You are on page 1of 56

#KAFKAOKUR

4 Frida Kahlo 32 Oyun


ÖZLEM GEDİZLİOGLU, Bir dağın içini ancak başka bir doğ bilebilir... HALİL BABİLLİ, öykü

Ah Frida! 3 3 Dünün Aynısı


8 Yanılsama ASLIHAN KELEŞ, Öykü

Kadınlık Çıkmazı 34 Kürk Mantolu Madonna


10 FEYZA ALTUN MERİÇ, Kadın Olmak Sabahattin Ali, Kitap Alıntı

Bir Mine Söğüt Röportajı 35 Tutunamayanlar


12 NERGİS SELİ, Röportaj Atay,
Oğuz Kitap Alıntı

4 Ç.ok Yaşa 36 Asfalt Ovalarda Gezen Pan


1 DiLAN BOZYEL, Anlam HAWA EMRE, Şiir Ele�tiri

5 3 3 8 Kütüphane Sahipleri Bilir


1 ALİHAN KAMIŞ, GÜLŞAH KÖKSAL ÇEKİCİ,
40 Milena'ya Mektuplar
Deneme llrıwıno

J6 SALİH SAMET GÜR,


ACZ
BURCU BARAZ, Kıılko

42 Sabahçı Kahvesi
rnnı
Cahil Zariloğlu

'Tohum'OLUS
18 KÜBRA M. BÜYÜKKIYICI, SILA MUTLU, Oykü

44 Döngü
Doneme

Dile Gelmissin İstanbul


19 MELİSSA KEÇELİ, EMRE AKSOY, öykü

46 Amelie
Deneme

Labirent Yolcusu
20 FİLİZ KORUR, GAMZE İYEM, Sinemo

4 8 Aylak Adam
OenenıP.

Dünyevi. Zevkler Bahçesi Hieronymous Bosch


22 EFKAN oGUZ, BERK İLERIAK,

Yuıııl Atılgıııı

5 Satranç (Stefan Zweig)


1111111

4 MADAK, UMAY, TEMELKURAN, ERDOGAN O OZAN KIRICI - DENİZ GÜL,


2 SÖZLER Kıtop ou llo

5 2 lnstagrom
26 FRIDA KAHLO
T�nrım kurtar beni!
Sizden gelenler

Anlamsızlıktan Umuda 5 3 �on Şeyler


28 SABANUR YILMAZ,
...

lncelonıo içerik adına

3 Yitirmeler Diyarı
O CEMAL TUZAK, Oyku 1 gökhan dem
31 Kum Saati
MERVE ÖZDOLAP, Deneme

Yazılarınızı, çizimlerinizi ve çalışmalarınızı editor@kafkaokur.com dr .ınclen bıze ulaştırabilirsiniz.

vVWl'V 1. ıli .ıııl ııı, ııll)

'1·"ıı.:ııı k<li�dı)k-111 fr1Lehooh er ·ı· ı.,,ı, ,,ı ,, tı ,ıı,·ı ,, kafkaokur. kafk.a .ı, ·ı'ılı ıom
KAFKA OKUR
Fikir Sanat ve Edebiyat Dergisi

Kafka • İki Aylık Edebiyat Dergisi


Sayı 4 • Mart - Nisan 201 5 8 TL

Frida Kahlo özlem gedizlioğlu sayfa 4
Frida, altı yaşında bir kız çocuğuyken babasıyla çıktığı bir gezinti sırasında ayağı ağa9
köklerine takılır ve büyük bir acıyla yere düşer. Bu olaydan sonra geçirdiği çocuk felcınin
ardından ona kalan; hafif topallayan çelimsız bir bacak, bedenine ve aynı zamanda
İmtiyaz Sahibi ruhuna saplanan ilk acı vardır. 'Tahta bacak Frida'; küçük yaşlarda çevresinin uydurduğu
Gökhan Demir bu takma isim, onun ilk mücadelesi olacaktır.

Editör
Gökhan Dem /gokhan@kafkaokur.com
Ozan Kırıcı Kadınlık Çıkmazı feyza altun meriç sayfa 1O

Düzelti Sonra "İşin mi çocuğun mu?" çıkmazına sokularak bir seçim yapmaya zorlanır ve seçimi
Fatih C�rrahoğlu ne olursa olsun fütursuzca yargılanır. Çalışsa kendisine surekli çocugunun ona ne kadar
Gamze iyem muhtaç olduğu hatırlatılır, çocuğuna bakmayı tercih etse yaşıtlarının hangi kariyerin
doruklarında olduğundan bahsedilir. Neticede gelinen nokta hep aynıdır; kadın üzülür ve
içine döner.
Kapak Resmi
Tülay Palaz
Erhan Cihangiroğlu /Arka Kapak
Bir Mine Söğüt Röportajı röportaj sayfa 12
illüstrasyonlar
H il al Kosovalı Yapı Kredi editörü, romanı okuyunca: "Mine, bunu biz basıyoruz." diyerek edebiyatımızı
Tülay Palaz deli hikayelere kavuşturuyor. "Eğer o gi,in editörüm, "bu olmamış" deseydi bir daha
Leyla Ozlüoğlu yazmazdım," diyor ve şöyle anlatıyqr: "lstanbul dışında her yer taşradır, eserinin
okuyucuyla buluşması bu anlamda lstanbul dışındaki her yazar içın zordur; ancak iyi
edebiyat sonunda değerini bulur." Bulduğuna ınanıyorum...
İletişim
editor@kafkaokur.com

Abonelik Anlamsızlıktan Umuda... inceleme sayfa 28


bilgi@kafkaokur.com
... Camus başkaldırmadan söz ederken amacı politik devrim değildir. Politik devrimin
insanlıktan çıkmış ve canavarlaşmış bir tarih anlayışının yanında olduğunu söylemiştir. Bu
Yayın Türü
devrimin soyut ve bi9imci istekleri karşısında insan mutluluğunun hiçbir dolaysız değeri
Yerel, Süreli Yayın yoktur. Başkaldırma ıse, tersine, doğadan yanadır. Toplumsal ve politik yönleriyle,
ınsanların çektikleri acılara karşı savaşmanın zorunlulu�unu ve aynı zamanda bu savaşın
Baskı bir sonu olmadığını kabul eden bir çeşit alçak gönüllüluktür.
Görsel Dizayn Matbaacılık Tic. Ltd. Şti.
Atatürk Bulvarı Deposite İş Merkezi
A5 Blok K:4 no:405 İkitelli OSB /
Oyun öykü sayfa 32
Başakşehir, İstanbul
Tel: (212) 671 91 00 "Dıkşın! Dıkşın!" "Grav! Grav!"
Faks: (212) 671 91 00 Selçuk siperine iyice yapıştı. Silahının demir kabzası uzun süredir elinde tuttu�undan
iyice ısınmıştı. Avucunu burnuna götürdü, pas kokuyordu. Yine bu paslı demirı aldım diye
Matbaa Sertifika No: 16269
kendine kızdı. Kafasını kaldırmadan siper olarak kullandığı sandalyenin üzerinden silahını
uzattı.
Dağıtım
Kültür Dergi Dağıtım
Tel: (216) 495 9044
Dünün Aynısı öykü sayfa 33
Tel: (216) 495 9045
Çayın demlenip demlenmediğini kontrol ederken gözü ellerine takıldı, tombul parmakları,
kirli tırnakları tıksinti verdi yüreğine . Sanki ayrı birer canlıydı elleri kendinden ba�ımsız. Bu
©Her hakkı saklıdır dünyaya hizmet etmek için gelmiş olanlar onlardı da Ayşe'yi kullanıyorlardı belkı de.
Bu dergide yer alan yazı, makale, Ellerim olmasa ne güzel olurdu diye düşündü, o zaman yemek de yapmazdı, evi de
fotoğraf ve illüstrasyonlar elektronik süpüremezdi. Hepsini annesinin yapması gerekirdi . Keşke, dedi Ayşe. Keşke ellerim
olmasaydı.
ortamlar da dahil olmak üzere yazılı izin
olmaksızın kullanılamaz.

Döngü öykü sayfa 44


Meydan artık sakindi. Vapur seferleri bitmiş, işten gelen veya akşam vardiyasına giden
insanlar çoktan kaybolmuştu. Bir süredir dudaklarında beklettiği sigarasını yaktı, karanlıkta
yanan tütünün cayırdamasını dinledi .
- 1 55
Özgecan için ...

......._ ___

Papatyalar ölmez bayım,


Papatyaları öldürürler. ..
//azkız
Bir dağın içini a ncak başka bir dağ bilebilir ...
- FRİDA KAHLO-

.. ..

YURUYEMEZSEM
DANS .

EDERiMi

Bir sanatçıyı en iyi başka bir sanatçı mı


anlamamalı? Veya bir kadını başka bir
kadın mı, daha da ilerisi; bir aşığı başka
bir aşık mı anlamamalı? Frida'nın serüve­
ninde, bunu kestirmek pek kolay değil.
Ama bu, bilmeceye dahil olmakla ya da
durumla duygudaşlık kurmakla ilgili olmalı
ve elbette, her ne kadar bu serüvende bir Frida bütün zıflıklaı ı ı ulıunda barındıran, çoğu kadının
yer bulsanız da kendinize, Frida'nın gözünd biı f nom n dönüşmeyi başarmış, imrenilecek bir kişilik
anlaşılamamasının veya bu yoldaki belir­
olma ınm ymııııda; trajik bir hayatın da başrol oyuncusudur.
gin tıkanıklığın sebebi; alışılagelmiş bir
ruha sahip olmadığı gerçegidir. Bu q r

Dogunıu /Gençlik Yılları "Chapultec'teki düşüşümle daha sonralan


çek, Frida'yla bir başkası anı ın clalrn ı
yaşadıklanm arasmda ne tür bir bağlantı
bir mesafe koyacaktır v hu m ·.. ıf , ıyırı
A ·ıl adı Magdelena Carmen Frida Kahlo kurulabilir, bilmiyorum. Ama kesin olan bir
aynı yüzün b::ıknrı ., v rıl ıl için, •,l1lrı
CALDERON olan ressam, 6 Temmuz şey varsa, o da acmm bedenime ilk kez o
için ve h tta n y·ıkınırıchki Dic qo lç ırı bil
1 907'de Meksika'da Casa Azul'da (Mavi gün girmiş olduğudur." der, Frida.
aynı uz klıktn olncaktır
Ev) dört çocuktan üçüncüsü olarak dün­
A lın bak. ı•·c.ınız b n de sizinle birlikte yaya gelir. Babası, Almanya'dan Mek­ Babası, kızları arasında en çok Frida' ya
1 ılcln Kahlo'yu biraz yaklaşıp onun yaşam sika' ya göç etmiş bir Macar Yahudisi, an­ düşkündür. Bunun sebebi öne çıkan ze­
rüv ninln tam ortasında bu içselleştir­ nesi ise damarlarında yerli kanı dolaşan kasının ve sağlık sorunlarının yanında, er­
m yi yapmayı deneyeceğim. bir Meksikalıydı. Ancak kendisi doğum keksi duruşu olabilir elbette. Frida, tam
tarihini, Meksika Devrimi'nin gerçekleştiği bir erkek çocuğu gibi yetişir. Bunun etki­
Frida Kahlo, her şeyden ewel yaramaz 7 Temmuz 1 91 O olarak ilan etmiş, yaşa­ siyle Kahla, genç kızlık çağında baba­
bir erkek çocuğu, aynı zamanda son anı­ mının modern Meksika'nın doğuşuyla sının kendisine olan güveni ve sevgisi sa­
na kadar pes etmeyen inatçı bir kız çocu­ başladığını kabul etmiştir. yesinde sadece erkeklerin okuduğu ve
ğu, mücadeleden yılmayan bir savaşçı ve dönemin en iyi eğitimini veren Ulusal Ha­
her düştüğünde daha dik kalkabilen asi Frida, altı yaşında bir kız çocuğuyken ba­ zırlık okuluna kayıt olan ilk kız öğrenci
bir ruh. O, her şeye rağmen, kendine rağ­ basıyla çıktığı bir gezinti sırasında ayağı olur. Bu okul, onu dönemin kültürel ve
men tutkulu bir kadın, bir sanatçı ve bir ağaç köklerine takılır ve büyük bir acıyla politik havasına çok yakınlaştıracak, sos­
aşık. yere düşer. Bu olaydan sonra geçirdiği yalist çevrelere karışmasına zemin hazır­
çocuk felcinin ardından ona kalan; hafif layacaktır. Ayrıca sanat, edebiyat, felse­
Frida bütün zıtlıkları ruhunda barındıran, topallayan çelimsiz bir bacak, bedenine feyle de bu okulda ilgilenmeye başlar Fri­
çoğu kadının gözünde bir fenomene dö­ ve aynı zamanda ruhuna saplanan ilk acı da.
nüşmeyi başarmış, imrenilecek bir kişilik vardır. "Tahta bacak Frida." küçük
olmasının yanında traj ik bir hayatın da yaşlarda çevresinin uydurduğu bu takma Kimilerine göre ateşli ve isyankar bir ko­
başrolüdür. isim, onun ilk mücadelesi olacaktır. münist, kimilerine göre feminizmin ikonu,

4 KAFKAOKUR
erkeksi bir ilahe. Belki de kimi zaman faz­ Frida'ya böyle bir düzeneği boşuna sun­ Fridanın eserleri, hayatını sürdürmesi için
la abartılara boğulmuş, 1 980'1erin popüler mamıştı. "Bu üzerime gelen aynamn gereken kazancı sağlamasa da ünü dün­
kültürünün patlattığı koca bir balondu. altında birden şiddetli bir resmetme arzu­ yanın dört bir yanına ulaşmıştı. Meksika
Evet, burada yine Frida ile aramızdaki su uyandı bende." der. Kazadan sağ çık­ City, Paris, Philadelphia, San Francisco
mesafenin sınırları anlam kazanıyor. ması bile imkansızken, bırakın yürümeyi, ve New York'ta sergiler açmış; sanatse­
Frida ihtiraslı ve çok üretken bir ressam verlerin yoğun ilgisiyle karşılaşmıştı.
"Kendi portrelerimi yapıyorum; çünkü ço­ olur. Üstelik çoğu zaman yatağındaki ay­
ğu zaman yalntzım ve en iyi bildiğim insan nadan yaptığı otoportrelerle herkesi ken­ Resimlerindeki ustalık, Breton dışında
da benim." der Frida KAHLO ki zaten re­ dine hayran bırakır. Bir bakıma da yatağı­ Picasso'nun da dikkatini çekmiş: "Biz,
simlerinde sadece kendini, kendi öz ya­ nın tavanındaki o haşmetli ayna, Frida'nın onun gibi insan yüzleri çizmeyi bilmiyo­
şamını anlattığının ayırdına varırız ve her deyimiyle gündüzlerin ve gecelerin cel­ ruz. " dedirtebilmiştir Picasso'ya.
resminde rahatlıkla okuyabileceğimiz bir ladı olur.
otobiyografisi vardır Kahlo'nun. Hat­ Frida, hayatı boyunca 143 resim
ta bu yüzden kendisini sürrealist akı­ yapmıştır, bunlardan 55 tanesi oto­
mın temsilcisi olarak görmez. Çünkü portredir. Buradan onun bir portre
eserlerinde bilinçaltının o istem dışı sanatçısı olduğu çıkarımını da yap­
imgeleri yerine tamamen bilinç mak mümkündür.
düzeyinde yaptığı gerçek yaşam ke­
Kahla yatağa hapsolmayı, kafasının
sitleri vardır.
tam üstünde duran ve belki de Fri­

Otobüs Kozası da'nın her anına tanıklık yapmış o


aynaya tüm gerçekliğiyle bakarak
Kahlo'nun traj ik gibi görünen yaşam daha da ilerisi orada kendine farklı
öyküsüne baktığımızda resim yap­ bir dünya yaratarak reddetmeyi ba­
manın onun için kaçınılmaz olduğu­ şarmıştır. Sanatçı, resimlerinde kendi
nu görürüz. O, resmi seçmemişti, re­ acılarını, ızdıraplarını, yalnızlığını, ça­
sim onu seçmişti. Şöyle ki Frida he­ resizliğini herhangi bir akıma dahil ol­
nüz 1 9 yaşındayken büyük bir trafik ma kaygısı gütmeden ve kendini hiç­
kazası geçirir. Eve dönerken bindiği bir kalıba sokmadan son derece
üstü açık otobüsün tramvayla çar­ özgür bir ruhla canlandırmıştır. Yaşa­
pışması sonucu trenin demir çubuk­ dığı döneme damgasını vuran Picas­
larından birisi Frida' nın sol kalçasın­ so, Matisse, Dali ve Duchamp gibi
dan girip leğen kemiğinden çıkar. Bu büyük sanatçılardan da etkilenmez.
elim kazayı Frida şöyle yorumlar: Ne kübizm ne sembolizm ne realizm
ne de sürrealizm onun sanatını ala­
"Tuhaf bir çarpışmaydı bu, şiddetli kadar etmez. Ancak resimlerinden
değil, ağtr ve yavaştı, herkesi sarstı. taşan içsel bir bağ, ortak bir tavır se-
İnsanın çarpışmanın farkına vardığı, zilir.
Kendi portrelerimi yapıyorum; çünkü
ağladığı doğru değil. Gözümden tek
çoğu zaman yalnızım ve en iyi bildiğim Onun resimlerinde sanat akımlarının
damla yaş akmadı ve demir çubuk,
İnsan da benim. hepsini görmek veya hiçbirini gör­
kılıcın boğayı delmesi gibi beni deldi
geçti." memek, Frida'nın resimlerindeki çal-
Resimleri Ve Sonatı kantılı ruh halinin en büyük çelişkisel kanı­
Evet, bu kaza Frida' nın deyimiyle haya­ tıdır.
tındaki ilk dönüm noktası ve hayatının ilk "Bir sürrealist olduğumu Andre Breton'la

kazasıdır. Bütün yaşamı korselerle, defa­ tamştıktan sonra öğrendim." diyen Kahla,
larca tekrarlanacak ameliyatlarla ve daya­ bunu hiçbir zaman kabul etmez. Ancak
nılmaz acılarla geçer. Ancak Frida, son Andre Breton, Frida'nın sanatını bomba­
derece güçlü ve boyun eğmeyen duru­ nın etrafındaki kurdele olarak tanımlamış­
şuyla ömür boyu yatağa hapsolmaz. tır. Breton sayesinde New York'ta sergi­
sini açar ve büyük ününü o vakit kazanır.
Şüphesiz, Tanrı da bunun farkındaydı ki

KAFKAOKUR 5
Frida KAHLO, ikinci otoportresini evlen­ Frida'nın resimleri kadar ün yapmış mek­
diği yıl yapar. (Eser, 2000 yılında bir Ame­ tuplarından biri:
rikalı koleksiyoner tarafından 5 milyon do­
lara satın alınmıştır.) Diego Rivera'ma. .

1 930'da Diego'yla beraber Amerika'ya Seni sevmeye başlayalı çok uzun zaman

gitti ve 1 933'te Rivera, aldığı duvar resmi oldu. Küçük bir kız çocuğu idim, seni

siparişlerini bitirinceye kadar eşiyle birlikte sevmeye başladığımda. Şimdi ise bedeni

orada yaşadı. Evliliklerinden iki yıl sonra çürümeye başlayan yaşlı bir kadmım.

bir düğün fotoğraflarından yola çıkarak Bütün bedenler çürüyor aslmda Diego'm.

"Frida ve Diego Rivera" adlı tablosunu Eskiyor bütün bedenler. Ama acı çeken

yaptı. San Fransisco Kadın Ressamlar yüreği var ise bir bedenin, daha hızlı

topluluğunun yıllık sergisinde sergilenen çürüyor o beden.Benim acı çeken bir

bu eser, onun bir sergide yer alan ilk tab­ yüreğim var Diego. Seni sevmeye

losu oldu. başladığım o günden beri, acı çeken bir


yüreğim var.
Kuşkusuz, Rivera çiftinin fırtınalı, inişli çı­
kışlı bir beraberlikleri oldu. Sağlık sorun­ Beni anlamadm demeyeceğim. Beni

ları nedeniyle bir bebeğini aldıran ve iki anladtn. Zaten en dayamlmaz acı buydu.

düşük yapan Frida, eşiyle 1 939'da ayrıldı. Sen beni anladm. Anladığm halde cammı
Diego
Ancak çok uzun sürmedi bu ayrılık ve bir yaktm Diego. Ben de seni anlamak

yıl geçtikten sonra yenici n barışan çift ev­ istedim. Tüm hayatımı, hayatımm her bir
1 929'da Komünist P arti'ye üye olan
l ilikleri süresince birbirlerini sık sık aldat­ zerresini seni anlamaya adadım. Sen
Frida, o dönemlerde sanatçı arkadaşı
tılar. Üstelik bıseksüel olduğu bilinen Fri­ nereye gittiysen, ben de gittim. Sen neye
T ino Modotti aracılığıyla hayatının ikinci
da'nın kadın birlikteliklerinin de sayısı az güldüysen ona güldüm. Sen kimi
büyük dönüm noktası olacak ve benzer
değildir. Çeşitli erkeklerle ilişkileri olan Fri­ sevdiysen onu sevdim. Hangi kadmla
yorumu kendisinin ' ikinci büyük kazam'
da, eşini en yoğun aldatışı Rus devri­ seviştiysen o kadmla seviştim. Bende
diyerek yaptığı ressam Diego Rivera ile
minin önde gelen isimlerinden Lev Troçki bulamadığtn ve başka kadmlarda aradığm
tanışır. Frida ona tablolarını gösterir ve a­
ile yaşamıştır. Troçki, Rivera'nın Meksika şeyi keşfetmek için, senin öptüğün
ralarında romantik bir ilişki doğar. Başta
Cumhurbaşkanından aldığı özel izin ile kadmlan öptüm. Dokunduğun kadmlara
ailesi olmak üzere tüm çevresinin karşı
1 937'de Meksika'ya gelmiş ve Frida' nın dokundum .. .
çıkmalarına rağmen kendisinden 21 yaş
evine yerleşmişti. Aralarındaki ilişkiyi T­
büyük olan 'Meksika'nın Michelangelosu' Senin sevmediklerini de sevdim ben
roçki'nin eşinin fark etmesi üzerine Frida,
dedikleri bu dev, çirkin ve kadın düşkünü Diego. Neden sevmediğini anlamak için,
Troçki'den ayrılmıştır. Troçki'ye düzenle­
adamla evlenir. Böylece Frida, Rivera'nın on/an... sevdim !!! Ya da sevmeye
nen suikastın ardından suikastçı ressam
üçüncü eşi olur. Kız kardeşinin ' beyaz gü­ çalıştım ... İçimdeki, sana dair olan öfkeyi
Siqueiros'un arkadaşı olması nedeniyle
vercin ve fili' benzetmesine aldırmadan dindirmek için yaptım belki. Ôfkem
sorgulanan Frida, bir süre Meksika'dan
hatta kimseye aldırmadan bu kazanın dinmedi Diego.
ayrılmış, o sırada San Francisco'da bulu­
çarpışma anına imzayı atar. Ve. ..
nan eski eşi Rivera'nın yanına gitmiş ve
Her defasmda körkütük aşık olarak, sana
Başlangıç Diego. . . çift orada yeniden evlenmişlerdir.
döndüm. Ya da aslmda senden hiç
Yapıcı Diego .. . gitmemiştim.
Çocuğum Diego ... Oiego'ya Mektuplar
Ressam Diego . . . Seninle Amerika'ya gelmemi istediğinde,
Babam Diego . . . Son derece ihtiras dolu bir aşk ve arzuyla
benim olduğunu sandım. En büyük
Oğlum Diego .. . Diego'ya tılsımlanmış bir sevgisi olan Fri­
yamlgım oldu bu belki de. Sen ne benim
Sevgilim Diego . .. da, hayatının özgerçekliğini resimleriyle
ne de başka bir kadmm olamazdm.
Kocam Diego . . . yansıtırken Diego' ya olan tutkusunu da
Kimseye ait o/amazdm sen ! Ruhun buna
Dostum Diego ... en özel ve sahici haliyle ona olan mektup­
izin vermezdi. Oysaki ben, sana ait oldum
Anam Diego . . . larında kelimelere dökmüştü. Öyle dolu
hep. Yattığım tüm adamlar ile sana ait
Ben Diego. . . bir aşkla severken Diego'sunu, sayfalarca
olarak yattım Diego. Acı çekerek seviştim
Evren Diego. . . mektup yetmedi içindeki depremleri ve
onlarla ...
yıkıntıları anlatmaya.
6 KAFKAOKUR
Son Zamanları

Frida 1 943'te La Esmeralda adlı sanat o­


kulunda öğretim üyeliğine başlar, sağlığı
kötüleşmesine rağmen 1 O yıl boyunca
ders vermeyi sürdürür. Sonraları ogren­
cilerine 'Los Fridos' yani 'Frida öğren­
Bir tek senin çocuğunu doğurmak Bütün mektuplan unut Frida. Sonsuza cileri' denilir.
istedim. Ah Diego'm.. Bu paramparça uzanan bir aşkın özeti say. Zaman eziliyor
rahmimden nefret ettim, bebeğimizi ve kararsız bir mevsim giriyor aramıza. 1 953'te ülkesindeki ilk kişisel sergisini
tutamayınca. Söküp atmak istedim açar ki bu sergi bile Frida'nın o meydan
rahmimi. Sana çocuk doğurmayı Aşk nedir ki? Belki bir dudak tiryakiliği. okuyan tavrına şahit olur. Nasıl mı? Fri­
beceremeyen bir orgam taşımak yük oldu Bulutsuz bir göğe içimizi çizmek belki. da'nın o yıllarda sağlığı iyiden iyiye bozu­
bana. Küçük bir el, ipek dalgası ya da kaygtlı bir lur, artık doktor kontrolündedir ve sürekli
ses; çözüp çözüp bağlıyor küskün yatağa bağımlıdır. Ama sergisini de sırf bu
Kanlar içinde kaldığımda beyaz çarşaflar yanlanmızı. Hayatın tarihi de böyle bir şey sebepten kaçıramaz. Frida hayatı boyun­
üzerinde, bana nasıl actyarak bakttğtnt Frida. Temiz yüzlü bir çocuktan ca yatağa boyun eğmezken, kendisi için
gördüm. Nasıl korktuğunu, ölmemden. doğuyoruz, sonra bütün defterleri denize fevkalade önem arz eden bugünü mü ka­
Sırf bundan ölmedim ben Diego'm. sen atıyoruz. Ağzımızda soğuttuğumuz sözleri çıracaktı? Hayır onu biraz tanıyan bunu
acı çekme diye. Ve beni terk ettiğinde, o unut Frida. Onlar ki zamana açtlan bilirdi. O gün elbette doktorunu dinler ve
kanlar içinde kaldığım günkü acı dolu koridorda bir çınlama sesi. Geçmişin aklını yataktan çıkmaz ama yatakla birlikte o
bakışlanna sığınarak acılı mektuplar kanştmyoruz ve hiç ummadığımız yerden hasta bedeni sergi salonuna renk ve mut­
yazdım sana. Çaresizlik kokan, kadınlık kmlıyor kalbimiz. Gece ve keder, iki kere luluk verecektir. Yani muzip ve sınır tanı­
onurumu ayaklar altına aldığım mektuplar ter... maz zekasıyla pratik bir çözüm getirir Fri­
yazdım. Bana acı ve geri dön istedim. da bu duruma. Ve elbette unutulmaz bir
Buna bile raztydım sevgilim. Senin bu ellerin diyorum, açık bir bahçe sergi tarihte yerini alır. " Ayaklarımı umur­
kapısı ve tuvalden kelama uzun bir yol samıyorum, benim kanatlarım var." diyen
Senin çirkin olduğunu söyleyen
haritası. Bir dolu şenlikse eğer dünya, Frida, ölümsüz olmanın hazzına aslında
annemden nefret ettim. Sana benim gibi
senin ellerin yerli yerinde Frida. daha yaşarken varmıştır.
bakamayan herkesten. Senin güzelliğini
görememelerini anlayamadım hiç...
Bütün mektuplan unut Frida. Bazı Frida Kahla, 1 3 Temmuz 1 954'te, akciğer
gerçekler vardır, bıçağın ucu kadar sıcak. ambolisi teşhisiyle vefat eder. Geride ise
Kurbağa sevgilim, Diego'm... Bana
Gitmek istediğimiz yerler vardır, son yaptığı tablo "ViVA LA VİDA (Yaşasın
dünyanın en büyük acısını yaşattın sen.
gömülmek istediğimiz şarkılar. Oysa Yaşam) " isimli bir natürmorttu.
Gün be gün öldüm seni sevmeye
dürüst bir hayat için yaşlantyor herkes. Ve
başladtğtm ilk andan itibaren.
antlar, adresi silinmiş evlerde saklantyor. Son sözleri ise, günlüğüne yazdığı şu
Belki unutmayı beceremiyoruz Frida, cümleydi:
Ama sevgilim, bir daha gelseydim
aklımızda hep eski sözlerin yükü. Neye
dünyaya yine seni severdim... Canlı canlı
dokunsak, orası çamurlu gece. Nereye "Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla ge­
çürüyeceğimi bilerek!
baksak, oradan bir rüzgar geliyor ri dönmeyeceğimi umarım. "
yüzümüze. Çürümek de böyle bir şey
Diego'dan Frida'ya bir mektup:
Frida. Eşyalar yalntzlaşır, kapantr kapılar ve Son derece manidar olan bu s öz­
tavan batar tenimize.Cıvıl CIVll günlerin ler ve tablosu, aykırı kişiliğinin kılığına hiç
.
Diego'dan Frida'ya sevgilerle... rüyası giriyor uykumuza. Saçlannla ters düşmedi.
konuşuyoruz, biraz gül kokuyor. Ama
Ağzımda senin dudaklarından kalan daha çok kül, durmadan. . . Hazırlayan: ÖZLEM GEDİZLİOGLU
badem tadı var. Dünyalanmız hiç dışan
çıkmadı. Senin b u ellerin diyorum, apansız bir yaz
iklimi ve odadan odaya iyi geceler müziği.
Bir dağın içini ancak başka bir dağ Hayatın hüznü bir vedaysa eğer, senin
bilebilir. ellerin derman yerine Frida.

