Professional Documents
Culture Documents
Şifa Bu Değil, Modernliğin Ara Yüzü: Alternatif Tıp-Dr - Mehmet Aysoy
Şifa Bu Değil, Modernliğin Ara Yüzü: Alternatif Tıp-Dr - Mehmet Aysoy
kakftils
Dr. MEHMET AYSOY
1968 Afyonkarahisar/Sandıklı doğumludur. Lisans, yüksek
lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi sosyoloji bölü
münde tamamlamıştır. Aysoy’un küreselleşme, gelenek,
sosyal politika, tıbbileştirme ve engellilik mevzuatı konu
larında yayımlanmış makaleleri yanında; “Geleneksel Son
rası Toplum Üzerine” (2 0 0 3 ), “Avrupa Birliği Sürecinde
Özürlüler Politikası” (2 0 0 4 ), “Yapılaşma Teorisinde Gele
nek Fenom eni” (2 0 0 8 ), isimli kitapları bulunmaktadır. Ha
len dünyevileşme konusunda çalışmalarını sürdüren yazar
evli ve Emine Tuğçe, Mustafa Tuğra ve Vahid Fatih’in baba
sıdır.
kaknüs yayınlan: 591
inceleme-araştırma serisi: 68
ısbn: 9 7 8 -9 7 5 -2 5 6 -3 8 1 -0
yayıncı sertifika no: 11216
kaknüs yayınları
kızkulesi yayıncılık tanıtım hiz. san. ve tic. ltd. şti.
merkez: mimar sinan mah. selami ali efendi cad. no: 5 Üsküdar, İstanbul
tel: (0 21 6 ) 492 59 74/75 faks: 3 3 4 61 48
www.kaknus.com.tr e-posta: kitap@kaknus.com .tr
dağıtım: çatalçeşme sk. defne han no: 27/3 cağaloğlu fatih, İstanbul
tel: (0 21 2 ) 520 49 27 faks: 520 49 28
ŞİFA BU DEĞİL
Modernliğin A ra Yüzü: Alternatif Tıp
Değerli Hocam
Prof. Dr. Ahmet Korkut TUNA’y a
İçindekiler
Önsöz .................................................
BİRİNCİ BÖLÜM
“O ntoloji versus Fenom enoloji”
Kutsal ................................................
G e le n e k ..............................................
Dünyevilik ......................................
Hastalık ve Şifa ...............................
İKİNCİ BÖLÜM
“Dinler ve Tıp” .............................
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
“Tıbbın Serüveni” ........................
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
“Şifa Bu Değil” ...........................
7
M EH M E T AYSOY
9
M EH M E T AYSOY
“Mehmet AYSOY
Ankara, 2012
mehmetaysoy@mail.com
10
BİRİNCİ BÖLÜM
“Ontoloji versus Fenomenoloji”
2 Dikotomi: (Yun. dichia: ikili; temnein: kesmek) İki eşit parçaya ayrılmak
üzere büyüme noktasından ikiye bölünerek dallanma.
13
M EH M E T AYSOY
14
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
15
M EH M E T AYSOY
Kutsal
Kutsal, modernlik içinde kutsal-profan dikotomisiyle ta
nımlanmıştır ve dinler tarihi, din antropolojisi veya sosyolojisi
görünümleri idrak edebilirler. Bazen de insanlar kendi tahayyüllerine,
inançlarına ya da dini tecrübelerine kutsallık izafe ederler. Dinlerde kut
sal ve kutsal olmayan ayırımı vardır. (Güneş,2010)
16
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
17
M EH M E T AYSOY
18
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
19
M EH M E T AYSOY
20
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
21
M EH M E T AYSOY
22
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
23
M EH M E T AYSOY
24
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Gelenek
Gelenek ve kutsal arasında önemli bir bileşim söz konu
sudur. Gelenek özünde teolojik bir kavramdır ve gelenek di
nin fenomenal boyutunu oluşturur.(Gencer,2012) Özünde
teolojik bir olgunun modernlik içinde kavramlaştırılması ve
yine modernliğin kutsaldan uzaklaşma bağlamında değerlen
dirilmesi, geleneği fenomenolojinin sınırlarına sürüklemiştir.
Bu anlamıyla gelenek modernliğin ürünü bir fenomendir ve
konu edilmesi yine modernliğin ürünü olan bir yaklaşımla
imkanlıdır. Modernliğin ontolojik altlığı olarak nitelendirebi
leceğimiz gelenek-modern dikotomisi12 günümüzün anlaşıl
masında diğer bir sorun olarak karşımıza çıkar. Teolojik bir
kavram olan geleneğin fenomenolojik bir kavrama dönüşme
si, daha doğrusu geleneğin bizatihi modernliğin ürünü bir
kavram olması, sosyolojik anlamda konu edilmesini sınırlan
dırmıştır.
25
M EH M E T AYSOY
26
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
27
M EH M E T AYSOY
28
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
29
M EH M E T AYSOY
30
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
31
M EH M E T AYSOY
Dünyevilik
Seküler ve dünyevi, biri diğerinin yerine kullanılabilmek
tedir. Sosyolojide kullanıldığı anlamda sekülerlik, modernli
ğin karakteristiği olma bağlamında dünyeviliğin anlamını
içermesine karşın, dünyevilik modernliği tam anlamıyla kar
şılamaz. Sekülerleşme modernliğin ürünü,20 modernlikle
ram lar, olağan, gündelik gerçeklikte vardırlar. O, başka bir gerçekliğin
tecrübesini hem o tecrübeyi hiç yaşamamış olanlara, hem de yaşayıp da
unutma tehlikesi içerisinde bulunanlara aktarır. Her din, kolektif bir
hafızadır... Fakat din, dinî tecrübeyi sadece aktarmakla kalmaz, aynı
zamanda onu ehlileştirir [vurgu aslında]. Dinî tecrübe, gerçekte tehli
kelidir. Onun tehlikeleri, kuramsallaştırma vasıtasıyla azaltılır ve ru
tinleştirilir. (Polom a,1995)
32
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
33
M EH M E T AYSOY
34
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
35
M EH M E T AYSOY
36
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
37
M EH M E T AYSOY
22 “Dünyevilik” sadece ve yalnız “bu dünya”yı bir bilgi ve ilgi objesi hali
ne getirmek demek değildir. Bu ancak sekülerlik olarak anılabilir. Se
külerlik, öncelikle ve behemehal teorik bir problem üzerine odaklanır.
Ontolojik açıdan bir monizme yönelerek monoblok bir varlık küresi in-
38
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
39
M EH M E T AYSOY
Hastalık ve Şifa
Tumer, hastalığın anlamının iki boyutta analiz edilebilece
ğini öne sürer; birinci olarak kutsal olan/kutsal olmayan alanlar
arasında, ikinci olarak ise sağlığın ve hastalığın kolektif/bireysel
olarak ele almışı şeklinde bir ayrım yapar.23 (Tumer,2000,11).
Hastalığın dini anlamı teodise sorununun bir parçasıdır.24 Kö-
40
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
41
M EH M E T AYSOY
42
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
2 6 Arap dilinde kötülük kavramının tam karşıtı olarak ve daha geniş bağ
lamda “şerr” sözcüğü kullanılır. Etimolojik olarak Arapçada “şerare”
mastarından gelen kötülük, “sû” kelimesinden daha kapsamlıdır. Çün
kü lügatlerde “şer”, sû, fesat ve zulüm kavramlarıyla karşılanmaktadır.
Çoğulu ise “şürur” ve“eşrar” şeklindedir. Mesela, iyilerin (el-ehyar) kar
şıtı olarak “kavmun eşrâr (kötülerin topluluğu)” denilir. Kötülük yapan
kimseye de “şerrîr” denilir. Kısacası, lügatte şer kavramı; kötülük, kötü
kişinin fiili anlamına gelir. “Şer” hayrın (iyiliğin) eksikliğidir, yokluğu
dur. Hayrın zıttı olduğunu söyleyenler de vardır. Kur’an-ı Kerim’de
“şer” kavramı edna (en aşağı, en değersiz), Sû’ (kötü,çirkin), seyyie (kö
tülük, günah), ism (günah), durr (zarar), fitne (bela,darlık), anlamların
da kullanılmıştır. İyilik ve kötülük konusu kelâm ilminde “hüsün ve
kubuh” başlığı altında ele alınmaktadır. Hüsün ve kubuh kavramları
“fazilet-rezalet, güzel-çirkin, hak-batıl, doğru-yanlış” seklindeki anlam
larıyla ahlâk, felsefe ve mantık disiplinlerini de ilgilendirir.
43
M EH M E T AYSOY
44
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
45
M EH M E T AYSOY
46
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
47
M EH M E T AYSOY
48
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
49
M EH M E T AYSOY
50
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
3 3 Hz. İsa Incil’de öğrencilerine, hiç bıkmadan, her zaman dua etmeleri
gerektiğini ifade etmiştir (Luka, 18 :1). Hıristiyanların kutsal kitabı In
cil’de “Yakup’un Mektubu” bölümünde ard arda gelen ve dua ile ilgili
olan bazı ayetler (5 :1 3 -1 8 ) dikkat çekicidir: “İçinizden biri sıkıntıda mı,
dua etsin... “İçinizden biri hasta mı, kilisenin ihtiyarlarını çağırtsın.”,
“İmanla edilen dua hastayı iyileştirecek ve Tanrı (Rab) onu ayağa kal
dıracaktır.”, “Bu nedenle, şifa bulmak için günahlarınızı birbirinize iti
raf edin ve birbiriniz için dua edin.”, “Doğru kişinin yalvarışı çok güç
lü ve etkilidir.”, “llyas (peygamber) da tıpkı bizim gibiinsandı. Yağmur
yağmaması için gayretle dua etti; üç yıl altı ay ülkeye yağmur yağmadı”.
