrarlattırmış ve sonvnda şunları ekle m i şti
- • Ş i md i Emiri neden böyle teshi r etti ğ inizi a n l ı yo­
rum . Biz çok kere bu musikinin haysiyetini bulamı yoruz.
İşte bu di nlediğimiz gerçek Türk musi ki s i d i r, yüksek b i r
medeniyetin musikisidir. Bu musikiyi bütün dunya n ı n an­
laması gerektir. Onu bütün dünyaya anlatabilmek i ç i n m i l­
letçe bugünkü medeni dünyanı n seviyesi n e yükse l memiz
gerekti r.•
Emir onuruna Yalova'da veri len alaturka müzik ziyafe­
ti çok güzel oldu. Gerçekten eşsiz b i r gece yaşadı k . Saz
ve şarkılar gece yarıs ına dek sürüp yitti . Türk M üz i ğ i n i n
ahengine kendini kaptırarak huşu içinde m ü z i k d i nl eyen
Ürdün Emlri, o gece M ü n i r Nurettin Selçuk'a bir hayli i lti­
fatta bulunmuştu .
Gece yarısından sonra müzik fasl ına son veri l d i . M ec­
l i s de dağ ı l d ı . Herkes yatak odalarına çekildi . Konuklar sa­
bah geç kal kar diye düşünmüştü m . Fakat Emir H azretleri­
nin sabah karanl ı ğ ı nda kal ktığı n ı görünce şaş ı rd ı m . Sabah
ATATÜAK'ÜN UŞAÔI İDiM 373

namazını Yalova'nın zümrüt gi bi göründüğü balkonda kıl­


m ıştı . Namaz bittikten sonra eliyle işaret ederek beni ça­
ğ ı rmış, zevkin sabah namazı nda olduğunu söyl emişti .
Emir H azretlerine güzel bir kahvaltı hazırlad ı m . Kah­
va ltıdan sonra otomobi l e binerek Baltacı ve M i l let Çiftlik­
lerini gezd i . Yalova gezisi öyle san ıyorum k i , Emirin çok
hoşuna gitmişti . Tekrar Ertuğrul yatına binerek i stanbul'a
döndük. O geceyi Dolmabahçe Sarayında geçiren Emir, bir
gün sonra yurdumuzdan ayrılarak Ü rdü n 'e döndü.
ROMANYA KRALI il. KAROL'UN GELiŞİ

ROMANYA Kra l ı i l . Karo( . 18 Hazi ran 1 938 cumartesi


günü İ ngiltere Kra l ı 8. Edward'ın lstanbul 'a geldiği Nah l i n
yatıyla yurdumuza gelmişti . Vatı İngi ltere'deki bir kontta n
.ki ralam ıştı . Kral yurdumuzu resmen ziyaret etmiyor, İngil­
tereye yaptığı yarı resm i bir geziden dönerken uğruyordu.
Yat yine Dolmabahçe önlerinde demirlemişti .
Kra l ı n gel işinden hiç kimsenin haberi yoktu . Ne Bük­
reş 'teki elçi l i ğ i miz, ne de yurdumuzdaki Romen diplomat­
ları bu konuda resm i makamlarımıza hiç bir b i l g i verme­
m i ş lerd i .
O s ı rada, i k i aydan beri Savarona yatında hasta bulu­
nan Atatürk' ün çağrısına g itmekte olan Dışişleri Bakanı
Tevfik Rüştü Aras . Nah l i n yatın ı Dolmabahçe önlerinde de­
mi rlerken görünce , önce çok şaş ı rd ı , sonra bindiği moto­
run yo lunu değişti rd i . Çünkü o sırada yatta Kral l ı k fors�J
·dalgalanmağa başlam ıştı . Eğer doğrudan doğruya Savaro­
na'ya gitseyd i , Atatürk'e u Kral ı n gelişi nden haberi m yok , "
nas ı l diyeb i l i rd i . Önce durumu öğrenecek, sonra d a Ata­
türk'e bi lgi verecekt i .
Tevfik Rüştü Aras. sonradan Atatürk'e anlatırken duy-
ATATÜRK'ÜN UŞACI İDİM 375

muştum. Nah l i n yatına yaklaştığı s ı rada küpeşteye dayan­


m ış Kra l ı n yanı nda rüzgarda kızıl saçları uçuşan, güze lli­
ğ i d i l l ere destan ateşli sevgi l i si Madam Lupesku 'yu d a
görmüş. Fakat zarif v e centi lmen olarak b i l inen Kra l , ne­
dense · hoş gel diniz• deyip, sabah sabah bir kadeh Rumen
şampanyası sunduğu Dışişleri Bakanımıza sevg i l isini ta­
n ı ştırmam ış. Yan ında kadı n yokmuş gibi davranmış. Kral
Karo l , Tevfi k Rüştü Aras'a şöyle demiş
- • Reisicumhur Hazretleri ile tanışmak istiyorum
Ekselans. Ne kadar çabuk olursa, o kadar iyi . •
Tevfik Rüştü Aras da, Atatürk'ün hasta olduğunu, eğer
karşı ziyaret istemezse, isteğini Atatürk'e duyuracağı n ı
söyl emiş. Kral Karo l , b u görüşmede, o sı rada İstanbul 'da
bulunan Romen elçisini bi l e yanına almak i stememiş · Ata­
türk'le ik i dost o larak konuşmak i stiyorum , .. demiş.
Tevfik Rüştü Aras. oradan Savarona'ya gelerek yatta
gördüklerini ve Kra l ı n i steği n i Atatürk'e anlattı . Atatürk
- • Kaptan dürbünle baktı . Yatta kad ı n da varmış. Aca­
ba ya lnız mı gelecek, yoksa onu da getirecek m i ? • diye
sordu. Bakan, buna pek sağ l ı k l ı bir karş ı l ı k veremeyince
şöyle ekledi
- • Pek takatsizim. Ama bir gayret edip deneyelim.
Ayıp o l masın. M ademki buraya kadar gelmiş. Belki bir der­
di vardır adamın. Sakın Südet'ler için gelmiş olmas ı n . •
Atatürk, o gün öğleden sonra saat o n altı sularında
Kral Karol'u kabul etti . Kral yal nız gelmiş, sevgilisi Lupes­
ku 'yu geti rmemişti . Savarona'n ı n merdiveni başında baş­
yaver Celal Bey tarafı ndan karşılanıp, Cumhurbaşkanl ı ğ ı
yazı odas ına götürü ldü. Atatürk'ün üzeri nde açı k gri b i r
kostüm, beyaz ipek gömlek v e düz yeşi l bir kravat vard ı.
Yanında D r. Neşet Ömer l rde l p 'de bulunuyordu. Atatürk,
hasta l ı ğ ı nedeniyle doktorun sürekli o larak kontrolu altın­
da tutuluyor, yemeklerde perhiz yapmasına elden gelen
tüm d ikkat gösteril iyordu.
376 ATATÜAK'ÜN UŞAGI iDİM

Krala i l k i n kahve, sonra l i monata , ard ı ndan kedi d i l i


( Lange chat) bisküvi veri l d i . Kra l l a rakı içilmed i . Bazı ha­
tıra kitaplarında Romen Kral ıyla içki içildiğine değ i n i lerek
i l g i çekici bir parmak h i kayesi anlatı l ı r ki , bunun aslı yok­
tur. Parmak h i kayesi bir başka zamana aittir. As l ı ol mayan
.bu anıya göre Atatürk, Romen Kra l ı için b i r sofra kurdur­
muş. Fakat sofraya içer korkusuyla içki konul mamış. Çe­
şit çeş it maden suları sı ralanmış. Konuğa protokol gere­
·ğince hiç deği lse bir kadeh içki sunmak gerekiyor. Kral iç­
ki içerken ev sahibi n i n içmemesi tuhaf kaçacak. Onu say­
mamak gibi bir şey olacak. Atatürk durumu Neşet örner'e
.açı nca doktor buna şiddetle karşı koymuş. B i r devlet hü­
kümdarına içki sunmamanı n ne kadar ayıp kaçacağını Ne­
�et Ömer de çok iyi b i l iyor. Fakat ne var ki , Atatürk'ün
sağl ı ğ ı , ondan çok daha önem l i . Hasta l ı ğ ı artmasın da, var­
s.ı n Romen hükümdarın ı n hatırı kal s ı n .
Fakat Atatürk . olağanüstü kandırma gücüyle doktoru
çabucak bu na razı ed iyor. Aralarında kısa süren pazarl ı k
:sonunda şuna karar veri l i yor: Sofraya içki konacak, fakat
Atatürk, kendi kadehinden ancak b i r parmak içecek. Dok­
tor bunu sot racı lara , h izmetkarlara tembihl iyor Bir par­
:ma ktan fazla içki kaçırı l maması n ı istiyor.
Sofraya çeş it çeşit içkiler gel iyor. Atatürk, kadehini
.doldurmağa hazırlanırken , parmağını yan lamasına doğru
.değil de, d i kine doğru tutuyor ve sofracı lara parmak bo­
yu doldurttuğu kadehi n i doktora doğru uzatarak cc doktor,
'bir parmak dememiş m i ydi n ? » diye soruyor.
Atatürk' ün zeka ve espri gücünü yansıtan bu hoş fık­
rayı k im uydurmuş b i l m iyorum ama, o gün Kra l l a Atatürk
aras ında içki nin ne katresi i ç i l d i , ne de sözü edi l d i .
Romen Kral ıyla görüşme b i r buçuk saat kadar sürdü .
Atatürk, konu Bal kan Antantı 'na geçtiği için hastalığını
unutmuş, konuştukça konuşuyor, bu hal. de O'nu halsiz dü­
:şürüyordu. Atatürk'ün jestleri, m i mi kl eri , sesi n i n tonu kar-
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM 377

şısında Kral , büyülenmiş gibiyd i . Tercümanı n sözlerinden


çok, Atatürk'ün jestlerine ve sesi n i n ahengine daldığı bel­
l i ol uyordu. Doktor ve görevli ler bir köşeye çeki lmiş sah­
nenin heyecanı içinde konuşmaları izliyorlard ı .
Atatürk yanı l mamıştı . Kra l ı n gelişi Südetlerle i l g i l iy­
d i . Kral , Atatürk'le konuşmağa başladıktan sonra şunları
söylem işti
- .. u luslararası durum pek nazi k. Durumun en kri t i k
noktası d a Südetler. Çekoslovakya çok inatçı b i r yol izli­
yor. Beneş çok güçlük çıkarıyor. Balkan Antantı'nın çıkar­
ları , Çekoslovakya'nın b i raz uysa l hareket etmes ini ge­
rekti rir. D
Atatürk çok iyi Frans ızca bildiği halde, Devlet Başka­
nı ol arak yabancı l arla konuşurken yaln ı z Türkçe konuşur
ve tercüman kullanırd ı . Romanya Kra l ıyla da konuşurken
böyle yaptı. Tercümana şöyle dedi
- · Kral Hazretlerine söyleyi niz. Çekoslovakya bizim
dostumuzdur, fakat kendi l erinin müttefikidir. Çekoslovakya
dostları ndan olduğu gibi müttefi klerinden de böyle durum­
larda ya rd ı m umar. Kral Hazretleri Beneş'i n güçlük çı kar­
d ı ğ ı ndan söz ediyorlar. Bir devlet başkanının i l k görev i ,
yurdunu savunmaktır. Çekoslovakya'dan büyük b i r toprak
parçası koparı lmak istenirken Cumhurbaşkanı Beneş ne
yapsın yani ? Kolay l ı k mı göstersi n ? S i z bunu yapabi l i r mi­
s i n i z ? .,
Kral geldiğine geleceğ ine b i n pi şman ol muştu . Karşı ­
s ı ndaki hasta, bitkin Cumhurbaşkan ı deği l , kükremiş b l r
aslandı sanki . Atatürk'ün karşısı nda kekelemeğe başladı :
- · Ekselans, biz de durumu a n l ı yoruz ama, Alman­
ya 'nın tehd itl eri karşı s ı nda tel aşa kapı l ıyoruz , • d iyebildi .
Bundan sonra konuyu değiştirip, havadan sudan konu­
şulmağa başland ı . Sonunda görüşme bitti . Atatürk , hasta­
l ığ ına rağmen yine zinde b i r halde Kra l ı Savarona' n ı n is-
378 ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İDİM

kefesine kadar getiri p , uğurladı . Bu s ı rada Atatürk'ün bü­


yük gayret sarfettiğini gördüm.
Sonradan anlattıklarına göre Kral Karo l , hayatı n ı n son
günlerini yaşayan bir büyük i nsan karşısında tarifsiz üzün­
tüye kap ı lmış ve yatın merdivenlerini i nerken : u Sizin için
b i l mem ama, bizim için daha i ki yıl yaşaması gerek, .. de­
miş.

\
SAVARONA YATININ ÖYKÜSÜ

ATAT Ü R K s ı k s ı k deniz yo luyla da yurt gezi lerine ç ı k­


tığı için dört başı mamur bir yata i htiyaç vard ı . Eski de­
virden kal ma Ertuğrul yatı , bir gün sert bir havada Kara­
deniz'de batma teh l i kesi geçi rdiği için ku l la n ı l ması sakın­
cal ı bul unuyordu. Atatürk denizi çok seviyordu, deniz aşı­
ğ ıyd ı . Son zamanlarda sağ l ı k durumu , onun denizden uzak­
laşmas ının doğru o l mad ığını da ortaya koyduğundan bütün
bunları gözönünde b u lunduran Hükümet , O'na u l usun bir
armağanı olarak Ameri kal ı mi lyarder b i r kadından çok ucu­
za bulduğu Savarona yatın ı almışt ı . Sağl ı k durumunun dü­
ze lmesi için a l ı nan bu yatta Atatürk ne yazı k k i , çok be­
ğendiği ve sevdiği halde ancak e l l i gün kalab i l m i ş , sonra
Dol mabahçe Sarayına a l ınm ıştı .
Savarona'nın planları dünyanın ne ü n l ü gemi yapımcı­
ları ndan Ameri ka l ı mühendis W i l l i am Frances Gi bbes ta­
rafından hazırlanmış ve 29 Temmuz 1 930'da Al manya'da
Blohom Voss tezgahlarında yaptırılmış, 28 Şubat 1 931 'de
de denize indiri lm işti. İşsizli kten o zamanlar bir sandal bi­
l e yapamayan bu firma, Savarona'nın yapımı için tüm hü­
ner ve sanatını gösterip, gemi yapımı nda kalburüstü bir
yapıt ortaya koymuştu.
380 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDiM

O tari hte sahi b i ne on m i lyon dört yüz bin dolara mal­


olan Savarona, denize indirildikten sonra i ki kez dünya tu­
ru yapmıştı . Vatla altm ış üç gün dünyayı dolaşan M i s i s
R ich M . Cadwalader, vatanına dönünce Ameri ka Hüküme­
ti , yat d ışarda yapıldığından yapım masrafı kadar vergi i s­
ted i . Sah i b i n i n mali vaziyeti bozu l duğundan bu vergiyi öde­
yemed i . Zaten M i s i s Cadwalader kocasını yiti rmiş, hayat­
ta yapayalnız kal m ıştı . Vattan hevesi n i aldığ ı , üste l i k Ame­
ri ka'ya da sokamıyacağı n ı anladığı için Hamburg l i manın­
da satışa çı kardı .
Türk heyeti nin Savarona'ya istekli ol ması karşısında
Krupp harekete geçmişti . Hem müşterisini e l i nden kaçır­
mak istemiyor, hem de Alman deniz endüstri s i n i n tekrar
yap ı l maz b i r başyapıtı olan yatın kendi e l l erinde kalması
için satın a l mak istiyordu.
Krupp'un bu düşünceyle harekete geçmes i , Alman
H ükümetin i n Savarona 'yı haczetmesiyle sonuçland ı . Yatı
satın almamız teh l i keye g i rm işti . H aciz kararı , Al manya i l e
Ameri ka arası nda siyasal bir olayın doğmasına neden ol­
d u . Atatürk'e karşı sempatisi olan Ameri ka Cumhurbaşka­
nı Roosewelt, yatın bizim tarafımızdan al ın mas ı n ı i sted i ­
ğ i nden, Savarona'ya konulan hacize m i s i l leme olarak Ame­
rika l i manlarına g i recek i l k Alman gem i s i n i n haczedi l me­
s i n i emretti . Bu s ı rada ü n l ü b i r Al man transatlanti ği New
Vork l i man ı na g i rmek üzereyd i . Bunun üzerine H itler'i n i şe
e l koymas ıyla Savarona üzerindeki haciz kaldırı ldı ve yat
b i r m i lyon i ki yüz e l l i bin Türk Lirasına satın a l ı nd ı . Bu
o laydan sonra satın alma işlem i n i n Al manya'da yap ı l ması
uygun görül mediğinden yat, Ameri kan band ırası altı nda İn­
g i ltere'deki Southampton l i manına geti r i l d i . Vata ilk kez
o zamank i Al man Başbakan Yard ı mcısı Van Papen istek l i
olmuştu a m a , b i z i m komisyoncular açıkgöz davranıp, ka­
d ı n ı yatı Atatürk'e satması i ç i n razı etmişlerd i . Böyl ece
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM 381

Ameri ka l ıların sevgi si yüzünden H itler'in isted iği yat ona


kısmet o lmad ı .
Yatın İngi ltere'den al ınışı s ı rasında ben de bulundu­
ğum i çin kısaca Savarona'n ın öyküsünü buraya koymak ye­
rinde olacaktır. 1 938 i l kbaharında trenle Sofya, Belgrad ,
M ü n i h , Strazburg , Paris, Dünker, Londra üzeri nden Sava­
rona'yı almağa g itti m . Soğuk b i r Mart günü Londra'ya üç
saat uzaklı ktaki Southampton l i manına vardık. Burada 24
Şubat 1 938'de yat Türk ekibi tarafından zaten tes l i m a l ı n­
m ı ştı . Savarona'ya büyük b i r törenle Türk bayrağı çeki l d i .
Bayrak çekme töreni nde İ n g i l i z Bahriyesi nden a m i ral ve
komutanlar. şehrin i leri gelenleri nden b irçok ki mse vardı .
Londra büyüke lçimiz Fethi Okyar i l e elçi l i k i leri gelenleri
hazır bulunmuştu .
Gem i n i n a l ınmasında Cumhurbaşka n l ı ğ ı Umumi Katibi
Hasan Rıza Soyak, U laştırma Bakanl ı ğ ı Mü steşarı Sadul­
lah G üney, Nakliyat Şefi Burhanettin, mühendis Naci Ark
i le komisyoner olarak Avrupa 'da bul unan Zeki adl ı bir ki­
ş i ve nüktedan Bal M ah mut ( Baler) vard ı .
Savarona'dan önce Al manya'da Krupp fabrikaları i l e
b i r yat s i pariş etmek i ç i n b ir heyeti miz görüşme hali ndey­
d i . Güneş-Di l adı veri l ecek bu yatın planları da hazırlan ı ­
yordu. Fakat heyet, yeni yap ı l acak b ir yatın uzun zaman
alacağın ı hesaplayarak, o sırada satışa çıkarılan Savaro­
na'yı a l mayı daha elveri ş l i bulmuştu .
Limanda b i r ay kadar kald ık. Yatın dış kısmı beyaza
boyand ı . İçersinde yapı lacak değ i ş i kl i kler i ç i n İngi l izler
çok para istediklerinden, İngi ltere'den ayrı l ı p Hamburg l i ­
manına g itti k. Yat Hamburg 'ta yapı ldı ğ ı için Almanlar de­
ğ i ş i k l i k konusunda hiç zorluk çekmemişlerd i . Burada beş
hafta kalan yat, 22 Mayıs 1 938 günü hareket etti . 1 Hazi­
ran'da da i stanbul 'a geldik. Fl orya önleri nde bizi pol is V P.
g üm rük m emurları karşılad ı . Dolmabahçe Sarayı önlerine
geld iğimiz s ırada Atatürk, Acar motoruyla yata geldi .
382 ATATÜRK'ÜN UŞACil İDİM

Atatürk'ü bu nedenle tam i ki buçuk ay görmemi ştim.


H eyecanla v e özlemle merdivenleri ç ı kmas ı n ı bekl iyordum.
Hemen yan ı na koştum. Fakat daha ilk bakışta hasta oldu­
ğunu sezdim. Yüzü solmuş, incelmiş, karnı şişmişti . Ata­
türk'e kaygıyla ve di kkatle baktığımı gören Kılıç A l i
___,. • Neden b u kadar dikkatli baktın Çelebi? M erak et­
me bir şey yok , • diye ben i m hayreti mi yatıştırmak istedi .
Ama kandıramad ı .
Yata hemen yerleşildi . Gerekl i eşyalar taşınd ı . Ata­
türk, yatın mobilyas ı n ı , Amerikan zevki ni çok sevmişti .
Çünkü yatın sahibi ince zevkliyd i . Yatın içi ndeki eşyaların
b i r kısm ı , Fransa'daki müzelerden asl ı gibi taklit olunarak
yaptırı lmıştı. B i rçok köşeleri tarihi eşyalarla bezenmişti .
Atatürk'ün Savarona'ya i l k geldiği gün İngi ltere'den
dönmüş olan İş Bankası Genel M üdürü Muammer Eri ş de ,
gezisi hakkı nda bilgi vermek üzere Saray'a gelmişti. Ata­
türk, Muammer Eriş'i de yanı na alarak Savarona'ya geçt i .
Yata ad ımını atar atmaz, hasta v e halsiz ol uşuna bakma­
dan , görü lmesi gerekli olan her yeri ni gezip dola�tı . En i n­
ce ayrı ntı larına dek yatı bir bi r i nceled i . Kendi yatacağı
yerden başka, arkadaşları n ı n yatacakları kamaraları özen­
le baştan sona dek gözden geç i rd i . Tüm gezilerinde de böy­
le yapar, g id i l diği her yerde öncelikle arkadaşların ı n ve
beraberindekilerin yatacakları yerleri görür, onların rahat
edebi lecekleri kanısına vardıktan sonra kendisine ayrı lan
bölümü gözden geçirird i . Benci l hiç bir yönü yoktu . Ken­
disini daima yakı nlarından sonra düşünürdü . Yanındaki le­
rin dinlenecek du rumda olmadığını görürse, kendisi için
hazırlanan daire ne kadar konforlu ol ursa olsun, orada kal­
mak istemez, bir bahane bul arak oradan uzaklaş ı r . başka
yerde kal ı rd ı .
Atatürk'ün Savarona'yı baştan sona gezisi uzun süre
sürdü. Yatı hasta haliyle bu kadar i ncelemesi de doktor­
ları hoşnut etmiyor, yanındakil eri kaygıya düşürüyordu.
ATATÜRK'ÜN UŞA(il iDiM 383

Herkes bir an önce yatağa gi rip dinlenmesini bekl iyorlar­


dı . Planları nı gördüğü zaman yatı çok beğenen Atatürk, ne
yait k ki, ona kavuştuğunda ölüme yaklaşmış ağır bir has­
tayd ı . Savarona'nın safasını süremeyeceğini o _da anlamış
ve üzülerek • bu tekne yoksa benim mezarım m ı olacak? ..
diye hazin hazin sormuştu.
Atatürk yatta kaldığı i l k on beş gün içi nde b i raz dü­
zelmeğe yüz tuttu. Küçük gezinti ler yapıyordu. Deniz ha­
vası yaramış. yüzüne bi raz renk gel mişti . Fakat bu hal
uzun sürmed i . Amansız hasta l ı ğ ı n etki siyle yavaş yavaş
eridiği görülüyordu. Büyük bir d i kkatle tedavi edi ldiği hal­
de hastalık yavaş ,yavaş i l erl iyordu. Yattaki ilk haftas ı nda
kendisini ziyaret eden Fransız doktoru Fiessinger, muaye­
neden sonra merdiven çıkmaması ricası nda bulundu.
• Savarona D H i nt adalarında yaşayan uzun boyunlu bi r
kuğu kuşu anlamına gelmektedir. Kamaral arında, tabaklar­
da, termoslarda kuşun resmi vardır. Atatürk'ün hastalığı­
n ı n son günlerinde, Varşova dönüşü Orgeneral Fahrettin
Altay ziyaret etmişti . Yatın güvertesinde b i r şezlonga uzan­
mış d i nlenen Atatürk, o sı rada deniz havası n ın kendisine
çok iyi geleceğ ini söyleyen generale, Savarona'nın ne an­
lama geldiğini sormuş, Fahrettin Altay, göllerde yaşayan
uzun boyunl u bir kuş olduğunu söyleyi nce de, gülümseme-
ğe çal ışarak ı

- •Arkadaşlar vapura Savaronu dedi ler. Hastalığı sa­


van bir gemi demekmiş,• demi şti .
Çok ağı r durumda b i l e şakayı elden b ı rakmam ı ş , ade­
ta hasta l ığıyla alay eder bir tavır takınmıştı .
Tes l i m a l ındığı 24 Mart 1 938'de Cumhurbaşkanlığı em­
rine veri len Savarona, 1 95 1 y ı l ı na dek Cumhurbaşkanlığı
yatı ol arak kullanılmış. Fakat İsmet İ nönü. Cumhurbaşkan­
l ığ ı döneminde yatla çok az gezdi. Demokrat Parti i ktida­
ra geldikten b i r yı l sonra 2 Temmuz 1 95 1 'de Deniz Kuvvet­
l eri Komutanlığına devredildi. O günden beri Deniz Harp
384 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

Okul unda öğrenci lerin eğiti m i için kullan ı l maktadır. Sava­


rona'dan önce okul gemisi olarak Türk Donanmasının 1 .
Dünya Savaşında büyük kahraman l ı klar yaratan Hamid�ye
zırh l ı s ı kullanıl ıyordu. Eskidiği gerekçesiyle Donanmadan
ayrı lan Hamidiye'ni n yeri n i , yirmi i ki yıldır Savarona ,d ol­
durmaktad ır. Savarona'dan önce Ertuğrul yatı vard ı . Padi­
şahlar gezmi ş , Abdülhamid onunla Selan i k'e gitm i ş , Ata­
türk y ı l larca kul lanm ıştı . Müze olacak bir tekneyd i Ertuğ­
rul yat ı. J i l et oldu, gitti . Çok yazık oldu Ertuğrul ' a .
1 36 metre boyunda , 1 6 metre eni nde, elektri k l i dümen­
l e yöneti l en 1 7 m i l -süratindeki Savarona, H eybel i ada ön­
lerinde demirli durmaktadır. Her yıl eğiti m için 7 bin de­
niz m i l i seyir yapan yatın maki neleri 7 bin 200 beygi r gü­
cündedir. Savarona'ya sonradan selamlama atışl arı ıçın
7,62 ' l i k dört tane top, hava saldırı larına karş ı dört tane
uçaksavar tareti konu l muştur. Ü ç lüks salonu, on iki ka­
marası vardır. Deniz Harp Oku lunun kurulu�unun 200 . yıl­
dönümü, 1 Ağustos 1 973 'de Savarona'da veri len bir balo
ile kutlanmıştır.
Yatta Atatürk'ün oturduğu köşeler. portrel eriyle süs­
lüdür. Ayrıca yatı yaptıran M isis Cadwalader' i n de bir port­
resi bulunmaktadır. Yata sonradan yeni mobi lyalar al ınmış,
b i rçok devlet büyüğü tarafından altın, gümüş eşyalar ar­
mağan ed i l mişti r. Atatürk'ün kaldığı kamaralar, ki l itl ene­
rek o zamanki haliyle saklanmaktadır.
1 938 yılının son aylarıyd ı . Atatürk'ün ölümünden son­
ra Savarona i l e Pi re'ye gitti k. Ayrıldığım 1 941 Ağustosuna
dek Savarona'da kamara memurluğu yapmıştım. Yatta Dış­
işleri Bakanı Şükrü Saraçoğl u , Dışişl eri i l g i l i_leri vard ı . Ru­
şen Eşref Ü naydın Atina büyükelçisi idi. Pire'den Ati na'y:ı
geçi l d i. Onlar Atina'da Yunan M eçhul Asker anıtına çelenk
götü rdükleri s ırada , ben de elçi l iğe gitmiş, Savarona'da
veri lecek ziyafetin nası l ve ne şeki lde olacağ ı n ı soruyor­
dum. Ruşen Eşref' i n eşi Sa l i ha Hanım
ATATÜAK'ÜN UŞA(il İDiM 385

- • H er şey hazır. Siz yal n ız tabak çanakları verin.


Vaıifeniz konukları karş ı lamak,• ded i .
Atina'nın ünlü b i r ote l i , yemek servisi ı ş ı n ı üzerine
a l m �t ı. O s ırada elçi l i kten ç ı k ı p, Meçhul Asker anıtı önü­
ne g�l i nce s ı ralanmış Efsun askerlerin i gördüm. Bando mı­
z ı ka bizim isti klal Marş ı m ızı çal ıyor, onlar hazırol vaziye­
tinde dinl iyorlard ı . Bunlar Atatürk'ün denize döktüğü Yu�
nan askerinin devamıyd ı . Ne göz yaşartıcı ve dokunak l ı
b i r manzarası vard ı . Çelenk yerine konmuş, Şükrü Saraç­
oğ lu i l e Ruşen Eşref Ü nayd ı n saygı duruşundayd ı l ar. Ay­
nı gece Savarona yatında balo veri ldi . Seçkin Yunan dev­
l et adamlarının katı ldığı balo çok göz kamaştırıcıyd ı . Ata­
türk'üp teme l lerini attığı Türk-Yunan dostluğu, O'nun ölü­
münd e n sonra da böyle sürüp gidiyordu. Sabah beşte İs­
tanbul'a dönmek üzere l i mandan hareket ettik.
O zaman Savarona'nın kaptanı ( Mü lazı m ) M ithat Kap­
tan 'dı . Akademide resi m ders leri a l m ış . Resme çok me­
rak l ı . Bir gün bize Savarona'daki kuş resim lerini göstere­
rak anlatmıştı : Akademi 'de öğ renciyken resi m dersinde
bir süje ( konu) vermişler. Bir genç kadınla bir kuşun çift­
l eş mesi n i en güzel nası l an latabi l i rsiniz, diye. Bizim kap­
tan da boynu uzun güzel b i r kuş ya pmış. Kuşun boynunu,
genç ve güzel bir kad ı n ı n boynuna sarm ı ş , gagası n ı kadı­
nın dudağına yaklaştı rmış, kanatlarıyla kadı n ı n dolgun gö­
ğüslerini kald ı rmış. Şahane b i r tablo yaratmış. Ortaya bir
kuşla bir kadının sevişmesi ç ı kmış. Kapta·n daha öğren­
ciyken bunu başarmı ş . Hem de b i l meyerek Savarona'daki
kuşun yıllar önce ayn ı n ı yapmış.
Ben bunları Atina gez isi nde Bayan Ü nayd ın'a anlatın­
ca , çok memnun kaldı
- " Cemal Efendi . Siz Avrupa'yı gördükten sonra dü­
şünceleriniz genişlem iş, bayağı değ işmişsin i z . i şte Avru­
pa görmenin faydaları ," dedi .
F : 25
GÜNEY GEZiSiNE HASTA ÇIKTI