KAFKAOKUR 7
Bedenim beni bırakacak.
Oysa ben hep o bedenin
kurbanı olmuşumdur; biraz
asi de olsa bir kurban işte.
Biliyorum aslında
birbirimizi yok edeceğiz,
böylece mücadele sonunda
ortaya hiçbir galip
çıkmayacak. Düşüncenin
sırf hasar görmemiş
olmasından ötürü, tenden ·

oluşan öteki maddeden


kopabileceğini düşünmek,
ne hoş bir yanılsama.
1 Kadm Olmak
Kadınhk Cıkmazı
sayı 4

FEYZA ALTUN MERİÇ

Bastırılmış kişilikler ve toplumlar en sarsıcı dalgalanmalara ge­ cezalar izler. Bu baskıları biraz olsun kırabilmiş genç kadınlar
bedir. Bu dalgalanmalar toplumun her kesimine kadın erkek ayır­ şanslıdır nispeten ama onlar da hep bir bahaneyle yaşamayı öğ­
maksızın sirayet eder. Özellikle kadınların hiçleştirildiği, değer­ renirler; doğruyu söylerse direkt reddedileceğini bilen kadın, kü­
sizleştirildiği ve köleleştirildiği toplumlar mutsuzluğa mahkumdur. çük bahanelerle başlar işe. Pembe yalanlar büyük yalanlara
Yani bunu erkekten bağımsız sanmak büyük bir yanılgıdır. dönüşür. Yaşananlar unutulmak ve yalanlanmak üzere yaşanır.

Daha küçük bir çocukken " Kız çocuğu şunu yapmaz, ayıptır, gü­ Ergenlikten çıkarak yetişkinliğe adım atan kadın, çalışmaya baş­
nahtır, çok konuşmaz, sesli gülmez vs" diyerek büyütülür kadın. lamasıyla bir nebze rahatlamış olmasına rağmen, çevresinden
Daha tazecik beynine işlenir içinden geldiği gibi davranmaması evlenmesi konusunda baskı görmeye başlar. Bu baskı sempatik
gerektiği. Öyle ki, hayatı öğrenmek üzere oynadığı oyunlara bile biçimde de tezahür edebilir; ama bilin ki evlense de bitmez.
müdahale edilir. Talepler "Çocuk yap"a dönüşür. Çocuk yapınca çocuğuna nasıl
bakması gerektiği konusunda bolca nasihate, akla ve görüşe
Neyi yanlış yaptığını ve neden sürekli düzeltildiğini idrak ede­ maruz kalır. Etraf, ahali, toplum, ona mütemadiyen "Sen bu ço­
meyen, sürekli hata yaptığını düşünen küçük kız zamanla baş­ cuğa bakamıyorsun" mesajını verir. Öyle ki yoldan geçen, hiç ta­
kalarının talimatlarına muhtaç hisseder kendisini. Onaylanmak ve nımadığı kimseler bile yorum yapma, müdahale etme hakkını
izin almak kişiliğinin bir parçası haline dönüşür. görür kendisinde. Kadın ise bir kez daha yetkinliğinden ve ye­
teneklerinden tereddüt ederek boyun eğer. Çünkü bazen o ıs­
Ergenlikte tavan yapar baskılar. Yaşadığı çevre ve bu çevrenin rarlar, o nasihatler öyle bir boyuta ulaşır ki sadece 'SUSSUN­
zihniyetine göre karşılaştığı baskı çeşitlenir; şiddeti artar veya a­ LAR' diyerek kabul eder dayatılanları.
zalır. Fakat bu baskı hep vardır. Evinden gelmese, komşusundan
gelir, komşusundan gelmese mahallesinden gelir, mahalle mi Sonra "İşin mi çocuğun mu?" çıkmazına s okularak bir seçim
kaldı artık derseniz; gelir, sitenin güvenliğinden gelir. O da mı ol­ yapmaya zorlanır ve seçimi ne olursa olsun fütursuzca yargılanır.
madı, sosyal medyada paylaştığı fotoğrafın altına yorumla gelir; Çalışsa kendisine sürekli çocuğunun ona ne kadar muhtaç oldu­
bir yerden kulağına çalınır. ğu hatırlatılır, çocuğuna bakmayı tercih etse yaşıtlarının hangi ka­
riyerin doruklarında olduğundan bahsedilir. Neticede gelinen
Cinsel kimlik ve kadınlık yetilerinin oluştuğu ergenlikte, biraz ol­ nokta hep aynıdır: Kadın üzülür ve içine döner.
sun zincirlerini kırmaya meyleden kadın, meylinin şiddetiyle doğ­
ru orantılı bir tahakkümle karşılaşır. Tüm duyguları bastırılan, his­ Toplumun taleplerini hiçbir zaman karşılayamayan ve olduğu gibi
siyatı, coşkuları, arzuları baltalanan kadına zaten ağır yaralar içe­ kabul edilmeyen kadın, takdir edilmemesi bir yana daima hem­
risindeyken yapmak veya sahip olmak istediği her şey için on­ cinsleriyle de kıyaslanır ve kendisi bile farkında olmadan, hem­
larca şart koşulur; şartları katı kurallar, kuralları ihlaller ve ihlalleri cinslerini çekememeye, kendisinden daha mutlu "sandığı" her

10 KAFKAOKUR
sayı 4 1 Kadm Olmak

kadına kıskançlık duygularıyla bakmaya başlar. Kendi olabilmeyi T üm bu mutsuzluğu toplumdan bağımsız sanmak akıl dışıdır.
başarmış kadınlar her zaman önce kadınlar tarafından ayıplanır, Çünkü kadın toplumun domino taşıdır. Devrildiği anda tüm taşlar
en amansız eleştiri ve tepki de onlardan gelir. Yani kadınların en yıkılmaya başlar. Zira kadın geleceğin annelerini ve kocalarını ye-
acımasız davranışları yine kadınlardan görmesinin temel nedeni tiştirir, bir sonraki neslin temellerini atar.
budur.
Uygulanan baskı ve dayatma son derece sistemli ve amaçlıdır
Sonra çocukların büyümesiyle kadının başarısı ve varoluşu, ço- elbet. Jüponlu Sırtlan'ın da dediği gibi:
cukları üzerinden derecelendirilir. Çocuklar ne denli avukat ve
doktorsa, ne denli mühendis veya paralı iş sahibi ise kadın o "Kadının ufkunu genişleterek güçlendirin aklını; körü körüne itaat
denli başarılı ve "iyi anne" sayılır. Bu nedenle, çocuklarının mutlu­ sona erecektir; ancak, iktidarlar her zaman körü körüne itaate ih­
luğundan ziyade etrafın ne diyeceğini daha çok önemseyen an­ tiyaç duyduğundandır ki zorbalar ve şehvet düşkünleri, haklı o­
ne, çocuklarının üzerinde amansız bir baskı kurar. Oyunlarını na­ larak karanlıkta tutmaya çalışırlar kadını; çünkü bunlardan birin­
sıl oynamaları gerektiğinden, neye inanmaları gerektiğine; hangi cisinin tek istediği bir köledir, ikincisinin istediği ise elinde tutaca­
okula gitmeleri gerektiğinden, hangi mesleği seçmeleri gerek­ ğı bir oyuncak."
tiğine kadar kontrol etmeye çalışır. Bu noktada ondan başka var­
oluşlara ve tercihlere saygı duymasını beklemek anlamsızdır. Zi­ Kendini ifade edebilen, düşündüğünü açıklama cesareti göste­
ra bu olgunluğu gösterebilecek ve farklılıkları kabul edebilecek rebilen ve "ben bu dayatmayı kabul etmiyorum" diyen kadınlara
alt yapıya sahip olamamıştır. "GÜÇLÜ KADIN" denir. Onlar hem hayran hem korkan gözlerle
izlenir. Çünkü onlar düşünmeye korkulanları dile getir-
Ve kargaşa, işin içine erkeğin girmesiyle daha da büyür. mektedirler: Eleanor Roosevelt, Rosa Parks , Mary
Mutsuz, kendini bile tanımayan kadın, bir erkeği nasıl "Kadın Wollstonecraft, Harriet Beecher Stowe; Jane A-
mutlu edebilir ki? Mutluluğun karşılıklı bir alışveriş toplumun domino usten, Simone de Beauvoir, Halide Edip Adı­
taşıdır. Devrildiği anda
olduğundan bihaber, beklentiler içerisindeki erkek, var; Frida, Coco Chanel, Bedia Muvahhit. ..
tüm taşlar yıkılmaya
nedense mutlu olmak için, karşısında güçlü ka­ başlar. Zira kadın geleceğin Kimisi köle sistemini benimsemiş toplumlarda
dın ister. Toplumun yarattığı tereddütler içerisin­ annelerini ve kocalannı köleliğe karşı savaş açmıştır, kimisi kadınların
deki bu kadın onu mutlu edemez. Bu sefer de yetiştirir, bir sonraki neslin ezilmesine karşı, kimisi aşkını cesurca yaşa-
temellerini atar." Feyza
kadın "güçsüzlük ve acizlik" ile suçlanır, küçümse­ mış, kimisi kadınların yok sayıldığı bir dönem­
Altun Meriç
nir. Kadının edilgen olmasını isteyen erkek ise zaten de onlarca kitap yazmıştır! Aslında onlar sadece
onu daha çok bastırabilmek ve sindirebilmek için bu çıkış kapısından geçebilmiş kadınlardır.
tercihi yapar. Evliliğinde de mutluluğu bulamayan kadın,
çoluğu çocuğu için, huzuru ve "ağız tadının" bozulmaması için Bu açmazlardan, çıkmazlardan kurtulmak için, kapıyı bulmak, e­
katlanmak, susmak, kabullenmek zorunda kalır. Sonuçta çocuk­ şiği geçebilmek için, kadın öncelikle etrafında örülen bu duvarın
larına tutunur sıkı sıkı. Onları varlığının tek sebebi gibi görmeye hayali bir halkadan başka bir şey olmadığını görmelidir. Dayat­
başlar; toplumdan ve kocasından göremediği ilgiyi, takdiri ve maları sorgusuz sualsiz kabul etmeyi tez zamanda bırakmalıdır.
sevgiyi özellikle oğlundan beklemeye başlar. Oğlunun başka bir Sorunların kaynağı başkaları ise çözümü kendisi olabilmelidir. Bi­
kadını mutlu etmesini içten içe hazmedemez. Çocuğu olabilecek rilerinin yardıma koşmasını beklemek yararsızdır. Bunu yapmak
başka bir kadını kendi rakibi gibi görmeye başlayarak sağlıksız için kahraman olmaya veya dünyayı değiştirmeye de gerek yok­
ruh halini bir kez daha ortaya koyar. tur. "Benim yapmamla olur mu, değişir mi, düzelir mi?" soruları
oyalanmaktan ve bahane üretmekten başka bir şey değildir. Ka­
Kısacası, doğumundan ergenliğine, ergenliğinden yetişkinliğine buğunu kırmak vereceği tek bir karara bağlıdır. Ve asla kork­
kadar kendisine sürekli nasıl davranması gerektiği öğretilen ka­ mamalıdır. Aslında onlarıtı kendisinden korktuğunu anladığı gün,
dın, bir noktadan sonra, kendisine yabancılaşır. isteklerinin, ter­ işte o gün, kendi devrimini gerçekleştirecektir.
cihlerinin ve yaşadığı hayatın kendi seçimi olduğuna inanmaya
başlar, sorgulamaz. Bu durumda da neden mutsuz olduğunu id­
rak edemez. Mutsuzluğunun sebebini fark eden kadın ise acil çı­
kış kapısı arar. Kimileri o kapıdan çıkmayı başarır. Başarama­
yanlar ise ya başarısızlıkları ile yüzleşip umudunu kaybeder ya da
yenilgiyi kabullenemeyip daha da gömülür mutsuzluğuna.

KAFKAOKUR 1 1
sayı 4 1 Röportaj
Bir Mine Söğüt Röportaiı
Röportaj: NERGİS SELİ

Kendimi birden, röportaj demenin zor olduğu bir sohbetin i­


Zümrüt Gözlü Kadın Mine Söğüt çinde buldum; iki meraklı kadının birbirini keşfetme saatleri
diyelim. "Bu sohbetten bir şey yazamazsam beni affet. " de­
"Köye gelince Turgutreis sapağından dön, az ileride sağda dim. "Boş ver, gittim Mine'yle tanıştım çok güzel bir sohbet
Hayat Kafe'de buluşuruz" diyerek tarif etti görüşeceğimiz ettik dersin." diyerek içimi ferahlattı; ama atladığımız bir şey
yeri. Dönüp dönüp yazdığımı okuyorum, bir cümlede geçen vardı; o her sözüyle, her hareketiyle adama kitap yazdıracak
iki kelime kaburgalarımı kırıyor! Köy . . . Hayat. . . Bu, nasıl te­ bir kadındı. . .
sadüf olabilir ki?
"Her zaman mı farklıydın?" diye sordum ve çocukluğundan
Gümüşlük'e varınca köyün kahvesinin önünde durdum. Am­ başladık yürümeye: "Sokakta oynayarak büyüyen bir çocuk­
calar oturmuş pişpirik oynuyor, kahvelerini höpürdete höpür­ tum. Bir gün dört yaşlarındayken çete savaşı yapıyor arka­
dete yudumluyorlar. Etrafta bir toprak kokusu, etrafta bir gü­ daşlarım, birbirlerine taş atıyorlar. Dedim, birbirimize taş at­
zel insan kokusu.. . mamız çok yanlış, yapmayalım biz taş atmayalım. Onları
sözlerimizle kaçırabiliriz." O gün herkesin ona deli diye baktı­

- Amcacım, Hayat Kafe'yi biliyor musun? ğı ve oyun dışında bıraktığı bir gün olmuş. Kendini

- Ne diyon kızım? ilk o gün farklı hissetmiş. Sözlerin gücü için

- Amca, Hayat Kate diyorum. Biliyor hala aynı şekilde düşünüyor ancak şunu

musun ne tarafta? da eklemeden geçmiyor: "Evet, söz­

- Ne kahvesi, Hayal kahvesi mi? lerimizle kaçırabiliriz ama tabii ki

- Hayat Kate amca, Hayat Kate . . . kaçıramayıp kafamıza taşı yiyoruz. "

- Yok kızım burda Hayal Kahve Kendini şanslı addediyor, kitaplarla

mayal kahve . .. tanışması daha okuma, yazma öğ­


ren med iği yıllarına dayanıyor.

Daha ilk dakika içimde filizlenen "Babam bana Nazım Hikmet şiirleri

kıskançlık duygusunun ayrımına okurdu, daha okumayı öğren­

varmıştım. Evet, amca çok doğru meden Nazım şiirleri ezberlemiştim. "

söylüyordu; az sonra "hayal" gibi bir diyerek anlatıyor edebiyatla ilk tanı­

ka-dınla tanışacaktım. Ne tanışması, a­ şıklığını ...


dım gibi bildiğim bir kadınla oturup kahve
içecektim, hayatını höpürdete höpürdete yu­ "Ben daha ilkokuldayken ne isteyip ne iste-
dumlayacaktım birkaç saat sonra, derken, üç beş sa- mediğini bilen bir çocuktum. " diyor. O zamanlar ti­

at oldu . . . yatrocu olmak istediğini anlatıyor; ancak babasını on yedi


yaşında kaybedince hayatı altüst oluyor, manevi çöküntünün
Sonunda Kafe'yi bulduğumda yolun kenarına park etmiş yanı sıra maddi çöküntüye de uğrayınca kapağı hemen üni­
kıpkırmızı dev arazi arabasını görünce dedim bu olamaz, ol­ versiteye atıyor, Latin Dili ve Edebiyatı okuyor. "T iyatrocu
mamalı . . . Bir insan, bir insana bunu yapar mı? Kıskançlık olamadım; ama işimin anlatarak veya yazarak olacağını bili­
denilen lanet duygu kanımda yol almaya böylece devam et­ yordum." diyor. Başka türlüsünün mümkün olmadığını söy­
ti. . . İçeri girdiğimdeyse rengarenk örtülerin, duvarların ara­ lüyor. Üniversite bitince para kazanma kaygısıyla hemen iş
sından bana doğru yürüyen iki koca zümrüt gördüm; göz aramaya başlıyor. Sonuç olarak kendinden ve isteklerinden
demenin kesinlikle haksızlık olacağı iki koca zümrüt. Gerisini uzaklaşmayıp gazeteciliğe başlıyor. Sohbetin burasında ra­
gözlerim sonra yakaladı; rastalı saçlar, boyunda atkı, elin ü­ hat bir nefes alıyorum, sanki sonunu bilmediğim bir hikaye
zerinde dövme, kalemindeki özgünlüğün görünüşünde de dinliyorum. Editörü ondan Adalet Cimcoz'la ilgili bir biyografi
olduğu, tarif etmekte zorlandığım bir kadın . . . yazmasını istiyor, ortaya bütünlüğü olan harika bir deneme
çıkıyor. İşte bunun üzerine sevgili Mine Söğüt ilk romanı olan

12 KAFKAOKUR
sayı 4 1 Röportaj

Beş Sevim Apartmanı'nı yazıyor. Yapı Kredi editörü, romanı o­ kedilerinin ayaklarına değiyor, ayaklarının değdiği her yere
kuyunca: "Mine, bunu biz basıyoruz. " diyerek edebiyatımızı deli bulaşıyor.
hikayelere kavuşturuyor. "Eğer o gün editörüm, bu olmamış de­
seydi bir daha yazmazdım," diyor ve şöyle anlatıyor: "İstanbul Kediler ... Mine Söğüt kedileri çok seviyor ve merak ediyorum
dışında her yer taşradır, eserinin okuyucuyla buluşması bu an­ kedilerin edebiyatta yeri neden bunca sağlam. Bilge Karasu, E­
lamda İstanbul dışındaki her yazar için zordur; ancak iyi edebi­ nis Batur, Sait Faik, Peyami Safa daha birçok yazar kedileri
yat sonunda değerini bulur." Bulduğuna inanıyorum. edebiyatın içine katmışlar. "Neden?" diyorum. "Masada yaşı­
yorlar çünkü, kitap okuyorsun üstünde yatıyorlar. Yazıyorsun,
Deli Kadın Hikayeleri'ni ilk okuduğumda binlerce parçaya bö­ patilerini atıyorlar. Bizden güçlü bir ilişkileri var edebiyatla. Kedi
lündüm. Kadın olmanın, kadın olamamanın sancısını her hüc­ hep senin baktığın yerdedir, kedi seven yazarların şansı yok
remde hissettim. Altını çizdikçe satırların, kağıt kesiği yaralar o­ çünkü devamlı kadraja giriyorlar. Böylece bilinçaltı kedisiz ol­
luştu tenimde; örttüğüm, gizlediğim, sakındığım ve utandığım maz diyor." diyerek beni gülümsetiyor. Yavru bir kedi bulsam a­
her yanım çırılçıplak kaldı. lıp eve götürecek hale getiriyor. . .

"Aslında ben kasıklarımdaki sancı ve Kafka'ya geliyor bu kez söz: "Kafka, benim on beş yaşlarında
Bacaklarımın arasındaki ıslaklık kadarım. Dönüşüm'le keşfedip büyülendiğim bir yazardı, aynı dönem
Ne bir eksik . .. ne bir fazla. Sartre'ı da keşfettiğim, Borges'i okumaya başladığım ama bir
Beni rahat bırakın. ucunda da Boris Vian'ı şaşırdığım ve Beckett'le kendimi bul­
Dilediğim kadar sevişeyim, dilediğim yerde öleyim. " duğum zamanlardı. Tam o ergen dönemlerde bu kitaplar sana
yalnız değilsin diyor ve birden bir akrabalık kuruyorsun. Kafka
Bu deli hikayeleri yazan deli bir kadın olmalıydı; belki mutsuz, da benim o akrabalarımdan biri. Edebiyatın gücünü görüyor­
belki umutsuz, fazlasıyla mağdur bir kadın. Kesinlikle acı anıları sun!"
olan, belki tacize uğramış, belki dövülmüş, sövülmüş, aşağı­
lanmış. . . Hayır! Gördüğüm gayet aklı başında, gayet şanslı, Edebiyatın gücünü soruyorum bunun üzerine; "Diğer her şey
yalnızca haddinden büyük gözleri olan bir kadındı! kadar. " diyor, katılmıyorum; nasıl ki Kafka, Beckett sizi dönüş­
türüyorsa, Mine Söğüt okumak da aklın sınırlarına saldırıyor,
"Kadınlığımı önemseyerek büyümedim hatta bunu ayıp bildim, duvarları yıkıyor, demirleri söküyor, dişlerinizi kenetliyor; aslolan
ben önce insanım! Ama sırf gözden oluşan bir insanım ve ö­ o da dönüştürüyor! "Yazmasam deli olmazdım. " diyor. Yazma­
nümde, arkamda, tepemde her yanımda gözlerim var ve maa­ sa deli olurum, biliyorum.
lesef görüyorum! Gördüğümü de yaşıyorum, hissediyorum ve
kalbimin kabul etmediği hayatlar görmek beni öfkelendiriyor. "Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez. İşte
Kadınlık tarifim, kendi üzerimden değil yaşadığım toplum ve bu yüzden, bu şehirde ben her gün kendimi defalarca öldü­
hatta dünya üzerinden yaptığım bir tarif. " rürüm. Bomba olur patlarım; kulesinden, köprüsünden aşağı
atlarım. Elimde bir bıçak her yerime saplarım. Tavandaki bütün
Tarihin başından bu yana kederle, acıyla örtülü bir varoluşu sür­ ipler kendimi asmam için sallanır. Arabalar önlerine atlamam i­
dürüyoruz. İtirazım var, diyorum: "Önce kabul etmekle başla, çin yol alır. Denizinde, lağımında, çöpünde kimliksiz cesedim.
sonra çözüm üret." diyor. Umutsuzum, çıkar yol bulamıyorum, Kimsesizler mezarlığında daracık çukurlara sığar dev cesare­
diyorum: "Umut her zaman var, her şey mümkün." diyor. Hare­ tim. "
ket edemiyorum diyorum: "Çıkmaz sokak görünce kalıvermek!
Dön çık ve diğer sokaktan devam et veya tırman öbür tarafına Küçücük bir kadın, dev cesaretiyle yazıyordu. Yazmalı, yazmalı,
bak, hiçbir prangamız yok!" diyor. O konuşuyor, o konuştukça yazmalı. . .
sözler uçmuyor, havada mıhlanıp kalıyor; konuşuyor, konuş­
tukça büyütüyor; beni, görüşümü, ülkemi ve dünyamı . . . Yazmalıyım . ..

Küçücük bir köyde büyük, büyük, büyük bir sohbet dolaşıyor;


sokaklara, taşlara ve toprağa dökülüyor. Köyün çılgın

KAFKAOKUR 13
1 Anlam
Cok Yasa
sayı 4

, ,

DİLAN BOZYEL

sessiz bir akşamüstüydü,


kararlar almaya çalışıp evrildiğimiz günlerden biriydi.
kar gibi bir şey yağıyordu da tutmuyordu çatımızı beyaz renk.

açık pencereden içeri giren toz yüzünden burnum kaşındı


zannediyordu,
üç kere hapşurdum.
üç kere baktım gözlerine,
umursamadığını zannetmiyorum . umursamaz biri değildi.
öyle biri olsa aşık olmazdım, olamazdım.

birkaç yıl önceyi hatırladım,


ailemin evindeydim; gece saatleriydi.
·babam televizyon başında haberleri izlerken
annem muhtemelen yatağında koyunları sayıyordu.
birkaç meymenetsiz adamın sesi vardı evde siyasetten
bahsediyorlardı,
babam hapşurdu.
üç kere.
koştum içeri, su alır gibi yaptım buzdolabından.
üç kere;
çok yaşa
çok yaşa
çok yaşa,
dedim. ölüm gazeli
televizyondaki adamların sesinden başka bir ses duyamadım.
geçip gitmede ömür
o gece de ağlarken uyuyakaldım. umutlar hep yarın,yarın,yarın
tükenen zamanı dolduruyor hep kuru kavgalar,
hapşurmak büyük meseledir, bilmezseniz bilin diye yazdım. boş didişmeler,
bir anlık ölür insan, bilimadamlarından tutun peygamberlere faydasız gürültüler
kadar aklını başına al kardeş.
hepsi söyler bunu. günü,bugün say,
her hapşurduğunda öldüğünü biliyor musun? kalbinin, o nice ve bak bakalım
geçici dertleri salıp durduğun kalbinin durduğunu? hangi sevdalara harcamadasın sayılı günlerini?
sonra sil baştan, güzelim kalbinin çalıştığını.
bazen cüzdan doldurmayan bir iş,
çok değil, azıcık nefesle söylenen bir söz insanı daha çok bazen mide ondurmayan bir aş telaşı.
yaşatır, nefesler bir bir tükenmede kardeş,
bilirsin değil mi? ömür akmada.
hapşurana çok yaşa,
çok yaşa diyene sen de gör mevlônô
. demekten ibaret sevgi.

insan sevmediğinin bile ölümünü istemez oysa, değil mi?

