Professional Documents
Culture Documents
Dizgi ve Baskı:
Erdini Basım ve Yayınevi
Selvilimescit Sok. Güzeller Han No: 6, Alt Kat-İstanbul
Aralık, 1978
(/ ■ >•'
KEMAL ÜSTÜN
MENEMEN OLAYI
VE
KUBİL A Y
(İkinci bası)
ÇAĞDAŞ YAYINLARI
GAZETE, DERGİ, KİTAP, BASIN ve YAYIN
ANONİM ŞİRKETİ
Türkoeağı cad. No. 39 - 41 Cağaloğlu - İstanbul
Kubilay’ın Yaşam Çizgileri*
Yıl 1930
1919’larda, 1923’lerde doğanlar yepyeni ışık
lı bir yolda yürüyorlar ve ileriye bakıyorlardı;
yurdu kurtaran, Cumhuriyeti kuranlarla birlik
te... Geri kalmışlığın gönüllerdeki ezikliği ve bu
rukluğu artık yerini başka duygulara bırakmış...
Her Türk, Gazi Mustafa Kemal’in tutuşturduğu
yaşama sevinci ile dopdolu; yükselme ve çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşma ülküsü ve çabası için
de... Eskiyi, köhneyi ve çağ dışına düşmüş olanı
yıkan ve yerine yenisini getiren devrimler birbi
rini izliyor... Öyle ki; üç yıl sonra Gazi Mustafa
Kemal, Cumhuriyetin 10. yıldönümünü büyük bir
coşku ve mutluluk duyarak kutlayacak, yapılan
lan ve yapmak istediklerini bir bir anlatacak ve
tüm gücüyle «Ne mutlu Türk’üm diyene!» diye
Türk Ulusuna onurla seslenecektir.
Evet, o yıllar bir başka güven dolu, bir baş
ka umut dolu yıllardı. Yepyeni ve layık bir dünya
görüşünü benimsemiştik. Genç ve gelecek ku
şaklar, kurtuluşu ve Cumhuriyetin ilk on yıllık
dönemindeki atılmaları inceleyip araştırdıkça ya
da tarih sayfalarından okuyup üzerinde derinle
mesine düşündükçe, o yılların yüce anlamını da
ha iyi kavrayacaklar; devrimlerin niçin her za
mankinden daha titizlikle korunması gerektiği
ne ve gerçeğine saygı duyacaklar ve O’na yürek
ten bağlı kalacaklardır. Tıpkı, o günleri ve o yıl-
9
lan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, beraber ya
şayanlar gibi, bugün de O’nun izinde yürüyen
ler gibi...
Ancak!
Yine o yıllar; dış düşmanı yenmiş, yurdu kur
tarmış ve Cumhuriyeti kurmuş olan bu büyük
ulusun, içte savaştığı ve savaşacağı daha güçlü
sayılan başka düşmanlan da az değildi: Okur
yazarlıktan yoksun halk yığmlan vardı. Örüm-
cekli, karanlık kafalar vardı. Halkı sömüren, çı
karları bozulan zümreler vardı. Her devirde çı-
karlannı gericilik (irtica) hareketlerine bağlamış
olanlar vardı. Eskisinin özlemini duyan, devrim -
W:1 '
lere diş dileyen sinmiş ve gizliliğe bürünmüş
i şeyhler, müritler, softalar ve yobazlar vardı...
O yıllarda iç düşmanla da savaş gerekli idi.
ıv Ve bu savaş veriliyordu, bir adım bile gerileme
den.
Bir Yurt Köşesi
Menemen
Menemen, İzmir’in 30 kilometre kadar yakı
nında küçük bir ilçedir .Halkının çoğunluğu zey
tincilik, bağcılık ve toprak işleriyle uğraşır, çalış
kan insanlardır.
Kurtuluş Savaşında düşman işgalinin acıla
rını çekmiş ve yiğitlik örnekleri vermiş bir yurt
köşesidir Menemen. İlçeyi düşmana teslim etmek
istemeyen, direnen ve hükümet binasından ay
rılmayan Kaymakam Kemal Bey ve beraberin
deki jandarmalar, düşman kurşunlarına ilk he
def olanlar ve ilk şehit düşenlerdir. Hükümet bi
nasının bahçesinde yükselen Şehit Kemal Anıtı
böyle bir yiğitliğin "öyküsünü simgeler. Menemen
10
liler haklı olarak bu anıtla ve geçmişleriyle övü
nürler. O yıllar Menemen’deki ilkokullardan bi
rinin adı (Şehit Kemal İlkokulu) idi. Bugün, Me
nemen’de biri Kurtuluş Savaşının, diğeri gericilik
kavgasının şehitleri için dikilmiş iki anıt ve on
larm anılarını gönüllerde yaşatan (Kubilay İlk
okulu) vardır. Bunlar, Menemen’in tarihinde
yeri ve değeri olan andaçlardır.
Ancak yine Menemenliler, gerek «irtica» m
burada hortlaması, gerekse olay sonrası yıllarda
bile, ağır yergi ve suçlamalar nedeniyle acıların
acısını benliklerinde duymuş bir halktır. Ama
Menemen halkı, diğer yurt köşelerindeki halkı
mızdan ayrı görüş ve düşüncede olan bir topluluk
değildir. Bir başka deyişle, devrimlerin anlamını
kavramışları ya da geri kalmışlarıyla; okumuşla
rı okumamışlarıyla, varlıklıları yoksullarıyla ve
daha başka nitelikeriyle yurdumuzun öteki böl
gelerinde yaşayanlarla benzerlikleri olan yurt-
taşlanmızdır Menemenliler... İrticaın Menemen’
de görünmesi bir taihsizlik, bir acı olmuştur on
lar için. Böyle bir olay yurdumuzun bir başka
yöresinde çıksaydı yine aynı eziklik ve utanç
duygulan yüreklerimizi yakıp karartmaz mıy
dı? Kaldı ki, olayın gerçek elebaşılannın Mene
men halkıyle uzak-yakm ilişkileri ve bağlantı
ları görülmemiştir. İrticaın ilk kışkırtıcıları olan
altı yobaz o sabah Menemen’e gelmişlerdir. On
lar başka kent ve köylerden de gelseler —yurt dı
şından olmadıklanna göre—• doğup büyüdükle
ri uğrayıp geçtikleri yurt köşelerini ya da halkı
nı toptan suçlamak uygun düşer mi? Hainler,
uygarlık düşmanlan nereli olurlarsa olsunlar sa
dece kendileridir suçlu duruma düşenler. Böyle
11
bir olay toplu bir hareket anlamında olmadığın
dan, Menemen halkını suçlamaya kalkışmak,
özellikle yayınlarda bu görüşü sürdürmek, onla
rı incitmekten ya da bu yurt köşesini lekelemek
ten başka bir sonuç vermez. (*)
Devrim tarihimize geçen bu olay «Menemen
İsyanı» değil «Menemen İrticai», daha uygunu
«Menemen Olayı» dır. 1925’te Doğu Anadolu böl
gesinde başgösteren, ve tümüyle bir «isyan» ni
teliğinde ve görüntüsünde olan hareket «Şeyh
Sait İsyanı» adıyla anılmaktadır. Hareketin te
melinde ve yapısında hem «isyan» hem «irtica»
vardır. Menemen olayı ise, Nakşibendî tarikat
çılarının devrimlerimize yönelmiş çirkin ve vah
şi bir saldırısıdır.
Öyleyse, yıllarca sürüp giden ve Menemen
lilere karşı küskünlük derecesine varan kıya
sıya yermelerin anlamı nedir? Niçin Menemen
halkı isyan etmiş gibi görünmektedir, gösteril
inektedir? Karanlıkta kalan bazı nedenleri araş-
13
sine gitmek üzere yan sokaklardan geçen kimse
lerin görülüp çevrilmeleri ve zorlanmaları, onla
rı, yobazların çevresinde biriken bir kalabalık
haline getirmiştir. Ayrıca dinsel, şaşırtıcı laflar
la etrafta yetmiş bin kişilik şeriat ordusunun (!)
.hazır bulunduğunun; öğleye kadar yeşil bayrak
altına toplanmayanların kıhçtan geçirilecekleri
nin yayılması orada bulunanlardan «bazıları» nı
suçlu duruma sürüklemiştir.
Sözü edilen meydan çevresinden, sokak baş
larından, aralıklardan ve daha uzaklardan, pen
cerelerden durumu izleyenlerin elebaşılarla bir
leşerek, bütünleşerek, isyan ya da irtica hareke
tine katıldıkları asla düşünülemez. O «bazıları»
ise —irticaa yardımcı olanlar— Menemen hal
kım temsil edecek sayıda ve değerde kişiler ol
maktan uzaktırlar, cahildirler ve ayrıca silahla
zorlanmışlardır.
İlk Tepki
14
nu bekçileri—yerinde ve anlamlı bir deyişle —
Menemenlileri temsil etmektedir. Bu da Mene
men halkı için ayrı bir övünç kaynağı değil mi
dir?
Olayın Nedenleri
15
sürükleyen bilgisiz oin adamlarından: «Din el
den gidiyor! Müslümanlık elden gidiyor!...» gibi
homurtular duyulur zazan zaman. Ve bu kan-
dırmacayı geçerli bir görüntüye bürümek için
açık - gizli her türlü hileye başvurulur. Toplumu
yüzyıllar gerisinde bırakan, boş inançlara bağlı,
gerçek din anlayışından yoksun, akıl dışı katı
kurallar yeniliklerle —devrimlerle— bağdaş
maz ve çatışır duruma sokularak bu eğilime yat
kın çevreler sürekli olarak zorlanır ve kışkırtı
lır. İrticaın değişmez yöntemi ve yönetim biçimi
budur işte!
Geri kalmış toplumlarda, dinsel inançlar
açısından, kalabalıkları etkilemenin kolaylığı ve
aldatıcılığı «cihat çağrıları» düzenleyicilerince
iyi bilinmektedir. Uzak ve yakın tarihimiz bunun
acı örnekleriyle doludur. Daha yakın olan 31 Mart
İsyanı, Kurtuluş Savaşımız boyunca yer yer pat
lak veren ayaklanmalar ve Cumhuriyetten he
men sonraki Şeyh Sait İsyanı böyleydi. Mene
men Olayı böyle oldu. Günümûzdekiler de böyle
olmaktadır...
Yukarıda kısaca değinilen ve birbirine sıkı
sıkıya bağlı bulunan her iki nedenin de gericilik
ve ayaklanma hareketlerindeki payı büyüktür.
. Fakat bütün gericilik hareketlerinin kökeninde
tek ve hiç değişmeyen ortak bir amaç vardır:
Özel çıkarlar! Kişisel çıkarlar!...
Çıkarcılar daima cehalet ortamından ve din
çevrelerinden yararlanarak gericiliğe yeşil ışık
yakmışlardır. Bu gerçeğin dününde, bugününde
değişen bir başka neden yoktur. Şayet ortam
değiştirilemezse yarınlar da böyle olacaktır. Ce
haleti yenemedikçe, yurdu ve ulusu yürekten se-
16
veri kuşaklar yetiştiremedikçe; özel çıkarlarım
bilimden, erdemden ve gerçek din anlayışından
üstün tutan «kara-aydınlar» ile «çıkarcı politika
cılar» var oldukça irtica da var olacaktır!...
Bu genel açıklamadan sonra, Menemen Ola
yının arkasında hangi görüntünün bulunduğu
nu inceleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti kurul
duktan sonra Halifelik tarihe karışmış, layik bir
dünya görüşünü benimsemiştik. Türbeler, ma
halle -mektepleri, çağdışı köhneleşmiş kurumlar
yoktu artık. Tarikatçılık, şeyhlik, dervişlik, mü
ritlik, dedelik, seyitlik, babalık, emirlik, naiplik,
halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve
muskacılık kanunla yasaklanmıştı (*).
F: 2 17
Öğretim birliği, şapka - kıyafet ve yazı dev-
rimleri yapılmış, her alanda yenilikler başlamış
tı. Türk toplumu yepyeni bir yaşama ve gelece
ğe yönelmişti...
Yazımızın başında, 1930’lann aydınlık ve
umutlu tablosuna bakarken «Ortaçağ kalıntıla
rı» na değinmiş ve: «... örümcekli ve karanlık ka
falar vardı. Halkı sömüren, çıkarları bozulan
zümreler vardı... Eskinin özlemini duyanlar var
dı...» demiştik.
İşte, sinmiş ve pusu kurmuş olan, fırsat kol
layan bu tutucu, gerici kişiler ve zümre artıkla
rı «uygun bir ortam»ın varlığını hemen sezdi
ler. «Uygun ortam» politik alanda yeni bir aşa
maya geçilmesi idi: 1924’ten sonra 1930’ta ikinci
bir parti denemesine geçilmiş ve (Serbest Cum
huriyet Fırkası) adıyla yeni bir parti kurulmuş
tu. (18 Ağustos 1930)
Devrimleri başlatan, uygulayan ve koruyan
tek parti döneminden daha özgür ve demokra
tik bir yönetime dönüşüyordu politik ortam. Ge
rek yeni kurulan partinin örgütleri arasına sı
zan, gerekse parti dışında bulunan çıkarcı çev
reler ve zümreler kısa zamanda gizlilikten, sin
silikten sıyrıldılar; layiklik ilkesini kendi amaç
larına göre yorumlama ve hatta zorlama göste
rilerine giriştiler. Yeşil bayraklar göründü; la-
19
Yetkili ve Resmî Bir Açıklama
21
bir roman bırakmadı ama; kanıyla yazdığı (Dev
rim Yolu) kitabını armağan etti bizlere, hepimi
ze...
Son Gece
23
koşuyor; koşuyoir, yürüyor... Biz Öğretmeliler içi
mizde düğümlenen duygularla üzgün, kaygılı ka
labalığın arasında aynı yoldayız. Belediye mey
danına yaklaştıkça neler neler görmüyor, neler
sezmiyoruz ki! Meydan çevresindeki kimi yapı
ların duvarları, camian, çerçeveleri makineiitü-
fek mermileriyle delik deşik.. Meydanın camiye
yakın kaldırım kenarında süngülü nöbetçiler
arasında, belden yukarı giysileri soyulmuş sakal
lı üç ceset yatıyor. Makinelitüfek mermileriyle
parçalanmış ve tanınmaz hale gelmiş yobaz ce
setleri!.. Bunlar mi Mehdi, bunlar mı İslâmm ko
ruyucuları! «Bize kurşun işlemez!..» diye haykı
ran bunlar mı? Halk yobazların bu perişan hali
ne ibret ve nefretle bakıyor, bakıyor ve ötekileri
soruyorlar; yaralı olarak yakalananı ve iki Ha-
san’ı.
Geziyoruz, meydanın başka yerlerini: Kubi-
lay’m yaralandığı, başının kesildiği, yeşil bayra
ğın dikildiği; bekçilerin şehit düştükleri yerle
ri... kimse tek sözcük konuşmuyor artık... Çe
kingen, dalgın ve yaşlı gözlerle şehitlerin kan iz
lerine bakıyorlar, gözler birbirleriyle karşılaşı
yor, anlamlı anlamsız...
İşte, 193Q’un 23 aralık salı günü, böyleydi Me
nemen!..
Olay ve Öyküsü...
24 •
bir çardakta günlerce âyinlere dalmışlar; tarikat
mensuplarıyla ve şeyhleriyle ilişkilerini sürdür
müşlerdir. Derviş Mehmet, bu süre içinde onla
ra (esrar) içirerek akıllarını başlarından alma,
tasarladığı yöne ve yöreye sürükleme çabasın
dadır. Mehdi olarak ortaya çıkan Derviş Meh
met, İstanbul’da Erenköy’de bir köşkte oturan
84’lük Nakşidendî Şeyhi Esat’ın güvendiği ve öne
sürdüğü «mürit» lerindendir
Dördü silâhlı, altı kişilik (Şeriat Ordusu!) 23
aralık sabahı erkenden Menemen’e gelirler ve
doğruca çarşı içindeki Müftü camiine giderler.
Camide sabah namazı için gelmiş 8-10 yaşlı ki
şi .yardır. Her şeyden habersiz, ibadet etmekte
olan bu kimseler camiye yapılan silâhlı baskın
dan şaşkındırlar...
Derviş Mehmet, oradakilere kendisini «Meh
di» olarak tanıtır; dini korumaya geldiğini ileri
sürer. Camideki yeşil bayrağı aldıktan sonra, sı
nırda «yetmiş bin kişilik Halife Ordusu» nun bek
lediğini, öğleye kadar şeriat bayrağı altına top
lanmayanların kılıçtan geçirilecekleri tehdidini
de savurur. Bundan sonra, Mehdi taslağı yeşil
sarıklı Derviş Mehmet ve «müritleri» doğruca
Belediye meydanına-yönelirler. O sıralarda ora
dan omuzunda çapasıyla işş gitmekte olan bir iş
çiyi yoldan çevirip bir çukur kazdırır ve yeşil
bayrağı dikerler. Âyetli yeşil şeriat bayrağı artık
bir irtica, bir isyan bayrağıdır! Yobazlar bayrak
etrafında dönerler, dönerler, tekbirler getirirler,
zikrederler... Öyle ki, günlerden beri içtikleri
«esrar» dan sarhoşturlar. Şapka giyenlerin kâfir
olduğunu, yakında fes giyileceğini, şeriata dönü
leceğini; kendilerine kurşun işlemeyeceğini hay-
ki rarak etrafa duyurmaya çalışırlar...
25
Meydan çevresinde, sokak başlarında topla
nanlar şaşkın, çekingen ve korkulu gözlerle olan
ları izlemektedirler. Bir süre böyle geçer.
Bu arada durumu haber alan Jandarma Ko
mutanı Belediye meydanına kadar gelir. Silâhlı
yobazların hezeyanlarını, hallerindeki pervasız
lığı görüp durumu kavrar ve doğruca hükümet
konağına gider; Kaymakamın evine ve kışlaya
Alay Komutanlığına telefon ederek askerî birlikle,
rin yardımını ister. Bu haber üzerine, sabahın er
ken saatinde, her günkü gibi eğitim çaışmaan-
na hazırlanmakta olan birliğin subaylarmdan As
teğmen Kubilay’a görev verilir. Kubilay, henüz
birkaç ay önce askere alınmış olan, takım düze
Î' nindeki birliğiyle hemen yola çıkar. Kendisinde
İ silah, erlerinde mermi yoktur. Asteğmen Kubi-
I'
lay’m takımı her sabah talime çıkar gibi çık
mıştır kışlasından...
Kubilay olay yerine çabuk yetişmek için kış
la arkasındaki yamaçlardan, kestirme yollardan
hızla geçer ve meydana yakın sokaklardan bi
rinde askerlerini durdurur ve süngü taktırır. Son
ra yalnız kendisi ilerler ve onlardan uzaklaşır,
meydana girer. Bu sırada onun ne düşündüğü,
hangi duyguların içinde bulunduğu ve silahlı
olan yobazların karşısına niçin tek başına çıktı
ğı elbette bilinemez...
Her şey çok çabuk gelişmiş ve olup bitmiş
tir: Silahlı bir güruhun karşısına dikilen suba
yın sert bir davranışla onlara seslendiği «tes
lim olmaları» m istediği duyulur, görülür. Tam
bu anda yobazlardan biri silahını doğrultmuş ve
ateşlemiştir. Silah patlar patlamaz aralarında
26
bir mücadele başlar, Kubilay yaralı olarak yere
düşer... Çevredekiler ve uzaktakiler hızla dağı
lırlar. Kubilay hemen kalkar ve yakındaki cami
avlusuna doğru koşmaya başlar. Arkadan ikin
ci bir silah patlarsa da isabet etmez.
Kubilay aldığı yaranın etkisiyle daha fazla
yürüyecek halde değildir artık, cami avlusunda
yığdır kalır. Bu durumu meydandan gören Der
viş Mehmet hain bir düşüncenin eylemine geçer.
Silah sesleriyle uzaktakiler dağılmış ve yobazla
rın cesareti daha da artmıştır. Yeşil bayrağın di
bindeki torbasından testere ağızlı bağ bıçağını
alan Derviş Mehmet öteki yobazlardan biriyle
cami avlusundaki yaralı subaya doğru saldırır
lar... Ve kısa bir mücadeleden sonra Kubilay’m
başını gövdesinden ayırırlar... Derviş Mehmet
bununla da kalmaz, avuç avuç kan içer ve saç
larından yakaladığı başı sallayark meydna dö
nerler... Yobzlar azgınlaşmıştır; gözleri hiç bir
şey görmez. Başı yeşil bayrağın tepesine geçir
mek isterler... Baş durmaz. Silah zoruyla bir ip
buldurur, takar ve bağlarlar kanlı başı direğe!...
Derviş Mehmet kudurmuştur artık. Kanlı ağzıy
la tekbirler getirir; «Ey ahali! ey ümmet-i müs-
limin!...» haykırışlarına yeniden başlarlar. Ve...
Bekçi Haşan
Anma Törenleri
30
ğu şu şiir o günlerin duygularını, acılarını ne
denli içtenlikle yansıtıyor! (*)
KUBÎLAY
31
Öğretmen Zeki Dündar, isyancıların hışmı
na ve saldırısına uğrayarak parça parça edilen
bir devrim şehidi, unutulmuş bir başka Kubi-
lay’dır. O’nun anma günü yoktur, andacı da yok
tur nedense... Hiç bir yıldönümünde ya da ya
yınlarda adından söz edilmez, acı öyküsü anla
tılmaz. Bugün O’nun adını bilenlerin sayısı çok
az olsa gerektir.
Menemen’de Kubilay İlkokulu salonundaki
(Kubilay Köşesi) ne Zeki Dündar’ın da bir fotoğ
rafı konmuştur. Yaşamlarında, ülkülerinde ve
sonlarında benzerlik bulunduğu için... Anılması,
unutulmaması için...
Kubilay adına hazırlanan bu kitabın sayfa
ları arasından Zeki Dündar'ın yüce anısına say
gılar...
Kubilay Anıtı
32
ni Menemen’de Cumhuriyet kurbanı Kubilay na
mına bir âbide yükseltilmesi lüzumunu Türk
gençliğine yakışacak ateşli bir lisanla yazıyor
du. (...) Mektup oğlumdan geldiği için değil, bel
ki onu, Nadir’in mensup olduğu bugünkü Türk
gençliğinin sadık ve canlı bir ifadesi telâkki et
tiğim için kıymet veriyorum. Ve bu fikir ile, bu
his ile işte mektubun bazı parçalarını nakledi
yorum...»
Daha sonra oğlu Nadirin önerisi, duygulan
dırıcı ve düşündürücü izlenimleri...