ATAT Ü RK Ankara'da 19 Mayıs törenini izledi kten sonra


saat 1 7'de özel treniyle hasta hasta M ersin'e doğru yola
ç ı kt ı . Hatay işini kesi n l i kl e sonuçlandırmağa karar verdi­
ği için o s ıralarda b i r Güney gezisi yapmayı zaten kafası­
na koymuştu. Hem Hatay konusunda d i renen Fransızlara
karşı gövde gösterisi yapacak, hem de memlekete hasta
o l madığını göstermiş ol acaktı . Çünkü bir süreden beri has­
ta olduğu, kendisine inme indiği söyl enti l eri vard ı .
G erçekten de Atatürk, b i r süreden beri hasta bulunu­
yordu. Halinde, tavrında bir yorgunluk, bitki n lik, zayıflık,
çökür:ıtü vard ı . Burun kanamaları başlamış, kaşıntıların ar­
dı aras ı kes ilmez olmuştu . Durmadan bacaklarını kaşıyan
Atatürk • acaba burada karıncalar m ı var da kaşındırıyor ?•
d iye soruyordu.
Bu hal 1 937'de uzun aralarla, daha sonra sık s ı k gö­
rül meğe başlamıştı. Dr. Ziya Yaltırın , burun kanamaları
için bazı tedav• şek i l l eri uyguladıysa da, bunun sonucu a l ı ­
namamıştı. 27 Şubat 1 938'de Balkan Devletleri D ı şişleri
Bakanlarına Çankaya'daki Dışişleri Köşkünde verilen YP.­
mekte Atatürk'ün yine burnu kanamış ve Dr. Asım Arar,
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM 387

i lk kez Atatürk'ün ciddi şekilde hasta olduğunu fark ede­


rek durumu ilgililere anlatmış, sonunda o zamanki Başba­
kan Celal Bayar da haberdar edil mişti . Doktorların muaye­
nes inden sonra şu gerçek ortaya çıkıy_o rd u : Ayak b ilekle­
rind e ödem vardı ve karaciğer büyümüştü.
Fakat Atatürk, bi r türlü hastalığı kabul etmek istemi­
yor, doktorların istirahat v e perhiz öğütlerine karşı duru­
yordu. H ükümetin israrıyla 1 938 Martının sonunda getirti­
len dünyaca ünlü karaciğer hastalıkları uzmanı Fiessenger
Paris'ten gelmiş ve hastalığın ne olduğu anlaşıldığı halde
kendis i nden saklanm ı ştı . Bu olaydan sonra Cumhurbaş­
kanlığı Genel Sekreterliği de Atatürk'ün Şubat ayında yap­
tığı Yalova, Bursa ve İ stanbul gezi lerinde şiddetli bir gri­
be yakalandığı yolunda bir bi ldiri yayı nlayarak, hastalığı
üstü örtülü bir şeki lde memlekete duyurmuştu.
İşte Atatürk, Mers i n 'e hastalığının başladığı günlerde
g i tm işti. Bu yorucu geziye çı kmasa, iyi bir dinlen me yap­
sa belki de iyileşecekti . Fakat yorucu gez i , hastal ığın h ız­
la i l erlemesine yol açt ı .
Mers i n i stasyonunda yürüyen Atatürk, askeri birlikle­
ri denetlemiş, yapılan geçit törenini izlemişti . Viranşehir"e
gidip, eski şehrin kal ı ntılarını gezdikten sonra Tarsus'a
geçmiş, Parkta bir süre d inlendikten sonra Adana'ya gidip,
İ stasyon Caddesinden Atatürk Parkına dek yürümüştü. Pi­
yade ve topçu birl i kleri n i n törenini zorlukla ayakta selam­
layan Atatürk, öylesine hastaydı ki, ayakta zor durabi l iyor­
du . .. Marş marş ! • komutuyla töreni acel e bitiren Atatürk ,
Ankara'ya doğru bir kat daha bitkin bir durumda yola çı­
kıyordu . 25 M ayıs'ta Ankara'ya vardığında garın salonuna
dek güçlükle yürüyebilmişti . Rengi solmuş, sararmıştı.
Bir gün sonra da, yanında Mareşal Fevzi Çakmak olduğu
halde lstanbula doğru yol a ç ıkmıştı .
Haydarpaşa'dan Acar motoruyla Dolmabahçe Sarayına
geçen Atatürk, İstanbul 'a gelişinin ertesi günü Florya'ya
388 ATATÜRK.ÜN UŞAC'il İDİM

yaptığı bir geziden dönerken b i rden fenalaşm ış ve bunu


önce kalp krizi sanmışlard ı . 29 M ayı sta ise karn ı n ı n şi$­
meğe başladığı görülüyordu. Atatürk, buna bi raz s i n i rl eh­
miş, fakat bir şeyi n farkına varamadan şi şman ladığını san­
m ı şt ı .
Dr. Neşet Ömer, Atatürk'e karaciğerinden raha�sı z
olduğunu söyleyerek hiç deği l se birkaç gün d i nlenm Etsini
istemişti . İ ki gün sonra da biz Savarona ile ingilterelden
yurda döndük.
ELBİSE OLMUYOR

ATAT Ü RK Ankara'da 19 M ayıs törenini izledikten son­


ra çıktığı Güney gezis i nden hasta o l arak lstanbul'a geld i .
Geldi kten i ki gün sonra da Savarona yatı nda kal mağa baş­
lad ı . Bu O'nun son gel işiyd i . Bir daha Ankara'yı göremed i .
Atatürk iyice rahatsızdı artık. Deniz havası n ı n i y i ge­
l eceğini düşünerek O'nun için Savarona yatını hazı rlamış­
lard ı . Atatü rk, Köşkte o l sun, Sarayda olsun hiç bir zaman
yatak odası n ı n dışı nda gecelikle dolaşmazd ı . Uşakl arının
önünde b i le elbises i n i giyerek otururdu. Savarona'da en­
tari gecel ikl e O'nu görünce bi r hayl i yadı rgadım. Devetü­
yü rengindeki Jeagu pardesüsü de üzeri ndeyd i . Çehresi
soluk, hali üzüntü vericiyd i . Boynu ve ensesi çok incelmiş,
kansız ku lakları şeffaf bi r renk al mışt ı .
O sırada yoğun bi r hal a l an Hatay d avası i ş i n i de üze­
rin e alan Cumhuriyet H a l k Partisi genel sekreteri ve İçiş­
l eri bakanı Şükrü Kaya'yı Atatürk, acele olarak Ankara'dan
l stanbu l 'a çağ ırtmış, Savarona'da kamarasının yanında ona
da bir yer hazırlatm ıştı. Şükrü Kaya hemen l stanbul 'a gel­
· d i . Savarona'ya çıkıp Atatürk'le görüşmeğe başlad ı .
Atatürk, Mecl is'teki kanun lar v e H atay konusunda b i l -
390 ATATÜRK'ÜN UŞA(il iDiM

g i aldıktan sonra, Şükrü Kaya'nın açık lacivert yazl ık ce..,


ketine di kkatle bakarak:
- • Ne güzel ceket böyle, .. ded i .
Şükrü Kaya hemen ceketini çıkard ı :
- u Beğend l nizse buyrun, güle güle giyiniz efendim .
Ben başkası n ı yaptı rı rı m , • ded i .
Bu jest Atatürk'ün hoşuna gitt i . Şükrü Kaya'n ı n elbi­
selerin i her zaman beğenird i . Daha önce de palto ve par-·
desüsünü a l ı p giymişti . Zaten Atatürk'ün üzerindeki parde­
sü de onundu. Atatürk de Şü krü Kaya'ya bazı elbiselerini
vermişti .
Hemen koşup, Atatürk'ün üzerindeki pardesüyü aldık,
ceketi giydi rdik. Ama i l i kl eyemedi . Ü züntü l ü bir şekilde
gözlerini üzerimizde gezd i rerek:
- .. Galiba hepimiz unuttuk. Bu karın l a bu ceket giyi­
l i r m i ? Karnımda asit varmış. Ne olacak b i l me m, .. ded i .
Atatürk hastalığının nedenini çok i y i b i l iyordu. Dok­
torların saklamasına rağmen ansiklopedi ve tıp derg ilerin­
den s i roz (Ci rrhose) fas ı l larını okuduğunu ve hasta l ığının
sonucunu da p ek iy i görmed i ğ i n i anlıyorduk. Fakat O d a,
b i z l e r de b i l memezli kten gel iyorduk. Bu konuda sanki ara­
m ızda gizli bir anlaşma yapmıştı k. Atatürk, h i ç bir zaman,
h i ç b i r kimseye hal i nden yakınmamıı;; , hasta l ı ğ ı n ı n ağırlı­
ğ ı ndan ve ö lümden söz etmemişti . Öl ümden korktuğunu
göstermekten kaçı n ı r, u ö l ümden korkmak ahmakl ı ktı r , ,,
derd i .
Şü krü Kaya, Atatürk'ün üzüntüsünü geçiştirmek i ç i n :
- • Sizin hasta l ığ ı n ı z tedaviyle geçecek efendi m . Ya-·
rın kumaş getirte l i m , yeni ö lçüde b i r e l bise yaptıra l ı m .
İyi leştiğiniz zaman daraltırız , ,. ded i . Başıyla O' nun onayı­
n ı aldıktan sonra Ankara'ya Mü mtaz Ökmen'e telgraf çe­
kildi. Kumaşlar gel d i . Fakat d ikti rmek ve giymek kısmet
o l mad ı . O kumaşlar sonradan .. ü ç top Ankara sofu .. diye
Atatürk'ü n tereke l istesinde çıkm ıştı .
ATATÜRK'ÜN UŞAl'JI iDiM 391

Atatürk, Savarona'nın en güzel odalarından birinde ya­


tıyordu. Burası hem i skele , hem sancak tarafındaki deniz­
lere bakan geniş bir odayd ı . Bir köşede yatağı, bir köşede
m avi soya örtü l ü büyücek bi r masanı n çevresine s ı ralan­
mış koltuklar, şezlong , küçük yazı m asası , kitap dolabı
vardı . Ortada tek kişi l i k beyaz örtül ü bir yemek masasının
üzerinde sürahi ve çiçekli bir vazo duruyordu.
Atatürk, içkisiz masayı Şü krü Kaya'ya işaret ederek:
- « Ş i mdi soframız işte böyle fakir. Perhizdeyiz. Duy­
<fuğuma göre arkadaşlar da sofralarından alkolü kaldır­
m ı şlar , .. ded i .
Ü Ç DONDURMA YEDİ

ATAT Ü RK. bi rkaç gün Dolmabahçe Sarayı nda hasta


yattıktan sonra 1 haziranda l stanbul l i manına gelen Sava­
rona yatına nakled i l d i . Atatürk yen i l i kten hoşlanır ve yatla
b i r süre oyalanıp, belki de Saraydan daha rahat eder diye
orada kal masını uygun görmüşler, O da bunu sevinçle kar­
şı lam ıştı.
Savarona yatına geçi ldiği ilk günlerde Atatürk, her za­
manki gibi doktorların öğütlerine o kadar önem vermiyor­
du. Uzun oturmaktan , yatakta yatmaktan sıkıl ıyordu. Karnı
·şişmekte olduğundan eski pantolonları uymuyordu üzeri­
ne. Kendisine yat kıyafeti yapmışlard ı . Beyaz partto lon üze­
rine lac ivert ceket, beyaz iskarpin giyip yatta bir aşağı bir
yukarı dolaşıyordu . Akşam ları da hava seri n l er korkusuyla
İş Bankası genel müdürü Muammer Eriş'in İngiltere'den
hediye o larak getirdiği beyaz yün süveteri giyiyordu.
Öğle ve akşam yemeklerini yukarı salona çı karak ar­
kadaşlarıyla beraber yiyordu. Oysa yürümek, hele merd i ­
v e n çı kmak, O'nun için çok zararl ıyd ı . Doktorlar bunu ke­
s i n l i k l e kendis ine bildirmişl erd i .
Atatürk'ün iştahsız h a l i d i kkatimizi çekiyordu. Adeta
ATATÜRK'ÜN UŞAC';I İDiM 393

zorla yemek yiyordu. Sevdiği yemeklerin hiç birine dönüp


bakmıyordu b i l e . Sıcak bir geceyd i . Yine yemeğ i n i i ştah­
sız yem i ş , b i r koltuğa oturmuş, d i nl eniyordu. O sırada ls­
tanbul 'da bul unan Ü l kü de Atatürk'ün isteğiyle yata geti­
ri l m işti . Ü lkü Atatürk'ün karşısında dondurma yemeğe
başlad ı . Zaten perh i z yapan Atatürk, dondurmayı görünce
can ı çekti ve kamarot R ıza'ya hemen b i r dondurma geti r­
mesi n i emrett i .
Kamarot R ı z a , hiç ki mseye sormadan Atatürk'e g i d i p
b i r dondurma geti rd i . Büyük b i r iştahla dondurmayı yiyen
Atatürk:
- , çok hoşuma g itti . Bir tane daha getir , D emrı n ı
verd i . İ kinci dondurma d a geldi . Onu d a yedi . B i r üçüncü­
sünü istedi . .. Atatürk'ü n içi yan ıyordu. Ü ç dondurma, ha­
raretini söndürmeğe yetmem işti . Arkası ndan b i r bardak
da soğutul muş su içti .
Derken gece yarıs ına doğru yatta i l k kriz geldi . Ora­
da hazır bulunan Dr. Neşet Ömer İrdel p , derhal uyandırıl­
dı. Neşet Ömer, Atatürk'ün özel doktoruydu. İlk tedaviyi
yaptı. Fakat vaziyeti tehl ike l i görüyordu.
Dünya çapında bir adam ı n tedavis i nde bu daki kadan
sonra artı k soru m l u l u k alamıyacağını söyl edi ve Avrupa'­
dan hemen b i r mütehass ıs doktor çağrılmasın ı istedi .
Atatürk'ün hasta l ı ğ ı sı rasında bütün karşı koymalara
aldırmadan Ü lk ü, yanı na girip ç ı km ı ştır. Son günlerine dek
Dolmabahçe Sarayında bulunan Ü lkü'yü , ölümünden on beş
gün önce Atatürk yanına i stemiş. Yatağına oturtup okşa­
yarak:
- .. cumhuriyet Bayramı yaklaştı . Ankara'ya g i d i n .
Ü l kü bayramı görsün , .. dem iş . Ü l kü de boynuna sarı larak .
- «Atatürkçüğ ü m , bayramı göre l i m ama, sen de gel , •
d i ye başlamış yalvarmağa. B i r türlü ayrıl mak istemiyormuş.
- .. sensiz Ankara'ya gitmem , .. deyince.
- · Ben de geleceğ i m , .. d iyormuş.
394 ATATÜRK'ÜN UŞA(il iDiM

Ayrıl ı rken , Ü lkü'nün ağlayışına çok üzül müş, gözleri


dolmuş. Ü lkü ayrı l ı rken :
- • Gidiyorum Atatürkçüğüm, a m a yine geleceğ i m , ..
demiş. Atatürk, Ü l kü'yü okşayarak:
- • Siz gelmeyin , ben geleceğ i m , • d iye onu avutmak
istemiş.
Atatürk, son günlerinde bile Ü l kü 'yü unutmad ı . Nesip
Efendi ile telefon etti rerek:
- • Ü l kü nas ı l , annesi çocuğa iyi baks ı n , » diyordu.
Sonradan duyduğuma göre uzun s üre Atatürk'ün ölü­
münü Ü l kü 'den saklamışlar. · Avrupa'ya gitti , gelecek , ..
demişler. Fakat o, bu sözlere kanmamış:
- • Beni bu kadar severdi , niye beni de götürmedi , •
d iye ağlarmış. Sonra b i r şeyler sezinlemiş. Atatürk 'ün
yastı ğ ı n ı n altında sakladığı fotoğrafları n ı yüzüne yapıştı­
rıp için için ağladığını sonradan Vasfiye Hanım anlatmıştı .
H atta altı ay kadar sonra bir Zeybek havası çal ınırken an­
nesi • Haydi kalk, oyna Ü l k ü · deyince Ülkü b i rden bire sar­
sı larak şöyle karş ı l ı k verm i ş : • Ne oynayacağ ım. Artık
Atatürk yok ki. .. "

