You are on page 1of 157

Tarih — Anı — Gezi — Olay

Dizisi: 16 (İkinci bası)


Aralık, 1978

Dizgi ve Baskı:
Erdini Basım ve Yayınevi
Selvilimescit Sok. Güzeller Han No: 6, Alt Kat-İstanbul
Aralık, 1978
(/ ■ >•'
KEMAL ÜSTÜN

MENEMEN OLAYI
VE
KUBİL A Y
(İkinci bası)

ÇAĞDAŞ YAYINLARI
GAZETE, DERGİ, KİTAP, BASIN ve YAYIN
ANONİM ŞİRKETİ
Türkoeağı cad. No. 39 - 41 Cağaloğlu - İstanbul
Kubilay’ın Yaşam Çizgileri*

• Doğumu ...................................................... 1906


(Adana - Kozan)
Babası: Hüseyin
Annesi: Zeynep

• îlköğrenim yılları ....................................... 1913 — 1919


(Aydın)

• Öğretmen okulu öğrenimi ......................... 1920 — 1926


(Antalya - İzmir ve Bursa)

• öğretmenliği ............................................... 1926 — 1929


(Aydın)

• Askerlik görevi .......................................... 1929 — 1930


(İzmir - Gaziemir, İstanbul - Harbi­
ye ve Menemen)

® Devrim şehidi Kubilay ................................. 23.12.1930


(Menemen)

(*) Kimi kaynaklar ve yayınlar Kubilay için değişik,


hatta yanlış bilgiler vermektedir. «Yaşam çizgileri» kay­
nakların ve yayınların incelenmesinden sonra, kendi bil­
diklerimle karşılaştırılarak düzenlenmiştir. K. Ü.
0 Kubiiay’m ailesi Giritlidir. Aile 1902’de Girit’ten İz­
mir’e göç etmiş, daha sonraları geçim güçlükleri ve
savaş yılları nedeniyle Adana, Kozan, Antalya’ya ta­
şınmışlar ve İzmir’e gelip yerleşmişlerdir.

0 Kubilay’ın asıl adı (Mustafa Fehmi) dir. Kubilay, bu


adı İzmir Erkek Öğretmen Okulunda öğrenci iken al­
mıştır. Tarihteki ünlü Türk kahramanlarının, Türk’­
lerin yaşadıkları yerlerin adlarını soyadı gibi almak,
o yılların yeni bir akımı idi. (Soyadı Kanunu ise
1934’te çıkmıştır.)

0 Kubilay şehit düştüğünde Menemen 43. Piyade Ala­


yında Yedek Subay, Asteğmendi. Daha önce Aydın
Gazipaşa İlkokulu Öğretmenliğinden Menemen Zafer
İlkokulu öğretmenliğine, atanmış bulunuyordu. (Zafer
İlkokuluna olaydan sonra, Kubilay İlkokulu adı ve
verilmiştir. 2 Ocak 1931)
ONSOZ

Bu «Önsöz»iin de bir önsözü var: Yazar Ecvet Güre-


sin’in 1969’da yayınlanan (31 Mart İsyanı) adlı kitabı,
Cumhuriyet Gazetesinin 10 nisan 1969 günlü sayısında
(Yayın Hayatı) sayfasında okurlara tanıtılıyordu. Türker
Acaroğlu, haftalık kitap tanıtma yazısını şöyle bir dilek­
le bağlamıştı: «Metin Toker’in (Şeyh Sait İsyanı)ndan
sonra Ecvet Güresin’in (31 Mart İsyanı) kitabı, yakın
tarihimizin epey karışık ve karanlık bir dönemine ışık
tutmaktadır. Bakalım, Öğretmen Kubilay’a kıyan Mene­
men İsyanını -bütün yönleri ve belgeleriyle- bize kim ta­
nıtacak?»
Böyle bir soru, Kubilay’ın yakın arkadaşı olarak be­
ni etkilemiş ve duygulandırmıştı... Hem Acaroğlu’nun
sorusunu cevaplandırmak, hem de hazırlamakta olduğum
(Devrim Şehidi Öğretmen Kubilay) adlı kitabımdan söz
etmek için gazeteye bir yazı gönderdim. Yazım, bir haf­
ta sonra Cumhuriyet’te yayınlandı.
Soruya verdiğim cevabın son bölümünde: «...Mene­
men Olayı, otuz dokuz yıl geride kaldı. Kubilay’m adı bi­
le unutulacak hale geldi. 23 Aralık anma yıldönümleri si­
linip gitti... Halbuki içinde bulunduğumuz ortam; özel­
likle bazı çevrelerin görünen bilinen haince davranışları
ve yayınları «İrtica» yılanının uyanmakta olduğunu, sal­
dırılara bile geçtiğini; teşvik gördüğünü açık-seçik göz­
ler önüne sermiştir. Hatta yer yer kanlı-kansız provaları­
na girişilmiştir. Özellikle gerici basında Kubilay hakkın­
da çıkan bazı yazılar ve geçen yıl yayınlanan bir kitap
tamamen maksatlı y&gerçeklere ters düşen iddia ve iftira­
larla dolu olarak hazırlanmıştır. Çatlak seslerin «Isteme-
züüük!...» lerini duyar gibiyiz. Hayır! «duyar gibi» değil,
homurtularını işitiyoruz artık..
Sayın Acaroğlu’nun önemle işaret ettiği gibi «Kubilay’a
kıyan Menemen isyanım» ve onun gerisindeki karanlık­
ları; tarih boyunca başbelası olan irtica hareketlerini ye­
ni kuşaklara anlatmak gerek; devrimci çevrelere seslen­
mek gerek, onları daima ve daima uyanıklığa çağırmak
gerek...
Bunu kim yapacak?
Bunu yapacaklar az değil, çoktur bu ülkede; yazar­
lar, sanatçılar, tarihçiler, öğretmenler, Atatürkçüler...
Ben, bunlardan biri, Kubilây’ın öğretmen arkadaşla-
nndanım. 23 Aralık 1930’da Menemen’de Zafer İlkoku­
lunda (sonra Kubilây İlkokulu) öğretmen idim. O okul­
da yedi yıl çalıştım. Olaydan sonra kurulan Askeri Mah­
keme önündeki yargılamaları dinleyici olarak izleme
olanağını buldum.
' Öyleyse, arkadaşım Kubilây’ı ve Menemen Olayı'nı
genç kuşaklara anlatmak benim ödevimdir. Meslek yıl­
larım boyunca bu kutsal ödevi yerine getirdim. Geçen
yıl yayınladığım ilk kitabımın arka kapağında yayınla­
yacağımı belirttiğim kitaplardan üçüncüsü olarak, Dev­
rim Şehidi Öğretmen Kubilay’ın adı vardır. Ancak, bu
kitabı Kubilây’ın 40. ölüm yıldönümü olan 23 Aralık 1970
de yayınlamayı planlamış bulunuyorum.
Bence; Kubilây’ın ve Menemen Olayı’nın 40. yıl dö­
nümünde, bir değil bir çok kitap, makale ve şiir yayın­
lanmalı; Atatürkçü sanatçılar yeni eserler vermelidirler.
Bu çabalara bugün dünden daha çok ihtiyaç vardır ka­
nısındayım. Devrim için kendini adayan Kubilay, çok
yönlü ve gerçekten güçlü yayınlarla anlatılabilir, anıla­
bilir -ve en yücesi- devrimcilik ve ona bekçilik ülküsü
ancak böyle çabalarla yaşatılabilir...
Ben, sadece O’nun yakın bir arkadaşı ve bir öğretmen
olarak, payıma düşen ödevi yerine getireceğimi şimdiden
açıklarken 40. yıldönümünde Kubilay’ı anlatan ve ola­
yın belgelerini derleyen güçlü eserlerin ortaya konaca­
ğına inanıyorum» demiştim.
İşte, kitabımın ilk Önsöz’ü o gün yazdıklarımdır.
Şimdi o sözü yerine getirmiş bulunuyorum.
Cumhuriyet ve devrimler! yeni Kutıilay’lar koruya­
cak, Atatürk’ü yeni Kubilay’lar yaşatacaktır (*).
İstanbul, KEMAL ÜSTÜN
29 Ekim 1970

(*) Bu yeni bası için kitapta bazı düzeltme ve düzenle­


meler yapılmış, DERLEMELER bölümüne önceki
bası (1977) sonlarında Cumhuriyet’te yayınlanan
iki yazı eklenmiştir.
1 Arahk 1978 K. Ü.
ANILAR...

Yıl 1930
1919’larda, 1923’lerde doğanlar yepyeni ışık­
lı bir yolda yürüyorlar ve ileriye bakıyorlardı;
yurdu kurtaran, Cumhuriyeti kuranlarla birlik­
te... Geri kalmışlığın gönüllerdeki ezikliği ve bu­
rukluğu artık yerini başka duygulara bırakmış...
Her Türk, Gazi Mustafa Kemal’in tutuşturduğu
yaşama sevinci ile dopdolu; yükselme ve çağdaş
uygarlık düzeyine ulaşma ülküsü ve çabası için­
de... Eskiyi, köhneyi ve çağ dışına düşmüş olanı
yıkan ve yerine yenisini getiren devrimler birbi­
rini izliyor... Öyle ki; üç yıl sonra Gazi Mustafa
Kemal, Cumhuriyetin 10. yıldönümünü büyük bir
coşku ve mutluluk duyarak kutlayacak, yapılan
lan ve yapmak istediklerini bir bir anlatacak ve
tüm gücüyle «Ne mutlu Türk’üm diyene!» diye
Türk Ulusuna onurla seslenecektir.
Evet, o yıllar bir başka güven dolu, bir baş­
ka umut dolu yıllardı. Yepyeni ve layık bir dünya
görüşünü benimsemiştik. Genç ve gelecek ku­
şaklar, kurtuluşu ve Cumhuriyetin ilk on yıllık
dönemindeki atılmaları inceleyip araştırdıkça ya
da tarih sayfalarından okuyup üzerinde derinle­
mesine düşündükçe, o yılların yüce anlamını da­
ha iyi kavrayacaklar; devrimlerin niçin her za­
mankinden daha titizlikle korunması gerektiği­
ne ve gerçeğine saygı duyacaklar ve O’na yürek­
ten bağlı kalacaklardır. Tıpkı, o günleri ve o yıl-

9
lan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, beraber ya­
şayanlar gibi, bugün de O’nun izinde yürüyen­
ler gibi...
Ancak!
Yine o yıllar; dış düşmanı yenmiş, yurdu kur­
tarmış ve Cumhuriyeti kurmuş olan bu büyük
ulusun, içte savaştığı ve savaşacağı daha güçlü
sayılan başka düşmanlan da az değildi: Okur­
yazarlıktan yoksun halk yığmlan vardı. Örüm-
cekli, karanlık kafalar vardı. Halkı sömüren, çı­
karları bozulan zümreler vardı. Her devirde çı-
karlannı gericilik (irtica) hareketlerine bağlamış
olanlar vardı. Eskisinin özlemini duyan, devrim -
W:1 '
lere diş dileyen sinmiş ve gizliliğe bürünmüş
i şeyhler, müritler, softalar ve yobazlar vardı...
O yıllarda iç düşmanla da savaş gerekli idi.
ıv Ve bu savaş veriliyordu, bir adım bile gerileme­
den.
Bir Yurt Köşesi
Menemen
Menemen, İzmir’in 30 kilometre kadar yakı­
nında küçük bir ilçedir .Halkının çoğunluğu zey­
tincilik, bağcılık ve toprak işleriyle uğraşır, çalış­
kan insanlardır.
Kurtuluş Savaşında düşman işgalinin acıla­
rını çekmiş ve yiğitlik örnekleri vermiş bir yurt
köşesidir Menemen. İlçeyi düşmana teslim etmek
istemeyen, direnen ve hükümet binasından ay­
rılmayan Kaymakam Kemal Bey ve beraberin­
deki jandarmalar, düşman kurşunlarına ilk he­
def olanlar ve ilk şehit düşenlerdir. Hükümet bi­
nasının bahçesinde yükselen Şehit Kemal Anıtı
böyle bir yiğitliğin "öyküsünü simgeler. Menemen­

10
liler haklı olarak bu anıtla ve geçmişleriyle övü­
nürler. O yıllar Menemen’deki ilkokullardan bi­
rinin adı (Şehit Kemal İlkokulu) idi. Bugün, Me­
nemen’de biri Kurtuluş Savaşının, diğeri gericilik
kavgasının şehitleri için dikilmiş iki anıt ve on
larm anılarını gönüllerde yaşatan (Kubilay İlk­
okulu) vardır. Bunlar, Menemen’in tarihinde
yeri ve değeri olan andaçlardır.
Ancak yine Menemenliler, gerek «irtica» m
burada hortlaması, gerekse olay sonrası yıllarda
bile, ağır yergi ve suçlamalar nedeniyle acıların
acısını benliklerinde duymuş bir halktır. Ama
Menemen halkı, diğer yurt köşelerindeki halkı­
mızdan ayrı görüş ve düşüncede olan bir topluluk
değildir. Bir başka deyişle, devrimlerin anlamını
kavramışları ya da geri kalmışlarıyla; okumuşla­
rı okumamışlarıyla, varlıklıları yoksullarıyla ve
daha başka nitelikeriyle yurdumuzun öteki böl­
gelerinde yaşayanlarla benzerlikleri olan yurt-
taşlanmızdır Menemenliler... İrticaın Menemen’­
de görünmesi bir taihsizlik, bir acı olmuştur on­
lar için. Böyle bir olay yurdumuzun bir başka
yöresinde çıksaydı yine aynı eziklik ve utanç
duygulan yüreklerimizi yakıp karartmaz mıy­
dı? Kaldı ki, olayın gerçek elebaşılannın Mene­
men halkıyle uzak-yakm ilişkileri ve bağlantı­
ları görülmemiştir. İrticaın ilk kışkırtıcıları olan
altı yobaz o sabah Menemen’e gelmişlerdir. On­
lar başka kent ve köylerden de gelseler —yurt dı­
şından olmadıklanna göre—• doğup büyüdükle­
ri uğrayıp geçtikleri yurt köşelerini ya da halkı­
nı toptan suçlamak uygun düşer mi? Hainler,
uygarlık düşmanlan nereli olurlarsa olsunlar sa­
dece kendileridir suçlu duruma düşenler. Böyle

11
bir olay toplu bir hareket anlamında olmadığın­
dan, Menemen halkını suçlamaya kalkışmak,
özellikle yayınlarda bu görüşü sürdürmek, onla­
rı incitmekten ya da bu yurt köşesini lekelemek­
ten başka bir sonuç vermez. (*)
Devrim tarihimize geçen bu olay «Menemen
İsyanı» değil «Menemen İrticai», daha uygunu
«Menemen Olayı» dır. 1925’te Doğu Anadolu böl­
gesinde başgösteren, ve tümüyle bir «isyan» ni­
teliğinde ve görüntüsünde olan hareket «Şeyh
Sait İsyanı» adıyla anılmaktadır. Hareketin te­
melinde ve yapısında hem «isyan» hem «irtica»
vardır. Menemen olayı ise, Nakşibendî tarikat­
çılarının devrimlerimize yönelmiş çirkin ve vah­
şi bir saldırısıdır.
Öyleyse, yıllarca sürüp giden ve Menemen­
lilere karşı küskünlük derecesine varan kıya­
sıya yermelerin anlamı nedir? Niçin Menemen
halkı isyan etmiş gibi görünmektedir, gösteril
inektedir? Karanlıkta kalan bazı nedenleri araş-

(*) Emin Abalı (Kubilay’ın Mezarında) adlı kitabında


(1937) bu incitilmenin acısını yansıtmakta ve sa­
vunmasını haklı görüşlere dayamaktadır.
Menemen Kubilay İlkokulunda yıllarca öğretmenlik
yapan ve Menemen halkını iyi tanıyan bu satırla­
rın yazarı, Menemenlilerin olaya ilişkin duyguları­
nı ve derin üzüntülerini içtenlikle bilmektedir. Adı
olaya karışan ve bazı yayınlarda elebaşılarla işbir­
liğinden söz edilen Menemenli (Saffet Hoca) yar­
gılama sonunda suçsuz görülmüş ve hakkında be­
raat kararı verilmiştir. Saffet Hoca, şeriatçı değil
Cumhuriyetçi ve aydın bir din adamı olarak tanın­
maktadır. K. Ü
12
tırmak, incelemek ve aydınlığa kavuşturmak ge­
rek ...
İrtica hareketinde Menemen halkını sorum­
lu sayanlar aşağıdaki görümlerin etkisi altında
kalmışlardır kanısındayım:
@ İrticaın, aydın halk çoğunluğunun bulun
duğu Batı bölgesinde oluşu,
® İrticaın, düşman işgaline uğramış ve acı­
lar çekmiş bir yörede patlak vermesi,
© Saldırının çok vahşi bir görünüşte oluşu
(Kubilay’ın başının kesilmesi ve yeşil bayrağa
takılması gibi),
• Olay sırasında Menemen halkından bazı­
larının, elebaşıların silahlı saldırısından korka­
rak yanılgılara düşmüş olmaları,
• Olayı izleyen günlerde ve yıllarda, yurt
ölçüsünde derin bir üzüntünün ve duyarlığın
doğmuş olması, Devrimlere yönelmiş böyle bir
saldırıya karşı ulusça tepki gösterilmesi gereği.
Yukarda belirtilen nedenlerin her birinde
Menemenliler için sorumluluk payları düşünüle
bilir. Bu düşünüş biçimi devrim ve görev bilinci­
ne bağlı kalmak isteyişimizdendir.
fBu konuda önemli bir hususa daha değin­
meliyiz: O sabah — olay sabahı — namaz vaktin­
de Belediye Meydanında olup bitenleri gören ya
da bir rastlantı ile oradan geçen Menemenlilerin
kişilikleri, anlayışları ve devrimleri kavrayış de
receleri üzerinde ayrıca düşünülmeye değer...
Erken saatlerde camiye namaza gelmiş sayılan
az yaşlıların, elebaşılar tarafından silah zoruyla
meydana götürülmeleri; yine o saatlerde fırın,
kahve gibi çok erken saatlerde açılmakta olan
işyerlerinde bulunan işçilerle, bağına ve bahçe­

13
sine gitmek üzere yan sokaklardan geçen kimse­
lerin görülüp çevrilmeleri ve zorlanmaları, onla­
rı, yobazların çevresinde biriken bir kalabalık
haline getirmiştir. Ayrıca dinsel, şaşırtıcı laflar
la etrafta yetmiş bin kişilik şeriat ordusunun (!)
.hazır bulunduğunun; öğleye kadar yeşil bayrak
altına toplanmayanların kıhçtan geçirilecekleri­
nin yayılması orada bulunanlardan «bazıları» nı
suçlu duruma sürüklemiştir.
Sözü edilen meydan çevresinden, sokak baş­
larından, aralıklardan ve daha uzaklardan, pen­
cerelerden durumu izleyenlerin elebaşılarla bir
leşerek, bütünleşerek, isyan ya da irtica hareke­
tine katıldıkları asla düşünülemez. O «bazıları»
ise —irticaa yardımcı olanlar— Menemen hal­
kım temsil edecek sayıda ve değerde kişiler ol­
maktan uzaktırlar, cahildirler ve ayrıca silahla
zorlanmışlardır.
İlk Tepki

Silahın patlaması ve Kubilay’ın yaralanma


smdan sonra silah sesiyle evinden fırlayan Bek­
çi Haşan olay yerine gelir gelmez durumu hemen
kavramış ve kimseden emir beklemeden Ziraat
Bankasının birkaç basamakla çıkılan giriş yerin­
den tabancasıyla ilk ateşi açmasını bilmiştir.
(Haşan gece bekçisidir, görevden sonra evine
yeni dönmüştü.) Ancak Bekçi Haşan bu çarpış­
mada yobazlardan birinin ateşlediği mavzer
kurşunuyla şehit düşmüştür. Diğer Bekçi Şevki
ise, olay yerine öteki arkadaşı gibi silah sesiyle
koşup gelmiş ve görev sırasında o da şehit ol
muştur. Her iki bekçi Menemen halkmdandır.
Yükselen üç sütunluk Kubilay Anıtının iki sütu-

14
nu bekçileri—yerinde ve anlamlı bir deyişle —
Menemenlileri temsil etmektedir. Bu da Mene­
men halkı için ayrı bir övünç kaynağı değil mi­
dir?
Olayın Nedenleri

/Şimdi, Menemen Olayının nedenleri üzerin


de durabiliriz. Aradan yıllar geçtiğine göre, bu
nedenler daha yansız, daha kesin görüşlerle
araştırılabilir, ortaya konulabilir. Çeşitli yayın­
larda ya da yıldönümlerinde gerek olay, gerek­
se Kubilay hakkında bazen yanlış, bazen amaç­
lı, bazen de duygusallıktan ileri gelen ve gerçek
lere uygun düşmeyen bilgiler verilmekte, yorum­
lar yapılmaktadır. Bu durum olaylara ışık tut­
ması gereken ve belgelerin bütününü derleyen
yayımlanmış resmî kaynak yokluğundandır.
İlk bakışta Menemen Olayı, tarihteki ben­
zerleri gibi bir gericilik hareketidir ve kökü ce
halete dayanır. Bu bakış biçimi, ön bir yargıdır.
İrtica hareketlerinde daima cahil kimselerin öne
sürülmesi ve elebaşıların onlardan seçilmesi bu
görüşü doğrular. Olaylar karşısında: «Ah ceha­
let, vah cehalet!...» der ve eğitimden yoksun bı­
rakılmış topluluklardan yakınır, sadece onları
suçlar; eğitimin değerini yüceltir ve bir özlem
içinde kıvranır dururuz.
Elbette, her gericilik olayında cehaletin, eği­
timden geçmemiş kişilerin, toplulukların oynadı­
ğı rol büyüktür ve başta gelir. Ama temelde, ce­
haletle ortak yönü ve rengi bulunan bir başka
önemli neden daha vardır: Din!.. İrtica hareket­
lerinin hepsinde «din» ön planda görünür ya da
öyle gösterilir. Cahillerden ve onları arkalarında

15
sürükleyen bilgisiz oin adamlarından: «Din el­
den gidiyor! Müslümanlık elden gidiyor!...» gibi
homurtular duyulur zazan zaman. Ve bu kan-
dırmacayı geçerli bir görüntüye bürümek için
açık - gizli her türlü hileye başvurulur. Toplumu
yüzyıllar gerisinde bırakan, boş inançlara bağlı,
gerçek din anlayışından yoksun, akıl dışı katı
kurallar yeniliklerle —devrimlerle— bağdaş­
maz ve çatışır duruma sokularak bu eğilime yat­
kın çevreler sürekli olarak zorlanır ve kışkırtı­
lır. İrticaın değişmez yöntemi ve yönetim biçimi
budur işte!
Geri kalmış toplumlarda, dinsel inançlar
açısından, kalabalıkları etkilemenin kolaylığı ve
aldatıcılığı «cihat çağrıları» düzenleyicilerince
iyi bilinmektedir. Uzak ve yakın tarihimiz bunun
acı örnekleriyle doludur. Daha yakın olan 31 Mart
İsyanı, Kurtuluş Savaşımız boyunca yer yer pat­
lak veren ayaklanmalar ve Cumhuriyetten he­
men sonraki Şeyh Sait İsyanı böyleydi. Mene­
men Olayı böyle oldu. Günümûzdekiler de böyle
olmaktadır...
Yukarıda kısaca değinilen ve birbirine sıkı
sıkıya bağlı bulunan her iki nedenin de gericilik
ve ayaklanma hareketlerindeki payı büyüktür.
. Fakat bütün gericilik hareketlerinin kökeninde
tek ve hiç değişmeyen ortak bir amaç vardır:
Özel çıkarlar! Kişisel çıkarlar!...
Çıkarcılar daima cehalet ortamından ve din
çevrelerinden yararlanarak gericiliğe yeşil ışık
yakmışlardır. Bu gerçeğin dününde, bugününde
değişen bir başka neden yoktur. Şayet ortam
değiştirilemezse yarınlar da böyle olacaktır. Ce­
haleti yenemedikçe, yurdu ve ulusu yürekten se-

16
veri kuşaklar yetiştiremedikçe; özel çıkarlarım
bilimden, erdemden ve gerçek din anlayışından
üstün tutan «kara-aydınlar» ile «çıkarcı politika­
cılar» var oldukça irtica da var olacaktır!...
Bu genel açıklamadan sonra, Menemen Ola­
yının arkasında hangi görüntünün bulunduğu­
nu inceleyebiliriz. Türkiye Cumhuriyeti kurul­
duktan sonra Halifelik tarihe karışmış, layik bir
dünya görüşünü benimsemiştik. Türbeler, ma­
halle -mektepleri, çağdışı köhneleşmiş kurumlar
yoktu artık. Tarikatçılık, şeyhlik, dervişlik, mü­
ritlik, dedelik, seyitlik, babalık, emirlik, naiplik,
halifelik, büyücülük, üfürükçülük, falcılık ve
muskacılık kanunla yasaklanmıştı (*).

(*! (Mezhepler: Mezhep kelimesi yol, anlayış m yön


manasına gelir. Mezhepler aslında İsiamm itikat­
lar «inançlar» ve ibadetler «Tanrı’ya kulluk yolu ve
şekli» bahsindeki anlayış vee uygulama farklarına
dayanır. Ama sonraları mezhepler de çeşitli bozu­
luşlara sürüklenerek, İslama karşı direnişe kadar
varan pek çok şekiller aldılar. Fakat İsiâmda baş­
lıca dört ünlü öndere bağlı dön, mezhep hâlâ, var­
lıklarını muhafaza ederler. İslâmlar arasındaki mü­
nasebet ve muameleleri düzenleyen şeriat esasları
da bu mezheplere göre şekillenir.»
«Tarikatlar. : Bunlar başkadır. Tarikatlar, İslâm-
dan önce de ve her dinde vardır. Bugün de vardır.
Tarikat, bir tarikat' kurucusunun veya şeyhinin din
inançlarını ve mezhepleri ve bu arada din kitap
kaidelerini kendine göre yorumlayarak, bu yorum­
lama şekillerine göre koyduğu âyin ve ibadet yolu­
dur ki, bu tarikat baş.arının mesleklerine kendileri­
ni verenler, umumiyetle, kendi tarikatları içinde
gizli veya açık teşkilâtlanırlar. Çünkü tarikatlar ya
gizlidir ya aşikârdır. Her iki halde de tarikat teş­
kilâtlanmakla beraber, bilhassa açık tarikatlarda,
tarikatın toplantı ve âyin merkezleri olan yerlere

F: 2 17
Öğretim birliği, şapka - kıyafet ve yazı dev-
rimleri yapılmış, her alanda yenilikler başlamış­
tı. Türk toplumu yepyeni bir yaşama ve gelece­
ğe yönelmişti...
Yazımızın başında, 1930’lann aydınlık ve
umutlu tablosuna bakarken «Ortaçağ kalıntıla­
rı» na değinmiş ve: «... örümcekli ve karanlık ka­
falar vardı. Halkı sömüren, çıkarları bozulan
zümreler vardı... Eskinin özlemini duyanlar var­
dı...» demiştik.
İşte, sinmiş ve pusu kurmuş olan, fırsat kol­
layan bu tutucu, gerici kişiler ve zümre artıkla­
rı «uygun bir ortam»ın varlığını hemen sezdi­
ler. «Uygun ortam» politik alanda yeni bir aşa­
maya geçilmesi idi: 1924’ten sonra 1930’ta ikinci
bir parti denemesine geçilmiş ve (Serbest Cum­
huriyet Fırkası) adıyla yeni bir parti kurulmuş­
tu. (18 Ağustos 1930)
Devrimleri başlatan, uygulayan ve koruyan
tek parti döneminden daha özgür ve demokra­
tik bir yönetime dönüşüyordu politik ortam. Ge­
rek yeni kurulan partinin örgütleri arasına sı­
zan, gerekse parti dışında bulunan çıkarcı çev­
reler ve zümreler kısa zamanda gizlilikten, sin­
silikten sıyrıldılar; layiklik ilkesini kendi amaç­
larına göre yorumlama ve hatta zorlama göste­
rilerine giriştiler. Yeşil bayraklar göründü; la-

(tekke) ve (zaviye) denilir. Bunlar ekseriya bir ge­


nel merkezin veya baş Halifenin maddî veya ma­
nevî kontrolüne tabidiriler.» «İşte Türkiye’ye yay­
gın olan ve 13 Aralık 1925 tarih ve 677 sayılı ka­
nunla kapatılan tekkeler ve zaviyeler, bu tarikat
merkezleridir.»
Tek Adam, Cilt III, s. 235 — Şevket Süreyya Ayde­
mir.
18
yikliğe karşı seslerini yükseltme özgürlüğü ve
cesareti buldular!... Bu durum, partinin yurtse­
ver kurucuları ile Gazi Mustafa Kemal tarafın­
dan kısa zamanda sezildi, anlaşıldı. Ve parti ku­
ruluştan üç ay sonra kapandı. (17 Kasım 1930)
Böylece 1930’lann çok partili yönetim dene­
mesi geleceğe kalmış ve İkinci Dünya Savaşı son­
rasına, 1946’ya kadar tek parti düzeni sürmüştür.
Menemen Olayının «ortam» ı, sözü edilen dö­
nemde (Serbest Cumhuriyet Fırkası dönemin­
de) din perdesine bürünen çıkarcı çevrelerin bes­
lediği ve koruduğu ortamdır. Yeni parti kurul­
duktan sonra İzmir, Manisa ve Balıkesir çevre­
sinde diğer bölgelerden daha kısa zamanda ya­
yılmış, taraftar bulmuş ve güçlenmiştir. Layiklik
ilkesinin fırsatçılar ve çıkarcılarca eleştirilip yo­
rumlanması; bu bölgedeki halkın yeni kurulan
partiye eğilimi; sinmiş ve pusu kurmuş tarikat
mensuplarını, şeyhlerini, müritlerini umutlandır­
mış ve onlan harekete geçirmiştir: İstanbul’da
Erenköy’de oturan Nakşibendî tarikatının başı
84 yaşındaki Şeyh Esat, 64 yaşındaki oğlu Meh­
met Ali yukarda sözü edilen «uygun ortam»dan
yararlanarak hazırlığa girişmişler ve hükümete
karşı saydıkları bu yörenin bir ilçesinde (Mene­
men’de) şeriatçı bir- gösteriye başlamışlardır:
«Din elden gidiyor! Şeriat isteriz!... Şapka giy­
mek kâfirliktir!...» sesleriyle... Ve dört silahla,
halkı ayaklanmaya zorlamışlardır.
Menemen İrtica hareketinin «uygun ortamı»
ve gerçek «nedeni» budur.
Tarih tanığımızdır, böylesi örnekler az de­
ğildir.

19
Yetkili ve Resmî Bir Açıklama

Olaydan bir hafta sonra, 1 Ocak 1931 tari­


hinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde Başba­
kan İsmet Paşa olay hakkında geniş açıklama­
lar yapmış ve: «...Bu, yüzlerce seneden beri dini
siyasete alet eden bütün hareketlerin bir teker­
rürü (yeniden ortaya çıkması) idi. Bu zavallılar
layikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler.
Gerçekte ise, menfaatlerini kaybetmişlerdir, onu
istiyorlar» demiştir.
Kubilay’dan Anılar...

24 yaşın tüm özelliklerini gösteren, hareket­


li, neşeh, tartışmaya hazır ve açık yürekli bir ar­
kadaş olarak tanıdım Kubilay’ı. Gür saçlarında­
ki akların çokluğu, genç ve sevimli yüzüne ayn
bir özellik ve olgunluk kazandırırdı. Aceleci ve
biraz alıngandı. Zaman zaman, sinirliliğe kayan
sert davranışları sezilir; üzüntülü olduğu günler,
dalgın görünür, az konuşurdu. Dostluğuna gü­
venilirdi. Kısa sürede çevresindekileri etkilerdi,.
Kubilay okumayı sever, mesleki olsun olma­
sın yeni bir kitabı mutlaka bulup okumak ister;
kitap azlığından yanardı. Çevresindekilerden
yeni yayınlar olup olmadığını araştırır, kendir
sinde bulunan kitapları arkadaşlarına tanıtıp
okutmaktan hoşlamrdı.
Toplum hayatıyla ilgili sohbetlerde, millî ko­
nularda duygulu ve titizdi, İnandığı ve bağlan­
dığı fikirleri ısrarla ve heyecanla savunur; ko­
nuşmaları hep o yöne çevirir ve tartışma hava­
sını daima canlı tutmasını bilirdi.
O, güvenilen bir dost, sevilen ve aranan bir
arkadaştı...
20
Kubilay yedek subay olarak Menemen’e gel­
diğinden beri kışlada kalıyor, hafta sonlarında
İzmir - Karşıyaka’ya annesinin yanma gidip er­
tesi günü dönüyordu (*). Kubilay, öğretmen oku­
lu yıllarından başlayarak spor yaptığından spora
karşı özel bir ilgi duyar, İzmir’deki futbol maç­
larını kaçırmaz; spor hareketlerini ve haberleri­
ni izler, bu konudaki tartışmalara istekle katılır­
dı.
O, haftanın birkaç gecesinde Zafer İlkokulu­
nun (sonradan Kubilay İlkokulu) bahçesine bi­
tişik Türkoçağı’na uğrar, orada öğretmenlerle ve
tanıştığı yeni arkadaşlarla geç vakitlere kadar
sohbet eder, daha sonra kışlaya dönerdi. Bazı ge­
celer Türkocağı’ndan birkaç arkadaşla birlikte
çıkar, yol boyunca duraklamalı konuşmalarla
yürür ve sonunda «iyi geceler...» dilekleriyle bir­
birimizden ayrılır, evlerimize gitmek üzere ka­
ranlıklara dalardık... Kubilay, «Kışla Yolu» der­
di bu gidip gelmelere. Günlük görev yorgunlu­
ğundan sonra geceleri Türkocağı’na gelip geç
dönmelerden usanmaz, yağışlı havalarda bile şk
kâyefcçi görünmez ve; «Bu gidişle (Kuşla Yolu)
adlı bir roman yazacağım* derdi. Ara sıra sorar­
dık Kubilay’a romanînı. Neşeli ve şakacı haliy­
le birer birer tanıtırda romanındaki kişileri; olay­
ları ve olayların geçtiği yerleri... Romanın ko­
nusu yaşantılardan alınmıştı; kendisi vardı, ar­
kadaşları vardı, kışla yolunun geceleri ve gün­
düzleri vardı...
Evet O, (Kışla Yolu) adlı yazılmış, basılmış

(*) Bu anıların yazarı da yedek sübâyiık görevini 1934


te Menemen'de yine ö birlikte, 43. P. A. da yapmış­
tır.