“Yeniden dua etti; gök yağmurunu, toprak da ürününü verdi.”
51
M EH M E T AYSOY
önemli bir vurgu söz konusudur. Eski Ahit’te ve dua ile iliş
kili olan Incil’deki ayetlere göre de inanılarak dua edildiği
durumda; olağanüstü olayların meydana getirilebileceğine,
bireylerin hastalıklarından kurtulabileceğine örneklerle vur
gu yapıldığı görülmektedir.35 Şifa Kur’an’da da, genelde
“De ki: ‘Sizler, açıktan ve gizlice ona, ‘eğer bizi bundan kurtarırsa elbet
te şükredenlerden olacağız’ diye dua ederken, sizi karanın ve denizin
karanlıklarından (tehlikelerinden) kim kurtarır?’ De ki: ‘Onlardan ve
her türlü sıkıntıdan sizi Allah k u rtarır...” Araf 56: “Düzene sokulduk
tan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah’a (azabından)
korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah’ın rahmeti
iyilik edenlere çok yakındır.” Araf, 180: “En güzel isimler Allah’ındır.
O’na o güzel isimleriyle dua edin.. . ” Tövbe, 103: Onların mallarından,
onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekat) al
ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların
kalplerini yatıştırır.) Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” Yu
nus, 12: “İnsana bir sıkıntı dokundu mu, gerek yan üstü yatarken, ge
rek otururken, gerekse ayakta iken (her halinde bu sıkıntıdan kurtul
mak için) bize dua eder. Ama biz onun bu sıkıntısını ondan kaldırdık
mı, sanki kendisine dokunan bir sıkıntı için bize hiç yalvarmamış gibi
geçer gider...” Enbiya, 8 3 -8 4 : “Eyyüb’ü de hatırla. Hani o Rabbine, ‘Ba
na bu hastalık müptela oldu; Sen merhametlilerin en merhametlisisin.’
diye Rabbine dua etti. Biz de onun duasını kabul edip kendisinde dert
namına ne varsa giderm iştik...” Furkan, 77: De ki: “Duanız olmasa
Rabbim size ne diye değer versin!” Nemi, 62: “Yahut kendisine dua et
tiği zaman zorda kalmışa cevap veren ve başa gelen kötülüğü kaldıran,
sizi yeryüzünün halifeleri kılan mı? Allah ile birlikte başka ilah mı
var!? Ne kadar az düşünüyorsunuz!” Rum, 33: “İnsanlara bir zarar do
kunduğu zaman, Rablerine yönelerek ona dua ed erler...” Mümin, 60:
“Rabbiniz şöyle dedi: ‘Bana dua edin, duanıza cevap (karşılık) vere
yim ... ” Şura, 26: “Allah, iman edip salih ameller işleyenlerin duaları
na karşılık verir; lütfundan onlara fazlasını da verir.
3 5 “.. .Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, Kalk, denize atıl!’ der ve
yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine
gelecektir. Bunun için size diyorum ki, duayla dilediğiniz her şeyi da
ha şimdiden almış olduğunuza inanın, dileğiniz yerine gelecektir.”
52
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
53
M EH M E T AYSOY
3 6 Kur’an’da insanın başına gelen durumları ifade etmek için tercih edilen
kelime “musibet” kelimesidir. S-v-b kökünden türeyen “m usibet”, “isa
bet eden şey ” anlamındadır (Rağıb 1986: 4 2 5 ). Yazır, kavramı “H edefine
isabet eden m erm i gibi insana şiddetle dokunan f e l â k e t ” olarak açıkla
maktadır (Yazır tsz: VII, 4 7 5 4 ). Kavramın, kelime anlamında, her ne
kadar doğrudan ‘olumsuzluk’ bildiren bir işaret yoksa da, terim, çoğun
lukla insanın zarar/şer olarak gördüğü durumları karşılamak için kul
lanılmıştır (Kurtubî, 1952: II, 175). Buna göre, musibet, insana ‘isabet
eden’, ölüm, hastalık, sakatlanma, doğal afetler, kazanç kaybı vb. şey-
54
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
55
M EH M E T AYSOY
güzel, daha kusursuz ve daha mükemmel bir dünya mümkün) olsa da;
(Allah) onu yaratacak kudreti varken yaratmamış ve böylece lütufkar
lığım göstermemiş olsaydı, bu, İlâhî cömertliğe aykırı bir cimrilik ve
İlâhî adâlete aykırı bir zulüm olurdu. Eğer (onu yaratmaya) kâdir ol
masa, bu da uluhiyete aykırı bir acziyyet olurdu”. Gazzâlî Kur'an ile
desteklediği gâiyetçi görüşünü temellendirirken, Allah'ın evreni tam
bir ilimle kusursuz ve adâletine uygun biçimde yarattığım, bundan da
ha mükemmelinin yaratılamayacağım iddia etmektedir. Böyle bir İlâhî
adâlet anlayışı İlâhî irâdeyi İlâhî hikmetten bağımsız ele almamakta ve
âlemdeki gâiyyeti bu hikmetin gereği saymaktadır. Gazzâlî bu fikirle
riyle, Eş’arî geleneğinde adeta hikmet ve rahmetten bağımsız olduğunu
vehmettirecek tarzda formüle edilen, İlâhî irâdenin hiçbir gerek ve ge
rekçeye dayanmayan mutlak hürriyet ve keyfiliği görüşünü daha da
mâkul bir çizgiye oturtmaktadır.
56
İKİNCİ BÖLÜM
57
“Dinler ve Tıp”
59
M EH M E T AYSOY
Bugün Batı ve Doğu tıbbı olarak anılan iki farklı tıp anlayışı, aslında tek
kaynağa dayanmaktadır. Eski zamanlarda iletişim araçları çok gelişmiş
olmamasına karşın, bilgiler şaşılacak bir şekilde yeteri kadar paylaşıl
mıştır. Mitolojide tıbbı temsil eden “yılan”, Türk tarihinde aynı anlam
da kullanılmış, Farsça yılan anlamına gelen “m ar” sözcüğünden türeti
len “bimar” hasta ve “bimaristan” hastane anlamında kullanılmıştır. Yi
ne eski Mısırlıların Hermes ve eski Yunanlıların Eskülap’ı, eski İranlI
larda Trita ve Hürmüz’de, Araplarda İdris Peygamberde, Türklerde ise
Lokman Hekim’de karşılık bulur. Bu isimlerin her biri mitolojikleşmiş
ve ab-ı hayat’ı bulan mitoloji kahram anlarına dönüşm üştür.
(Tez,2 0 10,15)
60
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
61
M EH M E T AYSOY
62
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
63
M EH M E T AYSOY
64
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
olan yeni bir model ortaya çıkar. Mademki, unsurların ilk ka
liteleri dörttür, yani, sıcak, soğuk, kuru ve nemlidir, o halde,
yeni düzenlenmiş ya da parçalanmış bir cismin mizacı bu ni
teliklerin bir ürünüdür.
Ruh ve Beden
Tarihi süreçte üç büyük dine ait düşünce sistemleri Yu
nan düşüncesiyle karşılaşmış ve önemli değişimlere uğramış
lardır. Yahudi kaynaklarında temel kavramlar ki buna ruh
dahil Yunan düşüncesi etkisiyle yeniden tanımlanmıştır.40
Hıristiyan inancını da bir dogma haline getiren Yunanlılar ol
duğu gibi, Hıristiyan dogmasının bizzat kendisi tarihsel ola
rak Yunan kültürünün toprağında şekillenmiştir. Yunanlıla
rın Hıristiyanlığı kendi doğalarına uyumlu getirebilmelerinin
tek yolu, ona Yunan felsefesinin problemleri ve yöntemleriy
le yaklaşmalarıydı. Yunanlılar aklileştirilmiş bir Tanrı inancı
nı Yahudilerle paylaşırlar, buna karşın, uygarlaşmış insanın
ruhun doğası ve kendisini algılama şeklini binlerce yıl belir
leme onuru tek başlarına onlara aittir. Yunanlıların fikirleri,
Hıristiyan dünya görüşünün oluşumunda vazgeçilmez öne
me sahip olan bir çok şeye katkıda bulunmuş ve Hıristiyan
dininin bir parçası haline gelmiştir.
Yunanlılara özgü bu “ruh” anlayışı MÖ. 6. Yüzyılda kav-
ramlaştırılmış ve sonraki dönemde ruh-beden dikotomisi in-
65
M EH M E T AYSOY
66
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
67
M EH M E T AYSOY
68
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
69
M EH M E T AYSOY
70
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
71
M EH M E T AYSOY
72
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
73
M EH M E T AYSOY
74
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
75
M EH M E T AYSOY
76
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
77
M EH M E T AYSOY
78
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
79
M EH M E T AYSOY
80
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Kur’an’a göre bir insan, belli bir şekilde işleyen tek bir or
ganizmadır. Kişi, sadece bir harici beden (the outer body),
"fiziki çerçeve”olmayıp, "zihin” adı verilebilecek bir dahili ki
şiyi (inner person) de kapsar. İkisi birlikte düzenli bir birlik
oluştururlar. Bu sebeple Kur’an, ölümün yeniden dirilişinden
mutlak bir şekilde bahseder ve sık sık tekrarlar.