Atatürk'ün son günlerinde başucundan hiç ayrı l mayan


hekimlerin ( Dr. Akil Mu htar Özden, Dr. Neşet Ömer İrdelp,
D r . N i hat Reşat Belger, Dr . Hayrul lah Diker, Dr. Abravaya
M armara l ı , Dr. M . Kemal Öke, Dr. ,M. Kam i l Berk, Dr. Sü­
reyya H idayet Serter) tuttukları son nöbet defterinde Ül­
kü'nün ziyaretleri şöyle gösteri l mektedir:
2 1 Ekim 1 938. Ü l kü , Hasan R ıza Soyak'la gird i , on da­
k i ka kaldı. 24 Ekim 1 938. Ü l kü , annesi Vasfiye i l e çı i rdi ,
on beş dakika ka ldı. 25 Eki m 1 938. Ü l kü , Vasfiye, Afet inan
ve Sabiha Gökçen' l e gi rd i . B i rkaç daki ka kal d ı .
MAREŞAL ÇAKMAK'LA VATTA

ATAT Ü RK daha Savarona yatında hasta i ken Ankara'­


d a n o zaman Başbakan bulunan Celal Bayar i l e genelkur-·
may başkanı olan Mareşal Fevzi Çakmak da s ı k sık lstan­
bul'a gel i r ve Atatürk'ü ziyaret ederlerd i .
Atatürk, Mareşal Çakmak' ı n ziyaretine çok öne m ve­
r i r ve hiç ki mseye göstermediği sayg ıyı ona gösterird i .
Çankaya davetlerinde b i l e öyleyd i , Mareşal ' i n bulunduğu
ziyafetlerde masaya içki konmaz, Atatürk de o gece ye­
mekte içki perhizi yapar ya da b i r i ki kadeh i çer, sofra en
geç gece saat yirmi üçte dağıtı l ı r, sabahlara dek süren
şölenlere veda edi l i rd i .
Mareşal Fevzi Çakmak, Savarona yatına gel eceği za­
man Atatürk hasta olduğu halde Yatın i skel esine çıkar,
b i r i ki saat süren toplantılardan sonra yine i skeleye kadar
g etirip motora b i nd i ri rd i .
Atatürk'ün hastalığı sırasında e ski başbakan v e Ata­
türk'ün Kurtuluş Savaşı arkadaşı İ smet İ nönü'nün geldiğini
hiç görmed i m . Aradan günler geçtikçe bu merak adamakıl­
l ı içimi kemi rmeğe başlad ı . Acaba aralarında bir darg ı n l ı k
396 ATATÜRK'ÜN UŞA01 iDİM

mı vard ı ? Sonunda dayanamad ı m . Bir gün Başyaver Celal


Ü ner'e sordum :
- • İsmet Paşa Atatürk'ü çok severdi . Niçin gelip
görmüyor? ..
- • Cema l , b i rkaç defa gel mek için telefon etti . Ata­
türk'e haber verd i k. i smet Paşa gelip sizi ziyaret etmek
i stiyor, • dedik, 'Ankara'dan ayrı lmasın' d iye karş ı l ı k ver­
d i . Biz de İsmet İnönü'ye Atatürk'ün sözlerini aynen tek­
rarladı k . Bunun tepkisinin ne o lduğunu b i l miyoru m .
Atatü rk'ün Savarona v e Dolmabahçe'de hasta yattığı
süre içinde başbakan olan Celal Bayar ise bi rçok kez gel­
m işti . Atatürk'ün hasta l ı ğı n ı n son günlerinde bütçe hak­
k ı nda bilgi vermek üzere gelen Celal Bayar'a doktorlar an­
cak on beş dakika içerde kalabileceğin i bi ldirmişlerd i . Fa­
kat Atatürk durumu kavradığı için Celal Bayar'ı on beş da­
kika sonra dışarı bırakmad ı . Bütçede sözü ed i len kuru la­
cak fabrikalar h�kkında bilgi vermesini i sted i . Bunu önle­
mek için doktorlar bu kez içeriye Afet İnan'ı yol ladıkları
halde, Atatürk , onu da oturtup Bütçeyi d i n lemeğe mecbu r
ett i .
Atatürk bir ara Celal Bayar'a, Dünyanın geçirmekte
o lduğu buna l ı mdan söz ederek şöyl e demişti :
- · Dünya mutlak b i r savaşa doğru gidiyor. iki yı l l ı k
b i r zamanımız var. Bütçe form ü l lerine uyarak tembel kal­
mak doğru değ i ldir,• ded i .
BUZ SANDIKLARINI ATTIRIYOR

ATAT Ü RK'ün özel doktoru Neşet İ rdel p , Avrupa'dan


doktor getirtilmesini i stedi kten sonra dünyaca tan ınmış
b i r Fransız doktoru çağ ı r ı l d ı . Fiessenger adl ı bu doktor 8
Haziran 1 938'de geldi . Fransız doktor, Neşet Ömer İrdelp,
N i hat Reşat Belger, Abravaya ve daha birçok doktorla Ata­
türk'ü muayene etti ler. Doktorlar raporu hazırlarken, Ata­
türk, yan ı nda duran İçişleri bakanı Şü krü Kaya'ya sord u:
- • Ne diyorlar bunlar?•
- · Bağ ırsak, karaciğer rahatsızl ı ğ ı . Perh iz, isti rahat
ve tedaviyle geçer diyorlar,• diye karş ı l ı k ald ı .
İ l k konsültasyon yapıldıktan sonra D r . Fiessenger, Ş u
öğütlerde bulundu:
- • Yatak odasında dolaşabi l i r. Dı şarıya çıkmak ya­
saktır. M erdiven inip binmeyecektir. Hava tertibatı yetme­
diği için duvarlara buz sandıkları konu l acak.•
Savarona yatı, Dolmabahçe önlerinde baştan ve kıç­
tan demirli bulunuyordu. Havalar da öylesine sıcaktı k i .
Boğaz'ın poyrazı v e meltemi , kamaraları seri nletemiyor­
du. Odan ı n havası n ı biraz soğutmak için doktorun öğüdüne
uyarak dört köşesine leğenler içinde buz sandıkları konul-
398 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

m uştu. Atatürk, Şükrü Kaya'ya buzları göstererek. alayl ı


bir d i l l e :
- n B a k b e n i m de bağ ırsakları m , leğenlerdeki buzlar
g i b i su iç inde yüzüyor. Böyle insan yaşar m ı ? · diye sor­
d u . Şü krü Kaya, üzüntüsünü bel l i etmemeğe çal ışarak :
- " Tabii yaşamaz ama, sizinki öyl e değilmiş. Sonra
g a l i ba suyun alınmasına da karar veri l d i . ..
Atatürk, sonra Şükrü Kaya'ya b i r görev verd i . Fransız
d oktorunu a l ı p , Florya'ya götürerek ağırlaması n ı ve ağzını
arayarak hastalığ ıyla i lg i l i her şeyi öğrenerek kendisine
b i ldirmesini istedi .
Sonradan öğrendiğim ize göre Şükrü Kaya, konuk dok­
toru, Fl orya'da K ı l ı ç A l i 'nin evi ne götürmüş. Ağ ı rlamış.
Sonra doktora şöyle sorm u ş : i
- .. sizden şunu öğrenmek istiyorum . Atatürk bu has­
tal ı ktan ölür mü? Eğer ölürse ne vakit ölebil ir? Bu soru­
ların, karş ı l ı ğ ı n ı ş i md i benden H ükümet, Parti ve M ecl is
beklemektedir ...
Fransız doktoru bu görüşmede Atatürk'ü bir hayl i öv­
müş. Koyu Kato l i k , fakat cumhuriyetçi olan doktor, Fran­
sa'nın o günlerde böyle b i r şefe i htiyacı olduğunu bne
söylemiş. Sonra sözü hastal ığına getirerek , üzüntülü bir
halde:
- .. Atatürk, tıbbın ve tabiatın yard ı m ıyla daha iki y ı l
yaşayabi l i r. Bunun tıp tarihinde birçok örneği vardır. Fa­
kat şimdi Yata döndüğümüzde Atatürk'ü bağ ı rsak ve beyin
kanamasından ölmüş de bulabi l i riz. Bu bakı mdan siz, Cum­
hu riyetin selameti için şi mdiden gerekli tedbirl eri a l ı nız, ..
demiş.
Atatürk'ün -ölümünden sonra Türkiye'nin geleceğini
düşünerek- her şeyi konuşun demesinin nedenini Fransız
doktoru işte böyle açıklamış oluyordu.
Dr. Fiessenger buz kal ı pl arı g i bi daha b irçok tedbi rler
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM 399

aldırtıp, yasaklar koyduktan sonra, Savarona'dan ayrıl ı r


ayrılmaz Atatürk beni çağırd ı :
- • Çelebi Efendi, b u sandı klardaki buzların faydası
var m ı ? · diye sordu. Buz sandıkları n ı n yan ına giderek
baktı m. N e faydası olabi l i rdi' ki :
- • H iç faydası yok Paşa m , D diye karş ı l ı k verd im.
- · Doktor gitti m i ? • diye yavaş bi r sesle sordu.
- · Evet Paşam, şimdi motora bind i . ..
- ·Öyleyse hemen buz kutularını ç ı karın. Buz kutu-
ları buraları kirletmesi n . •
H e men buz kutularını duvarlardan çıka rd ı m . Atatürk'
ün Fransız doktorunun yasaklarına i çerlediği muhakkaktı.
Fakat o nun Yan ı nda itiraz etmek i stemediği anlaşıl ıyordu.
,
Sadece buz kutuları n ı çıkartmakla kalmad ı . Kendini bi raz
serbest hissed ince hemen yata hareket emrini verdirtti. ..
Savarona Marmara'ya doğru yol aldı. Ertesi g ünü Şarköy' e
vard ı k. Çok güzel b i r yaz günüydü. Atatürk'ün canı yukarı
çı kmak istiyordu. Böyle havada hürriyet aşığı bir insan
için kamarada kapalı kalmak ne demekti ? Fakat doktorlar
O 'na dışarı çıkmas ı n ı kesi n olarak yasaklamışlardı . Böyle
olduğu halde:
- • Çelebi Efendi , şezlongu güverteye çıkar. Doktor
dışarı çı kma diye tembih etti ama, doktorları n her dediği
yap ı lmaz , • dedi.
İste r istemez emrini yerine getirdim. Bir taraftan da
üzülüyordum. Ya hasta l ı ğ ı geçmezse, artarsa diye kaygı
içindeydim.
Atatürk güverteye çıkt ı . Şezlongta bi r süre uzandı ktan
sonra, tekrar aşağıya indi . Açı k hava O'nu fazlasıyla yor­
muştu . O geceyi Şarköy'de geçi rdik. Atatürk'ün onuruna
gece halk sahi lde bir fener alayı düzenlemişti . Fakat Ata­
türk'ün dışarı çıkmadığını görünce üzü ldüler. Ne çare k i ,
Atatürk'ün ayakta duracak hali yoktu. Bunu halka duyur-
400 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

mamak gerekti . M i l l et Ata'sının hastalığını b i l i yordu. Fa­


kat bu derece ağır b i r hal aldığı saklanıyordu.
O gün yatla Marmara'da dolaştık. Bu süre içinde Ata­
türk kah kamarasında d i n lend i , kah yasak kararını dinle­
meyerek güverteye ç ı kt ı . Ertes i gün Dol mabahçe önlerine
.demirledik.
MEMLEKET HASTANEYE DÖNDÜ

ATAT Ü RK, çok ağır hasta olduğu halde kend ini unut­
muş, o s ı ralar rahatsızl ı k geçiren Celal Bayar ve İ smet
İ nönü'nün hasta l ıklarıyla yakından i l g i l enmeğe baş l amıştı .
Celal Bayar devlet işleri hakkında Atatürk'e bilgi ver­
m ek için lstanbu l'a geldiği zaman garip b i r rastlantı oldu.
Ani bir karaciğer krizi geç i rd i ve yatta tedavi altına gird i .
Artık Savarona 'da i k i hasta vard ı . Atatürk b u s ı rada kendi
derdini u nutmuş, Başbakan 'ı nkiyle uğraşmaya başlamış­
tı . Kend i s i n i n de karaciğer hastalığından yatağa düşüşü .
Atatürk'ü iyiden iyiye kayg ı l andırmışt ı . Atatürk, artık ka­
raciğer hastalığ ını -ki m yakalanırsa yaka lansın- fel aket
sayıyordu. Atatürk'ün bir ara şöyle dediğini duydum:
- .. Ben hasta yataktayı m . Celal Bayar da hasta yatı­
yor. Fevzi Çakmak 'ın da şekeri var, o da hasta. M emleket
hastaneye döndü . Ne olacak b i l mem ? •
N eyse ki , Celal Bayar' ı n hastalığı Atatürk'ünki gibi
değ i l d i . Çabucak iyi oldu ve yattan taburcu edi l d i .
D r . Fiessenger'in lstanbul 'a i kinci gel işinde eski baş­
bakan İ smet İnönü de An kara'da safra kesesinden hasta­
lanmış. Vedit Beyin başyavere anlattığı bu olayı Atatürk
F: 26
402 ATATÜRK'ÜN UŞA<'.'JI İDİM

duyunca çok üzü ldü. Kendi s i çok ağı r hasta oldu�u halde
Fiessenger'in hemen Ankara'ya gidip, İ nönü'yü muayene
etmesini istedi .
Fransız doktor, hemen o gece trenle Ankara'ya gitti .
İnön ü 'yü muayene etti . B i r gün kaldıktan sonra tekrar ls­
tanbul 'a döndü. Sonra da Atatürk'e İnönü'nün hastalığıyla
i lg i l i şu bi lgiyi verd i :
- " i smet Paşa'da şeker olduğu için yapı lacak ameli­
yatı tehl i ke l i buldum. Tarif ettiğim tedavi şekl i ne göre ha­
reket ed i l i rse çok çabuk iyileşecekti r.•
Gerçekten de İnönü'ye o zaman böyle b i r amel iyat ya­
p ı l madı ve bir süre sonra da iyi leşti .
Fiessenger bir gün kal mak için geldiği Türkiye'de
böylece Atatürk'ün etkisinden kurtulamayarak beş gün kal­
m ı ş ve giderken de şöyle demişti :
- · Beni bırakın da buradan çabuk gideyim. Eğer b i r
gün daha burada kal ı rsam hemen emrine g i receği m . Öyle
kuvvetl i bir adam k i , h§la etkisi altındayım . Ü züntünüzü
çok iyi anlıyorum. Nereye, kimin yüzüne baksam, gözle­
rinin içinden ka lbine akan acı gözyaşları n ı görüyor ve be­
raber ağl ıyorum. Bu teh l i ke l i fırtına içinde benim de sizin­
l e aynı gemide bu lunduğumu kabul ed i n , • demişti .
Atatürk işte böyle eşsiz b i r yarad ı l ışa sahipti . Ölümle
savaştığı en tehl i keli anında, kendi hasta l ı ğ ı için gelen
doktoru, i leride Türkiye Cumhuriyeti' n i n başı nda görece­
ğimiz ik i arkadaşı n ı n hastal ığı için seferber etm iş, kendi
derd i n i h içe saym ış, kendi acısı n ı unutmuştu .
Atatürk Savarona'da tam 56 gün kald ı . H astal ı k her
gün seyrini biraz daha arttırıyordu. Günden güne eriyip
söndüğünü gözlerimizle görüyorduk. Savarona yatı gün
geçti kçe Atatürk'ü sı kmağa başlamıştı . Konforlu da olsa,
b i r yandan alçcık tava n l ı kapalı oda, b i r yandan yazın s ı ca­
ğı, yatta oturmayı daya n ı lmaz bir hale getirmişti . Hasta­
l ı ğ ı n acıs ı da hesaba katıl ı rsa, Atatürk s ı k ı lmakta çok hak-
ATATÜAK'ÜN UŞAt'>l İDİM 403