14 KAFKAOKUR
sayı 4 1 Deneme
3
"İnsanlar sabırsız oldukları için Cennet'ten kovuldular, tembelliklerinden
ALİHAN KAMIŞ geri dönemiyorla r." Franz Kafka

Evren varmış, Dün ya yokmuş. Ayaklar baş olmuş başlar tek- Olaylar olayları unutturmuş, o kemikleri sızlatan gözyaşları, teh-
melenerek katlediliyor iken tonla soytarı cinayetlere, hırsızlıklara ditlerin ardından kutuya atılan bir zarf gibi kaybolmuştur.
ve yolsuzluklara kelimeleri ve alkışları ile destek veriyor, daha
fazlasının arzulanması insanları amansız bir yalakalığa sürüklü- H er dönemin ayrı birer suçlusu ve hiçbir zaman değişmeyen tek
yorken .. . bir mağduru olmuştu. Şimdi unutturulan ve konuşulmayan geç­
miş zamanda kibarlığı ile tanınan bir beyefendi, gece yatağından
Zamanın, mekanın ve yüzlerin hiçbir önemi yok iken ölmeye­ kaldırılıp hedef tahtasına konmuştu. Hastaydı. Önce yazı yazdığı
ceğini sanarak yaşayan 'Gönüllü Köle Pazarı' nın Başkanı' kör köşesine, haklılığı bilindiği halde haklılığı teslim edilmeden bir ol­
zihnini ele geçiren kibiri ile etrafına nefret söylemleri saçıyor, son du bitti içinde, sonrasında gözlerinin gördüklerine bir veda sun­
anın ardında yanarak dahi temizlenemeyecek bedeni yüzlerce muştu. Onun tutuklanması, ortaklığın bozulmasının hemen ar­
başka beden in siperi altında korunuyorken ... dından , geleceğin suçlusunun omuzlarına , yaşatılanlar için bir ö­
zür dahi dilenmeden konmuştu.
Dört tarafı şimdi toprak ile çevrilmiş olanların sözlerini, düşün-
celerini, heyecanlarını ve miras bıraktıkları kahramanlıklarını hatır- Ancak bütün bu kargaşa içinde bir Oğul, aptallığı ile neşemizi bi-
liyorken , dilden dile aktarıyorken ve aynı dönemde Katil utan- razcık da olsa yerine getiren olmuştu!
madan katilliğin i; yani cinayetin i; yani o öldürme anında, mesela
attığı son tekmeyi ya da belki sıktığı kurşunu, sırtını sıvazlayan­ Dört duvar arasında hapis kalmayı kabul etmek önce. Sonra her
ların ona kazandırdığı cesaret ile savunabiliyor, gözleri kör olanlar gün aynı saatte uyanık, aynı yolculuğa çıkış, aynı umutsuz yüzle­
bu duruma destek veriyor ve birileri oturdukları kral koltukların- re bakış . . . Boyun eğmek, tıpkı öncesinde olduğu gibi sonrasında
dan hiç inmeyeceklerini düşünüyorlarl<:en ... da kabul etmek. Her gün aynı çarklının bir parçası olup gerisin
geri yatağına dönmek. Hayatın zorlu bir mücadele olduğunu,
Rüzgar aynı yönden eser bazen . Birileri karşı durur, birileri karşı çetin şartlarda yorulduğunu dert yanarak dile getirmek. Akşam
durduğunu savunur. Yorulur. Zaman herkes için farklı akmaktadır. yiyeceğin için , gündüzlerinden feragat etmek. Aynısını yaşamaya
Unutur. H ep karşı durduğunu sandığının gücünde en sonunda mahkum bırakacağını, yaşadığın eziyeti ve çileyi unutup kendi
kaybolur. Mesela utanmaz, bir çocuğun ölümünün ardından ya­ mutluluğun adına dünyaya getirmek. Onu belki güvendiğin, belki
şananları, insani bir kılıf içine oturtmaya çalışır ve yok olur. korktuğun , en kötüsü umursamadığın, derdi olanın ya da daha
acısını derdin i unutup boşluğa bakanın ellerine teslim etmek. Bü­
Birileri inanır. Kula kulluk etme dönemi başlamıştır. Utanır. Onun yük yapının küçük parçalardan oluştuğunu bilene ve her küçük
inancında yalana, birinin sırtında taşınmaya ve emeği olmadan parçaya kendisinden olması için kanserli birer hücre naklede-
kazanmaya yer yoktur. Yer olanı kendi safında görür. Şaşırır. Dü­ ne . . .
şünür. Sormaya çekinir ve günü gelir. Kendisin i şaşırtanın yalancı
tanıklığı için çağrılır. Kederlenir. 'Sonrasında tövbe edeceğim' der Çaresizliğin için sebebin çok, çaresizliğine karşı başkaldıracak
ve O'nun n ezdinde onarılamayacak büyük kırgınlıklar meydana gücün yok. Ekmeğin ve ekmeği onun elinde. Sen bunun makus
getirir. talihinin bilincinde ve her şeyden habersiz bir Zeytin Fidanı ağla­
yarak eğilmekte.
Birilerinin hiç doymayan gözleri vardır. Neyin yeteceğini düşün­
meyip hep daha fazlasını arzulayanlardandır. İşi toprak altında, Sessizlik ve Karanlık beklemekte. Bu gösteri dünyasının yalancı
kendisi yüksek bir gökdelenin zevki sefasındadır. Yüzleri kömür ve riyakar soytarıların ı, büyük bir kızgınlık ve n efret içinde seyret­
tarafından boyananların , onun mekanında yeri yoktur; ama me­ mekte. Hayattaki en önemli şey sabretmekte. Sabrın ardından
kanı bir gün onların mezar taşının temsili olmuştur. Utanmamış, gelecek olan özgürlük anı için beklemekte. Dayanmak zor olsa
bir aptal kutusunun içinden konuşmuş ve ihmal de yoktur de­ da, kibirine yenileni ve kibire biat edeni toprağın dahi kusacağını
miştir. bilmekte.

Çünkü ihmali olan ların, el sıkıştıkları tarafından korunduğunu gör­


müş, nedenini sinsi bir tebessüm içinde anlamış, kendin i ken ­
dinden olanların gücüne ortak sayıp rahat bir nefes almıştır.

KAFKAOKUR 1 5
ACZ
"Seçkin b i r kimse d eğ i l i m , ism i m i n baş harfleri nde kim liğim,
bağışlanmam ı d i leri m . " A.Cah it Zarifoğlu

Abdurrahman Cahit Zarifoğlu; eskilerin tabiriyle kademini arza ilişkin n oktalar bilindiği oranda, şiirini anlaşılmaz kılan bir çok
şair-i maderzat olarak basanlardan, anadan d oğma şair. Onun n okta d a ortadan kalkacaktır. Bazı _şii rleri anlamanın yolu şairini
şiiri sadece hissettikleri üzerine inşa edilmiş değild i r, aksine ken­ tanımaktan geçecektir.
dine has bir üslupla duygunun ve aklın neticesinde bir "hikmet"
farkındalığı ile yazılmıştır. Zarifoğlu, şiirlerinde d oğumdan-ölüme, Zarifoğlu'nun dediği gibi "Ne çok acı var. " Acı onun şiirinin, ha­
börtüden-böceğe, arzdan-semaya, zerreden-kürreye hasılı ke­ yatının ve soyut aşkının bedelidir. Onun şiirinde babaya kırgınlık,
lam, tüm mahlukatı ve tüm mahlukatın yaratıcısını vurgulu bir gücenmişlik ve babaya karşı muğber oluş kendini gösterir. "Kaç­
şekilde konu edinir. Onun şii ri pek çok farklı deryadan ve um­ mak ve bulmak. " Zarifoğlu kimden kaçtı, şüphesiz bir babadan
mandan beslenir. Zarifoğlu şiiri keşfedilmeyi bekleyen bir um­ kaçtı; ama bu öyle bir kaçış ki her an babayı bulabi lirim duy­
mand ır. Veyahut Enis Batur'un d ediği gibi "Cahit Zarifoğlu bi r gusuyla. Zarifoğlu'nda "Kapalılık gitgide i çe kapanış konumuna
gün keşfedi lecek özel bir adadır. " dönüşmüştür. Besbelli yalnızlık. Zaman zaman İbsen'in kaygılı
ferdiyetini , zaman zaman Rilke'nin haykırışlarını anımsatan, ya­
Zarifoğlu şiirinin malzemesinin bolluğu şiirinin beslendiği kay­ şamı ve ölümü bi r sorgu gibi karşımıza çıkaran Cahit Zarifoğlu şi­
nakların bolluğuyla doğru orantılıdır. Babasının memuriyeti ne­ iri, bir gün, çok daha aydınlık bir ortamda acısını asıl okuruna ile­
deniyle gezilen şehi rler, yine babasının annesi ile evli iken başka tecekti r." (Selim İ leri).
bir kişi ile yeniden evlenişi, "babaya muğber" oluş ve babadan
kaçış; uzatmalı üniversite hayatı, Alman Filolojisi talebeliği , otos­ Zarifoğlu; şiirini, hiçbir akım ve gruba dahil olmadan, tümünden
topla Avrupa'yı geziş, yeni ırk ve yeni dilden insanlarla kurulan bağımsız kendine ait bir ses ve kendine has bir üslupla, içeriğini
arkadaşlıklar; uçuş, avcılık ve güreş gibi meraklar; Necip Fazıl Kı­ takdir ettiği tüm üstatlarından soyutlanmış bir zeminde kaleme
sakürek , Sezai Karakoç, Nuri Pakdil gibi kişilerle kurulan yakın­ almıştır. Zarifoğlu' nun kapalı, içe d önük mizacı ve bu mizacın et­
lıklar; Necip Fazıl aracılığıyla Şeyh Kasım Arvasi'ye d amat olma; kisindeki şiirler, şai r ve şiirinin, çevresiyle ilgisizliği olarak anlaşıl­
İ slam, Afganistan , Filistin, tasavvuf, dava, müslüman , mümin . . . mamalıd ır. Bu şiirler kendini "acz" olarak tan ımlayan tevazu sa­
İşte tüm bunlar ve daha fazlası Zarifoğlu biyografisin in özeti ol­ hibi bir şairin şii rleridir. Zarifoğlu gerçekten yürek safında zarif bir
ması yanında onun şiirinin kaynaklarından bir parçadır. Bir şairin şair, zarif bir insan ve zarif bi r müslümand ır. O, gece vakti kom­
şiirin i anlaşılmaz olarak nitelemek yerine onun biyografisine şularının daktilo sesinden rahatsız olabilme i htimalini düşünen,

16 KAFKAOKUR
dergiye gelen okur mektuplarını herhangi bir yüksünmeye ve ki- Kudüs'ün çığlığı, Afganistan'ın çocukları, Filistin'in dökülen kanı
birlenmeye kapılmadan tek tek cevap veren zat-ı zariftir. kendini gösterir. Zarifoğlu kalemi ve kelamıyla daima davasını ve
kendi dünya görüşünü karakterize eder. Fakat bu yönelişin, onun
Cahit Zarifoğlu şiir yazmanın yanında pek çok düzyazı da ka- şiirindeki genel çizgiyi değiştirecek boyuta ulaştığı söylenemez
leme almıştır. Bu düzyazılarının çeşitliliği hikayeden, denemeye, aksine bu tutum şiirini güçlendirir. Zarifoğlu "dervişane" tutu-
romandan günlüğe, tiyatrodan çocuk hikayesine kadar geniştir. munun doruk noktasına ve dervişçe bir kabullenişe Korku ve Ya­
karış ile kavuşur ve sükunete erer.
Zarifoğlu'nun toplu olarak yayınlanan şiirleri, dört ana bölümden
oluşuyor. Bunlar İ şaret Çocukları, Yedi Güzel Adam, Menziller , Zarifoğlu şiirinde aşk maddi-manevi bir "yar" olarak tezahür e­
Korku ve Yakarış. Sondaki Ek bölümü ise tema bakımından di­ der. Bu "yar" kimi zaman bir "eş"e kimi zaman ise daha aşkın bir
ğerlerine yakın duran bir içeriktedir. Duyguların zarifçe nakşe­ kavrama tekabül eder (dava, yaratıcı vb.). Zarifoğlu, şiirlerinde
dildiği bir bütünü simgeliyor. Onun şiirleri tek tek kapalı ve anla­ maddi olarak bu ideal yar/eş temalarını çizerken, bu yar ile ilgili
şılmaz gibi dursa dahi ancak parçalarını birleştirebildiğiniz ölçüde hissedilen en yoğun duygu, yar'ın/eş'in erkeğinin ardında duruşu
bir şeyler anlayabileceğimiz bir bütündür. Zarifoğlu'nun şiirlerini ve ona ilham verişidir.
bir bütün olarak yapboza benzetsek teşbihte hata etmiş sayıl­
mayız. Onun şiiri için kapalı ve anlaşılmaz gibi derken anlamsız "Önce sağlam olmalı arkam
olduğu asla söylenemez. Aksine Zarifoğlu'nun kendine has üs­ O ince gelin
lubu sebebiyle onun şiiri çetin bir şiirdir, bu yüzden okuyucu ta­ Belirir hemen ardında erin
rafından özel bir dikkat ve çaba gerektirerek incelenmelidir. 1 000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi"
Bir diğer örnek,
Zarifoğlu, İ şaret Çocukları'nda, şüphesiz olması beklenen ve is­ "Yar kurbanın alam
tenen bir nesli işaret ediyor. Yedi Güzel Adam'da, işaret neslin Dola yaşmağını bileğime
vasıfları belirtiliyor. Şair "Yedi Güzel Adam" şiirinde, aslında yedi Ki düşmanı güzel vuranı "
tane güzel insan yok, her kim ki bu vasıflara uyuyor, yedi güzel a-
damdan biridir, diyor. Menziller'de ise bu neslin durması gere- Aşkın maddi olduğu kadar manevi bir boyutu da vardır şüphesiz.
ken konağı işaret ediyor. Bu menzil, Korku ve Yakarış öncesin- Şu mısralar bu manevi aşk hali için küçük bir örnektir.
deki son duraktır. Korku ve Yakarış bölümü ise havf-reca arası
bir dar bir yoldur. Şaire göre mü'minin asıl durak yeri işte tam bu- "Yedi adam biri bir gün
rasıdır. Ek bölümünde ise şair, kendi yerine ilişkin ince temen- Bir aşk gördü
nalarını duyurmaktadır. Gereğini belledi
Ölüm girse koynuna
"Bu insanlar dev midir Ayırmaz aşkı yanından"
Yatak görmemiş gövde midir
Bir yara açar boyunlarında Zarifoğlu şiiri babaya muğber oluşuyla, içe kapanıklığıyla, zor an­
Kolkola durup bağırdıklarında" laşılırlığıyla, tevazusuyla, davasıyla tam bir kapalı kutu olarak gö­
(Yedi Güzel Adam) rülebilir. Onun şiirini anlamak için okuyucunun yapması gereken­
ler aslında bellidir, biyografisini öğrenmek, şiir hakkındaki görüş­
Yedi Güzel Adam adlı şiir kitabına kadar Cahit Zarifoğlu' nda İkin­ lerini kavramak, tek tek şiirleri bir yapboz parçası gibi birleşti­
ci Yeni etkisi olduğu söylenebilir. Özellikle ilk dönem şiirlerinde rerek bütüne ulaşmak ve bunların hepsinde önce "zarifçe" bir
içe kapalılık ve kendi evine yabancılık hali şiirinin temel dayanak­ üslup takınmak. Montaigne'in dediği gibi, " şiir büyük zekaların
larından birisidir. Yedi Güzel Adam adlı şiiri modern T ürk şiirinin rüyalarıdır " ve bu rüyalara ortak olmak, ciddi çabalar gerek­
en büyük zaferlerindendir. Onun şiiri yaşayan bir şiirdir, şiirini o­ tiriyor. Bu dünya kervanından "Zarif Adam" ve "Zarif Şiiri" gelmiş
kurken kendinizi şair ile adeta bir masada oturmuş ve konuşur ve geçmiş ne mutlu bize.
halde bulursunuz. Şair masadan kalkar ve şiir biter.
Zarif Adam'ın ruhu şad, mekanı cennet olsun . . .
Zarifoğlu her şeyden önce bir dava adamıdır. Yedi Güzel A-
dam' la birlikte "Ümmeti Gözetmen Gerekli" derken onun şiirinde Yazan: SALİH SAMET GÜR
dava adamlığının en güzel numunelerinden birisini görürüz. Yine
"Daralan Vakitler" adlı şiirinde, Müslüman bir şairin duruşu olarak
ibret verici, hem de eğitici bir misyonun deklarasyonunu sunar
okuyucusuna. Onun şiirinde daima Beyrut'un gözyaşları,

KAFKAOKUR 1 7
1 Deneme
'Tohum'OLUS
sayı 4

KÜBRA M. BÜYÜKKIYICI

"Nehrin mırıltısı geliyordu uzaktan, kalmıyordu. Rengi, kokusu, hatta ruh hali değişiyordu durmadan.
En verimli zamanı idi meyve vermenin, ümitle meyve vereceği
"Hayatın her anı bir karar zamanıdır." günü bekliyordu tüm diğer tohumlar gibi ama beklenen olmadı.
Haftalardır yağmayan yağmur yüzünden ne bir meyve verebildi
Sayfalar açılıyor, düşen yükselen grafiği gizemli dokunuşlarıyla ne de hayatını idame ettirebilmesi için gücü kalmıştı. Eskiden o
not alıyordu kalem.
dipdiri duran gövdesi yere bakmaya, giderek kurumaya baş­
lamıştı. Bu ı zdırap içerisinde ümitleri giderek azaldı ve kendini
Sessizce toprağa düşerek rüya görmeye başlıyordu tohum.
ku- ruyup ölme, yok olma düşüncesinde buluverdi. Tam 'her şey
bitti' derken uzun zamandır beklenen yağmur bardaktan boşalır­
Görünen ve görünmeyen ne varsa arka fonda kalıyor, ayın ve
casına yağmaya, yağdıkça da ümitleri tekrardan yeşertmeye
bulutun sürüyordu oyunu.
başladı. İşte tam o an gönlü ve . gözü ile yeniden var olduğunu,
Güneş ve hava da sessizce katılıyordu bu anlamlı şölene. varoluşunun gerçek sebebini anladı. Artık biliyordu kaderine ken­
di muhatapları ile yön verdiğini. Sağlam kökleri sayesinde ayakta
Ümit, tan yerini ağartıyor; çaba, hayatın çiçeklerine saksılık kalabileceğini anlamıştı çoktan. Yalnız olmadığını hissetti ve her
yapıyor; ızdırap, dağıtıyordu sisi. şeyin bir vakti olduğunu, sadece onun için doğru olan zamanı
beklemesi gerektiğini anladı. Yaşadığı onca sıkıntının bir anlamı,
Zaman akıyor, sınav soruları kaçışıyordu. güzelliği olduğunu düşünmek ümitsizlikten vazgeçirmişti onu.
Önce semaya doğru, sonra sağa ve sola en son olarak ta yara­
Herkes meyvelere bakıp bir şeyler söylüyordu. " Kemal Uyar. tıldığı yere doğru baktı ve her yerde varoluş sebebini gördü. Ka­
ra toprağa girmeden önce sayısız meyve vererek birçok canlının
Karar verilmişti bir kere, sözler yerini bulmuş ve güzel kokulu to­
nasiplenmesine ve daha nice tohumların yetişmesine vesile oldu.
humlar bir bir atılıyordu eşsiz kainata. Her şey gibi küçücüktü
başta, ama kainat kadar değerli, kainat kadar muazzam güzel­ Varoluşun kıymetini bilen tüm tohumlar derin kökler salar bu ha­
likte belki de onun kadar büyük olacaktı. Küçücük tohum büyü­ yata, vakti zamanı geldiğinde saldığı kökler derinliği bilinmez çu­
yordu her batan güneşle. Ay ile güneşin oyununa iştirak ederek kurlardan kurtarır sahibini, kurtardığı diğer tohumlar gibi. . .
zaman dolduruyordu düşe kalka. Yeşermeye başlamıştı çoktan,
başı dik bir şekilde günden güne boy atıyor, eski halinden eser

18 KAFKAOKUR
1 Deneme
Dile Gelmissin İstanbul
sayı 4

'

MELİSSA KEÇELİ

Bir ilkbahar sabahı düşmüş açık mavinin her tonu gökyüzüne ve uzak kuleden bir ada. Sürgüne vatan, kaleden dünya. Bense bir
yüzümü yakı yor güneş. Sahiller boyunca vapur seslerine, kal­ tutkun İ stanbul'a. Hangi söze sığınsam, inkar edecek şimdi. Di­
dırımlara karışmış insan yansımaları. Telaş içinde savrulmuşlar yecektir ki, "Güzelliği de Kız Kulesi gibi İ stanbul'un, hüznü de. "
dört bir yanına Taksim'in. Öte yandan ağız ağza dolu tramvaylar,
otobüsler, arabalar geçiyor önümden. Ve başını almış gidiyor as­ Yeşilin en güzel tonu, yol kıvrımlarına boylu b oyunca uzanan.
falt ayaklarımdan. Belki dükkanını açmak üzere evinden çıkmış Burnumun direğinde hala denizin tuzlu bahar kokusu. Ortaköy
üç beş adam, okuluna geciken saçı atkuyruğu küçük bir kız, kö­ Camii güvercinleri seyre dalmış . Ufka ulaşmış mı akşam güneşi?
şede kavga eden iki sevgili. Yanımdan geçip gidiyorlar ait olduk­ Bir ihtiyar camiden çıkıyor elinde baston. Bir bank seçiyor, en
ları yerlere, yollara belki yönlere. Yürüyorum Beyoğlu sokak­ güzel meydanına komşu Boğaz'ın. Eminim dilinde bir türkü ve
larında. Hangi köşe başına çıksam bir hikaye anlatacak şimdi. U­ közlenmiş kestanelerin tatlı tadı . Hangi şehre sürgün edilsem ahı
sulca başlayacak hikayesine ya derdine edip de ortak ya da kalacak şimdi. Sen körler ülkesinin karşısına kurulan kent,
sevincine dost. En hüzünlüsüdür Galata. Diyecektir ki, "Ne yan­ İ stanbul. Diyeceksin ki, "Bilirim gökte bembeyaz bir güvercinin,
gınlar gördüm, ne imparatorluklar, ne esirler, ne yıkımlar gördüm, sürgünde esirin, gezginin, insanı bu şehrin, mavi bir balkonun
ne yıkanlar. Ne manzara görebildim, ne insanlar . . ." bulutlarından, benim toprağımı aradığını ve bilirim vedalara sığın­
dığını ancak özlem kalacak şimdi. . . "
Üçtaş oynayan çocuklar gördüm bir öğle sonrası. Boyası dö­
külmüş evlerden yemek kokuları taşıyor, hayat gibi sokağa. İ çi­
me çekiyorum. Tam ortasındayım Balat'ın. Karşımda bir kahve­
hane, içinde genç şair hasretini yüklemiş omuzlarına. Şiir yazıyor, ..
çay dumanının buğulu görüntüsüne. Durdum bir yerden göğü,
Haliç'i dinledim. Hangi evin önünden geçsem bir hikaye anla­
tacak şimdi. Milyon tane hayatın gelişine gidişine tanık olan kapı ­
ları fısıldayacak küçük çatlaklardan. Diyecektir ki, "Elbet çatlak­
ların yerini insanları dolduruyor evin, zamanın yerini çivi izleri aldı­
ğı gibi boylu boyunca. "

Gece uykunun kolundan çekiştiriyor şehri terk etmek için. Boğaz


rüzgarı , martı çığlıklarına karışmış çoktan Sarıyer'de. Dalgalar ka­
yıkçıların ağlarına uzanmış, balıklar denize meftun. Hangi sahile
vursam bir kıyamet kopacak şimdi. Dile gelecek mehtaba dalmış
deniz. Diyecektir ki, "Ya oltasına takıldım kaldım hayallerine dal­
mış ihtiyar balıkçının ya da yazgısı kalbinin limanını arayan genç
bir kaptanın. " Kaldırım taşlarını araladı dalgalar, ağladı saatlerce.
Saklandığı gökten örtü misali dökülüyor yağmur damlaları üstü­
ne İ stanbul'un.

Bir adam dikiliyor iskelenin önünde, gazete bayiinin yanında he­


men, elinde simit. Geri dönüşü olmayan vedalar yağar yağmur
gibi çatısına Haydarpaşa'nın. Oturdum merdivenlerine, kalaba­
lıklar düşündüm. Birbirine sarılmış insan silüetleri, trenin arka ı­
şıklarına karışmış, nice eller gördüm. Bavulunu çarpa çarpa yeti­
şenlerin, yüreğine basa basa gidenlerin sesleri kulağımda hala.
Vagonlarca geçiyor kelimeler, geçip giden diğer her şey gibi ses­
siz sessiz. Ey iliklerine kadar mağrur, ıssız, soğuk istasyon, mer­
haba! Ve oturmuşuz karşılıklı Kız Kulesi'yle. O, bir ok atımı kadar

KAFKAOKUR 19
1 Deneme
-Labirent Yolcusu
sayı 4

FİLİZ KORUR

Anafilya ce salt kendimiz değildir. Kolektif bilincimizin ve ruhumuzun de­


rinliklerindeki mental miras ve arkeik hafızadan beslenen pisi­
Zeus bile dolambaçla örülü, bu boğucu taş ağı çözüp bir yol kemiz, yani bilinç ve bilinç dışını içeren kişiliğin temeli mitlerden
bulamaz. Ben geçmişimi ve tüm kimliklerimi unuttum. İ ç sıkıcı oluşur. Mitler, bizi kendimiz hakkındaki en soylu ve samimi
duvarları çınlayan dolambaçları izlemek yazgımdır benim. Geçen çözümlemelere götüren ruhani metaforlardır. Kolektif bilinçaltı­
yılların sonunda hangi gizil bükeyler büküntüler şiddetin mızdaki arketiplerin her birinde başka bir yüzümüzü keşfederiz.
galerileridir ki. Zamanın tefecileridir bu çatlak köhne Bazen şeytan, bazen melek, bazen tanrı olan yüzlerimizi. Pisişe­
duvarlar. Süprüntüler içindeki solgun işaretlerin ayrımındayım. mizin fantezi ve realite sarmallarından örülü duvarları da adeta
Büklümlü gece bana doğru kükrüyor ve de ıssız ulumaların bir labirenttir. Bu labirentin içinde gezinmeye karar verdiğimizde
yankısını taşıyor. Ben gölgelerden bilirim ki öteki hep orada, kendi kozmik köklerimizi aramaya başlamışız demektir.
nasıl bir alın yazısı sonsuza dek kendisini taşımak bu dokunmuş
ve belki de dokunmamış Hades bitmez kanım ve cesetimi Gerçek ve fantezinin sınırlarını her aştığımızda kendisini yeniden
sömürmek içindir. Herbirimiz diğerini ararız. Ama katıksız bir oluşturan ve duvarlarını yenileyen içsel labirentimizin bir ha­
bekleyiştir bu ve o bir hesap günüdür. ritasını çıkarmak demek, cevabını bulamadığımız o soruya ger­
Jorge Louis Borges çek anlamda yaklaşmak demektir. İçimizde bütün insanlık tarihini
şifrelenmiş bir halde taşıdığımız için, kolektif bir insanlık zamanı
Yunan mitolojisine baktığımızda labirentin ilk örneğinin mimar ile birlikte bugünkü bilincimizi oluştururuz. Eskilerin unutulmuş
Daidalus tarafından Girit Kralı Minos için yapıldığını görürüz. insan ırklarının yaşam, ölüm, ilahi düzen, zamanın gizemleri ile il­
Daidalus, Minotaur' u hapsetmek için Kral Minos tarafından labi­ gili bildikleri herşey ve varoluş gerçekliklerinin neresinde durduk­
renti yapmakla görevlendirilen ilk mimardır. larının bilgisi kodlanmış bir şekilde her insanda gizlidir. Metafor­
laştırılmış tüm insanlık tarihinin kodlarını aça aça ulaşabilece­
Labirent mistik düşüncede "zaman " kavramını temsil eder. Yani ğimiz sırlardan uzanacağımız gerçekliğin çekiciliğine kapılanlar,
zamanın aşkınlaştığı " ebedi şimdiyi " . Mitlerde zaman art süremli kendilerini her zaman bir labirentin içinde bulmuşlardır.
değildir. Birbiriyle senkronik olan zamanların hepsi şimdiki za­
mana bağlanır. Başlangıç ve yaşanan an (şimdi) birleştirilir. Ka­ Labirentin kapısına gelen her insan için, o güne kadar kendisinin
dim insanların zaman kavramına nasıl baktığı ile ilgili ipuçları ma­ kim olduğunu ifade ettiği herşey birden anlamını yitirmiştir. Bu sı­
sal ve mitoslardaki tanrısal figürlerden bize göz kırpar. Bu mitos­ nıra geldiyseniz kim ve ne olduğunuzun gerçek ipuçlarını bulmak
larda tek yönlü lineer, doğrusal zamanın tersine döngüsel, yenile­ için yapmanız gereken şey, eski sizi temelden yıkıp yeni bir içsel
yen ve ters akışlara olanak tanıyan bir zaman anlayışı geliştiril­ inşaata başlamaktır. Bunun için de beynimizin o güne dek çalış­
miştir. Kadimler zamanın akışını bir labirent gibi birbirini yenileye­ tırılmamış belli kısımlarının harekete geçirilmesi yoluyla zamanlar
rek sonsuzca büyüyen, birleşen, ayrışan, paralel giden, çatalla­ arası bilgilere uzanan bir bağlantıya geçmemiz gerekir. Bu bağ­
şan baş döndürücü bir zaman ağı gibi düşünmüşlerdir. Bu akış lantı kendiliğinden oluşur. Çünkü doğru sorular doğru cevaplara
sonsuz olasılıklar barındırır. Bu anlatılarda iç içe girmiş ve sonsu­ götürür. Eğer soru çok katmanlı ise cevap da zamanlar öte­
za kadar giden evren kurgusu tam da bir labirenttir. sinden çok katmanlı olarak belirir. Dünyamızı gerçek ve düş diye
ikiye bölüp çoğaltmaya devam ede ede yeni bir labirent inşası
Labirent kavramı, yaşamın içindeki pek çok gerçeğe metaforik başlatmamız, tarihsel zamandan çıkarak bengi zamana, erdem­
bir gönderme yapar. Ruhumuzu zamanın büyülü dokusunun ar­ lerin, değerlerin, idelerin ve ilkelerin zamanlarına dahil olmaya
kasından sürükler. En temel varoluşsal problemlerimize çözüm başlamamız gerekir. Binlerce senedir mistiklerin içimizde olduğu­
aratan soruların peşinden giderken son bir soruda durup cevabı­ nu söylediği evrensel/külli bilgi yani Levh-i MahfO z' a ulaşabilmiş
nı bulmakta gerçekten zorlanırız. Bu soru, "ben kimim" sorusu­ beyinsel holografik mekanizmanın bizi çıkaracağı yolculuğa hazır
dur. Aslında neyin içinde olduğumuzu anladığımızda, ne olduğu­ olmak, zamanın doğrusal tek bir çizgi üzerinden temsiline karşı
muzu, kim olduğumuzu anlarız. Gerçekte biz neredeyiz, neyin i­ çıkıp, geçmiş gelecek algımızı değiştirmemiz ile olacaktır. Bu al­
çindeyiz. Aradığımız tüm soruların cevabı bizi yine kendi içsel gıyla düşünmeye devam ettiğimizde şimdiye dek hep geçmişin
dehlizlerimizin labirentine sürükler. Orada karşılaşacağımız sade- geleceği şekillendirdiğini düşünürken, artık fark ederiz ki şu anda