21
bir roman bırakmadı ama; kanıyla yazdığı (Dev­
rim Yolu) kitabını armağan etti bizlere, hepimi­
ze...
Son Gece

22 Aralık 1930 Pazartesi gecesi yine Türkoca-


ğı salonundayız. Kubilay ve arkadaşlar, yine söy­
leşiye dalmışlar... Düşünceler, görüşler, eleştiri­
ler sürüp gidiyor. O, her zamanki gibi şen ve şa­
kacı.. Coşkulu bir tartışma havası içinde anlatı­
yor, soruyor, dinliyor ve sonra yine kendisi konu­
şuyor... Zaman uçup gidiyor, yine geceyi yarılı­
yoruz. Türkocağı’ndan hep birlikte çıkıyoruz.
Dışarda sert ve soğuk bir rüzgâr esiyor. Bir sü­
re yürüyoruz. Artık ayrılma zamanı geldi. «İyi
geceler... İyi geceler...» Hepimiz değişik yönlere,
sokaklara ve karanlıklara dalıp ayrılıyoruz bir­
birimizden. O, her gece olduğu gibi yine kışla yo­
lunda (*)...
23 Aralık Salı
Saat, 8.30’u gösteriyor. Biz, aynı okulda ça­
lışan iki öğretmen arkadaş her günkü gibi okul
yolundayız. Keskin ve dondurucu bir soğuk çar­
pıyor yüzümüze. Yürüyoruz. Fakat sokakta kim­
seler yok, ıssız.. Her gün bizimle birlikte önde,
arkada ve çevremizde yürüyen, koşan ve ara so­
kaklardan çıkan Öğrencilerimiz neredeler bu­
gün? Bazı evlerin pencerelerinden telaşlı ve te­
dirgin başlar uzanıyor, kuşkulu gözlerle iki yö­
ne bakınıp çekiliyorlar içeri! Bugün bir başkalık

(*) 40 yıl öncesinin anılan, şimdi ufuklardaki sisli gö­


rüntülere benziyor. Son gece Türkocağı’ndaki ko­
nuşulanları ayrıntılarıyla düşünmek ve yazmak
güç. Ancak, o gecenin havası ve beraberliği elbette
silinmez, unutulamaz.
22
ve sessizlik var yollarda... Olağan değil bu!
Okulumuza yaklaştık, kapı önlerinde kimse-*
ler yok, okul bahçesi tatil günlerinin boşluğu ve
sessizliği içinde... Kuşkulu duygularla ve hızlı
adımlarla yürüyor ve büyük kapıyı açıp okul sa­
lonuna dalıyoruz. Salonda karşılaştığımız öğret­
men arkadaşların gözleri dolu dolu... Hepsi üz­
gün. Birkaç dakikanın içinde anlatıyorlar olanla­
rı, duyduklarını, inanılması güç şeyleri... Ve
Kubilay’ı!., Okul pencerelerinden dışarıyı, kışla
yönündeki yamaçları gösteriyorlar. Evet, uzak­
larda küme küme, yer yer askerlerin hareketle­
rini, makinelitüfek mevzilerini görebiliyoruz.
Bulunduğumuz okul, olay yeri olan Beledi­
ye meydanına ve çarşıya epeyce uzak. Sabah
erkenden patlayan silah seslerini bile işitmemi­
şiz.. Evleri o çevreye yakın olan öğrencilerimiz
zaten okula gelememişler. Habersiz gelenleri de
okuldan evlerine göndermişler. Olaya yakın so­
kaklar ve çevresi askerî birlikler, süngülü nöbet­
çiler tarafından tutulduğu için içeri ve dışarı
kimse bırakılmıyormuş... Böylece bir süre okul­
da bekledik.

Öğleye doğru, İzmir’den gönderilen bindiriil-


miş askerî birlikler Menemen’e gelmeye başladı­
lar. Okulun önündeki caddeden çarşı yönüne
geçiyorlar. Sokağa çıkma yasağı konulduğu ha­
berleri geliyor... Ve daha başka haberler...
Hepimiz düşüncelere dalmış bekliyoruz...
Nihayet öğleden sonra sokağa çıkma yasağının
kaldırıldığı öğreniliyor. Sokakların sessizliği ve
ıssızlığı bozuluyor birdenbire. Telaş ve heyecan­
la dışan fırlayanlar olay yerine doğru yürüyor,

23
koşuyor; koşuyoir, yürüyor... Biz Öğretmeliler içi­
mizde düğümlenen duygularla üzgün, kaygılı ka­
labalığın arasında aynı yoldayız. Belediye mey­
danına yaklaştıkça neler neler görmüyor, neler
sezmiyoruz ki! Meydan çevresindeki kimi yapı­
ların duvarları, camian, çerçeveleri makineiitü-
fek mermileriyle delik deşik.. Meydanın camiye
yakın kaldırım kenarında süngülü nöbetçiler
arasında, belden yukarı giysileri soyulmuş sakal­
lı üç ceset yatıyor. Makinelitüfek mermileriyle
parçalanmış ve tanınmaz hale gelmiş yobaz ce­
setleri!.. Bunlar mi Mehdi, bunlar mı İslâmm ko­
ruyucuları! «Bize kurşun işlemez!..» diye haykı­
ran bunlar mı? Halk yobazların bu perişan hali­
ne ibret ve nefretle bakıyor, bakıyor ve ötekileri
soruyorlar; yaralı olarak yakalananı ve iki Ha-
san’ı.
Geziyoruz, meydanın başka yerlerini: Kubi-
lay’m yaralandığı, başının kesildiği, yeşil bayra­
ğın dikildiği; bekçilerin şehit düştükleri yerle­
ri... kimse tek sözcük konuşmuyor artık... Çe­
kingen, dalgın ve yaşlı gözlerle şehitlerin kan iz­
lerine bakıyorlar, gözler birbirleriyle karşılaşı­
yor, anlamlı anlamsız...
İşte, 193Q’un 23 aralık salı günü, böyleydi Me­
nemen!..
Olay ve Öyküsü...

Şimdi, aradan 40 yıl geçmiş olan bu dramın


perdesini bir köşesinden aralayalım: Dördünün
adı Mehmet, ikisinin Haşan olan altı yobazdan
en yaşlısı Derviş Mehmet «Meİıdilik» sâvındadir.
Dört Mehmet ve yaşları 18’i bile bulmayan iki Ha­
şan, Manisa’nın bir köyünde dağda kurdukları

24 •
bir çardakta günlerce âyinlere dalmışlar; tarikat
mensuplarıyla ve şeyhleriyle ilişkilerini sürdür­
müşlerdir. Derviş Mehmet, bu süre içinde onla­
ra (esrar) içirerek akıllarını başlarından alma,
tasarladığı yöne ve yöreye sürükleme çabasın­
dadır. Mehdi olarak ortaya çıkan Derviş Meh­
met, İstanbul’da Erenköy’de bir köşkte oturan
84’lük Nakşidendî Şeyhi Esat’ın güvendiği ve öne
sürdüğü «mürit» lerindendir
Dördü silâhlı, altı kişilik (Şeriat Ordusu!) 23
aralık sabahı erkenden Menemen’e gelirler ve
doğruca çarşı içindeki Müftü camiine giderler.
Camide sabah namazı için gelmiş 8-10 yaşlı ki­
şi .yardır. Her şeyden habersiz, ibadet etmekte
olan bu kimseler camiye yapılan silâhlı baskın­
dan şaşkındırlar...
Derviş Mehmet, oradakilere kendisini «Meh­
di» olarak tanıtır; dini korumaya geldiğini ileri
sürer. Camideki yeşil bayrağı aldıktan sonra, sı­
nırda «yetmiş bin kişilik Halife Ordusu» nun bek­
lediğini, öğleye kadar şeriat bayrağı altına top­
lanmayanların kılıçtan geçirilecekleri tehdidini
de savurur. Bundan sonra, Mehdi taslağı yeşil
sarıklı Derviş Mehmet ve «müritleri» doğruca
Belediye meydanına-yönelirler. O sıralarda ora­
dan omuzunda çapasıyla işş gitmekte olan bir iş­
çiyi yoldan çevirip bir çukur kazdırır ve yeşil
bayrağı dikerler. Âyetli yeşil şeriat bayrağı artık
bir irtica, bir isyan bayrağıdır! Yobazlar bayrak
etrafında dönerler, dönerler, tekbirler getirirler,
zikrederler... Öyle ki, günlerden beri içtikleri
«esrar» dan sarhoşturlar. Şapka giyenlerin kâfir
olduğunu, yakında fes giyileceğini, şeriata dönü­
leceğini; kendilerine kurşun işlemeyeceğini hay-
ki rarak etrafa duyurmaya çalışırlar...
25
Meydan çevresinde, sokak başlarında topla­
nanlar şaşkın, çekingen ve korkulu gözlerle olan­
ları izlemektedirler. Bir süre böyle geçer.
Bu arada durumu haber alan Jandarma Ko­
mutanı Belediye meydanına kadar gelir. Silâhlı
yobazların hezeyanlarını, hallerindeki pervasız­
lığı görüp durumu kavrar ve doğruca hükümet
konağına gider; Kaymakamın evine ve kışlaya
Alay Komutanlığına telefon ederek askerî birlikle,
rin yardımını ister. Bu haber üzerine, sabahın er­
ken saatinde, her günkü gibi eğitim çaışmaan-
na hazırlanmakta olan birliğin subaylarmdan As­
teğmen Kubilay’a görev verilir. Kubilay, henüz
birkaç ay önce askere alınmış olan, takım düze­
Î' nindeki birliğiyle hemen yola çıkar. Kendisinde
İ silah, erlerinde mermi yoktur. Asteğmen Kubi-
I'
lay’m takımı her sabah talime çıkar gibi çık­
mıştır kışlasından...
Kubilay olay yerine çabuk yetişmek için kış­
la arkasındaki yamaçlardan, kestirme yollardan
hızla geçer ve meydana yakın sokaklardan bi­
rinde askerlerini durdurur ve süngü taktırır. Son­
ra yalnız kendisi ilerler ve onlardan uzaklaşır,
meydana girer. Bu sırada onun ne düşündüğü,
hangi duyguların içinde bulunduğu ve silahlı
olan yobazların karşısına niçin tek başına çıktı­
ğı elbette bilinemez...
Her şey çok çabuk gelişmiş ve olup bitmiş­
tir: Silahlı bir güruhun karşısına dikilen suba­
yın sert bir davranışla onlara seslendiği «tes­
lim olmaları» m istediği duyulur, görülür. Tam
bu anda yobazlardan biri silahını doğrultmuş ve
ateşlemiştir. Silah patlar patlamaz aralarında

26
bir mücadele başlar, Kubilay yaralı olarak yere
düşer... Çevredekiler ve uzaktakiler hızla dağı­
lırlar. Kubilay hemen kalkar ve yakındaki cami
avlusuna doğru koşmaya başlar. Arkadan ikin­
ci bir silah patlarsa da isabet etmez.
Kubilay aldığı yaranın etkisiyle daha fazla
yürüyecek halde değildir artık, cami avlusunda
yığdır kalır. Bu durumu meydandan gören Der­
viş Mehmet hain bir düşüncenin eylemine geçer.
Silah sesleriyle uzaktakiler dağılmış ve yobazla­
rın cesareti daha da artmıştır. Yeşil bayrağın di­
bindeki torbasından testere ağızlı bağ bıçağını
alan Derviş Mehmet öteki yobazlardan biriyle
cami avlusundaki yaralı subaya doğru saldırır­
lar... Ve kısa bir mücadeleden sonra Kubilay’m
başını gövdesinden ayırırlar... Derviş Mehmet
bununla da kalmaz, avuç avuç kan içer ve saç­
larından yakaladığı başı sallayark meydna dö­
nerler... Yobzlar azgınlaşmıştır; gözleri hiç bir
şey görmez. Başı yeşil bayrağın tepesine geçir­
mek isterler... Baş durmaz. Silah zoruyla bir ip
buldurur, takar ve bağlarlar kanlı başı direğe!...
Derviş Mehmet kudurmuştur artık. Kanlı ağzıy­
la tekbirler getirir; «Ey ahali! ey ümmet-i müs-
limin!...» haykırışlarına yeniden başlarlar. Ve...
Bekçi Haşan

Bu sırada patlayan silah seslerini duyan bir


genç mahalle bekçisi, evinden fırlar ve olay ye­
rine yetişir. Bekçi Haşan gördüklerinden her şe­
yi sezmiş ve kavramıştır. Hemen tabancasını çe­
ker ve ateş ederek yobazlardan birini yaralar,
ateşe devam eder. Kendisi de bu çarpışmada şe­
hit düşer. Bekçi Şevki ise çarpışmanın üçüncü
şehididir.
27
rarlan bildirirken şu konuşmayı yapmıştır:
«— İfadelerinizi ve müdafaalarınızı dinledik. Bu
heyet zulümle iş görmek maksadıyla teşekkül
etmiş bir heyet değildir. Bu heyetin elinde bir
adalet kitabı, bir de vatanının gösterdiği ve ya­
pılmasını emrettiği, talep ettiği bir vazife vardır.
Biz bir taraftan, sizin mukadderatınızı düşünür­
ken diğer taraftan da vatanın hitabesini (sesini)
dinlemek mecburiyetindeyiz. Yoksa hükümet bi­
zi buraya size zulmetmek için göndermemiştir.
Biz burada vatan ve millete hiyanet edenleri ayı­
racağız. Masum olanlar adalete mazhar olur. Vai
tana hiyanet edenler lâyık oldukları cezayı gö­
rürler.» demiştir.

Ve adalet yerini bulmuştur.

Anma Törenleri

Üç şehit; Kubilay, Bekçi Haşan ve Bekçi Şev­


ki ertesi gün (24 aralık 1930) hazin bir törenle
toprağa verildiler. Bu tarihten bir hafta conra 2
ocak 1931 cuma günü Menemen’de yurt çapında
büyük bir anma töreni düzenlendi. Kubilay’m
annesiyle yurdun her köşesinden gelen binlerce,
on binlerce yurttaşın, izcinin, öğretmenin ve
gençlik temsilcilerinin katıldığı coşkun bir anma
töreni yapıldı, devrim şehitlerinin mezarları ba­
şında... Ve ant içildi devrimleri korumak için.

Kubilay’m mezarı başında bir izcinin okudu-

30
ğu şu şiir o günlerin duygularını, acılarını ne
denli içtenlikle yansıtıyor! (*)

KUBÎLAY

drikilap uğruna atıldın öne,


İnkılap uğruna can verdin Kubîlay.

Bir örnek oldun sen, mefkuremize


Işıklı bir yolu gösterdin bize.

Ne mutlu sana ki, inkılâp için,


Göğsünü ilk defa sen gerdin Kubîlay.

Ne nutuk, ne çelenk, ne bir süslü bez,


Sana borcumuzu eda edemez.

Akan yaşlarımdan sen bunları sez,


Vatanı ne çok severdin sen Kubîlay»

Bir Başka Kubilay

O da gençti, o da öğretmendi, o da Cumhuri­


yete bağlıydı... 1925’te Doğudaki Şeyh Sait İsya­
nı kımıldanışlarını hükümete ilk duyuran O idi.

(*) Notlarımın arasından kitaba aktardığım bu şiirin


kim tarafından, yazıldığını ve okunduğunu anım­
samıyorum.
Ancak, Behçet Kemal Çağlar’m «Kubilay’m Ruhu­
na» adlı şiirinden şu dizeleri unutmuyor ve benzeri
olaylar karşısında yinelemekten kendimi alamıyo­
rum:
«Sen bizim neslimizin timsalisin genç şehit,
Ardından zaman zaman üre dursun birkaç it!..»
K.Ü.

31
Öğretmen Zeki Dündar, isyancıların hışmı­
na ve saldırısına uğrayarak parça parça edilen
bir devrim şehidi, unutulmuş bir başka Kubi-
lay’dır. O’nun anma günü yoktur, andacı da yok­
tur nedense... Hiç bir yıldönümünde ya da ya­
yınlarda adından söz edilmez, acı öyküsü anla­
tılmaz. Bugün O’nun adını bilenlerin sayısı çok
az olsa gerektir.
Menemen’de Kubilay İlkokulu salonundaki
(Kubilay Köşesi) ne Zeki Dündar’ın da bir fotoğ­
rafı konmuştur. Yaşamlarında, ülkülerinde ve
sonlarında benzerlik bulunduğu için... Anılması,
unutulmaması için...
Kubilay adına hazırlanan bu kitabın sayfa­
ları arasından Zeki Dündar'ın yüce anısına say­
gılar...

Kubilay Anıtı

Menemen Olayı’ndan sonra, kışlanın arka­


sındaki tepeye (Ay-Yıldız Tepe) Cumhuriyet
Gazetesi’nin öneri ve öncülüğüyle bir anıt inşa
edilmiştir.
Anıt konusunda ilk öneri, Cumhuriyet Gaze­
tesi Başyazarı Nadir Nadi’den gelmiştir.
Genç Nadir Viyana’dan babası Yunus Nadi’-
ye yazdığı uzun bir mektupta olaydan duyduğu
acıyı ve tepkiyi belirtiyor: «Cumhuriyet kurbanı
Kubilay Bey namına bir âbide yapmaya teşeb­
büs edilse nasıl olur?» diye soruyor.
Yunus Nadi 10 mart 1931’de Ankara’dan ga­
zetesine şu haberi veriyor: «...Viyana’da tahsil­
de bulunan oğlum Nadir’den hemen bir ay ka­
dar evvel aldığım bir mektupta bu meseleye, ya­

32
ni Menemen’de Cumhuriyet kurbanı Kubilay na­
mına bir âbide yükseltilmesi lüzumunu Türk
gençliğine yakışacak ateşli bir lisanla yazıyor­
du. (...) Mektup oğlumdan geldiği için değil, bel­
ki onu, Nadir’in mensup olduğu bugünkü Türk
gençliğinin sadık ve canlı bir ifadesi telâkki et­
tiğim için kıymet veriyorum. Ve bu fikir ile, bu
his ile işte mektubun bazı parçalarını nakledi­
yorum...»
Daha sonra oğlu Nadirin önerisi, duygulan­
dırıcı ve düşündürücü izlenimleri...
Kısa bir süre sonra «Anıt Komitesi» kurul­
du. Cumhuriyet Gazetesi «Kubilay Anıtı Nasıl
Olmalıdır?» başlıklı bir araştırma önerisi ile bir­
likte bağış kampanyasına başladı. Okurlar, sa­
natçılar, Güzel Sanatlar Akademisi üyeleri, gö­
rüşlerini açıkladılar; bağışlara katıldılar. Çizilen
resimler gazetede günlerce yayımlandı. Ve so­
nunda projelerden biri Ratıp Âşir’in projesi se­
çildi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Kâzım
Paşa’nm (Kâzım Özalp) 31 mart 1931 tarihindeki
bildirisi de şöyledir:
«... Kubilay timsalini taziz için ne yapsak ye­
rinde olacağına şüphe yoktur. Bu hakikat ve ka­
naate istinadendir .ki, Cumhuriyet Gazetesi’nin
ileri attığı Kubilay Âbidesi fikrinin kuvveden fii­
le çıkarılması işini idare etmek üzere teşekkül
eden komitemiz, büyük milletimizin göstereceği
uyanık ve civanmert iştirak sayesinde bu teşeb­
büsün pek az bir zamanda tahakkuk edeceğine
emin olarak faaliyete başlamış bulunuyor ve ilk
iş olarak bu beyanname ile maksadını millete
arzediyor.»

F: 3 33
Anıt Komitesi böyle bir bildiriden sonra ça­
lışmalara başlanmış ve Menemen’de Ay-Yıldız
Tepe’de devrim şehitlerine lâyık bir anıt inşa et­
tirilmiştir. Kubilây Anıtı, gönüllerimizde, Anka­
ra’daki Anıt-Kabir’in bir bölümü, bir parçası gi­
bidir. 27 Mayıs şehitlerinin mezarları gibi...
Granit taşlardan örülmüş büyük bir bloktan
sonra birbirine kenetlenmiş üç sütunlu Kubilay
Anıtı’nın ön yüzünde mermere işlenmiş Ata­
türk’ün Gençliğe Hitabesi (sesleniş) görünmek­
te; daha üst planda bu gençliği simgeleyen, elin­
de çelik mızrağı ile irticai ezmeye hazır tunç bir
heykel ufukları gözetlemektedir. Anıtın ön ve iki
yan yüzeyine, üç şehidin adı işlenmiştir.
Devrim şehitleri kendilerine çok yaraşan an­
lamlı bir görüntü içinde yurt topraklarında son­
suz uykulanndadır...
Çamlar arasındaki yoldan Ay-Yıldız Tepe’ye
çıkanlar yükselen anıtın granit taşlarına büyük
kabartma harflerle işlenmiş — bir ant anlamı
taşıyan — şu sözleri okurlar:

«İNANDILAR, DÖĞÜŞTÜLER, ÖLDÜLER,

BIRAKTIKLARI EMANETİN BEKÇİSİYİZ»

... Ve: «Biz de inanıyoruz, gerekirse döğüşe-


ceğiz, öleceğiz. Bırakacağımız emanetin bekçileri
elbette olacaktır» diye düşünürler...

34
MENEMEN TÜRKOCAĞI BEYANNAMESİ (*)

Aziz Menemenli!
23 kânunuevvel 1930 salı günü sabahı altı
esrarkeş tarafından yapılan irtica baskınını
unutma! Ve bu tarihi daima kalbinde muhafaza
et ki, Cumhuriyet ve onun mütemmimi olan in­
kılâbın kıymeti artsın...
Şimdi sana düşen vazife, Türkocağı’na ma­
nen ve maddeten yardım ederek Ocağın inkı­
lâptaki ağır ve mühim olan vazifesini teshil et­
mektir,.
Türkocağı, senin en samimî muhitindir. Çün­
kü o piştar, mürşit ve inkılâpçıdır. Memleketinin
tarihini yükseltmek vazifendir. Bunu mazin, ha­
lin ve istikbalin sana emrediyor. Bunu, ey muh­
terem Menemenli! Bunu bil! Vakit geçirme, Oca­
ğa aza kaydol; onun dileklerine, ihtiyaçlarına
severek iştirak et. Ocağının ağır ve mühim olan
hamlelerine, muvaffak olabilmesine yegâne âmil
seüin yardımındır. Seni yükseltecek Ocağındır.

Menemen - Türkocağı (*)

(*) Türkocakları, 19 şubat 1932’de kuru.lan Halkevlerin-


den önceki gençlik kuruluşlarıdır.

35
Gazi Mustafa Kemal’in 27 aralık 1930 tarihinde Er­
kânı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Baş­
kam) Fevzi Paşa’ya (Mareşal Fevzi Çakmak) gön­
derdiği mektup (*) :

Menemen’de ahiren vukua gelen irtica teşeb­


büsü esnasında Zabit Vekili Kubilay Bey’in va­
zife ifa ederken duçar olduğu akibetten Cumhu­
riyet Ordusunu taziyet ederim.

Kubilay Bey’in şahadetinde mürtecilerin gös­


terdiği vahşet karşısında Menemen’deki ahali­
den bazılarının alkışla tasvipkâr bulunmaları
bütün Cumhuriyetçi vatanperverler için utanıla­
cak bir hadisedir.

Vatanı müdafaa için yetiştirilen, dahilî her


politika ve ihtilâfın haricinde ve fevkinde muh­
terem bir vaziyette bulunan Türk zabitinin mür-
teciler karşısındaki yüksek vazifesinin vatandaş­
lar tarafından yalnız hürmetle karşılandığına
şüphe yoktur. Menemen’de ahaliden bazılarının
hataları bütün milleti müteellim etmiştir.

(*) Gerek bu belge, gerekse «Menemen Türkocağı Be­


yannamesinde değişiklik yapılmadan ve günümü­
zün yazı diline çevrilmeden asıllarına uygun ola­
rak alınmıştır. Görüldüğü üzere, o günlerin dilinde­
ki yabancı sözcükler ve deyimler epeyce fazladır ve
anlamı güçleştirmektedir. Bir başka, açıdan, bu bel­
geler, Dil Devriminden sonraki arınma ve gelişme­
ler için de örnek sayılabilir. Tutucular ve gericiler
— devrimlere olduğu kadar— Türk Dilinin arınma­
sına, özleşmesine de karşıdırlar ve hâlâ Osmanlıca
özıemi içindedirler. K.Ü.

36
İstilânın acılığını tatmış bir muhitte genç ve
kahraman Zabit Vekilinin uğradığı tecavüzü,
milletin, bizzat Cumhuriyete karşı bir suikast te­
lâkki ettiği ve mütecasirler ile müşevvikleri ona
göre takip edeceği muhakkaktır.

Hepimizin dikkatimiz, bu meseledeki vazi­


felerimizin icabatmı hassasiyetle ve hakkiyle ye­
rine getirmeye matuftur.

Büyük Ordunun kahraman genç zabiti ve


Cumhuriyetin mefkûreci muallim heyetinin kıy­
metli uzvu Kubilay Bey temiz kanı ile Cumhuri­
yetin. hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendirmiş
olacaktır.
Reisicumhur

Gazi M. Kemal

37
MENEMEN OLAYI ve 1930 BASINI

1930’larda yurdumuzda yayınlanmakta olan


gazeteler ve dergiler Menemen Olayı üzerine
önemle eğilmişler, olayın nedenlerine ve yankı­
larına — haber ve yorum açısından— geniş yer
vermişlerdir.
Bunlardan; Cumhuriyet, Hâkimiyeti Milliye
gazeteleriyle Maarif Vekâleti (Millî Eğitim Ba­
kanlığı) târafmdan yayınlanan (TERBİYE) der­
gisinden o günlerin konuya ilişkin başyazılarını
alıyoruz; kısaltmadan, yabancı kökenli sözcükle­
ri değiştirmeden, yazım biçimine dokunmadan...
Bunu yeğlemekten amacımız, o yılların
basınından ve yazı dilinden örnekler sunmuş ol­
maktır. (Kitabın sonuna Sözlük eklenmiştir).
Bilindiği üzere, dilimizi Türkçeleştirme ve öz­
leştirme çalışmalarına daha sonraları 1932’ler-
de başlanmış, (Türk Dil Kurumu) kurulmuştur.
MENEMEN’DEKİ İRTİCA HAREKETİ
/Nakşibendî tarikatine mensup oldukları söy­
lenen altı-yedi kişi Manisa’dan kalkarak bir sa­
bah erkenden müsellehan Menemen’e gelmişler,
cami basarak oradan aldıkları bayraklarla «Şeriat
isteriz!...» diye yaygara koparmaya başlamışlar,
halkı kendileriyle beraber sürüklemeye çalışmış­
lardır. Tafsilât malumdur: Halk bu güruhun yay­
garasına kapılmamıştır. Vukubulan müsademe­
de zabit vekili bir genç ile bekçi şehit düşmüş-;
ler, mürtecilerden birkaçı yaralanıp ölmüşler,

38
üsttarafı orada, kaçan iki kişi de Manisa civa­
rında yakalanmışlardır.
İlk nazarda, işin Manisa’da hazırlanmış ol­
duğuna ve onu hazırlayanlarca ve müsait zan-
nolunan Menemen’de tatbik mevkiine konulmuş
bulunduğuna hükmedilmiştir. Ancak, mevkuf
mürtecilerin ilk ifadeleri deli saçmasını andırı­
yor. Yoksa bu adamlar yürümeyen teşebbüsleri
neticesinde aralarında evvelce verilmiş bir ka­
rar mucibince işi deliliğe mi vuruyorlar?
Müsellah bir çete haline inkılâp ederek fe­
na ve kapkara tasavvurlara Menemen’de patlak
verdirmek için günlerce kara seyahati yapmak
ve bir sabah erkenden bütün Menemen’i velvele­
ye vermek de pek deli işi değildir. İşin zahirî şek­
lindeki tertibat âdeta uzun boylu istihzarat
farzettiriyor. O halde bu mesele etrafında şimdi­
lik bilinebilen kısım, bilinmeyen aksama naza­
ran pek lâşey hükmünde sayılmak zaruridir.
Manisa’da hazırlanıp Menemen’de tatbike çıka­
rılan tertibat bundan ibaret olmamak lâzımdır
gibi görünüyor.
Bu müsellah mürteci çetesi Menemen’de ni­
ye muvaffak olmak ümidinde idi? Farzımuhal
olarak bütün Menemen’i ayaklandırsalar ne ola­
caktı? Bu takdirde İzmir üzerine yürümeyi mi
hesap etmiş bulunuyorlardı? Hareketin İzmiri’de
dahi muvaffakiyeti için istinat ettikleri ümitler
ve emeller ne di?
Mürteciler Menemen’de bile malihülyalan-
nm hüsranı içinde boğulmuş bulunuyorlar. Bina­
enaleyh, tasavvurları neler ihtiva ederse etsin
tabiî kolay kolay hiç bir şeye muvaffak olabile­
cek değillerdi. Türk İnkılâbının çelik muhafızları

39
vardır. Ve milletin aklıselimi kolay kolay böyle
dalgalara tutulmayacak kadar kuvvetli ve uya­
nıktır.
Mamafih hâdisenin şu halinde dahi ibret alı­
nacak bir macera teşkil ettiğine şüphe yoktur.
Son zamanlarda hükümet ihmal ve müsamahası
önünde, hürriyetin memleketimizde alabildiğine
suistimal edildiğini hepimiz görüyor ve biliyoruz.
İnkılâp istihaleleri namına yeni merhalelere geç­
miş bizim gibi bir memlekette matbuat hürriyeti
namma hükümetin bu kadar küfür ile hücuma
maruz kalması, muhtelif tabakalardaki istidat­
lara, işte böyle kuvvet ve cür’et imkânları verir.
Şimdi hayretle ve ibretle hatırlatıyoruz:
' 31 marttan evvel biz bir arkadaşla vaziyet­
ten müsellem bir tiyatro yazmaya koyulduk ve
eseri bir an evvel bitirip oynatmak için acele
ediyorduk. Bu eserde hürriyete yeni yetişmiş bi­
zim memlekette —ve o zaman tahsisen İstan­
bul’da — irtica hazırlanıyor, çıkıyor, etraftan ye­
tişen hürriyetperver kuvvetlerin savletleri ile
bu irtica bastırılıyor ve nihayet son perde 101
pare top gürültüleri ile kapanıyordu...
O kadar acele ettiğimiz halde yetişememiş-
tik. Hâdise bize takaddüm ederek mesele tiyatro
sahnesi yerine —fakat aynen bizim gördüğü­
müz şekil ve surette— memleket sahnesinde
oynanmıştır.
Bunun gibi mefsuh Serbest Fırkanın gafil
müdirlerindeki sakat hareketleri şeametle tav­
sif ederken onların himmetiyle zamanın meşi­
mesinde tekevvün etmeye başlayan fakat ceni­
nini ayan-beyan fark ediyorduk. Mağşuş fikirli,
aslı nesli bozuk birkaç (...) matbuat hürri­

40
yeti namına her gün kustukları hezeyanlardan
tabiî böyle neticeler çıkacaktı. Bunda şaşılacak
hiç bir cihet yoktur. Matbuatın hürriyeti mu­
kaddes, şahsiyeti de muhterem olmak lâzımdır,
rit edilmiş ve dünya işleri tamamen tefrik olu­
nan matbuat hürriyetinin alâkası tevsik edilme­
di mi? Ne zamana kadar dikkatsiz ve himmet-
siz hükümetlerin vaziyet karşısındaki takdirsiz-
likleri yüzünden bu memlekette böyle ikide bir
31 Martlar tekerrür edip duracak?
«Şeriat İsteriz!..» davasına gelince, bunun
manası sadece yenilik istemeyiz, demek olduğu
malumdur. Bu, bu memlekette kökünden sökü­
lüp atılmak lâzımgelen tarihî bir yeniçeri an’a-
nesidir. Yoksa ne o zaman, ne bu zaman ortadan
din kalkmış değildir ki onu yeniden istemeye
mahal olabilsin. Cumhuriyet Devrindeki yegâne
fark ve faziletli fark, dinin dünya işlerinden ay­
rılmış olmasıdır. Günün yirmi dört saatinde iba­
det etmek isteyenlere meydan alabildiğine açık­
tır, hiç mani yoktur. Yalnız bu devirde din, kul
ile Allah arasındaki vicdanî rabıta halinde tec­
rit edilmiş ve dünya işleri tamamen tefrik olu­
narak kanunlara tevdi olunmuştur. İşte o kadar.
O halde eğer memleketi karanlık bir mazi­
nin yokluk uçurumlarında boğup mahvetmek is­
temiyorlarsa ne diyö din ve şeriat istiyorlar?
Memleketin uyanık çocukları pek iyi bilirler
ki, teceddüt ve terakki yolunda adımlar bizim
için hayat, bizi onlardan çekip geri almak iste­
yen hareketler de ölümdür. Millî ve İçtimaî ha­
yatımıza ona göre çekidüzen vermek mecburi­
yetindeyiz. Yunus Nadi
Cumhuriyet, 25.12.1930

41
KORKUNÇ BİR SAHNE

Menemen Vakası hakkında ilk alınan- ha­


berler o kadar vuzuhlu değildi. Şimdi bu kor­
kunç sahnenin iç yüzü anlaşılmıştır. Derviş
Mehmet meczup ve esrarkeş değil, Çei'kez Et-
hem’in kanlı çetelerinden biri idi. Onunla mem­
leketten kaçmış, fakat yüzellilik listede olmadı­
ğı için tekrar içeri girmiştir. Derviş Mehmet ve
dört arkadaşı Menemen’e sabah namazı vakti
yaklaştılar ve kasabanm dışmda birtakım kim­
selerle buluşup konuştular. Kasabanm içinde
elebaşı adamları da vardı. Camiin içindeki bay­
rağı da daha evvelden peylemişlerdi. Çete, ken­
disine iltihak etmiş olanlarla camie girdi. Ve ora­
dan bayrakla birlikte çıkarak kasabayı dolaştı.
Bir şeyhin evine gidip şeyh ile de görüştü. Son­
ra hükümet meydanına gelerek sancağı diktiler.
Derviş Mehmet tekbir getirerek orada toplanmış
olanlara irtica hutbeleri söylemeye başladı. Bir
aralık Jandarma Kumandanı, ki yüzbaşıdır, yan­
larına sokulmuş, nasihat etmek istemiştir. Fa­
kat çete kanlı kararını vermiş olduğundan ve
kalabalık Mehdi ve çetesine hüsnü kabul göster­
diğinden Jandarma Kumandanı Hükümet Kona­
ğına geçmiş ve telefonla Alay Kumandanlığına

42
haber vermiştir. Kasabanın az olan jandarması
hapishaneyi muhafaza etmekte idi. Eğer bu kuv-'
vet alınırsa hapishaneye hücum edilerek. hapis­
leri kaçırmak tehlikesi vardı.
Alay talime hazırlanıyordu. Vakanın bütün
ehemmiyeti belli olmadığı için ihtiyat zabiti Ku-
bilay Bey neferleriyle kasabaya sevkolundu. Ku-
bilay Bey kalabalığı gördü ve Derviş Mehmet’in
hutbesini işitti. Neferlerini geride bırakarak yal­
nız başına Mehdi’nin üzerine yürüdü ve yakasın­
dan tutarak tevkif etmek istedi. Birdenbire iki
silahlıdan biri tabanca ile Kubilay’ı vurdu. Ya­
ralı Kubilay on-onbeş adım ileri fırlayarak ca­
miin duvarına dayandı. Mehdi Derviş arkasın­
dan koştu, yaralı genç zabitin yakasından tuta­
rak sürüye sürüye binek taşma hetirdi ve hançe­
rini çıkararak bedbaht gencin başını kesti ve bay­
rak demirine geçirip etrafındaki dükkânlardan
birinden sicim bile getirtti. Sahnenin en acıklı
manzaralarından biri, Kubilay’m başının, çeteye
iltihak etmiş olanlarm alkışlan arasında gövde­
sinden koparılmış olmasıdır.
V..
Bu inkılâp kurbanının ailesi olan Ordu ve
gençliği taziyet ederiz. İrtica ve fesat, mukadder
olan ağır cezasını görecektir.
Belki Kubilay Türkiye’de teceddüt ve mede­
niyet cihadının artık son kurbanı olacaktır.