l ı ydı . İşte böyle s ıkıntı l ı bi r g ünde belki bir değişiklik olur,


Atatürk belki bi raz avunur d üşüncesiyle Erdek'e g i d i l d i . O
s ı rada Erdek l imanında Dona�mamız demir atmıştı . Do­
nanma Komutanı Şükrü Paşa, yatta Atatürk tarafından ka­
bul ed i ld i . O geceyi Erdek'te geçi rmeyip tekrar l stanbul 'a
döndük. Oysa geceyi . Erdek'te geçi recektik . Dolmabahçe
önünde demirledikten sonra sıcağın etkisi Atatürk'ü tek­
ra r s ı kmağa ve üzmeğe başladı.
1
Fiessenger yurdumuza i kinci gelişi nde Atatürk'ün sü-
re kli olarak yatta kal maktan sı kı l acağı n ı düşünerek i stedi­
ğ i zaman Boğaz'da motorla gezi nti ler yapmas ı n ı tavsiye
etmi şti . Atatürk bir g ü n Acar motoruyla b i r gezi emretti .
Motorda kızkardeşi M akbule Atadan, Afet İnan, Sabiha
Gökçen , Prof. Neşet Ömer, K ı l ı ç Al i , Sali h Bozok ve ya­
verleri vard ı . Motorla önce Fi orya 'ya gidi idi . Atatürk'ü
hasta ol arak bi len halk, giyinmiş vaziyette Acar motorun­
da görünce kıyamet koptu . Heyecan l ı sevg i gösterilerin­
de bul undu . Zorlukla uzandığı şezlong�an kalkıp yan kü­
peşteye kadar geldi. Halkın alkışlarına, u yaşa. varol ses­ n

lerine e l i n i yavaşça kald ı rarak karş ı l ı k vermeye çal ıştı .


Florya'dan sonra Dolmabahçe önüne gelindiği halde Ata­
türk, yata çıkmak i stemedi , Boğaz'da i kinci b i r gezinti da­
ha yapmak istedi . Boğaz'daki gezide de sah i l l eri dolduran
halk Atatürk'e görü l memiş sevgi gösterisi nde bulundu. Bu
gezi Rumel i kavağı 'na dek sürmüştü . Boğaz'ın sonuna yak­
laştı ğ ı mızda Atatürk her halde büyük b i r rahatsızl ı k duy­
muş ol acak k i , son süratle dönüş emrini verd i . Geç saat­
lerde sa·varona yatına geçi l d i . Florya ve Boğaz'a yapı lan
bu gezi , ne yazı k ki Atatürk'ün son yolculuğu oldu. Boğaz
gezintisinden birkaç g ü n sonra Atatürk'ün hararetinin b i r­
den bire yükseldiği görü l dü . Herkesi büyük b i r telaş ald ı .
Harareti çok artan Atatürk , b i r ara çevresindeki lere dö­
n erek :
- .. Boğuluyoru m , odada oturamayacağı m , M diye ba-
404 ATATÜRK'ÜN UŞA�I iDiM

ğ ırıp yataktan fırlamak istemi ş ve yatın güvertesine ç ı ka­


r ı l ı p has ı r şezlonglardan biri n i n üzeri ne uzanmıştı .
Yatta Atatürk'ün hasta l ı ğ ı n ı n i l erlediği ve beklenen
bir sonuç a l ınamayacağı anlaşı larak, Saraya çıkmasına ka­
rar veri ldi. Belki Saraydaki odalar daha serindi . Orada da­
ha iyi rahat edebilecekti. Bu yüzden Saraya geçiş için emir
verd i . Savarona'dan ayrı l ı p Dolmabahçe Sarayına gidece­
ği gün Atatürk kamaradan merd iven başına kadar koltuk­
la g etiri l d i . Bu çok acık l ı b i r manzaraydı . Koltuk, başta Kı­
l ıç A l i , M uhafız Alay Komutanı lsma i l H akkı Tekçe, pol i s
memuru Faik Çelen", başyaver Cetal Ü ner, b i r d e kap ıdaki
nöbetçi askerin e l leri. üzerindeydi . Ağır ağır merdivenl er­
den indirildi. Vakit gece yarısıyd ı . Bu geçiş işini kimse
görmesi n diye Sarayı n bahçesindeki bütün elektri k l am­
baları söndürtülmüştü. Atatürk'ün oturduğu koltuk, eller
üzerinde l stanbul motoruna konuldu. M otor yattan ayrı l ıp
Sarayı n rıhtımına yanaştı. Ayn ı şeki lde koltuk Saraydan
içeriye asansöre kadar yine omuzlarda götürüldü. Yatak
odası na girer girmez, hemen önceden hazı rlanan yatağa
uzanıp:
- a Oh , dünya varmış. Gerçekten de burası Yattan
daha serinmiş, .. diye derin bir nefes ald ı .
Bu gidiş Atatürk'ün son g idişi oldu. B i r daha Savaro­
na'ya dönmek k ısmet olmad ı .
VASİYETNAMESİNi EMiRLE YAZDIRDI

ATATÜ R K'ün karn ı n ı n g ittikçe şişmes i , idrarının ke­


s i l mesi, Avrupa'lardan g etirti l en doktorların hastalığının
karş ı s ı nda e l leri , kolları bağ l ı kalması, O'na ölümün ka­
ç ı n ı l maz bir şey olduğunu anlatmışt ı . Atatürk, karnından
i l k kez su a l ınmasınd � n bir süre önce (5 Eyl ü l 1 938) Vasi ­
yetnamesini hazırlamış v e kendi el iyle 6 Eki m 1 938'de No­
tere vermişti . Çünkü yavaş yavaş öleceğini artık kesinlik­
l e anlamış bul unuyordu.
Atatürk Dol mabahçe'de 7 1 say ı l ı - odada yatıyordu. Bu
odanı n ortasında duvara daya l ı ceviz oymal ı karyolası var­
d ı . Ü stünde beyaz tülden bir cibinlik asıl ıyd ı . Yatağın ya­
n ı nda komod i n , üzerinde mor bir kolonya şişesi , ayakucun­
da b i r şezlong duruyordu.
Denize bakan panjurlu pencerelerin önüne mavi l i He­
reke kumaşıyla kap l ı koltuklar, kanepeler, köşeye de yas­
tıklı bir sedir yerleştiri l mişti . Odan ı n sofaya açı l an iki ka­
p ı s ı vard ı . Bunların arası nda bir tuvalet masas ı , masa n ı n
üzerinde de dört köşe akrep v e yel kovan ı fosforlu b i r sa­
at duruyordu. İ şte Atatürk'ün son sözü olarak tarihe geçen
406 ATATÜ RK'ÜN UŞAÖI İDİM

« Saat kaç " sorusu bu saate bakarak sorul muştu . Duvar


ise mavi üstüne sarı ya ldızlı bir fon la kapl ıyd ı .
Vasiyetnamesinin hazırlanması için umumi katip Ha­
san Rıza Soyak'ın yard ı m ı n ı i sted iğini duymuştu k. Bir gün
Soyak'ı çağ ı rd ı . Mal olarak nesi varsa bir l i stes ini çıkar­
m as ı n ı istedi . umumi katip buna hiç gerek olmadığ ını ,
kendi lerine yapılacak operasyonun basit ve tehl i kesiz bir
şey olduğunu , bundan kayg ı l anacak hiç bir şey bulunma­
d ı ğ ı n ı söyl üyorsa da di n l etemiyord u .
- " Bunu n e pahası na olursa olsun yapal ı m , .. diyor­
d u . Emir emird i .
H e m daha fazla ıs ra r etmesi , zaten hasta olan Ata­
türk'ü üzebi l i rdi .
U mumi katip bürosuna giderek kayıtlardan istediği l i s­
teyi çı karıyor. Bu l i ste esas tutularak Kocaeli m i l letveki l i
Selahattin Yargı i l e bi r vasiyetname hazırlanıyor.
Atatürk, vasiyetnamesinde bütün mal ve mülkünü yi­
ne mi i l ete bı rakmaktaydı . Şahsi servetinden, çok yakın­
l a r ı n a . sevdi klerine ayl ı k bağlanıyord u .
Vasiyetnamede yaşad ıkları sürece kızkardeşi Makbu­
le Atadan'a ayda 1 000, Profesör Afet İnan'a 800 , tayyareci
Sabiha Gökçen'e 600 , Ü l kü 'ye 200, R u kiye ve Nebi le'ye
de 1 00 'er l i ra bırakıyord u . Ayrıca Sabiha Gökçen'e bir ev
a labi lecek para veri lecek, Makbul e Atada n ' ı n da Çankaya'­
da oturduğu ev ölünceye kadar emrinde kalacaktı . Bu nlar­
dan başka İsmet İ nönü'nün çocu klarına yüksek öğrenimle­
rini bitiri nceye kadar gereken yard ı m ı n yap ı l masına i l g i n
bir madde d e vard ı .
Umumi katip Hasan R ıza Soyak, Atatürk'ün emrettiği
gün Altıncı Noter İ smail Kunter'i Dol mabahçe Sarayının
üst katındaki denize bakan odaya götürüyor. Atatürk on­
ları ipek pijaması ve kırmızı ropdöşambrı s ı rtında, boynu­
na bağ ladığı vişne çürüğü eşarbı ile traş o l muş vaziyette
karş ı l ıyor. Si gara ve kahveler içi ldikten sonra bir süre şun-
ATATÜRK'ÜN UŞA<:il iDİM 407

dan bundan , lstanbul 'daki Noter sayıs ı ndan, o y ı l çıkan No­


ter Kanunundan konuş u luyor, fakat hasta l ı ğ ı ndan hiç söz
edi l m i yor. Sonunda u mu mi katip'le Noter, gitmek üzere
ayağa ka lkıp izin istedi kleri zaman, masanın üze ri nden al­
d ı ğ ı kapa l ı b i r zarfı Noter'e doğru uzatarak:
- · Bu benim vasiyetnamemdir. İcap ettiği zaman
açars ı n ı z , ., diyor. Noter, doktor ve umumi katip kal kıp çı­
kıyorlar.
Hasan Rıza Soyak sonradan bunları a n l atı rken , gözle­
rinin yaşlarla dolduğunu fark etmiştim .
H asan R ıza Soyak, Atatürk'ün vasiyetnamesini nas ı l
hazırladığ ını şöyle anlatm ışt ı :
- .. vasiyetnameni n Notere veri l i şinden bir ay önce
Atatürk beni çağırd ı . Sağ kolunu bana doğru uzatarak yar­
d ı m i stedi . Elini tuttum . Böylece doğruldu ve yatağın için­
de bağdaş kurdu. Birkaç dakika denize ve karş ı sahi l e bak­
tı. H eyecanını yenmeğe çalıştığ ı bel l i oluyordu. Gözleri n i
bana çevi rdiği zaman uzun kirpiklerinin ıslandığını fark
etti m . Sonra önüne bakarak şöyle konuşmağa başladı :
' Bu yolda konuşmak benim için de, sen i n için de ağır
b i r şey ama başka çaremiz yok. Konuşmağa mecbu ruz ço­
cuk. Hani seninle bir işim izden sözederdi k. Hatta bunun
için bir kanun çıkarı lm ıştı . Şu Vasiyetname meselesi. Bu­
gün, yarı n o işi bitirme l iyiz. Nası l olsa bir gün karn ımdan
su a l ı nacak. Ne olur, n e ol maz. Bağı rsaklardan biri deli ne­
b i l i r , başka bir arıza o l ab i l i r. Her halde tedbi rl i olmalı?'
.. Gerçekten de bu konuyu beş yı ldan beri ara sıra ko­
nuşuyorduk. Medeni Kanunun 452. maddesini değiştiren
1 2 H aziran 1 933 tarih i nde 2307 numaral ı özel bir kanun
çıka rı l m ıştı ki, bundan Atatürk'ün tasarrufl arının mahfuz
hisseler hakkındaki hükümden müstesna olup, bütün mal­
larında muteber o lduğu bel i rtiliyordu.
« Atatürk'ün artık fani alemdeki günleri n i n sayı l ı oldu­
ğunu ve acı sonun yaklaştığını çok iyi b i l d i ğ i m halde Va-
408 ATATÜRK'ÜN UŞAC'>l İDİM

s iyetnamenin yap ı l ması sözünden iyice sars ı l d ı m . Ata­


türk'e sonra güçlükle şunları söyleyebildi m :
' Emrinizi s ırf öteden beri düŞündüğünüz b i r şey oldu­
ğu i ç i n dinliyorum . Yoksa buna hiç l üzum yoktur. Yapı la­
cak iş gayet basit bir ameli yedi r ve buyurduğunuz teh l i ke
katiyen yoktur.'
u Atatürk'ün hemen mal olarak nesi varsa bunların bir
l i stesini yap ıp getirmem konusunda verdiği e mri yerine
getirmek için büro ma gidip, defter ve kayıtlara bakarak is­
tediği l i steyi hazırlad ı m . Listeyi a l ı p inceledikten sonra :
" Bunları i kiye ayıracağız. Bir kısmı hayatta bulunduğumuz
m üddetçe üzerim izde kalması gerekenl erd ir. N ukut, hisse
senetleri , Çankaya'daki köşkle eşyası gibi... Yapacağımız
vesikaya işte bunları koyacağız. Öbürleri yani başka yer­
l erdeki evleri ve emlakı , Ankara'ya döner dönmez maha l l i
bel ediyelere ve öbür kurumlara verir, muamelesini yaptı­
rırız, " ded i .
" Vasiyetnamenin m üsveddesini hukukçu b i r arkada­
ş ı m olan Kocaeli m i l l etve ki l i Selahatt i n Yargı i l e hazırla­
yıp Atatürk'e sundu m . Okuduktan sonra: ' Derhal yaza l ı m .
Kapıyı kapa d a içeri kimse g i rmes i n , ' ded i . Önüne ayaklı
yemek tablasını alarak m üsveddeye baka baka kendi el
yazıs ıyla yazıp bitird i . B i r ara 'Yoruldunuz, b ı raka l ı m , b i r­
kaç saat sonra devam ederiz,' dediğim halde dinlemedi
' H ayır, hayı r başlad ı k , bitire l i m , ' diye karş ı l ı k verd i . ..
ÇOK ACI ÇEKİYORDU