20 KAFKAOKUR
sayı 4 1 Deneme

aynı zamanda geçmişimizi de oluşturuyoruz. Ve aslında doğrusal kahramanı hayatın kaosu ve çok boyutluluğu içinde kendisinin
zamanın tersine döngüsel bir zamanla birlikte yaşama eşlik edi­ farklı bir yüzü bir tekrarı ile karşılaştıkça aslına bir labirentle karşı­
yoruz. Sonsuz boşlukta herşey başka bir şeyin içindedir. Biten laşmaktadır. Aynı olay ve durum karşısında sürekli yeni seçimler
herşeyin arkasından yeni bir boyutsal derinlik başlar. Girdiğimiz yapmak zorunda kaldığı bir hayatı yaşadığını, daha doğrusu bir
her berzah, yeni bir boy�ta açılan kapıdır. Bu boyutlarda düşün­ labirentte ilerlediğini anladığında, aslında asla bir seçim yap­
cenin akış hızı daha farklıdır. Frekans olarak bilincimizi hangi dü­ madığını, bütün olasılıkları aynı anda deneyimlediğini anlar. Ku­
zeye uyumlarsak o boyuta açılırız. Tabi bu ulaşım ve yolculuğa antum fiziğinin bir yorumu olan Çoklu Dünya Teorisi veya Çoklu
rasyonel/ seri işlemli mantıkla çıkılamaz. Şimdiye kadar bilinen Evren Hipotezi'ne göre söyleyecek olursak, bir olayın sonucuyla
ulaşım yollarından bir tanesini seçmemiz gerekir. diğeri arasında seçim yapmak zorunda kaldığımızda
Bunlar meditatif aktiviteler, mistik yaşantı­ her iki olay birden meydana gelir. Ancak bun­
lar, vecd halleri, sembolik, allegorik lardan sadece bir tanesi bizim evreni­
düşünceler, zikir vs. gibi dene­ mizde , diğeri ise herşeyi bizimle ay­
yimlerdir. Bu yolları deneyim­ nı olan bir başka evrende ger­
leyen her yolcu tüm bunla­ çekleşir. Bütün bu evrenlerden
rın sonunda daha büyük diğer evrenlere erişilebilir.
bir şeyin parçası oldu­
ğunu anlar ve kim ol­ İnsan kendi labirentinden
duğu sorusunun çok ibarettir. Her bilgi, her
katmanlı ama bir o olay yani her dönüş
kadar da basit bir olası, çeşitli gelecek­
yanıtıyla karşılaşır. lere doğru açılır. Labi­
rent, zamanın aşkın­
Labirent metaforuna laştırıldığı " ebedi şim­
psikoloj i- edebiyat didir " . Labirentin her
etkileşiminden bak­ kapısının ü ç şifresi var­
tığımızda göze ilk çar­ dır; bunlar psikoloj ik,
pan nokta eser, Jorge toplumsal ve evrensel bo­
Louis B orges' in toplu yut algımızdır. Labirentin
eserlerinin ilk cildi olan haritasını oluşturan bireyin
Ficciones' de yer alan "Yolları psişik süreçleridir. Labirentin her
Çatallanan Bahçe" adlı öyküsü dönemecinde kolektif imgelerle kar-
dür. Psikoloj i ve edebiyatı ortak şılaşıp bunlardaki bilinç dışı enerjiyi ve
paydada buluşturmayı başarmış olan bu varoluş dinamiklerimizi bilince çıkarırız. Simya
büyü� yazar, insan doğasının labirentlerinde bilimi hakkında Artephius' un ü nlü deyişi şöyledir;
gezinerek onun bütünlüğüne göndermelerde bulunmuştur. Bu "Her kim simyacı filozofların yazdıklarını simgesel değil de, harfi
öyküde Borges sayısız ilişkiler aracılığıyla, birbirini kesen sonsuz anlamda alırsa, asla kurtulamayacağı bir labirentin bucaklarında
olasılıklara dayalı bir kurgu yaratıp yazdığı eseri bir labirent haline kaybolur. "
getirmiştir. Umberto Eco da Gülün Adı adlı eserinde labirent şek­
linde tasarlanmış bir kütü phaneye izinsiz giren kişinin macerasını
anlatmıştır. Çağdaş sinema da labirent metaforuna kayıtsız kal­
mamıştır; "The Maze Runner" ve " lnception " filmlerindeki kahra­
manlardan birisi iç dünyaya, diğeri ise dış dünyaya açılan bir a­
sansör ile maceralarına başlar. Mr. Nobody filminde de, filmin baş

KAFKAOKUR 21
1 Sanat
Dünyevi Zevkler Bahçesi - Hieronymous Bosch
sayı 4

EFKAN OGUZ
"ipse dixit, et facta sunt; tanıtıyor fakat aynı anda birbiri ile beslenen hayvanlar, dolayısıyla
ölümün de var olduğunu görüyoruz. Bununla beraber sağ alt kö­
ipse mandavit, et creata
şede ise kitap okumakta olan, kıyafetler içinde ilginç, gagalı bir
sunt"
yaratık göze çarpmakta. Orta panelin ufuk çizgisi ise soldaki pa­
nelin ufuk çizgisi ile aynı seviyede, dolayısıyla uzamsal bir bütün­
Eski Ahit'ten olan bu sözler, "Tanrı bu­ lük söz konusu. Kompozisyon yüzlerce çıplak insan ve hayvan
yurdu ve yaratıldılar; sonra emreyledi ve figüründen, ayrıca gerçek dışı boyutta objelerden ve meyveler­
öylece durdular, " demek. Alıntı aynı za­ den oluşuyor. Bu panel, çalışmanın güncel isminin (çalışmalara
manda, 1 5.-1 6.yy. Hollandalı ressamla­ isimlerini eskilerde sanatçılar vermiyor, daha sonradan başkaları
rından olan Hieronymous Bosch tarafın­ tarafından isimlendiriliyordu) işaret ettiği "dünyevi zevkler"in an­
dan ünlü triptiği "Dünyevi Zevkler Bah­ latıldığı asıl yerdir. Ortada yer alan havuzdaki çıplak kadın figür­
çesi"nin dış kapağında kullanılmış ve leri, havuz etrafındaki diğer insanlar ve hayvanlar tarafından ade­
eserin kontekstini belirlemektedir. Biçem ta tavaf ediliyor. Cinsellik bir araçtan çok kendi içinde bir amaç
olarak eser, biri merkezi olarak üç panel halini almıştır. Kadınların vücut dillerinden ise sıkıldıkları anlaşı­
üzerine yapılmış ve paneller kapanınca lıyor. Bu ve buna benzer Hıristiyanlıkta günah kabul edilen dav­
yine bir başka kabartma (rölyef) resim­ ranışlar sergileyen birçok figür, insanlığın şehvet peşinde kendin­
den oluşuyor. Tarz bakımından ise sürre­ den geçmeye başladığı, şuursuzluk ve karmaşıklık halinin ortaya
alizme öncülük ettiği ve her ne kadar a­ çıktığı, modern zamanlara önayak olan ilkel zamanları anlatmak­
çıkça inkar etse de Salvador Dali de tadır. En sağdaki panelde ise ilk panelde Adem'in Hawa'ya şeh­
dahil olmak üzere birçok ressama ilham vetli bakışlarıyla başlayan ve merkez panelde vuku bulan "ahlaki
• kaynağı olduğu biliniyor. çöküş"ün cezası niteliğinde olan Cehennem tasvir edilir. Yine
aynı isiml i kitabında, Peter S. Beagle bu bölüm için şöyle der:
Dış panelde tanrının dünyayı yaratışının
3. günü tasvir edilmiş, yani bitkiler yara­ "Bosch' un cehenneminde, her şey görsel bir argo. Ceza, işlenen
tılmış fakat hala hayvan ve insanlar hala suç ile uyuşmakta. İğrendiren tahtında otururken obur insanları
yaratılmamış. İ ç panellerdeki canlı ve ha­ yutup dışkı çıkaran bir şeytanın altında oluşan göletin yanına çö­
yat dolu tasvire tezat bir şekilde dış pa­ melen cimri kişi, hala kullanımda olan, paranın doğasıyla alakalı
nelde soluk yeşil-gri tonlamalar dışında bir Alman deyişini tasvir eder. "
bir renk kullanılmamış. Kompozisyon de­
vamında gelecek, yaşam dolu fakat aynı Aslında o dönem, Bosch bu çalışmayı soylu sınıftan aldığı sipariş
zamanda günahlarla bezeli kö­ üzerine yapmış fakat kişisel görüşlerinden, çalışmasının olumsuz
tümser bir geleceğin habercisi karşılanma olasılığı ihtimalini göz ardı ederek, ödün vermemiştir;
niteliğinde. Tanrı ise yaratımı­ ve lakin garip bir biçimde, çalışma tüm soylu sınıf tarafından da
nın yanında oldukça küçük kal­ büyük beğeni görmüştür.
mış, küre dışında, sol üst köşede konuş-

Cehennem paneli, aynı zamanda içerdiği müzikal elementlerle


de sıkça bahsedilir. Kullanılan ve sembolik değeri olan birçok
İ ç paneller neksel şekilde sol- çalgının yanında, nota yazıları da okunabilmektedir ve hatta ba­
dan sağa doğru o- kunuyor fakat bu- zıları bu notaları müziğe dökmeye çalışmıştır. Ortaya çıkan sonu­
na karşı çıkanlar da bulun- makta; zira her ne
cu arka kapaktaki link ile dinleyebilirsiniz. Bununla beraber ce­
kadar tinsel bir bağlam üzerine inşa edilse de, stan- hennem aslında medeniyete dair izlerin görüldüğü il k yerdir.
dart inançlardan ve benzer konulu çalışmalardan birçok kez Kompozisyonun en arka kısımda yanan kasaba- vari yerleşim bi­
sapmalar göstermekteler. Örneğin en soldaki cennet tasvirinde, rimi fethedilen bir şehri anımsatmaktadır.
halihazırdaki inançlara koşut bir şekilde, Tanrı Adem'e Hawa'yı

22 KAFKAOKUR
sayı 4 1 Sanat

Aslında her ne kadar birbirinden


ayrı gibi görünse de, tüm paneller
birbirine birçok ortak unsur ile bağ­
lıdır. Cehennem tasvirinde görülen
karmaşıklık, bir öncekine göre art­
mış olan gerçek dışı tasvirler, şeh­
vet ve günahın her türlüsü aynı za­
manda orta paneldeki ilkel ve sap­
kın insanlık tasviriyle örtüşmektedir.
Cennet panelindeki atmosfer ise
yine merkezde bulunan panelde
kendisini tekrar ediyor. Dolayısıyla
bu durum, çalışmayı doğrusal bir
biçimde okumaktan vazgeçip, bir
bütün olarak bakmamızı sağlıyor.
Bir başka deyişle, dünya zevkleri,
Blake' in de kitabının başlığı olan,
"Cennet ile Cehennemin Evliliği"n­
den başka bir şey değildir. Kitabın­
da, "Karşıtlar olmadan, ilerleme ol­
maz. Çekicilik ve İ ticilik, Us ve Ruh,
Aşk ve N efret İ nsan varlığı için
gereklidir, " diyerek Blake bu duru­
mu özetliyor. Her ne şekilde incele­
nirse incelensin, Bosch bize, kö­
tümser bir biçimde de olsa, insan
doğasının tüm bu zıtlıkları aynı an­
da barındırdığını gösteriyor. Louis
Aragon'un Paris Peasant kitabında
da dediği gibi: " Aydınlık, sadece
karanlık ile ilişkiliyse anlamlı dır;
doğruluk, hatayı öngörür. Hayatımı­
zı kalabalık kılan, onu keskin ve
sarhoş edici hale getiren, bu birbiri
içine geçmiş zıtlıklardır. Biz sadece
bu çatışma bağlamında varız; be­
yaz ve siyahın çarpıştığı alanda . "

KAFKAOKUR 23
Şiirlerin içinden çıkıp gelen kadınlar vardır.
Öpse şiir, saçını dağıtsa mısra, gülse kıta olur.

Zaten hep sensiz olduğumu anladım. Zaten


hep sana yazıyor olduğumu.

Sen bana öyle bakıyorsun ki hemen kal kıp


dönmek istiyorum . Eteklerinin dönüşünü
gösteren, hayal kırıklığından habersiz bir kız
çocuğu gibi.

Belki hayat dediğimiz budur yalnızca, bil mediğin


bir şeyin peşinde koşadurmaktır,
adlandıramadığın için çağıramadığın . . .
Frido Kohlo
. . . Bede n i m beni b ı ra kacak. Oysa ben hep o
bedenin k u rbam o l m uşumdur; b i raz asi de olsa
bir kurba n işte . Biliyoru m asl ı n d a birbirimizi yok
edeceğ iz, böylece m ücadele son u n d a ortaya
hiçbir g a l i p çı kmayaca k . Düşü n c e n i n sırf h a s a r
görme m iş o l ması n d a n ötü rü, te n d e n oluşa n
öte ki m a d d eden kop a b i leceğ i n i d ü şünmek, n e
hoş bir ya n ı l sama . . .

. . . Ah, Dona Magda l e n a Cermen Frida Ka h l o d e


Rivera, to pa l Ma jeste l e ri, kırk yed i yı l ı n g ecti ğ i
b u kavu rucu M e ksika sıcağı nda, i l i ğine ka da r
yı pra n m ı ş, sancı her zama n ki n d e n bin bete r
kasıp kavuru rken, o n a n l ması o l a n a ksız bir
d u rumd ası n ız iste l
,

Ta n n m k u rta r ben i l
1 İnceleme
Anlamsızlıktan U muda ...
sayı 4

SABANUR YILMAZ

1 91 3 yılında Cezayir'de dünyaya gelen, yazar ve filozof olarak 1 .Başkaldın ve Umut?


ünlenen Albert Camus, varoluşçuluk ve absürdizm ile ilgilenir.
Camus'nün dünyasına baktığınız zaman ilk gözünüze çarpan ise John Cruickshank, ' Albert Camus ve Başkaldırma Edebiyatı'
h ayatın tamamen anlamsız ve saçma olduğu fikridir, felsefesini başlıklı çalışmasında Camus'nün sözünü ettiği anlamsızlık ile
bu düşünce üzerine kurar. Camus, insan hayatını ' absürt, an­ kastettiğinin "nihilizm" olmadığını söyler ve Camus'nün şu söz­
lamsız ve mantıksız' olarak niteler. Aslında bu noktadan bakıl­ lerine yer verir:
dığında kolayca Albert Camus'nün dünyasında umuda yer olma­
dığını söyleyebiliriz. Bunun gerçekten böyle olup olmadığı konu­ "Hepimiz kendi içimizde kendi hapishanelerimizi, cinayetlerimizi,
sunda kendimce bir yorum getirmeye çalışacağım yazarın dene­ kendi yıkıcılığımızı taşıyoruz. Ama bunları dünyaya salmak bizim
me türündeki yazılarından ve romanlarından yola çıkarak. Ele ödevimiz değildir. Bizim ödevimiz onlarla hem kendi içimizde
aldığım iki temel romanı ise Yabancı ve Veba olacak. hem de başkalarında savaşmaktır. " Dolayısıyla hayata karşı bu
olumsuz gibi görünen bakış açısı onu umutsuzluğa götürmez.
Camus, ölümle sonuçlanan bir hayatın anlamsızlığını savunmuş
olsa da hayatın güzelliklerinin, insanın acılan ve umutsuz­ Yabancı ve Veba romanlarındaki karakterlerin davranışlarında ve
luklarının göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünür. Mademki düşüncelerinde Camus'ün felsefesine ait işaretlerin olup ol­
' absürt, anlamsız ve mantıksız' bir h ayatta yaşıyoruz mutluluğu madığını sorguladığımızda ise Albert Camus'nün öne sürdüğü
insan kendisi yaratmalıdır, der. Mutluluğun ise insanları ve dün­ bu düşüncelerin romanlarına yansıdığı ortada. Başka bir ifadeyle
yayı karşılıksız bir şekilde sevmek olduğunu düşünür. Yani h aya­ Camus'nün romanları onun absürt ve başkaldırı kavramlarının
tın onun penceresinden anlamsız görünüyor olması, her şeyi bir sanatsal bir biçimde ifade edilmiş şekillerinden başka bir şey de­
kenara bırakmak anlamına gelmez. Hatta tam tersi! ğildir. Romanların her ikisinde de felsefi alt yapı roman kurgusu­
nun önüne geçer.
Yabancı adlı romanında Camus, toplumdan uzak düşmüş bir ka­
rakter olan "Meursault"un dünyasını anlatır. Romanda anne­ Yabancı'nın absürt kahramanı Meursault ve Veba'nın anlatıcısı
sinin ölümü de dahil olmak üzere karşılaştığı olaylan büyük bir Dr. Bernard R ieux hem okura bir başkaldırı örneği sunması hem
soğukkanlılıkla karşılayan bu karakterin toplumsal yaşamdan ne de ölüme karşı takındıkları tavır bakımından birbirlerine benzerler.
kadar kopuk olduğu çok açık bir şekilde görülür. Mesault, ölümü Hikayeleri birbirlerinden farklı olsa da her ikisi de ölüm karşısında
duygusuzca kabullenir, aslında karşılaştığı bütün olaylan aynı aynı umursamaz tavrı takınır. Hayatı tamamen anlamsız ve saç­
duygusuzlukla kabullenir. Peki bu bir vazgeçiş mi? Umut bunun ma bulan Meursault romanın sonunda ölüme karşı direnmez ve
neresinde? kendi ölümünü de annesinin ölümü gibi kolayca kabullenir. Diğer
karakterimiz Dr. Rieux vebanın geri geleceğini bile bile bu has­
Veba ise Oran'da ortaya çıkan ve bütün şehirde umutsuzluk ya­ talığa karşı savaşır. Şehrin durumunu sadece izler, durumu kabul
ratan vebaya karşı verilen savaşın hikayesidir. Dr. Rieux ve arka­ eder, kansının ölümüne de tepki vermez, onun da ölüm karşısın­
daşları vebaya karşı soğukkanlılıkla mücadele ederler ve sonun­ da duygusuz olduğunu söyleyebiliriz.
da başarılı olurlar. Burada önemli olan nokta ise şu: Dr. R ieux bu
başarının geçici olduğunun ve vebanın geri döneceğini bilir aslın­ Camus, ölüm hakkındaki düşüncelerine açıklık getirecek ipuçla­
da, ama yine de vazgeçmez. "Şimdi h astalan tedavi etsem de rından birini Sisyphe Efsanesi'nde intihar üzerine şu söyledikle­
veba bir gün geri dönecek, aynı şeyler yine yaşanacak " düşün­ riyle verir:
cesine teslim olmaz. Çünkü yaşadığımız sürece kötü olana karşı
savaşmak gerektiğini bilir. Dr. Rieux ile Mersault karakterleri bire­ "Kendini öldürmek, bir anlamda, melodramdaki gibi, itiraf et­
bir aynı karakterler olmasalar da bambaşka hayatlara sahip kişi­ mektir. Hayatın bizi aştığını veya h ayatı anlamadığımızı itiraf et­
ler olsalar da h er ikisinin de hareketlerinin çıkış noktası benzer mektir. Gene de bu kıyaslamalara fazla dalmayıp, her zamanki
düşüncelere dayanır: "Hayat anlamsızdır; ama bu her şeyi bırak­ kelimelere dönelim. Bu, yaşamanın, 'zahmete değmediğini' itiraf
mak gerektiği anlamına gelmez. Eğer yaşıyorsak mücadele et­ etmektir yalnız. Yaşamak hiçbir zaman kolay değildir elbet. Birin­
memiz gerek. " Camus'nün felsefesinin temelini oluşturan bu ko­ cisi alışkanlık olan birçok sebeplerden dolayı, hayatın buyurduğu
nulardaki düşünleri için de yazarın Sisyphe Efsanesi ve Başkal­ hareketleri yapmaya devam ederiz. İ steyerek ölmek, bu alışkan­
dıran İnsan başlıklı denemelerine başvurulabilir. lığın gülünç niteliğinin, yaşamak için her türlü derin sebep yoklu-

28 KAFKAOKUR
ğunun, bu günlük çırpınmanın anlamsız niteliğinin, ızdırabın fay­ Bu paragrafın sembolik anlamda bir insanın günlük hayatını an­
dasızlığının içgüdü ile de olsa kabul edilmiş olmasını gerektirir. " lattığını düşünebiliriz. Camus' nün aslında başkaldırı dediği işte o
kayayı her seferinde bıkmadan usanmadan dağın tepesine
Sonuç olarak, yaşam devam ediyorsa inanç ve umut da var de­ çıkarmaktı belki de. "Tepelere doğru tek başına çarpışma bile bir
mektir. Camus' nün söz konusu iki romanında da bu umut her insanın yüreğini doldurmaya yeter. Sisyphe'in mutlu olduğunu
şeye rağmen vardır. düşünmek gerek."

Camus için hayatta cevaplanması gereken önemli sorulardan bi­ 3.Yabancı ve Veba Üzerine
risi hayatın anlamı sorunsalıdır. O hayatın kaynağının u mu t oldu­
ğunu söylememiş veya romanlarında tozpembe bir yaşam çiz­ Albert Camus'a 1 957 yılında Nobel ödülü kazandıran Yabancı,
memiş olsa da hayatın anlamını aramanın umut kavramıyla bir yazarın ilk romanıdır. Romanın ilk bölümünde Meursault, anne­
alakası olması gerek diye düşünüyorum. İçinde hayata karşı i­ sinin öldüğünü öğrenir, cenazesine gider ancak tamamen duy­
nancı veya en ufak bir umut kırıntısı olmayan biri neden haya­ gusuzdur. Bir cinayet işler. Cinayetin sebebi çok da önemli değil
tının anlamını bulmaya çalışsın? aslında. Meursault adam öldürdüğü için suçlanır, annesinin ce­
nazesinde ağlamadığı için yadırganır ve onun idamına karar veri­
Meursault ve Dr. Rieux hayatlarının anlamını bulmakta başarılı lir. Ama Meursault tüm bu olanlara karşı tamamen kayıtsızdır.
olabildiler mi? Meursault'un bu anlamda bir çaba sarf ettiğini Bence onun ruh halini en güzel özetleyen bölümlerden biri kita­
söylemek güç. Hayatına bir anlam katmak gibi bir derdi yok, ha­ bın sonunda Meursault'un idamı beklerken düşündükleridir:
yatın kendisi anlamsız ve hayatı geldiği gibi yaşıyor ve geçiyor.
Böylece kendi ölümü de ona korkutucu gözükmüyor. Tamamen "Hatta hala da mutluydum. Her şey tamam olsun, kendimi pek
toplumsal yaşamın dışında kalmış bir uyumsuz. Fakat Dr. Ri­ yalnız hissetmeyeyim diye, benim için artık idam günümde bir
eux'a gelince işler biraz değişiyor. Dr. Rieux hayatına bir anlam sürü seyirci bulunmasını ve beni nefret çığlıklarıyla karşılamalarını
bulu yor: Başkaldırı. dilemekten başka bir şey kalmıyordu. "

Şunu da belirtmekte fayda var: Camus'nün başkaldırı derken İlk olarak 1 947'de yayımlanan Veba ise Cezayir'deki Oran şeh­
söylemek istediği politik bir başkaldırı değil! rinde yaşanan veba olayını konu alır. Şehrin sokaklarında fare­
lerin ölmesi üzerine başlayan tedirginlik insanların da hastalana­
". . . Camus başkaldırmadan söz ederken amacı politik devrim rak ölmeye başlaması üzerine daha da artar. Dr. Rieux ve arka­
değildir. Politik devrimin insanlıktan çıkmı ş ve canavarlaşmış bir daşları her geçen gün artan bu ölümlerin sebebini başta çöze­
tarih anlayışının yanında olduğunu söylemiştir. Bu devrimin soyut mezler ancak sonraları bunun veba olduğuna karar verirler. Aylar
ve biçimci istekleri karşısında insan mutluluğunun hiçbir dolaysız süren karantina döneminde şehirde pek çok insan vebadan ölür.
değeri yoktur. Başkaldırma ise, tersine, doğadan yanadır. Top­ Ancak Dr. Rieux hastalığa karşı savaşır ve romanın sonunda şe­
lumsal ve politik yönleriyle, insanların çektikleri acılara karşı sa­ hir eski rutinine geri döner. Ancak Albert Camus yine en ilgi çeki­
vaşmanın zorunluluğunu ve aynı zamanda bu savaşın bir sonu ci bölümü ve felsefesini yansıtan cümleleri romanın sonuna sak­
olmadığını kabul eden bir çeşit alçak gönüllülüktür. " lamıştır. Dr. Rieux'nun vebanın ortadan kalmasının ardından için­
de bulunduğu ruh halini anlatan şu paragraf aslında Camus'ün
2.Albert Camus'nün Dünyası düşüncelerini de açı k bir şekilde yansıtır:

Albert Camus, ' absürt' kavramını Sisyphe Efsanesi'nde açıklar. "Gerçekten de kentten yükselen sarhoşluk çığlıklarını dinlerken
Bu düşüncenin bizi hayatın anlamsızlığına değil, başkaldırıya gö­ Rieux bu hafifleme duygusunun hep tehdit altında olduğunu dü­
türdüğünü yukarıda anlatmaya çalıştım. ' Başkaldıran İnsan' baş­ şünüyordu. Çünkü bu neşe içindeki kalabalığın, kitaplardan da
lıklı denemesinde Camus bu başkaldırı kavramından ne anladı­ öğrenilebileceği gibi, veba mikrobunun hiçbir zaman ölmediği
ğını uzun uzun anlatır. Sisyphe Efsanesi'nden alacağımız şu ör­ veya yok olmadığından, yıllarca mobilyalarda ve çamaşırlarda
neğin onun felsefesini daha açık bir şekilde anlaşılmasını sağ­ uykuya daldığından, odalarda, mahzenlerde, sandıklarda, men­
layacağını düşünüyorum: dillerde ve kağıtlarda bE;ıklediğinden ve belki bir gün, insanların
bir mutsuzluk yaşaması yahut bir şeyler öğrenmesi için vebanın
''Tanrılar Sisyphe'i bir kayayı durmamacasına bir dağın tepesine kendi farelerini u yandırıp mutlu bir kente ölmeye yollayabilece­
kadar yuvarlayıp çıkarmaya mahkum etmişlerdi, Sisyphe kayayı ğinden haberi olmadığını biliyordu."
tepeye kadar getirecek, kaya da tepeye gelince kendi ağırlığıyla
yeniden aşağı düşecekti hep. Faydasız ve umutsuz çabadan da­ Sonuç olarak Meursault'un hayatı sorgusuz sualsiz kabullenişin­
ha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi, o kadar haksız de ve Dr. Rieux'nün vebaya karşı savaşında umut kırıntıları ken­
da sayılmazlardı." dini göstermektedir.

KAFKAOKUR 29
4 1 Öykü
Yitirmeler Diyan
Sayı

CEMAL TUZAK

Günün ilk ışıklarıyla bu şehir de aydınlanır belki. Ağaçlar yeniden


filizlenir. Toprak, kan yerine yağmur sularını içine çekmeyi bekler
artık. İzmir'de kar yağar da çoluk çocuk, hasta yaşlı demeden
sokaklara dökülür herkes. İspanya'da bir matador, boğaya atılan
okların önüne atar belki kendini. Bu benim hayal dünyam. Bu
benim ütopyam. Gün ağardı diye hangi şehir aydınlanmış sanki?
Bir bileniniz var mı?