Hâkimiyeti Milliye

29.12.1930

43
FEHMİ KUBİLAY’IN CANHIRAŞ ŞEHADETI

Menemen Vak’asmdan bahsetmek için ilk te-


heyyüçlerimizin tesirinden kurtulmayı bekledik.
Facia, şimdi gözlerimizin önünde, bütün karanlı­
ğı, kanı ve vahşi haykırmaları, ulumaları ve bun­
ların hepsinden daha müthiş olan sükûniyle du­
ruyor. Bu, Hafız Paşa vak’asmdan, Şekip Aslan
vak’asma kadar Osmanlı Tarihini dolduran ve
ona barbar mehabetini veren bütün öbür facia­
lara ne kadar benziyor! Sanki yıllar hiç geçme­
miş gibi, sanki — fesler değil — kavuklardan hiç
biri bizim inkılâplar dediğimiz mefhumu, bu
memlekette daha hiç bir şeyi değiştirmemiş...
— Ya Kubilay?
Evet, zavallı, münzevî delikanlı! Osmanlı
Tarihinde de ona benzer birçok vahşet ve ceha­
let kurbanları vardır. Yalnız, Kubilay’m şehade-
tini bize hepsinden daha hailevî gösteren cihet,
onun, bu münevver ve inkilâpçı Türk gencinin
bir inkılâpçı münevverler rejimi altında, bir in­
kılâpçı hükümetin ve muasır cumhuriyet vatan­
daşlarının gözleri önünde, yirmi dakika süren
bir kasaplık neticesinde can vermiş olmasıdır.
Gazeteler yazıyor: «Kubilay, derhal mürte-

44
lerin üzerine atılmış ve ikisini göğüslerinden
tutarak: «— Silahlarınızı teslim edin. Vatana hi-
yanet ediyorsunuz. Halkı iğfalden vaz geçiniz...»
demiştir. Bunun üzerine haydutlardan birisi
mavzeriyle ateş ederek Kubilay Beyi ayağından
yaralamıştır. Yaralanan genç mürtecilerin ya­
nından çekilmiş ve geriye doğru iki-üç adım at­
mış ise de yarasının tesiri ile oraya düşmüştür.
Derviş Mehmet mel’un, yaralı zabitimizin
yanma yaklaşmış belinden bir bıçak çıkarmıştır.
Bu bıçakla Kubilay Beyin başını gövdesinden
ayırmış ve bu başı bayrağın tepesine geçirmiş­
tir. Şerir, bu hareketin din nazarında iyi bir şey
olduğunu söylemiş, gene zikre ve bayrak etra­
fında dönmeye başlamıştır.
Genç zabitimizin şehit edilmesi yirmi daki­
ka sürmüştür.
Tam Shakespeare’in bir sahnesi kadar... Ve
düşününüz ki, bu haile geceleyin kapalı bir yer­
de oynanmıyor, güpegündüz, Menemen denilen
bir küçük kasabanın halkla dolu bir meydancı­
ğında cereyan ediyor ve bu trajedianm hareket­
siz, sâmit seyircileri kimlerdir? Lâik, muasır Tür­
kiye Cumhuriyetinin vatandaşları. İşte asıl fe­
caat buradadır.
Demek oluyor ki, orada hava, mühit, mane­
vî hava, manevî mühit, inkılâpçı, cumhuriyetçi
ve vatanperver Türk gencinin değil; «şerir»,
«vahşi», «haydut», «mürteci» sıfatlarıyle tevsim
ettiğimiz «Tarikatı Nakşibendiye» saliklerinden
Derviş Mehmet’in havası ve muhiti idi. Öyle ol­
masaydı bu insan kasabı işini tamamlamak için
yirmi dakikalık vakti bulamazdı. Eğer munit ve

45
hava, Cumhuriyet ve inkılâp prensipleriyle meş­
bu bir muhit ve hava olsaydı, Şeyh Mehmet da­
ha ilk kımıldanışta tıkanıp yere yuvarlanırdı.
Kubilay’ın canhıraç şehadeti, bize, meseleyi
bu cihetten tetkik ve tetebbu etmek lüzumunu
ihtar etmelidir. Yoksa, bunda ve buna benzer ve
gözlerimiz intikam ateşleriyle dolu olarak Şeyh
Mehmet’ler, Şeyh Hasan’lar, Şeyh Hüseyin’ler
gibi serserilerin üzerine doğru yürümekten bir
şey çıkmaz. Şeyh Mehmet, bir işarettir, bir göl­
gedir.

Yakup Kadri
Hâkimiyeti Milliye
31.12.1930
İNKILÂP TEHLİKEDE DEĞİLDİR!

İrtica hâdisesi, memleketin her tarafında de­


rin bir nefret uyandırdı. Caniler, mürteciler ve
mes’uller elbette cezalarını görecek... Bu hâdi­
seye bakarak: İnkılâp, Tehlikededir!.. Denemez.
Çünkü inkılâbın ağır mes’uliyetlerini omuzların­
da taşıyan büyük başlar, vazifelerini ve mes’uli­
yetlerini müdriktirler.
Yazık ki, bazan hepimiz müfrit bir hürriye­
tin sahte bir demokrasinin kuru nazariyelerine
kapılarak tarihten ve tecrübeden çıkarılmış en
basit hakikatları unutuyoruz. Ruhlarla alâkadar
plan fikrî ve İçtimaî ihtilâller, halk tarafından ne
kadar samimî karşılanırsa karşılansın, uzun bir
mazinin kurduğu zihniyet binasını kökünden yı­
kamaz. Yalnız cephelerini biraz değiştirebilir.
Onun için ruhlara nüfuz etmeyen inkılâp hare­
ketlerine karşı çok uyanık bulunmak lâzımdır.
Esasen hükümet mefhumunda, hâdiseleri
vukuundan evvel görmek ve tedbirlerini almak
gibi bir mâna, mevcuttur.
-Evet.. İnkılâp tehlikededir, denemez! Fakat
inkılâbın müdâfaası her gün vatandaş kanı dö­
külmesine, her gün zabitlerimizin, muallimleri­
mizin, askerlerimizin aziiz başlarını, kanlı sün­

47
günün ucunda irtica bayrağı halinde görmeğe
de müsamaha edilemez.
Türk İnkılâpçılarının en bariz faziletleri; ha-
kikatları olduğu gibi görmek, ne kadar acı olur­
sa olsun, onlarla karşı karşıya gelmekten kork­
mamaktır.
Tekkeleri kapadık; fakat dervişler yaşıyor!
Medreseleri kapattık; ondan mehcur olanlar
duruyor.
Halifeyi kovduk; fakat saltanat devrinin ni­
metleri içinde, o tatlı hatıraları hâlâ zihinlerde
ve ümitlerinde yaşatanların sayısı az değildir.
Şapkayı giydirdik; fakat onu taşıyanların
arasında hâlâ bizi tekfir edenler var.
«Cebrü ikrah karşısında domuz etini yemek
caizdir» diye, şapkayı taşıdığı için nefsini gü­
nahtan ve masiyetten tenzih eden ve müteselli
olan biçareler var!
Memleket haricinde mütemadiyen tahrikat
yapanlar da ayrıdır. Bunların, dahil ve hariçte
yaptıkları tahrikâtı bilmeyen yoktur. Menemen
cinayetinde elebaşı olan Derviş Mehmet’in Çer­
kez Ethem'in adamlarından olduğu tesbit edil­
medi mi?
Uzağa gitmeye hacet yoktur: Daha son fır­
ka mücadelelerinde bütün bu haleti ruhiyenin
tezahürlerini görmedik mi?
Belediye intihabatı esnasında, şurada bura­
da beliren alâmetler, derinden derine işitilen tek­
bir ve tehlil uğultuları, memlekette gizli gizli ho­
murdanan, hırsını ve nefretini güçlükle zapteden
bir şeriat fırkasının yaşadığını göstermedi mi?
Yazık ki o vakit, ne Halk Fırkasının daima tehli­

48
keleri küçük gören ve müsamaha eden ateşli in­
kılâpçıları, ne de Serbest. Fırkanın dünyayı düm­
düz gören safdil ve samimî şefleri bunun farkın­
da olmadılar. Her iki taraf da, politika hislerinin
tesiri altında tehlikenin seslerine kulak tıkadılar.
Tekrar ediyoruz: Bütün bu menfi âmil ve un­
surlar, inkılâp için mutlak bir tehlike teşkil et­
mez. En büyük tehlike; mes’ul ve gayrı mes’ul
hükümet ve inkılâp müesseselerinin kayıtsızlı­
ğından, müsamahasından ve bilhassa bütün
ufukları pembe gören müfrit bir nikbinliğinden
doğar.
Şurası muhakkak ki, bu cinayette birinci de­
recede mes’ul ve kabahatli olanlar; Derviş Meh­
met ve arkadaşları değildir. Asıl sebep ve âmil­
leri, daha iyi aramak bulmak lâzımdır. Bunlar­
dan başka hâdiselerin müsebbibleri arasında, o
acıklı cinayetleri ika edenlerin yanında; cinayet
zeminini ihzara müsaade edenleri, âsilere kanun
haricinde müsamaha ve müsaadekârlıkta bulu­
nanları, elhasıl vazifelerini hakkıyla ifa etmeyen­
leri de aynı derecede mes’ul tutmalıdır.
(Herhalde Türk vatanının hududunu Mene­
men ve nihayet Manisa’nın hudutlarından ibaret
sanan o mecnun ve cahillerden başka büyük
mes’ulleri de aramak lâzımdır. İnkılâbın adaleti
başka türlü tecelli etmez.
Cumhuriyetin kudreti, irtica ve anarşi un­
surlarına karşı eğilmekten ve sarsümaktan kat’-
iyen uzaktır. Bu hakikati dostlara ve düşmanla­
ra göstermek, aynı zamanda vicdanî ve insani
bir vazifedir. Zira, bunun anlaşılması, vatan da­
hilinde olsun, vatan haricinde olsun, inkılâp aley-

F: 4 49
hine kıyam teşebbüsünde bulunanları aklı se­
lim, dikkat ve korkuya sevkedecek, dolayısıyla
zaman zaman vatandaş kanının dökülmesine
mani olacaktır.

Siirt Mebusu
Mabmut
Hâkimiyeti Milliye

30.12.1930

50
FEHMİ KUBİLAY

1906 - 1930
«... Vazifeye atılmak için içinde
bulunacağın vaziyetin imkân ve
şeraitini düşünmeyeceksin!..»
Nutuk - Gazi M. Kemal
«Hak bellediğin bir yola yalnız
gideceksin.»
✓ Tevfik Fikret

Geçen yılın son ayı millî tarihimizde çok çir­


kin ve vahşi bir’ irtica levhası ile kapandı. İlk-
mektep muallimi arkadaşlarımızdan Fehmi Ku-
bilay, ruhları din ve tarikat afyonu ile uyuşmuş,
sinirleri esrarla büzülmüş birkaç kara kalpli
mürteciin Allah ve Şeriat namına yaptıkları az­
gınlığa kurban gitti.
İnkılâbın kahredici eli canileri bir hamlede
yakaladı. Menemen Divan-ı Harbi irtica şebeke­
sinin, azgınlık ve vahşet yardaklarmın hesabını
gördü. Artık o meş’um vak’ayı burada yeniden
tasvir etmeye lüzum görmüyoruz. Biz busahife-
de, Kubilay’a başını verdiren yüksek inkılâpçı
hamlesinin ruhunu, kısaca tahlil etmek, bu ha­
reketi ile genç arkadaşımızın kendi kıymetli ca-

51
nı bedeline bize verdiği dersi teşrih etmek isti­
yoruz.
24 yaşmda, genç ve güzel Kubilay; her insan
gibi yaşamak hakkına, her genç gibi hayatın
zevklerini tatmak hakkına malik olan bu yiğit
delikanlı; taassup ve irtica kuduzlan, şaşkm ve
kansız bir kalabalık ortasında, irticain yeşil bay­
rağı etrafında, omuzlarında tüfekleri, ağızların­
da salyalaşan zehirleri ile tapınır ve tepinirler­
ken hangi saika ile ileriye atıldı? Kara kuvvetin
bu kudurmuş piştarına başlık eden «Mehdi» nin
yakasına sarılmak cesaret ve iradesini nereden
buldu?
Kubilay bu cesareti İnkılâbm büyük kayna­
ğından aldı, Şark irticaımda Çapakçur'un kuytu
bir köyünde kara kuvvet eşkıyasının parça par­
ça ettiği Zeki Dündar da o mübarek kaynaktan
içmişti.
Kubilay hem bir muallim, hem de bir ihtiyat
zabiti idi. Gözleri kararmış, ruhları bulanmış
silahlı ve külâhlı mültecilerin karşısına vazifeye
atılmak için koştu. O zaman ve o mekânda İn­
kılâbı yalnız kendisi temsil ediyordu. İnkılâbı
yalnız o müdafaa edecekti. Tek başına kalmıştı.
İçinde bulunduğu vaziyetin «imkân ve şeraitini»
düşünemezdi. «Hak bellediği» bir tek yol vardı:
İNKILÂP YOLU. İşte o yolu kesmek isteyen eş-
kiya karşısında idi. Durmadı, yalnızlığına bak­
madı, hak bellediği yol için, tek başına vazifeye
atıldı... Ve o yol için başını verdi.
Büyük Rehber’in Türk İnkılâbını gençliğe
ithaf ederken gözleri yaşararak, irat ettiği ulvi
hitabeyi Kubilay ne iyi anlamış, ruhuna ne de-

52
rin sindirmiş olduğunu bize bu fedakârlık dersi
ile gösterdi. Zabit Kubilay, vatanının inkılâbı
için kan borcunu böyle öderken, muallim Kubi­
lay da meslek arkadaşlarına ve genç nesle en
yüksek ve tesiri en devamlı dersini verdi.
Kubilay’ı, Zeki Dündar’ı, ismi meçhul kalmış
daha nice Kubilay ve Dündar’ları daima tebcille
yadetmek borcumuzdûr. Bu borcu ödemenin en
iyi şekli, onların can ve baş bedeline bize verdik­
leri derslerden istifade etmek, İnkılâbın müda­
faasına daima hazır bulunmak, vazifeye atılma­
ya her an hazırlıklı olmaktır.
Uğursuz hâdisede en büyük yararlığı göste­
rerek mürtecilerin kafalarına ilk darbeyi vuran
ve bu yüzden İnkılâp, için şehit düşen bekçi Ha­
şan ve Şevki’nin aziz ruhlarını burada hürmet­
le hatırlamak bizim için bir millî borçtur.

TERBİYE

Cilt VI, Sayı 31

1931

53
BİR BELGE (*)

Menemen irticainin içyüzü

Türk İnkılâp Tarihine «Menemen irticai» adı


altında geçmiş olup gerçekte seksenlik bir şeyh,
emekliye ayrılmış askeri bir Laz imam ve hem­
paları ile birkaç cahil köylünün ve dört esrarkeş
cahil yobazın, dini dünya işlerine âlet ederek ko­
yu taassup ve kapkara cehaleti körüklemelerin­
den doğmuş kanlı ve feci bir olaydan başka bir
şey olmayan, lâkin rahmetli Kubilay gibi genç
ve ateşli bir Türk delikanlısı ile iki masum bek­
çinin tüyler ürpertici bir şekilde şehit edilmeleri
canavarlığı ile neticelenen bu isyanın içyüzü o
kadar karanlık, o derece karışıktır ki, hâdise ba-

(*) Bu yazı dizisi, Kubilay’ın 28. ölüm yıldönümünde


(1958) Cumhuriyet Gazetesinin 23 - 30 aralık gün­
lü sayılarında yayımlanmıştır.
Yazar Cemaleddin SARAÇOĞLU, resmî kayıt ve
belgeler üzerinde titiz bir araştırma ve inceleme­
den sonra derlediklerini ve izleniimlerini okurları­
ma sunmuştur.
Savcının iddianamesiyle birlikte belgesel değeri
olan bu yazı dizisini olduğu gibi alıyoruz.
K. Ü.

54
şından sonuna kadar esaslı bir şekilde yeniden
İncelenmeğe gerçekten değer.
Memleket çapında yapılmış bir devrimin he­
men ferdasında hem de Menemen gibi nisbeten
aydın bir muhitte geçen bu kanlı irtica hâdisesi
etrafında şimdiye kadar bir hayli şeyler yazılmış
olmakla beraber, meseleye el koymuş Harp Di­
vanı Savcılığının titiz incelemeleri ve esas mü-
talâaııamesi, Harp Divanınm resmî vesikaları
gibi pek esaslı ve olayları ciddî bir şekilde aydın­
latan ilmi bir incelemeye, biz kendi hesabımıza
hiç bir yazıda rastlamış değiliz.
Bu kanlı taassup ve irtica vakasının asıl ele­
başıları kimlerdir?...
İsyan nasıl tertip edilip ne yolda tatbik mev­
kiine konuldu?...
Rahmetli Kubilay hangi şartlar içinde ve na­
sıl canavarca şehit edildi?.,.
Genç subayla birlikte şehit edilen iki bekçi
niçin öldürüldüler?...
Kimler suçlu görülerek ölüm cezasına çarp­
tırıldılar ve asıldılar?...
Hangi sanıklar bir yıldan yirmi dört yıla ka­
dar çeşitli hapis cezalarma mahkûm edildiler?...
Ve nihayet kimlerin suçsuzluğu anlaşılarak,
beraatlerine karar verildi?...
îşte bütün bu soruları cevaplandırabilmek ve
Türk Devrim Tarihini kaleme alacak geleceğin
Türk tarihçisine dayanabileceği ilmi esaslar ve
malzeme sağlıyabilmek amacı ile aylar süren yo­
rucu bir araştırma ve çalışmanın sonunda şu
okuyacağımız satırlar meydana geldi.
İlâveye lüzum görmüyoruz ki bu, sayfalarda

55
konuşan, resmi ve salahiyetli sözler, kasmaklar­
dır. Bütün bilgiler ve vesikalar «1930 Menemen
hâdisesi» dolayısiyle Menemende kurulmuş olan
«Divanıharbi örfî» nin resmî zabıt ve kayıtların­
dan ve dosyalardaki resmî vesikalardan alınmış­
lardır.

Evvelâ «Divanıharbi Örfî» savcılığının karar


hâkimliğine karşı, vakayı başından sonuna ka­
dar didikleyen mütalâanamesine bir göz gezdi­
relim (* *) :

Devlet kuvvetleri aleyhine suç işlemekten ve


tekkelerle zaviyelerin ortadan kaldırılmalarına
ait kanuna karşı gelmekten sanık: Manisa ahali­
sinden Giritli Mehmet ve Şamdan Mehmet ve

(*) Metne tamamiyle riayet edilmek suretiyle bazı eski


ve Arapça tabirler yenileştirilmiş, meselâ (müd­
deiumumi yerine bugünkü karşılığı olan (Savcı)
tabiri gibi kelimeler kullanılarak davanın yeni nes­
le mensup genç evlâtlarımız tarafından da kolay­
ca kavranabilmesine çalışılmıştır. Bununla beraber
zabıtların ve vesikaların esas ruhuna sadık kalmak
hususuna titizlikle dikkat edilmiş, herhangi şahsî
bir mütalâa ve tefsirden kaçınılmıştır. 1958 C. S.
• Sayın Cemaleddin SARAÇOĞLU yukarıdaki notta,
«zabıt»lardan ve «vesikalardan derleyerek 1958’de
yayınladığı yazı dizisinde - genç kuşağın kolayca
kavrayabilmesi için - bazı deyimleri yenileştirdiği­
ni, sadeleştirdiğini açıklıyor.
Ancak; 1930 ve 1958’lerden bu yana gerek konuş­
ma gerekse yazı dilimizde öylesine değişmeler ve
gelişmeler olmuştur ki, söz konusu belgelerin dili
gerçekten kolay kavranamayacak hale gelmiştir de­
nebilir. Bu oluş, Dil Devrimi açısından Türk Dili
adına övünç verici hızlı bir gelişme sayılır.
1970 K. tJ.

53
sütçü Mehmet ve Emrullah oğlu Mehmet’in ve
Ali oğlu Haşan ve Nalıncı Haşan ve tatlıcı Hüse­
yin ve kahveci çırağı Mustafa ve topçu çavuşu
Hüseyin ve Keçilili Himmetoğlu Süleyman çavuş
ve pabuççu (eskici) Hüseyin oğlu Ali ve Giritli
Mehmet’in bacanağı posta sürücüsü Kâhya İs­
mail ve Giritli Mehmet’in diğer bacanağı Ahmet
ve Giritli Mehmet’in analığı Rukiye ve sütçü
Mehmet’in damadı Koca Mustafa ve sütçü Meh­
met'in kardeşi Hacı İsmail oğlu Hüseyin ve diğer
oğlu Haşan ve Osman oğlu Haşan ve Mehmet
oğlu Ahmet ve Hacı Hüseyinin hemşiresi kızı
Fatma ve Hacı Ali oğlu Mustafa ve Görüce kö­
yünden Abdülkerim ve Menemen’den müezzin
Abdullah oğlu Hafız Ahmet ve Menemen’den
Ramiz ve Harputlu Mehmet ve Sümbüllü Mehmet
ve Abbas ve Rasim ve arabacı Hüseyin ve Çinge­
ne Ali ve bakkal Ali Mazlumaki ve Yusuf oğlu
Kâmil ve İbrahim oğlu İsmail ve Çataklı Süley­
man ve Musevi Hayım oğlu Jozef ve Gözlükçü
Ali ce tütüncü Haydur ve Hoca Saffet ve Mani­
sa’dan Giritli Mezlumaki İbrahim oğlu İsmail ve
bıçakçı Mustafa ve Çakıroğlu Ramazan ve Boz-
alan muhtarı Ahmet oğlu Mustafa ve azadan
Mustafa oğlu Mustafa ve Mehmet oğlu İsmail ve
Mehmet oğlu İbrahim ve Halil Haşan ve bekçi
Ahmet oğlu Hüseyin ve Hüseyin oğlu İbrahim ve
Ahmet oğlu Mehmet ve Manisa’dan Keçeci Süley­
man ve Hafız oğlu Simsar Mustafa ve Paşaköy’-
den Simavlı Osman ve bakkal Mehmet oğlu Ab-
rurrahman ve arabacı Bekir ve Ahmet oğlu Eyüp
ve Koca Haşan oğlu Hüseyin ve Menemen’den
Raşit oğlu İbrahim çavuş ve Boşnak Ahmet ve
Boşnak Mümin ve müezzin Hacı Ahmet ve Kay­

57
serili Hacı Ali oğlu Mehmet ve imam Mustafa oğ­
lu Hacı Hüseyin ve Sadık Dede ve Hacı Kerim
oğlu İbrahim ve Mehmet oğlu İbrahim ve Haşan
oğlu İbrahim ve Paşaköy’den Mustafa oğlu Sü­
leyman ve Keçili köyden Hacı İbrahim oğlu Ah­
met ve Manisa’dan, sanık Mehmet Emin’in ana­
sı Hasibe ve kansı Emine ve kız kardeşi Halide
ve Fatma ve mektul sütçü Mehmet’in kansı Ke-
ziban ve İstanbul’da Erenköyde oturan Erbilli
Şeyh Esat ve oğlu Mehmet (*) ve Rizeli tabur
imamlığından emekli Laz İbrahim ve imam İl-
yas ve Rifat oğlu Mutaf Süleyman ve Hatip Ce­
mal ve İzmir’de oturan Hoca Mehmet Ali ve ma­
nifaturacı Osman ve bacanağı Murat Mustafa ve
Ali Paşaoğlu ve katmerci Haşan Hüseyin oğlu
Mehmet ve Lütfi Dede’nin Halil ve fırıncı Mus­
tafa oğlu Ahmet ve tarakçı Hüseyin oğlu İbra­
him Ethem ve çulha Mehmet Çavuş ve Kurabiye­
ci Ahmet oğlu Hacı Haşan ve terzi Talât ve saat­
çi Hüseyin ve Alaşehir Şeyhi Ahmet Muhtar ve
Manisa’nın Rahmanlı karyesinden Hacı Hafız
oğlu Ali Osman ve Şeyh Hacı Hilmi ve Haşan oğ­
lu Ayan Mehmet ve Kara Ahmet oğlu Ali ve
Mehmet oğlu Ali ve Ak Mehmet oğlu Mehmet ve
Ahmet oğlu Halil ve Kırlı oğullarından Mustafa
oğlu Mehmet ve Bektaşi Bekir mahallesinden
Hatuniye camii müezzini tütüncü Haşan oğlu

(*) Erbilli Şeyh Esat da oğlu gibi idama mahkûm edil­


miş fakat yaşının ilerlemiş olduğu nazara alınarak
ölüm cezası hapse çevrilmiş ve bilâhare hastalana­
rak tedavi edildiği Askerî Hastanede ölmüştür.
Kendisinden sırası gelince uzun uzun bahsedilecek­
tir C. S.

58
Haşan ve Muradiye karyesinden Aslan oğlu Şa­
ban ve Çerkezköyün’den Ömer oğlu Ahmet ve
Horozköy’den Sadettin oğlu Nureddin ve Müs­
lim oğlu Halit ve İbrahim oğlu Mustafa ve Mus­
tafa oğlu Sadi ve Abidin oğlu Tahsin ve Yasin
oğlu Küçük Osman ve Yenioğlu Haşan ve Ahmet
oğlu Abidin ve Ahmet oğlu İbrahim ve Necip oğ­
lu Mevdut ve Ragıp oğlu Osman ve Muhtar oğ­
lu Haşim ve Muhiddin oğlu Ali ve Koçmidilli
Haşan oğlu Ahmet ve Yakup oğlu Ali ve Salâ-
haddin oğlu Naşit ve Avukat Haşan Yevmi ve
sanık Nalıncı Hasan’m dayısı Mavnacı Dadaylı
Haşan haklarında açılan ilk tahkikat evrakını
baştan aşağı okudum.»

Savcının Mütalâası

«Mütalâamı serdederken evvelâ münhasıran


Menemen hâdisesini ika eden sanıkların Mani­
sa’dan hareket ettikleri, günde tatlıcı Mutaf Hü­
seyin’in (ölüm cezasına mahkûm edilmiş ve di­
ğer mahkûmlarla birlikte 1931 yılı şubat ayının
üçüncü gününü dördüne bağlayan gece sabaha
karşı asılmıştır.) evindeki toplantılardan başla­
yacağım. Sırası ile Paşaköy boylarındaki vaziyet­
lerini ve bu vaziyetlerinin köylerde ne gibi belir­
ti şekilleri gösterdikten sonra ve buralarda ken­
dilerine yakın olan sanıkların hâdisedeki rolle­
rini açıklayacağım. Ondan sonra fecaat arzeden
Menemen hâdisesinin cereyan şeklini gösterece­
ğim ve psikolojik noktadan yani basitten mürek­
kebe doğru yürüyerek Menemen vakasının ha­
kikî kaynağına intikal ve bundan tatlıcı Hüse-
yinin evindeki toplantıya takaddüm eden zaman-

59
larda çeşitli mahallerde yapılan toplantılara ve
bunda Erenköy köşkünün (yani Erbilli Şeyh
Esat'ın) oynadığı rollere geçerek hâdisenin ma­
hallî ve mevziî olmayıp, şümullü ve geniş bir sa­
ha üzerinde cereyan ettiğini göstererek sanıklar
şebekesini meydana çıkaracağım ve bunların
devlet otorite ve haysiyeti üzerindeki maksatla­
rının tecelliyatmı ve suç unsurlarmı ve delilleri­
ni tetkik ve tahlil ederek suçun vasfını ortaya
koyacağım.»
-Ondan sonra da cezaî mesuliyetlerinin te­
mas ettiği kanun maddelerini göstereceğim. Böy-
lece tahkikat safhaları hakkında takip edece­
ğim mütalâamın seyredeceği anahatlan üzerin­
den yürüyerek iddianamenin bir krokisini çiz­
miş oluyorum.»

«Evvelâ sanıkların Manisa’dan hareketleri,


Paşaköy’ündeki davranışları, Manisa’da dört
gündenberi toplandıkları tatlıcı Mutaf Hüse­
yin’in evinde son olarak 6 Aralık 1930 Cumartesi
akşamı kendisi de dahil olduğu halde Giritli Meh­
met, Şamdan Mehmet, Sütçü Mehmet ve Em-
rullah oğlu Mehmet Emin (*), Ali oğlu Haşan,
Nalıncı Haşan ve Çakıroğlu Ramazan bu üç sa­
nık da Divanı Harp tarafından ölüm cezasına
çarptınldilarsa da yaş küçüklüğü bakımından
cezalan 24 yıl ağır hapse çevrilmiştir.
«Kahveci çırağı Mustafa (idama mahkûm
olmuş ve asılmıştır), Topçu çavuşu Hüseyin

(*) Bu dört Mehmet’ler isyanın elebaşılarıdır. Üçü va­


ka günü öldürülmüş, sonuncusu Mehmet Emin de
idama mahkûm olup diğer mahkûmlarla birlikte
asılmıştır. C. S.

60
(asılmıştır), Keçili Himmet oğlu Süleyman Çavuş
(asılmıştır), Pabuççu (eskici) Hüseyin oğlu Ali
(asılmıştır) hazır bulundukları halde yapılan
toplantıda vaka hakkında görüşmeler yapılmış
ve bu müzakerede hâdisenin cereyan sureti ve
silahların tedarik şekli kararlaştırıldıktan sonra
Giritli Mehmet evvelâ kendisi Şamdan Mehmet
ve sütçü Mehmet’le Paşaköy’e hareket edeceğine
ve bir gün sonra da Paşaköy’de Emrullah oğlu
Mehmet, Ali oğlu Haşan, Nalıncı Haşan, Çakır-
oğlu Ramazan’m (yaş haddi yüzünden hakların­
da verilmiş olan ölüm cezalan ağır hapse çev­
rilen üç sanık) kendilerine katılacaklarım söy­
ledikten ve gereken talimatı verdikten sonra ora­
da hazır bulunan Topçu Çavuşu Hüseyin, kah­
veci çırağı Mustafa, tatlıcı Hüseyin ve Keçili
Himmet oğlu Süleyman çavuş ve pabuççu Hüse­
yin oğlu Ali de (bunların hepsi idama mahkûm
olup asılmışlardır) silahlanarak bilâhare arka­
larından gelip kendilerine katılacaklannı vaad-
etmişlerdir.»

«Geceleyin verilen karann sabahleyin tatbi­


katına geçen Giritli Mehmet yanında Sütçü Meh­
met, Şamdan Mehmet bulunduğu halde, Manisa-
da Giritli İsmail ve bıçakçı Mustafa’nın çuval
içinde verdikleri iki silahı alarak ve kendi baca­
nağı posta sürücüsü Kâhya İsmail’in arabasiyle
Paşaköy’e hareket edip bu köye vardıklarında
analığı Rukiye’nin evine misafir olmuşlardır.
Rukiye, keyfiyeti Giritli Mehmet’in köyde bulu­
nan bacanağı Simavlı Hasan’a ve bakkal Meh­
met oğlu Abdurrahman’a anlatmıştır.»
«İlk toplantıdan sonra verilen talimat veçhi­

61
le bir gün sonra hareket edip kendilerine katı­
lacak olan Emruilah oğlu Mehmet Emin, annesi
Hasibe, karısı Emine, kız kardeşi Halide’nin ma­
lûmatı altında ve hattâ bu meyanda sanıklardan
Hafız oğlu Simsar Mustafa’dan alacağı olan pa­
ranın karışma veya anasına verilmesini tembih
ettikten sonra Ali oğlu Haşan, Nalıncı Haşan ve
Çakır oğlu Ramazan’la beraber araba ile Paşa-
köy’e gelmiş, arabacı bunları Giritli Mehmet’in
bacanağı Ahmet’in evine götürmüştür.»
«Burada Ahmet bunlara yiyecek çıkarıp ye­
dirdikten, çantalarına yemek koyduktan ve mu­
vasalatlarından tam yanm saat sonra Rukiye’1-
nin evinden aldıkları silahlarla ve beraberlerine
(Kıtmir) dedikleri köpekle beraber hep birlikte
gece yarısı Paşaköy’den çıkıyorlar ve Bozalan’a
hareket ediyorlar.»
«Sanıklar on bir saat yürüdükten sonra
(Sümbüller) köyü yolunda bir çamlıkta, su ke­
narında geceyi geçiriyorlar. Burada Çakır oğlu
Ramazan kendilerinden ayrılıp habersiz kaçı­
yor ve Manisa’ya avdet ediyor.»
«Su kenarında uykudan kalkan sanıklar, ar­
kadaşlarından birisini kaybettikten sonra, yürü­
yerek (Bozalan) köyü kenarına geliyorlar. (Bu
köy sütçü Mehmet’in köyüdür). Sütçü Mehmet
köye girip akrabasına haber veriyor. Sütçü Meh­
met'in damadı Hoca Mustafa bunları çay kena­
rında karşılayarak evvelden hazırladığı bir boş
odaya alıp misafir ediyor.»
«Bu eve Hoca Mustafa da dahil olduğu hal­
de (bu smk da idama mahkûm edilip asılmıştır)
Sütçü Mehmet’in kardeşi Hacı İsmail (bu da

62
asılmıştır), Hacı İsmail’in oğlu Hüseyin, bu sa­
nık da babasile birlikte ölüm cezasma çarptırıl­
mış, şubat ayının 3/4 gecesi idam hükümleri in­
faz olunurken tam idam edileceği sırada kaçıp
kurtulmaya muvaffak olmuş, bir müddet dağlar­
da dolaşmış, fakat bilâhare dağda yakalanıp
Menemen’e getirilmiş ve hakkındaki hüküm in­
faz olunmuştur.) ve diğer oğlu Haşan her üçü
beraberce yemek getiriyorlar. Burada Giritli
Mehmet Mehdiliğini ilan ediyor. Bu Mehdilik ila­
nım köyde işitmedik kimse kalmıyor. Bu meyan-
da köy ihtiyar heyeti (Muhtar Molla Ahmet oğ­
lu Mustafa, âza Mehmet oğlu İsmail, âza Meh­
met oğlu İbrahim, âza Halil oğlu bekçi Ahmet
oğlu Hüseyin) bile keyfiyetten haberdar oluyor­
lar. (Bu köy muhtan ve ihtiyar heyetinin üç üye­
si üçer yıl ağır hapis cezasma çarptırıldılar.)
«Bu köyden Osman oğlu Haşan ve Mehmet
oğlu Ahmet sanıklara hitaben Emiralem karako­
luna uğrayıp orada bulunan iki jandarmayı öl­
dürüp silahlarım almalarını ve kendileri de ar­
kalarından Menemen’e gelip yardım edecekleri­
ni söylüyorlar. Bunlar da ağır hapis cezasına
çarptırılmışlardır.)
«Bir hafta kadar Bozalan köyünde kalıp bu
köyde Mehdiliğini ilân eden Giritli Mehmet, bu
durumdan hükümetin haberdar olup olmadığı­
nı anlamak maksadile kardeşi Hacı İsmail’in
hemşiresinin kızı Fatmayı ve Hacı Ali oğlu Mus-
tafayı, güya çeyiz tedariki bahanesiyle Manisa’­
ya gönderiyor. Bu tetkik heyeti Manisa’da bulu­
nan Sütçü Mehmet’in karısı Kezban’dan durumu
anlayıp, avdet ediyor.»