ATAT Ü RK hasta yattığı son günleri nde gerek Savaro­


na yatında gerekse Dol mabahçe Sarayı nda gece l i k kıyafe­
ti olan entariyle dolaşır v·e uzanırd ı . Fransız doktorunu sev­
meyi şine karşı hiç bir zaman başucundan ayrılmayan Dr.
Şaki r Ahmet ve Ziya Naki 'ye karşı derin bir sevgi bes l i ­
yord u . Türk doktorlarına daha çok güvendiği her hali nden
belli o luyordu.
Koltukla Savarona'dan Dolmabahçeye taşındıktan son­
ra Atatürk, daha önce neden Saray'a gelmediğine üzül ü r
b i r h a l takınmıştı. Çünkü yattaki cehennemi andıran sıcak­
tan burada eser yoktu. Sarayın odaları daha serinceydi .
Hem burada buz sandı kları gerekmiyordu.
Atatürk 'ün karnı günden güne şişiyordu . B u yüzden
nefes al makta güçlük çektiğini görüyorduk. Bizi artık pek
yan ı n a bırakm ıyorlard ı . Pek önemli bir görev için doktor­
ların istediği bir şeyi götürmek üzere kapısına gidiyor, ço­
ğu zaman da içeri gi rmeden dönüyorduk. Ancak kapının
ara l ı ğ ı ndan göreb i l i rsek o kadar. Atatürk'ün hastalığı hepi­
mizin kolunu, kanadı n ı kırmış, Saray derin bir ölüm ses­
sizliğine bürünmüştü.
Yapı lan bütün tedaviye ve tıbbın gerektirdiği işlem-
410 ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDiM

l ere rağ men Atatürk'ün durumu her gün bi raz daha kötü ··
ye gittiğinden , H ükü met son bir çare olarak Viyana'dan
Epi nger, Almanya'dan da Biregmen ad l ı i ki ü n lü profesör
daha getirtmişti . Fakat bunların da koyduğu teşhis, yaptığ ı
tedavi , aldığı tedbi r hep aynı i d i.
Hasta l ı k gittikçe i lerliyor, karın gitti kçe şişiyordu.
Atatürk çevresindekilere neşel i görünmek i sted i ğ i halde
acı içi nde kıvrandığı bel l i ouyordu. Yorgun l u k ve halsizl ik
yüzünü inceltmiş, O'nu bitkin bir hale getirm i şti . Artık ka­
rın şişmes i , tehl i ke l i bir hal yarattığından su alma yolu -
n a gitmekten başka çare kal mamışt ı . Fakat doktorlar, su
a l m a işlemini elden geldiği kadar geci ktirm ek kararı nda
görü nüyorlard ı . Atatürk de durumun ciddil i ğ i n i n farkınday­
d ı . H atta bir gün doktorlara :
- u Su almak amel iyesi tehl ikel i midir, acı verir mi ? •
d iye sormuştu. Fakat doktorlar O'nu kayg ı landırmamak
için çok basit olduğun u , hatta bu işi kendi leri değ i l , asis­
tan larına yaptırd ı klarını söylüyorlard ı . Asl ı nda bu, doktor­
ların sakladı kları ndan da tehl i kel i bir şeydi . Barsaklardan
b i ri delineb i l i rdi.
Sonunda Atatürk, bütün dayanıkl ı l ı ğ ı n ı yiti rmeğe baş­
l a d ı . Artık acıya dayanamaz hale gelmişti . Doktorlara:
- « Karn ı mdaki suyu bir an evvel a l ı n , .. diye emir
verd i . Fakat hiç birinde buna cesaret yoktu . Daha bir süre
suyun al ınmamas ı n ı uygun görüyorlardı .
Atatürk'ün suyun a l ı nması için di retmesi , tam da
Fransız doktorunun i kinci gelişine rastlad ı . Doktor, Ata­
türk'ü daha iyi bulacağını umut ettiğ i n i -söylemişti . Fakat
g e l i r gel mez düş kırıkl ığına uğrad ı . Bunun üzeri ne Ata­
türk'e bakan Türk doktorlarıyle Fransız doktoru arasında
uzun bir görüşme oldu ve Atatürk'ün karn ı ndan suyun
a l ı n masına karar veri ldi . Yoksa acısı n ı hafifletecek başka
hiç bir çare kalmamı şt ı ve bunu yapmağa zorunluydular.
Aksi halde hasta l ı k daha kötüye gitm eğe başlam ı ştı .
ARTIK DUA EDİYORDUK

B Ü TÜ N memleket Atatürk'ün hasta l ı ğ ıyla i l g i l eniyor­


du. Herkes sabah gazetesini açınca iyi bir haber alır umu­
duyla heyecanlanıyor, fakat beklediği m üjdeyi göremiyord u .
M i l l etten hasta l ı ğ ı n gidişi saklandığı için henüz i ş i n teh l i ­
k e l i hal i , yurda yay ı lmamıştı . Avrupa 'dan doktorlar g�l­
m işti , elbette ki, bu hastal ığa bir de çare bulacaklar, Ata­
türk'ü eski sağl ı ğ ı na kavuşturacaklard ı . Ha lk bu şeki lde
avutuluyordu.
Oysa biz işin içindeydi k . Her saat değ i l , hatta her da­
k i ka kulağ ı mıza bir başka haber çalındığı için gece uyku­
larım ızda bile Atatürk'ten başka şey düşünemez olmuş­
tuk . Yarabbi , ne buna l ı m l ı günler geçi riyorduk. Her gece
O'nun yaşaması için Tanrı'ya dua edi yordum . Çok zaman
yastığım gözyaşından sı rs ı klam ıslan ıyordu. Günler geçi­
yor, fakat beklenen iyi haber bir türlü gelmiyordu.
Atatürk'ün karnı ndan ilk o l arak bir tenekeye yakı n su
a l ı nd ı ktan sonra O'nun birden çöktüğü, çok zayıf düştüğü
haberi geld i . Böyle olduğu halde içim izde yine bir umut
beli rmişti . Sudan kurtuldu, belki düzelir diye düşünüyor,
b i rbirimizle hasta l ı k hakkında fikir yürütüyorduk.
412 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

Atatürk'ün karnı ndan Doktor Fiessenger ve Neşet


Ö mer'in gözetimi altında Operatör M. Kemal Öke tarafın­
dan bir tenekeye yakı n su a l ı n m ıştı. Çünkü artık Atatürk
karnına toplanan suyun yüzünden yatakta d i k oturamıyor,
büyük bir sı kıntı çekiyordu. Kendisini d i k tutabi l mesi için
a rkas ı na yastı klar yığ ı l m ıştı . Çok yorgun, bitkin , halsiz ol­
duğu halde, çektiği acıyı bel l i etmemeğe, neşe l i görün­
meğe çal ı şıyordu. Buna rağmen acı s ı , sı kıntısı be l l i olu­
yordu.
Atatü rk, ilk suyun a l ınmasından sonra çok zayıflamış­
tı . İ ki kolunu başının altına alarak arka üstü yatıyordu. Kar­
n ı n ı büyük b i r sarg ıyla sarm ı şlard ı . Kendisine .. geçmiş ol­
sun " diyen K ı l ıç Al i'ye , doktorların duyamıyacağı kadar
hafif b ir sesle şöyle ded i :
- • Ç ı kan suyu gördün m ü karnı mdan ? Bu kadar s u
dolu b i r kap insanın karnı üzerine konsa dayanab i l i r m i ?
Bak ben ne haldeyim , buna nasıl dayanmışı m ? ..
Kılıç Al i , Atatürk'ün kol ları nı öperek şöyle karş ı l ık
verd i :
- u Geçmiş olsun Paşam, bunların hepsi geçecek . ..
S u al ındıktan sonra Atatürk bi raz sakin l eşmiş diye
duyduk. Fakat gece i n l emeleri kes i l medi den i l i nce yüre­
ğ i m ağzıma gelir gibi oldu.
O s ı ralar ben Savarona yatıyla Bebek'e gittim . Yatı
neden Dolmabahçe önlerinden kaldırıp Bebek koyuna gön­
dermişlerdi b i l m iyordum. Fakat hemen her gün Saraya ge­
l iyor, arkadaşları mdan Atatürk'ün sağ l ı k durumu hakkında
bir şeyler öğrenmeğe çalışıyordum. Yattaki personel de
gözleri yolda, akşam benim dönmemi sabırsızla bekl iyor,
beni güvertede karş ı l ıyor, fakat ağzı m ı açmad ı ğ ı m ı görüıJ­
ce b i r değişikl i k olmadığ ın ı anlayarak susuyorlard ı .
Karından su al ı n ma işlemi bir parça rahatlık verd iği
halde gene l durumunda h em en dermansızl ı k meydana ge­
tirmiş, o büyük adam saatten saate sanki küçül ü r gibi bir
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDİM 413

hal almıştı . Fakat o halde b i l e a ra l ı ksız sabah gazeteleri­


ni izliyor, her sabah traşı n ı oluyor, kararnameleri i mzal ı ­
yor, devlet işlerin i n aksamamasına gayret ediyordu. H a l ­
s iz l i ğ i ni bel l i etmemek i ç i n rac!yo dinl iyor, gramofonu d in­
l i yo r, hatta yanına g i renlere üzülmemeleri i çi n güleryüz
gösterip şakalaşıyordu. Gece uykusu kaçtığı zaman zile
bas ı p , görevli nöbetçi arkadaşı çağırıyor, nöbette kim var­
sa yan ına getirtip yoruluncaya dek konuşuyor ve konuştu­
ruyordu. Hastal ığının bu döneminde Atatürk, Ankara'ya git ··
m ekte ısrar ed iyor:
- a Beni Ankara'ya götürün, ne olacaksa orda olsun , »
diyordu.
Hatta Ankara yolculuğu için üşümemesi için Sal ih Bo­
zok'a uzun yün çorap ve bacak sargısı b i l e a l d ırtm ıştı . Sa
l i h Bozok'la K ılıç Al i'ye bunları göstererek:
- · Bunları ayağıma giyip, boynuma da kal ı n bir eşa rp
sard ı m mı b i r şey olmaz. Gazi i stasyonunda trenden i ner,
oradan otomobi l le Çankaya'ya çıkarı m , n diyordu.
O günlerde Romanya kra liçes i , trende siroz hastalı­
ğ ı ndan öldüğü için doktorlar, Atatürk'ün Ankara'ya götü­
rülmesine şiddetle karşı çıkıyorlard ı . Atatürk , doktorların
kendis i n i neden Ankara'ya göndermek istemediğinin ne­
denini öğrenince s i n i rlenmiş:
- " Budalalar! ,, diye bağ ı rmıştı .
Atatürk ber gün Ankara'ya g itmekte ısrar ediyor:
- · Bi r an önce beni Ankara'ya gönderin . Yapacak
öneml i işler var, .. diyordu.
Atatürk, acaba Ankara'ya giderek hangi öne m l i işi bi­
tirmek i stiyordu? Ne yazı k k i , düşündüğü neyse bunu ya­
pamamış ve bu gizli istek bir acı olarak kal ı p , kendisiyle
b i rl i kte g itmiştir.
Atatürk'ün hiç durmadan Ankara'ya gitmek için yap­
tığı ı srar, hepi mizin üzerinde büyük b i r heyecan dalgası
yaratmıştı . Gider m i , gider, d iye düşünüyorduk. · Giderse
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

n e o l u r ? Trenin sarsıntısından daha çok kuwetten düşer


m i , yoksa daha büyük bir felaket gelir m i ? G itmezse kur­
tulur m u ? .. diye aramızda tartışmalara başlamıştık. Bütün
günümüzü bu tür konuşmalar a l ıyordu.
Sonunda doktorların elbirl i ğ iyle verdikleri karar ke ­
s i n l i k kazandı : Atatürk Saraydan hiç bir yere çıkarı l maya­
cak, gerektiği kadar Ankara yol culuğu konusunda oyala­
nacakt ı .
SON BAYRAMI

BEBEK'le Dolmabahçe arası nda nas ı l gidip geldiğimi


ş i mdi düşündükçe o günl eri yaşar gibi oluyorum . Heye­
candan bitkin bir hale g e l miştim o günler. Bazen korku­
dan, kötü ve acı haberin korkusundan Saraya gidemediğim
zamanlarda telefonla Dolmabahçe'nin santra l ı n ı bulup , ür­
kek ürke k santral memuru Kemal Beye .. d eğişikl i k varm ı ? •
diye soruyordum. Ondan • hayı r .. karşı l ı ğı n ı al ınca içime
su serp i l iyor, hemen yattaki arkadaşları m ı n yanına koşup,
u Çok şükür, daha yaşıyor, .. diyordum. Ondan sonra hep
birden " i nşal lah kurtulu r ! diye başl ıyorduk duaya .
n

Böyl ece 1 938 y ı l ı n ı n Cumhuriyet Bayramı gelip çattı .


Halka bir şey duyurmamak ve şeh i rde yas havası estirme­
mek için şenl i klerin eskiden o lduğu gibi yap ı l ması uygun
görüldü. Yine taklar kuruldu, parlak bir geçit töreni yapıl­
dı, gece fener al ayları düzenlendi . Hatta Kul e l i l er Sarayın
önüne vapurla gelip gösteri yaptı lar. Gece sabaha dek hfl­
vai fişeklerle şenl ikler sürüp gitti .
On beşinci Yıl şen l ikleri gerçekten de Atatürk'e zeh ir
olmuştu . Bütün Cumhuriyet Bayramların ı sabahlara dek
dek ayakta, neşe, zevk ve keyif içinde halkla kucak kuca-
416 AT,ATÜRK'ÜN UŞAGI İDiM

ğa geçiren Atatürk için yaşamının son Cumh u r i yet Bayra­


m ı n ı n gününü ve geces i n i , Dolmabahçe Saray ı n ı n sessiz
bir odasında ölüm döşeğinde geçirmesi, O'nun i ç i n ne bü­
yük, n e dayanıl maz acıyd ı . Günleri deği l saatl eri say ı l ı
olan b u büyük i nsan süzül müş, solgund u , kes i k kesik ko­
nuşuyordu artık . Yanındakiler O 'na · ka lkacaks ı nı z Paşam.
iyi l eşeceksinizo şeklinde oyalayıcı sözl er söyl üyorlard ı .
Gece ışıklarla donatı lmış bir vapur, Sarayın r ı h t ı m ına de­
ğecek derecede yanaşmıştı . Vapurdan ç ı lgı nca bir alkı ş
s e s i yükseldi. Ö lüm sessizl iğine bürünen oda n ı n soğuk
duvarlarında yan kılandı. " Ü niversite gençleri kutlamağa
gelmişler, " dediler. Çok duyguland ı . Kalkmak i stedi . Ta­
kati yoktu . İşaretle kal dır ı l masını istedi . Kol l ar ı na giri ld i ,
pencere kenarındaki b i r koltuğa oturtuldu. Yine yanındak i ­
lerin yardımıyla ayağa kaldırıldı. Kıl ıç Ali i l e Şü krü Kaya
vardı hatırladığı ma göre. Sonra el iyle vapurdaki l eri selam­
lad ı . Vapurdan bir alkış tufanıdır koptu. " Yaşa, va rol ! " ses­
l eri gökl ere yüksel iyordu. Belki Atatürk'ün el işaretini gör­
müşler, belki de görmemişlerd i . Gençlerin söy l ed i ğ i u dağ
baş ı n ı duman almış .. marşı vapurla birlikte uza klaşıp, ka­
ran l ı kların .içinde kayboldu.
Atatürk cansız fakat mutlu bir sesle sanki i ş ltecek­
lermiş gibi gençlere arkalarından şunları söyled i :
- · Bu bayramlar ve yarınlar sizindir. G ü l e güle . . . "
Birkaç dakika ayakta kal mak O'nu yormuştu . Yatağına
yatı rı l d ı . Yanındakiler sessizce dışarı süzü ldüler. H epsi­
nin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Hepi miz gözyaşlarımı­
zı d ı şarı , h ı çkırıklarımızı içim ize akıtıyorduk.
Her taraf elektri klerle donatıldığı halde bir s essizl ik
vard ı . M i l l et içten içe ağl ıyordu. Bu arada Kız k ulesi de
donanmıştı . Buradan atıl a n fişekler ve patlayıc ı maytap­
lar Atatürk'ü rahatsız etmi ş olmalı k i , z i l e bası p , sofracı
a rkadaşl ardan Kamil'i çağ ı rd ı . Sofrecıya:
- a Bu patırdı lar n ed i r ? " di ye sordu .
ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDiM 417

Kami l akl ınca Atatürk'ün üzül memesi için olacak, bir­


denbire:
- · Gök gürlüyor Paşam , .. deyiverince, Atatürk ister
istemez gülümseyerek: · Haydi enayi , n dedi ve tekrar ya­
tağ ına uzandı.
Biz Cumhuriyet Bayramının on beşi nci yıl dönümü
şeni iklerine candan katı l amad ı k. İçimiz kan ağlıyordu. Hep
Büyük Ata'yı düşünüyorduk. Kimbi l i r O, şeni ikleri göre­
mediği için ne kadar üzü l müştür. Sevgi l i m i l letinin aras ı­
na katı lamadığı için kendi kendini yemiştir.