Kısa bir süre sonra «Anıt Komitesi» kurul
du. Cumhuriyet Gazetesi «Kubilay Anıtı Nasıl
Olmalıdır?» başlıklı bir araştırma önerisi ile bir
likte bağış kampanyasına başladı. Okurlar, sa
natçılar, Güzel Sanatlar Akademisi üyeleri, gö
rüşlerini açıkladılar; bağışlara katıldılar. Çizilen
resimler gazetede günlerce yayımlandı. Ve so
nunda projelerden biri Ratıp Âşir’in projesi se
çildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Kâzım
Paşa’nm (Kâzım Özalp) 31 mart 1931 tarihindeki
bildirisi de şöyledir:
«... Kubilay timsalini taziz için ne yapsak ye
rinde olacağına şüphe yoktur. Bu hakikat ve ka
naate istinadendir .ki, Cumhuriyet Gazetesi’nin
ileri attığı Kubilay Âbidesi fikrinin kuvveden fii
le çıkarılması işini idare etmek üzere teşekkül
eden komitemiz, büyük milletimizin göstereceği
uyanık ve civanmert iştirak sayesinde bu teşeb
büsün pek az bir zamanda tahakkuk edeceğine
emin olarak faaliyete başlamış bulunuyor ve ilk
iş olarak bu beyanname ile maksadını millete
arzediyor.»
F: 3 33
Anıt Komitesi böyle bir bildiriden sonra ça
lışmalara başlanmış ve Menemen’de Ay-Yıldız
Tepe’de devrim şehitlerine lâyık bir anıt inşa et
tirilmiştir. Kubilây Anıtı, gönüllerimizde, Anka
ra’daki Anıt-Kabir’in bir bölümü, bir parçası gi
bidir. 27 Mayıs şehitlerinin mezarları gibi...
Granit taşlardan örülmüş büyük bir bloktan
sonra birbirine kenetlenmiş üç sütunlu Kubilay
Anıtı’nın ön yüzünde mermere işlenmiş Ata
türk’ün Gençliğe Hitabesi (sesleniş) görünmek
te; daha üst planda bu gençliği simgeleyen, elin
de çelik mızrağı ile irticai ezmeye hazır tunç bir
heykel ufukları gözetlemektedir. Anıtın ön ve iki
yan yüzeyine, üç şehidin adı işlenmiştir.
Devrim şehitleri kendilerine çok yaraşan an
lamlı bir görüntü içinde yurt topraklarında son
suz uykulanndadır...
Çamlar arasındaki yoldan Ay-Yıldız Tepe’ye
çıkanlar yükselen anıtın granit taşlarına büyük
kabartma harflerle işlenmiş — bir ant anlamı
taşıyan — şu sözleri okurlar:
34
MENEMEN TÜRKOCAĞI BEYANNAMESİ (*)
Aziz Menemenli!
23 kânunuevvel 1930 salı günü sabahı altı
esrarkeş tarafından yapılan irtica baskınını
unutma! Ve bu tarihi daima kalbinde muhafaza
et ki, Cumhuriyet ve onun mütemmimi olan in
kılâbın kıymeti artsın...
Şimdi sana düşen vazife, Türkocağı’na ma
nen ve maddeten yardım ederek Ocağın inkı
lâptaki ağır ve mühim olan vazifesini teshil et
mektir,.
Türkocağı, senin en samimî muhitindir. Çün
kü o piştar, mürşit ve inkılâpçıdır. Memleketinin
tarihini yükseltmek vazifendir. Bunu mazin, ha
lin ve istikbalin sana emrediyor. Bunu, ey muh
terem Menemenli! Bunu bil! Vakit geçirme, Oca
ğa aza kaydol; onun dileklerine, ihtiyaçlarına
severek iştirak et. Ocağının ağır ve mühim olan
hamlelerine, muvaffak olabilmesine yegâne âmil
seüin yardımındır. Seni yükseltecek Ocağındır.
35
Gazi Mustafa Kemal’in 27 aralık 1930 tarihinde Er
kânı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Baş
kam) Fevzi Paşa’ya (Mareşal Fevzi Çakmak) gön
derdiği mektup (*) :
36
İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve
kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü,
milletin, bizzat Cumhuriyete karşı bir suikast te
lâkki ettiği ve mütecasirler ile müşevvikleri ona
göre takip edeceği muhakkaktır.
Gazi M. Kemal
37
MENEMEN OLAYI ve 1930 BASINI
38
üsttarafı orada, kaçan iki kişi de Manisa civa
rında yakalanmışlardır.
İlk nazarda, işin Manisa’da hazırlanmış ol
duğuna ve onu hazırlayanlarca ve müsait zan-
nolunan Menemen’de tatbik mevkiine konulmuş
bulunduğuna hükmedilmiştir. Ancak, mevkuf
mürtecilerin ilk ifadeleri deli saçmasını andırı
yor. Yoksa bu adamlar yürümeyen teşebbüsleri
neticesinde aralarında evvelce verilmiş bir ka
rar mucibince işi deliliğe mi vuruyorlar?
Müsellah bir çete haline inkılâp ederek fe
na ve kapkara tasavvurlara Menemen’de patlak
verdirmek için günlerce kara seyahati yapmak
ve bir sabah erkenden bütün Menemen’i velvele
ye vermek de pek deli işi değildir. İşin zahirî şek
lindeki tertibat âdeta uzun boylu istihzarat
farzettiriyor. O halde bu mesele etrafında şimdi
lik bilinebilen kısım, bilinmeyen aksama naza
ran pek lâşey hükmünde sayılmak zaruridir.
Manisa’da hazırlanıp Menemen’de tatbike çıka
rılan tertibat bundan ibaret olmamak lâzımdır
gibi görünüyor.
Bu müsellah mürteci çetesi Menemen’de ni
ye muvaffak olmak ümidinde idi? Farzımuhal
olarak bütün Menemen’i ayaklandırsalar ne ola
caktı? Bu takdirde İzmir üzerine yürümeyi mi
hesap etmiş bulunuyorlardı? Hareketin İzmiri’de
dahi muvaffakiyeti için istinat ettikleri ümitler
ve emeller ne di?
Mürteciler Menemen’de bile malihülyalan-
nm hüsranı içinde boğulmuş bulunuyorlar. Bina
enaleyh, tasavvurları neler ihtiva ederse etsin
tabiî kolay kolay hiç bir şeye muvaffak olabile
cek değillerdi. Türk İnkılâbının çelik muhafızları
39
vardır. Ve milletin aklıselimi kolay kolay böyle
dalgalara tutulmayacak kadar kuvvetli ve uya
nıktır.
Mamafih hâdisenin şu halinde dahi ibret alı
nacak bir macera teşkil ettiğine şüphe yoktur.
Son zamanlarda hükümet ihmal ve müsamahası
önünde, hürriyetin memleketimizde alabildiğine
suistimal edildiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz.
İnkılâp istihaleleri namına yeni merhalelere geç
miş bizim gibi bir memlekette matbuat hürriyeti
namma hükümetin bu kadar küfür ile hücuma
maruz kalması, muhtelif tabakalardaki istidat
lara, işte böyle kuvvet ve cür’et imkânları verir.
Şimdi hayretle ve ibretle hatırlatıyoruz:
' 31 marttan evvel biz bir arkadaşla vaziyet
ten müsellem bir tiyatro yazmaya koyulduk ve
eseri bir an evvel bitirip oynatmak için acele
ediyorduk. Bu eserde hürriyete yeni yetişmiş bi
zim memlekette —ve o zaman tahsisen İstan
bul’da — irtica hazırlanıyor, çıkıyor, etraftan ye
tişen hürriyetperver kuvvetlerin savletleri ile
bu irtica bastırılıyor ve nihayet son perde 101
pare top gürültüleri ile kapanıyordu...
O kadar acele ettiğimiz halde yetişememiş-
tik. Hâdise bize takaddüm ederek mesele tiyatro
sahnesi yerine —fakat aynen bizim gördüğü
müz şekil ve surette— memleket sahnesinde
oynanmıştır.
Bunun gibi mefsuh Serbest Fırkanın gafil
müdirlerindeki sakat hareketleri şeametle tav
sif ederken onların himmetiyle zamanın meşi
mesinde tekevvün etmeye başlayan fakat ceni
nini ayan-beyan fark ediyorduk. Mağşuş fikirli,
aslı nesli bozuk birkaç (...) matbuat hürri
40
yeti namına her gün kustukları hezeyanlardan
tabiî böyle neticeler çıkacaktı. Bunda şaşılacak
hiç bir cihet yoktur. Matbuatın hürriyeti mu
kaddes, şahsiyeti de muhterem olmak lâzımdır,
rit edilmiş ve dünya işleri tamamen tefrik olu
nan matbuat hürriyetinin alâkası tevsik edilme
di mi? Ne zamana kadar dikkatsiz ve himmet-
siz hükümetlerin vaziyet karşısındaki takdirsiz-
likleri yüzünden bu memlekette böyle ikide bir
31 Martlar tekerrür edip duracak?
«Şeriat İsteriz!..» davasına gelince, bunun
manası sadece yenilik istemeyiz, demek olduğu
malumdur. Bu, bu memlekette kökünden sökü
lüp atılmak lâzımgelen tarihî bir yeniçeri an’a-
nesidir. Yoksa ne o zaman, ne bu zaman ortadan
din kalkmış değildir ki onu yeniden istemeye
mahal olabilsin. Cumhuriyet Devrindeki yegâne
fark ve faziletli fark, dinin dünya işlerinden ay
rılmış olmasıdır. Günün yirmi dört saatinde iba
det etmek isteyenlere meydan alabildiğine açık
tır, hiç mani yoktur. Yalnız bu devirde din, kul
ile Allah arasındaki vicdanî rabıta halinde tec
rit edilmiş ve dünya işleri tamamen tefrik olu
narak kanunlara tevdi olunmuştur. İşte o kadar.
O halde eğer memleketi karanlık bir mazi
nin yokluk uçurumlarında boğup mahvetmek is
temiyorlarsa ne diyö din ve şeriat istiyorlar?
Memleketin uyanık çocukları pek iyi bilirler
ki, teceddüt ve terakki yolunda adımlar bizim
için hayat, bizi onlardan çekip geri almak iste
yen hareketler de ölümdür. Millî ve İçtimaî ha
yatımıza ona göre çekidüzen vermek mecburi
yetindeyiz. Yunus Nadi
Cumhuriyet, 25.12.1930
41
KORKUNÇ BİR SAHNE
42
haber vermiştir. Kasabanın az olan jandarması
hapishaneyi muhafaza etmekte idi. Eğer bu kuv-'
vet alınırsa hapishaneye hücum edilerek. hapis
leri kaçırmak tehlikesi vardı.
Alay talime hazırlanıyordu. Vakanın bütün
ehemmiyeti belli olmadığı için ihtiyat zabiti Ku-
bilay Bey neferleriyle kasabaya sevkolundu. Ku-
bilay Bey kalabalığı gördü ve Derviş Mehmet’in
hutbesini işitti. Neferlerini geride bırakarak yal
nız başına Mehdi’nin üzerine yürüdü ve yakasın
dan tutarak tevkif etmek istedi. Birdenbire iki
silahlıdan biri tabanca ile Kubilay’ı vurdu. Ya
ralı Kubilay on-onbeş adım ileri fırlayarak ca
miin duvarına dayandı. Mehdi Derviş arkasın
dan koştu, yaralı genç zabitin yakasından tuta
rak sürüye sürüye binek taşma hetirdi ve hançe
rini çıkararak bedbaht gencin başını kesti ve bay
rak demirine geçirip etrafındaki dükkânlardan
birinden sicim bile getirtti. Sahnenin en acıklı
manzaralarından biri, Kubilay’m başının, çeteye
iltihak etmiş olanlarm alkışlan arasında gövde
sinden koparılmış olmasıdır.
V..
Bu inkılâp kurbanının ailesi olan Ordu ve
gençliği taziyet ederiz. İrtica ve fesat, mukadder
olan ağır cezasını görecektir.
Belki Kubilay Türkiye’de teceddüt ve mede
niyet cihadının artık son kurbanı olacaktır.
Hâkimiyeti Milliye
29.12.1930
43
FEHMİ KUBİLAY’IN CANHIRAŞ ŞEHADETI
44
lerin üzerine atılmış ve ikisini göğüslerinden
tutarak: «— Silahlarınızı teslim edin. Vatana hi-
yanet ediyorsunuz. Halkı iğfalden vaz geçiniz...»
demiştir. Bunun üzerine haydutlardan birisi
mavzeriyle ateş ederek Kubilay Beyi ayağından
yaralamıştır. Yaralanan genç mürtecilerin ya
nından çekilmiş ve geriye doğru iki-üç adım at
mış ise de yarasının tesiri ile oraya düşmüştür.
Derviş Mehmet mel’un, yaralı zabitimizin
yanma yaklaşmış belinden bir bıçak çıkarmıştır.
Bu bıçakla Kubilay Beyin başını gövdesinden
ayırmış ve bu başı bayrağın tepesine geçirmiş
tir. Şerir, bu hareketin din nazarında iyi bir şey
olduğunu söylemiş, gene zikre ve bayrak etra
fında dönmeye başlamıştır.
Genç zabitimizin şehit edilmesi yirmi daki
ka sürmüştür.
Tam Shakespeare’in bir sahnesi kadar... Ve
düşününüz ki, bu haile geceleyin kapalı bir yer
de oynanmıyor, güpegündüz, Menemen denilen
bir küçük kasabanın halkla dolu bir meydancı
ğında cereyan ediyor ve bu trajedianm hareket
siz, sâmit seyircileri kimlerdir? Lâik, muasır Tür
kiye Cumhuriyetinin vatandaşları. İşte asıl fe
caat buradadır.
Demek oluyor ki, orada hava, mühit, mane
vî hava, manevî mühit, inkılâpçı, cumhuriyetçi
ve vatanperver Türk gencinin değil; «şerir»,
«vahşi», «haydut», «mürteci» sıfatlarıyle tevsim
ettiğimiz «Tarikatı Nakşibendiye» saliklerinden
Derviş Mehmet’in havası ve muhiti idi. Öyle ol
masaydı bu insan kasabı işini tamamlamak için
yirmi dakikalık vakti bulamazdı. Eğer munit ve
45
hava, Cumhuriyet ve inkılâp prensipleriyle meş
bu bir muhit ve hava olsaydı, Şeyh Mehmet da
ha ilk kımıldanışta tıkanıp yere yuvarlanırdı.
Kubilay’ın canhıraç şehadeti, bize, meseleyi
bu cihetten tetkik ve tetebbu etmek lüzumunu
ihtar etmelidir. Yoksa, bunda ve buna benzer ve
gözlerimiz intikam ateşleriyle dolu olarak Şeyh
Mehmet’ler, Şeyh Hasan’lar, Şeyh Hüseyin’ler
gibi serserilerin üzerine doğru yürümekten bir
şey çıkmaz. Şeyh Mehmet, bir işarettir, bir göl
gedir.
Yakup Kadri
Hâkimiyeti Milliye
31.12.1930
İNKILÂP TEHLİKEDE DEĞİLDİR!
47
günün ucunda irtica bayrağı halinde görmeğe
de müsamaha edilemez.
Türk İnkılâpçılarının en bariz faziletleri; ha-
kikatları olduğu gibi görmek, ne kadar acı olur
sa olsun, onlarla karşı karşıya gelmekten kork
mamaktır.
Tekkeleri kapadık; fakat dervişler yaşıyor!
Medreseleri kapattık; ondan mehcur olanlar
duruyor.
Halifeyi kovduk; fakat saltanat devrinin ni
metleri içinde, o tatlı hatıraları hâlâ zihinlerde
ve ümitlerinde yaşatanların sayısı az değildir.
Şapkayı giydirdik; fakat onu taşıyanların
arasında hâlâ bizi tekfir edenler var.
«Cebrü ikrah karşısında domuz etini yemek
caizdir» diye, şapkayı taşıdığı için nefsini gü
nahtan ve masiyetten tenzih eden ve müteselli
olan biçareler var!
Memleket haricinde mütemadiyen tahrikat
yapanlar da ayrıdır. Bunların, dahil ve hariçte
yaptıkları tahrikâtı bilmeyen yoktur. Menemen
cinayetinde elebaşı olan Derviş Mehmet’in Çer
kez Ethem'in adamlarından olduğu tesbit edil
medi mi?
Uzağa gitmeye hacet yoktur: Daha son fır
ka mücadelelerinde bütün bu haleti ruhiyenin
tezahürlerini görmedik mi?
Belediye intihabatı esnasında, şurada bura
da beliren alâmetler, derinden derine işitilen tek
bir ve tehlil uğultuları, memlekette gizli gizli ho
murdanan, hırsını ve nefretini güçlükle zapteden
bir şeriat fırkasının yaşadığını göstermedi mi?
Yazık ki o vakit, ne Halk Fırkasının daima tehli
48
keleri küçük gören ve müsamaha eden ateşli in
kılâpçıları, ne de Serbest. Fırkanın dünyayı düm
düz gören safdil ve samimî şefleri bunun farkın
da olmadılar. Her iki taraf da, politika hislerinin
tesiri altında tehlikenin seslerine kulak tıkadılar.
Tekrar ediyoruz: Bütün bu menfi âmil ve un
surlar, inkılâp için mutlak bir tehlike teşkil et
mez. En büyük tehlike; mes’ul ve gayrı mes’ul
hükümet ve inkılâp müesseselerinin kayıtsızlı
ğından, müsamahasından ve bilhassa bütün
ufukları pembe gören müfrit bir nikbinliğinden
doğar.
Şurası muhakkak ki, bu cinayette birinci de
recede mes’ul ve kabahatli olanlar; Derviş Meh
met ve arkadaşları değildir. Asıl sebep ve âmil
leri, daha iyi aramak bulmak lâzımdır. Bunlar
dan başka hâdiselerin müsebbibleri arasında, o
acıklı cinayetleri ika edenlerin yanında; cinayet
zeminini ihzara müsaade edenleri, âsilere kanun
haricinde müsamaha ve müsaadekârlıkta bulu
nanları, elhasıl vazifelerini hakkıyla ifa etmeyen
leri de aynı derecede mes’ul tutmalıdır.
(Herhalde Türk vatanının hududunu Mene
men ve nihayet Manisa’nın hudutlarından ibaret
sanan o mecnun ve cahillerden başka büyük
mes’ulleri de aramak lâzımdır. İnkılâbın adaleti
başka türlü tecelli etmez.
Cumhuriyetin kudreti, irtica ve anarşi un
surlarına karşı eğilmekten ve sarsümaktan kat’-
iyen uzaktır. Bu hakikati dostlara ve düşmanla
ra göstermek, aynı zamanda vicdanî ve insani
bir vazifedir. Zira, bunun anlaşılması, vatan da
hilinde olsun, vatan haricinde olsun, inkılâp aley-
F: 4 49
hine kıyam teşebbüsünde bulunanları aklı se
lim, dikkat ve korkuya sevkedecek, dolayısıyla
zaman zaman vatandaş kanının dökülmesine
mani olacaktır.
Siirt Mebusu
Mabmut
Hâkimiyeti Milliye
30.12.1930
50
FEHMİ KUBİLAY
1906 - 1930
«... Vazifeye atılmak için içinde
bulunacağın vaziyetin imkân ve
şeraitini düşünmeyeceksin!..»
Nutuk - Gazi M. Kemal
«Hak bellediğin bir yola yalnız
gideceksin.»
✓ Tevfik Fikret
51
nı bedeline bize verdiği dersi teşrih etmek isti
yoruz.
24 yaşmda, genç ve güzel Kubilay; her insan
gibi yaşamak hakkına, her genç gibi hayatın
zevklerini tatmak hakkına malik olan bu yiğit
delikanlı; taassup ve irtica kuduzlan, şaşkm ve
kansız bir kalabalık ortasında, irticain yeşil bay
rağı etrafında, omuzlarında tüfekleri, ağızların
da salyalaşan zehirleri ile tapınır ve tepinirler
ken hangi saika ile ileriye atıldı? Kara kuvvetin
bu kudurmuş piştarına başlık eden «Mehdi» nin
yakasına sarılmak cesaret ve iradesini nereden
buldu?
Kubilay bu cesareti İnkılâbm büyük kayna
ğından aldı, Şark irticaımda Çapakçur'un kuytu
bir köyünde kara kuvvet eşkıyasının parça par
ça ettiği Zeki Dündar da o mübarek kaynaktan
içmişti.
Kubilay hem bir muallim, hem de bir ihtiyat
zabiti idi. Gözleri kararmış, ruhları bulanmış
silahlı ve külâhlı mültecilerin karşısına vazifeye
atılmak için koştu. O zaman ve o mekânda İn
kılâbı yalnız kendisi temsil ediyordu. İnkılâbı
yalnız o müdafaa edecekti. Tek başına kalmıştı.
İçinde bulunduğu vaziyetin «imkân ve şeraitini»
düşünemezdi. «Hak bellediği» bir tek yol vardı:
İNKILÂP YOLU. İşte o yolu kesmek isteyen eş-
kiya karşısında idi. Durmadı, yalnızlığına bak
madı, hak bellediği yol için, tek başına vazifeye
atıldı... Ve o yol için başını verdi.
Büyük Rehber’in Türk İnkılâbını gençliğe
ithaf ederken gözleri yaşararak, irat ettiği ulvi
hitabeyi Kubilay ne iyi anlamış, ruhuna ne de-
52
rin sindirmiş olduğunu bize bu fedakârlık dersi
ile gösterdi. Zabit Kubilay, vatanının inkılâbı
için kan borcunu böyle öderken, muallim Kubi
lay da meslek arkadaşlarına ve genç nesle en
yüksek ve tesiri en devamlı dersini verdi.
Kubilay’ı, Zeki Dündar’ı, ismi meçhul kalmış
daha nice Kubilay ve Dündar’ları daima tebcille
yadetmek borcumuzdûr. Bu borcu ödemenin en
iyi şekli, onların can ve baş bedeline bize verdik
leri derslerden istifade etmek, İnkılâbın müda
faasına daima hazır bulunmak, vazifeye atılma
ya her an hazırlıklı olmaktır.
Uğursuz hâdisede en büyük yararlığı göste
rerek mürtecilerin kafalarına ilk darbeyi vuran
ve bu yüzden İnkılâp, için şehit düşen bekçi Ha
şan ve Şevki’nin aziz ruhlarını burada hürmet
le hatırlamak bizim için bir millî borçtur.
TERBİYE
1931
53
BİR BELGE (*)
54
şından sonuna kadar esaslı bir şekilde yeniden
İncelenmeğe gerçekten değer.
Memleket çapında yapılmış bir devrimin he
men ferdasında hem de Menemen gibi nisbeten
aydın bir muhitte geçen bu kanlı irtica hâdisesi
etrafında şimdiye kadar bir hayli şeyler yazılmış
olmakla beraber, meseleye el koymuş Harp Di
vanı Savcılığının titiz incelemeleri ve esas mü-
talâaııamesi, Harp Divanınm resmî vesikaları
gibi pek esaslı ve olayları ciddî bir şekilde aydın
latan ilmi bir incelemeye, biz kendi hesabımıza
hiç bir yazıda rastlamış değiliz.
Bu kanlı taassup ve irtica vakasının asıl ele
başıları kimlerdir?...