Daha sonraları, Yunan felsefesinin etkisiyle radikal bir
ru h-b eden dikotom isi İslam ’a girmiştir. (Fazlurrah-
m an,1997) Nefisle ilgili ayetlerde geçen “nefs” kelimesinin
anlamı insan, birey, insanın varlığını ifade etmektedir. Bu
ayetlerde geçen nefs, dikotomik insan anlayışına hâkim olan
nefs-beden ikiliğini ifade eden tarzda anlaşılmıştır. Razi bu
ayette geçen nefs kelimesini filozofların anladığı tarzda diko
tomik bir yaklaşımla ele almaktadır. Ayette geçen nefs keli
mesinin beden olduğunu iddia etmektedir. Ruh ise bedenin
ölümünden sonra varlığını devam ettirmektedir.
Nefs kelimesinin kullanıldığı bir diğer anlam ise zihin,
akıl, şuurdur. Bu anlamı ifade eden ayetlere örnek ise: “Onlar
y aln ızca kendilerini saptırırlar. ” , “Onlar nefislerinde gizledik
leri şeyden dolayı pişman olacaklardır. ” , “Biliniz ki Allah nefis
lerinizde olanı bilir.” Yukarıda ifade edilen ayetlerde geçen
nefs kelimesi insanın zihnini, düşünce gücünü, bilinçliliğini
ifade etmektedir. Bu anlamda İslam felsefesinde genellikle
ruh kelimesi yerine nefs veya akıl kavramlarının kullanıldığı
dikkati çekmektedir. "Canlı olmanın göstergesi olarak eylem
leri gerçekleştirebilecek organa sahip tabii cismin ilk yetkin
liği” olarak tanımlanan nefs, manevi bir cevher olarak kabul
edilmiştir. Ancak ilk yetkinliği ifade etmesi kaydıyla nefse ha
yat da denilebileceği ifade edilmiştir. Bu bakımdan o, beraber
bulunduğu bedenin özel bir mizaç ve karaktere sahip olması-
81
M EH M E T AYSOY
82
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
83
M EH M E T AYSOY
84
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Tıbbı Manevi
Din ve tıp arasındaki ilişki dini bir kavram olan şifa ile tıb
bi bir kavram olan “tedavi”nin anlamlarında belirginleşmekte
dir. Geleneksel tıbbın temel yaklaşımını belirleyen Galenci tıp
anlayışı seküler bir hastalık tanımı yanında seküler bir tedavi
anlayışını içerir. Bu bağlamda tarihsel süreçte din ve tıp arasın
da şifa ve tedavi üzerinden belli sorun alanları tartışma konu
su olmuştur. Ruh ve beden dikotomisi, din ve tıp arasında şifa
ve tedavi bağlamında inşa edilmiştir. Şifa Hıristiyanlıkta hem
Hz. İsa’nın en önemli mucizesi hem de bir tebliğ aracıdır.
İslami öğretiye göre, bütün zihinsel hastalıklara dört vü
cut sıvısının (mizacın) (humor) dengesizliği sebep olmakta
dır, ancak bu, nihai olarak Galen’den gelen bir inanç olan, zi
hinsel hastalığın sebebinin tabiatüstü olduğu şeklindeki
inançla çelişmektedir. Bu Galen’ci gelenek, İslam tıp gelene
ğinde temel bir unsur haline gelmiştir ki, İslam tıp geleneğin
de kötü ruhlar tarafından ele geçirilme (demonic possession)
fikirlerini reddeder. Bununla birlikte, Galen geleneğine rağ
men, Galen’in aksine dört mizacın karşılıklı etkileşimini be
nimseyen Müslümanlar, hastalıkların özellikle de ruhsal has
talıkların ruhi nedenleri olduğunu kabul etmişlerdir. Yunan
geleneğinde olduğu gibi, İslam’daki manevi tedavinin bir bö
lümü ahlaki açıdan sağlam olmaya hasredilir, fakat bu, uygu
lama açısından böyledir.
85
M EH M E T AYSOY
86
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Tıbbı Nebevi
İslam tarihinde belli bir dönemden sonra Tıbbı Nebevi ki
tapları yaygınlaşmıştır. Tıbb-ı Nebevi”, Kur’an ayetleri ve Hz.
Muhammed (SAV)’in hadislerinden, yaşayışından ve yapıl
masına izin verdiği hususlardan kaynaklanan tıbba dair tav
siye ve uygulamalara verilen addır. Bu bilgiler Kütüb-i Sitte
olarak bilinen en önemli altı hadis kitabının “Kitâbü’t-Tıp”
başlıklı bölümlerinde yer almaktadır. Daha sonra bazı yazar
lar sadece bu bölümlerde yer alan bilgileri bir araya toplaya
rak müstakil kitaplar hazırlamışlar ve Arapça yazdıkları bu
eserlere “et-Tıbbu’n-Nebevî” ismini vermişlerdir. Bu eserler-
50 Mehmet Bayraktar (1 9 8 5 ), “The Spiritual Medicine of Early Muslims”,
The Islamic Quarterly, vol.29, sayı 1.
87
M EH M E T AYSOY
89
M EH M E T AYSOY
90
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
91
M EH M E T AYSOY
92
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
93
M EH M E T AYSOY
94
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
95
M EH M E T AYSOY
55 Fakat bu, karışım genel anlamda kelami olarak reddini tam olarak açık-
lamamaktadır. İbn Kayyim el-Cevziyye bu noktayı şöyle açıklığa ka
vuşturmaktadır: “P ey g am b erlerin b iz za t kendisinin tıbbi tedavi olm ası ve
ailesi, ashabından hasta ola n la ra d a bö y le yapm aların ı em retm iş olm ası
onun rehberliğindendir. F a k a t ek ra ba zin (el-edviye el-m u rekk eb e’nin k a r
şılığı o la ra k M üslüman tıbbın daki k arışım ila çla ra verilen ortak isim ) ola
ra k bilinen bu karışım ila çları ku llan m ak n e onun n e d e sahabilerinin reh
berliğin e aittir. H er ne k a d a r tesirlerini arttıracak veya aşırılıkların ı y u
m u şatacak b ir takım şeyleri bu ila çla ra ilave etseler de, onların ila çları b a
sitti. Bu, gerçekte, gen ellikle, etnik fa r k lılık la r ıy la birlikte fa r k lı h alkların
-A rap lar, T ürkler ve bütün çöl sa k in le ri- tıbbidir. K arışım ila çla r çoğun
lu kla Yunanlıların ve B izanslIların ilgi sahasındadır; çoğu Hind ilaçları
ise basittir. Bütün doktorlar, şayet diyetle tedavi müm künse, ila çla r a ba ş
vurulm am ası, basit ila çlarla iyileşm esinin m üm kün olduğu an lard a bile-
şim li ilaçlardan kaçın ılm ası gerektiği hususunda görüş birliğindedirler.
(Belli) y iy eceklerin verilm esi veya verilm em esi ile hastalığın iyileşebilece
ği durum larda ilaç kullanılm am ası gerektiğini söylerler. Bunun tem eli,
ilaçların y iy ece k ler le aynı cinse ait olm alarıdır. Tedavi yön tem leri d e b a
sit ila ç la n ihtiva eder. F akat, karışım lı y iy ece k ler e a lışk an lık şeh irliler de
karışım lı ila çla ra ihtiyaç d u y a rla r.” (R ahm an,1997) İkincisi, yine dini
etki altında, Tıbb-ı Nebevi, bu tür katkı maddelerinin, mesela zehirle
rin tek başına kullanıldıklarında büyük zararlara ve hatta ölümlere ne-
96
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
97
M EH M E T AYSOY
98
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
99
M EH M E T AYSOY
59 Manevi tıpta rukye önemli bir şifa aracıdır. Rukye kelimesi, esas itiba
riyle üç manaya gelmektedir: Yükselmek, kendisiyle istiazede bulunu
lacak şey ve ekseriyetle vadi kenarlarında olan arazi parçası anlamları
na gelmektedir. Türkçede efsun, tılsım, nefes, üfürük gibi kullanımı
olan rukye, korku, nazar değmesi, cinnet v.b. hastalıklar karşısında ki
şinin yöneldiği şeydir. Rukye, değişik uygulamaları olan şifa arayışıdır.
Genellikle bunun tatbiki üç farklı şekilde gerçekleştirilir: Ya kendisin
den şifa ümit edilen ayetler, dualar okunup hasta üzerine üflenir, ya
bunlar bir şey üzerine yazılır ve hasta bunları boynunda veya üzerinde
taşır veya suya okunup üflenir veya bu yazılanlar suya batırılır ve bu su
hastaya içirilir. Kur’an’da “rukye” kelimesi bir yerde geçmektedir:
“D ikkat edin! Can b o ğ az a gelip köprü cü k k em ik lerin e dayandığı zam an,
tedavi eden (hekim ) y o k mu? d en ir.” Ayetteki “rak” ifadesi ile ilgili ola
rak söz konusu ifadenin rukye kökünden olması izahı yapılabilir. Ruk
ye, Arapça’da, birinin bir şey vasıtasıyla hastanın şifa bulmasını isteme
si durumunda kullanılır. Nitekim: “Seni B ism illah diyerek, A llah’ın yü
ce adın a d a y an arak tedavi ediyorum ” denilir. Bu izaha göre, bu sözü söy
leyen kimseler ölümle yüz yüze bulunan o insanın etrafında bulunan
lar olmuş olur. “Tedavi eden y o k m u?” sorusunu soranların melekler ol
duğu da söylenmiştir. Rukyenin biri menfi diğeri de müsbet olmak
üzere iki yönü vardır. Yani biri iyiliğe kullanılmakta, diğeri kötülüğe
kullanılmaktadır. İyi yönü dua ve okuma ile tedavi şeklidir. Kötü yönü
ise efsundur ki; büyücülükte kullanılmakta, büyücülerin, cadıların
elinde malzeme olmaktadır.