63
«Heyetin getirdiği haber kötüdür: Mehdilik
dedikodusu Manisa’da duyulmuştur. İşte hükü­
metin keyfiyetten haberdar olduğu haberi geti­
rilince Giritli Mehmet’in emriyie köy civarında­
ki çamlıkta Mehmet’in kardeşi Hacı İsmail de
Hoca Mustafa (bu iki sanığın idama mahkûm
edilip asıldıklarını söylemiştik) tarafından bir
kulübe inşa ediliyor. Bu kulübede tam bir hafta
esrar içilmek suretiyle zikre (*) devam eden sa­
nıklar 1930 yılı (Aralık ayının yirmi üçüncü salı
günü Menemen’e gitmek üzere yola çıkmayı ka­
rarlaştırıyorlar.»
«Salı gecesi, esrarkeş Mehdi başta (Kıtmir)
adını verdikleri köpek de dahil, hep beraber yo­
la çıkıyorlar. Evvelden haberdar edildiği için
(Görece) köyünün berisindeki kömür ocağında,
Hacı İsmail oğlu Hüseyin (tam asılacağı sırada
sehpanın yanından dağa kaçıp, sonra yakalana­
rak asılan sanık) tarafından yakılan ateşte ısın­
dıktan ve oraya gene evvelden haberdar olduğu
için, Görece’li Mustafa oğlu Abdülkerimin (bu
sanık muhakemesi sırasında ağır hastalanıp İz­
mir memleket hastanesinde tedavi altında iken
ecelile öldüğünden hakkında verilmiş olan idam
hükmü bu suretle infaz edilememiş ve sukut et­
miştir) getirdiği yemek de yenildikten sonra bun­
ların rehberliği ile yollarına revan oluyorlar...»

(*) «Zikir», tekkeler ve zaviyeler bir kanunla kaldırıl­


madan evvel buralarda haftanın muayyen günle­
rinde yapılan âyinlerdi. Her tekkenin kendine mah­
sus bir zikir şekli vardı. «Zikir» lügat ma.nasiyle
«anma» demektir ve bu âyinlere «anma törenleri»
diyebiliriz ki zamanla çığrmdan çıkm.ış ve bir ne­
vi kara taassup şekline bürünmüştür. C. S . , ' . .

64
«Kafile (Hasanlar) geçidine varınca orada
Kayıkçı Mehmet’in kayığı ile beri tarafa geçi­
yorlar, Menemen’e yollanıyorlar...»
«Sanıklar Menemen kenarına geldiklerinde
Zeytinlikte biraz durup dinlendikten ve burada
Giritli Mehmet avenesinin hepsine çifte çifte es­
rarlı sigara dağıtıp verdikten sonra hepsi du­
manlı ve sarhoş kafalarla Menemen’e giriyorlar
ve saat altıyı yirmi geçe Müftü camiine giriyor­
lar.»
«Bu camide sanıklardan Nalıncı Haşan (İn-
nâ Fetahnâleke) sûresini okuyarak mihraptaki
bayrağı alıyor, hep birlikte cami içinde bekliyor­
lar ve camiye gelenleri, Mehdi (yani Giritli Meh­
met) dine davet ediyor ve Mehdi olduğuna dair
bunun nişanesi olan (Kıtmir) dedikleri köpeği­
ni kendilerine gösteriyor.»
«Namaz kılındıktan sonra sahte Mehdi ce­
maati bayrak altına davet etmeye başlıyor ve
buna icabet eden, isimleri meçhul, bazı şahıslar
bunlarla birlikte Belediye meydanlığına doğru
camiden ayrılıyorlar.
«İçlerinden Abdullah oğlu Müezzin Hafız
Ahmet (idama mahkûm olup asılmıştır) sanıkla­
rın camiye geldiklerini görmüş, vakayı hüküme­
te haber vermeyi hatırına dahi getirmeyerek sa­
nıklar camiden ayrıldıktan sonra minareye çık­
mış, minareden silah atmış ve kendi ifadesine
göre, etraftan gelecek yetmiş bin kişiyi bekleme­
ye başlamıştır.»
«Belediye meydanlığında sanıklar biraz kal­
dıktan sonra bayrağı omuzlayarak ve hep birlik­
te tekbir getirerek şehri dolaşmaya başlıyorlar
ve rast geldiklerine:

F: 5 65
«— Müslüman mısınız? itikadınız var mı?
diye soruyorlar ve kendilerinin bayrağı altına
girmelerini aksi takdirde kılıçtan geçirilecekleri­
ni; ortada hükümet olmadığını herkesin dükkân­
larını kapayarak kendilerine katılmalarını, arka­
larından (70.000) kişinin gelmekte olduğunu;
top, tüfek bütün kuvvetin Mehdi huzurunda du­
rup bir iş göremeyeceğini bağırarak mahalleleri
dolaşıyorlar.»

«Kafile Hoca Saffet Efendinin evi önüne gel­


diği vakit sanıklar duruyorlar ve arkalarından
gelen Mehdi Giritli Mehmet’in burada birdenbire
kayboluverdiğini ve biraz sonra da Hoca Saf­
fet Efendi ile temaslarını, başbaşa konuştukları­
nı görüyorlar ve Hocanın tam evine gireceği an­
da Giritli Mehmet’in bir işareti ile sanıklar Saf­
fet Hoca’ya selâm resmî ifa edip kendisini hür­
metle selâmlıyorlar. (Bu Hoca Saffet Efendi ger­
çekten bir İslâm din adamı imiş ki, sahte Mehdi­
nin oyununa gelmemiş, her türlü tehlikeyi göze
alarak yüz verip iltifat etmemiş olacak ki, Örfî
Harp Divanı huzurunda yapılan sorgusu netice­
sinde beraat etmiş ve bu sahte Mehdi komed­
yasına uzaktan yakından katılmamış olduğu da
bu suretle meydana çıkmıştır.) ve önlerinde Me­
nemen’den sürüye katılan sanık Sairn oğlu Boş­
nak Abbas (idama mahkûm olmuş ve asılmış­
tır) tabanca atmak suretiyle izharı şadmani ile
gene Menemen halkından Cumai Bâlâlı Ramiz
(idama mahkûm olmuş ve asılmıştır), Harputlu
Ömer oğlu Mehmet (bu sanık da ölüm cezası
giymiş ise de yaşının küçüklüğü yüzünden idam
cezası 24 sene ağır hapis cezasına çevrilmiştir)

66
ve Sünbüllü köylü Mehmet (bu sanığın idama
mahkûm edilip asılan Ali Osman oğlu Mehmet
olması muhtemeldir) bunlara katılıp gene hep
birlikte tekbir alarak belediye önüne avdet edi­
yorlar..»
Müftü camiinin minberinden alınmış olan
bayrak burada Menemenlilerden arabacı Hüse­
yin (idama mahkûm olup asılmıştır) tarafından
meydanlığa açılan bir çukura dikiliyor. Gene bu­
rada sanıklar tekbirlere ve yukarıda arz ettiğim
şekilde nidalara başlıyorlar ve ellerinde silah ol­
duğu halde sancak etrafını dolaşıyorlar. Bir kıs­
mı da yerden aldığı toprağı etrafa serpiyor.»
«Jandarma yazıcısı Ali Efendi hadiseden
haberdar edildiğinden arkadaşları dört jandar­
maya silahlarını almalarını tembih etmiş ve ken­
dilerini beklemeden doğruca Giritli Mehme Jm
yanma giderek ne istediklerini sormuş. Mehdi
Giritli Mehmet bu jandarma yazıcısına hitaben:
/<— Git kumandanına haber ver de o gelsin!
Bana top, kurşun işlemez!...» demiştir. Bunun
üzerine geri dönen Ali Efendi keyfiyetten jandar­
ma bölük kumandanı Fahri Bey’i (bu sabay hak­
kında savcılık, 16 sayı ve 31/1/1931 tarihli tez­
keresinde (vazifede ihmal ve terahiden sanık
gayrı mevkuf Menemen Jandarma Kumandam
Fahri Bey hakkındaki evrakın, suçun mahiyeti
itibarile askerî mahkemelere devrine karar ve­
rildi denilmektedir) haberdar etmiştir.»
«Evinde vakadan haberdar edilen Menemen
Jandarma Bölük Kumandam Fahri Bey doğruca
âsilerin yanma gidiyor ve tam bir asker tavrı ile
ve hükümetin şerefine yakışacak surette Meh-
dî’ye hitaben:

67
«— Ne istiyorsunuz?... Buradan derhal da­
ğdın! Diyor. Giritli Mehmet de:
«— Ben Mehdî’yim! Şeriatı ilan ediyorum.
Bana kimse mukavemet edemez; çekil karşım­
dan! Diyor. Bu söz üzerine âsiler orada toplanan
seyirci Menemen halkı tarafından el çırpmak
suretiyle alkışlanıyorlar...»
^Durumun vehametini anlayan Jandarma
Kumandanı Fahri Bey tedbir almak üzere ora­
dan çekiliyor ve hükümet binasına gelip bu gi­
bi hallerde kanunun icaplarına tevessül ile Alay­
dan asker ve kuvvet istiyor. Telefon başında in­
tizar eden Fahri Bey, askerle gelen Kubilay Bey’-
den bir haber bekliyor.»
«İhtiyat zabit vekili Kubilay Bey süngü tak­
mış askerini, Belediye meydanlığındaki kahve
önünde bıraktıktan sonra, kendisi öne atılarak
âsilere dağılmalarını söylüyor ve Mehdîlik tas­
layan Giritli Mehmet’i kolundan tutarak çekiyor.
Buna Giritli Mehmet silah atmak suretiyle mu­
kabele ediyor ve zabit vekili Kubilay Bey’i ağır
bir surette yaralıyor.»
«Yaralanan Kubilay gene tam bir metin as­
ker tavrile oradan ayrılıyor, arkasından ikinci
defa atılan kurşun kendisine isabet etmeden
hükümetin arkasındaki avluya kendini atıyorsa
da aldığı birinci kurşun yarasından bitap düştü­
ğü için uzaklaşamayarak oraya düşüyor...»
«Yaralı Kubilay Bey’in oraya düştüğünü her
nasılsa haber alan Mehdi Giritli Mahmet asker­
lerin kaçmasından ve halkın el çırpmasından ve
bu suretle kendisine gösterilen müzaheretten
cüret alarak ortalığa bir dehşet havası salmak

68
r

için bu anda cinai bir rol yapmak istiyor, sanık­


lardan Ali oğlu Hasan’m torbası içindeki bıçağı
aldıktan sonra Şamdan Mehmet’le birlikte ya­
ralı Kubilay Bey’in yanma gidiyor, bıçağı ile bu
vazife kurbanı Türk delikanlısını bir koyun bo­
ğazlar gibi boynundan keserek başını alıyor. Bu
suretle Türk ordusunun genç bir subayı ve asil
Türk evlâdı Kubilay tam canavarca bir hisle şe­
hit ediliyor.»
«Bununla kanmayan (Mehdi) kesik başı saç­
larından tutarak orada bulunan, üstüvane şek­
lindeki taşa vuruyor ve etrafını dolaştıktan son­
ra, kesik başı meydanlığa getirip dikili bayrağın
üzerine takıyor...»
«Bu kanlı fecaat karşısında hissiz kalan Me­
nemen halkı tarafından ikinci bir alkış tufanı
başlıyor. Bu arada bayrağın tepesinden yere dü­
şen kesik başın bayrak üzerinde durmasını sağ­
lamak için elektrik direğine bayrağı bağlamak
istenen ip halk tarafından, Yusuf oğlu Kâmil
(bu gayretkeş mürteci de idama mahkûm edil­
miş ve asılmıştır) tarafından, koşarak bulunup
getiriliyor ve kanlı sancak elektrik direğine bağ­
lanıyor.»
«Bu sıralarda Alaydan yetişen diğer müfre­
zeler ve aynı zamanda hamiyetli ve namuslu iki
bekçi ile âsiler arasında başlayan müsademede
Mehdi Giritli Mehmet, Şamdan Mehmet, Sütçü
Mehmet vurulup ölüyorlar, Emrullah oğlu Meh­
met Emin (bu dördüncü Mehmet de idama mah­
kûm olup asılanlar arasındadır.) Bu meyanda
âsilerle çarpışan iki bekçi de şehit düşüyor.
Âsilerden Nalıncı Haşan ile Ali oğlu Haşan

(!
da halk arasından kaçıp sıvışıyorlarsa da Mani­
sa’da yakayı ele veriyorlar.»
«Vakanın akış şekline ve sanıkların halka
hitaben vaki beyanlarına, halkı bayrak altına
davet etmelerine ve maksatlarının husulü için,
vaki müdahaleye silahla'mukabele suretiyle, hü­
kümet kuvvetine karşı gelmelerine ve en niha­
yet canlı bir nokta olarak, «hükümet yoktur» de­
melerine ve aşağıda arz edeceğim veçhile tari-
kati teşkildeki gayenin, hükümetin tebdili ve
saltanat idaresinin iadesi gibi hususlardan iba­
ret olduğunun toplantılarında bahis mevzuu
edip müritlerine de bu suretle telkinlerde bulun­
malarına nazaran muhtevası itibarile bu suç,
tam unsurları tekemmül etmiş ve Türk Ceza Ka­
nununun 146. maddesindeki devlet kuvvetleri
aleyhine işlenmiş suç nevilerindendir.»
«Manisa’da başlayarak Menemen’de sona
eren ve bir irtica hareketini tam manasile ifade
eden bu safhada arzettiğim şu hâdise, akış su­
retini ve uğradıkları yerlerde sanıkların rolleri­
ni açıkça bize anlatan sanık Emrullah oğlu Meh­
met Emin, Nalıncı Haşan ve Ali oğlu Hasan’ın
kendi ikrar ve itirafları ve bütün sanıkların ken­
di hareketleri hakkında kısmen sarih ve kısmen
tevilli ikrarları ile sabit oluyor.»
«Bu arada âsi Mehmet Emin’in eniştesi, sa­
nık Keçilli Süleyman’ın, Manisa’da silahları te­
darik sureti ve hareketlerinden akrabasının ve
bu meyanda sanıklardan Hâfız oğlu simsar kâ­
tibi Mustafa’nın haberdar oluduğuna dair çok
açık ikrarı ve aynı halden sanık bulunan Bozalan
köyü ihtiyar heyetinin de inkârları hilâfına, köy­
de bulunduklarından, sanıkların geldiklerinden

70
haberdar olduklarına dair içlerinden Halil oğlu
Hasan’m ikran ve bütün köylünün işitmiş olma­
larından dolayı kendilerinin haberdar olmadıkla­
rı iddiasının gayri varit görülmesi ve keza Boza-
lan’dan Manisa’ya gönderilen iki kişilik heyetin
ifadeleri ve kayıkçı Mehmet’in şahadeti ve sanık
müezzin Abdullah oğlu Hafız Ahmet’in «70.000
kişiye bakmak için minareye çıktım!...» yolun­
daki kısmen tevilli ikrarı; el çırpmak zikretmek,
silah atmak, ip vermek, çukur kazmak, sigara
vermek, halkı bayrak altına davet etmek gibi
hareketlere iştirak edenler hakkmdaki kuvvetli
şahadet en nihayet Menemen hâdisesini ika eden
asıl sanıkların itiraf ve ikrarları ve buna mun­
zam kuvvetli şahadet, doktor raporu ve sanıkla­
rın ikrarları arasında müşterek vasıf noktasın­
dan bulunan esaslı mutabakatlar ve bunların
sari olduğunu diğer sanıkların ikrarları ile olup
bitenlerle mutabakatı tasdik edilmiş olması gibi
yekdiğerini tamamlayıp zincirleyen delillerle
anlaşılmaktadır.»

Suç ve Ceza...

«Sanıkların suç durumlarına temas eden


kanun maddesine gelince: Hâdisede açıkladığım
rolleri itibarile Şamdan Mehmet ve Giritli Meh­
di Mehmet ve Sütçü Mehmet ve Emrullah oğlu
Mehmet Emin’in ve Ali oğlu Haşan ve Nalıncı
Haşan fiilen esas unsura iştirak ettiklerinden
ve fiili doğrudan doğruya işlemiş olduklarından
hâdisede hemfikirdirler.»
«Toplantıda hazır bulunan tatlıcı Hüseyin,
kahveci çırağı Mustafa, topçu çavuşu Hüseyin,

71
Keçilli mutaf Süleyman Çavuş, papuççu Hüseyin
oğlu Ali, bir taraftan azim (yola çıkmış, azm
etmiş) olmak itibarile hemfiil, diğer taraftan 65.
maddenin birinci ve ikinci bendlerinde bahis
mevzuu edilmiş suçun işleneceğine dair talimat
vermelerine ve arkalarından silahlanıp gelecek­
lerini vaadetmelerine nazaran da fer’an zimed-
hal bulunmaktadırlar.»
«Sanıkları araba ile götüren Giritli Meh­
met’in bacanağı posta sürücüsü Kâhya İsmail
ve Paşaköy’deki evinde âsileri misafir eden Gi­
ritli Mehmet’in diğer bacanağı Ahmet ve Giritli
Mehmet’in analığı Rukiye ve yemek veren ve
kulübe tesis eden Bozalanlı Koca Mustafa (Sütçü
Mehmet’in damadıdır ve idama mahkûm olup
asılmıştır), kardeşi Hacı İsmail ve Hacı İsmail’in
oğulları Hüseyin ve Haşan ve sanıklar Bozalan-
da bulundukları sırada hareketleri itibarile ken­
dilerine müzaheret vaadeden, gene aynı köyden
Osman oğlu Hâşan, Mehmet oğlu Ahmet, Boz-
alan’dan Manisa’ya giden iki kişilik heyetten,
rolleri itibarile sanıklarla iştirakleri olan, Hacı
İsmail’in hemşiresinin kızı Fatma, Hacı Ali oğ­
lu Mustafa ve Görece köyünden Abdülkerim ve
Menemen’den Müezzin Abdullah oğlu Hafız Ah­
met ve Menemen’den âsiler içine katıldığı ve
mahalleleri dolaştığı anlaşılan Ramiz ve keza
âsilere karışıp zikir ederek sancak altına koşan
Harputlu Mehmet ve Sümbüllü Mehmet taban­
ca atmak suretiyle memnunluğunu belirtip nü­
mayiş yapan Salim oğlu Boşnak Abbas, halkı
bayrak altına davet eden Rasim, bayrağın dikil­
mesi için çukur kazan Arabacı Hüseyin, şehit
subayın kesik başım bayrak direğini elektrik di­

72
reğine bağlayabilmek maksadıyla ve ip getir­
mek suretiyle cinayete maddeten iştirak ettiği
anlaşılan Yusuf oğlu Kâmil, âsilerin bütün fiille­
rini, tasvip edici bir surette el çırparak alkışla­
mak suretiyle suçlarına katıldıkları anlaşılan Me_
nemen halkından İbrahim oğlu İsmail ve Çitak-
h Süleyman ve Çingene Mahmut oğlu Ali ve
bakkal Ali Mazlumaki ve Yahudi Hayım oğlu
Jozef ve Gözlüklü Ali ve Tütüncü Haydar fiilde
fer’an medhaldardırlar...»
«Diğer sanık, hâdisenin elemanlarından olan
Hoca Saffet Efendinin oynadığı rolle fiilde azim
olmak dolayısıyle faili aslidir.»
Bu saydığım (36) sanıktan hemfiil olanların
hareketi Türk Ceza Kanununun 146. maddesinin
birinci fıkrasına, fer’an zimmedhal olanların ge­
ne aynı maddenin ikinci fıkrasına ve şehit Ku-
bilay Bey’le iki bekçinin öldürülmelerinden do­
layı içtima-ı ceraim (suçların birikmesi) hüküm­
leri nazara alınarak 449. maddenin ikinci ben­
dine ve diğer sanıklardan olup asıl sanıklarla
fiilde iştirakleri tespit edilemeyen ve yalnız si­
lah verdikleri anlaşılan Manisa’da oturan Girit­
li Mazlumaki ve İbrahim oğlu İsmail ve bıçakçı
Mustafa’nın 150. madde ve evvelce sanıklara iş­
tirak ederek yola çıkan Hüseyin Çakıroğlu Ra­
mazan yoldan kaçarak kasdeylediği fiilin icra­
sından ihtiyarı ile vazgeçtiğinden 61. maddenin
son fıkrası delâleti ile kendisine tamam olan kı­
sım için ceza verileceğinden bunun hareketi kö­
tü niyetle fesat heyetini hükümete haber ver­
memekten ibaret olduğundan 151. maddeye
(çünkü 146. maddedeki teşebbüs tabiri gerek
nakıs olsun, gerek tamam olsun müsavidir Ka-

73
nun yapıcısı bu teşebbüsü icraî ve fiilî teşebbüs
manasında almıştır. Binaenaleyh kendi ihtiyari-
le vazgeçtiğinden nakıs teşebbüs halinin de hu­
sule gelmemiş olmasma göre ortada mezkûr
maddede bahis mevzu hal yoktur. Olsa olsa müs­
takil suç mevcuttur ki, o da vaki harekete göre,
151. maddede yazılı olan suçtan ibaret kalmak­
tadır) (*).
«Sanıklardan, âsilerin köylerine geldiklerini
ve uzun müddet kaldıklarını ve kulübe tesis et­
tiklerini bildikleri ve suikastlerini tabiatile öğ­
rendikleri halde hükümete bu hususta haber
vermemeleri, fiildeki kötü niyetlerine bir delil
teşkil eden Bozalan ihtiyar heyetinden Muhtar
Ahmet oğlu Mustafa, üye Mustafa oğlu Musta­
fa, üye Mehmet oğlu İsmail, üye Mehmet oğlu
İbbrahim ve Halil oğlu Haşan ile köy bekçisi
Ahmet oğlu Hüseyin (bunlar üçer yıl ağır hapis
cezasına mahkûm edilmişler ve bu suretle so­
rumlulukları Örfî Harp Divanınca da kabul
olunmuştur.) Kanunun 279. maddesi delâletile
memur olduklarından 151. madde de nazarı dik­
kate alınarak gene 151. maddenin birinci fıkra­
sına ve sanıklan kötü niyetle haber vermeyen
Bozalan köyünden Hüseyin oğlu İbrahim, Ahmet
oğlu Mehmet ve Manisa’dan Keçilli Süleyman
ve Hafız oğlu Simsar kâtibi Mustafa ve Paşa-
köy’den Simavlı Osman ve bakkal Mehmet oğ­
lu Abdurrahman ve arabacı Bekir ve Ahmet oğ­

(*) ManisalI Hüseyin Çakır oğlu Ramazan da Örfî


Harp Divanı tarafından idama mahkûm edilmişler
ancak yaşlarının büyük ve küçüklüğünden fayda­
lanan mahkûmlar arasında, onun da hakkında ve­
rilmiş olan ölüm cezası ağır hapis cezasına çevril­
miştir. C. S.
74
lu Eyüp ve Koca Haşan oğlu Hüseyin ve Mene­
men’den, vakadan iki gün evvel haberdar oldu­
ğu şahadetle anlaşılan Raşit oğlu İbrahim. Ça­
vuş da keza 151. maddenin birinci fıkrasına uy­
gun olan hareketlerinden dolayı cem’an (551 sa­
nık haklarında son tahkikat açılmasına ve vaka
esnasmda öldürülen Sütçü Mehmet ve Giritli
Mehmet ve Şamdan Mehmet haklarındaki hu­
kuku amme davasının sükutuna; diğer sanıklar­
dan Boşnak Ahmet, Boşnak Mümin, Müezzin
Hacı Mehmet, Kayserili Hacı Ali oğlu Mehmet,
Menemenli İmam Mustafa oğlu Hacı Müslim ve
Sadık Dede her ne kadar âsilerin Menemen’e ge­
lişlerinde camide oldukları anlaşılıyorsa da bun­
ların hükümeti haberdar etmemekte bir kötü
niyetleri olduğu vicdanî bir kanaatle tespit edi­
lemediğinden men’i muhakemelerine; keza el
çırptıkları kesin delillerle tespit edilemeyen Ha­
cı Kerim oğlu İbrahim ve Mehmet oğlu İbrahim
ve Haşan oğlu İbrahim ve Paşaköy’den aleyhin­
de bir delil elde edilemeyen Mustafa oğlu araba­
cı Çallı Süleyman ve Keçili köyden Hacı İbrahim
oğlu Ahmet’in keza men’i muhakemelerine ve
fiilde ittifak ettikleri anlaşılamayan sanık Meh­
met Emin validesi -Hasibe ve karısı Emine ve
kız kardeşi Halide Fatma ve maktul Sütçü Meh­
met’in karısı Keziban’m da keza men’i muha­
kemelerine karar verilmesi...»
Örfî Harp Divanı, Menemen isyanında ve
rahmetli Kubilay ile iki bekçinin şahadetinde
fiilen rol almış ve oynamış yahut oynadıkları
sanılmış sanıklar hakkında bu iddialarını ilen
sürdükten sonra sözü, bu irtica olayı ile dolam­
baçlı yollardan alâkalı görünen İstanbul’da

75
Erenköy’de oturan Erbilli Şeyh Esat meselesine,
naklederek aynen şunları söylüyor:
«Bu safhaya hitam verdikten sonra şimdi
asıl bu safhanın kaynağına doğru yükselerek is­
yan hâdisesini hazırlayan yani Menemen hâdi­
sesi faillerini yetiştiren ve tarikat perdesi arka­
sında faaliyete geçerek halkı iğfal eden ve (Nak­
şibendî) adı altında ortaya sürdükleri bu tari-
kate halkı bağlayan ve bu suretle gizli teşkilâ-
tile çalışmaya başlayan hâdisenin elemanları
sanıklar şebekesine intikal ediyorum:
«Aşağıda delillerini birer birer serdedece-
ğim bu şebekenin başında, Menemen askerî has­
tanesi sabık imamlığından emekli Laz İbrahim
Hoca vardır.
«Bu adam İstanbul’da, Erenköy’de, Şevki
Paşa köşkünde oturan Erbilli Şeyh Esat’a can­
dan bağlıdır. Bir de bu Şeyh Esat’ın oğlu Meh­
met Ali vardır. Şeyh Esat’ın köşkünde oturur.
Tarikat mensupları arasında «Kutbülaktap =
kutuplar kutbu» veyahut «Kutb-u Âzam = en
büyük kutup» adıyla anılır.
«Bu şeyh, bütün, tarikat mensuplarının pe-
restiş ettikleri bir şeyhtir. Bu itibarla oğlu Meh­
met Ali de bir şeyhzadedir. Laz İbrahim Hoca
«Kutbülaktap» tarafından ortaya sürülen Nak­
şibendî tarikatının genişlemesine memurdur.
Yani bir nevi canlı propaganda âletidir.»
«Tarikatın mümeyyiz vasfı (yani diğer tari-
katlerden ayırıcı hususiyeti) gizli kalmak ve dış
görünüşü itibarile sakallı olmaktan ibarettir.»
■ «Nakşibendî tarikati mensuplarından İstan­
bul dışında bulunanlar, Şeyh Esat tarafından
Nakşibendî mühürü ile basılmış fermanlarla

76
nasp ve tayin edilen ve kendilerine (silsilei tari­
kat) ve (Tertib-i zikr-i Nakşibendî) adındaki
talimatla teçhiz edilmiş şeyh ve halifelere bağ­
lıdır. Bu halifelerin Şeyh Esat’la rabıtasını tesis
eden (Halifeler Halifesi) ünvamnı taşıyan da
işte bu Laz İbrahim Hoca’dır...»
«Laz İbrahim Hoca Manisa’da hastane ima­
mı iken Nakşibendî tarikati teşkilâtına başlamış,
orada muhitini hazırlamış ve muhitin sağladığı
mümaşatkâr durumdan faydalanarak evvelâ
faaliyetinin merkezini Manisa’ya hasretmiştir.»
«Sonraları faaliyet muhitini genişletmeye
çalışarak Horozköy’e kadar gitmiş, bu köy hal­
kının hemen yüzde seksenini Nakşî tarikatine
sokmuştur. Hattâ bu uğurda o köyde bir cami
bile yaptırmıştır. Artık fesadını bu camide akı­
tan Laz İbrahim, bir aralık ruh hâletinin bir ifa­
desi olmak üzere inkılâp aleyhinde bulunmuş
ve bütün vaazlarını bu vadide yürütmüştür. Bü­
tün bu faaliyetler Laz İbrahim Hoca’nm inkılâ­
bın hakikî düşmanı olduğunu göstermekte ve
halkı mürteci bir fikirle yetiştirmeye uğraştığı­
nı ispat etmektedir.»
«Horozköy’de ve dönüşünde Manisa’da mu­
ayyen şahıslarla toplantüar yaparak bu tarika-
tin Türkiye dahilinde yayılıp gelişmesine uğraş­
maktadır. Manisa’da tabur imamlığından emek­
liye ayrıldıktan sonra, serbest hayata atılmasın­
dan da faydalanarak Anadolu’nun hemen her
tarafını dolaşmak ve Nakşibendî tarikatinin kök
salmasına ve teşkilâtını sağlamlaştırmaya ça­
lışmıştır.»
«Türkiye’nin her tarafından gelen ve Nakşi­

77
bendî tarikatine mensup şeyhlerin evlerinden
çıkmış vesika ve deliller ve Laz İbrahim Bursa’-
da iken Şeyh Esat’a yazmış olduğu mektup ve
halen hakkında tahkikat yapılmakta olan Kara-
hisar sabık müftüsü Hacı Ali Efendi’ye Şeyh
Esat’ın yazdığı «Hadimulfakir Esseyid Şeyh
Mehmet Esat» imzalı mektup bu görüşümüzün
birer delilidirler.»
«Şeyh Esat’m köşkünde - çıkan eşya meya-
mnda bulunan evrak arasındaki bütün mektup­
lar, vesikalar, meselâ bunlardan «Evrak-ı Esa-
diyye», «Mektûbât» adlı eseri, Nakşibendî tarika­
tine ait mühür ve Laz İbrahim Hoca’nm evinde
çıkan şeyhliğe ait defter ve gene Laz İbrahim’in
bu alandaki faaliyetini gösteren Bursa’dan yaz­
dığı mektup «Nakşibendî tarikatine ait sualler
ve bu vadide tevabiinden şeyhlerin evlerinde çı­
kan mektuplar en nihayet bu defa Şeyh Esat’ın
oğluna hitaben yazdığı vasiyetnamede: «Şeriat
ve tarikat hizmetini size, sizi de Allah’a tevdi
ediyorum!» yolundaki ifadesi, bütün bunları in­
kâr eden ve şeyh olmadığını iddia eyleyen Şeyh
Esat’ın bu tarikat yolunda takip ettiği siyasetin
mahiyetini bize pek güzel ifade etmektedir.»
«Laz İbrahim Hoca, Nakşibendî tarikatinin
propagandasını yaparken Erenköy köşkünün
kutsiyetinden, bu köşkün içinde kuş tüyü yas­
tıklara gömülü oturan Şeyh Esat’ın ilminden,
fazlından bahsederek ona İlâhî bir kudret izafe
ediyor ve muhatabında bu hissi yaratmak isti­
yor ve buna kanan bir sürü insan da, tarikatine
girdikleri şeyhlerini görmek üzere aldıkları hu­
susî müsaade ile İstanbul’a kadar gidip kâşâne-

78
de kuş tüyleri içindeki şeyhlerinin elini öpmek
suretiyle ubudiyet arz etmektedirler.»
«Nitekim Karahisar sabık müftüsü Hacı Ali
Efendi’nin Şeyh Esat’a yazdığı 1930 tarihli mek­
tup bunu ifade etmekte, bu iddiamızı tevsik ey­
lemektedir.»
«Şöylece faaliyet tarzını, şeklini, muhitini
muhtasaran gösterdiğim bu Nakşibendî tarika-
tinin siyasî bir teşekkül olduğunu umumî bir
surette arz ettikten sonra son hadisenin bu te­
şekkülden çıktığını maddeten göstermek isterim.
«Nakşibendî tarikatinin baş halifesi Laz İb­
rahim Hoca, Manisa’ya son gelişinde, yani bun­
dan iki - üç ay evvel, İzmir’den —bugün sanık­
lar arasında bulunan— Laz Mehmet Ali Hoca’-
yı da yanma alarak Manisa’ya gitmiş, orada as­
kerî tabur imamı İlyas Hoca, Hatip Hafız Cemal
Manifaturacı Osman ve Ali Paşaoğlu Ragıp
Efendilerin evlerinde toplantılar yapmıştır (Bu
dört kişi de Laz İbrahim Hoca ile birlikte Diva,-
nı Harp tarafından idama mahkûm edilmişler
ve asümışlardır.)
«Bu toplantılarda, bugün Menemen hâdisesi
failleri arasında ismi geçen Nalıncı Haşan da
hazır bulunmuştur.»
«Gene geçen sene «Kutbu Âzam»ı görmek
üzere bu Nalıncı Haşan, Manifaturacı Osman ile
birlikte İstanbul’a gitmiş, Laz İbrahim Hoca da
beraber olduğu halde Şeyh Esat'ın Erenköy’de­
ki köşkünde kalmıştır.»
«Olayları hülâsa etmek icap ederse:
«A — İmam İlyas Hoca’nm Hatip Hafız Ce­
mal, Manifaturacı Osman, Ali Paşaoğlu Ragıp
Efendilerin yaptıkları toplantılarda, ev sahibi

79
Mutaf Süleyman, kahveci çırağı Mustafa, Hatip
Cemal, Pabuççu Hüseyin oğlu Ali, Laz İbrahim
Hoca, Keçilili Süleyman Çavuş, Laz Mehmet Ali
Hoca, Manifaturacı Osman, bacanağı Murat
Mustafa, Topçu Çavuşu Hüseyin, Ali Paşaoğlu
Ragıp, Nalıncı Haşan, Hoca Hakkı ve Hafız Ah­
met Efendiler bulunmuşlardır.»
«Bu toplantıların yapıldığı, Mutaf Süley­
man'ın çok sarih ikrarı ve bu itirafında bilhas­
sa İmam İlyas Hoca’nın evinde yapılan toplantı­
da Nalıncı Hasan’m bulunduğu ve evvelce de
Nalmcı’nın buraya gidip gelmekte olduğunu
söylemesi ve bu ikrarı teyideden Nalmcı Ha­
san’m:
«— Bir defa değil, def’atle, hattâ Horozköy
köylülerinin Laz İbrahim Hoca’yı, İlyas Hoca’-
nm evinde ziyarete geldikleri günlerde de hazır
bulundum!» demek suretiyle verdiği ifade ve
İzmir’de oturan Laz Hoca Mehmet Ali Efendi’-
nin Laz İbrahim’le beraber Manisa’ya gittikleri­
ni, İmam İlyas Hoca’ya, misafir olduklarını ve
orada, zikri geçen şahıslarla beraber, araların­
da görüştüklerini ve manifaturacı Osman, Ali
Paşaoğlu Ragıp, Hatip Hafız Cemal Efendilerin
evlerinde toplantılar yapıldığını, fakat bu toplan­
tılarda tarikatin dinî mahiyetinden bahsedildi­
ğini ve başka bir şey konuşulmadığını, yalnız
Laz İbrahim Hoca’nm cemaate hitaben zikirleri
gizli yapmalarını Şeyh Esat’ın irade buyurmuş
olduğunu açıkça söylemesi ve manifaturacı Os­
man’ın bacanağı Murat’ın aynı mahiyetteki ik­
rarı ve İmam İlyas’m bu toplantıların yapıldığı­
na, Nakşibendî tarikatine mensup bulunduğuna
ve Şeyh Esat’ı İstanbul’da, Erenköy’deki köşkün­