İsyan nasıl tertip edilip ne yolda tatbik mev
kiine konuldu?...
Rahmetli Kubilay hangi şartlar içinde ve na
sıl canavarca şehit edildi?.,.
Genç subayla birlikte şehit edilen iki bekçi
niçin öldürüldüler?...
Kimler suçlu görülerek ölüm cezasına çarp
tırıldılar ve asıldılar?...
Hangi sanıklar bir yıldan yirmi dört yıla ka
dar çeşitli hapis cezalarma mahkûm edildiler?...
Ve nihayet kimlerin suçsuzluğu anlaşılarak,
beraatlerine karar verildi?...
îşte bütün bu soruları cevaplandırabilmek ve
Türk Devrim Tarihini kaleme alacak geleceğin
Türk tarihçisine dayanabileceği ilmi esaslar ve
malzeme sağlıyabilmek amacı ile aylar süren yo
rucu bir araştırma ve çalışmanın sonunda şu
okuyacağımız satırlar meydana geldi.
İlâveye lüzum görmüyoruz ki bu, sayfalarda
55
konuşan, resmi ve salahiyetli sözler, kasmaklar
dır. Bütün bilgiler ve vesikalar «1930 Menemen
hâdisesi» dolayısiyle Menemende kurulmuş olan
«Divanıharbi örfî» nin resmî zabıt ve kayıtların
dan ve dosyalardaki resmî vesikalardan alınmış
lardır.
53
sütçü Mehmet ve Emrullah oğlu Mehmet’in ve
Ali oğlu Haşan ve Nalıncı Haşan ve tatlıcı Hüse
yin ve kahveci çırağı Mustafa ve topçu çavuşu
Hüseyin ve Keçilili Himmetoğlu Süleyman çavuş
ve pabuççu (eskici) Hüseyin oğlu Ali ve Giritli
Mehmet’in bacanağı posta sürücüsü Kâhya İs
mail ve Giritli Mehmet’in diğer bacanağı Ahmet
ve Giritli Mehmet’in analığı Rukiye ve sütçü
Mehmet’in damadı Koca Mustafa ve sütçü Meh
met'in kardeşi Hacı İsmail oğlu Hüseyin ve diğer
oğlu Haşan ve Osman oğlu Haşan ve Mehmet
oğlu Ahmet ve Hacı Hüseyinin hemşiresi kızı
Fatma ve Hacı Ali oğlu Mustafa ve Görüce kö
yünden Abdülkerim ve Menemen’den müezzin
Abdullah oğlu Hafız Ahmet ve Menemen’den
Ramiz ve Harputlu Mehmet ve Sümbüllü Mehmet
ve Abbas ve Rasim ve arabacı Hüseyin ve Çinge
ne Ali ve bakkal Ali Mazlumaki ve Yusuf oğlu
Kâmil ve İbrahim oğlu İsmail ve Çataklı Süley
man ve Musevi Hayım oğlu Jozef ve Gözlükçü
Ali ce tütüncü Haydur ve Hoca Saffet ve Mani
sa’dan Giritli Mezlumaki İbrahim oğlu İsmail ve
bıçakçı Mustafa ve Çakıroğlu Ramazan ve Boz-
alan muhtarı Ahmet oğlu Mustafa ve azadan
Mustafa oğlu Mustafa ve Mehmet oğlu İsmail ve
Mehmet oğlu İbrahim ve Halil Haşan ve bekçi
Ahmet oğlu Hüseyin ve Hüseyin oğlu İbrahim ve
Ahmet oğlu Mehmet ve Manisa’dan Keçeci Süley
man ve Hafız oğlu Simsar Mustafa ve Paşaköy’-
den Simavlı Osman ve bakkal Mehmet oğlu Ab-
rurrahman ve arabacı Bekir ve Ahmet oğlu Eyüp
ve Koca Haşan oğlu Hüseyin ve Menemen’den
Raşit oğlu İbrahim çavuş ve Boşnak Ahmet ve
Boşnak Mümin ve müezzin Hacı Ahmet ve Kay
57
serili Hacı Ali oğlu Mehmet ve imam Mustafa oğ
lu Hacı Hüseyin ve Sadık Dede ve Hacı Kerim
oğlu İbrahim ve Mehmet oğlu İbrahim ve Haşan
oğlu İbrahim ve Paşaköy’den Mustafa oğlu Sü
leyman ve Keçili köyden Hacı İbrahim oğlu Ah
met ve Manisa’dan, sanık Mehmet Emin’in ana
sı Hasibe ve kansı Emine ve kız kardeşi Halide
ve Fatma ve mektul sütçü Mehmet’in kansı Ke-
ziban ve İstanbul’da Erenköyde oturan Erbilli
Şeyh Esat ve oğlu Mehmet (*) ve Rizeli tabur
imamlığından emekli Laz İbrahim ve imam İl-
yas ve Rifat oğlu Mutaf Süleyman ve Hatip Ce
mal ve İzmir’de oturan Hoca Mehmet Ali ve ma
nifaturacı Osman ve bacanağı Murat Mustafa ve
Ali Paşaoğlu ve katmerci Haşan Hüseyin oğlu
Mehmet ve Lütfi Dede’nin Halil ve fırıncı Mus
tafa oğlu Ahmet ve tarakçı Hüseyin oğlu İbra
him Ethem ve çulha Mehmet Çavuş ve Kurabiye
ci Ahmet oğlu Hacı Haşan ve terzi Talât ve saat
çi Hüseyin ve Alaşehir Şeyhi Ahmet Muhtar ve
Manisa’nın Rahmanlı karyesinden Hacı Hafız
oğlu Ali Osman ve Şeyh Hacı Hilmi ve Haşan oğ
lu Ayan Mehmet ve Kara Ahmet oğlu Ali ve
Mehmet oğlu Ali ve Ak Mehmet oğlu Mehmet ve
Ahmet oğlu Halil ve Kırlı oğullarından Mustafa
oğlu Mehmet ve Bektaşi Bekir mahallesinden
Hatuniye camii müezzini tütüncü Haşan oğlu
58
Haşan ve Muradiye karyesinden Aslan oğlu Şa
ban ve Çerkezköyün’den Ömer oğlu Ahmet ve
Horozköy’den Sadettin oğlu Nureddin ve Müs
lim oğlu Halit ve İbrahim oğlu Mustafa ve Mus
tafa oğlu Sadi ve Abidin oğlu Tahsin ve Yasin
oğlu Küçük Osman ve Yenioğlu Haşan ve Ahmet
oğlu Abidin ve Ahmet oğlu İbrahim ve Necip oğ
lu Mevdut ve Ragıp oğlu Osman ve Muhtar oğ
lu Haşim ve Muhiddin oğlu Ali ve Koçmidilli
Haşan oğlu Ahmet ve Yakup oğlu Ali ve Salâ-
haddin oğlu Naşit ve Avukat Haşan Yevmi ve
sanık Nalıncı Hasan’m dayısı Mavnacı Dadaylı
Haşan haklarında açılan ilk tahkikat evrakını
baştan aşağı okudum.»
Savcının Mütalâası
59
larda çeşitli mahallerde yapılan toplantılara ve
bunda Erenköy köşkünün (yani Erbilli Şeyh
Esat'ın) oynadığı rollere geçerek hâdisenin ma
hallî ve mevziî olmayıp, şümullü ve geniş bir sa
ha üzerinde cereyan ettiğini göstererek sanıklar
şebekesini meydana çıkaracağım ve bunların
devlet otorite ve haysiyeti üzerindeki maksatla
rının tecelliyatmı ve suç unsurlarmı ve delilleri
ni tetkik ve tahlil ederek suçun vasfını ortaya
koyacağım.»
-Ondan sonra da cezaî mesuliyetlerinin te
mas ettiği kanun maddelerini göstereceğim. Böy-
lece tahkikat safhaları hakkında takip edece
ğim mütalâamın seyredeceği anahatlan üzerin
den yürüyerek iddianamenin bir krokisini çiz
miş oluyorum.»
60
(asılmıştır), Keçili Himmet oğlu Süleyman Çavuş
(asılmıştır), Pabuççu (eskici) Hüseyin oğlu Ali
(asılmıştır) hazır bulundukları halde yapılan
toplantıda vaka hakkında görüşmeler yapılmış
ve bu müzakerede hâdisenin cereyan sureti ve
silahların tedarik şekli kararlaştırıldıktan sonra
Giritli Mehmet evvelâ kendisi Şamdan Mehmet
ve sütçü Mehmet’le Paşaköy’e hareket edeceğine
ve bir gün sonra da Paşaköy’de Emrullah oğlu
Mehmet, Ali oğlu Haşan, Nalıncı Haşan, Çakır-
oğlu Ramazan’m (yaş haddi yüzünden hakların
da verilmiş olan ölüm cezalan ağır hapse çev
rilen üç sanık) kendilerine katılacaklarım söy
ledikten ve gereken talimatı verdikten sonra ora
da hazır bulunan Topçu Çavuşu Hüseyin, kah
veci çırağı Mustafa, tatlıcı Hüseyin ve Keçili
Himmet oğlu Süleyman çavuş ve pabuççu Hüse
yin oğlu Ali de (bunların hepsi idama mahkûm
olup asılmışlardır) silahlanarak bilâhare arka
larından gelip kendilerine katılacaklannı vaad-
etmişlerdir.»
61
le bir gün sonra hareket edip kendilerine katı
lacak olan Emruilah oğlu Mehmet Emin, annesi
Hasibe, karısı Emine, kız kardeşi Halide’nin ma
lûmatı altında ve hattâ bu meyanda sanıklardan
Hafız oğlu Simsar Mustafa’dan alacağı olan pa
ranın karışma veya anasına verilmesini tembih
ettikten sonra Ali oğlu Haşan, Nalıncı Haşan ve
Çakır oğlu Ramazan’la beraber araba ile Paşa-
köy’e gelmiş, arabacı bunları Giritli Mehmet’in
bacanağı Ahmet’in evine götürmüştür.»
«Burada Ahmet bunlara yiyecek çıkarıp ye
dirdikten, çantalarına yemek koyduktan ve mu
vasalatlarından tam yanm saat sonra Rukiye’1-
nin evinden aldıkları silahlarla ve beraberlerine
(Kıtmir) dedikleri köpekle beraber hep birlikte
gece yarısı Paşaköy’den çıkıyorlar ve Bozalan’a
hareket ediyorlar.»
«Sanıklar on bir saat yürüdükten sonra
(Sümbüller) köyü yolunda bir çamlıkta, su ke
narında geceyi geçiriyorlar. Burada Çakır oğlu
Ramazan kendilerinden ayrılıp habersiz kaçı
yor ve Manisa’ya avdet ediyor.»
«Su kenarında uykudan kalkan sanıklar, ar
kadaşlarından birisini kaybettikten sonra, yürü
yerek (Bozalan) köyü kenarına geliyorlar. (Bu
köy sütçü Mehmet’in köyüdür). Sütçü Mehmet
köye girip akrabasına haber veriyor. Sütçü Meh
met'in damadı Hoca Mustafa bunları çay kena
rında karşılayarak evvelden hazırladığı bir boş
odaya alıp misafir ediyor.»
«Bu eve Hoca Mustafa da dahil olduğu hal
de (bu smk da idama mahkûm edilip asılmıştır)
Sütçü Mehmet’in kardeşi Hacı İsmail (bu da
62
asılmıştır), Hacı İsmail’in oğlu Hüseyin, bu sa
nık da babasile birlikte ölüm cezasma çarptırıl
mış, şubat ayının 3/4 gecesi idam hükümleri in
faz olunurken tam idam edileceği sırada kaçıp
kurtulmaya muvaffak olmuş, bir müddet dağlar
da dolaşmış, fakat bilâhare dağda yakalanıp
Menemen’e getirilmiş ve hakkındaki hüküm in
faz olunmuştur.) ve diğer oğlu Haşan her üçü
beraberce yemek getiriyorlar. Burada Giritli
Mehmet Mehdiliğini ilan ediyor. Bu Mehdilik ila
nım köyde işitmedik kimse kalmıyor. Bu meyan-
da köy ihtiyar heyeti (Muhtar Molla Ahmet oğ
lu Mustafa, âza Mehmet oğlu İsmail, âza Meh
met oğlu İbrahim, âza Halil oğlu bekçi Ahmet
oğlu Hüseyin) bile keyfiyetten haberdar oluyor
lar. (Bu köy muhtan ve ihtiyar heyetinin üç üye
si üçer yıl ağır hapis cezasma çarptırıldılar.)
«Bu köyden Osman oğlu Haşan ve Mehmet
oğlu Ahmet sanıklara hitaben Emiralem karako
luna uğrayıp orada bulunan iki jandarmayı öl
dürüp silahlarım almalarını ve kendileri de ar
kalarından Menemen’e gelip yardım edecekleri
ni söylüyorlar. Bunlar da ağır hapis cezasına
çarptırılmışlardır.)
«Bir hafta kadar Bozalan köyünde kalıp bu
köyde Mehdiliğini ilân eden Giritli Mehmet, bu
durumdan hükümetin haberdar olup olmadığı
nı anlamak maksadile kardeşi Hacı İsmail’in
hemşiresinin kızı Fatmayı ve Hacı Ali oğlu Mus-
tafayı, güya çeyiz tedariki bahanesiyle Manisa’
ya gönderiyor. Bu tetkik heyeti Manisa’da bulu
nan Sütçü Mehmet’in karısı Kezban’dan durumu
anlayıp, avdet ediyor.»
63
«Heyetin getirdiği haber kötüdür: Mehdilik
dedikodusu Manisa’da duyulmuştur. İşte hükü
metin keyfiyetten haberdar olduğu haberi geti
rilince Giritli Mehmet’in emriyie köy civarında
ki çamlıkta Mehmet’in kardeşi Hacı İsmail de
Hoca Mustafa (bu iki sanığın idama mahkûm
edilip asıldıklarını söylemiştik) tarafından bir
kulübe inşa ediliyor. Bu kulübede tam bir hafta
esrar içilmek suretiyle zikre (*) devam eden sa
nıklar 1930 yılı (Aralık ayının yirmi üçüncü salı
günü Menemen’e gitmek üzere yola çıkmayı ka
rarlaştırıyorlar.»
«Salı gecesi, esrarkeş Mehdi başta (Kıtmir)
adını verdikleri köpek de dahil, hep beraber yo
la çıkıyorlar. Evvelden haberdar edildiği için
(Görece) köyünün berisindeki kömür ocağında,
Hacı İsmail oğlu Hüseyin (tam asılacağı sırada
sehpanın yanından dağa kaçıp, sonra yakalana
rak asılan sanık) tarafından yakılan ateşte ısın
dıktan ve oraya gene evvelden haberdar olduğu
için, Görece’li Mustafa oğlu Abdülkerimin (bu
sanık muhakemesi sırasında ağır hastalanıp İz
mir memleket hastanesinde tedavi altında iken
ecelile öldüğünden hakkında verilmiş olan idam
hükmü bu suretle infaz edilememiş ve sukut et
miştir) getirdiği yemek de yenildikten sonra bun
ların rehberliği ile yollarına revan oluyorlar...»
64
«Kafile (Hasanlar) geçidine varınca orada
Kayıkçı Mehmet’in kayığı ile beri tarafa geçi
yorlar, Menemen’e yollanıyorlar...»
«Sanıklar Menemen kenarına geldiklerinde
Zeytinlikte biraz durup dinlendikten ve burada
Giritli Mehmet avenesinin hepsine çifte çifte es
rarlı sigara dağıtıp verdikten sonra hepsi du
manlı ve sarhoş kafalarla Menemen’e giriyorlar
ve saat altıyı yirmi geçe Müftü camiine giriyor
lar.»
«Bu camide sanıklardan Nalıncı Haşan (İn-
nâ Fetahnâleke) sûresini okuyarak mihraptaki
bayrağı alıyor, hep birlikte cami içinde bekliyor
lar ve camiye gelenleri, Mehdi (yani Giritli Meh
met) dine davet ediyor ve Mehdi olduğuna dair
bunun nişanesi olan (Kıtmir) dedikleri köpeği
ni kendilerine gösteriyor.»
«Namaz kılındıktan sonra sahte Mehdi ce
maati bayrak altına davet etmeye başlıyor ve
buna icabet eden, isimleri meçhul, bazı şahıslar
bunlarla birlikte Belediye meydanlığına doğru
camiden ayrılıyorlar.
«İçlerinden Abdullah oğlu Müezzin Hafız
Ahmet (idama mahkûm olup asılmıştır) sanıkla
rın camiye geldiklerini görmüş, vakayı hüküme
te haber vermeyi hatırına dahi getirmeyerek sa
nıklar camiden ayrıldıktan sonra minareye çık
mış, minareden silah atmış ve kendi ifadesine
göre, etraftan gelecek yetmiş bin kişiyi bekleme
ye başlamıştır.»
«Belediye meydanlığında sanıklar biraz kal
dıktan sonra bayrağı omuzlayarak ve hep birlik
te tekbir getirerek şehri dolaşmaya başlıyorlar
ve rast geldiklerine:
F: 5 65
«— Müslüman mısınız? itikadınız var mı?
diye soruyorlar ve kendilerinin bayrağı altına
girmelerini aksi takdirde kılıçtan geçirilecekleri
ni; ortada hükümet olmadığını herkesin dükkân
larını kapayarak kendilerine katılmalarını, arka
larından (70.000) kişinin gelmekte olduğunu;
top, tüfek bütün kuvvetin Mehdi huzurunda du
rup bir iş göremeyeceğini bağırarak mahalleleri
dolaşıyorlar.»
66
ve Sünbüllü köylü Mehmet (bu sanığın idama
mahkûm edilip asılan Ali Osman oğlu Mehmet
olması muhtemeldir) bunlara katılıp gene hep
birlikte tekbir alarak belediye önüne avdet edi
yorlar..»
Müftü camiinin minberinden alınmış olan
bayrak burada Menemenlilerden arabacı Hüse
yin (idama mahkûm olup asılmıştır) tarafından
meydanlığa açılan bir çukura dikiliyor. Gene bu
rada sanıklar tekbirlere ve yukarıda arz ettiğim
şekilde nidalara başlıyorlar ve ellerinde silah ol
duğu halde sancak etrafını dolaşıyorlar. Bir kıs
mı da yerden aldığı toprağı etrafa serpiyor.»
«Jandarma yazıcısı Ali Efendi hadiseden
haberdar edildiğinden arkadaşları dört jandar
maya silahlarını almalarını tembih etmiş ve ken
dilerini beklemeden doğruca Giritli Mehme Jm
yanma giderek ne istediklerini sormuş. Mehdi
Giritli Mehmet bu jandarma yazıcısına hitaben:
/<— Git kumandanına haber ver de o gelsin!
Bana top, kurşun işlemez!...» demiştir. Bunun
üzerine geri dönen Ali Efendi keyfiyetten jandar
ma bölük kumandanı Fahri Bey’i (bu sabay hak
kında savcılık, 16 sayı ve 31/1/1931 tarihli tez
keresinde (vazifede ihmal ve terahiden sanık
gayrı mevkuf Menemen Jandarma Kumandam
Fahri Bey hakkındaki evrakın, suçun mahiyeti
itibarile askerî mahkemelere devrine karar ve
rildi denilmektedir) haberdar etmiştir.»
«Evinde vakadan haberdar edilen Menemen
Jandarma Bölük Kumandam Fahri Bey doğruca
âsilerin yanma gidiyor ve tam bir asker tavrı ile
ve hükümetin şerefine yakışacak surette Meh-
dî’ye hitaben:
67
«— Ne istiyorsunuz?... Buradan derhal da
ğdın! Diyor. Giritli Mehmet de:
«— Ben Mehdî’yim! Şeriatı ilan ediyorum.
Bana kimse mukavemet edemez; çekil karşım
dan! Diyor. Bu söz üzerine âsiler orada toplanan
seyirci Menemen halkı tarafından el çırpmak
suretiyle alkışlanıyorlar...»
^Durumun vehametini anlayan Jandarma
Kumandanı Fahri Bey tedbir almak üzere ora
dan çekiliyor ve hükümet binasına gelip bu gi
bi hallerde kanunun icaplarına tevessül ile Alay
dan asker ve kuvvet istiyor. Telefon başında in
tizar eden Fahri Bey, askerle gelen Kubilay Bey’-
den bir haber bekliyor.»
«İhtiyat zabit vekili Kubilay Bey süngü tak
mış askerini, Belediye meydanlığındaki kahve
önünde bıraktıktan sonra, kendisi öne atılarak
âsilere dağılmalarını söylüyor ve Mehdîlik tas
layan Giritli Mehmet’i kolundan tutarak çekiyor.
Buna Giritli Mehmet silah atmak suretiyle mu
kabele ediyor ve zabit vekili Kubilay Bey’i ağır
bir surette yaralıyor.»
«Yaralanan Kubilay gene tam bir metin as
ker tavrile oradan ayrılıyor, arkasından ikinci
defa atılan kurşun kendisine isabet etmeden
hükümetin arkasındaki avluya kendini atıyorsa
da aldığı birinci kurşun yarasından bitap düştü
ğü için uzaklaşamayarak oraya düşüyor...»
«Yaralı Kubilay Bey’in oraya düştüğünü her
nasılsa haber alan Mehdi Giritli Mahmet asker
lerin kaçmasından ve halkın el çırpmasından ve
bu suretle kendisine gösterilen müzaheretten
cüret alarak ortalığa bir dehşet havası salmak
68
r
(!
da halk arasından kaçıp sıvışıyorlarsa da Mani
sa’da yakayı ele veriyorlar.»
«Vakanın akış şekline ve sanıkların halka
hitaben vaki beyanlarına, halkı bayrak altına
davet etmelerine ve maksatlarının husulü için,
vaki müdahaleye silahla'mukabele suretiyle, hü
kümet kuvvetine karşı gelmelerine ve en niha
yet canlı bir nokta olarak, «hükümet yoktur» de
melerine ve aşağıda arz edeceğim veçhile tari-
kati teşkildeki gayenin, hükümetin tebdili ve
saltanat idaresinin iadesi gibi hususlardan iba
ret olduğunun toplantılarında bahis mevzuu
edip müritlerine de bu suretle telkinlerde bulun
malarına nazaran muhtevası itibarile bu suç,
tam unsurları tekemmül etmiş ve Türk Ceza Ka
nununun 146. maddesindeki devlet kuvvetleri
aleyhine işlenmiş suç nevilerindendir.»
«Manisa’da başlayarak Menemen’de sona
eren ve bir irtica hareketini tam manasile ifade
eden bu safhada arzettiğim şu hâdise, akış su
retini ve uğradıkları yerlerde sanıkların rolleri
ni açıkça bize anlatan sanık Emrullah oğlu Meh
met Emin, Nalıncı Haşan ve Ali oğlu Hasan’ın
kendi ikrar ve itirafları ve bütün sanıkların ken
di hareketleri hakkında kısmen sarih ve kısmen
tevilli ikrarları ile sabit oluyor.»