F: 27
SON DAKİKALAR!

CUMHURİYET Bayramı n ı n ertesi günü Atatürk'ün ate­


şinin birdenbire yükseldiğini duyduk. i çi mizi derin bir
üzüntü kapladı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyord u. Derken
bir haber daha geld i : Atatürk komaya gird i . Bütün Saray
i l eri gelenleri n i , sanki iğne üstündeymiş gibi uykusuz tu­
tan bu i l k koma, kırk sekiz saat sürdü. Komadan sonra bir­
kaç kelime konuştuğunu öğrendik. Artık saki n l eşti , deni­
yord u . H epimizi bir ferahl ı k kaplamıştı . Bayağı umutlan­
mı ştı k. Tehl i keyi atlattı d iye düşünüyorduk.
Atatürk, atlattığı teh l i ken i n farkındaydı . Çevresinde­
ki l ere « bana ne oldu? .. d iye sormuş, • derin bir uyku uyu­
dunuz,. karş ı l ığına pek inanmamıştı . Fakat i nanmadığını
bel l i etmek istemiyor görünmüştü.
Birinci komadan sonra artık doktorlar Atatürk'ün ba­
ş ı ndan ayrılmaz o lmuşlar diye duyduk. Dr. N eşet Ömer
her zaman başucunda, öbürleri de i kişer i kişer nöbettey­
mişler. B i rinci komadan kurtu luşun verdiği sevi nç uzun
sürmed i . Atatürk'ün karnı ndaki su yine çoğalmaya başla­
d ı . Yatakta oturamaz, uzanamaz oldu. Çektiğ i acı arttıkça
arttı . Fakat öylesine dayanıklıydı ki , herkesi bu haliyle
ATATÜAK'ÜN UŞA(]I iDiM 419

şaşkına çeviriyordu. Her sabah gazetel eri başından sonu­


na kadar okumas ı , eski h a l i n i hatırlatıyordu.
Atatü rk artık nefes almakta da güçlük çekiyordu. Bu
yüzden yeniden karnı ndan su a l ı nmasında ısrar etmeğe
başladı". Doktorlar önce buna karşı çıktı larsa da, sonunda
oybirliğiyle suyun alı nması konusunda birleşti ler. İkinci
su da a l ı nd ı . Su alma işini bu kez Dr. Mehm et Kami l Berk
yapmıştı. Fakat ne yazık k i , bu ikinci su alma da hiç b i r
işe yaramadı , sadece Atatürk'ü ölüme bi raz daha yaklaş­
tırd ı .
O günlerde Atatürk'ün can ı enginar istemiş. Mevsimi
olmadığı için de Hasan R ıza Soyak, telefonla Hatay'dan
sipariş etmişti . ikinci su al ı nmasını ertesi günü Kı l ıç Al i '
ye yakınmada bulunarak:
- • Yahu doktorlar bana niçin engi nar yedi rmiyor­
lar?" d iye sormuş, o da şöyle karş ı l ı k vermişti :
- a Engilıar m evs i m i o l madığı için Hatay'a siparis
ed i l d i . Bugün yarın gelecek. İnşal lah yersiniz. ,,
Atatürk bu sözlerden çok m emnun ol muştu . Engi nar,
Atatürk'ün yaşamında isteyerek ısmarladığı belki de i l k
v e son yemekti . Fakat ne yazı k ki , bunu yemek kısmet ol­
madı.
İ k i nci su almadan sonra yine bitkin ve yorgun düşen
Atatürk'ün 8 Kas ım günü kay ettikten sonra i kinci koma­
ya g i rd i ğ i n i duyduk.
Atatürk'ün berberi Mehmet, birdenbire fenalaştığını
ve kendi n i kay etmeğe başlad ı ğ ı n ı haber veri nce Hasan
Rıza Soyak , Kılıç A l i , N eşet Ömer ve Abravaya , Atatü rk'ün
başucuna koşmuşlar. Atatürk on lara • saat kaç? n diye sor­
muş. Onlar da saatin yedi o lduğunu söylemişler.
9 Kas ı m ı dalgın bir halde geçiren Atatürk , dakikadan
dakikaya sönmeğe başlamış. Gelen haberlere göre artık
umut ka l mamış. Doktorlarda da umut yoktu. Gözyaşlarımı­
zı tutam ıyorduk. Artı k hayat bize zindan g i bi görünmeğe
420 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İ DİM

başlamıştı . O geceyi uykusuz geçirdik. Yine de dua etmek­


ten kendimi alamıyordum.
9 Kasım ı 10 Kasıma bağ l ayan gece Atatürk'ün hara­
reti 37,5, nabzı 1 32, solunumu 33 imiş. Rengi tamamen
solmuş. G ı rtlağ ından bir ara • H ı . . . h ı . . . h ı . . . ,. diye bir ses
ç ı karm ış. Doktor Mehmet Kam i l Berk başucunda bir yan­
dan gözyaşlarını akıtı rken, bir yandan da ıslattı ğ ı bir pa­
mukla Atatürk'ün ağzına su vermeğe uğraşıyormuş. Kar­
yolanın ayakucunda da Süreyya Hidayet Serter ( Paşa) ve
Dr. Abravaya, Atatürk' ün ayak parmaklarının hassasiyetiy­
le uğraş ıyo rlarmış.
SALİH BOZOK KENDİNİ VURUYOR

ATAT Ü RK'ün ikinci komaya g i rdiği geceyi uykusuz


geçirmiştim.
O'na on i ki yı l ı k h izmetim bir fi l m şeridi gibi gözle­
rim in önünden geçti . Boğazıma bir şey tıkanm ıştı . Kabus
içinde, s ı r ı l sıklam terlemişti m . Sabah ı g üç ettim. Şafak­
la beraber bi raz dalar g i b i olmuştum.
Uykusuz gecenin sabahında vücudum ezi l m i ş gibi ya­
tağı mdan çıktı m . Biraz sonra Saray'a gider, vaziyeti öğre­
n i r i m . d i ye düşünüyordu m .
Yatta işleri mi bitirirken Bebek Pol is Karakolunun bay­
rağ ı n ı n yavaş yavaş yarıya doğru indiğini gördüm. Bütün
vücudum sanki karıncalanıyordu. Bi r anda şiddet li bir ür­
perti sardı her yanı m ı .
O anda acı gerçeği anlamıştım . Demek k i , Atatürk ya­
şamıyordu artık. O mavi gözler bir daha parlamamak üze.
re sön müştü. B i r an duygusuz, taş gibi kaskatı ka ldım. Ne
ağlayab i l iyor, ne de bir ses çı karabi l iyordum. Bir süre içim
ü rperme dolu , öyle duraksadı m . Neden sonra kendtmi to­
parlayıp aşağıya koştum . Arkadaşlarıma: .. öl müş » diye­
bi l d i m .
422 ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM

O anda yatta bir feryatla figandı r başl adı . H iç kimse


gözyaşlarını tutam ıyord u . Benim de o ilk duygusuz, taş gi­
bi hal i m geçmiş, yanaklarımdan yaşlar süzü l meğe başla­
mıştı.
Kend i m i toparladıktan sonra Savarona yatı nın şehir­
l e bağ l ı olan telefonuna koştum . H emen tel efona sarıla­
rak Sarayın santral memuru Kemal Beyi aradı m . Hala ina­
namıyor, inanmak istemiyordum . Sesi m i duyunca tanıdı .
Sadece u doğru • diyebi l d i . Başka bir şey söylemedi .
H emen bir taksi çevirip Dolmabahçe'nin yolunu tut­
tum . Rüyadaymış gibi gidiyordum. Beyn i m zonkluyordu.
Saraya nasıl vard ı m bi lemem. Orası görül ecek şeyd i . Her
yan derin bir sessizl iğe bü rünmüştü . Boşalmıştı denebi l i r.
Hiç kimse kal mamıştı . Hemen oradaki lere
- « Ne oldu, ne var? n d iye sordum.
Aldığım karş ı l ık, sessizlikten başka bir şey değildi .
Bu arada Atatürk'ü n bazı çok yakınları n ı n durumları-
n ı sağlamlaştırmak için Ankara'ya koşuştuklarını öğrenin­
ce üzüntüm bir kat daha arttı. Fakat bunlara karşı Ata­
türk'e bağ l ı l ığ ını hayatıyla ödeyen kimseler de vard ı . O'nun
ölümüne dayanamayıp, acıdan kendini tabancayla vuran
Bilec i k m i l l etvekil i Sali h Bozok, kanlar içinde bir köşede
yatıyordu. Yaverl i k dairesinin karşısındaki bekleme salo­
nunun önünde kendini vuran, Atatürk'ün bu vefa l ı v� sa­
d ı k a rkadaşını böyle kanlar içi nde görünce b i raz daha fe­
nalaştım . Salih Bozok o anda ö l memiş, ama aldığı yarala­
rın etkisiyle bir yıl kadar sonra hayata gözlerini kapamış­
tı . Atatü rk'ün ölümünden b i r süre sonra Sal i h Bozok'<ı
Köp rüaltında rastlamıştım . Elini öptü m :
- cc Nasılsınız? a diye sordum.
- • Nasıl olacağız Çelebi Efendi , .. dedi . Başladı ken-
dini tutam ayıp Köprüaltında hüngür hüngür ağlamağa. Be­
ni görünce eski günleri h atırlamış ve morali bozulmuştu.
Kendi s i n i Kadıköy iskelesine kadar götürüp uğurlad ı m . Bir
ATATÜRK'ÜN UŞAÖI İDİM 423

daha da görmek kısmet ol madı. Bir süre sonra da öldüğü­


nü duydum . Atatürk'e bu denl i bir sevgiyle bağ l ı bir i nsa­
n ı n daha olabileceği n i sanmıyorum. Sal i h Bey, gösterdiği
fedakarl ı kla hayatım boyunca gözümün önünden gitmeye­
cek kişilerdendir.
Sal i h Bozok, kendini öldürmeğe çoktan karar vermiş­
ti . Atatürk'ün hastalığı i l erlediği sı ralar, kapıldığı üzüntü­
nün etkisi altında i kide bir · bu adam ö lürse ben yaşaya­
mam , • demesi ve bunu yapacağına namus ve şerefi üze­
rine yem i n etmesi hala gözl erim i n önündedir.
YÜZÜNDEKi TÜLBENTİ KALDIRIP BAKTIM

ATATÜ RK, Dolmabahçe Sarayında Harem kısmı nda ,


her zaman yattığı odada yatıyord u . Artık bu odaya bakamı­
yor, fenalaşıyordum. Yaldızlı mobilyalar, üzeri yaldızla süs­
l ü mavi tavan bir ölüm rengine bürünmüştü. Atatürk bu
odada sonsuz uykusunu uyuyordu. Geniş bir yatakta tek
yastıkta yatıyordu. Hayattayken gül kurusu rengi n i sever­
d i . Yine öyle bir ren k içinde sonsuz uykusuna dalmıştı .
Sarayda R ıza adl ı bir sofracı arkadaşı m daha vardı .
Onu n l a beraber yavaşça odadan içeri süzül müştük. Çene­
s i bağlanmış vaziyette hareketsiz duruyord u . İ ki genç su­
bay, ayakucunda nöbet bekliyorlard ı . Atatürk öldükten bir
saat kadar sonra lsta nbul 'daki Ordu M üfettişi Orgeneral
Fahrettin Paşa, Ankara'dan veri len emirle cenaze töreni
için h azırl ıklara geç i ri l m i ş , üniformal ı subaylar tarafından
başucunda nöbet tutul mağa başlanmı şt ı .
İşte ölümüne b i r türlü i nanamadı ğı m o büyük i nsan ,
o koskoca tarih , biraz i lerde çenesi bağlanmış şekilde ya­
tıyord u . Her ölümlü gi bi O da göçmüştü Fakat O, dünya
durd u kça yaşayacak ender i nsanlardan biri yd i .
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM 425

- · Bi r türlü ö ldüğüne i nanamad ı m . Aç baka l ı m yüzü­


n ü , • dedim.
Yüzündeki tü l benti açtırd ı m . Gözyaşları m ı içime akı­
tarak yüzüne, bir daha sadece res i mleri nde göreceği m yü­
züne uzun uzun baktım . Yüzü hafif siyahtı . morarmış gi­
biyd i .
- • Gerçekten ş i md i i nand ı m , • dedim.
O günü nas ı l geçirdiğimi bil miyorum . Kendi me sahi p
deği ldim. Saraydan bi r türlü ayrılamıyordum. O anda yat­
taki görevi kim düşünür.
Sarayda o güne kadar görü l memiş bambaşka bir ça­
l ışma vard ı . Abanoz ağacı ndan bir tabut yapı lmıştı . Bunun
içini kurşunluyorlard ı .
Akşam üstü sofracı İbrahim'le selaml ı k kısmında otu­
rup dertleşi rken İsmail Hakkı Tekçe ( Paşa) geld i . İbrahim'­
le bana dönerek:
- • Son vazifemizi de yaptık. Yıkand ı , kefenlend i •
ded i . Sonra nöbet sırası geld i , d iyerek üniformalarını giyip
nöbete gitti . Giderken arkası ndan şöyle dedi m :
- " Beyler, paşalar, şimdi hepiniz geldiniz. Atatürk' ü
bekliyorsunuz. Yı l larca O'nu i ki cah i l sofracının eline bı­
raktınız da şimdi m i geldiniz? •
Cenaze törenin i n bütün ayrıntı larını bil iyorsunuz.
Cenaze Sarayburnu'ndan Zafer torpidosuyla Yavuz'a a l ı n ı p ,
İzmit'e doğru y o l a l ı rken, O 'nu izleyen yabancı donanma­
n ı n gerisinden Savarona yatıyla biz de bulunuyorduk. Do­
nanmayı Adalara dek izledik. Önce cenaze töreni progr:ı­
m ı na biz a l ı nmamıştık. Fakat Savarona' n ı n o dönemde sü­
varisi bul unan Sait Kaptan, yatı protoko l e sokabi l mek için
Saraya gitmiş ve çekişe çekişe i stediğini yaptırmışt ı .
Onun
- " Büyük adam ları ölümünde atı i le yatı takip etme­
l i d i r, ,, sözünü hiç unutmayacağı m .
ÖLDÜKTEN SONRA

ATATÜRK öldükten sonra Cumhurbaşkanı olan ismet


İnönü, Savarona yatın ı hiç görmemiş. Gezmeği istemiş.
Yatı İ nebolu 'ya çağırd ı la r. Biz de Savarona ile İ nebolu 'ya
g itti k.
Orada öyle rıhtım falan yok. Kıyıdan uzakta demi rle­
dik. İsmet İnönü motorla yata geldi . Her tarafını gezdi ve
beğendi. Kısa bir yolcu l u k yapı p inebolu 'dan Zonguldak'a
g itti k. İnönü orada yattan inerek trenle Ankara'ya hareket
etti .
Aradan üç yıla yakın bir zaman geçmişti . Yıl 1 941 ,
Haziran 22· . Atatürk'ün öl ümünden sonra ben yine Deniz­
. .

yo l ları işletmesi kadrosunda Savarona yatında görevliyd i m .