Dünyanın herhangi bir noktasından yürümeye başladığında aynı


yere geri dönemezsin. Kesin bir duvara filan çarparsın. H er in­
san, sırf sen yürüme diye önüne engeller koyar. Bu insanın; yu­
varlak olan dünyayı düzleştirme biçimidir. Engel! Kıskanılmak,
yerinde olabilmek, hor görülmek, itilmek "sen hiç yoksun bu­
olur? İt gibi seviyorken öldü. it gibi korkarken öldü. Bir masada
rada" demek lrak'ta bir çocuk ağlatmak; bunlarda bir engeldir
karşılıklı otururken öldü. İnsanın dostu olmaz olsun! Benim hiç
insanın insana koyduğu. Fiziksel engel değil, ruhsal engeldir
dostum olmadı. Olmasındı. Öldükten sonra ağlayan dostu insan
bahsettiğim. Engelleri bir bir aşacağız, aşılamayan her engel için
ne yapsın? İ nsanın gerçek dostu , sen yaşarken ağlamalıydı.
başımızı bir omuza yaslayacağız. Omuzdan daha güzel olan, bir
Benim için hiç kimse ben yaşarken ağlamamıştı. Dostsuzluğun
anne dizine yaslayacağız belki başımızı. Annemin dizleri buradan
ve bir başınalığın insanı besleyen bir göbek bağından farkı yoktu
çok uzak. Koysam başımı yastığa, okşayabilir mi dersiniz altı yüz
benim için. Birine inanır veya güvenirsen o göbek bağı ilk senin
kilometre uzaktan? Bilirsiniz, hayat başlıbaşına bir kederdir ve
boynuna dolanırdı. Annemin acısı bir ip olmuş dolanıyor
anneler hayatın tek tesellisidir. Biri duvar koyduğunda önünüze,
boynuma. Ben susuyorum. Anneler acı çekerken bir evlada
" gerekirse sırtıma bas ve aş o duvarı" diyecektir. insanlar üzülür;
susmak düşer genelde. Asıl insanı boğan da susmaktır zaten.
hem de mutluluk avucunun içindeyken. Gecenin bir yarısı kapıya
çıkıp sigarasını yakan adamlara da, bir tek anneler üzülür zaten.
Bu görünümü yuvarlak, düzeni dümdüz dünyada, atların harp
Terli olduğuma bakmayın, insan olmanın yorgunluğu bu. Sev bir
meydanında seni sırtladığı fakat bir ayağı yaralandığında üzerine
kadını. Bacaklarına dokunma, yüreğindedir sevgi. Okşa bir kö­
kurşun yağdırdığın; yani sadakate kurşun sıktığın bu acımasız
peğin başını. Başında değil, yüreğindedir sadakat. Tutun elimi,
dünyada, alıp bavulunu terk edip gitmek, en iyi yoldur belkide.
elde değil avucumdadır hayat. Ve zaman gelir, güvercinleşir elle­
Ama nereye gitmek? Kapının önüne çıksam terliklerimle? Hiçbir
rim. Uçar gider yağmur yerine kan yağan gökyüzüne. Göğün
yüz görmeden dönebilir miyim evime yine? Valiz hazırlayıp evi­
benden beklediği budur, fazlası değil. Uçurtmamıza taş bağ­
nin önünde beklemek de bir isyandır kimine göre. Sevmek de bir
ladılar çocukken, bundan fazlası değil. Otobüsün kapılarını ka­
isyandır. Sevip yanında olamamak ise yerin dibine sokulmaktır.
pattılar tam binecekken, fazlası değil. En yakın hissettiğimizi bul­
Yerin dibine girmekten magmaya yaklaştık iyice. Bütün insanları
duğumuzda ilk onu kaybettik, inanın fazlası değil. Fazlası değil
sevmenin dayanılmaz acısıdır bu dipteki sıcaklık. Güvercinler gibi
diyorum çünkü güvercin olana kadar sabırla beklemek zor. Sev­
göklere çıkacağız derken, yerin dibinde yeni bir düzen kurduk
diğin birini kaybetmek, bilmem nasıl anlatsam . . . Sevdiğin birini
kendimize. Sevgimizin bizden alındığı, sesimizin bizden çalındı­
kaybetmek, ağlayamayıp dizlerinin üzerine çökmektir herhalde.
ğı . . .
Erkekler ağlamaz yalanına inana inana ağlayamadım bunca za­
man. Oturdum bir sigara yaktım. Ellerimi masaya.yitirmenin hü­
Dünya;
zünlerini yüreğime bıraktım.
Annem,
Acılar kalpte, eller de masanın üzerinde durur genelde. Ya­
ralarımızı göstermeyelim kimseye, sakın. İlk o kaşımaya başlar. Ve Sen . . .
En yakın dostunuzdur bunu yapan; teselli ettiğini, düşmanına
karşı silahlanmak sanarak belki. Öldü diye anlatırken "nasıl Öyle güzelsin ki, bileklerimi kessem intihar süsü olursun
öldü?" diye sorarlar sana .. Öldü ulan işte. Öldünün nasıl'ı mı yanımda.

30 KAFKAOKUR
1 Deneme
Kum Saati
sayı 4

MERVE ÖZDOLAP

Neden yaşıyoruz? Sahi, dünyaya getirildiğimizden beri gerçek rinle silkeleyeceksin üzerinden. Ve yeniden doğacaksın, yeni
sevgiyle mi yoğruluyoruz? Yoksa beş yıllık kalkınma planının bir şeyler anlatacaksın.
ayağı, aile büyüklerimizin sorularına yanıt mıyız? Bu kadar kolay
mı var etmek? Peki ya var olmak. . . Öyle olması gerektiği için mi
varız? "Yaşı geçmeden evlensin. " denilen kadınların, erkekliğini
bir çocukla taçlandıran adamların artıkları mıyız? Yahut belki de
tertemiz sayfalarız, beyaz, onları aklamak için. Tekrardan doğa­
mayacağını bilen insan, hatalarıyla, noksanlarıyla buraya hapsol­
muşken bir umuda sığınıyor, bir çocuk yapıyor ve işte şimdi her
şey yoluna girecek! Olamadığı, yapamadığı şeyleri giydirebile­
ceği bir vitrin mankeni var artık başköşesinde, mağazasını en
güzel kombinlerle temsil edecek. Ama ne mağaza bildiğiniz ma­
ğazalardan, ne manken o mankenlerden. Çünkü bizimki zaman
geçtikçe adım adım yürüyecek, elbiselerini kendi seçecek, üze­
rine giydirilenleri istemeyecek, başka bir şey olacak yani zaman­
la. Ancak insan olduğu gibi kabul edemez ki hiç kimseyi. İroniktir
bu, canına okuyan tüm sistemi, düzeni, bu adaletsizliğin arasın­
da nefes almayı kabul eder de sevdiği insanları olduğu gibi kabul
edemez. Kendi yansımasındaki boşlukları doldurmayınca artık
beğenemez karşısındakini. İ şin özürıü kaçırır, neyi neden yap­
tığını düşünmeden, ne istediğini bilmeden 'olması gerektiği' için
yapar pek çok şeyi. Bir insanı dünyaya getirmek bile bazen yal­
nızca sırası geldiği için . . . Böyle var olan insan, okulda notlara,
vitrinde etiketlere, ilişkilerde bedenlere takılacaktır elbette. Kime
yarar sağladığının, kime zarar verdiğ inin, ne beklediğinin önemi
kalmayacak, değişmenin, değiştirmenin gücü yok olacak, önüne
koyulan mamayı yiyen bir hayvandan farksız öylece yaşayıp gi­
decek sırası geldikçe. Hafta sonunu yaşadığı kentin gözde me­
kanlarında geçirebildiği sürece ehemmiyeti yok zaten tüm bunla­
rın. En yakınındakileri bile tanımaya zamanı ve ihtiyacı yok, duy­
maya, dinlemeye, anlamaya vakti yok. Yalnızca ortak sesleri var
üzerine düşünmeden tartışmasız kabul ettikleri, düzene küfür e­
den, sürekli aynı şeyleri söyleyen. Zaman yok çünkü düşün­
meye, zaman değerli! Yapılması ve yapılmaması 'gerekenler' belli
zihinlerde, nereden, nasıl ve niçin geldikleri meçhul, çok düşün­
me! Uy ve geç, uy ve geç. Uyuyor ve geçiyoruz, UYUyor ve ge­
çiyoruz. Altımızdan çektikleri emek merdiveni düşerken yere ça­
kılışımızı izliyoruz. Önümüzdeki tabaktan yerken devlet baba, biz
ağzını siliyoruz. Her yer beton, her yer beton, biz daha çok isti­
yoruz; sonra duvarlarına yeşiller çiziyoruz. Bitiyoruz be, bitiyoruz.

Düşün şimdi, korkma dur geçsin zaman, akrep-yelkovan kova­


lasın birbirini. Bütün gücünü gör ellerinde ve aklını akıt kum sa­
atinin tanelerinde. Mağdur değilsin, yok, hiçbir zaman değildin.
Bu düzeni sen kendi ellerinle çizdin ve şimdi ölü toprağını o elle-

KAFKAOKUR 31
j Öykü
Oyun
Sayı 4

HALİL BABİLLİ

"Dıkşın! Dıkşın! " "Grav! Grav!" Babam lafını d uyan Nesli'nin midesindeki bulantı bir kat d aha
arttı. Kendini güçlükle zapt ederek, " Evet, " dedi. "Hala arkada­
Selçuk siperine iyice yapıştı. Silahının demir kabzası uzun süre­ şında. "
d ir elinde tuttuğundan iyice ısınmıştı. Avucunu burnuna götür­
d ü, pas kokuyordu. Yine bu paslı demiri aldım d iye kendine " Arkadaşında çok kalıyor ama anne, " diye üzüntüyle söylendi
kızdı. Kafasını kaldırmadan siper olarak kullandığı sand alyenin Selçuk. "Biz hep özlüyoruz babamı. Babam yoksa arkadaşını
üzerinden silahını uzattı. bizden daha mı çok seviyor?"

"Dıkşın! Dıkşın! " " Bugün son çocuklar, " dedi Nesli. Yeniden gülümsemeye, ne­
şeli görünmeye ve d ik durmaya çalıştı. "Bu akşamd an itibaren
"Öyle olmaz oğlum! " diye bir ses yükseldi. " Kafanı da çıkara­ arkadaşında kalmayacakmış, dün konuştuk. " Parmakları cebin­
caksın ki bizim de vurma şansımız olsun. " deki küçük metal nesnelerin üzerinde d olaştı. "O da sizleri çok
özlemiş. Babanız bu akşam eve d önüyor. "
"Yok ya?" dedi Selçuk. "Savaşta her hile olur. Hem sen elimi
görd üğüne göre kafanı çıkarmıştın demek ki? Vurdum seni, Çocuklar aldıkları haberin sevinciyle oyunlarını unutup ayağa
ben kazandım! " fırladılar ve annelerinin boynuna sarıld ılar. Anneleri iki ufaklığa
da büyük bir sevgiyle sarıldı, öptü ve kokularını içine çekti. Şa­
Kendine başka bir sandalyeyi siper eden M urat sinirlendi, "Tut­ şılacak şey, kucakladığı çocuklarına sanki onları çok uzun za­
turamadın ki akıllım! Tutturamad ın işte. Görerek atacaksın ki mandır görmemiş gibi hasret duyuyordu . Bu yumağın hiç d ağıl­
vurduğunu bilesin. " mamasını isterdi ama bitirmesi gereken bir iş vardı.

Ayak sesleri, bağrış çağrışın yükseld iği odaya yaklaşmaya baş­ "Çok oynad ınız artık. Benim de kafam şişti zaten. Verin şu de­
ladı. Nesli, bir eli hırkasının cebinde salona gird i. Devamlı su­ denizin tabancaları nı, " d iyerek iki elini de uzatıp beklemeye
retle cebindeki metal cisimleri evirip çeviriyordu. başladı. Çocuklar direnmeden, sadece annelere karşı gösteril
bilir bir uysallıkla tabancaları kad ına verd iler.
Selçuk ile Murat, dedelerinden yadigar kalan tabancaları bul­
muşlard ı ve teröristçilik oynuyorlardı. Nesli, kend i çocukluğun­ "Haydi bakayım. Doğruca odanıza gid in. Dersinizi yapın d a ak­
d a kovboyculuk denilen bu oyunun adının ne zaman değiştiğini şama babanızla zaman geçirebilin. "
d üşündü.
İki ufaklık annelerini mutlulukla öpücüğe boğdu. Çocuklarının
Nesli'nin asker olan babası, Selçuk'un elindeki paslı tabancayı kolları arasında nefes almakta zorlanan Nesli, "Ben az sonra
Kıbrıs Savaşı sırasında bir Rum subaydan almıştı. Murat'ın tut­ bakkala çıkacağım, usulca oturun, yaramazlık yapmayın ta­
tuğu tabanca ise, babasının tayinleri sebebiyle T ürkiye'nin ne­ mam mı?" d iye çocukları tembihledi ve popolarına şaka yollu
redeyse her yerini gezmiş olan beylik tabancasıyd ı . birer şaplak vurdu. Selçuk ile M urat gülerek kaçıştı lar. Nesli ev­
latlarının koridoru d önüp odalarına girmelerini seyretti.
" Annem, daha sessiz olun. Bakın başım ağrıyor. "
Tek başına kalınca derin bir iç çekti, etrafına bakındı . M idesinin
Aslında midesi bulanıyordu. Gözyaşının sağ yanağından süzül­ bulantısı iyiden iyiye artmıştı. Umarım son anda kusup da her
d üğünü hissetti. Hala mı ağlıyord u? Hem de fark etmeden. şeyi berbat etmem d iye düşündü.
Çocuklardan saklamak için gözyaşını elinin tersiyle, beceriksiz­
ce sildi, gözlerini birkaç kere açıp kapadı . Rum tabancasını solundaki sehpanın çekmecesine bıraktı, ba­
basının beylik tabancasını ise beline soktu. Severek aldığı va­
Selçuk ile Murat gözlerini kırpmadan annelerine bakıyorlardı. zonun sehpanın köşesinde tehlikeli bir şekilde durduğunu fark
Olan bitenden bihaberd iler. Yine de oldukça ted irgin gözükü­ etti. Vazoyu d üzeltip sehpanın ortasına koydu. Çocukların siper
yorlard ı. Nesli, biraz kendimi sıkıp da içimde tutmadığım göz­ olarak kulland ıkları sandalyeleri kaldırdı, masanın yanına d üz­
yaşını gördüler ya, o yüzdendir diye düşünd ü. günce yerleştirdi.

Murat saklanarak arkasında küçücük olduğu sandalyeden ka­ Çebindeki metal cisimler ile bir kere d aha oynadı. Bir .. . İki. . .
fasını uzattı, sonra d izlerinin üzerine d oğruldu . " Anneciğim, bir Uç . . .
şey mi oldu? Seni üzdük mü? Çok mu bağırdık? Hep Selçuk
yüzünden . . ." Üç taneydiler.

Nesli gülümsedi. "Yok, " dedi. "Üzmediniz evladım. Başım ağrı­ Kocacığım ve sevgili arkadaşı, bekleyin geliyorum.
yor dedim ya?"
Kapıyı açtı, d ışarı çıktı.
" Anne, " dedi Selçuk, çekinerek. "Babam hala arkad aşınd a mı
kalıyor?"

32 KAFKAOKUR
4 1 Öykü
Dünün Aynısı
Sayı

ASLIHAN KELEŞ

Bir horoz öttü uzun uzun. Gün ağardı, Ayşe uyandı. On sekiz Ayşe, sigaranın yarısını içip yarısını başka bir gizli günah anı
yıldır aynıymış gibi geliyordu, sanki bir yaşındayken de sabah için cebine soktu. Perdeleri havalandırdı, ağzına bir salatalık
kalkar, çayı demler, kahvaltıyı hazırlardı. Bu hayata hizmet et­ attı. Çayın demini kontrol etti ve anne babasının odasına doğ­
mek için gelmişim, diye düşünürdü zaman zaman. Kendini ru yürüdü, kapıyı sessizce açtı. İ kisi de pis uyuyorlardı. İ nsan
buna inandırır mutlu olurdu. Bir görevi yerine getirmenin gönül nasıl bu kadar pis uyuyabilir diye düşündü Ayşe. Çarşafları
rahatlığını duyardı anne ve babası sofradan hem tok hem kaymıştı ve doğrudan yatağın üstünde uyuyorlardı, yastıklar
memnun kalkınca. sağda solda zavallılıklarını artırıyorlardı. Anne ve babasının
arasında aylardır gördüğü yastık aynı yerdeydi bir tek. Odada
Çayın demlenip demlenmediğini kontrol ederken gözü ellerine değişmeyen tek şey oydu. Annesi hem dışarıda hem içerde
takıldı, tombul parmakları, kirli tırnakları tiksinti verdi yüreğine. sürekli giydiği kazağı giymişti uyurken de. Belki doğarken de
Sanki ayrı birer canlıydı elleri kendinden bağımsız. Bu dün­ bu kazakla doğmuştu annesi. Altında çamaşır sularından yer
yaya hizmet etmek için gelmiş olanlar onlardı da Ayşe' yi kul­ yer pembeleşmiş lacivert eşofman altı vardı . Babam nasıl
lanı yorlardı belki de. Ellerim olmasa ne güzel olurdu diye dü­ başka bir kadının aşk pusulasını aramıyor ki şu kadından son­
şündü, o zaman yemek de yapmazdı, evi de süpüremezdi. ra diye düşünürken gözü babasına takıldı, onun durumu daha
Hepsini annesinin yapması gerekirdi. Keşke, dedi Ayşe. Keş­ beterdi, öyle ki betimlemeye bile tiksindi Ayşe, elbette başka
ke ellerim olmasaydı. kadınlar babasına bakmazdı.

Anne ve babasının uyanmadığından emin olduğunda baba­ Şimdi mutfaktaki kahverengi saplı büyük bıçağı alsam, dedi. . .
sının ceketinin ceplerini karıştırdı, bunu bir ritüel haline getir­ Hiç kimsenin ruhu duymazdı; çünkü onlar Ayşe uyandırmadan
mişti . Televizyonda gördüğü bir dizide, bir ceket cebinden aşk uyanmazlardı. Ayşe bu dünyaya onları uyandırmak için gel­
pusulası çıkıyordu da adam ve karısı boşanıyorlardı. Belki mişti. Eğer o olmasaydı, bu ikisi sonsuza dek uykuda kalır­
böyle bir mucize de kendi başına gelir, babasının ceketinin lardı belki, çay içemezlerdi, yemek yiyemezlerdi. Ayşe'yi bu
cebinden yabancı bir kadının ateşli aşk sözcükleri dökülür de görevleri üstlensin diye yapmışlardı. Bu görevleri yerine getir­
Ayşe bunu hemen annesine yetiştirirdi. Gizli gizli gülümsedi. mek için lise diploması aramıyordu annesi, dolayısıyla okuma­
Babasının cebinde her zamanki tütün çöpleri, saçma sapan mıştı Ayşe. İ smi bile öylesine verilmiş gibiydi, "Ayşe" . Hiç gör­
gereksiz kartlar ve üç beş kuruş para vardı. Zaten daha başka mediği babaannesinin ismi. Kendi ismi bile değildi ki bu, sanki
ne olabilirdi ki... Babasının zavallılığına acıdı. Yabancı bir ka­ babaanne tekrar dünyaya gelmişti, kendi hiç olmamıştı. Bu
dının aşkına layık olamayacak bir zavallı. Ayşe'nin elleri biraz isimden hep nefret etmişti. Bir şansı olsa adını Melis yapardı.
daha kirlendi. Belki daha varlıklı olurdu o zaman. "Merhaba ben Melis . " de­
di, elini odaya doğru uzatıp sallayarak. "Memnun oldum." O
Pencereye doğru ilerledi, dün gece babasının paketinden giz­
sırada gözü yine ellerine takıldı, bu ellere sahip bir Melis var
lice aşırdığı sigarayı yaktı, evdeki sesleri kontrol ederek. Zaten
mıydı ki hayatta? Melislerin elleri böyle olmazdı, yumuşak ve
uyanmazlardı ki, Ayşe'nin onları uyandırmasını beklerlerdi. Ya
ince olurdu, parmakları uzun ve tırnakları oj eli olurdu . O, Melis
Ayşe uyanamasaydı? Bugün, örneğin. Yatağında ölüverseydi
olamayacaktı. Babası "Melis oluversin ne var işte. " derdi bel­
de çay demleyemeseydi... Herhalde kendiliklerinden uyan­
ki; ama Melisler bulaşık yıkamazlardı ki soğuk suyla. Soba ku­
dıklarında kızarlardı Ayşe' ye. "Ayşe! Bu çay niye hazır değil,
rumlarıyla kararmazdı kışın ellerinin çatlakları. O Ayşe' ydi işte.
geç kalacak baban işe! Şimdi ölüvermek de nerden çıktı süm­
Babaannenin isim taşıyıcısı, çay demleyici, yemek yapıcı, te­
sük! " derdi, annesi. Babası da "Dokunma kızıma, ölüversin
mizlikçi Ayşe. Ellerine l:!>aktı, anne-babasına baktı ... Kahve­
ne var." derdi. Ayşe liseye gitmek istediğinde babası böyle
rengi saplı büyük bıçağı yerine koydu ve annesinin kazağına
demişti, "Dokunmayın kızıma, okuyuversin ne var... " demişti
dokundu. "Hadi kahvaltı hazır. Babamı da uyandır gel . "
de, annesi yemekleri düşünmüştü, yemekleri kim yapacaktı,
evi kim süpürecekti .. . Belki başka şeyler de düşünmüştü;
ama Ayşe okula gidememişti.

KAFKAOKUR 33
Bütün çekingen l i klerim yok o l m uştu. B u
kad ı nın karşısında her şey i m i o rtaya
dökmek, bütü n iyi ve fena, kuvvetli ve
zayıf tarafları m la, en küçük b i r noktayı
b i l e saklamadan, çırçıplak ru h u m u onu n
ö n ü n e sermek i ç i n sabırsızlanıyordum.
Ona söyleyecek ne kadar çok şeyleri m
vard ı . . . Bun ları n , bütün ö m rü nce
kon u şsam bitmeyeceğ i n i san ıyord u m .
Ç ü n kü bütü n ö m rümce susmuş,
zi h n i mden geçen her şey için: Adam sen
de, söyleyip de ne olacak sanki?
d e m işti m. Eskiden her insan hakkında
h i ç b i r esasa dayanmadan , s ı rf
m u kavemet ed i lm ez bir h i ss i n , bir peşin
h ü kmün tes i riyle nasıl: Bu beni anlamaz?
dem işsem, b u sefer bu kadı n için gene
h içbir esasa dayanmadan fakat o
yanı l maz i l k h isse tabi olarak, i şte bu
ben i an lar! d iyord u m .

Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna


Öyle bir kapı o l malı ki çal ı n ca, i nsana h i ç
bir şey sormadan açsalar; kap ı n ı n
ortasındaki küçük pencereden bakı p d a
kim o demeseler. Sonra hemen içeri
alsalar ben i . Ben anlatmak istesem b i l e,
hemen sust u rsalar: biz h er şeyi biliyoruz.
Her şeyi b i l iyor m u s u n uz gerçekten ?
Evet. Neden sormuyors u n uz ayrı ntı ları?
İ stediğin zaman anlatırsı n . Sana
d i n lenme fırsatı verd i ğ i m izi de san ma.
H iç an latmasan da ol u r. İ sted iğin zaman
g i d e b i l i rsin. İ stediğin zaman geri
döneb i l i rs i n . Anlayış d a göstermiyoruz
sana. Özell ikle b u n a çok sevi n d i m .
An layış göstermeni n sende b i r gerg i n l i k
yaratacağı n ı , n e zaman isteyecekler
endişes i n i doğuracağ ı n ı b i l iyoruz. Sen
sormasayd ı n bun ları b i l e an latamaz d ı k .
H iç bir sözü son u na getirmeyi
d üşünmüyoruz. Yaşama şartlarını açı klar
mısın ız?

Oğuz Atay, Tutunamayanlar


1 Şiir Eleştiri
Asfalt Ovalarda Gezen Pan
sayı 4

HAWA EMRE

Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa üst yapının bir parçası ve edebiyat ürünlerinden olan "Panik"
şiirine yansıdığını görebilmekteyiz. Söz konusu şiir şu şekildedir:
Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan?
Panik
Önemli eleştirmenlerden biri olan Plehanov'a göre sanat eserini
bilimsel eserlerden ayıran özellik , hakikati mantıksal yoldan değil, Artık ıssız kırları bıraktı Pan;
imgeler vasıtasıyla dile getirmesidir. Ne bir eseri ne de onu vü­ Ş imdi birçok ülkelerin milyonluk kentlerinde
cuda getiren sanatçıyı, yaşadığı dönemden , toplumdan soyutla­ Asfaltlarda , betonlarda dolaşıyor
mak olanaksızdır. Sanatçı, yaşadığı devrin olaylarını, toplumun Kızgın , uzun yazların öğlen saatlerinde.
özelliklerini imgeler, metaforlar ve simgeler vasıtasıyla eserine ta­
şır. Bir edebi esere eleştirel bir gözle baktığımızda, sadece sanat­ Blok apartmanların şahane katlarından
çının psikolojisini değil, üretildiği dönemin pek çok özelliğini de En çalımlı taşıtlara atlıyor.
görmemiz mümkündür. Devcileyin arkalar, koskoca ban kalardan
Yanında yardakçılar, yaşıyor.
T ürk edebiyatının önemli isimlerinden biri olan Behçet Necati­
gil'in "Panik" adlı şiirini bu bakış açısıyla irdelediğimizde , döne­ Sessiz dilsiz kimseleri kestiriyor gözüne,
min toplumsal yapısını, üretim biçimini, insan ilişkilerini görebil­ Dişlilerden kaçıyor.
mekte ve bunların sanatçının psikolojisi ve yaşama bakışı üzerin­ Fabrika duvarları sağır kale kapıları
de ne tür etkiler uyandırdığını fark edebilmekteyiz. Söz konusu Y ılgın yorgun adamlar, bezgin ürkek kadınlar. .
şiir, 1 5 Ekim 1 962 gününde Varlık Dergisi'nde yayımlanmıştır. Çullanıyor onların a z ekmek sevincine.
Necatigil bu şiiri n de mi toloj ik göndermelerden hareketle
Marksizm'in temel kavramları olan toplumdaki sınıf farklılıklarını, Değil yalnız yazların kızgın sıcaklarında
alt yapı ve üst yapıyı, üretim güçlerini ve üretim biçimlerini ele Hemen her gün, hele büyük kentlerde
almıştır. Bulvarları tarıyor, hain gülüşleri sessiz.
Pan ' la karşı karşıya, gözleri kararıyor
Marksizm'e göre tarih, üretim biçimlerinin deği şerek devam et­
Katı cıvık asfaltta yalın ayak bir işsiz.
mesidir. Üretim araçları, üretim biçimleri, emek, sermaye, artı de­
ğer (surplus valve) gibi kavramlar Marksizm' de önemli bir yer tu­
Yoksullar açlar hastalar sürünürken
tar. Marksistlere göre toplum, alt yapı ve üst yapıdan meydana
Kentlerin göbeğinde , kuytu köşelerinde;
gelir. Alt yapı bütün iktisadi ilişkileri kapsarken , üst yapı ise hu­
Hıncını alamamış sanki insanlardan
kuk , din , devlet, eğitim, sanat ve edebiyattan oluşur. Alt yapı üst
Uygarlığı zalim , daha da azıtıyor
yapıyı daima belirler.
Atom bombalarında, uzay füzelerinde.

Tarımsal ekonominin hüküm sürdüğü, feodalizmin egemen ol­


Yarınlar? Gizli kara gazte haberlerinde
duğu bir dönem yavaş yavaş çözülünce yerini kapitalist sisteme
O varsa ekmeklerde , sularda ağulu
bırakmıştır. Değişen ekonomik sistem ve üretim güçleri, üretim
Hatta çocuk yüzlerine düşmüşse gölgesi,
biçimleriyle birlikte alt yapının oluşturduğu üst yapın ın bir parçası
Keser bizim gibiler yarınlardan umudu.
olan sanat ve edebiyat da bundan nasibini almıştır. Edebiyat ya­
pıtları gizemli bir biçimde gökten inmezler ya da basit bir biçim­
Renklerde, emeklerde, ırklarda . .
de yazarlarının psikolojisiyle açıklanamazlar. Edebiyat, toplumsal
Yahudiler, işçiler, zenciler.. Pan!
ilişkilerin bir ürünüdür. Bu ürünleri incelerken ikamet ettikleri top­
Şu dünyada insanca yaşamak da yoksa
lumsal yapıya, hakim ideolojiye ve bunlar arasındaki bağlantılara
Ne kalıyor geriye, yüzyıllardan?
dikkat etmek gerekir.