«Bu arada âsi Mehmet Emin’in eniştesi, sa
nık Keçilli Süleyman’ın, Manisa’da silahları te
darik sureti ve hareketlerinden akrabasının ve
bu meyanda sanıklardan Hâfız oğlu simsar kâ
tibi Mustafa’nın haberdar oluduğuna dair çok
açık ikrarı ve aynı halden sanık bulunan Bozalan
köyü ihtiyar heyetinin de inkârları hilâfına, köy
de bulunduklarından, sanıkların geldiklerinden
70
haberdar olduklarına dair içlerinden Halil oğlu
Hasan’m ikran ve bütün köylünün işitmiş olma
larından dolayı kendilerinin haberdar olmadıkla
rı iddiasının gayri varit görülmesi ve keza Boza-
lan’dan Manisa’ya gönderilen iki kişilik heyetin
ifadeleri ve kayıkçı Mehmet’in şahadeti ve sanık
müezzin Abdullah oğlu Hafız Ahmet’in «70.000
kişiye bakmak için minareye çıktım!...» yolun
daki kısmen tevilli ikrarı; el çırpmak zikretmek,
silah atmak, ip vermek, çukur kazmak, sigara
vermek, halkı bayrak altına davet etmek gibi
hareketlere iştirak edenler hakkmdaki kuvvetli
şahadet en nihayet Menemen hâdisesini ika eden
asıl sanıkların itiraf ve ikrarları ve buna mun
zam kuvvetli şahadet, doktor raporu ve sanıkla
rın ikrarları arasında müşterek vasıf noktasın
dan bulunan esaslı mutabakatlar ve bunların
sari olduğunu diğer sanıkların ikrarları ile olup
bitenlerle mutabakatı tasdik edilmiş olması gibi
yekdiğerini tamamlayıp zincirleyen delillerle
anlaşılmaktadır.»
Suç ve Ceza...
71
Keçilli mutaf Süleyman Çavuş, papuççu Hüseyin
oğlu Ali, bir taraftan azim (yola çıkmış, azm
etmiş) olmak itibarile hemfiil, diğer taraftan 65.
maddenin birinci ve ikinci bendlerinde bahis
mevzuu edilmiş suçun işleneceğine dair talimat
vermelerine ve arkalarından silahlanıp gelecek
lerini vaadetmelerine nazaran da fer’an zimed-
hal bulunmaktadırlar.»
«Sanıkları araba ile götüren Giritli Meh
met’in bacanağı posta sürücüsü Kâhya İsmail
ve Paşaköy’deki evinde âsileri misafir eden Gi
ritli Mehmet’in diğer bacanağı Ahmet ve Giritli
Mehmet’in analığı Rukiye ve yemek veren ve
kulübe tesis eden Bozalanlı Koca Mustafa (Sütçü
Mehmet’in damadıdır ve idama mahkûm olup
asılmıştır), kardeşi Hacı İsmail ve Hacı İsmail’in
oğulları Hüseyin ve Haşan ve sanıklar Bozalan-
da bulundukları sırada hareketleri itibarile ken
dilerine müzaheret vaadeden, gene aynı köyden
Osman oğlu Hâşan, Mehmet oğlu Ahmet, Boz-
alan’dan Manisa’ya giden iki kişilik heyetten,
rolleri itibarile sanıklarla iştirakleri olan, Hacı
İsmail’in hemşiresinin kızı Fatma, Hacı Ali oğ
lu Mustafa ve Görece köyünden Abdülkerim ve
Menemen’den Müezzin Abdullah oğlu Hafız Ah
met ve Menemen’den âsiler içine katıldığı ve
mahalleleri dolaştığı anlaşılan Ramiz ve keza
âsilere karışıp zikir ederek sancak altına koşan
Harputlu Mehmet ve Sümbüllü Mehmet taban
ca atmak suretiyle memnunluğunu belirtip nü
mayiş yapan Salim oğlu Boşnak Abbas, halkı
bayrak altına davet eden Rasim, bayrağın dikil
mesi için çukur kazan Arabacı Hüseyin, şehit
subayın kesik başım bayrak direğini elektrik di
72
reğine bağlayabilmek maksadıyla ve ip getir
mek suretiyle cinayete maddeten iştirak ettiği
anlaşılan Yusuf oğlu Kâmil, âsilerin bütün fiille
rini, tasvip edici bir surette el çırparak alkışla
mak suretiyle suçlarına katıldıkları anlaşılan Me_
nemen halkından İbrahim oğlu İsmail ve Çitak-
h Süleyman ve Çingene Mahmut oğlu Ali ve
bakkal Ali Mazlumaki ve Yahudi Hayım oğlu
Jozef ve Gözlüklü Ali ve Tütüncü Haydar fiilde
fer’an medhaldardırlar...»
«Diğer sanık, hâdisenin elemanlarından olan
Hoca Saffet Efendinin oynadığı rolle fiilde azim
olmak dolayısıyle faili aslidir.»
Bu saydığım (36) sanıktan hemfiil olanların
hareketi Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin
birinci fıkrasına, fer’an zimmedhal olanların ge
ne aynı maddenin ikinci fıkrasına ve şehit Ku-
bilay Bey’le iki bekçinin öldürülmelerinden do
layı içtima-ı ceraim (suçların birikmesi) hüküm
leri nazara alınarak 449. maddenin ikinci ben
dine ve diğer sanıklardan olup asıl sanıklarla
fiilde iştirakleri tespit edilemeyen ve yalnız si
lah verdikleri anlaşılan Manisa’da oturan Girit
li Mazlumaki ve İbrahim oğlu İsmail ve bıçakçı
Mustafa’nın 150. madde ve evvelce sanıklara iş
tirak ederek yola çıkan Hüseyin Çakıroğlu Ra
mazan yoldan kaçarak kasdeylediği fiilin icra
sından ihtiyarı ile vazgeçtiğinden 61. maddenin
son fıkrası delâleti ile kendisine tamam olan kı
sım için ceza verileceğinden bunun hareketi kö
tü niyetle fesat heyetini hükümete haber ver
memekten ibaret olduğundan 151. maddeye
(çünkü 146. maddedeki teşebbüs tabiri gerek
nakıs olsun, gerek tamam olsun müsavidir Ka-
73
nun yapıcısı bu teşebbüsü icraî ve fiilî teşebbüs
manasında almıştır. Binaenaleyh kendi ihtiyari-
le vazgeçtiğinden nakıs teşebbüs halinin de hu
sule gelmemiş olmasma göre ortada mezkûr
maddede bahis mevzu hal yoktur. Olsa olsa müs
takil suç mevcuttur ki, o da vaki harekete göre,
151. maddede yazılı olan suçtan ibaret kalmak
tadır) (*).
«Sanıklardan, âsilerin köylerine geldiklerini
ve uzun müddet kaldıklarını ve kulübe tesis et
tiklerini bildikleri ve suikastlerini tabiatile öğ
rendikleri halde hükümete bu hususta haber
vermemeleri, fiildeki kötü niyetlerine bir delil
teşkil eden Bozalan ihtiyar heyetinden Muhtar
Ahmet oğlu Mustafa, üye Mustafa oğlu Musta
fa, üye Mehmet oğlu İsmail, üye Mehmet oğlu
İbbrahim ve Halil oğlu Haşan ile köy bekçisi
Ahmet oğlu Hüseyin (bunlar üçer yıl ağır hapis
cezasına mahkûm edilmişler ve bu suretle so
rumlulukları Örfî Harp Divanınca da kabul
olunmuştur.) Kanunun 279. maddesi delâletile
memur olduklarından 151. madde de nazarı dik
kate alınarak gene 151. maddenin birinci fıkra
sına ve sanıklan kötü niyetle haber vermeyen
Bozalan köyünden Hüseyin oğlu İbrahim, Ahmet
oğlu Mehmet ve Manisa’dan Keçilli Süleyman
ve Hafız oğlu Simsar kâtibi Mustafa ve Paşa-
köy’den Simavlı Osman ve bakkal Mehmet oğ
lu Abdurrahman ve arabacı Bekir ve Ahmet oğ
75
Erenköy’de oturan Erbilli Şeyh Esat meselesine,
naklederek aynen şunları söylüyor:
«Bu safhaya hitam verdikten sonra şimdi
asıl bu safhanın kaynağına doğru yükselerek is
yan hâdisesini hazırlayan yani Menemen hâdi
sesi faillerini yetiştiren ve tarikat perdesi arka
sında faaliyete geçerek halkı iğfal eden ve (Nak
şibendî) adı altında ortaya sürdükleri bu tari-
kate halkı bağlayan ve bu suretle gizli teşkilâ-
tile çalışmaya başlayan hâdisenin elemanları
sanıklar şebekesine intikal ediyorum:
«Aşağıda delillerini birer birer serdedece-
ğim bu şebekenin başında, Menemen askerî has
tanesi sabık imamlığından emekli Laz İbrahim
Hoca vardır.
«Bu adam İstanbul’da, Erenköy’de, Şevki
Paşa köşkünde oturan Erbilli Şeyh Esat’a can
dan bağlıdır. Bir de bu Şeyh Esat’ın oğlu Meh
met Ali vardır. Şeyh Esat’ın köşkünde oturur.
Tarikat mensupları arasında «Kutbülaktap =
kutuplar kutbu» veyahut «Kutb-u Âzam = en
büyük kutup» adıyla anılır.
«Bu şeyh, bütün, tarikat mensuplarının pe-
restiş ettikleri bir şeyhtir. Bu itibarla oğlu Meh
met Ali de bir şeyhzadedir. Laz İbrahim Hoca
«Kutbülaktap» tarafından ortaya sürülen Nak
şibendî tarikatının genişlemesine memurdur.
Yani bir nevi canlı propaganda âletidir.»
«Tarikatın mümeyyiz vasfı (yani diğer tari-
katlerden ayırıcı hususiyeti) gizli kalmak ve dış
görünüşü itibarile sakallı olmaktan ibarettir.»
■ «Nakşibendî tarikati mensuplarından İstan
bul dışında bulunanlar, Şeyh Esat tarafından
Nakşibendî mühürü ile basılmış fermanlarla
76
nasp ve tayin edilen ve kendilerine (silsilei tari
kat) ve (Tertib-i zikr-i Nakşibendî) adındaki
talimatla teçhiz edilmiş şeyh ve halifelere bağ
lıdır. Bu halifelerin Şeyh Esat’la rabıtasını tesis
eden (Halifeler Halifesi) ünvamnı taşıyan da
işte bu Laz İbrahim Hoca’dır...»
«Laz İbrahim Hoca Manisa’da hastane ima
mı iken Nakşibendî tarikati teşkilâtına başlamış,
orada muhitini hazırlamış ve muhitin sağladığı
mümaşatkâr durumdan faydalanarak evvelâ
faaliyetinin merkezini Manisa’ya hasretmiştir.»
«Sonraları faaliyet muhitini genişletmeye
çalışarak Horozköy’e kadar gitmiş, bu köy hal
kının hemen yüzde seksenini Nakşî tarikatine
sokmuştur. Hattâ bu uğurda o köyde bir cami
bile yaptırmıştır. Artık fesadını bu camide akı
tan Laz İbrahim, bir aralık ruh hâletinin bir ifa
desi olmak üzere inkılâp aleyhinde bulunmuş
ve bütün vaazlarını bu vadide yürütmüştür. Bü
tün bu faaliyetler Laz İbrahim Hoca’nm inkılâ
bın hakikî düşmanı olduğunu göstermekte ve
halkı mürteci bir fikirle yetiştirmeye uğraştığı
nı ispat etmektedir.»
«Horozköy’de ve dönüşünde Manisa’da mu
ayyen şahıslarla toplantüar yaparak bu tarika-
tin Türkiye dahilinde yayılıp gelişmesine uğraş
maktadır. Manisa’da tabur imamlığından emek
liye ayrıldıktan sonra, serbest hayata atılmasın
dan da faydalanarak Anadolu’nun hemen her
tarafını dolaşmak ve Nakşibendî tarikatinin kök
salmasına ve teşkilâtını sağlamlaştırmaya ça
lışmıştır.»
«Türkiye’nin her tarafından gelen ve Nakşi
77
bendî tarikatine mensup şeyhlerin evlerinden
çıkmış vesika ve deliller ve Laz İbrahim Bursa’-
da iken Şeyh Esat’a yazmış olduğu mektup ve
halen hakkında tahkikat yapılmakta olan Kara-
hisar sabık müftüsü Hacı Ali Efendi’ye Şeyh
Esat’ın yazdığı «Hadimulfakir Esseyid Şeyh
Mehmet Esat» imzalı mektup bu görüşümüzün
birer delilidirler.»
«Şeyh Esat’m köşkünde - çıkan eşya meya-
mnda bulunan evrak arasındaki bütün mektup
lar, vesikalar, meselâ bunlardan «Evrak-ı Esa-
diyye», «Mektûbât» adlı eseri, Nakşibendî tarika
tine ait mühür ve Laz İbrahim Hoca’nm evinde
çıkan şeyhliğe ait defter ve gene Laz İbrahim’in
bu alandaki faaliyetini gösteren Bursa’dan yaz
dığı mektup «Nakşibendî tarikatine ait sualler
ve bu vadide tevabiinden şeyhlerin evlerinde çı
kan mektuplar en nihayet bu defa Şeyh Esat’ın
oğluna hitaben yazdığı vasiyetnamede: «Şeriat
ve tarikat hizmetini size, sizi de Allah’a tevdi
ediyorum!» yolundaki ifadesi, bütün bunları in
kâr eden ve şeyh olmadığını iddia eyleyen Şeyh
Esat’ın bu tarikat yolunda takip ettiği siyasetin
mahiyetini bize pek güzel ifade etmektedir.»
«Laz İbrahim Hoca, Nakşibendî tarikatinin
propagandasını yaparken Erenköy köşkünün
kutsiyetinden, bu köşkün içinde kuş tüyü yas
tıklara gömülü oturan Şeyh Esat’ın ilminden,
fazlından bahsederek ona İlâhî bir kudret izafe
ediyor ve muhatabında bu hissi yaratmak isti
yor ve buna kanan bir sürü insan da, tarikatine
girdikleri şeyhlerini görmek üzere aldıkları hu
susî müsaade ile İstanbul’a kadar gidip kâşâne-
78
de kuş tüyleri içindeki şeyhlerinin elini öpmek
suretiyle ubudiyet arz etmektedirler.»
«Nitekim Karahisar sabık müftüsü Hacı Ali
Efendi’nin Şeyh Esat’a yazdığı 1930 tarihli mek
tup bunu ifade etmekte, bu iddiamızı tevsik ey
lemektedir.»
«Şöylece faaliyet tarzını, şeklini, muhitini
muhtasaran gösterdiğim bu Nakşibendî tarika-
tinin siyasî bir teşekkül olduğunu umumî bir
surette arz ettikten sonra son hadisenin bu te
şekkülden çıktığını maddeten göstermek isterim.
«Nakşibendî tarikatinin baş halifesi Laz İb
rahim Hoca, Manisa’ya son gelişinde, yani bun
dan iki - üç ay evvel, İzmir’den —bugün sanık
lar arasında bulunan— Laz Mehmet Ali Hoca’-
yı da yanma alarak Manisa’ya gitmiş, orada as
kerî tabur imamı İlyas Hoca, Hatip Hafız Cemal
Manifaturacı Osman ve Ali Paşaoğlu Ragıp
Efendilerin evlerinde toplantılar yapmıştır (Bu
dört kişi de Laz İbrahim Hoca ile birlikte Diva,-
nı Harp tarafından idama mahkûm edilmişler
ve asümışlardır.)
«Bu toplantılarda, bugün Menemen hâdisesi
failleri arasında ismi geçen Nalıncı Haşan da
hazır bulunmuştur.»
«Gene geçen sene «Kutbu Âzam»ı görmek
üzere bu Nalıncı Haşan, Manifaturacı Osman ile
birlikte İstanbul’a gitmiş, Laz İbrahim Hoca da
beraber olduğu halde Şeyh Esat'ın Erenköy’de
ki köşkünde kalmıştır.»
«Olayları hülâsa etmek icap ederse:
«A — İmam İlyas Hoca’nm Hatip Hafız Ce
mal, Manifaturacı Osman, Ali Paşaoğlu Ragıp
Efendilerin yaptıkları toplantılarda, ev sahibi
79
Mutaf Süleyman, kahveci çırağı Mustafa, Hatip
Cemal, Pabuççu Hüseyin oğlu Ali, Laz İbrahim
Hoca, Keçilili Süleyman Çavuş, Laz Mehmet Ali
Hoca, Manifaturacı Osman, bacanağı Murat
Mustafa, Topçu Çavuşu Hüseyin, Ali Paşaoğlu
Ragıp, Nalıncı Haşan, Hoca Hakkı ve Hafız Ah
met Efendiler bulunmuşlardır.»
«Bu toplantıların yapıldığı, Mutaf Süley
man'ın çok sarih ikrarı ve bu itirafında bilhas
sa İmam İlyas Hoca’nın evinde yapılan toplantı
da Nalıncı Hasan’m bulunduğu ve evvelce de
Nalmcı’nın buraya gidip gelmekte olduğunu
söylemesi ve bu ikrarı teyideden Nalmcı Ha
san’m:
«— Bir defa değil, def’atle, hattâ Horozköy
köylülerinin Laz İbrahim Hoca’yı, İlyas Hoca’-
nm evinde ziyarete geldikleri günlerde de hazır
bulundum!» demek suretiyle verdiği ifade ve
İzmir’de oturan Laz Hoca Mehmet Ali Efendi’-
nin Laz İbrahim’le beraber Manisa’ya gittikleri
ni, İmam İlyas Hoca’ya, misafir olduklarını ve
orada, zikri geçen şahıslarla beraber, araların
da görüştüklerini ve manifaturacı Osman, Ali
Paşaoğlu Ragıp, Hatip Hafız Cemal Efendilerin
evlerinde toplantılar yapıldığını, fakat bu toplan
tılarda tarikatin dinî mahiyetinden bahsedildi
ğini ve başka bir şey konuşulmadığını, yalnız
Laz İbrahim Hoca’nm cemaate hitaben zikirleri
gizli yapmalarını Şeyh Esat’ın irade buyurmuş
olduğunu açıkça söylemesi ve manifaturacı Os
man’ın bacanağı Murat’ın aynı mahiyetteki ik
rarı ve İmam İlyas’m bu toplantıların yapıldığı
na, Nakşibendî tarikatine mensup bulunduğuna
ve Şeyh Esat’ı İstanbul’da, Erenköy’deki köşkün
80
de ziyaret etmiş olduğuna ve Pabuççu Hüseyin
oğlu Ali’nin ve Hoca Halikı Efendinin, Ali Paşa-
oğlu Ragıp ve kahveci çırağı Mustafa Efendilerin
vaki ifadeleri ve manifaturacı Osman’ın istin
taktaki çok açık ve sarih ikrarı ve en nihayet
Laz İbrahim Hoca’nın şeriat yolunda dikkate
şayan sarih ikrarı ve diğerlerinin tevilli ifadele
riyle anlaşılmaktadır.»
«B — Manisa’daki toplantı mahallerinden
birisi olan Tevfikiye mahallesinden Katmerci
Haşan Hüseyin oğlu Mehmet’in evinde yapılan
bir gizli toplantıda aynı şahıslar hazır bulun
makla beraber Lütfi Dede’nin Halil ile, gene Na
lıncı Haşan da bu toplantıya katılmışlardır. Bu
husus da kendi ifadeleri ve şahadetlerle açık
olarak meydana çıkmaktadır.»
«C — Menemen hadisesinden dört - beş ay
evvel sanıklardan Hafız Müezzin Ahmet Efen-
di’nin (İdama mahkûm olup asılanlar arasında
dır). Vaka günü minareye çıkıp silah atan ve
Mehdı’nin geleceklerini söylediği 70.000 kişiyi
gözleyen, yobaz) Giritli maktul Mehmet’i Mehdi
olup olmadığını anlamak için imtihana çekmek
üzere, kendi dervişleri olan sanıklardan Fırıncı
Mustafa oğlu Ahmet (beraat etmiştir). Tarakçı
Hüseyin oğlu İbrahim Ethem (bir yıl ağır hapis
cezasına mahkûm .olmuştur). Çulha Mehmet
Çavuş ve Kurabiyeci Ahmet oğlu Hacı’yı davet
ederek Giritli Mehmet’i imtihan etmiştir. Bunu
sanıklardan ve hâdisenin elebaşılarından Em-
rullah oğlu Mehmet Emin (İdama mahkûm edi
lip asılanlar arasındadır) ve Ali oğlu Haşan (on
beş sene ağır hapis cezasına mahkûm edilmiş
tir) ifadelerinde sarahatle söylemektedirler,
F: 6 81
«Pek dikkâte Şayan olan bü toplantılann vb
ErhTüllah oğlu Mehmet Emin, Küçük Hâşân
(idama mahkûm edilmişse de yâşinın küçüklü
ğü yükünden ölüm öezâsi ağır hapis Sezasına
çevrilmiştir) Ve Nfeİinci Hasân’ih ikrar ve itirâf-
laiımn tarz ve şekillerine ve Mehdî’niiı imtihanı
ile gizli toplantıları anlatan diğer sanıkların ifa
delerine göre:
«1 — Bil toplantılarda hazır büluüâh sânık-
lâr ârâsindâ Möüemen vakasını hazırlayan fail
lesin son içtiüiağâhı olan Tatlıeı Hüseyin'in evin
de bulünân kahveci çırağı Mustafâ; Topçü Ça
vuşu Hüseyin, Keçiliîi Süleyman Çavuş VB bil
hassa Nalihcı Hâsah'm (bunların hepsi idama
mahkûm Olihuş, yâlnız içleriüdeh ikisi yâş had
di yüzünden asılmâyip cÖZaiârı âğir hâpsh çev
rilmiştir) bulunmaları;
&2 — BünlâMan Hatip HafıZ Gemâİ Efendi'1
niü (idâmâ mahkûm Olup âsilmıştirî Manisâ'1
dan Laz İbrahim Hocâ’hiü vekili öldüğünü Na-
llnbı Hasan’a söylemiş olmâsi;
— Toplantılarda hazır bühman samk
Şeyh Hakki Hoca’üm (beraat etmiştir) hâdise
de teşviki bldUğuhü başlıca faillerden ve sanık
lardan Emrüilâh oğlü Mehmet Emin tarafından
ifâde edilmesi;
*4 — Nalıncı Hasâh'iü Bâümâci (manifatu
racı) Osman ile (bu da idama mahkûm edilip
asılanlar arâsmdâüir) ön ğütt kadar Şeyh
Esat’ın Erenköy'deki köşkünde kâlmıf oldukları
nın anlaşılması ve bu suretle Basmacı Osman’ın
Naimöi Hasan'i köşke götürmüş öldüğünün ta
hakkuk eylemesi;
*§ — Bütün Menemen vahası faillerinin, ıs-
tishasiz, bil hâdisede sanık höcâlârin alâkalı
bülühdukiaiıhı, ağız birliği ile beyan ötmölöfi;
«6 — Toplantılardan sonra Laz İbrahim Hö-
câi Laz Höeâ Mehmet Âli, İmâm İlyas ve Âli Ea-
şaoğlU Rağıp Efendilerle Hörozköy’e ve Muradi
ye’ye kadar gitmeleri;
«7 — Her toplantıda muayyen şahısların ha
zır bulunmaları;
«8 — Hepsinin aynı tarikata mensup bulun
maları ve zikri beraber ve gizli yapmaları;
«9 — Sanık Hoca Hafız Ahmet Efendi tara
fından Giritli Mehmet’in Mehdîlik imtihanının
yapılması, bu suretle de hâdisenin hocalarla
alâkası olduğunun anlaşılması;
«10 — Sanıklardan bilhassa manifaturacı
Osman’ın sık sık İstanbul’a Erenköy’e giderek
Şeyh Esat’la temas etmesi;
«il — Tarikatın gayesi, hükümeti yıkmak,
eskisi gibi tekkeleri açıp alenî zikir yapmaktan
vö saltanat idaresini geri getirmekten ibaret ol
duğunun sanıklar tarafından müttefikan beyan
olunması;
«12 — Nalıncı Haşan, İstanbul’da Şeyh
Esat'ın köşkünde iken, bir gün Şeyh Esat’ın oğ
lu Mehmet Âli ve Laz İbrahim Hoca’nm yanma
bir mebus ğelörek bir ârâİık kehdisihi dışarı çı
kardıklarını ve konuştukları kapı' aralığından
dinlediğinde padişahın Ve sultahlâritt avdetleri
ni köhüştüklârini işitmiş öldüğünün Haşan tara
fından ifade edilmiş olması;
*13 — Göne L⣠İbrahifiı Höca Hörözköy’dö
ihşâ ettirdiği bâmide tarikat möhŞüplâıinâ yap
tığı bir vaazda yeniliğin, âsriliğiü aleyhinde ko-
üüşliüş bimâil;
83
«14— Ve gene Laz İbrahim Horozköy’de ta
rikata intisap ettirmek istediği Recep Halil oğlu
Bekir Çavuş’a: «Gel, bu tarikate gir, kendini kur
tarmış olursun. Aksi takdirde iyi olmaz!..» sure
tindeki dikkate şayan ve tehditkâr ifadesi;
«15 — Horozköy’den bu tarikate intisap
edenler arasında daimî surette, «Araplarla sul
tanlar gelecek!...», «Fes giyeceğiz!...» suretinde
dolaşan sözlerin şahitlerin şahadetleriyle sıhhat
kesbetmesi ve hassaten bu sözlerin tarikat men
suplan arasında konuşulması gibi deliller bize
Menemen faciasını doğuran esas faillerin başın
da Kutbu Âzam denilen Şeyh Esat olduğu hal
de, oğlu Mehmet Ali ve Laz İbrahim Hoca ve Laz
İbrahim’in faaliyet muhitine almış olduğu aynı
tarikat mensubu yukarıda isimlerini arz ettiğim
sanıklardan mürekkep bir şebeke tarafından ye
tiştirildiğini maddeten ortaya koymaktadır.»