100
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Ömer Fahruddin Razi (v .m .l2 0 9 )’nin tefsirinde “şifa ” bir hastalığa mu
kabildir. Bu hastalık da ruhun bedeni hazlara dalması, ruh cevherinde
batıl inançların ve kötü huyların meydana gelmesi suretiyle ortaya çı
kar. İşte bu durum, ruh cevherinin şiddetli hastalığı demektir. Dolayı
sıyla bu hastalık için, ehil bir doktorun olması gerekir. Çünkü şiddetli
hastalıklara yakalanan kimseye, isabetli ilaçlarla müdahale edecek ehil
bir doktor rastlamazsa, o mutlaka ölür. Şayet böyle bir doktor rastlar ve
beden de o ilaçlan kabul ederse çoğu kez iyileşme gerçekleşir ve hasta
lık gider. Bunu iyice kavradığımızda şöyle diyebiliriz: Hz. Muhammed
(s.a.v.) ehil bir doktor, Kur’an-ı Kerim de terkibi ile kalp hastalıklarına
faydalı olan bütün ilaçlar gibi olmuş olur. Doktor, hastanın yanma git
tiği zaman, ona hastalığına neden olan her şeyden kaçınmasını ve has
talığa karşı neler yapması gerektiğini söyler. İşte “m ev’iz e ” de budur.
“Mev’iz e ”nin anlamı; Allah’ın nzasmdan uzaklaştıracak ve kalbi masiva
ile meşgul edecek her şeyden kişiyi uzak tutmaktır”. Fahreddin er-Razi,
Kur’an’m, ruhani ve cismani hastalıklara karşı şifa oluşunu şu sözlerle
açıklar: “Kur’an ruhani hastalıklara karşı bir şifa olduğu gibi, cismani
hastalıklara karşı da bir şifadır. Onun ruhani hastalıklara karşı bir şifa
olması aşikârdır. Çünkü ruhani hastalık çeşitlerinden olan “batıl itikad-
la r ” ve “kınanm ış hu ylar” gibi hastalıklarla ilgili Kur’an-ı Kerimde detay
lı bilgi yer almaktadır. Kur’an-ı Kerim, batıl inanışlara götüren ayıp ve
kusurları ortaya çıkaran delilleri ihtiva etmektedir. Kur’an-ı Kerim, kı
nanmış olan ahlak ve huyların açıklanmasını, onlarda bulunan mefse-
detlerin tanıtılmasını ve üstün, mükemmel huylar ile övülmüş olan
amellere irşad edip yol göstermeyi de içermektedir. Böylece bu tür has
talıkları ve bu hastalıklarla mücadele yollarını içeren Kur’an, bu tür ru
hani hastalıklara karşı bir şifa olmuş olur. Kur’an’m maddi hastalıklara
karşı şifa olması da inkâr edilemez bir gerçektir. Çünkü bereketini uma
rak Kur’an okumak pek çok hastalığa engel olmaktadır. Filozoflardan ve
tılsımcılardan büyük bir topluluğun; manası anlaşılmayan pek çok ef
sun, rukye ve duaların okunmasının faydalar verip zararları savuştura
cağını söylediğine bakılınca; Allah’ın zikrini, mukarreb meleklerin ta’zi-
mini, azgın kimseler ve şeytanların da tahkir edilip zelil kılınmasını
kapsayan bu yüce Kur’an’m okunması dini ve dünyevi faydalar elde et
meye öncelikle vesile olur.” Bu anlayış karşısında tasavvufun geliştirdi
ği şifa tanımı izafidir: Kuşeyri’nin belirttiğine göre: “Öğüt avam içindir,
şifa havas içindir, hidayet havasın havassı içindir, rahmet ise hepsi için-
101
dir. Müminler Allah’ın rahmetiyle bu sayılanlara ulaşırlar. Herkesin şi
fası kendi hastalığına göredir: Günahkârların şifası, kurtuluşun meyda
na gelmesiyledir. İtaat edenlerin şifası, nimetin meydana gelmesiyledir.
Ariflerin şifası Allah’a yakınlığın hâsıl olmasıyladır. Vecd sahibi olanla
rın şifası hakikatin müşahede edilmesiyledir”. Muhyiddin İbn Ara-
b î(v .m .l2 3 9 )’nin yaklaşımına göre: “hidayet” kavramının “şifa” ve
“m ev’iz e ” kavramlarıyla irtibatı söz konusudur: hidayetten önce kişide
şifa olmalıdır. Şifa ile kalplerdeki batıl inanç ve kötü ahlak giderilmez
se, bu durum ilahi nurların oluşmasına engel olur. Mezkur haller eğer
giderilebilirse ki bu durum yine Kur’an’m hakikat ve hikmeti öğretmek
suretiyle şüphe ve nifak gibi hastalıkları gidermesidir, böylece engeller
ortadan kalkar ve Allah’ın hidayeti insanda etkili olur.” Ayetin sonunda
yer alan “rahmet” kavramı müminlere tahsis edilmiştir. Zira inatçı kâfir
kulların ruhları, peygamberlerin ruhlarının nurlarından ışıklanamaz.
Dolayısıyla Allah’ın rahmeti onları kapsamaz. (Sarımurat,2008)
102
ÜÇÜ N CÜ BÖLÜM
103
“Tıbbın Serüveni”
62 Geleneksel tıp tanımı tarihsel olarak modern öncesi tüm tıp geleneğini
ifade etmesine karşın modern tıbbı tanımlamak da belli güçlükleri ba
rındırır; İngilizce konuşulan ülkelerde bunun için kullanılan terim
“conventional medicine”dir ve “geleneksel tıp” anlamını karşılar. Ben
zer şekilde ABD Sağlık Bakanlığı’na (NIH) bağlı Ulusal Tamamlayıcı ve
Alternatif Tıp Merkezi (National Çenter for Complementary and Alter-
native Medicine - NCCAM) tarafından “Batı tıbbı - W estern medicine”
teriminin, “conventional medicine” ile eş anlamlı tutulduğunu görüyo
ruz. Aynı otorite “allopathic medicine” terimini de bu mana için kulla
nır. (Ö ztürk,2012). Bu manada kullanılan tıp, açıkçası “Ortodoks tıp”
olarak kavramlaştırılan ve modernliğin içinde bir geleneği ifade eden
tiptir. Bu anlamda modern tıp, yaygın kullanılan ıstılahta Ortodoks tıb
ba karşılık gelmektedir.
105
M EH M E T AYSOY
106
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
107
M EH M E T AYSOY
108
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
109
M EH M E T AYSOY
110
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
111
M EH M E T AYSOY
112
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Alternatif Tıp
Modern Ortodoks tıbbın sosyolojideki karşılığı “biyome-
dikal” yaklaşımdır ve bu yaklaşım karşısında sosyoloji “holis-
tik tıp”65 yanındadır. Biyomedikal modelin tıbbi hastalık
açıklaması bazı önemli yanlara sahiptir. Bu modelde hastalık
biyokimyasal bir makine olarak kavramlaştırılan insan bede
nindeki belirli aksamaların sonucu olarak görülür. İkincil ola
rak, biyomedikal model insanlardaki aksamaların nihayetinde
organizma içindeki belirli özel nedensel mekanizmalarla açık
lanabileceğini varsayar; gerçekte, belirli zihinsel rahatsızlık bi-
113
M EH M E T AYSOY
114
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
115
M EH M E T AYSOY
116
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
117
M EH M E T AYSOY
118
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
119
M EH M E T AYSOY
120
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
121
M EH M E T AYSOY
122
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
di. Pay etmek diyet bilgisi biçiminde bir güç uygulayarak be
deni hesaplamak ve sınırlandırmak demektir. Geleneksel ola
rak, manastır diyetlerinin amacı cinsel arzuları şiddetlendir
mekten kaçınmak için sınırlı düzeyde kırmızı et ve şarap tü
ketimi sayesinde sindirimi kontrol altına alarak tutkuları dü
zenlemekti.
Tıbbi ’uygun diyet’ talimatı Batılı tıpta uzun bir geçmişe
sahip olsa da, diyet düzeni üzerine (özellikle dinsel perspek
tifle iç içe geçen) bilimsel elkitapları Batı Avrupa’da özellikle
XVII. Ve XVIII. Yüzyıllarda önemli olmuştur. Bu alanda
önemli etkiye sahip olan bir hekim, geliştirdiği uygulama
Londra ve Bath kentindeki aristokrat ve eğitimli profesyonel
sınıflar tarafından benimsenen George Cheyne (1671-1743)
idi. Cheyne melankolinin kontrol altında tutulmasının temel
yöntemi olarak diyeti salık verdiği “İngiliz Hastalığı” (1733)
adlı kitabıyla büyük ün kazanmıştı ve müşterileri arasında Da-
vid Hume, Samuel Richardson, Samuel Jackson, Alexander
Pope ve John Wesley vardı. Cheyne’in tıbbi görüşlerinin teo
rik temelinin kaynağında Descartes’m mekanist beden analizi
çerçevesi, Leyden tıp okulunun rasyonalizmi ve Herman Bo-
erhaave’m matematiksel tıp geleneği (yani, matematiksel ilke
lerin tıbba uygulanması) yatmaktaydı.(Turner,2011)
Beslenmeyle ilgilenen bilimler, 1950’lere kadar emekleme
dönemini yaşarlar. Şüphesiz beslenme alanında oluşturulmuş
bir takım bilgiler (vitaminler,oligoelementler...) vardır; ama
yine de, modem beslenmenin eksikleriyle savaşta "savaşta
"düzeltici diyetlerin” gerekliliği düşüncesinin etrafı bulanık
tır. Yoğun vitamin ve protein desteği öneren rejimler bu çer
çevede ortaya çıkar. Vitaminler, XX. yüzyılın başında, belir
lenip ayrıştırıldıkları andan itibaren tıbbın hizmetine girerler.