Behçet Necatigil bu şiirinde imgeler ve mitolojik göndermeler yo­


Necatigil'in içinde yaşadığı toplumun iktisadi ilişkilerinin,
luyla yaşadığı toplumu yansıtmıştır. Bu i mgeleri ve göndermeleri

36 KAFKAOKUR
" H içbir yere. Çünkü g idecek hiçbir yer yok. Her yere gidildi . Ama
ben gene gidiyorum . Çünkü hiçbir yer çok uzak. " Ferit Edgü
sayı 4 1 Şiir Eleştiri

anlamlandırabilmek için şiirin arka planına bakmak gerekir. Şiir, larında dolaşıyordur ve yine eskiden olduğu gibi uzun yazların
Klasi k Yunan mitolojisinde keçi ayaklı olan ve kırlarda flüt ça- öğlen saatlerinde yapıyordur bunu.
larak dolaşan tanrı Pan'ın artık kırları terk ettiğini ve kentlerde do-
laştığını söyleyerek başlar. Behçet Necatigil ' 1 00 Soruda Mito- Dörtlüklerden ve bentlerden meydana gelen "Panik" şiirinin ilk
logya' adlı eserinde tanrı Pan hakkında şunları dile getirir: bendine baktığımızda toplumdaki üretim biçimini görmekteyiz.
Fabrika duvarlarından üretim biçimini n endüstriyel üretim olduğu
"Pan, Dağlık Arkadia'da küçükbaş hayvanların, çobanların tanrı­ anlaşılmaktadır. Şai r, fabrika duvarlarını sağır kale kapılarına ben­
sı. Keçi ayaklı Pan, Hermes'in oğludur. Tanrıların, çokluk, insan zetir. Fabrikada çalışan işçiler tıpkı kalelerde esir olan ve çalış­
kılığında değil de hayvan kılığında düşünüldüğü ilk zamanlarda tırılan köleler gibidir. Sesleri kimseye ulaşmaz. Tıpkı köleler gibi
Pan da keçi kafalıydı; sonradan bu keçi kafasından sadece boy­ yorgun, bezgin ve ürkektirler. Ve yine tıpkı köleler gibi emek­
nuzlar ve sakal alıkonarak, yüzü insan yüzü oldu. Pan, çoban ka­ lerinin karşılığında aldıkları çok azdır. Bunu az ekmek sevinciyle
valını sever, azgın tekeler gibi güzel Nympha' ların peşine dü­ belirtir şair. Bu az ekmek sevincine bile tanrı Pan ve yardakçıları
şerdi . İnsanların, hayvanların uyuduğu, kızgın, ıssız yaz öğlelerin­ (burjuvazi) çullanır.
de birdenbire, beklenmedik gürültüler koparır, dört bir yana "pa­
nik" korkular saçardı. Marathon Savaşı gecesi Persleri bu biçim­ Şiirin ikinci bendinde ise eskiden kırlarda, genelde uzun yazların
de paniğe uğrattığı için, Atinalılar savaştan sonra tanrı Pan'a Ak­ öğle saatlerinde dolaşan Pan, artık hemen her gün özellikle de
ropolis eteğinde bir tapınak yaptılar. Pan sözü Yunancada "bü­ büyük kentlerde dolaşıyor. Hain gülüşleri sessi zdir. Şair bununla
tün" anlamına geldiğinden Mistikler, sonraları Pan' ı her şeyi ya- Kapitalist sistemde görünürde olmayan ama emeğin sömürüsü­
pabi lir bir tanrı payesine çıkardılar. " ne dayanan köleliğe gönderme yapar. Kapitalizmde görünürde
resmi bir kölelik olmasa da aç kalmak ve burjuvazinin belirlediği
Necatigil'in 1 00 Soruda Mitologya adlı eserinde tanrı Pan için şartları kabul ederek çalışmak arasında tercih yapmak zorunda
verdiği bu bilgiler, "Panik" adlı şiirini anlamlandırmamızda önem­ olan işçi sınıfı vardır. Hain gülüşün sessizliğiyle bu duruma gön­
lidir. Tanrı Pan'la özdeşleşen panik kelimesi sadece başlıkta geç­ derme yapılmıştır. Hain gülüşleri sessiz olan Pan'la karşı karşıya
mekle birli kte panik duygusu da şiirde kendini hissettirir. Yunan gelen yalın ayak bir işsizin gözleri kararır. Pan'la özdeşleşen pa­
mitolojisinde önemli bir yer edinen tanrı Pan' a şiirde de önemli nik hissi burada karşımıza çıkar. Eskiden kırlarda çığlıklarıyla,
bir görev yüklenmiştir. Ancak Pan burada daha çok olumsuz yö­ kahkahalarıyla korkutan, paniğe düşüren Pan, endüstriyel üretim
nüyle mevcuttur. Zira şiirde yer alan toplumsal sınıflar içinde ses­ biçimin hakim olduğu, kentleşmenin hüküm sürdüğü bir devirde
siz dilsiz kimseleri gözüne kestirip yalın ayak bir işsize panik ve sessiz ve hain gülüşleriyle bu işlevini gerçekleştirir. Emeğinin sö­
korku salarken dişlilerden yani güçlü olanlardan kaçınır. Tanrı mürülmesi ve aç kalma seçenekleri karşısında gözleri kararır ya­
Pan burada güçsüzün, ezilenin yanında değil güçlü olanın ya­ lın ayak bir işsizin.
nındadır ve etrafında da yardakçılar vardır. Onların yanında ol­
duğu gibi tıpkı onlar gibi de yaşar. Blok apartmanların şahane Üçüncü bentte i se toplum içinde yoksullar, açlar, hastalar sü­
katlarından en çalımlı taşıtlara atlar. rünür kentlerin göbeğinde, kuytu köşelerinde. Buna rağmen hın­
cını hala alamamış gibi zalim uygarlığı gelişen teknolojiyle, bilim­
Şiiri n ilk dörtlüğünde kırsal kesi mden kente göç ve kentleşme ol­ deki ilerlemelerle daha da azıtıyor. Uygarlık olarak adlandırılan
gusu vardır. 1 840'1ı yıllarda başlayan Sanayi Devrimi ile birlikte olgu zalim bir yapıdadır. Var olan geli şmeler insanların mutluluğu­
fabrikaların kurulup üretici - tüketici kitlelerin toplaşmasından na, huzuruna hizmet etmek yerine onlara daha da fazla zarar
doğan sanayiye dayalı kentleşme, ilkin XIX. Y üzyılda Avrupa'da vermektedir. Bunu atom bombalarıyla, uzay füzeleriyle gerçek­
görülmüş, giderek hemen hemen tüm dünyaya yayılmıştır. Sana­ leştirmektedir. Atom bombaları bize ABD'nin 1 945 yılında Ja­
yileşme, insanları küçük yerleşim birimlerinden, köylerden kent­ ponya' nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bomba­
lere sürüklemiş, "köyden kente göç " dediğimiz sosyolojik olguy­ larını hatırlatır. Yarattığı felaketin ve tahribatın izleri hala devam e­
la kentleşme olayı yaşanmıştır. Sanayileşmeye bağlı kentleşme, der bu olayın. Şair atom bombalarıyla bu olaya da gönderme
peşinden çevre, mimari ve yerleşim biçimi i le ilgili değişimleri do­ yapmaktadır.
ğurmuştur. Söz konusu şiirde de eskiden kırlarda dolaşan tanrı
Pan artık milyonluk kentlerde ve kentlerin asfalt yollarında beton-

KAFKAOKUR 37
Kütüphane Sahipleri Bilir
GÜLŞAH KÖKSAL ÇEKİCİ

Şiirin üçüncü dörtlüğüne kadar çizilen tablodan sonra yarınlar Kitaplar, bir karton kapak ve yüzlerce sayfayla dolduran mü­
şair için bir muammadır. Bu olumsuz tablonun gölgesi saflığın ve rekkep yığınından çok daha fazlasıdır, onları tutkuyla sevenler
masumiyetin timsali ve geleceği simgeleyen çocukların yüzüne için; nefes alan, yaşayan, yaşlanan birer canlıdır. Bir şekilde sa­
de düşmüşse artık yarınlardan umut kesilir der. hip olunup evimize girdikleri andan itibaren onlar, yazanlarıyla
birlikte, yaşadığımız mekanları bizlerle paylaşmaya başlarlar. Öy­
Son dörtlükte ise şair, insanlar arasında yapılan ayırımları haykırır. le ki, evimizin en önemli, en değerli, en özel köşelerini, odalarını
Renk, ırk, emek, din ayırımları ve bunlara dayalı yapılan sınıf­ tahsis ederiz onların şerefine. Oturdukları yerler, en iyi ağaç­
lama, ötekileştirme şairin tanrı Pan'a haykırmasına sebep olur. lardan, en estetik mobilyalardan olsun isteriz. Elbette bunlar,
Dünyada insanca yaşamak da yoksa yüzyıllardan geriye ne kalır bizlerin gücü ve kitaplara olan sevdamızın yüceliğiyle paralellik
diye sorar. İnsanlar arasında toplumsal yaşamda yüzyıllar içeri­ arz eder. Eğer okur, okuduğu kitapların kendisinde kalmasını, e­
sinde gelişen ve oluşan kültürün içinde insan gibi yaşama ol­ vinin bir bölümünde durmasını anlamlı bulmuyor, kitabı okur o­
gusunun olmaması, şairin gözünde geriye kalan her şeyi boş ve kumaz elinden çıkarıyorsa, bu söylemler onlar için pek bir şey
anlamsız kılar. ifade etmeyecektir. Zaten bizim sözümüz de onlara değil, ki­
taplarından ortaya gerçek bir 'kütüphane' çıkarmaya çalışan
Behçet Necatigil, Ekim 1 953'te Hisar Dergisi'nde yayımlanan bir
muhteremleredir.
konuşmasında şair ve toplum arasındaki bağlantıyı şu şekilde di­
le getirir: Bir okur olarak ben, kitaplarımla hep aynı mekanda olmak, aynı
ortamda oturup kalkmak -hatta uyumak- isteyenlerdenim. Ama
"Topluma karşı görevli olmak ne şairin tekelindedir, ne şunun, ne
şu anda yaşamakta olduğumuz ev ve salonu bu arzuma cevap
bunun. Bu işte herkes görevlidir, görevli olmalıdır. Vicdan di­
verebilecek imkan ve büyüklükte değildi ve başkalarının çok ko­
yoruz, yurt sevgisi diyoruz, insanlık diyoruz. Bunlara sahip olma­
laylıkla giyinme, ütü yapma, ayakkabı dolapları koyma için ideal
dıkça hani nerde hayvanlara karşı bizdeki manevi üstünlük? Bir bulacağı bir odayı ben, tavana değin uzanan rafları olan bir kitap
insan olarak herkes toplumun dertlerini zaten kendi derdi bilir,
odasına dönüştürdüm. Bir kısmı annemde olan kitaplarla benim
bilmelidir; bunun için ayrıca şair olmaya ne hacet? Ama bu böyle
evimde bulunanları ilk kez bir arada görecek olmanın mut­
diye, siyasi makale mi olacak bütün şiirler? Benim bildiğim; şair,
luluğunu yaşayışım bir yana, kitaplara, sadece onlara ait olacak
esasen bireysel ve toplumsal dertlerin azabını çeken adamdır.
bir oda tahsis edebilmiş olmak beni ayrıca etkiledi, farklı duy­
Bireysel - kişisel dertlerin de toplumsal unsurlardan yoksun ol­
gulara sürükledi ve kitapların raflara dizilme biçimi konusunda
duğu iddia edilemez. Bir gözlemci olarak bir toplum tablosu çi­
fazlasıyla belirleyici oldu.
zen bir şair, bunu eğlenmek, zevklenmek için yapmıyor her­
halde." Diğer evlerimde raflar, oturma salonumda, sıklıkla kullandığım
koltuk hangisiyse, onun tam karşısına gelecek şekilde konum a­
Necatigil'in bu konuşması, ele aldığımız "Panik" adlı şiirini bir
lırdı. Ve o dönemlerde kitapları daha çok, konularına göre tasnif
bağlama oturtmak açısından önemlidir. Söz konusu düşünce­
ederdim. Bir bölüm felsefe, bir bölüm sosyoloji, edebiyat, tarih,
lerini, ele aldığımız şiirin genelinde görmekteyiz. Alt yapıyı oluştu­
bir bölüm şiir vs. kitaplarına ayrılmıştı. O turma odası ile okuması
ran kesimin (işçi, emekçi kesim ve çektiği sıkıntılar, azaplar yine
birbirinden ayrılınca, kitapları yazarların birbiriyle yakınlık derece­
alt yapının belirlediği üst yapı içerisinde yer alan edebiyat eserin­
sine göre bir araya getirmeye başladım. Bu bilinçli bir seçim ya
de karşımıza çıkar. Behçet Necatigil şiirinde, üretim güçlerini
da davranış değildi başlarda. Böyle yaptığımın farkına çok sonra,
oluşturan unsurları {fabrika, emek vb.) ve özellikle işçi sınıfını ve
tasnifimin ne şekilde olduğunu anlamak istercesine baktığımda
çektikleri sıkıntıları, mutsuzlukları işlemiştir. İşçi sınıfının hayat
vardım. Yine, genel olarak felsefe, edebiyat, tarih gibi bölümler
tarzı, günlük faaliyetleri, hayat mücadelesine karşılık burjuvanın
bulunmaktaydı raflarda ama, çizgileri daha az belirgindi. Daha
yaşam tarzı, işçi sınıfa karşı duruşu, sömürüsü eserin iskeletini
çok, yazarların birbirleriyle olan arkadaşlık, çağdaşlık, akımdaşlık
oluşturmaktadır. Toplumun bir parçası olan şairin, yaşadığı dö­
bağlarını dikkate alır olmuştum. Musil'in yanında Broch, Joyce;
nemin pek çok özelliğini imgeler ve çeşitli göndermeler ara­
Sartre'ın yanında C amus, Kierkegaard; Kristeva'nın yanında Fris­
cılığıyla şiirine ne şekilde yansıtabildiğini Behçet Necatigil'in "Pa­
tone, Butler; Lüksemburg'un yanında Kari Kraus, Lenin, Marks;
nik" adlı şiiri üzerinden görmüş olduk.
Darvin'in yanında Serol Teber, Dawkins; Benjamin'in yanında

38 KAFKAOKUR
"Hiçbir şeyiniz.yok. Hiçbir şeye sahip d eğilsiniz. Hiçbir şey sizin sayı 4 1 Deneme
malınız değil. Ozgürsunuz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz
ve ne verdiğin izdir. " Ursula K. Le Guin

Adorno, Horkmeimer, H abermas bulunsun istiyorum gibi, gibi, d avet ediyor mesela . .. Ahmet Arif Leyla Erbil'i . . . Kafka yine çe­
gibi. .. Ünlü İngiliz Filozof G. Berkeley gibi ben d e, insan bilincinin kimser kalıyor, Milena'yı kenardan kenardan süzüp duruyor . . .
d ışında maddi bir gerçeklik olduğu fikrini redded er hale mi geli­ Böyle sürüp gidiyor g ünler onlarla birlikte belki d e hep; belki d e
yorum, bilmiyorum; ama benzer yazarların, kuramcıların çağdaş­ sahiden Berkeley haklı sadece maddenin özü ve kaynağı konu­
ların bir arada, yakın raflarda bulunmasının, canlarının sıkılmasını sunda; belki de her şey bizim düşünebildiğimiz şekli ve kadarıyla
önleyeceğine dair inanç g eliştirmeye başladım. Bir odanın içinde mevcut bu gezegende, kim bilir. ..
yüzlerce farklı isim, farklı ruh, farklı düşünür var ve hepsinin ika­
met adresi benimkiyle aynı.. . Oldukları yerlerden memnun kal­ W. Benjamin'nin kütüphanesini görüp her okurun maruz kaldığı
sınlar, rahatsız olmasınlar, kendilerini evlerinde gibi hissedebil­ "Bunların hepsini okudunuz mu?" sorusuna verdiği cevap çok
sinler diye onlara alabildiğine özenli davranıyor, yerlerini sevme­ manidar: "Kitaplar sadece okunmak için alınmaz, birlikte yaşa­
lerini istiyor, canları sıkılmasın d iye de benzer d üşüncelere sahip, mak için de alınır. " Bu cümleyle, pek çok kitap kurdunun d uygu­
yaşadıkları dönemin kişileriyle raflarda da birlikte olmalarını sağ­ larına tercüman olmayı başarmış olması bir yana, burada önemli
lamaya çalışıyorum; yalnız, Musil belki Broch'u benim evimde bir gerçekliğin altını da çiziyor düşünür; benim 'kitap ruhu' d iye
d e, Avusturya'da olduğu gibi, yakınında görmek istemeyecek, tabir ettiğim şeye vurgu yapıyor bir bakıma: Okumaya ömrümü­
adının hemen yanında J oyce'un bulunmasından rahatsız olacak, zün vefa edemeyeceği kadar kitap alıyor olmanın altında yatan
keşke beni Spinoza'ya d aha yakın bir yere yerleştirseydin ne bi linçaltı neden, Benjamin'in dile getird iği "Biz biraz da, onlarla
işim var benim bunların arasında, zaten yaşarken de sinir olu­ ' yaşamak' istiyoruz "dan başka ne olabilir ki? Okurluk, zamanla,
yordum adımın bu ikisiyle aynı andan anılmasından, diyecek ... koleksiyonerliğe biraz da bu yüzden d önüşüyor olmalı: "Olsun,
Bunlar da çok olası . . .. Ama, ev sahibi olan ben, bu üç büyük is­ elimin altında bulunsun, okuyamasam d a yanımda dursun. " diye
mi çok önemsiyor, birbirlerine çok yakı ştırıyor, yan yana olmala­ aldığımız kitapların ruhunu istiyoruzdur aslında; ruhunun evimize
rından d olayı büyük mutluluk duyuyor olduğum için zorunlu ika­ taşınmasını, bize yeni anlamlar kazandırmasını; tanışık olmayı
met noktalarını gönlümce belirleme hakkına kend imi sahip görü­ yani, birlikte yaşıyor olmayı...
yor ve yokluğumda kaynaşırlar belki umuduyla ayrı raflara düş­
Rene Descartes, "İyi kitaplar okumak, g eçmiş yüzyılların en iyi
memeleri noktasında oldukça hassas davranıyorum. Berkeley'in
"Biz yokken eşyalar, kalkıp yerlerinden odanın içerisinde dolaş­ insanlarıyla sohbet etmek gibidir. " der ya, bu yüzden bizler çoğu

maya başlarlar mı? " diye sorması gibi ben d e, başka bir yere git­ zaman, kitap dolu raflara bakarken, orada, saman kağıtlarından,

tiğim anda yazarlar birbirleriyle konuşup sohbet etmeye başlı­ karton kapaklardan, kuşe kağıtlardan ziyade, dokunur d okun­

yorlar mıdır merak eder oldum. Sonra da, merak edip hayalini maz gerçeğe d önüşecek bir ruh, bir sima, bir 'dostun yüzünü'

kurmaya başladığım şeyin g erçek olduğuna inanmaya başladım. g örüyoruz.

Düşünsenize, ya Berkeley haklıysa . . . Ya gerçekten düşünceden N e d emek istediğimi, ne anlatmaya çalıştığımı, hatta çok d aha

başka bir gerçeklik yoksa yaşadığımız Dünya adlı gezegende, fazlasını kitaplarla birlikte yaşayanlar, kütüphane sahibi olan iyi

hatta evrenin tamamında! O zaman, içinde kitap bulunan bütün bilir, biliyorum.

evler, J<ütüphaneler ne d enli muhteşem bir yer haline dönüşürler!


H epinize bol kitap d olu bir yeni yıl, kitapsız kalmadan yaşayaca­
(Gerçi, benim için zaten hep öyleler de.) Bir taraftan Tanpınar bir
ğını z bir ömür d iliyorum. ..
taraftan Aristo, Platon, Zweig konuşuyor; bir taraftan Canetti
başlıyor anlatmaya, Goethe, Lenz, onu dinliyor; bir taraftan Pro­
ust, bir taraftan Atay sesleniyor Muhammed'e, Muhammed İsa­
'ya bakıp konuşuyor; N ietzsche ile dedikodu yapıyor Schopen­
hauer; Spinoza bir köşede sessizce, raflard an birinde kurduğu k­
rallığından olan biteni izliyor . . . Hasbelkader kitaplığın içine sız­
mayı başarmış birkaç cahilse boş gözlerle "Ne oluyor burada, ne
konuşuyor bunlar Gülşah odadan çıkar çıkmaz?" diye soru- yor
yanında başka bir d angalağa. Çaldığım parçalar duygulan­
d ırıyor bazan onları, Celan eski günlerdeki gibi Bergman'ı dansa

KAFKAOKUR 39
entelektüellerindendir. Tribuna gazetesinde 1 930 yılında ikili

Milena'ya Mektuplar ilişkiler ve evlilik üzerine yazdığı Yuvadaki Şeytan adlı


makalesinden bir bölüm; "İki varlık. . . iki küçük insan larvası. ..
Yalnız, umutsuzluklarla karşı karşıya bırakılmış, kaçışı olmayan
Benim için değerin Milena, yaşadığımız bu bir varoluşun mateminde . . . Ürkütürcesine kocaman ve korkunç
dünyamızda iki ufacık insan, sabahın dokuz buçuğunda bir
dünyanın çok üstünde, sana g ü n l ü k olarak apartman dairesinde kapalı... Aynı soyadı, aynı beklenti ve aynı

yazdığım kağıt parçalarında yazıl ı değil. yazgı içinde kapalı iki zavallı. . . Ve, bunların sade ve sade ikisi
oldukları için mutlu olmalarını mı beklersiniz? "

Milena J esenska ile Franz Kafka'nın aşkı tıpkı Romeo ve Juliet, Yıl 1 91 9, Kafka otuz altı, Milena ise henüz yirmi üç yaşında.
Ferhat ile Şirin ve en çok da Werther ile Lotte' nin aşkı gibi Prag'da o zamanlar edebiyatçıların u ğrak yeri olan bir katede
kavuşamadıkça alevlenen ve sonunda efsaneye dönen bir aşktır. tesadüfen tanışırlar. Milena Viyana'da yaşamaktadır. Ana dili
3 yıl boyunca mektuplaşmalarla devam eden ve sadece birkaç Çekçe' dir. Kafka ise Almanca konuşan Yahudi bir ailenin çocuğu
kez görüşebildikleri halde böyle büyük bir sevgiyi kalplerinde olarak Prag'da doğmuş, Alman okullarında okumuş ve hika­
yaşayabilen Milena ve Kafka . . . İşte bu onların hikayesi; yelerini Almanca yazmaktadır. Milena' nın Kafka'ya yazdıklarını

Milena, Yahudi düşmanı bir aristokrat olan babasının tüm karşı Çekçeye çevirmek istediğini söylemesi üzerine mektuplaşmaya
koymalarına rağmen, küçük yaşta Alman Yahudi edebiyatçı başlarlar. Arkadaşça başlayan mektuplaşma zaman içinde aşka
Ernst P ollak ile evlenmiştir. Ancak eşinin başka kadınlara bitmek dönüşür. Elbette ki ilişkilerinin aşka dönüşmesinde, ikisinin de
bilmeyen ilgisi nedeniyle çok mutsuzdur. Kafka ise bu dönemde yaşadıkları yerde kendilerini yabancı hissetmeleri, despot baba­
Julie Wohryzek ile nişanlıdır fakat kendisi bile neden bu kızla larıyla olumsuz ilişkileri, eşleri ve sevgilileri ile duygusal olarak
nişanlandığını bilmez. Sadece Julie, Kafka ile evlenmeyi çok yaşadıkları tatminsizliklerin önemli rolü olmuştur. Milena' nın
istemiş ve o da kabul etmiştir. Kafka'nın Milena' ya mektupların­ Kafka'ya yazdığı mektuplar ne yazık ki günümüze ulaşamamıştır.
da bir kere bile adının geçmemesi, Julie'dan 'o kız' diye Elimizde sadece Kafka'nın Milena' ya yazdığı mektuplar vardır.
bahsetmesi bu ilişkiye bakışını zaten göstermektedir. Milena'yı Milena bu mektupları yıllarca saklamış, Almanların 2 . Dünya
sevdiğini söylemesine rağmen, Julie Kafka'dan vazgeçmez ta ki Savaşının başlangıcında Çekoslavakya' yı işgali sırasında
yaşamının sonlanacağı psikiyatri kliniğine yatırılıncaya kadar. güvende olmalarını sağlamak için geri almak kaydıyla onları
Kafka' nın dostu Willy Haas' a emanet etmiştir. Ancak Milena
Genel olarak Kafka'nın sevgilisi olarak tanınan Milena iyi bir 1 944 yılında ölünce mektuplar Haas' ta kalmış ve Haas 1 952
gazeteci, yazardır ve Orta Avrupa' da dönemin önde gelen yılında mektupları kitap olarak yayınlamıştır.

40 KAFKAOKUR
Mektuplarda sağlık problemleri önemli bir yer tutmaktadır. Kafka Geri döndüğünde yazdığı mektuplardan anlıyoruz ki bu Viyana
verem olmuş, akciğerlerindeki yara nedeniyle kan tükürmektedir seyahati Kafka' yı çok mutlu etmiş . "Her şeye rağmen, mutluluk­
ayrıca çok fazla süt içmesine rağmen uyuyamamaktadır. tan ölünebiliyorsa, o zaman kesinlikle bu şekilde öleceğim .Ayrı­
Kafka' nın doktoru ona "çok yaşamazsın" dediği h alde Milena' ya ca, ölüm döşeğindeki birisi, mutluluk sayesinde hayata tutunab i­
hastalığının ciddiyetini belli etmemek için "Batı Avrupa'nın yarısı liyorsa o zaman ben de hayatta kalacağım. "
az çok ciğerlerinden h astadır" diye yazar. Aslında Kafka
hastalığını başından geçen kötü ilişkilerle bağdaştırmaktadır. Bu kısa Viyana kaçamağından sonraki mektuplarda yeniden ne
"Benim ruh sağlığım bozuk, akciğerlerimdeki hastalık ruhsal zaman ve nasıl görüşecekleri ile ilgili planlar büyü k yer
hastalığımın dışa vurmasından başka bir şey değil. " der bir tutmaktadır. Kafka' nın bürodaki işinden sağlık sorunları d ış ında
mektubunda. izin almasının güçlüğü onu Viyana' ya gitmekten alıkoyar gibi
görünse de tek neden bu değildir. Suçluluk duygusu her ikisi nin
Oldukça sık mektuplaşır Milena ve Kafka, bazı günler iki-üç de içine işlemiştir. Bir dahaki görüşmeleri yine 1 920 yılında bir
mektup yazarlar birbirlerine. "Bir mektup, bir tek h aber yetmiyor Ağustos günü Gmünd'de gerçekleşmiş ve sadece 5-6 s aat
mu? Tabii ki yeter, ama başımı arkaya yaslayıp mektupları sürmüştür. Bu kısa görüşme Kafka ve Milena ilişkisinde sanki bir
yudumlamak, durmadan içmek istiyorum. " sözleriyle anlatır kırılma noktası teşkil eder. Milena suçluluk duygus u yla
Kafka, Milena'nın mektuplarına nasıl susadığını. Bu sık mektup Kafka' dan yavaş yavaş uzaklaşır, eşi Ernst Pollak ile ilgili olarak
trafiğinden anlaşılan o ki 1 920'1erde Avrupa'da mükemmel bir "Altüst olmasına ben neden oldum. " diyerek hissettiği vicdan
posta h izmeti verilmektedir. Mektuplar Prag-Viyana arası sadece azabını belli eder. Kafka' da artan öksürük krizlerinden Milena' yı
2 günde yerine ulaşır. Kafka yazdığı mektupları bazen F, bazen sorumlu tutar ve ondan bir daha mektup yazmamasını is ter.
Franz K. , bazen Franz, bazen Senin diye imzalamaktadır. Bir "Bazı şeyler çok aşikar, beraber yaşamayacağız, vücut vücuda
mektubunda belli ki kararsızlığa kapılmış ve bakın nasıl aynı evi paylaşmayacağız, aynı şehirde bile oturmayacağız.. . Bu
imzalamış ... . . arada Milena, Viyana ve Prag arasındaki aşılması mümkün
olamayan dalgaların sesini dinleyip, kendine ve bana bakarken
bu söylediklerimi kabul etmelisin. "

Mektupların sayısı iyice azalmıştır, ilk zamanlar günde 2-3


mektup yazarlarken sayı ayda 1 ve sonra yılda 1 -2 ye d üşer.
1 922 Mart ayında Kafka'nın yazdığı mektupta Milena'ya tıp kı ilk
tanıştıkları günlerde olduğu gibi yeniden "siz" diye hitap etnıesi
Gönderdiği mektuplardan Kafka' nın kişiliği ve ruh h ali hakkında ilişkilerinin ne durumda olduğunu açıkça göstermektedir.

birçok şey öğrenebildiğimiz gibi onun vejeteryan olduğunu, o Son mektuplar 1 923 yılında Berlin' den postaya verilmiştir. Hen üz

zamanlar 55.40 kilo geldiğini, süt içmeyi, yürüyüş yapmayı, 24 yaşında muhafazakar Yahudi bir aileden gelen Dora Dymant

plansız bir şekilde seyahatlere çıkmayı sevdiğini anlamaktayız. ile tanışan Kafka h ayatının son zamanlarını Dora ile Berlin ' de
Mektuplaşmaya başladıktan bir süre sonra aşklarının yavaş küçük bir villada diğer ilişkilerinden farklı olarak mutlu

yavaş ilerlediğini izleyebiliriz. Önceleri Milena'ya ' siz' diye hitap geçirmiştir.
eden Kafka, ilk defa 1 1 Haziran 1 920 tarihli mektubunda ' sen'
diye h itap etmeye başlamış ve yine bu tarihlerde Milena Kafka' yı Milena ise Hitler zamanında Yahudilere yardım ve yataklık ettiği
Viyana'ya davet etmiştir. "Şu an itibariyle o teklif en gerçek, en g erekçesiyle toplama kampına kapatılmış ve özgürlüğün e

mantıklı, beni koşulsuz olarak mutlu eden tek şey" şeklinde kavuşamadan 1 944 yılı mayıs ayında hayatını kaybetmiştir.

yanıtlar Kafka, Milena' nın davetini.