«Binaenaleyh bu tarikatçiler şebekesi, say
dığım şu delillerle âsileri kendi bünyesinde ya
ratıp ortaya çıkarmıştır. Aynca tarikatte takip
ettikleri siyasî gaye ve maksatlarını, bu ortaya
attıkları' âsiler zümresinin mürteciane hareket
leriyle pek güzel ifade etmiş bulunmaktadır.
«Düne kadar, hatta bugün bile, her birisine
maaş tahsis etmek, vâizlik, imamlık, hatiplik
tevcih eylemek ve her birine İlmî bir pâye ver
mek suretiyle bünyesinde ; yaşatan ve mazinin
kirliliklerini atarak millete iyi bir istikbâl hazır
layan genç Cumhuriyet hükümetine karşı şu ho
caların hareketleri, tevcih olunmuşbirsuikaşt-,
ten başka bir şey değildir.»; ; ;
«Bu suikast fiilinde azim olmakla suçlandır-;
84
dığım Şeyh Esat ve oğlu Mehmet Ali ve Laz İb
rahim Hoca ve İmam İlyas Hoca ve Rifat oğlu
Mutaf Süleyman Çavuş ve Hatip Gemal ve Hoca
Laz Mehmet Ali ve Manifaturacı Osman ve ba
canağı Murat Mustafâ ve Ali Paşaoğlu Ragıp ve
Hoca Hakkı ve Müezzin Hafız Ahmet ve Katmer
ci Haşan Hüseyin ve oğlu Mehmet ve Lütfü De-
de’nin Halil ve Fırıncı Mustafa oğlu Ahmet ve
Tarakçı Hüseyin oğlu İbrahim Ethem ve Çulha
Mehmet Çavuş ve Kurabiyeci Ahmet oğlu Ha
şan ve Şeyh Esat ve Laz İbrahim Hoca ile sıkı
Teması olduğu ve Manisa ile Erenköy’deki köşk
arasında muhabereyi temin ettiği ve Nalıncı
Hasan’ın üzerinde çıkan ve Talât imzasını taşı
yan mektuptan Nalmcı Haşan ile teması olduğu
anlaşılan Terzi Talât ve Saatçi Hüseyin ve Nalın
cı Haşan tarafından Giritli Mehmet’in şeyh ol
duğu söylenen ve maktul Giritli Mehmet’in üze
rinde (Ahmet Muhtar) imzalı bir muskası çıkan
ve Alaşehir’den Manisa’ya geldiğinde uzun müd
det Mehdî’nin evinde misafir kalmış olduğu an
laşılan Alaşehir Şeyhi Ahmet Muhtar ve gene
Şeyh Esat ve Laz İbrahim ile teması olduğu ve
bunların siyasî maksatlarının husulüne çalıştığı
Laz İbrahim Hoca’nm Menemen’e gelirken ken
disine yazdığı dikkate şayan mektupla ve şahit
lerin şahadetiyle anlaşılan Manisa’nın Rahman-
lı karyesinden Hacı Ali Osman ve Akhisar Şey
hi Hacı Halil Efendi oğlu Hacı Hüseyin Fehmi’
nin kendisine yazdığı mektuptan teşkilâta dahil
bulunduğu anlaşılan Şeyh Hacı Hilmi’nin hare
ketleri Türk Ceza Kanununun 146. maddesine ve
diğer sanıklardan olup yalnız tarikata mensup
olauklan anlaşılan Haşan oğlu Ayan Mehmet ve
85
Kara Ahmet oğlu Ah ve Mehmet oğlu Ali ve Ak
Mehmet oğlu Mehmet ye Ahmet oğlu Halil ye
Kırhoğlu Mustafa’nın oğlu Mehmet ve Bektaşi-
kebir Mahallesinden Hatuniye Camii Müezzini
Haşan oğlu Haşan ve Muradiyeli köyünden Ara
lan oğlu Şaban ve Çerkezköy’den Ömer oğlu
Ahmet ve Harozköy’den Sadettin oğlu Nurettin
ve Muluh oğlu Halit ve gene Horozköy’den İbra
him oğlu Mustafa ve gene Horozköy’den Musta
fa Sadi ve gene aynı köyden Abidin oğlu Tahsin
ve küçük Osman ve Zana Haşan, Ahmet İbra
him. Necip Mevlüt, Ragıp, Osman, Hasım Ali
Koç ve Midillili Haşan oğlu Ahmet, Yakup Ali
ve Sadettin Naşit’in tekkeler ve zaviyelerin ka
patılmasına dair olan kanuna muhalefetle tari
kata intisap ederek şeyhlik, müritlik, halifelik
yaptıkları şehadet, evlerinde çıkan vesikalar ve
ikrarları ve zabıt evrakı münderecatı ile anlaşıl
mış olduğundan bunların hareketi de mezkûr
kanunun birinci maddesinin üçüncü fıkrasına
uygundur.»
Cümlesi hakkında son tahkikat açılmasına
ve muhakemelerinin Menemen Örfi Divanı Har
binde yapılmasına ve aleyhlerinde bir delil el
de edilemeyen sanık Haşan Fehmi ve Nalıncı
Haşan karısı ile Mavnacı Hasan’m men’İ muha
kemelerine karar verilmesi talep ve iddia olu-
nur efendim.»
31/1/1931
Divanı Harbi Örfî
. Müddeiumumi Muavini
(İmza)
Bundan yirmi yedi yıl evvel, Erenköy’deki
saray yavrusu bir köşkte oturan seksenlik bir
86
şeyhin gizli ye sinsi faaliyetinden kuvvet alıp
Manisa’nın ücra bir köyünde gelişen ve Mene
men Belediye meydanında patlak vererek Ege
bölgesini kana boyamak tehlikesini doğuran bir
irtica hadisesinde dikkati çeken en ehemmiyet
li nokta (Örfî Harp Divanı Savcılığı tarafından
ileri sürülen yukarıdaki iddialar dikkatle ince
lendiği takdirde) şudur: Kara cehalet ve koyu
taassuptan faydalanan ve bu sayede zahmetsiz
fakat müreffah bir ömür süren seksenlik bir şey
hin ve onun etrafında toplanmış bir avuç mü
ridinin şaşılacak faaliyetleri, yorulmak bilme
yen gayretleri...
Erbilli bir Şeyh Esat, Manisa askerî hasta
nesi imamlığından emekli bir Laz İbrahim Ho
ca. bir manifaturacı Osman yaşlarına, başlarına,
hatta ak sakallarına rağmen, durup dinlenme
den çalışıyorlar, propaganda yapıyorlar, didini
yorlar ve Nakşibendî tarikatını yaymak, Ege böl
gesi gibi yurdun nispeten en aydın, en görgülü
bir havzasında kanunim kapadığı tekkeleri giz
li olarak yeniden faaliyete geçirip bir irtica ha
reketi tutuşturmak hususunda hiç bir fedakâr
lıktan çekinmiyorlar ve bu faaliyetler de zehir
li meyvelerini vermekte gecikmiyor.
Hatta bunlardarı biri Laz İbrahim Hoca Ho-
rozköy’de yeni bir cami inşa ettirebilecek ka
dar himmet ve gayret gösterebiliyor.
Kara irtica, hem de inkılâpların hemen fer
dasında, böyle durup dinlenmeden gayret sarf
ederken inkılâpçı geçinen, her vesileden fayda
lanarak şehirlerdeki toplantılarda birbirinden
parlak, birbirinden ateşli nutuklar çeken aydın
larmış ha uyandırma fgaliyştleriııt köylere ka
dar yayıp, yüzyılların ihmali ile cahil kalmış
köylerimizi ve köylülerimizi aydmlatmayı bir
türlü akü edemiyorlar.
İBu cihet Menemen irtica hâdisesinden son
ra Atatürk merhumun da dikkat nazarını çek
miş, büyük kurtarıcı bu davanın asıl can alacak
noktası olan bu ihmale de kendisine has o dahi
yane görüş ve buluşlarıyla parmak basmıştır ki,
bunu da eski valilerimizden ve tarih bilginleri
mizden emekli vali sayın Fazlı Güleç’in bizim de
yakın arkadaşımız olan eski bir milletvekili dos
tuna naklettiği şu olaydan öğreniyoruz:
Rahmetli Ata, Menemen irticamdan son
ra, İzmir Türkocağmda devrin kalburüstü gelen
devrimci aydınlariyle yaptığı bir hasbihalde
kendilerinden soruyor:
«— Çocuklar, sizler de ferden ferda, yahut
küçük, büyük gruplar halinde köy köy dolaşıp
köylülerimizi inkılâplarımız hakkında aydınlat
mak lüzumunu hissetmiyorsunuz. Balon iki-üç
mürteci yobaz neler başarabiliyor?
Nâzik bir gönmüş altında çok şiddetli, pek
ağır bir İhtan, hatta bir azarlamayı yüzlerine
vuran bu soru karşısında berikiler şaşırıyorlar,
afallıyorlar. Nihayet içlerinden birisi; ıkına, sı
kına şu cevabı bulabiliyor:
«— Paşam, tahsisatımız yok ki!...
İlk bakışta çok makûl, pek mantıkî görünen
ve akan sulan durdurması gereken bu cevap
karşısında Atatürk merhumun gözleri âteşler
saçmaya başlıyor ve yıldıran gibi şu çok düşün
dürücü ve susturucu mukabelede bulunuyor:
«— Köyleri dolaşmak için tahsisatınız mı
88
yokmuş!... Bu tahsisatm nereden ve nasıl sağla
nabileceğini Menemen mürtecilerinden Laz İbra
him Hocadan, Nalıncı Hasan’dan, Manifaturacı
Osman’dan Sütçü Mehmet’ten öğrenin efendi
ler!...»
Dört beş satıra sığan fakat koca bir memle
ket çapında derin bir mana ihtiva eden bu uyan
dırıcı cevabın üzerinden çeyrek yüz yıldan faz
la bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ o
tahsisat bir türlü bulunamamış olacak ki, daha
altı ay evvel Menemen irtica teşebbüsü hareke
tinin küçük bir tezahürüne bu sefer de Bursa’-
da, şahit olduk...
>Acı bir müşahede ama ne çareki hazin bir
gerçek!
23 Aralık 1958
Cemaleddin Saraçoğlu
89
KUBİLAY’IN OĞLU KONUŞUYOR... (*)
89
apadau yıllar gelip geçti în Acaba küçük Vedat ne
olmuştu? Neredeydi ye ne yapıyordu? Onun
elinden tutanlar olmuş nıuydu? Okutulması, ye
tiştirilmesi için neler düşünülmüş, neler yapıla
bilmişti? Yoksa, babasının anılan gibi onun
varlığı zamanın ve olayların hızlı akışı içinde si
linip gitmiş miydi?
Bp kitabın hazırlığına başlarken, babasının
elinde fotoğraflarını gördüğüm küçük Vedat’ı,
şimdi kırk’ım aşmış oğlu Vedat’ı düşündüm; za
man zaman düşünüp andığımgibi... Daha önce
ki aramalanmla onun Nazilli’de yerleştiğini ve
Belediye Zabıta Memurluğu yaptığını öğrenmiş
tim. Kitapla ilgili çalışmalanm ve derlemelerim
arasında Nazilli’ye giderek kendisiyle tanışma
yı, görüşmeyi; yaşam öyküsünü dinlemeyi; ba
basıyla ilgili duygu ve düşüncelerini öğrenerek
bu kitaba katmayı —geç de olsa— ödenmesi ge
reken bir borç sayıyordum.
Bir bayramertesi (24 Nisan 1969) perşembe
günü, uzaklarda kalmış anıların etkisiyle üzün
tülü, düşünceli ve daha çok heyecanlı bir yolcu
luktan sonra Nazilli’de otobüsten indim. O gün
Nazilli’nin pazarı imiş; çevreden pazara gelen
köylülerin kalabalığı vardı her yanda... Beledi
ye binasını sordum birisine. İşaretle gösterdiği
yönde görünen bir binaya doğru yürürken ola
ğanüstü bir duygu içinde adeta bunalır gibiy
dim... Kimbilir onunla nasıl karşılaşacaktım?
Oğlunun yüzünde babasmm çizgilerini, mimik
lerini, bakışlarını arayacak; sesinde ondan yankı
lar duyabileçek miydim? Andurui tazelenmesi
onu ve beni ftgşıi etkileyecekti? içim içime sığar
gibi değildi-••
91
Kalabalık arasından geçerken çevrede res
mî giyimli belediye zabıta memurlarıyla da kar
şılaşıyor ve «O mü?» diye onu arıyordum, buğu
lu bakışlarla.. Hayır, hiçbiri o değildi; ondan
bir çizgi, bir ışık göremiyor, sezemiyordum kil
Hızlı adımlarla yaklaştım Belediye binasına. Te
miz ve bakımlı bir yapı. Kapıdan girerken rast
layıp sorduğum memur: «—■ Biraz önce buraday
dı, pazar yerinde görevdedir. Buyurun oturun,
biz haber verelim kendisine» ded-iler. Daha bi
nanın giriş bölümünde iken: «— İşte geliyor, şu
karşıdan gelen Vedat Kubilay’dır» diye göster
diler. Ve merdivenleri çıkarak bize yaklaşınca
da: «Bak, İstanbul’dan geliyor, babanızın arkada
şı imiş, seni arıyor» diyerek bizi tanıştın verdiler
hemen. Bu tanışma anında neler duyup düşün
düğümü yeniden anımsamak ve anlatabilmek
kolay olmasa gerek...
92
la karşılaştım, konuştum. Ama, o zamanlar ba
bamla arkadaşlık eden, hatta son gecesini Türk-
ocağı’nda onunla beraber geçiren bu derece ya
kın anıları olan kimse ile görüşmüş değilim.»
• Bilindiği gibi, babanız şehit düştüğünde
siz annenizin yanında çok küçüktünüz. Ondan
sonraki yaşamınızı kısaca anlatır mısınız?
«— İlkokulu Bandırma’da bitirdikten sonra
ortaokula girdim. Fakat ortaokulu tamamlaya-
madan hayata atılmak zorunda kaldım. Sıkıntı
lı günlerimiz oldu. Daha sonra Almanya’ya git
tim, orada iki yıldan fazla çalıştım ve yurda
döndüm. Çeşitli işlerde çalıştım, şimdi gördüğü
nüz gibi Belediye Zabıta Memurluğu görevinde
hizmet ediyor ve hayatımı sürdürüyorum. Artık
burada yerleştim, Evliyim, üç oğlum ve bir kı
zım var. Kızım ortaokula devam ediyor. Çocuk
larımı elimden geldiğince iyi yetiştirmeye çalışa
cağım.» .
® Babanız için yazılanlardan hangilerini
biliyorsunuz? Bunlardan hangilierini okudunuz?
«— Babam için yayınlanan kitaplardan ba
zıları bende var. Yıldönümlerinde gazetelerde,
dergilerde çıkan yazılan da kesip saklıyorum
bir dosyada.»
• Babanızın bende bulunan ve şimdiye ka
dar hiç bir yerde yayımlanmamış olan bir fotoğ
rafını İstanbul’a dönünce büyüttürüp size gön
dereceğim, derlediğiniz hatıralar arasına korsu
nuz. Q fotoğrafı hazırlamakta olduğum kitaba da
koyacağım.
■«—T Çok sevindirmiş olursunuz beni.»
. • Ortaokulu niçin bıraktınız? Okusaydmız
ne olmayı isterdiniz? .
03
*— Şartlar uygun düşmedi.. Hayâta, atıl
mam gerekti. Baba yöl gösterenler, elimden tu
tanlar da olmadı diyebilirim. Eğer oküSaydım
babamın mesleğini; öğretmenliği seçerdim.*
• BâbanıZin ölüüı yıldönümlerinde ya da
başka zamanlarda Menemen’e gidiyor musu
nuz? Sizi anma günlerine, toplantılara çağırıyor
lar mı?
«— GidiyörUmî Fakat eskiden öldüğü gibi
değil, ilgi azaldı. Menemen’e gidip döndüğüm
günler daha çok üzülüyorüm. Çünkü eskisi gibi
anma törenleri yapılmıyor artık!»
• sizde bü ilgisizliğin nedim nedir?
«— Esaslı bir yaraya dökündüüüz. Babam
üüutturülmak isteniyor. Hâttâ üzüntü viribi kar
şı yayınlar bile yapılıyör. Gericilik hareketlerini
ve olayları hepimiz görüyor ye biliyoruz. Geçen
Bayram izinli biarak Kütahya'ya annemin yanı
na gitmiştim. Bayram sabahı bir camiye gittim.
Namazdan sonra fâM halkı âyiriei, birbirine
düşmanlık ğüdücü manada bir takım konuşma
lar yâptı uzüM uzüfi;. ©Öffüsü gittiğime gidece
ğime pişman oldüM>
• ĞeiecOk yıl-, 1970; Babânızin 40. ölüm yıl
dönümüdür. Onun anısı için bir kitap hazırladı
ğımı söylemiştim, siz d§ Wr yazı yazmak ister
misiniz? Böyle bir yâzi içiü neler düşünür ve na
sıl bir başlık seçemmiz?
«— Babamm amatıidıği bir kitapta bemm de
bir yazîmm büiünmasmi elbet isterim. Sizm bü
teklifiniz benim için iyi bir fırsattır. ÂiÖâ böyiö
bir yaziyî Size dihâ Sonra gönderebilirim. Yari
min başlığım beraber düşünüp karariiştırmada
bana yardım edersiniz değü mi?*
• Önümüzdeki ay yazınızı bekliyorum. Ya
zıyı bu konuşma notlarıyla birlikte kitaba koya
cağım. Kitap yayımlanınca, 23 Aralık 1970’ten
önce size de yakınlarınıza verilmek üzere yeteri
kadar postalayacağım
96
Babam ve şehit iki bekçi, Atatürk Gençliği
nin birer örneği olarak tarihte ve yaşayanların
gönüllerinde yaşıyorlar... Gerektiğinde, ben de
babama lâyık bir evlat olarak, canımı vermek
ten çekinmeyeceğim.
Vedat Aktuğ Kubilay
19 Mayıs 1969
F: 7 97
Toplumun yaşantılarında Atatürk ve devrim
düşmanlığı gizli-açık körükleniyor. «Atatürkçü
yüm!» diyen bazı aydın geçinenlerin davranışla
rındaki çelişkiler, içtensizlikler ve çıkar hesapla
rı artık gözle görülecek kadar belirgin hale gel
di. Politika-din elele ve içiçedir. Çıkarlar her şe
yin üstünde tutulmaktadır. «Hergün bir 31 Mart
yaşıyoruz!...» sözü, son yılların gericilik olayları
nı niteleyen ve gerçekleri dile getiren yerinde
bir deyiş olarak anımsanacaktır.
1970’te «Kuran Kursu» adlı onbinlerce çağ
dışı «Mahalle mektebi» ile sayıları diğer okulla
rımızdan daha hızlı artan ve devlet bütçesiyle
beslenen «medrese özentili» okullar Türkiye-Cum
huriyetinin layik «Milli Eğitim» tablosunda görü
nüyor.., Fakat bu okullara değer verir görünen
hiç bir politikacının çocuğu sözü edilen okullar
da görünmüyor! Aralarında «aydm din adamı
yetiştirme» amacına bağlı kalanların varlığı ya
da bu amaca yönelmiş iyi niyetli bazı çabaların
bulunuşu, tablodaki karanlık görüntüleri aydın
latmaktan çok uzaktır. Dinsel inanış ve davranış
lar, kendine özgü «bireysellik» amacını yitirmiş;
çıkarcıların toplu hareketlere dönük birer ara
cı haline gelmiştir. (Volkan) benzeri gerici ya
yınlar ve onların çıkarcı yazarları «güya vicdan
ve iman özgürlüğü» adına sürekli kışkırtmalarıy
la «Hergün bir 31 Mart» özlemi ve çabası için
dedirler. Açıkça «Abdülhamid-i Han», «Halifeci-
lik», «Ümmetçilik» ve «Tarikatçılık» eğilimleri ve
övgüleriyle her gün yeni bir 31 Mart’a sürüklen
miyor muyuz? Kayseri,''Konya ve Cenaze nama
zı olaylarının, Kanlı Pazar'ın, cihat çağrılı daha
başka yaşanmış olayların Menemen Olayı’ndan
98
ne farkı vardır? Vedat Demircioğlu’ları Atalay
Savaş’lar, Turgut Aytaçlar, Taylan Özgürler ve
diğerleri birer Kubilay gibi şehit düşmemişler
midir?... (*)
100
Layiklik ilkesi
102
layık Hukuk Devletini, yani meşru devlet ana
düzenini savunan devrimci, ilerici, adı yurt dışı
na taşmış bir aziz Anayasa Profesörüne (Satıl
mış! Uşak!) ulumaları ile saldırılmış. Bir miting
de Arapça yazılı dualar dağıtılmış. Hükümet
Başkanı tekbirler arasında yeni bir İmam-Hatip
Okulu’nun temelini atmış. Biri, Şeyh Sait’in yo
lunda kavgaya devamdan söz etmiş.»