123
M EH M E T AYSOY
124
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
125
M EH M E T AYSOY
126
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
127
M EH M E T AYSOY
Karşı-Modern Tıp
Alternatif tıbbın yöntemleri içinde yeni bir tıp anlayışı id
diası taşıyan iki uygulama bulunmaktadır: Homeopati ve Ho-
128
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
129
M EH M E T AYSOY
130
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
131
M EH M E T AYSOY
132
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
133
M EH M E T AYSOY
134
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
135
M EH M E T AYSOY
136
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
137
M EH M E T AYSOY
138
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
139
M EH M E T AYSOY
140
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
74 Örneğin, bir yıl boyunca herhangi bir rahatsızlık için tamamlayıcı tıp
tan yararlanma oranı Ingilizlerde % 10, KanadalIlarda % 20 iken, Ame
rikalıların % 3 8 ’i, Hong Kong halkının % 6 0 ’ı ve Singapurluların %
7 6 ’sı doğal yöntemlerden yaralandıklarını bildirmişlerdir. Çin ve Viet
nam’da tamamlayıcı tıp, resmi sağlık sistemine entegre edilmiş olup
halkın üçte biri bu yöntemleri kullanmaktadır. Gana’da halkın çoğun
luğu, Hindistan’da ise % 7 0 ’i geleneksel doğal tıp metotlarını, ana teda
vi yöntemi olarak kullanmaktadır. Bu yöntemleri uygulayan profesyo
nellerin modem tıp uygulayıcılarına oranı, Güney Afrika ve Gana’da
daha fazla iken, Çin, Hindistan ve Vietnam’da birbirine yakın olup, Ku
zey Amerika, Avrupa ve Avustralya’da ise bu grup daha küçük bir azın
lığı oluşturmaktadırlar.
141
M EH M E T AYSOY
142
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
143
“Şifa Bu Değil”
145
M EH M E T AYSOY
%36 olarak belirlenmiş olup % 15-% 73 arasıda geniş bir dağılım göster
diği saptanmıştır. Çalışmalarda en sık kullanılan alternatif tıp yöntemi
nin bitki karışımları olduğu ve en yaygın olarak kullanılan bitkinin ise
“ısırgan otu” olduğu belirtilmiştir. Kullanılan diğer yöntemlere bakıl
dığında dua, dini uygulamalar, vitamin/özel diyet olduğu görülmekte
dir. Kullanımı etkileyen faktörlerin cinsiyet (kadınların erkeklerden
daha fazla kullandığı); hastalık süresi ya da ileri evre kanser, sosyo
ekonomik düzey, eğitim düzeyi, doğum yeri ve aile tipi gibi faktörler
olduğu belirtilmiştir. (Kav,2 0 08) Alternatif tıp kullanım nedenleri; tıb
bi tedaviden duyulan hoşnutsuzluk, hastalıklarla aktif olarak başetme
mekanizması, pasif kalma ve umutsuzluk duygusundan kurtulma, sağ
lıkla ilgili değerler ve inançlar, kültürel olarak değer paylaşımı ve has
tanın güçlendirilmesi, geleneksel tıp ve buna dayalı modem ürünlerin
daha çok yaşlılığa dayalı hastalıklarda kullanıldığı, kanser dahil belli
kronik hastalıklarda ise modern anlamda alternatif tıbba yönelindiği,
sağlığın tıbbileştirildiği ve toplumun sağlığı korumak adına doğal
ürünlere yöneldiği, medyanın sağlığın tıbbileştirilmesine önemli etmen
olduğu ve alternatif tıp ürünlerinin pazar edinmesinde önemli olduğu,
Daha çok biyomedikal ürünlerin geleneksel şifa algısının üzerine pa-
zarlandığı, kullanıcının geleneksel kültürüne dayandığıdır.
146
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
147
M EH M E T AYSOY
148
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
149
M EH M E T AYSOY
150
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
151
M EH M E T AYSOY
152
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
153
M EH M E T AYSOY
154
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
155
M EH M E T AYSOY
156
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
157
M EH M E T AYSOY
elle yem ek, bereket kavram ı, m eyve ve tatlıyı önceden yem ek,
suyu üç yudum da içm ek, haram y iy ecekler ve içecekler bunlar
dan bir kaçı. M esela hannasın vesvesesinin insan hayatındaki
karşılığı konusunda m odem tıp bir şey söylemez. Rüyayı da y o
rum lam az”. (Abdurrahman D ilipak “İstism ara hayır, gelen ek
sel tıbba evet” Yeni Akit)
Alternatif tıp sadece gelenek değildir. Bu başlık altında
sayısız uygulamayı barındırmaktadır, bu açıdan da ne gele
nek anlamında sahiplenilebilecek ne de Ortodoks tıbba kar
şı savunulabilecek bir yapı taşımaktadır. Yahudi ve Hıristi
yan dünyada özellikle Doğu Asya uygulamalarına karşı çok
geniş yelpazede bir karşı durma söz konusudur. Buna karşın
toplumumuzda böyle bir farkmdalığm izlerine rastlanılmaz-
ken Doğu Asya uygulamalarının da kutsandığına tanıklık et
mekteyiz.
“Akupunktur tedavisiyle uğraşırken ve bu kitabı hazırlam ak
için çalışırken, zorluklardan bunaldığım zam anlarda lütfederek
bu aciz ve değersiz kulunu geniş ilham ları ile destekleyen Allah
T eala’y a ham d ve şükürler olsun. Tek seansta veya birkaç seans
ta iyileşen astım, serebrovasküler aksedan, migren, romatizma,
alerjik konjonktivit, yü z felci, epilepsi,akne vulgaris olguları
akupunkturun gerçekten hitab-ı peygam beriye m azhar olacak
derecede harikulade bir bilim dalı ve muhtemelen nübüvvet çiz
gisinin insanlık alem ine bir arm ağanı olduğunu m ükerreren b a
na ihtar ile itminan etti.” (Semih Akyol (1995), Tradisyonel
Çin Tıbbı ve Akupunktur, İnsan Yayınları)
Bu bağlamda alternatif tıp başlığında yer alan diğer uy
gulamalar içinde şifanın tanımı ise yeni bir dinin ortaya çık
tığı izlenimi vermektedir:
Bioenerji ve şifa:
158
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
159
M EH M E T AYSOY
160
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
161
M EH M E T AYSOY
162
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Şifayı Anlamak
Modernlik içinde bilinç dine yabancılaşmış ve kavramla
rın dünyevileşmesi dine dair kavramların anlaşılmasını güç-
163
M EH M E T AYSOY
164
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
165
M EH M E T AYSOY
166
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
167
M EH M E T AYSOY
168
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
169
M EH M E T AYSOY
170
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Kur’an, Hz. İsa, gökten inen su, zeytin ağacı, gece, toprak
parçası için zikredilmiş; Allah Teala tarafından bunlarda ha
yır, devamlı ve güzellik faydalılık olduğuna işaret edilmiştir.
Kur’an’a baktığımızda, mübarek kökenli kelimelerin mukad
des kökenli kelimelerden daha çok zikredildiğini; mübareğin
Ka’be, Kur’an, Hz. İsa, gökten inen su, zeytin ağacı, gece, top
rak parçası gibi farklı varlık alanları için kullanıldığını; buna
karşılık mukaddes kelimesinin Allah Teala’yı ayetleri dışında
başka varlıklar için sadece Cebrail ve toprak parçası (mukad
des vadi) için zikredildiğini görürüz.90
Batı dünyasında kutsalın bir din bilimi problemi olarak
ele alınması XIX. yüzyıldan önceye gitmez. Daha çok Eski
Ahid’deki kutsal kavramı esas alınarak yapılan çalışmalar
171
M EH M E T AYSOY
172
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
173
M EH M E T AYSOY
174
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
175
M EH M E T AYSOY
176
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
yan ruh niteliği ile, cismani bir nitelik taşıyan bedenin oluş
turduğu bir bütün olan nefs olarak karşımıza çıkmaktadır.
‘Nefs’, öncelikli olarak bir kimsenin kendisi veya özü anlamı
na gelir. Açık ve gizli, dünyaya ve ahirete bakan duyuları,
maddî ve mânevî becerileri, arzu, heves ve ihtiyaçları, canı,
ruhu, hayatı ve istekleriyle kişinin bizzat kendisi demektir.