80
de ziyaret etmiş olduğuna ve Pabuççu Hüseyin
oğlu Ali’nin ve Hoca Halikı Efendinin, Ali Paşa-
oğlu Ragıp ve kahveci çırağı Mustafa Efendilerin
vaki ifadeleri ve manifaturacı Osman’ın istin­
taktaki çok açık ve sarih ikrarı ve en nihayet
Laz İbrahim Hoca’nın şeriat yolunda dikkate
şayan sarih ikrarı ve diğerlerinin tevilli ifadele­
riyle anlaşılmaktadır.»
«B — Manisa’daki toplantı mahallerinden
birisi olan Tevfikiye mahallesinden Katmerci
Haşan Hüseyin oğlu Mehmet’in evinde yapılan
bir gizli toplantıda aynı şahıslar hazır bulun­
makla beraber Lütfi Dede’nin Halil ile, gene Na­
lıncı Haşan da bu toplantıya katılmışlardır. Bu
husus da kendi ifadeleri ve şahadetlerle açık
olarak meydana çıkmaktadır.»
«C — Menemen hadisesinden dört - beş ay
evvel sanıklardan Hafız Müezzin Ahmet Efen-
di’nin (İdama mahkûm olup asılanlar arasında­
dır). Vaka günü minareye çıkıp silah atan ve
Mehdı’nin geleceklerini söylediği 70.000 kişiyi
gözleyen, yobaz) Giritli maktul Mehmet’i Mehdi
olup olmadığını anlamak için imtihana çekmek
üzere, kendi dervişleri olan sanıklardan Fırıncı
Mustafa oğlu Ahmet (beraat etmiştir). Tarakçı
Hüseyin oğlu İbrahim Ethem (bir yıl ağır hapis
cezasına mahkûm .olmuştur). Çulha Mehmet
Çavuş ve Kurabiyeci Ahmet oğlu Hacı’yı davet
ederek Giritli Mehmet’i imtihan etmiştir. Bunu
sanıklardan ve hâdisenin elebaşılarından Em-
rullah oğlu Mehmet Emin (İdama mahkûm edi­
lip asılanlar arasındadır) ve Ali oğlu Haşan (on
beş sene ağır hapis cezasına mahkûm edilmiş­
tir) ifadelerinde sarahatle söylemektedirler,

F: 6 81
«Pek dikkâte Şayan olan bü toplantılann vb
ErhTüllah oğlu Mehmet Emin, Küçük Hâşân
(idama mahkûm edilmişse de yâşinın küçüklü­
ğü yükünden ölüm öezâsi ağır hapis Sezasına
çevrilmiştir) Ve Nfeİinci Hasân’ih ikrar ve itirâf-
laiımn tarz ve şekillerine ve Mehdî’niiı imtihanı
ile gizli toplantıları anlatan diğer sanıkların ifa­
delerine göre:
«1 — Bil toplantılarda hazır büluüâh sânık-
lâr ârâsindâ Möüemen vakasını hazırlayan fail­
lesin son içtiüiağâhı olan Tatlıeı Hüseyin'in evin­
de bulünân kahveci çırağı Mustafâ; Topçü Ça­
vuşu Hüseyin, Keçiliîi Süleyman Çavuş VB bil­
hassa Nalihcı Hâsah'm (bunların hepsi idama
mahkûm Olihuş, yâlnız içleriüdeh ikisi yâş had­
di yüzünden asılmâyip cÖZaiârı âğir hâpsh çev­
rilmiştir) bulunmaları;
&2 — BünlâMan Hatip HafıZ Gemâİ Efendi'1
niü (idâmâ mahkûm Olup âsilmıştirî Manisâ'1
dan Laz İbrahim Hocâ’hiü vekili öldüğünü Na-
llnbı Hasan’a söylemiş olmâsi;
— Toplantılarda hazır bühman samk
Şeyh Hakki Hoca’üm (beraat etmiştir) hâdise­
de teşviki bldUğuhü başlıca faillerden ve sanık­
lardan Emrüilâh oğlü Mehmet Emin tarafından
ifâde edilmesi;
*4 — Nalıncı Hasâh'iü Bâümâci (manifatu­
racı) Osman ile (bu da idama mahkûm edilip
asılanlar arâsmdâüir) ön ğütt kadar Şeyh
Esat’ın Erenköy'deki köşkünde kâlmıf oldukları­
nın anlaşılması ve bu suretle Basmacı Osman’ın
Naimöi Hasan'i köşke götürmüş öldüğünün ta­
hakkuk eylemesi;
*§ — Bütün Menemen vahası faillerinin, ıs-
tishasiz, bil hâdisede sanık höcâlârin alâkalı
bülühdukiaiıhı, ağız birliği ile beyan ötmölöfi;
«6 — Toplantılardan sonra Laz İbrahim Hö-
câi Laz Höeâ Mehmet Âli, İmâm İlyas ve Âli Ea-
şaoğlU Rağıp Efendilerle Hörozköy’e ve Muradi­
ye’ye kadar gitmeleri;
«7 — Her toplantıda muayyen şahısların ha­
zır bulunmaları;
«8 — Hepsinin aynı tarikata mensup bulun­
maları ve zikri beraber ve gizli yapmaları;
«9 — Sanık Hoca Hafız Ahmet Efendi tara­
fından Giritli Mehmet’in Mehdîlik imtihanının
yapılması, bu suretle de hâdisenin hocalarla
alâkası olduğunun anlaşılması;
«10 — Sanıklardan bilhassa manifaturacı
Osman’ın sık sık İstanbul’a Erenköy’e giderek
Şeyh Esat’la temas etmesi;
«il — Tarikatın gayesi, hükümeti yıkmak,
eskisi gibi tekkeleri açıp alenî zikir yapmaktan
vö saltanat idaresini geri getirmekten ibaret ol­
duğunun sanıklar tarafından müttefikan beyan
olunması;
«12 — Nalıncı Haşan, İstanbul’da Şeyh
Esat'ın köşkünde iken, bir gün Şeyh Esat’ın oğ­
lu Mehmet Âli ve Laz İbrahim Hoca’nm yanma
bir mebus ğelörek bir ârâİık kehdisihi dışarı çı­
kardıklarını ve konuştukları kapı' aralığından
dinlediğinde padişahın Ve sultahlâritt avdetleri­
ni köhüştüklârini işitmiş öldüğünün Haşan tara­
fından ifade edilmiş olması;
*13 — Göne L⣠İbrahifiı Höca Hörözköy’dö
ihşâ ettirdiği bâmide tarikat möhŞüplâıinâ yap­
tığı bir vaazda yeniliğin, âsriliğiü aleyhinde ko-
üüşliüş bimâil;

83
«14— Ve gene Laz İbrahim Horozköy’de ta­
rikata intisap ettirmek istediği Recep Halil oğlu
Bekir Çavuş’a: «Gel, bu tarikate gir, kendini kur­
tarmış olursun. Aksi takdirde iyi olmaz!..» sure­
tindeki dikkate şayan ve tehditkâr ifadesi;
«15 — Horozköy’den bu tarikate intisap
edenler arasında daimî surette, «Araplarla sul­
tanlar gelecek!...», «Fes giyeceğiz!...» suretinde
dolaşan sözlerin şahitlerin şahadetleriyle sıhhat
kesbetmesi ve hassaten bu sözlerin tarikat men­
suplan arasında konuşulması gibi deliller bize
Menemen faciasını doğuran esas faillerin başın­
da Kutbu Âzam denilen Şeyh Esat olduğu hal­
de, oğlu Mehmet Ali ve Laz İbrahim Hoca ve Laz
İbrahim’in faaliyet muhitine almış olduğu aynı
tarikat mensubu yukarıda isimlerini arz ettiğim
sanıklardan mürekkep bir şebeke tarafından ye­
tiştirildiğini maddeten ortaya koymaktadır.»
«Binaenaleyh bu tarikatçiler şebekesi, say­
dığım şu delillerle âsileri kendi bünyesinde ya­
ratıp ortaya çıkarmıştır. Aynca tarikatte takip
ettikleri siyasî gaye ve maksatlarını, bu ortaya
attıkları' âsiler zümresinin mürteciane hareket­
leriyle pek güzel ifade etmiş bulunmaktadır.
«Düne kadar, hatta bugün bile, her birisine
maaş tahsis etmek, vâizlik, imamlık, hatiplik
tevcih eylemek ve her birine İlmî bir pâye ver­
mek suretiyle bünyesinde ; yaşatan ve mazinin
kirliliklerini atarak millete iyi bir istikbâl hazır­
layan genç Cumhuriyet hükümetine karşı şu ho­
caların hareketleri, tevcih olunmuşbirsuikaşt-,
ten başka bir şey değildir.»; ; ;
«Bu suikast fiilinde azim olmakla suçlandır-;

84
dığım Şeyh Esat ve oğlu Mehmet Ali ve Laz İb­
rahim Hoca ve İmam İlyas Hoca ve Rifat oğlu
Mutaf Süleyman Çavuş ve Hatip Gemal ve Hoca
Laz Mehmet Ali ve Manifaturacı Osman ve ba­
canağı Murat Mustafâ ve Ali Paşaoğlu Ragıp ve
Hoca Hakkı ve Müezzin Hafız Ahmet ve Katmer­
ci Haşan Hüseyin ve oğlu Mehmet ve Lütfü De-
de’nin Halil ve Fırıncı Mustafa oğlu Ahmet ve
Tarakçı Hüseyin oğlu İbrahim Ethem ve Çulha
Mehmet Çavuş ve Kurabiyeci Ahmet oğlu Ha­
şan ve Şeyh Esat ve Laz İbrahim Hoca ile sıkı
Teması olduğu ve Manisa ile Erenköy’deki köşk
arasında muhabereyi temin ettiği ve Nalıncı
Hasan’ın üzerinde çıkan ve Talât imzasını taşı­
yan mektuptan Nalmcı Haşan ile teması olduğu
anlaşılan Terzi Talât ve Saatçi Hüseyin ve Nalın­
cı Haşan tarafından Giritli Mehmet’in şeyh ol­
duğu söylenen ve maktul Giritli Mehmet’in üze­
rinde (Ahmet Muhtar) imzalı bir muskası çıkan
ve Alaşehir’den Manisa’ya geldiğinde uzun müd­
det Mehdî’nin evinde misafir kalmış olduğu an­
laşılan Alaşehir Şeyhi Ahmet Muhtar ve gene
Şeyh Esat ve Laz İbrahim ile teması olduğu ve
bunların siyasî maksatlarının husulüne çalıştığı
Laz İbrahim Hoca’nm Menemen’e gelirken ken­
disine yazdığı dikkate şayan mektupla ve şahit­
lerin şahadetiyle anlaşılan Manisa’nın Rahman-
lı karyesinden Hacı Ali Osman ve Akhisar Şey­
hi Hacı Halil Efendi oğlu Hacı Hüseyin Fehmi’­
nin kendisine yazdığı mektuptan teşkilâta dahil
bulunduğu anlaşılan Şeyh Hacı Hilmi’nin hare­
ketleri Türk Ceza Kanununun 146. maddesine ve
diğer sanıklardan olup yalnız tarikata mensup
olauklan anlaşılan Haşan oğlu Ayan Mehmet ve

85
Kara Ahmet oğlu Ah ve Mehmet oğlu Ali ve Ak
Mehmet oğlu Mehmet ye Ahmet oğlu Halil ye
Kırhoğlu Mustafa’nın oğlu Mehmet ve Bektaşi-
kebir Mahallesinden Hatuniye Camii Müezzini
Haşan oğlu Haşan ve Muradiyeli köyünden Ara­
lan oğlu Şaban ve Çerkezköy’den Ömer oğlu
Ahmet ve Harozköy’den Sadettin oğlu Nurettin
ve Muluh oğlu Halit ve gene Horozköy’den İbra­
him oğlu Mustafa ve gene Horozköy’den Musta­
fa Sadi ve gene aynı köyden Abidin oğlu Tahsin
ve küçük Osman ve Zana Haşan, Ahmet İbra­
him. Necip Mevlüt, Ragıp, Osman, Hasım Ali
Koç ve Midillili Haşan oğlu Ahmet, Yakup Ali
ve Sadettin Naşit’in tekkeler ve zaviyelerin ka­
patılmasına dair olan kanuna muhalefetle tari­
kata intisap ederek şeyhlik, müritlik, halifelik
yaptıkları şehadet, evlerinde çıkan vesikalar ve
ikrarları ve zabıt evrakı münderecatı ile anlaşıl­
mış olduğundan bunların hareketi de mezkûr
kanunun birinci maddesinin üçüncü fıkrasına
uygundur.»
Cümlesi hakkında son tahkikat açılmasına
ve muhakemelerinin Menemen Örfi Divanı Har­
binde yapılmasına ve aleyhlerinde bir delil el­
de edilemeyen sanık Haşan Fehmi ve Nalıncı
Haşan karısı ile Mavnacı Hasan’m men’İ muha­
kemelerine karar verilmesi talep ve iddia olu-
nur efendim.»
31/1/1931
Divanı Harbi Örfî
. Müddeiumumi Muavini
(İmza)
Bundan yirmi yedi yıl evvel, Erenköy’deki
saray yavrusu bir köşkte oturan seksenlik bir

86
şeyhin gizli ye sinsi faaliyetinden kuvvet alıp
Manisa’nın ücra bir köyünde gelişen ve Mene­
men Belediye meydanında patlak vererek Ege
bölgesini kana boyamak tehlikesini doğuran bir
irtica hadisesinde dikkati çeken en ehemmiyet­
li nokta (Örfî Harp Divanı Savcılığı tarafından
ileri sürülen yukarıdaki iddialar dikkatle ince­
lendiği takdirde) şudur: Kara cehalet ve koyu
taassuptan faydalanan ve bu sayede zahmetsiz
fakat müreffah bir ömür süren seksenlik bir şey­
hin ve onun etrafında toplanmış bir avuç mü­
ridinin şaşılacak faaliyetleri, yorulmak bilme­
yen gayretleri...
Erbilli bir Şeyh Esat, Manisa askerî hasta­
nesi imamlığından emekli bir Laz İbrahim Ho­
ca. bir manifaturacı Osman yaşlarına, başlarına,
hatta ak sakallarına rağmen, durup dinlenme­
den çalışıyorlar, propaganda yapıyorlar, didini­
yorlar ve Nakşibendî tarikatını yaymak, Ege böl­
gesi gibi yurdun nispeten en aydın, en görgülü
bir havzasında kanunim kapadığı tekkeleri giz­
li olarak yeniden faaliyete geçirip bir irtica ha­
reketi tutuşturmak hususunda hiç bir fedakâr­
lıktan çekinmiyorlar ve bu faaliyetler de zehir­
li meyvelerini vermekte gecikmiyor.
Hatta bunlardarı biri Laz İbrahim Hoca Ho-
rozköy’de yeni bir cami inşa ettirebilecek ka­
dar himmet ve gayret gösterebiliyor.
Kara irtica, hem de inkılâpların hemen fer­
dasında, böyle durup dinlenmeden gayret sarf
ederken inkılâpçı geçinen, her vesileden fayda­
lanarak şehirlerdeki toplantılarda birbirinden
parlak, birbirinden ateşli nutuklar çeken aydın­
larmış ha uyandırma fgaliyştleriııt köylere ka­
dar yayıp, yüzyılların ihmali ile cahil kalmış
köylerimizi ve köylülerimizi aydmlatmayı bir
türlü akü edemiyorlar.
İBu cihet Menemen irtica hâdisesinden son­
ra Atatürk merhumun da dikkat nazarını çek­
miş, büyük kurtarıcı bu davanın asıl can alacak
noktası olan bu ihmale de kendisine has o dahi­
yane görüş ve buluşlarıyla parmak basmıştır ki,
bunu da eski valilerimizden ve tarih bilginleri­
mizden emekli vali sayın Fazlı Güleç’in bizim de
yakın arkadaşımız olan eski bir milletvekili dos­
tuna naklettiği şu olaydan öğreniyoruz:
Rahmetli Ata, Menemen irticamdan son­
ra, İzmir Türkocağmda devrin kalburüstü gelen
devrimci aydınlariyle yaptığı bir hasbihalde
kendilerinden soruyor:
«— Çocuklar, sizler de ferden ferda, yahut
küçük, büyük gruplar halinde köy köy dolaşıp
köylülerimizi inkılâplarımız hakkında aydınlat­
mak lüzumunu hissetmiyorsunuz. Balon iki-üç
mürteci yobaz neler başarabiliyor?
Nâzik bir gönmüş altında çok şiddetli, pek
ağır bir İhtan, hatta bir azarlamayı yüzlerine
vuran bu soru karşısında berikiler şaşırıyorlar,
afallıyorlar. Nihayet içlerinden birisi; ıkına, sı­
kına şu cevabı bulabiliyor:
«— Paşam, tahsisatımız yok ki!...
İlk bakışta çok makûl, pek mantıkî görünen
ve akan sulan durdurması gereken bu cevap
karşısında Atatürk merhumun gözleri âteşler
saçmaya başlıyor ve yıldıran gibi şu çok düşün­
dürücü ve susturucu mukabelede bulunuyor:
«— Köyleri dolaşmak için tahsisatınız mı

88
yokmuş!... Bu tahsisatm nereden ve nasıl sağla­
nabileceğini Menemen mürtecilerinden Laz İbra­
him Hocadan, Nalıncı Hasan’dan, Manifaturacı
Osman’dan Sütçü Mehmet’ten öğrenin efendi­
ler!...»
Dört beş satıra sığan fakat koca bir memle­
ket çapında derin bir mana ihtiva eden bu uyan­
dırıcı cevabın üzerinden çeyrek yüz yıldan faz­
la bir zaman geçmiş olmasına rağmen, hâlâ o
tahsisat bir türlü bulunamamış olacak ki, daha
altı ay evvel Menemen irtica teşebbüsü hareke­
tinin küçük bir tezahürüne bu sefer de Bursa’-
da, şahit olduk...
>Acı bir müşahede ama ne çareki hazin bir
gerçek!
23 Aralık 1958
Cemaleddin Saraçoğlu

89
KUBİLAY’IN OĞLU KONUŞUYOR... (*)

Menemen’de Kubilay ile arkadaşlığım sıra­


larında, onun (Vedat Akıuğ) adında bubuçuK
yaşlarında on rğlunun b •Umduğunu ilk günler­
de öğrenmiştik. Kendisi, Yedek Subay Okul un­
dan sonra, Menemen 43. Piyade Alayına geldi­
ğinden beri kışlada kalıyordu. Kışlada görevli ye
nöbetçi olmadığı zamanlar —daha çok gecele­
ri— öğretmen arkadaşlarla buluşmayı, o zaman­
lar Türkocağı’nda sık sık yapılan toplantılara ve
sohbetlere katılmayı çok severdi. Bazen sohbet
aralarmda, bazen Türkocağı salonunun bir kö­
şesinde yalnızken onun bir fotoğrafla başbaşa
kaldığını görenler olmuştur. Bu fotoğraf, oğlu
küçük Vedat’ın fotoğrafıydı...
Kubilay, oğlu Vedat’ı çok sevdiğini, onun
özlemi içinde yaşadığını kendisine özgü davra-
uışlarla ve içli sözlerle belli eder; henüz çocuğu
olmayanlarla şakalaşır; çocuk sevgisine bağlı
duygularıyla çevresindekileri de etkisi alımda
bırakırdı. Bu, onun iyi bilinen bir yönüdür.
O günlerin arkadaşlık anılarından sonra

(*) Vedat Aktuğ Kubilay ile konuşan, kitabın yazarı


Kemal Üstün’dür.

89
apadau yıllar gelip geçti în Acaba küçük Vedat ne
olmuştu? Neredeydi ye ne yapıyordu? Onun
elinden tutanlar olmuş nıuydu? Okutulması, ye­
tiştirilmesi için neler düşünülmüş, neler yapıla­
bilmişti? Yoksa, babasının anılan gibi onun
varlığı zamanın ve olayların hızlı akışı içinde si­
linip gitmiş miydi?
Bp kitabın hazırlığına başlarken, babasının
elinde fotoğraflarını gördüğüm küçük Vedat’ı,
şimdi kırk’ım aşmış oğlu Vedat’ı düşündüm; za­
man zaman düşünüp andığımgibi... Daha önce­
ki aramalanmla onun Nazilli’de yerleştiğini ve
Belediye Zabıta Memurluğu yaptığını öğrenmiş­
tim. Kitapla ilgili çalışmalanm ve derlemelerim
arasında Nazilli’ye giderek kendisiyle tanışma­
yı, görüşmeyi; yaşam öyküsünü dinlemeyi; ba­
basıyla ilgili duygu ve düşüncelerini öğrenerek
bu kitaba katmayı —geç de olsa— ödenmesi ge­
reken bir borç sayıyordum.
Bir bayramertesi (24 Nisan 1969) perşembe
günü, uzaklarda kalmış anıların etkisiyle üzün­
tülü, düşünceli ve daha çok heyecanlı bir yolcu­
luktan sonra Nazilli’de otobüsten indim. O gün
Nazilli’nin pazarı imiş; çevreden pazara gelen
köylülerin kalabalığı vardı her yanda... Beledi­
ye binasını sordum birisine. İşaretle gösterdiği
yönde görünen bir binaya doğru yürürken ola­
ğanüstü bir duygu içinde adeta bunalır gibiy­
dim... Kimbilir onunla nasıl karşılaşacaktım?
Oğlunun yüzünde babasmm çizgilerini, mimik­
lerini, bakışlarını arayacak; sesinde ondan yankı­
lar duyabileçek miydim? Andurui tazelenmesi
onu ve beni ftgşıi etkileyecekti? içim içime sığar
gibi değildi-••

91
Kalabalık arasından geçerken çevrede res­
mî giyimli belediye zabıta memurlarıyla da kar­
şılaşıyor ve «O mü?» diye onu arıyordum, buğu­
lu bakışlarla.. Hayır, hiçbiri o değildi; ondan
bir çizgi, bir ışık göremiyor, sezemiyordum kil
Hızlı adımlarla yaklaştım Belediye binasına. Te­
miz ve bakımlı bir yapı. Kapıdan girerken rast­
layıp sorduğum memur: «—■ Biraz önce buraday­
dı, pazar yerinde görevdedir. Buyurun oturun,
biz haber verelim kendisine» ded-iler. Daha bi­
nanın giriş bölümünde iken: «— İşte geliyor, şu
karşıdan gelen Vedat Kubilay’dır» diye göster­
diler. Ve merdivenleri çıkarak bize yaklaşınca
da: «Bak, İstanbul’dan geliyor, babanızın arkada­
şı imiş, seni arıyor» diyerek bizi tanıştın verdiler
hemen. Bu tanışma anında neler duyup düşün­
düğümü yeniden anımsamak ve anlatabilmek
kolay olmasa gerek...

Şimdi onunla belediye binasına yakın bah­


çenin bir köşesinde karşı karşıyayız. Bir süre
ikimiz de susuyoruz. Ben Nazilli’ye geliş amacı­
mı ve bazı sorulanının bulunduğunu, cevap ver­
me isteğinde olup olmadığını açıklıyorum. O-
«-— Elbette, memnuniyetle» diyor. Ve ilk sorumu
soruyorum:
• Babanızın bir arkadaşıyla karşılaştığınız
şu anda neler hissediyorsunuz? Şimdiye kadar
başka arkadaşlanyla da görüştünüz mü?
«— Babamm arkadaşı olduğunuzu ve hele
o zaman Menemen’de bulunduğunuzu öğrenin­
ce doğrusu çok heyecanlandım; kanşık bir duy­
gu içindeyim. Zaman zaman babamı tanıyanlar-

92
la karşılaştım, konuştum. Ama, o zamanlar ba­
bamla arkadaşlık eden, hatta son gecesini Türk-
ocağı’nda onunla beraber geçiren bu derece ya­
kın anıları olan kimse ile görüşmüş değilim.»
• Bilindiği gibi, babanız şehit düştüğünde
siz annenizin yanında çok küçüktünüz. Ondan
sonraki yaşamınızı kısaca anlatır mısınız?
«— İlkokulu Bandırma’da bitirdikten sonra
ortaokula girdim. Fakat ortaokulu tamamlaya-
madan hayata atılmak zorunda kaldım. Sıkıntı­
lı günlerimiz oldu. Daha sonra Almanya’ya git­
tim, orada iki yıldan fazla çalıştım ve yurda
döndüm. Çeşitli işlerde çalıştım, şimdi gördüğü­
nüz gibi Belediye Zabıta Memurluğu görevinde
hizmet ediyor ve hayatımı sürdürüyorum. Artık
burada yerleştim, Evliyim, üç oğlum ve bir kı­
zım var. Kızım ortaokula devam ediyor. Çocuk­
larımı elimden geldiğince iyi yetiştirmeye çalışa­
cağım.» .
® Babanız için yazılanlardan hangilerini
biliyorsunuz? Bunlardan hangilierini okudunuz?
«— Babam için yayınlanan kitaplardan ba­
zıları bende var. Yıldönümlerinde gazetelerde,
dergilerde çıkan yazılan da kesip saklıyorum
bir dosyada.»
• Babanızın bende bulunan ve şimdiye ka­
dar hiç bir yerde yayımlanmamış olan bir fotoğ­
rafını İstanbul’a dönünce büyüttürüp size gön­
dereceğim, derlediğiniz hatıralar arasına korsu­
nuz. Q fotoğrafı hazırlamakta olduğum kitaba da
koyacağım.
■«—T Çok sevindirmiş olursunuz beni.»
. • Ortaokulu niçin bıraktınız? Okusaydmız
ne olmayı isterdiniz? .

03
*— Şartlar uygun düşmedi.. Hayâta, atıl­
mam gerekti. Baba yöl gösterenler, elimden tu­
tanlar da olmadı diyebilirim. Eğer oküSaydım
babamın mesleğini; öğretmenliği seçerdim.*
• BâbanıZin ölüüı yıldönümlerinde ya da
başka zamanlarda Menemen’e gidiyor musu­
nuz? Sizi anma günlerine, toplantılara çağırıyor­
lar mı?
«— GidiyörUmî Fakat eskiden öldüğü gibi
değil, ilgi azaldı. Menemen’e gidip döndüğüm
günler daha çok üzülüyorüm. Çünkü eskisi gibi
anma törenleri yapılmıyor artık!»
• sizde bü ilgisizliğin nedim nedir?
«— Esaslı bir yaraya dökündüüüz. Babam
üüutturülmak isteniyor. Hâttâ üzüntü viribi kar­
şı yayınlar bile yapılıyör. Gericilik hareketlerini
ve olayları hepimiz görüyor ye biliyoruz. Geçen
Bayram izinli biarak Kütahya'ya annemin yanı­
na gitmiştim. Bayram sabahı bir camiye gittim.
Namazdan sonra fâM halkı âyiriei, birbirine
düşmanlık ğüdücü manada bir takım konuşma­
lar yâptı uzüM uzüfi;. ©Öffüsü gittiğime gidece­
ğime pişman oldüM>
• ĞeiecOk yıl-, 1970; Babânızin 40. ölüm yıl­
dönümüdür. Onun anısı için bir kitap hazırladı­
ğımı söylemiştim, siz d§ Wr yazı yazmak ister
misiniz? Böyle bir yâzi içiü neler düşünür ve na­
sıl bir başlık seçemmiz?
«— Babamm amatıidıği bir kitapta bemm de
bir yazîmm büiünmasmi elbet isterim. Sizm bü
teklifiniz benim için iyi bir fırsattır. ÂiÖâ böyiö
bir yaziyî Size dihâ Sonra gönderebilirim. Yari­
min başlığım beraber düşünüp karariiştırmada
bana yardım edersiniz değü mi?*
• Önümüzdeki ay yazınızı bekliyorum. Ya­
zıyı bu konuşma notlarıyla birlikte kitaba koya­
cağım. Kitap yayımlanınca, 23 Aralık 1970’ten
önce size de yakınlarınıza verilmek üzere yeteri
kadar postalayacağım

O günün akşamı İzmir’e dönmek üzere Na­


zilli’den ayrılırken, kaç köz babasının elinde fo-
tağrafmı gördüğüm Vedat Aktuğ’u —yıllar son­
ra da olsa— ziyaret etmiş bulunmanın ferahlığı­
nı duyuyor, ezikliğinden kurtuluyordum. Arka­
daşımın anısına bağlı bir ödevi yerine getirebil­
miştim; diye.
İstanbul’a dönüş yölcülüğü beji Bü düyğü-
lâr, düşünceler içinde geçti..;
BABAM KUBİLAY

Babam Mustafa Fehmi Kubilay, 23 Aralık


1930’da Menemen’de şehit düştüğü zaman ben
henüz 18 aylık bir bebekmişim. Sevgili babamı
tanıyabilecek bir çağda olmadığım ve onu bir
defacık bile göremediğim için üzgünüm. Ama
artık babamı herkes gibi ben de tanıyorum. O,
devrim uğruna çekinmeden baş veren bir öğret­
mendir. Böyle bir babanın oğlu olduğum için kı­
vanç duyuyorum...
Annemden ve akrabalarımdan edindiğim
bilgilere göre, babam 1906 yılında Kozan’da doğ­
muş ve sonradan ailesiyle birlikte İzmir’e yer­
leşmişlerdir. Öğretmen okulunu Bursa’da bitiri-
miş, öğretmenliğe Aydın’da başlamıştır. Annem­
le tanışmaları ve evlenmeleri Aydm’da olmuş­
tur.
Babam, Menemen’de askerlik görevini yap­
makta iken, 23 Aralık 1930 sabahı Menemen’e
gelen ve kendilerine mehdi süsü vererek Beledi­
ye Meydanında halkı isyana çağıran cahil yo­
bazların karşısına dikildiği ve hareketlerine en­
gel olduğu sırada yobazlar tarafından haince
şehit edilmiştir. Hainler her zaman olduğu gibi
cezalarını bulmuşlardır.

96
Babam ve şehit iki bekçi, Atatürk Gençliği­
nin birer örneği olarak tarihte ve yaşayanların
gönüllerinde yaşıyorlar... Gerektiğinde, ben de
babama lâyık bir evlat olarak, canımı vermek­
ten çekinmeyeceğim.
Vedat Aktuğ Kubilay
19 Mayıs 1969

... Yıl 1970


1930’da Türkiye Cumhuriyeti yedi yaşında
idi. Tarihsel açıdan, yüzyıllık bir ölçü çizgisinin
yarısına gelmiş sayılırız bugün. Cumhuriyetin
10. Yıldönümünde Türklüğümüzün mutluluğunu
duya duya aydınlığa ve geleceğe bakıyorduk;
birdik, beraberdik ve umutluyduk...
Yıllar geçiyor, dünya değişiyor ve bu değiş­
melere ayak uydurmak gerekiyordu. Bazen hız­
lı, bazen yavaş, bazen daha yavaş yürüdük önü­
müze açılan yollarda... Ve sonra durakladık, ge­
rilerine bile düştük akıp giden yılların... Hâlâ
halkımızın yarısından çoğu okur-yazarlıktan
yoksundur; hâlâ köylü-kentli milyonlarca çocu­
ğumuz okulsuzdur. Diğer yönlerde de umduğu­
muz düzeye ulaşamamanın acılarını duyuyo­
ruz...
İleri ülkeler yirminci yüzyılın ikinci yarısın­
da uzay çağma girdiler. Bizde ise tersine, Orta­
çağa yöneliş heveslileri hızla türemektedir. Yine
ümmetçi haykırışlar yine tekbir sesleri geliyor
sokaklardan; aldatılmış kalabalıklardan... Yine
bir takım ilkel oyunlara başvuruluyor layik Tür­
kiye’de... Layikliği «dinsizlik» biçiminde göste­
ren «kara-aydm»larm ve «çıkarcı» çevrelerin bas­
kısı arttıkça artıyor, yıldan yıla, günden güne.:

F: 7 97
Toplumun yaşantılarında Atatürk ve devrim
düşmanlığı gizli-açık körükleniyor. «Atatürkçü­
yüm!» diyen bazı aydın geçinenlerin davranışla­
rındaki çelişkiler, içtensizlikler ve çıkar hesapla­
rı artık gözle görülecek kadar belirgin hale gel­
di. Politika-din elele ve içiçedir. Çıkarlar her şe­
yin üstünde tutulmaktadır. «Hergün bir 31 Mart
yaşıyoruz!...» sözü, son yılların gericilik olayları­
nı niteleyen ve gerçekleri dile getiren yerinde
bir deyiş olarak anımsanacaktır.
1970’te «Kuran Kursu» adlı onbinlerce çağ­
dışı «Mahalle mektebi» ile sayıları diğer okulla­
rımızdan daha hızlı artan ve devlet bütçesiyle
beslenen «medrese özentili» okullar Türkiye-Cum
huriyetinin layik «Milli Eğitim» tablosunda görü­
nüyor.., Fakat bu okullara değer verir görünen
hiç bir politikacının çocuğu sözü edilen okullar­
da görünmüyor! Aralarında «aydm din adamı
yetiştirme» amacına bağlı kalanların varlığı ya
da bu amaca yönelmiş iyi niyetli bazı çabaların
bulunuşu, tablodaki karanlık görüntüleri aydın­
latmaktan çok uzaktır. Dinsel inanış ve davranış­
lar, kendine özgü «bireysellik» amacını yitirmiş;
çıkarcıların toplu hareketlere dönük birer ara­
cı haline gelmiştir. (Volkan) benzeri gerici ya­
yınlar ve onların çıkarcı yazarları «güya vicdan
ve iman özgürlüğü» adına sürekli kışkırtmalarıy­
la «Hergün bir 31 Mart» özlemi ve çabası için­
dedirler. Açıkça «Abdülhamid-i Han», «Halifeci-
lik», «Ümmetçilik» ve «Tarikatçılık» eğilimleri ve
övgüleriyle her gün yeni bir 31 Mart’a sürüklen­
miyor muyuz? Kayseri,''Konya ve Cenaze nama­
zı olaylarının, Kanlı Pazar'ın, cihat çağrılı daha
başka yaşanmış olayların Menemen Olayı’ndan

98
ne farkı vardır? Vedat Demircioğlu’ları Atalay
Savaş’lar, Turgut Aytaçlar, Taylan Özgürler ve
diğerleri birer Kubilay gibi şehit düşmemişler
midir?... (*)

1930’da bir sabah, altı yobaz Menemen’de


bir camiye girerek ibadette bulunanları cihada,
şeriat bayrağı altında toplanmaya çağırmışlar­
dır. Günümüzde ise; layik devletin aylıklı din gö­
revlileri camilerin içinde-dışmda ve her yerde
Atatürk’e dil uzatmakla, pervasızca devrim düş­
manlığı yapmakta; akıl ve bilim dışı hurafeler­
le dolu vaızlarını dinletmekte; «toplu namaz*
lardan sonra miting alanlarında tekbirler getire­
rek gösterilere gidebilmektedirler. Ve bu yolda
cinayetler işlenmekte, şehitler verilmektedir...
Dün böylesi saldırılara «irtica» deniyor,
Cumhuriyeti ve devrimleri kollayanı önlemler he­
men alınabiliyordu. Bugün «vicdan hürriye­
ti (!)», «halkın galeyanı (!)», ya da «basit zabıta

(*) Ve yı’ı 1977!