Bu, 1968 yılının Eylül ayı sonunda Türkiye
Cumhuriyeti’dir. O Türkiye ki, devlet olarak var
lığı, hayatı ve yaşamada devamı (Layik) olması
na ve öyle kalmasına bağlıdır.»
«Türkiye’de fert, layik olmak zorunda değil
dir. Devlet layik olacaktır. Devleti temsil eden
Devlet Başkanı, Vali, Elçi; Devleti yöneten Yü
rütme Organı mensuplan ve bütün kamu hiz
metlileri layik olmak zorundadırlar. Anayasa’nm
119. maddesinin anlamı budur. Türkiye’de Diya
net İşleri Başkanlığı ve onun bütün memurları,
Hâzineden para alan tekmil elemanları layık ol
maya mecburdurlar.»
Türkiye’de (Layik Devletin Sınırları) diye bir
problem yoktur ve olamaz. Çünkü, Türkiye Dev
leti layik olmadıkça Türkiye Devleti diye bir şey
olmayacaktır. Türkiye’de sınırları çizilmek gere
ken layiklik değil, dindir. Dinin sınırları layik
devlete hiç bir suretle gölge düşürmeyecek bi
çimde ve ölçüde çizilmek gerekir.»
«Türkiye’yi mutlaka ve muhakkak layik bir
Devlet olarak yaşatacağız. Zıddını düşünenler
varsa bizden değildirler. Diyeceklerine kulak as
mayınız. Sözümona hürriyet namına cinayetler
işlenmesine fırsat vermeyiniz. Gerçek hürriyet
103
layik bir Hukuk Devleti olması zarurî bulunan
Türkiye Cumhuriyetinde yeşerebilir. Bunun dı
şında yalnız anarşi, yalnız zulüm vardır.»
104
dedirler. Müslümanlıkta sözde ayrılık (tefrika)
yoktur, ama, bu iki akım dişe diş savaşmaktadır
lar.»
Buna karşılık, ayrılıkları bir noktada silin
mekte, her ikisi de Türkiye Cumhuriyetinin ku
ruluş felsefesindeki (özgür bir millet ve Türk ol
ma) düşüncesine düşmanlıkta birleşmektedirler.
Bu düşüncenin çekirdeği ATATÜRK olduğuna
göre, ikisi de Atatürk düşmanıdır.»
105
ğiştirmeye niyetli bu kişiler Türk toplumunun
kaderini çizme hevesindeler.»
«Bir tarafta din adamları, okumuşu ve oku
mamışı, dahil, birbirleriyle yarışırcasına cami
lerde ve her yerde, nefes almadan Atatürk’e ve
Atatürk devrimlerine ve layik Cumhuriyetine
saldırırlar, küfürler ederler, milleti 'bölücü ve
kana teşvik edici konuşma yaparlar ve tahrikle
rin en çeşitlisini sürdürürler, protesto namazla
rı kıldırırlar...»
«İnsan ürküyor doğrusu.»
106
fından yavrularının geleceğine kendi kara ve
aksak düşünceleri hediye etmek hatasında bulu
nulmaktadır. Böylece Atatürk aleyhtarlığı ile
bu saf yavruların beyinleri, yıkanarak yenilik ve
ilerilik hamleleri çapraz ateşe alınmaktadır.»
L07
baayı kullandırmamış ve Türk’ün kültür geliş
mesine en insafsız, en hain darbeyi indirmiş ve
böylelikle onun, yeryüzünde en düşük seviyeli
ülkeler arasında yer alması zeminini hazırlamış
iseler ve yine nasıl çeşitli devirlerde çeşitli ısla
hat hareketlerinin ve özellikle Ordunun yeni si
lahlarla donatılması ve yeni metotlarla yetiştiril
mesi gayretlerinin baş düşmanı kesilmiş ve
Türk’ün siyasal, sosyal ve kültürel hayatı bakı
mından olduğu kadar askerî hayatı bakımından
da geri ve ilkel kalması ve her sahada başkala
rına- mağlup düşmesi sonuçlarım hazırlamış ise
ler, bugün de ayni kara zihniyete, ayni cehalete
ve ayni melanet ile, müspet ilmin karşısına çık
maktan ve kitleleri aldatmaktan ve gerilere gö
türmekten çekinmemektedirler.»
«Tıpkı 1000 yıl boyunca olduğu gibi bugün de
«cehalet» din adamımızın en büyük özelliği, bu
özellik onu şuursuz davramşlara ve asıl yalana
zorluyor. Hele «yalan»; diıi adamının en kıymet
li, ve en etkili silahıdır. O bu silahının ölmezli
ğinden ve kutsiyetinden emindir. Çünkü karşı
sında, kendi beyanlarının ve davranışlarının tüm
olarak yalana müstenit bulunduğunu haykıra
cak, suratına vuracak ve onu bilgisizliği nedeniy
le, maskaraya çevirecek bir zümre, gerçek bir
aydın sınıf henüz yetişmemiştir. Yetişinceye ka
dar o, saltanatını ve hükmünü sürdürecek, kin
ve nefretini yürütecektir. Hep bu silah sayesin
de...»
108
ÇIKAR YOL» (61
109
ilim’den uzak bilgilerle kafası donanmış yaratık
ları suçlarken insaflı olmalıyız. Bir insan, çocuk
luk yaşlarından başlayarak nasıl eğitim görürse
öyle yetişir. Şeriat inancı düşünce hücrelerinin
herbirine işlemiş bir kişiyi düşününüz! Cumhuri
yete düşmanlık onun için bir erdemdir. Kendisi
ni Allah yoluna adamıştır kendi aklınca... Kubi-
lay’ı şehit ederken, Derviş Mehmet, gazi olaca
ğını, cennete varacağını sanıyordu. Çünkü, kâ
firin canını almak, cihad bayrağını açmış olan
ların görevidir. Bu soy yaratıklar için^ Türklük,
kardeşlik, insanlık diye bir kavram yoktur. Der
viş Mehmet’ler bu bakımdan suçlu sayılamazlar.
Suç onları çağdışı bir eğitimle yetiştiren ve yo
baz karakterini yaratan eğitimdedir.
Ne var ki, Derviş Mehmet ve arkadaşları bu
hafifletici nedenlerden yararlanamadılar. Cum
huriyetin ilk yılları idi. Ve Gazi Mustafa Kemal
Atatürk gibi bir devrimci vardı Türkiyede...»
«Bir Kubilay değil, bin Kubilay değil, yüz-
binlerce Kubilay’lık bir Menemen’e doğru gidiyo
ruz. O Menemen’de, Atatürk devrimcileri galip
gelseler bile memleket kaybedecektir. Yazık de
ğil mi vatan çocuklarına!... Türk’ü Türk’ün kar
şısına düşman gibi diken eğitime, millî eğitim
adım verebilir misiniz?»
«MİLLÎ MÜCADELE ANILARI» Î8)
110
lık ilkesini yok etme doğrultusunda çok sinsi ve
haince bir saldın karşısındayız. Milliyetçilik,
milli ekonomi, bağımsız millî irade gibi kavram
lardan nasibi bulunmayan layiklik ilkesini her
an yok etme çabasında olan ve ne yazık ki, bu
çabayı kimi gençlere «milliyetçilik» gibi yansı
tan irtica hortlakları, masum ve dindar halk yı
ğınlarını etki altında bırakmakta, dışarıdan yö
netilen metodlu teşkilât, gazete ve dergileriyle,
rahat rahat aramızda, hatta büyük mevkilerde,
dolaşmakta, «kör testere ile boğazlanacak» yeni
Kubilay’larm listelerini hazırlamaktadırlar. On-
lann planına göre, «boğazlayacaklar», geri kal
mış halk yığınları, «boğazlanacaklar» ise o yı
ğınların mutluluğu için, her tehlikeyi göze ala
rak, çırpınıp uğraşan aydınlardır.
Ancak, kafası yıkanmışlardan çoğu, kimin
kesesine ve hangi devletlerin çıkarma hizmet et
tiklerinin ve bu planı perde arkasında pişirip ko
taran kişilerin farkında bile değildir. Bu gibiler
«Fisebilillah» dini korumak için çalıştıklarını
sanmaktadır. Onlara göre vatan, mllet, halkm
mutluluğu, tam bağımsızlık - bu satırların yaza
rının da aralıksız tam bir yıl, gece gündüz üze
rinde çalıştığı - Türk-Anayasası gibi kavramlar
bir anlam taşımaz. Çünkü öyle yetiştirildiler.
Çünkü Türkiye’nin hiç bir devrinde din, son
yirmi yılda, hele son beş yılda, olduğu kadar, bir
politika, bir menfaat ve ticaret metaı haline ge
tirilmemiştir.
. Bu iş şimdi Türk vatanının bağımsızlığına
kasteden çirkin bir sanat haline konmuştur. Her
meslekten, genç ve yaşlı, bütün namuslu âydm-
ııı
lar bunu bilmelidirler. Evet bu kezki saldın, 1920
dekinden daha tehlikelidir. Çünkü pek çok gö
zün fark edemediği çok sinsi, çok sabırlı, çok ha
ince bir saldırıdır bu!...
Atatürk’ün, devrimi ve vatanı gençliğe ema
net etmesi boşuna değildir...»
112
kavuşacaktır. Yapmak ve yaratmak ise ancak
düşün özgürlüğüne saygılı bir ortamda müm
kündür. Oysa tarihsel gelişimi izliyerek biliyo
ruz ki, vicdan özgürlüğü her zaman ve her yer
de düşün özgürlüğüne öncülük etmiş, vicdanlar
yobaz baskısından kurtarıldıktan sonradır ki,
düşün özgürlüğüne kapılar açılmıştır.
Müslüman ülkeler arasında bu gerçeği ilk
gören ve uygulayan Atatürk olmuştur. Din işle
rini dünya işlerinden ayırmak, bireyleri dinsel
inançları ile başhaşa bırakmakla Atatürk, yur
dumuzda gerçek Rönesans hareketinin öncüsü
olmuş, layiklik devrimi ile tüm İslâm dünyasına
kurtuluş yolunu göstermiştir. Bugün gerek Arap
âleminde, gerek öteki Müslüman toplulukları
arasmda Atatürk’ün çizdiği yolu izleyen uluslar
günden güne çoğalmaktadır. Yobaz baskısı çoğu
ülkelerde gerilemekte, kadın özgürlüğünü ka
zanmakta, açılmakta, yüksek öğrenim görmek
te, hatta elinde silah gerilla savaşlarına katıl
maktadır.
Çok partili yaşama geçeli beri, her alanda ol
duğu gibi biz, layiklik konusunda da öncülüğü
elimizden kaçırdık ve geriledik. Düşün özgürlü
ğü geliştiği takdirde halkın uyanacağından ve
toplum düzeninin ister istemez halk yararına da
ha iyi bir düzene dönüşeceğinden kaygılanan,
böylece çıkan bozulacağından korkan tutucu
güçler, vakit geçirmeksizin temel Atatürk ilkele
rine karşı cephe aldılar; vicdan özgürlüğüne vic
danlar üzerine baskı kurmak anlamını verdiler,
îmam - Hatip Okullan ve Kur’an kurslan ile eği
tim birliğini parçaladılar. Kadın haklarını fiilen
yok ettiler. Bugün yurdumuzun her köşesinde
F:8 113
şeriat düzeninin resmen propagandası yapılmak
ta, din işleri dünya işlerine karıştırılmakta, açık
ça, Anayasamıza kundak sokulmak istenmekte
dir.
Ve 25 yıldır ayrılıksız bütün iktidarlar bu
durumu hoşgörü ile karşıdan seyretmekte, hat
ta elinden geldiğince gericilere yardım etmekte,
onlara destek olmaktadır.
Her özgürlük gibi, vicdan özgürlüğü de baş
kalarının vicdan özgürlüğü ile sınırlıdır.»
114
isterdi ki hiç değilse Türk milleti bütünlüğünü,
birliğini bozmasın... Alevisi, Sünnisi ve Bektaşi-
si, Kadirisine; Halvetisi, Ticanisine, Nurcusuna,
Süleymancısına, düşman olmasın... Büyük feda
kârlıklar pahasına ve halife orduları ile çarpışa*'
rak bağımsızlığa kavuşan bu memleket yine
parçalana parçalana başkalarının eline esir düş
mesin... Onun için Atatürk’ün anlayışında la-
yiklik prensibi millî birliği yaratan unsurlardan
biri olarak yaşadı.
Fakat bunu taassup cephesi bir türlü anla
mak istemedi.»
115
metleri, Türkiye’yi kurtaracak açık ve kesin he
deflerdir.»
116
«KUBİLAY’I ANARKEN...» (14)
41. .Yıldönümü
117
Ancak Kubilay’ı anarken, Menemen Olayı
adıyla devrim tarihimize geçen «irtica hareke
ti» nin ve benzeri davranışların nedenlerine ye
niden eğilmek; «düşündürücü», «uyarıcı» ve «güç
kazandırıcı» görüşlere değinmek kutsal bir ödev
dir. Bu, Atatürkçü kuşağın ödevidir.
Bilindiği gibi, 1930’dan sonra da şurada bu
rada bazı gericilik olaylarına rastlanmış, fakat
gericiler Cumhuriyetin güçlü yumruğunu yiye
rek sinmişlerdir. Ama onlar yine fırsat kollamış
lar, uygun buldukları ortamlarda hemen ortaya
çıkmış ve koruyucular bulmuşlardır...
Yine bilinen bir gerçektir ki, tarih boyunca
baş belâsı sayılan irtica hareketlerinin üç temel
nedeni ya da kökeni vardır:
1. Toplumun cahil kalmış (bırakılmış) ka
labalıkları,
2. Çıkarcı çevreler,
3. Politik eğilimler, ödüncü (tavizci) poli
tikacılar".
İkinci ve üçüncü kaynaklar —birbirine ben
zer amaçlara yani çıkarlara dönük oldukların
dan— onlan değişik nedenler olarak değil,
amaçlı fakat daha tehlikeli bir neden diye de sa
yabiliriz.
Cahil kalabalıklar ise, geri kalmışlığımızın
açık ve utanç verici görüntüsüdür hâlâ.. Yazı
devriminin atılımh çabalan (nüfus artışı ve özel
likle ilgisizlikten) sönmüş; hatta tersine bir tu
tumla ortaçağ özentili, Arap harfli «mahalle
mektepleri» sayısı binleri, on binleri bulmuştur.
Cahil ve yoksul kalabalıklan dinsel ilişkilerle
oyalamak, etkilemek ve aldatmak; gerektiçe (ir
118
tica) olayları yaratmak kolay; fakat, onlan okur
-yazarlığa ve ışıklı bir dünyaya kavuşturmak;
insan gibi yaşama düzeyine çıkartmak elbette
güçtür. Çıkarcı çevreler, çirkin politikacılar özel
likle son yıllarda —geriye dönüşte— epeyce yol
almışlardır. O kadar ki, layiklik ilkesi ters ve
maksatlı olarak yergi ve yorumlarla zedelen
miş; politik görüşler camilere yönelmiş; Cumhu
riyetin kurucusu ve devrimlerin uygulayıcısı
Atatürk ve ilkeleri büyük yaralar almıştır.
Giderek birbirini izleyen ve üst üste yığılan
acı, karmaşık olaylar sonucu 12 Mart’ta sağ - sol
irticaa birden «Dur!» denmiş ve amaç olarak, di
ğer önemli sorunlarla birlikte «Atatürkçü bir
görüş» ve «İnkılâp kanunlarını uygulamak»
Türk Silahlı Kuvvetleri Muhtırasında yerini al
mıştır.
ıKubilay’m 41. ölüm yıldönümünde devrim
şehitlerine ilişkin anılarla birlikte «düşündürü
cü», «uyarıcı» ve «güçlendirici» bir anlam ve de
ğer taşıyan bu sonuç yüce bir umut kaynağı ol
muştur.
Ve: «... Dini politikadan, politikayı dinden
ayırdedemedikçe Türk ulusunun bütünlüğü sağ
lanamaz, huzura kavuşması düşünülemez; irti
caın kökü kazınamaz!» biçimindeki inancımızı
bir kez daha dile getirme gereğini duyuyoruz.
119
İNANDILAR, DÖĞÜŞTÜLER, ÖLDÜLER.. (15)
42. Yıldönümü
120
reketleri, umutlan ve anılariyle çarpmaktadır.
Çünkü o yıllar Gazi Mustafa Kemal Atatürk ses
leniyordu hepimize; övünçle, inançla ve onurla...
O anılar arasında Menemen Olayı gibi acılı
olanlan da vardır. Fakat günümüzün genç ku
şağı, yaşantılarının çok ötesinde kalan bazı olay-
lan yeteri kadar biliyor mu? Kubilay’ı iyi tanı
yor mu? Sanmıyorum. Çünkü; yakın geçmişte
öylesine durumlar ve dönemler oldu ki, Kubi-
lay’ı tanıma ve tanıtma bir yana; onu unutturma
çabalarına, meslektaşlarından öç alma olayları
na, bağnazlık gösterilerine ve de «cihat» çağrıla
rına sık sık tanık olduk. Yine öyle dönemler ya
şadık ki, Kubilay’la ilgili yıldönümleri anlatımı
güç bir umursamazlık ve sessizlik içinde geçti,
geçiştirildi...
Hatta ve hatta, maksatlı birtakım ters yo
rumlarla gerek Kubilay, gerekse o yılların orta
mına bağlı devrim hareketleri —ihanet sınırla
rını bile aşan söz ve davranışlarla— kıyasıya
eleştiri konusu haline geldi, getirildi...
Kubilay devrim uğruna baş vermişti. Ör
nekti, devrimleri ve Cumhuriyeti koruyacak ve
kollayacak olanlarımız için... Öyleyse; Kubilay’ı
ve savunduğu ilkeleri iyi bilmek gerek, onu tanı
mak ve tanıtmak gerek, unutturmamak gerek...
Her 23 aralık’ta Kubilay anılmalı ve Mene
men Olayı’nın gerçek nedenleri genç kuşakla
ra anlatılmalıdır. Anlatılmalıdır, yoksa —zaman
zaman gerici basında ve çevrelerde görüldüğü
üzere— gerçeklere tamamen ters düşen, art ni
yetli ve kışkırtıcı çabaların etkisiyle bir gün yur
dumuzun şurasında, bir başka gün biri başka yö
121
resinde yine benzeri olaylar olabilir. Zaten ya
kın geçmişte bu tür çirkin saldırılar ve daha de
ğişik biçimde acılı örnekler yaşanmıştır!..
Şu önemli ve değişmez husus iyi bilinmeli
dir ki; «irtica» denen yılan sinsidir, hemen siner
(bugün olduğu gibi), fakat fırsat kollar ve za
manını bekler, yeniden hortlamak için...
Bu nedenle, bu satırların yazarı —Kubi-
lay’ın öğretmen arkadaşı ve Menemen Olayı’nın
tanıklarından biri olarak— o günlere, o yıllara
dönük anılarını ve gerçekleri yeri geldikçe yan
sıtmayı vazgeçilmez, kutsal bir ödev sayar...
İİşte bü yıldönümü için de anılardan iki kü
çük bölüm: «Son gece! 22 aralık pazartesi gecesi
yine Türkocağı (Halkevlerinden önceki kuru
luş) salonundayız. Kubilay ve arkadaşlrı yine
sohbete dalmışlar... Düşünceler, görüşler, eleş
tiriler sürüp gidiyor. O, her zamanki gibi şen ve
şakacı.. Coşkulu bir tartışma havası içinde anla
tıyor, soruyor, dinliyor ve sonra yine kendisi ko
nuşuyor... Zaman uçup gidiyor, geceyii yanlıyo
ruz. Türkocağı’ndan hep birlikte çıkıyoruz. (...)
O, yine kışla yolunda...»
«... O yıllar bir başka güven dolu, bir başka
umut dolu yıllardı. Yeni ve layik bir dünya gö
rüşünü benimsemiştik. Genç ve gelecek kuşak
lar; kurtuluşu ve Cumhuriyetin ilk on yıllık dö
nemindeki atılımları inceleyip araştırdıkça, ya
da tarih sayfalarından okuyup üzerinde derinle
mesine düşündükçe, o yıllann yüce anlamını da
ha iyi kavrayacaklar; devrimlerin niçin her za
mankinden, daha titizlikle korunması gerektiği
ne ve gerçeğine saygı duyacaklar; o yıllan, Ga
122
zi Mustafa Kemal Atatürk’le beraber yaşayan
lar gibi, bugün de Onun izinde yürüyenler gibi.»
«Fakat!
Yine o yıllar; dış düşmanlan yenilgiye uğ
ratmış, yurdu kurtarmış ve Cumhuriyeti kurmuş
olan bu büyük ulusun, içte savaştığı ve savaşa
cağı, daha güçlü sayüan başka düşmanları da
az değildi: Okur-yazarlıktan yoksun halk yığın
ları vardı. Örümcekli ve karanlık kafalar vardı.
Halkı sömüren, çıkarları bozulan zümreler var
dı Her devirde çıkarlarını «irtica» hareketlerine
bağlamış olanlar vardı. Eskinin özlemini duyan,
devrimlere diş bileyen, sinmiş ve gizliliğe bürün
müş şeyhler, müritler, softalar ve yobazlar var
dı..
O yıllarda iç düşmanla savaş gerekli idi. Ve
bu savaş veriliyordu, bir adım bile gerilemeden.»
Evet, o yıllarda «iç düşman»la savaşılıyordu,
bir adım gerilemeden.
Devrim anlayışına bağlı duygularla bu yar
gımızı yenilemek gerek: Bir adım bile gerile
meden!...
1946’lardan sonra yeniden uyanan, uyandı
rılan «iç düşman»a —1928’lerin, 1930 ve 33’lerin
ruhu ve tutumu ile— karşı çıkılsaydı, birtakım
ödünler (tavizler) ' verilmeseydi, şimdi yürüdü
ğümüz yollar daha, aydınlık olacak, bunalımlı
durumlara düşmeyecektik. Belki kökü bile kazı-
nacaktı, bağnazlığın ve cehaletin! . . .