A rt ı k eski imtiyazl ı durumum kal mamıştı . Yani Türkiye
Cumhurbaşkanı Atatürk'ün h izmetçisi değ i l d i m . Sadece İs­
met inönü yata gelince h izmetini yapıyord um . Hepsi o ka­
dar.
O zamanın Başbakanı olan Refik Saydam' l a , Dışişleri
Bakanı Şükrü Saraçoğlu istanbul 'a gelm işler. İsmet İnönü
ile Savarona yatına binmişler. Geli bolu'ya doğru bir gezi
yapıyorlard ı . Güvertede ismet İ nönü i l e Refik Saydam baş
ATATÜRK'ÜN UŞAGI İDİM 427

başa vermişler konuşuyorlard ı . Kon u , İki nci Dünya Savaşı


ve Türkiye 'nin nazik durumuydu. O zaman çok zor durum­
da bu lunuyorduk. Derken salondan güverteye Saraçoğlu
çıkt ı . Cumhurbaşkanıyla Başbakanı böyl e baş başa düşü­
nür vaziyette görünce
- « Yahu ne var bunda düşünecek? Tarafsız olduğu­
muzu i lan ettik, anlattı k. Buna rağmen çatarsa · çatar, harp
yaparız. Çatmazsa zaten mesele yok . ..
Bu görüşmeden sonra Çanakkal e Boğazına doğru ha­
reket etitk. Refik Saydam ve Şükrü Saraçoğlu İ stanbul 'da
kaldı lar.
O zaman dört bir yanımız ,ateşle sarı lmıştı . İ ki nci Dün­
ya Savaşı tüm hızıyla sürüyord u. Al manlar, Staling rad ve
M os kova kapı larına dayanmışlard ı . Her an başımızda teh­
l i ke çanları çal ı yord u. Her sabah gözl eri mizi, kendimizi
ateşi n içinde bulabi leceği miz bir güne açıyorduk. Hep i m i ­
zin s i nirleri bozu l muştu .
Gel ibolu'da birçok general ve yüksek rütbel i ku rmay
subayı yata geldi ler. G üvertede yine memleketin durumu
v e savaş gücü konuşuluyordu. İ nönü herkesin düşüncele­
rini d i n l iyor ve not a l ı yordu. Biz de hizmeti düzen l i yap­
mağa, pot kı rmamağa çal ışıyorduk. Konukları en iyi şeki l­
de ağırlamak istiyorduk.
İ nönü, genç bir kurmay subayına şöyle sordu
- · Almanlarla harp edersek muvaffak olur m uyuz? ,.
Subay düşünmeden şu cevabı verdi
- « Paşam, bizi Almanlar Trakya'da yenerler, fakat
Anadolu'da başlarına bela ol uruz.
Bunun üzerine İsmet İnönü .. yaaa .. diyerek başladı
kendi anlatmağa
- « Ş i mdi Almanlar saatte seksen kilometre i lerl i­
yorlar. Bu durum karş ı sı nda Ruslar bir buçuk ayda yen i l i r­
l er. Bu bizim için de büyük kazanç olur. Kafkasları a l ı rız.
Türkiye'nin nüfusu da otuz sekiz mi lyon olur (o zaman nü-
428 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI iDiM

fusumuz sadece on sekiz milyondu) . Aynı zamanda Baku


petro l lerine de kavuşuruz.•
İnönü sevinç içindeyd i . Kab ı na s ığamıyor. adeta g�­
lecekteki Türkiye'yi yaşar g ibi o l uyordu. Bu s ı rada yanın­
da bulunan Amiral Şükrü Okan'a dönerek
- · Rus donanması ne olur?D deyince :
- • Paşam , Beykoz önlerinde demirler. Gemilerin ka-
malarını alır , savaşı n sonunu bekleriz , • karşı l ı ğ ı n ı a l d ı .
B u görüşme s ı rasında yatta bulunan Fahrett i n Altay,
l nönü 'ye
- • Paşam, İ ran savaşa g i rer m i ?� diye bir soru sor­
muş ve şu karş ı l ığı almıştı
- • İ ran'a harp yok . •
Bunları duyunca i leride b e l k i ağzımdan laf kaçırırım
diye korktum. Daha fazla konuşulacakları duymamak için
kamarama çekildim. N e olur, ne ol maz. Fakat aksi l i kler
korktukça üzerime gel iyordu.
Baktım İsıtıet İ nönü'nün yirmi yı l l ık hi zmetkarı Os­
man Efend i , kamaramın kapısını a ralamış
- · Cema l , şimdi H itler radyoda, Rusların bir buçuk
ayda yıkı lacaklarını söyledi , • deyince ben de
- ·Yıkı l ı rsa yıkı l s ı n , bize n e ? D dedi m .
Bi raz sonra yine aynı arkadaş geldi
- · Göbels radyoda Rusların bi r buçuk ayda yıkı l a­
cağ ı n ı söyled i , " deyince, ben de gayet saf bir şeki lde
- • U lan apta l l ığ ı n alemi yok. Bu iş bir buçuk ayda
olmaz,D diye, Rusların sanıldığı kadar hafif olmadı kların ı ,
İsmet Paşayla ayn ı düşüncede bul unmad ı ğ ı m ı söyled i m .
Bizim b u konuşmalarımızı meğer kamarot Faruk not
eder dururmuş. Farkında bile değ i l d i m . Hepsini ismet Pa­
şaya yetişti rmiş.
YATAK ÇARŞAFLAR!

SAVARONA yatı ertesi günü eski Mecl i s Başkanı Ab­


dülhal i k Renda ile çocuklarını a l mak için Bandırma'nın yol u ­
nu tuttu . Bandırma'ya gelmeden b i r saat önce Bayan M ev­
h i be lnönü beni çağı rd ı :
- · Renda'n ı n kamarası n ı n yatak çarşafların ı değ işti­
ri n , • dedi.
- .. Hanımefendi , çarşafları .pis m i buldunuz? .. de­
yince:
- · Hayır, fakat değişti rin , bizim çarşaflardan olsu n , "
diye karş ı l ı k verd i .
Bizim çarşaflar ded i ğ i , y i n e benim Lazzari Frank�'dan
yaptırd ı ğ ı m pati ska çarşaflard ı .
- • Peki emredersiniz,,, deyip e m i r verd i m v e çar­
şaflar değişti.
Kamarama geldiğim zaman Doktor Fazıl Beyle Çarkçı­
başı Hüseyin ve ikinci çarkçı Muhittin ôzege vard ı .
- • Ne o Cema l , can ı n sıkı l m ış sen i n ? " deyi nce ken­
dimi toparlad ı m :
- · B i r şey yok, .. d iye karş ı l ı k verd i m . Fakat onlar ı s ­
rar ediyorlard ı :
430 ATATÜRK'ÜN UŞAÔI İDİM

" Evet canın sı kı l mış sen i n , nen var söyle? .. deyi n­


ce ben de:
- « Çarşafları beğenmedi ler. Sanki babaların ı n evin­
de böyle güzel çarşaf görmüşler gibi. Keten çarşaflar ne
kadar da güzeldi görseniz, .. diye karş ı l ı k verd i m . Bunun
üzerine : « Aldırma geçer, .. dedi ler.
Bu konuşma s ırasında ben farkı nda değ i l d i m . Kamarot
Faruk yine oradaymış. Benim bu ikinci konuşmamı da ga­
nimet b ilmiş . Hemen jurnal etmiş.
Aradan on beş gün geçtikten sonra İstanbul Pol i s Mü­
dürü Selahattin Beyle iki sivil polis memuru ve Denizyol­
ları Genel M üdürü Kemal Baybora i ki motorla gel i p kama­
ramı aradı lar. Allahtan beni bütün polis tanıyordu
- u Sen bir kitap okuyormuşsun , o kitap nerede? "
dedi ler.
O s ırada ben Maksim G orki 'nin bir romanını okuyor­
dum. Beni götürmeleri için bir bahane gerekti . Bu bahane
de, okuduğum Rus eseri . Onunla suçland ı racaklard ı .
- · Evet , » dedim. a Kitap benim deği l , daha d a oku­
mad ı m . Güneş Salonunun rafında duruyor. •
Po l isler hemen oraya koştular. Raftan kitabı indirdi­
l er. Baktılar ki , M aksim Gork i 'n i n u Ayak takı m ı " adl ı Şehir
Tiyatrosunda oynanan piyesi . Derken bizi yaka paça alıp,
Emniyet Müdürlüğüne götü rdüler.
Birinci Şuben in üst kattaki m i safirhanesinde gayet gü­
zel bir loca . Al lahtan ki yatakl ı . Pol isler bana
- "Tek yatakl ıda mı yatmak i sters i n , yoksa çift ya­
takl ı da m ı ? .. diye sordular. Ben de
- a Tabii tek yataklıda, .. diye karş ı l ı k verd i m .

A llah razı olsun o devrin polislerinden. Yoksa halim


yamandı. Tam üç gün gayet nazi k muamele gördüm . Üçün­
cü gün sorgular tekrar başladı. Fakat bu kez soru sah i p­
l eri İçişleri Bakanı Fai k Öztrak , Emniyet M üdürü Selahat­
t i n , Va l i Lütfi Kırdar, Sı kıyönetim Komutanı R ıza Artun kal
ATATÜRK'ÜN UŞAGI iDİM 431

g ibi önemli kişi le rd i . Bu idare adamlarıyla aramda şöy le


b i r konuşma geçti :
- · Senin tahs i l i n ne kadar? •
- · Altıncı s ı nıfa kadar . ..
- • Nerel i s i n ? •
- a İzmjrliyi m . Sal i hli'de doğdum . ..
- · Baban nereli ? »
- · O d a o ra l ı .
Derken damdan düşercesine şu soruyu sordu lar
- · Senin Ruslardan tanıdığın falan var m ı ?.>
- • Tü rklerden dahi yok. Ben y ı l larca Atatürk' ü n hiz-
m etinde kaldı m . Tan ıdığım k i mseler ya sofracı, ya şoför,
ya da m i l letveki l i , bakan gibi k i mseler. Yabancı m i l l etten
kimseleri tan ı mam. Bizler daima takipte olduğumuz için
kendi arkadaşlarımdan başkas ıyla i l gi l enmedi m . •
Beni sorguya çekenlere
- uSerbest miyi m ? u diye sordum. İçişleri Bakanı Fa­
i k Öztrak, polis müdürüne
- • Bu adamı niçin getird i n i z ? ,, diye sordu. Sonra be­
n i serbest b ı raktı lar.
Ben i m l e beraber gelen sekiz arkadaş da serbest bı­
ra kıldı. Fakat hepsi bakanl ı k emrine a l ı nmıştı . Bu vaziyet
tam kırk gün sürd ü . Bir gün İsmet İnönü'nün İstanbul 'D
geldiğini duyunca Umumi Katip Kemal Gedeleç'e tel efon
ettim
- · Bi r adamın ifadesiyle sekiz on a i l eyi nası l surün­
dürü rsünüz? • diye sordum.
- a Ben yapmıyorum , kanun yapıyor, .. ded i .
- • Hangi kanunla tevki f ettiniz, hangi kanun l a ser-
best b ı raktınız? Pol is ben i aradı , taradı, ne buldu? Ben i m
i htiyac ı m yoktu r, fakat öbür arkadaşlarım çoluk çocuk sa­
h i b idir. Hiç olmazsa on ların işlerini veri niz,• dedi m .
- · Pekala, onların işlerini veririz , ,, ded i .
Arkadaşlar işlerine alındı. A m a Savarona'ya deği l ,
432 ATATÜAK'ÜN UŞAGI İDİM

başka gemilere. Bana gel ince, tam sekiz yıl pol i si n göz
hapsinde kal d ı m . Beşi ktaş'taki evim i sattım . İzmir'e git­
tim. Orada da göz hapsi devam etti . Baktım olacak g i bi
değ i l .. Kalktım An kara'ya gitti m . Çankaya'da Kemal Gede­
leç'le görüştüm. Kendisinden bu vaziyetin düzelti l mesini
ve tekrar Den izyol larına dönmemi i stedi m . N eyse bu iste­
ğ i m kabul edi l d i . Yeniden gemilere kumanyacı ol arak al ın­
dım.
B u anlatm ış olduğum notlar, konuk olarak kal d ı ğ ı ı n
Emniyet Müdürlüğündeki dosyamda bulunmaktadı r .
Cemal Granda, 13 yıl sürecek olan Atatürk'ün hizmetine girdiği günlerde.
o
ATAT0RK'0N
EN YAKIN HiZMETKARLAR!
Atatürk'iin günlük hayatında onun özel hizmetleriyle uğraşanların hepsi
bir arada. Öndeki ler (soldan sağa) : Tahsin, Tahsl·n ve Cemal Granda.
Arkadakiler (soldan sağa) : Al i , Yusuf ve lbrahlm.

ÖLÜMÜNDEN
SONRA ...
33 YIL
Atatürk'ün çocukları, onun ölümünden 33 yıl sonra ilk defa Hürriyet
Gazetesinin önünde b i r arada. Soldan sağa (arkadakiler) : Kütüphane
memuru Nuri Ulusu, koruma memuru Kemal Özada, baş şoförü Remzi
Öztunç, şoförlerinden Rauf Kızıl kaya (öndekiler) : Garsonu Cemal Granda,
garsonu Sami Ocak, sofracıbaşısı lbrahim Ergüven ve berberi R ı dvan
Gürarı.
Atatürk'ün Ege vapuruyla yaptıgı bir Karadeniz gezisinden sonra R·lze'de
karaya çıkışı. Ata'nın hemen gerisinde kapı ağzında paltosunu taşıyan
Bekir Çavuştur. Cemal Granda ise sağda okla gösteri len şahıstır.

1 Haziran 1 938 yı l ı nda Türkiye'ye ilk defa gelen Savarona yatının


mürettebatı Yalova iskelesinde [soldan sağa): M ithat kaptan, Cemal
Granda, i kinçi çarkçı Muhittin, 2 . K�ptan Adnan, çarkçıbaşı baş makinist
Hüseyin, Dr. Fazıl, Süvari Özeke'nin kızı, elektrik uzmanı Rökoman ve
Yusuf kaptan.
Atatürk'ün terzisi Jan Pilüris
1 934 Haziranından bir hatıra. Atatürk en yakın arkadaşlarıyla bir arada.
(Soldan sağa): Baş yaver Rüsuhi (Savaşçı ) , Sal ih Bozok, içişleri Bakanı
Şükrü Kaya, Nuri Conker. Refik Saydam , Cumhurbaşkanlığı genel
sekreteri Tevfi k Bıyıklıoğlu.

Atetürk'ün • çocukları » Yalova Termal Otelinin havuzunda. (Soldan sağa):


Kadir (sofracı) , Faik (sofracı). Saip (Marmara köşkünün sofracısı),
Atat-Ork'ün köpeği Foks, (simidin üstünde), Ali Bebek (sofracı), Rıdvan
(Ata'nın berberi). Cemal Granda (boynunda simit asıl ı olan), lbrahlm
(sofracı başı).
Cemal Granda Savarona yatında Atatürk'ün çalışma odasında, Atatürk'ün
masası nın başında.

1 938 yılında Savarona yatından bir hatıra. (Soldan sağa): Dördüncü çarkçı
Necip, PoHs Necati ve Cemal Granda.
Cemal Granda 1 936 yı lında · Ertuğrul • yatının güvertesinde yatın
ahçıbaşısı Hayri Usta ile beraber.

You might also like