‘Nefs’, ruh ve kalp mânâsında da kullanılmıştır. Allah, Ki-
tab’mda iki ayrı yerde nefse yemin etmekte, ona dikkatimizi
çekmektedir: “Nefse ve onu şekillendirene; ona fücûrunu
(bozukluğunu/isyânım) ve takvâsmı (korunmasını/itaatini)
ilham edene yemin olsun. ” (91/Şems, 7-8). Yine, kıyâmet gü
nünün hemen ardından nefse (kendini hesaba çeken, levvâ-
me özelliğindeki nefse) de yemin etmektedir (75/Kıyâmet, 1-
2). Allah Teâlâ, direkt olarak nefse hitap edip, onu cennetine
dâvet etmektedir: “Ey mutmain (huzura eren) nefis! Râzı ol
muş ve kendisinden râzı olunmuş olarak Rabbine dön!”
(89/Fecr, 27-28)
Âyetlerde nefisle ilgili olarak verilen bilgiler son derece
önemlidir: Allah, insanı yaratırken nefsini düzenlemiş ve ona
“fücur” ilham etmiştir. Fücur Arapçada, “doğruluk sınırları
nın yırtılıp parçalanması” anlamına gelir. Dinî terim olarak
fücurun anlamı ise şöyle verilir: “Günaha ve isyana girişmek,
fâsık olmak, yalan söylemek, başkaldırmak, karşı gelmek,
haktan yüz çevirmek, nizamı bozmak, zinâ, ahlâkî çökün
t ü ...” Âyetlerde nefisle ilgili olarak verilen bilgiler son dere
ce önemlidir: Allah, insanı yaratırken nefsini düzenlemiş ve
ona “fücur” ilham etmiştir. Fücur Arapçada, “doğruluk sınır
larının yırtılıp parçalanması” anlamına gelir. Dinî terim ola
rak fücurun anlamı ise şöyle verilir: “Günaha ve isyana giriş
mek, fâsık olmak, yalan söylemek, başkaldırmak, karşı gel
177
M EH M E T AYSOY
178
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
179
M EH M E T AYSOY
luş tarzlarını işte bu, insanın ilk varlık kazandığı dünya haya
tında gerçekleştirir. Sonradan gelen ahiret boyutu ise, her ha
lükarda hayatın dünya boyutunda kazanılan benlik ve bilin
cin devamı şeklinde sürer. Bu açıdan bakıldığında, belirleyici
olanın hayatın dünya boyutu olduğu söylenebilir. İnsanın bu
boyutta sergileyeceği bütün varoluş şekilleri, hem yaşanılan
dünya boyutunda, hem de onu takip edecek olan ahiret hayat
boyutunda insanın mutluluğunu belirlemede temel kıstas
olacaktır. Ahiret hayatı ise, bu hayatın devamı ve yansıması
şeklinde, onu takip eden boyuttur. Bu açıdan değerlendirdi
ğimizde, belirleyicilik noktasında dünya boyutunun asıl
iken, kalıcılık ve süreklilik noktasında sınırlı ve kısa olduğu
nu söyleyebiliriz. (Yavuz,2006) Hayatı hayat yapan öz nite
lik, salt canlılık ve hareket değil, hayat sahibi nefsin bilinç ve
idrak içerisinde gerçekleştirdiği eylemlerdir. Bu eylemler ol
maksızın hayatı düşünmek mümkün değildir. Bu eylemler,
insanın canlılığında bilinç ve idrake konu olur, insanlardan
her birinin kimliğini, gerçekliğini dolayısıyla hayatını diğe
rinden ayırır. O halde hayat dediğimiz gerçekliğin özünü
oluşturan unsur, insanın gerçekleştirdiği bilinçli eylemlerdir.
Bu eylemler Kur’an’da çeşitli kavramlar altında dile getiril
miştir. Bunlar arasında pozitif ve negatif değer arz edenler
bulunmaktadır. Bütün bunlar da Kur’an’m semantik yapısı
içinde, hayr (iyi) ve şer (kötü) tümelleri altında yerlerini al
maktadır. Pozitif değer arz eden iyi (hayr) kategorisinde, baş
ta salih amel olmak üzere, hasene, birr, ma’ruf, tayyib, helal
kavramları yer almaktadır. Negatif değer arz eden kötü (şer)
kategorisinde ise, fesad, münker, seyyie, fahişe, habis, haram
kavramları bulunmaktadır. Kur’an’m bu kavramlarla nitele
diği insanı eylemler, insan hayatının dünya boyutunda insa-
180
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
181
M EH M E T AYSOY
182
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
183
M EH M E T AYSOY
184
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
185
M EH M E T AYSOY
186
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
187
M EH M E T AYSOY
188
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
189
M EH M E T AYSOY
dir. Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir. İşte on
lar için bağışlanm a ve büyük bir m ükâfat vardır”!Hud 11/9-11).
“Size ulaşan her nimet A llah’tandır. Sonra size bir sıkıntı ve
za rar (durr) dokunduğu zam an yaln ız O’na yalvarır y ak arırsı
nız. Sonra sizden o sıkıntıyı giderince bir de bakarsınız içiniz
den bir kısmı Rabbine orta k o şar” (Nahl, 16/53-54).
“İnsana bir sıkıntı (durr) dokundu mu(mess) gerek yan üs
tüne y atarken gerek otururken gerek ayakta iken (her halinde
sıkıntısından kurtulmak için) bize dua eder, Ama biz onun bu sı
kıntısını ondan kaldırdık mı sanki kendisine dokunan bir sıkın
tı için yalvarm am ış gibi geçer g id er... ” (Yunus, 10/12).
“Kendilerine dokunan(messethum) bir sıkıntıdan(darra’)
sonra, insanlara bir rahm et (ferahlık ve mutluluk) tattırdığı-
m ız(ezakn â) zaman, bir de bakarsın ki âyetlerim iz hakkında
onların bir tuzakları (birtakım tertipleri ve asılsız iddiaları)
vardır. De ki: “Allah daha çabuk tuzak ku rar.” Şüphesiz elçile
rim iz (m elekler) kurm akta olduğunuz tuzakları y azıyorlar
(Yunus, 10/21).
“İnsana bir sıkıntı ve za rar (durr) dokunduğu zam an Rab
bine yön elerek O’na yalvarır. Sonra zararını bir nimete dönüş
türdüğü zam an daha önce O’na yalvardığını unutur ve A llah’ın
yolundan saptırm ak için O’na eşler k o şa r ... ” (Zümer,39/8 bk.
Zümer, 39/49, Rûm, 30/33).
“İnsana nimet verdiğim iz zam an yü z çevirip yan çizer, ken
disine bir şer dokununca ümitsizliğe düşer” (Isrâ, 17/83. bkz:
Meâric,70/20).
“İnsan hayır (mal, sağlık, nimet) istem ekten usanmaz. F a
kat başına bir şer gelince ümitsizliğe düşer” (Fussılet,41/49).
“Andolsun! Başına gelen bir zarardan (darra’) sonra kendi
sine tarafım ızdan bir rahm et tattırsak(ezaknâ) m utlaka “Bu be
190
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
191
M EH M E T AYSOY
192
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
193
M EH M E T AYSOY
194
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
101 Onun destansı hikâyesine bütün ayrıntıları ile “Eski Ahit” de yer ver
miş ve onun adına müstakil bir “kitap” ayrılmıştır. Ahd-i Atik söz ko
nusu bölümde Eyyüb’ün Uts diyarında yaşamış, Allahtan korkan, kö
tülükten sakınan kâmil ve doğru bir kişi olduğundan, kendisine yedi
oğul, üç kız ve bir çok mal mülk verilmiş birisi olduğundan başlaya
rak başından geçenleri ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır (Eyub 1/1-
3 ). İslâm kaynaklarına göre Havrân bölgesinde yaşayan ve çok zengin
olup, sayısız malı-mülkü, birçok oğlu kızı bulunan, baba tarafından
İshâk’a anne tarafından Lût’a dayandığı aktarılan (Taberî, 1987: I,
194) Eyyûb (a.s.), kendi toplumuna peygamber olarak gönderilmiş
tir. Sürekli toplumunu düzeltmek ve Allah’a ibadetle meşgul olan Hz.
Eyyûb, Rabbinin bir denemesiyle karşı karşıya kalmış, bütün serveti
ni, çocuklarını kaybettiği gibi şeytanın kendisine musallat olması ne
ticesinde kalbi ve dili hariç bütün vücudunda çıbanlar çıkmış, iltihap
lı yaralar açılmış, yaralarına kurtlar dolmuş ve vücudu bozulup kok
maya başlamıştır. Bu durumda kocasına hizmete sabırla devam eden
eşi “Rahmet” (bazı rivayetlerde “liya”) (Beyzâvî, 1996: V, 49; Taberî,
1987, 1,194) hariç hiç kimse onun yanma yanaşmadığından toplum
dan uzaklaşmak zorunda kalmış, fakat hiçbir zaman sabrını ve Allah’a
bağlılığını kaybetmemiştir. Farklı rivayetlere göre üç, yedi, onüç veya
onsekiz sene gibi epey uzun süren bu sıkıntılı dönemden sonra sab
rıyla imtihânı kazanan Eyyûb (a.s.) Allah’ın lütfü ve emriyle ayağını
yere vurmuş, fışkıran su kaynağından yıkanıp içerek eski sıhhati ve
güzelliğine kavuşmuştur. Ayrıca kendisine yeniden birçok servet ve
çocuk da verilmiştir (Alûsî,2000: XVII, 8 0 ,8 1 ).