Ama bugün halkımızın büyük kısmı hâlâ
okur-vazarlıktan yoksundur ve karanlıklar dün
yasında yazgısıyle başbaşadır. Çağ dışma ka
yanların, gerici çevrelerin, Şeriat özlemcilerinin
ve de bunlara göz kırpan «çirkin politikacıların
123
sayılan gün geçtikçe artmaktadır. Başka bir de
yişle «irtica» pusudadır.
Bu yıldönümünde yine sana sesleniyoruz
Kubüay!
«Emanet» her zamanki gibi, Atatürkçü
gençlikte ve öğretmenlerdedir. Meslektaşlarının
omuzlarındaki yük her zamankinden daha ağır
dır. Onlara haksızca uzanan eller, suçlayıcı dil
ler, düşmanca bakan kem gözler vardır...
Vardır ama, bağrından çıktığın Eğitim Or
dusu; kutsal göreve atıldığın 23 aralık 1930’da
içinde bulunduğun Büyük Türk Ordusu, Atatürk
ilkelerini yaşatmaya, Cumhuriyeti korumaya de
vam etmektedir.
Sen rahat uyu, temiz kanının aktığı Mene
men topraklarında, iki yanında iki şehit bekçiy
le... Ve «İnandılar, döğüştüler, öldüler / Bırak
tıkları emanetin bek çişiyiz» diye yazılı Ay-Yıldız
Tepe’de göklere yükselen, gönüllerimizde yüce
liğe ulaşan anıtınla... Huzur içinde olmasak da
sen yine rahat ol! Gerektiğinde «Cumhuriyetin
hayatiyetini tazeleyecek ve kuvvetlendirecek»
olanlar çoktur bu ülkede...
124
«KUBİLAY’LAR YİNE ÖLDÜRÜLMEKTE...» (16)
46. Yıldönümü
125
sa, işte o zaman tarih «tekerrür» etmiş gibi gö
rünür bize.. Ve bu ünlü deyimi hemen kullanırız.
akın tarihimizle ilgili —hatta yaşayanların
anılarında yaşayan— bir yıldönümü dolayısiyle
böyle özet bir açıklama ve yaklaşımdan sonra
bu sabah çevirdiğimiz takvim yaprağına baka
lım : 23 aralık 1976. Ve Cumhuriyetin 53. yılını
iki ay önce kutlamış bulunuyoruz.
İnsanoğlu dünü anan, günü yaşayan, yarma
umutla bakan bir varlıktır. Gerilerde kalan her
takvim yaprağında olumlu olumsuz nice olay
lar, duygularımızın diliyle nice acı tatlı anıla
rımız vardır. Bugün bunlardan birine, devrim
tarihimize Menemen Olayı diye geçmiş olan bir
gericilik (irtica) hareketine, 1930’un 23 aralık sa
bahına bakıyor, devrim şehidi Kubilay’ı ve şehit
iki bekçiyi saygı ile anıyoruz.
Bu satırların yazarı 46 yıl öncesinin kanlı ve
utançh olayının görgü tanıklarından biridir. Ve
ayrıca Askerî Mahkemedeki yargılamaları öğret
menler adına izleme olanağını bulduğum için,
şehit Kubiîay’m yakın arkadaşı olduğum, olay
dan 5-6 saat önce Türkocağı salonunda Kubi-
lay ile birlikte bulunduğum için, olay sonralarını
gördüğüm ve bildiğim için, 1937’ye kadar Mene
men’de Kubilay Okulunda öğretmenlik yaptığım
için olayı genç kuşaklara, devrimcilere, Atatürk
çülere bir kez daha duyurmak amacıyle anıları
mı tazeliyor, yazıyorum. Ödev bu.
Menemen Olayı tarih boyunca benzerleri gi
bi, sömürü düzenleri bozulanların ve çıkarları
elden gidenlerin ya da gideceğini düşünenlerin
«Din elden gidiyor!.» görüntüsüne bürünerek ca
hil kalabalıkları kışkırtmalarından ve saldırıya
126
geçmelerinden doğmuştur. Menemen Olayı, eski
nin kalıntılarından bir tarikat (Nakşibendî) şey
hinin marifetidir. Cumhuriyete ve devrimlere
karşı bir harekettir. Kökeninde çıkarcılık, bağ
nazlık ve aldatılmışlık yatar..
Bir «Mehdi» taslağı Derviş Mehmet ve üç
Mehmet, ikisinin adı Haşan; silahlı 6 yobaz bir
de «Kıtmir» adlı köpek!. Bu 7’lik grup ünlü efsa
nedeki «Eshab-ı Kehf»i temsil etmektedirler (!)
Bunlar «Şeriat Ordusu» nun öncüleridir.
İstanbul’da Erenköy’de bir köşkte yaşayan
84 yaşındaki şeyhlerinden (Şeyh Esat) aldıkları
talimatla Manisa dağlarında bir mağarada kırk
gün kalan dört Mehmet iki Haşan âyin yapar
lar, esrar içerler, teşbih çekerler ve günlerden
bir gün «tetik çekmek» üzere 23 aralık 1930 salı
sabahı alacakaranlıkta Menemen’e ulaşırlar. Sa
bah namazı kılınmakta olan bir camiden âyet
li yeşil bayrağı da alarak camideki 8-10 kişiyi
kendilerine katılmaları için zorlarlar. Yetmiş bin
kişilik Şeriat Ordusunun memleekti kuşattığını,
teslim olmayanların kılıçtan geçirileceğini söy
lerler.
Yeşil bayrak, hükümet ve belediye binaları
arasındaki küçük alana dikilir. Ve tekbir sesle
riyle hezeyanlarına* başlarlar. İstedikleri Şeriat
tır. İstemedikleri şapkadır, yeni giyimdir, yeni ya.
zıdır. Bunun anlamı ise, Cumhuriyet ve devrim-
lerdir.
Menemen.de bu utançlı olay başlarken şeyh
leri İstanbul’da, köşkünde keyfine bakmaktadır.
Müritleri sokaklarda kudurmuş gibidirler, «İste-
mezüüük!...» sesleri gelir. İrtica hep böyledir.
Arkadakiler çıkarlarının peşindedirler. Allah, di
127
ye diye cahiller kandırılır, kışkırtılır ve sokakla
ra sürülür. Tarihin derinliklerinden bu sesler du
yulur ve nice kanlı lekeler...
... Ve 23 aralık sabahı Menemen alanında
her şey birkaç saat içinde değişmiş, karışmış ve
çığırından çıkmıştır.
Bu sırada kendisine birliğinden görev veri
len Yedek Subay Kubilay, olay yerine koşar; Der
viş Mehmet’in yakasına yapışır. Fakat yobazlar
dan biri silahını ateşler ve yaralanan Kubilay
biraz ötede cami avlusunda yere düşer. Fırsat bu
fırsattır; kudurmuş, gözleri dönmüş yobazlardan
ikisi saldırırlar. Ağzı testereli bağ bıçağı ile ya
ralı Kubilay’m başını gövdesinden ayırırlar, ye
şil bayrağın tepesine geçirirler...
' Bu arada silah sesini duyan —ve çarşı bek
çiliği görevleri sona erdiği için gün aydınlanır
ken evlerine dönmüş olan— Haşan ve Şevki ad
larında iki gece bekçisi olay yerine koşarlar. Kar
şı koyma sırasmda onlar da şehit düşer...
Kanlı ve vahşi olayın bu görüntüsü telefon
la Alay Komutanlığına bildirilir. Ve bir makine-
litüfek kıtası Belediye Alanına hızla yetişir. Bir-
lik komutanının: «Teslim olun!..» çağrısına: «Bi
ze kurşun işlemez... Ben Mehdiyim!» sesleri ge
lir. Teslim çağrılan yinelenir. Ve yine «Kurşun
işlemez!» sesleri... Uzaklardan, evlerin pencere
lerinden, köşebaşlanndan bu görünümü şaşkın,
korkulu gözlerle izleyenler vardır. İki Haşan yan
sokaklara kaçarlar. Makinelitüfekler birden iş
ler. Yobazlar da yerlere serilirler, birkaç saniye
içinde, biri yaralı, öteki yobazlar delik-deşik...
128
Artık her şey sona ermiştir. Öğleden sonra,
halkla birlikte olay yerini geziyoruz. «Kurşun iş
lemez bize!» diye bağıran Mehdi taslağı Derviş
Mehmet ve arkadaşları iki yobazın makinelitü-
fek kurşunlarıyla parçalanmış cesetleri Kubi-
lay’ın başını kestikleri cami önünde süngülü nö
betçiler arasında yerde yatıyorlar. Kaçan iki Ha
şan yakalanmış, hapishanede, yaralı yobaz ise
hastanede...
Şehit Kubilay ve iki bekçi ertesi günü bü
yük bir törenle toprağa veriliyorlar. Bir genç ses
leniyor mezar başında: «İnkilâp uğruna atıldın
öne / İnkilâp uğruna baş verdin Kubilay / Ne
mutlu sana ki, inkılâp için / Göğsünü ilk defa
sen gerdin Kubilay / ...»
Birkaç gün sonra Menemen’de —şimdi adı
Kubilay İlkokulu olan binada— Askerî Mahkeme
kuruluyor. Yobazları kışkırtıp öne sürenler, yö
netenler adalet önündedirler. Bir ay kadar süren
yargılama sonunda irticai planlayanlar ve bağ
lantıları bulunanlardan 36 suçlu ölüm (7’si yaş
lan dolayısiyle sürekli hapis), 41’i çeşitli ağır ha
pis cezalarına çarptmlmış; tutuklulardan 40’ı so
ruşturmadan sonra aslıverilmiş, sanıklardan 27
kişi de suçsuz görülerek aklanmışlardır.
Olayın kısaca öyküsü budur. .
F:9 129
zaman azgınlaşmakta, bazı çevrelerden destek
görmektedirler.
1930’da —demokrasiye geçiş denemesi ola
rak— yeni bir parti (Serbest Cumhuriyet Fırka
sı) kurulmuştur. Ege bölgesinde gelişen böyle bir
«partileşme» ortamını fırsat bilen eskinin kalıntı
ları ve çıkarcılar irticai hortlatmışlardır. İrticaın
adı ve tanımı bellidir; dinin siyasetle âlet edilme
si!.. Günümüzdeki deyimiyle «İnanç sömürüsü»
yöntemiyle çıkar sağlanması...
Geleceğin kuşaklan, bizim 1930’lara baktığı
mız gibi, 1976’lara baktıklarında günümüzün
«gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanla
rı» nı bir bir tanıyacak ve «lanetleyeceklerdir...
130
Ancak, dini, hangi amaçla olursa olsun —daha
açık bir deyişle— politik ve çıkar hesapları göze
terek bireyleri ya da toplum sınıflarım zorla et
kilemeye kalkışmak (baskı aracı olarak kullan
mak) artık geçmişte (tarihte) kalması gereken
acı anılar diye düşünmeliyiz. Halbuki bu tür acı
lar sürüp gidiyor. İki bininci yılın eşiğinde iken
ve «türlü-çeşitli» yalanların hâlâ geçerli görün
düğü ya da öyle sayıldığı bir zaman kesiminde
yazar Vehbi Belgil sözünü ettiğimiz yazısmda kı
yamet, cennet-cehennem kavramları üzerinde
duruyor ve güncel kıyaslamalar yapıyor. Ayrıca
bin yıl ötesinden, papazların baskılarından ve çı
kar çevrelerinden örnekler veriyor. «Kıyamet»
kavramının nasıl kurnazca kullanıldığını ve yok
sul halkın nasıl aldatıldığını düşünmekten ken
dinizi alamyoruz. Ve de özellikle içinde yaşa
dığımız ortamı... Sanki bin yıl geçmemiş gibi...
Sanki olanlarda ve olaylarda benzerlikler bu
larak...
Biliyoruz, kitaplı olmayan inançlarda ve din
lerde nice utançlı tapmalar ve sapmalar var! Ki
taba dayalı dinlerde ise baştan hukuk düzenine
yaklaşım sağlanmış fakat sonraları kişisel yo
rumlar ve uygulamalarla safsatalar yoluna gi
rilmiş ve çıkar çevreleri oluşturulmuştur. 1000 yıl
sonra olan da buduiv Cumhuriyet döneminin ilk
yansında «akılcı» yol tutulmuşken, ikinci yan
sında ve özellikle son yıllarda «çıkarcı» yöntem
ler yeğlenmiştir...
Başlığını verdiğimiz yazıdan sadeec şu bö
lümleri buraya aktarmakta yarar görüyoruz, bir
kez daha okunsun diye:
131
«... Bu arada insanların hangi günahları yü
zünden kıyametin kopacağını haber verenlerin
yanında, o dönemin dünyası insanlarının büyük
çoğunluğunu oluşturan köylülerin feci durum
ları üzerinde düşünenler de olmuştur. (...) 1000
yılında kıyamet kopacak diye mallarını kiliseye
kaptıranlar, kıyametin İsa’nın ölümünden itiba
ren başlayacağı yalanma da aldanarak bir otuz
üç yıl daha beklediler. Ve sonra bu olay unutul
du gitti. Ama bir şey unutulmadı: İnsanın feci du
rumunun ilahi düzen sonucu değil, kul düzeni
sonucu olduğu gerçeği... Ve bu düşünce, insan
ları ağır ağır da olsa Rönesansa götürdü...»
Yazı, «Günümüzde kıyamet habercileri» ara-
başlığı ile şöyle sona ermektedir: «Bin yıl önce
Avrupa’da denenmiş bir kıyamet sahtekârlığı
bugün ülkemizde sahnelenmek istenmektedir.
Büyük camilerimizde, din görevlilerimiz, fuhu-
şun arttığını, su gibi şarap içildiğini, kadmlann
çırılçıplak gezdiklerini, öğrencilerin hocalarına
ve devlet kuvvetlerine karşı geldiklerini, plajların
birer ahlâksızlık yuvası olduklarını, Kur’an hü
kümlerine kimsenin uymadğını, Hazreti Muham-
med’in yolunda gidilmediğini... ağızlan köpüre
rek söyledikten sonra, böyle bir toplumu Allah'ın
bir anda mahvedeceğini eklemektedirler. Peki:
Kur’an’a inanmayan, üstelik eş koşan, kadım er
keği çıınlçıplak gezen, Muhammed’i tanımayan
Batılılann başına neden felâket vermiyor bu Al
lah? Kaldı ki her toplumda olduğu gibi bizde de
yukarda söylenenleri yapanlar, bir avuç denme
yecek derecede küçük bir azınlık... Âdil denen
Allah, bu bir avuç bile olmayan günahkâra kızıp
da mı, örneğin 40 milyonu cezalandıracak?...»
132
Yazarın görüşlerine içtenlikle katılıyorum.
Ancak aldatmalar, aldanmalar yine sürüyor. So
rumluları din görevlileri değil, çıkarcı politika
cılar ve çevreleridir. Halkımız uyanıyor, onlar da
yenilgiye uğrayacaklardır.
Yazının yayımlandığı Cumhuriyet’te aynı
sayfada bu konuya İslâm açısından ışık tutan
bir başka yazı daha vardı. Kontenjan Senatörü,
İlahiyat Doçenti Dr. Bahriye Uçok, «Bir Fetva
Üzerine» başlıklı yazısında «Diyanet İşleri Baş
kanlığı, daima Hz. Muhammed’in (Kolaylaştırı
nız, zorlaştırmayınız) hadis-i şerifine uyarak fet
va verse ne iyi olacak!..» diyordu.
Dinsel konular ve sorunlar tartışılmalıdır ki
«Doğru» lar ortaya çıksın; kimse kimseyi aldat
masın...
133
Başka düşüncelerin de varlığına katlanmanın,
özgür düşüncenin zaferi; aslında şuna buna kar
şı değil, bizzat aklın ve sevginin, düşünceyi kı
mıldatıp denetleyen bilimisel, akılcı kuşkunun
zaferidir.
Sergilediğimiz bunca kanlı aşamalardan son
ra, Batı’da ulaşılan layik anlayışı, İslâm dün
yasında gerçekleştirme onuru, kuşkusuz Ata
türk’ündür. (...) Ancak övünmek yetmez. Onu
içtenlikle benimsemek de gerekir. Çünkü, Kubi-
lay’ları boğazlayan bağnazlar değil, düşünceye
saygılı ve kafaca sağlıklı kuşaklar yetiştirmenin
vazgeçilmez koşuludur bu.»
«VAAZ» (M)
134
maz kılmakla hemen müslüman oldum zannet
meyin .Müslümanlık için cihad etmek gerek, di
ne karşı gelenlerle, dinsizlerle mücadele etmeli,
bana ne, beni sokmayan yılan bin yaşasın deme
meli (...) Bizim bu kürsüden söylediğimiz sözler,
profesörün de, iktisatçının da, bilmem hangi bi
lim adamının da sözlerinden çok çok değerlidir.
Bu sözler Kuran sözleridir (...) Bizi şikâyet edip
konuşturmamak isterler. Bu idare durdukça biz
sizlere bu kürsüden hitap edeceğiz inşallah.»
Cuma namazına gelen kalabalığa vaizin söy
lediği sözler bunlar, 9.10.1977 günü Sayın Velide-
deoğlu’nun «Abdesinde Namazında» yazısını da
okuduktan sonra Ankara gibi bir yerde camile
rin; dolayısiyle dinin bu şekilde kullanılmasından
ürkmemek elde değil. Fazla yoruma gerek yok.
İbadete gelenler Kuran sözleri söylediğini iddia
eden sözde din adamı kin, düşmanlık bölücülük
tohumlan atıyor. Söylediklerinin zerresi islâmi-
yetle bağdaşmadığı halde halkı kandırmaya, kış
kırtmaya çalışıyor. Son sözleriyle (bu idare dur
dukça...) kime hizmet ettiğini açıklamaktan sa
kınmıyor.
Cami kürsülerinin egemen güçlerin yaranna,
kişilere, kuramlara saldırmak, halkı uyutmak,
aldatmak, bölmek, birbirine düşman etmek ama
cıyla kullanılmasına Diyanet İşleri Başkanı ne bu.
yurur? Bilemiyorum. Gerçek o ki başkentte buna
sık sık rastlamak olası.»
136
Eğitimde «birlik» ilkesi çoktan rafa kaldırılmış,
eğitimde ulusal olmak, uygar olmak, uygarlığın
gereklerini yerine getirmek, çağdaş kültü
rü özümseten çalışmalar yapmak bir yana itil
miştir. Dinsel bir toplum, bir devlet kurmak iste
yenler bir yanda, ırkçı, turancı, nerdeyse faşist
bir toplum kurmak isteyenler bir yanda, günü
nü gün etmek özleminde olanlar bir yanda... Bü
tün bunlan görüp, anlayıp, karşı çıkanlarsa se
çimlerde tam çoğunluğu elde edemiyorlar bir tür
lü!... Demokratik yollar, yöntemler uygulayaca
ğız diye otuz yıldır sağa, aşın sağa ödün vere ve
re, halkımızı da bu ödünlere alıştıra alıştıra, bu
duruma geldik. Bugün yann seçimle, halk oyuy
la, demokratik yöntemlerle ilerici düşünceyi,
gerçek halkçılığı, Atatürk’ün devrimci özlemleri
ni gerçekleştireceğiz diye bekliyoruz büyük bir
sabırla...
Türkiye’de yayınlanan gazetelerin yandan
çoğu Atatürk’ün yanm yüzyıl önce ortaya koy
duğu öğütlere, ilkelere, temel kurallara aykm
bir çizgidedir. Yine bugün, iktidarda olan politi
kacılar başta olmak üzeer, siyasal partilerimizin
büyük bölümü de Mustafa Kemal Atatürk’e ters
düşen bir yoldadır. Atatürk’ün dediği gibi «her
şey bitmiş değildir», önemli olan bu eksikleri,
yanm kalmış işleri, atılından tamamlamaktır.
Sürekli bir devrimden yanadır, Atatürk. İlle de
onun yaptığını, dediğini noktası noktasma uy
gun yapacak, uyacak değiliz, onu aşacağız, daha
ileriye, daha olumluya doğru. Atatürk de bunu
istiyordu, bunu, özlüyordu, gelecek kuşaklardan
bunu bekliyordu. Oysa bugün, durum onun de
diklerini, yaptıklarını kökünden silip yok etmek
137
niyetleriyle, istekleriyle, hevesleriyle uğraşan bir
politikacı yığını var. Bunların etkisine kapılmış
milyonlarca insanımız da...
O, uygar bir Türkiye, bir toplum, bir ulus
yaratmak çabasmdaydı. Uygarlık öncüsüydü.
Çağdışı anlayışları ezdi, sildi, toplum dışına attı,
ama o kötü tohumlar gizli gizli boy attılar. Ata
türk’ten sonar gelen yöneticiler göz yumdu o kö
tü tohumların yetişmesine. Bugün o kötü tohum
ların meyveleri zehirliyor toplumumuzu. Ata
türk büyük bir inançla «Türkiye Cumhuriyetini
kuran Türk halkı uygardır. Tarihte uygardır, ger.
çekte uygardır Fakat ben sizin öz kardeşiniz, ar
kadaşınız, babanız gibi size diyorum ki, uygarım
diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, düşün
cesiyle, anlayışla uygar olduğunu kanıtlamak ve
belirtmek zorundadır» diyordu Elli yıldan çok
geçti bu sözlerin söylenmesinden bu yana... Gel
dik, bir gerilik, bir çağdışılık çıkmazına girdik.
Uygarlık, çağdaş uygarlık, çağdaş kültür yerine
bizleri Ortaasya’lara, Arap çöllerine, yüzyıllar ön.
cesinin yaşamına, kafasına, ilkelerine sürükle
mek istiyorlar şimdi...
Ama Atatürk, yenilmez bir güçtür.. «Gaflet,
dalalet ve hatta hıyanet» çizgisindekileri er-geç
ezmesini bilir. Cumhuriyetin 54. yıldönümünde
bunu bir kez daha anımsatmakta yarar var.»
138
Çağdaş Yayınlan «Menemen Olayı ve Kubilay»
adlı bir kitap yayımladı. Kitabı hazırlayan Ke
mal Üstün, şehit Kubilay’m arkadaşı, olay günü
Menemen’de gördüklerini anlatıyor. Bu bakım
dan «Menemen Olayı ve Kubilay», «irtica» kav
ramı üzerine kaleme alınmış değil, tarihsal bir
belge niteliğinde derlenmiştir. Bununla birlikte
Kemal Üstün, o günün havasını vermek amacı
ile kanlı olayın basındaki tepkilerini, gericiliğin
(irticaın), gizlii, açık nedenlerini de olayın öykü
süne katmayı savsamamış, iyi de etmiş. Neden
derseniz, unutan bir toplumuz biz. Bir toplumun
unutkanlığı ise, ne yapalım ki onun tarih bilin
cinden yoksunluğu demektir. Nitekim gericiliğin
yeni biçimlerde nasıl ortalığı kasıp kavurduğunu
görmek için, içinde bulunduğumuz olaylara bir
göz atmak yeter. Öyle ki, geçmişin gericilik olay
larından hiç ders alınmamış diyeceği gelir kişi
nin. Bu konuya yazımın sonunda bir daha gele
ceğimi sanıyorum. Burada Menemen olayının
öyküsünü ayrıntıları ile gözden geçirmekle işe
başlayalım, bilmeyenler öğrensin diye.