İşte bu hüzünlü hikaye Milena ve Kafka' nın hikayesi. . . Kafka
29 Haziran 1 920'de Kafka çok sevdiği Milenasına dört günlüğü­ Milena' sına, o çok sevdiği kadına kavuşamadı belki arn a

ne de olsa kavuşur. Bu dört günü bakın Kafka nasıl özetler; "Yanımda yürüyordun Milena, düşünsene, yanımda yürümüştün."

"Günleri net bir biçimde şöyle sınıflandırıyorum: Birinci gün belir­ mektupları kaldı geriye sadece ve ölümsüz aşkları. . .

siz, ikinci gün çok olumlu, üçüncü gün pişmanlıkla dolu, dördün­
cü günde iyi bir gündü." Yazan: BURCU BARAZ

KAFKAOKUR 41
4 1 Öykü
Sabahcı Kahvesi
Sayı

'

SILA MUTLU

Umay Umay'a... Her zaman... ken gün bitmiş ve gece başlamıştı. Yollar arabalar ile doluydu.
Yol kenarındaki bariyerleri aştı ve dik bir yokuş indi. Denizin en
Farklı hayat hikayeleri olan, aynı denizin ve aynı duvarların adam­ gizemli hali karşısındaydı. Gariptir ki, sahilde sarhoşlar veya genç
larıyla tanıştım. çiftler yoktu. Sahil bomboştu. Ayakkabısı kumlara bata çıka iler­
lerken ceketini çıkarıp omzunun üstüne attı. Çok geçmeden kü
Yine gün doğuyordu. Şair, sabahın ilk ışıklarının perde arasından çük ve acemi bir işçi tarafından yapıldığı belli olan derme çatma
duvarlara hafif hafif yansıdığı bu saatlere aşıktı. D aktilosunun se­ bir dört duvar gördü. Bu küçük evin önünde kendi halinde beş
sini özgürce odanın içine yayar, sigarasının dumanını her dışarı kayık vardı. Kahkaha sesleri çalınıyordu kulağına. Eve yaklaştık­
üflediğinde hastalıklı bir tavırla konuştururdu karakterlerini . Hika­ ça kahkahaların arasından müzik sesleri de duymaya başladı. Bir
ye yazar gibi şiir yazardı. Her h ikaye de bir şiirden türemişti ona mekanda ne tür insanların olduğunu o mekanda çalan müziklere
göre. Şiirler deniz gibiydi. Önce sesini ve kokusunu duyarak var­ göre anlayabilirdi ve o evden Tanju Okan'ın sesi geliyordu.
lıklarına alışırdı insan, sonra eşsiz mavilikten bir parça ister ve a­
yaklarını suya sokardı. Gün sonunda da denize aşık olurdu. Bu Seni hayatımca sevdim.
aşk, h em gizemli hem de sevecen bir sonsuzluğa sahipti. Bu
sonsuzluk küçük bir ışık tanesiyle başlar ve dönüşsüz bir karan- Sana taptım, sana delirdim.
!ıkla da biterdi.
Derme çatma kapıyı tereddütsüz açtı. Başını içeri uzattığında ev­
Şairin parmakları ve zihni uzun zamandır tutukluydu. Aylardır ce­ deki beş ihtiyarın beşi de ona bakıyordu. Bir süre için iki tarafın
binde bir kağıt ve kalemle yaptığı yolculukların sonucu tertemiz da tanıdığı ses duyuldu ortalıkta. Sonra ihtiyarlardan birisi ayağa
kağıtlar olmuştu . Sandalyesinden kalktı, plaklarının olduğu çek­ kalktı ve şaire doğru yürüdü.
meceye doğru yürüdü. Namus Belası'nı aldı ve gramofona yer­
leştirdi. Cem Baba'nın sesini duymaya başlayalı çok olmamıştı ki Sabahçı kahvehanesine hoş geldin delikanlı.
müzik sustu. Güneş buruştu. Odanın duvarlarında bir ses yankı­
landı. Tanıdık ve bir o kadar da yabancı . . . Şair kahvehaneye girişinden sadece yarım saat sonra kendini e­
vinde gibi hissetmeye başladı. Kahkahalar durmak bilmiyordu .
- Beni sen öldürdün. Çok geçmeden tekrar sabah oldu. Günün ilk ışıkları ahşap ma­
salara hafif hafif dokunuyorken ihtiyarlardan birisi konuştu:
Şair sesin sahibini bulmak için bakındı etrafına ama kimse yoktu.
Yarattığın kadını tanıyamayacak kadar kaybettin bilincini. Ah , - Bize yol denizdir. Sen burada kal. Gün batmadan döneriz biz.
yazamıyorsun artık ve bu yüzden kalbim atmıyor. Sevmiyor
musun artık beni? Kağıdına yakışmıyor muyum artık? İhtiyar kapıdan çıkarken "Umarım dönebiliriz " diye mırıldandı. Bu
mırıldanmayı kendinden başka kimse duymadı.
Şair bugüne kadar bütün şiirlerini içinde yaşattığı bir kadına yaz­
mıştı. Bu kadın yeryüzünde asla var olmamıştı. Aşık olduğu bu Tekne motorunun sesi denizi yardı. Beş tekne arka arkaya iler­
kağıt kadını geçirdi zihninden dakikalarca. Kadının şeffaf ellerini l emeye başladı. İhtiyarlar deniz kokusuyla, rüzgarla sarhoş olup
sırtında h issetti. Sonra her şey normale döndü şair için. Sağ ta­ bir daha dönmemek istercesine gidiyorlardı sonsuzluğa. Hüznün
rafında penceresi, sol tarafında da emektar masasını gördü. Si­ ve sonsuzluğun birleşimi olan deniz de şiire benziyordu şaire gö­
garasının dumanı hala havada süzülüyordu. Müzik devam edi­ re.
yordu. Gramofona yürüdü, şarkıyı susturdu ve sigarasını sön­
dürdü. Sonra kapı eşiğine doğru birkaç adım attı. Şair, ihtiyarların hepsi gittikten sonra en çok güneş alan masaya
Şair bir daha o dört duvara dönmedi. oturdu ve ceketinin cebinden bir kağıt alıp yazmaya başladı:
Merhaba sevgilim, bu bir şiir değil. Sana denizden yazworum.
Sokakta saatlerce yürüdü. Bir bileti veya arabası yoktu. Cebin­ Belki de sana ulaşmak için mekan değiştirmem gerekiyordu. Var­
de birkaç tane kağıt ve bir kalem vardı. Şair şehirden uzaklaşır- lığını her yerde hissedebiliyorum. Seni öyle seviyorum.

42 KAFKAOKUR
Sayı 4 1 Öykü

Leyla Özlüoğlu

Farklı hayat hikayeleri olan, aym denizin adamlanyla tamştım. Ben - Biz her anımızı yarın yokmuş gibi yaşadık, biz her saniye
sana nasıl bağlıysam, onlar da denize aynı tutkuyla bağlılar. Ce­ vedalaştık!
ketimin cebindeki kağıtlar sana dokunmamı sağlıyor. Kalemim,
mürekkebinin bitmemesi için direniyor. Hep sana yazıyorum. Zaman ve mekan kavramı ihtiyarın teknesi uzaklaşırken yok ol-
du. Güneş defalarca doğup battı. Hiç kimse, eski yerine dönme-
Şair, sevgilisine yazdıktan sonra saatlerce denizi izledi. Sonunda di. Gramofona plak koyan veya ışığı yakan olmadı. Defalarca u-
uzaktan bir teknenin geldiğini gördü. Tekneyi kullanan ihtiyar bir- yuyup uyandı şair. Sonra kahvehaneye döndü, ceketinin cebin-
kaç dakika sonra kahvehaneye girdi. Uzun süre şairle konuşma- den bir kağıt aldı. Sigara paketinin yanına koyduğu kalemini eline
dı. Şair bu sessizliği bir soruyla bozdu: aldı:

- Dönmeyecekler mi? Ve bir gecede topladığım umutlanmı, bir güneşlik vakitte kay­
bettim
İhtiyar buruk bir tebessüm etti. Gün ve gecede yazdım
Bir kadın yarattım
Biz bugüne kadar her gecemizi yarın yokmuş gibi yaşadık. Bizi Rüzgara, dalgalara ve sahillere yazdım
deniz birleştirdi ve ayıran da o olur. Ben yıllar önce kızımı verdim Şair duvarlar arasına sıkışmıştı ve bu dört duvar ona bir dünya
denize, bir diğerimiz kardeşini verdi, birimiz ise denizle büyüdü. sundu
Her birimizin hikayesi farklı, ama aynı paragrafta birleştik. Şairin yeri yoldur, şair zaman yolcusudur
Ve bu sahil, şairin son yolculuğudur
Ruhumuzdaki aşkla denizci olduk biz. Bir sabah sahildeki beş
sarhoş birleştik ve derme çatma bir ev yaptık. O eve Kağıdı, kahvehanenin kapısına sıkıştırdı. Sahilde yürümeye baş­
"kahvehane" dedik. Hiç uyumadık ve eşikten çıktığımız anda ladığında ceketini yerde peşi sıra sürüklüyordu. Şairin kapıya as­
beklemeyi kestik. tığı son şiiri, rüzgarın da yardımıyla denize doğru havalandı. Son­
ra şaire ne oldu , hiç bilinmez. Belki kendini denize sundu . Belki
Sonra tekrar denize baktı. Dostlarının hepsini de bir gecede kay­ hayatını yollarda harcadı. Artık onun küçük dünyasında şiir ve
bedebileceğini hiç düşünmemişti. Zaman geçtikçe ölüyordu. Ka­ deniz birbirine bağlıydı. •

pıya doğru yürüdü, dışarı çıktı. Denizden gelen rüzgar, saçların­ O da artık, denizin adamıydı.
dan önce ruhuna işliyordu.
"Etrafta yaşayanlar Ceket'in varlığına alışmıştı. Zarar gelmezdi
Şair arkasından sesleniyordu ama ihtiyar duymuyordu. Teknesi­ ondan. Bütün gün sahilde oturup ceketinin cebinden bir şeyler
nin halatını aceleyle çözdü. O çok bilindik motor sesi, bu defa bir çıkarmaya çalıştığı için adını 'Ceket' koymuşlardı. Şairmiş bir za­
veda marşı gibi yayılıyordu sahile. Dolunayın şahitliğinde son de­ manlar, öyle diyorlar. Edebi bir ruhun parmakları birkaç dolunay
fa döndü arkasını ve kahvehaneye doğru bağırdı: boyunca tutuklu kalırsa o ruh, aklını yitirirmiş. "

KAFKAOKUR 43
[ Öykü
Döngü
Sayı 4

EMRE AKSOY

Orta yaşlardaki adam, kanlar içinde yerde yatarken kadın da ba­ parayı aldı, afallamış gibi baktıktan sonra avucunda sıkarak ko­
şucunda diz çökmüş, onun başını ellerinde tutuyordu. Adamın şar adım uzaklaştı. Kerem'in gözleri kızın yere basan çıplak
nefes alıp verişi gittikçe kısa, iki nefes alıp verme arasında geçen ayaklarına takıldı. Yan taraftaki çift oturduğu yerden kalktı, kala­
süre ise uzun olmaya başlamıştı. Kadın ona çıldırmış gibi bir şey­ balığa karışıp gözden kayboldu. Çiğdem çoktan eve gelmiş, Ke­
ler söylüyor; ama adamın yüz ifadesinden artık onu duymadığı rem' i bekliyordu. Yine geç kaldığı için ona kızgındı. Geldiğinde
anlaşılıyordu. Yattığı yerde küçük bir kan gölü oluşmuştu. Kadına hesabını soracağım diye düşündü.
bir şeyler söylemek istedi; ama sadece bir tıslama çıktı dişlerinin
arasından. Sonunda karşısındakine değil de sanki başka bir şe­ Güneş çoktan batmış, hava kararmıştı. Kerem oturduğu bankta
ye bakıyor gibi görünen gözler kapanmaya başladı, nefes alıp kıpırdandı, kafasını kaldırıp gökyüzüne bakınca İstanbul' un ışık­
verişi durdu. Kısa bir süre sonra adam, sol elini kadının yüzüne larının dört bir yandan göğe vurduğunu, bunun da en parlak yıl­
koymak istercesine havaya kaldırdı; ama el, hedefine ulaşama­ dızların bile görünmesini engellediğini fark etti. Sahte bir kızıllık
dan bir daha hiç kalkmayacak şekilde tekrar yerine düştü. Kadın tüm göğü kaplamış, bulutları gri bir renge büründürmüştü. Ay,
yukarıya doğru bakıp delirmiş gibi bir çığlık atarak kollarında tut­ bulutların arasında sıkışmış ve sıkılmış duruyordu. Usul şıpırtılarla
tuğu başı göğsüne bastırdı. Görüntü karardı, ortaya konulan bu sahili okşayan deniz, ufuktaki gri bulutlara dokunurken, H ay­
yapıtta emeği geçenlerin isimleri aşağıdan yukarıya doğru geç­ darpaşa tren garının sarışın bir kadının yumuşak saçlarına
meye ve filmin müziği çalmaya başladı. Sinema salonunun loş ı­ benzeyen ışıkları, üzerine düştüğü dalgaların uysal kımıldanışla­
şıkları yandığında, Kerem başını koltuğa yaslamış, dram türün­ rıyla ıpıl ıpıl görünüyordu. Kerem' i bir yazar müsveddesi kisvesi­
deki bu başarılı filmin etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Sinema­ ne sokan o iç ses konuşmaya başladı. Kelimeler ... Aklında fırıl
ya Çiğdem ile geleceklerdi ama son anda Çiğdem'in işi çıkmıştı. fırıl dönüp zihninin duvarlarında yankılanmaya başladı. "Haydar­
paşa'yı da yaktılar. .. Şu yedi tepeli güzel şehrin bu ihtişamlı bi­
Sinema salonundan aceleyle çıkıp Kadıköy Çarşısı'nın kahve, nasına kirlenmiş fikirlerin aşağılık pazarlıklarını bulaştırdılar. N e
nargile ve balık kokusuyla harmanlanmış dar sokaklarında gezin­ diyeyim ki sana İstanbul, n e diyeyim ilk aşkımın şehri? Dünyaya
meye başladı. "Bu semti seviyorum." Temmuz ayının sıcak ve gelip de kendini Allah'ın vekili olarak tayin eden hemen herkesin
nemli havası insanların ciğerlerine yapışıyor, nefes almalarını üzerinde hak ettiği gözdesi, yedi uygarlığın merkezi, dört im­
güçleştiriyordu. Gün batımında ufukları ateş rengine kestiren gü­ paratorluğun başkenti." Olduğu yerde hafifçe yana yattı, arka
neş, yüzüne vurduğu insanların kirpiklerinde sarı renkli toz par­ cebindeki paketten bir sigara çekip ince dudaklarının arasına
çacıkları olup parlıyordu. Pavyonların bulunduğu sokaktan geçe­ koydu. "Ne diyeyim ki sana insanoğlu? Anlamadığın her şeyden
rek iskeleye indi, meydandaki boş banklardan birine oturdu. Yan korkan, bu yüzden de onu ya lanetleyip ya da kutsayan insan­
bankta bir çift oturuyordu. Erkek, kızın elini tutmuş ona bir şeyler oğlu .. . Yanlış olması muhtemel cevaplarla yaşamak yerine ne­
anlatırken, utangaç bir gülümsemeyle önüne bakan kız, diğer e­ den ömrünü arayış içinde geçirmek bu kadar korkunç geliyor sa­
liyle göğsüne kadar inen bukleli saçlarının ucunu kıvırıyordu. Tıka na? N eden sarılmıyorsun bizi bu kaybolmuşluğun içinde gerçe­
basa insanla dolu bir vapur, genzinden çıkardığı o gür sesle iske­ ğin elinden deli olmaktan önleyen sanata? Ve işte gece vardiya­
leye yanaştı, dertlerini döker gibi yolcularını iskeleye döktü. Gül sına başlayan işçiler . . . Özrümü bir rozet yapıp konteynerleri bo­
satan çingene kadınlar, sarkık memelerinin üzerine yasladığı gül şaltmak zorunda olan o mavi damarları pörtlemiş ellerinize bırak­
demetini kucaklarken bağırmaya başladı: "Güller bi lira bi liraaa!" mak istiyorum. Çünkü biliyorum ki, o büyük yazarın da dediği
Güneş karşı yakada Ayasofya'nın arkasına inerken, meydan gibi, ' dünyada bir tek suçlu varsa, herkes hep birlikte suçludur.'
sağa sola koşturan insanlarla doldu boşaldı. Vapur bir kere daha Sizden kaçmam, kendimden utandığım içindir. Ve bu anlatılan,
gürledi, yavaş manevralarla dönüp boğazın coğrafik dalgalarını kimsenin hikayesi değildir."
yararak gözden kayboldu. Darmadağınık saçları ve kirli yüzün­
deki iri gözleriyle küçük bir kız çocuğu geldi, Kerem'in karşısında Meydan artık sakindi. Vapur seferleri bitmiş, işten gelen veya
dikildi. Sadece nefesiyle besleniyor gibi görünen bu çelimsiz çin­ akşam vardiyasına giden insanlar çoktan kaybolmuştu. Bir süre­
gene kızın yüzünün yarısı gözden ibaretti. "Abi bi tane alsana" dir dudaklarında beklettiği sigarasını yaktı, karanlıkta yanan tütü­
dedi, ince parmaklarıyla tuttuğu ıslak mendili uzatırken. Kerem nün cayırdamasını dinledi. Ayağa kalkıp arkasındaki caddeye
cebinden beş lira çıkarıp kıza verdi. "Mendil sende kalsın." Kız doğru yürüdü, bir taksiye atlayıp eve doğru yol almaya başladı.

44 KAFKAOKUR
Sayı 4 I Öykü

Taksi bir sokaktan diğerine saptı, bazı ahşap evleri geçti . Alt ge­ diğini söylemek istedi; ama sadece bir tıslama çıktı dişlerinin a­
çitleri ve üst geçitleri de . .. Önünde seyyar midyecilerin bulun­ rasından. Sonunda karşısındakine değil de sanki başka bir şeye
duğu büfeleri de geçti. Fısfıslı boyalarla boyanan duvarları da bakıyor gibi görünen gözler kapanmaya başladı, nefes alıp verişi
çoktan geçmişti. Evlerinin bulunduğu sokağa gelince taksi dur­ durdu. Kısa bir süre sonra Kerem, sol elini Çiğdem'in yüzüne
du. Taksiden inince terlemiş olduğunun farkına vardı. İnsanların koymak istercesine kaldırdı; fakat el, hedefine ulaşamadan bir
evlerine erkenden çekildiği bu işçi mahallesinde sessizliği bozan, daha hiç kalkmayacak şekilde tekrar yerine düştü. Çiğdem yu­
penceresi açık birkaç evden gelen müzik sesiydi şimdi . Sokak karıya doğru bakıp delirmiş gibi bir çığlık atarak kollarında tuttu­
lambaları ya bozulmuş ya da kırılmıştı. Eski ahşap evlerin kasve­ ğu başı göğsüne bastırdı.
tini düşürdüğü karanlık sokakta yürümeye başladı. Eve birkaç
metre kala başını öne eğmiş yürürken birisinin "Pardon birader,
bakar mısın?" dediğini duydu. Kafasını kaldırıp bakınca karşı­
sında iki kişi gördü. "Bir sigara versene birader." dedi, iri cüsseli
olan. Kerem, adamın ses tonundaki tehdit edici tavra aldırmadan
cebinden sigara paketini çıkardı, adama vermek için kafasını
kaldırırken karanlıkta sivri ucu parlayan metalin göğsüne doğru
geldiğini görebildi. Kendini geriye doğru atmaya fırsat bulama­
dan bıçak göğsüne saplandı. Üzerine çullanan adamları itmeye
çalışırken ciğerlerinde dayanılmaz bir acı hissetti. Nefesi kesilip
yere yığılırken, adamlar Kerem'in ceplerini soyup karanlık sokak­
lardan birine dalıp yok oldular. Her şey bir anda oldu. Boğuşma
seslerini duyan mahalleli balkona koştu, birkaç kadın çığlık attı,
birkaç adam yerde yatanın yanına koşup sağa sola bağırdı. Ke­
rem'in bilinci hala yerindeydi; ama çok güç nefes alabiliyordu.
Sırt üstü yatarken göğsünde saplı duran bıçağı gördü. Artık elleri
karıncalanıyor ve kesikli nefes alıyordu. Sesler karışmaya, görün­
tü bulanıklaşmaya başladı. Birden üzerine biri eğildi. Çiğdem'di
bu! Gürültüyü duyup kalabalığı görünce o da dışarıya çıkmış ol­
malıydı.

"Kerem!" diye bağırdı Çiğdem, "Ne oldu? Ne?" Gördüğü şeye i­


nanamıyormuş gibi şok içinde yüzünü Kerem'in yüzüne yaklaş­
tırdı. Siyah, düz saçları şakaklarından kayarak yerde yatanın yü­
zünü kapladı. Sallanmaya başladı,

"Geçecek" dedi, fısıldar gibi, "şimdi hepsi geçecek." Gözlerinde


biriktirdiği birkaç kristal, yerçekimine yenilerek Kerem'in ağzına
damladı.

Şimdi Kerem yerde yatarken Çiğdem de başucunda diz çök­


müş, onun başını ellerinde tutuyordu. Kerem'in nefes alıp verişi
gittikçe kısa, iki nefes alıp verme arasında geçen süre ise uzun
olmaya başlamıştı. Çiğdem, ona çıldırmış gibi bir şeyler söylüyor;
ama Kerem'in yüz ifadesinden artık onu duymadığı anlaşılıyordu.
Yattığı yerde küçük bir kan gölü oluşmuştu. Çiğdem'e onu sev- Rabia Kip

KAFKAOKUR 45
1 Sinema
Amelie
sayı 4

GAMZE İYEM

Oysaki siz bayım bir sebze bile olamazsınız çünkü enginarın bile bir kalbi vardır.
Sinemanın b üyüsüne inanır mısınız? sıcak bir anlatıma ve kompozisyona sahip bir fil m. En özel ta­
rafı ise günlük hayatta yaşadığımız anlık duyguların, örneğin;
Ya imgelerin büyüsü ve ayrıntıda gizli yaşaml ara? kalbin hızl a atması, yerin dibine girmeyi istemek veya girmek,
filmde gayet güzel yansıtılmış. Filmin amacı da bu zaten,
Size her sahnesi bir yağlı boya tablosu kadar renkli olan, ay­
Hollywood senaryolarının aksine bir şeyleri yoluna sokmak
rıntılarıyla büyül eyici bir filmden bahsedeceğim. Mantık hatası
için büyük teknolojil ere, zekaya, insan öldürmeye vs. gerek­
aramayı anlamsız kılan, " Olur mu şimdi böyle, nasıl yani, ne a­
sinim duymuyor Fransızlar ve bunu daha romantik hallediyor­
l aka! " tepkilerinin gereksi z ol duğu, bir yandan aklınızı karış­
l ar.
tırırken bir yandan mutlu eden, kendine özgü, i nce, duygulu
bir film. Filmin konusuna gelince, Amelie Poulain'a doktor olan babası
kalp hastalığı teşhisi koyuyor ve diğer çocuklardan uzak ye­
2000'1erin en etkileyici filmlerinden biri, hikaye anlatımına ve
tiştiriyor. Oysa babasıyla uzak bir ilişkisi olan Amelie, bu sağ­
sinema biçimine yeni bir sol uk getiren ' Le Fabul eux Destin
l ık kontroll erinde heyecanlandığı için kalp atışı hızl anmaktadır
d'Amelie Poulain' T ürkçe adıyla ' Amelie' yönetmeni ve aynı
sadece. Küçükken annesi vefat ediyor, bu olayın sonucunda
zamanda senaristi Jean Pierre Jeunet' in tüm dünyada tanınır­
babası sessiz ve silik bir adama dönüşüyor. Amelie de bu yal­
lığını arttırmış; sonraki yıll arda çekilen bazı filml erin de öncüsü
nızlığın ortasında kendini eğlendirebilmek için oldukça il ginç
olmuş bir fil m.
ve derin bir hayal gücü geliştiriyor. 22 yaşına geldiğinde yalnız
yaşıyor ve Paris'te bir katede garsonluk yaparak hayatına de­
Rastlantıların, tuhafl ıkların ve aşırılıkların hiç eksik ol madı­
vam ediyor. Hiç arkadaşı ve hayattan beklentisi olmayan bu
ğı, tüm k arakterlerini hayalleri, özlemleri ve kırılganlıklarıyla
utangaç ve sevimli genç kadının hayatı, kısa zaman içinde de­
resmederken eğlenceli halinden bir an bile taviz vermeyen bir
ğişim içine giriyor ve filmin gelişme kısmı başlıyor. Hayatını
film. B u fil m her şeyden önce kesinl ikle ezber bozan familya­
küçük zevklere adamış ve hayal gücünü tamamen serbest bı­
sından.
rakmış haldeyken Prenses Diana'nın öldüğü gün değişmeye

Peki nedir filmi böylesine farklı kılan? Bunu filmin giriş kısmın­ başlıyor bu hayat. Bu ol ay da çok farklı ve vurucu bir şekilde

dan alıntılayarak daha iyi açıkl ayabilirim sanırım. Ş öyle başlı­ işlenmiş filmde, bir ölüme yaratılan farkındalığı gördüğünde

yor film: "3 Eylül 1 973 ' te saat 6 ' yı 28 dakika 32 saniye geçe, izleyip geçtiği haberlerden sonra kendini suçlu hissediyor in­

dakikada 1 4.670 kez kanat çırpabilen, mavi bir sinek Mon­ san. Haberden duyduğu şok ve birbirini izleyen birkaç olay­

martre'da, St. Vincent sokağına kondu. Aynı saniyede bir res­ dan sonra banyo fayansının arkasında bir çocuğun yıllar önce

toranın terasında masa örtüsünün altından süzülen rüzgarla sakladığı metal bir kutu bul uyor Amelie. Tabii ki kutunun sahi­

dans eden bardakları kimse fark etmiyordu. Yine aynı anda, bini aramaya başlıyor ve k utunun sahibini bulup o kişide ya­

9' uncu böl gede Trudaine caddesi 28 numaranın 5 ' i nci katında rattığı mutluluğu izlediğinde büyük keyif alıyor ve diğer insan­

Eugene Col iere, en iyi arkadaşı Emile Maginot' nun cenazesin­ ların hayatlarında da güzel etkiler yaratabilmek için bir şeyler

den döndükten sonra ismini adres defterinden sildi. Aynı an­ yapmaya karar veriyor. İşte film tam anlamıyla burada başlı­

da Raphael Poulain' e ait olan bir X kromozoml u sperm Aman­ yor, Amelie insanlara iyilik dağıtan bir meleğe dönüşüyor. Bir­

dine Fouet Poul ain'e ait olan bir yumurtayı dölledi. Dokuz ay çok kişinin hayatına dokunup onların mutluğuna sebep olu­

sonra Amelie Poulain doğdu." yor; ama bir süre sonra insanların mutl uluğu Amelie'ye kendi
yalnızlığını sorgul atıyor ve aşk, filmin kalbine oturan bir konu
Bu kadar basit ve her an olmakta olan şeyl eri masalsı bir an­ haline geliyor.
l atımla işliyor film. Yani filmde bir de dış ses unsuru var. Para­
lel zamanda yaşanan olaylar, tarih, saat hatta saniyel eriyl e an­ Aslında konu bu kadar basit; ama Jean-Pierre Jeunet bu ba­

latılıp birbirine gayet başarılı şekilde bağlanıyor. Kısacası çok sitliği filmin içindeki küçük ayrıntıları, saptamaları, kamera
teknikleri ve görüntü efektleriyle şahanel eştirmiş. Yann T ier-

46 KAFKAOKUR
sayı 4 1 Sinema

sen' in müzikleri ve Audrey Tautou'nun oynadığı Amelie karak­ bir masal tadında anlatan olağanüstü bir yapım, bir masal. Bir
teriyle çok sevimli, sıcak ve büyülü bir film ... masalın gerçek olması . ..