195
M EH M E T AYSOY
196
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
197
M EH M E T AYSOY
3 5 ).103 (Tezcan,2006)
Sabrı konumuz açısından musibetler sonucunda insana
dokunan acı ve ızdıraplara karşı gösterilecek direnç olarak
ele aldığımızda Kur’an’nm bu konuda bize verdiği en önemli
örnek Hz. Eyyûb peygamberdir. Daha önce değindiğimiz Ey
yûb peygamberden Allah maddî manevî musibetlere karşı
göstermiş olduğu sabrından dolayı “Gerçekten biz Eyyub’u sa
bırlı (bir kul) bulmuştuk. O, ne iyi kuldu! D aim a A llah’a yön e
lirdi” (Sad 38/44) buyrularak övgüyle söz etmektedir. Bu ko
nuda Kur’an çeşitli sıkıntılarla karşılaşmış diğer peygamber
lerin sabırlarına da yer vermektedir. Yine önemli bir örnek
olarak Hz. Yakup verilmiştir. Çok sevdiği oğlu Yusufu yitir
mesi üzerine onun söylediği söz çok anlamlıdır. O oğulları
nın Yusufu kurt yedi yalanma karşı “Sizi nefsiniz bir iş y a p
m aya sürükledi; artık bana güzelce sabır gerekir. Anlattıkları
nıza ancak A llah’tan yardım istenir” demiştir (Yusuf 12/18).
103 Sabrın, Kur’an’da çoğunlukla bazı kavramlarla veya meziyetlerle bir
likte kullanılması da dikkat çekicidir. Bunlarla sabır arasındaki ilişki
nin mahiyeti araştırıldığında, söz konusu kavramların sabrın anlamı
nı tamamladıkları ve onun doğru anlaşılmasına katkıda bulundukları
anlaşılmaktadır. Bu kavramlar takva (Âli Imran, 3/125 Âli Imran,
3/200. Yusuf, 12/90), tevekkül (İbrahim, 14/12; diğer ayetler: Nahl,
16/42; Ankebut, 29/59; Müzzemmil, 7 3 /9-10), şükür (Lokman, 31/31;
Sebe’, 34/1 9 ; Sûrâ, 4 2 /32-33; İbrahim, 14/5)., namaz (Bakara, 2/153;
diğer ayetler için bkz.: Bakara, 2/45; Hacc, 22/35; Meâric, 70/19-23)
ve sabrı cemîl (Yusuf, 12/18, 83; Mearic 70/5) kavramlarıdır.
198
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
104 Kur’an’da 75 yerde geçen ş-k-r kök harflerinden türemiş kelimeler çe
şitli anlamlarda kullanılmışlardır. Kulluğun en önemli tezahürlerin
den biri olan şükür, (Bakara 2/172; Nahl 16/114) insanlar arası dün
yevî ilişkiler içinde kullanılmıştır (Lokman 3 1 /1 4 ; İnsan 76/9).
Kur’an Allah’ın insanlar için verdiği nimetleri dile getirdiği yerlerde
insanlara şükrü hatırlatmaktadır. “G em ilerin den izde A llah’ın lütfüyle
yürüdüğünü görm ez m isin? A llah bununla siz e varlığının delillerin i gös
terir. M u hakkak bunda çok sabreden, ço k şü kreden herkes için ibretler
v ard ır” (Lokman, 31/3 1 ; Sebe’, 3 4/19; Sûrâ, 4 2 /3 2 -3 3 ; İbrahim, 14/5).
Ayetlerde sabır ve şükrün birlikte kullanılışlarına dikkat edildiği za
man, bunların birbiriyle iç içe olan, tek bir meziyet seklinde takdim
edildiği görülür. Bunlardan her birinin varlığı diğerinin varlığına bağ
lıdır (Cevziyye, 2001: 160). Çünkü insan her halükarda ya bir nimet
ya da sıkıntı içerisinde bulunur (Enbiya 21/35; Fecr 8 9 /1 5 -1 6 ). Eğer
nimet içerisinde ise hem şükür, hem de sabır gerekir. Şükür o nime
te sahip olması ve elindeki o nimetin sabit kalmasının ve artmasının
bir gereğidir. Sabır ise o nimeti elde ederken yerine getirilmesi gere
ken zahiri sebeplere sabredip, onun şartlarına katlanmanın bir gere
ğidir. Nimetin elde edilebilmesi açısından bakıldığında burada kişi
nin sabra olan ihtiyacı, bela anında sabra olan ihtiyacından daha faz
ladır (el- Cevziyye, 2001: 161). “Ayrıca bu iki huyun iman huyların
dan olması dolayısıyla burada “sabbar şekûr” ifadelerinin “mü’min”
demekten kinaye olduğu söylenmiştir” (Tezcan,2006).
199
M EH M E T AYSOY
200
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Kavram, Kur’an’da fiil ve isim olarak çeşidi kullanımları ile 212 yer
de geçmektedir. Ayrıca tevbe, istiğfar gibi kulun Allah’a yönelişini ve
O’ndan dileklerini ifade eden çok sayıda ayet de dua ile alakalıdır.
Kur’an, bu kullanımlarda; insanların Allah’a dua etmelerini emretmiş
ve bunun nasıl olması gerektiğini belirtmiş (Örn. Bkz: Bakara, 2/186;
Nisa, 4 /32, 117, 134; Araf, 7/29, 55, 180; Yusuf, 12/86; Mü’min,
4 0 /6 0 ), ayrıca yanlış, yersiz, zamansız ve kabulü olmayan dualardan
bahsetmiştir. (Örn. Bkz: Bakara, 2/2 0 0 ; Yunus, 10/12, 22, 106; Isra,
17/11; Mü’minûn, 23/9 9 , 100, 106, 107; Kasas, 28/88 Fussilet,
4 1 /5 1 ). Birçok ayette de peygamberlerin ve Salih insanların dualarına
yer verilmiştir.
201
M EH M E T AYSOY
202
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
106 Şifa kelimesi mastar olup çoğulu “eşfiye”, nihai cemisi ise “eşafi” şek
linde gelmektedir. Fiili, hastalığından kurtuldu anlamında “Şefahul-
lahu min marazihi” şeklinde gelmektedir. Birisi şifa talep ettiği zaman
“işteşfa fulanun”, birine ilaç verildiğinde, ilaç yazıldığında ya da şifa
temennisinde bulunulduğunda ise “eşfeytu fulanen” denilir. Dini bir
terim olarak Şifa Kur’an’da altı ayette geçmektedir. T evbe 9, Yunus 10,
N ahl 16, İsra 17, Şu ara 2 6 ve Fussilet 41. Kur’an’daki şifa kelimeleri
nin kullanıldığı anlam ile ilgili bilgi verilecek olursa; iki yerde maddi
anlamda (N ahl 16/69 ve Şu ara 2 6 /8 0 ), iki yerde manevi anlamda ( Yu
nus 10/57 ve T evbe 9/14) ve iki yerde de mutlak anlamda (İsra 17/82
ve Fussilet 41/44). Bu kelimeler cümledeki konumları açısından tah
lil edildiğinde bir yerde fail (Yunus 10/57), iki yerde muzari fiil (Tev
b e 9/14 ve Şu ara 26/80) ve üç yerde haber olarak gelmiştir. Şifa keli
meleri isnadları bakımından incelendiğinde ise iki yerde fiil Allah’a
(Tevbe 9 /1 4 ve Şu ara 26/80) üç yerde isim cümlesinin haberi olarak
haber Kur’an’a (Yunus 10/57,İsra 17/82 ve Fussilet 41/44) ve bir yerde
de yine aynı şekilde haber bala isnad edilmiştir (N ahl 16/69) . (Sarı-
m urat,2008)
203
M EH M E T AYSOY
204
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
205
M EH M E T AYSOY
206
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
207
M EH M E T AYSOY
208
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
209
M EH M E T AYSOY
210
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
211
M EH M E T AYSOY
11^ Buharı, Merdâ: 1, 2, 13, 16; Müslim, Birr: 45; Dârim î, Rikâk: 57; Müs-
ned, 1:371, 4 41, 2:303, 335, 3 :4 , 18, 38, 48, 61, 81.
113 “Ey hasta kardeşler! Siz gayet nâfl (faydalı) ve h er derde devâ ve h a k i
k î lezzetli kudsî (kutsal) bir tiryak (ilaç) isterseniz, im anınızı in k iş a f et
tiriniz (geliştiriniz). Yani, tevbe ve istiğfar (a f dilem e) ile ve n am az ve
ubudiyetle (kullu kla) , o tiryak-ı kudsî (kutsal ilaç) olan im anı ve im an
dan gelen ilâcı istim al ediniz (kullanınız). Evet, dünyaya m uhabbet ve
a lâ k a yüzünden, güya, a d eta ehl-i gafletin dünya gibi büyük, hasta, m â
nevi bir vücudu vardır. İm an ise, o dünya gibi zeval ve f ir a k (yok olm a
ve ayrılm a) darbelerine, y a r a ve b ere için de olan o m ânevi vücuduna bir
den şifa verip, y a ra la rd a n kurtarıp h a k ik î şifa verir. İm an ilâcı is e ,fe r â i-
zi (farzları) m üm kün old u kça y erin e g etirm ekle tesirini gösteriyor. G af
let ve sefahet ve hevesât-ı (ilacın) tesirini m en eder (engeller) . H astalık
212
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
m adem gafleti kaldırıyor, iştahı kesiyor, gay r -1 m eşru (uygun olm ayan)
k ey iflere gitm eye m âni (engel) oluyor; ondan istifade ediniz. H ak ikî im a
nın kudsî (kutsal) ilâçların dan ve nurlarından, tevbe ve istiğ farla ( a f di
lem ekle) , dua ve n iyazla istim al ediniz (ku llan ın ız).”