Aradan 12 Mart’lar geçti. Yedi yılda yitirdiğimiz
gençlerin sayısı yüzleri aştı. Kaba güçler, kara-kuv-
vetler, saldırılar, kurşunlamalar sürüyor...
Gençliğimiz, okullarımız ve tüm kurumlanınız bir­
likten - dirlikten -yoksun kaldılar, bölündüler;
«Böl-yönet»çiler yüzünden... Politikacılarımız genç­
lik kavramını değiştirdiler, yozlaştırdılar.
Atatürk: «Ey Türk Gençliği!» diye sesleniyordu yü­
rekten; ulusumuzun birlik ve beraberliğini her şe­
yin üstünde tuttuğu için; yurdu ve Cumhuriyeti ko­
rumanın buna bağlı olduğuna inandığı için...
Kurtuluş; yine onun ışıklı yolundadır, düşünmesi­
ni ve o yolda yürümesini bilirsek...
10 Kasım 1977
k. tr.
vakası (!>» gibi uydurma adlar takılarak ve yo­
rumlar yaparak olaylara, saldırılara göz yumu­
luyor, hatta destekleniyor; suçlular bulunamı­
yor... Ve de asayişin yerinde olduğu ilerii sürüte­
biliyor!...
Olaylara başka açılardan da bakmak gerek:
«Gâvur icadı» diye matbaayı ve tüm yenilikleri
«günah» sayan ve yüzyıllar boyu yeniliklere kar­
şı çıkan din adamları, bugün, minareye çıkma
zahmetinden kurtulmak için şerefelere hoparlör
bağlayarak cami içinden ezan okumayı, uzakla­
ra seslenmeyi daha yeğ tutuyorlar. Bu yüzden,
elektrik girmeyen köylere bile akü’lü hoparlör­
ler girdi! Ama aynı din görevlileri - yine çıkar­
larının hesabı içinde _ Mevlit’in plaktan ya da
teypten okunmasına, «dinsel sakınca» yönünden
izin vermezler!... Yaşantılarımız yüzyıllaı önce­
sine zorlanıyor. «Günaydm»lar bile «Selâmün-
aleyküm»lere dönüştürülüyor!...
Türkçe okunan ezanın yeniden Arapçaya
çevrilmesi ise, politika ve din çevrelerinin açık­
tan açığa işbirliğinden başka bir anlam taşımaz.
Dün, çıkarları uğruna: «Siz isterseniz Hila­
feti bile getirirsiniz» diyen, bazı çevrelere yaran­
mak için ters davranışlardan çekinmeyen; ya­
şantılarında ahlâk değerlerini hiçe sayan politi­
kacılar görmüştük. Günümüzün ortamında ise,
«Cenab-ı Hak»lı, «Besmele»li deyimlerle kalaba­
lıklara seslenen politikacılar tanıyoruz... Dini po­
litikadan, politikayı dinden ayırdedemedikçe
Türk Ulusunun bütünlüğü sağlanamaz, huzura
kavuşması düşünülemez; irticaın kökü kazına­
maz...

100
Layiklik ilkesi

1946’lardan bu yana - çok partili döneme ge­


çişten sonra - «politik renkli yorumlar» ve ödün­
ler nedeniyle layiklik ilkesi çok zedelenmiş ve
çok yara almıştır. Layiklik anlayışını zedeleyen
her yorum ve her davranış, önceleri politik çev­
relerden gelmiş, gericilik tohumlan bol bol eki­
lerek bazı çevreler zorla uyanlmıştır. Öyle ki la­
yiklik üzerine yapılan her politik tartışma ve
eleştiri, irtica için açık bir çağrı olmuştur. Ata­
türk’ün büstlerne ve heykellerine yapılan saldı­
rılar, daha çok layiklik tartışmalarının sürüp
gittiği dönemlere rastlar. Tarihsel sorumluluk,
özel ve kişisel çıkarlarını her değerin üsünde gö­
ren politikacılarındır.
27 Mayıs 1960 Devrimi ile Atatürk Devrimle-
ri ve ilkeleri, 1946 öncesi değerlerine yeniden ka­
vuşmuş, yeni atılımlara dönük bir ruh ve anlam
kazanmıştı. Fakat, kısa bir süre sonra ortam,
- benzer nedenlerin ekisiyle _ yine çarpık bir or­
tama sürüklenmiştir.
Günümüzün çıkarcı politikacıları, başarıları­
nı dinsel eğilimli gösterilerde ya da öyle görün­
melerde arıyorlar. Bu yüzdendir ki, bugün «Ka-
ra-Kuvvet» dünkünden daha azgın görünmekte­
dir...
Ancak!

Yine bugün; Cumhuriyeti ve tüm devrimleri


kollayan Anayasal kuruluşlarımız, Atatürkçü
bir ordumuz, Atatürk’ün emanetine sahip bir
gençliğimiz var, diyoruz.
Ve.- «Devrimciler ölür, devrimler sürer...»
inancını taşıyoruz.
101
DERLEMELER

Özellikle son yıllarda yoğunlaşan gericilik


davranışları karşısında bilim adamlarımız ve ya­
zarlarımız düşüncelerini, görüşlerini, kaygılarını
basın yoluyla kamuoyuna duyurmuşlar ve layik-
likle bağdaşmayan, layikliğe ters düşen bir gidi­
şin çıkarcı politika çevrelerinden kaynaklandığı­
nı belirtmektedirler. Bunlar arasından Cumhuri­
yet Gazetesi’nden derlenen yazıların kimi bö­
lümlerini konuyla ilişkileri yönünden kitabımıza
almayı yararlı buluyoruz.

KÂBUSTAN SELAMETE ÇIKILACAK YOL (1)

«Onbeş güne yakın zamandır yurt dışında


idim. Böyle kısa bir aralıkta bir memleket ne öl­
çüde yıpranabilir ki?...
Bir de geldim, korkunç tabiat afetlerinin ya­
pabileceğinden çok daha büyük yıkümalar ol­
muş.»
Vaizin biri, «Hilâfet’in gelmesi şarttır» demiş,

(1) Prof. Bülend Nuri ESEN, 26 eylül 1968.

102
layık Hukuk Devletini, yani meşru devlet ana
düzenini savunan devrimci, ilerici, adı yurt dışı­
na taşmış bir aziz Anayasa Profesörüne (Satıl­
mış! Uşak!) ulumaları ile saldırılmış. Bir miting­
de Arapça yazılı dualar dağıtılmış. Hükümet
Başkanı tekbirler arasında yeni bir İmam-Hatip
Okulu’nun temelini atmış. Biri, Şeyh Sait’in yo­
lunda kavgaya devamdan söz etmiş.»
Bu, 1968 yılının Eylül ayı sonunda Türkiye
Cumhuriyeti’dir. O Türkiye ki, devlet olarak var­
lığı, hayatı ve yaşamada devamı (Layik) olması­
na ve öyle kalmasına bağlıdır.»
«Türkiye’de fert, layik olmak zorunda değil­
dir. Devlet layik olacaktır. Devleti temsil eden
Devlet Başkanı, Vali, Elçi; Devleti yöneten Yü­
rütme Organı mensuplan ve bütün kamu hiz­
metlileri layik olmak zorundadırlar. Anayasa’nm
119. maddesinin anlamı budur. Türkiye’de Diya­
net İşleri Başkanlığı ve onun bütün memurları,
Hâzineden para alan tekmil elemanları layık ol­
maya mecburdurlar.»
Türkiye’de (Layik Devletin Sınırları) diye bir
problem yoktur ve olamaz. Çünkü, Türkiye Dev­
leti layik olmadıkça Türkiye Devleti diye bir şey
olmayacaktır. Türkiye’de sınırları çizilmek gere­
ken layiklik değil, dindir. Dinin sınırları layik
devlete hiç bir suretle gölge düşürmeyecek bi­
çimde ve ölçüde çizilmek gerekir.»
«Türkiye’yi mutlaka ve muhakkak layik bir
Devlet olarak yaşatacağız. Zıddını düşünenler
varsa bizden değildirler. Diyeceklerine kulak as­
mayınız. Sözümona hürriyet namına cinayetler
işlenmesine fırsat vermeyiniz. Gerçek hürriyet

103
layik bir Hukuk Devleti olması zarurî bulunan
Türkiye Cumhuriyetinde yeşerebilir. Bunun dı­
şında yalnız anarşi, yalnız zulüm vardır.»

«KUR’AN KURSLARI ve DÜZENLENİŞ


AMACI (2)

«Anayasa.- (Çağdaş bilim ve eğitim esasları­


na aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz) di­
yor. En küçük denetleme, bu kurslarda çağdaş
bilim ve eğitim esaslarına taban tabana ters bir
öğretim yapıldığını ortaya koyabilir. 12 yaşında­
ki bir çocuğun öğrenme ve ezberleme gücü öldü­
resiye zorlanmaktadır. Ayrıca bu yuvalar, Kur’~
an öğretiminden başka amaçlarla da körpe
Türk beyinlerinin örselendiği yerlerdir.»
«1950’de, acele tel emirleriyle Ramazana ye­
tiştirilen Arapça Ezan da, artık dönüşün başladı­
ğına, meydanın boş olduğuna en güzel işarettir.
Yirmi yıldır devam eden saldırı işte böyle başla­
tılmıştır.»
«Ancak, dinci geçinen zenginin ya da politi­
kacının çocukları bu kurslarda okumaz. Bu kurs­
lar, özellikle (milletin unsuru aslisi efendimiz)
köylü çocuklarıyla doludur. Çoğu, kısa yoldan
ekmeğe kavuşmak umudu ile avlanmış fukara
çocuklarıdır. Ne acıdır ki, devlet, bunların % 1’-
ine bile pozitif yolda yükselme ve okuma olana­
ğını açamamıştır.»
«Nurculuk ve Süleymancılık, yönetimi ele
geçirmek için idare katlarında da çekişme halin-

(2) Dr. Ziya ERSAY, 24 şubat 1969.

104
dedirler. Müslümanlıkta sözde ayrılık (tefrika)
yoktur, ama, bu iki akım dişe diş savaşmaktadır­
lar.»
Buna karşılık, ayrılıkları bir noktada silin­
mekte, her ikisi de Türkiye Cumhuriyetinin ku­
ruluş felsefesindeki (özgür bir millet ve Türk ol­
ma) düşüncesine düşmanlıkta birleşmektedirler.
Bu düşüncenin çekirdeği ATATÜRK olduğuna
göre, ikisi de Atatürk düşmanıdır.»

«CAMİLER ve MEMLEKET» (3)

«Bugün dahi memleketimizde mevcut ve sa­


yılan elli binin üstünde bulunan din adamlarının
yüzde doksan beşinin henüz okuma yazma bil­
meyecek kadar cahil durumda olduklarını yet­
kili ağızlardan öğrenmekteyiz. Geri kalan «Oku­
ma-yazma bilir» ler arasında çok büyük bir ço­
ğunluğun yine büyük bir kısmı ilkokul seviyesi­
ni aşmayan bilgilerle «mücehhez» olarak, diğer
bir kısmı ise İslâm’da şeriatı katılaştırıp dondu­
ran ve içtihad kapılarını kapatan ve bu suretle
İslâmm her türlü gelişmeden yoksun kalmasına
vesile olan Gazzali Okulu zihniyetinin temsilcisi
görünüşleriyle, ve fakat her ikisi de ayni fanatik
davranışlarla bu toplumu bâtıl itikadlar ve hu­
rafeler devrinin karanlıklarında tutmaya sanki
kararlıdırlar.»
«Caiz değildir, diye Kur’an’ı ve ezanı Türk­
çe okutmayan, ve başta Medenî Kanun olmak
üzere bu ülkeyi çağdaş medeniyet seviyesine gö­
türecek Atatürk kanunlarını çöl kanunlariyle de­

(3) Prof. Dr. İlhan ARSEL, 25 şubat 1969.

105
ğiştirmeye niyetli bu kişiler Türk toplumunun
kaderini çizme hevesindeler.»
«Bir tarafta din adamları, okumuşu ve oku­
mamışı, dahil, birbirleriyle yarışırcasına cami­
lerde ve her yerde, nefes almadan Atatürk’e ve
Atatürk devrimlerine ve layik Cumhuriyetine
saldırırlar, küfürler ederler, milleti 'bölücü ve
kana teşvik edici konuşma yaparlar ve tahrikle­
rin en çeşitlisini sürdürürler, protesto namazla­
rı kıldırırlar...»
«İnsan ürküyor doğrusu.»

«GİDİŞ NEREYE» 14)

■ «Kara kuvvetin, geriliğin tarihimizde bu mil­


letin başına nasıl belâ olduğu meydandadır.
Üçüncü Selim’in reformuna karşı müfsit Köse
Paşanın Topal Müftüsü ile birleşerek Kabakçı
Mustafa irticaini hazırlaması, yakın tarihimiz­
deki Menemen Hadisesi, Konya ve Kanlı Pazar
olayları geçmişimizde kara birer sayfadır. Yakın
günlerdeki olaylar, gittikçe güçlenen ileri sağcı­
lığın utanç veren örnekleridir. Bu gelişmeler
göstermiştir ki, Atatürk’ten gençliğe emanet
olarak verilen ilericilik ve devrimcilik tehlike­
ye düşürülme ile karşı karşıyadır.
Yurdun dört bir yanında eski medreselerin
yerini Kur’an kurslarının alması, işte bu gerilik­
lere yığmak olan çöreklenmelerdir. Buralarda
masum köylü çocuklarının zihinlerine, şeriatçı­
lık yerleştirilmekle, kara düşünceli babalar tara-

(4) Fehmi ERDOĞAN, 26 mayıs 1969.

106
fından yavrularının geleceğine kendi kara ve
aksak düşünceleri hediye etmek hatasında bulu­
nulmaktadır. Böylece Atatürk aleyhtarlığı ile
bu saf yavruların beyinleri, yıkanarak yenilik ve
ilerilik hamleleri çapraz ateşe alınmaktadır.»

«DİN ADAMININ CEHALETİ» (5)

«Bin yıldır bu milleti beşeriyetin en büyük


yalanlarıyla, en bayağı safsatalarıyla aldatan bir
sınıf din adamı var ki, bir türlü kurtulmadıkları
ve bu gidişle hiç kurtulamayacakları bir bilgisiz­
liğin acısını ve kefaretini Türk’e sadece kötülük
etmekle çıkarmaktan adeta zevk alırlar. Tanrıyı
kendilerine paravana yapıp yüzyıllar boyunca
Türk’ün karşısına olmyaacak yasaklarla çıkmış­
lar, onun düşünce hürryetini yok etmişler ve
haysiyetli bir insan gibi serbestçe ve hür olarak
düşünmesine ve kendi hayatını bizzat düzenle­
mesine engel olmuşlar ve oldukları sürece de
Türk’ün kafa gelişmesine set çekmişlerdir. Batı­
nın bugün hâlâ «Kültürsüz» veya «Barbar» ve­
ya «Gelişmemiş Türk» damgasını bu milletin al­
nına vurmasının gerçek sorumlusu olmuşlardır.
1000 yıl boyunca bu toplumun iyiliği ve ilerleme­
si için bir tek müspet davranışta bulunmamışlar­
dır. Türk’ün insanca, hür ve haysiyetli bir şekil­
de yaşayabilmesi için cesaret örneği sayılabile­
cek ve gericiliğe paydos diyecek bir tek adım at­
mamışlardır ve atmak niyetinde de değillerdir.
Vaktiyle nasıl «Gâvur icadıdır» diyerekten mat-

(5) Prof. Dr. İlhan ARSEL, 26 eylül 1969.

L07
baayı kullandırmamış ve Türk’ün kültür geliş­
mesine en insafsız, en hain darbeyi indirmiş ve
böylelikle onun, yeryüzünde en düşük seviyeli
ülkeler arasında yer alması zeminini hazırlamış
iseler ve yine nasıl çeşitli devirlerde çeşitli ısla­
hat hareketlerinin ve özellikle Ordunun yeni si­
lahlarla donatılması ve yeni metotlarla yetiştiril­
mesi gayretlerinin baş düşmanı kesilmiş ve
Türk’ün siyasal, sosyal ve kültürel hayatı bakı­
mından olduğu kadar askerî hayatı bakımından
da geri ve ilkel kalması ve her sahada başkala­
rına- mağlup düşmesi sonuçlarım hazırlamış ise­
ler, bugün de ayni kara zihniyete, ayni cehalete
ve ayni melanet ile, müspet ilmin karşısına çık­
maktan ve kitleleri aldatmaktan ve gerilere gö­
türmekten çekinmemektedirler.»
«Tıpkı 1000 yıl boyunca olduğu gibi bugün de
«cehalet» din adamımızın en büyük özelliği, bu
özellik onu şuursuz davramşlara ve asıl yalana
zorluyor. Hele «yalan»; diıi adamının en kıymet­
li, ve en etkili silahıdır. O bu silahının ölmezli­
ğinden ve kutsiyetinden emindir. Çünkü karşı­
sında, kendi beyanlarının ve davranışlarının tüm
olarak yalana müstenit bulunduğunu haykıra­
cak, suratına vuracak ve onu bilgisizliği nedeniy­
le, maskaraya çevirecek bir zümre, gerçek bir
aydın sınıf henüz yetişmemiştir. Yetişinceye ka­
dar o, saltanatını ve hükmünü sürdürecek, kin
ve nefretini yürütecektir. Hep bu silah sayesin­
de...»

108
ÇIKAR YOL» (61

«Dünyanın hiç bir köşesinde halk, ileri ha­


reketleri başlangıçta sevmemiş, desteklememiş­
tir. Çoğu kez karşı gelmiş, direnmiştir. Halk is­
temiyor diye, halk yararına bir eylemden geri
dönmek, düpedüz halkın çıkarları karşısında ol­
mak demektir.»
«Gazi; kadın haklarını getirirken de, şapka­
yı giydirirken de, yeni alfabenin kararını verir­
ken de, halka danışmadı; kararı kendisi verdi ve
yaptı. Ne var ki, yaptığı işin milletin yararına
olduğunu biliyordu. Onun için mırıldanmalar,
hırıldanmalar para etmedi. Gazi’nin 40 yıl önce
yaptıklarına karşı hırıldanmalar var bugün de.
Ne var ki, dünün binlerce «Kubilay»ma karşı,
bugünün yüzbinlerce «Kubilay»ı onun devrimle-
rinin bekçiliğini yapmaktadır.»

«KUBİLAY ve DERVİŞ MEHMET» (7)

«Kubilay bir devrim şehididir.»


ıMürteciler Kubilay’ı öldürdükleri zaman
genç öğretmen yirmi dört yaşındaydı. «Şeriat is-
terük» diye ayaklanan yobazlar, Cumhuriyet
devletinin millî eğitiminden geçmemiş cahillerdi.
Yedi yaşındaydı Atatürk Cumhuriyeti... Hilafe­
tin kalıntıları, toplumun sırtına lök gibi oturmuş­
tu. Çağdışı inançlarla beyni yıkanmış, müspet

(6) Şinasi ÖZDENOGLU, 22 kasım 1969.


(7) İlhan SELÇUK, 23 aralık 1969.

109
ilim’den uzak bilgilerle kafası donanmış yaratık­
ları suçlarken insaflı olmalıyız. Bir insan, çocuk­
luk yaşlarından başlayarak nasıl eğitim görürse
öyle yetişir. Şeriat inancı düşünce hücrelerinin
herbirine işlemiş bir kişiyi düşününüz! Cumhuri­
yete düşmanlık onun için bir erdemdir. Kendisi­
ni Allah yoluna adamıştır kendi aklınca... Kubi-
lay’ı şehit ederken, Derviş Mehmet, gazi olaca­
ğını, cennete varacağını sanıyordu. Çünkü, kâ­
firin canını almak, cihad bayrağını açmış olan­
ların görevidir. Bu soy yaratıklar için^ Türklük,
kardeşlik, insanlık diye bir kavram yoktur. Der­
viş Mehmet’ler bu bakımdan suçlu sayılamazlar.
Suç onları çağdışı bir eğitimle yetiştiren ve yo­
baz karakterini yaratan eğitimdedir.
Ne var ki, Derviş Mehmet ve arkadaşları bu
hafifletici nedenlerden yararlanamadılar. Cum­
huriyetin ilk yılları idi. Ve Gazi Mustafa Kemal
Atatürk gibi bir devrimci vardı Türkiyede...»
«Bir Kubilay değil, bin Kubilay değil, yüz-
binlerce Kubilay’lık bir Menemen’e doğru gidiyo­
ruz. O Menemen’de, Atatürk devrimcileri galip
gelseler bile memleket kaybedecektir. Yazık de­
ğil mi vatan çocuklarına!... Türk’ü Türk’ün kar­
şısına düşman gibi diken eğitime, millî eğitim
adım verebilir misiniz?»
«MİLLÎ MÜCADELE ANILARI» Î8)

«... Atatürk devriminin ruhu ve temeli olan


layiklik devrindin, milliyetçilik ve tam bağimsız-

(8) Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet VELİDEDEOĞTjU,


24 mayıs 1970

110
lık ilkesini yok etme doğrultusunda çok sinsi ve
haince bir saldın karşısındayız. Milliyetçilik,
milli ekonomi, bağımsız millî irade gibi kavram­
lardan nasibi bulunmayan layiklik ilkesini her
an yok etme çabasında olan ve ne yazık ki, bu
çabayı kimi gençlere «milliyetçilik» gibi yansı­
tan irtica hortlakları, masum ve dindar halk yı­
ğınlarını etki altında bırakmakta, dışarıdan yö­
netilen metodlu teşkilât, gazete ve dergileriyle,
rahat rahat aramızda, hatta büyük mevkilerde,
dolaşmakta, «kör testere ile boğazlanacak» yeni
Kubilay’larm listelerini hazırlamaktadırlar. On-
lann planına göre, «boğazlayacaklar», geri kal­
mış halk yığınları, «boğazlanacaklar» ise o yı­
ğınların mutluluğu için, her tehlikeyi göze ala­
rak, çırpınıp uğraşan aydınlardır.
Ancak, kafası yıkanmışlardan çoğu, kimin
kesesine ve hangi devletlerin çıkarma hizmet et­
tiklerinin ve bu planı perde arkasında pişirip ko­
taran kişilerin farkında bile değildir. Bu gibiler
«Fisebilillah» dini korumak için çalıştıklarını
sanmaktadır. Onlara göre vatan, mllet, halkm
mutluluğu, tam bağımsızlık - bu satırların yaza­
rının da aralıksız tam bir yıl, gece gündüz üze­
rinde çalıştığı - Türk-Anayasası gibi kavramlar
bir anlam taşımaz. Çünkü öyle yetiştirildiler.
Çünkü Türkiye’nin hiç bir devrinde din, son
yirmi yılda, hele son beş yılda, olduğu kadar, bir
politika, bir menfaat ve ticaret metaı haline ge­
tirilmemiştir.
. Bu iş şimdi Türk vatanının bağımsızlığına
kasteden çirkin bir sanat haline konmuştur. Her
meslekten, genç ve yaşlı, bütün namuslu âydm-

ııı
lar bunu bilmelidirler. Evet bu kezki saldın, 1920
dekinden daha tehlikelidir. Çünkü pek çok gö­
zün fark edemediği çok sinsi, çok sabırlı, çok ha­
ince bir saldırıdır bu!...
Atatürk’ün, devrimi ve vatanı gençliğe ema­
net etmesi boşuna değildir...»

«ORTAÇAĞ A DÖNÜŞ» (9J

«Tarihte birçok milletler, kendi kusurlarının,


kendi eksikliklerinin veya hastalıklarının ne ol­
duğunu, er veya geç, aramış, bulmuş ve bunla­
ra çare araştırmışlardır; ve bunu yapabildikçe
mevcudiyetlerini sürdürebilmişler ve gelişebil-
mişlerdir. Bu akıllılığı gösteremeyen milletler
ise çabuk inkıraz bulmuşlardır:»
«Atatürk bize felâketlerimizin temel nedeni­
nin Şeriatçı kafa olduğunu göstermiş ve öğret­
mişti. Ondan aldığımız dersi unuttuğumuz ve
Türklük benliği yerine Arab’ın «Ümmetçiliği» al­
datmalarına kendimizi terkettiğimiz sürece çö­
keceğiz.»
«SINIR» (10)

Layiklik dendiği zaman kadın haklarmı ve


eğitim birliğini de beraber düşünürüz. Bu üç il­
ke Atatürk devrimlerinin kilit taşıdır. Türk top­
lumu bunlarla karanlıktan kurtulacak, bunlarla
çağdaş uygarlığın yapıcı ve yaratıcı aydınlığına

(9) Prof. Dr. İlhan ARSEL, 16 temmuz 1970.


(10) Nadir NADİ. 9 eylül 1970.

112
kavuşacaktır. Yapmak ve yaratmak ise ancak
düşün özgürlüğüne saygılı bir ortamda müm­
kündür. Oysa tarihsel gelişimi izliyerek biliyo­
ruz ki, vicdan özgürlüğü her zaman ve her yer­
de düşün özgürlüğüne öncülük etmiş, vicdanlar
yobaz baskısından kurtarıldıktan sonradır ki,
düşün özgürlüğüne kapılar açılmıştır.
Müslüman ülkeler arasında bu gerçeği ilk
gören ve uygulayan Atatürk olmuştur. Din işle­
rini dünya işlerinden ayırmak, bireyleri dinsel
inançları ile başhaşa bırakmakla Atatürk, yur­
dumuzda gerçek Rönesans hareketinin öncüsü
olmuş, layiklik devrimi ile tüm İslâm dünyasına
kurtuluş yolunu göstermiştir. Bugün gerek Arap
âleminde, gerek öteki Müslüman toplulukları
arasmda Atatürk’ün çizdiği yolu izleyen uluslar
günden güne çoğalmaktadır. Yobaz baskısı çoğu
ülkelerde gerilemekte, kadın özgürlüğünü ka­
zanmakta, açılmakta, yüksek öğrenim görmek­
te, hatta elinde silah gerilla savaşlarına katıl­
maktadır.
Çok partili yaşama geçeli beri, her alanda ol­
duğu gibi biz, layiklik konusunda da öncülüğü
elimizden kaçırdık ve geriledik. Düşün özgürlü­
ğü geliştiği takdirde halkın uyanacağından ve
toplum düzeninin ister istemez halk yararına da­
ha iyi bir düzene dönüşeceğinden kaygılanan,
böylece çıkan bozulacağından korkan tutucu
güçler, vakit geçirmeksizin temel Atatürk ilkele­
rine karşı cephe aldılar; vicdan özgürlüğüne vic­
danlar üzerine baskı kurmak anlamını verdiler,
îmam - Hatip Okullan ve Kur’an kurslan ile eği­
tim birliğini parçaladılar. Kadın haklarını fiilen
yok ettiler. Bugün yurdumuzun her köşesinde

F:8 113
şeriat düzeninin resmen propagandası yapılmak­
ta, din işleri dünya işlerine karıştırılmakta, açık­
ça, Anayasamıza kundak sokulmak istenmekte­
dir.
Ve 25 yıldır ayrılıksız bütün iktidarlar bu
durumu hoşgörü ile karşıdan seyretmekte, hat­
ta elinden geldiğince gericilere yardım etmekte,
onlara destek olmaktadır.
Her özgürlük gibi, vicdan özgürlüğü de baş­
kalarının vicdan özgürlüğü ile sınırlıdır.»

«GÜNDEN GÜNE» (11)

«Layik düşünce, mutaassıp inançlı insanı


başkasına tecavüzden alıkoyar. Ama siyasal ha­
yatta olduğu gibi, eğer dine particilik girerse,
eğer dün olduğu gibi Bektaşilik ve Nakşilik kar­
şı karşıya gelmişse, elli şu kadar tarikat, İslâm
dinine bağlı insanları paramparça kılmışsa bu­
nun tek sebebi layik düşünceye sahip olmayışı­
mız değil midir? Bu gün hâlâ Vehabî ile Haşimî
kavgaları gizli gizli devam ediyor ve Arap birli­
ğinin kurulması mümkün olmuyor ve Arap âle­
mi bunun acısını İsrail karşısında çekiyorsa bun­
da insanların layik anlayışa saygı göstermeme­
lerinin etkisi yok mudur?
Atatürk layiklik prensibini ortaya koyduğu
sıralarda, İslâm âlemi bolüne bolüne, parampar­
ça olmuş ve her parçası da Hıristiyan bir devle­
tin egemenliği altına düşmüştü. O tarihte bağım­
sız bir tek İslâm topluluğu var mı idi? Atatürk

(11) Cihad BABAN, 21 eylül 1970.

114
isterdi ki hiç değilse Türk milleti bütünlüğünü,
birliğini bozmasın... Alevisi, Sünnisi ve Bektaşi-
si, Kadirisine; Halvetisi, Ticanisine, Nurcusuna,
Süleymancısına, düşman olmasın... Büyük feda­
kârlıklar pahasına ve halife orduları ile çarpışa*'
rak bağımsızlığa kavuşan bu memleket yine
parçalana parçalana başkalarının eline esir düş­
mesin... Onun için Atatürk’ün anlayışında la-
yiklik prensibi millî birliği yaratan unsurlardan
biri olarak yaşadı.
Fakat bunu taassup cephesi bir türlü anla­
mak istemedi.»

«HASTA ADAM» (12)

«Atatürk bütün bu hastalıklara karşı tedbir­


ler almış ve uygulamaya geçmişti. Layik devlet
prensibi devletin iç bünyesindeki vicdan hürri­
yeti ihtilâflarını kökünden silmiş, Hıristiyan dün-
yasiyle bir nevi yumuşama meydana gelmişti.
Din adamlarının devlet ve sosyal bünyesinin
faaliyetine müdahalesi kesinlikle önlenmişti. Fa­
kat 1950’lerden sonra din, hakikatte dindar ol­
mayan çıkarcıların geçim aracı ve politikacıların
iktidar ihtiraslarının âleti oldu. Bugün faaliyette
bulunan on binlerce hafız kursları, eski yazı ve
Arapça tedrisatta bulunan İmam - Hatip Okulla­
rı gençliği yine ortaçağın karanlıklarına götür­
mekte taze beyinlerini dondurmaktadır.»
«Eski düzeni yıkan, yerine yeni bir düzen
kuran Atatürk’ün bize gösterdiği devrim istika­

(12) Em. General Refik TULGA, 22 eylül 1970.

115
metleri, Türkiye’yi kurtaracak açık ve kesin he­
deflerdir.»

«ADALETİN LAYİKLİK ORTAMI» (13)

«Yargıtayin sayın başkanı, adlî yılın açılışı


dolayısıyle yaptığı konuşmada, hâkimlere hitap
ederek, vicdan hürriyeti ve layiklik ilkesini ba­
his konusu yapmıştır. Saym yargıç, layikliğin
Anayasa’nın temel ilkelerinden birisi bulunduğu­
nu anlattıktan sonra, bu temel ilkeye göre vic­
dan hürriyetinin ancak sınırlı bir hürriyet olabi­
leceğine işaret etmektedir. Bunun açık manası,
gericinin dini siyasete alet ederek, vicdan hürri­
yetine sığınmak suretiyle, dinî inançları kötüye
kullanarak, politika çıkan yapması hususunda
hâkimlerin dikkat nazarını çekmek, hakiki vic­
dan hürriyeti ile sahte vicdan hürriyetini birbi­
rinden ayırmalarını sağlamak, Anayasa’nm ge­
rek metin ve gerekse gerekçesindeki açıklığa gö­
re hüküm tesisi imkânını vermektir.»

(13) Baha ARIKAN, 25 eylül 1970.

116
«KUBİLAY’I ANARKEN...» (14)

41. .Yıldönümü

Yıldönümleri, sadece anılanınızı tazelemek


için takvim yapraldannm yaşantılanmıza kattı­
ğı birtakım özel günler anlammda olmasa ge­
rektir. Sevinçli, ya da acılı her yıldönümünde
uzak yakın bir geçmişi hatırlar, o günlerin se­
vinçlerini, acılarını duyup duygulanırız.
Bugün böylesine anlamlı bir yıldönümünde
anılarımızı tazeliyoruz. 41 yıl öncesinin, 23 Ara­
lık 1930’un, Menemen olayını ve devrim şehidi
öğretmen Kubilay’ı düşünüyoruz...
Kubilay’ı ve iki bekçiyi bizlerden biri ola­
rak, kişise] duygularla, o günlerin acılarıyla ah-
vah’larla anmak artık yeterli ve yararlı değil.
Olayın ve benzeri olayların nedenleri üzerine
eğilmek gerek, çareler aramak, güçlenmek ge­
rek...
Kubilay, kendisinden öncekiler gibi kendi­
sinden sonraki devrim şehitlerimizle birlikte
Atatürkçü kuşakların fikrinde ve yüreklerinde
yaşayacaktır.

(14) Kemal ÜSTÜN, 23 aralık 1971.

117
Ancak Kubilay’ı anarken, Menemen Olayı
adıyla devrim tarihimize geçen «irtica hareke­
ti» nin ve benzeri davranışların nedenlerine ye­
niden eğilmek; «düşündürücü», «uyarıcı» ve «güç
kazandırıcı» görüşlere değinmek kutsal bir ödev­
dir. Bu, Atatürkçü kuşağın ödevidir.
Bilindiği gibi, 1930’dan sonra da şurada bu­
rada bazı gericilik olaylarına rastlanmış, fakat
gericiler Cumhuriyetin güçlü yumruğunu yiye­
rek sinmişlerdir. Ama onlar yine fırsat kollamış­
lar, uygun buldukları ortamlarda hemen ortaya
çıkmış ve koruyucular bulmuşlardır...
Yine bilinen bir gerçektir ki, tarih boyunca
baş belâsı sayılan irtica hareketlerinin üç temel
nedeni ya da kökeni vardır:
1. Toplumun cahil kalmış (bırakılmış) ka­
labalıkları,
2. Çıkarcı çevreler,
3. Politik eğilimler, ödüncü (tavizci) poli­
tikacılar".
İkinci ve üçüncü kaynaklar —birbirine ben­
zer amaçlara yani çıkarlara dönük oldukların­
dan— onlan değişik nedenler olarak değil,
amaçlı fakat daha tehlikeli bir neden diye de sa­
yabiliriz.
Cahil kalabalıklar ise, geri kalmışlığımızın
açık ve utanç verici görüntüsüdür hâlâ.. Yazı
devriminin atılımh çabalan (nüfus artışı ve özel­
likle ilgisizlikten) sönmüş; hatta tersine bir tu­
tumla ortaçağ özentili, Arap harfli «mahalle
mektepleri» sayısı binleri, on binleri bulmuştur.
Cahil ve yoksul kalabalıklan dinsel ilişkilerle
oyalamak, etkilemek ve aldatmak; gerektiçe (ir­

118
tica) olayları yaratmak kolay; fakat, onlan okur
-yazarlığa ve ışıklı bir dünyaya kavuşturmak;
insan gibi yaşama düzeyine çıkartmak elbette
güçtür. Çıkarcı çevreler, çirkin politikacılar özel­
likle son yıllarda —geriye dönüşte— epeyce yol
almışlardır. O kadar ki, layiklik ilkesi ters ve
maksatlı olarak yergi ve yorumlarla zedelen­
miş; politik görüşler camilere yönelmiş; Cumhu­
riyetin kurucusu ve devrimlerin uygulayıcısı
Atatürk ve ilkeleri büyük yaralar almıştır.
Giderek birbirini izleyen ve üst üste yığılan
acı, karmaşık olaylar sonucu 12 Mart’ta sağ - sol
irticaa birden «Dur!» denmiş ve amaç olarak, di­
ğer önemli sorunlarla birlikte «Atatürkçü bir
görüş» ve «İnkılâp kanunlarını uygulamak»
Türk Silahlı Kuvvetleri Muhtırasında yerini al­
mıştır.
ıKubilay’m 41. ölüm yıldönümünde devrim
şehitlerine ilişkin anılarla birlikte «düşündürü­
cü», «uyarıcı» ve «güçlendirici» bir anlam ve de­
ğer taşıyan bu sonuç yüce bir umut kaynağı ol­
muştur.
Ve: «... Dini politikadan, politikayı dinden
ayırdedemedikçe Türk ulusunun bütünlüğü sağ­
lanamaz, huzura kavuşması düşünülemez; irti­
caın kökü kazınamaz!» biçimindeki inancımızı
bir kez daha dile getirme gereğini duyuyoruz.