Dördünün adı Mehmet, ikisinin Haşan olan
altı yobazdan en yaşhsı Derviş Mehmet «meh-
dilik» savındadır. Mehdi demek, Allah tarafın
dan hidayete erdirilen kişi demektir. Ayrıca kı
yamet gününden önce gökten inerek bütün in
sanları mutluluğa kavuşturacak olandır. Neyse...
Derviş Mehmet ve yaşlan on sekizi bile bulma
yan iki Haşan, Manisa'nın bir köyünde, dağda
kurduklan bir çardakta günlerce âyinlere dal
mışlar, tarikat mensuplan ve şeyhleri ile ilişkile
rini sürdürmüşlerdir. Derviş Mehmet bu süre
içinde onlara esrar içirerek akıllarını başlann-
139
dan alma, tasarladığı yöne onları sürükleme ça
basındadır. Mehdi olarak ortaya çıkmış olan
Mehmet, İstanbul’da Erenköy’de bir köşkte otu
ran seksen dört yaşındaki nakşibendi şeyhi Esat’
m güvendiği ve öne sürdüğü müritlerdendir.
Dördü silahlı, altı kişilik şeriat çetesi 23 aralık
1930 sabahı erkenden Menemen’e gelirler ve
doğruca çarşı içindeki Müftü Camisine girerler.
Camide sabah namazı için gelmiş sekiz on kişi
vardır. Mer şeyden habersiz ibadet etmekte olan
bu kimseler camiye yapılan silahlı baskından
şaşkındırlar. Derviş Mehmet oradakilere kendi
sini Mehdi olarak tanıtır, dini kurtarmağa geldi
ğini ileri sürer, camideki yeşil bayrağı aldıktan
sonra, sınırda yetmiş bin kişilik Halife ordusunun
beklediğini, öğleye kadar şeriat bayrağı altında
toplanmayanların kılıçtan geçirilecekleri tehdidi
ni savurur. Bundan sonra zorbalar Belediye ala
nına yönelirler. Orada yeşil bayrağı dikerler.
Sonra bayrağm çevresinde dönmeye, tekbir ge
tirmeye, zikretmeye başlarlar. Şapka giyenlerin
kâfir olduğunu, yakında yine fes giyileceğini, şe
riata dönüleceğini, kendilerine kurşun işlemeye
ceğini haykırarak durdurmaya çakşırlar.
140
tur Çünkü talime çıkmak üzeredir.
. Kubilay çarçabuk olay yerine gelir, asker
lerine süngü taktırır, sonra tek başına ilerler, yo
bazlardan teslim olmalarını ister. Bu sırada yo
bazlardan biri ona ateş etmiştir bile, subay ya
ralı olarak yere düşer. Çevredekiler, uzaktakiler
hızla dağılırlar. Subay doğrulur, yakındaki cami
avlusuna doğru koşmaya başlar, ama yürüyecek
durumda değildir, yığılır oracığa. Bunu gören
Derviş Mehmet, yeşil bayrağın dibindeki torba
sından testere ağızlı bağ bıçağını alır, arkadaş
larından biri ile cami avlusundaki yaralı subaya
doğru saldırır. Kısa bir boğuşmadan sonra Ku-
bilay’m başını gövdesinden ayırır. Bununla da
kalmaz, avuç avuç kan içer, saçlarından yakala
dığı başı sallayarak alana döner. Başı yeşil bay
rağın tepesine geçirmek isterler. Baş durmaz.
Derviş Mehmet silah zoru ile bir ip buldurur,
bağlarlar kanlı başı direğe. Bu sırada bir mahalle
bekçisi silah seslerini duyarak oraya gelir, işe
karışmak isterse de, yobazlar onu öldürüler, ar
kasından bir başka bekçi daha... O da öldürülür.
Alay Komutanına yeniden haber gönderilir. Bu
kez alana bir makineli tüfek birliği gelir. Teslim
olmayan katiller ateşe tutulur. Derviş Mehmet,
Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet delik deşik edi
lir.
15 Ocak 1931 perşembe günü kurulan Askerî
Mahkeme, kırk kişiyi salıvermiş, 27 sanığı beraat
ettirmiş, 41 suçluyu çeşitli hapis cezalarınn, 36
suçluyu da ölüm cezasına çarptırmıştır.
Yazar Kemal Üstün, bu korkunç olayın ne
denleri üzerine de eğilerek, başlıca «cehalet» ile
«çıkarcılık» öne sürüyor. Onun görüşüne göre
141
cehalet, çıkarcılar için her zaman işe yarar bir
bozgunculuk gücünü hazır bulundurur. Demek
bir gercilik olayım tanılamak için bu iki nedeni
bir arada düşünmemiz, çıkarcılar çevresi ile ka
ranlık kafalar arasındaki ilişkiyi saptanımız ge
rekmektedir. Bilindiği gibi, 18 Ock 1930’da Cum
huriyet Halk Partisi’nin karşısında br part daha
kurulmuştu. Serbest Cumhuryet Fırkası. O za
man burjuva sınfınm çıkarları mı sarsılmıştı ki
buna gerekseme duyuldu? Kuruluşundan üç ay
sonra Atatürk’ün buyruğu ile kapatılan bu par
ti çevresine toplanmış kimi çıkarcılar, kendileri
ne yandaş olarak dinsel gericiliğ alma yolunu
tutmuşlardı. Ekonomik gericilik ile dinsel geri
ciliğin birleşmesi. Uzun uzun tartışılması gereken
bu konunun özündeki sorun, ilerleyen ekonomik
güçlerin dinsel gericilikten yardım bekleme ni
teliğinde olup olmadığı sorunudur. Başka bir de
yişle yükselme sürecindeyken burjuva sınıfı, böy:
le bir yardımı hiç de gereksemez. Serbest Cum
huriyet Fırkası’mn, yurt ekonomisine vermek is
tediği biçim, bir komprador burjuvası yetiştır
mak amacına yönelikti. Bunu, özdeş yolu tutan
bugünkü burjuva partilerine bakarak doğrulaya
biliriz. Geri kalmış Batı kapitalizminin etki çev
resindeki bir ülkede liberal ekonomi başka neye
yarayabilirdi ki! «Batı taklitçiliği» sözünü bu an
lamda yorumlamalı. Sömürgeleri olmadığı için
gerekli kapital birikimine varamamış ülkelerde
liberal ekonomi yandaşlığı başka nasıl değerlen
dirilebilir?
Menemen cinayetinin tüyler ürpertici ayrın
tıları, gerçi onun örnek bir yobazlık olayı oldu
ğu gerçeğini hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak
142
biçimde tanıtlamaktadır; ancak Osmanlı tarihin
deki benzer olayların, özellikle son yıllarda uğ
radığı yeni yorumlar şaşırtıcıdır. Bu yorumlara
göre, Osmanlı tarihinin dinsel «irtica« olarak ad
landırılmış başkaldırı eylemleri gerçekte birer
halk hareketidir. Bu düşünceyi ileri sürenler, ya
nılmıyorsam, bundan yalnızca Şeyh Bedreddin
hareketini ayn tutmuşlardı. Onlara göre, Os
manlI yönetimi «ileri» idi, böylece ona karşı olan
her eylem «gerici» sıfatını alacaktı. Kabakçı Mus
tafa, Patrona Halil gibi başkaldırı olayları ise,
ileri olan Osmanlı toplumunu Batıya benzetme
ye kalkan yenilikçilere karşı yapıldığı için «ileri
ci» sayılmalı idi. Başka bir yazıda yeniden dön
mek üzere, bu konuyu, şimdilik burada bırakı
yorum. Biz yine gelelim yeni kitabımıza.
Bu yıldönümünde, uzun uzun düşünülmesi
gereken, Menemen olayının nerdeyse unutuldu
ğu, belki de unutturulduğu konusudur bence.
Başta da yazdığım gibi, bizim tarihsel bellekten
yoksun kişiler olmamızdan mıdır bu yoksa «geri
cilik» sorununa değinilmesinin kimi çevrelerce
istenmemesinin sonucu mudur?
143
bu şekildedir. Önce insan bu Menemen hadise
sinde anlatılanlara güler. Çünkü aklın alacağı bir
şey değildir. İşin aslı inkilâp mantığına uygun
bir şekilde tertip edilmiş bir senaryodur. Memle
kette terörün estiği bir devrede aklı başında hiç
kimse bile bile kendini ortaya atmaz... İnkılâp
adına binlerce insan hayatını kaybederken bir
tek Kubilay için devlet ayağa kalktı ve işte dah-
li var diye binlerce masum insan toplanmıştır...
Nitekim korkulan şeriat, hilafet ve İslâm oldu
ğu için bu hadiseyi büyüttüler ve hükümet baş
kanı İsmet Paşa olanca zehrini kusarak CHP gru
bunda bu mesele üzerinde konuşmuştur... Kuru
lan Divanı Harp sanki harp hali varmış gibi 20
kişinin idamına karar vermiştir. İdamlarda
Nakşi şeyhlerinin toplanması ve bunlardan çoğu
nun idamı dikkat çekicidir. Hele Melâmi Dergâhı
Şeyhi Erbilli meşhur Şeyh Esat Edefendinin İs
tanbul’dan alınıp idam edilmesi bu hadisenin ka
ranlık ve hesaplı bir vak’a olduğunu gösterir.»
Yazı şöyle bitiyor: «İşte bu hadisenin yıldönü
münden ilham alınarak cuma akşamı eğer deği-
şilik olmazsa TV’de bir program gösterilecektir.
Çünkü korkuyorlar, çünkü pireleri hâlâ dev ya
pıyorlar. Çünkü hâlâ yaptıklarından doymadılar.
Çünkü başka sermayeleri kalmamıştır.»
Adı «yeni» ama anlamı eskinin eskisi, çağlar
gerisinin özlemleriyle yüklü bir gazete, bir yazar
Menemen olayını işte bu satırlarla «anmakta
dır! Karanlık bir iş. Batıcılara göre bir irtica ola
yı, gülünecek bir durum! 23 aralık 1930’dan tam
kırk yedi yıl sonra, Menemen’de ezilen yobaz ka
fasının hortladığına kanıt... Ekilen tohumlar ye
şermiş, boy atmış, ürün vermiş. «Demokrasi» adı*
144
na gösterilen yanlış bir höşgörünün sonuçlan.
Nitekim Menemen olayındaki vahşet olayı da
Atatürk’ün çok partili siyasal düzene geçiş özle
miyle kurdurduğu Serbest Cumhuriyet Fıkrası
nın uyandırdığı güven havasiyle patlak vermiş
ti. 1945’ten bu yana geçen otuz iki yıl içinde baş
ta CHP, sonra DP, ardından AP ve MC'lerin ko
ruduğu geliştirdiği gerici akımlar Türkiye’yi bu
çizgiye getirmiştir.
Şu dünyanın işine bakın siz! 1930’da Mene
men olayı üzerine basında çıkan yazılar arasın
da Necip Fazıl’ınki de var. Yalnız gazetede ya
yınlanmakla kalmamış, bu güzel ve ilginç yazısı-
sını 1933’de çıkan «Birkaç Hikaye Birkaç Tahil»
adlı kitabına da almış. Tabii bir daha da basıl
mamış bu kitap! Kitaplıklarda ararsanız bulabi
lirsiniz. Açın 73. sayfayı, okuyun: «İrtica yatağı
mızın başucundaki bir suya karıştırılan zehirdir.
Kubilay’ın katli. Derviş Mehmet’in Menemen ka
pılarına sokuluşu gibi uykumuzu bekler ve ayak
larının ucuna basa basa gelir... Sinsi sinsi deliği
ne çekilen kara yılan şöyle ıslık çalıyor: Bana
tabiî ömrün ne kadarsa burada bitip geber diye
bir delik gösterdin. Ben bu delikte duramıyorum.
Beni taşla ezmedikçe, gazla yakmadıkça, külümü
yele vermedikçe sana rahat haram olsun! Onun
bu son dileğini olsun yerine getirelim.»
Bu satırları yazan kişi, aradan on beş yirmi
yıl geçtikten sonra din devleti kurmak ülküsü
nün bayraktarlığını yapıyor, dergisiyle, yazıla
rıyla Atatürk Devriminin bütün yapıtlarım yık
maya çalışıyor, gerici, çağdışı bir akımın öncü
sü oluyor!
F : 10 145
Evet, biz «Batıcılar, biz Atatürk devrimcileri
Menemen olayının 47. yılında TV’lerde, gazete
lerde, dergilerde, törenlerde kimi okullarda Ku-
bilay’ı andık. Devrim şehidi Kubilay’ın ardmdan
o devrimler için, o devrimleri ilerletmek, geliş
tirmek için nice Kubilaylar şehit verdik, veriyo
ruz. Bir simge insandır Kubilay. İnandığı devrim
uğruna gerici yığınların üstüne yürümenin unu
tulmaz örneğidir. Varsın, sağdaki ve soldaki — o
nasıl olsa, bilmiyorum! — kimi kişiler, Menemen
olayı ile, yumurtalı Menemen’i birbirine karıştır-
smlar! Varsm yeni devir’e seslendiklerini sanan
çağdışı kafa sahipleri «çünkü korkuyorlar, baş
ka sermayeleri kalmadı» desin, Kubilay bir anıt
insan olarak kuşakların belleğinde kalacaktır.
Menemen olayı üzerine «Gazi Mustafa Kemal» in
söylediği şu sözler her devrimcinin, çağdışılığa,
gericiliğe karşı direnen her yurttaşın yüreğinde
yaşamaktadır. «Kubilay, temiz kanı ile Cumhu
riyetin hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendir
miş olacaktır...»
146
ATATÜRK DİYOR Kİ:
★■
★
«Her sarıklıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarık
la değil dimağ iledir.»
1923
*
' ★
«Fikir ve idrak sahibi olduğunu büyük hâdiseler
le ispat etmiş olan bu millet, Allahın gölgesi, Peygam
berin vekili olduğunu iddia küstahlığında bulunan Ha
life ünvanındaki gafillere, cahillere, riyakârlara vata
nında, vicdanında yer verebilir miydi?»
★
148
«Şimdiye kadar mîlletin dimağım paslandıran,
uyuşturan zihniyette bulunanlar olmuştur.» ■
-★
.149
birbirimize vereceğimiz işaret: İLERİ! İLERİ!
DAİMA İLERİ!...»
1925
150
Kitap İçin; <*)
H. V. VEDİDEDEOĞLU
151
Sayın Prof. Bülend Nuri BSEN’in mektubu:
B. N. ESEN
152
«... Askerliğimi Menemen Özel Taburunda yaptım.
Devrim Şehidi Kubilay’ın ve sizin kokladığınız o havayı
ben de doya doya tattım. Anıttaki yazıyı, bir devrim
savaşçısı, inanmış bir Atatürkçü olarak varlığımın ta de
rinliğinde duydum.
Menemen Olayını sizden dinlemiştik önceleri.. Bir
23 aralık günü, olayı tüm öğrencilere anlatmıştınız; oku
lun toplantı salonunun sahnesinden.. Devrim ve Atatürk
düşmanlarının saldırılarına yılmadan göğüs germemizi
öğütlemiştiniz bizlere. İnanınız ki, o sözlerinizi bir an
hatırımızdan çıkarmadık. Doğu’da Zeki Dündar, Mene
men’de Kubilay, Nevşehir’de İbrahim Çiftçi ve daha baş
kaları bizler için Atatürk Devrimlerinin örnek savaşçı
ları oldular...»
Duygularım, düşüncelerini yansıtan mektuplar, ga
zetelerde ve dergilerde yayınlanan yazılar...
153
KUBİLAY İÇİN YAYINLANAN
KİTAPLAR
• Şehit Kubilay
Kan. Demir
Kanaat Kütüphanesi, İstanbul - 1931
• Kubilay’ın Mezarında
Emin Abalı
Ege Kitabevi, İzmir - 1937
• Kubilay
l Mustafa Baydar
İzmir Matbaası, 1954
Tarihte Türk Kahramanlan Serisi No. 20
• Kubilay Destanı
Rahmi Dönmez
Ayyıldız Matbaası, Ankara - 1961
• (Kubilay Destanı
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Kitap Kitabevi yayınları, İstanbul - 1968 .
İS5
SÖZLÜ K
Abide : Anıt.
Aksam : Kısımlar, bölümler.
Anarşi: Kargaşa, kargaşalık, başsızlık. .
Asi: Baş kaldırıcı, isyan eden.
Batıl: Doğru ve fraklı olmayan,, çürük, temelsiz.
Batıl itikat: Dinde yeri olmayan, boş inan.
Canhıraç : Yürek parçalayan, iç tırmalayan, acı.
Caiz : Din, yasa, töre ya da başka bakımdan işlenmesin
de, yapılmasında çekince olmayan, yapılıp işlenmesi
ne izin verilen, uygun, yerinde sayılan/
Cevaz : Yasa ya da törenin Verdiği izin.
Derviş : Eskiden tarikatlardan birine girip yaşayışını o
yola uyduran kimse.
Divanı harbi örfi: Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi.
Eskatoioji: İnsanın ve dünyanın sonunu, öbür dünyayı
anlatmaya çalışan Tanrıbilim kolu.
Eshabı Kehf : Dinsel kökenli efasne (Kehf : İn, mağara).
Esrar perdesi: Bir şeyin anlaşılmasını güçleştiren engel.
Fanatik : Bir din ya da düşünceye tutkuyla bağlı olan.
Fecaat: Pek acıklı, yürekler acısı durum.
Fisebilillah : «Tanrı yolunda» demek olup «hiç bir kar
şılık beklemeden» anlairundat kullanılır.
Gaflet: Gafil olma durumu, aymazlık, dalgı.
Hayatiyet: Yaşama gücü, canlılık.
Hilafı hakikat '. Gerçeğe aykırı, gerçek dışı.
Hıyanet: Hainlik, kutsal sayılan şeylere el uzatma, kö
tülük etme ya da karşı davranış; İhanet.
Hurafe : Boş inam....
Htisnükabul: İyi karşılayış.
156
Hüsran: Zarar, ziyan; beklenilen şeyin elde edilememesi
yüzünden duyulan acı, yokluk acısı, acı çekmek.
İbret: İnsanın gözünü açıp yanlış davranışlardan sakına
masını sağlayan olgu ya da bu gibi olgulardan alınan
ders.
İcraat: İş, görülen işler, çalışma sonuçları.
İğfal: Aldatma, ayartma, kandırma, baştan çıkarma.
İhmal ve terahi: Savsama ve boşlama.
İhtizar : Ölüme hazır olma, can çekişme.
İhtizaz : Titreme, deprenme.
İnfaz : (Bir yargıyı) Yürütme, yerine getirme.
İrtica : Gericilik, geri dönücülük..
İstihale : Biçim değiştirme.
İtikat: İnanç.
İzafe : (Bir şeye) Mal etme, bağlama.
Kâbus : Karabasan.
Kâşane : Büyük, süslü ve masraftan kaçınılmaksızın ya
pılan yapıların görkemini anlatmak için kullanılır.
Kefaret: Bir günahı Tanrı’ya bağışlattırmak umuduyla
verilen sadaka ya da tutulan oruç. (Bir şeyin) kefa
retini ödemek cezasını çekmek.
Kıyam : Ayağa kalkma, kalkışma, ayaklanma.
Kuvveden fiile : Düşünülen şeyi yapma.
Mağşuş : Karışık.
Mali hülya : Hayalperest, hayal dolu, kuruntu dolu.
Masiyet: İsyan, günah.
Meczup : Allah aşkıyle akimın dengesini yitirmiş kimse;
deli, sapık.
Mefhum: Kavram.
Mefsuh : Kaldırılmış, dağıtılmış, bozulmuş.
Mehabet: Heybet, ululuk, büyük görünmek.
Mehdi : On ikinci imam olup, Şii inancına göre, yaşa
makta, ve kıyameti beklemektedir. (Sahib-üz zaman)
Meni Muhakeme: Yargılanmamak.
Meşbu : Dolmuş, dolu; doygun.
Meşime : Dölyatağı, son.
Methaldar : (Bir işte) parmağı olan.
Muska: Kimi hastalıkları ya da başka sıkıntıları gider
diğine inanılarak üstta taşman, suda eritilip içilen,
yakılıp tütsülenilen yazılı kâğıt. Üçgen biçiminde kat
lanmış olan şey.
157
Müfreze : Bir asker birliğinden ayrılan kol.
Mürteci: Gerici.
Müsellahen : Silahlı olarak.
Müşevvik : Ayartan, kışkırtan, önayak olan.
Müteellim : Acıklı, acıyan.
Nakşibendi: Nakşibendi tarikatında olan kimse.
Babıta : Bağlılık, birbirini tutma, tutarlık.
Safsata : Bilgiçlik. Boş ve temelsiz söz.
Salik: Girmiş, tutmuş.
Softa : Eskiden medrese öğrencisi; körükörüne bir dava
ya bağlanıp ayak direyen kimse.
Suiistimal: Kötüye kullanma, yolsuzluk.
Şeamet: Uğursuzluk.
Şerik: Ortak.
Taassup : Bir düşünceye, bir inanışa körtikörüne bağla
nıp ondan başkasını düşünememe durumu, bağnazlık.
Tahkikat: Soruşturmalar.
Tahsisat: Ödenek.
Tavsif : Nitelendirme, niteliklerini söyleme.
Teceddüt: Yenileşme, yenilik.
Teheyyüç : Coşma, heyecanlanma.
Tekke : Eskiden tarikat adamlarının toplanıp âyin yap
tıkları yer.
Tekevvün : Oluş, oluşma, var olma, doğuş.
Tenzih : Arılama, (kusur) kondurmama.
Tevil: Başka anlam verme, zoraki anlam.
Ubudiyet: Kölelik, kulluk.
Ulvi : Yüce.
Unsur : Öğe, ilke, (Unsuru asli: Temel öğe).
Ümmet: Bir peygambere inananların topu.
Ümmi: Okuyup yazması olmayan.
Vahim : Ağır, korkulu, çok tehlikeli.
Yobaz: Din taassubunu (bağnazlığım) başkasını rahat
sız edecek derecede ileri götüren, sataşkan kaba so
fu. (Yobazlık: Yobazca da vramş)
Zikir: Anma, söyleme. (Bir tarikata bağlı olanlar için)
Tanrı’nın adını arka arkaya söyleme işi: Zikir çekmek.
158
İÇİNDEKİLER
(1898 — 1957)
159