213
M EH M E T AYSOY
214
LÜGATÇE
215
M EH M E T AYSOY
mak için libido terimini kullanır. Freud’dan kısa bir süre son
ra William MacDougal hormik enerjiden bahsetmeyi tercih
eder. Bu liste neredeyse sonsuza kadar uzayabilir: Charles
Littlefield ve yaşamsal manyetizması, George Starr White ve
kozmo - elektrik enerjisi , Wilhelm Reich ve orgunu... Gün
cel enerji tedavileri, rağbette olan bilimsel hayal gücüne uy
gun olarak, insan bedenini, çoğunlukla, sürekli etkileşim ha
lindeki elektromanyetik alanlardan oluşan bir ağ olarak de
ğerlendirilirler. Söz konusu tedavilerin uygulamacıları, hasta
lıkların enerji alanlarındaki düzensizliklerden doğduğunu ve
bu alanlara müdahale ederek, özellikle de düzensizliği gidere
rek hastalığı tedavi edebileceklerini hesaplarlar. Tüm bu yak
laşımlar, bazen kendilerine rağmen, XIX. yüzyılın ortasında
yorumlanan ve Mesmer’in tanıttığı bir manyetizma anlayışı
nın izini taşır. Güneşin, aym ve gezegenlerin çekim güçleri
nin sinirsel akışkanlığı hastalıklar yaratacak kadar çok etkile
yebileceğine inanan Mesmer, mıknatısların tedavi aracı ola
rak kullanılabileceği savını ortaya atar. Bu manyetik güç, rad
yoaktivitenin 1990’larm ortalarında simgelediği şeyi simgeler:
Denetim altına alınamaz, anlaşılması zor ve hem iyilik hem de
kötülük yapabilecek bir güç. Bugün kullanılan tıbbi tedavi
yöntemlerinin yanısıra insanlar, birçok sebeplerden dolayı,
(örneğin farmakolojinin aşırılığı), hastalıklarının tedavisi için
halk tıbbmdan da yararlanma arayışlarına girmişlerdir. Bun
ların içinde özellikle elle tedavi (manual therapy) ve biyo-
enerji ile tedavi yöntemi, en doğal ve etkili olanıdır. XX. Yüz
yılın başında Sovyetler Birliğinde, V.İ. Behterev ve diğer bazı
bilim adamları, insanın bir biyoenerji alanına sahip olduğunu
fark etmişler, bu konuda araştırmalar yaparak birçok kitap ve
makaleler yazmışlardır. Başlangıçta başarıyla sürdürülen bü
216
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
217
M EH M E T AYSOY
218
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
219
M EH M E T AYSOY
220
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
221
M EH M E T AYSOY
222
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
223
M EH M E T AYSOY
224
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
225
M EH M E T AYSOY
226
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
227
M EH M E T AYSOY
228
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
Buna göre beden ile dış dünya arasında uyumlu bir dengenin
kurulması ve korunması amaçlanır. Bu dengenin bozulması,
bir başka deyişle, hayat enerjisinin aktığı meridyenlerde dü
zensizliklerin veya tıkanmaların oluşması sonucu bedende
çeşitli rahatsızlıklar veya hastalıklar nüksedebilir. Parmak ve
avuç içleri ile meridyenler üzerindeki belirli noktalara uygu
lanan basınç sonucu tıkanmalar açılır ve böylece düzenli bir
enerji akışı ve kan dolaşımı sağlanır. Bağışıklık sisteminin
güçlenmesine de katkı sağlayan Shiatsu ayrıca, hastalık sonu
cu belirli noktalarda oluşan aşırı hassasiyet nedeniyle bir teş
his yöntemi olarak da yaygın bir biçimde kullanılır. Doğu fel
sefesi ve tıbbına göre doğadaki tüm canlılarda Yin (dişil ener
ji) ve Yang (eril enerji) uyumlu bir denge içindedirler. Shiat
su, vücutta bulunan Yin ve Yang enerjilerini harekete geçire
rek düzenler, böylece bedende bir enerji dengesi oluşturur ve
kişinin sağlığına (doğal haline) kavuşmasına yardımcı olur.
Doğu tıbbına göre bedenin kendi içindeki dengesi ile bedenin
dış dünyayla olan dengesinin bozulması sadece hastalıklara
yol açmakla kalmayıp, kişinin çevresi ile olan sosyal ilişkile
rini de olumsuz yönde etkiler. Bu tür dengesizlikler iç organ
larda bozukluklara ve hastalıklara yol açabileceği gibi, kişinin
huzursuz, mutsuz veya depresif olmasına da neden olabilir.
Geleneksel tedavi yöntemleri (klasik tıp) semptomları orta
dan kaldırmaya yönelikken, doğu tıbbmda amaç bedendeki
enerji bozukluklarını dengelemek ve böylece hastalık neden
lerini ortadan kaldırmaktır. Shiatsu’yıı akupunktur gibi diğer
Uzakdoğu kökenli iyileştirme yöntemlerinden ayıran en
önemli özelliği, yalnızca tek bir organa veya bedenin bir bö
lümüne değil, vücudun tümüne uygulanması ve böylece iyi
leştirmeye yardımcı olmasıdır. Bu açıdan Shiatsu, hem bede
229
M EH M E T AYSOY
230
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
231
M EH M E T AYSOY
232
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
233
M EH M E T AYSOY
234
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
KAYNAKÇA
235
M EH M E T AYSOY
236
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
B A R N E S , P. M ., B lo o m , B ., & N a h in , R .L. (2 0 0 8 ). C o m p le m e n ta r y
a n d a lt e m a t iv e m e d ic in e u s e a m o n g a d u lts a n d c h ild r e n : U n ited
S ta tes, 2 0 0 7 . N a tio n a l H e a lth S ta tis tic s R ep o rts, N u m b e r 12.
BA R N ES, P. M ., P ow ell-G rin er, E ., M cF a n n , K ., & N ah in , R. L.
( 2 0 0 4 ) . C o m p lem en tary an d altern ativ e m ed icin e u se am o n g
ad ults: U n ited S tates, 2 0 0 2 . A d v a n c e D a ta : F r o m V ital a n d H e
a lt h S ta tistics. N u m b e r 3 4 3 .
BA R N ES, V ., D avis, EL, M u rzyn ow sk i, J ., & T rieb er, F . ( 2 0 0 4 ) . “Im -
p a ct o f m ed itation o n restin g an d am b u lato ry b lo o d p ressu re
an d h eart ra te in y o u th ”, P s y c h o s o m a tic M ed icin e, 66, 9 0 9 - 9 1 4 .
B A R R E T T , B ., M arch an d , L ., S ch ed er, J ., P lan e, M. B ., M ab erry , R.,
A p p leb u am , D ., R akel, D ., & R abago, D. ( 2 0 0 3 ) . T h em es o f h o -
lism , em p o w erm en t, a c ce ss, an d legitim acy define co m p lem en -
tary , altern ativ e, an d in tegrativ e m ed icin e in relatio n to c o n
ven tio n al b iom ed icin e. T h e J o u r n a l o f A lt e m a t iv e a n d C o m p le
m e n ta r y M ed icin e, 9 ( 6 ) , 9 3 7 - 9 4 7 .
B E C K , U .& A. G iddens & S co tt L ash ( 1 9 9 4 ) , R eflexive M od ern iza-
tio n , P olity Press
B E C K , U. ( 1 9 9 9 ) , Siyasallığm İcad ı, İletişim Y ayın ları
( 2 0 0 0 ) , “T h e C o sm o p o litan P ersp ectiv e; S ociolog y o f T h e Se-
co n d A ge o f M o d ern ity ”, B ritish Jo u r n a l o f S ociolog y, v o lü m e
5 1 ( 2 0 0 0 ) , W h a t is G lob alization , P olity Press
B E C K F O R D , J . A. ( 2 0 0 3 ) , “2 0 . Y ü zyılın İk in ci Y arısın d a D in Sosyo
lojisi”, A Ü İF D C ilt X F IV , S a y ı i s. 4 6 7 - 4 8 7
B E R G E R , P .L . ( 1 9 9 1 ) , K utsal G ök k ub b e, İn san Y ayın ları
( 1 9 8 9 ) M o d ern leşm e ve B ilin ç, İn san Y ayın ları
B İL M E N , Û . N . ( 1 9 8 5 ) . K u r’an -ı K erim ’in T ü rk çe M eali A lisi ve
Tefsiri. B ilm en Y ayın evi, İstanbul.
BİR İ, 1. ( 2 0 0 9 ) , M o d ern B atı Tıb bın ın E p istem o lo jik D ayan ak ları
Ü zerin e Sosyolojik B ir İn celem e, H acettep e Ü n iv ersitesi Sosyal
B ilim ler E n stitü sü , B asılm am ış d o k to ra tezi.
C A N A D A , A. L ., M u rp h y , P. E ., F itc h e tt, G ., P eterm an , A. H ., &
S ch o v er, L. R. ( 2 0 0 7 ) . A 3 - F a c t o r m o d el for th e FA C IT -S p .
P s y c h o -O n c o lo g y , 1 7 , 9 0 8 - 9 1 6 . doi: 1 0 .1 0 0 2 /p o n .l 3 0 7 .
237
M EH M E T AYSOY
238
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
239
M EH M E T AYSOY
240
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
241
M EH M E T AYSOY
242
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
243
M EH M E T AYSOY
244
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
245
M EH M E T AYSOY
246
Ş İ F A BU D E Ğ İ L
247
M EH M E T AYSOY
248