119
İNANDILAR, DÖĞÜŞTÜLER, ÖLDÜLER.. (15)

42. Yıldönümü

23 aralık 1930: Öğretmen Kubilay, Bekçi Ha­


şan, Bekçi Şevki birer devrim şehidi olarak anıt­
laşmışlardır; gönüllerimizde ve Türk Devrim
Tarihinde...
27 aralık 193Q’da Gazi Mustafa Kemal, Ge­
nelkurmay Başkanma gönderdiği bir mektupta:
«... Büyük Ordunun kahraman genç zabiti (su­
bayı) ve Cumhuriyetin mefkûreci muallim (öğ­
retmen) heyetinin kıymetli uzvu Kubilay Bey
temiz kaniyle Cumhuriyetin hayatiyetini tazele­
miş ve kuvvetlendirmiş olacaktır» diye sesleni­
yordu... 1
Aradan 42 yıl geçmiş bulunuyor.
«Cumhuriyetin hayatiyetini tazelemiş ve
kuvvetlendirmiş» olan Kubilay, devrim uğruna
şehit düştüğünde Türkiye Cumhuriyeti henüz 7
yaşmdaydı. Bugün Cumhuriyein 50. yılındayız.
1923’lerde, 1930’larda doğan çocuklar, yaşamları­
nın yandan çoğunu gerilerde bırakmış sayılır­
lar. Yaşayanların yürekleri o yılların atılımlı ha-

(15) Kemal ÜSTÜN, 23 aralık 1972.

120
reketleri, umutlan ve anılariyle çarpmaktadır.
Çünkü o yıllar Gazi Mustafa Kemal Atatürk ses­
leniyordu hepimize; övünçle, inançla ve onurla...
O anılar arasında Menemen Olayı gibi acılı
olanlan da vardır. Fakat günümüzün genç ku­
şağı, yaşantılarının çok ötesinde kalan bazı olay-
lan yeteri kadar biliyor mu? Kubilay’ı iyi tanı­
yor mu? Sanmıyorum. Çünkü; yakın geçmişte
öylesine durumlar ve dönemler oldu ki, Kubi-
lay’ı tanıma ve tanıtma bir yana; onu unutturma
çabalarına, meslektaşlarından öç alma olayları­
na, bağnazlık gösterilerine ve de «cihat» çağrıla­
rına sık sık tanık olduk. Yine öyle dönemler ya­
şadık ki, Kubilay’la ilgili yıldönümleri anlatımı
güç bir umursamazlık ve sessizlik içinde geçti,
geçiştirildi...
Hatta ve hatta, maksatlı birtakım ters yo­
rumlarla gerek Kubilay, gerekse o yılların orta­
mına bağlı devrim hareketleri —ihanet sınırla­
rını bile aşan söz ve davranışlarla— kıyasıya
eleştiri konusu haline geldi, getirildi...
Kubilay devrim uğruna baş vermişti. Ör­
nekti, devrimleri ve Cumhuriyeti koruyacak ve
kollayacak olanlarımız için... Öyleyse; Kubilay’ı
ve savunduğu ilkeleri iyi bilmek gerek, onu tanı­
mak ve tanıtmak gerek, unutturmamak gerek...
Her 23 aralık’ta Kubilay anılmalı ve Mene­
men Olayı’nın gerçek nedenleri genç kuşakla­
ra anlatılmalıdır. Anlatılmalıdır, yoksa —zaman
zaman gerici basında ve çevrelerde görüldüğü
üzere— gerçeklere tamamen ters düşen, art ni­
yetli ve kışkırtıcı çabaların etkisiyle bir gün yur­
dumuzun şurasında, bir başka gün biri başka yö­

121
resinde yine benzeri olaylar olabilir. Zaten ya­
kın geçmişte bu tür çirkin saldırılar ve daha de­
ğişik biçimde acılı örnekler yaşanmıştır!..
Şu önemli ve değişmez husus iyi bilinmeli­
dir ki; «irtica» denen yılan sinsidir, hemen siner
(bugün olduğu gibi), fakat fırsat kollar ve za­
manını bekler, yeniden hortlamak için...
Bu nedenle, bu satırların yazarı —Kubi-
lay’ın öğretmen arkadaşı ve Menemen Olayı’nın
tanıklarından biri olarak— o günlere, o yıllara
dönük anılarını ve gerçekleri yeri geldikçe yan­
sıtmayı vazgeçilmez, kutsal bir ödev sayar...
İİşte bü yıldönümü için de anılardan iki kü­
çük bölüm: «Son gece! 22 aralık pazartesi gecesi
yine Türkocağı (Halkevlerinden önceki kuru­
luş) salonundayız. Kubilay ve arkadaşlrı yine
sohbete dalmışlar... Düşünceler, görüşler, eleş­
tiriler sürüp gidiyor. O, her zamanki gibi şen ve
şakacı.. Coşkulu bir tartışma havası içinde anla­
tıyor, soruyor, dinliyor ve sonra yine kendisi ko­
nuşuyor... Zaman uçup gidiyor, geceyii yanlıyo­
ruz. Türkocağı’ndan hep birlikte çıkıyoruz. (...)
O, yine kışla yolunda...»
«... O yıllar bir başka güven dolu, bir başka
umut dolu yıllardı. Yeni ve layik bir dünya gö­
rüşünü benimsemiştik. Genç ve gelecek kuşak­
lar; kurtuluşu ve Cumhuriyetin ilk on yıllık dö­
nemindeki atılımları inceleyip araştırdıkça, ya
da tarih sayfalarından okuyup üzerinde derinle­
mesine düşündükçe, o yıllann yüce anlamını da­
ha iyi kavrayacaklar; devrimlerin niçin her za­
mankinden, daha titizlikle korunması gerektiği­
ne ve gerçeğine saygı duyacaklar; o yıllan, Ga­

122
zi Mustafa Kemal Atatürk’le beraber yaşayan­
lar gibi, bugün de Onun izinde yürüyenler gibi.»
«Fakat!
Yine o yıllar; dış düşmanlan yenilgiye uğ­
ratmış, yurdu kurtarmış ve Cumhuriyeti kurmuş
olan bu büyük ulusun, içte savaştığı ve savaşa­
cağı, daha güçlü sayüan başka düşmanları da
az değildi: Okur-yazarlıktan yoksun halk yığın­
ları vardı. Örümcekli ve karanlık kafalar vardı.
Halkı sömüren, çıkarları bozulan zümreler var­
dı Her devirde çıkarlarını «irtica» hareketlerine
bağlamış olanlar vardı. Eskinin özlemini duyan,
devrimlere diş bileyen, sinmiş ve gizliliğe bürün­
müş şeyhler, müritler, softalar ve yobazlar var­
dı..
O yıllarda iç düşmanla savaş gerekli idi. Ve
bu savaş veriliyordu, bir adım bile gerilemeden.»
Evet, o yıllarda «iç düşman»la savaşılıyordu,
bir adım gerilemeden.
Devrim anlayışına bağlı duygularla bu yar­
gımızı yenilemek gerek: Bir adım bile gerile­
meden!...
1946’lardan sonra yeniden uyanan, uyandı­
rılan «iç düşman»a —1928’lerin, 1930 ve 33’lerin
ruhu ve tutumu ile— karşı çıkılsaydı, birtakım
ödünler (tavizler) ' verilmeseydi, şimdi yürüdü­
ğümüz yollar daha, aydınlık olacak, bunalımlı
durumlara düşmeyecektik. Belki kökü bile kazı-
nacaktı, bağnazlığın ve cehaletin! . . .
Ama bugün halkımızın büyük kısmı hâlâ
okur-vazarlıktan yoksundur ve karanlıklar dün­
yasında yazgısıyle başbaşadır. Çağ dışma ka­
yanların, gerici çevrelerin, Şeriat özlemcilerinin
ve de bunlara göz kırpan «çirkin politikacıların

123
sayılan gün geçtikçe artmaktadır. Başka bir de­
yişle «irtica» pusudadır.
Bu yıldönümünde yine sana sesleniyoruz
Kubüay!
«Emanet» her zamanki gibi, Atatürkçü
gençlikte ve öğretmenlerdedir. Meslektaşlarının
omuzlarındaki yük her zamankinden daha ağır­
dır. Onlara haksızca uzanan eller, suçlayıcı dil­
ler, düşmanca bakan kem gözler vardır...
Vardır ama, bağrından çıktığın Eğitim Or­
dusu; kutsal göreve atıldığın 23 aralık 1930’da
içinde bulunduğun Büyük Türk Ordusu, Atatürk
ilkelerini yaşatmaya, Cumhuriyeti korumaya de­
vam etmektedir.
Sen rahat uyu, temiz kanının aktığı Mene­
men topraklarında, iki yanında iki şehit bekçiy­
le... Ve «İnandılar, döğüştüler, öldüler / Bırak­
tıkları emanetin bek çişiyiz» diye yazılı Ay-Yıldız
Tepe’de göklere yükselen, gönüllerimizde yüce­
liğe ulaşan anıtınla... Huzur içinde olmasak da
sen yine rahat ol! Gerektiğinde «Cumhuriyetin
hayatiyetini tazeleyecek ve kuvvetlendirecek»
olanlar çoktur bu ülkede...

124
«KUBİLAY’LAR YİNE ÖLDÜRÜLMEKTE...» (16)

46. Yıldönümü

Tarih, olayları ve gerçekleri yıllar ötesinden


bize yaklaştırır, yaşadığımız çağa ışık tutar. Bu
bilimsel ışıkla günümüzden gerilere, yüzyıllara
ve karanlığın derinliklerine bakarız. Sadece dü­
şüncelerle değil, duygularımızla da, eski ile ye­
ni, doğru ile yanlış arasında bağlantılar ve iliş­
kiler kurarak...
Bu açıdan tarih, insanoğlunun düşünceleri­
ni, duygularını ve davranışlarını etkiler, bilinci­
ni geliştirir. Geçmişten geleceğe giden yol böyle
bir çizgiden geçer.
Bir başka açıdan, yeri geldikçe «Tarih te­
kerrür eder» diye bir deyimi dile getirir, geçmiş­
teki olayları anılara ve yakınmalara dönüştürü­
rüz. Oysa bir ırmak benzeri sürekli akıp giden
zaman (tarih) elbette geri dönüş anlamında «te­
kerrür» etmez. Etmez ama, tarihten «ibret der­
si» almasını bilmeyen toplumlar —özellikle yöne­
tici takımı ve politikacılar— özdeş (aynı) yanıl­
gılara düşerse, yaşanılan yeni ortamda yıllar ön­
lerine benzerlik gösteren olaylara neden olurlar-

(16) Kemal ÜSTÜN, 23 aralık 1976.

125
sa, işte o zaman tarih «tekerrür» etmiş gibi gö­
rünür bize.. Ve bu ünlü deyimi hemen kullanırız.
akın tarihimizle ilgili —hatta yaşayanların
anılarında yaşayan— bir yıldönümü dolayısiyle
böyle özet bir açıklama ve yaklaşımdan sonra
bu sabah çevirdiğimiz takvim yaprağına baka­
lım : 23 aralık 1976. Ve Cumhuriyetin 53. yılını
iki ay önce kutlamış bulunuyoruz.
İnsanoğlu dünü anan, günü yaşayan, yarma
umutla bakan bir varlıktır. Gerilerde kalan her
takvim yaprağında olumlu olumsuz nice olay­
lar, duygularımızın diliyle nice acı tatlı anıla­
rımız vardır. Bugün bunlardan birine, devrim
tarihimize Menemen Olayı diye geçmiş olan bir
gericilik (irtica) hareketine, 1930’un 23 aralık sa­
bahına bakıyor, devrim şehidi Kubilay’ı ve şehit
iki bekçiyi saygı ile anıyoruz.
Bu satırların yazarı 46 yıl öncesinin kanlı ve
utançh olayının görgü tanıklarından biridir. Ve
ayrıca Askerî Mahkemedeki yargılamaları öğret­
menler adına izleme olanağını bulduğum için,
şehit Kubiîay’m yakın arkadaşı olduğum, olay­
dan 5-6 saat önce Türkocağı salonunda Kubi-
lay ile birlikte bulunduğum için, olay sonralarını
gördüğüm ve bildiğim için, 1937’ye kadar Mene­
men’de Kubilay Okulunda öğretmenlik yaptığım
için olayı genç kuşaklara, devrimcilere, Atatürk­
çülere bir kez daha duyurmak amacıyle anıları­
mı tazeliyor, yazıyorum. Ödev bu.
Menemen Olayı tarih boyunca benzerleri gi­
bi, sömürü düzenleri bozulanların ve çıkarları
elden gidenlerin ya da gideceğini düşünenlerin
«Din elden gidiyor!.» görüntüsüne bürünerek ca­
hil kalabalıkları kışkırtmalarından ve saldırıya

126
geçmelerinden doğmuştur. Menemen Olayı, eski­
nin kalıntılarından bir tarikat (Nakşibendî) şey­
hinin marifetidir. Cumhuriyete ve devrimlere
karşı bir harekettir. Kökeninde çıkarcılık, bağ­
nazlık ve aldatılmışlık yatar..
Bir «Mehdi» taslağı Derviş Mehmet ve üç
Mehmet, ikisinin adı Haşan; silahlı 6 yobaz bir
de «Kıtmir» adlı köpek!. Bu 7’lik grup ünlü efsa­
nedeki «Eshab-ı Kehf»i temsil etmektedirler (!)
Bunlar «Şeriat Ordusu» nun öncüleridir.
İstanbul’da Erenköy’de bir köşkte yaşayan
84 yaşındaki şeyhlerinden (Şeyh Esat) aldıkları
talimatla Manisa dağlarında bir mağarada kırk
gün kalan dört Mehmet iki Haşan âyin yapar­
lar, esrar içerler, teşbih çekerler ve günlerden
bir gün «tetik çekmek» üzere 23 aralık 1930 salı
sabahı alacakaranlıkta Menemen’e ulaşırlar. Sa­
bah namazı kılınmakta olan bir camiden âyet
li yeşil bayrağı da alarak camideki 8-10 kişiyi
kendilerine katılmaları için zorlarlar. Yetmiş bin
kişilik Şeriat Ordusunun memleekti kuşattığını,
teslim olmayanların kılıçtan geçirileceğini söy­
lerler.
Yeşil bayrak, hükümet ve belediye binaları
arasındaki küçük alana dikilir. Ve tekbir sesle­
riyle hezeyanlarına* başlarlar. İstedikleri Şeriat­
tır. İstemedikleri şapkadır, yeni giyimdir, yeni ya.
zıdır. Bunun anlamı ise, Cumhuriyet ve devrim-
lerdir.
Menemen.de bu utançlı olay başlarken şeyh­
leri İstanbul’da, köşkünde keyfine bakmaktadır.
Müritleri sokaklarda kudurmuş gibidirler, «İste-
mezüüük!...» sesleri gelir. İrtica hep böyledir.
Arkadakiler çıkarlarının peşindedirler. Allah, di­

127
ye diye cahiller kandırılır, kışkırtılır ve sokakla­
ra sürülür. Tarihin derinliklerinden bu sesler du­
yulur ve nice kanlı lekeler...
... Ve 23 aralık sabahı Menemen alanında
her şey birkaç saat içinde değişmiş, karışmış ve
çığırından çıkmıştır.
Bu sırada kendisine birliğinden görev veri­
len Yedek Subay Kubilay, olay yerine koşar; Der­
viş Mehmet’in yakasına yapışır. Fakat yobazlar­
dan biri silahını ateşler ve yaralanan Kubilay
biraz ötede cami avlusunda yere düşer. Fırsat bu
fırsattır; kudurmuş, gözleri dönmüş yobazlardan
ikisi saldırırlar. Ağzı testereli bağ bıçağı ile ya­
ralı Kubilay’m başını gövdesinden ayırırlar, ye­
şil bayrağın tepesine geçirirler...
' Bu arada silah sesini duyan —ve çarşı bek­
çiliği görevleri sona erdiği için gün aydınlanır­
ken evlerine dönmüş olan— Haşan ve Şevki ad­
larında iki gece bekçisi olay yerine koşarlar. Kar­
şı koyma sırasmda onlar da şehit düşer...
Kanlı ve vahşi olayın bu görüntüsü telefon­
la Alay Komutanlığına bildirilir. Ve bir makine-
litüfek kıtası Belediye Alanına hızla yetişir. Bir-
lik komutanının: «Teslim olun!..» çağrısına: «Bi­
ze kurşun işlemez... Ben Mehdiyim!» sesleri ge­
lir. Teslim çağrılan yinelenir. Ve yine «Kurşun
işlemez!» sesleri... Uzaklardan, evlerin pencere­
lerinden, köşebaşlanndan bu görünümü şaşkın,
korkulu gözlerle izleyenler vardır. İki Haşan yan
sokaklara kaçarlar. Makinelitüfekler birden iş­
ler. Yobazlar da yerlere serilirler, birkaç saniye
içinde, biri yaralı, öteki yobazlar delik-deşik...

128
Artık her şey sona ermiştir. Öğleden sonra,
halkla birlikte olay yerini geziyoruz. «Kurşun iş­
lemez bize!» diye bağıran Mehdi taslağı Derviş
Mehmet ve arkadaşları iki yobazın makinelitü-
fek kurşunlarıyla parçalanmış cesetleri Kubi-
lay’ın başını kestikleri cami önünde süngülü nö­
betçiler arasında yerde yatıyorlar. Kaçan iki Ha­
şan yakalanmış, hapishanede, yaralı yobaz ise
hastanede...
Şehit Kubilay ve iki bekçi ertesi günü bü­
yük bir törenle toprağa veriliyorlar. Bir genç ses­
leniyor mezar başında: «İnkilâp uğruna atıldın
öne / İnkilâp uğruna baş verdin Kubilay / Ne
mutlu sana ki, inkılâp için / Göğsünü ilk defa
sen gerdin Kubilay / ...»
Birkaç gün sonra Menemen’de —şimdi adı
Kubilay İlkokulu olan binada— Askerî Mahkeme
kuruluyor. Yobazları kışkırtıp öne sürenler, yö­
netenler adalet önündedirler. Bir ay kadar süren
yargılama sonunda irticai planlayanlar ve bağ­
lantıları bulunanlardan 36 suçlu ölüm (7’si yaş­
lan dolayısiyle sürekli hapis), 41’i çeşitli ağır ha­
pis cezalarına çarptmlmış; tutuklulardan 40’ı so­
ruşturmadan sonra aslıverilmiş, sanıklardan 27
kişi de suçsuz görülerek aklanmışlardır.
Olayın kısaca öyküsü budur. .

Dün de bugün de gericilik hareketlerinin ne­


denleri ve görüntüsü değişmiş sayılmaz. Dinsel
kökenli fakat gerçek din anlayışı ile asla bağdaş­
mayan, temelinde kişisel ve politik çıkarlar bu­
lunan bu tür olaylar günümüz ortamında açık-
seçik gözler önünde oluşmaktadır. Gizlilikten,
sinmişlikten sıyrılmışlardır, pervasızca, zaman

F:9 129
zaman azgınlaşmakta, bazı çevrelerden destek
görmektedirler.
1930’da —demokrasiye geçiş denemesi ola­
rak— yeni bir parti (Serbest Cumhuriyet Fırka­
sı) kurulmuştur. Ege bölgesinde gelişen böyle bir
«partileşme» ortamını fırsat bilen eskinin kalıntı­
ları ve çıkarcılar irticai hortlatmışlardır. İrticaın
adı ve tanımı bellidir; dinin siyasetle âlet edilme­
si!.. Günümüzdeki deyimiyle «İnanç sömürüsü»
yöntemiyle çıkar sağlanması...
Geleceğin kuşaklan, bizim 1930’lara baktığı­
mız gibi, 1976’lara baktıklarında günümüzün
«gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olanla­
rı» nı bir bir tanıyacak ve «lanetleyeceklerdir...

«1000 YILININ BÜYÜK YALANI»(«)

Cumhriyet’in «Bilim Dünyası» sütununda


ilginç yazılar yayınlanıyor. Yazar Vehbi Belgil’in
okuduğum son yazısı (7.8.1977) çok daha ilginç
bir konuya aynlmış.. «1000 Yılının Büyük Yala­
nı» başlıklı yazısmı tüm din görevlilerimizin ve
din dersi okutanların, özellikle «din - politika»
İkilisi arasında bağ kurarak çıkar sağlama ve
aldatma yoluna sapan lann dikkatle okumaları­
nı isterdim.
Kabul etmek gerekir ki, «inanç» lar daha zi­
yade duygusal temellere dayanır. Bu nedenle
«dinsel kökenli inançlar»a gerek bilinçli (akılcı),
gerekse bilgisizse (körükörüne) bağlılık göste­
renler için söylenecek fazla bir şey yoktur. Vic­
dan özgürlüğünün anayasal bir gereğidir bu.

(17) Kemal ÜSTÜN, 18 Ağustos 1977

130
Ancak, dini, hangi amaçla olursa olsun —daha
açık bir deyişle— politik ve çıkar hesapları göze­
terek bireyleri ya da toplum sınıflarım zorla et­
kilemeye kalkışmak (baskı aracı olarak kullan­
mak) artık geçmişte (tarihte) kalması gereken
acı anılar diye düşünmeliyiz. Halbuki bu tür acı­
lar sürüp gidiyor. İki bininci yılın eşiğinde iken
ve «türlü-çeşitli» yalanların hâlâ geçerli görün­
düğü ya da öyle sayıldığı bir zaman kesiminde
yazar Vehbi Belgil sözünü ettiğimiz yazısmda kı­
yamet, cennet-cehennem kavramları üzerinde
duruyor ve güncel kıyaslamalar yapıyor. Ayrıca
bin yıl ötesinden, papazların baskılarından ve çı­
kar çevrelerinden örnekler veriyor. «Kıyamet»
kavramının nasıl kurnazca kullanıldığını ve yok­
sul halkın nasıl aldatıldığını düşünmekten ken­
dinizi alamyoruz. Ve de özellikle içinde yaşa­
dığımız ortamı... Sanki bin yıl geçmemiş gibi...
Sanki olanlarda ve olaylarda benzerlikler bu­
larak...
Biliyoruz, kitaplı olmayan inançlarda ve din­
lerde nice utançlı tapmalar ve sapmalar var! Ki­
taba dayalı dinlerde ise baştan hukuk düzenine
yaklaşım sağlanmış fakat sonraları kişisel yo­
rumlar ve uygulamalarla safsatalar yoluna gi­
rilmiş ve çıkar çevreleri oluşturulmuştur. 1000 yıl
sonra olan da buduiv Cumhuriyet döneminin ilk
yansında «akılcı» yol tutulmuşken, ikinci yan­
sında ve özellikle son yıllarda «çıkarcı» yöntem­
ler yeğlenmiştir...
Başlığını verdiğimiz yazıdan sadeec şu bö­
lümleri buraya aktarmakta yarar görüyoruz, bir
kez daha okunsun diye:

131
«... Bu arada insanların hangi günahları yü­
zünden kıyametin kopacağını haber verenlerin
yanında, o dönemin dünyası insanlarının büyük
çoğunluğunu oluşturan köylülerin feci durum­
ları üzerinde düşünenler de olmuştur. (...) 1000
yılında kıyamet kopacak diye mallarını kiliseye
kaptıranlar, kıyametin İsa’nın ölümünden itiba­
ren başlayacağı yalanma da aldanarak bir otuz
üç yıl daha beklediler. Ve sonra bu olay unutul­
du gitti. Ama bir şey unutulmadı: İnsanın feci du­
rumunun ilahi düzen sonucu değil, kul düzeni
sonucu olduğu gerçeği... Ve bu düşünce, insan­
ları ağır ağır da olsa Rönesansa götürdü...»
Yazı, «Günümüzde kıyamet habercileri» ara-
başlığı ile şöyle sona ermektedir: «Bin yıl önce
Avrupa’da denenmiş bir kıyamet sahtekârlığı
bugün ülkemizde sahnelenmek istenmektedir.
Büyük camilerimizde, din görevlilerimiz, fuhu-
şun arttığını, su gibi şarap içildiğini, kadmlann
çırılçıplak gezdiklerini, öğrencilerin hocalarına
ve devlet kuvvetlerine karşı geldiklerini, plajların
birer ahlâksızlık yuvası olduklarını, Kur’an hü­
kümlerine kimsenin uymadğını, Hazreti Muham-
med’in yolunda gidilmediğini... ağızlan köpüre­
rek söyledikten sonra, böyle bir toplumu Allah'ın
bir anda mahvedeceğini eklemektedirler. Peki:
Kur’an’a inanmayan, üstelik eş koşan, kadım er­
keği çıınlçıplak gezen, Muhammed’i tanımayan
Batılılann başına neden felâket vermiyor bu Al­
lah? Kaldı ki her toplumda olduğu gibi bizde de
yukarda söylenenleri yapanlar, bir avuç denme­
yecek derecede küçük bir azınlık... Âdil denen
Allah, bu bir avuç bile olmayan günahkâra kızıp
da mı, örneğin 40 milyonu cezalandıracak?...»

132
Yazarın görüşlerine içtenlikle katılıyorum.
Ancak aldatmalar, aldanmalar yine sürüyor. So­
rumluları din görevlileri değil, çıkarcı politika­
cılar ve çevreleridir. Halkımız uyanıyor, onlar da
yenilgiye uğrayacaklardır.
Yazının yayımlandığı Cumhuriyet’te aynı
sayfada bu konuya İslâm açısından ışık tutan
bir başka yazı daha vardı. Kontenjan Senatörü,
İlahiyat Doçenti Dr. Bahriye Uçok, «Bir Fetva
Üzerine» başlıklı yazısında «Diyanet İşleri Baş­
kanlığı, daima Hz. Muhammed’in (Kolaylaştırı­
nız, zorlaştırmayınız) hadis-i şerifine uyarak fet­
va verse ne iyi olacak!..» diyordu.
Dinsel konular ve sorunlar tartışılmalıdır ki
«Doğru» lar ortaya çıksın; kimse kimseyi aldat­
masın...

«DOGMACILIKTAN LAYIK ANLAYIŞA»(M)

«Tanrı korkusuna dayanan öbür dünya (es-


katolojik) anlayışından, insan sevgisine yasla­
nan akılcı-layik anlayışa ulaşıncaya dek gözya-
şı-kan karışımı serüvenler yaşamıştır insanlık.
Hem sık sık anılası, eskimeyen serüvenler.

Her alanda her türlü dinsel ve siyasal bağ­


nazlığın boyunduruğundan kurtulma demektir,
özgür düşünce. Bunun koşulu, kökçe aşırılıkları
uzlaştıran, gerginlik ve çatışmaları yok etmeden
yumuşatan ,layik demokratik yönetimdir. Tekilci
ideolojilerin değil, çoğulcu düzenlerin tadabildiği,
kardeşlik, erdem, mutluluk ve hoşgörü rejimidir.

(18) Sami SELÇUK, 20 Eylül 1977

133
Başka düşüncelerin de varlığına katlanmanın,
özgür düşüncenin zaferi; aslında şuna buna kar­
şı değil, bizzat aklın ve sevginin, düşünceyi kı­
mıldatıp denetleyen bilimisel, akılcı kuşkunun
zaferidir.
Sergilediğimiz bunca kanlı aşamalardan son­
ra, Batı’da ulaşılan layik anlayışı, İslâm dün­
yasında gerçekleştirme onuru, kuşkusuz Ata­
türk’ündür. (...) Ancak övünmek yetmez. Onu
içtenlikle benimsemek de gerekir. Çünkü, Kubi-
lay’ları boğazlayan bağnazlar değil, düşünceye
saygılı ve kafaca sağlıklı kuşaklar yetiştirmenin
vazgeçilmez koşuludur bu.»

«VAAZ» (M)

Aşağıdaki sözler 7 Ekim 1977 günü Cebeci Ca­


miinde cuma namazından önce bir hocanın «ce­
maate verdiği dersten» bazı bölümleri yansıtıyor:
«... Kadın erkek eşitliğiymiş! Bunu söyleyen­
ler haltetmiş. Kadınla erkek eşit değildir. Kadın­
dan hiç şoför olur mu? Polis olur mu? Kadının
görevi evde çocuğunu İslâm ahlakıyla yetiştir­
mektir. (...) İşte böyle, kadından herşey olursa
bugünkü durumlara düşeriz, onun yetiştirdiği ev.
lâftan hayır gelmez. Bu sözlerimiz yirmi adım
ötedeki Mülkiye’ye gidebilse (...) O mektepte Al­
lah adını ananı yaşatmazlar. Hoca Allah dese bir
daha mektebe ayağını atamaz. Orada Marks’m
Lenin’in, Mao’nun resimleri asılıdır (...) Sonra
oradan çıkacaklar kaymakam - idareci olarak ne
hayır gelir böylelerinden (...) Hacca gitmekle na­

(19) Murat Vasıf ERPUYAN, 27 ekim 1977

134
maz kılmakla hemen müslüman oldum zannet­
meyin .Müslümanlık için cihad etmek gerek, di­
ne karşı gelenlerle, dinsizlerle mücadele etmeli,
bana ne, beni sokmayan yılan bin yaşasın deme­
meli (...) Bizim bu kürsüden söylediğimiz sözler,
profesörün de, iktisatçının da, bilmem hangi bi­
lim adamının da sözlerinden çok çok değerlidir.
Bu sözler Kuran sözleridir (...) Bizi şikâyet edip
konuşturmamak isterler. Bu idare durdukça biz
sizlere bu kürsüden hitap edeceğiz inşallah.»
Cuma namazına gelen kalabalığa vaizin söy­
lediği sözler bunlar, 9.10.1977 günü Sayın Velide-
deoğlu’nun «Abdesinde Namazında» yazısını da
okuduktan sonra Ankara gibi bir yerde camile­
rin; dolayısiyle dinin bu şekilde kullanılmasından
ürkmemek elde değil. Fazla yoruma gerek yok.
İbadete gelenler Kuran sözleri söylediğini iddia
eden sözde din adamı kin, düşmanlık bölücülük
tohumlan atıyor. Söylediklerinin zerresi islâmi-
yetle bağdaşmadığı halde halkı kandırmaya, kış­
kırtmaya çalışıyor. Son sözleriyle (bu idare dur­
dukça...) kime hizmet ettiğini açıklamaktan sa­
kınmıyor.
Cami kürsülerinin egemen güçlerin yaranna,
kişilere, kuramlara saldırmak, halkı uyutmak,
aldatmak, bölmek, birbirine düşman etmek ama­
cıyla kullanılmasına Diyanet İşleri Başkanı ne bu.
yurur? Bilemiyorum. Gerçek o ki başkentte buna
sık sık rastlamak olası.»

«VE HATTA HIYANET»(28)

«... Bütün bu şeraitten daha elim ve daha

(20) Oktay AKBAL, 29 ekim 1977


135
vahim olmak üzere, memleketin dahilinde ikti­
dara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hı­
yanet içinde bulunabilirler.»
Geçen akşam TV’deki Atatürk’ün Büyük Söy-
lev’i konusunda yapılan açık oturumu, Prof. Re­
şat Kaynar aşağı yukarı şu sözlerle bitirdi:
«Atatürk’ün gaflet, dalalet ve hatta hıyanet
saydığı Cumhuriyti layiklikten uzaklaştırmak,
ulusal devleti dinî devlet yapmaya çalışmaktır.»
Gaflet, dalalet ve hatta hıyanet! Evet, Türki­
ye Cumhuriyetini ulusal devlet çizgisinden ayırıp
dinsel devlet yapmak ancak bu sözcüklerle tanım­
lanabilir. Cumhuriyetin elli dördüncü yılında bü­
tün bu gerici düşünceler, yalnız hortlamakla kal­
mamış, açık açık savunulur olmakla kalmamış,
birtakım yöneticilerin eliyle, etkisiyle uygulan­
maya, gerçekleştirilmeye bile başlanmıştır.
Bugünkü durum çok acı ve ciddidir. Elli dört
yıl sonra Türkiye’yi gerilik ve çağdışılık uçuru­
muna getirenler bu ülkenin, bu ulusun dostlan
değildirler elbet Osmanlıyı batıran, küçük düşü­
ren, bozgundan bozguna sürüklenmesini sağla­
yan ne gibi gerilikler, aptallıklar, akla, kafaya,
düşünceye ters tutumlar, işler varsa; hepsi hort-
latılmıştır. Bir yandan şeriatçılık akımlan, bir
yanda ırkçılık, turancılık eylemleri almış başını
gidiyor! Ne dizginleyen var ne tutan, ne önleyen!
Bu akımların önde gelen temsilcileri köprü başla-
nm tutmuşlar, bütün bu gerilemelere seyirci kal­
makla yetinmiyor, destekliyor, yüreklendiriyorlar
da aynca..
Son yıllarda her ulusal bayramda, Atatürk’ün
bize armağan ettiği bütün bu unutulmaz günler­
de, acı mutsuz, şeyler yazıyorsak, işte bundan...