Filmin amacı uzun bir giriş gelişme sonuç işlemek değil zaten; Filmi izlerken hem iyi bir masal dinliyor hem de sanki birçok
anlık olaylar nesneler ve etkileri seyirciye aktarılmak isteniyor tablo içinde geziniyormuş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bun­
ve öyle başarılı tasvir ediliyor ki bu, izledikten sonra haya­ ların yanı sıra, resim ve edebiyat gibi sanat unsurlarıyla süs­
tınızla ilgili uzun vadeli olaylara değil anın sizde yarattığı etki­ lenmiş senaryo ve bu tarz filmlerde pek rastlanmayan, görsel
lere odaklanacaksınız. Filmin bilinçaltınıza fark ettirmeden iş­ efektlerle desteklenmiş sahneler de oldukça lezzetlendirilmiş.
lediği o, mutluluğun küçük ayrıntılarda gizli olduğu ve baş­ Kısacası Amelie, dünyanın en stil sahibi filmlerinden bir ta­
kalarının mutluluklarından mutlu olunabileceği inancını hisse­ nesi.
diyorsunuz. Bu da insan aklının derinliklerinden geçen bir­
takım düşüncelerin saf biçimde ifade edilmesi nedeniyle ol­ Her daim Amelie gülümsemesi gibi şirin ve umut dolu kalın.
dukça anlamlı; zamanı, olayları ve insanları çok güzel analiz
eden, insanlara çok şey öğretecek nitelikteki bir film çıkarıyor
karşımıza.

Filmin birkaç can alıcı sahnesinden bahsetmek istiyorum: A­


melie'nin yolda yürüyen kör adamın koluna girerek etrafı tas­
vir ettiği ve bir dakikalığına da olsa o yaşlı adamın gözlerini
açtığı bir s ahne var mesela, oldukça etkileyici bir anlatımla iş­
lenmiş. Sevdiği adamın kafeyi terk ettiği sahnede Amelie'nin
birden suya dönüşüp yok olması gayet ütopik anlatılmış; ama
o durumda hissedilen gerçekliği öyle güzel yansıtmış ki sine­
ma perdesinde görülen en iyi hayal kırıklığı sahnelerinden biri­
ni izletiyor bize . Örneğin, Amelie'nin kulaklarını avuçlarıyla bir
açıp bir kapayarak dünyayı diğer insanlardan farklı duyduğu
sahne insanın içini ısıtan cinste n . Ve bazı sahnelerde yerinde
kullanılmış animasyon harikaları filmi mükemmele doğru adım
adım götürmüş.

Ayrıca filmin diyaloglarının içine ustaca serpiştirilmiş seyircinin


hafızasına kazınan birkaç cümleyi de paylaşmak istiyorum:

"Sen olmasaydın bugünkü duygularım ancak dünkü duy­


gularımın ölü kabuğu olurdu. "

" Hayat asla sahnelenemeyecek bir oyunun sonsuz tek­


rarından ibaret."

"Oysaki siz bayım bir sebze bile olamazsınız çünkü enginarın


bile bir kalbi vardır."

"Parmak gökyüzünü göste rirken; ancak aptallar parmağa ba­


kar."

Amelie sinemanın ne kadar zor bir iş olduğunu kanıtlayan, o­


lağanüstü müzikleri, özenle seçilmiş planları, oyunculuğu ve
üstün kurgusu ile anlatmak istediğini tam da kendine yakışır

KAFKAOKUR 47
1 Yusuf Atılgan
Ayla k Adam
sayı 4

BERK İLERİAK

Cumhuriyet Dönemi T ü rk Edebiyatı' nın roman ve öykücülü­ inersek, onun Oedipus Kompleksi yaşadığını anlayabiliriz. Ço­
ğünde 1 950' 1 i yıllar, tam olarak bir yol ayrımıdır. Bu ayrım şu cuklu ğunda annesini kaybetmiştir; ancak çok sevdiği, onun i­
şekilde iki ana yazar grubu na ayrılabilir: İlk olarak toplu mcu çin anne figürü olan teyzesiyle birlikte hayat sü rerken, başına
gerçekçi köy romanı yazan, sol eğilimli yazarlar; ikinci olarak gelen travmadan sonra emlak zengini olan babasına karşı çok
ise A Gazetesi bünyesinde ve Orhan Duru'nu n önderliğinde, bü yü k bir nefret duygusu hissetmeye başlamıştır. Bu travma­
varolu şçu lu k ile modernizm etkisinde olan yazarlar. Yusuf Atıl­ nın sebebi ise, babasının bir gün teyzesiyle cinsel ilişki
gan da, tam olarak ikinci gru p yazarların temsilinin bir parça­ yaşadığını görmesi ü zerine ona nefret du ymasıdır. Gördükleri­
sıdır. nin ardından babasının üstüne atlayıp onu engellemeye çalı­
şırken, babasının onun kulağını yırtması ise babasının onda
2 . Dünya Savaşı'nın yıkıcı etkilerini yaşayıp, olanca gücü yle bıraktığı bir izdir. Babasına karşı ikinci bir korkusu ise onu n
bu etkileri ortadan kaldırmayı çabalayan, yabancılaşmış, bu­ sert ve çok gür bıyıklarıdır. Bıyık bu yüzden C.' nin çocuk­
nalmış bireyin yarattığı tepki, modernizm akımıyla eserlere luğundan beri en korku ve nefret duyduğu şeydir. Son olarak
yansımıştır bu dönemde. Freu d' u n psikanalitik yöntemi saye­ babasının evdeki her kadının , özellikle teyzesinin bacaklarına
sinde, bu bireyin bilinçaltına girmek de kolaylaşmıştır. Ayrıca, duyduğu cinsel istek, C . ' nin baba nefreti yüzünden onu kadın
bütün bu düşüncelerin yanı sıra, tüm dünya varoluşçu lu k fel­ bacaklarına karşı korkak bir hale getirmiştir. Bu üç şey (bıyık,
sefesi ile kendini ve yaptıklarını daha kapsamlı sorgu lamayı kadın bacağı, ku lak) kitabın leitmotiv' i ( nesnelerin karakterize
öğrenmeye başlamıştır. T ü m bu fikir, edebiyat ve bilim akım­ edimi ve sürekli tekrarlanıp motif haline gelişi) haline gelmiştir.
ları Yusuf Atılgan'ı etkilemiş ve kendisine Aylak Adam' ı yazdır­ Kitap boyunca yerli yersiz kulak kaşıntısı (gergin olduğunda)
mıştır. Karakter ve tipin gerçek bireye dönüşmesi yolunda ve bacaklardan korku, bu leitmotiv'lerin göstergesidir. Özgür
belki de en büyü k adımı atmıştır Yusuf Atılgan. Kitle tarafın­ olsa da bunlar yüzünden varoluşçu bir tutsaklığın içindedir C . .
dan tek tipleştirilmeye çalışılan o ötekileşmiş, bunalmış, saç­
ma ve u yu msuz bir yaşama sahip kişinin başkaldırısı ilk cüm­ Kitabın adı olduğu gibi kitap, aylaklığı geniş bir çerçevede ko­
leden son cümleye kadar kişinin u mut ve sevgi arayışı olarak nu edinir. Babası (para) sayesinde veya yüzü nden -onun ken­
anlatılmıştır Aylak Adam' da. di olmasını engeller- aylak o lan C., bir isim bile o na fazla ola­
cağı için isimsizdir ve ona göre isim bir insanın onunla en az
Kitabın konusu ve eleştirisine geçmeden önce Yusuf Atıl­ ilgili yanıdır. Ayrıca, isminin olmamasının bir diğer sebebi de
gan' ın hayatına değinmek gerekirse, Yusu f Atılgan, İstanbul babasının teyzesine yaptığından dolayı babasına karşı öç al­
Üniversitesi T ü rk Edebiyatı Bölümü'nü bitirmiştir ve bir süre ma isteğidir; çünkü bu adı o na babası koymuştur. Atılgan' ın
de edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Hacırahmanlı Köyü'nde kitapta bahsettiği iki kavram ku -ya-ra (kumda yatma rahatlığı)
çiftçilikle u ğraşmış, ayrıca hayatı boyunca katıldığı birçok ya­ ve a - da -ko (ağaç dalı kompleksi), C.' nin, hatta genişletmek
rışmadan ödül kazanmıştır. Aylak Adam ile Yunus N adi Ro­ gerekirse evrensel bireyin özgürlük probleminin sebebini açık­
man Yarışması'nda ikincilik kazanmış ve bu tarihten itibaren lamakt adır. Özgü rlü k isteyen insanın toplu m tarafından
eserlerine ilgi artmıştır. Yazdığı Aylak Adam eseri, T ü rk ede­ yabancılaştırılmasını, aykırılık ve uyumsu zlu ğuna bağlamakta­
biyatında çağdaş bireyi olanca trajedisiyle anlatan ilk roman dır. Aylak olan C . 'yi de modernlikle tezat hale getirmektedir.
olarak kabul edilir. Bir diğer ü nlü eseri Anayurt Oteli ile yine Toplumun değerlerine karşı C. 'nin tutumu , toplu mu n ve kültü­
yalnızlık bunalımını anlatmıştır. Ancak son eseri Canistan' ı ta­ rü nü n saçma olduğudur. Bu rada işte yabancılaşır ve aykırı in­
mamlayamadan İstanbu l' da hayatını kaybetmiştir. san haline gelir. Kitaptaki varoluşçuluk da bu noktada gözler
önü ne serilmektedir.
Aylak Adam, paralı ama zengin olmayan, soru mlu ksu z bir bo­
hem hayat yaşayan, hayatın anlamını gerçek s evgiyle bağ­ Kitaptaki ana olaylar C . ' nin s evgi arayışı boyunca yaşadığı i­
daştıran C.' yi ve onun kitapta anlatılan dört mevsimdeki farklı lişkilerdir. Ona göre o nu n sevgi vereceği kişi, onu sıkıntıdan
yaşayış ile düşünce yapılarını konu almaktadır. C.' nin kitaptaki kurtaracak tek kişidir. Kitap C.' nin sıkıntısını t anımladığı iki
sevgi arayışı kitapta C. tarafından sarf edilen "Ya ararım ya cümleyle başlar "Birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta o ­
yaşarım." cümlesiyle gözler önüne serilmektedir. Ana karakter nun d a o labileceği aklına geldi. İçimdeki sıkıntı eridi. " ve biter
C. ' yi daha derinden incelemek gerekirse, yani çocukluğuna "Sustu , konuşmak lü zu msu zdu . Bundan sonra kimseye

48 KAFKAOKUR
"Yaşamanın amacı alışkanl ı kt ı , rahatlıktı. Çoğunluk çabadan,
yen ilikten korkuyord u . " Yusuf Atılgan
Sayı 4 1 Yusuf Atılgan

ondan söz etmeyecekti. Biliyordu, anlamazlardı. " Bu iki cüm- Aylak Adam ile Yusuf Atılgan. Bu yüzden Aylak Adam T ürk
le umut arayışının C. 'nin yenilgisiyle sonuçlandığını göster- edebiyatının en önemli yapıtlarından biri olmakla beraber,
mektedir. İlk olarak sevgisini üniversiteli sade bir kız olan Gü- günümüz insanı nın da ç ok gerçekçi bir yansımasıdır ve yazın-
ler'e vermiştir C . ; fakat ayrılmıştı r, onda bulamadığını ise ya- sal açıdan kült olmuş bir klasiktir.
zın karşı l aştığı eski sevgilisi ressam Ayşe'de aramış; ancak bu
sefer de terk edilmiştir aylak olduğu için. Bu ilişkilerin başarılı
olamamasının varoluşçu bakış açısıyla sebebi şudur: Kimse
bir başkasına ulaşamaz; çünkü kimse kendi sınırlarına vara-
maz.

C. 'nin yaşantısı dışı nda kitapta betimlenen daha birçok ev­


rensel durum vardır. Örnek olarak sinemadan çıkan insanı an­
latmıştı r Yusuf Atılgan. İnsanın sinemadan romantik duygular-
la çıkıp içinde nasıl dünyayı değiştirme düşünceleriyle karşı
karşıya kaldığını anlatılmıştır. Yerel durumlar teker teker tüm
insanlığı tanıtan durumlar haline gelmiştir Yusuf Atılgan'ın an­
latı sıyla. Ayrıca kitapta bolca tekrarlanan elipaketliler sınıfı var­
dır. Bunlar, toplum tarafından tek tipleştirilmiş, duygusuz orta
sınıf insanlardır. Burada toplumun C. ile tezadı anlatılmaktadır.
Bunları n yanı sıra, kitapta bir imkansızlık vardır. Ne kadınlarla
şansı yaver gider C. 'nin ne de karşısına tek sevdiği garson çı­
kar en sevdiği restoranda. Bu imkansızlıklar C. 'nin umudunu
yitirmesinde de çok büyük rol oynar.

Kitabın dilini incelemek gerekirse, altında derin anlamlar yüklü


olmasına rağmen dil sade, süssüz ve benzetmesizdir. Kitap­
taki dil ve anlatımın pekiştirilmesi için de çeşitli anlatım biçim­
leri ve anlatım teknikleri kullanılmıştır. Bunlar: bilinç akışı , iç
monolog, iç ç özümleme, diyalog, iç diyalog ve flashback tek­
nikleri; ayrıca mektup ve günlük türleridir. Bu tekniklerle mo­
dernizmden postmodernizme doğru ince bir bağlantı sezile­
bilmektedir ve bu yollarla Yusuf Atılgan, romanını daha ger­
çekçi ve psikoloj ik kılmıştır. Kitaptaki tümcelerde neden so­
nuç ilişkileri, diğer modernistlerdeki gibi, önemli değildir;
çünkü baskın olan şeyler duygu kıpırdanmalarıdır. Kitabın ya­
pısı, dili ve anlatımı bu kıpırdanmalar üzerinedir ve bu doğrul­
tuda psikoloj ik bir anlatı yapılmıştır.

Sonuç olarak Aylak Adam, ç ocukluğunda bilinçaltına itmiş ol­


duğu anıların etkisinden kurtulmaya çalı şan, paralı, düşsel
sevdanın onun h ayatını anlamlandıracağını savunan, sıkılgan
ve mutsuz C. 'nin varoluş mücadelesini anlatmaktadır. Kendini
tamamlayacak kişiyi, ötekinin sıcaklığını bulamadıkç a toplum­
dan uzaklaşan ve olayların dışında kalan insanı, karşı karşıya
geldiği varoluşsal sorunları ve modernizmi tanımlamaktadır

KAFKAOKUR 49

Satranç (Stefan Zweig)
OZAN KIRICI
K i TA P
Stefan Zweig'ın başeseri sayılabilecek bu kitabı elime aldığım gi­ rekabeti başlatır ve romanın sonuna kadar soru işaretleriyle ve a­
bi bitirdim. Zweig'la tanışıklığım, Satranç'tan daha öncelere da­ kıl oyunlarının etkisiyle sürükleniriz.
yanıyordu. ' Korku' adlı uzun öyküsünü de son sayfasına kadar
nefes almadan okumuştum. Satranç, Zweig'a olan hayranlığımı Kitaptaki merak unsuru, ilk andan son ana kadar d imdik ayakta
pekiştirdi. tutuyor okuyucuyu. Kitabı, nereye giderseniz gidin, elinizden bı­
rakamıyorsunuz. Tüm karakterlerin iç dünyasına Zweig'ın detaylı
Eşiyle, Brezilya'd a geçird iği son günlerini anlatan Laurent ve yormayan anlatımıyla rahatlıkla dahil olabiliyorsunuz. O kadar
Seksik'in romanı 'Stefan Zweig'ın Son Günleri'nde sevgilisi ki Zweig da Avusturyalı olduğu için onun bu hikayede anlatılanl­
Lotte'yle Gestapo'dan kaçışlarını okumuş ve onların hayatlarına arı New York'tan Buenos Aires'e giden bir gemide gerçekten ya­
daha d erin bir bakışla atabilmiştim. Peşinden kovalayan Nazi şadığı kanısına varıyorum. Bilmiyorum, herhangi bir gerçeklik pa­
tehdidi d e olsa ülkesinden kaçmış olmanın verdiği vicdan aza­ yı var mı; fakat Zweig, her anı gerçekten yaşanmış gibi aktarabili­
bının etkisindeyken, ömrünün son günlerinde tamamladığı öykü­ yor.
lerden biri Satranç.
Yazarın insanların iç d ünyasına girebilme yeteneğini, yaşadığı
Protagonist, yani yazarın satranç tahtasındaki siyah karakter ola­ dönemin Freud'la başlayan Jung ve Adler ile ilerleyen psikolojik
rak karşısında d uran Mirko Czentovic, satranca d oğuştan yete­ tahlillerine dayandırmak mümkün. Dr. B. 'nin kendi 'entelektüel ö­
neği olan, aslında satrançtan başka bir şeye kafası basmayan bir lüm'ü karşısında verdiği tepki, Adler'in çaresiz d urumlarda in­
yarım akıllı d ehadır. Onun karşısındaki adam ise Dr. B., Naziler sanların verdiğini iddia ettiği mantıksız gibi gözüken; ama insanı
tarafından görd üğü psikolojik işkence sonucu kitaptaki d eyimle ayakta tutan tepkilerden biri gibi duruyor. O nun karşısındaysa,
'entelektüel ölümü' yaşamış, pratikte d eğil teoride satranç sana­ mantığı ve toplumun takdir ettiği zekasıyla Czentovic. İkisinin
tında ustalaşmış biridir. Naif anlatıcımız ve Mr. Connor, Mirko'ya mücadelesinde kim kazanacak?
meydan okuduktan sonra Dr. B. 'nin olaya dahil olmasıyla bir
Satrançtan az anlasanız bile sizi içine çekip olaya katacak güçte
bir kitap Satranç. Beğenmed iğim tek yönü kısa olması diye­
ceğim ki bu da bir kusur d eğil, yazarın tercihi. Hikaye bittikten
sonra d evamını merak etmedim değil. Czentovic kariyerinde
nasıl bir noktaya geldi, Dr. B. ne yaptı sonrasında? Karakterleri­
nin geleceklerini merak ettirecek kadar onları canlı kılabiliyorsa
bir yazar, yarattığı dünyanın kukla ustası olmaktansa o dünyanın
tanrısı olmayı başarmış d emektir benim için. Bu yüzden Zweig
için 20.yy. 'ın en büyük yazarlarından biridir d iyebilirim çok rahat­
lıkla. Yaşadığı sürgün yaşama rağmen, belki de bu hayattan ka­
çış olarak bilinçli seçtiği ve sürgünün beslediği kalemiyle, çağının
ruhunu en iyi şekilde yansıtan ender yazarlardan biri ve bu kitap
da onun kaleminden d amlayan son mürekkep d amlası olarak e­
debiyat tutkunu herkesin okuması gereken bir başyapıt.

"Siyah olan Ben, beyaz olan Ben'in


yapacağı her hamleyi heyecanla
bekliyordu " Satranç, Stefan Zweig
. . .
• •
Satranç (Stefan Zweig)

D U E L LO DENİZ GÜL

Elime aldığım andan bıraktığım ana dek geçen sürede aklımda ne okuyucunun hikayeyi okuduğu sırada, daha kitabı bitirmeden, bu
tek bir mekan ne de tek bir karakter kalmıştı. Kitabın sürükleyici olayın hikayenin belkemiği olduğunu anlamasına yol açıyor. Bu
olduğu doğruydu; fakat içinde siz fark etmeseniz de aslında bir­ denli can alıcı bir olay kafamızda oluşan gerçeklik ve rastlantıya
den fazla hikaye olan bu kitabı aklınızda belirti bir odak noktasına yer vermeyen akış içinde yerini bir türlü bulamıyor. Sorgulayıcı zi­
yerleştirerek okumanız imkansızdı. Anladığım kadarıyla Stefan hin merak ediyor, sorgusunu bekleyen bir hükümlü paltoda duran
Zweig karısı ile birlikte ölmeden önce yazdığı bu kitabı hayatı bo­ ceket cebinden bir kitap aşırabilir mi gerçekten? Kitaba devam
yunca yaşadığı süre kadar kısa tutmak istemiş; ama aynı zaman­ etmek için hikayenin kurgudan oluştuğunu hatırlayan zihin, merak
da yaşadıklarını anlatacak kadar dolu olması için de çalışmıştı. duygusu ile bu küçük gerçek dışı olayı örtbas ediyor ve okumaya
devam ediyor tabi .
Eğer kendini karakterle özleştirmekten keyif alıp hikaye boyunca
o karakterin peşinden gitmek isteyen bir okuyucu iseniz bu kitabı Bilinçaltınızda küçük bir savaşa yol açan bu kitabın kitlesi
okurken beklentinizi düşük tutmanız gerekebilir. Bunun sebebi 70 gerçekçiler, sorgulayıcılar, materyalistler değil; fakat hayalperest­
sayfalık bu kitabın içinde birbiriyle bağlantılı 3 karakter içeriyor ol­ ler ve fantastik dünyanın içinde kaybolanlar da değil. Belirli bir a­
ması. Siz daha kendinizi hangi karaktere daha yakın hissedeceği­ lana sığdıramadığımız bu kitabın okuyucusu ne olursa olsun me­
nizi düşünürken bitiveriyor kitap. Aynı zamanda karakterlerin geç­ rak duygusuna sahip olup devam edenler. Benim gibi kitap bo­
mişlerini sadece kitaptaki ana olayla bağlantı kuracak kadar öğ­ yunca hikayenin kurgusu için gerekli olan rastlantısal olayların
rendiğimiz için kendinizi belirli bir karaktere yakın hissederek kita­ dikkatinizi dağıtmasına izin vermezseniz zevkli bir 70 sayfa sizi
ba devam etmeniz zorlaşıyor. Ana karakterlerimizden Dr. B.'nin a­ bekliyor olabilir. Bunun için kitabı elinize almadan önce gerçekle­
dını kitap boyunca öğrenememek de bu bağı kurmayı zorlaştıran; rinizi bir kenara koymanızı tavsiye ediyor ve iyi okumalar diliyo­
fakat kitabın gizemini arttırarak sizi yine de okumaya sevk eden rum.
diğer bir etken.

Satranç oyunu doğası gereği içerdiği kuralları ile etrafı tellerle


çevrili bir gerçeklik yaratıyor. Zweig'ın Satranç'ı anlatırken kul­
landığı tanımlardan birkaçı demek istediğimi daha iyi anlatacaktır.
Zweig"ın sözleriyle: "Satranç, insanoğlunun düşünüp bulduğu o­
yunlar arasında rastlantının her türlüsüne karşı koyar. Satranç, bir
bilim, bir sanattır. Hem çok eski hem de yepyeni, düzeneği hem
mekanik hem de düş gücüne bağlı, hem sabit geometrik bir alan­
la sınırlı hem de bileşimleri sınırsız, hem sürekli gelişen hem de kı­
sır, hiçbir şeye götürmeyen bir düşünme, hiç bir şeyi hesaplama­
yan bir matematik, yapıtları olmayan bir sanat, maddesi olmayan
bir mimari, bununla birlikte varlığıyla birlikte bütün kitap ve yapıt­
lardan daha dayanıklı olduğu su götürmez bir oyundur satranç.
Başlangıcı ve sonu nerededir? Her çocuk onun temel kurallarını
öğrenebilir, her acemi onda şansını dener; ama yine de bu değiş­
mez dar karenin içinde özel ustalar yaratır satranç. "

İşte tam da bu sebepten, satrancın kesin ve su götürmez bir ger­


çekliğe sahip olduğunu anladığınız anda elinizde tuttuğunuz ro­
manın sadece kurgudan oluşan kelimeler bütünü olması rahatsız
edici olabiliyor. Satrancın keskin gerçekliği hikayeyi oluşturan
rastlantısal olaylarn QE ·it vermiyor. Bir örnekle anlatmak gere­
kirse, ana karakt rl rirııiıdı n Or B.'nin sorguya götürüldüğü sıra­
da, şans eseri yahut bir r · .11. ırıtı ••onucu askıda duran ceketin ce­
binden kitap aşırım ı• ı ı h 11 ı ı1 1 ıu /w ig'ın anlatışındaki ustalık
@kafkaokur

..

@aysenurrcelikk @celade

@secdus @geezentee @guluuk

@kalpbuyucusu @mutlulukoyunu

@seynap @rascits @zemistan @gokce_gokakin

@gamzeatakul @iremzc @dusbulutu @tubikaa


#kafkaokur etiketi ile lnstagram' da derginin fotoğrafı nı pa ylaşın, bir sonraki sayıda yayı n layalım . . .
Son Şeyler

ACZ sf.16 Milena'ya Mektuplar sf.40


Yazan: Sal ih Samet Gür Yazan : Burcu Baraz
Yazılarınızı, çızıml rinizi, öneri ve Resim: Songül Çolak
görüşlerinizi tKllt r@kafkaokur.com
adresinden bıze ul tır bılırsiniz. 'Tohum'OLUŞ sf.18
İllüstrasyon : Rabia Kip Sabahçı Kahvesi sf.43
Kaynakça: Ural, K. (20 1 4) Toh u mların Valsi. İllüstrasyon: Leyla Özlüoğl u
-- ' . -�.
AboneJllÇ::,- -
.:
� "' İstanbul: Şule.
1
_

Döngü sf.45
Bireysel (Yıllık} 48TL Dile Gelmişsin İstanbul sf.19 İllüstrasyon: Rabia Kip
Kurumsal (Yıllık) 96 TL illüstrasyon : M uhammed Ali Üzen
Yurtdışı (Yıllık) 48 EUR
Amelie sf.47
Dünyevi Zevkler Bahçesi - Hieronymous İllüstrasyon: Leyla Özlüoğlu
Akbank IBAN
TR82 0004 001 El 88 8000 0645 62
Bosch sf.22
Alıntı yapılan kitaplar: Beagle, Peter S. The Aylak Adam Sf. 48-49
-155 sf.l Garden of Earthly Delights. New York: Kaynakça:
Viking, 1 982. Aytaç, G. (2003). Karşılaştırmalı Edebiyat
İllüstrasyon: B t opıız
Aragon. Paris Peasant. Boston : Exact Bilimi. Say Yayınları.
Change, 1 994. Necatigil, B. (2004). Edebiyatımızda İsimle r
Özgecan Aslan sf.2 Blake, William. The Marriage of Heaven Sözlüğü. İstanbul, Çem berlitaş, Türkiye:
İllüstrasyon: Tül,ıy 1 1 ıl ı and Hell. New York City: Granary, 1 993. Varl ı k Yayınları.
Fotoğraf: The Garden of Earthly Delights by Karabulut, M . (2012). Yusuf Atılgan ' ı n Ayl ak
Bosch High Resolution Adam Romanınd a Anlatım Tekn ikleri.
Papatyalar ölmez bııyıın, Kaligrafi: Efkan Oğuz Adıyama n Ün iversitesi Türk Dili ve

Papatyaları öldurürlor... f.2 Edebiyatı.


Ôzher, S. (2006). Çağdaş İnsanın Tutamal<
l 11) Yitirmeler Diyarı sf.30 Arayışı: "Aylak Adam" . Fırat Ün iversitesi
İll üstrasyon: Leyla Kanber Sosyal Bilimler Dergisi, 1 6(1), s. 1 2 1 - 1 29
Frida Kahlo sf.4
Yazan· Ô:lı ı ı ı ı ı• ı lı 111 1 ı h ı Kum Saati sf.31 Kitap Düello sf.50
Çizim: Itır Demir İllüstrasyon: Özgün Demiröz
Yanılsama f. 8
in ıı 11 1 1·
. • ı klıan Dem Sabahattin Ali sf.34 Kapak
llliistrasyon: Hilal Kosovalı İ l lüstrasyon: Tülay Palaz
Kadınlık Çıkmazı sf.14 Alınlı Sabahattin Ali, Kürk Mantolu
M.ıcJonna
İ l lüstrasyon : Tülay Palaz Arka Kapak
İllüstrasyon: Erhan Cihangiroğlu
Çok Yaşa sf.10 Oğuz Atay sf.35
illüstrasyon: Hilal Kosovalı
Fotoğraf: Dil ın l ioı:y 1
Alıntı: O(luz Atay, Tutunamayanlar

KAFKAOKUR 53

You might also like