136
Eğitimde «birlik» ilkesi çoktan rafa kaldırılmış,
eğitimde ulusal olmak, uygar olmak, uygarlığın
gereklerini yerine getirmek, çağdaş kültü­
rü özümseten çalışmalar yapmak bir yana itil­
miştir. Dinsel bir toplum, bir devlet kurmak iste­
yenler bir yanda, ırkçı, turancı, nerdeyse faşist
bir toplum kurmak isteyenler bir yanda, günü­
nü gün etmek özleminde olanlar bir yanda... Bü­
tün bunlan görüp, anlayıp, karşı çıkanlarsa se­
çimlerde tam çoğunluğu elde edemiyorlar bir tür­
lü!... Demokratik yollar, yöntemler uygulayaca­
ğız diye otuz yıldır sağa, aşın sağa ödün vere ve­
re, halkımızı da bu ödünlere alıştıra alıştıra, bu
duruma geldik. Bugün yann seçimle, halk oyuy­
la, demokratik yöntemlerle ilerici düşünceyi,
gerçek halkçılığı, Atatürk’ün devrimci özlemleri­
ni gerçekleştireceğiz diye bekliyoruz büyük bir
sabırla...
Türkiye’de yayınlanan gazetelerin yandan
çoğu Atatürk’ün yanm yüzyıl önce ortaya koy­
duğu öğütlere, ilkelere, temel kurallara aykm
bir çizgidedir. Yine bugün, iktidarda olan politi­
kacılar başta olmak üzeer, siyasal partilerimizin
büyük bölümü de Mustafa Kemal Atatürk’e ters
düşen bir yoldadır. Atatürk’ün dediği gibi «her
şey bitmiş değildir», önemli olan bu eksikleri,
yanm kalmış işleri, atılından tamamlamaktır.
Sürekli bir devrimden yanadır, Atatürk. İlle de
onun yaptığını, dediğini noktası noktasma uy­
gun yapacak, uyacak değiliz, onu aşacağız, daha
ileriye, daha olumluya doğru. Atatürk de bunu
istiyordu, bunu, özlüyordu, gelecek kuşaklardan
bunu bekliyordu. Oysa bugün, durum onun de­
diklerini, yaptıklarını kökünden silip yok etmek

137
niyetleriyle, istekleriyle, hevesleriyle uğraşan bir
politikacı yığını var. Bunların etkisine kapılmış
milyonlarca insanımız da...
O, uygar bir Türkiye, bir toplum, bir ulus
yaratmak çabasmdaydı. Uygarlık öncüsüydü.
Çağdışı anlayışları ezdi, sildi, toplum dışına attı,
ama o kötü tohumlar gizli gizli boy attılar. Ata­
türk’ten sonar gelen yöneticiler göz yumdu o kö­
tü tohumların yetişmesine. Bugün o kötü tohum­
ların meyveleri zehirliyor toplumumuzu. Ata­
türk büyük bir inançla «Türkiye Cumhuriyetini
kuran Türk halkı uygardır. Tarihte uygardır, ger.
çekte uygardır Fakat ben sizin öz kardeşiniz, ar­
kadaşınız, babanız gibi size diyorum ki, uygarım
diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı fikriyle, düşün­
cesiyle, anlayışla uygar olduğunu kanıtlamak ve
belirtmek zorundadır» diyordu Elli yıldan çok
geçti bu sözlerin söylenmesinden bu yana... Gel­
dik, bir gerilik, bir çağdışılık çıkmazına girdik.
Uygarlık, çağdaş uygarlık, çağdaş kültür yerine
bizleri Ortaasya’lara, Arap çöllerine, yüzyıllar ön.
cesinin yaşamına, kafasına, ilkelerine sürükle­
mek istiyorlar şimdi...
Ama Atatürk, yenilmez bir güçtür.. «Gaflet,
dalalet ve hatta hıyanet» çizgisindekileri er-geç
ezmesini bilir. Cumhuriyetin 54. yıldönümünde
bunu bir kez daha anımsatmakta yarar var.»

«BİR YILDÖNÜMÜ: KUBİLAY»(»)


Bugün, dinsel «irticaın» yıl]ar önce Menemen,
de, yedek subay Kubilay’ı testere ile kestiğinin
yıldönümüdür. Bu önemli yıldönümü dolayısiyle

(21) Melih Cevdet ANDAY, 23 aralık 1977

138
Çağdaş Yayınlan «Menemen Olayı ve Kubilay»
adlı bir kitap yayımladı. Kitabı hazırlayan Ke­
mal Üstün, şehit Kubilay’m arkadaşı, olay günü
Menemen’de gördüklerini anlatıyor. Bu bakım­
dan «Menemen Olayı ve Kubilay», «irtica» kav­
ramı üzerine kaleme alınmış değil, tarihsal bir
belge niteliğinde derlenmiştir. Bununla birlikte
Kemal Üstün, o günün havasını vermek amacı
ile kanlı olayın basındaki tepkilerini, gericiliğin
(irticaın), gizlii, açık nedenlerini de olayın öykü­
süne katmayı savsamamış, iyi de etmiş. Neden
derseniz, unutan bir toplumuz biz. Bir toplumun
unutkanlığı ise, ne yapalım ki onun tarih bilin­
cinden yoksunluğu demektir. Nitekim gericiliğin
yeni biçimlerde nasıl ortalığı kasıp kavurduğunu
görmek için, içinde bulunduğumuz olaylara bir
göz atmak yeter. Öyle ki, geçmişin gericilik olay­
larından hiç ders alınmamış diyeceği gelir kişi­
nin. Bu konuya yazımın sonunda bir daha gele­
ceğimi sanıyorum. Burada Menemen olayının
öyküsünü ayrıntıları ile gözden geçirmekle işe
başlayalım, bilmeyenler öğrensin diye.
Dördünün adı Mehmet, ikisinin Haşan olan
altı yobazdan en yaşhsı Derviş Mehmet «meh-
dilik» savındadır. Mehdi demek, Allah tarafın­
dan hidayete erdirilen kişi demektir. Ayrıca kı­
yamet gününden önce gökten inerek bütün in­
sanları mutluluğa kavuşturacak olandır. Neyse...
Derviş Mehmet ve yaşlan on sekizi bile bulma­
yan iki Haşan, Manisa'nın bir köyünde, dağda
kurduklan bir çardakta günlerce âyinlere dal­
mışlar, tarikat mensuplan ve şeyhleri ile ilişkile­
rini sürdürmüşlerdir. Derviş Mehmet bu süre
içinde onlara esrar içirerek akıllarını başlann-

139
dan alma, tasarladığı yöne onları sürükleme ça­
basındadır. Mehdi olarak ortaya çıkmış olan
Mehmet, İstanbul’da Erenköy’de bir köşkte otu­
ran seksen dört yaşındaki nakşibendi şeyhi Esat’
m güvendiği ve öne sürdüğü müritlerdendir.
Dördü silahlı, altı kişilik şeriat çetesi 23 aralık
1930 sabahı erkenden Menemen’e gelirler ve
doğruca çarşı içindeki Müftü Camisine girerler.
Camide sabah namazı için gelmiş sekiz on kişi
vardır. Mer şeyden habersiz ibadet etmekte olan
bu kimseler camiye yapılan silahlı baskından
şaşkındırlar. Derviş Mehmet oradakilere kendi­
sini Mehdi olarak tanıtır, dini kurtarmağa geldi­
ğini ileri sürer, camideki yeşil bayrağı aldıktan
sonra, sınırda yetmiş bin kişilik Halife ordusunun
beklediğini, öğleye kadar şeriat bayrağı altında
toplanmayanların kılıçtan geçirilecekleri tehdidi­
ni savurur. Bundan sonra zorbalar Belediye ala­
nına yönelirler. Orada yeşil bayrağı dikerler.
Sonra bayrağm çevresinde dönmeye, tekbir ge­
tirmeye, zikretmeye başlarlar. Şapka giyenlerin
kâfir olduğunu, yakında yine fes giyileceğini, şe­
riata dönüleceğini, kendilerine kurşun işlemeye­
ceğini haykırarak durdurmaya çakşırlar.

Alan çevresinde, sokak başlarında toplan­


maya başlayanlar şaşkm, korkulu gözlerle onları
izlemektedirler. Bu arada durumu haber alan
jandarma komutanı alana gelir. Silahlı yobazla­
rın aşırılığını görüp hükümet konağına gider.
Alay komutanına telefon ederek askerî birlikten
yardım ister. Kışlada asteğmen Kubilay’a görev
verilir; Asteğmen Kübilay takımı ile yola koyu­
lur, fakat kendisinde silah, erlerde mermi yok­

140
tur Çünkü talime çıkmak üzeredir.
. Kubilay çarçabuk olay yerine gelir, asker­
lerine süngü taktırır, sonra tek başına ilerler, yo­
bazlardan teslim olmalarını ister. Bu sırada yo­
bazlardan biri ona ateş etmiştir bile, subay ya­
ralı olarak yere düşer. Çevredekiler, uzaktakiler
hızla dağılırlar. Subay doğrulur, yakındaki cami
avlusuna doğru koşmaya başlar, ama yürüyecek
durumda değildir, yığılır oracığa. Bunu gören
Derviş Mehmet, yeşil bayrağın dibindeki torba­
sından testere ağızlı bağ bıçağını alır, arkadaş­
larından biri ile cami avlusundaki yaralı subaya
doğru saldırır. Kısa bir boğuşmadan sonra Ku-
bilay’m başını gövdesinden ayırır. Bununla da
kalmaz, avuç avuç kan içer, saçlarından yakala­
dığı başı sallayarak alana döner. Başı yeşil bay­
rağın tepesine geçirmek isterler. Baş durmaz.
Derviş Mehmet silah zoru ile bir ip buldurur,
bağlarlar kanlı başı direğe. Bu sırada bir mahalle
bekçisi silah seslerini duyarak oraya gelir, işe
karışmak isterse de, yobazlar onu öldürüler, ar­
kasından bir başka bekçi daha... O da öldürülür.
Alay Komutanına yeniden haber gönderilir. Bu
kez alana bir makineli tüfek birliği gelir. Teslim
olmayan katiller ateşe tutulur. Derviş Mehmet,
Sütçü Mehmet, Şamdan Mehmet delik deşik edi­
lir.
15 Ocak 1931 perşembe günü kurulan Askerî
Mahkeme, kırk kişiyi salıvermiş, 27 sanığı beraat
ettirmiş, 41 suçluyu çeşitli hapis cezalarınn, 36
suçluyu da ölüm cezasına çarptırmıştır.
Yazar Kemal Üstün, bu korkunç olayın ne­
denleri üzerine de eğilerek, başlıca «cehalet» ile
«çıkarcılık» öne sürüyor. Onun görüşüne göre

141
cehalet, çıkarcılar için her zaman işe yarar bir
bozgunculuk gücünü hazır bulundurur. Demek
bir gercilik olayım tanılamak için bu iki nedeni
bir arada düşünmemiz, çıkarcılar çevresi ile ka­
ranlık kafalar arasındaki ilişkiyi saptanımız ge­
rekmektedir. Bilindiği gibi, 18 Ock 1930’da Cum­
huriyet Halk Partisi’nin karşısında br part daha
kurulmuştu. Serbest Cumhuryet Fırkası. O za­
man burjuva sınfınm çıkarları mı sarsılmıştı ki
buna gerekseme duyuldu? Kuruluşundan üç ay
sonra Atatürk’ün buyruğu ile kapatılan bu par­
ti çevresine toplanmış kimi çıkarcılar, kendileri­
ne yandaş olarak dinsel gericiliğ alma yolunu
tutmuşlardı. Ekonomik gericilik ile dinsel geri­
ciliğin birleşmesi. Uzun uzun tartışılması gereken
bu konunun özündeki sorun, ilerleyen ekonomik
güçlerin dinsel gericilikten yardım bekleme ni­
teliğinde olup olmadığı sorunudur. Başka bir de­
yişle yükselme sürecindeyken burjuva sınıfı, böy:
le bir yardımı hiç de gereksemez. Serbest Cum­
huriyet Fırkası’mn, yurt ekonomisine vermek is­
tediği biçim, bir komprador burjuvası yetiştır­
mak amacına yönelikti. Bunu, özdeş yolu tutan
bugünkü burjuva partilerine bakarak doğrulaya­
biliriz. Geri kalmış Batı kapitalizminin etki çev­
resindeki bir ülkede liberal ekonomi başka neye
yarayabilirdi ki! «Batı taklitçiliği» sözünü bu an­
lamda yorumlamalı. Sömürgeleri olmadığı için
gerekli kapital birikimine varamamış ülkelerde
liberal ekonomi yandaşlığı başka nasıl değerlen­
dirilebilir?
Menemen cinayetinin tüyler ürpertici ayrın­
tıları, gerçi onun örnek bir yobazlık olayı oldu­
ğu gerçeğini hiç bir kuşkuya yer bırakmayacak

142
biçimde tanıtlamaktadır; ancak Osmanlı tarihin­
deki benzer olayların, özellikle son yıllarda uğ­
radığı yeni yorumlar şaşırtıcıdır. Bu yorumlara
göre, Osmanlı tarihinin dinsel «irtica« olarak ad­
landırılmış başkaldırı eylemleri gerçekte birer
halk hareketidir. Bu düşünceyi ileri sürenler, ya­
nılmıyorsam, bundan yalnızca Şeyh Bedreddin
hareketini ayn tutmuşlardı. Onlara göre, Os­
manlI yönetimi «ileri» idi, böylece ona karşı olan
her eylem «gerici» sıfatını alacaktı. Kabakçı Mus­
tafa, Patrona Halil gibi başkaldırı olayları ise,
ileri olan Osmanlı toplumunu Batıya benzetme­
ye kalkan yenilikçilere karşı yapıldığı için «ileri­
ci» sayılmalı idi. Başka bir yazıda yeniden dön­
mek üzere, bu konuyu, şimdilik burada bırakı­
yorum. Biz yine gelelim yeni kitabımıza.
Bu yıldönümünde, uzun uzun düşünülmesi
gereken, Menemen olayının nerdeyse unutuldu­
ğu, belki de unutturulduğu konusudur bence.
Başta da yazdığım gibi, bizim tarihsel bellekten
yoksun kişiler olmamızdan mıdır bu yoksa «geri­
cilik» sorununa değinilmesinin kimi çevrelerce
istenmemesinin sonucu mudur?

«O YILAN! EZMEK!» (22)

Önce «Menemende Kurbanlar» başlıklı şu ya­


zıdan birkaç parçayı okuyalım:
«Bundan 47 sene önce Menemen’de Batıcıla­
ra göre bir «irtica hadisesi vuku bulmuştur... İş­
te inkılapçı mantığın bize aktardığı hadise bu-
dur. Daha doğrusu onlarca hadisenin ifade şekli

(22) Oktay AKBAL. 31 aralık 1977

143
bu şekildedir. Önce insan bu Menemen hadise­
sinde anlatılanlara güler. Çünkü aklın alacağı bir
şey değildir. İşin aslı inkilâp mantığına uygun
bir şekilde tertip edilmiş bir senaryodur. Memle­
kette terörün estiği bir devrede aklı başında hiç
kimse bile bile kendini ortaya atmaz... İnkılâp
adına binlerce insan hayatını kaybederken bir
tek Kubilay için devlet ayağa kalktı ve işte dah-
li var diye binlerce masum insan toplanmıştır...
Nitekim korkulan şeriat, hilafet ve İslâm oldu­
ğu için bu hadiseyi büyüttüler ve hükümet baş­
kanı İsmet Paşa olanca zehrini kusarak CHP gru­
bunda bu mesele üzerinde konuşmuştur... Kuru­
lan Divanı Harp sanki harp hali varmış gibi 20
kişinin idamına karar vermiştir. İdamlarda
Nakşi şeyhlerinin toplanması ve bunlardan çoğu­
nun idamı dikkat çekicidir. Hele Melâmi Dergâhı
Şeyhi Erbilli meşhur Şeyh Esat Edefendinin İs­
tanbul’dan alınıp idam edilmesi bu hadisenin ka­
ranlık ve hesaplı bir vak’a olduğunu gösterir.»
Yazı şöyle bitiyor: «İşte bu hadisenin yıldönü­
münden ilham alınarak cuma akşamı eğer deği-
şilik olmazsa TV’de bir program gösterilecektir.
Çünkü korkuyorlar, çünkü pireleri hâlâ dev ya­
pıyorlar. Çünkü hâlâ yaptıklarından doymadılar.
Çünkü başka sermayeleri kalmamıştır.»
Adı «yeni» ama anlamı eskinin eskisi, çağlar
gerisinin özlemleriyle yüklü bir gazete, bir yazar
Menemen olayını işte bu satırlarla «anmakta­
dır! Karanlık bir iş. Batıcılara göre bir irtica ola­
yı, gülünecek bir durum! 23 aralık 1930’dan tam
kırk yedi yıl sonra, Menemen’de ezilen yobaz ka­
fasının hortladığına kanıt... Ekilen tohumlar ye­
şermiş, boy atmış, ürün vermiş. «Demokrasi» adı*

144
na gösterilen yanlış bir höşgörünün sonuçlan.
Nitekim Menemen olayındaki vahşet olayı da
Atatürk’ün çok partili siyasal düzene geçiş özle­
miyle kurdurduğu Serbest Cumhuriyet Fıkrası­
nın uyandırdığı güven havasiyle patlak vermiş­
ti. 1945’ten bu yana geçen otuz iki yıl içinde baş­
ta CHP, sonra DP, ardından AP ve MC'lerin ko­
ruduğu geliştirdiği gerici akımlar Türkiye’yi bu
çizgiye getirmiştir.
Şu dünyanın işine bakın siz! 1930’da Mene­
men olayı üzerine basında çıkan yazılar arasın­
da Necip Fazıl’ınki de var. Yalnız gazetede ya­
yınlanmakla kalmamış, bu güzel ve ilginç yazısı-
sını 1933’de çıkan «Birkaç Hikaye Birkaç Tahil»
adlı kitabına da almış. Tabii bir daha da basıl­
mamış bu kitap! Kitaplıklarda ararsanız bulabi­
lirsiniz. Açın 73. sayfayı, okuyun: «İrtica yatağı­
mızın başucundaki bir suya karıştırılan zehirdir.
Kubilay’ın katli. Derviş Mehmet’in Menemen ka­
pılarına sokuluşu gibi uykumuzu bekler ve ayak­
larının ucuna basa basa gelir... Sinsi sinsi deliği­
ne çekilen kara yılan şöyle ıslık çalıyor: Bana
tabiî ömrün ne kadarsa burada bitip geber diye
bir delik gösterdin. Ben bu delikte duramıyorum.
Beni taşla ezmedikçe, gazla yakmadıkça, külümü
yele vermedikçe sana rahat haram olsun! Onun
bu son dileğini olsun yerine getirelim.»
Bu satırları yazan kişi, aradan on beş yirmi
yıl geçtikten sonra din devleti kurmak ülküsü­
nün bayraktarlığını yapıyor, dergisiyle, yazıla­
rıyla Atatürk Devriminin bütün yapıtlarım yık­
maya çalışıyor, gerici, çağdışı bir akımın öncü­
sü oluyor!

F : 10 145
Evet, biz «Batıcılar, biz Atatürk devrimcileri
Menemen olayının 47. yılında TV’lerde, gazete­
lerde, dergilerde, törenlerde kimi okullarda Ku-
bilay’ı andık. Devrim şehidi Kubilay’ın ardmdan
o devrimler için, o devrimleri ilerletmek, geliş­
tirmek için nice Kubilaylar şehit verdik, veriyo­
ruz. Bir simge insandır Kubilay. İnandığı devrim
uğruna gerici yığınların üstüne yürümenin unu­
tulmaz örneğidir. Varsın, sağdaki ve soldaki — o
nasıl olsa, bilmiyorum! — kimi kişiler, Menemen
olayı ile, yumurtalı Menemen’i birbirine karıştır-
smlar! Varsm yeni devir’e seslendiklerini sanan
çağdışı kafa sahipleri «çünkü korkuyorlar, baş­
ka sermayeleri kalmadı» desin, Kubilay bir anıt
insan olarak kuşakların belleğinde kalacaktır.
Menemen olayı üzerine «Gazi Mustafa Kemal» in
söylediği şu sözler her devrimcinin, çağdışılığa,
gericiliğe karşı direnen her yurttaşın yüreğinde
yaşamaktadır. «Kubilay, temiz kanı ile Cumhu­
riyetin hayatiyetini tazelemiş ve kuvvetlendir­
miş olacaktır...»

Kubilay’m yakın arkadaşı Kemal Üstün


«Menemen Olayı ve Kubilay» adlı kitabında bu
korkunç olayı ayrıntı!arıyle bugünkü kuşakların
gözleri önüne sermiştir. Bu belgesel yapıt, Ku­
bilay’m ve Menemen Olayının gerçek yüzünü
aydınlığa çıkarmaktadır. Genç Cumhuriyete yö­
nelmiş olaydan sonra 1930’ların devrimci ozanı
Necip Fazıl «İrtica» denen canavarı şöyle konuş­
turmamış mıydı: «Beni ezmedikçe rahat sana
haram olsun».. Biz de devrime yönelecek her
davranışı yok etmekle görevliyiz. Biz, siz, hepi­
miz.

146
ATATÜRK DİYOR Kİ:

«... Her yararlı ve yeni şeye karşı mutlaka bir


kuvvet çıkar. Buna bizim dilimizde (İRTİCA) derler.
İşte bu irticaın yok edilmesi için gerekli tedbirleri ön­
ceden almak lâzımdır.»

«Taassup cehle istinat eder. Taassubu olan cahil­


dir.»

«Fe'tv ile yahut şu, bu gibi telkinlerle milleti irti­


caa sevketmek istiyenlerin yeri zindan olacaktır.»

★■

«Bizim dinimiz en akla uygun, en tabiî bir din­


dir. Ve ancak bundan dolayıdır ki, son din olmuştur.
Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve sağdu­
yuya uygun olması lâzımdır.»

kahrının buyruğu, çok çalışmaktır. İtiraf ederim


ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan zi­
yade çalışmaya mecburuz.»

«Yüz, ikiyüz, hatta bin yit önceki hutbeleri oku­


mak insanları cehalet ve gaflet içinde bırakmak de­
mektir.»
*r
147
«Artık bizim, dinin gereklerini öğrenmek için sun­
dan bundan derse ve akil hocalığına ihtiyacımız yok­
tur.»


«Her sarıklıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sarık­
la değil dimağ iledir.»
1923
*

«Yeryüzünde üçyüz milyondan fazla İslâm vardır.


Bunlar ana, baba ve hoca terbiyesiyle terbiye almak­
tadırlar: Fakat maalesef hakikat şudur ki, bütün bu
milyonlarca insan toplulukları şunun veya bunun esa­
reti altındadırlar. Aldıkları manevî terbiye ve ahlâk
onlara esaret zencirini kırabilecek vasıfları verme­
miştir, veremiyor. Çünkü, terbiye gayeleri millî değil­
dir.»

«Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına alet ol­


maktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, ken­
dilerine başka taraflarda sahne arasınlar.»
1924

' ★
«Fikir ve idrak sahibi olduğunu büyük hâdiseler­
le ispat etmiş olan bu millet, Allahın gölgesi, Peygam­
berin vekili olduğunu iddia küstahlığında bulunan Ha­
life ünvanındaki gafillere, cahillere, riyakârlara vata­
nında, vicdanında yer verebilir miydi?»


148
«Şimdiye kadar mîlletin dimağım paslandıran,
uyuşturan zihniyette bulunanlar olmuştur.» ■

«Artık bugün hayat ve insanlık ictiplan putun ger­


çekliğiyle ortaya çıkınca safsatalar, boş inanlar kafa­
lardan çıkmalıdır. Hergün yükselmeye ve gelişmeye
istidatlı olan ulusumuzun toplumsal ve yaradılıştan
gelen devrim adımlarım kısaltmak isteyen engeller
mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.»

■ «Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlenn, çelebi­


lerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve
falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacılara talih
ve hayatlarını emanet eden insanlardan meydana ge­
len kütleye medenî bir millet dite bakılabilir mi?»

«Ölülerden yardım ummak, medenî bîr cemiyet


için lekedir.»

-★

«Ey millet, biliniz ki; Türkiye Cumhuriyeti şeyh­


ler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz!
En doğru en hakikî tarikat, medeniyettir. Medeniye­
tin istediğini yapmak, insan olmak için kâfidir.»

.149
birbirimize vereceğimiz işaret: İLERİ! İLERİ!
DAİMA İLERİ!...»
1925

«... Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil


kanda mevcuttur.»
1927

eKubilay, temiz kant ile Cumhuriyetin hayatiyeti­


ni tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.»
1930

«Türk genci, devrimlerm ve rejimin sahibi ve bek­


çisidir.»
1933

150
Kitap İçin; <*)

Sayın ürû. Prof. Dr. Hıfzı Veldet VELÎDEÛEÖĞLU’-


nun ölektubü:
İstanbul, 31 Ocak 1971

Sayın Kemal Üstün,

«Devrim Şehidi Öğretmen Kubilay* başlıklı güzel


kitabınızı ve nazik kartınızı aldım, yürekten teşekkürle­
rimin kabulünü riea ederim.

Kubilay’m şehit edilişinin 40. yılında böyle bir eseri


yayımlamak, o eserde Kubilay bibliyografyasını topla­
mak ve ayrıca çeşitli yazarların konu ile ilgili pasajları­
nı bir araya getirmek, yalnız şehit bir meslektaşımızın
hatırasını yaşatmak bakımından değil, Türk Devrimini
canlı olarak ayakta tutmak, gerçek Atatürkçülüğün yo­
lundan ytirümeki aziz yurdumuzu yobazların Ve öteki
şer kuvvetlerinin saldırısına »arşı uyarmak bakımların­
dan da, çok başarın ve yerinde bir iş olmuştur; sisi teb­
rik ederim.

TÜrklyemizin yükselmesi yolundaki çalışmalarınızın


başarı ile devamını diler, saygı ve sevgilerimi sunarım.

H. V. VEDİDEDEOĞLU

(*) Kitap, Kubilay *ın 40. yıldönümü anısına DEVRİM


şeHidİ öğretmen KUBİLAY adıyla ilk kez ı«o
de yayımlanmıştır.

151
Sayın Prof. Bülend Nuri BSEN’in mektubu:

Ankara, 30 Nisan 1971

Çok sayın Atatürkçü kardeşim,

Lütfettiğiniz nefis eseri alalı hayli zaman oluyor.


Okuyup da teşekkür edeyim, demiştim. Ondan geciktim.
.... Üsliibu ile de, tertibi ile -de,. taşıdığı ruhla da, getir­
diği ibretlerle de pek güzel olmuş. Ellerinize sağlık. . ..
Elbet bu vatanı yücelteceğiz. Himmetiniz var olsun.

B. N. ESEN

Sayın Doç. Dr. Bahriye ÜÇOK’un mektubu:

Ankara, 19 Kasım 1976

■ Yazar Kemal Üstün,

- Devrim şehidi Kübilay hakkında yazmış olduğunuz


değerli yapıtınızı aldım.
Devrimlerimizi korumak için canım feda eden bu
. örnek idealist öğretmenin yaşamım ele almamzdan do­
layı sizi hem kutlar hem de teşekkürlerimizi bildirmek
isterim.
Atatürk devimlerinin yılmayan savunucusu olan si­
zi, içten saygi ile selamlarım. •■.
B. ÜÇOK

1950’lerde Öğretmen Okulu öğrencilerimden —mes-


lekdaşım— Eteni SARI’mn mektubundan da şu bölümü
alıyorum:

152
«... Askerliğimi Menemen Özel Taburunda yaptım.
Devrim Şehidi Kubilay’ın ve sizin kokladığınız o havayı
ben de doya doya tattım. Anıttaki yazıyı, bir devrim
savaşçısı, inanmış bir Atatürkçü olarak varlığımın ta de­
rinliğinde duydum.
Menemen Olayını sizden dinlemiştik önceleri.. Bir
23 aralık günü, olayı tüm öğrencilere anlatmıştınız; oku­
lun toplantı salonunun sahnesinden.. Devrim ve Atatürk
düşmanlarının saldırılarına yılmadan göğüs germemizi
öğütlemiştiniz bizlere. İnanınız ki, o sözlerinizi bir an
hatırımızdan çıkarmadık. Doğu’da Zeki Dündar, Mene­
men’de Kubilay, Nevşehir’de İbrahim Çiftçi ve daha baş­
kaları bizler için Atatürk Devrimlerinin örnek savaşçı­
ları oldular...»
Duygularım, düşüncelerini yansıtan mektuplar, ga­
zetelerde ve dergilerde yayınlanan yazılar...

153
KUBİLAY İÇİN YAYINLANAN
KİTAPLAR

• Şehit Kubilay
Kan. Demir
Kanaat Kütüphanesi, İstanbul - 1931

• Kubilay’ın Mezarında
Emin Abalı
Ege Kitabevi, İzmir - 1937

• Kubilay
l Mustafa Baydar
İzmir Matbaası, 1954
Tarihte Türk Kahramanlan Serisi No. 20

• Kubilay Destanı
Rahmi Dönmez
Ayyıldız Matbaası, Ankara - 1961

• Öğretmen Kubilay ve Uydurma Mehdi


Celâl Kırhân
Sıralar Matbaası, İstanbul - 1963

• (Kubilay Destanı
Fazıl Hüsnü Dağlarca
Kitap Kitabevi yayınları, İstanbul - 1968 .

• Kubilay, Menemen Olayı


Fuat İşhan (Tiyatro Sanatçısı)
Bu yapıt 23 aralık 1972’fle TRT’de yayınlanmış;
1973’te İstanbul Harbiye ve Üsküdar Şehir Tiyatro­
larında sahneye konmuştur.

• Ve ölüm yıldönümlerinde gazetelerde, dergilerde ya­


yınlanan yazılar, şiirler...

İS5
SÖZLÜ K

Abide : Anıt.
Aksam : Kısımlar, bölümler.
Anarşi: Kargaşa, kargaşalık, başsızlık. .
Asi: Baş kaldırıcı, isyan eden.
Batıl: Doğru ve fraklı olmayan,, çürük, temelsiz.
Batıl itikat: Dinde yeri olmayan, boş inan.
Canhıraç : Yürek parçalayan, iç tırmalayan, acı.
Caiz : Din, yasa, töre ya da başka bakımdan işlenmesin­
de, yapılmasında çekince olmayan, yapılıp işlenmesi­
ne izin verilen, uygun, yerinde sayılan/
Cevaz : Yasa ya da törenin Verdiği izin.
Derviş : Eskiden tarikatlardan birine girip yaşayışını o
yola uyduran kimse.
Divanı harbi örfi: Sıkıyönetim Askerî Mahkemesi.
Eskatoioji: İnsanın ve dünyanın sonunu, öbür dünyayı
anlatmaya çalışan Tanrıbilim kolu.
Eshabı Kehf : Dinsel kökenli efasne (Kehf : İn, mağara).
Esrar perdesi: Bir şeyin anlaşılmasını güçleştiren engel.
Fanatik : Bir din ya da düşünceye tutkuyla bağlı olan.
Fecaat: Pek acıklı, yürekler acısı durum.
Fisebilillah : «Tanrı yolunda» demek olup «hiç bir kar­
şılık beklemeden» anlairundat kullanılır.
Gaflet: Gafil olma durumu, aymazlık, dalgı.
Hayatiyet: Yaşama gücü, canlılık.
Hilafı hakikat '. Gerçeğe aykırı, gerçek dışı.
Hıyanet: Hainlik, kutsal sayılan şeylere el uzatma, kö­
tülük etme ya da karşı davranış; İhanet.
Hurafe : Boş inam....
Htisnükabul: İyi karşılayış.

156
Hüsran: Zarar, ziyan; beklenilen şeyin elde edilememesi
yüzünden duyulan acı, yokluk acısı, acı çekmek.
İbret: İnsanın gözünü açıp yanlış davranışlardan sakına
masını sağlayan olgu ya da bu gibi olgulardan alınan
ders.
İcraat: İş, görülen işler, çalışma sonuçları.
İğfal: Aldatma, ayartma, kandırma, baştan çıkarma.
İhmal ve terahi: Savsama ve boşlama.
İhtizar : Ölüme hazır olma, can çekişme.
İhtizaz : Titreme, deprenme.
İnfaz : (Bir yargıyı) Yürütme, yerine getirme.
İrtica : Gericilik, geri dönücülük..
İstihale : Biçim değiştirme.
İtikat: İnanç.
İzafe : (Bir şeye) Mal etme, bağlama.
Kâbus : Karabasan.
Kâşane : Büyük, süslü ve masraftan kaçınılmaksızın ya­
pılan yapıların görkemini anlatmak için kullanılır.
Kefaret: Bir günahı Tanrı’ya bağışlattırmak umuduyla
verilen sadaka ya da tutulan oruç. (Bir şeyin) kefa­
retini ödemek cezasını çekmek.
Kıyam : Ayağa kalkma, kalkışma, ayaklanma.
Kuvveden fiile : Düşünülen şeyi yapma.
Mağşuş : Karışık.
Mali hülya : Hayalperest, hayal dolu, kuruntu dolu.
Masiyet: İsyan, günah.
Meczup : Allah aşkıyle akimın dengesini yitirmiş kimse;
deli, sapık.
Mefhum: Kavram.
Mefsuh : Kaldırılmış, dağıtılmış, bozulmuş.
Mehabet: Heybet, ululuk, büyük görünmek.
Mehdi : On ikinci imam olup, Şii inancına göre, yaşa­
makta, ve kıyameti beklemektedir. (Sahib-üz zaman)
Meni Muhakeme: Yargılanmamak.
Meşbu : Dolmuş, dolu; doygun.
Meşime : Dölyatağı, son.
Methaldar : (Bir işte) parmağı olan.
Muska: Kimi hastalıkları ya da başka sıkıntıları gider­
diğine inanılarak üstta taşman, suda eritilip içilen,
yakılıp tütsülenilen yazılı kâğıt. Üçgen biçiminde kat­
lanmış olan şey.

157
Müfreze : Bir asker birliğinden ayrılan kol.
Mürteci: Gerici.
Müsellahen : Silahlı olarak.
Müşevvik : Ayartan, kışkırtan, önayak olan.
Müteellim : Acıklı, acıyan.
Nakşibendi: Nakşibendi tarikatında olan kimse.
Babıta : Bağlılık, birbirini tutma, tutarlık.
Safsata : Bilgiçlik. Boş ve temelsiz söz.
Salik: Girmiş, tutmuş.
Softa : Eskiden medrese öğrencisi; körükörüne bir dava­
ya bağlanıp ayak direyen kimse.
Suiistimal: Kötüye kullanma, yolsuzluk.
Şeamet: Uğursuzluk.
Şerik: Ortak.
Taassup : Bir düşünceye, bir inanışa körtikörüne bağla­
nıp ondan başkasını düşünememe durumu, bağnazlık.
Tahkikat: Soruşturmalar.
Tahsisat: Ödenek.
Tavsif : Nitelendirme, niteliklerini söyleme.
Teceddüt: Yenileşme, yenilik.
Teheyyüç : Coşma, heyecanlanma.
Tekke : Eskiden tarikat adamlarının toplanıp âyin yap­
tıkları yer.
Tekevvün : Oluş, oluşma, var olma, doğuş.
Tenzih : Arılama, (kusur) kondurmama.
Tevil: Başka anlam verme, zoraki anlam.
Ubudiyet: Kölelik, kulluk.
Ulvi : Yüce.
Unsur : Öğe, ilke, (Unsuru asli: Temel öğe).
Ümmet: Bir peygambere inananların topu.
Ümmi: Okuyup yazması olmayan.
Vahim : Ağır, korkulu, çok tehlikeli.
Yobaz: Din taassubunu (bağnazlığım) başkasını rahat­
sız edecek derecede ileri götüren, sataşkan kaba so­
fu. (Yobazlık: Yobazca da vramş)
Zikir: Anma, söyleme. (Bir tarikata bağlı olanlar için)
Tanrı’nın adını arka arkaya söyleme işi: Zikir çekmek.

158
İÇİNDEKİLER

Kubilay’ın Yaşam Çizgileri ................................................. 5


Önsöz 7
Yıl 1930, Anılar .................................................................... 9
Bir Başka Kubilay ............................................................. 31
Kubilay Anıtı .................................................................... 32
Menemen Türkocağı Beyannamesi ................................. 35
Gazi Mustafa Kemal’in Mektubu ...................................... 36
Menemen Olayı ve 1930 Basını ....................................... 38
Bir Belge ........................................................................... 54
Kubilay’m Oğlu Konuşuyor ............................................... 90
Babam Kubilay ................................................................... 96
Yıl 1970 ve 1971 ................................................................. 97
Derlemeler ....................................................................... 102
Atatürk Diyor ki ............................................................... 147
Kitap İçin Ne Dediler ......... ............................................. 151
Kubilay İçin Yayınlanan Kitaplar .................................. 155
Sözlük ............................................................................... 156
İçindekiler ........................................................................ 159

Arka dış kapaktaki fotoğraf :


Heykeltraş: Ratıp Âşir Acudoğlu

(1898 — 1957)

159

You might also like